Professional Documents
Culture Documents
Oyun’u
Anlattı...
Yazan : NİL AVUNDUK
Kitap Tasarım : Nil Avunduk
ISBN No : 978-605-4271-37-5
NİL AVUNDUK
Nil Avunduk! Bir sorum daha var? ... :)
adlı ilk kitabımda, yaşantım boyunca başıma gelen
olayları neden yaşadığımı algıladığım anları ve o
anlarda içimden duyduğum sesle korkularımı nasıl
keşfettiğimi anlatmıştım. Bu keşif, korkularımı bulup
dönüştürdükçe, doğru olmayan inançlarımı fark
etmemi sağladığı için beni gerçek bir değişim sürecine
sokmuştu.
9
Korkularımı dönüştürdükçe, değişen algımla yaşan-
tımda, “Gerçekler böyle,” dediğim, “Doğrular bunlar,”
dediğim hiçbir şeyin gerçek olmadığını anladım. Ger-
çek bu, diye inandığım inançlarıma ne kadar çok emek
verdiğimi fark ettim. Yaşantım boyunca karşılığını
alamadığım emeklerime çok üzülürdüm. Meğerse
emek verdiğim şeyler zaten yaşamda yokmuş, gerçek
değilmiş. Onun için karşılığını alamazmışım.
10
nelerin gerçek olmadığını ve bunların asıl gerçekleri-
nin ne olduğunu nasıl anladığımı anlatacağım.
11
Ezbere soru sordu. Matbuydu sorusu,”
diye anlattığım bir bölüm var.
12
Kırk beş yaşıma kadar başarılı bir iş kadını, çocuğu için
her fedakarlığı yapan iyi bir anne ve eş, ailesi için iyi
bir evlat, kardeşleri için uğraşan, arkadaşlarına yardım
eden, her yaptığını güzel yapan, güzel yaşayan, herkese
yardım eden bir kişi olduğumu zannederken, insanları
sevdiğimi ve benim yanımda da sevdiklerimin olduğu-
na inanarak yaşarken, bir anda başa çıkamayacağımı
düşündüğüm, hiç iyileşmeyecek, beni devamlı hasta
hissettirecek tansiyon hastalığımın başlaması ile, “Ben
neyi yapmadım ki böyle hastalandım?” diye isyan
ettim. Bu isyanım içimde gerçek bir deprem yarattı.
Böylece, bu isyanımla, bugüne kadar gelen hikayem
başlamış oldu.
13
şeyin beni hasta ettiğini anlamıştım. Bana, “Yap,”
denilenlerden yapabildiklerim için verdiğim uğraştan
ve “Yapmalısın,” denilen ama yapamadıklarım için
yaşadığım pişmanlıklardan hasta olmuştum.
14
yapıyordum. Gördüğüm ve hissettiğim şeyleri yüksek
sesle kendime sorup içimden gelen sesle, gördükle-
rimi olan hali ile anlamayı artık alışkanlık haline getir-
miştim.
15
“Gördüklerim ne?” diye merakla sormaya devam
ettim. Bütün dikkatimle bakıyordum.
16
“Orası da ‘YAŞAM ALANI.’ Diğer bahçede gördüğün
birbirine vurma hareketi, bu yaşam bahçesinde
olmaz. Burada insanlar birbirlerine vuramazlar,
burada yaşayan insanlarda vurma refleksi yok. Çünkü
orada başkasının söylediklerinin doğru olduğuna
dair bir inanç yok. O bahçede, ‘doğrular bunlar’ diye
sizin dışınızdan size bir şey söyleyemezler. Çünkü o
bahçede senin için neyin doğru, neyin yanlış olduğunu
sen kendin bilirsin. Buna göre hareket edersin. Aldığın
sonuç ne olursa olsun senden olduğunu bilirsin. O
zaman da vuracağın, kızacağın kimse kalmaz. ‘Yaşam
bahçesi’nde motivasyonun sadece kendi gözünle
gördüklerin ve sadece kendin için, kendi isteğin
üzerine; o yüzden orada vurma, itme refleksi olamaz.
Orada inançlar yok, yaşamın doğal güzelliği var, insanın
zaten yapabildikleri var, ‘yapmalı’lar ya da ‘yapılmalı’
yok. İnançlar, dünyaya kurulan ‘oyun’un söyledikleri.”
“Neden?” dedim.
“Orada nasıl yaşayacağını bilmiyorsun,” dedi.
17
O anda şunu anladım:
Ben bu oyun bahçesine arkamı dönüp gideceğimi
ve diğer bahçede de nasıl yaşayacağımı bilmediğimi
zannediyordum.
18
Eğer bildiklerim varsa, onlar her ne ise, o bildiklerimle
“yaşam bahçesi”nde dolaşamam.
Benim bildiklerimin, yaşadığım her olayın içinde beni
oyun alanına, oyun bahçesine çekeceğini algıladım.
Bildiklerim, benim yaşam bahçesinde durmama mani
olur. Bildiklerim ve inandıklarımdan dolayı zihnim beni
devamlı kandırır.
19
veriliyor. Böylece bil bil bitmiyor. Sonra da bu bil-
diklerimi görev listelerine uygun bir şekilde tam
yapabilmem için,
“Okuman lazım,”
“Eğitim alman lazım,”
“Başarılı olman lazım,” diye inandırılıyorum.
Okursam bunları da yaparsam “başarılıyım,” yapmaz-
sam “başarısızım,” diye inanmaya başlıyorum.
Böylece bildiklerim her an genişliyor.
20
boyu bitmeyen ve devamlı eklenerek devam eden
görevler listesi oluşuyor. Listedeki her bir sıfat için,
her birinin “yapacakları” ve “yapmayacakları” var
diye inandırılarak yaşamaya çalışılıyor. Aslında biz
bir insandan bahsediyoruz ve bu insana ne görevler
verdiğimizi fark etmiyoruz bile.
21
revlerimi uygularım, hatta uyguladım bile,” diyebilir
misiniz? Ben kendi listeme baktığımda görevlerimi
yapacağım diye çırpındığımı, hiçbirini yapamadığım
için de hastalandığımı fark ettim. Yani hastalığımın
sebebi, “Bunları yapmalısın,” diye bana söylenenleri
yapamadığım için kendimi içten içe hırpalamamdı.
22
bildiklerimdi. Yani benim yapmak istediklerimdi. On-
ların asıl isteklerini bilmiyorum. Yaptıklarım, onların
asıl isteklerine uygun bile olmayabilir. Hatta asıl
istekleri ne ise, o isteği benim onlar için yapabilmemin
de mümkün olmadığını algılamıştım.
23
hayal kırıklığına uğruyoruz. Çünkü ben de dahil hiç
kimse inandırıldığı, hayalindeki evliliği yaşamıyor.
Hayalimizdeki evliliklerle yaşadığımız evliliklerin hiçbir
benzerliği yok. Asıl gerçek olan yaşadığımız evlilikler,
olamayan ise evlendiğimiz zaman yaşayacağımızı
zannettiklerimiz, zihnimizin bizi kandırması.
24
Yani ne anlamış oldum?
Çok uğraşmama rağmen beklediğim, herkesin yaptığını
zannettiğim evliliği ben de yapamamışım. Ben yapama-
dığım gibi etrafımda yapanı da görmediğimi, zihnime
inanmayı bırakıp da beş duyumu çalıştırdığımda fark
etmiştim. Artık ben, “Muhteşem aile var,” ve “Ben de
yapacağım,” inancımı bırakmalıydım.
25
Bunların her birini bir demet çiçek gibi düşünün. Bu
VAR denilenlerin ekileceği, canlanacağı, yeşereceği
toprak lazım. Bunların her birinin olabilmesi,
bu çiçeklerin yeşermesi, büyümesi için de “para
toprağı”na ihtiyaç var. Bu var denilenlerin yapılaca-
ğına o kadar inanmışız ki, artık ilk aklımıza gelen, “Para
kazanmalıyım,” oluyor. “Neden para kazanmalısın?”
dediğimde de yukarıda saydığım, var zannedilenleri
yapmak için cevabını alıyorum. Yapmamız gerekenler
diye söylenenleri, “Bunlar gerçekten yapılmalı mı?”
diye bir kere bile şüphe edip sorgulamadık. Ben de
zaten sorgulamamıştım, inançlarımın ve korkularımın
sesini biraz azaltıp içimden kendimi duyana kadar.
26
var olduğuna inandığımız para toprağı da üzerindeki
çiçekleri gibi boşlukta sallanır. Her birini itince devrilir.
Sadece itebileceğini bilmen gerekiyor. Bunların hepsi
sadece oyun.
27
O zaman, daha dikkatli sorgulamam gerektiğini an-
ladım. Para kelimesi çok yanıltıcı kullanılıyordu.
Birkaç kere oyuna geldim ama sonraları uyanmaya
başladım. O sesi geçip içimdeki doğru yerden gelen
sesi duymaya başladım. Beni oyuna getirmeye çalışan
diğer sesi kullanmadığım için de korkularım bittikçe,
zaman içinde beni yanıltmaya çalışan ses iyice kısıldı,
bir gün o sesi hiç duymadığım güne kadar.
28
Kısır bir döngü, büyük bir oyun.
Bu büyük oyunun içinde sadece bir insanım. İnsan
müthiş bir oluşum, her şey insanda var. İnandıklarımın
inandığım gibi olmadığını her gördüğümde, bu var
etmeye çalıştıklarımın, insanın oluşumunun yanında
hiçbir anlamı olamayacağını algıladım.
29
çesi”nin, yani oyun alanının oyuncaklarından biri. Ben
kendi çalışmalarım sırasında, “Bilgi önemli,” inancımı
bitirince o güne kadar biliyorum dediğim hiçbir şeyi
bilmediğimi anlamıştım.
Hani bir anlatım var ya, “Her şey içimizde,” diye, bunu
ben anladım, kullandım ve halen de kullanıyorum.
Zaten o kendi “iç bilgilerimiz” olmazsa yaşayamayız
ki! İç bilgilerimin, benim yaşantımda zaten gerekli
olduğu için var olduğunu anladım ve onu kullanmaya
başladım.
30
yönlendirmek ve kullanmak isteyen enerjinin eline
geçmiş olduğumu anlamıştım. Bunu anlamak, gözü-
mün benim için büyük bir güç olduğunu ve gördüğüme
göre hareket etme özelliğimden dolayı da kendi sahip
olduğum özelliklerimin çok önemli ve yeterli olduğu-
nu algılamamı sağladı.
31
yönetimine düşersem benim kendime ait bir cevabım
olamıyor, cevaplar yine zihnimden geliyor. Böylece
zihnimin beni götürdüğü yer, benim duymadığım gör-
mediğim bir yer oluyor. Ancak oradan kendi sahilime
çıkmak için yine kendi beş duyuma başvurmam yete-
biliyor.
32
için şunu söylerim,” diye kendi kendimize zihnimizden
kavgaya giriyoruz.
33
seferinde bambaşka bir sohbetle karşılaşıyordum.
Yani zihnimden gelen bilgiler, her seferinde yanlış
çıkıyordu. O zaman şunu bir kere daha anlamıştım.
Ben, korkularımın beni yönlendirmesi ve böylece zih-
nimden gelen doğru olmayan bilgilerle bugüne kadar
bambaşka, hayali bir hayat yaşamışım. Gerçek olan-
ları hiç görmemişim, duymamışım. Böyle yaptığım için
de kendimce bambaşka bir oluşum içinde yaşamışım.
34
Galiba o anda karşımda bilim vardı. O anda ilk aklıma
gelenler, “Ben yalancı, kıskanç, herkese küsen, öfkeli,
herkesi aşağı, kendimi üstün gören, herkesin yanlışla-
rını takip edip onların düzelmesi için akıl veren, her-
kesi yanlış, kendimi doğru bilen bir kişiydim. Böyle bir
yerden geliyorum,” dedim. O gün bu söylediklerime
kendim de şaşırmıştım ve çok beğenmiştim, ne kadar
canlı bir yoldan gelmişim diye.
35
yınca, “Ben yapamadım,” diye kendini suçlayacaksın.
Halbuki bildiklerine inanmasan, yaşadığın bir olay
anında ne yapacağını zaten bilirsin. Ya da bilgilerinle
bir şeyler yaptığında ve istediğin sonucu almadığın-
da, “Ben yapamadım, benim yüzümden,” diyeceğine,
“Bildiklerim bu neticeyi verdi, demek ki bilgiler doğru
değil,” diyebilirsen kendini de aşağılamazsın. Kendini
ezik, zavallı hissetmezsin. İnsana zavallı, eksik hissini,
“Bilgiler doğru,” inancı verir.
36
algıladım. Önemli olan insandı. Ve insan kendi yaşadığı
bir olay karşısında ne yapacağını bilecek potansiyelde
yaratıldı.
37
büyük özellik bu; kendimize neyin iyi geldiğini, neyin
iyi gelmediğini seçebilmemiz.
38
lazım,” sözlerini dinlememişim. Ama o zamanlar bu
kadar çok görsel kandırma ve ikna etme aracı yoktu,
onun için yapabildim. Şimdilerde çok zor, ben bile
bazen, “Acaba doğru mu söylüyorlar?” diyebiliyorum.
İkna olursam deniyorum. Tabii ki yediğim zaman beni
rahatsız ediyor ve hemen vazgeçiyorum. “Ben de
herkesin yaptığını yapacağım,” inancım artık olmadığı
için hemen bırakabiliyorum.
39
var,” dedikçe bir o kadar daha, “Beni kullanın,” demiş
oluyorum, ben bunu anlamıştım.
40
önemli ben olacağım, en farklı ben olacağım,” gibi ba-
şında “en” olan birçok istek sıralanmaya başlamıştı.
Hemen arkasından da “Sen yaparsın,” geliyordu. Nasıl
bir oyuna geldiğimi anladım. Bu bulduklarımın hiçbiri-
ni yapacak durumda değildim, zaten de yapamamış-
tım. İçimde beni yönlendiren negatif enerji, kendimi
hırpalayacak noktaya gelene kadar bunları yapmam
için uğraşıyordu. Azıcık bir şey yaptığımda, “Bak yap-
tın, haydi devam,” diyordu.
41
yor da o sebebi bulup bitirdiysem, neden hastalığım
da hemen bitmesin?” dedim.
42
verdiği neticeyi, ben inançlarımı bırakarak, sağlığıma
kavuşarak almıştım. Bu arada bu çalışmayı yapmayan,
-eğitim, bilgi, bilim, doktor, ilaç- inancıyla yaşayan
annemin son günlerinde kaç hastalığı olduğunu ve ne
kadar ilaç içtiğini sayamıyorduk. Her gün hastalıkla-
rının yanına yeni hastalıklar ekleniyordu. Bir hastalığı
için içtiği bir ilaç, kısa bir süre iyi gelse de yeni bir has-
talığın da başlangıcı oluyordu.
43
Kendi hastalıklarımı son derece bilinçli bir şekilde
takip ederek bu şekilde bitirdim. Annemin bilim
inancına çok sadık bir kişi olarak aldığı neticeleri bu
kadar yakından takip edebildiğim için, bilim adı al-
tında verilen bilgilerin annemin işine yaramadığını
benim de bilimi kullanmadan, insan bilimimle kendi
hastalıklarımı geçirebildiğimi gördükçe, “Bilim var,”
diye inanmaya devam etmedim.
44
edeceklerini ve yerine ne koyacaklarını keşfetmeye
başlıyorlar.
45
hemen hatırlıyordum. Kendi çalışmamı yaparken sor-
duğum soruların yardımı ile hep şunu fark ediyor-
dum: Yaşanan olayın gerçek hali, benim gördüğüm
ve inandığım gibi değildi. Gördüğümü zannettiğim
şeylerin hemen hemen hepsi ya bana inandığım bir
kişi tarafından, o kişinin bilmemi istediği şekilde an-
latılmıştı ve ben de buna inanmıştım ya da bende
olan huyların ve davranış şekillerinin aynısını onlar-
da görüyordum. Yani gözümle gördüğüm bir şeyler
değildi.
46
mezdim. Gördüğüm her şey benim yaptıklarımdı.
Çalışmalarımı yaparken kendime böyle bir tablo yap-
mıştım:
47
kullanarak çalıştırıyordum. Böylece tablonun 4. adımı
işliyordu.
48
“Peki, şimdi ne yapacağım?” diye sorduğumda, “Onu
kendinin korkusuz, ilk doğal halin olan sevgi haline
dönüştürmeyi iste,” dedi içimdeki ses.
49
çok etkiledi ve bir daha kimseye, “Seni seviyorum,”
demedim.
50
Bu cümlelerin de yardımı ile korkularımı ve doğru
olmadığını fark ettiğim inançlarımı dönüştürdüğüm
yerin, benim doğal yaradılış halimdeki yer olduğunu
algıladım.
51
yalandan affetmiş gibi yapmalarım, hastalık olarak
içimde patlamış.
52
dan sonra kendime güvenim gelmeye başladı. Artık işi-
me yaramayan şeyler için kendi kararlarımı kendimin
verebildiğini fark ettikçe de yaşarken ihtiyacımız olan
şeyler için çok donanımlı yaratıldığımızı fark ettim.
Her insanın içinde de ona lazım olan her şey var. Ken-
di çalışmalarımı yaparken buradan hareket ettim.
Kendi içimi kendim temizleyecektim, gerçek olan
buydu. Keşfettiğim çalışma sisteminin özelliği de
buydu. Kimseye ihtiyaç hissetmeden kendimi çalıştıra-
biliyordum.
53
Bir çalışmam, yaptığım hiçbir şeyin kimsede bir işe
yaramadığını fark ettirmişti. Çok etkilenmiştim.
Olduğunu zannettiğim hiçbir şey olmamıştı. Halbuki
ben oluyor zannediyordum. Yani benim yaptıklarım,
yapamıyorlar zannettiğim kişilerin işine yaramıyor-
muş. Meğerse, bana yapamıyormuş gibi gözükenler
durumlarından memnunlarmış. Benim onların mem-
nun olduğu şeylerin üstünü tamamlayıp, yapamadık-
larını yaptığımı düşündüğüm durum, onların yaşamak
istedikleri ortam değilmiş. Yani onlar yapamıyor değil-
miş, yapmak istedikleri o kadarmış. Böylece, “Herkes
için ben yaparım,” inancım bitti. Çünkü onlar için ya-
pacağım bir şey yokmuş. Onlar o halleri ile tamammış.
Benim yapabildiklerimin olduğu yeri istemiyorlarmış.
Benim yapabildiklerim benim yerimmiş. Onların
yapabildikleri de onların olmak istedikleri yermiş. O
yerlerini sadece isterlerse kendileri değiştirebilirmiş.
54
kalmayacak zannetmiş. O yaşadığı olayı ve o sahnedeki
duygularını dönüştürdük.
55
gerekmiyor. “Onlar zavallı, onlara yardım etmeliyiz,”
diye bakıldığında, Allah’ın yarattığı ve her mucizeyi
kendinde barındırabilen muhteşem insan oluşumuna
hakaret ediliyor diye görmeye başlamıştım.
56
“Yaşam bahçesi”nde her şey gerçek, oyun bahçesinde
her şey zannetme. Mesela, annem “benim” diyemem.
O bir insan. Onun kendi algıları ve korkuları, inançları
var. Ve bunlara dayanarak kendi fikirleri ve ihtiyaçları
var. Annem benim için, benim istediklerimi ve ihtiya-
cım olanları yapamaz. Halbuki, “benim beklentilerimi”,
“benim istediklerimi” yapsın, “benimle ilgilensin”,
“beni sevsin” isterim ve bunları anne görevleri içine
koyarım. Benim bu ihtiyaçlarım olduğu müddetçe,
sevse de ilgilense de bir gün benim istediğim gibi
yapmazsa ona kızarım, zamanla da küserim.
57
onların bizim ihtiyacımız olduğunu söyleyen zaten
korkularımız. Korkularımızı doyuramayız. İhtiyacını
karşılamasını beklediği babanın da en az kızı kadar
korkuları var. Kim kime yetecek?
58
Bu kadar görev dağılımı ile bir aile kurulması imkansız.
Aile yok demek bu, benim aileden beklediğim hiçbir
şey olmayacak demek. Aile adı altındaki hiçbir inan-
cım gerçekleşemez demek. Çünkü içinde birçok insan
var. O insanlar benim istediklerimi yerine getirmek için
yaşamayacaklar, çünkü hepsinin hayalleri, istekleri,
korkuları ve inançları farklı. Ama zihnim beni, “Aile
kurarsam benim isteklerim olacak, hatta çocuklarım
büyüyünce bana bakacak,” diye inandırarak oyuna
getiriyor.
Bir gün yolda kavga eden genç bir çift gördüm. Yanla-
rından geçerken kadının adama, “Benim isteklerim se-
nin isteklerin olmalı,” dediğini duydum. Yürüyordum,
bu cümleyi duyunca öyle bir fren yapmışım ki ayak-
larımın altından duman çıktı. İşte olmayan bu. Ama
bunu oldurtmak için evleniyoruz. Bunu yaşamak için
aile var diyoruz.
59
Bu araştırmayı hastalığıma isyan ettiğim sırada ben
yaptım ve bizi hastalandıran şeylerin, yine bize aynı ki-
şiler tarafından inandırılanları yapmaya uğraşmamız
olduğunu buldum. İnsanlara bu kadar çok tarif veri-
lirse, sonra da verilen pozisyonlarına göre yapacakları
ve yapmamaları gerekenler listelenirse, nasıl sağlıklı
kalınır?
60
Dünya’yı yaratan Allah, insanı da eksiksiz, tam yarattı.
Aynı tabiatı tam yarattığı gibi. Tabiatta ve hayvanlar-
da eksik, yanlış bir şey görebiliyor musunuz? O halde
insan neden eksik olsun? İnsanın düzeltileceği bir
tarafı yok. İnsan tam. Ancak, “Yapmalısın,” denilen
şeyler için insan yapamadıkça kendini eksik ve
yetersiz hissediyor. Asıl uyanacağı ise, “Yapmalısın,”
denilenlerin gerçek olmadığı.
61
Bütün insanlar birbirine aynı yakınlıkta olabilir, yeter
ki beş kişiyi ayırıp, “Biz aileyiz, aramıza da kimse gire-
mez, diğerleri de yabancı,” demeyelim. Hatta aile içinde
olan çirkin olaylar için de mecburen, “Aile kutsaldır,
içinde yaşananlar da aile içinde kalır,” deniyor. Böylece
ailenin kutsallığı ve önemi vurgulanarak ve korkutula-
rak insanın belli bir ölçüde ve belli bağımlılıkları ile
kalması sağlanıyor. Herkesin hayatında ailesinden
daha yakın olan ve gerçek beraberliği yaşadığı başka
insanlar olmuştur. Ve onlarla da belli zamanlarda güzel
yaşadık. Bu yaşadıklarımızın ömür boyu sürmesi de
gerekmez. Çünkü herkes değişiyor ve kendi değişimi-
ne göre farklı bir şeyler yaşamaya başlıyor. Yani sabit
değiliz. Her an değişim olduğu için beraberlikler ömür
boyu aynı şekilde süremiyor. Aile kelimesini bilmezsek
iyi yaşayamadığımız beraberliklerden uzaklaşırız, iyi
yaşadıklarımızla devam ederiz. Yani seçim bizde olur.
62
Akşam eve geldiğimde ailemdeki herkes kendi oda-
sında bir şeyler yapıyordu. Yani o gün dışarıdaki insan-
lar benim için bunları yaparken, onlar benim için bir
şey yapmamışlardı. Zihnim beni, “Ailem benim için
her şeyi yapar, ben de onlar için her şeyi yaparım diye
inandırmıştı. O ana kadar ben de böyle zannediyor-
dum. Sonra fark ettim ki aslında ailede olan herkesin
kendisinin tam bir dünyası var ve benim de tam bir
dünyam var. O kendi tam dünyalarımızın içinde neler
yapıyorsak ve nelere ihtiyacımız varsa onları herkesin
dünyasında onun için yapacak birçok kişi var.
63
için ya da bundan kurtulmak için okuduklarından, bu
görevden kaçabildiler. Halbuki ne gerek var? Zaten
böyle işler yaparak para kazanan kişiler ve iş şekilleri
var. Yani herkesin her durumu için kendi dünyası ve
o dünyanın içinde ona lazım olan her şey var. İşte
aileyi bunun için kurmak istiyorsak, bu güzel bir istek
değil, netice alamayız. “Aile var,” demek bu olmamalı.
Bu ihtiyaçlarımızı işi olduğu için yapacak kişiler var, o
zaman onlara da “Ailemiz,” demeliyiz. Onları dışımız-
da tutup, “Biz beş kişi aileyiz, siz bizden değilsiniz,”
dememeliyiz. Eğer ille aile kelimesi kullanmak isti-
yorsanız daha geniş bakın ve içine çok insan koyun.
Hatta seyahatte kaybolan valizinizi getiren kişiyi de
dahil edin. Bu yaptığı hizmet ile size kuzeninizden
daha büyük bir iş yapmış demektir.
64
yalnız hissetmeye başlıyorum. Halbuki belli kişiler-
den beklentilerim olmazsa bu kadar kalabalıkta nasıl
yalnız olabilirim ki? Her şey için herkes var. Bize sık sık
yalnızlık duygusu veren kendimizin tespit ettiği belli
kişilerin isteklerimizi yapmaması. Halbuki başka başka
insanlarla birçok şey yapabilirim. Her şeyi bir kişiyle
yapmam gerekmiyor. Bu gerçek zenginlik.
65
tımızın sonuna kadar bırakmamak üzere bağlanalım
diye.
66
olacağını zannettikleri imkansızdı. Zihni onu kandır-
mıştı. Evlenince eşi ile beraber yapacaklarının listesi
vardı. Ama o listeyi zihni onu yönlendirmek, beklet-
mek için yaptırıyordu. Eşinin bu listeden haberi yoktu.
Görüp beğendiğimiz şeyler için, “Evlenince yaparız,”
diye o isteklerimizi sıkı sıkı tutarız. İşte bu olay zihnin
bekletmelerine güzel bir örnek.
67
Oyun bahçesinde kimin ne zaman ne yapacağı belli
değil. Her an arkamdan biri gelip vuracak ya da ben
ona vuracağım. Ya da onsuz olamam diye inandığım
bir kişi aniden beni bırakıp gidecek veya hayatını
kaybedecek. İşte o zaman, ben ne durumda kalırım?
Ne kadar korku dolu bir yer.
68
yorum. Başkaları da kendilerine ait olanları yaşıyor.
Ne kadar güzel, yani benim yaşayacaklarımdan her
zaman ben sorumluyum. Onların yaşadıklarından
da onlar sorumlu. Ne güzel bir oluşum, birbirimize
bir şey yapamıyoruz. Sadece kendi korkularımız ve
inançlarımız bize bir şeyler yapabiliyor.
69
Halbuki herkes kendine baksa, kendisini başkalarına
baktırma ihtiyacı biter. Böylece kimsenin de, “Benim
bir bakanım var, sizin yok mu?” diye dışarıya gerçek
olmayan görüntüler vermesi gerekmez.
70
“O zaman, göremediklerimizin arkasındakini görece-
ğiz ve biz de o görünmeyenler kadar güçlü olacağız,”
isteği ile “ruhani” diye isimlendirdiğimiz çeşitli malze-
meler üretmeye başladık.
71
Aynı şekilde, iç organlarımızın, fiziksel bedenimizin
eşsiz ve güçlü oluşu gibi. Sadece kendimize yetiyor.
Beş duyumuz da eşsiz ama kendimiz için eşsiz. Bendeki
oluşum bana yetiyor, diğer insanlar için de onlara ye-
ten onlarda var. Yani herkes kendindekini kendisine
kullanacak.
72
Gücün karşılığı bana gösterildiği, bana inandırıldığı
gibi değildi.
73
olarak güçlüyüm. Dışarıda gücün sahtesini yaratıp,
sonra da kendimi sıfırlayarak yaşamam gerekmiyor.
- “Olacakları bileceğiz.”
Kendi yaşayacağım ve kendi başıma geleceklerle ilgili
biraz tahmin yürütebilirdim. Çünkü az çok neyi, hangi
düşünceyle yaptığımı biliyordum. Ama ne tabiatla ilgi-
li, ne dünyanın geleceği ile ilgili ne de başkaları ile ilgili
olacakları bilecek yapıda yaratılmıştık. İnançlarımı ve
korkularımı dönüştürdükçe geleceği bilmenin müm-
kün olmadığını algılamıştım. Bildiğimiz geleceği bize
bildirenin, bizi yönetmek isteyen, insanı önce korku-
tup sonra da vereceği bilgilere bağlamak isteyen
negatif enerjinin işi olduğunu anlamıştım.
74
larla bildiklerinin, spiritüel oyun alanından gelen
bilgiler ve onların gösterdikleri görüntüler olduğu-
nu anlamıştım. Yani spiritüel oyun alanından bilin-
mesini istedikleri bilgi ve görüntüleri veriyorlar
diye algılamıştım. O kişi de “Biliyorum,” diye onları
söylüyordu. Zihni, “Bunları söyle,” diye yönlendiri-
yordu. “Gördüm,” dediği de zihnine verilen görün-
tülerdi. Bu yöntemle birçok kişi kullanılarak spiritüel
bahçenin yaymak istediği bilgiler de yaşamımıza girmiş
oluyor.
75
edişlerimden birini yaptım. “Herkes her şeyi görüyor,
hepsi her şeyi çok güçlü hissediyor. Ben bu kadar
çalışma yapıyorum, korkularımı dönüştürdüm, inanç-
larımı bitirmeye uğraşıyorum, çocukluğumdan bugü-
ne kadar olan kızdığım konuları dönüştürüyorum,
hatta enerjim ne kadar değişti ki ilk kitabımın 190.
sayfasında anlattığım geçmiş hayat çalışmasını yapa-
bilir hale geldim, bu arada hastalığım bitti, artık hiç
ilaç içme ihtiyacı hissetmemeye başladım ama onların
gördüğü şeyleri göremiyorum, hissettikleri şeyleri
hissedemiyorum,” diye gerçek bir isyanda bulundum.
76
böyle şeylere inanmayan ve bu tarz olaylara çok kızan
kişilerdi. Kendilerini kızdıran tariflerden yola çıkarak,
kendilerinin aynı şeyleri yaptıkları hayatlarını gördüler.
Önce çok şaşırdılar, ama maalesef “Ayna” sistemi her
ortamda işliyor.
77
kendisi değiştirebileceğine göre, kimse şifacı olamaz.
Kimse kimseyi iyi edemez. Sadece o an geçici olarak,
o sırada başka korkusu iyi hissettiği için iyi olmuş gibi
gözükür. İyi oluşu devamlılık göstermez, bir gün açık
bir yer bulup tekrar ortaya çıkana kadar sürer.
78
canlılığı yok. Sadece altı boş tekniklerin ardı ardına
kullanılması var.
79
lar. Birbirlerine kızıyorlar, bağırıyorlar, ağlıyorlar, orta-
lığı dağıtmışlar. Aralarından birkaç çocuk da ayrılmış,
yemek masasının altında hiç kımıldamadan bağdaş
kurmuş oturuyor. Onlara gidip, “Ne yapıyorsunuz?”
diye sorduğunuzda biri, “Gözümü kapadım, kendi hoşu-
ma giden şeyleri izliyorum,” der. Diğeri de, “Gözümü
kapadım, onların arasında olmak istemiyorum, kendi
hayallerimi yaşıyorum, benim güçlerim var,” der.
80
Bu sözlerle duygularını bastırmaya ve olanları yaşama-
dıklarını zannetmeye geçerler. Yani donmuş gibidirler.
En önemli inançları da
“Bana bir şey olmaz,”
“Gelip beni kurtaracaklar,” inançlarıdır.
81
alamadıkları bu kurtarıcı inancı da onları devamlı bek-
lemede tutar.
O kurtarıcı gelse de geldiğinde zaten kimseyi kurta-
ramayacağını, çünkü kurtulmanın bireysel olduğunu
algılamıştım. Böylece zihnimde bildiğim, “Kurtarıcı
var,” inancı benim için bitmişti. Bir çalışmam sırasın-
daydı. Çok kızgın olduğum bir konuyu çalışıyordum.
Zihnimden, “Merak etme, sana bir şey olmaz, kurta-
rılacaksın,” diye bir şey duydum. O kadar şaşırdım
ki, “Peki, ne zaman?” diye sordum. “Bekle gelecek,”
dedi. O anda öyle bir uyandım ki, nasıl bir oyunun
içinde olduğumu anladım. “Madem bir kurtarıcı var
ve gelecek, o zaman şimdi gelsin, beni kurtarsın. Ben
de şimdi göreyim,” dedim. Tabii bu ses kayboldu,
uzaklaştı ve gitti. Burada yazdığım kibarlıkta da söy-
lememiştim. İçinde biraz küfür de vardı.
82
olan olay hep devam eder. Adresler, kişiler değişir ama
problemim hep aynı şekilde hatta daha da büyüyerek
devam eder.
83
kendi zihinlerindeki “Atlantis batış” sahnesinde,
Atlantis’i kurarken kullandıkları “bilgiler”in doğru şey-
ler olmadığını algılamak yerine, “Bırakmayacağım, bir
daha yapacağım,” inancı ile öldüklerini gördüler. Hatta
kullandıkları enerjilere ve “En güçlü biz olacağız,” isteği
ile yönlendirildikleri bilgilere o kadar inanmışlardı ki
batış sırasında bilgilerin doğru olmadığını algılamak
yerine, zihinlerinde
“Ben suçluyum,”
“Ben sorumluyum,”
“Ben yapamadım,”
“Bir daha yapacağım,” gibi inançlarla ölmüşlerdi.
84
doğru olmadığını, uzaydan gelen bilgilerle yanlış
yönlendirildiklerini fark ettiler ve “Benim yüzümden
oldu,” inançlarını bitirdiler. Bu çalışmaların önemi,
başka uygarlıkların kendilerinden daha çok şeyler
bildiğine dair inançlarının bitişiydi. Dünya yaşamını
başka gezegenlerden gelen bilgilerle yaşamanın doğ-
ru olmadığını anladılar.
85
Geçmiş hayatlarında yaşadıkları enerji ve güç or-
tamları, o devirde işlerine yaramadığı ve o hayatla-
rında bekledikleri neticeleri alamadıkları halde, o
yaşamlarında ölürken, gelinen son, onları o kadar
şoke etmiş ki, “Bir daha yapacağız,” diye inanmışlar.
Bu inançları zihinlerinde kaldığı için o inançlarında-
ki enerjilerin bir daha oluşması için de zihinlerinde
aynı bilgiler olanlar, birçok yaşamlarında tekrar bir
araya geldiler. Bu toplanmalar, bir araya gelmeler so-
nucunda inandıkları güçlerin gerçek olmadığını ve kul-
landıkları yöntemlerin boş olduğunu algılamaları ve
bu inançlarını bırakmaları gerekiyordu. Bunu yapmak
yerine yeni oyunlar yarattılar. “Bu sefer başarabiliriz,”
diye inandılar.
86
Şimdi de böyle inançları olanları kullanarak, ileride
olacak diye insanları korkuttukları yok oluşa yeni ça-
reler ürettirmeye çalışıyorlar. Hem kendi zihinlerinden
hem de oyunun kurgusu tarafından böyle yönlen-
diriliyorlar. Bu çalışmaların isteği, kendilerinin de
açıkladığı gibi Dünya yok olduğunda insan neslinin
gideceği yeni yerler ve yeni yaşam ortamları yarat-
mak. Burada asıl hedef insanın ölümsüz olması ve
isteklerini yapabilmeleri. Spiritüel bahçe zaten bu
amaçla oluşturuldu.
87
diye sorduğumuzda, “Gelecekte,” veya “Kıyamette,”
diyorlar. Böylece eski inançlarını bırakmadıkları için
yine ne olduğu ve ne zaman olacağı belli olmayan
sanal bilgiler içinde, sadece bu inançları var etme
uğruna kendileri yok oluyor. Bu arada yaşamlarında
kendi problemleri devam ediyor. Yani oyun bahçesin-
de oldurtmaya çalıştıkları oyunlara inanmaya ve var
etmeye devam ettikleri için oradaki problemleri de
devam ediyor. Hastalıkları ilerliyor ama onlar o kadar
inanmışlar ki, kendilerinin toplum için yararlı şeyler
yaptıklarını zannediyorlar. Negatif enerji onları böyle
ikna ediyor.
88
enerjinin işine yarıyor. Eğer insan kendini, “Bir gün uzay
gemileri gelecek, bizi kurtaracak,” ya da “Evleneceğim,
kocam beni kurtaracak,” diye uzaya veya kendini
kurtaracağına inandığı herhangi bir kişiye, kendisinin
işe yaramaz bir şey olduğunu zannederek teslim edip,
kendi varoluşunu yok ederse bu, onu yok etmek iste-
yen negatif enerjiye yarar.
89
mak iner, daha fazla inmez, diplere düşmez, çünkü
daha evvelki basamakta bir zaman geçirmiştir. Orası
onun yeridir. Ancak bir üste çıkıp, birkaç kere tekrar
bir alt basamağa inebilir. Bu düşmek değil, yerleşmeye
çalışmaktır. Bu doğal halimizdir.
90
istenen, insanların devamlı birbirine bağlanmaları-
dır. Bağlansınlar da nereye olduğu önemli değil, yeter
ki insan kendi mükemmelliğini fark etmesin, daima
başkasına hayran olsun ya da başkasının kendine fay-
dalı olduğuna inansın. İnsan kendinin mükemmelliğini
fark ederse kendisini etkileyen negatif enerji yok olur.
92
Uzun uzun yazdım ki iyice kendinizce inceleyin diye.
Size iyi geldi mi ve doğru olması mümkün mü? Dünkü
hava raporu bugün için, “Bulutlu, 18 derece” gösteri-
yordu. Sabah kalktığımda kaloriferlerin yandığını
görünce şaşırdım. Meğer dışarıda hava bugün, “Güneş-
li, 11 derece” imiş.
93
mi yarattık? Yani Dünya’yı insanlar mı yarattı? Bence
hayır. Soyumuzu devam ettirmek bizim elimizde olan
bir şey mi? Kesinlikle hayır. Çünkü bir insanın diğer
bir insana olumlu ya da olumsuz bir etkisi olmadığını
algılamıştım. O zaman bizim yaşadığımız yerin başına
bir şey gelince, demek ki bizim de ölüm anımız olacak
ya da Dünya’yı ve bizi yaratan kimse veya yaratan
madde neyse, o, başka bir yapı organize edecek de-
mektir. Yani o tarihte gideceğimiz bir gezegeni biz
keşfetmeyeceğiz. Dünya’yı da biz keşfedip gelmedik.
İnsan yapımız buna uygun değil. “Allah taklidi” işlere
soyunmamız gerekmiyor.
94
Televizyonda, haber programlarında 50 tane bilim
adamının Mars’a yolladıkları keşif aracının 60 dakika
süren inişini büyük bir heyecanla izlediklerini gördüm.
Hepsi çok heyecanlıydı. Büyük bir iş yaptıklarını düşü-
nüyorlardı. Daha evvel yaptıkları araştırmalardan
Mars’ın içinin bir kütle halinde olduğu ve havanın eksi
60 derece sıcaklıkta olduğu keşfedilmiş. Su yokmuş.
Halen yeni keşifler için uğraşıyorlarmış. İnsanlar Dünya
yok olduğunda orada yaşamaya başlayacaklarmış.
95
larına inanmam gerekmiyor. Böylece artık beni yöne-
temeyecekler.
96
yeydi. Artık benim için geçmişin de geleceğin de bir
anlamı yoktu. Gelecekle ilgili kim ne söylerse söylesin
inanmayacağımı, söylenenlerin doğru olmadığını artık
anlamıştım. Gelecek hiç kimse tarafından bilineme-
yecekti. Artık bunu algılamıştım ve ısrar ederek, inatla,
“Gelecek bilinir,” demeyi bırakmıştım.
97
“Onların isteklerini onlara ben veririm,” inancımın
gerçekleşmesi için de değildi; kendi istediğim değişik-
likleri kendi hayatımda yapmak içindi.
99
olduğu kişinin eş ruhu olduğuna o kadar inanıyor ki
ayrılmak mümkün değil diye, tahammül etmeye ve böy-
lece kendini bu inancın altında yok etmeye başlıyor.
100
bir şekilde bozuluyordu. O zaman da “Birlikte yapın,
beraber yapın, o zaman olur,” diye kandırıldık.
Böylece, “Benden üstün bir şey var, ben tek başıma
yapamıyorum, birlikte yapalım, birlikte baş edelim,
birlikte halledelim,” diye inandırarak sürekli inançlar
oluşturuldu. Böylece insanların birbirine bağlanmaları
sağlanıyordu. Asıl, insanlar birbirine bağlandıkça yaşa-
dıklarımızla başa çıkamaz olduk. Birbirimize bağla-
narak baş edemeyeceğimiz ortamlar oluşturuyoruz.
102
bakacaklar diye kendimi kandırmanın bana artık bir
faydası olmadığı algısına iyice geçmiştim.
103
aklı başında gibi görünen bir babanın teşvik etmesi ile
aileden on kişi bu tarikata katıldı. Ailenin yarısı öldü
orada. Sonunda babaları, “Bu kadar saçma şeylere
inanmış bir adam, bu kadar acayip şeyler anlatan bir
adam nasıl olabilir!” diye tarikatın lideri için tarifler
yapıyordu.
Oyun bahçesinde,
- “Sevdiklerimizi kaybetmek” var,
- “Kaybetmek istemediğimiz işlerimiz” var,
104
- “Çok para kazanıp çabuk zengin olmak” var,
- “Bulunduğum yerin en başarılısı ben olacağım,” var.
105
Sonra istedikleri olmayınca veya bir hastalık çıkınca
spiritüel bahçede yaşayanlar, “Bu dünyada sınanıyor-
sunuz,” ya da “İleride yaşayacağınız güzel bir yaşam
gelecek,” diye ikna ediliyorlar. Olamayan, gerçek-
leşmesi imkansız inançlarımızı bırakacağımıza, bu
vaatlere kanmayı daha uygun buluyoruz. Biz bu
dünyada neden sınanalım, neden Allah bize, “Gidin
dünyaya, ben sizi sınayacağım, sonra da yapamazsanız
ceza vereceğim,” desin? Bu sadece görmediğimiz, bil-
mediğimiz bir Allah’la bizi devamlı kavga ettirir ya da
Allah’a karşı tedbir almaya teşvik eder. Böylece Allah’ın
gözüne girmeliyim ki beni cezalandırmasın isterim.
106
Çünkü Allah insanları, onlara karışmak ve yönlendir-
mek için yaratmamıştı. Her özelliği de vermişti bize.
Eğer karışmak ve yönlendirmek istese bizi bu kadar
özellikli yaratmazdı.
107
ye inanıyorum. Halbuki yapmam gerekenler Allah’tan
bile gelse yapabilmem mümkün değil. Çünkü her olay
anında başka bir korkumun ve inancımın sesini du-
yuyorum. Bir gün, “Yap, bir şey olmaz,” diyen korkum,
diğer bir olayda, “Onun dediğini yapma,” diyor. Ben
zaten korkularımın arasında gidip geliyorum.
Spiritüel bahçede,
“Ben korunuyorum,”
“Ben yok olmam,”
“Ben ölmem,” diye inananlar, bu yüzden o meditas-
yonlara tahammül ederler. O meditasyonlarla, asıl
bu dünyada yaşarken kendilerini öldürürler. Allah,
“Ölü yaşayın ve benim dediklerimi yapın,” demedi,
“Yaşayın, kendi isteğinizi yapın, ama kendi isteğiniz
olsun,” dedi. Çünkü yaratırken de bizleri kendi
isteğimizi yapabilir özellikte yarattı. Bunu anlamak
için tabiata bile bakabiliriz, hayvanlara bakabiliriz.
Hepsi canlı yaşıyor.
108
nız ki, sonunda, o inancın geldiği son noktada, herkesle
beraber o son yaşanır.
109
zaten kaybettiklerimi geri kazanmak için kullandığım
çeşitli güç oyuncaklarına da ihtiyacım yokmuş. Yani
onlara verdiğim görev listesini zaten uygulayamadık-
ları için benim için hiç var olmamışlar. Böylece zaten
“yok”larmış. Sadece var zannettirilmişim. Kimse için
de zannettikleri, zaten zannettikleri gibi değilse güçle-
re bürünmemize gerek var mı? Neysem oyum, o kadar.
Ve bu durum herkes için geçerli. Oyun bahçesinde var
diye inandırılanların bana inandırıldığı gibi olmadığı-
nı algıladığım için, çeşitli güçler edinirsem onları elde
edeceğime dair inancım da artık bitmişti. Güç yok.
Çünkü güçle elde edebileceğim bir şey yokmuş.
110
değil mi? Kendince, bir deneyim yaşadığını zannediyor.
Neden deneyim olsun? Oyun bahçesinde, “Evlenme
mecburiyetiniz var,” diye inandırılıyorsunuz. Böylece
siz de devamlı arayışa giriyorsunuz. Bu arayışlardan
biri daha bozuk çıktı. Burada sorulacak soru, “Neden
evleneceğim diye herkesi deniyorum?” olmalıydı.
111
neyi yapabilir, neyi yapamaz olduğumuzu da biliyor.
Bizden yapamayacağımız şeyleri istemez. En önemlisi
de bizi yaratırken yaşamımızdaki her şey için karar
mekanizmamızı bize verdi zaten. İstediğim zaman
evet, istemediğim zaman hayır diyebilecektim. Aslım
buydu. Artık oyun bahçesindeki oyunlarla aslımı boz-
mayacaktım.
112
“Annem benim güvenim,” diye inanıyorsam ve bu
sahneyi de görüyorsam benim artık uyanmam lazım. Bu
yaşıma kadar annem benim güvenimi nasıl sağlayabildi
ki! Bir çocuk bile her an annesinin yanında olamadı-
ğına göre, annesinin yanında 24 saat duramadığı her
an, çocuğun güvenini anne nasıl sağlayabilir ki? Çocuk
bahçede oynuyordur, okuldadır, yolda arabadadır
ya da uçaktadır. Ben uçakla bir yere giderken ya da
sokağa alışverişe çıkarken, “Annem benim güvenim,”
diyebilir miyim? İşte böyle inandırıldığımı ve bu inancı
da o ana kadar taşıdığımı, en önemlisi, bu inancım için
gereksiz fedakarlıklar yaptığımı fark ettim. Sonra da bu
inandığım güveni hissetmediğim her zaman, anneme
kızdığımı hatta içimden küstüğümü buldum.
113
vardı. Ben üç yaşında annemin elini tutarak kaldırım-
da yürürken, elini aniden bırakıp caddeye koşmuşum.
O sırada geçen bir faytonun atlarının bacaklarının
arasına girmişim. O anda iki at da ön ayaklarını havaya
kaldırmış, benim oradan çıkmamı sağlamışlar. Hayret
ederek hep bunu anlatırlardı. Bu olayların ben-
zerlerini herkes yaşar ve bir mucize diye anlatırlar.
Aslında yaşamın kendisi zaten mucize, hem de bence
her olanı ile mucize. Sadece görmesini bilmeliyiz.
Bu durumda benim güvenimi ne sağlıyor? Hem de
annemin yanında olan bir olayda bile.
114
sakinleştirici hap alıyor ve hepsinin arabası var, araba
kullanıyorlar. Sadece %10’luk bir kısım belki bunların
hiçbirini kullanmıyor. Ayrıca zaten herkes arabaya
binmek için çıktığı ortamdan ya kavga ederek çıkıyor
ya da zaten hep kızgın.
115
mak istemiyorsam o olayları yaşatan inançlarımı ve
korkularımı dönüştürürüm. İnançlarımı ve korkuları-
mı bitirerek kendi yaşamımı istediğim gibi tanzim
etmek benim elimde. İşte asıl güven noktasının bu
olduğunu fark ettim. Benim elimde olan tek şey bu.
Bu noktada bir kere daha algıladığım, insanların in-
sanlara bir şey yapamayacağıydı. Bu yüzden başka
insanlardan da daha güçlü olmam ve onları alt etmem
gerekmiyordu. Çünkü karşımda alt edilmesi gereken
kimse yoktu.
116
dan beklemeden yaparsa onun yaptığını beğenen
ve ihtiyacı olana verir. Yani yine yaptığını kendi için
kendi yapabildiği kadar yapmış olur. Ancak yaptığını
ondan isteyen olursa verdiklerinin karşılığında ne iste-
diğini zaten önceden verirken belirtir, böylelikle de
yaptıklarının karşılığını istediği şekilde alabilir. Karşı-
lığını verecek kişi de önceden ne vereceğini bilir.
Hatta bir insan, diğer tek bir insan için bile bir şey
yapamaz. O zaman neden, “Benim için o yapar,” diye
inanalım? Çünkü o kişiden beklediğimiz, bizim için
yapabileceğine inandığımız şeyi, o insan yapmaya
muktedir değil, insanın yaratım şekli buna müsait
değil.
117
Zihnimden bir gün, “Sen seçildin,” sözü duydum. Tabii
çok şaşırdım ve hemen, “Siz kimsiniz ki beni siz seçe-
ceksiniz?” demiştim. Öyle bir ifade ile söylemiştim ki
bir daha hiç söyleyemediler.
118
dime gerçek soruları sormalıydım. “Ben kendimi hangi
yaşadığım olayda suçlu hissetmiştim?” diye sorduğum-
da olayları hatırlamaya başladım. Böylece o yaşadığım
olayların içindeki korkularımı dönüştürdükçe kendimi
suçlu ve günahkar hissetmem bitti. Böylece zihnim
beni yönlendiremez oldu.
119
ğunu algılamıştım, başkası benim için bir şey ya-
pamazdı. Böyle yaratılmadığımızı, gerçeğimizin bu ol-
madığını algıladığımda yaşamın güzelliğini, kendimin
muhteşemliğini hissettim. Hayata döndüm. Her şeyi
o andan itibaren bambaşka bir güzellikte görmeye
başladım. Çünkü benim için yapılmasını beklediğim ve
hala yapılmayanlar için kızgındım. Böylece kızgınlığım
bitti.
120
birine iyi geleceği doğru ise, o zaman düşünebiliyor
musunuz, birinin hayatı diğerine bağlı oluyor. Halbuki
Allah öyle bir yaratım yapmış ki herkesin her hareketi
kendine faydalı veya kendine zararlı. İşte Allah’ın
adaleti, asıl adalet bu. Güzel olan bu zaten.
121
“Aile kurmalısın,”
“Eğitimli olmalısın,”
“Bilim çok önemli,”
“Sen bilmezsin, başkaları bilir, ”diyerek inandırmaya
devam edecek.
122
Ben de korkularım ve inançlarım bittikçe, listelerdeki
görevlerimi bıraktıkça insanın fabrika ayarlarına nasıl
dönebileceğini kendi dönüşümüm ile bulabildim.
123
problemleri kendi ölçüsünde yaşar, onlarla da kendisi
baş eder. “Ailede herkes birbirine bakacak, herkes
birbirinden sorumlu,” diye öğretiliyor. Böylece aile
içinde çalışkan olan bir kişi, bir anda tembel olan
birçok kişiye bakar hale geliyor. Zaten, “Aile önemli,”
diyenlerin çoğu, kendilerinin bakıma ihtiyacı olduğu-
na inananlardır. Etrafındaki insanların kendilerine
bakmasını bekleyenler, aile olsun ve hep bakılsınlar
isterler. Aslında bakıldıkça kendi varoluşlarını hisse-
demezler. Yani bakıldıkça zarar görürler.
124
Oyun bahçesinde okumamış ve bilgisiz olamazsın. Zih-
nimiz bizi devamlı eğitime, okumaya ve başarılı olmaya
yönlendiriyor. Burada esas inandırılmak istenen,
“Tek başına bu hayatla başa çıkamazsın,”
“İnsan yetersiz, zayıf bir varlık,”
“İnsana şekil verilmeli,” inançları.
125
insana bunu sağlıyor. İstemediği oyunlardan nasıl
çıkacağını öğretiyor, yapabilmesini sağlıyor. Oyun
alanındaki asıl beklentimiz, inandıklarımızın bizim işi-
mize yarayacağını zannetmemizden. Halbuki işimize
yarayacağını zannettiğimiz ve bu yüzden uygulamaya
çalıştığımız şeylere, “Acaba gerçekten hiç işime yaradı
mı?” diye baktık mı?
126
Çok değişik özel yemekleri de babam özel yaptırıyordu
ya da çok meraklı olduğu için kendi yapıyordu. Yani
inandığım pek de doğru değilmiş.
“Benimle ilgileniyor.”
“Benimle ilgilenmiyor.”
İkisi de doğru değil. Bir insanın diğer herhangi bir
insanla ilgilenmesinin hatta onun istediği şekilde,
istediği ortamda, istediği gibi ilgilenmesinin mümkün
olmadığını algılamıştım.
Bunu anladığım günden bugüne kadar, her şeyimle
127
bizzat kendim ilgilendim. Bu kolay olmadı. Alışmışız
etraftan, yakınlarımızdan yardım almaya. Halbuki ken-
dimin her ihtiyacıyla kendimin ilgilenmesi ne kadar
kolaymış. Buna dikkat ederek, kendimi gözlemleyerek
her gün kendimle ilgilenmem gereken konuları bir
bir artırarak yaptım. Bu bir antrenman süreciydi ve
çok eğlenceliydi. Böylece benimle ilgilensinler diye
beklediğim kişilere ilgi göstermeyi, onların her işine
koşmayı bıraktım.
Kendimin her işine koşar oldum.
Böylece sağ kulağımı sol elimle göstermekten kurtul-
dum.
Ben onlarla ilgileneceğim, onlar da sonra benimle ilgi-
lenecek.
Ne oyun ama!
Direkt kendinle güzel güzel ilgilen, bitsin.
128
beklentimden dolayı, yardım etmediği gün de o kişiye
küstüğümü gördüm.
129
Hatta annemin benim ne istediğimi bilmesi ve anla-
ması mümkün müymüş?
130
Yani beni desteklemiş mi?
Benim hiçbir kararımda annemin desteği yok.
Peki, neden desteklemedi?
Çünkü bir insanın diğer bir insanı desteklemesi müm-
kün değil. Benim yaptıklarım ve verdiğim kararlar do-
ğal olarak onu korkutur.
131
kalmadı. Herkesi yakın yaşadığım kişiler olarak gör-
meye başladım. Bu noktadan sonra istersem yine
onlara aile diyebilirim. Anne, baba, kardeş diyebili-
rim. Bir mahsuru yok. Onlardan beklentim olmayınca
zaten bir anlamı yok o kelimelerin. O kelimelere anlam
veren, benim listedeki görevlerine ve benim için bek-
lediklerimi yapacaklarına olan inancımdı. Halbuki
kimden ne bekliyorsam zaten olamazmış ve bunlar
sadece korkularımın beklentisiymiş, bunu anladım.
132
söylerken karşımdaki insanın bundan hiç haberi yok.
O kişi benim hangi isteklerimle ona geldiğimi bilmi-
yor. Aslında ben de bilmiyorum, o an sadece bir çekim
hissediyorum. Tabii ben de onun benden ne beklediği-
ni bilmiyorum. Karşılaşınca, “benim isteklerimi yapa-
cak kişi” olduğunu zannettiğim için, o anda aşk ve
sevgi başladı zannediyorum, öyle inandırılıyorum.
Zaten sonunda da yapmasını beklediklerimi yapmayın-
ca nefret ediyorum.
133
iyisini istemeye başlıyorum. Bu isteğimin oluşması
için önce beni tamamlayacağına inandığım kişiyi bul-
malıyım, sonra da aile kurarak bulduğum bu imkanın
devamlılığını ömür boyu sağlamalıyım.
134
lıyor. İki kişinin birlikte yapabileceği bir şey için bir
araya gelip, sonra da “Biz birbirimizi tamamlıyoruz,”
inancına gidecekse durum, o zaman o bir arada yapı-
lan şey ihtiyacımız değil demektir.
135
rarak yapamadıklarına tahammül etmeye uğraşacak.
Tahammül edemedikçe, daha büyük hastalıklar çıka-
cak. Zaten çıkıyor. Halbuki burada tek keşfedeceği
şey, yapmaya uğraştığı, inandığı bir şeyin yapılabilir
olduğuna olan inancını bırakmak.
136
bir şekil almış olarak bize geri döner ya, onun gibi.
Bizler de maalesef gereksiz ve hiç işimize yaramayan
inançlarımızla bu oyundaki oyuncular oluyoruz.
Böylece insan yok olacak, böylece negatif enerji,
Allah’ın yarattığı insanın muhteşem bir şey olmadığı-
nı ispat edecek.
137
bittikçe, zihninizin kaosundan kurtuldukça, bir süre
sonra benim fark ettiklerimi başka bir şekilde fark
edeceksiniz, aynı cümlelerle olmayabilir, bu insan
zenginliğimizin özelliği.
138
herkese olan kızgınlığımdı. Kızdığım, küstüğüm herkes
için tek tek çalışma yaptım. Herkes benim ayrı bir
korkumu tetiklemişti. Olan buydu.
139
mezdim. Zaten yargılayacak bir tarifim varsa, kendi-
min de o tarifi yapabilecek kadar o hali tanıyor olmam
gerekirdi.
140
2000 yılından itibaren verdiğim tüm seminerlerimde
sizleri korkularınız üzerinde çalıştırdım. Çünkü gerçek
çalışma buydu ve ben de böyle çalışmıştım. Benim de
kendimde ilk bulduğum suçlanma korkumdu. Zaten
onu ilk bulduğum anda, yaşadığım birçok olayın dili
çözülmeye başlamıştı. Artık neyi neden yaşadığımı
daha net fark eder olmuştum. Suçlanma korkumdan
sonra diğer korkularımı ve inançlarımı fark etmem da-
ha kolay olmuştu, artık arkası güzel bir ritimde devam
ediyordu.
141
bana zor gelen bölümlerini çıkarıp kendimce başka
şeyler eklediğimi fark etmiştim. Tabii ki o yemeği
tarif ettikleri gibi yapanlarla benim yaptığımın ara-
sında büyük fark oluyor, ama ben aynısını yaptığımı
zannediyorum. O sırada o yemeğin lezzetini bilmedi-
ğim için aynı lezzette yaptığıma inanıyorum.
142
küçük topluluğu yönetiyorum zannederken zaten
yönetememiştim. Demek ki onlar da insanları yönete-
miyor. Sadece oluşan içsel ve dışsal çatışmalar öfke
ve kaos yaratıyor. Asıl olan, istedikleri gibi yöne-
temedikleri. Aynı benim kimseyi yönetemediğim gibi.
143
dığımızı ve kendimizi geliştirdiğimizi zannediyoruz.
Halbuki insan kapasitesi tam; gelişmesi mümkün değil,
en gelişmiş şekilde yaratıldı. Hatta “spiritüel bahçe,”
daha da ileri giderek buna insanın evrimleşmesi ya
da tekamül etmesi der. Gerçek olmayan inançlarla
zihnimiz dolduruldu. Boş inançlarımızı bıraksak insanın
“en büyük varoluş” olduğunu, eksik yaratılmadığını,
tam olduğunu ve hiç kimse ile ve en önemlisi, hiçbir
bilgi ile tamamlanmasının mümkün olmadığını algıla-
yacağız.
144
hangi korkusu ile tanıyamayacağımız bir görüntüye
girebileceğini bilemeyiz.
145
neticeyi beğenmiyorsam, bana o hareketi yaptıran
inancımı inanç listemden çıkarırım.
146
mezlerdi. Bana onun için o ilaçları içirmediler demek
ki. Ya da ne iyi ki o günlerde bilim adına bu ilaçları
daha henüz keşfetmemişlerdi. Bugünlerde olsaydım
o uyuşturan, böylece söz dinlememi, istedikleri gibi
olmamı sağlayacak ilaçları bana da söz dinleyeyim, bü-
yüklerim ne derse onları yapayım diye içireceklerdi.
147
Böylece negatif enerjinin istediği taraflar kurulmuş
oluyor. Oynanan oyun, bu zeminin üstünde daha da
genişletilerek devam ediyor. Benim anladığım ise,
oyun bahçesinde bir sol duvara, bir sağ duvara vurarak
yaşamam gerekmediği. Bu tariflerin hiçbiri doğru
değil. Bunlar oyun bahçesinin tarifleri. Bir kişiye, “Biz
büyüğüz, doğruyu biz biliriz,” diye istediğimizi yap-
tırmaya çalışırken, o kişinin gösterdiği tepkiye göre
o kişiyi değerlendirerek bu tarifleri yaptığımızı anla-
mıştım.
148
üretiyor. Biz de onları kendi isteğimiz zannedip, arka-
sına takılıp önce yapmaya çalışıyoruz. Tabii ki kendi
isteğimiz olmadığı için yani dışarıdan bize istetildiği
için yapamıyoruz. O zaman da bu istediğimizi biri
bizim için yapsın diye, yapabilen birini arıyoruz. Ona
yaptıracağımızı zannediyoruz.
149
ortaya çıkar ve asıl muhteşem kapasitesi ile karşılaşır
ve o kapasiteyle yaşar. Bir insan inandıkları ile kendini
ölçerse kendini yok eder.
Mesela bir kişiye,
Mimar……………….
Mühendis………….
Doktor……………… diyoruz ya da o kişi kendini
bu sıfatlarla görüyor.
150
şey yok. Eğer sevgili olmak, ilişki yaşamak, cinsellik ya-
şamak istiyorsam bu isteğimle beraber gelen her şeyi
de beraberinde yaşayacağım. “Aile kurmak istiyorum,
evlenmek istiyorum,” dersem bu isteğimin sadece
kına gecesi, düğün günü gibi süslü fantezilerden ibaret
olmadığını, evleneyim ve birine bağlanayım diye zih-
nimin beni kandırma yöntemi olduğunu algıladım.
Böylece evlilikle beraber hayatıma gelecek her şeye
de evet demiş oluyorum.
151
Bir insanın başkası için bir şey yapabileceği bir olu-
şum evrende yok. Ama kendim için her şeyi kendim
yapabiliyorum. Yani yaptıklarım ya benim için güzel
oluyor ya da beni çıkmaza sokuyor.
152
hayalin güzel olduğu öğretilmişti. Hatta, “Hayalini
gerçekleştir,” denirdi. Çalışmalarım sırasında hayalin,
mümkün olmayanı isteten ve gerçekleşecek inancı ile
beni olduğum yerde bekleten bir şey olduğunu algı-
lamıştım. Hayal, insanı sanal bir yere götürüyor ve
orada hiçbir şey yapmadan bekletiyor, “Şimdi olacak,”
ya da “Şimdi gelecek,” diye. Böylece bir türlü bitme-
yen bir bekleyiş başlıyor ve bir türlü gelmeyen, “ŞİMDİ
OLACAK,” zannetmesi devam ediyor. Ya da zihnim, tek
başıma yapamayacağım şeyleri hayal ettiriyor, hatta,
“Hayalini büyük tut,” diyor. Ben de yapamadıkça ken-
dimi işe yaramaz hissediyorum ve devamlı benim
hayalimi benim için gerçekleştirecek birini arıyorum.
Halbuki yapmaya en yakın ve mümkün olan isteğimi
kendim yapmaya başlarsam devam ede ede, her iste-
diğimi her zaman kendim yapabilirim.
153
Böylece kendi yapabileceklerim ve kendi yapama-
yacaklarım net bir şekilde ortaya çıkmaya başlamıştı.
O zaman içimden gelen isteğimin sesinin çok kısık
olduğunu fark ettim. Çünkü daha iddialı ve hırslı bir
ses, “Yaparsın,” diye beni devamlı yönlendirmeye
çalışıyordu. Hatta sadece, “Sen yaparsın,” da demi-
yordu, “Sen yaratırsın,” diyordu. O noktada daha
dikkatli olmam gerektiğini hissettim. Negatif enerjinin
amacının, bana devamlı bir şeyler istetip, sonra da
nasıl yapacağımı söyleyerek ve teşvik ederek yaptırıp,
aldığım sonuç karşısında beni çıkmaza sokmak
olduğunu artık biliyordum. Negatif enerji benim
mutsuz olduğum ve kendimi çaresiz hissettiğim an-
lardaki öfkelerimle besleniyordu. Dünyada kurulan
oyun bunun üzerine kuruluydu. Herkesi çaresiz his-
settirmek, oyunu yöneten enerjinin galibiyeti, insanın
ise mağlubiyeti idi.
154
ruz. Gittiğimiz yerlerde de aynı neticeleri başka
dekorlarda, başka insanların arasında yaşayacağız,
inançlarımız ve korkularımız dönüşene kadar.
155
“Aile olmazsa yaşayamam, onlarsız ne yapacağımı bile
bilemem,”
diye inanıyorsam ailem dağıldığında ben de dağılırım,
ne yapacağımı bilemem. Ama böyle inanmam gerek-
miyor. Aileler zaten dağılmış durumda. Çünkü aile
inancı ile insanları zorlayarak bir araya getiriyoruz.
Doğal yaşam alanımız, bu zorlama ile kurulmuş toplu-
luklar değil, onun için dağılıyor.
156
Bilim doğayı, Dünya’yı bozuyor. Eğitim, aileyi bozuyor,
dağıtıyor. Para kazanmak için yapılan hamleler aileyi
bozuyor. “Aşk var,” diye aşka inandırılıyoruz. Aşka
olan inancımız, aşkın aile kurduğuna inandırıyor ama
yine sonunda başka bir aşk aileyi yıkıyor. Var denilen
bu listelerden hangisini tutsam elim yanacak. Acaba
hiçbirine, “İlle var, muhakkak var,” demesek de his-
settiğimiz, gördüğümüz, yaşadığımız şekilde, beş
duyumuzla olanları kullansak daha güzel bir yaşam
olmaz mı?
157
kabul etmememizi istiyor. Böylece bizi kandırarak
bütün enerjimizi kullanıyor. Biz de enerjimizi değişim
olmamasına kullanıyoruz. Her değişim için sonu kötü
olur diye inandırıyor.
158
çok ama çok eski, köhne, her yeri yıkılan, içine insanın
zor girdiği bir hastane vardı. Birkaç kilometre ileride,
o hastanenin yenisini yapmışlar, hem de en şık otel
kalitesinde. Artık yeni hastanede hizmet verilecekmiş,
yeni yapılana geçiliyormuş. Eski hastanenin önünde
boykot vardı, “Yıktırmayız, yeni hastaneyi istemiyoruz,”
diyorlardı.
159
kalmadı. Bu bir gün süren arada kalışımın sebebi alış-
kanlıklarımdı. Bazen önce korkun biter, sonra altın-
daki alışkanlıklarını tek tek değiştirirsin, bazen de
önce fark ettiğin gereksiz alışkanlıklarını bırakır, son-
ra onları yaptıran korkularını bulursun. Eskiyi, bitmesi
gerekeni bırak da nasıl bırakırsan bırak.
160
İşte asıl kıyamet, bu inançlarımızın içinde kopuyor
da biz hala iptidai usullerle o kıyametleri düzeltmeye
çalışıyoruz, bir gün yerle bir olana kadar. Halbuki
inançlarını kendi için bitiren, eğer inancı aile ile
ilgiliyse, ailesi varken de iyi hisseder, ailesi olmadığı
zaman da iyi hisseder. Yeter ki çevresindeki insan-
lara görevler vermesin ve “Onlar benim için bunları
yapacak,” demesin, yapmak istediği şeyleri kendisi
kendisine yapsın.
161
alamazlar. İnsan hep yapar, ama bir merkez için ya
da başka bir insanın hayallerini gerçekleştirmek için
yapmaz. Kendi yapabildiklerini, isteyen birçok insan
için yapar. Yani bir insanın yapabilecekleri kime veya
nereye lazımsa o yine onlar için yapar, onlara satar.
162
derlerse, bu inançla kendilerini eksik bildikleri için,
“Eksiğim,” inancı yüzünden, birlikte yaptıkları işten
istedikleri neticeyi alamazlar, birliktelikleri istedikleri
neticeyi vermeyince de o birliktelik dağılır. Çünkü han-
gi sebepten bir araya gelip beraber yapmak istedilerse
o sebep değişmediği ve içlerinde olmaya devam etti-
ği için, o inandıkları hallerini yaşarlar. Sonuç, kendileri
hakkında neye inanıyorlarsa o inançlarının sonucudur.
163
emrettikleri önde gidiyor. Önde giden projenin arka-
sında, nefes nefese, olması gerekenleri yapmaya çalı-
şan insanlar var.
164
racağına inandırıldınız. Bugüne kadar onlardan zihin-
lere gelenler insanı yok etti. Uzaydan gelip insanı nasıl
kurtaracaklar ki, onlar insandan farklı bir mekanizma-
ya sahipler. Asırlardır gökyüzüne bakarak, “Onlar güç-
lü, biz zavallıyız,” dedirttiler insana.
Yani ne anlıyoruz?
Önce korkutup bir şeylere inandırdılar, yaptırdılar.
Sonra da o yapanları yaptıklarının içine canlı canlı,
kendi istekleri ile gömdüler.
165
Bizim yaşam alanımız dünya toprakları; denizin, gök-
yüzünün, güneşin, havanın, suyun olduğu ve sadece
insanlar için yaratılmış ve yine onlar için gerekli olan
bitki ve hayvanlardan oluşmuş canlı bir yaşam alanı.
Biz insan olarak neden bunu yaşamayalım da gökyüzü-
ne bakıp, “Onlar bizden daha üstün,” diyelim ve gö-
zümüz gökyüzünde onları bekleyelim?
166
mişler, sonra kendi durduğu yerden tekrar okumaya
başlıyor. Benim sorduğum hiçbir şeyin cevabını
bilmiyor. Halbuki o metni aradan kaldırsa iki insan ola-
rak çok güzel anlaşacağız. Arada kabalık yapsak bile,
sözlerini ezber metnin kibar ifadeleri ile bitiriyorlar,
“Size yardımcı olabileceğimiz başka bir konu var mı?”
gibi.
167
Halbuki dünyanın nereye gittiğini anlayacak kapasi-
tede yaratılmadık. Hatta tabiatta biten bir şey, yeni
gelecek başka bir şey için gerekli olabilir. Yani aslında
nesli tükenmemiş ve bitmesi ile yeni gelecek başka
bir oluşuma yer açıyor olabilir. İşte hiçbir insan bu
oluşumu anlayabilecek kapasitede yaratılmadı. Her
olanı başımıza gelen kötü bir şey diye görmemizi iste-
yen negatif enerji, bizi zihnimiz aracılığı ile kandırıp
korkutuyor. Her olan için kandıran, korkutan zihnimiz.
168
tilebilecek diye biliyorlar. Ancak burada atladıkları ve
gözlerinden kaçan nokta, insanın canlı oluşu. Onun
için almak istedikleri neticeler çok kısa ve anlık olabi-
liyor, devamlı olamıyor. Böyle olunca, istedikleri gibi
yöneteceklerini düşündükleri insan taklidi robotlar
ortaya çıkmaya başladı. Şimdi de onları program-
layarak istediklerini yaptırıyorlar. Ancak istedikleri-
ni yaptırsalar da sonunda, o çok istedikleri dünyaya
hakim olma duygusunu hiç hissedebilecekler mi?
Cevabım hayır. Hiç hissedemeyecekler.
169
girdiysen, o korkunun ve inancının dönüşmesiyle yaşa-
dığın sorundan çıkarsın. Yani içimizdeki korkuların ve
inançların bizi sonunda çıkışımızı kaybedebileceği-
miz yerlere sokması ile kendime ait olmayan şeyler
yaptığımı görmüştüm. Onun için sonucu beklediğimiz
gibi olmuyor. Sonunda bizi çıkmaza sokan istekler,
korkunun istekleri. O hiç doymaz, hep ister. Alınan ne-
ticeler de korkuların yönlendirmesinin neticeleri. Bu
yüzden, her şeye hakim olma isteği ile robotlardan da
istedikleri hakim olma hissini alamazlar.
170
ma, insana zararlı olacak her şeyi keşfetmeye çalışıyo-
ruz. İlle bir şey yaratacağız. Yaratılanla yaşamayı,
kullanmayı, işimiz bitince bırakmayı bilmiyoruz.
Her yeni “keşfettik” denilen şey ilk günlerde bizi iyi
hissettirse de sonraları o kullandıklarımızın zararından
çıkamaz oluyoruz. Televizyonda geçen gün bir alt yazı
okudum. “Antidepresanlardan nasıl kurtulacağız?”
diye yazıyordu. Onları bilim keşfetmedi mi? Yenilik
diye tanıtılmadı mı, herkese verilmedi mi? Şimdi
neden kurtulmak gerekiyor? Yani alan da veren de
bilim, biz sadece inandırılanı kullanıyoruz. Biraz uya-
nır gibi olunca da “Bilim çok önemli,” diye yeni bir alt
yazı geçiyor.
171
diği olduğunu algıladığımda, bu istek için yaptığım
her şeyin ne kadar boş olduğunu anlamıştım. “Peki,
neden böyle bir istek içindeyim?” diye sorguladığım-
da, asıl dönüştürmem gereken günlerimi gördüm.
O güne kadar yaşadığım, bana acı veren olaylarda,
“Bana bir şey olmadı,” diyerek kendimi kandırdığımı
ve duygularımı örttüğümü fark ettim. Bu üstü örtülen,
bastırdığım duygularımın bir süre sonra beni, “Her
şey benim istediğim gibi olacak,” diye inandırdığını ve
içimde bilendiğini fark etmiştim. Yani başıma gelen
olay için, içten içe Allah’ı suçluyordum. “Ben yöne-
tirsem istemediğim olaylar başıma gelmez,” diye
inanmıştım. Bu istemediğim olayların içinde, ailemin
içinde yaşadığım ölümler de vardı. Ne kadar büyük bir
kandırmanın içinde olduğumu anladım. Yıllardır her
anımı, bilmeden bu istek için kullanıyormuşum.
172
salar da Dünya robotun evi değil. Robotlar cansız,
Dünya canlı; birbirine uymaz. Dünya canlı olduğu için
canlı olan insanın evi.
173
pıyorlar ama yönetemediklerini fark etmiyorlar bile.
174
değil,” diyebilir. Oyuna gelmemeyi başlatabilir. Zih-
ninden gelenlere kendini açmaz. Gözlerini açarak,
gördüklerini gördükleri kadar değerlendirirse bunu
başarır. Zihninden gelenlere de kendi gördüklerine
göre cevap verir. Zihninden gelen bilgilere inanmaz,
kendi bildiklerinde kalır.
175
yaşadığı aldatılmaları anlatıyordu. Neticede, kocası-
nın başka bir kadını sevdiğini bile bile evlenmekten
vazgeçemedi. Önceden her şeyi gördüğü halde, “Ben
halledebilirim. Evlenince düzelir,” inançları ile kendine
ölümüne doğru giden bir hayat çizdi. Ama dışarıdan
bizim izleyip imrendiğimiz ise, bir prensesin saray bal-
konunda romantik öpüşme sahnesi ve tebessüm dolu
çok güzel ve şatafatlı görünen hayatıydı.
176
diye ikinci hatta üçüncü çocuğu dünyaya getirirken ken-
di kardeşleri ile yaşadığı ortamın aynısını başlattığını,
kendi ailesinde de farklı bir şey olmayacağını bilirse ve
başka sanal beklentilere, zannetmelere girip kendini
kandırmazsa aile olur.
177
yerine getirsin. Bu durumda, bu güzel insan enerjimi,
bu kendi muhteşemliğimi harcamış olurum. Kendi
yaşamımı, kendi canlı insan halime göre yaşamalıyım;
kendi yapabildiklerimi kendim için kendim yaparak.
Böylece sağ kulağımı sol elimle göstermemiş olurum.
178
hep başkalarında ise, zaten fark etmeden, devamlı
zihnimin söylediklerini yapıyorum. Başkalarının söy-
lediklerine ihtiyaç duymayı bitirmeden, zihnimin
yönlendirmelerinden çıkamam. Biri dışarıdan konu-
şuyordur, diğeri içeriden konuşuyordur. Böylece ben
bana söylenenleri yaparak, ben neyi yapabilirim, bil-
mez oluyorum.
179
mümkün olmayan şeylerdir. Zihnin, senin devamlı bir
şeyler yapmanı ister ve “Sen yaparsın,” diye inandırır,
teşvik eder. Böylece seni, kendini çaresiz hissedeceğin
bir ortama sokar. Sonra da yeni bir yön söyler ve seni
oraya doğru gitmen için teşvik eder ve böylece sana
yeni bir çıkmaz yaratır.
180
yok. Sen kendini yapabilir hissettiğin zaman zaten
seni kimse durduramaz. O hal senin kendi halindir.
Yapacakların oradan hareket eder.
181
Yani negatif enerji önce hayal kurdurdu, sonra da o
hayali destekleyici sohbetler yaptırdı. Bir anda etra-
fımızda bizi destekleyen böyle insanlar çoğalmaya
başladı. Sonra ikna olduk, krediyi aldık. Tabii o güne
kadar isteyip yapamadığımız şeyler hemen önümüze
çıkmaya başladı. Biz de parayı başka yerlerde harca-
maya devam ettik. Çünkü henüz o işi yapabilir halimiz
kendi içimizden hareket etmiyor. Birileri söyledi diye
aldık krediyi. Bu durumda, devamında birileri söyle-
meye devam etmeli. “Yap, iyi olur,” diyenlerin de neye
göre söyledikleri belli olmadığı için, yani “ağzına geldi
söyledi” durumunda oldukları için kurulan işin arka-
sına henüz kendi enerjim oturmadı, sallantıdayım,
“Birileri söylesin, yapayım,” noktasındayım. İşte böyle
bir yolla geldiğim son nokta, paranın daha işten kazan-
madan bittiği yer.
182
Asıl olan insanın kendisi ve kendi yapabileceklerini sa-
dece kendinin bildiği hali, ama insan kendini, bu oyun
bahçesinde, birçok tanım ve sınırlamalarla, yapacağı
ve yapamayacağı listelerle sıkıştırmış durumda. Ken-
dim ve başkaları için yaptığım tanımlamaları bitirmez-
sem kendi sonsuz, sınırsız halime geçemeyeceğimi
anlamıştım. Tanımların arasında sıkışmıştım.
183
lenenlere inanan insanlar arttıkça, söylenenler de
zihinlerde iyice yayılıyor. Sonra zihni o kişiye, “Şimdi
bundan kurtulman lazım. Şunları, bunları yaparsan
kurtulursun,” diyor. Tabii ki durum daha kötüye gidi-
yor. Ve gelinen son durum için, “Bekle, kurtarıcı gelip
seni kurtaracak,” diyorlar.
185
lar doymaz. O zaman da “Ben korkularımı doyurmaya
değil, korkularımı dönüştürmeye emek vereceğim,”
diye karar vermiştim.
Benim fark ettiğim bir şey daha vardı. Ben, “Aile yok,”
186
derken,“ Aile içindeki kişilerden veya arkadaşlarınız-
dan bekledikleriniz olamaz,” diyorum. Beklentilerin
olmadan herkesle yaşa. Çünkü beklediğin şeyler senin
isteğinse sen senin için yaparsın, neden başkası yapsın?
Eğer senin istediğin değil de zihninin yönlendirmesi
ise onu da başkası yapsın diye bekleme, isteme, yani
istek listenden çıkar. Ben bunu anlamıştım.
187
oldukları için bu sistemle insanları ele geçirmeleri çok
zor olmaz. Ama bu sefer bağlandıkları, “Dünya İnsanı”
olduklarını zannettikleri yerde daha büyük bir kaybo-
luş var. Çünkü orada istemedikleri şeyleri kendilerine
yaptıran oluşumu gözleri ile göremeyecekler. Sadece
zihinleri ile bilecekler. Yani sanal bir dünyada sanal
bir yaşam başlayacak. Daha evvel insanlar annelerine,
babalarına, kardeşlerine kızarken, onlara küserken
daha canlı yaşanıyordu. Böyle bir ortamda zaman za-
man beş duyunun birazı çalışıyordu. “Dünya İnsanı”
olacakları yerde beş duyuya ihtiyaç yok, zaten beş
duyunun işleyeceği bir ortam da yok, zihnin yönlen-
dirmesi var.
188
rum. Tabii ki en önemlisi hiç hasta olmam. Böylece tek
sahip olduğum şey olan bedenim, beni çok güzel ya-
şatır. İyi bakacak olduğum şey sadece kendi bedenim,
EN olacağım halim de kendimin EN’i. Çünkü gerçekte
tek sahip olduğum şey bedenim.
189
Zaten her yaptığımız düzeltme hareketi birkaç yıl
sürüyor, devamlılığı olamıyor. Çünkü bizi bozan şeyler
inançlarımız. Onlardan kurtulmadan sağlığımız ve
kendimizi görmek istediğimiz, beğeneceğimiz halimiz
devamlılık göstermez.
190
Ben çalışmalarıma tansiyon hastalığımla başlamıştım
ama o güne kadar yıllarca migren ağrıları çekmiştim.
Zaman zaman vücudumda kistler oluşmuştu. Hepsi
için de ameliyat olmuştum, her seferinde iyi huylu
demişlerdi. Çok sık grip olurdum. Sözün kısası her
hastalık tanıdıktı. Çeşitli zamanlarda hepsini yaşadım.
Ancak bu çalışmaları tam olması gerektiği gibi yaptı-
ğım için yirmi yıldır hiç hasta olmadım, yani tekrarlanan
bir hastalığım olmadı. En önemlisi, bu süre içinde bir
hastalığımı geçirdiğimi zannederken yeni bir hastalıkla
karşılaşmadım. Yani kendi değişimimi yüzeysel değil,
tam yaptım.
191
nin başlangıcı, “Para kazanmalıyım,” değildir. Para
kazanmak insanın amacı ve hedefi olamaz. Ancak
yapabildiklerini, kendince en iyi şekilde yapmayı iste-
yebilir. Bunun için de amaç edinmeye gerek yoktur. Bu
zaten doğal halimizdir.
192
de götürüp onları iyi etme gayretimi anlatmıştım. İlk
kitabımın birçok yerinde kendi keşfettiklerimi ailem
ve yakınlarıma da uygulatmak için ne kadar uğraştığı-
mı anlatmıştım.
193
“Üzüldüm,” kelimesini de çok kullanırdım. Üzül-
düm, demenin, “Benim zor durumda olan ya da has-
ta olan kişiler için yapabileceklerim var ama ben
yapamıyorum,” demek olduğunu, böyle kandırıldı-
ğımızı anlamıştım. Ne kadar etkili bir oyun. Beni yapa-
madım diye kendime karşı kızgın yapıyor. Devamlı içten
içe kendimi suçlatıyor, yapamadım diye. Karşımdaki
insanlarda da “İsteseydi bizim için bir şey yapardı,
yapmadı,” diye beklenti ve öfke oluşturuyor.
194
de güç olduğuna inandırıyordu. Ben de o gördüğüm
neyse, ona sahip olmak için mücadele ediyordum. Güç
diye tarif ettiğim şeylerin de kullanım anı geldiğinde
işe yaramadığını algılamıştım.
195
zaman insanın kullanması için yaratılan şeyler insanı
değerli yapar mı? Her şey zaten insan değerli olduğu
için var. Onlar var diye insan değerli değil. Her olan,
insanın değerinden dolayı onun hizmetinde. Böylece,
“Değerliyim,” ya da “Değersizim,” diye inanmam
gerekmiyor. Olmayan, “DEĞER”in kendisiydi.
196
doğum anında gelemedi. Ben de gelecek diye bildiğim
için, önceden neler yapmam lazım diye bilgi almadım.
Doğumunun başladığını değişen hareketlerinden he-
men anladım. Önce panikledim, sonra da sadece, ona
rahat gelecek bir ortam hazırlayarak izlemeye başladım.
197
madığını anlamıştım. Bu olayın benzerlerini tabii ki
herkes yaşıyor. Yaşam bu, ama korkularım ve inanç-
larımın hakim olduğu, beni ele geçirdiği yerlerde, olan
güzellikleri göremiyorum.
198
neler kaybettiğimizi fark edemeden devam ediyoruz.
Hatta elde edemediklerimiz için, “Daha fazla eğitim
alırsam, yani bir master daha yaparsam istediklerimi
elde ederim,” zannediyoruz. Böyle gösteriliyor. Hem
görsel hem zihinsel olarak böyle yönlendiriliyoruz.
Halbuki elde edemediklerimizin önünde kendi inanç-
larımız ve korkularımız var, onları elde etmemize mani
olan kendi inancımız.
199
Yani daha sahaya hiç inmemiş bir kişinin okuduğu
kitaplarla ahkam kestiği, kendisinin hiç yaşamadığı,
böylece söylediklerinin doğru olup olmadığını ken-
disinin bile bilmediği bilgilerin ezbere anlatıldığı
ortamlar değil. Bu tip yerlerde, “Hangi okuldan me-
zunsun?” diye soracakları için, alınan gerçek eğitimle-
rin önemi olmuyor. Çünkü gösterecekleri bir diploma
aranıyor.
200
Oyun bahçesinde olan “yapılmalılar” listesinden çıkar-
sak, hayatı yapabildiklerimizle yaşarsak, “Başardım,”–
“Başaramadım,” oyununun içine de düşmemiş olurum.
Oyun bahçesi, her yapılmalılar listesinin başına,
“Başarmalısın,” diye bir başlık koyar.
201
uyanırsak kendi yaşadığımız her şeyi çok severiz.
Olanı göstermek istemeyen, bize olmayanı göstere-
rek üzülmemizi ve kendimizi her an kötü hissetmemizi
sağlayan zihnimiz, bizim yaşadığımız hiçbir şeyden
memnun olmamamızı ister. İstediklerimden biri olur-
ken o anda olmayan başka bir şeyi gösterir. Daha başar-
manın sevincini yaşamadan bana başarmam gereken
yeni bir ortam hazırlar. Böylece yeni başaracağım he-
defe yönelmiş olurum.
202
Nil Avunduk! Bir sorum daha var?... :) kitabımın 152.
sayfasında, Park adını verdiğim 2.000 metrekare bir
binayı kiralarken yaşadığım bir sahneyi anlatmıştım.
O olayda mülk sahibi, benden, üç yıl sonra binadan
çıkacağıma dair bir imza istemişti. Ben de “Böyle bir
sözleşme yapmam, böyle bir zaman koyarsak beni
daha evvel çıkarmak istersen çıkaramazsın, halbuki
böyle bir sözleşme yapmazsak istediğin zaman çıka-
rırsın,” demiştim. O da çok şaşırarak, “Bu kadar mas-
raf yapacaksın, ben gelip altı ay sonra çık dersem,
çıkacak mısın?” diye sormuştu. Ben de “Sen ne zaman
çık dersen, çıkacağım. Çık diyenin sen olmadığını,
Allah’ın bana, ‘Çık,’ dediğini anlayacağım,” diye cevap
vermiştim.
203
daha ileri bir tarihte, Park kapanırken birçok kişi buna
zaten kendi gönüllü oldu. Ya da bir yerlere şikayet
ederek, onları zor duruma düşürmek için her ortamı
kullanırdım. Bunu da yine binanın kapatılması sıra-
sında birçok kişi benim adıma yapmak istedi. Hatta
neredeyse bunu siyasi partiler arası bir ortama bile
sokacaklardı. Korkularım ile yaşadığım zamanlarımda,
bunların hepsini zaten yapardım.
204
veya elimde olan bir şeyi almaya gelemezlerdi. İşleri
çıkar, yolları değişir, bana ulaşamazlar. Bu her insan
için geçerli. Benim algıladığım buydu. Yani bana kadar
geldilerse benim için o an kabul anıydı.
Benim olduğum algıda ise, benim için yeni bir kapı açı-
lıp açılmayacağını bilemem. “Benim için hayırlı, benim
için hayırsız,” cümlelerini de kullanamam. En önemlisi,
geleceği bilemeyeceğimi algıladığım için, “Geleceğim
parlak,” diyemem. Benim için, sadece yaşamda olan
vardır ve olanları görerek, olanların arasında kendi
205
seçimlerimi yaparak, kayarak hareket ederim.
206
için yaptığım binanın açılışından bir gün evvel yaşanan
bir olaydı. Binanın üç ay süren inşaatı sırasında bina-
da yapılan işlerle ilgili, önem verdiğim konulara
dikkatlerini çekmek için, “Seminerler kalabalık oluyor,
gelen insanların seminer esnasında rahat olmaları
önemli. Onun için sıcaklık ayarı ve havalandırma çok
önemli, yapılan ölçümler buna göre dikkatli yapılsın.
Ben zaten otellerde yaptığım seminerlerde bunlardan
rahatsızdım,” diye hatırlatmalarda bulunuyordum. Bu,
benim inşaat sırasında özellikle önem verdiğim bir
noktaydı.
207
sakin yap,” dedim. “Ben böyle yapıyorum,” dedi ve bir
yandan da vurmaya devam etti. “O zaman sen yapma,
aşağı in,” dedim. “Bunu ben yaparım, bu benim işim,”
dedi. “Eğer böyle yapacaksan in aşağı, yapma,” dedim.
“Ben inerim, yapmam, ama sen de yarın açılışını yapa-
mazsın,” dedi.
208
Ertesi gün seminerde sadece birinci kat değil, üç kat
da dolmuştu. Her katın televizyon görüntülerini ve her
yerdeki ses düzenini açarak muhteşem bir kalabalı-
ğa çok güzel bir seminer vermiştim. Seminer verirken
uygun olmayan havayı ilk ben hissederim. Bu konuda
hassas olmama rağmen bu kadar çok insanın bulun-
duğu mekanda, üç saat boyunca hiç havasızlık, sıcaklık
ya da soğukluk hissetmedim, kimse de hissetmedi.
Seminer bittikten sonra tavanın deliklerini gördüm. Ve
çok iyi hatırlıyorum, yüzümde bir gülümseme oldu.
209
çok şaşıracağı tepkiler veriyordum. Verdiğim kararla-
ra inanamıyorlardı. Haklılar, korkularım olsaydı
öyle kararlar veremezdim. İş görüşmesi yaparken
muhakkak korkutacak bir şey bularak konuşmaya
başlıyorlardı. Ben de bir adım geriye giderek, bir ara
vererek tekrar ne istiyorsam onu tekrarlıyordum.
Onlar ezbere konuşuyordu. Ben ne istediğimi bilerek
konuşuyordum. Kendi kafalarının karışıklığını bana
geçiremiyorlardı. Çünkü söyledikleri sözler, benim
korku düğmeme basıp beni alabora edemiyordu.
Kararlı ve nettim. Ancak onların iş olarak bildikleri ko-
nularda bütün dikkatimle onları dinliyordum.
210
bir şeyler yaparsın artık,” derdim ve onun hakim ol-
duğu, benim yok olduğum bir ortamın içine düşerdim,
sonucu artık nereye giderse. Ya da “Yetişmez,” diyene,
“Aman, ustacım, sen şimdi bunu nasıl yetiştireceğini
bilirsin,” derdim. Sonra da her çıkan, hem de ondan
kaynaklanan aksilikte, “Ben size yetişmeyeceğini
söylemiştim,” diye, her beceriksizliğine bir kılıf bu-
lurdu. Zaten bunları yaşadığım yerden geliyorum. Bu
binayı, vereceğim seminerler için açarken ben değiş-
memişsem, yapacağım seminerlerin anlamı olabilir
mi?
211
şekilde sunmak ve o ürüne inandırmak gerekiyor. İkna
için çok az zaman var ve insanların açıklarından hızla
giriş yapıp etkilemek gerekiyor. Ve neticede “istediğini
oldurtman” gerekiyor!
212
doğru söyledi. İki kişisiniz, birlikte yaşarken devamlı,
“Ben bilirim,” diyorsun veya ağzınla söylemiyorsun
ama o tavırdasın. Hani birlikteyken güzel vakit geçirdik
deriz ya, aslında sadece biri güzel vakit geçirir, diğeri
de uygun olan bir zamanda kaçmak için bekler.
213
şuydu, yanındakinin yapamadığını kendi yapabilir
haldeydi. Ama kendi yapamadığı başka şeyle yıllarca
mücadele ediyordu.
215
Her olayda, “Benim istediğim olacak,” inancımın altın-
daki sebep başkaydı.
216
Yıllardır web siteme hiç reklam koymadım. Çok net,
temiz bir site. Bu siteyi reklamla ayakta tutmam ge-
rekmedi. Çıkardığım kitap için reklam vermedim.
Çünkü ihtiyacı olan zaten alacaktır. Bunun için benim
zorlamam, oldurtmaya uğraşmam gerekmediğinin
bilincindeyim artık. Anlattığım her algımı yaşıyorum.
Bu benim doğal halim.
217
Kendi çalışmalarımı yaptığım sıralarda bunu fark
ettiğimde, kendi elimde kullanmadan kalmış olan
malzemeleri gördüm. O zamana kadar dikkatimi
çekmemişti. Bunların ne kadar çok olduğunu fark
ettim. Kendime şu soruyu sordum: “Hani ben
biliyordum? Neden bunlara kandım da aldım?”
218
dışarıya bakacak, onları inceleyecek zaman bulamam
ve bütün zamanımı, dikkatimi kendi yapacaklarıma
veririm. Böylece kendi güzel halime, kendimin be-
ğeneceği halime gelirim. Başkalarının yaptıklarını yap-
maya başlarsam hangi oluşuma doğru gittiğim belli
olmaz, kaybolurum.
219
üzerine de para alacaktım. Ama o içecekleri ben
kendim içmiyorum ve iyi olmadıklarını biliyorum. O
zaman benim açtığım bir binada, para alacağım diye,
onları nasıl bulundurup reklamını yapardım? Tabii ki
bu reklamlara girmedim. Çünkü benim korkularım
bitmişti, inançlarımın esiri değildim artık. Zaten içim-
deki ses de, “Yalancılıklarını bitir,” demişti. Artık yalan
olan şeyleri yapamazdım. Kendime iyi gelmeyen bir
şeyi tavsiye edemezdim.
220
uyanamazdım. Bu açık algımı, olaylara açık bir zihinle
bakmayı korkularım dönüştükçe elde ettim. Artık öz-
gürdüm ve orada yine kendimce bir karar verebildim.
221
olarak kalırız. Halbuki kendi yapabileceklerini yap, is-
teyip yapamadıkların için de bu isteğinin oluşmasına
mani olan sendeki korku ve inançları bulup dönüştür.
Böylece isteğini yapabilir hale gel. Belki yapabilir hale
gelince istemeyeceksin bile.
222
Eğer bir “isteğin” önünde olumlu veya olumsuz inanç-
lar varsa o istek hiç bitmez ve gerçekleşmez. Sen de
o isteğe sadece takılı kalırsın. Önce isteğin hakkındaki
“olumsuz” inançları hangi olayda yaşadın, onları bul,
dönüştür. Sonra alttan aynı konu ile ilgili “olumlu” olan
inançlar da gelir. O olumlu olarak bildiğin inançları da
dönüştürürsen, yani senin zannettiğin olumlu düşün-
celerin de doğru olmadığını, sadece bir zannetme
olduğunu anlarsan isteğin ortadan kalkar ve kendi ya-
şadıklarının zaten çok güzel olduğunu fark edersin.
Çalışmanın maksadı buydu.
223
isterim,” inancından çıkmış olursun. Olayın gerçeğini
görürsün. Artık istemek ve istememek senin için daha
net olur.
224
başlarsınız. Yani korktuğunuz ve inandığınız şeylerle
birliktesinizdir.
225
Oyun bahçesi önce yapılacaklar listesi veriyor, sonra
da yapamadığın için bu sefer spiritüel bahçe devreye
girerek sana onları YARATMA şekilleri öğretiyor.
226
yaratamayacağımı anladım. Böylece herkes için kurdu-
ğum hayal dünyamdan çıktım.
227
Birisi sinema oyuncusu oluyor, “Ben de yaparım,”
demezsem.
Biri evleniyor, “Ben de evleneceğim,” demezsem.
Biri çocuk doğuruyor, “Ben de isterim,” demezsem.
Biri çok para kazanıyor, “Ben de çok para kazanacağım,”
demezsem.
Bu örneği sayfalarca yazmak isterdim...
228
Zaten başıma gelenlerin de kendi yapamayacaklarıma
saptığım için olduğunu bulmuştum. Ancak o isteklerimi
yapamayacağımı fark etmemi korkularım örtüyordu
ve beni yapabileceğime inandırıyordu. Yani korkuları-
mın ve doğru olmayan inançlarımın eline düşmüştüm.
Böylece sağa sola koşup duruyordum.
229
Bu sorudan sonra kendi korkularımı bulup dönüştür-
dükçe araba biraz durulmuş oldu. Ben de rahat nefes
alarak sağ arka köşede sakin bir şekilde yol alır ol-
muştum. Biraz böyle gittikten sonra üçüncü soruyu
sordum.
230
Yolumu böyle alarak her “var” dediğimin iki ucundan
da inançlarımı ve korkularımı dönüştürerek çıktığım
için oyun bahçesinde bir o duvara, bir diğer duvara
vurarak yaşamam ve bunlar için çeşitli teknikler kul-
lanmam gerekmiyordu. Onun için “ruhsal” , “spiritüel”
diye bilinen, “kişisel gelişim” diye bilinen ve uygulanan
konuların içinde değilim.
231