You are on page 1of 68

EDiTÖRDEN

AYLIK FELSEFE DERGİSİ

Felsefenin olduğu gibi, dergiciliğin de bir doyum


İmtiyaz Sahibi noktası yok. Lakin bununla beraber ve bundan
Düşünbil Yayıncılık Eğt. Rek. Org. Mat. Gıda İnş. İth. daha mühimi, sizin Düşünbile olan iştahınız,
İhr. San. ve Tic. Ltd. Şti. adına Olcay Yılmaz derginin her sayısını heyecanla bekliyor olmanız,
bizim iştahımızı ve arzumuzu da arttırıyor ve işi­
Sorumlu Yazı İşleri ve
mizi daha büyük bir aşkla, daha kararlı bir coş­
Genel Yayın Yônetmeni
Olcay Yılmaz kuyla yapıyoruz.

Yayın Koordinatörü
Cemre Yılmaz Bu sayımızda bugüne kadar neredeyse hiçbir der­
ginin kapağında yer almayan bir fılozofa yer ver­
Düzelti mek istedik: Arthur Schopenhauer. Geniş kitleleri
Hamza Celaleddin Okumuş ve birçok ünlü fılozofu etkileyen Schopenhauer
sayımızı da gönülden kucaklayacağınızdan emi­
Çevirmen & Çeviri Editörü niz.
İsmail Ege Yaylım

Görsel Yônetmen Düşünbil Akademiöe bundan böyle profesyonel


Olcay Yılmaz video çekimleri ile kısa seminerler düzenleye­
ceğiz. Yakın zamanda dusunbilakademi.com
Dergi Mizanpajı adresinden detaylara ulaşabilirsiniz. Ankara'daki
Hamza Celaleddin Okumuş takipçilerimize duyurulur.

Reklam ve Halkla İlişkiler


Ülke olarak ekonomide zor zamanlar yaşıyoruz;
info@dusunbil.com
www. dusunbil.com/reklam
doların yükselişi kağıtlara ve bu da dergi mali­
yetlerine yansıyor. En son 3 yıl önce dergide fiyat
Kütüphanelere, Kurum ve Kuruluşlara artışına gittik. O zamandan bu yana dolar %50
Yıllık Üyelik: 300 TL arttı. Buna rağmen çok direndik. Maalesef dergi
fiyatında artırımına girmek zorunda kaldık. An­
Dergi Satış: www.dusunbilkitap.com layışla karşılayacağınızı umuyoruz.
Web: www.dusunbil.com
E-posta: dusunbil@dusunbil.com
Keyifli okumalar. . .
ISSN: 1309-3304
Yaygın Süreli Yayın

Yônetim Adresi: Remzi Oğuz Arık Malı. Büklüm Sok.


No: 47/3 ÇANKAYA I ANKARA
Telefon: (12.00-17.00 arası): 0(312)926 72 60

Baskı: Başak Matbaa


Anadolu Bulvarı Meka Plaza
No:5/15 Gimat - Yenimahalle/ ANKARA
Telefon: O 312 397 16 17

Basım Tarihi: 25 Nisan 2017


Baskı Adedi: 7500
Dağıtım: Dünya Süper Dağıtım A.Ş.
0212440 28 31
O /dusunbildergisi CJ @dusunbildergisi

Makalelerde dile getirilen düşüncelerden ve kaynakların doğruluğundan


� @dusunbildergisi m /dusunbildergisi

yazarlar sorumludur. Düşünbil\le yayınlanan yazılar dergi yönetiminden


izin alınmaksızın İnternet dahil herhangi bir yayın organında yayınlana-
maz, çoğaltılamaz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
tf!t1'iiftilll
llrtftur Scftope11ftauer

il Gerçe�te vaftır ve �or�unç


lnsanlar, yasalar ile şekillendi­
rilebilirler. Fakat gerçek mana­ 6ir ftagva11oa11 6af�"
da ahlaklı olamazlar. Kişilerin
davranışlarında değişiklik yarat­ 6ir feg oefifOir i111a11.
mak, yasalarla sağlanabilmek­ 13iz, onu evci(feftirifmq
tedir; fakat insanların içindeki
kötü arzuları dindirmek müm­ ve oizgi11fe111nq ftdfigfe
kün değildir. Bu şekilde, ancak tantgoruz �; uggarfr�
kişinin yolunu değiştirmesine
vesile olursunuz. Fakat kötü ni­ oeoifimiz feg oe 6uour. 13«
yetli insan, her ne koşulda olursa
olsun kötülüğünü sergilemek için
güzoen oe araoa 6ir gerçe�
uygun bir yol bulma çabasından ta6iatr ortaga çı�arıa
vazgeçmeyecektir. insanlar, öğre­
tiler sayesinde belki farklı yollar oeftıete �apıftgoruz. il
seçmeye özendirilebilirler yahut
yasalar saey sinde bu doğrultuda flrtftur Scftopenftauer
zorlanabilirler; fakat bu durum
onları hedeflerinden caydıra­
maz. En fazla kötülüğün yapı­
lacağı yol değiştirilebilir. Çünkü
insanın iyilik ve kötülük anlayı­
şı yüreğinde yer almaktadır. Bu
yürek ise ona doğuştan verilmiş­
tir. Kötü insanı yapacağı kötü­
lükten, bendi insanı yapacağı
bencillikten bir anlığına caydı­
rabilirsiniz ama bu insanların
içindeki kötülüğü ve bencilliği
söküp atamazsınız. Bu kötülüğü
ve bendlliği köktenci bir değişi­
me uğratmak mümkün değildir.
Nasıl ki bir kedi fareye olan aş­
kından vazgeçmez ise bu kişi de
içinde ona doğuştan verilen gü­
dülerinden vazgeçemez.
eMfftıiffi111
KAPAK

06 ArthurSchopenhauer (1788-1860)
Sir Alistair MacFarlane
Çeviren: İsmail Ege Yaylım

1O Bilim ve Bilgelik Yolunda


Schopenhauer
ö. Faruk Kırmacı

12 Sanatın ve Bilimin Dünyayı Nasıl


Açıkladığına Dair Temel Farkları
ÜzerineSchopenhauer'un Görüşü
Maria Popova
Çeviren: Bünyamin Tan

14 Schopenhauer; Wagner, Nietzsche,


Bataille, Blake: Pornografi, Raks ve
Pesimizm
Hamza Celaleddin

16 Schopenhauer'un Düşünceleri
Orta Yaş Krizini Atlatmamıza
Nasıl Yardımcı Olabilir?
Kieran Setiya
Çeviren: İsmail Ege Yaylım

18 Bardağın Boş Tarafından Bakan Üç


Göz: Schopenhauer, Yakup Kadri
ve Maupassant
Beyza Özkan

22 ArthurSchopenhaue�
İlk Avrupalı Budist
Julian Young
Çeviren: M. Kaan Erdoğan

26 Mucizenin imkanı: Schopenhauer


Felsefesinde insan ve Dönüşüm
A. Onur Aktaş

lllf!t11ilffll
düSüDbil .._

32 Toplumsal Cinsiyetin Doruğunda:


Schopenhauer, Kadın ve Felsefe
Dilan Akpolat

34 insan Onurunun Tarihi


Remy Debes
Çeviren: Meltem Alkur

37 Psikanaliz ve Hikaye Anlatıcılığı


Merve Günday

41 Tanıdık Bir Yüz: Persona


Kardelen Akçam

44 Metafizik Bir Paradigma Olarak


Pozitivizm
Berkay Coşkun

49 Following Karakterlerinin Edebiyattaki


Yansımaları Üzerine Bir Deneme
Ali Onur Şahinoğlu

51 Felsefe, Bilimler ve Ahlak


Doğan Göçmen

55 Nasıl Kadın Olduk?


Sevgi Ozan

58 Uyandırma Dersleri -1-


Muhammet Akyıldız

62 Siyasalın Peşinde:
Dünyaya Tragedyalarla Bakmak
Çiğdem Durkan

lftl:1Jı!!flll1
,__. ARTHUR SCHOPENHAUER (1788-1860J
S E�
.:..: SIR�A�LI�a�ıR�
c.;r����:..:.� M �Ac=�=R�� N�E�����-----ı
ÇEVİREN: iSMAİL EGE YAYLIM

Arthur Schopenhauer'un İstenç ve Tasarım Olarak Çocukluk ve Gençlik Yılları


Dünya ( 1 8 18) eseri, felsefe tarihinin en ünlü kitap­
larından bir tanesidir. Bu eserde Schopenhauer, bi­ Arthur Schopenhauer 22 Şubat 1 788'de, zengin bir
linçdışının Freudcu ve Jungcu fikrini öngörmüştü Hansa tüccar ailesinde, Danzig'de (günümüzde Po­
ve [eserin], özellikle Wagner olacak şekilde, pek çok lonya, Gdansk) dünyaya geldi. Aslen Flemenk köken­
sanatçı üzerinde derin bir etkisi olmuştu. Bugünlerde li olan aile, nesiller boyunca sosyal ve finansal olarak
bu eser nadiren okunuyor ve herkesin bildiği üzere öne çıkmaktaydı. Sloganları olan Point de Bonheur
kabul edilmesi zor bir mesaja sahip. Fakat önemini sans Liberte (Özgürlük yoksa mutluluk olmaz) Art­
koruyor çünkü çoğu insan için itici, kimisi için ise hur'un sonraki yaşamı düşünüldüğünde tamamen
büyüleyici olan benzersiz bir dünya görüşü sunuyor. ironik görünüyor. 12 Haziran 1 797 tarihinde doğan
Schopenhauer, bu kitapta İstenç'in uzlaşmaz düşün­ bir kız kardeşi vardı, Louise Adelaide (Adele) fakat
cesini, yazgımızın temel etmeni olarak ele alıyor ve Arthur yalnız, içe dönük ve tahammülsüz olacaktı
böylece 20. yüzyılın dehşetini huzursuz bir şekilde ve insan açmazına dair son derece karanlık bir görüş
öngören, insanlık haline dair rahatsızlık verici, kas­ geliştirecekti.
vetli görüşünü bize sunuyor. Hayal gücüne, mantığa Arthur'un babası (Heinrich) Floris Schopenhauer,
olduğundan çok daha fazlasını borçlu olan bu eser, varlıklı bir tüccar ve armatördü. Genç bir adam olarak
bir metafizik başyapıtıdır. Schopenhauer'un başyapı­ pek çok yılını İngiltere ve Fransa'da yaşayarak geçirdi.
tı, çağdaşı Hegel'in yazılarında olduğu gibi (Schopen­ Sonuç olarak, İngiliz tarzı yaşama dair kalıcı bir ilgi
hauer tarafından nefret ediliyor ve alaya alınıyordu) geliştirdi, her gün The Times okuyordu (daha sonra
yoğun ve karışık argümanlarla dolu olduğu dolayısıy­ oğlu da bu alışkanlığı takip edecekti). Oğlunun yaşa­
la değil, tam zıttı nedenlerle kabul edilmesi zordur: mını tüm ayrıntılarıyla planlamıştı: Arthur bir tüccar
Argümanının merkezi dayanağı öylesine olağanüstü olacaktı. Arthur ismi, Almanca, İngilizce ve Fransız­
bir biçimde basittir ve öylesine unutulmaz bir güçle ca'da aynı şekilde söylendiği için seçilmişti. Çocuğun
oluşturulmuştur ki, kişi ya tümüyle kabul etmek zo­ İngiltere'de doğması için gerekli düzenlemeler yapıl­
runda kalır ya da tamamen reddetmek. mıştı, böylelikle bir İngiliz vatandaşının haklarına
sahip olacaktı. Bu plan başarılı olamadı çünkü ha-

llltTtf!li@•
mileliği sırasında annesi hastalandı, böylece Arthur ve yaşamının geri kalanını felsefeye kendi emsalsiz
Danzigöe doğdu. Arthur'un annesi Johanna Hen­ yaklaşımını geliştirmeye ve arıtmaya adadı.
rietta (evlenmeden önceki soyadı Trosiener) bir diğer
varlıklı, Danzigli aileden geliyordu. Annesi iyi eği­ Metafizik
tim almış, kozmopolit, bencil ve tutkulu bir kadındı Immanuel Kant'tan sonra (1724-1804), metafizik,
ve ünlü ve başarılı bir romancıydı, Alman edebiyat herhangi bir tam gelişmiş felsefe sisteminin zaruri
ve sanat çevresinde ün kazanmıştı. Hem zor hem de bir parçası haline geldi. Kant'ın metafiziksel mesele­
kayıtsız birisiydi, çağdaşlarından birisi tarafından si şu şekilde belirtilebilir: Gerçekliğin, akıllarımızda
kalpsiz ve ruhsuz olarak tanımlanıyordu. Gençlik yalnızca dolaylı olarak mevcut olduğunu farz eder­
yıllarında Schopenhauer'un babasıyla zor bir ilişkisi sek akıllarımız gerçekliği nasıl karakterize ediyor?
vardı, sonraki yaşamındaysa annesiyle çok daha zor Kant'ın yaklaşımı öznel ve nesnel dünya tanımları­
bir ilişkisi oldu. Zamanla annesiyle tüm ilişkilerini nı uzlaştırmaktı veya onun kelimeleriyle söyleyecek
kopardı ve cenaze törenine katılmadı. olursak: "Duyuş olmaksızın, hiçbir nesne bize
Arthur beş yaşındayken, Danzig'in belirli olmazdı, anlayış olmaksızın, hiç­
Prusya' ya eklenmesinin ardın­ bir nesne düşünülemezdi. İçeriksiz
dan aile Hamburg'a taşındı. düşünceler boştur; konseptsiz
Çocukluğunda ve gençli­ sezgiler kördür." Diğer bir
ğinde ailesiyle birlikte pek deyişle, dünyayı anlamak
çok kez Avrupa'da yer için hem duyularımız
değiştirdi, gençlik yılla­ (Kant jargonunda sez­
rının bir kısmını yatılı giler) yoluyla edindiği­
olarak Wimbledon'da miz deneyimlere hem
bir okulda geçirdi. Akı­ de bu deneyimler hak­
cı bir şekilde İngilizce kında düşünmek için
ve Fransızca öğrendi, entelektüel yeteneğe
Fransa'dan keyif almıştı (konseptler) ihtiyaç du­
fakat İngiltereöeki okul­ yarız.
dan nefret etmişti. Son Kant buna, basitliğini ve
derece mutsuz geçen çocuk­ gücünü gizleyen ürkütücü bir
luğu ve ergenliği, daha sonra isimlendirmeyle transsendental
ortaya çıkan güçlü misantropisini idealizm diyordu. Transsendental
açıklıyor. yalnızca duyusal olmayan deneyimlere
Ergenliğinin sonlarında, Arthur, bir çırak olarak işaret ederken, idealizm düşüncenin öncelikli olarak
aile işine girmeye zorlandı, oysa üniversiteye gitmek gerçeklikte olduğuna işaret ediyor. Kant'ın felsefesi
istiyordu. Fakat 1805'in Nisan ayında, Floris Scho­ dünyayı iki parçaya bölüyor. Numenal dünya, kendi
penhauer -neredeyse kesinlikle intihar ederek- bir içinde bizim onu duyumsamamızdan bağımsız ola­
rak gerçekliktir. Duyularımız tarafından fıltrelendi­
anda öldü. Bu felaket anne ve oğluna özgürlük ve
ğinden ve akli araçlarımız -herhangi bir şeyi dene­
finansal bağımsızlık sağladı ve kendi yollarına git­
yimleyebilmek için ihtiyaç duyduğumuz birtakım
tiler. Johanna, kızıyla birlikte Weimar'a taşındı, son
konseptler- tarafından yorumlandığından dolayı
derece başarılı bir yazar haline geldi ve yönetimini
hiçbir zaman bu dünyaya direkt bir erişim sağlaya­
üstlendiği, Goethe'nin sıklıkla iştirak ettiği, modaya
mayız. Fenomenal dünya bize göründüğü halidir.
uygun bir edebiyat salonu kurdu. Yaşamının büyük
Kant, şeyler (duyularımız tarafından deneyimlenen)
bir çoğunluğu boyunca, Arthur Schopenhauer ünlü
ve kendinde-şeyler (ilgili fenomenin deneyiminin
bir romancının oğlu olmaktan öteye geçemedi.
temeli ya da nedeni varsayılan) olarak [bu] dünyayı
1908 yılında Arthur Göttingen Üniversitesi'ne, tıp ikiye ayırmıştır.
okumak üzere girdi fakat kısa süre içerisinde fel­
Schopenhauer, Kant'ın metafiziğini geliştirdiğini ve
sefeye döndü ve Bedin Üniversitesi'ne geçti. Geniş
düşüncesini onun üzerine kurduğunu iddia etmiş­
ölçüde felsefe, psikoloji, astronomi, zooloji, arkeolo­
tir. Bu yanlış yönlendiricidir çünkü Schopenhau­
ji, fizyoloji, tarih ve edebiyat üzerine çalıştı. Yirmi
er, numene farklı bir bakış açısı sunmuştur. Kantçı
beş yaşına geldiğinde doktora tezi olan, The Fourfold
metafizikte, bir kendinde-şeye işaret etmek, feno­
Root of the Principle of Reason'ı yazmaya hazırdı.
Jena Üniversitesi'nden bir doktorayla ödüllendirildi men ve numenin detaylandırılmış bir uygunluğunu
ifade eder (ki bu anlaşılamaz çünkü numen bizim

fttqnılffl111
bilmemizin ötesindedir). Scho­ kalma için verilen mücadelenin Yaşamı boyunca müziğe karşı bir
penhaur'un kabul ettiği numenal evrenselliği, derinliği, yönsüzlüğü sevgi duymuştur, neredeyse her
dünya son derece farklıdır: bizim arasında ayırmaktadır (Freud'un gün flüt çalmıştır ve düzenli ola­
duyumumuzdan bağımsız olan superego, ego ve id ayrımıyla rak konserlere, operalara ve tiyat­
gerçeklik kendi içinde, bizim bile­ karşılaştırılabilir). Ayrıca, kendi roya gitmiştir. Bu yolla, dünyanın
bileceğimiz tek, farklılaşmamış bir istencimizi işlem halinde dene­ kalpsizliğinden geçici olarak kur­
entitedir. O, bu entiteye "istenç" yimlediğimiz her an İstenç'in iç­ tulabileceğimizi düşünmüştür.
demiştir. sel gerçekliğini direkt olarak algı­
layabileceğimizi söyler. Schopenhauer'un geçiş ve seçme­
Schopenhauer'un İstenç'i yeni ci okumaları onu Doğu felsefesine
bir şeydi ve son derece tuhaf­ İstenç ve Tasarım Olarak Dünya ve inancına yönlendirmiştir. Up a­
tı. O, bunu zorunlu olarak ya da nishads'ın (MÖ 800 ila 400 ara­
Die Welt alt Wille und Vorstellung
belki de kendini ifade etme veya sında yazılmış olan Hindu Kutsal
1818 yılında yayımlandı ve kap­
varoluş için bir güç olarak tasar­ Kitabı Vedanın son bölümü) bir
samlı gözden geçirmeler ve ge­
lamıştı. Her fenomenin onun bir çevirisini keşfetmesinin ardından
nişletmelerden geçti. Eser Scho­
tezahürü olduğunu iddia ediyor­ yaşamının geri kalanında nere­
penhauer'un yaşamının sonlarına
du. İstenç, her açıdan kördür: deyse her gün bu eserin bölüm­
kadar Almanya'da ve İngiltere'de
fenomenin ardında, Schopenha­ lerini okumuştur. Schopenhauer,
çok az ilgi gördü - dünyanın
uer'un gerçekliği amaçsızdır. Bu Doğu felsefesini dikkatle incele­
kalpsiz ve amaçsız doğasına olan
emsalsiz bir görüştür, çoğu insan yen ilk Batı filozofuydu ve İstenç
inancını belirtmesine karşın, bu
için aykırıdır. Schopenhauer dün­ konseptinin kimi yönlerini barın­
onda büyük bir mutsuzluğa ne­
yayı, çılgın, amaçsız bir mücadele dırdığı fark etti. Engin İstenç'ten
den olmuştur.
olarak görüyordu - bu, belki de tek kalıcı kaçış yolunun, Batılı bir
herhangi bir filozofun geliştirdiği Fakat Schopenhauer'un gökyü­ aziz veya Doğulu bir kutsal insan
en kasvetli görüştür. zünde bile umut ışığı parlamak­ gibi kendini mistik temaşa içinde
tadır. Başyapıtını bitirmesinin kaybetmek yoluyla dünyevi do­
İstenç dini bir konsept değildir:
ardından Schopenhauer umur­ yumlara karşı duyulan tüm istek­
Schopenhauer sıkı bir ateistti.
samaz bir İstenç'in etkilerini lerden kaçınmakta yattığı sonu­
Ne kişisel, ne de Jungcu kolektif
iyileştirmenin ve nüfuz eden et­ cuna varmıştı.
manada bir bilinç farkındalığı
kisine zihnen mesafe koymanın
biçimi de değildir. Schopenhauer Daha az yüceltilmiş bir düzeyde,
yollarını aramıştır. Bunu gerçek­
hakikatten insan psişesini rasyo­ Schopenhauer'un etik anlayışına
leştirmenin yollarından birisi de
nel düşünce ve üreme ve hayatta göre kişi evrensel bir şefkat gös-
estetik deneyimde yatmaktadır.

lllfftfm@ı
korktuklarından çok daha cana yakın olduğu­
nu gördüklerinde şaşırmışlardı. İstenç'in mec­
buriyetiyle kendi uzlaşma biçimine erişmişti.

Schopenhauer yaşamının büyük bölümünde


sağlıklıydı ki kendisi bunu hava durumuna
bakmaksızın gündelik olarak çıktığı yürüyüş­
lere dayandırmaktadır. Her daim gözlük ol­
maksızın okuyabilmiş olmasına karşın artan
bir şiddette sağırlıktan mustaripti. 9 Eylül 1 860
tarihinde aniden şiddetli bir şekilde hastalan­
dı. Yakın arkadaşı ve gelecekte biyografı olacak
olan Wilhelm Gwinnere korkusunu dile getir­
di, ölmekten değil, canlı canlı gömülmekten
korkuyordu ve arkadaşından gömme işleminin
uygun şekilde ertelendiğinin garanti altına al­
masını istedi. 21 Eylül 1 860'da hizmetçisi, onu
koltukta ölü bulacak olan bir doktor çağırdı.
Görünüşe göre kalp durmasıyla gerçekleşen
rahat bir ölüm olmuştu. 27 yıl boyunca Frank­
furt am Main'de, yalnız başına, arkadaşlık için
yanında yalnızca finoları olarak yaşadı. İfade
termelidir: "Kimseyi incitme . . . ve yapabildi­
ettiği isteklerine uygun şekilde bedeni beş gün
ğin kadar herkese yardım et:' Bununla birlikte
boyunca bir morgda gözlem altında tutuldu.
kendi yaşamında dünyevi zevklerden kaçın -
Gwinner tarafından düzenlenen ve az sayıda
manın, azizliğe yönelmenin veya hatta kom­
arkadaşlarının katıldığı bir törenin ardından
şularına yardım etmenin izleri bulunmamak­
Arthur Schopenhauer, düz kara bir mermer
tadır. Hatta, bir tartışma sırasında, kızmış olan
levhanın altına, üstünde yalnızca ismi yazılı
Schopenhauer'un yaşlı bir komşusuna saldır­
olacak şekilde gömüldü.
dığı gerekçesiyle tazminat ödemesine yönelik
bir mahkeme kararı bulunmaktadır. Son Söz

İleri.ki Yaşlar (Onu] takip eden tüm felsefe Kant'a yapılan bir
seri dipnottan ibarettir der A.N. Whitehead.
1 85l'de son çalışması olan Parerga ile Parali­ Aynı şeyi ifade etmek için daha az tartışmalı
pormena'dan sonra Schopenhauer'un büyük bir şekilde denilebilir ki artık hiçbir felsefe sis­
bir filozof olarak önemi tanınmaya başlandı.
temi metafizik olmaksızın tamamlanmış sayıl­
Çalışmaları üzerine tartışmalar Almanya'da, maz. Schopenhauer'un metafiziği olabildiğince
İngiltere'de ve Amerika'da ortaya çıkmaya baş­
basittir: Tüm düşünceler, yaşamlarımızın ilkel
ladı ve hakkında olumlu incelemeler yazılma­ temel etmeni olan İstenç'le mücadele etmek ve
ya başlandı. Bu gecikmiş tanınma ona doyum
onu kavramak durumundadır. Bu aşırı yalın­
sağladı ve son günlerini katlanabilir kıldı.
laştırma pek çok modern filozof için çok faz­
Kasvetli felsefesine ve çalışmalarının uzun süre ladır fakat kimi sanatçılar için dayanılmaz bir
boyunca karşılaştığı kayıtsızlığa olan bitmeyen çekiciliği vardır. Kimilerinin şükredeceği üzere
dargınlığına karşın yaşamının olumlu yanları Schopenhauer derindir fakat titiz bir düşünür
da vardı. Yolculuk edecek, iyi bir şekilde yiyip değildir. Kişi onu okuduktan sonra birilerinin
içecek ve rahatça okuyacak kadar varlıklıydı. mutluluk için yaptığı şeyi onun kasvet için
Yeğlediği az sayıda arkadaşına karşı, iğneleyi­ yaptığını görür. Belki de Schopenhauer için en
ciliği ve alaycılığına rağmen cana yakın ve hoş­ adil veda şiiri Voltaire'in epigramlarından bir
sohbet olabilmişti. Ölümünün hemen öncesin­ tanesidir: Gerçek dehanın büyük hataları affe­
de daha fazla tanınmaya başladıkça, yabancı dilmelidir.
ülkelerden gelen artan sayıdaki ziyaretçileri, Kaynak: philosophynow

lf!kmırn• 11
BİLİM VE BİLGELİK YOLUNDA SCHOPENHAUER
Ö. FARUK KIRMACI

Uluslararası üne sahip İngiliz fizikçi Paul Davies'in, doludur. Onlardan birisi de şüphesiz ünlü Alman
Tanrı ve Yeni Fizik isimli eserinde "insan düşünce­ filozof Arthur Schopenhaueröur ( 1 788- 1 860) .
sinin iki büyük sistemi" ( 1 ) olarak tanımladığı sis­
temlerden birisi bilimdir. Savını desteklemek için Bilindiği üzere Schopenhauer ne kadar kötümser
Davies'in ortaya attığı temel fikir, bilimin ilkel ata­ (pesimist) olarak değerlendirilse de felsefesi, Kant
larımızdan günümüze kadarki süreç içerisinde bil­ idealizmi ve Hint filozoflarının görüşlerine dayanır.
gilerin birikimi olarak gelişmesidir. Ona göre bilim, Schopenhauer, buradan yola çıkarak tasarım, irade
insanın bilme ve isteme içgüdülerine dayanan bir ve kendinde-şey kavramı ile kendine özgü felsefesini
düşünce yapısının ürünüdür ve bu düşünce ma­ yaratmıştır. Elbette ki biz mevzu bahis konulardan
tematik gibi akla dayalı, fiziksel doğa kanunlarıyla ziyade onun Bilim ve Bilgelik eserinden yola çıkarak
yasalaşmış bir sistemdir yahut sisteme sahiptir. Şu bu kavramlar üzerine yoğunlaşacağız.
halde felsefe de bir bilimdir diyebiliriz zira -Davies'e Bilim ve bilgelik kavramları felsefenin en eski tar­
ve pek çok filozof ve bilim insanına göre- insanoğ­ tışmalarından birisidir. Felsefe her şeyi sorgular ve
lunun doğayı ve kozmosu anlamlandırma çabası haliyle kendi doğurduğu çocuğu olan bilime karşı
için "sistemli düşünme" kavramı ilk kez filozoflarla sorgulamalar da geliştirmiştir. Bunu gerçekleştirir­
ortaya çıkmıştır. İlk Çağ uygarlıklarındaki bilim in­ ken ortaya bilim mi bilgeliği doğurur ya da felsefe
sanlarına "doğa filozofu" denmesi buna örnek nite­ bilgeliği mi temsil eder sorunsalları çıkmıştır. Tarihi
liğindedir. süreç içerisinde, özellikle Antik Çağ'dan Rönesans'a
Tıpkı felsefe de bilim gibi birikimli bir şekilde ilerler. kadar süre boyunca felsefe bilimle eş görüldüğün­
Birçok filozof, kendi felsefesini kurma aşamasında, den dolayı felsefe/bilim insanı bilgeliğe taşırken,
kendisinden önce yaşamış kimi filozofların düşün­ Rönesans sonrası bu algı yerini sadece bilim insanı
celeri ile kendi felsefi kalıbını oluşturmuştur. Filo­ bilgeliğe götürür şeklinde değerlendirilmeye baş­
zoflardan bir kısmı, kimi zaman içinde şekil aldığı landı. Tarafların uzlaştığı tek nokta, bilim ve bilgelik
bu kalıbı aşamayarak etkisi altında kaldığı düşünü­ kavramlarının temelinin bilgi kavramına dayanması
rün halefi olarak tanınmış, kimi zaman da kalıbın gerektiğidir. Özellikle Descartes'ın insanın ruh ve
zihinsel çeperlerini aşmasını bilerek, felsefedeki da­ madde olarak iki cevherden müteşekkil olduğunu
imicilik (philosophia perennis) kavramına layık bir savunduğu felsefi yaklaşımı, bilgeliğin bilim saye­
felsefi görüşün temsilcisi olmayı başarabilmiştir. Fel­ sinde ulaşılan bir zirve olarak kabul görmesini sağ­
sefe tarihi hiç kuşkusuz böylesi görkemli filozoflarla larken, günümüz biliminin indirgemeci yaklaşımına

11!1Im;11iırn1
doğru hızla taraftar toplayarak evrilmeye başladı. sıdır. Sezgi yoluyla kavranan bilgi, deneysel ve göz­
Tam bu noktada Schopenhauer'un Bilim ve Bilgelik lemsel olanın ötesindedir ve bu yüzden herhangi bir
eseri, deneysel ve gözlemsel indirgemecilik altında kanıt gerektirmez; bu bilgi, insanın varoluş gayele­
ezilen antik çağların kadim bilgeliğinin ne kadar rindendir, onu meydana getiren o girift dehlizlerin
önem arz ettiğini ve yabana atılmaması gereken özünden gelen bir bilgi türüdür. Buradan bir adım
esaslı düşüncelere ev sahipliği yaptığını/yapabilece­ daha ileri gidilerek bilginin öğretilebilen, beri yan­
ğini göstermesi bakımından takdire şayandır. dan bilgeliğin ise öğretilemeyen olduğu sunucuna
varılabilir (5).
Schopenhauer'a göre bilgi, "her şeyden evvel ve esas
itibariyle tasavvurdur" (2). Görülen şeyin bir bil­ Arthur Schopenhauer, ortaya koymuş olduğu bilme
gisi vardır, burada fiziksel bir bilgi söz konusudur. yetileri (görü ve akıl) bakımından felsefi yönden et­
Örneğin elinizde tuttuğunuz bir kalem gözünüzle kilendiği Kant ile benzerlik göstermektedir. Nitekim
algılanır ve beyniniz onun hakkında öncelik olarak Kant, Saf Aklın Eleştirisi isimli eserinde bilme yeti­
şekil, renk, boyut gibi fiziksel özellikleri hakkında lerini görü, anlama yetisi ve akıl olarak ele almıştı.
bilgi sahibi olur. Schopenhauer'a göre maddenin Schopenhauer burada anlama yetisini görüyle ilişki­
formsal özü nedenselliğe bağlıdır; nedenselliğe göre lendirmiştir. Öte yandan sezgi kavramına iradi bir
duyusal (beş duyu organımız tarafından) ve zihin­ unsur eklemesi salt fiziksel bilginin dahi metafizik
sel olarak belirlenir ve madde-nedensellik ilişkisi ile ilişkilendirilmesi gerektiği vurgusu yapmıştır.
anlamlandırılmaya çalışılırken bilinen olarak ortaya Ona göre bilim, bilme içgüdüsüne bağlı olarak ge­
çıkan şey bilgidir. Burada ortaya çıkan temel ayrım lişirken; bilgelik ise istemeye dayanır. Çünkü insan
sezgisel (intuitiv) ve soyut (abstrakt) arasındadır. evrimsel süreç içerisinde her zaman içgüdüsel dav­
Ve soyut tasavvurlar zihnimizde kavramsal bir sınıf ranışlar sergiler ve bunun dışına çıkamaz. Halbuki
meydana getirirler, böylece soyutu kavramsal olarak istemek kişiye özgüdür, burada tercihler söz konu­
şekil vererek düşünsel manada bize anımsatan, bil­ sudur ve bundan dolayı iradi bir seçimdir.
diğimize dair soyut düşüncelere vakıf olmamızı ve
soyut düşüncelerle etrafımızdaki şeylere dair bilgi Schopenhaueröa bilim anlayışı küçük farklılıklar
edinmemizi sağlayan şey, insanı hayvanlardan ayı­ dışında günümüz deney ve gözlemine dayalı bilim
ran akıl denilen cevher olarak ortaya çıkar. Buradan anlayışına yakındır. Aynı şeyi bilgelik kavramı için
hareketle Schopenhauer da bilgiden doğan bilme ye­ söylememiz pek mümkün değildir zira bu kavramın,
tisi, sezgisel ve soyut tasavvurların/tasarımların ne­ genel Batı kabulünden ziyade Doğu felsefesine daha
ticesinde bizi asıl felsefi yaklaşımına götürür: görü yakın olduğu görülür. Onun bilgelik anlayışı doğu­
(anschaung) ve akıl ( vernunft) . İki bilme yetisi (anla­ nun peri masallarını andıran mistisizmiyle karışık
ma yetisi ve akıl) iki bilgi türünü (görüsel ve soyut) hikmet anlayışına benzer.
ortaya çıkarır (3). Sonuç olarak Schopenhauer'un bilim ve bilgilik an­
Schopenhauer, bilim ve bilgeliğe giden yoldaki zi­ layışına dair geliştirdiği felsefi yaklaşımında; bilmek
hinsel aşamaları dört kategoride esas alır. İlki; şey­ bilimi doğururken, istemek/irade insanı bilgeliğe
lerin sezgi-algıyla doğru kavranılışıdır. İkincisi; ilk götürür.
önermeden doğan doğru kavramların, doğru soyut­ Dipnotlar
lamalar altında özetlenmesi. Üçüncüsü; ulaşılan kav­ (1) Davies, Paul; Tanrı ve Yeni Fizik; Çeviren: Barış Gönülşen;
Alfa Yayınları; İstanbul 20 14; ss. 1 3.
ramlar sezgi ile zihindeki diğer kavramlarla bağıntısı (2) Schopenhauer, Arthur; Bilmek ve İstemek; ss. 40.
kurularak doğru tetkik ve tahlilinin yapılması. Son (3) Türkyılmaz, Çetin; Kant'ta ve Schopenhauer'de Kendinde Şey
olarak; söz konusu olan bu yargıların terkibi (4). (Ding an sich) Kavramı, Kaygı Dergisi, 2/2003; ss. 82-88.
(4) Schopenhauer, Arthur; Bilim ve Bilgelik; ss. 23.
(5) Aydoğan, Hüseyin; Bilim ve Bilgelik; Dinbiliınleri Akademik
Schopenhauer'un zihnin aşamalarına dair görüşleri­
Araştırma Dergisi Cilt 1 4; Sayı 2;2014; ss. 250.
ne göre bilgelik, şeylerin idealarının kavranmasıyla
mümkündür ki bu da belirtildiği üzere sezgiseldir. Kaynaklar
SCHOPENHAUER, Arthur, Bilim ve Bilgelik, Çeviren: Ahmet
Öte yandan Schopenhauer, bilgeliği bilimden tur­ Aydoğan, Say Yayınları, 2014.
nusol kağıdı gibi ayıran renk değişiminin, sanılanın SCHOPENHAUER, Arthur ; Bilmek ve lstemek, Çeviren: Ahmet
aksine birtakım soyutlamaların ötesinde bir şahika Aydoğan, Say Yayınları, 2014.
AYDOGAN, Hüseyin; Bilim ve Bilgelik; Dinbilimleri Akademik
olarak ele alır ve bilgeliğin sezgisel bir kaynaktan Araştırma Dergisi Cilt 1 4; Sayı 2; 20 14.
geldiğini belirtir. Bilginin özü şeylerin çıkarımın­ TÜRKYILMAZ, Çetin; Kant'ta ve Schopenhauer'de Kendinde Şey
da değil algı dünyasının ta kendisinde aranmalıdır. (Ding an sich) Kavramı, Kaygı Dergisi, 2/2003.
Buna ulaşmanın yolu derin ve bir o kadar nüfuzlu
bir sezişle mümkündür. Bundan dolayı bilgeliğin
anahtarı, görüsel ve soyut olarak deneyimlenen ve
algılanan bilgi türünün derin bir sezgi ile taçlanma-

em;1ıım•m
SANA TIN VE BİLiMİN DÜNYAYI NASIL AÇIKLADIGINA DAİR TEMEL
FARKLAR! ÜZERİNE SCHOPENHAUER'UN GÖRÜŞÜ
MARIA POPOVA
ÇEVİREN: BÜNYAMİN TAN

"[Bilim}, bir an bile asla dinlenmeyen, sürekli değişen Şubat 1 788-2 1 Eylül 1 860), İstenç ve Tasarım Ola­
bir şelalenin dökülen sayısız damlaları gibidir; [sanat] rak Dünya adlı kitabında sanat ve bilim arasındaki
bu azılı selin üzerinde sessizce dinlenen gökkuşağı gi­ ilişkiyi ve aralarındaki karşılıklı uyum gösteren duy­
bidir." gudaşlıklarını dikkate aldı. Bu kitap aynı zamanda
1 8 1 8 yılında yayımlanmış olan bir şaheser olup bize
Öncü astronom Maria Mitchell "Bizler ileride olana deha ve delilik arasındaki ilişki ile deha ve yetenek
ulaşırız ve her türlü çabayı gösteririz, fakat sadece arasındaki en önemli fark üzerine Schopenhauer'un
bizden sonsuzluğu gizleyen bir parça perdeyi kavra­ görüşlerini sunmaktadır.
rız" diyerek şaşkınlığını belirtmiştir günlüğünde.
Saul Bellow, heyecan verici Nobel Ödülü kabul ko­ Schopenhauer ayrım ölçütü olarak değişkenliği kul­
nuşmasında "Sadece sanat nüfuz eder. . . Bu dünyanın lanır - bilimin değişimle ilgili olduğunu, oysa sa­
gerçeklerini görmeye" diye iddia etmiş, ve eklemiştir: natın ise sonsuzluğu tasarladığını savunmaktadır.
"Başka bir gerçeklik vardır, gözden kaçırmamamız Kitabında şöyle yazmaktadır: "Bilgi olmadan hareket
gereken özgün bir gerçeklik. Bu diğer gerçeklik, bizim eden kendi nesnelliğinin en düşük sınıflarında, neden­
sanat olmadan ulaşamayacağımız ipuçlarını bize her bilim formundaki doğal bilim, kendi fenomenlerinde­
zaman sunmaktadır." Sanat ve bilim, gerçeklik olarak ki değişikliklerin yasalarını savunmaktadır; morfoloji
adlandırdığımız şey üzerine farklı ama tamamlayıcı formundaki doğal bilim ise bunların kalıcılığını. Ne­
mercekler sunar ve ondan anlam çıkarmamızı, son­ redeyse sonu olmayan bu görev, özeli anlamamız için
suz gizemiyle beraber hayatı sürdürmemizi sağlayan geneli bir araya getiren genel şeylerin ne olduğunu al­
farklı yollar bahşeder. gılayan kavramların yardımıyla aydınlatılmıştır. Son
olarak matematik sadece zaman ve mekanı, düşün­
Bilim ve sanat arasındaki yaratıcı duygudaşlık üze­
celerin çokluğa bölündüğü yeri inceler ki birey olarak
rine olan o güzel meditasyon içerisinde, fizikçi ve öznenin bilgisi ortaya çıkar. Bu ortak isimlerin tümü,
romancı Alan Lightman her bir alanla ilgili olarak farklı formlardaki yeterli bir sebebin ilkesine göre ha­
"insan doğasının sonsuz gizemi"ni ve "fiziki doğanın reket eden ve temaları daima onlardan elde edilen
sonsuz gizemi"ni işaret etmiştir. Yaklaşık iki yüzyıl fenomenler, yasalar, bağlantılar ve ilişkiler olan şey,
önce, etkili Alman filozof Arthur Schopenhauer (22 yani bilimdir. Fakat ne tür bir bilgi dışardan ve tüm

lfllflk!m@I
nat temsilcisi olur. Bu nedenle
bu özel şeyi durdurur; ki zaman
durur; bağıntılar onu yok eder;
yalnızca gerekli olan İdea onun
nesnesidir. Bu nedenle onu, de­
neyim ve bilimin yöntemi olan
bu prensibe uygun olarak ilerle­
yen şeyleri inceleme yöntemine
karşıt olarak 'yeterli neden pren­
sibinin bağımsızlığını inceleyen
şeylerin yöntemi' şeklinde doğ­
ru bir ifade ile tanımlayabiliriz.
Şeyleri dikkate almanın bu son
metodu, yatay bir yönde ve her­
hangi bir noktada kesilen dikey
bir çizginin öncesinde, sonsuza
uzanan bir hat ile karşılaştırıla­
bilir.

Yeterli sebep ilkesi doğrultu­


sunda ilerleyen şeyleri inceleme
metodu rasyonel bir metottur
ve pratik yaşam ile bilimde tek
başına geçerli olup faydalıdır. Bu
prensibin içeriğinden uzak görü­
nen bu metot, dahilerin metodu
olmakla beraber sadece sanatta
faydalı ve geçerlidir. İlki, on­
dan önceki başlangıcı olmayan,
amacı olmayan, kıvrılan, sarsıcı
bağlardan bağımsız, tek başına bitmek tükenmek bilmeyen bir
ve önünde ne varsa katıp götüren,
dünyaya gerekli, fenomeninin şey olduğunu iddia etmektedir,
her şeye düşünmeden girişen güç­
gerçek içeriği, değişime maruz oysa sanat belirli bir nesne üze­
lü bir fırtına gibidir; ikincisi fırtı­
kalmayan ve böylece her zaman rinde dikkati çekmekte ve onu
nadan hiçbir şekilde etkilenmeyen
doğruya eşit bilinen, tek kelimeyle mutlak varlığıyla seyretmekle
delici sessiz güneş gibidir. İlki sü­
İdealar dediğimiz dolaysız ve şey­ alakalıdır. Kitabında şöyle di­
rekli değişen, bir an için bile asla
lerin yeterli nesnelliğiyle ilgilenir, yor: "Bilim, sebep ve sonucun
dinlenmeyen şelalenin dökülen
istenç mi? Bunu deha eseri, yani dört misli formlarının durmak
sayısız damlaları gibidir; ikincisi
sanat diye cevaplarız. Sanat, dün­ bilmeyen ve kararsız olan akışını
bu azgın akıntı üzerinde sessizce
yanın tüm fenomenlerinde esas takip etmede elde edilenlerin her
dinlenen gökkuşağı gibi."
olan ve bitmek tükenmek bilme­ biriyle daha bir başka görünür
yen saf tefekkür yoluyla kavranan ve bulutların ufka dokunduğu Tekrar ve tekrar başvurulan İs­
sonsuz İdeaları tekrar eder veya yere ulaşabilmeye çalışmamız tenç ve Tasarım Olarak Dünya
onları yeniden üretir; yeniden gibi, ne nihai hedefe ne de tam eseri, varoluşsal olarak gerekli
üretilen, materyalin ne olduğuna bir tatmin haline asla ulaşamaz; bir okumadır. Kitap, Schopen -
bağlı olarak heykel veya resimdir, bunun tam tersi olarak sanatın hauer'un entelektüellik müka­
şiir veya müziktir. Tek kaynak amacı her yerdedir. Çünkü dün­ fatı olan sıkkınlığıyla beraber
İdealar bilgisidir; tek amacı bilgi­ ya seyrinin bu akımın dışındaki tamamlanınca, sanat ve bilimin
nin iletiliyor olmasıdır." tefekkürünün nesnesini ayıkla­ kesişimlerinin erken yirmin­
maktadır ve onu daha önce izole ci yüzyıl Viyana'sının modern
Bilim, sonsuza kadar bilinme­
etmiştir. Ve bu akımda küçük bir yaşamı nasıl şekillendirdiğinin
yene ulaşmak üzere kurulu ol­
yok oluş parçası olan bu özel şey, öyküsünü bir kez daha görmek
duğundan Schopenhauer, onun zaman ve mekan içindeki sonsuz isteyeceksiniz.
doğal olarak ileriye meyleden ve
çokluğun tüm eşdeğerliliğinin sa-
Kaynak/Link: Brain Pickings
SCHOPENHAUER: WAGNER, NIETZSCHE, BATAILLE, BLAKE:
PORNOGRAFİ, RAKS VE PESİMİZM
HAMZA CELALEDDİN

Cinsel birleşmedeki esrime hali. İşte bu! Her şeyin eşliğinden bağımsız düşünmek de bir o kadar buda­
gerçek özü ve nüvesi bu, varoluşun amacı ve hedefi. - laca olurdu.
Arthur Schopenhauer.
Hemen tüm Schopenhauer anlatıları (en incelik­
Arthur Schopenhauer, yaşamı boyunca en yakın lisinden en kaba örülmüşüne değin), örtük ya da
dostu olan spanyel cinsi bir köpeğe, Sanskritçe seçik şekilde, onu mistik ve bilge (belki doğru söz­
"Dünyanın Ruhu" anlamına gelen ''.Atma" ismi­ cük "ağırbaşlı" olacak) bir kimse olarak tasvir eder:
ni vermişti. Bu sıradan bilgi, ilk duyuşta oldukça Lakin bu, Schopenhauer'a sarılırken Schopenhau­
önemsiz bir ayrıntı ya da bir tarihçi işgüzarlığı gibi er'un bedenini ıskalamak manasına gelir -ki bu en
görünebilir; lakin Schopenhauer ile kurulacak do­ eski felsefi hastalıklardan birisidir; Platon'u Platon'a
laysız ve kendiliğinden bir duygudaşlık, bu sıradan dokunmadan anlatmak, Spinoza'nın evine evinin
bilgiyi bile orgazmik bir tarihselliğe bürüyebilir. olduğu sokağa girmeden varmak, Nietzsche ile se­
Gelgelelim, Schopenhauer ile duygudaşlık kurmak vişirken hastalanmaktan/hastalık kapmaktan kork­
ve dahası onun felsefesini anlamak; onun yazdıkları­ mak gibi-. Oysaki Schopenhauer, Nietzsche'nin
nı okumakla (velev ki geriye doğru bir taramayla da çılgınlığına ilham olacak ölçüde bir coşkun ruhtur,
Immanuel Kant'ın, Baruch Spinoza'nın ya da belki yirminci yüzyıl aylaklığına/başıboşluğuna önayak
Platonun felsefelerini hatmetmekle) pek mümkün olacak kadar da bilgelikten ve ağırbaşlılıktan uzaktır.
değildir. Schopenhauer felsefesinin derinliklerinde Güçlü görünen gövdesinin altında, annesinin şöh­
gizli olan pornografik örgüyü -ki bu örgü, daha son­ retiyle ezilen ve mutsuz bir şekilde onun gölgesinde
ra Friedrich Nietzsche ile fısıldanıp, Georges Batail­ yaşamak zorunda kalan, -yaşamının son kısmı hariç
le ile açıktan açığa haykırılır hale gelecek, yirminci tutulacak olursa- içten içe insanlara kendisini du­
asırda ise bu haykırışın yankıları fazlasıyla hissedi­ yurmaya çalışan cılız bir ses barınır. (Bunları söyle­
lecektir- onun metinlerinden yola çıkarak anlamak yerek Schopenhauer'u "aciz" göstermeye -mümkün
ne kadar imkansızsa, onun felsefesini Richard Wag­ müdür gerçekten- çalışmıyorum elbette, bilakis tüm
ner'den ve Richard Wagner müziğindeki biteviye bunları meziyetlerinin birer mucizesi olarak aktarı­
coşku ve anlamsız duraksamanın birlikteliğinden/ yorum.)

mertt11 ıırn•
Tam burada Richard Wagnere açacağım parantez, penhauer'a ilişkin bundan başka hiçbir şeyden bah­
Schopenhauer'un tarihsel yerinin altını çizmesi açı­ setmiyor olsalar da). Onun kötümserliğinin anlaşıl­
sından da mühim görünmektedir. Richard Wagner masının yolu, bir başka çağdaşından; "pesimizmin
Schopenhauer'dan fazlasıyla etkilenmiş ve Nietzs­ şiiri" William Blake'den geçiyor. Schopenhauer'un
che'yi ise fazlasıyla etkilemiş bir müzisyen/şair/ve pesimizmi bir felsefi temadan ziyade bir şiirsel/es­
hatta filozof olarak tarihin en dehşetengiz köprüsü tetik görüngü olarak karşımıza çıkıyor (bu şiirselliği
şeklinde anılmayı hak eder. Wagner'in Nietzsche'ye görebilecek göz ne muhteşem bir gözdür) . Böylelikle
aktardığı şey; Schopenhauer'un mistik bilgeliği, Schopenhauer'un karamsarlığı için başvurumuzun
ağırbaşlılığı değil, coşkun çılgınlığı, patlayabilir öf­ yönü birdenbire, Almanya'dan İngiltere'ye, Schopen­
kesi ve gizil haldeki nefretidir. Bu birbiri içine geçmiş hauer'dan Blakee dönüveriyor. (Söz şiire geldiğinde
esrarengiz duygular, Schopenhauer'un Nietzsche'ye ise, sözü sadece şiire bırakmak için aceleci davran-
bırakıtı gibidir ve bu bırakıtın ileticisi ise Richard mak, felsefenin zarafetinden sayılıyor) Şöyle diyor
Wagner'den başkası değildir. Gelgelelim Schopenha­ Blake:
uer'un Nietzsche'ye bırakıtları bunlarla da sınırlı de­
ğildir; esas ve "tarihsel değeri olan'' bırakıt pornog­ İnsanların bencil babası!
rafik dürtü ve sürekli raks halidir. Nietzsche'yi 1889 Zalim, kıskanç, bencil korku!
3 Ocak'ına (Torino'da bir atın boynuna sarılıp ağladı­
ğı ve sonrasında yere yığıldığı o hadiseye) hazırlayan Doğurabilir mi,
da, o gün için özenle giydirip kuşatan da işte tam da
bu görüngülerdir. Schopenhauer, Öyleyse denilebilir Zincirlenmiş geceden,
ki; Nietzsche için bir öğretmenden çok daha fazlası­ Gençliğin bakireliğini ve sabahın takatini?
dır; özcesi ise Nietzsche, Schopenhauer'un mirasye­
disi gibidir.
***
Bahar gizler mi sevincini?

Perspektifimizi biraz daha genişletecek ve "tarihsel Tomurcuklar ve goncalar açtığında?


olan''da uzun uzadıya seyre dalacak olursak; Scho­
penhauer, felsefe tarihinde bir "kırmızı nokta'' ya da Çiftçi
apaçık bir "vibrasyon'' olarak belirir. Onu, lmmanuel Gece mi serper tohumu,
Kant'ın (Nietzsche'nin muzip deyişiyle Königsberg­
li Çinli'nin) ardılı ve sürükleyicisi bir filozof olarak Ya da karanlıkta mı sürer sabanı? (1).
tanıtmak -her ne kadar bugün için oldukça azalmış ***
ve tedavisi bulunmuş görünse de- en tehlikeli felsefi
hastalıklardan birisidir. Schopenhauer, on dokuzun­ Son durumda ise; Schopenhauer ile duygudaşlık
cu yüzyıl felsefi devriminin (böyle bir devrimi tarih­ kurmanın, onu anlamanın ve onu içine almanın
çiler kabul etmeyecektir belki, ama bunun üzerine sadece Schopenhauer'la mümkün olmadığı nihayet
başka bir yazıda uzun uzun tartışmamız da müm­ anlaşılıyor. Arthur Schopenhauer'la duygudaşlık
kündür) sessiz sadasız lakin etkileyici bir başlangıcı kurmak, onu anlamak ve onu içine almak; Richard
olarak (buraya o gün için pek anlaşılmamış ve his­ Wagner'den, Friedrich NietzscheClen, Georges Bata­
sedilmemiş olsa da S0ren Aabye Kierkegaard'yu da ille'den, William Blake'den (ve hatta ismini vererek
eklemekte büyük fayda vardır) anılmayı hak eder. ve ondan hiç bahsetmeyerek incitmek istemediğim
Diyebiliriz ki; Georges Bataille'in aşırılığına giden birçok şair-müzisyen-filozoftan) geçiyor. Diğer türlü
yol Schopenhauer'un ve onun "gizli aşırı" felsefesi­ bir Schopenhauer okuması ise bizi; Kantçı ve hatta
nin taşlarıyla örülmüştür. Bataille'in ve örtük ya da Platonik bir Schopenhauer ile karşı karşıya bırakı­
seçik şekilde yirminci asır felsefesinin pornografi ve yor.
ölüm üzerine yoğunlaşması ve bu fikirlerin sınırla­
rını/nereye kadar uzanabileceğini öğrenmeye çalış­ Oysa altı özenle çizilmesi gereken hakikat şudur ki;
ması tesadüfen ve birdenbire olmuş değildir; bu de­ Arthur Schopenhauer koyu bir Schopenhauercu­
ğişimin ve dönüşümün mucizesini Schopenhauer'da dur. . .
aramamız ise oldukça elzem görünmektedir.
Dipnotlar:

Son olarak Schopenhauercu pesimizme kısaca de­ (1) Williaın Blake, Yeryüzünün Yanıtı, Çev: T. Asi Balkar.
ğinmekte de yarar vardır (her ne kadar bugün için
hemen herkes bundan bahsediyor, velev ki Scho-

frttfrııırnım
SCHOPENHAUER'UN DÜŞÜNCELERİ ORTA YAŞ KRİZİNİ
ATLATMAMIZA NASIL YARDIMCI OLABİLİR?
KIERAN SETIYA
ÇEVİREN: İSMAİL EGE YAYLIM

Filozoflar 2.500 yıldan fazla süredir iyi yaşam hak­ Bir cevap arayışında 19. yüzyıl karamsarı Arthur
kında düşünmelerine karşın orta yaş hakkında söy­ Shopenhauer'un yardımına başvurdum. Shopen­
ledikleri pek bir şey yoktur. Benim için 40 yaşına hauer, arzunun beyhudeliğini vurgulamasıyla ün­
yaklaşmak stereotipik bir kriz demekti. Akademik lenmiştir. İstediğiniz şeye sahip olmanın sizi mutlu
kariyer üzerindeki engeller aşılmıştı, bir kadrolu etmemesi onu şaşırtmazdı. Öte yandan, istediğiniz
felsefe profesörü olduğum için şanslı olduğumu bili­ şeye sahip olmak da aynı derecede kötüydü. Shopen­
yordum. Fakat yaşamın meşguliyetinden, yapılacak hauer için her iki durumda da lanetlendiğin anlamı­
şeylerin aciliyetinden bir adım geriye attığımda ken­ na geliyordu. İstediğiniz şeye sahip olursanız, meşga­
dimi "şimdi ne olacak?" diye düşünürken buldum. leniz son bulmuştur. Gayesizsinizdir, İstenç ve Temsil
Yalnızca daha fazlasıyla yer değiştirmek üzere proje­ Olarak Dünya'da da bahsettiği gibi "korkunç boşluk
leri tamamlamak, beyhudelik ve tekerrür hissi uyan­ ve sıkıntı"ya batmışsınızdır. Hayatın bir yönelime;
dırıyordu. Bir makaleyi bitiriyor, bir derse giriyor ve halihazırda erişilmemiş arzulara, projelere, gayelere
bunları tekrar yapıyordum. Her şey kıymetsiz görü­ ihtiyacı vardır. Fakat bu da tehlikelidir. Çünkü sahip
nüyor değildi. En düşük olduğum zamanlarda bile olmadığım şeyi istemek acı çekmek demektir. Yapı­
yaptığım şeyin bir anlamının olmadığını hissetme­ lacak şeyler bularak boşluğun içinden çıkma uğraşı
dim. Fakat bir şekilde, ardı ardına gelen etkinlikler, vererek kendinizi sefalete mahkum ediyorsunuzdur.
her biri kendi içinde mantıklı olmasına karşın eksik­ Hayat, 'acı ve sıkıntı arasında ileri geri sallanan bir
lik hissi uyandırıyordu. sarkaç gibidir ve gerçekte bu ikisi nihai bileşenlerdir".

Bu konuda yalnız değilim. Belki siz de değerli gaye­ Shopenhauer'un insan yaşamına dair imgesi gere­
lerin peşinden koşmada bir boşluk hissetmişsinizdir. ğinden fazlasıyla kasvetli görünebilir. Sıklıkla orta
Bu orta yaş krizinin biçimlerinden birisidir, aynı za­ yaş, sıkı sıkıya bağlı olunan projelerin başarısını ya
manda hem tanıdıktır hem de felsefi olarak kafa ka - da başarısızlığını beraberinde getirir: uzun yıllar bo­
rıştırıcıdır. Buradaki ikilem, başarının, başarısızlık yunca çalışarak elde ettiğiniz işe, bulmayı umduğu -
gibi görünebilmesindedir. Herhangi bir ikilem gibi, nuz eşe, kurmak istediğiniz aileye sahipsinizdir veya
felsefi bir ilgiyi gerektirir. Kişinin hiçbir şeyde bir değilsinizdir. Her iki durumda da yeni istikametler
değer göremediği koşulsuz bir boşluk değilse eğer, ararsınız. Fakat gayelerinize ulaşmaya veya onlardan
orta yaş krizindeki boşluk nedir? Hayatımda yanlış vazgeçmeye vereceğiniz cevap açık görünür: kendi­
olan şey ne? nize yeni gayeler edinirsiniz. İstediğiniz şeyin peşin-

IIl lfTt1ilffl l
Buradaki mesele, bu konu hakkında ne yapılacağı­
dır. Schopenhauer için, buradan kurtuluş yoktur:
Orta yaş krizi dediğim şey insanlık halidir. Fakat
Schopenhauer hatalıydı. Onun hatasını görebilmek
için değer verdiğimiz etkinlikler arasında, tamamla­
maya odaklandıklarımız ve tamamlamaya odaklan­
madıklarımız arasında ayrım yapmamız gerekiyor.

Dilbilimin terminolojisinden faydalanarak diyebili­


riz ki "telik" - amaç anlamına gelen Yunanca kelime
"telos"dan geliyor - etkinlikler tamamlamanın ve
tüketmenin nihai halini amaçlayanlardır. Sınıfa ders
verirsiniz, evlenirsiniz, aile kurarsınız, zam alırsınız.
Bununla birlikte tüm etkinlikler böyle değildir. Di­
ğerleri "atelik"tir: Amaçladıkları şeyde nihai bir so­
nuç ya da başarıya ulaşıldıkları ve yapılacak hiçbir
şeyin kalmadığı bir son hal yoktur. Müzik dinlemeyi,
ebeveynlik etmeyi veya arkadaşlarla vakit geçirmeyi
düşünün. Bunlar yapmayı bırakabileceğiniz şeyler­
dir fakat onları bitiremezsiniz veya tamamlayamaz­
sınız. Onların zamansallıkları nihai amacı olan bir
projeninki gibi değildir, sınırsız bir sürecin zaman­
den koşmanın safi ıstırap olması gerekmez. Tutkula­
sallığıdır.
rınızı yenilemek eğlenceli olabilir.
Eğer Schopenhauer tarafından teşhis edilen kriz,
Yine de, Shopenhauer'un amaçlarımızla olan iliş­
projelere aşırı yatırım yapmaya bağlı ise; o zaman
kimize dair kasvetli düşüncesinde bir nebze haklı
çözüm, süreçlere daha fazla yatırım yapmakta, ni­
olduğunu ve bunun orta yaş karanlığını aydınlata­
hai sonuçları olmayan etkinlikler yoluyla hayatınıza
bileceğini düşünüyorum. Ne de olsa yeni projelerin
anlam katmakta yatar: Tamamlanamayacaklarından
peşine düşmek yalnızca sorunu gizler. Bir gelecek
dolayı, onlarla olan meşguliyetiniz zahmetli değildir.
hedefine odaklandığınızda, tatmin ertelenir: Başarı
Kendini altüst etmez. Veyahut Schopenhauer'un tat­
henüz gelmemiştir. Fakat başarıya erişildiği anda,
min olmamış arzu konusunda küçümsediği yılgınlık
başarınız geçmişte kalır. Bu sırada, projelerle olan
hissine -kişinin hedeflerinden uzak olması hissi ile
meşguliyetiniz altüst olur. Bir gayenin peşinden ko­
ilişkili olarak tatminin her daim gelecekte veya geç­
şarak, ya başarısız olursunuz ya da başarılı olmanız
mişte olması haline- neden olmaz.
halinde yaşamınızı yönlendirme gücünüz sona erer.
Başka planlar ortaya koyabileceğinize şüphe yoktur. Değerli gayelerimizden vazgeçmemeliyiz. Onları ba­
Sorun, projelerinizin bitecek olması değildir; sorun, şarmak önemlidir. Fakat sürecin değeri üzerine de
sizin için en önemli şeyler ile meşguliyetinizin, onu kafa yormalıyız. Gençlerin ve yaşlıların, orta yaşlar­
tamamlamaya ve hayatınızdan defetmeye yönelik ol­ dakilere oranla yaşamdan genellikle daha çok tatmin
masıdır. Bir gayenin peşinde koştuğunuzda, iyi bir olmaları bir tesadüf değildir. Genç yetişkinler ya­
şeyle olan etkileşiminizi tüketiyorsunuz adeta elveda şamlarını tanımlayacak projelere kalkışmamışlardır;
etmek için arkadaş edinmek gibi. yaşlıların ise arkalarında böyle başarılar vardır. Bu,
onlar için anda yaşamayı daha doğal kılar: geleceğe
Nitekim orta yaş krizinin alışıldık figürlerinden bir
ertelenmemiş veya tüketildiği nedeniyle yitirilme­
tanesi, arayışta olan üstün başarılı, işleri halletme
miş atelik etkinliklerde değer bulmak, şimdi ve bu­
konusunda takıntılı, gündelik hayatın boşluğu tara­
radayı fark etmek mümkün olur. Orta yaşlarda pro­
fından usandırılmış kimsedir. Projeler konusunda
jelerin tiranlığına direnmek, telik ve atelik arasında
takıntılı olduğunda, kesintisiz bir şekilde eskilerini
denge bulmak zordur. Fakat eğer orta yaş krizinin
yenilerle değiştirdiğinde, tatmin her zaman gele­
üstesinden gelmeyi, kendimizi yenilgiye uğratmanın
cekte veya geçmişte konumlanıyor. İpotek ediliyor,
ve boşluğun kasvetinden kaçmayı umut ediyorsak,
sonra erişiliyor fakat hiçbir zaman elde edilemiyor.
yapmamız gereken bu dengeyi bulmaktır.
Gayelerle meşgul olduğunuzda, bu meşgalenin ola­
naklılığına engel olan neticelerine odaklanıyorsu­ Kaynak: aeon.

nuz, yaşamınızdaki anlam kıvılcımlarını söndürü­


yorsunuz.

IUnFm@l lD
BARDAGIN BOŞ TARAFINDAN BAKAN ÜÇ GÖZ:
SCHOPENHAUER, YAKUP KADRİ VE MAUPASSANT
BEYZA ÖZKAN

"Bardağın boş tarafından bakmak" deyimi, günlük dan bakmışlar ise bu bakışlarını ardında bıraktıkları
konuşma dilimizde en çok kullandığımız deyimler­ eserlerine nasıl yansıtmışlardır?
den biridir. Bu deyimi, karşılaştığımız bir durum
karşısında olumsuz bir bakış açısı geliştirdiğimizde Böyle bir düşünüş biçimine sahip olanlar, dünya­
ya da kötümser bakan kişiler için kullanırız. Bu de­ mızdan geçip gitmişlerdir. Dünyadan geçip giderken
yimin bir zıddı da vardır: "Bardağın dolu tarafından de ardından eser bırakmışlardır. Ancak bazı kişiler
bakmak''. Söz konusu deyim, kötümser bakanların vardır ki onlar bardağın dolu tarafından bakmayı
ve olumsuz durumların aksi için söylenmektedir. değil de boş tarafından bakmayı tercih etmişlerdir.
Bunları bir yana bırakıp şu soruyu soralım: Düz bir Bardağın boş tarafından bakmaları, onların keyfi
çizgi misali bir bakış açısına sahip insanlar var mı­ kararı değildir. Onları bardağın boş tarafından bak­
dır? Hayatı boyunca bardağın dolu tarafından bakan maları, içinde yaşadıkları çevrenin zihniyeti ile de il­
ya da boş tarafından bakan ve bu bakış açısını değiş­ gilidir. Şimdi, bardağın boş tarafından bakan kişileri
tirmeyen, var mıdır? söylemenin sırası geldi: Schopenhauer, Yakup Kadri
ve Maupassant. Onlar bardağın boş tarafından baktı,
Cevap verelim. Düz bir çizgi misali bakış açısına ancak nasıl baktılar? Bardağın boş tarafından bakar­
sahip insanlar vardır. Bu insanlar, bardağın ya dolu ken, birbirlerini etkilediler mi ya da birbirlerinden
tarafına bakıp dolu tarafıyla düşünürler ya da bar­ etkilendiler mi?
dağın boş tarafına bakıp o boş tarafıyla düşünürler.
Seçim, bu bakış açısına sahip olanlara kalmıştır. Ba­ Schopenhauer, Yakup Kadri ve Maupassant, 19.
kış açılarının seçimi, kişilerin kendisinde bittiği gibi, yüzyılda yaşamış, yaşadıkları yüzyılın havasını solu­
çevresinde yaşadıkları, çevresinden etkilendikleri muşlardır. Yaşadıkları bu yüzyıl, soludukları bu hava
durumlarla gerçekleşir. İkinci bir soru daha sora­ onların bakış açılarını da elbette etkilemiştir. Bu za­
lım: Böyle bir düşünüş biçimine sahip olanlar, dün - man dilimi içerisinde bardağın boş tarafından bak­
yamızdan geçip gitmiş midir? Dünyamızdan geçip mayı tercih etmişler, baktıkları zaman gördüklerini
giden bu insanlar, bardağın dolu ya da boş tarafın- eserlerine yansıtmışlardır. Gördüklerini eserlerine

IEI fm}lii!ffi ı
yansıtan bu isimler, elbette ki birbirlerinden etkilen­ mak adına da sanatı önemli bir yol olarak görür.
miştir. Fakat en çok etkilendikleri isim, felsefe tari­ Kötümser filozof Schopenhauer'la aynı yüzyılda
hinde düşünceleriyle kendisinden söz ettiren Scho­ yaşamış olan iki kişiden bahis açılacak olursa bun­
penhauer olmuştur. Yakup Kadri ve Maupassant, lar, birbirlerini etkileyen ancak kötümser filozoftan
Schopenhauer'dan etkilendikleri kadar birbirlerini etkilenen Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Mau­
de etkilemiştir. Söz konusu olan, Schopenhauer ola­ passant'tır. Yakup Kadri ve Maupassant, edebiyat
caktır ve çalışmada bardağın boş tarafından bakan sahasında eserler vererek bardağın boş tarafından
üç gözün önemli aktörlerinden Schopenhauer'un baktıklarını eserlerine aksettirmiş kişilerdir. Eserle­
Yakup Kadri ve Maupassant'ı nasıl etkilediği üzerin­ rini verirken, bardağın boş tarafından bakan üçün­
de durulacaktır. cü bir gözden, Schopenhaueröan etkilenmişlerdir.

Arthur Schopenhauer, 1 9. yüzyılda yaşamış, kötüm­ Yazdıkları hikaye ve romanlarına, Schopenhauer'un


ser olarak bilinen bir filozoftur. Deyim yerindeyse kötümser hayat felsefesi sinmiştir. Kötümser hayat
felsefesini "bardağın boş tarafından bakmak" üze­ felsefesi sinmesi bir yana, Schopenhauer'un sanatı,
rine kurmuştur. Dünya benim tasarımımdır diyen kötümserlikten kurtaran bir yol olarak görmesi de
filozof, dünyasını bardağın boş tarafından gördük­ Yakup Kadri ve Maupassant'ı edebiyat aracılığıyla
leriyle kurmuştur. Bardağın boş tarafından baktığı kötümserlikten kurtarmaya götürmüştür. Öte yan -
zaman dilimi içerisinde dünyanın gidişatını yo­ dan Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Maupassant,
rumlar ve kendi sonunun ölüm olduğunun farkına bu hayat felsefesini aksettirme şekli bakımından da
varır. Bu farkındalık, Schopenhauer'a ölümü aratır. birbirlerini etkilemişlerdir. Daha iyi görebilmek adı­
Hayatla anlaşamaz kötümser filozof, çünkü insan, na somut örneklere başvurmak yerinde olacaktır.
trajik bir sona doğru gider. İnsanın varoluş iradesi,
trajik bir biçimde varoluş tekerleğini döndürür. Te­ Yakup Kadri'nin yazmış olduğu Yaban romanına
kerlek, kaçınılmaz bir gerçek olan ölüme gider. Bu baktığımız zaman Schopenhauer'un kötümser fel­
yüzden de mutlu olmak için iradeden vazgeçmek sefesinin izlerini yazarın yapmış olduğu tasvirlerde
gerektiğini söyler. İradenin olmadığı yerde, içgü­ görebiliriz. Romanın başkahramanı Ahmet Celal;
dülerle hareket fikri başlar. Kötümserlikten kurtul- "Dünyadan elini eteğini çekmiş bir kimse için Anada-

em;1ıııruı m
lu'nun bu ücra köşesinden daha uygun neresi bulu­ Eserlerinden örnekler verilen Yakup Kadri gibi Ma­
nabilir? Ben, burada diri diri, bir mezara gömülmüş upassant da Schopenhauer'un kötümser havasına
gibiyim. Hiçbir intihar bu kadar şuurlu, bu kadar ira­ kapılır. Yaşam, anlamsız ve saçmadır. Söylendiği
deli, bu kadar sürekli ve çetin olmamıştır. Daha otuz üzere yaşamı sürdürdüğümüz dünya, kötüdür. Fran­
beşimize basmadan her şeyin bittiğini, işin tamam sız yazarın şu cümleleri söylenenleri somutlaştırma­
olduğunu; aşkın, arzunun, ümit ve ihtirasın artık bir ya yeterdir: "Böylesine kısa ve böylesine uzun yaşam
daha uyanmamak üzere sönüp gittiğini kendi kendi­ bazen çekilmez oluyor. Hep olduğu gibi sonu ölümle
mize itiraf etmek; kendi kendimize, bütün mutluluk bitiyor. Onu ne durdurmak, ne değiştirmek, ne de
ve başarı kapılarının kapandığını söylemek ve gelip, anlamak olanaklı. (. . .) İşte o zaman 'her şeyin son­
burada bir ağaç gibi yavaş yavaş kurumağa mahkum suz anlamsızlığı ve değersizliği, insanoğlunun bir şey
olmak" ( 1) diyerek ölümünü mantıklı bir sebebe yapamazlığı ve olayların tekdüzeliği' duygusu altında
bağlar. Schopenhauer'a göre üzerinde yaşadığımız insan kendini ezilir hisseder" ( 4). Görüldüğü üzere,
dünya, kötüdür ve böyle bir dünyada var olmak ye­ Maupassant da tıpkı Schopenhauer gibi, varoluş te­
rine yaşama istencimizi ve arzularımızı reddetmek kerleğinin ölüme doğru döndüğünün farkındadır.
yeğdir.
Kötümser filozof Schopenhauer, kendini Yakup
Kiralık Konak isimli romanda Schopenhauer'un ya­ Kadri'nin yazmış olduğu Nirvana adlı tiyatro eserin­
şama istencini ve arzuları reddetme bahsini romanın de güçlü bir şekilde hissettirir. Eserden örnek ver­
kahramanı Hakkı Celis, genç, güzel bir kadın olan meden önce Schopenhauer'u besleyen felsefelerden
Seniha'ya gönül verir. Seniha'ya duyduğu bu aşk onu birinin de Hint felsefesi olduğunu eklemekte fayda
ölüm adamı olmaya hazırlar: ·� . . Belki de en iyisi, bu vardır. Yakup Kadri'nin eserine bu adı seçmesi et­
muhabbet yolunda ölmektir", � . . Bu içimdeki zulmeti kilendiği filozof ve filozofunun etkilendiği Hint
uzun ve ateşin bir şiir halinde onun önüne dökmek felsefesi sebebiyle olması muhtemeldir. Söz konusu
ve ölmek . . " (2). Seniha'ya duyduğu bu aşka karşılık
. eser, Nirvana, Yakup Kadri'nin tıpkı Maupassant ve
bulamayan Hakkı Celis'in ileri bir boyuta taşındığı Schopenhauer gibi yaşamdan bıkıp ondan kaçtığını,
sahne eserin sonlarında yer almaktadır. Hakkı Celis, ölümü aradığını tercüme eder: "Hayatla, hakikat-ı
Seniha'ya çok gezip gördüğünü, kendisinin ise dü­ hayatla karşı karşıya gelindiği zaman... hayat bütün
şündüğünü ve hissettiğini söyler. O kadar ki, bütün boşluklarıyla, hiçlikleriyle sizin önünüzde ve siz bu
fikirlerin, bütün hislerin kendisine yavan geldiğin­ boşluğun karşısında yalnız, yapayalnız kaldığınız za­
den dem vurur. Schopenhauer da düşünerek ve his­ man etrafınızda tutunacak bir şey ararsınız. . . bir şey. . .
sederek hayatın yavan, ötesinde acı olduğu kanısına Ben o n u ispirtoda bulurum . . . Yaşamak, b u bir alçak­
varır. Yakup Kadri, Hakkı Celis'i kullanarak filozo­ lıktır; bu bir korkaklıktır; bu bir denaettir (alçaklık).
fun düşüncelerini yansıtmış olur. Kendisini pişiren Yaşamak esir olmak, yaşamak daima, daima tenezzül
şeyin "ıstırap" olduğunu vurgular ve Seniha, Hakkı etmek. Yaşamak kirlenmek, daima kirlenmektir. .. Bir
Celis'in sözlerine karşılık olarak "'Ooo, daima felsefe! hükümdarın zulmü, itisafı (sapkınlığı), kamçısı, tek­
Sen hiçbir zaman hayat adamı olamayacaksın, hiçbir mesi altında muti (baş eğen) ve sessiz sürüklenen bir
zaman, zavallı Hakkı!' Bunun üzerine genç adam acı kavme bugün sefil diyorlar. Sefil, pek sefil!. . . Ya bu ha­
acı gülümseyerek yarı ciddi yarı şaka cevap verdi: 'Öy­ yatın, ya bu tabiatın kan kusan kanunları önünde baş
leyse ölüm adamı olurum"' (3). Hakkı Celis'in söyle­ eğen bu kitle-i sefile-i beşer (sefil insanlar topluluğu) . . .
diklerine ve Seniha'nın alaycı tavrına bakıldığında buna n e demek lazım gelir?" (5). Varoluş tekerlekleri
Schopenhauer, Yakup Kadri'nin ironik anlatımıyla ölüme giden Yakup Kadri ve Maupassant, Schopen­
kendini gösterir. Seniha, hayata arzularıyla bağlıdır, hauer gibi üzerinde yaşadıkları dünyanın kötü oldu­
arzularıyla yaşamaktadır. Hakkı Celis'in söyledik­ ğunu bilerek bu dünyayı iyi ya da dünyaların en iyisi
leri, genç kadına boş gelmektedir. Hayata bağlı kal­ saymanın küfür olduğunu düşünmüşlerdir. Öyle ki
mayı, hayat adamı olmakla bir tutmaktadır. Hakkı Yakup Kadri'nin romanlarında yapmış olduğu bazı
Celis, genç kadının söylediklerine yarı ciddi ve yarı betimlemeler, Schopenhauer'un bu düşüncelerini
şaka bir edayla cevap verir. Çünkü Seniha, üzerinde destekler niteliktedir.
yaşanılan dünyanın kötü olduğunu bilmemektedir. ***
Bilmediği gibi yaşadığı dünyayı iyi sayarak bir nevi
küfür etmektedir. Hakkı Celis, Seniha'nın ettiği bu Dünya, anlamsız bir yerdir ancak anlam kazandığı
küfrü fark etmiş olacaktır ki, genç kadına ölüm ada­ zaman dünya yaşanmaya değerdir. Bunu söylerken
mı olacağını söyler. Schopenhauer, sanatı teklif etmektedir. Sanatı, kö­
*** tümserlikten ve acıdan kurtulmanın yolu olarak gös­
teren filozofa göre bütün acılar, gerçek beni kuran

fi tMR!il!ffl 1
istençten kaynaklandıkları için bilincin bu yanının laştırmaya çabalaşmıştır. Gerçek şudur ki, kötümser
geri çekilmesiyle acı çekme olanağı ortadan kalkar. filozofun felsefesinde ölüm beklenen ve aranan bir
Yakup Kadri ve Maupassant da, bu doğrultuda kendi unsur olmuştur. İnsanın varoluş tekerleği, ölüme
kötümserliklerinden eserler vererek kurtulmaya ça­ doğru yuvarlanmaktadır ve bu tekerleğin durması
lışmışlardır. Bu çabalar, onların, özellikle de Yakup mümkün değildir.
Kadri'nin kahramanlarına yansımıştır. Kiralık Ko­
nak'taki Hakkı Celis, şiirle uğraşmaktadır. Ruhun­ Sözün özüne gelmek gerekirse, bardağın boş tara­
daki kötümserliği şiirine damıtmıştır. Ancak Seniha fından bakan üç göz, Yakup Kadri, Maupassant ve
ile olan son konuşmadan sonra kendi şairliğinden Schopenhauer kötümserliğin havasını solumuş ki­
nefret eder: " . . . Ve ilk defa olarak şair Hakkı Celis'e şilerdir. Schopenhauer'a giden yolda Yakup Kadri,
karşı kalbinde bir nefret uyandı. Loş bir odada saat­ Maupassant ve onun yazdığı eserlerden oluşan taş­
lerce Verlaine şiirlerini inşat eden ve yamru yumru bir larla döşeli yolda yürümüş ve Schopenhauer'un kö­
kalemle kirli bir kağıt üstünde birtakım topal mısralar tümser felsefesini öğrenmiş, eserlerinde bu felsefeyi
sıralayan o cılız, o solgun çocuk neydi?" (6). Bu nef­ kelimelerine bürümüştür. Schopenhauer, etkileyen;
retin ardından da yazdığı tüm şiirleri yakma kararı Yakup Kadri ve Maupassant da birbirlerini etkile­
alır. Yaban'daki Ahmet Celal, Anadolu'nun köyünde yen ve birbirlerinden etkilenenler olarak kötümser
bir aydın olarak yaşadıklarını tuttuğu anı defterine filozofun anlamsız diye nitelendirdikleri dünyada
aksettirmiş, yazarken de okumuştur. anlam kazanmışlardır.
Dipnotlar
Sonuç
( 1 ) Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Yaban, İletişim Yayınları, İstan­
19. yüzyılda yaşamış olan edebiyatçılardan Yakup bul, 20 1 7, ss. 17.
Kadri Karaosmanoğlu ile Maupassant ve aynı yüz­ (2) Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Kiralık Konak, İletişim Yayınla­
yılda yaşamış olan filozof Schopenhauer, çalışma rı, İstanbul,20 1 6, ss. 39.
boyunca bardağın boş tarafından bakan göz olarak
(3) Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Kiralık Konak, İletişim Yayınla­
incelendi. "Bardağın boş tarafından bakmak" deyi­ rı, İstanbul, 20 1 6, ss. 1 5 1 .
mi merkezinde gerçekleştirilen çalışmada deyim,
(4) Aydın,Abdülhalim, Yaşama Bakışta Guy D e Maupassant'ın Ya­
kavramsal olarak kötümserlik olarak açıklandı. Ça­ kup Kadri Karaosmanoğlu Üzerindeki Etkileri, Fırat Üniversitesi
lışmada söz konusu edilen isimlerin bardağa boş Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 1 2, Sayı 2, Elazığ, 2002, ss. 1 1 5 - 1 1 6.
tarafından nasıl baktıkları, birbirlerini etkilemiş
(5) Aydın, Abdülhalim, Yaşama Bakışta Guy De Maupassant'ın
olabilecekleri ya da birbirlerinden etkilenmiş olabi­ Yakup Kadri Karaosmanoğlu Üzerindeki Etkileri, Fırat Üniversi­
lecekleri düşünülerek bu bağlamda sorular soruldu. tesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 1 2, Sayı 2, Elazığ, 2002, ss. 1 1 6-
Schopenhauer'un felsefesi ile Yakup Kadri ve Mau­ 1 1 7.

passant'ın eserlerindeki ilişki, çalışmada verilen so­ ( 6) Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Kiralık Konak, İletişim Yayınla­
mut örneklerle incelendi. Yakup Kadri, edebi çizgisi­ rı, İstanbul,20 1 6, ss. 1 53.
ni oluştururken Maupassant'tan etkilenmiş ve Fran­ Kaynaklar
sız yazardan kötümserliği, hayatın acılığını öğren­
miştir. Nitekim Maupassant da kötümserliği gökten AYDIN, Abdülhalim, Yaşama Bakışta Guy De Maupassant'ın Ya­
kup Kadri Karaosmanoğlu Üzerindeki Etkileri, Fırat Üniversitesi
zembille düşer gibi öğrenmemiş, Schopenhauer'u Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 12, Sayı 2, Elazığ, 2002.
tanıyarak öğrenmiş ve eserlerine aktarmıştır. Yakup
KARAOSMANOGLU, Yakup Kadri, Yaban, İletişim Yayınları,
Kadri'nin de Schopenhauer'u tanıyışı, Fransız yazar
İstanbul, 20 17.
Maupassant sayesindedir. Schopenhauer, bardağın
boş tarafından bakan iki göze üçüncü göz olmuştur. KARAOSMANOGLU, Yakııp Kadri, Kiralık Konak, İletişim Ya­
yınları, İstanbul, 2016.
Üçüncü göz olarak da onlara dünyanın acılığını ve
anlamsızlığını görmeyi vermiştir. Yaşanılan dünya­ KİRİŞ, Nurten, Arthur Schopenhauer<le Kötülük Problemi ve
yı iyi diye nitelemenin küfür sayılacağını ve insanın Kötümserlik, Muğla Üniversitesi SBE Felsefe Anabilim Dalı,
Muğla, Temmuz, 2008.
kötümserlikten kurtulmak adına sanatı seçmesini
telkin etmiştir. Yakup Kadri ve Maupassant, üçün­ YILDIRIM, Betül, Schopenhauer<la Sanat ve Duygu, Gazi Üni­
cü gözün ışığını kendilerinde hissederek kötümser versitesi SBE Felsefe Anabilim Dalı, Ankara, Ekim, 2008.

filozofun felsefesini eserlerinde yansıtmışlardır. Kö­


tümserliklerinden kurtulmak adına kendilerini yaz­
dıkları eserlere vermişler, öyle ki yazdıkları eserlerin
içindeki kahramanlar, bilhassa Schopenhauer<lan
etkilenen Yakup Kadri'nin roman kahramanları,
sanatla uğraşarak kötümserliği kendilerinden uzak-

ertkıı ı ırn• m
ARTHUR SCHOPENHAUER: İLK AVRUPALI BUDİST
JULIAN VOUNG
ÇEVİREN: M. KAAN ERDOGAN

Bilim ve teknolojideki çarpıcı ilerlemeyle birlikte, nın üzerinde Buda heykelciği vardı. Keyif için The
19. yüzyıl iyimserliğin yüzyılıydı. Hegel'in, Batı'nın Times okur, flüt çalar, Frankfurt operasına giderdi.
tarihini Bildungsroman; insan ilişkilerindeki "man­ Yaşamının son on yılına kadar pek tanınmayan Av­
tığın" farkına varılması, olarak sunuşu zamanın rupa'nın en ünlü filozofu, 1860'ta öldü.
ruhunu yakaladı. Oysa Schopenhauer, -kendisinin
kötümser olduğunu beyan eden tek büyük filozof­ Schopenhauer, sistematik felsefe adına yalnızca bir
Hegel'in anlatısını cansız bir kurgu addetti. İlerleme, eser, 1 8 1 8'de yayımladığı İstenç ve Tasarım Ola­
dedi, bir yanılgıdır: yaşam, şu an olduğu gibi geçmiş­ rak Dü nya'yı yazdı. Eseri dört "kitaba'' ayrılmıştı.
te de ızdıraptı ve daima öyle olacak: "Izdırabı defet­ 1 844'te, ilk baskının dört kitabına dört kitaplık bir
mek için durmadan çabalamak hiçbir şeye yaramaz, "ek" daha koyarak ikinci baskıyı hazırladı. Bu, ça­
fakat onun şeklini değiştirir''. Öyleyse, iyiliksever bir lışmanın toplam uzunluğunu ikiye katlayarak 1 .000
Tanrı ya da vekili Hegelyen "akıl" tarafından yaratıl­ sayfaya çıkardı. Alman felsefi çalışmalarının çoğu­
dığından dolayı, dünya "var olmaması gereken" bir nun anlaşılmazlığı göz önüne alındığında, eserin
şeydir. "İngiliz berraklığı"na sahip oluşu (Schopenhauer bir
süreliğine Wimbledon'da eğitim görmüştü), somut
1 788'de Danzig'de doğan Arthur Schopenhauer, örnekler bakımından zenginliği ve zekası, okumayı
iş adamı bir baba ve yazar bir annenin oğlu olarak benzersiz bir zevk haline getiriyordu.
Hamburg'da yetişti. Varlıklıydı, hiçbir zaman ücret
karşılığı akademik yazı yazmadı - aslına bakarsak 19. yüzyıl Alman filozoflarının tümünün başlangıç
ücret karşılığı hiçbir şey yapmadı; tam tersine, fel­ noktası, Kant'ın yükselen figürüdür. Dü nya benim
"

sefeyi amaç değil araç olarak görenleri, yani "felsefe tasarımımdır", Schopenhauer'un 1 8 1 8 tarihli kitabı­
profesörleri"ni küçümsedi. Düşünsel bağımsızlığın nın (ana eser) ilk cümlesidir. Bu, uzay ve zamanın
önkoşulunun bağımsız bir servet olduğunu iddia "kendinde-şey''den ziyade "görünüş" olduğu, Kant'ın
etti. Hayatının son yirmi yedi yılını, fino köpeği ile "transendental idealizmi"nin özeti olarak planlan­
beraber -hiç evlenmedi- Frankfurt'ta geçirdi. Ça­ mıştır. Metafiziksel açıdan bakarsak doğal dünya,
Schopenhauer'un ifadesiyle, sadece bir "düş"tür.
lışma odasının duvarında Kant portresi ve masası-

fD enıaııiffiı
Transendental idealizm gündelik hayatı gorunuş gelenlerin hayatta kaldığı bir dünyada kendini tat­
alemine indirdiğinden beri, gerçekliğin gerçekte na­ min etmek için çabalaması gerektiğini ileri sürer. So­
sıl olduğu şeklindeki heyecan verici soru gündeme yunu devam ettirebilmesi için şahin serçe üzerinden
gelmektedir: "Kendinde-şey" nedir? Kant'ın moral beslenmek zorundadır, serçe de solucan. Bireydeki
bozucu cevabı, bunu asla bilemeyeceğimizdir. Ma­ yaşama istencinin, bir başkasındaki yaşama istenci­
demki uzay, zaman, nedensel bağlılık ve öz, tüm de­ ni yok etmekten başka seçeneği yoktur. Darwin'den
neyimimizi şekillendiren zihnin "formları" ve kendi elli yıl önce Schopenhauer, doğanın, sistemini aşırı
zihinlerimizin dışına çıkmamız mümkün değil, o nüfus sayesinde muhafaza edebildiğini gözlemle­
halde kendinde gerçeklik asla bilinemez. Kendisini di; doğa, türün sürdürülebilmesi için yeterli sayıda
takip eden ''.Alman idealistleri" ile birlikte, Schopen - antilop meydana getirirken, aslanları beslemek için
hauer bu iddiayı dogmadan ziyade meydan okuma fazlalık da bırakıyordu. Bundan şu sonuç çıkar ki,
olarak ele aldı. Olgunluğunda, ilerlemeyi sonunda korku, acı ve ölüm, iyiliksever bir düzenin tek tük
tasdik etmesine rağmen, yine de bunun, şeylerin aksaklıkları değil fakat doğal ekosistemin ayrılmaz
görünen yüzeyinin altını kazarak yapılabileceği­ bir parçasıdır.
ne inanır. Sonunda kabul eder ki felsefe, gerçeklik
hakkındaki en derin hakikate erişemiyor olsa da, en Uygarlığın, insan türüne saygı göstererek doğanın
azından sağduyu ya da doğa bilimlerinden daha de­ merhametsiz vahşetini bir dereceye kadar ıslah ettiği
rin bir açıklama getirmektedir. doğrudur. Yine de, özünde, insan toplumu da bir ya­
rışma alanıdır. Bir siyasi parti güç kazanırsa, diğeri
Bu açıklamaya binaen, ana eserin ikinci kitabı bize, kaybeder; bir birey zenginleşirse, diğeri yoksullaşır.
"tasarım olarak" görünen dünyanın, daha derin bir Romalıların da bildiği gibi, homo homini lupus, in­
seviyede "istenç olarak" anlaşılacağını söyler. Bu, ilk san insanın kurdudur: "insanı etkileyen en ciddi kö­
etapta, kendi bedensel eylemlerimizden gelen bilinç­ tülüklerin başlıca sebebi yine insandır".
le açığa çıkan bir şeydir. Dışsal algılamada, der, bir
elmanın görünüşünü, ona uzanan bir elin görünü­ "Stres ya da can sıkıntısı" argümanıyla beraber,
şünün takip ettiğini fark ederiz. Bu bizim tek bilinç Schopenhauer toplumsal yaşamı bir kenara bırakıp
şeklimiz olsaydı, ilk ve ikinci algı arasındaki bağlan­ birey psikolojisine yönelir. Yaşamak, bildiğimiz üze­
tı tümüyle esrarengiz olurdu. Fakat tabii ki bu, tek re, istençtir. Şimdi, her iki kişiden birinin istenci tat­
bilinç şeklimiz değil. Olayların sırası anlaşılabilirdir min olmuş veya olmamıştır. Eğer olmamışsa, kişi acı
çünkü içsel deneyimler ilk algıyı takip eden ikinci çeker. Yeme istenci tatmin olmamışsa açlık duyar;
algının sebebinin yeme arzusu olduğunu ortaya koy­ şehvet istenci tatmin olmamışsa cinsel gerilimi artar.
maktadır. İç gözlem bize, eylemlerimizi oluşturan, Öte yandan, eğer istenç doyuma ulaşmışsa -arkasın­
kararlarımızı sonuçlandıranın istenç - his, duygu ve dan, en iyi ihtimalle, zevkli veya neşeli kısacık bir
arzular olduğunu söyler. İstenç, insan ve hayvanla­ an- bunun hemen ardından "endişe verici bir boşluk
rın davranışlarını da açıklar. Sözümona inorganik duygusu ve can sıkıntısı" tarafından alt ediliriz. Bu
seviyede bile istencin iş başında olduğunu görürüz: durum, özellikle sekste gözle görülürdür; yine Ro­
örneğin merkezcil kuvvet ile merkezkaç kuvveti ara­ malıların bildiği gibi, post coitum omne animalium
sındaki çatışmada, bir insan ile diğerinin istenci ara­ triste est: Seksten sonra tüm hayvanlar hüzünlüdür.
sındaki çatışmaya benzer şeyler buluruz. Bundan dolayı, yaşam, biri yoksunluk diğeri can sı­
kıntısı olan iki tür ızdırap arasında "sarkaç gibi sal­
Schopenhauer'un keşfi, yaşamın altında yatan lanır':
"öz"ün, yaşam istencinin mutluluk olmadığıdır.
Zira, Buda'nın "Dört Yüce Gerçek"in ikincisinde Ana eserin üçüncü kitabı ayrıntılı ve geniş kapsamlı
söylediği gibi, istenç acı çekmektir. "Gerçek''lerin bir sanat felsefesi sunar. Bunun Schopenhauer'un ge­
ilkinde söylendiği üzere yaşam ızdırapsa, Schopen­ nel argümanı için önemi, sanatın, dördüncü kitabın
hauer bundan "var olmamanın bizim için daha iyi konusu olan "kı.irtuluş"un kısa süreli bir iması olarak
olacağı" sonucunu çıkarır. İstencin (çoğunlukla} açı görülmesinde yatar. Hayat ızdıraptır. İnsan bilinci
çekmek olduğu şeklindeki iddiasını desteklemek her gün hem şimdiki zamanın ızdırabını çekmekte
üzere iki başlıca argüman ortaya koyar: Birincisi, be­ hem de gelecekteki ızdırap hakkında kaygı duymak­
nim "rekabet argümanı" diye adlandırdığım, ikincisi tadır. Fakat estetik bilinçte, doğrusunu söylemek
ise "stres ya da can sıkıntısı argümanı"dır. gerekirse, "kendimizin dışına çıkarız': Ay ışığının
usulca kımıldanan dalgalar üzerindeki hareketinden
Rekabet argümanı, istencin, -ilk ve başta gelen ya da mükemmel bir müzik eseri tarafından büyü­
"yaşama istenci"nin- mücadelenin hakim olduğu, lendiğimizde, sıradan, istenç-dolu benliklerimizi ve
"herkesin herkese karşı savaştığı" ve yalnızca galip dolayısıyla sıradan bilincin ayrılmaz parçaları olan

ertk!lı ım • m
acı ve kaygıyı unuturuz. Bir anlığına "daima aramış Fakat ölümü neden bir kurtuluş olarak görmeliyiz?
olduğumuz fakat bizden sürekli kaçan, neşe ve huzur Kesin yok oluş, hiçliğin boşluğu yerine birileri, ge­
dolu bir zihne" erişiriz. Kısacası, "Epikür tarafından tirdiği tüm acıya rağmen insan gibi yaşamayı tercih
'en yüksek iyi' ve tanrıların mekanı olarak değerlen - edemez mi? Ölüm korkusunun panzehirlerinden
dirilen acısız yerde" yaşarız. Ve bu deneyimden çı­ biri transendental idealizmdir. Ölüm, doğal hayatın
kardığımız sonuç şudur: "İstenci sessizliğe gömülen "düş"ü içinde var olan kişinin başına gelen bir şeydir.
bir insanın hayatı ne kadar kutsal olmalı; kısa bir an Fakat düş kuran kişinin düşün dışında olması gerek­
için değil, güzelliğin keyfini çıkararak sonsuza dek': tiğinden dolayı, idealizm bize "iç doğamızın ölüm
karşısındaki yıkılmazlığını" sağlar. Yine de, şartlara
Fakat tabii ki, yaşamak istenç olduğundan dolayı, bağlı olarak, yıkılmazlık lütuftan ziyade musibete
istenç "insan ölmediği sürece" hiçbir zaman bütü­ dönüşebilir. Peki bunu neden böyle düşünmeliyiz?
nüyle sessizliğe gömülemez. Münzevi ve düşünür,
kendilerini vita activaöan (aktif yaşam) vita con­ Kant'ın sürekli "kendinde-şeyler'öen söz ediyor olu­
templativa'ya (tefekkür) nakletme hususunda bir şu, Schopenhauer'un eleştiri getirdiği noktalardan
dereceye kadar başarılı olabilecekleri halde, biri biridir. Böylesine çoğulcu bir söylem, der Schopen­
hayatta olduğu sürece kimse bütünüyle istencinden hauer, tümüyle yersizdir çünkü yalnızca uzay ve za­
kurtulamaz. İstenç, yalnızca ölümde "sonsuza dek" man principium individuationis (bireyleşme ilkesi)
sessizliğe gömülebilir. Ve bu yüzden dördüncü kitap sağlar; çünkü sadece uzay-zamanın farklı alanların­
bize, nihai son olan "kurtuluş"a yalnızca ölümle eri­ da yaşayan iki varlık saptayabildiğimiz için onlardan
şebileceğimizi söyler. ayrı bireyler olarak, iki diye bahsedebiliriz. Fakat

fD ıf!tf!ii!rnı
Schopenhauer'un 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın
başındaki sanatçılar üzerindeki etkisi, başka herhan­
gi bir filozoftan daha büyük olmuştur: Tolstoy, Tur­
genyev, Zola, Maupassant, Proust, Hardy, Conrad,
Mann, Joyce ve Beckett onun eserini takdir etmiş ve
ondan etkilenmiştir. Bütünüyle muktedir, iyiliksever
bir yaratıcının Hıristiyan öğretisine boyun eğen Batı
felsefi geleneği, mümkün olan tüm dünyaların en
iyisinde yaşadığımız hükmünü vermeye zorlanmış­
tı. Sanatçılar, Schopenhauer'da, ilk defa bu gerçekten
ne kadar uzak olduğumuzu ortaya koyan bir filozof
buldu. Schopenhauer ile en derinlemesine ilgilenen
sanatçı (kendisi de saf bir yeteneğin filozofu olan)
Richard Wagner idi. Aslında, 1 848 Devrimi'ndeki
rolü sebebiyle idam edilmekten kıl payı kurtulan
bir sosyalist-anarşist olan Wagner, Schopenhauer'u
Yüzük serisini yazma sürecinin ortasında keşfetti.
Sonuç olarak, ütopik anarşizm lehine bir argüman­
la başlayan ve onu savunarak biten, Wagner'in bir
arkadaşına yazmış olduğu gibi, "yaşam arzusunu
kesin olarak inkar eden" bir eser ortaya çıktı. "Bu",
ı::
diye yazdı, "olası tek kurtuluş . . . bütün düşlerden ba­
:�
ı:ı:: ğımsız olmak tek nihai kurtuluştur". Wagner'in ateşli
� takipçisi genç Friedrich Nietzsche, ilk kitabı Traged­

ı::
ya'nın Doğuşu'nu "Schopenhauer'un ruhu ve şerefi­
.tE '"'_,,�- ne" yazarak Wagner'e adadı. Nietzsche'nin olgunluk
döneminde Schopenhauer aleyhine dönüp "hayatı

..s olumlama"ya yönelmesi, Wagner ile dostluğuna son
transendental idealizme göre uzay ve zaman sadece verdi.
"görünüşler" ile ilgilidir, dolayısıyla Kant'ın konu­
Bana kalırsa Schopenhauer, ilk Avrupalı Budistti
mundan da anlaşılacağı üzere bundan "kendinde"
(Hindu ve Budist metinlerinin ilk çevirileri, o, ana
gerçekliğin "çoğulculuğun ötesinde" olduğu sonucu
eserini yazdığı sırada görünmeye başladı). Yaşamak,
çıkar.
der bize, istençtir ve istenç endişe verici, yorucu ve
İstenç, yine de, çoğulluğu gerektirir. Hiç olmaz­ bitmek bilmeyen, sadece en güçlü olanın hayatta kal­
sa, istencin öznesi ve onun nesnesi arasında ayrım dığı Darwinvari mücadeleye katılmaktır. Bir hedefe
yapmaya gerek duyar. Bu nedenle, çoğulluğun öte­ ulaşmanın hazzı ya kısacıktır yahut hiç yoktur. Ve
sinde olmak istencin ötesinde olmak, ve böylece is­ ona bir defa ulaştık mı, can sıkıntısının daimi teh­
tenç-dolu bilince özgü olan kaygıdan muaf olmaktır. didinden kaçmak için yeni bir hedef bulmakta acele
Çoğul-olmayan alemde, kişi daimi olarak Epikür'ün etmeliyiz. Hayat bir ayak değirmenidir; "İksion'un
"en yüksek iyi"sinde, onun "tanrıların mekanı" ola­ tekerlekleri" asla durmaz. Fakat bu, der Schopen­
rak adlandırdığı yerde yaşar. Bu, mistikler tarafın­ hauer, oynamak zorunda olmadığımız bir oyundur.
dan sezgisel olarak kavranmıştır. Her şeyi ilahi bir İstencin dünyasından tefekküre -mevcut jargon­
bütünlük içerisine yerleştiren "panteist" düşünce, daki haliyle "farkındalığa" - çekilebiliriz; aydınlar
tüm mistik deneyimlerin ana fikridir. Bu yüzden için, huzurlu ölümle kendini tamamlayacak olan bir
örneğin, Meister Eckhart'ın öğrencisi vecd halindey­ çekilme. En derin seviyesinde, der Schopenhauer,
ken "Efendim, tanrılaştığım için benimle sevinin" kendisinin felsefesi, tıpkı Sokrates'inki gibi "ölüme
diye haykırır. Hangi devirde yaşarsa yaşasın, kültürü hazırlanmak"tır.
ve dini ne olursa olsun tüm mistiklerin arka planda
Kaynak: TLS
söylemek istediği, naklettiklerinin sanrısal (delusio­
nal) sayılarak defedilemeyeceğidir. Ve eğer dürüst­
lüklerinden şüphe etmiyorsak, ölümün gerçekten de
kurtuluş olduğuna emin olmalıyız.

lffk!iıırn1 fi
MUCİZENİN İMKANI: SCHOPENHAUER FELSEFESİNDE
İNSAN VE DÖNÜŞÜM
A. ONUR AKTAŞ

1. Schopenhauer'un "Tekil Düşünce"si kör bir istemenin [Alın. Wille] kölesidirler ( 1 ) . İn­
san da öyledir. Fakat yine de insanın mucizesi hem
Hür, köle olmayan demektir. Tahrir kelimesi ise hür­ bilen hem de isteyen ikili bir yapıya sahip olmasın­
riyet anlamına gelir. Tahrir, "hür olma" anlamının dan kaynaklanır. Schopenhauer'un insan yaşamına
yanında "yazı" demektir. Örneğin yayıncı yerine dair kapkaranlık bir resim çizdiği bilinir; fakat esa­
"muharrir" de denir. Dolayısıyla, yazı ve hür oluş sen bu durum, bilmesi, istemesinin kölesi olan insan
arasında bir bağlantının olması güzel bir tesadüftür. için geçerlidir. Ancak böylesi bir kölelikten çıkmak
Aynı alakayı Batı dillerinin pek çoğunda da görmek da mümkündür. Bu çıkış, kölelikten azat olma anla­
mümkündür: örneğin İngilizcedeki "library" [Tr. mında, hürriyete kavuşmadır (2) .
Kütüphane] ve "liberty" [Tr. Hürriyet) kelimeleri
aynı kökten gelmektedir. Bu kelimeler büyük olası­ ***

lıkla dağıtım, kopuş veya salma ile bağlantılı oldu­


ğundan yayın ve azat oluş arasında da bir benzerlik Schopenhauer'un ana eseri, İsteme ve Tasavvur Ola­
bulabiliyoruz. Fakat her ne kadar bu kelimeler ara - rak Dünya'nın birinci cildidir. Bu kitabın önsözü
sında kurulmaya çalışılacak bir bağ belirli açılardan ise çok ilginçtir çünkü bu önsözde Schopenhauer
zorlama gibi dursa da yazı ve azat olma arasındaki bütün kitap boyunca sadece "bir" düşüncenin an­
akrabalıkta şiirsel bir güzellik de vardır. latılacağını söyler. Kitabın orijinalinin -ekler kısmı
hariç- 838 sayfa olduğu düşünülürse bütün kitap­
Azat oluş ile yazı arasındaki bağdan çıkarımla bu­ ta "bir" düşüncenin kendini açacak olması merak
rada "yazı" yerine "bilmek" dersek Schopenhauer uyandırıcıdır.
felsefesinin en temel kaygılarından birini de anlamış
oluruz. Bu tekil düşüncenin özü ise "bilme" ve "isteme"nin
insanda birbirine düğümlenmiş olmasıyla alaka­
ıt ıt ıt
lıdır (3). Schopenhauer, bunu fevkalade bir muci­
ze olarak ifade etmektedir [Alın. das Wunder kat'
Makale ilerledikçe ayrıntısına girmeye çalışacağımız exochen) (4) . Fakat Schopenhauer bu tekil düşün­
Schopenhauer felsefesinde bilme ve azat oluş arasın­ cenin mimari bir yapıdan çok organik bir gövdeyi
daki bağa önce kabaca bir bakmakta fayda var. andırdığını; dolayısıyla da kitabının bütüncül ola­
Schopenhauer'a göre bütün canlılar varlığın aslı olan rak değerlendirilmesinin icap ettiğini okuyucuya

fi ern;.ffiı!t!i1
hatırlatır. Schopenhauer, kendi ifadesiyle, bu "tekil ması ve Reddedilmesi" [Bei erreichter Selbsterken­
düşüncenin'' yazmış olduğu 800 küsür sayfalık İTD- ntnif3 Bejahung und Verneinung des Willens zum
1 'den daha kısa bir yolu olmadığını söylemektedir. Leben] . İnsan, elbette değişebilir dönüşebilir. Hatta
insandaki mucizevi yön tam olarak da ondaki dönü­
Schopenhauer düşüncesi onu değerlendiren kişi­
şüm imkanıdır.
yi bütüncül bakmak konusunda -dolaylı da olsa­
uyarmaktadır. Bizler de bu uyarı aklımızda olarak, Dolayısıyla incelememiz gereken soru, Schopenahu­
Schopenhauer sisteminde insanın konumunu res­ er sisteminde insanın dönüşüm imkanının nerede
metmeye başlayabiliriz (5). yattığıdır.

2. "Kendini Tanı" düsturuna Schopenhauercu ***

sorgulama: Hangi kendim, hangi kendimi tanı­


sın? Tanıyan kim, tanınan kim? Schopenhauer düşüncesi özellikle Kant felsefesinin
pek çok kavramını sahiplenmiş fakat bu kavramla­
Felsefenin kendine has bir aciliyeti vardır çünkü rı Kant'tan farklılaşarak tartışmıştır. Schopenhauer,
ecel vardır. Bu yüzden Sokrates "felsefe, ölüme ha­ Kant'ın görünüş ve kendinde-şey ayrımını kabul
zırlıktır" demiştir. Dolayısıyla okullarda mesai sa­ eder. Kant, dünyanın özneye bağlı olarak algılandı­
atleri içerisinde icra edilen, anlamı gitgide silikleş­ ğı, bunun görünüş olduğu ve bilinebilir olduğunu
miş ve yaşamın kanlı canlı sorularından uzaklaşmış söylemektedir. Oysa buna karşılık kendinde-şey asla
"felsefe" ile yaşam için olan felsefe arasında uçurum bilinemez. Schopenhauer felsefesinde görünüş "ta­
vardır. Schopenhauer felsefesi ise açıkça "yaşam savvur" [Alın. Vorstellung] , kendinde-şey ise isteme
için felsefe" grubundadır. Schopenhauer da felse­ [Alın. Wille] olarak yeniden ifade edilmiştir.
fenin hiçliğin, anlamsızlığın ve ölümün huzurunda
yapıldığını düşünmektedir ve -Sokrates'e hak verir Tasavvur dünyası -yani içinde olduğumuz gerçek­
bir şekilde- insan ömrünün geçiciliğini "felsefenin lik- bilinebilir. Bu alan kavramlarla ifade de edile­
sahih ilhamı" (6) olarak ilan etmektedir. bilir. Zaten, dış dünyaya dair edineceğimiz bilgi te­
melde insanın eşyayı kavramlaştırması ve buradan
Buna rağmen ilginç olan, Schopenhauer'un İTD- 1 'in da sonuçlar çıkarmasından ibarettir.
etik ile ilgili olan dördüncü bölümünde ilk iş olarak
okuyucusunu kendi felsefesinin pratik olmadığı ko­ İsteme ise, her ne kadar varlığın özü olsa da kutla­
nusunda uyarmasıdır. Felsefe, çocuklara tavsiye ve­ nacak veya yüceltilecek bir şey değildir; karanlık,
rir gibi konuşmaz, peri masalları anlatmaz; hayata anlamsız, kör ve korkunç bir karakteri vardır. Scho­
dair hakikati göstermeye çabalar. Ulaştığı hakikati penhauer da tıpkı Kant gibi kendinde-şey'in (iste­
de bunun ne kadar korkunç, tahammül edilebilir menin) bilinemez olduğunu düşünmektedir; zira
veya kabul edilebilir olduğunun hesabını yapmadan bilmek, tasavvur dünyası ile alakalıdır. Fakat Scho­
ifade eder. Dolayısıyla felsefe, Schopenhauer'a göre penhauer, Kant'tan farklı olarak istemeye kavramsal
hakikatle alakalıdır ki bu da onun teorik olduğunun bilgi haricinde giriş iznimizin olduğunu düşünmek­
göstergesidir. tedir.

Schopenhauer, felsefenin insanı yaşam sorunları Schopenhauer İTD- 1 'in yirmi sekizinci bölümünde
karşısında rahatlatma çabasıyla birtakım kavramsal bizden bir piramit hayal etmemizi istemektedir. Pi­
kurallar geliştirme çalışması olarak algılanmasına ramidin bir yarısı tasavvur, diğer yarısı da istemedir.
itiraz etmektedir. Nasıl ki insan estetik kitabı okuya­ Bu piramidin tasavvur kısmında en alt basamakta
rak sanatçı olamaz, etikle alakalı kavramlar da insanı cansız doğa vardır. Bunun üstünde bitkiler, onun
daha iyi birisine dönüştüremez. Bu açıdan bakarak üstünde hayvanlar onun üstünde ise insan vardır
Schopenhauer, felsefesinin pratik olduğu iddialarını (7).
reddetmektedir. Schopenhauer'un insanlara hayatla­ Piramidin tasavvur kısmındaki basamaklara, iste­
rında ne yapmaları gerektiğini söylemek gibi bir der­ me kısmında bir idea denk düşer (istemenin gitgide
dinin olduğunu düşünmek de zaten hayatın pratik netleşmesi anlamında): Cansız doğada bu, "özel­
tavsiyelerle dönüşeceğine inanmayan bir filozof için likler"in, bitkilerde "çeşit"in, hayvanlarda "tür"ün
oldukça saçma olurdu. ve insanda ise "birey"lerin idealarıdır. İsteme, her
Fakat Schopenhauer felsefesinde dönüşüm yine de basamakta kendini daha net gösterir. Gerçeklik
mümkündür. Öyle ki, yukarıda bahsettiğimiz İTD- alanında basamaklar ilerledikçe, varlığın özü olan
1 'in dördüncü bölümünün başlığı ş öyled i r : "Kendini
isteme gitgide daha belirgin hale gelir. Örneğin bir
Tanımaya Ulaşılmasıyla Yaşama İsteğinin Onaylan- hayvanı, bağlı olduğu "tür"ün ideası belirlemekte­
dir. İnsanda ise durum daha özelleşmiştir. Belirli bir

f rrtf!il ırn 1 m
***
kişide insan türünün ideasından esse [Tr. öz] ile alakalı olmalıdır.
ziyade bireysel bir idea kendisini Uzun çağlar boyunca temel hata
İnsan sadece eyleyen ve isteyen
hissettirir. zorunluluğu esse ile; özgürlüğü ise
eylemle bağdaştırmak olmuştur. bir varlık değildir. Aynı zaman­
***
Oysa durum tam tersidir. Özgür­ da bilen bir varlıktır da. Dolayı­
lük sadece esse'de bulunur; bura­ sıyla karakterin deneyimsel ve
Schopenhauer'a göre var olan akli yönleri arasında bağ kuran
her şey karakterine göre davra­ dan ve güdülerden zorunlu olarak
operari şekillenir. Yani yapıp etme­ bir yönümüzün daha olması ge­
nır (8). Veya başka bir deyişle rekir. Bu konuda Schopenhauer,
tasavvur, ideasına göre davranır. lerimizden kim olduğumuz ortaya
çıkar ( 1 3). "edinilmiş karakter" [Alın. der
İnsanda da durum budur. Scho­ erworbene Charachter] kavramı­
penhauer, Kant'ın kavramlarını Tabii buraya kadar anlatılanlar­ nı sunar ( 14). Schopenhauer'a
kullanarak insan karakterinin bir dan Schopenhauer felsefesinin göre birisi hakkında "karakterli
deneyimsel [Alın. der empirische sıkı kaderci olduğu, insanın ise bir insan" veya "basiretli biri"
Charakter] bir de akli [Alın. der bu kaderden çıkışının mümkün derken kastettiğimiz tam olarak
intelligible Charachter] boyutu olmadığı gibi bir sonuca ulaşıl­ edinilmiş karakterdir. Edinilmiş
olduğunu söyler (9). Benim fiili mamalıdır. İnsanın deneyimsel karakter için deneyim ve anlayış
gerçekliğim deneyimsel karak­ karakterinden kendisini belirle­ gerekmektedir. Pek çok kişide
terimdir. Varlığımın özü ise akli yen akli karakterine dair kazan­ edinilmiş karakter yoktur; yani
karakterimdir. Akli karakterim, dığı şuur, o kişinin yaşamındaki insanlar genellikle yapıp-etmeleri
bu dünyadaki yapıp-etmelerimi dönüşüm veya gelişim imkanının ve istekleri hakkında cehalet için­
belirler. Yani Schopenhauer, "var ta kendisidir. dedirler. Bu cehalet durumu ise
olan her şey, 'ne ise o' oluşuna
uygun hareket eder" demektedir
( 1 0). Dolayısıyla benim davranış
şeklim, yaşama tarzım esasında
kim olduğumu yansıtmaktadır
(üslüb-u beyan, ayniyle insan).
Bu durumda benim akli karak­
terim (birey olarak kimliğimi be­
lirleyen idea}, deneyimsel karak­
terim (davranışlarım) vasıtasıyla
belli olmaya başlar.

Akli karakter, Schopenhauer'a


göre belirli ve sabittir. Deneyim­
sel karakter ise sadece akli karak­
terin kendisini gösterme minva­
lidir. Bu nedenle Schopenhauer,
akli karakterleri Platonik idealara
benzer görmektedir ( 1 1 ) . Akli
karakter özümüzdür ve bizim
kim olduğumuzu belirler. Miza­
cımız olarak akli karakterimiz,
bütünleştirici tek bir maksimdir
ve bu fenomenal dünyadaki bü­
tün eylemlerimizi belirler ( 1 2) .

Her şey kendi yapısına uygun ola­


rak işler ve birtakım nedenler so­
nucunda ortaya çıkan işleyişten bu
yapının ifşası mümkün olur. Her
insan -nasıl birisi olduğuna ve
duruma göre- sadece güdüleri ile
hareket eder. Yani özgürlük, opera­
ri [Tr. eylem veya işleyiş] ile değil,

ll lmfliiiffi'
insanın hayatına sadece pişman­
lık ve acı getirir ( 1 5). Buna karşın
kişi, karakterinin akli ve dene­
yimsel yönlerine dair edinilmiş
karakter geliştirmesi sayesinde
yaşamı daha tatminkar olacaktır.
Bu, kendi-farkındalığı veya "zi­
hinsel ve bedensel melekelerinin
bilgisi" ( 1 6) kişiye aynı zamanda
daha gelişmiş bir şekilde davran­
ma imkanı da açar ( 1 7) .

Nasıl k i balıklar sadece suda, kuş­


lar sadece havada, köstebekler ye­
raltında mutludur, insan da sadece
kendisine uygun atmosferde mutlu
olabilir. Örneğin mahkeme salonu­
nun atmosferinde herkes rahat ne­
fes alamaz. Birçok kişinin bu mese­
lelere dair makul bir sezgisi yoktur
ve pek çok beyhude deneyimler ya­
şar dururlar; karakterlerine çeşitli
durumlarda şiddet uygularlar ve
gelin görün ki bütün bunlar -bü­
tüne bakınca- tekrar eder durur.
[. . . ] Öncelikle ne istediğimizi ve ne
yapabileceğimizi öğrenmeliyiz: o
zamana kadar bunları bilemeyiz, . benim önerim, insanın kendisini bilme, istemenin emrinden kur­
henüz karaktersizizdir [ . . ] Ama
.
tanıma derecesi sayesinde yaşa­ tulmaya başlar. Başka bir ifadeyle
sonunda bunları öğrenirsek, dün­ mını uyumlu hale getirmesini, kişi dünyayı anlamaya başladık­
yanın karakter dediği şeye; edinil­ Schopenhauer sisteminin an­ ça, dünyaya kazık çakacakmış
miş karaktere ulaşmış oluruz. Bu, lattığı hikayenin gidişatında bir gibi yaşama hali dönüşür, peşin­
kendi bireyselliğimize mümkün durak olarak değerlendirmektir. den koştuğu, kendisine güvenlik
olan en büyük aşinalıktan başka Yani hayatta basiret iyidir; fakat ve güç sağlayacağına inandığı her
bir şey değildir ( 1 8). bir de ermişlik vardır. şey buhar olup uçmaya başlar.
Bu, kişinin hayatının olumlu an­
***
Edinilmiş karakter kavramı pek lamda tepetaklak olması demek­
çok tartışma, çelişki, gerilim, İnsan, kendisini dünyadaki nes­ tir. Artık kişi için o güne kadar
soru ve öneri barındıran mümbit neler arasından herhangi bir nes­ önemli görüp peşinden koştuğu
bir zemindir. Edinilmiş karakter ne konumunda değil de içeriden şeyler önemsizleşir. Kişi yüzeysel
kavramına dair benim dikkatimi tanıdığında varlığın gizemi de bencilliklerinden sıyrılır, zama­
çeken en büyük zorluklardan bi­ kendisini gösterebilir ( 1 9) . Var­ nın akışıyla barışır ve bakışların­
risini, Schopenhauer sisteminin lığın özü olan isteme, bizim de daki hırslar ve korkular kaybolur.
dünyanın reddi temelli olması­ bu özün bir parçası olmamızdan Erdemli insan hayatın hayhu­
na rağmen, edinilmiş karakter dolayı bize açıktır (20). İşte bu yunu, hırslarını, koşturmasını,
kavramında bu dünyada daha yüzden insanın içsel bilgisine faniliğini, beklentilerini, rahat­
iyi var oluşa işaret etmesinde bu­ ulaşması adeta bir mucizenin sızlıklarını, tatmin arayışlarını,
luyorum: Dünyanın reddi fikri gerçekleşmesidir; zira artık is­ zevklerini anlamış insandır ve bu
ile bu dünyada daha iyi var oluş teyen ve bilen kişi aynıdır. Bu anlayış sayesinde kişinin duygu
çelişki değil midir? Bu anlamda anlayış ise istemenin sessizleşip durumlarında değil, oluş halinde
edinilmiş karakter, Nietzsche fel­ kişinin sükunet bulmasına vesile bir değişiklik meydana gelir.
sefesinde ifadesini bulan, insanın olur.
biricikliğini tanıyıp ona uygun Erdemli insan, Schopenhauer
yaşaması düşüncesine daha ya­ Varlığa dair şuur geliştikçe, iste­ sisteminde aynı zamanda mer­
kın görünmüyor mu? Bu sorulara menin zincirleri de gevşer. Yani, hametli (2 1 ) insandır. Merhamet

tf!tfmiftiM IJ
de hayatın bir mucizesidir; çünkü insanın benliği de-şey'e veya istemeye -aynen Kant felsefesinde
ile varlık arasında sınırların gevşediğine işaret et­ olduğu gibi- giriş iznimiz hala yoktur. Bu durum
mektedir. Schopenhauer, bu noktada Sanskritçe bir ise Schopenhauer felsefesinin doğal dünya sınırları
deyim olan tat twam asi deyimini kullanmaktadır; içerisinde yorumunu talep etmektedir. Yani insani
yani, "sen ve o aynısın" (22). Varlığın özüne olan hakikati, onun yapıp etmelerinin altında yatan sa­
anlayışım taşla, dereyle, ağaçla, kuşla, kediyle beni iklerin arayışı olarak görmek ve Schopenhauer fel­
kardeş yapmaktadır; hırslar ve tutkularla bakmadı­ sefesinin doğal bir yorumunu yapmak gerekecektir.
ğım için de şefkatle bakış imkanı sunar. Zaten bu noktadan itibaren psikolojinin pek çok
kavramına Schopenhauer felsefesinin el verdiğini
Parayla, güçle, bilgiyle "biri" olma çabası insanın var görmek de mümkündür. En azından insanın ken­
oluşun olağanüstülüğünü anlamadığına işarettir. dini tanıması ile değişmesi arasında bir bağ oldu­
Oysa bilme, istemenin kölesi olmaktan çıktığında, ğu fikri felsefe ve psikolojiyi kesiştiren bir konudur.
o kişi "hiçbir şey" olacaktır (23). İstemenin yarattığı Schopenhauer'un felsefesinin de günlük yapıp-et­
"bir şey" veya "biri" değildir o. İstemenin kelepçe­ melerimizi, bu konudaki hislerimizi ve isteklerimizi
lerinden kurtulan insan, hem varlık mucizesinin ta tartışma konusu yaparak psikolojinin pek çok kav­
kendisidir hem de varlığın mucizesinin huzurunda­ ramını öncelediğini söyleyebiliriz {25).
dır.
Son soruya gelince bu konuda çeşitli tartışmalar ve
3. Bu düşünce yolculuğunda bazı sorular itirazlar mevcuttur. Bu konuda yapılabilecek itiraz­
Schopenhauer'un karakter ve dönüşüm imkanı üze­ lardan birisi Schopenhauer'un "akli karakterin bili­
rinden düşüncelerini takip ettiğimiz bu yazıda son nemezliği fakat deneyimsel karakterimiz sayesinde
notlar olarak akla takılabilecek pek çok sorudan sa­ kendisini zamanla açtığı" iddiasında saklı olduğunu
dece ikisine işaret edip bu sorulara kendi yorumla­ düşünebiliriz. Sadece varlığını iddia edebildiğimiz
rımla yazımı sonlandırmak istiyorum. bir akli karakterin sabit ve değişmez olduğunu söy­
leme iznimiz tartışılabilir (26). Bunun dışında insa­
i. Schopenhauer, istemeye (Kant felsefesindeki kar­ nın her eylemde karakterine göre davrandığı fakat
şılığı, ulaşılması imkansız olan kendinde-şey'e [ Alm. her eyleminde de yeni bir karakter tanımı oluştuğu
Ding-an-sich] ) insanın akılla olmasa da ulaşılabile­ da iddia edilebilir {27). Bu tartışmalar hem verimli
ceğini iddia etmektedir. Bunu iddia etmek gerçekten
hem de ucu açıktır.
mümkün müdür?

ii. Schopenhauer akli karaktere sabit ve değişmez 4. Schopenhauer düşüncesinin önemi


diyor. Buna neden inanalım?
Hepimizin hayatlarını filme benzetebiliriz. Bütün
İlk soruya cevap arayışının dikkatlice yürütülecek bu fılmlerin spoiler'ı [Tr. sürpriz bozan bilgi] ise
ayrı bir tetkiki gerektirdiğine inanıyorum. Haliha­ hepimizin ölecek olması. Fakat insanın kaderi sade­
zırdaki tartışmanın sınırlarını bu arayış çok aşar. ce telaşlı bir şekilde hesaplara gömülmek, güvenlik
Fakat yine de bu soruyu -kısaca da olsa- incele­ ve güç arayışları içinde bir şeyler peşinde koşmak,
yebiliriz. İleri yaşlarında, gençlik eseri olan isteme sorgulamadan bizi beklentileriyle şekillendirenlere
ve Tasavvur Olarak Dünya'yı tekrar gözden geçiren (anneler, babalar, öğretmenler, önderler vs.) göre
Schopenhauer bize kuvvetli bir ipucu vermektedir. yaşamı yaşamaktan ibaret olmasa gerek.
Kendisi istemenin doğası hakkında şöyle yazar:
Schopenhauer felsefesinde insanın dönüşümüne
Ben dedim ki "istemeyi sadece fenomen olarak bile­ dair tartışmayı pek çok açıdan yürütebilecek olsak
biliriz, kendinde-şey olarak değil': [. . . ] [K]endin­ da bu sistem, varlıkla kavganın ötesine geçişin; bil­
de-şey asla bilinen değildir; bilinen hep fenomendir. gece yaşanacak veya sanat eserine dönüşecek bir ha­
Ben şunu iddia ettim "isteme kendinde-şeydir; fakat yatın imkanına işaret etmektedir.
istemenin bilgisi halihazırda fenomendir" zira bura­ Notlar:
da bilgi söz konusudur. Fakat herkes cognitio intima
( 1 ) Bu kelime bazen "irade" şeklinde çevriliyor. Bu fahiş bir hata­
[içsel vakıf oluş A. O.A.] istemesini tanır ki bu da ken­ dır ve pek çok karışıklığa yol açmaktadır. (En azından Schopen­
dinde-şeyin fenomenal alana en açık girdiği yerdir ve hauer irade demek istediği yerde Willenskraft kelimesini kullan­
dolayısıyla da diğer bütün fenomenlerin bir şablonu maktadır.)

veya ifadesi olsa gerektir (24). (2) Arthur Schopenhauer, The World as Will and Representati­
on- Volume 1, çev. E.F.J. Payne, (New York: Dover Publications,
Dolayısıyla Schopenhauer felsefesinin istemeye 1 969), § 18, 99- 1 03. [Buradan itibaren metin içerisinde ve son
ulaşmaktan kastettiğinin de bir tür yakınlaşmak notlarda İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya'nın 1. cildi için İTD-
1; 2. cildi için ise İTD-2 kısaltmaları kullanılacaktır. Önce bölüm
olduğunu varsayabiliriz. Varlığın özüne, kendin-

1IiJ enıFnımıı
numarası, sonra da sayfa numarası verilecektir. Metin içerisindeki ( 1 9) ITD-1., § 1 8, 1 00.
bütün çeviriler bana aittir.]
(20) ITD-1., § 1 8, 1 00.
(3) İTD-1, xii.
( 2 1 ) Almanca "merhamet" kelimesinin karşılığı "mitleid''dır. Lafzi
(4) İTD-1, § 1 8, 102. çevirisi, "birlikte acı çekmek"tir. Merhamet, kelimesinin kökeni­
nin "rahim" olmasını ise özellikle ilginç buluyorum.
(5) Schopenhauer ana eserini 1 8 1 8 yılında yayınlamış olsa da bu
eserin Türkçe'de MlA tam olarak bilinmediğini düşünüyorum. (22) İTD- 1, § 63, 350-357.
Bunun sebebi ise açık bir şekilde eksik ve özensiz çeviriler ve
bunların yanında Schopenhauer felsefesini hakkıyla çalışmayan (23) İTD- 1., § 71, 408-4 12.
kişilerin Schopenhauer eleştirileridir. Türkçe ilk Schopenhauer
eleştirisi, Ahmed Mithat'ın Schopenhauer'ın Hikmet-i Cedidesi (24) Arthur Schopenhauer, Manuscript Remains in Four Volumes
adlı kitabıdır. Bu, -tarihsel önemi haricinde- son derece özen­ - Volume III, trans. EF.J. Payne (Oxford: Berg, 1988 - 1 990) 1 1 3-
siz ve yüzeysel bir kitaptır. Ve ne yazık ki Ahmed Mithat'ın 1 887 1 1 4.
tarihli yorumundan bu zamana Schopenhauer, istisnai birkaç ör­
nek dışında, hakkıyla çalışılmamıştır. Çevirilere gelince iş daha (25) Psikolojide "isteme"nin yeri ile güzel bir tartışma i�in bkz. Ir­
da can sıkıcı bir MI almaktadır. İsteme ve Tasarım Olarak Dünya vin Yalom, "İsteme" Varoluşçu Psikoterapi Çev. Zeliha 1. Babyiğit
başlığıyla Biblos yayınlarından yapılmış çeviri, çevirmenin yolup (İstanbul: Kabalcı, 2000) . Ayrıca Freud'un Schopenhauer'dan na­
mahvettiği bir durumda kitapçılarda bulunmakta. Neden kitabı sıl etkilendiğine dair bkz Julian Young, Schopenhauer, (New York:
yolduğuna dair çevirmenin gerekçeleri ise hem okuyucuya hem Routledge, 2005), 238-24 1 .
de Schopenhauer felsefesine saygısızlığın itirafı gibi. Bu durum­
(26) Bkz. Julian Young, Schopenhauer, (New York: Routledge,
da yayıncılara Schopenhauer'un kendi sözleriyle seslenmek sa­
2005) 1 64.
nıyorum en doğrusu olur: "Gelecekte her kim ki benim eserimin
yayınlarında bilerek bir şey değiştirir -ki bu ister bir cümle ister
(27) Bkz. Matthias Kossler., "Life is but a Mirror: On the Conne­
bir kelime, ister bir hece isterse de noktalama işareti olsun- bütün
ction between Ethics, Metaphysics and Charachter in Schopen­
lanetim ona olsun." [A. Schopenhauer, "Senilia'; Der Handschriftli­
hauer" in Better Conciousness, ed Neill A.and Janaway C. (UK:
cher Nachlaft. Basis-Ausgabe: Samtl. Werke, S. HNIVb:33.]
Wiley-Blackwell, 2009), 89-90.
(6) İTD-2, § 56, 463.
Kaynakça
(7) Piramidin en tepe noktası bilme ve istemenin birleşmesine
KOSSLER M., "Life is but a Mirror: On the Connection betwe­
işaret eder. Bu noktada insanın bilmesi, istemesinin köleliğinden
en Ethics, Metaphysics and Charachter in Schopenhauer" Better
kurtulur. Dolayısıyla piramidin en tepesinde sanatçılar, sahih fi­
Conciousness içinde, ed Neill A.and Janaway C. (UK: Wiley-Bla­
lozoflar veya ermişler vardır. Bir başka deyişle kAmil insan vardır.
ckwell, 2009).SCHOPENHAUER, A., Der Handschriftlicher Na­
chlajl. Kapitel: Senilia. Basis-Ausgabe: Siimtl. Werke.
(8) Schopenhauer A., Parerga and Paralipomena- Volume l, trans.
E. F. J. Payne (Oxford: Calderon Press, 1 974), 123.
SCHOPENHAUER, A., Manuscript Remains in Four Volumes -
Volume III, trans. E.F.J. Payne (Oxford: Berg, 1 988- 1 990) .
(9) Schopenhauer A., "Prize Essay on the Freedom of the Will':
The Two Fundamental Problems of Ethics, trans. and ed. Chris­
SCHOPENHAUER, A., Parerga and Paralipomena- Volume l,
topher Janaway, (Cambridge: Cambridge University Press, 2009)
trans. E. F. J. Payne (Oxford: Calderon Press, 1 974) .
68 - 72. Schopenhauer burada Kant felsefesinin kavramlarını kul­
lanıyor. Kant'a göre deneyimsel karakter, fenomenler dünyasının SCHOPENHAUER, A., 1he Two Fundamental Problems of Ethics,
determinizmine uyar. Fakat akli karakter varlığın özüne bağlıdır trans. and ed. Christopher Janaway, (Cambridge: Cambridge Uni­
-dolayısıyla da bilinemez- ve özgürlük imkAnının kaynağıdır. versity Press, 2009).
Ayrıca bkz. İTD - 1 , 50 1 .
SCHOPENHAUER, A., 1he World as Will and Representation-Vo­
( 1 0 ) Schopenhauer A., "Prize Essay o n the Basis o f Morality" 1he lume I, trans. E.F.J. Payne, (New York: Dover Publications, 1 969).
Two Fundamental Problems of Ethics trans. and ed. Christopher
Janaway, (Cambridge: Cambridge University Press, 2009), 1 74. SCHOPENHAUER, A., The World as Will and Representation- Vo­
lume I, trans. E.F.J. Payne, (New York: Dover Publications, 1 969).
( 1 1 ) İTD - 1 , § 28, 1 56.
SCHOPENHAUER A., 1he Two Fundamental Problems of Ethics,
( 1 2) İTD - 1 , § 20, 1 06. Julian Young, Schopenhauer'ın bu düşün­ trans. and ed. Christopher Janaway, (Cambridge: Cambridge Uni­
cesi ile Sartre arasında ilginç bir bağ kuruyor: "Jean Paul-Sartre versity Press, 2009).
-ki kendisi itiraf ettiğinden daha fazla Schopenhauerilan bir şeyler
öğrenmiştir-buna insanın 'temel projesi' adını vermiştir." Julian YALOM, 1., Varoluşçu Psikoterapi Çev. Zeliha İ. Babyiğit (İstan­
Young, Schopenhauer, (New York, Routledge, 2005), 67. bul: Kabalcı, 2000).

( 1 3) Arthur Schopenhauer, "Prize Essay on the Freedom of the YOUNG, J., Schopenhauer, (New York: Routledge, 2005).
Will': 1he Two Fundamental Problems of Ethics, trans. and ed.
Christopher Janaway, (Cambridge: Cambridge University Press,
2009) 1 08- 1 09.

( 1 4) İTD-1, § 55, 303.

( 1 5) İTD - 1 , § 55, 296.

( 1 6) İTD- 1, § 55, 305.

( 1 7) İTD-1, § 55, 305.

( 1 8) İTD - 1 , § 55, 304-305.

ertt11 ı ırn• m
TOPLUMSAL CİNSİYETİN DORUGUNDA:
SCHOPENHAUER, KADIN VE FELSEFE
DİLAN AKPOLAT

"Kadının fıtraten itaat etmek için yaradılmış olması, gayrı tabii mutlak bağımsızlık ko­
numuna yerleştirilmiş olan her kadının hiç vakit kaybetmeden kendisini öyle veya böyle
deneti/ip yönetileceği bir erkeğe bağlamasından anlaşılmalıdır. Bunun nedeni, onun bir
efendiye ihtiyaç duymasıdır. " (1)

1 788- 1 860 yılları arasında yaşamış olan ünlü Alman bakmak yeterlidir. Onlar hayatın cefasını yaptıklarıy­
düşünürü Schopenhauer insan eylemlerini güdüle­ la değil katlandık/arıyla çekerler -borçlarını doğum
rin belirlediğini, bu güdülerin ise; bencillik, kötü­ sancılarıyla, doğurdukları çocuğu bakıp büyütmele­
lük yapma, intikam alma ve merhamet olduğunu riyle, sabırlı ve neşeli bir yoldaş olmaları gereken erke­
belirtir. Felsefe tarihinde irrasyonalist, kötümser ve ğe itaat/eriyle öderler." (2) diyerek cinsiyet farklılığını
karamsar olarak tanımlanan düşünür, Aşka ve Ka­ cinse özgü biçim farklılığına indirgeyen Schopen­
dınlara Dair adlı eserinde kadınlara dair geliştirdiği hauer, kadınları "çocuk ile gerçek anlamda bir insan
söylemleri ile felsefe tarihinde kadın aleyhinde yazı olan yetişkin erkek arasında bir orta nokta" (3) yani
kaleme alan filozoflardan biri olmuştur. Kadınları, ontolojik açıdan sorunlu arada bir varlık olarak ta­
aşkı ve cinsel aşkın metafiziğini analiz eden düşü­ nımlamıştır.
nür, eserini iki bölüme ayırarak ele almıştır, eseri­
nin ilk bölümü olan "Kadınlara Dair" adlı bölüm­ Kadınlar, Schopenhauer'un belirlemeleri çerçeve­
de kadınlara dair negatif bakış açısı ile analizlerde sinde erkeklerden daha erken bir yaşta, 18 yaşında
akli melekelerine ve ruhi kabiliyetlerine sahip olsa
bulunmuştur. Cinsiyet farklılığını erilliğe ve dişilliğe
bile bu kabiliyetleri çok zayıf ve sınırlı kullanabile­
dayalı yalnızca biyolojik farklılık ile sınırlı tutmuş,
ceği için gerçek manada insan olma yetisine sahip
kadının "ikinci cins" varlık olduğunu eserinde sıkça
olamamış ama bedensel cazibesi ve dolgunluğu ile
kullanmış ve belirttiği ifadeler ile cinsiyetler üstü ol­
genç adamları kendi muhayyilesinde bir müddet
ması gereken bir alanda, kadınlara dair hiyerarşi ve
tutabilecek "tabiat" ile var olmuştur. Erkeğin akli
dışlama biçimleri üretmiştir.
melekelerine muhtaç olan kadın, dar görüşlülüğünü
"Kadınların zihni olsun bedeni olsun, büyük işler için ancak geçmiş ve geleceği göz önünde bulundurabi­
yaratılmamış olduklarını anlamak için görüntülerine lecek bir erkeğin varlığı ile aşabilmektedir. Kadın-

m 11rıwnıırn•
lara dair mutluluğun nedeninin erkeklerin efkarını nın sonucunda doğan bir epistemoloji hüküm sür­
dağıtmak ya da erkekler ihtiyaç duyduğunda onları müştür. Kadın felsefe ile buluştuğu zaman da birçok
teselli etmek olduğunu düşünen filozof, kadınların aşağılama ile karşı karşıya kalmıştır. Marie von Eb­
varlığını erkeklerin ihtiyaçları üzerinden belirlemiş­ ner- Eschenbach ise bu durumu "dünyada ilk kadın
tir. Kadınların; dürüstlük, vicdan ve adaletten yok­ okumayı öğrendiğinde, kadın problemi ortaya çıktı "
sun, kurnazlığa ve yalan söylemeye yatkın, ikiyüzlü sözleri ile ifade etmiştir. "Kadın doğası" kavramı ile
ve riyakar olduklarını ifade etmek bir yana tabiatın, kategorize edilen bu dışlama Schopenhauer'da "tabi­
insan neslinin yozlaşmanın engellenmesi için erkek­ at" olarak nitelendirilmiştir. Bu nitelendirme büyük
leri var ettiğini kadınların kaderlerinin ise yalnızca bir toplumsal cinsiyet sorunu yaratırken, yalnızca
insan soyunu sürdürmek olduğu düşüncelerine sa­ Schopenhauer ile sınırlı kalmamıştır. Antikite'den
hip olan Schopenhauer, kadınların zihinsel eksiklik Rönesans'a kadar bütün tasvirlerde felsefeyi bir ka­
ile suçlayarak, "ikinci cins" bir varlık olduklarını be­ dın simgelemesine karşın, Antikite'den itibaren baş­
lirten ve aşağılamalar içeren tanımlamalar yapmıştır. layan toplumsal cinsiyet, Antikite'den Platona ve
Bu belirlemeleri yaparken "Tabiat" olgusunu ele alan Sokrates'e, Kant'tan Schopenhauer'a Nietzsche'ye ve
Schopenhauer, kadınların doğası gereği aşağı, "ikin­ günümüze kadar birçok önemli filozofta varlığını
ci cins" varlıklar olduğunu ifade eder. Kadın varo­ göstermiştir. Bilgi sürecinden dışlanan kadın bilme
luşunu ve kadın kimliği gerçekliğini, "kadının tek süreci için de yetersiz ve eksik olarak tanımlanmış,
amacı erkeğin teveccühünü kazanmak ve erkeği elde özne olarak görülmemiş, biyolojik işlevleri açısın­
etmektir" gibi düşüncelere indirger. dan yetersiz olarak görülmüştür. Bu durum felsefe
tarihi içerisinde kadının yokluğuna ve aynı zamanda
"Onlar, sexus sequiordurlar (ikinci cins), birinciye yok sayılmasına neden olmuştur.
göre her bakımdan daha aşağıdırlar; zayıflıklarından
sakınılmalıdır, fakat kadınlara aşırı bir saygı ile dav­ Aklın ve dilin sorgulanması düşüncesini çarpıcı bir
ranmak tek kelimeyle gülünçtür ve bizi onların gözle­ şekilde açığa çıkartan Schopenhauer cinsiyetsiz bir
rinde küçük düşürür. Tabiat, insan soyunu iki parça­ felsefe ve düşünce sistemi var edip, felsefenin kav­
ya böldüğünde, çizgiyi tam ortadan çekmemiştir." (4) . ram, kategori ve epistemolojik açıdan eril yapı dı -
şarıda bırakılarak sorgulanmasını gerekli kılmıştır.
Schopenhauer'un kadın üzerine ve kadın nitelikle­ Felsefe alanındaki eleştirel düşünceyi yaşamın her
ri üzerine yaptığı tanımlamalar şüphesiz ki bize 1 9. alanına yansıtıp inşa etmek kadının ontolojik soru­
yüzyıl toplumunun kadına yaklaşımı hakkında de­ nunun da giderilmesini sağlayacaktır.
rinlemesine bilgiler vermektedir. Bir filozofu incele­
mek fılozofun yaşadığı dönemi, etkilendiği olayları, Dipnotlar:

yaşamına şekil ve yön veren duyguları, o dönemin ( 1 ) Schopenhauer, Aşka ve Kadınlara Dair, Say Yayınları, 2006,
müziğini ruhunda hissetmek demektir. Filozof içe­ ss. 28.
risine doğduğu toplumdan etkilenir ve ortaya attı­ (2) Schopenhauer, Aşka ve Kadınlara Dair, Say Yayınları, 2006,
ss. 8.
ğı olgular ile kendisinden sonraki toplumu etkiler.
(3) Schopenhauer, Aşka ve Kadınlara Dair, Say Yayınları, 2006,
Biyolojik farklılık anlamını taşıyan cinsiyet kavramı,
ss. 8.
kadın ve erkeğe yüklenen toplumsal rol ve sorum­
(4) Schopenhauer, Aşka ve Kadınlara Dair, Say Yayınları, 2006,
luluklar ile "toplumsal cinsiyet" kavramının doğ­ ss. 20.
masına neden olmuştur. Bu durum her toplumda, Kaynaklar:
zamanda ve mekanda farklılık göstermiş olsa da BERKTAY, Fatmagül, Kadın ve Felsefe Eyvah Eyvah!
daima varlığını korumuştur, bu sebeplerden ötürü https://mutlaktoz. wordpress. com/20 1 1 /03/08/kadin -ve-felse­
tarihsel süreç içerisinde ve felsefe tarihinde kadın­ fe-eyvah-eyvah/

ların varlığı çeşitli ontik, ontolojik ve epistemolojik RULMANN vd. Marit, Kadın Filozoflar, Kabalcı Yayınevi, 1 996,
İstanbul.
sorgulamalar ile karşı karşıya bırakılmıştır. Çünkü
SCHOPENHAUER, Arthur, Aşka ve Kadınlara Dair, Say Yayınla­
zincirleme şekilde başlayan davranış biçimleri, dü­ rı, 2006, İstanbul.
şünce sistemleri ile yaygınlaşmıştır. Cinsiyetçilik
bilime, sanata ve felsefe toplumun hemen hemen
bütün alanlarına yansımıştır. Felsefe tarihindeki
kümülatif ilerleyiş kadına dair yapılan epistemolo­
jik sorgulamada da varlığını devam ettirmektedir.
Felsefe ve var olan bütün düşünce biçimleri cinsiyet­
siz bir alanda var olmaları gerekirken, eril bir temel
üzerine kurulmuş olan felsefe tarihi, kadını hakikat
arayışının dışında bırakmış ve bu dışında bırakma-

ertt1 ı ırn• 11
iNSAN ONURUNUN TARiHi
YAZAR: REMV DEBES
ÇEVİREN: MELTEM ALKUR

Remy Debes'in onur kavramının çelişkili ve karma­ Ancak Batı ahlakının bu temel kavramı tanıması, en
şık kökenleri ile ilgili çalışmasına dayanmaktadır. azından "onur" kelimesiyle tanınması, oldukça ye­
nidir. Aslında 1 850 yılına kadar İngilizceöe "dignity':
Batı toplumunda, insan onuru fikri oldukça değer­ Latince kökenine bakıldığında "dignitas': Fransızca
lidir. Tüm insanların eşit olarak paylaştığı, doğuştan karşılığı "dignite" olan onur kavramın "doğuştan var
var olan ve sonradan kazanılmayan bir değer ola­ olan, sonradan kazanılmayan insani değer" anlamı
rak düşünülürse, insan onuru genel anlamda insan yoktu. Aksine, "dignity" kavramı modern çağ bo­
haklarının ahlaki temelini oluşturur. Aynı sebepten yunca liyakati ve bir çeşit eşitsizliği ifade ediyordu.
dolayı, çoğu zaman insan onuru mantıklı bir tartış­ Örneğin, "Dignitary" (rütbe/mevki sahibi kimse)
manın sınırlarını çizer yani diğer insanlarla iyilik, kelimesini kullandığımızda "dignity" kelimesinin
hak ve adalet gibi konuları tartışırken insan onuru anlamı soy, güç, efendice bir tavır ya da kilisedeki
kavramını reddetmek asla kabul edilemez. Ayrıca mevkiinin yükselmesine bağlı bir çeşit sosyal statü­
insan onuru bizi acilen harekete geçmeye çağırır. yü işaret ediyordu.
İnsan onurunun ciddi bir tehdit altında olduğunu
düşündüğümüzde şiddetle tepki gösteririz. İnsan "Onur" kelimesi ABD Bağımsızlık Bildirgesi'nin
onurunun ayaklar altına alındığını, alay edildiğini hiçbir maddesinde geçmez. Aynı şekilde ABD Ana­
ya da ihlal edildiğini duyduğumuzda gözyaşlarımı­ yasasında da geçmez. Fransız İhtilali sırasında hiç
za boğuluruz. Kendi ülkemizin askerlerinin tutuk­ kimse "Liberte, egalite . . . dignite" (Özgürlük, Eşit­
lulara işkence ettiğini ya da oy verdiğimiz siyasi bir lik . . . Onur) diye bağırmıyordu. 19. yüzyılda Ba­
liderin ırkçılığa sıcak baktığını öğrendiğimizde do­ tıdaki köleliğin yön değiştirmesine yardım eden
laylı olarak da olsa kendimizi suç ortağı gibi görür kölelik karşıtı İngilizler, bizim bugün anladığımız
(belki de öyleyizdir) onların yerine de utanırız. Kı­ anlamıyla "onur" adına insan esaretini kınayan ko­
sacası John Rawls'ın deyimiyle insan onuru bugün nuşmalar yapmıyor ya da kitapçık basmıyordu. İlk
Batı kültüründe, belki de bütün kültürlerde, "çakışan kez, resmen 1 9 1 7 Meksika Anayasası'nda kullanıla­
fikir birliğinin" en belirgin noktalarından biridir. na kadar, bu terim bugün bildiğimiz anlamıyla hiç-

m erttf!iiırn •
bir önemli siyasi beyannamede görülmemişti. Hatta sundaki düşünceleri 20. yüzyılın sonlarında ve gü­
bu anayasadan sonra bile tam olarak "doğuştan var nümüzdeki birçok ahlak ve siyaset filozofunu etki­
olan sonradan kazanılmayan insan değeri" anlamını lemiştir. Gerçekten de insan onuru felsefesinin özeti
taşımadı. Ahlaki değer kazanmış bu anlamı Birleş­ Kant'ın etkisi dikkate alınmadan tamamlanamaz.
miş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni Ancak mesele onur kavramının ortaya çıkmasına ve
1948'de onaylayana kadar kayıtlara girmemişti ve onun günümüzdeki anlamına bürünmesine gelince
bildirgenin önsözünde bildirgenin gerekçesi olarak kökeni Kant'a uzanan bu hikaye sonuç vermez.
bu terim iki kez kullanıldı.
1 8 . yüzyıla geri dönelim ve Kant'ın eserlerini ilk çe­
Bu bilgiler böylece iki yönlü bir soru ortaya çıkardı. viren tercümanların Kant'ın "Würde" kavramı için
Bir taraftan, "onur" kavramı nasıl ahlaki bir kavra­ "dignity" kelimesini kullanmalarını ele alalım. Niye
mı çağrıştırır hale gelmişti? Diğer yandan ise "onur" böyle çevirdiler? Ne de olsa Würde İngilizce'ye bire­
kavramı 1 850 yılına kadar ahlaki bir çağrışım yap­ bir çevrildiğinde "worth" (değer) kelimesine karşılık
masa bile bu terimin farklı bir terminolojinin kılı­ gelir. 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarında,
fına bürünüp daha eskilere dayanması mümkün İngilizce bu kelime misli, ekonomik değer kavram­
olamaz mı? ları için kullanılmaktaydı. Ancak gördüğümüz gibi
Kant açıkça "bedel" ve insanların Würde'si arasında
Birkaç yıl önce bu sorulara yanıt bulmaya karar ver­ bir fark yarattı. Bu yüzden Kant Würde kavramının
dim. Birçok farklı akademisyenle çalışıp sonunda ilk maddi çağrışımlar yapacak şekilde kullanılmasını
tarihsel araştırmayı derledim. Bu çalışmaya yapılan kesinlikle reddediyor gibi görünüyordu. Bu yüzden
tüm katkıları burada özetlemeye kalkacak değilim İngilizce tercümanların buna uygun bir şekilde yeni
ama çalışmanın ortaya çıkardığı merak uyandıran bir terim bulmaları gerekti ve onlar da "dignity"
bir noktaya değineceğim. kelimesini seçtiler. Önemli nokta ise şu: Bu kelime
Onur kavramının kökeni hakkında şöyle bir hikaye gelişigüzel seçilmiş gibi durmuyor. Aksine, dig­
var: Alman düşünür Immanuel Kant, 1 785 yılında nity kelimesinin İngilizce'de çağrışımları, insanlara
temel ahlaki ilkesi "koşulsuz buyruk"un şu şekilde atfedebileceğimiz her türlü maddi ya da manevi de­
anlaşılabileceğini ileri sürdüğünde onur kavramında ğerde çelişki oluşmasını mümkün kılmaktadır. Bu
köklü bir değişiklik yapmıştır: yüzden Würdeçevrilirken worth kelimesinin yeri­
ne dignity kullanılmıştır.
"İnsanlığı, kendinde ve başkalarında, bir araç olarak
değil de her zaman bir amaç olarak görecek şekilde
Durun bir dakika. Ama ben size 1 850'den önce dig­
nity'nin "kazanılmayan insani değerler" anlamına
davran!"
gelmediğini söylememiş miydim? Evet, söylemiştim
Kant'ın başka bir insana neden sadece "araç" olarak fakat bu sadece l 850'den önce yerleşmiş bir kullanım
davranmamamız gerektiği konusundaki argümanın olmadığı anlamına geliyor. 1 850'den önce kelimenin
tamamı karmaşıktır ancak bu kısım insanların "be­ anlamında birtakım anlam kaymaları olduğunu ve
del''i olmadığı iddiasını gündeme getirmektedir. Ak­ buna bağlı olarak "kazanılmayan insani değerler"
sine Kant'a göre insan "tüm bedellerin üstündedir': anlamının kısmen kelimeye sinmeye başladığını dü­
Şöyle der: şünmek yerinde olacaktır. Demek istediğim, Kant
çığır açıcı ahlak çalışmalarını l 785'de yayımlamadan
"Bedeli olan her şey dengiyle değiştirilebilir ancak önce de anlam kaymaları olduğunu görebiliriz.
bedeli biçilemeyen dolayısıyla eş değeri olmayan şey
'Würdeye sahiptir." İddiamı destekleyecek bazı kanıtları günümüz söz­
lüklerini inceleyerek toplayabiliriz. Örneğin, Samu­
Ve şimdi kritik bağlantı: Bu iddiaların en eski çe­ el Johnson'nun 1 755 Sözlüğü, dignity kavramının
virilerinde ( 1 8. yüzyılın sonlarında) bile, Kant'ın maddi olmayan değer anlayışına doğru kaydığını
"Würde" terimi İngilizce'ye dignity yani onur olarak göstermektedir. "Eşitlik'' kelimesinin Johnson'un
çevrilmiştir. Ve işte böylece onur kelimesinin ahlaki sözlüğündeki ilk iki tanımını ele alalım.
anlam kazanmış hali karşımıza çıkar. Kant'ın Alman
ve Anglofon gelenekleri üzerindeki kitlesel etkisi Karşılaştırılan herhangi bir niteliğe benzerlik
arasında "onur" terimi, ahlaken değerli anlamını
sonsuza dek korudu. • Aynı derecede dignity/onur

Ne yazık ki, hayır. Günümüz onur anlayışının geç­ 1 8 . yüzyılın ortalarında Avrupa kültürünü oluşturan
mişi olarak yukarıda bahsedilen hikaye öylesine bir tüm öğelere yansıyan eşitlikçi çalkantının çeşitliliği
söylencedir. Şüphesiz, Kant'ın insan değeri konu- göz önüne alındığında, bu mükemmel bir tanımdır.

ı rıwnı ı nı ı m
ilk etapta gerçek eşitliğin eşit onur anlamına gel­ giltere'de Kant üzerine ilk tartışmalar ( 1 800 öncesi)
diğini ileri sürerek dignity'i sonradan benimsenen üniversite dışında, popüler edebi dergi sayfalarında
anlamıyla kullanmak, üst tabaka ve avam tabakası gerçekleşiyordu. Kant, 18. yüzyılın sonunda bu der­
arasında var olan sosyal ayrım ölçütlerinin eşit ol­ gilerde kısa süreliğine bir popülerlik kazanırken, ak­
madığını gösteren bir meydan okumaktır. Bu izle­ tarılan düşünceleri basitleştirildi hatta önemsizleşti­
nim Johnson'un yukarda bahsedilen ikinci tanım rildi. Dahası onun teorik, teolojik ve siyasi görüşleri
için seçtiği "aynı derecede onur" ifadesiyle destek­ çok dikkat çekerken etik anlayışı üzerinde çok az
lenmiştir. duruluyordu, o da en son yayınlanan makalesi "Ebe­
di Barış" üzerineydi. Bu son açıdan bakarsak Kant,
"Adil eşitlikten, kardeşçe bölüşmekten memnun olma­ İngiltere Kralı il. James yanlılarının radikal görünü­
yan kimse, kardeşleri üzerinde hak etmediği bir ege­ müne bir son verdi. Yüzyılın sonuna doğru, İngiliz
menlik iddia edecektir." (Milton) halkı Alman Aydınlanma düşüncesine ve kültürüne
duyduğu şüpheden dolayı giderek daha muhafazakar
Ya da Johnson'un diğer bir kelime kullanım örneğini
ve milliyetçi hale geldi. Kısacası Kant kısa süreliğine
ele alalım. Man (adam) kelimesinin ilk tanımı hu­
man being (insan) şeklindedir. dikkat çekse de, takip edilen Critical Re w ie wAkade­
mik Dergisi'nin yakındığı gibi "Kant'ın felsefesi bu
"Kral ben gibi bir insandır." (Shakespeare) ülkede çok az" bilindi.

İlahi hak ve mutlak egemenliğin güncel fikirler ol­ 1 806'dan sonra onlarca yıl Kant'ın adı İngiliz dergi­
duğu, sözlüklerin ve ansiklopedilerin saygısız dü­ lerinden adeta kayboldu. Zaten çok nadir bulunan
şünceleri ifade etmenin gizli bir yolu haline geldiği Kant eserlerinin tercümeleri de rağbet görmedi. Bu
bir günde Johnson'ın sözcük seçimini siyasi ve felsefi yüzden Kant'ın pratik felsefesinin İngilizcede ken­
açıdan değersiz görürsek kesinlikle bazı noktaları dini göstermesi çok yavaş gelişti. Özellikle onurla
kaçırırız. Bunun yerine ben Johnson'un seçimleri­ ilgili meşhur iddialarını ortaya attığı Ahlak Metafi­
nin Avrupa aydınlanması boyunca insan değerinin ziğinin Temellendirilmesi, İskoçyalı J.W.Semple ilk
genel bir şekilde yeniden düşünülmesiyle ilgili daha ciddi baskıyı 1 836Cla verene kadar profesyonel bir
derin bir hikayeye işaret ettiğini düşünüyorum. Bu şekilde İngilizceye çevrilmemişti. Hatta yine İskoç­
hikaye dignitykelimesinin bugünkü ahlaki anlamına yalı Henry Calderwood düzenlenmiş halini 1 869'da
nasıl ulaştığımızı kısmen de olsa açıklıyor. orijinal fiyatın üçte birine yeniden basana kadar bu
çeviriye de kolay erişilemiyordu. Gerçekten de, 19.
Ya da şunu düşünün: Daha 1 760 yılında Kant, in­ yüzyılın ilk yarısında Kant'a gösterilen akademik ilgi
san değeri konusunda RousseauClan etkilendiğini dikkatin hala teorik felsefeye yoğunlaştığı yerde yani
kendisi not düşmüştü. Kant "insanlığı onurlandır­ İskoçya'daydı. Tüm bunlar düşünüldüğünde Kant'ın
mak" kavramını da Rousseau'dan öğrendiğini be­ Anglofon ahlak felsefesine etkisi, Anglofon saygı
lirterek "Rousseau bana bu konuda doğruları gös­ kavramını bir yana bırakalım, 1 870'den sonra görül­
termişti" diye yazdı. Doğruyu söylemek gerekirse se de bu tarihten önce yok denecek kadar azdı.
bu yardım günümüzde Kant üzerine çalışan bilim
insanları tarafından oldukça takdir ediliyor. Ancak Hepsi göz önüne alındığında görünen o ki şimdi
onur kavramının Kant öncesi ahlaki değer kazandı­ Batı'nın insan onuru kavramını nasıl benimsediği
ğını gösteren kanıtlar da yok değil. Örneğin, ben an­ ve bunun gerçekten ne anlama geldiğini yeniden dü­
tolojideki makalemde Rousseau'nun meslektaşı De­ şünme zamanı. Belki de kökenine indikçe gördüğü­
nis Diderot'nun kendi onur kavramını geliştirdiğini müz gibi, insanların paylaştığı en temel "değer"in ne
gösteriyorum. Stephen Darwall kendi makalesinde olduğu hakkında söylenecek daha çok şeyin olduğu­
ise onur teriminin bu düşünürlerden önce de doğal nu fark edeceğiz.
hukuk düşünürü Samuel Pufendorf tarafından kul­
Kaynak: blogs.lse. ac.uk
landığını ve şöyle yazdığını belirtiyor:

"insan adına onurlu (dignatio) bir kişi varmış gibi


görünüyor: böylece aşağılayan insanların kibrine gem
vurmak için nihai ve en etkili iddia genellikle Ben kö­
pek değil insanımdır."

Kant'ın İngiliz bakış açısına etkisinin 1 830 yılına


kadar çok az olduğu genellikle unutulmaktadır ve
bu bakış açısının 1 830 öncesi ve sonrasında nasıl
etkilendiği bazı faktörlerce sınırlandırılmıştır. İn-

11 l!t1tf!11 ırn 1
l \
1 � ı
j � t
PSİKANALİ Z VE HiKA YE ANLA TICILIGI
;;:=:;.t_�������.,.--��-=-�����_;_����·
.a,.=
l � '

MERVE GÜNDAV*
/ �,

) 1

Anlatı kuramı, Fransız ve İngiliz edebiyatı, hukuk ve isimli çalışmasında, metnin açıklanmasını hedef
psikanaliz gibi disiplinlerarası çalışmalarıyla dikkat almayan, postyapısalcı bir psikanalitik eleştiriyi des­
çeken akademisyen-yazar Peter Brooks'un ilk kez tekliyor. Psikanaliz, bir çözümleme aracı olmadığı
1994 tarihinde yayınlanan Psikanaliz ve Hikaye An­ gibi, psikanaliz aracılığı ile çözümlenmeyi bekleyen
latıcılığı kitabı, Mersin Üniversitesi, Fen-Edebiyat tek bir gerçek de yoktur. Gerçek ve yalanın iç içe
Fakültesi, Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü öğre­ geçtiği düzlemde, analiste dedektif görevi yükleme­
tim görevlilerinden Hivren Demir-Atay ve Hakan nin anlamsız olacağı fikri, muhakkak ki, edebiyat ve
Atay'ın çevirisi ile geniş okur kitlesine sunuluyor. psikanaliz ilişkisinin kutuplaştırıcı ikili zıtlıklar kap­
20 16 yılında Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi'nden samında değerlendirilmemesi gerektiğini savunan
çıkan kitabın editörlüğünü Ergun Kocabıyık üst­ Brooks'u destekler niteliktedir.
lenmiştir. Ankara Üniversitesi, Basın Yayın Yüksek
Okulu mezunu olan Kocabıyık, edebiyatçı kimliği ile Üç bölümden oluşan kitap boyunca, Brooks edebiyat
de ön plana çıkmaktadır. Freud, Barthes, Bakhtin, ve psikanaliz birlikteliğinin büyük anlatıları aşan di­
Felman, Balzac, Benjamin ya da Lacan gibi birçok namikliğine vurgu yapar. Analist ve analizan ilişkisi
isme atıfta bulunan kitabın yoğun içeriğine rağmen yankısının hissedildiği psikanaliz ve edebiyat bir­
çeviri kokmayışı, şüphesiz ki, asıl metne sadık kalır­ likteliği nasıl olmalıdır? Anlatının iyileştirici etkiye
ken Türkçe'nin dokusunu da okuyucuya hissettirme­ erişmesinde anlatıcı ve dinleyenin konumlandığı hi­
sine bağlanabilir. yerarşik sistemin yıkılması gerektiği düşüncesi nasıl
açıklanabilir? Psikanaliz hangi yönleri ile edebiyat
Analiz nesnesine bağlı kalarak yazar, okur ve kurma­ ile benzeşir? Brooks, cevabını aradığı bu ve benzeri
ca kişiler gibi üç genel kategoriye yönelen geleneksel sorulara okuyucusunu da dahil ederek, çeşitli edebi
psikanalitik eleştirinin reddedilmesi gerektiğini sa­ yazarların eserlerine doğru yolculuğa çıkar. Bir anda
vunan Brooks, edebiyat ve zihin yapısının eşdeğer­ Balzac'ın dünyasına erişen okur, çok geçmeden Sha­
liliğini savunduğu Psikanaliz ve Hikaye Anlatıcılığı kespearee ya da Sherlock Holmes'a varır ve sürekli

•Doktora Öğrencisi, ODTÜ İngiliz Edebiyatı Anabilim Dalı

tf!W"·'rn'ID
Bu bölümde, ön-hazzın edebi me­
tinlerin okunmasındaki rolüne
vurgu yapılırken, fetişizmle ilişki­
li olan teşhircilik ve röntgencilik
kavramlarına da değinilir. Me­
tinlerin basitçe tüketilmesini red­
deden Brooks, Barthes'ın Metnin
Hazzı ( 1he Pleasure of the Text)
isimli çalışmasında belirttiği gibi,
lineer olmayan bir okuma mode­
lini destekler. Edebiyatta ön-haz­
zın temsilcisi olarak ise, Balzac,
Baudelaire ve Flaubert gibi yazar­
lar üzerine okumaları olan ve son
dönem Romantiklerden sayılan
Barbey d'Aurevilly'i görür.

Brooks, yapısalcı düşünce ve post­


yapısalcı düşüncenin edebi me­
tinlere yaklaşımındaki ayrımına
dikkat çeker: yapısalcı düşünce,
edebiyat çalışmaları için bir üst
dil sunarken, Barthes'ın postya­
pısalcı döneminde belirttiği gibi;
dil, herhangi bir üst dil ile temel­
lendirilemez niteliktedir. "Psika­
sorgulama sürecine davet edildiği yazarın, okurun ya da her ikisi­
naliz edebi analiz için rastgele se­
bu yolculukta aktifbir rol üstlenir. nin de geçmişi olarak alır. An­
çilmiş bir arametin değildir; ısrarlı
cak, fantezi modeli, kişisel geçmiş
Brooks, kitabının "Bir Psikanali­ hakkında değil, metinsel geçmiş,
ve talepkar bir niteliği vardır": "bir
tik Eleştiri Fikri" ismini verdiği şimdiki zaman ve öngörülen ge­
alandan ötekine sınırları çizmek,
birinci bölümünde, psikanalizin leceğin ilişkileri hakkında fikir
zihnin düş görmemizi, arzulama­
"geleneksel" yaklaşımdaki rolü­ sunar. Brooks, biçim ve arzunun
mızı, yorumlamamızı, dolayısıyla
nün, bir tartışmayı ya da metni etkileşimini kanıtlayarak, fantezi­
da kendimizi insan özneler olarak
açmak değil, Shoshana Felman'ın nin metin içi zamansal ilişkilere
kurmamızı sağlayan kurmacaları
da belirttiği gibi, alışılmadık olanı ve onların istek ya da arzuya göre
nasıl inşa ettiğine ve gerçeği nasıl
meşru kılıp sınırlandırmak oldu - düzenlenişlerine göre dinamik bir
yeniden formüle ettiğine dair an­
ğunu savunur. Son sözün kuşkuy­ model sunduğunu savunur.
layışımızı hem doğrular hem de
la karşılandığı ve anlamın ikili karmaşıklaştırır" (57). Brooks,
zıtlıklar etrafında şekillendirilme­ Brooks, edebi çözümlemede, Lust edebiyat ve ruhsal süreçler arasın­
diği postyapısalcı yaklaşımla, psi­ (Haz) ve Unlust'a (Hazsızlık) göre, daki örtüşmeye gönderme yaptığı
kanalitik eleştiri yazar odaklı ol­ Vorlust'ın (Ön-haz) daha ümit ve­ bu iddiasını, psikanalizin edebi­
mayı reddedip, metne ve retoriğe rici olduğunu düşünür; çünkü, yat eleştirisi için önemine bir kez
dayalı bir hale gelmiştir. Psika­ Ön-haz, metinsel dinamikte hem daha vurgu yaparak destekler ve
naliz ve edebiyatın okuma dina­ erteleme hem de ilerleme içerir. kitabının birinci bölümünü son­
miklerini sorgulayan bir diyaloğa Bu açıdan, fetişizm olasılığını be­ landırır.
girmesiyle birlikte ise biyografiye raberinde getiren ön-haz, Roland
"Marjinlerdeki Değişimler: Ya­
dayalı psikanalitik eleştiri şüpheli Barthes'ın S/Zöe yer verdiği "ge­
pılandırma, Aktarım ve Anlatı"
konuma düşmüştür. ciktirici uzam"la (dilatory space)
isimli kitabın ikinci kısmında,
ilişkilendirilebilir. Brooks'a göre,
anlatıcının dinleyici ile ilişkisi­
okuma eyleminin sona erişmek
nin en az hikayenin kendi içeriği
Brooks'a göre, Freud gibi, Psi­ amacıyla yapılmadığını ima ede­
ve yapısı kadar önemli olduğunu
kanalitik Sürecin Edebi Kullanı­ rek, ayrıntılara odaklanıldiğını
savunulur ve anlatılarda aktarıma
mı'nın yazarı Meredith Sakura belirten fetişizm, anlatı çözümle­
yer açılması açısından Freud'un
da fantezide değinilen geçmişi; mesinde önemli bir yere sahiptir.
"Dora" adıyla tanınan "Bir Histe-

m 'rnffiıiffi1
ri Olgusunun Çözümlemesinden "dedektifin peşine düştüğü kişi" Çılgınlığının sona erdiği an ise
Parçalar" başlıklı ilk olgu öyküsü rollerinin devinimsel bir şekilde ölümünün başlangıç noktası olur:
geçiş metni olarak görülür. Bro­ yer değiştirerek, takip eden ve ta­ "Adieu" kelimesini söyledikten
oks'a göre, "aktarım metinseldir, kip edilen arasındaki ayrımın bu­ sonra ölür. Brooks, değindiği Bal­
çünkü geçmişi simgesel bir şekilde, lanıklaşması bunun göstergesidir. zac öyküsündeki yapılandırmayı
işaretlerle, dolayısıyla da 'gerçekte' "etkileyici, inandırıcı, iyileştirici
yok olan ama metinsel olarak var Holmes'un "Son Vaka'' isimli ve aynı zamanda ölümlü" (Brooks
olan ve dahası hem anlatıcının hikayesine göndermede bulu - 8 1 ) olarak nitelendirir.
hem de dinleyicinin gerçekleştir­ nan Brooks, psikanalizde yapı­
dikleri yorumlama edimiyle şe­ landırmayı örneklendirmek için Sonraki paragrafta, ''Adieu"nün
killenmesi gereken bir şey olarak Balzac'ın "Adieu" ("Hoşçakal") sonunun Shakespeare'in Kış Ma­
sunar" ( 66). Freud'un belirttiği isimli hikayesine de atıfta bulu­ salı başlıklı oyununun son sah­
gibi, yapılandırma/yeniden yapı­ nur. Hikayedeki Philippe, Bere­ nesine benzediğine dikkat çeki­
landırma bir arkeoloğun üstlen­ zina nehrinin öteki yakasına ge­ lir. İffeti hakkında şüpheleri olan
diği göreve eş değer görülebilir; çene kadar aklını yitiren ve onu Leontes'in kuşkularından dolayı
çünkü, hem arkeolog hem de hatırlamayan Stephanie'yi evcil­ ölen Hermonie isimli karakterin
psikanalist yıkıntılardan saçılan leştirmek adına, travmanın yaşa - heykeli, Leontes'in aşkı adına ha­
parçaları birleştirip onların yeni­ nıldığı nehirden geçişin sekiz yıl yat bulur. Oyundaki olay örgüsü­
den boyut bulması için çabalar; önceki anının tekrar edildiği bir nün aktarım açısından değerlen­
ancak, arkeolojiden farklı olarak psikodrama düzenler. Geçmişin dirilişi ile, Leontes'in kıskançlık
psikanaliz, halen canlılığını de­ simgesel bir şekilde yeniden can­ duygusu ve bu kıskançlığın do­
vam ettiren insana eğilir. landırıldığı bu psikodramanın so­ ğurduğu sonuçlar sergilenir.
nunda, Stephanie Philippe'i tanır
Brooks, psikanalitik yapılandırma ve 8 yıl evvel ondan ayrılırken ona ''Adieu"nün trajik sonla bitmesin­
modeline dayanan anlatı yapılan­ söylediği son söz olan "Adieu" ke­ deki neden, Philippe'nin düzen­
dırması görüşüne göre, anlatının limesi dudaklarından dökülür. lediği psikodramada, analizanı
ya da anlatı anlamının çıkarımın -
da dinleyicinin ya da hikayenin
anlatıldığı kişinin üstlendiği aktif
role vurgu yapar: "diyalogların
çoğunluğunda olduğu gibi, anlatı­
cının dinleyiciyle ilişkisi hem bir
işbirliği hem de bir mücadele iliş­
kisidir" (70). Bu durum, analist ve
analizan arasındaki hiyerarşinin,
dayandığı zeminin kayganlaşma -
sıyla, geçici süreyle hatta çoğun -
lukla altüst edildiğini sergiler.
Analist ve analizan arasındaki di­
namik birlikteliğin metin ve okur
ya da edebiyat eleştirmeni ara­
sında da devam ettiğini savunan
Brooks, bu bağlamda Shoshana
Felman'a atıfta bulunur: Felman,
edebiyat eleştirmeninin metinle
olan ilişkisinde hem psikanalist
hem de hasta rolü edindiğini sa­
vunur.

Brooks'a göre, "analist ve anali­


zan" ya da "okur ve metin" arasın-
daki diyalojik ilişki, Sherlock Hol­
mes'un "Son Vaka'' ( 1 893) isimli
hikayesinde açıkça sergilenmek­
tedir. Hikayedeki "dedektif" ile

lf!t1'i!rn• ll
konumundaki Stephanie'nin aktarım diyaloğuna ramı, Brooks'ta Freud ve Lacan'ın aktarım modelini
girmesine yardım edecek aktif bir rol üstlenmesine çağrıştırır; çünkü, Lacan'a göre de, dinleyicinin var­
izin vermeyip onu kendi belirlediği sınırlara konum­ lığı analizanın anlatısına aktif bir rol yüklemektedir.
landırmasıdır. Oynaması için dayatılan bu hikayede Bu doğrultuda, aktarım sürecinde, hem "dinleyici"
akışkanlık fırsatı tanınmayan Stephanie'nin ölüme hem de "anlatan" dinamik bir rol üstlenmiş olur.
yüz çevirmesi, terapinin analistin analizana üstünlük
Brooks, Barbey d�urevilly'nin Şeytani Öyküler kita­
sağladığı ve analizanı tarafından fark edilmeyi bek­
bında yer alan "Bir Whist Partisinin Perde Arkası"
lediği tek taraflı durağan bir süreç olmayıp, her iki
başlıklı hikayesini örnek göstererek, modern roma­
tarafın da etkileşime girdiği ve hiyerarşilerin yıkıldı­
nın temsil ettiği yalnız bireye ve tek başına var olan
ğı aktif bir süreç olduğunu kanıtlar niteliktedir. Ben­
okurun yaşam alanına yönelik bakış açısına hikaye­
zer şekilde, Brooks, Philippe'nin hikayenin sonunda
de ulaşılabileceğini iddia eder. Brooks'a göre, hikaye,
intihar edişini de onun analizanı ile yer değiştirmeyi
romanın kaybettiği canlılığı geri kazanmaya davet
kesinlikle reddedişine dayandırır. Bu durum, Philip­
eder. Bu açıdan, Brooks, psikanaliz ve hikaye anlatı­
pe'nin başarısız bir okur olduğunu gösterir. Terapi­
cılığı ilişkisine bir kez daha vurgu yapar: psikanaliz­
nin başarılı olabilmesi için, analistin analizde kendi
de olduğu gibi, hikaye anlatıcısı ile dinleyici arasın­
benliğini geri plana çekmesi ve Lacan'ın aktarım ko­
daki diyalog, karşılıklı etkileşime dayanır.
nulu seminerinde değindiği gibi analizanın arzusu­
na kulak vermesi gerekir. Daniel Gunn'ın da belirtti­ Sonuç olarak, Brooks, hikaye anlatıcısı ile dinleyici
ği gibi, "aktarım gücü, bir aşk hikayesinin gücü gibi, arasındaki ilişkiyi analist ile analizanı arasındaki iliş­
bu iki zamirin eşleşmesinde yatar: 'sen' ve 'ben"' (akt. kiye benzetir. Brooks'a göre, bu ilişki, logosentrik bir
Brooks 85). Brooks, anlatıcı ve dinleyicinin sürekli düzleme dayalı kalmaksızın, hiyerarşilerin yıkıldığı
olarak yer değiştirdiği dinamik aktarım sürecinde dinamik bir süreci kapsar. Hikaye anlatıcılığının iyi­
anlatılanın da değişiklik yarattığını iddia ederek ki­ leştirici etkisi ise, okur ya da anlatıcının bu diyalek­
tabının ikinci bölümünü sonlandırır.
tikteki aktif rollerine vurgu yapar.

Kitabın "Hikaye Anlatıcısı" isimli üçüncü bölümün­ Brooks, Peter. Psikanaliz ve Hikdye Anlatıcılığı. Çev., Hivren
de anlatma eyleminin hem okuru hem de yazarı et­ Demir-Atay&Halcan Atay. Haz., Ergun Kocabıyık. lstanbul:
Boğazifi üniversitesi Yayınevi. 2016.
kilemesi nedeniyle asla masum bir eylem olmadığını
iddia edilir. Anlatı eyleminin dinamik yapısı, De­
cameron ve Binbir Gece Masalları başlıklı eserlerde
açıkça sergilenmektedir: Decameron'daki insan top­
luluğunun hikaye anlatışı, sürekli olarak yeni kahra­
manların tanınmasına olanak verirken, Binbir Gece
Masalları 'ndaki farklı anlatı düzeyleri iyileştirici bir
etki sunar.

Brooks, anlatının önemini vurgulamak adına, Wal­


ter Benjamin'in "Hikaye Anlatıcısı" başlıklı maka­
lesine de değinir. Benjamin, hikaye anlatma sanatı­
nın bitmekte olduğunu düşünür. Benjamin'in sona
erişmekte olduğunu iddia ettiği hikaye anlatıcılığına
meydan okuyan etken romandır. Bunun nedeni, ro­
mancının adeta bir tanrı edası ile logosentrik düz­
lemde işleyerek, etrafındakilerle etkileşime girme
yeteneğinden yoksun olmasıdır. Benjamin, sona
erişme çabasındaki okumaya karşı çıkar.

Brooks, anlatıdaki devinimselliğe, Barthes'ın "diya­


lojik" kavramı kapsamında dikkat çeker. Barthes'a
göre, her sözcük kendisinden önce söylenmiş söz­
cüklerle ilişki içindedir: "asla bütünüyle konuşan
kişiye ait değildir, asla bakir değildir; daima ödünç
alınmıştır ve halihazırda içinde kullanılmış olduğu
bütün diğer ifade tarzlarının kalıntılarını da berabe­
rinde taşır" (Brooks 1 0 1 ) . Barthes'ın "diyalojik" kav-

ll!l tttwnı ını ı


1
j
TANIDIK BİR YÜZ: PERSONA {�
), �
KARDELEN AKÇAM !
, �
1
/

Persona, Eski Yunan tiyatrosunda oyuncuların tak­ kınını kaybetmiş insanlara yardım etmek amacıyla
tıkları maskeye verilen isimdir. Fakat bu kelime artık bir araya gelmiş dört kişinin hikayesini anlatır. Bu
bir tiyatro sahnesinde değil, gündelik yaşamda an­ kişiler, hizmet verdikleri insanların ölen yakınları -
lam kazanır. Varlığını sürdürdüğü yer görkemli, ışık­ nın yerine geçerek onların acılarını dindirmeyi ve
lı sahneler değil kentler, sokaklar, meydanlardır. Per­ hayatlarına kaldıkları gibi devam etmelerini sağla­
sona artık her yerde ve herkestedir. İnsanın kendisi yarak para kazanırlar. Yakınlarının giydikleri kıya­
olmayan bir kişiliği yaşamasıdır. Persona ile birlikte fetleri giyip, onların yaptığı işi yaparlar. Aynı şekilde
birey yaşadığı dünyaya uyum sağlar. Toplum yaşan­ konuşup, aynı şekilde gülerler. Aynı tepkileri verip,
tısına ayak uydurmanın zorunlu bir yoludur bu. aynı duyguları hissedip kendileri olmaktan çıkarlar.
Aslında gerçek hayatlarından memnun olmayan bu
Jung, kolektif bilinçdışı kavramını açıklarken arke­ kişiler için bu iş bir kurtuluş yoludur. O maskenin al­
tiplerden bahseder. Bu arketiplerden biri olan perso­ tına sığınmaya çalışırlar. Zamanla taktıkları bu mas­
na, benlik rolü yapan bir maskedir. Kişi yani person keye teslim olup kendi benliklerini unuturlar, gerçek
sözcüğünün ilk anlamının maske olduğunu belirten hayatlarını değil o maskenin yaşattıklarını isterler.
Ezra Park, bunu bir rastlantı olarak değerlendirmez.
Ona göre bu, kişinin az çok farkında olarak belli bir "Normal olarak, bilinç, doğru dürüst işleyen bir per­
rolü üstlendiği ve oynadığı gerçeğinin kabulüdür. Bu sona'yı istediği gibi kullanabilir, anın koşullarına uy­
roller içerisinde hem birbirimizi hem de kendimizi durabilir onu, hatta gerekirse başka bir persona ile
tanıdığımızı söyler. Ancak Jung'a göre kimi zaman değiştirebilir. Çevresine kendisini iyi uydurmuş birey,
insanlar saklandıkları bu maske altında yaşamaya düğüne giderken başka, iş konuşurken başka, nutuk
ve gerçek benliklerini, kişiliklerini açık etmemeye o çekerken başka persona'lar takar. Persona'sını değiş­
kadar alışırlar ki bu maske donar. Artık gerçek kim­ tirebilmesi için onun bilincinde olması gerekir. Tabi,
liğiyle beraber birey de yok olmuştur. persona'sı bilincin geliştirilmiş üst işlevi ile ilgisi ise,
yapabilir bunu. Ama ne yazık ki, her zaman böyle ol­
Persona kavramını tüm açıklığıyla inceleyebileceği­ maz; çevreye uyum, istenilenin tersine, bazan üst iş­
miz alanlardan biri sinemadır. Yorgos Lanthimos'un levle olur. Ya da, bireye ana-babasının ya da eğitimin
dördüncü uzun metraj filmi olan Alpeis (Alpler), ya- baskısıyla zorlanabilir. Ama bu çok sonra acı sonuçlar

tttkfüırn• 111
doğurabilir. Doğal ruhsal mizaca karşı gelme, nevro­ Hiroshi Teshigahara'nın yönetmenliğini üstlendiği
za yol açmasa bile, bir tür «zorlanımlı kişi» oluşturur. 1 966 yapımı The Face of Another (Tanin no kao )öa
Bunların yaşamları boyunca başkalarına karşı davra­ geçirdiği iş kazası sonucu yüzü yanan bir adamın
nışlarında yapma, mekanik bir şey vardır" ( 1 ) . içinde yaşadığı toplumla olan mücadelesine tanık
oluyoruz. Okuyama, dışlanmamak adına sürekli
Erving Goffman ise günlük yaşamda bireylerin yüzünde sargı bezleri ile geziyor ve eşinden, iş ar­
sergiledikleri rolleri yani bir anlamda maskeleri kadaşlarından beklediği ilgi ve yakınlığı göremiyor.
derinlemesine inceler. Goffman, Günlük Yaşamda Onu anlaması için eşinin yüzünü kesmeyi düşünen
Benliğin Sunumu 'nda hayatımız boyunca insanların bu adam tedavi gördüğü psikolog sayesinde sargılar­
arasında sergilediğimiz her davranışı "rutin" olarak dan kurtulur. Artık yüzünde tanımadığı başka bir
tanımlarken tüm bu rutinlerden oluşan faaliyetleri adamın yüzüne ait olan bir maske vardır. Bu maske
anlatmak için ise "performans" terimini kullanır. sayesinde sosyal hayatına geri dönebilecek ve eşiy­
Bizler ise bu performansları sergileyen aktörleriz. le yeniden duygusal bir bağ kurabilecektir. Okuya­
Toplumsal yaşam bir tiyatro sahnesini andırır ve ma artık insanların arasına karışabilmektedir, fakat
bizim var olduğumuz mekan, evimiz, işyerimiz, maske onu giderek değiştirmektedir. Kıyafet se­
okulumuz, mobilyalarımız vitrin bölgesini oluştu­ çimlerini yeni "yüz"üne göre yapar, önceleri sarhoş
rur. Kişisel vitrin ise o rutini sergilerken role uygun olamazken artık hemen sarhoş olabilmektedir. Onu
olarak giyindiğimiz kıyafetler, takındığımız tavır, sarhoş eden, uyuşturan, kendi olmaktan çıkaran
oturuş biçimimiz, konuşma tarzımızdır. Rol neyi ge­ maske midir?
rektiriyorsa vitrini ona göre ayarlarız yahut vitrin ne
ise ona göre oynarız. Aktörler yani bizler bu perfor­ "Başkalarının bakışlarıyla gözetim altına alınan be­
mansları sergilerken bizi izlemekte olan seyircileri den, objektif bedene dönüşerek zamanla nesne halini
göz ardı edemeyiz, onların isteklerine, beklentileri­ alır. Özellikle bedensel şekil bozukluklarının görünür
ne ve en önemlisi toplumun genel kurallarına dik­ olduğu kişilerde bu durum, utanma ve suçluluk üze­
kat etmek zorunda hissederiz kendimizi. Bu bir var rinden iki ayrı düzeyde gerçekleşir. Canlı beden ağrı,
olma ve görünür olma çabasıdır, toplumsal yaşamın yorgunluk, yara ya da hastalık altındayken yeni bir
tüm insanlara dayattığı ahlaki ve sosyal kurallara
uyma gerekliliğidir. Goffman'ın teorisinde önemli
bir yeri olan diğer iki kavram ise ön ve arka bölgedir.
Ön bölge, performansın gerçekleştiği ve seyircilerin
bulunduğu bölgedir. Seyirciler artık aktörleri yalnız
bırakmazlar ve onların rutinlerini gerçekleştirme­
lerinde yardımcı olurlar. Hataları, aksaklıkları gör­
mezden gelirler. Çünkü herkes aynı zamanda hem
seyirci hem aktördür. Bu iki kavram birbirinden zıt FROM THE DIRECTOR A TRULY ORIGINAL WO

OF THE ACADEMY AND A MASTERPIECE


bir biçimde ayrılamaz. Arka bölgede ise sadece ak­ AWARD-NOMINATED OF CONTEMPORARY
törler bulunur. Seyirci bu iki bölge arasındaki sınıra DOGTOOTH EXISTENTIAUSM."

saygı gösterip arka bölgeye geçmeye çalışmaz. Ak­


törler aynı bir kuliste olduğu gibi burada rutinlerine
hazırlanırlar.

Filmde ölen kişilerin yerine geçen insanların oluş­


turduğu gruba Alpler adının verilmesi persona ve
Goffmancı deyişle "performans" hakkında önemli
ipuçları içeriyor. Bu ismi seçmelerinin iki nedeni
vardır: birincisi ne iş yaptıklarına dair hiçbir ipucu
taşımaması; ikincisi ise Alp Dağları'nın yerini başka
hiçbir dağın alamaması. Sahiden her gün işe, okula,
markete giderken yahut sadece yolda yürürken bile
taktığımız bu maskeler bu kadar biricik mi? Maskeyi
biricik yapan sadece o maskenin varlığı yani kişinin
üstlendiği rol mü yoksa esas biricik olan kişinin bir
türlü ifade edemediği esas benliği mi?

m ırtt1ıırn•
rol edinir ve halsiz, inatçı ya da kırılgan bedene dönü­ akşam bir binadan çıkan yüzleri maskeli insanların
şür. Başkalarının bakışları tarafından yakalanır ya­ arasından geçerler. Ve yalnız kaldıkları an maskesi­
kalanmaz canlı beden, özlü bir şekilde değişir: Şu an­ ni bilen tek insan olan doktorun yaşamına son verir
dan itibaren, o başkalarının izlerini taşır; o başkalar Okuyama. Artık "özgür"dür.
için nesne, eşya vb. olur. Başkalarının bakışları canlı
bedeni cisimleştirir. Bu özellikle gözetleyici, aşağılayı­
Maske herkeste ve her yerdedir. Herkes kendini giz­
cı, inceleyici, duygusuz, nesneleştirici vb. bakış için ge­
ler. Cinsel kimliğini, doğduğu şehri, tuttuğu takımı,
çerlidir. O kişinin kendi bedenini engeller, cezbeder ve mesleğini, dünya görüşünü, inancını gizlemek zo­
ona boyun eğdirir. Başkalarının bakışı, canlı bedeni
runda kalan insanlarla doludur dünya.
felç eder ve bir süreliğine taşlaştırır" (2) . Dipnotlar

Yeni yüzü ile birlikte var olduğunu hissetmek iste­ ( l ) Cari Gustav Jung, Analitik Psikoloji, 41 -42.
yen Okuyama, bir kadına saldırdığı için karakola (2) Zülküf Kara, Toplumla Yüzleşme, 48-49.
götürülür fakat yargılanmaz. Çünkü o hiç kimsedir,
Kaynakça
onu var eden gerçek bir yüzü yoktur. Oysa Okuya­
ma bu yeni yüzüyle yeni ilişkiler de kurabileceğini JUNG, C. Gustav, Analitik Psikoloji. Çev: Ender Gürol. İstanbul:
düşünmüştür. Eşine bir yabancı gibi yaklaşıp onu · Paye! Yayın evi, 2006, ss. 4 1 -42.
tekrardan kazanmak ister. Kazandığını sandığı sıra­ KARA, Zülküf, Toplumla Yüzleşme. İstanbul: Ayrıntı Yayınları,
da eşinin onu en başından beri tanıdığını fark eder. 20 1 3 , ss. 48-49.
Bunun nasıl olabildiğine anlam veremez. Bu maske
onun yeni yüzü ve her şeye yeni bir başlangıç değil
miydi? Yeni bir var olma çabası değil miydi? Gerçek
olan maske miydi yoksa maske aşağılık bakışlardan
kurtulmak için geçici bir çözüm müydü? Artık eşi
de onu terk edip gitmiştir, geriye sadece maskeyi ha­
zırlayan doktor kalmıştır. Beraber yürüdükleri bir

ertt1 ıırn• m
METAFİZİK BİR PARADİGMA OLARAK POZİTİVİZM
BERKAY COŞKUN

Bugün günümüzde hala tartışılabilecek bir nitelik­ lar eyleyenleri zorlar, dolayısıyla toplumsal olgular
te olduğunu düşündüğüm eski bir mevzuya değin­ kısıtlayıcı ve baskıcıdır; 3. Toplumsal olgular, "şey­
mek istiyorum. İki yüzyıl geriye dönüş yaparak ilk ler" olarak ele alınmalıdır (2). Burada, bizi ilgilendi­
önce Comte'un, sonra da yarım yüzyıl ileriye giderek ren seçenek, tam da üçüncü özelliktir.
Durkheim'ın görüşleri üzerinden pozitivist paradig­
maya dair ufak ama bir o kadar da ufuk açıcı olaca­ Durkheim "şey" mefhumunu, sosyolojiyi felsefeden
ğını düşündüğüm tespitlerimi sizlerle paylaşacağım. ayrı, bağımsız bir araştırma alanı kurmak için kul­
Çıkış noktası olarak Comte'u seçmekteyim, bunun lanmıştır (3). Gelgelelim Durkheim, bununla sui
altında iki sebep vardır: 1 . Comte'un pozitivist para­ generis, Türkçe ifadeyle, kendine has, başlı başına
digmanın kurucusu olarak kabul edilmesi; 2. Durk­ bir varlığı ya da gerçekliği kasteder. Bunu daha an­
heim'ın pozitivist görüşlerini, Comte'un bazı poziti­ laşılır kılmak için şu alıntıya başvurmakta fayda var­
vist görüşleriyle birleştirerek, pozitivist paradigmaya dır: " Toplumsal bir olgu, dışsal bir kısıtlamayı birey
dair farklı perspektiflerden tamamlayıcı bir görüş üzerinde uygulama yeteneği olan sabit veya sabit ol­
ortaya sunma yönündeki amacım. Diğer bir deyiş­ mayan her eyleme biçimidir; yine o, verili bir toplum
le, ilk önce Durkheim'ın görüşlerinin değinilmesi içinde genel olan her eyleme biçimi olduğu halde aynı
gereken kısımlarını sizlere aktaracağım ve konuyla zamanda bireysel tezahürlerinden bağımsız olarak
bağlantılı olan yerde Comte'un bilim anlayışına dair kendi içinde varolur" (4). Anlaşılacağı üzere, belirt­
önemli bir görüşü Durkheim'ın görüşleriyle sentez­ tiğimiz toplumsal olguların üçüncü özelliği açık bir
leyeceğim. şekilde, toplumsal olguların bireylerden bağımsız ol­
duğunu göstermektedir: "Sosyal olguların ayırt edici
Birçok genel sosyoloji ve metodolojiyi anlatan ki­ son göstergesi ise, kişinin iradesinden bağımsız olarak
taplarda çoklarca kez tekrarlandığı üzere, Durk­ her bireye empoze ettiği zorlayıcı güçtür" (5). İşte, bu
heim'ın sosyolojisinin temeli toplumsal olguların yazıda tartışacağımız konu toplumsal olguların ken­
araştırılmasına dayanmaktadır ( 1 ) . Bugün biz de, dinde bir gerçeklik olarak eyleyenlerden bağımsız
Durkheim'ın toplumsal olgular için varsaydığı üç bir biçimde varolmasıdır.
temel özellikten hareketle, pozitivizme dair bir yo­
rum geliştirmeye çalışacağız. Öncelikle, Durkheim Toplumsal olguların üzerine Durkheim örnek olarak
toplumsal olgular için şu üç özellikten bahseder: 1 . dili vermiştir. Durkheim, dili, toplumsal olgu olarak
Toplumsal olgular gözlemciye dışsaldır; 2 . B u olgu- ele almakta ve üç özellik kapsamında değerlendir-

m ıttt..ıııırn•
mektedir. Biz burada konumuzu "şey" ile sınırla­ bir varlık olmasıdır. Bu yorumlar neticesinde, Durk­
dığımız için toplumsal bir olgu olarak dilin özelli­ heim'ın sui generis 'inden anlayabileceğimiz şey, top­
ği üzerine sadece şu alıntıyı yapmakla yetiniyoruz: lumsal olguların bağımsız bir varlık olarak eyleyen­
"İkincisi, dil bireyin dışındadır. Bireyler bir dil kul­ lerin varlıksal statülerinden farklı olarak, toplumsal
landıkları halde dil, birey tarafından tanımlanamaz olguların ve asıl olarak toplumun ebedi-ezeli bir
veya yaratılmaz" (6). Buradan hareketle, dilin bizler varlık olarak verili bir yapıya sahip olmasıdır. Her
tarafından yaratılmadığı, bizim hayata geldiğimiz­ ne kadar yazı başlığını düşününce, daha şimdiden
den itibaren "verili" dili içselleştirdiğimiz yönünde konuyu nereye bağlayacağım yaklaşık olarak kesti­
yorum yapılabilir. Buradan çıkarsanacak anlam şu­ rebilecek bile olsa, konuyu asıl noktaya bağlamadan
dur: 1 . Bireyler yaratım gücü olmayan pasif varlıklar önce, verili durum ile ilgili ilginç bir yorumu ortaya
olarak tek aktiflikleri, varolanı benimseyerek içsel­ koymak için yeni bir paragrafa geçmek istiyorum.
leştirmeleri ve böylece varolanın yeniden üretimini
sağlamalarıdır; 2. Bir toplumsal olgu olarak dil, bi­ Marx, ideolojik yanılsamadan ve bu yanılsamanın
reyler tarafından tanımlanamaz veya yaratılamaz. O kaynağından bahseder. İdeolojik yanılsamanın kay­
halde, dışsal bir varlık olarak dil nereden gelmiştir? nağı olarak da, hakim sınıfların egemen ideoloji ile
alt sınıfları yanlış bilinç içine sokmalarını görür. Ha­
Esasında bu soruyu sormak gereksizdir, çünkü kim konumdaki kişilerin kendi yerlerini korumak
Durkheim'ın, dilin yaratılamayacağı yönündeki gö­ için aşağıya yaydığı ideolojilerden birisi, varolan
rüşü, bu soruyu otomatik olarak yanıtlar. Eğer ki düzenin verili oluşudur. Marx, bu durumu şeyleşme
yaratılış yoksa, o zaman "verili bir durum"dan söz mefhumunun farklı bir kullanımıyla ekonomik te­
edilmesi gerekir. Farklı bir ifadeyle, varolan hep var­ melden hareketle şöyle açıklamıştır: . . . burada ayırt
"

dı. Dolayısıyla, dilin varoluşsal statüsü için yapabile­ edilen, spesifik anlamıyla burjuva ve dolayısıyla geçici
ceğimiz yorum da, dilin bizden bağımsız bir biçimde olan fetişizm biçimlerine, burjuva iktisadi tarafından
hep varolduğu ve bizden bağımsız olarak varolmaya sanki doğal ve ezeli tarihüstü zorunluluklarmış gibi
devam edecek bir öncesiz-sonrasız varlık konumun­ muamele edilmesi" (7). Kapitalistlere göre, bu sınıf­
da olduğudur. Bunun anlamı, dilin neredeyse tözsel sal durumlar, bu düzen sürekli vardı. Bu fikrin altın-

tf!ktiiırn1 il
da yatan temel fikir, bu düzenin düzeni korumak için sürdürülen mi), materyal (Marksizm) ya da
"böyle gelmiş böyle gideceği"dir. burjuva sınıfının idealist ideolo­ pozitif (Comte: üç hal yasası vb.)
Biraz daha ileri giderek söyle­ jisi arasındaki ilişkiyi ortaya koy­ nitelikte yasaların bulunduğunu,
yebiliriz ki, toplumsal olguları mak yönündedir. Ve evet, demin­ tarihin çizgisel olarak bir ereğe
ve daha temelde toplumu tözsel ki cümleden anlaşılacağı üzere, doğru yönlendiğini ileri sürer­
varlıklar olarak ele alırsak, tözün Durkheirn'daki "şey" mefhumu, lerken; HerderCien Alman Tarih
sabit ve değişmez vasfından do­ pozitivizmin, idealist yorumu Okulu ve Diltheyiı kadar uzanan
layı, verili düzenin hiçbir zaman içinde örtük biçimde barındırdı­ ikinci ana eğilim, tarihte doğabi­
değişmeyeceği ve eyleyenlerin ğını göstermektedir. Gelgelelim, limsel 'yasa' kavramıyla analoji
de ne kadar eylerse eylesinler, ne Comte, pozitifbilimler anlayışı ile kurularak üretilmiş · şeyler olarak
kadar aktiflik gösterirse göster­ bilimden metafiziği atarak "sosyal 'tarih yasaları'nda söz edilemeye­
sinler varolanı değiştiremeyeceği fızik''i kurma girişiminde bulu­ ceğini, tarihin çizgisel bir biçimde
ve bundan dolayı hem dışsal hem nur. Elbette, bu çaba Comte'un bir ereğe doğru yönlenmiş bir süreç
de tözsel bir güç olarak toplumu hayatının sonlarına doğru insan­ olarak görülemeyeceğini belirtmiş­
değiştiremeyen pasif varlıklar lık dini görüşlerine geçişiyle be­ tir" ( 1 1 ) .
olarak bireylerin, kaderlerine bo­ raber oldukça zedelenmiştir. Ama ***
yun eğmeleri gerektiği sonucu­ bizim iddiamız, pozitivizmin en
na varabiliriz. Açık olarak, zaten temel görüşlerinin dahi metafizik
İşin ilginç ama aslında o kadar
şeyleşme kavramı bireylerin güç­ kalıntılar içerdiği yönündedir. Ve
da şaşılmayacak tarafı, tarihsel
lerinin kısıtlandığı yorumunu da bakın ki, Comte, işlevselciliğin
yasalar idesinin başlı başına bir
bize verir: "Şeyleşme kavramı, in­ kuruluşunda önemli rol oynayan
gerçeklik fikri ile, diğer bir deyişle
sanların toplumsal yapıların kendi biri olarak, bizzat kendisi sui gene­
toplumsal "şeyler"in bağımsızlığı
denetimlerinin ötesinde ve değiş­ ris düşüncesini benimsemiştir. Ne
görüşüyle örtüşüyor olmasıdır.
tiremez olduklarına inanmalarını var ki, bu düşünceyi yeteri kadar
Tarihsel yasalar fikri apaçık bir
içerir. Şeyleşme, bu inanç, kendi eleştirmiş olduğumuzu düşünü­
şekilde tözsel niteliğe sahiptir;
kendini-gerçekleştiren bir kehanet yor ve hedef oklarımızı pozitivist
empirik denetlenebilirlik imka­
haline geldiğinde ortaya çıkar" (8). paradigmaya doğru çeviriyoruz.
nından yoksundur; tarihin çizgi­
Tüm bunlardan, "şey" fikrinin Her ne kadar bir paradigma ola­ sel olarak erekselliğe sahip olması
ve dolayısıyla toplumsal olgula­ rak pozitivizmin çok eleştirile­ tarihsel yasaların kendinde ger­
rın bağımsızlığının Durkheirn'ın bilecek önermeleri bulunsa da, çeklik olduğunu gösterir; tarihsel
muhafazakar görüşlerini nasıl böyle bir iş ufak bir yazıya sığma­ yasaların erekselliğinin kaçınıl­
desteklediğini görmekteyiz (9). makla birlikte, Karl Popper veya mazlığa yol açması sonucu birey­
"Muhafazakarlar genellikle evren Jürgen Habermas gibi felsefecile­ lerin topluma ne kadar müdahale
hakkında kozmolojik ilkeyi kabul rin yazdığı türden büyük kitapla­ ederse etsinler tarihsel yasaların
ederler. Bu ilkeye göre Tanrı her ra benzer biçimde, pozitivist eleş­ ereksellik sonucu gerçekleşme­
şeyin merkezinde, varoluşun sebe­ tireye yönelik bir kitap yazılabilir. sinden ötürü bireylerin pasif kal­
bidir; her şeyin ölçüsü insan değil Ancak bunun gerekliliği konusu ması ve paradigma tarafından
TanrıCiır. İnsan doğası, kozmolojik tartışılır. Asıl mevzuya dönecek kötümser bir kaderciliğe mah­
şeylerin düzeninin sabit bir par­ olursak, pozitivizme yönelik ge­ kum edilmeleri... İşte tüm bunlar,
çasıdır. Evrende aşkın bir nizam tirebileceğimiz önemli bir eleş­ tarihsel yasalılık fikri ile toplum -
ve doğal yasa vardır. Bunlar, top­ tiri de toplumsal/tarihsel alanda sal olguların bağımsızlığı özelliği
lumu olduğu kadar, vicdanları da yasalılık fikridir. Ülkemizde bu arasındaki ortak paydayı gözler
yönetirler. Bütün sorunlar gibi, yönde bir eleştiriyi Hermeneutik önüne serer. Gelgelelim, bu tarih­
siyasal sorunlar da temelde dinsel geleneği benimsemiş olan felse­ sel yasaların ne olduğunu gerçek­
ve ahlaki sorunlardır" ( 10). Bura­ fecimiz Doğan Özlem getirdiği te kimse bilmemektedir. Tarihsel
da, büyülü bir şeyi çözdüğümüzü için, gerekli satırları kendisinden yasalar, maddesel bir gerçeklik
iddia etmiyoruz. Zaten Durk­ aktarmayı doğru buluyorum: olmaktan ziyade, toplumsala ve
heirn'ın yapısal-işlevselciliğinin tarihsele yön veren madde-ötesi
apaçık bir şekilde varolan düzeni "Alman İdealizmi, Comte Poziti­ bir güçtür, hatta neredeyse tan­
korumaya yönelik olduğu ve de vizmi ve Marksizm, 1 8. yüzyıldan rısal bir inançtır. Ancak ne var
radikal görüşlere sıcak bakmadı­ miras aldıkları ilerleme idesi altın­ ki pozitivist paradigmayı ve de
ğı bilinmektedir. Bizim çabamız, da, tarihin kuramsal bir etkinliğin bu paradigmayı benimseyenlerin
Durkheirn'da toplumsal olgula­ theoria'nın konusu olabileceğini, metafiziksel bir görüşe bağlı ol­
rın bağımsız olması ile varolan tarihte de tinsel (Alman İdealiz- dukları açıktır. "E. Troeltsch'e göre

m ertt1 ı ırn•
de, Comte sosyolojisi, Comte'un kaydığı görülür. Ancak konu­ !aşmasıdır) . Ancak ne var ki, Amerikan
metafiziğe açtığı savaşa rağmen, muzun bununla alakası olmadığı sosyoloğu Talcott Parsons'ın Durkheim'ı
tarih ve toplumda olmayan şey­ için, bu konuyu burada atlıyoruz. pozitivist ve işlevselci yönleriyle tanıt­
ler olarak 'toplum yasaları'nı, bu ması, Durkheim'ın muhafazakar olduğu
alanlara tepeden taşımak isteme­ Son olarak, pozitivizm, açık bir yönünde bir algı yaratmıştır. Gelgelelim,
siyle, tuhaf bir metafiziktir" ( 12). şekilde varolan düzenin sürdü­ bizim fikrimiz ise, her ne kadar Durkheim
rülmesine katkıda bulunuyor liberal görüşte olduğunu belirtse de, onun
***
gibi görünmektedir. Sonuç olarak teorisinin muhafazakar görüşleri destekle­
pozitivist paradigma, ulaştığı­ diği yönündedir.
Sonuç olarak, pozitivizm meta­ mız fikirlere göre, egemen sınıfın (10) Gökçe, Orhan. Siyaset Sosyolojisi,
fiziği dışlamak istese bile, yuka­ ideolojisini destekleyen, varolan Çizgi Kitabevi, Konya, 2016, ss. 282.
rıda görüleceği üzere metafizik düzeni korumaya yönelik, tek (11) Özlem, Doğan, Kültür Bilimleri ve
görüşleri kendi içinde barındır­ tek bireyleri yok sayan, bireylerin Kültür Felsefesi, Notos Kitap Yayınevi, İs­
maktadır. Yazı boyunca pozitivist toplumu etkileme gücünü elinden tanbul, 2015, ss. 67.
paradigmayı eleştirdik. Ancak alıp mistik ya da kozmik bir güce, (12) Özlem, Doğan, Max Weberlie Bilim
bu, pozitivist paradigmanın tüm tarihsel yasalara aktaran ideolo­ ve Sosyoloji, Notos Kitap Yayınevi, İstan­
ilkelerini tamamen reddettiğimiz jik yanılsamanın bilimdeki adı bul, 2017, ss. 63.
anlamına gelmiyor. "Öyle ki, Pop­ olmuştur. Bu yöndeki eleştirile­ (13) Özlem, Doğan, Felsefe ve Doğa Bilim­
pera göre yanlışlanabilirlik, tüm ri farklı bir makalede ele almayı leri, Notos Kitap Yayınevi, İstanbul, 20 13,
empirik bilimlerde kuramların ge­ düşündüğümden dolayı bu yazıyı ss. 157.
çerliliğinin denetlenmesinin biricik burada noktalıyorum. (14) Vandenberghe, Frederic, Alman Sos­
göstergesidir. Peki yanlışlanmış bir yolojisinin Felsefi Tarihi, Ayrıntı Yayınları,
kuramın değeri nedir? Poppera Dipnotlar: İstanbul, 2016, ss. 1 1 5.
göre yanlışlanmış bir kuram hatalı (1) Toplumsal olguların yanında aynı
ve kusurlu bir kuram sayılamaz; zamanda ahlakın Durkheim'ın sosyolo­
tam tersine, kuramın yanlışlanmış jisinin merkezi olduğu görüşü için bkz.
olması, onun empirik gerçeklikle Ritzer, George, Stepnisky, Jeffery. Sosyoloji
bir bağımlısı olduğunu gösterir, Kuramları, De Ki Basım Yayım, Ankara,
onu bir ideal!konstrüktif yapı, bir 2014, ss. 80-81.
kurmaca olmaktan çıkarır" ( 1 3). (2) Goodwin, Glenn A., Scimecca, Joseph
Buradan Popper'ın pozitivizmi A., Klasik Sosyolojik Teori, Say Yayınları,
desteklediği yönünde bir anlam İstanbul, 2015, ss. 158-159.
çıkarmamak gerekir - ki kendi­ (3) Ritzer, George, Stepnisky, Jeffery, Sos­
si pozitivizme ve neopozitiviz­ yoloji Kuramları, De Ki Basım Yayım, An­
me karşı bir tavır sergilemiştir. kara, 2014, ss. 78.
Biz ise, pozitivist paradigmanın (4) Akt: Ritzer, George, Stepnisky, Jeffery,
birçok yönünü reddetmekle bir­ Sosyoloji Kuramları, De Ki Basım Yayım,
likte, pozitivizmin dışsallık gö­ Ankara, 2014, ss. 78.
rüşünün bağımsızlık fikrinden (5) Keat, Russel, Urry, John, Bilim Olarak
arınık halini savunuyoruz. Elbet­ Sosyal Teori, İmge Kitabevi Yayınları, An­
te, toplumsal olgular dışsaldır, kara, 2016, ss. 137.
buna katılmaktayız. Ancak salt (6) Ritzer, George, Stepnisky, Jeffery, Sos­
dışsallık fikrini, diğer bir deyişle, yoloji Kuramları, De Ki Basım Yayım, An­
birey-toplum etkileşiminde tek kara, 2014, ss. 78.
yönlü süreci, dolayısıyla bireyin (7) Vandenberghe, Frederic, Alman Sos­
pasif olarak görüldüğü anlayışı yolojisinin Felsefi Tarihi, Ayrıntı Yayınları,
doğru bulmuyoruz. Bunun yeri­ İstanbul, 2016, ss. 100.
ne, Simmel'in sosyolojisinden ha­ (8) Ritzer, George, Stepnisky, Jeffery, Sos­
reketle sentetik ikicilik felsefesini yoloji Kuramları, De Ki Basım Yayım, An­
temel alıyoruz ve birey ve toplu­ kara, 2014, ss. 59.
mun karşılıklı etkileşimde olduğu (9) İlginç olan nokta, Durkheim yaşadığı
modeli daha doğru kabul ediyo­ dönemde siyasi görüş olarak liberalizmi
ruz ( 1 4) . Gelgelelim, Simmel'in benimsemiştir (diğer bir ilgi çekici nokta,
de apaçık bir şekilde metafiziğe Spencer'ın da aynı siyasi konumu pay-
Tepelere doğru tek başına
didinmek bile bir insanın
yüreğini doldurmaya yeter.
Sisyphus'u mutlu olarak
düşlemek gerekir.

-Sisifos Söyleni

m errt11 ıırn•
FOLLOWING [1998J KARAKTERLERİNİN EDEBİYATTAKİ
YANSIMALARI ÜZERiNE BiR DENEME
ALİ ONUR ŞAHİNOGLU

1998 tarihli Following filminin amatör bir yazar olan Filmin başında insanları takip ederek kendine sa­
başkahramanı, kendine malzeme bulmak, daha ge­ natsal bir pay çıkarmaya çabalayan bunalım içindeki
nel manada yazmak konusunda sıkıntı çekmektedir. yazarın hayatını değiştirecek olan şahıs, kendince bu
Kapıldığı sanatçı tutukluğu, onu, sokaktan rastgele masum rutinini sürdürürken rastladığı Cobb'dur.
seçtiği insanları takip etmeye iter. Seçtiği bu insan­
ları gün boyu izleyerek, kendine pek de yararı olma­ Aslında bir hırsız olan Cobb sadece zevk için gün -
dığını henüz filmin başlarında anladığımız bir takım düzleri önceden tespit ettiği evlere girer, maddi ağır­
lığı olmayan hırsızlıklar yapar, kendi tabiriyle "Önce
gözlemlerde bulunur.
kaybedip sonra buldurarak," normalliğin o acımasız
Günün birinde bu garip zevki onu, hikayenin geri dehlizlerinde kaybolup, asıl değerli olan konuların
kalanını tamamen değiştirecek olan, ana karakter­ farkına varamayan insanlara yol gösterir.
lerden bir diğeriyle karşılaştırır. Şehirli gibi giyinen,
aklıbaşında bir yetişkin izlenimi veren bu karakterin Bu açıdan, kahramanımız Bill, Goethe'nin çalışma
gizlediği bir sır vardır. Günün ortasında, boş evlere odasında bunalmış bir halde oturan Faust'una ben­
girip hırsızlık yapan, bu eylemi esnasında bazı aşı­ zer. Kendini çevreleyen tiksintiden, mesleğinde içi­
rılıklara düşmeyi de ihmal etmeyen bu karakterin ne düştüğü açmazdan kurtulmak için insanları takip
sebep olacağı sürprizler film boyunca izleyiciyi şa­ eden Bill'in karşısına aniden Mefısto, yani Cobb çı­
şırtır. kar. Kitapta illüzyonların sahibi Mefısto, Faust'a ge­
lir. Filmde de takip eden Bill olmasına rağmen Cobb
Yönetmen koltuğunda Christopher Nolan'ın oturdu­ takip edildiğini anlayıp onu bir restoranda yakalar.
ğu filmin karakterlerinin özellikleri, edebiyat klasik­
lerinde de kendine oldukça sık yer bulan bazı tema­ Bu sahnede Bill çökmüş, ne yapacağını kara kara
larla benzerlik gösterir. düşünür bir haldeyken, Cobb son derece kendinden
emin bir şekilde Bill'in karşısına oturur, onun içti­
1 Bili ve Faust
- ği kahveden söyler, karizmasını sergilemeye başlar.
Hatta kendinden o kadar emindir ki, izl eyi ci, sordu­
"Hakiki öğrenci, bilinenin içinden bilinmeyeni geliş­ ğu sorulardan Bill'in ne iş yaptığını, aslında neyin
tirmeyi öğrenir ve ustaya yaklaşır." -Goethe peşinde olduğunu Cobb'un önceden bildiği izleni-

lf!t11i!ffil lJ
mine kapılır. Kaldı ki, Mefısto da Faust'a geldiğinde Bir bakıma, toplum bilincinde yer alan otorite kav­
kendinden oldukça emindir. ramını devreye sokmuş, kadının herhangi bir suçla­
mada ya da en azından aşırı bir tepkide bulunmasını
Restoranda ikilinin arasında geçen kısa ve öz diya­ önlemişierdir. Bu hareketle kadına ait özel alan ani­
loğu takiben Bili, kendini Cobb'un vadettiği yasağa den bir nevi kamusal alana dönüşmüş, ahlaki olarak
farkında olmadan kapılmış halde bulur. Nitekim ve kanunen içine düşülen yanlış eylem biçimi, bir
Cobb, Bill'in sadece yabancıları takip ederek edine­ anda doğal, zararsız bir yanlışa evrilmiştir. Yani ro­
bileceği bilgiden daha fazlasını, bir nevi gerçek bilgi­ mandakinin tersine suç, otoriteye devredilerek nor­
yi ona sunmaktadır. malleştirilmiştir.
İkili, sağlam temellere dayanmayan bir ortaklıkla, Olayın başka bir boyutu daha vardır. Daha sonra
yabancıların evlerine girip çıkarken hikaye gelişir, Cobb'un ağzından duyduğumuza göre kadının ya­
yasak edilenin çekiciliğine kapılan Bili, tıpkı Fa­ nında eve gelen adam kocası değildir. Kadının, nor­
ust'un çıktığı o yabanda gezinti gibi esrarengiz bir mal bir insanın aynı durumda vereceği tepkiyi gös­
yolculuğa çıkar. Çıktığı bu yolculuk onu dönüştür­ termemesinin altında yatan asıl nedeni de böylece
meye başlar, filmin sonunda kendisiyle birlikte izle­ anlamış oluruz.
yiciyi de şaşırtan sona doğru yaklaştırır.
Dahası, ikilinin suçları normalleştiği esnada kadının
Sondaki bu sürpriz, bizi edebiyatın birçok klasiğinde suçu anormalleşmektedir. Evde kimsenin olmadığı
işlenen ana temalardan biri olan "elindekiyle yetin­ varsayılan bir durumda, adamın rahat tavırlarından
mek'' olarak özetlenebilecek bilgelik anlayışına gö­ bu ihanetin bir geçmişi olduğu kanısına varabiliriz,
türür. kadının ahlaki olarak yanlış kabul edilecek eylemi
2. Cobb ve Dr. Henry Jekyll sıradan bir hüviyete bürünecekken, ikilinin evdeki
varlığı bu eylemi gayrimeşru kılmış, kadının yaka­
" Yanılmalar doğamızın değil, hareket biçimimizin ek­ landığı izlenimine kapılmasına sebep olmuştur. İlk
sikleridir. " Descartes
- anda kadının içine düştüğü merak dolu öfkenin se­
bebinin, bu açığa çıkma hissi olduğunu söylemekte
Yaklaşık bir saatlik süresiyle kısa sayılabilecek filmin bir beis yoktur.
ortalarında, oldukça dikkat çekici bir sekans vardır.
İkili, güpegündüz girdikleri evde oyalanırken, bu Böylelikle, otoriteye devredilen suçun normalleştiği
arada Cobb'un üstünde yine takım elbisesi varken senaryo burada tekrar romandaki aslına dönmüş,
Bill'in üstündeyse sıradan günlük giysiler vardır, açığa çıkmış suç, orada olmaması gereken kötücül
aniden evin hanımı yanında bir adamla eve gelir. karakterlere aktarılmıştır.

İkili neye uğradığını şaşırır. Cobb soğukkanlı ama Sonuç


ani bir hamleyle emlakçı rolüne bürünür, Bill'e evi
gösteriyormuş gibi yapar. Ev sahibesi onlara evde ne Hikayenin geri kalanında akışa dahil olan alımlı
aradıklarını sorduğunda, Cobb mahcup bir tavır­ ve güzel kadın karakterin de etkisiyle Bili ve Cobb
la, "Bana evde olmayacağınız söylenmişti, " şeklinde arasındaki suç ortaklığı bölünür. Bili yabanda yap­
karşılık verir. Kısa süreli bir duraksamadan sonra tığı gezintiye kendini fazlasıyla kaptırarak, bağımsız
iki kafadar yine seri ve soğukkanlı hareketlerle apar olarak evlere girip çıkmaya başlar. Ara sıra öğretme­
topar evden ayrılır. Kadın, bir şeylerin ters gittiğine ni sayılabilecek Cobb'dan yardım istemeyi de ihmal
inanmasına rağmen arkalarından bakakalır, bu ga­ etmez.
ripliğin sebepleri üstüne fazla kafa yormaz. İçeriğiyle, Dövüş Kulübü'nün iki karakteriyle de or­
Stevenson'ın romanında Dr Jekyll'ın işlediği suçları tak yönlere sahip olduğunu söyleyebileceğimiz siyah
Bay Hyde'a yüklemesi de bu olayın tersten bir oku­ beyaz film, klasik edebiyattan ödünç alınan tema ve
ması değil midir? karakterleriyle izleyiciyi sürpriz bir sona doğru taşır.

Sahnenin yaşandığı anda, izinsiz girdikleri mekanda


birer yabancı olan ikili, emlakçı ve ev arayışında olan
muhtaç bir adam rolüne bürünerek, kıyafetleri bu
küçük oyuna oldukça müsaittir, yanlışlarını normal­
leştirmişlerdir. Yani refleks olarak da olsa, yalanla­
rını resmiyetin ardına gizlemişler, suçlarını bu yolla
örtbas etmişlerdir.

l\D fffi}lillffi l
FELSEFE. BİLİMLER VE AHLAK
DOGAN GÖÇMEN

Bilimin ve bilginin ne olduğu sorusu hepimizi farklı da başlangıç ve çıkış noktası olarak bir bakış yaka­
biçimde hep meşgul eder. Günlük hayatımızda belki lamış oluruz.
de en sık kullandığımız ve duyduğumuz kavram­
lardır bunlar. Fakat konuya ilişkin kavrayışımız çok
Bilimlerin Kullanımı ve Kötüye Kullanımı
güçlü değildir. Kavramların varlığından haberdarız, Modern toplumun kuruluşundan beri kuşkusuz baş
sıkça da kullanıyoruz, ama kavramlara ilişkin bir köşeye koyduğumuz bilimlerin ürettiği ürünlerinin
kavrayışımız bulunmamaktadır. Bu nedenle bilginin kullanıldığı nice savaşlar olmuştur. Bu savaşlar kaç
ve bilimin ne olduğunu anlama çabamız genellikle yüz milyon ya da daha doğrusu kaç bin milyon in­
yarı yolda kalır. Kaldı ki bu konuda bilimciler ve sanın hayatına mal olmuştur bilinmez. Bugün çok
felsefeciler de her zaman doyurucu ve ikna edici bir çeşitli sayısız kitlesel imha silahları yapılmıştır. Bu
tanım önerme konusunda her zaman başarılı değil­ gelişmelerin ışığında, insanın dünyanın etkili politi­
dirler. Bazen aralarında konuya ilişkin kılı kırk yaran kacılarına, lütfen akan kanı durdurun, diye yalvarası
tartışmalar yaşanır ve sonunda kendileri de işin için­ geliyor. Bunun nafile olduğunu biliyoruz, çünkü ya­
den çıkamazlar. Sonunda yine iş bilgilenmiş halkın parsak, ilk yapanın biz olmayacağımızı biliyoruz. Bu
cesur ve olgun tarihsel kararına kalır. savaşların ve savaşlarda yaşanan katliamların hiçbi­
Bu kısa denememde bilim ve bilgi söz konusu ol­ risinin bilimlerin asıl amacıyla hiçbir ilişkisi bulun­
duğunda gerisine düşülmemesi gerektiğini düşün­ mamaktadır. Bilimlerin asıl amacı, insanlığın duru­
düğüm tarihsel iki kaynağa işaret etmek istiyorum. munu her bakımdan iyileştirmek ve ilerletmektir.
Ünlü Alman filozofu Immanuel Kant bilimi örgüt­ Fakat ne yazık ki bunların hepsi bilimlerin araçları
lenmiş bilgi olarak tanımlarken, büyük Antik Yunan ve ürünleri kullanılarak yapılmıştır. Çevre kirliliği,
filozoflarından Makedon Aristoteles, insanı doğası doğanın tahribi, insandan kaynaklanan olumsuz ik­
gereği bilmek isteyen bir varlık olarak tanımlar. Bu lim değişimi; bunların hepsi bilimler, sanatların ve
iki belirlemeye ortak bir anlam kazandırabilirsek, zanaatların gelişmesi sonucu olmuştur. Buna, bilim­
bilginin ve bilimin ne olduğuna dair büyük soruya lerin kötüye kullanımının sonucu olmuştur, demek
en doğrusu olacaktır elbette.

Jffkliiit!i• 11
Jean Jacques Rousseau'ya Dönüş ·. : İnsiı;nlar t�hayyül güçlerini ancak zaman�.a emek ve
üretim' süreçleri' geliştirebildikleri oranda e}de ede­
Çağımızın ünlü Alman filozoflarından Otfric:d:I-I:�f� hilnıişlerdir. Bu ise ancak bilimlerin ve sanatların
fe, Modernliğin Bedeli adlı kitabında modeı'i:iliği ·•
gelişmesiyle mümkün olmuştur. Bilimler ve sanat­
yeniden sorguladığımız bugünlerde bilimlerin sta- ların gelişmesiyle insan her bakımdan gelişmiştir ve
tüsünü de yeniden sorgulamamız gerektiğine işaret ahlaklı bir varlık olmanın maddi ve manevi önko­
etmiştir. Bilim ve insan ilişkisi söz konusu olduğun- şullarını oluşturmuştur.
da aklımıza hemen Jean-Jacques Rousseau'nun bi-
limler ve sanatlar üzerine olan ünlü denemesi gelir. Ne var ki, bilimlerin ve sanatların yaratmış olduğu
Bu nedenle bu gelişmeler�n ışığın4a Höffe, Rousse- kültür ve uygarlık hali, insanın, istese de ahlaklı ol­
au'nun bilimlerin ve sanatların yeniden inşasının masına müsaade etmemektedir. İlk insanlar, ahlaklı
insanlığın ahlaken ilerlepp ilerlemçdiğini konu alan olmanın koşulları olınl\dığı için, isteseler de bilinçli
denemesine geri dönme� gere�ini ileri sür- .· .· . bir şekilde ahlaklı olamıyordµ. Bilimlerin ve sanat­
müştür. Bilimlerin yapısı, işleVi ve statiişÜ eleştirel ·· farın gelişmesiyle gelişen uygarlık sayesinde insan­
bir şekilde yeniden gözden geçirilecekse, işe oradan iarın ahlaklı· olmasının koşulları oluşmuştur. Bu
başlanması gerekmektedir. sefer insanlar isteseler de, ahlaklı olmanın koşulları
· ·

oluşmuş olmasına rağmen, ahlaklı olamamaktadır.


Rousseau, ünlü Bilimler Üzerine Söylev başlığıyla Modern toplumda alıp satma, para pul ve mülkiyet
kısaltılan denemesinde bilimleri ve sanatları ilkesel .·• jlişkilerinden ibaret . olan piyasa ilişkileri ahlaki ol­
bir eleştiriye tal?i tutmuştur. Burada sanat kavramı­ maktan başka her şeydir; çıplak çıkar, güç ve iktidar
nı Rousseau'ntjn kullandığı geriiş anlamd a almak ilişkilerini ölçü ve temel a}dığı için kesinlikle ahlaki
gerekir, çünkil'bugün yaygın olarak yapılan "sanat" değildir. Halimiz kısaca bugün de budur. İnsanlık,
ve "zanaat" aypmı yenidir ve kanımca içinde ari�­ Rousseau'nun zamanında, olduğu gibi bugün de ah­
tokratça seçkici bakışları da barındıran bir ayrımdır. laksızlık içinde debelenip durıriaktadır.

Jean Jacques Rousseau ve Ahlaklılığın Önkoşulu Ahlaksız Çağda Ahlaklı Kalmanın Bir Kıstası
Rousseau'nun söz konusu denemesinde yanıt aradığı Bu nedenle bugün bilimlerin anlamından çok bir
soru, bilimlerin ve sanatların yeniden kuruluşu ah­ bütün olarak bilimlerin gerekliliği tartışılır olmuştur.
lak açısından ilerletici mi yoksa yıkıcı mı olduğuna Bilimlerin ve mantığın gereksiz olduğu düşünülür
ilişkindir. 1:lousseau'nun söz kon.usu denemesi bize �lınuştıır Bunun k�şısındp bilimiJ1 asıl göreVin�n
· rıe diyordu h'ii ttoiıfala? ·öfoşarı' uygailık; .bilimlerin
,

ve \şl�yiniQ inşanhğ,uı duruı;ıı lfnl!Jl iyileştirilnıesi ':le


ve sanatların eseridir. İlk insanlar naifve dÜrüstih-
µerletilıne �i olduğµnu hatll:�atmak gerekmektec;l.ir.
sanlardh.çHnfi� !Jt�Y,��j�şJ<fü::çln,H�W ,f
?-X��fl �u nede11k her Ş eye rağİnen f�lS�feden, mantiktan,
biliffiı e r� en, bUimsel an)aylş ve b akıştan ,' san�tıar­
yalancılık ve kurnazlık olmalara yabancıdır ve bunu
dan ·vt; ian•�tlardan ke&ipUİ<le vaz�eçenıe:Yif;. . ,
.getektirei:)rbir dutunt bulwıimamaktadır� .fakat buna
·kar.şıri ·uygarbğuımve:kültfuiliı başınÇ.a; insan, geliş
mişlik clüze)ri,bakımmdan iSl:ese. de, ahlakh olamaz�
· �

:B1 (dururrıda ahlaklılıği korumak ve insan onµruri'lı


eh. İnsanın ahlaklı olabilmesi iÇin.�karşılık·bekleme­ -Ve • bilimlerin amacına' tiygun olarak yaşayabilmek
'

den �riinin acısihı ve ll}utluluğunu paylaşabilmesi · içirt, istet günlük hayatımızda verdiğimiz 'kararlarda
ve hiçbir ·�y . beklemeden diğeririe . yardım edebil­ ölsutt ister bilimciler ve felsefeciler 'olarak çalış·ırken
ımist, diğerini' arnaÇ .e dinebilmes i gerektirmektedir. olsun, bit �ıkış 'olarak, çağdaş ahlak felsefedlerinden
·İnsanın b�riu. yapabilmesi· için .ise. önce diğerinin ne Betna:td Willianis'ın bit önerisini verimli kılabi:lİ�
halde olduğunu.ve <Jaııdımıdhtiy.acı olup ıoh:hadıği�, riz, Willialiıs çeyrek yüzyıl öhce yayınlanan Makiiıg
:yardıma_, ihtiyacı �rsa;· ihtiyacıiıın. ne. olduğunu. bi­ Sense of Humanlty (İhsanlığı · Anlamlandırma) adlı
lebilmesi :geırekmekmdir. &nü; lıie• insan ancak cliğe­ kitabında insan1atirt yapıp ettikleri . içil'l "ahlaken '

riy]e. dtiygudaşhlUlişki�i v.eya empati ve:sflınpati ku,_ n;ıüı;aad.t; t;dilir" .olma Şl\rtıııı getirmiştir. F�at ajı­
ırabildiğf;m-ımda yap abilir� insan ·bri yetiyi çok sonra, laken n�yin müsaade edilir, m;yin ı;utıs;ıade epilmeı
.
old,uğup� herkes kendisi karar yenı cektir,. l;3u� görF,
·

doğayla,biııiüretici·ilişkişLkurmaya·baŞlamasıyla elde
1etmıe}'E başliıdıği' bir yetidir. ��1™ p,ağlıµnda olursa . plsun, IB,ter bireysel ve . öz�l
. . ,�.� .. . . . . ·: alanqa . olsun, işterse tcıplıuımıl y:e kaıµuşa1 alanda
1N�·�ı1.ğı.� .Q�,ş�u, ql!tr� f��ez� ve Enıp�ti
; '. ; > ·l �-: , :.. �• . i ; �' ,., j ' ;-; i ; .: > : �

plsim1 YflP�P ettU<leriJnizin ahlaken;'yapılab�ir o).m��


sı ıÇm,, g�µdemde oJan sorµİıları �Özücü, dup.ı.mu
.

dlğe'*iyıe : ehı'pa'.tif . kurabilmesf için,


' flal<at :irisariıtı '
-faI1te�r'v'eya fa)fayytif güt'U:tı'e gereksiriiirlf vardır -:­ � · ricl plm� kıstas1nı yer�ne geÜrmesi gerekmek�
''

iyilc:�i

ki' iahayYii1 gücü 'iik insaril�rda 'o1ınafan:· bir �eydtr.
.
' , ,
• ' '
' '

52 ı durunı:ıiı
Öyleyse, hayatımızın hangi alanında olursa olsun, olgudur. Eğer inanç sınarırlıtş dilnyeVi bilgiye dayan­
yapıp ettiklerimizin ahlaken savunulabilir olması maz ise, bu bir kör inanç olur ve btintin' Vciat dthiiş
için, her durumda yeniden sormamız gerekmek­ olduğu iyimserlik en hafif tabirle Y<:"\1l�J:ıçı ye yepniş.
tedir: "Verdiğim karar, gerçekleştirmek istediğim olduğu umut en basit deyişle hayal kırıci olur.. . . .. . . .

eylem, sorunu çözüyor mu?, durumu iyileştiriyor '


mu?" Bu soruya olumlu yanıt verebildiğimiz oranda öyleyse en geniş a�i��ın�a· biHıll , iÇgüdi.isd, ve
vermek istediğimiz karar ve gerçekleştirmek istedi­ sezgisel bilgiyi de kavsar (h'er, .içgudµs�l "'.e sez9i,sel
ğimiz eylemin ahlaken az-çok savunulabilir olma­ olan bilgi iddiası gizein ve temelsiz <:>l.Il1ak. zoruıi4a
sından hareket edebiliriz. değildir), akademik, t�ori� ve pratikMgiyi de içerir;
kuşaktan kuşağa aktari�an, tarihsel qlarak yqğr�ılıl1u� .
Bilimin Genel Anlamı ve İnanç bilgi de dahildit, derieyi.pe, yani pratik h<ı}'atın ğün­
lük yaşam içinde üre�iğiye becerflere tem�lql�tµ­
Bilim kavramının doğrudan akademik disiplinleri ran bilgi de bti genlŞ anfainda �ilime dahildi.f ve bu
kapsayan bir anlamının yanında, bir de genel olarak en geniş anlamda b�liıl1 elpette aynı ·�anda deney
sahip olunan bilgiyi ilgilendiren bir anlamı vardır. ve gözleme dayalı bilgiyi '1e içerm�� �Z()ruılda4ır'. .

Bilim kavramının bu son anlamı, yani sahip olunan


bilgiyi ilgilendiren anlamı söz konusu olunca, kav­ Bilimin Akademik Anlamı ·
ramı en geniş anlamda almak gerekmektedir. Bu en
geniş anlamında alırsak, bilim, bilinen her şey de­ Bilim ·k�vraımnın bu . en · geniş anlamının yahıoda
mektir. Bilinen her şey, kuşaklar boyunca deneyim, biri dar ve diğeri gen iş olmak üz.ere i)ti akademik an­
gözlem, bir bütün olarak pratik yaşamın ürettiği sağ­ lamı daha vardır.
lam bilgi değeri olan ve yaşamımıza gerçeğe dayalı Geniş akademik anlamda bilim, yazılı olarak ve öğ ­
doğru bir içerik ve anlam kazandıran ve dolayısıy­ reti yoluyla. al<t�rılan .tüm bilgi mirasını kapsar ve bu
la yaşamımıza yön veren bilgi parçalarının hepsini anlamda tüm: akademik bilimlere denk gelir. Bilim
kapsar. kavramının bu · akademik anlallli tüm akademik bi •

İnan ç ancak sınanmı ş bilimsel bilgiye dayandığı Timlere denk geldiği iÇin, zorunlu olarak geniştir ve
oranda yaşamda gerçek anlamına ve yerine kavuşur. çoğuldur. Bu anlamda bilim, tüm üniversiteyi· kapsa­
Zira inanmak insana umut ve iyimserlik veren bir yan bir praksis (aynı zamanda teorik ve pratik olan

11@.ıi!J*' 11
uğraş) türüdür denebilir. Bilimle­ öğretime) bir nevi bir hazırlık ola­ Bilim, Toplum ve İnsan
ri bir üniversite olarak bir araya rak içeriğini ve yönünü bu ilkeler­
Görüldüğü gibi, ilk ve en geniş
getiren ve bir arada tutan felsefi den alması gerekir. Kant, haklı
anlamda, yani bilimi bilinen bil­
bak.ıştır. olarak, bilim için bu anlamda
gilerin hepsi anlamında alırsak,
örgütlenmiş bilgidir, der. Bilginin
Bu bağlamda doğa bilimlerinden, bilim insanın hayatına içerik ve
örgütlenmesi, yani bilginin birik­
toplum bilimlerinden, beşeri bi­ anlam kazandıran ve böylece in­
mesi ancak bilimsel olabilir ve bu
limlerden, ideal ve reel bilimler­ sanın yaşamına yön veren tüm
da yavaş yavaş bilim dediğimiz
den, saf ve uygulamalı bilimler­ bilgilerin az çok sistematik top­
kurumun oluşmasını sağlar.
den bahsedilir. lamıdır denebilir. Bu anlamda
Bilim ve Bilim Etiği bilim, insanın hayatına içerik ve
Bilim kavramının bir de tekil an­ anlam kazandırır ve ona doğal
lamda tek tek tüm bilimlere teka­ Böyle bir bilim anlayışının yer­ olarak yön vermiş olur. Bilim
bül eden dar anlamı vardır. Bu dar leşebilmesi için kanımca bilim kavramını ikinci, yani daha çok
akademik anlamda bilim, az çok anlayışımıza ve bilim pratiğimi­ akademik anlamında alırsak, bi­
tanımlanmış belli bir araştırma ze hakim olan bilim etiğine dair lim zorunlu olarak aydınlatıcıdır,
alanı olan, bu alanın kendisine bir anlayıştan kendimizi kurtar­ yaşama ışık tutandır. Günlük ya­
uygun araştırma yöntemi, araçla­ malıyız. Bu anlayışın kökleri 20. şamı olduğu gibi, toplumun tüm
rı ve teknikleri olan ve bu yönte­ Yüzyılın başlarına kadar gerilere yargı ve karar mercilerini, karar
mine ve araçlarına dayalı olarak gitmektedir ve bilimlerin değer verme ve yargıda bulunma süreç­
alanını bilgi üretmek amaçlı araş­ yargısından muaf olduğunu iddia lerini "gerçek'' ve "doğru" kavramı
tıran, edindiği bilgi parçalarını etmektedir. Buna göre bilimci­ üzerine oturtmaya çalışır. Böylece
tutarlılık ve iç bütünlük bakımın­ ler kendilerine buyrulan amaç­ toplumsal yaşam ve toplumsal
dan düzenleyen, kazanmış olduğu ları gerçekleştirmek için araçlar kurumlar bilimsel olarak temel­
bilgiyi kapsamlı ilkelere dayandır­ arayıp bulmalıdırlar ve verilen lendirilmiş olur. Bu aynı zamanda
maya ve üretmiş olduğu bilgiyi bu emirlere koşulsuz uymalıdırlar. toplumsal yaşamın da bir bütün
ilkelerden hareketle temellendirip Bu anlayışı bazı bilim etikçileri olarak ahlaki bir içerik kazanma­
açıklamaya çalışan akademik bir bilimcileri "kiralanan zihne" in­ sının önkoşuludur.
disiplin demektir. dirgediği için ağır bir şekilde eleş­
tirmektedir. Aristoteles'in, insan doğal olarak
Bilimler ve Felsefe bilgi edinmek ister, demesinin
Bu yaklaşım son çeyrek yüzyılda nedeni kanımca budur. Aristote­
Herhangi bir akademik disiplin, insanlığın içinde bulunduğu du­
yürütmüş olduğu araştırmalar les'in bu belirlemeye ulaşmasının
rum gittikçe daha çok tehlikeli bir temelinde, insanın bazen bilinçli,
sonucu kazanmış olduğu bilgiyi, hal almaya başlamasından dolayı
tutarlı ve bütünlüklü bir şekilde sıkça farkında bile olmadan için­
özelikle bilim felsefecileri, bilim de olduğu bu özgürlük ve mut­
örgütlemeye çalışırken, edinmiş etikçileri ve bilim tarihçileri tara­
olduğu bilgiyi felsefenin sunmak luluk arayışına dair yapmış ol­
fından sorgulanır olmuştur. Zira duğu gözlemleri vardır. Öyleyse,
zorunda olduğu genel ilkelere da­ bilimlerin her bakımdan değer
yandırmaya ve onu bu ilkelerden Kant'ın işaret ettiği gibi, bilgi ve
yüklü olduğu artık tam olarak an­ bilginin örgütlenmiş hali olan bi­
hareketle açıklamaya çalışırken, laşılmıştır. Bu nedenle bilimciler
bilgiyi diğer akademik bilimlerin lim, insanı ve toplumu aydınlatır
yaptıkları işler karşısında sorum - ve böylece özgürleştirir ve mutlu
ve günlük hayatın bilimsel bilgi­ ludurlar. Yaptıkları işler karşısın­
nin ışığında düzenlenmesi için, kılar. Bilimlerin (ve elbette felse­
da yeniden sorumluluk üstlenme­ fenin) varlığının nedeni ve amacı
toplumun ve bilimsel bilgiye da­ leri bilimcileri bilimciler olarak
yalı olarak kararlar vermesi için budur.
yeniden özerkleştirecektir.
toplumun yargı kurumlarının
ve karar organlarının hizmetine Bilimlerim yeniden özerkleşmesi
sunmayı amaçlar. ve en temel görevlerine, yani in­
sanlığın durumunu ilerletici ve
Genel bilimsel ilkeler akademik özgürleştirici temel görevine geri
disiplinler arasında birliği sağlar dönmesi, insanlığa karşı vazgeçil­
ve böylece üniversite dediğimiz mez sorumluluğundan kaynak­
öğretim kurumunu bilimsel ba­ lanmak.tadır.
kımdan mümkün kılar. İlk ve orta
eğitimin de, üniversiteye (yüksek

mtnıfnıımı
NASIL KADIN OLDUK?
SEVGİ OZAN

"Kadın doğulmaz, kadın olunur." Bu çarpıcı söylem aşağılayıcı ve ikincil bu statü kendini nasıl inşa etti?
modern dünyanın ve onun kızgın maşasını çıplak Sanki hep öyle olmuş ve öyle gidecek gibi. Doğası
elleriyle tutan eril iktidarın göz kamaştırıcı illüzyo­ gereği erkeğin türevi bir kadın, heteroseksüel dünya
nunu açığa çıkaran haklı ve yerinde bir tespittir. anlayışının meşru ilan edilmesiyle modern anlamda
"bayan" oldu. Böylesi bir kökten değişiklik, kadının
Başlangıçta doğası gereği iki ayrı insan olmayan yerini daha da olumsuz bir biçimde sabitledi.
kadın ve erkeğin arasında, henüz düşmanca tavır
inşa edilmeden çok öncelerde uyum ve dayanışma İlkel durumda olan bu topluluklar bir süre sonra
vardı. İlkel olana özgü işbirliği ve dayanışma cinsler birbirlerine karşı çit çekerek özel mülkiyeti ortaya
arası ayrımcılığın ve birtakım toplumsal hiyerarşi­ çıkardılar. Bu topluluk, kendi arasında bir bölün­
lerin düzenlenmesinde, adil yaşamın olanaklarını meyle eşitliği bozarak, doğal durumu ortadan kal­
sunmaktadır. Modern bir kavram olan işbölümü ise dıracaktır. İlkel anlamda kadın eve hapsedilerek yeri
ayrımcılığı ve hiyerarşiyi derinlemesine katılaştıran, özel alan olarak belirlenecektir. Erkek ise dışarı ile
değiştirilemez kuralları meydana getirecektir. bağı kuran tek kişi olacaktır. Başlangıçta çok belirgin
olmasa da özel mülkiyetin kendisi eril bir ideolojinin
İlkel olanın modern anlamda geri kalmış olumsuz kabından çıkarak 2 1 . yüzyıla kadar da böyle sürüp
tavrını bir kenara bırakarak, apaçık gerçeklerini gidecektir.
yansız bir şekilde açığa çıkarmak gerekmektedir.
Modern dünyanın aşağılayıcı ve ikincil pratikleri­ İlk çağın toplumsal-kültürel düzeni incelendiğinde,
nin henüz üretilmediği ilkel olan durumda; kadının kadının statüsü ataerkil ideolojinin yaygınlaşması
gücü, emeği ve statüsü erkek cinsi bakımından say­ ile sürekli üretilen cinsiyetçi tavırlara maruz kalmış­
gın ve yerinde bir değere sahipti. Erkek ise diğer tüm tır. Antik Yunan, demokrasi ile yönetilmesine kar­
sıradan erkeklerin yapabildiği ölçüde avcılık yaparak şın, özgür yurttaş kavramı yalnızca Yunan erkekler
birtakım görevlerini yerine getirirdi. İlkel toplum­ için bir haktır. Öte yandan kadın ise köleden aşağı
larda karşımıza çıkan anaerkil yaşama biçiminin en bir konumdadır. Kadın cinsi arasında toplumsal ay­
belirgin özelliği kadının henüz erkeğin nesnesi hali­ rımlaşmalar ve değişmez biçimsel farklar da söz ko­
ne gelmemiş olmasıdır. Peki, ilkel durumda olmayan nusudur. Soylu, soylu olmayan kadın, köle ve hayat

frrkmlffl 1 m
kadım olmak gibi birçok ayrımcı pratikler mevcut­ şehit unvanım vermiştir. B u uygulama insanın en
tur. Yine bu dönemde de kadının bedeni uzuvları ve yüce değer nefes alışını bile hiçe sayarak davayı öne
bütünüyle kadın olmanın kendisi cinsel bir aşağılan­ geçirmiştir. Ö nce dava. . . Böylesine yüce sahtekar
mayla eril iktidar tarafından pekiştirilmiştir. değerler, ölümün korkunç yüzünü bile süslemiştir.

Orta Çağ'ın sosyal yapısına bakıldığında kadına Birinci Dünya Savaşı'na katılan yoksul ve soylu ol­
yönelik ikincil ezici tavır tamamen tanrısal söy­ mayan erkekler, aynı zamanda makine uzantıları, sa­
lemlerle desteklenmiştir. Birçok katı uygulamalarla vaşa katılarak bir yığın ölü alarak geri gelmeyecekti.
kadın olmanın cezası en korkunç yüzünü bu çağda Çünkü çok önceleri hayalini kurduğu yaşam onlara
göstermiştir. "Cadı Kadın": Orta Çağ Avrupası'nda şehit olma ile verilmişti. Sonrasında da yeri doldu­
genellikle büyü yapan ya da gelecekle ilgili kehanette rulması gereken devasa işçi ordusuna dönüştü. Yüz­
bulunan kadınların cadı olarak diri diri yakılması, yılın toplumsal köklü değişikleri, kadınların da işgü­
Tanrı'mn inayetiyle gerçekleşmiştir. Bir cinsiyet ola­ cü piyasasında yer almasına neden oldu. Kadınları
rak kadın bedeni ve ruhu birçok uygarlıkta negatif işgücü piyasasına çekebilmek için birtakım reklam­
ayrımcı söylemlerle kadın olmanın bedeli, en bü­ lara başvuruldu ve sonuçta olağanüstü bir katılımla
yük günah olarak varsayılmış ve ölüm cezasına dahi geri dönüş alındı. Hem özel hem de kamusal alanda
çarptırılmıştır. Kendinin bile söz sahibi olmadığı kadının statüsü yeni bir boyut kazandı. Kadın, hem
bedenini herhangi bir dış müdahaleye karşı koruya­ ev içi emeği yeniden üreten, hem de modern dünya­
maması; erkeğin yüzünü kızartarak yalnız onu değil nın yedek işçi ordusu olarak çifte emek kavramına
topluluğun onurunda da yozlaşmaya neden olmuş sahip oldu. Cinsiyet farklılığı düzeni, kendini işgücü
ve utandırmıştır. Böylesi bir suçun cezası affedile­ piyasalarında da göstermişti. Kadınların çalıştığı ko­
mezdir. Sahip olduğu güzelliği bir kezzapla parçala­ şullar sırf kadın olmaları bakımından kötü, vasıfsız
mak ya da cinsel organları yakma-kesme gibi birçok ve beceri gerektirmeyen işlerdir. Aynı zamanda da
vahşice pratikler zamanın koşullarında meşru bir fi­ kısa dönemli ve mevsimlik işlerde çalışmaktadır. Ka­
kirdi ve öyle olması gerektiği için uygun görülmüştü. dın yalnız kadın olduğu için ne kadar yükselse bile
erkeğe oranla yine düşük ücret almaktadır. Kadınlar
Kadına yönelik cinsiyetçi ayrımcılık pratikleri beden kolay vazgeçilebilen, çabuk işe alınıp çıkarılan, ye­
politikaları, nesneleştirme, şiddet ve taciz gibi in­ dek işçi yığınları olarak modern piyasada vazgeçil­
sanlık-dışı uygulamalar modern dünyanın eşitlik ve
mez yerini almaktadır.
özgürlük söylemleriyle eril iktidarın meşru ideolojisi
haline geldi. Kadının yalnız kadın cinsi olarak inşası modern
dünyanın cinsiyetçi ayrımcılık pratiklerine maruz
Sanayi Devrimi öncesinde feodal devletlerin yı­ kalmasına neden olmaktadır. Ö zellikle vurgulanan
kılmasıyla, köyden kente göç eden yoksul çiftçi ve kadın ve erkek arasındaki bu uzlaşmaz karşıtlık, bu
köleler kentlerin yüksek apartmanlarında karanlık iki kutuplu dünyanın birçok kavramıyla örtüşmek­
dar bir odada bir yığın insan olarak yaşamım sür­ tedir. Akıl-duygu, kamusal-özel, yöneten-yönetilen,
dürecekti. Ertesi günün sabahında ise dev makine­ özne-nesne, eril-dişil ve birçok karşıt kavramlarla
lerin uzantısı olarak, vasıfsız bir işçi ordusu haline kendini yineler. Kadına doğuştan atfedilen dişil sı­
gelecekti. İlk zamanlar fabrikalarda, yoksul köylerin fatlar olarak; duygusal nazik, arzu edilen nesne, sa­
erkekleri işçi olarak çalışmaya başladı. Kadın ise dakatli, boyun eğen, yeri özel alan olarak belirlenen,
annelik, eş olma, bakım, yemek ve temizlik gibi üc­ rasyonel olmayan bir takım aşağı konuma aittir. Er­
rete tabi olmayan emeğini yine bir sonraki gün için kek ise; rasyonalite ile bağdaşan, yöneten, yeri kamu­
üretecekti. Kadının bu duygusal ve karşılıksız emeği sal alan olan, dişil tüm değerleri olumsuzlayan, hatta
ev içi emektir. Kadın, özel alanda kutsal anne ve eş devlet ve tanrı gibi yüceltilmiş değerlerin potansiyel
olma statüsü dışında kendi başına bir değere sahip kişisi olarak karşımızda durur. Cinsiyet farklılığı dü­
değildir. Erkekse özel alan ile kamusal alan arasın­ zeninin ayrımcı pratiklerini görmezden gelmeyen
da bağ kuran tek kişidir. Peki, ne oldu da kadınlar feminizm ilk olarak; modern dünyanın eşit-özgür
işgücü piyasasında yer aldılar? Modern erkekliğin birey kavramım sorgular ve altında yatan eril iktidar
yükselişiyle birlikte sıradan erkek ve devlet arasında değerlerini deşifre etmeye çalışır. Kimdir bu birey?
yapay bir bağ kuruldu. Daha önce hiç kurulmamış
bu bağ Orta Çağ'da yalnız soylu erkeklerin kazandığı Modern dünyanın ortaya çıkardığı ve yücelttiği bi­
bir ayrıcalıktı. Fakat modern dünyanın militarizmi, rey, ancak ve ancak "Avrupalı Beyaz Özgür Erkek" -
devletin soysuz ruhunu kutsallaştırarak, bu soylu tir. Bir siyah köle ya da bir kadın hiç değildir. Tüm
onuru bile pazara çıkarmıştır. Onuru ve vatanı için bu ayrıcalıklar özgür-eşit ve kendi aklım kullanma
savaşan sıradan erkeğin ölümünü yüceltmiş ve ona yetkisine sahip, bir avuç azınlık beyaz erkeğin elin-

ml tfftf!i@il
dedir. Bilgiyi aynı zamanda gücün de kimde olaca­ çocuğudur. Kadın bir erkeğin, iktidarın, yasaların
ğına karar veren yetkinin de mutlak sahibidir. Birey hatta bilimin de ayrımcı söylemleriyle tek başına
kavramının dışında kalan yığınlar ise kendi aklının cinsel bir haz nesnesi olmanın çok ötesinde sadece
iradesini doğası gereği kullanamamaları bakımın - yalın bir insandır. Kadın bedeni, uzuvları ya da dav­
dan, ayrımcı ezici pratiklere maruz kalabilir. Çünkü ranışları kendi başına cinsel bir anlam ifade etme­
o henüz bir insan olma olanağını bile kazanamamış, mektedir. Kadın doğduğu an itibariyle ne bir kutsal
ilkel bir yaratıktır. Tüm bu yığınlar için her ne uygun anne ne de sadakatli bir eş değildir. Bir soylunun
görülürse, meşru olan budur ve sorgulanamaz. yanında gezdirerek, güzelliğiyle övündüğü cinsel bir
nesne hiç değildir. Kadın kendi başına birçok emeği
Kadın, henüz bir birey olma olanağını kazanamaya­ üreten bir emekçi, bir neslin geleceğini yeniden inşa
rak, yalnız başına herhangi bir var oluş elde edeme­ eden bir sanatçı, bir politikacı kadar toplumsal soru­
miştir. Kadın bir anne ya da bir eş olarak sınırlandı­ na el basan ya da bir dehadır var olanı bulup ortaya
rılarak; eğer ki bir erkek çocuk doğurur ise Freud'un çıkaran.
söylemiyle, daha çok küçük yaşlarda yaşadığı penis
eksikliğinden doğan elektra kompleksinin eksik bi­ Kadının bedeni ve cinsiyeti daha varoluşun soluğun­
lincine yeniden kavuşabilir. Kadın eril iktidarın uy­ dan çıkmadan ekilmiş, biçilmiş yalnız giydirilmeyi
gun gördüğü birtakım davranışları kazanarak, hem bekleyen zehirli bir kaftandır. Doğduğu an itibariyle
eril iktidardan pay alır, hem de yerini pekiştirmiş nasıl konuşması, nasıl oturup kalkması ya da nasıl
olur. Kadın cinsinin tarihsel savaşının anlamı, erke­ sevmesi gerektiği bile çok öncelerden belirlenmiştir.
ğin bir uzantısı ya da erkeğe göre değer biçilen bir Böylesi bir belirlenmişlik sonsuz bir ruh için, yalnız­
cinsel nesne olmanın çok ötesinde, insan olma hak­ ca ölüme dek süren çivili bir pranga gibidir. Her ne
kının iadesini istemektedir. zaman soluğu yükseklerde alsa, bir adım bile daldır­
sa ruhunu adil sulara, deldirir yüreğini, ölümünü bir
Kadın cinsiyetlendirilmeden çok önce, doğası gereği trajik intihara dönüştürsün diye. Hemen ertesi günü,
bedeni, eril bir iktidar tarafından kontrol edilen kut­ küresel dünyanın engerek dilli soysuz manşetlerin­
sal anne ya da bir eş olarak, erkeğin cinselliğini bir de, yankılanır bir kadının çığlığı, bir sonraki gün
sonraki gün için yeniden üreten, bir otomat olmak­ unutulmak için, hiç var olmamış gibi. . .
tan çıkarılmalıdır. Kadın daha kadın olmadan önce,
yalnız insandır. Sonra siyahtır ya da yoksul bir çiftçi

fffkm!ffiM IJ
UYANDIRMA DERSLERİ +
MATEMATİGE GİRİŞ/İNSANLIKTAN ÇIKIŞ
MUHAMMET AKYILDIZ

Tünaydın! lunamadığı zamanlarda ise; "bir ısırık sen, bir ısırık


ben, bir ısırık o" biçiminde bir paylaşım yoluna gidi­
Dersimizin konusuna geçmeden önce; (derse direkt lerek, ilk "kesir" kavramı hayata geçirilmiştir. (Sek­
dalış yapılacak olup, derse bu sözle başlamayan bir süel ilişkilerde henüz öpüşme bilinmediğinden, ağız
öğretmen, öğrencilerin gözünde saygınlığını büyük yolu ile bulaşan salgın hastalıkların bu şekildeki pay­
ölçüde kaybedeceğinden, her derse bu sözle başla­ laşımdan kaynaklandığı ve yayıldığı tezi akla yatkın
nır) matematiğin başlangıç noktasına, insan yaşamı­ görünmekle birlikte, şu anki çalışmamızın dışında
na nasıl girdiğine ve tarihsel süreç içindeki gelişimi­ bir tartışma konusudur.)
ne kısaca değinmenin, dersimizin ve işleyeceğimiz
konunun anlaşılmasına yardımcı olacağını düşünü­ Görüldüğü gibi matematik, insan yaşamına toplama
yorum. işlemi ile girdikten sonra; sırasıyla küme kavramının
oluşturulması, bölme işleminin gerçekleştirilmesi ve
Matematik ilk olarak toplama işlemi ile insan yaşa­ bir bütünü -kesici aletler henüz yapılmadığından
mına girmiştir (bkz. İlkel Komünal Toplum} . her ne kadar eşit şekilde bölünemese de- parçalara
İlkel Komünal Toplumlar, bilindiği üzere beslenme ayırarak ilk kesir kavramının oluşturulması yoluyla,
gereksinimlerini karşılamaya toplayıcılıkla (toplama matematiğin insan yaşamındaki önemi giderek art­
işlemi) başlamışlardır. Kabiledeki her birey topladığı mıştır.
bitki kökleri, yabani meyve, bitki tohumları vb. yiye­ Şimdi içinizden: "Ya Yöndeş Hocam, bu adamlar 'üç
cekleri getirip mağaranın ortasına yığarak, bugün - elmadan ikisini yedim, geriye bir elma kaldı, bunu da
kü anlamıyla matematikte kullandığımız ilk "küme" yarın yerim' diye düşünemeyecek kadar aptallar mıy­
kavramını gerçekleştirmişlerdir. Toplama ve küme dı da, çıkarma işlemine geçişleri bu kadar gecikti?"
oluşturma işlemlerinden sonra, bu yiyeceklerin nasıl dediğinizi duyar gibiyim. Bakın; asıl aptallar bizleriz
dağıtılacağını; "Bir elma sana, bir pancar bana, bir desem yanlış olmaz! Neden mi? Çünkü saklamayı
armut ona" şeklinde paylaştırarak ilk "kaba bölme biliyoruz! Kullandıklarımızdan geriye kalanlar bi-
işlemi ni yapmışlardır. Yeterli miktarda yiyecek bu-
"

m ern;fnıırnı
zim için önemli olmasaydı, sizce mız çağda olduğu gibi, o zaman arasındaki diyaloga bir bakalım
saklar mıydık onu? Elbette sak­ da; "bir armut sana, bir elma ona, şimdi:
lamazdık! İlkel insan saklamayı sekiz karpuz bana" biçiminde bir
sonradan öğrendi. O dediğiniz paylaşımı, gözlerinizin içine baka -Ya birader sen bugün ne topla­
işlemi de o zaman yaptı! Evet asıl baka doğal bir paylaşımmış gibi mıştın, ne getirdin mağaraya?
bu husus, dersimizin konusunun inandırmaya çalışan pisboğazla­ -2 elma, 1 turp! Beğenemediniz
tam olarak kavranması açısından rın olduğu, bugün artık antropo­ mi?
oldukça önem taşıdığından, ta­ lojik çalışmalarla kanıtlanmıştır.
rihsel boyutunu etraflıca ele al­ Şimdi lütfen bu şekil bir paylaşım -Yok beğenmemek değil de, bize
makta fayda var. esnasında, kabilenin diğer üyele­ birer ikişer, sana gelince sekiz
rinin yüzlerini gözlerinizin önüne karpuz birden! Bu nasıl bir payla­
Yukarıda da belirttiğimiz gibi yi­ getirmenizi rica ediyorum sizden! şım gözünü seveyim?
yeceklerin paylaşımı (bölme işle­ İşte ilk çıkarma işlemi bu esnada
mi) esnasında kabile yaşamını de­ insan yaşamına girmiştir. -Dün iki kişi hiçbir şey getirme­
rinden yaralayan, eşitlik ilkesine diği halde, onlara da eşit şekilde
aykırı davranan bireyler çıkmamış Peki nasıl? pay verilirken iyi miydi? Ben dün
mıdır? Elbette bu tür terbiyesizler bir şey dedim mi ki, şimdi hepiniz
insanlık tarihinin her döneminde Böyle bir paylaşıma alışık olma­ birden köpürüyorsunuz?
karşımıza çıkar. Şu anki yaşadığı- yan kabile üyeleri ile paylaştırma
işine egosunu karıştıran "uyanık" -Oğlum, hastaydı ya adamlar,
bilmezmiş gibi konuşuyorsun!
Ateşler içinde kıvranırken bir de
yiyecek toplamaya mı gitselerdi?

-E bizim hiç hasta olduğumuz yok


ama! Hem yiyecek toplayıp onlara
bakıyorum, hem de şu gördüğüm
muameleye bak! Yok arkadaş ma­
dem öyle, o zaman herkes bundan
sonra ürettiği kadar alır! Ürete­
meyecek durumda olan geberip
gitsin bana ne ya! Herkesin soru -
nuyla ben mi ilgileneceğim?

-Tövbe, tövbe! Al arkadaş şu 2


elma, 1 turpunu, defol git aramız­
dan! Kendine başka bir mağara
bul!

Evet, gördüğünüz gibi hem bir


kısım yiyeceğin toplam yiyecek
yığınından çıkartılması (eksilme);
hem de uyanık ve egoist bireyin
kabileden atılması (dışlama), çı­
karma işleminin toplumların ya­
şamına ne şekilde girdiğini gös­
termektedir. Ayrıca yapılan kazı­
larda, insan fosillerinin yanında
bol miktarda karpuz çekirdeği
fosiline rastlanmış olması, bizim­
kinin kabileden ayrılırken, çaktır­
madan birkaç karpuzu iç ettiğini
bilimsel olarak kanıtlarken, diğer
yandan çıkarma işleminin "sakla -
ma'' ile insan yaşamına nasıl gir­
diği tezi doğrulanmaktadır.

ttttfmırn 1 11
Çarpma işlemine gelince; çarpma işlemi çıkarma mak, kollamak, her türlü tehlikeye karşı göğsümü
işlemine bağİı olarak gelişmiştir. Kabileden atılan siper etmek boynumun borcudur! Ama biliyorsu­
uyanık birey, üç beş gün yalnız başına orada bura­ nuz kabilemizin ihtiyaçları var. Bu yiğitlerin de çoru
da sürttükten sonra, toplumsal yaşama alışık oldu­ çocuğu var (şefin konuşmasını sabote etme olasılı­
ğundan, bir süre sonra sıkılma baş gösterdi. Sosyal ğına karşı şefin yanında elinde taşlarla bekleyen bir
yaşam gereksiniminin giderilmesi için, bizim uyanık grubu gösterir) . Bu nedenle bundan sonra avlanan
gibi çeşitli kabilelerden atılan kişiler, bir araya gele­ hayvanlardan ve toplanan yiyeceklerden bir kısmı
rek yeni bir kabile kurma yoluna gitmişlerdir. Ancak kabilemizin refahı ve mağaramızın imarı için kulla­
her birinin bencil yapısı kabile yaşantısına uymadı- nılacaktır. Bu özveriyi hepinizin içtenlikle göstere­
ğından, bu birliktelik aralarında sürekli bir yiyecek ceğinden eminim! (Bu konuşma ilk vergilendirme
kavgasının da doğmasını beraberinde getirmiştir. biçimidir aynı zamanda. Garip olan şey, bu konuşma
Kavga dövüş, en sonunda aralarından en güçlüsü hiç değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Bugün

topluluğa kendi isteklerini kabul ettirerek, şefliği­ çevresinde korumalar olduğu halde, yüksekçe bir
ni ilan etmiştir. Bu durum hem çarpma işleminin, yerden topluluklara seslenen birinin dilini bilmese­
hem de kapital sistemin en ilkel şeklinin (vahşi ka­ niz de, tavır davranışlarından ve bağırıp çağırmasın­
pitalizm) doğması anlamına geliyordu. Şimdi şefin dan yukarıdaki metni topluluğa seslendiği kolaylıkla
bir taşın üzerinden kabile üyelerine seslenişinin bir anlaşılabilir.)
bölümüne kulak verelim:
"Hocam, tamam anladık çalıp çırpma var da burada,
-Sevgili kabiledaşlarım! Şunu bilmenizi isterim ki; bildiğimiz çarpma işlemi neresinde bu konuşmanın?"
beni kendinize şef seçerek, bana en büyük onuru diyorsunuz şimdi değil mi?
bağışladınız. Bu kutsal görevi layıkıyla yerine geti­
receğimden zerre kadar kuşkunuz olmasın! Sizin Peki o zaman ben size bir soru yönelteyim bakalım!
derdiniz benim derdim, sizin sevinciniz benim se­ Çarpma işlemi var mıymış, yok muymuş bu konuş­
vincim olacak! Bu kardeşinize güvenin! Sizi koru- mada?

mı1 em;11ıını•
Sofu: 50 kişilik bir kabilede, her bir kişi günde 3 İşte gördünüz! Matematik tam olarak insan yaşa­
hayY.ın avlayıp 2'sini şef ve adamlarına vermektedir. mına bu şekilde girmiştir. Şimdi dersimizi şöyle bir
Acıı,);>a şef ve adamlarına verilen av yeter de artar mı­ toparlayıp, özetleyelim demeyeceğim size. Çünkü
dır? Yaa gördünüz mü? gerçekten matematiğin toparlanıp, özetlenecek hali
· kalmamıştır. Modern matematiğidir, logaritmasıdır,
Burada sonucun 1 00 çıkmasından çok, size "vay üslü sayılarıdır, saklı sayılarıdır, falanıdır fılanıdır
anasını" dedirtecek bir durumu söyleyeyim mi şim- derken, bugün akılları baştan alıp, insanlığı insanlık­
ı.
d., tan çıkarmıştır. Şu anda biz matematiksel işlemlerle
İlk banka sisteminin kurulması! kaybolan insanlığımızı, bilmem kaç bilinmeyenli
denklemler kurarak bulmaya çalışıyoruz!
"Hayda!'' demeyin hemen! Bakın, ben size ''. .yeter
de artar mıdır?" derken ipucu da vermek istedim Bu çalışmayı burada sonlandırırken, gelecek birlik­
aynı zamanda! Şef ve adamları bu kadar yiyeceği bir teliğimizde, dersimizin "Postmodern Matematik"�
günde bitiremeyeceğine göre, artan etleri ne yapa­ konumuzun ise "Çalıp Çırpmanın Toplum Üzerine
caklar sizce? Saçmalamayın, çöp denen bir şey yok Dağılma Özelliği" olduğunu şimdiden bildireyim
o zamanlar! Ve bu kadar bencil ve pisboğaz yapıdaki ki; belki şimdiki gibi kendim sorup, kendim yanıtla­
kişilerin artan etleri atabileceğini düşünmenize şaşı­ mak zorunda kalmam!
yorum doğrusu! Haa bu arada, derse ilk girerken size "Tünaydın!"
Peki ne yapacaklar? Tabii ki tuzlayıp saklayacaklar! demiştim anımsıyorsanız . . . İçinizden bazı arkadaş­
Tuz biliniyor mu? Hayır! Eee? larınızın; "Ya Yöndeş Hocam! Bize ilkokulda öğleden
önce 'günaydın!'; öğleden sonra 'tünaydın!' denilmesi
Bakın, işçinin ve emekçinin alın teri var o etlerde! gerektiği defalarca öğretildi. Bu gece yarısı, ikinci öğ­
Bilindiği gibi terde de bol miktarda tuz var! İşte ilkel retim öğrencilerine tünaydın da neyin nesi? Yoksa siz
insan tuzu ilk olarak bu yolla keşfetmiş ve tuzladığı küçükken öğretmeniniz size öğretmendi mi? Ha ha
etleri biriktirerek ilk banka sistemini de kurmuştur. ha! Hi hi hi!" der gibi bıyık altından gülümsediğini
Gerisini tahmin ediyorsunuzdur . . . görmedim sanmayın!

"Şefim, bugün hiç hayvan avlayamadım, size de et ge­ Dersimiz Türkçe değil ama, yarın orada burada
tiremedim, ne yapacağımı bilmiyorum valla!"; "Dü­ ''Adam daha selamlaşmayı öğrenememiş, kalkıp bize
şündüğün şeye bak! Oğlum biz ne güne duruyoruz matematik anlatıyor!" dememeniz için açıklıyorum
burada? Al şu tavuk kurusunu, yarın getirirsin kümes bu konuyu:
dolusunu!"
"Tün" sözcüğü Eski Türkçe<ie "Gece" anlamındadır.
Yukarıdaki yardım etme (!) biçiminin sayısız ben­ Haliyle " tünaydın" sözcüğü de "geceniz aydınlık ol­
zerlerini bugün yaşamıyor muyuz sizce? sun"; "gece n iz ışıkla dolsun" gibi anlamlar taşımak­
tadır ki, karanlıkta kalmış bir toplumun bu tür iyi
Ya da şefin şu konuşmasının bugünkü bankaların
dileklere her zaman gereksinimi var diye düşünüyo­
kredi reklamlardan ne farkı var söyler misiniz bana? rum. Bu düşünceyle sizi o şekilde selamladım!
"Ulan uşaklar! Bu kar kışta avlanmaya gidip de ne
Böylece süregelen bir yanlışlığı da düzeltmiş olalım!
yapacaksınız? Gelin şefinizin mağarasına; yiyin, için,
yarını düşünmeyin! Yazın avlandıkça rahat rahat Hepinize tünaydın!
ödersiniz!"

du�imıil 61

l
!
SİYASALIN PEŞİNDE: (. �
1 �
DÜNYA YA TRAGEDYALARLA BAKMAK �

1
'
ÇİGDEM DURKAN
).
/

E metis defterle,i
Siyasalın Pqinde
Diinyaya Tragr4.1alarla Bakmak Siyasalın Peşinde: Dünyaya Tragedyalarla Bakmak

.... ... ....... ..


Hazırlayanlar: Devrim Sezer, Nazile Kalaycı
ı:ı.- S-. hıb!_ _ ___
Yayına Hazırlayan: Savaş Kılıç
s.. � ..-. � W. �"""'-

eı. ı ı::ıop.. 1o1<� 0.. .ı. � � Af;IM.


Kapak Tasanmı: Semih Sökmen
tı:uilt� IO..ılı: T•.....,.... r.ıaı-oıt... ISBN 13 978-605-316-1 09-7
,.... ,.,.,_�

Metis, Kasım 201 7, 208 sf.

Hemen giriş bölümünde belirtildiği gibi, kitapta olur; onlarda kendimizden bir parça bulur, anlam
ebedi ile şimdiye ait olanı, evrensel ile tekili bir arada arayışımızda yalnız olmadığımızı görürüz. Belki de
tartışmaya olanak sağlayan Antik Yunan tragedya­ bu nedenle tragedyalarda insanlığın ortak çatışkıla­
sından siyaset felsefesine doğru yola çıkılıyor ve bu rını görür, onlar üzerinden anlam üretmeye devam
da bende kitabı görür görmez inceleme isteği uyan­ ederiz. Sanatın her dalında evrensele ulaşan eserin
dırıyordu. Ayrıca daha önce katıldığım Antigone sırrı, kitleleri kucaklayabilmesinde, insanların ortak
okumalarında aklımda yer eden bazı soruları yeni­ meramına hitap edebilmesindedir. Yüzyıllar önce­
den cevaplamak için bir fırsat yakalamış olabilirdim sinde sesi Antik Yunan duvarlarında çınlayanların,
ve bu yüzden kitabı hemen incelemeye başladım. seslerinin yankısının günümüze kadar ulaşma nede­
ni tam olarak da budur.
Yunan şehir devleti, Polis'te, insanlar duygularını,
düşüncelerini, isyan ve boyun eğişlerini şehirdeki Henüz giriş kısmında Hegel'e atıf yapılarak traged­
tiyatro sahnesinde sergileyebilmekte ve siyasal ala­ yadaki çatışmanın haklıyla haklının çatışması oldu -
na bu şekilde katılabilmekteydiler. Çatışmalar, sah­ ğundan söz ediliyor. Gerçekten de iyi ve kötünün,
nelenmek suretiyle ortaya konarak tartışmaya açılır ezen ve ezilenin, haklı ve haksızın çatışmasında
hale gelmekteydi. Burada "çatışma'' dediğimizde herkesin tarafı bellidir öyle değil mi? Etik değerlerin
sözler ve edimlere dayalı bir mücadele biçimini, ka­ değerlendirmeye tabi tutulduğu alan iki haklı ya da
musal dünyadaki ifadesini "yarışma'' veya "çekişme" iki iyinin çatıştığı alandır. Kararsız kaldığımız, uyku­
anlamına gelen agon teriminde bulan bir varoluş muzu kaçıran zamanlarda kendimizle değerlerimiz
tarzını kastediyoruz. Bu nedenle tragedyaları oku­ arasında döktüğümüz vicdan terleri, haklıyla haklı­
duğumuz zaman mutlaka yüzyıllar önce bizimle nın çatışmasında gizlidir. Bu nedenle tragedyalar ya­
aynı sevinçleri, üzüntüleri, kaygıları yaşayan; benzer nıt içermeyen sorulara ve karşıtların birbirlerini çü­
biçimde haksızlığa uğrayan, yok sayılan, görülme­ rütmeden çarpıştıkları "çatışan argümanlara'' ( dissoi
yen ve bunları ortaya koyan birileri ile temas halinde logoi) benzerler.

ll lm/mlffll
Kitabın giriş kısmında yer alan: "Tragedya ile siyaset lar, yazıldığı dönemin koşullarını yansıttığı için ilk
felsefesi, hikaye anlatıcılığı ile kuramsal analiz ara­ bakışta bize uzakmış gibi görünebilir. Eser üzerine
sında bir köprü kurmak suretiyle adalet, demokrasi, akıl yürütmeye başlandığında ise doğru noktayı ya­
yurttaşlık, tiranlık, toplumsal cinsiyet, şiddet, dışla­ kalayana dek belki eseri birkaç kez okumak gereke­
ma, kolektif bellek, bağışlama, melankoli, yas ve ta­ bilir. Tıpkı oyuncuların, sahne için yaptıkları ezber
nıklık gibi güncelliğini hala koruyan meselelere klasik çalışmalarında doğru duyguyu hissedene dek, metni
tragedyaların penceresinden bakmayı öneriyoruz" tekrar tekrar okumaları gerektiği gibi.
cümlesiyle kitabın içeriği ve birçok başlığı özetlen­
miş bulunuyor. Açıkçası ben giriş kısmını okurken Eser güncel olmayıp metinde verilen duygu ve ça­
dahi birçok şey öğrendim. Önsöz ve girişleri hiçbir tışmalar güncel olunca, oyuncu da gerçekçi bir sah­
zaman atlayan biri olmadım ancak başlar başlamaz nelemenin nasıl sergilenebileceğine kafa yormaya
dopdolu bir giriş makalesiyle karşılaşmak beni ger­ başlar. Metnin doğasından kaynaklı olarak aslında
çekten heyecanlandırdı. herkesin anlayabileceği bir duygudurumunu,
birçoklarına uzak cümlelerle anlat­
Kitabın öyküsü 2014 ilkbaharın­ mak durumundadır. Oyuncu
da Ege Üniversitesi Felsefe öyle bir performans gerçek­
Bölümü tarafından dü­ leştirmelidir ki; seyirci say­
zenlenen Ulusal Felsefe falarca kitap okumadan,
Kongresi için hazır­ adeta okumuş kadar
lanan ''Tragedya ve anlamalıdır Antigo­
Politika Felsefesi: ne'yi ve tragedyaları.
Günümüzü Tra­ Bu yüzden tam da
gedyalar Işığında burada defalarca
Düşünmek" baş­ kendine ve met­
lıklı açılış paneliy- ne sorar: "Ben bu
le başlamış. Haliyle cümleyi neden ku­
20 14 yılından bu ruyorum?" Açıkla­
yana derinlikle ve yıcı ve bir o kadar
çoğalarak ilerlenmiş da yerinde tahliller
olduğu göz önünde ile bu eser, oyuncunun
bulundurulunca, kitapta ve diğer tüm okurların
yer alan detaylı analizle- bu sorusuna cevap olacak
ri kavramaya kanımca geniş nitelikte. " Yasanın adalete
zaman ayırmak gerekiyor. Çün- rağmen ayakta kalmasının müm­
kü itaat/itiraz, yas/gömülme, hukuk/ kün olmadığını anlatır elbette Sophok-
adalet, kibir/iktidar kavramları ilmek ilmek les'in oyunu. Ama başka bir şey daha anlatmak,
dokunmuş her makalede. adaletin de yasaya rağmen gerçekleşemeyeceğini söy­
lemek istiyor olabilir mi?"
Aslında ilk incelediğimde kitap, özellikle konu ile
ilgilenen belli bir kesime hitap ediyor diyebilirdim. Yine Antigone'nin performatif çelişkisinin ortaya
Ancak okumaya devam ettiğimde kitabın başka bir konulma biçiminin dikkate değer olduğunu düşü­
kesime daha hitap edebileceği izlenimini edindim: nüyorum. Bir söz ediminin tam da icra edilmesi
Tiyatrocular ve tiyatroseverler. . . Kesinlikle yanıl­ (yani performans) yoluyla kendi içeriğini boşa çı­
madığımı söylemeliyim. kardığı veya geçersiz kıldığı durumları tasvir eder
"performatif çelişki" terimi. Basit bir örnek üze­
Tragedyaları halkı belki yatıştıran ya da bir nevi rinden gidersek "konuşmanın gereksiz olduğunu"
halkın siyasete katılımını sağlayan bir sahne olarak söylediğimde tam da bunu söylemekle söylediğim
görür ve onun, yüzyıllar sonrasında bile hala etki­ şeyi geçersiz kılmış olurum. Buradan sonrasını siz
li bir anlatım aracı olduğunu düşünürsek şunu fark kıymetli okura bırakmak ve aynı çelişkiye düşme­
ederiz: "Sanat bir yutkunmadır:' Son birkaç ayda öğ­ mek adına satırlarıma burada son vereceğim. Keyifli
rendiğim ve içselleştirmeye çalıştığım, oyunculuğa okumalar...
ve oyunculara dair basit ama çok önemli bir soru
var: "Ben bu cümleyi neden kuruyorum?" Tragedya-

tttk•mırn1 m
1/

Ba$1anııçta evıem vardı.

aaethe

ll lttttm ım ı

You might also like