You are on page 1of 366

ı y k i k it a p l a r v a r . . .

Telif Geliri
iDER VAKFI (insani Değerler ve Ruh Sağlığı)'na
tahsis edilmiştir.
ASİMETRİKSAVAŞ
Politik Psikoloji
Nevıar Tarhan

TIMAŞ YAYIN1ARII2261
Politika/Perde Arkası Dizisi 1 57

YAYlN YÖNETMENI
Emine Eroğlu

EDITÖR
Cüneyt Dalgakıran

KAPAKTASARIMI
Ravı.a Kızıltuğ

!.BASK!
Mayıs 201O, !stanbul

ISBN
978-605-114- ı86-2

TIMAŞYAl'INlARI
Alayköşkü Caddesi, No: ı ı, Cağaloğlu, !stanbul
Tdefon: (02ı2) 511 24 24 Faks: (0212) 5ı2 40 00
P.K 50 Sirkeci llsranbul

timas.com.tr
rimas@timas.com.rr

Kültür Bakanlığı Yayıncılık


Sertifıka No: 12364

BASKIVEdii
Sistem Marbaacılık
Y ılarılı Ayazma Sok. No: 8
Davutpaşa-Topkapı/lsranbul
Tdefon: (02ı2) 482 1 ı Ol

YAYlN HAKLAR.I
<!:) Eserin her hakkı anlaşmalı olarak
Tımaş Basım Ticaret ve Sanayi Anonim Şirketi'ne aittir.
İzinsiz yayınlanamaz. Kaynak gösterilerek alınu yapılabilir.
ASiMETRiK SAVAŞ
Politik Psikoloji
Nevzat Tarhan
NEVZAT TARHAN

1952 yılında Merıifon'da doğdu. 1969 yılında Kuleli Askeri Lisesi'ni, ı975 yılında !stanbul
Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ni bitirdi. GATA stajı, Kıbrıs ve Bursa kıra hizmetinden
sonra 1982 yılında GATAd
' a psikiyatri uzmanı oldu. Erzincan ve Çorlu'daki hastane hekimliği
sonunda GATA Haydarpaşa'da yardımcı doçent (1988) ve doçent (1990) olarak çalıştı. Klinik
direktörlüğü yaptı. Albaylığa (ı993) ve profesörlüğe (1996) yükseldi. ı 996-1999 yılları arasında
Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde öğretim üyeliği ve Adli Tıp Kurumu'nda bilirkişilik yaptı. Kendi
isteğiyle emekli oldu. Halen Memory Center Nöropsikiyarri Merkezi'nin yönericiliğini, Türkiye'nin
ilk nöropsikiyarri hastanesi olan NP! STANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi'nin Yönetim Kurulu
Başkanlığını ve lnsani Değerler ve Ruh Sağlığı Vakfı'nın (!DER) başkanlığını yapmakradır.

1989 yılında "Stres", 1991 yıliında "Psikofarmakolojide Yenilikler", ı 992 yılında "Saldırganlık",
1993 yılında "Serotonin" konularında Türkiye'de ilk defa uluslararası katılımlı sempozyumlar
düzerıledi. Altı yıl boyunca "Psikofarmakoloji" dergisinin editörlüğünü yaptı. Uzun yıllar "Sieep
and Hypnosis" dergisinin yayın kurulunda yer aldı. 1991 yılında Hollanda'da "Destructive
Drives andlmpulse Control" konulu uluslararası kongrede "En !yi Araşnrmacı", 2003 yılında
STV'de yaptığı "Makul Çözüm" programı için RTGD'den "En İyi Toplum Programı" ve 2007
yılında Türk müziğinin tedavide kullanımına sağladığı katkı nedeniyle "Altın Elma" ödülünü
aldı.2005 yılında SKY T URK'te yaptığı "Psikoyorum" prograrnı için '�le eğitimine verdiği
destek ve topluma yaptığı k�ruyucu ruh sağlığı hizmetinden" dolayı, Başbakanlık Aile ve Sosyal
Araştırmalar Genel Müdürlüğü rarafından ödüle layık görüldü.

American Psychiatry Assosiation {APA), New York Academy of Science, New York Acadetnia
Psychiatry Foundation, International Psychogeriatric Assodation (IPA), EEG and Clinical
Neuroscience Sociery (ECNS), International Sociery for Neuroimaging in Psychiatry (ISNIP)
ve National Geografıc Sociery adlı uluslararası derneklerde aktif üyedir. Otuz biri uluslararası
olmak üzere yüzün üzerinde yayını vardır.

İngilizce ve Almanca bilmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.

YaymiAnm'f KitaplArı:
• "Stres ve Hastalıklar", Sempozyum Kirabı, ı 989
• "Psikofarmakolojide Yenilikler", Sempozyum Kirabı, ı991
• "Şiddet {Biyopsikososyal Yönleri ile Şiddet)", Ortak Yazar (Prof. Dr. İbrahim Balaoğlu), ı 998
• "Kendinizle Barışık Olmak", 2001
• "Mutluluk Psikolojisi, Stresi Mutluluğa Dönüştürmek", 2002
• "Psikolojik Savaş, Gri Propaganda", 2002
• "Makul Çözüm, Aile İçi lletişim Rehberi", 2004
• "Kadın Psikolojisi", 2005
• "Evlilik Psikolojisi", 2006
• "Duyguların Dili", 2006
• "Hayara Dair", Orrak Yazar (Dr. Elifllgaz), 2008
• "Var mı Beni Anlamak İsteyen", 2009
• " Toplum Psikolojisi", 2010
• "İnanç Psikolojisi", 2009
ntarhan@mcaturk.com 1 www.npisranbul.com 1 www.nevzattarhan.com
iÇiNDEKiLER

GİRİŞ
PolitikPsikolojinin Tarihçesi ..................................................... ll

BÖLÜM I
TOPLUMSALGÜVEN .............................................................. 27
GÜVEN DUYGUSU VE TOPLUMSAL İLERLEME..............27
MİLİTARİST ANAYASAMIZ GENÇLİGİN
GÜVEN DUYGUSUNU ZEDELİYOR .................. ........... 31 .

TSK'YA GÜVEN NASIL ARTAR? ....................... ... .............. 33 . .

BÖLÜM2
DEGER VE YÖNTEM OLARAK ADALET ............................... 35
AMAÇ, ADALET VE EMPATİ İLİŞKİSİ ......... ........... ......... ... 35
MAHKEMELERDEKi ADALET ANLAYlŞI.......................... 48
YARGI ETİGİ ········ · · · · · · · · · · · · · ·············· · · · · · · · · · ······························ 50
CUNTACILIK VE YASALAR.............. ...... ....... ... . ............. ....51 . . .

BÖLÜM3
SİYASİE Ti K ............................................................................. 57
KÜRESEL AtiLAK................................................................... 57
SiYASİ AHLAK . ... .......................................... .... ..... ............. 59
. . .

KOLEKTİF PSİKOZ MU? ... . . ..


... ... ...... . . .............. ... . .......61
... .. . . ..
n NEVZAT TARHAN

BÖLÜM4
DEMOKRASi ALGILAMALA.RI .•...••••••••••••••••.•••••••.••••..•••.••••••• 64
DEMOKRASİNİN GEREKLER! ....... . . ............ ....................... 64
DEMOKRASİYE TERS ROLLER BİÇMEK. .......................... 66
OY VERMEKLE YETİNMEK
FAZİLET YETERSİZLİGİDİR . .... . . ..
. . . . .
..... ........ ... ... .......... 69
REKTÖRLER! KUTLARIM .
...................... .................. .......... 70
CUMHURİYET VE ÖZELEŞT1R1 .
....... ................................. 72

BÖLÜM5
PSİKOHİSTORİ ....................................................................... 75
OSMANLININ TOPLUMSAL YAPISI .. ... .
......... ....... ............. 75

BÖLÜM6
OLGU-ALGIFARKLILIKLARIVE
SİYASE'fTE ÖNYARGILAR . .
. ............ ....................................... 81
SOSYAL ŞİZOFRENİYE GÖTÜREN ÖNYARGILAR .. .. .. 81 . . ...

ORDUMUZUN GERÇEK RUHU HANGiSi? ...................... 85


YAŞAM ALANI KAYGISI ......................................................... 91
KURMAY AKLI VE ALGlLAMA FARKI .
.................. ............. 94
ŞEMDİNLİ'YE FARKLI BİR BAKlŞ .
................ ......... .......... . .. 94
EN GÜÇLÜ BASKI GRUBU .................................................. 96
SOSYAL PSİKOLOJİ LABORATUARlNDA
BAŞÖRTÜSÜ . . . ..
. . . ............ ...... ... .......... . ............................... 97
SİYASETTE AŞAGILIK DUYGUSU .................................... . 101
BAGLAMA TARZI VE TSK . . .
.............. .... ... ............. ............ . 104

BÖLÜM7
KATEGORİK SİYASALDÜŞÜNCE....................................... 107
ASIMETRIK SAVAŞ •

DEVLET AYGITLARI VE DiN ........... .............. .................... 107


NAMAZ KILAN MEMURUN AKIBETİ NE OLUR? .......... 109
PÜRİTENLER VE BİLİMSEL iSTİBDAT ............................ 112
CİHAD, KUTSAL SAVAŞ, TERÖR İLİŞKİSİ ....................... 116

BÖLÜM S
KİMLİKTARTIŞMALARI �
................... .................................. 120
SOSYAL HASTALIK OLARAK IRKÇILIK . . . . ....................... 120
"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" TÜM TOPLUMU
KUCAKLAYABİLİYOR MU? . . . . . . . . . . . . . . ............................. 134
KÜRTLERİ TÜRKLERE BAGLAYAN
SOSYAL BAGLAR ......................... .................................... 137
GiZLi IRKÇILIK ................................................... ......... . . . . . . . 140
"TÜRKİYE, SUÇUNU iTiRAF ET" . . . . . . ................................ 146

BÖLÜM9
"YAKIN TARiHiN TRA"VMALARI ........................................... 150
27 MAYIS'TAN 28 ŞUBAT'A GEÇMiŞLE
HESAPLAŞMA ........................ ........... .............................. 150
KIBRIS VEYA FİLİSTİN:
TARİH, YAKIN MESAFEDEN GÖRÜLMEZ ................. 152
İNSANLAR! KATEGORİZE ETME FENOMEN!
OLARAK MADIMAK VE 6-7 EYLÜL TRAJEDİLERİ ............. 156
SİYASAL İSLAM NE DURUMDA? ....... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 163
MİLİTARİZM VE 28 ŞUBAT . . . . . . . . . . . ........ ............................ 164
MiLiTARİST RUH HALİ ÖLÇEGİ ........ .............................. 167

BÖLÜM10
LiDERLİK .............................................................................. 170
LİDERLiK VE EMPATİ . . . . . . . . . . . . ...................... ...................... 170
n NEVZAT TARHAN

ÖFKE KONTROLÜ YAPMALMZ .. .


...... . ....... ......... .. .. . . .. ... ı85.

SAHİPLENİLMESİ GEREKEN KOMUTANLAR ............... ı89


POLİTİKADA ARZULARIN VE
DUYGULARIN KARIŞMAS� ............. ... . . .. ... ......... .. ...... ... ı9ı
.

SiYASETTE KRİZ YÖNETİMİ.. . . . .. . .. .. . .. .. ........................... ı94

BÖLÜM U
ASKERLİKTE STRATEJİKDÜŞÜNCE ...•...........•.•...••....•...... 197
MEGALOMANLIK VE HARP TARlH1 ................................ 197
MAYIN MESELESİNDE KOMUTANLAR!
KİM YANILTTI? ............................................................... ı99
TSK'YI HANGİ ÇİZGİ TEMSiL EDiYOR? ......................... 203

ÖLÜM12
ASKERi VESAYETIEN NORMALLEŞMEYE ......................... 206
SiYASİ VESAYET VE TRAVMA ............................................ 2ı ı
KIRMIZI KiTAP DEGiŞTi Mi? .
...... .......... .. ...................... . . 2ı4
GÜNLÜK POLİTİKADA ÖFKE VE
ÖGRENİLMİŞ ÇARESiZLİK ....... .. .... .................... ....... . .. 217

BÖLÜM B
ELİTİZM VE STATÜKOCULUK ............................................ 221
SiYASETTE SINIR İHLALLERİ: ELİTİZM . .... .
...... ....... . . .. 22ı
. . .

ANAYASA CÜMLELERİ ARASINA SİNMİŞ STATÜKO . 223 ...

BÖLÜM14
ASKERLİKVE DEGİŞİMEDi RENÇ ..................................... 233
STATÜKO ÖNYARGISI .. . .. . .
. . . . . . . . . ..... . . . .. .................. . .......... 233
TSK İMAJI ............................................................................. 236
ASIMETRIK SAVAŞ

TSK'DA İDEOLOJİK SAPLANTILAR V E
ÖZEL KUWETLER KOMUTANLIGI.. . .... . .................. 238

TSK'YI HUKUKEN SORGULAMA ...... .. ... ... ....................... 244

TSK'NIN YlPRANMA SÖYLEMi . .. . .


...... ............................. 246

ASKERi STATÜKOYA SİVİL TEPKi .................. . .. ..... .. .. .. . 248


. . .

TSK'DA MAHALLE BASKlSI... ............... ... . . .


. .. ... ................. 249

ASKERiN DAVRANlŞ DİLİ . .


...... ... .
..... ................................. 251

ASKERiN GELECEK VİZYONU


YENİDEN YAPILANMALI ..................... ... .. . . .. .. .. ..... ... .. 253
.

TSK'NIN YAPTIGI NORMAL Mİ? . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................... 258

TSK'NIN REFORM İHTİYACI VE


MASUMİYET KARİNESi .............................. . .
.. .............. 261

GENELKURMAY HUYSUZ iHTiYARA

BENZEMEYE BAŞLADI ............ . ..... .... .. ..... . ............. . 264


.

BEDELLi ASKERLiK ............................................................. 267

ŞEHADET VE ADALET . ...................................................... 268

ASKERLİK EKONOMİSİ OLAN BİR MESLEKTİR ........... 269

ORDUNUN FARKLI DURUŞU .......................................... 272

BÖLÜM15
PSi KOlOJiKHAREKA:f ........................................................ 278
VATANSEVERLİK -VATAN HAİNLİGİ RETORİGİ ... ..... .. 278

TÜRK USULÜ iSLAMOFO Bİ ............................................. 280

BÇG VE PSiKOLOJiK SAVAŞ . .. ........................................... 284


MAHALLE BASKISININ SİYASALLAŞMASI.... .. . .
...... ........ . 287

KAHRAMANLIK DUYGUSU V E AGCA ............................. 297


"' NEVZAT TARHAN

"KARINCAYA TÜFEKLE ATEŞ ETMEK" .......... ............... . . 300


.

PSİKOLOJİK SAVAŞTA PROPAGANDA ............................. 304

BÖLÜM16
A SİMETRİK SAVAŞ................................................................ 308
GAYRİ NİZAMİ HARP .... ... .... . . . . . ..
.... .. ................................. 308
KONTRGERiLLA VE KABADAYILIK PSiKOLOJiSi . . . 31O
.. ....

ÖZEL HARP DAİRESi DAGITILMALI MI? ....................... 315


'DEVLET İÇİN DEVLETE RAGMEN' TARİKATI...............317

GENELKURMAY'DA
ASİMETRİK PSiKOLOJiK SAVAŞ KORKUSU. .. . .. . ... .321 . .. .

_
HARP OYUNU MU DARBE OYUNU MU? . . ... . .. .. . .. 326 ... . . . . . ..

ASİMETRİK SAVAŞIN SİYASALLAŞMASI.. ... .. ... .. .. ..... 328 .. . . .. .

KAGITTAN KAPLAN. KONUŞSA NE OLUR


KONUŞMASA NE OLUR? . . ...... . . . ... .. . ..
. ... . . . . . .. ... . . . . .. ....... . . 331
TANKIN ÜZERİNE ÇIKAR MISINIZ' SORUSUNA
HANGi SİYASETÇİ CEVAP VEREMEDi?..................... 333

ÜÇ iTİRAZ V E ASİMETRİK PSiKOLOJiK SAVAŞ ........... . 336

BÖLÜM17
GÜNCELÇATlŞMALAR VE ÇÖZÜM YOLLARI .................. 340
SML İTMTSİZLİK/SATYAGRAHA. ..
.. . . . . . . . . . . ............... . .... 340
TEK KİŞİLİK ORDU OLABiLMEK ......... . .................. . 342
.......

SİYASİ ALlNGANLIKLAR ........ . . .... .


. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... .. . ... 346
. .

KÜRT SORUNU . . . . . . . . . . . .................... ..................................... 351


BERLiN DUVARI DA NEŞE İLE YIKILMIŞTI . . . .. . . 360 ... . .. . .... .

'NE KADAR ... O KADAR .. .' RETORİGİ... ... .. . . 365 .... ..... . . . . . . . . .
GiRiŞ

Politik Psikolojinin Tarihçesi


Gerçek dünyada, insanların mükemmel bir bilgiye, bitmez
tükenmez bir dayanıklılığa sahip olmadıklarını biliyoruz. Dünya
günümüzde inanılmaz karmaşık bir ortam haline gelmiş ve ortala­
ma bir insan beyninin sindiremeyeceği bir bilgi bombardımanına
maruz kalmıştır. Bu gerçek, günlük politikaya da yansımaktadır.
Bugünü değerlendirdiğimizde ABD Yale'deki politik psikoloji
programının eski öğrencilerinden Dana Ward politik psikolojinin
orijinini araştırıp disiplinin gelişiminin önemini belirtmiştir. Ulus­
lararası Politik Psikoloji Cemiyeri'nin yönetim kurulu üyesi olan
Ward hem Avrupa hem de Birleşik Devieder'de gelişen bu disiplinin
sosyal bağlarnma özellikle dikkat ederek bu alanı, ayrıntılı olarak
kapsayan bir bakış açısı katarak ele almıştır. Böylelikle dünyadaki
birçok politika psikoloğuna ulaşabildiğinden önerrıli bir disiplinin
güncel statüsüne harika bir katkı sağlanmıştır.
Uluslararası Politik Psikoloji Cemiyeri ve Ohio State Univer­
sity tarafından ortaklaşa yürütülen Summer Institute in Political
Psychology' nin başı olan Kathleen M . McGraw ve Jon A. Kros­
nick de eşsiz bir perspektife sahiptirler ve sabit, kavramsal veya
metodotojik bölünmelerden ziyade araştırma kurumlarının asıl
öncelikleri ile tanımlanan iki tip politik psikoloji tarif ederken
şu soruyu yöneltrnişlerdir: "Politik psikoloji nedir?" Bu sorudan
yola çıkarak, Psikolojik politik bilimin, "tam da adına yarapr bi­
çimde" psikolojik teorilerin politik fenomene uygulandığı politik
m NEVZAT TARHAN

bilimin altkümesi tanımlamasına varırlar ve bunun, söz konusu


alanda yapılan araştırmalar için oldukça uygun bir tanım oldu­
ğunu savunmuşlardır. Politik psikoloji olarak tanımladıkları şey
psikolojik teorinin gelişimine katkıda bulunan unsurların başında
gelir. Krosnick ve McGraw her iki tip politik psikoloji hakkında
kendi araştırma programlarından örnekler temin etmişlerdir. "Tam
da adına yanıpr biçimde"psikolojik politik bilimdeki bir artışın de­
vam eden meşruluk ve alanın etkisi için önemli olduğu sonucuna
varmışlardır.

Siyaset Bilimine Psikolojik Yaklaşımlar


Sadece tek bir "politik psikoloji" olmadığı sonraki bölümlerde
de açıkça görülecektir. Farklı psikolojik teorilerin kullanıldığı,
psikolojik bir yaklaşımla araştırılmış bir dizi politik fenomen
mevcuttur. Bu anlamda birkaç "politik psikoloji" söz konusudur.
Siyaset bilimine uygulanmış olan belli başlı psikolojik teorik yak­
laşımları burada ele almamız faydalı olabilir.

Akademik bir çalışma alanı olarak ortaya çıkan politik psiko­


lojinin fikir babaları çoğunlukla Avrupalıdır. Fakat daha derin
anlamda politik psikolojinin temel konusu siyaset bilimi kadar
eskidir. İnsanlar siyaset bilimiyle ilgilenirken, politik davranışları
psikolojik açıdan irdelemeye çalıştılar.

Siyaset biliminin giriş derslerinde ilk fark edilenlerden biri


şudur; her siyasi dünya görüşü insan doğasıyla ilgili bir görüşe
(dolayısıyla insan psikolojisinin bir görüşüne) dayalıdır. Niceola
Machiavelli insan psikolojisiyle ilgili oldukça karanlık bir görüşe
sahipti. Klasik muhafazakar düşünce genelde klasik liberalizme
göre bu konuda çok daha karamsardır. Ayrıca, Thomas Hobbes,
JohnLocke ve Jean-Jacques Rousseau "doğa durumu" na [State of
nature] ilişkin oldukça farklı kavramlar geliştirdiler. (state of na-
ASIMETRIK SAVAŞ m

ture: Yönetme olmaksızın, insanın gerçek doğasının açığa çıktığı,


gerçek veya varsayımsal bir durum).

Şayet biz siyaset bilimini her şeyin merkezinde bulunan, her


şeyle ilişkili temel bir disiplin olarak tasavvur edebilirsek, siyaset
bilimini kesişen çemberlerle kuşatılmış, merkezi çember olarak
düşünebiliriz."Politik psikoloji" en basit şekilde siyaset ve psi­
koloji arasındaki etkileşimin, özellikle psikolojinin siyaset bilimi
üzerindeki etkisinin incelenmesi olarak tanımlanabilir. Ekonomi
bilimi ile siyaset bilimi arasındaki kesişen bölge "politik ekono­
mi" olarak ve sosyoloji ile siyaset bilimi arasındaki kesişen bölge
"politik sosyoloji" olarak adlandırılır. Örnekleri çağaltmak müm­
kündür. Matematik ile siyaset bilimi arasındaki kesişim kendi
özel terminolojisini üretmiştir -rasyonel tercih, formel teori veya
oyurı teorisi- fakat bu, temelde "matematiksel siyaset bilimi" dir.
Tarih, felsefe, coğrafya, antropoloji, matematik bilimi ile eko­
nomi bilimi arasında kesişimler mevcuttur. Her ne kadar farklı
sosyal bilimciler elbette merkezde başka disiplinleri "temel di­
siplin" olarak kabul etseler de, bu tarz bir şema siyaset bilimciler
için anlamlı olacaktır. Biz kolayca politik psikolojiyi iki disiplin
arasında bir köprü olarak tasavvur edebiliriz. Bununla birlikte, bu
basit tanımın dışında, politik psikoloji içerisinde pek çok farklı alt
disiplin, uzmanlık ve yaklaşım söz konusudur. Dolayısıyla, politik
psikolojide bir dersi okutmanın da pek çok yolu vardır.

Kitle ve Elit Davranışları


Politik psikoloji içerisindeki bir ayrım da şudur; bir görüş kitle
davranışına [mass behavior] ilgi gösterir. Mesela insanların nasıl oy
kullandığı, kamuoyunun hükümet politikaları üzerindeki etkisi
ve benzeri. Bir başka görüş ise e/it davranıpna odaklanır: Elirlerin
politik fikirlerinin hükümet politikalarını nasıl şekillendirdiği,
kişlliğin liderlik üzerindeki etkisi, dış politikada alınan kararlar ve
lll NEVZAT TARHAN

benzeri. Bu alandaki bir başka önemli ayrım da; sosyal psikolojinin


etkilediği siyasi davranış açıklarnaları ile bilişsel psikoloji ve daha
eski anormal psikoloji geleneğinin etkiledikleri arasındaki ayrımdır.

Başlangıçta, siyaset bilimi içerisinde bir alt uzmanlık olarak,


politik psikoloji hakkında üç çeşit gözlem yapılmalıdır. Her şeyden
önce politik psikoloji tanınmış akademik bir alan olarak nispeten
yenidir. Bununla birlikte Harold Lasswell gibi öncüler 1920'ler­
den beri siyaset bilimi üzerinde psikolojinin modern etkisini ça­
lışmaktaydılar. 1970'lere kadar politik psikolojide çok fazla ders
okutulmadı. Politik Psikolojinin El kitabı [Handbook ofPolitical
Psychology] ilk kez 1973'te gündeme geldi. Aynı zamanda konu
etrafından profesyonel bir aparat oluşturulmaya başlandı. 1977'de,
International Societyfor Political Psychology (ISPP) kuruldu ve iki
sene sonra Political Psychology dergisi yayımlandı.
Diğer taraftan, "politik psikoloji"-bu evrede üniversitelerde ders
olarak okutulan bir alan olarak tanımlanmıştı- uluslararası bir içe­
riğe sahiptir. Özellikle ABD'li akadernisyenlerin hakimiyeti altında
olsa da, dünyanın başka pek çok yerinde Avrupada, Avustralya'da
giderek popülerleşmektedir. Esasen günümüzde politik psikoloji
alanı uluslararası bir girişimdir. Belli başlı temsil heyeti -ISPP- ger­
çekten global bir yapıya sahiptir. Oturumları Pordand, Paris, Por­
tekiz gibi uzak yerlerde tertiplenmektedir.

William Stone ve Paul Schaffner yazdıkları bir kitapta, ranınmış


akademik bir alan olarak ortaya çıkışından yüzlerce yıl öncesinde
politik psikolojinin derin tarihsel etkilerinin izini sürdüler. Bu
şekilde, "Politik psikoloji üzerinde hissedilen kuvvetli Alman et­
kisinin tersine, politik psikoloji alanı Latin ülkelerde muhafazakar
-
yazarlada b irlikte ortaya çıktı." nevinden tartışma konularına
girdiler. Mesela Fransa'da, Hippolyte Taine ve Gustav Le Bon
gibi konservatif düşünürler 1800'lerde, politik psikolojiye ilişkin
"bilimsel" açıklamalar geliştirmeye başladılar. Ve İngiltere'deki
ASIMETRIK SAVAŞ
"'
üniversitelerde ironik bir biçimde bu konunun göz ardı edilmesi
düşünüldüğünde, 1908 gibi erken bir dönemde London School of
Economics and Political Science'tan (LSE) Profesör Graham Walias
yayınladığı kitapla disiplinin kurucu babalarından biri haline geldi.
İlk defa o sene yayınlanan Human Nature in Politics isimli eserinde,
Wallas her insani karar ve eylemi rasyonel, entelektüel bir sürecin
neticesi olarak görenlere bir uyarıda bulunur. Wallas' ın tavsiyesi
şöyle: "İnsanlar bilinçsiz veya yarı bilinçli oldukları psikolojik
süreçlerin ayrımına vardıklarında, kendilerinde ve başkalarında
bu süreçlerin istismarına karşı korunmaya hazır hale gelmenin
yanı sıra, bunları içeriden daha iyi kontrol edebilmektedirler."
En büyük katkı elbette V iyana ve Frankfurt'tan geldi. ABD'de
özellikle Sigmund Freud ve Erich Fromm gibi düşünürler alanın
gelişiminde özel bir etkiye sahip oldular.
Kaydedilmeye değer bir diğer nokta da şudur: Politik psikoloji
siyaset bilimi içerisinde oldukça sıra dışı bir uzmanlıktır, çünkü
büyük ölçüde bireysel analiz düzeyinde işler. Özellikle uluslararası
ilişkiler çalışması genellikle üç temel açıklama türü veya "analiz
düzeyi" arasında bir ayrım yapar: Sistemik devlet ve birey. Dev­
letin eylemlerini yönlendiren uluslararası sistem içerisindeki gücü
veya pozisyonu mudur? Yoksa devletlerin içsel özellikleri dıştaki
davranışlarını şekillendirmede kritik bir rol mü üstlenir? Veya
bazı liderlerin psikolojisi mi devletin dış politikasını tamamen
yönlendirir?
Siyaset bilimi içerisinde karşılaşılan pek çok teori, bireysel dü­
zeyin üzerinde işleme eğilimindedir; bir başka deyişle, bireylerin
doğası yerine, zamanın doğasını veya kontekscin önemini öne
çıkanrlar. Neo-gerçekçi teori -devlet davranışını büyük ölçüde
ulusun uluslararası sistemi içerisindeki pozisyonuna atfeder (süper
güç, orta güç veya zayıf güç ve benzeri olup olmarnası)--özellikle
iyi bir örnek sunar. Aynı derecede, Marksizm tarihte bireylerin
m NEVZATTARHAN

rolünü hiçe sayma eğilimindedir, "materyal" faktörlerle bazı birey­


lerin önemini bastıran, güçlü nedensel bir etki atfeder. Bağımlılık
teorisi ve dünya-sistemleri teorisi gibi Marksizm'den alınan pek
çok teori, aynı temel varsayımdan hareket eder. Klasik çoğulculuk
her ne kadar oldukça farklı bir gelenekten gelse de, devleti büyük
organize gruplar arasındaki rekabete duyarlı olarak görür, önem
açısından bireylere ve psikolojilerine pek az yer bırakır.
Halihazırda gördüğümüz üzere, durumsal sınırlandırmalar sos­
yal psikoloji tarafından da vurgulanmaktadır, bu politik konulara
ilgi duyan psikologlar üzerinde özel bir etkiye sahiptir. Yine de, si­
yaset bilimi içerisinde ele alındığı şekliyle "politik psikoloji" siyasi
sonuçların şekillenmesinde politik aktörlerin, onların inançları­
nın, geçmiş yaşantılarının, kişiliklerinin hiç değilse kısmen önem
taşıdığına inanan kişiler açısından her zaman ilgi çekici olmuştur.
Bireysel aktörlerin önem taşıdığına inananlar için politik psiko­
lojinin içgüdüsel bir çekiciliği vardır ve tarihi sadece yapı ve kon­
teksderin davranışı şekillendirmesi olarak değil de, bizzat birey­
lerin tarihi ve siyaseti şekillendirmesi olarak görenler için caziptir.
Bu, politik psikolojiyi analiz edenlerin çoğunun ortak bir yö­
nüdür. Ne var ki, bunun dışında hangi teorilerin karar alma ve in­
san davranışını analiz etmede en fazla faydalı olduğuna dair ger­
çek bir mutabakat söz konusu değildir. Psikoloji disiplini içeri­
sinde rağbet görmüş olan teori çeşitleri zaman içerisinde değişi­
me uğramıştır; ayrıca, psikoloji büyük ölçüde siyaset bilimini et­
kilediği için (tam tersi yerine), politik psikolojideki eğilimler te­
mel psikoloji disiplini içerisindeki eğilimleri izlemiştir.

Kişilik Çalışmaları ve Psikoanaliz Ekolü


Politik psikolojiye ilişkin önceki çalışmaların pek çoğu -1940
ve 1950'lerde yapılmış olan çalışmalar- kişilik üzerinde durdu
ve özellikle o dönem psikolojide hakim olan psikanalitik teoriyi
ASIMETRIK SAVAŞ El
yansıttı. Bu ise "psikohistori" veya "psikobiyografı" olarak adlandı­
rılan pek çok çalışmanın ortaya çıkmasına yol açtı. Önceki liderlik
çalışmalarıyla ilgili yaklaşımlar siyasi liderlerin kişilik özelliklerine
ve bu özelliklerin iş performanslarını nasıl etkilediğine odaklandılar.
Her şey bir yana, Freudyen veya psikanalitik teori analizi özellikle
kişilik analizi için uygundur, çünkü insanlar arasında bulunan veya
bulunduğu iddia edilen dürtü ve motivasyonlan parçalara ayırır. Bu
ekolün günümüzdeki önemli temsilcisi Vamık Volkan'dır. Bugün
bu ekol güncelliğini ve analiz değerini yitirmiştir.

Davranışçı Tercih Ekolü


Politik psikoloji tarihinin ikinci aşamasında, ilgi odağı kişilik
ve kültürden, tutum ve oy verme davranışına kaydı. Psikobiyog­
rafı çalışmalarının kalitatif analizlerinden çok, büyük ölçekli alan
araştırması dönemin tercih edilen araştırma yöntemi haline geldi.
Bu noktada, politik psikoloji psikanalizden uzaklaşıp, tutumların
incelenmesine daha uygun olan bir yaklaşımı-bilişsel tutarlılık
teorisi- ve/veya davranışı "bilimsel" açıdan incelemeye daha
uygun olan bir perspektifi benimsedi. Davranışçılık bir sonraki
bölümün konusu olduğu için, bunun üzerinde durmayacağız.
Fakat bilişsel tutarlılık veya bilişsel denge teorilerine göre, kişinin
tutumlarındaki tutarsızlıklar rahatsız edici bir gerilim durumuna
yol açar. Leon Festinger bu durumu "bilişsel uyumsuzluk" 'olarak
adlandırır. İnsanlar bu tarz tutarsızlıklardan mutsuz oldukları için,
bir şekilde uyumsuzluk düzeyini azaltmaya güdülenirler. Mesela, II.
Dünya Savaşı sırasında, ABD, Nazi Almanya'sına karşı Sovyetler
Birliği ile ittifak oluşturdu. Elbette bu durum ABD'deki en kesin
komünist karşıdarını huzursuz etti. Fakat bu kişiler uyumsuzluğun
derecesini azaltmak için bir başka kanaat geliştirdiler: "İttifaklar
formalite evlilikler gibidir, bazı ahlaki neticelere ulaşmak için
zaman zaman gerekebilir." Uluslararası ilişkiler içerisinde Robert
]ervis' in en iyi bilinen eseri bu tür bir teorileştirmeye dayanır.
"' NEVZAT TARHAN

Angus Campbell ve arkadaşları The American Voter isimli ki­


taplarında bir oy verme modeli geliştirdiler. Model açık psikolo­
jik bir vurguya sahipti. Paul Lazarsfeld ve diğerleri sosyal ve eko­
nomik faktörlerin kişinin oy verme davranışını doğrudan belirle­
diğini ileri sürdüler. Campbell ve meslektaşları ise sübjekrif, psi­
kolojik bir değişkenin objektif, sitüasyonist faktörlerle oy verme
arasında müdahale edici bir rol üsdendiğini iddia ettiler. İlerie­
yen yıllarda, seçmenler belli bir siyasi partiye uzun süreli, kalıcı
bir bağlılık geliştirdiler. Bu bağııLk zaman içerisinde düşünme­
den yapılan, bir reflekse dönüşebilir, bu durum bir partiye dini
bağlılık göstermeye benzer. Campbell ve meslektaşları seçmenie­
rin yaklaşık üçte ikisini oluşturan, bu güçlü, psikolojik olarak ba­
ğımlı seçmen kitlesinin nispeten zaman içerisinde statikleştiğine
inandılar. Başkanlık seçimlerinin sonuçlarını gerçekten belirleyen,
her nasılsa bu psikolojik bağlılığı geliştirememiş olan "bağımsız"
seçmenierin üçte biriydi. Çünkü bunlar merkezde bir tür "oynak
oy" oluşturdular. Bu model aynı zamanda bilişsel tutarlılık teo­
risine dayalıydı, çünkü güçlü parrizanların seçim kampanyası sı­
rasında kendilerine ulaşan, partilerine ilişkin, istenmeyen bilgile­
ri yok saydıkları veya meşrulaştırdıklarını ve bazı konularda fikir
birliği içerisinde olmadıkları partilere oy vereceklerini ileri sürdü.
(1960'ların ortalarında, sivil haklar yasasına geçtikten sonra, ırk­
ların entegrasyonuna karşı çıkan güneyli demokratların yaptıkla­
rı gibi). Philip Canverse'in çalışması özellikle çoğu seçmenin tu­
tum ve inançlara ilişkin içsel tutarlı bir sistemden yoksun oldu­
ğunu, bunun yerine nasıl oy verileceği konusunda uzun vadede
parti bağlantılarını dikkate aldıklarını ileri sürdü. Güçlü parrizan­
lar kötü ekonomik performansı kendi partilerinin siyasi tercihle­
rinin dışında, bir başka şeyin neticesi olarak açıklarlar.
Aynı zamanda, "rasyonel aktör teorisi" veya "rasyonel tercih"­
daha önce belirttiğimiz gibi, psikolojiden değil, matematik ve eko­
nomi biliminden türetilmiş bir alan- tek başına oy kullanma dav-
ASIMETRIK SAVAŞ •

ranış modeli olarak giderek önem kazanmaya başladı, parti özde­


şim modeliyle rekabet oluşturdu. Bu yaklaşım, seçmenierin ger­
çekte parti özdeşim yaklaşımının izin verdiğinden çok daha bilgili
olduklarını ileri sürdü. Seçmenierin gerçekte partilerin toplumsal
meseldere karşı geliştirdiği tutumlarla kendi tutumları arasında­
ki "uygunluğa" dayalı olarak oy kullandıklarını varsaydı. Bu yak­
laşımın taraftarları çoğu zaman seçmenierin geçmiş dört sene bo­
yunca ülke ekonomisinin ve kişisel olarak maddi durumlarının
ne kadar iyiye gittiği veya bu ikisinin kombinasyonu temelinde
oy kullanacaklarını varsaydı. Anthony Downs'un An Economic
7heory ofDemocracy bu yeni yaklaşımı yansıtan önemli bir eser­
di. Parti özdeşim modeli ile olan zıtlık bundan daha açık olamaz­
dı; parti özdeşim modeli seçmenierin uzun süreli bağlılıklar te­
melinde oy verdiklerini öne sürerken, birçok yeni yaklaşım taraf­
tarı seçmenierin seçim kararlarında "katıksız rasyonalite" fikrine
oldukça yaklaştıklarını ileri sürdü. Bu iki yaklaşım karar almaya
ilişkin iki rakip modelle oİdukça benzerlik taşır; Stephen Ansola­
behere ve Shanto Iyengar bunları " Homo economicus" ve "Homo
psychologicus" olarak tanımlar.

Politik Karar alma Ekolleri


H:llihazırda belirtildiği gibi, herhangi bir karar tercih içerir. Bir
tercihte bulunmak için en az iki alternatifgerekir. Her alternatif
potansiyel olarak her alternatifle ilişkili sonuçlar hakkında bir dizi
inanışla ilişkilendirilir. Bu inanışlar karar alıcılara özgü olabilir.
Her sonuç yine her karar alıcıya özgü, bir değer veya tercihle iliş­
kilendirilmelidir. Fakat bu üç karakteristik-alternatifler, sonuçlar
hakkında inanışlar ve bu sonuçlarla ilişkitendirilen değerler-her­
hangi bir kararın genel çerçevesini oluşturur. (Hastie, 2001)
Kararlar bu genel çerçeve içerisinde tüm boyutlarıyla katego­
rize edilebilir. Bunlardan en önemli ikisi şudur:
m NEVZAT TARHAN

Alternatiflerin sabit olup olmadığı ve karar alıcıya böyle su­


nulup sunulmadığı, ki bu durumda karar "iyi tanımlanmış" veya
"iyi yapılandırılmıştır" veya alternatif hareket tarzının karar alıcı
tarafından keifedilmesi veya irlJa edilmesi gerekip gerekınediği (
örgütsel bağlamda ve oldukça karmaşık siyasi problemlerde çoğu
zaman durum böyledir), ki bu durumda karar "kötü tanımlanmış"
veya "kötü yapılandırılmıştır."
Her alternatifle ilişkitendirilen sonuçların kesinlikle oluşup
oluşmayacağı (şayet bugün tasarruf bonosuna 50$ yatırırsam,
15 sene içerisinde 100$ kazanç sağlayabilirim), ki "bu durumda
karar risksizdir veya sadece belli bir probabilite dahilinde oluşup
oluşmayacağı (şayet George Bush başkan olarak seçilirse, vergileri
azaltacak, savunma harcamalarını arttıracaktır), ki bu durumda
karar risklidir.
Psikolojide karar alınayla ilgili, geliştirilmiş olan teori ve
teknikler tipik olarak iyi tanımlanmış kararlara odaklanmıştır.
Ben tartışmarnı bu tür kararlarla sınırlı tutacağım. Alternatifleri
oluşturmak veya keşfetmek için oldukça bağımsız bir dizi teori
ve yönteme başvurulmalıdır ve bunlar bu bölümün konusunun
dışında kalmaktadır. Kötü tanımlanmış kararlar bile safha safha
oluşmuş gibi incelenebilir. Bununla birlikte veri toplama ve alter­
natif üretme safhası mantıken ilk önce oluşur. Burada tartışılan
teori ve yöntemler karar alınacağı esnada "masadaki" alternatifiere
uygulanabilir.
Psikologlar hem riskli hem de risksiz kararları incelemişlerdir,
bunlardan 'belirsizlik' en yaygın karar alma modellerine kolayca
dahil edilebilir. Mesela, belli bir alternatifle ilişkilendirilen so­
nuçlarla ilgili inanışlar bu sonuçların neler olduğunu içermekle
kalmaz, bunların oluşma olasılığının ne kadar olduğunu da kapsar.
Böylece belirsizlik boyutu kolayca bu bölümün kapsamına gire­
bilir. Belli bir düzeyde tüm kararlar risk taşır, fakat genellikle bu
tarz sonuçların olasılığı öylesine cüzidir ki, onları risksiz olarak
ASIMETRIK SAVAŞ lll
düşünmek mantıklıdır. Aslında pek çok karar bir sürü belirsizlik
taşıyan alternatif içerir. Ve bu kararları ele alırken bu belirsizlik
dikkate alınmalıdır.
Politik psikolojiye yönelik bilişsel yaklaşımlar-genelde karar
alma ve davranışı şekillendirmede insanların bilgi yapılarının içeri­
ğini vurgulayan bakış açıları-politik psikoloji içerisinde oldukça
etkili olmuştur. Bu yalnızca bir yaklaşımdan ibaret değildir, pek
çok perspektifi içerir; bununla birlikte, şayet bu farklı yaklaşımlar
arasındaki benzerlikleri özetlemek gerekseydi, hepsinin i nsartların
doğuştan sınırlı varlıklar olduğu varsayımından hareket ettiği söy­
lenebilirdi. İnsanın bilgisayarların aksine, gelen bilgiyi işlemden
geçirme kapasitesi sınırlıdır. Pek çok bilişsel psikolog insanların
"sınırlı bilişsel kapasiteye" sahip olduğunu söyler. Bununla kast edi­
len şey nedir? Esasen, tam anlamıyla rasyonel bir karar almak için,
bu kararla ilinrili bilgilerin hepsine ihtiyacınız vardır ve olası tüm
alternatif hareket şekillerini göz önünde bulundurmanız gerekir.
Herhangi bir karar aldığınızda, o kararla ilişkili tüm bilgileri
toplamanız gerektiğini varsayalım. Diyelim her gece nerede ye­
mek yiyeceğiniz konusunda bütünüyle bilgi sahibi olduğunuz,
rasyonel bir karar almak istediniz. Katıksız rasyonalitenin yorucu
standartlarını karşılamak için, prensipte yaşadığınız kentteki tüm
kafe ve restorarıların menülerini okumanız gerekir. O gece, yemek
opsiyonları arasında önde gelen yemekierin tadına bakmalısınız.
Tat, kalite ve fıyatları karşılaştırmalı, bunların içerisinde optimal
tercihin hangisi olduğuna karar vermelisiniz. Bu şekilde, ekono­
misrierin söyleyeceği gibi, "faydanızı maksimize eder", maliyetine
nispetle en iyi opsiyonu seçersiniz. Elbette, gerçekte insanlar çok
nadir olarak bu şekilde davranırlar. Bunun yerine, bizler çoğu za­
man heuristics olarak adlandırılan, bilişsel "kısa yollar" vasıtasıyla
bilgileri işlemden geçiririz. Bunlar bilgi arayışını kısaltınaya yarayan
araçlardır, çok daha çabuk bir şekilde karara varmamıza izin verirler.
Uygulamada, geçen hafta veya geçen ay yemek yediğimiz kafe veya
FJ NEVZAT TARHAN

restoranı tercih ederiz, gıda veya fıyattan memnun kalmışsak yine


çoğu zaman öyle olacağı beklentisini taşırız.
Politik psikolog olarak bilinen, örgüt kuramcılarından Herbere
Simon karar alma davranışıyla ilgili daha gerçekçi bir izah geliştir­
meye öncülük etti. Kendisi oldukça önemli, en az iki kavram ileri
sürdü; "sınırlı rasyonalite" [bounded rationality] ve "yeterince iyi
olana kanaat etme davranışı" [satisficing behavior]. Karar alıcıla­
rın rasyonel olduklarını, fakat sadece onlara ulaşan bilgi sınırları
içerisinde (ki bu bilgi çoğu zaman işlemden geçirilmeyecek kadar
sınırlı veya çok geniştir) rasyonel olduklarını ileri sürdü. Sonuç
olarak bizler çoğu zaman faydamızı "maksimize etmek" yerine,
yeterince iyi olana kanaat ederiz. Bir başka deyişle, sıklıkla potan­
siyel olarak sınırsız tercihler içerisinden "işe yarayacak" ilk kabul
edilebilir opsiyonu seçeriz. Dolayısıyla, mesela, bir akşam yemeği
nerede yiyeceğinize halihazırda karar vermediyseniz, genellikle
tüm caddeyi bir aşağı bir yukarı dolaşıp, her yere girip fıyatları ve
kaliteyi karşılaştırmazsınız; bunun yerine, genellikle sizi tatmin
eden ilk yere gidip oturursunuz. Bir başka ölçekte, sınırlı rasyo­
nalite perspektifine göre, siyasilerin çoğu zaman yaptığı şey de
budur: Bir probleme getirilebilecek çözümler sınırsız bir aralıkta
olduğunda, kabul edilebilir ilk mevcut opsiyonu seçerler. Mesela
siz A'dan Z'ye çok sayıda opsiyona sahipseniz, A ile başlarsınız;
bu iyi değilse, B'ye geçersiniz, ve sonra C'ye, ta ki kabul edile­
bilir bir çözüm bulana kadar (diyelim D). Çözümlerin tümünü
gözden geçirmezsiniz. D en uygun seçenek olmakla birlikte fayda
maksimize eden bir tercih olmayabilir-gerçekte en iyisi L veya
Q veyaYolabilir-fakat her şeyi göz önünde bulunduramazsınız.

Karar almada iki model karşılaştırması


Homo economicus modeli
İnsanlar tamamen rasyonel aktörlerdir.
Mükemmel bilgiye sahiptirler.
ASIMETRIK SAVAŞ m

Mikro iktisattan türetilmiştir.


Aktör "sübjektif faydayı" maksimize eder.
Aktör çeşidi eylemlerin fayda ve zararlarını tartar.
Daha sonra aktör maliyere nispeten en büyük faydayı sunabi-
lecek opsiyonu seçer (optimal tercih).
Homo psychologicus modeli
Aktör "sınırlı olarak rasyoneldir."
Aktörler mükemmel bilgiye sahip değildir.
İnsanların işleme becerilerinin sınırları vardır.
Sosyal ve bilişsel psikolojiden türetilmiştir.
Aktör faydayı maksimize etmek yerine, yeterince iyi olana
kanaat eder.
Aktör "aşırı bilgi yüklemesi" veya "bilgi kıtlığı" ile başa çıkmak
için çeşidi büişsel kısa yollar kullanır.
Grup ve daha geniş sosyal baskılar, inanış ve değerlerine ters
düşse bile, aktörün irrasyonel bir şekilde davranmasına yol açabilir.

Analojik akıl yürütme modeli


Analojik akıl yürütmenin kullanımı dır. Bu, temelde günümüzü
anlama ve geleceği tahmin etmede geçmiş durumlardan istifade
etmektir. Yeni veya oldukça belirsiz bir durumla karşılaşıldığında,
karar alıcılar çoğu zaman olan biteni anlamiandırmak için tarih­
sel analojilere mecaz ve benzerınelere bel bağlarlar. Uluslararası
ilişkilerde tarihsel analoji kullanımı çok boldur. Şema, metin ve
analojilerin bilişsel kısa yol olarak kullanımı özellikle dış politika
alanında iyi incelenmiş ve kapsamlı olarak analiz edilmiştir.

Oy verme davranışında sezgiler


Richard Lau'ya göre hipotez kimliğinde olan, insanların oy
verme kararında kullandıkları tahmin edilen sezgisel veya zihinsel
m NEVZAT TARHAN

kısa yolu kısaca tanımlamak istiyorum. Bu sezgiler (heuristic)


muhtemelen doğru kararlarla sonuçlanırken, büyük bilişsel etkinlik
sağlarlar. "Muhtemelen" diyorum çünkü, gerçekte insanların bir
seçim kararına nasıl vardıklarını ve kendileri için en iyi adayı seçme
olasılıklarının ·ne olduğunu ele alan az sayıda ampirik araştırma
söz konusudur. Bundan dolayı ilave ettiğim dört kısa yol dahil, bti
on bir bilişsel kısa yolun kullanımı gerçek ifadeler olmak yerine,
test edilebilir hipotezler olarak düşünülmelidir.
I-Referans etki: Affect referral (Wright, 1975): Şayet bir seçim
oldukça aşina olduğunuz bir çok adayı içerirse, en yüksek değere
sahip adaya oy verilir. Bu sezgiler sadece çeşitli seçimlere katılmış
olan adaylar için kullanılabilir. Fakat seçmenler ilk seçimlerden
adaylar hakkında zaten bir izienim oluşturdularsa, bir genel seçim
kampanyasında kullanılabilir.
2-0naylar (Endorsements): Güvenilir siyasi eliderin yakın
tanıdıklarınızın veya özdeşim kurduğunuz sosyal grupların tavsi­
yelerini takip edin. Bir başka deyişle, oy verme kararı gibi güç bir
işi bir başkasına havale edin.
3-Aşinalık (Familiarity) : Şayet diğerleri değil de bir aday hak­
kında bazı şeyler duyduysanız ve bu aday hakkındaki değerlendir­
meniz yansız ve daha iyi ise, halihazırda aşina olduğunuz adaya
oy verin.
4-Alışkanlık (Habit): Son olarak nasıl oy verdinizse öyle oy
verin. Bir karar alın (Örneğin, her zaman hangi siyasi partiye
oy veriyorsanız ona oy verin) ve ona bağlı kalın ( Quadrel, 1990).
5-Partizan ve ideolojik bir şema uygulama: Seçime katılan
adaylara nispeten aşina değilseniz, onları geniş çapta mevcut olan
bir politik şemaya göre kategorize edip, şemayla tutarlı detaylı
bilgi varsayımlarla değerlendirmelerde bulunun. Özellikle seçici
değerlendirmede partizanlığın dolaylı etkisini hesaba kattığınızda,
ASIMETRIK SAVAŞ El

kişinin kendini bir partiyle tanımlaması muhtemelen oy tercihinde


rol oynayan en önemli etkendir.
6-0tomatik kalıp düşünce: Benzer şekilde, aday hakkındaki
izlenirninizi detayiandırmak için cinsiyet, ırk, yaş, görünüm ve
benzer özelliklere ilişlcin kişi stereotipleri yani düşünce kalıplarının
temsil edilebilir sezginin uygulamalarıdır.
7-Yaşayabilirlik (viability): Sadece kazanma şansı yüksek olan
adaylar üzerinde düşünülmesidir. Her ne kadar demokrasilerde
vatandaşların çoğu oy vermenin yeterince önemli olduğunu dü­
şünseler de, oy verme kararı çoğu insan için ev veya araba alma,
hangi liseye gideceğine, nerede çalışacağına, kiminle evleneceğine
karar vermek kadar önemli değildir. Dolayısıyla, doğruluk değil
de verimlilik hedefinin çoğu seçmenin karar stratejilerine hakim
olacağını varsaymamız gerekir.
8-Görev bilinci gibi oy verme: Türkiye gibi doğu despotizminin
belirgin oldugu baskı kültürlerinde oy vermekten başka kendini
politik olarak ifade etmenin zor olduğu toplumlarda oy verme
vatani görev gibi kabul edilmektedir.
9-Korku etkisi ile oy verme: Aynı toplumda herhangi bakım­
dan farklı olan grupları çatıştırmanın hüküm sürdüğü kurulu
düzenlerde ve düşük güvenli toplumlarda geçerlidir. Oy verme
davranışında din devleti korkusu, İran modeli korkusu bireysel
çıkar toplumsal ihtiyaç dengesini bozabilmektedir.
1 O-Etnik kimliği korumak için: Resmi ideolojisi olan ve totaliter
düzenin baskın olduğu toplumlarda kendini güvende hissetmeyen
bireyler etnik kimlik gerekçesi ile oy verebilmektedirler.
l l -Etnik narsisizm olarak oy verme: Biyolojik ırkın ve şove­
nizmin yüceltildiği kurulu düzenlerde etnik kibir ile oy verme
davranışı gelişebilmektedir.
El NEVZAT TARHAN

Yeni Gelişmeler
Gerek evrimsel psikoloji gerekse nörobilim politik psikolojinin
araştırma konularına etki etmeye başlamıştır. Sidanius ve Kurzban
evrimsel psikolojiyi araşnnrken, etnosentrizmin yani ırkçılığın
kökenini, siyasi davranışta cinsel farklılıkları ve grup-temelli hiye­
rarşilerin gelişimini ele almıştır. Evrimsel psikolojideki gelişmeler
nöropsikolojideki yakın zamanlı gelişmelerle yakından ilişkilidir.
Mesela Sidanius ve Kurzban beyni evrim süreci boyunca farklı
işlerle uğraşmak üzere tasarlanmış, "fonksiyonel olarak uzmanlaş­
mış devreler" sistemi olarak tanımlarlar. Nöropsikolojiden gelen
bu anlayış George Marcus'un emosyon yaklaşımının temelini
oluşturur. Marcus farklı nötral süreçlerin kontrolü altına girebilen,
coşku, anksiyete ve tiksinme gibi farklı tipte emosyonel tepkilere
vurgu yapar. Bu da politik psikoloji için önemli bir açılım sağlar.
Emosyonu rasyonel karar almayı engelleyen bir durum olarak
tanımlayan geleneksel görüşün aksine, anksiyete kişiyi yeni bilgi
arayışına teşvik ederken, coşku veya tiksinme kişiyi yeni bilgi ·

arayışına yöneltmeden, mevcut eğilimleriyle yerinmesine yol açar.


Bütün modellerin özellikleri incelendiğinde insan karar verir­
ken sadece bireysel faydaya, temel ihtiyaçlarına, toplumun ihti­
yaçlarına, kar-zarar analizine göre değil duygusal ihtiyaçlarına ve
inançlarına göre de karar vermektedir.
BÖLÜM 1

TOPLUMSAL GÜVEN

GÜVEN DUYGUSU VE TOPLUMSAL iLERLEME


Toplumda güvenin oluşması için çocuklara küçük yaşta, aileden
başlayarak, özgür iradesini kullanma, kendi tercihini yapma, kendi
kararını uygulama konusunda fırsat verilmelidir. Bunlar yapılma­
dığı zaman kişide kendine güven ve ümit duygusu zayıf olacak ve
gelecek korkusu artacaktır. Böyle kimseler riske giremezler, yatırım
ve atılım yapamazlar, girişimci olamazlar. Çünkü bu kişiler hep
bir başkasına bağımlı yaşamış, kendi tercihlerini yapma becerisi
kazanamamışlardır. Buna karşılık liberal ortamlarda, hoşgörü
içinde yetişen bireyler ise özgüveni yüksek insanlar olurlar.
Bireyler için söz konusu olan bu durum toplumlar için de ge­
çerlidir. Demokratik toplumlarda insanların özgür iradeleri elle­
rinden alınamaz. Dernekler kurulur, sosyal temas artınlır, farklı
fikirlere karşı ılımlı tutumlar sergilenir. Hata yapma riski göze alı­
nır ve hatalar yapılır. Bunun sonucunda tartışmalar, kavgalar çıka­
bilir, yürüyüşler yapılabilir ve sanki toplumda kaos varmış gibi bir
görüntü algılanır. Demokratik toplumlarda bu tür olaylar yaşanu.
Otoriter toplumlarda ise sessizlik vardır, daha huzurlu ve güven­
li gözükürler. Fakat bu toplumlar gelişemez. Paternalizm denilen
"babam bilir" psikolojisiyle her şeyi devletten beklemek, devlete
bırakmak, girişimciliği ve bireyselliği zayıflatır. Toplum hep aynı
seviyede kalır, yetenekleri gelişmez. Bireyin özgür iradesini kısıtla­
yan otoriter yönetimlerde, toplumda güven zayıflar, geçici bir ses­
sizlik olur. Fakat merkezi otorite zayıfladığı için devlet parçalanır.
NEVZAT TARHAN

Toplumda Güven
Toplumlarda iç güven zayıfladığı zaman savaş kültürü beslenir,
hoşgörü arttığı zaman ise barış kültürü ortaya çıkar. Savaş kül­
türünün bencillikle yakından ilişkisi vardır. Çocuktaki bencillik
masumdur çünkü hayatı tanımıyordur, kendisini dünyanın oda­
ğında görür ve sevgisini kendisine yöneltir. Büyüdükçe bu sevgiyi;
arıneye, babaya, aileye ve topluma paylaştırır. Olgunlaştıkça bütün
dünyaya, bügeleştikçe yaratıcıya yöneiterek sevgisini adil şekilde
dağıtır. Bu tür bireylerin olduğu toplumlarda sosyal sevgi ön plana
çıkar ve barış kültürü oluşur.
Eski TBMM Başkanımız Ferruh Bozbeyli'nin yerinde tespit­
leri Üe bir ülkenin demokrat olduğunu gösteren üç şart vardır:
Ülkede seçimin dürüst yapılması ve dürüst yapıldığı konusun-
da herkesin müttefik olması
Seçimin sonucu ne olursa olsun, herkesin sonuca razı olması
Yönetimin, gerektiğinde çoğunluğun isteği ile el değiştirmesi
Seçim yapmak insanlarda güven oluşturur. Seçim sonuçla-
n kişinin beklediği gibi olmasa bile çoğunluğun isteğine razı ol­
mak gerekir. Bu duyguları benimsemeyen bir insan, çoğunluğun
görüşü kendi görüşü gibi olmazsa "cahil toplum, bidon kafalı­
lar, göbeğini kaşıyan adam" diyerek toplumu küçümser. Çoğun­
luğun görüşü, kişinin görüşüyle aynı olunca doğru, farklı olunca
yanlış diye yorumlanusa dürüst seçimi kabullenememe gibi bir
sorun ortaya çıkar. Çoğunluğun seçtiği kimse yanlışsa, yanlış ol­
duklannı görürler, hatasını düzeltebilirler. Devamlı hata yapan
başta kalmaz. Demokratik sistemlerde güvenin oluşması için dü­
rüstlük şarttır. Demokratik sistemin monarşiden farkı, toplum-
.
da güven oluşturmasıdır.
Bir ailede çatışma durumunda yukarıdaki şartlar işliyorsa sorun
çözülür. Toplumda ise çatışmadan önce çatışmayı önleyici sosyal
ASIMETRIK SAVAŞ ..
uyum geçerlidir. Sosyal güvenin olması, sosyal uyumu gerektirir,
sosyal uyum da sosyal sevginin olmasını gerektirir. Bunun için
insanların birbirlerini sevmesi teşvik edilmelidir. Bir kişi diğerinin
kalbini kırdığında, yine aynı kişinin diğerinin gönlünü almaya
çalışması gibi değerlerin devam etmesi toplumda uyumu, sevgiyi
ve güveni artırır. İnsan ilişkilerini sağlıklı hale getirir.

Toplumdaki Çatışmalar
Toplumda iki türlü çatışma vardır:

Kasıtsız Çatışma
Kasıtsız çatışmalarda söz taşıma, fime gibi durumlar yoktur. Bu
çatışmalarda doğru davranılırsa çatışma zamanla uyuma dönüşür.
Taraflar ayrılmayı seçenek olarak düşünmeyip çatışarak doğruyu
bulmayı ve birlikte yaşamayı hedeflerlerse, çatışma uyuma dö­
nüşebilir.

Kasıtlı Çatışma
Kasıtlı çatışmalar ilkel toplumlarda görülür. Ailede veya top­
lumda bir kişi, diğer kişiler hakkında konuşarak fitne çıkarırlar, söz
taşırlar, dedikodu yaparlar. Mesela komşusunun kocasını dışarıda
bir bayanla gören kişi gider eşini bu olaydan haberdar ederse,
eş de kıskanç biriyse evde çatışma çıkar. Kişi, "Ben gördüğümü
söylüyorum, yalan söylemiyorum" diyebilir, ama ne konuştuğunu
ve niçin konuştuğunu bilmediği için çatışma çıkarıp ilişkiye zarar
verir. Çatışmadan zevk alan kişilikler vardır. Bunlar kavga çıkarır,
sonra da seyrederek zevk alırlar.
Toplumda örgüdenmiş kasıtlı çatışmalar da psikolojik savaş
malzemesi olarak kullanılır. Etnik gruplar arasında kötü propa­
gandalar yaparak, birbirleri hakkında suç söylentileri çıkararak
onları çatıştırırlar. Karşı tarafın yaptığı hatayı binlerce defa tek­
rarlayarak imajını değiştirirler ve kavgaya zemin hazırlarlar. Etnik
m NEVZAT TARHAN

grupların farklılıkları ve kusurları vurgulanarak örgütlü çatışma


çıkarılır. Mesela komşumuz Yunanistan ile Bizans kültüründen
gelme gibi farklılıklarımız ve benzerliklerimiz vardır. Bu benzer­
lik ve farklılıklarla ilişki kurulur ve farklılıklar daha az vurgulanır.
Fakat çatışmacı olan kişiler farklılıkları öne çıkararak, "Türkün
Türk'ten başka dostu yoktur" gibi söylemlerle ilişkileri kötüye gö­
türmeye çalışırlar. Burada kültürel bencillik söz konusudur. Ego­
samrizmin (benmerkezcilik) yerini etnosantrizm (ırkçılık) alır ve
etnosantrik kişiler kendi ırklarını merkeze yerleştirirler.

Toplumsal Sadakat
Toplumdaki sosyal süreçlerden biri de rekabettir. Toplumda
barışçıl ve savaşçıl rekabet vardır. Barışçıl rekabette başarılı olan
insanlar alkışlanır. Türkiye'de savaşçıl rekabet çoğunluktadır. Başa­
rılı kimseler alkışlanmaz, aksine kötülenir. Fırsatların eşit olduğu,
değerlerin ölçülebildiği toplumlarda rekabetçilik barışçıl olur ve
üretim artar. Bunun için sosyal sevginin işleyebilmesi yolunda hak­
kaniyet sınırları içersinde olunması gerekir. Bencillik ve kindarlık,
sosyal sevgiyi azaltır. Kişileri veya grupları kendi geleneklerine
ve birikimlerine saygı duyarak, olduğu gibi kabul ederek yaşa­
mak gerekir. Komşuyu kendine benzeterek onunla yaşamak değil,
onu olduğu gibi kabul ederek birlikte yaşamayı başarmak gerekir.
Rum, Ermeni, Kürt, Yahudi birlikte kardeşçe, birbirlerinin etnik
kimliklerini kabul ederek yaşadığında hoşgörülü toplum oluşur.
Bencilliğin olmaması ve hoşgörünün ağır basması toplumsal gü­
veni oluşturur. Toplumsal güven de toplumsal sadakati ve ülkenin
birliğini, bütünlüğünü sağlar.
Mevlana, Yunus, Şeyh Edebali gibi dünyaya mal olmuş edip­
ler de toplumu barışa götüren hoşgörüyü tavsiye etmişlerdir. An­
layışlı tartışma, erdemli olma, insanın kendi davasına inanması­
nın sonucudur. Başkalarının fıkirlerine saygı duymak kendi doğ­
rularına inanmanın sonucudur. Kendi tezlerine inanan bir insan,
ASIMETRIK SAVAŞ
"'
başkalannın tezinin farklılığını rolere edebilir. Kendi tezine inan­
mayan insan, kendine güvenmeyen insandır. Kendine güvenme­
yen insan da farklı fikirlerden rahatsızlık duyar çünkü kendi fi­
kirlerine inancı zayıftır. Cam sarayda yaşayan bir insan en ufak
bir taş parçasından bile korkarak yaşar. Etrafına kimseyi yaklaştır­
maz, hep tehdit altındadır, güvenliği fazla yüceltir. Fakat bir insan
sağlam bir sarayda yaşıyorsa gelenden gidenden korkmaz. Ken­
dine güvenen, sağlam değerleri olan bir insan başkalarıyla temas­
tan korkmaz. Sosyal temas korkusu kişinin kendi davasına inan­
mamasının bir sonucudur.

MiLiTARiST ANAYASAMIZ GENÇLiGiN


GÜVEN DUYGUSUNU ZEDELiYOR
Gençlerimiz maalesef korkak yetişmişler. ı 980 sonrası kuşağı
olan ı 8-30 yaş grubu gençler iyi durumda değiller. Bağımsız
EğitimeHer Sendikasının (BES) 2996 öğrenciyi kapsayan gençlik
ve korku araştırmasının sonuçları yayınlandı. Araştırmada yer
alan grup ı 8-30 yaş arasında, o/o 59'u lise eğitimli bir örneklem.
Türkiye genelini tam yansıtır mı bilemiyoruz fakat bu araştırma
dünya ortalamasına göre ciddi şekilde kaygı uyanduacak rakarnları
önümüze koydu.
Cinsiyet farkı korku tanımlaması için önemlidir. Demogra­
fik özellikler yeterince sorgulandıysa ve çalışmanın metodolojisi
doğru ise toplumun korku profilini oluşturmada bir ihtiyaç kar­
şıianmış oldu. Toplam ı 7 soru sorulduğu belirtilmiş. "Herhangi
bir korkunuz var mı?" sorusuna gençlerin o/o 94. ı 'i "evet" cevabı
vermiş. İnsanların korkudan ne anladığı ve sorunun doğru sorulup
sorulmadığı belirleyici olur. Yılan, köpek balığı gibi hayvanlardan
korkmak hastalık sınırlarına girmez.
Anketin ilgi çekici bölümü ise panik atak, küçümsenme veya
ayıplanına korkusu, topluluk önünde konuşamama şeklindeki
m NEVZAT TARHAN

sosyal fobi, yaş grubunun o/o 24,5'e varan kısmını etkiliyor. Bu,
dünya ortalamasının çok üstünde bir oran. Ölümden, sevdikle­
rini kaybetmekten, dini duyguları yitirmekten, cehennemden ve
depremden korkma sıra ile yaygın olarak o/o 1 0-20 oranlarında çık­
mış. Özellikle yeni tanışmalarda gençlerin o/o 72'sinin kaygılı, sı­
kıntılı olmasının dünya ortalamasının çok üstünde olduğu göze
çarpıyor. Sosyal korkular ve kaygılar aynı yaş grubunda dünyada
o/o 1 0 oranını geçmez. Türk gencinde istatistiki bilgilere göre 6-7
misli fazla çıkmasının nedenlerini iyi saptamak gerekir.

Gençlerde sosyal korku duygusu neden oluşur?


Bastırılarak büyütülen çocuklarda, "söz büyüğün sus küçüğün"
diye yetiştirilen gençlerde, eleştirinin dozunun kaçtığı eğitim sis­
teminde özgüven düşük olur. Aileler çocuklarını özgüven artırıcı
bir biçimde yetiştirerniyorsa, okullar "kendini ifade etme ve özgür
tartışma ortamı" sağlayabilmelidir. Lise çağında olmuyorsa bile,
üniversitelerde sosyal kaygılar dağılmalıdır. Türkiye'deki liseler de
üniversiteler de özgüven artırıcı bir işlev göremiyor.
Fukuyama toplumları güven duygusunun yüksek ve düşük
olduğu toplumlar olarak ikiye ayırır. Yüksek güven duygusuna
sahip toplumların daha gelişmiş olduğunu savunur. Genel kabul
gören bu teze göre Türk gençliği, düşük güven duygusu taşıyan
gelişme özürlü bir nesil haline gelmektedir.

1 2 Eylül Faktörü
12 Eylül Anayasası darbe hukukuna ve Askeri Akla göre yazılmış,
vatandaşa güvenmeyen devleti kutsallaştıran bir Anayasadır. Ha­
len bir kamu reformu yapamadık Millet iradesi TBMM'ye yetki
verdi ama eli sopalı militarİst ideologlar yolu kapayıp engelliyorlar.
1 2 Eylül sonrası gençler bilinçli bir şekilde depolitize edildiler,
toplumsal ideallerden uiaklaştırıldılar. Futbol, fılm ve fesrivalle
uyuruldular ve bastırıldılar. Halen de üniversitelerde "lkna Odası"
ASIMETRIK SAVAŞ ..

uygulamalarında gördüğümüz gibi korkak bir gençlik yetiştirilmek


isteniyor. Militarİst akıl itaat ve sadakati yüceltir. Soru soranı sev­
mez. "Sorma, düşünme, itaat et." der. Demokrat akıl ise özgüven
ve girişimciliği yüceltir. Farklı düşünmeyi, eleştirel aklı teşvik eder.

Çağdaşlık retoriğinin arkasına sığınmış, biçimsel olarak çağdaş


ama düşünsel olarak gerici olan militaristlere "hadi oradan sen de"
demek için daha ne kadar bekleyeceğiz?

TSK'YA GÜVEN NASIL ARTAR?


Son günlerde ciddi spekülasyonlar içinde bulunan ordumuzu
yıpratmadan sorunların üstesinden gelmek için meseleyi özenli bir
şekilde tartışmamız gerektiğini unutmamak gerekir. Bir taraftan
devletin gücü olan ordunun yaptığı haksızlıklara demokratik olarak
karşı koymanın vatandaşlık görevi olduğu ilkesi, diğer taraftan kur­
sallaşmış peygamber ocağı olarak tanımlanan bir ordu . . . Güvenlik
ve özgürlük arasında dengeyi nasıl koruyacağız? Haksızlığa susan
kişi o gücün yaptığı haksızlığa ortak olmuş demektir.

Başka bir ordumuz yok


Bir hane düşününüz ki onu bekleyen güvenlik gücüne hane
halkının güveni yok. O evde rahat uyuyamazsınız. Ya da arabanızı
süren şoförünüze güvenmek zorundasınızdır, aksi takdirde arabayı
terk edersiniz. Bu sebeple anketlerde "Ordunuza güveniyor mu­
sunuz?" sorusuna yüksek oranda "evet" cevabı çıkıyor.

Aslında bu sorudan anlaşılan "Ord umuzun fiziksel gücüne gü­


veniyor musunuz?"dur. Bu anlamdaki bir soruya verilen olumlu
cevap % 80'in altında ise sorun var demektir. Anketörler doğru
bilgiye ulaşmak istiyorlarsa soruları şöyle sormalılar:
"Ordumuzun terörle mücadelede uyguladığı politikalara gü­
veniyor musunuz?"
m NEVZAT TARHAN

"Ordumuzun İrtica tehdidi konusundaki politikalarına güve­


niyor musunuz?"
"Ordumuzun Türkiye'yi çağdaş refah seviyesine ulaştırmak için
üzerine düşen görevi yerine getirdiğine inanıyor musunuz?"
"Ordumuzun insan haklarına saygı konusunda çağa uygun
çabalarına güveniyor musunuz?"
"Ordumuzun güvenlik politikalarında Türk toplumunun büyük
çoğunluğuna güven verdiğini düşünüyor musunuz?"
"Ordumuzun dış düşmana korku verdiği inancına katılıyor
musunuz?"
"Ordumuzun kendi içinde yasadışı çetelerin olmadığı beyanı­
na katılıyor musunuz?"
"Ordumuzun darbeyi seçenek olarak gördüğü halde müdaha­
le etmeyeceğine dair güveniniz var mı?"

Terörle mücadelede şüpheler neler?


1 2 Eylül 1980 öncesi TSK, bir yıl boyunca "Yönetimin başına
geçineeye kadar görevimi yapmam" diyerek anarşik olaylara mü­
dahale etmedi. Sonrasında ise darbe ile birlikte bir günde anarşi
bitti. Aynı şekilde Güneydoğu'da birkaç bin teröristle mücadelede,
Ispanya örneği gibi, sosyopsikolojik ve doğru güvenlik yöntemleri
uygulanmıyor. Jandarma Genel Komutanı Güneydoğu'ya çadır
kurup "ya terör bitecek ya ben biteceğim" gibi ciddi bir kararlılık
göstermiyor "pasif obstrüksiyonlar" mı yapılıyor şeklinde ciddi
şüpheler kamuoyunda oluştu.
Acaba 1 2 Eylül öncesindeki gibi "Yönetimin başına geçmeden
terörle ilgili ciddi çaba harcamam." tarzındaki darbeci zihniyet
hala hakim de bu yüzden mi terörün üstüne yeterince gidilmiyor?
Bu sorulara cevap verilemedikçe ve cevabın ışığında gereken
yapılınaclıkça çok sevdiğimiz ordumuzu yanlış güvenlik politika­
larının yıprattığını göreceğiz. Orduya olan güveni artırmak için
yukarıda saydığımız kuşkuları gidermekten başka yol yoktur.
BÖLÜM 2
DEGER VE YÖNTEM OLARAK ADALET

AMAÇ, ADALET VE EMPATi iLiŞKiSi

Adalette Empatinin Önemi


Hukuk felsefesi tartışmaları içersinde adalet kavramı her çağda
farklı anlaşılmıştır. Bu minvalde her toplumun adalet anlayışı ve
tanımlamasında önemli farklılıklar görülmektedir. Hatta sosyal
bilimcilerin tezlerinde, "toplumsal hayatta neden-sonuç ilişkilerin­
den ziyade, amaç-değer ilişkileri egemendir" şeklinde tartışmaya
açık görüşler vardır. Bu teziere göre "Bir şey yapıldığı zaman amaç
iyiyse, neden sonuç ilişkisi aramaya gerek yoktur" gibi bir anlayış
hakimdir. Yeniden sosyal adalet kavramına dönmek gerekirse, bu
kavramı tanırolarken bazı noktaların öneminin farkına varmak
gerekir. Bu bağlamda, bir taraftan dünyanın liberalleştiği diğer
taraftan da tutuculuğun arttığı bir zamanda özgürleşmenin içinde
adaletin yeri nedir, dünyada son 200 senede adalet tecrübesinde
neler oldu, hangi adalet insanın yarına ve mutluluğuna hizmet
etmektedir, mutlak özgürlük adil midir, eşitlik esaslı adaletre yete­
nekli olanların önü kesilip bunlara karşı haksızlık yapılmış olmaz
mı, diğer taraftan yetenekleri yücelten bir adalette doğuştan sakat,
güçsüz, olumsuz şartlarda ve eksik ortamlarda yetişenlerle aristok­
ratların çocukları arasında haksızlıklar ortaya çıkmaz mı, gibi adalet
felsefesi içersinde yer alan bazı soruları sormak anlamlı olabilir.
"' NEVZAT TARHAN

1 990'lardan sonraki son biyolojik çalışmalar ve beyin görün­


rülemedeki gelişmeler, adalet tanımlamasında empatinin önemini
ortaya çıkardı. Empatik davranışın insanın mutluluğuna, yararına
olduğunu, insanın biyolojik doğasına katkı sağladığını gösterdi.
İnsan başkalarının da mutlu olduğu ortamda kendini daha mutlu
hisseder. Sadece kendini mutlu ettiği anda geçici mutluluk ortaya
çıkar. Kültürlerin kaynaştırılmasının hedeflendiği 19. yüzyıl başları
empatinin bittiği dönemdir. Bu dönemde "dünyada tek kültüre,
tek medeniyete doğru gidilecek" şeklinde bir öngörüye dayanarak,
diğer kültürlerin yok olacağı, sadece en güçlü kültürün yaşayacağı
görüşü benimsendi. Güçlü ve üstün olan kültürün zayıfkültürü
yok ederek, kültürlerin çatışmasının söz konusu olacağı vurgu­
landı. Kültürlerin kaynaşması yerine bu tezin karşıtı olan farklı
kültürlerin kendi kimliklerini koruyarak ve kültürler arasında
adaleti sağlayarak yaşanınası görüşü ortaya çıktı. Bu durum da
insanın insana olan empatisi gibi toplumun topluma olan empa­
tisini gündeme getirdi. Ve farklı kültürlerin adaletli bir şekilde
birlikte yaşamasında da empatinin önemi anlaşıldı. Toplumsal
bir grubun kimliğinin, yine o grubun manevi şahsiyetinin başka
bir grubun manevi şahsiyeri ile empati yapabilmesi "toplumsal
empati" tanımını ortaya çıkardı.
Günümüzde empatinin önemli olduğu adalet anlayışı, kendi­
ni özel, üstün ve önemli gören kültürlerin dünyaya hakim olma
çabasıyla değişik kültürlerin birlikte yaşama çabası arasında te­
razi görevi görmektedir. Zaman ve biyolojik bilimler hangisinin
daha baskın olacağı konusunda veriler vermeye başladı. Bu veri­
ler sonucunda, kültürler arasında çatışmaya dayalı kültürel geliş­
me yerine tamamlamaya, yardımiaşmaya dayalı kültürel gelişme­
nin evrendeki insanın biyopsikolojisi (psikolojik biyoloji) ile daha
uyumlu olduğu sonucu çıktı. Çünkü insanın biyolojisine ve psi­
kolojisine uygun olan kültür anlayışı çatışma, yarışma odaklı de­
ğil tamamlama ve yardımlaşma odaklı kültür anlayışıdır. Bunun
ASIMETRIK SAVAŞ
ljl
da gerçekleşmesi için öncelikli olarak herkesin eşit kabul edilme­
si gerekir. "Medeniyetlerin çatışması" tezinde güçlü olanın zayıf
olanı eritmesi, üstün olanın zayıf olanla barış içinde yaşama zo­
runluluğunun kabul edilmemesi yaklaşımı hakimdir. Bu ve ben­
zeri tezlerin öngördüğü düşünceler üzerinde, toplumsal barışı sağ­
lamak adına felsefi tartışmaların yapılması elzemdir.

lrka Dayalı Adaletin Tehlikesi


Dünya barışı için küresel ahlak gerekir. Küresel ahlak için de
ahiakın doğru bir şekilde tanımlaması yapılmalıdır. Bu tanımla­
ma da iyilik, yardımseverlik, doğruluk, hak tanırlık gibi ahlaki
değer ve kavrayışlardan bağımsız düşünülemez. İyinin, güzelin ve
doğrunun ne olduğu konusunda tartışmalar yapılırken bunların
adaletle olan bağlantısının da kurulması önemlidir.
Geçtiğimiz asır, ırkı esas aldı ve ırkıara dayalı, herhangi bir
ırkın hakim olduğu ulus devlet anlayışının hüküm sürdüğü bir
dönem oldu. Bu anlayış, ırk odaklı olduğu için sosyal adaleti
sağlamakta başarılı olamadı. Çünkü ırk esaslı devlet anlayışında
teoride her ne kadar yasalar önünde herkes eşit denilse de pratikte
durum böyle değildir; bir ırkı üstün ve önemli gören hukuk ve
adalet anlayışın da, diğer ırka mensup olanlar kendilerine adaletsiz
davranıldığını hissederler, fırsatların önlerine eşit olarak çıkarılma­
dığını görürler. Bu durum özellikle de yazılı olmayan hukuk için
geçerlidir. Bu ırkın mensupları toplumsal hayatta yaşanan hak ve
özgürlüklerden yeterince yararlanamaz. Gelin, bu durumu bir aile
için düşünelim. Mesela bir ailede üç kişi yaşamaktadır. Fertlerden
biri kendisini üstün, özel, her şeye layık görüyorsa ailedeki diğer
ferderin hep fedakar ve verici olması gerekir. Bu nedenle bencil
kişiyle ilişkilerde sınırları net çizmek önemlidir. Bu yapılmadığı
zaman kendini üstün gören kişinin elinde güç varsa onu bencil
çıkarları yönünde kullanır; yemeğin en iyisini yer, evde en özel
yere oturur, kendisine özel ve önemli davranılması konusunda
m NEVZAT TARHAN

farklı avantajlar elde eder. Bu durum da karşı tarafta adil davranıl­


madığı duygusunu uyandırdığı için rekabeti teşvik eder. insanda
haksızlığa uğramışlık, kıskançlık, öfke, düşmanlık gibi olumsuz
duygular uyandırır. Sevgiyi artırmaz, azaltır. Tüm bunların yaşan­
maması için insanların birbirinden üstün veya aşağı olmadığını
ön kabul olarak gören ideal bir adalet anlayışının olması gerekir.
Bunun için de ahiakın egemen olduğu adalet anlayışı gelişmelidir.
Hemen belirtmek gerekir ki toplumsal adalet anlayışı, hukuki
adalet anlayışı, psikolojik adalet anlayışı ve doğadaki adalet anlayışı
birbirlerinden farklıdır.

Eski Toplumlar Doğadaki Adaleti Taklit Ediyor


Eski toplumlar, adaleti ve doğru davranış şeklini arayışları sıra­
sında doğadaki hayvanların yaşantılarını gözlerrılemişlerdir. Mesela
Budiscler büyük baş hayvanları izlemişler, Japonlar karıncaların
davranışlarını daha çok yüceltmişlerdir. Şamanizm döneminde
de Türkler Orta Asya'da kurtların davranışlarını gözlemleyerek,
onlardan esinlenerek grup davranışlarını ortaya çıkarmışlardır.
Türklerin kurdardan esinlenerek ortaya koyduklarını anlamak için
kurtların dünyasını biraz açalım. Kurtlarda lider tipi davranışlar
görülür. Sürünün içinde bir lider vardır ve ona mutlaka itaat edilir.
Kurtların beslenme tarzı yağmacılıktır; gidip hasarlar, avianıdar ve
dönerler . . . Bu avianma gerçekleşmediği dururnda ve aç kalınması
durumunda gerekirse lider kurt en zayıf olanı seçer, parçalayıp
yer. Lider kurt ölmesi halinde de kurdar arasında savaş çıkar. En
güçlü olan grup lideri olur yahut iki gruba ayrılıp farklı sürüler
halinde dolaşırlar. Şimdi de Türklerin yaşam tarzlarına bir göz
atalım. Orta Asya'daki Türklerin tarihinin Selçuklu dönemine
kadar olan kısmına bakıldığında tarz olarak yağmacılığı seçtikleri
görülür. Çiniilere devamlı baskınlar yapmışlar, bu baskınlarda
yağmacılık yaparak bunu geçinme ve zenginleşme yöntemi olarak
benimsemişlerdir. Liderlik meselesi de kurtların liderlik durumuyla
ASIMETRIK SAVAŞ
n
örtüşür. Liderleri öldüğü zaman çocuklar arasında kavga çıkmış,
topraklar bölünmüştür. Göktürler, Hunlar zamanında da belli
dönemlerde yaşanan çatışmalar sonrasında topraklar hep çocuklar
arasında paylaşılmıştır. Osmanlı döneminde de bu yaşam tarzının
uzantısı Ankara Savaşı'nda görülmektedir. Timur'un Yıldırım
Beyazıt'ı yenmesinin ardından kardeşler birbiriyle kavga edince
Osmanlı parçalanmıştır. Y�şanan bu karışıklık döneminde kardeş­
lerden Amasya'da bulunan Mehmet Çelebi hiçbir şeye karışmayan,
uzlaşmacı ve birleştirici vasıflarıyla dağılmış Osmanlıyı tekrar to­
parlamıştır. Daha sonra Mehmet Çelebi, "Padişah öldüğü zaman
uzakta olan şehzadeler arasında önce gelen sultan olur" kuralını
getirmiştir. Tarih boyunca yaşanan bu uygulamalar, tabii hukukun
insanın başvurduğu adalet anlayışlarından biri olarak hukukun
varlığına işaret etmektedir.

Aristo'nun adalet anlayışı


Aristo iki türlü adalet tanımı yapar. Biri dağıtıcı, diğeri denk­
leştirici adalettir. Dağıtıcı adalet eşitlik ilkesini benimser; bir
toplumda var olan para, servet, şan, şeref, unvan gibi değerlerin,
toplum üyeleri arasında yeteneklerine ve statülerine uygun olarak
dağıtılınasını öngören adalet türüdür.
Denkleştirici adalet ise hak ile olan ilişkiyi vurgular. Toplum
üyeleri arasında bozulmuş dengelerin tesisini öngören bir adalet
sistemidir. Denkleştirici adalet, sosyal adalete daha yakın bir sis­
temdir. Evinde sobası olmayan, soğukta oturan birine, çalışıp ka­
zan demek yerine, arka çıkarak çalışmasını desteklemek denkleş­
tirici adalete örnektir.
Aristokrasi sınıfı, Aristo' nun dağıtıcı adalet teziyle ortaya çık­
mıştır. Aristokrasi, toplumda özel ve ayrıcalıklı bir sınıftır. Bu
sınıf, pastanın en büyük dilimini alır ve bunu kendi hakları olarak
görür. Aristo'ya göre üstün sınıftan birisi bir köleyi dövdüğünde,
m NEVZAT TARHAN

ceza olarak onun dövülmesi gerekmez. Ama köle olan birisi bir
aristokratı döverse sadece dövülmesi yetmez, ayrıca ona başka bir
ceza da verilmesi gerekir. Aristo kadın erkek eşitliğini de kabul
etmeyerek erkeklerin üstün olduğunu, kadınların zayıf bir ırk
olduğunu, bu nedenle de kadınlara yönetirnde yer verilmemesi
gerektiğini söyler.
Ahlaki adalet, hukuki adalet, toplumsal adalet, psikolojik adalet
ve biyolojik adalet gibi farklı adalet türlerinde farklı dengeler söz
konusudur. Fakat hepsinin ortak bir noktasının olması gerekir.
Bu ortak noktada buluşma, bütünleyici adalet anlayışını oluştu­
rur. Çünkü, sadece eşitliğe dayalı bir adalet anlayışı adaletsizliğe,
sadece özgürlüğe dayalı bir anlayış da zayıfların yok edilmesine
sebep olur. Bunların arasında dengenin sağlanması gerekir.

Güçlü Olanın Haklı Olduğu Adalet Anlayışı


Ortaçağdan sonra Aydınlanma Dönemi'nde tabii hukuk ve
pozitif hukuk tartışmaları yaşandı. Adalet tanımlamaları insanın
davranış modeliyle yakından ilgilidir. Doğacı adalet felsefesi, adalet
kavramını güç kavramı ile paralel tuttu. Sofısderin de hukukun
kaynağını insanın doğasında aramak gerektiğini dile getirdiği bu
anlayış, "güçlü olan haklıdır ve onun dediği olur" düşüncesinin sa­
vunucusuydu. Hukukun kaynağını doğada arayanlar büyük balığın
küçük balığı yuttuğunu, aslanların zayıf hayvanları parçaladığını
görürler. Fakat bu görüş doğru olsaydı, yani güçlü olan yaşasaydı
bütün ormanın aslandan ibaret olması gerekirdi. Sonuç itibarıyla
da bu durum, güçlülüğe dayalı adalet anlayışının doğaya uygun
olmadığını göstermektedir. Tabiata bakıldığında kurdardaki hukuk
farklı, karıncalardaki farklı, aslanlardaki farklı, fıllerdeki farklıdır.
İnsanın doğruları çerçevesinden bakıldığı zaman da biyolojinin
adaleti farklı bir adalet olarak ortaya çıkar. Karıncaların, sineklerin,
balıkların milyonlarca yumurta yumurdaması gibi pek çok olayın
gerçekleşmesi, evrende dengeye dayalı bir adalet olmasından kay-
ASIMETRIK SAVAŞ lll
naklanmaktadır. Bir de doğada adaletsizmiş gibi görülen alanlar
vardır ama bunlar istisnadır. Aslında doğaya sadece belli bir kesitten
değil, bütüncül olarak bakıldığında, canlı nesillerinin hepsinin
dengeli bir şekilde sürmesine dayalı bir adaletin var olduğu gö­
rülür. Canlı türünün biri, milyon yumurta bırakırken, bir diğeri
daha az yumurtlar ama ikisi de belli bir denge içersinde yaşar ve
türler yok olmaz. Fakat bütünü görmeden anlık ve tek bir açıdan
bakıldığında yaşamın bir mücadele olduğu düşünülür. Darwin de
evrende yaşamın bir mücadele alanı olduğunu, güçlünün ayakta
kalması esasına dayalı tesadüfi varoluşun bulunduğu tezini savundu.
Yani güçlünün hayatta kalabileceği fikrini iddia etti.
Sofıstler, adalet kavramını güç üzerine oturtur. Örümcek ağı
benzetmesi yaparak "güçlü olan sinekler delip geçer, zayıf olanlar
takılır kalır" derler. Güçlü olana adalet tesir etmez ve bu onun hakkı
olarak görülür. Kuralları güçlü olanın koyması ve değiştirmesi adil
olarak kabul edilir. Pagan kültüründe olan bu adalet yaklaşımını
Aristo biraz yumuşatmıştır. Çünkü Pagan kültürü, doğadan alınan
adalet anlayışı ile kölelik sorununu çözemedi. O dönemde iyi bir
askerle iyi bir savaş köpeği arasında hiçbir fark yoktu. Hatta iyi
bir savaş köpeği düşmanı öldürdüğü ve daha iyi koruyabildiği için
askerden daha kıymetliydi. Bu düzende aristokrat sınıfın faydasına
dayalı, erdemsiz bir adalet vardı. Adalet basit insanları kandırmak,
onları güçlü insanların koyduğu kurallara uydurmak için kullanıldı.
Aydınlanma Çağı'nda güçlünün hayatını sürdürmesi Sosyal
Darwinizm olarak ortaya çıktı. Dünya savaşları da bu teze dayana­
rak başladı. Hitler, güçlüyü koruyan adalet anlayışına göre kendi
ırkının üstünlüğüne inanarak dünyaya hakim olması gerektiğini
düşündü ve saldırı hakkını kendinde gördü. Kavgam kitabını
doktrin haline getirerekAlman toplumunu saldırganlığa inandırdı
ve bu durumu meşru gibi gösterdi.
NEVZAT TARHAN

Ulus devlet de Darwin'in biyolojideki ırkların (türlerin) üs­


tünlüğüne dayanan adalet anlayışını kabul etmiştir. Bu dönemde
de pozitivizm ortaya çıkarken en büyük ilham kaynağı, güçlü­
nün hakim olması anlayışıdır. Güç kavramı, adalet kavramı ile eş
değerdir. Tabiatta hakim olan biyolojik kanunların insanlara da
hükmettiği, kuvvetli olanla zayıf olan arasında bir mücadelenin
olduğu ve kuvvetlinin zayıfı yok etmesi gerektiği görüşü savunul­
du. Dolayısıyla "kuvvetli olan insanların toplumda hakim olması
esastır" fikri bu dönemde de kabul gördü.

Adalet Anlayışında Gelinen Son Nokta


Her insanın yaşama, cinsellik, barınma, mülkiyet, seyahat gibi
temel hakları vardır. 1 948 yılında yayınlanan İnsan Hakları Evren­
sel Beyannamesi'ne konulan bu haklar temel alınarak ülkeler kendi
hukuk anlayışlarını geliştirmekte serbest bırakıldı. Her toplum,
bu temel hakları baz alarak pozitif hukuk içersinde zamanla da
değiştirilebilir kendi beşeri kanunlarını ve anayasasını oluşturdu.

Aydınlanma döneminde kanunlar sosyal sözleşme olarak ele


alınır. Sosyal sözleşmelerde de usul hukuku ön plana geçer. Usul
hukukunda insanlara bir şeyler zorlayarak kabul ettirilir. Usul hu­
kuku açısından doğaya baktığımız zaman özgürlüğün esas, zorlama­
nın istisna olduğu görülür. Evrenin yaratılışındaki tevhit kavramı
değerlendirildiği zaman Yaratıcı, insana özgür irade vermiş ve bu
irade içerisinde kendisine itiraz hakkı da tanımıştır. Bu bağlamda,
son kutsal kitap olan Kuran-ı Kerim'de, "ideal yönetim, tek kişinin
yönetimi veya seçkin bir grubun ya da çoğunluğun yönetimidir"
şeklinde yönetim biçimi tanımlaması yapılmamıştır. Bu tamamen
insanların özgür iradesine bırakılmıştır. Aralarında anlaşarak en
iyi yolu bulmaları istenmiştir ama bireyin gelişimi hedef olarak
seçilmiştir. Ayrıca Kuran'da, toplumu düzeltmek yerine bireyi
düzeltmenin ve psikolojik adaletin ön plana çıktığı görülür.
ASIMETRIK SAVAŞ
lll
Son yıllardaki sosyal beyin ve empati çalışmaları, adaletin psi­
kolojik boyutunu keşfetti. Sosyal duygular ve empatinin adaletteki
öneminin farkına varıldı. Ancak günümüzde hala sadece grupları
ve toplumu önemseyen, sosyal duyguları önemsemeyen, birey ve
psikoloji kelimelerinin geçmediği hukuk felsefesi tartışmaları bu­
lunmaktadır. Biyolojideki son gelişmeler, psikolojiden bağımsız bir
adalet anlayışının olamayacağını ve yukarıdan aşağıya değil, aşağı­
dan yukarıya bir adaletin olması gerektiğini göstermiştir. Kuran'da
da yukarıdan aşağıya adalet sağlamanın toplumu adaletli yapmadığı,
bireylerin adalet konusundaki kavramsal sınırları netleştiği zaman
toplumda da adaletin oluşabileceği vurgulanmaktadır. Yani sosyal
beyin çalışmalarıyla Kuran'ın bu konudaki görüşleri örtüşmektedir.
Teorik adalet tartışmalarından biliyoruz ki adil olmayan veya adil
olduğuna inanılınayan bir sistemin başarı şansı yoktur. Bir insan
kendini adil bir ortamda hissetmiyorsa mutlu olamaz. İnsanın
mutlu olmaması da adaletin devamlılığını bozar. O halde bireyin
mutluluğu göz ardı edilerek adalet sağlamak mümkün değildir.
Peki, bireyin mutluluğu neye dayanır?

Adalet Kavramıyla Dürtülerin Bağlantısı


Aristo bireyin muduluğunda, zevk ve ihtiraslarının tatminini
kutsallaştırdı. Dinin egemen olduğu Ortaçağ gibi dönemlerde
ise zevk ve ihtirasları bastırma ve yok etme gibi bir tutum vardı.
Sarkaç etkisi teorisine göre Rönesans ve daha sonra Aydınlanma
sürecinde tekrar zevk ve ihtirasların sınırsız bırakılması tepkisi
ortaya çıktı. Aynı düşünceyi savunan Sigmund Freud da insanın
duygularını bastırmasının; psikolojisini, ruh sağlığını bozduğunu
söyledi. Ruhsal hastalıkların ancak, insanın canının istediğini
yapması, sınırlarının olmaması, hür yaşaması ve mutlu olmasıyla
düzeleceği tezini ortaya attı. İnsanlar da Freud'un bu tezini yaşam
tarzına çevirdiler. Dürtülerin aşırı hastınlmasıyla ortaya çıkan bazı
depresyon türlerincieki hastalıktarla ilgili doğruları toplumsal kural
m NEVZAT TARHAN

halinde getirdiler. Darwin'in biyolojideki, "güçlü zayıfı yok eder"


teorisi genelleştirme yapıldığında insanlığı olumsuz etkilediği
gibi, Freud'un da dürtülerin bastırılmayıp arzu ve zevk peşinde
koşulması tezi genelleştirildiğinde insanlıktaki adalet felsefesi de­
ğiştirildi. Bu yeni anlayış, erdemlerden bağımsız mutluluğu, in­
sanlara ideal olarak gösterdi; zevk alınan şey iyidir, zevk vermeyen
kötüdür, kişinin çıkarına olan doğrudur, olmayan yanlıştır gibi
düşünceleri destekledi.

Adalet kavramının tam anlaşılması için mutluluğun tanımlan­


ması ile ilgili tartışmaların da bilinmesi gerekir. "Bireyin yararına
olan mutluluk mu, toplumun yararına olan mutluluk mu daha
faydalıdır" tartışması önemlidir. Ancak bu tartışmanın da hayatta
uygulama sonuçları birey ve toplumun yararları arasındaki dengeyi
bozmuştur. Mutluluğun tanımlanmasıyla ilgili bir diğer görüş de
benmerkezci, erdemli davranışı hedefierneyen mutluluk anlayışıdır.
Bu anlayış da pozitifhukuktaki adalet anlayışını değiştirmiştir.

Dağıtıcı ve denkleştirİcİ adalet kavramlarının birbirinden ba­


ğımsız olduğunu söyleyen Aristo, bu kavramların birbirinden ba­
ğımsız olduğunu, farklı ilke ve prensipiere tabi olduklarını ve bir­
likte olmalarının gerekmediğini söyler. Çünkü hak, eşidik ve öz­
gürlük arasında bir dengenin olması gerekir. Ancak kapitalist ve
modernİst sistemin dayattığı ahlak anlayışı, erdemleri göz ardı eder,
rekabeti ve güçlünün zayıfı yok etmesini teşvik eder.

Erdeme Dayalı Adalet


Endüstri devrimi sırasında insanlık, adalet kavramını, Sosyal
Darwinizm'den etkilenerek erdemi geri plana atarak güç odaklı
adalet ile özgürlük odaklı adalet arasında konumlandırmıştır. Müs­
lümanlığı benimseyen ama farklı dini inançları da içinde barındıran
Osmanlı döneminde ise adalet uygulaması değişmiş ve erdemler
ön planda tutulmuştur. Ahlak ve erdem odaklı bir adalet sistemi
ASIMETRIK SAVAŞ lll
bina edilmeye çalışılmıştır. Günümüzde ise güç, özgürlük ve erdem
dengesi içersinde bulunan bir adalet sistemi söz konusudur. Artık
insanlar, erdeme dayalı ahlak anlayışının da geliştiği günümüzde
kendi ihtiyaçlarına göre güç ve özgürlük sınırlaması ile ilgili tanım­
lamaları yapabiliyorlar. Erdeme dayalı bu ahlak anlayışında; güçlü
olan sınırlandırılır, yetenekli olanın da güçlü olmasına izin verilir
ama zayıfı ezmesi engellenir. Böylece erdemli olan adalet, dengeyi
sağlar. Güç, özgürlük ve erdem odaklı adalet insanın psikolojik
doğasına da uygun adalettir. Ancak burada önemli olan nokta,
erdem ve değer tanımlamalarının doğru yapılmasıdır.
Bir toplumda ekonomik değerler olduğu gibi sosyal ve psi­
kolojik değerler de vardır. Bir ülkedeki ünlü bilge insanların ve
kanaat önderlerinin oluşturduğu sosyal değerler gibi. Bir yandan
da toplumdaki bu erdemli, hikmet ve ilim sahibi insanların da
psikososyal zenginliğin parçasını oluşturması söz konusudur. An­
cak, amaç ve değerlerin nedensellik kanunu içersinde bir dengede
olması gerekir. Mesela hava sıcaklığı belli bir sıcaklık değerinin
altına düşerse kar yağar. Bu doğa olayında nedensellik vardır. Deney
ve gözlerole oluşmuş pozitifbir bilgidir.
Deney ve gözlemle oluşmuş bilgilerde olduğu gibi bazı du­
rumlarda tek doğru yoktur. Tek doğruyu bulabilmek için insanın
yeteneklerincieki farklılıkları göz ardı etmemek gerekir. Yetenekler
ne kadar farklı ise doğrular da o derece farklıdır. Mesela bir sınıfta
öğretmen bütün öğrencilerine belli bir zaman ayırır, böylece de
hepsine adil davranır. Fakat öğrencilerin arasında bir iki tane daha
yetenekli olan öğrenci vardır. Bu yetenekli öğrencilerle diğer öğren­
cilerin hakkına zarar vermeden, özel olarak tek tek çalıştırılabilir,
bu adaletsiz bir durum değildir. Fakat olaya dışarıdan bakıldığında
eşitsizlik ve adaletsizlik gibi bir hal söz konusuymuş gibi gelebilir
ancak değildir. Osmanlı döneminde de tek kişilik sınıflar vardı ve
öğrenciler birebir öğretmenlerle yetiştirilirdi. Bu tarz bir sistem
NEVZAT TARHAN

eşidik temelinde adil değildir ama yeteneğin önernsendiği bir du­


rum için adildir. Yani, temel eşidik farkını ortadan kaldırmadan,
başkalarının hakkına zarar vermeden yetenekli öğrenciye fazladan
yardırnda bulunmak adil davranrnaktır. Aksine yetenekli bir insanla
ilgilenrnernek toplumsal hukuka zarardır. Yetenek farklılıklarının
olduğu yerde dengeyi sağlamak için erdem devreye girer. Bu erdem
de diğerlerinin hakkına zarar vermeden yetenekli kişiye daha fazla
ilgiyi meşru kılar.
Erdemin her türlü adalette çeşitli oranlarda bulunması gerekir.
Mesela bir askeri sistem içinde güç odaklı bir adalet olmalıdır.
Savaş hukukunda, cephede komutanına itiraz eden subay savaş
kaybettirir. Fikrini söyleyebilir ama itiraz etmeden yanlış da olsa
kurala uyrnalıdır. Bu savaş hukukunun gereğidir ve emidere uy­
mamanın cezası daha şiddetlidir. Farklı hukuk biçimlerinin yaptığı
tanımlamalar arasında da farklılıklar bulunabilir. Savaş hukuku
ile aile hukuku farklıdır. Bir çocuk aile içinde babasının sırtına
çıkabilir, ölçüsüz davranabilir ama aynı çocuğun şirkette aynı
şekilde davranması iş hukukuna uymaz.

Türkiye'de Laiklik ve Adalet ilişkisi


Üniversitelerde ve kamusal alanda özgür bırakılınayan dindar
insanlar, haklarını aramaya devarn ettikçe resmi ideolojinin nasıl
gülünç duruma düştüğünü ve çağdışı kaldığını görmeye devarn
edeceğiz. "Doğru tutulursa her araç bir silahtır" diyen pragmatik
mantıkta, adalet hep silah olarak kullanılmıştır. Hatta en büyük
adaletsizlikler adalet adı altında gerçekleştirilmiştir. Zalimlik kısa
vadede zulrnü yapanın çıkarına gözükürken adalet orta ve uzun
vadede zulrnü yapanın aleyhine döner.
"Kopuş Savunması" nın modelini Sokrates'ten alarak bugüne
getirmiş olan Ünlü Fransız avukat Jacques Verges'in yöntemi,
başörtüsü konusunda en etkili yöntem olarak gözüküyor. Bu
yöntemde, bu iddianın yasalardaki karşılığının tek doğru olmadığı,
ASIMETRIK SAVAŞ
n
empati yapılması gerektiği, kamu vicdanını harekete geçirerek
mahkemenin ikna edilmesi mantığı kullanılıyor. Bu ve benzeri
pek çok olayı gündemine taşıyarak tartışmaya açık hale getiren
Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya gibi yargıyı siyasal­
laştıran yargı mensuplarına da teşekkür borçluyuz; bu vesileyle
birçok tabuyu tartışmamız mümkün hale geliyor. Şimdi çeşitli
konularda yargımızın gaf yaptığı konuşmalara değinelim:
Bu konuşmalardan birincisi şu şekilde yaşandı: Yargıtay
Başsavcısı Yalçınkaya, Onur Günü'nde yaptığı konuşmasında,
"Muhafazakar partiler öne çıktıkça, ekonomik büyümeye daha
çok vurgu yapılmak suretiyle, laikliğin gündemden düşürüldü­
ğü görülmektedir." dedi.
İkinci olay ise şöyle gerçekleşti: Konya Numune Hastanesinde
görevli Dr. Kezban Arbağ'la ilgili bir mahkeme kararı verildi:
"Kamu görevi gören davacının, doktor olarak okuduğu müspet
ilmin ve akılcı bilimin aksine başına taktığı 'türban'ın altındaki
zihniyet nedeniyle eleştirilmesine, bu eleştiriler ağır da olsa kat­
lanmak zorunda olduğundan, ispat edilemeyen davanın reddine
karar verilmesi gerekmiştir." Bu kararla, testis muayenesi yapıp
yapmadığı biçimindeki haberle ilgili idari soruşturmada aklanmış
bir doktora suçlu muamelesi yapıldı. İsnat edilen eylemin olma­
masına rağmen suçun niteliği; yalan, iftira yerine, ağır eleştiriye
çevrilerek değiştirildi. Daha da vahimi, başörtülü bir kişi hakkında
temelsiz suçlamaların yapılabileceğine dair fetva verildi.

Bütün bu olaylardan çıkarılacak bir ders vardır: Anayasa deği­


şikliğini yapamayan siyasi irade, zalime engel olamadığı için so­
rumludur.

Ekonomiyi ne kadar düzeltirseniz düzeltin, modern elitist oli­


garşiyi memnun edemezsiniz. Çünkü onlar yasaların üstündedir­
ler, dokunulmazdırlar, her şeyi hakları gibi görürler; topluma he­
sap vermeleri gerekirken hesap sorarlar, bu kişilere hayır dediği-
1!1 NEVZAT TARHAN

nizde sizi düşman olarak etikederler. Çözüm onlara taviz vermek


değildir. !srarlı, kararlı ve tutarlı bir şekilde doğruları savunmak­
tır. TBMM Anayasayı değiştiernekte çok geç kaldı, tarihi fırsat ka­
çıyor. Bir an önce bu durumun siyasal irade ve yetkili mercilerce
dikkate alınması gerekiyor.
Mevcut adaletin ne kadar adaletsiz olduğunu anlatmak için
meşru her yöntem kullanılmalıdır. Meydanlarda da zalimi sev­
rnem hitabeti yerine, zalime sınırını öğretmek için yasaları çıkar­
maya, gerekirse Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında 'kopuş sa­
vunması' yapmaya ihtiyaç vardır.
Toplumda bir başka çıkmaz da laiklik tartışmalarında yaşanı­
yor. Laikliğin yaşam tarzı olmadığı, yönetim biçimi olduğu görü­
şüne karşı susanlar, tartışmayı yaşam tarzı sınırları içinde tutarak
toplumu bloklaştırmak istiyorlar. Kavga isteyenlerin savaş strate­
jisi bu, fakat kavga istemeyenierin kendi savaş stratejilerini oluş­
turmaları ve tartışmayı laikliğin evrensel tanımı çerçevesinde ıs­
rarla yürütmeleri gerekir. Çünkü kavga isteyenlerin amacı, laik­
liği topluma benimsetmek değil, onu din gibi müdahale edilmez
ve tartışma götürmez bir alan gibi sunarak farklı görüşleri sustur­
maktır. Ayrıca laikliği din gibi sunanlar içki içmeyi, başı açık ol­
mayı ve dinden uzak durmayı yaşam tarzı olarak savunurlar. Bilin­
melidir ki laiklik kutsal değildir yani tabulaşmış bir alan değildir,
demokratik sistemlerin dinamik bir realitesidir, herkesin mutlu
olacağı farklı inançları benzer amaçla bir arada tutma yöntemidir.

MAHKEMELERDEKi ADALET ANLAYlŞI


Yaşanan sorunların giderilmesi, ihtilafların çözümlenmesi için
insanların kanun önünde eşit olması gerekir. Aynı kanurılar zen­
ginlere farklı, fakiriere farklı sonuçlar dağınursa hukukta adalet
oluşamaz. Bazı mahkemeler "Adalet mülkün temelidir" sözünü
"Adalet devletin temelidir" sözüne çevirmişlerdir. Bu durum rama-
ASIMETRIK SAVAŞ
m
men adalet ve hukuk felsefesinden yoksun bir yaklaşımdır. Sav­
cılık sistemi de toplumsal em patiye uymayan bir sistemdir. Savcı,
devletin temsilcisi olarak yukarı bir makamcia hakimin yanında
devleti temsil eder. Devletin mağdur ettiği kimse ise avukatı ile
birlikte aşağıda oturur. Böyle bir durumda adalet olmaz. Halbuki
hakimin devletle millet arasında, tarafsız olması gerekir. Devlet,
milletin bir organıdır; millet devletin bir organı değildir. Devlet
ve millet birbirini tamamlar. Adalet sadece devletin temeli değildir.
Devlet ve milletin, her ikisinin de eşit olduğu bir adalet sisteminin
olması gerekir. "Adalet mülkün temelidir" sözündeki mülk kelimesi
de yanlış anlaşılmaktadır. Mülk kelimesinden eşya, taşınmaz mal
anlaşılmaktadır. Halbuki mülk kelimesi memleket kelimesinden
gelir. Mülk memleketin, ülkenin temelidir. Ülke denince de va­
tandaşı, toprağı, devletiyle her şey içine girer. Devletten kastedilen
yönetenler ve organizasyon sistemidir. Oysa bazılarınca toprağın
ve milletin olmadığı, sadece onu yöneten gücü elinde bulunduran
bir sistem olarak algılanmaktadır. Günümüzde geçerli olan pozitif
hukuk anlayışı da savcılık sistemine dayalı bir adalet anlayışıdır.
Amerika'daki gibi jüri anlayışı yoktur. Bu anlayışta jüri, o ülkede
kamu vicdanını temsil eder, suçlu veya suçsuz diye hüküm verir;
kamu vicdanı suçlu derse, yasalara uygun olarak ceza verilir, suçsuz
derse ceza verilmez. Jürinin temsil edilmesinde adaletsizlik olmazsa,
bu uygulama ideal adalete en yakın sistemdir. Bu sistem insani
değerlere de daha yakındır.
Kanunlarımızda mahkeme, "Türk milletinin vicdanını temsil
eder ve adalet dağıtmak için görevlidir" şeklinde tanımlanır. Bu ta­
nımda Türk kamu hukukunun vicdanına vurgu yapılır. Mahkeme
devlet adına değil, toplum adına karar verir. Fakat duvarlara "Adalet
devletin temelidir" yazıldığında kamu vicdanı göz ardı edilmiş
olur. Hakimin de karar verirken kamu vicdarıını göz önüne alması
gerekir. Kamu vicdanına uygun olmayan bir karar verildiğinde
bu karar, kanunlara uygun olabilir ama hukuka uygun değildir;
Illi NEVZATTARHAN

medeni kanunun dini nikahı geçerli saymadığı gibi. Çünkü bu,


kamu vicdanına uygun değildir. Kanunlar oluşturulurken kamu
vicdanı esas alınacaktır. Kamu vicdanın üstünde ise ilahi prensipler
yer alır. Fakat ilahi prensipler Emevi dönemindeki gibi özgürlük
haklarını tanımazsa yetenekleri daraltır. Din uleması, esasları boz­
madan çağa uygun yorumlar getirmelidir ki kamu vicdanı doğru
temsil edilsin.
İdeal hukuk oluşturulurken ana amaç önemli yer teşkil eder.
Aynı şekilde adalet tanımlanırken de amaç önemlidir. İdeal ana­
yasalarda ve temel insan hakları içersinde insanın mutlu yaşaması
amaç olarak seçilir. Yasaların ve anayasanın ideolojisi olmaz, eğer
olursa her zaman karşıtı da olur. Çünkü ideolojik olan kendini
tanımlamıştır, doktrindir ve kendini yenilemez. Adalet tanım­
lamasının ise, mutlak aklı, mutlak iyiyi, mutlak güzeli içerme­
si ve ideolojik olandan farklı olarak kendini şartlara ve ihtiyaçla­
ra göre şekillendirmesi önemlidir. Böyle bir adalet tanırnı da an­
cak amaçla ortaya çıkar.

YARGI ETiGi
Sistemin çürümüşlüğünün en büyük göstergesi, etiğinin bozul­
masıdır. Türkiye'ınizin Kurulu sisteminde Yargıtay başkanı TBMM
kararına karşı yüzü kızarınadan taraf olduğunu açıklamışsa yüksek
yargı sisteminde de çürümüşlük var diyebiliriz.
Yine Yargıtay başkanı, askeri yargının sırurlandırılması ile ilgili
yasa değişikliği konusunda da Anayasa Mahkemesi'ne başvuru ile
ilgili ''Anayasa'nın 145'nci maddesine uygundur diyemem" diyerek
alenen kanaat beyan etmiştir. Yani taraf olduğunu beyan etmekte
beis görmemiştir.
O halde kim çürük mal alır, kim çürük arabaya güvenerek biner?
Yasalarla etik sağlanmaz, toplumun denetimi ile etik sağlanır. Bu
nedenle yargının bozuk işleyişi ve yargı, etik ilkelerine uyulmaması
ASIMETRIK SAVAŞ
"'
gerekçeleri ile tartışılmalıdır.
Bütün bunları da göz önüne alarak diyebiliriz ki adalet duygusu,
insanda güven duygusunun gelişmesi için gerekli iki temel duy­
gudan birisidir. Bu duygunun, insanın kendisi ile barışık olması
için tatmin edilmesi gerekir.
1 Peki, adalet duygusunu bozan etkenler nelerdir? Bu duyguyu
akla uygun olmayan korkular, yazılı kuralların olmaması veya
uyıilmaması yani hukuksuzluk, milliyetçi ve dini kibir bozar; çün­
kü gurur düşünce katılığı yapar ve eleştirel bakışı köreltir, kendi
ırkına ve inançlarına sahip olan insana öncelik verdirtir. Ayrıca,
bu duyguya dogmatik bağlılık ve ideolojik bakış halel getirir; çün­
kü bunlar kişide önyargıların oluşumuna neden olurken nesnel
davranışa engel olur. Bencillik bozar; çünkü bencil insan olayları
etraflıca inedeyip sağlam bilgiye ulaşırsa rahatsız olur, egosunu
rahatsız eden bilgi ile karşılaşmamak için gerçekleri görmezlikten
gelir. Çıkarcılık bozar; çünkü çıkarcı insan doyumsuzdur, abartılı
ihtiyaç hissi yaşar. ihtiyacını karşılayan güce hizmet etmek için
adaleti göz ardı eder.

CUNTACILIK VE YASALAR
Cuntacılığı önlemek için yapılacak olanın ne olduğunu açık­
lamadan önce bu eylemin dayanaksızlığını göstermek için Milli
Güvenlik dersi bilgilerimizi hatırlayalım.
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) Türk devletinin gizli
belgesidir. Yürütülmesinden İçişleri Bakanlığı sorurnludur ve hiçbir
maddesinde Özel Kuvvetler Komutanlığı'na veya SeferberlikTetkik
Kurulu'na görev, yetki ve sorumluluk verilmemektedir. İç Güvenlik;
Türkiye Cumhuriyeti devleti ve vatandaşlarının güvenliğine yönelik
her türlü tehlike ve suça karşı ülkenin genel emniyet ve asayişinin
sağlanması olarak tanımlanırken belgenin hiç bir yerinde Silahlı
Kuvvetiere görev ve sorumluluk verilmemektedir. Rejimi korumak
• NEVZAT TARHAN

yetki olarak TSK'da değildir. Yani TSK'nın görevi rejimi değil


halkı ve ülkeyi korumaktır. Halk rejimi koruma sorumluluğuna
sahip olmazsa silahla korumak zaten mümkün değildir. Halka
fırsat ve inisiyatifvermek, halkın kendi kendini yönetebileceğine
inanmaktan geçer. Osmanlı dönemindeki saltanatın yerini TSK
almamalıdır. Aslında rızaya dayalı yönetim olan demokratik cum­
huriyete inanmayanlar rejim karşıtıdırlar.
O halde cuntacılığı önlemek için yapılacak tek şey, Milli Gü­
venlik Siyaset Belgesi'ne cuntacılığın iç güvenlik tehdidi olarak
sokulmasıdır. Peki, neden ve nasıl? Cuntacıların yasal dayanağı,
Bakanlar Kurulunun 10.07.200 1 Tarih ve 2001/2717 Sayılı Kararı
ile onaylanan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde iç tehdit değer­
lendirmesi olarak yazmaması sebebiyle dayanaksızdır. Görüldüğü
gibi 2001 yılından beri "Kırmızı Kitap" değişmemiştir. Hükümetin
değişiklik yapmaya yetkisi vardır ve bu değişiklik hakkını kullan­
ması tarihi bir sorumluluktur.
Aşağıda iç Güvenlik tanımları içinde yer alan 1 2 adet tanımlama
incelendiğinde, bu tanımlamaların hiçbir yerinde cuntacılık iç
tehdit olarak sayılmamıştır. İlginçtir, kayıt dışı ekonomiyi iç tehdit
sayan belge, cuntacılığı iç tehdit olarak saymamaktadır. Peki, kayıt
dışı olarak hangi nedenleri göstermektedir? Bu nedenler şöyledir:
"Yıkıcı Faaliyetler; Bölücü Faaliyetler; irticai Faaliyetler; Azınlık;
Çıkar Amaçlı Suç Örgütü; Yolsuzluk; Kayıt 9Jşı Ekonomi; Yasadışı
Göçmen; Kara para vs."
Belgeyi askerlerin hazırladığı bellidir. Çünkü "Asker üşümez,
asker yorulmaz, asker suç işlemez" diye eğitilclik
İç Güvenlik tanımları içinde 'cuntacılık' başlığı altında bir
tanımlama olmaması büyük eksikliktir. Peki, bu eksikliğin do­
ğurduğu sonuçlar nelerdir?
I-Böyle bir tanımlama olmaması cuntacılık eğilimi olanlarda
beklenti oluşturmaktadır.
ASIMETRIK SAVAŞ
..
2-Cuntacılılık Türk Ceza Kanununda suçtur. Fakat bu suç ih­
timal dışı olarak öngörüldüğü için iç tehdit değerlendirilmesi kap­
samına alınmamıştır.
3-Cuntacılık iç tehdit değerlendirilmesinde yer almadığı için
bazı siyasi partiler kolay yoldan iktidara gelebilmek için TSK ile
işbirlikçi olma arayışına girmektedir.
4-Cuntacılık iç tehdit kapsamına alınmadığı için dış odak­
lar, Türkiye'de karışıklık çıkarmak için askerleri kullanmak iste­
mektedirler.
5-Aynı biçimde uluslararası gizli servisler askeri ihaleler yolu
ile TSK'ya sızınayı başarmaktadırlar.
6-27 Mayıs ve akabinde gerçekleşen iki askeri eylem faaliyeti
cuntacılık eylemidir.
Bugüne kadar Türkiye'de 27 Mayıs 1960, 1 2 Mart 1971, 1 2
Eylül 1980, 2 8 Şubat 1997 tarihli olmak üzere toplam dört başarılı,
22 Şubat, 2 1 Mayıs 1 9 6 1 , 27 Nisan 2007 tarihli olmak üzere de
üç başarısız cuntacılık eylemi yaşanmıştır.
Olması muhtemel cuntacılık eylemlerinden Silahlı Kuvvetle­
dmizi kurtarmak ve yanlış beklentilerin önünü kesmek, siyaset­
çilerin hem sorumluluğu ve hem de yetkisi dahilindedir.
Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde yer alan bir diğer ayrın­
tı da şudur:
"c. İrticai Faaliyeder ve Din İstismarıyla Mücadele, toplumları
yönlendiren önemli etkenlerden biri olan din olgusunun farklı
şekillerde yorumlanması, değişik dini anlayış ve yaşantıları da
beraberinde getirmektedir. 1 970'li yıllarla birlikte ülkemizi teorik
planda etkilerneye başlayan yurtdışı (Ortadoğu) merkezli radikal
dini anlayışların, bir kısım öğrenci grupları ile bazı kesimleri 'Si­
yasal İslam' düşüncesine yönelttiği bilinmektedir. Yurtdışı kaynaklı
eserlerin Türkçe'ye tercümesi sonucu benimsenen radikal fikirler
m NEVZAT TARHAN

ve bu fikirlecin pratiğe dönüşü olarak kabul edilen İran'daki dini


devrim ile birlikte, 1 980'li yılların başlarında irticai nitelikli faali­
yeder yeni bir boyut kazanmıştır. Bu bağlamda; yayınevleri, dergiler
ve şahıslar etrafında örgütlenmeye giden radikal dini grupların
gündeme girdiği gözlenmiştir. Radikal çizgide sürdürülen faaliyetler
sonucu; 'Bireysel dini duyarlılıkları ağır basan' insan tipi yerine,
'Siyasal manadaki dini anlayışları ön plana çıkaran, örgütlenme
gerekliliğini ve hedefini kendi radikal dini referanslarıyla belirleyen'
insan tipi ortaya çıkmaya başlamıştır. 1 990'lı yılların başına kadar
ülkemizde, propaganda faaliyetlerini sürdüren bu gruplardan bir
kısmının 1990 yılından itibaren şiddete yöneldikleri ve dini mo­
tifl.i terör örgüderinin oluşumunu sağladıkları gözlenmiştir. Diğer
taraftan ülkemizdeki yerel-tarihi dini referanslara sahip tarikat ve
dini akımlar, 1998 yılı başından itibaren 8 yıllık kesintisiz eğitim
-İmam Hatip Liseleri- Kur'an kursları ve türban konusunda yaşa­
nan gelişmelere ilişkin tepkisel nitelikte propaganda faaliyetleriyle
gündeme gelmişlerdir."

MGSB'de geçen bu ifade sonrası mevcut durum ve gelecek


boyutu uzun uzun açıklanmıştır:

"Dini, şahsi veya siyasi emellerine alet eden kesimler; bazı siyasi
partiler başta olmak üzere çeşidi kuruluş ve şahıslar, bu grupta
değerlendirilmektedir. Şahsi ya da siyasi amaçlarına dini değer­
leri alet eden bu gruplar, ağırlıklı olarak legal platformda faaliyet
göstermektedirier. Tarikat ve dini akımlar -faaliyetleri radikal dini
gruplara nazaran farklılık arz eden bu kesim- geniş tabana sahip
olup, uygulamalarını büyük ölçüde yasal imkanlardan istifade
etmek suretiyle yürütmektedirler. Dini anlayışları itibarıyla da,
geleneksel ve tasawuf formların ağır bastığı tarikat ve dini akım­
lara yönelik yapılan çalışmalar, yasaların öngördüğü çerçevede
sürdürülmektedir."
ASIMETRIK SAVAŞ
El
Şu ifadeden de anlaşılacağı üzere din istismarcısı tanımlaması,
irtica suçu ile birlikte anılmaktadır. Empati yapabilmek için şöyle
bir benzetme yapıyorum:
"Cuntacılık faaliyederi ve laiklik istismarı ile mücadele;
'Toplumumuzu yönlendiren önemli etkenlerden birisi olan
Atatürkçü düşünce sistemi değişik biçimlerde yorumlanmıştır.
Bazı legal dernekler ve gizli örgütler, Atatürkçü düşünce sistemini,
din karşıtı laiklik olarak yorumlamakta ve istismar ederek kendi
siyasi emelleri için ordumuzu, milli hedeflerin dışına çıkarmak
istemektedirler. Avrupa Birliği'ne katılmak gibi stratejik ve milli
bir hedeften uzaklaşmak isteyen radikal grupların laiklik ilkesini sık
sık zikretmeleri, cuntacılığın kamuflaj ı olarak dikkati çekmektedir.
Radikal çizgide sürdürülen faaliyetler sonucu; 'Bireysel laiklik
duyarlılıkları ağır basan' insan tipi yerine, 'Siyasal manadaki din
karşıtı laiklik anlayışlarını ön plana çıkaran, örgütlenme gerekli­
liğini ve hedefini kendi radikal ideolojik referanslarıyla belirleyen'
insan tipi ortaya çıkmaya başlamıştır."
Sonuç olarak, kurucu liderimiz Atatürk'ü ve anayasanın de­
ğişmez ilkesi laikliği, istismar ederek cuntacılık faaliyetinde bu­
lunanlara yönelik konsept değişikliği yaproadıkça Türkiye çağdaş
anlamda modernleşemeyecektir. Bu değişikliklerin de yapılabilmesi
için en uygun şartlar oluşmuştur.
Dini siyasi amaçlarına yönelik istismar ederek din devleti kur­
maya teşebbüs etmek kadar, laikliği siyasi amaçlarına yönelik is­
tismar ederek cuntacılık yoluyla militer devlet kurmaya teşebbüs
de iç tehdit olarak algılanmalıdır. TSK yönetimi de, artık siyaseti
kendi mecrasında işletmeye engel olma çabasım gösteren siyasilere
alet olmak istememektedir.
Dış odakların darbeci damarı kullanarak ülkeyi yönetilmez hale
getirmelerine firsat verilmemelidir. Laikliği tehdit eden İrtica bir
şiddetinde bir tehlike ise demokrasiyi tehdit eden cuntacılık 1 O
şiddetinde, yakın ve sıcak bir tehlikedir. Hilmi Özkök Paşa'nın
El NEVZAT TARHAN

tabiri ile "TSK'nın görevi bazı siyasi kadroların yolunu asfalda­


mak" değildir.
Militarizmin hukuk tanımaması, kutsal metinlerde değişiklik
yapma hevesi hep var<Lr. Ancak bu heves resmi kabul görmüşse
ve Diyanet İşleri'nin görev alanına müdahale noktasında ise ciddi
sorun var demektir. Yani devlet kurumlarında ciddi bir sınır ihlali
anlamını taşımakta<Lr.
Diktatörlüğü besleyen militarizmin savunucuları asker iseler,
darbe yapmayı doğal kabul ederler; yargıç.iseler, "Devletin menfaati
hukuktan önce gelir" derler; mafya iseler, devlet a<Lna çeteler kurup
silahlı propaganda amaçlı psikolojik savaş uygularlar; patran iseler,
işyerini kışlaya çevirirler; rektör iseler, üniversiteyi tek tip insan
yetiştirme yeri olarak görürler; din adamı iseler, devlet otoritesine
karşı dini değerlerden vazgeçerler; siyasetçi iseler, başkalarının
hukukunu dikkate almadan siyaseti yönetirler.
Sonuç olarak, adil olmanın en büyük düşmanı militarizmdir,
diyebiliriz. Hatta bazıları "adalet memleketin temeli" demek yerine,
"adalet devletin temeli" demeyi tercih ederler. Böylece kendi çıkar­
larına ve kadrolarına duyarlı bir adalet algısı ortaya çıkar. Hatta
konuyu o derece çarpıtırlar ki başkalarının işlerine de karışırlar;
her şeyi bildiğini zanneden "Büyüklük Hastalığı"na yakalanmış
kişiler aslında sıradan olmaktan korktukları için böyle davranırlar,
kutsal metinleri değiştirme hakkını kendilerinde görürler.
Tek Parti iktidarına karşı çıkınakla cumhuriyete karşı çıkmayı
karıştıran, başörtüsünü inancının gereği olarak takaniada onu
siyasi simge olarak takınayı karıştıran "TSK' nın içindeki karanlık
güçler" in yeni oyununa gelmeyelim. Bu kişiler insani taleplere bile,
karşı devrim diyorlar. Peki, bu durumda ne yapmalıdJr? Öfke ile
beslenen ve eleştiriden çok rahatsız olan bu kişilere meslek sınır­
larını bildirmek gerekir. Bunun yolu da kendi mesleki sınırlarını
korumaktan geçer. Siyasi veya dini, hangi alanda olursa olsun
fark etmez.
BÖLÜM 3
SiYASi ETi K

KÜRESEL AHLAK
Küresel adalet için küresel ahlak gerekir. Küresel ahlak ve küresel
adaletin olduğu yerde de küresel barış olur. Bu barışın sağlanması
için de küresel ahiakla ilgili olarak insanların büyük çoğunluğunun
mutabık olduğu temel standartlar vardır. İnsanın doğuştan günah­
sız ve özgür olması, eşit haklara sahip olması, herkesin adaletten
pay alma hakkı, kişinin meskenine izinsiz girilmemesi, bireyin
kendisine zarar vermedikçe başkalarının özelleriyle uğraşmaması,
suçun şahsiliği, suç işledi diye bütün ailenin veya kabilenin suç­
lanmaması, kişinin düşündüğünü ifade ve inanma hakkı, ticaret
yapma ve mülkiyet hakkı, çalışanın hakkının korunması, siyaset
yapma, zalimlik yapınama ve zulüm yapana karşı çıkma hakkı,
eğitim ile ilgili özgürlüklerinin olması, haklarını koruma, şahitlik
yapma ve adil yargılanma hakkı gibi haklar küresel ahiakın sınırları
içerisine girer. Ahlaki normların ve standartların genel çerçevesini
belirleyen ve küresel ahiakın yaklaşık % 40'ını oluşturan bu mad­
deler, kimsenin itiraz ederneyeceği temel insan haklarıdır; bütün
dünyada ahlak felsefesi ve teoloji ile uğraşan kişilerin işbirliği ile
oluşturacakları maddelerdir. Her toplum da bu genel çerçeve
içersinde kendi küresel adaletini meydana getirir. Fakat kapitalist
sistemin getirdiği belli bir adalet ve ahlak anlayışı toplurnlara
dayatılırsa yahut dinler arasında ortak standartlar bulunarnazsa
bu durumun kötü sonuçlarına katlanmak gerekir. Mesela idam
m NEVZAT TARHAN

konusunda dünya mutabık değil; Avrupa'da yasak, ABD'nin bazı


eyalerlerinde değil. Batı bazı kuralların deneme yanılma metodu
ile yanlışlığını gördü ve vazgeçti. Örneğin, Norveç'te bazı konu­
larda aşırı özgürlük var fakat son zamanlarda yapılan değişiklikle
fahişelik konusundaki özgürlükler yasaklandı.

Yaratıcı, kurallarını koyarken insanları uygulama konusunda


serbest bırakmıştır. Fakat kurala uyulmadığı takdirde de toplum
acısını çeker, bedelini öder ve sonunda doğruyu bulur. Bu aşama­
lara yaratıcı karışmaz. Aynı bunun gibi anne baba da çocuğuna
güzeli, doğruyu zorla öğretirse çocuk bir müddet sonra o doğru­
ların karşısına geçer. Bu yüzden ebeveynler, çocuklara doğruyu
ve yaniışı öğretip her ikisinin de sonuçlarını, onların akıllarına ve
gönüllerine yerleştirdikleri zaman çocuklar yanlış yaptıklarında
bile sahte güzelliklere bakar, anne babasının haklılığını görür ve
kendine çeki düzen verirler. Sınırsız özgürlük, serbest seks gibi
konularda sınırsız yaşayanlar, deneme yanılma ile bu yaşantılarının
yanlış sonuçlarını gördükten sonra iyi ve körünün arasındaki farkı
görerek doğru ve güzel ahlaka yöneleceklerdir. Yalan söylemeden
yaşanabileceğini, başkasının hakkına tecavüz etmeden ticaret yapı­
labileceğini anlarlar. Bu şekilde her toplum kendi ahlak kurallarının
uygulanabilirliğini ortaya koyması gerekir. Böylece küresel ahiakın
temel standartları belirlenmiş olur.

Dünya artık tek anayasaya, tek parlamentoya, çok devlete doğ­


ru gidiyor. Birleşmiş Milleder dünya parlamentosuna dönüşme
yolunda iken tek dünya anayasası da gündeme gelmeye başladı.
Her ülkenin kendi özel anayasası, her ailenin kendi özel anayasası
oluşacak. Bu durumda dünya, adalet sisteminin temellerini atacak.
İnsanın biyopsikososyal spritüel modeli içersinde adalet sağlanabilir.
Bu alanların her birinde adalet tek başına yeterli değildir. Sadece
biyolojide adalet yetersizdir, sadece psikolojide adalet insanı bencil­
leştirir, sadece sosyolojik adalet bireyi ezer, güçlüleri yaşatır, sadece
ASIMETRIK SAVAŞ

spritüel adalette de yetenekler gelişmez ve zayıfta güçlü arasında
denge kurulamaz. İnsanın özgür iradesinin yok olmaması gerekir
ama spritüel değerlere de erdemli bir adalet anlayışına da ihtiyacı
vardır. Çünkü erdemli davranışa götüren adalet empatiyi de içinde
bulundurur. Bilindiği üzere ideal adalet, mutluluğu amaçlayan ve
erdemli davranış yönetimini belirleyen adalettir.

SiYASi AHLAK
"Seküler ahlak bize yeter, doğa yasaları ahlak için yeterlidir"
diyen materyalist bakışla "semavi öğretiler olmazsa gerçek ahlak
mümkün değildir" şeklindeki spritüel bakış kıyasıya tartışıyor.
Tartışmanın güzelliğinden siyaset de nasibini alıyor.
Siyasi alanda yaşanan tartışmalara bir örnek olarak CHP Genel
Sekreteri Önder Sav'ın telefonunun dinlenmesi olayını inceleyelim.
Sav'ın telefonunun dinlenmesinin usul ve esas yönleri vardı. Usul
yqnü izinsiz ve yasadışı telefon dinlenmesidir. Esas yönü ise vali ile
yapılan konuşmanın içeriğidir. Tartışmaları izlediğimizde muhte­
vayı örtrnek isteyenler yönteme aşırı tepki verdiler. Yapılan yanlış
eylem ayrı bir konu, eylemin ortaya çıkaniışı ayrı bir konudur.
Ancak siyasi ahlak her iki hatayı da birlikte incelerneyi gerektirirdil
Önder Sav ve vali diyalogunda, "Merkez Medya" ve gürültücü
azınlık, konuyu siyasi ranta dönüştürecek orantısız yöntem tepkisi
verdiler. Bu davranış ahlaki değildir. Diğer taraftan birisinin tele­
fonunun izinsiz dinlenmesi de ahlaki değildir. Ancak ortaya çıkan
gerçek, Önder Sav'ın telefonunu açık unucmasıydı. Bu olayda var
olan siyasi ikiyüzlülükleri irdeleyelim.
Olayda görülen birinci siyasi ikiyüzlülük:
Önder Sav, on günde etik açıdan uygun olmayan üç büyük
hata yaptı. Hacca gitmek isteyen bir seçmeni ile dalga geçti. Sonra
"kamera olduğunu bilmiyordum" dedi. Demek ki kamera olduğunu
bilse Hacca gitmenin faziletlerinden bahsedecektil
"' NEVZAT TARHAN

İkinci siyasi ikiyüzlülük:


Konunun bir espri olduğunu söyleyip dürüstçe yüzleşrnek ye­
rine, ortadan kaybolup herkesi atlatmaya çalıştı. Böylece güve­
nirliliği zarar gördü.
Üçüncü siyasi ikiyüzlülük:
Bolu Valisi ile yaptığı sohbet için "Emekli olmuş ve bizim par­
timize katılacak bir vali ile her şeyi konuşabilirim" deseydi bir şey­
ler sakladığı izlenimi uyanmayacaktı. Ama öyle demediği için gö­
revdeki bir valiyi etkileme ve ayak oyunları yapma eğiliminde olan
bir siyasetçi izlenimi uyandırdı.

Dört karanlık dürtü


insanda para kazanma, çıkarının peşinde koşma, ünlü olma,
statü kazanma gibi dürtiller vardır. Bu dürtüler insan davranışla­
rını belirleyici özellikler taşır. Ahlak da insanoğlunda var olan bu
dürtülerin yönetilmesinde gereklidir.
Max Weber, Batı'da kapitalizmin ortaya çıkışından bahsederken
anahtar kavram olarak "Protestan ahlakı"ndan bahseder. Protestan
ahlakında çok çalışmak, çok üretmek, çok kazanmak ve doğru
olmak ilkeleri vardır. Ayrıca sözü senet olan, karşısındakini al­
datmayı düşünmeyen, borcunu inkar etmeyen, yalan söylemeyen,
yapabileceği sözleri veren, iki yüzlülükten uzak duran insan tipi
Protestan ahlakının gösterdiği insan modelidir. Bu özellikler aslında
Müslüman ahlakında da vardır.

Osmanlılar son yıllarında bu ahlakı terk ettiler. Cumhuriyet


Dönemi'nden sonra ise Batı'nın bu güzel özellikleri değil de şekil
özellikleri alındı. Ancak Batı da bu ahlakı hayatın her alnında uy­
gulamadı; ticaretre bu ahlakı uygularken siyasette uygulamadılar.
Yani Makyavelci siyasi ahlak olan ikiyüzlülüğü çokça kullandılar.
ASIMETRIK SAVAŞ
IDI

Siyasette ancak üçkôğıtçılar mı tutunabilir?


Eğer bir siyasi anlayış ahlaklı olmanın gerektiğini hissetmiyar­
sa ve bir toplumda ahlaklı olmak prim yapmıyorsa her siyasetçi
üçkağıtçı olur. Eğer bir siyasi anlayış vicdanında hesap verme
duygusu hissediyorsa, ahlaklı davranış o toplumda prim yapmasa
bile buna göre hareket eder. Kısa vadede kaybetse dahi, orta ve
uzun vadede kazanır. Bilinmelidir ki ahlaki ve gayri ahlaki olmak
siyasetin kendisinde değil, kazanılma ve uygulama biçimindedir.

Artık sözlere değil, daha çok davranışlara bakıp değerlendir­


me yapan açık bir toplumla karşı karşıyayız. Gizlilikte ve baskıcı
toplumlarda önemsenmeyen ahlaklı olma anlayışı iletişim çağında
gizli kalamayacaktır. İşte muhafazakar sol ile birlikte geleneksel
sağ cenahta siyaset yapan siyasetçilerin anlamadığı ya da anla­
mak istemediği, bu gerçektir. Sonuç olarak diyebiliriz ki Sayın
Demirel' e Samsun'da bir üniversite öğrencisinin postal fırlarması
davranışının gerekçesi ile Önder Sav'ın yaşadığı itibarsızlık aynı
nedenden kaynaklanmaktadır.

Siyasilerimiz şunu unutmamalılar: Artık ortalama Türk insanı


"üç kuruşa beş köfte" yaklaşımı ile kandırılamaz. Halka daha çok
yakıniaşmak ve toplumun değerleri ile barişmak zorundasınız.
Yoksa tarihin çöp sepeti sizi bekleyecektir.

KOLEKTiF PSiKOZ MU?


Toplumsal şiddette gözle görünür bir artış yaşanıyor. Mardin,
Mazıdağı, Bilge Köy'de terör süsü verilen, namaz kılan 47 cana
uzun namlulu silahlarla yapılan canavarca katliam, genç bir kızın
annesini öldürmesi, kız arkadaşın başının kesilmesi, "Otobüste
lahmacun mu yenir?" diyen 84 yaşındaki bir insanın boğazının
kesilmesi gibi yakınlarda yaşadığımız olaylar toplumu düşündü­
rüyor. Bu tarz şiddet olaylarının toplumda artmasıyla birlikte "ne
m NEVZAT TARHAN

oluyoruz, nereye gidiyoruz, güvende değil miyiz?" gibi sorular


uzmanlarca sıkça sorulan sorular olmaya başladı.

Dünyada nasıl?
ABD'de, 2001 yılında, Çocukları Savunma Fonu'nun yönettiği,
"ABD gençliğinin bir günü" adlı raporun sonuçlarına göre bir günde
342 çocuk, şiddet suçundan; 6042 çocuk, diğer suçlardan tutukla­
nıyor; 135.000 çocuk okula silah getiriyor; 6 çocuk intihar ediyor.

Görüldüğü gibi istatistikler dünyanın iyi bir gidişatının olma­


dığını gösteriyor. Hatta "Kötü Dünya Sendromu" adı verilen bir
klinik dur�mdan söz edenler bile var. Bu sendroma göre insanlar,
ya şiddeti model alıp şiddete yöneliyorlar ya da şiddetten korkup
yalnız yaşamayı tercih ediyorlar veyahut da şiddete karşı duyar­
sıziaşıp empatik sağırlığa yöneliyorlar.

Değerler erozyonu
Nasıl toprak erozyonu çevreyi bitiriyorsa değerler erozyonu da
insanlığı yiyip bitiriyor. Bütün dünyada şiddetin baş sorumlusu
olarak tanımlanan dört karanlık duygu var: "Merhametsizlik, öfke,
düşmanlık ve nefret". Bu dört duyguyu besleyen her şey insanlığa
zarar veriyor.
Şiddeti besleyen karanlık duyguları doğuran değerler, ahlaki
akıl yürütmenin somut seviyede kalması ile ilgili. Somut değerlere
göre düşünen insan yaşadıklarının sonuçlarını düşünür. Olayları
kir zarar analizinde değerlendirir. "Bana ve aileme menfaati varsa
iyidir yoksa kötüdür" gibi ...

"Namusum için yaşanm" duygusu insanı adil olmaktan uzak­


laştıran bir diğer düşünce kalıbıdır. Bu düşünce kalıbı, sosyal yar­
gılarda "Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir" il­
kesinden uzaklaştırır. Böylece acımasız ve zalim bir "namus terö­
risti" ortaya çıkar.
ASIMETRIK SAVAŞ m

Soyut değerlerle düşünememek


Soyut değerlerle düşünmeyi başaran insan niyeti dikkate alır,
kendini başkasının yerine koyar, sosyal düzen bilinci taşır, içgü­
dülerine direnç gösterir, acıyı hafı.fietmenin yollarını bulur, mer­
hameti benimser, fedakarlığı tercih eder ve toplumun çıkarı için
çile çekmeyi kabullenir.
Görüldüğü gibi soyut değerlerdeki erozyon hem güneydoğu­
da hem de batıda yaşanan şiddetin en büyük nedeni.
Yapılan psikiyatrik değerlendirmeler, acımasız ve kana susamış
ruh durumunu bir hastalık olarak değil, "Kötülüğü tanıma ve ye­
tenekte bir gerileme" olarak gösteriyor. "Hakça olmayı" dikkate
almayan nesiller çoğaldıkça şiddet de artarak devam edecek. O
halde yıpranan insani değerleri, modernizmin kazanımlarını kay­
betmeden tekrar canlandırmaktan başka çaremiz yoktur. Çünkü
yaşananlar kolektif hastalık psikozu değil kolektif insani değer­
ler psikozudur.
BÖLÜM 4
DEMOKRASi ALGlLAMALARI

DEMOKRASiNiN GEREKLERi
20. yüzyılın ilk yarısında anarşizm, sosyalizm, faşizm gibi çe­
şitli akımlar ortaya çıkmıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısında da bir
başka değer olarak demokrasi kendini göstermiştir. Demokra­
si, toplumun çoğunluğunun rızasına dayalı olarak belli kurallar
çerçevesinde kendi kendini yönetmesi demektir. Demokrasinin
yaşayabilmesi için ise kültür gerekir. Churchill'e en iyi sistem
hangisi diye sorulduğunda, "En iyi ikinci sistem demokrasidir,
birinciyi bilmiyorum" cevabını verir. Çünkü onun da aksayan
yönleri vardır. Halkın iktidarı tam demokrasiyi karşılar fakat bu
iktidar çoğunluğun otoritesi olabilir ve çoğunluğun despotizmine
dönüşebilir. Ancak demokrasinin, çoğurıluğun azınlığı ötekileştitip
yok etmesi tarzında olmaması gerekir, çoğunluğun diktatörlüğü
tarzında da olmamalıdır.
Demokrat bir işleyiş için 3 kademenin gerçekleşmesi gere­
kir. Birinci aşama: Özgür, dürüst ve adil seçimin olması gerekir.
İkinci aşama: Seçim sonucu kendi aleyhine çıksa bile sonuca razı
olunmalıdır çünkü böyle olmazsa demokrasiden söz edilemez.
istenilen kişi seçilince demokrasi iyidir, seçilmezse kötüdür, diye
bir anlayış olmaz. Sonuca razı olmak empati anlamına da gelir.
Seçimin dürüst yapılması ve kendi çıkarına uygun olmayan seçim
sonuçlarına rıza göstermek toplumsal empatinin olduğunu gösterir.
Üçüncü aşama ise yönetimlerin halkın isteği ile el değiştirmesidir.
ASIMETRIK SAVAŞ ..

Toplumda yaşanan baş kaldırışlara karşı mücadele etmek gere­


kir. Mesela vergi vermek insanı rahatsız eden bir duygudur. Böyle
durumlarda, yapılması gereken, adli kanunların olması, vergilerin
zamanında verilmesi, yasaların uygulanmasıdır. Kötülükle müca­
dele edilmezse kötülük sığınacak yer bulacaknr. Kötülüklerin en
büyük dostu iyilerin hiçbir şey yapmamasıdır. Vücuda virüs gir­
diği zaman, hijyene dikkat edilmezse virüs beslenmiş olur, "İste­
diği gibi yaşasın, bana ne" denilmez ve mücadele edilmesi gerekir.
Aynı şekilde toplumda da yalancılık, kötülük varsa büyümeme­
si için mücadele edilir. Kötülüğe sessiz kalındığı zaman, kötülük
büyür ve o bölgeyi işgal eder. Sığınacak yer bulmuş olur.

Eleştiri Demokrasinin Gereğidir


Demokrasi kültürü, empati kültürüdür. Çünkü demokrasiler­
de eleştirilebilirlik vardır. İktidar muhalefet tarafından eleştirilir.
Eğer bir kimse ve parti eleştirilemiyorsa orada demokrasiden söz
edilemez. Çünkü eleştirinin olmadığı yerde diktatörler ortaya çıkar.
Eleştirinin olduğu yerde ise eleştirilen hatalıysa, hatasını görür ve
düzeltir fakat eleştİren hatalıysa kendisinin sınırını bilmesine sebep
olur. Haddini, sınırını bilmeyen açgözlü, doyumsuz, utanmaz ve
saygısız olur. Haddini bilmernek haritada yerini bilmernek anlamı­
na geldiği gibi gideceği yol haritasını da çizernernek anlamına gelir.

Demokrasi Çoğulculuğu ve Katalımcılığı Destekler


Demokratik kültürün en önemli özelliklerinden biri de çoğul­
culuktur. Çoğulculuk, farklı düşüncelere fırsat vermek ve saygı
gösteı;o:ıektir, değişik fikirlere inisiyatif vermektir.
Demokratik kültür aynı zamanda kacılımcıdır. Kacılımcılık,
kararların birlikte alınması anlamına gelir. Katılımın olmadığı
durumlarda insanlar tembelleşir. Bir ailede demokratik kültür
varsa katılımcılık vardır. Yapılacak her işte birlikte karar alınır.
Karara katılmak sorumluluk getirir çünkü karara katılan kimse
NEVZAT TARHAN

kararın sonucundan kendini sorumlu hisseder ve sağlıklı bir şe­


kilde verdiği kararın devam etmesini sağlar. Bir işyerinde karar
mekanizmasına insanları katmak, birlikte İstişare etmek anlarnma
gelir. Çünkü birlikte karar verildiği zaman herkes fikrini söyler.
YanLşsa sorumluluk bir kişide kalmaz, çözüme herkes katılır. So­
rumluluk duygusu ayrıca aidiyet ve salıipienmeyi de beraberinde
getirir. Bir kişinin çalıştığı şirkette kendini sadece çalışan olarak
değil, aynı zamanda o şirketin ortağı gibi görmesi katılımcılık
duygusunu oluşturur. Bu duygular da kurumsal sadakati, aileye
sadakati, sisteme sadakati oluşturur.

DEMOKRASiYE TERS ROLLER BiÇMEK


Murat Bardakçı, 1 9 1 1 'de Selanik seçimlerinde İttihat Terak­
kicilerin 20.000 seçmen taşıyarak seçimi kazanma komitacılığı
yaptıklarını HaberTürk gazetesinde anlatmıştı. Bu tarihi bilgi,
İttihat Terakki'nin bugünkü uzantılarının 1 995 seçimlerinde
çöplüklere sahte oylar koymalarını hatırlattı. Hatırlarıacağı üzere
Halkalı bölgesine ve bazı diğer seçim bölgelerine 'seçime hile ya­
pıldı' dedirtecek belgeler bırakılmıştı. Seçim sonuçları istedikleri
gibi olmazsa askeri müdahale gerekçesini böylece hazırlayarı gizli
komiteler şimdi ne yapıyorlar acaba? Bazı saha elemarıları Silivri'de
veya mercek altında, arıcak beyin takımı haLi özel toplarınlar ya­
pıyor olabilir.
Özellikle orduevlerinin bazı özel salonlarına dikJ<:ati çekmek is­
terim. Bu salonlarda emekli generallerle muvazzafgeneraller sürekli
toplarıcılar yaparlar. Yüksek sorumluluk duygusu ile yctiştirilmiş
emekli generallerin önemli bir kısmında şöyle bir psikoloji vardır:
"En büyük vararısever kendileri. Kendileri olmazsa memleket
batacak, devletin kendilerine çok büyük ihtiyacı var, yoksa siviller
adam olmaz. Bir general vatan için yapılan ve yapılmayan her
şeyden sorumludur."
ASIMETRIK SAVAŞ
ljl
Bazı gen�raller emekli olduktan sonra birden boşlukta kalıyorlar,
sivil yaşama uyum yeteneklerini geliştirememişlerse orduevlerinde
durumdan vazife çıkarıyorlar. Görevde olan, kendilerine komuta­
mm diyen kurmayiara ve generallere baskı uyguluyorlar.

Ama bu kişilerin aldıkları eğitim nedeniyle tek korktukları


şey, yasal sorumluluktur. Yüksek Askeri Şura kararlannın hukuki
denetime kapalı olması, darbeci geleneğin devam etmesine ne­
den oluyor. Muvazzaf subaylar hukuki bir korumada olduklarını
hissettikleri için emekliler görevdeki komutanlara baskı yapabi­
liyorlar. Bu sebeple Anayasanın 1 25 . maddesi olan YAŞ kararları
ile ilgili madde bile değişse darbeciler demokrasinin otoritesini
kabul etmek zorunda kalırlar.

Yargıyı son kale gibi gören askeri akıl ve sivil paşalar muhte­
melen yüksek yargıçları da etkiliyorlar. Yüksek Seçim Kurulu'nun
seçime 1 5 gün kala internet sayfasında küçük bir açıklama ile TC
Kimlik Numarası ile oy kullanma zorunluluğunu duyurması ve san­
dık görevinin kamusal alan sayılması hukukun eğilip bükülmesidir,
yani başka bir 367 vakasıdır. Sanki devlet, sandık müşahitlerine
bir maaş mı veriyor ki kıyafet dayatıyor?

Pasif agresifkişilikler vardır; açıktan engelleyemedikleri bir ko­


nuyu küserek, inadaşarak veya sessizce sabote ederek, obstrüksiyon
yaparak bozmaya çalışırlar. Annesine kızıp ders çalışmayıp öcünü
alan öğrenci gibi . . . Sonuçta en büyük zararı kendileri görür ama
egolan geçici olarak rahaclar.

Bizim toplumumuz aç kalır, işsiz kalır ama kendisini adam


yerine koymayana ve değerleri ile dalga geçene sandıkta cevap verir.
Bunun kanıtı 1950, 1965, 1 983, 2002 ve 2007 seçimleridir. Bu
nedenle paranayak elideri tatmin için bile olsa sandığa gitmek ve
seçimin dürüst geçmesini sağlamak vatandaşlık görevidir.
NEVZAT TARHAN

ideal Sistem
Eleştiriye açık olma, otoriter olmama, çoğulcu ve katılımcı
olma özelliğini taşıyan sistemler demokrasiyi kültürhaline getirmiş
demektir. Bir siyasi partide bu özellikler yoksa, lider partisini bir
tabura çevirmişse, parti içinde muhalefet bırakrnamışsa, kendini
eleştiriye kapamışsa bu parti demokrat değildir.
Demokrasi güçlülerin yönetimi değil, eşiderin ilişkisi ve yöneti­
midir. Yani kendi gücünü, özelliklerini tanıyıp başkalarının gücünü
bilip eşiderin ilişkisi halinde yaşamaktır. Demokrasilerde herkes
sistemin ucundan tutar, herkes fabrikanın bir çarkı gibi olur. Böyle
bir durumda da herkes sistemin bir parçası haline gelir. Bu şekilde
yaşayan bir demokrasi de empatiyi besler ve güçlendirir. Empatinin
olmadığı sistemlerde ise demokrasinin işlemesi çok zordur. Bölücü­
lük, etnik Narsizm ortaya çıkar. Kendi ırkından olmayanları küçük
gören, dışlayan, yok etmeye çalışan, "ya sev ya terk et" anlayışında
insanlar ortaya çıkar. Bu durum empati yoksuniuğu anlamına gelir
ki bu da karşı tarafın, toplumun ıstıraplarını, acılarını okumamak
demektir. Bu yoksunluk, toplumsal barışın en büyük düşmanıdır.
Bu sebepten dolayı demokratik kültür empatiyi ihtiva eden siyasi
bir yönetim biçimi olmalıdır. Unutulmamalıdır ki çoğunluğun iyi
bireylerden oluştuğu bir demokrasi ideal sistemdir. Ancak bazen
bu durum, demokraside suiistimal edilebilir. Çünkü yönetimin
empati ayağı zayıf olduğunda demokrasi güçlüye hizmet etmeye
başlar. Sonuç olarak, empatisiz bir demokrasi Churchill'in dediği
gibi, "en iyi ikinci sistem olan demokrasi"dir. Bir demokrasinin
birinci sistem olması için bunu içermesi gerekir. Yani iyi bireyler­
den oluşan, erdemliliğin yüceirildiği ve idealize edildiği bir sistem,
birinci sınıf yönetim sistemidir. Yönetenlerin iyi olması yetmez,
toplumun da iyi olması gerekir. Çoğunluğun iyi olması ve davranış
olarak iyi ve güzel şeyleri yapmayı amaç edinmiş olması gerekir.
Yapamayabilirler ama yapmayı tercih etmeleri ve bu yolda gayret
ASIMETRIK SAVAŞ •

göstermeleri önemlidir. İdeal insanların yönetim sistemi olan


demokrasi ancak bu şekilde uygulandığında, bireysel mutluluğu,
toplamsal barışı ve huzuru sağlayan bir sistem haline gelir.

OY VERMEKLE VETiNMEK FAZiLET


YETERSiZLiGiDiR
"Devletin yaptığı haksızlıklara karşı koymak vatandaşlık görevi­
dir" tezi, Batı'da demokrasinin gelişmesine yol açan Rönesans ve
Reform ve akabinde yaşanan Aydınlanma Dönemi'nin ideolojisi
olmuştur.
Türk devletleri, tarihin hiçbir döneminde dış güçler tarafın­
dan alenen yıkılınasa da bu güçlerin etkilerinin devletleri zayıf­
latınası ve yıkılış nedenleri üzerinde etkileri söz konusudur. An­
cak halkların kendi zayıflığı, kendi kusurları ve şahsi kıskançlık­
ları da önemli yıkılış nedenleri arasındadır. Son Türk devletimiz
olan Türkiye'miz de maalesef aynı yolda ilerlemektedir. Büyük
fedakarlıklarla kazanılmış Kurtuluş Savaşı' nı, nemelazımcılık veya
şahsi hırslar nedeniyle kaybe.tme tehlikesini yaşamakta olduğumu­
zu üzülerek hatırlatmak istiyorum.
İşte son yılların baş gündemi olan "Ergenekon" yapılanma­
sı. . . "Vatan! Vatan!" diyerek toplumu kamplara ayırıyor. Devletin
içerisinde halkına tuzak kuran gayrı nizami harpçiler milletin
sinesine kin-nefret tohumları atıyor. Halbuki Türk ırkçılığı yapan
"vatanseverler (!)" bu tutumlarıyla Kürt ırkçılığını besledikleri­
nin farkında bile değiller. Bölünme ve irtica korkusu ile hareket
edenler verdikleri orantısız tepkilerle toplumda kaygı ve gerginliği
artırmaktan kaçınmıyorlar.

Sığ aydınlanmacılık çözüm üretemez


Özgüveni olan, kuralları oturmuş bir sistem gibi davranamı­
yoruz. Örneğin; Kürtçe'nin okullarda yardımcı dil olarak okutu-
• NEVZAT TARHAN

lamaması, bu kültürel kimliğe sahip olan bazı insanlarda "dilini


koruma refleksi" uyandırıyor. Oluşan bu reflekse de "bölücülük"
yaftası vuruluyor. Bu tarz yaftalamalar pek çok olay için de söz
konusu. Yine inançlannın gereğini yerine getirmek isteyen, namaz
kılan, ilahi okuyan gençlerin tavırlan silahlı propaganda yapan
kişilerin tavrı gibi algılanıyor.
Sevr kaygısını taşıyalım! Tedbirimizi elbette alalım ama gerçekçi
gerekçesi olmayan kaygıyı da korkuya çevirmeyelim! Bütün bu
yanlışların düzelmesi için verilmesi gereken tepkileri seçimden
seçime göstermek, doğruların hakim olması için yeterli değildir.
Doğruların hakim olması için sadece oy vermekle yetinmek, ken­
di kendimize söylenmek yalnız zayıf bir istek belirtisidir. Fazilet
yetersizliğidir. Bilinçli bir vatandaşın yapması gereken şey, "sesini
yükselterek" ama şamata yaparak değil, hakkı ve haksızlığı göze­
terek , hak ve görevlerinin farkında olarak, "sözünü esirgemeyip"
verdiği oyun takipçisi olmaktır.

REKTÖRLERi KUTLARIM
Geçmişte 20 üniversitenin rektörü, anayasa değişikliğini YÖK
Başkanı gibi yorumlamadılar ve sivil itaatsizlik gösterisi olarak
üniversitelerine başörtülü kız öğrencileri almadılar. Amaçları belki
imtiyazlarının devamını sağlamak veya ulusalcılık ideolojilerini,
tehlikeli gördüklerinden korumak olabilirdi. Yine de cesur ve
inanmış duruşları saygıya değerdir. En azından inandıkları karşı­
sında gereğini yapmışlardır.
Sivil itaatsizliğin doktrin haline gelmesinin mimarı olan David
Thoreau, 1 849'daABD'de köleliği protesto amacı ile yaşadıklarını
kitap haline getirdi. ABD'de köle sorunu bundan 1 00 yıl sonra
çözülebildi.
Türkiye'de yeterli zihinsel yapılanma vardır. Ancak eylemci,
aktivist, girişimci ruha olan ihtiyaç daha çoktur. Vatandaş, vicda-
ASIMETRIK SAVAŞ ..
nını kanun yapıcıya, rektörlere, komutanlara ve siyasilere bırak­
mamalıdır. Oy vermekle yetinmek, vicdanı siyasi otoriteye teslim
etmek anlamına gelir. Oy vermeyi vatandaşlık hakkı olarak gören
herkes, buna sahip çıkmayı da aynı derecede bir hak olarak gör­
ıneli ve gerekeni yapmalıdır. Bugün ülkemizin önünde duran ve
yürekleri rahatsız eden en acil iki sorun, Güneydoğu ve başörtüsü
sorunudur. Bu iki konuda Türk devleti ve adaleti ne yazık ki iyi
işlemiyor. "Kamu vicdanı" adına hareket etmesi gereken yargımız,
"devlet vicdanı" adına hareket ediyor görüntüsü veriyor. Bu durum
da insanımızda adalete güven hissini zedeliyor.
"Adaletsizliğe boyun eğdiğim zaman kendimi çok değersiz his­
sediyorum" diyenler için bazı tavsiyelerim olacaktır.
Birincisi, üniversitelerde hoca iseniz proaktif olun! Olaylar sizi
yönlendirmesin. Vicdanınızın emri doğrultusunda olaylara müda­
hale edin. Sizin gibi düşünenlerle demokratik platformlar oluştu­
mn. Farklı düşünenleri de konuşturun, özgürce fikir tartışmaları
yapın. Üniversitede öğrenci iseniz, aynı şey sizin için de geçerlidir.
İkincisi, ticarecle uğraşan veya köyde yaşayan biri iseniz sizin
de yapacağınız şeyler vardır. Düşüncelerinizi yazıya dökün. Kahve­
de, internette bu konularla ilgili düşüncelerinizi basına, siyasilere,
devlet bürokrasisine yazarak gönderin. Korkularınızı böyle giderin.
Üçüncüsü, yaptığımız sıradan ve rutin işlere toplumsal iyi
niyeclerle yaklaşırsak yaptığımız işlere ahlaki unsur katmış oluruz.
Doğruların hakim olması için de zenginieşirken para ile insan
arasına, menfaat ile insan arasına ahlaki unsurlar koymak gerekir.
Yoksa para, oy ve tiraj arttıkça fazilet azalır. Bu durumda yaptığınız
iş ucuzlar çünkü adaletsizliğe boyun eğmek daha pahalıdır.
Yüksek yargı yetkilileri önlerine gelen davaları sığ aydınlanma­
cı gözü ile değil, devlet vicdanı duygusu ile değil, militan demok­
rasi veya tek partili cumhuriyet düşüncesi ile değil, kamu vicdanı
lll NEVZAT TARHAN

gözü ile incelemelidir. Anayasa Mahkemesi, çok partili cumhuri­


yeti karşı devrim olarak düşünen savaşçı akıl ile değil, yargı için
gerekli olan objektif akılla değerlendirmeler yapmalıdır.

CUMHURiYET VE ÖZELEŞTiRi
Bir büyük şirket düşününüz; dev ve uluslararası büyüklükte.
Ancak bu şirket belli bir süre sonra çeşitli nedenlerle geriledi ve
iyi yönetilemedi. Daha sonra şirket yönetiminin çocukları yöne­
timi devraldılar, şirketi kurtardılar ve yeniden yapılandırdılar. Bu
durumda yönetirnin devarnında üç davranış biçimi ve üç yöntem
geliştirilmiş oldu. (Sayacağım sosyopsikolojik tavırlar [attitudes]
birey, şirket ve ülke yönetimleri için geçerlidir)

Sağlıklı değişim yolu


Birincisi babalarına saygı gösterip onları onurlandırıp hem
olumlu hem olumsuz yönlerini görerek onların hatırasını 'mini­
malize' ederek ama reddetmeyerek yaşatmak. Bu seçenekte değişim
travması çözülür, düşmanlık ve suçluluk duyguları oluşmadan
cenaze defnedilir; yas yaşanır ama iç barış oluşur; vicdanlar rahat
olduğu için de evlatlarda iç huzur vardır. Baskın duygu özgüven
ve empatidir. 'Varoluş anksiyetesi' yani varoluş, doğuş ve değişim
travmasının sıkıntı ve kaygısını sağlıklı bir şekilde aştıkları için iç
barış içinde yönetilirler, birlik ve beraberliği sağlayabilirler.

Hatalı yöntem: Baba kompleksli uygulama


İkincisi, varoluşunu babasına düşmanlık üzerine oturrup onun
bütün hatıralarını silmek ve kendine yeni bir düzen kurmak için
babayı kötüleme ve karalama ile hareket etmektir.
Aile şirketleri böyle davranırsa 'baba kompleksi' içinde hareket
etmiş olurlar. Bu durumda baskın olan arka plandaki duygular kor-
ASIMETRIK SAVAŞ •

ku, açgözlülük ve bencillik yani empati yoksunluğudur. Özgüven


eksikliği olan ve kendi egosunu kutsallaştıtarak var olmaya çalışan
bu tarz kişiler, 'varoluş anksiyetesi'ni yönetip çözemedikleri için hep
huzursuzdurlar. Kendi içlerinde huzur olmadığı için yönettikleri
şirkette ve devlette iç huzur olmaz, aksine yeni ayrılıklar yaşanır.

Diğer hatalı uygulama: 'Kutsallaştırma yöntemV


Üçüncüsü babalarının hatalarma rağmen yeni kurulan şir­
kette, aynı hataları devam ertirmek babasını 'mumyalaştırarak'
kutsallaştırmak. Bu durumda yeni çözüm üretmeye engel olacak
biçimde babayı 'yeryüzü tanrısı' gibi idealize etmek varoluş ve
bireyselleşmeyi gerçekleştirememektir.
Varoluş için özgüvene sahip olamayan bağımlılık duyguları
yüksek 'paternalist' yani babacı, babayı ve arayı kutsallaştuan an­
layışlar kendi çözüm ve modernizmini oluşturamadığı için iç hu­
zur sağlayamazlar. Zamanın ruhuna uygun değişim gerçekleştire­
medikleri için kendileri ile birlikte şirketleri de zarar görür. Küre­
sel rekabette yenik düşerler.

Türkiye'de resmi ideoloji 'Paternalist'tir


Batı dünyası kendi modernizmini geliştirirken varoluş anksiye­
tesini yöneterek çağdaşlık standardarını oluşturmuştur. İngiltere,
Hollanda gibi kuzey demokrasileri, monarşiyi minimalize etmiş
fakat yok etmeyerek en sağlıklı geçişi yapmışlardır. Fransızlar, baba
kompleksi içinde çatışmalı jakoben, giyotinli değişimler yaşamış,
iç huzur için sürekli ikinci üçüncü Cumhuriyeder geliştirmeye
çalışarak modernleşme yolunda ilerlemiştir. Türkiye ise Cum­
huriyetin başında 'Baba kompleksi' ile hareket ederek Osmanlı
düşmanlığı üzerinde varoluşunu yaşatmaya çalıştı. Fakat empati
yoksuniuğu ile 'bölünme ve İrtica' gibi korkular üzerine oluşan
sistem nedeniyle iç huzuru yakalayamadı.
m NEVZAT TARHAN

1Babam bilir' tarzı yönetimi hak etmiyoruz


1 950'de Tek Parti Cumhuriyetinden sonra yaşanınası gereken
değişimi yine yaŞayamadık ve fırsatı heba ettik. Türkiye, halen
cumhuriyetin kuruluşunda geliştirdiği o tarihierin güncel ideo­
lojisini, resmi ideoloji adı altında mumyalaştırmış, kutsallaştırmış,
değişime direnerek varoluş anksiyetesini çözememiştir.
Paternalist yaklaşımlar özeleştiri yaptırmaz ve gelişmeyi engel­
ler, yazılı olmayan kuralları, inançları ve kutsalları vardır. Bu ne­
denle travmayı çözemez. Politik psikoloji çalışmaları ile tanıdığı­
mız Prof. Vamık Volkan, "Türkiye Osmanlı' nın ve Atatürk'ün ya­
sını tutmayı başaramamıştır" derken haklıdır.
T.C. Osmanlı sonrası baba kompleksi ile hareket ederek mo­
dernizmi iç barışı bozacak şekilde yönetmiştir. 1950 sonrasında ise
çok partili Cumhuriyete geçerken paternalizm yani babacılık ile
hareket ederek tek parti dönemindeki değerleri mumyalaştıtarak
ve kutsallaştırarak değişime direnmektedir.

Aydınlar çifte standartlı


Bunun nedeni toplumdan çok, güvendiğimiz aydınların çifte
standardıdır. Yöneticilerin kendi menfaatlerini ülkenin menfaa­
tinden önce tutmalarıdır.
Kurulu düzendeki çıkarları nedeniyle direnen resmi ideolojinin
yaniışiarına toplum umursamaz davranmamalıdır. Böyle davran­
dıkça haksız yöntemlerden kurtulmamız zordur. Seçimden seçime
irade beyan etmekten öte, ülkenin katılımcı ortağı gibi davranıp
yanlış düşünen yöneticilere yeter demek gerekir. 1950'lerde meto­
dolojisini aldığımız demokrasinin ideolojisini de almalıyız. Yoksa
bu haliyle resmi ideolojimiz demokratik değildir.
BÖLÜM 5
PSi KOHiSTORi

OSMANLI'NlN TOPLUMSAL YAPISI


Osmanlı kuruluşunda merkezi otoriteyi esas almış bir devlet
anlayışını benimsemekle beraber insana da değer veren, insanı
da bu merkezin odağına yerleştiren bir yaklaşıma sahiptir. Şeyh
Edebali, "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" der. Devlet insan için
vardır; insan da devlet için vardır. Batı'da tam tersidir, Batı'daki
hukuk felsefesinin bu yanlışlığı dikkat çekicidir. Her iki toplumda
evlilik konusunda da farklılıklar mevcuttur. Batı'da aile yapısına
bakıldığında uzlaşmalı ve yardımlaşmalı evlilikler değil, çatış­
malı evlilikler görülmektedir. Her iki bireyin de kendini haklı
gördüğü, ego odaklı evlilikler vardır. Bir diğer farklılık da Sosyal
Darwinizm'den kaynaklanan çatışma konusunda yaşandı; bu çatış­
ma hukuka da yarısıyarak empatiye zarar verdi. Bu zararın sonucu
da hukuki sistemde en güçlü avukata sahip olanın daha fazla veriye
ulaşmasına, karşı tarafın verilerini örtmesine ve insanları haksızlığa
uğratmasına yol açtı. Sonuç olarak da böyle durumlarda da kamu
vicdaruna uymayan kararlar ortaya çıktı.

Osmanlı'daki Ombudsmanlık Sistemi


İdeal hukuk sistemine ulaşma çabaları sürerken, eskiden Os­
manlıda var olan Ombudsmanlık yani hakemlik sistemi, Türkiye'de
tekrar kurulmaya çalışılmaktadır. İsveç de bu sistemi Osmanlı'dan
alıp kurmuştur. Mesela bir mahallede avukat gibi bilge durumunda
olan bir kimse vardır. Boşanmak için gelen bir kimseye avukat,
• NEVZAT TARHAN

önce birleşmesi için ombudsmanlık yani bir tür aile danışmanlığı


yapıp sonra o kimseyi boşanmaya sevk eder. Bu uzlaşmayı ortaya
çıkarır, bunların ihmal edilmesi ise boşanmaların artmasındaki
bir sebeptir. Bu nedenle Batı'nın medeniyet tasavvuru ego odaklı,
İslam felsefesinin medeniyet tasavvuru ise ilkeler odaklıdır. Bu
tasavvurda egonun tatmini değil, prensiplerin, doğruların gereği
yapılır. Güçlü olanın değil, hukukun dediği olur. Asırlar boyunca
gelen büyük bir birikim olan bu medeniyet tasavvurunu ve hukuk
birikimimizi bir anda yok sayarak, tarihsel egomuzu sıfırlamışız. 30
yaşına gelmiş bir kişiye geçmiş yaşantısını silerek o kişinin yeni bir
kimlik kazanmasını isternek gibi. Böyle bir şey mümkün değilse
bir topluma da geçmişini unutturmak aynı şekilde mümkün de­
ğildir. Türk halkına da bu uygulanmış, kendi kimliği aşağılanarak,
değersizleştirilerek başka bir kimliğe büründürülmeye çalışılmıştır.
Bunun resmi ideoloji olarak sunulmasıyla da medeniyerimizde
kaos yaşanmıştır. Batı medeniyetinin kimliği getirilirken hastalık­
ları da bize bulaşrnıştır. Bunlardan biri de empatinin karşıtı olan
benmerkezciliktir. Bencilliğin karşıtı ise fedakarlıktır. Bencil insan
fedakarlık yapamaz, yapsa bile kendi çıkarını düşünerek yapar.

Osmanlı, Devletin Parçalanmasına Mani Oldu


Osmanlı bütün dünyada bir medeniyet kurmuş ve İslam mede­
niyetini yaşanabilir bir hale getirmiştir. Abbasilerin ve Erneviierin
yapamadığını yapmıştır. Kendi medeniyetini ve barış hukukunu
oluşturmuştur. Ancak Osmanlı'da da zaman zaman bu zaaflar gö­
rülmüş ama bunlardan ders alınmıştır. Örneğin; Ankara Savaşı'nda
Timur'un Yıldırım Beyazıt'ı yenmesinin ardından kardeşler birbi­
riyle kavga ettiği için Osmanlı devlet olarak parçalanma tehlikesi
geçirmiştir; ayrı beylikler kurulmuştur. Fakat bu olayın neticesinde
çatışmacılığın zararları görülmüş, Amasya'da bulunan Mehmet
Çelebi hiçbir çatışmaya karışmayarak uzlaşmanın ilk tohumlarını
atmış ve Osmanlıyı tekrar toparlayarak devletin girdiği bu fetret
ASIMETRIK SAVAŞ •

döneminden devleti kurtarmıştır. Bu toparlanma sürecinde dev­


letin bütünlüğünü sağlamak için bazı girişimlerde bulunulmuştur.
Bu girişimler şöyledir: Tekrar bölünmeye engel olmak için Ttirk
ailelerle evlenme usulünden vazgeçtiler. Çünkü Türk kavimleriyle
evlendiklerinde herkes kendi grubunu oluşturuyordu ve ihtilaflar
ortaya çıkıyordu. Bu yüzden Osmanlı Hanedanlığı bu ihtilafl.ara
ve çatışmalara engel olmak için Müslüman olmuş Ukraynalılarla,
Sırplarla evlendiler. Ümmetin çatışması yerine kendi evlatlarını
feda etmeyi göze aldılar. Fatih döneminde ayrı bir baş olabilecek,
ihtilaf çıkarabilecek şehzadelerin yok edilme emri verildi. Osmanlı
ailesinin bu fedakarlığı sayesinde toplumsal ve siyasal bütünleş­
me sağlandı. "Devlet-i ebed müddet" diyerek Osmanlı, devletin
sonsuzluğunu kutsallaştırdı. Abbasiler ve Endülüsler şahıs odaklı
gittikleri için bunu başaramadılar. Tarihteki bu ve benzeri top­
lumsal olayları anlayabilmek için o günün şartları içinde düşün­
mek gerekir çünkü olayların değerlendirilmesinde konjonktürel
gelişmeler belirleyicidir.
Ama Osmanlı'da da daha sonraki yıllarda yozlaşma ve menfaat
odaklı hareketler ve kararlar alınmaya başlamıştır. Prut Savaşı'nda
yaşananlar buna bir örnektir. Osmanlı ordusu, Rus ordusunu Prut
baraklığında sıkıştırır ve orduyu orada yok etme imkanı doğar.
Tam ümitsizce telsim olacakları sırada, Katerina gelir, imza karşılığı
ordunun bütün mücevherlerini, altınlarını toplar ve yedi araba
olarak Osmanlıya hediye olarak gönderir. Bu rüşvetin cazibesine
kapılan iki paşa, sadrazaını anlaşmaya ikna eder. Aldatma olayı da
bu hediyelerden haberi olmayan sadrazarnın üzerine kalır. Burada
yaşanan, ahlaki yozlaşma başladığı için menfaatlerin ön plana
çıkmasıdır, cinsel bir aldatma değildir. Yukarıda anlatılan örnek­
lerden de anlaşılacağı üzere, Osmanlının yıkılmasının psikolojik
dinamikleri vardır. Yani kişisel öncelikler, toplumsal öncelikierin
önüne geçmeye başlayınca yıkılına da başlamıştır
• NEVZAT TARHAN

ı 00 yıl önce Osmanlı sosyopsikolojk ve politik bir kaos ya­


şıyordu. Rejim krizi vardı. Fransız İhtilali'nin rüzgarları devleti
silkeliyordu. Bu rüzgarlar müsavat, uhuvvet, adalet ve hürriyet
idi. Osmanlı'yı silkeleyen bu aktörler altı başlıkta toplanabilir:
Bu aktörlerin birincisi yıpranmış siyasi otorite olan sultan­
lıktı, kurulu düzeni ayakta tutmaya çalışıyordu. İkincisi ulema
ve Şeyhülislamlıktı. Kurulu düzenden yana idi. Üçüncü aktör
askeriye yenilikçi zorlamanın etkisindeydi. Dördüncüsü ahrarlar,
yani bugünkü liberaller, cazip fikirleri ve iddialı çıkışları olan
her kesimde taraftarı olan yenilikçi bir gruptu. Beşincisi Volkan
Gazetesinin öncülüğünü yaptığı radikal dini gruplardı. Altıncısı
ortada gözükmeyen ama "tavşana kaç, tazıya tut" diyen İngiliz,
Fransız İstihbaratı ve Mason kulüpleriydi.
Terazideki altılı denge Il. Meşrutiyetin ilanı ile daha da belir­
ginleşti. O günlerde zeminin sarsılması; milliyetçiliğin yükselmesi
ve dini değerlerin zayıflaması yönünde gidiyordu. İttihatçı askerler,
Jön Türkler ve mektepli genç kuşak bu rüzgara inanınıştı ve bunu
savunuyordu. Altılı denge bütün hassasiyeti ile devam ederken
Prens Sabahattin'in fikir babası olduğu liberaller padişahı protesto
etmeye başladılar. 3 1 Mart öncesi yapılan bu protesto halk arasında
ve taburlarda tepki çekti. Din ve dini değerler halkı ayaklandırmak
için önemli bir motivasyon olduğundan bu ayaklanmalarda da
'Şeriat elden gidiyor' sloganları kullanıldı. İttihatçılar Selanik'ten
hareketle Bab-ı Ali'ye müdahale ettiler; meşhur Hareket Ordusu
ile kontrol, ittihatçıların eline geçti.
Bugün, altı aktörün hepsi devrede fakat güçler ve eğilimler
farklı . . . Milliyetçilik eğilimi dünyada azalma, dini değerler meye­
lanı yükselme gösteriyor. Yani ı 908'lerin tersi bir sosyal trend var.
Sosyopsikolojik eğilimde gelişmeyi tersine çevirme girişimi, 28
Şubat ve 27 Nisan'da da yaşandı fakat toplumsal karşılık bulamadı.
ASIMETRIK SAVAŞ

22 Temmuz'da halk tepkisini gösterdi; bu tepki dünyadaki genel
gidişe uygun bir tepki idi.

Bugün "zeitgeist" denilen zamanın ruhunu temsil eden özgür­


lükçü, katılımcı, çoğulcu demokrasiyi sadece liberaller savunmuyor,
dindarlar da savunuyor. Bu ruh bahar mevsimi gibidir; buzlar ve
karlar erir, çiçekler açar.

Bugün, zamanın ruhu çoğulcu demokrasi yönünde; kurulu


düzeni devam ettirmek isteyen tek partili sistemin savunduğu
cumhuriyet değerleri tekrar dirilmeyecektir. Tıpkı 1 989'da Sov­
yetler Birliği'nde Perestroyka ve Glasnost (Yeniden yapılanma ve
açıklık) rüzgariarına Kızıl Ordu'nun dayanamadığı gibi.

Toplumun onay vermediği için başarı ile sonuçlarramayan


olaylardan biri de SSCB'de Gorbaçov'a darbe plarılayan en yakın
arkadaşı Yanayov ve Kızıl Ordu'nun girişimlerinin sonuçsuz kal­
ması; onların darbe girişimi yavaş değişimi planlayan Gorbaçov'u
zor durumda bıraktı ve Sovyetlerin bölünmesiyle sonuçlandı.

Bir toplumda toplumsal refleksler, yerleşmiş demokrasi kültürü


ve kanaat önderleri kaosu önler. Tıpkı Anayasa Mahkemesi'nin
kararlarında olduğu gibi. Anayasa mahkemesi hukuki değil siya­
si gerekçelerle hareket etse bile sözünü ettiğimiz bu dinamikler
kargaşayı önleyecektir. Bu dinamiklerin başarılı olmasının altında
yatan bazı nedenler vardır:

Bu nedenlerden biri, toplumun provokasyonun farkında olu­


şudur. Bu bilinç, artık halkın pek çok kesiminde oluşmuştur.

İkincisi, Anayasa Mahkemesi' nin kapatma davası ile ilgili kararı


ve yargı darbesi yapanlan toplumun onaylamıyor olmasıdır ki bu,
Avrupa'da da onayianmayan bir durumdur. Ancak bu gibi karar­
ların dağuracağı sonuçlardan bir kısım kargaşa ortamı yaratmak
isteyerıler ümitleniyor. Toplumun çoğunluğu askeri darbeye karşı
nefret derecesinde tepki beslerken darbe mümkün değildir. Büyük
• NEVZAT TARHAN

organizasyonlarla düzenlenen cumhuriyet mitingleri de bu yüzden


sonuç vermemiştir.
Üçüncüsü, iktidarın meşrutiyet döneminde olduğu gibi, istib­
dat yanlısı olmamasıdır.
Dördüncüsü ise bugün, toplumun kanaat önderlerinin Batı
tipi laikliğe ve demokrasiye inanmış durumda olmalarıdır. Meş­
rutiyet döneminde ise durum farklı idi. Ama bu durumun bazı
istisnaları vardı. O dönemde sadece Mehmet Akif ve Said Nur­
si "Meşrutiyet-i Meşru'a"yı, diğer ilimler ise din adına istibda­
dı savunuluyorlardı. Bugün artık din uleması anlamlı şekilde öz­
gürlük, çoğulculuk, katılımcılık paralelindeki fikirlerden yanadır.
Bir diğer farklılık ise liderlerin daha dikkatli olmasıdır. Siya­
si iktidar özgürlükçü, askeriye silah ve siyaset ayrımının farkında,
din adamları demokrasiyi savunuyorlar. Geriye ulusalcılar kalıyor.
Onların da ipliğini Ergenekon pazara çıkardı.
Yaratılmak istenen karışıklık ortamı oluşmayacaktır. Olması
gereken cumhuriyetin ayak seslerini duyuyoruz. Kimse bulanık
suda balık aviarnaya kalkmasın!
BÖLÜM 6
OLGU-ALGI FARKLILI KLARI VE
SiYASETTE ÖNYARGILAR

SOSYAL ŞiZOFRENiYE GÖTÜREN ÖNYARGILAR


Haziran 2007'de okulun bir köşesinde namaz kılan lise öğ­
rencilerine bir kısım basın organları medyatik linç uygulamaya
başladılar. Toplumsal ruh sağlığı açısından ciddi ve sarsıcı sonuçlar
doğuracak gelişmeleri farklı açıdan analiz etmek istiyorum.
Türkiye'nin bir kısmıyla bir kısmıyla kavgalı yapmaya çalışı­
yorlar. Bu bir kısım, ibadetini yapmaya çalışan, aynı zamanda da
eğitim almaya çalışan gençler ve insanlar. Bu insanları düşman
kategorisine koymak sağlıksız bir düşünce sistemidir. Toplumun
kendi kendini yok etmesine götürür. Sosyal şizofreni dedikleri
bu durumdur.
Soğuk Savaş döneminden sonra dünya yeni düşmanını belirle­
mişti: Kökten dincilik. Ancak kökten dincilik tanımlanarnadı. Bu
kavram karmaşasını günlük yaşamamızcia sık sık görmeye başladık.
APA (Amerika Psikiyatri Birliği)'nin yıllık toplantılarından biri
1 9-25 Mayıs 2007 tarihleri arasında San Diego'da gerçekleşmişti.
WPA (Dünya Psikiyatri Birliği)'nin bilimsel komiteleri de bu sırada
toplantılarını yapmıştı. Komitelerden biri de "Din, Sipritüalite
ve Psikiyatri" komitesiydi. Komitede ilginç bir tartışma yaşandı.
İsrail kökenli olduğunu tahmin ettiğim konuşmacı İslam dininin,
terörü ve şiddeti desteklediğini belirtti ve İran örneğini verdi.
Faslı konuşmacı, Profesör Moussaou; "Kur'an'ın İran ve Suudi
.. NEVZAT TARHAN

Arabistan yorumu ile Türkiye ve Fas (Morocco) yorumu aynı değil.


Türkiye'de ve Fas'ta sex shoplar var, halkın toleransı yüksek; ama
İran'da bu toleransı göremezsiniz." dedi ve bana düşüncemi sordu.
Ben de aynı düşüncede olduğumu söyledim. Gerçekten de tarih­
sel seyre bir baktığımızda, Mevlana Anadolu'dan çıkmıştır. Her
dine kucak açmıştır. Osmanlı hoşgörüsü hep meşhur olmuştur.
Yahudiler İspanya'da Katoliklerce katiedilirken Osmanlılarca kabul
etmiştir. Yavuz Sultan Selim'in dini azınlıklara aşırı tedbirler alma­
sını şeyhülislam engellemiştir. Osmanlı şeyhülislamlarının doğru
yorumu Osmanlı'nın uzun ömürlü oluşunda büyük rol almıştır.
Eğer Osmanlı sultanları Timur, Cengiz cengaverliği ile devam
etseydi, çok kültürlü, çok dinli imparatorluk olabilir miydik?
Osmanlı böyle yaşarken Türklüğü hiç unutturmamış ve gönüllü
Türkleşme hareketine neden olmuştur. Avrupa toplumu Türkler
derken Müslümanları kastetmişlerdir asırlarca.

Bunun adı sosyal şizofreni


Japonlar Çin'i istila ettikleri kısa sürede, Amerikalılar Vietnam'da
bulundukları kısa sürede arkalarında hep nefret bıraktılar; ama
Osmanlı coğrafyasında hatta Filistin'de Osmanlı ve Türk mu­
habbetinin İslam'ın bu yorumu ile ilgili olduğunu görmek gere­
kir. Türkiye'de soğuk savaştan sonra ve 28 Şubat sürecinde din
odaklı şiddet eylemleri hep beklendi. Silahlı Kuvvetler'den dini
duyguları nedeniyle uzaklaştırılan insanlar, silahlı eğitim aldıkları
halde hiçbir şiddet eylemine karışmadılar. Türkiye'de EMASYA
programı dahilinde hep irticai kalkışma adı altında ayaklanma
beklendi. Ama hiçbir dini motivasyon böyle bir kalkışmaya fırsat
vermedi. Anadolu'da asırlardır var olan İslam dininin ılımlı yo­
rumunu görmek ve Bin Ladin İslam' ı, Humeyni İslam' ı ile Ana­
dolu Türkü'nün İslam'ını ayırt etmek gerekir. Mustafa Kemal'in
Anadolu'dan çıkması tesadüfdeğildir. Eğer Atatürk, Suudi ve İran
coğrafyasında yapmak istediklerini gerçekleştirmek isteseydi bu
ASIMETRIK SAVAŞ m

mümkün olamazdı. Bu onun dehası kadar, Anadolu insanının dini


yorumunun ne kadar evrensel olduğunu da gösteriyor.
Türkiye'de yaşayıp İran gibi düşünen radikal gruplar yok mu­
dur? Tabii ki vardır. Ama çok azınlıktadır. Şimdi yapılan hata şudur:
Evrensel dini tezahürleri İrticanın belirtisi gibi algılamak... Liseli bir
gencin ibadet etme özgürlüğü yok mu? Böyle bir talebi uyuşturucu
ve şiddet salgınlarının yaygın olduğu bir ortamda desteklemek
gerekirken, köseeklemek bütün dünyanın gidişine zıttır. Dünya
Psikiyatri Federasyonu, dini ilginin desteklenmesinin koruyucu
ruh sağlığı etkisi olduğunu kabul etmiştir. Bununla ilgili aktiviteleri
teşvik ederken, Türkiye'nin bu konuda korkularının esiri olması
gerçekçi değildir. Çağdaşlaşmaya aykırıdır. Türkiye, gerçekten
sosyal psikoloji laboratuvarı gibi pek çok zengin bulguya sahiptir.
Duygusal ve sosyal beyin araştırmalarında şu vardır. Bazı insanlar
beyninin bir bölgesini algılayamazlar. ihmal sendromu yaşarlar.
Gece yararken vücudun bir tarafını yabancı kabul ettikleri için
yataklarında birisi var zannederler. Vücutlarının bir kısmını öteki­
leştirrnişlerdir. İnsan küçük bir toplum, toplum da küçük bir insan
olduğuna göre aynı mantığı topluma da yansıtabiliriz. Toplumu
yöneten bir kısım insanlar, toplumun bir kısmını yabancı ve öteki
olarak algılamışlardır. Öteki bir şeyler yapmaya çalıştığında kendi
organlarına zarar vermeye başlarlar. Şimdi Türkiye'yi yönetenler
toplumun bir kısmını düşman olarak algılıyorlar. Kendilerine
yabancılaştırıyorlar. Tıpkı 'ihmal sendromu' gibi kendi kendilerine
zarar vermeye yani Türkiye' nin bir kısmını bir kısmıyla kavgalı
yapmaya çalışıyorlar. Bu bir kısım, ibadetini yapmaya çalışan, aynı
zamanda da eğitim almaya çalışan gençler ve insanlar. Bu insan­
ları düşman kategorisine koymak sağlıksız bir düşünce sistemidir.
Toplumun kendi kendini yok etmesine götürür. Sosyal şizofreni
dedikleri herhalde bu durumdur.
Çözüm; tepki ihmal sendromunda olduğu gibi vücudun bir
kısmını diğer büyük kısmına yeniden öğretmek. Bunun yolu da
.. NEVZAT TARHAN

diyalog, sabır ve akılla yapılan açık iletişim çözümleridir. Öfke ve


restleşme kendi uzvumuza zarar vermektedir. Önyargılanmız doğru
algılamalarımızın önündeki en büyük engeldir. Dostu ile düşma­
nını karıştıran yönetimler uzun vadeli olarak ayakta kalamazlar.
Aşılması gereken en büyük önyargı da "Türkiye İran gibi ola­
cak" önyargısıdır. Türkiye'nin Anadolu Türklerinin asırlardır kül­
tür haline getirdiği İslam yorumu bunun Türkiye'de mümkün ol­
madığını gösteriyor. İkinci önyargı; "Siyasi iktidar sözde cumhu­
riyetçidir." Niyeti anlamanın en iyi yolu davranışları gözlemle­
mektir. 4-5 yıllık sürede Türkiye'yi Batı'ya en hızlı yaklaştıran bir
idareye samirniyetsiz demek önyargıdır. Üçüncü önyargı; "Hep
eşi başörtülüler bürokraside yükseliyor." Önyargının yanlışlığı­
na işareti şu olmalı, hükümet liyakate mi bakıyor, ideolojiye mi?

Korku üzerine siyaset


Liyakati daha yüksek biri varken dindar birini o makama ge­
tiriyorsa eleştirilebilir. Dördüncü önyargı; "Dini tezahürler irticai
faaliyettir." Bu sosyal yargı ile hareket edersek Sırpların Bosna'da
camileri öncelikle yok etmeye çalıştıkları gibi önce Türkiye'de
camileri yok etmemiz gerekir. Beşinci önyargı; "Yüce dinimiz
istismar ediliyor." Eğer birileri bir şeyi istismar ediyorsa o şeyi
istismar etmeden kullanan insanların önünü açarak kötü örnekleri
azaltalım. Bu ülkede din istismarı kadar laiklik ve cumhuriyetçilik
istismarı gördük. Hatta son aylarda TSK bile istismar ediliyor.
Siyasi bir parti kendi çıkarı için TSK'yı sopa gibi kullanıp yar­
gıyı etkilerneye çalışıyor. Bu istismar değil mi? Altıncı önyargı;
"Gerekirse darbe yapılır." Önce sözlü sonra yazılı uyarılar, sonuç
alınmazsa darbe yapılır. TSK'nın re'sen böyle bir yetkisi var mı?
TBMM açıkken silahlı bir gücün bunu düşünmesi çağdaş ve ev­
rensel bir düşünce değildir. Yedinci önyargı; "Laik kesimin tabanı
yoktur." Cumhuriyet mitingleri, bunun bir önyargı olduğunu ve
toplumsal muhalefette ciddi bir tabanı olduğunu gösterdi. Artık
ASIMETRIK SAVAŞ ..

herkes millet üzerinde hesabını ona göre yapsın. Artık darbeye


gerek yoktur kanaatİ samimi kişilerde uyanmaya başladı. Özellikle
dış dünya bu manzara karşısında Türkiye'deki demokratikleşmeye
daha fazla güvenıneye başladı.

Sekizinci önyargı da; "Benim yaşam tarzım ayıplanıyor, ben de


onlara meydan okumalıyım" diyerek yok etmeye götüren bir önyar­
gıdır. Bu önyargı, çatışmayı artırıyor ve sonuç da vermiyor. Örrülü
bir kişi veya dekolte bir kişi, diğer insanlar arasında ayıplanıyor
duygusunu yaşıyorsa, bu onun iç sorunudur. Ortalama bir dindar
ortalama bir laik kişi, karşı giyimli bir kişiyi Türkiye'de ayıplamaz.
Bu kaygı yersizdir. Türkiye'de şu anda kendi tezi olmayanlar korku
ve düşmanlık duygularını harekete geçirecek politika üretmeye
çalışıyorlar. Böyle siyaset yapanlar kısa vadeli sonuç alabilirler;
ama orta ve uzun vadede bu silah hep geri tepmiştir. Türkiye'de
dindarlar liberalleşirken laikterin de liberalleşmesi gerekir. Ma­
mafih Cumhuriyet mitingleri yaşam biçimi dayatmalarma karşı
Türkiye'de karşılıklı birbirini tanıma ve anlama süreçlerine katkı
sağlamıştır. Siyasete dini karışurmayalım ama dindar insanlara
da istedikleri gibi yaşama ve çocuklarını eğitme hakkı verelim.
Demokratik akıl böyle diyor. Sorunlara askeri akılla yaklaşanların
kulakları çınlasın.

ORDUMUZUN GERÇEK RUHU HANGiSi?


Yüzbaşı Çetin Ünsal, Şırnak'ta mayına basarak şehit olmuştu.
Şehit yüzbaşımız mayına bastığım anladığı zaman, ayağını çekti­
ğinde padayacağını bildiği için askerleri yanından uzaklaştırmış,
yani müthiş bir fedakarlık ve diğergamlık göstermişti. Bu şehadette
Çanakkale ruhunu müşahede etmiştik.
Diğer taraftan beş muvazzaf deniz subayı Poyrazköy'de askeri
arazinin birişiğinde gömülmüş 22 antitank silahı yani Özel Kuv-
lll NEVZAT TARHAN

vetler mühimmatı grubundan raketatar silahları ile ilgili olarak


tutuklanmıştı. Daha pek çok suikast silahı daha vardı. Çoğu pat­
lamaya hazır durumda, yani dış düşman için değil, iç düşman
için yerleştirilmiş korkunç bir cephanelik . . . Üç bin derece ısı ile
hedefi delen bir silah . . . İstanbul'da denizcilerin iç düşmanı kim
olabilirdi? Hafızamızı yoklayalım . . . Batı Çalışma Grubu Gölcük
Donanma Komutanlığı'nda faaliyederine emir komuta zinciri
dışında başlamıştı.
1 999 Marmara depremi olduğunda depremin merkez üssü ola­
rak, Ahmet Mete Işıkara Hocamızın, ayağı ile o tarihlerde, Gölcük
Orduevi'nin olduğu yeri gösterdiğini herkes hatırlar. Depremde
Donanma Komutanlığı bütün Gölcük gibi büyük zarar görmüştü
ve bu nedenle de Türkiye'de yardımların ilk ve en çok yapıldığı
yer Gölcük olmuştu

irticai kalkışma paronoyası


Çadırlar ve yiyecekler Gölcük'e geldiğinde, deniz subayları­
mızın yardımları hep kendilerine aldıklarını, o günü yaşayanlar
anlatıyorlar. Halkın, bu bencil ve adaletsiz paylaşım karşısında
parmaklıkların ardından askeri bölgeyi mağdur bir şekilde, şaş­
kınlık ve üzüntü içerisinde seyrettiklerini de o günü yaşayanlar
iyi hatırlarlar.
İrtica yaygarası ile yapılan manipülasyonu unutmak mümkün
değil. Aynı kişiler halka böyle davranmışlardı. Bugün ortaya çıkan
Ergenekon prototipi de aynı prototiptir. Halkı ötekileştiren ve
değersizleştiren irticai kalkışma paranayası ile yeraltı cephanelikleri
oluşturan Ergenekon ruhunun bencil bir örneğini o tarihlerde
müşahede etmiştik.

Hangi ruh bu milletin gerçek ruhu?


Şırnak'ta askerini kendi nefsine tercih eden piyade yüzbaşının
temsil ettiği fedakar Çanakkale ruhu mu? Yoksa toplumun bir
ASIMETRIK SAVAŞ

kısmını Hitler'in 'Kitlesel iç düşman' tanımı ile tehdit olarak gören
müstebit Ergenekon ruhu mu?
Kur'an kurslarını, kutlu doğum törenlerini, ilahi söyleyen kız
çocuklarını ve İmam Hatip okullarını düşman olarak gören marazi
zihniyet hangi ruhu temsil ediyor? Dini duyarlılığı olan subayı,
öğretmeni, doktoru iç tehdit olarak tanımlayan, cami yapma
derneklerini bile yasaklayan bu zihniyet, kendisini yer altı cep­
hanelikleri ile deşifre etti. Bu zihniyet, görevini yapan . yasalara
uygun çalışan bir gazeteciyi iç düşman gibi görüp eksi on derecede
helikopterden indirip dağda bırakabilmişti.

Gandhi-Ergenekon ilişkisi
Ergenekon ruhu, doğası gereği merhametsizdir, güçlü oldu­
ğu zaman insafsız ve zalimdir. Fakat aynı zamanda da korkaktır.
Gücünü toplum üzerinde oluşturduğu korkudan alır. Toplumun
korkusu kalkarsa zorbaların gücü de gider.
Gandhi İngilizlerin zorba yasalarına karşı korkmadığını gös­
tererek sivil itaatsizliği hayata geçirmişti. O tarihte, Hindistan'da
Hindularla Müslümanların arasında evlenmeyi yasaklayan saçma
bir yasa vardı. Bu yasanın amacı aslında Hindularla Müslümanla­
rın bloklaşmasını sağlamaktı ve toplumda karşılığı yoktu. İngiliz
siyaseti kontrollü gerilim stratejisi ile iki etnik grubu çatıştırıp
Hindistan'ı yönetmek istiyordu.
Gandhi oyunu bozdu. Güç odakları ile hiçbir pazarlığa gir­
medi. "Sayısal çoğunluk önemli değildir, yanında Tanrı olan kişi
zaten çoğunluk demektir" diyerek acı ve ızdırabın temizliği ve
saflığı ile insanlarda cesaret uyandırdı. İngilizlerin zalim ruhunu
Hindistan'da öldürdü.

Başörtüsü kamusal alana giremez görüşünde


neden ısrar ediliyor?
Bugüne dönersek geçmişte hep darbeleri onayiayan ana muha­
lefet partisi bile 27 Mayıs ve 1 2 Eylül askeri darbeleri yanlış oldu
.. NEVZAT TARHAN

diyebiliyorsa ortalama Türk insanı artık darbecilerden korkma­


dığını söyleyebilmeli.
Hindistan'da İngilizlerin fıtne siyasetini işleten Hindu­
Müslüman evliliğini yasaklayan yasanın benzeri, bizde yazılı ol­
madan vardır. Bu uygulama "Başörtüsü kamusal alana giremez"
zorbalığıdır. Bu zorbalık sayesinde laik-anti laik bloklaşması sür­
dürülmek isteniyor. Başörtüsü yasağı, Ergenekoncuların kontrolü
ellerinde tutmak için devam eteirdikleri ve ısrarla direndikleri bir
yasaktır. Pek çok basın mensubumuz ve siyasetçimiz de maalesef
bu oyuna geliyor.
Bugün artık bir 1V kanalı veya işyeri, liyakati olduğu halde
başörtülü bir kişiyi çalıştırmıyorsa ona ayrımcılık yapıyordur. Ya
korkaktır yahut gizli gündemi vardır.
Darbeciliği devam eteirmek isteyen İngiliz fıtne siyasetini ör­
nek almış politikalar, İttihat Terakki çizgisi olan Ergenekon ru­
hunun devamıdır.
Hindu-Müslüman bloklaşmasını Gandhi'nin azim ve karar­
lılığı bozm uştu.
Ergenekon ruhunu taşıyanlar her şeyi ellerine yüzlerine bulaş­
tırmışken toplumun bir kesimini iç düşman ilan edene bir Hin­
du kadar 'Hadi oradan sende' eliyemezsek Çanakkale ruhunu ya­
şatamayız.
Gücünü zorbalıktan alanlar, kendilerinden korkulmadığını
anladıkları zaman güçlerini de kaybetmiş olurlar. Şırnak'ta şehit
olan yüzbaşımızın ruhu böyle şad olur. Ordumuzun gerçek ruhu
Çanakkale ruhudur, Ergenekon ruhu değildir.

'Kaldırın şu irtica takvimini'


İnsanda diğer canlılarda olmayan bir göz vardır; bunun adı
akıl gözüdür.
ASIMETRIK SAVAŞ •

Dinini daha özgür yaşamak isteyenlerle dini hassasiyeti olmayan


bir kısım insanlar arasındaki tartışma öyle bir noktaya geldi ki,
uzaylılar veya oyun kurucular sanki bize bakıp gülüyorlar.
Atalarımız olay dilini okuyan akıl gözüne, "basiret" der!ermiş.
Yıl ı 986, yer Erzincan Askeri Hastanesi, denetleyen 3. Ordu
Komutanı Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu.
Sayın Yirmibeşoğlu hastaneyi denetlerken sıra Diş Kliniği'ne
geliyor, buranın duvarında bir devlet kurumu olan Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın takvimini görüyor. Bu durumda tepkisi, "Kaldırın
şu irtica takvimini" şeklinde oluyor.
Özel Harp Dairesi kökenli bir generalin ve Genelkurmay
Başkanlığı'na birinci sıra aday olan bir komutanın bunu söyle­
mesi gerçekten ilginçti.
O tarihlerde henüz başörtüsüne "siyasal anlam" yüklenmemişti.
Sosyolojik süreçlerde gelişme sürüyordu. Aynı tarihlerdeCum­
hurbaşkanı Kenan Evren, irticacı olmadığını 1V de eli titreyerek
savunuyordu. Bu da bir başka ilginçlikti

Anadolu'nun yanık gençleri


O günlerde Anadolu'nun yanık gençlerinin etikedenerek ve
fişlenerek devletten tasfiye edilme süreci başlıyordu.
Milli Güvenlik Strateji Konseptini sanki gizli eller veya komite­
ler değiştirmiş gibiydi. Devletin tehdit önceliklerinin resmi olarak
değişmesi ancak ı 997'de oluyordu. Çünkü Soğuk Savaş sonrası
ı993'de NATO, kendisine karşı gelme gücüne ve kapasitesine
İslam Medeniyetinin sahip olduğuna karar veriyordu. Adı geçen
toplantılarda Orgeneral Karadayı da bu fikirlere katılıyordu.
Bugüne geldiğimizde büyük milletimiz kurulan büyük oyurıları
bozdu. 27 Nisan'da hükümetin şapkasını alıp gideceği üzerine
hesap yapanlar dökülmeye devam ediyor. Bunun örneklerinden
biri şöyledir:
- NEVZAT TARHAN

Sosyolog Nur Vergin'in bilimsel görüşlerine çarpıtarak cevap


verenlere dikkat etmek gerekir. Bunlar ya kullanılıyorlar ya da oyu­
nun aktörleridirler. Bu olayda Vergin'i ciddi bir şekilde korkuttu­
lar, artık aynı paralelde konuşacağını sanmıyorum.

Dişi dökülmüş aslanlar


Fenerbahçe Orduevi'nde Hasan Mutlucan türkülerini dinle­
yenler hiç bitmez. Artık aslanların dişi döküldü.
Korkmayın Sayın Vergin. Seneca ne güzel söylüyor: "Yaşadığı
toplumun yararına bir fikir üreten bunu söylemezse ya bencil ya
korkak ya da tembeldir."
Siz üçü de değilsiniz. Toplumsal irade ve basireti okumak si­
zin işiniz. Sessiz çoğunluk sizi alkışlıyor.

Hadi oradan sen de


Bugün 'kaldırın şu irtica takvimini' diyenlere toplum, "Hadi
oradan sen de" diyor
Siyasi irade hata yapmamalıdır. Siyasette sorunlar en güçlü
zamanlarda çözülür. Bugün siyasi iradenin en güçlü zamanıdır.
Hem halkın desteği var hem de konjonktür rüzgarları bu irade­
nin arkasında iken adım atmamak tarihi hata olur. Ancak bütün
bunlara rağmen hatalar yapılıyor.
Bu hatalardan biri, Sayın Cumhurbaşkanı'nın YAŞ ve YÖK
konusundaki belirsiz duruşu. Bu duruş çok tehlikeli;. bir çok fırsat
kaçabilir. Cumhurbaşkanımız hem Nur Vergin'i hem Fazıl Say'ı
kabul etmelidir.
Bu hatalardan bir diğeri de başörtüsü konusunda. Üniversiteler­
de başörtüsü özgürlüğü için anayasa değişikliğine değil, tanımlama
netliğine ihtiyaç var. Yargı yorumunda öne sürülen rejim karşıtı
örtü; olsa olsa tek parça, ağzı ve burnu kapatan örtünme olabilir.
YÖK başkanının bir genelgesi bile bu sorunu bitirir.
ASIMETRIK SAVAŞ 111

Bir başka hata da Cumhurbaşkanı'nın eşinin elini sıkmamak


için köşe kapmaca oynayanların durumu. Bu kişiler acaba düştük­
leri bu komik ve ironik durumun farkındalar mı? Anadolu kadını
sosyal alanda var olmaya çalışıyor, yapılması gerekenleri elinden
geldiğince yapmaya çalışıyor. Cumhurbaşkanı'nın eşi de takvaya
uymamasına rağmen elini uzatıyor ve siz reddediyorsunuz.

Türkiye'yi Pakistanlaştırmayalım
YÖK Başkanı, ipinin çekileceğinden korkuyarsa istifa etmelidir.
Üniversiteyi özgürlüklerin kalesi yapamayan kişi o makama layık
değildir.
Ankara'da demokrasinin bayrağını dalgalandırmak gibi bir he­
defi olanlar ürkekliği değil, Mustafa Kemal cesaretini örnek alma­
lıdırlar. Öyle ki hedefleri için bedeli ne olursa olsun, riske girme­
yi başaranlar tarihte şerefle anılırlar.
Baskıcı yönetimlerin Türkiye'yi Pakistanlaştıracağını, komu­
tanlar çok iyi görüyorlar.Bugün dinini yaşamak isteyenlere baskı
ve sosyolojik süreçlere siyasi anlarnlar yüklenmeye devam eder­
se bilimsel davranılmamış olur. Hani rehberimiz akıl ve bilim idi.
Geleceği tahmin etmek için akıl gözü yeter, Türkiye'yi Pakis­
tanlaştırmayalım.

YAŞAM ALANI KAYGlSI


Ablaların çok olduğu ailelerde, küçük erkek çocuklar, şehzade
gibi büyütülürler; bir dedikleri iki edilmez çünkü iki üç kişilik sevgi
ve ilgi ile beslenirler. Tabii bu ilginin olumlu sonuçlan olabileceği
gibi olumsuz sonuçlan da olabilir.
Örneğin bir buçuk yaşında çocuğu olan bir ailenin, gecenin bir
yarısı, pastanenin önünden geçerken sırfçocuklarının pastanenin
vitrinincieki bir pasraya gözünün ilişmesinden dolayı, kapanmış
olan pastaneyi açtırarak çocuğa istediğini almaları nasıl değer-
• NEVZAT TARHAN

lendirilmelidir? İmtiyazlı, özel oldukları hissetticilerek büyütüten


bu çocuklar; hep almaya alışırlar, vermek istemezler, paylaşmayı
sevmezler, sofrada büyük lokma hep onlarındır, önce onların
karnı doyurulur . . . Böyle yetiştirilen çocukların büyüyünce nasıl
olacaklarını siz düşünün.

Tüketen gençlik
Yukarıda anlatıldığı gibi yetiştirilen çocukların egoları öyle
şişirilmiştir ki aileleri için sorumluluk almayı istemezler. Özellikle
ergenlik dönemlerinin başlamasıyla birlikte aileye düşman kesilirler.
İstekieri her geçen gün büyür; bunları aile karşılayamadığında da
isyan ederler. Haklarının verilmediğini, zevklerinin engellendi­
ğini söyleyerek kendilerine ayrı ev tutmak isterler. Çoğu zaman
da anne baba varlıklıysa olay çıkmasın diyerek hep taviz verilir;
çocuğun ayrı ev talebi ve her isteği yerine getirilir. Artık o genç
sürekli tüketir, daima eğlence ve zevk peşindedir.

Kamusal alan ve özgürlük


Toplum büyük bir aile olduğuna göre, günümüzdeki kamusal
alan ve özgürlük tartışmalarını da yukarıda anlattığım her isteği
yerine getirilen kişinin ailesiyle olan ilişkileri kapsamında değerlen­
direbiliriz. Şimdi bu konuya toplumdan bir örnekle devam edelim.
1945'lerde ünlenen gazete manşeti, "Halk geldi, vatandaş açıkta
kaldı." idi. Öyle ki plajlara bile sadece Halk Partililer ve üyeler
girebiliyordu. O günlerde buna benzer bir olayı babam da yaşamış.
Babam o yıllarda İstanbul Diş Hekimliği Fakültesini kazanmış.
Halk Partisi'ne üye olmadığı ve Samsun Lisesi mezunu olduğu
için yurda alınmadığını anlatmıştı. Babam üç yaşında annesiz
kalmış. Ekonomik durumları uygun olmadığı için de okulunu
yarım bırakarak ticarete atılmak zorunda kalmış. Bu durum o
günlerin havasını anlatmak açısından iyi bir örnek.
ASIMETRIK SAVAŞ

Ancak sonraları özgürlükler konusunda bazı gelişmeler yaşandı.
Birleşmiş Milleder'in baskısı ile gelişen demokratikleşme rüzgarları
plajların halka açılmasını gerektirdiği için plajlar halka açıldı.

iradeyi temsil
28 Şubat şokundan sonra halk uyutulduğunu anladı ve kendi
iradesini temsil etme yeteneğine sahip olan insanları destekledi.
Yani halkın temsilcileri devlette görülmeye başladı. İşte bundan
sonra şehzade gibi özel emzikle büyütülmüş, imtiyazlı gruplar
kendilerini tehlikede hissetmeye başladılar.
Akıntıya kürek çekenlerin bunu anlamaları gerekiyor. 28 Şu­
bat, arıtılmış bir grubu iktidara getirdi. Bilinmesi gereken, eğer
yeni bir 28 Şubat daha olursa daha da arıtılmış bir grubun gel­
mesine yol açılacağıdır
Çözüm, tembelliği bırakarak halkla bütünleşip onların gön­
lünü almak olmalı iken, birileri Marmaris, Bodrum keşiflerin­
den ve zevklerinden vazgeçemiyor; askeri idare beklemek kolay­
cılığına kaçıyor.

Tehdit algısı
Askeri idareden sorumlu olanlar, tıpkı haylaz, sorumsuz, ai­
lenin imtiyazına alışmış gençler gibiler. Eğer istedikleri olmazsa
kendilerini tehdit altında hissedip ayrı bir ev açma düşüncesin­
de olan haylaz gençler gibi, onlar da vatanı terk etmekten söz
ediyorlar. Ancak bu durumda doğru yöntem, özeleştiri yaparak
sorumluluk almaktır. Ben odaklı değil, aile odaklı yani toplum
odaklı düşünmektir.

Beyhude hevesler
Darbe hevesleri de beyhudedir. Toplum artık darbecilerin siyasi
ajandalarını biliyor. Eğer bir darbe girişimi olsa, binlerce arabanın
askeri birliklerin önünde, trafiği kilideyeceğini söylersek abartmış
m NEVZAT TARHAN

olmayız. Çünkü toplum özgürlüğün ve insanlığın tadını aldı. Artık


daha politize ve daha idealist.

Çözüm nedir?
Uzl�maktan b�ka çözüm yok. Herkes birer adım atacak, kimse
kimseyi kendine benzetmeye çalışmayacak. Toplumsal muhalefeti
susturmak için siyasi cinayet ve kriz planları yapanlar artık bu
gerçekleri görmelidirler.
Türkiye herkesi mutlu edebilecek kültürel, siyasal ve sosyal ik­
lime sahiptir.

KURMAV AKLI VE ALGlLAMA FARKI


Bilindiği gibi askerlerin siyasetçiler gibi demeçler vermesi, 1V
kanallarında yorumlar yapması olağan görüntüler haline geldi. Bir
emekli General, "Türkiye' nin tapusu bizdedir" diyebildi. Askerlik
hizmetini yapmak için gelmiş eriere kendilerince doğru olan dini
öğretmek gibi bir misyonu üstlenmiş emekli general söylemleri
herkesçe izlenir oldu.
İletişimin üç türü vardır: Sağlıklı iletişim, çatışmalı iletişim,
iletişimsizlik En kötüsü iletişimsizliktir. Çünkü fırtına öncesi
sessizliği çağrıştırır. Bu nedenle bugün görsel ve yazılı medya ara­
cılığı ile emekli generallerin yorumlarının alınması Türkiye için
bir şanstır. Çünkü bu, diyalog demektir. Diyalogun kendisi bir
eğitim olduğuna göre köprüler atılmadan yapılacak tartışmalar,
Türkiye'nin geleceğine daha ümitle bakmayı sağlıyor. İnsanların
birbirlerinin düşünce temellerini anlamaları kaygı ve korkuları
giderici etki yapar.

ŞEMDiNLi'YE FARKLI BiR BAKlŞ


Bir kurmay, olayları analiz ederken korku ve kuşku ile değil,
bilgi ve veri ile hareket eder. Sayın Yaşar Büyükanıt'ın da vakti
ASIMETRIK SAVAŞ •

zamanında, ·� iyi çocuktur" derken onu sahiplenme refleksinin


arka planını iyi değerlendirmek gerekir. Bu refleksin arka planında
şu düşünceler yatıyor olabilir:
Birinci olarak Jandarma Genel Komutanı Org. Türkeri'nin
benzer şekilde olayı yeterli derecede sorgulamadan "lokal bir hadise"
olarak tanımlaması dikkat çeken bir ayrıntıdır.

İkinci olarak her iki generalin Genelkurmay sözcüsü gibi ko­


nuşmaları ve bu konuşmaları, Genelkurmay Başkanı'nın soğukkan­
lılıkla değerlendirmesi, "ne suçlarım, ne savunurum" yaklaşırnma
ters düşmektedir.
Üçüncü olarak her iki generalin geçmişlerinde yargıya müdahale
etme alışkanlıkları var mı? Bunu bilmek gerekir.
Dördüncü olarak Sayın Büyükanıt, Silahlı Kuvvetler içinde zeki,
kurnaz ve yetenekli biri olarak bilinir. Ancak kendisi hakkında
''Alo ihbar" internet hattında ciddi ihbarlar var. Benzer bir karala­
maya eski Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Muhittin Füsunoğlu
hakkında da rastlamıştık Onu yıpratma kampanyasında aslında
sessiz bir orgeneralin yolu açılmıştı. Eski Genelkurmay Başkanı İ.
Hakkı Karadayı 28 Şubat projesinin görünmeyen kahramanıdır. Sn.
Füsunoğlu emekli olmak zorunda kalmasaydı, Sn. Karadayı'nın da
yolu açılmayacaktı. Mamafıh Sayın Karadayı'nın şu an Türk gladi­
osu olarak bilinen Ergenekon'un başında olduğu tahmin ediliyor.
Görev yaptığı dönemde güç odakları arasında çok akıllıca siyaset
uygulayarak Milli Güvenlik Siyaset Belgesini değiştirerek devletin
güvenlik politikasında karar verici olmuştur. 28 Şubat döneminde
herkes Sayın Çevik Bir' i hedefalıyordu. Çünkü kamuoyu önünde
o gözüküyordu. Sonra kamuoyu önünde Sayın Büyükanıt gözük­
tü. Onun da yıpranıp erken emekli olması kimlerin önünü açtı,
kimlerin yatay geçişlerle Genelkurmay'a atlamasını mümkün kıldı?
Beşinci olarak da Şemdinli olaylarının meclisle ilgili bir boyutu
gözden kaçtı. TBMM'de Jandarmanın şehirde istihbarat çalışması
yapması ve operasyon yapması ile ilgili yasa teklifi komisyonda
• NEVZAT TARHAN

engellendi. Yirmi yedi subayTBMM İçişleri Komisyonu'na gelerek


teklifi geçirtmek istedi. Ancak milletvekilleri direndi. Bu görüş­
meler esnasında Jandarmanın istihbarat ihtiyacını güçlendirecek
olayların olması ilginç bir rastlantı değil miydi? Eğer Şemdinli
patlamaları polisin zafiyetini ortaya koysaydı bu patlamalar mec­
listeki yasayı çıkarttım mıydı?

EN GÜÇLÜ BASKI GRUBU


Şunu unutmamak gerekir: Türkiye'deki en güçlü baskı grubu
emekli general lobisidir. Bu lobi kendi kültürünü oluşturmuştur.
Orduevi alt kültürüne hiçbir yabancı giremez. Kuaförleri bile
özeldir. Sürekli siyaset ve ordudaki terfıleri konuşurlar, günlük
gazeteler onların en önemli kılavuzlarıdır. O dönemde en çok
konuşulan konulardan biri de Cumhurbaşkanlığı seçimleri olmuş­
tu. Çoğu ciddi vatansever olan bu insanlar davalarına inandıkları
için etkileyicidirler. Siyasetçiler de bu şekilde bir lobi ile diyalog
kurmayı başaramazlarsa askeri politikalarını doğru belirleyemezler.

Diyalog eğitimdir
Çoğunluğu iyi niyetli ama önyargılı olan emekli generalleri­
miz eksik bilgi ve veri ile hareket ediyorlar. Eksik bilgi ile yapılan
tanımlamalar yanlış algılamalara neden olur. Yanlış algılamalar da
yanlış kararlar almak demektir. Korkuları gidermek için diyalog
tek çaredir. Sayın Başbakan' ın son olaylarda askeri danışmanlık
hizmeti almadığı, olaylar arasında bağlantıları fark edemediği
anlaşılıyor. Silahlı Kuvvetleri tanımayan bir siyasi kadro yanlış
algılarnalara zemin hazırlar. Bu nedenle Sayın Başbakan'ın güçlü
bir askeri danışman kadrosu ile iç diyaloga yönelmesinde fayda
vardır. Korku ve kaygılarla değil, bilgi ve verilerle hareket eden
akıllı yöneticilerle Türkiye'nin önü açılır. Olaylara sadece siyasi
ve ideolojik değil, psikolojik ve sosyolojik boyutla bakan gözlere
her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır.
ASIMETRIK SAVAŞ

SOSYAL PSiKOLOJi LABORATUARlNDA


BAŞÖRTÜSÜ

Başı örtülüler:
Eğer inanmadan örtünüyorsanız, başörtüsünü çıkarınız.
Eğer siyasi simge olarak örtünüyorsanız, onu çıkarınız.
Eğer mahalle baskısı ile örtünüyorsanız, onu çıkarınız.
Eğer babanızın baskısı ile örtünüyorsanız, onu çıkarınız.
Eğer kocanızın baskısı ile örtünüyorsanız, onu çıkarınız.
Eğer ağabeyinizin baskısı ile örtünüyorsaruz, onu çıkarınız.
Eğer yaşadığınız ortamda prim yaptığı için örtüyorsanız, onu
çıkarınız.
Eğer gelenek olduğu için örtüyorsanız, onu çıkarınız.
Eğer sizi güzelleştiediği için başınızı örtüyorsanız, onu çıkarınız.
Eğer Allah için örtüyorsanız, sizi tebrik ederiz.
Eğer inandığınız için örtüyorsanız, sizi tebrik ederiz.
Eğer dini gereklilik için örtüyorsanız, sizi tebrik ederiz, de­
vam e�iniz. Ancak artık özgür olmadığınızı unutmayın. Başör­
tüsü ile sakız çiğneyerek dolaşamazsınız. Karşı cinsle sarmaş do­
laş olamazsınız. Artık temsil ettiğiniz bazı değerlerin var olduğu­
nu unutmayınız.
Eğer inandığınız için örtünüyorsaruz içini doldurunuz. Dü­
rüsdüğünüz, çalışkanlığınız, hoşgörünüzle örnek olurken; ahlaki
anlayışınızda, oturup kalkışınızda da daha dikkatli almalısınız.
Çünkü başörtüsü sizin için hem bir hak hem bir değerdir. Haktır;
çünkü sonradan çıkarılmış bir kavram değildir. 1400 yıllık bir
geçmişi vardır. O halde örtündüğünüz gibi gereklerini yerine
getirerek yaşayın.
.. NEVZAT TARHAN

Karşı çıkanlar:
Başörtüsüne size ölümü hatırlattığı için karşıysanız, vazgeçiniz;
ölüm vardır ve gerçektir.
Başörtüsüne din karşıclığınız sebebiyle muhalifseniz, vazgeçi­
niz. Çünkü dinin inananlar için teselli etme ve hayata anlam kat­
ma gücünü yok edemezsiniz.
Başörtüsüne korktuğunuz için karşıysanız, korkunuzu ana­
liz ediniz.
Korkunuz dini bir veriden kaynaklanıyorsa, o veriyi tartışınız.
Korkunuz dinin yanlış yorumlarından kaynaklanıyorsa, doğru
yorum bulmak ya da oluşturmak için mücadele ediniz.
Korkunuz küçük kentler ve Anadolu'daki mahalle baskısı ise,
insanlarla diyaloga giriniz. Birlikte yaşama bilincini oluşturmak
gibi bir misyon üsdeniniz. Yasağı yasakla gidermek çözüm olamaz.
Korkunuz İran gibi olmaktan kaynaklanıyorsa, başörtüsüne
karşı çıkmak yerine radikalliğe karşı çıkınız.
Korkunuz Atatürkçülüğün tehlikede olmasından kaynaklanı­
yorsa hangi Atatürk' ü savunduğunuzu sorgulayınız.
Korkunuz Cumhuriyetin tehlikede olmasından kaynaklanıyor­
sa 'Tek Parti Cumhuriyeti'ni mi, 'Çok Partili Cumhuriyeti' mi sa­
vunduğunuzu sorgulayınız.
Korkunuzun sebebi özgürlüklerin kaybolması ise, herkese özgür
yaşayacağı ortam sağlayacak çözümler üretiniz.
Korkunuz laikliğin tehlikede olmasından ileri geliyorsa, la­
iklikle din karşıtlığını karıştırıp karıştırmadığınızı sorgulayınız.
Korkunuz sahip olduklarıruzı yitirmekse, elde ettiğiniz varlık­
lara "düşünceye karşı düşünce" yöntemiyle mi mücadele ediyor­
sunuz, bunu sorgulayınız.
ASIMETRIK SAVAŞ •

Başörtülü birini gördüğünüzde size 'dinsiz' denildiğini hissedi­


yorsanız, vazgeçiniz. Çünkü bu sizin algınız olabilir. Niyet okuya­
rak hükme varmak, insanı realite körlüğüne götürür.

Başörtülü bir kadını gördüğünüzde, 'dinde böyle bir uygula­


ma yok' diye düşünüyorsanız, bırakınız onu konunun uzmanları
söylesin. Bilimsel cahillik yapmayınız.

Başörtüsünü 'gericilik' olarak değerlendiriyorsanız, asıl gerici­


liğin öğrenme hakkını engelleme olduğunu görünüz. Gericilikle
mücadele cehaletle mücadeledir; dinle mücadele değildir.

Başörtülüleri 'kendilerini kısıtlayan insanlar' olarak görüyorsa­


nız, inandığı değerler için zevklerinden vazgeçeniere saygı duyunuz.

Başörtülüler size Usame Bin Ladin'i hatırlatıyorsa, zihin ha­


ritanızı değiştiriniz. Radikal din anlayışının, İslam dininin ilk
doğuşunda üç halifeyi öldürdüğünü unutmayınız.

Başörtüsünü görünce 'dini faşizm'den korkuyorsanız, Hitler'den


hareketle 'bütün Almanlar faşisttir' deme adaletsizliğini yapmayınız.

Başörtülüler, size 'tehdit altında olduğunuz' izlenimini veri­


yorlarsa, kendinize konuyu kişiselleştirip kişiselleştirmediğinizi
sorunuz. Başörtülülerle konuşmayı deneyiniz. Önyargıları, diya­
loglar aydınlatır.
Bir insan�n başının zorla kapatılmasından yana iseniz, cebe­
rutsunuz. İslam tarihinde harici radikalizm yorumu bunu ön­
görmüştür.
Bir insanın başını zorla açtırıyorsanız, yine ceberutsunuz. Bu
durum, din karşıtlığını dogma haline getirdiğinizin ispatıdır. Ken­
dinizle yüzleşiniz. Belki de 'Modern Tiran'lığı savunuyorsunuz.
Güç kullanarak kendi dogmalarınızı kabul ertirmek istiyorsa­
nız, siz Ortaçağ'a aitsiniz. Dini görünümlü ya da modern görü­
nümlü olmanız fark etmez.
m NEVZAT TARHAN

Siyasi talebi olmayan bir genç kızın inançlannın gereğine göre


yaşamasına karşı çılayorsanız, laikliğe de karşı çıkıyorsunuz de­
mektir.
Siyasi talebi olmayan bir ailenin çocuklarına dinin öngördüğü
ahlaki normları öğretmesini, din dersi vermelerini laikliğe ayları
görüyorsanız, bu davranış bilimsel, çağdaş, ilerleme ve aydınlan­
maya uygun değildir. Alternatif üretiniz.
Siyasi talebi olmayan ama dinini yaşamak isteyen doktora, mü­
hendise, subaya karışmayınız. Allah' a hesap verme duygusu yaşa­
yan bir subay ya da doktor ülke için şanstır.
Siyasi talebi olmayan ama dinin teselli gücünü, yaşama anlam
katma özelliğini ve ölümden sonraki hayatı öngörme fikrini bi­
limle birleştireniere karşıysanız, bilimsel gelişmeye ve düşüncenin
ilerlemesine de karşısınız demektir.
Başörtüsüne 'bazı siyasiler sahip çıkıyor' diye karşıysanız, de­
mokratlığınızı sorgulayınız.
'Başörtüsü istismar ediliyor' diye düşünerek örtüye muhale­
fet ediyorsanız, istismar edenle etmeyeni anlamanın en iyi yolu­
nu deneyiniz.
Bu konuyu istismar edeni etmeyenden, önyargılı olanı olma­
yandan ayıran laboratuar, sosyal alanlardır. Üniversitelerde serbest
bırakın. Üç, beş sene gözlemleyin. Eğer kamu düzeni bozulursa
ve başı açıkların hakları ellerinden alınırsa, mücadelenizi verin.
Eğer askerseniz ve sezgileriniz, Türkiye' nin geleceğini tehdit
edecek bir tehlikeyi haber veriyorsa, üniversiteler sizin için birer
sosyal psikoloji laboratuarı olacak. Böylece siz de deneyecek ve
göreceksiniz; kamu düzeni, provokasyonlara rağmen bozuluyor
mu bozulmuyor mu?
İnsan davranışlarının dilini, yalan söylenip söylenmediğini,
niyetleri anlamayı ve korkuları yenıneyi gösterecek en iyi yol,
ASIMETRIK SAVAŞ •

deneme sınamadır. Deneme-sınama yöntemi her zaman risklidir,


ancak radikalliği önlemek için bu riski göze almak gerekir. Adalet,
cesaret istediği gibi; doğruları bulmak da, risk almayı gerektirir.
Özgürlük ve barış tarihte hiç kolay elde edilmemiştir.
Bazıları başının dışını örtüyor, bazıları içini örtüyor. Bunun
için sosyal psikoloji laboratuarı en etkili bilimsel deney ve göz­
lem yeridir.

Türkiye kendi modernizmini geliştirerek dünyaya


model olma şansını yakalayabilir.
Bu konuda da rehberimiz akıl ve bilim olmalıdır. Bilim inancı
taklit etmez ama tehdit de etmez. İnceler, rapor eder ve tarih sahne­
sine sunar. Özellikle üniversiteler hiçbir fıkre kapısını kapamazlar.
Analiz ederler, yorumlarlar. Evrensel yaklaşım bu olmalıdır. Ancak
Türkiye'de bu ne ölçüde gerçekleşmektedir? Bu tartışılır.

SiYASETTE AŞAGILIK DUYGUSU


Bu satırları kaleme alırken, sağ veya sol yelpazedeki siyasetçileri
incitebileceğimi biliyorum. Bu nedenle de başlangıçta özrümü
kabul etmelerini istiyorum. Mümkün olduğu kadar bilimsel tes­
pitierin dışına çıkmamaya çalışacağımı da belirtmek istiyorum.
''Aşağılık duygusu" kavramını insan analizinde ilk kullanan Ad­
ler olmuştu. Freud'un yol arkadaşı olan ama daha sonra yollarını
ondan ayıran Adler, İkinci Dünya Savaşı'nda askeri hekim olarak
gözlemlerini tez haline getirdi. Adler savaş fanatiklerini aşağılık
duygusundaki bireyler olarak yorumluyordu. İnsanların kendile­
ri ile ilgili olmayan bir savaşa girme konusunda heyecan duyma­
larını, kendilerinde hissettikleri aşağılık duygularından kaçınma­
larının bir sonucu olduğunu söylüyordu.
Freud, hayatı zevk peşinde koşmak olarak yorumlarken; Ad­
ler, hayatı topluma karşı bir sorumluluk olarak görüyordu.Ger-
m NEVZAT TARHAN

çekten de insan aslında yetersiz olmasa bile kendisini yetersiz ve


eksik olarak algılıyorsa, aşağılık karmaşasına (kompleks) kendisi­
ni kaptırıp çeşitli yanlış davranışlara yönelebiliyor.
Kişilerin kullandığı savunma mekanizmaları telafi amaçlıdır.
Olumsuz korkulan, düşünceleri, sıkıntıları, utançları, suçluluk­
ları veya endişeleri giderme çabası olarak kabul edilir. Savunma
mekanizmaları çeşidi şekillerde tezahür edebilir:
Birinci tür davranış, içine kapanma ve dünyaya küsme şeklin­
dedir. Depresyona götüren süreç böyle başlar. Çözüm, özgüveni
artıracak yol bulmaktadır.
İkinci tür davranış, kendisinden yüksek gördüğü kişi ve toplu­
ma kızına, öç almaya çalışma, suçlu-suçsuz veya haklı-haksız dü­
şünmeden yargılama ve suçlama davranışları gösterme şeklinde­
dir. Sonuçta zorlayıcı, geçimsiz ve katlanılan kişiler ortaya çıkar.
Üçüncü tür davranış, kendisinden yüksek gördüğü kişilere kar­
şı kendini beğendirme ve ilgisini çekmeye çalışma şeklindedir. So­
nuçta güvenilmeyen kişiler ortaya çıkar.
Dördüncü tür davranış, kendini özel, önemli ve üstün görme
tutumudur. Tıpkı mezarlıktan korktuğu halde türkü söyleyerek
cesur rolü oynayan kişinin sergilediği davranış gibi. Bu kişiler,
aşağılık duygusunun etkisi ile gerçekçi olmayan kibir ve gurur
içindedir. Sonuçta üstünlük kompleksi olan lükse düşkün kişiler
ortaya çıkar.
Beşinci davranış biçiminde ise kişi; içki, kumar, rastgele cinsellik
gibi alanlara yönderek baş edemediği duygularıru unutınaya çalı­
şır. Kavga, suça karışma ve agresif davranma eksiklik duygularını
giderme savaşırun tezahürleridir. Kaos çıkaran kişiler bu gruptadır.
Hatta Freud, ateş yanarken ateşe işeme dürtüsünün eşcinsel­
likle içsel bir savaşınun sonucu olduğunu söylüyordu. Eksiklik,
yetersizlik, aşağılık ve güvensizlik duyguları ile içsel mücadelede
ASIMETRIK SAVAŞ m

bu duyguları başkalarına yansıtma, başkalarına yükleme kolay ve


kısa bir savunmadır. Kişiyi o anda rahadatır. Ancak "Ben iyiyim, o
kötü" savunması, doğru bilgilere dayanmadığı için iletişimi bozar.
Kişinin "Ben her şeye rağmen varım" diyebilmesi için kendisi
ile yüz!eşebilmesi ve kendisini tanımaya çalışması gerekir. Böylece
kendini aşmayı başaran, kendini gerçekleştiren ve kendisi ile ba­
rışabilen bireyler ortaya çıkar. Herkesin iç keşif yolculuğuna çık­
masını ve bilgeleşmesini beklemek fazla hayaleilik olur ama bizi
yönetme talebi olanlardan bu bakışı beklemek hakkımız olmalıdır.
Türkiye'ınizde sağ veya sol siyasi yelpazede aşağılık duygusu­
nun bazı yansımalarını maalesef görüyoruz. Bunun için herhal­
de rahmetli Ayhan Songar Hocamız "sağcılardan geri zekalı sol­
culardan psikopat çok çıkıyor" derdi.
Sağ yelpazede kendinden üstün gördüğü kişilere kendini be­
ğendirme ve ilgisini çekme savunmasına çok rastlanılıyor. 'Şara­
bın iyisini bilirim, tadını bilmem' demek, meyhane şarkısı iste­
rnek, müstehcen fıkralar anlatmak yahut gaza getiren alkışiarın
yapaylığını görernernek gibi davranışlar böyle zaafı olan kişilerin
davranışlarıdır.
Güçlü ve üstün olanın korkusundan emin olmak için aşırı ve­
rici davranmak ve dostlarının hislerini ciddiye almamak, Ernevi­
Ierin tarihten silinmelerine neden olan hatalarından bazıları de­
ğil miydi? Bu tarz hataların bedeli yalnız kalmaktır!
Tanzimat algısı da Osmanlı aydınlarına benzer hatayı yaptırdı.
Batı karşısında eksiklik duygusu ile hareket eden Osmanlı aydınları
bilim yerine kıyafet, müzik ve dans gibi kolay modernliği seçtiler.
Batı'ya öykünme davranışı Cumhuriyet döneminde de devam
etti. Cumhuriyet aydınının 'Baba Kompleksi' böyle ortaya çıktı.
Babayı yani Osmanlıyı öldürmek için Avrupa'yı kutsallaştırmış
aydınlar, aslında komplekslerini giderme içinde değiller miydi?
m NEVZAT TAR HAN

Sol yelpazeye baktığımızda kongrelerin hep kavgalı olması, bir


milletvekilinin hacca gitmek isteyen seçmeninin inançları ile dalga
geçebilmesi duygusal ve algısal bir körlüğü gösteriyor. Kendi tezini
geliştirememiş sosyal demokrat hareketin içindeki eksikliği ve ye­
tersizliği gidermek ve rahadamak için kendi şeytaniarım taşlamayı
tercih etmeleri tesadüfi değildir. Karşı tarafi suçlayarak ego doyu­
munu sağlamak, grubunu bir arada tutmaya çalışmak ve korkular
üretmek yahut kaygıları felaket gibi algılatarak gerilim çıkarmak
sol yelpazenin sağlıklı olmayan bir davranışı olarak göze çarpıyor.
Bütün bu saydıklarım içinde kusurları katınerleştiren en kötü
şey de kusurunu bilmemektir. Kusurdan daha büyük olan 'kusu­
runu bilmemek', rüyada iken kendisini uyanık zanneden gafilleri
hatırlatır.

BAGLAMA TARZI VE TSK


Toplum modernleşmeye karşı değil; ancak devletin dayattığı
modernleşmeyi değil, dayatmasız bir modernleşme istiyor. Bilim
ve teknolojide modern ancak kültürel yaşamda muhafazakar ol­
mak, Türk toplumunun modernleşme tercihi oldu. Bu akıntıya
karşı çıkmak akıllıca ve bilimsel değil. Nasıl bugün ezanı Türkçe
okurmak mümkün değilse, devletin başörtüsüne müdahalesi de
mümkün değildir.
Bugün askeri birliklerde, orduevlerinde ve GATA' da uygu­
lamaya çalışılan örtü biçimi iğne kullanılmayan çene altı bağla­
madır. İğne kullanılmaz; bu örtü şekli sıkmabaş izlenimi vermez.
Silahlı Kuvvetler, aileler ve ziyaretçiler için böyle bir çözüm
buldu. Çözümün tanımı 1995 yılına kadar gidiyor. Bir astsubayın
yargıya başvurması sonucunda askeri idare mahkemesinin yak­
laşımı, orduevine girişte böyle bir uygulama yapmanın idarenin
tasarrufunda olduğu şeklindeydi.
ASIMETRIK SAVAŞ m

O tarihlerde yönetim bu karara dayanarak başörtüsünü tama­


men çıkarmış olarak bir uygulama yapacaktı. BÇG' nin talebi bu
yöndeydi. Ancak Ankara'da yüksek rütbeli subaylar bu konuyu
yoğun bir şekilde tartıştılar. Halkın değerlerini çok iyi bilen Or­
general Atilla Ateş, Orgeneral Necati Özgen gibi komutanların
bu tartışmada halkın değerlerinin yanında yer aldıklarını düşünü­
yorum. Neticede o tarihlerde mutabakata varılan geleneksel baş
bağlamaya orduevlerinde izin verildi. Çünkü TSK halka sırtını
dönmek istemiyordu.

Ezan ve başörtüsü benzerliği


İttihat Terakki zihniyetinin cumhuriyet uzantılarının ezanı
simge olarak kabul ettiğini biliyoruz. Her askeri müdahale sonrası,
askerlerle masa sohbetleri yapan devlet içindeki siyasi uzantıların,
askeri; ezanı ve Kur'anı Türkçeleştirme için ikna etmeye çalıştığını
hep biliriz.
Ezanı Türkçeleştirirken "Haydin kurtuluşa'' yerine, "Haydi
Felaha" gibi bir cümle kullanılması anlamlıdır. O tarihlerde, din
karşıdarının amacının ezanı Türkçeleştirmek yerine, değersizleş­
tirrnek istediklerini bu uygulamadan anlarız.
Aynı şekilde başörtüsünün modern versiyonu olarak tanımlanan
örtünme tarzı yerine, geleneksel bağlamayı savunmak aynı anlama
geliyor. Sosyolojik akışı okuyamayanlar tarihin karanlıklarına
gömülürler.
Örtü konusunda çeşidi çözümler üretilmeye çalışılıyor. Bunlar
şu şekildedir:
A planı çözüm: Bugünkü siyasi iktidar kararlı adımlarla ilerliyor.
Fakat bu çözüm de toplum bilimsel verilere uymuyor. Dünyayı
kendimize güldürecek gibiyiz. Yine de siyaset uzlaşma sanatıdır.
m NEVZAT TARHAN

"Daha iyi, iyinin düşmanıdır." Toplumsal talebi yok edilemeyen


okuyan genç kızların başlarını örtme arzusunu bu durum engel­
lemez. Yoksa yeni arayışlar başlar.
Silahlı Kuvvetler son süreçten çok dersler çıkardı. Başörtüsüne
karşı bile olsalar çözümün sivil olmasını samimi şekilde istiyorlar.
''Asker ne der?" düşüncesi hiç önemli değil. Herkes bu tartışmadan
bıktı. Tanımlamada bağlama şekli gibi bir ayrıntıya girmemekte
fayda var. Askerlikte bir söz vardır: "Uygulanmayacak emir veril­
memelidir". Uygulanmayacak bir başörtüsü örtme tarzı yerine,
uygulanabilecek bir tanım yapmak daha gerçekçidir.
B planı çözüm ise, yargı engellemeleri devam ederse "Bülent
Ulusu" formülünü uygulama gereğidir. ı 98 ı yılında bir başba­
kanlık genelgesi ile okul ve devlet dairelerinde baş örtme yasaklan­
mıştı. Bu genelge kaldırılır veya revize edilirse her yerde serbestlik
verilmiş olur.
Bu arada başını örtrnek isteyen genç kızlara da yapıcı olmaları­
nı hatırlatmak gerekir. Nefislerinin istediği arzularını mı ön plan­
da tutuyorlar, yoksa inançlarının gereğini mi yapıyorlar? Onların
sınavı da bu yönde . . . Siyasi çağrışımlar yapan örtünme tarzı ye­
rine yeni tarzlar geliştirmeye çalışmalılar.
BÖLÜM 7
KATEGORiK SiYASAL DÜŞÜNCE

DEVLET AYGlTLARI VE DiN


"İnsanlar niçin çocuklarını İmam Hatip'e göndermek istiyorlar?"
sorusuna cevap aramak için yapılmış bir tane bilimsel araştırma
bilmiyorum. Türkiye için İrtica tehlikesi reel ve rasyonel mi? Hiç­
bir üniversite böyle bir araştırma yapamadı. Bu konuda bilgi ve
veriye dayanmayan kararlar verildi. MGK'ya sunulan bilgilerin de
asimetrik psikolojik savaşla yetiştirilmiş, geliştirilmiş, oynanmış ve
kara propaganda edilmiş bilgiler olduğu bugün anlaşıldı.
28 Şubat sonrası, YÖK açıkça çıkıp İmam Hatipler kapansın
demek yerine, katsayı ile oynayarak meslek liselerine toptan ay­
rımcılık yapmıştı. İmam Hatip konusu bana, hep 1 974 Kıbrıs
Harekatı zamanı, Tuzla Piyade Okulu'ndan gönüllü olarak Kıbrıs'a
gitmek isteyen asteğmenlerin yüzde sekseninin İmam Hatip kö­
kenli olmasını hatırlatır.
Eski YÖK'ün bir diğer uygulaması da başörtüsüne siyasi simge
diyerek onu üniversitelerde yasaklaması oldu. Başını örtmeye de­
vam edenlere "siyasi simge ile dolaşarak kamu düzenini bozuyor­
sun" diye ceza verildi. Birkaç ceza sonrası kızlar okula alınmadılar.
Üniversitelerde başörtüsünün siyasi simge olduğu ve irtica teh­
didi anlarnma geldiği ve rejimi tehdit ettiği ile ilgili hiçbir bilim­
sel araştırma yoktur. Bütün kışkırtmalara rağmen başörtüsü ko­
nusu toplumsal ayaklanmaya dönüşmedi. Demek ki siyasi simge
değilmiş. Siyasi simge olsa insanlar dağa çıkarlardı.
NEVZAT TARHAN

Fakat propagandalar sonucu toplumun bir kesiminde çarşaf


için oluşmuş fobik tepki benzeri bir fobi 'Şule baş' biçimi örtün­
me için de oluştu. Fobi bilindiği gibi akla uygun olmayan oran­
tısız korku ve nefret gibi duygusal tepki demektir. Fobinin düzel­
mesi için kaderndi duyarsıziaşma yapılır.
Başörtüsü yasağı bilindiği gibi ilk orduevlerinde başladı. Baş­
langıçta her türlü başörtüsü yasaktı. Daha sonra ve bugün ordu­
evleri babaannem gibi geleneksel biçimde başını örtenleri ve şap­
ka gibi kendi özel tasarımlarını geliştirenleri serbestçe, sorun çı­
karmadan içeri alıyor.

Laiklik
Laiklik bütün yaşam tarziarına eşit duran bir yaklaşım değil
midir? Ateist, deist, materyalist, Müslüman, Hindu, Yahudi, Hris­
tiyan yaşam tarzı gibi çeşitli yaşam tarzları ve bu yaşam tarzlarını
besleyen ideolojiler vardır.
Laiklik, bu yaşam tarzlarından materyalist yaşam tarzını öne­
riyorsa taraflardan birisinin yaniışı olmuş demektir. Laikliği böyle
bir konuma koyarsanız, laikliği ideoloji haline getirmiş olursunuz.
Halbuki laikliği, taraflar arasında eşit ilişki kurma ve yönetim
biçimi olarak tanımlamak, modern dünyanın geliştirdiği bir uygu­
lamadır. 'Ladini' olarak tanımlanan eski yaklaşım bütün dünyada
marjinal kaldı. Türkiye'de sadece yüksek yargı ve askeri bürokra­
sinin bir kısım dinazorları bunun farkında değil.
Dinozor nesiini yok eden 'küçük beyin, büyük zırh' idi. ln­
sansal dinazorları yok eden ise eski sorulara eski cevaplar verme­
ye devam etmeleri olmuştur. Dinazorlar küçük beyinleri nede­
niyle çok korkuyorlardı ve her şeyden kaçıyorlardı. Bu nedenle
de değişen dünyaya uyum sağlayamadılar. İnsansal dinazorlar ise
dini tezahürlerden çok korkuyorlar. Anlamaya çalışınaziarsa tü­
kenmek zorundalar.
ASIMETRIK SAVAŞ m

Yerli dinozorların Yüksek Yargı'daki ve askeri bürokrasideki


temsilcileri bakar kör olmaya devam edebilirler, bu onların ter­
cihidir. Laikliği de dinden uzak durmak olarak anlamak bir çeşit
dinozor olmaktır. Eski YÖK'ün gerekçesi olan başörtüsünün 'si­
yasi simge' olması da bilimsel bir veriye dayanmıyor. Üniversite
öğrencisi bir kişinin istediği tercihi yapma hakkı var.
'Sıkma baş' alerjisi olanları tahrik etmeyen 'özel tasarımlarını'
genç kızlarımız zaten geliştirebilirler. İlahiyat Fakülteleri ve Or­
duevleri bunu başardı. YÖK tarafından üniversite rektörlerine
inisiyatifvererek üniformayı çağrıştırmayan kıyafederi bir genelge
ile serbest bırakmak mümkün. Rehberimiz akıl ve bilimdir. İtiraz
edenlerden bilimsel veri istenmelidir.

NAMAZ KlLAN MEMURUN AKlBETi N E OLUR?


Bu soruyu devam ettirelirn:
Namaz kılan generalin akıbeti ne olur?
Namaz kılan öğretim üyesinin akıbeti ne olur?
Namaz kılan futbolcunun akıbeti ne olur?
Namaz kılan valinin akıbeti ne olur?
Namaz kılan bir sip:setçinin akıbeti ne olur?
Namaz kılan medya mensubunun akıbeti ne olur?
Bu soruları siyasi bir üyeliği olmadığı halde başını örten ba­
yanlar için de soralım.
Elini vicdanına koyanlar birçok engelle karşılaşacaklarını, eti­
kedeneceklerini, yargı�ız infaza maruz kalacaklarını ve tasfiye edi­
leceklerini söyleyecektir. Ama kapıcı, odacı, hizmedi olmakla ye­
tinirse hiçbir şekilde kendisine karışılmayacağı söylenecektir.
Dini duyarlılığı olan çoğunluk çalışmalı ve üretmeli. Üretmeden
tüketen mutlu elitist azınlık yemeli. Bu imtiyazlı yapılanmanın
m NEVZAT TARHAN

devam etmesi eşyanın tabiatma aykırıdır. "Sen çalış, ben yiyeyim"


aç gözlülüğü, Fransız İlıtilali ve Bolşevik Devrimi'nin ana sebebi
değil miydi?

Silahlı kuvvetlerden yargı yolu kapalı bir şekilde yani YAŞ kararı
ile tasfiye edilenler, "Ben disiplinsiz değilim" isimli bir kitap yazdılar
ve hangi yayınevine gittilerse yayınlatamadılar. Kendi imlcinları ile
kitabı zorlukla basurdılar. Geçmişte Sayın Ali Babacan "Türkiye'de
çoğunluğun da din özgürlüğü sorunu vardır" deyince medya terörü
başlatıldı. Peki, bir subay liyakatı olduğu halde terfi ettirilmiyorsa,
bir memurun liyakati olduğu halde yükselmesi eşinin başörtüsü
nedeniyle engelleniyorsa bu özgürlük sorunu değil midir?

"Ama onlar tarikatçı" deniyor. Yasalarda olmayan bir suçla bir


insanın önü tıkanıyorsa bu davranış en basit ifade ile zalimliktir.
Yasa dışı işler yapanları saptayamayan devlet, aczini niyet okuya­
rak hüküm verme adaletsizliği ve hukuksuzluğu ile giderebilir mi?

Niyetler mahkum edilebilir mi?


Niyet okuyarak bir insana irticacı deniyorsa bunun adı, irtica
paranoyasıdır.

Niyet okuyarak bir insana bölücü deniyorsa bunun adı, bölü­


cülük paranoyasıdır.

Niyet okuyarak gazete kupürleri ile parti kapatılırsa bunun


adı, yargı paranoyasıdır.

Niyet okuyarak bir subayın terfisi engellenirse bunun adı, askeri


paranoyadır.

Hitler ve Stalin paranoid kişilerdi, dünyayı kana buladılar ve


korktuklarını kendilerine çektiler.

Bu ülkede subayın, öğretmenin, doktorun, mühendisin din­


dar olma hakkı resmen engellenmiyor. Ancak sistemin ikiyüzlü
işleyen şekli nedeniyle Kürt kökenli ve dindar kişilerin çaktırma-
ASIMETRIK SAVAŞ m

dan önü tıkanıyor. "Özgürlük sorunu" var mıdır? Maalesef var­


dır. Son on yılda din ve inançları engellendiği için depresyona gi­
ren hastalarımızın hikayeleri, 1 2 Eylül hikayeleri gibi yakında viz­
yonda olacaktır.
Abdülhamid döneminde namaz kılmayanlar paşa olamıyor­
muş. Şimdi yazılı olmayan kurallar tersine işledi diyenierin elin­
de pek çok kanıt var. "Benim Dedem de müftü idi" muhabbeti
hiç inandırıcı değil. Dindar insan görünce 220 volt elektriğe tu­
tulmuş gibi olanlar sağlıklı düşünemezler. Kendi din anlayışlarını
temel alarak yapılan yorumlar empatiden yoksundur. Dört tane
polisin ortasında başörtüsü çekiştirilen kız öğrenci resmi de 28
Şubat utancının simgesi oldu.
Bir dine inanma ve inanınama özgürlüğü, inançlarından dola­
yı kınarnaya maruz kalmama özgürlüğü, inandığı dinin esasları­
nı öğrenme özgürlüğü, inandığı dinin ibadetlerini yapma özgür­
lüğü, inandığı dinin değerlerini başkalarına anlatma, çocuklarına
öğretme özgürlüğü gibi her bir madde içerisinde özgürlükler in­
celenirse çok sabıkalı olduğumuz anlaşılır. Lütfen özgürlük rolü
oynamayalım ve dürüst olalım.
Dindarlığa siyasi anlam yükleme biçimindeki psikolojik savaş
taktiklerine rağmen toplumun çoğunluğu ve diyanet kurulları baş
örtmeyi dini veeibe olarak kabul ediyor.
Dini vicdana hapsetme talebi, dindar bir insan için psikolojik
taciz anlamına gelir. Türkiye'de resmi uygulamalarla "Mobbing"e
maruz kalan dini duyarlılığı olan insanlar artık demokratik tep­
kilerini ve sivil itaatsizliklerini göstermeliler.
Demokrasi çağında yaşıyoruz. "Mehdi gelecek kurtaracak" di­
yenlere geçmiş olsun demek durumundayız. Bu konu demokra­
tik duruşlarla çözüme kavuşmalı, tartışılmalı, özeleştiri ve bu ko­
nuda derin düşünme kültürü ile kaygılı olanların da endişeleri
göz önüne alınmalı. Aksi takdirde zaman ve enerjimizi tüketme-
m NEVZAT TARHAN

ye devam ederiz. $iyasetçilerin şapkasını alıp gitmesini bekleyen­


Ierin oyunu ancak böyle bozulur.

PÜRiTENLER VE BiLiMSEL iSTiBDAT


Püritenlik, kategorik siyasi düşüncenin önemli bir tipolojisi­
dir. Bu anlayış her zaman topluma hız kaybetrirmiştir. Aşağıdaki
satırlarda çizilen çerçeve içinden baktığınız zaman, aslında ne
kadar çok püriten insanla yakın temas içinde olduğunuzu dehşetle
göreceksiniz. Bir de bu çerçeveden son günlerde yaşanan olaylara
bakmayı deneyiniz.

Püritenler bu ülkeye ve bu ülkenin insanına yazık etmektedirler.


Püriten ahlaka sahip kişiler diğer insanlarda değersizlik, yetersizlik,
sindirilmişlik, eksiklik, suçluluk, hayal kınklığı, hüsrana uğramışlık
gibi hisler uyandırırlar. Baskıcı, dominant, buyurgan, emredici,
hükmedici tutumları bu hissi uyandım ve iletişimi zehirleyen bir
etki yapar. Demokrasilerin baskıcı kültür olan püriten kültüre
bir tepki olarak geliştiğini düşünürsek bu davranış biçimini iyi
anlamamız gerekir.

Baskıcı olmayan kişiler vicdani iç görüye sahip kişilerdir. Sosyal


şartları fark ederler, hedeflere ulaşırken başkalarını anlayabilirler.
Anlaşmazlıkları azaltan, işbirliğini artıran, bağnazlık ve kutup­
laşmayı engelleyen demokratik kültür adaleti yüceltir. Vicdanİ
adaletin olmadığı demokrat kültürde güçlüler zayıfları ezerler.
Ortak vicdani değerleri olan demokrat kültürde ise birlik içinde,
birbirine değer verip paylaşan bireylerle ortak hedefler doğrultu­
sunda yaşam sürülür.

Püritenler; baskı, ceza, korkutma, tehdit ve sindirme gibi un­


surları uygulayarak, dünyayı doğru, adaletli, sevgi dolu yapmaya
çalışırlar. Demokrasi kültürünün de püriten ahlaka tepki olarak
geliştiğini söyleyebiliriz. Liberal yöntemleri saçma, aptalca ve vakit
ASIMETRIK SAVAŞ m

kaybı olarak gören bu kültürel miras, gerçekte insanın içindeki


kötücül güçlerin bir aldatmasıyla gelişmiştir.

Püriten kişiler dar kafalıdırlar. Onlara göre kurallara uyanlar


iyi, uymayanlar kötü insanlardır. Püritenler her şeyi siyah beyaz
kodlarında algılarlar. Gri rengi kabul etmezler. Ahlaki erdemle­
ri yaşamanın, bizzat bir ödül olduğunu düşünmezler. Her şeyi
'cennet ve cehennem' ikilemi gibi katı ve esnek olmayan kalıpla­
ra oturturlar. Eğer suç ve günahkarlık söz konusuysa, kendilerini
Tanrı'nın görevini yapma konumunda hissederler.

Püriten kişiler iddiacıdırlar, çalışmayı ve başarıyı çok sever­


ler. Tedbirli davranmak tutkularıdır. Her zaman doğru olanı yap­
mak isterler. Onlara göre hiçbir hata önemsiz değildir. Beklenti­
leri daima yüksektir. Göğüslerine birkaç madalya eklemek püri­
tenlerin bir başka tutkusudur. Büyük püritenler, küçük püriten­
leri madalya, makam ve rütbe ile çılgınca çalıştım. Bu püritenler
eğer baskın kültüre mensuplar ise, diğer kültürleri yok etmekten
zevk alırlar. Buruarın "Ya sev, ya terk et" tarzındaki şovenizmi slo­
garı1aştırdıkları görülür.

Püritenlerin silahları; çok çalışmak, kurallara bağlılık, ayrın­


tılara önem vermek, hoşlanma duygusunu ertelemek, gerekir­
se başka yaşama bırakmaktır. Kişiliklerini işleten en büyük me­
kanizma, yanlış bir şey yapmaktan ölesiye korkmalarıdır. Onla­
ra göre hiçbir hata önemsiz değildir. Her şeyi sıfır hata ile ister­
ler. Sadece kendileri için değil, diğer insanlar için de hissederler.
Ancak hatasız bir ortamda olduklarına inandıklarında kendileri­
ni güvende hissederler.

Püriten kişi toplumdaki tatsız, can sıkıcı işleri başarı ile halleder.
Bu kişi birinci adam olursa, vay onun yanında çalışanların haline
demek gerekecektir. Eğer ikinci adam olursa büyük bir boşluğu
doldurur.
NEVZAT TARHAN

Püritenlerin kontrol duygusu


Püritenler eğer yönetici iseler, ancak başkalarının yaşamını
kontrol ederek kaygılarından kurtulabildikleri için, son derece
yıpratıcı ve yıkıcı olurlar. Obsesif kişiler bir insanın ne yaptığını
ve nasıl yaptığını kontrol ederler, mükemmeliyetçidirler. Püriten
kişi ise diğer insanların ruhunu kontrol etmek ister. Başkalarının
onu sevmek gibi bir zorunluluğu vardır. Kendisini sevmeyen insanı
kolayca düşman kategorisine atabilir. Sorumluluk sahibi, akıllı,
çalışkan fakat esnek olmayan yapıları nedeniyle kolayca öfkelenirler.
Yakınlarına hayatı dar ederler. Doğru ve ateş gibi yakıcı eleştirileri
vardır. Kötü bir dünyada değeri bilinmemiş, başkalarının gevşekliği
yüzünden bunalmış, hayal kırıklığı içindeki insanın ruh hali ile
hep kızgın ve gergindirler. Kontrolü kaybetme duygusu, onların
öfkesini çok arttırır. Başkasını onayladıklarında veya başkasına
evet dediklerinde hata yapabilecekleri korkusu içerisindedirler. Ne
yapmanız gerektiğini size söyleme istekleri en büyük tutkularıdır.

Toplumsal etkisi
Geçtiğimiz yüzyıllarda doğru, iyi ve güzeli topluma kabul ertir­
mek için baskıcı yaklaşırnlar bir yöntem olarak benimsendi. Ancak
günümüzde insanların iyi, doğru, güzel olması yetmiyor. Özgürlük
duyguları ve iletişim teknolojisi, insanca yaşama arzusu ve iyiyi,
iyi şekilde yaşamak duygusunu insanlarda pekiştirdi.
İnsanlar çoğulculuğu, farklı kültürel mirası yaşamayı ve kül­
türel duyarlılığı önemsiyorlar. Toplumsal barışın sağlanması için
farklı düşüncelerin ifadesine fırsat vermek gerekmektedir. Birile­
rinin çıkıp "sizin iyiliğiniz ve toplumun iyiliği için" diyerek baş­
kalarına ızdırap çektiremeyecekleri bir dünyada yaşıyoruz artık.
ASIMETRIK SAVAŞ
m

Baskıcı yöneticilere karşı nasıl davranmalı?


Adalet ve güzellik, hak edenlerden çok almasını bilenlere ve­
rilmektedir. Hakkını aramasını bilmeyen insan, o hakka layık
değildir. Hak arama bilinci, baskıcı yöneticilere karşı en büyük
çözümdür. İnsanlar haklarını aramazlarsa, o ülkeyi yönetenlerin
baskıcı olması içgüdüsel bir gidiş olacaktır. Çünkü insan doğuştan
adil ve iyi değildir. Birilerinin duygularımızı dengelernesi ve ayna
işlevi görmesi gerekir. Bunun için demokrasilerde muhalefet ve
hak arama çabası desteklenmiştir.
Püriten ahlak sahibi yöneticilerden hiçbir zaman tam not bek­
lenilmeyeceğini bilmek gerekir. Küserek sonuç alamazsınız. Sizi o
zaman yetersiz olarak algılar ve önemsememeye devam ederler. İs­
yan etmek de faydasızdır. Bu defa haklıyken haksız duruma düşer­
siniz. Fakat incindiğinizi söylemelisiniz. Bir kişi bile olsa doğruyu
doğru şekilde söyleyen kişiye, yönetici püritenler saygı duyarlar.
Öfkeli davranışlar, baskıcı ahlaktaki kişi tarafından kendisine
yöneltilmiş haksız bir saldırı ve hakaret olarak algılandığı için on­
larla kararlı ve tutarlı bir diyalog, uzlaşmacı yaklaşım daha doğ­
ru olacaktır.
Püriten ahlaktaki kişiler, diğer insanlardan daha doğru, daha
iyi ve başarılıdırlar. Bunu kabul edip takdir edin. Ama kullandık­
ları yöntemin çağdışı olduğunu, önceliklerinin yanlış olduğunu
açık ve dürüstçe ifade edin.
Kendilerini en vatansever, en çalışkan, en disiplinli gören bir
yöneticinin, kullandığı yöntemler konusunda kendisiyle yüzleş­
mesini sağlamak gerekir. İnsanların davranışlarını düzeltmek ve
toplum mühendisliği için ceza vermek ve yasaklamalar koymak
korkunç bir stratejidir. İnsanlarda cezadan kurtulma içgüdüsü var­
dır. İnsan köpek gibi ceza ve otoriteyle değil, kedi gibi başını ok­
şamayla daha iyi ve kalıcı eğitilir. İnsanın merak duygusu sansürlü
şeylere kolay yönelir. İnsan, görmesine izin verilmeyeni daha çok
NEVZAT TARHAN

görme arzusu duyar. Cezaya misilleme yapma, özgür yapıdaki in­


sanlarda olan bir güdüdür. Özellikle haksız olduğuna inanıyorsa...
Püriten ahlakta olan insanlara, yanlışla mücadele biçimlerinin
yaniışı arttırdığı, psikoloji bilimi ölçekleri ile anlatılmalıdır. An­
cak bu şekilde baskıcı kültür, yerini demokrat kültüre bırakır. Ta­
bii bu da yavaş yavaş olacaktır. Çünkü kültürel değişim hiç ace­
leye gelmez.

CiHAD, KUTSAL SAVAŞ, TERÖR iLiŞKiSi


ABD Başkanı Barack Hussein Obama'nın Haziran 2009'daki
Kahire konuşması tarihsel etkiye sahip olabilecek hüviyettey­
di. Genel intibaya göre içten ve sade olan bu sözlerin bir ABD
Başkanı' ndan duyulması kulağa daha da hoş geliyordu. Ne var
ki, İslam Dini ve Orta Doğu temalı bu düşüncelerin ABD üst
yönetimince ne ölçüde paylaşıldığını ve ne oranda uygulamaya yan­
sıyacağını bilmiyoruz. Ancak tüm bunları göz önünde bulundur­
duğumuzcia ben, Obama'dan çok ABD halkının 'Şahs-ı manevi'si
karşısında şaşkınlık ve hayrete kapılıyorum. Zira gözle görülen,
ilginç bir sağduyu. ABD toplumunun ı ı Eylül 200ı trajedisinin
travmatik etkisini böyle çözebilmeleri tarihsel değer taşımaktadır.
Amerika'daki seçimlerde ilk defa olarak insanlığın yüksek duygu­
ları harekete geçti. Beyaz ve anglosakson olmayan bir kişi devlet
başkanı olarak seçildi ki bu kişi İslami ahlak değerlerini taşıyor.
Bununla birlikte bu kişi doğal, içten ve alçakgönüllü. Barış istiyor
ve dünyanın geri kalanının farkında. Tüm bu erdemierin gerçek
anlamda bu kişide olup olmadığını da elbette zaman gösterecek.

Kennedy'e benziyor mu?


"Bir tarih öğrencisi olarak, uygarlığın İslamiyet'e büyük borcu
olduğunu biliyorum. Ankara'da da dediğim gibi ABD İslam'la asla
savaşta olamaz." Obama'nın bu sözü İslam ve Hristiyan medeniyet-
ASIMETRIK SAVAŞ

lerini çarpıştırarak çıkarlarını devam ettirmek isteyen uluslararası


sermayenin ve silah tüccarlarının hoşuna gitmeyen sözlerdi. Benzer
sözleri 1 960'larda Kennedy de söylemişti.
ABD Başkanı J .F. Kennedy'nin öldürülmesinden yaklaşık 5 ay
önce, dönernin İsrail Başbakanı' na, İsrail'in nükleer çalışmaların­
dan dolayı, oldukça sert uyanlarla dolu bir mektup yazdığı ortaya
çıktı. Öyle ki Kennedy, mektubunun bir cümlesinde, üstü kapalı
bir şekilde "İsrail gelecekte var olmak istiyorsa, Dimona Nükleer
Santralı'nı Amerikan uzmanlarının denetimine açmalıdır" diyor.
Başkan Kennedy söz konusu mektupta, dönemin İsrail Başbakanı
Levi Eşkol'ü, İsrail'in nükleer çalışmalarına dair eksiksiz ve doğru
bilgi elde edernemeleri durumunda ''Amerikanın İsrail'e olan
taahhütleri ve İsrail'i desteklemesi ciddi şekilde tehlikeye girebilir"
diye de uyarıyor.
Sonraki yıllarda İsrail, nükleer santral projelerini devam et­
tirdi. Bugün de İran ve İsrail nükleer rekabeti benzer gerilimi
çağrıştırıyor. Ancak Obama çok daha kişiler üstü ve objektif bir
uslüp ortaya koydu. Bu üslup devam ederse taraflar değişmeleri
gerektiğini aniayabilir ve değiştiremeyecekleri gerçeklerle uğraş­
maktan vazgeçebilirler.

11Eğitim ve yenilik 2 1 . yüzyılın para birimi


olacak."
Obama'nın konuşmasının satırbaşları toplurnlara ortak mesaj
verir niteliktedir:
"Eski zamanlardan günümüze değin Müslüman topluluklar
daima yenilik ve eğitimin merkezinde oldular... Japonya, Güney
Kore gibi ülkeler ekonomilerini büyütürken kültürlerini korumayı
bildiler... Aynı durum çoğunluğu Müslüman olan ülkelerdeki
inanılmaz ilerlemeler için de geçerlidir. . . Birçok Müslüman ül­
kede eğitim ve eğitimde yenilik yapma adına yatırım yapmıyor... "
m NEVZAT TARHAN

Buraya kadar söylediklerimiz 'elitist moderniscler' için de önemli


noktalara dikkat çekmektedir. "Kendindeki hataları görmektense
başkalarını suçlamak kolaydır, ancak biz kolay olanı değil doğru
olanı şeçmek zorundayız. Bütün dinler kendimize yapılmasını
istediklerimizi başkalarına yapalım düsturunu savunur... Hiçbir
dine karşı düşmanlığı liberallik bahanesi ile gizleyemeyiz... ABD
İslam ile savaşmamaktadır."

Sabık Başkan Bush'un ı ı Eylül olayları vuku bulduğunda 'Kut­


sal Savaş' tabirini kullandığım biliyoruz. Kutsal Savaş Haçlı sefer­
leri için sıkça kullanılan bir tanım idi. O tarihten beri 'İslami Te­
rör' tabirinin medya tarafından ısrarla tekrarlandığını da biliyo­
ruz. Hatta 'İslamofobia' diye tanımlanan ve gerçekdışı bir Müs­
lümanlığı çağrıştıran psikolojik vakanın; kıyafet, başörtüsü gibi
sembollere aşırı tepki, nefret ve ayrımcılık yapılmasını tetikledi­
ği, dahası bunu öngördüğü gerçeğini biliyoruz.

Cihad ve Kutsal Savaş Farkı


Cihad kelimesi İngilizce'ye 'Kutsal Savaş' tabiri ile çevrilmiş,
bu da İslam dininin şiddeti benimseyen ve bunu telkin eden bir
din olduğunun propaganda edilmesine yol açmıştır. Tüm bu kasti
olumsuz tutumlardan sonra ilk defa olarak ABD lideri konurnun­
daki bir kişi Cihad ve Kutsal Savaş tanımlarının farkını bildiğini
hissettirmiştir.

Linguistik (dilbilimsel) olarak cihad; cehd etmek, gayret etmek


anlamındadır. İslamiyet' e göre 'Her Peygamber cihad yapmıştır
ama her peygamber savaşmamıştır.' Yüce Peygamberimiz Tebük
Seferi dönüşünde cihad hususu ile ilgili olarak nefısle cehd etmeye,
büyük cihad; düşmanla savaşmaya ise küçük cihad demiştir.
'İslam savaş dinidir' diyenlerin; İslamiyet'in barışı esas, savaşı
istisna olarak gördüğünü, Hz. Peygamber dönemindeki savaşla­
rın hep Medine civarında ve savunma savaşları olduğunun ABD
ASIMETRIK SAVAŞ "'

Başkanı tarafından manidar biçimde yüksek sesle söylendiğini göz


ardı etmemeleri gerekmektedir.
Ünlü Boksör Muhammed Ali l l Eylül 200 1 'de Dünya Ticaret
Merkezi'nin yıkıntılarını görmeye gittiğinde gazeteciler kendisine
sormuşlardır, "El Kaide ile aynı dinden olduğunuz için ne hissedi­
yorsunuz?" Muhammed Ali de cevaben "Siz Hiclerle aynı dinden
olduğunuz için ne hissediyorsanız ben de aynı şeyi hissediyorum."
cevabını vermiştir.
Bugün ABD Başkanının Muhammed Ali gibi düşünmesi ve
aksi yerleşik fikirterin yanlış olduğunu resmi sıfatla ve yüksek
sesle hafızalarda kalacak şekilde ifade etmesi ciddi bir değişimin
işaretidir. Bu mesajların İslam coğrafyasında olumlu algılandığı­
nı görüyoruz. Eğer olumlu algılamaya doğru algılama eşlik eder­
se Müslümanların tüm dünyaya, 'gerçek cihadın güçlü düşmanı
terörle vurmak değil, ondan daha güçlü olmaya çalışmak' oldu­
ğunu göstermeleri için fırsat çıkmış olur. Bu olumlu gelişmelerin
geleceğe umutla bakmak için iyi bir neden olduğunu düşünüyor
ve zamanın bizi doğrulamasını arzuluyoruz.
BÖLÜM 8
KiMLiK TARTIŞMALARI

SOSYAL HASTALIK OLARAK IRKÇILIK

Sosyal Zeka ve "Özgürüz Ama Sorumluyuz"


Kuralı
Ayrımelliğın hem etik hem de politik sonuçlar doğurduğunu
biliyoruz. Son yıllarda sosyal sinirbilim çalışmaları "Sosyal zeka''yı
dört adımda tanımlıyor.
I -Kendini bilmek
2-Başkalarını tanımak
3-Kendini kontrol etmek
4-Sosyal yapının üyesi olmak.
Aynı zamanda kültürel ve dini öğretiler de aynıncılığa karşı
adaleti vurgulamaktadırlar. Yargılamanın hak ile başlayıp ada­
letle bitmesi temel ilkedir. Çağırruzda ''Amaç adaletse yöntem
demokrasidir" ilkesi temel insani değer olmuştur. Konfüçyüs "Bir
şeyin haklı olduğunu bildiğin halde, o şeyden yana çıkmazsan
korkaksın" demiştir. Kuranı-1 Kerim'de ''Allah için adil şahitler
olunuz, kendi aleyhinizde dahi olsa adaleti ayakta tutunuz, kin ve
düşmanlığınız sizi adaletten uzaklaştırmasın" mealinde ayetlerin
olduğu bilinmektedir.
Tıp eriğinde ise "etik meslek davranışı" için öngörülen stan­
dart; "Neyin doğru neyin yanlış, kimin haklı kimin haksız olduğu
hakkında inarıçiara dayalı ilkeler ve kurallar topluluğu" şeklinde
belirtilmektedir.
ASIMETRIK SAVAŞ
m
Hangi milletten olursak olalım ait oluğumuz sosyal yapıda, top­
lumsal ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için sorumluluk
almamız gerekmektedir. Evrensel öğretilere göre haklar hiyerarşi­
sinde en tepede yaratıcıya ve elçisine karşı sorumluluk, daha sonra
yaşadığımız topluluğa karşı sorumluluk, daha sonra ailemize karşı
sorumluluk, en son olarak da kendimize karşı sorumluluk bilin­
ci oluşturmamız gelir. Ancak aşağıdaki tartışmalardan anlaşılaca­
ğı üzere sorumluluk bilincinde standardarın bozulması ayrımcı­
lığı doğurmuş böylece kavga ve çatışma doğmuştur.
Görüldüğü üzere, anaokulunda çocuklara öğrettiğimiz slogan
"Özgürüz ama sorurnluyuz" klişesi güncelliğini hiç kaybetmiyor.

11Bize karşı onlar'' düşüncesi


"Bir insan nasıl soykırım yapabilir?" sorusu ruhbilimcilerin
çokça araştırdıkları bir sorudur. Bu soruya sinirbilimciler bir yo­
rum getirebildiler. İnsan korktuğunda, akıl yürütmeden sorumlu
ön beyinle düşünmeyi bırakır ve orta beyinle düşünmeye başlar.
Yani, beynin temelde bir hayvanınkinden ayırt edilemeyen kısmı
ile düşünüp karar verir.
Kötü niyetli liderler, pek çok kişinin kendisine tabi olduğu dü­
şüncesi ile hareket ederler ve bunu kullanırlar. Yetişticilmiş korku­
lacia tüm bu faktörler mali kriz, açlık korkusu, gelecek korkusu,
"bize karşı onlar" düşüncesi ile ötekini dehürnanize etmeyi başa­
rırlar. Bu nedenle kötü liderler sayesinde soykınının insanlık ta­
rihinde bu denli yaygın ve kendini tekrarlayan bir özellik olması
hiç de şaşırtıcı değildir.

Amerika Seçimlerinde lrkçılık Algısı


15 Ağustos 2006'da, seçim kampanyaları sırasında Virjinya'dan
Senatör George Alien üç ay sonra işini kaybetmesine yol açacak
bir yönünü ifşa etti. Kalabalıkta bir zamanlar demokrat rakibi
Jim Webb için çalışmış olan, Hint kökenli S.R Sidarth adındaki
m NEVZAT TARHAN

genci fark ederek, ona alaycı bir tarzda sataşmaya yeltendi. Fakat
ağzından çıkan sözler onun sonunu hazırlayacaktı:
"Sırtında san tişörtü olan oradaki arkadaş, Macara veya adı her
neyse. O bir zamanlar benim rakibimin safındaydı. Haydi ona
bir hoş geldin diyelim. Amerika'ya hoş geldin, Virjinya'nın ger­
çek dünyasına..."
Bu sahne televizyonda pek çok kez gösterildi. İnternette ise yüz
binlerce kez. Webb bizzat bu duruma hemen tepki vermedi, fakat
basın danışmanı hiç vakit kayberrnedi ve o gencin bir adı oldu­
ğunu ve doğuştan Virjinya'lı olduğunu belirtti. Alien özür beyan
etmek zorunda kaldı, saf değişikliğinden ötürü küçük düşürücü
bir irnada bulunmadığını belirtti: "Kişisel olarak asla onu aşağıla­
mak gibi bir niyetim olmadı. Buna gücendiyse şayet, kendisinden
gerçekten özür dilerim." Fakat olan olmuştu. Alien kendi safına
geçen Macaca ile kendini karalarnış oldu.
Alien bu olayı telafi edemedi. Bir hafta içerisinde düşüşe geçti.
Eylül ayı ortalarında Webb anketlerde az bir farkla öne geçti. Oysa
Demokrat Parti onu "potansiyel olarak kazanabilecekler" listesine
bile koyrnarnıştı.
Alien kaybetrneye devarn etti. Seçim sonunda Webb asla rnese­
leyi bir seçim meselesine dönüştürrnediği için büyük destek gör­
dü. Webb kendini belli bir mesafede tutarak veya medyanın bu
işi kendisi adına üscleneceğini umarak, ırkçı söylemiere karşı De­
mokratların geleneksel tavrını ortaya koydu.
Alien renginden dolayı bir Amerikan vatandaşını alaya aldığında,
güney ve kırsal kesimdekiler de dahil, Amerikalıların birçoğuna
artık görrnek istemedikleri şeyleri söylemiş oldu. Çünkü bilinç­
dışı fikirleri ne olursa olsun, aşırı ırkçı görüntüler onların bilinç
düzeyindeki hassasiyetleriyle çelişiyordu. Bu olay ABD toplumu­
nun ırkçılık ve ayrımcılık konusunda ne kadar olgunlaştığının
bir göstergesiydi.
ASIMETRIK SAVAŞ m

ABD' de Siyahların Durumu


Siyahlar çok sıkı çalıştıklarında, kurallara riayet ettiklerinde ve
üstün bir mevkiye geldiklerinde, Amerikalılar "onları" "biz" olarak
görme konusunda bir sıkıntı yaşamıyorlar. Venus Williams veya
Tiger Woods gibi Mro Amerikalıları sadece "bizim gibi" birileri
olarak değil, aynı zamanda "esin kaynağı" olarak görüyorlar. Siyah
ve Latin Amerikalı beyzbol oyuncuları ile özdeşim kurmaktan
rahatsızlık duymuyorlar. Bu özdeşim dile de aksetmiştir; "Hey
biz geçen akşam Dodgers'leri yendik" dediğimizde, buradaki "biz"
beyaz olmayan pek çok kişiyi içermektedir. Bu şu anlama gel­
mektedir; beyaz olmayan insanlarla özdeşim kurmanın önündeki
engeller artık oldukça geçirge�dir.
Amerikalılar aynıncılığın kurbanı olmuş, çalışkan insanlara
yardım etmeye isteklidirler, fakat orta sınıf değerlerini çiğneyen
insanlar için bu yardımı yapmaya hevesli değillerdir. Başarı getir­
mediğine inandıkları, " kötü insanlar için iyi paraları sokağa at­
mak" olarak gördükleri sosyal programlara destek verme konu­
sunda da isteksizdirler.

Ulus devlet, Çok uluslu devlet farkı


Milliyetçilik, en geniş tanırnıyla ortak bir tarih, dil, bölge, kül­
tür veya tüm bunların kombinasyonuna sahip, bir grup insanla
özdeşim kurma ve bağlanma hissidir. Ulusalcılık açıkça etnik
ulusal bir grup için bağımsız bir devlet oluşturma hareketi olma­
yabilir. Bununla birlikte, günümüz dünyasında bir ulusun kendi
yönetim biçimine karar vermesi ayrıcalıklı olduğu için, ulus-devlet
(öncelikle tek bir ulusal grubun oluşturduğu, bağımsız bir ülke)
pek çok ulusal hareketin özel bir hedefidir.
Yaygın kullanımda Türk kültür birikiminde ulusalcılık dini de­
ğerlerin ve milli hedeflerde ortaklığın olmadığı bir seküler milli­
yetçilik olarak yorumlanır. !rkçılık ise kendi ırkını üstün ve özel
NEVZAT TARHAN

görme değerlik ölçüsü olarak "ırk bağı"nı ön planda tutma ola­


rak bilinir.
"Ulus devlet" fikrinin yaygınlaşmasına rağmen, günümüzdeki
devletlerin çoğu sadece bir ulus veya etnik gruptan oluşmaz. Hatta
çoğu zaman "uluslar" ve ulusları yöneten siyasi yapılar, "devletler"
arasında dedi toplu bölgesel bir çakışma bile söz konusu değil­
dir. Mesela, Birleşik Krallık; İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey
İrlanda'dan oluşan, çok uluslu bir devlettir. Britanya da "krallığı"
ve "İnsan haklarını" değerlik ölçüsü olarak yeterli görmüştür. ABD
"İnsan hakları ve Amerikan Vatandaşlığını" değerlik ölçüsü olarak
kabul ederek ayrımcılığı önleyebilmektedir. Gazete başlıklarını ta­
kip eden herhangi bir kişinin bilebileceği gibi, Irak uzun yıllardan
beri Kürtler, Şiiler ve Sünnilerden müteşekkil bir ülkedir. Ken­
dilerini Kürt olarak tanımlayan kişiler Kuzey Irak ve Türkiye'nin
bazı bölgelerinde bulunur. Uluslarla devletler her zaman eşitlikçi
bir yapıda değildir. Bu durum çoğu zaman ulusu tek bir devletin
çatısı altında toplamaya çalışan ayrılıkçı hareketlere veya toprak
taleplerine yol açar. Osmanlı döneminde ayrılıkçı hareketlere yol
açmamasında hem din bağının hem de adil yönetim bağının "de­
ğerlik ölçüsü" olarak etnik bağa tercih edilmesinin rolü olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet ideolojisine "İnsan hakları ve
Türkiye vatandaşlığı" gibi ortak bir bağ eklemleyemezse kimlik
çatışmalarından kurtulamayacaktır.

Sinirbilim Teorisi ve Irk Algılamaları


Nöro görüntüleme verileri önyargının derinlerde yattığını or­
taya koyuyor. Hatırlayacağınız gibi beynin bölümlerinden biri
olan amigdala, sıçanlardan insanlara kadar geniş bir yelpazede,
korku gibi, hoş olmayan duyguların oluşumunda önemli rol oy­
nuyor. İnsanların bilinçdışı ırkçılık ölçürolerindeki skorları ne
kadar yüksekse, siyah yüzlü resimlere baktıklarında amigdala ak­
tivasyonlarının o kadar fazla olduğu görülür. Asla bilinçli olarak
ASIMETRIK SAVAŞ
m
kaydedilmemiş olsalar bile, yüzler subliminal (eşik altı) olarak
sunulduğunda bile bu durum geçerli olmaktadır.
Nörobilim, bilinçaltının gerçekten var olduğunu gösteren kanıt­
ları toplamayı ısrarla sürdürürken, biz bunlar gibi karmaşık teorileri
test etme becerisine hala sahip değiliz (söz gelimi, fMRG teknikleri
ile bir kişinin nefret hissi yaşayıp yaşamaclığını görebiliyoruz, fakat
bunun aslında bir öz-nefret olup olmadığını bilmiyoruz) . Ayrı­
ca, Searle White' ın belirttiği gibi, sadece bireysel düzeyden grup
düzeyine "adamaktan" kaynaklanan problemler söz konusudur.
Görmüş olduğumuz gibi, gruplar kişilerin bir araya gelmesinden
ibaret değildir. Kendi içlerinde grup dinamikleri söz konusudur.
Bu konu üzerine bir kitap yazmış olan Dusan Kecmanovic ulu­
salcılıkla ilgili psikolojik bir teori olmadığını iddia edecek kadar
ileri gider. Bunun sebebi kısmen; "ulusalcılık öncelikle sosyal bir
fenomendir ve psikolojik bir yaklaşımla toplumsal bir olayı açık­
lamanın iyi bir yaklaşım olduğu söylenemez. Bu iddia argümanı
daha ileri götürmekle birlikte, klinik uygulamada edinilen göz­
lemlerden toplumsal davranışla ilgili daha geniş yorumlara geçmek
hiç kuşkusuz birtakım sorunları da beraberinde getirir. Burada
toplu davranışları açıklamak üzere tasarlanmış, sosyal psikolojik
teoriler muhtemelen daha faydalı olacaktır.

Sosyal Hakimiyet Teorisi


!rkçılık, etnosantrizm (etnik ayrımcılık), yaşam tarzı ırkçılığı,
dinsel ırkçılık (dinsel ayrımcılık) cinsiyetçilik, ulusalcılık, cema­
atçilik ve sınıfçılığı içeren birçok baskı kurma formu olarak sosyal
grupların diğer gruplara hakimiyet kurmalarını sağlamaktadır.
Hakimiyet kurma kaygısı mevcuttur ve diğer sosyal tutumlarla
birlikte, insani dürtüler ve sosyal kurumlar, bu grup-temelli, hiye­
rarşik yapının bütünlüğünü tesis etme ve idame ettirmeye katkıda
bulunma gibi bir işieve sahiptir.
m NEVZAT TARHAN

Gruplar arası ilişkilerle ilgili sosyal hakimiyet teorisini savu­


nanlar arasında Jim Sidanius özellikle öne çıkar. Önceki yaklaşı­
mın aksine bu, gruplar arası ilişkiler hakkında genel bir teoridir ve
ulus devlet içerisindeki çeşidilikten kaynaklanan çatışmanın öte­
sinde, çok farklı çatışma tarzlarının anlaşılmasında kullanılabilir.
Yüksek sosyal hakimiyet yönelimi (SHY) sergileyen kişiler grupla­
rını "farklı", yani diğer gruplardan üstün görürler ve gruplarının
topluma hakim olmasını aktif olarak isterler. Her ne kadar teori
önceki teoriden daha karmaşık olsa da, esasen kişilik-temellidir,
yani daha spesifik olarak ifade edersek, kişileri sosyal hakimiyet
yönelimlerinin yüksek veya düşük oluşuna göre ayırır. Önceden
bahsedildiği gibi, teoriye göre, düşük statülü kişiler de toplumun
"hiyerarşiyi meşru kılıcı mitlerine" öylesine inanabilider ki, yük­
sek statülü diğer grubun tarafını tutmaya kalkışabilirler. Siclani­
us bunun en belirgin örneği olarak, ABD'de ırk ayrımı dönemin­
de siyahların beyazlara karşı saygıdan kaynaklanan itaat geleneği­
ni örnek gösterir ( Uncle Tomming örneği).
Bu yaklaşımın savunucuları özellikle ırkçılık üzerinde bir hayli
durmuşlardır. Felicia Pratto ve meslektaşlarına göre, SHY genel
olarak azınlık gruplara karşı önyargı ve siyah-karşıtı ırkçılıkla güçlü
bir biçimde ilişkilidir. Pratto ve arkadaşları "siyah-karşıtı ırkçılık
ideolojisine kişisel ayrımcılık eylernlerinde rastlandığı kadar, Afro­
Amerikalılara karşı banklar, toplu taşıma araçları, okullar, kiliseler,
evlilik yasaları ve ceza sistemini kapsayan kurumsal ayrımcılıkta
da görüldüğünü" savunmuşlardır. Teori "meşrulaştırıcı miderin"
nereden kaynaklandığına ya da hakim grup veya hiyerarşi tara­
fından nasıl devam ettirildiğine ilişkin pek az şey söyler. Bundan
dolayı, teorinin ırkçı düşünceyi destekleyen bireysel psikolojik
mekanizmalar hakkında söyleyebileceği oldukça az şey vardır.
Bununla birlikte, spesifik olmayan doğası bir dizi gruplar arası
çatışma durumuna uygulanmasına izin verir.
ASIMETRIK SAVAŞ

Psikanalitik Teori
Eski dostumuz psikanalitik teori (terörizm çalışmasında oldu­
ğu gibi) politik psikoloji içerisinde hala varlığını sürdürmektedir.
Ulusalcılığa karşı daha net içsel bir yaklaşım sergiler. Sigmund
Freud "minör farklılıkların narsisizmi"nden söz etmiştir. Bu, sa­
dece yakınımızda yaşayan kişilerle değil, aynı zamanda çarpıcı bir
biçimde bize benzeyen kişilerle çatışmaların oluşma eğilimidir.
Arap-İsrail çatışmasına veya Kuzey İrlanda'daki Protestanlarla
Katalikler arasındaki çatışmaya baktığımızda bunun kısmen yan­
kı bulduğunu görüyoruz. Bunlar çoğu zaman dışarıdakiler için
ayırt edilmesi olanaksız gibi görünen komşulara ilişkin belirgin
örneklerdir. Halihazırda görmüş olduğumuz gibi, her ne kadar
bizler toplumda agresyonu hasuracak şekilde sosyalleşsek de, Freud
saldırganlığın temel ve doğuştan gelen insani bir dürtü olduğunu
spesifik olarak iddia etmiştir.
Bunun dışında, Freud'un ulusalcılığın psikolojisi hakkında söy­
leyeceği pek az şey vardı. Diğer alanlarda olduğu gibi, onun fikir­
lerini genişletmek takipçilerine düştü. Bu fikirleri ulusalcılık ve et­
nik çatışmaya adapte etmiş olanlar arasında belki de en tanınınışı
Vamık Volkan ve arkadaşlarıydı. " The Need To Have Enemies and
Allies" isimli kitabında Volkan, klasik Freudçu "yarılma'' ("split­
ting') fikrinden yola çıkar. Gelişimimizin erken evresinde, dünya­
yı "iyi" ve "kötü" şeklinde ikiye bölme eğilimindeyizdir. Hoşlan­
madığımız veya kabul edilemez bulduğumuz yönlerimizi dışsal­
laştırır veya başkalarına yükleriz. Aslında düşmanlarımızı ayıpla­
yıp kınadığımızda, sadece onları değil, kendi içimizde hoşnut al­
madığımız yönlerimizi de kınıyoruzdur. İstenmeyen yönlerimi­
zi dış dünyaya yüklüyoruzdur. Bu yüzden düşmanlarımız olduk­
ça değerli, fakat bilinçaltı bir amaca hizmet ederler. Onlara karşı
duyduğumuz kızgınlık ve öfke bilmeden kendimize karşı hisset­
tiğimiz kızgınlık ve öfkeden kurtulmamızı sağlar.
NEVZAT TARHAN

Tüm uluslararası çatışmalarda farkındalığımızın dışında, bi­


linçaltı düzeyde bir şeyler olup bittiği konusunda Volkan ve ta­
kipçileri pekala haklı olabilirler. Öte yandan, bilinçaltına ilişkin
argümanları teyit ermek ve/veya yanlışlığıru kanıtlamak bilindi­
ği kadar zor değildir.

Sosyal Kimlik Teorisi


Modern çağda ulusalkimliklerin özellikle faydalı birçok amaca
hizmet ettiği ileri sürülür. Sosyal kimlik teorisine göre kişinin
ulusunun üstün olduğunu düşünmesi özsaygı ile ilgili temel insani
bir ihtiyaca hizmet eder. Searle-White bu fıkre birkaç nokta daha
ekler: Mesela "mayamızın adalet olduğu fikri" bizdeki temel insani
bir ihtiyaca karşılık gelir. Kimi zaman bu, mağduriyet hissiyle eş­
leştirilerek, haklı olduğumuz hissini güçlendirir ve görünüşe göre
cezalandırma ve intikam almayı meşru kılar. Son olarak, ulusal
kimlik hayatımızcia anlam bulmamıza yardımcı olur.

Kalıp Yargı Üretme Teorisi (Otomatik Stereotipik


Şemalar)
İçsel faktörlere odaklı olmayı destekleyenler arasında, son yıl­
larda özellikle popüler olan bir yaklaşım, ırkçılığı insan zihninin
bilgiyi kategorize etme şekline bağlamıştır. Şema teorisini duyan öğ­
rencilerin ortak bir reaksiyonu bunun ırksal stereotiplere uygulanıp
uygulanmayacağını sormak olmuştur. Bir öğretmen olarak buna
verdiğim cevap her zaman şu olmuştur: "Gerçekten bu mümkün,
hatta uygulanmıştır." Şema teorisinin perspektifınden bakıldığında,
ırksal kalıp yargıların kısmen insanların gerçekliği basitleftirme ve
nesnelerle insanları kategorize etme temel ihtiyacından kaynak­
landığı söylenebilir. Klasik kitapları Social Cognition'da, Fiske ve
Taylor şu ifadelere yer verir: "Stereotipleri normal bilişsel sürecin
insanları kapsayan bir kısmı olarak görmek artık yaygınlaştı." Bu
görüş stereotipleri irrasyonel, izole bir fenomen olarak gören, gele-
ASIMETRIK SAVAŞ m

neksel bakış açısıyla oldukça çelişir. Irksal stereotipler veya azınlık


gruplar hakkında negatif şernaların oluşma sebebi kısmen şudur:
İnsanlar kişilerle parçası oldukları daha geniş grup arasında illüz­
yona dayalı korelasyonlar oluştururlar. Fiske ve Taylor'ın ifadesiyle:
Çoğunluk-grup üyelerinin azınlık-grup üyeleri ile nispeten
az sayıda teması vardır ve negatif davranışlar da nispeten daha
seyrektir. Çoğunluk grup üyeleri ender rastlanan iki olay arasında
illüzyona dayalı bir korelasyon yapar ve azınlık grup üyelerinin
negatif davranışlarda bulunma olasılığının daha fazla olduğu so­
nucuna varabilirler.
Farz edelim ki siz kırsal alandan gelen, beyaz bir üniversite
öğrencisisiniz. İngiltere'nin Leeds kentinde Pakistanlı birinin cia­
iresini kiraladığınızı düşünün. Pakistanlılar İngiltere'de önemli bir
ırksal azınlığı teşkil ederler. Fakat büyük ölçüde ülkenin kuzey ve iç
kısımlarındaki Birmingham, Manchester ve Leeds gibi şehirlerde
yaşamayı tercih ederler. Oturduğunuz evin çatısında bir sızıntı
olduğunu düşünün. Ev sahibi ile iletişim kurmaya karar verdiniz.
Ama sonuç alamadınız. Ev sahibi onarım taleplerinize ilişkin te­
lefon ve mektuplarınızı cevapsız bıraktı. Bunun sonucunda ona
karşı güçlü bir nefret geliştirdiniz. Onun genelde nahoş bir insan
olduğu kanısına vardınız ve en kısa zamanda taşınmaya karar ver­
diniz. Böyle bir durumda, özellikle Pakistanlı hiçbir arkadaşınız
olmadıysa ve başka Pakistanlılarla yok denecek kadar az temasınız
olduysa, muhtemelen bu kişiyle bir grup olarak Pakistanlılar ara­
sında bir bağlantı (veya illüzyona dayalı bir korelasyon) kurarsı­
nız. Normalde kendinizi önyargılı bir kişi olarak görmeseniz bile,
tüm Pakistanlılara karşı ırkçı bir tutum içerisine girdiğinizi fark
edersiniz. Bu tarz bir bilişsel yaklaşım kimi zaman hepimizin "naif
bilim adamları" olduğunu var saydığı için, bu durumda kişi tek
bir vakadan şüpheli bir sonuç çıkarmaya yeltenebilir.
Bununla birlikte, verilen bu örnekte kaçınılmaz olarak tüm
Pakistanlılara yönelik ırkçı hislerin ortaya çıkacağını söyleyemeyiz;
mı NEVZAT TARHAN

şayet o güne kadar çok sayıda ev sahibesi tanımışsak ve bir çoğuyla


benzer deneyimler yaşamışsak, bu kişiyi "Pakisranlı şeması" yerine
"ev sahibi şeması"na oturturuz. Bu durumda, tüm ev sahiplerine
karşı bir önyargı hissi oluşabilir. Şema teorisi ırkçılığın kaçınılmaz
olmadığını ileri sürer; bu, devreye sokulan şema ve o kişinin sahip
olduğu şema repertuarına bağlıdır. Teoriyi temelde içsel faktörlere
odaklı kılan bu yönüdür.
Kalıp yargı üretme ve bunun önyargıdaki rolü 1 930'lardan
beri çalışılmıştır. Klasik Freudian veya psikanalitik yaklaşımın ilk
çalışmalarının birçoğunda, ırkçılığın psikolojik defektieri olan kişi­
lerin yetersizlik hislerini başkalarına yükledikleri bir çeşit yansıtma
olduğu tartışılmıştır. The Nature ofPrejudice isimli kitabın (ilk
kez 1 954'te yayınlanmıştır) yazarı, ünlü sosyal psikolog Gordon
Allport bu fenomenin çalışılmasına öncülük etmiş, ölümünden
sonra da bu alanda etkili olmaya devam etmiştir. Allport önyargıyı
kusurlu ve katı bir genellerneye dayalı bir antipari olarak görür. Bir
grup veya grup üyesine yönelik olabilen bu antipari hissedilebilir
veya ifade edilebilir. Allport ırksal kalıp yargı üretmenin bir kişilik
defekti olarak görülmeye çalışıldığını, fakat (biraz rahatsız edici
bir noktaya değinerek) bunun insan bilişinin "normal" işleyişini
yansıtan süreçlerden kaynaklanabileceğini dile getirenierin ilkidir.
Allport'un iddiasına göre; "İnsan zihni kategoriler yardımıyla dü­
şünüyor olmalı. Bir kez oluşturulduğunda, bu kategoriler normal
ön hüküm vermenin temelini oluştururlar. Bizim bu süreçten ka­
çınmamız pek mümkün olmayabilir. Yaşamı kolaylaştırmak buna
bağlıdır." Allport önyargıya karşı bilişsel bir yaklaşım geliştirirken,
Dovidio ve meslektaşlarının işaret ettiği gibi, "kişilik yapıları zayıf
olan insanların ego savunmasına yönelik manevralarından ve ca­
hillikten kaynaklanan, temelde irrasyonel bir nefret" biçimindeki,
geçerliliğini yitirmiş önyargı görüşünü de savundu. Allport aynı
zamanda emosyonel ve motivasyonel faktörlerin önyargıdaki ro-
ASIMETRIK SAVAŞ
""
lüne de vurgu yapmıştır. Bu durum onun eserlerinden yola çıkan
akademisyenler arasında görüş ayrılıkları yaratmıştır.

Irksal stereotiplere bakarsak, stereotiplerin duruma "uyduğu"


görüldüğünde ve özellikle kişinin durumu "aşağıdan yukarıya"
veya kendi dar çerçevesinde değerlendirmesine yol açacak, hafif­
letici bir bilgi olmadığında, insanlar bunlara bel bağlarlar.
Söz gelimi, beyazlardan siyah bir erkeğin suç işleme ihtimali­
ni tahmin etmeleri istendiğinde ve kişi hakkında bir başka bilgi
verilmediğinde, siyah kişiyi "suçlu" olarak görme ihtimalleri daha
fazla iken (bu şekilde bilişsel olarak insanların çoğu onu daha ge­
niş bir sosyal stereotipe "oturttu"), onun toplumun ideal bir üye­
si olduğu söylendiğinde ise bu ihtimal daha düşüktü (böylece ste­
reotip yerine bireyle alakalı, mevcut bilgiyi kullandılar). Görece­
ğimiz üzere, bu argümanı dolaylı olarak teyit eden ilginç bir des­
tek ırkçı tutum ve tepkileri ölçmek amacıyla fMRG tekniklerinin
kullanıldığı sinirbilim çalışmalarından geldi.
Biyopolitik Teori
Ulusalcılık ve etnik çatışma-gerçekte her türlü insani çatış­
ma- için popüler biyolojik bir açıklama da şudur; doğal selek­
siyon insanoğluna doğuştan gelen agresif bir içgüdü aşılamıştır.
Bu oldukça makuldur, insanlar yiyeceklerini süper markederden
tedarik etmeden çok önce, gıda elde etmek için öldürmek zo­
rundaydılar. Bununla birlikte, pek çoğumuz her zaman agresif
değilizdir. Dolayısıyla, bu argüman doğru olsa bile, bu içgüdüyü
hangi durumların ortaya çıkardığı sorusu akla gelir. Bazı eleştir­
menler siyasete biyopolitik yaklaşmaktan bahsederler. Darvinci
bakış açısına göre, evrim bizi en azından, bir tür içerisinde önce­
den kestirilebilir şekilde düşünme ve davranmaya itmiştir. Oysa
evrim teorisine ilişkin standart bir görüş söz konusu değildir. Her
ne kadar evrimci psikologlar, etnologlar ve biyologlar Skinner'in
"boş levha" fikrini aynı derecede reddederek, bizim bir şekilde
m NEVZAT TARHAN

evrimsel süreçler yoluyla genetik olarak doğuştan programlanmış


olduğumuz görüşünü paylaşsalar bile, doğuştan programlı oluşu
nelerin meydana getirdiği konusunda anlaşmazlığa düşerler.
Mesela, Richard Dawkins'in çok satan kitabı The Selfish Gene
ile Mary Clark'ın In Search ofHuman Nature'� büyük ölçüde fark­
lılık gösterir. Dawkins insanların evrilerek, kişisel çıkar doğrultu­
sunda hareket etme becerisi geliştirdikleri bir dünyadan söz eder:
"Başarılı bir genden beklenen baskın özellik acımasız bir bencil­
liktir. Bu gen bencilliği genellikle bireysel davraruşta bencilliğe yol
açacaktır [ . . . ] bir genin hayvan düzeyinde 'sınırlı' bir fedakarlık
formu geliştirerek, kendi bencil hedefierine en iyi şekilde ulaşa­
bildiği bazı 'özel' durumlar söz konusudur. Burada geçen 'özel' ve
'sınırlı' kelimeleri önem taşır. Her ne kadar çoğu zaman tersine
inanmak istesek de, evrensel sevgi ve türlerin refahı gibi olgular
bütünüyle evrimsel anlam taşımayan kavrarnlardır."
Clark, Dawkins'in kuramını şöyle tanımlar: "'bencil genler'
sevgi duymaya, empati kurmaya, erdemli olmaya izin vermez.
Bunlar evrimsel açıdan kabul görmez; etkin ve işlevsel değillerdir.
Bunlar kişinin zindeliğini azaltır." Bununla birlikte, gerçekten
genetik olarak bu şekilde "programlandıysak", Raoul Wallenberg
ve Per Anger gibi kurtarıcıların eylemleri gibi, gerçek dünyada
gözlemlediğimiz fedakarlık içeren pek çok eylemi izah etmekte
güçlük çekeriz. Clark böyle bir genetik programlanma ile bu şe­
kilde evrilemeyeceğimizi ileri sürer. "Herhangi bir sosyal meme­
linin--diğer primatlar, yunuslar, fıller--doğal seleksiyonun bu
tarz ilkelerini nasıl takip ettiğini anlayamıyorum." Özellikle, bu
tarz bir görüş toplumsal hayatta fedakar ve empatik bir davranışı
izah edernemenin dışında, sevgi ve keder gibi duyguları neden
yaşadığımıza, niçin gruplar oluşturduğumuza açıklık getireme­
mektedir. "Bencil genler" ile şekillenmiş olmak yerine, Clark'ın
iddiasına göre, başka insanlarayardım etmeye genetik olarak yatkın
veya programlıyızdır. Bir türün kendini çoğaltınaya devam etmesi
ASIMETRIK SAVAŞ m

için, türlerin başka üyelere yardım etmeye yatkın olmaları elbette


büyük ölçüde işe yarayacaktır.
Öte yandan J. Philippe Rushton'ın iddiasına göre, kendi et­
nik grubumuza karşı feda.lcirlığı ve başkalarına yönelik düşmanlığı
"genetik benzerlik teorisi" nden [genetik olarak bize benzer olanla­
rı kayırma, tercih etme eğiliminde olmamız] yola çıkarak açıkla­

yabiliriz. Evrimsel amaçlar için geliştirdiğimiz, bu tarz sınırlı bir


fedakarlık kendi genlerimizi tekrarlamamıza yol açacaktır. Mese­
la benzer etnik kökene sahip ve yaş, eğitim, tutum hatta kişili­
ği bize benzeyen kişilerle evleome yanlısıyızdır. Bununla birlikte,
bu tarz analizler oldukça indirgemecidir; dahası Rushton siyase­
tin tamamen genetik bir analizini reddetmektedir. Rushton siya­
si tutumları genetik çıkarlar için bilinçaltı rasyonalizasyonlar ola­
rak görür. Gerçekte bu tarz bir analiz genetik dürtülerin siyasi ey­
leme dönüştüğü mekanizmaları açıkça belirtmez ve aynı zaman­
da ortak genetik karaktere sahip olmayanlara yönelik düşmanlığı
izah etmede zorlanır. Rushton "fedakarlığın çehre değiştirerek, et­
nik ulusalcılık, yabancı düşmanlığı ve soykırıma dönüşebileceği­
ni" belirtmenin dışında, genetiğin nasıl olup da diğer gruba düş­
manlık beslerneye yol açtığını izah etmemektedir.
Ulusalcılığı evrimsel süreçlere bağlamada yaşanan daha temel bir
problem de şudur; bizde doğuştan programlı olan şeyin tam olarak
ne olduğundan emin olamayız, çünkü biyolojik veya doğuştan
getirdiğimiz faktörleri toplumsal olarak öğrenilrniş davranışlar­
dan ayırt etmek güçtür; hatta doğuştan genetik programımızın
doğasını tam olarak tanımiasak bile, bu evrimsel faktörlerin sosyal
ve politik güçlerle nasıl etkileştiğini açıklamada zorlanırız (çünkü
biyoloji tek başına her şeyden sorumlu tutulamaz). Üstelik şiddetli
ulusalcı çatışmanın bir anlamda "doğuştan" olduğunu ileri süren
herhangi bir teoride karşılaşılan gerçek güçlük şudur; her ne kadar
toplumsal baskılar bu sürece müdahale etse de, Clark'ın çalışma­
sında ileri sürüldüğü gibi, birbirimize yardımcı olmaya doğuştan
m NEVZAT TARHAN

programlı olmamız daha olası gözükmektedir. Bir başka deyişle,


çatışmanın kökeni sadece insan biyolojisiyle açıklanamaz. Bu
yalnızca ayrımcılık ve önyargının insanların "ayrılmaz bir parçası"
olduğunu ileri süren, biyopolitik teorilere mahsus bir problem
değildir. Sosyal hakimiyet teorisi gibi, hiyerarşi mevcudiyetinin
baskı ve istismar oluşturmaya yeterli olduğunu ileri süren yakla­
şımlar için de problem oluşturur.
Biyopolitik teori Hitler'in ideolojisine, Nazizm dakerinine ve
ırklar hiyerarşisirıi kullanarak üstünlük kurma iddiasına meşruluk
kazandırmıştır.
Bütün bu teorileri incelediğimizde insanın rekabetçi dürtille­
rinin içsel veya dışsal çeşidi yollarla ifadesi ve eğitiminin önemi
anlaşılır. Irk farklılığını barışcıl biçimde yorumlayan yaklaşımlarla
savaşcıl biçimde yorumlayan yaklaşımlar ırk farklılıklarının ahlaki
normlarını belirlemiş olmaktadırlar.

11NE MUTLU TÜRKÜM DiYENE" TÜM TOPLUMU


KUCAKLAYABiLiYOR MU?
İstanbul'un işgalden kurtuluşunun 86. yıldönümü kutlamala­
rında cami mahyalarına alışılmarnış bazı sözler yazıldı. "Ne mutlu
Türküm diyene" sözü ile birlikte, milli birliği çağrıştırma amacıyla
"önce vatan, ordumuza şükran borçluyuz" gibi sözler de yazılmıştı.
lık olarak bu sözlerin "Türk olmayan bu camiye giremez" anlamına
geldiği iddia edildi ve "Kabe'ye 'ne mutlu Arabım' yazılsa oraya
girmem" şeklinde tepkiler oluştu. Bu mahya siyasidir, ideolojiktir
ve tek parti dönemi özlemciliğidir iddiaları ortaya çıktı.
· İkinci tür duygusal tepkiler ise "Türk olduğumuzu söylemekten
rahatsız olamayız", "Ne mutlu Türküm diye ne sözü bu ülkede
yaşayanların tek ülküde birleşmesini sağlayan sözdür", "Bu ülküyü
paylaşmayanlar bu vatanı terk etmelidirler", "Türklüğümden gurur
duyuyorum" türü söylemlerden ibaretti.
ASIMETRIK SAVAŞ m

Üçüncü tür kötülük temelli duruş ise, "Toplumu kucakla­


maya değil kurcalamaya çalışmalıyız. Anadolu'da barış olmamalı,
aksi takdirde bizim varlık sebebimiz ortadan kalkar" duruşu idi.
Aslında bu, barışıp uzlaşmaya çalışan insanları kavga ettirme­
ye niyedenen usta hilecinin hilesiydi. Oturup, ne yaparım da bu
insanlar kapışır diye fitne çıkarmak bu konuda üstat olanların fik­
riydi. Cami mahyalarına kucaklayıcı değil kurcalayıcı sembolleri
asarak yapılan asimetrik psikolojik savaş çok göze batıyor.
Kendisi ile barışık olan her insan sahip olduğu şeylerden mut­
lu olur ve şükür ederek bu mutluluğunu ifade eder. Fakat ifade
biçimi çok önemlidir. Sahip olmayanın kendini kötü hissedip
hissetmediğine dikkat edilmelidir. Bu, sosyal empatidir. Varlık­
lı bir insan "Zengin olduğum için çok muduyum" diyebilir, ama
bunu yoksullar arasında söylerse servet ve sermaye düşmanlığını
başlatır. Kapitalizmin yoksulu yok farz eden bu tutumu Komü­
nizmi doğurmuştur.
Bir Alman bir zamanlar Hitler'in de yaptığı gibi "Ne mutlu
Cermen ırkından olana'' diyebilir. Fakat daha sonra yaşanan Dün­
ya Savaşı'nın psikohistorisinde bu söylem savaş nedenleri arasın­
da yer aldı. Hitler ırklar hiyerarşisinde Alman ırkının kan bağın­
da birleşmeyi amaçladığı için diğer ırkları yok etmeyi hakkı gibi
gördü. Diğer ırklar için 'mantarlaşmış ırklardır, dünyadan temiz­
lenmelidir' görüşü Hitler'in Kavgam isimli kitabında mevcuttur.
Hakim olan bir ırkın diğer ırklara yokmuş gibi davranması,
onları kültüründen soğutmaya çalışması yok olmak istemeyen
ırkta savunma ve direnme duygusu uyandırır.
Resmi ideoloji Osmanlı' nın savunduğu ortak değerleri değiştir­
mek istedi. Cumhuriyetin ilk yıllarında dünya ile eşzamanlı mil­
liyetçilik akımları Türkiye'de de güçlendi. Cumhuriyet, ideoloji­
sini oluştururken dil, din ve kültür bağı yerine kan bağını ortaya
koydu. İki dünya savaşından sonra kan bağının kavga ve savaş ne-
NEVZAT TARHAN

deni olduğunu bütün Avrupa, savaş travmasının sonunda öğren­


di. Sadece siyasiler değil ortalama Avrupalı da ırkçılıktan korktu.
Fakat Türkiye savaş travması yaşamadı ve resmi ideoloji sa­
vaşları doğru okuyamadı. Türkiye Batı'nın demokrasiye geçiş ge­
rekçelerini bilmeden kabul etti. Çünkü Türk siyasileri Stalin'den
korkmuştu. Resmi ideoloji 80 yıldır tek parti dönemi, ihtilaller
dönemi, jandarma baskısı ile bütün yolları kullandığı halde Doğu
ve Güneydoğu'da bazı kültürleri yok edemedi. Zaten edemezdi
de . . . Sayın Ümit Bozdağ'ın da doğru bir şekilde tespit ettiği gibi
Doğu'da Kürt sorununun ortaya çıkmasında PKK gibi örgüderin
mağduriyet psikolojisini çok iyi kullanarak bölünmeyi hızlan­
dırmak istemesi önemli bir etkiye sahiptir. Neden ve sonuçların
karışması ile Kürt sorununun Türk sorununu doğurmak üzere
olduğunu ve birbirini beslediğini görmek gerekir.
Artık Türk milliyetçiliğinin Güneydoğu sorununda sebep mi
sonuç mu olduğuna takılınanın bir anlamı yoktur. Çözüm odaklı
düşünmek gerekmektedir. Milli birlik için yeni politikalara ihtiya­
cımız vardır. Artık resmi ideoloji vatandaşlık bağı olarak ırk bağını
kullanmaktan vazgeçmeli ve Türk kelimesini doğru tanımlamalı­
dır. Böylece PKK'nın elinden mağduriyet argümanı alınmış olur.
Hükümet de demokratik açılırnın içini daldururken terörün
bu konuda devleti sonuca ulaştıracak bir unsur olduğu izlenimi
vermemelidir. Muhatapları doğru seçmek ve diyalog kapısını hep
açık tutmak çok önemlidir. Sadece idealist değil aynı zamanda re­
alist ve aktivist olan Atatürk yaşasaydı bugün "Türkiye vatandaşı
olmaktan dolayı muduyum" derdi. Osmanlıcılık yerine Türkiye­
ciliği koyardı. Niyetimiz milli birliği sağlamaksa olması gereken
ve AB kriterlerinin standardı budur. Bu ifade geri adım atmak de­
ğil doğruyu yapmak ve zamanın anlamına uygun davranmaktır.
Türk olduğumuzu göğsümüzü gere gere söyleyebiliriz, ama bir­
çok vatandaşırnıza kendisini kötü hissettirecek biyolojik bağı yani
ASIMETRIK SAVAŞ

kafatası bağını çağrıştıran sembollerde ısrar etmek insanın psiko­


lojik doğasına uymuyor. Fıtrata yani psikolojik doğaya uymayan
şeyleri dokular reddediyor. Daha fazla ısrar Türkiye'yi böler. Lüt­
fen artık oyuna gelmeyelim, duygu temelli değil, akıl temelli ha­
reket edelim. Almanların en güçlü zamanlarında başaramaclığını
Türk şovenizmi mi başaracak?

Bu ulaşılamayacak bir kızılelmadır. Gerçekçi bir beklenti de­


ğildir. "Amacımız küçük olsun ama safTürk devleti olsun" diyen
Türkler ırkçıdır ve bölücüdür. Dünya Türklerini birleştiremediği
gibi Anadolu'yu da kaybettirir. Birlikte yaşama bilinci etnik nar­
sizınİ aşmakla gerçekleşir. Rehberimiz akıl ve bilim diyorsak hoş­
lanmasak da bu gerçeği kabul etmeliyiz.

KÜRTLERi TÜRKLERE BAGLAYAN SOSYAL


BAGLAR
Türkiye'de ilginç gelişmeler oluyor. Siyasi iktidar seçmeninin
çoğunlukta olduğu Orta Anadolu'yu kaybetme riskini göz önüne
alarak cesur bir girişim başlattı. Siyaseten doğru gözükeni değil
Türkiye için doğru olanı yapmak istiyor. Muhalefet partileri ise
kurulu düzeni şiddetle savunuyorlar.

İçişleri Bakanımız Beşir Atalay' ın Prof. Vam ık Volkan'la


Kürt açılımı için görüştüğünü basından öğrendik. Varruk Ho­
carruz 1 990'larda Yugoslavya'da çalıştı, sonra Yugoslavya dağıldı.
Kafkasya'da çalıştı. Kafkasya'da Gürcistan olayları yaşandı, bölün­
meler oluştu ve Vamık Hoca şimdi Türkiye'de. Varruk Volkan Ho­
camız bir psikiyatri profesörüdür. Psikiyatri'de Psikanaliz ekolün­
den vazgeçmeyen taraftarı azalmış Freudyenlerdendir.

Enver Sedat'ın "Arap-İsrail sorununun % 70'i psikolojiktir" de­


mesi üzerine oluşturulan, bilimsel araştırmalar için çalışan ekip­
tendir. Kıbrıs kökenlidir, Türk olarak doğmuş, İngiliz gibi büyü-
ırmı NEVZAT TARHAN

müş, Amerikalı gibi yaşayan birisidir. Atatürk'ü 'Onarıcı Narsist'


olarak tanımlamıştır.

Vamık Volkan'ın teşhisi doğru tedavisi yanlış


Bir ailede fertleri birbirine bağlayan psikolojik bağlar koptuğu
an aile dağılır. Aynı kural toplumlar için de geçerlidir. Aile tera­
pistleri aile bağlarının en önemlileri olan sevgi, saygı ve güven
bağlarını oluşturmayı sağlayacak çözümler üretebilirlerse evlilik
kurtulur. Eski çift terapisi yaklaşımında aileyi ele almadan sadece
bireylerle uğraşılırdı. Vamık Hoca bu ekoldendir. Sadece bireyin
geçmiş travmaları üzerinde durulur. Yeni çift terapisi yaklaşımın­
da ailede bağların güçlenmesi için temel değerler güçlendirilir ve
ilişki yönetimi çalışılır.
Birinci değer kimsenin kimseyi küçük görmediği, eşider iliş­
kisinin doğruluğuna inanılmasıdır.
İkinci önemli değer herkesin birbirini değiştirmeye değil, ken­
dini değiştirmeye çalışmasıdır.
Üçüncü önemli değer nitelikli 'kazan kazan' beraberliğini he­
deflemektir.
Kritik soru şudur: "Ne yaparsam sevgi ve saygı artar, güven
oluşur?" En çok yapılan kritik hata da tarafların doğru olanı de­
ğil egolarını tatmin edeni yapmaya çalışmalarıdır.
Vamık Volkan'ın durduğu yer bilimsel kişilerüstülük değildir.
Onun Batı kültürünü üstün gören duruşu vardır. Anadolu insa­
nının geleneklerini küçük gören ve değiştirmeyi savunan kültürel
emperyalizmin çizgisindedir. Ankara Beypazarı'na gittikten sonra
halkın ve yöneticilerin gelenekleri savunarak modernleşmeyi seç­
mesinden rahatsız olduğunu toplantılarda hep söylemiştir. İsla­
mofobisi olan Humington paralelinde bir duruşu vardır.
İki insanın iyi işbirliği kurması için farklılıklar ötelenir, ben­
zerlikler güçlendirilir. Zamanla iyi ilişkinin kazanımları ile farklı-
ASIMETRIK SAVAŞ

lıklar tolere edilir. Aynı kural toplumlar için de geçerlidir. İyi iliş­
kiyi güçlendirmek için taraRarın özgeçmişinde var olan ortak de­
ğerler kişilik tesderi ve dikkatli değerlendirmelerle tespit edilir. İyi
ve güzel paylaşımlar tekrar canlandırılmaya çalışılır. Ortak zevk­
ler, eğlenceler, ritüeller, törenler, yaslar paylaşılır.
Eski psikanaliz ekolünün şimdi yaniışianan yaklaşımında ise
geçmişte yaşanan travmatik olayların üzerine gidilir. Eski psika­
nalitik yaklaşımın tutumu doğal mekanizmaların önünü açarak
tedavi yapmak yerine hastayı gereksiz arneliyara alma davranışı ile
eşdeğer bir tutumdu. Böyle bir durumda karı koca arası düzeleil­
rnek İstenirken anasına babasına düşman bireyler ortaya çıkarılır.
Evlilik terapisini bireyselleşme ve bireysel özgürlükler zeminin­
de çözmeye çalışırken evlilik bağları zayıflatılır. "Özgür ol, haya­
tını yaşa, zincirleri kır, kendin ol" gibi kulağa hoş gelen söylem­
lerle taraRar bireyselleştirilmeye çalışılırken bencilleştirilir. Evlilik
terapisi 'boşanma başarısı' ile sonlandırılır. Bugün ABD'de boşan­
manın o/o 50'nin üzerinde olmasında bu yöntemi uygulayan çift
terapistlerinin teşviki büyük rol oynamıştır . . .
Bugünkü tehlike demokratik açılımın, ortak değerleri güçlen­
dirmek yerine ortak kimlik değerlerini değil farklı kimlik değer­
lerini güçlendirecek şekilde yönetilmesidir. Kültürel bağları güç­
lendirmeden yapılan özgürleşme ayrışma ile sonlanır. Tıpkı aile­
lerde olduğu gibi.
Şimdi bakrığımızda hükümet, demokratik açılım gibi kulağa
hoş gelen sloganların cazibesi ile Türk-Kürt diyalogunu Türk-Kürt
ayrışmasına götürecek bir yola girmek üzeredir. Muhalefet partileri
ise böyle bir dönemde 'Partisel ve ideolojik ego'larını 'Türkiye' nin
ego'sundan önce tutmaya çalışarak tarihi hata yapmaktadırlar.
Kimse kimseyi küçük görmemeli, kimse kimseyi değiştirmeye
çalışmamalı, herkes karşı tarafın eşit olduğunu kabul etmelidir.
Sorunları çözmeyi ikinci plana alan tarihsel özgeçmişteki bağları
m NEVZAT TARHAN

güçlendiren ortak eylemler için işbirliği planı yapılmalıdır. Psika­


naliz ekolünün negatifı düzeltme çabası yerine pozitif psikolojinin
olumluyu güçlendirme ekolü bize daha uygundur.
Her tarafin kendini iyi hissettiği özgür birliktelikler ve birlikte
yaşama bilinci böyle oluşur. Birlikte yaşama yolunda iyi niyeti
olanlar bu işbirliği çabasını sabote etmezler.

GiZLi IRKÇILIK
Açılımların konuşulduğu günümüzde kavramlar ve tanımla­
maların daha fazla netleşmeye ihtiyacı var. Gözlemlenen belirgin
hatalı algılamalar, yanlış ve kalıplaşmış düşünceler ırkçılığın tanımı
ve sınırlarını değiştiriyorlar.
"Ben kafatasçı değilim ama Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur,
Türkiye Türklerindir demek bizim hakkımız, Türkiyeliyim demek
Türklükten utanmaktır, Osmanlı Türklere imtiyazlı davranına­
makla hata etti, Osmanlı etnik temizlik yapmalıydı. Türk olmak
üstün olmaktır. Kürt asli unsur değildir. Türkleşmiş Kürt benimle
eşittir. Bir Yunanlıyı Kürt'ten daha yakın hissediyorum"
İnsan hasta olduğu zaman Türk doktor değil iyi doktor arar.
Fakat Atatürk'ün belli şartlarda söylediği "Beni Türk hekimlerine
emanet ediniz" sözünü hastanelere asarız. Benim çalıştığım has­
taneye yabancı öğretim üyeleri geldiğinde bu sözü açıklayamayız
diyerek "En büyük rehberimiz akıl ve bilimdir" sözünü astık.
İnsanlara ikinci sınıf insan muamelesi yaptıktan sonra neden
bunlar isyan ediyorlar demek realite körlüğüdür. Özellikle Gü­
neydoğu Anadolu'daki insanlara kendi kimliklerinin aşağılandığını
hissettirecek şekilde dağa taşa ırk ayrımcılığı çağrışmacak sözler
yazmak gerçekte bölücülük yapmaktır.
Ayrıca devletin resmi söyleminde ırk ayrımcılığını çağrıştıran
resmi terimler vardır. Özellikle ırklar hiyerarşisinin bilimsel olarak
savunulduğu Hitler döneminde; yasalara, okul kitaplarına girmiş
ASIMETRIK SAVAŞ m

bazı ibareler ırkçılığı teşvik ediyor. "Damarlardaki asil kan", 'Türk


hekimleri daha üstündür" gibi ...
Batı dünyası birinci ve ikinci dünya savaşlarında ırkçılığın zara­
rını ve kötü sonuçlarını bütün şiddeti ile yaşadı. Hatta Obama'yı
Başkan yapacak kadar eşitliği içselleştirdiler. Ancak bizde yüksek
sesle "Ben Kürt'üm" diyen kişi hemen dışlanıyor.

Futbol taraftarlığı ve ırkçılık benzerliği


Cinsiyetçilik, dincilik ve ırkçılık futbol fanatizmi gibi olursa çok
tehlikelidir. Kendi takımının hatalarını görmeyen kimse aslında
futbolu değil takımını seviyordur. Doğru olan "takımını sevsin
ama futbolu daha çok sevsin" olmalıdır. Aynı şekilde "kendi ırkını
sevsin ama insani değerleri daha çok sevsin" olmalı idi. İnsanlık
hukuku Türklük hukukundan daha önce gelir. Pozitif ve Negatif
Milliyetçilik farkını anlamak için daha önce geliştiediğim 'Milli­
yetçiliği Algılama Ölçeği'ni burada yayınlama ihtiyacı hissettim.

Milliyetçiliği Algılama Ölçeği


Toplumsal şiddet nedenlerinden birisi ırkçılıktır ve en tehlikeli
ırkçılık gizli alandır. Bu nedenle zararlı yapıdaki milliyetçilikle,
faydalı milliyetçilik farkını netleştirmek ve tanıma yeteneğini
ölçmek gerekiyor.
Not: Türk tanımlaması model alınarak hazırlanmış bir ölçektir,
kişiler kendi milliyetlerine göre isim değiştirebilirler. Kendisini
anlama kapasitesi olmayanlar bu testi sinirlenip yarım bırakabi­
leceklerdir.
1 . Milliyetçilik en kutsal duygudur, milliyetçilik hislerim hak
hukuk düşüncemden önce gelir.
a) Kesinlikle yanlış ve katılmıyorum,
b) Olabilir, duruma göre,
c) Kesinlikle doğru ve katılıyorum.
m NEVZAT TARHAN

2. Milliyetçilik damardaki kana ve soya bağlı bir duygudur.


a) Kesinlikle yanlış ve katılmıyorum,
b) Olabilir,
c) Kesinlikle doğru ve katılıyorum.

3 Milliyetçilik toprak ve vatanla ilgili coğrafi kökenli bir duy-


gudur.
a) Kesinlikle doğru ve katılıyorum,
b) Olabilir,
c) Kesinlikle yanlış soy'a yönelik bir duygudur.

4 Benim ırkımdan birisi suç işlerse onu korurnam gerekir.


a) Kesinlikle yanlış ve katılmıyorum,
b) Olabilir,
c) Kesinlikle doğru ve katılıyorum.

5 Benim ırk ve soyumdan birisi başka bir ırk ve soydan birisi


ile kavga ederse haklı haksız önemsemem, kendi adamımı
korurum.
a) Kesinlikle yanlış ve haklı olanı anlamaya çalışırım,
b) Fark etmez duruma göre davranırım,
c) Kesinlikle kendimden olanı korurum.

6 Hasta olduğum zaman benim milliyetimden bir doktor ararım,


uzman ve ehil olup olmaması ikinci plandadır.
a) Kesinlikle yanlış ve katılmıyorum,
b) Olabilir,
c) Kesinlikle doğru, katılıyorum.

7 Alışveriş yaparken, saatimi tamir ettirirken kendi milliyetimden


işyeri ararım.
a) Kesinlikle yanlış ve katılmıyorum,
ASIMETRIK SAVAŞ m

b) Olabilir,
c) Kesinlikle doğru ve katılıyorum.

8 Tarihte etnik temizlik yapılmasının doğru olmasa bile gerekli


olduğunu düşünmüşümdür.
a) Kesinlikle yanlış ve karılmıyorum,
b) Olabilir,
c ) Kesitılikle doğru ve katılıyorum.
9 Hitler'in Yahudi ırkına karşı uyguladığı soykırım ve tasfiye
uygulamalarında yöntemini yanlış da bulsam gerekçesinin
haklı olduğunu düşünmüşümdür.
a) Kesitılikle hem gerekçe hem yöntem yanlış idi ve karıl­
mıyorum,
b) Gerekçede haklı ama yöntemde. hatalı idi,
c) Kesinlikle doğru yapmıştır ve katılıyorum.

1 O Osmanlının Ermeni, Rum gibi azınlıklara yumuşak davran­


masını ve onlara fırsat vermesini yanlış bulmuşumdur.
a) Kesinlikle yarılış ve katılmıyorum, Osmanlı doğru dav­
ranmıştır.
b) Olabilir,
c) Kesinlikle doğru ve katılıyorum.
l l Ben Osmanlının yerinde olsam bir tane Rum ve Ermeni bı-
rakmazdım.
a) Kesitılikle yarılış ve katılmıyorum,
b) Olabilir,
c ) Kesinlikle doğru ve katılıyorum

1 2 Bir köyde birkaç terörist olsa o köyü bombalamayı zorunlu


görürüm. Ölen masumlar için üzülürüm ama kesin çözümün
köyü bombalamak olduğuna inanırım.
m NEVZAT TARHAN

a) Kesinlikle yanlış ve katılmıyorum,


b) Olabilir,
c) Kesinlikle doğru ve katılıyorum.

1 3 Vatan ve devletin bekası için bazı insanların feda edilebileceği


ve öldürülebileceğini savunurum.
a) Kesinlikle yanlış ve katılmıyorum,
b) Olabilir, şartlara göre değişir,
c) Kesinlikle doğru ve katılıyorum.

ı 4 Vatan ve devlet kutsaldır, kutsalın bekası için hukukun rafa


kaldırılabileceğini savunurum
a) Kesinlikle yanlış ve katılmıyorum,
b) Olabilir, şartlara göre değişir,
c) Kesinlikle doğru ve katılıyorum.
1 5 Kendisini Türk hissetmeyen Kürt, Rum, Ermeni, Yahudi, Arap
kökenli komşumu yabancı olarak görürüro ve benimle eşit
haklara sahip olmasından rahatsız olurum.
a) Kesinlikle yanlış, rahatsız olmam,
b) Olabilir,
c) Kesinlikle doğru ve katılıyorum.

ı 6 Milliyet duygusu din duygusundan önce gelir.


a) Kesinlikle yanlış önce insanlık hukuku sonra milli ve
dini hukuk gelir,
b) Her iki duygu birlikte olursa tercih ederim ve öncelik
veririm
c) Kesinlikle doğru, milliyetçilik esastır.

ı 7 Uluslararası bir firmada yönetici olsam kendi ırkımdan, di­


nimden ve cemaatimden gelen insana torpil yaparım.
ASIMETRIK SAVAŞ m

a) Kesinlikle yanlış ve katılmıyorum, liyakat esastır,


b) Olabilir, tercih ederim
c) Kesinlikle doğru ve katılıyorum ve onların hakkı olarak
görürüm.
1 8 Devlet yöneticisi olsam kendi milliyetimden ve cemaatimden
olan insana öncelik veririm. Liyakat ve ehliyet ikinci planda,
sadakat birinci plandadır.
a) Kesinlikle yanlış ve katılmıyorum, liyakat esastır,
b) Olabilir, tercih ederim,
c) Kesinlikle doğru ve katılıyorum ve önceliği onların hakkı
olarak görürüro
1 9 Milliyetçilik, hemşehricilik ve bölgeeilik doğal bir duygudur.
Hukuken ve yasalar önünde ayrıcalık yapılmaması gerektiğini
biliyorum ama gizlice onlara özel muamele yaparım.
a) Kesinlikle yanlış ve katılmıyorum, liyakat esastır,
b) Olabilir, tercih ederim,
c) Kesinlikle doğru ve katılıyorum ve onların hakkı olarak
görürüm.
20. Benim milli ve cemaat değerlerimi benimseyen insanları diğer
insanlardan üstün görürüm, onların hatalarını örtmeye iyi
yönlerini büyültıneye çalışırım.
a) Kesinlikle yanlış ve katılrruyorum, insanlık esastu,
b) Olabilir, tercih ederim,
c) Kesinlikle doğru ve katılıyorum ve bakla olarak görürüro
Değerlendirme:·a'lar 1, b'Ier 2, c'ler 3 puandır.
20 puana kadar almışsanız milliyetçilik anlayışınız sağlıklıdır,
20-40 arası almışsanız kafanız karışık demektir veya çıkarınızı mil­
liyerinizden daha çok seviyor olabilirsiniz. 40-60 arası puan almış-
NEVZAT TARHAN

sanız milliyetçilik anlayışınız ırkçılık düzeyinde demektir. Kendi­


nizi değiştirmezseniz bulunduğunuz ortamda bölen ve çatışma çı­
karan bir kimlik sergilemiş olursunuz.

Korku ile sadakat sağlanmaz


Milliyetçilik konusunda Anayasa'daki Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı herkesi Türk sayan üst kimlik, linguistik ve terminolojik
olarak tartışılmalıdır ve kucaklayıcı değildir.
"Kendi etnik kimliğini yok say" diyen anlayış çağdaş ve bilim­
sel değildir. Kavga ve çatışmaya neden olur. Yunanistan, Bulgaris­
tan ve Rusya'da yaşayan Türklere, "Yunan, Bulgar veya Rus" diye
hitap etmek onları asimile etme niyetini göstermez mi?
Uygulamalardaki Türk ırkçılığını çağrıştıran ibareler kalduı­
lırsa her Kürt "Ben Kürt kökerıli Türk'üm" diyebilir. İnsanların,
kendilerini dışianmış hissetmeden sadakaderini sağlamayı istiyor­
sak başka yol da yoktur.

"TÜRKiYE, SUÇUNU iTiRAF ET"


Türkiye'de yeni senaryoların icrasını görmeye başladık bile.
Dışarıdan Ermeni meselesi 'bilgi saklayarak' gündeme getirildi.
İçeriden camiler kundaklanarak alevi hareketlenınesi hızlandırıl­
mak istendi.
Milliyetçileri Ermeni konusunda heyecana getirmek bir pro­
jedir. Ayrıca dini duyarlılığı olarıları da Alevi-Sünni gergirıliği ile
tahrik etmek ve gergin ortamda malı götürmek de ikinci proje­
dir. Kritik bilgi, projelerin sahiplerinin kimler olduğu ile ilgilidir.
Her iki toplumsal talebin şimdi gündeme gelmesinin 'Operas­
yonel' olduğunu düşünmek için çok sebep var. Konunun bu yö­
nünü aktif siyasetçilere bırakıp özür dilerne tartışmalarına farklı
açıdan katkıda bulunmak istiyorum.
ASIMETRIK SAVAŞ mı

Özür dilerne eylemlerinin bağışlama eylemi gibi psikolojik trav­


maları çözücü özelliği vardır. Burada en önemli şart özür dilerne
veya bağışlanmanın gerekçeleri ile yapılmasıdır. Çoğunluğun ka­
bul edeceği haklı ve mantıklı nedenlerin bulunması gerekir. Aksi
takdirde yarayı açıp, kapatamadan büyütmüş oluruz.
Ermeni meselesinin travmayı çözmek için gündeme getirilme­
sinde zamanlama doğru mu? Duygular sağlıklı bir şekilde ifade
edilip mantıksal çözümler üretilebilecek mi? Her iki taraf da ka­
zan kazan yöntemi ile süreci tekrar yaşayıp zihinlerinde bitirebi­
lecekler mi? Bu sorulara cevap vermeden tartışmaları başlatmak
doğru muydu?
Tarihsel psikoloji (Psikohistori) yeni bir bilim dalı ancak çağı­
mızda günlük politikada önemli bir yol gösterici rol üsdenebili­
yor. "Turkey Admit Your Guilty" yani "Türkiye Suçunu İtirafEt"
sloganı, Eurovizyon şarkı yarışmasına katılan Ermeni grubunun
tişörtlerinde yazılıydı.
"Ermeni kardeşlerimizden özür diliyorum" liberal aydınlarımızın
başlattığı bir girişim. Siyasilerimizin "Soykırım yapmadık ki özür
dileyelim, bu aydınlardan utanıyorum, zaten cumhurbaşkanının
arıneannesi de Ermeniydi" gibi çıkışları oldu.
Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı mahallesinde kavga çıktı.
600 yıldır dostça ve mutlu bir şekilde yaşayan insanlar arasına
İngiliz ve Fransız istihbaratçıları ile Amerikan kolejleri girdi. Bu
odaklar mahalledeki komşuları birbirine karşı kışkırttı. Kiminin
ırkçılığını, kiminin taassubunu, kiminin saflığını kullanarak fıt­
nece siyaset uygulandı. O tarihlerde Osmanlı'yı yönetenler de
basiredi değillerdi. Osmanlı' nın şefkatli ve adil devlet yönetimi
anlayışı değişmişti.
Jöntürklerin ve Ermeni komitelerinin İngiliz ve Fransız oyunu­
na gelmesi ile kutuplaşma başladı. Var olan bilgilere göre Ermeni
Taşnak Komiteleri Erzurum, Van ve Bitlis hattında müthiş kadi-
m NEVZAT TARHAN

arniara başladılar. Topal Osman gibi o dönemin Ergenekoncuları


karşı katliamlar yaptılar. İttihat Terakki hükümeti tehciri bir siya­
si karar olarak aldı. Tıpkı şimdi Güneydoğu'da köylerin boşaltıl­
ması, Sovyet Rusya'da Stalin'in Kırım Türklerine uyguladığı gibi.
Yanlış olan tehcir mi yoksa tehcir esnasında işlenen insanlık
suçları mı?
Yanlış olan İngiliz ve Fransızların uluslararası fitne siyaseti kar­
şısında oyuna gelmek mi?
Yanlış olan 600 yıl soykırım yapmayan bir memleketin ço­
cuklarının birbirini katietmesi mi, onları birbirine düşürmek mi?
Yanlış olan özür dilerne kampanyası açmak mı yoksa özür di­
lemeyi Osmanlı çocukları ile sınırlı tutmak mı?
Yanlış yapan o tarihlerde Ermeni Taşnak komitelerini kışkır­
tan İngilizler mi?
Yanlış olan o tarihlerde sosyal travmayı konuşmayıp örtbas et­
mek mi, o yarayı kaşımak mı?
Yanlış olan o tarihlerde yaşanan olayları bütün yönleri ile ma­
saya yatırıp değerlendirmek mi, Ermeni diasporasının siyasi so­
nuç çıkarma çabası mı?
Yanlış olan Türk dışişlerinde manşer diplamatların köpek gez­
direrek görev yapması mı, Ermeni diasporasının çok çalışması mı?
Yanlış olan Ermenilerin birikmiş öfkesini siyasi amaçla kulla­
nanlar mı? Bu oyuna gelenler mi?
1 9 1 5'li yıllardan 1 922'ye kadar Anadolu'da travmatik olaylar
yaşandı. İnkar etmeyelim ve konuyu tarihçilerin tartışma alanın­
da tutalım. Siyasetçilerin müdahalesi oyuna gelmekrir. Sayın Baş­
bakanın dilini tutup bu konu tarihçilerin tartışması gereken bir
konudur demesi gerekirdi.
Siyasi liderlikte prim yapıyor diye suçlayıcı, yargılayıcı 'sen dili'
yerine; onarıcı ve yol gösterici 'ben dili' kullanılmalıdır. "Sen şöy-
ASIMETRIK SAVAŞ mıı

le yapmalısın" yerine "Bence böyle yapılmalı" biçiminde konuşan


siyasetçiler uzun vadede kazanan olurlar. Barışa destek sağlarlar.
Sosyal travmaların sağlıklı bir şekilde çözülmesi bu şekilde sağ­
lanır. Etnik kökenli ırkçılığa prim vermemiş bir toplurnuz. Bize
soykırım gibi bir insanlık suçunun isnat edilmesi çok onur kırı­
cıdır. Toplum olarak etnik temizliği onaylamadığımızı hissettic­
menin tam zamanıdır.
BÖLÜM 9
YAKIN TARiHiN TRAVMALARI

27 MAYIS'TAN 28 ŞUBAT'A GEÇMiŞLE


HESAPLAŞMA
Milli Birlik Komitesi'nin bir üyesi tarafından "Eğer Menderes
idam edilmeden bir gün önce bir kaç yüz kişi Ankara Kızılay
Meydanı'nda yürüyüş yapsaydı, biz Menderes'i idam etmeyecek­
cik" denilmesi, benim 27 Mayıs ile ilgili çok anlamlı bulduğum
bir bilgi idi.
Dikkat ederseniz son zamanlarda ilk defa, 27 Mayıs yoğun bir
şekilde ve yüksek sesle, derin acı hisleri ile anılıyor. Darbedlik
konusunda susan birçok insanın bastırdıkları duygulannı daha
rahat ifade ettiklerini görüyoruz. Daha fazla konuşabilen bir ülke
olduk. 49 yıldır en ciddi eleştirilerin bugün yapılması çok anlam­
lıdır. Çünkü korkular dağılmıştır ve gizli çeteler deşifre olmuştur.
Türkiye Ergenekon terör örgütü davası nedeniyle yakın tarihi ile
yüzleşmeye başlamıştır. Bir insanın geçmişi ile, yaşadığı travma ve
şoklar ile yüzleşip hesapiaşmayı başarması önemli bir psikolojik
olgunluk işaretidir.

Yeni kuşakların gözüne çarpan bazı tespitler


Yalan haberlerle kamuoyu oluşturulması, 27 Mayıs'ta Beya­
zıt Meydanı'nda yaşanan olayların benzeri 28 Şubat'ta da yaşan­
dı. "Ordu göreve" yürüyüşleri, İsmail Ağa cinayeti, Isparta Çam
Dağı'nda Bediüzzaman ağacının kesilmesi hep toplumsal olayları
kışkırtmak için yapıldı.
ASIMETRIK SAVAŞ

Darbe öncesi sokak olaylarının, hürriyet yürüyüşlerinin ve öğ­
renci hareketlerinin, İnönü'nün taşlanması olayının bazı çetelerce
yönetildiği gerçeği, memleket satıldı propagandaları. .. 28 Şubat'ta
Fadime Şahin ve Ali Kalkancı senaryosu ne ise o gün bebek davası
da o idi. 28 Şubat'ta 10. Yıl Marşı, 27 Mayıs'ta Plevne Marşı'nın
propaganda amacı ile beyin yıkamada kullanılması benzer yön­
temlerdi.
27 Mayıs'ta sokak hareketlerine katılarıların ve dcubede aktif
rol alanların ileriki yıllarda kolayca terfi etmeleri, ordunun subay
kadrosunun yarıdan fazlasının tasfiye edilmesi, 28 Şubat'ta YAŞ
kararı ile darbe yapmaya engel olacak subayları ayıklama benzer
eylemler olarak gerçekleşti.
Darbe sonrası adalar kelimesi geçen şarkıların yasaklanması,
Kumkapı'dan Yassıada'ya tünel kazılıyor iddiası ile inceleme ya­
pılması, aslında halktan korkan 27 Mayıs kadrolarırun paranoya­
sı idi. Menderes idam edildikten sonra korku içinde kalmalarına
rağmen toplumun demokratik tepkisini gösterınemesi nedeniyle
Menderes ve arkadaşlarını idam edebildiler.

Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu neden idam


edildi?
O tarihlerde Bağdat Paktı, uluslararası güç odaklarının çıkarına
olmayan İslam Birliği'ni çağrıştıran bir projeydi. Bu proje için
çalışan üç kişi; Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan
Polatkan öfke çeken kişiler oldular. Bugün ise tam tersi oldu; derin
Türkiye devleti ve uzantısı ETÖ yapılanması Avrasya projesi ile
öfke çeken kişiler oldular.
Demek ki derin dünya devletinin derdi irtica falan değil, stra­
tejik çıkarları idi. Darbecilerin 1 Mart 2003 teskeresinde hükü­
meti zor durumda bırakmak için ABD çıkarlarına ters düşmeleri
bir dönüm noktası oldu. Derin dünyanın güç odakları Türk hal­
kının seçim mesajını da iyi okudular.
m NEVZAT TARHAN

Özetle, darbelerin tekrarlamaması için görünen ve görünme­


yen sebepleri iyi analiz etmek gerekir. 27 Mayıs'ta görülen sebep­
ler hükümetin sertleşmesi ve tahkikat komisyonlarını kurması idi.
27 Mayıs'ta görünmeyen sebepler ise uluslararası güç dengelerini
bozan hükümet politikaları, halkın kendi iradesine sahip çıkmak
adına demokratik tepkisini gösteremernesi gerçeğiydi. Hakkımı­
zı aramazsak bizi yönetenler ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar
bir süre sonra kendilerini yeryüzü tanrısı gibi görmeye başlarlar.
Bugün demokratik tepkisini verebilen bir toplum, siyaseti öğ­
renmiş Anadolu çocukları, darbeleri onaylamayan yenidünya dü­
zeni ve Ortadoğu'da yalnızlaşan ABD'nin ve AB'nin Türkiye'ye
şiddetle ihtiyaçlarının olması gerçeği vardır.
Bu sebeplerle Yassıada'nın özgürlük müzesi olmasını isteyen
genç siviller çok haklılar. Türkiye'deki sistem, bugün otoriter de­
ğil ama totaliter resmi ideolojiyi yaşatmaya çalışıyor. Hesap ve­
ren değil, hesap soran bir toplum olabilirsek çağı yakalamış olu­
ruz. Çağdaşlık biçimde değil, zihinde yaşayan ve gelişen bir de­
ğerdir. Halkına tuzak kuran askeri bürokrasinin gölgesinden an­
cak böyle kurtuluruz.

KIBRIS VEYA FiLiSTiN: TARiH, YAKIN


MESAFEDEN GÖRÜLMEZ
İsrail'in narsistik ahlakının tezahürlerini bütün çıplaklığı ile
görmeye başladık: Kibir, zulüm, yüksek ayrıcalık beklentisi, üstün
ırk duygusu, diğer insanları ötekileştitip değersizleştirme, kendisine
engel olan her şeyi düşman olarak algılama, sadece kendilerine
yönelik adalet ve hak duygusu.
Sıradan olmaktan çok, korktuklarından narsist kişilerin çok ça­
lışkan olduğunu görürsünüz. Başarısızlığı ölmekle eşdeğer tutarlar.
Bu kişiler akıllı ve yetenekli oldukları için eserleri sevilir ama ki­
şilikleri hiç sevilmez. Güç ve otoritelerini kaybettiklerinde yalnız
ASIMETRIK SAVAŞ m

kalırlar. intikam duygusu uyandırdıkları kişilerce öldürülmeleri­


ne sık rastlanır. Düşmanlarında öfke ve intikam duygusu uyan­
dırıp onlara hata yaptırıp yok etmek kullandıkları bir yöntemdir.
Tarihe baktığımızda bu özellikleri sebebiyle Yahudi milleti­
nin, İlahi irade tarafından "İyi ve kötü, doğru ve yanlış, güzel ve
çirkin"i insanlığa öğretmek için "tecrübe cemaati" olarak seçilmiş
olduğunu söyleyebiliriz.
Yahudi milleti ile ilgili olarak, tarihte en etkili, en uzun süreli
kontrol ve ıslah başarısını İslam ahlakı sağlamıştır. İslam dün­
yasının yaşadığı iç savaşlarda yani 'Cemel ve Sıffin' vakalarında
Yahudi kışkırtmasının rolü çok büyüktü. Ama kışkırtan Yahudilerin
çocukları ileri yıllarda hep Müslüman oldular. Bugüne gelirsek
tarihin tekerrür ettiğini görüyoruz.
Son İsrail saldırılarında Bosna'yı hatırlatan görüntüler göze çar­
pıyor. İsrail yalan ve menfaat eksenli politika üreten bir yol izliyor.
Hatta medya gücü sayesinde öldürülen Filistinli çocukları İsrailli
çocuklar olarak dünya haber merkezlerine duyuruyor. Filistiniiie­
ri aç, susuz ve korumasız bırakıyor ve sonra da kıstırılmış her in­
sanın yapacağı reaksiyonları terör eylemi diye dünyaya duyuruyor.
Akıllı insan başkalarının tecrübelerinden faydalanan insandır.
Asr-ı saadette Hazreti Peygamber, Medine münafıklarına ve iha­
net eden Yahudi kabilelerine nasıl davranmıştı? Bu bilgilere ihti­
yacımız vardır. Hazreti Peygamber adil ahlaki duruşundan vaz­
geçmemişti, şiddete şiddetle karşılık verenlere izin vermemişti ve
sonuç olarak maddi kılıç yerine Kur'an'ın elmas kılıcı ile Yahudi­
liği marjinalleşrirmişti.
Kıbrıs'ta bugün Türkiye varsa bu ancak Anadolu insanının mil­
li heyecanı sayesinde gerçekleşmiştir. Doğu, Batı, Anadolu deme­
den 1974'te askerlik şubelerinin önünde kuyruk oluşturanlar, Fi­
listin konusunda aynı heyecanı taşımıyorlarsa Müslüman kimlik­
lerinden şüphe etmelidirler.
m NEVZAT TARHAN

Filistin veya başka bir zulüm, bizi Kıbrıs kadar endişelendirmi­


yorsa insanlığımızdan şüphe etmeliyiz. Filistin kadın ve çocukla­
rını insan gibi görmeyen İsrail Dışişleri Bakanı Livni "insani kriz
yok ki" diyor. Vicdansız, insafsız ve yalancı katillerden farkımız
vicdanımızın acımasıdır.
Batı'yı ve İsrail zulmünü durduracak güç, İslam coğrafyasın­
da yükselecek adil heyecandır. Bugün Filistin için heyecanlanabi­
lirsek yarın bütün İslam dünyasını Kıbrıs meselesinde yanımızda
buluruz. İslam dünyasının umursamaz yöneticileri bile bu kutsal
heyecan ve feveran karşısında kayıtsız kalamazlar.
Narsiscik insanlara karşı nasıl davranıyorsak Yahudi milletine
de öyle davranmalıyız. İçlerinde korku uyandıracak ve uzlaşma­
dan başka seçeneklerinin kalmadığını hissettirecek şekilde davra­
nılması gerekir.
Yahudi kibri yalnızlıktan korkar. Dünyada yalnız kalacağını
hissederse geri adım atar ve anlaşmak zorunda kalır. Kibirli insa­
na karşı mütevazı olunmaz; kararlı ve cesur duruş onu uzlaşma­
ya sevk eder. İslam ülkelerinin kendisine karşı birleştiğini hisset­
mesi onu çok korkutur.
İsrail'in dünyayı ikna etmek için mazlum olabilmek konu­
sunda büyük potansiyel oluşturduğunu ve propaganda yaptığı­
nı görmeliyiz. İsrail politikalarının değişeceğini düşünmek ha­
yalcilik olur ama değer. verdikleri şeyin kaybının yakın olduğunu
hissetmeleri onları hizaya getirir. Bugün İsrail'in en değer verdi­
ği şey, devletidir. İsrail devletinin tehlikede olduğunu hissettire­
cek güç, dünya kamuoyunun ciddi sivil tepkisidir. Bu durumda
kimsenin yüzüne bakamayan bir Yahudi, kimliğini başkalarından
saklamak zorunda kalır.
Hamas, İsrail canavarını öldüremiyor. Ya ona çıkış yolu bıra­
kılmalı ya da artık canavarın kuyruğunu çekmekten vazgeçmeli­
dir. Hamas amacını ve yöntemlerini iyi belirlemeli, içindeki kont-
ASIMETRIK SAVAŞ m

rolsüz unsurlara dikkat etmelidir. Çünkü elinde nükleer güç olan


İsrail canavar bir kurttan farklı değildir. Kendisini ümitsiz bir çık­
mazda hisseden İsrail, kendisi ile birlikte bütün dünyanın sonu­
nu getirmekte beis görmez. Tarihin sonu olan Armagedon yani
kıyamet savaşları belki böyle kopacak.
İsrail, sokaktaki kedi gibi davranıyor. Amerika bütün gelirini
ona akıtsa dahi arkasına bakmadan çekip gidiyor, teşekkür bile et­
miyor. Kediye merhamet eden AB ve ABD onu doyuramayacağını
er geç anlayacaktır. Hatta Batı artık İsrail'i mutlu edemeyeceğini
anlamaya başladı. ABD Irak'ta tam başarılı olamadı, Batı'nın
İsrail'e desteği gün gün azalıyor, İran ve Lübnan Hizbullah'ı geri
adım atmıyor.
Diğer taraftan İsrail, askeri doktrini nedeniyle, kuşatılmışlık
duygusu içinde bütün çevresini düşman görüyor. En büyük organı
olan egosu ve kusursuzluk algısı nedeniyle özeleştiri yapamıyor
ve kendini değiştiremiyor. "Büyük İsrail Devleti" hedefini gerçek­
leştiremediği için kendini kötü hissediyorsa bu, İsrail'in sorunu;
dünya onu mutlu etmek zorunda değil.
İsrail dünyanın geri kalanı ile ilişki kurmayı ve her istediği­
nin aslında onun menfaatine olmadığını öğrenebilecek mi? Eğer
bunu yapabilirse barış için ümitlenebiliriz. Yoksa hep barış rolü
oynamaya devam eden bir İsrail bulacağız.
Küfür devam eder ama zulüm devam etmez. Filistin olayla­
rı dünyada iyi ve kötü savaşlarında ayraç özelliği taşıyor. Bugün
İsrailliler Calut rolünde, Filistinliler Talut rolündeler. İçlerinden
Davut'un sapanı çıkacaktır inşallah. Samimiyer sınavından geç­
miş üç yüz on dört kişilik Bedir'in asianiarına ve Alparslan'ın as­
kerlerine ilahi yardım gelmiştir. Yani aynı sınavı geçen çok az sa­
yıdaki Talut'un askerine ilahi yardım gelmiştir.
Bir tereddüdüm var. Dünya Yahudileri mi dinlerinde ve inançla­
rında daha samimi? Yoksa Dünya Müslümanları mı, bundan emin
NEVZAT TARHAN

değilim. Anadolu'da gerçekleştirilen "Filistin'e destek mitingleri"


ve Gazze'ye en çok yardımın Türkiye'den gitmesi bütün dünya­
ya örnek oldu. Türk hükümetinin ciddi adımları ve bu adımların
Batı dünyasında da devam etmesi iyi şeyler olacağını gösteriyor.
"Sefer bizden Zafer Allah'tan" diyen içtenlik ve ihlas çizgisinde
duran kazanır. Tarihte hep böyle olmuştur.

iNSANLARI KATEGORiZE ETME FENOMENi


OLARAK MADIMAK VE 6-7 EYLÜL TRAJEDiLERi
Güvenlik politikalarını belirlerken dağılma ve parçalanma
tehlikesi yaşayan toplumlarda dirilişi ve birlikte yaşama bilincini
oluşturmak için pek çok sosyolojik araştırma yapılıyor. Birçok
kavram ruh sağlığı profesyonellerinden ödünç alınarak başarı ile
kullanılıyor. Fakat Türkiye'ınizde cuntacı zihniyetteki bir orgeneral,
"sosyolojik araştırmalar kararlılığımıza zarar verir" diyerek bilimsel
araştırınayı gerek görmüyor.
Rahmetli Necip Fazıl'ın 'ilmi nisbetinde cahil' dediği tipler,
halen yeni sorulara eski cevapları vermeyi sürdürüyorlar. Dün­
yanın değiştiğinin farkında değiller. Korkutarak veya otorite ile
toplumu bir arada tutacaklarını zannediyorlar. Dış bağlantıların
yanılttığı cuntacı zihniyet, toplumu bir arada tutmak için birçok
psikolojik savaş metodu kullandı.
Önce otomatik stereotipler oluşturulur. Stereotip kavramı,
matbaacılıkta aynı türde sayfaları çağaltmak için kullanılan metal
plakaya verilen isirndir. Walrer Lippman da yanlı algıyı tanımlamak
için bu terimi kullanmıştır. İnsanları kategorize etmek için önce
önyargı oluşturmak gerekmektedir. Bu taraflılık, bir kişi hakkında
kafamızda yer tutan resimlerle gerçekte onun bize sunduğu resimler
arası farklılıklar ortaya konarak ispatlanmıştır. Peşin fikirlerden
kaynaklanan bu yanlılık, kalıp yargı üretme sürecinin bir sonu-
ASIMETRIK SAVAŞ mı

cudur. Bu şekilde, grubun her bir üyesi, diğer üyelerin kopyası


olarak "damgalanır." Yani bir stereotip oluşturulur. Bir grup üyesi
ile karşılaştığımızda, onu gerçekçi bir şekilde görmeyiz. Onun
yerine, zihnimizdeki grup resminden akseden bir görüntü görürüz.

Örnek vermek gerekirse bu kritere göre siyah Amerikalılar tem­


bel, müziğe yetenekli, atletik, zekası düşük, kirli, pis kokan; Hint­
li Amerikalılar batı! inançlı; beyaz Amerikalılarsa hırslı, materya­
list ve zeki kişilerdir. Yahudiler cimri ve ayrılıkçı; Türkler kavgacı
ve şiddet yanlısı; Fransızlar zevke düşkün ve cinsel yönden kural­
sız; İspanyollar tembel; Almanlar ırkçıdır.
İnsanları niçin kategorize ederiz? Bu sorunun çeşitli görüşlere
göre farklı cevapları vardır.
Zihinselyaklaşım: Mantıksal yaklaşımda, stereotip, insanlar ve
gruplar hakkındaki toplumsal bilginin zihinsel bir temsili olarak
görülür. Bir stereotip "bir grup hakkında algılayan kişinin bilgisini,
inaruşlarını ve beklentilerini içeren düşünce kalıpları yapısıdır."1
Psikodinamikyaklaşım: Psikodinamik yaklaşımda, sterotip, ego
savunmasına hizmet eden bir mekanizma olarak görülür. Steratip­
ler başkalarından gelebilecek tehditlerden egoyu "koruma" işlevi
görür ve benlik algısını güçlendirir. Sterotipler aynı zamanda
başkalarını değersizleştirme ve kişinin benliğini ve ait olduğu
grubu yükseltme amacına hizmet eder.

Sosyokültürel yaklaşım: Sosyokültürel yaklaşımda, sterotipler


yaşadığımız sosyokültürel bağlamdan kaynaklanır. Sterotipler kendi
grup norrnlarımızı tanımlamamıza yardım eder. Sosyokültürel
çevremiz, bizim için önemli olan başkalarırun ne düşündüğünü
bize öğretİr.
Biyolojikyaklaşım: Bu yaklaşımda insanda bir gruba bağlanma
konusunda genetik bir eğilim vardır. Sosyal bir varlık olan insa-

Harnilton ve Trolier, 1986, p. 133.


m NEVZAT TARHAN

nın birlikte yaşama, sosyal duygulara sahip olma, empati yapma


özellikleri beyinseldir.
Siyasiyaklaşım. Yukarıda yazılan gerekçelerle oluşan psikolojik
ihtiyacı kendi siyasi amacı doğrultusunda kullanmak ve rakipleri­
ni yok etmek için siyasi güç sahiplerinin toplumdaki farklılıkları
belirginleştirmeye çalışmasıdır. Bu yaklaşımı tanımlayan ve siya­
set bilim etiğini etkileyen kişi ise Makyavelli olmuştur.
Her durumda da insanları kategorize etmemize neden olan
önyargıların toplumsal mirasımızın bir parçası olduğunu, öğren­
me ile gelişebileceğini, ancak canlı bir organizma gibi değişebile­
ceğini öngörebiliriz.

6-7 Eylül 1 955 ve 2 Temmuz 1 993 ilişkisi


6-7 Eylül l955 olayları olarak tarihe geçen olaylarla, Madımak
Oteli'nin yakılması olayları arasında ciddi benzerlikler mevcuttur.
Bilindiği gibi 6-7 Eylül olayları sırasında Kıbrıs tartışmaları
yapılırken bir gazete, ikinci baskı yaparak "Selanik'te Atatürk'ün
evi bombalandı" haberini yapıyor. Bu haber üzerine 2000'in üze­
rinde Rum azınlığa ait işyeri ve yetmiş üç kilise yakılıyor. Olayın
psikolojik savaş açısından anlamlı olan bölümünü, 1 Eylül 2007
tarihli Birgün Gazetesinde Feza Kürkçüoğlu'dan dinleyelim:
"Tanıklar, bütün bu olaylar olup biterken polisin müdahale et­
mediğini söyleyeceklerdi. 27 Mayıs Ihtilali'nden sonra, '6-7 Ey­
lül Olayları'na sebebiyet vermekten hüküm giyen DP yönetici­
lerinin yargılandığı mahkemede, İstanbul'un polis müdürlerin­
den Orhan Eyüboğlu'nun ifadesi, 'Bir ara Beyoğlu'nda nümayiş­
çileri dağıtmaya çalışıyorduk. Emniyet Umum Müdürü Erhem
Yetkiner'i gördüm. Yetkiner bana sokularak; 'İki cam için bu ka­
dar şiddet göstermeyin' dedi. Dahiliye Vekili de vilayette, 'Bu bir
galeyan-ı millidir. Şiddet kullanmayın' diyordu.' şeklinde olacaktı ...
ASIMETRIK SAVAŞ m

Gerçekte ne olmuştu? 1 9 5 5 'te Kıbrıs üzerine görüşmeler sür­


düren Türk hükümeti, güçlü bir destek arayışı içindeydi. Bütün
dünyada ses getirecek kuvvetli bir destek. Destek yoksa yaratmak
gerekir, diyerek Atatürk'ün evine ses bombası atılır...

Ya bu 'tertip olaya' karıştığı iddia edilenler? Olayın ardından te­


sadüf bu ya, hemen hepsi bir şekilde önemli konumlar elde eder­
ler. Selanik'teki eve bomba atmakla suçlanan öğrenci Oktay En­
gin, olaydan sonra Emniyet Teşkilatı'nda çalışmaya başlar ve yıl­
lar sonra Nevşehir Valisi olarak emekli olur. Selanik Konsolosluğu
görevlileri 'Büyükelçi' olarak emekli olurlar. İstanbul Ekspres'in
sahibi Mithat Perin DP'den milletvekili, yazı işleri müdürü; Gök­
çin Sipahioğlu ise uluslararası bir ajansın sahibi olacaktır. Tama­
men tesadüf1"

Görüldüğü gibi tesadüfle açıklanamayan ilginç bağlantılar var.


O tarihlerde güvenlik politikasını belirleyenler, Kıbrıs konusun­
da 'Güçlü bir destek' arayışı içine giriyorlar. Bu yüzden, toplum­
sal destek için 'Eylem planı' yapıyorlar ve planı Atatürk' ün evi­
ni bombalatarak başlatıyorlar. Olaylar olurken Emniyetin seyir­
ci kalıp olayların büyümesini beklemesini sağlıyorlar. Tıpkı Ma­
dımak olaylarında Sivas Valisi'nin kalabalığı dağıtma çabalarını
engellemesi gibi. Sonuçta toplum desteğini alan siyasetin Kıbrıs
görüşmeleri esnasında masada daha güçlü olması amaçlanmıştı.
İçişleri Bakanı Namık Gedik o tarihlerde bu gerçeği ifade ediyor.

1993 yılında hatırlamaktan utanç ve suçluluk duyacağımız iki


olay gerçekleşti: Madımak otelinde otuz yedi kişinin yanarak ölme­
si ve Başbağlar'da otuz üç kişinin camide kurşuna dizilmesi. Aynı
yıl 24 Ocak'ta ilginçtir; Uğur Mumcu C4 patlayıcısı ile suikas­
ta kurban gitti ve 1 7 Nisan'da Cumhurbaşkanı Turgut Özal şüp­
heli bir şekilde öldü. Aynı yıllar ilk defa Türkiye'de Refah Partisi
hareketi yükselişe geçmişti ve Sivas Belediyesi'ni bu parti almıştı.
m NEVZAT TARHAN

2 Temmuz 1 993'te Cumhuriyet tarihinin en acımasız olay­


larından biri gerçekleşmeden önce neler olmuştu? Yaşananların
tesadüf ve tepkisel olaylar olmadığına dair akla uygun şüpheleri
şöyle sıralayabiliriz:
Atatürk büsrünün olay günü cıvatalarından sökülerek götü­
rülmesi.
Pir Sultan Abdal şenliklerinin ilk defa şehir merkezine alın­
ması, kutlamaların bir haftaya yayılması, en kritik konuşmanın
Cuma gününe denk getirilmesi.
Pir Sultan Abdal heykelinin belediyeden habersiz dikilmesi.
Olay günü otelin katibinin kurşunla bina içinde ensesinden
vurulması.
Valiliğin, polisin dağıtma talebini engellemesi, Vali'nin ve otel­
de mahsur kalanların Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ile yaptı­
ğı müteaddit telefon konuşmalarında "Rahat olun, bir şey olma­
yacak" teminatı verilmesi. Jandarmanın yangından sonra çok geç
gelmesi, belediye başkanına benzeyen bir kişinin tahrik edici ko­
nuşmalar yapması ve halen kayıp olması.
Belediye Başkanı'nın binayı arkadan kepçelerle yıkıp içeride­
kileri kurtaralım teklifine Vali'nin hayır demesi ve Vali'nin yaşa­
nanlar nedeniyle hiç sorgulanmaması, tesadüfler zinciri ile açık­
lanamayacak kadar 'akla uygun şüpheler' taşımaktadır.
Psikolojik Savaş planlayıcıları için "(l)Stratejik hedefi belirle,
(2) Ortamı hazırla, (3) Propagandayı yap ve (4) Sonucu elde etmek
için müdahale et, kontrolü eline al" denklemi işlemeye başlarnışn.
Bu planın NATO' nun 1 993 Belçika toplantısında soğuk savaş
sonrası kökten dinciliği tehlike olarak tanımlamasından sonra uy­
gulamaya başlaması 'makul şüphe' olarak dikkati çekiyor. 28 Şu­
bat 1997 sürecinde "Türkiye İran olacak ve Aleviler laikliğin te­
minatıdır" sözü statükocu algılama olarak yerleştirilmeye çalışıldı.
ASIMETRIK SAVAŞ

6-7 Eylül olaylarında stratejik hedef Kıbrıs konusunda top­


lum desteği alarak sürecin çözümünü hızlandırmak, ortam ha­
zırlamak için Selanik'te Atatürk'ün evini bombalamak, başlayan
olaylara seyirci kalmak ve çıkan durumu propaganda ile toplum­
da bilinçlendirme için kullanmak, Rum-Türk ayrımını canlı tu­
tarak Kıbrıs'ta kazanan taraf olrnaktı.
Eylem planının adı o tarihte, herhalde "Kıbrıs'ın bağımsızlığı
için mücadele eylem planı" olmalıdır.

11irtica ile mücadele eylem planı"


2 Temmuz ı993 Madımak vakasında stratejik hedefTürkiye'de
dini yükselişi önlemek, İran gibi olmaya mani olmak, ortamı sağ­
lamak için 'Kahrolsun Şeriat' yürüyüşleri yapmak, irticai kalkışma
olacak diye basma haber servisleri yaparak, tehlikeye toplumu
inandırmak ve müdahale etmekti. 28 Şubat sürecinde Cumhur­
başkanı seviyesinde Hacı Bektaş-ı Veli toplantılarına katılmanın
demek ki böyle bir anlamı varmış.
Ortam hazırlamak bağlamında, Atatürk büstünü sökerek ve
Pir Sultan Abdal Şenliklerini olaylı bir şekilde yaparak toplum­
da Alevi-Sünni çatışması oluşturmak ve kökten dincilerin taham­
mülsüzlüğü, Türkiye'nin İran gibi olacağı ile ilgili korkuları artı­
ran eylemler başlatmak gibi faaliyetler yürütmek. Türkiye'de Ale­
vi ve Sünni kitlelerin birbirini dağraması için girişiimiş bir kış­
kırtma taktiğini devreye sokmak. Daha sonra başlayan olaylara
seyirci kalarak büyümesini sağlamak ve toplumu bu konuda "bi­
linçlendirecek" haberler servis etmek. İki gün sonra Başbağlar'da
Sünni otuz üç kişiyi camiye toplayıp öldürmek ve Alevi-Sünni
çatışması başlatmak. Çok şükür ki ne Alevi ne de Sünni gruplar
birbirlerine girdiler.
Sonuçta bin yıl sürecek bir süreci sağlamak amaçlandı. Bu sü­
reç ı 997'de 28 Şubat ile görünür oldu. "İrtica ile mücadele ey-
m NEVZAT TARHAN

lem planı" demek bunu öngörüyordu. Bu süreçte "Aleviler laik­


liğin teminatıdır" tezi işlendi. Alevi kökenli vatandaşlarımiZ kış­
kırtıldı. Tıpkı 6-7 Eylül 1 955'te milliyetçi grupların, 1 2 Eylül
1 980'de ülkücülerin kışkırtıldığı gibi . . . "Ülkücüler, Komünizm
tehlikesini önleyici teminattır" tezi işlendiği gibi . . . Bugün nasıl
ülkücüler kışkırtmalara gelmedilerse artık Alevi kökenli vatandaş­
larımız da kışkırtmalara karşı bilinçlendiler. Bugün aynı senaryo
olsa aynı kışkırtma gerçekleşmezdi. Çünkü toplumsal öğrenme
provokasyonları, kirli ve kara propagandaları ayırt etmeyi sağladı.
Ön yargılar sonucu oluşan otomatik stereotipler çoğulculuğu
oluşturur. Avrupa ırklar hiyerarşisini kabul ederek feodal yapıyı,
aristokrat sınıfını yeniden oluşturdu, tıpkı gökkuşağı modeli gibi;
bazı insanlar özel ve önemli, diğer insanlar ikinci sınıf hiyerarşi­
sinde.
ABD, daha çok mozaik örneğine uygun bir yapıyı toplumsal
miras olarak devrediyor. Refah dağıtarak insanları bir arada tutu­
yor. Osmanlı ise ebru sistemini uyguladı. Etnik gruplar arasında
hakça ve adalet merkezli bir yapı oluşturarak kaynaşmayı sağladı.
Ne zaman Batı'nın ırklar hiyerarşisi Osmanlı'ya girdi, katego­
rileşme ayrışmaya dönüştü. Cumhuriyet döneminde resmi ideo­
loji maalesef etnosantrik bir kimlik politikası izledi. Mezhep öz­
gürlüğünü etnosantrizme kurban etti.
Alevi veya Sünni, Türk veya Kürt hepimiz aynı ağacın dalları­
yız, tarihsel hafızamızda birlikte yaşama başarısı var. Avrupa'nın
yeni öğrendiği birlikte yaşama bilinci için aşağıdaki yöntemleri
uygulamayı başarmalıyız. Bu yöntemler şöyledir:
Özgürlükçü olma, çoğulcu olma, katılımcı olma... Demokrasi
sadece bir değer değil, aynı zamanda bir yöntemdir.
Otoriter olmama yani kendi fikrini zorla kabul ettirmeme, öz­
gürlükçü olma.
ASIMETRIK SAVAŞ

Totaliter olmama yani herkes benim gibi düşünsün dememe,


çoğulcu olma.
Eleştiriye açık olma, muhalefeti dinleyebilme, özgürlükçü olma.
Kararları birlikte alma, başkalarının görüşünü göz önünde bu­
lundurma yani karılırncı olma.
Ancak böylece gizli askeri vesayet rejiminden özgürlükçü top­
luma dönüşürüz. Rövanşist duyguları harekete geçirip toplumu
kategorize edip rakiplerini yok etmek isteyen cuntacıların oyun­
larını bozmuş oluruz.

S iYASAL iSLAM NE DURUMDA? .


Hz. Peygamberin hayatını iyi inceleyenler onun hiçbir za­
man siyasi bir talep içinde olmadığını görürler. Mekke emidiğini
reddeden, silahlı mücadeleye karşı çıkan, silahı sadece savunma
amaçlı kullanan, savaşların çoğunu Medine civarında savunma
savaşı olarak yapan, nefısle mücadeleye büyük cihad diyen bir
peygamberin izinden gittiğini söyleyenler siyasi talep içerisindey­
diler. Kader buna izin vermedi.

Zihinsel istibdatlar sorgulandı!


Milli Görüş çizgisinde Abdülhamid hayranlığı vardı. Büyük
Sultan istibdada mecbur kalmıştı ama İslam dini istibdada müsait
değildi. İstibdadın yoğun yaşandığı Emevi döneminde, istibdadın,
İslam dininin yararına olmadığı birçok batıl mezheplerin orta­
ya çıkması ile görülmüştü. Dindar insanların dini kimliklerini
kullanarak siyaset yapmaları, din istismarı olarak algılanıyordu.
Bunun sonucu, din istismarının istismarını getirdi; zarar gören
dini değerler oldu. İslam dininin özünde olan şuraya önem ver­
mek, zorlamayı reddetmek, merhamet ve muhabbet alt yapısı
işletilmeliydi.
m NEVZAT TARHAN

Doğu despotizminin İslam'la karıştınldığı rejimierin olduğu


düzenlerde mi yoksa demokrasi örfünün olduğu ülkelerde mi Ku­
ran daha iyi anlaşılıyordu?
Türk insanı kendisi yalan söylese bile yöneticisini dürüst ve
dindar görmek isteyen bir kültüre sahiptir. Türkiye'yi yönetenler
bu kültürel bilgiyi iyi değerlendirmelidirler. Demokrasinin içsel­
leştirilmesi herkesin yararınadır.
28 Şubat sürecinin dindarların demokrasiyi; laiklerin de dinin
toplumdaki rolü ve önemini anlarnalarına katkı sağladığını söy­
lemek yerinde olacaktır.

MiLiTARiZM VE 28 ŞUBAT
Askerlikte "Stratejiniz yanlışsa başarılarınız geçicidir" diye bir
söz vardır. İşte Türkiye'nin resmi ideolojisinin, stratejisinin yanlış­
lığına ve sonuç vermediğine en büyük kanıt son 50 yılda yapılan
askeri müdahalelere rağmen Türkiye'nin 'Muasır ve müreffeh' bir
ülke olma hedefine ulaşamamasıdır.
1 950'li yıllarda yardım ettiğimiz Güney Kore, yerle bir olmuş
Almanya ve atom bombası ile yıkılmış Japonya, tembel toplum­
lar olan İspanya ve Yunanistan bizi geçti.
Bu ülkelerden farkımız siyasi istikrarımızın olmaması idi. Dar­
becilik sabıkası olan askeri bürokrasinin Osmanlıların Yeniçerileri
gibi bir türlü dizginlenememesi gerçeği dikkati çekiyor. Askeri
bürokrasi darbe ve siyasi müdahaleler ile geçici ve yalancı başarılar
elde etti. Ancak strateji yanlış olduğu için tekrar başa dönüldü ve
medeniyet yarışında hep geri kaldık. Yeniçeriler ve kumandanları
"Biz Osmanlının kurucu gücüyüz" diyerek her türlü yeniliğe karşı
çıkıyorlardı. Sonunda İkinci Mahmut halk gücünü yanına alarak
Yeniçeri Ocağı'nı dağıttı. Bugün Türkiye'ınizde yaşanan süreçte
Yeniçeri Ocağı'nın modern versiyonu olan 'Darbeci zihniyet' mo-
ASIMETRIK SAVAŞ

dern bir değişim yaşamazsa benzer bir akıbet onu bekliyor. Benim
bu görüşüm bilimsel bir öngörüdür, gerekçelerini açıklamaya
çalışacağım.
Zihinsel dönüşüm olmadan toplumsal dönüşüm olmaz, top­
lumsal dönüşüm olmadan da siyasi dönüşüm olmaz. Bu sebeple
'Militarizm'i tanımadan ve alt etmeden Türkiye kendi moderniz­
mini oluşturamamaktadır.
Stratejik yığınaktaki hata militarizmi bir yöntem olarak be­
nimsemektir. Ulusal Güvenlik tanımlamasım militaristçe yorum­
lamaktır. Bütün dünyanın terk ettiği militarizmi sorgularnaclıkça
Türkiye kendisine gelemeyecektir.

Militarizm'den ne anlıyoruz?
Militarizmi;
Askeri disiplinin toplumsal ve siyasal yaşamda baskın rol alması,
Sorunların çözümünde baskı, tehdit ve şiddetin benimsenmesi,
Şiddet kullanımının meşru olarak algılanması,
Hiyerarşinin yüceltilmesi,
Erkekliğin şiddetle özdeşleştirilmesi ve kadınlığın korumacı-
lıkla özdeşleştirilmesi,
Haklı olanın değil, güçlü olanın dediğinin gerçekleşmesi,
Farklı fikirleri taşıyanların tehdit olarak algılanması,
Kendi fikrini zorla kabul ettirmenin doğal bulunması,
Muhalefetten ve eleştiriden rahatsız olmak
olarak tanımlayabiliriz.
Avrupalı ünlü tarihçi Michael Howard, militarizm için "Aske­
ri alt kültüre ait değerlerin, toplumun egemen değerleri olarak al­
gılanmasıdır" demiştir.
NEVZAT TARHAN

Askeri şekil ve uygulamaların sivil hayatı şekillendirmesi, askeri


pratiklerio yüceltilmesi sonucunu doğuran her davranış, resmi
üniformadan bağımsız olarak militarizm olarak kabul edilir.
Militarizmin yaygın olduğunun bir göstergesi de normalleşmesi
ve doğal olarak kabul edilmesidir. Militarizm tartışmalarının az

yapıldığı toplumlarda militarizm kanıksanır. Sadece toplumsal


hayatta değil, entelektüel hayatta da militarizmin tartışılmaması
militarizmin yaşadığının bir göstergesidir.
Kadına yönelik şiddetin arkasında da militarİst zihniyetin var
olduğu hemen anlaşılır. Çünkü militarizm cinsiyetçidir, kadının
toplumdaki rolünü değersizleştirir. Övgüye layık kadını tanım­
larken, feminist kadın tipi olarak erkekleşmiş bir kadın tipini
savunan bir algıya sahiptir. Evliliği, kadın-erkek savaşiarına çeviren
uygulamalar, militarizmi besleyen uygulamalar olmuştur.
Siyasi kültürdeki zorunlu askerlik ve ordu-millet kavramları
militarizmin tartışılmasını zorlaştırmaktadır. Militarizm, askereilik
demektir. Anti militarizm ise asker düşmanlığı değildir, sivilin
askerleşmesine karşı olmaktır. Militarİst siviller demokrat asker­
lerden daha askercidirler.

Militarizmin �Kavmiyetçilik' versiyonu


Militarizm ve milliyetçilik dünya tarihinin son 200 yılına dam­
gasını vurmuş ve ikinci dünya savaşı ile çağdaş ülkelerde terk
edilmiştir. Bugünün modern anlayışında insanlar cinsiyetlerine
ve milliyetlerine göre aynıncılığa tabi tutulmazlar.

Sosyal Darwinizm-militarizm ilişkisini bilmeden ırkçılığın kötü


sonuçlarını anlayamayız. Aşağıdaki sözler Darwin'e aittir ve bü­
tün bilimleri ve askerlik mesleğini etkileyerek 'ırklar hiyerarşisi'ne
teorik temel oluşturmuştur.

"Gelecekte, yüzyıllarla ölçülemeyecek kadar kısa bir zaman sonra,


medeni ırklar neredeyse kesinlikle vahşi ırkları dünya çapında
ASIMETRIK SAVAŞ

yok edecek ve onların yerine geçecektir. Prof. Schaaffhausen'in


de belirttiği üzere, insan benzeri maymunların da soyu şüphesiz
ki kurutulacaktır. Böylece aradaki fark açılacaktır, zira insan daha
medeni bir duruma gelecek, umarız ki sadece beyaz ırk kalacak
ve maymun bir babun kadar alçalacak, böylece şu anda bir zen­
ci veya Avustralyalıyla goril arasında var olan yakınlık ortadan
kalkacaktır.2 Darwinizm doktrininin özü olan tesadüfi varoluş,
varlıkların yaşam mücadelesi, doğal ayıklanma ve güçlülerin ayakta
kalması tezi Hitler faşizminin teorik temelini oluşturmuştur. "Biz
üstün ve ari ırkız, güçlü bir orduya sahip olup dünyaya hakim
olmak için savaşmalıyız" doktrinini propaganda ile toplumuna
kabul ettirmiştir.
Batı iki dünya savaşı tecrübesinden sonra çözümü demokra­
side buldu. Demokrasi, militarizmin karşıtı bir kavramdır. De­
mokrasinin ortaya çıkışında 'Militarist ahlak'ın demokrat ahlaka
dönüşmesinin rolü iyi anlaşılmalıdır.

MiLiTARiST RUH HALi ÖLÇEGi


(Doğru/Yanlış) Bu testi sizi yakından tanıyan iki kişi doldursun,
sonuçların ortalamasını çıkardıktan sonra kendinizi değerlendirin.
Çoğu zaman ve/veya genellikle;
Silah ve güvenlik işlerine meraklıdır.
Bağlılık ve sadakat sorgulaması çok yapar.

Kuşkucudur, kolay inanmaz, az konuşur, savunma halindedir.

Olayları kolayca iyi ve kötü savaşı olarak yorumlar.


Eleştiriyi kaldırmaz fakat başkalarına karşı eleştiricidir.
Olaylar arasında kimsenin görmediği bağlantıları görür.

2 Charles Danvin, The Descent of Man and Selection in Relation to Sex,


London: John Murray. Volume 1 . Ist edition, 1871, p. 201.
m NEVZAT TARHAN

Kötü davranışı unutmaz ve kolayca affetmez, kaşları çatıktır.


Hep savunma duygusu taşır, her şeyi kontrol etmek ister.
Öç alma ve intikamı sever.
Kızdığı kişiyi acımasızca test eder.
'Hayır' kelimesini 'evet'ten çok kullanır.
Hataları abartır, kolayca şiddete başvurur, el kaldırır.
Kendisini rahadatmakta zorluk çeker, çok çalışır.
Tuttuğunu koparır, ısrarcıdır.
Kontrollü ve inatçıdır, başkalarını değiştirmek için iddialıdır.
Kendisini önemli bir kişi olarak görür.
Başkalarını kolayca karalar ve başkalarının kusurları ile ilgi-
lenmek hoşuna gider.
İsteği yapılmayınca sinirlenir, gerekçeyi önemsemez.
Her şeyi kategorize ederek kendi çıkarına olana öncelik verir.
Sık sık yanlış anlaşıldığından yakınır.
Amacına ulaşmak için başkasını kullanma yolu bulur.
Sık sık kendisine haksızlık yapıldığından söz eder.
Kaybetmeye tahammülü yoktur.
Yeni tanıştığı bir kişiye de hemen niyet sorgulaması yapar.
İdealine uymayan şeyin değeri yoktur.
Kuralların kendi istediği biçimde oluşmasını ister.
Dürüsdük, ilkelilik, sorumluluk çok önem verdiği değerlerdir.
Kurallara uyanlar iyi, uymayanlar kötü insanlardır.
Suç ve günahkarlık söz konusu ise ceza vermekten çok hoşlanır.
Ancak hatasız bir ortamda kendisini iyi hisseder ve hiçbir hatayı
önemsiz görmez.
ASIMETRIK SAVAŞ m

ı O soruya cevap doğru ise hafıf, ı 0-20 arası doğru cevabınız


varsa militarİst bir insansınız demektir. 20 üzeri doğru cevabınız
varsa hem militarİst hem de faşistsiniz demektir. Ya kendinizi
düzelemeye başlamalısınız ya da profesyonel yardım almalısınız.

Çözümler
Herkes tabiatının gereğini yapıyor. Ünlü bir derviş hikayesi
vardır. Derviş suyun kenarında boğulmak üzere olan bir akrep
görüyor. Derviş akrebi kurtarırken akrep dervişi sokuyor. Arkadaşı
"seni sokan o hayvanı neden kurtardın, neden tekrar suya atmadın"
diyor. Bu soru karşısında dervişin cevabı ilginç: "O tabiatının
gereğini yapıyor, ben de yapmam gerekeni yapıyorum."
Militarizm puanı yüksek bir babanın olduğu ailede yetenekler
gelişmez, girişimcilik zayıflar. Bağımlı inisiyatifi düşük bireyler ye­
tişir. Başkalarının onayı olmadan hareket etmeyen, zihinsel isyan­
larını üretken enerjiye dönüştürmeyen bireyler ve liderler fırsat­
ları kaçırırlar. Militarise yaşam tarzı askerlik hizmetini icra eder­
ken gerekebilir ama sivil alana yansıdığıncia ülkeyi kışlaya çevirir.
Osmanlı döneminde yozlaşmış Yeniçerilerin bugünkü modern
karşılığı Ergenekon yapılanmasıdır. IL Mahmut gibi devrimci bir
lider ve onu destekleyen cesur bir toplumla Türkiye militarİst uy­
gulamalardan kurtulabilir.
Bilindiği gi�i Sultan Mahmut Sultanahmet Meydanı'na top­
lanmış halkın desteği ile Yeniçerileri lağvetmişti. Bugün Silahlı
Kuvvetler içerisindeki çeteleri, TSK kendi kendine tasfiye etmez­
se gidişat benzer yöndedir.
İşte Türkiye' nin başının derdi olan darbeci zihniyet böyle bes­
leniyor. Ailede başlayan küçük istibdadarın ülke yönetiminde
faşizme dönüşmesinde herkesin sorumluluğu vardır.
BÖLÜM 1 0
LiDERLiK

LiDERLiK VE EMPATi
Liderlik ve empati ilişkisi sosyal bilimlerde sıklıkla araştırma
konusu olmuştur. Çünkü empatik liderlik zaman zaman zaafko­
nusu olabilir, zaman zaman da toplumu harekete geçiren öncülük
özelliği şeklinde ortaya çıkabilir. Duygusal zeki kavramı içersinde
empati önemli bir liderlik özelliği olarak gözükür. Bu özelliğin
bulunması takım ruhu oluşturmada, insanların ikna edilmesinde,
güven oluşturulmasında, kişiler arası ilişkilerde önemlidir. Empatik
bir kimse liderlik yaptığında grupta sürükleyicilik ortaya çıkar,
başkalarında heyecan uyandırabilir, doğru ve hızlı karar vermeyi
sağlar. Bu sebeplerden dolayı liderlik ve empati ilişkisinin tanım­
lanması ve sınırlarının çok iyi belirlenmesi gerekir. Bu çerçevede
düşünüldüğünde, empatiyi kullanıp kullanmama açısından 3
grup liderlik vardır: Bunlar klasik liderlik, karizmatik liderlik ve
bilimsel liderliktir.

Liderlerin Yöneticilik Tarzları


Klasik Lider: Mevcut bir sistemi iyi bir şekilde yönetir ve devam
ettirir. Bu liderlikte değişimeilik yoktur. Amerikan Eski Başkanı
Eisenhower liderlik konusunu tarif ederken bir parça ip kullanır.
İpi masaya uzatır ve sonra da eliyle ipi çeker ve şunu söyler: "İpi ne­
reye çekerseniz gelir ama onu itmeye çalışırsanız hiçbir şey olmaz".
İnsan da aynı şekilde bulunduğu topluma devamlı baskı yaparak
ASIMETRIK SAVAŞ m

kontrol ederse istediği yöne götüremez ancak mevcudu korumaya


çalışır. Bu liderlikte mevcudu sağlıklı şekilde yönetmeye yönelik
bir çaba vardır. Hedefler vardır ve grubu o hedefler doğrultusunda
yönlendirmek önemlidir. Klasik lider karar verirken kurallara ve
kararnarnelere uyar. Onu en güzel şekilde uygulamaya çalışır.
Karizmatik Lider: Bu liderde hedefe yönelik olarak grubu çeke­
b üme kabiliyeti vardır. Değişimeilik bu liderliğin özelliğidir. Ka­
rizmatik lider, bir konuda karar vereceği zaman bu kararı herke­
se uygulatmak ister. Ayrıca bu liderliğin sürükleyici özelliği vardır.
Bilimsel Lider: Bu lidere göre, mevcut kararnarnelere göre
grubu yönetmek veya karar verip grubu bu kararlar yönünde sü­
rüklemek mühim değildir. Bu lider, asıl karar verdirmeyi esas alır.
Katılımcılığa göre hareket ederek karara bütün çalışanları da kat­
maya çalışır. Karar verilmesi sürecinde diğer insanlarla konuşur,
onları ikna eder ve doğru kararı bulur. Yani ortak kararlar almak
söz konusudur. Lider grupta empati yapar, diğer kişileri de ka­
rara katılmaları için ikna eder ki uygulama düzgün yürüyebilsin.

Ödül ve Ceza Yönteminde Liderlerin


Davranışları
Klasik Lider: Bu lider sorun varsa hemen ceza verir, sarı zarfı
uzatır. Yasak mantığı içersinde, katı kurallarla hareket eder. Bu
liderde ceza esastır, ödül cezadan daha azdır.
Karizmatik Lider: Bu lider hata yaparıa karşı aşırı katıdır, es­
nek davranmaz. Çünkü farklı düşünceleri tolere edemez. Hızlı ka­
rar verir. Sezgileri ile hareket eder. İyi başlangıç yapar ama başlan­
gıcı devam ettiremez; bu da uzun vadeli liderliğe engeldir. Ceza­
landırmayı sevdiği için ödül ve ceza mekanizmasını çok kullanır.
Bilimsel Lider: Bu liderde ödül esas, cezalandırma istisnadır.
Ödüllendirmeyi daha yoğun kullanır ancak ödüllendirme sadece
para olarak değil, tadı bir söz, onaylayıcı bir tebessüm, bir davra-
m NEVZAT TARHAN

nış, herkesin içerisinde kişiyi takdir etme, iyi davranışlarını ona


realist bir şekilde hissettirrne şeklinde de olabilir. Bu yönüyle de
yanında çalıştırdığı kişilerin motivasyonunu artırıcı etki yapar.

Fikir Üretmede Liderlerin Tercihleri


Klasik Lider: Liderliğin ideolojisi vardır ve fikir üretir. Klasik
lider başöğretmen gibi sürekli nasihat verir. Buyurgandır, devamlı
nasıl olunması gerektiği konusunda konferanslar verir.
Karizrnatik Lider: Nasihat vermenin ötesinde daha buyurgan­
dır, dikte edicidir. Olayları kurallar, emirler ve talirnatlarla yöne­
tir. Farklı tartışmalara kendini kapatır. Fikir üretme rnekanizma­
sı sadece hükrnetrne şeklinde çalışır.
Bilimsel Lider: Fark ettirrneden fikir üretir ve o fikri çalışanla­
rına kolay vermez. Fikri israf edecek olana değil, hak edene verir
ya da fikri satar. Veyahut fikri, erneği iyi kullanabilecek, ona liya­
kati olana verir. Bu şekilde olması da fikrin hayata kolay geçme­
sini sağlar. Ayrıca fikre talep, istek uyandırarak verir; bu da fikri
satmak gibidir. Fikri satın alan kişi zamanını, duygusunu bu fik­
re harcar, onu benimser. Böyle durumlarda da fikirlerin uygula­
ması daha kolay olur.

Tecrübelerden Faydalanmoda Liderlerin


Tercihleri
Klasik Lider: Başkalarının tecrübelerinden faydalanarak il erler.
Örneğin; Vehbi Koç, bir iş yapacağı zaman, o konuyu dünyada
veya Türkiye'de en iyi bilenle konuşur, onun görüşlerini alır, daha
sonra karar verirdi. Yani bu liderlik, mevcudu sağlıklı bir şekilde
yürütebitmek için ustaca başkalarının tecrübelerinden faydalanma
şeklidir. Tecrübelerle oluştuğu için yavaş gelişir. Klasik lider işin
içine sezgilerini katmaz.
Karizmatik Lider: Başkalarının tecrübelerinden faydalanır ama
sezgileriyle karar verme eğilimleri daha fazladır. Çok fazla İstişare
ASIMETRIK SAVAŞ m

etmeden hızlı karar verir. Alınan bu kararlar, isabet edebilir ama


isabet etmediği zaman her şeyi tamamen berbat edebilir. Kariz­
matik lider sadece sezgileriyle hareket eder.
Bilimsel Lider: Bu lider, karar verirken ve tecrübelerden fay­
dalanırken veri toplar. Bilimsel terminolojiyi, literatürü ve bu ko­
nuda var olan kaynakları araştırır. Bu bilgi ve verilere sezgilerini
de katarak tecrübelerini hayata geçirir.

Liderlerin Bürokrasi ile ilişkileri


Klasik Lider: Bürokratik işleyişe önem verir. İyi bir sistem kurar,
bürohasiyi oluşturur ve o sistemin devam etmesini ister. Mevcudu
en iyi şekilde koruyup devam ettirebilmeye çalışır ve bürokrasinin
dışına çıkmak için kendini zorlamaz. Kuralların, yönetmeliklerin,
mevzuatın etkisinde çok kalır.
Karizmatik Lider: Bürohasiyi ezip geçmeye yatkındır. Hak­
lı olduğu konularda bürohasiyi bir kenara itip hareket edebilir.
Bilimsel Lider: Bürokrasiye, mevzuata ilişkin kurallarla insan
ve bilgi unsurunu dengeli bir şekilde kullanır. Seçenekler sunul­
duğu zaman bürokrat, katı bir kuralda ısrar etmek yerine, o se­
çeneklerden birisini tercih etmek durumunda kalır. Böylece bü­
rokrasiye insanın farklı bakmasını sağlar, olaya bilgi ile yaklaşarak,
kişiyi ikna ederek bürohasiyi çalıştım. ikna olduğu için büroha­
side tıkanmalar, engellemeler, yavaşlarmalar yapmaz. Bilimsel li­
dedikte çalışanın ikna edilmesi önemlidir, çalışanın ikna edilme­
si de empati anlamına gelir. Bir insana zorla bir şey yaptınlabilir
ama bir insan zorla bir şeye inandırılamaz. inanmadan yapılan iş­
ler de zayıf kalır, köklü olmaz ve devam etmez.

Liderlerin iletişim Yöntemi


Klasik Lider: Kişileri dinler, kendisi çok fazla bir şey katmaz. O
konu hakkında kararını verir ve devam eder. llerişimin duygusal
m NEVZAT TARHAN

aktanını açısından bakıldığında klasik yönetici çalıştığı insanları


sever. Onlarla iyi bir diyalog içersinde işini yürütür. Firmasının
dünya çapında büyütınesini lüzumsuz ve israf olarak görür. İyi
ürün ortaya çıkarır. Hata yapmamak için büyümez.
Karizmatik Lider: İnsanları dinlemez, herkesi toplar, olayla­
rı anlatır, bildiğini yapar. Dinleyiciliği zayıftır. İletişimin duygu­
sal ayağı açısından savaşmayı seçer. Böyle yaparak kendi fikirleri­
ni kabul ettirmeyi tercih eder. Rekabetçilik ve yarışmacılık daha
fazladır. Savaşçılığı tercih ettiği için hızlı büyür ve sonuç alır fa­
kat sonucun kalıcı olması kolay değildir.
Bilimsel Lider: İnsanları dinler, kritik bilgileri bulur, hassas
noktalara ulaşır ve bunları gruba anlatır. Bu liderlikte aktifdinleyici
olmak ve daha sonra bilgileri insanlara ikna edici şekilde anlata­
bilmek önemlidir. Bunun için de dinleyicilik önemli bir yer işgal
eder. Duygusal iletişim biçimi açısından bilimsel lider, insanları
sevmesi gerektiğini önemsediği gibi birlikte kendi sevilebilirliğini
de önemser. İnsanların sevilebilirliğinin önemli olduğunu çünkü
"Beni insanlar severse dinler, beni sevrneleri için benim de onları
sevrnem gerekir" diye düşünür. "Beni sevrneleri için onlar adına
mücadele etmeliyim" tarzında hareket eder. Bilimsel lider bu şe­
kilde empatiyi gerçekleştirmiş olur. Kendi duygularını tanır, karşı
tarafın duygularını tanır ve duygusal alışverişi gerçekleştirir. Yani
duygusal okuryazar olan kişi başkalarının duygularını kolayca
okur ve insanların kendisi hakkındaki düşüncelerini önemser. Bu
durum empatik liderliğin en önemli vasfıdır. Diğer bir önemli
vasıf da empatik liderin aktif dinleyici olmasıdır. Çalışanının ne
anlattığını dinler, arada önemli olan kısımları tekrarlar ki karşı
tarafdinlediğini anlasın, sorular sorsun. Böylece konuşmacının ruh
haline empati yapar, kendisini çalışanının yerine koymaya çalışır.
ASIMETRIK SAVAŞ
m

liderlerin iş Yapma Biçimleri


Klasik Lider: Bir işi en doğru şekilde nasıl yapacağını düşünür.
Bu konudaki hassasiyeti daha ön plana çıkar. Kurallara uygun
doğru iş yapmayı hedefler.
Karizmatik Lider: İşin nasıl yapıldığı önemli değildir, sonuç
önemlidir.
Bilimsel Lider: Önüne konulan işi doğru yapmayı hedefler. "Bu
yaptığım iş doğru bir iş mi? Bunun alternatifi var mı?" diye düşü­
nür. İş gerekli mi, verimliliğe uygun mu gibi kriterler açısından
işi sorgular. Bu bakış açısı da devamlı değişimi getirir.Yani mev­
cudu sorgulayarak doğru işi yapar böylece onu geliştirir ve ilerle­
tir. Değişirnci liderdir ve olaya kapsayıcı bakar. Olaylara kurumsal
ve kapsayıcı bakmanın yanı sıra insanın kişisel görüşü ve diğer in­
sanların görüşüyle birlikte stratejik düşünceyi kullanır. Bir işi ele
alırken, stratejik düşünce ve küresel gidişe uygun olup olmadığı­
nı düşünür. Bütünü görerek iş yapar. İşi doğru yapmayı küçüm­
semez ama doğru işi yapmayı daha öncelikli hedefler.

liderlerin Sorun Çözme Biçimi


Klasik Lider: Ana nedene yönelmeden yüzeysel çözümlerle
sorunu gidermeye çalışır. Kuralları bir şekilde uygulayıp görüntüye
daha çok önem verir. Dişi ağrıyan birine ağrı kesici verir ve ağrıyı
giderir. Yara varsa yarayı pansurnan yapar yani olayı anlık örtbas
eder. Bu da fırtınanın ortasındaki bir gemide yolculara telkinde
bulunmak gibidir.
Karizmatik Lider: Orta dereceli bir yara varsa pansumandan
önce hemen ameliyata başvurur, cerrahi müdahale ile sorunu çöz­
meyi tercih eder.
Bilimsel Lider: Yöneticilikte, tedavi edici hekimlikten ziya­
de koruyucu hekimliğe önem verir. Kişinin hasta olmaması için
önemler almaya çalışır. Bilir ki fırtına çıktıktan sonra onu kur-
m NEVZAT TARHAN

tarmak ameliyat yapmaktır. Bu nedenle pansurnan görevi gören


gemidekileri teskin etmek yerine gemiyi fırtınaya yakalatmama­
ya çalışır. Ancak bu fırtınaya yakalanınama durumuna zihninde
daha çok yer verir. Sorunun tekrarlanmamasına yönelik kafa yo­
rar. Zaten aksi de bilimsel liderliğe uygun değildir.

liderlerin Planlama Yeteneği


Klasik Lider: Çalıştığı kurumun planlamasını yaparken daha
çok işlemlere, operasyanlara önem verir.
Karizmatik Lider: İşlemlerden çok taktiklere önem verir. Ope­
rasyonu daha avantajlı hale getirmeye çalışır. İyi taktisyendir. Fa­
kat taktikle uğraşırken stratejik hedefieri kaçırır.
Bilimsel Lider: Operasyonun taktiğinin üzerine bir de strate­
ji ilave eder. Yapacağı işlemlerin daha iyi nasıl yapılacağını, bu iş­
lemlerin kurumsal hedefe uygunluğunu, bu işlemler üzerinde ne
kadar zaman harcanacağını, bunlara ne kadar önem verilmesi ge­
rektiğini, kurumsal vizyona uygunluğunu düşünür. Böylece ope­
rasyona harcadığı zaman ve enerjiyi daha doğru kullanmış olur.
Strateji yanlışsa kazanılan başarının bir önemi yoktur. Çünkü
ara sıra başarılar kazanılsa da uzun vadede bu başarılar kaybedi­
lir. Yani askeriyede var olan "Stratejiniz yanlışsa kazandığınız ba­
şarının önemi yoktur" sözü ile hareket eder. Uzun vadeli çözüme
yönelik planlama taktiği önemlidir.

Krizlerde liderlerin Tutumu


Klasik Lider: Fırtına durumunda gemiyi limana çeker ve bekler.
Çünkü aşırı korku sebebiyle mevcudu koruma çabasındadır.
Karizmatik Lider: "En büyük yatırım kriz zamanında yapılır",
anlayışıyla hesaplanmayan risk alır. Yani krizden daha fazla yarar­
lanmayı hesaplar. Eğer başarılı olursa uçar, başarısız olursa da her
şeyini kaybeder. Hızlı büyür, çok hızlı ataklar yapar ama bu yük­
selişi hızla da tersine dönebilir.
ASIMETRIK SAVAŞ ..

Bilimsel Lider: Krizin şiddetli olduğu zamanda küçülmeyi he­


deflese de krizle ilgili hesaplanabilir risk almayı ön planda tutar.
Gerekirse küçülür, gerekirse risk alır fakat bunları hesaplayarak
yapar. Heveslerine, arzularına, iç sezgilerine göre değil, gerçekle­
re göre kurumsal ve kapsamlı düşünerek krizi aşma planı yapar.
Kriz korkusuyla mevcudu koruma çabasıyla veya fırtınacia açıl­
ma isteği ile değil, bunlar arasında dengeyi sağlayarak yürümeyi
hedefler. Çünkü bu şekilde davrandıklarında krizi fırsata dönüş­
türme şansı daha yüksektir. Yani yaşanan kriz ortamından ders­
ler çıkarmayı bilir.

Liderlerin Ayrıntıları Ele Alış Tarzları


Klasik Lider: Ayrınrıcıdır, bütünü görmez. Mesela bir ormancia
bulunduğu zaman ormanın bütününe değil ağaca odaklarur, ağaçla
ilgili konularla ilgilenir. Bütünü göremediği için de ormanla ilgili
bir şey söyleyemez ama ağacın bütün özelliklerini söyler.
Karizmatik Lider: Sadece bir ağaç ve onu korumakla ilgilen­
mez, ormana yeni ağaçlar dikmeye çalışır. Bir inşaat yapacaksa
projeye bir sene, inşaata üç sene ayırır; bu yüzden de inşaatı yık,
sök şeklinde uzun sürede tamamlar. Çünkü bütüne ve şartlara
göre planlama yapmaz.
Bilimsel Lider: Bütün ormanı görerek hareket eder. Sadece
kendi görebildiği alanlarla değil, göremediği alanlarla da ilgilidir.
Bütün ormanı görerek hareket edilince de emekler boşa gitmez.
Bilimsel lider inşaat yapacak olsa, verimliliği hesaplayarak, uygun
ver ve şartları araştırarak başlar. Projeye çok zaman ayıru. Böyle­
ce yık, sök gibi durumlarla karşılaşmaz. İnşaat projesine 3 sene,
inşaata ise 1 sene ayırır.

Liderlerin Motivasyon Yöntemleri


Klasik Lider: İnsanları ikna etmekten çok onların hoşuna gide­
cek şeyleri yaparak motive etmeye çalışır. Bir bakıma mavi boncuk
m NEVZAT TARHAN

dağıtarak, her halükarda işin yürümesine önem verir. İnsanları


geçici olarak mutlu eder, bir bakıma uyuşturur. Yanardöner bir
yaklaşımları vardır. Mevcudu korumak için herkesin nabzına göre
şerbet verir. O anda sorun çözülür gibi olur fakat bir müddet sonra
bu, güveni zayıflatır. Herkesi mutlu edecek, herkesin hoşuna gi­
decek, kimseyle kötü olmayacak bir yaklaşım tarzıyla hareket eder,
kurumsal düşünemez. Kendisi inanmasa bile insanlara hoş dav­
ranarak harekete geçirmeye çalışır. Beden dilini kullanamadıkları
için açık, samimi, içten olamaz ve yaptıklarını benimsetemedikleri
için enerji yayarak kişileri arkalanndan sürükleyemez.
Karizmatik Lider: İnsanları o anda delduruşa getirerek hedefe
yöneltir fakat daha sonra zarar gördüğünde kendini kötü hisseder.
Bilimsel Lider: Pozitif enerji yayan liderlikle hareket eder. İç­
ten, samimi, kendi doğrularına inanrruş olarak pozitif enerji ya­
yar. Kendisi inandığı için insanları da inandım ve harekete geçi­
rir. Bilimsel liderlikte sözel olmayan iletişim çok önemlidir. Buna
sağ beyin iletişimi de denir ve bu iletişimde duygusal aktarım ön
plandadır. Bu iletişimde yapılan işe inanma çok önemlidir. Sol be­
yin iletişimi ise mantıksal iletişimdir; ikna eder, kar-zarar analizi
ve çıkar planlaması yapar. İletişim psikolojisinde eski lider anlayı­
şında "İnanmıyorsan bile rol yap, işi yaptır" denilirdi. Bu anlayış
değişti çünkü rol yaparak iletişim o anda insana iş yaptırır fakat
enerji yaymadığı için kalıcı ve ikna edici olmaz. Kişi inanmadığı
bir konuyu anlatırken karşı tarafın bir sorusu karşısında, insan­
lar bu kişinin anlattıklarına inanmadığını hisseder. Bunun üzeri­
ne güven zayıflar ve ilişki kopar. Kişinin önce ikna olması, inan­
ması gerekir ki bir engelle karşılaştığında, savunmasını yaparken
eşik altı vurgularla, ses tonu, mimik, jestler ve bakışlarıyla dinle­
yenleri etkilesin. Bu davranış şekli de içtenlik ve şeffaflık getirir.
ASIMETRIK SAVAŞ m

Liderlerin inisiyatif Kullanma Şekilleri


Klasik Lider: Zarar gelmemesi için, riskten kaçmak için inisiya­
tif almazlar. "Bana zarar gelmesin, araba da yolda kalmasın" man­
tığı ile hareket ettikleri için inisiyatiften kaçarlar. Klasik yönetici
girişken, atılgan değildir. Zarar gelmemesi için yatırım yapmaz,
olumsuzlara, korkulara ve tehlikelere odaklı düşünür. Mesela bir
çocuk yürümeye başladığında koltuğa çıkıp bir şeyler yapmak
ister. Klasik liderliğe göre korumacı anne, düşmemesi için tutup
yukarı çıkarır. Negatifbir durumda dövünür ve sızlanır. "Keşke",
"acaba" kelimelerini çok kullanır. İyiliklere karşı da yansız kalır.
Ödüllendirmeyi az kullanır çünkü ödülün insanları şımartacağı­
nı düşünür. Ben kelimesini çok fazla kullanmaz. Bencil değildir,
diğer insanları önemser. Ancak kendini fazla geride tutar. Bu da
kendine karşı haksızlık etmesine neden olur.
Karizmatik Lider: Kolaylıkla inisiyatif alır. Atılgandır, girişken­
dir, kılıcı çekip hemen savaşa girer. Bir iş yapılacağı zaman hemen
talip olup yapmaya kalkar. Güvene önem verir, inisiyatif alıp ra­
hatlıkla kendini tehlikeye atabilir. Yürümeye başlayan çocuk kol­
tuğu çıkmaya çalıştığında karizmatik lider, "Bırak çıksın, düşsün,
yaralansın ama öğrensin" diyerek hareket eder. Bu da bir yoldur
fakat çocuğun sakat kalma ihtimali vardır. İyi bir durum karşısın­
da övünmeyi çok sever. İtaat ve sadakati çok yüceltir. Grubundan
birisi başarısız olduğunda onu yerin dibine batırır. Kendisi dışın­
da diğer çalışanları pek önemsemez. Benmerkezcilik ön planda­
dır. Ben kelimesini çok kullanır.
Bilimsel Lider: Korku ve güven arasında bir denge kurar. inisi­
yatifi alıp hemen atılmak yerine insanlara öncelik verir. Yetki dev­
ri yapar, karşısındakine güvendiğini hissettirir. Herhangi bir kor­
ku durumunda karşısındakinin yanında olduğunu belirtir. Bilim­
sel lider yürümeye başlayan çocuğun yanında durur, "Hadi çık,
düşersen ben seni tutarım" diyerek başarmasını sağlar ve inisiya-
m NEVZAT TARHAN

tifi çocuğa kullandırmış olur. Çocuk başarma duygusunu yaşar


ama kötü bir şey olursa da annesinin yanında olacağını bilir. Yani
bu lider, çalışanlarının yanında olduğunu hissettirerek yetkileri­
ni devreder ama sıkıştıkları an onlara sahip çıkacağını da vurgu­
lar. Böylece insanlar daha rahat hareket ederler ve işlerini yapar­
lar. Bilimsel lider itaat ve sadakat yerine, insanlarda özgüveni ve
girişimciliği yüceltir. Başarı durumunda başarıyı kendine almaz,
bütün gruba mal eder ve hepsini tek tek alkışlar. Kendisini başa­
rıda ikinci plana koyar. Başarısızlıkta ise birinci planda kendini
gösterir. Bilimsel lider ne kendisini ne de çalışanlarını ikinci pla­
na atar. "Biz" diyerek hem irnlcinları hem fırsatları hem de ener­
jiyi adil bir şekilde paylaştırır. Kendisinin ve çalışanlarının hakla­
rını adil bir şekilde düşünür.

Liderlerin Sorumluluk Duygusu


Klasik Lider: Kendisini devlet memuru gibi görür, işi bir an
önce bitirip, gitmeyi hedefler. Görevini iyi yapmayı düşünür, bu­
lunduğu kurumun bir çalışanı olarak kendini sorumlu görür ancak
yine de kurumsal sadakati zayıftır.
Karizmatik Lider: Kendisini işyerinin patronu gibi görür, ken­
disinde özel ve önemli hissetme duygusu çok fazladır. Kendini pat­
ron olarak gördüğü için üst konuma yerleştirir, çalışanları ise ikin­
ci konumda görerek ötekileştirme eğilimi yüksektir.
Bilimsel Lider: Kendini kurumun ortağı, büyük hissedarı gibi
hisseder, çalışanları da daha küçük hisse sahipleri olarak kabul eder.
Kararların beraber alınmasına önem verir. Kurumda bir iş ters git­
tiğinde, insanlar evlerinde ne hissediyorlarsa onu hissetmelerini
sağlar. Örneğin kişinin evinde suyu açık bırakmaması gibi işye­
rinde de suyu açık bırakmaması ortaklık duygusunun oluşmasıy­
la ilgilidir. İş yerlerinde yapılan kurumsal sadakat çalışmalarında,
ilk sırada çalışanların işyerierini sevrneleri yer almıştır. Bir şirket-
ASIMETRIK SAVAŞ

te çalışanlar arasında aidiyet duygusu yüksek ise ve çalışanlar ken­
dilerini ortak gibi hissediyorlarsa o şirket bilimsel liderlikle yöne­
tiliyor anlamına gelir. Aidiyet duygusunun olması da empatik et­
kileşimin varlığına işaret eder.

Liderlerin Takım Çalışması


Klasik Lider: Bir futbol takımını ele alırsak, klasik lider hep
savunmayı seçer. Geride durur, her topa girmez. Gol yememeye
öncelik gösterir.
Karizmatik Lider: Takım çalışmasında forvette olmaya, gol at­
maya önem verir.

Bilimsel Lider: Gol atmaya değil, gol attırmaya önem verir.


Ben yaptım demez, biz yaptık dedirtir. Kolektif takım çalışma­
sına önem verir. Yapılan işlerde biz yaptık duygusunu oluşturur.

Liderlerin Uyumlu Çalıştıkları Karakterler


Klasik Lider: Tabi olan, kurallara uyan, ses çıkarmayan, iti­
raz etmeyen, eleştirmeyen, kuzu gibi insanlardan hoşlanır. Farklı
düşünen, zor ama yetenekli kişileri başını ağrıttığı gerekçesiyle
önemsemez ve harcar.

Karizmatik Lider: Aslan gibi, gösterişli, tuttuğunu koparan ki­


şileri severier. Karizmatik lider bir savaşta, savunmacia olan subayı
değil, aslan gibi ön� atılıp parçalayan, cesaredi kişilerden hoşlanır.
Hızlı sonuç almak için bu tür insanları tercih eder.

Bilimsel Lider: Kurumsal düşünce odaklı olduğu için kuzu


gibi insanları değil, kaz çobanlığını tercih eder. Çünkü kazlar öz­
gür ve bağımsız hayvanlardır. Tek başına olmaya yatkındırlar, bu
yüzden de kaz sürüsünü yönetmek çok zordur. Bu hayvanları yö­
netmek için devamlı ilgili ve uyanık olmak gerekir. Fakat sonuç­
ta bu işi yapmak zoru başarmak anlamına gelir. Bu işe talip olan
kimse, hayatta daha büyük zorluklarla da baş edebilir. Yani bilim-
m NEVZAT TARHAN

sel !iderler, kolay insanları yönetmektense zor insanları yönetme­


yi tercih ederler.

Yanlışa inanan lider


Yanlışa inanmış siyasi liderler vardır. Yanlış da olsa inandığı
için fedak:lı olur, içten anlatır ve bu durum beden diline yansır.
Rol yapmadığını ve kendi içinde tutarlılık oluşturduğunu gösterir.
Bu kişiler, savunduğu fikri ve empati yapacağı konuları benim­
semezse bu fikirlerin aktarımı mümkün olmaz. Kalıcı etki de
yapamaz. Karşı tarafta "Kendisi inanmamış bana tavsiye ediyor"
fikri uyandırır. Buna en güzel örneği tarihi şahsiyetler vermiştir.
Örneğin; Fatih Sultan Mehmet, balı çok seven biridir. Yakınları,
az yemesi konusunda hacasından ona nasihat etmesini isterler.
Fakat hocası 40 gün sonra Fatih'e bal yememesi konusunda uyarıda
bulunur. Hocaya niye bu kadar süre beklettiğini sorduklarında
hoca, şu cevabı verir: "Ben de bal yiyordum, yerken nasihat et­
seydim sözümün tesiri olmazdı." Orada gizli bir psikoloji yasası
vardır. Kişi savunduğu fikirlere inanıyorsa karşı tarafta zihinsel
dönüşüm yapar; inanmıyorsa söyleyiş tarzı, içtenlik, vurgular he­
men fark edilir. Bu yüzden kişinin söylediği şeye inanması gerekir.
Bu nedenle empatik anlayışta da kendine karşı da dürüst olmak
önemlidir. Çünkü insanda kendini aldatma kapasitesi de vardır.
Başkasını aldatan aslında kendini de aldatır. Nefsiyle empati tam
bu noktada önemini gösterir. Batılıların anlattığı empati kavra­
mının içermediği bu empati anlayışında, kişi nefsin isteklerinden,
arzularından ve dürtülerinden de bağımsız olmalıdır. Çünkü asıl
özgürlük, kendi arzu ve isteklerinden bağımsız olabilmektir. Do­
ğaldır ki insanda arzuların ona söyledikleri ile şeytarun fısıldadıkları
ve akıl ve mantığın telkinleri bir arada bulunur. Bunların hepsi,
insanı bir tarafa çekerken kişinin bunlar arasında dengeyi iyi kur­
ması gerekir. Araba kullanır gibi nerede yavaşlayacağını, nerede
hızlanacağını; nerede sağa, nerede sola döneceğini bilirse, empatik
kimse hayatı ile ilgili kararları daha doğru verecektir. Bu kimse,
ASIMETRIK SAVAŞ m

karşısındaki o anda öfkeli diye söyleyeceklerini geri teper düşün­


cesi ile söylemez, ancak o kimse anlamaya hazırsa söyler. Kişinin
güçlü ve zayıf yönlerini öğrenip, onun anladığı dili yakalamaya
çalışır. İletişimcilerin yaptıkları ortak dil toplantılarında da aynı
dili kullanılarak senkronizasyon yakalama çalışmaları mevcuttur.
Aynı şeye üzülünür, aynı şeyden nefret edilir, aynı şeyden hoşlarulır,
aynı şeyden rahatsız olunur. Böylece rezonans, ortak dil oluşmuş
olur. Uyumlu duygusal ortam sağlanır. Liderlikte buna sürükleyici
dil denir. Bu liderler toplumun dilini, duygularını iyi anlarlar ve
toplumu harekete geçirir!er. Yani sürükleyici liderlikte, o toplumun
duygularına hitap vardır. Çünkü karşı tarafın duygusal ihtiyaç­
larını iyi anlayıp, onurıla uygun şekilde iletişime geçildiği zaman
birlikte etkileme gücü ortaya çıkar. Öyle ki iletişimde, empatik
daveanabilmek ikna etmenin temel ayağıdır.

ideal Lider
Bir işin patronu olmadan önce o işin hamalı olmak gerekir.
Araziye çıkmadan sadece karargahta çalışan komutan gerçek komu­
tan olamaz. Klasik liderlik karargah subaylığı gibidir. Karizmatik
liderlik bir bakıma hem cephede dolaşan hem de karargahta bulu­
nan asker gibidir. Bilimsel liderlik ise gerektiği zaman karargahta,
gerektiği zaman cephede bulunabilmek, gerektiği zaman işçi, ge­
rektiği zaman da yöneticilik özellikleri gösterebilmektir. Yönetici,
işyerinde yürürken ayağının altına dolaşan naylon torba parçasını
alabilmelidir. Çünkü bu davranış, çalışanlara model olur. Çalışan­
larda, "Bunu yönetici yapıyorsa ben de yapmalıyım" şeklinde bir
duygu oluşur. Bilimsel liderin kullandığı yöntemler genellikle iş
odaklıdır, lider odaklı, sürükleyici değildir. Yönlendirirler, yetki
devrederler, başkalarının götürmesini sağlarlar. İşi delege ederler,
karışmazlar, bir bakıma fikri sorulan konumdadırlar.
Liderliğin eğitimdeki yansımasını Türkiye ve ABD'deki üni­
versitelerin uygulamalarında görürüz. Türkiye'de üniversitelerde
m NEVZAT TARHAN

hocalar konuşur, tecrübelerini anlatır, bazen kendilerini överler;


asistanlar, öğrenciler dinler. Buyurgan, emir verici bir tarz vardır.
Amerika'da ise konferans salonlarında masada öğrenciler ve asis­
tanlar bulunur, onlar anlatırlar, hocalar da arkada durur, dinlerler,
gerektiği zaman müdahale ederler. Bu yöntemde yetenekler gelişir.
Son yıllarda beyin temelli öğrenim başladıktan sonra üniversite­
lerde 'öğrenen örgüt' kavramı ortaya çıktı. Bu sistemde de hem
öğrenci hem öğretmen birlikte öğrenir.
İdeal liderlikte önemli bir unsur da kişinin kendini iyi tanı­
ması, güçlü ve zayıfyönlerini bilmesidir. Çünkü bu özelliklerinin
farkında olan lider, hedefe daha doğru şekilde ileder fakat farkın­
da değilse yanlış kararlar vereceği için hedefine ulaşamaz, hata ya­
par. Bu nedenle liderin kendi psikolojik yapısını, kendi hayatı­
nın artı ve eksilerini, dünya hayatının imkanlarını, tuzaklarını ve
tehditlerini iyi bilmesi gerekir. Bilimsel lider aynı zamanda deği­
şirnci (transf?rmasyonel) lider olarak da bilinir. Geleceğe, değişi­
me, reforma yönelik liderdir. Vizyon sahibidir, değişim ihtiyacı­
nı fark eder. Kurumsallaştırır, bir hedefbelirler ve o hedefe gider­
ken farklı insanları benzer hareket şekliyle aynı amaç için çalıştım.
Bütün bunlar transformasyonel liderlik hareketinin bir özelliğidir.
ideai liderin önemli bir diğer özelliği de mesleki hırsla kişisel
alçak gönüllülüğünü birleştirebilmesidir. Bill Gates, bu konuda
güzel bir örnek teşkil eder. Akıllı elemanlarla çalışarak onlara hisse
veren bir anlayışa sahiptir. Gates'in diğer önemli özellikleri arasın­
da elemaniarına değer vermesi, piyasanın geleceğini takip etmesi,
piyasayı şekillendirecek adımlar atması, hedefe odaktanma ve al­
çak gönüllü bir yaşam sürmesi gibi özellikler de yer alır. Kendisi­
ne lüks yaşantıdan uzak durmasırun sebebi sorulduğunda, bu ya­
şamın onu lüks bir şekilde düşünmeye de iteceğini, çok farklı bir
kişiliğe sahip olacağını, yeterince çalışamayacağını, üretemeyece­
ğini ve tembelleşeceğini söyler. Lüksü tercih etmemesi de onun
ASIMETRIK SAVAŞ m

kendine odaklı değil, iş odaklı yaşadığını gösterir. Ayrıca, iş başa­


rısı ile kendi başarısı arasındaki sınırı iyi çizrniştir.

ÖFKE KONTROLÜ YAPMALIYIZ


Söylendiğine göre Kanuni öfkeli olduğu zamanlar, "Şu an si­
nirliyim, karar vermeyeceğim" dermiş.
Bugün toplumsal bir ihtiyaç olarak gördüğüm öfke kontrolünü
ele almaya çalışacağım. "Öfke baldan tatlıdır" anlayışından ne yazık
ki toplum olarak uzak kalamıyoruz. Yaşadığımız günlük hayatı
gözden geçirdiğimizde, sokağa ve trafiğe göz attığımızda öfkenin
başımızdan hiç gitmediğini görüyoruz. Öfkesi çok kabaran bir
toplum haline geldik. Öfkesi kuvvetli, sesi çok çıkan hatiplerin
halkımız nezdinde daha çok değer bulması bile bu konuda ne
düşündüğümüzü göstermektedir. Ayrıca öfkenin sınırlanmadığı
tartışma programlarının daha çok izlenıneye değer görülmesi de
öfke konusundaki yaklaşımımızı gösterir durumdadır. Tüm bu
nedenlerle öfke konusunda herkes kendini teraziye koymalı ve
olaylara daha serinkanlı bakmayı denemelidir.
Bireyin kendini savunmak ve karşıdakini uyarmak amacı ile
ortaya koyduğu bir duygulanım biçimi olan öfke, uygun düzeyde
hissedildiğinde ve ifade edildiğinde, son derece sağlıklı ve doğal
bir duygudur. Ancak kontrolden çıkarsa kişi ve etrafındakiler için
yıkıcı hale dönüşür. Öfke kontrolünde başarılı olunamaclığında
okul-iş hayatı, kişisel ilişkiler ve genel yaşam bozulmaya başlar.
Bu durumda da öfke, davranışlara fiziksel ya da sözel saldırganlık
olarak yansır.

Öfke neden ortaya çıkar?


Öfke, kişinin planları, istek ve ihtiyaçları engellendiğinde, ken­
disine karşı saldırıya geçildiğini düşündüğünde, kışkırtıldığında,
hayal kırıklığına uğratıldığında, stres altında olduğunda, haksızlık
ve adaletsizliğe maruz kaldığında ortaya çıkar.
m NEVZAT TARHAN

Öfkeyi doğuran dış etkeniere ayrıca büyük şehirlerdeki yaşam


şartları, gürültü, trafık sık.ışıklığı, mekan darlığı, ekonomik ha­
yatın zorluğu gibi faktörleri de ekleyebiliriz. Depresyonda olma,
kişinin mükemmeliyetçi olması da öfkenin başka nedenleri olarak
da sıralanabilir.

Öfke Kontrolü
Öfke ile başa çıkma öncelikle, öfkenin bastırılmasını ve saklan­
masını değil, tanınmasını gerektirir. Öfkenin tanınması, öfkeye
neden olan düşünsel, biyolojik, fizyolojik yapının, mantıklı ve
mantık dışı inançların, içinde yaşanılan ortamın, aile, kültür gibi
çevresel etkenlerİn bilinmesi ile mümkündür. Bireyler ancak öf­
kelerini tanıdıklarında, öfkelerinin zararlarından kurtulabilir ve
onu kendileri için yapıcı bir hale getirebilir.

iş yerinde öfke ve gerginlik


İş yerinde maruz kalınan psikolojik taciz, psikiyatride tanım­
lanmış bir kavramdır. Burada fiziksel bir şiddet yoktur ama çalı­
şanlar sözel veya davranışsal olarak taciz altındadır. Yani bu gibi
durumlarda kişi yok sayılır, aşağılanır ve kişiye saygı gösterilmez.
Bu tutumlar da iş yerinde öfke ve gerginliğe neden olur.

Öfkesini kontrol edemeyen kişiye nasıl


davranılmalı?
Öfkeli bir kişi ile yaşarulıyor ise dikkat edilmesi gereken bazı
noktalar vardır. Kişi öfkeli olmaya başladı mı onu düşünmeye sevk
edecek sözler sarf edilebilir. Kişinin barışçıl olması için, moral
yükselcici tutum da takınılabilir

Öfke ertelenmeli
İnsanlar öfkelenebilir fakat önemli olan öfkenin şiddete dönüş­
meden ifade edilmesidir. Mesela bir köpeğin saldırgan olmaması
ASIMETRIK SAVAŞ m

için sahibinden korkması gerekir. Köpek eğitiminde buna çok


dikkat edilir. Bu eğitimi yapanlar bilirler ki ödül ve ceza birlikte
verilir. Sahibinin 'dur' ihtarı, köpeğin durması için yeterlidir. Bir
de sahibi öfke konusunda dengeliyse, durum kolayca düzeltilebilir.
İşte bunun gibi içimizdeki öfke duygusu kabardığında da bu duygu
'ben'den, yani sahibinden korkmalı ve hemen farklı bir yöne kana­
lize edilmelidir. Bu durumda öfkenin en etkili ilacı ertelemektir.

'Damara basmak' tehlikeli


Öfkenin şiddete dönüşmemesinde kişinin kendi yaklaşımı da
çok önemlidir. Mesela, itfaiyecinin yangıru azaltınası gibi, var olan
öfkeyi söndürecek bir yaklaşım sergilenmelidir. Aileden bir örnekle
bu konuyu biraz açmak istiyorum. Siz, bu şablonu sosyal hayata
da uygulayabilirsiniz. Kişi, eşinin sinirli olmasından rahatsızlık
duyuyorsa, kendine şu soruyu sorabilir: "Ne yaptığım zaman, eşi­
min öfkesi artıyor?" Bu soruyu doğru analiz etmeye çalışan insan,
eşine onu sinirlendirmeyecek şekilde yaklaşır. Eşler, birbirlerinin
güçlü ve zayıf taraflarını bilip, halk tabiriyle 'damanna basmadan'
yaklaşırlarsa sonuç pozitif olacaktır. Çünkü bir kalemi, 'buyur'
diye vermekle, fırlarmak arasında çok fark vardır.

Öfkenin kadın ve erkekte etkisi


Öfke, kadın ve erkeklerde farklı sonuçlar doğurur. Mesela
erkeklerde kalp krizini artırır. Yine de kalp krizi, cinsiyet farkı
gözetmeksizin sabırsız, aceleci, hızlı hareket eden, riski seven, her
şeye kızan ya da duygularını çok bastıran kişilerde diğerlerine oranla
üç misli fazla görülür. Bazı kimselerin çok sakin görürıtülerinin
altında fİrtına öncesi sessizliği hakimdir. Bu kimseler, bastırdıkları
duygularının bedelini bedenleriyle, fiziksel olarak öderler ve alerji,
astım, kalp gibi hastalıklara kolayca yakalanırlar.
NEVZAT TARHAN

Öfke ve günlük politika


Öfke kontrolünün en çok gerekli olduğu alanlardan biri de
politikadır. Çünkü ülke gemisinin kaptanının öfkesini kontrol
ederneme konforu yoktur. Herkesin hangi alanda olduğu fark
etmeksizin öfkeyi bastırması önemlidir elbette ama öfkeyi öğüt­
meyi öğreten profesyonel yardımları da küçümsemernek gerekir.

Öfke kontrolü için neler yapılmalı?


Öfkeyi doğru ifade etme becerisini kazanmaya "öfke kontrolü"
denir.
Öfke kontrolünde temel amaç saldırganlıktan uzak, şiddet içer­
meyen, kişinin kendisine ve çevresindekilere zarar vermeyecek şe­
kilde duygusunu ifade etme becerisini kazanmasıdır.
Araştırmalara göre öfkeli kişilerde kalp krizi geçirme riski üç
kat artmaktadır. Esas olan, kızgınlığı neyin teriklediğini bulmak
ve bu nedenler ile başa çıkabilmek için stratejiler geliştirmektir.
Yazımıza birkaç madde öneri ile son verelim:
1 . Derin nefes alın (Diyaframınızdan derin nefesler alın; çün­
kü göğsünüzün üst kısmıyla nefes almanız sizi rahatlatmaz. Nefes
alıp verdiğinizde göğsünüz değil, karnınız şişmelidir).
2. Güzel bir ortamı düşünün (Hayal ederek sizi gevşetecek bir
yer ya da ortamı düşünün ve o ortamı gözünüzün önüne getir­
meye çalışın).
3. Bulunduğunuz ortamı değiştirio (Bulunduğunuz odadan
çıkın, yürüyüş yapın) .
4. Yoga türü egzersizler ile gevşemeye çalışın.
5. Öfkelenmenize neden olan olumsuz düşünce ve inanışları­
ruzı değiştirmek için uğraş verin.
6. Kızgınlığın altında yatan üzüntü ve korkularınız ile yüzleşin.
ASIMETRIK SAVAŞ ımıı

SAHiPLENiLMESi GEREKEN KOMUTANLAR


Bilge bir zat, bahçesinde siyah ve beyaz iki kurda sahipmiş.
Siyah kurt sürekli beyaz kurda saldırıyormuş. Öğrencisi hocasına
sormuş, hangisi galip gelecek? diye. Hocasının cevabı çok anlamlı:
" Hangisini iyi besleyip bakarsak o galip gelecek"
Askeri tarihte iki türlü lider vardır ve yaptıkları ile kahraman
olarak anılırlar. Birincisi iyi ve doğru şeyleri, yapılması gerekti­
ği için cesaretle yapan askeri liderlerdir. Yakın tarihimizde kuru­
cu liderimiz Mustafa Kemal buna en iyi örnektir. İkincisi cesa­
retle kötülüğü önlediği için ülkenin kaderini değiştiren ve rotası­
nı düzelten liderlerdir. Yakın tarihimizde bu örneğe en uygun li­
der ise emekli Genelkurmay Başkanımız Sayın Hilmi Özkök'tür.
Bu tarz karizmatik liderler ezber bozdukları için, ikna ve yap­
tırım güçleri nedeniyle kötü güçler tarafından etkisiz hale getiril­
meye çalışılırlar. İyi ve barışçıl güçler tarafından sahiplenilmezse,
bakılrnazsa hiçbir iyilik ve güzellik yeşeremez. Darbeellik de böy­
le sosyal bir hastalıktır.
2000'li yıllarda darbeyi önlediği düşünülen en önemli etken­
lerAB'ye girme konusundaki samimi çaba, bilge bir genelkurmay
başkanı ve toplumun demokrasiye sahip çıkma iradesini yüksek
sesle ifade edebilmesidir.
Sayın Hilmi Özkök'ün Milliyet gazetesinden Sayın Fikret B ila
ile yapmış olduğu söyleşide geçen bazı vurgular tarihe not düşü­
lecek özelliktedir:
"Şimdi AB değerleri diyoruz. Bunlar gerçekten birçok ülkenin
evrensel değerler olarak gördüğü, kabul ettiği ve uyguladığı değer­
lerdir. Türkiye de bugün müzakere eden ülke konumunda. Ben,
'her şeyi AB istiyor, Türkiye de yapıyor' anlamında görmüyorum.
Halkımız bu değerlere layık olduğu için, bunların hedeflenınesi
m NEVZAT TARHAN

gerekiyor. Ve ülkenin kendi koşullarına göre yapılıyor. Bu doğaldır.


Her ülke kendi koşullarına göre bu değerlere ulaşınaya çalışıyor.
Türkiye de öyle yapıyor. Atatürk'ü düşünelim. Atatürk Barı'yı
hedeflemiştir. Ama onlar istiyor diye veya AB'yi gördüğü için değil,
halkını bu değerlere layık gördüğü için Batı'yı örnek göstermiştir."
"Darbe döneminin kapanmasının en önemli nedenlerinden
biri de TSK' nın ulaştığı entelektüel seviyedir. TSK'daki genç nesil
-bizden sonraki kuşağı da genç subaylar olarak saymak lazım- farklı
düşünüyorlar, daha demokratik düşünüyorlar. Çünkü çok iyi
eğitim alıyorlar. Çok iyi lisan biliyorlar. Dünyayı çok iyi izliyorlar.
Nerede ne oluyor, dünya nereye doğru gidiyor, biliyorlar. NATO'da
görev yapıyorlar. NATO'da görev yapmak da subayların ufkunu
açıyor."

"Darbeler dönemi kapanmıştır, derken milli güç unsurlarının


gelişmişlik düzeyine dikkat çekmek istedim. Ekonomik ve sosyal
açıdan gelişmiş ülkelerde bu tür olaylar olmuyor. Türkiye'de de
artık milli güç unsurları; ekonomik düzey, eğitim seviyesi başta
olmak üzere gelişti."

Günümüzde iletişim ve internet teknolojisinin ilerlemesi, dar­


beleri caydırıcı bir faktör olarak görülüyor: "NATO bünyesinde
'Değişim Komutanlığı' kuruldu. Burada geçmişle ilgili bilimsel
çalışmalar yapılıyor ve alınacak dersler bilimsel bir yaklaşımla
ortaya konuluyor. Bu sayede de artık geçmişten bilimsel dersler
çıkarılıyor ve doğru değerlendirmeler yapılabiliyor."

Bu bağlamda, geçmişte Çevik Bir'in Sayın Taha Akyol'a, "sos­


yolojik araştırma yapmak kararlılığımıza gölge düşürür" dediğini
hatırlarsak alınan mesafenin büyüklüğü anlaşılır.
Yine, halktaki gelişme de çok önemli. Demokrasiyi algılama
seviyesindeki yükselme önemli bir faktör. Eskiden hep vekalet
verirdi. Başkalarından beklerdi. Halkına güvenen, ordusunu tanı­
yan, milli hedefleri olan, "Ergenekon davasında sanık veya tanık
ASIMETRIK SAVAŞ

olarak olsun, çağırılırsam mahkeme davetini kabul ederim" diyen


bir genelkurmay başkanımız varmış.
Sonuç olarak şunu iyi bilelim: Hilmi Özkök Paşamızın temsil
ettiği subay sayısı tahmin edildiğinden çok daha fazladır. Genç
subaylar arasında anket yapılsa kazanan Hilmi Özkök Paşa olur­
du. Toplum olarak böyle komutarılara sahip çıkar ve övgü ile yak­
laşırsak onlara verilecek en büyük ödülü vermiş oluruz.

POLiTiKADA ARZULARlN VE DUYGULARlN


KARlŞMASI
Önceleri tarihsel psikoloji olarak da bilinen Psikorustori, klasik
tarihçiler ve antropologlar tarafından benimsenmiyordu. Ancak
Durkheim'ın "Toplumsal olgular bireysellikten farklı değerlen­
dirilmelidir" görüşü, toplumsal olguları analiz ederken geçmiş
toplumsal olayların incelenmesi gerektiği sonucunu doğurdu. Yani
politik ve sosyal olayları analiz ederken, milletin ve grupların hem
geçmişte hem de şimdi sosyal ve politik davranışlarının duygusal
kökenini incelemenin önemi bugün daha çok anlaşılıyor.
Sosyal bilimlerin inceleme disiplini ve metodolojisi ile psiko­
lojik ve biyolojik bilimlerin kavram ve bulgularının birleştiril­
mesi, yeni çözümler üretmede çok işe yarayacak gibi gözüküyor.
Örneğin; eşine cinsel sadakatsizlik gösteren politikacı hakkında
oluşturulan dosyanın tehdit unsuru olarak kullanıldığı biliniyor.
Yahut bir kararnarneyi imzalamayan bakanın önüne, kirli ilişki­
lerinin dosyası konulacağı tehdidi ile karar vermesi etkilenebili­
yor. Ya da istihbarat örgütlerinde liderlerin liderlik zaaflarını in­
celeyen birimlerin varlığı da biliniyor. Hatta geçmişte genç yaş­
ta bakan olan bir politikacı, kendisine bağlı istihbarat biriminde
dolaşırken kendisinin sakıncalı bir eyleminin TV ekranında kaza
ile gösteriliyar gibi sunulması, o bakanı tesirsiz yapma amaçlı bir
tehdit uygulaması olarak kullanılmıştı. İSKİ skandalının Türk so-
m NEVZAT TARHAN

luna verdiği zararı, Özal ailesinin sorumluluktan uzak davranışla­


rının Türk sağına verdiği zararı anlatmaya lüzum yok.
ABD'de üç üniversitede ders olarak okutulan Psikohistori'ye
göre "Canlı bilimi biyoloji, psikoloji yasalarından bağımsız de­
ğildir." Öte yandan, Psikohistori uzmanlarına göre suç ve savaş
gibi toplumsal davranışlar da kolektif bilinçaltındaki geçmişteki
istismar ve ihmalin zarar verici biçimde yeniden sahnelenmesidir
aslında. Geçmişteki korkulara bilinç dışı geri dönüşler milli ide­
allerin, milli kimliğin ve etnik bencilliğin oluşmasında rol oynar.
Mesela geçmişte yaşanan yıkıcı ebeveynliğin etkileri bireysel ve
toplumsal davranışa yansır. O halde denilebilir ki kişinin özgeç­
mişi ahlakını belirler; toplum çoğunluğunun ahlakı da siyasetçi­
lerio siyasi ahlakını belirler.
Turizm politikaları belirlenirken toplumların tatil alışkanlıkları
araştırıldığı gibi siyasette politikalar belirlenirken de toplumun si­
yasi kültürü araştırılır. Turizm politikalarını değiştirmek için nasıl
medya ve tanıtım önemliyse siyasi alışkanlıkları değiştirmek için
de medya ve propaganda o kadar önemlidir.

Tarihte iki büyük yöntemin toplumsal dalgalanmalarını hep


yaşıyoruz. Birinci siyasi yol, Makyavelist siyasi felsefe tercihidir.
Çeşitli hile, tehdit ve aldatmayı doğal kabul eden Makyavelist si­
yasetin hedefi bireysel tatmindir. Kadın, para, makam ve şöhret bu
tür siyasetçilerio bireysel hedefidir. Cengiz'i, Napolyon'u, İskender'i
imparator yapan, onların hırslı kişilikleri idi. Osmanlı'yı uzun
ömürlü yapan, Osmanlı ailesinin kendilerini Devlet-i Aliyye için
feda edilecek bir nitelikte olmalarıydı. Bir taraftan da siyaseti iyi­
kötü savaşı olarak görüp muhalifolanlara her şeyi yapabileceğine her
oyunu oynayabileceğine inanan idealistler, din ve sınıf savaşlarını
başlattılar. Ortaçağ Avrupası'nda bunun birılerce örneği görülebilir.
İkinci yol ise ahlakçı siyaset felsefesi tercihleridir. Bu yol Mak­
yavelist siyasetin alternatifidir ama maalesef azınlıktadır. Ancak
ASIMETRIK SAVAŞ m

etkileri çok uzun ve kalıcı olmuştur. Bu yolun canlı bir örneği Hz.
Ömer'in torunu Ömer bin Abdülaziz'dir. Emevi dönemindeki
üç yıllık hilafetinde hızlı bir büyüme sağlanmıştır. Örnek devlet
adamlığı nedeniyle beşinci halife olarak anılır. Çokvarlıklı olduğu
halde çok sade yaşaması, ölümü her an aklında tutması, "Hak ve
adaleti sağlamak için bana yardım etmeyenler Allah katında mesul­
dür" diyerek toplumsal sorumluluğu artırması bilinen icraaclarıdır.
Bu icraatlarından biri de Arap olmayanlara yapılan ayrımcılığı ve
haraç vergisi alınmasını kaldırması olmuştur. Hz. Ali'nin ismini
hutbelerde okutmuştur. Politikalarında savaşı değil, barışı esas
almış; davranışlarında, sözlerinde ve gönlünde herkesi kucaklayan
bir yaklaşımı benimserniştir. Siyaseten doğru olanı değil, ahlaken
doğru olanı yakın-uzak demeden titizlikle uygulamıştır. Vefatında
gayrimüslirnlerin ağladığı, Roma hükümdarının çok övücü mesaj
yayınladığı bilinir. İstişareye çok önem veren Ömer b. Abdiliaziz
alimierin nasihatlerine de bağlı kalmış ve faydasını görmüştür.
Bunlardan bazıları şöyledir:

"Sen ihtiyarları baba, gençleri kardeş ve çocukları evlat kabul


et. Babana ihsan, kardeşlerine rahmet, eviadına da şefkat göster!
Kendin için istediğini başkası için de iste, kendin için istemediğin
bir şeyi başkasına da isteme! "Bütün dünya nimetlerine karşı öyle
bir oruç tut ki, iftarın ölüm olsun."

Siyasetçi olmayı meslek olarak seçmeyi düşünenler, bu tercih­


lerini yaparken kendi gelecekleri için değil toplumun geleceğini
düşünmeHdider ve hangi tip siyasetçi olacaklarına da iyi karar
vermelidirler.

Ya kötülük yapana kötülük yapacaksın ya da kötülük yapana


haksızlık yapmayacaksın.

Ya haksızlık karşısında menfaatine göre davranacaksın ya da


doğruları savunmaktan çekinmeyeceksin.
m NEVZAT TARHAN

Ya etrafımız düşmanla dolu diyerek kendini ancak böyle gü­


vende hissedecek ya da saldırgan olmadıkça herkes dostumdur
diyecek, diyalogdan korkmayacaksın.
Ya muhalifini yok etme planları yapacaksın ya da kimseye
önyargılı değilim, diyeceksin.
Ya hep karşı tarafı suçlayıp yargılayacaksın, kendi kusurlarını
görmeyeceksin yahut içinde öneri olan eleştirileri ciddiye alıp
yoluna devam edeceksin.
Ya kendi sorumluluğunu örtrnek için iftiradan kaçınmaya­
caksın ya da iniraya sabırla açıklama getireceksin ama inirada
bulunmayacaksın.
Ya zalimliğe işine geliyorsa göz yumacaksın ya da zalimden
mazlumun hakkını almayı ilke edineceksin.
Bu tercihlerden birini yapmalısın. Üçüncü bir yol yok. Uzun
vadede korkanların öğretisi kaybeder, cesurların öğretisi kazanır.
Bugün de toplumumuzda ahlaki siyasi öğretinin daha çok prim
yapması tesadüf değildir.
Yeni kuşak siyasetçilecin ve medya mensuplarının kötü ahiakın
çirkin neticelerini görebilmeleri dileğiyle...

SiYASETTE KRiZ YÖNETiMi


Istırap ve sıkıntı veren bir durum olan kriz, tehlike durumla­
rına bir cevaptır. Krizde önceki ruhsal denge durumuna dönme
amaçlanır. Kişi huzursuzluğunu gidermek için kuvvetli tepkiler
verir. Eğer uyumsuz tepkiler verirse kriz daha da yoğunlaşır. Ge­
riletici, yıkıcı ve psikolojik bütünlüğü bozan tepkiler kişinin akıl
sağlığının bozulmasına neden olur.
Krizin çözümünü sabote etmek isteyenler ve krizden beslenenler
bu süreçte daha da görünür hale gelecektir. Kriz bir insanın nasıl
psikolojik bütünlüğünü tehdit ederek ıstırap verirse toplumun
yaşadığı kriz de ülkenin bütünlüğünü tehdit eder.
ASIMETRIK SAVAŞ m

Bugün Türkiye'nin yaşayacağı siyasal bir krizin ve iktidar boş­


luğunun sonucu, önceki krizlerden daha farklı olacaktır. Jandar­
madan emekli albay bir arkadaşımın, "Güneydoğu'yu kaybettik
ben bölüneceğimizi düşünüyorum" dediğinde inanmak istemedim.
Arkadaşımın gerekçesi şu idi: Güneydoğu'da halkın çoğu sis­
temin onaylamadığı partilere oy veriyordu. Biz değişemeyeceği­
mize göre bölünmek kaçınılmazdı. Özeleştiriden yoksun, empa­
ti içermeyen bu ifadeler krizi büyüten bozuk uyum tepkisiydi.

Kriz tanımlaması
Kriz döneminde yaşanan çeşitli evreler vardır. Birinci evre,
hareketleri kısıtlama dönemidir; ilerlemeyi ve yatırımı durdurur,
gerginlikler artar. İkinci evre, karışıklık dönemidir. Bu dönemde
insanlar yardıma fazla açık değillerdir. Güven sorgulaması yaparlar,
uyumsuz tepki verirler, felaket (Katastrofik) davranışları sergilerler.
Kavga ve çatışma çıkarırlar. Üçüncü evre, belirsizlik dönemidir. Bu
dönemde insan yönlendirilmeye ve propagandaya açıktır. Kolayca
suç işleyebilir. 6-7 Eylül'de azınlıklara karşı gerçekleştirilen eylemler
ve 12 Eylül öncesi kurtarılmış bölgeler, çatışmalar ve �czimendi
Olayları' kötü niyetli kişilerce kolaylıkla tertip edilen örnekler
olmuştur. Dördüncü evre, güven artırıcı dönemdir. Korkuları
giderici ilişkilerin adımları atılır, kriz yatışmaya başlar. Güven
sorgulaması nedeniyle taraflar birbirlerini test ederler. Sinirlen­
direcek, öfkelendirecek tehdit ve hakaretre bulunurlar. Arıcak
karşı taraf soğukkanlı davranışları ve beden dili ile güven verirse
kriz inişe başlar.
Krizin inişe geçmesi için sözlerin etkisi %20, beden dilinin ve
eylemlerin etkisi %80'dir. İyi niyet, içtenlik beden diline yansırsa
ve karşı taraf açık ve net duruşunu ısrarla sürdürürse korku azalır.
Krizi azaltmada sorun çözme mekanizmasının temel ilkeleri
şunlardır: Birincisi, evrensellik vurgusudur. Bu, krizi ilk defa yaşa­
madıkları ve dünyada sadece onların yaşamaclığını bilmeleri halidir.
NEVZAT TARHAN

İkincisi, açık tartışmadır. Üçüncüsü, ümitvar olmaları ve geçmişte


böyle krizleri aştıkları iyimser başarı örneklerini hatırlamalarıdır.
Dördüncüsü ise kabul edilme, farklılıkları rolere etmedir.
Bu ilkeler uygulanarak kriz, sağlıklı bir şekilde aşılırsa herke­
sin kazanacağı daha iyi bir zihinsel ve sosyal duruma ulaşabilme
seçeneği güçlenir. Eğer kriziere mantıksal çözümler bulunursa
oluşabilecek krizler için koruyucu kazanımlar elde edilmiş olur.
Kriz yönetiminin sabote edilmesiyle kriz karışıklığında taraflardan
krizden çıkarı olanlar, krizi büyütebilirler. Benzerlikleri değil fark­
lılıkları konuşurlar. Ses tonlarını yükseltirier. Yaşadığımız krizierin
ajan provokatörlerce otoriter sapmaya dönüşmemesi için ihtiyaç
duyulacak temel unsurlar; özeleştiri, empati, birbirimizi anlamaya
çalışmak ve diyalogdur.
BÖLÜM ll

ASKERLiKTE STRATEJiK DÜŞÜNCE

MEGALOMANLIK VE HARP TARiH i


Askeri bürokrasi kurumsal sınırını bilmeli, kale gibi yapılmış
İran karakoliarına bakıp utanmalı. Harp Akademilerinde "Harp
Tarihi ve Strateji" dersleri okurulmuyor mu?
Megaloman ne yapar? Kendisini eleştiriye kapar, eleştirileri kötü
niyet ürünü diyerek kendi dışında bir nedene bağlar. Özeleştiri
yapamaz çünkü kendi egosu özel, biricik ve kutsaldır. Dünya'da
onun egosundan daha büyük ve kıymetli bir şey yoktur.
Hep haklı olduğunu düşünür. Her şeyi hak ettiğine dair güçlü
beklentisi vardır. Özür dilemeyi bilmez, hatta özür dilemeyi yanlış
görür. Empati yoksunudur, kendisi gibi olmayanı hemen ötekileş­
tirir. Kendi önemliliğine dair büyüklük duygusu taşır. Hayranlık
ve önemlilik hissi ile egosu beslenir. Güçlü, başarılı, zeki ve akıl­
lı olmak ego idealidir. Çıkarına uymayan diğer insanları karınca
gibi değersizleştirir. Megalomani üzerine, çıkarı için yalan söyle­
meyi, yalan propagandayı, kavga çıkarmayı doğal kabul eden ha­
his özellikler de eklenebilir.
Zevkleri hep elitist olanlara, golf oynayanlara, zenginleele bir­
likte özel olmaya çalışanlara, övgüyle beslenenlere, kendisini eleş­
tirene hemen vatan haini diyenlere dikkat edelim.
Şehit aileleri ile empati yapamayanları, golf oynamaya bu ka­
dar tepki verilmesini anlamayanları, üstelik eleştiri karşısında çı­
karını kaybetme korkusuyla kolayca yalan söyleyebilen bu mega-
mı NEVZAT TARHAN

loman tipolojiyi iyi tanımalıyız. Yukarıda saydığım özellikler far­


kındalığı olmayan pek çok bencil insanda vardır. Zararı kendisi­
ne veya yakın çevresinedir.
Ancak dünyayı saran küresel fınans krizinin açgözlü, doyumsuz
megalarnan şirket CEO'larının ürünü olduğunu gördükten sonra
küresel bir narsisizmden söz etmek gerekir.
Diğer taraftan Türkiye'de terörün önlenememesinde sistemsel
bir narsisizmin rolünü iyi anlamalıyız. Etnik ayrımcılık yaparak
Kürt ve Arap ırkını değersizleştiren, kibirli, etnik narsisise Türk­
lere etnik megalarnan diyemez miyiz? Bu ahiakın etkisinde kal­
mış askeri bürokrasinin ayak sürmelerine, muhalefetin bir tür­
lü kendini tartışmaya açınamasına askeri ve siyasi megaloman­
lık diyemez miyiz?
İran sınırına baktığınızda kale gibi yapılmış İran karakollarını
göremeyen, sınır güvenliğini sağlayamayan mesleki körlük ancak
megalamani ile açıklanabilir. Evet, Türkiye'de sistem ve resmi ide­
oloji megalamani hastalığı ile mallıldür. Her şeyi hakkı gibi gö­
ren, Avrupa Birliği'ne girmeye karşı olan, hesap vermeyi kabulle­
nemeyen megalamanları dalkavuk karakterler besler.
Bugün Türkiye'ınizde Silahlı Kuvvetlerin tartışılıyor olması iyi­
ye işarettir. Silahlı Kuvvetlerimiz içindeki iyi niyetli iradenin far­
kındalığı böyle yükselir. Toplumun duruşu ile herkes kendi ku­
rumsal sınırını bilir. Bir megalamana "Uçuruma gidiyorsun" de­
mek ona yapılan bir iyiliktir, bu uyarı onu yıpratmaz. Megalo­
man generaliere "yanlış yapıyorsun" demek onlara iyilik etmektir.
Harp tarihinde bunun örnekleri çoktur. Hatta askeri narsisiz­
me 'Bonapartizm' denilir. Napolyon genç yaşta krallığın devril­
mesinde rol almış, Mısır ve Rusya' nın içlerine kadar ilerlemiş ama
Waterloo'da her şeyini kaybetmişti.
Napolyon'un ( 1 769- 1 821) son 6 yılını İngiliz tutsağı olarak ge­
çirip 52 yaşında ölmesi kendisine verdiği zararı göstermişti. Kısa
ASIMETRIK SAVAŞ m

zamanda bütün başarısını tükettiği gibi Fransa'nın bütün kaza­


nımlarını da tüketrnişti. Napolyon demokrat değil otokrat Cum­
huriyetçiydi, despottu, kibirliydi, eleştirenleri yanında barındır­
mıyordu. Sıradan olmaktan korkuyordu ve Makyavelli'nin kita­
bını başucu kitabı yapmıştı. Son yıllarında halk desteğini kaybe­
derek tahtından olmuştu.
Bugün tarihin tekerrür ettiğini görüyoruz. Halk desteğini kay­
betıneye başlamış bir ordumuz ve çürük elmaları temizlemek is­
temeyen, Ergenekon gibi kirli ilişkilere karşı tam bir tavır alama­
mış askeri bürokrasirniz var. Türkiye'ınizin zaman ve entelektüel
enerjisini boşa harcayan, asli vazifesini unutup siyasetle ilgilenen
ve laikliğe kafayı takmış, golf topundan başka şeyi görmeyen, te­
rörün ana nedenini bile teşhis edemeyen, yeniliklere ve değişime
ayak sürtenler 'Bonapartist' general bile olsalar 'Hayır' demeliyiz.
Her şeye rağmen doğrularda ısrar etmeliyiz. Evrensel temel
ilkeler ve haklarda pazarlık yapmamalıyız. Terörle mücadelede
otoriter çözümü arzulayan megalomanlar ancak böyle hizaya ge­
lir. TBMM'de eski siyasi alışkanlıkla hareket eden vekilierimiz
şahsi ikballerini değil artık ülke ikbalini düşünmeliler. Bunu is­
temek hakkımız.

MAYIN MESELESiNDE KOMUTANLARI KiM


YANILTTI?
Köroğlu atı ile gezerken tarlada çalışan bir çobana rasclar. Onu
küçük görecek şekilde, emir vererek hitap eder. Çoban rahatsız
olur ama bir şey demez ve duymazlıktan gelir.
Köroğlu bozulur. "Ben Köroğlu'yum" der. Çoban daha da şa­
şırır, "O halde sen git narnın gelsin" der.
Maalesef Silahlı Kuvvetlerimizin kötü yönetildiğini gösteren
bir olay da Suriye sınırında mayın döşeyen ordumuzun sergilediği
NEVZAT TARHAN

çaresizliktir. Mayınları başarı ile döşedikten sonra çıkarma konu­


sunda herhangi bir şey yapamayacağını söylemesi ve İsrail'e veya
NATO'ya başvurulmasım istemesi bu çaresizliği açığa vurmuştur.
TSK üst yönetimi yapay mevzularla uğraşmaktan asıl işini ih­
mal eni ise bu davranış sorgulanmalıdır. Milli Savunma Bakanı'nın
"Sayın Komutan neden mayınları çıkaramıyorsun, para ise para,
bunun açıklamasını istiyorum, konuyu gerekçeleri ile bana rapor
et, ikinci görüş alacağım" deyip demediğini bilmiyorum.

Çiftçi tarlayı ekıneyi biliyor ama biçmeyi bilmiyor. Bir dok­


tor hastasını ameliyat ediyor ama dikişlerini alamıyor, bir beledi­
ye yollar yapıyor ama çöpleri temizlemiyor... Bu tarz örnekleri ço­
ğaltabiliriz. Mevcut durum buna benzemiyor mu?
Bilemediğimiz başka bir neden yoksa döşediği mayını sökme
yeteneği olmayan bir ordunun kendini yenilerneye ve reforma ih­
tiyacı var demektir. TSK'nın istihkim sınıfı var mı var, istihkim
okulu var mı var. Yazık değil mi dışarıya döviz harcamaya ve top­
rakları yabancıya kiralamaya. Yabancıya mal satışı konusu gün­
deme geldiğinde ortalığı yıkanlar niye susuyorlar?
Orduyu tanımayan siyasetçi birkaç kurmayın oyuncağı olabilir.
Asıl işini unutup siyasetçilik oynayan generallerin acaba yüzü kı­
zaracak mı bilemiyorum. Ama ben aslında ordumuzun o mayın­
ları oradan döşediği gibi sökecek gücü olduğunu iyi biliyorum.

ikinci ihtimal 'rva benimsin ya da toprağın"


duygusu mu?
Acaba komutanları da yanıltan kurmaylar mı var? Ergenekon
meselesinde motivasyonları kırıldı ve pasifagresiftepkilerle küsme,
inat etme, zor duruma düşürüp seyretme gibi sağlıksız tepkiler mi
veriyorlar diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Benzer durumu 1 2 Eylül öncesinde görmüştük Kışiasından


çıkmayan askeri bürokrasi darbe sonrası kışlasından çıkarak bir
ASIMETRIK SAVAŞ

günde anarşiyi durdurmuştu. İşin başına geçmeden gücünü kul­


lanmamak ihanettir.
Viyana Kuşatması'nda Osmanlı'ya ihanet eden Kırım Giray
Han'ı aynı gerekçelerle gücünü kullanmamıştı. Osmanlı'da de­
ğerler yıpranmasının başladığını ve çöküşün işaretinin böylece
görüldüğünü tarihçiler tespit ediyorlar.

1 2 Eylül'de böyle davranılmasının psikolojik arka planında


"Demokrasi içinde anarşiyi biz yok edeceğiz, çileyi biz çekeceğiz,
hükümete siyasi rant sağlamış olacağız, yok öyle yağma" düşün­
cesi vardı.

Çiller'e askeri üniforma


Hatta Başbakan Tansu Çiller'e generallerin en kızdığı olay,
Kardak Krizi'nde Sayın Çiller'in askeri elbise isteyip onu giyerek
basının önüne çıkmayı talep etmesi olmuştu.
Şu anda askeri bürohaside zihniyetin fazla değişmediğini gö­
rüyoruz. O halde pasif engellernelerin olması hiç de ihtimal dışı
değil. Bugün "Terörü bitirip, başarılı işler yapıp, siyasetçinin gü­
cünü neden artıralım?" diyen kurmayların komutanları ve siyasi­
leri yanıltınası ihtimal dışı değil. Anayasa reformunu yapınaclık­
ça bu zihniyet de değişmeyecek gibi gözüküyor.

Askerlik ve satranç
Generaller askerlik mesleği ile satranç oynamanın benzediğini
iyi bilirler. Satrançta tahta sürücüler vardır, aceleci ve sabırsızdırlar,
düşünmeden hamle yaparlar. Yem sürücüler vardır, aç gözlü ve
hırslıdırlar, bedava gördükleri taşı yerler.
Pozisyonel sürücüler vardır, savunma duygusu ile hareket eder,
oyun kurmaz, oyun bozarlar, pasif agresiftirler, sumo güreşçisi gi­
bidirler, karşı tarafın oyununu beklerler, kuşkucudurlar, güçleri­
ne güvenider ama taktik sürücülerce alt edilirler.
NEVZATTARHAN

Gerçek satranççılar ise taktik sürücülerdir, ı 0-ı 5 hamle son­


rasını düşünürler, türbülans yaparlar ve şahı çekerler. Bu mille­
tin generali dördüncüsü gibi olmalı ve basit hesaplada itibarını
zedelememeliler. Ne basit siyasi hesap, ne fırsatçılık ne de inatçı­
lık kurmaya göredir.

Domuz gribi paranoyası hata yaptırdı


San Francisco'da Psikiyatrinin en verimli kongrelerinden biri
yapıldı. ABD'de o dönem domuz gribi vardı ve pek çok yakınım
"domuz gribi var gitme" dedi. Hatta kongreye altı ay önceden
yapılan pek çok kayıt da iptal edilmişti.

ABD'de kaç kişi domuz gribine yakalanmış diye düşündüm.


Domuz gribine yakalananların sayısı 3000 kişiydi. Ülkenin nü­
fusu ise yaklaşık 300 milyondu. Yani benim domuz gribine yaka­
lanma ihtimalim yüz binde birdi. Böyle bir ihtimal her hastalık
için geçerlidir diye çekinmeden gittim. İyi ki de gitmişim.
Akil odur ki ihtimal onda bire düşerse önemli işlerden vazge­
çer. Bu örneği şunun için verdim. Şimdi pek çok kurmay otur­
muş ciddi ciddi "Türkiye İran gibi olacak" diye korku ve kuşku
ile hemhal olmuş durumdalar. Hep savunma halindeler ve işlet­
me körlüğü içindeler. Türkiye'nin İran gibi olmasını isteyen kişi
emin olun yedi bini geçmez, on binde bir ihtimal için bu kadar
huzursuz olmak akıl karı değildir.

Dosdara güven, düşmaniara korku veren orduyla mayını te­


mizleyemeyen ordu aynı ordu olamaz. Korkulaıla karar veren as­
ker tipi kabullenilemez. Harp okullarında korkınayı değil cesur
olmayı öğretmiyor muyduk?

Üçüncü ihtimal türbülansa gelmek mi?


Kafasındaki terörü dinle meşru kılan terörisder, kafasındaki
despotizmi Kemalizm'le meşru kılan resmi ideologlar, kafasındaki
ASIMETRIK SAVAŞ

açgözlülüğü ticaretie meşru kılan kaçakçılar... Aynı zihniyette


birleşip Suriye sınırına mayın döşettiler. Mayınları söktürürken bu
adarnların ve açgözlü sermayenin yeni bir türbülansına girmeyelim.

Hükümet de türbülansa ma geliyor?


Küçük İsrail devletinin yaptığını yapamayan ordumuz kendimi
kötü hissetmeme neden oldu. Başbakanın karşı çıkanlara faşizan
demesi ise şaşırtıcıydı, beyaz bir çarpıtmanın türbülansına mı
geliyoruz diye bizi endişelendirdi. Sayın Başbakan kararı mutlaka
bir daha gözden geçirmeli. Çoban' ın Köroğlu'na dediği gibi "namı
gelsin" koca ordumuzun.

TSK'YI HANGi ÇiZGi TEMSiL EDiYOR?


TSK'da iki geleneksel çizgi vardır. Birincisi Atatürk'ün 1 5 yıl
Genelkurmay Başkanlığını yapmış Fevzi Çakmak çizgisidir. Meş­
ruiyetçidir, itaat sırrı ile hareket eder. Halkın değerlerine saygılıdu.
Siyasete karışmaz.
Tasavvuf ehli olan Fevzi Paşa geldiğinde Atatürk ayağa kalkar­
mış. Fevzi Paşa da onun içkisine hiç karışmazmış. Bu çizgi Silahlı
Kuvvetlerdeki Çanakkale ruhunu temsil ediyor. Günümüzde bu
çizgiyi Hilmi Özkök Paşa temsil etti.
İkinci geleneksel çizgi İsmet İnönü'nün temsil ettiği çizgidir.
Acatürk'ün, son yıllarında İsmet İnönü'ye karşı çıktığını, başba­
kanlıkcan uzaklaşcırıldığını, Atatürk'ün vefatından sonra Fevzi
Paşa'nın saflığı nedeniyle ve İsmet İnönü'nün de meclis çoğunlu­
ğunu ele geçirmesiyle Milli Şef olduğu bilinmektedir.
Bu çizgi baskıcı, eleştiriden rahatsız olan, halkı küçük gören,
orduevinden çıkmayan, çoğulculuktan nefret eden, kendisine
benzerneyeni tehdit olarak algılayan, statükocu, değişimden korkan
bir karakter gösterir.
• NEVZAT TARHAN

İsmet İnönü Atatürk'ün içki sofrasına karışırdı ve kararları içki


sofrasında verdiği için itiraz ederdi. Atatürk'ün içtiği içkiye bile
karışan bu düşünce yapısı şimdi içkiyi laikliğin sembolü yaparak
laikliği istismar etmektedir. Hüseyin Kıvrıkoğlu ve İlhami Erdil bu
zihniyetin son uzantısıdır. Bu zihniyet darbeyi ve hukuksuzluğu
hep bir seçenek olarak düşünmüştür.
27 Mayıs ruhu denilen bu ruhu taşıyan generaller askeri ihaleleri
çok severler, haram yemek gibi bir kaygıları yoktur. Zenginlerin
masasında sık sık gördüğümüz emekli generaliere dikkat edelim.
Bu generaller servet beyanlarını göğsünü gere gere veremezler.
Cezaevinde bile olsalar devlet ihaleleri ile zenginleşmiş iş adamları
tarafından ziyaret edilirler. Askeri ihalelerde yolsuzluk yaptığı için
mahkum olan bir müteahhit ile E. Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın
bir futbol maçında 'Çak' yaptığını Sabah Gazetesinde Ergun Ba­
bahan yazmıştı.
İlginç kirli ilişkilerden rahatsız olmayan bu anlayış darbecidir.
Bu kişiler ordu içinde kendine çalışan tipler olarak bilinir. İlkeli,
dürüst olmayan, 'Komutancı' olarak bilinen tipleri mevcut terfi
sistemi de desteklemektedir.
Atamalarda çoğu zaman kolay yerlere atanırlar. Kadro tasfiye­
sini çok yaparlar. 27 Mayıs sonrası ordu içinde gücü elinde bu­
lundurdular. En son 28 Şubat'ta İrtica bahanesi ile ciddi bir kad­
rolaşma içine girdiler. Bu ruha 27 Mayıs ruhu diyebilirsiniz. Ata­
türkçülüğün arkasına sığınıp Tek Particilik yaparlar. Demokra­
si ile alay ederler, demokrasiyi halk popülizmi olarak tanımlarlar.
Ergenekon konusunda sessiz kalma bu çizginin tercihidir. Bu­
gün gazetesi Zeli kampında yaşanan skandalı ortaya atmıştı. Bu
skandala göre TSK'nın içerisinde bir damar terörün kontrollü bir
şekilde sürmesini istemişti. Bu iddia çok ciddi bir iddiadır. Maa­
lesefTSK içindeki darbed 27 Mayıs ruhu terörün devam etme­
sini istiyor.
ASIMETRIK SAVAŞ m

Kıvrıkoğlu'nun, Hilmi Paşa'yı rahatsız etmek için kurduğu


"Oğlum Hilmi'ye şarap getir" cümleleri ile belirginleşen mahal­
le baskısı aslında TSK içindeki bir grubun kadrolaşma ve tasfi­
ye için kullandığı bir yöntemdir. Albay rütbesine kadar bu yön­
temin kullanıldığını sıkça görüyorduk ama Orgeneral düzeyinde
de var olması çok utanç verici bir davranıştır. "içki içersen seve­
rim, içmiyorsan benim için şüphelisin." yaklaşımı ne kadar geri­
ci bir yöntem ve ilkel bir baskı örneği.
Hatta GAT�dan Emekli Albay Prof. Dr. Mustafa Kahraman­
yol hocamızın bir hatırasını duymuştum. Yanılıyorsam düzelti­
rim. Belçika'da, NATO görevinde, kokteylde General Çevik Bir,
Tab ip Binbaşı Kahramanyol' a içki içmesi konusunda ısrar edi­
yor. Binbaşı Kahramanyol tarihi bir cevap veriyor: "Ben bu yaşa
gelmişim, belli bir rütbeye ulaşmışım ne içip içmeyeceğime ka­
rar veririm, lütfen ısrar etmeyiniz." Sayın Çevik Bir'in Genelkur­
may İkinci Başkanı iken Kahramanyol hocamızın YAŞ kararı ile
emekli edilmesinde bu hatıranın rolü olduğu bilinir.
Hilmi Paşa'nın Mevlana'dan aktardığı " ...bir lafa bakarım laf
mı diye, bir de söyleyene bakarım, adam mı diye..." sözünü gö­
revdeki bazı generaliere söylememesini dilerim. Yoksa kendisini
orduevine almazlar, alırlarsa da yalnız bırakırlar. Emekli general­
lerin mahalle baskısı üzerinde araştırma yapabilecek yiğit araştır­
macılar çıkacak mı acaba? O gürıleri görebilecek miyiz?
BÖLÜM 1 2
ASKERi VESAYETTEN
NORMALLEŞMEYE

Bizim gibi Ortaçağ anlayışı ile yönetilen ülkelerde, devlet baba­


dır veya başöğretmendir. Başöğretmen eğiteceği insanları çok sever
ama bunun karşılığında tam itaat ve sadakat ister. Kendisine itaat
edenleri, kendisinin uzantısı gibi görür ve sahiplenir. Etmeyenleri
ise sadık değil diyerek takip ve kontrol eder. Yaramazlık yaparsa
silkeler. Gerekirse düşman diyerek etiketler. Yine bu ülkelerde
toplum reşit değildir, eğitimsiz insanlardan oluşmuştur. Vesayet
gerekir.
İleri toplumlarda ise durum farklıdır; çocuk reşit, farik ve
mümeyyiz oluncaya kadar yani, kar ve zararı, suç ve cezayı ayırt
edinceye kadar koruma devam eder. Sorumluluk yaşı geldiğinde
ebeveyn sadece rehberdir, öneride bulunur ama son kararı gence
bırakır. Bazı şeyleri yaşayarak öğrenmesine fırsat verir. Bu bir risktir
ama riski göze alınazsa genç olgunlaşamaz.
Cumhuriyetin başında da toplum, vesayete muhtaç şeklin­
de değerlendirildi ve halka fazla inisiyatif verilmedi. 1 950'den
sonra inisiyatifbir verildi, bir alındı. Topluma ve temsilcisi olan
TBMM'ye fırsat verilmiyor ki olgunlaşsın.

Klasik başöğretmen
"Her şeyi ben bilirim" der. Eleştiriye tahammülsüzdür.
Hep saygı görmeyi bekler ve övgü ile beslenir.
Kendisinin ancak özel kişiler tarafından anlaşılabileceğini dü­
şünür.
ASIMETRIK SAVAŞ

Eğitiminden sorumlu hissettiği kişiyi küçük görür.


Sırada beklemeyi sevmez, her zaman kendisine ayrıcalık ya-
pılmasını ister.
Maçın ortasında kuralların değişmesini doğal kabul eder.
Hak duygusu hep kendisine yöneliktir.
İkiyüzlü değildir çünkü egolarının pariatılmasını hakları ola­
rak görür.
Kendisi başkalarının özel halleri ile ilgilenir, izler, dinler takip
eder. Ama kendisine yapıldığında çok sinirlenir.
Arkasından konuşulmasına, dinlenilmesine aşırı tepki verir.
Çoğu zaman öfkelidir. Engellenıneye karşı çıldırmış gibi tep­
ki gösterir yahut deve kini gibi kin besler.

Modern başöğretmen
Beyin temelli öğrenim ilkesine göre hareket eder.
"Ben de sizinle beraber öğreniyorum," der.
Okulu, öğretenierin değil, öğrenenlerin okulu olarak kabul eder.
Eleştiriyi kıymetli bilgi olarak ciddiye alır.
Ders dışında öğrencisi ile arkadaş olabilir.
Kendisini özel ve önemli olarak görmez. Mesleki hırs ve iddi­
ası ile kişisel alçak gönüllülüğü birleştirebilir.
Bir çocuğu bile anlamaya çalışır.
Engellendiğinde masanın karşı tarafına geçip olayı analiz ede­
bilir.
Haklı ise sonuna kadar kendini savunur.
Takip edilmekten, arkasından konuşulmasından korkmaz çün­
kü gerçek özgüveni vardır.
***
NEVZAT TARHAN

Kendisinden başka kimseye değer ve önem vermeyen, ilk aşkı


kendisi olan bu ruh halindeki anlayışa cevap basittir. Ciddi ve öfkeli
cevap vermemelisiniz. Sert cevap verirseniz önemlilik duygularını
beslediğiniz için egoları cilalanır. Değişim ihtiyacını hissetmez­
ler. Ama haklarınızı ve sınırlarınızı iyi korumalısınız. Tavizkar
davranırsanız dişinin kirasım !steyen bir canavar oluşturursurıuz.
Mevcut muhalefet, eğer üslubunu değiştiremezse aktif bir genel
sektereri zaten barındıramaz. Çünkü klasik başöğretmenler yanla­
rında sorgulayan adam istemezler. Hatırlanırsa İsmet Paşa yaşlılık
döneminde o hatayı bir defa yaptı ve koltuğu Ecevit' e kaptırdı.
Türkiye' nin polis devleti anlayışı ile yönetildiği, güvenilmeyen
ve izlenen vatandaş üslubunun söz konusu olduğu dönem, 1950
öncesindeydi. Olaylara nesnel bakmak gerekir. Kendisi yaparken
devlet sırrı, başkası yaparken öfke ... Bu tablo çok sırıtır. Türk
Solu'nun İsmet Paşa üslubunu değiştirmesi, çağdaşlığı yakalama­
sı gerekmektedir. Yoksa komitecilik oyunları ile ktonik muhalefet
olarak kalmaya devam eder ve adacığında yaşar gider.

Kıyafet Özgürlüğü ve Vesayet


Stalin'e atfedilen bir tavuk hikayesi vardır. Bu hikayede, Stalin
düşmanlarını nasıl yönettiğini anlatmak için meclisi toplar. Bir
tavuk getirtir. Hava soğuk olduğu için tavuk kontrol edilemez.
Tavuğun bütün tüylerini zevkle kendi elleri ile yolar ve hayvanı
korumasız bırakır. Sonra tavuğu salar, ateşe giden tavuk sıcaktan
kaçar, açıkkapıya yönelir, dışarının sağuğundan canı yanar, ortada
çaresiz kalır ve biraz önce tüylerini yolan Stalin'in ayaklarına sığımr.
Stalin, "İşte insanlar bundan anlar" der. Heykellerini ve devasa
askeri resmigeçideri bu amaçla kullanır. Kızıl Ordu korkusu ile
kıyafeti bahane edip insanları idam ederek korkusunu devam
ettirir ve sistemini canlı tutar.
Kıyafede ilgili ayrımcılığın devam etmesi de Stalinİst nefret ve
korumasız tavuk korkusunun varlığı ile çok yakından ilgilidir. Ya-
ASIMETRIK SAVAŞ

kın zamana kadar korkular, siyasette hissettirmeden kullanılıyor­


du. Ancak kontrolü kaybeden yerli Stalirıler, içlerindeki korkuyu
nefret şeklinde yaşamaya başladılar.
Cumhuriyetin başlangıcında kışkırtmalarla oluşturulan isyan­
lar nedeniyle İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Ve bu mahkemele­
rio kuruluş amacına ters düştüğü halde şapka için birılerce insan
idam edildi. Toplumsal bilinçaltına bu korkular böyle böyle ka­
zındı. Fakat modernizmi biçimsel olarak yorumlayan zihniyet bu­
gün iflas etmiş durumda.
İletişim ve bilgi çağında insanlar özgürlüğü tattılar. Bu arada
da tüyleri çıktı. Çünkü ruhları ölmemişti. Fakat onlara o zulmü
yapan yerli Stalinler, şekil olarak var ama ruh olarak öldüler. İşte
Sayın Deniz Baykal'ın zorunlu olarak yaptığı "Çarşaf açılımı"na
bu diktatör ve totaliter yerli çağdaş tiranlar, itiraz ettiler ve anla­
madılar. Dogmatizmleri nedeniyle anlamayacaklar da.
Ecevit'in başladığı nokta da buna benzerdi: "İnanca saygılı la­
iklik." Eğer Türk Solu ı 973 ve ı 977'lerde yaşanan halkla bütün­
leşmeyi arzu ediyorsa başka çaresi yoktur.
Resmi ideolojiden ve jandarmadan korkan doğulular, dindarlar,
Alevi ve Kürt kökenliler artık korktukları kurulu düzenin hacak­
larına sığınmıyorlar. Yerli Stalinlere hayır diyebiliyorlar. Gerçek
solcular gibi onlar da haklarını arayabiliyorlar, tercihlerini demok­
ratik tepki şeklinde gösterebiliyorlar.
Kıyafede ilgili böyle aşırı yüklü duygular, İslamofobisi olan
modernistlerin orantısız tepkilerini açıklıyor. Çarşaflı birisini gör­
düğünde hadsiz nefret hisseden bir kişi kolaylıkla nefret suçu iş­
ler. Çarşaflı kişilerde de "Benim tercihim budur" duruşu olmadı­
ğı için lslamofobi ve nefret tepkisi devam ediyor. Çünkü dindar
insanlarda saygı zannettikleri bir Jandarma ve Üniforma korku­
su var. Bu korku nedeniyle "Ulu'l emre itaat farzdır" diyerek za­
limliğe göz yumuyorlar.
m NEVZAT TARHAN

İnsanoğlunun güç elinde olduğunda zalim olma zaafı vardır.


Canavarlar aç oldukları zaman canavarlaşırlar. İnsan canavarlar
ise gözleri doymadığı için güçsüz ve korkak birini gördüklerinde
hemen canavarlaşırlar. Erzincan Askeri Hastanesi'nde görevdeyken
1 988'de Üçüncü Ordu Komutanı, ordu karargahına sauna yaptırdı.
O tarihlerde sauna alışkanlığı hiç yoktu. Hatta askeri helikopteri
Munzur Dağı'na gönderip sofrasına alabalık getirttiğini biliyor­
duk. Halen Fenerbahçe Orduevi'nde emekli generaller kapısında
duran asker hizmetliye maydanoz aldırıyorlar. Bu konular artık
gazetelerde yazılabiliyor. Diğer yandan, herhangi bir konuda soru
sorulan lletişim Daire Başkanı General ise Stalin'in tavuğu gibi
kaçıyor ve cevap veremiyor. Askeri ihaleler bir şeffaBaşsa işte o
zaman, hakimiyetin millette olduğunu anlayacağız.

Vesayet ve Asker Ne Der Algısı


Vesayet, vasi olmak yani kendi kendini yönetemeyen akıl has­
talığı veya zayıflığı olan birisinin özgürlüğünün kısıtlanarak ko­
runması demek. Böylece kişinin yanlış kararlar vererek kendisini
ve ailesini tehlikeye atması önlenmiş olur. Yani kişiyi korumak
ve kollamak amacı vardır. Güç ve iktidar da bu nedenle vasi veya
doğal vesayet olan veli elindedir.

Hukukta vesayetin üç aşaması vardır. Birincisi tam vesayettir,


hiçbir tasarrufu yoktur; imza yetkisi bile. Banka işlemi yapma, ev­
lenme, para çekme gibi hiçbir medeni hakkını kullanamaz. Sade­
ce vasisi onun hakkında karar verir, kendisinin söz hakkı yoktur.
İkincisi kayyum tayinidir, yani imza yetkisini tek başına kullana­
maz, mahkemenin tayin ettiği kişi ile beraber ortak imza ile iş­
lemler yapılır. Üçüncüsü müşavir tayinidir, yani müşavirinin ona­
yı ile tek başına karar verir. Sonuç olarak özgürlüğü kısıdanmıştır.

Vesayetin hangi türü olursa olsun, kişi karar verirken "Vasim


ne der?" diye düşünüyorsa vesayet vardır. Eğer bir kişi, vasi yet-
ASIMETRIK SAVAŞ m

kisi olmadığı halde sözlü ve yazılı tasarrufa devam ederse suç işle­
miş olur. Yasaların vermediği yetkiyi kullanmış olur.
Generaller yasaların vermediği yetkiyi gizli plan ve harp oyun­
ları ile kullanmışlar ve askeri müdahaleler yapmışlardır. Askeri ve­
sayeti Batı Çalışma Grubu (BÇG) gibi hukuk dışı yollarla devam
ettirmek istemişlerdir. Askerin günlük siyasetle uğraşması suçtur.
Vasilik taslaması da suçtur.
Günlük siyasi davranışa dönersek Ankara'da millet adına
Türkiye'yi yönetme yetkisi alanlar, "milletim ne der, hukuk ne
der" yerine, "asker ne der" diye düşünüyorlarsa orada askeri ve­
sayet var demektir.
Vesayet mahkeme kararı ile kalktıktan sonra vasi, elindeki gücü
kullanarak vesayetini devam ertirmek isterse vesayetten çıkan ki­
şinin yeter artık demesi gerekir. Eğer kişi yeter artık diyemiyar­
sa vesayetin kalkmasını hak etmemiştir. Ya korkaktır ya menfaati
bunu gerektiriyordur. Ama artık özgüdüğüm kısıtlı diye şikayet
etme hakkına da sahip değildir.
14 Mayıs 1 950'de bu millet çok partili hayata/döneme geç­
tikten sonra vesayet resmen kalkmıştı. Fakat Demokrat Parti'nin
hataları ve halkın·özgürlüğüne sahip çıkmaması nedeniyle vesayet
devam ediyor. Netice olarak askeri müdahalelerle, yenilen tokatlarla
toplumun kendine güveni zedelenerek bugüne gelindi. Bugün ise
toplumun kendine güveni en yüksek seviyededir.

SiYASi VESAYET VE TRAVMA


Türkiye, gerçekten sosyal psikoloji laboratuarında incelenen
bir malzeme olarak bütün semptom zenginliğini gösteriyor. Trav­
madan travma çıkaranları, travmadan ders alanları ve almayanları,
travmayı siyasi rant haline dönüştürenleri ya da yok sayarak irıkar
edenleri izliyoruz. Bütün bu ahval içinde zihin haritasında kırmızı
çizgileri çok olanların fena halde kafaları karıştı.
NEVZAT TARHAN

Travma, şok yaşantı ve psikososyal stresör psikiyatride eş an­


lamlı kullanılır. Travmanın ise hem olumlu, hem olumsuz anlam­
ları vardır. Kişinin psikolojik bütünlüğünü tehdit altına alan ve
psikolojik dengesini (Homeostazis) bozan her şey olumsuz trav­
madır. Sosyal olaylar da doğal afetler gibi toplu travma yapabilir.
Devrim süreci ise evrim sürecinden farklı olarak travmatik puanı
yüksek ve iyi ve doğru olanı bulmaya yönelik ise olumlu bir süreçtir.
insanda bir travma yaşandığında dört evre olur. İlk evre inkar
evresidir. İkinci evre protesto, üçüncü evre pazarlıktır. Dördüncü
evre ise depresyondur. Kabul evresine geçilirse travma çözülmüş
olur. Eğer depresyon evresi uzun sürerse kişide yeri kaybı başlar,
gelişememe ve psikosomatik hastalıklar ortaya çıkar.
Depresyon döneminin bitmesi için kişinin travmatik olaya
mantıksal çözüm üretmesi gerekir. Beyin konuyu çözerek olaylar
dosyasına koyduğu için kazanımlar kalır. Psikolojik savunmalar
güçlenmiş olur, kişi olgurılaşır. Böylece travma biter.
Bugün Türkiye'de laiklik ve bölücülük konusunun hala konu­
şuluyor olması büyüme, gelişme ve ilerlemeye odaklanamayışımız,
travmayı çözemeyişimizle ilgilidir.

Kimlik krizi ve travma ilişkisi


Travma, kişinin kültürel kimliği ile ilgiliyse yeti yitimi daha
fazla olur. Kimlik çadır gibidir. Çadırı olmayan insan yeni giri­
şimler yapamaz.
Türkiye'de modernleşme sürecinde, toplumun üzerinden kı­
yafeti, elinden kitabı ve kafasını soktuğu kültürel sığınağı birden­
bire alındı. Toplum da psikolojik bütünlüğünü sağlayan değerle­
ri zedelenince enerjisini hep bu değerleri korumaya verdi. Model
aldığı kişiler topluma örnek olamadı. Kürt kökenli insanlar ana
dilini koruma refleksi ile okula ve öğretmene direndi. Dindar in­
sanlar despotizm ve totalitarizme karşı içe kapanınayı tercih etti.
ASIMETRIK SAVAŞ m

Bütün bu tepkiler toplumsal depresyon işareti idi ve yeri yitimi­


ne neden oluyordu. Askeri darbelerle travmalar tekrarlanciıkça
insanların motivasyonu kırıldı. Türkiye geri kalmaya devam etti.
Kore, İspanya ve Japonya ise bizi geçti.
Modernizmi, toplumun iyiliği için sunduğunu söyleyenler iyi
örnek olamadılar. Kendi çocuklarını okuttular, şehrin iyi yerle­
rinde oturdular, halkı dışiadılar ve kibirli bir imtiyaz sınıfı oluş­
turdular. Bugüne gelirsek, Türkiye zorunlu olarak dünyaya açıl­
dı. Yeni seçenekleri gördü. Depresif ruh halinden çıkmak istedi
ve nedenleri sorgulamaya başladı.
AKP Eski Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat
"The New York Times" gazetesinde Sabrina Tavernise ile yapılan
bir röportajda, 'Türk toplumu travmarize edildi, kendilerine bir
gecede kıyafederini ve dillerini değiştirmeleri söylendi. Dini alış­
kanlıklar altüst edildi. Böyle bir travma yaşamayan toplumlarda
ise kimin nasıl giyindiğini önemsemezler" anlayışı ile şekilpe­
rest statükonun ezberi bozuldu. Bir nevi 'Kral çıplak' gibi oldu.
Sosyologlar konuyu hep dillendiriyorlardı ama siyasetçi bir kişi
söyleyince algı çarpıklıkların! daha iyi gördük.
Modernleşme travması daha sağlıklı olabilir miydi? Bugün ne
yapabiliriz sorusunu sormak yerine, niyet okuma refleksi ortaya
çıktı. Neyse ki, sayın vekil yalan ve kıvırma üzerine kurulu eski
politik tarz yerine onurlu, tartışmaya açık ve bilimsel bir duruş
gösterdi. Çok da iyi oldu. Artık bu konuyu siyasetçiler değil, bi­
lim adamları tartışmalıdır.
Bu gerçeği ifade etmek bazılarında travma etkisi yaptı. Çünkü
derin analiz yapmadan modernleşrnek kolayiarına gelmişti. Ger­
çeği olduğundan farklı algılayan (derealizasyon) veya gösteren res­
mi ideolojinin temel argümanı tartışılır oldu.
Derealizasyon içindeki kişi, algı çarpıtması olduğu için olay­
lara orantısız tepki verir. Bina hafif sallansa deprem oluyor zan-
m NEVZAT TARHAN

neder. Bu gibileri, bugün de başörtülü bir genç kızı görünce, "es­


kiye dönüyoruz" diye aşırı tepki verdikleri gibi bu mevzudan da
rejim tartışması çıkardılar.
Diğer algı çarpıtması olarak da kendilerini olduğundan farklı
algıladıkları için (depersonalizasyon) bu kişiler, kontrolü kaybet­
tiklerini hissettiler. "Biz özeliz, imtiyazlıyız" savunması ile bir sos­
yal denge kurmuşlardı. Egolarını böyle koruyorlardı. Ancak de­
ğişmeleri gerektiğini hissedince yine orantısız tepki verdiler. Şim­
di de ellerindeki silahı topluma doğrultınaları gerekip gerekme­
diğini düşünüyorlar.
Ret ve inkarla sorun ·çözülmüyor. Komplikasyonlu travma, se­
çilmiş travma şeklinde toplumun ruh sağlığını bozuyor. Bıraka­
lım, salınım ve titreşim sürsün. Sosyal bilimciler bir hekim gibi
yol göstersinler. Pandomim etkisi yavaşlayarak dursun. Aksi tak­
dirde sarkaç tekrar başa dönüp hızlanmaya devam edecektir.

KIRMIZI KiTAP DEGiŞTi Mi?


"Kırmızı Kitap"ı duymayan yoktur. Rivayere göre Sultan II.
Abdülhamid'in Gizli Siyasetnamesi kırmızı kitap idi. Teşkilat-ı
Mahsusa dahil bütün stratejik planların yazıldığı kozmik belgeyi,
Abdülhamid'den sonra İttihat Terakki Cemiyeti, Mason Kulüp
bağlantıları nedeniyle muhafaza edemedi. Abdülhamid'in kırmızı
kitabı ABD ve İngiliz gizli servislerine kaptırıldıktan sonra dünyada
ABD hakimiyeti başlamış oldu.
Çin Başkanı Zemin kırmızı kitabı korudu, fakat Sovyet Başka­
nı Gorbaçov koruyamadı, denir. Geçmişte Sayın Ali Bulaç, Deniz
Baykal'a Gorbaçov benzetmesi yaparak haksızlık etti. Neden mi?
Askeri darbeler ve Ergenekon türü yapılanmalar bu belge bilin­
meden tam anlamıyla anlaşılamaz. Sayın Deniz Baykal'ın 'Kıyafet
açılımı', kırmızı kitap veya Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde
ASIMETRIK SAVAŞ

yapılan bir değişikle ilgili. Demek ki Türk Politbürosu stratejik


bağlamda değişiklik yaptı.

Radikal gazetesinde 22 Eylül 2003 tarihinde Sayın Neşe Dü­


zel tarafından, Sayın Hasan Celal Güzel ile yapılan röportajda il­
ginç bir ayrıntı var. Sayın Güzel, kırmızı kitaptan şöyle söz ediyor:

N.D.: Peki, hükümetin, yasalar izin verse dahi yapamayaca­


ğı şeyler var mıdır? Parlamento, Anayasa'ya uygun olmak kaydıy­
la her yasayı çıkarabilir mi, yoksa Meclis'in önünde de gizli en­
geller bulunur mu?

H.C.G.: Türkiye'de askerin 'Kırmızı Kitap' diye bilinen bir gizli


anayasası var. Bu, anayasa büyüklüğünde, kabı kırmızı olan 'Milli
Güvenlik Siyaset Belgesi'dir. Bu kitabı devlette ancak müsteşar
olduktan sonra görürsünüz. Bu kitap bakanlara verilmez, müs­
teşarlara verilir. Çünkü devletin asıl sahibi bürokrasidir, bakanlar
değildir. Bakanlar, idare edilmesi gereken çocuklardır. Ben bakan
olup da bu kitaptan haberdar olana pek rasdarnadım. Bu kitap
MGK'da son haline getirilir. Başbakanlık müsteşarı olduktan sonra
bir MiT mensubu geldi bana. Evvela arkadaki odaya kozmik evrakı
saklarnam için koca bir kasa koydular. Sonra da bu kasaya koymak
üzere ilk olarak kozmik evrak olarak Kırmızı Kitap' ı getirdiler.

Mamafıh Psikolojik Harp eğitimi almış Sayın E.Kurmay Al­


bay Tamer Kumkale'nin Aksiyon dergisine verdiği bir röpor­
tajda ( 1 4 . 8.2006) ilginç bilgiler var. Bu bilgilere göre, 3 Ka­
sım 1983'te Özal'ın seçimleri kazanması üzerine bir hafta içinde
Genelkurmay'da toplumla ilişkiler birimi kuruluyor ve halka top­
lum mühendisliği yapılması planlanıyor.

Bu eylem ve plan, Kırmızı Kitap'ın verdiği 'Stratejik Bağlam'


gerekçeli yetki ile geliştiriliyar ve uygulanıyor. Aynı şekilde aske­
ri darbeler ve 28 Şubat da kitabın bu gerekçesine göre sapkın yo­
rumlarla yapıldı.
m NEVZAT TARHAN

Fakat şimdi bu kitaba stratejik bağlamda Ergenekon suç örgü­


tünün sakıncalı kabul edilmesi ve 'Çarşaf Açılımı'nın gerekçeleri
eklendi, diyebiliriz.

Aşağıda yazılan cümleler gizli olan bu kitaptan aynı şekilde


alınmıştır:

"Yapılan kamuoyu araştırmalarından, dünyadaki gelişmele­


re paralel olarak ülkemizde de dindarlık eğilimi artmakla birlik­
te, dinin radikal yorumlanna duyulan sempatide bir gerilemenin
yaşandığı, halkımızın büyük çoğunluğunun, dini bireysel olarak
yaşamak istediği ve bunu kamusal alana taşıma eğiliminde olma­
dığı anlaşılmıştır. . . Dünyadaki dine yönelişe paralel olarak din
eksenli konuların gelecekte de kamuoyu gündeminde yoğun ola­
rak yer alacağı, din ve inançlada bireysel ilişkinin daha da arta­
cağı, bu bağlamda İslami kesimler arasında, çağımıza uygun yeni
açılırnlar geliştirilmesi yönündeki gayretierin de hız kazanacağı . . . "

Bu alınuya bakılırsa, Sayın Deniz Baykal'ın da çarşaf açılımı­


nı durup dururken yapmadığı anlaşılabilir.

Ergenekonla ilgili bölüm de aşağıdaki gibi:

"iKiNCi BÖLÜM: iÇ TEHDiT UNSURLARI VE iÇ


GÜVENLiGi ETKiLEYEN DiGER FAKTÖRLERiN
DEGERLEN Di RiLMESi

ı. Yıkıcı Faaliyetler;
Bir milletin birlik ve beraberliğini parçalamak, kurulu düzen ve
yönetimine karşı güvensizlik yaratmak, moralini bozmak, mücadele
azınini kırmak ve milli gücünü zayıftatmak için gizli/açık ya da
doğrudan/dolaylı bir şekilde yürütülen faaliyetlerdir.
ASIMETRIK SAVAŞ m

j. Bölücü Faaliyetler;
Devleti parçalayarak, kendilerince belirlenmiş bölgelerde, kendi
görüşleri istikametinde devlet kurabilmek amacıyla yürütülen
faaliyetlerdir.

k.irticai Faaliyetler;
Devletin Anayasa'da belirlenen demokratik, laik, sosyal, hukuki,
siyasi ve iktisadi yapısını ortadan kaldırarak dini esas ve prensipiere
dayanan bir devlet kurma amacını güden faaliyetlerdir.

Çıkar Amaçlı Suç Örgütü;


Haksız ekonomik kazanç elde etmek amacıyla kurulmuş ve
bir suç şirketi gibi hareket eden, uluslararası bağlantı kurabilme,
gizlilik, şiddet ve yolsuzluk gibi özelliklere sahip olan örgütlerdir . . .
Bu örgütler özellikle siyasi oluşumlara, güvenlik birimlerine, yar­
gıya ve kamunun diğer birimleri ile toplumda önemli konuma
sahip kişilere nüfuz ederek onların güç ve prestijinden faydalarur­
lar. Böylece her şeyden önce etkili bir suç kovuşturmasına karşı
korunma sağlamak ve mücadeleyi olabildiğince engellemek veya
önceden redbir alarak hertaraf etmek isterler."
Tırnak içerisinde aktardığım bilgiler gizli bilgiler ama inter­
net ortamında rahatlıkla elde edilebilen bilgilerdir. Çıkar amaçlı
suç örgütü tanımlaması sonradan eklenmiş gibi görünmektedir.
Yani Türk Devleti, Ergenekon'u çizmiştir diyebilecek miyiz? Eğer
cevabımız evet ise Türkiye'de rejim, kamu düzeni bozulmadan
kendisini yenilerneye başladı diyebiliriz.

GÜNLÜK POLiTiKADA ÖFKE VE


ÖGRENiLMiŞ ÇARESiZLiK
TBMM çatısı altında yaşanan kavgalar bize hiç yakışmıyor.
Bazıları öfkeyle beslenir. Savaş stratejileri kavgadır. Bazıları bu
NEVZAT TARHAN

tuzağa kolay düşerler. Böylece TBMM'nin iş kazası olan iletişim


kazaları yaşanır.
Gerçekte gelişmiş ülkelerde olduğu gibi TBMM başkaru veya
gurup başkanlarınca sistemli ve bilimsel ."Öfke Kontrolu Yönetimi"
programları düzenlemeleri tavsiye edilir.
Siyasetçilerin "Gitmek mi zor kalmak mı zor" dedikleri anlar
vardır. "Öğrenilmiş çaresizliğin argümanlarında bir ironi vardır.
Soru: İnsan çekiçle kendi parmağını neden ezdi? Cevap: Çünkü
kendisini çekici durduramayacak kadar iyi hissediyordu."

Eski politikacıların çaresizliği


9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel'e asker-sivil
ilişkileri ile ilgili sorular sorulduğunda veya daha cesur davran­
ması istendiğinde verdiği klasik bir cevap vardır: "Ben bu ülkede
bunca yıl Başbakanlık yaptım beni bile kulağırndan tutup sürgüne
gönderdiler, kimseyi tehlikeye atamam"
Bu cevabı alanlar hemen hak veriyorlardı. Böylece her iki taraf
da kendini iyi hissederek yaniışı kabulleniyordu. Tıpkı parmağını
ezenin ezilmişliği kabullenmiş kurban olması gibi.
Geçmiş politikacılara fazla haksızlık da yapmayalım. Onlar
yokluk ve toplumsal özgüven yoksullukları ile hayatta kalma ve
siyasette yer tutma mücadelelerine yanlarında millet desteğini
fazla hissetmiyorlardı. Bugünün siyasetçileri siyasette var olma
ve yer tutma mücadelelerinde toplum, basın, aydın kitleleri daha
çok yanlarında hissedebiliyorlar mı? Tabii ki evet.
Öğrenilmiş çaresizlik değişir mi "Öğrenilmiş iyimserlik" kita­
bının yazarı ve Pozitif Psikoloji'nin kurucusu Seligman'ın ünlü
deneylerine kadar düşünce ile davranış arasındaki ilişki psikolojide
önemsenmiyordu.
Birinci deney, iki aşamalı bir deneydir. Birinci safhasında, kö­
peğe çok sayıda elektrik şoku verilir ve hayvanın bundan kaçması
ASIMETRIK SAVAŞ m

engellenir. İkinci safhasında hayvana elektrik şoku verilir ancak


kaçması engellenrnez. İkinci aşamada köpeğin elektrik şokundan
kaçması beklendiği halde hayvanın kaçma ve kurtulma davranışı
göstermediği gözlenir.
Sonuçta, ilk aşamada elektrik şokunu denetleyemeyen ve kaça­
mayan hayvan çaresiz olduğunu öğrenrniştir. Yani kurban olmayı
kabul etmiştir.
Bu deneyierin birisinde ilginç bir tesadüf yaşanıyor. Deney
yerini su basıyor. Su baskınından sonra çaresizliği öğrenen hay­
vanlar korku şoku etkisi ile yanlış öğrenmelerini kullanmıyorlardı.
Diğer deneyde 24 köpek 3 guruba ayrılıyor. Kaçış gurubu,
Boyunduruk gurubu, Kontrol gurubu.
Kaçış gurubundakilere hayvanlara elektrik şoku aldıklarında
bir düğmeye basarak kaçma öğretildi. Boyunduruk gurubunda­
kilere elektrik şoku verildiğinde bir düğmeye basarak kaçmanın
imkansızlığı 30 deneme ile öğretildi. Kontrol gurubuna hiç bir
şey öğretilmedi.
Deneyin sonucunda ödüllendirilmiş kaçış gurubu ile ödül­
lendirilmemeş kontrol gurubu elektirik şokundan kaçınayı eşit
biçimde başardılar. Çaresizliği öğrenen gurup çözüm üretemedi.
Sonuç olarak hayvan önceden çözüm bulmayı öğrenmese bile
zihinsel teknikler geliştirerek çözüm bulabiliyordu.
Bu deney iyimserliğini kaybetmemiş bir kimsenin başkasından
öğrenmese bile mutlaka çıkış yolu bulabiieceği tezini güçlendirdi
ve Psikiyatride "Cognitive" devrim yaptı. Yani zihin gücü ile kişi
davranışları ve hayatını değiştirebiliyordu.

Kurbanlık psikolojisi
Politikanın toplam hayatı insanın toplam hayatı gibidir. Taktik
başarılar değil toplam başarı esas alınmalıdır. Hayatın sonuna gel-
NEVZAT TARHAN

diğinizde sadece başarılarımza göre değU iyi niyet, güzel düşünce ve


gayeetinize göre ödüllenirsiniz veya kaybedersiniz. İnsanın kontrol
ederneyeceği ve gücünün yetmediği durumlarda niyet ve çabaya
göre puan alması da hakkıdır.
Politikada hayat başarısında olduğu gibi kendimizi değiştirebi­
liriz ve değerler sistemimizi güncelleyebiliriz. Bunun için karamsar
duygularırnıza, düşünce kalıplarımıza zihinsel isyan etmeyi, itiraz
etmeyi başarmamız gerekir.
Çaresizliği öğrenmek, kurhanlığı kabul etmek bağımlılığa iter.
Bağımlılıkta eylemsizliğin ve özgüven eksikliğinin hem sonucu
hemde sebebi olur.
Askeri vesayete kendini bağımlı hisseden siyasetçiler özgürlük
savaşçısı veya gerçek demokrat olamazlar. Askerden fırça yememek
için yağ çeken ve kendini iyi hisseden siyasetçi tavrı geride kaldı.
Yapılması gerekeni yapınama hatası ile en büyük hatayı yapan­
lardan olmayalım.
BÖLÜM 1 3
ELiTiZM VE STATÜKOCULUK

SiYASETTE SINIR iHLALLERi: ELiTiZM


İnsan ilişkilerinde kişilik sınırlarının ihlal edilmesi çatışma
ve kavgaya götürür. Birlikte yaşayan ve yaşamak zorunda olan
insanlar arasında yazılı olan veya olmayan kurallar vardır. Yazılı
olan kuralları tanımlamak kolaydır ancak yazılı olmayan kurallar
hep güçlü lehine yorumlanma eğilimindedir.
Zaman içerisinde zayıfların sessiz kalması sonucu sakin bir güç
dengesi oluşur. Fakat hayat dinamiktir. Aileyi örnek alalım. Bencil
bir baba düşünün. Para ve kol gücü onun elinde. En iyi elbiseyi
o giyer, sofrada en güzel yemek ona gelir. Aslan payını hep o alır.
Bu adil değildir. Çocuklar ergenliğe kadar buna ses çıkaramazlar.
Ergenlikte ise babayı sorgulamaya başladıklarında baba bu duruma
sinirlenir, kendisine isyan edildiğini düşünür. Objektif olamazsa
çocuk evden kopar.
Bir devlet düşününüz ki, gücü elinde bulunduran silahlı kuv­
vetler 40 sene içinde üç defa darbe yapsın. Anayasayı ve yasaları
hep kendi lehine yorumlasın. Bir şehrin en kaliteli yerlerinde otel
ve eğlence yerleri kursun. Hiç vergi vermesin, her şeyi ucuz yesin . . .
Mehmetçik emekli generallerin bile kapısının önünde postalık
yapmaktadır. Ülkede Tıp Fakülteleri maddi bakımdan perişan bir
durumdayken, Askeri Tıp Fakültesinin devasa bir bütçesi vardır
ve diğer fakültelerin üçte biri oranında öğrenci yetiştirmektedir.
Meclis bütçe görüşmelerine bir albay elinde dosyalarla geliyor ve
m NEVZAT TARHAN

"bütçemiz budur" diyor. Milletvekilleri hemen imzalıyorlar. Emekli


olan generallerin çoğu kaynağını gösteremediği bir zenginliğin
sahibidirler.
GATA'da bulunduğum yıllarda bir gün bir hocamız Ağustos'ta
generalliğe terfi beklerken terfi edememişti. Çok üzgündü. Bir ar­
kadaşımız "Hocam siz profesörsünüz general olmazsanız ne olur
ki?" dediğinde aldığı cevap ilginçti: "Çocuklar generallerin cena­
zeleri bile farklı kalkıyor."
İşte bunun gibi "Cumhuriyeti biz kurduk" diyerek hep çeş­
menin başında olmuş ve sürekli kendi kabını özellikle dolduran
bir güç vardır ve bu güç çok fazla benmerkezci davranmaktadır.
Hatta kendi konumlarını korumak için "rutinin dışına'' çıkmayı
hak kabul etmektedir.
İnsan yüzünü düşününüz. Göz, burun, kaş, dudak gibi organ­
lar var. Vücut bu organlardan, mesela göze özel davransa, fazla bü­
yütse bu sağlıklı bir büyüme olur mu? Kocaman bir göz, hem es­
tetik hem de fonksiyonel değildir. Çok fazla büyüyerek beyne za­
rar verirse artık ameliyat gerekir.
İnsan vücudunda orantılı olmayan büyüme nasıl ameliyat ge­
rektiriyorsa bir ailede de bazı üyeler bencilce büyürlerse ailede
kriz var demektir. Ailenin bölünmesini istemeyenler adil çözüm
için işbirliği yaparlar.
Aynı durum ülke yönetiminde de vardır. Bugün devletin için­
de hep özel ve önemli olmaya ve imtiyaz görmeye alışmış güçler
bu güçlerini korumak için rutinin dışına çıkabiliyorlar.
Devlet yönetimindeki güç dengesi ve kuvvetler ayrılığı ürkek
politikacılar yüzünden hep toplumun aleyhine yönelik tavizler­
le yürümüştür. Günümüzde siyasetçiler psikolojik harekatın far­
kındalar. Sahte BÇG raporları ile kargaşa çıkarmak isteyenleri ar­
tık kimse dinlemiyor.
ASIMETRIK SAVAŞ

Türk siyaseti artık Hasan Mutlucan türküleri ve harbiye marşı


dinleme korkusunu üzerinden attı. Herkes kendini hukuk çizgisine
çekmek zorundadır. AB yolunda ilerleyen bir ülkenin Cumhuriyet
kazanımlarını kaybetmesi düşüncesi sadece psikolojik harekat ar­
gümanı olarak anlaşılmalıdır. Herkesi hukuk çizgisine çekme mü­
cadelesi cesaret ve kahramanlık gerektirir. Kahramanlar da tarihi
eserler gibidir. Oların kıymetini herkes bilmez, fakat gelecek nesil­
ler mutlaka bilecektir. Şu anda devlet içinde cerrahi bir operasyon
var. Abartılı büyümüş dokular normal çizgiye çekilmeye çalışılıyor.

ANAYASA CÜMLELERi ARASINA


SiNMiŞ STATÜKO
Emekli Orgeneral Sayın Kemal Yamak'ın hacıralarında geçen
bir olay var. Bir denedernede komutan askere ne sorsa "Sağ ol"
cevabını alıyor. Uygulama böyle. "Moraliniz nasıl?" sorusuna da
"Sağ ol" cevabı alınca komutan soruyor, "Moral nedir?"
Doğulu erimiz kendi şivesiyle "Komutanım ben memleket­
ten haber alıyor moral iyi, hastalık var moral kötü, komutan biz­
den memnun; moral iyi, biz komutanı seviyoruz moral iyi..." gibi
bir cevap alıyor. Denedemeyi yapan komutan, "Çok moral tari­
fi dinlemiştim ama bu kadar net tarifi hiç dinlememiştim" diyor.
Türk ordusunu ziyaret eden yabancı subayların çok şaşırdığı
bir özelliğimiz vardır. "Üniformaya çok saygılı bir toplumunuz
ve çok itaatkar eratınız var" derler. Yaptığım gözlemlere göre as­
kerin siyasete müdahalesinin deşifre olduğu günümüzde 'ünifor­
maya saygı'da ciddi bir yıpranma belirmiştir.
Sivil birine kendini tanıracak olan subay ve astsubayımız 'Er­
genekon' baskısı nedeniyle kimliğini saklamaya başladı. Toplumda
üniformaya saygıyı azaltan moralsizliğin kaynağı nedir? Ordumuz
üst yönetimirı içerisindeki kirli işleri yapanları savunan, örtbas eden
ID NEVZAT TARHAN

tutumun devam edeceği ve aynı olayların tekrar yaşanacağı endi­


şesi devam etmektedir. MaalesefTSK kadroları 'imaj çürümesi'ni
gidermek için doğru adımlar atamamaktadır.

'Hedefe kilitlenen' liderlik


İnandıkları davanın esiri olan ve vatanseverlik ideolojisi ile
yetişen subaylarımız arasında düşünür az çıkıyor. Teşkilatçılık
konusunda olağanüstü bir eğitim alıp 'hak ve özgürlük felsefesi'ne
kafa yormamış kurmay subay darbed olur.
Demokratik ve çağdaş ülkelerde 'asli kurucu iktidar' halktır.
Referandumun sık olduğu bir sistem en az hata yapılan sistemdir.
'Anayasa değişikliği' ihtimali sevindiriddir. Buna karşılık mec­
lisin mutabakata varamaması kafa kanştırıcıdır. Çözümsüzlüğü
gidermek için alternatif düşüncelere ve formüllere ihtiyaç vardır.
Yargı sayesinde iktidar olma anlayışındaki ana muhalefet par­
tisinin 'Çarşaf, Kur' an Kursu, Tarikatçı aday' gibi geçmişte yap­
tığı açılımlar hiç beklenen bir şey değildi. Tüm bunların sosyolo­
jik basıncın sonucu olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Bu gün de darbed anayasanın değişmesi konusunda sosyo­
psikolojik bir tazyik artık hissediliyor. Bu dururnda 'hedefe kilit­
lenen' liderlik önemli bir yere sahiptir.
Hz. Ebubekir'in, Hazreti Peygamberin vefatından sonra yaşa­
nan panikte, "Eğer Hz. Muhammed'e tapıyorsanız biliniz ki o öl­
müştür. Eğer Allah'a tapıyorsanız biliniz ki o Hayy ve Layemuttur"
sözü rneşhurdur.
Fatih'in, kendisini İstanbul kuşatmasından vazgeçirmek için
uğraşan Sadrazarnma "Ya ben İstanbul' u alırım ya da İstanbul beni"
diyerek kararlılığını vurguladığı biliniyor. Aynı şekilde herkesin
ürnitsizliğe düştüğü bir zamanda kurucu liderimiz Atatürk'ün
"Ya istiklal ya ölüm" iradesinin Anadolu'da uyandırdığı enerji çok
kıyrnecliydi.
ASIMETRIK SAVAŞ

Uzlaşmaz Statükoculuk
Bugün Türkiye'nin önünü açacak ve sistemimizi 'yan demokrat,
kısmen hür' damgalamasından kurtaracak yaklaşım özel liderlik
gerektirmektedir. Sorumluluk duygusu yüksek olan insanların
yaptığı bir hata var ki bu hata, aile içi iletişimi ve uzlaşmayı baltalar.
Eşlerinin tedaviye gelmesi gerektiğini söylediğimiz hastalarımiZ
eşleri adına karar vererek hemen şöyle derler: "O gelmez ki . . . "
Bu durumda biz de "Gelip gelmernek onun sorumluluğu, sizin
sorumluluğunuz eşinize bu ihtiyacı ifade etmektir" deriz. Çoğu
kez eşi önce itiraz eder ancak haklı ve mantıklı gerekçeleri görün­
ce kabul eder. Böylece senelerdir süren iletişimsizliğe psikolojik
yardım yapma fırsatı yakalarız.
Aynı şekilde Türkiye'ınizde de çok inatçı ve uzlaşmaz bir statü­
kocu anlayış var. Ancak zamanın ruhu bu anlayışı zorluyor. Statü­
koya karşı dirayet gösteren siyasi irade ise 'Cumhuriyet Ruhu'nu
canlandırmış olur.

Elitist Despotizm
Çıkan tehlikede olan kontrolsüz biri kendini tehdit altında
hissettiğinde şu savaş stratejisini kullanır. Bağırıp çağırarak 'ben
güçlüyüm, kontrol bende' demek ister. Karşı tarafda bağırıp çağır­
maya başlarsa bu kişi amacına ulaşmış olur. Böyle kişiye verilecek
en iyi cevap onu düşünmeye sevk etmektir.
Bugün bazı rektörterimizin bu şekilde davranması gençlere kötü
örnek oluyor. Çok şükür kimse zorba rektörlerimizin oyununa gel­
miyor. Bu vesileyle zorbalığın psikolojisini kısaca özetlemek gerek.
Despotizm ve militarizm doğası gereği diyaloga kapalıdır. Var
olmak için karşı tarafı yok ermeyi ve susturmayı amaçlar. Despo­
tizmirı ilk özelliği, zorbalığın dokrrin haline getirilmesi ve yöntem
olarak benirnsenmesidir. Tarihte bütün dünyada insanlığın insa­
ni tekamülünün ilk aşamalarında hem yöntem hem de değer ola-
NEVZAT TARHAN

rak wrbalık benimsenmişti. Despotizmin diyalogu kesmesi sonu­


cunda insanlar yalan söylemeye ve ikiyüzlü davranmaya itiliyordu.
Çocuklarda var olan savunma yalanları baskı devam ederse kişi­
lik haline dönüşür. iletişime açık ortamlarda gücü elinde bulun­
duranlar doğru ve adil olma kaygısı taşıyor ve bu güveni veriyar­
Iarsa insanlar yalan söylemek zorunda kalmazlar.
Despotizmin ikinci özelliği hukuksuzluğa teşvik etmesidir. Des­
pot düşünce emreden devlet tipini hizmet eden devletten daha ön­
celikli görür. Yöneticilerin keyfi davranışları ve adil olmayan tu­
tumları "Devletin ali menfaati için hukuk rafa kaldırılabilir" ge­
rekçesine dayanır. Adil olmayan yöneticiler kendi önceliklerini ve
politik gündemlerini kurumun başarısından önce tutarlar. Kayı­
rılanların ve dokunulmazların olduğu sistemler kast sistemleridir.
Bazı mesleklerde kast sistemi görev esnasında gereklidir. Askerlik­
te; subaylar, astsubaylar, erler ve siviller, hastanelerde; doktorlar,
hemşireler, yöneticiler gibi statü kategorileri, dokunulmazlık ge­
tirmedikçe işleri kolaylaştırır. Ancak subaylar veya doktorlar gö­
rev dışı yaşamda statü kategorilerini devam ertiriderse toplum­
da "de facto" bir tutum sergilemiş olurlar. Böylece güçlü olanın
sosyal ihtiyaçları ön plana çıkar. Sosyal ve politik ihtiyaçlar güçlü
olanın önceliklerini korumayı önemsediği için adil paylaşım bo­
zulur. İtirazlara karşı baskıcılık daha da artar.
Despotizmin üçüncü sonucu kurum içi kavgayı artırmasıdır.
İnsanlar kamplara ayrılır, yerel kahramanlar çıkar. Onun etrafında
gruplaşmalar olur. Derin farklılıkları ifade eden yerel kahramanlar
dinamik bir gerilim oluştururlar. Dinamik gerilimi, üst yönetici
politik çıkarı için kullanabilir. Ama mağdur olanlar belli bir biri­
kime ulaştığında tartışmalar meydana gelir.
Despotizmin dördüncü sonucu kaçınma tavrını arnrmasıdır.
Toplumun üretken olması için kaçınma tutumu yerine başarı pe­
şinde koşma tavrını göstermesi gerekir. Kendisini güvende hisse-
ASIMETRIK SAVAŞ

den özgür bireyler düşüncelerini geliştirirler ve keşiflerde bulunur­


lar. Kaçınma davranışındaki bireylerde savunma duygusu ön plan­
da olduğu için entelektüel enerjilerini korunmaya yöneltmişlerdir.
Despotizmin beşinci sonucu "politik körlük'' oluşturmasıdır.
Bütün görülemez ve tehdit algılamaları bozulur. Toplumun sırları
kaygıları okunamaz. Fildişi kulelerde yaşayan şişman, mutlu Ro­
malılar bunun tipik bir örneğidir. Baskıcı devletlerde yıkım aşa­
masında önceki şaşaalı dönemler aslında empatik olmayan yöne­
timleri gösterir.
Despotizmin altıncı sonucu sadakacin zayıflamasıdır. Üst yö­
netimin baskıcılığı, yönetimlerde "havalecilik duygusu" uyandı­
rır. Kafa yormayan, fikir üretmeyen bireyler yöneticiler üzerinde
yılgınlık, moralsizlik, amaçsızlık duyguları uyandırır. Yılgınlık so­
nucunda kurumsal sadakat ve bağlılık zayıflar. İnanacak bir şeyleri
olmayan toplumlarda depresifbir çökkünlük ve yalnızlık yaşanır.
\

Despotizmin yedinci sonucu statükoculuğu beslemesidir. Ça-


lışırken emekli gibi davranan yöneticileri biliriz. Bir zamanlar şir­
keti başarıya ulaştırmış yöneticiler yeni kan, yeni fikir ve yeni ye­
teneklere kapalı iseler yönetimin dümenine fazlasıyla sarılmayı
tercih ederler.
Despotizmin sekizinci sonucu tekelciliği teşvik etmesidir. Yu­
karıdan öğretilen değerler tartışılmadığı için kendini yenilemeyen
bireyler ortaya çıkar ve yeni fıkirlere kapısını kapayan kurumlar
eskimeye başlarlar. Durmak, yıkılınadan bir önceki aşama oldu­
ğu için tekelcilik gelişimi yavaşlatır.
Despotizmin dokuzuncu sonucu "öğrenilmiş çaresizliği" bes­
lemesidir. Öğrenilmiş çaresizlik bağımlılığı artırır. Bağımlılık ko­
laycılığa, kolaycılık tembelliğe, tembellik de geriliğe neden olur.
Tek kişilik arkeseralarda ekibiyle paylaşma ve ortak sorumluluk
olmadığı için bir sonraki hareketi düşünmeyen ve tahmin etme­
yen üyeler proaktif olamazlar. Reaktif üyelerle de iyi bir orkestra
NEVZAT TARHAN

oluşturulamaz. Gelişimi yavaşlamış orkestra yeni beste üretemez


ve yeni yorum yapamaz.

Despotizmin onuncu sonucu mağduriyet hislerini yaşatması­


dır. Baskıcılık işbirliği duygusunu ve birlik ruhunu zayıflatır. "Ne­
melazım" diyen bireyler rahatından fedakarlık yapması gerektiğin­
de mağduriyet ve gücenme hislerini yaşarlar. Sağlıklı yöneticilik­
te ilerleme uğruna fedakarlık yapmak gerektiğinde gücenme his­
si yerine akıbet hissi ön plana çıkar ve paylaşılan bir duygu oluşur.

Despotizmin on birinci sonucu takım ruhuna zarar verme­


si ve barışçı rekabeti savaşçı rekabete çevirmesidir. Topluluk içi
gruplaşmalar ve üst düzey pozisyon için yarışmalar bilgileri pay­
laşmayı ve sonuçları takip etmeyi engeller. Başarılı işbirliği ruhu
olan bir takımdan aynı amaç için benzer hareket tarzını benimse­
miş farklı insanların yardımlaşması, bilgileri paylaşması, yapılan­
ların sonuçları hakkında benzer kaygılarla takipçi olmaları bekle­
nir. Ama baskıcılığın baskın olduğu yönetimlerde motivasyon or­
tak hedeflere değil bireysel hedeflere göre oluştuğu için dayanık­
lı ilişki sınırları geliştirilemez. Ortaya çıkan çalışma modeli ile­
tişim halinde olması gereken kişilerde kutuplaşmaya neden olur.
Kırık hacların oluşması iletişimi koparır, konuşmayan gruplar ku­
rumsal enerjiyi tüketir.

Despotizmin on ikinci sonucu da "maskülen zehirlenme"dir.


Buna saldırganlık psikozu da denilebilir. Baskıcı kültürlerde sal­
dırgan, rekabetçi, egemen tutumlar ödüllendirilir. Bu tutumlar er­
keksi tutumlardır. İşbirliği, paylaşma, yardımlaşma gibi daha dişil
değerler ihmal edilir. Cinsiyere dayalı kast sistemi sonucu yeni­
lik ve üretkenlik bastırılır. Yerel kahramanlar ve savaşçılar takım
ruhuna zarar verdikleri için aykırı fikirlerin, zehirli düşüncelerin
ve sapkın grupların oluşması sonucunu doğurur. Organizmanın
bölünmesi ve yıkılınası sonucuna sıklıkla rastlanır.
ASIMETRIK SAVAŞ

Despotizmin on üçüncü sonucu da işler ters gittiğinde siste­


min suçlanması ve yıkılınası sürecinin tetiklenmesidir. Baskıcı­
lıkta yetkilerle birlikte sorumluluklar da kartelleşmiştir. Tekelleş­
miş ortamlarda halinden memnun olmaya dayalı bir sistem var­
dır. Hata yapmamak doğru hareket etmekten daha önemli hale
gelir. Doğrular için risk almayan bireyler pasifkarşı çıkışlar ve tu­
tumlar gösterir. Girişimde bulunma, bunları destekleme kapasi­
tesi zayıflamış topluluklar konfor ve refaha düşerler. İşler yolun­
da gitmediğinde risk almak yerine sistemi suçlamak genel eğilim
şeklindedir. Çoğunluğun memnun olmadığı bir sistem de dağıl­
ma sürecine girer.

Militer Elitizm ve Ayrıcalıklar


Silahlı kuvvetlerde görev yaptığım 30 yıllık süreçte yaşadığım
ilginç bir olay da bir orgeneralimizin diş tedavisi ile ilgi olarak
yaşanmıştı. Diş hekimi paşamızın dişini tedavi etti. Tedavi bit­
tikten sonra arkadaşımız esas duruşa geçip "Başka çekilmesini
erneettiğiniz dişiniz var mı komutanım" demişti. O tarihlerde
gülüp geçtiğimiz bu olayın, aslında TSK'daki bozuk sisternin bir
işareti olduğunu sonradan anladık.

TSK'da öyle bir sistem kurulmuş ki bu sistem dünyada baş­


ka hiçbir orduda olmayacak kadar 'komutancı' olmayı gerektirir.
Askeri hakimler ve doktorlar arasında 'ko mutancı' olan hakim al­
baylar ve tabip albaylar kolayca paşa olur.

Kor ve üzeri bir generalin küçük bir ricası yasal�rı �şmak ve


yasalara rağmen risk almak için yeterlidir. Bunu yapan subay ce­
sur olarak nitelendirilir. Bu cesur fedakarlıklar da bir şekilde terfi
sisteminde karşılığını bulur. Hatta bu sistemi eleştİren bir paşa­
mız TSK'da hizmete değil hürmete daha çok önem veriliyor diye
sistemi kibarca eleştirrnişri.
lll NEVZATTARHAN

Aşağıya aktardığımız basma yarısımış haberi genelkurmay ya­


lanlamadı bununla birlikte doğruluğunu araştıracağına dair bir
söz de vermedi:
Yıllardır on binlerce vararı eviadı teröristlerle girdiği çatışmalar­
da şehit edilirken/yaralarurken, TSK'da görevli bazı yüksek rütbeli
generallerin ı . ve 2. derece yakınlarının çürük raporlu oldukları
ortaya çıktı. Vakit Gazetesi'nin ulaştığı bilgilere göre, bazı general
yakınlarının çürük raporu alarak ya askerlik yapmadıkları ya da
birliğe katıldıktarı bir süre sonra rapor alarak evlerine döndükleri
ortaya çıktı. Bazı generallerin bizzat oğulları hatta kayın biraderleri
çürük raporları alırken, bazılarının ise 5 yeğeninin birden çürük
raporu alması dikkatlerden kaçmıyor. Genelkurmay' ın, çürük
raporu alınmasında general yakınlarının etkisinin olup olmadığı
yönündeki sorulara sessiz kalması dikkat çekiyor.
"Gazetemizin ulaştığı bilgilere göre; Jandarma Genel Komu­
tanlığı eski Kurmay Başkarıı Korgeneral İbrahim Açılaneşe'nin
ı 98 ı Rize Ardeşen doğumlu yeğeni Volkan Yerebakan, 1 970 Rize
Ardeşen doğumlu yeğeni Mustafa Yerebakan, 1968 Rize Ardeşen
doğumlu yeğeni Osmarı Yerebakan, 1979 Rize Ardeşen doğumlu
yeğeni Mustafa Karabela, ı 975 Artvin doğumlu yeğeni Adem Yıl­
maz; Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda Tümarnİral olan Haydar
Mücahit Şişlioğlu'nun kayınbiraderi Yalın Dirik, teyzesinin oğlu
Faik Aydın, dayısının oğlu Şevket Dişkaya; Harp Akademileri
Komutan yardımcısı Korgeneral Selahattin Uğurlu'nun 1975 do­
ğumlu Haydar Okay Uğurlu isimli yeğeni ile eşinin 1 976 doğumlu
akrabası Levent Uludoğarı; Şırnak Tümen Komutanı Tümgeneral
Ahmet Yavuz'un ı980 Osmaniye Bahçe doğumlu oğlu Çetin Mert
Yavuz, ı 972 Adarıa Seyharı doğumlu yeğeni Buğra Selim Ölçen;
Genelkurmay 2 . Başkarıı Orgeneral Hasan lğsız'ın 1975 İzmir
Çeşme doğumlu dayısının oğlu İlgi Çora; Ege eski Komutanı
Orgeneral Şükrü Sarıışık'ın 1978 Bursa Osmarıgazi doğumlu oğlu
ASIMETRIK SAVAŞ

Gökhan Sarıışık; Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip


Mendi'nin 1 970 Ankara Çankaya doğumlu yeğeni Osman Babadır
Mendi; 7. Kolordu Komutanı Korgeneral Bekir Kalyoncu'nun
eşinin 1 982 Ardahan Posof doğumlu yeğeni Doğan Erdoğan;
Tekirdağ Şarköy 95. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Nurettin
Işık'ın 1984 Balıkesir Erdek doğumlu yeğeni Mustafa Kemal Işık ve
Kara Kuvvetleri' nde görevli Tümgeneral Aydemir Cülcüloğlu'nun
1 974 Sivas Zara doğumlu oğlu Mehmet Barış Cülcüloğlu çürük
raporu almak suretiyle askerlik görevinden muaf tutulmuş.
Çürük raporlarının ayrıntılarına göre, Orgeneral Hasan lğsız'ın
dayısının oğlu İlgi Çora hiç askere gitmeden çürük raporu almış.
Orgeneral Şükrü Sarıışık'ın oğlu Gökhan Sarıışık da birliğe hiç
katılmadan çürük raporu almış. Korgeneral Galip Mendi'nin ye­
ğeni Osman Bahadır Mendi de hiç askere gitmeden çürüğe çıkmış.
Korgeneral İbrahim Açıkıneşe'nin yeğeni Volkan Yerebakan da hiç
birliğine katılmadan çürük raporu almış. Açılaneşe'nin diğer yeğeni
Mustafa Karabela ise 1 999'da İzmir'de bulunan ?'nci Jandarma
Komando Er Eğitim Alay Komutanlığı'na katılmış, daha sonra
Mardin Savur İlçe Jandarma Komutanlığı' na sevk edilip 1 8 Şubat
2000 tarihinde de çürük raporu alarak evine dönmüş."3
Yukarda ismi geçen kişilere rapor verilirken hiçbir komutanın
baskı ve ısrarda bulunduğunu sanmıyorum. Sistemin çürümüş­
lüğü, çeşidi terfllerle insanları kullanıyor. Fakat bu yapay yöntem
diktatörlüklerde bile göze batmıştır ve orta vadede açgözlü ve
doyumsuzları ayıklama sistemine dönüşmüştür.
GATRda da bu sitemin çürümüşlüğüne örnek olacak birçok
hadise yaşanmıştır. Kafa travması nedeniyle GATA Haydarpaşa
Hastanesi'nde yatmış olan Ergenekon sanığı Emekli Orgeneral
Şener Eruygur'un tıbbi nedenlerle değil, idari ve hukuki nedenlerle
hastanede yattığı bilgisi ortaya çıkmıştı.

3 Anadolu'da Vakit, 6.2.2009


m NEVZAT TARHAN

Aynı şekilde Emekli Orgeneral Hurşit Tolon hakkında vücut


susuz kaldığı için GATA'da üç ay yatrnası gerekir diye şüpheli bir
rapor verilmişti. Kamuoyunda, alelacele verilmiş bir rapor izleni­
mi uyandırmıştı. Ergenekon sanıkları yakınlarının 'Bizden' dedi­
ği 12. Ağır Ceza Mahkemesi hukukçu olmayanların bile göreceği
garip bir tutarsızlıkla tahliye kararı vermişti. Ergenekon sanıkları­
nın, GAT.A:ya girebilmek için epey çalıştıklarını görmüş biri olarak,
GAT.A:da görevli doktor arkadaşlara 'Hi derin doktorları olma' ris­
kini hatırlatmak isterim. 'Komutancı' doktor veya hakimler mes­
leklerine ihanet ederler. İdeolojik uygulamaların hiçbiri hastane
ve mahkeme kapısından girmiyorsa ve uygularnaya yansırnıyorsa
asker ve yargı çürümemiş demektir.
Hastalık insani bir durumdur, sanıkların da aileleri ve çocuk­
ları var. Her ne kadar onlar mağdur ettikleri kimselerin aile ve ço­
cuklarını düşünmemişlerse de yanlışa yanlışla karşılık vermek il­
kel bir davranıştır. Toplurnun hasta sanıkiara adil davranmak gibi
bir borcu var.
Yargılanmaktan kaÇan ve hastaneye, özellikle GAT.A:ya sığın­
mak isteyenlerin saklamak istedikleri çok özel bilgiler var demek­
tir. Asıl bu bilgilere sahip olanlar hastane ortamında 'tıbbi bir
kaza'ya kurban gidebilirler. Bilindiği gibi hastaneler cezaevlerine
göre daha korumasız alanlardır.
BÖLÜM 1 4
ASKERLi K VE DEGiŞiME DiRENÇ

STATÜKO ÖNYARGISI
İleri yaşlarda rastlanan, neofobi olarak tanımlanan klinik bir
durum vardır. Yani yenilikten korkma. Bu klinik vakada kişide,
odasındaki eşyaların yerini değiştirmernek ve hiçbir eşyasını atama­
mak gibi bir davranış sorunu yaşanır. Çöp ev içinde yaşayabilmenin
mantığında eşyaları, kuralları, yöntemleri kursallaştırma eğilimi
yatar. Kişi sevgi yatırımını onun için hatırası olan eşyalara yatırmış­
tır ve onları kişiliği ile bütünleştirmiştir. Kendisine değişim talep
edenlere çok kızan hatta onları düşmanı gibi gören bir zihni alt
yapıya sahip olan kişi, bir aile şirketinde karar ':erici durumda ise
değişimden korktuğu için şirket birliğini koruyamaz. Bu şirkette
aile fertleri mutlu ve üretken olamazlar. Neticede şirket ya dağılır
ya da küçülür. Çünkü değişimden korkan kişi bütün gücünü ve
enerjisini mevcudu korumaya harcar ve yenilikleri kaçırır.

Memluklular ve Karaınanlılar da aynı yukarıda anlatılan du­


rumda olduğu gibi geçmiş büyüklüklerinin ve saadet asırlarının
verdiği gururla eski askeri yönetim sistemlerini yeterli gördüler ve
kendilerini geliştirmediler. Sonuçta Osmanlıların teknik üstün­
lüğüne yenik düştüler.
Şimdi de bugüne dönüp bir askeri birliğe bakalım. Bu askeri
birlikte kullanılan araçların (Amerikan helikopteri, Alman tankı,
Doğu Almanya hibesi G3'ler ve miğferler . . . ) hepsi yabancı, sa­
dece kıyafetler yerli. Bu birliklerin mayın bile döşeme yeteneği-
m NEVZAT TARHAN

ne sahip olmaması ve buıi.u itiraf etmeleri ayrı bir fecaat. Halbuki


emekli istihkam subaylarırun kuracağı birkaç şirket, Türk derektör
sanayi ve futbol metaforu ile anlatmak gerekirse 'topu taca atma­
yan, topa girme kararlılığı gösteren futbolcular', yani askeri bü­
rokrasi mayınlan rahatlıkla temizler. Ama maalesef. Birincil gö­
revi hudutlarımızı korumak olan Türk askeri gücünün sınırlara
hakim olamaması mümkün ve kabul edilebilir bir durum değil­
dir. Dışa bağımlı ve çevik olmayan geri teknolojiler kullanmak ve
sonra da kışianın kapısına, 'Ne mutlu Türküm diyene' yazmak ile
övünmek ve bununla da mutlu olmaya çalışmak bilimin yol gös­
tericiliğine inanınakla örtüşmez. Memluklular ve Karamanlılarla
yer değiştirmiş gibiyiz. Çünkü ordumuz 1 940'ları saadet asn ola­
rak görüp kendisini yenilerniyor. Asıl işini bir yana bırakıp Kur'an
Kursları ve ilahi okuyan çocuklarla uğraşıyor.

Diğer bir övünme meselesi de asker sayısıdır. Ancak bilinmeli­


dir ki orduyu güçlü yapan asker sayısı değil, ordunun savaşma gü­
cüdür. Hatırlarsak Kızıl Ordu kendini yenileyem ediği ve zamanın
ruhunu okuyamadığı için yenildi. Yoksa sayı olarak dev bir güçtü.
1979 yılında Işıklar Askeri Lisesi' nde görevde iken Teaman
Koman Paşa komutanımızdı. O tarihte kurmay albaydı. Paşanın
bir sözünü hiç unutmadım: "Çocuklar! 27 Mayıs'ın faturası polise
çıktı, o tarihte polisi zayıflattık, şimdi de anarşiyi önleyemiyoruz"
demişti. Devletin iki silahlı gücü vardır: Polis ve asker. 12 Eylül
1 980'den sonra her tarafa polis okulları açıldı çünkü güvenliğin
sağlanması için ikisinin yardırnlaşması gerekir. Ancak askerlik
kanununda, öğretmene 1 8 günlük askeri eğitimden sonra asker­
liğini kamu hizmetinde tamamlatıyorsunuz, polise veya doktora
tamamlatmıyorsunuz. Bu anlaşılır bir şey değil. Eğer ordunun
asıl görevi güvenliği sağlamak ise yapılacak şey, polisi er yaparak
verimsizce kullanmak değildir. Ama polisi askerin karşısında ezik
yapmak istiyorsanız polisin maaşını kesip er yapıp kıtalarda yazıcılık
ASIMETRIK SAVAŞ

yaptırırsımz. Ancak amacınız ülke güvenliğine katkı sağlamaba


askerlik çağı gelmiş polisleri, öğretmenler gibi 1 8 gün eğitimden
sonra kamu hizmetine gönderirsiniz. Böylece kaynağı verimlilik
ilkesine uygun olarak kullanmış olursunuz. Eğer parasal kaynağa
ihtiyacınız varsa yurt dışında çalışan işçilerimize tanınan hakları
tanıdığınız bir sistem oluşturursunuz, kontenjanınızı ve yaş sınırını,
belirlersiniz. Böylece parası olanın parası ile ordunun savaşma
gücünü sürekli biçimde artırırsınız.

Eğer niyet Milli Güvenlik hizmeti değil, bazılarının kızılelması


olan 1 940'ların saadet asrı ise durum değişir. Bu niyetteki düşünce,
kafalardaki despotizmi Kemalizm ile meşru kılmaya çalışmak yani
Atatürk istismarcılığı ile kendi saltanadarını devam enirmek olabilir.

Olaya polis ve jandarma ilişkisi açısından, Ayışığı veya Sarıkız


darbe girişimleri üzerinden de bakılabilir. Eğer bu girişimler başarılı
olsaydı, darbecilerin polisi jandarmanın emrine verip zayıflatacak­
larını tahmin etmek wr olmazdı. Sonuç olarak mayın temizleme
konusunda Genelkurmayın suskunluğu çok anlamlıdır. Ve ilk defa
bu durum, toplumda her kesimce canlı bir şekilde eleştirilmiştir.

Aynı şekilde askerlik süresi konusunda hata yapılmamalı. Milli


Savunma Bakanlığı inisiyatif kullanıp çeşitli askeri görevleri sis­
tematize etmelidir. Kamu hizmeti, yurtdışındaki işçilerin verdiği
hizmeti yurt içinde de standardize etmek ve klasik er eğitimi ile
askerlik hizmetini yapmak gibi. Bu konularda Genelkurmayın
fikri alındıktan sonra, son karar TBMM'ye verilir, herkese de
ona uymak düşer. Ordumuz böyle daha güçlü olur. Toplumu
ile arasında duvar olan orduların güçlü olduğu nerede görülmüş.
Bilinmelidir ki askeri liderlik önde gitmek değil, yol açmaktır.
Tarihteki ordular hem kendisine hem de topluma böyle öncülük
etmiştir ve yeniliklerio öncüsü olmuştur. Biz de değişimden korkan
subay istemiyoruz.
NEVZAT TARHAN

TSK iMAJI
İletişim Psikolojisi'nde bilinçdışı öne çıkarma veya eşik altı
önyargı (Subliminal Priming} tanımları vardır. Bu tanımlamalara
uygun olarak, bazı olaylar vardır ki kişi farkında olmadan önyar­
gılarını açığa çıkarır.

Bilindiği gibi Genelkurmay Başkanlığı halkla ilişkiler ve imaj


çalışması yapmak zorunda kaldı. Böylece Cumhuriyet tarihi­
nin en ihtişamlı 30 Ağustos törenini izledik ve billboardlarda
reklamları gördük; "Güçlü Ordu Güçlü Türkiye." Tıpkı ı 930'ların
Avrupası'nın gövde gösterileri gibi. . . Neden ordu güç gösterisi
yapma ihtiyacı hissetti? Çünkü toplum nezdinde, TSK'nin itibarı
hızla inişe geçti. Askeri okullara başvuru tarihte görülmemiş bir
oranda düştü. Deniz Kuvvetleri Komutanı Metin Araç'ın emekli
olmadan önce söylediği "Deniz Lisesi'nde kontenjanı dolduramı­
yoruz" sözü basma yansıdı. ıOO'ün üzerinde Tabip Subay kıtada
firarda. GATA Tıp Fakültesi'nin puanı, Hemşirelik Yüksek Okulu
puanının altında. Harp Okullarına başvuran öğrenci profıli ise
hayal kırıklığı oluşturuyor.

Ergenekon davası ile ilgili olarak da açık ve net bir duruş gös­
terilemediği gibi yalan yanlış açıklamalar ve uygulamalar yapıldı.
Bu uygulamalara birkaç örnek vermek gerekirse;

ı - TarafGazetesi muhabiri Mehmet Baransu hakkında, Adalet


Bakanlığına verilen suç duyurusu gerekçesinde, "TSK'da Kara
Propaganda diye bir uygulama yoktur" diye yazılması. Harp Aka­
demileri Kütüphanesinde Piyade Albay Sırrı Türkoğlu imzalı Ge­
nelkurmay Başkanlığı basımevine ait ı 969 tarihli "Psikolojik Harp
Harekatının Yürütülmesi" isimli kitabın 23. Sayfasında yer alan
6. Madde. Gizli (Kara=Siyah) propaganda yazılı kitap maalesef
Genelkurmayı yalanlıyor.
ASIMETRIK SAVAŞ m

2-İrtica eylem planı belgesi olayında günlerce suskun kalan,


imza çelişkilerini açıklamayan, arşivlerini terör savcıianna açma­
yan, konuyla ilgili belgeyi hazırlayan ve bu skandalı ortaya çıkan
Albay Dursun Çiçek' i aynı koridorda çalıştıran Genelkurmay bilgi
saklamaktadır.

3- Askerlerin eline pimi çekilmiş bomba verilen teğmen olayı,


bir kaza olabilir ama olayı örtbas etmek için valiliğe yanlış bilgi
veren Kolordu Komutanlığının özür dilemernesi ve bu olayda
güven oluşturmak yerine fotokopiciye jandarma göndererek sıra
dışı işler yapması aifedilebilir gibi değildir.
4- Komutaniarına suikast planları yapan teğmenler olayı te­
sadüfen ortaya çıktı ve Genelkurmay, konuyla ilgili iç temizlik
yapma çabasına girmedi.
5- Poyrazköy ve Ankara Zir Vadisi'ne silah saklanmasında so­
rumluluktan kaçan tutum ve söylemlerde bulundular.

6- Çukurca'da, Dağlıca'da ses kayıtları ortaya çıkan generaller


konusunda toplum bilgilendirilmedi.

7- Çifte standart yapıldığı düşünülen olaylardan biri de 30


Ağustos Zafer Bayramı kokteyline 37,5 yıl ile darbecilikten yar­
gılanan Ferda Paksüt'ün davet edilip Başbakan'ın eşinin davet
edilmemesi oldu. Bu durumda Başbakan için "ne sabırlı adammış"
dememiz gerekir. Aynı toplantıya kocaman Atatürk resimli bir
kravatla gelen Sayın Osman Paksüt, bir yakasına da nazar boneuğu
taksa iyi yakışırdı. Nasılsa ikisi de dogmatik bağWık ve sığınma
sembolüdür ve rahadatıcıdır. Aslında Atatürk gibi pozitivist bir
liderin dogma haline getirilmesi de ironik bir durumdur.
'Subliminal Priming' yani eşik altı önyargılara; Genelkurmay
Karargahı'nın 'özgüven eksikliği içinde olduğunu, toplumu küçüm­
sediğini veya savunma yalanları söylediğini' örnek olarak verebiliriz.
Abartılı güç göstergesi, özgüven eksikliğinin ifadesidir. Bilgilerin
m NEVZAT TARHAN

saklanması, toplumu küçük görmenin ifadesidir. Savunma yalanları


söylemek ise suçluluk duygusunun ifadesidir.
Kurtuluş Savaşı'nda ve Çanakkale'de TSK, gücünü Mustafa
Kemal'in 'Halkın ancak şehitlik inancı ile savaşabileceği gerçeği­
ni' idrak etmesinden almıştı. Bunun için "Ya istiklal ya ölüm!" ve
"Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum" emirleri verilmişti.

Genelkurmay konsept subaylarından artık halkın gerçeklerini


idrak etmelerini beklemek hakkımızdır. Bölünme ve İrtica korku­
su ile bu halkı yönetmekten vazgeçme zamanı geldi ve geçti bile. . .

TSK'DA iDEOLOJiK SAPLANTILAR VE ÖZEL


KUWETLER KOMUTANLIGI (ÖKK}
Özel Kuvvetler Komutanlığı'nı araştıran hakimin arabasını
izleme şüphesi ile bir günde iki araç durduruluyor. Bu arabalardan
sivil giyimli, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ile bağlantılı askeri
şahıslar çıkıyor. Konuyla ilgili Genelkurmayın açıklaması ise çok
gülünç! Gerekçe soğan, patates almaya giden askeri personel!

Ben 30 yıl boyunca TSK'da her kadernede görev yaptım. Le­


vazım görevinin sivil araç, sivil kıyafetle ve plansız bir şekilde 4-5
kişi ile yapıldığını ne duydum ne gördüm. Yani olasılık hesapları­
na göre imkansız bir rastlantı. . . İki aramadan da askerlerin, hem
de denizcilerin çıkması çok anlamlıdır. Ayrıca sıkıyönetim ko­
mutanlığı yetkisini taşıyacak generalin bizzat olay yerine gelmesi
aniaşılmaya değerdir. Polis askere güveniyor, yakalananları mer­
kez komutanlığına teslim ediyor; asker ise polise ve hakime gü­
venmiyor, generalini gönderiyor. Korgeneralin olduğu yerde sav­
cı görevini nasıl yapsın? Bütün bu olanlar, bilgi saklandığı kuşku­
sunu daha da pekiştiriyor.
Sayın Başbuğ, %lenin namusunu kurtarmaya çalışan baba' gibi
çırpındı ama nafile. Bu kılıf, bu minareye uymadı.
ASIMETRIK SAVAŞ

"Ordu yıpranmasın, Türkiye yıpransın"


diyemeyiz
Ordumuz yeni sorulara eski cevapları vermeye devarn edecek
gibi gözüküyor. Yeni sorulara yeni cevaplar verememesinin nedeni
de ideolojik önyargıların varlığıdır. TSK'daki ideolojik önyargılar
maalesef Türkiye'yi geri bırakıyor. Çünkü bu önyargılar sosyal
zekayı çalışamaz hale getirir, akıl gözünü kör eder, karanlık alan­
lar oluşturur, yanlış karar ve tercihlere neden olur. Sonuçta kişiyi
geri bırakır. Aile şirketlerinde şirketi kuran birinci kuşak tutucu
olduğunda, şirket kendini güneelleyemez ve uzun ömürlü olamaz.
Bu durum ideolojiler için de geçerlidir.
Önyargılar eğitim sistemi .veya korku etkisi ile otomatikleşir.
Önyargıların korkunun erkisiyle gerçekleştiğiyle ilgili, ABD'de
uzun süre yaşamış felsefe profesörü bir dosturnun yaşadığı canlı
bir örneği sizlerle paylaşayım:
Hocamız abiası ile pazara gidiyor. Abiası limon alırken kibar­
ca indirim istiyor. Pazarcı çocuk "Olmaz abla'' diyor. Abla ısrar
ediyor, çocuk olmaziara devam ediyor. Sonra, abla sert ve karar­
lı bir ifadeyle "çabuk bana, bunu bu fiyata ver" diyor. O direnen
çocuk birdenbire "Peki abla'' diyor. Bu olayda çocuk, otorite fıgü­
rüne karşı otomatik olarak şartlanmış olarak 'Ser.t olan emidere
iraat etmek zorundayım" önyargısı ile evet cevabı vermiş oluyor. .

TSK'nın bazı otomatik önyargıları


1- Eğer bir din, bir düşünce, içinde yanlışlıklar barındınyorsa
taraftarı azalır, sadece kültür olarak kalır ya da kısmen devam edip
marjinalleşir. Atatürk'ü de Hazret-i Atatürk olarak görmek, onunla
ilgili tanrısal alanlar oluşturmak gerçek Atatürk'ü değil, hipote­
tik (muhayyel) bir Atatürk'ü sevme sonucunu doğurur. "Benim
manevi mirasım akıl ve bilimdir" diyen Atatürk'e bu dogmatik
bağlılık devam ederse kurucu liderimize olan sevgi ve bağlılık,
NEVZAT TARHAN

zamanla azalır ve marjinalleşir ve böylece Kemalistler korktukları


şeyi kendileri gerçekleştirmiş olurlar.
2- En büyük vatansever biziz, önyargısı. Bu önyargı işgalci ki­
şilik özelliklerini geliştirir. Kimseye güvenmeme durumunu ve
her şeyi kontrol etme biçiminde aşuı sorumluluk duygusunu or­
taya çıkarır. Harp Okullarında öğrencilerin "Siz olmazsanız vatan
gider" şeklinde şartiandıniması da bu kapsamda düşünülmelidir
Özel ve gizli alanlar kutsallaştırılır. Birilerinin daha vatansever­
ce bir şeyler yapması, birilerinin yaniışiara haklı ve mantıklı ge­
rekçelerle karşı çıkması ezberleri bozar ve kutsallık alanlarını ze­
deler. Eğer bu kişiler duygularında samimi iseler değişrnek zorun­
da olduklarını düşünürler. Samimi değillerse ve çıkarlarını kutsal­
laştırmışlarsa saldırganlaşırlar. Bugün TSK'nin kutsal alanı olan
Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı SeferberlikTetk.ik Kurulu'na
(STK) girilmesi de TSK ideologları arasında şok etkisi yapmıştır.
Bu şok etki iyi niyetli komutanların önyargılarını değiştirmele­
ri için bir fırsattır. Ama çıkarını vatanından daha çok sevenlerin
yeni saldırgan planlar peşinde koşmaları beklenir.
3. Bir diğer önyargı "Benim gibi düşünmeyen tehlikelidir" sap­
lantısıdır. Kendisi gibi düşünmeyeni ve yaşamayanı potansiyel
düşman görme algısı, insanları kategorize ettirir. Dost unsurlar
ve düşman unsurlar ayırımı yaparak bütün enerjisini ve yatırımı­
nı güvenlik ve savunma konularına harcar. Her olayı, ilkel birin­
cil insani savunma alanı olan 'tehdit altında olup olmama' ikile­
mi içinde değerlendirir. 'Tehdit, esas; güven, istisna' algısı silaha
ilgiyi artırır. Yalnızlaşmaya iter. Bütün totaliter yönetimlerin yok
olması da bu özgüven eksikliğinin önyargısı nedeniyle olmuştur.
Bu önyargı nedeniyle, askerlik bilimini iyi bilenlerin değil,
Doğu Perinçek gibi sadık gördükleri kişilerin adamlarının Özel
Kuvvetler Komutanlığı'nda kadrolaşmasına izin verilmiştir. Kendi
personelini fışleyen ÖKK'nın savunulacak bir tarafı kalmamıştır.
ASIMETRIK SAVAŞ

Travmatik yaşantılar, önyargıları değiştirİcİ etkiye sahiptir. Bu


etkinin devam etmesi için açık, net, dürüst ve hukuka uygun ope­
rasyonlar devam etmelidir. Özel Kuvvetler Komutanlığı ideolojik
önyargısı olan insanların kutsal alanı idi. Bu kutsal alana dokunul­
ması onlar için travmatik bir deneyim oluşturdu. Hakimlerimiz ta­
rihi görevler icra ediyorlar. HSYK Başkanı gibi 'İyi çocuk hakimler'
değil, hikmetli hakimler tarihi sorumluk altındalar. Kesinlikle hi­
leye hile ile karşılık verilmemelidir. Çünkü gerçeklerin ortaya çık­
masının hile bozucu etkisi kadar güçlü bir silah yoktur. İyi niyetli
ve güzel gayretli komutanlarımızı istisna tutarak söylüyorum, TSK
yönetiminin Türkiye'ınizi geri bırakmaya hakkı ve haddi yoktur.
Genelkurmay "Ne hale geldik" derken "Bizim sorumluluğumuz
yok mu?" da diyebilmeliydi.

TSK'nin kendi içindeki Özerkliği ve Denetimi


Hiç kimse yanlış teşhis koyduğu bilinen bir doktora hastasını
götürmez. Bunun gibi, hiç kimse de askerlik ve askerlerin ölüm­
lerine sebebiyet veren konularda üst üste kusurlar yapan ve bu
kusurunu itiraf etmeyen, sorunlara çözüm aramayan, olanlardan
dersler çıkarmayan komutanların olduğu bir birliğe çocuğunu
göndermek istemez.

"Kim sızdırdı bulacağız . . . Bunu herkesin anlamasını istiyo­


rum... Herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet
ediyorum." Bu sözler Sayın İlker Başbuğ'a ait. Başbuğ' un geçmişte
yapmış olduğu bu basın toplantısını bir farkındalık analizinden
geçirmemiz gerekiyor.

Birincisi, gazeteciler görevini Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı


yapmıyorlar veya yapamıyorlardı. Şimdi yapmaya başladılar. Bunu
kabul etmekte zorlanıldığı anlaşılıyor.
İkincisi, acı gerçeklerle yüzleşrnek istemeyen bir kimsenin ruh
hali içinde olunciuğu o kadar belli oluyor ki, yüz ifadesi mimik
NEVZAT TARHAN

ve jestler insanları korkutmuyor, şaşırtmıyor sadece sorguiatıyor


ve endişelendiriyor.
Üçüncüsü, Milli Güvenlik Kurulu'nda sivil politikacılara fırça
atmaya alışmış 'asker politikacı' alışkanlığırun basma ve topluma
yöneltilmesi, 'farkındalık eksikliği'nin işaretidir.
Dördüncüsü, sorumluluk duygusu yüksek bir kimsenin kendini
çaresiz hissettiği zamanlardaki bir ruh halinin varlığını görebili­
yoruz. İşler yolunda gitmezse öfkelenir, kontrolü kaybettiği için
orantısız tepkiler verir ve abartılı davrandığı için de haklı iken
bile haksız duruma düşer.
Beşincisi, bazı maganda erkekler vardır, pek çok yanlışlar yapar;
eve geç gelir, geldiğinde de bağırıp çağırıp herkesi susturur, böylece
evde asayiş herkemal gibi gözükür. Fakat çocuklar babaya derin
ve sessiz bir öfke beslerler, ileri yaşta babaya düşman olurlar. Bu
durumda yanlış bir davraruş varsa bunu kabul etmek yoksa dinleyip
ikna etmeye çalışmak gerekir. Bu da zordur ve olgunluk gerektirir.
Eğer generallerimiz, 'esip gürleyerek' insanları susturacaklarını
ve kontrolü ellerinde tutacaklarını düşünüyorlarsa, bu onların
mesleki körlük içinde olduklarını gösterir. Tehditvari konuşma­
lar, suçlayarak ve insanları değersizleştirerek yapılan açıklamalar
sağduyu zaafı göstergesidir. Bunlar beklenenin aksine amacın
tersini besler ve öfke birikimine neden olur. Bu bağlamda, bu
tarz davranışlar, çocuklarını askere gönderen aileleri rahatlatmak
yerine, onları daha da endişelendirdi. "En büyük kusur, kusu­
runu bilmemektir" sözünden hareketle askerlik çağında çocuğu
olan ailelerin çocuklarını askere göndermemeyi düşünmelerini de
normal kabul etmek gerekiyor.
Bir insanı ikna etmenin yolu, onu kabullenip yönlendirmektir.
Karşımıza alıp düzeltmeye çalışmak yerine, yarumıza alıp rehber
olmaktır. Karşı tarafa önem verdiğinizi, değerli gördüğünüzü
ASIMETRIK SAVAŞ lll

hissertirmek önemlidir. Tabii bunu fikrine güvenenler yapar. Ba­


ğırıp, çağırıp, susturarak kendimizi iyi hissedebiliriz ama sorunil
çözemeyiz. Haklılığına inanan bir insanın da esip gürlemesine
gerek yoktur. Sağlam fikirlerini, haklı gerekçelerini sayar ve varsa
hatasını kabul eder. Böyle bir insan küçülmez aksine saygı uyandırır.
Ayrıca yalnızlaşmaktan kurtulur. Ama çoğu zaman acı gerçekle
yüzleşrnek istemeyen bir kimse, sorunun psikolojik yükünden
ve baskısından kurtulmak için sorunu kendi dışında bir nedene
bağlar ve geçici olarak rahatlar. Fakat kendini aldattığı için orta
ve uzun vadede kaybeder.

Terör konusunda askeri bürokrasinin beceriksizliği o kadar


belirginleşti ki Orgeneral Babaoğlu, insansız uçak alarak anlık is­
tihbaracla sorunun çözüleceğini söyledi. Böylece bu yoksul milletin
milyon dolarları silah tüccarlarına gidecek. Yanlış teşhis, yanlış ve
pahalı tedavi.

Kuşatılmış ruh halindeki kişilerin içlerindeki korku o kadar


llerlerler ki ellerindeki barutu sonuna kadar kullanırlar, kendileri
ile birlikte gemi de batar. Bazılarında farkındalık eksikliği o kadar
belirgin ki arkasına dört kuvvet komutanını alarak kaşı çatık bir
şekilde, 1 2 Eylül 1980'i çağrıştırır tarzda, "En büyük biziz, biz
nirvanaya ermişiz, bizi eleştirenin canına okuruz" şeklinde bir
beden dili oluşturulmaya çalışılıyor. Tabii toplum yerse . . 1 2
.

Eylül'de yemişti, ancak halen hazımsızlık sürüyor, darbe huku­


kunun sancıları bitmiyor.

Problemin çözümünü ve açıklığa kavuşmasını göz ardı ederek


olayın kamuoyuna nasıl sızdırıldığının üzerinde durmak, hiç dürüst
bir davranış değil. Artık siyasetçilerimiz de gözlerini dört açsınlar.
Türkiye'yi çağdaş hukuka kavuştursunlar. Gemiyi batıracak öfkeli
general istemiyoruz.
m NEVZAT TARHAN

TSK'YI H U KUKEN SORGULAMA


TSK'nın toplumda diplere vuran güvenini geri kazanmak için
kendilerini gözden geçirenler, bunu yaparak amaçlarına ulaşabilirler.
Fakat sorulara kaçamak cevaplar verdikçe, göstermelik eleştiriler
yapıldıkça bu güven oluşmayacaktır. Yıllardır "TSK, arşivlerini
yargıya açmalıdır" deniyordu. İsterneyerek bir hakime izin verildi
o da yiğit çıktı. Ancak bilgi saklanmasını gerektirecek taktikleri
bu hakimimiz aşamaz. Özel Kuvvetler Komutanlığı Seferberlik
Tetkik Kurulu (STK) incelemesinden ne çıkacağı çok merak edi­
liyor. Bence STK'yı araştıran hakim, yanına eski bir özel harpçi,
bir emekli subay bilirkişi almalıdır. Yoksa gerçek bilgiye ulaşamaz.
Şu sorunun cevabını merak ediyorum: " 1 2 Eylül öncesi, 28 Şu­
bat öncesi Seferberlik Tetkik Kurulu'ndaki subaylar ne yapıyorlar­
dı, köfte ekmek mi yiyorlardı?" STK subayları seçme, özel yetiş­
tiritmiş subaylardır ve son 1 O yılda kadro tamamen yenilenıniş­
tir. Genellikle kurmaylar sınıfsubaylarından kendilerini üstün ve
özel gördükleri gibi ÖKK subayları kendilerini daha da özel gö­
rürler. Bir kurmay ÖKK kökenli olmayan komutanı bloke etmek
isterse onu imzaya boğar, sabırla bekler ve istediği sonucu alıncaya
kadar sehat eder. Seferberlik Bölge Komutanlığı'nda inceleme ya­
pan hakimin aynı durumu yaşadığını tahmin etmek zor değil. Ya­
nında psikolojik savaş eğitimi almış bir subay ve bir sürü tutanak,
bürokrasi ile incelemenin kuşa dönme ihtimali yüksek gözüküyor.
Ruhat Mengi'nin sunduğu bir televizyon programında, E. Kor­
general Hasan Kundakçı, önemli şeyler söylemişti: "O hakim
(ÖKK komutanlığını inceleyen hakimi kastederek ) asteğmenli­
ğini iyi yapmamış... Sorun güvensizlik. .. Darbe silahlı olur... TSK
böyle bir darbe yapmaz... TSK suikast yapmaz." Hasan Kundakçı,
1993-1995 yılları arasında Güneydoğu'da Asayiş Bölge Komutanı
idi. Faili meçhuller onun sorumluluk alanında gerçekleşti. 1 984'te
terör ilk başladığında SiirtTugay komutanı olarak o göreve atandı.
ASIMETRIK SAVAŞ m

Terörü en iyi bilen komutanlardandı." Kundakçı'nın ifadelerinden


öğrendiğimiz bir şey vardı: "O dönemde aileler, ölen PKK'lıların
cenazesini alınıyordu yani halk şimdiki kadar terörü desteklemi­
yordu." Bu ifadeyi, terörle mücadelede psikolojik savaşın yan­
lış yapıldığı ve halkın desteğinin kazanılamadığının itirafı olarak
kabul ettik. Sayın Kundakçı, ı 00 merrnilik tamburalı silahı ile
meşhur olmuş, silahtan başka çözüm bilmeyen klasik asker tipi­
dir. Yani o, Maslaw'un "Elinde tek aleti çekiç olan bütün sorun­
ları çivi olarak görür" şeklinde tarif ettiği tipolojide bir subaydır.
Burada birinci yanlış, o hakime asteğmen psikolojisi ile bak­
mak. Tıpkı milletvekilierini asteğmen, TBMM'yi yedek subay ta­
buru görmek gibi . . . Hiç değişmemiş ı 960'ların kurmay zihniyeti.
"Sen nasıl askerlik konularının üstadı isen, o hakim de mesle­
ğinin üstadı olarak görevini yapıyor. O hakimi sivil diyerek kü­
çük görmeye hiç hakkınız yok, sayın general" diyemedi hiç bir
konuşmacı.
İkinci yanlış, darbenin 'Hükümet Darbesi' anlamına geldiğini
görememektir. Her askeri müdahale darbedir. Silahlı organize gü­
cün sözlü muhtırası bile darbe demektir. Örneğin; 28 Şubat, 4 ay
sonra hükümeti değiştirdi. Cumhurbaşkanı Demirel, Çankaya'ya
milletvekilierini tek tek çağırtarak generallerce brife ettirdi ve hü­
kümeti devirdi. Ve hiçbir konuşmacı, "nasıl darbe diyemezsiniz?"
diyemedi.
Üçüncü yanlış, Sayın Kundakçı'nın asker-sivil ilişkilerinde
ve hukukta askere güvenilmemesini anlayamadığını söylemesi­
dir. Sayın generale hiçbir konuşmacı, "Güven kaybında askerin
sorumluluğu yok mu? Güven kaybı, son olayların sebebi ama
TSK'nın yönetim hatalarının da sonucudur. Toplumun büyük
kesimini düşman ve karşı taraf gören zihniyetin bedelini ödüyor­
sunuz" diyemedi.
NEVZAT TARHAN

Dördüncü yanlış, "TSK suikast muikast yapmaz" sözüdür. Keş­


ke İbrahim Çifçi'ye, kontrgerülayı sorgulayan savcı Doğan Özü
öldürten ve sonra idamdan kurtaran odak ve kurum kimdi, so­
rusu sorulsaydı. Burada darbed damarın gizli kadrolaşması var,
bir yeniçerileşme var. Makul şüpheyi görmemezlikten gelemezler.
12 Eylül öncesi, 28 Şubat öncesi Seferberlik Tetkik Kurulu' ndaki
subaylar ne yapıyorlardı? Basma servis edilen propaganda malze­
melerinin kaynağının STK kurmayları olduğunu bilmeyen kal­
madı. 1 992'de "Kürt tealitesini tanıyoruz" diyen Milli Güven­
lik Kurulu'nu onaylamayan, 2009'da demokratik açılımı öneren
MGK'yı onaylamayan derin odaklann, STK'da ideoloji ve pro­
paganda ürettiğini görmeyen akla yazıklar olsun, demek gerekir.
Sivile tepeden bakan, çocuk muamelesi yapan general tipine de
gülüp geçmeliyiz artık.

TSK'NIN YlPRANMA SÖYLEMi


Bazı generallerin ve askeri savcıların 'Devekuşu Sendromu' ile
hareket ettiklerini görüyoruz. Bilindiği gibi devekuşu avcıyı görür
ama uçamaz. Korkusundan başını kuma sokar. Ama koca gövdesi
dışarıdadır. Avcı er geç onu görür.
1 2 Ağustos 1995'te öldürülen Mardin Jandarma Alay Komu­
tanı Jandarma Albay Rıdvan Özden'in ölümünün sır perdesinin
açılması ilginç bağlantıları aydınlarmaya başladı. Sayın Orgeneral
Doğan Güreş'in kahvesine zehir katılarak yapılan başarısız suikast
girişimi, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral EşrefBitlis'in esra­
rengiz uçak kazası ile ölümü, Tuğgeneral Bahriyar Aydın'ın bir er
tarafından öldürülmesi ve onu öldüren erin anında öldürülmesi
olayları birbiri ile çok bağlantılı. Bu kişiler, "İllegal örgütlenmeye
karşı olan_, uyuşturucu ve kaçakçılıkla terör olayları arasındaki bağ­
lantıların üzerine giden, olayların çözülmesini isteyen, insanların
dağa çıkmaması için uğraşan, vatandaşla yakıniaşıp onları ikna
ASIMETRIK SAVAŞ
m
etmeye çalışan, halkla devleti kaynaştırmak için ısrarla uğraşan"
komutanlarımızdır.
Albay Rıdvan Özden'in eşi Tomris Özden, Yüksekova çetesi­
ni ortaya çıkaran Jandarma astsubayı Hüseyin Oğuz ve Ergene­
kon davasındaki bazı gizli tanık ifadeleri gerçekleri ortaya çıkar­
maya başladı.
Devletin içindeki kirli işlerle uğraşan üniformalı ç �te mensup­
ları ile ilgili operasyonlar hep 'Devlet zarar görür, TSK yıpranır'
diye örtbas edildi. Kangren olmuş bir uzvu, yufka yürekli davra­
nıp kesip atmazsanız bütün vücudu kaybedersiniz. Bugün aynı
durum Türk Silahlı Kuvvetleri için geçerlidir. Ancak Ergenekon
davası için palavra diyenierin gittikçe azaldığını görmek mürrıkün.
Devletin içinde vatanseverlik retoriği arkasında malı götüren,
aslında şahsi menfaati için çalışan bu tipierin üzerine gitmenin
tam zamanı. Bunun için cesur askeri savcılarımızın olduğurıu bili­
yorum. Gerçek vatansever ve gerçek milliyetçi generaller mutlaka
emir komuta zinciri içerisinde inisiyatifi ellerine almalılar. Eğer
alamazlarsa bildiklerini anlatmalıdırlar. Milli istihbarat Teşki­
latımız bunu başardı. MiT gibi, Milliyetçi Hareket Partisi de
Ergenekon davasındasağlam ve akıllı bir duruş gösterdi. TSK'nın
zayıfbir irade göstermesi, ileride büyük bir yıkıma neden olabilir.
Bu nedenle vaktinde hareket edilmelidir.
Ebu Süfyan kimmiş, Yeşil kimmiş, şüpheli trafik kazalarının
arkasında hangi güçler varmış, darbe senaryolarını kimler oluş­
turmuş, Tuncay Güney denilen uzaylı adamın arkasında kim var­
mış? Devletin kendi çaresizliği için göz yumduğu mafyöz oluşum­
lar nelermiş? Tüm bu soruların cevapları er geç ortaya çıkacak.

Korku oluşturmak, yeterli korku yoksa bu korkuları provo­


kasyonlarla meydana getirip toplumu ve siyaseti esir almak artık
mümkün değil. Şu anda kirli işleri örtbas etmek, gerçekte en çok
m NEVZAT TARHAN

TSK'yı yıpratır ve devlete zarar verir. Başını yastığa koyup rahat


uyumak isteyen vatansever askeri savcılar ve generaller lütfen
namuslu ve cesursanız artıkbir şeyler yapınız. Alevi açılımı, çarşaf
açılımından sonra, yeni terör açılımını bekleme hakkımız oldu.
Açılım yapabilmek gelişim düzeyi ile yakından ilgilidir. Yenilen­
me, reform ve transformasyonları vizyonu olan fikir emekçileri
yapabiliyorlar.

ASKERi STATÜ KOVA SiViL TEPKi


Cesur insanlar kötülük virüsünü yok eden parızehire sahip­
tirler. Eğer kötülük rnikrobu sığinacak vicdan bularnazsa yavaş
yavaş yok olur.
Genelkurmay Başkanlığı'nın halen darbeciliği bir suç olarak
görmemesi iki sebepten kaynaklanabilir. Ya iyi niyetliler ama re­
alite körlüğü içerisindeler yahut suçluluk psikolojisi ile konuların
konuşulmasını istemiyorlar. Bilindiği gibi suç işleyen birisi hata­
sını kabul edip özür dilernezse sağlıklı olmayan çeşitli davranışlar
sergiler. Sorunun nedenini kendisi dışında bir sebebe bağlayabilir.
Ses tonunu yükselterek karşı tarafı susturup kusuru örtbas edebilir.
Darbecilik insanlık suçudur, toplumu geri bırakan bir virüs­
tür. İnsanlık suçudur çünkü temel insan haklarını ortadan kaldı­
rır. Darbeler yaşama, özgür düşünme, özgür ifade, seyahat, adil
yargılanma hakkı gibi insani hakları ortadan kaldırır. Temel insa­
ni haklar kimse tarafindan verilmemiştir, tabiidir. Tıpkı kaşımız,
cildirniz, gözümüz gibi fıtri özelliklerirnizdir. Alınamaz, devredi­
lemez, el konul�az . . . El koymaya çalışan insanlık suçu işlemiş
olur, devreden de insanlığını devretmiş olur.
Darbecilik anayasal bir suçtur. İrticayı, laikliği tehdit eden suç
olarak görenlerin darbeciliği de demokrasiyi tehdit eden bir suç
olarak görmeleri gerekir. Tabii özleri ve sözleri bir ise . . . Darbeci­
lik gericiliktir, Ortaçağ yöntemi olan kendi fikrini zorla kabul et-
ASIMETRIK SAVAŞ
m
tirme, farklı fikirlere tahammül edememe, eleştiriye kapalı olma
gibi totaliter ve otoriter mutlakiyetçiliktir.
Kendi fikrine güvenen insan totaliter ve otoriter olmaz, diya­
loga açıktır. İçinde öneri olan eleştiriyi yardım olarak kabul eder.
Anlamaya çalışır. Benimsemezse bile 250 yıl önce Voltaire'in de­
diği gibi "Senin düşüncelerine katılınıyorum ama senin düşünce­
lerini ifade edebilmen için sonuna kadar yanında olacağım" der.
Gerçekleri örtbas etmeye çalışan, bize hata yaptırmak isteyen
kişilik parçamız ise Tolstoy'un deyimiyle 'İçimizdeki şeytan'dır. AK
Parti' nin AP veya ANAP' a benzernemesinin ve toplum nezdinde
oylarını arttırmasının sırrı burada demek ki. AK Parti kendisine
emanet edilen değerlere sahip çıktı, seçmenini satmadı, doğrular
adına güç odaklarına ve zalimliğe hayır diyebildi.
Güneydoğu'da kuyularda ortaya çıkan insan kemikleri ve do­
muz bağı parçaları, cephanelikler, darbe şernaları ve suç örgütü
Ergenekon davasının başlaması ile azalan terör ve şiddet olayla­
rı Silahlı kuvvetlerimizin arınmaya ve yıkanmaya ihtiyacı oldu­
ğunu gösteriyor.
Vatanseverlik retoriği arkasında siyaset yapanlara dürüst olma­
larını söylemek, sadece birkaç siyasetçinin (bunu yakın zamana
kadar bir tek Bülent Annç gerçekleştirebildi) değil herkesin so­
rumluluğudur. Toplum vicdanını doğru temsil edenleri, bu millet
unutmamıştır ve unutmayacaktir. TSK'nın kurumsal kimliğini
yıpratan siyasetle ilgilenen generaliere sınırlarını ve asli görevlerini
hatırlattığı için de Sayın Arınç gibi siyasetçilere teşekkür etmek
gerekiyor.

TSK'DA MAHALLE BASKISI


TSK'daki, daha doğrusu emekli subaylardaki mahalle baskısı,
Şerif Mardin'i bile şaşırtacak şiddet ve yoğunluktadır.
NEVZAT TARHAN

Emekli Orgeneral Sayın Hilmi Özkök' ün emekli olduktan


sonraki basına yansıyan ilk ziyareti Menemen Olayı'nın aktör­
lerinden Kubilay törenlerine gitmekti. Eğer o töreniere gitmezse
ESUD yani Emekli Subaylar Derneği onu dışlayacaktı. Eğer böyle
yapmasaydı, Harp Akademileri'nden komutanım dediği emekli
generaller telefon baskısı ile onu bezdirecekti. Emekli azınlığa
mesaj vermeyi tercih etti, hareket serbestisi kazandı.
Daha çok demokrasi isteyenleri içimizdeki düşman ilan ederken
''Aslında mücadele iyiler-kötüler mücadelesi değildir, asıl mücade­
le kardeşlerin iktidar mücadelesidir, tıpkı Timur'la Yıldırım Beya­
zıt veya Yavuz Selim'le, Şah İsmail gibi" diyebilir mi? Diyemez...
"Ulus devletler demokrasi adına dağılmaya, insan hakları adı­
na da bölünmeye mahkum edilrnektedirler" demek yerine, "Biz
imparatorluk geleneğinden geliyoruz; en zayıf zamanımızcia bizi
bölemediler ve dağıtamadılar, eğer birbirimizin kusurları ile değil
iyi tarafları ile ilgilenirsek, halkla devlet bütünleşirse kimse bizi
parçalayamaz" diyebilir mi? Diyemez...
"Ergenekon bağlamında yazılan ve söylenenler Jandarma gü­
cünün moralini bozmuştur" demek yerine, "içimizdeki bazı su­
bay ve astsubayların suç örgütlerine karışmış olması bizi çok üzdü,
halkımızın içi rahat olsun, artık bu tarz yapılanmalara ve sızına­
lara izin vermeyeceğii' diyebilir mi? Diyemez...
"Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ulusun denetimi dışında bir dene­
time ihtiyacı yoktur" demek yerine, "Bütün modern ordular na­
sıl kendilerini denetime açıyorlarsa biz de açabiliriz, çünkü bizim
hesap veremeyecek bir işimiz yoktur, denetime açık olmak özgü­
ven işaretidir o da bizim hasletimizdir" diyebilir mi? Diyemez...
"Din istismar edilmemelidir" derken "Aynı zamanda; Atatürk,
cumhuriyet ve demokrasi de istismar edilmemelidir" diyebilir
mi? Diyemez...
ASIMETRIK SAVAŞ

"Laiklik konusunda toplumun bir kesiminde oluşan dini dü­


şüncenin yaşam tarzına yoğun olarak yansıması endişesini hükü­
met ciddiye almalıdır" derken "Çocuğuna dini eğitim vermek is­
teyen anne ve babaları anlıyoruz, hem dindar hem cumhuriyetçi
olanlara saygı duyuyoruz, bir insan hem dindar hem de laik ola­
bilir, bunu çağdaş buluyoruz, herkesin kendini iyi hissettiği bir
düzen hayal ediyoruz, toplumun her kesiminin endişelerini gide­
recek formüller bulmalıyız" diyebilir mi? Diyemez...

'Cemaat sermayesi'nden söz ederken "Büyük kulüp cemaati


sermayesi, ESUD cemaati ve OYAK sermayesi güçleniyor ve eko­
nomiyi yönlendiriyor ama biz siyasete karışmayan ibadet grupla­
rını,_ felsefe cemaatlerini ve kulüpleri tehlike olarak görmüyoruz"
diyebilir mi? Diyemez...

"AB 'ye tam üyelik Atatürk' ün hedefidir" derken AB Atatürkçü­


lüğün Sonudur kitabını yazan bir emekli Korgeneralin kitabının
Silahlı kuvvetler mensuplarına bedava dağıtılması yanlıştı" diye­
bilir mi? Diyemez...

Daha fazla uzatmaya gerek yok. Türk Silahlı Kuvvetleri per­


sonelinin içerisinde bir oylama yapılsa büyük çoğurıluğun benim
gibi düşündüğünü biliyorum ama azgın azınlığın mahalle baskısı,
TSK'nın içinde de çok etkili.

ASKERiN DAVRANlŞ DiLi


Askerlerin 'davranış dili' ile konuşması olağan hale geldi. O hal­
de bu dili okumaya çalışalım. İlginç rastlantıları görmek gerekiyor.

Birincisi, Tuncay Güney esrarengiz bir kimlik olarak ortaya çı­


kıp veya çıkarılıp konuşturuldu.

İkincisi, 6-7 Eylül 1955 olaylarını ekrana taşıyan 'Güz Sancı­


sı' filmi vizyona girebildi.
m NEVZAT TARHAN

Üçüncüsü, 'Terörle Mücadele' adı altında JİTEM'in yaptığı id­


dia edilen faili meçhul cinayetler ile ilgili ciddi itiraflar ve itiraf­
çı Algan'ın "Bize C4'leri Amerikalı Vietnam Gazisi verdi" itirafı.
Dördüncüsü, Ergenekon davasında sanıkların konuşmaya baş­
laması. Bir numaranın Encümen-i Daniş kurulundan olduğu tah­
min ediliyor.
Beşincisi, belki en önemlisi "Mevzubahis vatansa gerisi tefer­
ruat" ideolojisi ile yetiştirilmiş subay veya astsubayların ruh hali
ve kullanılmışlık duyguları doruk yaptı.
Altıncısı, İstanbul Başsavcılığı'na terör savcısı olmayan kıdem­
li savcıların verilmesi kulis faaliyetidir.
Yedincisi, darbeciliği doğal ve gerektiğinde rahatça uygulana­
cak bir yöntem olarak telkin eden komutanların Albay Kırcanın
cenazesine sadece gitmekle yerinmeleri ve başka bir şey yapma­
maları yeni bir 'Muğlalı Sendromu" olgusunu hatırlattı.
Aslında şu anda Encümen-i Daniş üyelerinin ne gibi başka
kulisler içerisinde olduklarını bilmek çok gerek,lidir. ABD Büyü­
kelçisi ile konuşuldu mu, görev sürecinde ABD'ye hiç gitmemiş
olan tek komutan Sayın Kıvrıkoğlu ABD'ye gidecek mi? Bunlar
merak edilen sorulardır.
İlginç bir çelişki de polisin görev esnasında işlediği şiddet suç­
larına aşırı duyarlı olan ve bunları maksimize eden medya organ­
larının JİTEM'in ayyuka çıkan olaylarını minimize etmeye ça­
lışmasıdır.
1 2 Eylül darbesinden sonra aynı gün aklımda kalan ve içimi
çok acıtan bir görüntü; o tarihte resmi elbiseli konsey üyelerinin
önünde tebrik kuyruğuna girmiş Yüksek Yargıçların duruşu idi.
1 2 Eylül'de toplum Komünizm tehlikesi ile korkutulmuştu, bu
nedenle toplum darbeye sessiz bir onay vermişti. Ancak şu anda
toplumda böyle bir onay olmadığı gibi 'Genç Subaylar' komu­
tanlara öfkeliler.
ASIMETRIK SAVAŞ m

"Teröristi konuştur da nasıl konuşturursan konuştur" diyen,


sonra terörist öldüğünde bunu doğal karşılayan komutanların şu
anda JİTEM'de çalışan subayları sarmış olmaları 'Genç Subayla-·
rı' çok rahatsız ediyor.
Siyasilerin örgütü bilip, hukuk dışı çalışanlara, yani kontrgerilla­
ya "Biz hukuk içinde çalışacağız" demeleri suça sessiz onay vererek
yaranın bu kadar büyümesine neden olmaları da unutulmamalıdır.
Darbeciliği onayiayan komuta anlayışı ve darbeellik karşısın­
da aciz kalan siyaset anlayışı değişmedikçe darbe tehlikesi vardır.
Bu tehlike var oldukça da darbeciliğe karşı olan komutanlar nö­
betçilerini artırmalıdırlar. Eşref Bitlis, Bahriyar Aydın Paşaların
ruhları şad olsun ama kanları yerde kalmasın.

ASKERiN GELECEK ViZVONU YENiDEN


YAPILANMALI
28 Şubat sonrası, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Hilmi Özkök, "Ben iyi niyederle ne yapıldığını, kimleri gönder­
mekle kimlerin yollarının asfalclandığını gördüm. Evvelki olayları
incelediğim de asker elinin dokunmasının siyasetçiler için ne kadar
'hayırlara vesile' olduğunu öğrendim. Bu nedenle benim tarzım
farklı oldu. Ben ulusun bütün dinamiklerinin harekete geçmesinin
ve yapılacak işin, yapması gerekenler tarafından yapılmasının daha
doğru olacağını değerlendirerek hareket ettim. Demokrasinin
erdemine, onun zor, ama çok güvenli bir yol olduğuna daima
inandım." demişti.
Bu sözler 2008 yılının son günlerinde bir röportajda dile ge­
tirilmişti. O tarihlerde 'irticai ve bölücü faaliyet' gerekçesi ile de­
mokrasi dışına çıkmak isteyenlere karşı büyük mücadelenin öze­
tiydi bu sözler. Her zaman böyle yiğit ve akıllı bir komutana sa­
hip olmayabiliriz. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri'nin vizyonu bu
olmalıdır
NEVZAT TARHAN

Bunun için yapılacak tek şey 'Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne


cuntacılığın iç güvenlik tehdidi olarak girmesidir.

Yasal Dayanak Değişebilir


I-Bakanlar Kurulunun 10.07.2001 Tarih ve 2001 /2717 Sayılı
Katarı ile onaylanan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi,
2-Başbakanlığın 24 Ekim 2001 tarih ve MGKGENSEK:
0500-16�01/ MGSB(OIB) sayılı emri.
Bunlardan da anlaşılacağı üzere 2001 yılından beri 'Kırmızı
Kitap' değişmemiş. Hükümetin değişiklik yapmaya yetkisi vardır
ve bu yetkiyi kullanması tarihi bir sorumluluktur.

Neden Değişmeli?
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) Türk devletinin gizli
belgesidir. Yürütülmesinden İçişleri Bakanlığı sorumludur. Hiç
bir maddesinde Özel Kuvvetler Komutanlığı'na veya Seferberlik
Tetkik Kurulu'na görev, yetki ve sorumluluk verilmemektedir.
Aşağıdaki tanımlamalar incelendiğinde hiçbir yerinde cuntacılık
iç tehdit sayılmamıştır.

h.iç Güvenlik;
Türkiye Cumhuriyeti devleti ve vatandaşlarının güvenliğine
yönelik her türlü tehlike ve suça karşı ülkenin genel emniyet ve
asayişinin sağlanmasıdır.

ı.Yıkıcı Faaliyetler;
Bir milletin birlik ve beraberliğini parçalamak, kurulu düzen
ve yönetime karşı güvensizlik yaratmak, moralini bozmak, mü­
cadele azınini kırmak ve milli gücünü zayıftatmak için gizli/açık,
doğrudan/dolaylı şekilde yürütülen faaliyederdir.
ASIMETRIK SAVAŞ m

j.Bölücü Faaliyetler;
Devleti parçalayarak, kendilerince belirlenmiş bölgelerde, kendi
görüşleri istikametinde devlet kurabilmek amacıyla yürütülen
faaliyetlerdir.

k.irticai Faaliyetler;
Devletin Anayasada belirlenen demokratik, laik, sosyal, hukuki,
siyasi ve iktisadi yapısını ortadan kaldırarak dini esas ve prensipiere
dayanan bir devlet kurma amacını güden faaliyetlerdir:.

ı. Azınlık;
Ülkemizde yaşayan azınlıkların hak ve özgürlükleri Lozan
Andaşması'nda saptanmıştır. Adı geçen antlaşma ile azınlıklar,
temel hak ve hürriyetler ile devlet-vatandaş ilişkisi bakımından
Müslüman halka eşit duruma getirilmiş ve ayrıcalıklı uygulama­
lara son verilmiştir. Bu andaşmasının imzatanmasından sonra
Türkiye, antlaşmadan doğan hakların tamamını metinde açıkça
azınlık olarak ifade edilmeseler de, Ermeni, Rum ve Yahudiler
için uygulamaya koymuştur. Diğer gayrimüslim gruplar ise azınlık
kavramı dışında telakki edilmiştir.

Çıkar Amaçlı Suç Örgütü;


Haksız ekonomik kazanç elde etmek amacıyla kurulmuş ve
bir suç şirketi gibi hareket eden, uluslararası bağlantı kurabilme,
gizlilik, şiddet ve yolsuzluk gibi özelliklere sahip olan örgütlerdir.

m .Yolsuzluk;
Kamu gücünün özel çıkar sağlamak için kötüye kullanılması
veya kamu ve özel kuruluşların karar verme mekanizmalarındaki
yozlaşma ve bozulma ya da yakın ilişkiler kurarak, kendisi ve
yakınları için bu davranıştan bazı avantajlar sağlamaya yöneli k
kasıtlı ve uygunsuz hareket ve faaliyederdir.
NEVZAT TARHAN

n.Kayıtdışı Ekonomi;
Kamu düzenini korumak için getirilen yasalara ve mevzuata
aykırı olarak gerçekleştirilen ve belgeye bağlanmayan hem kayıt
dışı hem de yasadışı ekonomik faaliyetleri ifade etmektedir.

o.Yasadışı Göçmen;
Doğrudan veya dalaylı olarak maddi çıkar elde etmek için
uyrukluğunu taşımadığı veya daimi ikamet sahibi olmadığı bir
devlete yasadışı giren veya bir devlette bulunan kişidir.

p.Karapara;
4208 sayılı yasarun 2/a maddesinde sayılan fiilierin işlenmesi
suretiyle elde edilen para, para yerine geçen her türlü kıymetli
evrak, mal veya gelirlerin veya bir para biriminden diğer bir para
birimine çevrilmesi de dahil, sözü edilen para, evrak, mal veya
gelirlerin birbirine dönüştürülmesinden elde edilen her türlü
maddi menfaat ve değere kara para denir.

r.Karaparaya Öncül Suç;


işlenmesi suretiyle elde edilen para veya para yerine geçen her
türlü kıymetli evrak, mal veya gelirlerin veya bir para biriminden
diğer bir para birimine çevrilmesi de dahil, sözü edilen para, evrak,
mal veya gelirlerin birbirine dönüştürülmesinden elde edilen her
türlü maddi menfaat ve değerlerin kara para olarak kabul edildiği
suçtur.

s. Mülteci;
Avrupa'da meydana gelen olaylar sebebiyle ırkı, dini, milliyeti,
belirli bir toplumsal gruba üyeliği bulunan veya siyasi düşünceleri
nedeniyle takibata uğrayacağından haklı olarak korktuğu için
vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve vatandaşı olduğu
ülkenin himayesinden istifade edemeyen veya korkudan dolayı
ASIMETRIK SAVAŞ

istifade etmek istemeyen ya da uyruğu yoksa ve önceden ikamet


ettiği ülke dışında bulunuyarsa oraya dönmeyen veya korkusundan
dolayı dönmek istemeyen yabancıya denir.

t. Sığınmacı;
lrkı, dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği bulunan
veya siyasi düşünceleri nedeniyle takibata uğrayacağından haklı
olarak korktuğu için vatandaşı olduğu ülke dışında bulunan ve
vatandaşı olduğu ülkenin himayesinden istifade etmeyen veya
korkudan dolayı istifade etmek istemeyen ya da uyruğu yoksa ve
önceden ikamet ettiği ülke dışında bulunuyarsa oraya dönmeyen
veya korkusundan dolayı dönmek istemeyen yabancıya denir.
İç Güvenlik tanımları içinde 'Cuntacılık' başlığı altında bir ta­
nırnlama olmaması büyük eksikliktir.
1 -Böyle bir tanımlama olmaması cuntacılık eğilimi olanlarda
beklenti oluşturmaktadır.
2-Cuntacılılık Türk Ceza Kanunu'nda suçtur. Fakat bu suç
ihtimal dışı olarak öngörüldüğü için iç tehdit değerlendirmesi
kapsamına alınmamıştır.
3-Cuntacılık iç tehdit değerlendirilmesinde yer almadığı için
bazı siyasi partiler kolay yoldan iktidara gelebilmek için TSK' nın
içinde işbirlikçi arayışına girmektedir.
4-Cuntacılık iç tehdit kapsamına alınmadığı için dış odak­
lar Türkiye'de karışıklık çıkarmak için askerleri kullanmak iste­
mektedirler.
5-Aynı biçimde Uluslararası gizli servisler askeri ihaleler yolu
ile TSK'ya sızınayı başarmaktadırlar.
6-27 Mayıs ve akabinde iki askeri kalkışma cuntacılık eylemidir.
Toplam dört başarılı; 27 Mayıs 1960, 1 2 Mart 1971, 1 2 Eylül
1980, 28 Şubat 1997 ile birlikte üç başarısız; 22 Şubat, 2 1 Mayıs
1 96 1 , 27 Nisan 2007 cuntacılık eylemi vardır.
m NEVZAT TARHAN

Sıcak ve yakın cuntacılık eylemlerinden Silahlı Kuvvetlerimizi


kurtarmak ve yanlış beklentilerin önünü kesrnek siyasetçilerio hem
görevi hem sorumluluğu ve hem de yetkisi dahilindedir.

TSK'NIN YAPTIGI NORMAL Mi?


TSK güvenlik politikalarını oluştururken bazı ilkelere dikkat
eder. Olmazsa olmazları vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
İlk olarak yoğun istihbarat bilgisi ile yeterli veriye ve bilgiye
ulaşması gerekir. Proje subayları da elde edilen bu bilgileri toplar,
düzenler ve komutaniarına rapor olarak sunar.
İkinci olarak, stratejik hedef planına uygun 'En iyi harekat
tarzını' belirlemeye yönelik önem ve öncelikler ortaya konur ve
komutana arz edilir.
Üçüncü olarak eylem planı hazırlanır ve komutana arz edilir.
Dördüncü olarak da eylem planı uygularnaya konulur.
Bu dört aşama psikolojik harekat konuları için de aynen geçerli­
dir. Eleştirilmesi gereken bilginin toplanması değil, bilginin doğru
kullanılıp kullanılmadığıdır. Yapılanlar, kendilerine dokunduğunda
ve kendilerini rahatsız ettiğinde ses çıkaran ama bunların olma­
ması halinde hiç ses çıkarmayanları ibretle izliyoruz. Ordumuza
güveniriiliğin yüksek olmasının nedeni yaptıkları yanlış olsa bile,
ilkeli durabilmesindedir. Dürüst ve ilkeli kişiler yanlış yaptığında,
onlara nasıl davranılmalı ki sonuç alınsın? İşte kritik soru budur.
Bir olayda andıçiandı denilen kişilerin isimlerinin geçmesi, o
olayda onların şüpheli veya sakıncalı kişiler olup olmadığını gös­
termez. Ama bu onların konuyla ilgili kişiler olduklarını gösterir.
Kimse fişieniyorum duygusuna kapılıp silahlı kuvvetlerin nor­
mal olarak yapması gerekeni kusur gibi görmemelidir. Gerçek
kusur kusurunu bilmemektir. En büyük sivil kusur da Silahlı
Kuvvetler'den korkup ilkeli davranmamaktır!
ASIMETRIK SAVAŞ
m
Yapman gerekeni yapma, sonra da şikayet et! Bu mudur siyaset?

Silahlı kuvvetiere iç güvenlik sorumluluğunu verdikten sorıra


neden bunu yapıyorsun denilebilir mi?

Silahlı kuvvetiere Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye


Kurulu'na talimat verme yetkisini tanıyıp, sonra bundan şikayet
etmek yerinde olur mu?

Silahlı kuvvetiere vakıfların denetimi ile ilgili görev ver, sonra


da karışınca şikayet et!

Silahlı kuvvetiere kırsalda istihbarat ve güvenlik görevi ver,


sonra da haber toplamaya çıkıyor diye şikayet et!

Silahlı kuvvetiere tapu ile ilgüi işlemlerde görev ver, sonra neden
silahlı kuvvetlerden izin alınıyor diye şikayet et!

Silahlı kuvvetler� ticaret yapma imkarn ver, sonra da iktisadi


işletmeleri var, bankası var diyerek şikayet et!

Silahlı kuvvedere kırmızı kitaplarda özel görevler ver, sonra


da kimsenin bilmediği ve kanunla tanımlanmamış bu gizli işleri
yapıyor diye itirazda bulun!

Harp okullarında demokrasi dersi okutma, sorıra da demokratik


olmayan otoriter yaklaşımlar gösterdiği zaman şikayet et!

Harp okullarında öğrencilere 'Türkiye'de Türk'ten başka ırk


yoktur' öğretisi yaptır, hatta eline yazıp ver, sonra yaptığı uygula­
malarda kültürel dokuyu dikkate almıyor diyerek şikayet et!

Vatandaş olarak orduna gerektiği kadar sahip çıkma, usulüne


uygun "Komutanım neden bizim değerlerirnizle sizin değerleriniz
uyuşmuyor?" ikazında bulunma, sonra da şikayet et!

Silahlı kuvvetlerin 'İç Hizmet Kanunu'na şartlar oluşunca


'koruma ve kollama' adına darbe yapılabilir maddesini koy, sonra
da müdahalelerle demokrasi sekteye uğradığında Türkiye elli yıl
geriye gitti diyerek şikayet et!
NEVZATTARHAN

Cumhurbaşkanlığı köşkünü kuvvet komutanlarının lojman­


larıyla doldur, TBMM'nin çevresini adeta askeri kışlaya çevir,
sonra Türkiye Avrupa'dan bakınca fazla militer görünüyor diyerek
şikayet et!

Anayasayı beş senelik iktidarın boyunca değiştirme, sıkışınca


da sadece kendini kurtaracak bir değişiklik yap!

İktidarın boyunca YÖK kanununu çıkaramayarak işi yüzüne


gözüne bulaştır, sonra yapamayacağını söyle!

Yargıtay'da muhalefet milletvekilleri toplantılar yaptıkça bu­


nunla ilgili bir girişimde bulunma, sonra da sadece ekonomik
başarın ile övün!

Millet sana büyük çoğunlukla tek parti iktidarı versin, sen yasa­
ma gücünü ve varlık sebebini (raison d'etre) kullanmayı başaramal
Silahlı Kuvvetler için "Türkiye'nin %51 oranında sahibi olduğu
zannediliyor" diye konuş, sonra TBMM' nin gücünü artırmak için
hiçbir çalışma yapma! Bu mudur vatan sevgisi?

Sessizlik darbe işareti mi?


Korku ikiyüzlülüğün bir türüdür. Yetkiyi elinde bulunduranla­
rın yapması gerekenleri yapmaması en büyük etik ihlaldir. Ordu
darbe yapmayacak! Artık gizli odaklar yargı gücü ile kontrolü
sağlamaya çalışıyorlar, orduyu kullanamıyorlar ve ordu da kendi­
ni kullandırtmıyor. Siyasi iktidarın da yasama gücü ile iktidarını
pekiştİrmesi gerekir.

Bir kuvvet komutanının Anayasa Mahkemesi üyelerine "367'yi


çıkarmazsaniZ darbe yapacağız" dediğinden bahsedildi. Bu doğru
da olabilir. Anavatan ve Demokrat Parti grupları bu darbe ihti­
malini kesin gördükleri için 27 Nisan'da sustular. Sayın Süleyman
Demirel de zamanında hep darbe korkusu ve "Milli Müdafaa
Cadde'sinin öbür tarafı" korkusu ile yapması gerekenleri yapmadı.
ASIMETRIK SAVAŞ m

Komutanlar sorumluluk duygularının etkisi ile her şeyi söyleye­


bilirler. Bizim onurlu yargıçlara, onurlu politikacılara ihtiyacımız
var. Yanlış düşünüyorsun paşam 'sosyolojik dinamikler' sorunları
konuşarak çözmemizi gerektiriyor denilebilmelidir.
"Darbe istemiyoruz" diyemeyenler onurlu ve şerefli olarak ara­
mızda dalaşmamalıdır artık! Karanlıktan şikayet etmek yerine
murn yakmak çok mu zor? Anayasa Mahkemesi'nin sekiz üyesi­
nin yerine, sekiz tane Baykal'ın oturduğunu varsayıp hesap ona
göre yapılmalıdır. Çünkü en kötüye göre hazırlık yapıp en iyiyi
beklemek birçok oyunu bozar.

TSK'NIN REFORM iHTiYACI VE


MASUMiYET KARiNESi
Analarımızın bir sözü vardır "Yaşa ki göresin evladım" şeklin­
de . . . Biz de yaşadıkça görüyoruz. Hoyrat, bencil ve merhametsiz
güvenlik birimlerinin yaptıkları yanlarına kar kalmamaya başladı.
Gandhi' nin 'sabır ve bilgelik' olarak özedenecek yöntemi ile aktif
sabır içinde haklarını arayanlar, meyvelerini toplamaya başladılar.
Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklaması 'Masumiyet karinesi ve
adil yargılama hakkı'nın zedelenmesinden rahatsız olunduğunu
gösteriyor. Aslında gözaltına alınma ve kovuşturma uygulamaları
yeni değil.
TSK'dan sorgusuz, sualsiz olarak ve savunma hakkı verilmeden
ihraç edilen, bir sabah, sarı bir zarfla karşılaşıp elinden ekmeği alı­
rup sokak ortasında bırakılan ve belediyelerde bile çalışmasına izin
verilmeyen 1550 civarında subay ve astsubay, "Benin masumiyet
karinem ne olacak?" diye soruyorlar.
Senelerdir köyünde, evinde hayvanları ile ilgilenen Doğulu
vatandaş kapısını çalan, postalları ile eve giren jandarmaya, "Benim
masumiyet karinem ne olacak? diye soruyor.
m NEVZAT TARHAN

Faili meçhul ile bir yakınını kaybetmiş, kitap okuduğu için


hapse atılmış, düşünce suçundan yargılanan, terörle mücadele
adı altında itilip kakılan Anadolu çocukları, "Benim masumiyet
karinem ne olacak? diye soruyor.
Askeri bürokrasi de ilk defa kendilerine dakunulduğunu görün­
ce hukuku hatırladı. Daha önce "Emir demiri keser, hukuk neymiş,
ben yaparım onlar haklarını arasınlar, devletin yüce menfaati için
hukuk rafa kaldırılabilir" gibi sözler TSK'da görev yapanların
duydukları sıradan sözlerdi.

Aliya İzzetbegoviç savaşırken "Düşmanlara borcumuz var, o


da adil olmaktır" demişti ve dünyayı dize getirmişti. "Dostlarıma
her şeyimi, düşmanlarıma sadece hukuku veririm" diye özedene­
cek savaş hukukunu bile varandaşına layık görmeyen askeri bü­
rokrasinin iç muhasebeye ve yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardır.

28 Şubat hukuksuzluğunu başlatan emekli Genelkurmay Baş­


kanımız İsmail Hakkı Karadayı, "TSK'yı bölmek isteyenler var"
diyor. Doğrudur TSK gibi güçlü bir ordudan rahatsız olanlar ol­
muştur ve olacaktır. Fakat Sayın Karadayı, "Akıllı komutan düş­
manını artırmaz" sözünü bilmiyor mu?

'Yansıtma yasası' adında bir psikoloji yasası v.ardır. Bu yasa­


ya dikkat etmezsen, dostunu düşmanını karıştırman mümkün­
dür. Kendi içindeki temelsiz korkular nedeniyle tehdit algılama­
nı değiştirirsin. Zarar ve kötülük görme duygularını dışarı yansı­
tarak şu kişiler benim düşmanırn olabilir, dersin. Mesela İslamo­
fobin varsa İslami her türlü sembolü tehdit olarak algılarsın ve
düşman olarak ilan edersin. Kendi halinde siyasi talebi olmayan
dindar insanlara hukuksuzluk yapmaya başlarsın. Onlar da hak­
larını savununca "Bölücülük yapıyorlar" dersin. Çevrenden bazı
kişilerin hukukunu hiçe sayarsan sonra o kişiler haklarını aradı­
ğında "Bak işte bunlar itaat etmiyorlar, kamu düzenini bozuyor­
lar" diye düşünürsen kendini aldatırsın.
ASIMETRIK SAVAŞ m

Eğer komutan, TSK'ya toplumun güvenini ve sevgisini azai­


tacak hukuksuz uygulamalar yaptırırsa bölücüleri beslemiş olur.
Düşmanını artırarak TSK'yı gittikçe yalnızlaştırır, bölüneceğiz
korkusu mantıklı gerekçelere dayanınazsa geçici olarak insanlar
buna inanır ve gerçek ortaya çıktıkça komutana güven zayıflar.
Sayın Karadayı, Genelkurmay Başkanlığı döneminde aske­
ri birliklerde mescit kapatması ve dindar personeli fişietmesi ile
ünlendi. Toplumun içini acıttı. Dini siyasete alet edenlerle mü­
cadele edeceğim derken, dinle mücadele yolunu seçti. Bütün ya­
pılanları unutup kendi sebep olduğu askeri bürokrasiye olan tep­
kiyi, bölücülük olarak algılaması olaylardan hiç sonuç çıkarma­
dığını gösteriyor.
Akıllı kişi hatayı görüp kabul etme erdemini gösterir. Zaten
toplumun tek istediği adam yerine koyulmak, değer verilmek ve
değerlerine saygı duyulduğunu görmektir.

Jandarmanın hali perişan


Eski yöntemlerle çalışan, toplumu fışleyen, masumiyet karine­
sini ucu kendisine dokununca hatırlayan, darbecilerin çöreklendiği
bir Jandarma teşkilatı yüz kızartıcı durumda. Jandarma teşkilatı
mutlaka çağdaş hale sokulmalıdır. İç Güvenlik Komutanlığı haline
getirilip İçişleri Bakanlığı'na bağlanması doğru olabilir. İnsan hak­
ları derslerinin ve hukuk bilgisinin verildiği, halkı küçük görmeyen
subay kadroları oluşturulmalıdır.
Ortadoğu kaynayan kazan durumunda; her an, her türlü sa­
vaş çıkabilir. TSK'nın asıl görevi bu konularla ilgili etütler yap­
mak, güvenlik projeleri üretmek, plan tatbikadarı geliştirmektir.
Geleceğin savaşı olacak elektromanyetik savaş konusunda çalış­
malar yapmaktır. Fosfor bombalarına karşı çözüm aramaktır. Şu
an İsrail'in ve ABD'nin bizim için tehdit oluşturma potansiyeli­
ni değerlendirmektir. Asıl görevini yapmaya engel olan siyasete
• NEVZAT TARHAN

sürekli müdahale etmemek, Jandarmayı darbe planları içinde tu­


tanlara sessiz kalmamak, askeri istihbarat arşivini açıp çete soruş­
turmalarını başlatmak, görevini ihmal etmeyip kötüye kullanma­
maktır. Ancak bu görevleri yerine getirmek konusunda TSK'nın
rolü tartışmalıdır.

Toplum, "Ne olacak TSK'nın hali?" derse ne yapacağız?


Sayın Demirel "Bir tane TSK'mız var dikkat edelim" derken,
TSK gemisini yanlış kullanan, yolculara kötü davranan, kendi işini
yapmayıp başka işlerle meşgul olan TSK'nın kaptaniarına mesaj
vermişti. Yaşananlardan doğru dersler almak neden bu kadar zor,
çok merak ediyorum.

GENELKURMAY HUYSUZ iHTiYARA


BENZEMEYE BAŞLADI
'Balyoz Güvenlik Harekatı' planının darbe planı olduğu o kadar
sahici ki ilk günkü acabalardan vazgeçmek daha makul gözüküyor.
Sanki 27 Mayıs veya 1 2 Eylül'ün güneellenmiş hali.

Orijinal nüsha 4 yıllık bekleme süresi sonunda imha edilmiş.


Acaba son dört yılın plan tatbikatları ve harp oyunları savcılara
gösterilebilecek mi bilemiyoruz. Kamu vicdanı tatmin olmazsa
TSK çok zarar görür.

Gerçeklik ilkesine uyan bazı bilgiler


I-Harp oyunlarında gerçek isim olmaz, kırmızı kuvvetler-mavi
kuvvetler çatışması vardır. Ancak sadece harp planına isim ve sicil
gibi noktasal bilgiler girer. Bu harp planı olmadığına göre darbe
planı tanımı en uygun tanımdır.

2-Fişleme için uygulanan Güvenilir-Güvenilmez kriterleri


Yüksek Askeri Şura kararları ile tasfiye edilen, muhtemel darbeye
karşı olabilecek dindar ve demokrat subaylara uygulanan kriteriere
ASIMETRIK SAVAŞ m

uyuyor. Dinci, eşinin başı örtülü, gümüş yüzük takıyor, alaturka


WC kullanıyor, rüşvet yemez, liberal görüşleri var, İmam hatip
mezunu, babası imam gibi . . .
3-Asker plansız iş yapmaz. 12 Eylül 1980'de bir günde anarşinin
bitmesi iyi bir planın sonucuydu. Plandaki iç tehdit ana teması
tahrifada açıklanamayacak kadar belirgin bir şekilde göze çarpıyor.
Basma yansıyan metni inedediğinizde darbe arzusu ve niyeti çok
belirgin anlaşılıyor.
4- Genelkurmayın planla değil nasıl sızdırıldığı ile ilgilenmesi
de tevil yolu ile ikrardır. Suçun dolaylı onaylanması anlamını
çağrıştırır.
S-Psikolojik Savaş gözlüğü ile bakıldığında;
Stratejik hedef Darbe yapmak, savaş ideolojisi, irticai kalkışma
ve Türkiye' nin İran olma ihtimali.
Taktik hedef: İrtica tehlikesine kamuoyunu irıandırmak.
Yöntem: Düşman üretmek için kontrgerillayı çalıştırmak.
Eylem planları ile düşman üretmek amaçlanır. Çarşaf ve sakal
eylem planları ile el-Kaide üzerinden fışlenmiş kişilerin toplanması­
nın sağlanması ve camiierin bombalanması ile de irticai kalkışmaya
inandırıcılığın oluşturulması amaçlanır.
Ayrıca Suga (Denizcilikte halat bağlama anlamına gelir) eylem
planı ile denizlerde gerginlik ve Oraj eylem planı ile havalarda fırtı­
na oluşturmak amaçlanmıştır. 'Orage' Fransızcacia fırtına demektir.
Eylem planında irrızası olan İbrahim Fırtına paşanın soyadının
fransızcası. Ne tesadüf(!) ...
6-Hafızalarımızı yoklayalım. 2003'e Kasım ayında HSBC
bombalandığında tanklar Boğaz Köprüsünü EMASYA gerekçesi
ile kapatmıştı. Sessizce valilik özrü ile geri dönülmüştü.
Çarşaf eylem planı kapsamında HSBC, Sinagog ve İngiliz
Konsolosluğunun bombalanması akla yakın duruyor. Demek ki
kader cuntacıların kafasını çarşafa dolandırmış.
NEVZAT TARHAN

7-2003 Plan Semineri Mart 2003'te yapıldı. Seminerler jenerik


senaryoların yeniden gözden geçirilme ve kurmayiarın akademik
kariyerlerinin gözlernlendiği alanlardır. Bunun için en az altı ay
hazırlık gerekir.
Plan semineri son aşama tarihi ile Irak olaylarının tarihi ör­
tüşüyordu. Aynı tarihlerdeki Orgenerallerin ittifakla 1 Mart Irak
tezkeresi için nötr kalma kararının gerekçesi belirsizdi. Şimdi
cuntacılann ABD ile ortak hareket etmek istememeleri anlaşı­
lıyor. Çünkü iç hesapları varmış. Amerikalılan kızdırınca Irak
Süleymaniye'de Özel Kuvvetler Komutanlığı Askerlerinin başına
çuval geçirilmişti. 2003 Kasım ayı bombalamalarından sonra
muhtemelen hükümet uluslararası destek istedi ve ABD cumacı­
ların kulağını çekti. Aslında önceleri ABD'ye toz kondurmayan
'bizim iyi çocuklar'dı.
ABD'nin Türk Genelkurmayını değil hükümeti muhatap al­
maya başlaması dönüm noktası olmuştu. Demek ki kader aslında
çuvalı cuntacı zihniyetin başına geçirmiş. O tarihlerde darbeyi
önleyen üç etken Orgeneral Hilmi Özkök, Darbecilerin taktik
hatası ile ABD'yi kızdırmaları ve zamanın ruhu faktörleridir.
Genelkurmay Başkanlığı Darbe planlarının konuşulması ile
bilgi kirliliği oluştuğunu ifade etti. Asıl bilgi kirliliği gerçeklerin
ortaya çıkmasını engellemektir. 1 2 Eylül 1980'den bir gün önce
"Bazı duyumlar alıyorum" diyen Cumhurbaşkanı vekili İhsan Sabri
Çağlayangil'e Genelkurmay başkanı Kenan Evren'in "Darbe olacak
olsa önce benim haberim olurdu" demesi bilgi kirliliğidir.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış, darbecilerin mumu
da toplumun uyanmasına kadar yanacak. Savcıların değil, Genel­
kurmayın kendi çürüklerini temizlernesi TSK'yı yıpranmaktan
korur. Genelkurmayımız huysuz ihtiyarlara benzememeli. Huy­
suz ihtiyarlar hep bir suçlu ararlar suçun kendilerinde olduğunu
anladıklarında ise iyice yalnız kaldıklarını görürler.
ASIMETRIK SAVAŞ m

Dost acı söyler, emekli bir subay olarak bunları yazmaktan


mutlu değilim ama zalimliğe sessiz kalınmaz ki.

BEDELLi ASKERLiK
Toplumun iki konuda ciddi beklentileri vardır. Bunlar; bedelli
askerlik ve askerlik kanununda polislerin acemi eğitiminden sonra
mesleklerini icra ederken askerliklerini tamamlamaları talebidir.
İhracat o/o 25 azaldı ve bütçe açığı büyüyor. Küresel ekonomik
kriz ekonomimizi etkiledi. Böyle bir zamanda askerin gönlünü
razı etmeye çalışmanın anlamı yok.

Askeri yetkililerin ayak sürümesi, sağlam ve bilimsel bir gerek­


çeye dayanmıyor. Toplumu ve polisleri asker ocağına sokup 'sta­
tükonun neferi' yapma arzusundan başka bir gerekçe yok.

Hükümet böyle çok haklı olduğu bir konuda ve şartlar uygun­


ken "Mazeret değil, formül istiyorum'' diyerek kararlığını göster­
meli. Askeri otorite, "Ailenin ştınartılmış ve şişirilmiş erkek evla­
dı" ayrıcalığından haddini bilmeyi öğreneceği bir çizgiye çekilmeli.
Bir genelkurmay başkanı siyasi parti gibi çalışıyor. Normal ül­
kelerde yer yerinden oynardı. Korku imparatorluğunun baskısı
ile nasıl bir 'öğrenilmiş çaresizlik' içerisindeyiz ki sessiz kalıyoruz.

Bilindiği gibi öğrenilmiş çaresizlik, hayvan deneyleriyle de ka­


nıtlanan bilimsel bir bilgi dir. Kafese kapatılmış bir mayınuna muz
veriliyor ve tam alacağı anda elektrik şoku ile korkutuluyor. Bu
uygulama günlerce yapıldıktan sonra, maymuna elektrik uyarı­
sı yapılmadan muz veriliyor fakat artık maymun muzu almıyor.
Yani çaresizliğini kabul ediyor. Araştırmacılar kafese sel şeklinde
su veriyorlar, maymun sarsılıyor, şaşırıyor, korkuyor ve ezberi bo­
zuluyor. Daha büyük bir şok nedeniyle diğer şok ile ilgili zihinsel
şartlanması değişiyor ve muzu yemeye başlıyor. Elektrik şoku et­
kisi diğerinin yanında artık küçük kalıyor.
m NEVZAT TARHAN

Bugün Türkiye'miz de birkaç yıldır 'Ergenekon'un şoku' ile


sarsılmış durumda. Ancak silkelenip kendimize gelmek ve huku­
kumuzu savunmak için bütün şartlar hazırdır. Nemelazımcılık,
despotizmin yadigarı olan bir kavrarndır ve artık terk edilmelidir.
"Benim fıkrim budur!" diyebilirsek geleceğimize hakim olabiliriz.

ŞEHADET VE ADALET
1993'te Bingöl'de şehit olan Samsun Vezirköprülü Şenol
Cansız'ın annesi Hanım Cansız'ın şahsında, Anadolu insanının
ferasetini gördük. Bu şehit anası, hem "Vatan sağ olsun" hem
de '�keriye suçludur, eviadıma sahip çıkmadı" dedi. Hem de
"PKK'lılar pişman olarak Türk bayrağı ile geliderse onları affede­
rim" dedi.
Herhalde Anadolu insanındaki "Peygamber ahlakı ile yoğrul­
muş Oğuz boyunun asaleti" bu olsa gerek. Çözüm bu cümlelerde
fakat Genelkurmay Başkanı'nın basireti bağlanmış, çözümü göre­
miyar. Generaller konuştukça hatalar ortaya çıkıyor.
Genelkurmay Başkanı'nın savaş gemisinde basın toplantısı
yapıp yargı, basın mensupianna ve akademisyenlere buyurgan
biçimde emir ve talimat verir gibi konuşması, Türkiye'nin yönetim
kültürü olarak Ortadoğu veya Güney Amerika ülkesi düzeyinde
olduğunu çağrıştırıyordu.
Bir diğer mesele de Harp Akademilerinin askerlik bilimine göre
değil, Tek parti resmi ideolojisine göre eğitim vermesi nedeniyle
çağdışı kalması. Yönetim bilimlerinin temel ilkelerinden birisinde;
"İdeal yönetim, görünmeden işleri yürütür" denilir. Bu kural, hem
devlet için hem de ordu için geçerlidir.
Yıllar önce Mısır'a gittiğimde rehber, "altı milyon asker
var" demişti. Yani devletin kaynakları asker maaşma gidiyordu.
Türkiye'ınizin güvenlik yönetimi maalesef Batı'dan çok Mısır'a
benziyor.
ASIMETRIK SAVAŞ m

Osmanlıların son dönemlerinde modernizmin öncülüğünü


yapmış ordumuz şimdi tam anlamı ile dökülüyor. Bugün ordu­
nun dökülme sebebi parasızlık değil, asli görevini ihmal edip gün­
cel siyasetle ilgilenmesi. Bu durumda Genelkurmay Başkanı'nın
moral vermeye çalışması işe yaramıyor.
Dz. Yarbay Ali Tatar, Beylerbeyi'nde lojmanda ölü bulundu.
Tatar, Poyrazköy'de bulunan silahlarla ilgili ETÖ davası kapsa­
mında sorgulanıyordu. Son aylarda dört deniz subayını da şüpheli
ölümlerle kaybettik. 20 Aralık 2009 günü ETÖ' nün kara kutusu
Levent Ersöz hastanede öldürülme tehlikesi adattı.
Bütün bu olaylar olurken diğer tarafta toplum, adalet istiyor ve
artık susmuyor. TSK'da subayların morali çok bozuk. Komutan­
ların akıl gözleri kapanmış durumda. "Türkiye'nin freni patladı"
diyen fırsatçı eski siyasilerin etkisinde kalan komutanlar hata
yapıyor.
Bir şehit ailesi, "Ben şikayetçiyim. Çocuğumun ölümüne ne­
den olan subayı istiyorum. O subay emanete niye hıyanet etmiş.
Onun tutuklanıp ceza aldığını görürsem rahat edeceğim. Kimi
kime dava edeceğiz. Televizyona çıktık anlattık İki çift laf ettik,
diye 33 askerin anısına İstanbul'da yapılan anıttan çocuğumun
ismini kazıdılar." diyor. Bu ailenin ve daha birçok şehit ailesinin
feryatlan arşa çıkıyor ancak feryatlar karşılıksız kalmaz. Şehit is­
mini mezardan silen zihniyet düşmanca zihniyettir. TSK bu zih­
niyetle daha fazla yönetilemez. Ordumuz cuntacıların babasının
çiftliği değildir. Bu nedenle "demokratik açılım" klasik subayla­
rın zihniyet açılımıyla başlamalıdır.

ASKERLiK EKONOMiSi OLAN BiR MESLEKTiR


Milli Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül, ilgili soru öner­
gesine verdiği cevapta 1987, 1 992 ve 1999'da bedelli askerlik
m NEVZAT TARHAN

uygulamalarından yaklaşık 125 bin kişinin faydalandığını açıkladı.


Askerlik süresi konusundaki mevcut uygulama gerekçeleri arasında;
genelkurmayın öngördüğü asker ihtiyacı şartları dışında, yüküm­
lülerin taksit ödememe ve yaş büyüterek bedelliden yararlanma
gibi suiistimallerini de saydı.

Asker ihtiyacı gerçekçi mi?


Askerlik süresini tayin ederken bazı kritik bilgileri bilmek gere­
kir. 'Militosantrik' (askeri yönetim anlayışının geçerli olduğu) top­
lumlarda ordunun görevi, sadece düşmanı caydırmak ve gerekirse
vatanı korumak değildir. Aynı zamanda toplumu eğitme görevi
de vardır. Bırakınız eğitimi, geçmişte ağaçlanduma çalışmalarında
bile asker kullanılmıştır.
Bu uygulama Kurtuluş Savaşı sonrası dönemde belki kabul
edilebilir bir gerekçeye sahipti. Fakat günümüzde askeri anlayı­
şın toplumun eğitiminde ve sosyal faaliyetlerde kullanılması çağ­
daş bir uygulama değildir. Amaç ordunun güçlü olması mı asker­
liğin toplum mühendisliğindeki rolünün devamı mı? Bu soruya
dürüstçe cevap verelim.

Verimlilik ilkesi
Orduyu güçlü yapan asker sayısı değil, savaşma gücüdür. Ayaklı
bilgisayar gibi ve özel telsiz bağlantılı nanoteknoloji ile üretilmiş
kıyafet giyen bir asker, bir bölük klasik askerden daha çok savaşma
gücüne sahip değil mi?
Halen dededen kalma yöntemlerle askerliği devam ettirmek
modern silahlı kuvvetierimize hiç yakışmıyor. Her şeyin elektro­
nize teknoloji olduğu çağımızda eski alışkanlıklar devam ediyor.
Bugün Türkiye'de devlet hastaneleri, adiiye binaları yeni tek­
nolojilerle kendilerini hep yenilediler. Ancak askerlerimiz kıtalar­
da halen ranzalarda yatıyorlar, barakalarda eğitim görüyorlar, sı-
ASIMETRIK SAVAŞ m

mr jandarma karakollarımiz bile komşu ülkelerin karakollarından


daha köhne. Ordumuz maalesef çok hantal ama dünyaya asker
sayısı ile büyük gözüküyoruz ve bununla övünüyoruz. Bu konu­
da uygulamada bize en yakın örnek ülke de Mısır.

Vatani hizmetin çeşitleri


Mısır beş milyon askeri olan bir devlet . . . Devlet, dış güvenlik
için değil toplumu sindirmek, korku salmak ve işsizliği gidermek
için asker besliyor. Üretmeyen ancak tüketen asker, milli kay­
nakların yatırıma dönmesini engelliyor. Yoksulluk da bu ülkenin
kaderiymiş gibi devam ediyor.

Fakat Türkiye Mısır'la kıyaslanamayacak şekilde çok dinamik,


çalışan, üretmek isteyen genç bir nüfusa sahip. Güçlü bir ordu da
güçlü bir ekonomi ile sağlanır. Güçlü bir ekonomi için de sürekli
yatırım gerekir.
Asker sayısını yüksek tutarak çalışacak eğitimli işgücünü 've­
rimlilik' ilkesine uygun olmayacak bir şekilde kullanmak bilim­
sel yönetim ilkelerine uymaz.

Adil olmayan eşitlilik


Sovyetler Birliği'nde ideolojik devletçilikte kadınlar eşitlik
ilkesi öne sürülerek maden ocaklarında çalıştırılmışlardı. Bugün
kadınların annelikleri ve şefkatleri ile uyumlu işlerde daha verimli
çalışmalarının bilimsel veri olduğu anlaşıldı. Yani adil olan eşit­
sizlik doğrulandı.

Biyolojinin doğasına uymayan yasalar devam etmediği gibi,


askeri meslek bilimine uymayan askeri uygulamalar da geri te­
per. Askeri kurumlar tekke veya türbe değil ki her gelen eşit ol­
sun. Askerlik, ekonomisi olan bir meslektir. Bazı insanlar servetle­
ri ile ordunun güçlü olmasını sağlıyorlarsa bunu reddetmek Karl
Marx gibi düşünmektir.
m NEVZAT TARHAN

Milli Savunma Bakanının duruşu


Sayın Milli Savunma Bakaruıruz Genelkurmay'ın eline verdiği
o/o 65 oranını hiç sorgulamadan TBMM'de sundu.
Soğuk sSavaş öncesi rakamlarını, oranlarını ve yöntemlerini
devam ettiren generaliere zamanın değiştiğini söyleyen bir Milli
Savunma Bakanı duruşu gerekiyor. Sayın Bakanımız sanki Genel­
kurmay Başkanlığı' nın hükümetteki temsilcisiyrniş gibi davranıyor.
Sayın Bakanda milletin temsilciliği sıfatı maalesef hiç gözük­
müyor. Milletin ve devletin diğer birimlerinin Genelkurmay le­
hine abartılı devredilmiş hakları vardır. Askeri darbelerden son­
ra, asker merkezli hale gelen kamu yönetimi düzelmek zorunda­
dır. Devletin diğer birimlerinin ve toplumun haklarını almak bu
bakanlığın işidir.
Sayın Bakanı Sayıştay'da noter gibi değil, hakça mücadele ve­
ren bir kimse olarak bilirdik. Genelkurmay'ın haksız bedelli as­
kerlik ve zorunlu askerlik direncini düzeltmek gerekiyor.
Genelkurmay'a bu konuda da değişmesi gerektiğini eğer de­
ğişmezse saygınlığın ın azalacağını ve savaşma gücünü yeniden ta­
nımlaması gerektiğini anlatacak yiğit siyasetçi duruşu gerekiyor.
Ordumuzu seviyoruz ama hakikatleri daha çok seviyoruz. Çünkü
gerçeklerin hukuku ordunun hukukundan önce gelir.

ORDUNUN FARKLI DURUŞU


AB Dönem Başkanı iken Hollanda' nın Genel Kurmay Başkanı
olan Berlin, AB'ye aday olan Türkiye'nin asker-sivil ilişkilerini
sorgularnıştı. O zamanın Genel Kurmay Başkanı Sn. Hilmi Özkök
de; ihtilallerin başarısızlığını siyaset bilimci Prof Metin Heper'e
ifade etmişti. Türkiye'nin AB üyeliği beklentileri ve Silahlı Kuv­
vetlerin rolü konusundaki Ankara Hilton otelinde yapılan panel,
Türkiye'nin iyi yolda olduğunu gösterdi. Herkes Sn. Özkök'ün
ASIMETRIK SAVAŞ m

demokrat kişiliğinden söz etti ama gerçekte olması gereken bu


idi. O sırada hangi Genel Kurmay Başkanı bu görevde olsa böyle
davranırdı. Çünkü çağdaş değerler bunu gerektiriyor. Atatürk
Türk halkının sağduyusunu öne çıkarıp dogmaların yerine koymak
istemişti. Yine son sözü sivillerin söylemesi gerektiğini ve askerlerin
günlük politika ile ilgilenmemesini istemişti. Şimdi ise Atatürk'e
dogmatik bağlılığı olanlar Avrupa Birliği'ne karşı çıkıyorlar. Bu,
Atatürkçülüğün çağdaşçılık olarak yorumlanmasına aykırıdır.

Yöntem farklılıkları
Geçtiğimiz günlerde bir sohbet sırasında Harp Okulu öğrencisi
olduğunu söyleyen genç şöyle demişti: "Genel Kurmay Başkanımız
çok bilgili ama çok yumuşak davranıyor." Geleceğin kurmayı olacak
bir gencin Genel Kurmay Başkanı'nı bu şekilde sorgulaması acaba
kendi fikri miydi? Harp okullarında uygulanan tek seslilik ve itaati
yücelten eğitim sistemi göz önüne alınarak değerlendirildiğinde,
bu fıkrin onun fikri olmadığı hemen belli oluyordu.
Hükümeti denediyor konumunda olmak ön kabulü ile hare­
ket etme eğitimi alan bir subay, çağın subayı olabilir mi? Bugün
Harp okullarında verilen eğitimlerde yeterince demokrasi vurgusu
yapılamadığı biliniyor. Bir Harp Okulu öğrencisi okulu bitirin­
ceye kadar bine yakın laiklik konferansı dinlerken, demokrasinin
çağdaş bir sistem olduğunu öğrenebiliyor mu acaba? Bu soruya
"evet" cevabı vermek çok zor.
Her devlet kurumunda olduğu gibi TSK'da da "serinkanlı­
lar" ve "şahinler" yaklaşımı vardır. Şahinlerin yaniışı düzeltmek
için kullandıkları metotlar; baskı, tehdit, korkutma ve sindirme­
dir. Güzel söz ve soğukkanlı dilden anlayan kişilere bile bu meto­
du uyguladıkları için kontrollü gerilim stratejileri" ile varlıkları­
nı sürdürmek isterler. Bu kolay bir yoldur ve fazla bilgiye de ihti­
yaç yoktur. Fikir vermek yerine emir vermeyi, model olmak yeri-
• NEVZATTARHAN

ne konferans vermeyi tercih eder. Bu anlayışla geçici olarak oto­


rite sağlanır. Tıpkı ailede bir babanın tutumu gibi. Çocuk özgür­
lüğüne düşkünse bu yaklaşım nedeniyle dik kafalı olur. İçine ka­
panıksa sessizleşir ve bu arada yetenekleri de körelir gider. Kim
bu ülkede yetenekleri körelmiş, sorgulamayan, değişimi talep et­
meyen, zora talip olmayan Kurmay Subay yetişsin ister. O hal­
de korkutularak yapılan eğitim geleceğimizi ve ümitlerirnizi çalı­
yer dersek haksız olmayız. Birinci yol ise zordur. Beraberinde bil­
gi ve sabır ister.

Askerin Hatasını Kan Örter


Tıp eğitimi sırasında öğrencilerimize şu duyarWığı vermeye
çalışırız. "Aşçının hatasını maydanoz, terzinin hatasını ütü, heki­
min hatasını da toprak örter" diyerek yanlış yapma konforumuzun
olmadığı vurgusunu yaparız. Bu söze; ''Askerin hatasını da kan
örter" cümlesini de eklemek gerekir.
Asker için en büyük risk, dostu ile düşmanını karıştırmasıdır.
Savaş alanında olduğu gibi bu risk barış durumunda da geçerlidir.
Kırmızı ve mavi kuvvetleri karıştıran kurmayın geliştirdiği en iyi
harekat tarzı ve savaş stratejisi bile hiçbir işe yaramaz. İşte, asker iç
politikaya karıştığında dost ve düşman sınırını yanlış ayırt ederse,
elinde silah olan bir güç olduğu için iyi niyetli bile olsa iç barışa
zarar verebilir. Ya da ülkenin entelektüel enerjisini gelişme ve
ilerlemeye değil savunma ve korkuyu gidermeye yöneltir.
"Kimse kararlılığırruzı sınamaya kalkmasın, kimse sabrırnızı ta­
şırmasın" gibi iç politikaya yönelik mesajlar baskı ve tehdit içe­
ren mesajlardır. Burada muhatabın tam olarak kim olduğu belli
değildir. Silahlı Kuvvetler dosta güven, düşmana ise korku veren
bir kurumdur. Dostuna tehditle yaklaşan bir bireyin psikolojik
sağlığı sorgulandığı gibi bu yaklaşımlar da sorgulanmalıdır. Eğer
tribünlere yönelik mesaj verilmek isteniyorsa bu, asker kimliğiy­
le bağdaşmaz. Türkiye'nin çevresinde savaş tehditleri varken en-
ASIMETRIK SAVAŞ m

telektüel enerjinin toplum tarafından onaylanmamış ve paylaşıl­


mamış korkuların esiri olduğu imajını veren bir anlayış, ideal bir
komutanlık anlayışı olabilir mi?

Yeni çağdaş doğrular


Günümüzde artık "geno-philosophia''dan yani gen felsefesinden
söz edilmektedir. Gen ahlakı çerçevesinde insanın nasıl bir varlık
olduğu, nasıl yaklaşılırsa insanın psikolojik ve biyolojik doğasına
uygun davranılacağı konuları bilim çevrelerinde tartışılıyor. So­
matik (bedensel) genler kadar psikolojik ve davranışsal genler de
artık biliniyor. Atatürkçülüğün çağdaşçılık olduğundan şüphesi
olmayan idealiselerin bu verileri göz önüne almaları gerekir. Nite­
kim geçtiğimiz aylardaAnkara Harp Okulu'nda bilimsel liderlik ve
otoriter liderlik farkını vurgulayan bir sempozyum icra edilmişti.
Türk Silahlı Kuvvetleri Osmanlı döneminde yenileşme hareketini
askeri tıbbiye içerisinde başlatmıştı. İttihat Terakki ile bu hareket
devam etti. Günümüzün silahlı kuvvetleri de bu çağdaşlaşma
verilerini kaçırmamak gibi bir sorumluluğa sahiptir. Geleneksel
bürokrasimiz asker kökenlidir. Bürokrasi de bilgi ve çözüm ürete­
rek verileri sunar. Toplumun beyni olan yasama kurallarını koyar.
Bunlar hükümette icra edilir. Ancak artık durum farklı olmalı ve
herkes hükümete destek olmalıdır. Çünkü organlar arasında baş
gösteren uyumsuzluğun bedelini bütün beden öder. Gen felsefesi
de bunu doğruluyor. Gen felsefesinin de doğruladığı bu bedelin
ödenmemesi için birimler arsında uyum sağlanmalıdır.

Çağı yakalamak
Türkiye ilginç bir ülke. Toplum devletten daha fazla çağı ya­
kalıyor. Geleneksel çevreler, inkılapçılığı 1 930'ların fikirlerini
savunmak olarak anlarken; toplum bunu, dinamizm, gelişim ve
yeniliğe yönelmek olarak algıladı. Gerilim değil uzlaşma ile so­
runları çözme yaklaşımı, çağın vazgeçilmez doğrusudur. Nükleer
m NEVZAT TARHAN

gücün olduğu günümüzde gerilimle sorunların üzerine gitmenin


sonuçlarını öngöremeyiz.
'�kerde üniformalar gibi felsefi görüşler de tek tip olmak zo­
rundadır" sözü, ucu açık bir sözdür. Sınırları belirsizdir. Felsefi
görüşten ne anlıyoruz? Toplumu hangi felsefi görüş kucaklıyor?
Hangi felsefi görüş uzlaşmacı ve birleştiricidir? Toplumun sevgi
ve onayını almamış bir felsefi görüşün TSK içinde yaşama şansı
olabilir mi? Bir silahlı kuvvetin adı, toplumun yüzde birinin bile
oyunu almamış bir parti ile birlikte anılırsa, onun yaşam felsefesini
benimsiyar görünürse bu ne kadar gerçekçi olur?
Çağdaş doğruların özgürlükçülük, çoğulculuk olduğu bilin­
mektedir. Hatta liderlik özelliklerinden yönetici liderlik tipinin
ana özelliğinin, farklı insanları aynı amaç etrafında benzer şekilde
çalıştırmak olduğu bilinir. imparatorluk mirasını devralmış, Oğuz
boyundan gelmiş ama her kültürden yararianmış bir toplumu, tek
tip yapmak ne kadar akılcı ve gerçekçidir. Eğer bir toplum tek tip
olamayacaksa onun ordusu ne kadar tek tip olmalıdır? O halde
asıl liderlik, farklı yaşam felsefesindeki insanları benzer hareket
şekliyle çalıştırmaktır.

Sevgi ve güvenin önemi


Askeri liderlikte güç ve otorite kullanan, sürükleyen, yöneten
lider yerine yönlendiren insan ve bilgi odaklı liderlik ön plana
çıktı. Gerçek lider karar vermez, karar verdirir; cezalandırmaz,
ödüllendirir. Taktikten çok stratejiye önem verir. Savaşmaz kendini
sevdirir. Dalduruşa geriren lider değil, pozitif enerji yayan lider
gerçek liderdir. Gerçek lider övünmez iyi şeyleri alkışlar. Ben de­
mez, biz der. Tabiri caizse gol atmaz, artırır. Liderlik felsefesindeki
bu değişim sevgi ve güvenin önemi anlaşıldıhan sonra yaşandı.
Çünkü insanlar evlenirken, meslek seçerken, yatırım yaparken
ASIMETRIK SAVAŞ ..

çıkardan çok, farkında olmadan sevgi ve güven hissettiği alanlara


yönlenmektedir.

Bilgi ve veriyle hareket etmek


İdeal lider kaygı ve korkularla hareket etmez, bilgi ve veriyle
hareket eder. Böyle hareket etmek de doğru iş yaptırır. Doğru
kararlar verdirir. Silahlı güç için dostu ve düşmanı karıştırmanın
öneminden bahsetmiştik. Zan, ihtimal, şüphe ile hareket uzun
sürmemeli. Askeri sistemde üzerinde soru işareti olan insanlar
sakıncalı ve şüpheli kategorisine alınır. Sakıncalı olanlardan kur­
tulmaya çalışılır. Şüpheli olanlar eğitim kurumu gibi kritik alan­
lardan uzak tutulur.

Akredite uygulaması halen devam ediyor. Dünyada hiçbir çağ­


daş ülkede böyle bir uygulama yok. Hangi bilgi ve veri ile bazı
gazereler şüpheli ve sakıncalı yapılıyor? Bunu, o gazete yöneticile­
rinin bilmesi gerekir. Silahlı kuvvetlerin sistemi içinde şüpheli ve
sakıncalı olanlar, 6 ayda bir gözden geçirilir, yeni bilgi ve verilere
göre devam ettirilir veya kaldırılır. 1 00 - 300 - 400 bin satan,
toplumun çoğu tarafından onaylanan gazetelere karşı akredite
uygulamasının haklı ve mantıklı nederıleri olmalı. Bunu da herke­
sin bilmeye hakkı var. Toplumun bizi akredite yapıp yapmadığını,
demokratik sistemlerde seçimler gösterir. Toplumun çoğunlukla
onayladığı siyasi kişilikleri akredite yapmazsak bu toplumun or­
dusu olup olmadığımız sorgulanmaz mı?

Kendi fikrini zorla kabul ertirmek isteyen, farklı fikirlere ve


eleştiriye tahammül edemeyen, farklılığı husumet sebebi sayan
arılayış, dostu ile düşmanını karıştırır. Unutmayalım! Askerin
hatasını kan örter. Korku ve kaygı ile değil, bilgi ve veri ile hareket
eden modern askerlerin çoğalması dileğiyle.
BÖLÜM 1 5
PSi KOLOJ i K HAREKAT

VATANSEVERLiK-VATAN HAiNLiGi RETORiGi


Doğu filozoflannın en önemli çabalarından biri şudur: Kendini
sever gibi başkasını sevebilmek, başkasını yargılar gibi kendini
yargılayabilmek. Bir diğeri ise kendisi gibi düşünmeyeni hainlikle
suçlayıp mahcup duruma düşmemeye gayret etmek.
İnsanoğlu kendisini değerlendirirken niyetine göre, başkalarını
değerlendirirken davranışına göre hükmeerne eğilimindedir. Va­
tanseverliğin akıl sınırlarını zorladığı olayları gördükçe, insana suç
işletmenin ne kadar kolay olduğunu daha iyi arılıyoruz. Özellikle
soyut düşünce yeteneği gelişmemiş, dürtüsel, fevri kişiler yüzey­
sel bilgilere kesin kanıt gibi inanırlar ve bir insan hakkında hük­
me vararak ona kolayca hain diyebilirler. 1989 öncesi Rusya ile
iyi ilişki kurmaya çalışana "Vatan haini, komünist" dendiği gibi,
bugün ABD ile olumlu ilişki kuran kişiler "Vatana sadık olma­
yan, Amerikancı" şeklinde yaftalanıyor. Bu kişiler diplomasinin
esası ve usulü hakkında beş dakika düşünüp hareket edebiiseler
bütünü görebileceklerdir. Önyargıları bir kenara bırakıp olayla­
ra farklı taraftan bakabilseler aslında hain olmayanlan hainlik­
le suçlamayacaklardır. Bilhassa politikacılar yargılanmadan önce
onların davranışlarının politik bir sebebinin veya bir gerekliliği­
nin olduğu bilinmelidir
'Vatan, Cumhuriyet elden gidiyor' gibi hassas duyguları sui­
istimal eden,'Önce Vatan sonra cüzdan' art düşüncesinin üzeri-
ASIMETRIK SAVAŞ m

ni örten kişilikleri iyi gözlemlemeli, doğru tahlil etmeliyiz. Söz­


ler ön, davranışlar ise art düşünceyi canlandırır. Söylenenler ne
olursa olsun, davranışlar kişinin gerçek niyetine hizmet edeceğin­
den iyi bir gözlemlerneyle kişinin tek veya çoğul karakterli olup
olmadığı anlaşılacaktır.
Toplum tarafından vatanseverlik göstergesi olarak kabul edi­
len bazı simgeleri dikkat çekecek şekilde kullanmak veya kıyafet
üzerinde taşımak kişinin gerçek vatansever olduğunu göstermez.
Gerçek vatanseverlik vatan için fedakarlık yapmak gerektiğin­
de, hisler eyleme dönüşrüğünde vuku bulur. Çocuklarını askere
göndermeme taraftarı olan kişiler, devletten aldığı maaşla milyon
dolarlık servete sahip olan bürokrat, vergi kaçırarak zengin olan
iş adamı vatansever olamaz. Bunlar ancak vatanseverlik ticareti
yapan kişiler olabilir. Az yorulup çok kazanmak kapitalist ahiakın
getirisidir. Vatan için bile olsa bu böyledir.
Bir köyde bin tane masum insanla birlikte 5-10 tane katil veya
terörist varsa o köyü bombalamak katilliktir. Bu eylem din adına
yapılsa da vatan adına yapılsa da aşağı bir davranıştır. 'İyi niyetli
zalimlik' de sonuç itibarıyla zalimliğin bir türüdür. Bir hırsız ya­
kalandığı zaman "Çaldığım parayı hasta annerne ilaç parası olarak
kullanacaktım" demesinin bundan ne farkı vardır?
Emeviler, Abbasiler, Cengiz Han, Hülagu Han hepsi din veya
vatan için adam öldürdüler. Maalesef Cumhuriyetin başında da
İstiklal ve Yassıada Mahkemeleri'nde vatan için idam kararları
alındı. Şimdi ise toplumla birlikte tarih de bu kararları alanları
yargılıyor.
Bir insanı değerlendirirken keskin sınırlar biçiyoruz; ya iyi ya
kötü, ya bizden ya değil, ya hain ya dost. Bu düşünce sistematiği
insana fazlaca hata yaptıran bir anlayıştır ve radikal, fanatik yakla­
şıroları ve illegal tohumları besler. Hiçbir şey tamamen iyi olmadığı
gibi tamamen kötü de değildir. En kötü insanda bile iyi sıfaclar
NEVZAT TARHAN

bulunabilir. Toplumsal barışa zarar veren marazi vatanseverlik


duyguları gözden geçirilmelidir. İnsanların kişiliği ile sıfatlarını
ayırt ederek onlara bakmak için bilge olmaya gerek yoktur.

Şunlar unutulmamalıdır:
Vatan için adalet rafa kaldırılamaz.
Vatan için suçsuzlar öldürülemez.
Vatanseverlik duygusu ile görev kötüye kullanılamaz.
Önce insanız sonra Türk veya Kürt' üz.
Vatandaşı önemsemeyen vatanseverlik yalancıdır.

TÜRK USULÜ iSLAMOFOBi


Amerikalıların aya ayak bastığı dönemlerde bir yorgancı
dükkanına resmi giyimli bir şahıs giriyor. Dükkanda dini kitap
okunduğunu görüyor ve "Amerikalılar aya gidiyor siz burada
dini kitaplada kendinizi uyuşturuyorsunuz" diyor. Yorgancının
cevabı ilginç oluyor; "Aya kimler gidiyor, ABD'li Subaylar. Bizim
vazifemiz burada kaliteli yorgan dikmek ve onu yapıyoruz. Sizin
vazifeniz aya gitmekti, siz başaracaktınız da bizim elimizdeki ki­
taplar mı engel oldu!.."
1 2 Eylül darbe hukukunun 1980'de Başbakan Ulusu imzası ile
getirdiği başörtüsü yasaklamasının yaptığı ayrımcılıkla mücadele
evrensel normlarını Türkiye'de neredeyse hiçbir iktidar uygulaya­
mıyor. Dindar ve dinin gereklerini giyim-kuşamma da yansıtmayı
tercih eden kişiler bazı çevrelerce din kavramını şekilcilik bazına
indirgedikleri gerekçesiyle yadırganır, hatta kimi zaman eleşti­
rilirler. Tepki gösterenler bir biçimiyle bu kişileri 'tehdit' olarak
görürken, bu tepkiden etkilenenler ise bir karşı görüşün varlığına
inanırlar. Böylelikle toplumda inanç eksenli bir kopukluk baş
gösterir. Akabinde karşılıklı güvensizlik neticesinde sosyal hayatı
ve insan ilişkilerini önemli ölçüde etkileyen bir fobi ortaya çıkar.
ASIMETRIK SAVAŞ

Fobi kelimesi kısaca 'mantıksız korku' olarak tanımlanabilir.


Asansörden korktuğu için yirmi kat binayı yürüyerek çıkan ki­
şinin duygusu fobiye örnektir. Bu çeşit korkular insanı tehlikeli
davranışlara yöneltebilir. Fobi; nefret, öfke, düşmanlık, intikam,
tiksinti ve endişe ihtiva edebilen, acı veren bir duygudur.
Kişinin fobisi yaşadığı bir olaydan kaynaklanabildiği gibi 'öğ­
renilmiş korku da olabilir. Bu şekilde, hiç asansöre binmemiş
birinin, anlatılan abartılı asansör kazası canlandırmaları ile fobik
olması mümkündür.
Batı dünyasında 'Zenofobi' olarak tanımlanan yabancı düş­
manlığı, Antisemitizm tarzında, Yahudi ırkına karşı soykırım uy­
gulanmasına neden oldu. Aynı şekilde Batı'da kiliselerde Hilal'i
ayaklar altına alan şövalye fıgürü ile İslam dinini karalama politi­
kası da uygulandı. Böylece din temelli olduğu öne sürülen Haçlı
seferleri düzenlendi. Müslümanlar şeytandan ilham alan varlıklar
olarak tanımlandı. Avrupa tarihinin parçası olan 'Türkler geliyor'
korkusu bugün yabancı düşmanlığı olarak canlandırıldı.
Zenofobinin yani yabancı-öteki düşmanlığının günümüzdeki
şekli İslamofobi'dir. Muhtemelen 'Küresel Ergenekon'un sebep ol­
duğu ı ı Eylül 200ı saldırıları, Yahudi sağlık merkezinin bomba­
lanması, İngiltere'deki ?Temmuz 2005 Metro Kadiamı, İspanya'da
Tren bombalanması gibi olaylar İslamofobi'yi artırdı.
Diğer taraftan 'Cihad' kavramının Kutsal Savaş olarak İngiliz­
ceye çevrilmesi, manevi cihad kavramının Müslümanlarca göz ardı
edilmesi İslamofobik korkuyu daha da artırdı. Korkuyu psikolojik
sapma derecesine getiren olay da Selman Rüştü'nün 'Şeytanın
Ayetleri' adlı romanına Humeyni'nin idam fetvası vermesi olayıdır.
Aynı şekilde İslam dininin Kadın Hakları ile ilgili görüşü­
nün Batılı Oryantalistler tarafından yanlış anlatılmasının da
İslamofobi'yi (yabancı düşmanlığını/korkusunu) artırdığını gö­
rüyoruz. Edward Said'in haklı olarak iddia ettiği gibi, soğuk sa-
m NEVZAT TARHAN

vaşın sona ermesi ile ABD güvenliği ve Askeri Sanayi için Komü­
nizm yerine gerekçe olarak İslami Terörizm tanımlarup yerleştirildi.
Resmi açıdan hiçbir küresel güç İslam dinini terörle özdeşleş­
tirmenin fıkri kanıtını sunamıyor. Ancak Kur'an kursu açmak,
giyim-kuşam biçimini İslami esasları gözeterek belirlemek, ilk genç­
lik dönemlerinden itibaren ibadet etmeyi tercih etmek, Filistin'deki
yurt savaşı, karikatür krizi gibi belirgin bazı sosyal olgu ve olayları
sıra dışı, nizama aykırı şeklinde değerlendirme eğiliminde olmak;
öfke, korku ve nefret duygularını artırarak tüm bu saydıklarımı­
Zlll tehdit olarak tanımlanmasına sebep olacaktır.

İslamofobinin üretilmiş bir sosyal canavar olarak politik alan­


ları kuşattığını daha çok görmeye başladık. İslamofobi fenome­
nine katkı sağlayan önemli unsurlardan biri, Müslümanların sal­
dırgan dindarlık gibi yaniışiara düşmeleridir. Bu tepkiler İslamo­
fobiye kavramsal zemin oluşturmaya oldukça elverişlidir.
Günümüzde siyasetin korkularla kuşatılması hastalık derece­
sinde bir duyarlılığa ulaşmıştır. Aslında korku olarak tanımlanan
unsurların gerçekleş(tiril)ebilecek bir potansiyeli yoktur. Hitler'in
Yahudi korkusu, ABD'nin Komünizm korkusu yçni kimlik oluş­
turmak ya da güvenlik amacıyla ortaya çıkarılan korkular oldu.
Sözü edilen bu fobiler zamanla büyüyerek devletlerin siyasi, sos­
yal, ekonomik stratejilerini belirleyen başat öğe haline gelmiştir.
Burada önemli olan noktalardan biri, bu korkuların hangi amaca
hizmet ettiğidir. Bunu anlamak için söz konusu korkunun taraflar
üzerindeki etkisini iyi analiz etmek gerekir.

İslamofobi oyununa gelenler aslında 'Amerikan Küreselleş­


me İdeolojisi' için nefret ortamı sağlamak isteyen neocon (neo­
conservative/yeni muhafazak:lılık) politikalara alet oluyorlar. Neo­
con ideoloji komünizm etkisinin Amerika'da son bulması akabinde
dikkatlerio İslam dinine yönelmesi ile ortaya çıkmıştır. Geleneksel
muhafazak:lılığı antisemitik bulan bu ideolojinin sempatizan veya
ASIMETRIK SAVAŞ m

yandaşları eylemlerini Müslümanların değer yitirmesi, yanlış temsil


edilmesi, önemsizleştirilmesi için öcekileştirme operasyonuna alet
olarak kullanmaktır.

Müslümanlar üzerine yapılan sistemli saldırıtarla oluşturulan


ortak öfke, nefret ve korkunun Türk ve Müslüman aracıları da var­
dır. Benimsedikleri ideolojileri fanatizm ve paranoya ile besleyenler,
Müslümanları özel bölgelerde tutma, böylelikle kendilerinden
uzaklaşurma yolu ile düşmanlığı ve nefreti büyütmek istiyorlar.

Cemaate mensup olmayı cemaatçilik, Müslüman olmayı İs­


lamcılık olarak algılayan, dindar olmakla dinci olmanın farkını
anlamayan, bir yaşam biçimi olarak 'inanma' eylemini ideolojik
bir nedene bağlama çabası içinde olan kimselere Nisa Suresi'nin
35. ayeti ile cevap vermek isterim; "Adaleti titizlikle ayakta tutan,
kendiniz, ana-babanız ve akrabalarınız aleyhinde de olsa Allah
için şahitlik eden kimseler olun"

Müslümanlar şiddet eylemlerini eleştirmekte daha kararlı ol­


malılar, yerleşik pasifize edilmişlikten kurtulmalılar ve önyargıları
gidermek için açık bir diyalog içine girmeliler. Kullanılan yön­
temlerin doğru yöntemler olup olmadığı sorgulanmalıdır, aksi
takdirde İslamofobinin dünyanın yeni aynıncı ideolojisi olmasına
hizmet etmiş olunacaktır.

Bugün Batı'nın en büyük korkusu olan İslamofobinin gide­


rilmesine, gerekirse teknoloji de kullanılmak suretiyle katkı sağ­
lanmalıdır. Neocanların ve gizli kornitderin yeni adam yaratma,
dinciadaşma eğilimini şiddet yöncemi ile durdurma stratejisini
belideyip tanıma ve önleme ancak böyle olabilir.

Sistematik iletişim teknikleri ile İslam dinine antipari oluştur­


mak isteyenlere en güzel cevap; kasıtlı olarak gizlenen gerçekleri
ortaya çıkarmak, despotizmin her cürlüsüne karşı olunduğumuzu
özel yaşantıınızia göstermektir.
NEVZAT TARHAN

Avrupalı oryantalistler Müslüman ülkelerdeki demokratik ve


bilimsel gelişmenin yoksunluğundan İslam dinini sorumlu tu­
tuyorlardı. Türkiye'deki Batı hayranları da bunu önbilgi kabul
ederek İslamofobilerini besliyorlardı. Aslında Dr. Edward Said
Avrupa'nın, Müslüman dünyası üzerinde sömürge tutkusunu
haklı göstermek ve mensuplarını kaybetmemek için İslam dinini
karaladığını, endişeyi yükselttiğini böylece nefret suçu işlediğini
söylemekte haklıydı.
İlahi okuyan, Kur'an Kursu' na giden genç kızlara veya namaz
kılan liselilere yasadışı örgüt elemanı muamelesi yapanların akla
uygun olmayan tepkilerine Türk usulü 'İslamofobi' denilebilir.
'Din ve dinen kutsal sayılan şeyleri görünce aşırı olumsuz tepki
verme'yi laikliğin gereği olarak değerlendiren paranoid algı günü­
müzde küçük bir uç kesimin algısı olarak varlığını sürdürmektedir.
Laikliği dinden uzak durmak olarak anlamak yeryüzünde sadece
Türkiye'de resmi söylem olarak devam ediyor. Fobik duyarlıkların
eski Yargıtay Başsavcısı tarafından 'Korku Cumhuriyeti olduk' şek­
lindeki ifadesi ilginçtir. Yargıdan korkmak doğaldır, korkulmalıdır
da, yoksa yasalar işlemez. Ama senelerce yargı bize dokunamaz
diye yasadışı çalışanların korkusunu ayrıca değerlendirmek gerekir.
Bu artık İslamofobi değil cürmü meşhur korkusudur
Bilgisizlik, tembellik, ayrımcılık gerçeklerin ortaya çıkmasını
önleyen en büyük düşmanlardır. Bu düşmaniara karşı bilgi, ça­
lışma, iyi niyet silahları ile karşılık vermeliyiz.

BÇG VE PSiKOLOJi K SAVAŞ


28 Şubat 1 997'deki Milli Güvenlik Kurulu kararlarını de­
netleme amaçlı bir yapılanma olan Batı Çalışma Grubu (BÇG)
raporlarının hazırlanmasında izlenen yol ve raporların muhtevası
yakın zamanda yaşadığımız sürece çok benziyor. BÇG uygulamala­
rının bu defa Silahlı Kuvvetiere yaptınlamaması isabetli olmuştur.
ASIMETRIK SAVAŞ

Danıştay' ın bodrum kan bu iş için uygun olabilir. Emekli Danıştay


Başsavcısı Sayın Tansel Çölaşan durup dururken 27 Mayıs darbe­
sinin ihtilal değil devrim olduğunu ifade etmiş olamaz.
Psikolojik savaşın propaganda yöntemlerinde yanlış bilgi yok­
tur, 'seçilmiş doğrular' ve 'yetiştirilmiş fıkirler' vardır.
Toplumun % 60-?0'nin savunduğu fıkirlerin suç sayılabilme­
si bir hukuk metninde değil, ancak bir istihbarat biriminin rapo­
runda mümkün olabilir.
Sayın Başsavcının basma yansıyan metnini incelediğimde, bu
metnin Yargı Çalışma Grubu'nun (YÇG) bir raporu mu, yoksa
iddianame mi, diye düşünmeden edemedim.
İddianame resmi olarak açıklanmadığı için basında yer alan
iddiaları Yargı Çalışma Grubu (YÇG) raporu gözlüğü ile incele­
mek gerekir.
Birincisi, seçilmiş doğrular nelerdir? Başörtüsünün savunulması,
bu amaçla anayasa değişikliği yapılması. Başörtüsü mağduru genç
kıza telefon edilmesi, gizli kamera ile çekilen işyerinde tesertürlü
memur resimleri, TV programında cumhuriyet savcısının suç un­
suru bulmadığı miras hukuku programı, başbakanın Malezya zi­
yaretinde Türkiye için "Modern İslam Devleti" demesi, Kur'an-ı
Kerim dağıtılması, laikliğin tanımının yapılmasının istemesi. . .
Bütün bunlar TC yasalarına göre suç olmayan ve toplumun
çoğunluğunun söylediği sözlerdir.
Dini değerleri savunan sözler söylemek, laiklik karşıtlığının
odak noktası ise Türkiye'nin üçte ikisini laiklik karşıtı olarak de­
ğerlendirmek gerekir. Burada bir insanın ya dindar ya da laik
olabileceği ön kabulü ile hareket edildiği görülüyor. İkisini bir
arada barındumanın imkansız olduğu düşünülüyor. Bu düşün­
cenin karşıtı olanlar da tepki gösteriyor. Bu tartışma hukuki bir
tartışma mıdır, yoksa sosyopolitik bir tartışma mıdır? Camiyi, ezanı,
NEVZAT TARHAN

bayraktaki hilali nereye koyacağız? Namaz kılmak suç mudur?


Bir siyasetçi, mühendis, subay hem dindar hem de cumhuriyetçi
olamaz mı? Bu sorulara sağlıklı cevaplar verilebilmelidir.
İslam dini ile demokrasi arasında doku uyuşmazlığının oldu­
ğunu, Avrupa Birliğine girme yolunda olan bir devletin teokratik
bir rejime girme ihtimalinin olmadığını savunmak laiklik karşıtı
odak noktada olmak mıdır? Eğer böyle kabul ediliyorsa akıl gözü
görmüyor demektir.
İkinci olarak, burada psikolojik savaşta kullanılan yetiştiril­
miş fikirler var mıdır? Danıştay saldırısında yakalanan Alparslan
Arslan'ın dosyasında Kuvay-ı Milliye Derneği üyesi olduğuna
dair pek çok belge vardır. Bu kişinin geçmişi ve ilişkileri de bunu
doğrulamaktadır. Buna rağmen bu kişinin mahkemede hükümeti
suçlaması da hükümetin aleyhine delil olarak kullanılmaktadır.
Tıpkı 1 2 Eylül'den önce Kızılay'da patlatılan bombalar gibi . . . Onlar
da 12 Eylül cuntası tarafından darbe gerekçesi olarak kullanılmıştı.
Olayın seyri şu şekilde gelişmektedir. Önce basına malzeme
verilir, olaylar meydana getirilir, toplumsal gerilimin zemini hazır­
lanır. Zira gerilimin yüksek olduğu ortamlarda olaylara orantısız
tepkiler verilmesi kolay olur. Bu tepkilerden gerçekdışı hükümler
inşa edilmek istenir. Sonra da insanların bunlara inanması beklenir.
Fakat artık bu çabalar ve tezgahlar nafıledir. Bu millet pek çok
vesile ile iyi niyetli olduğunu ama 'saf' olmadığını göstermiştir!
Üçüncü olarak raporun kendisi de bir malzemedir ve dene­
mek, yoklamak için iyi bir yöntemdir. Bu yöntemle bazı insan­
lar andıçlanır ve o kişiler çeşitli psikolojik baskılarla yıpratılarak
imajları zedelenir. Bu konularda meydana getirilen tartışmalarla
gerilimler oluşturulur. Ardından da o gerilime bir kibrit çakılır
ve hadisenin yangına dönüşmesi sağlanmış olur. Böylece sosyal
dengeler bozulup zinde güçlere davetiye çıkarılmış olur. Söz ko-
ASIMETRIK SAVAŞ
m
nusu yoklamanın farkına varamayan kişiye suçüstü yapılır. İşte en
tehlikelisi bu durumdur.
Yargı Çalışma Grubu (YÇG) raporu gibi bir rapor hazırlanır, bu­
nun temelsiz, dayanaksız olduğu bilindiği halde karşı tarafa kapalı
bir zarf olarak sunulur. Ve m uhatapların hata yapması için ortam
hazırlanmaya çalışılır. Aile yaşantısına indirgeyerek örnekleyelim;
özellikle bencil ve kıskanç kişiler eşierini test etmek istediklerinde
onu sinirle.ndirirler. Aslında kendilerinin de inanmadığı suçlama­
larda bulunurlar. Burada yapılan aslında sınırları zorlamaktır. Eş
öfkelenip bu kapalı zarfı görmez ya da algılayamaz, tuzağa düşer
ve tartışmanın fitili ateşlenmiş olur.
Başsavcının başlattığı tartışma "Kaosa kalkan 4 ı ı el" gibi
manşetiere neden olmamalıdır. Şeycanın avukatları şeytana bile
külahım ters giydirebüiyor.
Çağı anlamakta yetersiz, gelişmelere ve yenüiklere tahammülsüz,
kendi insanına karşı güvensiz ve aşağılayıcı, sığ aydınlanmacı, dar
görüşlü ve dar düşüneeli resmi ideoloji bu defa duvara çarpmıştır.
Çünkü toplurnuri çoğu "Hadi oradan sende" diyebiliyor artık. Milli
iradeyi yok sayan kişiler diktatör anlayışına sahiptirler. Çünkü
diktatörler başkalarının iradelerini yok sayarlar. Bemard Shaw ne
güzel söylemiş: "Engeli olmayan yol bir yere götürmez."

MAHALLE BASKISINI N SiVASALLAŞMASI


Prof. Şerif Mardin'in sosyolog kimliği ile söz ettiği 'mahalle
baskısı' kavramı Türkiye'de kolayca politize oldu.
Aslında mahalle baskısı sözü bir metafordur. Grup baskısının
geleneksel ifadesi ile ilgili bir benzetmedir. Sosyolojik olarak küçük
grupların ortak denetimini tanımlamak için kullanılan bir terimdir.
Ancak şimdi siyasetin ötekileştirme argümanı olarak kullanılıyor.
NEVZAT TARHAN

Prof. Binnaz Toprak ve ekibinin 1 2 Anadolu kentinde


40 1 kişi üzerinde yaptıkları 'Türkiye'de Farklı Olmak; Din ve
Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler' başlıklı çalışma bu
konuyu tekrar gündeme getirdi; ancak bilimsel geçerlilikten yok­
sun olarak.
Peki, söz konusu çalışma neden bilimsel olarak geçersizdir?
Birincisi, her ne kadar çalışmayı sonradan tekrar yaptıran Açık
Toplum Enstitüsü ve Sayın Binnaz Toprak bu çalışmadan hareketle
genelierne yapmak doğru değildir deseler de çalışmanın içerisin­
de pek çok ifade genelierne iddiası taşıyor ve genelleme yaparak
'Anadolu'da laik toplum tehlike altındadır, Anadolu'da hoşgörü
yoktur' sonucuna varıyor. Bu sonuç gerçekleri ifade etmemektedir.
Araştırmadan sonra verilen röportajlar da bu ifadeler ile yazdıkları
raporu yalanlamaktadır.
Bilimsel araştırmalar hipotezi sınamak için yapılır. Çalışmada
araştırma amaçlı örneklem yöntemi kullanılırken oluşturulan
önerme yanlış bir önermedir. Din eksenli bir hipotez dini kay­
naklı olmayan verilerden hareketle test edilmeye çalışılmıştır. Din
ekseninde ötekileştirme doğru bir önerme değildir.
Şu cümleler rapordan aynen alınan cümlelerdir ve araştırma
yapanlar önyargı ve ön kabulle araştırmaya başlamışlardır. Seçilen
gruplar saldırgan laikçi gruplardır.
"Gittiğimiz Anadolu kentlerinin çoğunda, özellikle daha
muhafazakar kentlerde, farklı kimlikte olmak kamusal alanda
tacize uğramak, dışlanmak, yalnızlaştırılmak, çaresiz bırakılmak,
kamu yaşamından tecrit edilmek, iş bulamamak, ticari hayatta
başarısızlığa mahkum edilmek anlamına geliyor. Bu farklılık do­
ğuştan edinilmiş kimlik olabileceği gibi sonradan edinilen yaşam
tercihleriyle ilinrili de olabiliyor."
Başka bir cümle, "Hem bu araştırmadan hem de daha önce
yürütülmüş çalışmalardan çıkarsadığımız sonuç, Sünni-Türk ço-
ASIMETRIK SAVAŞ

ğunluğun diğer tüm kesimlerin hak taleplerine duyarsız kaldığı


doğrultusunda." Görüldüğü gibi araştırma niyet sorgulaması yap­
mamızı gerektirecek ahlaki bir zaaf da taşımaktadır. Bir hipotezi
sınamaktan çok, bir tezi doğrulamak için yapılan araştırma bilimsel
geçerlilik arz etmez.
İkincisi "Din ve muhafazakarlık ekseni" diyerek iki kavram
eşdeğer olarak kullanılmıştır. Muhafazakarlık 'Yeniliğe kapalı ol­
mak, değişime direnmek, farklılıklara tolerans göstermemektir.'
Bu tanımlama doğrultusunda, eski Cumhurbaşkanlarından Sayın
Turgut Özal' a baktığımızda dindar ama tutucu olmayan sosyal!ik;
Sayın Ahmet Necdet Sezer' e baktığımızda dindar olmayan fakat
tutucu bir sosyallik görürüz. Dinin radikal olmayan yorumlarını
savunan ve dini taassuba karşı çıkan Anadolu'daki önemli bir
kitleyi yardama özelliği olmayan bu araştırma bilimsel objektivi­
teden yoksundur.
Üçüncüsü, mahallenin geleneksel tutumları olan gözetim ve
denetim alışkanlıkları baskı olarak tanımlanmıştır. Kız erkek bir
arada olan evlere karşı çıkılması, bekarlara kiralık ev verilmemesi,
Ramazanda lokantaların çoğunun kapalı olması gibi tutumlar baskı
olarak nitelenmiştir. Diğer taraftan kendisini Türkiye'nin elideri
olarak gören, toplum mühendisliğini görev gibi düşünen denek
grupların sivil toplum faaliyederi göz ardı edilmiştir. Türkiye'de
faal olan bazı dernek ve gruplar insanları ideolojik düşünce bakı­
mından kendilerine benzerıneye çalışıyor, kendilerine benzemeyen
kimseler tarafından baskı altına alındıkları zannına kapılıyorlar.
Araştırmacılar, insanların düşüncelerine saygılı olunması gereken
yerde, kendisi gibi düşünmeyenierin tavırlarını hangi gerekçe ile
baskı olarak tanımladılar anlamak çok zor. Bu sebeple söz konusu
araştırma bilimsel dayanaktan yoksundur.
Dördüncüsü, çalışma raporunun 144. sayfasında Kudu Doğum
Haftası ve Mevlana Haftasında asılan resimlerden rahatsız oldukla-
• NEVZAT TARHAN

nnı belirten deneklerden söz ediliyor. Dini sembollerden rahatsız


olmak farklı inanç sahipleri için kabul edilebilir bir duygudur.
Ama bu duyguyu kendilerine baskı yapılıyor olarak algılamak tek
kelime ile 'İslamofobi'dir.
Fobi; öfke, nefret, intikam hislerine neden olan 'aşırı uyarılınış­
lık hali' ne neden olan bir ruh halidir. Bu ruh hali aşırı orantısız
tepkiler ortaya çıkarır ve algılamalan bozar. Bu, korkmuş bir insa­
nın elindeki silahı küçük bir sese boşaltması gibidir. Böyle insanlar,
olaylar arasında yanlış anlam bağları kurabilir. Öğrenilmiş fobisi
olan bir grup üzerinde araştırma yapılırsa verilecek cevapların geniş
örneklem evrenini yardaması mümkün değildir. Bu sebeple araş­
tırma, İsiamafobisi olan bir gruptan hareketle 'Anadolu böyledir'
hükmünü çıkarmış hatta daha ileri giderek bu toplum ile AB'ye
girilmez sonucuna varılmıştır.
Şu cümle çalışma raporunun sonuç ve öneriler kısmının son pa­
ragraflarında geçiyor: " ... Ortaya çıkan mevcut tabioyla Türkiye'nin
ne Avrupa Birliği'ne üyeliğinin gerçekleşmesi ne de özgürlükçü
ve çoğulcu bir demokrasiye sahip olması mürrıkün gözüküyor."
Beşincisi, amaçlı örneklem çalışmalarında kontrol grubunun
oluşturulması yanlış sonucu önler. Eğer baskı yaptığı söylenen
400-500 kişilik ikinci bir grup oluşturulsaydı sonuçlar daha inan­
dırıcı olurdu. Ayrıca görüşmelerde sübjektifliği giderebilmek için
çift kontrollü alan çalışması yapılmalıydı. Bir görüşmeyi iki araŞ­
tırmacı yapmalıydı.
Bahsini ettiğimiz tüm bu metodolajik gerekçelerle söz konusu
çalışma bilimsel olarak değersizdir.
Toplumsal geleneldere ve tasavvurlara siyasi ve ideolojik an­
lamlar yüklemiş, belli radikal siyasi ve İslamofobik sivil toplum
örgütlerinden hareketle genel bir sonuç çıkarılmıştır. Bu sonuçlar
bilimsel olarak yanlıştır.
ASIMETRIK SAVAŞ •
Araştırmanın adı çok iddialıdır. Eğer 'Laik duyarlılığı olan bir
grubun tutum araştırması' ismi ile araştırma hipotez ile destek­
lenseydi, amaç ile sonuç arasında arılam bağı ve nedensellik iliş­
kisi kurulabilirdi. Bunun için raporun başlığı ile içeriği birbirine
uymamaktadır.
Bu çalışma Sayın Soros'un spekülatör kimliğini güçlendirmiştir.
Özellikle Gürcistan ve Ukrayna'daki kaoslardan önce Soros' un, o
bölgelerde de benzer çalışmalar içinde olması ilginç rastlantılar
olarak tarihe geçmişti.

Uluslararası derin lobilerin 'güvenlik ideolojileri' bilinmekte­


dir. Kuşatılmışlık, kıstırılmışlık duygusu uyancimlarak toplumsal
olayları teriklemek evrensel bir yöntemdir. Önce laik duyarlığı
olan gruplar huzursuz edildi, şimdi de dini duyarlığı olan gruplar
huzursuz ediliyor. "AKP iktidarı Türkiye'yi muhafazakirlaştırıyor,
laikler ötekileşti" sonucu rasyonel değildir. Alevi, Çingene, ADD
dernekleri belli başlı ırk ve gruplardan hareketle 'din eksenli öte­
kileşmeyi test etmek' nedenseliikten yoksun bir çalışmadır. Ayrıca
ahlaki zaafları veya operasyonel amaçları çağrıştırmaktadır.

Çalışmanın çok önerrıli faydalı bir sonucu da 'Ombudsmanlık


kurumu' ile ilgili önerileridir. Çalışma bilimsel geçersizliklerine
rağmen bu konuyu tartışmaya açması ile normalleşme sürecine
hizmet etmiştir.

Analitik düşünceyi bozan korkuların etkisinde kalmamalıyız.


Ötekileştirmeyi marjinal kılan ve birlikteyaşamanın adil kurallarını
oluşturan bir toplum olmayı hedeflemeliyiz.

Fazilet ekseninde değil menfaat ekseninde politika üreten


uluslararası aktörler kardeşi kardeşle çatıştıramayacaklar, çünkü
fıtnecileri tanıyoruz artık.
Devletin bireyi ezmesini isteyenler istekleri gerçekleşmeyince
kendilerini baskı altında hissediyariarsa bu onların sorunudur.
m NEVZAT TARHAN

Mahalle Baskısı
ŞerifMardin Hocamız mahalledeki rekabette öğretmenin kay­
bettiğini söylemiş, böylelikle de psikolojik savaş stratejistlerinin
eline bir mahalle malzemesi daha vermiştir.
Yeni bir kutsallar savaşına veya fikirler tartışmasına hazır ola­
lım. Şimdi seküler ulusalcılar "Biz demedik mi savaşı kaybettik,
ya Cumhuriyet ya ölüm" diyecekler. 'Mahalle Baskısı' kavramı
siyasi bir kavram değildi ama medya bunu siyasi baskı aracı haline
getiriverdi. Aslında Hocamız siyasi değil fikri tartışma istiyordu.
Tartışma, fikrine güvenen, gerçeği arayan ve kendini geliştir­
mek isteyen fert için bir fırsattır. Konuyu ideolojik değil bilimsel
zeminde tutmayı başarırsak Türkiye kazanır.
Şerif Mardin Hocanın gözünden kaçan bazı gerçekler var. Bu
gerçekleri inedersek aslında hem öğretmenin hem de imarnın ka­
zandığını görürüz.
Birincisi, mahalledeki öğretmen-imam kavgası Cumhuriyet­
le birlikte başlamadı. Tanzimat'la başladı. Mektepler kurulun­
ca, medrese ehli ve tekke ehli ciddi hatalar yaptılar. Fenni ilim­
leri dünyevi diye küçümsediler. Bunlara ihtiyacımız yok diyerek
dışladılar. Medreselerde fizik ve kimyayı bilmeyen hocalar yetişti.
Bugünkü Afganistan'ın Taliban'ı gibi. .. Üstelik rnekceplerde din
ilimlerinin okunmasını istemeyen bir tavır bile gelişti. Sadece fen
ilimleri okuyan mektepliler ise semavi ahiakın yerine çıkar ahla­
kını koydular. Sonucu görüyoruz. Bir tarafta sadece din eğitimi
almış taassup içindeki radikal dindarlar, dinin sadece kelime an­
lamı ile yetinen zahiri, selefi algılama... Diğer taraftan dinin her
türlü tezahürünü gericilik olarak gören şekilci, körü körüne laik,
bencil ve kibirli aydın tipi ...
İkinci gerçek, Tanzimat'tan beri eğitim iki başlı gitti. Cum­
�uriyette başın birini kestiler. Yani medrese ve tekkeler kapan­
dı. Aslında kapanmaya değil ıslaha ihtiyaç vardı. Din ihtiyacı in-
ASIMETRIK SAVAŞ m

sanın gelişmişlik düzeyine göre çağdaş talebini oluşturdu. Sosyo­


lojik kökler yeni filizler verdi. İmam-Hatip okulları bu filizler­
den biriydi. Din ile pozitif bilimi birleştiriyordu. Tevhid-i Tedri­
sat eğitime çağdaş bir yorum getiriyordu. Siyasetin arka bahçesi
olma iddiaları bu dalı zayıflattı. İmam Hatipler Cumhuriyet ile
toplumun değerlerinin buluşması için bir firsattı, ama harcandı.
İmam Hatip mezunu hocalar köyde imamla öğretmen arasında
köprü rolü oynuyordu. İmam Hatip mezunu bir genç, öğretmen­
le rekabet duygusu içinde değildi ki öğretmen rekabeti kaybetsin!
Üçüncü gerçek, öğretmenin resmi bir kimliğe sahip olduğu,
bunun yanında Jandarma ile birlikte mahalleye dış baskı yaptığı
gerçeğinden hiç söz etmiyor sayın hocamız! Toplum resmi baskı­
ya karşı efendiliğini bozmadı ama alıcılarını kapayarak pasif tep­
ki verdi. Sistemden geçinen 'Tek Parti' üyeleri öz evlat muamele­
si gördü. Toplum devlete küstü. Bu sebepledir ki baskıcı annde­
rin çocuklarının okulu reddettiğini görürüz. Anne akademik ba­
şarıyı çok istediği için genç ters role girer ve ders çalışmaz. Bunun
gibi Anadolu insanı da öğretmeni reddetmiştir.
Dördüncü gerçek, mahallelerdeki dergahların kalkmasıydı. Her
dergahta hocalar ahlak dersleri veriyordu. 'İyiye, doğruya ve güzele'
giden yolu gösteriyordu. Kapısında 'önce edep' yazılan dergahlann
yerini arabesk kültür aldı. Başka yürüyüşü öğrenemedik kendi yü­
rüyüşümüzü de kaybettik. Halkı küçük gören resmi ideolojinin
elitistleri ise modernliği şekilciliğe indirgedi. Alternatif iyi, doğ­
ru ve güzeli tartışmadılar bile. Toplum ise köyiii ka,l�ayı tercih
etti. Fakat soğuk savaş sonrası 'Bir elinde Kur'an bir elinde bilgi­
sayar' olan Cumhuriyet aydınları sosyolojik gerçeklik oluşturdu­
lar. Bugün bu gidişi tehlike görmek gericiliğin bir türü olsa gerek.
Beşinci gözden kaçan gerçek ise, 'Mahallede gözcülük, birbi­
rini kontrol etme' vurgusunun dar çerçevede ele alınmasıdır. Ma­
hallenin yeniden inşasında göz baskısı gerçekten büyük önem taşır.
m NEVZAT TARHAN

Mardin Hoca 'El alem ne der?' baskısının medya ayağının önemi­


ni maalesef adamıştır. Bugün mahallede komşular kavga ettiğin­
de karakala şikayet etmek yerine 'Seni gazereye televizyona vere­
ceğim' tehdidini daha çok kullaruyorlar.
Toplumun yeniden inşasında değerlerin paylaşılması çok önem­
lidir ama devletin değer dayatmasının bilimsel olmadığı da bir di­
ğer gerçektir.

Korku Siyaseti
Günümüzde devletin içinde ciddi bir güç mücadelesi vardır.
Bir taraf halkın gücünü alıp meclise yansıtmış. TBMM var ama
gücünün farkında değil. Diğer tarafta müthiş bir oyun kabiliyeri
ile örgütlü ajitasyonlar yapan bir güruh var. Zihinlere korku salıyor,
bu vehimlere dayanarak analizler yapıyor.
Muhtemel korkuları mümkün hale getirmek psikolojik
harekatın taktiklerindendir. Tıpkı deprem ihtimali gibi . . . Bu­
gün İstanbul'da deprem olma ihtimali var ama depremle yatıp
depremle kalkmak akıllıca bir davranış değil. Ama depremden
geçinerek proje satan hocalaı: konuyu sık sık gündeme getiriyor­
lar. Çünkü çıkarları onu gerektiriyor.
Bugün Türkiye'de reel olmayan totaliter İran modelli bir din
devleti ihtimalini kullanarak, siyasi çıkar peşinde koşan güç odak­
ları var. Çıkarlarını destekleyen halk gücü olmadığı için muhte­
mel korkuyu mürnkünmüş gibi abartıyorlar.
Bir başka oyunu Anayasa Mahkemesi' ni etkileyen 367 olayında
gördük. Ayru günlerdeki diğer oyun Türk Silahlı Kuvvetleri'nin
tahrik edip yanıltılması ve 27 Nisan bildirisine sebebiyet verilme­
sidir. Ancak halkı temsil eden siyasi güçler oyunu fark ettiler ve
nitekim seçimler de bu oyunu bozdu.
Yeni oyun ise parti kapattırma korkusu. Böylece TBMM gücünü
kullanamayacak ve 'mücadeleyi' kaybedecek. Neden söz ettiğimi
ASIMETRIK SAVAŞ

tahmin etmişsinizdir. Malum tartışma toplumsal talep olan dinini


kamusal alanda da yaşama talebi. Dindar olmanın eğitimsizlik ve
yoksullukla birlikte anıldığı eski sosyolojik tezin takipçileri siyasi
manevralarını artırdılar. Çünkü bu eski tezin yerini yenisi alınca
ezberleri bozuldu. Bu sosyolojik değişimi algılayamayanlar veya
algılamak istemeyenler değişime siyasi anlam yükleyerek kıyafet
biçimlerine dahi üniforma benzetmesi yaptılar ve siyasi anlam
yüklediler. Sonuç olarak toplumsal talep bugünkü iktidarı doğurdu.
Halen de toplumsal talep azalacağı yerde artarak devam ediyor.
Bugünkü iktidarlar bunu gerçekleştirmezse gelecekteki iktidarlar
dünyanın gidişine mutlaka uyacaklardır.
Konuya bilimsel gözle bakmayan, sadece siyasi gözle bakan
elitist bürokratlar yanılgıya düşüyorlar. Eski başbakanlardan Sa­
yın Mesut Yılmaz demokrat duyguları gelişmiş bir insandır, ama
toplumu tam anlamıyla okuyamamıştır. Kıyafet biçimleri ile il­
gili olarak YÖK, kanundaki kıyafet düzenlemesinin iptal edilece­
ğini söylüyor. Sayın Mesut Yılmaz siyaseti iyi hazıneemiş biridir.
Fakat siyasette güç mücadelelerinde kişilik mücadeleleri de önem
taşır. Halkın gücünü iyi kullanan, sabırlı siyasetçilerin, akla gel­
meyecek oyunlar bulup uygulayan siyasetçileri yendiğinin bir ör­
neğini görmek mümkün.
Dövüş müsabakalarındaki yöntemlerden biri, hile yapıp kuralla­
ra aykırı hareketlerde bulunmaktır. Ahlaklı olmayan, centilmenliği
eksik sporcuların bir taktiğidir bu uygulama. Bunun gibi siyasette
de silahlı kuvvetleri devreye sokup oyunun dengesini bozmak
isteyenler vardır. Bir diğer grup da Türk Silahlı Kuvvetleri'ni za­
yıflatma arzusunda olanlardır. Çok şükür ki yönünü Batı'ya çe­
virmiş, Cumhuriyeti demokrasi ile yorumlayan çağdaş subaylar
bu oyuna gelmiyor.
Duyguları rahatlatmanın yolu zihinlere salınan korkuları gi­
dermekten geçer. Tek tip dindarlık anlayışı olmadığı gibi, tek tip
• NEVZATTARHAN

laiklik anlayışı da yoktur. İdeolojilerin politika ile içiçeliği sebebiy­


ledir ki siyasetçilerin o/o 60-?0'nin birleştiği bir laiklik anlayışını
benimseyip bu anlayışın kararlı, tutarlı, devamlı mücadelesini
vermekten başka çözüm yoktur.

Korku Siyaseti
Makyavelli'nin bilinen görüşlerinden biri "Korkulmak sevil­
rnekten daha emniyetlidir" görüşüdür. Makyavelli sevgi ve korku­
nun bir arada bulunmasının çok güç olduğunu kabul ederek, bir
yöneticiden korkulması gerektiğinin şart olduğunu söylüyordu.
Gerekçe olarak da, insanların zaten güvenilmez, kazanma hırsı ile
donanmış, kendisine menfaat sağlandığı sürece sadık, tehlike uzak­
ta iken kahraman, olduklarını söylüyordu. Korku oluşturmak için
hilekarlığı, iftirayı, ikiyüzlülüğü, zor kullanmayı, kötü muameleyi
zorunlu gören bu anlayışın tezahürleri her zaman görülebiliyor.
Bir gazeteci çıkıyor bir insana iftira atıyor. Sonra göstermelik
özür dilerken 'Çamur at izi kalsın' yöntemi ile karşı tarafın imajını
karalıyor. Yakın tarihimizde böyle bir ifuraya maruz kalıp mahkeme
kararı ile aklanan 'medyazede' o kadar çok insan var ki aklandığını
kimseye duyuramıyor. Medya yöneticilerinin, bir olayı iki tarafın
görüşünü alarak yayınlamak yerine iftirayı maksimize ederek ya­
yınlamalarının bir de gerekçesi vardır: 'Gazetecilik refleksi.'

Deniz Feneri davası, yardım toplama ve basın etiği konularını


ciddi olarak tartışmamiZ gerektiğini gösteriyor. Tarafıara baktı­
ğımızda ve basının bir kısmını diniediğimizde işin içinde kötü
niyet bulunduğunu, ancak karşı tarafı diniediğimizde sadece işlem
hatalarının kötü zanna neden olduğurtu düşünüyoruz. Gerçekler
zamanla ortaya çıkacak elbette. Ancak bu arada bazı değerleri
yıpranmaktadır. Birincisi toplumdaki harniyet duygusu, ikincisi
medya patronlarının kişisel yararlarının kamu yararının önüne
geçmemesi gerektiği ilkesi . . .
ASIMETRIK SAVAŞ

Söz konusu davada iddia, yardımların yerine ulaşmadığı yö­


nündedir. Böyle bir iddiayı fazla ceza almamak için kabul etmek
ise sosyal sorumluluk davasına ve iyilik hareketine ihanet anlamı­
na gelmez mi? Kamuoyu bu sonuçtan tatmin olmamıştır. Basın
etiği boyutu ise tam bir faciadır. Basın etiği ilkesini yok sayarak
şahıs veya kurumlara iftira edip, gerçekler kamuoyuna yansıtılan­
dan farklı şekilde zuhur edince 'gazetecilik refleksi, haber değe­
ri' gibi kavramların ardına sığınmak affedilir bir davranış değildir.
Siyasetçinin maliye memurlarını ve müfettişlerini hakim ve savcı
yerine koydurmasından hiçbir farkı yok bu yöntemin.
Silahlı Kuvvetleri Ergenekon uzantılarının yıprattığı gibi, siyasi
iktidarı da yolsuzluk uzantıları yıpratır. Aynı şekilde medyayı da
yalan habereilik yapan kadrolar yıpratır. Toplumun her kadrosu
adil dövüşmeli, yanlış yapılan bir şey varsa da özür dilemelidir.
Özür dilemek insanı zayıflatmaz. Hatalı olmak daha az değerli
olmak değildir. Hatayı kabul etmek erdemdir. Kişinin cana yakın
ve anlayışlı olduğunu gösterir. İnsanın her zaman haklı olması
mümkün değildir ve haklı da değildir. Çünkü kimse mükemmel
değildir. İnsanın sürekli haklı olduğunu savunması ona güç ve
itibar kazandırmaz. İnsanlar ya tartışıp birbirlerinden uzaklaşırlar
veya ses çıkarınayıp yine uzaklaşırlar. Hatayı kabul etmemenin
cezası yalnızlıktır, kabul etmenin ödülü ise insanların uzaktaşınayıp
yaniışı tolere etmesidir.

KAHRAMANLIK DUYGUSU VE AGCA


Üç yıl kadar görev yaptığım Adli Tıp Kurumu Gözlem İhtisas
Şubesinde benden önce görev yapmış rahmetli Ayhan Songar
Hocamızın bir hatırasını hiç unutmam.
1 970'li yılların sonlarında Mehmet Ali Ağca, Adli Tıp Gözlem
İhtisas'a Abdi İpekçi cinayeti nedeniyle müşahede için geliyor.
NEVZAT TAR HAN

Kapalı bölümde iken Ağca bir şekilde eline silah alıyor veya ken­
disine veriliyor. Ayrıntıcia yanılabilirim. Kaçmak için rehin aldığı
kişiler oluyor. O anda görevli olan gardiyandan bizzat diniediğim
olay şöyle cereyan ediyor:
Prof. Ayhan Songar soğukkanlı bir biçimde Ağca'nın yanına
giriyor ve onu ikna ederek silahını teslim alıyor. Sonradan öğren­
diğimize göre, aslında Ağca kaçınlmak veya infaz edilmek isten­
miş, oyunu Ayhan Songar Hoca bozmuştu. Mamafıh daha sonra
Ağca Maltepe Askeri Cezaevi'nden kolayca kaçırılmıştı.
'Taşeron Mesih' kitabı ile gündemi yakalayan araştırmacı yazar
Saygı Öztürk'ten öğrendiğimiz; M. Ali Ağca' nın, Abdullah Çatlı,
Oral Çelik, Haluk Kırcı gibi Susurluk bağlantılı 12 Eylül öncesi
darbe ortamını hazırlama görevlisi kişilerin evlerinde kaldığı, on­
larla yakın ilişki içinde olduğu gerçeği çok önemlidir. Bu kişilerin
hepsi ülkücü kökenlidir. Özal suikastının sanığı Karta! Demirağ
ülkücü kökenlidir. Kontrgerillayı araştırırken öldürülen Savcı
Doğan Öz' ün katili olarak idama mahkum edilen, daha sonra 1 2
Eylül döneminde Askeri Yargıtay tarafından üç idam kararına rağ­
men bir oy farkla heraat ettirilen İbrahim Çiftçi ülkücü kökenlidir.
Fakat ülkücüler bugün uluslararası katil olan Ağca'ya haklı olarak
sahip çıkmamaktadırlar. Ağca'nın Türkiye'yi karıştumak için Abdi
İpekçi'yi öldürmesi, dünyayı karıştırmak Müslüman-Hristiyan
çatışması çıkarmak için Papa'yı öldürmek istemesi bireysel bir
eylem olamaz.
Gizli el Özal suikastı araştırmasını durdurdu.
O gizli el Savcı Doğan Öz'ü öldüren, itirafina rağmen katili
sürpriz bir şekilde heraat ettirdi.
O gizli el 12 Eylül'ün toplum nezdinde haklılığının oluşması
için birkaç yıl terörü önlemedi. Abdi İpekçi de bu yolda harcandı.
O gizli el laik-dinci bloktaşmasını sağlamak için Uğur
Mumcu'yu öldürttü.
ASIMETRIK SAVAŞ

O gizli el 28 Şubat'ta 'topyekıln savaş' diyerek meşru iktidara


savaş açtı.
Halkın seçtiği kişileri düşman gören Genelkurmay Başkanı 28
Şubat darbesini silahsız kuvvetiere havale etti.
O gizli el AB karşıtlığını geliştirmek için Necip Hablemitoğlu'nu
öldürttü.
Eğer Hilmi Özkök gibi bir Genelkurmay Başkanımız olmasaydı
o gizli el yeni askeri darbeler yaptıracaktı.
Bugün o gizli el Kozmik Oda'da aranıyor. Fakat o odalar ya­
salar çerçevesinde çalışan iki odadır. Birincisi harekat planları ile
ikincisi 1 50.000 kişilik sivil kişilerin isimleri ile ilgilidir. Acaba
hakimimiz illegal gizli adayı bulabilecek mi? Çok zor ama hata
yakalamak mümkün.
Psikiyatri meslek eriğinde uzaktan tanı konulması doğru değil­
dir, ancak toplumu bilgilendirme misyon um gereği bazı tespitlerde
bulurırnak istiyorum.
Ağca hakkında hasta demek mümkün gözükmüyor. Sağlam
diyebilmek için de hastanede yatırılarak gözlenmesi gerekir. Öz­
geçmişinde ciddi bir psikiyatrik tedavi bilinmiyor. İpekçi cinayeti
dönemi sağlam raporu aldığı biliniyor.
Mesih olduğunu söylemesi, 'dikkat çekerek egoyu tatmin
etme' zaafı taşıyan kişiliğinden kaynaklandığı yönünde değer­
lendirilmelidir.
Ağca'nın zeki olduğu kesin, herkesle oynuyor. Rol yapma­
yı seven, bulunduğu ortamda hep sorun olan, yalan söylemeyi
yöntem edinmiş biri, tavırları dikkati çekiyor. Girişken, canlı,
heyecan verici, her şeyi abartan özellikleri basın için iyi malzeme
olmasına neden olur.
Bu karakter özellikleri içinde insanları birbirine düşürüp rahat­
sızlık duymayan, rezalet çıkarıp zevk aları özellikleri var ise basın
da dikkat etmelidir.
• NEVZAT TARHAN

2006'da alelacele çürük raporu verilerek Ağca'ya yapılan işlemi


Genelkurmay onaylamamıştı. O tarihlerde Haber Türk televiz­
yonuna bu yönde görüş bildirmiştim. "Neden ayrıntılı inceleme
yapılmadan askerliğe elverişsiz raporu verildi" görüşümün dikkate
alınması doğruydu.
Bugün de aynı durum geçerli. Gerekli test ve değerlendirmeler
yapılmadan ve bilimsel kanaat oluşmadan rapor verilmemeüdir. O
kişinin gözlem esnasında öldürillebilmesi hekimin ilgi alanına ve
sorumluluğuna girmez. Ayhan Songar Hocamız gibi kahramanlık
yapmaya da gerek yoktur. Ayrıca önlemi alınmalıdır.
Acaba kahramanlık motivasyonu çok yüksek olan M. Ali Ağca
bildiklerini ve gerçekleri anlatırsa kontrgerillayı bitirerek tarihe
bir kahraman olarak geçer mi diye merak ediyorum.

11KARINCAYA TÜFEKLE ATEŞ ETMEK"


Günümüzde, 'doğruları ancak asker bilir, siviller değil' düşünce­
si ve ruh halinin yeni tezahürlerini görüyoruz. Bu düşünce sağlam
bir yer edinmiş olmalı ki sorgulamak bile düşünülmüyor. Bunun
sonucu olarak da muhalefetin asker üzerinden yapılması gibi bir so­
nuç ortaya çıkıyor. Bilindiği gibi demokratik yönetimlerde iktidar
hata yaptığında toplumsal tepkiyi muhalefet partileri temsil eder,
ciddi eleştiriler yapar. Böylece fıkirler tartışılır, gerçekler ortaya
çıkar. Otoriter yönetimlerin karar mekanizmalarında muhalefet
olmadığı için Hitler gibi faşistler çıkabilmişti. Toplumun dikkatini
üzerine çekecek olaylar eğer iktidarın dikkatinden kaçmış ise buna
toplum adına muhalefet tepki göstermelidir. Fatih'teki cenaze
törenindeki görüntülere, mecliste Atatürk'ün mareşal kıyafeti ve
TBMM taburu ile ilgili bir milletvekiünin ifadesine tepki verilmesi
gerekiyorsa bunu ana muhalefet partisinin yapması gerekiyordu.
Kaldı ki Türkiye'de sistem MGK gibi bir alan oluşturmuştu. Farklı
düşünen bir general burada endişelerini dile getirebilirdi. Böyle bir
ASIMETRIK SAVAŞ •

muhalifbir düşünceyi bazı gazetecilere ifade ederek bir psikolojik


operasyon başlatıldığını söylemek doğru olacaktır. Basma yansıyan
bilgilere göre gazete yöneticilerine telefonla, yazının puntolarının
nasıl olacağına kadar yönlendirilmede bulunulması, üzerinde
önemle düşünülmesi gereken konulardandır.

Psikolojik Harekôt Neydi?


Psikolojik harekat halka karşı ve halkı istenen düşüncelere
inandırmak için her türlü aracı -medya başta olmak üzere- kul­
lanmak suretiyle yapılan faaliyederin tümüdür. Siyaset bir güç ve
rekabet işidir. Silah kullanmadan beyinleri erkilernek psikolojik
harekatın nüvesidir. Rakip olanın gücü zayıflatılır, iş yapamaz
hale getirilir. Egemenliği elinde bulunduranlar bu egemenliğin
gitmemesi için psikolojik tehditleri belirler, ihtiyaçları saptarlar.
Daha sonra durum ve hedef analizi yaparlar. Egemenliğin devarn
etmesi için siyaset oluşturma çalışmasına başlarlar.

Reaksiyon Ölçme Yöntemi:


Psikolojik savaşta karşı tarafın nasıl tepki vereceğinin ve gücü­
nün sınanması gerekir. Bunun için çeşidi "korku testleri" uygulanır.
Özellikle kendilerini güvende hissetmeyenler bu testi yapmaya
aşırı eğilimlidirler.
Bir zarf hazırlanır, bu zarfın içeriğine muhalif tarafın hoşuna
gidecek şeyler koyulur ve daha sonra o kişiyi sorgulama ve silke­
leme işine girilir. lfade özgürlüğü içerisinde bir süre sessiz kalınıp
bazı şeyler konuşturulur. Bu konuşmalara verilen tepkilerle niyet
sorgulaması yapılır. Yakın zamanda MGK ve psikolojik hareka.t
tartışmaları, 28 Şubat çizgisinde bulunan yayın grubunca başla­
tıldı. Çok da yararlı oldu. Bu tartışma kapsamında toplumun her
kesiminin tepkisi test edildi ve yeni psikolojik tehditler belirlendi.
Yeni verilere göre yeni durum ve hedef analizi yapıldı. Toplum
NEVZAT TARHAN

devletin yaptığı psikolojik harekatı kendine karşı komplo olarak


algılıyordu.
Reaksiyon ölçme yöntemi son tartışmalarda farklı seyretti. Yön­
tem, durum ve hedef analizinin yapılmasında fıkir farklılıklarının
olduğu izlenimini verdi. Emir komuta zincirini zorlayan, öncelikle
Kara Kuvvetleri Komutanının bir açıklama yapması teamüller
aleyhineydi. Her psikolojik harekat planlamasında şahinler ko­
numunda fıkirler oluşur. Şahinler ses tonlarını yükseltir ve bazı
duygusal çağrışunlar yapacak korkulara fazlaca vurgu yapar. Bu
korkuların etkisi ile insanlar sağlıklı düşünemez. Sağlıklı düşü­
nemeyen insan mantık hataları yapar ve karıncayı dahi tehlike
olarak görür. Elinde silah varsa karıncaya ateş etmeye başlar, tıpkı
ormanda karanlıkta yürüyen insanın duyarhlığı gibi.

Darbe Korkusu ile Sonuç Almak


Şu anda darbeden korkan hükümet iktidar olamaz. Millete
verdiği sözlerin arkasında duramayan hükümet kendi içerisinde
çatışma yaşamaya başlar. Bu çatışma bölünmeyi getirir. Hedeflenen
çok önemli amaçlardan biri de bu iç çatışma ve iktidarın yetersizliği
ile gücünü kaybetme yoluna girmesidir.
1 2 Mart öncesi Demokratik Parti Hareketiyle Adalet Partisi
zayıflatılmasaydı 1 2 Mart muhtırası büyük ölçüde olmayacaktı.
Bilindiği gibi Sayın Perruh Bozbeyli 4 1 milletvekiliyle ağiaya
ağiaya partiyi bölmüştü.
Türkiye şu anda AB yolunda hızla ilerliyor. Cumhuriyet projesi
olan çağdaşlaşma ve laikleşme AB içerisinde güvence altına alına­
cak. Cumhuriyetin ve rejimin üzerindeki tehlike ortadan kalkacak.
Fakat asıl tehlikede olan kontrolü kaybeden Ankara egemenleri
ve jakoben elider olacak. Bu jakoben elider kendilerini en büyük
vatansever ve en iyi yetişmiş kişiler olarak görüyorlar. Türkiye'yi
dünyadan kopuk, izole edilmiş bir ada olarak tutmak istiyorlar.
ASIMETRIK SAVAŞ

Ne Yapılmalı?
Atatürk'ün İsmet Paşa ile birlikte yıllarca savunduğu bir gö­
rüşü vardı. Bu görüş Türkiye'ye çok şey kattı . Atatürk'ün "Askeri
siyasetten çekin" görüşü üzerine vurgu yapmak gerekir. Siyaset
yapmak isteyen generaller ABD'de olduğu gibi sivil politikaya da
soyunmalıdırlar.
Türkiye'deki muhalefet yetersizliği ordu üzerinden siyaset yapıl­
masına fırsat vermemelidir. MGK hangi günler için var? MGK'da
düşüncesini ifade etmeyip Türkiye'yi gerilime sokma stratejisine
malzeme olan kişiler MGK'da sorgulanmalıdır. Eğer bu yapılamı­
yorsa bölünmeye ve dağılmaya hazır olunmalıdır.
Diğer vurgulanması gereken konu "özgürlükten korkmama"
duygusudur. Korkuların sanal olduğu bu olaylar da açık, net, sa­
mimi tutumlar sergilenerek anlaşılacaktır. Kesinlikle dürüst ol­
mayan takiyyeyi çağrıştıran yaklaşırnlara girilmemelidir. Mutla­
ka özgürlükçü paradigmaya gelmeliyiz. Bu tartışmalar toplumu
zihin tembelliğinden uzaklaştırır. Teslimiyetçi insanlar yerine sor­
gulayan insanlar, zihinsel istibdadar yerine güven duygusu olu­
şur. Özgürlük korkusu çağdaşlaşmanın önünde en büyük engeldir.
Türkiye ekonomisi düze çıkmaya başlamıştır. Ekonominin iyi­
ye gi.tmesi darbe heveslilerinin iştihasını arttırır. Darbedler eko­
nomiden arılamaz. 1 2 Eylül öncesi Sayın Özal'ın müsteşarlığında
ekonominin düze çıkmasının beklenınesini unutmayalım.
Türkiye gürültü çıkararak kontrolü elinde tutmak isteyenle­
rin oyunlarının farkına varmıştır. Herkes açık, içten, dürüst ko­
nuşabilir oldukça, korkular azalacak güven sorunu çözülecektir.
Amerikalı siyaset bilimci Francis Fukuyama güven sorunu
olmayan toplumlarda ekonomik refahın daha iyi olduğunu söy­
lerken haklıydı.
• NEVZAT TARHAN

PSiKOLOJiK SAVAŞTA PROPAGANDA


Psikolojik savaşta propaganda çok önemli bir yer tutar. Her
gün hepimizin pek çok açıdan propagandaya maruz kaldığı artık
biliniyor. Çağımızın son 20 yılında tanık olunan olaylara dikkarle
baktığımızda bugün ne gibi propagandalara maruz kaldığımızı
anlamamız zor olmayacaktır. İletişim imkanlarının alabildiğine
arttığı, iyi ile kötü olanı ayırt etmenin zorlaştığı günümüzde bunları
bilmek, kişinin etrafına "psikolojik duvar" örerek kendisini koruma
altına alması artık zaruret halini almaya başlamıştır.
Psikolojik savaşın propaganda çeşiderioden biri kara propa­
gandadır. Kara propaganda yerleşmiş bir inancı yıkma amaçlı
eylemlerdir. Psikolojik savaşta propaganda çok önemli bir yer tutar.
Kara propagandacia kaynak belirlidir ama başka kaynaklardan
çıkıyor gibi gösterilir. Kara propaganda yönteminde hile vardır.
Entrika, yalan, iftira, fitne, sinsilik ve sahte delil serbesttir, tüm
bunlarla birlikte gizlilik esastır.

Düşmanlık Duygularının Artırılması


Kara propagandanın temelinde gerçekleri değiştirmek, inançları
sarsmak ve kamu efkarını karıştırma amacı yatar. Kara propaganda­
mn kaynağı belli olmamalıdır çünkü kaynak anlaşıldığı zaman tesiri
olmaz, geri teper ve düşmanlık duygularının artmasına neden olur.
Yalan, gerçekmiş gibi inandırıcı bir şekilde ortaya atılır. Kara
propagandacia ortalığa nifak tohumları saçıp karmaşaya yol açmak
çok kullanılan yöntemdir.
Kara propagandacia kaynak daima gizlidir. Her ne sebeple olursa
olsun kaynak ortaya çıktığında her türlü sorumluluk reddedilecek
şekilde önceden hazırlıklı olunur. Kaynak gizli kaldığı sürece;
yalanlar, rivayetler, şayialar, dedikodular verimli sonuçlar verir.
Amacı, muhatapları ruhi çöküntüye sürüklemektir. Bu yön­
temi uygulayanlar hiçbir ahlaki ve vicdani sorumluluk duygusu
taşımazlar. Akla gelebilecek her şeyi hedef olarak ele alabilirler.
ASIMETRIK SAVAŞ

Çıkara Hizmet Eden Her Şey. . .


Kara propagandacia her şey malzeme olarak kullanılabilir, yeter
ki bu malzeme çıkara hizmet etsin. Kitaplarda bu faaliyetin, amacı
temiz, yöntemi pis olan bir propaganda tekniği olarak anılması
uluslararası bir tartışma konusudur. Psikolojik savaşla ilgili askeri
yönetmeliklerde bu propagandanın bir yöntem olarak tanımlan­
ması, acaba ne derece insani ve ahlakidir? Düşman olan kadın, kız
ve çocuklara insanlık dışı muamele yapmakla, onları birbirlerine,
kıydırmakla aralarında fıtne çıkarmak arasındaki ince sınır nasıl
çizilecektir? Kötülük tuğlaları ile örülen zafer kalesi ne kadar ya­
şayabilir ki?

Abdülhamit ve Psikolojik Savaş


Osmanlı padişahlarından Sultan Abdülhamit, psikolojik savaş
yöntemlerini bilen ve kullanan birisiydi. Balkan Savaşı sonrasında
kendisiyle yapılan bir görüşmede İttihatçılara hitaben psikolojik
savaşı nasıl kullandığım şöyle anlatır:
"Ben Balkanlarda kiliseler arası kavgayı halletmedim. Bunu
birleşip bize saldırmasınlar düşüncesi ile bilhassa yaptım. Sizin
(İttihatçıların) bu ihtilafı çözmeniz yanlıştı."
Kötülemek amacı ile yapılacak propaganda için propagandacı,
karşı tarafın olumsuz bir tarafını bulur. Eğer kötü bir yan bula­
mazsa olumsuz yakıştırmalar yapar. Propagandacı sürekli aslında
var olmayan konular icat eder ve bunu sürekli gündemde tutarak
işlemeye çalışır.

insanları Kaygılı Hale Getirmek


Kara propagandacia ana amaç, yerleşmiş bir inancı yıkmaktır.
Halkı kendi içinden çıkardığı liderlerden soğutmak, ordu ve devlete
karşı var olan güveni sarsmak, sosyal ve ekonomik dayanışmayı
yıkmak ister. İnsanları şüpheli, kaygılı, mutsuz ve zihinlerini ka­
rışıklık içerisinde tutmak arzusundadır.
NEVZAT TARHAN

Her Türlü Zaaf Kullanılır


İnsan ve toplumun her yönü, her safhası propaganda malze­
mesi olarak seçilir. Her türlü noksanlık kara propaganda için birer
malzemedir ve bu, bir hareket noktasını teşkil eder.
Kara propaganda için kişilik zaafları çok önemlidir. Alkol,
uyuşturucu, kadın düşkünlüğü, siyasi hırs, particilik, bencillik
ve megalomanik özellikler hareket noktası olabilir. Osmanlının
son dönemlerinde İttihatçıların dinde lakayt tavırları, Arap top­
lumunun hilafete olan itaatini kırmak için, İngiliz ve Fransızlarca
ustaca kullanılmıştı.

Zeki idareciler Dikkatli Olmalı


Bazen zeki yöneticiler bu tarz amaçlarla kullanılırlar. Zeki,
akıllı ve başarılı yöneticiler övgü ile şişirilirler. Eğer bu yönetici­
lerin narsist ruh yapıları varsa, övgü ve itibarı kaybetmemek için
kendilerine iltifat edenlere sürekli hizmet etmek zorunda oldukları
duygusunu taşırlar. Bu özellikleri, kendileri farkına varmasalar bile,
kara propagandacılar tarafindan kullanılır ve onlara istediklerini
kolaylıkla yaptırabilirler.

Kara Propagandanın imkanları


l .Kaynağı gizli olduğu için, muhatabın karşı propagandasının
tesiri az olur.
2.Muhatabın anavatanı içinde ve cephe gerisinde faaliyet gös­
terdikleri için işgal sonrası için zemin hazırlar.
3.Korku duygusu uyandırarak insanlarda bulunan direnme
gücünü kırarlar. Böylece insanlara sığınacak güç arama ihtiya­
cı hissettirirler.
4.Karşıdarının kendi içlerinde hain elemanların bulunduğu
hissini uyandırırlar. Bu nedenle muhataplarında moral çöküntü­
sü oluşur ve güvensizlik artışı ile durum sonuçlanır.
ASIMETRIK SAVAŞ •

Kara Propagandanan Riskleri


! .Propagandanın hazırlanması ve uygulanması özel bir dikkat
ister.
2. Gizliliğin ve emniyecin çok önemli olması nedeniyle faali­
yeti sınırlıdır.
3.Açık bir çaba ile yürütülmesi zordur.
4.Halkına karşı açık, dürüst ve saydam olan lideriere yönel­
tildiğinde geri tepen bir silah olur. Halkın lidere, idarecilere olan
sevgisini arttırıcı sonuçlar doğurabilir.
5 .İletişimin kolay ve uygun olduğu günümüzde, gizlilik em­
niyeti güçlükle sağlanabilir.
Propagandanın, muhatabı güçlendirici yanıyla mağdur ve maz­
lum görünümü birleşirse, çevresindeki insanlara kenetleyici etki
yapması mümkündür. Düşman liderin biririlmesi hesap edilirken
tamamen tersi ile sonuçlanabilir.
BÖLÜM 1 6
ASiMETRi K SAVAŞ

GAYRi NiZAMi HARP


"Fiziki, ekonomik, psikolojik, siyasi vb. işgal ve/veya teşebbüs
durumunda işgali ortaya çıkarmak, karşı tedbirleri uygulamak,
ülkemize karşı GNH uygulama ve teşebbüsleri olduğunda icra
edilecek karşı tedbirleri oluşturmak... "

Yukarıdaki satırlar Gayri Nizarnİ Harp konseptinin metnidir ve


yurt içi uygulamalar bölümünün basına yansıyan kısmı şöyledir:
İşgal tanırnma dikkat ediniz, özelleştirmeye rahatlıkla ekono­
mik işgal, İran'la yapılacak bir andaşmaya rahatlıkla siyasi işgal ve
AB'ye girmek için yapılan ciddi çalışmalara rahatlıkla psikolojik
işgal denildiğini nevzuhur ve ulusalcı Kuva-yı Milliyecilerin söy­
lemlerinde duymadık mı?

Eğer Milli Güvenlik Kurulu askere Gayri Nizarnİ Harp yönet­


meliklerinde böyle bir görev verirse gerekli birimler ana planları­
nı ve eylem planlarını hazırlarlar. "Türkiye'de Sevr'i yürürlüğe so­
kacaklar" diyerek bir iktidarı devirmek için eylem planı yaparlar.
Yahut din devleti kuracak diye siyasi talebi olmayan dini gruplar
hakkında eylem planı yaparlar.
Bu amaçla 27 Mayıs 1 960 öncesi kıyma makinesi haberlerini
kim üretmişti? 12 Mart 1971 öncesi Cemal Madanoğlu Cunta­
sı nasıl oluşmuştu? 1 2 Eylül 1980 öncesi bir yıl süre ile anarşiyi
önlemek, kurtarılmamış bölgeleri kurtarmak için kolunu oynar­
ınamanın gerekçesi ne idi? 1 Mayıs 1 977'de Taksim meydanın-
ASIMETRIK SAVAŞ •

da kalabalığa ateş eden kontrgerilla, bir eylem planı çerçevesinde


bunu yapmıştır diyenlere hak vermek gerekmiyor mu? Aynı ey­
lem planı dindar gençlerin evlerine silah koyup Nurcu Hizbul­
lah manşeti attıramaz mı? 28 Şubat 1 977 öncesi Müslüm Gün­
düz, Ali Kalkancı ne ise bugün planlanan İskender Evrenesoğlu
ve Ömer Öngüt aynıdır.
28 Şubat sürecinde Batı Çalışma Grubu' nun bazı generalleri­
nin PKK üst yöneticileri ile bağlantısını ve Eylem Planlarını ortaya
çıkaran Bülent Orakoğlu ve Kadir Sarmusak'ın başına gelmeyen
kalmamıştı. Genelkurmay, askeri mahkemede yapılan yargılamada
belgeyi isteyen hakimiere belgeleri vermemişti. Sonra Hakim Tu­
ğamiral Mehmet Celayir, Hakim Yüzbaşı Mesut Kurşun' u sürgün
tayinine göndermiş ve Hakim Yüzbaşı Ahmet Karamanlı'yı da YAŞ
(Yüksek Askeri Şura) kararı ile yargısız infaza maruz bırakmıştı.
Bazı gazetelerin önemli isimleri alışılmışın dışında Genelkurmay
ikinci başkanı tarafından ikna odası uygulamasına almıyorlar. He­
men sonra verilen görevi yerine getiriyorlar. Manşetler değişiveriyor
ve bu belge sahte diye karar veren askeri yargıya ve medyaya kamu
vicdanının inarıması bekleniyor.
Cesaret ile akılsızlık arasında ancak ince bir ayrım vardır. Bir
hedef uğruna kendisini tehlikeye atan kişi, başarırsa kahraman
kaybederse akılsız olur. Ha Enver Paşa ha Talat Paşa ha Hurşit
Paşa ha Veli Paşa ne farkları var. Bazıları Osmanlı'yı yıktılar, şim­
dikiler de demokratik Cumhuriyeti yıkmaya çalışmaktan yargı­
lanıyorlar. Halka karşı yurt içi uygulamalar adı altında yeni tu­
zaklar kurmak yeni psikolojik harekattan başka bir şey değildir.
"Türkiye ekonomik olarak, siyasi olarak ve psikolojik olarak
işgal altındadır ve karşı devrim vardır" diye bağıranlar hep gizli
cuntanın görevli kişileridir ve yetkilerini darbe hukukundan alır­
lar. Siyasiler ya yasaları değiştirecek güçlü irade göstermeli ya da
devleti yönetmekten vazgeçip seçime gitmelidirler.
NEVZAT TARHAN

Genelkurmay Başkanı'na karşı komplo kuranların cuntacılık


ihtimali çok yüksektir. Sayın İlker Başbuğ, AB'ye girişte ve demok­
rasiye inanınada samimi ise İspanya askeri bürokrasisinin Fran­
cisco Franco yandaşı generalleri emekli ettiği gibi bütün cuntacı­
ları emekli etmelidir.
Cuntacıların ayak sesleri artık duyulmuştur. Genelkurmay Ar­
şivlerini özel yetkili terör savcıları incelemeden bu travmatik yara
kapanmaz.

KONTRGERiLLA VE KABADAYILIK PSiKOLOJiSi


Şöyle bir hikaye vardır; bir ayı ormanda yaralanır, avcırıın biri
de gelip onu kurtarır. Ayı avcının iyiliğine karşılık vermek için
onu mağaraya kapatır ve besler. Avcı mağarada hasta olur, yüzü­
ne sinekler yapışır. Ayı sinekleri kovalamak için avcının kafasına
taşla vurur.
Mahallenin kabadayıları da böyledir. Mahallenin namusunu
korumak için kendi kurallarını koyarlar ve suçlu bulduklarını ce­
zalandırırlar. Mahalle ahalisi korkudan karşılık veremez. Kabadayı
da ayı gibi iyi niyetlidir ama mahalleliye hayatı dar eder.
Mahallede insanlar devletten değil, daha çok kabadayıdan kor­
karlar. Devlete verip verişdren kahvedeki çarıklı erkanı harp, ka­
badayı konusunda nemelazımcıdır. Çünkü tehlike olarak görülen
kabadayı, kurtarıcı olan devletten daha yakındır. Kabadayıyı resmi
güçler tesirsiz hale getiremez ancak mahalleli toplanıp 'yeter artık'
derse kabadayı kendine gelir. Mahalleli de rahadar.
Teşbihte hata olmasın. 'Türkiye Mahallesi', 'Kontrgerilla' veya
'JİTEM' kabadayılarını rahatlıkla analojik olarak ele alabiliriz.
TSK'nın içinde maalesef resmen kabul edilmeyen ama herkesin
varlığını bildiği bazı karanlık odaklar var. Toplum bunu tartışı­
yor ve hayatını nasıl etkilediğini öğrenmek istiyor. Bu tartışma
gerekli ve faydalıdır.
ASIMETRIK SAVAŞ IDI

Türkiye'yi sevdiğini söyleyen, ama yasalara bağlı olmayan, ya­


zılı kurallarla hareket etmeyen resmi ideolojinin kabadayılarına
'haydi oradan' deme zamanı geldi ve geçiyor. Yoksa çocuklarımı­
zın geleceği çalınıyor. Türkiye mahallesinde herkes siyasetçinin
aleyhinde konuşuyor. Mahalle kabadayısını değnek gibi kullanan,
devlet içinde ve devlete rağmen çalışarı karanlık odaklar istedik­
leri adama kabadayıyı gönderiyorlar. Medyatik linç yaptırıyorlar.
JİTEM, Kontrgerilla konusu gelince herkes susuyor. İşte kaba­
dayı da gücünü bu korkudan alıyor. Ne zaman insanların çoğun­
luğu katılımcı bir cesaret gösterir o zaman kabadayının gücü gi­
der. Aslında kabadayı da kullanılıyor. JİTEM veya Gayri Nizami
Harp, yeni adı ile Özel Harp Birliklerinde çalışan, çalışmış olan,
emekli olduktan sonra da çalışmaya devam eden subay astsubay
arkadaşlarıma sesleniyorum:
''Artık Türkiye değişti, dünya değişti. Kendinizi kullandırma­
yınız zira mahalle halkı artık daha bilinçlidir. Yasal olmayarı hiç­
bir işin içinde bulunmayınız. Yiğitliğinizi silahsız insanlara değil,
hukuksuz uygulama yapan insanlara gösteriniz, resmi ideolojinin
kabadayıya ihtiyacı varsa resmi ideoloji gözden geçirilmeli. Rejim
tehlikede dalduruşuna gelmeyiniz. Halkla temas içinde olarak ve
rızaya dayalı yönetim ilkeleri için mücadele ederek enerjinizi doğru
kullanınız. Rejim böylelikle tehlikeden kurtulabilir."
Ya değişeceğiz ya da yok olacağız, zamanın ruhu bunu gösteriyor.
Yazılı olmayan kurallarla hareket eden insanlar ancak mahallenin
kabadayıları olabilirler. Hiç uzun ömürlü kabadayılık gördünüz mü?

TSK DARSACiLiK KONUSUNDA


1ft(ÜZLEŞME" YAPMALI
Genelkurmay Başkanımız Ankara'da yakalanan mühimmat dolu
kamyon için savcı ve emniyetin ihbarcıya inanıp, askerden izin
m NEVZAT TARHAN

almamasını ürkütücü bulmuş. Sormazlar mı "Siz darbe yapmadan


önce izin mi alıyorsunuz?" diye.
Bazı darbe tutkunlarının kızılelması yaşıyor. Askeri darbe ya­
pamıyorlar ama Hükümet darbesi yaptırmak istiyorlar. Kurtlar
Vadisi'ni izleyenler bilir. Zaza Dayı'nın espirisinde geçen "Darbe
duasına çıkalım" tekifıne sinirlenenler Sayın Genelkurmay Baş­
kanımıza bir öneride bulunuyorlar: "Asker yeni bir savunma hattı
oluşturmalı!"
Sayın İlker Başbuğ'un harekete geçeceğini sanmıyorum. Dü­
şünüp İstişare eden, doğaçlama konuşmayan bir komutanımızdır.
Ancak akredite gazetecilerle konuşma serilerine devam etmesi bana
savunma hattı sorgulaması yaptırdı.
TSK düşman olarak kimi görüyor, siyasete müdahale etme
alışkanlığından nasıl kurtulacak bilmiyorum ama 'söylenmeyenlere'
baktığımızda bir savunma hattı inşasını hissetmek mümkün. Çün­
kü dost düşman algısı değiştiğine dair hiç bir emare gözükmüyor.
Şu ana kadar hep asimetrik psiklolojik savaşa karşı kendi ka­
lesini güçlendirmeye çalışıyord�. Şimdi yeni savunma hattı için
bir iki adım geri gidip taarruza geçmeye çalışıyor olabilir. Eğer bu
niyet varsa bazı bilgileri kabul edip karşı hücumları azaltıp karşı
propaganda başlayacak diye düşünmek gerekir.
Balyoz planına şiddetle karşı çıkıp "Lanediyorum" diyen kesin,
emin ve kararlı ses tonunu hepimiz hatırlıyoruz. Şu anda Balyoz
planı için "Son derece ciddi" tanımlaması getirdi. Daha sonra
Dursun Çiçek gibi bir kaç emir kulunun üzerine konu yıkılıp
kapatılmaya çalışılacak izlenimi güçleniyor.
Susurluk'ta olduğu gibi darbe yapma planındaki kişilere yasa
dışı silah bulundurmaktan komik bir ceza verip konuyu yargı yolu
ile kapatma klasik yöntemi denenebilir.
ASIMETRIK SAVAŞ m

TSK darbedlik konusunda bir 'yüzleşme'


yapamıyor
Genelkurmay Başkanı iç güvenlik konularında ağzını açtığı
zaman sadece doğruları söylemelidir. Yoksa yanıltıcı ve aldatıcı
izlenim oluşur ve güven azalır.
Bir komutanın en büyük sermayesi ve savaş gücü arkasındakile­
re verdiği güven değil midir? Lider öngörüsü hatalardan maksimum
karı elde etmeye çalışır. Zayıf yanlarını itiraf eden lider kendini
kusursuz göstermeye çalışan lidere göre daha çok güven vericidir.
Sayın Genelkurmay başkanımız bazı soruları kendine sormalıdır.
Bir insanın gerçek dostları ona ayna olanlardır.
Sosyal ve politik psikoloji ile ilgilenen bir kişi olarak zaman
zaman aynayı kendime tutmaya çalışırım. Şu anda acaba Ge­
nelkurmay Başkanımıza haksızlık yapıyor muyum diye kendi
kendime soruyorum ama maalesef TSK darbedlik konusunda
bir yüzleşme yapamıyor.
Birinci gerekçem ''Askerin yaniışı sivilin doğrusundan üstündür"
düşüncesinin devam ediyor olması. Tıpkı "Komutanımın yaniışı
benim doğrumdan üstündür" diye eğitilen harbiyeliler gibi.
İkinci gerekçem 1 960'lı yıllardan beri TSK içinde "darbeleri
desteklemeyen" kadrolar tasfiye edildi. Şimdi darbeci çeteler sivil
yargının elinde ama TSK'daki uzantılara hiç dokunulmuyor.

Reşadiye'de önlenebilir hata varmı idi?


Üçüncü gerekçem şehid olan evlatlarımızın büyük çoğunlu­
ğunun "Önlenebilir hatalar" nedeniyle ölmüş olması. Reşadiye
baskını telsizle tespit edilmişti, bu suçlamalar üzerine kayıtlar
incelenince ortaya çıktı. Önceden sapransa baskın önlenebilecekti.
Telsiz dinleme yeteneği kullanılmarnış. Bütün bu hatalara rağmen
1 2 adet mühimmat dolu kamyon, karpuz taşır gibi şehir crafiğine
NEVZAT TARHAN

gönderiliyor. Önlenmek istenmeyen kasıtlı hata yapılıyor diyenlere


ne cevap verelim?
Dördüncüsü bu kadar emir komuta zinciri dışında çeteler or­
raya çıkrnışken ve askeri hiyerarşiye uymayan darbeellik emareleri
varken darbe yapmak isteyenlere karşı "Olağanüstü durum eylem
planı" yapılmamasının açıklanabilir bir nedeni olmaması.
Genelkurmay'ın iç politikadaki geçmişi çok kirliyrniş
Beşincisi, Sayın Mahir Kaynak'ın 9 Mart 1 97l'de deşifre ettiği
9 Mart cuntacıları ile pazarlık yapan Genelkurmay örneği çok
utandırıcıdır. MİT ve bazı kururnlar 9 Martçılara veriliyor ve
diğer kurumları 1 2 Martçılar alıyor. Acaba şimdi böyle pazarlıklar
olabilir mi? Bu soruya hayır diyerniyoruz.

insafsızlık değil de ne?


Altıncısı, Balyoz darbe plarunda 3'ü albay, 66'sı Binbaşı, 852
Subayını tasfiye etme planına suskun kalan Genelkurmay sanık
paşalara silah arkadaşım diye sahip çıkıyor. Sanki her darbeden
sonra tasfiye edilen veya YAŞ kararları ile GATA'ya bile sokulrnayan
subaylar silah arkadaşı değil. Ergenekon sanığı Hurşıt Tolon'u silah
arkadaşım diye Harp okulundaki törene çağır, binlerce subayı yar­
gısız infazla ordu evlerine bile sokrna. İnsafsızlık değil de nedir bu?
Biraz aynaya bakmalı ve kendinle konuşrnalısın Sayın Gene­
ralirn. Akredite yani makbul gazetecilere artık kimse inanmıyor.
Onlar da kendilerini kullandırtrnarnalılar.
Yedincisi, insanımızın onurlu ve özgür yaşama talebinin doruk
noktada olmasıdır. Dünyada fıziksel sınırların ortadan kalktığı,
şeffaflığın en büyük gerçek olduğu teknoloji patlaması çağında
"Savunma hattı değiştirme" gibi nurnaralar kanrnıyoruz.
Osmanlı'da hükürndarın kulu olmak yakın zamana kadar devle­
tin kulu olma şeklinde devarn etmişti. Devlet yaşarn tarzını belirler
ve insanları buna göre sınıflandırırsa o devlete saygı duyulrnaz. Bu
ASIMETRIK SAVAŞ "'

devleti kutsallaştuan iddiadan vazgeçilcliğine dair hiç bir ifade


göremedik.

''Aç ve sefil yaşarım onursuz ve özgürlüksüz yaşayamam" diyen


bireyi yücelten yeni dünya size sadece üzülerek bakıyor.

ÖZEL HARP DAiRESi DAGITILMALI Ml?


Orgeneral İlker Başbuğ'a göre Asirnetrik Psikolojik Savaş (APS)
sürüyor. Bu savaş tarafların güç ve yöntemleri arasında simetrinin
olmadığı savaş türü yani farklı bir savaş türüdür. Eski terminoloji
ile Gayri Nizami Harp (GNH) türü.

Halk arasında kontrgerilla olarak bilinen Özel Harp Dairesi


veya Özel Kuvvetler Komutanlığı bu savaş türünden sorumludur.
Her savaşta olduğu gibi APS'de de dost ve düşman unsurlar
vardır.

Orgeneral Başbuğ açıkça telaffuz etmiyor. 'Ne demek istedi­


ğimi anlayın' diyor. Fakat böyle olunca toplumun çoğunluğun­
da iktidar partisinin, dini cemaaderin, Emniyet ve Milli Istihba­
rat Teşkilatı' nın TSK tarafından düşman görüldüğü zannı uyandı.

Hedefi, yöntemi, uygulayıcısı düzenli ordulardan farklı olan


bu savaş türü acrmasızca devam ediyorsa güvende olamayız.

Adnan Tanrıverdi Paşa GNH konseptini Türkiye'mize uyarla­


yan kurmay subaydır. Ondan aldığımız bilgiye göre;

"Bu harbin kuvvetlerine; Gerilla, Yer Altı ve Yardımcı Kuvvet­


ler adı verilir.

Gerilla: İşgal altında ve kırsal alanda faaliyet gösteren, mahallin


eğitilmiş sivillerinden oluşan, belirli bir teşkilat içinde bulunan
unsurlara verilen isimdir.
Yer Altı Kuvvetleri: İşgal altındaki meskun yerlerde faaliyet
gösteren, gizli harekat tekniklerini kullanan, hücreler halinde, ma-
NEVZAT TARHAN

hallin sivillerinden oluşturulan, normal meslek ve meşguliyeclerinin


yanı sıra kendilerine verilen görevleri yapan unsurlardan oluşur.

Yardımcı Kuvvetler: Gerilla ve Yer Altı Kuvvetlerine, ikmal, iaşe


ve barınmalarında yardımcı olan bölgenin yerleşik sivil insanla­
rından hücre sistemine göre oluşturulmuş unsurlardır.

Özel Harp Dairesinin aktifkadrosu: Komando ve GNH eğitimi


görmüş Özel Kuvvetler personeli ile GNH kursu görmüş Karaegalı
ve Seferberlik Tetkik Kurulları Personelinden oluşur. Bu personel,
nitelikli muvazzaf personeldir.

GNH Kuvvetlerinin sivil personeli ise işgal vaki olan bölgelerde


emirle teşkil edilip göreve başlamak üzere eğitilmiş mahalli sivil
personeldir."

Bu bilgileri alt alta yazdığımızda Özel Kuvvetler dış düşman


için örgütlenmiş güçlü asker ve sivil ayağı olan kadrolardır. ETÖ
dava dosyaları incelendiğinde İşçi Partisi'nin Özel Kuvvetler
Komutanlığı'nın sivil ayağı gibi çalıştığı anlaşılıyor.

Özel Kuvvetler Komutanlığı ile bağlantılı, çoğu denizci altı


şüpheli subayın ölümü anlamlı hale geliyor. Bu kişilerin ortak
paydaları çok önemlidir; gizli görevlerde bulunmaları ve bu gö­
revleri nedeniyle soruşturmadan geçmeleri.

Bu kişilerin eylemlerini verilen emirler doğrultusunda yaptıkları


halde şimdi sahipsiz ve yardımsız kalmaları ordu içinde ciddi bir
huzursuzluk ve hareketliliğin varlığını gösteriyor.

Yakın bir zamanda Sayın Bülent Arınç'ın evinin sokağında


Özel Kuvvetiere mensup subayların ellerinde adresle yakalanmaları
ve Genelkurmayın cevaben 'bilgi sızdırdığı iddiasıyla bir askerin
izlenmekte olduğunu' belirtınesi hepimizi şaşkınlığa sevk etti.
Genelkurmayın zorlamalı yorumu hiç inandırıcı değil. 'GNH
Kurs tatbikatı yapıyorlardı' dense daha inandırıcı olacaktı. Mah-
ASIMETRIK SAVAŞ
111
keme kararı olmadan kendi subayı hakkında sivil alanda istihbarat
toplama ve askeri personeli takip etme uygulaması itirafı bile tek
başına skandaldır.
TSK'dan kötü sızıntılar geliyor. Baraj patlamak üzere, yama
yaparak barajın çökmesini önleyemeyiz. Barajın kapaklarını aç­
mak gerekir.
Darbedliğin odağı haline gelmiş GNH tekniklerini iç siyasette
kullanan Özel Kuvvetler Komutanlığı' nın lağvedilmesi en hızlı ve
pratik yoldur. Basınç ancak böyle düşebilir.

'DEVLET iÇiN DEVLETE RAGMEN' TARiKATI


'Derin devletle mücadele edilemez' önkabulü Türkiyenin öz­
gürleşmesinin önündeki en büyük engeldi. Şimdi sevinerek bu
önyargının değiştiğini ve Derin Türkiye devletinin dişi dökülmüş
bır aslan olduğunu görmeye başladık. Gizli odakların deşifre olması
güçlerini yok eder. İster Agarta deyin ister lllimunati isterse devlet
için devlete rağmen komitesi deyiniz hiç farketmez. 'Rical-i Gayb'
yani görünmeyen liderler Abi olarak tanımlanan kişiler olmasın?
Asker kökenli olan yazar Sayın Aydoğan Vatandaş'ın ilginç
tespitleri var:
"Şimdi, son sözüm şudur. Gizli örgütler, tarikatler ya da cemi­
yetlerin, mistifikasyon süreçlerine ihtiyaçları vardır, bunu üyelerini
kendilerine bağlamak ve onlara kendilerini özel hissetmeleri için
yaparlar.
Ergenekon iddianamesinde örgütün okült bağlantıları ile ilgili
delilleri henüz bilmiyoruz. Olayı sulandırmadan, bekleyip görmek
gerek. Bence 'Ergenekon'un' Ordu içerisinde bir gizli örgüt olması
TSK'yı rahadatacak bir süreçtir, aksi taktirde Ergenekon'un TSK
içinde 'kurumsal ve hiyerarşik' yapıya bağlı bir kurum olduğu
"' NEVZAT TARHAN

fikri geriye kalır ki, herhalde bunu en başta TSK istemez, iste­
memeüdir." 4
Türkiye'ye -kendi iktidarlarının devamı için- huzur vermeyen­
leri tanıyalım. Ayrıca tarikat ve cemaat yapılanmasının uhrevi
ve ibadet grubu şeklinde değil dünyevi, siyasi şekilde olmasının
farkını ve tehlikesini düşünmemizde de fayda vardır. TSK'dan
tarikatçı diye dindar subay ve astsubayları uzaklaştıranlar aslında
kendileri mi tarikatçıymış göreceğiz.
İttihat terakki ve çağdaş tarikatlar
ı 893 yılında İstanbul Haydarpaşa'da Askeri Tıbbiye
Mektebi'nde kurulan bir dernek olarak İttihat Terakki cemiyetini
iyi analiz etmemiz gerekir.
Dr. Abdullah Cevdet'in de içinde bulunduğu obbiyeli beş genç
kurucu hızla kadrolaştı. Böylece 'Jön Türkler Hareketi' başlamış
oldu. Cemiyetin resmi sözcüsü Ziya Gökalp idi. Bol provokasyon­
lu 3 ı Mart irticai isyan vakası ile güçlendi. 1 9 1 3'te ünlü Babıali
Baskını ve Mahmut Şevket Paşa'nın beş ay sonra şüpheli suikastı
ile iktidara tam sahip oldu. ı 9 1 8'den sonra Anadolu'da Kuvayi
Milliye Hareketi'ni yeni kadrolarla başlattı.
İttihat Terakki 1 909' a kadar "Rical-i Gayb" denilen görünmez
kişilerce yönetildi. Kuruluşu ve işleyişi tarikat yapılanmasına çok
benziyordu. İstibdada mücadele idealinde birçok haklı yeniliği
Osmanlı'ya getirirken yeni istibdatlara yönelmesi ilginçti.
Başta Enver Paşa olmak üzere ilk yıllarında İttihat Terakki
yönetiminin niyeti çok samimiydi ve idealleri yüksekti. Ancak kul­
landıkları yöntem istibdata istibdatla karşılık verme şeklinde oldu.
'Dünyevi' tarikatların yapılanması nasıldır? Tarikat ve ibadet
gruplarının nitelikleri ile ilgili psikolojik kriterler üzerine yapılmış
çalışmalarda genellikle aşağıdaki ölçüder göz önüne alınır.

4 http: //www.haber7 .com/haber/200807 18/Agarta-iddianameyi-nasil­


sulandirdi .php
ASIMETRIK SAVAŞ

1. inancı ve amacı belirleyen bir ideolojisi ve kurumsal temeli


vardır.

2. ·Merkezi bir fıgürü vardır. Bu; lider, guru ve usta olarak


tanımlanır.
3. Merkezi fıgüre kutsallık atfedilir. Eleştirilmez. Hep övgü
ile yaklaşılır. Mutlak itaat ve sadakat zorunludur.

4. Özel grup yapısı vardır. Seçkinler topluluğuna sahiptir.


Hiyerarşisi belirlenmiştir.

5. Kendine özgü bir yaşam tarzı iddiası vardır. Gerçekleri


tekellerine alırlar. Tek geçerli düşüncenin kendi düşünce­
leri olduğuna inanırlar ve buna başkalarını da inandırırlar.

6. Abartılı fikirleri vardır ve büyüklük iddiaları içerisindedirler.


7. Kendilerine veya gruplarına Tanrısallık makamı vermiş­
lerdir.
8. Patent reçeteleri vardır. Simgeleri oklu, ışıklı, yıldızlı ve
güneşlidir. Kalıp önerileri grubun tümüne ezberletilir.

9. Yayılırncı güç olma beklentileri yüksektir. Vatanı kurtarma,


dünyada cenneti yeşertme gibi iddiaları vardır.
1 O. Tanrı rızası için çalışan değil, Tanrı adına iş yapan liderleri
vardır. Liderlerinin zaman zaman Tanrı'dan sezgisel mesajlar
aldığına inanılır.

l l . Eleştirilemeyen en üst otoritelerine bağlılık beklentileri


yüksektir. Sevgi tekeli oluşturmuşlardır.

12. Dışarıya karşı kapalıdırlar. Sadakati aşırı önemserler, bir­


birlerini gözeder, kontrol ederler. Hatta grup içinde 'özel
bir dil' bile oluşturulur.
13. Grup üyelerinde vatanı, dünyayı ve insanlığı kurtaracak
seçkin kişiler oldukları hissini doğururlar. Kendilerine özgü
bir kahramanlık ideolojileri ve misyonerlik anlayışları vardır.
NEVZAT TARHAN

14. Grup .üyeleri ucuz iş gücü olmayı gönüllü kabul etmişlerdir.


Bu haliyle ucuz işgücü gibidirler.
1 5 . Üyeler bireysellikten uzaklaşırlar, kutsala teslim olurlar.
Kişiliklerini değiştirirler.
16. Grup üyelerine yeni bir isim verilir, farklı bir grup kimliği
oluşturulur.
17. Yeminle bağlanma teorisi geçerlidir. Gruba katılan üyeye
gruba bağlılık ve lidere itaat yemini ettirilir.
1 8 . Grup içerisinden eleştiri yöneitenler korkutulur.
19. Takip edilme korkusu ile bağlılık beslenir.
20. Maddi bağlılık ve fedakarlık yüceltilir. Ücretsiz çalışma
yaygındır. Pasaport ve ehliyet grup liderlerince saklanır.
2 1 . Gruptan ayrılmak için hiçbir sebep geçerli sayılmaz. Ayrılan
üye kişiliksiz ve hasta olarak tanımlanır.
Yukarıda sıraladığım maddeleri Alman Psikologlar Meslek
Birliği'nin (BDP) tanımlamalarından özecledim.
Günümüze dönüp dikkatle inedersek dini veya modern gö­
rünümlü tarikat ve ibadet gruplarının çoğu bu özelliklere kısmen
veya tamamen uyduğunu görüyorum.
Eğer benzer tarikat ve ibadet grubu siyasi ve dünyevi kimliğe
sahipse tehlike daha da büyüktür. Çünkü bu kimlikte dünyevi ve
siyasi talep söz konusudur.
İttihatTerakki Cemiyeri'nin geçmişine ve bugünkü uzantılarına
baktığımızda birçok benzerlikleri görüyoruz. 'Vatanı kurtarmak'
ideolojileri, Atatürk gibi merkezi figürleri, silaha ve Kur'an'a el
basarak ettikleri yeminler, kahramanlık psikolojileri ve özel dava
anlayışları çok belirgin olan derneklere dikkat edelim.
Merkezdeki kişiye Tanrısallık makamı veren, dogmatik bağ­
lılığı ve eleştirmemeyi öneren, kutsal hedefleri olan, kanını feda
ASIMETRIK SAVAŞ m

gibi fedakarlık anlayışları olan gruplar çevremizde varsa bunları


sorgulayalım.
Kutsal ideal ve efsane kişiyi yüceltip seçkinler topluluğu oluştur­
muş, davası için gece gündüz toplantı yapan, ikinci kurtuluş savaşı
için organize yürüyüşler yapan çağdaşlık iddiasındaki dernekler
dünyevi tarikat tanırnma ne kadar uyuyorlar.
Yahut günümüzde İttihat Terakki Cemiyeri'nin başlangıcın­
daki şekilde "Rlcal-i Gayb" denilen görünmez kişilerce yönetilen
'siyasi tarikata yeni 'İttihat Terakki Tarikatı' dersek sanırım aykırı
düşmeyecektir.
Yeni komiteciler yan yana birbirinden rahatsız olmadan yaşayan
başörtülü ve örtüsüz kızların arasına fıtne soktular. Eğer başörtüsü
siyasi simge olsaydı öncelikle erkek öğrenciler takke ile gelerek
rejim karşıtlığını başlatırlardı. Niye kız öğrenciler böyle bir şeye
soyunsunlar ki?
Kurucu liderimizAtatürk'ü merkezi fıgür yaparak istismar eden,
kendi ideolojilerini ileri süren çağdaş tarikatiara dikkat edelim!

GENELKURMAY'DA ASiMETRiK PSiKOLOJiK


SAVAŞ KORKUSU
TSK'da klasik daktiloya dönülmesi yaşanan ilginç gelişmelerden
biridir. 1 5 subaya bir yazıcı ve bilgisayar verildi.Yani yazışma iyice
kısıtlandı. Bazı birliklerde cep telefonu yasaklandı. Genelkurma­
yımız hangi düşmanın eline hangi bilginin geçmesini istemiyor
merak etmemek mümkün değil.
Yüksek Askeri Şura Aralık 2009'da alışılmışın dışında bir şey
yaptı. Daha önce bilgilendirme konusunda tutucu davrandığı
hükümete brifıng verdi. Bu brifıng muhtemelen Genelkurmayın
metodunu ve buyurgan tarzını değiştirdiğini gösteriyor.
Asimetrik Psikolojik Savaş'ın ana yöntemi kara propaganda­
dır. Kara propagandacia -daha evvel belirttiğimiz gibi- kaynak
m NEVZAT TARHAN

belirlidir ama gizlidir yani başka kaynaktan çıkıyor gibi gözükür.


Amacı muhatapları ruhi çöküntüye uğratmaktır. Milli çıkarlar
uğruna iftira etmeyi, dahası yalan söylemeyi meşru hale getiren
bir propagandadır.
Buradan anladığımız "Koca koca paşaların yargılanması, Ge­
nelkurmayın sanıkları açıkça himayesine rağmen ETÖ davasının
gittikçe derinleşmesi, TSK'nın özgeçmişinde üç darbe ve dört
muhtıra sabıkasının varlığı. Siyasetçilerio dalduruşuna gelen ve
siyasetçi gibi kulis yapan Orgeneraller." Bunların neresi yalan ve
iftiradır? Bu konuların konuşulması neden asimetrik psikolojik
savaş olsun? Olsa olsa askeri terminoloji ile savunma psikolojisin­
den söz edilir. Tabii hükümet darbe planının olmadığı kanaatine
varırsa karşı asimetrik savaş kazanılmış olur.
Tıpkı sınıfta kopya kağıtlarını yakalatan öğrencinin "Öğret­
menim bunlar kopya değil kağıt parçası ne var ki" demesi gibi.
Darbe belgesine kağıt parçası demek asimetrik psikolojik savaştır.
3 cm zırhı delen silaha boru demek asimetrik psikolojik savaştır.
Orgeneral Yaşar Büyükanıt Dalınabahçe'de sunulan, kendisine
yönelik suikast planını Genelkurmayın bilgisayarlarında teyit etti­
rince asimetri-simetri ayırımını yapmıştı. Aynı dürüstlüğü darbe
planları konusunda da bekliyoruz. Hazırlıksız darbe olmaz, siya­
setçilerio zekalarından şüpheleri varsa iddialarına devam etsinler.
YAŞ yoluyla İrtica ve disiplinsizlik gerekçesi ile ihraç için bir
örnek ·�ydın Yılmaz Yüzbaşı"dır. Foça Komando Okulu' nda
hocalık yapmış Dargeçit İlçe Jandarma Komutanı. Kendisi ile
birlikte çalışmış Kaymakam Ahmet Çınar'ın Etkin Kitaplar'dan
çıkan "Ben Bir Kaymakamım-Her Şeyi Yazamadım" isimli kita­
bından öyküyü dinleyiniz.
" ... Uzman bir savaşçıydı. . . Dünyanın en dürüst insanıydı. . .
Kibardı. . . Sosyal insandı. . . Çok güzel konuşurdu. . . Şehit verdi-
ASIMETRIK SAVAŞ m

ğimizde ağiardı Aydın Yüzbaşı. Bir kez korucuları şehit olan bir
köye taziyeye gitmiştik. Köylüler bizi köyün içinde karşıladılar.
Az sonra kendisini tutamadı, hıçkırıklarla ağlarken malıcup olup
köylüler karşısında kayıp vermenin zedelediği onuru ile gruptan
hızla uzaklaştı ve orada ağlıyordu. Onun o insani duyguları he­
pimizi duygulandırdı ...
Cesur insandı Yüzbaşı, defalarla çatışmaya girmişti: Van Çarak'ta
bir çatışmada yaralanmıştı. Bir seferinde asker olan terörist, tipili
bir gece de kendisini öldürmeyi planlamıştı. Asker kendisini fark
eden astsubayı öldürmüş Yüzbaşıya ulaşamayacağıru anlayınca da
hemen gidip koğuşunda yarağına yatmıştı. Her şeye rağmen terö­
risti ortaya çıkarmayı başardı Aydın Yüzbaşı.
Çalışkandı, işinde titizdi, işini iyi biliyordu. En sorunlu bölge
olmasına rağmen nasılsa Aydın yüzbaşı var diye Dargeçit'ten en­
dişelenmiyorlardı ildeki Komutanları ama Sakıncalı Yüzbaşı Aydın
namaz kılıyordu ve bunu hiç kimseden gizlemiyordu. Bağnaz
bir insan değildi, asla suçlandığı türden art niyetleri yoktu. Eşi
kapalıydı yüzbaşının, Boğaziçi Üniversitesi mezunu, haruroefendi
bir kadındı. Kapalıydı ama herkesten daha sosyal ve moderndi.
Her şeye rağmen sakıncalıydılar. İle gittikleri zaman orduevinde
kalamıyorlardı, restoranında yemek yiyemiyorlardı. Peki, ama
Dargeçit Jandarma Komutanı herhangi bir otelde kime neye ve
niye güvenerek kalacaktı?
Her Askeri Şura toplandığında, sonuçlar açıklanıncaya kadar
uyumuyordu. "Kaymakam Bey her şey bir yana çocuklarım 'Seni
niye attılar?' diye sorariarsa onlara ne cevap vereceğim ben?" di­
yordu. Yüksek Askeri Şura'da liste açıklarunca da o insan yüzüy­
le tebessüm ederek "Yırttık yine" diyordu. Ona "Dargeçit'te iyi
çalışıyorsun Yüzbaşım, senin gibisini bulamazlar; ama sen bütün
planiarım Dargeçit'teki görevden sonra atılacağına dair yap, sen
kesinlikle atılacaksın" diyordum. Adana'ya tayin olmuştu. Loj-
NEVZAT TARHAN

manda oturması eşinin kapalı olması nedeniyle yasaktı. Ev de


tutamıyordu; çünkü Adana'da PKK'lı çoktu. Dışarıda kiralamak
zorunda olduğu evi için çocuklarına bir kötülük yapılır diye en­
dişe ediyordu.
Bir akşamüstü ziyaretime geldi. YüksekAskeri Şura'nın toplan­
masına iki gün vardı. Tayin olup gitmesine ise on gün ...
-Ben helalleşmek için geldim Kaymakam Bey!

...Evet. Cehennem Deresi'ne gidiyorum. Gene yanıma seçkin


birkaç rütbeli asker ve sağlam koruculardan alıp üç gün pusuya
yatacağım oralarda. Ne yapayım Kaymakam Bey? Cehennem
Deresi'ni biliyorsun, ben gitmesem kimse cesaret edemiyor, gön­
deremiyorum kimseyi ama oraları da boş bırakmak kanıma do­
kunuyor.
-Hakkım helal olsun Yüzbaşım sen de helal et.
-Benden de helal olsun, ölümlü dünya, gittiğimiz yerin adı
üstünde "Cehennem Deresi", dedi, duygusallaştı.
Hava kararrnıştı, elektrikler de kesikti. Şimdi Dargeçit kocaman
hayalet gibi gözüküyordu pencereden. Küçük pilli radyomu açtım
·�sker vurulmuş komşular, havar..." diyordu türkücü. Karanlık
makam odasında şimdi birbirimizi gölge gibi ancak seçebiliyorduk.
"Bana sakıncalı gibi bakılması kanıma dokunuyor Kaymakam Bey,
Şura toplantısına sadece iki gün var, ama ben buna rağmen hiç
kimseyi gönderemediğim Cehennem deresine üç gün pusu atmaya
gidiyorum. Ben masarndan kalkmasam hiç kimse, sen niçin pusu­
ya gitmiyorsun, demez bana. Benim iki tane çocuğum var. Sana
helalleşmeye gelecek kadar tehlikeli bir göreve gidiyorum. Peki,
ben sakıncalıysam kim vatanperver? Buna hakları yok Kaymakam
Bey, bu kanıma dokunuyor, onurum kırılıyor, inancım beni daha
çok vatansever yapıyor sadece; dürüst yapıyor, vicdanlı yapıyor"
derken yüzbaşı karanlıkta ağlıyordu. Karanlıktan fırsat bulup ben
de ağlıyordum ...
ASIMETRIK SAVAŞ m

Yüzbaşının Şura'dan atıldığı saatlerde, bir kurşunla şehit olma


ihtimali vardı, öldüğünde de asker olmayacaktı belki. Belki de
ordudan atıldığından habersiz asker üniforması ile pusucia ola­
caktı. Yüzbaşı yine atılmadı, kazasız belasız döndü Cehennem
Deresi'nden. Sonra Adana Yüregir ilçesiJandarma Komutanı oldu.
Siirt Vali Yardımcısıydım. Bir okul müdürünün odasında otu-
ruyorduk, cep telefonu çaldı:
-Kaymakam Bey, ben Aydın!. ..

-Tanıdım nasılsın?
-Teskereyi aldım sonunda... Derken. "Yırttık yine!" derken
o acı gülümseyiş vardı ifadesinde, içim yandı geçti. Dargeçit'in
yüzbaşısının atılmasını kabullenebilmem imkansızdı. Ağlamaklı
oldum ama etrafımda insanlar vardı, kendimi topladım...
-Yüzbaşım bunu ikimiz de bekliyorduk. Sen ülken için herkesten
fazlasını yaptın. Çok zor şeyler atlattın. Bu en kolayı senin için.
-Hiç üzülmedim. Ben kendim ayrılsam Allah'a hesap verme­
liydim, ülkem için ama kendileri attılar.
Atıldıktan sonra da ona hep yüzbaşım diyordum. Ne kadar
zordu. Daha sonra işsiz kaldı yüzbaşı, bir ara babasıyla tavuk
işine girdi, ekonomik kriz nedeniyle iflas etti. Resmi kururnlar ve
özel şirketler de konjonktürün etkisi ile iş vermiyorlardı. Namaz
kıldırması için binlerce memur çalıştıran devletin, namaz kıldığı
için görevden aldığı bir memurunu, hiç değilse askeriye dışında
bir başka kurumda çalıştırmasının ne sakıncası olabilirdi ki?"

Yüzlerce hikayeden sadece birisi aktardığımız bu hikaye. B u


hikayenin neresi Asimetrik Psikolojik Savaş, kapı gibi gerçek. Ama
aslında sahte ve hukuk denetiminden kaçırılan BÇG raporları
ile YAŞ yoluyla subay ihraç etmek Asimetrik Psikolojik Savaştır.
Gerçekler acıtır, ama kabul etmekten başka çare kalmadı Sayın
Orgenerallerim. İnsanları biçimsel olarak değerlendiren bir General
NEVZAT TARHAN

çağdaş olamaz. Çağdaşlık adına yapılan insaf, vicdan ölçülerine


uymayan YAŞ zalimliği bitmeli artık. Korkunun ecele faydası
yokmuş, şerefli subaya kaç-göç-ört-kapat yakışmıyor.

HARP OYUNU MU DARBE OYUNU MU?


Balyoz Operasyonu cumhuriyet tarihinin en önemli olayla­
rından biri olarak karşımıza çıktı. Genelkurmay Başkanlığının
güven artırıcı yaklaşımı çok kıymetlidir, konuyu objektif olarak ele
almak gerekir. E. Orgeneral Çetin Doğan'ın çelişkileri çok belirgin.
Emekli Generallerin mahalle baskısı Genelkurmayı etkilememelidir.
Çetin Doğan' ın cerbezeli zekasma dikkat etmek gerekir.
Birinci çelişki: Resmi adı ile "Balyoz Güvenlik Harekat planı"
masa başında 'Kes Yapışrır' planıdır görüşü. Kesin bilgiyi adli in­
celemelerle öğreneceğiz. Şu andaki verilere göre plan kendi içinde
mantıklı ve gerçeğe uyma yönünde akla yatkın özellikler taşıyor.
Fakat bu planın emir komuta zinciri içinde tartışılması ve ger­
çekleştirilmesi çılgınlıktır. Bunu akıl, vicdan, insafkabul edemez
ama emir komuta zinciri dışında Gladionun halen ulaşılamamış
ordu içindeki uzantısının bu planı gerçekleştirmesi akla çok yakın
duruyor.
Batı Çalışma gurubu yasal bir gurup değildi ve Çetin Doğan
onun başkanlığını yaptığını açıkça ifade etti. Bu planın sıkıyönetim
durumunda Başkanı olarak Çetin Doğan'ın ve Birinci Ordunun
ne yapacağına dair bir BÇG planı olma ihtimali yüksektir.
Çünkü plan askeri terminolojiye uygun, psikolojik harekat
eğitimi almış kimselerin yazabiieceği nitelikleri taşıyor. Düşman
tanımlaması ve iç tehdit değerlendirmeleri EMASYA planiarına
uygun.
Benzer tarihlerde ordu göreve yürüyüşlerinde Hava Kuvvetle­
rinin uçakları Ankara'da uçarken ve İstanbul Üniversitesi rektörü
ASIMETRIK SAVAŞ

Yunanistan'a tehditler savururken bir plan dahilinde hareket edi­


yorlarmış diyebiliyoruz.
Hatta 2003 Kasım ayında "Ordu göreve" yürüyüşü yapılmadan
önce bir gazete benden görüş almış "Pankartlara dikkat edelim"
demiştim. Aynı gün Kanal 7 Televizyonunda Ana Haber bülte­
ninde Ankara'da Hava Kuvvetlerine bağlı uçakların tören alanında
uçuşuna "Bu bir projedir" demiştim. Şimdi projeleri ortaya çıktı.
Asker darbe bile olsa plansız iş yapmaz.
İkinci çelişki: "Bu sadece Harp Oyunudur suç teşkil etmez."
Böyle bir plan Yunan Genelkurmayından Türkiye'ye karşı yapılmış
olsa ne düşünürdük? Komşu apartman sakinleri bizim apartınanı
havaya uçuracak planlar yapsa ve bunu tespit etsek ne hisseder­
dik? Plan tatbikatı, yani yeni ismiyle Plan Semineri aylarca süren
tartışmaların sonucu olgunlaşır. Daha sonra harp oyunu halinde
senaryosu yazılarak oynanır.
Üçüncü çelişki: Dinciler Yunanlıtarla işbirliği yapıp kalkış­
ma yapacaklar iddiası. "Geri bölge güvenlik planına darbe planı
denilemez" çelişkisi. Böyle bir iddia ile Orduyu kendi vatanda­
şının üzerine sevk etmek faciadır. Bu iddiaya inanan subay varsa
herhalde uzayda yaşıyordur. 1974 Kıbrıs Savaşı' na gönüllü giden
asteğmenlerin yüzde sekseni İmam Hatipli idi.
Tevil yoluyla ikrar edilen senaryoya göre Yunanlılarla bir savaş
olursa İstanbul'da aynı anda irticai kalkışma olacak ve bu kalkış­
maya karşı cami bombalamaları yapılacakmış. Bu zihniyet maalesef
TSK'da kadrolaşmış durumda: Bu..yüzden bu senaryoya şaşmamak
gerekir. 1 5 yıldır dindar görünürnlü hiç bir aileden harp okullarına
subay alınmamaktadır.
Dördüncü çelişki: 28 Şubat darbe sayılmaz iddiası. Bir defa
TSK'daki demokrat subay, asısubayların çoğu 28 Şubat sürecinde
tasfiye edildi. Meydan darbe heveslilerine kaldı. Bundan sonra en
ufak kaosta çok kolay darbe olur. 1 997'de darbe-i hükümet dört
m NEVZAT TARHAN

ay sonra olmuştur. Demek ki ışık yakıp söndüerneler de psikolojik


savaşın bir parçasıymış.
Beşinci çelişki: Çetin Doğan'ın Taraf ve paraleli gazetelere
Mütareke basını demesi. Yani İstanbul işgal edilmiş, Türkiye Sevr' i
tartışıyor, 1 9 1 9'dan daha kötü durumdayız ve hükümet Yunanlı­
lada işbirliği içinde düşüncesinin tekrarlanması.

Altıncı çelişki: "Bugün sivil siyaset Abdülhamid döneminden


daha acımasızdır" sözü. Abdülhamid' e acımasız diyen ittihatçılarla
aynı insafsız algılama. Sivil siyaseti Yunan askeri gören çarpık zihne
dur demek gerekmiyor mu?

Yedinci çelişki: Mücessem bir kibir ifadesi ile Yüksek Askeri


Şura'da halkın seçtiği lidere "Dini öne çıkarmayın, tabanınızı
merkeze çekin" nasihati ve yoksa kapatılırsınız tehdidi. Hem
dernoktatım de hem de nzaya dayalı sisteme uygun davranma.
Seçilmişi tahkir edici bir tavır.

O gün keşke Başbakan "Siyaset benim işim, askerlik senin


işin, sınırını bil, benim işimi bana öğretme" diyebilseydi, Balyoz
Planı yapılamazdı.

ASiMETRiK SAVAŞI N SiVASALLAŞMASI


Geçmiş tarihlerde bir Cumhurbaşkanımız devlet bazen rutinin
dışına çıkabilir demişti. Yargıtay Emekli Başsavcısı Sayın Sabih Ka­
nadoğlu meşru hükümete 'Dinci Dikta' diyerek kendisini ele verdi.

Nedensellik ilişkisini bu başlığın sonunda kuracaksınız.

Her şeyin bir fıresi vardır, alışveriş merkezlerinde ciroya yüzde


beş-on hırsız fıresi koyulurmuş..

Terörle mücadelede de -dünyanın neresinde olursa olsun- hu­


kuksuzluk fıresi vardır. Her ne kadar istenmese de mağduriyetlerin
olmamasına özen gösteriise de mağdurlar olur.
ASIMETRIK SAVAŞ •

Fakat özensizlik yahut karşı tarafı değersiz görmeye bağlı umur­


samazlık ile iki üç terörist var diye bir köy bombalanırsa bu du­
rum terörle mücadele değil katilliktir. İşin içinde farklı niyetler
olduğurıu gösterir.
Gladio, İtalya'da Ergenekon, Türkiye'de Gayri Nizarnİ Harp
(GNH) konsepti içinde kurulmuştu.
GNH, yeni terminoloji ile Asimetrik Savaş, ülkeye işgal vaki
olduğunda istilacı güçlerin gerisinde faaliyet gösteren devletler
hukuku ve Cenevre Sözleşmesi'ne uygun bir savaş biçimidir.
Mahalli personelden oluşur. Mahalli ve sivil personelin kur­
tarma; kaçırma, yeraltı gerilla kuvvetlerinden oluşur. Personelin
çoğu birbirini tanımaz.
Özellikle askerliğini yaparken kişilere teklif götürülür, isim ve
kod verilir. Bu kişiler hakim, savcı, öğretmen, esnaf, imam, gaze­
teci, hekim olabilirler.
Gizli ve örtülü harekat teknikleri vardır. Psikolojik savaş ve
harekat personeli; sabotaj, baskın, pusu, takip, tahrip, suikast,
kurtarma, tedhiş, kaçırma, sokak hareketleri gibi tekniklerden
oluşan eğitimler alırlar.
Özel Kuvvetler Komutanlığı bu kişilere danışmanlık ve eğitim
desteği verir. Gizli ve özel irtibat sistem ağı ile bağlıdırlar. Savaş
ve işgal dışında aktif görev alamazlar.
Buraya kadar her şey meşru ve hukuka uygundur, fakat dış
işgal yokken meşru hükümeti gayrimeşru göstererek 'Türkiye
Cumhuriyeti ekonomik, psikolojik ve siyasi olarak işgal edilmiş­
tir, Türkiye'yi İran yapacak dinci bir dikta vardır' düşüncesi savu­
nulursa ... Böylece mevcut hükümete 'Topyekıln Savaş' ilan edilir­
se... Hukuk kavramı da ortalıktan çekilecektir. Tıpkı şunun gibi;
kendi halindeki bir köpeği kimse tehlike olarak görmez. Ancak
o köpeğe 'kuduzdur' derseniz ve insanlar buna inanırsa herkes o
NEVZAT TARHAN

köpeği yok etmeye çalışır. Şimdi bazı çevrelerin Sevr benzetme­


si yapmaları, meşru hükümeti işgalci olarak gösterecek ifadeler
kullanmalarının tesadüfi olmadığı anlaşılıyor. Hatta meşru hü­
kümetler için dış düşmanların işbirlikçisi şeklinde sözler söylen­
ınesi asimetrik güçleri iç siyasette kullanma gayreti olduğu gerçe­
ğini ortaya koyuyor.

Bugün yaşananlara ve bulunan krokilere, suikast timlerine,


yaprak tipi suikast bombalarına bakılırsa dış düşman için oluştu­
rulmuş kuvvetlerin iç siyaset için kullanıldığını görürüz. Devle­
tin bir uzvu diğer uzvuna ateş etmeye kalkarsa meşru yönetimin
-eğer gafıl değilse- kendisine güvenen kitlelerin verdiği vekalete sa­
hip çıkması gerekiyordu.

Hükümet yakın tarihte ilk defa demokrasi adına cesur bir du­
ruş sergiledi, yani görevini ihmal etmedi. Bu süreci TSK'yı yıp­
ratmadan aşabilmek komuta katının tutumuna bağlıdır. 28 Şubat
bin yıl sürecek diyerek, Ankara'da siyasi kulis yapan orgenerallerin
TSK'yı gerçek anlamda yıpratan kişiler olduğu daha iyi anlaşılıyor.

28 Şubat sürecinde, Özel Kuvvetler Komutanlığında ve Gay­


ri Nizami Harb'in sivil görevlilerinde İşçi Partisi paralelinde bir
kadrolaşma olduğu biliniyor. Hakim otoriteye karşı gizli ve ör­
tülü savaş tekniklerinin kullanıldığına en büyük delil 7 Temmuz
2004 tarihli bir gazeteye sarılıp gömülmüş olan mühimmadardır.
Ayışığı ve Sarıkız kod adlı yapılanmalar da aynı tarihlerde idi.
Bu yapılanmalara dakunulmaması 'psikolojik harekat' a destek an­
lamına gelir ki bunlara müdahale edilmeden bu konu kapanma­
malıdır. Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek Paşa
gibi günlük tutma meraklısı biri bir daha önümüze çıkmayabilir.

Burada asıl önemli olan nokta yargılanan kişilere talimat veren


çalışma gruplarıdır. Bu grupları da ortaya çıkaracak unsur yargı
sistemimizdir. Askeri savcılar re'sen çalışma başlatınaziarsa ve üst
ASIMETRIK SAVAŞ

komuta katı bünye içinde arınma başiatmazsa lojmandan subay


alınma travması devam edecektir.
Meşru hükümetleri gayrimeşru olarak tanıtan odaklara 'Bu
hükümet laiklik konusunda sabıkalıdır' diyen siyasetçilere ve
TBMM'nin kararlarına '41 1 el kaosa kalktı' diyen zevata dikkat
edelim.
Güç ve imtiyazı kaybetmek istemeyen odaklar mevcut iktidarı
gayrimeşru göstermek için kapatma davası açtılar. Eğer iktidar
laiklik karşıtı ise komik bir ceza verilir miydi? Demek böyle bir
suç yoktu meşruiyeti zedeleme planı vardı.
Bu grupların ve kornitderin cuntacı olduğunu ve gayri nizarnİ
harp birliklerini iç siyasette kullanma amaçlı odaklar olduğunu
görmek için akıl gözü yeterlidir.

KAGITTAN KAPLAN KONUŞSA NE OLUR


KONUŞMASA NE OLUR?
Sayın Avni Özgürel 14/02/2010 tarihli köşesinde İkinci Mah­
mut dönemi vezirlerinden lzzet Molla ya ait şu güzel sözleri aktardı:

Me;hurdur kifisk ile olmaz cihan harab


Eyler onu müdahene-i aliman harab

(Dünya kötülüklerden harap olmaz, alemi mahveden alimierin


kötülükleridir, onların ikiyüzlülükle kötülük karşısında ses çıkar­
ınamakla yaptıklandır.)
Demek ki İkinci Mahmut döneminde hakkı söyleyen yeterli sa­
yıda ulema varmış ki Sultan, bozulmuş yeniçerileri itaate getirmeyi
başardı. O tarihlerde Kabakçı Mustafa Yeniçeri isyaru bugün 'eğer
doğrularursa Balyozcu Çetin Paşa isyan planına ne kadar benziyor.
Yeniçerilerden korkan ulemarun bugünkü karşılığı cuntacılar­
dan korkan aydınlar, hakimler, savcılar, bilim adamları, yazarlar,
gazeteciler değil mi?
m NEVZAT TARHAN

Genelkurmay Başkanı kükrediğinde tırsan 'Müdahane-i ali­


man' olmak istemeyenler korkmasınlar aslanın dişi dökülmüştür,
cuntacı kaplanlarımız kağıttandır.

Gerçi siyaseti karıştırmak ve polemik yapmak isteyenler Ge­


nelkurmay Başkanını dotduruşa getiriyorlar. Yargıtay Başsavcısını
göreve çağırmasını bekleyenler İlker Başbuğ ne konuşacak diye
merak ediyorlar.

Cuntacılara kol kanat germekten vazgeçmeyen Genelkurmay


Başkanımız İlker Başbuğ madem konuşmak istiyor, o halde geç­
mişin hesabını da ona sormak durumundayız.

I-Sayın Başbuğ'un Yargıyı ve Medyayı hedef aldığı anlaşılıyor.


"Yargı kararını vermeden insanların peşinen suçlu ilan edilmele­
rinin evrensel hukuk kurallarına ve masuniyet karinesine aykırı
olduğu..." vurgusunu sık sık yaparken 1960'lı yıllardan itibaren ve
28 Şubat döneminde işkencelerle ve yargısız infazla YAŞ kararları
ile uygulanan çifte standarda hayatı karartılan insanlara ne cevap
vereceğinizi merakla öğrenmek istiyoruz.

2-Bütün NATO ülkelerinde Soğuk Savaş sonrası Gladio tipi


yapılanma tasfiye edildi. TSK'da neden tasfiye edilmedi? Darbe
tehdidi amacı ile siyasetin üzerinde sopa gibi tutulduğu iddialarına
ne cevap vereceksiniz?

3-1960'lardan itibaren faili meçhullerin bulunamaması Gladio


yapılanması ile ilişkilendiriliyor. Faili meçhullerin yakınlarının
vicdanlarını rahatlatacak somut gerçekleri sunabilecek misiniz?

4-Elinizdeki bilgileri açıklamak politik sonuçlar yaratacaksa


altında kalacağınızdan mı açıklamak istemiyorsunuz merak edi­
yoruz. Eğer elinizdeki bilgiler gerçek ve olağan Balyoz vb... planlar
ise zaten tartışma bitecektir.

S-Balyoz Harekat planı ile ilgili E. Orgeneral Çetin Doğan'ın


emir subayı 14 Şubat 2010 tarihli Star Gazetesi'nde yayınlandığı
ASIMETRIK SAVAŞ lftJ
üzere yazar Aziz Üstel'e çok ilginç bir mektup yazmış. Tanıklığı çok
önemli olacak bu kişiyi dinieyecek misiniz yoksa sızdırmacılardan
diyerek suçlayacak mısınız çok merak edilmektedir.
6-Deniz Kuvvetleri Komutanı açıkca yargıyı suçladı "Bu nasıl
iddianame?" dedi ve Kurmay Albayın onur intiharından söz etti.
İtalya'da temiz eller operasyonu ile Gladio bitirilirken birçok su­
bayın onur intiharının Gladio davası ile ilgili olduğu anlaşılmıştı.
Aynı durum Deniz Kuvvetleri intiharlarında söz konusu ise ve
yargı bu durumu ortaya çıkarırsa ne yapacaksınız?

7- Prof. İskender Pala'nın son çıkan "İki Darbe Arasında İl­


ginç Zamanlarda'' isimli kitabını incelettiniz mi? Bu kitabın 1 66.
sayfasında 1 994'lü yıllarda psikolojik operasyonlarla Oramiral
Vural Beyazıt irnzalı cadı avı gibi irticacı avı adı altında dindar avı
gerçekleştirerek nasıl bir tasfiye yapıldığı anlatılıyor.
TSK daki cuntacı kadrolaşma için bir önlem aldığınızı duyma­
dık. Çok konuşarak zaman kazanacağınızı, bir şeyleri örteceğinizi
düşünüyorsanız yanılırsınız.
8-TSK'da moralin çok bozuk olduğunu söylüyorsunuz. Te­
rör için hiç bir bilimsel araştırma yaptığınızı duymadık. Şimdiki
TSK'nın moral bozukluğu için bilimsel bir ineerne yaptırırsanız
gerçek nedeni belki bulabilirsiniz.

Sayın Başbuğ bildiklerini söylemezse kendisine onur istifası


yakışır, esip gürleyerek sonuç alınamaz. Hiç olmazsa cuntacı kad­
roların onur istifalarını isterse toplum da rahatlar.

11TANKIN ÜZERiNE ÇlKAR MISINIZ" SORUSUNA


HANGi SiYASETÇi CEVAP VEREMEDi?
TSK'ya karşı psikolojik savaş yapılıyor diyerek psikolojik savaş
yapıldığını görmek mümkün. İki eski Genelkurmay Başkanı biz AB
ve Amerika'ya karşı değiliz demeye başladılar. Encümen-i Daniş'in
m NEVZAT TARHAN

son kararında da bunun rapor edildiğini tahmin etmek mümkün.


TSK'daki görev dönemlerinde ordu içinde ne kadar şiddetle AB
ve Amerika karşıtı broşür ve kitap dağıtıldığını unutmuş gibiyiz.
Saf olmayan kurmayiarın bunu sorgulaması gerekir.
Ergenekon sürecinde 'ileri gidilmesin' toplantı ve ziyaretle­
ri başladı, bu yönde psikolojik harekat malzemelerini okumaya
çalışalım. İsterseniz buna 'Psikolojik savaş okuryazarlığı' diyebi­
lirsiniz, tabii becerebilirsem ... Çünkü bana bilgi ve veri ulaştıra­
cak 'minik kuş'larım yok, akıl yürütme yöntemi ile gidebiliyorum.
Ameliyatın ortasında doktora ameliyatı bırak diyenler ancak
hastanın iyileşmesini istemeyenlerdir. Ergenekon Operasyonu'nun
önünü kesmeye çalışanlar da Türkiye'nin iyiliğini değil kendi iyi­
liğini düşünenlerdir.
Encümen-i Daniş, 1 850'lerde kurulmuş üst bir siyasi karar
mekanizması idi. İngiliz ve Fransız Muhibler Cemiyeti gibiydi. Res­
men kapatıldıktan sonra gayriresmi olarak devam ettiği biliniyor.
Hatta meşrutiyetin ilanı, İttihat Terakki'nin kurulması gibi
Osmanlı'yı yıkan süreç ve Cumhuriyet'in uluslararası sermaye
gruplarının istediği gibi Şamanlaşma veya Hıristiyanlaştırma ça­
balarında bu düşünce kulübünün rol oynadığı biliniyor.
Encümen-i Daniş'in gerçek bir düşünce kulübü olduğu, top­
lantılardan sonra yazdıkları mektupların 1 5 0 yıllık arşivinin ka­
muoyuna gösterilmesi ve siyasi sonuçlarının olmadığına toplu­
mun ikna edilmesi ile kanıtlanabilir.
Bu düşünce kulübü, neden darbeci olmayan bir orgenerali,
mesela Hilmi Özkök gibi bir paşayı, içlerine almıyor? Merak edi­
yorum 27 Mayıs, 1 2 Mart, 1 2 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan askeri
müdahalelerinden önceki toplantılarında yazılan mektuplardaki
konular nelerdi?
28 Şubat'ı fiilen başlatan süreç, Sayın Vehbi Koç'un damadı
İlhan Arsel'in o dönemin Genelkurmay Başkanına ABD'den yaz-
ASIMETRIK SAVAŞ m

dığı mektup ve mektuba dayalı kulis faaliyetleri idi. Acaba bu dü­


şünce kulübü yargıdaki üyelerine ve eski silah arkadaşlarına mek­
tuplar yazıyor mu?

Sayın Sadettin Tantan'ın çıkıp "Bu dava sisteme zarar vermeye


başladı" konuşmaları yapması tesadüfi mi? Sayın Tantan İstanbul
Taksim'de, 2000'li yılların başında, siyasete atılmadan önce bir
otelde 100 kişilik bir gruba konuşma yapmıştı. Kendisine "Parti
kurup siyasete girmeye hazırlanıyorsunuz, eğer bir darbe girişimi
olursa tankın üstüne çıkar mısınız?" diye sorduğumda konuyu
değiştirmişti. Belki hatırlar.

Düşünce ve felsefe kulüplerinin olması kültürel zenginliğimiz­


dir, devam etmelidir ve bu, çağdaş demokrasinin gereğidir. Aynı
şekilde birer düşünce kulübü olan İsmailağa, İskenderpaşa, İlim
Yayma Vakfı, Aydınlar Ocağı, Lions ve Rotaryenler, Süleyman
Efendi Grubu veya Fethullah Gülen Grubu'nun siyasi faaliyetle­
ri varsa rahatsız olunması anlaşılabilir. Eğer onlar siyasilere böyle
mektuplar yazsalar neler olurdu? Doğru olur muydu?
Bugün F tipi yapılanma diyerek Anadolu çocuklannın önü­
nü kesmeye çalışanlar, kendi 'D Tipi' yani darbeci yapılanmaları­
na sıra gelmesinden korkuyorlar diyenlere hak vermek gerekiyor. 5
Eğer yargıçlar, savcılar, güvenlik birimleri, Ergenekon Operas­
yonu karşıtı propagandadan ve hatta dış odakların 'yeter, durun'
tavsiyelerinden etkilenirlerse Ergenekon, Susurluktan hallice bir
dava olarak biter.
Genelkurmayın 'davranış dili' ile müdahaleleri Ergenekon
Operasyonunun Ayışığı, Sankız darbe girişimlerine iddianame
hazırlamasına engel olmamalıdır. Yoksa darbe azınini ve
niyetini yok edemeyiz. Türkiye gerçek demokrasiye çok
yaklaşmıştır.

5 Veysel Ayhan, Zaman Gazetesi, 24.0 1 .2009


NEVZAT TARHAN

ÜÇ iTiRAZ VE ASiMETRiK PSiKOLOJiK SAVAŞ


Şimdilerde bir uzlaşma retoriği gündemde tutulmaktadır. 'Uz­
laşma' yani mutabık kalmak Bu sihirli kelime kulağa hoş geliyor.

'Amaca uygun uzlaşma'


Bahsi geçen uzlaşma görünürde hedeflenen, ancak gerçek an­
lamda istenilen başka sonuçlara götürecek olan bir niyet içeren
uzlaşma mıdır? 1\rnaca uygun uzlaşma' kavramı nedir? Niyetleri
nasıl anlayacağız ve nasıl anlaşacağız?
AB Katılun Ortaklığı ve Uyumu Stratejik Belgelerini uygula­
mak için samimi olmayanların yeni yönteminin, uzlaşma kavramı
arkasında zaman kazanmak ve yandaş bir iktidarı başa getirmek
için sinsice çalışmak olduğu arılaşılıyor.
AB'nin istekleri, Askeri Mahkemelerden hakim olmayan su­
bay üyeleri çıkarmak, İç Hizmet Kanunu'ndaki 35. maddeyi de­
ğiştirmek, askerin TBMM denetimini daha da şeffaflaştırmak, si­
vile hesap verir hale getirmek, askeri mahkemeleri kışla dışına ta­
şımak, sivillerin askeri suç bile olsa sivil mahkemede yargılanma­
sını sağlamak... Ne var ki altı yıldır burıların hiçbiri yapılamadı.

Kişisel ve siyasal savaş strateiisi farkı


Ruh sağlığı profesyonelleri ilişki yönetiminde uzlaşma işini, her
iki tarafı dinleyip, niyetleri ve davranışları ayrı ayrı anlamaya çalı­
şarak yaparlar. Böylelikle tarafların savaş stratejilerini gözlerrılerler.
Bir örnek verelim. Agresif, öfkeli, güçlü ve hep kendi dediğini
yaptırmaya alışmış bir erkek veya kadın ne yapar? Dediğini kabul
ettirmek için olay çıkarır, ses tonunu yükseltir, bağırır çağırır. Şantaj
ve tehdit dahil her yolu kullanır. Sonunda ailenin geleceği için
genellikle kadıncağız fedakarlık yapmak zorunda kalır. "Uzlaşmam
lazım yoksa evde huzur kalmayacak çocuklar zarar görecek" der.
Aile büyükleri '1\rnan kızım sabırlı ol, yuvayı dişi kuş yapar" der
ASIMETRIK SAVAŞ

ve yıllar böyle geçer. Mutsuz bir evlilik, sağlıklı yetişmeyen, ya


tembel ya da anneyi, babayı sevmeyen çocuklar büyütüp toplu­
mun içine bırakır.

Çözüm sorunun içinde


Aile içi çatışmaların yaşandığı vakalarda, önce kadına; karşı
tarafsesini yükselttiği zaman sen de sesini yükseltirsen onun savaş
alanına girersin ve onun kadar saldırgan olamadığın için yenik
düşersin, sakın sesini yükseltme ama "Seni anlamak istiyorum
yavaş konuşur musun diyerek, onu düşünmeye sevk edecek ha­
reketlerde bulun" deriz. Böylece sorunlan soğukkanlı bir şekilde
konuşmak mümkün olur. Bağırıp çağırmaya eğilimli, düşünerek
hareket etmekten uzak kimseler, beklenti ve şikayetler yazılı metin
haline getirilip sakin zamanlarında onlara sunularak düşünmeye
sevk edilebilir ki bu, çok etkili bir yoldur. Böylelikle olması gereken
kabul edilir ve kişi kendisi ile yüzleşme fırsatı bulur.
Günlük siyasete dönersek güçlü taraf statüko yani kurulu dü­
zenin devamı kendi çıkarına olan taraf; her konuşmasında tehdit,
her fırsatta Menderes'in idam resmini hatırlatmak, her konuşmada
içinde korku uyandıran, ürküten ifadeler kullanmak suretiyle
baskı oluşturmaya çalışmaktadır. Darbeciliğin mecburi olduğu
görüntüsünün demokrasi üzerinden verilmeye çalışılması ordu
tabanının çoğu başta olinak üzere, aydınlar ve köylüler tarafından
da artık ciddiye alınmamaktadır.
Ancak bazı hilelerle 'uzlaşma retoriği' izlek olarak gösterHip
Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül yanıltılmaya çalışılıyor.
Evet, dünya değişti, eğer çocuklarımıza daha özgür, daha çağdaş,
daha demokratik bir Türkiye bırakmak istiyorsak, AB'ye girmeyi
hedefliyorsak niyetimiz ve amacımız bu ise önce bu amaçta "mu­
tabık mıyız, değil miyiz?" sorusunu soralım ve oyurıa gelmeyelim.
Amacımızı yazalım, sorunları yazalım, olması gerekenleri yazalım.
Sonra derinlemesine tar,tışalım.
NEVZAT TARHAN

Asker aldığı eğitim gereği yazılı metne, huk�k metnine uyma


sorumluluğu hisseder. Bir örnek vermek gerekirse jandarmanın
görev alanı ile ilgili yıllardır askerle uzlaşmaya çalışıldı fakat ol­
madı. Sonunda jandarmaya rağmen ülkenin çıkarına olan görev
alanı tanımlaması yapıldı. Asker uyması gerektiğini anladı ve de­
ğişim başladı.
Aynı şey askeri yargı ile sivil yargının sınırlarını belirlemede
de geçerlidir. Yasa çıkarıldı, uygulama eksikleri için ikinci yasa da
çıkarılır. Ancak geri adım atılırsa siyasi kontrolsüzlüğe fırsat ve­
rilmiş olunur.

Askerin üç itirazı ve asimetrik psikolojik savaş


'�keri yargının görevinin netleştirilmesi için çıkarılan yasalar
Anayasaya aykırıdır, siyaset kışlaya girer, yargı çatışması olur" şek­
linde özedenecek itirazlar akla uygun mudur? Medya yolu ile bu
üç itirazı okuduk, bunu basma vermek asimetrik psikolojik savaş
değil midir? Yoksa muhalefetin asker ağzı ile siyaset yapmasının
son örneği ile karşı karşıya mıyız?
Bir genelkurmay başkarunın arkasına 35 tane generali alarak
basın toplantısı yapması ve İrtica ile mücadele eylem planına ka­
ğıt demesi, aslında tam anlamıyla asimetrik psikolojik savaştır.
Akabinde aynı resmi kullanarak 'askerin üç itirazı' yazısı ile bir­
likte haber yapmak asimetrik psikolojik savaştır. Ancak toplum
artık bu baskılar karşısında ezilecek veya bu baskılardan psikolo­
jik olarak erkilenecek zayıflıkta değildir.
İlk olarak, Anayasa'ya aykırılığı yorumlamak Orgenerallerin
görev sorumluluğu kapsamında değildir. İkincisi siyaset kışlaya
zaten önemli ölçüde girmiştir, askerin siyasete müdahalesini as­
keri yargı önleyemediği için yasal değişiklik gerekmiştir. Üçün­
cüsü 'yargı çatışır' düşüncesi. Yargıçlar birbirleriyle hukuk dili ile
konuşurlarsa çok iyi aniaşıdar ama bir taraf hukuki dil diğer ta-
ASIMETRIK SAVAŞ m
raf askeri dille konuşursa zaten aniaşamazlar ve içinde bulunulan
durumdan daha kötüsü de olamaz.

Cuntacılık kırmızı kitaba girmelidir


Kırmızı kitap veya resmi tanımla Milli Güvenlik Siyaset
Belgesi'nin devletin güvenlik politikalarında ana çerçeveyi oluştur­
duğunu biliyoruz. Bu belgeye, demokrasiyi tehdit eden darbeciliği,
tehdit olarak yazmak için akla uygun çok ciddi şüpheler varken
yazmamak siyasetçilerin görev ihmali sayılır. Ancak siyasi iktidar
önceliği karıştırmış ve başörtüsü meselesinde olduğu gibi plansız
bir çıkış yapmıştır, bu da haklıyken haksız duruma düşmeye yol
açacaktır.
Sihirli sözcükler 'amaca uygun uzlaşma'dır. Amaç AB'ye gir­
mek ise herkes samimi olmalıdır. Uzlaşma, sesini yükseltenin veya
korku salanın dediğini yapmak değildir. Cumhurbaşkanı askeri
yargı yasasını veto ederse kargaşa tohumlarını sulamış olacaknr.
MGK'da uzlaşma olmazsa uzlaşma yeri artık TBMM'dir, TBMM
yetersiz kalırsa gidilecek yol referandumdur. Geri adım atılırsa eski
siyasetçilerden fark kalmaz.
Asker Jandarma konusunda yazılı metne nasıl itaat etti ise bu
konuda da öyle itaat edecektir. Asker sivil ilişkileri bir paket ha­
linde AB kriterlerine göre ele alınıp bu tartışma artık bitirilmelidir.
BÖLÜM 1 7
GÜNCEL ÇATlŞMALAR VE
ÇÖZÜM YOLLARI

SiViL iTAATSiZLiK/SATYAGRAHA
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1 5 Haziran 2007'de "2 Ekim"
gününü oy birliği ile "Dünya Şiddete Hayır Günü" olarak ilan
etti. 2 Ekim, Hindistan Bağımsızlık Hareketi'nin siyasi ve ruhani
lideri Mahatma Gandhi' nin doğum günü idi. Yine bu tarihlerde
Boğaziçi Üniversitesi' nin o dönemdeki rektörü tuhaf bir şekilde
özgürlükten yana değil, despotizmden yana tavır koyarak başör­
tülü öğrencilerin üniversiteye girişini yasakladı. Yasakçı yönetime
karşı bazı erkek ve diğer örtülü olmayan kız öğrenciler toplu tepki
gösterdiler. "Derin Dünya Devleti"nin derin Türk bürokrasisini
etkilernesi ile millet iradesi üniversite!ere yansıyamadı. Geriye tek
yol kaldı gibi görünüyor: "Sivil itaatsizlik."

Gandhi ne yapmıştı? Hindistan'da tek bir silah kullanmadan


ve şiddete başvurmadan sadece korkrnadığını göstererek İngiliz
zalimini dize getirmişti. Şiddet unsuru ihtiva etmeyen direnişi,
Hindistan'da kan akıtmadan toplumu harekete geçirmişti. Sat­
yagraha adı verilen bu anlayışın mimarı Gandhi, böylece birçok
özgürlük hareketinin ilham kaynağı olarak, şiddetsizlik eylemleri
ile çağın en önde gelen pasifısti olmuştu. Şiddetin ahlaken yanlış
olduğunu savunan "Pasifızm" kötülükle mücadelenin çağdaş bir
metodu olarak çok etkili oldu.
ASIMETRIK SAVAŞ
""
Yükseköğretim kurumlarına kılık kıyafet yasağına karşı toplum
ve özellikle üniversite gençliği de duruşu ile kendini göstermeli,
fikirlerini uygulamaya dönüştürerek ortaya koymalıdır. Böyle­
likle yükseköğretimlerde başörtüsü sorununa liberal bir çözüm
üretilebilir.
Başörtüsünü İrticanın sembolü addetmek, dindarlığı tehlike
görmek, Kürt kimliği ile yaşamak isteyen insanı düşman ilan et­
mek paranoyadır. Yanı sıra Avrupa Birliğine girişi bölünme korku­
su ile birleştirmek, Ermeni ve Hıristiyan komşuları düşman gör­
mek, Türk lrkçılığı yaparak Ulus Devlet ideolojisini savunmak pa­
ranoyadır. Bu paranoyalar zaman içinde toplum tarafından öte­
lenir ve ilgi görmez. Türkiye'nin İran olacağı paranoyasının te­
melsiz olduğunu da 'Toplumda bu yönde talep olmadığı' gerçeği
gösteriyor. Ancak öteden beri kurulu düzenden geçinmeye alış­
mış olanlar imtiyazlarının devamı için istisnai olayları genelleşti­
rerek ve maksimize ederek toplumu yanıltıyorlardı.
Türk Toplumu yıllarca nasıl aldatıldığını anladı. Artık pasi­
fıst eylemlerle Türkiye'yi modernize etme ve kendi modern top­
lum modelimizi oluşturma zamanı geldi. Resmi ideoloji zincirle­
rini kırmak öncelikle gençlerin görevidir. Bu konuda siyasilerden
fazlaca bir şey beklenmemelidir.
Türk tarihi mozaik tarihi değil ebru tarihidir, bütün renkler
ve ırklar barış içinde bir arada yaşayabilmiştir. Bu yüzden tek tip
toplum isternek toplumsal değerlere aykırı olup, "Çevrerniz düş­
manla çevrili" paranoyasının bir ürünüdür. Yapılan haksızlıklara
karşı koymak vatandaşlık görevimizdir. Sadece oy ile değil vicdani
tepki ve duruş ile Türkiye'ınizin geleceğine hizmet etmek isteyen­
ler bu çağrıyı dikkate almalıdırlar.Pasif direnişçilikte sayı önem­
li değildir. Gandhi için tek kişilik ordu denildiğini var sayarsak,
önemli olan kaç kişi olunduğu değil, amaca duyulan sadakat ve
yoldaki kararlılıktır.
NEVZAT TARHAN

TEK KiŞiLiK ORDU OLABiLMEK


Depolicize edilmek 12 Eylül rejiminin planıydı, fakat artık
işiemiyor ve işlememelidir. Ortak akıl eylemleri "zalimliğe hayır"
eylemleridir. 27 Mayıs 1960 öncesi darbecilerin gösterdiği cesareti
şimdi darbe karşıtları gösteriyor, Türkiye kabuğunu kırıyor...

Türkiye'de bugün 'cek kişilik ordu, Türkiye'nin Gandhi'si' ola­


rak tabir edilebilecek kimseler duruş ve eylemleriyle varlıkları­
nı hissecciriyor, sivil itaatsizliğin onurlu duruşunu gösteriyorlar...

''Artık darbe olmaz" düşüncesi gaflec, oy verdiğiniz partiye se­


çimden seçime sahip çıkmak da fazilet azlığının göstergesidir. En
kötü ihtimale karşı önlem alıp, en iyiyi beklemek aklın gereğidir.
Rahmeeli Adnan Menderes 'darbe olacak' diye uyarıldığında, pen­
cereden Mehmecçiği gösterip "Bu evlat mı bana darbe yapacak?"
demişti. Darbecilerle ilgili ihbarlar için de ''Askerin iç işi ben ka­
rışmam" demişti. Fakat sonradan Yassıada'da prostat muayenesi
dahil türlü işkenceye maruz bırakılmıştı.

Demokratik tepkinin önemini anlatan olayları daha sık yaşa­


maya başladık. Gelenekçi, edilgen, özgüveni düşük, fikrini orta­
ya koyamayan, kendini savunamayan, hakkını aramayı 'gereksiz'
gören, yanlış tevekkül anlayışı içindeki toplumsal ahlakımızın de­
ğiştiğini görmek güzel bir durum.

Bir hikaye vardır, bir lider topluluğa karşı konuşurken, 'Ben


sürü psikolojisine karşıyım' der. Kalabalık toplu halde 'Ben de'
diye bağırır. İnsan nasıl ki olaylar karşısında otomatik düşünceler
geliştirir, toplumlarda da otomatik tepkiler vardır. Özeleştiri kül­
türü ve değişim isteği otomatikleşmiş yanlış düşünederimizi de­
ğiştirir. Yeni durumlara eski cevaplar vermek yerine yeni durum­
lara yeni cevaplar üretebiliriz.

Bu anlamda ilk Demokratik Tepki Genelkurmay Başkanlı­


ğından geldi. Genelkurmay'ın 1 8 Temmuz 2008 tarihli açıkla-
ASIMETRIK SAVAŞ m

masının 6. maddesi dikkat çekiciydi. Söz konusu madde şöyle


diyordu:'Kaynağı neresi olursa olsun; bu tür haberlerle Türk Silahlı
Kuvvetlerine yöneltilen hukuk dışı saldırılara karşı yalnız Türk
Silahlı Kuvvetleri'nin değil, onun gerçek sahibi yüce Türk milleti­
nin de yasal ve demokratik tepki göstermesi doğal bir beklentidir.'
Bu ifadelerden Genelkurmay Başkanlığı'nın -halkın kendisine
yeterince sahip çıkmamasından- bunaldığı anlaşılıyor. Daha önce
toplumu umursamayan askeri politikaların değiştiğini görmek
sevindirici bir durumdur. Ortak akıl mitinglerini görmezden
gelip cumhuriyet mitinglerini özleyenlerin bakışı Genelkurmayın
resmi bakışı olamaz.
İkinci Demokratik tepki Antalya'da 2008 yılı ÖSS ödül törenin­
de yaşandı. Bir öğrenci başörtülü olduğu için ödül töreninde sah­
neye çağırılmadı. Anne kızına yapılan ayrımcılığa basma yansıyan
şu sözlerle tepki göstermişti, J\ntalya Milli Eğitim Müdürlüğü' nde
düzenlenen törende ÖSS'de Antalya 3.'sü olan kızına başörtülü ol­
duğu için ödülü verilmeyince gösterdiği tepki ile gündeme gelen
Melek Öztürk, kendisinin de zamanında haskılara maruz kaldığı­
nı ve şimdi kızının da aynı duruma düşmesinden dolayı artık da­
yanamadığını söyledi.' Ödülü almayarak, yüksek sesle itiraz eden
arınenin bu davranışı çok soylu bir duruştu. Antalya Milli Eğiti­
mi önümüzdeki yıl daha adil bir yol bulacaktır.
Bu olay gerçekleşmeden 1-2 ay önce Kars'ta da benzer bir olay
yaşanmıştı. Bu olayda anne ağlayarak sahneden inmiş ve oğlunu
yalnız bırakarak edilgen kalmıştı. Hak arama bilincinden yok­
sun bir duruş gösteren anne bu adaletsizliğe karşı güçlü bir du­
ruş sergileyemernişti.
Söz konusu olaylar ve sonuçlarındaki durumlar, bir sınıftaki
öğretmenin veya üniversitedeki bir öğretim üyesinin öğrencileri­
ne kendi siyasi görüşleri doğrultusunda telkinde bulunup ihtilaflı
konulara girmesine benzer ki böyle bir durumda öğrencilerden biri
lll NEVZAT TARHAN

'Ben farklı düşünüyorum, fakat burası bu konunun tartışma alanı


değil, dersimize devam etmemiz daha doğru olur' diyebilmelidir.
28 Şubat dönemi Askeri birliklerde yaşadığımız örnekler de
yukarıdaki duruma benzer olaylardandı. Akşam derslerinde veya
içtimalarda komutanlar, askerleri topladıklarında ülkeyi yöne­
tenler, siyasiler, milletvekilleri aleyhinde vatanın tehlikede oldu­
ğu hakkında, memleketin sarıldığı iddialarını sürekli tekrarlaya­
rak telkinde bulunurlar, 'toplum mühendisliği' uygulamaları ya­
parlardı. Eğer her birlikten fazla değil bir iki asker çıkıp 'Biz bu­
raya askeri eğitim almaya geldik, vatanİ görevimizi yapıyoruz, si­
zinle aynı düşünceyi paylaşmıyorum, TBMM'yi küçülten yakla­
şımınız doğru değil, bu düşüncelerinizi yazılı olarak bize verebi­
lir misiniz?' diyebilseydi post modern darbe başlamadan biterdi.
Bunun gibi, camilerdeki hocalar sohbederinde, vaazlarında si­
yasi konulara girdiklerinde 'Hocam gençliğiınİzin gidişi iyi görün­
müyor, onları bilinçlendir' diyen cemaat olsaydı zaman ve enerji­
sini insan yetiştirmeye harcayan hocaların önü açılırdı.
Bir milletvekili Milli Savunma Bakanlığı Bütçesi görüşülür­
ken halkın parasının nereye harcanacağı sorusuna Orgeneral dü­
zeyinde cevap isteyebilmelidir. MSB (Milli Savunma Bakanlığı)
bütçe görüşmelerinde Kuvvet Komutanları Komisyona hesap ve­
rebilmeli milletvekilleri de gerekli vakar, ciddiyet ve sorumluluk­
la hareket edebilmelidir.
'Demokrasi olmasa da olur' diyen bir Emekli Generale bu ifa­
delerinin ne anlama geldiğini soran köşe yazarları çoğunlukta ol­
saydı, ülkede birlikte yaşama bilinci daha doğru gelişirdi.
Çalışanlar hakkını aramazsa en yurtsever, fedakar, milliyetçi
yönetici bile, bir süre sonra zalimlik yapmaya başlar. Çünkü bu
his insanın psikolojik doğasında vardır. Hesap vermeyeceği hissi­
ni taşıyan insan hep kendi çıkarını gözetmeye başlar. İçinde öneri
ASIMETRIK SAVAŞ
m
olan tenkider, doğru yöneticiler için faydalı geribildirimlerdir. Bu
nedenle yöneticiler her an bu geribildirimlerle karşılaşacağı dü­
şüncesini taşımalı, ona göre bir politika belirlemelidir.
Bir internet sitesinin yaptığı anketin verilerine göre toplumun
üçte biri Ergenekon çetesini devletin bekası için gerekli görüyor.
O halde yapılacak çok şey var demektir.
Emekli Orgeneral Çetin Doğan'ı dinlemiş olanların ortak gö­
rüşü, onun topluma ve siyasete 'ağabeylik yapma', gerekirse 'hi­
zaya getirme' hakkını kendinde gören bir anlayışta olduğu şeklin­
deydi. Bu da gösteriyor ki askeri vesayet devarn ediyor ya da de­
vam etmesi isteniyor. Sayın Doğan "Batı Çalışma Grubunun baş­
kanıydım" diye açık bir itirafta bulundu. BÇG ve JİTEM Gan­
darma istihbarat ve Terörle Mücadele) benzer kuruluşlardır. Ge­
nelkurmay, 27 Ağustos 1 987'de Jandarma Genel Komutanlığı is­
tihbarat Başkanlığı bünyesinde oluşturulduğu iddia edilen bu ku­
ruluş için, yaptığı açıklamada 'JİTEM adında bir kuruluşumuz
yoktur' diyerek toplumuna gerçekleri tam anlamıyla söylemeyi
tercih etmemiştir.
JİTEM gerçeği maalesef BÇG için de geçerlidir. Arşivlerdeki
belgelerin kamuoyuna yansıma imkanı olsa, çetelerin Psikolojik
Harekat birimleri ile toplumu nasıl fişledikleri, toplumun bir ke­
siminin düşman görülmesi, Türkiye'de Saddam Hüseyin'in Irak'ta
yıllarca yürüttüğü Baas tipi bir rejim kurulmak istendiği açıkça
görülecek, yakın tarihin gazete başlıkları daha anlaşılır olacak­
tır. JİTEM gibi BÇG de savunulacak bir noktada değildir. Ciddi
anlarnda tartışmaya ve kaosa yol açacak eylem Sayıştay'ın askeri
harcamaları incelemeyebilmesi ile olacaktır. Sayın Doğan "Ülke
o duruma düşerse, şu anda değil ama, sıkıyönetim ilanı için ça­
lışacağız" sözü ile plan tatbikatının iç siyasete yönelik olduğunu
dile getirmiştir.
Yanlış iç tehdit değerlendirmesi, yasalardan alınmayan yetki­
lerle hareket etme planı ve siyasete müdahale etmeyi doğal kabul
• NEVZAT TARHAN

eden anlayış millet üzerinde bir suç olarak değerlendirilmelidir.


Orgeneral Sayın Çetin Doğan yasa dışı işler yapan Batı Çalışma
Grubu'nun yasal olduğunu savunmuştur. Halbuki BÇG sahte
raporlar hazırlayan, toplumu fışleyen, andıçlar üreten, bilgi not­
ları ile toplumu gerginlik içinde tutarak kontrolü elinde tutma­
ya çalışan şer odağı idi. BÇG sahte delil üreterek Yüksek Askeri
Şura'da komutanları yanıltmıştı. Savcılar Gerekli kayıtlara ulaşa­
bilirse toplumsal ve siyasal olayların arka planı böylece çözülebilir.

Harp oyunları ve plan tatbikadarı doktora tezi gibidir, askeri


hafızayı oluşturur. Hiçbir zaman tamamen yok edilmez. Genel­
kurmay, orijinal nüshanın gösterilmesi bütün tartışmayı bitirecek
iken gösterememektedir. Bu da bizi söz konusu bilgilerin doğru
olduğuna inandırmaktadır.

Türkiye' nin kurumsal eksenini askeri eksenden batıdaki gibi


bilimsel eksene kaydırmak için cesur siyasetçi, cesur yargıç ve aynı
derecede cesur vatandaşa da ihtiyacı vardır. "Devlet kendi rejimi­
ni koruma görevini sadece TSK'ye vermemiştir, hepimize vermiş­
tir" diyerek medyayı dolduruşa getirenierin gerçek niyederi orta­
ya çıkmıştır. Bu tip kişiler kendi rızaları ile toplumdan vesayetle­
rini kaldırmayacaktır toplumun hakkına sahip çıkmaktan başka
yol yoktur. Cuntacıların şahsını ayrı ele alarak, TSK'yı yıpratma­
dan haklarımıza sahip çıkabilmeliyiz.

SiYASi ALlNGANLlKLAR
Büyük yargıçların hukuki değil siyasi düşünmelerinin arka
planı incelenmelidir. 'Dindar Cumhurbaşkanı' sözünü yahut 'İlahi
söyleyen çocukları' tehlike olarak gören sağlıksız algılamayı tar­
tışmamız gerekir.

Bazı duygular toplumda düşmanlık hislerini artırır ve bozuk


iletişime neden olur. Kuşatılmışlık duygusu içinde, kendini bas-
ASIMETRIK SAVAŞ
m
kı altında hisseden insanların yaptıkları pek çok hata, yaşadıkla­
rı çevrede etkileşimi bozar.
Bir kalabalığa girdiğinizde kim daha akıllı, kim daha şık, kim
daha başarılı, kim daha popüler şeklinde düşünüyorsanız ve bu
sıklıkla oluyorsa kendinize dikkat etmelisiniz. Her olayı 'kişisel'
algılayabilirsiniz. Bir arkadaşınız sıkıldığını söylerse, sizden sıkıl­
dığını düşünürsünüz. Yaşam tarzımza uymayan bir insan görseniz
'Bu adam beni kendine benzetmeye çalışıyor' diye düşünürsünüz.
Olayları kişiselleştirmenin en büyük sakıncası insanı uygunsuz
davranışlara itmesidir. Bu insanlar aslı olmayan nedenlerle tartış­
ma çıkaran tiplerdir. Kimin daha şık olduğuna kafayı takmış bi­
risi dikkatle elbisesine bakan bir kişiyi gördüğünde bir şeyler ima
ettiği önyargısı ile tepki verebilir.
Bazı insanlar çeşitli sebeplerle, çeşitli kesimlerden kişiler tara­
fından etikedenmiştir. İş adamları 'kapitalist solucan', medya pat­
ronları 'yayın ağası', bazı köşe yazıları 'nörotik karalamalar' olarak
değerlendirilmiş, sokaktaki insan "bidon kafalı", eğitimsiz insan
"göbeğini kaşıyan adam" olarak etikedenmiştir. Basmakalıp Idişe­
ler oluşturarak yaşayan bu kişiler insanları bu ve benzer şekilde
etikedeyerek farkında olmadan (!) çatıştırırlar.
Etkileşimi bozan bir diğer düşünce bozukluğu da 'zihin oku­
ma' yanılgısıdır. 'İçimden bir his öyle dedi, seziyorum, ben böy­
le şeyleri anlarım' gibi sözleri çok söyleyenler büyük ölçüde akıl
okuma hatası yaparlar. Böylece gerçek kanıdara sahip olmadan
sonuçlara ulaşırlar ve insanları mahkUm ederler. Niyet okuma,
zihin okumanın bir türüdür. En tehlikeli olanı adalet makarnın­
da bulunan büyük yöneticilerde ve yargıçlarda bulunan yanılgı­
dır ki adil karar vermeyi engeller. Gerçek dışı melodram oynayan
karakterlerle dolu dünyaları olan b.öyle kişiler dikkat edilmesi ge­
reken kişilerdir. 'Daima gerçeği aramak, gerçeği bütün yönleri ile
m NEVZAT TARHAN

anlamak, bütün kanıtiara ulaşınaya çalışmak' ilkesi bazı insanlar


için bir anlam ifade etmez.
'Gerçek asaletin diğer insanlardan üstün olmak değil kendini
aşmayı başarabilmek ve kendini gerçekleştirmek olduğunu bil­
mek' ilkesi bazı insanlar için yanlıştır. 'Kendi çıkanna olanı değil,
doğru olanı yap' ilkesi bazı insanlar için uygulanamaz bir değerdir.
'Başkalarının derinlerini bilmek ve araştırmak insanı geliştir­
mez, kendi derinlerini bilmek ve araştırmak kişiyi geliştirir ve yü­
celtir' ilkesi bazı insanlarca gereksiz bir fılozofik anlayış olarak de­
ğerlendirilir. Aynı şekilde 'İyi niyet, saflık ve dürüstlük çekici bir
manyetik güç oluşturur, kötü niyet, kurnazlık ve fırsatçılık, itici
zihinsel bir manyetik güç oluşturur' sözleri kötü niyetli kimseler
için önemsiz bir öğretidir.
'Başkalarının hatalanndan zevk almak ve çıkar sağlamak, baş­
kaların hatalarını konuşarak ve yayarak o insanı değersizleştirmek
ve böylece kendini iyi hissetmek' bir davranış biçimi olarak kış­
kırtıcı insanlarda görülür.
Yukarıda sayılan özellikleri çoğaltmak mümkündür. . .
Böyle hisseden kimseler kendilerine karşı kördür. Kendilerin­
den haberdar değillerdir, yerileri zayıfl.arnıştır, yanlışlarından so­
nuç çıkaramazlar ve yaptıklarının doğru olduğuna inanırlar. Bu
nedenle bulundukları yerlerde tartışma çıkmasına sebep olabilir,
aileyi karıştırabilir, arkadaşlan ve kardeşleri birbirine düşürebilir­
ler. Korkulan öyle yoğundur ki gerçekleri inkar ettiklerinin far­
kında değildirler.
Değişimden korkan bir insanın tutumuna, yeni şeyler öğren­
mek yerine hatalannın olumsuz sonuçlarını küçümsemek ve acı
veren hatayı tekrarlamaya devam etmesi bir örnek olarak gösteri­
lebilir. Bu insanlar, kötülük yapmaktan öyle zevk alırlar ki bunu
yılanın ısırmaktan zevk alması gibi doğal bir davranış olarak ka­
bul ederler.
ASIMETRIK SAVAŞ

Bu bilgileri inceledikten sonra gerçekleştirilmesi gereken ilk ey­


lem olarak kendimizi, akabinde yaşadığımız olayları, çevremizi ve
tanınmış kişileri farklı bakışla gözden geçirmeyi tavsiye edebilirim.
Türkiye'nin siyasi, sosyal hayatını meşgul eden hadiselerle il­
gili olarak aklımıza gelen birkaç soruyu zikrederek gerekli yerlere
ulaşmasını temenni ediyoruz.
Birinci soru, Albay Dursun Çicek'in sembolize ettiği devletin
içinde bir yapılanma var mı? Var olduğunu düşünüyorsanız, söz
konusu yapılanmanın demokrasiye müdahale planları yaptığına
dair kuvvetli iddialar mevcut. Bu yapılanma iddiası Kuleli Aske­
ri Lisesi mezunlarının değil de İmam-Hatip Lisesi mezunlarının
yaptığı bir yapılanma iddiası olsa ne yapardınız?
İkinci soru, Ergenekon sanıklarından Doğu Perinçek 1 997'li
yıllarda Genelkurmay Başkanlığı'na rahatlıkla girebiliyordu. Özel
Kuvvetler Komutanlığı'na çok rahat giren bir sivil idi. Perinçek'in,
A. Öcalan ile çekilmiş resimlerine rağmen kozmik şubelerde ra­
hatça dolaşmasının gerekçelerini öğrenmek istiyorum?
Üçüncü soru, 1 9 87'de ANAP'ın Çankırı Milletvekil i olarak
Kenan Evren kontenjanından TBMM'ye girmiş ve adını açıkla­
mayı tercih etmediğim bir milletvekili vardı. Bu vekilimiz emek­
li bir subaydı ve aynı zamanda Gayri Nizami Harp (GNH), yeni
tabide Asimetrik Psikolojik Savaş kadrolusu idi. 1988'de Başba­
kan Turgut Özal'a kongre esnasındi suikast yapıldığında yakala­
nan Kartal Demirağ'ı salona sokan bu sayın vekilimiz idi. Bu iliş­
ki rastlantı mıydı?
Dördüncü soru, GNH yönetmeliğine göre örgüdendirilmiş ve
sürekli GNK ile irtibat halinde olan kadrolu siviller belirlenir. Bu
kadrolarda kadrolu öğretim üyeleri, kadrolu iş adamları, kadrolu
yargıçlar, kadrolu gazeteciler, kadrolu siyasiler ve milletvekilleri,
kadrolu din adamları vardır. GNH yönetmeliğine göre bu yetki­
nin işgal durumunda iç düşmana karşı kullanılması gerekir. Böyle
NEVZATTARHAN

iken bu gün bu yetki düşman kabul edilen meşru bir hükümete


ve yasalara uygun çalıştığı halde dernek ve cemaadere karşı kuBa­
nılıyor mu? Ku1lanılıyorsa bu duruma asimetrik güçlerin yaptığı
asimetrik darbe eylemleri denilemez mi?
GNH kadrolarına derin devlet kadroları denilebilir mi?
TBMM'de bulunan GNH kadrosundan milletvekilleri kim-
lerdir?
GNH kadrosunda olan basın mensubu ve gazeteciler kimlerdir?
GNH kadrosunda olan iş adamları kimlerdir?
Üniversitelerde GNH kadrosunda olan öğretim üyeleri kim-
lerdir?
GNH kadrosunda olan yargıçlar kimlerdir?
Diyaner teşkilatındaki GNH kadrolu imamlar kimlerdir?
Bugün yargıya intikal etmiş ETÖ (Ergenekon Terör Örgütü)
davası ile ilgili adı geçen kişilerden ve mahkemelerde yargıç, sav­
cı veya sanık olan kişilerden kaç tanesi kadrolu GNH elemanıdır?
Şayet...
Bu kadrolar kendilerinde suç işleme özgürlüğü görüyorlarsa,
'Devletin yüce menfaati için hukuk rafa kaldırılabilir' diyorlarsa
ve yazılı olmayan gizli bir hukuku savunuyorlarsa GNH kadro­
larına derin devlet kadroları denilebilir mi?
Bu soruların cevabını ancak Genelkurmay Başkanı verebilir...
Artık Türkiye'nin önü açılmalı. Cevap bana olmasa da siyasete,
yargıy�_ve kamuoyuna verilmek zorunda. Cevap vermek yerine bu
kadroları tasfiye etmeniz tarihe geçmenizi sağlamaz mı? Bugün ce­
vap verilmezse yarın tarihe hesap vermek zorunda kalmabilinir . . .
TSK 27 Mayıs travması ile yüzleşmedi. İstiklal madalyalı ge­
nerallerin tekmelendiği ve Yassıada'da işkence gördüğü, general
ve subay kadrosunun yansının tasfiye edildiği 27 Mayıs TSK'nin
yüz karasıdır.
ASIMETRIK SAVAŞ m

"Yargı kararını vermeden insanların peşinen suçlu ilan edilme­


lerinin evrensel hukuk kurallanna ve masumiyet karinesine ayla­
rı olduğu..." vurgusunu sık sık yaparken 1 960'lı yıllardan itiba­
ren ve 28 Şubat döneminde işkencelerle ve YAŞ kararları ile uy­
gulanan çifte standarda hayatı karartılan insanlara ne cevap vere­
ceğinizi merakla bekliyoruz.
Bütün NATO ülkelerinde soğuk savaş sonrası Gladio tipi ya­
pılanma tasfiye edildi. TSK'da neden tasfiye edilmedi? Söz konu­
su yapılanmanın darbe tehdidi amacı ile siyasetin üzerinde sopa
gibi tutulduğu iddialarına ne cevap vereceksiniz?
1 960'lardan itibaren faili meçhul cinayetierin faillerinin bulu­
namaması Gladio yapılanması ile ilişkilendiriliyor. Faili meçhul­
lerin yalanlarının vicdanlarını rahatlatacak somut gerçekleri su­
nabilecek misiniz? Eğer elinizdeki bilgiler gerçek ve olağan Bal­
yoz vs .. eylem planları ise zaten tartışma bitecektir.
Balyoz Harekat Planı ile ilgili E.Orgeneral Çetin Doğan'ın emir
subayı 1 4 Şubat 201 O tarihli S tar Gazetesinde yayınlandığı üzere
yazar Aziz Üstel'e çok ilginç bir mektup yazmış. Deniz Kuvvetle­
ri Komutanı konu ile ilgili olarak açıkça yargıyı suçladı "Bu nasıl
iddianame?" dedi ve Kurmay Albayın onur intiharından söz etti.
İtalya'da temiz eller operasyonu ile gladio bitirilirken birçok su­
bayın onur intiharının Gladio davası ile ilgili olduğu anlaşılmış­
tı. Aynı durum Deniz Kuvvetleri intiharlarında söz konusu ise ve
yargı bu durumu ortaya çıkarırsa ne yapacaksınız?
Kendi adıma darbeciliğin, cuntacılığın, militarizmin normal
kabul edildiği bir ülkede yaşamak istemiyorum. Generallerden
emir alan siyaset, yargı ve sivil bürokrasi istemiyorum.

KÜRT SORUN U
Kürtler, toplum tarafından ötelenmemek istiyorlar. Önemli
ve değerli olduklarının hissedilmesini istiyorlar. Oldukları gibi
NEVZAT TARHAN

kabul edilmek istiyorlar. Ama hali hazırda, Kürtler ancak kendi­


lerini Türk kabul ederlerse bütün demokratik haklarını özgürce
kullanabiliyorlar.
Kürtler çoğunluk düşüncesi olarak tarihte ne istiyorlarsa şimdi
de onu istiyorlar. Osmanlı'ya gönüllü kanlmışlar, İstiklal Savaşı'nı
gönüllü desteklemişlerdi. Daha sonra yürütülen kimlik politikaları
ve modernİst hareketler sonucu kimlik kaygısına kapıldılar. Türk­
leştirilme faaliyederine karşı anadilini konuşma, yazma ve çocuk­
larına öğretme haklarını istiyorlar. 1974 Kıbrıs Harekatı olduğun­
da Kürt kökeniiletin olduğu askerlik şubelerinin önünde oluşan
kuyruklar orta Anadolu'dan farklı değildi. Onlar da Türk kardeş­
leri gibi vatan için savaşmak istiyorlardı.
TSK terörle mücadele ederken çok bedel ödemiş, çok eviadı­
nı kaybetmiştir. Fakat özeleştiri yapamamıştır. Böyl.elikle hem teş­
histe hem de tedavide hata yapmıştır.
Birincisi etnik ayrımcılık olarak algılanabilecek politikalara imza
atmıştır, Türk-Kürt kardeşliği yerine Türk-Kürt rekabeti oluştur­
manın önünü açabilecek politikalara. Halen de Türk Milliyetçi­
liği ile Türk ırkçılığı ayrımını net olarak yapılamıyor.
İkincisi yarılış kimlik politikalarını kabul etmeyip, sorunu yok­
sulluk ve işsizliğe indirgemiştir. Yoksul Anadolu kırsalında neden
terör yok sorusunu düşünmüyor?
Silahla mücadele, Marksizmin silahlı mücadele ideolojisini
savunanlar için çözüm gibi gözüküyordu. Fakat silahlı mücadele
sağlam fikirleri ve haklı davaları olanlar için günümüzde çözüm
olamaz. Kürt kökenli sosyalistler silahlı mücadele ve silahlı pro­
paganda yöntemleri nedeniyle davalarında haklı iken haksız du­
ruma düşüyorlar. Askeri güçle özgürlük sağlanabilseydi, Amerika
Irak'ta bir milyonun üzerinde Iraklının, beş bin civarında Ame­
rikalının ölümüne sebep olmazdı. TSK içinde de halen ulusalcı
ASIMETRIK SAVAŞ m .

kimlikteki Türk Solu yani Nasyonal-Sosyalistler silahlı çözümü


devam ettiriyorlar.
Ülkede yaşanan darbelerden Kürtler de nasibini aldı. Darbe
dönemlerinde feodal yapıları nedeniyle insanlar ağalara daha çok
sığındılar. Askeri stratejistler de terörü önlemek adına ağalık sis­
temini devam ettirdiler.
Kürt kökenli kimlik, dini değerlere batı kökenli kimliklerden
daha fazla bağlı olduğu için baskılar sorunun derinleşmesine yol
açtı daha çok etkilendi. Dini değerlerden kopan Kürt kökenliler
daha acımasız bir Kürt ırkçısı olmaktadırlar. Bu sebeple şiddeti
hak arama yöntemi olarak daha fazla kullanma eğilirnindedirler.
Güneydoğu sorununun tartışılması ve çözüm yolunun açılma­
sı için 'Özgür tartışma ortamının canlı tutulması' gereklidir. Şid­
det unsuru kaldırılır, Avrupa birliği yolunda ilerleme kaydedilir­
se, toplumsal ve siyasal uzlaşma gerçekleşir. Doğu insanının al­
gıları ve beklentileri konusunda doğudaki üniversitelerden ciddi
ve kapsamlı, bilimsel ve tarafsız araştırmalar yaptınlarak çözüm­
ler üretilmelidir.

Otomatik tepkileri değiştirmenin yolu 'Özeleştiriyi alışkanlık


haline getirip kendini güncellemek'tir. Türkiye'de kurulu düzen
kendini güncellemiyor, generaller kendini güncellemiyor, TBMM
Başkanı kendini güncellemiyor, ancak halk güncellenmesini isti­
yor. 'Bölürırne paranoyası' içinde olanlar bu olayı anlayamazlar.

Bir örnekle sözlerimizi netleştirelim; bir kasahada oturuyor­


sunuz farklı ırktan kişiler var ve azınlıktalar. Onların konuştuğu
dili yok sayarsanız diyalog oluşamaz, onların temsil kabiliyetini
bastırırsanız 'savunma ve direnme duygusu' uyandırırsıruz. Yıllar
geçtikçe dostluk ilişkisi yerine düşmanlık ilişkisi başlar. Bir kış­
kırtma ile kasaba halkı birbirine girer. Diyalog kapısı açık tutu­
lursa 'Farklı kültürlerin aynı amaç etrafında birlikte yaşayacağı'
bir düzen oluşur.
m NEVZAT TARHAN

Anadili k.ısıtlanrnış, cezaevinde annesi ile Kürtçe bilmediği için


konuşturulmamış bir insanın bireysel tepkisini ajitasyon gibi dü­
şünmeyip çözüm arayışlarına gidilmelidir. ABD'de İspanyolca'ya,
TBMM'de İngilizceye tanınan özgürlük Kürtçeye tarunabilir mi,
sınırları ne olmalıdır? Konuşarak çözemezsek başka nasıl çözeceğiz?
Militarist ideolojiler sorunları çözmek yerine örtbas ve inkar
etmeyi tercih ederler, bunun için de ömürleri fazla olmaz. TSK'da
görev yaparken gördüğümüz uygulama Türkçe bilmeyen askerlere
Türkçe öğretmeye çalışılması şeklindeydi, Türkçe bilemeyen asker
mahkemede veya hastanede görüldüğünde Türkçeyi öğrenip gel
denilmezdi.
Resmi dilin Türkçe olduğunu kabul eden insanlara temel insan
hakkı olan bir hakkı neden vermeyelim. Batıdaki gibi, bir laik­
lik üzerine yemin eden insana dindar olma özgürlüğünü neden
vermeyelim?
Somut bilgi, veri ve kanıt olmadan bir insandan kötülük bek­
lemenin adı paranoyadır. Paranoya bir grup tarafından yapılırsa
sosyal paranoya adını alır. Niyederin tespit edilmesi mümkün
olsaydı suçsuz insan kalmazdı. Başını örten, Kürtçe konuşan in­
sanın niyetini dışarıdan tespit etmek oldukça güçtür.
"Türkiye'de Kürt sorunu yok ki, Kürt kökenliler Cumhurbaşkanı
bile olmuşlardı, Kürt olup kim aynıncılığa maruz kalmış ki, bir
makamı hak etmişler de kim vermemiş ki" gibi sözler söyleniyor.
Kürtler, Osmanlı'nın son dönemlerinde 'Milli devlet' ideolojisi
İttihat Terakki tarafından tartışılırken, "Halifeliğe ihtiyacımız var
mı?" diye anketler yapılırken, İngiliz Gizli Servisi Araplara gidip
Türkler kafır oldu derken ve Araplar çöl casusları ile aldatılırken
Osmanlı'ya sadık kalmışlardır. Gerekçesi de "İslam'da kavmiyer­
çilik yok" tezi idi.
Cumhuriyet döneminin başında Ulus devlet rüzgarı Türkiye
Cumhuriyeti döneminde Türk kavmiyetçiliği anlamına gelecek
değişiklikler yapılmasına sebep oldu. "Kürt diye bir millet ve
ASIMETRIK SAVAŞ

Kürtçe diye bir dil yoktur" tezi resmi ideoloji doktrini olarak
endoktrinize edildi.
Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde ve 1924 anayasasında olma­
yan bir değişiklik yapıldı. Osmanlı döneminde hem Barı'nın kabul
ettiği hem de Osmanlı'da diğer unsurların benimsediği 'Ayrımcılık
yapmayan kültürel Türklük' kavramı diğer ırkları asimile eden
'Kan bağına dayalı Türklük' kavramı olarak değiştirildi.
Kan bağı ve Türklük anlayışı, ırklar hiyerarşisinde Türk ırkını
en üste koyuyordu. Bunun sonucu "Ya benim gibi ol ya da terk
et" mantığı ortaya çıktı. Ben Kürdüm demedikçe Kürtçe konuş­
madıkça insanlara özgürlük tanınıyordu. İşte, ayrımcılık yok diye
ısrar ederılerio dediği bu idi. Bana benzersen ayrımcılık yapmam
anlayışı idi.
Bir toplulukta veya şirkette bir insana sistematik olarak psiko­
lojik taciz uygulamaya mobbing deniliyor. O insanı yok saymak,
odada yokmuş gibi davranmak, selam bile vermemek, sözünü
kesmek, değersizleştitmek ve küçük düşürme ile yıldırma politi­
kası uygulanır. Taciz edilen ve duygusal şiddet uygulanan kişi iş
yerinden ayrıldığında "geçimsiz adamdı" şeklinde yaftalanır.
Bugün Kürt kökenli insanlarımızın daha çok suça ve yasa dışı
eylemiere karışmış olması dışlanma ve yabancılaştırmaya bilinç
dışı tepkisel yönelmesi dememiz mümkündür. Yani sebep değil
sonuçtur. Yakın tarihimizde Kürtçe konuşmaya getirilen yasaklar,
Kürt isimlerinin köy ve şehirlerden kaldırılması kültürel psikolo­
jik tacizlerdi. İnsanlara 'ya sev ya terk et' denildiğinde ya asimile
olacaklar ya isyan edecekler ya sessiz bir kültürel içe kapanmaya
girecekler yahut demokratik sabırla onurlu mücadeleye devam
edecek!erdi.
Şeyh Said İngilizlerin kışkırtmasına inandı. 1925'te Doğu is­
yanını Bingöl Genç'te başlattı. idamdan önce "Hani beni idam
etmeyecektiniz" sözü ile tarihteki yerini aldı. Yani önce İngilizler
sonra da devlet tarafindan kandırılmıştı. Aynı dönemde diğer Kürt
m NEVZAT TARHAN

kökenli Said yani Said Nursi "Bin yıl Kur'an'ın bayraktarlığını


yapmış bir milletin torunlarına silah çekilmez" diyerek demokratik
hak ve hürriyet mücadelesini tercih etmişti. Şeyh Said Takrir-i Sü­
kün Kanunu'nun çıkmasına neden olarak nasıl Kürt milletine ne
kadar zarar vermişse bugün PKK 'Silahlı propaganda ideolojisi'ne
devam ederek Kürt kökenli insanlarımıza o kadar zarar vermektedir.
Bugün cuntacıların sessizliği, demokratik açılırnın hükümetin
elinde patlaması ve bunun sonucu olarak doğan otorite boşluğu
sıkıyönetim vakitlerine dönmek arzusundan kaynaklanıyor. De­
mokratik açılımlarla seküler Kürtleri Türklere bağlayan menfaat
bağı dışında bir bağ kalmamıştır. PKK, Arafat gibi silahlı propa­
ganda yöntemi yerine Gandi gibi demokratik sabırla hareket eden
bir 'sivil itaatsiz' olsaydı Türkiye başka şeyler konuşacaktı.
Kültürel kimlikler üç özellikle birlikte kendilerine toplu yaşama
ortamı sağlarlar:
Dil, din, menfaat birlikteliği ilişkisi ile güven sağlama.
Resmi ideoloji din bağını yok saymaya devam ederken dil bağını
yasaklara ve haskılara rağmen Türkçe haline getiremedi. Kalan tek
bağ menfaatle oluşan güven ilişkisi. Bugün seküler Kürtleri bu
topraklara bağlayan tek bağ olarak menfaat birlikteliği ve ortak
gelecek projeleri kalmıştır.
Dil ve din bağları ve birlikte yaşama kültürü konusunda tarihi­
mizi referans alamazsak ve ortak gelecek projeleri oluşturamazsak
Türkiye'mize yazık olur. Kötü niyetler besleyen ve zarar vermek için
fırsat kollayan kimselere çanak tutmuş oluruz. Bölünme sendromu
bizi gaflete düşürmemeli.
Ortak gelecek projemizi benzer hareket şekli ile geliştirmek için
diyaloğu sabote edenleri dinlemeden ses tonunu yükseltmeden
konuşmaya devam edersek 'Kendi savaşırnızı kendimiz belirlemiş'
oluruz. Gandi de kendi savaşını kendisi belirlemişti.
Bilgeler "Yarını iyileştirmenin tek yolu bugün neyi yanlış yaptı-
ASIMETRIK SAVAŞ
m
ğını bilmektir" der. Bu söz bireyler için geçerli olduğu gibi olaylar,
toplumlar, felsefeler, dinler ve devlet yönetimi için de geçerlidir.
İnsan psikolojisi ile uğraşanların çok önem verdikleri bir kavram
da "Önce anlamaya çalış, daha sonra aniaşılmaya çalış" kuralıdır.
Türkiye'de çürümüş dokulara zaman zaman temas edilmekte­
dir. Temas edilmezse hastalık vücudu sarabilir. İstanbul 13. Ağır
Ceza Mahkemesi'nde başlamış olan hukuki süreç evrensel hukuk
standartlarında gidebildiği ölçüde başarılı olmuş olacaktır. Bunun
önemli bir Yasıtası da Genelkurmay Harekat Başkanlığı'nda mevcut
olan arşivlerde bulunan belgelerin kamuoyuna sunulup akıllardaki
soru işaretlerine cevap vermesidir. Eğer böyle bir müdahalenin
sert olacağı düşünülüyorsa ikinci bir müdahale söz konusu olabi­
lir, Gayri Nizarnİ Harp yani Asimetrik Savaş ilkelerinin yeniden
düzenlenmesi.
TSK'nın asli görevine dönmesi, yani dış güvenliğe odaklan­
ması veJandarma Teşkilatı'nın bütün dünyada olduğu gibi İçişleri
Bakanlığı'na bağlanması için yeniden yapılanma seçeneği başla­
tılabilir. Bunun için Sayın Cumhurbaşkanı'nın konuya el atması
gerekir. Böyle bir yapılanma için TSK' nın hem içinde hem dışında
psikolojik zemin hazırdır.
Askerlik biliminin verileri de böyle bir yapı değişikliğini zaten
öngörüyordu. Harp Akademileri'nde oluşturulacak bilimsel çalış­
ma komitesi ve Sayın Cumhurbaşkanı'nın seçeceği farklı açıdan
konuları değerlendirebilen Özel Harp Dairesi'nin kuruluşunda
"konsept subaylığı" yapmış emekli subayların danışmanlığında
gerekli yasal düzenlenıneler başlatılabilir. Böyle bir girişim hem
sivil toplumu hem de askeri topluluğu çok rahatlatır.
Bazı kesimlerden bazı kimselerin aklına 'Peki Laiklik ne olacak?
İrtica tehdidi yok mu oldu?' şeklinde sorular gelip takılabilir. Bu
nevi sorulara birkaç cevap verilebilir.
Birincisi: Kurmay subaylar bilir, basit bir yönerge veya yönet­
melik hazırlarken giriş, maddeleri tanımlamalar kısmıdır. Anayasa
m NEVZAT TARHAN

daha önemsiz bir metin mi? Önce bu iki terimi tanımlayalım


toplumsal mutabakat sağlayacak sağlamlığa oturtalım.
İkincisi: Yukarıda saydığım tanımlamalar iki değişik türde
yorumlanıyor;
Ortodoks laiklik yorumu: Bugün bu yorumu ana muhalefet
partisi savunuyor. Konvansiyonel yorum olup sekülarizmle karıştı­
rılır. Hukuki anlamda sadece dinin devlete karışmamasını öngörür.
Devletin dine karışmasını doğal kabul eder. Roma, Osmanlı ve Tek
Parti Cumhuriyeti'nin laiklik anlayışı bu yoruma daha yakındır.
Sosyal anlamda devletin belirlediği özel alanlarda dinin bütün
tezahürlerinin yasaklanması, devletin dinler veya mezheplerin
bazılarını koruma altına alabilmesi, devletin dinde reform yapa­
bilmesi, resmi din anlayışı dışındaki din anlayışlarının koruma
görmemesi, yargıçların devletin ideolojik tercihleri paralelinde
davranması, devlette tartışm�ı caiz olmayan bürokratik alanların
olmasını savunur. Bireysel anlamda resmi ideolojiye uygun dü­
şünmeyen bireyler tehdit olarak görülür. Laiklik yönetim biçimi
değil yaşama biçimidir tezini savunur. Din duygusu Tanrı ile kul
arasındadır dışa yansıtılmamalı diyerek totaliter bir tanım yapar.
Yani sekülarizmi savunur. Dünyeviliği kutsallaştırır. Ölümden
sonraki yaşamı bilimsel bir olgu olarak dahi düşünmez. Laikliği
din karşıdığı olarak düşünmese bile öyle dar bir elbise tanımlar
ki insanlar hep laiklik suçu işliyor duygusu yaşarlar.
Demokrat laiklik yorumu: Bugün bu yorumu Avrupa Bir­
liği öngörmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin ta­
nımlamasıdır. Hukuki anlamda en mürekamil Protestan kültürü
ülkelerinde uygulanmaktadır. Kilise ve cemaaderle devlet ayrı
özerk alanlardır. Devletin resmi dini yoktur fakat toplumun dini
değerlerine karşı eşit mesafeli bir yönetim anlayışı vardır. Huku­
ki anlamda Laiklik, dini otorite ile siyasi otoritenin yani din ve
devlet işlerinin birbirinden ayrılması, dinin devlete müdahalesinin
olmadığı gibidevletin de dine müdahalesinin olmadığı bir düzen
ASIMETRIK SAVAŞ
m
kurulmasıdır. Sosyal anlamda laiklik insanların yaşam tarzlarında
birbirlerine müdahale etmemeleri ve devletin buradaki tarafsız
duruşunun sağlanmasıdır. Devlet bazı din ve yaşam tarzı anla­
yışiarına felsefi koruma uygulayamaz. Kamu düzenini bozacak
bir uygulama olmadıkça her türlü dini yaşantı serbesttir. Bireysel
anlamda Laiklik insanların inanma veya inanınama biçiminde
olan her türlü özgür tercihlerinde serbest olmalarıdır. Müslüman
kültürün hakim olduğu bölgelerde uygulamaya en yatkın laiklik
anlayışı olarak genel kabul görmektedir.
İrtica tanımlamasına gelince . . . Klasik anlamda geçmişi sa­
vunmak, gelenekçi olmak, faydalı yeni şeye karşı çıkmaktır yani
gericiliktir. İki tür İrtica vardır dini görünümlü İrtica ve modern
görünürnlü İrtica. Dini görünümlü İrticanın en canlı örneği
Afganistan'daki Talihan hareketidir. Dinin kelime anlamları dı­
şında kalan anlarnlarını kabul etmeyen, kendisi gibi olmayana lcifır
diyen anlayış yani dini taassubu tek din yorumu olarak görmektir.
İrtica olarak sadece İslam öncesi dönemi kabul eder. İrtica ile
mücadele dendiğinde putperesclikle mücadeleyi anlar. Haricilikle
ilgili mücadeleyi anlamaz.
Modern görünümlü İrticaya gelince, burada biçimsel bir mo­
dernlik vardır fakat düşünceleri ve görüşleri çok dardır. İrtica ile
mücadeleyi dinle mücadele olarak algılar, her türlü dini tezahürü
İrtica olarak kabul eder. Muhalefeti ve eleştiriyi ihanet olarak ka­
bul eder, kendisine benzerneyeni düşman olarak görür ve nefret
eder. Özel yaşantısı nda bile fikirlerini zorla kabul ettirmeyi hakkı
gibi görür. Bilim adamlığı ile bilimciliği, askerlikle askerci olma­
yı, devleti sevmekle devlet fetişisri olmayı karıştırır. Doğrularını
sorgulamaz, resmi ideolojisini tartışmaz, yani birçok kavramı
dogmalaştırmıştır.
Bireyin özgürlüğü ve devletin rolü arasında yapmaya çalıştı­
ğımız tanımlamalar, insan psikolojisi ile uğraşan ve asker kökenli
bir kişinin tanımlamaları olarak belirli ölçülerde önem arz eder
• NEVZAT TARHAN

düşüncesindeyiz. Burada gerçekleştirmeye çalıştığımız husus yarını


iyileştirmede mevcut yanlışlardan sonuç çıkarmaya çalışmaktır.

BERLiN DUVARI DA NEŞE i LE YlKlLMlŞTI


Berlin Duvarı 1989'da yıkıldığında en çok sevinenler Doğu
Almanlardı, fakat kazanan bütün Almanya olmuştu. Türkiye son
yıllardaki siyasi, hukuki, askeri faaliyetleriyle geri dönüşü olmayan
bir yola girmiştir. Bu faaliyetleri bugünkü iktidar yapmasaydı ge­
lecek iktidarlar yapacaktı. Gündemdeki her konuya duygu temelli,
sağlıksız tepkiler vermek yerine, akıl temelli açıklama ve gerekçe­
lerle yaklaşmak gerekmektedir. Duygu ve düşünceleri bastırmak
da sağlıklı bir davranış değildir. İfade edilmeyen duygular kötü bir
davranış olarak muhakkak zuhur edecektir. Kin, intikam, nefret
gibi duygular olmadıkça soğukkanlılığı bozmamak gerekiyor.

Süreç TSK'nın da Başarısıdır


Demokratik açılım sürecinde ve yazılı bir vaat olmadığı halde
terör örgütü taraftarlarının Türkiye'ye giriş yapması topluma ve
hükümete güven duyulduğunun göstergesidir.

Oluşan güven ortamı sonucu yazılı bir taahhüt olmadan ortaya


çıkan gelişmeler politik değeri yüksek gelişmelerdir. Türkiye'nin
gücünü gösterir.

Akıllı komutan başarısının onda birini silahla onda dokuzu­


nu sözle elde eder. Silahlı kuvvetlerimizin Genelkurmay Başka­
nımızın akli yaklaşımları ile diplomatik süreci desteklemesi çok
önemlidir. Bu olmazsa olumlu gelişmeler olmazdı.

Türkiye B planını uyguluyor. Türkiye'yi bölmek isteyenler


amaçlarına ulaştıklarını düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Diğer taraf­
tan Türkiye bölünecek şeklinde korku saklayanlar da bilmelidir­
ler ki beslenilen korkular başka korkuları davet eder.
ASIMETRIK SAVAŞ ITifl

Şiddete yatkın kişilikler ve şiddet öğretileri


Geçmiş asırlara kıyasla gelişmişlik bakımından bugün daha
iyi bir yerdeyiz, fakat daha fazla mutlu değiliz. Çünkü en büyük
savaşlar bu çağda çıktı; en büyük terör eylemleri yine bu çağda
gerçekleşti.
Batı'nın ekonomik temellere kurulu hayatı insanları maddi
değerlere sarılmaya zorladı. Böylelikle her şeye sahip olmak isteyen,
bencil, çıkarcı ve başkalarının haklarına saygı duymayan bir insan
modeli gelişti. Batılı yaşam anlayışı ekonomiyi canlandırmak için
tüketimi ve rekabeti alabildiğine teşvik etti.
Beyinde acıma ve pişmanlık duygusu
Antisosyal kişilerin beyninde acıma, pişmanlık, suçluluk duygu­
l�ının faaliyet gösterdiği alanlarda fonksiyon azalması olmaktadır.
Buna karşılık, kin ve öfkeyle ilgili beyin hücreleri daha işlevseldir.
Bu kişiler suçu normal görür ve normal bir davranış gibi işlerler.
Beyninin böyle alanları iyi çalışmayan bireyler özel yöntemlerle
"beyin yıkanmasına'' maruz kalırlarsa, sosyal ve politik idealleri için
canavarca eylemiere şartlandırılabilirler. Sosyal ve politik ideale
inandırılmış antisosyal bir kişiden daha tehlikeli bir canlı bomba
yoktur. İntikam isteyen, haksızlığa uğradığına inandırılan, sosyal
ve politik bir ideale şartlandırılan antisosyaller dünyanın geleceğini
tehdit etmektedirler.
Şiddete karışan ve buna yatkın olan kişiliklerden kısaca bah­
sedelim:

Antisosyoller
Antisosyaller yalan söylerler. Ceza almasına sebep olacak ey­
lemlerde pişman olmadan bulunurlar. Bu kişiler kendisinin veya
başkasının güvenliği konusunda umursamazdırlar. Suçluluk duy­
gusu yaşamazlar, vicdan azabı gibi kaygıları yoktur. Gelecek için
plan yapmayı sevmezler. Dürtüsel yaşarlar. Amaçlarına ulaşmak
için kavgacı, sinirli hareket ve eylemleri yöntem olarak seçerler.
NEVZAT TARHAN

Kafa yarduldan konu menfaat ve zevklerini tatmin etmektir. An­


tisosyaller başkalarının haklarına saygı duymazlar.

Narsisistler
Narsisisder kendilerini çok önemli ve vazgeçilmez hissederler.
Başarı ve yeteneklerini abartular. Kendilerini özel ve önemli gö­
rürler. Benzeri bulunmaz bir kişi olduklarını düşünürler.
Narsisisder kendilerine yöneltilen eleştirilere öfkeyle karşılık
verirler. Daima ayrıcalık, özel muamele beklentisi içindedirler.
Başkalarını anlayamazlar ve onların zayıf taraflarını kullanırlar.
Narsisisderin kafa yorduğu konular başarı, güç, zeka, güzellik ve
kusursuz sevgi gibi düşüncelerdir. Çok kıskançtırlar.

Paranoidler
Dostlarından, iş arkadaşlarından ve diğer insanlardan yersiz
yere hemen kuşkulanırlar. Bu kişiler arkadaşlarının kendisine
bağlılığını ve güvenini sık sık sorgularlar. Her olayda kendisine
kötülük yapılabileceği anlamını çıkarırlar. Aşuı ketum olurlar hiç
sır vermezler. Kin besler ve hataları bağışlamayı sevmezler. Gör­
mezden gelindiklerinde karşı tarafa öfke beslerler. Paranoidler dost
ve düşmanlarını karıştımlar. Hep güven bunalımı içinde yaşarlar.
Haksızlığa saldırıyla karşılık verme eğilimindedirler.
ifade etmeye çalıştığım bu üç kişilik yapısının temel örün­
tüsünden anlaşılacağı gibi, bu tiplerin, kendilerine yönelen teh­
ditlere ve haksızlıklara karşı şiddete başvurma eğilimleri fazladır.

Sorun çözmede demokrasi kültürüne geçiş


Günümüzde Gandi, Martin Luther King, Mandela gibi şiddete
başvurmayı hak aramacia ve sorun çözmede yöntem olarak kabul ..

etmeyen değerler yükselmektedir. Bu durum, şiddet kültürünün


demokrasi kültürüne değişimi olarak algılanmalıdır.
ASIMETRIK SAVAŞ

Aşağıdan gelen şiddet


Karşıt görüşlü kişiler ve grupların şiddete yönelmesidir. Açlık,
yoksulluk, etnik veya ideolojik nedenlerle başlar. İlkel ve yereldir,
iyi örgütlenmemiştir. Eğer şiddetin gerekçeleri çok kuvvetli ise
Fransız ve Rus devrimlerindeki gibi örgütlenerek halk hareketi
haline gelebilir.

Yukarıdan gelen şiddet


Monarşi veya oligarşide hesap verme duygusu yoktur. İnsanlık
tarihinde deneme-yanılma yöntemi ile özgürlükçü ve çoğulcu
. demokrasi düzeyine geliş, toplumsal şiddetin en aza inmesi ile
eşdeğerdir. Gerçek demokraside ülkeyi yönetenler, yani hükümet,
halka karşı hesap vermek durumundadır. Aksi takdirde Saddam
Hüseyin ve Hitler gibi çağdaş tiranlar ortaya çıkar. Çağdaş tiranlar
akıllı ve nitelikli insanları sindirir veya öldürürler. Toplantılardan
rahatsız olurlar; örgütlenme ve eğitimi çok kısıtlarlar. Yurttaşları
birbirlerinden kuşkulandırırlar. Özel hayatı yok ederler. Yapay bir
dUşman seçip iktidarı sürdürme çabasındadırlar.

Fikrine güvenen şiddete başvurmaz


Demokrasinin bugün geldiğimiz düzeyi, şiddetin hak arama
veya sorun çözme yöntemi olmaması gerektiğini ön şart olarak
kabul eder. Özgür ve çoğulcu ortamda fikrine güvenen kişi fikrini
ifade edebildiği için şiddete yönelmeyecektir. Fikirler çarpışacak,
gerçekler ortaya çıkacaktır. Alternatif fıkirlerin, farklı bakış açıları­
nın ve aykırı düşüncelerin ortaya çıkması, toplumun olgunlaşması
ve daha az hata yapması demektir. Şiddete başvurma öğretisi, yerini
şiddete başvurmama öğretisine terk ettiği ölçüde, toplumsal şiddet
azalacaktır. Fikrine güvenınediği için şiddete başvuran birey ve
gruplar toplumsal itibar görmeyecektir.
NEVZAT TARHAN

Kalem kılıçtan keskindir


İnsanlık tarihinin ilk çağlarından beri, bütün ilkel topluluk­
larda, eğitimsiz kişilerde şiddet ve saldırganlık, bir hak arama ve
sorun çözme yöntemi olarak kullanılmıştır. Şiddet ve saldırganlık,
düşünmeye önem vermeyen, muhakeme ile değil, içgüdüleri ile
hareket eden insanların yöntemidir.
Eğitimsiz bir kişiden, haksızlığa uğraması halinde nasıl doğru
davranmasını bekleyebilirsiniz ki?! Mesela, elinden zorla oyuncağı
alınan bir çocuk, arabasına çarpılan bir adam, inandığı değerleri
yaşaması engelleneo bir kişi eğer eğitilmemiş ise içgüdüsel olarak
sorunu saldırarak çözmeye kalkışacaktır. Haklarını şiddet kulla­
narak almak isteyeceklerdir.

ikna yöntemi
Haksızlığa uğrayan kişi eğitimli ise, ikna ve inanciırma yolunu
seçecektir. Karşı tarafın kafasındaki soruları gidermeye çalışacak
ve çözüm odaklı düşünecektir.
Fikrine güvenen kişi şiddete başvurmaz.
Şiddet ve öfke zayıflık işaretidir.
Zor ama uzlaşmacı bir yol olan ikna ve inanciırma yöntemi,
en iyi hak arama yöntemidir. Çağımızın insaniarına üstünlük
sağlamak ancak ikna ve inanduma yolu ile mümkündür. Sözden
anlamayan ilkel kabilelerio yöntemini uygulayanlar, haklıyken
haksız duruma düşeceklerdir.
O halde yapılacak şey; doğruyu doğru şekilde savunmak olacak­
tır. Değişen ve gelişen dünya üzerinde doğruları silahla savunmaya
karşılık yerinde ve zamanında verilen olgun tepkiler daha evladır,
daha etkilidir.
'NE KADAR. . . O KADAR. . . ' RETORiGi
.
Halk dilinde güzel bir deyiş vardır: "Ne kadar ekmek o kadar kofte"
' .

.
şeklınde. Bu deyişi şöyle genişletebiliriz:

"Ne kadar korku, o kadar bunalım, Ne kadar bilgi, o kadar güçlü


Ne kadar özgüven, o kadar başarı,olmak,
Ne kadar cesaret, o kadar özgür­ Ne kadar veri, o kadar doğru karar,
lük, Ne kadar sezgi, o kadar buluş,
Ne kadar vatanseverlik, o kadar Ne kadar merhamet, o kadar
süktinet,
güçlülük,
Ne kadar kanaat, o kadar zen­
Ne kadar adalet, o kadar huzur,
ginlik,
Ne kadar sosyal sermaye, o kadar
Ne kadar çıkarcılık, o kadar ça­
toplumsal barış,
tışma,
Ne kadar çaba, o kadar şans,
Ne kadar saygı, o kadar itibar,
Ne kadar emek, o kadar ücret
' Ne kadar haddini bilmek, o kadar
Ne kadar sabır, o kadar zafer,
mutluluk,
Ne kadar inanç, o kadar sehat,
Ne kadar hesabını bilmek, o kadar
Ne kadar hayal, o kadar keşif,
varlık,
Ne kadar ümit, o kadar motivas­
Ne kadar cömertlik, o kadar soy­
yon,
luluk,
Ne kadar şükür, o kadar dinginlik,
Ne kadar uygulama, o kadar ka­
Ne kadar tembellik, o kadar esaret
rakter,
Ne kadar samimiyet, o kadar ikna : Ne kadar doğallık, o kadar den­
Ne kadar iyi niyet, o kadar gerçek
gelilik,
dost,
Ne kadar çile, o kadar dayanık­
Ne kadar empati, o kadar anla­
lılık,
şılmak,
Ne kadar merak, o kadar ilim
Ne kadar sevgi, o kadar dostluk,
Ne kadar dua, o kadar yardım,
Ne kadar hayret, o kadar öğren e,:n
Ne kadar ilkeli olmak, o kadar
Ne kadar iyilik, o kadar sevilmek,
onurlu olmak,
Ne kadar bencillik, o kadar yal­
Ne kadar düzenlilik, o kadar sonuç,
nızlık,
Ne kadar dikkat, o kadar isabet
Ne kadar dürüstlük, o kadar gü-
ven,
Ne kadar erdemlilik, o kadar i ­ �
sanlık ... "
KAYNAKLAR VE OKUMALAR
Abelson, R. R (1986). Beliefs are !ike possessions. Journal for the Theory of Social
Behavior, 16, 224-256.
Adorno, T. W, Frenkd-Brunswik, E., Levinson, D. J., & Sanford, R. N. (1950). The
authoritarian personaliry. New York: Harper & Row.
Aguero, F. ( 1998). l.egacies of rransitions: lnsrirutionalism, the ınilirary, and democracy
in South America. Mershon International Studies Review, 42, 383-404.
Allport, G. W (1954). The nature of prejudice. Garden Ciry, NY: Doubleday Anchor.
Altemeyer, B. (1988). Enemies offreedom: Understanding right-wing authoritarianism.
SanFrancisco: Jossey-Bass
Brewer, M. B. (1991). The social self: On being the same and different at the same time.
Per-sonaliry and Social Psychology Buketin, 17, 475-482.
Barber, J. D. (1972). Presidemial characrer: Prediaing performano: in the White House.
Englewood Cliffs, NJ: Prentio:-Hall.
Blumer, H. (1958). Race prejudio: as a sense of group position. Pacific Sociological
&vi=, 1,3--7.
Campbell, A., Converse, P. E., Miller, W E., & Stokes, D. E. (1960). Th� American
votn: NewYork: Wiley.
Edwards, W (1954). The theory ofdecision-making. Psychological Bulletin, 5 1 , 380-4 17.
Erikson, E. H. (1958). Young man Luther: A study in psychoanalysis and history. New
York: Norton.
Fisher, R., & Ury, W. (1981). Getting to yes: Negotiaring agreement without giving in.
Boston: Houghton Miffiin.
Festinger, L. (1957). A theory of cognirive dissonance. Evansron, lL: Row, Peterson.
Fiske, S. T., & Taylor, S. E. (1991). Social cognition (2nd ed.). New York: McGraw-Hill.
Funk, C. L., & Sears, D. O. (1991). Arewe reaching undergraduates? Asurvey ofcourse
offerings n
i political psychology. Political Psychology, 12, 559-572.

Gilberr, D. T, Fiske, S. T, & Lindzey, G. (Eds.). (1998). The handbook of social psy­
chology. Boston: McGraw-Hill.
Greenstein, F. I. (1973). Political psychology: A pluralistic universe. in J. N. Knutson
(Ed.), Handbook ofPolitical Psychology (pp. 450-472). San Francisco: Jossey-Bass.
Greenstein, F. I., & Polsby, N. W (Eds.). (I 975). Handbook ofpolitical science. Reading,
MA: Addison-Wesley.
Heiferz, R. A. (1994). Leadership without easy answers. Cambridge, MA: Harvard
University Press.
Heider, E (1958). The psychology ofinterpersonal rdationships. New York: Wiley.
Hermann, M. G. (1986). Political psychology. San Francisco: Jossey-Bass
Houghton, David Parrick., Political Psychology Siruations, Individuals, and Cases.,
Taylor and Francis New York and London, 2009.
lyengar, Shanro., McGuire, William J., Explorations in Political Psychology., Duke
University Press. 1993 Durham and London.
Jennings, M. K. (1 987). Residues of a movement: The aging of the American protest
generation. American Political Science Review, 81, 367-382.

You might also like