You are on page 1of 27

İSLAM SANATI

• İslamiyet’in Ortaya Çıkışı ve İlk


Mescitler
İÇİNDEKİLER

• Emeviler Devri
• Endülüs Emevileri Devri GENEL SANAT TARİHİ
• Abbasiler Devri
• Fatımiler Devri Prof. Dr. Haldun
• İslam Sanatında Süsleme ÖZKAN
Özellikleri

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Kâbe ve ilk İslam mescitlerini tanımlayıp
HEDEFLER

açıklayabilecek,
• Erken İslam mimarisinin önemini
kavrayabilecek,
• Emeviler dönemindeki cami-mescitler ve
saraylar ile onların tarihsel gelişimini
bilebilecek,
• Endülüs Emevileri devri, Abbasiler devri,
Fatımiler devri mimarisini
öğrenebilecek,
• Farklı coğrafyalardaki İslam mimarisini
karşılaştırabilecek,
ÜNİTE

6
• İslam sanatını süsleme özellikleri,
malzeme teknik ve motifleriyle
tanıyabileceksiniz.

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
İslam Sanatı

Hz. Muhammed ve Hulefâ-i Râşidîn Devri

Emeviler

Endülüs Emevileri
İSLAM SANATI

Abbasiler

Fatımiler

İslam Sanatında Süsleme

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


İslam Sanatı

GİRİŞ
İslam Sanatı, İslam dinin ortaya çıkıp yayılmaya başlamasından günümüze
kadar İslam ülkelerinde oluşup gelişen tüm sanat dallarının adıdır. İslam dini,
Peygamberimiz Hz. Muhammed’e 610 yılında Arabistan’da Mekke’de indirilmeye
Erken İslam döneminin başlanmıştır. 622’de Mekkeli müşriklerin Müslümanlara zulmetmesi sonucu bu
en önemli mimari
zulümlere dayanamayan Hz. Muhammed ve ashabı Medine’ye hicret etmek
yapıları arasında; Kâbe,
Mescid-i Nebevi, Basra zorunda kalmış, bu tarih aynı zamanda, Hicri Takvimin de başlangıcını teşkil
Mescidi ve Kufe etmiştir. Medine’de zamanla büyüyen ve gelişen Müslümanlar bir devlet hâline
Mescidleri gelmişlerdir.
gösterilebilir.
Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve
Hz. Ali’nin halifelik ettiği döneme Hulefâ-i Râşidîn dönemi denir. Hz. Muhammed
ve Hz. Ebubekir devirlerinde İslam Devleti’nin sınırları Arap Yarımadası’nın dışına
taşmazken; Hz. Ömer zamanından itibaren Suriye, Filistin, Mısır, Irak, İran,
Azerbaycan ile Kıbrıs ve Horasan bölgesi İslam topraklarına dahil edilmiştir.
Hz. Muhammed ve dört halife devrinde anıtsal mimari eserler inşa
edilmemiştir. Fetihlerle ele geçirilen eski Roma, Bizans ve Sasani topraklarında
zengin bir mimari mirasın mevcut olduğu görülmüştür. Erken İslam dönemin en
önemli mimari yapıları arasında, Kâbe, Mescid-i Nebevi, Basra Mescidi ve Kufe
Mescidleri gösterilebilir. İslam Sanatı, İslam dininin yayıldığı ülkelerde, mimarlık
başta olmak üzere küçük el sanatları, seramik, çini, cam, minyatür, hat, maden,
dokuma, ciltçilik, halıcılık gibi alanlarda kendine özgü sanat alanları oluşturmuştur.
Tüm sanatların olduğu gibi İslam sanatının oluşumuna da etki eden başlıca
faktörler; İslam dini, coğrafi şartlar ve iklim koşulları ile toplumların gelenek ve
görenekleridir. İslam dini, fetihlerle birlikte doğudan batıya geniş bir coğrafyaya
yayılmış ve dolayısıyla çok farklı milletlere ulaşmış, çok değişik kültürlerle
karşılaşmıştır. Ekonomik bakımdan zenginleşen Müslümanlar hemen hemen her
bölgede kale, saray, cami, medrese, han, hamam, zaviye, tekke, çeşme, sebil gibi
dinî, askerî ve sivil mimari eserler meydana getirmişlerdir. Bütün bunların
sonucunda ‘İslam Sanatları’ ortaya çıkmıştır.
İslamiyet’ten önce Araplar, kabileler hâlinde ve birbirinden bağımsız
topluluklar hâlinde yaşıyorlardı. İçinde her bir kabileye ait 300’den fazla putun
bulunduğu ve “Kâbe” adını verdikleri küçük bir mabetteki putlara tapıyorlardı. 610
yılında Hz. Muhammed, İslam dinini Mekke’de tebliğ etmeye başlamasıyla
putperestlik dönemi sona erdi.
Yeryüzündeki ilk mabet olan Kâbe, 624 yılından itibaren Müslümanların
kıblesi olması nedeniyle daha da önem kazanmış; Beytullah, Mescidü’l-harâm ve
Kıble gibi farklı isimlerle anılmıştır.
Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerden Kâbe’nin Hz. İbrahim’den önce var olduğu;
ancak yıkılıp zamanla yerinin kaybolduğu anlaşılmaktadır. Mekke’de Mescid-i
Harâm’ın ortasında bulunan Kâbe, mevcut hâliyle dıştan dışa 10,70 x 12,00 m
ölçüsünde ve 15,00 m yüksekliğinde küp formundadır. Mekke’nin çevresindeki
dağlardan getirilmiş bazalt parçalarıyla yapılan duvarların dış yüzlerinde farklı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


İslam Sanatı

ebatlarda 1614 taş kullanılarak inşa edilmiştir. İçi dört köşe bir oda görünümünde
olan Kâbe’de, Abdullah b. Zübeyr zamanından (683) kalma, kuzey-güney yönünde
sıralanmış üç ahşap direk bulunmaktadır. Etrafı revaklarla çevrili, üzeri de
perdelerle örtülü Kâbe, Hacerü’l-Esved, Makam-ı İbrahim, Hicr, Hatim ve Metaf
(tavaf edilen kısım) gibi bölümleriyle Hac farizasının ziyaretgâhını oluşturmaktadır.
Kâbe'nin örtüsü özel olarak hazırlanmakta, 700 kilo saf ipek ve120 kilo altın ve
gümüş kullanılarak 4 parçadan oluşan 47 metre uzunluğunda, 657 metrekare
büyüklüğünde olup, 200 kişinin emeği ile yaklaşık 10 ayda dokunmaktadır. Üzerine
altın ve gümüşten işlenmiş çeşitli ayet ve dualar yazılıdır. Her sene Kurban
Bayramı’nın ilk gününde örtü değiştirilir, eski örtü ise zemzem suyuyla yıkandıktan
sonra sergilenmesi için İslam ülkelerine, müzelere ve hediye olarak bazı devlet
başkanlarına gönderilir.

Mescid-i Kubâ,
müslümanların hür ve
güvenli bir ortamda
yaptıkları umuma açık
ilk mescit olması
bakımından büyük Görsel 6.1. Kâbe
önem taşımaktadır.
Hz. Muhammed ve Hulefâ-i Râşidîn Devri
622 yılında Hz. Muhammed ve ashabı Mekke’den Medine’ye Hicret etmişler
ve Hicret sırasında Medine’den önceki son durak olan Kubâ’da konaklamışlardır.
Hz. Peygamber ve beraberindekiler tarafından düz bir alanın etrafının taş
duvarlarla çevrilmesiyle bir ibadet mekanı oluşturulmuştur. Mescid-i Kubâ olarak
adlandırılan bu Mescid, müslümanların hür ve güvenli bir ortamda yaptıkları
umuma açık ilk mescit olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Çeşitli
tarihlerde yapılan genişletme ve değişikliklerle zamanımıza ulaşan Mescid-i Kubâ,
1985’te Kral Fahd döneminde tamamen yıkılıp, yeniden inşa edilmiştir.
Hicretten hemen sonra Medine’de Hz. Muhammed ve ashabı tarafından
bina edilen Mescid-i Nebevi, Hz. Peygamber’in buradaki bütün faaliyetlerinin
merkezinde yer almış ve fonksiyonları bakımından sonraki dönemlerde kurulan
cami ve mescitlere de örnek teşkil etmiştir.
Mescidin kuruluşu ile ilgili olarak anlatılan kıssa şöyledir: “Hz. Peygamberin
622'de Medine'ye vardığında, Ensar ve Muhacirlerden oluşan Müslümanlar onu
şehrin girişinde coşkuyla karşılamışlardır. Kendisini çok sayıda davet eden olduğu
için kimseyi kırmak istemeyen Hz. Muhammed, devesi Kasvâ'yı serbest
bırakmalarını ve onun çöktüğü yere mescidin kurulacağını bildirmiş ve Kasvâ
adındaki deve, Sehl ile Süheyl adında iki yetim çocuğa ait olan boş araziye
çökmüştür. Bu arazi sahiplerine Ebu Bekir tarafından ödenen 10 dinar karşılığında

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


İslam Sanatı

satın alınmış ve bu arazi üzerine herkesin namaz ibadetini yerine getirebileceği ve


toplantı yapabileceği bir mescit inşa edilmiştir.”
Mescid-i Nebevî’nin ilk binası, basit yapılıdır. Taş temeller üzerine tek sıra
kerpiçten, bir adam boyu kadar yükseklikteki çevre duvarı ile kuşatılarak üstü açık
biçimde 35 m eninde ve 30 m genişliğinde yapılmıştır. "Mescid-i Nebevî" nin
anlamı "Peygamber Mescidi" dir.

Görsel 6.2. Mescidi Nebevi ve Hz. Muhammed’in Kabri

Mekke'de bulunan Mescid-i Haram'dan sonra Müslümanlara göre ikinci en


kutsal mescittir. 654 yılındaki deprem ve yangında bu mescit yanmıştır. Emeviler,
Abbasiler, Memlükler ve Osmanlılar dönemlerinde yeniden yapılmıştır. Osmanlılar
döneminde mescitte ilk imar faaliyeti Kanuni Sultan Süleyman zamanında
gerçekleştirilmiştir (1531-40). Sultan II. Selim, III. Murad, III. Mehmed, I. Ahmed,
IV. Murad, IV. Mehmed, II. Mustafa, III. Ahmed, I. Mahmud, III. Osman, I.
"Mescid-i Nebevî"nin
Abdülhamid, III. Selim, II. Mahmud gibi Osmanlı padişahları, Mescid-i Nebevî’de
anlamı, "Peygamber
Mescidi"dir. bazı tamirat ve yenilikler gerçekleştirerek buraya muhtelif hediyeler
göndermişlerdir. Sultan Abdülmecid, mescitte en büyük imar işlerini gerçekleştiren
Osmanlı padişahı olarak dikkat çeker. Toplam 327 sütunun kullanıldığı mescidin iç
mekânı, üzeri küçük kubbelerle örtülmüş yapısıyla çok kubbeli Osmanlı camilerinin
formunu kazanmıştır. Abdullah Zühdü, üç yıl süren bir çalışmadan sonra mescidin
kubbe kasnaklarını, duvarlarını, kapılarını, mihrap ve sütunlarını kuşak hâlinde celî
sülüs tarzında ayetler, hadisler, Hz. Peygamber’in ve mescidinin adları ve
sıfatlarıyla tezyin etmiştir. Kıble duvarındaki Osmanlı çinileri arasında, doğu ve batı
duvarlarında uzun celî sülüs yazılar yazılmıştır. Suûdîler döneminde ise 1949–1955
arasındaki ilk genişletmeden sonra 1984–1994 yıllarındaki imar faaliyetleri ile
mescit, hâlihazırdaki yapısını kazanmış durumdadır. Mescid günümüzde etrafını
kuşatan mermer kaplı avlusu dahil toplam 400.000 m2 ye ulaşan anıtsal bir
ibadethane olmuştur.
İslamiyet ilk fetihlerle yayılmaya başladığında İslam ordularının gittiği
yerlerde kurulan ilk camiler, ordugâh camileri olarak adlandırılmıştır. Böylece Arap
yarımadasında ordugâh şehirler olarak kurulan Basra, Kufe ve Mısır’da Kahire
yakınındaki Fustad’da bu türden camiler inşa edilmiştir. Dünyanın en eski
camilerinden birisi olan Kufe Mescidi'ni 635 yılında Sa'd bin Ebi Vakkas inşa
ettirmiştir. İlk olarak kare şeklinde ve etrafında hendeklerle çevrili bir yapı olan
Kufe Mescidi, üç yönden revaklarla çevrili bir avlu ile kıble duvarına paralel beş

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


İslam Sanatı

sahınlı ibadet mekanı ile Erken İslam devrinin karakteristik yapılarından birisi
olmuştur.

Emeviler
Emeviler, Dört Halife Dönemi’nden sonra kurulan 661-750 yılları arasında
hüküm sürmüş Müslüman Arap devletidir. Emeviler devri, İslam sanatının ortaya
çıkış ve oluşum evresi olarak dikkat çeker. Roma, Bizans, Sasani ve Kopt sanat
çevrelerinin etkileri ile şekillenmiş bir dönemdir. Bu dönemde İslam geleneklerine
göre biçimlenen yeni bir sanat ve mimari form oluşturma çabaları da
Emeviler devri, İslam hissedilmektedir. Cami ve mescitler ile sarayların plan düzenleri, mimari biçimleri
sanatının ortaya çıkış ve ve süslemelerinde bu oluşum ve gelişim sürecinin izlerini takip edebilmek
oluşum evresi olarak mümkündür. Köklerini Hz. Muhammed ve Dört Halife döneminden almıştır. Bu
dikkat çeker.
dönemde Mescid-i Nebevi’nin planı, İslam coğrafyasının farklı noktalarına
taşınarak hem yaygınlaştırılmış hem de bölgesel özelliklere uyarlanarak
kendilerinden sonra ortaya konulan yapılara da model olmuştur. Kudüs’teki
Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra, Şam Emeviye Camii, Kayrevan Sidi Ukba Camii
bu dönemin en önemli örnekleri olarak gösterilebilir.
Hâlife Abdülmelik b. Mervan tarafından 691 yılında yaptırılan Kudüs’teki
Kubbetü’s-Sahra, semavi dinlerce kutsal kabul edilen Haremü’ş-Şerif’te Hacer-i
Muallâk denilen kayanın üzerinde yükselen anıtsal bir binadır. Bir ibadet yeri
olmaktan çok, bir ziyaret mekanı olarak değer kazanmış olan Kubbetü’s-Sahra, her
bir kenarı 20,40 m uzunluğunda ve 12,00 m yüksekliğinde olan sekizgen planlı bir
yapıdır. Dıştaki sekizgen, içteki ise daire şekilli iç içe iki galeriden meydana gelen
yapının üzeri 20,44 m çapında ve 35,00 m yüksekliğinde bir kubbe ile örtülüdür.
Kubbetü’s Sahra, İslâm mimarisinde bilinen ilk kubbeli eserlerdendir. Mimarisi
kadar binanın süslemeleri de İslam sanatında önemli bir yer tutar. Orijinalde
Kubbetü’s-Sahra’nın hem iç hem de dış yüzeyleri mozaik tekniğinde süslemelerle
bezeliydi. Dışarıdaki mozaikler Kanuni Sultan Süleyman devrindeki onarımda İznik
çinileriyle değiştirilmiştir. Kubbe kasnağı ve kemer köşelikleri gibi iç yüzeylerde
kenger yaprakları, kıvrık dallar, rozetler, asma yaprakları, üzüm salkımları, hurma
ağaçları ile değişik bitki motifleri, altın sarısı zemin üzerine yeşil rengin hâkim
olduğu Helenistik tesirli mozaikler, hâlâ görülebilmektedir. Ayrıca kubbe
kasnağındaki kufi yazı frizi, İslam mimarisindeki en eski kitabe olarak da dikkat
çekmektedir.

Görsel 6.3. Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra (E.Şahin’den)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


İslam Sanatı

Kudüs’te Haremü’ş-Şerif’te yer alan Mescid-i Aksa, 702 yılında Hâlife


Abdülmelik b. Mervan tarafından inşa ettirilmiştir. Deprem sonrası Abbasi Hâlifesi
Mansur tarafından 757 yılında yenilenen yapı, Haçlı seferleri esnasında zarar
görmesi sebebiyle 1187’de Selahaddin-i Eyyubi tarafından esaslı bir şekilde tamir
edilmiştir. 1924–27 yılları arasında Mimar Kemalettin’in onarımından sonra,
Yahudilerin 1967’de yakmalarını takiben elden geçirilerek günümüze kadar
ulaşabilmiştir. Orijinalde Mescid-i Aksa cami, ortadaki yandakilerden daha geniş ve
daha yüksek üç sahın ile kıble duvarına paralel uzanan bir sahından ibaret olup,
transept planlı bir şema sergilemektedir. İslami kaynaklara göre yeryüzünde inşa
edilen ikinci mescit olan Mescid-i Aksa, Kâbe’den önce Müslümanların ibadet
ederken yöneldikleri ilk kıblesi olması bakımından önemlidir.
Tunus’un Kayrevan şehrinde Ukbe b. Nafi tarafından 670’te bir ordugâh
camisi olarak yaptırılan Sîdî Ukbe Camii, 693-97’de yeni baştan inşa edilmiştir.
Kayrevan Ulu Cami, ilk inşasından bu yana pek çok zarar görmüş ve belli
dönemlerde yenilenmiştir. Osmanlı Dönemine kadar onarımlarla günümüze
ulaşmış önemli bir eserdir. Düzgün olmayan dikdörtgen bir plana sahip yapı, harim
ve çifte revaklı avludan ibarettir. 70 x 45,70 m. genişliğindeki harim, mihraba dik
17 sahından oluşur. Orta sahın yan sahınlardan daha geniş tutularak belirgin
kılınmıştır. Harimin üst örtüsü mihrap önünde kubbe, sahınlar düz çatı ile
kapatılmıştır. Bu durum, İslam mimarisinde ilk kez karşımıza çıkmaktadır.
Kuzeybatı istikametindeki revakın ortasında yer alan 35,00 m yüksekliğindeki
minare, üst üste bindirilmiş üç kare kuleden oluşan, mimari yapısıyla daha
sonraları Kuzey Afrika ve Endülüs’te yapılan minarelere ilham kaynağı olmuştur.
Cephesinde yer alan payandalarla kalevari görünümü veren yapıya, yan
cephelerde yer alan sekiz kapıdan girilmektedir.

Görsel 6.4. Sîdî Ukbe Camii Görsel 6.5. Emeviyye Camii

Şam’da Hâlife I. Velid b. Abdülmelik’in, yaptırdığı Emeviyye Camii (705–715),


İslam mimarlık tarihinde sonraki dönemlerde inşa edilen camilere en geniş ölçüde
tesir eden bir yapı olarak dikkate değerdir. Şam Ulu Cami olarak da bilinen yapı,
Emeviyye Camii, İslam Şam'ın eski şehir kısmında yer alır ve dünyanın en büyük ve en eski camilerinden
mimarlık tarihinde
birdir. Kuzeyde üç taraftan iki katlı revaklarla kuşatılmış bir avlu ile güneyde
sonraki dönemlerde
inşa edilen camilere en 136,00 x 37,00 m ölçülerinde enine yerleştirilmiş bir ibadet mekanından oluşan
geniş ölçüde tesir eden yapı, günümüze orijinal planıyla gelebilen en eski cami olma özelliğine sahiptir.
bir yapı olarak dikkate Şam Emeviye Camii, enine gelişme gösteren, mihrap önü kubbeli plan tipine
değerdir. sahiptir. Yapımından sonra kurulan tüm İslam devletlerinde cami mimarisine
model olmuş ilk yapıdır. Cami mimarisine birçok yenilik katmış, hatta çok sonra
Anadolu camilerini plan yönünden de etkilemiştir. Caminin bitkisel ve geometrik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


İslam Sanatı

motiflerle şehir ve bina tasvirlerinden meydana gelen fevkalâde zengin mozaik


süslemeleri de sanat tarihi bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Caminin bir
diğer özelliği de İslam âlemindeki ilk umumi helaların burada yapılmış olmasıdır.
Avlunun batı tarafında sekizgen planlı, kubbeyle örtülü kubbetü’l-hazne yer
almaktadır. Cami, avlunun kuzey duvarının ortasındaki orijinal, güneydoğu
köşedeki 11. yüzyıldan, güneybatıdaki ise 1488 tarihinde Sultan Kayıtbay
devrinden olmak üzere üç minareye sahiptir. Kuzeydeki minare, İslam mimarisinde
zamanımıza ulaşan en eski minare olması sebebiyle de önem arz etmektedir.
Mimarisi yanı sıra mozaik tekniğindeki süslemeleri ile de Emeviyye Camii, İslam
resim sanatına önemli katkılar yapmıştır. Kemer içlerinde ve kemer köşelikleri ile
bazı duvar yüzeylerindeki küçük kompozisyonlar hâlinde akant bitkileri, ağaçlar,
akarsular, genellikle Roma mimarisinin üslubunu yansıtan türlü hayali binaları bir
arada canlandıran mozaikler, cami mimarisinde rastlanan erken tarihli tek
manzara örnekleridir.
Örnek

•Suriye/Halep kentinde yer alan Emeviler dönemine ait Halep Ulu Camii
(715-716), Süleyman bin Abdülmelik tarafından inşa ettirilmiştir.

Emeviler zamanında camilerden başka farklı yapı tiplerinin beraber


planlandığı saray kompleksleri ile küçük kasırlar da inşa edilmiştir. Ürdün’de
başkent Amman’ın doğusunda çölde bulunan Kuseyr Amra, süslemelerindeki
hükümdar tasvirlerine dayanılarak Hâlife I. Velid b. Abdülmelik zamanına 711–715
yıllarına tarihlendirilir. 25,00 x 50,00 m ölçülerinde surlarla çevrili bir alanda 8,75 x
Kuseyr Amra, erken 7,58 m boyutlarında dikdörtgen şekilli bir salon ile onun bitişiğindeki hamam ve
İslam sanatının ve ahır, depo, sarnıç gibi değişik amaçlar için düşünülmüş bölümlerden müteşekkil
mimarisinin en önemli küçük bir kasırdır. Özellikle duvar ve üst örtülerindeki fresk tarzı tezyinatı ile İslam
örneklerinden biri sanatında önemli bir yer tutar. Hükümdarlar, müzik aleti çalan sanatçı ve dans
olarak kabul edilir.
eden rakkaseler, av sahnesi, çeşitli zanaatkârlar, hamam sahneleri, sıcaklığın
kubbesindeki yıldızlar haritası ile hayatın çağlarını, tarihi, felsefeyi ve şiiri gösteren
muhtelif sembolik tasvirler ve Yunan mitolojisinden alınma figürlere
rastlanmaktadır. Kuseyr Amra, erken İslam sanatının ve mimarisinin en önemli
örneklerinden biri olarak kabul edilir. 1985 yılında UNESCO tarafından Dünya
Mirası olarak ilan edilmiştir.

Görsel 6.6. Kuseyr Amra Sarayı Görsel 6.7. Kasrü’l-Hayru’l-Garbî

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


İslam Sanatı

Kasrü’l-Hayru’l-Garbî, Suriye’de Palmira'nın 80 km güneybatısında bulunan


antik bir kasırdır. Çölde inşa edilen ve hanı, hamamı ve büyük bir bahçesi ile bir
bütün teşkil eden Kasrü’l-Hayru’l-Garbî, 727–30 yıllarında Hâlife Hişam b.
Abdülmelik tarafından yaptırılmıştır. 71,00 x 73,00 m ölçülerindeki kasır, merkezi
bir avlunun etrafına yerleştirilmiş müstakil altı daire içermektedir. Kasrın
duvarlarında izlerine rastlanılan bir hükümdar ya da halife kabartması, av
tasvirleri bitkisel bezemeli fresk ve alçı kabartma tarzında meydana getirilmiş
süslemeler dikkat çekicidir. Kare planlı han ile soyunmalık, ılıklık, sıcaklık, külhan
ve sarnıç gibi kısımlardan oluşan hamama sahiptir.
İsrail’de Ölüdeniz yakınlarında bulunan Hırbetü’l-Mefcer; saray, cami ve
hamamdan ibaret bir külliyedir. Bir rivayette Hişam b. Abdülmelik (724-43),
zamanına tarihlendirilen külliye, büyük oranda tahrip olmuştur. 64,00 x 67,00 m
ölçülerindeki saray, merkezi bir avlu etrafına dizilmiş mekanlardan oluşur. Sarayın
kuzeyinde yer alan 23,60 x 17,10 m ölçülerindeki cami, paralel sahınlı bir
düzenleme sergilemektedir. Külliyenin kuzey ucunda hamam, bulunmaktadır.
Hırbetü’l-Mefcer’in Hırbetü’l-Mefcer’in tezyinatı, İslam sanatının en değişik örneklerini
tezyinatı, İslam
sergilemektedir. Cami dışında hemen hemen bütün mekanların mozaik, duvar
sanatının en değişik
örneklerini resmi, alçı kabartma ve heykel gibi zengin süslemelerle bezendiği görülmektedir.
sergilemektedir. Ağırlıklı olarak geometrik motiflerin hâkim olduğu mozaiklerde figürlü
kompozisyonlar dikkat çekmektedir.
Ürdün Nehri’nin doğusunda yer alan Kasru Müşettâ, Hâlife II. Velid b. II.
Yezid zamanında (743–44) inşa edilmiştir. 144,00 x 144,00 m kare planlı kasrın
mimari bakımdan yarım kaldığı sanılmaktadır. Güneyden kuzeye uzanan üç
kütleden ibaret sarayın, sadece ortadaki merkezi avlu, buraya ulaşmaya imkan
veren giriş bölümü, kuzeydeki taht odası ile onun iki yanına yerleştirilmiş iki daire
yapılabilmiştir. Sarayın önemli bir yanı da, giriş cephesindeki taş süslemeler olup,
günümüzde Almanya’da Berlin Friedrich Museum’da sergilenmektedir. Ters ve düz
yerleştirilmiş üçgenler, iri gülbezekler ile onların aralarındaki boşlukları dolduran
bitkisel bezemeler hayli ilgi çekicidir. Ayrıca bitkisel motiflerin arasına serpiştirilmiş
kuş, aslan, ayı, grifon, kentaros ve sfenksler, İslam sanatındaki önemli figüratif
örneklerdendir.

Endülüs Emevileri
İspanya’da Endülüs’te 756-1031 tarihleri arasında hüküm sürmüş olan
Emeviler tarafından kurulmuş Müslüman devlettir. Şam’daki Emevi hanedanını
ortadan kaldıran Abbasilerin elinden kurtulan Hişam b. Abdülmelik’in
torunlarından Abdurrahman b. Muaviye, önce Kuzey Afrika’ya, oradan da
Endülüs’e geçerek 756 yılında Endülüs Emevi Emirliği’ni kurmuştur. Sıkça yaşanan
ayaklanmalar ve Hıristiyan saldırıları Endülüs Emevilerini kale, sur ve gözetleme
kuleleri yapmaya zorlamıştır.
El-Hamra Sarayı, Endülüs Emevilerinin en önemli eserlerinden biridir. Daro
ve Genil ırmaklarına bakan sarp bir tepenin üzerinde, ilk olarak 9. yüzyılda inşa
edilen sarayın bugün ayakta kalan bölümlerinin büyük kısmı I. Yusuf (1333-54) ve
Gani Billâh V. Muhammed (1354-59, 1362-91) tarafından inşa ettirilmiştir. Etrafı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


İslam Sanatı

yüksek ve büyük kulelerle takviye edilmiştir. El-Hamra Sarayı, en yüksek kısımda


emir ile haremini barındıran saray, tepenin batısında sarayın askerî garnizonu
olarak hizmet veren el-Kasaba, doğusunda ise içinde bir kısım idarecilerle esnafın
ikamet ettiği şehir kısmından ibarettir. Elhamra Sarayı, birbiriyle bağlantılı çok
Tüm Elhamra'ya
sayıdaki odalar ve salonlar, bu mekanların arasında yer alan avlular, ferahlatıcı
damgasını vuran
süslemelerdeki ibare " yeşil alanlar, fıskiyeli havuzlar, akar çeşmeler ve bahçelerden ibarettir. Ama tüm
Allah'tan başka galip bu mekânlar belli bir ahenk içinde dizilmiş, rahatsız edici olmayan geçişlerle
yoktur." anlamını taşır. birbirine bağlanmış bir düzene sahiptir. Sarayda; Krallar Salonu, Elçiler
Divanhanesi, Aslanlar Avlusu, Mukarnaslı Salon ve İbn Serrâc Divanhanesi önemli
bölümleri oluşturmaktadır. Tüm Elhamra'ya damgasını vuran süslemelerdeki ibare
" Allah'tan başka galip yoktur." anlamını taşır. Bu bakımdan Elhamra, Allah'ın tek
galip olduğunu tüm dünyaya haykıran bir saraydır ve dünyanın hiçbir yerinde Allah
adını bu kadar çok yazıldığı sütun, kemer, kubbe, tavan, kapı ve duvara sahip
başka bir saray bulmak mümkün değildir.

Görsel 6. 8. El-Hamra Sarayı

İspanya'nın Cordoba şehrinde ilk olarak I. Abdurrahman tarafından 785–86


yılında 75,00 x 100,00 m ebatlarında yaptırılan Kurtuba Büyük Camii, daha sonraki
yapılan eklemelerle genişletilmiş, 178,00 x 125,00 m ölçülerinde 22.000 m2lik
alana kurulmuştur. Endülüs Emevilerinin başkenti Kurtuba'daki en anıtsal ve
ihtişamlı eserdir.

Görsel 6. 9. Kurtuba Büyük Camii

1984 yılında Kurtuba Camii UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan
edilmiştir. Dikey dikdörtgen planlı cami ibadet mekanı, revaklı avlusu ve kare
gövdeli kulevari minaresi ile Kuzey Afrika mağrip mimarisinin özelliklerini
sergilemektedir. Dünyadaki en fazla sütuna sahip olan mabetlerden biri, Kurtuba
Camii'dir. 850 adet olan sütunların çoğu granitten, bazıları da çeşitli taşlardan
yapılmıştır. Kırmızı ve beyaz renkli taşlardan örülmüş at nalı ve yuvarlak kemerleri
ile içeride adeta bir renk cümbüşü oluşmuştur. Kemerlerin iki katlı olması yalnız bu
camide bulunmaktadır. Kurtuba Camii'nin en güzel kısmı, at nalı kemerli mihrabı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


İslam Sanatı

ve minberidir. Mihrap kemerinin dayandığı sütunlar eşsiz güzelliktedir. Caminin dış


süsleri çok zarar görmüş olmasına rağmen iç süsleri hâlâ göz kamaştırıcıdır.
Kurtuba Camii, 1236'da katedrale çevrilmiştir.

Abbasiler
Emevi hanedanından sonra, başa gelerek İslam Devleti'nin yönetimini ve
halifeliği 750-1258 yılları arsında beş asırdan daha uzun bir süre elinde tutan
Müslüman Arap hanedanlığıdır. Hilafet merkezini Suriye’den Irak’a nakleden
Abbasiler, Bağdat şehrini başkent yapmışlar ve İslam medeniyetine en parlak
evresini yaşatmıştırlar. Abbasi Halifeliği döneminde Bağdat'ta yaşayan bilginler;
felsefe, astronomi, tıp ve birçok diğer bilim dalına dair Yunanların ya da
başkalarının edindiği bilgilerin korunmasına katkıda bulundu. Bilginin korunmasına
ek olarak, bu bilginler alanlarına yeni bakış açıları kazandırdı ve sonunda keşiflerini
Avrupa'ya da aktardı.
Abbasiler döneminde Eski Mezopotamya, Sasani ve daha sonraları da Orta
Asya Türk sanatının etkileri İslam mimarisini ve sanatını şekillendiren unsurlardır.
Coğrafyanın da etkisiyle tuğla kullanımı ve tuğla duvarlar üzerine alçı sıva ile
oluşturulan stuko tezyinat, Abbasi sanatının en belirgin özelliğidir. Abbasiler
döneminden günümüze ulaşan Samerra Camiu’l-Kebiri, Damgan Tarıhane ve
Tolunoğlu Ahmet Camii, gibi çoğunluğu ordugâh tipi, büyük boyutlu, bazıları da
küçük ölçülerine karşın İslam mimarisinde önemli bir adım teşkil edecek plan ve
Emevi hanedanından
sonra, başa gelerek form yansıtan cami ve mescitler inşa edilmiştir.
İslam Devleti'nin
yönetimini ve halifeliği
750-1258 yılları arsında
beş asırdan daha uzun
Örnek

bir süre elinde tutan, •Günümüzde Irak'ın başkenti konumunda olan Bağdat, 762 yılında
Müslüman Arap Halife Mansur tarafından kurulmuştur.
hanedanlığıdır.

Abbasiler döneminde Mezopotamya’da muhteşem şehirler kurulmuştur.


Abbasiler kurdukları kentlerin planlamasında yeni bir anlayış getirmişlerdir.
Kentlerini yuvarlak olarak planlamış, kent merkezinde önemli yapılarını
konumlandırmışlardır. Bu kentlerin en önemlileri; Bağdat, Samarra ve Rakka’dır.
Halife Mansur’un planını bizzat çizerek 762 yılında kurdurduğu Bağdat Kenti’nden,
Moğol istilası sırasında şehrin tamamen tahrip edilmesi ve yerine yeni Bağdat’ın
inşa edilmesi sebebiyle pek bir şey ulaşmamıştır. Kaynaklardan anlaşıldığı
kadarıyla Bağdat, savunmaya elverişli dairevi planda kurulmuş ve etrafı çifte surla
çevrilmiştir. Bu planlama eski çağlardan beri Mezopotamya, Anadolu ve İran’da
uygulanan bir düzenlemedir. Şehrin çapı 2638 metredir. Surları yuvarlak şekilli
kuleler desteklemiştir. Tuğladan örülmüş olan surlarda dört ana giriş kapısı
açılmış, bunlar, Kufe, Basra, Şam ve Horasan kapılarıdır. Kapıların iç kısımlarında
muhafız birlikleri için çeşitli binalar yapılmıştı. Şehrin ortasında ‘Kubbetü’l-Hadra’
denilen halifenin sarayı ile onun bitişiğinde bir cami bulunuyordu.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


İslam Sanatı

Abbasiler devrinde kurulan bir diğer şehir de Rakka’dır. Bağdat’tan farklı


olarak tam dairevi planlı olmayıp güney yönü düz, at nalı şeklinde bir plan
sergilemektedir. Kerpiç ve tuğladan yapılan dış sur bütünüyle yıkılmış, iç surun
silindirik kulelerle tahkim edilmiş bazı bölümleri ile Bağdat Kapısı hâlâ ayaktadır.

Samarra kenti, 836


yılında Halife Mutasım
tarafından, Türk
askerleri için
kurulmuştur.

Görsel 6.10. Samerra Camiu’l-Kebiri

Bağdat’a 90 km mesafede Dicle Nehri’nin doğu kıyısında kurulan Samarra


kenti, 836 yılında Halife Mutasım tarafından, Türk askerleri için kurulmuştur.
883’te halifelerin tekrar Bağdat’a dönmeleri ile eski önemini yitirmiştir. Sarayların
yazlık olarak bir süre daha kullanılmasından sonra kendi hâline terk edilen
Samarra, Hülâgu istilası sırasında Moğollar tarafından tamamen tahrip edilmiştir.
Bu şehirde yer alan önemli anıtlardan birisi Samerra Camiu’l-Kebiri’dir. 848–52
yılları arasında Halife Mütevekkil tarafından yaptırılan yapı, İslam dünyasının en
büyük camilerinden biridir. Yapıda malzeme olarak tuğla ve kerpiç kullanılmıştır.
Cami, içten içe 240,00 x 156,00 m ölçülerinde, Kûfe planlı olup, mihrap duvarına
uzanan 25 sahnı vardır. Avlunun dört tarafını revaklar çevrelemektedir. Bugün
yalnızca yuvarlak kulelerle çevrili dış duvarları ve minaresi kalmıştır. Samarra Ulu
Camisi’nin Malviye tipinde 53 metre yükseklikteki minaresine geniş rampalarla
çıkılmaktadır. Minarenin kaidesi 3,00 m yüksekliğinde, 33,00 x 33,00 m ölçülerinde
kare planlı olup, kaidenin üzerinde spiral biçiminde gittikçe daralarak yükselen ve
gövde etrafında dolanan müezzin yolu, 2,30 m genişliğindedir. Minarenin biçimini
Mezopotamya Zigguratlarından aldığı ve bu yapısıyla Malviye tipi minarelerin
İslam sanatındaki ilk örneği olduğu bilinmektedir. Caminin bezemelerinde bitki
motifli mozaikler, süsleme malzemesi olarak da stuko ve tuğla kullanılmıştır.
750–786 yılları arasına tarihlendirilen Damgan’daki Târıhâne Camii, 25,5 x
27,00 m ölçülerinde yaklaşık kare planlı, revaklı bir avlu ile 14,00 m derinliğinde
kıble duvarına dikey üç kemer gözlü ve yedi sahınlı bir ibadet mekanından meydan
gelmektedir.
Mısır’da 879 yılında yaptırılan Tolunoğlu Ahmet Camii, mimarlık tarihinde
bilinen ve günümüze sağlam olarak ulaşan en eski Türk eseri olarak da ayrı bir
öneme haizdir. Mısır’da kurulan Tolunoğulları Devleti’nin kurucusu Tolunoğlu
Ahmet tarafından yaptırılmıştır. Sivri kemerleri, süslemeleri ve tuğla mimarisiyle
Türklere ait bir yapıdır. Kûfe plan tipindeki cami, üç yanı çifte revakların çevirdiği
bir avlu ile güney duvarına paralel beş sahından oluşan bir ibadet mekânına

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


İslam Sanatı

sahiptir. Tuğla bir yapı olmasına karşın caminin sütunlarında mermer malzeme
kullanılmıştır.

Görsel 6.11. Tolunoğlu Ahmet Camii

Bağdat’taki Mustansırıyye Medresesi, 1223 yılında Halife Mustansır


tarafından yaptırılmış olup, 106,00 x 48,00 m ölçüleriyle İslam dünyasındaki en
büyük medreselerdendir. Büyük Selçuklu ve Zengi mimarisinin etkilerini taşıyan
medrese, Sünni İslam inancına tabi dört mezhep için tesis edilmiş bir yapıdır.
Abbasi mimarlığında en dikkate şayan yapılardan birisi Kubbetü’s-
Süleybiye’dir. Samerra’da Dicle Nehri’nin batı kıyısında bulunan bu yapı, İslam
sanatının ilk türbesi olarak kabul edilir. Türbe, sekizgen planlıdır ve tuğladan inşa
edilmiştir. Kalıntılardaki dört kapıdan her yönde birer kapının açıldığı
anlaşılmaktadır. İki sekizgen duvar arasında bir çevre koridoru bulunmaktadır.
Kubbe ile örtülü olduğu anlaşılan bu sekizgen yapının iç mekanı kare şekillidir ve
kubbeye geçiş tromplarla sağlanmıştır.

Kubbetü’s-Süleybiye,
İslam sanatının ilk
türbesi olarak kabul
edilir.

Görsel 6.12. Kubbetü’s-Süleybiye


Örnek

•İran/Gurgan'da yer alan Kümbet-i Kabus, 1006-1007 tarihinde Kabus


bin Vaşmgir için inşa edimiştir.

Kuzey Afrika’da Manastır ve Sus şehirlerinde inşa edilen ribatlar, askerî


amaçlarla ortaya çıkan ve sonraları tekke, zaviye ve hankah gibi tasavvuf yapıları,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


İslam Sanatı

misafir ve kimsesizlerin barındığı misafirhane ya da ticari yol güzergâhlarında


emniyetli olarak kervanların konaklayabildikleri kervansaraylara öncülük eden
yapılar olarak Abbasiler devrinin önemli anıtlarıdır. Cengiz’in torunlarından
Hülâgu, 1258’de kuşatmış ve Abbasi Devleti sona ermiştir. Osmanlı Devleti’nden
sonra İslam tarihindeki en uzun süre ayakta kalan hanedandır. 8. ve 9. yüzyıllar
hem askerî hem dinî bir karakter taşıyan ribatların bol miktarda yapıldığı bir
dönem olmuştur. Ağlebi Emiri Ziyadetullah’ın 821 yılında yaptırdığı Sus Ribatı, bu
tip yapıların daha sağlam şekilde günümüze ulaşan bir örneği durumundadır.
Abbasi sarayları, Emevi
saraylarına benzer. Abbasiler Dönemine ait sivil yapılardan saray ve evler bu kentlerde yapılan
kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Abbasi sarayları, Emevi saraylarına benzer. Ancak
Emevi saraylarındaki taş ve mozaik süslemeler yerini alçı (stuko) süslemelere
bırakmıştır. Abbasiler döneminde saray örneklerinden birisi Bağdat’ın 120 km
güneybatısında, Ukaydır Sarayı’dır. Kerbela’nın 48 km kadar batısında, 778 yılında
Halife el-Mansur tarafından yaptırılmıştır. Giriş bölümü, tören avlusu ve kabul
salonundan oluşan saray, Meşatta Sarayı’na benzer. Sivri kemerlerin kullanıldığı
yapının nişleri ve stuko süslemeleri dikkat çekicidir. Kuzey-güney istikametinde
175,00 m, doğu-batı doğrultusunda 169,00 m ölçülerinde yaklaşık kare şekilli bir
surla çevrilmiştir. Emevi saraylarının planlarını hatırlatan saray, dört yönünü kubbe
tonozlu nişlerin süslediği büyük bir merasim avlusu ile ona açılan genel kabul
törenlerinin yapıldığı büyük tonozlu eyvan ve arkasındaki özel kabul törenlerine
mahsus kubbe örtülü kare şekilli bir salondan müteşekkildir.

Görsel 6.13. Sus Ribatı Görsel 6.14. Ukaydır Sarayı

Samerra’nın 6 km kadar güneyinde Balkuvara Sarayı, Halife Mütevekkil


zamanında 854–59 yılları arasında inşa edilmiş olup, kenar uzunluğu 1250 m. olan
kare planlıdır. Güney tarafı Dicle Nehri’ne bakan enine dikdörtgen şekilli asıl saray,
içeriden üç paralel bölüme ayrılmıştır. Orta kısım esas merasim bölümüdür. Bu
kısım birbiri ardına sıralanmış abidevi bir kapı ile merasim avlusu, büyük eyvan ve
haçvari planlı taht odasını içermektedir. Taht odası üçüncü bir avluyla çeşitli oda
ve salonlara açılmaktadır. Sarayın büyük bir bahçesi ve ortasında da bir havuz
mevcuttur. Saray; ahşap, mermer, stuko ile dekore edilmiştir. Freskolar üzerinde
insan ve kuş figürleri işlenmiştir.
Samerra’da Dicle Nehri’nin kenarında, Cevzâku’l-Hâkâni, Halife Mu’tasım
tarafından 836 yılında, ünlü Türk beyi Artuk Ebu’l-Feth b. Hakan için yaptırılmıştır.
Bu yapı, 11,10 m yüksekliğinde üç sivri kemerli cephesi olan birbirine paralel beşik
tonozlu üç eyvandan oluşmaktadır. Harem duvarlarının üst kısımlarında figürlü
freskler bulunmuştur. Bu freskler Abbasi dönemi resim sanatı için çok zengin bir

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


İslam Sanatı

kaynak oluşturmaktadır. Sasani sanatından gelen inci dizileri arasında hayvan ve


kuş figürleri ile geç Hellenistik sanattan gelen bereket boynuzu şeklindeki akant
yaprakları arasında oturmuş insan, kuş, koşan hayvan figürleri, kuvvetli Uygur
Cevzâku’l-Hâkâni, sanatı etkileri taşır. Özellikle iki rakkase tasviri, bunu bariz biçimde göstermekte ve
Abbasi sanatındaki Türk Abbasi sanatındaki Türk etkisinin ilk belgesini meydana getirmektedir. Sarayın
etkisinin ilk belgesini kalıntıları arasında stuko ve fresklerden başka oymalarla, boya ve yaldızla
meydana süslenmiş, altın yaldızlı çivilerle tutturulmuş ahşap kaplama parçalarına, renkli cam
getirmektedir. mozaiklere ve dört renkli lüster tekniği ile yapılmış çini levha kırıklarına da
rastlanmıştır.
Samerra yapılarında süsleme saray ve evlerin içinde yoğun olarak yer alır.
Süslemeler, tuğla duvarlara sıvanan stuko denen harç üzerine işlenir. Bu üslup
daha önce Mezopotamya ve İran’da yaygın olarak kullanılagelmiştir. Sasani
sanatının etkisiyle gelişen bu süsleme tekniği Samerra yapılarında değişik üsluplar
ortaya çıkarmıştır. Derin oyma tekniği ile işlenmiş geometrik çerçeveli stilize asma
motifli A ve B üslupları birbirine çok benzemekte olup, motifler tabii özelliklerini
büyük oranda kaybetmiş, sap ve yapraklar artık görünmez durumdadır. Önceleri
Orta Asya’da Türklerin deri koşum takımlarında rastlanılan, sonraları ahşapta
yaygın olarak kullanılan eğri kesim tekniğinde işelenen C üslubunda ise duvarlarda
tahta kalıplarla çerçevesiz olarak yine stilize bitkisel motifler söz konusudur.

Fatımiler
Halifeliğin Hz. Peygamber’in kızı Fatıma’nın soyundan gelenlerin hakkı
olduğunu savunan Fatımiler, Tunus’taki Mehdiye şehrinde kurulan ve 909-1171
yılları arasında egemenlik kuran bir Şii İslam devletidir. 973 yılında Mısır’ın fethini
müteakip, Kahire’yi kurarak, devlet merkezini buraya taşımışlardır. Fatımiler,
Selahaddin Eyyubi tarafından 1171’de ortadan kaldırılmıştır.
Fatımi kültürü ve medeniyeti bir ölçüde Emevi ve Abbasilerden etkilenmiş
olsa da, aslen Kuzey Afrikalı, Mağrip ve Berberi karakterlidir. Yapıların hem dış
hem de iç mimarisi ve süslemelerinde kendine has Fatımi zevk ve anlayışının
ortaya konulduğu görülür. Kahire Ezher Camii, Hâkim Camii, Akmer Camii yanı sıra
Mısır’daki ilk İslami türbeler Seb’a Benat, yanı sıra çeşitli sivil ve askerî yapılar
Kahire şehir surları bu dönemin önemli eserleri arasındadır.
Ezher Camii, Fatımi Halifesi tarafından 972’de kurulmuştur. Caminin
isminin, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in kızı Fatıma'nın lakabı olan ez-Zehra'dan
geldiği düşünülmektedir. Dönemin en önemli camilerinden olan bu abidevi yapı,
harim ve avlu mekanı olmak üzere iki bölümden teşekkül etmiş, caminin harim
bölümü mihraba paralel beş sahından oluşmaktadır. Bu beş sahını tam mihrap
ekseninde dikey bir sahın ile keserek transept plan şeması oluşturulmuştur. Yapı
Mısır fatihi Yavuz Sultan avlusunun doğu ve batısında ise revak sistemine yer verilmiştir. Osmanlı devrinde
Selim, Ezher Camii’nde Ezher Camii’ne gereken alaka gösterilmiştir. Mısır fatihi Yavuz Sultan Selim, Ezher
çok namaz kılmış ve Camii’nde çok namaz kılmış ve burada Kur’ân-ı kerîm okutarak dinlemiştir. Hatta
burada Kur’ân-ı Kerîm
tahsil gören fakir talebelere hediyeler dağıtıp yardımda bulunmuştur. Osmanlı
okutarak dinlemiştir.
devrinde Ezher’e yeni binalar ilave edilmiştir. Osmanlı valisi Abdurrahman
Kethüda, 1753 yılında camiye 50 mermer sütunlu bir maksure yaptırmış, böylece

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


İslam Sanatı

caminin namaz kılmaya mahsus maksureli kısımlarında sütun sayısı 126’ya


ulaşmıştır. Caminin, diğer kısımlarındaki sütunlarla birlikte toplam 375 sütunu
vardır. Avlu cephelerinde, gemi teknesi biçimindeki kemerlerin üzerindeki istiridye
yivli nişler ile onların arasındaki gülbezekler, altıgen ve yıldızlardan oluşan bir friz
ile basamaklı mazgal siperleri devrin özelliklerine uygun süslemelerdendir. Cami,
bugün dünyanın en eski ikinci sürekli üniversitesi olan el-Ezher Üniversitesi'ne
doğru yavaş yavaş gelişmiştir.

Görsel 6.15. Ezher Camii


991 yılında Aziz Billah’ın Kahire’de yaptırmaya başladığı; ancak 1012’de
Hâkim Biemrillah zamanında tamamlanan Hâkim Camii, plan düzeni açısından
Ezher Camii’ne benzer revaklı avlulu payeli cami tipindedir. Harim kıble duvarına
paralel beş sahna ayrılmıştır. O zamana kadar İslam mimarisinde hiçbir camide
rastlanmayan gayet temiz ve itinalı taş işçiliğine sahiptir. Ayrıca ortada dışarıya
taşkın anıtsal taçkapısı ile iki köşedeki minare kaideleriyle giriş cephesi, dış mimari
fikrinin İslam mimarlığındaki ilk örneği olarak değerlendirilmektedir. Her tarafı
ahşap, alçı ve taş üzerine oyma ve kabartmalarla zengin şekilde bezenmiş olan
Hâkim Camii, Mısır’da yeni bir mimari üslubun başladığına işaret eder.
Kahire’de Vezir Me’mûn el-Batâihî tarafından 1125’te yaptırılan ve Memlük
ile Osmanlı dönemlerinde de tamir edilen Akmer Camii, uzunlamasına dikdörtgen
planlı bir yapı olup cepheleri kufi yazı kuşakları ve gülbezeklerle süslenmiş
revaklarla çevrili bir avlu ile kıble duvarına paralel üç sahınlı bir ibadet mekanından
müteşekkildir. Akmer Camii’ni İslam sanatı içerisinde önemli kılan husus, tamamen
düzgün kesme taş işçiliği gösteren giriş cephesidir. İçleri istiridye kabuğu biçiminde
işlenmiş sivri kemerli nişler, mukarnaslar, kufi yazı frizleri ve madalyonlarla süslü
ve önceleri üzerinde bir de minare bulunan giriş cephesi, cami mimarisinde
kuvvetli bir cephe mimarisi fikrinin yerleştiğini açıkça sergilemektedir.

Görsel 6.16. Akmer Camii

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


İslam Sanatı

Örnek
•Mısır/Kahire'de yer alan Salih Talayi bin Ruziik Camii (1160) Halife
Nasrullah döneminde inşa edilmiştir.

Fatımiler Mısır’da kubbeli türbeler inşa etmişlerdir. Bu türbelerin en eskileri,


Mukattam ile Fustad arasında harabeleri görülen Seb’a Benât (Yedi Kızlar) denilen
bir topluluktan kalma dört yapıdır. Bunları aslen Bağdatlı olan bir vezirin 1016’da
yaptırdığı sanılmaktadır. Moloz taş malzemeden yapılan bu türbeler kare planlıdır.
Her cephede birer kapısı vardır. Tromplar üzerine oturan kubbe ile örtülüdür.
Bunlar Kahire’de mevcut ilk kubbeli mezar yapıları olup 12. yüzyılın ilk yarısında
çoğalmaya başlamıştır.
Sivil mimari eserlerin büyük bir kısmı ya yok olup gitmiş veya çok harap bir
durumda günümüze gelebilmiştir. Kahire’nin merkezinde bulunan el-Kasru’l-
Kebîru’ş-Şarkî ile el-Kasru’s-Sağîru’l-Garbî buna örnek gösterilebilir.
Askerî mimari açısından Fatımilerin en önemli tahkimatı, Kahire şehrinin
etrafını kuşatan surlar ile sur kapılarıdır. 1087–1091 yılları arasında
gerçekleştirilen onarım ve tadilatlar sonucunda oluşan yapıdan günümüze sadece
Bâbu’n-Nasr, Bâbu’l-Fütuh ve Bâbu’z-Züveyle adıyla anılan kapılar gelebilmiştir.
Kapıların iki yanında mazgallı kuleler vardır. Bunlar kare ya da silindirik şekillidir.
İçlerinde askerlerin barınabileceği ve talim yapabileceği odalar bulunan kapıların
geçme veya beşik tonozla kapatılmış merkezi bir dehlizi vardır. Bu kapıların
formları İslam mimarisinde ilk defa burada kullanılmıştır.

İslam Sanatında Süsleme


Mimari ve tezyinat birçok el sanatıyla birlikte gelişmiş olup, geçirdiği her
üslup devresi ve yayıldığı her coğrafi alanda değişik görünümlere bürünmüştür.
İslam dininin figürlü bezemeyi hoş karşılamaması dolayısıyla Türkler, Orta Asya’da
geliştirdikleri, figürlü tasvirlerden uzaklaşarak motiflerde üsluplaştırma yoluna
gitmişlerdir. Bizans etkisindeki Emeviler’in aksine Abbasiler döneminde yazı ve
İslam dininin figürlü geometrinin yanında ileri derecede üsluplaştırılmış bitki motiflerinin yaygınlık
bezemeyi hoş kazandığı görülmektedir. İslam sanatçıları, hem dini amaçlarla hem de evlerde
karşılamaması kullanılmak üzere fildişi, ahşap, maden ve camdan pek çok değerli ve güzel eşyalar
dolayısıyla Türkler, Orta
yapmışlardır. Özellikle Emeviler, Abbasiler ve Fatımiler devrinde yetişen sanatçılar,
Asya’da geliştirdikleri,
İslam sanatının temel karakteristiğini oluşturmuşlardır.
figürlü tasvirlerden
uzaklaşarak motiflerde Tuğla İşçiliği: Tuğla süsleme, topraktan pişirilerek elde edilen tuğladan
üsluplaştırma yoluna yapılan örgü malzemesinin geometrik biçiminden faydalanılarak cephelerde çok
gitmişlerdir.
hareketli ve canlı bir görünüm sağlanmıştır. Bazen tuğla, henüz hamur hâlinde
iken özel kalıplarla şekillendirilerek değişik formlar meydana getirmek suretiyle
tezyinatın etkisi bir kat daha arttırılmıştır. İnşa malzemesi şeklinde kullanılan

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


İslam Sanatı

tuğlaların bir yüzü ş renkli sıra batırılıp pişirilerek, sırlı tuğla olarak bina
cephelerinde ışıltılı bir yüzey elde edilmiştir. Tuğla işçiliği, coğrafî şartlara bağlı
olarak daha çok Orta ve Ön Asya Türk ve İslam mimarisinde yaygınlık kazanmıştır.

Görsel 6.17. Tuğla süsleme Görsel 6.18. Taş süsleme

Taş İşçiliği: Taş süsleme işçiliğinin en yaygın biçimini, oyma ve kabartmalar


teşkil eder. Taş üzerine kabartma uygulanırken nakkaşın hazırladığı resim
iğneleme işleminin ardından kömür tozuyla ve silkme usulüyle zemine aktarılır,
fırça veya kalemle tespit edildikten sonra taşçılar tarafından işlenir. Taş işçiliğinin
kendini gösterdiği yerler; taçkapılar, mukarnaslar, geçiş unsurları, saçaklar, sütun
başlıkları, şebekeler, minber, mihrap, alem vb. mimari unsurlardır.
Çini Bezeme: İslam mimarisinde tezyinatın vazgeçilmez parçası olmuştur.
Teknik farklılıklardan dolayı değişik özellikler gösteren çini sanatı, sanat zevki ve
teknolojinin gelişmesiyle her çağda farklı üsluplarla ortaya çıkmaktadır. Lüster
seramikler İslam dünyasına ilk kez 9. yüzyılda Bağdat ve Samarra’da
kazandırılmıştır. İslam’da altın tabak, çanak kullanmak lüks olduğundan, caiz
görülmemiş, altın ışıltısı veren lüster seramikler, beyaz opak bir sır üstüne metal
Lüster seramikler İslam oksitleriyle desenlendirilip düşük ısıda tekrar fırınlanarak altın sarısı, kahverengi
dünyasına ilk kez 9. metal ışıltısı veren çanak, çömlek, vazo, sürahi, kalemdan, kadeh, duvar çinisi vs.
yüzyılda Bağdat ve üretilmiştir. Bazı lüster örneklerde fırınlamadan önce, sır içine intibak eden ve yer
Samarra’da
yer deseni tamamlayan koyu mavi renkli sır da kullanılmıştır. Lüster seramiklerde
kazandırılmıştır.
rastlanan usta isimleri ve tarihleri, çoğunlukla 12. yüzyıl sonu ve 13. yüzyıl başına
ait olduklarını belgeler. 1220 yılındaki Moğol akınlarında yakılıp yıkılan Rey ve
Keşan şehirlerinden kaçan ustalar bu tekniği Suriye, Mısır ve Anadolu’ya
taşımışlardır.
Ahşap İşçiliği: İslam mimari tezyinatında ahşap işçiliği önemli bir yer
tutmaktadır. İşlemeye elverişli yapısından dolayı 8. yüzyıldan itibaren kapı ve
pencere kapaklarında, bilhassa minberlerde ahşap, yaygın bir kullanım alanı
bulmuştur. Taşa uygulanan bütün teknikler ahşaba da uygulanmış olup, daha kolay
işlenebildiği için, taştan daha zengin bezeme tekniklerine sahip olmuştur. Eskiden
ahşap işçiliğiyle uğraşan sanatkârlara “neccâr”, ahşap üzerine sedef işleme yapan
ustalara “sedefkâr” adı verilmiştir. Ahşap işçiliğinde en çok kullanılan malzeme;
sedir, ceviz, kestane, abanoz, şimşir ve gül ağaçlarıdır. Kesildikten sonra su
havuzlarında bekletilen ağaçlar, öz suyundan tamamen arındırılıp kurtlanmaya
karşı kireç kaymağıyla terbiye edilir. Ağaç, neme karşı dayanıklı hâle getirilmesi için
bezir yağı vb. yağlarla doyurularak işlendikten sonra sandal yağı gibi koruyucularla
beslenip cilâlanırdı.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


İslam Sanatı

Görsel 6.19. Ahşap Süsleme Görsel 6.20. Alçı Süsleme

Alçı İşçiliği: Alçı ile yapılan tezyinat Türklerin Anadolu’ya beraberlerinde


getirdikleri bir bezeme tekniğidir. Abbasi devri mimarisinin en belirgin özelliği olan
alçı bezeme tekniği, Anadolu Selçuklularında da önemini korumuştur. Alçı
işçiliğinin önemli uygulaması, alçı sıva üzerine mala ile oyularak işlendiği için
“malakârî” adı verilen bezeme tekniğidir. Genellikle kapalı mekanlarda, örtü
sistemlerinin içinde ya da duvarların iç yüzlerinde kullanılmaktadır. Sıva tam
kurumadan uygulanan bu bezeme tarzında ekseriyetle motifler kabarık biçimde
ortaya çıkarılır, alçak kısımlar aşı kırmızısı ve çivit mavisi gibi koyu renklerle
boyanır. Kabarık kısımlar bazen altın varakla kaplanır.
Kalem İşi: Binaların el değmeyecek kadar yükseklikteki kısımlarını bezemek
Eskiden ahşap işçiliğiyle için sıva üzerine doğal boyalarla yapılan süslemeye kalem işi adı verilmektedir.
uğraşan sanatkârlara Sıva yaşken yapılan resimleme tarzına ise “fresk” denir. Daha çok sıva üzerine
“neccâr”, ahşap üzerine uygulanan kalem işi tekniği, taş ve ahşap üzerine de uygulanmıştır. Yapıları
sedef işleme yapan
süsleyen kalemkârî bezemeler sıva üzerine iki farklı biçimde uygulanmaktadır.
ustalara “sedefkâr” adı
Birincisinde nakışlar özel kalıplara çizildikten sonra kalıp üzerindeki resimler
verilmiştir.
iğneleme işleminin ardından sıva üzerine silkme yapılır. Ardından nakışlar
renklendirilerek etrafına tahrir çekilir. İkinci tarzda ise kalıp kullanılmadan sıva
üzerine serbest fırça ile desenler işlenir. Genellikle kemerlerde görülen renkli taş
ve mermer taklidi bezemeler bu şekilde gerçekleştirilmiştir.
Maden İşçiliği: Tunç ve demirden yapılan sebil, türbe, şadırvan ve pencere
parmaklıkları dövme demir ya da pirinç döküm tekniğiyle meydana getirilmiştir.
Demir kapı kanatları, ahşap kapı, pencere ve dolap kapaklarının kilit, rezene, halka,
üzengi, kabara, gibi parçaları maden işlerinin en güzel örneklerini teşkil
Binaların el
değmeyecek kadar etmektedir. Çeşme ve şadırvanların kurnalarından, kubbelerdeki alemlere kadar
yükseklikteki kısımlarını maden sanatının birçok unsuru mimariye bağlı şekilde gelişen tezyinatın parçası
bezemek için sıva olmuştur. Günlük eşyaların yanı sıra aydınlatmada kullanılan kandiller ve
üzerine doğal boyalarla şamdanlar da başlı başına birer tezyini unsurdur. Bu tür madeni eşyalar daha çok
yapılan süslemeye dövme, kazıma ve savatlama yoluyla bezenirken oyma/kabartma, kaplama ve
kalem işi adı şebekeli oyma teknikleriyle mücevher gibi işlenen örnekler de görülmektedir.
verilmektedir.
Miğfer, kılıç vb. madenî eşya üzerine desenler kazınarak yuvalar açılıp içine altın ve
gümüş teller yatırılarak çekiçle çakılmak suretiyle yapılan tezyinat maden
işçiliğinde yaygın görülür. Arap zanaatkârlarının üç geleneksel ustalığı vardır.
Bunlar; dokumacılık, kuyumculuk ve deri işlemeciliğidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


İslam Sanatı

Görsel 6.21. Maden İşçiliği Görsel 6.22. Geometrik Süsleme

Geometrik Süsleme: Geometrik motifler dünyanın en eski süsleme


motiflerindendir. İslam sanatında Emevi, Abbasi, Karahanlı, Gazneli ve Büyük
Selçuklu dönemlerinde geliştirilmiş, coğrafi yöre ve kullanılan malzemenin türüne
bağlı olarak farklı tipler ortaya çıkmıştır. İslam sanatı çevresinin geometrik
tezyinatını sonsuzluk prensibindeki motifler oluşturur. Geometrik motiflerde,
motiflerin devamlı birbiriyle kesişerek yeni şekillerin doğması sağlanmıştır. Tek
başlarına değil, bir an göze çarpıp yerlerini diğer şekillere bırakarak anlam
kazanırlar ve bu motiflere bakan kişiye aynı anda birçok görüntü sunulur. Son
derece ince hesaplara dayanan bu geometrik tasarımlar, çeşitli anlamlarda
yorumlanmışlardır. Geometrik motifleri; altıgenler, sekizgenler, yıldızlar, üçgenler,
düğümlü geçmeler, yıldız motifleri ve bunların değişik şekilleri oluşturur. Özellikle
tuğla malzemeyle uygulanan kompozisyon türleri, Anadolu'ya yansırken daha çok
taş malzemeyle uygulanmış, bu arada çini ve ahşapta da önemli örneklerle
zenginleşerek devam etmiştir. Hemen hemen her malzemeyle ve bezemenin her
alanında uygulamasını gördüğümüz geometrik kompozisyonlar, bitkisel, yazı ve
figürlü kompozisyonlar yanında, ahşaba, kumaşa, seramik üzerine işlenmiş
İslam sanatı çevresinin örnekleri Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı çağları boyunca varlığını kesintisiz olarak
geometrik tezyinatını sürdürmüştür.
sonsuzluk prensibindeki
Bitkisel Süsleme: İslamiyet’le beraber tezyinatta insan tasvirinin yanlış
motifler oluşturur.
olduğu düşünülmüştür. Figürlerden kaçış, Müslüman sanatçıyı soyut formlara
yöneltmiştir. Bazen tabiattaki bitkiler asıl kaynağından tamamen uzaklaştırılarak
soyut formlara dönüşmeleri sağlanmıştır. Ancak genelde süsleme unsuru olarak
tabii hâline sadık kalınarak yapılan stilizasyonlar kullanılmıştır. Süslemede rumiler,
palmetler, kenger, hurma ve asma yaprakları, üzüm salkımları ve gülbezekler ağır
basar. Antik Yunan, Erken Bizans, Sasani, Orta Asya ve hatta Hint bezemesinin
hemen hemen her bitki kaynaklı motifi, İslam sanatında kullanılarak geliştirilmiştir.
Bir doğulu motif olarak ortaya çıkan ve Antik Çağ’ın çeşitli yörelerinde sevilerek
kullanılan palmet ve rumiler, kullanım zenginliği bakımından mimari bezemenin en
önemli kolunu oluşturmaktadırlar. Şekil yönünden farklılık gösterse de, palmet ve
rumilerin ana vatanı olarak eski Mısır sanat çevresi kabul edilmektedir. Bu sanatın
yayıldığı çevrenin doğal bitki örtüsü olan papirüs ve palmiye ağaçlarının
motiflerinin oluşumunda etkili olduğu düşünülmektedir.
Figüratif Süsleme: 8. yüzyılda Antik ve Sasani sanatı etkisi altında, Emevi
saraylarını süsleyen insan ve hayvan figürlü süslemeleri, İslam sanatında daha
sonra çok gelişecek olan ikonografik programı ortaya koymaktadır. Zengin
figürlerin 9. yüzyıldan sonra Abbasilerle başlayarak daha çok el sanatlarının

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


İslam Sanatı

süsleyici öğeleri olduğu görülmektedir. Bu figürlerde Türk ve Orta Asya üslubu


diyebileceğimiz yeni bir üslubun etkileri dikkati çekmeye başlar. Abbasilerin 9.
yüzyılda Orta Asya'dan getirttikleri Türk askerleri için Bağdat'ın kuzeyinde kurulan
"Samara şehri" yeni üslubun öncüsü olmuştur. Bu üslup, özellikle 12.-13. yüzyıl
Büyük Selçuklu sanatına ait örneklerde karşımıza çıkmaktadır. Sarayla ilgili av,
İslamiyet’le beraber
tezyinatta insan dans, müzisyenler, taht sahneleri ve saray ileri gelenleri, muhafızlar, hizmetkarlar,
tasvirinin yanlış olduğu İran Edebiyatı'ndan alınan aşk ve kahramanlık konuları, gezegen burç tasvirleri,
düşünülmüştür. sfenks, siren, çift başlı kartal, ejder vb. fantastik yaratıklar, tavus, arslan, kartal vb.
Figürlerden kaçış, sembolik hayvanlar, İslam dünyasının yarattığı belirli bir ikonografik programla,
Müslüman sanatçıyı hatta belirli bir şema ile ahşap, seramik, metal, fildişi vb. el sanatlarının farklı
soyut formlara
dallarında ana süsleme öğesi olmuşlardır. Saray ve çevresine ait bu kullanım
yöneltmiştir.
eşyalarına paralel sahnelerin bazen Gazne ve İran bölgesi Büyük Selçuklu ve İlhanlı
saraylarında olduğu gibi, mimaride de süsleme olarak kullanıldığını görüyoruz. Bazı
üslup ve ayrıntıdaki farklılıklara rağmen, konu programındaki beraberlik, antik ve
Sasani dünyasından uzaklaşarak, daha çok Orta Asya'dan gelen el sanatı
üslubunun etkileri, 9.-14. yüzyıllar arası İslam dünyasında Türkistan'dan İspanya'ya
kadar uzanan çok geniş bir alanda kendini hissettirmiştir.
Bireysel Etkinlik

•Geometrik, bitkisel ve figüratif süslemelerinin mimari eserler


üzerindeki uygulamalarını inceleyiniz.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


İslam Sanatı

•Son yıllarda gerçekleştirilen araştırma, inceleme ve kazı çalışmaları


neticesinde büyük çoğunluğu Ürdün, Filistin ve İsrail topraklarında bina
edilmiş çok sayıda Emevi kasrı ortaya çıkarılmıştır. Yerleşim alanlarında
uzakta, çölün ıssız bölgelerinde, su kaynaklarına yakın kurulan kasırlar, cami-
mescit, han, hamam, çeşme, ev, ahır, depo, sarnıç, kuyu, bent ve bahçe gibi
Özet
çeşitli işlevli birimlerden müteşekkil kompleks yapılardır.
•Suriye’deki Emevi kültüründen aldıkları ile yerel unsurları (Roma ve Vizigot
etkileri) potasında harmanlayarak, yeni bir kimlik kazanmış olan Endülüs
Emevi sanatı, ince bir zevkin ürünü seçkin eserleriyle, kendine has bir
karakter sunmaktadır.
•Abbasiler, Bağdat şehrini yeni devletin başkenti yaparlar. Abbasiler
döneminin başlangıcı, İslam medeniyeti ve kültürü açısından oldukça önemli
gelişmelerin cereyan ettiği bir zamandır. Hatta İslam medeniyetinin en
parlak evresini, yani altın çağını bu devirde yaşadığını söylemek mümkündür.
Antik Yunan ve Doğu klasikleri Arapçaya tercüme edilerek İslam dünyasına
kazandırılmış ve üzerine İslami değerlerin de eklenmesiyle teşekkül ettirilmiş
parlak bir medeniyet tesis edilmiştir. Abbasiler döneminde Eski
Mezopotamya, Sasani ve daha sonraları da Orta Asya Türk sanatının etkileri
İslam mimarisini ve sanatını şekillendiren unsurlardır. Coğrafyanın da
etkisiyle tuğla kullanımı ve tuğla duvarlar üzerine alçı sıva ile oluşturulan
stuko tezyinat Abbasi sanatının en belirgin özelliğidir. Kuzey Afrika’da
Manastır ve Sus şehirlerinde inşa edilen ribatlar, Abbasiler devrinin önemli
anıtlarıdır.
•Fatımi kültürü ve medeniyeti ise bir ölçüde Emevi, Abbasi, özellikle de Ağlebi
ve Tolunoğullarından etkilenmiş olsa da, aslen Kuzey Afrikalı, Mağrip ve
Berberi karakterlidir. Yapıların hem dış hem de iç mimarisi ve süslemelerinde
kendine has Fatımi zevk ve anlayışının ortaya konulduğu görülür.
•Mimari ve tezyinat birçok el sanatıyla birlikte gelişmiş olup, geçirdiği her
üslup devresi ve yayıldığı her coğrafî alanda değişik görünümlere
bürünmüştür. İslam dininin figürlü bezemeyi hoş karşılamaması dolayısıyla
Türkler, Orta Asya’da geliştirdikleri, figürlü tasvirlerden uzaklaşarak
motiflerde üsluplaştırma yoluna gitmişlerdir. İslam sanatçıları, hem dinî
amaçlarla hem de evlerde kullanılmak üzere fildişi, ahşap, maden ve camdan
pek çok değerli ve güzel eşyalar yapmışlardır. Özellikle Emeviler, Abbasiler ve
Fatımiler devrinde yetişen sanatçılar, İslam sanatının temel karakteristiğini
oluşturmuşlardır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


İslam Sanatı

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. İlk İslam mescidi aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kâbe
b) Mescid-i Nebevi
c) Kuba Mescidi
d) Mescid-i Aksa
e) Beytülatik

2. Fresk tarzı tezyinatı ile İslam sivil mimarisinde önemli bir yer tutan Emevi
sarayı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kasru Müşettâ
b) Hırbetü’l-Minye
c) Kuseyru’l-Hâllabat
d) Ancar
e) Kuseyru Amre

3. Planı bizzat Abbasi halifesi tarafından çizilerek kurulan İslam kenti


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Bağdat
b) Rakka
c) Samerra
d) Caferiye
e) Katai

4. İslam dünyasına ilk kez 9. yüzyılda Bağdat ve Samarra’da kullanılmış olan


altın ve gümüş tozlarının seramik üzerinde serpilerek ikinci kez
fırınlanmasıyla oluşan sırüstü çini tekniği hangisidir?
a) Kalemişi
b) Sedef
c) Lüster
d) Çeşmibülbül
e) Mozaik

5. Kudüs’te semavi dinlerce kutsal kabul edilen Haremü’ş-Şerif’te Hacer-i


Muallâk denilen kayanın üzerinde yükselen anıtsal yapı aşağıdakilerden
hangisidir?
a) Harrekan Türbeleri
b) Gaffari Türbesi
c) Kubbetü’s-Süleybiye
d) Kubbetü’s-Sahra
e) Mescid-i Nebevi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


İslam Sanatı

6. Mekke'de bulunan Mescid-i Haram'dan sonra Müslümanlara göre ikinci en


kutsal mescit “ ………………..”tir.
Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Mescid-i Kubâ
b) Kâbe
c) Kudüs
d) Kubbetü’s-Sahra
e) Mescid-i Nebevi

7. Mescid-i Nebevi’de “……………….” en büyük imar işlerini gerçekleştiren


Osmanlı padişahıdır.
Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Kanuni Sultan Süleyman
b) II. Mustafa
c) I. Mahmud
d) II. Mahmud
e) Sultan Abdülmecid

8. “………………..”, üç yıl süren bir çalışmadan sonra Mescidi Nebevi’nin kubbe


kasnaklarını, duvarlarını, kapılarını, mihrap ve sütunlarını kuşak hâlinde
celî sülüs tarzında ayetler, hadisler, Hz. Peygamber’in ve mescidinin adları
ve sıfatlarıyla tezyin etmiştir.
Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Kazasker Mustafa İzzet
b) Hafız Osman
c) Hasan Çelebi
d) Abdullah Zühdü
e) Seyyid Abdullah

9. İslamiyet ilk fetihlerle yayılmaya başladığında İslam ordularının gittiği


yerlerde kurulan ilk camiler “…………..” camileri olarak adlandırılmıştır.
Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Kufe
b) Ordugah
c) Namazgah
d) Mescid
e) Cami

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24


İslam Sanatı

10. Kudüs’teki Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra, Şam Emeviye Camii,


Kayrevan Sidi Ukba Camii hangi dönemin en önemli örnekleri olarak
gösterilebilir?
a) Emevi
b) Abbasi
c) Fatimi
d) Memlük
e) Endülüs Emevileri

Cevap Anahtarı
1.c, 2.e, 3.a, 4.c, 5.d, 6.e, 7.e, 8.d, 9.b, 10.a

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25


İslam Sanatı

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Algül, H. (2004). “Mescid-i Kubâ”. TDVİA Ankara, s. 279-280.
Arseven, C.E. (1983). Sanat Ansiklopedisi, M.E.Basım Evi, İstanbul (5Cilt).
Beksaç, A. E. (1995). “Elhamra Sarayı-Mimari”. TDVİA İstanbul, s. 31-33.
Beksaç, A. E. (1995). “Emeviler-Sanat”. TDVİA İstanbul, s. 104-108.
Beksaç, A. E. (2001). “Kasrü’l-Hayr”. TDVİA İstanbul, s. 576-577.
Beksaç, A. E. (2001). “Kasrü’l-Müşetta”. TDVİA İstanbul, s. 577-579.
Beksaç, A. E. (2002). “Kurtuba Ulucamii”. TDVİA İstanbul, s. 453-454.
Beksaç, A. E. (2002). “Kuseyru Amre”. TDVİA İstanbul, s. 461-462.
Bozkurt, N. (2002). “Kubbetü’s-Sahre”. TDVİA İstanbul, s. 304-308.
Bozkurt, N. (2004). “Mescid-i Aksâ”. TDVİA Ankara, s. 268-271
Bozkurt, N. (2004). “Mescid-i Kubâ-Mimari”. TDVİA İstanbul, s. 280-281.
Bozkurt, N.-Küçükaşçı, M S. (2004). “Mescid-i Nebevî”. TDVİA İstanbul, s. 281-290.
Bozkurt, N.-Küçükaşçı, M S. (2004). “Mescid-i Harâm”. TDVİA İstanbul, s. 273-277.
Can, Y. – Gün, R., (2006). Ana Hatlarıyla Türk İslam Sanatları ve Estetiği, İstanbul.
Creswell, K. A. C. – Allan, J. W. (1989). A Short Account of Early Muslim
Architecture, Cairo: Cairo American University Press.
Creswell, K. A. C. (1932-40). Early Muslim Architecture, I-II, Oxford: Oxford
University Press.
Doğanay, A.(2012); “Tezyinat”. TDVİA İstanbul, s. 79-83.
Dorıs B.-A. (1997); “Hâkim Camii”. TDVİA İstanbul, s. 184-185.
Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi (1997). Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul.
Eyice, S. (1991). “Akmer Camii”. TDVİA İstanbul, s. 283.
Eyice, S. (1991). “Amr b. Âs Camii”. TDVİA İstanbul, s. 81-82.
Göncüoğlu, S. F.-Kumbasar, Z. (2006). Gelenekten Geleceğe Camiler, İstanbul.
Hoag, J. D. (1987). Islamic Architecture, London.
İslam Sanatı ve Mimarisi (2007). (Ed.: M Hattstein – P. Delius), Italy: Könemann.
Küçüksipahioğlu, B. (2003). “Medînetü’zzehrâ”. TDVİA İstanbul, s. 320-322.
Öney, G. “Büyük Selçuklu Seramik Sanatında Resim Programı ve Gelişen Figür
Üslûbu” Sanat Tarihi Dergisi, Sayı/XIII/Nisan, s. 61-82
Özdemir, M (1995). “Elhamra Sarayı”. TDVİA İstanbul, s. 29-3.1
Özkan, H. (2017). Sanat Tarihine Giriş Ders Kitabı, Erzurum.
Pektaş, K., (2009). “Sîdî Ukbe Camii”. TDVİA İstanbul, s.149-151.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26


İslam Sanatı

Sanat Tarihi Ansiklopedisi (1981). Görsel Yayınlar, İstanbul. (5Cilt)


Starr,F.(2020), Kayıp Aydınlanma,(Çev.Y.S.İnanç),İstanbul.
Şahin,T.E.(2006). Arkeoloji ve Sanat Tarihi, Ankara.
Turani, A. (1997). Dünya Sanat Tarihi, Remzi Kitapevi, İstanbul.
Uzun, M (1995). “Ezher”. TDVİA İstanbul, s.53-58.
Ülken, H. Z. (1948). İslam Sanatı, İstanbul.
Ünal, S. (2001). “Kâbe” . TDVİA İstanbul, s. 14-21.
Yazıcı, T. (1995). “Emeviyye Camii”. TDVİA İstanbul, s. 108-109.
Yetkin, Ş. (1988). “Abbasiler-Sanat”. TDVİA, İstanbul, 49-56.
Yetkin, S. K. (1954). İslam Sanatı Tarihi, Ankara.
Yetkin, S. K. (1965). İslam Mimarisi, Ankara.
Yetkin, S. K. (1984). İslam Ülkelerinde Sanat, İstanbul.
Görsellere Ait Dijital Kaynaklar
https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%A2be
https://islamansiklopedisi.org.tr/kasrul-hayr
https://www.tarihlisanat.com/emevi-saraylari-sivil-mimari/
https://www.sanatinyolculugu.com/el-hakim-camii/
https://okuryazarim.com/el-akmer-camii/
https://islamansiklopedisi.org.tr/ezher
https://islamansiklopedisi.org.tr/suse-ribati
https://www.kadim-turk-mirasi-tolunoglu-ahmet-camisi
https://www.sanatinyolculugu.com/samerra-camiul-kebiri-samerra-ulu-camii/
https://www.sanatinyolculugu.com/kurtuba-ulu-
camii/https://www.tarihnotlari.com/elhamra-sarayi/
https://www.sanatinyolculugu.com/kuseyr-amra-sarayi-ve-hamami/
https://www.tarihlisanat.com/sam-emeviye-cami
https://islamansiklopedisi.org.tr/mescid-i-nebevi
https://www.sanatinyolculugu.com/ilk-turbe-mimarisi-kubbetus-suleybiye/

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27

You might also like