Professional Documents
Culture Documents
Yayın Koordinatörü
Cemre Yılmaz Bu sayımızda bugüne kadar neredeyse hiçbir der
ginin kapağında yer almayan bir fılozofa yer ver
Düzelti mek istedik: Arthur Schopenhauer. Geniş kitleleri
Hamza Celaleddin Okumuş ve birçok ünlü fılozofu etkileyen Schopenhauer
sayımızı da gönülden kucaklayacağınızdan emi
Çevirmen & Çeviri Editörü niz.
İsmail Ege Yaylım
06 ArthurSchopenhauer (1788-1860)
Sir Alistair MacFarlane
Çeviren: İsmail Ege Yaylım
16 Schopenhauer'un Düşünceleri
Orta Yaş Krizini Atlatmamıza
Nasıl Yardımcı Olabilir?
Kieran Setiya
Çeviren: İsmail Ege Yaylım
22 ArthurSchopenhaue�
İlk Avrupalı Budist
Julian Young
Çeviren: M. Kaan Erdoğan
lllf!t11ilffll
düSüDbil .._
62 Siyasalın Peşinde:
Dünyaya Tragedyalarla Bakmak
Çiğdem Durkan
lftl:1Jı!!flll1
,__. ARTHUR SCHOPENHAUER (1788-1860J
S E�
.:..: SIR�A�LI�a�ıR�
c.;r����:..:.� M �Ac=�=R�� N�E�����-----ı
ÇEVİREN: iSMAİL EGE YAYLIM
llltTtf!li@•
mileliği sırasında annesi hastalandı, böylece Arthur ve yaşamının geri kalanını felsefeye kendi emsalsiz
Danzigöe doğdu. Arthur'un annesi Johanna Hen yaklaşımını geliştirmeye ve arıtmaya adadı.
rietta (evlenmeden önceki soyadı Trosiener) bir diğer
varlıklı, Danzigli aileden geliyordu. Annesi iyi eği Metafizik
tim almış, kozmopolit, bencil ve tutkulu bir kadındı Immanuel Kant'tan sonra (1724-1804), metafizik,
ve ünlü ve başarılı bir romancıydı, Alman edebiyat herhangi bir tam gelişmiş felsefe sisteminin zaruri
ve sanat çevresinde ün kazanmıştı. Hem zor hem de bir parçası haline geldi. Kant'ın metafiziksel mesele
kayıtsız birisiydi, çağdaşlarından birisi tarafından si şu şekilde belirtilebilir: Gerçekliğin, akıllarımızda
kalpsiz ve ruhsuz olarak tanımlanıyordu. Gençlik yalnızca dolaylı olarak mevcut olduğunu farz eder
yıllarında Schopenhauer'un babasıyla zor bir ilişkisi sek akıllarımız gerçekliği nasıl karakterize ediyor?
vardı, sonraki yaşamındaysa annesiyle çok daha zor Kant'ın yaklaşımı öznel ve nesnel dünya tanımları
bir ilişkisi oldu. Zamanla annesiyle tüm ilişkilerini nı uzlaştırmaktı veya onun kelimeleriyle söyleyecek
kopardı ve cenaze törenine katılmadı. olursak: "Duyuş olmaksızın, hiçbir nesne bize
Arthur beş yaşındayken, Danzig'in belirli olmazdı, anlayış olmaksızın, hiç
Prusya' ya eklenmesinin ardın bir nesne düşünülemezdi. İçeriksiz
dan aile Hamburg'a taşındı. düşünceler boştur; konseptsiz
Çocukluğunda ve gençli sezgiler kördür." Diğer bir
ğinde ailesiyle birlikte pek deyişle, dünyayı anlamak
çok kez Avrupa'da yer için hem duyularımız
değiştirdi, gençlik yılla (Kant jargonunda sez
rının bir kısmını yatılı giler) yoluyla edindiği
olarak Wimbledon'da miz deneyimlere hem
bir okulda geçirdi. Akı de bu deneyimler hak
cı bir şekilde İngilizce kında düşünmek için
ve Fransızca öğrendi, entelektüel yeteneğe
Fransa'dan keyif almıştı (konseptler) ihtiyaç du
fakat İngiltereöeki okul yarız.
dan nefret etmişti. Son Kant buna, basitliğini ve
derece mutsuz geçen çocuk gücünü gizleyen ürkütücü bir
luğu ve ergenliği, daha sonra isimlendirmeyle transsendental
ortaya çıkan güçlü misantropisini idealizm diyordu. Transsendental
açıklıyor. yalnızca duyusal olmayan deneyimlere
Ergenliğinin sonlarında, Arthur, bir çırak olarak işaret ederken, idealizm düşüncenin öncelikli olarak
aile işine girmeye zorlandı, oysa üniversiteye gitmek gerçeklikte olduğuna işaret ediyor. Kant'ın felsefesi
istiyordu. Fakat 1805'in Nisan ayında, Floris Scho dünyayı iki parçaya bölüyor. Numenal dünya, kendi
penhauer -neredeyse kesinlikle intihar ederek- bir içinde bizim onu duyumsamamızdan bağımsız ola
rak gerçekliktir. Duyularımız tarafından fıltrelendi
anda öldü. Bu felaket anne ve oğluna özgürlük ve
ğinden ve akli araçlarımız -herhangi bir şeyi dene
finansal bağımsızlık sağladı ve kendi yollarına git
yimleyebilmek için ihtiyaç duyduğumuz birtakım
tiler. Johanna, kızıyla birlikte Weimar'a taşındı, son
konseptler- tarafından yorumlandığından dolayı
derece başarılı bir yazar haline geldi ve yönetimini
hiçbir zaman bu dünyaya direkt bir erişim sağlaya
üstlendiği, Goethe'nin sıklıkla iştirak ettiği, modaya
mayız. Fenomenal dünya bize göründüğü halidir.
uygun bir edebiyat salonu kurdu. Yaşamının büyük
Kant, şeyler (duyularımız tarafından deneyimlenen)
bir çoğunluğu boyunca, Arthur Schopenhauer ünlü
ve kendinde-şeyler (ilgili fenomenin deneyiminin
bir romancının oğlu olmaktan öteye geçemedi.
temeli ya da nedeni varsayılan) olarak [bu] dünyayı
1908 yılında Arthur Göttingen Üniversitesi'ne, tıp ikiye ayırmıştır.
okumak üzere girdi fakat kısa süre içerisinde fel
Schopenhauer, Kant'ın metafiziğini geliştirdiğini ve
sefeye döndü ve Bedin Üniversitesi'ne geçti. Geniş
düşüncesini onun üzerine kurduğunu iddia etmiş
ölçüde felsefe, psikoloji, astronomi, zooloji, arkeolo
tir. Bu yanlış yönlendiricidir çünkü Schopenhau
ji, fizyoloji, tarih ve edebiyat üzerine çalıştı. Yirmi
er, numene farklı bir bakış açısı sunmuştur. Kantçı
beş yaşına geldiğinde doktora tezi olan, The Fourfold
metafizikte, bir kendinde-şeye işaret etmek, feno
Root of the Principle of Reason'ı yazmaya hazırdı.
Jena Üniversitesi'nden bir doktorayla ödüllendirildi men ve numenin detaylandırılmış bir uygunluğunu
ifade eder (ki bu anlaşılamaz çünkü numen bizim
fttqnılffl111
bilmemizin ötesindedir). Scho kalma için verilen mücadelenin Yaşamı boyunca müziğe karşı bir
penhaur'un kabul ettiği numenal evrenselliği, derinliği, yönsüzlüğü sevgi duymuştur, neredeyse her
dünya son derece farklıdır: bizim arasında ayırmaktadır (Freud'un gün flüt çalmıştır ve düzenli ola
duyumumuzdan bağımsız olan superego, ego ve id ayrımıyla rak konserlere, operalara ve tiyat
gerçeklik kendi içinde, bizim bile karşılaştırılabilir). Ayrıca, kendi roya gitmiştir. Bu yolla, dünyanın
bileceğimiz tek, farklılaşmamış bir istencimizi işlem halinde dene kalpsizliğinden geçici olarak kur
entitedir. O, bu entiteye "istenç" yimlediğimiz her an İstenç'in iç tulabileceğimizi düşünmüştür.
demiştir. sel gerçekliğini direkt olarak algı
layabileceğimizi söyler. Schopenhauer'un geçiş ve seçme
Schopenhauer'un İstenç'i yeni ci okumaları onu Doğu felsefesine
bir şeydi ve son derece tuhaf İstenç ve Tasarım Olarak Dünya ve inancına yönlendirmiştir. Up a
tı. O, bunu zorunlu olarak ya da nishads'ın (MÖ 800 ila 400 ara
Die Welt alt Wille und Vorstellung
belki de kendini ifade etme veya sında yazılmış olan Hindu Kutsal
1818 yılında yayımlandı ve kap
varoluş için bir güç olarak tasar Kitabı Vedanın son bölümü) bir
samlı gözden geçirmeler ve ge
lamıştı. Her fenomenin onun bir çevirisini keşfetmesinin ardından
nişletmelerden geçti. Eser Scho
tezahürü olduğunu iddia ediyor yaşamının geri kalanında nere
penhauer'un yaşamının sonlarına
du. İstenç, her açıdan kördür: deyse her gün bu eserin bölüm
kadar Almanya'da ve İngiltere'de
fenomenin ardında, Schopenha lerini okumuştur. Schopenhauer,
çok az ilgi gördü - dünyanın
uer'un gerçekliği amaçsızdır. Bu Doğu felsefesini dikkatle incele
kalpsiz ve amaçsız doğasına olan
emsalsiz bir görüştür, çoğu insan yen ilk Batı filozofuydu ve İstenç
inancını belirtmesine karşın, bu
için aykırıdır. Schopenhauer dün konseptinin kimi yönlerini barın
onda büyük bir mutsuzluğa ne
yayı, çılgın, amaçsız bir mücadele dırdığı fark etti. Engin İstenç'ten
den olmuştur.
olarak görüyordu - bu, belki de tek kalıcı kaçış yolunun, Batılı bir
herhangi bir filozofun geliştirdiği Fakat Schopenhauer'un gökyü aziz veya Doğulu bir kutsal insan
en kasvetli görüştür. zünde bile umut ışığı parlamak gibi kendini mistik temaşa içinde
tadır. Başyapıtını bitirmesinin kaybetmek yoluyla dünyevi do
İstenç dini bir konsept değildir:
ardından Schopenhauer umur yumlara karşı duyulan tüm istek
Schopenhauer sıkı bir ateistti.
samaz bir İstenç'in etkilerini lerden kaçınmakta yattığı sonu
Ne kişisel, ne de Jungcu kolektif
iyileştirmenin ve nüfuz eden et cuna varmıştı.
manada bir bilinç farkındalığı
kisine zihnen mesafe koymanın
biçimi de değildir. Schopenhauer Daha az yüceltilmiş bir düzeyde,
yollarını aramıştır. Bunu gerçek
hakikatten insan psişesini rasyo Schopenhauer'un etik anlayışına
leştirmenin yollarından birisi de
nel düşünce ve üreme ve hayatta göre kişi evrensel bir şefkat gös-
estetik deneyimde yatmaktadır.
lllfftfm@ı
korktuklarından çok daha cana yakın olduğu
nu gördüklerinde şaşırmışlardı. İstenç'in mec
buriyetiyle kendi uzlaşma biçimine erişmişti.
İleri.ki Yaşlar (Onu] takip eden tüm felsefe Kant'a yapılan bir
seri dipnottan ibarettir der A.N. Whitehead.
1 85l'de son çalışması olan Parerga ile Parali Aynı şeyi ifade etmek için daha az tartışmalı
pormena'dan sonra Schopenhauer'un büyük bir şekilde denilebilir ki artık hiçbir felsefe sis
bir filozof olarak önemi tanınmaya başlandı.
temi metafizik olmaksızın tamamlanmış sayıl
Çalışmaları üzerine tartışmalar Almanya'da, maz. Schopenhauer'un metafiziği olabildiğince
İngiltere'de ve Amerika'da ortaya çıkmaya baş
basittir: Tüm düşünceler, yaşamlarımızın ilkel
ladı ve hakkında olumlu incelemeler yazılma temel etmeni olan İstenç'le mücadele etmek ve
ya başlandı. Bu gecikmiş tanınma ona doyum
onu kavramak durumundadır. Bu aşırı yalın
sağladı ve son günlerini katlanabilir kıldı.
laştırma pek çok modern filozof için çok faz
Kasvetli felsefesine ve çalışmalarının uzun süre ladır fakat kimi sanatçılar için dayanılmaz bir
boyunca karşılaştığı kayıtsızlığa olan bitmeyen çekiciliği vardır. Kimilerinin şükredeceği üzere
dargınlığına karşın yaşamının olumlu yanları Schopenhauer derindir fakat titiz bir düşünür
da vardı. Yolculuk edecek, iyi bir şekilde yiyip değildir. Kişi onu okuduktan sonra birilerinin
içecek ve rahatça okuyacak kadar varlıklıydı. mutluluk için yaptığı şeyi onun kasvet için
Yeğlediği az sayıda arkadaşına karşı, iğneleyi yaptığını görür. Belki de Schopenhauer için en
ciliği ve alaycılığına rağmen cana yakın ve hoş adil veda şiiri Voltaire'in epigramlarından bir
sohbet olabilmişti. Ölümünün hemen öncesin tanesidir: Gerçek dehanın büyük hataları affe
de daha fazla tanınmaya başladıkça, yabancı dilmelidir.
ülkelerden gelen artan sayıdaki ziyaretçileri, Kaynak: philosophynow
lf!kmırn• 11
BİLİM VE BİLGELİK YOLUNDA SCHOPENHAUER
Ö. FARUK KIRMACI
Uluslararası üne sahip İngiliz fizikçi Paul Davies'in, doludur. Onlardan birisi de şüphesiz ünlü Alman
Tanrı ve Yeni Fizik isimli eserinde "insan düşünce filozof Arthur Schopenhaueröur ( 1 788- 1 860) .
sinin iki büyük sistemi" ( 1 ) olarak tanımladığı sis
temlerden birisi bilimdir. Savını desteklemek için Bilindiği üzere Schopenhauer ne kadar kötümser
Davies'in ortaya attığı temel fikir, bilimin ilkel ata (pesimist) olarak değerlendirilse de felsefesi, Kant
larımızdan günümüze kadarki süreç içerisinde bil idealizmi ve Hint filozoflarının görüşlerine dayanır.
gilerin birikimi olarak gelişmesidir. Ona göre bilim, Schopenhauer, buradan yola çıkarak tasarım, irade
insanın bilme ve isteme içgüdülerine dayanan bir ve kendinde-şey kavramı ile kendine özgü felsefesini
düşünce yapısının ürünüdür ve bu düşünce ma yaratmıştır. Elbette ki biz mevzu bahis konulardan
tematik gibi akla dayalı, fiziksel doğa kanunlarıyla ziyade onun Bilim ve Bilgelik eserinden yola çıkarak
yasalaşmış bir sistemdir yahut sisteme sahiptir. Şu bu kavramlar üzerine yoğunlaşacağız.
halde felsefe de bir bilimdir diyebiliriz zira -Davies'e Bilim ve bilgelik kavramları felsefenin en eski tar
ve pek çok filozof ve bilim insanına göre- insanoğ tışmalarından birisidir. Felsefe her şeyi sorgular ve
lunun doğayı ve kozmosu anlamlandırma çabası haliyle kendi doğurduğu çocuğu olan bilime karşı
için "sistemli düşünme" kavramı ilk kez filozoflarla sorgulamalar da geliştirmiştir. Bunu gerçekleştirir
ortaya çıkmıştır. İlk Çağ uygarlıklarındaki bilim in ken ortaya bilim mi bilgeliği doğurur ya da felsefe
sanlarına "doğa filozofu" denmesi buna örnek nite bilgeliği mi temsil eder sorunsalları çıkmıştır. Tarihi
liğindedir. süreç içerisinde, özellikle Antik Çağ'dan Rönesans'a
Tıpkı felsefe de bilim gibi birikimli bir şekilde ilerler. kadar süre boyunca felsefe bilimle eş görüldüğün
Birçok filozof, kendi felsefesini kurma aşamasında, den dolayı felsefe/bilim insanı bilgeliğe taşırken,
kendisinden önce yaşamış kimi filozofların düşün Rönesans sonrası bu algı yerini sadece bilim insanı
celeri ile kendi felsefi kalıbını oluşturmuştur. Filo bilgeliğe götürür şeklinde değerlendirilmeye baş
zoflardan bir kısmı, kimi zaman içinde şekil aldığı landı. Tarafların uzlaştığı tek nokta, bilim ve bilgelik
bu kalıbı aşamayarak etkisi altında kaldığı düşünü kavramlarının temelinin bilgi kavramına dayanması
rün halefi olarak tanınmış, kimi zaman da kalıbın gerektiğidir. Özellikle Descartes'ın insanın ruh ve
zihinsel çeperlerini aşmasını bilerek, felsefedeki da madde olarak iki cevherden müteşekkil olduğunu
imicilik (philosophia perennis) kavramına layık bir savunduğu felsefi yaklaşımı, bilgeliğin bilim saye
felsefi görüşün temsilcisi olmayı başarabilmiştir. Fel sinde ulaşılan bir zirve olarak kabul görmesini sağ
sefe tarihi hiç kuşkusuz böylesi görkemli filozoflarla larken, günümüz biliminin indirgemeci yaklaşımına
11!1Im;11iırn1
doğru hızla taraftar toplayarak evrilmeye başladı. sıdır. Sezgi yoluyla kavranan bilgi, deneysel ve göz
Tam bu noktada Schopenhauer'un Bilim ve Bilgelik lemsel olanın ötesindedir ve bu yüzden herhangi bir
eseri, deneysel ve gözlemsel indirgemecilik altında kanıt gerektirmez; bu bilgi, insanın varoluş gayele
ezilen antik çağların kadim bilgeliğinin ne kadar rindendir, onu meydana getiren o girift dehlizlerin
önem arz ettiğini ve yabana atılmaması gereken özünden gelen bir bilgi türüdür. Buradan bir adım
esaslı düşüncelere ev sahipliği yaptığını/yapabilece daha ileri gidilerek bilginin öğretilebilen, beri yan
ğini göstermesi bakımından takdire şayandır. dan bilgeliğin ise öğretilemeyen olduğu sunucuna
varılabilir (5).
Schopenhauer'a göre bilgi, "her şeyden evvel ve esas
itibariyle tasavvurdur" (2). Görülen şeyin bir bil Arthur Schopenhauer, ortaya koymuş olduğu bilme
gisi vardır, burada fiziksel bir bilgi söz konusudur. yetileri (görü ve akıl) bakımından felsefi yönden et
Örneğin elinizde tuttuğunuz bir kalem gözünüzle kilendiği Kant ile benzerlik göstermektedir. Nitekim
algılanır ve beyniniz onun hakkında öncelik olarak Kant, Saf Aklın Eleştirisi isimli eserinde bilme yeti
şekil, renk, boyut gibi fiziksel özellikleri hakkında lerini görü, anlama yetisi ve akıl olarak ele almıştı.
bilgi sahibi olur. Schopenhauer'a göre maddenin Schopenhauer burada anlama yetisini görüyle ilişki
formsal özü nedenselliğe bağlıdır; nedenselliğe göre lendirmiştir. Öte yandan sezgi kavramına iradi bir
duyusal (beş duyu organımız tarafından) ve zihin unsur eklemesi salt fiziksel bilginin dahi metafizik
sel olarak belirlenir ve madde-nedensellik ilişkisi ile ilişkilendirilmesi gerektiği vurgusu yapmıştır.
anlamlandırılmaya çalışılırken bilinen olarak ortaya Ona göre bilim, bilme içgüdüsüne bağlı olarak ge
çıkan şey bilgidir. Burada ortaya çıkan temel ayrım lişirken; bilgelik ise istemeye dayanır. Çünkü insan
sezgisel (intuitiv) ve soyut (abstrakt) arasındadır. evrimsel süreç içerisinde her zaman içgüdüsel dav
Ve soyut tasavvurlar zihnimizde kavramsal bir sınıf ranışlar sergiler ve bunun dışına çıkamaz. Halbuki
meydana getirirler, böylece soyutu kavramsal olarak istemek kişiye özgüdür, burada tercihler söz konu
şekil vererek düşünsel manada bize anımsatan, bil sudur ve bundan dolayı iradi bir seçimdir.
diğimize dair soyut düşüncelere vakıf olmamızı ve
soyut düşüncelerle etrafımızdaki şeylere dair bilgi Schopenhaueröa bilim anlayışı küçük farklılıklar
edinmemizi sağlayan şey, insanı hayvanlardan ayı dışında günümüz deney ve gözlemine dayalı bilim
ran akıl denilen cevher olarak ortaya çıkar. Buradan anlayışına yakındır. Aynı şeyi bilgelik kavramı için
hareketle Schopenhauer da bilgiden doğan bilme ye söylememiz pek mümkün değildir zira bu kavramın,
tisi, sezgisel ve soyut tasavvurların/tasarımların ne genel Batı kabulünden ziyade Doğu felsefesine daha
ticesinde bizi asıl felsefi yaklaşımına götürür: görü yakın olduğu görülür. Onun bilgelik anlayışı doğu
(anschaung) ve akıl ( vernunft) . İki bilme yetisi (anla nun peri masallarını andıran mistisizmiyle karışık
ma yetisi ve akıl) iki bilgi türünü (görüsel ve soyut) hikmet anlayışına benzer.
ortaya çıkarır (3). Sonuç olarak Schopenhauer'un bilim ve bilgilik an
Schopenhauer, bilim ve bilgeliğe giden yoldaki zi layışına dair geliştirdiği felsefi yaklaşımında; bilmek
hinsel aşamaları dört kategoride esas alır. İlki; şey bilimi doğururken, istemek/irade insanı bilgeliğe
lerin sezgi-algıyla doğru kavranılışıdır. İkincisi; ilk götürür.
önermeden doğan doğru kavramların, doğru soyut Dipnotlar
lamalar altında özetlenmesi. Üçüncüsü; ulaşılan kav (1) Davies, Paul; Tanrı ve Yeni Fizik; Çeviren: Barış Gönülşen;
Alfa Yayınları; İstanbul 20 14; ss. 1 3.
ramlar sezgi ile zihindeki diğer kavramlarla bağıntısı (2) Schopenhauer, Arthur; Bilmek ve İstemek; ss. 40.
kurularak doğru tetkik ve tahlilinin yapılması. Son (3) Türkyılmaz, Çetin; Kant'ta ve Schopenhauer'de Kendinde Şey
olarak; söz konusu olan bu yargıların terkibi (4). (Ding an sich) Kavramı, Kaygı Dergisi, 2/2003; ss. 82-88.
(4) Schopenhauer, Arthur; Bilim ve Bilgelik; ss. 23.
(5) Aydoğan, Hüseyin; Bilim ve Bilgelik; Dinbiliınleri Akademik
Schopenhauer'un zihnin aşamalarına dair görüşleri
Araştırma Dergisi Cilt 1 4; Sayı 2;2014; ss. 250.
ne göre bilgelik, şeylerin idealarının kavranmasıyla
mümkündür ki bu da belirtildiği üzere sezgiseldir. Kaynaklar
SCHOPENHAUER, Arthur, Bilim ve Bilgelik, Çeviren: Ahmet
Öte yandan Schopenhauer, bilgeliği bilimden tur Aydoğan, Say Yayınları, 2014.
nusol kağıdı gibi ayıran renk değişiminin, sanılanın SCHOPENHAUER, Arthur ; Bilmek ve lstemek, Çeviren: Ahmet
aksine birtakım soyutlamaların ötesinde bir şahika Aydoğan, Say Yayınları, 2014.
AYDOGAN, Hüseyin; Bilim ve Bilgelik; Dinbilimleri Akademik
olarak ele alır ve bilgeliğin sezgisel bir kaynaktan Araştırma Dergisi Cilt 1 4; Sayı 2; 20 14.
geldiğini belirtir. Bilginin özü şeylerin çıkarımın TÜRKYILMAZ, Çetin; Kant'ta ve Schopenhauer'de Kendinde Şey
da değil algı dünyasının ta kendisinde aranmalıdır. (Ding an sich) Kavramı, Kaygı Dergisi, 2/2003.
Buna ulaşmanın yolu derin ve bir o kadar nüfuzlu
bir sezişle mümkündür. Bundan dolayı bilgeliğin
anahtarı, görüsel ve soyut olarak deneyimlenen ve
algılanan bilgi türünün derin bir sezgi ile taçlanma-
em;1ıım•m
SANA TIN VE BİLiMİN DÜNYAYI NASIL AÇIKLADIGINA DAİR TEMEL
FARKLAR! ÜZERİNE SCHOPENHAUER'UN GÖRÜŞÜ
MARIA POPOVA
ÇEVİREN: BÜNYAMİN TAN
"[Bilim}, bir an bile asla dinlenmeyen, sürekli değişen Şubat 1 788-2 1 Eylül 1 860), İstenç ve Tasarım Ola
bir şelalenin dökülen sayısız damlaları gibidir; [sanat] rak Dünya adlı kitabında sanat ve bilim arasındaki
bu azılı selin üzerinde sessizce dinlenen gökkuşağı gi ilişkiyi ve aralarındaki karşılıklı uyum gösteren duy
bidir." gudaşlıklarını dikkate aldı. Bu kitap aynı zamanda
1 8 1 8 yılında yayımlanmış olan bir şaheser olup bize
Öncü astronom Maria Mitchell "Bizler ileride olana deha ve delilik arasındaki ilişki ile deha ve yetenek
ulaşırız ve her türlü çabayı gösteririz, fakat sadece arasındaki en önemli fark üzerine Schopenhauer'un
bizden sonsuzluğu gizleyen bir parça perdeyi kavra görüşlerini sunmaktadır.
rız" diyerek şaşkınlığını belirtmiştir günlüğünde.
Saul Bellow, heyecan verici Nobel Ödülü kabul ko Schopenhauer ayrım ölçütü olarak değişkenliği kul
nuşmasında "Sadece sanat nüfuz eder. . . Bu dünyanın lanır - bilimin değişimle ilgili olduğunu, oysa sa
gerçeklerini görmeye" diye iddia etmiş, ve eklemiştir: natın ise sonsuzluğu tasarladığını savunmaktadır.
"Başka bir gerçeklik vardır, gözden kaçırmamamız Kitabında şöyle yazmaktadır: "Bilgi olmadan hareket
gereken özgün bir gerçeklik. Bu diğer gerçeklik, bizim eden kendi nesnelliğinin en düşük sınıflarında, neden
sanat olmadan ulaşamayacağımız ipuçlarını bize her bilim formundaki doğal bilim, kendi fenomenlerinde
zaman sunmaktadır." Sanat ve bilim, gerçeklik olarak ki değişikliklerin yasalarını savunmaktadır; morfoloji
adlandırdığımız şey üzerine farklı ama tamamlayıcı formundaki doğal bilim ise bunların kalıcılığını. Ne
mercekler sunar ve ondan anlam çıkarmamızı, son redeyse sonu olmayan bu görev, özeli anlamamız için
suz gizemiyle beraber hayatı sürdürmemizi sağlayan geneli bir araya getiren genel şeylerin ne olduğunu al
farklı yollar bahşeder. gılayan kavramların yardımıyla aydınlatılmıştır. Son
olarak matematik sadece zaman ve mekanı, düşün
Bilim ve sanat arasındaki yaratıcı duygudaşlık üze
celerin çokluğa bölündüğü yeri inceler ki birey olarak
rine olan o güzel meditasyon içerisinde, fizikçi ve öznenin bilgisi ortaya çıkar. Bu ortak isimlerin tümü,
romancı Alan Lightman her bir alanla ilgili olarak farklı formlardaki yeterli bir sebebin ilkesine göre ha
"insan doğasının sonsuz gizemi"ni ve "fiziki doğanın reket eden ve temaları daima onlardan elde edilen
sonsuz gizemi"ni işaret etmiştir. Yaklaşık iki yüzyıl fenomenler, yasalar, bağlantılar ve ilişkiler olan şey,
önce, etkili Alman filozof Arthur Schopenhauer (22 yani bilimdir. Fakat ne tür bir bilgi dışardan ve tüm
lfllflk!m@I
nat temsilcisi olur. Bu nedenle
bu özel şeyi durdurur; ki zaman
durur; bağıntılar onu yok eder;
yalnızca gerekli olan İdea onun
nesnesidir. Bu nedenle onu, de
neyim ve bilimin yöntemi olan
bu prensibe uygun olarak ilerle
yen şeyleri inceleme yöntemine
karşıt olarak 'yeterli neden pren
sibinin bağımsızlığını inceleyen
şeylerin yöntemi' şeklinde doğ
ru bir ifade ile tanımlayabiliriz.
Şeyleri dikkate almanın bu son
metodu, yatay bir yönde ve her
hangi bir noktada kesilen dikey
bir çizginin öncesinde, sonsuza
uzanan bir hat ile karşılaştırıla
bilir.
Cinsel birleşmedeki esrime hali. İşte bu! Her şeyin eşliğinden bağımsız düşünmek de bir o kadar buda
gerçek özü ve nüvesi bu, varoluşun amacı ve hedefi. - laca olurdu.
Arthur Schopenhauer.
Hemen tüm Schopenhauer anlatıları (en incelik
Arthur Schopenhauer, yaşamı boyunca en yakın lisinden en kaba örülmüşüne değin), örtük ya da
dostu olan spanyel cinsi bir köpeğe, Sanskritçe seçik şekilde, onu mistik ve bilge (belki doğru söz
"Dünyanın Ruhu" anlamına gelen ''.Atma" ismi cük "ağırbaşlı" olacak) bir kimse olarak tasvir eder:
ni vermişti. Bu sıradan bilgi, ilk duyuşta oldukça Lakin bu, Schopenhauer'a sarılırken Schopenhau
önemsiz bir ayrıntı ya da bir tarihçi işgüzarlığı gibi er'un bedenini ıskalamak manasına gelir -ki bu en
görünebilir; lakin Schopenhauer ile kurulacak do eski felsefi hastalıklardan birisidir; Platon'u Platon'a
laysız ve kendiliğinden bir duygudaşlık, bu sıradan dokunmadan anlatmak, Spinoza'nın evine evinin
bilgiyi bile orgazmik bir tarihselliğe bürüyebilir. olduğu sokağa girmeden varmak, Nietzsche ile se
Gelgelelim, Schopenhauer ile duygudaşlık kurmak vişirken hastalanmaktan/hastalık kapmaktan kork
ve dahası onun felsefesini anlamak; onun yazdıkları mak gibi-. Oysaki Schopenhauer, Nietzsche'nin
nı okumakla (velev ki geriye doğru bir taramayla da çılgınlığına ilham olacak ölçüde bir coşkun ruhtur,
Immanuel Kant'ın, Baruch Spinoza'nın ya da belki yirminci yüzyıl aylaklığına/başıboşluğuna önayak
Platonun felsefelerini hatmetmekle) pek mümkün olacak kadar da bilgelikten ve ağırbaşlılıktan uzaktır.
değildir. Schopenhauer felsefesinin derinliklerinde Güçlü görünen gövdesinin altında, annesinin şöh
gizli olan pornografik örgüyü -ki bu örgü, daha son retiyle ezilen ve mutsuz bir şekilde onun gölgesinde
ra Friedrich Nietzsche ile fısıldanıp, Georges Batail yaşamak zorunda kalan, -yaşamının son kısmı hariç
le ile açıktan açığa haykırılır hale gelecek, yirminci tutulacak olursa- içten içe insanlara kendisini du
asırda ise bu haykırışın yankıları fazlasıyla hissedi yurmaya çalışan cılız bir ses barınır. (Bunları söyle
lecektir- onun metinlerinden yola çıkarak anlamak yerek Schopenhauer'u "aciz" göstermeye -mümkün
ne kadar imkansızsa, onun felsefesini Richard Wag müdür gerçekten- çalışmıyorum elbette, bilakis tüm
ner'den ve Richard Wagner müziğindeki biteviye bunları meziyetlerinin birer mucizesi olarak aktarı
coşku ve anlamsız duraksamanın birlikteliğinden/ yorum.)
mertt11 ıırn•
Tam burada Richard Wagnere açacağım parantez, penhauer'a ilişkin bundan başka hiçbir şeyden bah
Schopenhauer'un tarihsel yerinin altını çizmesi açı setmiyor olsalar da). Onun kötümserliğinin anlaşıl
sından da mühim görünmektedir. Richard Wagner masının yolu, bir başka çağdaşından; "pesimizmin
Schopenhauer'dan fazlasıyla etkilenmiş ve Nietzs şiiri" William Blake'den geçiyor. Schopenhauer'un
che'yi ise fazlasıyla etkilemiş bir müzisyen/şair/ve pesimizmi bir felsefi temadan ziyade bir şiirsel/es
hatta filozof olarak tarihin en dehşetengiz köprüsü tetik görüngü olarak karşımıza çıkıyor (bu şiirselliği
şeklinde anılmayı hak eder. Wagner'in Nietzsche'ye görebilecek göz ne muhteşem bir gözdür) . Böylelikle
aktardığı şey; Schopenhauer'un mistik bilgeliği, Schopenhauer'un karamsarlığı için başvurumuzun
ağırbaşlılığı değil, coşkun çılgınlığı, patlayabilir öf yönü birdenbire, Almanya'dan İngiltere'ye, Schopen
kesi ve gizil haldeki nefretidir. Bu birbiri içine geçmiş hauer'dan Blakee dönüveriyor. (Söz şiire geldiğinde
esrarengiz duygular, Schopenhauer'un Nietzsche'ye ise, sözü sadece şiire bırakmak için aceleci davran-
bırakıtı gibidir ve bu bırakıtın ileticisi ise Richard mak, felsefenin zarafetinden sayılıyor) Şöyle diyor
Wagner'den başkası değildir. Gelgelelim Schopenha Blake:
uer'un Nietzsche'ye bırakıtları bunlarla da sınırlı de
ğildir; esas ve "tarihsel değeri olan'' bırakıt pornog İnsanların bencil babası!
rafik dürtü ve sürekli raks halidir. Nietzsche'yi 1889 Zalim, kıskanç, bencil korku!
3 Ocak'ına (Torino'da bir atın boynuna sarılıp ağladı
ğı ve sonrasında yere yığıldığı o hadiseye) hazırlayan Doğurabilir mi,
da, o gün için özenle giydirip kuşatan da işte tam da
bu görüngülerdir. Schopenhauer, Öyleyse denilebilir Zincirlenmiş geceden,
ki; Nietzsche için bir öğretmenden çok daha fazlası Gençliğin bakireliğini ve sabahın takatini?
dır; özcesi ise Nietzsche, Schopenhauer'un mirasye
disi gibidir.
***
Bahar gizler mi sevincini?
Son olarak Schopenhauercu pesimizme kısaca de (1) Williaın Blake, Yeryüzünün Yanıtı, Çev: T. Asi Balkar.
ğinmekte de yarar vardır (her ne kadar bugün için
hemen herkes bundan bahsediyor, velev ki Scho-
frttfrııırnım
SCHOPENHAUER'UN DÜŞÜNCELERİ ORTA YAŞ KRİZİNİ
ATLATMAMIZA NASIL YARDIMCI OLABİLİR?
KIERAN SETIYA
ÇEVİREN: İSMAİL EGE YAYLIM
Filozoflar 2.500 yıldan fazla süredir iyi yaşam hak Bir cevap arayışında 19. yüzyıl karamsarı Arthur
kında düşünmelerine karşın orta yaş hakkında söy Shopenhauer'un yardımına başvurdum. Shopen
ledikleri pek bir şey yoktur. Benim için 40 yaşına hauer, arzunun beyhudeliğini vurgulamasıyla ün
yaklaşmak stereotipik bir kriz demekti. Akademik lenmiştir. İstediğiniz şeye sahip olmanın sizi mutlu
kariyer üzerindeki engeller aşılmıştı, bir kadrolu etmemesi onu şaşırtmazdı. Öte yandan, istediğiniz
felsefe profesörü olduğum için şanslı olduğumu bili şeye sahip olmak da aynı derecede kötüydü. Shopen
yordum. Fakat yaşamın meşguliyetinden, yapılacak hauer için her iki durumda da lanetlendiğin anlamı
şeylerin aciliyetinden bir adım geriye attığımda ken na geliyordu. İstediğiniz şeye sahip olursanız, meşga
dimi "şimdi ne olacak?" diye düşünürken buldum. leniz son bulmuştur. Gayesizsinizdir, İstenç ve Temsil
Yalnızca daha fazlasıyla yer değiştirmek üzere proje Olarak Dünya'da da bahsettiği gibi "korkunç boşluk
leri tamamlamak, beyhudelik ve tekerrür hissi uyan ve sıkıntı"ya batmışsınızdır. Hayatın bir yönelime;
dırıyordu. Bir makaleyi bitiriyor, bir derse giriyor ve halihazırda erişilmemiş arzulara, projelere, gayelere
bunları tekrar yapıyordum. Her şey kıymetsiz görü ihtiyacı vardır. Fakat bu da tehlikelidir. Çünkü sahip
nüyor değildi. En düşük olduğum zamanlarda bile olmadığım şeyi istemek acı çekmek demektir. Yapı
yaptığım şeyin bir anlamının olmadığını hissetme lacak şeyler bularak boşluğun içinden çıkma uğraşı
dim. Fakat bir şekilde, ardı ardına gelen etkinlikler, vererek kendinizi sefalete mahkum ediyorsunuzdur.
her biri kendi içinde mantıklı olmasına karşın eksik Hayat, 'acı ve sıkıntı arasında ileri geri sallanan bir
lik hissi uyandırıyordu. sarkaç gibidir ve gerçekte bu ikisi nihai bileşenlerdir".
Bu konuda yalnız değilim. Belki siz de değerli gaye Shopenhauer'un insan yaşamına dair imgesi gere
lerin peşinden koşmada bir boşluk hissetmişsinizdir. ğinden fazlasıyla kasvetli görünebilir. Sıklıkla orta
Bu orta yaş krizinin biçimlerinden birisidir, aynı za yaş, sıkı sıkıya bağlı olunan projelerin başarısını ya
manda hem tanıdıktır hem de felsefi olarak kafa ka - da başarısızlığını beraberinde getirir: uzun yıllar bo
rıştırıcıdır. Buradaki ikilem, başarının, başarısızlık yunca çalışarak elde ettiğiniz işe, bulmayı umduğu -
gibi görünebilmesindedir. Herhangi bir ikilem gibi, nuz eşe, kurmak istediğiniz aileye sahipsinizdir veya
felsefi bir ilgiyi gerektirir. Kişinin hiçbir şeyde bir değilsinizdir. Her iki durumda da yeni istikametler
değer göremediği koşulsuz bir boşluk değilse eğer, ararsınız. Fakat gayelerinize ulaşmaya veya onlardan
orta yaş krizindeki boşluk nedir? Hayatımda yanlış vazgeçmeye vereceğiniz cevap açık görünür: kendi
olan şey ne? nize yeni gayeler edinirsiniz. İstediğiniz şeyin peşin-
IIl lfTt1ilffl l
Buradaki mesele, bu konu hakkında ne yapılacağı
dır. Schopenhauer için, buradan kurtuluş yoktur:
Orta yaş krizi dediğim şey insanlık halidir. Fakat
Schopenhauer hatalıydı. Onun hatasını görebilmek
için değer verdiğimiz etkinlikler arasında, tamamla
maya odaklandıklarımız ve tamamlamaya odaklan
madıklarımız arasında ayrım yapmamız gerekiyor.
IUnFm@l lD
BARDAGIN BOŞ TARAFINDAN BAKAN ÜÇ GÖZ:
SCHOPENHAUER, YAKUP KADRİ VE MAUPASSANT
BEYZA ÖZKAN
"Bardağın boş tarafından bakmak" deyimi, günlük dan bakmışlar ise bu bakışlarını ardında bıraktıkları
konuşma dilimizde en çok kullandığımız deyimler eserlerine nasıl yansıtmışlardır?
den biridir. Bu deyimi, karşılaştığımız bir durum
karşısında olumsuz bir bakış açısı geliştirdiğimizde Böyle bir düşünüş biçimine sahip olanlar, dünya
ya da kötümser bakan kişiler için kullanırız. Bu de mızdan geçip gitmişlerdir. Dünyadan geçip giderken
yimin bir zıddı da vardır: "Bardağın dolu tarafından de ardından eser bırakmışlardır. Ancak bazı kişiler
bakmak''. Söz konusu deyim, kötümser bakanların vardır ki onlar bardağın dolu tarafından bakmayı
ve olumsuz durumların aksi için söylenmektedir. değil de boş tarafından bakmayı tercih etmişlerdir.
Bunları bir yana bırakıp şu soruyu soralım: Düz bir Bardağın boş tarafından bakmaları, onların keyfi
çizgi misali bir bakış açısına sahip insanlar var mı kararı değildir. Onları bardağın boş tarafından bak
dır? Hayatı boyunca bardağın dolu tarafından bakan maları, içinde yaşadıkları çevrenin zihniyeti ile de il
ya da boş tarafından bakan ve bu bakış açısını değiş gilidir. Şimdi, bardağın boş tarafından bakan kişileri
tirmeyen, var mıdır? söylemenin sırası geldi: Schopenhauer, Yakup Kadri
ve Maupassant. Onlar bardağın boş tarafından baktı,
Cevap verelim. Düz bir çizgi misali bakış açısına ancak nasıl baktılar? Bardağın boş tarafından bakar
sahip insanlar vardır. Bu insanlar, bardağın ya dolu ken, birbirlerini etkilediler mi ya da birbirlerinden
tarafına bakıp dolu tarafıyla düşünürler ya da bar etkilendiler mi?
dağın boş tarafına bakıp o boş tarafıyla düşünürler.
Seçim, bu bakış açısına sahip olanlara kalmıştır. Ba Schopenhauer, Yakup Kadri ve Maupassant, 19.
kış açılarının seçimi, kişilerin kendisinde bittiği gibi, yüzyılda yaşamış, yaşadıkları yüzyılın havasını solu
çevresinde yaşadıkları, çevresinden etkilendikleri muşlardır. Yaşadıkları bu yüzyıl, soludukları bu hava
durumlarla gerçekleşir. İkinci bir soru daha sora onların bakış açılarını da elbette etkilemiştir. Bu za
lım: Böyle bir düşünüş biçimine sahip olanlar, dün - man dilimi içerisinde bardağın boş tarafından bak
yamızdan geçip gitmiş midir? Dünyamızdan geçip mayı tercih etmişler, baktıkları zaman gördüklerini
giden bu insanlar, bardağın dolu ya da boş tarafın- eserlerine yansıtmışlardır. Gördüklerini eserlerine
IEI fm}lii!ffi ı
yansıtan bu isimler, elbette ki birbirlerinden etkilen mak adına da sanatı önemli bir yol olarak görür.
miştir. Fakat en çok etkilendikleri isim, felsefe tari Kötümser filozof Schopenhauer'la aynı yüzyılda
hinde düşünceleriyle kendisinden söz ettiren Scho yaşamış olan iki kişiden bahis açılacak olursa bun
penhauer olmuştur. Yakup Kadri ve Maupassant, lar, birbirlerini etkileyen ancak kötümser filozoftan
Schopenhauer'dan etkilendikleri kadar birbirlerini etkilenen Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Mau
de etkilemiştir. Söz konusu olan, Schopenhauer ola passant'tır. Yakup Kadri ve Maupassant, edebiyat
caktır ve çalışmada bardağın boş tarafından bakan sahasında eserler vererek bardağın boş tarafından
üç gözün önemli aktörlerinden Schopenhauer'un baktıklarını eserlerine aksettirmiş kişilerdir. Eserle
Yakup Kadri ve Maupassant'ı nasıl etkilediği üzerin rini verirken, bardağın boş tarafından bakan üçün
de durulacaktır. cü bir gözden, Schopenhaueröan etkilenmişlerdir.
em;1ıııruı m
lu'nun bu ücra köşesinden daha uygun neresi bulu Eserlerinden örnekler verilen Yakup Kadri gibi Ma
nabilir? Ben, burada diri diri, bir mezara gömülmüş upassant da Schopenhauer'un kötümser havasına
gibiyim. Hiçbir intihar bu kadar şuurlu, bu kadar ira kapılır. Yaşam, anlamsız ve saçmadır. Söylendiği
deli, bu kadar sürekli ve çetin olmamıştır. Daha otuz üzere yaşamı sürdürdüğümüz dünya, kötüdür. Fran
beşimize basmadan her şeyin bittiğini, işin tamam sız yazarın şu cümleleri söylenenleri somutlaştırma
olduğunu; aşkın, arzunun, ümit ve ihtirasın artık bir ya yeterdir: "Böylesine kısa ve böylesine uzun yaşam
daha uyanmamak üzere sönüp gittiğini kendi kendi bazen çekilmez oluyor. Hep olduğu gibi sonu ölümle
mize itiraf etmek; kendi kendimize, bütün mutluluk bitiyor. Onu ne durdurmak, ne değiştirmek, ne de
ve başarı kapılarının kapandığını söylemek ve gelip, anlamak olanaklı. (. . .) İşte o zaman 'her şeyin son
burada bir ağaç gibi yavaş yavaş kurumağa mahkum suz anlamsızlığı ve değersizliği, insanoğlunun bir şey
olmak" ( 1) diyerek ölümünü mantıklı bir sebebe yapamazlığı ve olayların tekdüzeliği' duygusu altında
bağlar. Schopenhauer'a göre üzerinde yaşadığımız insan kendini ezilir hisseder" ( 4). Görüldüğü üzere,
dünya, kötüdür ve böyle bir dünyada var olmak ye Maupassant da tıpkı Schopenhauer gibi, varoluş te
rine yaşama istencimizi ve arzularımızı reddetmek kerleğinin ölüme doğru döndüğünün farkındadır.
yeğdir.
Kötümser filozof Schopenhauer, kendini Yakup
Kiralık Konak isimli romanda Schopenhauer'un ya Kadri'nin yazmış olduğu Nirvana adlı tiyatro eserin
şama istencini ve arzuları reddetme bahsini romanın de güçlü bir şekilde hissettirir. Eserden örnek ver
kahramanı Hakkı Celis, genç, güzel bir kadın olan meden önce Schopenhauer'u besleyen felsefelerden
Seniha'ya gönül verir. Seniha'ya duyduğu bu aşk onu birinin de Hint felsefesi olduğunu eklemekte fayda
ölüm adamı olmaya hazırlar: ·� . . Belki de en iyisi, bu vardır. Yakup Kadri'nin eserine bu adı seçmesi et
muhabbet yolunda ölmektir", � . . Bu içimdeki zulmeti kilendiği filozof ve filozofunun etkilendiği Hint
uzun ve ateşin bir şiir halinde onun önüne dökmek felsefesi sebebiyle olması muhtemeldir. Söz konusu
ve ölmek . . " (2). Seniha'ya duyduğu bu aşka karşılık
. eser, Nirvana, Yakup Kadri'nin tıpkı Maupassant ve
bulamayan Hakkı Celis'in ileri bir boyuta taşındığı Schopenhauer gibi yaşamdan bıkıp ondan kaçtığını,
sahne eserin sonlarında yer almaktadır. Hakkı Celis, ölümü aradığını tercüme eder: "Hayatla, hakikat-ı
Seniha'ya çok gezip gördüğünü, kendisinin ise dü hayatla karşı karşıya gelindiği zaman... hayat bütün
şündüğünü ve hissettiğini söyler. O kadar ki, bütün boşluklarıyla, hiçlikleriyle sizin önünüzde ve siz bu
fikirlerin, bütün hislerin kendisine yavan geldiğin boşluğun karşısında yalnız, yapayalnız kaldığınız za
den dem vurur. Schopenhauer da düşünerek ve his man etrafınızda tutunacak bir şey ararsınız. . . bir şey. . .
sederek hayatın yavan, ötesinde acı olduğu kanısına Ben o n u ispirtoda bulurum . . . Yaşamak, b u bir alçak
varır. Yakup Kadri, Hakkı Celis'i kullanarak filozo lıktır; bu bir korkaklıktır; bu bir denaettir (alçaklık).
fun düşüncelerini yansıtmış olur. Kendisini pişiren Yaşamak esir olmak, yaşamak daima, daima tenezzül
şeyin "ıstırap" olduğunu vurgular ve Seniha, Hakkı etmek. Yaşamak kirlenmek, daima kirlenmektir. .. Bir
Celis'in sözlerine karşılık olarak "'Ooo, daima felsefe! hükümdarın zulmü, itisafı (sapkınlığı), kamçısı, tek
Sen hiçbir zaman hayat adamı olamayacaksın, hiçbir mesi altında muti (baş eğen) ve sessiz sürüklenen bir
zaman, zavallı Hakkı!' Bunun üzerine genç adam acı kavme bugün sefil diyorlar. Sefil, pek sefil!. . . Ya bu ha
acı gülümseyerek yarı ciddi yarı şaka cevap verdi: 'Öy yatın, ya bu tabiatın kan kusan kanunları önünde baş
leyse ölüm adamı olurum"' (3). Hakkı Celis'in söyle eğen bu kitle-i sefile-i beşer (sefil insanlar topluluğu) . . .
diklerine ve Seniha'nın alaycı tavrına bakıldığında buna n e demek lazım gelir?" (5). Varoluş tekerlekleri
Schopenhauer, Yakup Kadri'nin ironik anlatımıyla ölüme giden Yakup Kadri ve Maupassant, Schopen
kendini gösterir. Seniha, hayata arzularıyla bağlıdır, hauer gibi üzerinde yaşadıkları dünyanın kötü oldu
arzularıyla yaşamaktadır. Hakkı Celis'in söyledik ğunu bilerek bu dünyayı iyi ya da dünyaların en iyisi
leri, genç kadına boş gelmektedir. Hayata bağlı kal saymanın küfür olduğunu düşünmüşlerdir. Öyle ki
mayı, hayat adamı olmakla bir tutmaktadır. Hakkı Yakup Kadri'nin romanlarında yapmış olduğu bazı
Celis, genç kadının söylediklerine yarı ciddi ve yarı betimlemeler, Schopenhauer'un bu düşüncelerini
şaka bir edayla cevap verir. Çünkü Seniha, üzerinde destekler niteliktedir.
yaşanılan dünyanın kötü olduğunu bilmemektedir. ***
Bilmediği gibi yaşadığı dünyayı iyi sayarak bir nevi
küfür etmektedir. Hakkı Celis, Seniha'nın ettiği bu Dünya, anlamsız bir yerdir ancak anlam kazandığı
küfrü fark etmiş olacaktır ki, genç kadına ölüm ada zaman dünya yaşanmaya değerdir. Bunu söylerken
mı olacağını söyler. Schopenhauer, sanatı teklif etmektedir. Sanatı, kö
*** tümserlikten ve acıdan kurtulmanın yolu olarak gös
teren filozofa göre bütün acılar, gerçek beni kuran
fi tMR!il!ffl 1
istençten kaynaklandıkları için bilincin bu yanının laştırmaya çabalaşmıştır. Gerçek şudur ki, kötümser
geri çekilmesiyle acı çekme olanağı ortadan kalkar. filozofun felsefesinde ölüm beklenen ve aranan bir
Yakup Kadri ve Maupassant da, bu doğrultuda kendi unsur olmuştur. İnsanın varoluş tekerleği, ölüme
kötümserliklerinden eserler vererek kurtulmaya ça doğru yuvarlanmaktadır ve bu tekerleğin durması
lışmışlardır. Bu çabalar, onların, özellikle de Yakup mümkün değildir.
Kadri'nin kahramanlarına yansımıştır. Kiralık Ko
nak'taki Hakkı Celis, şiirle uğraşmaktadır. Ruhun Sözün özüne gelmek gerekirse, bardağın boş tara
daki kötümserliği şiirine damıtmıştır. Ancak Seniha fından bakan üç göz, Yakup Kadri, Maupassant ve
ile olan son konuşmadan sonra kendi şairliğinden Schopenhauer kötümserliğin havasını solumuş ki
nefret eder: " . . . Ve ilk defa olarak şair Hakkı Celis'e şilerdir. Schopenhauer'a giden yolda Yakup Kadri,
karşı kalbinde bir nefret uyandı. Loş bir odada saat Maupassant ve onun yazdığı eserlerden oluşan taş
lerce Verlaine şiirlerini inşat eden ve yamru yumru bir larla döşeli yolda yürümüş ve Schopenhauer'un kö
kalemle kirli bir kağıt üstünde birtakım topal mısralar tümser felsefesini öğrenmiş, eserlerinde bu felsefeyi
sıralayan o cılız, o solgun çocuk neydi?" (6). Bu nef kelimelerine bürümüştür. Schopenhauer, etkileyen;
retin ardından da yazdığı tüm şiirleri yakma kararı Yakup Kadri ve Maupassant da birbirlerini etkile
alır. Yaban'daki Ahmet Celal, Anadolu'nun köyünde yen ve birbirlerinden etkilenenler olarak kötümser
bir aydın olarak yaşadıklarını tuttuğu anı defterine filozofun anlamsız diye nitelendirdikleri dünyada
aksettirmiş, yazarken de okumuştur. anlam kazanmışlardır.
Dipnotlar
Sonuç
( 1 ) Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Yaban, İletişim Yayınları, İstan
19. yüzyılda yaşamış olan edebiyatçılardan Yakup bul, 20 1 7, ss. 17.
Kadri Karaosmanoğlu ile Maupassant ve aynı yüz (2) Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Kiralık Konak, İletişim Yayınla
yılda yaşamış olan filozof Schopenhauer, çalışma rı, İstanbul,20 1 6, ss. 39.
boyunca bardağın boş tarafından bakan göz olarak
(3) Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Kiralık Konak, İletişim Yayınla
incelendi. "Bardağın boş tarafından bakmak" deyi rı, İstanbul, 20 1 6, ss. 1 5 1 .
mi merkezinde gerçekleştirilen çalışmada deyim,
(4) Aydın,Abdülhalim, Yaşama Bakışta Guy D e Maupassant'ın Ya
kavramsal olarak kötümserlik olarak açıklandı. Ça kup Kadri Karaosmanoğlu Üzerindeki Etkileri, Fırat Üniversitesi
lışmada söz konusu edilen isimlerin bardağa boş Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 1 2, Sayı 2, Elazığ, 2002, ss. 1 1 5 - 1 1 6.
tarafından nasıl baktıkları, birbirlerini etkilemiş
(5) Aydın, Abdülhalim, Yaşama Bakışta Guy De Maupassant'ın
olabilecekleri ya da birbirlerinden etkilenmiş olabi Yakup Kadri Karaosmanoğlu Üzerindeki Etkileri, Fırat Üniversi
lecekleri düşünülerek bu bağlamda sorular soruldu. tesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 1 2, Sayı 2, Elazığ, 2002, ss. 1 1 6-
Schopenhauer'un felsefesi ile Yakup Kadri ve Mau 1 1 7.
passant'ın eserlerindeki ilişki, çalışmada verilen so ( 6) Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Kiralık Konak, İletişim Yayınla
mut örneklerle incelendi. Yakup Kadri, edebi çizgisi rı, İstanbul,20 1 6, ss. 1 53.
ni oluştururken Maupassant'tan etkilenmiş ve Fran Kaynaklar
sız yazardan kötümserliği, hayatın acılığını öğren
miştir. Nitekim Maupassant da kötümserliği gökten AYDIN, Abdülhalim, Yaşama Bakışta Guy De Maupassant'ın Ya
kup Kadri Karaosmanoğlu Üzerindeki Etkileri, Fırat Üniversitesi
zembille düşer gibi öğrenmemiş, Schopenhauer'u Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 12, Sayı 2, Elazığ, 2002.
tanıyarak öğrenmiş ve eserlerine aktarmıştır. Yakup
KARAOSMANOGLU, Yakup Kadri, Yaban, İletişim Yayınları,
Kadri'nin de Schopenhauer'u tanıyışı, Fransız yazar
İstanbul, 20 17.
Maupassant sayesindedir. Schopenhauer, bardağın
boş tarafından bakan iki göze üçüncü göz olmuştur. KARAOSMANOGLU, Yakııp Kadri, Kiralık Konak, İletişim Ya
yınları, İstanbul, 2016.
Üçüncü göz olarak da onlara dünyanın acılığını ve
anlamsızlığını görmeyi vermiştir. Yaşanılan dünya KİRİŞ, Nurten, Arthur Schopenhauer<le Kötülük Problemi ve
yı iyi diye nitelemenin küfür sayılacağını ve insanın Kötümserlik, Muğla Üniversitesi SBE Felsefe Anabilim Dalı,
Muğla, Temmuz, 2008.
kötümserlikten kurtulmak adına sanatı seçmesini
telkin etmiştir. Yakup Kadri ve Maupassant, üçün YILDIRIM, Betül, Schopenhauer<la Sanat ve Duygu, Gazi Üni
cü gözün ışığını kendilerinde hissederek kötümser versitesi SBE Felsefe Anabilim Dalı, Ankara, Ekim, 2008.
ertkıı ı ırn• m
ARTHUR SCHOPENHAUER: İLK AVRUPALI BUDİST
JULIAN VOUNG
ÇEVİREN: M. KAAN ERDOGAN
Bilim ve teknolojideki çarpıcı ilerlemeyle birlikte, nın üzerinde Buda heykelciği vardı. Keyif için The
19. yüzyıl iyimserliğin yüzyılıydı. Hegel'in, Batı'nın Times okur, flüt çalar, Frankfurt operasına giderdi.
tarihini Bildungsroman; insan ilişkilerindeki "man Yaşamının son on yılına kadar pek tanınmayan Av
tığın" farkına varılması, olarak sunuşu zamanın rupa'nın en ünlü filozofu, 1860'ta öldü.
ruhunu yakaladı. Oysa Schopenhauer, -kendisinin
kötümser olduğunu beyan eden tek büyük filozof Schopenhauer, sistematik felsefe adına yalnızca bir
Hegel'in anlatısını cansız bir kurgu addetti. İlerleme, eser, 1 8 1 8'de yayımladığı İstenç ve Tasarım Ola
dedi, bir yanılgıdır: yaşam, şu an olduğu gibi geçmiş rak Dü nya'yı yazdı. Eseri dört "kitaba'' ayrılmıştı.
te de ızdıraptı ve daima öyle olacak: "Izdırabı defet 1 844'te, ilk baskının dört kitabına dört kitaplık bir
mek için durmadan çabalamak hiçbir şeye yaramaz, "ek" daha koyarak ikinci baskıyı hazırladı. Bu, ça
fakat onun şeklini değiştirir''. Öyleyse, iyiliksever bir lışmanın toplam uzunluğunu ikiye katlayarak 1 .000
Tanrı ya da vekili Hegelyen "akıl" tarafından yaratıl sayfaya çıkardı. Alman felsefi çalışmalarının çoğu
dığından dolayı, dünya "var olmaması gereken" bir nun anlaşılmazlığı göz önüne alındığında, eserin
şeydir. "İngiliz berraklığı"na sahip oluşu (Schopenhauer bir
süreliğine Wimbledon'da eğitim görmüştü), somut
1 788'de Danzig'de doğan Arthur Schopenhauer, örnekler bakımından zenginliği ve zekası, okumayı
iş adamı bir baba ve yazar bir annenin oğlu olarak benzersiz bir zevk haline getiriyordu.
Hamburg'da yetişti. Varlıklıydı, hiçbir zaman ücret
karşılığı akademik yazı yazmadı - aslına bakarsak 19. yüzyıl Alman filozoflarının tümünün başlangıç
ücret karşılığı hiçbir şey yapmadı; tam tersine, fel noktası, Kant'ın yükselen figürüdür. Dü nya benim
"
sefeyi amaç değil araç olarak görenleri, yani "felsefe tasarımımdır", Schopenhauer'un 1 8 1 8 tarihli kitabı
profesörleri"ni küçümsedi. Düşünsel bağımsızlığın nın (ana eser) ilk cümlesidir. Bu, uzay ve zamanın
önkoşulunun bağımsız bir servet olduğunu iddia "kendinde-şey''den ziyade "görünüş" olduğu, Kant'ın
etti. Hayatının son yirmi yedi yılını, fino köpeği ile "transendental idealizmi"nin özeti olarak planlan
beraber -hiç evlenmedi- Frankfurt'ta geçirdi. Ça mıştır. Metafiziksel açıdan bakarsak doğal dünya,
Schopenhauer'un ifadesiyle, sadece bir "düş"tür.
lışma odasının duvarında Kant portresi ve masası-
fD enıaııiffiı
Transendental idealizm gündelik hayatı gorunuş gelenlerin hayatta kaldığı bir dünyada kendini tat
alemine indirdiğinden beri, gerçekliğin gerçekte na min etmek için çabalaması gerektiğini ileri sürer. So
sıl olduğu şeklindeki heyecan verici soru gündeme yunu devam ettirebilmesi için şahin serçe üzerinden
gelmektedir: "Kendinde-şey" nedir? Kant'ın moral beslenmek zorundadır, serçe de solucan. Bireydeki
bozucu cevabı, bunu asla bilemeyeceğimizdir. Ma yaşama istencinin, bir başkasındaki yaşama istenci
demki uzay, zaman, nedensel bağlılık ve öz, tüm de ni yok etmekten başka seçeneği yoktur. Darwin'den
neyimimizi şekillendiren zihnin "formları" ve kendi elli yıl önce Schopenhauer, doğanın, sistemini aşırı
zihinlerimizin dışına çıkmamız mümkün değil, o nüfus sayesinde muhafaza edebildiğini gözlemle
halde kendinde gerçeklik asla bilinemez. Kendisini di; doğa, türün sürdürülebilmesi için yeterli sayıda
takip eden ''.Alman idealistleri" ile birlikte, Schopen - antilop meydana getirirken, aslanları beslemek için
hauer bu iddiayı dogmadan ziyade meydan okuma fazlalık da bırakıyordu. Bundan şu sonuç çıkar ki,
olarak ele aldı. Olgunluğunda, ilerlemeyi sonunda korku, acı ve ölüm, iyiliksever bir düzenin tek tük
tasdik etmesine rağmen, yine de bunun, şeylerin aksaklıkları değil fakat doğal ekosistemin ayrılmaz
görünen yüzeyinin altını kazarak yapılabileceği bir parçasıdır.
ne inanır. Sonunda kabul eder ki felsefe, gerçeklik
hakkındaki en derin hakikate erişemiyor olsa da, en Uygarlığın, insan türüne saygı göstererek doğanın
azından sağduyu ya da doğa bilimlerinden daha de merhametsiz vahşetini bir dereceye kadar ıslah ettiği
rin bir açıklama getirmektedir. doğrudur. Yine de, özünde, insan toplumu da bir ya
rışma alanıdır. Bir siyasi parti güç kazanırsa, diğeri
Bu açıklamaya binaen, ana eserin ikinci kitabı bize, kaybeder; bir birey zenginleşirse, diğeri yoksullaşır.
"tasarım olarak" görünen dünyanın, daha derin bir Romalıların da bildiği gibi, homo homini lupus, in
seviyede "istenç olarak" anlaşılacağını söyler. Bu, ilk san insanın kurdudur: "insanı etkileyen en ciddi kö
etapta, kendi bedensel eylemlerimizden gelen bilinç tülüklerin başlıca sebebi yine insandır".
le açığa çıkan bir şeydir. Dışsal algılamada, der, bir
elmanın görünüşünü, ona uzanan bir elin görünü "Stres ya da can sıkıntısı" argümanıyla beraber,
şünün takip ettiğini fark ederiz. Bu bizim tek bilinç Schopenhauer toplumsal yaşamı bir kenara bırakıp
şeklimiz olsaydı, ilk ve ikinci algı arasındaki bağlan birey psikolojisine yönelir. Yaşamak, bildiğimiz üze
tı tümüyle esrarengiz olurdu. Fakat tabii ki bu, tek re, istençtir. Şimdi, her iki kişiden birinin istenci tat
bilinç şeklimiz değil. Olayların sırası anlaşılabilirdir min olmuş veya olmamıştır. Eğer olmamışsa, kişi acı
çünkü içsel deneyimler ilk algıyı takip eden ikinci çeker. Yeme istenci tatmin olmamışsa açlık duyar;
algının sebebinin yeme arzusu olduğunu ortaya koy şehvet istenci tatmin olmamışsa cinsel gerilimi artar.
maktadır. İç gözlem bize, eylemlerimizi oluşturan, Öte yandan, eğer istenç doyuma ulaşmışsa -arkasın
kararlarımızı sonuçlandıranın istenç - his, duygu ve dan, en iyi ihtimalle, zevkli veya neşeli kısacık bir
arzular olduğunu söyler. İstenç, insan ve hayvanla an- bunun hemen ardından "endişe verici bir boşluk
rın davranışlarını da açıklar. Sözümona inorganik duygusu ve can sıkıntısı" tarafından alt ediliriz. Bu
seviyede bile istencin iş başında olduğunu görürüz: durum, özellikle sekste gözle görülürdür; yine Ro
örneğin merkezcil kuvvet ile merkezkaç kuvveti ara malıların bildiği gibi, post coitum omne animalium
sındaki çatışmada, bir insan ile diğerinin istenci ara triste est: Seksten sonra tüm hayvanlar hüzünlüdür.
sındaki çatışmaya benzer şeyler buluruz. Bundan dolayı, yaşam, biri yoksunluk diğeri can sı
kıntısı olan iki tür ızdırap arasında "sarkaç gibi sal
Schopenhauer'un keşfi, yaşamın altında yatan lanır':
"öz"ün, yaşam istencinin mutluluk olmadığıdır.
Zira, Buda'nın "Dört Yüce Gerçek"in ikincisinde Ana eserin üçüncü kitabı ayrıntılı ve geniş kapsamlı
söylediği gibi, istenç acı çekmektir. "Gerçek''lerin bir sanat felsefesi sunar. Bunun Schopenhauer'un ge
ilkinde söylendiği üzere yaşam ızdırapsa, Schopen nel argümanı için önemi, sanatın, dördüncü kitabın
hauer bundan "var olmamanın bizim için daha iyi konusu olan "kı.irtuluş"un kısa süreli bir iması olarak
olacağı" sonucunu çıkarır. İstencin (çoğunlukla} açı görülmesinde yatar. Hayat ızdıraptır. İnsan bilinci
çekmek olduğu şeklindeki iddiasını desteklemek her gün hem şimdiki zamanın ızdırabını çekmekte
üzere iki başlıca argüman ortaya koyar: Birincisi, be hem de gelecekteki ızdırap hakkında kaygı duymak
nim "rekabet argümanı" diye adlandırdığım, ikincisi tadır. Fakat estetik bilinçte, doğrusunu söylemek
ise "stres ya da can sıkıntısı argümanı"dır. gerekirse, "kendimizin dışına çıkarız': Ay ışığının
usulca kımıldanan dalgalar üzerindeki hareketinden
Rekabet argümanı, istencin, -ilk ve başta gelen ya da mükemmel bir müzik eseri tarafından büyü
"yaşama istenci"nin- mücadelenin hakim olduğu, lendiğimizde, sıradan, istenç-dolu benliklerimizi ve
"herkesin herkese karşı savaştığı" ve yalnızca galip dolayısıyla sıradan bilincin ayrılmaz parçaları olan
ertk!lı ım • m
acı ve kaygıyı unuturuz. Bir anlığına "daima aramış Fakat ölümü neden bir kurtuluş olarak görmeliyiz?
olduğumuz fakat bizden sürekli kaçan, neşe ve huzur Kesin yok oluş, hiçliğin boşluğu yerine birileri, ge
dolu bir zihne" erişiriz. Kısacası, "Epikür tarafından tirdiği tüm acıya rağmen insan gibi yaşamayı tercih
'en yüksek iyi' ve tanrıların mekanı olarak değerlen - edemez mi? Ölüm korkusunun panzehirlerinden
dirilen acısız yerde" yaşarız. Ve bu deneyimden çı biri transendental idealizmdir. Ölüm, doğal hayatın
kardığımız sonuç şudur: "İstenci sessizliğe gömülen "düş"ü içinde var olan kişinin başına gelen bir şeydir.
bir insanın hayatı ne kadar kutsal olmalı; kısa bir an Fakat düş kuran kişinin düşün dışında olması gerek
için değil, güzelliğin keyfini çıkararak sonsuza dek': tiğinden dolayı, idealizm bize "iç doğamızın ölüm
karşısındaki yıkılmazlığını" sağlar. Yine de, şartlara
Fakat tabii ki, yaşamak istenç olduğundan dolayı, bağlı olarak, yıkılmazlık lütuftan ziyade musibete
istenç "insan ölmediği sürece" hiçbir zaman bütü dönüşebilir. Peki bunu neden böyle düşünmeliyiz?
nüyle sessizliğe gömülemez. Münzevi ve düşünür,
kendilerini vita activaöan (aktif yaşam) vita con Kant'ın sürekli "kendinde-şeyler'öen söz ediyor olu
templativa'ya (tefekkür) nakletme hususunda bir şu, Schopenhauer'un eleştiri getirdiği noktalardan
dereceye kadar başarılı olabilecekleri halde, biri biridir. Böylesine çoğulcu bir söylem, der Schopen
hayatta olduğu sürece kimse bütünüyle istencinden hauer, tümüyle yersizdir çünkü yalnızca uzay ve za
kurtulamaz. İstenç, yalnızca ölümde "sonsuza dek" man principium individuationis (bireyleşme ilkesi)
sessizliğe gömülebilir. Ve bu yüzden dördüncü kitap sağlar; çünkü sadece uzay-zamanın farklı alanların
bize, nihai son olan "kurtuluş"a yalnızca ölümle eri da yaşayan iki varlık saptayabildiğimiz için onlardan
şebileceğimizi söyler. ayrı bireyler olarak, iki diye bahsedebiliriz. Fakat
fD ıf!tf!ii!rnı
Schopenhauer'un 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın
başındaki sanatçılar üzerindeki etkisi, başka herhan
gi bir filozoftan daha büyük olmuştur: Tolstoy, Tur
genyev, Zola, Maupassant, Proust, Hardy, Conrad,
Mann, Joyce ve Beckett onun eserini takdir etmiş ve
ondan etkilenmiştir. Bütünüyle muktedir, iyiliksever
bir yaratıcının Hıristiyan öğretisine boyun eğen Batı
felsefi geleneği, mümkün olan tüm dünyaların en
iyisinde yaşadığımız hükmünü vermeye zorlanmış
tı. Sanatçılar, Schopenhauer'da, ilk defa bu gerçekten
ne kadar uzak olduğumuzu ortaya koyan bir filozof
buldu. Schopenhauer ile en derinlemesine ilgilenen
sanatçı (kendisi de saf bir yeteneğin filozofu olan)
Richard Wagner idi. Aslında, 1 848 Devrimi'ndeki
rolü sebebiyle idam edilmekten kıl payı kurtulan
bir sosyalist-anarşist olan Wagner, Schopenhauer'u
Yüzük serisini yazma sürecinin ortasında keşfetti.
Sonuç olarak, ütopik anarşizm lehine bir argüman
la başlayan ve onu savunarak biten, Wagner'in bir
arkadaşına yazmış olduğu gibi, "yaşam arzusunu
kesin olarak inkar eden" bir eser ortaya çıktı. "Bu",
ı::
diye yazdı, "olası tek kurtuluş . . . bütün düşlerden ba
:�
ı:ı:: ğımsız olmak tek nihai kurtuluştur". Wagner'in ateşli
� takipçisi genç Friedrich Nietzsche, ilk kitabı Traged
�
ı::
ya'nın Doğuşu'nu "Schopenhauer'un ruhu ve şerefi
.tE '"'_,,�- ne" yazarak Wagner'e adadı. Nietzsche'nin olgunluk
döneminde Schopenhauer aleyhine dönüp "hayatı
�
..s olumlama"ya yönelmesi, Wagner ile dostluğuna son
transendental idealizme göre uzay ve zaman sadece verdi.
"görünüşler" ile ilgilidir, dolayısıyla Kant'ın konu
Bana kalırsa Schopenhauer, ilk Avrupalı Budistti
mundan da anlaşılacağı üzere bundan "kendinde"
(Hindu ve Budist metinlerinin ilk çevirileri, o, ana
gerçekliğin "çoğulculuğun ötesinde" olduğu sonucu
eserini yazdığı sırada görünmeye başladı). Yaşamak,
çıkar.
der bize, istençtir ve istenç endişe verici, yorucu ve
İstenç, yine de, çoğulluğu gerektirir. Hiç olmaz bitmek bilmeyen, sadece en güçlü olanın hayatta kal
sa, istencin öznesi ve onun nesnesi arasında ayrım dığı Darwinvari mücadeleye katılmaktır. Bir hedefe
yapmaya gerek duyar. Bu nedenle, çoğulluğun öte ulaşmanın hazzı ya kısacıktır yahut hiç yoktur. Ve
sinde olmak istencin ötesinde olmak, ve böylece is ona bir defa ulaştık mı, can sıkıntısının daimi teh
tenç-dolu bilince özgü olan kaygıdan muaf olmaktır. didinden kaçmak için yeni bir hedef bulmakta acele
Çoğul-olmayan alemde, kişi daimi olarak Epikür'ün etmeliyiz. Hayat bir ayak değirmenidir; "İksion'un
"en yüksek iyi"sinde, onun "tanrıların mekanı" ola tekerlekleri" asla durmaz. Fakat bu, der Schopen
rak adlandırdığı yerde yaşar. Bu, mistikler tarafın hauer, oynamak zorunda olmadığımız bir oyundur.
dan sezgisel olarak kavranmıştır. Her şeyi ilahi bir İstencin dünyasından tefekküre -mevcut jargon
bütünlük içerisine yerleştiren "panteist" düşünce, daki haliyle "farkındalığa" - çekilebiliriz; aydınlar
tüm mistik deneyimlerin ana fikridir. Bu yüzden için, huzurlu ölümle kendini tamamlayacak olan bir
örneğin, Meister Eckhart'ın öğrencisi vecd halindey çekilme. En derin seviyesinde, der Schopenhauer,
ken "Efendim, tanrılaştığım için benimle sevinin" kendisinin felsefesi, tıpkı Sokrates'inki gibi "ölüme
diye haykırır. Hangi devirde yaşarsa yaşasın, kültürü hazırlanmak"tır.
ve dini ne olursa olsun tüm mistiklerin arka planda
Kaynak: TLS
söylemek istediği, naklettiklerinin sanrısal (delusio
nal) sayılarak defedilemeyeceğidir. Ve eğer dürüst
lüklerinden şüphe etmiyorsak, ölümün gerçekten de
kurtuluş olduğuna emin olmalıyız.
lffk!iıırn1 fi
MUCİZENİN İMKANI: SCHOPENHAUER FELSEFESİNDE
İNSAN VE DÖNÜŞÜM
A. ONUR AKTAŞ
1. Schopenhauer'un "Tekil Düşünce"si kör bir istemenin [Alın. Wille] kölesidirler ( 1 ) . İn
san da öyledir. Fakat yine de insanın mucizesi hem
Hür, köle olmayan demektir. Tahrir kelimesi ise hür bilen hem de isteyen ikili bir yapıya sahip olmasın
riyet anlamına gelir. Tahrir, "hür olma" anlamının dan kaynaklanır. Schopenhauer'un insan yaşamına
yanında "yazı" demektir. Örneğin yayıncı yerine dair kapkaranlık bir resim çizdiği bilinir; fakat esa
"muharrir" de denir. Dolayısıyla, yazı ve hür oluş sen bu durum, bilmesi, istemesinin kölesi olan insan
arasında bir bağlantının olması güzel bir tesadüftür. için geçerlidir. Ancak böylesi bir kölelikten çıkmak
Aynı alakayı Batı dillerinin pek çoğunda da görmek da mümkündür. Bu çıkış, kölelikten azat olma anla
mümkündür: örneğin İngilizcedeki "library" [Tr. mında, hürriyete kavuşmadır (2) .
Kütüphane] ve "liberty" [Tr. Hürriyet) kelimeleri
aynı kökten gelmektedir. Bu kelimeler büyük olası ***
fi ern;.ffiı!t!i1
hatırlatır. Schopenhauer, kendi ifadesiyle, bu "tekil ması ve Reddedilmesi" [Bei erreichter Selbsterken
düşüncenin'' yazmış olduğu 800 küsür sayfalık İTD- ntnif3 Bejahung und Verneinung des Willens zum
1 'den daha kısa bir yolu olmadığını söylemektedir. Leben] . İnsan, elbette değişebilir dönüşebilir. Hatta
insandaki mucizevi yön tam olarak da ondaki dönü
Schopenhauer düşüncesi onu değerlendiren kişi
şüm imkanıdır.
yi bütüncül bakmak konusunda -dolaylı da olsa
uyarmaktadır. Bizler de bu uyarı aklımızda olarak, Dolayısıyla incelememiz gereken soru, Schopenahu
Schopenhauer sisteminde insanın konumunu res er sisteminde insanın dönüşüm imkanının nerede
metmeye başlayabiliriz (5). yattığıdır.
Schopenhauer, felsefenin insanı yaşam sorunları Schopenhauer İTD- 1 'in yirmi sekizinci bölümünde
karşısında rahatlatma çabasıyla birtakım kavramsal bizden bir piramit hayal etmemizi istemektedir. Pi
kurallar geliştirme çalışması olarak algılanmasına ramidin bir yarısı tasavvur, diğer yarısı da istemedir.
itiraz etmektedir. Nasıl ki insan estetik kitabı okuya Bu piramidin tasavvur kısmında en alt basamakta
rak sanatçı olamaz, etikle alakalı kavramlar da insanı cansız doğa vardır. Bunun üstünde bitkiler, onun
daha iyi birisine dönüştüremez. Bu açıdan bakarak üstünde hayvanlar onun üstünde ise insan vardır
Schopenhauer, felsefesinin pratik olduğu iddialarını (7).
reddetmektedir. Schopenhauer'un insanlara hayatla Piramidin tasavvur kısmındaki basamaklara, iste
rında ne yapmaları gerektiğini söylemek gibi bir der me kısmında bir idea denk düşer (istemenin gitgide
dinin olduğunu düşünmek de zaten hayatın pratik netleşmesi anlamında): Cansız doğada bu, "özel
tavsiyelerle dönüşeceğine inanmayan bir filozof için likler"in, bitkilerde "çeşit"in, hayvanlarda "tür"ün
oldukça saçma olurdu. ve insanda ise "birey"lerin idealarıdır. İsteme, her
Fakat Schopenhauer felsefesinde dönüşüm yine de basamakta kendini daha net gösterir. Gerçeklik
mümkündür. Öyle ki, yukarıda bahsettiğimiz İTD- alanında basamaklar ilerledikçe, varlığın özü olan
1 'in dördüncü bölümünün başlığı ş öyled i r : "Kendini
isteme gitgide daha belirgin hale gelir. Örneğin bir
Tanımaya Ulaşılmasıyla Yaşama İsteğinin Onaylan- hayvanı, bağlı olduğu "tür"ün ideası belirlemekte
dir. İnsanda ise durum daha özelleşmiştir. Belirli bir
f rrtf!il ırn 1 m
***
kişide insan türünün ideasından esse [Tr. öz] ile alakalı olmalıdır.
ziyade bireysel bir idea kendisini Uzun çağlar boyunca temel hata
İnsan sadece eyleyen ve isteyen
hissettirir. zorunluluğu esse ile; özgürlüğü ise
eylemle bağdaştırmak olmuştur. bir varlık değildir. Aynı zaman
***
Oysa durum tam tersidir. Özgür da bilen bir varlıktır da. Dolayı
lük sadece esse'de bulunur; bura sıyla karakterin deneyimsel ve
Schopenhauer'a göre var olan akli yönleri arasında bağ kuran
her şey karakterine göre davra dan ve güdülerden zorunlu olarak
operari şekillenir. Yani yapıp etme bir yönümüzün daha olması ge
nır (8). Veya başka bir deyişle rekir. Bu konuda Schopenhauer,
tasavvur, ideasına göre davranır. lerimizden kim olduğumuz ortaya
çıkar ( 1 3). "edinilmiş karakter" [Alın. der
İnsanda da durum budur. Scho erworbene Charachter] kavramı
penhauer, Kant'ın kavramlarını Tabii buraya kadar anlatılanlar nı sunar ( 14). Schopenhauer'a
kullanarak insan karakterinin bir dan Schopenhauer felsefesinin göre birisi hakkında "karakterli
deneyimsel [Alın. der empirische sıkı kaderci olduğu, insanın ise bir insan" veya "basiretli biri"
Charakter] bir de akli [Alın. der bu kaderden çıkışının mümkün derken kastettiğimiz tam olarak
intelligible Charachter] boyutu olmadığı gibi bir sonuca ulaşıl edinilmiş karakterdir. Edinilmiş
olduğunu söyler (9). Benim fiili mamalıdır. İnsanın deneyimsel karakter için deneyim ve anlayış
gerçekliğim deneyimsel karak karakterinden kendisini belirle gerekmektedir. Pek çok kişide
terimdir. Varlığımın özü ise akli yen akli karakterine dair kazan edinilmiş karakter yoktur; yani
karakterimdir. Akli karakterim, dığı şuur, o kişinin yaşamındaki insanlar genellikle yapıp-etmeleri
bu dünyadaki yapıp-etmelerimi dönüşüm veya gelişim imkanının ve istekleri hakkında cehalet için
belirler. Yani Schopenhauer, "var ta kendisidir. dedirler. Bu cehalet durumu ise
olan her şey, 'ne ise o' oluşuna
uygun hareket eder" demektedir
( 1 0). Dolayısıyla benim davranış
şeklim, yaşama tarzım esasında
kim olduğumu yansıtmaktadır
(üslüb-u beyan, ayniyle insan).
Bu durumda benim akli karak
terim (birey olarak kimliğimi be
lirleyen idea}, deneyimsel karak
terim (davranışlarım) vasıtasıyla
belli olmaya başlar.
ll lmfliiiffi'
insanın hayatına sadece pişman
lık ve acı getirir ( 1 5). Buna karşın
kişi, karakterinin akli ve dene
yimsel yönlerine dair edinilmiş
karakter geliştirmesi sayesinde
yaşamı daha tatminkar olacaktır.
Bu, kendi-farkındalığı veya "zi
hinsel ve bedensel melekelerinin
bilgisi" ( 1 6) kişiye aynı zamanda
daha gelişmiş bir şekilde davran
ma imkanı da açar ( 1 7) .
tf!tfmiftiM IJ
de hayatın bir mucizesidir; çünkü insanın benliği de-şey'e veya istemeye -aynen Kant felsefesinde
ile varlık arasında sınırların gevşediğine işaret et olduğu gibi- giriş iznimiz hala yoktur. Bu durum
mektedir. Schopenhauer, bu noktada Sanskritçe bir ise Schopenhauer felsefesinin doğal dünya sınırları
deyim olan tat twam asi deyimini kullanmaktadır; içerisinde yorumunu talep etmektedir. Yani insani
yani, "sen ve o aynısın" (22). Varlığın özüne olan hakikati, onun yapıp etmelerinin altında yatan sa
anlayışım taşla, dereyle, ağaçla, kuşla, kediyle beni iklerin arayışı olarak görmek ve Schopenhauer fel
kardeş yapmaktadır; hırslar ve tutkularla bakmadı sefesinin doğal bir yorumunu yapmak gerekecektir.
ğım için de şefkatle bakış imkanı sunar. Zaten bu noktadan itibaren psikolojinin pek çok
kavramına Schopenhauer felsefesinin el verdiğini
Parayla, güçle, bilgiyle "biri" olma çabası insanın var görmek de mümkündür. En azından insanın ken
oluşun olağanüstülüğünü anlamadığına işarettir. dini tanıması ile değişmesi arasında bir bağ oldu
Oysa bilme, istemenin kölesi olmaktan çıktığında, ğu fikri felsefe ve psikolojiyi kesiştiren bir konudur.
o kişi "hiçbir şey" olacaktır (23). İstemenin yarattığı Schopenhauer'un felsefesinin de günlük yapıp-et
"bir şey" veya "biri" değildir o. İstemenin kelepçe melerimizi, bu konudaki hislerimizi ve isteklerimizi
lerinden kurtulan insan, hem varlık mucizesinin ta tartışma konusu yaparak psikolojinin pek çok kav
kendisidir hem de varlığın mucizesinin huzurunda ramını öncelediğini söyleyebiliriz {25).
dır.
Son soruya gelince bu konuda çeşitli tartışmalar ve
3. Bu düşünce yolculuğunda bazı sorular itirazlar mevcuttur. Bu konuda yapılabilecek itiraz
Schopenhauer'un karakter ve dönüşüm imkanı üze lardan birisi Schopenhauer'un "akli karakterin bili
rinden düşüncelerini takip ettiğimiz bu yazıda son nemezliği fakat deneyimsel karakterimiz sayesinde
notlar olarak akla takılabilecek pek çok sorudan sa kendisini zamanla açtığı" iddiasında saklı olduğunu
dece ikisine işaret edip bu sorulara kendi yorumla düşünebiliriz. Sadece varlığını iddia edebildiğimiz
rımla yazımı sonlandırmak istiyorum. bir akli karakterin sabit ve değişmez olduğunu söy
leme iznimiz tartışılabilir (26). Bunun dışında insa
i. Schopenhauer, istemeye (Kant felsefesindeki kar nın her eylemde karakterine göre davrandığı fakat
şılığı, ulaşılması imkansız olan kendinde-şey'e [ Alm. her eyleminde de yeni bir karakter tanımı oluştuğu
Ding-an-sich] ) insanın akılla olmasa da ulaşılabile da iddia edilebilir {27). Bu tartışmalar hem verimli
ceğini iddia etmektedir. Bunu iddia etmek gerçekten
hem de ucu açıktır.
mümkün müdür?
veya ifadesi olsa gerektir (24). (2) Arthur Schopenhauer, The World as Will and Representati
on- Volume 1, çev. E.F.J. Payne, (New York: Dover Publications,
Dolayısıyla Schopenhauer felsefesinin istemeye 1 969), § 18, 99- 1 03. [Buradan itibaren metin içerisinde ve son
ulaşmaktan kastettiğinin de bir tür yakınlaşmak notlarda İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya'nın 1. cildi için İTD-
1; 2. cildi için ise İTD-2 kısaltmaları kullanılacaktır. Önce bölüm
olduğunu varsayabiliriz. Varlığın özüne, kendin-
1IiJ enıFnımıı
numarası, sonra da sayfa numarası verilecektir. Metin içerisindeki ( 1 9) ITD-1., § 1 8, 1 00.
bütün çeviriler bana aittir.]
(20) ITD-1., § 1 8, 1 00.
(3) İTD-1, xii.
( 2 1 ) Almanca "merhamet" kelimesinin karşılığı "mitleid''dır. Lafzi
(4) İTD-1, § 1 8, 102. çevirisi, "birlikte acı çekmek"tir. Merhamet, kelimesinin kökeni
nin "rahim" olmasını ise özellikle ilginç buluyorum.
(5) Schopenhauer ana eserini 1 8 1 8 yılında yayınlamış olsa da bu
eserin Türkçe'de MlA tam olarak bilinmediğini düşünüyorum. (22) İTD- 1, § 63, 350-357.
Bunun sebebi ise açık bir şekilde eksik ve özensiz çeviriler ve
bunların yanında Schopenhauer felsefesini hakkıyla çalışmayan (23) İTD- 1., § 71, 408-4 12.
kişilerin Schopenhauer eleştirileridir. Türkçe ilk Schopenhauer
eleştirisi, Ahmed Mithat'ın Schopenhauer'ın Hikmet-i Cedidesi (24) Arthur Schopenhauer, Manuscript Remains in Four Volumes
adlı kitabıdır. Bu, -tarihsel önemi haricinde- son derece özen - Volume III, trans. EF.J. Payne (Oxford: Berg, 1988 - 1 990) 1 1 3-
siz ve yüzeysel bir kitaptır. Ve ne yazık ki Ahmed Mithat'ın 1 887 1 1 4.
tarihli yorumundan bu zamana Schopenhauer, istisnai birkaç ör
nek dışında, hakkıyla çalışılmamıştır. Çevirilere gelince iş daha (25) Psikolojide "isteme"nin yeri ile güzel bir tartışma i�in bkz. Ir
da can sıkıcı bir MI almaktadır. İsteme ve Tasarım Olarak Dünya vin Yalom, "İsteme" Varoluşçu Psikoterapi Çev. Zeliha 1. Babyiğit
başlığıyla Biblos yayınlarından yapılmış çeviri, çevirmenin yolup (İstanbul: Kabalcı, 2000) . Ayrıca Freud'un Schopenhauer'dan na
mahvettiği bir durumda kitapçılarda bulunmakta. Neden kitabı sıl etkilendiğine dair bkz Julian Young, Schopenhauer, (New York:
yolduğuna dair çevirmenin gerekçeleri ise hem okuyucuya hem Routledge, 2005), 238-24 1 .
de Schopenhauer felsefesine saygısızlığın itirafı gibi. Bu durum
(26) Bkz. Julian Young, Schopenhauer, (New York: Routledge,
da yayıncılara Schopenhauer'un kendi sözleriyle seslenmek sa
2005) 1 64.
nıyorum en doğrusu olur: "Gelecekte her kim ki benim eserimin
yayınlarında bilerek bir şey değiştirir -ki bu ister bir cümle ister
(27) Bkz. Matthias Kossler., "Life is but a Mirror: On the Conne
bir kelime, ister bir hece isterse de noktalama işareti olsun- bütün
ction between Ethics, Metaphysics and Charachter in Schopen
lanetim ona olsun." [A. Schopenhauer, "Senilia'; Der Handschriftli
hauer" in Better Conciousness, ed Neill A.and Janaway C. (UK:
cher Nachlaft. Basis-Ausgabe: Samtl. Werke, S. HNIVb:33.]
Wiley-Blackwell, 2009), 89-90.
(6) İTD-2, § 56, 463.
Kaynakça
(7) Piramidin en tepe noktası bilme ve istemenin birleşmesine
KOSSLER M., "Life is but a Mirror: On the Connection betwe
işaret eder. Bu noktada insanın bilmesi, istemesinin köleliğinden
en Ethics, Metaphysics and Charachter in Schopenhauer" Better
kurtulur. Dolayısıyla piramidin en tepesinde sanatçılar, sahih fi
Conciousness içinde, ed Neill A.and Janaway C. (UK: Wiley-Bla
lozoflar veya ermişler vardır. Bir başka deyişle kAmil insan vardır.
ckwell, 2009).SCHOPENHAUER, A., Der Handschriftlicher Na
chlajl. Kapitel: Senilia. Basis-Ausgabe: Siimtl. Werke.
(8) Schopenhauer A., Parerga and Paralipomena- Volume l, trans.
E. F. J. Payne (Oxford: Calderon Press, 1 974), 123.
SCHOPENHAUER, A., Manuscript Remains in Four Volumes -
Volume III, trans. E.F.J. Payne (Oxford: Berg, 1 988- 1 990) .
(9) Schopenhauer A., "Prize Essay on the Freedom of the Will':
The Two Fundamental Problems of Ethics, trans. and ed. Chris
SCHOPENHAUER, A., Parerga and Paralipomena- Volume l,
topher Janaway, (Cambridge: Cambridge University Press, 2009)
trans. E. F. J. Payne (Oxford: Calderon Press, 1 974) .
68 - 72. Schopenhauer burada Kant felsefesinin kavramlarını kul
lanıyor. Kant'a göre deneyimsel karakter, fenomenler dünyasının SCHOPENHAUER, A., 1he Two Fundamental Problems of Ethics,
determinizmine uyar. Fakat akli karakter varlığın özüne bağlıdır trans. and ed. Christopher Janaway, (Cambridge: Cambridge Uni
-dolayısıyla da bilinemez- ve özgürlük imkAnının kaynağıdır. versity Press, 2009).
Ayrıca bkz. İTD - 1 , 50 1 .
SCHOPENHAUER, A., 1he World as Will and Representation-Vo
( 1 0 ) Schopenhauer A., "Prize Essay o n the Basis o f Morality" 1he lume I, trans. E.F.J. Payne, (New York: Dover Publications, 1 969).
Two Fundamental Problems of Ethics trans. and ed. Christopher
Janaway, (Cambridge: Cambridge University Press, 2009), 1 74. SCHOPENHAUER, A., The World as Will and Representation- Vo
lume I, trans. E.F.J. Payne, (New York: Dover Publications, 1 969).
( 1 1 ) İTD - 1 , § 28, 1 56.
SCHOPENHAUER A., 1he Two Fundamental Problems of Ethics,
( 1 2) İTD - 1 , § 20, 1 06. Julian Young, Schopenhauer'ın bu düşün trans. and ed. Christopher Janaway, (Cambridge: Cambridge Uni
cesi ile Sartre arasında ilginç bir bağ kuruyor: "Jean Paul-Sartre versity Press, 2009).
-ki kendisi itiraf ettiğinden daha fazla Schopenhauerilan bir şeyler
öğrenmiştir-buna insanın 'temel projesi' adını vermiştir." Julian YALOM, 1., Varoluşçu Psikoterapi Çev. Zeliha İ. Babyiğit (İstan
Young, Schopenhauer, (New York, Routledge, 2005), 67. bul: Kabalcı, 2000).
( 1 3) Arthur Schopenhauer, "Prize Essay on the Freedom of the YOUNG, J., Schopenhauer, (New York: Routledge, 2005).
Will': 1he Two Fundamental Problems of Ethics, trans. and ed.
Christopher Janaway, (Cambridge: Cambridge University Press,
2009) 1 08- 1 09.
ertt11 ı ırn• m
TOPLUMSAL CİNSİYETİN DORUGUNDA:
SCHOPENHAUER, KADIN VE FELSEFE
DİLAN AKPOLAT
"Kadının fıtraten itaat etmek için yaradılmış olması, gayrı tabii mutlak bağımsızlık ko
numuna yerleştirilmiş olan her kadının hiç vakit kaybetmeden kendisini öyle veya böyle
deneti/ip yönetileceği bir erkeğe bağlamasından anlaşılmalıdır. Bunun nedeni, onun bir
efendiye ihtiyaç duymasıdır. " (1)
1 788- 1 860 yılları arasında yaşamış olan ünlü Alman bakmak yeterlidir. Onlar hayatın cefasını yaptıklarıy
düşünürü Schopenhauer insan eylemlerini güdüle la değil katlandık/arıyla çekerler -borçlarını doğum
rin belirlediğini, bu güdülerin ise; bencillik, kötü sancılarıyla, doğurdukları çocuğu bakıp büyütmele
lük yapma, intikam alma ve merhamet olduğunu riyle, sabırlı ve neşeli bir yoldaş olmaları gereken erke
belirtir. Felsefe tarihinde irrasyonalist, kötümser ve ğe itaat/eriyle öderler." (2) diyerek cinsiyet farklılığını
karamsar olarak tanımlanan düşünür, Aşka ve Ka cinse özgü biçim farklılığına indirgeyen Schopen
dınlara Dair adlı eserinde kadınlara dair geliştirdiği hauer, kadınları "çocuk ile gerçek anlamda bir insan
söylemleri ile felsefe tarihinde kadın aleyhinde yazı olan yetişkin erkek arasında bir orta nokta" (3) yani
kaleme alan filozoflardan biri olmuştur. Kadınları, ontolojik açıdan sorunlu arada bir varlık olarak ta
aşkı ve cinsel aşkın metafiziğini analiz eden düşü nımlamıştır.
nür, eserini iki bölüme ayırarak ele almıştır, eseri
nin ilk bölümü olan "Kadınlara Dair" adlı bölüm Kadınlar, Schopenhauer'un belirlemeleri çerçeve
de kadınlara dair negatif bakış açısı ile analizlerde sinde erkeklerden daha erken bir yaşta, 18 yaşında
akli melekelerine ve ruhi kabiliyetlerine sahip olsa
bulunmuştur. Cinsiyet farklılığını erilliğe ve dişilliğe
bile bu kabiliyetleri çok zayıf ve sınırlı kullanabile
dayalı yalnızca biyolojik farklılık ile sınırlı tutmuş,
ceği için gerçek manada insan olma yetisine sahip
kadının "ikinci cins" varlık olduğunu eserinde sıkça
olamamış ama bedensel cazibesi ve dolgunluğu ile
kullanmış ve belirttiği ifadeler ile cinsiyetler üstü ol
genç adamları kendi muhayyilesinde bir müddet
ması gereken bir alanda, kadınlara dair hiyerarşi ve
tutabilecek "tabiat" ile var olmuştur. Erkeğin akli
dışlama biçimleri üretmiştir.
melekelerine muhtaç olan kadın, dar görüşlülüğünü
"Kadınların zihni olsun bedeni olsun, büyük işler için ancak geçmiş ve geleceği göz önünde bulundurabi
yaratılmamış olduklarını anlamak için görüntülerine lecek bir erkeğin varlığı ile aşabilmektedir. Kadın-
m 11rıwnıırn•
lara dair mutluluğun nedeninin erkeklerin efkarını nın sonucunda doğan bir epistemoloji hüküm sür
dağıtmak ya da erkekler ihtiyaç duyduğunda onları müştür. Kadın felsefe ile buluştuğu zaman da birçok
teselli etmek olduğunu düşünen filozof, kadınların aşağılama ile karşı karşıya kalmıştır. Marie von Eb
varlığını erkeklerin ihtiyaçları üzerinden belirlemiş ner- Eschenbach ise bu durumu "dünyada ilk kadın
tir. Kadınların; dürüstlük, vicdan ve adaletten yok okumayı öğrendiğinde, kadın problemi ortaya çıktı "
sun, kurnazlığa ve yalan söylemeye yatkın, ikiyüzlü sözleri ile ifade etmiştir. "Kadın doğası" kavramı ile
ve riyakar olduklarını ifade etmek bir yana tabiatın, kategorize edilen bu dışlama Schopenhauer'da "tabi
insan neslinin yozlaşmanın engellenmesi için erkek at" olarak nitelendirilmiştir. Bu nitelendirme büyük
leri var ettiğini kadınların kaderlerinin ise yalnızca bir toplumsal cinsiyet sorunu yaratırken, yalnızca
insan soyunu sürdürmek olduğu düşüncelerine sa Schopenhauer ile sınırlı kalmamıştır. Antikite'den
hip olan Schopenhauer, kadınların zihinsel eksiklik Rönesans'a kadar bütün tasvirlerde felsefeyi bir ka
ile suçlayarak, "ikinci cins" bir varlık olduklarını be dın simgelemesine karşın, Antikite'den itibaren baş
lirten ve aşağılamalar içeren tanımlamalar yapmıştır. layan toplumsal cinsiyet, Antikite'den Platona ve
Bu belirlemeleri yaparken "Tabiat" olgusunu ele alan Sokrates'e, Kant'tan Schopenhauer'a Nietzsche'ye ve
Schopenhauer, kadınların doğası gereği aşağı, "ikin günümüze kadar birçok önemli filozofta varlığını
ci cins" varlıklar olduğunu ifade eder. Kadın varo göstermiştir. Bilgi sürecinden dışlanan kadın bilme
luşunu ve kadın kimliği gerçekliğini, "kadının tek süreci için de yetersiz ve eksik olarak tanımlanmış,
amacı erkeğin teveccühünü kazanmak ve erkeği elde özne olarak görülmemiş, biyolojik işlevleri açısın
etmektir" gibi düşüncelere indirger. dan yetersiz olarak görülmüştür. Bu durum felsefe
tarihi içerisinde kadının yokluğuna ve aynı zamanda
"Onlar, sexus sequiordurlar (ikinci cins), birinciye yok sayılmasına neden olmuştur.
göre her bakımdan daha aşağıdırlar; zayıflıklarından
sakınılmalıdır, fakat kadınlara aşırı bir saygı ile dav Aklın ve dilin sorgulanması düşüncesini çarpıcı bir
ranmak tek kelimeyle gülünçtür ve bizi onların gözle şekilde açığa çıkartan Schopenhauer cinsiyetsiz bir
rinde küçük düşürür. Tabiat, insan soyunu iki parça felsefe ve düşünce sistemi var edip, felsefenin kav
ya böldüğünde, çizgiyi tam ortadan çekmemiştir." (4) . ram, kategori ve epistemolojik açıdan eril yapı dı -
şarıda bırakılarak sorgulanmasını gerekli kılmıştır.
Schopenhauer'un kadın üzerine ve kadın nitelikle Felsefe alanındaki eleştirel düşünceyi yaşamın her
ri üzerine yaptığı tanımlamalar şüphesiz ki bize 1 9. alanına yansıtıp inşa etmek kadının ontolojik soru
yüzyıl toplumunun kadına yaklaşımı hakkında de nunun da giderilmesini sağlayacaktır.
rinlemesine bilgiler vermektedir. Bir filozofu incele
mek fılozofun yaşadığı dönemi, etkilendiği olayları, Dipnotlar:
yaşamına şekil ve yön veren duyguları, o dönemin ( 1 ) Schopenhauer, Aşka ve Kadınlara Dair, Say Yayınları, 2006,
müziğini ruhunda hissetmek demektir. Filozof içe ss. 28.
risine doğduğu toplumdan etkilenir ve ortaya attı (2) Schopenhauer, Aşka ve Kadınlara Dair, Say Yayınları, 2006,
ss. 8.
ğı olgular ile kendisinden sonraki toplumu etkiler.
(3) Schopenhauer, Aşka ve Kadınlara Dair, Say Yayınları, 2006,
Biyolojik farklılık anlamını taşıyan cinsiyet kavramı,
ss. 8.
kadın ve erkeğe yüklenen toplumsal rol ve sorum
(4) Schopenhauer, Aşka ve Kadınlara Dair, Say Yayınları, 2006,
luluklar ile "toplumsal cinsiyet" kavramının doğ ss. 20.
masına neden olmuştur. Bu durum her toplumda, Kaynaklar:
zamanda ve mekanda farklılık göstermiş olsa da BERKTAY, Fatmagül, Kadın ve Felsefe Eyvah Eyvah!
daima varlığını korumuştur, bu sebeplerden ötürü https://mutlaktoz. wordpress. com/20 1 1 /03/08/kadin -ve-felse
tarihsel süreç içerisinde ve felsefe tarihinde kadın fe-eyvah-eyvah/
ların varlığı çeşitli ontik, ontolojik ve epistemolojik RULMANN vd. Marit, Kadın Filozoflar, Kabalcı Yayınevi, 1 996,
İstanbul.
sorgulamalar ile karşı karşıya bırakılmıştır. Çünkü
SCHOPENHAUER, Arthur, Aşka ve Kadınlara Dair, Say Yayınla
zincirleme şekilde başlayan davranış biçimleri, dü rı, 2006, İstanbul.
şünce sistemleri ile yaygınlaşmıştır. Cinsiyetçilik
bilime, sanata ve felsefe toplumun hemen hemen
bütün alanlarına yansımıştır. Felsefe tarihindeki
kümülatif ilerleyiş kadına dair yapılan epistemolo
jik sorgulamada da varlığını devam ettirmektedir.
Felsefe ve var olan bütün düşünce biçimleri cinsiyet
siz bir alanda var olmaları gerekirken, eril bir temel
üzerine kurulmuş olan felsefe tarihi, kadını hakikat
arayışının dışında bırakmış ve bu dışında bırakma-
ertt1 ı ırn• 11
iNSAN ONURUNUN TARiHi
YAZAR: REMV DEBES
ÇEVİREN: MELTEM ALKUR
Remy Debes'in onur kavramının çelişkili ve karma Ancak Batı ahlakının bu temel kavramı tanıması, en
şık kökenleri ile ilgili çalışmasına dayanmaktadır. azından "onur" kelimesiyle tanınması, oldukça ye
nidir. Aslında 1 850 yılına kadar İngilizceöe "dignity':
Batı toplumunda, insan onuru fikri oldukça değer Latince kökenine bakıldığında "dignitas': Fransızca
lidir. Tüm insanların eşit olarak paylaştığı, doğuştan karşılığı "dignite" olan onur kavramın "doğuştan var
var olan ve sonradan kazanılmayan bir değer ola olan, sonradan kazanılmayan insani değer" anlamı
rak düşünülürse, insan onuru genel anlamda insan yoktu. Aksine, "dignity" kavramı modern çağ bo
haklarının ahlaki temelini oluşturur. Aynı sebepten yunca liyakati ve bir çeşit eşitsizliği ifade ediyordu.
dolayı, çoğu zaman insan onuru mantıklı bir tartış Örneğin, "Dignitary" (rütbe/mevki sahibi kimse)
manın sınırlarını çizer yani diğer insanlarla iyilik, kelimesini kullandığımızda "dignity" kelimesinin
hak ve adalet gibi konuları tartışırken insan onuru anlamı soy, güç, efendice bir tavır ya da kilisedeki
kavramını reddetmek asla kabul edilemez. Ayrıca mevkiinin yükselmesine bağlı bir çeşit sosyal statü
insan onuru bizi acilen harekete geçmeye çağırır. yü işaret ediyordu.
İnsan onurunun ciddi bir tehdit altında olduğunu
düşündüğümüzde şiddetle tepki gösteririz. İnsan "Onur" kelimesi ABD Bağımsızlık Bildirgesi'nin
onurunun ayaklar altına alındığını, alay edildiğini hiçbir maddesinde geçmez. Aynı şekilde ABD Ana
ya da ihlal edildiğini duyduğumuzda gözyaşlarımı yasasında da geçmez. Fransız İhtilali sırasında hiç
za boğuluruz. Kendi ülkemizin askerlerinin tutuk kimse "Liberte, egalite . . . dignite" (Özgürlük, Eşit
lulara işkence ettiğini ya da oy verdiğimiz siyasi bir lik . . . Onur) diye bağırmıyordu. 19. yüzyılda Ba
liderin ırkçılığa sıcak baktığını öğrendiğimizde do tıdaki köleliğin yön değiştirmesine yardım eden
laylı olarak da olsa kendimizi suç ortağı gibi görür kölelik karşıtı İngilizler, bizim bugün anladığımız
(belki de öyleyizdir) onların yerine de utanırız. Kı anlamıyla "onur" adına insan esaretini kınayan ko
sacası John Rawls'ın deyimiyle insan onuru bugün nuşmalar yapmıyor ya da kitapçık basmıyordu. İlk
Batı kültüründe, belki de bütün kültürlerde, "çakışan kez, resmen 1 9 1 7 Meksika Anayasası'nda kullanıla
fikir birliğinin" en belirgin noktalarından biridir. na kadar, bu terim bugün bildiğimiz anlamıyla hiç-
m erttf!iiırn •
bir önemli siyasi beyannamede görülmemişti. Hatta sundaki düşünceleri 20. yüzyılın sonlarında ve gü
bu anayasadan sonra bile tam olarak "doğuştan var nümüzdeki birçok ahlak ve siyaset filozofunu etki
olan sonradan kazanılmayan insan değeri" anlamını lemiştir. Gerçekten de insan onuru felsefesinin özeti
taşımadı. Ahlaki değer kazanmış bu anlamı Birleş Kant'ın etkisi dikkate alınmadan tamamlanamaz.
miş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni Ancak mesele onur kavramının ortaya çıkmasına ve
1948'de onaylayana kadar kayıtlara girmemişti ve onun günümüzdeki anlamına bürünmesine gelince
bildirgenin önsözünde bildirgenin gerekçesi olarak kökeni Kant'a uzanan bu hikaye sonuç vermez.
bu terim iki kez kullanıldı.
1 8 . yüzyıla geri dönelim ve Kant'ın eserlerini ilk çe
Bu bilgiler böylece iki yönlü bir soru ortaya çıkardı. viren tercümanların Kant'ın "Würde" kavramı için
Bir taraftan, "onur" kavramı nasıl ahlaki bir kavra "dignity" kelimesini kullanmalarını ele alalım. Niye
mı çağrıştırır hale gelmişti? Diğer yandan ise "onur" böyle çevirdiler? Ne de olsa Würde İngilizce'ye bire
kavramı 1 850 yılına kadar ahlaki bir çağrışım yap bir çevrildiğinde "worth" (değer) kelimesine karşılık
masa bile bu terimin farklı bir terminolojinin kılı gelir. 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarında,
fına bürünüp daha eskilere dayanması mümkün İngilizce bu kelime misli, ekonomik değer kavram
olamaz mı? ları için kullanılmaktaydı. Ancak gördüğümüz gibi
Kant açıkça "bedel" ve insanların Würde'si arasında
Birkaç yıl önce bu sorulara yanıt bulmaya karar ver bir fark yarattı. Bu yüzden Kant Würde kavramının
dim. Birçok farklı akademisyenle çalışıp sonunda ilk maddi çağrışımlar yapacak şekilde kullanılmasını
tarihsel araştırmayı derledim. Bu çalışmaya yapılan kesinlikle reddediyor gibi görünüyordu. Bu yüzden
tüm katkıları burada özetlemeye kalkacak değilim İngilizce tercümanların buna uygun bir şekilde yeni
ama çalışmanın ortaya çıkardığı merak uyandıran bir terim bulmaları gerekti ve onlar da "dignity"
bir noktaya değineceğim. kelimesini seçtiler. Önemli nokta ise şu: Bu kelime
Onur kavramının kökeni hakkında şöyle bir hikaye gelişigüzel seçilmiş gibi durmuyor. Aksine, dig
var: Alman düşünür Immanuel Kant, 1 785 yılında nity kelimesinin İngilizce'de çağrışımları, insanlara
temel ahlaki ilkesi "koşulsuz buyruk"un şu şekilde atfedebileceğimiz her türlü maddi ya da manevi de
anlaşılabileceğini ileri sürdüğünde onur kavramında ğerde çelişki oluşmasını mümkün kılmaktadır. Bu
köklü bir değişiklik yapmıştır: yüzden Würdeçevrilirken worth kelimesinin yeri
ne dignity kullanılmıştır.
"İnsanlığı, kendinde ve başkalarında, bir araç olarak
değil de her zaman bir amaç olarak görecek şekilde
Durun bir dakika. Ama ben size 1 850'den önce dig
nity'nin "kazanılmayan insani değerler" anlamına
davran!"
gelmediğini söylememiş miydim? Evet, söylemiştim
Kant'ın başka bir insana neden sadece "araç" olarak fakat bu sadece l 850'den önce yerleşmiş bir kullanım
davranmamamız gerektiği konusundaki argümanın olmadığı anlamına geliyor. 1 850'den önce kelimenin
tamamı karmaşıktır ancak bu kısım insanların "be anlamında birtakım anlam kaymaları olduğunu ve
del''i olmadığı iddiasını gündeme getirmektedir. Ak buna bağlı olarak "kazanılmayan insani değerler"
sine Kant'a göre insan "tüm bedellerin üstündedir': anlamının kısmen kelimeye sinmeye başladığını dü
Şöyle der: şünmek yerinde olacaktır. Demek istediğim, Kant
çığır açıcı ahlak çalışmalarını l 785'de yayımlamadan
"Bedeli olan her şey dengiyle değiştirilebilir ancak önce de anlam kaymaları olduğunu görebiliriz.
bedeli biçilemeyen dolayısıyla eş değeri olmayan şey
'Würdeye sahiptir." İddiamı destekleyecek bazı kanıtları günümüz söz
lüklerini inceleyerek toplayabiliriz. Örneğin, Samu
Ve şimdi kritik bağlantı: Bu iddiaların en eski çe el Johnson'nun 1 755 Sözlüğü, dignity kavramının
virilerinde ( 1 8. yüzyılın sonlarında) bile, Kant'ın maddi olmayan değer anlayışına doğru kaydığını
"Würde" terimi İngilizce'ye dignity yani onur olarak göstermektedir. "Eşitlik'' kelimesinin Johnson'un
çevrilmiştir. Ve işte böylece onur kelimesinin ahlaki sözlüğündeki ilk iki tanımını ele alalım.
anlam kazanmış hali karşımıza çıkar. Kant'ın Alman
ve Anglofon gelenekleri üzerindeki kitlesel etkisi Karşılaştırılan herhangi bir niteliğe benzerlik
arasında "onur" terimi, ahlaken değerli anlamını
sonsuza dek korudu. • Aynı derecede dignity/onur
Ne yazık ki, hayır. Günümüz onur anlayışının geç 1 8 . yüzyılın ortalarında Avrupa kültürünü oluşturan
mişi olarak yukarıda bahsedilen hikaye öylesine bir tüm öğelere yansıyan eşitlikçi çalkantının çeşitliliği
söylencedir. Şüphesiz, Kant'ın insan değeri konu- göz önüne alındığında, bu mükemmel bir tanımdır.
ı rıwnı ı nı ı m
ilk etapta gerçek eşitliğin eşit onur anlamına gel giltere'de Kant üzerine ilk tartışmalar ( 1 800 öncesi)
diğini ileri sürerek dignity'i sonradan benimsenen üniversite dışında, popüler edebi dergi sayfalarında
anlamıyla kullanmak, üst tabaka ve avam tabakası gerçekleşiyordu. Kant, 18. yüzyılın sonunda bu der
arasında var olan sosyal ayrım ölçütlerinin eşit ol gilerde kısa süreliğine bir popülerlik kazanırken, ak
madığını gösteren bir meydan okumaktır. Bu izle tarılan düşünceleri basitleştirildi hatta önemsizleşti
nim Johnson'un yukarda bahsedilen ikinci tanım rildi. Dahası onun teorik, teolojik ve siyasi görüşleri
için seçtiği "aynı derecede onur" ifadesiyle destek çok dikkat çekerken etik anlayışı üzerinde çok az
lenmiştir. duruluyordu, o da en son yayınlanan makalesi "Ebe
di Barış" üzerineydi. Bu son açıdan bakarsak Kant,
"Adil eşitlikten, kardeşçe bölüşmekten memnun olma İngiltere Kralı il. James yanlılarının radikal görünü
yan kimse, kardeşleri üzerinde hak etmediği bir ege müne bir son verdi. Yüzyılın sonuna doğru, İngiliz
menlik iddia edecektir." (Milton) halkı Alman Aydınlanma düşüncesine ve kültürüne
duyduğu şüpheden dolayı giderek daha muhafazakar
Ya da Johnson'un diğer bir kelime kullanım örneğini
ve milliyetçi hale geldi. Kısacası Kant kısa süreliğine
ele alalım. Man (adam) kelimesinin ilk tanımı hu
man being (insan) şeklindedir. dikkat çekse de, takip edilen Critical Re w ie wAkade
mik Dergisi'nin yakındığı gibi "Kant'ın felsefesi bu
"Kral ben gibi bir insandır." (Shakespeare) ülkede çok az" bilindi.
İlahi hak ve mutlak egemenliğin güncel fikirler ol 1 806'dan sonra onlarca yıl Kant'ın adı İngiliz dergi
duğu, sözlüklerin ve ansiklopedilerin saygısız dü lerinden adeta kayboldu. Zaten çok nadir bulunan
şünceleri ifade etmenin gizli bir yolu haline geldiği Kant eserlerinin tercümeleri de rağbet görmedi. Bu
bir günde Johnson'ın sözcük seçimini siyasi ve felsefi yüzden Kant'ın pratik felsefesinin İngilizcede ken
açıdan değersiz görürsek kesinlikle bazı noktaları dini göstermesi çok yavaş gelişti. Özellikle onurla
kaçırırız. Bunun yerine ben Johnson'un seçimleri ilgili meşhur iddialarını ortaya attığı Ahlak Metafi
nin Avrupa aydınlanması boyunca insan değerinin ziğinin Temellendirilmesi, İskoçyalı J.W.Semple ilk
genel bir şekilde yeniden düşünülmesiyle ilgili daha ciddi baskıyı 1 836Cla verene kadar profesyonel bir
derin bir hikayeye işaret ettiğini düşünüyorum. Bu şekilde İngilizceye çevrilmemişti. Hatta yine İskoç
hikaye dignitykelimesinin bugünkü ahlaki anlamına yalı Henry Calderwood düzenlenmiş halini 1 869'da
nasıl ulaştığımızı kısmen de olsa açıklıyor. orijinal fiyatın üçte birine yeniden basana kadar bu
çeviriye de kolay erişilemiyordu. Gerçekten de, 19.
Ya da şunu düşünün: Daha 1 760 yılında Kant, in yüzyılın ilk yarısında Kant'a gösterilen akademik ilgi
san değeri konusunda RousseauClan etkilendiğini dikkatin hala teorik felsefeye yoğunlaştığı yerde yani
kendisi not düşmüştü. Kant "insanlığı onurlandır İskoçya'daydı. Tüm bunlar düşünüldüğünde Kant'ın
mak" kavramını da Rousseau'dan öğrendiğini be Anglofon ahlak felsefesine etkisi, Anglofon saygı
lirterek "Rousseau bana bu konuda doğruları gös kavramını bir yana bırakalım, 1 870'den sonra görül
termişti" diye yazdı. Doğruyu söylemek gerekirse se de bu tarihten önce yok denecek kadar azdı.
bu yardım günümüzde Kant üzerine çalışan bilim
insanları tarafından oldukça takdir ediliyor. Ancak Hepsi göz önüne alındığında görünen o ki şimdi
onur kavramının Kant öncesi ahlaki değer kazandı Batı'nın insan onuru kavramını nasıl benimsediği
ğını gösteren kanıtlar da yok değil. Örneğin, ben an ve bunun gerçekten ne anlama geldiğini yeniden dü
tolojideki makalemde Rousseau'nun meslektaşı De şünme zamanı. Belki de kökenine indikçe gördüğü
nis Diderot'nun kendi onur kavramını geliştirdiğini müz gibi, insanların paylaştığı en temel "değer"in ne
gösteriyorum. Stephen Darwall kendi makalesinde olduğu hakkında söylenecek daha çok şeyin olduğu
ise onur teriminin bu düşünürlerden önce de doğal nu fark edeceğiz.
hukuk düşünürü Samuel Pufendorf tarafından kul
Kaynak: blogs.lse. ac.uk
landığını ve şöyle yazdığını belirtiyor:
11 l!t1tf!11 ırn 1
l \
1 � ı
j � t
PSİKANALİ Z VE HiKA YE ANLA TICILIGI
;;:=:;.t_�������.,.--��-=-�����_;_����·
.a,.=
l � '
�
MERVE GÜNDAV*
/ �,
) 1
Anlatı kuramı, Fransız ve İngiliz edebiyatı, hukuk ve isimli çalışmasında, metnin açıklanmasını hedef
psikanaliz gibi disiplinlerarası çalışmalarıyla dikkat almayan, postyapısalcı bir psikanalitik eleştiriyi des
çeken akademisyen-yazar Peter Brooks'un ilk kez tekliyor. Psikanaliz, bir çözümleme aracı olmadığı
1994 tarihinde yayınlanan Psikanaliz ve Hikaye An gibi, psikanaliz aracılığı ile çözümlenmeyi bekleyen
latıcılığı kitabı, Mersin Üniversitesi, Fen-Edebiyat tek bir gerçek de yoktur. Gerçek ve yalanın iç içe
Fakültesi, Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü öğre geçtiği düzlemde, analiste dedektif görevi yükleme
tim görevlilerinden Hivren Demir-Atay ve Hakan nin anlamsız olacağı fikri, muhakkak ki, edebiyat ve
Atay'ın çevirisi ile geniş okur kitlesine sunuluyor. psikanaliz ilişkisinin kutuplaştırıcı ikili zıtlıklar kap
20 16 yılında Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi'nden samında değerlendirilmemesi gerektiğini savunan
çıkan kitabın editörlüğünü Ergun Kocabıyık üst Brooks'u destekler niteliktedir.
lenmiştir. Ankara Üniversitesi, Basın Yayın Yüksek
Okulu mezunu olan Kocabıyık, edebiyatçı kimliği ile Üç bölümden oluşan kitap boyunca, Brooks edebiyat
de ön plana çıkmaktadır. Freud, Barthes, Bakhtin, ve psikanaliz birlikteliğinin büyük anlatıları aşan di
Felman, Balzac, Benjamin ya da Lacan gibi birçok namikliğine vurgu yapar. Analist ve analizan ilişkisi
isme atıfta bulunan kitabın yoğun içeriğine rağmen yankısının hissedildiği psikanaliz ve edebiyat bir
çeviri kokmayışı, şüphesiz ki, asıl metne sadık kalır likteliği nasıl olmalıdır? Anlatının iyileştirici etkiye
ken Türkçe'nin dokusunu da okuyucuya hissettirme erişmesinde anlatıcı ve dinleyenin konumlandığı hi
sine bağlanabilir. yerarşik sistemin yıkılması gerektiği düşüncesi nasıl
açıklanabilir? Psikanaliz hangi yönleri ile edebiyat
Analiz nesnesine bağlı kalarak yazar, okur ve kurma ile benzeşir? Brooks, cevabını aradığı bu ve benzeri
ca kişiler gibi üç genel kategoriye yönelen geleneksel sorulara okuyucusunu da dahil ederek, çeşitli edebi
psikanalitik eleştirinin reddedilmesi gerektiğini sa yazarların eserlerine doğru yolculuğa çıkar. Bir anda
vunan Brooks, edebiyat ve zihin yapısının eşdeğer Balzac'ın dünyasına erişen okur, çok geçmeden Sha
liliğini savunduğu Psikanaliz ve Hikaye Anlatıcılığı kespearee ya da Sherlock Holmes'a varır ve sürekli
tf!W"·'rn'ID
Bu bölümde, ön-hazzın edebi me
tinlerin okunmasındaki rolüne
vurgu yapılırken, fetişizmle ilişki
li olan teşhircilik ve röntgencilik
kavramlarına da değinilir. Me
tinlerin basitçe tüketilmesini red
deden Brooks, Barthes'ın Metnin
Hazzı ( 1he Pleasure of the Text)
isimli çalışmasında belirttiği gibi,
lineer olmayan bir okuma mode
lini destekler. Edebiyatta ön-haz
zın temsilcisi olarak ise, Balzac,
Baudelaire ve Flaubert gibi yazar
lar üzerine okumaları olan ve son
dönem Romantiklerden sayılan
Barbey d'Aurevilly'i görür.
m 'rnffiıiffi1
ri Olgusunun Çözümlemesinden "dedektifin peşine düştüğü kişi" Çılgınlığının sona erdiği an ise
Parçalar" başlıklı ilk olgu öyküsü rollerinin devinimsel bir şekilde ölümünün başlangıç noktası olur:
geçiş metni olarak görülür. Bro yer değiştirerek, takip eden ve ta "Adieu" kelimesini söyledikten
oks'a göre, "aktarım metinseldir, kip edilen arasındaki ayrımın bu sonra ölür. Brooks, değindiği Bal
çünkü geçmişi simgesel bir şekilde, lanıklaşması bunun göstergesidir. zac öyküsündeki yapılandırmayı
işaretlerle, dolayısıyla da 'gerçekte' "etkileyici, inandırıcı, iyileştirici
yok olan ama metinsel olarak var Holmes'un "Son Vaka'' isimli ve aynı zamanda ölümlü" (Brooks
olan ve dahası hem anlatıcının hikayesine göndermede bulu - 8 1 ) olarak nitelendirir.
hem de dinleyicinin gerçekleştir nan Brooks, psikanalizde yapı
dikleri yorumlama edimiyle şe landırmayı örneklendirmek için Sonraki paragrafta, ''Adieu"nün
killenmesi gereken bir şey olarak Balzac'ın "Adieu" ("Hoşçakal") sonunun Shakespeare'in Kış Ma
sunar" ( 66). Freud'un belirttiği isimli hikayesine de atıfta bulu salı başlıklı oyununun son sah
gibi, yapılandırma/yeniden yapı nur. Hikayedeki Philippe, Bere nesine benzediğine dikkat çeki
landırma bir arkeoloğun üstlen zina nehrinin öteki yakasına ge lir. İffeti hakkında şüpheleri olan
diği göreve eş değer görülebilir; çene kadar aklını yitiren ve onu Leontes'in kuşkularından dolayı
çünkü, hem arkeolog hem de hatırlamayan Stephanie'yi evcil ölen Hermonie isimli karakterin
psikanalist yıkıntılardan saçılan leştirmek adına, travmanın yaşa - heykeli, Leontes'in aşkı adına ha
parçaları birleştirip onların yeni nıldığı nehirden geçişin sekiz yıl yat bulur. Oyundaki olay örgüsü
den boyut bulması için çabalar; önceki anının tekrar edildiği bir nün aktarım açısından değerlen
ancak, arkeolojiden farklı olarak psikodrama düzenler. Geçmişin dirilişi ile, Leontes'in kıskançlık
psikanaliz, halen canlılığını de simgesel bir şekilde yeniden can duygusu ve bu kıskançlığın do
vam ettiren insana eğilir. landırıldığı bu psikodramanın so ğurduğu sonuçlar sergilenir.
nunda, Stephanie Philippe'i tanır
Brooks, psikanalitik yapılandırma ve 8 yıl evvel ondan ayrılırken ona ''Adieu"nün trajik sonla bitmesin
modeline dayanan anlatı yapılan söylediği son söz olan "Adieu" ke deki neden, Philippe'nin düzen
dırması görüşüne göre, anlatının limesi dudaklarından dökülür. lediği psikodramada, analizanı
ya da anlatı anlamının çıkarımın -
da dinleyicinin ya da hikayenin
anlatıldığı kişinin üstlendiği aktif
role vurgu yapar: "diyalogların
çoğunluğunda olduğu gibi, anlatı
cının dinleyiciyle ilişkisi hem bir
işbirliği hem de bir mücadele iliş
kisidir" (70). Bu durum, analist ve
analizan arasındaki hiyerarşinin,
dayandığı zeminin kayganlaşma -
sıyla, geçici süreyle hatta çoğun -
lukla altüst edildiğini sergiler.
Analist ve analizan arasındaki di
namik birlikteliğin metin ve okur
ya da edebiyat eleştirmeni ara
sında da devam ettiğini savunan
Brooks, bu bağlamda Shoshana
Felman'a atıfta bulunur: Felman,
edebiyat eleştirmeninin metinle
olan ilişkisinde hem psikanalist
hem de hasta rolü edindiğini sa
vunur.
lf!t1'i!rn• ll
konumundaki Stephanie'nin aktarım diyaloğuna ramı, Brooks'ta Freud ve Lacan'ın aktarım modelini
girmesine yardım edecek aktif bir rol üstlenmesine çağrıştırır; çünkü, Lacan'a göre de, dinleyicinin var
izin vermeyip onu kendi belirlediği sınırlara konum lığı analizanın anlatısına aktif bir rol yüklemektedir.
landırmasıdır. Oynaması için dayatılan bu hikayede Bu doğrultuda, aktarım sürecinde, hem "dinleyici"
akışkanlık fırsatı tanınmayan Stephanie'nin ölüme hem de "anlatan" dinamik bir rol üstlenmiş olur.
yüz çevirmesi, terapinin analistin analizana üstünlük
Brooks, Barbey d�urevilly'nin Şeytani Öyküler kita
sağladığı ve analizanı tarafından fark edilmeyi bek
bında yer alan "Bir Whist Partisinin Perde Arkası"
lediği tek taraflı durağan bir süreç olmayıp, her iki
başlıklı hikayesini örnek göstererek, modern roma
tarafın da etkileşime girdiği ve hiyerarşilerin yıkıldı
nın temsil ettiği yalnız bireye ve tek başına var olan
ğı aktif bir süreç olduğunu kanıtlar niteliktedir. Ben
okurun yaşam alanına yönelik bakış açısına hikaye
zer şekilde, Brooks, Philippe'nin hikayenin sonunda
de ulaşılabileceğini iddia eder. Brooks'a göre, hikaye,
intihar edişini de onun analizanı ile yer değiştirmeyi
romanın kaybettiği canlılığı geri kazanmaya davet
kesinlikle reddedişine dayandırır. Bu durum, Philip
eder. Bu açıdan, Brooks, psikanaliz ve hikaye anlatı
pe'nin başarısız bir okur olduğunu gösterir. Terapi
cılığı ilişkisine bir kez daha vurgu yapar: psikanaliz
nin başarılı olabilmesi için, analistin analizde kendi
de olduğu gibi, hikaye anlatıcısı ile dinleyici arasın
benliğini geri plana çekmesi ve Lacan'ın aktarım ko
daki diyalog, karşılıklı etkileşime dayanır.
nulu seminerinde değindiği gibi analizanın arzusu
na kulak vermesi gerekir. Daniel Gunn'ın da belirtti Sonuç olarak, Brooks, hikaye anlatıcısı ile dinleyici
ği gibi, "aktarım gücü, bir aşk hikayesinin gücü gibi, arasındaki ilişkiyi analist ile analizanı arasındaki iliş
bu iki zamirin eşleşmesinde yatar: 'sen' ve 'ben"' (akt. kiye benzetir. Brooks'a göre, bu ilişki, logosentrik bir
Brooks 85). Brooks, anlatıcı ve dinleyicinin sürekli düzleme dayalı kalmaksızın, hiyerarşilerin yıkıldığı
olarak yer değiştirdiği dinamik aktarım sürecinde dinamik bir süreci kapsar. Hikaye anlatıcılığının iyi
anlatılanın da değişiklik yarattığını iddia ederek ki leştirici etkisi ise, okur ya da anlatıcının bu diyalek
tabının ikinci bölümünü sonlandırır.
tikteki aktif rollerine vurgu yapar.
Kitabın "Hikaye Anlatıcısı" isimli üçüncü bölümün Brooks, Peter. Psikanaliz ve Hikdye Anlatıcılığı. Çev., Hivren
de anlatma eyleminin hem okuru hem de yazarı et Demir-Atay&Halcan Atay. Haz., Ergun Kocabıyık. lstanbul:
Boğazifi üniversitesi Yayınevi. 2016.
kilemesi nedeniyle asla masum bir eylem olmadığını
iddia edilir. Anlatı eyleminin dinamik yapısı, De
cameron ve Binbir Gece Masalları başlıklı eserlerde
açıkça sergilenmektedir: Decameron'daki insan top
luluğunun hikaye anlatışı, sürekli olarak yeni kahra
manların tanınmasına olanak verirken, Binbir Gece
Masalları 'ndaki farklı anlatı düzeyleri iyileştirici bir
etki sunar.
Persona, Eski Yunan tiyatrosunda oyuncuların tak kınını kaybetmiş insanlara yardım etmek amacıyla
tıkları maskeye verilen isimdir. Fakat bu kelime artık bir araya gelmiş dört kişinin hikayesini anlatır. Bu
bir tiyatro sahnesinde değil, gündelik yaşamda an kişiler, hizmet verdikleri insanların ölen yakınları -
lam kazanır. Varlığını sürdürdüğü yer görkemli, ışık nın yerine geçerek onların acılarını dindirmeyi ve
lı sahneler değil kentler, sokaklar, meydanlardır. Per hayatlarına kaldıkları gibi devam etmelerini sağla
sona artık her yerde ve herkestedir. İnsanın kendisi yarak para kazanırlar. Yakınlarının giydikleri kıya
olmayan bir kişiliği yaşamasıdır. Persona ile birlikte fetleri giyip, onların yaptığı işi yaparlar. Aynı şekilde
birey yaşadığı dünyaya uyum sağlar. Toplum yaşan konuşup, aynı şekilde gülerler. Aynı tepkileri verip,
tısına ayak uydurmanın zorunlu bir yoludur bu. aynı duyguları hissedip kendileri olmaktan çıkarlar.
Aslında gerçek hayatlarından memnun olmayan bu
Jung, kolektif bilinçdışı kavramını açıklarken arke kişiler için bu iş bir kurtuluş yoludur. O maskenin al
tiplerden bahseder. Bu arketiplerden biri olan perso tına sığınmaya çalışırlar. Zamanla taktıkları bu mas
na, benlik rolü yapan bir maskedir. Kişi yani person keye teslim olup kendi benliklerini unuturlar, gerçek
sözcüğünün ilk anlamının maske olduğunu belirten hayatlarını değil o maskenin yaşattıklarını isterler.
Ezra Park, bunu bir rastlantı olarak değerlendirmez.
Ona göre bu, kişinin az çok farkında olarak belli bir "Normal olarak, bilinç, doğru dürüst işleyen bir per
rolü üstlendiği ve oynadığı gerçeğinin kabulüdür. Bu sona'yı istediği gibi kullanabilir, anın koşullarına uy
roller içerisinde hem birbirimizi hem de kendimizi durabilir onu, hatta gerekirse başka bir persona ile
tanıdığımızı söyler. Ancak Jung'a göre kimi zaman değiştirebilir. Çevresine kendisini iyi uydurmuş birey,
insanlar saklandıkları bu maske altında yaşamaya düğüne giderken başka, iş konuşurken başka, nutuk
ve gerçek benliklerini, kişiliklerini açık etmemeye o çekerken başka persona'lar takar. Persona'sını değiş
kadar alışırlar ki bu maske donar. Artık gerçek kim tirebilmesi için onun bilincinde olması gerekir. Tabi,
liğiyle beraber birey de yok olmuştur. persona'sı bilincin geliştirilmiş üst işlevi ile ilgisi ise,
yapabilir bunu. Ama ne yazık ki, her zaman böyle ol
Persona kavramını tüm açıklığıyla inceleyebileceği maz; çevreye uyum, istenilenin tersine, bazan üst iş
miz alanlardan biri sinemadır. Yorgos Lanthimos'un levle olur. Ya da, bireye ana-babasının ya da eğitimin
dördüncü uzun metraj filmi olan Alpeis (Alpler), ya- baskısıyla zorlanabilir. Ama bu çok sonra acı sonuçlar
tttkfüırn• 111
doğurabilir. Doğal ruhsal mizaca karşı gelme, nevro Hiroshi Teshigahara'nın yönetmenliğini üstlendiği
za yol açmasa bile, bir tür «zorlanımlı kişi» oluşturur. 1 966 yapımı The Face of Another (Tanin no kao )öa
Bunların yaşamları boyunca başkalarına karşı davra geçirdiği iş kazası sonucu yüzü yanan bir adamın
nışlarında yapma, mekanik bir şey vardır" ( 1 ) . içinde yaşadığı toplumla olan mücadelesine tanık
oluyoruz. Okuyama, dışlanmamak adına sürekli
Erving Goffman ise günlük yaşamda bireylerin yüzünde sargı bezleri ile geziyor ve eşinden, iş ar
sergiledikleri rolleri yani bir anlamda maskeleri kadaşlarından beklediği ilgi ve yakınlığı göremiyor.
derinlemesine inceler. Goffman, Günlük Yaşamda Onu anlaması için eşinin yüzünü kesmeyi düşünen
Benliğin Sunumu 'nda hayatımız boyunca insanların bu adam tedavi gördüğü psikolog sayesinde sargılar
arasında sergilediğimiz her davranışı "rutin" olarak dan kurtulur. Artık yüzünde tanımadığı başka bir
tanımlarken tüm bu rutinlerden oluşan faaliyetleri adamın yüzüne ait olan bir maske vardır. Bu maske
anlatmak için ise "performans" terimini kullanır. sayesinde sosyal hayatına geri dönebilecek ve eşiy
Bizler ise bu performansları sergileyen aktörleriz. le yeniden duygusal bir bağ kurabilecektir. Okuya
Toplumsal yaşam bir tiyatro sahnesini andırır ve ma artık insanların arasına karışabilmektedir, fakat
bizim var olduğumuz mekan, evimiz, işyerimiz, maske onu giderek değiştirmektedir. Kıyafet se
okulumuz, mobilyalarımız vitrin bölgesini oluştu çimlerini yeni "yüz"üne göre yapar, önceleri sarhoş
rur. Kişisel vitrin ise o rutini sergilerken role uygun olamazken artık hemen sarhoş olabilmektedir. Onu
olarak giyindiğimiz kıyafetler, takındığımız tavır, sarhoş eden, uyuşturan, kendi olmaktan çıkaran
oturuş biçimimiz, konuşma tarzımızdır. Rol neyi ge maske midir?
rektiriyorsa vitrini ona göre ayarlarız yahut vitrin ne
ise ona göre oynarız. Aktörler yani bizler bu perfor "Başkalarının bakışlarıyla gözetim altına alınan be
mansları sergilerken bizi izlemekte olan seyircileri den, objektif bedene dönüşerek zamanla nesne halini
göz ardı edemeyiz, onların isteklerine, beklentileri alır. Özellikle bedensel şekil bozukluklarının görünür
ne ve en önemlisi toplumun genel kurallarına dik olduğu kişilerde bu durum, utanma ve suçluluk üze
kat etmek zorunda hissederiz kendimizi. Bu bir var rinden iki ayrı düzeyde gerçekleşir. Canlı beden ağrı,
olma ve görünür olma çabasıdır, toplumsal yaşamın yorgunluk, yara ya da hastalık altındayken yeni bir
tüm insanlara dayattığı ahlaki ve sosyal kurallara
uyma gerekliliğidir. Goffman'ın teorisinde önemli
bir yeri olan diğer iki kavram ise ön ve arka bölgedir.
Ön bölge, performansın gerçekleştiği ve seyircilerin
bulunduğu bölgedir. Seyirciler artık aktörleri yalnız
bırakmazlar ve onların rutinlerini gerçekleştirme
lerinde yardımcı olurlar. Hataları, aksaklıkları gör
mezden gelirler. Çünkü herkes aynı zamanda hem
seyirci hem aktördür. Bu iki kavram birbirinden zıt FROM THE DIRECTOR A TRULY ORIGINAL WO
•
m ırtt1ıırn•
rol edinir ve halsiz, inatçı ya da kırılgan bedene dönü akşam bir binadan çıkan yüzleri maskeli insanların
şür. Başkalarının bakışları tarafından yakalanır ya arasından geçerler. Ve yalnız kaldıkları an maskesi
kalanmaz canlı beden, özlü bir şekilde değişir: Şu an ni bilen tek insan olan doktorun yaşamına son verir
dan itibaren, o başkalarının izlerini taşır; o başkalar Okuyama. Artık "özgür"dür.
için nesne, eşya vb. olur. Başkalarının bakışları canlı
bedeni cisimleştirir. Bu özellikle gözetleyici, aşağılayı
Maske herkeste ve her yerdedir. Herkes kendini giz
cı, inceleyici, duygusuz, nesneleştirici vb. bakış için ge
ler. Cinsel kimliğini, doğduğu şehri, tuttuğu takımı,
çerlidir. O kişinin kendi bedenini engeller, cezbeder ve mesleğini, dünya görüşünü, inancını gizlemek zo
ona boyun eğdirir. Başkalarının bakışı, canlı bedeni
runda kalan insanlarla doludur dünya.
felç eder ve bir süreliğine taşlaştırır" (2) . Dipnotlar
Yeni yüzü ile birlikte var olduğunu hissetmek iste ( l ) Cari Gustav Jung, Analitik Psikoloji, 41 -42.
yen Okuyama, bir kadına saldırdığı için karakola (2) Zülküf Kara, Toplumla Yüzleşme, 48-49.
götürülür fakat yargılanmaz. Çünkü o hiç kimsedir,
Kaynakça
onu var eden gerçek bir yüzü yoktur. Oysa Okuya
ma bu yeni yüzüyle yeni ilişkiler de kurabileceğini JUNG, C. Gustav, Analitik Psikoloji. Çev: Ender Gürol. İstanbul:
düşünmüştür. Eşine bir yabancı gibi yaklaşıp onu · Paye! Yayın evi, 2006, ss. 4 1 -42.
tekrardan kazanmak ister. Kazandığını sandığı sıra KARA, Zülküf, Toplumla Yüzleşme. İstanbul: Ayrıntı Yayınları,
da eşinin onu en başından beri tanıdığını fark eder. 20 1 3 , ss. 48-49.
Bunun nasıl olabildiğine anlam veremez. Bu maske
onun yeni yüzü ve her şeye yeni bir başlangıç değil
miydi? Yeni bir var olma çabası değil miydi? Gerçek
olan maske miydi yoksa maske aşağılık bakışlardan
kurtulmak için geçici bir çözüm müydü? Artık eşi
de onu terk edip gitmiştir, geriye sadece maskeyi ha
zırlayan doktor kalmıştır. Beraber yürüdükleri bir
ertt1 ıırn• m
METAFİZİK BİR PARADİGMA OLARAK POZİTİVİZM
BERKAY COŞKUN
Bugün günümüzde hala tartışılabilecek bir nitelik lar eyleyenleri zorlar, dolayısıyla toplumsal olgular
te olduğunu düşündüğüm eski bir mevzuya değin kısıtlayıcı ve baskıcıdır; 3. Toplumsal olgular, "şey
mek istiyorum. İki yüzyıl geriye dönüş yaparak ilk ler" olarak ele alınmalıdır (2). Burada, bizi ilgilendi
önce Comte'un, sonra da yarım yüzyıl ileriye giderek ren seçenek, tam da üçüncü özelliktir.
Durkheim'ın görüşleri üzerinden pozitivist paradig
maya dair ufak ama bir o kadar da ufuk açıcı olaca Durkheim "şey" mefhumunu, sosyolojiyi felsefeden
ğını düşündüğüm tespitlerimi sizlerle paylaşacağım. ayrı, bağımsız bir araştırma alanı kurmak için kul
Çıkış noktası olarak Comte'u seçmekteyim, bunun lanmıştır (3). Gelgelelim Durkheim, bununla sui
altında iki sebep vardır: 1 . Comte'un pozitivist para generis, Türkçe ifadeyle, kendine has, başlı başına
digmanın kurucusu olarak kabul edilmesi; 2. Durk bir varlığı ya da gerçekliği kasteder. Bunu daha an
heim'ın pozitivist görüşlerini, Comte'un bazı poziti laşılır kılmak için şu alıntıya başvurmakta fayda var
vist görüşleriyle birleştirerek, pozitivist paradigmaya dır: " Toplumsal bir olgu, dışsal bir kısıtlamayı birey
dair farklı perspektiflerden tamamlayıcı bir görüş üzerinde uygulama yeteneği olan sabit veya sabit ol
ortaya sunma yönündeki amacım. Diğer bir deyiş mayan her eyleme biçimidir; yine o, verili bir toplum
le, ilk önce Durkheim'ın görüşlerinin değinilmesi içinde genel olan her eyleme biçimi olduğu halde aynı
gereken kısımlarını sizlere aktaracağım ve konuyla zamanda bireysel tezahürlerinden bağımsız olarak
bağlantılı olan yerde Comte'un bilim anlayışına dair kendi içinde varolur" (4). Anlaşılacağı üzere, belirt
önemli bir görüşü Durkheim'ın görüşleriyle sentez tiğimiz toplumsal olguların üçüncü özelliği açık bir
leyeceğim. şekilde, toplumsal olguların bireylerden bağımsız ol
duğunu göstermektedir: "Sosyal olguların ayırt edici
Birçok genel sosyoloji ve metodolojiyi anlatan ki son göstergesi ise, kişinin iradesinden bağımsız olarak
taplarda çoklarca kez tekrarlandığı üzere, Durk her bireye empoze ettiği zorlayıcı güçtür" (5). İşte, bu
heim'ın sosyolojisinin temeli toplumsal olguların yazıda tartışacağımız konu toplumsal olguların ken
araştırılmasına dayanmaktadır ( 1 ) . Bugün biz de, dinde bir gerçeklik olarak eyleyenlerden bağımsız
Durkheim'ın toplumsal olgular için varsaydığı üç bir biçimde varolmasıdır.
temel özellikten hareketle, pozitivizme dair bir yo
rum geliştirmeye çalışacağız. Öncelikle, Durkheim Toplumsal olguların üzerine Durkheim örnek olarak
toplumsal olgular için şu üç özellikten bahseder: 1 . dili vermiştir. Durkheim, dili, toplumsal olgu olarak
Toplumsal olgular gözlemciye dışsaldır; 2 . B u olgu- ele almakta ve üç özellik kapsamında değerlendir-
m ıttt..ıııırn•
mektedir. Biz burada konumuzu "şey" ile sınırla bir varlık olmasıdır. Bu yorumlar neticesinde, Durk
dığımız için toplumsal bir olgu olarak dilin özelli heim'ın sui generis 'inden anlayabileceğimiz şey, top
ği üzerine sadece şu alıntıyı yapmakla yetiniyoruz: lumsal olguların bağımsız bir varlık olarak eyleyen
"İkincisi, dil bireyin dışındadır. Bireyler bir dil kul lerin varlıksal statülerinden farklı olarak, toplumsal
landıkları halde dil, birey tarafından tanımlanamaz olguların ve asıl olarak toplumun ebedi-ezeli bir
veya yaratılmaz" (6). Buradan hareketle, dilin bizler varlık olarak verili bir yapıya sahip olmasıdır. Her
tarafından yaratılmadığı, bizim hayata geldiğimiz ne kadar yazı başlığını düşününce, daha şimdiden
den itibaren "verili" dili içselleştirdiğimiz yönünde konuyu nereye bağlayacağım yaklaşık olarak kesti
yorum yapılabilir. Buradan çıkarsanacak anlam şu rebilecek bile olsa, konuyu asıl noktaya bağlamadan
dur: 1 . Bireyler yaratım gücü olmayan pasif varlıklar önce, verili durum ile ilgili ilginç bir yorumu ortaya
olarak tek aktiflikleri, varolanı benimseyerek içsel koymak için yeni bir paragrafa geçmek istiyorum.
leştirmeleri ve böylece varolanın yeniden üretimini
sağlamalarıdır; 2. Bir toplumsal olgu olarak dil, bi Marx, ideolojik yanılsamadan ve bu yanılsamanın
reyler tarafından tanımlanamaz veya yaratılamaz. O kaynağından bahseder. İdeolojik yanılsamanın kay
halde, dışsal bir varlık olarak dil nereden gelmiştir? nağı olarak da, hakim sınıfların egemen ideoloji ile
alt sınıfları yanlış bilinç içine sokmalarını görür. Ha
Esasında bu soruyu sormak gereksizdir, çünkü kim konumdaki kişilerin kendi yerlerini korumak
Durkheim'ın, dilin yaratılamayacağı yönündeki gö için aşağıya yaydığı ideolojilerden birisi, varolan
rüşü, bu soruyu otomatik olarak yanıtlar. Eğer ki düzenin verili oluşudur. Marx, bu durumu şeyleşme
yaratılış yoksa, o zaman "verili bir durum"dan söz mefhumunun farklı bir kullanımıyla ekonomik te
edilmesi gerekir. Farklı bir ifadeyle, varolan hep var melden hareketle şöyle açıklamıştır: . . . burada ayırt
"
dı. Dolayısıyla, dilin varoluşsal statüsü için yapabile edilen, spesifik anlamıyla burjuva ve dolayısıyla geçici
ceğimiz yorum da, dilin bizden bağımsız bir biçimde olan fetişizm biçimlerine, burjuva iktisadi tarafından
hep varolduğu ve bizden bağımsız olarak varolmaya sanki doğal ve ezeli tarihüstü zorunluluklarmış gibi
devam edecek bir öncesiz-sonrasız varlık konumun muamele edilmesi" (7). Kapitalistlere göre, bu sınıf
da olduğudur. Bunun anlamı, dilin neredeyse tözsel sal durumlar, bu düzen sürekli vardı. Bu fikrin altın-
tf!ktiiırn1 il
da yatan temel fikir, bu düzenin düzeni korumak için sürdürülen mi), materyal (Marksizm) ya da
"böyle gelmiş böyle gideceği"dir. burjuva sınıfının idealist ideolo pozitif (Comte: üç hal yasası vb.)
Biraz daha ileri giderek söyle jisi arasındaki ilişkiyi ortaya koy nitelikte yasaların bulunduğunu,
yebiliriz ki, toplumsal olguları mak yönündedir. Ve evet, demin tarihin çizgisel olarak bir ereğe
ve daha temelde toplumu tözsel ki cümleden anlaşılacağı üzere, doğru yönlendiğini ileri sürer
varlıklar olarak ele alırsak, tözün Durkheirn'daki "şey" mefhumu, lerken; HerderCien Alman Tarih
sabit ve değişmez vasfından do pozitivizmin, idealist yorumu Okulu ve Diltheyiı kadar uzanan
layı, verili düzenin hiçbir zaman içinde örtük biçimde barındırdı ikinci ana eğilim, tarihte doğabi
değişmeyeceği ve eyleyenlerin ğını göstermektedir. Gelgelelim, limsel 'yasa' kavramıyla analoji
de ne kadar eylerse eylesinler, ne Comte, pozitifbilimler anlayışı ile kurularak üretilmiş · şeyler olarak
kadar aktiflik gösterirse göster bilimden metafiziği atarak "sosyal 'tarih yasaları'nda söz edilemeye
sinler varolanı değiştiremeyeceği fızik''i kurma girişiminde bulu ceğini, tarihin çizgisel bir biçimde
ve bundan dolayı hem dışsal hem nur. Elbette, bu çaba Comte'un bir ereğe doğru yönlenmiş bir süreç
de tözsel bir güç olarak toplumu hayatının sonlarına doğru insan olarak görülemeyeceğini belirtmiş
değiştiremeyen pasif varlıklar lık dini görüşlerine geçişiyle be tir" ( 1 1 ) .
olarak bireylerin, kaderlerine bo raber oldukça zedelenmiştir. Ama ***
yun eğmeleri gerektiği sonucu bizim iddiamız, pozitivizmin en
na varabiliriz. Açık olarak, zaten temel görüşlerinin dahi metafizik
İşin ilginç ama aslında o kadar
şeyleşme kavramı bireylerin güç kalıntılar içerdiği yönündedir. Ve
da şaşılmayacak tarafı, tarihsel
lerinin kısıtlandığı yorumunu da bakın ki, Comte, işlevselciliğin
yasalar idesinin başlı başına bir
bize verir: "Şeyleşme kavramı, in kuruluşunda önemli rol oynayan
gerçeklik fikri ile, diğer bir deyişle
sanların toplumsal yapıların kendi biri olarak, bizzat kendisi sui gene
toplumsal "şeyler"in bağımsızlığı
denetimlerinin ötesinde ve değiş ris düşüncesini benimsemiştir. Ne
görüşüyle örtüşüyor olmasıdır.
tiremez olduklarına inanmalarını var ki, bu düşünceyi yeteri kadar
Tarihsel yasalar fikri apaçık bir
içerir. Şeyleşme, bu inanç, kendi eleştirmiş olduğumuzu düşünü
şekilde tözsel niteliğe sahiptir;
kendini-gerçekleştiren bir kehanet yor ve hedef oklarımızı pozitivist
empirik denetlenebilirlik imka
haline geldiğinde ortaya çıkar" (8). paradigmaya doğru çeviriyoruz.
nından yoksundur; tarihin çizgi
Tüm bunlardan, "şey" fikrinin Her ne kadar bir paradigma ola sel olarak erekselliğe sahip olması
ve dolayısıyla toplumsal olgula rak pozitivizmin çok eleştirile tarihsel yasaların kendinde ger
rın bağımsızlığının Durkheirn'ın bilecek önermeleri bulunsa da, çeklik olduğunu gösterir; tarihsel
muhafazakar görüşlerini nasıl böyle bir iş ufak bir yazıya sığma yasaların erekselliğinin kaçınıl
desteklediğini görmekteyiz (9). makla birlikte, Karl Popper veya mazlığa yol açması sonucu birey
"Muhafazakarlar genellikle evren Jürgen Habermas gibi felsefecile lerin topluma ne kadar müdahale
hakkında kozmolojik ilkeyi kabul rin yazdığı türden büyük kitapla ederse etsinler tarihsel yasaların
ederler. Bu ilkeye göre Tanrı her ra benzer biçimde, pozitivist eleş ereksellik sonucu gerçekleşme
şeyin merkezinde, varoluşun sebe tireye yönelik bir kitap yazılabilir. sinden ötürü bireylerin pasif kal
bidir; her şeyin ölçüsü insan değil Ancak bunun gerekliliği konusu ması ve paradigma tarafından
TanrıCiır. İnsan doğası, kozmolojik tartışılır. Asıl mevzuya dönecek kötümser bir kaderciliğe mah
şeylerin düzeninin sabit bir par olursak, pozitivizme yönelik ge kum edilmeleri... İşte tüm bunlar,
çasıdır. Evrende aşkın bir nizam tirebileceğimiz önemli bir eleş tarihsel yasalılık fikri ile toplum -
ve doğal yasa vardır. Bunlar, top tiri de toplumsal/tarihsel alanda sal olguların bağımsızlığı özelliği
lumu olduğu kadar, vicdanları da yasalılık fikridir. Ülkemizde bu arasındaki ortak paydayı gözler
yönetirler. Bütün sorunlar gibi, yönde bir eleştiriyi Hermeneutik önüne serer. Gelgelelim, bu tarih
siyasal sorunlar da temelde dinsel geleneği benimsemiş olan felse sel yasaların ne olduğunu gerçek
ve ahlaki sorunlardır" ( 10). Bura fecimiz Doğan Özlem getirdiği te kimse bilmemektedir. Tarihsel
da, büyülü bir şeyi çözdüğümüzü için, gerekli satırları kendisinden yasalar, maddesel bir gerçeklik
iddia etmiyoruz. Zaten Durk aktarmayı doğru buluyorum: olmaktan ziyade, toplumsala ve
heirn'ın yapısal-işlevselciliğinin tarihsele yön veren madde-ötesi
apaçık bir şekilde varolan düzeni "Alman İdealizmi, Comte Poziti bir güçtür, hatta neredeyse tan
korumaya yönelik olduğu ve de vizmi ve Marksizm, 1 8. yüzyıldan rısal bir inançtır. Ancak ne var
radikal görüşlere sıcak bakmadı miras aldıkları ilerleme idesi altın ki pozitivist paradigmayı ve de
ğı bilinmektedir. Bizim çabamız, da, tarihin kuramsal bir etkinliğin bu paradigmayı benimseyenlerin
Durkheirn'da toplumsal olgula theoria'nın konusu olabileceğini, metafiziksel bir görüşe bağlı ol
rın bağımsız olması ile varolan tarihte de tinsel (Alman İdealiz- dukları açıktır. "E. Troeltsch'e göre
m ertt1 ı ırn•
de, Comte sosyolojisi, Comte'un kaydığı görülür. Ancak konu !aşmasıdır) . Ancak ne var ki, Amerikan
metafiziğe açtığı savaşa rağmen, muzun bununla alakası olmadığı sosyoloğu Talcott Parsons'ın Durkheim'ı
tarih ve toplumda olmayan şey için, bu konuyu burada atlıyoruz. pozitivist ve işlevselci yönleriyle tanıt
ler olarak 'toplum yasaları'nı, bu ması, Durkheim'ın muhafazakar olduğu
alanlara tepeden taşımak isteme Son olarak, pozitivizm, açık bir yönünde bir algı yaratmıştır. Gelgelelim,
siyle, tuhaf bir metafiziktir" ( 12). şekilde varolan düzenin sürdü bizim fikrimiz ise, her ne kadar Durkheim
rülmesine katkıda bulunuyor liberal görüşte olduğunu belirtse de, onun
***
gibi görünmektedir. Sonuç olarak teorisinin muhafazakar görüşleri destekle
pozitivist paradigma, ulaştığı diği yönündedir.
Sonuç olarak, pozitivizm meta mız fikirlere göre, egemen sınıfın (10) Gökçe, Orhan. Siyaset Sosyolojisi,
fiziği dışlamak istese bile, yuka ideolojisini destekleyen, varolan Çizgi Kitabevi, Konya, 2016, ss. 282.
rıda görüleceği üzere metafizik düzeni korumaya yönelik, tek (11) Özlem, Doğan, Kültür Bilimleri ve
görüşleri kendi içinde barındır tek bireyleri yok sayan, bireylerin Kültür Felsefesi, Notos Kitap Yayınevi, İs
maktadır. Yazı boyunca pozitivist toplumu etkileme gücünü elinden tanbul, 2015, ss. 67.
paradigmayı eleştirdik. Ancak alıp mistik ya da kozmik bir güce, (12) Özlem, Doğan, Max Weberlie Bilim
bu, pozitivist paradigmanın tüm tarihsel yasalara aktaran ideolo ve Sosyoloji, Notos Kitap Yayınevi, İstan
ilkelerini tamamen reddettiğimiz jik yanılsamanın bilimdeki adı bul, 2017, ss. 63.
anlamına gelmiyor. "Öyle ki, Pop olmuştur. Bu yöndeki eleştirile (13) Özlem, Doğan, Felsefe ve Doğa Bilim
pera göre yanlışlanabilirlik, tüm ri farklı bir makalede ele almayı leri, Notos Kitap Yayınevi, İstanbul, 20 13,
empirik bilimlerde kuramların ge düşündüğümden dolayı bu yazıyı ss. 157.
çerliliğinin denetlenmesinin biricik burada noktalıyorum. (14) Vandenberghe, Frederic, Alman Sos
göstergesidir. Peki yanlışlanmış bir yolojisinin Felsefi Tarihi, Ayrıntı Yayınları,
kuramın değeri nedir? Poppera Dipnotlar: İstanbul, 2016, ss. 1 1 5.
göre yanlışlanmış bir kuram hatalı (1) Toplumsal olguların yanında aynı
ve kusurlu bir kuram sayılamaz; zamanda ahlakın Durkheim'ın sosyolo
tam tersine, kuramın yanlışlanmış jisinin merkezi olduğu görüşü için bkz.
olması, onun empirik gerçeklikle Ritzer, George, Stepnisky, Jeffery. Sosyoloji
bir bağımlısı olduğunu gösterir, Kuramları, De Ki Basım Yayım, Ankara,
onu bir ideal!konstrüktif yapı, bir 2014, ss. 80-81.
kurmaca olmaktan çıkarır" ( 1 3). (2) Goodwin, Glenn A., Scimecca, Joseph
Buradan Popper'ın pozitivizmi A., Klasik Sosyolojik Teori, Say Yayınları,
desteklediği yönünde bir anlam İstanbul, 2015, ss. 158-159.
çıkarmamak gerekir - ki kendi (3) Ritzer, George, Stepnisky, Jeffery, Sos
si pozitivizme ve neopozitiviz yoloji Kuramları, De Ki Basım Yayım, An
me karşı bir tavır sergilemiştir. kara, 2014, ss. 78.
Biz ise, pozitivist paradigmanın (4) Akt: Ritzer, George, Stepnisky, Jeffery,
birçok yönünü reddetmekle bir Sosyoloji Kuramları, De Ki Basım Yayım,
likte, pozitivizmin dışsallık gö Ankara, 2014, ss. 78.
rüşünün bağımsızlık fikrinden (5) Keat, Russel, Urry, John, Bilim Olarak
arınık halini savunuyoruz. Elbet Sosyal Teori, İmge Kitabevi Yayınları, An
te, toplumsal olgular dışsaldır, kara, 2016, ss. 137.
buna katılmaktayız. Ancak salt (6) Ritzer, George, Stepnisky, Jeffery, Sos
dışsallık fikrini, diğer bir deyişle, yoloji Kuramları, De Ki Basım Yayım, An
birey-toplum etkileşiminde tek kara, 2014, ss. 78.
yönlü süreci, dolayısıyla bireyin (7) Vandenberghe, Frederic, Alman Sos
pasif olarak görüldüğü anlayışı yolojisinin Felsefi Tarihi, Ayrıntı Yayınları,
doğru bulmuyoruz. Bunun yeri İstanbul, 2016, ss. 100.
ne, Simmel'in sosyolojisinden ha (8) Ritzer, George, Stepnisky, Jeffery, Sos
reketle sentetik ikicilik felsefesini yoloji Kuramları, De Ki Basım Yayım, An
temel alıyoruz ve birey ve toplu kara, 2014, ss. 59.
mun karşılıklı etkileşimde olduğu (9) İlginç olan nokta, Durkheim yaşadığı
modeli daha doğru kabul ediyo dönemde siyasi görüş olarak liberalizmi
ruz ( 1 4) . Gelgelelim, Simmel'in benimsemiştir (diğer bir ilgi çekici nokta,
de apaçık bir şekilde metafiziğe Spencer'ın da aynı siyasi konumu pay-
Tepelere doğru tek başına
didinmek bile bir insanın
yüreğini doldurmaya yeter.
Sisyphus'u mutlu olarak
düşlemek gerekir.
-Sisifos Söyleni
m errt11 ıırn•
FOLLOWING [1998J KARAKTERLERİNİN EDEBİYATTAKİ
YANSIMALARI ÜZERiNE BiR DENEME
ALİ ONUR ŞAHİNOGLU
1998 tarihli Following filminin amatör bir yazar olan Filmin başında insanları takip ederek kendine sa
başkahramanı, kendine malzeme bulmak, daha ge natsal bir pay çıkarmaya çabalayan bunalım içindeki
nel manada yazmak konusunda sıkıntı çekmektedir. yazarın hayatını değiştirecek olan şahıs, kendince bu
Kapıldığı sanatçı tutukluğu, onu, sokaktan rastgele masum rutinini sürdürürken rastladığı Cobb'dur.
seçtiği insanları takip etmeye iter. Seçtiği bu insan
ları gün boyu izleyerek, kendine pek de yararı olma Aslında bir hırsız olan Cobb sadece zevk için gün -
dığını henüz filmin başlarında anladığımız bir takım düzleri önceden tespit ettiği evlere girer, maddi ağır
lığı olmayan hırsızlıklar yapar, kendi tabiriyle "Önce
gözlemlerde bulunur.
kaybedip sonra buldurarak," normalliğin o acımasız
Günün birinde bu garip zevki onu, hikayenin geri dehlizlerinde kaybolup, asıl değerli olan konuların
kalanını tamamen değiştirecek olan, ana karakter farkına varamayan insanlara yol gösterir.
lerden bir diğeriyle karşılaştırır. Şehirli gibi giyinen,
aklıbaşında bir yetişkin izlenimi veren bu karakterin Bu açıdan, kahramanımız Bill, Goethe'nin çalışma
gizlediği bir sır vardır. Günün ortasında, boş evlere odasında bunalmış bir halde oturan Faust'una ben
girip hırsızlık yapan, bu eylemi esnasında bazı aşı zer. Kendini çevreleyen tiksintiden, mesleğinde içi
rılıklara düşmeyi de ihmal etmeyen bu karakterin ne düştüğü açmazdan kurtulmak için insanları takip
sebep olacağı sürprizler film boyunca izleyiciyi şa eden Bill'in karşısına aniden Mefısto, yani Cobb çı
şırtır. kar. Kitapta illüzyonların sahibi Mefısto, Faust'a ge
lir. Filmde de takip eden Bill olmasına rağmen Cobb
Yönetmen koltuğunda Christopher Nolan'ın oturdu takip edildiğini anlayıp onu bir restoranda yakalar.
ğu filmin karakterlerinin özellikleri, edebiyat klasik
lerinde de kendine oldukça sık yer bulan bazı tema Bu sahnede Bill çökmüş, ne yapacağını kara kara
larla benzerlik gösterir. düşünür bir haldeyken, Cobb son derece kendinden
emin bir şekilde Bill'in karşısına oturur, onun içti
1 Bili ve Faust
- ği kahveden söyler, karizmasını sergilemeye başlar.
Hatta kendinden o kadar emindir ki, izl eyi ci, sordu
"Hakiki öğrenci, bilinenin içinden bilinmeyeni geliş ğu sorulardan Bill'in ne iş yaptığını, aslında neyin
tirmeyi öğrenir ve ustaya yaklaşır." -Goethe peşinde olduğunu Cobb'un önceden bildiği izleni-
lf!t11i!ffil lJ
mine kapılır. Kaldı ki, Mefısto da Faust'a geldiğinde Bir bakıma, toplum bilincinde yer alan otorite kav
kendinden oldukça emindir. ramını devreye sokmuş, kadının herhangi bir suçla
mada ya da en azından aşırı bir tepkide bulunmasını
Restoranda ikilinin arasında geçen kısa ve öz diya önlemişierdir. Bu hareketle kadına ait özel alan ani
loğu takiben Bili, kendini Cobb'un vadettiği yasağa den bir nevi kamusal alana dönüşmüş, ahlaki olarak
farkında olmadan kapılmış halde bulur. Nitekim ve kanunen içine düşülen yanlış eylem biçimi, bir
Cobb, Bill'in sadece yabancıları takip ederek edine anda doğal, zararsız bir yanlışa evrilmiştir. Yani ro
bileceği bilgiden daha fazlasını, bir nevi gerçek bilgi mandakinin tersine suç, otoriteye devredilerek nor
yi ona sunmaktadır. malleştirilmiştir.
İkili, sağlam temellere dayanmayan bir ortaklıkla, Olayın başka bir boyutu daha vardır. Daha sonra
yabancıların evlerine girip çıkarken hikaye gelişir, Cobb'un ağzından duyduğumuza göre kadının ya
yasak edilenin çekiciliğine kapılan Bili, tıpkı Fa nında eve gelen adam kocası değildir. Kadının, nor
ust'un çıktığı o yabanda gezinti gibi esrarengiz bir mal bir insanın aynı durumda vereceği tepkiyi gös
yolculuğa çıkar. Çıktığı bu yolculuk onu dönüştür termemesinin altında yatan asıl nedeni de böylece
meye başlar, filmin sonunda kendisiyle birlikte izle anlamış oluruz.
yiciyi de şaşırtan sona doğru yaklaştırır.
Dahası, ikilinin suçları normalleştiği esnada kadının
Sondaki bu sürpriz, bizi edebiyatın birçok klasiğinde suçu anormalleşmektedir. Evde kimsenin olmadığı
işlenen ana temalardan biri olan "elindekiyle yetin varsayılan bir durumda, adamın rahat tavırlarından
mek'' olarak özetlenebilecek bilgelik anlayışına gö bu ihanetin bir geçmişi olduğu kanısına varabiliriz,
türür. kadının ahlaki olarak yanlış kabul edilecek eylemi
2. Cobb ve Dr. Henry Jekyll sıradan bir hüviyete bürünecekken, ikilinin evdeki
varlığı bu eylemi gayrimeşru kılmış, kadının yaka
" Yanılmalar doğamızın değil, hareket biçimimizin ek landığı izlenimine kapılmasına sebep olmuştur. İlk
sikleridir. " Descartes
- anda kadının içine düştüğü merak dolu öfkenin se
bebinin, bu açığa çıkma hissi olduğunu söylemekte
Yaklaşık bir saatlik süresiyle kısa sayılabilecek filmin bir beis yoktur.
ortalarında, oldukça dikkat çekici bir sekans vardır.
İkili, güpegündüz girdikleri evde oyalanırken, bu Böylelikle, otoriteye devredilen suçun normalleştiği
arada Cobb'un üstünde yine takım elbisesi varken senaryo burada tekrar romandaki aslına dönmüş,
Bill'in üstündeyse sıradan günlük giysiler vardır, açığa çıkmış suç, orada olmaması gereken kötücül
aniden evin hanımı yanında bir adamla eve gelir. karakterlere aktarılmıştır.
l\D fffi}lillffi l
FELSEFE. BİLİMLER VE AHLAK
DOGAN GÖÇMEN
Bilimin ve bilginin ne olduğu sorusu hepimizi farklı da başlangıç ve çıkış noktası olarak bir bakış yaka
biçimde hep meşgul eder. Günlük hayatımızda belki lamış oluruz.
de en sık kullandığımız ve duyduğumuz kavram
lardır bunlar. Fakat konuya ilişkin kavrayışımız çok
Bilimlerin Kullanımı ve Kötüye Kullanımı
güçlü değildir. Kavramların varlığından haberdarız, Modern toplumun kuruluşundan beri kuşkusuz baş
sıkça da kullanıyoruz, ama kavramlara ilişkin bir köşeye koyduğumuz bilimlerin ürettiği ürünlerinin
kavrayışımız bulunmamaktadır. Bu nedenle bilginin kullanıldığı nice savaşlar olmuştur. Bu savaşlar kaç
ve bilimin ne olduğunu anlama çabamız genellikle yüz milyon ya da daha doğrusu kaç bin milyon in
yarı yolda kalır. Kaldı ki bu konuda bilimciler ve sanın hayatına mal olmuştur bilinmez. Bugün çok
felsefeciler de her zaman doyurucu ve ikna edici bir çeşitli sayısız kitlesel imha silahları yapılmıştır. Bu
tanım önerme konusunda her zaman başarılı değil gelişmelerin ışığında, insanın dünyanın etkili politi
dirler. Bazen aralarında konuya ilişkin kılı kırk yaran kacılarına, lütfen akan kanı durdurun, diye yalvarası
tartışmalar yaşanır ve sonunda kendileri de işin için geliyor. Bunun nafile olduğunu biliyoruz, çünkü ya
den çıkamazlar. Sonunda yine iş bilgilenmiş halkın parsak, ilk yapanın biz olmayacağımızı biliyoruz. Bu
cesur ve olgun tarihsel kararına kalır. savaşların ve savaşlarda yaşanan katliamların hiçbi
Bu kısa denememde bilim ve bilgi söz konusu ol risinin bilimlerin asıl amacıyla hiçbir ilişkisi bulun
duğunda gerisine düşülmemesi gerektiğini düşün mamaktadır. Bilimlerin asıl amacı, insanlığın duru
düğüm tarihsel iki kaynağa işaret etmek istiyorum. munu her bakımdan iyileştirmek ve ilerletmektir.
Ünlü Alman filozofu Immanuel Kant bilimi örgüt Fakat ne yazık ki bunların hepsi bilimlerin araçları
lenmiş bilgi olarak tanımlarken, büyük Antik Yunan ve ürünleri kullanılarak yapılmıştır. Çevre kirliliği,
filozoflarından Makedon Aristoteles, insanı doğası doğanın tahribi, insandan kaynaklanan olumsuz ik
gereği bilmek isteyen bir varlık olarak tanımlar. Bu lim değişimi; bunların hepsi bilimler, sanatların ve
iki belirlemeye ortak bir anlam kazandırabilirsek, zanaatların gelişmesi sonucu olmuştur. Buna, bilim
bilginin ve bilimin ne olduğuna dair büyük soruya lerin kötüye kullanımının sonucu olmuştur, demek
en doğrusu olacaktır elbette.
Jffkliiit!i• 11
Jean Jacques Rousseau'ya Dönüş ·. : İnsiı;nlar t�hayyül güçlerini ancak zaman�.a emek ve
üretim' süreçleri' geliştirebildikleri oranda e}de ede
Çağımızın ünlü Alman filozoflarından Otfric:d:I-I:�f� hilnıişlerdir. Bu ise ancak bilimlerin ve sanatların
fe, Modernliğin Bedeli adlı kitabında modeı'i:iliği ·•
gelişmesiyle mümkün olmuştur. Bilimler ve sanat
yeniden sorguladığımız bugünlerde bilimlerin sta- ların gelişmesiyle insan her bakımdan gelişmiştir ve
tüsünü de yeniden sorgulamamız gerektiğine işaret ahlaklı bir varlık olmanın maddi ve manevi önko
etmiştir. Bilim ve insan ilişkisi söz konusu olduğun- şullarını oluşturmuştur.
da aklımıza hemen Jean-Jacques Rousseau'nun bi-
limler ve sanatlar üzerine olan ünlü denemesi gelir. Ne var ki, bilimlerin ve sanatların yaratmış olduğu
Bu nedenle bu gelişmeler�n ışığın4a Höffe, Rousse- kültür ve uygarlık hali, insanın, istese de ahlaklı ol
au'nun bilimlerin ve sanatların yeniden inşasının masına müsaade etmemektedir. İlk insanlar, ahlaklı
insanlığın ahlaken ilerlepp ilerlemçdiğini konu alan olmanın koşulları olınl\dığı için, isteseler de bilinçli
denemesine geri dönme� gere�ini ileri sür- .· .· . bir şekilde ahlaklı olamıyordµ. Bilimlerin ve sanat
müştür. Bilimlerin yapısı, işleVi ve statiişÜ eleştirel ·· farın gelişmesiyle gelişen uygarlık sayesinde insan
bir şekilde yeniden gözden geçirilecekse, işe oradan iarın ahlaklı· olmasının koşulları oluşmuştur. Bu
başlanması gerekmektedir. sefer insanlar isteseler de, ahlaklı olmanın koşulları
· ·
Jean Jacques Rousseau ve Ahlaklılığın Önkoşulu Ahlaksız Çağda Ahlaklı Kalmanın Bir Kıstası
Rousseau'nun söz konusu denemesinde yanıt aradığı Bu nedenle bugün bilimlerin anlamından çok bir
soru, bilimlerin ve sanatların yeniden kuruluşu ah bütün olarak bilimlerin gerekliliği tartışılır olmuştur.
lak açısından ilerletici mi yoksa yıkıcı mı olduğuna Bilimlerin ve mantığın gereksiz olduğu düşünülür
ilişkindir. 1:lousseau'nun söz kon.usu denemesi bize �lınuştıır Bunun k�şısındp bilimiJ1 asıl göreVin�n
· rıe diyordu h'ii ttoiıfala? ·öfoşarı' uygailık; .bilimlerin
,
den �riinin acısihı ve ll}utluluğunu paylaşabilmesi · içirt, istet günlük hayatımızda verdiğimiz 'kararlarda
ve hiçbir ·�y . beklemeden diğeririe . yardım edebil ölsutt ister bilimciler ve felsefeciler 'olarak çalış·ırken
ımist, diğerini' arnaÇ .e dinebilmes i gerektirmektedir. olsun, bit �ıkış 'olarak, çağdaş ahlak felsefedlerinden
·İnsanın b�riu. yapabilmesi· için .ise. önce diğerinin ne Betna:td Willianis'ın bit önerisini verimli kılabi:lİ�
halde olduğunu.ve <Jaııdımıdhtiy.acı olup ıoh:hadıği�, riz, Willialiıs çeyrek yüzyıl öhce yayınlanan Makiiıg
:yardıma_, ihtiyacı �rsa;· ihtiyacıiıın. ne. olduğunu. bi Sense of Humanlty (İhsanlığı · Anlamlandırma) adlı
lebilmesi :geırekmekmdir. &nü; lıie• insan ancak cliğe kitabında insan1atirt yapıp ettikleri . içil'l "ahlaken '
riy]e. dtiygudaşhlUlişki�i v.eya empati ve:sflınpati ku,_ n;ıüı;aad.t; t;dilir" .olma Şl\rtıııı getirmiştir. F�at ajı
ırabildiğf;m-ımda yap abilir� insan ·bri yetiyi çok sonra, laken n�yin müsaade edilir, m;yin ı;utıs;ıade epilmeı
.
old,uğup� herkes kendisi karar yenı cektir,. l;3u� görF,
·
doğayla,biııiüretici·ilişkişLkurmaya·baŞlamasıyla elde
1etmıe}'E başliıdıği' bir yetidir. ��1™ p,ağlıµnda olursa . plsun, IB,ter bireysel ve . öz�l
. . ,�.� .. . . . . ·: alanqa . olsun, işterse tcıplıuımıl y:e kaıµuşa1 alanda
1N�·�ı1.ğı.� .Q�,ş�u, ql!tr� f��ez� ve Enıp�ti
; '. ; > ·l �-: , :.. �• . i ; �' ,., j ' ;-; i ; .: > : �
.·
iyilc:�i
�
ki' iahayYii1 gücü 'iik insaril�rda 'o1ınafan:· bir �eydtr.
.
' , ,
• ' '
' '
52 ı durunı:ıiı
Öyleyse, hayatımızın hangi alanında olursa olsun, olgudur. Eğer inanç sınarırlıtş dilnyeVi bilgiye dayan
yapıp ettiklerimizin ahlaken savunulabilir olması maz ise, bu bir kör inanç olur ve btintin' Vciat dthiiş
için, her durumda yeniden sormamız gerekmek olduğu iyimserlik en hafif tabirle Y<:"\1l�J:ıçı ye yepniş.
tedir: "Verdiğim karar, gerçekleştirmek istediğim olduğu umut en basit deyişle hayal kırıci olur.. . . .. . . .
İnan ç ancak sınanmı ş bilimsel bilgiye dayandığı Timlere denk geldiği iÇin, zorunlu olarak geniştir ve
oranda yaşamda gerçek anlamına ve yerine kavuşur. çoğuldur. Bu anlamda bilim, tüm üniversiteyi· kapsa
Zira inanmak insana umut ve iyimserlik veren bir yan bir praksis (aynı zamanda teorik ve pratik olan
11@.ıi!J*' 11
uğraş) türüdür denebilir. Bilimle öğretime) bir nevi bir hazırlık ola Bilim, Toplum ve İnsan
ri bir üniversite olarak bir araya rak içeriğini ve yönünü bu ilkeler
Görüldüğü gibi, ilk ve en geniş
getiren ve bir arada tutan felsefi den alması gerekir. Kant, haklı
anlamda, yani bilimi bilinen bil
bak.ıştır. olarak, bilim için bu anlamda
gilerin hepsi anlamında alırsak,
örgütlenmiş bilgidir, der. Bilginin
Bu bağlamda doğa bilimlerinden, bilim insanın hayatına içerik ve
örgütlenmesi, yani bilginin birik
toplum bilimlerinden, beşeri bi anlam kazandıran ve böylece in
mesi ancak bilimsel olabilir ve bu
limlerden, ideal ve reel bilimler sanın yaşamına yön veren tüm
da yavaş yavaş bilim dediğimiz
den, saf ve uygulamalı bilimler bilgilerin az çok sistematik top
kurumun oluşmasını sağlar.
den bahsedilir. lamıdır denebilir. Bu anlamda
Bilim ve Bilim Etiği bilim, insanın hayatına içerik ve
Bilim kavramının bir de tekil an anlam kazandırır ve ona doğal
lamda tek tek tüm bilimlere teka Böyle bir bilim anlayışının yer olarak yön vermiş olur. Bilim
bül eden dar anlamı vardır. Bu dar leşebilmesi için kanımca bilim kavramını ikinci, yani daha çok
akademik anlamda bilim, az çok anlayışımıza ve bilim pratiğimi akademik anlamında alırsak, bi
tanımlanmış belli bir araştırma ze hakim olan bilim etiğine dair lim zorunlu olarak aydınlatıcıdır,
alanı olan, bu alanın kendisine bir anlayıştan kendimizi kurtar yaşama ışık tutandır. Günlük ya
uygun araştırma yöntemi, araçla malıyız. Bu anlayışın kökleri 20. şamı olduğu gibi, toplumun tüm
rı ve teknikleri olan ve bu yönte Yüzyılın başlarına kadar gerilere yargı ve karar mercilerini, karar
mine ve araçlarına dayalı olarak gitmektedir ve bilimlerin değer verme ve yargıda bulunma süreç
alanını bilgi üretmek amaçlı araş yargısından muaf olduğunu iddia lerini "gerçek'' ve "doğru" kavramı
tıran, edindiği bilgi parçalarını etmektedir. Buna göre bilimci üzerine oturtmaya çalışır. Böylece
tutarlılık ve iç bütünlük bakımın ler kendilerine buyrulan amaç toplumsal yaşam ve toplumsal
dan düzenleyen, kazanmış olduğu ları gerçekleştirmek için araçlar kurumlar bilimsel olarak temel
bilgiyi kapsamlı ilkelere dayandır arayıp bulmalıdırlar ve verilen lendirilmiş olur. Bu aynı zamanda
maya ve üretmiş olduğu bilgiyi bu emirlere koşulsuz uymalıdırlar. toplumsal yaşamın da bir bütün
ilkelerden hareketle temellendirip Bu anlayışı bazı bilim etikçileri olarak ahlaki bir içerik kazanma
açıklamaya çalışan akademik bir bilimcileri "kiralanan zihne" in sının önkoşuludur.
disiplin demektir. dirgediği için ağır bir şekilde eleş
tirmektedir. Aristoteles'in, insan doğal olarak
Bilimler ve Felsefe bilgi edinmek ister, demesinin
Bu yaklaşım son çeyrek yüzyılda nedeni kanımca budur. Aristote
Herhangi bir akademik disiplin, insanlığın içinde bulunduğu du
yürütmüş olduğu araştırmalar les'in bu belirlemeye ulaşmasının
rum gittikçe daha çok tehlikeli bir temelinde, insanın bazen bilinçli,
sonucu kazanmış olduğu bilgiyi, hal almaya başlamasından dolayı
tutarlı ve bütünlüklü bir şekilde sıkça farkında bile olmadan için
özelikle bilim felsefecileri, bilim de olduğu bu özgürlük ve mut
örgütlemeye çalışırken, edinmiş etikçileri ve bilim tarihçileri tara
olduğu bilgiyi felsefenin sunmak luluk arayışına dair yapmış ol
fından sorgulanır olmuştur. Zira duğu gözlemleri vardır. Öyleyse,
zorunda olduğu genel ilkelere da bilimlerin her bakımdan değer
yandırmaya ve onu bu ilkelerden Kant'ın işaret ettiği gibi, bilgi ve
yüklü olduğu artık tam olarak an bilginin örgütlenmiş hali olan bi
hareketle açıklamaya çalışırken, laşılmıştır. Bu nedenle bilimciler
bilgiyi diğer akademik bilimlerin lim, insanı ve toplumu aydınlatır
yaptıkları işler karşısında sorum - ve böylece özgürleştirir ve mutlu
ve günlük hayatın bilimsel bilgi ludurlar. Yaptıkları işler karşısın
nin ışığında düzenlenmesi için, kılar. Bilimlerin (ve elbette felse
da yeniden sorumluluk üstlenme fenin) varlığının nedeni ve amacı
toplumun ve bilimsel bilgiye da leri bilimcileri bilimciler olarak
yalı olarak kararlar vermesi için budur.
yeniden özerkleştirecektir.
toplumun yargı kurumlarının
ve karar organlarının hizmetine Bilimlerim yeniden özerkleşmesi
sunmayı amaçlar. ve en temel görevlerine, yani in
sanlığın durumunu ilerletici ve
Genel bilimsel ilkeler akademik özgürleştirici temel görevine geri
disiplinler arasında birliği sağlar dönmesi, insanlığa karşı vazgeçil
ve böylece üniversite dediğimiz mez sorumluluğundan kaynak
öğretim kurumunu bilimsel ba lanmak.tadır.
kımdan mümkün kılar. İlk ve orta
eğitimin de, üniversiteye (yüksek
mtnıfnıımı
NASIL KADIN OLDUK?
SEVGİ OZAN
"Kadın doğulmaz, kadın olunur." Bu çarpıcı söylem aşağılayıcı ve ikincil bu statü kendini nasıl inşa etti?
modern dünyanın ve onun kızgın maşasını çıplak Sanki hep öyle olmuş ve öyle gidecek gibi. Doğası
elleriyle tutan eril iktidarın göz kamaştırıcı illüzyo gereği erkeğin türevi bir kadın, heteroseksüel dünya
nunu açığa çıkaran haklı ve yerinde bir tespittir. anlayışının meşru ilan edilmesiyle modern anlamda
"bayan" oldu. Böylesi bir kökten değişiklik, kadının
Başlangıçta doğası gereği iki ayrı insan olmayan yerini daha da olumsuz bir biçimde sabitledi.
kadın ve erkeğin arasında, henüz düşmanca tavır
inşa edilmeden çok öncelerde uyum ve dayanışma İlkel durumda olan bu topluluklar bir süre sonra
vardı. İlkel olana özgü işbirliği ve dayanışma cinsler birbirlerine karşı çit çekerek özel mülkiyeti ortaya
arası ayrımcılığın ve birtakım toplumsal hiyerarşi çıkardılar. Bu topluluk, kendi arasında bir bölün
lerin düzenlenmesinde, adil yaşamın olanaklarını meyle eşitliği bozarak, doğal durumu ortadan kal
sunmaktadır. Modern bir kavram olan işbölümü ise dıracaktır. İlkel anlamda kadın eve hapsedilerek yeri
ayrımcılığı ve hiyerarşiyi derinlemesine katılaştıran, özel alan olarak belirlenecektir. Erkek ise dışarı ile
değiştirilemez kuralları meydana getirecektir. bağı kuran tek kişi olacaktır. Başlangıçta çok belirgin
olmasa da özel mülkiyetin kendisi eril bir ideolojinin
İlkel olanın modern anlamda geri kalmış olumsuz kabından çıkarak 2 1 . yüzyıla kadar da böyle sürüp
tavrını bir kenara bırakarak, apaçık gerçeklerini gidecektir.
yansız bir şekilde açığa çıkarmak gerekmektedir.
Modern dünyanın aşağılayıcı ve ikincil pratikleri İlk çağın toplumsal-kültürel düzeni incelendiğinde,
nin henüz üretilmediği ilkel olan durumda; kadının kadının statüsü ataerkil ideolojinin yaygınlaşması
gücü, emeği ve statüsü erkek cinsi bakımından say ile sürekli üretilen cinsiyetçi tavırlara maruz kalmış
gın ve yerinde bir değere sahipti. Erkek ise diğer tüm tır. Antik Yunan, demokrasi ile yönetilmesine kar
sıradan erkeklerin yapabildiği ölçüde avcılık yaparak şın, özgür yurttaş kavramı yalnızca Yunan erkekler
birtakım görevlerini yerine getirirdi. İlkel toplum için bir haktır. Öte yandan kadın ise köleden aşağı
larda karşımıza çıkan anaerkil yaşama biçiminin en bir konumdadır. Kadın cinsi arasında toplumsal ay
belirgin özelliği kadının henüz erkeğin nesnesi hali rımlaşmalar ve değişmez biçimsel farklar da söz ko
ne gelmemiş olmasıdır. Peki, ilkel durumda olmayan nusudur. Soylu, soylu olmayan kadın, köle ve hayat
frrkmlffl 1 m
kadım olmak gibi birçok ayrımcı pratikler mevcut şehit unvanım vermiştir. B u uygulama insanın en
tur. Yine bu dönemde de kadının bedeni uzuvları ve yüce değer nefes alışını bile hiçe sayarak davayı öne
bütünüyle kadın olmanın kendisi cinsel bir aşağılan geçirmiştir. Ö nce dava. . . Böylesine yüce sahtekar
mayla eril iktidar tarafından pekiştirilmiştir. değerler, ölümün korkunç yüzünü bile süslemiştir.
Orta Çağ'ın sosyal yapısına bakıldığında kadına Birinci Dünya Savaşı'na katılan yoksul ve soylu ol
yönelik ikincil ezici tavır tamamen tanrısal söy mayan erkekler, aynı zamanda makine uzantıları, sa
lemlerle desteklenmiştir. Birçok katı uygulamalarla vaşa katılarak bir yığın ölü alarak geri gelmeyecekti.
kadın olmanın cezası en korkunç yüzünü bu çağda Çünkü çok önceleri hayalini kurduğu yaşam onlara
göstermiştir. "Cadı Kadın": Orta Çağ Avrupası'nda şehit olma ile verilmişti. Sonrasında da yeri doldu
genellikle büyü yapan ya da gelecekle ilgili kehanette rulması gereken devasa işçi ordusuna dönüştü. Yüz
bulunan kadınların cadı olarak diri diri yakılması, yılın toplumsal köklü değişikleri, kadınların da işgü
Tanrı'mn inayetiyle gerçekleşmiştir. Bir cinsiyet ola cü piyasasında yer almasına neden oldu. Kadınları
rak kadın bedeni ve ruhu birçok uygarlıkta negatif işgücü piyasasına çekebilmek için birtakım reklam
ayrımcı söylemlerle kadın olmanın bedeli, en bü lara başvuruldu ve sonuçta olağanüstü bir katılımla
yük günah olarak varsayılmış ve ölüm cezasına dahi geri dönüş alındı. Hem özel hem de kamusal alanda
çarptırılmıştır. Kendinin bile söz sahibi olmadığı kadının statüsü yeni bir boyut kazandı. Kadın, hem
bedenini herhangi bir dış müdahaleye karşı koruya ev içi emeği yeniden üreten, hem de modern dünya
maması; erkeğin yüzünü kızartarak yalnız onu değil nın yedek işçi ordusu olarak çifte emek kavramına
topluluğun onurunda da yozlaşmaya neden olmuş sahip oldu. Cinsiyet farklılığı düzeni, kendini işgücü
ve utandırmıştır. Böylesi bir suçun cezası affedile piyasalarında da göstermişti. Kadınların çalıştığı ko
mezdir. Sahip olduğu güzelliği bir kezzapla parçala şullar sırf kadın olmaları bakımından kötü, vasıfsız
mak ya da cinsel organları yakma-kesme gibi birçok ve beceri gerektirmeyen işlerdir. Aynı zamanda da
vahşice pratikler zamanın koşullarında meşru bir fi kısa dönemli ve mevsimlik işlerde çalışmaktadır. Ka
kirdi ve öyle olması gerektiği için uygun görülmüştü. dın yalnız kadın olduğu için ne kadar yükselse bile
erkeğe oranla yine düşük ücret almaktadır. Kadınlar
Kadına yönelik cinsiyetçi ayrımcılık pratikleri beden kolay vazgeçilebilen, çabuk işe alınıp çıkarılan, ye
politikaları, nesneleştirme, şiddet ve taciz gibi in dek işçi yığınları olarak modern piyasada vazgeçil
sanlık-dışı uygulamalar modern dünyanın eşitlik ve
mez yerini almaktadır.
özgürlük söylemleriyle eril iktidarın meşru ideolojisi
haline geldi. Kadının yalnız kadın cinsi olarak inşası modern
dünyanın cinsiyetçi ayrımcılık pratiklerine maruz
Sanayi Devrimi öncesinde feodal devletlerin yı kalmasına neden olmaktadır. Ö zellikle vurgulanan
kılmasıyla, köyden kente göç eden yoksul çiftçi ve kadın ve erkek arasındaki bu uzlaşmaz karşıtlık, bu
köleler kentlerin yüksek apartmanlarında karanlık iki kutuplu dünyanın birçok kavramıyla örtüşmek
dar bir odada bir yığın insan olarak yaşamım sür tedir. Akıl-duygu, kamusal-özel, yöneten-yönetilen,
dürecekti. Ertesi günün sabahında ise dev makine özne-nesne, eril-dişil ve birçok karşıt kavramlarla
lerin uzantısı olarak, vasıfsız bir işçi ordusu haline kendini yineler. Kadına doğuştan atfedilen dişil sı
gelecekti. İlk zamanlar fabrikalarda, yoksul köylerin fatlar olarak; duygusal nazik, arzu edilen nesne, sa
erkekleri işçi olarak çalışmaya başladı. Kadın ise dakatli, boyun eğen, yeri özel alan olarak belirlenen,
annelik, eş olma, bakım, yemek ve temizlik gibi üc rasyonel olmayan bir takım aşağı konuma aittir. Er
rete tabi olmayan emeğini yine bir sonraki gün için kek ise; rasyonalite ile bağdaşan, yöneten, yeri kamu
üretecekti. Kadının bu duygusal ve karşılıksız emeği sal alan olan, dişil tüm değerleri olumsuzlayan, hatta
ev içi emektir. Kadın, özel alanda kutsal anne ve eş devlet ve tanrı gibi yüceltilmiş değerlerin potansiyel
olma statüsü dışında kendi başına bir değere sahip kişisi olarak karşımızda durur. Cinsiyet farklılığı dü
değildir. Erkekse özel alan ile kamusal alan arasın zeninin ayrımcı pratiklerini görmezden gelmeyen
da bağ kuran tek kişidir. Peki, ne oldu da kadınlar feminizm ilk olarak; modern dünyanın eşit-özgür
işgücü piyasasında yer aldılar? Modern erkekliğin birey kavramım sorgular ve altında yatan eril iktidar
yükselişiyle birlikte sıradan erkek ve devlet arasında değerlerini deşifre etmeye çalışır. Kimdir bu birey?
yapay bir bağ kuruldu. Daha önce hiç kurulmamış
bu bağ Orta Çağ'da yalnız soylu erkeklerin kazandığı Modern dünyanın ortaya çıkardığı ve yücelttiği bi
bir ayrıcalıktı. Fakat modern dünyanın militarizmi, rey, ancak ve ancak "Avrupalı Beyaz Özgür Erkek" -
devletin soysuz ruhunu kutsallaştırarak, bu soylu tir. Bir siyah köle ya da bir kadın hiç değildir. Tüm
onuru bile pazara çıkarmıştır. Onuru ve vatanı için bu ayrıcalıklar özgür-eşit ve kendi aklım kullanma
savaşan sıradan erkeğin ölümünü yüceltmiş ve ona yetkisine sahip, bir avuç azınlık beyaz erkeğin elin-
ml tfftf!i@il
dedir. Bilgiyi aynı zamanda gücün de kimde olaca çocuğudur. Kadın bir erkeğin, iktidarın, yasaların
ğına karar veren yetkinin de mutlak sahibidir. Birey hatta bilimin de ayrımcı söylemleriyle tek başına
kavramının dışında kalan yığınlar ise kendi aklının cinsel bir haz nesnesi olmanın çok ötesinde sadece
iradesini doğası gereği kullanamamaları bakımın - yalın bir insandır. Kadın bedeni, uzuvları ya da dav
dan, ayrımcı ezici pratiklere maruz kalabilir. Çünkü ranışları kendi başına cinsel bir anlam ifade etme
o henüz bir insan olma olanağını bile kazanamamış, mektedir. Kadın doğduğu an itibariyle ne bir kutsal
ilkel bir yaratıktır. Tüm bu yığınlar için her ne uygun anne ne de sadakatli bir eş değildir. Bir soylunun
görülürse, meşru olan budur ve sorgulanamaz. yanında gezdirerek, güzelliğiyle övündüğü cinsel bir
nesne hiç değildir. Kadın kendi başına birçok emeği
Kadın, henüz bir birey olma olanağını kazanamaya üreten bir emekçi, bir neslin geleceğini yeniden inşa
rak, yalnız başına herhangi bir var oluş elde edeme eden bir sanatçı, bir politikacı kadar toplumsal soru
miştir. Kadın bir anne ya da bir eş olarak sınırlandı na el basan ya da bir dehadır var olanı bulup ortaya
rılarak; eğer ki bir erkek çocuk doğurur ise Freud'un çıkaran.
söylemiyle, daha çok küçük yaşlarda yaşadığı penis
eksikliğinden doğan elektra kompleksinin eksik bi Kadının bedeni ve cinsiyeti daha varoluşun soluğun
lincine yeniden kavuşabilir. Kadın eril iktidarın uy dan çıkmadan ekilmiş, biçilmiş yalnız giydirilmeyi
gun gördüğü birtakım davranışları kazanarak, hem bekleyen zehirli bir kaftandır. Doğduğu an itibariyle
eril iktidardan pay alır, hem de yerini pekiştirmiş nasıl konuşması, nasıl oturup kalkması ya da nasıl
olur. Kadın cinsinin tarihsel savaşının anlamı, erke sevmesi gerektiği bile çok öncelerden belirlenmiştir.
ğin bir uzantısı ya da erkeğe göre değer biçilen bir Böylesi bir belirlenmişlik sonsuz bir ruh için, yalnız
cinsel nesne olmanın çok ötesinde, insan olma hak ca ölüme dek süren çivili bir pranga gibidir. Her ne
kının iadesini istemektedir. zaman soluğu yükseklerde alsa, bir adım bile daldır
sa ruhunu adil sulara, deldirir yüreğini, ölümünü bir
Kadın cinsiyetlendirilmeden çok önce, doğası gereği trajik intihara dönüştürsün diye. Hemen ertesi günü,
bedeni, eril bir iktidar tarafından kontrol edilen kut küresel dünyanın engerek dilli soysuz manşetlerin
sal anne ya da bir eş olarak, erkeğin cinselliğini bir de, yankılanır bir kadının çığlığı, bir sonraki gün
sonraki gün için yeniden üreten, bir otomat olmak unutulmak için, hiç var olmamış gibi. . .
tan çıkarılmalıdır. Kadın daha kadın olmadan önce,
yalnız insandır. Sonra siyahtır ya da yoksul bir çiftçi
fffkm!ffiM IJ
UYANDIRMA DERSLERİ +
MATEMATİGE GİRİŞ/İNSANLIKTAN ÇIKIŞ
MUHAMMET AKYILDIZ
m ern;fnıırnı
zim için önemli olmasaydı, sizce mız çağda olduğu gibi, o zaman arasındaki diyaloga bir bakalım
saklar mıydık onu? Elbette sak da; "bir armut sana, bir elma ona, şimdi:
lamazdık! İlkel insan saklamayı sekiz karpuz bana" biçiminde bir
sonradan öğrendi. O dediğiniz paylaşımı, gözlerinizin içine baka -Ya birader sen bugün ne topla
işlemi de o zaman yaptı! Evet asıl baka doğal bir paylaşımmış gibi mıştın, ne getirdin mağaraya?
bu husus, dersimizin konusunun inandırmaya çalışan pisboğazla -2 elma, 1 turp! Beğenemediniz
tam olarak kavranması açısından rın olduğu, bugün artık antropo mi?
oldukça önem taşıdığından, ta lojik çalışmalarla kanıtlanmıştır.
rihsel boyutunu etraflıca ele al Şimdi lütfen bu şekil bir paylaşım -Yok beğenmemek değil de, bize
makta fayda var. esnasında, kabilenin diğer üyele birer ikişer, sana gelince sekiz
rinin yüzlerini gözlerinizin önüne karpuz birden! Bu nasıl bir payla
Yukarıda da belirttiğimiz gibi yi getirmenizi rica ediyorum sizden! şım gözünü seveyim?
yeceklerin paylaşımı (bölme işle İşte ilk çıkarma işlemi bu esnada
mi) esnasında kabile yaşamını de insan yaşamına girmiştir. -Dün iki kişi hiçbir şey getirme
rinden yaralayan, eşitlik ilkesine diği halde, onlara da eşit şekilde
aykırı davranan bireyler çıkmamış Peki nasıl? pay verilirken iyi miydi? Ben dün
mıdır? Elbette bu tür terbiyesizler bir şey dedim mi ki, şimdi hepiniz
insanlık tarihinin her döneminde Böyle bir paylaşıma alışık olma birden köpürüyorsunuz?
karşımıza çıkar. Şu anki yaşadığı- yan kabile üyeleri ile paylaştırma
işine egosunu karıştıran "uyanık" -Oğlum, hastaydı ya adamlar,
bilmezmiş gibi konuşuyorsun!
Ateşler içinde kıvranırken bir de
yiyecek toplamaya mı gitselerdi?
ttttfmırn 1 11
Çarpma işlemine gelince; çarpma işlemi çıkarma mak, kollamak, her türlü tehlikeye karşı göğsümü
işlemine bağİı olarak gelişmiştir. Kabileden atılan siper etmek boynumun borcudur! Ama biliyorsu
uyanık birey, üç beş gün yalnız başına orada bura nuz kabilemizin ihtiyaçları var. Bu yiğitlerin de çoru
da sürttükten sonra, toplumsal yaşama alışık oldu çocuğu var (şefin konuşmasını sabote etme olasılı
ğundan, bir süre sonra sıkılma baş gösterdi. Sosyal ğına karşı şefin yanında elinde taşlarla bekleyen bir
yaşam gereksiniminin giderilmesi için, bizim uyanık grubu gösterir) . Bu nedenle bundan sonra avlanan
gibi çeşitli kabilelerden atılan kişiler, bir araya gele hayvanlardan ve toplanan yiyeceklerden bir kısmı
rek yeni bir kabile kurma yoluna gitmişlerdir. Ancak kabilemizin refahı ve mağaramızın imarı için kulla
her birinin bencil yapısı kabile yaşantısına uymadı- nılacaktır. Bu özveriyi hepinizin içtenlikle göstere
ğından, bu birliktelik aralarında sürekli bir yiyecek ceğinden eminim! (Bu konuşma ilk vergilendirme
kavgasının da doğmasını beraberinde getirmiştir. biçimidir aynı zamanda. Garip olan şey, bu konuşma
Kavga dövüş, en sonunda aralarından en güçlüsü hiç değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Bugün
topluluğa kendi isteklerini kabul ettirerek, şefliği çevresinde korumalar olduğu halde, yüksekçe bir
ni ilan etmiştir. Bu durum hem çarpma işleminin, yerden topluluklara seslenen birinin dilini bilmese
hem de kapital sistemin en ilkel şeklinin (vahşi ka niz de, tavır davranışlarından ve bağırıp çağırmasın
pitalizm) doğması anlamına geliyordu. Şimdi şefin dan yukarıdaki metni topluluğa seslendiği kolaylıkla
bir taşın üzerinden kabile üyelerine seslenişinin bir anlaşılabilir.)
bölümüne kulak verelim:
"Hocam, tamam anladık çalıp çırpma var da burada,
-Sevgili kabiledaşlarım! Şunu bilmenizi isterim ki; bildiğimiz çarpma işlemi neresinde bu konuşmanın?"
beni kendinize şef seçerek, bana en büyük onuru diyorsunuz şimdi değil mi?
bağışladınız. Bu kutsal görevi layıkıyla yerine geti
receğimden zerre kadar kuşkunuz olmasın! Sizin Peki o zaman ben size bir soru yönelteyim bakalım!
derdiniz benim derdim, sizin sevinciniz benim se Çarpma işlemi var mıymış, yok muymuş bu konuş
vincim olacak! Bu kardeşinize güvenin! Sizi koru- mada?
mı1 em;11ıını•
Sofu: 50 kişilik bir kabilede, her bir kişi günde 3 İşte gördünüz! Matematik tam olarak insan yaşa
hayY.ın avlayıp 2'sini şef ve adamlarına vermektedir. mına bu şekilde girmiştir. Şimdi dersimizi şöyle bir
Acıı,);>a şef ve adamlarına verilen av yeter de artar mı toparlayıp, özetleyelim demeyeceğim size. Çünkü
dır? Yaa gördünüz mü? gerçekten matematiğin toparlanıp, özetlenecek hali
· kalmamıştır. Modern matematiğidir, logaritmasıdır,
Burada sonucun 1 00 çıkmasından çok, size "vay üslü sayılarıdır, saklı sayılarıdır, falanıdır fılanıdır
anasını" dedirtecek bir durumu söyleyeyim mi şim- derken, bugün akılları baştan alıp, insanlığı insanlık
ı.
d., tan çıkarmıştır. Şu anda biz matematiksel işlemlerle
İlk banka sisteminin kurulması! kaybolan insanlığımızı, bilmem kaç bilinmeyenli
denklemler kurarak bulmaya çalışıyoruz!
"Hayda!'' demeyin hemen! Bakın, ben size ''. .yeter
de artar mıdır?" derken ipucu da vermek istedim Bu çalışmayı burada sonlandırırken, gelecek birlik
aynı zamanda! Şef ve adamları bu kadar yiyeceği bir teliğimizde, dersimizin "Postmodern Matematik"�
günde bitiremeyeceğine göre, artan etleri ne yapa konumuzun ise "Çalıp Çırpmanın Toplum Üzerine
caklar sizce? Saçmalamayın, çöp denen bir şey yok Dağılma Özelliği" olduğunu şimdiden bildireyim
o zamanlar! Ve bu kadar bencil ve pisboğaz yapıdaki ki; belki şimdiki gibi kendim sorup, kendim yanıtla
kişilerin artan etleri atabileceğini düşünmenize şaşı mak zorunda kalmam!
yorum doğrusu! Haa bu arada, derse ilk girerken size "Tünaydın!"
Peki ne yapacaklar? Tabii ki tuzlayıp saklayacaklar! demiştim anımsıyorsanız . . . İçinizden bazı arkadaş
Tuz biliniyor mu? Hayır! Eee? larınızın; "Ya Yöndeş Hocam! Bize ilkokulda öğleden
önce 'günaydın!'; öğleden sonra 'tünaydın!' denilmesi
Bakın, işçinin ve emekçinin alın teri var o etlerde! gerektiği defalarca öğretildi. Bu gece yarısı, ikinci öğ
Bilindiği gibi terde de bol miktarda tuz var! İşte ilkel retim öğrencilerine tünaydın da neyin nesi? Yoksa siz
insan tuzu ilk olarak bu yolla keşfetmiş ve tuzladığı küçükken öğretmeniniz size öğretmendi mi? Ha ha
etleri biriktirerek ilk banka sistemini de kurmuştur. ha! Hi hi hi!" der gibi bıyık altından gülümsediğini
Gerisini tahmin ediyorsunuzdur . . . görmedim sanmayın!
"Şefim, bugün hiç hayvan avlayamadım, size de et ge Dersimiz Türkçe değil ama, yarın orada burada
tiremedim, ne yapacağımı bilmiyorum valla!"; "Dü ''Adam daha selamlaşmayı öğrenememiş, kalkıp bize
şündüğün şeye bak! Oğlum biz ne güne duruyoruz matematik anlatıyor!" dememeniz için açıklıyorum
burada? Al şu tavuk kurusunu, yarın getirirsin kümes bu konuyu:
dolusunu!"
"Tün" sözcüğü Eski Türkçe<ie "Gece" anlamındadır.
Yukarıdaki yardım etme (!) biçiminin sayısız ben Haliyle " tünaydın" sözcüğü de "geceniz aydınlık ol
zerlerini bugün yaşamıyor muyuz sizce? sun"; "gece n iz ışıkla dolsun" gibi anlamlar taşımak
tadır ki, karanlıkta kalmış bir toplumun bu tür iyi
Ya da şefin şu konuşmasının bugünkü bankaların
dileklere her zaman gereksinimi var diye düşünüyo
kredi reklamlardan ne farkı var söyler misiniz bana? rum. Bu düşünceyle sizi o şekilde selamladım!
"Ulan uşaklar! Bu kar kışta avlanmaya gidip de ne
Böylece süregelen bir yanlışlığı da düzeltmiş olalım!
yapacaksınız? Gelin şefinizin mağarasına; yiyin, için,
yarını düşünmeyin! Yazın avlandıkça rahat rahat Hepinize tünaydın!
ödersiniz!"
du�imıil 61
•
l
!
SİYASALIN PEŞİNDE: (. �
1 �
DÜNYA YA TRAGEDYALARLA BAKMAK �
1
'
ÇİGDEM DURKAN
).
/
E metis defterle,i
Siyasalın Pqinde
Diinyaya Tragr4.1alarla Bakmak Siyasalın Peşinde: Dünyaya Tragedyalarla Bakmak
Hemen giriş bölümünde belirtildiği gibi, kitapta olur; onlarda kendimizden bir parça bulur, anlam
ebedi ile şimdiye ait olanı, evrensel ile tekili bir arada arayışımızda yalnız olmadığımızı görürüz. Belki de
tartışmaya olanak sağlayan Antik Yunan tragedya bu nedenle tragedyalarda insanlığın ortak çatışkıla
sından siyaset felsefesine doğru yola çıkılıyor ve bu rını görür, onlar üzerinden anlam üretmeye devam
da bende kitabı görür görmez inceleme isteği uyan ederiz. Sanatın her dalında evrensele ulaşan eserin
dırıyordu. Ayrıca daha önce katıldığım Antigone sırrı, kitleleri kucaklayabilmesinde, insanların ortak
okumalarında aklımda yer eden bazı soruları yeni meramına hitap edebilmesindedir. Yüzyıllar önce
den cevaplamak için bir fırsat yakalamış olabilirdim sinde sesi Antik Yunan duvarlarında çınlayanların,
ve bu yüzden kitabı hemen incelemeye başladım. seslerinin yankısının günümüze kadar ulaşma nede
ni tam olarak da budur.
Yunan şehir devleti, Polis'te, insanlar duygularını,
düşüncelerini, isyan ve boyun eğişlerini şehirdeki Henüz giriş kısmında Hegel'e atıf yapılarak traged
tiyatro sahnesinde sergileyebilmekte ve siyasal ala yadaki çatışmanın haklıyla haklının çatışması oldu -
na bu şekilde katılabilmekteydiler. Çatışmalar, sah ğundan söz ediliyor. Gerçekten de iyi ve kötünün,
nelenmek suretiyle ortaya konarak tartışmaya açılır ezen ve ezilenin, haklı ve haksızın çatışmasında
hale gelmekteydi. Burada "çatışma'' dediğimizde herkesin tarafı bellidir öyle değil mi? Etik değerlerin
sözler ve edimlere dayalı bir mücadele biçimini, ka değerlendirmeye tabi tutulduğu alan iki haklı ya da
musal dünyadaki ifadesini "yarışma'' veya "çekişme" iki iyinin çatıştığı alandır. Kararsız kaldığımız, uyku
anlamına gelen agon teriminde bulan bir varoluş muzu kaçıran zamanlarda kendimizle değerlerimiz
tarzını kastediyoruz. Bu nedenle tragedyaları oku arasında döktüğümüz vicdan terleri, haklıyla haklı
duğumuz zaman mutlaka yüzyıllar önce bizimle nın çatışmasında gizlidir. Bu nedenle tragedyalar ya
aynı sevinçleri, üzüntüleri, kaygıları yaşayan; benzer nıt içermeyen sorulara ve karşıtların birbirlerini çü
biçimde haksızlığa uğrayan, yok sayılan, görülme rütmeden çarpıştıkları "çatışan argümanlara'' ( dissoi
yen ve bunları ortaya koyan birileri ile temas halinde logoi) benzerler.
ll lm/mlffll
Kitabın giriş kısmında yer alan: "Tragedya ile siyaset lar, yazıldığı dönemin koşullarını yansıttığı için ilk
felsefesi, hikaye anlatıcılığı ile kuramsal analiz ara bakışta bize uzakmış gibi görünebilir. Eser üzerine
sında bir köprü kurmak suretiyle adalet, demokrasi, akıl yürütmeye başlandığında ise doğru noktayı ya
yurttaşlık, tiranlık, toplumsal cinsiyet, şiddet, dışla kalayana dek belki eseri birkaç kez okumak gereke
ma, kolektif bellek, bağışlama, melankoli, yas ve ta bilir. Tıpkı oyuncuların, sahne için yaptıkları ezber
nıklık gibi güncelliğini hala koruyan meselelere klasik çalışmalarında doğru duyguyu hissedene dek, metni
tragedyaların penceresinden bakmayı öneriyoruz" tekrar tekrar okumaları gerektiği gibi.
cümlesiyle kitabın içeriği ve birçok başlığı özetlen
miş bulunuyor. Açıkçası ben giriş kısmını okurken Eser güncel olmayıp metinde verilen duygu ve ça
dahi birçok şey öğrendim. Önsöz ve girişleri hiçbir tışmalar güncel olunca, oyuncu da gerçekçi bir sah
zaman atlayan biri olmadım ancak başlar başlamaz nelemenin nasıl sergilenebileceğine kafa yormaya
dopdolu bir giriş makalesiyle karşılaşmak beni ger başlar. Metnin doğasından kaynaklı olarak aslında
çekten heyecanlandırdı. herkesin anlayabileceği bir duygudurumunu,
birçoklarına uzak cümlelerle anlat
Kitabın öyküsü 2014 ilkbaharın mak durumundadır. Oyuncu
da Ege Üniversitesi Felsefe öyle bir performans gerçek
Bölümü tarafından dü leştirmelidir ki; seyirci say
zenlenen Ulusal Felsefe falarca kitap okumadan,
Kongresi için hazır adeta okumuş kadar
lanan ''Tragedya ve anlamalıdır Antigo
Politika Felsefesi: ne'yi ve tragedyaları.
Günümüzü Tra Bu yüzden tam da
gedyalar Işığında burada defalarca
Düşünmek" baş kendine ve met
lıklı açılış paneliy- ne sorar: "Ben bu
le başlamış. Haliyle cümleyi neden ku
20 14 yılından bu ruyorum?" Açıkla
yana derinlikle ve yıcı ve bir o kadar
çoğalarak ilerlenmiş da yerinde tahliller
olduğu göz önünde ile bu eser, oyuncunun
bulundurulunca, kitapta ve diğer tüm okurların
yer alan detaylı analizle- bu sorusuna cevap olacak
ri kavramaya kanımca geniş nitelikte. " Yasanın adalete
zaman ayırmak gerekiyor. Çün- rağmen ayakta kalmasının müm
kü itaat/itiraz, yas/gömülme, hukuk/ kün olmadığını anlatır elbette Sophok-
adalet, kibir/iktidar kavramları ilmek ilmek les'in oyunu. Ama başka bir şey daha anlatmak,
dokunmuş her makalede. adaletin de yasaya rağmen gerçekleşemeyeceğini söy
lemek istiyor olabilir mi?"
Aslında ilk incelediğimde kitap, özellikle konu ile
ilgilenen belli bir kesime hitap ediyor diyebilirdim. Yine Antigone'nin performatif çelişkisinin ortaya
Ancak okumaya devam ettiğimde kitabın başka bir konulma biçiminin dikkate değer olduğunu düşü
kesime daha hitap edebileceği izlenimini edindim: nüyorum. Bir söz ediminin tam da icra edilmesi
Tiyatrocular ve tiyatroseverler. . . Kesinlikle yanıl (yani performans) yoluyla kendi içeriğini boşa çı
madığımı söylemeliyim. kardığı veya geçersiz kıldığı durumları tasvir eder
"performatif çelişki" terimi. Basit bir örnek üze
Tragedyaları halkı belki yatıştıran ya da bir nevi rinden gidersek "konuşmanın gereksiz olduğunu"
halkın siyasete katılımını sağlayan bir sahne olarak söylediğimde tam da bunu söylemekle söylediğim
görür ve onun, yüzyıllar sonrasında bile hala etki şeyi geçersiz kılmış olurum. Buradan sonrasını siz
li bir anlatım aracı olduğunu düşünürsek şunu fark kıymetli okura bırakmak ve aynı çelişkiye düşme
ederiz: "Sanat bir yutkunmadır:' Son birkaç ayda öğ mek adına satırlarıma burada son vereceğim. Keyifli
rendiğim ve içselleştirmeye çalıştığım, oyunculuğa okumalar...
ve oyunculara dair basit ama çok önemli bir soru
var: "Ben bu cümleyi neden kuruyorum?" Tragedya-
tttk•mırn1 m
1/
aaethe
ll lttttm ım ı