You are on page 1of 67

diiSiiDbiL EDİTÖRDEN

AYLIK FELSEFE DERGiSİ


Ara ara 20-30 yıl önceki dergilerin editör köşeleri­
YIL 13 /SAYI 83 I EYLUL 2019
ne bakıyorum, neler yazmışlar diye. Bugünden düne
bakarken o yazılanlar benim için ne ifade ediyor
imtiyaz Sahibi
Düşünbil Yayıncılık Tic. Ltd. Şti. bunu anlamaya çalışıyorum . Elbette temel mesele
adına Olcay Yılmaz hep aynı: dergilerin zor koşullarda çıktığı, kağıt fi­
yatlarının yüksek olduğu ve dağıtım sıkıntılarının
Sorumlu Yazı İşleri ve devam ettiği anlatılıyor. Bu sorunlar dergilerin her
Genel Yayın Yönetmeni dönem yaşadığı sıkıntılardır. Maalesef ülkemizde
Olcay Yılmaz dergiler hep üvey evlat muamelesi görmüştür ve
bu durum değişmemiştir. Tüm bunların dışında
Yayın ve Çeviri Editörü
bu dergilerin editör köşelerinde dönemi anlatan ve
Cemre Yılmaz
ders niteliğinde şeyler de vardır. Dönemin siyasi ve
ekonomik tablosu tarih kitaplarına girmeyen anla­
Görsel Yönetmen
Okay Yılmaz tımlarla doludur. Ben de bu köşede dönemi anlatan
ve ileriye ders niteliğinde olacak anlatımları koymak
Rekl am ve Halkla İlişkiler istiyorum. Ama maalesef son 10-15 yıldır anlattıkla­
info@dusunbil. com rımız hep aynı ve olumsuz şeyler olmaya başladı. Bu
www.dusunbil .com/reklam da sözün bittiği anlamına geliyor. Sözün bittiği yerde
eylem başlar. Bu ekonomik koşullarda, tekelin zirve
Üyelik Koşulları yaptığı bir dönemde biz de dergi çıkarma konusun­
Kütüphanelere, Kurum ve Kuruluşlara
da eylemimizi eylemsizlik olarak bir eyleme çevire­
Yıllık Üyelik: 480 TL
biliriz. Bunu gelecek günler gösterecektir.

Dergi Satış: www.dusunbilkitap.com


Web: www.dusunbil.com
E-posta: bilgi@dusunbil.com Bu sayımızda felsefenin erkek egemenliğini kıran
WhatsApp: 03 129267260 kadın filozofların.birkaç tanesine yer verebildik. Dü­
şün dünyamıza katkıları kadar bakışımızı da derin­
ISSN: 1309-3304 den değiştirecek filozoflarla tanışmak bizim kadar
Yaygın Süreli Yayın sizi de mutlu edecektir.

Yönetim Adresi: Remzi Oğuz Arık Mah.


Büklüm Sok. No: 47/3 ÇANKAYA / ANKARA
Keyifli okumalar...

Basla: Desen Ofset


BirlikMh. 448. Cd. 476. Sk. No:2
Çankaya, Ankara .
Telefon: O (312) 4964343

Basım Tarihi: 28 Ağustos 2019


Basla Adedi: 4000
.

O /dusunbildergisi rl @dusunbildergisi
Makalelerde dile getirilen düşüncelerden ve kaynakların doğruluğundan
yazarlar sorumludur. Düşünbil\:le yayınlanan yazılar dergi yönetiminden
izinalınmaksızın internet dahil herhangi bir yayın organında yayınlana-
maz. çoğaltılamaz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
� @dusunbildergisi m /dusunbildergisi

ıttt11ıırn•11
İnsan ruhu hakikate ve
ifade özgürlüğüne ihtiyaç duyar.

Simone Weil
1

/
·�
../ ' . '

\_'_'

1
I
\
İÇİNDEKİLER
düSiinbiL
KAPAK

06 Rusya'dan Amerika'ya Ayn Rand'ın


Felsefi Yolculuğu
Martin Jenkins
Çeviren: Janset Nas Kılınç

1O Virginia Woolf:
Zamanın Bataklığında
Androjen Bir Ophella
Josef Hasek Kılçıksız

15 Hannah Arendt'ten Bize Kalan


Ala Emire O. Ersoy

21 Simone de Beauvoir'ın Cinsel


Farklılık Fenomenolojisi 1
Sara Heinamaa
Çeviren: Bünyamin Tan

27 Siyaset Felsefesinde Kadının ve


Kadın Filozofların Yeri
Söyleşi: Efsun Aksen

31 Felsefenin Anlamadığı Şu:


Ayn Rand'ı Yok Saymak Onu
Ortadan Kaldırmayacak
Skye C. Cleary
Çeviren: Cemre Yılmaz

34 Geçmiş ve Gelecek Arasında


Kaybolan Kamusal Alanın
Tezahürü
Dilan Akpolat

11tf!t11i)ffi1
düSünbil -
37 Virginia Woolf'un Çarpıcılığı:
Rosi Braidotti ile Söyleşi
Ruth Clemens
Çeviren: Leyla Belma Gazi

41
Bir Kadın Filozofumuz: Mübahat
Türker (Küyel)
Sema Önal

45
Filmdeki Felsefe
Benjamin Poore
Çeviren: Zeynep Şenel Gencer

50
Çocuk Analizi ve Bilinçdışı
Fantezi Mefhumu
Patricia Daniel
Çeviren: Erdi Deviren

53 Hannah Arendt'in
Adolf Eichmann'a Olan İtirazı
Judith Butler
Çeviren: Toygar Akın

Düşünmek, Arzuyu Öldürür!


57
Olcay Y ılmaz

60 Felsefe Dünyası

63 Karikatür

64 Okuma önerisi

trtt11ııruı11
RUSYA'DAN AMERİKA'YA AYN RAND'IN FELSEFİ YOLCULUGU
MARTIN JENKINS
ÇEViREN: JANSET NAS KILINÇ

Çoğu felsefi akım, kurucularının ölümü ardından Ordu'nun (komünist) dönmesini umdum
kurucularının adıyla anılır, Platonculuk gibi. Bazen ve Kızıl Ordu tarafından işgale uğradığında
de Varoluşçuluk gibi uygulayıcılarının akıl birliği ile da tersini. Pratikte aralarında pek bir fark
adlandırılır. Ancak normalden daha büyük bir ego, yoktu ama teoride vardı. Kızıl Ordu totaliter
bir felsefe kurar ve kendi istediği gibi adlandırır. Yeni diktatörlük ve terör ile hükmetme tarafta­
Entelektüel İçin'de ( 1 961 ) Ayn Rand, "Felsefem için rıydı. Beyaz Ordu hiçbir şeyin taraftarı de­
seçtiğim isim Objektivizm'dir:' diye yazar. ğildi; tekrar ediyorum; hiçbir şey. Savaştık­
ları korkunç şeytana cevaben, Beyaz Ordu
Rusya ve Amerika bütün zamanın en sıkıcı, en kokuşmuş bey­
Ayn Rand, 1 90 5 yılında Saint Petersburg'da Alisa lik laflarından daha fazlasını bulamadı: sa­
Zinovyevna Rosenbaum olarak doğdu. Babası başa­ vaşmalıyız, dediler, Kutsal Rusya Ana için,
rılı bir Yahudi eczacıydı. Sadece on iki yaşındayken inanç ve gelenek için. ('Vietnam Dersleri:
Ekim Devrimi bütün hayatını değiştirdi. Babasının 1 975)
işine el konuldu ve aile Kırım'a kaçtı. Rus İç Savaşı Aile, Saint Petersburg'a döndüğünde -ki artık Pet­
( 1 9 1 8-2 1 ) yıllarını burada geçirdiler. rograd olmuştu- Alisa, Devlet Üniversitesi'ne ka­
Rand'ın sık sık hayatını mitleştirildiği iddia edildi; yıt oldu. İddiaya göre burjuva olduğu için okuldan
ancak bir paragrafı kulağa gerçekçi geliyor ve pek atıldıktan ve yabancı akademisyenlerin müdahale­
çok şeyi açıklıyor: leri sonucu atılmaktan kurtulduktan sonra, 1 924'te
Tarih diploması aldı. Bundan sonra, o zamanlar adı
Pek-ç_ok kez el değiştirmiş küçük bir köyde Leningrad olan şehirde Ekran Sanatları okudu. Bu
yaşadım . . . Beyaz Ordu (çar yanlısı) tara­ zamanlarda neden yaptığını hiç açıklamamasına
fından işgale uğradığında neredeyse Kızıl rağmen 'yazma ismi' olarak Ayn Rand'ı benimsedi.

lllm/m@ı
1 925'te Chicago'daki yakınlarını ziyaret etmek için 2. Epistemoloji: Akıl
vize aldı ve Şubat 1 926'da New York'a, iddiaya göre
. 3. Etik: Çıkarcılık
hiç Ingilizce bilmeden, vardı. (Eğer öyleyse de çok
çabuk akıcı şekilde konuşmaya başladı.) Ailesini 4. Politika: Kapitalizm
ABD'ye getirmek için vize alma denemelerinde bu­
lundu ama başarılı olamadı. "Benim yazımın güdüsü ve amacı ideal insanın yan­
sıtılmasıdır:' Tabii ki fikirleri bundan çok daha kar­
Yazar ve Felsefeci maşıktı. Ama büyük olasılıkla niyeti açıkça deneme­
Rand, Hollywood'a taşındı ve iddiaya göre şans eseri lerinden ziyade kurgu yazılarında görülüyor.
Cecil B. DeMille ile tanışması üzerine figüran olarak Hayatın Kaynağı, başkahraman olan mimar Howard
çalışmaya başladı. Sonrasında senarist olarak çalıştı. Roark tarafından tasarlanan bir konut geliştirme
l929'da aktör Frank O'Connor ile evlendi projesi hakkındadır. Geliştirme ekibin­
ve 1 93l'de Amerikan vatandaşı oldu. den biri kendine uzun süreli bir iş
İlk başlarda sınırlı başarıyla ro­ sağlamak için tasarımda bir deği­
man yazarlığı ve piyes yazar­ şikliğe sebep olunca önemli bir
lığı yaptı. Sonrasında piyes­ gelişme olur. Bu kişinin ken­
lerinden biri Broadway'de di çıkarı ile ilgili bir davra­
sahnelendi ve l9 36'da yarı nış, Rand'ın felsefesinin de
otobiyografik romanı Ya­ üç numaralı doktrini ile
şamak İstiyorum yayım­ uyuşuyor diye onun bu
landı. davranışı onaylamasını
1 943'te ilk çok satan bekleyebilirsiniz; ancak
eseri olan Hayatın Kay­ o, üstü kapalı bir şekilde
nağı yayımlandı. l949'da bunu kınar. Roark karşı­
Rand'ın kendi senaryosu mıza sanatsal onuru olan
kullanılarak filme çekildi birisi olarak çıkıyor: inan­
(birazcık değişikliğe uğramış dığı şeyleri yapıyor, o anda
halde) ve başrolünde Gary Co­ kendi çıkarına karşı olsa da. Bu
oper oynadı. Bazı söylentilere göre sebeple Roark kendine karşı dü­
Rand, kendi yazmış olmasına rağmen rüst. Burada Rand, aşağılık bencillik
filmi beğenmedi. Başka bazı söylentilere göre ile aslında inandığı 'kahramanca egoizmi
ise yapımcıya ve yönetmene onun vizyonuna sadık karşılaştırır.
kaldıkları için teşekkür etti. Rand, Friedrich Nietzsche'den etkilendiğini kabul
Sonraki romanı Atlas Vazgeçti ( 1 957) geliştirmek­ etmiştir; ancak onun fikirlerini reddettiğini de iddia
te olduğu felsefenin bir ifadesiydi. Aynı zamanda etmiştir. Buna rağmen onun kahramanları Nietzsc­
onun son kurgu işiydi. Kitap çıktığında Rand, Los heci Üstinsan'ın bütün karakter özelliklerine sahip­
Angeles'ten New York'a taşınmış ve kendini bir grup tir. Özellikle de kapitalist karakterleri mütemadiyen
hayranı ile çevrelemişti, onlarla kendi apartmanın­ kodamandır ve genellikle kendi başına bir yerlere
da kendi fikirlerini tartışmak için buluşuyordu. Şaka gelmiş, kendi işlerinin sahibi ve hissedarların sürü
yollu kendilerini 'Kolektif' diye adlandırıyorlardı. içgüdüsüyle sınırlanmayan insanlardır. (Rand'daki
1 961 'de objektivizmin manifestosu Yeni Entelektüel başka bir Nietzscheci özellik ise kendi yazılarından
İçin 'i yayımladı ve sonraki yirmi yılda kendini The yaptığı sık alıntılardır. )
Objectivist Newsletter ve herkese açık konuşmalar Birey ve Devlet
yoluyla inançlarını kurgusal olmayan düzyazı ile ifa­
de etmeye adadı. Rand, insan topluluklarının tarih boyunca ya şidde­
tin adamları ya da mistisizmin adamları tarafından
Rand, "felsefesinin temelini tek ayak üstündeyken yönetildiğini iddia etti (l\ttila ve cadı-doktor', dedi
gösterip gösteremeyeceği" sorusuna cevabının hika­ Nathaniel Branden'dan anlamlı bir şekilde ödünç
yesini anlatır. Cevabı şöyleymiş: alarak) . Ne şiddetli olan ne de mistikler bir şey üret­
1 . Metafizik: Objektif gerçeklik ti: Bunun yerine her ikisi de üreticilerden ya kaba
kuvvetle ya da Rand'ın deyimiyle, din dolandırma-

'ffi/!11!ffi • 11
da ötesinde kapitalist pazar/tüccar etkileşimlerinin
iyi bir toplum için elverişli olduğuna inandı. Ama
devletin eylemlerini Rand'ın ona verdiği sınırlı rol­
den fazlasına genişletmeye eğilimli olduğunu ek­
ledi. Özellikle de, devlet 'özgecilik' tarafından ele
geçirilebilir. Bu da devletin birbirlerine hizmet üze­
rinden vatandaşlarının mallarını yeniden dağıtma
yolları haline gelmesi anlamına geliyor. Bu da, dev­
letin ödeyebilme yetisi üzerinden vergi toplaması
ama ihtiyaca göre hizmet sunması anlamına geliyor
devletin tanımına göre.

Rus İç Savaşı ile ilgili alıntıya dönecek olursak: Er­


genliğinde Ayn Rand'a dünyanın nasıl olması gerek­
tiği ile ilgili iki görüş sunulmuştu -monarşik ya da
komünist- ve o ikisini de reddetti. Sonra Birleşik
Devletlere onun nasıl olması gerektiği ile ilgili gö­
rüşü ile taşındı ve yavaşça ABD'nin onun ideali gibi
olmadığını keşfetti. Daha sonra on yıllarını ABD'yi
olmasını gerektiğini düşündüğü şey haline gelmeye
ikna etmeye harcadı.

Eleştiri ve Takdir

"Seks bütün eylemlerin en bencilidir:' diyor Atlas


sıyla bir şeyleri aldılar. Ancak modern zamanlara Vazgeçti'deki karakterlerden biri, "bir adamın cin­
gelindiğinde 'üreticiler' topluma aklın rehberliğinde sel tercihi onun bütün temel kanılarının toplamı ve
hükmedebildi. Ama Yeni Entelektüel İçin'de çağdaş sonucudur:' Rand, 1 9 54'te takipçilerinden biri olan
düşüncenin bu gelişmeyi tersyüz etmeye eğilim gös­ Nathaniel Branden ile ilişki yaşamaya başladı, o da
terdiğinden bahseder Rand. evliydi. Eşleri görünüşe göre bu ilişkiye rıza göster­
mişti. Branden, 1 958'te Rand'ın fikirlerini tanıtmak
Onun korktuğu iki şey özgecilik ve devletçilikti. için Nathaniel Branden Dersleri'ni vermeye başladı.
Nedeni her ne olursa olsun insanların özverili bir Daha sonra bunları Nathaniel Branden Enstitüsü
şekilde davranabileceklerini reddetmedi; ama ister olarak bir araya getirdi. Branden, Rand ile ilişkisi
bireyler ister topluluk olsun, insanların diğerleri bittikten sonra 1 9 64'te genç bir aktris ile bir ilişki
için yaşamaya mecbur olduğunu iddia ya da ima yaşamaya başladı. 1 968'de bunu öğrenen Rand de­
eden bütün ahlaki sistemlere karşıydı. Onun ideal liye döndü. Branden'ı yalancılık ve 'özel hayatında
insan görüsü kapitalizmden yola çıkıyordu. İnsanlar irrasyonel davranış' ile suçlayıp hem onunla hem
birbirleriyle 'tüccarlar' olarak ilişki kurmalıdır, her de karısıyla olan ilişkisini kesti. Nathaniel Bran­
biri kendi rasyonel çıkarının peşinde ve böylece de den Enstitüsü kapanmak zorunda kaldı. Kimse
birbiriyle düzgün ve akla yatkın biçimde etkileşim­ Rand'ın tepkisinin nedenini anlayamadı; ama Ob­
de bulunarak, karşılıklı saygı ve her insanın değerini j ektivizm'in aleni olarak akla bağlı olmasına rağmen
kabul etmelidir -E.F.Schumacher'in ifade ettiği gibi, tarikatımsı unsurlarının olduğu iddialarını ateşledi.
'sanki insanlar önemliymiş gibi ekonomi' yapma.
(İlginç bir şekilde romancı ve Hristiyanlık savunu­ Aslında Ayn Rand'ı eleştirmek oldukça kolay. Ör­
cusu olan C.S.Lewis, Rand'ın özgeciliğe getirdiği neğin, yazılarında tarihi ele alışı oldukça basit. En
eleştiriye benzer bir eleştiri getirerek buna 'bencil klasik hatalardan biri olarak şunu ele alalım: "Kapi­
olmama' dedi.) talizm, Birleşik Devletlerde doğmuş bir sistemdir:'
('Obj ektivizmi Takdim: LA Times, 1 7 Haziran 1 962) .
Rand bir tür devletin varlığına olan ihtiyacı kabul Adam Smith şaşırırdı. Ayrıca Batılı olmayan sana­
etti. Kapitalist anarşizm dahil olmak üzere, anarşiz­ tı takdir edemiyordu; doğrusu, gerçekten anladığı
min bütün çeşitlerine karşıydı ve devletin bir hukuk tek sanatın Avrupa geleneğindeki kurgu olduğunu
çerçevesi sağlamak ve vatandaşlarını dışarıdan veya söylenebilir. Ancak aynı zamanda lan Fleming'i,
birbirlerinden gelebilecek bir saldırıya karşı koru­ Mickey Spillane'yi ve step dansı takdir ettiğini de
mak için gerekli olduğunu savundu. Ancak bunun

111M/nııreı
söylemek zorundayız. Dar bir görüşü olabilir; ama görünsün, onlara kendi emeği ile ulaştı. Daha da
entelektüel bir züppe değildi. fazlası, insanlararası ilişkiler ve bizim devlet ile iliş­
kimiz üzerine sorular sordu ki bunlar hala sorulmalı
Aslına bakarsanız Rand sadece paradoksları yolu ve cevaplanmalı. Onun yanıtlarını yanlış da saysak,
ile anlaşılabilir. Amerikan geleneğinde bir sağ kanat doğru soruları sorduğunu ve bu sorunlara cevapla­
olarak görülüyordu; ama kürtajı destekledi ve Viet­ rımızın ne olması gerektiğine kafa yorduğunu kabul
nam Savaşı'na karşıydı. Homoseksüellikten nefret etmeliyiz. Örneğin, Yeni Entelektüel İçin'de iki önem­
etti; ama suç olarak sayılmasına karşıydı. Ateistti; li mesele öne sürer:
ama Aziz Thomas Aquinas'ı, Aristoteles'ten sonra en
çok etkisinde kaldığı kişi olarak görüyordu. Azimli, a. Duygular, bilişselliğin aracı değildir;
bağımsız bir kadındı; ama feminist değildi. Bunun b. Hiçbir insanın bir diğeri üzerinde fiziksel güç kul­
yerine, kadınların erkeklere hayran olması gerekti­ lanma hakkı yoktur.
ğine inanıyordu. Hatta Hayatın Kaynağı'nda Roark
tarafından tecavüze uğramayı kabul eden Domi­ Bu iki meseleye karşı argümanlar üretmek mümkün;
nique Francon karakterini bile sundu; çünkü Roark mümkün ama kolay değil.
ona egemen olmuştu. Ama kadınların neredeyse en
tepeye kadar yükselebileceğini de kabul etmişti -çiz­ Rand ömrü boyunca sigara içti ve 1 974'te akciğer
giyi ABD'nin kadın başkanı olmada çizdi. kanseri ameliyatı oldu. Sosyal Güvence ve Yaşlılar
için devlet sağlık sigortasına kaydoldu; ama bu onun
Rand'ın en büyük zayıflığı, vardığı sonuçların kir­
felsefesiyle tutarsız değildi: Eğer devlet senden uy­
lenmemiş aklın ürünü olduğunu düşünmesiydi bü­
gunsuzca yıllarca vergi olarak para aldıysa, senin de
yük ihtimalle. Eğer Objektivizmin bir tarikata dö­
gönülsüz yatırımının geri dönüşünde hakkın oldu­
nüşmesine izin verdiyse bu, onun saf akılla vardığı
ğunu iddia ediyordu. Yaşlandıkça, özellikle de koca­
sonuçların tek olası sonuçlar olduğuna inanması
sının 1 979'daki ölümünden sonra etkinliklerini kı­
yüzündendi. Diğer düşünürleri hep duygularının
sıtladı; ama Atlas Vazgeçti 'nin televizyon uyarlaması
aklı etkilemesine izin vermekle suçlardı; ama kendi
üzerinde çalışmaya devam etti (hiç tamamlanmadı) .
duygularının ve geçmişinin kendi fikirleri üzerinde­
6 Mart 1 982'de kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
ki etkisinin boyutunu hiç fark edemedi.
New York mezarlığında eşinin yanına gömüldü. Me­
O halde neden Ayn Rand'ın fikirlerini dikkate alma­ zar taşında 'Ayn Rand O'Connor 1 905-1 982' yazıyor.
lıyız? İlkin, hiç de alışılagelmiş bir düşünür olmadı­
ğı için. Vardığı sonuçlar ne kadar yanlış görünürse İngilizce orijinali: Martin jenkins. "Ayn Rand ( 1 905-1 982)': Philo­
sophyNow, Sayı 130, Şubat/Mart 2019.

'f!tf!ii!ffi• 11
VIRGINIA WOOLF:
ZAMANIN BATAKLIGINDA ANDROJEN BİR OPHELIA
JOSEF HASEK KILÇIKSIZ

Irmakları derin, cepleri taşlarla dolu kadınlar için...

Sheakspeare'in Hamlet'inde anlatılan, umutsuz aş­ sindirmek için elinden geleni yaptı. Fakat Nazile­
kın kadınıdır Ophelia. Hamlet'in bir çeşit delilik rin ölüm listesindeydi, bozulmuşluğun bu ölümcül
katalizörüdür. Virginia Woolf ile Ophelia arasında korkusuna karşı koymak zordu. Zaten ne din ne de
kurulması olası estetik analoji hayatlarının drama­ bilim evrenin her anını ölçecek ve kontrol edecek ka­
tik sonlarına dair çağrışımdır. Hamlet'e aşık olup dar yetkin değildi.
onun tarafından reddedilen Ophelia babasının da
ölümüyle birlikte intihar eder, sudaki nilüferler ara­ Bilinç akışı tekniğini ilk ve en iyi sekilde kullanan
sında boğularak can verir. Duygusal kırılganlığıyla yazarlardandı. Oysa yaşadığı çağda çoğu şeyin akış­
Woolf'u çağrıştırır. kanlığı ansızın kesilmişti: Aşkın, vicdanın, öznenin
kendilik bilinciyle özgürlük istencinin, özgür cinsel­
"Kendimi sana doğru savuracağını, yenilmeksizin ve liğin akışının fena halde kesilmiş olduğu bir çağdı
boyun eğmeden, ey ölüm! " Büyük karaağaçlardan yaşadığı. Tahribata uğratılmış kendilik bilincinin
birinin gölgesinde dinlenen gömüt taşının üstünde içsel monologlar yoluyla onarılması girişimi (Resto­
bu cümleler yazıyor. ring Stream of Consciousness) çağın ruhuna da uygun
edebi bir yöntemdi.
Woolf, tüm hayatın boşluğu kopyalamaktan ibaret
olup olmadığına dair derin sorgulamalar içine gir­ "Arkamızda tüm geçersizliği, ölümsüzlüğü, ikiyüz­
di. Hayat denen yaygarayı düzene sokmak amacında lülüğü ve aşağılıklığı ile ataerkil sistem ve evlerimiz
değildi. Ancak "yeryüzünün pisliğine, bozulmuşlu­ yatmakta" diyerek ataerkil toplum ile militarizm ara­
ğuna karşı çıkmalıyız" diyordu. Hayatın dönen, gir­ sında bir bağ kuruyordu Woolf. Onun ataerkile karşı
daplar oluşturan, kusulmuş, ezen kalabalığına karşı çıkışı feminist bir başkaldırı olmaktan çok, dünyayı
çıkmak gerekiyordu. Bozulmuşluğun korkusunu kasıp kavuran savaş ve militarizmin yükselişine karşı

• Arş. Gör., University of Tampere Faculty of Humanist Sciences

IIil ırn;1rnmı
siyasi anıklığı içinde kristalleştiren bir tutumdur. rırken kelimelerini kusursuz bir disiplinle işler. Keli­
melerin bir zihin oyunundaki taşlar gibi özenle yer­
Woolf'ta yirminci yüzyıl aydınının bütün özlem­ lerine yerleştirilmiş oldukları izlenimine kapılırız.
lerini, tedirginliğini, korku ve arayışlarını görmek
mümkündür. Oysa o ruhsal sorunlarını, yaşadığı Kendi cinsel eğilimlerinin bir yansıması olarak Wo­
gelgitleri tikel gerçeklikler olarak önemseyip kişisel olf'un protagonistleri androjendir. Woolf cinselli­
detaylardan kurulu bir modern zaman destanı yaz­ ği ve cinsiyeti akıcı bir parametre olarak kabul etti.
dı. Heidegger'in deyimiyle bir kaygı varlığına (Exis­ Cinsiyetçi kalıplara uygun davranışların kabul gör­
tenz der Angst) dönüşmekte olan Homosapiens'in düğünü söylemekle kalmayıp bunların engellediği
dehşetli serüveni Nazilerin iktidarı ele geçirmesiyle arzuların da genellikle şiddete yol açtığını vurguladı.
birlikte yeni bir momentum kazanmıştı. Zaman, öz­ Geleneksel cinsel şemalar, ona göre arzunun akış­
neyi magmanın dibine iten bir yakıcılıkla ilerliyor­ kanlığını kesen değişkenlerdendi.
du.
Zaman, insanlar üzerinde etkin olduğunu düşündü­
Naziler, küçük yaşta üvey kardeşi tarafından te­ ğü en somut gerçektir. Zaman geçer, geçer ve kaçınıl­
cavüze uğraması, nükseden hastalığı; süreğen bir maz son yaklaşır. "Kaç kez yaşadığımız anın değerini
mutsuzluk girdabına kapılmasına neden olan et­ bilmediğimiz için geleceği reddetmişizdir. Kaç kez
kenlerdendi. Kendisine içinden çıkamayacağı kuyu­ kıymetini anlayamadığımız bir anda yaşadığımızdan
lar kazan birinin mutsuz varoluşuydu sürdüğü. Bu çok parlak olabilecek bir geleceği elimizden kaçırmı­
varoluşun yaşam serüvenini izlerken geri plandan şız:' der Woolf özeleştiri niteliğindeki saptamaların­
zaman saatinin sürekli çınlayan tik tak'larını duyar da. Çünkü yazdıklarının içindeki ani sıçrayışlar bir
gibi oluruz. Genç yaşında yolundan alıkonmuş ve hiddete işaret eder. Geçmişten aldığı hıncı şimdiye
engellenmiş biri olarak ölüp gitmenin dışında elinde yükleyerek düzçizgisel zamanı ve şimdi'yi bozguna
daha iyisi kalmamıştı. Bu mutsuzluğu betimlerken, uğratır. Bilinç akışı tekniğine içkin olarak metnin
"parçalanmış kozanın içinde kanatlarım yapışık, tit­ zamanı bu yüzden kronolojik olmaktan çok hibrit
rek ve buruş buruş kaldım" diye yazacaktır. bir yapı arz eder. Kopuk anlatımlar yoluyla, yılla­
rı atlayarak, kişiden kişiye geçerek, bir anda küçü­
James Joyce ve Dorothy Richardson'ınkine ben­ cük bir kız çocuğunun saçlarının kırlaşıp ellilerine
zer şiirsel dalgaları andıran yöntemlerle yazarken ulaştığını görürürüz. Böylece zamanın hep hareket
başka bir bilincin edebiyatını inşa ediyordu Woolf. ettiğini öğreniriz. Zaman öylesine akışkandır ki, sa­
İzlenimlerini, ikincil düşgücü diyebileceğimiz bir vurduğu insanları baş döndürücü girdapları ve sar­
dinamiği devreye sokarak yazdı. Gerçi edebi olarak malları içine çekerek yutar.
Proust'la tanıştığı ve Joyce'un Ulysses'ini okuduğu
güne kadar -kendi deyimiyle 'bu unutulmaz kaza'ya Woolf'u, Einstein ve görelilik prizması ışığında oku­
kadar- bilinç akışı tekniğini kullanmadı. mak yapıtın bozguna uğratılmış zamanını kavramak
açısından önemlidir. Einstein'ın teorisi, Woolf'un,
Woolf kural ve kalıpları yok sayan modern edebiyat çılgın, doğrusal olmayan, tanrısız olası bir dünyada
savı uyarınca yazıyordu. Sayfa bütünlüğü ile nokta­ anlam arayan, basit ama olağanüstü sanat ve hayat
lama işaretlerinin olmadığı metinleri, okuyucuyu, felsefesini bile göze çarpmayacak şekilde etkilemiş
flashbackler aracılığıyla, kendisini aynada görmüş olabilir. Hayat ve zaman işte bu yüzden "simetrik bir
bir kedinin şaşkınlığı içinde bırakan anlatımları şekilde ayarlanmış gösteri lambaları dizisi değildir::
sarsıcı ve sersemletici özelliktedir. Aykırı bir yaşam, diye yazmıştı; tersine, "hayat, parlayan bir ışık halka­
sıradışı bir cinsel kimlik, fobiler ve cinsel anlamda sıdır, bilinçliliğin başlangıcından sonuna kadar bizi
steril evlilik hayatı, dönemindeki çizgidışı yazarlık çevreleyen yarı geçirgen bir dış kabuk:'
serüveni hakkında önceden ipuçları veren olgular­
dır. Woolf'un yaşadığı çağ, ruhsal olarak hibrit ama kül­
türel ve düşünsel anlamda eşcinsel bir çağdı. Woolf
Woolf yapıtlarında olay örgüsüyle bezenmiş bir se­ geleneksel roman da aralarında olmak üzere, roman
rüven anlatmaz. Cümlelerindeki duyarlılık, canlı­ sanatının birçok imkanını iç içe geçirip kullandı; bir­
larla anlam kazanan nesnelerin kırılganlığını kusur­ birine 'karşıt' teknikleri bile eserine yedirdi. Bu yeni
suz bir biçimde ifade etmesi nedeniyledir. Karakter tekniğe uygun olarak ortaya hibrit olanaklar barın­
çeşitliliği; içe dönüp bakan, okuru karakterlerin dü­ dıran, androj en protagonistler çıktı. Bu karakterler
şünce dünyaları içinde gezdiren anlatıcılık nedeniy­ psikolojik androjenliğin neden yaratıcılık için gerekli
ledir. Monoton bir zincire sürüklenmiş insanların olduğunu bize göstermeye çalıştılar. Anlatımlarında
bir cam parçası kadar keskinleşen duygularını akta-

ınıgmını ı m
aklın birliği denen şeyin, yaratı­ şini izlerler, kapıyı kapadıklarında nın nihilist şiddetine, kıyımına ve
cılık için bir engel oluşturması çıkan sese bile kulak kabartırlar. meydan okumalarına daha fazla
açısından adeta yapısökümüne Kırmızı, yeşil, sarı ve mavi renk­ katlanamadı.
uğratıldığı gözlenir. Eserlerinde, lerde giyinirler. Bir yandan böyle
en verimli zihinsel ve ruhsal man­ canlı renkleri sürekli kullanırken Acının ve travmanın lukratif bir
zaranın aklın birliğinde değil de, Woolf'un yaşamı ilginçtir ki, gri­ edebi sektöre dönüştüğü ve kı­
yarık bir aklın ruhsal peyzajları dir. Gri tonlarda akan bir nehirde yasıya sömürüldüğü bir çağda
arasında oluşması olası geniş bir yaşamına son vermesi ile mutsuz­ Woolf bazı yazarların yaptığı gibi
çapraz tozlaşma olduğu savı yan­ luğu arasında kurulması olası en acıdan ve travmadan vardığı basit
kılanır. Bu düşünsel izleğe göre dramatik çağrışım budur. çıkarımı anlatmadı. Çünkü onun
büyük bir zihin androjen olmalı­ için yazın bir boşalma aracı ya
dır. Bu önermeden, kadın ve er­ Woolf kendi roman karakterleri­ da salyalı esrimeleriyle bir duygu
kek zihinleri arasında olası füzyon ne sevecen ve hoşgörülü davran­ sömürüsü alanı değildi. O, T.S
gerçekleştiğinde aklın tamamen dı; ama aynı hoşgörü ve merha­ Eliot'ın deyişiyle, "duygularını
döllenmiş olacağı ve tüm fakül­ meti kendinden esirgedi. Örneğin birer katalizör olarak kullanmayı
telerini kullanabildiği yetkinliğe Avam Kamarası'nın saygıdeğer bilinçlice tercih etmiş" bir yazardı.
ulaşacağı çıkarımını yapıyorum. üyesi Richard Dollaway'le evle-
Bunalımlı bir gününde ceplerine
doldurduğu taşlarla kendini akın­
tıya bırakarak yaşamına son ver­
mesi, hayatında, özkıyımcı nihi­
lizme sonuna kadar açık kapıların
varlığına işaret ediyordu. Olayın
salt tıbbi yönüyle ilgilenenler inti­
harı ailesinde dört kuşaktır rastla­
nan kaltımsal bir rahatsızlığa yor­
dular. Sözüm ona içindeki zehri
başkalarına bulaştırmak korkusu
çocuk sahibi olmasını engelleyen
önemli etkenlerdendi.

Kendisini sulara bırakmadan


önce kocasına yazdığı veda mek­
tubunda, "Canım, yeniden delir­
mek üzere olduğumdan eminim . . .
Sesler duymaya başladım . . . Ha­
yatını zehir ettiğimi biliyorum,
ben olmasam çalışabilirdin . . . Biri
beni kurtarabilseydi eğer, o sen
olurdun . . . Hayatını daha fazla ze­
hir edemem . . ." diyerek ilerleyen
hastalığına vurgu yapar. Mektup
günden güne ağırlaşan ve kefareti
sadece intiharla ödeneceği düşü­
Belki de tamamen eril olan bir nülen, derfn bir minnet ve borç­
akıl, tamamen kadınsı olan bir nerek partilere sığınan, bedenin­ luluk duygusuyla yazılmıştır. Wo­
akıldan daha fazlasını yaratamaz. deki olanakları görmezden gelen, olf'un intiharından, nihilist bir
Androjenik akıl rezonanslı ve gö­ büyük aşkı, büyük yaşamayı boş­ nöbet ya da bir münzevi nevrozu
zeneklidir; herhangi bir engellilik layan Clarissa Dollaway karakteri çıkarımı yapılamaz. Bu özkıyıma
olmadan duygu iletir. bile sadece varolmayı başardığı atfedilen sözde tüm estetik, felsefi
için bağışlanır. derinlikleri redediyorum. İntiha­
İnanılmaz biçimde hareketlidir
İnsan bedeninin olanaklarına rın edebiyat ve felsefeye uygun bir
Woolf'un protagonistleri. Cadde­
beslediği büyük inanca karşın malzeme haline dönüştürülme­
de yürürler, başkasının sigara içi-
Woolf'un ruhu, barbarlık çağı- si, edebiyatın her kırıntıdan, her

m 'tTtfm!ffi 1
caksa, sırf kadın olmaları yüzünden biyolojik olanın
değil de, hak ettikleri edebi bir ayrıcalığın tanınması
gerektiğini düşünüyordu.

Edebiyat dünyasına hakim olan alçıdan maskeleri,


eril anlatımın kurgucu, hipokrit yüzünü ifşa etmek­
ten çekinmedi. Bu dünyada kadınlar yüzyıllardır, er­
kekleri olduklarının iki katı gösteren aynalar işlevi
gördüler. Bu da erkeklere, kadını duygusal ve fiziksel
olarak sömürmeleri için eşsiz edebi alibiler sundu.
"Kadın şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç
görülmez. Kurmaca yazında kralların ve fatihlerin
yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ise ailesinin
parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğla­
nın kölesidir" diye yazar. Edebiyatta gözlenen kadın
merkezli duygusal, düşsel sömürünün gerçeklikte bir
karşılığı yoktur. Kadına düşsel planda atfedilen kur­
maca önemin sahte olduğuna dikkat çekmek isterim.
Bu bakımından edebiyat, metafor ve imge istilasının
sahip olduğu sınırsız ikna gücü sayesinde faydacı, se­
fil yanılsamayı sürdüren bir işlev yüklenmiştir.

Öykülerinde ön plana geleneksel roller içinde hap­


solmuş kadınları yerleştirip, bu kadınların zihin­
lerinde dönüp duran düşünceleri açığa çıkarmaya
çalıştı. Çünkü ona göre, kadınların niyetleri ile ifade
edebildikleri arasında büyük bir uçurum bulunuyor­
du.
duygudan, beynin ve ruhun her bir halinden (sayrılı
hallerinden bile) , hiçbir kavrayışın boşa gitmemesi A Room For Ones Own'da edebi potansiyelleri olan
gerektiği yaklaşımıyla faydalanması bence etik değil­ ancak paraları ve kendilerine ait bir odaları olmadığı
dir. Bu yolla inşa edilen euphemistik [üstü kapalı], için bu yetileri açığa çıkmamış kadın gizli cevher­
yapay katharsis, boşluğu kopyalamaktan başka ne lere gönderme yapılır. Görüldüğü gibi Woolf yazar
işe yarar ki? Bu çaba, intiharın entelektüel bir alana olabilmenin sadece romantik ve soyut yönüyle ilgi­
adapte edilmesi girişiminden başka nedir ki ? Çekip lenmez; ama aynı zamanda fiziki, sosyal ve siyasal
gitmek çok özgürce gelebilir insana, fakat intihara koşullarını da sorgular.
güzelleme, cepteki taşlara odaklanıp, Woolf'un ola­
sılıkla cebine doldurduğu, etrafa fazla gelen zekasını, İnsan kalbinin evrenselliğine vurgu yaparken kadın
kısmak zorunda kaldığı ışığını, bunalımını, savaşın cinsel kimliğinden soydurulur. Buradaki cinsiyet­
dehşetini -intihar etmeden az önce bombardıman­ siz/eştirme sınırları ve ülkeleri aşan bir aidiyetsizlik
lar evlerini yıkmıştı- neredeyse görünür hale gelen durumudur. İnsana dair bir aidiyet arayışının cinsel,
ruhunu dikkatlerden kaçıracaktır; her insanın ölü etnik, sosyal ve politik tüm alt kimliklerden soydu­
olmadıkça bir uyumsuzluk olduğu gerçeğini de. rularak gerçekleşebileceğine vurgu yapan bir yakla­
şımdır.
Woolf'un yazarlığı kadının edebiyattaki cılız yeri­
ne sert bir yanıt niteliğindedir. Ancak Woolf'ta bir Yaşam bir rüyadır, uyanmak bizi öldürür. Woolf
hemcins dayanışması da gözlenmez. Bırakınız daya­ hayat denen karanlık ummanın dalgaları arasında
nışmayı bir yana, ataerkil yazın dünyasında korun­ ansızın uyandığında yüzüp kıyıya ulaşamadı. Çün­
ması gereken hemcinslerini paradoksal bir şekilde kü onun deyimiyle, hayat bir uçurumun üzerindeki
çılgıncasına kıskandığı ve inanılmaz hakaretlere daracık bir kaldırım gibiydi. Hayatını ve geçmişini,
boğduğu bile gözlemlenir. Simone de Beauvoir, "ka­ kalbiyle bildiği kalın bir kitabın sayfaları gibi kapalı
dın doğulmaz, olunur" diye henüz yazmamışken, tuttu. Çok sevdiği eşi bile bu kitabın sadece önsözü­
anlaşılan Woolf kadın olmanın edebiyat ve felsefe­ nü okuyabildi.
nin dolayımlarında gerçekleşen süreç odaklı bir şey
Woolf hepimize şöyle bir bakmak için denizden ge-
olduğunu kavramış biriydi. Hemcinslerine tanına-

tm/tii@llJ
len bir denizkızı gibidir. Sadece şöyle bir bakıp suyun Woolf, Virginia, Nuit et Jour, Flammarion, 1 984. Fransızcaya çe­
viren Maurice Bec.
koynuna tekrar girmek için acelesi olan bir denizkı­
zı. O denizkızının ceplerinde ise kötücül bir yazgının Laure, Murrat, Un siecle de litterature lesbienne, Le nouveau ma­
gazine litteraire� 29 juin 20 1 8
dipte çağıldattığı taşlar vardı.
Foster, Jeannette H . Sex Variant Women i n Literature, Naiad
Kaynakça Press, 1 985.

Woolf, Virginia, The Voyage Out, Garnier-Flammarion, 1 985. Vinclair, Pierre, Terre inculte. Penser dans l'illisible, Hermann,
20 1 8 .

JOSEF HASEK KILÇIKSIZ


Finlandiya'daki değişik üniversitelerde epistem.o­
loji (Kari Popper, Thomas Kuhn) ontoloji (Chris­
tian Wolff, Heidegger) ile genel anlamda Alman
felsefesi alanında araştırmalar yaptı. Kılçıksız'ın
doktora çalışması W. Koeppen'in üçlemesi üzeri­
ne kurulu geniş kapsamlı bir toplumsal çözüm­
lemedir. İlgi alanları varoluşçu felsefe ve post­
modern metafiziktir. Başta felsefe, şiir, tarih ve
siyaset olmak üzere toplumsal içerikli romanlar­
dan hoşlanır. Felsefe, şiir, toplumbilim, satranç,
siyasal sinema, fauna, anatomi ve futbol en tut­
kulu uğraşlarındandır. Fransızca, Fince, Almanca
ve İngilizce'ye şiir çevirileri de yapan Kılçıksız'ın
sözel yeteneği geniş bir lisan yelpazesinden olu­
şuyor.

mıttt1ı1 ırn•
HANNAH ARENDT'TEN BİZE KALAN
ALA EMİRE D. ERSOY

Felsefe tarihine kabaca bakıldığında bir erkek filo­ baskısından 1 94l'de ABD'ye kaçarak kendisini an­
zoflar tarihi olarak görülebilir. Her alanda olduğu cak kurtarabildi. Yıllar içerisinde de Arendt derin,
gibi felsefe alanında da kadınların görünürlükleri orijinal ve aktüalite kazanmış bir siyaset felsefesinin
aslında kadın mücadelesi tarihinin gelişimine bağlı yaratıcısı oldu.
kalmıştır. Ancak görünen her ne kadar bu olsa da an­
tik çağdan beri kadın filozofların bir şekilde felsefe Arendt'in felsefesinin temel motivasyon kavram­
yaptıkları ve felsefe tarihine katkı sundukları bir ger­ larına yönelik bir inceleme onun esas olarak neyi
çektir. Krotonlu Theano, Miletli Aspasia, İskenderi­ ortaya koymaya çalıştığı konusunda bize yardımcı
y�li Hypatia ile oluşan kadın filozof geleneği çağdaş olacaktır. Kamusallık, politik olmanın esas neliği,
felsefede adeta doruğuna ulaşmış ve Hannah Arendt, yurtsuzluk, kötülüğün sıradanlığı, eyleyerek yaşa­
Simone de Beauvoir, Judith Butler gibi çok önemli ma-seyrederek yaşama gibi motivasyon kavramları
kadın filozofların felsefe sahnesine çıkmasına tanık­ onun aslında temel olarak ortaya koymaya çalıştığı
lık etmiştir. insan felsefesinin anahtarlarıdır. Arendt felsefesini
özgün kılan yön de esas olarak burasıdır. Arendt bir
Hannah Arendt çağdaş felsefeye, özellikle modern felsefi antropoloji yapma niyetinde değildi. Ama ya­
politik teoriye felsefe tarihine dayanan formasyo­ rattığı kavramsallık alanıyla hep insan olarak insa­
nuyla çok önemli kavramlar kazandırmış ve özgün nın ne olduğu üzerine bir bağlam yaratmıştır. Bura­
yaklaşım ve düşünceleriyle insanın politik neliği ve daki temel nokta insanın nesneleştirici bir yöntemle
genel olarak insanın neliği üzerine ufuk açıcı açılım - metafizik bir temsile bağlanarak belirlenmesi değil,
!ar ortaya koymuştur. Yahudi bir ailenin çocuğu olan insanın bizatihi sorunlarından yola çıkarak onu
Arendt ilkin Marburg'da Heiddegger ile Bultman'ın, nasılsa-öyleliğiyle anlamaya çalışmanın ve bunun
daha sonra Freiburg'da Husserl'in ve Heidelberg'de izinde giden bir kavramsallık bağlamının yaratıcısı
Jaspers'in yanında felsefe eğitimi gördü. Nazilerin olmuş olmasıdır.

tf!tftiı@IEJ
tek alan kamusal alan yani eyleme
etkinliğinin temel oluşturduğu
politik alandır. Bu alana temel
oluşturan eylem insanlar arasın­
daki tek etkinliktir.

İnsanlar iki kere doğar, birinci do­


ğumumuz biyolojiktir ve türümü­
zün devamı ilkesinde cisim bulur.
Bu doğumla nesneler dünyasında
var olmaya başlarız. Daha sonra
sözler ve edimlerle kendimizi in­
san dünyasına sokarız. Bu ikinci
doğumumuzdur. Bu doğum bizi
ilişkiler ağına sevk eder. Bu inisi­
yatife dayanır. Kendi inisiyatifini
alarak insan bir durum karşısında
kendini açık hale getirir ve kendi­
sini görünür kılar. Bu dünyada ey­
lem ve konuşma birbirinden ayrı
değil tam tersine bir aradadırlar.

Eyleme etkinliğinin taşıyıcısı olan


siyasetin yaşandığı uzam olarak
kamusal alan teknikaliteden iba­
ret değildir, kamusal alan çoğullu­
ğu barındırır. Bu kavram dünyaya
ilişkin çeşitli reçeteler sunmaz
fakat benzersizliğimizin ortaya
çıktığı kamusal alanda paylaştı­
ğımız ortak dünyada ortaya çıkan
farklılığımızın onaylanmasıyla
Arendt'in Siyaset Felsefesinin eylem ise insanın doğayı aştığı,
ulaşılan çoğulluk politikayı çift
Kavramsallık Alanı kişilerarası ve ötekilerle ilişkiye
kutupluluktan arındırır. Örneğin
girdiği etkinlikleri temsil eder.
Vita activa ("eyleyrek yaşama'') ve liberalizmle toplulukçuluk arasın­
Kuşkusuz, insanı özgürlüğe gö­
vita contemplativa ("seyrederek da sahte bir gerilim vardır, politik
türen biricik etkinlik türü işte bu
eylem alanına giren etkinliklerd �r.
yaşama" ) . Arendt bunlardan ilki fikir ya da aksiyon bunu aşmalı­
üzerinde durarak insanların do­ dır. Kutuplaşmanın ötesine geçen
Konuşmak, tartışmak, sorumlu­
ğanın bir parçası olmasıyla onun bir zihniyet dünyamızın olanak­
luk almak, kötülüğe karşı durmak
yasalarına tabi olduğunu ancak larını daha iyi verir bu da insan­
gibi etkinliklerin örneklendiği ey­
aynı zamanda doğayı aşma yeti­ ların farklılıklarıyla geldikleri ve
lemleri yaşamın her alanında gör­
sine sahip olmasıyla da gerçekten bu farklılıklarının yarattığı tartış­
sek de Arendt'e göre bu etkinlikle­
özgürce ve saygın bir biçimde mayı paylaştıkları kamusal alanda
rin en iyi yapıldığı alan siyasettir.
davranılabileceğini savunmuştur. çoğulluğu üretir.
Arendt, insan etkinliklerini aşa­ Kişinin insanlar arasında bulu­
Çoğulluğu yani aslında birliği
ğıdan yukarıya yükselen "emek", nuşu etkin bir durumdur ve kişi
yok eden şey totalitarizmdir. To­
"iş", "eylem" adlarını verdiği üç etkinlik içerisinde ortaya çıkar.
talitarizmi radikal kötülük olarak
evreye ayırır. Emek insan yaşa­ "Kimsin? " sorusu bu etkinliği ve
tarif eden Arendt totalitarizmin
mının sürekliliğini sağlayan en kişinin bir başkasından ayrılma
çoğulluğu yok ederek siyaseti yok
temeldeki etkinlikleri; iş, insanın koşulunu imler. Politika bireyle­
ettiğini belirtir. Arendt en çok bi­
doğayı denetim altına aldığı, ken­ rin gerçekten özgür oldukları tek
linen yapıtlarından birisi olan To­
disiyle doğa arasında kalıcı insani alandır. Kendimizi ve gerçek kim­
talitarizmin Kaynakları'nda Na­
bir dünya kurduğu etkinlikleri; liğimizi deneyimleyebildiğimiz
zizmin ve Stalinizmin, ideoloji ve

mem;1ıııruı
onun ikiz kardeşi teröre yaslanan büsbütün yeni bir insani parçalanmanın ve yabancılaşmanın da kay­
egemenlik biçimini temsil ettiğini ileri sürer. Aren­ naklarından birisi olarak görmektedir. Her zaman
dt ideolojinin bir düşüncenin logosu olarak, ırk, sı­ bir düşman imgesiyle karşı karşıya olduğu tasavvu­
nıf, ya da ulus gibi belirli bir düşüncenin etrafında runa dayanan milliyetçi ideoloji insanlığı bölmüş­
toplandığını savunur. Arendt'in düşüncesine göre tür. Milliyetçilik insanlığı yalnızca olgusal bağlamda
totalitarizm en iyisinden, toplumların denetimsiz, bölmez o aynı zamanda insanlık tasarımına dönük
köksüz yığınlara dönüştüğü, devletin içi boş, sınırsız herhangi bir teorik olanağında temelden reddidir.
baskıcı bir aygıta indirgendiği ortamlarda serpilerek Böylesi bir ret doğal olarak kamusal bir aradalığın
gelişir. Totalitarizm, bildiğimiz sıradan dünyanın olanaklarını da yok etmektedir.
yadsınmasından doğar. Düşünceden, duygudan,
yargılama yetisinden, kişisel bütünlük, mahremiyet Böylelikle totalitarizme giden yolun politik katego­
ve diğer tüm insanca özelliklerden yoksun mekanik, rik taşıyıcısı olarak antisemitizm ve emperyalizmi
toptancı bir dünyada paradigmatik karşılığını bulur. öne almaktadır Arendt. Ancak en büyiik politik kö­
Totalitarizmde ortaya çıkan temel fenomen tüm ya­ tülük olarak totalitarizmi görmektedir. Daha önce
şamın politikayla yüklü oluşudur. Ancak Arendt tam de değindiğimiz gibi totalitarizm hem çoğulluğun
da bu fenomenin aslında tüm yaşamın politik olma kamusal alandaki politik kaybıdır hem de vita activa
durumundan çıkarılması olduğunu politikanın tüm olarak belirlediği kavramsal olanağın yok olmasıdır.
yaşamdan kovulması olduğu tezini ileri sürer. Öte Çünkü totaliter politik deneyim şiddet aracılığıyla
yandan Arendt totalitarizmi durmaksızın kendi iç insanları tek tipleştirmiş ve söz söyleme etkinlikle­
mantığını açığa vuran, bağımsız ve kendi kendine rini dumura uğratmıştır. Bunun sonucunda ortaya
var olmayı sürdüren bir fenomen olarak ele alışının çıkan suskunluk Arendt'e göre yaşamın temelden
teorik olarak zayıf kalışını çok da giderememiştir. karşıtıdır. Kendisi olmaktan çıkan insan olanakları,
Teorik olarak bir diğer zayıf nokta ise Nazizmin ve eylemleri, sözleri ve bir aradalığıyla kurduğu varo­
Stalinizmin totalitarizmini sorgulamadan birbirine luşsallığına yabancılaşır. Bu onu hem yurttaşlıktan
hem de insan olmaklıktan çıkaran temel unsurdur.
·

eş saymasıdır.

Aslında Arendt totalitarizme kaynaklık eden iki fe­ Antisemtizim ve emperyalizm üzerinden varılan
nomenin antisemitizm ve emperyalizm olarak gör­ totaliter deneyim Arendt için common sense yani
mektedir. Yurtsuzluk olarak belirlediği kavramı da sağduyunun da yıkımını ortaya çıkarmıştır. Totalita­
buradan yakalar. Çünkü bu fenomenler insanın va­ rizmin Kaynakları adlı çalışmasıınn antisemitizm alt
roluş yapısını bölmüş ve parçalamışlardır. Ortaya çı­ başlıklı ilk cildinde Arendt common sense kavramını
kan yıkım insanı yurtsuz bırakmıştır. Antisemitizm hepimiz için müşterek olan dünyayı anlamamızı ve
Yahudilerin yani bir insan topluluğunun bu dünyada orada yolumuzu bulmamızı sağlayan ortak duyu ola­
yersiz yurtsuzlaşmasını sağlayan temel bir faktördür. rak tanımlar. Tam da bu tanımı yaptığı 32. sayfada
Bu faktör sadece Yahudi toplumunu etkilememiş ona göre ideolojilerin bir amacı da sağduyunun artık
aynı zamanda insanlık kavramına da geri dönülmez geçerli olamayan kurallarını ikame etmektir. Ortak
bir zarar vermiş hatta onu yıkmıştır. Bu yıkım dünya dünyamız yani biraradalığımıza olanak veren ve sağ­
içinde bir arada olmaklığımızı da yıktığı için etkisi duyuyla yüklü olan kamusal alanımız bu ideolojiler
yalnızca Yahudi toplumunun çektiği acıyla değil bu tarafından yıkıma uğratılmıştır. Bu aynı zamanda
genel duyum ve duruma verdiği zararla ölçülebilir. başka bir durumu, yabancılaşma durumunu ortaya
Diğer yandan emperyalizm yayılmacı ülküsü ve ka­ çıkarmıştır. Arendt'in saydığı ideoloji olarak bu po­
rakteriyle bir arada ol�aklığımızı ve bunun teme­ litik fenomenler bir politik yabancılaşma ve politik
linde kurulan kolektif varoluşumuzu parçalayan bir pathos yitimi yaratmış ve insanın bir aradalığını de­
diğer politik fenomendir. Buradaki temel nokta ya­ neyimlediği temel alan olan kamusal alana ve politik
yılma güdüsünün bir araç olmaktan çıkıp bir amaca özüne dönük bir yabancılaşma yaratmıştır.
dönüşmesi ve bunun politik aklı yani ortak aklı yıkı­ Modern insanların ortak duyusu common sense'inin
ma götürmesidir. Çünkü emperyalist yayılmacılığın kalmadığını belirten Arendt yabancılaşmayı da bu­
temeli ekonomik ve mali çıkarların öne alınması ve radan hareketle tarif eder. Modernite insan ilişkileri
bu anlamda insan ve toplum varoluşunun bu çıkar­ ağına bir yalıtılma durumu taşımıştır, Arendt bu ya­
ların nesnesi kılınmasıdır. lıtılmayla bizim bireysel olarak kim olduğumuz yani
Burada ortaya çıkan bir diğer politik kategori mil­ benzersizliğimizin yok olduğunu belirtir. Çünkü ki­
liyetçiliktir. Arendt totalitarizmi besleyen temel bir şinin kim olduğu ancak paylaşılan dünyada ortaya
kategori olarak gördüğü milliyetçiliği aynı zamanda çıkar ve hem kişiye hem de başkalarına kişinin kim

ırtk1'ıımı m
olduğunu gösterir. Ancak moder­
nite içerisinde özne konumunda
bulunan insan yine moderniteden
ötürü yalıtılmaya uğrayan ve öz­
nelik durumundan yani paylaşı­
lan dünyada ortaya çıkardığı kim­
lik nosyonundan yabancılaştırılan
insandır.

Modern paradigmaya angaje ol­


muş insan tipi ya da varoluşu,
değerlerin ve inançların parçalan -
dığı bir olgusallıkta insanlığın te­
mel sorunlarına ve ortak yaşama
duyarsızlıkla ve yabancılaşmayla
yüklüdür. Bu duyarsızlık ve ya­
bancılaşmayla yüklü varoluş daha
iyi bir dünya adına söz ve eyleme
kapasitesini de yitirmiş görün­
mektedir. Bundan dolayı Arendt
için antisemitizm kaba bir Yahu­
di nefreti, emperyalizm yayılma­
cı bir politika ve totalitarizm de
kaba bir diktatörlük deneyimin­
den ibaret değildir. Onların kendi
içsel politik karakterleri ve bunu
dünyaya yansıtma biçimlerinden
daha kötü olan şey onların ortak
dünyamızı yıkıma uğratmış olma­
larıdır. Onların insanlık fikrine,
kamusallığa ve bir arada olmak­
lığımıza verdikleri zarardır esas
olan. Yoksa onların politik kate­ münü izlemiş ve süreci The New caniye, psikopata benzememek­
goriler olarak olgusallıkta nereye Yorker dergisinde bir dizi yazı ha­ tedir. Dava boyunca yapılan sor­
karşılık geldikleri değil. linde yayımlamıştır. Daha sonra gulamalara gayet soğukkanlı bir
bu yazıları "Kötülüğün Sıradan­ şekilde cevap vermekte ve o an
Arendt'in kavramsallık alanında
lığı-Adolf Eichmann Kudüs'te" içinde bulunduğu pozitif hukuka
bize bıraktığı özgün ve ufuk açıcı
başlığıyla kitap olarak basılmıştır. uymaktan başka bir şey yapmadı­
tartışmalardan birisi de kötülük
ğını söylemektedir. Genel bir kö­
problemidir. Buradan bize hediye Burada Arendt'in yaklaşımını tülüğün tekil bir taşıyıcısı olarak
ettiği nadide kavram ise kötülü­ özgün kılan şey felsefe tarihinde şeytani aşkın bir ülküye hizmet
ğün sıradanlığı kavramıdır. Aren­ de epeyce ele alınmış olan kötü­ eden bir figür yoktur karşımızda.
dt aslında tekil, spesifik bir olayın lük sorununu genel ya da tümel
gözlemi üzerinden bu kavramsal­ bir bağlama yol açqcak bir tarzda İşte tam da burada Arendt kötü­
laştırmayı bize hediye etmiştir. değil de tam da karşısında bulu­ lüğün sıradanlığı kavramını üret­
na insan tekinin spesifik ve özgün tiği temeli bulmaktadır. Kötülük
Adolf Eichmann Nazi Alman­
bulunuşu üzerinden değerlendir­ aslında "normal" insanın iyi ve
ya'sında Yahudilere dönük soy­
mesidir. Burada kötülüğün meta­ kötü arasında ayrımda bulunacak
kırım politikasında etkin bir rol
fiziksel ya da aşkın bir bağlamla yargıyı oluşturamamasında yani
oynamış bir Nazi subayıdır. Sa­
ele alınabilecek bir koşuluyla karşı aslında yargı yetisinin paranteze
vaştan sonra kaçtığı Arjantin'de
karşıya değilizdir. alınmasıyla sıradanlaşmış ve nor­
1 960 yılında Mossad tarafından
malleşmiştir.
kaçırılmış ve 1 9 6 1 yılında Kudüs Karşımızda son derece soğukkan­
bölge Mahkemesinde yargılan­ lı, mantıklı, rasyonel düşünen bir Yani kötülük olarak kategorize
mıştır. Arendt dava sürecinin tü- insan vardır. Hiç de bir canavara, ettiğimiz şey insanın aşkın bir

m ttn}liılın ı
ruh halinden dünyaya yansıttığı şeytani bir etkinlik Ancak burada olayı bize açıklayabilecek bir başka
değil temelinde bizzat düşünme eksikliği ya da aklı kavram vardı. Arendt bunun bir aptallık olduğunu
tutulması bulunan sıradan, normal insanın ortaya ileri sürmüyordu. Bu tam anlamıyla düşüncesizlik­
çıkardığı bir sonuçtur. Ve Arendt'i bu dava süreci ti. Düşüncesizlik ise gündelik hayatta kullandığımız
üzerinden meseleye yönelten şey Kantçı anlamda bağlamından farklı olarak burada olgu karşısında
da sorulabilecek olan quaestio juris yani "hangi hak­ düşünce ediminin paranteze alınmasını ifade etmek­
la?" sorusuydu. Arendt'in ısrarla vurguladığı gözlem tedir. Yani düşüncesizlik aptallığa karşılık gelen bir
Eichmann'ın rahatsız edici derece normal halidir boş düşünme değil bizzat düşünme yetisinin kendi­
ve Kötülüğün Sıradanlığı kitabında da belirttiği gibi sinin işletilmemesi olarak karşımıza çıkıyordu. Çün­
yarım düzine psikiyatrist ona "normal" raporu ver­ kü totaliter sistem içerisinde insan varoluşu hem salt
mişti. Hatta içlerinden biri "benden, onu muayene bir biyolojik bağlama hem de sistemin sürekliliğini
ettikten sonraki halimden her halükarda daha nor­ sağlayacak olan bir araca indirgenmiştir. Böylesi bir
mal" demişti. ( 1 ) indirgeme üzerinden insanın evrensel ya da rasyonel
referansları işletebileceği düşünme ve yargı yetisi de
Demek ki karşımızda canilikle, ruh hastalığıyla, paranteze alınmıştır. Totaliter sistem tüm hayatı po­
anormallikle yani genel olarak yapıldığı gibi kötülü­ litikayla (aslında politika demek sistemin zaten ken­
ğü insanın normatif kabul edilen haline aşkın onun disi demektir) doldurmuş gibi göründüğü için siste­
üstünde bir kötücül güçle açıklama olanağı yoktur. min işleyişine uymak kişi için asli ve sorgulanamaz
Peki öyleyse böylesi mutlak ve insan varlığını temel­ görev halini almıştır. Ve böylelikle tam da bu usüller
den yıkan bir kötülük nereden çıkmaktadır? üzerinden insanlık tarihinin tanıklık ettiği en acıma­
Burada karşımıza çıkan şey tam da Kantçı öznelli­ sız ve . büyük bir kötülük bile bir usül, bir yönerge,
ği kuran kavramlardan biri olan ödev ahlakı mıdır? sıradan bir işleyiş haline gelmektedir. Ve bu işleyişin
Çünkü Eichmann suçlamalar karşısında yalnızca taşıyıcıları da son derece sıradan, rasyonel bir şekilde
emir-komuta zinciri içerinde bulunan görevini ifa bu genelleşmiş ve sıradanlaşmış kötülüğün icracısı
ettiğini söylüyor ve o anki koşullarda görev ahlakına konumuna düşmüşlerdir.
bağlı olmak zorunda olduğunu söylüyordu. Ve da­ Sonuç
hası yaşamı boyunca Kant'ın ödev ahlakının izinden
gittiğini söylüyor, kategorik imperatif in mahkeme­ Peki tüm bunların sonucu olarak bu büyük kadın fi­
de tanımını söylerken herkesi şaşırtıyordu. Elbette lozoftan bize kalan nedir? Aslında ortaya koymaya
ki Kant'ın formel ahlak ilkesinin bir çarpıtılmasıyla çalıştığım tüm bu kavramsallık alanı dışında Han­
karşı karşıyaydı Arendt. Çünkü ilkenin temeli olan nah Arendt felsefenin her zaman insanı insan olarak
pratik akıl yerinden edilmiş ve onun yerine Füh­ merkeze koyması ve onun insani ve asli sorunların­
rer'in iradesi konmuştu. Kantçı ahlak yasası eylemin dan yola çıkarak bir kavramsallık bağlamı yaratması
maksimini bir doğa yasası zorunluluğuymuş gibi gerektiğini ortaya koymuştur. Felsefe yapma etkin­
düşündüğünde onun istemenle çelişip çelişmediğine liği insanı aşkın ve içkin bağlam ya da düzlemlerin
bakarak eylemin ilkesinin ahlak yasasına uygun olup geriliminin açtığı bir alanda ele aldıkça insan her za­
olmayacağını bilebileceğini ifade eder. Oysa Nazile­ man bu alanların nesneleştirici yöntemlerine angaje
rin elinde ilke "eyleminizden haberdar olsa Führer'in edilmiş ve insanın "üstünde" olan gerçeklik yapıları
de onaylayacağı şekilde hareket edin'' olmuştur. üzerinden anlaşılması gibi sonuçlar doğurabilmiştir.
Arendt bizzat modern insanın varoluşsallığını ve
Tam da bundan dolayı Arendt'e göre Eichmann'ı onun temelinde yatan problemleri felsefi açıdan si­
insan bedenini sistematik bir şekilde imha etmeye yasal alanda değerlendirmiş ve tümel ya da evrensel
götürecek böylesi bir kötülüğün taşıyıcısı kılan şey bağlamlara kilitlenme gibi bir ön belirlenimi paran­
ne Yahudi nefreti ne de ideolojisiydi. Görev ahlakı teze alarak insanı bizzat nasılsa öyle olduğu haliyle
olarak tanımladığı ve insanca güdüler olarak görü­ siyaset felsefesi alanına taşımıştır. Bundan dolayı da
lebilecek kariyerinde ilerleme, üstlerini hoşnut etme, soruşturduğu şey insanın özü değil neliğidir. İnsa­
kendini ispatlama gibi etkenlerdi. Zaten karşımız­ nın özü gibi bir yaklaşım baştan bir ön belirlenimci
daki fenomeni dehşetengiz kılan şey de fenomenin tehlike barındırdığı için o insanın neliğini aramış
içeriğini oluşturan insanlık yıkımının dehşetiyle bu ve bunu insanın hem zoon politikan (politik, siyasal
yıkımın taşıyıcılarının kendilerini dayandırdıkları canlı) olmak.lığında hem de zoon logon ekhon (dile
temeller arasındaki farktı. Yani fiilin büyüklüğüyle iye olan canlı) olmak.lığında bulmuştur. Tam da bun­
failin küçüklüğü arasındaki basınç farkı. Böylesine dan dolayı söz söyleme ve eyleme onun için insan
basit, sıradan temellerden böylesine büyük bir deh­ neliğini doğru anlamamız konusunda iki önemli
şetin ortaya çıkıyor oluşu. kavramdır. Belki de bu tarzının kökleri Heidegger ve

t©;fmiffi M IJ
Jaspers gibi filozofların öğrencisi olmasında görüle­ ARENDT, H. (2009), Kötülüğün Sıradanlığı, (Çev. Özge Çelik ) ,
Metis, İstanbul.
bilir.
ARENDT, H. (2014), Totalitarizmin Kaynakları/1 , (Çev. Bahadır
Dipnotlar: Sina Şener}, İletişim Yayınları, İstanbul.
( 1 ) Arendt, Kötülüğün Sıradanlığı, (Çev. Özge Çelik) Metis, İstan­ ARENDT, H. ( 1 994), İnsanlık Durumu, (Çev. Bahadır Sina Şe­
bul, 2009, s.37. ner), İletişim Yayınları, İstanbul.
Kaynakça

ALA EMiRE DENiZ ERSOY

Ontoloji, Teoloji, Onto-Teoloji, Fenomenoloji,


Epistemoloji, Ahlak Felsefesi yöneldiği araştuma
alanlarıdır. Bu bağlamda çalışmalarını Aristo­
teles, Descartes, Kant, Heidegger gibi filozoflar,
Michelangelo ve Leonardo da Vinci gibi sanat­
çı-filozoflar ekseninde yürütmektedir. Ontolojik,
epistemolojik, teolojik ve onto-teolojik meseleler
üzerine düşünüm gerçekleştirdiği "Ben Dünya,
Bebek Töz" adlı çalışması yayınlanmıştır. Felsefe
dışında resimle ilgilenmekte ve üretim sürecini
bu alanda da devam ettirmektedir. Ayrıca opera
ve arya okumasını sevmektedir. Hayatını bir iş
kadını olarak sürdürmektedir. Boş zamanlarında
yürüyüşe çıkar, yüzer, müzik dinler ve seyahat
eder.
SIMONE DE BEAUVOIR'IN CİNSEL FARKLILIK FENOMENOLOJİSİ 1
SARA HEINAMAA
ÇEVİREN: BÜNYAMİN TAN

Simone de Beauvoir genellikle bir filozof olarak dü­ sorguluyorum. Beauvoir'ın cinsellik ve ahlak ile ilgili
şünülmez ve eserleri, Pour une morale de l'ambigui"te yazdıklarının özünde, filozofun pratiğini ve görevini
(Belirsizliğin Etiği, 1 947) ve Le Deuxieme sexe (İkinci belirli bir şekilde anlamış olduğunu ve bu anlayışı
Cins, 1 949) genellikle felsefi olarak incelenmemiştir. Husserl ve Merleau-Ponty ile paylaştığını göstermek
( 1 ) Beauvoir romancı ve denemeci olarak okunur ve istiyorum.
kurgusal olmayan eserleri sosyo-tarihsel çalışmalar
olarak algılanır - etik olmaktan çok ahlaki, bilimsel İkinci Cins eserinde, Beauvoir'ın asıl ilgisinin ka­
olmaktan çok popüler olarak. dınların ast konumunu açıklamak veya haklarını sa­
vunmak için olmadığını iddia ediyorum. Beauvoir,
Bu yaygın görüş esasen yanlıştır. Simone de Beau­ sosyo-tarihi bir teori ya da liberal bir tez hazırlamak
voir'ın bir filozof olduğunu ve eserinin felsefi bir ça­ yerine fenomenolojik bir tanım sunar. Tanımladığı
lışma olarak kabul edildiğini göstereceğim. Bununla fenomen, kadın adlı gerçekliktir ve amacı bu gerçek­
birlikte, felsefeye ilişkin anlayışı özgüldür ve bu öz­ liğe karışan anlamları analiz etmektir. Çalışmaları;
güllük benim yazımın temasıdır. cinsellik, kadınlık ve kadın bağımlılığı gibi düşün­
celerimizin yanı sıra cinsellik, uygulama biçimi ve
Benim iddiam, Beauvoir'ın kullandığı felsefi bağ­ kendilik-öteki ilişkisi konularında radikal bir prob­
lamın, Edmund Husserl'in başlattığı ve Maurice lemsizleştirme içerir.
Merleau-Ponty'nin geliştirdiği beden fenomenolo­
jisi olduğudur. Beauvoir'ın felsefi düşüncelerinin Beauvoir'ın sorun belirlemesinin fenomenolojik do­
Jean- Paul Sartre'nin eserlerinden kaynaklandığına ğasını anlamak için, fenomenolojik felsefenin görev
dair geleneksel anlayışa karşı çıkıyorum; ancak Bea­ ve yöntemlerini belirlemek gerekir. Bu makale, Hus­
uvoir'ın Martin Heidegger'in eserleri üzerine görüş­ serl ve Merleau-Ponty tarafından sunulan fenome­
lerini dayandırdığına dair daha yeni argümanları da nolojiye kısa bir gezi ile başlıyor. (2)

1rıwe, ırnı tD
Fenomenoloji: Kurucu Bir Bilim nesnelliğin farklı türleri olarak yapısal özelliklerini
incelemektir; yani varlıkları, oluşumları, süreçleri,
Husserl fenomenolojiyi bir fenomen çalışması, yani olayları, gerçekleri, vs. Mesela ölümle ilgili sorular,
dünyanın ortaya çıkışmasının veya bize deneyimde ölüm nedir? Ölüm nasıl meydana gelir? Mekaniz­
sunmasının yolları olarak tanımlıyor. Genellikle, bu ması nedir? Asıl soru şu: Ölümü bir oluş ( Vorkom­
şekilde tanımlanan fenomenolojinin, introspektif mniss) olarak nasıl yaşıyoruz? Benzer şekilde, şunları
felsefeye geri dönüş olduğu iddia edilir; ancak bu, sorabiliriz: Cinsel ilişki neden bir fark ve bir karşıtlık
kaba bir yanlış anlaşılmadır. Husserl, fenomeno­ olarak yaşanır? Bu gerekli mi? Deneyim başka bir ya­
lojinin insan zihninin iç süreçleri veya faaliyetleri pıya sahip olabilir mi? İncelenecek ilgili deneyimler
ile ilgili olmadığını defalarca ileri sürmektedir. Bu, sadece erotik arzular değil, diğerinin bir erkek ya da
dünyayla ve varlıklarıyla ilişkili olduğumuz yollarla bir kadın olarak algılandığı tüm eylem ve tutkulardır
ilgilidir. (3) Fenomenolog dünyadan bir adım geri (Fink, 1 988, 274).
çekilir; dünyanın ve varlıklarının gerçekliğine dair
inancını askıya alır. Bununla birlikte, amaç, kendini Husserl'in fenomenolojisi felsefeyle ampirik bilimler
incelemek değil; kişinin, dünyanın gerçekliğine, yani arasındaki ilişkinin güçlü bir görüşünü içerir. Feno­
gerçekliğin anlamını oluşturma ve kişinin bu ger­ menoloji olarak anılan felsefe, deneysel bilimlerin
çekliğe bağlanmasına katılımının farkına varmaktır. temelini, deneysel bilimlerin güvenmesi gereken dü­
Merleau-Ponty'nin fenomenolojik duruş açıklaması şünceleri -doğa, tarih, toplum ve insanlık fikirleri;
aydınlatıcıdır: "Yansıma, dünyanın temelini bilimin zihin ve beden- üzerine çalışan kurucu bir bilimdir.
birliğine doğru çekmiyor -bizi dünyaya bağlayan yö­
nelimsel halatları gevşetiyor ve böylece onların far­ Bu, felsefenin bağımsız veya özerk olduğu anlamına
kına varmamızı sağlıyor" (Merleau-Ponty 1 993, viii) . gelmez. Husserl, bilimin ve felsefenin gündelik ha­
yatın pratik çıkarlarını askıya alıp, evrenin bir bütün
Bunalım (Die Krisis der europiiischen Wissenschaf­ olarak incelendiği orantılı tutumda ortak bir kökene
ten und die transzendentale Phiinomenologie, 1 954) sahip olduğuna dikkat çekiyor. Bilim insanı-filozof
eserinde, Husserl gelecekteki çalışmalar için bir ta­ sadece aktüeliteyle (şu an var olanla) değil, aynı za­
kım fenomenolojik problemler dizisi verir: ölüm ve manda olası olanla da ilgilenir. Örneğin cinselliğin
doğum sorunlarına, bilinçdışı sorununa, tarihsel ve bir teorisini oluştururken yalnızca bu veya şu cin­
sosyal yaşamın ("temel formları") sorunlarına atıf­ selliği tanımlamaz; cinselliğin tüm karmaşıklığını
ta bulunur. Sonrasında da ekler: "Bir de cinsiyetler ve çeşitliliğini kavramaya çalışılır. Onun açıklaması,
sorunu var:' ( Husserl, 1 954, 1 92) Fenomenologun olası cinsellikleri ve cinsel yaşamımızın hali hazırda
görevi, fenomenlerin anlamları ile gerçeklik ve var olan biçimlerini içermeyi amaçlamalıdır.

fD em;1rnreı
Bilim insanı ve filozof arasındaki önemli fark, felse­ seyebileceğim bir ses kapasitem, gelişmek
fenin radikal olarak eleştirel doğasında bulunmakta­ için bir eleştirel anlayışım vardı; benim için
dır. Husserl, felsefenin görevinin nihai soruları sor­ felsefe yaşayan bir gerçeklikti. (Beauvoir,
mak olduğunu söyleyerek bu farkı karakterize eder. 1 995a, 254)
Felsefe, teorik girişimin temellerini, gizli varsayımla­
rını ve bağlılıklarını araştırmaya yönelir. Görevi; ha­ Beauvoir'un etik denemesi, Pour une morale de l'am­
kikat, gerçeklik, nesnellik ve evrensellik hakkındaki bigui"te (Belirsizliğin Etiği, 1 947) onun kapasitelerini
bilimsel düşünme olasılığının koşulları hakkında ve bağlılıklarını ifade eder. Beauvoir'ın Husserl fe­
radikal sorular ortaya koymaktır. Çalışmasının ilgisi nomenolojisinin amaç ve yöntemlerini anlamasının
bu nedenle tamamen ne pratik ne de teoriktir; ama çok derin ve verimli olduğunu gösterir.
eleştireldir. ( 4) Beauvoir'ın etik duruşuyla fenomenolojik tutum
Felsefi sorular, deneysel soruların cevaplanabildi­ arasında yaptığı mukayeseci� bu açıktır. Fenomenal
ği şekilde cevaplandırılamaz. Çözülmek yerine bizi askıya almanın (mettre entre parentheses) kendine
yeni sorunlara ve paradokslara götürebilirler (Mer­ dönmek değil, gerçek varlığımız, yani dünya ve di­
leau-Ponty, 1 996) . Bu, onları görmezden gelmemize ğerleriyle olan ilişkilerimizin bilinçli olmasını amaç­
izin vermiyor. Nihai çözüm bulunmamasına rağ­ ladığı konusunda ısrar etmekte Husserl ve Merle­
men, felsefi sorgulama vazgeçilmezdir: Bizleri ger­ au- Ponty'yi izlemektedir (Beauvoir, 1 947, 20-2 1 ) .
çekliğin oluşumuna, varlığın ve gerçeğin anlamlarına Ayrıca, Beauvoir, b u askıya alınmanın, dünyanın
dahil olduğumuz konusunda bilinçli hale getirebile­ gerçekliğine "karşı koymadığını", yalnızca gerçekliği
cek olan yalnızca budur (Merleau-Ponty, 1 964, 1 42). mutlak ve sorunsuz olarak kabul etmeyi reddettiğini
vurguluyor. O, fenomenologun dünyanın gerçekli­
Beauvoir'ın Fenomenolojik Başlangıç Noktaları ğini, olgularını ve olaylarını reddetmediğini, ancak
"gerçeklik modunu" (mode de realite) sorguladığını
Beauvoir'ın fenomenoloji felsefesiyle olan ilişkisini anlatıyor ( 1 947, 2 1 ) .
incelerken en ilginç kaynaklar, otobiyografisinin fel­
sefi bölümleri ve etik denemeleridir. (5) Bu metinler, İkinci Cins'te Beauvoir'ın fenomenoloj ik katılımının
Beauvoir'in Husserl'in metinlerini ayrıntılı bir şekil­ en doğrudan kanıtı bulunmaktadır. Orada bize eseri­
de incelemediğinin yanı sıra, Husserl'in felsefe kav­ nin temel kavramlarının (beden ve cinsellik kavram­
ramını çokça cazip bulduğunu da gösteriyor. ları) fenomenolojik düşünce geleneğinden alındığını
söylüyor. Cinsel farklılık konusundaki tartışmasının
Beauvoir otobiyografisinde fenomenoloji ile olan yaşayan beden kavramına (Leib, kolordu vivant, ko­
ilişkisi hakkında önemli bilgiler verir. Olgunluk Çağı lordu vecu) dayandığını defalarca vurguluyor. (6)
(La Force de l'age, 1 960) eserinde, bizlere Husserl'in Husserl ilk olarak bu konsepti nesnellik ve mekan­
zaman bilinci konusundaki derslerini incelerken sallık, Ding und Raum, konusundaki derslerinde
"hakikate her zamankinden daha yakınlaştığını" l 907'de sundu. Altı yıl sonra, Husserl, Ideen eserinin
(Beauvoir, 1 995a, 23 1 ) hissettiğini söyler. Ayrıca, fe­ ikinci bölümünde kapsamlı bir açıklama yaptı. Bu
nomenoloj i felsefesiyle olan ilişkisini, Sartre'a karşı eser uzun süre yayımlanmamış halde kaldı; ancak
tutumuyla karşılaştırarak açıklıyor: Merleau-Ponty, onu 1 93 7'de Louvain'deki Husserl
Sartre, Husserl'ın felsefi doktrinlerini ondan arşivlerinde inceledi ve Algının Fenomenolojisi (Phe­
daha hızlı ve daha doğru anladığımı iddia
nomenologie de la perception, 1 945) eserinde beden
kavramını geliştirirken defalarca atıfta bulundu. (7)
etti. Aslında, felsefeleri kendi şemalarına
göre yorumlama eğiliminde; kendisi için Husserl'ın yaşayan beden konseptinin (Leib) özün­
kendini unutmak ve kuşkularını kenara bı­ de, günlük işlerimizde ve bilimsel uygulamalarımız­
rakıp yabancı bir bakış açısı kazanmak çok da manipüle ettiğimiz maddi nesneler (Körper) ile
zordu. Ancak benim savaşmak için böyle arasındaki esas fark vardır. Husserl, vücudun bize
bir direncim yoktu; düşüncelerim anında iki farklı şekilde kendisini tanıttığına işaret ederek
anlamaya çalıştığım düşünceye uyarlandı. bu geniş ayrımı yapar: tüm faaliyetlerimizin başlan­
Pasif olarak kabul etmedim; kabul etmiş gıç noktası (Leib) olarak ve pasif veya dirençli nesne
olsam bile boşlukları ve tutarsızlıkları fark (Körper) olarak. Daha sonra yaşayan bedenin birin­
ettim ve muhtemel ayrıntıları araştırdım. cil olduğunu ve temelde ruhun ifadesi ve aracı oldu­
Bir teori beni ikna ettiyse, onu dışımda tut­ ğunu öne sürer. Bu ayrı bir gerçeklik değildir; ancak
madım; dünyayla olan ilişkimi değiştirdim, tüm günlük faaliyetlerimizin ve bilimsel idealizmin
bu deneyimimi renklendirdi. Kısaca benim-

lttt1i1 !ffi1 1J
ufkudur (Husserl, 1 952, 1 57, 28 1 ; Merleau-Ponty, içinde ve bu açıdan ortaya koymaktı. (8) İkinci Cins
1 993, 1 06- 1 3 ) . yaşayan cinsel bedenin, bedensel ve ruhsal yönleri­
nin, diğer bedenlerle ve bir bütün olarak dünyayla
Varoluşçular, Husserl'in yaşayan beden analizini ilişkilerinin zengin bir tanımını bize sunar. Dolayı­
uyguladı ve geliştirdi. Özellikle Merleau-Ponty, ya­ sıyla, felsefenin temel cinsellik sorununu ima eder.
şayan bedeni Algının Fenomenolojisi eserinin ikinci Beauvoir'in anlayışında, cinsellik varlığın bir detayı
bölümündeki kapsamlı ve ayrıntılı çalışmada sundu. değildir, -felsefi yansımalarımız da dahil- bütün var
Beauvoir bu çalışmayı iyi biliyordu; 1 945'te Temps oluşumuzun içind�n geçen bir elementtir.
modernes için gözden geçirdi ve İkinci Cins'teki ci­
simleşme anlayışını sunarken buna tekrar tekrar atıf­ Filozof ve Yazar
ta bulunur.
Neden birçok yorumcunun, Beauvoir'in açık felsefi
Beauvoir, Merleau-Ponty'nin fenomenolojisine iliş­ ifadelerini ihmal ettiğini merak edebiliriz. Bu ihmal­
kin incelemesine başlarken şöyle yazar: "Fenome­ karlığın bir nedeni Beauvoir'ın eserlerinin genellikle
noloji biliminin en büyük özelliklerinden biri, özne kişisel yaşamı bağlamında incelenmesidir ve kişisel
ile nesne arasındaki muhalefetin ortadan kaldırılma­ yaşamının neredeyse tamamı Sartre ile olan ilişkisi­
sıdır. Nesneyi kime ve kim için nesne olduğundan ne indirgenmiştir. (9) Buradaki yaygın bir karşılaş­
başka, özneden ayrı şekilde tanımlamak imkansızdır tırma "romancı Beauvoir " ve "filozof Sartre " ara­
ve özne sadece bağlantılı olduğu nesnelerle kendini sındadır. Bu sunumlar genellikle Beauvoir'ın l 979'da
açığa çıkarır" (Beauvoir, 1 945a, 363 ) . Feminist Studies'te yayınlanan bir röportaja atıfta
bulunmaktadır. Orada şöyle demiştir: "Sartre bir fi­
Beauvoir'ın d a belirttiği gibi, b u ifadeler önemsiz lozof, ben değilim" (Benj amin ve Simons, 1 979, 330-
gibi gelebilir; ancak felsefi açıdan fevkalade etkileri 45). En geçerli sonuç, Beauvoir'ın herhangi bir felsefi
vardır: gerçek bir etik geliştirebilmek için, yalnız­ ya da fenomenolojik ilgisinin olmadığı ve eserlerinin
ca özne-nesne ilişkisinin fenomenolojik anlayışını felsefi kavramlara ya da metotlara atıf yapılmaksızın
temel alarak geliştirilebilir (Beauvoir, 1 945a, 363 ) . yorumlanabileceği ve değerlendirilebileceğidir.
Beauvoir'a göre, böyle bir anlayış, samimi ve toplam
etik taahhütü için gereklidir. Bu sonuç bir hatadır. Beauvoir'ın felsefeyle olan
ilişkisi, böylesine basit bir karşıtlıklarla gözden ka­
Beauvoir burada Merleau-Ponty'nin çalışmalarının çıracağımızdan çok daha karmaşıktır. Otobiyog­
ana değerini görür. Merleau-Ponty için, kişisel bilinç rafisinde, felsefi ilgilerini ve etkinliklerini birkaç
« Hegel'in yazdığı ve Sartre'ın tekrarladığı gibi, kendi­ farklı bölümde karakterize eder. Bazı yaklaşımları
si için saf değildir, varlıkta bir boşluk da değildir; an­ reddetmek ve başkalarını onaylamak suretiyle felsefi
cak bir eğridir, açılabilen bir katlamadır" diye yazar uğraşlarını açıklığa kavuşturur. Entelektüel yetenek­
( 1 945a, 367). Merleau-Ponty, Sartre'ın kendisi için lerinin ve zayıf yönlerinin net bir resmini verir ve
ile kendinde arasındaki zıtlığını reddeder ve somut kendi coşkusunu ve sevgisini ifade eder (bkz. örne­
varoluşunda bedensel özneyi açıklar: Açıkça Merle­ ğin, Beauvoir, 1 997b, 220-22, 324). Ayrıca, Beauvoir,
au-Ponty'ye sempati duyar ( 1 945a, 366). Onun için, romanlarının kendilik-öteki ilişkisi ve evrenseller
Merleau-Ponty'nin bedenin fenomenolojik tanımla­ ile ayrıntılar arasındaki ilişki hakkındaki felsefi tar­
maları, mekansallığı, hareketi, duyuları, konuşması tışmalarda nasıl yer aldığını açıklar ( 1 997a, 92-98;
ve cinselliği "zengin'' ve "ikna edici" bir kaynaktır. 1 995a, 625-29). Kadın romancı ve erkek filozofun
Ek yararları, "şiddet" göstermemeleridir; aksine, ya­ basit resmi, Beauvoir'ın felsefi hayatından sunduğu
şamın kendisinin hareketini benimsememiz gerekti­ zengin kanıtı yok sayar.
ğini önermektedirler (Beauvoir, 1 945a, 367) .
Fakat daha problemli olan, en azından felsefi ola­
İnceleme, Beauvoir'ın fenomenolojiye olan bağlılı­ rak daha sorunlu olanı, bu resmin naif bir felsefe
ğını ifade ediyor. Aynı zamanda, Beauvoir'ın, Hus­ düşüncesine dayanması ve daha kötüsü Beauvoir'ın
serl'in eserleri hakkında Merleau-Ponty'nin ve Sart­ kendisinin onaylamadığı bir resim olmasıdır: Filozof
re'ın yorumları arasındaki farkı açıkça gördüğünü ve bir sistem üreticisi olarak görülüyor, entelektüel ge­
Merleau-Ponty'nin dualistik-olmayan düzenlemesi­ lenekten bağımsız ya da ona karşı olarak çalışan bir
nin, etik açıdan daha umut verici olduğunu düşün­ mucit ve yaratıcı.
düğünü gösteriyor (Beauvoir, 1 945a, 367).
Beauvoir farklı bir felsefe görüşü, alternatifbir felsefe
Beauvoir'ın orijinal ve geniş kapsamlı yenilikçili­ anlayışı sunar. Yazılarında, felsefi etkinlik öncelikle
ği cinsel fark sorununu bedenin bir fenomenolojisi hakikat ve kanıt arayışı olarak ve başkaları ile sor-

fD tttfnıırnı
şisel hayata veya günlük işlere odaklanmanın bir
doğrulaması olarak görmemeliyiz. Beauvoir, sezgi ve
tutku adı altında felsefi sistemlere karşı meydan oku­
yarak, felsefi bir açıklama, felsefi düşüncenin doğası
üzerine bir açıklama sunar. Mevcut delilleri ön plana
çıkaran Kartezyen kavramını onaylar ve bu, onun
bu tür kanıtlarla meşrulaştırmayan bütün felsefi ku­
ramları ve "tarihin kesinliklerini" reddetmesine ne­
den olur (Beauvoir, 1 947, 1 45 -46) . ( 1 1 )

Beauvoir'un eseri, Rene Descartes'ın radikalizmine


çok fazla atıf yapan kıta felsefesi geleneği içerisinde­
dir. Bu gelenekte Descartes sadece bir dualist olarak
eleştirilmekle kalmaz, aynı zamanda alışılmış düşün­
ce eleştirmeni olarak da takdir edilir. En alakalı kay­
naklar, Descartes'ın metodolojik metnidir ve burada,
hayatımızda en az bir kez tüm inançlarımızı sorgu­
lamamızı önerir. Mesele, başkalarını eleştirme işine
girişmek değildir; bunun yerine amaç, kişinin kendi
önyargılarını sorgulamayarak, öz eleştirileri aracılı­
ğıyla, kendi inanç ve kanaatlerinin sorumluluğunu
almasıdır.

Felsefi tutumunu belirtirken, Beauvoir, Kartezyen


felsefe kavramını radikal düşünce olarak geliştiren
gulama ve iletişim olarak görülür. Otobiyografisi bu S0ren Kierkegaard, Husserl, Merleau-Ponty ve He­
düşünceyi oldukça açık bir şekilde ortaya koyar ve idegger'e atıfta bulunur. Fenomenolojik-varoluşçu
onu savunur. harekette, Descartes'ın felsefi radikalizm fikri öylesi­
ne yoğunlaştı ki tekrarlayan özeleştirinin koşulu ha­
Örneğin, Hegel'in sisteminin nasıl çalıştığını incele­ line geldi. Filozofun çalışması hiçbir zaman tamam­
meye ve sonunda onu anlamaya başladığında, Bea­ lanmaz; kendi derin düşüncelerinin net ve belirgin
uvoir, anlama ve doğrulamayı birbirinden ayırmaya merkezinden ayrılıp belirsiz ve karanlık kenarlarına
özen gösterdi: geri dönmelidir. Bu radikal Kartezyenizm, Beauvo­
Hegel'i okumaya ve onu daha iyi anlamaya ir'in felsefi etkinlik ve uygulama fikrinin özüdür.
başladım; ayrıntı zenginliği benim gözü­ Beauvoir, eleştiri ve kanıtlara ek olarak, dilin rolünü
mü kamaştırdı ve sistemi bir bütün olarak vurguluyor. Felsefeyi radikal sorgulama yoluyla ha­
baş döndürücüyü - Ama kalbimin daha kikate ulaşmak için bir girişim olarak görüyor; ancak
mütevazi hareketi böyle spekülasyonları bunun tek başına gerçekleştirilebileceğini hatta de­
yalanladı: umut, öfke, beklenti, endişe tüm nenebileceğini bile düşünmüyor. Düşünme, içsel bir
bu aşkınlıklara karşı kendini savunuyordu monolog değildir, iş birliği demektir ve bu nedenle
[depassements] . Evrensele uçuş, hayatımın de esasen başkalarına, başkalarının söz ve metinler­
kişisel macerasında geçen bir olay oldu. le ifade edilen düşüncelerine dayanır. Beauvoir için
Tutkuyla okuduğum Kierkegaard'a geri felsefe bir diyalog, konuşma ve yazma yoluyla diğer­
döndüm; öne sürdüğü hakikat, şüpheyi, leriyle tartışma anlamına gelir. Özgeçmişinde yazış­
Kartezyan kanıtlar gibi, muzaffer bir şekilde manın, öznelerarasılığın ve aşkınlığın gerçekleşebi­
savundu. leceği tek yer (lieu) olduğunu belirtmektedir ( 1 995b,
Beauvoir, Hegelci sistemi kendi tutkularıyla tezat 242; 1 996, 498) .
görür. Bu, felsefi düşüncenin reddedilmesi değildir; Beauvoir'ın felsefe ve edebiyat arasında yaptığı karşı­
felsefenin belirli bir anlayışına meydan okumaktır: lık sanat için felsefeyi reddetmek demek değildir; ya­
Beauvoir, Hegel'in ve Sartre'ın felsefi doktrinlerini, şayan tecrübeye ve onun dilde ifade etmesine önem
kendi yaşadığı deneyiminden kanıtlara başvurarak vermeyen felsefeleri reddetmek demektir.
sorgular (bkz. Beauvoir, 1 997b, 34 1 ; 1 995a, 498-99,
627-28; 1 947, 1 04-05, 1 58-59). ( 1 0) Açıklamayı, ki- Öz�tlemek gerekirse, Beauvoir felsefenin en önem-

1m;1rnnıı m
li yonunun yalnız sistem kurmada gerçekleştiğini yetlerimizi kesintiye uğratmamıza gerek duymamaktadır.
düşünmemiştir. Bunun yerine, sorgulama, problem
4. Husserl'ın felsefe ve bilim düşüncesini daha detaylı bir şekilde
çözme ve diyaloğun rolü üzerinde durmuştur. Bir incelemek için bkz. Heiniimaa ( 1 998b).
filozof olmadığını söylediğinde, bir sistem kurucu­
5. Bkz. Pyrrhus et Cineas (Beauvoir, 1 944) ve Pour un morale
su ya da teori kurucusu olmadığını ifade ediyordu.
de ll:ımbigui'te (Beauvoir, 1 947). Beauvoir'ın, Linvitee ( 1 943), Le
Bu, onun eserinin felsefi ilgiden yoksun olduğu an­ Sang des autres ( 1 945b) ve Tous les Hommes sontt mortels ( 1 946)
lamına gelmez. Tam tersine, Beauvoir, tüm felsefe­ gibi romanlarının felsefi ve etik açıdan alakası üzerine Beauvoir
nin canlı çekirdeği olarak gördüğü ve modern dü­ ( 1 995a, 6 1 8 -29; 1997a, 92- 1 00) ve Merleau-Ponty ( 1 966).

şüncenin fenomenolojik geleneğinde bulduğu açık 6. Almanca isim Leib, "yaşamak" anlamına gelen /eben fiili ile il­
öz-eleştirel tavrı kendi yazılarıyla gerçekleştirmeye gilidir. Terim, birkaç farklı yoldan İngilizceye tercüme edilmiştir.
çalıştı. David Carr, Bunalım'ın çevirisinde "yaşayan beden'' kullanıyor;
Körper için bağlamına bağlı olarak «beden"i ve "fiziksel beden''i
Burada, Beauvoir'ın felsefe fikrini yorumladım. kullanıyor (Husserl 1 988, 50). Richard Rojcewicz ve Andre Sc­
huwer, Leib için «Beden" (büyük harf kullanımı) terimini ve Kör­
Ardından, bu fikri ciddiye almamız ve Beauvoir'ın
per için «beden" terimini Husserl'in Ideen'in ikinci bölümünün
cinsellik konusundaki karmaşık çalışmalarını çöz­ çevirisinde kullanıyorlar (Rojcewicz ve Schuwer, 1 989, xiv).
meye çalışırken bunu anahtar olarak kullanmamız
gerektiğini savunuyorum. Bir sonraki bölümlerde Merleau-Ponty'nin corps vecu ya da corps vivant (Leib) tartış­
ması sık sık "yaşamış beden" terimiyle çevrilir. Bu düzeni takip
Beauvoir'ın çalışmasının kavramsal ve metodolojik etmiyorum; çünkü niyetim Husserl, Merleau-Ponty ve Beauvoir
temelini ortaya koyduğu İkinci Cins'in ilk sayfaları­ arasındaki metodolojik ve kavramsal bağlantıları aydınlatmaktır.
nı yakından okuyacağız. Amacım, Beauvoir'un bir Dolayısıyla Carr'ın prosedürünü takip ediyorum ve hem Almanca
Leib hem de Fransızca corps vecu için «yaşayan beden» terimini
dizi fenomenoloj ik-felsefi soruları ortaya koyarak
kullanıyorum.
çalışmalarına başladığını göstermektir. Deneysel bir
soruşturma başlatmadığı gibi, doğrularını beyan et­ 7. Husserl'ın yaşayan beden tartışması hakkında bkz. Zahavi
mekle de ilgilenmiyor. Bunun yerine, cinsel ilişkileri ( 1 994) .

tartışırken varsaydığımız temel fikirleri sorgulamak 8. Bazı feminist düşünürler Merleau-Ponty'nin beden fenome­
istiyor. nolojisinin androsentrik olduğunu iddia ediyorlar (Butler 1 989,
Grosz 1 994). Karşıt görüş açısından bakınız Heiniimaa ( 1 997),
devam edecek... Stoller ve Vetter ( 1 997), Waldenfels ( 1 998, 1 86-95) ve Stoller
( 1 999).
Notlar
9. Daha geniş bir görüş için bkz. Simons ( 1 986), Le Doeuff ( 1 99 1 ) ,
Juha Himanka, Morny Joy, Timo Kaitaro, Johanna Oksala, Mar­ Kruks ( 1 990, 1 9 9 1 ) , Lundgren-Gothlin ( 1 992, 1 995), Heiniimaa
tina'ya minnettarım. Reuter, Anna Rotkirch, Marja Suhonen ve ( 1 996b) ve Fullbrook ve Fullbrook ( 1 994).
Dan Zahavi'ye eleştirel anlayışları ve yararlı önerileri için teşekkür
ederim. 10. Beauvoir'in Hegel felsefesiyle ve onun farklı yorumlarıyla iliş­
kisi hakkında Lundgren-Gothlin ( 1 992) ve O'Brien-Ewara ( 1 999).
1. Hypatia stil gereksinimlerini dikkate alarak, yalnızca metinle­
rin çağdaş baskı/çeviri tarihlerini belirttiğimi lütfen unutmayın. 1 1 . İkinci Cins'te Beauvoir, Sigmund Freud'un sistemine benzer
Referans listesinde orijinal Fransızca ve Almanca metinlerin ta­ çizgilerle karşı çıkarak şunları söylüyor: "Libido erkeğe dayalı
rihlerini veriyorum. Bu yazıda kendi çevirilerimi veriyorum; çün­ olarak bir dürtü, bir enerji olarak tanımlandığından [Freudyen]
kü mevcut olan çeviriler genellikle yanıltıcıdır ve yanlıştır. 'pasif libido' fikri kaygılı bir hal alıyor; ancak kimse ışığın bir anda
sarı ve mavi olabileceğini düşünmekten daha iyisini yapamazdı -
2. Beauvoir'in fenomenolojik ilgisi için önceki çalışmalarımda ihtiyaç duyulan yeşilin sezgisidir" (Beauvoir, 1993, 92-93). Beau­
savundum (Heiniimaa 1 995, 1 996a, 1 996b, 1 997), ancak burada voir'ın buradaki argümanı metodolojiktir: Freud'un cinsel arzuyu
Beauvoir'un felsefe fikrine odaklanarak argümanı geliştiriyorum. a priori olarak yalnızca etkin bir ilke olarak tanımlaması nedeniy­
Beauvoir'in fenomenolojik ilgisini gösteren veya açıklayan diğer le kadının arzusunu ( desir femelle) anlayamadığını belirtiyor. Be­
yorumlar için bkz. Simons ( 1 983), Butler ( 1 986), Kruks ( 1 990), auvoir'ın fenomenolojik eleştirisi, Freud'un geleneksel kavramlara
Vintges ( 1 996) ve Bergoffen ( 1 997). yapışmak yerine, gördüğü ve duyduğu şeyleri, yani -etkinlik ve
edilgenlik (sarı ve mavi) açısından analiz edilemeyen- farklı türde
3. Fenomenologların geri çekilmek veya tutuklu kalmak hareketi bir arzunun (yeşilin) ifadesine dayanması gerektiğidir.
bazen ayrılma olarak tanımlanır. Bununla birlikte, Husserl, "bö­
lünme" anlamına gelen ausschalten adlı Almanca terimini kullan­ İngilizce orijinali: S. Heinamaa ( 1 999). "Simone de Beauvoiris
dı; ancak "kapatma" olarak da anlaşılabilir ( 1 9 1 3 , 65-66). Sözcük Phenomenology of Sexual Difference", Hypatia, sayı 1 4/4, Güz
ikinci anlamda alındığında fenomenolojik adım, dünyayla olan 1 999, s. 1 1 4 - 1 32.
bağlarımızı koparmamıza değil, yalnızca doğal ve alışkanlık faali-

fl ttftf!1 i@I
SiYASET FELSEFESiNDE KADININ VE KADIN FILOZOFLARIN YERİ
SÖYLEŞİ: EFSUN AKSEN

Prof Dr. Ahu Tunçel* ile

Kadının Siyaset Felsefesindeki Yeri Üzerine Söyleşi

Efsun AKSEN: Siz siyaset felsefesi alanında çalışıyor­ biçmiştir. Üstelik Simone de Beauvoir'nın saptama­
sunuz. Ancak özellikle klasik siyaset felsefesine, hatta sıyla bu roller doğal da varsayılmıştır. Sonuçta erke­
modernliğin ilk dönemlerine bakıldığında kadın si­ ğin ya da aklın yönetmesi de bir o kadar doğallıkla
yaset felsefecileri pek görmüyoruz. Siyaset, kadınların kabullenilmiştir.
dışlandığı bir alan olduğu için kadınlar da ilgi mi gös­
termiyorlar sizce? Bu erkek egemen bakış açısı yalnızca kadının konu­
munu belirlemez, aynı zamanda tüm toplumsal ku­
Ahu T UNÇEL: Kadınlar siyasete ya da siyaset üzeri­ rumlar gibi siyasete de karakterini verir ve siyasetin
ne düşünmeye ilgi göstermiyorlar demek zor. . . An­ egemenlik ilişkileriyle özdeşleştirilmesine neden
cak haklı olduğunuz nokta siyaset felsefesi tarihine olur. Bu özdeşleşmenin doğal sonucuysa kadınların
şöyle bir bakıldığında kadın filozoflara rastlamakta siyaset alanından dışlanmasıdır. Bu durum büyük öl­
zorlanıyoruz. Elbette bu saptama tüm felsefe tarihi çüde bugün bile sürmekte, eril bir dili ya da egemen­
için de genişletilebilir olsa da konu siyaset felsefesi lik dilini benimsemedikçe kadın iktidarın ötekisi ola­
olunca durum daha sıkıntılı bir hal alıyor. Kadınla­ rak kalmaktadır. Siyasetin bu eril doğasında kadına
rın siyaset alanının dışında kalmasının tabi en temel yer olmadığı açıktır ve siyasete giren kadınların pek
sebebi kuşkusuz siyasetin yüzyıllar boyunca erkek çoğunun da bu eril söylemi benimsemeksizin siyasal
egemen biı: alan olarak konumlandırılmasıdır. Erkek, alanda varoluşları olanaklı olmamaktadır.
kadın-erkek ilişkisi üzerine yazan -neredeyse tama­
mı erkek- filozofların yüzyıllar boyunca yazdıkları Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken nokta,
eserlerde egemen, iktidar, akıl, düşünce, güç ile öz­ bu saptamayı yaptığımız siyaset tanımının yönetim
deşleşirken, kadına da kendi perspektifinden boyun erkiyle iç içe olduğudur. Machiavelli'yle başlayan,
eğen, itaatkar, doğaya yatkın, duygusal, zayıf rolleri ancak Thomas Hobbes ile kurumsallaşan bu tanı-

• Prof. Dr., Maltepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü

tfft11 ıırn• m
A.T: Sorunuzun yanıtının siyaset felsefesinin neliği
ve hakikat ile siyaset ilişkisi üzerine düşünerek bulu­
nabileceğini düşünüyorum. Siyaset felsefesi aslında
çelişik bir ifade. Platona atıfla felsefe hakikatin, siya­
set doksaların alanı olarak belirir. Platon'un Devlet
eserindeki mağara metaforunda bu ayrım filozofun
yani hakikatin yönetmesiyle son bulan felsefi aydın­
lanma sürecine odaklanırken, insanlararasındaki
ilişkileri de yok sayan bir yönetim idealine evrilir. Bu
aslında aşkın bir hakikatin insanlar arasındaki iliş­
kileri yönetmesi anlamına gelir. Hakikatin böylesine
aşkın bir referansla tanımlanışı siyasetin pratik alan­
da belirmesini yok eder. Oysa siyaset gündelik insani
işler deneyimiyle başlar. Ancak hakikatin tekilliği bu
deneyimdeki farklılıkları, çoğulluğu ve en önemlisi
durumlar karşısında verilecek yargıyı yok eder.

Hakikatin doğrulukla özdeşleşerek tekil haldeki su­


numu, bizi de gündelik pratiklerde tekil bir doğru­
yu benimsemeye yöneltir. Doğru tekse ve yapılması
gereken de tekse, kişi olmanın önemi ortadan kal­
kar. Hakikatin tekilliğine karşın Hannah Arendt'in
saptamasıyla dünyada insan değil, insanlar yaşar.
ma göre siyaset yöneten-yönetilen ilişkilerini içerir
Arendt'in dikkat çektiği nokta, dünyada ne kadar
ve egemenlik kavramıyla ilişkilidir. Oysa bu siyaset
insan varsa, o kadar yargının da olduğudur. Diğer
özgül anlamıyla egemen olma değil, özgürlük kav­
bir deyişle hakikat insan dünyasında tekil olamaz.
ramıyla açıklanabilir; kişinin kendisini diğerlerinin
İnsanlararası dünya söz konusu olduğunda hakikat
önünde ortaya koyması, olanaklarını açığa vurması,
verili bir şey değil, ancak kurulan bir şeydir. Her tek
kısacası kamu alanında varolması anlamlarını içerir.
durumdaki yargının önemi burada belirir. Farklı in­
Diğer bir deyişle siyaset insan olarak kendi olanakla -
sanlar farklı yargılarda bulunurlar ve bu yargıların
rımızı gerçekleştirmekle ilgilidir.
toplamıdır hakikati verecek olan ... Bu nedenle "fark­
Eğer siyaseti bu anlamda ele alırsak aslında kadın­ lı ama eşit" söylemi yani çoğulluk söylemi hakika­
ların siyaset felsefesi alanında varolduklarını da gö­ tin kurulmasının önkoşuludur. Sonuçta her bir kişi
rebiliriz. Bu anlamda yazı yazma başlı başına siyasi "farklı ama eşitler" olarak hakikatin kurulmasında
bir eylemdir. Tarih boyunca, özellikle de modern benzersiz öneme sahiptir.
dönemden itibaren kadınlar yazarak ya da söyleye­
rek kendi olma peşinde koştular. Aslında her yazı ya -
zan, görüşünü ortaya koyan kadın siyasal olanın bir
parçasıdır. Bu kadınlar devlet kurma, egemen olma,
iktidarı koruma üzerine yazmadıkları için siyaset
felsefesinde yer almıyor gibi görünseler de aslında
kendilerini açığa vurmakla, sözlerini söylemekle si­
yasal bir eylemi zaten gerçekleştiriyorlar. Biraz hiciv
içerecek ama, erkek egemen duruş siyaset üzerine
düşünce üretirken, kadınların varoluş mücadelesi
bizzat siyasal...

E.A: O halde burada teori ve pratik açıdan farklı düz­


lemler belirlediniz, doğru mu? Doğruysa Platonaan bu
yana süregiden siyaset felsefesinde kadınların olma­
yışı kadınların teorik çalışma dünyasından dışlanmış
olmaları mıdır? Bu durum kadınların teorik bir alan
olarak felsefeden de dışlanmaları anlamına mı gelir?

fl tfftf!i i!rnl
bir deyişle toplumsal iktidar düşüncesi neyse, siya­
set de odur. Bu durumda tüm toplumsal kurumlar
gibi siyaset de kadınların istihdamını tek bir şartla
kabul ediyor: kadın olmayı reddetmelerine dayalı
olarak. .. Dahası özellikle ekonomik krizlerin ve iş­
sizliğin büyüdüğü dönemlerde kadın istihdamı hızla
düşmektedir. Diğer bir deyişle kadınların istihdamı
yeteneklerine göre değil, erkeğin durumuna göre ko­
numlandırılmaktadır.

20 1 8 OECD Türkiye verilerine bakıldığında, kadın­


ların işgücüne katılım oranı %33 iken bu oran OECD
ülkelerinde %65 civarındadır. Sorun yalnızca katılım
da değil, kadınların rakipleri arasından sıyrılarak yö­
netici konuma gelememeleri. Örneğin kadınların en
çok istihdam alanının üniversitelerde olmasına rağ­
men, yönetici pozisyonlara gelemediklerini görüyo­
ruz. Sonuçta kadın istihdam oranı yüksek görünen
üniversitelerde bile gerçekte kadınların karar verici
bir gücü bulunmamaktadır. Literatürde "cam tavan"
denilen bu durum, kadınlara açık gibi görünen yük­
selme pozisyonlarının gerçekte toplumsal cinsiyetçi
yaklaşımla engellenişine bir örnektir.
Her bir kişinin hakikat söylemine bu katılımı aynı
zamanda kendi sözünü söyleme, kendi durduğu yeri Bu durum bile eşitlik kavrayışımızın değiştirilmesi
belirleme anlamında özgürlüğü verecektir. O halde için yeterli bir veri sanırım. Eşitlik hukuki, ekono­
kadının katılımı siyasal açıdan hakikatin kurulma­ mik ya da siyasal aynılık, aynı haklarla donanma de­
sının vazgeçilmez bir parçasıdır, bu katılım aynı za­ ğil, farklı olanların farklılıklarına izin verme olarak
manda kadının özgürlüğünün de anahtarıdır. Kısa­ yeniden tanımlanmalıdır. Ancak böylece kişi kendi­
cası siyaset kadının katılımı olmadığında hakikatini sini ortaya koyabilir, kendi olabilir, eşit bir biçimde
yitirir, kadın ise siyasete katılmadığında özgürleşe­ özgürleşebilir. Bu açıdan eşit ve özgür olma yalnızca
mez. Demek ki kadının her şeyden önce görevi siya­ kadınların sorunu değil, aynı zamanda erkeklerin de
seti dönüştürmek, onu yeniden tanımlamak, siyaseti sorunudur, zira kadını aynılaştıran düzen, erkeği de
teorik alandan çıkartarak pratik içinde sorgulamak­ aynılaştırıyor.
tır.
E.A. : Ancak bu aynılaşmayı talep edenler de kadınlar
Siyaset tanımımızı değiştirmeden verili siyasete değil mi? Yani feminist düşüncenin tarihine baktığı­
mahkum oluruz. Verili siyasetin egemenlik söyle­ mızda kadının en uzun soluklu mücadelesinin erkekle
miyle şiddet içeren dili kadının farklı oluşunu gör­ eşit haklar adına verilen mücadele olduğunu görüyo­
mezde geliyor. Bu nedenle umudumuz kadının kendi ruz.
adına eylerken, siyaseti de dönüştürecek olmasıdır.
A. T . : Özellikle birinci kuşak feministler eşitlik talep­
E.A. : Verili siyaset açısından bakacak olursak kadın­ lerinden yola çıktılar. Bunun nedeni kadının kamu
ların siyasette ya da genişleterek söylersek toplumsal alanına çıkışının sağlanmasının öncelikli hedef ol­
açıdan saygın mevkilere gelmelerinde önlerinde en­ masıydı. Birinci kuşak feministler seçme-seçilme
geller mi var? Hukuki açıdan eşit yurttaşlardan söz hakkı, çalışma hakkı, eşit işe eşit ücret talebi gibi
ettiğimizi göz önüne alırsak, kadın engelleniyor deni­ kamuda kadını ve erkeği hakları bakımından eşit
lebilir mi? görmek isteğindeydiler. Ancak her ne kadar farklı
sınıflandırmalarda yeri birinci kuşak mı ikinci kuşak
A.T .: Kadınlar ve erkeklerin siyasal kurumlarda
mı diye tartışılsa da benim ikinci kuşak olarak ad­
ilerlemeleri eşgüdümlü değil elbette. Erkeklerin si­
landıracağım Simone de Beauvoir'ın ortaya koyduğu
yasal alanda kendilerini kabul ettirmek için özel bir
"gender" kavramı kadın ve erkek arasındaki farkla­
çaba göstermelerine gerek yok. Ancak kadınlar için
rın toplumsal olarak inşa edildiğini ileri sürüyordu.
aynı şeyi söylemek mümkün değil. Siyaset alanı bir
Beauvoir "kadın doğulmaz, kadın olunur" derken
gösterge, toplumsal alanın bir yansımasıdır. Diğer

tt!tffiijajl lJ
biyolojik farkların kültürel açıdan kategorize edile­ mücadelelerindeki temel adımların yarattığı kaza­
rek üst-alt, yüksek-alçak, değerli-değersiz gibi sınıf­ nımlar, artık yeni kuşak feministlere daha düşünsel
landırıldığını ileri sürüyordu. Kadın ve erkeğin farklı zeminde hareket etmeye olanak tanıdı. Farklılıklarla
olduğunu açıkça dile getirse de Beauvoir bu farkların eşitlik . . . Bugün beklenen şey budur. "Farklı olmak
ancak eşitlikçi bir toplumda yaşanabileceğini ileri mı yoksa eşit olmak mı?" sorusu bizi zorunlu bir
sürüyordu. Böylece ortak özelliğin eşitlik talebinin seçime sürükler görünüyor. "Farklı ama eşit" oluna­
feminist hareket için temel kavram olduğunu söyle­ maz mı? Bunun için önce aynılığın eşitlikle özdeş­
yebiliriz. leştirilmesine bir son vermemiz gerekir, yani önce
kavramları bugünün ihtiyaçları doğrultusunda bir
Ancak daha sonraki feminist çalışmalara bakarsak kez daha tanımlamak gerekiyor. Diğer bir deyişle ar­
eşitlik ve farklılık gibi kavramsal çözümleme alanı­ tık hukukun dilinin felsefeyle buluşma zamanı geldi.
na yönelindiğini görebiliriz. Sanıyorum kadınların

SOYLEŞi

AHU TUNÇEL EFSUN AKS�

Siyaset ve toplum fel sefesi alanında çalışmalar Araştırma alanları varlık felsefesi, epistemoloji,
üretmektedir. Pek çok kitaba yazar olarak katkı­ fenomenoloji, değerler felsefesi ve etik, varoluş­
da bulunmuş, başta Siyaset Fels efesi Tarihi -Pla­ çu feminizm ve ontoloji üzerinedir. Sürrealizm
tonaan Zizek'e olmak üzere dört kitabın da edi ­ ve Zen Budizmi ilgisini çekmektedir. Sanal or­
törlüğünü üstlenmiştir. Ulusal ve uluslararası pek tamlarda edebi akımları temsil eden yazarları ele
çok dergide makaleleri yayım lanmıştır. Bir Siya ­ aldığı inceleme yazıları yayımlanmıştır Sağlık .

set Felsefesi -Cumhuriyetçi Özgürlük kitabının üzerine aldığı eğitiminden yola çıkarak devam
yazarıdır. Özellikle tarih okumaları ilgi alanına ettirdiği sağlık sosyolojisi çalışmaları vardır.
girmektedir. Başta deneme kitapları olmak üzere, düşünce ve
inceleme dergileri, natüralist-realist ve izlenimci
romanlar ve avangard sinemadan hoşlanır.

IIil 'rn;f!ii1ffi1
FELSEFENiN ANLAMADIGI ŞU:
AYN RAND'I YOK SAYMAK ONU ORTADAN KALDIRMAYACAK
SKYE C. CLEARY
ÇEVİREN: CEMRE YILMAZ

Filozoflar Ayn Rand'dan nefret etmeyi severler. Onu olarak Kuzey Amerika okullarına dağıtmayı planla­
alaya almak, çok moda. Bir filozof bana şöyle demiş­ dı. Ayrıca Enstitü aktif olarak üniversitelere bağışta
ti: "Kimsenin o canavarla karşılaşmasına gerek yok." bulunuyor -tek şartları 'Ayn Rand'ın felsefesi Ob­
Pek çoğu da Ayn Rand'ın filozof olmadığını ve ciddi­ jektivizm üzerine uzman ya da olumlu bir ilgisi olan
ye alınmaması gerektiğini savunuyor. profesörlerin ders vermesi' ve ders kitabı olarak Atlas
Vazgeçti'yi kullanması.
Rusya doğumlu bir yazar olan Ayn Rand, 1 926'da
Amerika'ya yerleşir ve Objektivizm adını verdiği Rand'ın kitapları gün geçtikçe popülerleşiyor. Ama­
bir egoizm felsefesini savunur. Felsefesi, Atlas Vaz­ zon Yazar Sıralamasında William Shakespeare ve J.
geçti'de ( 1 957) yazdığı üzere, 'yaşantısının manevi D. Salinger ile yan yana. Bu satışlar değişiklik göster­
amacı kendi mutluluğu olan, en soylu faaliyeti üre­ se ve tüm satışları yansıtmasa da Rand'ın adını taşı­
tici başarısı olan ve tek mutlakiyeti mantığı olan yan şirket için yeterli.
kahraman bir varlık olarak kişi kavramı'dır. Mutlu­
luk idealleri, sıkı çalışma ve kahramanca bireycilik Rand'ın fikirlerini eleştirmek kolay. O kadar uç fikir­
ile -Ayn Rand'ın aynı adlı romanından uyarlanan ve ler ki bazıları onun kitaplarını parodi olarak okuyor.
Gary Cooper ve Patricia Neal'ın oynadığı 1 949 yapı­ Örneğin, Rand'ın kurban-suçlaması: Eğer kişinin
mı film Hayatın Kaynağı 'nı ( The Fountainhead) da parası ya da gücü yoksa bu, onun suçudur. Howard
sayarsak- Rand'ın Amerikanın ilgisini ve hayallerini Roark, Hayatın Kaynağı 'ndaki 'kahraman: kadın
yakalaması hiç de şaşırtıcı değil. kahraman Dominique Francon'a tecavüz eder. Şömi­
ne tamiri üzerine birkaç tuhaf diyalog, Rand'a göre,
1 982'deki ölümünden üç yıl sonra California'da ku­ Francon'un Roark'ı tecavüze 'işlemeli bir daveti' ile
rulan Ayn Rand Enstitüsü'nün raporlarına göre ki­ eşdeğerdir. Bu karşılaştırma açıkça tutarlı değildir
tapları 30 milyonun üzerinde sattı. 2 0 1 8'nin başla­ -Francon hakikaten direnir ve Roark açıkça kadını
rında Enstitü, Rand'ın romanlarını 4 milyon kopya zorlar- ama yine de Rand tecavüzcünün değil, te-

tf!t11 i@l lD
cavüz edilenin sorumlu olduğu­
nu ima eder. Bir açıdan bakılırsa
Roark kitabın başlarında ona
yapmak istediği şeyler konusun­
da izin verenin kim olduğunun
önemli olmadığını söyler: 'Asıl
önemlisi, beni kim durduracak?'
Rand'ın bencillik savunması ve
şanssızlığa karşı vurdumduymaz­
lığı çağdaş politikada yankılarını
bulur. Onun felsefesi bazı poli­
tikacıları fakirleri ve güçsüzleri
suçlamak konusunda teşvik et­
miştir, desek abartmış olmayız.

Rand, öz-yeterliği destekler, öz­


geciliğe saldırır, kamu hizmetini
şeytanlaştırır ve bireysel özgür­
lüğü engelledikleri için devlet yö­
netmeliklerini yerer. Ayrıca pek
çok kanunun ve yönetmeliğin
özgürlük ve gelişmeyi destekledi­
ğini rahatlıkla göz ardı eder. At ­
las Vazgeçti'de gizemli tarikatvari
lider ve Objektivist sözcü John
Galt ve grubu, devlet müdaha­
lesinden uzak, kendi kurallarını
yaratabilecekleri bir koloni kur­
mak için şebekenin dışına kaçar.
Ancak düzenlemelerin olmadığı,
çevre koruma örgütününki gibi
bir dünyanın gerçekliğini hayal
edin. Komuşuları Galt'ın ütop­
yasına kirli hava pompalamakta,
naklarından içerek Dünyayı pay­ de Rand, her zaman kendi felse­
su kaynaklarını kirletmekte ya
laştığımız gerçeğini yadsır. fesi ile yaşamadı: İkiyüzlülüğün
da ütopya sakinlerini zehirleyen
cafcaflı bir gösterisi olarak ileri
toksik böcek ilaçları sıkmakta öz­ The Free Market Existantialist yaşlarında sosyal güvenlik ve sağ­
gür olurdu. Yine de Galt ötekilere (Serbest Piyasa Varoluşçu1,1u, lık ödemelerini topladı. Başka bir
karşı hiçbir görevi kabul etmez ve 20 1 5) yazarı William Irwin gibi yazısı 'The Question of Scholars­
başkasından da beklemez. Kendi bazı liberter filozoflar, halkı ve hips'te (Bilginlerin Sorusu, 1 966)
sözleriyle: "Takipçilerime karşı mülklerini zarardan, şiddetten, Rand, kamu yararını ödenen ya
sorumlu olduğum ahlaki şartları hileden ve hırsızlıktan korumak da ödenmesi beklenen vergilerin
mı soruyorsun? Hiç:' Galt zengin­ için bir miktar devlet kontrolünü iadesi olarak kabul etmeye çalıştı.
dir; bu sayede birkaç komşusunu öneren Rand'ın ideolojisinin çe­ Burada sorun sadece ne kadarlık
para ile uzaklaştırabilir. Ancak şitlerini sunmuştur. Ancak Rand devlet hizmetinin ödenmiş vergi
-kendi görüşlerini temsil eden için, deneme seçkisi The Virtue of miktarına denk geldiğini hesap
Galt gibi karakterlerce sunulan­ Selfishness'ta (Bencilliğin Erdemi, etmenin zor olması değil -çün­
Rand'ın felsefesindeki varsayım, 1 964) yazdığı gibi, "özgürlük ve kü, muhtemelen, o da yolları,
ötekilerden yalıtılabilir sınırsız devlet kontrolü arasında hiçbir çeşme suyunu, polis korumasını
kaynaklara ve mülklere sahip bir taviz verilemez" ve herhangi bir ve devletin sağladığı pek çok şeyi
dünyada yaşadığımızdır. Aynı
·
tür devlet kontrolünü kabul et­ kullanmıştı. Daha önemlisi bu,
havayı soluyarak, aynı denizde mek, "kişinin kendini kademeli özgürlük ve yönetim arasında ta­
yüzerek ve ortak içme suyu kay- olarak esarete teslimi"dir. Yine viz verilemeyeceği vurgusu ile çe-

El tf!tffi i!ffi i
lişkilidir. Ayrıca kendinden otlandığı için yakındığı savvur etmek çok zor değil: Rand'ın kahramanları
aynı sisteme katılmak ve ondan faydalanmak konu­ çıkarcı ve umursamaz; ama yapmayı seçtikleri konu­
sunda samimiyetsiz. Bencil olabilir; ama kendisinin larda harikalar ve ilkelerine bağlılar. Bu durum, kur­
de öne sürdüğü gibi, ahlaksız. gunun etki gücü için çok önemli -ve aynı zamanda
ibret verici- bir örnek.
Rand'ı detaylıca okumadan alçaltmak ya da aksi­
ni ispatlama zahmetine girmeden şeytanlaştırmak Rand'ın fikirlerinin zamanla unutulmasını ummak,
açıkçası yanlış bir yaklaşımdır. Fikirlerini tabulaştır­ soruna iyi bir çözüm değil. Hayatın Kaynağı yayın­
manın da kimseye bir faydası olmayacaktır. Friedri­ landığı zamandan bu yana, 75 yıldır, çok satanlar
ch Nietzsche -bazen, Übermensch-vari kahraman­ arasında. Belki de Rand'ı bir filozof olarak kabul
ları yüzünden, üstünkörü şekilde Rand ile anılan etme zamanı gelmiştir. Düşüncesindeki hataları gös­
filozof- 1 8 8 1 'de uyarmıştı: "Masumlar, ölçü ile aşırı termek ve -John Stuart Mill'in Özgürlük Üzerine'de
arasında ayrım yapmalarına ve iyi zamanları gözet­ ( 1 859) yaptığı gibi- oldukça hatalı olan bir konumun
melerine engel olan cehaletleri yüzünden, her zaman bile hakikatin küçük bir kısmını içerebileceğini, hat­
kurbandır:' ta hatalı olanı göstermek için bizi teşvik edici bir
uyaran olarak hizmet edebileceğini fark etmek zor
Rand, özellikle felsefi argümanları retorik örtü altın­ olmamalı. Rand'ın retoriği milyonlarca okuyucuyu
da kullanarak kendi zalim önyargılarının kaçakçılı­ büyülemeye devam ediyor. Bu nedenle dili zorlama­
ğını yapıp masumiyete ve cehalete başvurduğu için lıyız ve hikayelerimiz etkili bir dil ile karşı argüman­
tehlikelidir. Yazıları savunmasız ve eleştirel bakma­ ları sunmalı. Rand okuyucularını farklı, daha kibar
yan kişiler için ikna edicidir. Aşırı uzatılmış sanatsal ve daha merhametli sonuçlara ikna eden bir yazar
diyalogları dışında iyi bir hikaye anlatıcısıdır. Onun düşünün. Kişinin yavan sözlerinden değil, kendine
romanlarının çok satanlar arasında olduğunu unut­ hizmet eden egosundan görebilmesini sağlamak ge­
mayın. Amazon'daki eleştirmenlerin üçte ikisi At­ rekir. Ayn Rand fenomenini ciddiye almalıyız. Onu
las Vazgeçti için beş yıldız verdi. İnsanlar bu kitabı yok saymak, ortadan kaybolmasını sağlamayacak.
içindeki hikaye için alıyor gibiler ve içinde sunulan Onun etkileri kötücül; ancak onu defetmek kolay
felsefeyi, neredeyse hiç üstünde düşünmeden ka­ olmalı.
bul ederek ikna edici buluyorlar. İnsanların Rand'ın
karakterlerine neden bu kadar hayran olduğunu ta- İngilizce orijinali: Skye C Cleary. "Philosophy shrugged: ignoring
Ayn Rand won't make her go away''. aeon.com, 22 Tune, 2 0 1 8 .
GEÇMİŞ VE GELECEK ARASINDA KAYBOLAN
KAMUSAL ALANIN TEZAHÜRÜ
DİLAN AKPOLAf

Hannah Arendt, 1 4 Ekim 1 906'da Yahudi bir ailenin olur. Paris'teki yaşamında, kendisi gibi Yahudi mül­
tek çocuğu olarak Almanya'nın Saksonya eyaletine tecilere destek olmaya çalışır. 1 940 yılında Hitler'in
bağlı Linden şehrinde doğdu. 1 924'te Königsberg'de Paris'i işgal etmesiyle Fransa'dan da kaçmak zorun­
liseyi bitirip 1 926 yılında Marburg Üniversitesi'nde da kalır. Bu sırada 1 929 yılında evlendiği Günther
Felsefe eğitimini tamamlamadı. Felsefe bölümünü Stern ile olan evliliğini bitirir ve 1 940 yılında be­
tamamladığı üniversitede hayatının bundan sonraki raber Amerika'ya kaçacakları Heinrich Blücher ile
sürecinde önemli bir yere sahip olacak olan Martin Amerika'da evlenir. Burada Aufbau adında haftalık
Heidegger'le tanışan Arendt, Heidegger'in tavsiyesi bir gazetede çalışmaya başlayan Arendt, 1 9 5 1 yılın­
üzerine doktorasını yaptığı Heidelberg'de, Kari Jas­ da da Ame'\"ikan vatandaşlığına geçer. Amerika da
pers ile tanışır. İlk tez çalışması olan Kari Jaspers da­ kaldığı süre boyunca akademik yaşama tekrar yöne­
nışmalığında "Aziz Augustine'in Düşüncesinde Aşk len Arendt, 1 959 yılında Princeton Üniversitesi'nde
Kavramı" üzerine tezini yayınlar. Akademik haya­ ders vermeye başlar. Bu üniversitede 4 yıl kaldıktan
tında ise her türlü ayrımcılığa ve ötekileştirilmeye sonra 1 963 yılında Chicago Üniversitesi'nde pro­
maruz kalan Arendt'in, Alman üniversitelerinde fesörlük derecesine ulaşmış bir hoca olarak çalışır.
ders vermesi engellenir. Arendt'in tanık olduğu iki 1 975 yılında 69 yaşında hayata gözlerini yumdu­
ayrı dünya savaşı ve Nazi Almanya'sındaki Yahudi ğunda ırkçılık, faşizm, şiddet, devrim, iktidar, oto­
soykırımı gibi toplumsal krizler bir filozof olarak da rite, antisemitizm, totalitarizm ve emperyalizm gibi
siyasi anlayışının oluşmasını sağlamıştır. kavramlarına adeta yeniden bir soluk getirmiş ve
yirminci yüzyılın en etkin filozoflarından ve siyaset
Yahudi kimliğinden ötürü ötekileştirilme, yurdun­
bilimcilerinden biri olmuştur.
dan edilme ve bir mülteci gibi yaşamasına sebep olan
bu zorluklar Arendt'in Fransa'ya gitmesine neden Yaşamına küçük bir pencere araladığımız Arendt,

*Yüksek Lisans, İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Felsefe Bölümü

m ırtt11ıım•
böylece felsefe tarihindeki direngen ve güçlü kadın yaşamın insanı" modern hayatın sorunları üzerine
filozoflar arasında yerini emek ve özveri ile almış­ odaklanıp insanlığın sorunları üzerinde düşünme
tır. Arendt'i tanımlarken kendisinden "deha" olarak yetisini kaybetmiştir. B öylece insanın toplumsal bir
bahseden Julia Kristeva, "Mozart'ın bir konçertosu, varlık olduğu gerçeği bizi kamusal alanın insan için
Chaplin'in komik bir sahnesi ya da Marie Curie'nin zorunlu bir eyleyiş alanı olduğu ve kamusal alanın
laboratuvarında radyumu keşfetmesi: bunlar, önlene­ olmayışının ise insanın özgürlüğünün olmayışına
mez olduğu kadar alışılmadık, öngörülemez olduğu işaret ettiği gerçeğine götürmektedir.
kadar vazgeçilemez hadiseler"( 1 ) olarak tanımlar.
Arendt'e göre modern insan, muhakeme ve düşünce
Bazı hadiseler önlenemez ve öngörülemez olarak
eylemini kaybederek, gerçek özgürlüğünü tamamen
açığa çıktığı gibi parçaların toplamına indirgenemez
yitirmiştir. Modern yaşamda bu iki ayrımın öne­
çünkü her olay bulunduğu tarihsel yarığa önemli
mi anlaşılamaz duruma gelmiştir. Özellikle mo­
ölçüde etki sağlar. Burada kesişme noktasında du­
dern ideoloj ilerin kurbanı olan kamusal alan ortak
ran ve tarihsel yarığın açılıp bu yarıktan varlıkların
dünya yaşamını ortadan kaldırmış, yerine modern
gelişimine katkı sağlayan, bir doğuşun gerçekleş­
ideoloj iler etrafında hem genetik hem de kültürel
mesini sağlayan deha'nın kendisi Arendt'tir. Dü­
anlamda kendisini sınıflandırmış insanlara bırak­
şüncelerinin temelini, yaşadığı dönemin koşulları
mıştır: Arendt için modern insan, düşünme ve eyle-
etrafında oluşturan Arendt, şiddet, devrim, otorite,
me becerisini kaybetmiş bir insandır. Bu nokta
iktidar, özgürlük ve eylem gibi kavramla­
insanı her alanda kendi muhakemesine
rın üstünde durarak, antisemitizm,
almak ile beraber, özünü ve yapı­
emperyalizm ve totalitarizmin
sını da değiştirmiştir. İnsanda
kavramlarının birbirleriyle
meydana gelen bu değişik­
olan ilişkisini Totalita­
lik, iktidar, otorite, güç ve
rizmin kaynakları eseri
şiddet kavramlarını do­
ile ortaya çıkartmayı
ğurmuş aynı zamanda
amaçlamıştır. Arendt,
insanı kendi varoluş­
insanlığın ve özellik­
sal gerçekliğinden ve
le 20. yüzyılın yıkıcı
kendi özünden uzak­
ideolojileri haline
laştırılmış öteki ve ya -
gelen bu kavram­
bancı bir varlık haline
ların, totalitarizmi
getirmiştir.
oluşturan kaynaklar
olarak görür ve bu çer­ Kendisine böylesi­
çevede de kendi felsefi ne yabancılaşan insan
görüşünü Totalitarizm Arendt'e göre felsefesini
·

ve onun sosyal, siyasal, oluşturan en önemli kav­


toplumsal ve kültürel yansı­ ramlardan bir tanesi olan ikti­
maları ve varoluşsal gerçekliği dar kavramının kökten değişerek
üzerine şekillendirirken aynı zaman- yeniden varlık bulmasına ve 20. yüzyı-
da radikal kötülük ve totalitarizm arasındaki lın en önemli kavramlarından biri olan, köken­
ilişkiye de dikkat çeker. Bu yazıda kapı aralayacağı­ leri 1 9. yüzyıla kadar uzanan Antisemitizm ve çağlar
mız konu totalitarizmin doğmasına sebebiyet veren öncesine kadar dayanan emperyalizmin büyük rol
özel ve kamusal alan kavramlarının yansımaları ve oynadığı totalitarizm'in doğmasına neden olmuş­
çözümlenmesi olacaktır. Arendt felsefesi açısından tur. Çünkü kamusal alanın olmayışı bireyi kendi
önemli bir yere sahip olan özel alan; bireyin bireysel özünü modernitenin bir nesnesi haline getirip, in­
eylemlerini, yaşam ihtiyaçlarını oluşturduğu alan sanları gereksiz bir varlık olduklarına ve "her şeyin
iken, kamusal alan ise Antikitede Arendt'i önemli mümkün olduğu" anlayışına inandırmıştır. Kamu­
ölçüde etkileyen Platon'd an Aristoteles'e değin sü­ sal alanın yitirildiği ve bireysel iradenin kaybolduğu
regelen bir kavram olup, insanın her türlü politik modern yaşamda, totaliter rejimlerin şiddet araçları
etkinliğinin (politik özgürlüğünün) varlık bulduğu ve bu şiddet araçlarının etrafında kurduğu tahak­
alandır. Bu sebeple kamusal alan geçmiş ile gelecek küm anlayışı hüküm sürmeye başlamıştır. Bu du­
arasında var olan bir kavram olarak karşımıza çık­ rum ise toplumda şiddet araçlarının ve buna bağlı
maktadır. Arendt'e göre modern yaşamda kamusal olarak milliyetçilik-ırkçılık düşüncesinin gelişimine
alanın varlığından söz edemeyiz; çünkü "modern bireylerin duyarsızlaşmasına, duygusuzlaşmasına

lttt1' 1!ffi l ll
yalnızca bireysel değil toplumsal bir özyitime neden Arendt'in kamusal alana dair başlattığı bu denli
olmuştur. Böylece mutlak kötülük anlayışı doğmuş, kapsamlı bir sorgulama beraberinde birçok olguyu
modern düşünce beraberinde kötülük ilişkisini de gün yüzüne çıkartıp bugünü ve geleceği kurarken
geliştirmiştir. İnsanın öz yitimine yol açan bu an­ yadsınamayacak bir gerçeklik ve gerekliliktir.
layış insanın varlığının değersiz ve önemsiz kılın­ Dipnotlar:
masına yol açmıştır. Arendt;n özellikle vurguladığı
l .KRİSTEVA )., Kadın Dehası Hannah Arendt, (Birinci Cilt),
ve Eichmann'ın Kudüs . mahkemesinde hayret ile çev: Zeynep Mertoğlu Oğur, Pinhan yay., İstanbul 2 0 1 2 , s.9.
karşıladığı ve gözler önüne serdiği yaşam içerisin - Kaynaklar:
de normalleşen, sıradanlaşan kötülüğün kendisidir.
ARElNDT, H., Geçmişle Gelecek Arasında, Çev. Bahadır Sina Şe­
Özyitimin toplumun kendisinde açığa çıkması ise ner, İletişim Yay. , İstanbul, 1 996.
çoğulcu bir iktidar, tahakküm, şiddet ve kötülük al­ ARENDT, H., Totalitarizmin Kaynakları/1 Antisemitizm, çev.
gısını açığa çıkartıp toplumun geneline yayılmasına Bahadır Sina Şener, İstanbul: İletişim Yayınları,1 996.
ve bu olguların anlamsızlaşmasına neden olmuştur. ARENDT, H., Totalitarizmin Kaynakları II Emperyalizm, çev.:
Bu sebepledir ki modern hayat ve onu kargaşası ile Bahadır Sina Şener, İstanbul, 2009.
ortaya çıkan kabullenme, sıradanlaşma, hiçleşme . . . ARENDT, H., Kötülüğün Sıradanlığı, Adolf Eichmann Kudüs'te,
vb insanlık tarihinin bir bütün olarak alaşağı etmiş, çev.: Özge Çelik, İstanbul, 2014.

insanlığa karşı bir suç haline dönüşmüştür. KRİSTEVA ) ., Kadın Dehası Hannah Arendt, (Birinci Cilt) , çev:
Zeynep Mertoğlu Oğur, Pinhan yay., İstanbul 20 1 2 .

DİLAN AKPOLAT
Araştırmaları siyaset felsefesi,toplumsal cinsiyet,
varlık felsefesi üzerinedir. Mitoloji ve ahlak fel­
sefesi ilgisini çekmektedir.Çeşitli <lergilerin yanı
sıra sanal ortamda makaleleri yayımlanmış, çeşit­
li seminerlerde yer almıştır. Popüler bilim, top­
lumlar tarihi, toplumsal cinsiyet kitaplarından
hoşlanmaktadır. Boş vakitlerinde viyolonsel özel
ilgi alanıdır.

Eil lttt11i@•
VIRGINIA WOOLF'UN ÇARPICILIGI:
ROSI BRAIDOTTI İLE SÖYLEŞİ
RUTH CLEMENS
ÇEVİREN: LEYLA BELMA GAZİ

Rosi Braidotti, filozof, Utrecht Üniversitesi'nde Or­ da önem taşıyor. Yakın zamanda uluslararası bir kon­
dinaryus Profesör ve Utrecht Beşeri Bilimler Merke­ feransta, Virginia Woolf hakkında bir konuşma yaptı­
zi'nin kurucu müdürü. Patterns of Dissonance (1 991), nız. Metamorphoses'ta Woolf'un çalışmalarını, haya­
Nomadic Subjects (1 994), Metamorphoses (2002), ta dair hakiki olasılıkların etkili olumlama/arı olarak
Transpositions (2006) ve The Posthuman (20l3) gibi ifade ettiniz. Virginia Woolf'un neden bu denli etkisi
eserleri de dahil çalışmaları yirmiden fazla dile çev­ var görüşlerinizde? Ve nasıl başladı bu?
rildi. Edebiyat akademisyeni olarak tanınmasa da pek
çok karşılaştırmalı edebiyat ve modern edebiyat öğ­ Rosi Braidotti: Zamanla oldu; makaleleriyle başla­
renci ve akademisyeni Braidotti'nin özellikle cinsiyet dı. 1 9 70'li yıllarda Canberra'da ANU'da (Avustralya
çalışmalarında, yeni materyalizm ve posthümanizm Ulusal Üniversitesi) öğrenciydim. Woolf, Milletler
gibi konular üzerindeki etkisini teslim ediyor. Haziran Topluluğu kolonileri kanonunda yer almıyordu. Dal­
201 8'de Kent Üniversitesi'nde 28. Uluslararası Virgi­ galar'ı değil, Finnigan Uyanması'nı biliyorduk biz.
nia WoolfKonferansı'nda açılış konuşmasını Braidotti Joyce'dan nefret ederim, katlanamıyorum adama.
yaptı. The Modernist Review kendisiyle Virginia Wo­ Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi tamam
olf tutkusu, feminist direniş ve edebiyat hakkında bir ama, diğerleri fos! Neyse . . . Woolf'u İngiliz Edebiyatı
sohbet gerçekleştirdi. kanonunda düşünmedik, feminist kanona dahil ettik
onu. Beni Woolf'la tanıştıran Kendine Ait Bir Oda ve
Ruth Clemens: Merhaba Rosi, bugün vaktinizi bize Üç Gine oldu. Feminizm üzerine yaptığım okuma­
ayırdığınız için teşekkür ederiz. Sorularıma, hali­ larla ufak ufak tanımaya başladım onu; çünkü, tek­
hazırdaki çalışmanızla, Virginia Woolf ile başlamak rar söylüyorum, yetmişli yıllarda Woolf kanonda yer
istiyorum. Woolf 'un eserlerinin çoğunun etkisini top­ almıyordu. Feminizm, Woolf'un mevcut durumun­
lumsal cinsiyet, posthümanizm ve feminist aktivizme dan daha fazla kabul görmesine büyük katkı sağladı,
yönelik yazılarınızın üzerinde görmek mümkün; aynı günümüz itibariyle önemi de ortada. Nihayetinde,
zamanda bu eserler öz-olumlama görüşleriniz adına sıra romanlarına gelmişti. Mrs. Dolloway ve Deniz

tttwnıırnı m
Feneri ile başladım, sonra Orlando'yu okudum. Her çatlak. Tüm bunlar, onu benim için kesinlikle ebe­
ne kadar genç yaşta ölmüş olsa da, onun kitapların­ dileştiren şeyler işte. Hayatımın her bir on yılında
dan beslendim ben. Kırk yaşımdayken okuyamadı­ küllerinden tamamen yeniden doğan biri. İnternet
ğım.Dalgalar, şimdi komodinimin üstünde; bir dua çağı için de biçilmiş kaftan. Her an çevı;imiçi olmaya
kitabıymışçasına okuyorum onu. hazır, dili anında dijitalleşebilir; adeta bir kılavuz. O
hep bir adım öndeymiş gibi hissediyorum; ölmenin,
R.C.: Haziran ayında yaptığınız konuşmada Wo­ enine boyuna düşünmenin, yeter artık demeye cesa­
olf'un çalışmalarının sizin için etkili ve daimi oldu­ ret etmenin. Halihazırda ölüm ve yaşlanma üzerine
ğundan bahsetmiştiniz. Nedir sizi sürekli Woolf 'a çe­ çalışıyorum, bu çalışmama bile kılavuzluk eden Wo­
ken? olf. Bazen bir yerlerden çıkıp, of yine mi sen, başkası
R.B.: Woolf'un patolojilerinden birine benzerlikler yok mu diyiverecekmiş gibi geliyor. Son bulmuyor
taşıyorum. Tüm yaptığı yazmaktı. Beni en mutlu işte; o birliktelik, şuur akışı, tek öz hissi. Kağıtlara
eden de yazmak. Hiçbir şeyim yoksa yazacak, oturup dökülenler, mürekkep izleri, Leonard ve Vita, şa­
telefon rehberimi yazıya dökerdim; telefon rehberi rap şişeleri, Kew Gardens'da bir sabah; yer almaktan
denen şeyin olduğu zamanlar tabi. Woolf mektup ve mutluluk duyduğum bir tablo. Çok ama çok derin
günlük yazardı, benimki ise üç renk şemasından olu­ bir sevgi işte . . .
şan bir günlüğün farklı versiyonları işte. Muazzam R.C.: Kariyeriniz felsefe üzeine; edebiyat eleştirmen­
bir şey! liğinden ziyade de öznellik, yeni materyalizm ve post­
human (insan ötesi) üzerine yaptığınız çalışmalarla
tanınıyorsunuz. Fakat pek çok selefiniz gibi edebiyat
referansları ve çalışmalarınız iç içe. Edebiyatın sizin
felsefeniz için önemi nedir? Günümüzdeki farklı disip­
linler arası ilişkiler hakkında ne düşünüyorsunuz?

R.B.: Harika bir soru bu. Aslına bakarsak bayağı bir


gel git yaşadım edebiyat ve felsefe arasında. Benim
zamanımda ANU'da (Avustralya Ulusal Üniversi­
tesi) çift dal çalışmak mümkündü. Ben de İngiliz
Edebiyatı ve Felsefe okudum, yani çift dal alınca ikisi
arasında bir seçim yapmış olmadım. Bu dengeyi bo­
zan, Felsefe Tarihi dersinde bizi Michel Foucault ile
tanıştıran felsefe danışmanım Genevieve Lloyd oldu.
Foucault'yu öğrenmek, entelektüel gelişimimde bir
yıldırım etkisi yarattı. İnanılmazdı. Kararsızlığıma
nokta koydu. Edebiyat, daimi bir unsur oldu. Fransız
felsefesinin daha kuramsal bir bakış açısı çerçevesin -
de edebiyattan başka bir şey olmadığı söylenir.

Bildiğiniz üzere, Fransız felsefesi, analitik felsefe ve


kıta felsefesi mücadelesi dahilinde haddinden fazla
öyküsel ve edebi olduğu gerekçeleriyle azledilmiştir.
. ... Bu insanlar muazzam yazarlar, analitik felsefecilerin
� yapamayacakları tüm ilginç şeyleri yapıyorlar. İyi bir
analitik felsefeci yüzeysel ve kötü yazar, serttir, ve
Tüm karmaşıklığı ve açıklığıyla seksüaliteye gelir­ hep bir "erkek"tir. Bu yüzden benim görüşüme bü­
sek . . . Leonard ve onun gerçeğe fazla yakın, inanıl­ tün yönleriyle edebi felsefe hitap ettiğinden Fransız
maz tutkuları; bunların çok azının gerçekten şehvet­ felsefesini seçtim.
le ilgisi var. Depresyonları, dibe batmama çabaları;
depresif bir tip değilimdir ancak faşizm öncesi za­ 1 970'li yıllarda Avustralya Federal Devleti koloni­
manlarda ayakta durmaya çalışmak nedir, iyi bilirim. lerinde öğretilen İngiliz Edebiyatı, oldukça geneldi.
Sadece önemli kanonik metinlerden oluşuyordu; in­
Hep Woolf'un aleyhinde kullanageldiği, algılanan sanın ve düşünmenin ne olduğu gibi belirli bir fikre
zayıflığı da ona benzer yanlarımdan; kadın dengesiz, yönelikti. Görevinin "uygarlaştırma'' olduğunu söy-

m ırrt11ıırnı
okutulması gerektiği fikrindeyim. Faşizm karşısın­
daki tavrı oldukça güçlüydü -savaş karşıtı pasifıstliği
(barışçıllığı) , 1 930 ve 1 940'lı yıllarda Britanya İmpa­
ratorluğu'nda pahalıya mal oldu ona. Korkaklık ve
vatan hainliği saldırılarına uğradı. Siyasi olarak bü­
yük meselelere dahil oluyordu; kadınlarla, Fabian­
larla, sosyalistlerle ilgili meseleler gibi.

Woolf'un resmi bir eğitim almadığını hatırlamak


isterim; onun zamanında kadınlar, hatta ait olduğu
sınıftan kadınlar bile, üniversiteye kabul edilmiyor­
du. Önemli bir nokta bu; çünkü insanlar kadınların
eğitim meselesinin yüzyıllar öncesinde var olduğunu
falan zannediyoruz hep. Çok hassas ve çok da taze
bir mesele bu. Woolf eğitim alamadı. Simone de Be­
auvoir, Grandes Ecoles'te (Büyük Okullar'da) değil,
Sorbonne'da eğitim alabildi. Burada geçmişten bah­
sediyoruz.

Woolf, ailesinin büyük bir üst sınıf mensubu olma­


sından ötürü özel bir eğitim aldı elbette. Beauvoir'ın
da gidebileceği başka okullar mevcuttu. Fakat gö­
rünürdeki sosyal gelişmelerin "başarısı"nın hassasi­
yetini hatırlamak, pek çok baskı yöntemi ile saldırı
altında olduğunda, günümüzde sahip olduklarımızı,
!emek az kalacaktır, bu görevi gayet iyi bildiğinizden kadınların daha aktif bir şekilde savunmalarını sağ­
de eminim. Bunun Kolonyalizm ve Avustralya'ya lar. İtalya ve Macaristan'daki neo-faşistler, kadınla­
yerleşim açısından oluşturduğu kısıtlamalara eleşti­ rı 1950'li yıllara geri püskürtmek istiyor büyük bir
rel gözle bakabildiğim için de oldukça memnunum. hevesle. Neymiş, kadınlar evlerine geri dönerlerse,
işsizlik problemi de ortadan kalkarmış.
Kırsaldaki varlıklı kişiler ve yerliler arasında bir orta Atwood'un Damızlık Kızın Öykü­
yol bulmaya çalışan İtalyan bir göçmen için, beşeri sü eseri tam da buna parmak
bilimler eğitiminin ne olduğuna özgü düşünce eleş­ basıyor: kadınların yobaz
tiri oklarının hedefi olmuş olsa bile oldukça faydalıy­ zamanlara geri gönderil­
dı. Foucault'yu boş yere seçmedim ben, 1 967 yılında mesi korkusu. Ve ta-
insanın ve insanlığın sonunu yazan Foucault idi, ne bii, feminizm tarihi
demek istediğini de tam olarak kendim edindiğim hep bir ileri iki geri
kusursuz hümanist eğitimden biliyordum. Hüma­ adımdan ibaret,
nizmin geçmişe özgü albenisinin Avustralya'daki halihazırda da sa­
Ramsey Batı Medeniyeti Merkezi gibi projelerden ğolsun Trump, kse­
de anlaşılabileceği üzere ne denli kötü sonuçlana­ nofobi, popü-
bileceğini görebiliyoruz. Hümanizmin eleştirisine
ihtiyacımız var evet ama hümanizmin ne olduğunu
bilmemiz de gerekiyor.

R.C.: Pesimizm, güvensizlik ve paranoya çağında


-modern siyasi atmosferde yani- hangi üniversi­
teler bilgiden ziyade kar amacı güden kuruluşlar
halini alıyor? Taze akademisyenler, Woolf'tan
neler öğrenebilir? Bizler bu konuda ne yapma­
lıyız?

R.B.: Woolf, önde gelen faşizm karşıtların­


dan biriydi. Faşizm aleyhinde yazdığı Üç
Gine eserinin zorunlu olarak her yerde
lizm ve yeni-muhafazakarlık yüzünden "iki adım dahil edilen beyaz olmayan kadın göçmenler, bilhas­
geri" safhasındayız. sa Müslüman olanlar için büyük önem taşıyor. Ha­
rika bir fırsat bu bence, uzun vadede hayallerimizi
Eğitimin moneterizasyon ve ticari kar odaklı oldu­ olası senaryolara dönüştürme adına. Woolf, hem ta­
ğunu düşünenlere söylüyorum: Üniversitelerin yüz­ rihi bir kimlik hem de yüksek eğitim figürü. Mesele
yıllardır mevcut olduğunu unutmayın. Kesinlikle yeğinliğimizin doğru yönlendirilmesi, bunu yapmı­
kar amacı gütmüyoruz, amacımız yalnızca yardım. yorsak var olmanın bir manası yok ki.
Bir bakarsınız, bir sonraki Virginia Woolf ya da Mat­
teo Salvini sizin sınıfınızdan çıkmış. Bilemezsiniz. İngilizce orijinali: Ruth Clemens. "The Shimmering Intensity of
Virginia Woolf: An Interview with Rosi Braidotti". The Modernist
Onları bunun mümkün olabileceğine inandırmanız
Review.
gerek. Özellikle de Avrupa üniversite sistemine yeni

E!l lftt1i!ffi i
BİR KADIN FİLOZOFUMUZ: MÜBAHAT TÜRKER (KÜYELJ
SEMA ÖNAL*

Mübahat Türker (Küyel) Ankara'da doğmuş, İlk Orta de mevcuttur. İLESAM'ın 1 994 Üstün Hizmet Ödü­
(Kız Lisesi) öğrenimini Ankara'da yapmıştır. Altı yıl lü'nü Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel'den
"İftihar Kitabı"na geçerek Liseler Birincisi olmuştur. almıştır.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakülte­
si Felsefe Bölümü'ne girmiş, aynı bölümde doktora, Pitssburg Üniversitesi'nden (USA) Prof. Dr. Nicolas
doçentlik ve profesörlük sınavlarını vermiştir. Daha Rescher, Al Kindi adlı eserini, İslam Felsefesi otori­
sonra Felsefe Tarihi Kürsüsü Başkanı olarak atan­ telerinden R.Walzer (Oxford), Dunlop (Cambrid­
mıştır. 45 yıla yakın bu kürsüde hizmette bulunmuş­ ge) , İ.Madkour (Arap Akademisi Başkanı, Kahire),
tur. Üç doktora yönetmiştir (Ahmet Aslan: Kemal A. Badawi (Kahire), Abu Ridah (Bingazi) ile birlikte
Paşazade Haşiye alat- Tahafüt, Ankara 1 972; Recep Mübahat Türker (Küyel) e de ithaf etmiştir.
Duran: Alaaddin Ali al- Tusi, Kitab al-Zuhr, Ankara Mübahat Türker'in birçoğu makale olmak üzere 200
1 989; Ülker Öktem: Mestcizade Hilafiyyat, Ankara, civarında eseri vardır.
1 994) . Fransızca, İngilizce, Arapça ve Almanca'yı
kullanabilmektedir. Araştırma (Dil ve Tarih- Coğraf­ Birçok konuyu felsefi olarak incelemiş olmakla bir­
ya Fakültesi yayın organı) ve Erdem (Yüksek Kurum likte, özellikle, Türk Düşüncesinde adalet, kut, hik­
Atatürk Kültür Merkezi yayın organı) dergilerinin met gibi kavramları derinlemesine incelemiş Türk
yayın kurulunda çalışmıştır. Bir dönem Erdem'in düşünce geleneğinde felsefenin yerini ve önemini
yazı işleri müdürlüğünü yapmıştır. Bazı eserleri Pit­ göstermiş; bunun yanı sıra Kutadgu Bilig, Yunus
tsburg (USA) Üniversitesi'nde, bazıları da Arapça'ya Emre, Türk Kültüründe Sümerli İzleri, Cumhuriyet
çevrilerek Fas'ta, Fransızca olarak İspanya'da ve Bey­ Döneminde Felsefe Eylemi, Türklerde Felsefe Ge­
rut'ta basılmıştır. Bir eseri American Academy for leneği, Bugünkü Batı Kültürüne Türklerin Etkisi ve
Jewish Researche (USA) tarafından İbrani harflerle Katkısı, Ahilik, Farabi, İbni Sina, Bilim-Felsefe İlişki­
yayınlanmıştır. Farsça ve Rusça'ya çevrilmiş eserleri leri, Atatürk ve Cumhuriyetin Fikri Temelleri, Teha-
*Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi, Felsefe Bölümü

,rtt1ııımı m
füt Geleneği, Felsefe, Kelam, Tasavvuf gibi konularda Merv'den Bağdat'a giden İbrahim ile Yohanna bin
önemli katkılar yapmıştır. Haylan'dan dersler almıştır. Kindi, Farabi'yi gerçek
bir bilgelik sever (filozof) olarak anmıştır. Bu bakım­
Mübahat Türker, özellikle etkilendiği düşünürün dan Farabi, "Muallim-i Sani" (ikinci öğretmen) laka­
Farabi olduğunu sık sık "Benim hocam Farabiüir" bını almıştır. Farabi; tıp, psikoloji, matematik, mü­
sözüyle ortaya koymuştur. Dünya literatüründe özel­ zik, biyoloji, fıkıh, tasavvuf, millet, bilgi, varlık, değer
likle Farabi incelemeleri ile tanınmıştır. gibi konularla ilgilenmiştir. Doğrudan veya dolaylı
Farabi'nin bilgi, toplum ve devletle ilgili görüşlerini olarak İbn Sina, İbn Tufeyl, İbn Bacce, İbn Rüşd gibi
serimlemiş, değerlendirmiş ve Türk ve İslam kültü­ Müslüman; Yahya b. Adi, Albertus Magnus, Roger
rüyle ilgisini göstermiştir. Burada onun geniş ve de­ Bacon, Aquino'lu St. Thomas gibi Hristiyan; İbn
rinlikli çalışmalarından sadece birkaç örnekle bah­ Meymun gibi Yahudi olan öğrenciler yetiştirmiştir.
setmekle yetinmek durumundayız. Mübahat Türker'e göre, Farabi'nin felsefeye yapmış
M. Türker'e göre, M.S. 1 500- 1 900 yılları arasında olduğu katkılardan özellikle şu üçü önemlidir. 1 .
özellikle Rönesans'la başlayan ve Modern Çağ ile Gerçek, doğru, iyi ve güzelin bir ve özdeş olduğunu
bugün dünyamızın en parlak kültür ve uygarlık çev­ göstermek 2. Uzak görüşlü bir kültür ve uygarlık da­
resi sayılan Avrupa, ilkin büyük ölçüde eski Yunan vası olan din ile felsefe ve bilim arasındaki çatışmayı
kültür ve uygarlığının yüksek değerlerine dayanmış, ortada kaldırmak, uzlaştırmak ve uyumlu kılmak 3.
oturmuş sonra onlara kendi katkılarını yapmıştır. İnsanın· ve toplumun mutluluğu sorununa çözüm
Gerçek bir kültür tarihçisi, tüm insan ürünlerini getirmek. Farabi bu konuları çözmek için bir "Akıl
dikkate aldığında bir Yunan mucizesinden söz ede­ öğretisi" geliştirmiştir. Platon'un nerede olduğunu
mez. Çünkü; Yunan kültür ve uygarlığının temelleri açıklamadığı idealarına bir yer bulmuştur. Bu yer,
de ya doğrudan ya da dolaylı olarak Mısır ve Mezo­ hep "Etkin Akıl (Faal Akıl) "dır.
potamya kültür ve uygarlık çevresinden etki aİmıştır. Yine, Farabi'nin fikirleriyle, Kutadgu Bilig'de ortak
Bunun yanı sıra Avrupa'nın bugünkü uygarlık sevi­ olan fikirler arasında hikmet ve kut kavramlarının
yesine erişmesinde 1 2 . yüzyıl İslam kültür ve uygar­ algılaması açısından benzerlikler tespit eden Müba­
lık yüksek değerlerinin de rolü büyüktür. Avrupa 1 6. hat Türkere göre, Kutadgu Bilig'deki evren ve insanın
yüzyıl Rönesansı'ndan ziyade 1 2 . yüzyıl Rönesans'ı yaradılışıyla ilgili fikirler aynen Farabi'nin fikirleri­
olarak adlandırılan bu dönem aracılığıyla Modern dir (Türker, 2 0 1 7:70). Farabi'ye göre erdemli ruhlar
Çağa geçiş yapmıştır. Farabi, İslam ve Modern Avru­ ölümden sonra bir araya gelirler erdemsiz ruhlar ise
pa kültür ve uygarlık çevrelerinin birbirine temasın­ kaybolurlar. İbn Tufeyl, Farabi'nin bu fikrine dikkat
da etkili olmuş bir düşünürdür. Önemli bir kültür ve çekmiştir. Ruhun olumlu değerlerin yeri olarak dü­
uygarlık elçisidir. Farabi'nin doğum yeri, dede adları, şünülmesi bir Sümerli inancıdır. Çünkü hikmet tan­
giyim kuşamı ve kaynakların tanıklığına göre Türk rısı Enki'nin hem gök teknesi ve gök levhası vardır
olduğu ortadadır. İslamiyet'te bilimsel uğraşların hem de değerlere hizmet ettiği için ölümsüzlüğe er­
merkezi olan Horasanda, Maveraün-Nehr'de birçok miştir. Kutadgu Bilig'de "Köksi közi" yani kalp gözü
bilim adamı yetişmiştir. Türkler İslam'a yalnız savaş terimi ile Farabi'de kalbin bedende reis uzuv oluşu
ve yöneticilik işinde değil kültür ve uygarlığın oluşup her iki tarafın da Mezopotamya kökenli şu inançtan
gelişmesinde de çok etken ağırlıklar koymuştur. İsla­ kaynaklanmış olduklarını göstermektedir. Tanrı in­
miyet doğalı 250 yıl, çeviriler doğalı 1 50 yıl olduğuna sanı yarattıktan sonra insanın gönlünde kendisine
göre Farabi'nin gerek Kuran, fıkıh, kelam, hadis gibi bir ev, bir yuva, bercail yapmıştır. İnsanın Tanrı'yı
İslam bilimlerinde gerekse bilgelik sevgisi, matema­ tanıma keyfiyeti gönüle ve sevgiye bağlanmıştır.
tik ve tabiat bilimleri gibi İslam>a giren bilimlerde
öğrenim yapmak ve eğitim görmek için ilkin kendi Mübahat Türker'in tespitlerinde; Kutadgu Bilig'e
ülkesinde uygun ortam bulmuş olması doğrudur. göre, Tanrı insana akıl, dil ve gönül bağışlamıştır.
Farabi daha sonra Bağdat, Halep, Şam, Harran gibi Akıl ile dil arasında sımsıkı bir ilişki bulunmaktadır.
kültür ve uygarlık ortamlarında da bulunmuştur. Tanrı aklı insanın hamuruna katmıştır. Akıllı diridir.
İlkçağ'da Yunan'dan sonra bilgelik sevgisi (felsefe) Akılsız ölüdür, bir avuç topraktır. Akıl insanı denge­
öğretimi, Helenistik Devir bitiminde İskenderiye'de de tutan bağdır. İnsanı insan yapan akıllı oluşudur.
tek öğrenci kalıncaya kadar sürmüş sonra oradan İnsan akıllı bir canlıdır. Bu fikirlerin hepsi Farabi'nin
Antakya'ya geçmiş, orada kalan son öğreticiden bir akıl hakkındaki görüşlerinde bulunur (Türker,
Harran'lı diğeri Merv'li iki kişinin yetiştirdiği birkaç 2 0 1 7:7 1 ) . Sümerlilerin hikmeti, Farabi'nin felsefesi
öğrenciden tekrar gelişmeye başlamış ve Farabi de Kutadgu Bilig'deki fikirler arasında bağlantı vardır.

IJ IM/m@I
Farabi hikmetin Kaldelilerce yayılıp onlardan Mı­ mamak gerekir. Bu bakımdan devlet adamının idare
sırlılara eski Yunanlılara ve İslam'a geçtiğini görerek eden olarak özdeşlik ilkesi temelinde, tümel, zorun­
Tanrı'da öz (essence) töz (substance) gibi kendi öz­ lu, doğru ile donatılması ve onların bu donanımları­
gün felsefi buluşunu temele koyarak Platon Aristo­ nın kişisel davranış doğrularıyla örtüşmesi gerekir.
teles ve Plotinos'tan devşirmiş olduğu öğelerle tutarlı Kanun koyan ve kanuna tabi olan hiçbir insan ferdi
bir felsefe yapısı kurmuştur. Onun, Tanrı'da öz=töz­ bundan istisna edilemez. Bütün mesele; ister bilgi­
den ibaret olan orijinal felsefi buluşu ünlü felsefe de ister davranışta bu vasıflara uygunluktur. Devlet
tarihçisi Etienne Gilson tarafından metafizik tari­ adamı ile siyaset adamı daha doğrusu politikacı işte
hinde bir "an" olarak değerlendirilmiştir. Farabi'nin tam bu noktada birbirlerinden ayrılırlar. Devlet ada­
bu başarısında onun ana diliyle kazanmış olduğu kut mı bu şartlara hem uyan hem uydurandır.
kavramı bilge, alp bilge, bögü, köngül, erk, erdem,
el, tüz, köni, us, ukuş kavramları Tengricilikten ve Farabi'de devlet ve bilim ilişkisi de toplumsal ger­
Atalar Ruhu'ndan gelme kavramlar ile evren, toplum, çek hakkında bilgi doğrusu ile davranış doğrusunu
insan paralelliğinin Tanrı'dan başlayıp Tanrı ile ka­ kendi şahsında aynılaştıran insana ulaştırmaktadır.
pandığı ''.Adalet Dairesi" ve "Hikmet"i ilk bulanlar Bu insan ister kanun koyucu isterse de kanuna uyan
olarak saydığı Kaidelilerin evren, toplum ve insana olsun. Farabi burdan 'Tek Dünya Devleti' fikrine ge­
ilişkin ve bunların arasındaki paralelliğe inanan bir­ çecektir (Türker, 20 1 7:235-236).
likçi ve aşkın varlık görüşü hiç şüphesiz olarak çok M.Türker; İbn Meymun ve Farabi'nin düşünceleri
etkin ağırlıklar koymuştur. Ayrıca Farabi'nin İslam arasında da ilişkiler kurmuştur. Ona göre İbn Mey­
aleminde siyaset biliminin kurucusu olduğu göste­ mun, katı kalıplar içinde hareket etmeyen fanatizme
rilmiştir. karşı olan bir kişiliktir. Yahudi inancıyla İslam ale­
M.Türker, Farabi'nin devlet anlayışını şöyle ilişki­ minde gerçekleştirmiş olduğu felsefi üslup arasın­
lendirir: Devlet kelimesi iki anlama gelir: Biri devr, daki uyuma somut bir örnektir. İspanyadaki Müs­
sıra (turn) diğeri (state) . " Turn" astrolojiden alınmış lüman öğretmenlerle Yunan felsefe kültürünün bir
bir terimdir. Farabi'ye göre astroloji bir bilim değil­ ara kesiti halinde bulunmaktadır. Onun düşünceleri
dir;' turn" anlamındaki devlet bir insan ferdinin bu Mısır'da Müslümanlar dahil bütün öteki öğrencile­
dünyada çıkabileceği veya gelebileceği en yüksek re geçmiştir. Onu bir uçta Aristoteles, Farabi, İbni
yerdir, mevkidir. statuquo'dur. İslam aleminde devlet Sina, diğer uçta Büyük Albert, Aquino'lu St. Thomas
kelimesi daha çok bu anlamda kullanılır olmuştur. ve Duns Scotus bulunan çizginin ortalarında bir
'Devletlü; 'Düvel-i Muazzama Hükümet'lerinki gibi. yere yerleştirmek lazımdır. O tıpkı İbn Sina ve İbn
Tıpkı Kutadgu Bilig'deki "Kutlu Kut" deyiminde ol­ Rüşd'te olduğu gibi Ortaçağ felsefesinin temellerin­
duğu gibi. Farabi DWL kökünden gelen bu devlet den biridir. İslamiyet'in teolojiye yapmış olduğu kat­
terimini kullanmaz. İlm-i medeni veya felsefe-i me­ kı Batı'ya onunla geçmiştir ve onun vasıtasıyla tanın­
deniyye terimini kullanır. O bu suretle bu toplumsal mıştır. Farabi'yi takip eden İbn Rüşd'ün ardından,
gerçekliğin bilimini yapar. Arkadan "Siyaset-i Mede­ İbn Meymun da vahiyle gelen bilgiyle insanın kendi
niyye" terimini kullanır. Yine bu gerçekliğin bilimini bilgisi arasında bir telif yapmaya teşebbüs etmiştir.
yapmaya devam eder. Bu durumda Devlet ona göre O, tıpkı kelamcıların yapmış oldukları gibi Yasayı
ilm-i medeni veya felsefe-i medeniyye ile siyaset-i sadece en yüce değer olan Talmud'a değil ama aynı
medeniyye olarak adlandırılan bilimin, tarifini veya zamanda Aristoteles, İbn Sina ve İbn Bacce'ye daya­
yerine göre resmini yapmış olduğu gerçekliğin adı­ narak bütün insanlara şamil bir genişlikte yeniden
dır. okumuştur. İbn Rüşd İslam alemi için ne yapmışsa
İbn Meymun da Yahudiler için onu yapmıştı (Türker,
O, yine Farabi'den hareketle devlet ile bilim, hikmet, 2 0 1 7:894-895).
felsefe ilişkisini kurmaya çalışır. Şöyle ki: Kendisine
yetki verilip de zulüm yapmayan bir insan ferdi bu­ M. Türker, "Değer ve Farabi" adlı eserinde şunları
lunmaz. O halde toplumu idare etmek için kanun ge­ söyler: Doğada değer yoktur. Değeri insan getirir.
rekir ve zulmün karşıtı eğer adalet ise ve bir devletin Değerler insan yaratısıdır, insanın varlığa katkısıdır.
koymuş olduğu kanunlara adalet deniyorsa "Kanun İnsan değer ile doğada bulunmayan başka bir varlık
Koyucular" kanunu külli bir tarzda koymalıdır. Kül­ alanı oluşturur. Bu değerlerin yüksek olanları vardır:
li olan; tümel, zorunlu, doğru ve yakini olandır. Bu Dil, bilim, felsefe, teknik, sanat, din, hukuk, ahlak
vasıftaki bilgi doğrusu ile bu vasıftaki davranış doğ­ gibi.
rusunu şahsında aynılaştırabilen kişi politikacı değil Bu değerler Prometheus'un yaptığı gibi Tanrı'dan
ama devlet adamıdır. Bunu insan-ı kamil ile karıştır-

em;fm@l lJ
mı çalınırlar yoksa Tanrı lütfundan kereminden mi yeryüzü onundur. Değil yeryüzü, öyle görünüyor ki
inayetinden mi dağıtılır? Sorusunu sorar ve şöyle ce­ bütün gökyüzü onundur. Hatta bütün evren onun­
vaplar: dur (Türker, 2 0 1 7:2-3).

Bu yüksek değerleri yaratmak, üretmek, bilgece de­ Yazımıza burada son verirken Mübahat Türker'in
ğilse bile bilgi-sever görünerek insanın Tanrı ile ya­ ancak bir konudaki görüşlerine yer verebildik ve
rışmasıdır. Yüksek değeri istemiş olan insanın Tanrı onun Farabi ve Türk düşüncesi hakkındaki fikirle­
ile boy ölçmeye kalkmasıdır. Çünkü bilgelik denen rinden kesitler sunabildik. Bunun yanında İslam
şey, her şeyin, gerçeğin, doğrunun, iyinin ve güzelin geleneğinde tehafüt meselesi de onun ele aldığı çok
ta özünün en katıksız en tam ve doğru bilgisini elde önemli konulardan biridir. Mübahat Türker dünyaca
tutmak yalnız Tanrı'nındır, tanrılıktır, tanrısaldır. tanınmış, İslam felsefesi, Türk düşüncesi alanında
Kutluktur, kutsaldır. İşte tam bu yüzden insan kutsal tanınan değerli fikirleriyle felsefe ve Türk düşünce­
kitaplarda Eşref-i Mahlukat sayılmaktadır. Melekler si literatürüne önemli katkılar yapmış bir düşünü­
bile yaratık olduğuna göre Tanrı'nın insanı bu denli rümüz, fılozofumuzdur. Türk kültür ve felsefesinin
yücelterek kendi katına yaklaştırması ya da insanın zenginleşmesine ve genişlemesine hizmet etmiştir.
kendi kendini yücelterek Tanrı katına yaklaşması çok
Kaynakça
anlamlıdır. Yüksek değerlerden kim daha çok edin­
miş kim daha çok benimsemiş, saklamış, korumuş, Türker (Küyel) , M. {20 1 7 ) . Mübahat Türker Makaleleri: İslam
yaymış başkalarına geçirmiş, genişletip artırmış ise Düşünürleri Farabi. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı
Yayınları.

SEMA ÖNAL
Çalışma alanları arasında kültür felsefesi, tarih
felsefesi, bilim felsefesi ve felsefe tarihi bulun­
maktadır. Mit ve felsefe ilişkisi üzerine, Giam­
battista Vico'nun tarih ve bilgi anlayışı üzerine
yazıları bulunmaktadır.

m ttttf!iiırn•
FİLMDEKİ FELSEFE
BENJAMIN POORE
ÇEVİREN: ZEYNEP ŞENEL GENCER

Alman yönetmen Margarethe von Trotta, düşünür rafisinin -tabii ki Baz Luhrmann tarafından çekile­
Hannah Arendt ' in Adolf Eichmann davası hakkın­ cek- oldukça heyecanlı bir yolculuk vaat edeceğini
daki kitabı (Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eich­ düşünmüşümdür: Moulin Rouge diyalektik mater­
mann Kudüs 'te) üzerine bir film çekmeye teşebbüs yalizmle buluşuyor.
ettiğinde aslında o kadar da hevesli değildi. Soru
şuydu: "Oturan ve düşünen biri, yani bir filozof Son zamanlarda gişe rekortmeni yapımlar, felsefe
hakkında nasıl film yapabilirim ?" Tahmin ettiği fakültesindeki kuzenlerinden ziyade, matematik­
üzere, entelektüelleri görüntülemek kolay olmaya­ çilerin ve fizikçilerin hikayelerine odaklanıyor.
caktı: Oturmak ve düşünmek; yaptıkları şey hemen Geçtiğimiz yıl, Alan Turing hakkındaki Enigma
hemen buydu. Akademisyenlerin günlük hayatla­ (20 1 4) ve Stephen Hawking ' in hayatını konu alan
rında, bir Bob Jones ve Çalışma Kurulu vakasını ln­ Her Şeyin Teorisi (20 1 4) gösterime girdi. Aynı za­
diana Jones: Kamçılı Adam durumundan daha fazla manda, Ron Howard ' ın oyun teorisyeni John Naslı
yaşadıkları doğrudur. hakkındaki Akıl Oyunları (200 1 ) ve Matt Damon ' ın
sorunlu bir matematik dehasını canlandırdığı Can
Ancak pek çok filozofun hayatı aslında ilginç ve Dostum ( 1 997) gibi yapımlarının başarısından da
oldukça renklidir; bu nedenle felsefecilerle ilgili söz etmemiz gerekir. Bu filmlerdeki kahramanlar,
-kurgusal ya da gerçek- filmlerin azlığı bana dai­ hayatlarını uzman olmayanların kesinlikle detaylı
ma şaşırtıcı gelmiştir. Sıklıkla Frankfurt Okulu' nun olarak kavrayamayacakları türde sorularla boğu­
estetik yanlısı üyesi Walter Benj amin ' in renklere şarak geçirmişlerdi; fakat stüdyolar (bu filmleri
boğulmuş, rahatsız edici şekilde gösterişli biyog- çekme konusunda) kararlıydı . Lisans öğrencilerine
ders veren herhangi birinin de bilebileceği gibi, bir olan- son filminin ilgimi celbettiği anlamına geli­
izleyici kitlesinde hakkında hiçbir şey bilmedikle­ yor. Allen, kendisini her zaman oldukça ussal bir
ri bir konuya karşı ilgi uyandırmak kolay değildir. film yapımcısı olarak düşünmeyi sevmiştir -bu
Yapımcılar, bu karakterlerin duygusal hayatları ve açıdan Annie Hall 'daki ( 1 977) Marshall McLuhan
ilişkilerini hikayelerinin merkezine yerleştirerek, minyatürünü ya da Match Point 'deki (2005) Suç ve
izleyenlerin entelektüel çalışmaları, kişisel ve ruh­ Ceza göndermelerini örnek verebiliriz. Mantıksız
sal çatışmaların detaylı tasviri olarak görmesini Adam ' ın yapım notları da filmin ' büyük fikirler " le
sağladılar ve bu şekilde (seyirciyle bağ kurma) so­ boğuşmasıyla övünür. Peki, film orij inal felsefi so­
runun üstesinden geldiler. ruları ve tartışmaları keşfetmek konusunda ne kadar
ileri gidebilirdi? Ve bu, anlatı ya da karakterlerle
Ancak, bu taviz birçok sorunu da beraberinde ge­ duygusal özdeşleşmemizi baltalamak anlamına mı
tirdi : B ir New York Times eleştirmeni Her Şeyin gelirdi?
Teorisi'ni "Dr. Hawking 'in bilimsel çalışmalarına
dair, izleyenleri tam olarak neden ünlü olduğu ko­ Eylül 20 1 5 ' de gösterime giren Mantıksız Adam ' da,
nusunda karanlıkta bırakan bulanık bir yolculu/C' Joaquin Phoenix, Martin Heidegger hakkındaki ki­
olarak tanımladı . Entelektüel içeriği çarpıcı heye­ tabını bitiremeyen, yarı alkolik ve depresif filozof
canla birleştirmek, kaçınılmaz olarak, eski kapsa­ Abe Lucas ' ı canlandırıyor. Abe, yaz döneminde
mın etkisini seyrelterek karışık sonuçlara neden kurgusal Braylin Kolej i ' nde ders verecektir; gü­
olmak demektir: Bu eleştirideki belirgin kabahat, neşle yıkanmış ambiyans izleyiciye adeta havadaki
Hawking ' in "geleneksel zaman ve mekan kavram­ aşk kokusunu haber verir. Kampüs romanlarındaki
larını nasıl çürüttüğü" meselesinden uzaklaşılma­ birçok olağan mecaz burada da özellikle David Lo­
sı ve bunun yerine bilim adamının çalışmalarının dge ( Yerleri Değiştirme1) veya Philip Roth (İnsan
"Tanrı ' nın varlığı hakkında -aslına bakarsanız pek Lekesi2) manifestolarında olduğu gibi yerli yerinde
kısıtlı- söyledikleri veya söylemedikleri konusun­ durmaktadır. Abe artık, entelektüel çabaları umut­
daki dini duyarlılıklardan" dem vurulmasıdır. suz, bütün protestoları ve aktivizmi anlamsız bul­
maktadır: Felsefe ise ona göre sadece çok fazla laf
Bütün bunlar, Woody Allen ' ın -felsefeyi daha ge­ kalabalığından ibarettir ve o kadar bıkkın ve nihi­
leneksel bir sinematik tavra dönüştürme girişimi listtir ki "orgazm ağrı kesicisi" gibi ifadeler kulla­
nır. Tabii ki bu durum onu, gerçekte bir konferansta
görmezden geleceğiniz türden biri haline getirmek­
ten ziyade, öğrenciler ve fakülte için dayanılmaz
WOODY ALLEN DIANE KEATON
kılar.

· annıe hall Kaçınılmaz şekilde, en yetenekli öğrencisi, Emma
Stone ' un canlandırdığı Jill Pollard, sınıfındaki en
genç ve en çekici kadındır, görünüşe göre Abe ' in
çalışmasına sert bir eleştiri getiren yazıyı da o yaz­
mıştır ve bu durum Abe ' in ilgisini uyandırır. (Film­
den bağımsız olarak, eğer lisans öğrencilerinizin
kendi kurduğunuz temelleri sarsabilecek çalışma­
lara imza attığını düşünseydiniz muhtemelen biraz
fazla içtiğiniz ve/veya araştırmanızın mükemmellik
çerçevesinin bir sonraki döngüsü hakkında çok dik­
katli düşünmeniz gerektiği sonucuna varırdınız. )

Jil l ' in ebeveynleri tutucu profesörler. Jamie B lack­


ley ise onun tatlı, her daim örgü süveterler giyen,
yumuşak başlı erkek arkadaşı Roy ' u canlandırıyor
ki bu karakterin kaderi aşağı yukarı en baştan belli
gibi. Jill' in; cep şişesinden sürekli içki yudumlayan,
Kant ' ın kategorik zorunluluğunu göze batacak bi-

1. Adam Yayınları, 1 998, Çeviri: Abbas Örmen


2. Ayrıntı Yayınları, 20 1 1 , Çeviri: Suzan Aral Akçora

m ertktiıırn•
yici ve tarifi güç niteliği, Derrida ' nın düşüncesinin
kapsamlılığını ortaya koyuyordu.
NOTHING
EVER Fakat bu tam olarak temayı gözünden kaçırmamaya
çalışan bir film değil . Geleneksel gişe rekortmeni
HELD filmlerin somut sinematik heyecanını felsefi düşün­

YOU
ceye enj ekte etmek oldukça zor olabilir -nitekim
Mantıksız A dam ' daki Rus Ruleti sahnesi de böyle­
LIKE dir.

ALFRED Bununla birlikte, Allen ' ın filmi, cesur bir teşeb­


büste bulunur. Hikayenin ortasında kampüs roman­

HıTCHCO tik komedisini Alfred Hitchcock ' un Ölüm Kararı


( 1 948) ya da doğrusunu söylemek gerekirse Trende­
ki Yabancılar' ına ( 1 95 1 ) benzer bir tarzla birleştirir.

i Abe, Jill ile çıktıkları yemekte tesadüfen bir vesayet


savaşı ve yozlaşmış bir hakim hakkında bir sohbete
şahit olur; ve yargıcı hiç tanımadığından ve görü­
nürde bir motivasyonu da olmadığından mükemmel
cinayeti işlemek için bir fırsat yakaladığını düşünür.

Bu, Abe için gerçekten de bir tezahür anıdır:


Kahvaltı etmeye başlar, tekrar ereksiyon olabilir ve
sahilde uzun yürüyüşlerin keyfini çıkarır. C inayet,
Katrina Kasırgası kurbanlarına yardım etmekten
veya New York Times ' a yazmaktan ya da şimdiler­
de küçümsediği aktivist eylemlerden çok daha an­
çimde saptıran ve bir erkek öğrenci birliği partisin­ lamlı, metafizik ve kişisel önem taşıyan bir eyleme
de, olasılık ve belirsizlik konusundaki entelektüel dönüşmüştür. Bu, onun tutkusu haline gelir ve biz­
ilgisini göstermek için Rus Ruleti oynayan Abe ' e zat biz de iç monologlarına dahil olmaya başlarız.
karşı koyamamasında şaşılacak bir şey yok. Filmin
ilk yarısında, Allen bizlere, Kierkegaard ' nun nadi­ Neyse ki, cinayet teması oldukça yorgun anlatıma
ren alıntılandığı ve Ramsey Lewis Trio ' nun ahenk­ bir nebze de olsa enerj i verir ve film için felsefi
siz caz piyanosuyla desteklenen tuhaf bir kampüs alt yapı oluşturur. Abe ' nin hakimi öldürme kararı
romantik komedisi veriyor. belki de Andre Breton'un ünlü söylevinin evrilmiş
hali olarak okunabilir: "En saf sürrealist eylem,
Felsefeciler hakkında biyografik ve anlatısal sine­ bir silah alıp kalabalığın üzerine rastgele ateş aç­
ma arasındaki ince çizgi üzerinde ilerleyen filmler, maktır. " Buna karşılık Abe, çok özel bir cinayet
çoğunlukla düşünceli ve tutarsızdır. En son Kings­ işlemeyi umar. Yine de, filmin finalindeki nefis ve
ton Üniversitesi ' nde araştırma komitesi başkanı ve şaşırtıcı düğümün de gösterdiği üzere, dikkatle ya­
rektör yardı m cısı Martin McQuillan ve direktör Jo­ pılandırdığı planını bozan rastlantısallık ve durum­
anna Callaghan, Jacques Derrida 'nın Kartp ostal' ını sallıktır. Umarım filmi, Abe ' in bireysel "seçime" ve
( 1 980) -okunabilir olmasa da muhteşem, mektup "özgürlüğe" olan tekbenci saplantısının kavrayabi­
yazımı, imza, aşk, Sokrat ve ölüm hakkında, hayali leceğinden çok daha büyük bir kaos ve karmaşa ba­
aşk mektuplarından ve Freud üzerine makalelerden rındıran dünyayı gözler önüne sererek, hayatındaki
oluşan bir kitap- senaryolaştırdı. Love in the Post "tek anlamlı eylem"in gülünç biçimde böbürlenişini
(20 1 4) Derrida 'nın biçimsel ve tematik eklektizmi­ boşa çıkardığını (bir anlamda karakterin bumunu
ni benimsiyordu : Kurgusal bir edebiyat bilimcisi sürttüğünü) belirterek çok fazla övmüyorumdur.
ve onun esrarengiz eşiyle ilişkisi etrafında dönen
hikayede önde gelen akademisyenlerden Derri­ Love in the Post'un güzel yanlarından biri de, iro­
da ' ya yönelik eleştirel yorumlara ve Callaghan ' ın nik, öz-düşünümsel stilinin bazı iddiaları boşa çı­
imkansızın filmini çekme konusundaki yansımala­ karmasıdır. Abe, narsisizminin zaman zaman hafif­
rına yer veriliyordu. Filmin, rahatsız edici, büyüle- lemesiyle daha sempatik bir karakter olurdu; ancak

ertt11 ıım• m
Akıl hocası ve eski sevgilisi Martin Heidegger ile
olan ilişkisi Arendt' in gelişiminin önemli bir parça­
sıdır. Film kısmen etkilidir; çünkü filozofun düşün­
ce ve varlık sorularına olan felsefi ilgisi ve -Eich­
mann davasıyla bağlantılı olduğundan- Heidegger
(Klaus Pohl tarafından canlandırılan) ile olan kişi­
sel ilişkisi iç içe geçmektedir. Filmdeki karakterler
Heidegger ' in Alman metafiziğine olan romanti k
taahhüdünün, Arendt ' i , bir Alman-Yahudi göçme­
ni olarak "gerçek" Yahudi kimliğinden ayırdığını
iddia eder. Aynca Arendt ' in İ srai l ' deki Eichmann
davası ' gösterisine ' duyduğu kin ve Yahudi Konse­
yi' nin soykırımdaki rolünü sorgulayışı bu ilişkiden
kaynaklanmaktadır.

Adomo' nun "bilimin melankolisi" olarak adlandır­


dığı şeyi görüntüleyen uzman bir sanat ekibi için,
20 1 3 ' te Martin Provost 'un yönetmenliğini yaptığı
bir Fransız filmi olan Violette' e başvurmak olduk­
ça elzemdir. Violette filmi, Emmanuelle Devo s ' un
savunmasızca ve şevkle canlandırdığı, savaş sonra­
sının direngen ve zeki -in the Prison of Her Skin
ve Starved' ın yazarı- Fransız romancılarından Vi­
olette Leduc ' u odağına alır. Ancak filmin itici gücü
film bir nevi ara vermekte oldukça cimri davranı­
yor. Bunun yerine, filmin pastel tonlu geçişlerden
Violette ' nin, ağırbaşlı -The New York Times' ın de­
yimiyle "bir dominatriks ve bir baş rahibenin karı­
oluşan görsel stili, Allen ' ın yapım notlarında vur­
şımı"- Sandrine Kiberlain tarafından canlandırılan
gulamak konusunda çok hevesli olduğunu iddia et­
S imone de Beauvoir ile olan ilişkisidir.
tiği ' büyük fikirlerden' (herhangi birinden) bir ısırık
alıyor. Filmde, muhtemelen, felsefi geleneği n büyük
De Beauvoir, Leduc ' un akıl hocasıdır ve çalışma­
düşünürlerine dair canlı özetler de mevcut, ancak
larına politik ve entelektüel yoğunluk kazandırır:
kadın lisans öğrencilerinin bacaklarının arz-ı endam
ettiği sahneler yanında bunların sayısı oldukça az
"Hepsini yaz! Hepsini anlat! Daha da ileri gitme­
(gösterimde bana eşlik eden bir meslektaşımın
lisin!" diye yüreklendirir Leduc ' u, in the Prison
ölçümlerine göre) . Bu açıdan The A tlantic ' in başlığı of Her Skin ' in ilk taslaklarından birini okurken.
O, Paris ' in baskılar karşısında kolayca sinen kadın
iğneleyiciydi : "Allen ' ın son filmi, kendisinin 'belir­
düşmanı yayın camiasına karşı , Leduc ' un kadın de­
li eğilimleri ve nevrozlarıyla dolu ' ' karanlık, sıkıcı
neyimiyle ilgili açık ve acı dolu romanlarının sadık
fanteziler ' den ibarettir. "
bir savunucusudur.

Peki, Allen ' in gayreti, beyaz perdeye felsefe getir­


Birlikte görüldükleri sahneler nefes kesicidir: de
mek için yapılan diğer girişimlerle nasıl kıyaslanı­
Beauvoir, ekşi suratlı, soğuk, azarlayan ve Leduc ' un
yor? Ö yle görünüyor ki başlangıçtaki kaygılarına
yeteneğinin kendisini gölgede bırakmasından endi­
rağmen, von Trotta' nın Hannah A rendt'i (20 1 2),
şe duyan biridir. Leduc ' un saplantısıysa başlangıçta
entelektüel açıdan daha zengin b i r anlatı sunmak­
bunaltıcıdır. Ve de Beauvoir, sanki diğer kadının
tadır. Etrafta düşünerek gezinen insanları betimle­
acısı kendi katı varoluşçu proj esini aşağı çekecek­
mek alengirli bir iş. Ancak güzel şekill endirilmiş
miş gibi -hatta Leduc 'a, onun kendisine olduğu ka­
bir dekor bu zorluğu aşmada yardımcı olabilir.
dar ihtiyacı olduğu halde- duygusal patlamalarını
Arendt (Barbara Sukowa tarafından gergin şekilde
hoş görmekten çok uzaktır.
canlandırılır) Kudüs ' te, -muhteşem şekilde detaylı
işlenen- yukarı batı yakasındaki dairesinde, Eich­
İ lişkilerindeki içsel, pürüzlü güç mücadeleleri,
mann ' ın yazdıklarıyla ilgili düşünürken, kanepeye
her iki yazar için de, politik ve felsefi bilinçli­
uzanıp sigara içen veya daktilosunu öfkeyle tıklatan
liğe ulaşma sürecinin çatırdamasını ve köpür­
görüntüsü de paralel montaj la seyirciye sunulur.
mesini ifade eder. De Beauvoir, İkinci Cins 'i

m!J ltttf!lı@I
tamamlar ve Leduc da hayatı boyunca göl­ cenin çekişmesi konusunda çarpıcı ve daha geniş
gesinde yaşadığı kadın deneyimlerini anlatır. bir izleyici kitlesine ulaşan bir şey umuyorsanız,
aradığınız kesinlikle bu değil : Tam tersine felsefe,
Vıolette ' nin felsefeye kattığı değer, diğerleriyle iliş­ adeta Abe ' in suçlarını meşrulaştırmasına yardımcı
ki kurmamıza dair verdiği fikir, cinayet işleme plan­ olan mıknatıslı buzdolabı sloganına indirgeniyor.
ları yaparak sadece hedefine ulaşma yolunda belir­ Umarız gelecekte, daha çok yapımcı, felsefenin
siz bir rota çizen Abe ' inkinden çok daha yüksek. entelektüel anlamda ne kadar heyecanlandırıcı ola­
Vıolette' de dünyayı dönüştürmeye çalışmak rahat­ bileceğini vurgulayacak, daha dramatik yöntemler
sız edici, tehlikeli ve duygusal anlamda yorucu bir keşfetmeyi başarır.
deneyim. Mantıksız Adam ' da ise felsefenin yapa­
bildiği en etkili şey, yaşlanan kolej profesörünün İngilizce orijinali: Poore, B. (20 1 5) "Philosophy on film". 1 0
Eylül 20 1 5 tarihinde TimesHigher Education sitesinde yayınlan­
zayıf libidosunu yeniden canlandırmak. Allen ' in
mıştır.
son filminden, entelektüel argüman ve derin düşün-

'f!tf!1i!ffil IJ
ÇOCUK ANALİZİ VE BİLİNÇDIŞI FANTEZİ MEFHUMU
PATRICIA DANIEL
ÇEVİREN: ERDİ DEVİREN

Freud'un yetişkindeki bastırılmış çocuğu, Klein'ın uzaklardaki ebeveynlerini arar. Durumu daha da
ise çocuktaki bastırılmış bebekliği bulduğu sıklıkla zavallılaşır ve fiziksel olarak rahatsız hisseder, biraz
söylenir. Klein, çocukların ve yetişkinlerin, ebevey­ teselliyle yatağa gitmeyi kabul eder. Merdivenlerden
nlerinin kısımlarına -penis ve göğüs gibi bebekliğin çıkarken ve ayıcığı arkasından çekerken, onu avuttu­
oral safhasında içe yansıtılmış ve küçük çocuklarda ğu duyulur: "Zavallı ayıcık, çok hasta; zavallı, zavallı
çoktan bastırılmış olan kısımlara- fantazileştirilmiş ayıcık:' Küçük kız, kendi perişan benliğini ayıcığa
bilinçdışı ilişkileri tarafından nasıl hükmedildiğini yansıtmıştır; ama aynı zamanda küçük kızın tanım­
görmüştür. Kısımlara ve tüm insanlara karşı bu iliş­ ladığı sempatik, şefkatli, iyi bir içsel anne vardır.
ki, çocuğun bilinçdışını doldurur ve kişisel özellik­
ler ve şahsiyetler içerir; çünkü bunlar sevgi, takdir, Klein, birçok küçük çocukla yaptığı çalışma aracı­
nefret, haris veya kıskançlık dolu olarak görülebilir. lığıyla ilkel Oedipal durumunu ve çocuğun anne
Klein'a göre hayatın başından itibaren bebek, fan­ vücudu hakkındaki karmaşık fantazileri ve endi­
tazide, annesinin göğüslerini içe yansıtır ve tekrar şelerinin olduğu yeni bir dünyadaki süperegonun
tekrar onun iyi ve kötü taraflarını, iyi taraflarını içe kökenlerini keşfetmiştir. Fantazilerden biri, anne
yansıtmak ve kötü taraflarını ortadan kaldırmak vücudunun iyi şeylerle dolu olduğudur: süt, yiyecek,
amacıyla böler. Kleinyan görüşte bebeğin yavaş ya­ büyü dolu dışkı, bebekler ve babanın penisi -ilk baş­
vaş annenin, hasta içinse analistin, çoğunlukla iyi ta oral olarak düşünülen cinsel ilişki sırasında anne
bir resmini içselleştirmesi büyük önem taşır; çünkü ile birleştirilmiş olarak hayal edilir. Fantazide, bu
bu, gelecekteki tüm sevgi dolu ve kalıcı onarıcı iliş­ beden ve onun zenginlikleri arzu edilir, saldırılır ve
kilerde esas oluşturur. Bu yararlı işlem, ebeveynle­ çalınır ve bazen yıkıcı, güdücü atakları motive eden
rinden ilk kez ayrıldığı için zorlanan iki yaşındaki arzudan çok nefrettir. Anne vücudunu onaran ve
küçük kızın durumunda görülebilir. Üçüncü günün iyileştiren fantaziler de vardır. Klein, çocuklardaki
sabahının büyük çoğunluğunu ayıcığına sarılarak ve yetişkinlerdeki basit eziyet edici endişelerin, ge­
geçirir, bu sırada pencereden dışarı bakar, gözleri lişmenin oral ve anal evrelerinde ve babanın peni-

m!l lf!t11iim•
sini de içerdiği düşünülen anne vücuduna olan ilkel birisinin yerine geçme bebeksi Oedipal fantazisinin
ilişkide başladığını düşünmüştür. Sonrasında, baba bir hafta sonu ve sonrasında gelen Pazartesi seansı
farklı bir kişi olarak görülmeye başlandığında bebe­ boyunca hastanın aklını ve dış deneyimlerini kont­
ğin fantazisi, Klein'ın birleşik ebeveyn figürü olarak rol ettiği bir yetişkin analizinden örnek vermek is­
adlandırdığını yaratır. Çünkü o, küçük hastalarının tiyorum. Benim açıklamam sınırlı; çünkü amacım,
ürettikleri oyunlarda her iki ebeveynin cinsel ilişki­ hastanın bebeksi fantaziyle olan ilişkisini göster­
de bir figür oluşunu gösterdiklerini gözlemlemiştir. mektir. Kişi, dış ilişkilerinde ve aktarımda delüz­
Böyle bir resim, bebeğin hayal ettiği ebeveynlerinin yonel özellikleri olan ciddi şekilde sorunlu genç bir
birbirinden aldığı zevki reddetmesine yardımcı olsa kadın. Erken yaşta mahrumiyet acısı çekmiş ve aşırı
da, kıskançlık ve gıpta yine de birleşmiş figüre yan­ tepkiler veriyor. Evli değil ve ondan iki yaş küçük bir
sıtılmıştır. Bu, çocukların kabuslarında gördükleri kız ve üç yaş küçük bir erkek kardeşi var.
çok kafalı veya çok bacaklı canavarların temelidir.
Bebeğin anne vücuduyla ilgili endişelerinin yoğun­ Bu hasta, mesai dışı vakti olduğundan ve kırsal ke­
luğu, yetişkin psikoz hastalarında görülen yoğunlu­ simde kalan ebeveynlerinde kalmayı planladığın­
ğa benzerdir. Ayrıca bu endişeler, ilginin anne vücu­ dan, cuma ve pazartesi seanslarını kaçırmaya niyet­
dundan çevredeki dünyaya kaymasında itici güçtür lenir. Cuma seansını kaçırır; ama pazartesi günkü
ve bebeği, dış dünyaya karşı ilgi beslemeye iter. seansa birkaç dakika kala gelir. Gelmeden önce
beni arayıp haber vermediği için kötü hissettiğini
Bilinçdışı Fantazi Mefhumu söyleyerek başlar, beni önceden araması gerektiğini
buraya gelirken fark ettiğini söyler. Bir sürelik ses­
Klein'ın ilk çalışmaları, bilinçdışı kavramının re­ sizlikten sonra, henüz hiçbir yanıt vermediğim için
formülasyonuna yol açar. Onun bilinçdışı fantazi kızgın olduğumu düşünür; işlere burnunu soktuğu­
anlayışı, tıpkı gerçekle bilinçdışı fantazi arasındaki nu düşünerek hiç gelmemesi gerektiğini hisseder.
bağ gibi, sembol oluşturma görüşünden gelir. Oyun­ Gerçekten bana haber vermesi gerektiğini düşünür
larda ve kelimelerdeki simgeler yoluyla çocuk, ger­ ve artık, çok öfkeli olduğumdan emindir. Bekleme
çeklik deneyimi aracılığıyla kendi fantazilerini ifade odasındayken bir arkadaşımın uğradığını sanar ve
eder ve değiştirir. arkadaşımla konuşurken kendisinin araya girdiğini
düşünür. Bundan sonra atmosfer gerçekten gariple­
Çocukların, yetişkinlerin, hatta tamamen dış ger­ şir ve gitgide mistik bir hale gelmeye başlar.
çekliğe yönelmiş insanların bile tüm aktiviteleri,
kişilerin kendi fantazilerini ifade eder ve içerir. Dış Neden Londra'ya döndüğünü, kötü vakit geçirdiğini
gerçeklik fantazilerimizi etkiler ve fantazilerimiz dış ve hafta sonu kötü giden her şey için suçlandığını
gerçekliği algılayışımızı etkiler. Klein ve meslektaş­ üstü kapalı bir şekilde anlatır; ama gerçekte ne ol­
ları, analitik çalışmalarını bilinçdışı fantazilerin içe­ duğunu ve nelerin yanlış gittiğini henüz söylemez.
riğini tespit etme ve yorumlama ve egonun bilinç­ Bunu fark edince, favori elbisesinin, kıyafeti giyip
dışı işleyişi üzerine odaklar ve bu, onları daha geniş kendi odasında asmaya niyetlenmiş kardeşi tara­
bir fantazi anlayışına yönlendirir. Vardıkları görüş fından alınışını nasıl öğrendiğini anlatır. Öfkelenen
ise, tüm zihinsel süreçlerin ana içeriğinin bilinçdışı hasta, kıyafeti izinsiz geri alır ve kardeşi giyemesin
fantazi olduğu ve bu fantazilerin tüm bilinç ve bi­ diye ziyarete gelen bir arkadaşına verir. Sonra eve
linçdışı düşünce süreçlerine temel oluşturduğudur geç saatlerde gelecek olan annesi için evin anahtar­
(Isaac, 1 952). Juliet Mitchell ( 1 986) Klein'ın fantazi larını bırakmadığı için babası tarafından suçlanır.
konsepti üzerine şunu söylemiştir: Hasta, ihtiyacı olduğu için anahtarı da alarak araçla
ayrılır. Bu ana kadar hasta, kimin suçla, kıskançlıkla,
Fantazi bünyesini aşar ve içgüdüsel hayat üzeri­ kötülükle ve nefretle dolu olduğuna dair tükenmiş
ne bir bilinçdışı yorum önerir ve hisleri objelere ve kafası karışmış haldedir. Bunların bir kısmını çö­
bağlar ve yeni bir karışım yaratır: hayal dünya­ zümledikten sonra, pazar akşamı Londra'ya dönme­
sı. Fantazi kurma becerisi vasıtasıyla bebek test
ye karar verdiği için mutsuz olduğunu söyler. Kendi
uygular, içerideki ve dışarıdaki deneyimleri hak­
evine dönmek yerine geceyi rahatlamak için ailesi­
kında ilkelce 'düşünür'. Dış gerçeklik, ham fanta­
zi kurgusu hipotezini etkileyebilir ve değiştire­ nin evinde geçirir; ama oradayken kız kardeşini er­
bilir. Fantazi, hem aktivite hem de mahsulüdür. kek arkadaşıyla görmesi onu daha da üzer. Bu yüz­
(Mitchell 1 986) den hasta ebeveyn odasındaki annesinin yatağında
yatar. Ebeveynlerinin, odada başkasının kalmasın­
Şimdi, ebeveynlerin cinsel ilişkisini bölüp ikisinden dan hoşlanmadığını ve annesinin kendi yatağında
yatan herkesten, hastanın kendisi dışında, nefret
ettiğini vurgular. Bilinçdışı fantazinin her zaman etkisi hissedilen
varlığını ve işleyişini saptayarak Klein, sonrasında
Benim bu durum hakkındaki görüşüm, hafta sonu gelen daha radikal psikanalitik anlayış değişiklikle­
ayrılığının, kırsal kesimde ebeveynlerin devam eden rine zemin hazırladı. Oedipal fantazinin sabık men­
cinsel ilişkisinin zevkinin dışında tutulma infantil şei, Oedipal durumun reformülasyonuna ve yeniden
fantazisini kışkırttığıdır. değerlendirilmesine yol açtı ve çok küçük çocuğun
eziyet verici süperegosuna dair kanıt, süperegonun
Kendi yerini ve sahip olduklarını kaybetme korku­ da infantil zihinde daha evvel doğan kökleri olduğu
su, mukabelede her ikisi de hediye olarak verilen farkındalığına yol açtı. Bu bulgular, Klein'ın sonraki
favori giysi ve seans ile sembolize ediliyor. Hasta, paranoid-şizoid ve depresif dönemleri formülasyo.­
kafayı giderek artan bir şekilde kıskançlığa ve nef­ nunun taslağını çizdi. Onun tüm bu içgörüleri, her
rete takıyor, beni (Cuma günü) ve annesini (Cu­ yerde görülen bilinçdışı fantaziyi ve onun her biri­
martesi gecesi) dışarıda bırakıyor ve anahtar olarak mizde yarattığı iç dünyanın işleyişini ve esas doğası­
temsil edilen penisi kendisi alıyor. Ama sonrasında nı erken anlayışından ortaya çıktı.
mücrim ve sinirli bir baba/süperego/ben tarafından
Kaynakça
suçlanmış hissediyor. Daha çaresiz ve perişan hale
Isaacs, S. ( 1 952) "The nature and function of phantasy'; in M.
gelen hasta, babayı yerinden deviriyor ve yatak ile Klein, P. Heimann, S. Isaacs, and J. Riviere, Developments in Psy­
sembolize edilen/ annenin içine giriyor; sonra yeni­ cho-Analysis, London: Hogarth Press, 67- 1 2 1 .
den, kanepenin üzerine oturarak Pazartesi seansının MitcheU, J . ( 1 986) "Introduction t o the Selected Melanie Klein';
London: Penguin Books.
içine giriyor.
İngilizce orijinali: P. Daniel. "Child analysis and the concept of
Böylece, bilinçdışı fantazisinde ifade edilen dürtü unconscious phantasy'; Clinial Lectures on Klein and Bion kitabı
ve arzuların tam gücü, hastanın davranışlarını bir­ içinde, Ed. R. Anderson, s. 18-2 1 ; New Library of Psychoanalysis
serisi, 14. kitap, Ed. E. B. Spillius, Association with the Institute of
kaç gün boyunca etkiliyor ve analiz edecek olursak,
Psycho-analysis, London.
onun bilinçli hisleri ve insan algısı bu güç tarafından
çarpıtılıyor.

Ll lf!t11 i@•
HANNAH ARENDT'İN ADOLF EICHMANN'A OLAN İTİRAZ!
JUDITH BUTLER
ÇEViREN: TOYGAR AKIN

Arendt, kötülüğün sıradanlaşması üzerine olan te­ Eichmann, işlediği suç hakkında düşünmediğinden
zinde, ahlaki sorumluluk temellerinin yeniden sor­ "niyeti" eksik olabilirdi. Eichmann'ın bilinçsiz bir ey­
gulanmasını talep etmiştir. lemde bulunduğunu düşünmüyordu; ancak "düşün­
me" kavramının daha rasyonel uygulamaların yan­
Bundan elli yıl önce, Hannah Arendt, Yahudi soykı­ sımasında kullanılması gerektiğinde ısrar ediyordu.
rımının öncülerinden olan Adolf Ecihmann'ın yar­
gılanmasının bitimine tanık oldu. Arendt'in, bu yar­ Arendt, nasyonel sosyalizmle, insanların politikalar
gılanma süreci esnasında öne sürdüğü "kötülüğün güttüğü ancak alışıldık biçimde "niyet" sahibi olma­
sıradanlığı" sözü ise, o günden bu yana entelektüel dıkları yeni türde bir tarihi konunun ortaya çıkıp
bir klişe haline geldi. Peki Arendt bu sözüyle ne kas­ çıkmadığını merak ediyordu. Onun görüşüne göre
tediyordu? "niyet" sahibi olmak, kişinin, eylemini ve sonuçla­
rını etraflıca düşünmesiydi; çünkü siyasi bir bireyin
Arendt, kesinlikle kötülüğün sıradanlaştığını veya yaşamı ve düşünceleri, başka insanlarınkine bağlıdır.
Eichmann ve suç ortağı Nazilerin sıradan bir suç iş­ Bu yüzden, bu ilk aşamada, düşünmeme eyleminin
lediklerini kastetmiyordu. Hatta, ona göre, benzeri kendisinin "sıradanlaşmasından" korkuyordu. Bu
daha önce yaşanmış bile olsa, eşsiz ve olağan dışı bir gerçek ise, sıradan olmanın aksine, eşsiz, sarsıcı ve
suçtu bu. Bu sebeple hukuki yargılanmanın yeni bir yanlıştı.
yaklaşımla yapılması gerekmekteydi.
Arendt, Eichmann'ın hakkında yazarak, Nazilerin
Arendt'in hukuki yargılanma süreciyle ilgili altını işlediği soykırımın benzersiz yönlerini anlamaya ça­
çizdiği iki zorluk bulunuyordu. Bunun yanında bir lışıyordu. Amacı İsrail'in kendine has durumunun
eleştirisi de ahlak felsefesi hakkındaydı. İlk sorun temelini atmak değil; Yahudilerin yanı sıra Çinge­
niyetle ilgiliydi. Eichmann'ın, yaptıklarından dola­ nelerin, eşcinsel insanların, komünistlerin, engel­
yı suçlu bulunması için soykırım işleme niyeti ol­ lilerin ve hastaların yok edilmesini kabul eden, in-
duğunun kanıtlanması zorunlu muydu? Ona göre,

ttttfti i!rnM IJ
sarılığa karşı işlenmiş bu suçu anlamaktı. Düşünme düşünmemenin sonuçları soykırıma yol açar, veya
eksikliği, aynı zamanda düşünmeyi olanaklı kılan en azından yol açabilir.
gereklilikleri ve değerleri göz önünde bulundurma
eksikliğidir. Bu yüzden, bütün bu toplulukların soy­ Tabii ki, görünüşte bu denli saf bir iddiaya karşı ilk
kırımı ve tehciri sadece bu gruplara değil, insanlığın tepki Arendt'in düşünmenin gücünü abarttığı yö­
kendisine yapılan bir saldırıdır. Bu durumun bir so­ nünde olabilir. Bunun haricinde, çeşitli fikir tarz­
nucu olarak da, Arendt, Eichmann'ın yargılanma sü­ larıyla, homurdanmayla ve bu isimle giden sessiz
recinin, belirli bir ulus-devlet tarafından kendi halkı gevezelikle örtüşmeyen, fazlasıyla normatif bir dü­
adına yürütülmesine karşı çıkmıştır. şünce yapısına tutunduğu da söylenebilir.

Hakikaten, Eichmann'a ettiği ithamı, gerçek düşün­


cenin kaybolduğu tarihsel dünyadaki insanların da
ötesine erişti. Bunun sonucu olarak da insanlığa kar­
şı işlenen suçlar fazlasıyla "düşünülebilir" hale geldi.
Düşünmenin yozlaşması, kitlelerin sistematik kıyı­
mıyla el ele vererek ilerlemişti.

Arendt, Eichmann'ın en büyük suçunun düşünme


eksikliği olduğuna yoğunlaşmış olsa da, İsrail mah­
kemelerinin de yeterince iyi düşünmediğine açıkça
kanaat getirmiş ve sürecin ilerleyişini düzeltebilecek
çeşitli önerilerde bulunmuştur. Arendt, yargılama­
nın sonucunda Eichmann'ın idam edilmesi yönün­
de verilen hükme katılıyor olsa bile, davada ortaya
konan muhakemeyle ve davanın görülmesiyle ilgili
Bu kritik dönemeçte, Arendt'in insanlık karşıtı kaygıları vardı. Davanın, Eichmann'ın da gerçekleş­
suçları kavramsallaştırması ve onlara karşı hazır­ tirdiği, soykırım politikasına neden olan hareketlere
lanması, gerekli bir hal almıştı. Bu ise uluslararası
odaklanması gerektiğini düşünüyordu.
hukukta yeni yapılandırmalara gitme zorunluluğu­
nu beraberinde getiriyordu. Eğer insanlık karşıtı bir Kendinden önceki hukuk filozofu Yosal Rogat gibi,
suç bir şekilde "sıradan" hale gelmişse, bunun sebe­ Arendt de anti-semitizm tarihinin, hatta Alman­
bi tamamen, yeterli biçimde adı konmamış ve karşı ya'daki anti-semitizmin özgüllüğünün yargılanabi­
durulmamış bu suçun sistematik biçimde her gün leceğini düşünmüyordu. Eichmann'a yapılan günah
işlenmesiydi. Bir bakıma, Arendt, insanlık karşıtı bir keçisi muamelesine karşı çıkarak, İsrail'in, bu davayı
suça "sıradan" diyerek, bu suçun suçlular tarafından kendi hukuki otoritesini ve milli ülküsünü temellen­
benimsendiğine, rutinleştirildiğine, ahlaken tiksinti dirip meşru kılmak için bir araç olarak kullandığı
ile siyaseten infiale ve karşı koyuşa uğramadan uy­ yönünde eleştiride bulundu. Duruşmaların Eich­
gulandığına dikkati çekmeye çalışıyordu. mann'ın kendisini ve eylemlerini kavramada yetersiz
kaldığını düşünüyordu. Onun, nazizmin ve tüm Na­
Eğer Arendt, Nazi suçlarının anlaşılıp yargılanması zilerin simgesi, veya büyük bir patolojik birey olduğu
görevinde, niyet ve ulusal ceza mahkemeleri kav­ düşünülmekteydi. Görünüşe göre savcılar için bu iki
ramlarının yetersiz kaldığı fikrindeyse, bunun se­ görüşün çelişkili oluşunun bir önemi yoktu. Arendt
bebi Nazizmin aynı zamanda düşünmeye karşı da davanın, toplu suç fikri ve geçmişteki diktatörlük al­
saldırı gerçekleştirdiğini düşünmesiydi. Onun bu tındaki ahlaki sorumluluklar konusundaki zorlukla­
görüşü soykırım hükmünün verilmesinde felsefenin
rın daha kapsamlı yansıması hakkında eleştiri gerek­
yerini ve rolünü bir anda artırmıştı. O da, açık uçlu tirdiğini düşünüyordu. Eichmann'ı pozitif hukukun
çoğul küresel kitlelerin düşüncelerini ve haklarını ciddiyetini korumadaki eksikliği, yani, hukukun ge­
yıkıma karşı koruyacağına inandığı, siyasi ve hukuki reklilikleriyle ona empoze edilen politikayı birbirin­
yeni yansıma yöntemleri aradı. den ayıramaması konusunda suçluyordu. Bir başka
Düşünme eksikliği, bu denli -hayret edilecek kadar­ deyişle, itaat ettiği, hassas dengeleri koruyamadığı
sıradanlaşmıştı. Hatta bir noktada, düşünme eksikli­ veya düşünmeyi beceremediği için kabahatliydi.
ği, Eichmann'ın işlediği suçun ta kendisiydi. Bu, ilk Ayrıca bunun da ötesinde, düşünmenin kişiyi, soy­
bakışımızda onun korkunç suçlarını tarif etmek için kırım amaçlarıyla bölünemeyecek veya yok edileme­
çok kötü bir yol gibi görünebilir. Oysa Arendt için, yecek bir sosyalliğe veya çoğulluğa yönelteceğinin

m ern;fmırn•
farkına varamayışında suçlu buluyor Eichmann'ı. kuralların ilkelerine bağlıdır:' der. Yine de son çözü­
Ona göre düşünen hiçbir varlık soykırım işlemeyi mü yürütme görevi verildiğinde, Kant'ın görüşlerine
düşünüp gerçekleştiremez. Eichmann'ın durumun­ göre yaşamaya ara verdiğini kabullenir. Kendisiyle
da olduğu gibi, kişinin soykırım politikası gelişti­ ilgili tanımını Arendt şöyle aktarmaktadır: "artık
rip gütme düşünceleri olabilir; ancak Arendte göre 'kendi eylemlerine hakim değildi' .. ve 'hiçbir şeyi de­
bu hesaplamalara düşünmek denilemez. Çoğulluğa ğiştirebilecek durumda değildi:"
olan bağından da anlaşılacağı üzere, insan hayatının
çoğulluğunun bir kısmını yok etmenin bir kişinin Eichmann, bu şaşırtıcı açıklamasının orta yerinde,
sadece kendisini değil, düşünmenin de birçok şartı­ bu kesin buyruğu yeniden tanımlıyor. Ona göre, kişi,
nı yok edeceği göz önünde bulundurulduğunda dü­ Führer'in onaylayacağı veya kendisinin bulunaca­
şünmenin, her "ben" düşüncesinin, nasıl "biz''i ifade ğı eylemlerde bulunmalıydı. Arendt ise doğrudan
ettiğini sorabiliriz. ona seslenirmişçesine hemen şöyle bir cevap verir:
"Kant, kesinlikle böyle bir şey söylemeye niyetli de­
Birçok soru mevcut: düşünmek psikolojik bir süreç ğildi; tam aksine, ona göre herkes başlattığı eylemin
olarak mı anlaşılmalıdır, yoksa düzgünce ifade edi­ sahibiydi; kişi, 'pratik aklını' kullanarak hukukun
lebilecek bir şey midir? Yoksa, Arendt'in anlayışında, olası ve var olan ilkelerini bulmuştur:'
düşünmek her zaman, normatif bir pratik olarak da
gösterilebilecek bir çeşit yargılama alıştırması mıdır?
Eğer "ben", "biz"in parçası olduğunu düşünüyorsa ve
düşünen bir "ben" kendini "biz"i sürdürmeye ada­
dıysa, "ben" ile "biz" arasındaki ilişkiyi nasıl anlarız?
Ayrıca, düşünmek, siyaseti yöneten normlar ve özel­
likle de pozitif hukukla hassas ilişki açısından hangi
belli göstergeleri işaret eder?

Arendt'in Eichmann hakkındaki kitabı bir hayli


kavgacıdır. Ancak, sadece İsrail mahkemelerini ve
Eichmann'ın idamı hükmüne nasıl karar verildiğini
ele almadığını belirtmek gerek. Eichmann'ın tehli­
keli birtakım kurallar geliştirip onlara uymasını da
eleştirmektedir.

Eichmann'la ilgili kitabının retorik özelliklerinden


bir tanesi ise Arendt'in Eichmann'la sık sık kavga­ Arendt, Eichmann'ın pratik aklı ile itaati arasında­
ya tutuşmasıdır. Davayı ve adamı genellikle üçün­ ki ayrımı, New York City'deki New School far Soci­
cü kişi olarak anlatır; ancak metinde kimi yerlerde al Research'te (Sosyal Araştırmalar için Yeni Okul)
doğrudan ona hitap eder. Örneğin, böyle bir an, Kant'ın siyaset felsefesi hakkında etkileyici dersleri­
Eichmann'ın, son çözümü uygulama sebebinin ita­ ni vermeye başladıktan yedi yıl sonra, 1 963 yılında
at olduğunu ve bu ahlaki algısına da Kant okuyarak Kudüs'te yapmıştır. Arendt'in sonraki çalışmalarının
ulaştığını açıkladığında yaşanır. çoğunu bir açıdan anlayabiliyoruz. Eichmann ile uy­
gun bir Kant okumasının genişletilmiş bir tartışması
Bu durumun Arendt'in gözünde nasıl bir çifte ke­
pazelik olduğunu tahmin edebiliriz. Son çözümün olarak irade, muhakeme ve sorumluluk hakkındaki
planlamasını yapıp emirlerini uygulamak yeterince çalışmaları, Kant'ı Nazi yorumlamasından kurtar­
kötüyken, Nazi otoritesine boyun eğişi dahil tüm mak ve eserlerinin kaynaklarını, korkunç bir kanunu
hayatını Kant'ın öğretisine göre yaşadığını söylemek ve faşist rejimi hiç eleştirilmeden destekleyen itaat
fazlaydı. Kantçılığın kendi versiyonunu açıklamak fikrine tam anlamıyla karşı olduğuna dair seferber
için "görev"den yardım aldı. "Görünüşte bu korkunç etmek için gösterdiği azimli çaba.
ve anlaşılmaz bir şeydi, hele ki Kant'ın ahlak felsefesi, Birçok şeyin yanında, Alman kültüründe ve düşün­
körü körüne itaati reddeden yargı yetisiyle bu denli cesinde nasyonel sosyalizm tohumlarını bulanlara
içli dışlıyken:' diyordu Arendt. karşı Yahudi ve Alman felsefesi arasındaki ilişkiyi
Eichmann, Kant'a bağlılığını söyleyerek kendisiyle savunduğu için Arendt'in yaklaşımı birçok açıdan
çelişmektedir. Bir yandan, "Kant'la ilgili görüşümde şaşırtıcıdır. Görüşleri bu açıdan, 20. yüzyılın baş­
demek istediğim, irademin ilkesi her zaman genel larında Yahudilerin, kendilerini Filistin'e götürecek

fmklii!rnl ll
herhangi bir Siyonist projeye kıyasla Almanya'da felsefesini Eichmann'ı ve ekibini durdurabilecek, Ku­
daha büyük bir koruma ve kültürel aidiyet bula­ düs'te gördüğünden daha farklı bir duruşma ortaya
caklarını trajik biçimde tartışan Her�ann Cohen'i çıkarabilecek ve kendisiyle beraber New York'a ta­
anımsatmaktadır. şıdığı Alman-Yahudi felsefi uğraşını kurtarabilecek
şekilde Kant'ın tarafında gerçek anlamıyla yer almış,
Cohen, evrenselliğin, her iki ulus-devlete alternatif veyahut onu doğru biçimde yeniden tanımlamıştır.
olabilecek uluslararası veya küresel modellerden zi­ Ona göre, yıkıcı ve önemli olan şey düşünmeye kar­
yade Alman felsefesine ait olduğunu düşünmüştür. şı saldırının sıradanlaşmasıydı. Bize göre, Arendt'in
Arendt'te ise Cohen'in bu saflığı eksik kalmış ve milyonlarca hayatı kurtarabileceği, sadece felsefenin
ulus-devletlere karşı önemli bir eleştiri gütmüştür. yönündeki kanısı kuşkusuz dikkate değerdir.
Cohen'in yeni toplum ve siyaset felsefesi projesini
yeniden yapılandırmıştır. Çağdaş toplum ve siyaset İngilizce orijinali: Judith Butler. "Hannah Arendt's challenge to
Adolf Eichmann': The Guardian, 29 Ağustos 20 1 1
DÜŞÜNMEK, ARZUYU ÖLDÜRÜR!
OLCAY VILMAZ

'Sıradan insan' arzularına sürekli ihanet eder.

Psikanalizin Etiği 1 Jacques Lacan

Dört işlem yapabilen bir hesap makinesi düşüne­ veya 'yanlış'ı öğrenebiliyorlar. Ama bazı çocuklar bu
lim. Bizim ona verdiğimiz kodlar ile ancak dört iş­ bilgiye doğrudan ulaşılamıyor, kendi çabası ile, de­
lemi yapabilen bir hesap makinesi! Bu hesap meki­ neme-yanılma yoluyla veya hatalar yaparak doğruya
nesi ile ikinin küpünü (23) almak istediğimizde bu ulaşabiliyor. Lacan'ın imgesel dediği ve kişinin, hayatı
işlemi tek tuşla ve doğrudan yapamayız. Çünkü tek kendi kendine deneyimlediği yaşantı ile yine simge­
tuş ile bu işlemi yapacak bir dile sahip değil! Ama sel dediği anlamın Öteki'nden geldiği yaşantı arasın­
hesap makinesi 'düşünebilseydi', 2x2x2 şeklinde bir da bağlantı kurabiliriz. Peki nedir imgesel, simgesel
çarpım ile ikinin küpünü alabilirdi. Ama bu sonuca ve de gerçek?
ulaşması için muhtemelen düzinelerce hata yapması
gerekecekti. Bu sonuca doğrudan ulaşmak için başka Kısaca açıklamaya çalışırsak: İnsanın üç farklı an -
bir yöntem de doğrudan ikinin küpünü alabilen bir lam-zihinsel düzlemi vardır. Bunlardan ilki dil edi­
hesap makinesi kullanmaktır. nimi ile birlikte ulaşamadığımız bir dünya; Lacanın
deyimi ile gerçek düzlemi. Bu düzlem dilin ardın­
Biz insanlar da iki şekilde öğreniyoruz: bilgiyi hata dadır ve ulaşmamızın pek de imkanı yoktur. Ölüm
yaparak öğrenmek ve bilgiyi Öteki'nden doğrudan ancak bizi bu düzleme yaklaştırabilir. Diğer düzem
almak! Doğada veya toplumda kendi başına doğ­ görebildiğimiz ve anlamlandırdığımız anlamlar dün­
rular!yanlışlar yoktur. 'Doğru' veya 'yanlış' Öteki yası yani simgesel. İlkinde dil'in yokluğu, ikincisinde
tarafından belirlenmektedir. Eğer biz doğrunun ne ise Ötekin'nin varlığı bu yapıları şekillendirir. Bir de
olduğunu Öteki'nden öğrenmediysek o zaman kendi ara bir dönem vardır: imgesel. Biz bu ara düzlemden
çabalarımız ile deneme-yanılma yöntemini kullanır başlayalım.
ve doğruya/yanlışa öyle ulaşmaya çalışırdık. Doğ­
ru'ya/Yanlış'a ulaşma çabası, Öteki'ne ulaşma çaba­ Lacan'ın Ayna Evresi dediği ve kısaca insanın ken­
sı demektir. Günümüzde çocuklar iyi eğitim alarak di kendine yaşantıladığı bir geçiş aşaması olarak
anne/babalarından veya öğretmenlerinden 'doğru'yu tanımlayacağımız bu dönem bizim tüm hayatımızı

trntnıımı m
şekillendiren bir dönemdir. Kişi insan arzu nesnesine ulaşma­ insanın kabusudur. Bunu genel­
bu dönemin özelliklerini yetiş­ yı sürekli erteler''. Kişi bahane­ likle muhafazakarlık veya yobaz­
kinlik dönemine geçiş ile birlikte ler üreterek arzuya kavuşmanın lık olarak görme eğilimindeyiz.
Öteki'nin anlam dünyasına bı­ yollarını kendi kapatır. Bunu da Ama sadece bunlara bağlamamak
rakır ve simgesel düzlemi kendi sürekli şikayet ederek yapar: Şu gerekir. Birçok insan yeni olan­
anlam düzlemine eklemler. Ama nedenle, bu nedenle; o olmadığı dan, değişen şeylerden tedirgin
birçok kişi maalesef imgesel dö­ için oldu, bu olduğu için olmadı. olur. Bunun nedeni olarak da yu­
nemin keyfiliğini bırakamaz veya Kişi bunun gibi yüzlerce şikayet karıda aktardığımız gibi arzuya
bu döneme saplanır kalır. Sadece üretebilir. Yetmezse şikayeti farklı kavuşma ile arzu nesnesinin yi­
dört işlem yapabilen bir hesap kişilere yansıtmaya başlar: Senin timi gösterilebilir. Bir kahraman,
makinesinin kodları gibi belli bir yüzünden yapamadım, onun yü­ arzusuna kavuşmak için çaba gös­
dil durumundan kendini kurta­ zünden olmadı. "Yapamıyorum", terir ve yeni arzular peşinden ko­
ramaz. Bu durum kişinin yaşa­ "denedim, olmadı" veya "aslında şar. Ama sıradan insan arzularına
mında oldukça büyük sorunlara istediğim bu değil" gibi kendini kavuşmayı sürekli erteler. Çünkü
neden olur. Ama kişi bu sorun­ eleştirecek düşüncelerden uzak arzusunu tatmin ettiği zaman
lardan zevk almaya başlar ve bu
saplanmışlık sabitlenir.

Bir tanıdığınız size eksik kaldığı


bir arzusunu dile getirir. Bu kişi­
nin dile getirdiği arzuya karşılık
siz de ona bir sürpriz yapıp kişi­
nin bu özleminin sona ermesini
isteyebilirsiniz. Şöyle bir örnek
verelim: Bir arkadaşınız piyano
çalma istediğinde bahsediyor ve
bunu piyanonun yokluğu yüzün­
den yapamadığını dile getiriyor.
Siz de bu kişinin mutlu olacağını
düşünerek ona bir piyano almaya
karar veriyorsunuz. Ama bu bü­
yük bir hata olabilir! Karşınızdaki
kişinin dile getirdiği o arzunun
başkası tarafından giderilmesi ki­
şiyi mutsuz edebilir. Bir arzu nes­
nesi olarak piyano özlem duyma­
nın getirdiği bir mutluluğu ifade durarak arzusuna kavuşmasını yeni değişkenler ile mücadele et­
edebilmektedir. Piyanoya kavuş­ sürekli erteler. Arzunun Şu Ka­ mek zorunda kalacaktır. Yeni bir
manın değil! Bu nedenle Lacan ranlık Nesnesi ( 1 977) adlı sinema zihin yapısını yeni veya mevcut
'sıradan insan' arzularına sürekli filminde bu durum çok iyi per­ ortamlara adapte etmeye çalışa­
ihanet eder.' der. Sıradan insan ar­ deye yansıtılmış. Arzusuna kavu­ cak ve bu da o kişiyi çevresindeki
zularına kavuşmayı değil, arzuları şamayan bir adamın ulaşamadığı insanlar ile olan ilişkilerini yeni­
ile yaşamayı seçen insandır. Bu o kadının nasıl kölesi olduğunu den gözden geçirmeye itecektir.
nedenle arzu nesnesine asla ka­ dehşetle izleriz. Bu nedenle kö­ Arzunun tatmini bir anlamda
vuşmak istemez. Arzu etme du­ lelik, arzu nesnesine kavuşmama zihnin ölümüdür.
rumu sıradan insana zevk verir ve isteğinin verdiği bir zevkin üreti­
bu zevk kişiyi bulunduğu konuma midir. Bazen insanların farklı diyebilece­
sabitler. ğimiz davranışlarına tanık oluruz;
Yüzyıllardır insanlar düşünmek­ ama bu davranışlara anlam vere­
Lacan, Psikanalizin Etiği ( 1 959- ten korkarlar. Filozofların düşün­ meyiz. Oysa küçücük, ufacık bir
1 960) seminerinde söz ettiği sıra­ celeri, bilim insanlarının buluşları ayrıntıdır ve onu düşünmesi ye­
dan insan ve kahraman ayrımın­ sıradan insanı hep kaygıya sürük­ tecektir. "Neden bunu düşünmez
da ancak "kahramanlar arzularını lemiştir. Yeni olan şeyler sıradan ki" diyerek insanların düşünmeyi
tatmin eder" der ve ekler "sıradan

LD lfttffi i!ffll
neden bu kadar ihmal ettiğine çokça şaşarız. "Çok şünmek eksikliğini görebilmek ve bu eksiği onarabil­
basit", deriz ve düşünmenin bu kadar zor olduğuna mektir. Her onarım başka bir eksikliğe neden olur.
inanmak istemeyiz. Şikayetler duyarız, geçiştirmeler Her onarım bir arzu tatminidir. Kahraman, arzusu­
veya ertelemelerle karşılaşırız ve karşılığında sonu­ na kavuşarak kendini öldürür ve yeniden yaratır.
ca ulaşmak için bir adım göremeyiz. Kişi arzu ettiği
piyanoyu alıp çalmaya başladığında ondan zevk al­ Düşünmek, kişiyi arzusuna yaklaştırır ve o arzuyu
mayabilir. Nesneye kavuşamamanın verdiği zevk pi­ tatmine zorlar. Bu durum aynı zamanda şikayet et­
yano çalarken çıkmaz! Arzu yitirilmiştir ve artık yeni menin, ertelemenin ve arzularına ihanet etm enin de
arzular bulması gerekecektir. Ayna evresine takılmış yok oluşudur. Efendi-köle ilişkisi gibi bir ayna iliş­
kişi arzularına kavuşmak istemez. Çünkü kendi ken­ kisinde arzu bir halkanın tek yüzeyinde defalarca
dine ürettiği ürünlerden zevk çıkarır. Anlamın sabit­ döner durur ve Öteki ile karşılaşmadan kendi ken­
lenmediği bir dünyada kendini, kendi yansıması ile dine yaşanan bir süreçte köleliğin zevki ile kişi yaşa­
tatmin eder ve düşünmek, Öteki'nin görünürlüğünü maya devam eder. Descartes'in ünlü sözünde dediği
netleştirir. Öteki, anlam verir ve kişiyi bu ikili ayna "Düşünüyorum, öyleyse varım:' gibi bir düşünme
ilişkisinden kurtarır. değildir bu! Böyle bir düşünmede kişi, kendini ayna
ilişkisinde var etmeye çalışır ve bu kişinin varacağı
Peki, nedir düşünmek? Düşünmek, arzuyu tatmin yer köleliktir. Kişi yoksulluktan dem vuruyorsa yok­
etme yolunda kahramanın harcadığı zihinsel çaba­ sulluğa, piyanoya kavuşamamaktan dem vuruyorsa
dır. Sıradan insan düş kurarak eylemini ertelerken; piyanosuzluğa sabitlenir. Ayna ilişkisinde düşünmek
kahraman, düşünerek eylemini gerçekleştirir. Dü­ kişiyi var etmez. Bu durum kişiyi sahte bir kişiliğe
şünmek, analiz etmek ve arzuya kavuşmaktır. Dü­ götürür. Düşünmek, Öteki ile olan ilişkide kişiyi var
şünmek Öteki'ni tanımaktır. Değişimi algılamak ve edebilir. Çünkü ayna ilişkisinde "var olmak" arzuları
bu değişim ile birlikte kendini dönüştürmektir. Dü- tatmin etmez.

OLCAY YILMAZ

Araştırma alanları, Lacanyen psikanaliz, fenome­


noloji, zihin felsefesi üzerinedir. Mitoloji, Bilim
Felsefesi, Siyaset Felsefesi ilgisini çekmektedir.
Çeşitli dergilerin yanı sıra sanal ortamlarda ma­
kaleleri yayımlanmıştır. Şiir, edebiyat, mizah ve
biyografi kitapları okumayı sever. Boş zamanla­
rında fotoğraf çekmek, seyahat etmek, antik kent
gezileri yapmak ve bağlama çalmaktan hoşlanır.
: · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·: · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·
T
"Gençliğimde ay ışığında elele
dolaştığım kızı öbür erkeklerin
Son seansımız derken neyi kastediyorsun?
tiksinç girişimlerinden koru -
duğumu düşlerdim. Derken
koruma düşüncesi yavaş yavaş
yok oldu. Yirmi yaşında bit­
mişti. Artık ay ışığında dolaş­
mayla kadını koruma arasında
hiçbir ilinti kalmamıştı. Ayrıca
ay ışığında dolaşmanın yerini
de bütün kadınlarla erkekler
arasında olup bitenler almıştı:'

Jean- Paul Sartre

Ben, tek bir şey olarak


kalacağım, sadece tek bir şey
o larak; o da bir palyaço. O
beni herhangi politikacıdan
daha yükseğe u l aştıran bir
uçak.

: · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · = · · · · · · · · · · · · · · -:- · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · :
� �

HEY ZIZEKI
o YEDIGIN BAL DEGILI "Ne demek istedi yani?"
dedi Topal.

Sırrı Baba, "Hiç;' dedi. "Felsefe yapı­


yor. . : '

Topal bunu da anlamadı:


"Ne demek o?"
�U ANDA iDEOLOJi l\Ml\N Tl\NRIMI
ÇÖPLOGONDEN YiYORSUN! "Ne olacak? Sigara dumanlarını ipe
dizmek!"

Kanlı Topraklar 1 Orhan Kemal

: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . .� . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... . ........ . ....... . .. . . . .. .


... .. . .. ...... . . ... � . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

m ırrtf!ii!ffi ı
r Orada n e Bu ıııu? ilneıııli bir
T���� i,�ı.�:.��:�i<g�i:i:� 1
başka insanların içine yerleştirmek.
Ben sevdiğim insanlarda her zaman
ıe� d�il. 6örıııezden
saklı�orsun? belli bir kalite aramışımdır. Onu
gelsen i�i olur.
görünce de hemen tanımışımdır.
İnsanda saygı duyduğum tek kalite
odur. Dostlarımı ona göre seçerim.
Şimdi artık biliyorum onun ne
olduğunu. Kendine yeterli bir ego.
Başka hiçbir şeyin önemi yok:'

:ı_· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · r
Hayatın Kaynağı 1 Ayn Rand

� �
f �ı: �� � \
e sıra a 1
biri işsi ibi
davranan hiç kimseyi

1= �:�n::��::.����;�� � � � � :t l� ·= 1
-

o, nç b "'" ' '' o bi<


hikayesini konu ediyor. Fotoğrafçı L.B. Jeffries, geçirdiği kaza sonuncunda

� bacağını kırar. New York'taki apartman dairesinde zorunlu tatili sırasında
arka penceresinden komşularını teleskopla seyrederek zaman geçirmek­
tedir. Jeff, yine bir seyri sırasında komşusunun, karısını öldürdüğünden
şüphelenir. Olayı araştırmaları için fotomodel sevgilisi Lisa ve hemşiresi
Stella'dan yardım ister. Gerilim türünün usta yönetmeni Alfred Hitchco­
ck'tan türünün klasiği olarak kabul edilen bir başyapıt.

. '
i S ö Zi ü K
FENOMENOLOJİ [İng. phenomenology; Fr. phenomenologie;
Alın. phanomenologie). Genel olarak fenomenlerin bilimi, özel
olarak da çağdaş Alman filozofu Edmund Husserl tarafından ku­
rulmuş olan, bilincin çok çeşitli formlarıyla, dini, estetik, ahlaki ve
duyusal her tür doğrudan deneyimini analiz edip betimleyen fel­
sefe anlayışı ya da yaklaşımı. Felsefe tarihinde ilk kez olarak Alman
düşünürü J. Lambert tarafından, onun Neues Organon adlı ese­
rinde kullanılan fenomenoloji terimi, başlangıçta bir görünüşler
Monarşik yönetimin en büyük sırrı ve kuramı, bir fenomenler teorisi anlamına gelmiştir. Kitabının diğer
tüm çıkarı, insanları aldatmakta ve on- üç bölümünde sırasıyla düşünce yasalarını ele alıp, bir doğruluk
lan dizginlemesi gereken korkuya din kuramıyla bir anlam teorisi geliştiren Lambert dördüncü bölüm-
maskesi takmakta yatar. Onlar böylece, de, fenomenolojiyi duyusal tecrübeye ilişkin araştırma anlamında
sanki kurtuluşları için savaşıyormuşça- kullanırken, şeylerin bize nasıl göründüklerine dair bir teori geliş-
sına, köleleşmek için savaşırlar. Tek bir tirmiştir. Fenomenoloji, çok kısa bir süre sonra Kant'ta tasarımlar
adam kibirlenebilsin diye kanlarını ve arasındaki ilişkiye dair bir incelemeye tekabül ederken, Hegel'de
canlarını vermeyi bir utanç değil de, en ise tinin bireysel duyumdan mutlak bilgiye dek olan yükselişini
büyük onur sayarlar. resmeden etkinliği tanımlamıŞtır.

B aruch Spinoza
Kaynak: Ahmet Cevizci Felsefe Sözlüğü ·

. . . . . . . . . . . . . . . . .:,. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . i . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :

ıttt11ıırn• m
YA KLAŞIN DOSTLARIM ... BENİ YALNIZCA BİR
ÖLÜYORUM. BUNLAR KİŞİ ANLA DI, O DA
BENİM SON SÖZLERİM ... YANLIŞ ANLADI!

..

BİLİYOR MUSUNUZ? UMRUMDA DEGİLSİNİZ. BU


BENİM SON SÖZÜM DEGİLDİ. ŞU OLSUN: TARİHİN
SONUNA GELDİK. FİKİRLERİMİZİ MÜ KtLLEŞTİRME
EVET, KESİNLİKLE. PROBLEM, PROJESİNİN SONUNA GELDgİMİZDEN DEGİL, BU
KORKUNÇ YAZILMIŞ OLMASIYDI. PROJENİN BENİM ÖLÜMÜMDEN SONRA HİÇBİR
İLERLEME KAYDETMEYECEGİNDEN ÖTÜRÜ.
O�uma Onerfsf

Kadın Psikolojisi Özgürlükten Kaçış


Yazar: Karen Horney Yazar: Erich Fromm
Çevirmen: Selçuk Budak Çevirmen: Şemsa Yeğin
Yayınevi : Totem Yayıncılık Yayınevi : Say Yayınları

Kadın, erkeğin kaburga kemiğinden mi yaratılmış­


tır? Kadın, "iğdiş edilmiş bir erkek'' midir? Kadın, İnsanoğlunda, doymak bilmez bir iktidar hırsı ya­
doğası gereği mi mazoşisttir? Erkekler kadınlardan ratf!n şey nedir? Yaşamsal enerjilerinin gücü mü,
niçin korkar? Cinsler arasındaki güvensizliğin ne­ yoksa temelde yaşamın kendiliğindenliği içinde,
denleri nelerdir? Kadın neden erkek olmak ister? sevgiyle yaşama yetersizliği ve zayıflığı mı? Bu karşı
Analık içgüdüsü diye bir şey var mı? Neden mutlu durulması zor isteklerin gücünü oluşturan ruhbi­
evlilikler yok denecek kadar azdır? limsel koşullar nelerdir? Bu ruhbilimsel koşulların
dayandığı toplumsal koşullar nelerdir?
Horney'in, Freud'un klasik kadın psikolojisine yö­
nelik eleştirel yaklaşımlarını içeren denemelerin­ Özgürlüğün ve yetkecilik güçlerinin insansal yönle­
den oluşan bu kitap, yukarıdaki sorulara yanıtlar rinin çözümlenmesi, genel bir sorunu, yani ruhbi­
aramakta ve Freud'un kadın psikolojisine ilişkin limsel etmenlerin toplumsal süreç içerisinde etkin
temel önermelerini kuşkuya boğmaktadır. Her ne güçler olarak oynadığı rolü ele almamızı gerektirir;
kadar Horney, sonraki yapıtlarında kadın ve erkek bu da sonunda bizi, toplumsal süreçteki ruhbilim­
için ortak bir analitik yaklaşım geliştirmişse de sel, ekonomik ve ideolojik etmenler arasındaki kar­
buradaki denemeler, Freud'u sorgulaması ve Hor­ şılıklı etkileşim sorununa götürür.
ney'in insan psikolojisine ilişkin kendi gelişimini
göstermesi açısından ilginç birer belge niteliğini
taşımaktadır.

ll tf!t11 i@•

You might also like