You are on page 1of 145

�.

mago

PSİKİYATRİ PSİKOLOJİ PSİKANALİZ NÖROLOJİ


• • •

FELSEFE • SOSYOLOJİ KÜL TÜR


• SANAT

Yazı İşleri Sorumlusu


ve
Yayın Yönetmeni:
Ali Rıza Tura

İmtiyaz Sahibi:
İmago Özel Ruh Sağlığı
Tic. Ltd. Şti. Adına
Saffet Murat Tura

Yönetim Yeri ve İrtibat Bürosu:


Teşvikiye Mah. Teşvikiye Cad.
Sadun Apt. 105/3
Şişli I iSTANBUL

Web: www.imagopsikoterapi.com

Tel: (0212) 259 00 46


GSM: 0533 716 69 60

Kapak Tasarım:
Güven Mendi

Sayfa Düzeni:
Uğur Özen

Yayın T ürü: Yaygın

Basım:
Ayhan Matbaası

Yayın Kurulu:
Saffet Murat Tura, Selim Başarır, Özden Terbaş, Yeşim Can, Bahar Cömert,
Ayten Zara Page, Evren Asena, Ali Rıza Tura, Sema Özer,
Başak Kamacı, Yılmaz Yücel, Çiğdem Kurt, Hakkı Yırtıcı, U. Uraz Aydın,
Artun Avcı, Banu Yılankaya, Şükran Çavdar, Harun Özkan
İÇİNDEKİLER

Nöro-Psikanaliz 7
Saffet Murat Tura

Psikanalizin Biyolojisi ve Geleceği: 35


"Psikiyatri İçin Yeni Bir Entelektüel
Yapı"nm Gözden Geçirilmesi
Eric Kandel

Bastırma 61·
Sigmund Freud

Joseph K. 'nm Direnc·i 69


Özden Terbaş

Freud'un Eserinde Nesne ·ilişkileri 77


Selim Başarır

,. Bilim Kurgu Sineması ve Psikanaliz 83


Ata.Devrim

Marksizm, Materyalizm ve Bilinç Bilimleri: 91


Bir Çerçeve Taslağı-1
Evren Asena

Freud ve Gelecek 127


Thomas Mann

Serbest Zaman 139


Theodor W. Adorno
Bu Sayı

G
ünlük, haftalık ya da aylık gazeteler ilk kez 1915 yılında yayımlandı ve Freud'un toplu
gibi "sıfır sayı" ile başlama şansı ol­ yapıtlarının basımında Metapsikoloj i başlığı al­
mayan teorik yayınların ikinci sayılan tında yer aldı. Türkiye'de ise, başka yayınevlerinin
. genellikle özür cümleleriyle başlar: yanı sıra, 2002 yılında Payel Yayınları'nın Freud
Tasanın, dizgi, düzeltme, baskı vb. hataları az da Kitaplığı dizisinin 12. cildi olarak yayımlanan
olsa ilk sayıların kaderi gibidir çünkü. Ne yazık Metapsikoloj i adlı kitapta yer aldı. İkinci topik ku­
ki İmago ' nun ilk sayısı yukarıda anılan hata ramına geçişine yönelik hazırlık metinlerinden
sınıflarının hemen hepsinden bolca nasibini alarak biri olarak da ele alınabilecek olan bu kısa
yayımlanmış oldu. makalede Freud, bir savunma mekanizması olarak
Mazeretin yerini tutmasa da, ilk sayıyı bir an bastırmayı bilinçdışı kavramını yeniden tartışarak
önce okura ulaştırma çabasının, gösterilmesi netleştirmektedir. Bu nedenle gerek Tura ' nın
gereken özenin bir ölçüde yerini aldığını söylemek gerekse Kandel 'in makaleleriyle tematik bir bütün­
gerek. lük arz eden bu metni yayımlamayı gerekli gördük.
İkinci bir özür kalemi ise ikinci sayının vak­ Bu makalenin dergimizde yayımlanmasına izin
tinde çıkamamış olması. Bunun bir nedeni bilindik veren Payel Yayınlan editörlerine ve kitabın çevir­
"yaz rehaveti"yse de, ikinci nedeni ilk sayıdaki menleri Dr. Emre Kapkın ve Ayşen Tekşen Kap­
hataları tekrarlamama ve daha iyi bir tasarıma kın' a teşekkür ediyoruz.
ulaşma çabası olarak özetlenebilir. Okura karşı Pek az yazar dünyanın algılanışını kendi is­
borçlu olduğumuz bu iki özürden sonra ikinci miyle mühürlemiştir. Bu pek az sayıda yazardan
sayıyla birlikte tekrar "merhaba" diyoruz. biri de .Kafka'dır kuşkusuz. Kafkaesk bir dünya
Bu sayıdaki ilk makale Saffet Murat Tura'nın psikanalizin bakış açısından nasıl görünür? Ô7.den
"Nöro-PsikanaJiz'' adlı çalışması. Bu yazısında Terbaş "Joseph.K'nınDirenci" adlı makalesinde,
Tura, bilinç felsefesinden nörobiyolojiye dek uza­ edebiyatı psikanalize, yazarı klinik olguya in­
tılabilecek bir disiplinler arası alanda, psikanalizin dirgemeksizin bu Kafkaesk dünyanın psikodi­
günümüz nöro biliminin kazanımları çerçevesinde namik görünümüne ulaşmayı amaçlıyor.
yeniden düşünülmesinin imkanlarını tartışıyor. Selim Başanr'ın , yaklaşık beş yıl önce, İma­
Gene bu çerçevede psikanalitik bilinçdışı kav­ go Psikoterapi Merkezi 'nde sunduğu eğitim çalış­
ramının nöro bilim açısından bilinçsiz zihinsel masının ilk metnini geçen sayımızda yayımlamış­
edimi.erle olan ilişkisini/farklılığını ele alıyor. tık. Bu sayıda, eğitim programının ikinci sunuş
Erle Kandel' in "Psikyatri İçin Yeni Bir En­ metnini yayımlıyoruz: "Sigmund Freud'dun
telektüel Yapı" adlı ünlü makalesini ilk sayımız­ Eserinde Nesne İlişkileri". Başarır bu sunuş met­
da yayımlamıştık. Bu sayıda ise Kandel'in bu ma­ ninde, yaşamının farklı dönemlerinde, farklı vur­
kalesine gelen eleştirilerin sadece bir yönüne gularla da olsa, çocuğun gelişiminde oto erotik
yönelik yanıtını içiren bir başka makalesini yayım­ evreye daima önem vermiş olan Freud'un, Nesne
lıyoruz: "Psikanalizin Biyolojisi ve Geleceği: İlişkileri Kuramı'na öncülük edebilecek biçimde,
'Psikiyatri İçin Yeni Bir Yapı'nın Gözden erken dönem nesne ilişkileri konusundaki görüş­
Geçirilmesi". Bu makalesinde Kandel, bir yandan lerini bir araya getiriyor.
psikanalizin biyoloj i ile olması gereken ilişkisi Bu sayıda Ata Devrim'in "Bilim-Kurgu
konusunda yeni bir yaklaşım sunarken, diğer yan­ Sineması ve Psikanaliz" adlı makalesini de bula­
dan bellek ve bellek yitimine yol açan hastalıklar caksınız. Bu yazısında Devrim, Freud'dan Oto
çerçevesinde bilinçdışı, bilinçsiz süreçler, ön bil­ Rank'a uzanan bir kuramsal erimde bilim-kurgu
inç gibi kavramların nörobiyoloj ik yapısını irde­ türündeki sinema filmlerinin bir bölümünü psika­
liyor. Bu makaleyi de, birinci sayıda olduğu gibi, nalizin merceğinden ele alıp yorumluyor.
Muzaffer Kaşar ' ın çevirisiyle sunuyoruz. Evren Asena, İmago ' nun geçen sayısında
Sigmund Freud'un "Bastırma" adlı makalesi S affet Murat Tura tarafından kaleme alınan
"Kartezyen İkiliği Aşmak" adlı yazının sorun­ düşünülür. Oysa Zeynep Koçak'ın çevirisiyle sun­
salını önemsiyor ve kendisinin "Marksist Mater­ duğumuz "Freud ve Gelecek'' adlı konferans met­
yalizm" olarak andığı bir perspektifin, bu sorun­ ninde Mann, hayranlık uyandıran· bir kavrayışla
saldan çıkış yolunu gösterebileceğini savunuyor. Freud' un kuramının felsefi temellerini tartıştıktan
Asena ' nın yazısının bu sayıdaki ilk bölümü, sonra, dünyanın kavranışı için psikanalizin nasıl
günümüzün egemen materyalizm anlayışlarını yeni bir ufuk açtığını gözler önüne seriyor.
tarihsel şekillenmeleriyle birlikte gözden geçirdik­ Son makale Theodor W. Adomo' darı bir çeviri.
ten sonra, "Marksist Materyalizm"in ayırt edici Oya Şakı Aydın ve Zeliha Hepkon'un çevirisiyle
çizgilerini belirginleştiriyor. "Materyalizm, yayımladığımız "Serbest Zaman" adlı maka­
Marksizm. ve Bilinç Bilimleri", imago 'da ileride lesinde Adomo, bugün için artık iyice kanıksanan
yayımlanacak olan ikinci bölümüyle bir bütünlük "hizmet", "turizm", "eğlence" gibi sıfatlarla
oluşturacak ve yazarın "bilinç bilimleri" olarak ad­ sektörleşen bir pazar alanını, erken bir tarihte,
landırdığı disiplinlerin değerlendirilebilmesine "serbest zaman" kavramı çerçevesinde ele alıyor.
hizmet edecek bir çerçeve olarak tasarlanmış. Kapitalist ideoloj inin salt ü.retim/çalışma alanın­
Thomas Mann, gerçekçi, ya da Lukacs' ın deyi­ da yeniden üretilmediğini; boş, serbest zaman­
mi ile eleştirel gerçekçi bir yazar olarak bilinir. ların da sistemin yeniden üretilmesi bağlamında
Psikanalizin ise başta Gerçeküstücülük olmak taşıdığı önemi gösteren bu metnin ilginizi çeke­
üzere, imgelemsel, fantastik kurgulara, "bilinç ceğini umuyoruz.
akışı" gibi tekniklere bolca yer veren modem ve Bir sonraki sayıda buluşmak dileğiyle.
postmodern edebiyata esin kaynağı olduğu
. • ?r1- � 1'i.. �� '
-...... L. ıy 'f•l;
� &.ı./�
ıfilhelm de Koening
NÖRO-PSİKANALİZ
Saffet Murat Tura
Sub specie aetemitatis . . .
(Sonsuzluk bakımından ... )

1. Giriş ögeden fazla bileşeni olan araçlar yapabildiklerine


dair paleoarkeolojik bulgular da elde ediyoruz;
bugün evrim yarışından geriye kalan en yakın
1.1. 1990'1arda New York Psikanaliz akrabalarımız şempanzeler nadiren üç ögesi olan
Enstitüsü alet yapabilir (Bk.Corballis; 1 99 1 , Wills; 1993,
Son birkaç yıl içinde etkinliği artan ve Byme; 1995). Yani anlaşılan bizim bir "dorzo­
muhtemelen yirmibirinci yüzyıl psikoterapisine lateral prefrontal korteks" işlevimiz olan sekan­
yön verecek yeni bilimsel zihniyetin ilk örnek­ siyel (yani zaman içinde ardışık eylemleri düzen­
lerinden birini; nöro-psikanaliz akımını tanıtmak li bir dizgede bir araya getirerek uzun süreye
istiyorum bu yazıda. yayılmış bütünsel bir eylem planlamaya, imgelem
Önce konudan biraz uzaklaşma pahasına da ol­ ve dil sayesinde geleceği hesap ve manipüle et­
sa nöro-psikanaliz ve insan psikolojisini nörolo­ meye dayanan) tarzda düşünebilme özelliğimize
jik bir disiplin olarak yerleştirmeye çalışan ben­ de sahipti Neandertaller. Peki ama Neandertaller
zeri yaklaşımların insan zekasının temel özel­ neden kaybetti evrim yarışını? Neandanterlerin
liğinin kaçınılmaz bir aşaması olduğunu anlat­ hazin sonuyla ilgili soruya ikna edici delillerle
mak istiyorum. desteklenen ilginç bir yanıt verilmeye çalışılmıştır
Türümüzün dörtbuçuk milyar yıl olduğu düşü­ aslında. Neandertal zekası modüler yapıdaydı,
nülen gezegen tarihinin yaklaşık olarak ancak son oysa insan zekası modüler değildi bu yanıta göre.
yüz-yüzelli bin yıllık zaman diliminde ortaya çık­ Bir başka deyişle insanlar farklı bilgi alanlarında
tığı tahmin ediliyor. Anlaşılan evren tarihinin elde etikleri bilgileri bir araya getirip bütüncül
oldu�ça yeni sayılabilecek doğal oluşumlarından bir kavrayışa ulaşmaya dönük bir zihinsel faliyet
biriyi�. Üstelik paleoarkeolojik verilere bakarsak içindeydiler, Oysa Neandertaller farklı bilgi alan­
türümüzün ilk örnekleri otuz bin yıl gibi kısa bir larını birleştirip bütüncül bir kavrayışa ulaşamı­
zaman öncesine kadar başka bir insansı türle pay­ yordu ve bu nedenle yarışı kaybetmişti (Mithen,
laşmış olmalı dünyayı; Homo Neandertalis'le. 1 996).
Neandertallerin biz Homo sapiens sapienslerle Bütün delillerine rağmen bu ilginç tezin doğ­
giriştiği evrim yarışında doğal olarak ayıklandığı ruluğundan tam olarak emin olamıyoruz tabii.
kabul ediliyor. Çünkü, en azından bugün Neandertaller de insan
Anlaşıldığı kadarıyla bedensel olarak bizden türü bünyesinde yorumlanıyor genellikle. Ama
daha güçlü olan Neandertaller aynı zamanda kesinlikle emin olduğumuz bir şey var; insan
konuşma yeteneğine de sahipti muhtemelen. zekası farklı bilgi kaynaklarından elde ettiği, de­
Çünkü onlardan kalan kafataslarında beyin­ ğişik kavramlarla ifade edilip düşünülebilen, hat­
lerindeki konuşmayla ilgili Broca merkezinin ta ilk bakışta çelişik görünen bilgileri ilişki­
gelişmiş olduğunu gösteren izler bulmanın lendirerek daha yüksek bir kavrayış düzeyine
ötesinde yüksek karmaşıklıkta toplumsal örgüt­ sıçrayabilir. Aslında tarih boyunca insan zekasının
lenmeler kurabildiklerine ve üç veya daha fazla en büyük tutukusu da bu olmadı mı zaten?

7
imago / g üz I 2005

1990'lann başında New York Psikanaliz Ensti­ ternatif bir tez ileri sürecegım. Okumakta
tüsü'nde bu insani yönde tipik bir adım atıldı. olduğunuz yazıdaysa gene tartışmaya açık bul­
Nöro-psikolog ve psikanalist Karen Kaplan-Solms makla beraber Solms'leri özellikle daha başarılı
ve Mark Solms beyin hasarlı bir grup nörolojik bulduğum birinci tezleri bakımdan ele alıp tanı­
hastayı mümkün olduğunca tipik analitik çerçeve­ tacağım.
ye uygun koşullarda analize veya analitik psikote­ Aşağıda ele alacağım bazı istisnai çalışmalar
rapiye aldılar ve elde etikleri bulguları Enstitü bir kenara bırakılırsa yirminci yüzyıl boyunca
bünyesinde sundukları düzenli seminerlerle tartış­ psikanaliz ve genel olarak psikoterapiyle nörolo­
maya açtılar. Analizler ağırlıklı olarak Karen jik bilimler genellikle ayn ayrı yollardan yürüdü
Kaplan-Solms tarafından yürütülmüşken teorik ve ilerledi. Anlaşıldığı kadarıyla kaçınılmaz bir
tartışmalar ve açıklamalar daha çok Mark Solms'a süreçti bu. Freud, daha önce sözünü ettiğim erken
aitti. (Kaplan-Solms ve Solms 2000). Freud, 1895 "proje"sinden sonra insanlığın nörolojinin henüz
tarihli erken çalışması olan ve ancak ölümünden başında olduğunu farketmiş (onun zamanında
sonra basılan "Bilimsel Bir Psikoloji Projesi"nde sinir sisteminin en temel hücreleri olan nöronlar
psikolojiyi, nörolojik bir disiplin olarak yer­ bile ancak gözlenmeye başlamıştı) nörolojik olarak
leştirmeye çalışmıştı zaten. Ama bu çalışma aşağı­ açıklanmakta o gün için yetersiz kalınan ama bil­
da ele alacağımız nedenlerle yüzyıllık bir kesin­ hassa nevrotik ve kısmen de psikotik vakalarda gö­
tiye uğramıştı. Solms'lerin gayretiyle başlayan zlenen psişik fenomenlerin temel biyolojik ilkelere
ve büyük vaadlerle dolu bir geleceğin ilk adım­ dayanan veya en azından biyolojik ilkelerle ters
larından biri olarak gördüğüm "nöro-psikanaliz" düşmeyen teorik bir açıklamasını verebilmek için
akımının hedefi bu çerçevede daha kolay an­ fıktif ve metaforik bir dile dayanan yeni bir ku­
laşılabilir; bu yazıda önemli bulduğum bazı tez­ ramsal açıklama denemesi geliştirmişti; meta­
leri bakımından ele alacağım bu akımı. psikoloji.
Solms'ler çalışmalarını önemli bir tespitten Freud'a göre yararlı ama geçici bir kuramsal
yola çıkarak temellendirdiler. O güne kadar beyin açıklama çabasıydı metapsikoloji; yirmi-otuz sene
hasarlı hastalar yanlızca standart nöro-psikolojik sonra gelişecek nöroloji ve biyokimya, metap­
testlerle ve deneylerle bilişsel nörolojik bilim sikolojinin kavramlarının yerini alacaktı. Ama
açısından ele alınmıştı. Halbuki bu hasarlı beyin­ nörolojik bilim Freud'un umduğu hızla gelişeme­
lerin psikanalitik çerçevede "derin psikanalitik di maalesef; yaklaşık yüzyıl beklemek gerekti.
psikoloji" açısından değerlendirilmesi iki açıdan Üstelik bir dönemde, yüzyılın ortalarında bu iki
önemli sonuç verebilirdi. İlk olarak hasarlı beyin­ disiplinin yeniden bir diyalog imkanı yakalaması
lerin psikanalitik çerçevede gözlenen zihinsel bazı erken ve yanlış bulgular nedeniyle imkansız
süreçlerinden yola çıkarak normal psikanaliz gibi görünmeye başlandı. Çünkü psikanaliz ve
sürecinin nasıl bir nörolojik bilme (neuro­ nörolojik bilim kaçınılmaz olarak ayrı ayrı yol­
science'a) dayandığının saptanması ve bu yolla da larında ilerlerken beklenen gelişme beklenmedik
psikanalitik metapsikolojinin nörolojik bilimle bir arıza yarattı; psikotrop ilaçların ilk ve ilkel
temellendirilmesi, en azından ilişkilendirilmesi örneklerinin bulunmasıyla beraber yüzyılın orta­
mümkün olabilirdi. İkinci ve daha iddialı teze larında büyük bir atılım gösteren organik psikiyatri
göreyse nörolojinin açıklamakta kısmen de olsa çalışmaları, psikanalizi giderek gözden düşürm­
henüz yetersiz kaldığı bazı nörolojik tabloları ve eye başladı. Bu farmakolojik adım bugün değeri
sendromları (mesela anozognoziyi; yani has­ pek bilinmeyen büyük bir gelişmeydi gerçekten;
talığının farkında olmama durumunu) psikanaliz eskiden ömür boyu akıl hastanelerinde tutulmak
çerçevesinde geliştirilen kavramlarla açıklamak zorunda kalınan veya ancak lobotomi gibi cerrahi
hedefleniyordu. Şahsen birinci hedefleri bakımın­ yöntemler denenerek kontrol altına alınmaya
dan Solms'leri başarılı bulmakla. beraber ikinci çalışılan ağır vakalar (mesela hebefrenik şi­
hedeflerine yönelik çabalarına daha ihtiyatlı ve zofrenler) bile sosyal salah dönemleri yaşaya­
şüpheci yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum. biliyor, kliniklerin bugünden bakınca hayal bile
İmago'nun gelecek sayısında yer almasını plan­ edilemeyecek sefil "tımarhane" görünümü bile
ladığım "Bastırmanın Muhtemel Nörobiyolojik hızla değişiyordu. Psikofarmakolojinin ve insan
Açıklamasına Dair" adlı yazımda nöro-psikana­ genetiğinin gelişimi özelikle tıp kökenli tera­
lizin nörolojik bilime katkı girişimini tartışıp al- pistleri yaptıkları işten şüphe duyar bir duruma

8
N Ö RO-PS İKANALİZ

sokuyordu. Bir dönemde psikiyatride kısa bir süre Oysa son yirmibeş yıl içinde çok gelişmiş tek­
için de olsa "belki bir umut" gözüyle bakılan nolojik aygıtlar ve araçlarla yapılan detaylı nörolo­
psikoterapi ve psikanalize giderek hafif küçüm­ jik bilim çalışmaları bu statik beyin anlayışını hı­
seyici bir tutumla yaklaşılmaya başlanmıştı; bu da zla değiştirmiş ve beyin çok daha dinamik,
madalyonun olumsuz yüzüydü. Psikanaliz ve değişken bir organ olarak görülmeye başlanmıştır.
psikoterapi için işler tersine dönmeye başlamıştı Üstelik nörolojik bilim, bazı bakımlardan psika­
psikiyatri bünyesinde. nalizin temel kavramı olan bilinçdışı zihinsel iş­
Psikanaliz ve psikoterapiye yönelik bu küçüm­ leyişiyle kimi benzerlikler gösteren beyin işlev­
seyici yaklaşımın sebebi genetiğin psikiyatride lerini de saptamıştır. Fakat nörolojik bilimciler
yanlış ve aşın lineer-determinist bir yorum kazan­ belki psikanalize erken bir taviz vermiş olmak
masıydı. Oysa tıp fakültelerinde okutulan o döne­ kaygısıyla veya belki kastetikleri zihinsel-bilişsel
min genetiği bile, her ne kadar gümüzün biyolo­ mekanizmaların psikanalizin ele aldıklarından
jik olarak yaşam boyu inter-aktif gen anlayışını farkını vurgulamak için "bilinçdışı" (unconscious)
yeterince geliştirememiş olsa dahi gene de sıfatı yerine bazen (mesela hafıza ve öğrenme sis­
"genotip-fenotip" ayrımını önemle vurguluyor ve temleri söz konusu olduğunda) "örtük" (implicit)
genomun çevre koşullarıyla etkileşim içinde nihai bazen de (mesela dikkat mekanizmaları söz
fenotipi ortaya çıkardığını delillendiriyordu. konusu olduğunda) "bilinçsiz" (nonconscious)
Elbette psikiyatrlar bütün bu tıbbi genetik bilgi­ terimlerini kullanmayı tercih ederler. Bilhassa bu
lerine rağmen boşuna yanlış bir nörolojik genetik ikinci kaygıyı anlıyorum ve ben de aşağıda daha
anlayışına ulaşmamıştı; bazı nedenleri vardı böyle ayrıntılı olarak tartışacağım gerekçelerle "bilinç­
düşünmelerinin. Bir dönemin psikiyatrisine ege­ dışı" terimini sadece psikanalitik anlamda
men olan yanlış lineer-genetik determinist yak­ "bastırılmış" zihinsel süreçleri nitelemek için kul­
laşımın altında yatan bilimsel kanaat nöronun, lanmayı tercih ederim.
bedendeki diğer pek çok hücreden farklı olarak Demek ki psikanaliz için nöro-psikanaliz çatısı
bölünerek (veya başka bir şekilde) çoğalamaya­ altında nörolojik bilimlerle yeniden bütünleşmek
cağı; yani sinir sistemi gelişiminde belli kritik bir bakımından iki önemli dayanak noktası ortaya
aşamadan sonra önemli bir değişikliğin olama­ çıkmaktadır.
yacağı, dolayısıyla hücre yenilenmesi yoluyla "re­ 1 ) Nörona! gelişim (nörogenez) ve nörona!
jenerasyonun" da (kabaca söylemek gerekirse plastisite: İnsan beyni duyusal modaliteler
dokunun kendini onararak iyileşmesinin de) (görme, duyma, işitme vs.) için ilk kortikal
gerçekleşemeyeceğine yönelik bazı erken bilgiler sinaps düzeyini oluşturan birincil duyusal alan­
ve bulgulara dayanıyordu. Bugün bu erken bulgu lan ve bedensel hareket�n başlatılmasını sağla­
ve kanaatlerin yanlış olduğunu gösteren çok sayı­ yan motor kortikal alanları (yani idiotipik
j
da güvenilir çal şma var. (Bu konuda ayrıntılı bir neokorteks) bakımından geniş ölçüde türün geli­
literatür taraması için bk. Cozolino; 2002). Ama şimi tarafından (yani fılogenetik olarak) belir­
daha önemli bir bulgu, insan beyninin işlevsel lenmiş bir şekilde doğar (Bk. Şekil la). Yani eski
değişim için zorunlu olarak hücre yenilenmesine canlıların ve atalarımızın adaptif evrim sürecin­
ihtiyaç göstermemesi. Tekrar döneceğiz bu de kazandığı özellikler genetik olarak beynin bu
konuya. bölgelerinin nörona! yapısını önceden belirler.
Bir kez beyin genetik olarak belirlenmiş, statik Ancak bu bölgelerin dahi daha sonraki deneyim­
bir organ olarak düşünüldüğünde psikanaliz ve lerle kısmen de olsa şekillendirildiğini gösteren
psikoterapilere tıp ve pikiyatri çevrelerinde nasıl deliller bile vardır (Bk. Cozolino; 2002). Bunun­
şüpheyle bakılmaya başlandığını anlamak kolay­ la beraber beynin arka bölgelerindeki giderek
laşır. Bugün bile psikiyatrinin bu kötümser "fatalis­ daha karmaşık ve üst düzeyde bilgi-işlem yapan
tik" döneminin etkilerinden kurtulabilmiş, üstü­ duyusal-semantik sistemlerini ve ön böl­
müzdeki yılgınlığı tam olarak atabilmiş değiliz gelerindeki sekansiyel-karar-ifa sistemlerini
henüz. Bu "fatalistik" dönemde hastaların bir oluşturan geniş asosyasyon (bağlantı) bölgele­
bölümünün psikiyatrlar yerine sezgisel olarak klinik rinin; yani unimodal, heteromadal ve Mesulam'-
psikologları tercih etmesi haklı ve insani bir tep­ ın tarif ettiği transmodal asosyasyon alanlarının
kidir; açıkça itiraf edelim, farmakolojide kazandığı (ayrıntılı bilgi için bk. Mesulam; 2000) mikro­
başarıdan başı dönen psikiyatri yanılmıştı. histolojik ve kimyasal yapısı işlemsel karmaşık-

9
imago / g üz I 2005

insan beyninin mikro-histolojik yapıları ve


moleküler-kimyasal örgütlenmesi psikanalitik
"düzeltici duygusal deneyim" sayesinde genetik
sınırlar çerçevesinde değiştirilebilir, onarılabilir
gibi görünmektedir.
2) A şağıda daha ayrıntılı bir şekilde göre­
ceğimiz gibi beynin pek çok zihinsel işlevi geniş
oranda bilinçsizdir. Hatta bazı araştırmacılar bu
oranın %95 ' e vardığını tahmin etmektedir (Bk.
Cozolino; 2002). Beynin bilinçsiz zihinsel işlev­
leriyle psikanalitik bilinçdışı arasında belli bir
yakınlık olmakla beraber bu iki kavramın tam
olarak örtüşmediğini söylemiştim. Ancak bu
yakınlık nöro-psikanaliz açısında n değerlendiri­
lebilecek çok önemli bir araştırma ve teori alanı­
na işaret etmektedir.
Bugün nöro-psikanaliz giderek etkinliğini
artıran ama bala kendini psikanaliz çerçevesinde
mütalaa eden bir akım. Nöro-psikanalizle ilgile­
nenler uluslararası kongreler düzenliyor ve bir
dergi çıkarıyor; Neuro-psychoanalysis. Derginin
danışma kurulunda başta Nobel ödüllü Eric
Şekil-1 Kandel olmak üzere Antonio D amasio, Nicholas
Humphrey, Benjamin L ibet, Jaak Panksepp,
lığa paralel biçimde dereceli olarak artan oranda Michael Posner, Vilanayur Ramachandran, Oliver
bireyin doğuştan getirdiği genomun kimyasal Saks gibi tanınmış nörolojik bilimcilerle başta
kodunun sınırları çerçevesinde ama bireysel ya­ Otto Kemberg olmak üzere Charls Brenner, Andre
şam tecrübeleriyle şekillenir (Bk Şekil l b ). Yani Green, Amold Modeli, Teodore Shapiro ve Arthur
insan beyninin geniş asosyasyon alanlarının Valenstein gibi uluslararası saygınlığı olan psika­
mikro-histolojik yapısı ve kimyasal örgütlenme­ nalistler de yer alıyor.
si, genetik yapısının kimyasal olarak belirlediği Bütün bunlar söylendikten sonra ama nöro­
sınırlar içinde kalmak şartıyla geniş ölçüde bire­ psikanalizin tanıtımına geçmeden önce zorunlu bir
yin yaşam tecrübesine dayanan bir yapılanma ara halkaya, yani nörolojik bilimin kavramlarıy­
kazanır (Bk. Fuster; 2003 ). Beyin idiosenkretik la farklı bir epistemolojik düzeyde yer alan
bir organdır; yani her beyin (her insan) kendi psikanalizin kavramlarının nasıl ilişkilendirilebi­
benzersiz kişisel tarihinin biricik ürünü ve örne­ leceğine ilişkin yarı felsefi yarı bilimsel bir
ğidir. Demek ki yaşam bir öğrenme (hafıza) varsayıma ihtiyacımız var. Benim için şahsi bir
sürecidir ve öğrenme de bireysel deneyime bağlı. önem taşıyan, düşünsel yaşamımın bu en temel ve
olarak ve genomun be lirlediği kimyasal meka­ büyüleyici problemi Mark Solms ' un da çok cid­
nizmalarla beynin riıikro-histolojik yapılarında diye aldığı derin ve kozmik bir soruna değin­
nöronal ve moleküler düzeyde de kimyasal deği­ memizi gerektiriyor.
şiklik yoluyla yapılanma ve yeniden-yapılan­
maların oluşmasından başka bir şey değildir 1.2. Kaçınılmaz Bir Felsefi Ara Halka
(Bk. Rose; 2003). Bu yapılaşmaların gelişimin
nöronal gö.çün yer ald ığı bazı erken ve kritik 1.2.1. Derin Bir Kozmolojik Problem
dönemlerinde gayet hızlı bir görünüm almasına Öncelikle şunu belirtmek isterim ki nöro-psi-
rağmen tüm yaşam boyu sürdüğünü gösteren kanaliz akımını tanıtmaya giriştiğim bu yazıda
önemİ i deneysel bulgulara sahibiz (Bk. Cozo­ bazı kavramları nöro-psikanalitik yaklaşımı
lino; 2002). Bu bulgular psikanaliz ve analitik geliştirenlerden daha farklı ve kanımca daha in­
psikoterapiler için önemli bir nörolojik temel celikli bir şekilde kullanmaya çalıştım; nöro­
olduğunu göstermektedir. Bir başka deyişle psikanalizi tanıtırken zaman zaman onu olduğun-

10
N Ö RO-PSİ KANALİZ

dan daha iyi düşünülmüş bir yaklaşım haline ge­ farkında olduğunun farkında olmaktır. Klinikte
tirmeye yöneldim. Bununla beraber bu işlemi ya­ bu tanım pek sorun çıkarmadan kabul görebilir.
parken esas tezlerin yapısını bozmamaya da özen Mesela tıbbi muayene sonuçlarının takdimine
gösterdim. Demek ki aşağıda ele alınacak sorun­ "bilinç açık" kaydıyla başladığımızda hastanın
ların Solms tarafından tam olarak burada değer­ farkındalığını ve refleksif (kendi üzerine katlan­
lendirildiği gibi ele alınmadığını kaydetmem mış) farkındalığını, yani farkında olduğunun
gerekiyor. Sanırım aşağıdaki tartışma düzeyinde farkındalığını koruduğunu söylemiş oluruz. Peki
ifade edilseydi daha doğru olurdu. Benimki bir ama farkında olan şey nedir? Bu soruya gene
öneri tabii. felsefe içinde kalınarak verilebilecek yanıt bizzat
Nörolojik bilimlerle psikanalizden gelen bilgi­ bilincin kendisi (felsefi tabirle "refleksif cogito"
leri ilişkilendirmek sanıldığından bile daha zor veya " mutlak" bilinç) olacaktır. Yani bilinç felse­
ve sorunlu bir bilimsel vazifedir as lında. Buradaki felerinde bilinç kendinin farkında olandır ve ken­
en temel problem her iki disiplinin farklı epistemo­ dinin farkında olan da bilinçtir. Aynı soruya klasik
loj ik düzeylerde ifade edilen kavramlarla psikoloj iye daha yakın bir düzeyde cevap ver­
düşünülmeye elverişli, dolayısıyla da ilk bakışta mek gerekirse farkında olanın ve farkında olduğu­
evrendeki tamamen farklı iki varlık tarzına dair bil­ nun farkında olanın kişi, insan, şahıs, özne ve
gi veriyormuş gibi görünmesinden kaynaklanı­ hatta daha spiritüalıst düzeyde "ruh" olduğu bile
yor. Bir tarafta, yani psikanaliz cephesinde arzu­ söylenebilir.
lar, duygular, anlamlar, anılar, amaçlar, diğer H albuki nörolojiyi temel alarak baktığımızda
taraftaysa nöronlar, nöronal ağlar, anatomik beyin ve bilimsel ekonomi ilkesi gereği en basit varsayı­
bölgeleri, atomlar, iyonlar, sinir iletileri, memb­ ma dayanarak konuşmak istediğimizde farkında
ran potansiyelleri, moleküller. Gerçi sezgimiz ve olanın ve farkında olduğunun farkında olanın kar­
deneysel bulgular bunlar arasında belli bir ilişki maşık maddi bir yapılanma olan beyin (veya
olması gerektiğini şiddetle telkin ediyor. A ma beynin bir bölümü) olduğunu söylememiz gerekir.
acaba bu ilişkiyi nasıl kurgulamalıyız, hangi ke­ B eyin, farkında olduğu şeyin (yani kendinin)
limelerle ifade etmeliyiz? Nöro-psikanalizin ve beyin olarak kendisi olduğunun farkında ol­
özelikle Mark Solms 'un da önemle üzerinde dur­ madığına göre demek ki bilinç köklü bir yanılsama
duğu ve temel bir güçlük olarak koyduğu bu sorun üzerine kurulmuş olmalı.
(Solms ve Turnbull;. 2002) derin bir kozmik an­ Şimdi ilginç bir doğa olayı olan bilinci daha da
lam taşır. Hatta Freud'un bile psikanalizin kuru­ ilginç kılan soruyu soralım; peki ama karmaşık bir
luş aşamasında bilhassa bu problemin gizemiyle doğal maddi organizasyon olarak beynin farkın­
büyülenmiş olabileceğini gösteren deliller vardır. da olduğu şeyin, yani bilincin içeriğinin niteliği
Buna da şaşmamak gerek. B ildiğimiz evren nedir? Beynin bilinçli olduğu malzeme nasıl bir
bölümündeki en karmaşık ve gizemli doğal olu­ malzemedir? İşte bu soru sayesinde birden bire
şum insan beynidir (yani biziz) ve gene bildiğimiz bildiğimiz evren bölgesindeki en ilginç doğa
.kadarıyla duygu, algı, rüya, halüsinasyon, düşünce olayıyla bizzat kendi içimizde karşı karşıya
gibi bilinçli iç yaşantılaı'na, iç dünya fenomenleri; olduğumuzu görürüz. Maddi beynin farkında
subjektif yaşantılamalar evrende yanlızca maddi olduğu şeyler başka maddi şeylerle hiçbir ortak
bir organ olan beyinde ortaya çıkmaktadır. Ü ste­ özeliği yok gibi· görünen "fenomen"lerdir. Burada
lik bu subjektif yaşantılama fenomenleri psikana­ fenomen kelimesi fenomenolojik felsefeden dev­
litik araştırmanın konusuyken nörolojik bilimler şirilmiştir ve aşağıda açıklanacak tamamen teknik
temelde evrendeki diğer maddi oluşumlara da ve özgün bir anlamda kullanılmaktadır. İşte
uygulanabilen en temel doğabilimsel kavramlara Amerikalı filozof David Chalmers ' ın "ağır sorun"
dayanır, bunlardan hareket eder. adını verdiği problem belki şöyle de ifade
Pek çok hekim ve psikoloğun konunun derin edilebilir; beyinin fonksiyonel tanımı yapılmış
bilimsel önemini, bu önemin gerekçelerini anlama­ zihinsel işlevlerini nasıl yerine getirdiğine ilişkin
dığını çeşitli kereler mütalaa ettiğimden bu nok­ problemler, bugün için hepsini çözemesek de "ko­
tayı anlaşılır kılmaya özel bir önem vereceğim. lay sorun"lardır. Bir başka deyişle muhtemelen
Önce bilincin tanımı ile başlayalım. Bilincin tüm insan zihinsel eylemleri ve davranışları şu ya
tanımı genelikle kartezyen bir yük taşır ve farkın­ da bu şekilde bir gün bilgisayarsal taklitleri yapıla­
·
dalıkla ilişkilendirilir. B ilinç farkında olmak ve bilecek, algoritmik programları çıkarılabilecek

11
imago I güz / 2005

nörona! yapılarında beden durumunun temsilinin


(veya bedensel hafıza sisteminde "mış gibi" tem­
silinin!) ve Mesulam'ın katkısını da kaydederek
beyin sapı nörona! durum işleviyle (yani dopamin,
seretonin, noradrenalin vs. gibi nörotranmiterler­
le başka nöromodülatörlerin) nörona! kanal işlevli
(yani gama-aminobütirik asit, glutamat ve aspar­
tcınpo�al lobc ��---,,;-, tat nörotransmiter sistemlerine dayanan) kortiko­
beyin sopı
kortikal, kortiko-subkortikal yapıların enformatik
paric la 1 lobc S frontal lobc
modülasyonunun hislerin oluşumunda önemli rol
1 oynadığı kanaatine varmak mümkündür (Pank­
sepp; 1998, Damasio; 1994, 2000, Mesulam;
cingulote 1998). Öyleyse hislerin de genel olarak bedenin
dincephaion dumuna bağlı olarak kortikal işlevleri modüle
eden geniş bir anatomik alana yayılmış bir sis­
cerebullu"1 temin işlevi olan lokalize edilemez, dağınık ve
muğlak da olsa duyumsal nitelikte olduğunu ka­
bul etmek uygun olacaktır. Göstereceğimiz gibi
felsefe geleneğinde fenomen kavramı da duyum
edimlerdir. Ama bu zihinsel işlevlerin bir kıs­ kavramından türemiştir. Görelim.
mının nasıl olup da ve niçin fenomenal bir bil­ Y üzyıllar önce Descartes kendisini, temel ilke­
inçlilik içeriği (fenomen niteliği) kazandığı tama­ si "düşünüyorum, o halde varım"a ulaştıracak
men farklı düzeyde "ağır" bir sorun oluşturur. İn­ metodik şüphesinde duyumların yanıltıcı olabile­
sanın yaptığı herşeyi yapan bir bilgisayarın (Yapay ceğinden söz ettiğinde, hatta tüm yaşantısının bir
Zeka'nın) nasıl ve hangi fiziksel koşul ve aşama­ tür duyumdan ibaret olan bir rüyadan başka bir şey
da insan gibi bir iç dünya yaşantılamasına sahip olup olmadığından metodik olarak (yani metod
olabileceğini bilmemenin ötesinde, bu konuda gereği) şüphe ettiğinde, felsefede önemli bir tartış­
ciddiye alınabilir bir sezgiye bile sahip değiliz. mayı başlatmış oldu. Descartes sarsılmaz ilk
"Ağır sorun" artık insan beyninin zihinsel işevle­ gerçek olarak kendi varlığını kanıtladığında aslın­
rini nasıl yerine getirdiği noktasında değil, bu zi­ da kendini "mutlak bilinç" olarak tanımlamış
hinsel işlemlerin bir bölümünün fenomenal bir oluyordu. Yani Descartes, Descartes-bilinç olarak
bilinç içeriği (bir iç dünya yaşantılaması özelliği) vardı. Varolduğundan emin olabildiği tek varlık
kazanmasında düğümlenir (Chalmers; 1995, 1996). tarzı bizzat kendisi olan Descartes-bilinçti. Çünkü
Günümüzde bu sorunun bilimsel bir sorun bilinç olarak kendine açık seçik verili olan tek
halini almasından yüzyıllar önce felsefi bir sorun varlık gene kendisiydi. Onun çağdaşı filozof
olduğunu anımsayarak kısa bir hatırlatmayla Gasendi'nin eleştirisine verdiği harika yanıtta bu­
"fenomen" kelimesinin anlamını iyice kavramaya labiliriz bu tespiti. Dolayısıyla kendi olarak bilin­
çalışalım. cin dışında görünen her şey aslında birer bilinç
Freud'a göre sensoryal (duyumsal) nitelikte ol­ içeriği olan duyumlardan ibaret olarak da düşünü­
mayan hiçbir şey bilinçte yer almaz, bilince konu lebilirdi. Bilinç içeriği olan bu duyumlara tekabül
olmaz. Bu tespitin muhtemel tek istisnasının hisler eden, bunlara sebep olan aşkın bir dış gerçekliğin
olduğunu söyleyecektir Freud. Ancak aslında his­ (bilincin dışındaki bir gerçekliğin) varlığıysa bel­
lerin de duyumsal nitelikte olduğunu kabul et­ kiliydi, sorunluydu, "tetik"ti (tez niteliğindeydi;
mek gerek. Bu tezi delillendirmek için kavranması varsayımsaldı). Descartes'ın bu metodik solip­
zor bir cümle kurmak zorundayım (takip ede­ sizmde (tek-bencilikte) takılıp kalmamasını
bilmek için Bk. Şekil 2 ve 3); gerek Panksepp'in sağlayan düşünce adımını hatırlatma gereğini duy­
gerekse Damasio'nun yorumlarına dayanarak muyorum (Bk.Tura; 2005). Burada önemli olan in­
beyinin birincil somomatosensoryal (S 1) alan, in­ san varlığı olarak doğrudan, açık ve seçik tanışık­
sula, anterior singulat gibi bazı kortikal yapılarla lığımız olan her şeyin birer bilinç içeriği olan
bazal önbeyin, hipotalamik, !imbik, ventral duyum kalitesinde olması, yani fenomen ol­
tegmental, süperiyör kollikulus ve üst beyin sapı masıdır.

12
NÖRO-PSİ KANALİZ

Bu tipte görüşler daha sonra Hobbes üzerinden olarak ele alınıp tanımlanacaktır. Mutlak bilinç
bi lhassa İngiliz ampirisist filozofları Locke, olarak doğrudan tanışıklığımız olan şey kendi bi­
Berkeley ve Hume 'un elinde gelişerek Kant felse­ lincimizdir ve bu bilinçte her şey fenomen nite­
fesine u laşacaktır. İngiliz ampiristleri adım adım liğindedir. Fenomenal bilincimizi aşkın her şeyin
ilerleyerek son tahlilde duyumlardan başka bir varlığı belkilidir ve biz sadece bilincimizin feno­
şeyle doğrudan karşılaşmadığımızı saptayarak menleriyle karşı karşıyayız. Demek ki onun feno­
klasik felsefenin "töz" kavramına; yani indirgen­ menolojik yöntemi herşeyi bir bilinç içeriği (feno­
emez ve özneden bağımsız şekilde kendi başına men) haline getirip tanımlamak esasına dayanır.
ve kendi olarak varolan varlık anlayışına ciddi Şimdi bir an için durup filozofların geliştirdiği
bir eleştiri geliştirmişti. Kant insan aklının sadece fenomen anlayışının nörolojik bilim açısından
fenomenal olanın bilgisine ulaşabileceğini, bizde gerçekten de nasıl ciddi bilimsel bir problem oluş­
fenomenal yaşantılamaya yol açan ve bilincin turduğunu görelim. Bir insan varlığının (nörolo­
ötesindeki şeyin; yani "aşkın" numenal varlığın j ik olarak konuşmak gerekirse özgün olarak
(yani "kendinde şey"in) bilgisine ise ulaşılamaya­ beynin) deneyimi açısından baktığımızda, beyin­
cağını savunmuştu. Kant' ın "numen"i Wittgens­ ben olarak yaşantıladığımız herşey bir bilinç
tein ' ın tabiriyle ifade etmek gerekirse "hakkında fenomenomenidir gerçekten de. Bu tespiti iyice
konuşulmayan" şeydir. Bu nedenle, kendisi her ne anlamak için renkli görme olayıyla başlayalım.
kadar bu tipte yorumlara kapıyı baştan kapatmışsa Fizyolojiden bildiğimiz kadarıyla mesela kırmızı
da Kant' ın Berkeley etkisiyle Tanr ısal bir tözden bir koltuğa baktığımızda koltuktan gözümüze yan­
söz ettiğini düşünebilirsek de Locke bakımından sıyan belli bir enerji büyüklüğündeki fotonlar
onun maddi töz problematiğini sürdürdüğünü ve gözümüzün retina tabakasındaki reseptör hücre­
maddi varlıktan söz ettiğini de düşünebiliriz. lerde bir aksiyon akımı oluşuturur. Bu uyarıl­
Nitekim "kendinde şey" terimi eski töz sorun­ mayla oluşan ve görme siniri boyunca "puls
salının sürdüğünü ima eder gibidir. Eğer Kant' ın frekans modülasyonu koduna göre düzenlenerek"
epistemo-ontolojik düalizminde numenal varlık yayılan elektiriksel sinyaller, beynin oksipital
(ya da "kendinde şey") derken bir şekilde bilim­ alanında " fi sura kalkarina" adlı bölgesinde birin­
in temel varsayım olarak varlığını kabul ettiği cil görme alanına çevredeki ışık enerjisi dağılımı
maddeden, maddi varlıktan söz ettiğini kabul eder­ ve değişimleriyle ilgili enformasyonları iletirler.
sek maddi olanı asla olduğu gibi bilemeyecektik Söz konusu elektiriksel sinyalizasyonla iletilen
Kant'a göre. (Bu noktada H enri Poincare 'nin bil­ enformasyonlar da çeşitli oksipito-temporo-pari­
imde varsayımın temel rolüyle ilgili görüşlerini etal asosyasyon kortekslerinde ince ayar enfor­
hatırlarsak bilimin felsefeye göre çok daha müte­ masyon işleme sürecine tabi tutulur ve beyin geniş
vazı ve küçük adımlarla yürüyerek Kant'ın ulaşıla­ ölçüde bilgisayarsal mekanizmalarla çevredeki
maz dediği "numenal bilgi"ye ilişkin pek çok ışık enerj isi dağılımı ve değişimi bakında bilgi
hedefi nasıl gerçekleştirebildiğini kolayca an­ sahibi olur (Bk.la,lb ve 2).
larız.) Güzel, fakat bu açıklamada ciddi bir sorun
Küçük felsefe turumuzu tam�mlamak üzere var. D ikkat ederseniz gözlenen hiçbir fi ziksel­
20. yüzyılın başında öncelikle D esfoartes, Kant ve fizyolojik aşamada nitel bir algı olarak "kırmızı"
hocası Brentano'nun eserinden faydalanarak çağ­ rengi yok aslında. Çünkü ne sadece enerji paket­
daş fenomenolojiyi kuran Husserl'den de söz ede­ lerinden ibaret olan fotonlar beynimize giren
lim. (Daha sonra göreceğimiz gibi Freud da öğren­ küçük kırmızı topçuklardır, ne de sinirsel iletide­
cisi olmuştur Brentano'nun). Bugün kullandığımız ki enformasyonu taşıyan elektirik sinyalleri (ak­
"fenomen" kelimesinin bazı önemli anlamlarını siyon akımı) "kırmızı"dır ve ne de beyinde gerçek­
daha çok bu fenomenolojiden alıyoruz. Husserl de leşen herhangi bir bilgisayarsal bilgi işlem süre­
D escartes gibi kesin bilgiye ulaşmak arzusun­ ci "kırmızı"dır. Peki ama beyin-ben olarak bizim
dadır ve onun metodik şüphesine benzer şekilde iç dünyamızda (algı dünyamızda), yani farkın­
"fenomenolojik paranteze alma" yöntemine dalık bilincimizde farkında olduğumuz kırmızı
dayanan metodolojik bir solipsizm (tekbencilik) renk niteliği nasıl ortaya çıkıyor? Açıkçası bu
içinde üretir bu sarsılmaz bilgi alanını; fenome­ "kırmızı" sadece beynin bilincinde vardır; dışar­
nolojik bilinç her türlü anlamın kaynağı olarak or­ da yoktur. İşte Chalmers ' ın yukarda sözünü et­
taya çıkar. A rtık her şey sadece bir bilinç fenomeni tiğimiz "ağır sorun"u bu tespitten kalkarak an-

13
imago I güz I 2005

!aşılabilir. Beynin farkındalık bilincinin içeriğinin, onlarca, belki yüzlerce güneş sistemi oluşturacak
yani farkında olunan şeyin mahiyetini oluşturan kadar büyük miktarda maddenin sıkışmasıyla,
fenomenlerin doğası nedir ve nasıl ortaya çıkar­ içerdiği boşluktan kurtulmasıyla oluşmuş, yüksek
lar? Bu en önemli kozmolojik problemin yanıtını çekim gücüne sahip ama fındık veya ceviz büyük­
bilmiyoruz. lüğünde doğal oluşumlardır. Demek ki madde
Görmeyle ilgili olarak söylediğimize benzer tahmin bile edemeyeceğimiz oranda boşluk içerir.
şeyler somatosensoryel modaliteler de dahil diğer Maddenin içerdiği boşluğu anlatabilmek için
algı modaliteleri için de geçerlidir. Koku iç yaşan­ küçük bir örnek vermek gerekirse mesela atom
tılamamız da, aslında bilinçli farkındalık çekirdeği atomun 100.000'de 1'i kadar yer kaplar
düzeyinde koktuğunu hissetiğimiz cisimden ancak, elektronsa çekirdeğe göre yok sayılabile­
havaya dağılan bazı moleküllerin burnumuzdaki cek büyüklüktedir; gerisi boşluktur atomun.
bazı reseptör hücrelerdeki kimi protein molekül­ Atomlar arası boşluktan söz etmiyoruz bile. Ama
leriyle kovalent olmayan bağlarla oluşturduğu bu boşluk Fermi-Dirac istatistiğine uyan temel
kimyasal bileşiklerin ilgili hücrenin çeşitli iyon­ parçacıkların (fermiyonların), Pauli dışlama ilke­
lara karşı membran geçirgenliğini değiştirerek si gereği içinden geçilemez bir boşluk durumu
beyne doğru yayılan aksiyon akımının doğması­ oluştıırmasından dolayı bizde (bilincimizde) dolu­
na yol açması ve temporal lobdaki ilgili koku luk hissi uyandıracak tarzda dokunsal ve özellik­
merkezinde elektiriksel bir aktivite oluşturmasıyla le proprioseptif duyumlar (enformasyonlar) oluş­
ortaya çıkar. Ses ve diğer modaliteler için de ben­ masına yol açacak, içinden geçilmesi zor bir özel­
zeri fizyolojik mekanizmalar söz konusudur. O lik kazanır (Bk. Hooft, 1996).
halde farkındalık bilincimizde gördüğümüz, his­ · Demek ki beynin farkındalık bilincinde farkın­
setiğimiz; farkındalık bilincimizde yaşan­ da olduğumuz şeyler tamamen bilincimizin içer­
tıladığımız dış dünyayla (yani dış dünya fenome­ iğini oluşturan fenomenlerdir ve biz "doğal
niyle) gerçek dış dünyanın hiçbir alakası yoktur. tavrımızla" yaşarken (mesela şurada kırmızı bir
Gerçek dış dünyada ne sesler, ne kokular, ne renk­ koltuğun olduğunu düşünürken veya havanın
ler, ne sıcaklık, ne soğukluk, ne de tatlar vardır. · soğuk olduğunu. söylerken) filozofların yüzyıl­
Bütün bunıiır beynin oluşturduğu farkındalık bilin­ lardır söylediği gibi büyük bir yanılsamaya düşü-'
cine içkin (immenant) fenomenlerdir. yoruz gerçekten. Bu durumda dünyaya farklı bir
Sağduyumuz en güvenilir duyumumuzun gözle bakmalıyız. Biz gerçek dış dünyayla, hatta
dokunma olduğunu söyler. Elimizle tutuğumuzun bedenimizle bile doğrudan tanışıklığa sahip
varlığına inanamak eğilimindeyizdir. Yani en azın­ değiliz. Şimdi dış dünyaya bakın; aslında sadece
dan orada, dış dünyada gerçekten de katı, dolu bir beyninizin (yani aslında sizin, çünkü aslında siz
madde vardır, bilincimizin fenomenal niteliği en o'sunuz) gerçek dış dünyadaki madde-enerji
azından bu noktada yanıltmamaktadır bizi. Mesela denizini bilgisayarsal anlamda ölçerken doğal
bir duvarı elimizle yokladığııri,ızı, elimi. zi içii:ıden olarak oluşan kendi fenomenal bilincinizi görüyor­
geçirmeye çalıştığımızı; ittiğimizi, omuz darbeleri sunuz. Orası dışarısı değil içerisi; beynimizin
vurduğumuzu düşünelim. İşte burada katı bir ' içerisi. Sadece beynimizin dış dünyadan ve be­
madde, bir engel var. Bunda yanılıyor olamayız. denimizden gelen enformasyonları işlerken doğal
Acaba? Doğal tavrımızdan uzaklaşıp, daha eleş­ ·olarak oluştıırduğu (oluşan) bilincimizin feno­
·

tirili düşünürsek bu düzeyde bile ciddi bir yanıl­ menal içeriği ile karşı karşıyayız aslında.
sama içinde olduğumuzu görürüz. Çünkü bilimin Ciddi bir felsefe okuması yaptığım ilk genç­
temel varsayımı gereği orada, dış dünyada gerçek" lik yıllarımda, 1975 yılında tıbbiyenin ikinci
ten de maddi bir oluşumun olduğunu kabul etsek sınıfındayken beyin fizyolojisi dersinde P�nfıeld­
bile, kuantum mekaniğinden öğrendiğimiz Rasmunssen deneyleriyle karşılaştığımda be.ynin
kadarıyla bu oluşum da dokunma duyumuzun bu gizemini farketmiş ve büyülenmiştim. Bugün
bize bildirdiğinden tamamen farklı bir yapıdadır; beynin ortaya çıkardığı bu derin kozmik proble­
orada katı, dolu bir maddeden ziyade sadece çok mi "beynin maddi yapısı ve fenomenal bilinç
çok küçük bir doluluk, ama daha ziyade içinden problemi" veya "beynin maddi yapısı ve bilincin
geçemediğimiz bir boşluk vardır aslında ve ken­ fenomenal mahiyeti (ya da niteliği)" problemi
di bedeniriıiz de bir başka boşluktur. Bu tespiti an­ olarak isimlendiriyorum. Tüm düşünsel yaşamımı
lamak için kara delikleri düşünün. Kara delikler şekillendiren bu problem nedeniyle tıpta uzman-

14
NÖRO-PSİKANALİZ

lık tezimde de (Tura; 1986) bu problemi çözmeyen aşamasından geçtiğini, yani evrenin kuruluşunun
veya en azından ciddiye almayan herhangi bir belli bir erken evresinde maddi oluşumların bir­
nöro-psikolojik ilişkilendirme teorisinin bilimsel birini çekecek yerde çok kısa bir süre için de ol­
ve epistemolojik bir hataya düşeceğini göster­ sa ittiğini düşündürecek bazı deliller de vardır).
meye çalışmıştım. Prof.Dr. Süleyman Velioğlu Bilim evrenin nasıl olduğunun bilgisini ortaya
denetiminde hazırladığım bu tez bazı hocalarım koyabilir belki. Ama evrenin niçin ortaya koy­
tarafından fazla teorik, felsefi, klinikten ve hatta duğu gibi olduğunu ve niçin başka türlü olmadığını
bilimselikten uzak olduğu gerekçesiyle eleştiril­ bilemez.
di. Ancak özellikle l 990'lardan sonra Bileşik Bilimin bazı problemleri çözmek yerine bu
Devletler ve İngiltere'de giderek çığ gibi büyüyen problemleri iyice tanımlayarak bir varsayıma
mülti-disipliner çalışmalar "beyin-bilinç" prob­ dönüştürme yoluyla aştığını; hatta aşmakla kalma­
leminin önümüzde uzanan yüzyılın en temel bilim­ yıp bu sayede bilgi düzeyinde yeni ve yüksek bir
sel problemi olmaya aday olduğunu gösterdi (ko­ aşamaya ulaştırdığını gösteren en güzel örnekler­
nunun çağımızdaki bilimsel önemini görmek için den biri Einstein'ın "özel görelilik" kuramıdır.
bk. Penrose; 1989). Bilirsiniz; 19. yüzyılın sonunuda iki İngiliz fizik­
En azından nöro-psikanalizin kurucuların­ çinin, Michelson ve Morley'in yaptığı deneyler
dandan Mark Solms de problemin öneminin ışığın boşlukta, kaynağının hızından bağımsız bir
farkındadır. Çünkü maddi bir doğal oluşum olan şekilde sabit hızla yayıldığını gösteriyordu. Bu
insan beyninin nörolojik mekanizmalarıyla şaşırtıcı durum klasik Galileo-Newton fiziği
psikanalizin ele aldığı biçimiyle iç dünya olay­ açısından içinden çıkılmaz bir problem yaratıyor
larının fenomenal niteliği arasındaki ilişkinin ne ve konuyla ilgilenen tüm fizikçiler de problemi bu
olduğunu tanımlamadan yapılacak tüm nöro-psi­ çerçeve içinde kalarak çözmeye çalışıyordu. Nasıl
kanaliz çalışmaları naif bir epistemolojiye; bire­ oluyordu bu? Oysa Einstein problemi çözmedi,
bir eşlemeye dayanacaktır. · veri olarak kabul etti. Einstein'ın "özel görelilik"
teorisinde ileri sürdüğü çözüm şu soruya yanıt
1.2.2. Nöro-Psikanalizin Kabul Ettiği Çözüm
buluyordu; eğer ışığın hızının, kaynağının hızın­
Önerisi: Çift Görünümlü Tekçilik dan bağımsız bir sabit olduğu bir evrende yaşıyor­
Bir süre önce katıldığım bir partide zeki ve iyi sak, yani durum evrenin bize dayattığı bir
eğitim görmüş bir hanımefendiyle yaptığımız soh­ gerçekse, elimizdeki fiziği (özellikle elimizdeki
bet giderek beyin-bilinç problemi konusuna ulaştı. uzay ve zaman kavramlarını) nasıl değiştirmeli­
(Bir hanımla konuşmak için kötü bir konu). Bu yiz? Yani kabaca söylemek gerekirse Einstein'ın
değerli ve tanınmış entelektüel hanım sohbetin ilk yaptığı şey problemi "ışık hızı aşılamaz"
bir aşamasında bilim adamlarını kastederek ve varsayımına (aksiyomuna) dönüştürmekti; bu bir
muzaffer bir edayla "püf noktasını asla çöze­ doğa yasasıydı. Bir bakıma özel görelilik kuramı
meyeceksiniz" dedi. Bazı entelektüel çevrelerde ışık hızı aşılamaz ise evrenin nasıl olması gerek­
bilim karşısında duyulan kızgınlığı iyi bilirim. tiğini anlatır. Iş.ık hızı niçin aşılamıyor sorusu ter�
Ama gene de susmak yerine yanıt vermeyi tercih sine çevrilmiş, soru değil yanıt haline getirilmişir
ettim ve bilimin mantığ�nın böyle çalışmadığını; bir bakıma.
bilimin problemi çözmek zorunda olmadığını, Gerçekten de psikanalizden gelen bilgilerle
sadece önümüze bu problemi dayatan evreni iyi­ beynin maddi örgütlenmesi ve çalışması hakındaki
ce köşeye sıkıştırıp, tanımlayarak ve çok iyi bir bilgilerimizi ili�kilendirmek isterken karşımıza
varsayım kurmak suretiyle yeni bir bilme alanı­ çıkan "beynin maddi yapısı ve bilincin fenome­
na sıçrayabileceğimizi anlatmaya çalıştım. nal mahiyeti" problemini; yani beynin zihinsel
Gerçekten de sanıldığının tersine bilim önüne işlevlerini yerine getirirken fiziksel esaslara
çıkan her problemi çözmek zorunda değildir. dayanan çalışma tarzından ("kolay problem"den)
Mesela kütlenin niçin bir çekim alanı oluştur­ nasıl olup da fenomenal mahiyette bir farkındalık
duğunu asla bilemeyeceğiz belki. Maddi oluşum­ bilincinin ortaya çıktığını ("ağır problemi")
lar birbirini çekecek yerde aynı gerekçelerle ite­ çözmek zorunda olmayabiliriz. Burada problemi
bilirdi de; niçin çekiyor da itmiyor? Bilmiyoruz. iyice tanımlayarak bir varsayımla aşmak (yani
(Nitekim "büyük patlamayı" izleyen çok küçük bir bir doğa yasası koymak) bilim açısından aranan
zaman aralığında evrenin böyle bir kozmogenez gerekli ve yeterli çözüm olabilir.

15
.

imago I güz I 2005

Nöro-psikanalizin kurucularının söz konusu beyinde karşılaşıyoruz bildiğimiz kadarıyla. Ama


problemi çözmek (aşmak) için kabul ettiği evrendeki fenomenal yüzü, maddi yüz kadar
varsayım aslında çeşitli çağdaş filozoflar tarafın­ yaygın gibi durmuyor. Nasıl oluyor da fenomenal
dan ileri sürülmüş bir tezdir; çift görünümlü tekçi­ yüz sadece beyinde ortaya çıkıyor? Bu soruları
lik (Solms ve Trunbull 2002). Solms ve Trun­ yarattığına göre söz konusu tez bazı "ad hoc"
bull 'un da belirtiği gibi aslında bu çözüm gü­ (ilave; felsefi jargonda bir varsayımı pekiştirmek
nümüzde pekçok nörolojik bilimcinin açık veya için ileri sürülmüş bir dizi ve yeni) varsayımlar
genel olarak örtük bir biçimde kabul ettiği çözüm­ gerektirir, dolayısıyla yeterince ekonomik ola­
dür. Bu teze göre beynin derin dokusu kendini maz diye düşünüyorum.
maddi ve fenomenal iki yüzle ortaya koymaktadır. 3)Tam kesinliğiyle konuşmak gerekirse, biz
Bir başka deyişle beynin dış gözlemci için maddi aslında iki görünümlü tekçilik tezinin maddi
özellikler gösteren yüzüyle içe bakışta fenome­ yüzünü hiç gözlemiyoruz. Fenomenolojik felsefe­
nal özelikler gösteren yüzü derin ve kendi olarak den anladığımızı bilmimizin varsayımlarıyla bir­
gözlene mez bir sürecin iki tezahürü, iki veÇhe­ leştirdiğimizde doğrudan gözlediğimiz tek şeyin
sidir. Biz genellikle bu iki görünümü birbiriyle bilincin fenomenal içeriği olduğunu kabul etme­
etkileşim içinde sanıyoruz. Oysa gerçekte derin ve miz gerekir. Epistemolojik bir kesinlikle konuş­
gözlenemez tek bir sürecin iki ayn nitelikte, fakat mak gerekirse bu tezin maddi yüz dediği görü­
tek ve aynı derin sürecin görünümleri oldukları için nümü varsayım yoluyla çıkarımlıyoruz aslında.
doğal olarak birbirine paralel seyreden tezahür­ Yani fenomenal bilinç açısından bakınca bilin­
lerini gözlüyoru::. Bu çözüm Spinoza felsefesi ile cimize aşkın (bilincin dışında, ötesinde) maddi bir
büyük yakınlıklar gösterir. görünümün olduğunu (hatta bir beynimizin ol­
Bu durumda herhangi bir nöro-psikanalitik duğunu bile) ancak varsayabiliriz. Demek ki biz
çıtı,mada bir fenomenal yüzle ona p aralel seyre­ sadece tek bir görünümle karşı karşıya olduğu­
den bir nOronal yüzden .Oz etmemiz gerekli ve muza göre iki görünümlü tekçilik tezi tanımı
yeterli olacaktır. Yani bu dQzeyler (&örünümlcr) gereği doğru ol a m az .
arasında bir etkileşim yoktur, biri diğerinde gö­ 4) Beynin nörona! aktivitesinin, ya da daha
zlenen sürecin öbür yüzüdür. temelde fıziko-kimyasal aktivitesinin yanlızca bir
Aslında nöro-psikanalistlerin açıkça ve pek bölümü fenomenal bir özellik kazanmaktadır.
çok nörolojik bilimcinin örtük olarak kabul ettiği Oysa çift yüzlü tekçilik varsayımı bu ayrımı yap­
bu çözümü aşağıda açıklayacağım dört gerekçeyle mamıza imkan vermemektedir. Hangi fiziko­
şahsen yetersiz buluyorum. Ancak kendi çözüm kimyasal beyin aktivitesi yüzünün bir de fenom­
önerimi henüz ileri sürmediğim ve "çift görünüm­ enal yüzü vardır? İki görünümlü tekçiliğin bizi bu
lü tekçilik" tezi de pek çok teorik sorunu bir çırpı­ konuda da yanıtsız bırakması bu tezin bilincin
da ortadan kaldırdığı için bu yazıda ve "Bas­ evrendeki çok özgün yerini ve anlamını tanımla­
tırmanın Muhtemel Nöro-biyolojik Açıklamasına maktan uzak olduğunu gösterir.
Dair" adlı yazımda "şimdilik ve geçici olarak" Ben bazı fizikçiler gibi bilincin gizeminin
kaydıyla ben de bu varsayımı kabul ediyor gibi kuantum düzeyinde bir açıklamasının olabile­
davranacağım. ceğini düşünüyorum.
Çift görünümlü tekçilik varsayımını kabul et­ Bütün bu eleştirilerime rağmen iki görünüm­
meme gerekçelerim şunlar. lü tekçilik tezini yukarda saydığım handikaplarını
l) Çift görünümlü tekçilik ilk bakışta bilimsel bir kenara bırakarak, en azından beyin çalışmaları
ekonomi ilkesine uygun görünmekle beraber ihtiyaç söz konusu olduğunda bazı sorunları şimdilik
duyduğumuz bilimsel sadeleştirmeyi yapmıyor çözdüğü için geçici bir süre için kabul edeceğim
kanaatindeyim (Bk. Tura; 2005). Çünkü beyin söz ve "nöronal yüz", "fenomenal yüz" terimlerini
konusu olduğunda biri maddi diğeri fenomenal nite­ kabul edeceğim.
likte iki görünümün yanında bir de derin bir beyin Her şeye rağmen nöro-psikanalizin beyin-feno­
dokusundan söz etmeye başlıyoruz ki bu tez evreni menal bilinç problemi konusunda hassas olması
basitleştireceğine daha karmaşık bir hale getiriyor ve bazı önlemler alarak teorik bir tutarlılık sağla­
sanırım. maya çalışması önemlidir. Çünkü bu problem göz
2) Eğer bu tez doğruysa bile fenomenal yüzle önüne alınmazsa ciddi teorik hatalara düşmek
evrenin başka bir oluşumunda değil sadece kaçınılmazdır. Şimdi iki görünümlü tekçilik veya

16
N Ö RO-PSİ KANALİZ

benzeri bir tezi kabul ederek epistemolojik bir arka frontal ve üst arka temporal bölgelerinde
önlem alınmadığı taktirde nasıl bir hataya düşüle­ konuşmayla ilgili bölgelerin bulunduğunun (da­
ceğini göstermek için bir örnek vermek istiyo­ ha doğrusu bu bölgelerin hasarlanmasıyla konuş­
rum. ma-dilsel anlama işlevinin öneml"i ölçüde bozul­
duğunun, yani farklı afazi tablolalarının ortaya
1.2.3. Bir Hata Örneği; çıktığının) gösterilmesinden önemli bir güç almıştı
Organojenik-Dinamik Teori (Bk. Şekil 3). Oysa Jackson beyinde görece özerk
Aslında psikanalizle nörolojiden gelen bilgi­ işlevleri olan bölgelerin (merkezlerin) bulun­
leri birleştirmeye yönelik ilk çabalar Solms'lerin duğunu kabul etmekle beraber bunların hiyerarşik
çalışmalarından çok daha erken dönemlere geri bir bütünlük içinde birbiriyle ilişkili bir şekilde zi­
gider. Bu çabaların en iyi düşünülmüş teorik hinsel ve motor işlevlerini yerine getirdiğini
örneğini veren ilk kişiyse Fransız psikiyatr Henri savunuyordu. Bu nedenle de klinikte beynin(veya
Ey'dir (Ey; 1934, 1973; Ey, Bemard, Brisset; daha genel olarak sinir sisteminin) belli bir bölümü
1978). Nöro-psikanalizin kurucuları muhternelen hasarlandığında iki tip semptomla karşılaşıyor­
Ey'in çalışmalarından habersiz bir şekilde hareket duk; negatif ve pozitif semptomlar. Negatif(ya da
ettiler. Demek ki bu yönde ilk önemli çabayı defisiter) semptomlar, hasarlanan merkezin
gösteren kişinin Ey olduğunu saptamamız tarihi işlevinin eksikliğini dile getiriyordu. Oysa pozi­
bir borç olarak karşımıza çıkmaktadır. Gençlik tif semptomlar hasarlanan merkezin ilişkide bu­
yıllarımda büyük önem verdiğim Ey'in çalışma­ lunduğu diğer merkezlerin hasarlanan merkezin
larında Solms'un duyarlı olduğu kozmik proble­ baskılayıcı-kontrol edici etkisinden kurtularak öz­
mi maalesef görmediği veya pratik gerekçelerle gürleşmesinin sonucuydu. Yani negatif semp­
ciddiye almadığı için önemli bir teorik hataya tomlar olması gereken bir işlevin yerine getirile­
düştüğü kanaatindeyim. Sanırım bu hatayı iyi an­ memesiyle, olmamasıyla alakalıydı. Oysa pozitif
layabilirsek kozmik problemin ne olduğunu ve semptomlar normalde olmaması gereken, klinik
önemini de daha iyi anlayabiliriz. Bu nedenle tabloya ilave olmuş özgürleşme, kontrolden çık­
Ey'in nörolojiyle psikanalizi ilişkilendirme çabası­ ma semptomlarıydı.
na ve düştüğü hataya önemli bir yer ayıracağım Bir örnek vermek gerekirse beyin hasarlan­
yazımda. masıyla meydana gelen hemiplejide ilgili uzvun
Daha sonra göreceğimiz gibi Freud'u da etki­ hareket ettirilememesi (felç) negatif bir semp­
lemiş olan ünlü İngiliz nörolog Huglings tomdu. Oysa aynı uzuvda gözlenen kas kasılması
Jackson 'ın nörolojik teorisini psikiy a tride ve sertleşmesi(rijidite) veya normalde olmaması
psikanalitik (ya da psikiyatride bir zamanlar ter­ gereken tendon reflekslerinin şiddetlenmesi ve
cih edilen adıyla psiko-dinamik) yaklaşımla iliş­
kilendirmeye çalışan Ey, "organojenik-dinamik Sı
teori" adını verdiği yeni bir psikiyatrik kuram
geliştirmişti. Bugün artık maalesef unutulan, ama
pek çok bakımdan ve pek çok psikiyatrik vaka için
hala doğru tespitleri olduğunu düşündüğüm bu

yaklaşımı anlamak için önce yazının ilerki s fha­
larında da işimize yarayacak olan Jackson'ın nöro­
lojik görüşlerini hatırlayalım.
Jackson 'ın nörolojik tespitleri frenolojiyle;
yani beyinde değişik bölgelerin (merkezlerin)
değişik ve özgün zihinsel ve motor işlevleri yeri­
ne getirdiği, dolayısıyla bu bölgelerin hasarlan­
masıyla sadece bu bölgelerin özgün işlevlerinin
bozulacağı yönündeki bugün bile etkisinde
kaldığımız klasik görüşle karşıtlığı bakımından an­
laşılabilir. Kökü çok eskilere dayanan frenolojik 1
Hypotholamus ve
görüş 19.yy.'da önce Broca ve sonra da Wernicke basal önbcyin
tarafından sol beyin yarım küresinin sırasıyla alt Şekil 3

17
imago / g üz / 2005

fılogenik olarak arkaik-patolojik reflekslerin or­ öncelikle Bleuler 'in tarif ettiği negatif şizofrenik
taya çıkması pozitif sempto,mlardı ve hasarlanan semptomlarla ortaya koyuyordu.
merkezle ilişkili başka (medula spinalisteki alt) Durum şuna benzetilebilirdi; bir insanın şu ya
merkezlerin kontrolden çıkmasının sonucuydu­ da bu rüyayı değilde belli bir rüyayı görmesinin
lar. Bu tipte klinik tablolar da sinir sistemi ·sebebi psik.analitik çalışmanın ortaya koyduğu
örgütlenmesinin fr�nolojik görüşün savunduğu bilinçdışı anlamı (arzu gerçekleşmesi) olabilirdi.
gibi lokal merkezlerin özerk çalışmasıyla değil, il­ Ama bu anlam şahsın (ve genel olarak insan)
gili merkezlerin birbiriyle ilişki içinde, birbirini beyninin rüya görme fizyolojik olayını gerçek­
kontrol ederek çalıştığını gösteriyordu. Yani leştirmesinin (beyinde rüyaya tekabül eden
Jackson'ın nörolojik görüşleri frenolojiye göre nöronal olayın oluşmasının) sebebi değildi. Rüya
daha bütüncül şekilde işlev gören bir sinir siste­ tamamen fizyolojik mekanizmalarla ve nedenler­
mi anlayışı ortaya koyuyordu. İlerki bölümlerde le gerçekleşen bir fenomendi. Herkes rüya görür,
Jackson'ın nörolojik görüşlerine tekrar dönecek ve ama· herkes farklı rüyalar görür. Psikanalistler
burada eksik bıraktığımız bazı konulan tamam­ adeta bu iki farklı düzeyi karıştırarak rüya adını
layacağız. verdiğimiz fizyolojik beyin olayının sebebinin
Bir başka açıdan da 19 11 yılında şizofreniyi rüyanın bilinçdışı anlamı olduğunu savunmaya
tüm netliğiyle tarif edip ismini veren ve gene varır tarzda psikiyatrik.bozuklukların pozitif semp­
Jackson'dan etkilenmiş bir psikiyatr olan "baba" tomlarının anlamını, dolayısıyla da belli bir semp­
Bleuler'in şizofrenideki negatif ve pozitif semp­ tomun anlamsal içeriğini belirleyen bilinçdışı se­
tomlar ayırımına dayanan Ey, özelikle halüsi­ bebi, hastalağın nedeni sanıyorlardı. Bu da tıpkı
nasyonlar üzerine çalıştı ve bu konuda dünyada­ rüyanın psikanalitik anlamının fizyolojik rüya
ki en ayrıntılı incelemeyi yaptı (Ey; 1 973). görme nörona! aktivitesine sebep olduğunu savun­
Onun psikiyatri teorisi de daha çok halüsi­ maya benzer bir tez savunmaya varıyordu.
nasyonlann anlamının tamamen psikanalitik açı­ Ey, organojenik-dinamik teorisini elbette sadece
dan açıklanabileceğini kabul etmesine rağmen şi­ şizofreni gibi ağır psikiyatrik bozukluklarla sınır­
zofreninin organik bir beyin hastalığı olduğunu lamamıştı. Bu gibi vakalardan hareket etmekle be­
savunmasına dayanır. Jacksonyen ilkelere dayanan raber obsesifbozukluk veya histeri gibi nevrozları
"organojenik-dinamik teori"ye göre Bleuler'in de da açıklayan bir teori kurmuştu. Mesela histerik
söylediği gibi şizofrenin negatif semptomları "çevirme" (konversiyon) fenomenlerinin anlamı,
beynin henüz tespit edilemeyen (muhtemelen dolayısıyla şahsın neden şu ya da bu "çevirme"
moleküler düzeyde) bir bozukluğuyla alakalı ol­ fenomenini değil de bu tipte belli bir semptomu
malıydı. Şizofrenin temel pozitif semptomları geliştirdiğinin sebebi bilinçdışı psikanalitik di­
arasında yer alan hezeyan ve halüsinasyonlar ise namiklerle açıklanabilirdi. Ama bu anlam histeri
kontrolden çıkan merkezlerin serbestleşme belir­ hastalığının sebebi değildi. Ey, Freud'un parlak ve
tileriydi. Yani Ey'in kuramının en özgün yönü alt popüler çıkışı karşısında gölgede kalan Fransız
merkezlerin serbestleşmesiyle oraya çıkan bu po­ psikiyatr Piere Janet için hayıflanıyordu. Çünkü
zitif semptomların anlamının tamamen psikana­ Freud'la hemen hemen aynı dönemde Janet de bazı
litik bir çerçeveden bakılarak kavranılabileceği­ bilinçdışı dinamikleri keşfetmiş ama psikiyatrik
ni savunmasıydı. Bir başka deyişle hastanın neden hastalıklardaki organik faktörü ihmal etmemiş ve
farklı bir hezayanı değil de �elli bir hezeyanı veya üstelik popüler olarak ilgi çekecek çalışmalar yap­
halüsinasyonu geliştirdiğinin açıklaması ancak maktan kaçınmıştı. Gerçekten de yüzyıl boyunca
bunların şahıs için psikanalitik (bilinçdışı) anlamı Freud'un tezlerinin aydın ve yan aydın çevrelerde
açısından verilebilirdi. Ama psikanalizin yanıl­ geniş yankı bulmasının, hemen herkesin küçük bir
gıya düştüğü nokta şuydu; psikanaliz mesela psikanalist kesilmesinin bu tezlerin tarafsız bir or­
Schreber vakasında Freud'un yaptığı gibi bu pozi­ tamda gerçek bilimsel değerinin ve katkısının ne
tif semptomların anlamını doğru okumakla be­ ·olduğunun tartışılmasını önemli ölçüde güçleştir­
raber psikanalistler hastalığın sebebinin bu bilinç­ ·diği kanaatine ben de katılıyorum.
dışı anlam olduğu yanılgısına düşüyorlardı. Oysa Burada Ey karşısında bir Freud savunusuna
hastalığın sebebi (kalıtsal veya kazanılmış fakat geçip, onun tezlerinde örtük olarak bulunduğu
henüz saptanamayan, muhtemelen· moleküler veya çıkarsanabileceği iddia edilebilirse de
düzeyde) bir beyin hasarıydı ve bu hasar kendini Freud'un gerçekten de semptomun bilinçdışı an-

18
NÖRO-PSİ KANALİZ

lamının histeri veya başka bir psikiyatrik bozuk­ negatif semptomların oluşmasına yol açtığı tezinde
luğun sebebi olduğunu açıkça ve ısrarla iddia edip de bazı sorunlar olmakla beraber sorunun esas
etmediğini tartışmaya girişmek veya bugünkü bil­ gösterileceği yer pozitif semptomlar için ileri
gilerimiz çerçevesinde söz konusu moleküler sürülen açıklamaydı. Çünkü pozitif semptomlar
düzeydeki beyin bozukluklarında nörona! gelişi­ olarak hezeyan ve bilhassa halüsinasyonların bir
min bilhassa kritik safhalarında maruz kalınan tür kontrolden çıkma belirtisi olduğunu söylenir­
"psişik travma"lann ve kan kortizol seviyesi ne­ ken epistemoloj ik bir sıçrama yapılıyordu. Çünkü
deniyle kronik stresin de azımsanmayacak bir halüsinasyonlar fenomenal düzeyde yer alır ve
rolü olduğunu (ayrıntılı literatür taraması için bk. maddi bir sürecin fenomenal bir süreci nasıl etki­
Cozolino; 2002), bu bağlamda bir dereceye kadar lediği açıklanmadan (yani derin kozmik problem
da olsa semptomun anlamının gerçekten de beyin­ görülmeden) yapılacak her açıklama öncelikle
sel psikiyatrik hastalığın oluşmasındaki faktör­ fizik biliminin sınırlarını zorlar.
lerden bir kısmı bakında fikir verebileceğini Mesela "çift görünümlü tekçilik" tezini kabul
göstermeye çalışmak istemiyorum. Şurası açıktır ederek konuşmak gerekirse Ey' in epistemoloj ik
ki en azından Freud'u izleyen ana akım kurumsal olarak doğru bir biçimde söylemesi gereken şi­
psikanalist kuşaklan çok yakın bir geçmişe kadar zofreninin beyindeki organik sebebinin birer bil­
(muhtemelen psikiyatrinin "fatalistik" döne­ inç fenomeni olan halüsinasyonların ortaya çık­
mindeki küçümsemeye tepki olarak) beyin diye bir masına neden olması değil, fenomenal görünümde
organın varlığını unutmuş ("bastırmış"), neredeyse halüsinasyon olarak gözlenen sürecin nörona!
tüm kültürel fenomenleri psiko-dinamiklerle açık­ görünüm yüzünde belli ve saptanabilir bir nöronal
lamaya girişmiş, dahası belki bugün saçma aktivite artmasına neden olduğuydu. Yani maddi­
görünebilir ama o zamanlar gerçekten de şizof­ fiziksel bir süreç fenomenal düzeyi etkilemiyor,
reniden paranoyaya, manik-depresifbozukluktan gene fiziksel bir süreci etkiliyordu. Ama bu fizik­
otizme varana kadar bütün ağır psikiyatrik bo­ sel süreç fenomenal yüzde halüsinasyon olarak or­
zuklukların bile psikanalitik teorisini yapmaya taya çıkıyordu. Ey ' in teorisi olayı bu netlikte
çalışmış ve bu tutum da hem psikanalizin yanlış görmemizi engelliyor, sanki beyindeki fiziko­
bir yola girmesine sebep olmuş, hem genel olarak kimyasal bir süreç halüsinasyon gibi, bilinen fizik
insan bilimlerinin gelişimini ketlemiş, hem de biliminin kategorilerinin dışında kalan bir feno­
Ey ' in eleştirisini haklı bir konuma çıkarmıştı . menal olaya sebep oluyor gibi bir ifade kullanmak
Ancak burada Ey ' in teorisiyle ilgili ön plana zorunda kalıyordu.
taşıyıp eleştirmek isteğim bir başka nokta var; Ancak teori daha modem bir anlayışla ve epis­
buna "Ey hatası" adını veriyorum. temo loj ik olarak daha tutarlı bir kavrayış
Psikiyatri asistanlığı yıllarımda, hem öğrenci­ geliştirmek için "çift görünümlü tekçilik" tezini
lik yıllarımdan beri derinden etkilendiğim (veya muadili başka bir tezi) kabul etmiş olsaydı
psikanalitik yaklaşımı koruduğu, ama aynı za­ bile, gene de geriye çözülmemiş bir sorun kalırdı.
manda bu yaklaşımı gereçekçi bir düzeye çek­ Buradaki sorun şuydu; Ey halüsinasyon ve heze­
meye çalıştığı, hem de esas ilgi alanım olan beyin yan gibi semptomların bilindışı anlamının has­
çalışmalarını temel aldığı için "organojenik-di­ tanın herhangi bir semptomu değil de bu belli
namik teori" özelikle ilgimi çekiyor ve Ey' i an­ semptomu geliştirmesini belirlediğini söyledi­
lamaya çalışıyordum. Ancak bence bu teori, bugün ğinde, farkında qlmadan anlamın beyinde geçen
Solms 'un "çift görünümlü tekçilik" tezini kabul belli bir fiziksel sürecin sebebi olduğunu iddia
ederek baştan önlem ·aldığı epistemoloj ik sorunu etmiş oluyordu ki bu epistemoloj ik bir hataydı.
farketmiyordu. Bu nedenle yukarda da sözünü et­ Çünkü özgün bir halüsinasyon hasta-beyindeki
tiğim "Organo-dinamik Teorinin Epistemolojik belli bir özgün nörona! aktiviteye (özgün bir
Kritiği" adlı tıpta uzmanlık tezimde bu hatayı fiziko-kimyasal sürece) tekabül eder. Eğer bu ak­
göstermeye çalıştım (Tura; 1986). Bugün söz tivitenin nedeni fenomenal düzeydeki halüsinas­
konusu hatayı bu yazı çerçevesinde kullandığımız yonunun anlamıysa, bizatihi anlam beyinde belli
terimlerle yeniden tanımlayacağım. ve özgün fiziksel bir olaya yol açıyor demektir. Bu
Organojenik-dinamik teoride şizofreni' gibi tez ise bildiğimiz hiçbir fizik kuralıyla bağdaşmaz.
ağır bir psikiyatrik hastalığa sebep olan (muhteme­ Oysa çift yüzlü tekçilik varsayımını göz önüne
len moleküler düzeydeki) nörolojik bozukluğun alırsak muhtemelen doğruya biraz daha yakın bir

19
imago I g üz I 2005

formülasyon yapabiliriz. Jacques Lacan'ın defa­ j ik bilimci yönünü hatırlamamız gerekiyor.


larca belirtiği gibi söz ' ün anlamı geriye dönük Eğer psikanalizi insan beyninin bilinçsiz zi­
olarak kurulabilen bir süreçtir. Yani okuduğunuz hinsel işlevlerinden bazılarını araştırmaya yöne­
bu cümlenin anlamını ancak sonlandığını bildiren lik bil imsel bir yöntem olarak tanımlarsak
noktasına ulaştığınızda, geriye dönük olarak an­ psikanalizin aslında başından beri nöro-psikana­
layabileceksiniz. Eğer hasta-beynin mesela an­ liz olduğunu düşünmeye başlamamız gerekir.
lamlı verbal bir halüsinasyonu zaman içinde ileriye Demek ki psikanaliz daha başından beri bir doğa­
doğru takip ederek "işittiğini" düşünürsek, feno­ bilimidir. Tüm yüzyıl boyunca psikanalizin bir
menal halüsinasyon yaşantılamasının beyindeki tür "insan, anlam ve hatta kültür" araştırmas! ç�k­
nörona! görünümünün başka bilinçsiz (fenomenal linde takdim edilmiş olmasına rağmen, daha son­
yüzü olmayan) bir nörona! faaliyet tarafından ra göreceğimiz gibi muhtemelen Freud'un kastet­
önceden tasarlanıp (hesaplanıp) fenomenal tarz­ tiği bu değildi . O halde nasıl oldu da psikanaliz
da yaşantılacak tarzda harekete geçirildiğini ("sah­ doğal bir organ olan beyinden bağımsız gibi gös­
nelendiğini") kabul etmemiz gerekir. Şimdi terilen süreçler hakkında bilgi veren bir tür "insan
fenomenal yüzde halüsinasyon yaşantılamasına bilimi" görünümü aldı? Bu başka bir tartışmanın
tekabül eden nörona! aktiviteye N2, bu nörona! ak­ konusu.
tiviteyi harekete geçiren ("sahneleyen") bilinçsiz Freud, döneminin bilimsel tıp alanında en
nörona! aktiviteye de N l dersek; N l ' in aktivite­ gelişmiş merkezlerinden biri olan Viyana ' da
si N2 'nin bilinçsiz anlamına tekabül edecektir ve eğitim görmüştü. Dönemin Viyana tıp fakültesi de
ancak yorumlandığında bilinçli fenomenal Daıwin' in evrim teorisini biyoloji eğitiminin teme­
yüzeyde de belli bir mütekabili olan N3 gibi bir line yerleştirmiş ve her alanda bu teoriyi geliştire­
nörona! aktivite düzeyine ulaşacaktır. cek bulgular elde etmeye yönelmişti. Darwin' in
Eskiden maddi süreçlere teleoloj ik bir öğretisinden çok etkilenen Freud (Bk. Mucken­
görünüm vermek (yani maddi süreçleri amaçlı houpt; l 997), klinik çalışmalarına yönelmeden
süreçler olarak düşünmek) gibi bir sorunu olduğu önce dönemin tıbbı en iyi kavramış hekimlerine­
sanılabilecek bu açıklama, aslında geleceği sekan­ den biri olan Brücke'nin fizyoloji laboratuvarın­
siyel olarak hesap ederek bu andaki davranışım be­ da sinir sistemi ve beyin fizyoloj i s i üzerine
lirleyen (mesela satranç oynayan bilgisayar gibi) çalışmıştı . Bu çalışmaların zamanında kıymeti
maddi sibernetik aygıtların yapılmasından beri bilinmeyen ama önemli katkısından söz etmeden
bu tipte eleştirilere kapalıdır. önce biraz Brücke ve yakından bağlantılı bir figür
Bu alt bölümde organo-dinamik teorinin, nöro­ olan Helmhotz ' dan söz edelim. Alman hekim,
psikanalizin göz önüne aldığı epistemolojik sorun­ fizikçi ve filozof Helmhotz tüm yaşamı boyunca
ları hesaba katmadığı için nasıl yanıltıcı ifadelere vitalizm karşısında tavır almış, hatta canlılıkla il­
başvurduğunu gördük. Nöro-psikanaliz bu gibi gili bu gizemci akıma nihai darbeyi vurmuştu.
konularda çok daha bilinçli ve uyanık olmakla be­ Bilindiği gibi vitalist tez, canlılığın fizik ve kimya
raber zaman zaman benzeri hatalara düşmektedir. kanunlarıyla açıklanamayacak özel bir durum
Böyle bir örneği "Bastırmanın Muhtemel Nöro­ olduğunu, örtük olarak canlılıkta gizemli bir gücün
biyolojik Açıklaması" adlı yazımda vereceğim. rol aldığını savunuyordu. Oysa İngiliz hekim
Böylece bu giriş bölümünde genel çerçeveyi Harvey kan dolaşımı fizyoloj isini tamamen fizik­
çizdikten sonra nöro-psikanalizin tez ve tespit­ sel esaslara dayanarak açıklayarak bilimsel tıbbın
lerini tanıtmaya girişebiliriz. temelini atmıştı l 7. yüzyılda. Ama tıp fakül­
telerinde l 9. yüzyılda bile canlılık gizemli bir
il. Nöro-Psikanalizin Öncüleri:
olay olarak görülüyor ve birçok merkezde vitalizm
Freud ve Luria
hala egemenliğini sürdürüyordu. İşte Helmhotz ve
Brücke 'nin çalışmaları gerçek bilimsel tıbbın yer­
11.1. Bilmediğimiz Bir Freud
leştirilmesi bakımdan anlamlıydı ve Freud böyle
Nöro-psikanaliz akımı iki büyük bilim adamını bir atmosferde almıştı tıp eğitimini.
öncüleri olarak kabul eder; Sigmund Freud ve Daha sonra bir süreliğine Paris 'te çok etki­
nöro-psikolojinin kurucularından büyük Sovyet lendiği ünlü nörolog Charc ot ' nun öğrencisi
nörolog Aleksandr Romanovich Luria (Kaplan­ olduğunda özellikle histeri olgularıyla karşılaşa­
Somls ve Solms 2000). Burada Freud'un nörolo- cak ve nörolojiye yeni bir bakış açısı geliştirmeye

20
NÖRO-PSİ KANALİZ

başlayacaktı. Freud histerinin fizyoloj ik (nörolo­ nöroloj ik olarak da açıklamaya çalışan bölümler
j ik) bir olay olduğundan asla şüphe duymamıştı yaşamı boyunca ilk "projesi"ne sağdık kaldığının
(Bk. Muckenhoupt; 1 997). Ama bu nevrotik olay delilidir. 1 895 tarihli "proje"sinde Freud, psikolojiyi
sinir sisteminin ve beynin çalışmasının katı nörolojik bir disiplin olarak yerleştirmeye çalışa­
lokalizasyonist-frenoloj ik açıklanmalara indir­ rak çağdaş nöro-psikolojinin de öncüsü olmuştu.
genemeyeceğini gösteriyordu açıkça. Bu nedenle Freud'un nöroloj ik görüşleri Jackson ' ınkilere
Freud, daha önce sözünü ettiğimiz İngiliz nörolog çok benzer. Charcot 'nun kliniğinde izlediği his­
Jackson 'un teorisini de inceledi ve geniş ölçüde teri vakaları onu katı frenoloj ik-lokalizasyonist
etkilendi. Onun 1 89 1 yılında yayınladığı kliniğe görüşten uzaklaştırmış ve bugünkü nörona! ağ ve
dönük ilk çalışması olan "Afazi Üstüne" adlı yoğunlaşma bölgeleri anlayışına yaklaştırmıştır.
kitabı çağında hiçbir etki uyandırmamakla be­ Nöro-psikanalize göre Freud'un psikiyatrik bozuk­
raber geriye dönük bir değerlendirmeyle günümüz lukların nörolojik açıklamasını geri plana çekmiş
nörolojik kavrayışlarına şaşılacak ölçüde yakındır ve ağırlıklı olarak fenomenal yüzle (psiko-dina­
ve çağının nöroloj ik kavrayışının çok ötesindedir miklerle) ilgilenmiş olmasının nedeni çağının
(Bk. Kaplan-Solms ve Solms; 2000). nöroloj ik bilminin henüz bu karmaşık nörolojik
Freud çalışmalarını sadece tıp ve nörolojiyle durumları anlayabilecek kavramsal aygıttan yok­
sınırlamamıştı, ciddi bir felsefe okuması da yapı­ sun olmasıdır. Ama hiç olmazsa psikanalitik
yordu. En çok etkilendiği filozoflardan biri Karl teorinin en temel tezleri bugünden bakınca kısmen
Marx 'ı da etkilemiş olan Alman materyalist filo­ yanlış gibi görünse de temel biyoloj ik tezlerle
zof Ludwig Feuerbach 'tır (Bk. Muckenhoupt; uyumlu olarak düşünülmüştür. Köklü bir tıbbi nö­
l 997). Ama esas ilginç olan nokta Alman filozof roloj i bilgisi olmayan hiç kimsenin kuramaya­
Franz Brentano ' nun da öğrencisi olmasıdır (Bk. cağı bir kuramdır psikanaliz. Mesela Melanie
Jones; 1 953). Freud incelemelerinde Brentano Klein'ın tezleri çok doğru bazı tespitleri gündeme
adına pek fazla önem atfedilmez. Oysa Brentano getirmekle beraber aynı biyoloj ik ilkelerle tutar­
daha önce sözünü etiğimiz çağdaş fenomenolo­ lılığı koruma çabasından yoksun olduğu için fa­
j inin kurucusu Husserl' in de hocasıydı ve onu da zlaca spekülatiftir. Keza Jung'un teorisi de bütün
derinden etkilemiş bir filozoftu. Bu filozofun zenginliğine rağmen Freud'un tezlerinin bilim­
Freud'un bilinç kavramını geliştirmesinde büyük sel kalitesine ulaşamamıştır. Bunun bir tek ne­
katkıları olması gerektiği söylenebilir. Çünkü deni vardır; Jung, Darwin' i Freud'un anladığı gibi
Brentano bir bilinç fi lozofuydu ve nesnenin anlayamamıştır.
kavranışında güdülenmelerin (bilincin yönelimi­
nin) üzerinde duruyordu. Bilinç daima bir şeyin 1 1 .2. 1 . Lu ria
bilinciydi Brentano'ya göre (yani içeriksiz bilinç Nöro-psikanalizin Freud kadar önem verdiği
olamazdı). Bilincin yönelimi ise başlıca iki temel öncülerinin ikincisi Sovyet nöroloj ik bilimci Alek­
kaynağa geri götürülebilidi; sevgi ve nefret. sandr Romanoviç Luria'dır. Türkiye' de maalesef
Demek ki insan ancak bu temel güdülenmelerinin pek az psikoloğun eğitim görmüş olduğu psikolo­
yönelimi açısından ele alabilir, tanıyabilirdi nes­ j iyi Freud'un "proje"sindeki gibi köklü bir nörolo­
neyi. Bu yaklaşımların Freud'un daha sonraki j ik disiplin olarak yerleştiren bir alan olan nöro­
çalışmalarını etkilememiş olmasının imkansız psikoloj i disiplinin kurulmasının öncülerinden
olduğunu düşünüyorum. olan Luria'nın çalışmaları bugün bile en çok gön­
Böylesine sağlam bir tıp eğitimi almış ve üste­ derimde bulunulan temel kaynaklar � başında
lik tıbbı sadece hastalıkları tedavi etme yöntemi gelir (Bk. Mc.Cartthy ve Warrington; l'f)90). Bir
·

olarak değil dünyayı kavramın bir aracı olarak gör­ bakıma Luria, Freud'un erken "proj e"sini ilk kez
müş, dahası afazi üzerine çağını aşan bir inceleme gerçekleştiren nörologlardan biri olmuştur.
yapmış Freud'un "konuşma tedavisi"nde aslında İdeoloj ik nedenlerle zamanında "batı" dünya­
hastalarının beyinlerinin oluşumu ve çalışma tarzını sında hak ettiği değeri bulamamış olan Luria'nın
incelediğinin farkında olmamasına imkan yok. eserlerine ilginin giderek artığını görüyoruz (Bk.
Onun kitaplarında genellikle okunmadan atlanan Goldberg; 200 1 ).
ama çağının yetersiz nörolojik bilgisine rağmen Luria çok genç yaşlarında, daha 1 920' lerde
psişik bir fenomen sırasında beyinde geçen "insan psikolojisini bilimsel materyalist temellere
muhtemel nörona! olaylan umutsuzca da olsa oturtmaya çalışan tek disiplin" olarak gördüğü

21
imago I güz I 2005

psikanalize büyük bir ilgi duymuş ve bu konuda bozukluğunun tekabül etmesi olgusu, bu genel
ciddi eğitim görmüştü. Ancak Stalin döneminde ve yaygın bütünsel aygıtta bazı anatomik alanların
Sovyet Komünist partisinin psikanaliz karşısında nöronal iletişim bakımından yoğunlaşmasıyla,
resmi olarak olumsuz bir tutum almasıyla psika­ yani bazı anatomik bölgelerde nörona! aygıtın
nalizden uzaklaştı. Marksizmi ve genel olarak iletişim ağının sıkışmasıyla açıklanır.
felsefeyi çok iyi anladığı bilinen Luria 'nın psika­ Bu yaklaşımları kısaca da olsa kısmen somut bir
naliz karşındaki daha sonraki tutumu daima çekin­ örnek üzerinden anlatmak belki anlaşılmalannı ko­
celi olacaktır. Genellikle Luria' nın psikanaliz laylaştırabilir. Mesela klasik olarak hasarlandık­
karşısındaki tavrının kariyerist hırslarıyla bağlan­ lannda konuşma ve dilsel anlama işlevlerinin bozul­
tılı olduğu ve yaşamı boyunca Parti 'yle ters düş­ duğunu 1 9. yüzyıldan beri bildiğimiz klasik Broca
memeye çalıştığı için psikanaliz karşısında tavır ve Wernicke anatomik alanlarını düşünelim (Bk.
aldığı söylenirse de psikanalize yöneltiği eleştiri­ Şekil 4). Lokalizasyonist-frenonoloj ik görüş söz
ler bu görüşü desteklememektedir. Elbette Freud? - konusu anatomik merkezlerin belli dilsel işlevler
un "batı" dünyasında popülariteye verdiği taviz­ açısından özelleştiğini ve harabiyetlerinde belli
lerin bir başka tipini Luria'nın Sovyet sistemindeki dilsel psikolojik işlev kaybının bire bir sonuç
Parti egemenliği karşısında gösterdiğini düşüne­ olduğunu söyleyecektir.
bilirsek de aslında psikanaliz karşısındaki tutumu Oysa ekipotansialist yaklaşım dil işlevinin
hiç de bilinçsiz değildir. Luria' ın gençlik yıl­ (diğer bütün zihinsel işlevler gibi) serebral kor­
larında bilimsel materyalist bir yaklaşım olarak teksin bütününün işlevi olduğunu ve söz konusu
gördüğü psikanalizi daha sonra insan psikoloj isi­ anatomik bölgelerin dil işlevi bakımından yoğun­
ni biyoloj ik temellere oturturken toplumsal ve laşmış, şişe ağzı gibi daralmış bölgeleri olduğunu
tarihsel faktörleri görmezden gelmekle eleştirme- · kabul eder. Buna göre serebral korteksin başka her­
si (Bk. Kaplan-Solms ve Solms; 2000) ilk bakış­ hangi bir alanındaki bir yıkım da belli bir dil
ta kendi içinde çelişik gibi durmakla beraber aslın­ yeteneği kaybına yol açar. Ancak bazı bölgelerdeki
da aradaki zaman farkı göz önüne alınırsa doğal dil yeteneği kaybı öylesine minimaldir ve başka
olarak Freud'unkinden çok daha iyi kavranmış semptomlarla klinik olarak öylesine perdelen­
bir nöro-biyoloj i anlayışına dayanır. miştir . ki bu bulgular klinik olarak saptanamaz.
Luria da bu yazıda adı geçen Freud, Bleuler, Yani bu örnekte dil, genel olarak bütün beynin işle­
Ey gibi İngiliz nörolog Jackson ' ın nöroloj ik vidir. Ama belli anatomik alanlarda öyle nöronal
kavrayışından çok etkilenmiş, ona çok yakın bir yoğunlaşma ve klinik olarak öylesine yıkıma has­
sinir si stemi anlayı şından hareket etmiştir. sas alanlar ("şişe ağızlan") oluşur ki klinik olarak
Jackson ' ın nörol9j ik görüşlerini Henri Ey ' in dil işlevinin en çarpıcı bozukluklarını bu anatomik
"organojenik-dinamik" teorisini anlatmak isterken bölgelerin haraplanmasında gözleriz ve beynin
kısaca özetlemiş olmakla beraber burada bazı bütününe yaygın ve genel bu zihinsel işlevin
ilave bilgiler verme gereğini duyuyorum. Klasik (dilin) sanki beyinin belli bir merkezinden
olarak sinir sistemi anatomisi ve işlevleri arasın­ yönetildiği izlenimine kapılırız. Ekipotansializme
daki ilişkiyi ifade etmek için iki temel görüş ileri
sürülmüştür. Bunlardan i lki lokalizasyonist­
frenolojik görüştür. Kökü çok eski dön,mlere gi­
den ve ilk bakışta klinik nörolojinin pratik sorun­
larını çözen bu yaklaşıma göre beynin, özellikle
korteksin belli anatomik bölgeleri belli zihinsel­
motor işlevler için özelleşmiş yapılardır ve bu
bölgelerin çeşitli nedenlerle hasarlanması özgün
bir zihinsel işlevin kaybına yol açar. İkinci ve
tamamen zıt görüş "ekipotansializm" adını alır
ve beyinin zihinsel işlevlerini bir bütün olarak
yerine getirdiğini, belli bir zihinsel işlev için
özelleşmiş belli bir merkez olmadığını savunur. Bu
görüş çerçevesinde klinikte gözlediğimiz belli
Şekil 4
bölgelerdeki hasarlanmaya belli bir zihinsel işlev

22
NÖRO-PS İ KANALİZ

göre lokalizasyonist-frenolojik yaklaşımın yanıl­ yapılar yeni ve daha karmaşık bir anatomik­
gısı da buradan kaynaklanır. işlevsel organizasyonda bütünleşirler. Oysa hem
Klinik uygulama açısından lokalizasyonist­ frenolojik görüş hem de ekipotansiyalist görüş
frenolojik görüş tanı koyma açısından büyük pratik adeta bir seferde mükemmel bir planlanma sonu­
avantaj sağlar. Tıbbın kesinlik itibariyle matema­ cu örgütlenmiş bir sinir sistemi modeli kurmak­
tiğe en çok benzediği klinik alan olan nörolojide tadır ki, bu sinir sisteminin evrimsel arkeolojik mi­
tanımlanmış öylesine sendromlar vadır ki, beyin marisiyle uyuşmamaktadır. İnsan sinir sisteminde
anatomisinin inceliklerini bilen bir hekim beden­ türlerin evriminden gelen çok sayıda eski merkez
sel ve zihinsel bozukluklardan yola çıkarak armonik bir bütünlük içinde çalışmaya yön­
beyinin neresinin tutulduğunu basit bir nörolojik lendirilmiş olmakla beraber fılogenetik olarak
muayeneyle saptayabilir. Bununla beraber bu tipte erken merkezler türün evriminde daha geç gelişen
klasik nörolojik sendromlar daha önce sözünü et­ yapılarla bütünleşerek farklı bir işlevsel mimarinin
tiğimiz gibi beynin özellikle fılogenetik (kabaca parçası olmuştur. Oysa ne ekipotansiyalist görüş
genetik) olarak belirlenmiş birincil duyumsal ve ne de frenolojik görüş bu aşamalı evrimsel bütün­
motor alanlarıyla alakalıdır genellikle. Oysa bil­ leşmeyi açıklayamaz, sinir sistemini bir seferde or­
hassa heteromodal ve transmodal asosyasyon kor­ taya çıkmış bir yapı olarak kavrayabilir. Mesela
teksleri(Bk. Mesulam; 2000) geniş ölçüde şahsın fılogenetik olarak geri bir düzeyi temsil eden tür­
yaşam deneyime bağlı olarak oluştuğu için (Bk. lerde(mesela kuşlarda) arkaik bir anatomo-fonk­
Fuster; 2003) aynı nörolojik kolaylığı (matema­ siyonel yapı daha karmaşık ve gelişmiş bir sinir
tiği) her alanda, mesela psikiyatride bulamayız. sisteminde(mesela insanda) farklı bir işlevi yeri­
ne getiren bir birim halini alırken, aynı zamanda
11.2.2. Bir Örnek; Rüyalar yeni gelişen yüksek merkezlerin kontrolünden
Nasıl ki "organojenik-dinamik" teorinin ku­ kurtulup kendi bağımsız arkaik işlevlerini gerçek­
rucusu Ey (Ey; 1 978) bir iç dünya fenomeni olan leşirmek eğilimini de korur. Yani sinir sistemi
halüsinasyonlar üzerine dünyadaki en güzel in­ türün evriminde giderek daha kompleks bir örgüt­
celemeyi yapmışsa, nöro-psikanalizin öncüsü lenme kazanırken filogenetik olarak eski alanlar
Mark Solms de Freud sonrasında rüyalar üzerine sistem içinde yeni belli roller üstlenen ama görece
en ilginç ve serebral korteks hakında en iyi fikir özerk bütünlükleri de olan merkezler halini
veren derlemeyi yapan kişidir (Solms; 1 997). almıştır.
Solms tezlerinin Luria, Freud ve Jackson'la uyum Jacksoniyen görüşlerden etkilenen Luria'nın
içinde olduğunu düşünür ve Jacksonyen şemsiye sinir sistemi anlayışı dinamik bir tokalizasyo­
altında hem Freud'un hem de bilhasa Luria'nın nizmdir (Kaplan-Solms ve Solms; 2000). Buna
görüşlerini destekleyen bir kavrayış geliştirdiği­ göre beyindeki anatomik merkezler değişik kom­
ni kabul eder. binasyonlara giridiklerinde farklı kompleks zi­
Solms rüya anlayışını Luria'nın nörolojik hinsel işlevlerin oluşumuna katkıda bulunurlar.
görüşlerine dayandırdığı için öncelikle bu nörolo­ Yani belli bir merkezin belli bir zihinsel işlevle
jik görüşü özetlemek gerekir. Daha önce de be­ sınırlandırılması yerine değişik merkezlerle işbir­
lirtiğim gibi Luria da tıpkı Freud, Bleuler ve Ey liği içinde farklı zihinsel işlevlere katkılarından söz
gibi genel anlamda Jacksoniyen bir nörolojik etmek doğru olur. Bu durumda beyindeki belli
görüş geliştirmişti. Bu görüş yukarıda özetlediğim bir anatomik merkezin haraplanması belli bir
lokazisasyonist-frenolojik görüşle ekipotansiyelist işlevin kaybından ziyade çeşitli zihinsel işlevlerde
görüşün akılcı bir ortak noktada buluşturulmasıyla çarpıtmalara neden olacaktır.
alakalıydı. Bu ara yol denemesine göre ne katı Solms'un rüyalarla ilgili çalışması bu nörolo­
frenolojik görüş ne de ekipotansiyalist görüş tam jik kavrayışı en iyi şekilde örneklemektedir
olarak haklıydı. Jacksonien görüşe göre her iki (Solms; 1 997, Kaplan-Solms ve Solms; 2000).
nörolojik yaklaşım da aynı hatanın iki farklı ama Beynin rüya işlevini basitleştirerek kavramak için l
eşdeğer örneğini sunmaktaydı. Jacksoniyen gele­ bu işlevde uyku evreleriyle rüya işlevinde beyin
neğe göre insan sinir sistemi türlerin evriminin bir sapı modülasyonunun(eski terimle formasyo reti­
sonucu olduğu için ilginç bir arkeolojik-mimari külarisin) rolü gibi konuları şimdilik bir kenara ko­
anatomik yapılanma gösterir; filogenetik olarak es­ yarak bu işlevde öncelikle telansefalik bölgelerin
ki yapılarla evrimde daha sonra ortaya çıkan katkısını göz önüne alalım. Solms'e göre rüyanın

23
imago / güz I 2005

oluşumuna katkıda bulunan altı önemli telansefalik tum) ve üst beyin sapından enformasyon ileten ak­
bölge vardır: Bilateral ventromezyal prefrontal sonlar (ak madde) olduğu düşünülürse klinik
derin (yani ak madde, aksonik) yapılar, sol alt olarak gözlenen adinamizm tablosunun beynin
parietal korteks, sağ alt parietal korteks, ventro­ ön motivasyonel merkezlerinin beynin daha arkaik
mezyal oksipito-temporal korteks, frontal !imbik yapılarından gelen enformasyonlarla bağlantısının
bölge ve temporal !imbik bölge. Bu beyin bölgeleri kesilmesine (prefrontal diskoneksiyona) bağlı
ayn ayn başka kombinasyonlarda farklı işlevlerin olduğu düşünülmelidir.. Bu sendrom da rüyaların
yerine getirilmesine katkıda bulunmakla beraber kesilmesine sebep olur. Bu bulgu Freud'un da
rüya işlevinde belli bir koordinasyon ve kon­ düşündüğü gibi rüyaların yüklü motivasyonel
figürasyon içinde işlev görürler. bileşeni olduğunu gösterir.
Solms rüya işlevinde bu bölgelerin katkısını 4) Ventromezyal oksipito-temporal haraplan­
değerlendirmek için bu altı bölgeyle ilgili nörolo­ ma; Bu bölgenin haraplanmasındaki başat semp­
jik sendromlarda rüyaların ne yönde değiştiğini tom uyanıklık halinde görsel imajinasyonun bozul­
araştırır. ması şeklinde özetlenebilir. Hasarlı beyin yüzler
1) Sol alt parietal haraplanma; Bu nöroloj ik gibi bazen çok özgün imajları fenomenal bilinç
sendromda uzamda sol-sağ ayırımının bozulması alanında yaşantılamakta güçlük yaşar. Bu sendro­
ve parmak tanıyamama gibi klasik bazı bulgular ma sahip beyinler ilginç bir rüya bozukluğu göste­
(Gerstman sendromunun bazı bulguları) elde rir; rüya sadece kavramsal düzeyde kalır ve görsel
edilir. Sendromun nöro-psikolojik değerlendirmesi imge kazanamaz. Yani rüya somut görsel temsil
uzamsal olarak organize olmuş hetoromodal en­ özelliğini kaybeder; bir başka deyişle rüya soyut
formasyonlardan soyut kavramların oluşturul­ kavramsal aşamada kalmasına rağmen görsel feno­
masında; yani kavramlaştırma-simgeleştirme menal içerik kazanamaz. Bu durum rüya ve halüsi­
işlevinde zihinsel bir bozukluk olduğunu gösterir. nasyonun normal algı sisteminin tersi bir kanal­
Bu sendrom rüyaların ortadan kalkmasına neden dan çalıştığını telkin eder; normal algı sisteminde
olur. Demek ki Freud' un da düşündüğü gibi enformasyon akışı beynin arka bölgelerinden öne
rüyülarda kavramlaştırma ve simgeleştirme önem­ doğruyken rüya ve muhtemelen halüsinasyonda
li bir bileşendir. ters yönde gelişen bir stimülasyon söz konusudur.
2) Sağ alt parietal haraplanma; Bu anatomik Bu nedenle Freud'un tezlerine yakın bir şekilde
bölgenin haraplanmasında genellikle gözlenen konuşmak gerekirse rüya, normal algıya göre çok
başat semptom görsel-uzamsal enformasyonları daha yüklü bir motivasyonel anlam taşır.
dorzo-lateral prefrontal korteksin ifa sistemi dene­ 5)Frontal limbik (yani oıbito-medyal prefrontal
timinde işlem hafızasında (working memory) tut­ alan, bazal önbeyin yapılan ve anterior singulat)
makta güçlüktür. Yani hasarlı beyin belli bir işle­ harabiyeti; Bu sendroma sahip hastalar her gece
mi ifa etmek için görsel-uzamsal kaynaklı enfor­ rüya görmeye devam etmekle beraber rüya ile
masyonlara stabil bir şekilde dikkat yöneltmekte gerçeği ayırt etme yeteneğini kaybeder ve
ve bunları kısa süreli hafızada tutınakta güçlük rüyalarını gerçekte yaşanmış olaylar olarak al­
yaşar. Bu bölgenin haraplanması da rüyaların or­ gılarlar. Gerçekten de bu bölgenin haraplanması
tadan kalkmasına yol açar. realiteyi test etıne yeteneğini önemli ölçüde bozar.
3) Bilateral ventromezyal prefrontal ak madde Bulgulara anosognozia, sol görsel-uzamsal ihmal
harabiyeti; Bu bölgelerin haraplanması klinik (neglect) sendromu, konfabulatuar amnezi de
olarak "adinamia" adı verilen kuvvetli bir moti­ katılabilir.
vasyon kaybına yol açar. Yirminci yüzyılın baş­ 6) Temporal lob epilepsisi; Bazı temporal
larında şizofreninin kontrol altına alınması için epilepsi vakaları tekrarlayan eşbiçimli rüyalar,
uygulanan lokotomi operasyonu bu bölgelerin genellikle kabuslar görür. Bu tipte rüyalar genel­
cerrahi olarak haraplanması esasına dayanıyor­ likle epileptik krize eşdeğerli olarak kabul edilir.
du. Bu nedenle gayet iyi incelenmiş olan bu send­ Nitekim rüyalar epilepsinin tedavisiyle ortadan
romda hasarlı beynin insiyatif alıp kendiliğinden kalkar. Bu bulgu rüyaların temporal lobun derin
bir eylemi başlatmasının güçleştiği bilinmekte­ !imbik yapılarının (bir başka deyişle fenomenal
dir. Bununla beraber hasarlanan beyin alanın düzeyde duyguların) rüyaların başlatılmasında ve
doğrudan nöronlar (gri madde) değil bölgedeki oluşturulmasında önemli rol oynadığını düşündür­
nöronlara ventral mezansefalon (ventral tegmen- mektedir.

24
N Ö RO-PS İ KANALİZ

Bu bulgular ışığında Solms gayet akılcı görü­ görüşlerini bağdıştırmada nasıl bir işlev gör­
nen bir hipotez ileri sürme şansı yakalamaktadır. düğünü özetlemiş oluyoruz. Artık nöro-psikana­
Öncelikle Luria' nın nöroloj ik kavrayışına uygun lizin daha özel alanlardaki değerlendirmelerine
olarak rüyaların oluşması bir tek merkezin değil, geçebiliriz.
bir çok merkezin organize katılımıyla gerçek­
leşir. Değişik zihinsel işlevler sırasında bu merke­ 111. O l g u lar
zlerin her biri farklı merkezlerle çeşitli kon­
fıgürasyonlarda işbirliği içinde değişik zihinsel 111. 1 . Amaç ve Yöntem
işlevleri yerine getirir (dinamik lokalizasyonizm). Nöro-pikanalizin amacı psikanalitik derin
Solms 'e göre rüya faaliyeti ya ventral mezanfalik psikoloj i çerçevesinde anlaşıldığı biçimiyle in­
yapılardan veya temporal limbik yapılardan san zihinsel işleyişinin nöroloj ik açıklamasını
başlar. Ventral mezansefalik yapılar ve üst beyin vermektir. Bu çerçevede psikanalizin bazı temel
sapı yapıları (eski anlayışla formasio retikülaris) metapsikoloj ik kavramlarını yeniden gözden
fizyoloj ik olarak uykunun REM adı verilen ve geçirmek, tartışmak ve geliştirmek imkan dahi­
rüyaların sıklıkla görüldüğü dönemini modüle line gelecektir. Nöro-psikanaliz araştırma yön­
ederler ve yukarda sayılan 3 . sendromdaki akson temi olarak klasik psikanaliz veya psikanalitik
(ak madde) harabiyeti bu bölgelerin motivasyon­ psikoterapiyi esas alır ve bu yöntemi sorgulamaz.
larla ilgili ön telansefalik yapılara (singulat girus Sorgulanan psikanalitik teknik değil, bu teknikle
ve nukleus akumbens ve genel olarak prefrontal elde edilen bulguları kavramlaştırmaya yarayan
kortekse) proj eksiyonunu keserek ciddi moti­ metapsikoloj ik kavramlardır. Altta yatan ve
vasyon kaybına (adinamizme) ve dolayısıyla açıkça ortaya konmayan ve nöro-psikanalizi
rüyaların kesilmesine sebep olur. Haraplanan bu temellendiren varsayımsa yüzyıllık psikanalitik
aksonal sistem özellikle ventral mezansefalon ve bulguların çağdaş nöroloj ik bulgularla örtüştüğü
üst beyin sapından gelen dopaminerjik (Panksepp; yolunda bir sezgiye dayanmaktadır. B öylece
1 99 8 ' in araştırma davranışı motivasyonel siste­ nöro-psikanaliz, psikanalitik bulguları çağdaş
mi) ve noradrenerj ik nöronların motivasyonel nöroloj ik bulgularla test edip geliştirmekten çok,
uyarısını kesintiye uğratmış olur. Eğer söz konusu örtük olarak psikanalitik kavramları doğrulama
ventral mezansefalik ve üst beyin sapı yapılarının (hatta kimi yerlerde nerdeyse Kabala'cı bir oku­
diansefalik (geniş ölçüde hipotalaniik) ve bazal mayla Freud'un ne kadar da ileri görüşlü tah­
ön beyin yapılarıyla bağlantısı düşünülürse minlerde bulunduğunu kanıtlama) yönünde bir
Freud'un dürtüsel motivasyon sistemiyle açık çaba halini alır ki sanının nöro-psikanaliz akımı­
bağlantı kurulabilir. nın bilimsel yansızlık ilkesi bakımından en za­
Eğer ventral mezansefalik ve beyin sapı yıf yönü budur. Bununla beraber bu yöndeki ça­
yapılan tarafından elektiriksel olarak uyarılan ön baların giderek temel psikanalitik kavramları ve
motivasyonel sistemin rüyaları başlattığı tezi hatta tekniği geliştirmek bakımından önemli bir
doğruysa rüya sürecinde sol alt parietalin kavram­ ilk adım olabileceğini düşünebiliriz. Nitekim
laştırma-simgeleştirme bakımından sürece katı­ akım içinde bu yönde önemli bazı gelişmeler de
lırken sağ alt parietalin görsel işlem hafızasıyla gözlenmektedir.
rüyadaki dikkat stabilitesini kısmen de olsa ko­ Nöro-psikanaliz akımını başlatan ilk çalış­
ruduğu ve ventromezyal oksipito-temporal bölge­ malar çeşitli beyin hasarları olan vakalarda klasik
nin de son aktivasyon alanı (sahne) olarak rüyanın psikanalitik prosedürün uygulanması esasısına
somut görsel içerik kazanmasına yol açtığı dayandırılmıştır. Bu yaklaşımdaki amaç beyinin
düşünülebilir. Bu tez gerçekten de yukarda sayı­ hangi merkezlerinin hangi psikanalitik derin
lan tüm nörolojik sendromlardaki rüya bozuk­ psikoloji bulgularıyla bağlantılı olduğunu göster­
luklarını açıklamakla kalmaz Freudyen rüya an­ mekti. Bu çerçevede bilhassa beyinin üç böl­
layışını da modem bulgularla birleştirmiş olur. gesinin haraplanmasıyla ortaya çıkan psişik
Böylece bu alt bölümde hem Luria'nın di­ bozukluklar psikanalitik yöntemle incelenmiştir;
namik lokalizasyonist nöroloj ik görüşünü, hem sol perisilvian bölge haraplanmalan, sağ perisil­
Freud'un rüya teorisinin çağruiş nöroloj ik anlayış­ vian bölge haraplanmalan ve ventromezyal pre­
larla bağdaştırılabilir olduğunu hem de Solms 'un frontal bölge haraplanmalan. Şimdi bunları sıray­
rüyalarla ilgili hipotezinin bu iki bilim adamının la görelim.

25
imag o I güz / 2005

111.2. Sol Perisilvian Bölge Haraplanmalı tarihli "Ego ve İd"de süperego 'nun temelinin de
Beyinlerin Psikanalizi (Bk. Şekil 5) içselleştirilmiş sözel uyarı ve komutlar olduğunu
söylemişti . Dolayısıyla dil yeteneği önemli ölçüde
bozulmuş bir beynin "mental aygıtı"nın da önem­
111.2.1 . Broca Afazili Beynin Psikanalizi li ölçüde bozulmuş olması beklenirdi . Ancak
Broca afazisi olan vakanın (vaka J) standart Kaplan-Solnis ve Solms, Freud'un kelimelerin
psikanalitik psikoterapi koşullarında gerçek­ çeşitli bileşenleri arasında bilhassa "işitilmiş bir
leştirilen incelenmesi hastanın "normal yas reak­ kelimenin hafızasaI kalıntısını" önemsediğini, va­
siyonu" gösterdiği sonucuna ulaşmıştır. ka J'nin ise Broca afazisi nedeniyle konuşmasının
Bu bulgu iki bakımdan önemlidir. motor bileşeni açısından bozukluk gösterdiğini,
1 ) Sağ hemisfer hasarlı beyinlerin zihinsel­ dolayısıyla dilin işitsel imge bileşeninin bozul­
motor yeti yitimleri karşısında duygusal olarak madığını bildirerek sorunu çözerler. Freud açık
genellikle duyarsız kalmalarına karşılık sol hem­ vermemiştir.
isfer hasarlı beyinlerin depresif bir duygulanım
yaşantıladığı uzun zamandır klinisyenlerin dikka­ 111. 2.2. Wernicke Afazili Beynin
Psikanalizi
tini çekmiş bir konudur. Bu ve başka bazı bulgu­
lardan yola çıkılarak sol beyin yarım küresinin Wernicke afazisi olan vakamn (vaka K) ana­
oh,ımlu duygul arla alakalı olduğu, sağ hemis­ litik psikoterapisi çok daha ilginç ve bazı psikana­
ferinse olumsuz duygularla alakalı olduğu, dola­ litik kavramları netleştirmeye imkan veren bul­
yısıyla sol hemisfer doku kaybının olumlu duygu­ gular ortaya koymuştur. Cotard sendromunun in­
ların azalmasına (depresif tablolara) yol açarken celenmesine kadar varan bu zengin olgulardan
sağ hemisfer doku kaybı olan beyinlerin olayları yalnızca biri üzerinde duracağım. Wemicke afazili
olumsuz duygularla değerlendirme özeliğini kay­ beyin, psikanalitik psikoterapisinde, düşüneme­
bettiği ileri sürülmüştür. Ancak vaka J'nin anali­ diğini, düşünmekte büyük güçlük yaşadığını bil­
tik incelenmesi ve terapisi bu yaygın kanaati dirmiştir. Bu durum söz konusu beyinde uygun
desteklememekte, hatta bu kanaate gölge düşür­ olumsuz duygularla yaşanmaktadır. (Aslında bu
mektedir. Gerçi Broca afazili beyin (vaka J) dep­ tipte bir yakınma Wemicke afazisi için tipik
resif izlenimi vermektedir. Ancak analitik in­ değildir. Söz konusu beyindeki (vaka K) hasar
celeme tablosunun analitik anlamda depresyon tipik Wernicke alanını aşarak supramarjinal girusu
(melankoli) olmadığını, yeti kaybına bağlı normal ve orta temporal bölgeyi de içine almaktadır.
bir yas reaksiyonu olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla hasarlı beyin işitsel-dilsel enfor­
2) Psikanalitik açıdan normal yas reaksiyonu masyonları işlem hafızasında tutmakta da güçlük
göstermek süperego ve ego bütünlüğünün korun­ yaşamaktadır.)
muş olmasını gerektirir. Broca merkezi hasarlı Kaplan-Solms ve Solms ' un çok yerinde bir
beynin normal yas reaksiyonu geliştirmiş olması tespitle aslında söz konusu beynin yaşantıladığı
beynin bu alanın psikanalitik anlamda "mental durumun düşünememek deği l, dilsel olarak
aygıta" önemli bir rolü olmadığını gösterir. Bu du­ düşünememek olduğunu söyler. B ir başka deyiş­
rum ilk bakışta psikanaliz açısından şaşırtıcıdır, le Wernicke alam hasarlı beyin, düşüncelerini
çünkü analitik teoride egonun dil işlevine büyük kelimelere bağlayamamaktadır. Ancak bu tespit
önem verilir; mesela Freud 1 9 1 5 tarihli "Meta­ analitik teori içinde bazı güçlükler yaratır ve
psikoloj i " çalışmalarında bilinçdışı düşünce çözülmesi için Freud ' un bazı kavramlarının
sürecini bilinçli kılanın dil olduğunu ve 1 92 3 netleştirilmesi gerekir. Önce psikanaliz açısından
problemin ne olduğunu, sonra nasıl çözüldüğünü
anlatacağım.
Analitik teoriye göre bilinç, ego 'un ancak
çok yüzeye! bir bölümünü oluşturur ve zihinsel
süreçler kendileri olarak aslında bilinçdışıdır.
Zihinsel süreçleri bilinçli kılansa dil ve konuş­
madır. Karen-Solms ve Solms ' e göre Freud 1 9 1 5
PEllISYLVIAN tarihli "Bilinçdışı" adlı yazısında bastırma
Şekil 5 mekanizmasını da dilsel yolla bilinçli kılınabi-

26
NÖRO-PSİ KANALİZ

lecek zihinsel süreçlerin işitsel-dilsel imgelerle genelikle somut ve pratik düzeydedir ve ö_zelikle
çağrışımsal bağının geri çekilmesi şeklinde açık­ hastalığıyla alakalıdır. Hasarlı beyin ciddi ank­
lar. Bu bağ bir kez geri çekildiğinde söz konusu siyete ve hastalığından dolayı utanç yaşamakta ve
zihinsel süreç bastırılmış olur. Ancak bu şekilde hafif bir konfüzyon da tabloya eşlik etmektedir.
baktığımızda bilinç söz konusu bilinçdışı zihin­ Hasta akut dönemi atlattıktan sonra zaman
sel süreçler üzerinde ifa edici ( executive) kon­ içinde hızlı bir iyileşme gösterir; yürümeye başlar
trolünü de kaybedecektir. Eğer bu tez doğruysa ve çağrışımsal düşüncesi genişlemeye başlar. Bu
söz konusu tipte hasarları olan beyin, zihinsel hasta da kayıp karşısında uzamış ama normal
süreçlerini iç konuşmayla dilsel olarak, yani içsel sayılabilecek bir yas dönemi yaşar.
kelime-ses imgeleriyle yaşantılayamadığına göre Analitik incelemenin yanlızca akut dönemi,
bu süreçler üzerindeki ifa edici kontrolünü kay­ yani hastanın iyileşme' sürecine girmeden önceki
betmiş olmalıdır. Halbuki durum hiç de böyle dönemi ilginç sonuç vermiştir. Luria'nın Zasetsky
gözükmemektedir. Wemicke alanı hasarlı beyin vakasıyla büyük benzerlikler gösteren vaka L. 'nin
konuşma ve dilsel düşünmedeki defektine rağ­ psikanalitik incelemsinin sonuçları sol perisil­
men gayet akılcı bir şekilde davranmakta, ciddi viyan bölge haraplanmalarının derin psikoloji ve
bir ego ve süperego bozukluğu göstermemekte­ psikanalitik "mental aygıt" kavramı. bakımından
dir. Bu durum analitik teorinin yanlış ya da ek­ önemini anlamak açısından tamamlayıcı bir aşa­
sik bir tarafını mı göstermektedir? ma olmuştur. Yaka L. de, vaka K. 'ya benzer şek�
Ş imdi Kaplan- Solms ve Solms ' un çözüm ilde zihinsel sürreçlerini dilsel düzeyle bağlantı­
önerilerine geçelim. Yazarlara göre Freud daha landırmakta, dolayısıyla dilsel düşünmede önem­
sonra 1 923 tarihli "Ego ve İd" adlı çalışmasında li güçlükler yaşamakla beraber sorunu daha ağırdır.
bastırmayla ilgili ilk görüşünü düzeltmiş ve bilinç Hastalığının akut evresinde adeta "dünyası
sisteminin, dolayısıyla kelime bağlantısının zi­ parçalanmış"tır. Bu evrede adinamizme bağlı bir
hinsel süreçler üzerindeki bastırma ve ifa edici motivasyon kaybı göstermiş ve herhangi bir ego
kontrol işlevi olduğu görüşünden vazgeçerek bu aktivitesi geliştirmemiştir. · Hastanın bilincinde
işlevi bizzat bilinçdışı ego 'ya bağlamışıtır. kısa süreler için bazı düşünceler oluşuyorsa da
Dolayısıyla vaka K. bilinç üzerindeki kontrolünü bunlar kendi yönlendiriyormuş hissine kapıl­
yitirmekle beraber davranışları üzerindeki kontro­ madığı, daha ziyade kendisinin maruz kaldığını
lünü yitirmemiştir. Kaplan-Solms ve Solms 'un yaşantıladığı deneyimlerdir. Bu durum ego fonksi­
ulaştığı sonuç Freud'un id, ego, süperego ayrımına yonlarının tüm olarak çöktüğünü göstermektedir.
dayanan ikinci topiğinin, bilinç, önbilinç, bilinç­ Sol alt parietal bölgenin değişik modalitelerden en­
dışı ayrımına dayanan ilk topiğine göre daha formasyonların bir araya getirildiği heteromodal,
gelişmiş bir mental aygıt modeli sunduğu hatta gerçek anlamda transmodal bir asosyasyon
yönündedir. alanı (yani bir modaliteden gelen enformasyonları
değişik modalitelerdeki enformasyonlara bağlayan
111.2.3. Sol Parietal Haraplanmalı ve böylece semantik düzeyde kavram oluşturan
Beyinlerin Psikanalitik incelemesi "kapı", bir tür yönlendirici santral) olduğu düşü­
Sol parital beyin haraplanmalı vaka (vaka L), nülürse beynin bilinç alanında yaşadığı deneyi­
bekleneceği gibi ağır bir sağ hemiplej i, transkor­ minin nörona! yüzüyle bağı kurulabilir. Bir baş­
tikal afazi ve tipik Gerstman sendromu geliştir­ . ka deyişle sol alt parietal alan bilhassa belli bir
miştir. Klinik olarak ciddi şekilde depresyonda, kanaldan gelen enformasyonlara göre değişik
hatta intihar eğilimlidir. modalitelerdeki alanları aktive ederek bütünsel
Akut dönemdeki psikanalitik inceleme hasar­ bir kavrayışın oluşmasını sağlar. Bu alanın harap­
lı beynin çağrışımsal düşüncesinin önemli ölçüde lanmasında "ego" bilhassa soyutlama ve kavram­
sınırlandığını göstermektedir. Hasta dış görünüş sallaştırma işlemlerinin temelinde yer alan
itibariyle torpör tablosundaymış izlenimi vere­ çağrışımları yerine getirmede güçlük yaşamak­
mekle beraber daha derin bir analitik inceleme tadır. B ir başka deyişle vaka K. sadece düşün­
hasarlı beynin kendi bilincinde oluşan, ama kon­ celerini kelimelere bağlamakta güçlük yaşamak­
trol edemediği bir şekilde maruz kalıyormuş gibi la beraber vaka L. bilinçsiz, dil öncesi düşün­
yaşantıladığı düşüncelere anlam vermeye çalış­ mekte (bilinçsiz zihinsel işlem yapmakta) güçlük
tığını göstermektedir. Bu stereotipik düşünceler yaşamaktadır. Bu da bilinçsiz ego 'nun önemli

27
imago / güz I 2005

ölçüde tahrip olduğu anlamına gelir. hasarlı beyinler de vardır. Daha hafif vakalar­
Özellikle dil, dilsel düşünce, simgeleştirme, daysa hasarlı beyin, sol beden yarısının felçli
kavramlaştırma, anlam, simgesel anlama ve sim­ olduğunu dilsel düzeyde kabul etmekle beraber
gesel iletişim gibi işlevlerde önemli rol oynayan hastalık karşısında duygusal bir kayıtsızlık yaşar
sol perisilvian bölge haraplanmalannın psikanali­ ( anozodiasforia).
tik incelemede ciddi bir belirti vermemeleri 3) Mizoplejia. Bazı sağ perisilvian bölge harap­
gerçekten şaşırtıcı bir bulgudur. Çünkü psikana­ tı beyinlerse anozodiasforia tablosunun tam tersi
liz öteden beri dile büyük önem vermiş ve hatta bir belirti göstererek felçli beden bölgelerinden ne­
Lacan gibi psikanalistler tüm teorilerini insan fret ederler ve bu beden bölgelerine karşı öfke
dilsel, simgesel örgütlenmesi üzerine kurmuştur. duyarlar, hatta sağ beden yanlarıyla sol tarafları­
Halbuki nöro-psikanalitik incelemeler bu görüş­ na fiziksel şiddet uygularlar.
leri desteklememektedir. Gerçi vaka L. bu görüşe 4) Bazı vakalarda bu başat belirtilere ilave
pek uymuyor gibi görünmektedir. Ancak bu vaka olarak çeşitli praksis bozuklukları (bazı işlemleri
dilsel düşünceden ziyade Freud'un özü gereği ve davranışları sekansiyel olarak planlayıp yerine
bilinçdışı (dil öncesi) olduğunu söylediği zihinsel getirememe), uzamda bulunduğu yeri tayin ederek
işlem yapma kapasitesini önemli ölçüde yitir­ yön bulamama, yüz tanıyamama, yüz ifade­
mişti. Buna karşılık dil işleviyle pek az ilgisi olan lerinden duygulan çıkarsayamama gibi belirtiler
sağ perisilvian bölge haraplanmalan psikanalitik de gözlenir. Bu tipte belirtilerin nöroloj ik açıkla­
açıdan çok daha ilginç sonuçlar verir. Bu böl­ ması nispeten kolaydır.
genin haraplanmalan, bölgenin kişilik, duygula­ Sağ parietal sendromu açıklamak için bazı
nım ve motivasyon bakımından daha önemli bir teoriler ileri sürülmüştür. Bu teorilerin birbirini
işlevi olduğunu gösterir. dıştaladığını değil tamaladığını düşünmek daha
doğru olur. Şimdi söz konusu teorileri sırayla
111.3. Sağ Perisilvian Haraplanmalı görelim.
Beyinlerin Psikanalizi (Bk. Şekil 5) a) Burada özetleyemeyeceğimiz bazı başka
bulgulara da dayanılarak sağ hemisferin, özellik­
1 1 1 . 3. 1 . Nöroloj i k Sendrom le de sağ parietalin uzamsal algı ve uzama ilişkin
Sağ perisilvian bölge haraplanmalanyla ilgili zihinsel işlem yapmayla ilgili olduğu kabul edilir.
nöro-psikanalitik verilerin tartışılması önemse­ Bir başka deyişle sağ parietalin genel olarak uzam,
diğim bir alana giriyor. Bu nedenle daha ayrıntılı uzamda bedenin konumu ve pozisyonu ve bede­
bir tartışmayı başka bir yazıya bırakıp, kısa bir nin durumuyla ilgili topografik haritalandırmasını
özetle yetineceğim. yaptığı düşünülür. Bu durumda sağ parietaldeki
Öncelike bu bölgenin haraplanmasında sol be­ haraplanma söz konusu topografik haritalandırma
den yansında ortaya çıkan felç tablosunun yanın­ işlevini bozduğundan sendromdaki belirtilerin
da genellikle gözlenen nöroloj ik semptomları önemli bir bölümü açıklanabilir.
hatırlayalım. b) Dikkat mekanizmalarında da sağ ve sol
1) Sol yan uzamsal ihmal sendromu. Sağ perisilvian hemisferler arasında bir fark olduğu kabul edilir;
bölge haraplanmalarında sıklıkla gözlenen tablo­ sağ hemisferin, bilhassa sağ parietalin özelikle
ların başat semptomu hasarlı beynin uzanım sol dikkat mekanizmalarında daha başat bir rol oy­
tarafından kaynaklanan enformasyonları işle­ nadığı gösterilmiştir. Buna göre sol hemisfer
mekte, dikkatini bu bölgeye çevirmekte büyük dikkat sistemi detayla ilgili enformasyonlara yöne­
güçlük yaşamasıdır. Bu sendromu bir başka likken, sağ sistem global enformasyonlara dönük­
yazımda daha ayrıntılı bir şekilde tartışmayı plan­ tür ve daha etkin bir sistemdir. Mesela görsel­
lıyorum. uzamsal dikkat söz konusu olduğunda sol hemis­
2) Anozognozi ve anozodiaforia. Söz konusu böl­ fer sadece sağ yan görme alanına yönelik dikkat
genin haraplanması bedenin sol yansında kimi sistemine sahipken sağ taraf her iki alana birden
kez ciddi bir felce neden olmakla beraber hasar­ dikkat yöneltebilme özelliğine sahiptir. Bu du­
lı beyin bu durumun farkında değildir ve dilsel rum sağ hemisfer hasarlı vakalarda gözlenen
düzeyde bedeninin felçli olduğunu inkar eder dikkat bozukluğunu (sol yarı uzamsal ihmal send­
(anozognozia). Hatta felçli beden yarısının ken­ romunu) açıkladığı gibi anozognozi ve anozodi­
disine değil bir başkasına ait olduğunu söyleyen aforia tablolarına açıklama getirebilir. Fakat bu son

28
NÖRO-PSİ KANALİZ

açıklamanın gücünü zayıflatan olgu bazı vakalar­ reaksiyonunun yaşanamaması), kimi vakalarda
da dikkat bozukluğu gözlenirken anozognozinin paranoya şeklinde kendini göstermekle beraber
gözlenmemesi veya tersine anozognozik bazı dikkat çekici bir tutarlılık göstermektedir.
vakaların dikkat bozukluğu götermemesidir (çift 2) Psikanalitik inceleme anozognozik vakaların
çözülme). bilinçdışı bir şekilde aslında hastalıklarını bildiği­
c) Bir başka ve tamamlayıcı yaklaşım sağ ni, anozodiaforik vakaların da hastalıkları karşısın­
hemisferin enformasyonları olumsuz duygusal da gösterdikleri yüzeyel duyarsızlıktan daha de­
açıdan değerlendirmeye almasına karşılık sol rin ve bilinçdışı bir seviyede hastalıklarıyla ilgili
hemisferin enformasyon işleminin baskın olarak şiddetli kaygılar taşıdığını göstermiştir. Ancak
olumlu duygusal değerde olduğu görüşüdür. vakalar analitik yorum çalışması karşısında direnç­
Dolayısıyla sağ hemisfer doku kaybı olumsuz lidir ve yorumla kazanılan içgörü çok kısa bir
yönde duygusal değerlendirmeyi azaltır. süre için etkili olmakta ve hasta hiçbir kalıcı
d) Benzeri fakat daha gelişmiş bir açıklama kazanım olmadan hızla eski haline dönmektedir.
Damasio tarafından verilmiştir. Çeşitli bulgulara Şimdi bu bulgular nöro-psikanalitik açıdan
dayanan Damasio bedenin ve iç organlların nasıl ele alınıp açıklanabilir? Nöro-psikanalitik
beyinin birincil somatosensorial alan (S 1 ), insu­ anlayış bu bulguların bağlantısız olmadığını ileri
la, bazal ön beyin yapıları, hipotalamus, hipota­ sürmektedir. Dolayısıyla açıklama iki aşamalıdır.
lamusun asosyasyon alanları olarak kabul edil­ a) Narsisitik gerilemenin açıklaması . Burada
mesi gereken limbik yapılar, mezansefalon ve üst narsisizmin psikanalitik teorisini ve nöro-psikana­
beyin sapında nöronal düzeyde temsilinin ve litik açıklamayı aşırı şematize ederek veriyorum.
monitorize edilmesinin duyguların oluşumunda Psikanalitik teoriye göre en erken nesne ilişkisi in­
önemli rol oynadığını düşünür. Ayrıca bu yapılar, sanın kendi bedeniyle narsistik ilişkisidir. Bir baş­
bedenin gerçek durumundan bağımsız olarak ka deyişle ego, nesne ilgilerini kazanmadan önce
"bedensel hafıza" üzerinden de duyguları oluş­ libido bedene yatırılmıştır. Ego libidoyu ancak
turabilirler. Damasio 'ya göre sağ hemisfer beden narsisitik evreden sonra dış dünyaya yatırır; ilgi,
durumunun temsilinde ve dolayısıyla duyguların dikkat ve beklenti dış dünyaya, nesneye döner.
oluşmasında başat rol oynar. Dolayısıyla sağ Libido 'nun dış dünyaya dönmesiyle narsisitik il­
hemisferin kortikal yapılarının tahribi beden du­ giler azalacaktır. Sağ hemisferin bilhassa dış
rumuyla ilgili yeni enformasyonların işlenmesi­ dünyaya (uzama) ve nesneye yönelik dikkat, mo­
ni imkansız kılar ve beyin "bedensel hafıza"ya tivasyon ve duygularla alakalı olduğu düşünülürse
dayanarak bedenin hasarlanma öncesi temsil­ bu bölgenin haraplanmasının narsisitik bir ger­
lerinden yola çıkarak kendini yanlış değerlendirir. i lemeye neden olacağı açıktır. Nitekim ano­
Bu durum ayrıca dikkat mekanizmalarının zognozik ve anozodiasforik vakalann ciddi nörolo­
duygu-motivasyon sistemleriyle alakası bakımın­ j ik sakatlıklarını bir şekilde inkar etmelerine rağ­
dan da değerlendirmeye alınmalıdır. men önemli hipokondriyak şikayetlerinin olması
ilgi, dikkat ve beklentililik hallerinin kaygılı bir
111.3.2. N öro-Psikanalitik Bulgu lar ve şekilde kendi bedenlerine döndüğünü gösterir.
Açı klama b) Anozognozi, anozodiasfori ve mizoplejianın
Sağ perisilvian bölgelerinde farklı hasarları açıklaması . Nöro-psikanalitik açıdan bu semp­
olan vakaların psikanalitik incelemesi çok ilginç tomlar narsisitik gerilemeyle alakalıdır. Narsistik
iki sonuç vermiştir. olarak gerilemiş vaka kendi bedeniyle aşırı ilgi­
l ) Bu vakaların sergiledikleri nöroloj ik ve lidir ve bedenine aşırı libidinal yatırım yapmıştır.
emosyonel tablolar hasarın yeri ve büyüklüğüyle Bu durumda da bedenindeki bir sakatlığı (felci)
bağlantılı olarak anozognoziden anozodiaforia ve kabul ederek normal bir yas reaksiyonu yaşaması
mizoplejiya kadar değişen özelikler göstermekle be­ güçtür. Bu nedenle vakalar anozognoziden mizo­
raber psikanalitik inceleme tüm vakalarda narsisi­ plejiayaya, anozodiasforiadan melankoliye değiş­
tik bir gerilemenin meydana geldiğini ortaya koy­ kenlik gösteren reaksiyonlar yaşarlar. Bu gibi
maktadır. Bu narsisitik gerileme kimi vakalarda tablolarda bastırma veya inkara benzer aktif ego
narsisitik kişilik özeliklerinin ön plana çıkması, savunmaları söz konusudur. Mesela yukarıda da
kimi vakalarda narsisitik bir belirti olarak melankoli kaydedildiği gibi anozognozik vakaların psikana­
tablosunun kliniğe eğemen olması (normal yas lizi bu vakalann bilinçdışı düzeyde hastalıklarını

29
imago / güz I 2005

cinde aktarımla gerçek ilişkiyi karıştırarak tera­


piste psikotik düzeyde reaksiyon verirler. Egonun
temelindeki gerçeklik ilkesi geniş ölçüde zarar
görür.
Kaplan-Solms ve Solms 'e göre insan "zihin­
sel aygıtı"nın bütünlüğünü korumasında bu böl­
genin önemli bir katkısı vardır. Bölgenin, zihin­
sel aygıtın bütünlüğünü korumaya yönelik en
önem katkısı birincil süreç düşüncesinin inhibe
edilmesi ve böylece ikincil sürecin egemenliğinin
kurulmasıdır. Ego'nun yapısal bütünlüğü ve süpe­
regonun inhibitör özellikleri her şeyden önce bu
bölgenin işlevselliğini korumasına bağlıdır.
VENTROMESiYAL VE Karar ve ifa sistemini oluşturan prefrontal kor­
ORBITAL FRONTAL BÖLGELER teks, diğer kortikal yapıların işlevini sekansiyel bir
Şekil 6 organizasyonda düzenlemek durumundadır. Bir
başka deyişle beynin bazal ön beyin, hipotala­
bildiğini gösterir. Ancak hasta bu acı verici nar­ mus ve ilgili !imbik yapılar, mezansefalon ve üst
sisitik yaralanmayla yüzleşmemek için hastalı­ beyin sapı gibi bedensel temsil bölgelerinden ge­
ğıyla ilgili bilgisini bastırır ve hasta olmadığını len ve emosyonların oluşumunda birinci derecede
söyler. Anozodiasforia tablosunda aktif mekaniz­ rol oynayan enformasyon akışıyla (kabaca "id" ile)
malarla felcin kendisi için duygusal önemini inkar oksipital, temporal ve parietal kortekslerdeki bir­
ederken, benzeri narsistik mekanizmalara dayanan incil duysal ve asosyasyon alanlarından gelen ve
mizoplej ia durumunda kendisini terk eden nar­ dış dünyayı (gerçekliği) temsil eden enformas­
sistik olarak yatırım yapılmış felçli beden bölümü­ yon akışının organizmanın yöneldiği motivasyonel
ne karşı şidetli öfke klinik tabloya egemen olur. aktivite içinde anatomik olarak yukardan aşağı
Keza sağ hemisfer hasarlı vakalarda nadiren de ol­ (yani prefrontalden !imbik, hipotalamik ve beyin
sa gözlenen melankoli tablosu da bir yandan sapı yapılarına) ve önden arkaya (yani gene pre­
hastalığın anozognozik inkarına diğer yandan da frontalden parito-oksipito-temporal alanlara)
şiddetli ambivalans nedeniyle normal yas reaksi­ doğru düzenlenmesi gerekir. Aksi taktirde beyin
yonunun yaşanamamasına bağlıdır. üstesinden gelemeyeceği bir enformasyon bom­
Burada oldukça basite indirgeyerek verdiğim bardımanına tlitulur ki bunların oluşturduğu zi­
açıklamalar oldukça ilginçtir. ve kanımca nöro­ hinsel süreç zaman içindeki ardışıklığını kaybet­
psikanalizin nöroloj ik bilimlere ilk katkı girişimi­ miş ve tamamen birincil süreç düşüncesinin özel­
ni dile getirmektedir. Söz konusu vakalarda nar­ liklerini gösteren bir görünüm kazanır. Bu genel
sistik gerilemenin tespit edilmesi bile başlı başına düzenlemede prefrontal korteksin dorzo-lateral
önemli bir buluştur. Bununla beraber özellikle bileşeni (mesela işlem hafızası örneğinde olduğu
anozognozi ve benzeri semptomlar için getirilen ak­ gibi) bilhassa önden arkaya doğru (kabaca gerçek­
tif ego savunması anlayışları bazı önlemlerle kab­ liğe doğru) bir düzenleme yaparken veiıtro-mezyal
ul edilmelidir kanısındayım. Mesela söz konusu bileşeni bilhassa yukardan aşağı (kabaca id'e
nöro-psikanalitik açıklama mevcut nöroloj ik açık­ doğru) bir düzenleme yapar. Bu sekansiyel orga­
lamalara alternatif olarak sunulmamalıdır. Yukarda nizasyon ikincil süreç düşüncesinin egemenliği,
da belirtiğim gibi bu konu oldukça önemlidir ve dolayısıyla organizmanın sosyo-kültürel ve fizik­
ayrıca tartışılmayı haketmektedir. sel gerçekliğin içinde uygun ve adaptif edimleri
için zorunludur.
111. 4. Ventro-Mezyal Prefrontal Hasarlı Eğer bilhassa ventro-mezyal prefrontal kortikal
Beyinlerin Psikanalizi (Bk. Şekil 6)
·

yapıların anatomik bütünlüğü bozulursa kabaca


Psikanalitik inceleme ventro-mezyal prefrontal konuşmak gerekirse gerçeklikle id arasındaki den­
bölgeleri hasarlanmış beyinlerin en şiddetli ve genin id lehine bozulduğunu, dolayısıyla birici!
arkaik aktarım gerilemelerini gösterdiğini ortaya süreç düşüncesinin zihinsel aktiviteye egemen olarak
koymuştur. Bu beyinler analitik gerileme süre- gerçeklik ilkesini devre dışı bıraktığını görürüz.

30
N Ö RO-PSİ KANALİZ

iV. Genel Değerlendirme kolaylaştıracağını ve bu alanlarda da gerekli epis­


temoloj ik önlemlerin alınmasına yardımcı ola­
Burada Kaplan-Solms ve Solms 'un insan zi­ cağını düşünüyorum.
hinsel aygıtının i lmek ilmek nasıl örülerek İlk ofarak bilinç kavramını netleştirmekten
yapılaştığına dair gerçekten ilginç görüşlerine pek yanayım. Bilinç kavramıni klasik olarak olduğu
az yer verebileceğiz. Bu görüşlerin esası Freud'un gibi farkındalık bilinci anlamında kullanalım.
metapsikolojik tezlerinin çağdaş nörolojik verilerle Ama bilincin düzeyleri arasında da belli bir dere­
geniş ölçüde örtüştüğünün gösterilmesi esasına c,elendirme yapalım. Bilincimizde yer alan tüm
dayandırılmıştır. Kabaca ifade etmek gerekirse fenomenleri aynı anda dilsel olarak düşün­
Freud'un id olarak ifade ettiği mental aygıt ünite­ mediğimiz veya dikkatimizi yöneltmediğimiz için
si beyinde bedenin temsil edildiği ve emosyonların bilinç fenomenlerinin çoğu aslında potansiyel
oluşmasında önemli rol oynayan arkaik beyin olarak farkındalık düzeyine taşınıp ifade edilebile­
yapılarının aktivitesine tekabül edecektir. Ger­ cek mahiyette olmalarına rağmen kelimenin tam
çekten de bu bölgelerin doğumdan sonra nörona! anlamıyla farkındalık düzeyinde yer almazlar.
aktivitesi en yüksek bölgeler olduğu gösterilmiştir. Bilincin bu düzeyine "potansiyel fenomenal bi­
Üstelik yaşamın başında davranışlara bilhassa linç" demeyi öneriyorum. Ancak dikkat yönelti­
egemen olan ·beyin bölgeleridir bunlar. lerek ön plana taşınan fenomenal bilinç içerikleri
Nöro-psikanaliz beynin arka bölg�lerinde yer kelimenin tam anlamıyla farkındalık eşiğine gelir­
alan birincil sensoryal ve ilgili asosyasyon alan­ ler ve dilsel olarak da ifade edilebilecek bir nite­
larını "algı sistemi" olarak ego'nun öncülü olarak lik kazanırlar. Farkındalık bilincinin bu düzeyine;
kabul edecek ve iç dünyadan (id'den) gelen en­ yani dikkat yöneltilerek ön plana çıkarılmış fakat
formasyonlarla dış dünyadan (algı sisteminden) henüz dilsel düşünceye veya dilsel ifadeye taşın­
gelen enformasyonların giderek bağlantılan­ mamış bilinç içeriğine (yani dilsel farkındalık
masıyla oluşan asosyasyon alanlarını zihinsel eşiğindeki bilinç fenomenlerine) "aktüel feno­
aygıtın kurulmasının ilk adımları olarak kabul menal bilinç" demek uygun olabilir. Yalnızca
edecektir. dilsel düşünce veya ifadeye konu olan bilinceyse
Bu yapılanmada prefrontal aktivite de önem­ "kelimenin tam anlamıyla farkındalık bilinci"
li rol oynayacak ve yukarda gördüğümüz gibi veya kısaca "refleksif-verbal fenomenal bilinç"
ego'nun ifa sistemiyle anne-babanın dilsel mü­ adını vermek uygun özküyor. Muhtemelen sadece
dahaleleriyle oluşan ego bölümü ( süperego) insana özgü olan tek bilinç türü budur.
giderek tüm zihinsel aygıta egemen olmaya Bilinçle ilgili yanlış anlaşmaya dayanan pek
başlayacaktır. çok tartışmanın kökeninde bu ayırımların
Yukarda da sözünü ettiğim gibi nöro-psikanal­ netleşmemiş olduğunu varsayabiliriz.
izin verileri modem nöroloj ik bilimlerle klasik Bilinçsiz ve bilinçdışı sıfatlarını da ayırt et­
Freudiyen kavramların geniş ölçüde örtüştüğünü mekte fayda var. Freud 'un bilinçdışı o larak
veya en azından ilişkilendirilebileceğini göster­ nitelediği pek çok zihinsel süreci bilinçsiz sı­
mektedir. fatıyla karşılamak hem çağdaş nöroloj ideki iler­
lemelerle ve günümüz nörolojisinin diliyle daha
V. Sonuç iyi bir ilişki kurmaya imkan verecek hem de
Öyle gôrünüyor ki nöro-psikanaliz, gerek psikanalizin· verilerinin daha iyi anlaşılmasını
psikanaliz gerekse psikoterapi tarihinde önemli bir sağlayacaktır.
dönüm noktası olmaya aday bir akım. Sanının İnsan beyninin pekçok işlevi bilinçsizdir; yani
bu akım nöroloj ik bilimlerde son yıllarda gerçek­ asla fenomenal bilinç niteliği alamaz, dolayısıy­
leşen atılımlara bir yenisini ekleminin ötesinde bir la ne aktüel bilince ne de refleksif-aktüel bilince
anlam taşıyor. Çünkü bu akımın ima ettiği dönü­ konu olmaz. Buna kısaca iki örnek vermek isti­
şüm insan bilimlerinin hak ettiği yeri; yani giderek yorum. İlk olarak "birleştirme" (binding) prob­
bir doğa bilimi statüsü alacağını müjdeliyor. lemiyle ilgili kısa bir hatırlatma yapalım. Bilindiği
Bununla beraber nöro-psikanalitik yaklaşımda gibi görme olayında görünen nesneyle ilgili en�
veya benzeri girişimlerde bazı kavramları daha iyi formasyonlar beyindeki birincil görme merkezine
tanımlanmış bir çerçevede tartışmaya çalışmanın ulaştıktan sonra bunlar mesafe, şekil, hareket,
nöroloj ik bilimlerin diğer dallarıyla ilişkiyi renk gibi özellikleri bakımından farklı asosyasyon

31
imago I g üz I 2005

kortekslerinde değerlendirilir. Beynin bütün bu kişinin yanına gitmeyi yeğlemektedir. Olayın


özellikler bakında nasıl enformasyon sahibi nöroloj ik açıklamasını bir tarafa bırakalım. Bu
olduğunu kabaca da olsa bilmemize rağmen nasıl bilinçsiz davranış eğilimi ilk örneğe göre
olup da ayn ayn beyin bölgelerinde işlenen bu en­ Freudiyen bilinçdışı nosyonuna daha yakın ol­
formasyonların bilincimizde bütün bu özelliklere makla beraber gene de bilinçdışı olarak nitelene­
sahip tek bir nesne fenomeni şeklinde teşekkül et­ mez. Çünkü vaka, her ne kadar davranışının ardın­
tiğini, bütün bu farklı bölgelerin işlem sonuçlarının daki neden anlatılsa bilişsel düzeyde o an için de
bir tek nesne fenomeninde birleştirildiğini tam olsa belki kavrayacak zekaya sahip olmasına rağ­
olarak bilmiyoruz. Bu konuda bazı varsayımlar men, bilinç alanında kendisini böyle davranmaya
ileri sürülmüş olmakla beraber (Bk. Crick; 1 995) sevkeden anıları fenomenal düzeyde yaşantıla­
burada bizi ilgilendiren esas sorun bu birleştirme mak (hatırlamak) , dolayısıyla davranışlarını
sürecinin tamamen bilinçsiz olmasıdır. Beynimiz değiştirmek imkanından yoksundur. Yani bu vaka­
bu birleştirmeyi nasıl yapıyor olursa olsun beyni­ rla psikanalitik yorum çalışması hiçbir netice ver­
miz bilincinde bütünsel bir nesne fenomenini hazır meyecektir.
buluyor. Yani birleştirme beynin tamamen bilinç­ Demek ki ben sadece (yorumlama veya baş­
siz bir işlemi-süreci olmasına rağmen beyin, bil­ ka bir şekilde) fenomenal bir nitelik kazanarak bil­
incinde yanlızca bu işlemin sonucu olan fenomeni inç alanında yer almaya elverişli fakat aktüel
bulmaktadır. Açıkçası beynin bu bilinçsiz bir­ olarak bilinçsiz olan zihinsel süreçleri Freudiyen
leştirme işleminin Freudiyen bilinçdışı nosyonuyla anlamda bilinçdışı olarak nitelemeyi öneriyorum.
hiçbir alakası yoktur. Bu tipte hiçbir zaman feno­ Bu durumda bilinçdışı zihinsel süreçler beynin
menal nitelikte bir bilinç içeriği kazanamayacak genel bilinçsiz zihinsel süreçlerinin özel bir alt
nörona! süreçl ere bilinçsiz dememiz daha grubu olacaktır. Freud'un özgün buluşu hurdadır
doğrudur. zaten. Bilinçdışı terimini nerede kullanmayı ter­
İkinci bir örnek olarak Damasio 'un naklettiği cih ettiğimi göstermek için küçük bir örnek ver­
bir vakadan sözetmek isterim (Damasio; 2000). mek isterim.
Aslında yüzyılın başından beri çeşitli örnekleriyle Çeşitli nedenlerle burada terapisinin ayrın­
zaten çok iyi bilinen anterograt amnezisi olan bir tılarına giremeyeceğim bir bayan hastam bir seans­
vakadan söz eder Damasio. Yakanın özgün ve il­ ta odama girdikten hemen sonra aniden sebepsiz
ginç tarafı (yani vakada bilateral hipokampus bir gerginlik yaşadığını, oysa terapiye gayet iyi
harabiyetine, hipokampus gibi LTP aktivitesi duygularla geldiğini söyledikten sonra sanki
olduğu gösterilmiş olan bilateral amigdala hara­ Damasio'nun duygularda bedenin (bedenin beyin­
biyetinin de ilave olmuş olması, dolayısıyla örtük deki temsilinin) rolünü doğrularcasına şu çarpıcı
hafıza sisteminde yaygın anlayışın ötesinde hipota­ cümleyi kurdu "Çok garip, sanki bedenim bir şey
lamusun veya başka diansefalik, mezansefalik ya hatırlıyor". Bu vaka, hipokampus ve amigdalası
da üst beyin sapı yapılarının da rol oynadığını normal çalışan bir nevroz olgusu olmakla beraber
telkin etmesi) bizi burada ilgilendirmeyecek. gerçekten de Damasio 'nun sözünü ettiği antero­
Anterograt amnezisi olan tüm tipik hastalar gibi grat amnezili hastasının tepkisine benzer bir tep­
bu vaka da yeni anıları hızla unutmaktadır. ki vermekteydi. Hastanın duygusu teraRinin de­
Epizodik anılara ilişkin bu amneziye rağmen rinlemesine çalışma sürecindeki materyale uyum­
"örtük" hafıza sistemi sayesinde geçmiş deneyim­ luydu ve yorumlandığında bilinçli kılınabilecek
lerin bu gibi vakaların aktüel davranışını etki­ anıların aktarımda yeniden canlanmasına bağlıy­
lemesi çok iyi araştırılmış bir konudur. Söz konusu dı. İşte sadece bu tipte bilinçsiz materyale, yani yo­
vakada Damasio ".e ekibi kliniklerinde yatan has­ rum veya başka bir yolla fenomenal mahiyet
tayla ilgili şöyle bir deney tasarlarlar. Düzen­ kazanıp bilinçli kılınabilecek ama o an için feno­
ledikleri çeşitli mizansenlerde ekipten bir üye, menal bilinç düzeyinde yer almayan zihinsel
hastaya devamlı olarak iyi davranırken bir başkası süreçleri bilinçdışı terimiyle nitelemeyi öneri­
nötr, bir diğeriyse kötü davranmaktadır. Hasta yorum.
kısa bir süre sonra bütün bu olaylan, hatta kişileri Kavramları bu şekilde netleştirmemizin nöro­
unutmasına ve sanki yeni görüyormuş gibi davran­ psikanalize katkı açısından da önemli olduğunu
masına rağmen sıradan zamanlarda bilinçsiz bir düşünüyorum. Çünkü "Bastırmanın Muhtemel
şekilde eskiden kendisine iyi davranmış olan Nöro-Biyolojik Açıklamasına Dair" isimli yazım-

32
.N ÖRO-PS İ KANALİZ

da göstermeye çalışacağım gibi muhtemelen lendirilip aydınlatılabilir ama bu aydınlatma ve


"bastırma" mekanizması tıpkı "birleştirme" açıklama tıpkı birleştirme olgusunu açıklamak
işlevinde olduğu gibi bilinçsiz bir zihinsel ak­ gibi bir etki gösterir; yani bilinçsiz beyin ak­
tivite olmakla beraber, bastırılan zihinsel süreç tivitesine fenomenal düzeyde bir temsil şansı tanı­
tam anlamıyla Freudiyen bilinçdışı olarak nite­ maz. Demek ki teknikte "açıklama" bilinçsiz
lenmeye elverişlidir. Yani yukarıdaki vaka süreç lere uygulanmalıdır. Yorumsa bilinçdışı
örneğinde bastıran zihinsel süreç (nörona! ak­ süreçlere. Bu küçük saptama bile nöroloj i bil­
tivite) bilinçsizdir. B astırılan zihinsel süreç gisinin psikoterapi tekniğine nasıl katkıda buluna­
{nörona! aktivite) ise bilinçdışıdır. Hasta bastır­ bileceğini örnekler kanısındayım.
mayı gerçekleştiren bilinçsiz süreç bakında bilgi-

Kaynakça

Byme, R. ( 1 995); The Thinking Ape. Oxford University Press. Mesulam, M. ( 1 998) ; From sensation to cognition. Brain, 1 2 1 : 1 0 1 3-
Chalmers, D. ( 1 995) ; Facing up to The Problem of Consciousness. 1 052
J. Of Consciousness Studies. V.2, No 3. Mesulam, M. (2000); Principles of Behavioral and Cognitive
Chalmers, D. ( 1 996) ; The Conscious Mind. Oxford University Press. Neurology. Oxford University Press
Corballis, M. ( 1 99 1 ) ; The Lopsided Ape. Oxford University Press. Muckenhoupt, M. ( 1 997); Sigmund Freud. Çev.Akatlı, F.TÜBİTAK
Cozolino,L. (2002); The Neuroscience of Psychotherapy. Norton Popüler Bilim Kitapları
Professionall Books. Mithen, S. ( 1 996); Aklın Tarihöncesi. Türk. çev. Kutluk, i. Dost Yay.
Crick, F. ( 1 995) ; The Astonishing Hypothesis. Touchtone. 1 999.
Damasio,A. ( 1994); Descartes 'ın Yanılgısı. Çev. Atlamaz, 8., Varlık Panksepp, J. ( 1 998); Affective Neuroscience. The Foundations Of
Yay. Human and Aniınal Emotions. Oxford University Press.
Darnasio, A. (2000); The Feeling ofWhat Happens. Vintage. Penrose, R. ( 1 989); Kralın Yeni Usu. Çev. Dereli, Ç. TÜBİTAK
Ey, H. ( 1 934); Hallucination et Delire. Alcan. Popüler Bilim Kitapları.
Ey, H. ( 1 973); Traite des Hallucination. (2 cilt). Masson. Rose, S. (2003); The Making of Memory. Vıntage.
Ey, H., Bemard,P., Brisset,Ch. ( 1 978); Manuel de Psychiatrie. Massson. Solms, M. ( 1 997); Neuropsychology ofDreams. A Clinico-Anotornical
Fuster, J.M. (2003); Cortex and Mind. Oxford University Press. Study. Mahwath,NJ; Lawrence Erlbaum Associates.
Goldberg, E (2001); The Executive Brain. Frontal Lobes and Civiliz.ed Solms, M. Ve Tumbull,O (2002) ; The Brain and The Inner World.
Mind. Oxford University Press. Odher Press.
Hooft,G ( 1 996); Maddenin Son Yapı Taşlan. TÜBİTAK Popüler Tura, S. M. ( 1 986); Organo-Dinamik Teorinin Epistemolojik Kritiği.
Bilim Kitapları İ.Ü.İ.T.F. Psikiyatri ABD. Tıpta uzmanlık tezi.
Kaplan-Solms,K. ve Solms,M. (2000) ; Clinical Studies in Neuro­ Tura, S. M. (2005); Kartezyen İkiliği Aşmak. İmago, ! .sayı.
psychoanalysis. Kamac. Wills, Ch. ( 1 993); The Runaway Brain. Harper Collins Publisher.
McCarthy ve Warrington ( 1 990); Cognitive Neuropsychology.
Acdernic Press,Inc.

33
Barbus Müller (Barbier-Müller)
ÖZEL MAKALE

Psi kanal izi n Biyoloj is i ve Geleceğ i :


" Ps i k i yatri i ç i n Ye n i B i r
E nte l e ktü e l Ya p ı " n ı n
G özd e n G e ç i ri l m es i*
Dr. Eric Ka n de l

Çeviren: Muzaffer Kaşar

T
he American Journal of Psychiatry, da­ durum da olsaydık, tanımlamamızdaki ek­
ha önceki "Yapı" makaleme yanıt olarak siklikler muhtemelen ortadan kaybola­
bir çok mektup aldı ( 1 ). Bunların bazıları caktı . . . . [fizyoloji ve kimyadan] en
bu yayında bir yerlerde basıldı ve oralar­ şaşırtıcı bilgileri vermesini ümit edebili­
da bu mektuplan kısaca yanıtladım. Bununla be­ riz ve bunlann üzerine yüklediğimiz soru­
raber, bazı mektuplardan kaynaklanan bir konu da­ lara birkaç düzine yılda ne yanıtlar vere­
ha ayrıntılı bir yanıtı hak etmektedir, ve bu da ceklerini tahmin edemeyiz. Bu bilgiler
biyoloj inin psikanalizle herhangi bir bağlantısı hipotezimizin suni yapısının tümünü or­
olup olmadığıyla ilişkilidir. Kanımca, bu konu tadan kaldıracak türden olabilirler.
psikanalizin geleceği için o kadar önemlidir ki Sigmımd Freud,
kısa bir yorum ile karşılık bulunamaz. Bu neden­ "Haz İlkesinin Ötesinde" (3)
le, psikanalizin geleceği için biyolojinin önemini
özetleme çabası içinde bu makaleyi yazdım. (Am Yirminci yüzyılın ilk yansı boyunca psika­
J Psychiatry 1 999; 1 56 : 5 05-524) naliz zihinsel yaşam anlayışımızda bir devrim
yaptı. B ilinçdışı zihinsel süreçler, psişik deter­
Psikolojideki geçici düşüncelerimizin
minizm, çocuk cinselliği, ve, belki de tümünden
tümünün nihayetinde bir gün organik bir
daha önemli olanı, insan güdülenmesinin irras­
altyapı üzerine temelleneceğini aklı­
yonelliği hakkında önemli bir dizi yeni içgörü
mızdan çıkarmamalıyız.
sağladı. Bu ilerlemelerin aksine, bu yüzyılın ikin­
Sigmund Freud,
ci yansı boyunca psikanalizin kazanımları pek
"Narsisizm Üzerine"(2)
etkileyici olmadı . Psikanalitik düşünce ilerle­
Halihazırda psikolojik terimleri fizyolo­ meye devam etmiş olsa da, çocuk gelişimindeki
jik ve kimyasal terimler ile değiştirecek belirli ilerlemeler istisna olmakla beraber, görece

* müsveddeleri üzerine eleştirel yorumlarda da bulunan


22 Kasım 1 998'de alındı; düzeltme 1 6 Şubat 1 999'da
alındı; 1 9 Şubat 1 99 9 ' da kabul edildi. Howard Hughes Tıp Marianne Goldberger ' in içgörülü katkılarından büyük
Enstitüsü ve Nörobiyoloj i ve Davranış Merkezi, Psikiyatri ölçüde fayda gördüm. Ek olarak, Nancy Andreasen, Mark
ve Biyokimya ve Biyofizik B ölümleri, Columbia Üniver­ Barad, Robert Glick, Jack Gorman, Myron Hofer, Anton O.
sitesi Hekimler ve Cerrahlar Fakültesi'nden. Adresin yeni Kris, Charles Nemeroff, Russell Nicholls, David Olds,
baskısı için Dr. Kandel, 722 West 1 68th St. , New York, NY Mortimer Ostow, Chris Pittenger, Stephen Rayport,
1 0032. Michael Rogan, James Schwartz, Theodore Shapiro, Anna
Bu makale üzerine çalışmam sırasında bu metnin önceki Wolff, ve Marc Yudkoff'tan faydalı öneriler aldım.

35
imago I güz I 2005

az miktarda yeni parlak içgörü oluştu (yeni iler­ zihin ve bozuklukları üzerine yeni ve zorlayıcı bir
lemelerin bir derlemesi için 4- 7 . kaynaklara perspektif geliştirmede kognitif nörobilime
bakınız). En önemlis-i, ve en hayal kırıklığı katılarak entelektüel enerjisini yeniden kazan­
yaratanı, psikanalizin bilimsel olarak evrilmiş masıdır.
olmamasıdır. Özgül olarak, daha önce formüle et­ Psikanaliz ile kognitif nörobilim arasında bu­
tiği heyecan verici düşünceleri test etmek için rada özetlediğim türden anlamlı bir bilimsel etki­
nesnel yöntemler geliştirmemiştir. Sonuç olarak, leşim psikanaliz için yeni yönler ve bunları
psikanaliz yirmi birinci yüzyıla etkileyiciliği gerçekleştirmek için yeni kurumsal yapılar gerek­
azalmış halde giriyor. tirecektir. Dolayısıyla, bu makaledeki amacım
Bu azalma üzüntü vericidir, çünkü psikana­ psikanaliz ve biyoloji arasındaki kesişme nokta­
liz zihin için hala en tutarlı ve entelektüel olarak larını tanımlamak ve bu kesişmelerin nasıl verim­
en tatminkar görüştür. Psikanaliz entelektüel li bir biçimde incelenebileceğini özetlemektir.
gücünü ve etkileyiciliğini yeniden kazanmak is­
tiyorsa, düşmanca eleştirileri yanıtlamanın ver­ Psi kanalitik Yöntem ve Zih i ne
diği uyaranlardan daha fazlasına ihtiyaç duya­ Psi kanalitik Bakış
caktır. Psikanaliz, onu önemseyenler ve sofistike Psikanaliz ve biyoloji arasındaki benzeşim
ve gerçekçi bir insan güdülenmesi teorisini önem­ noktalarını özetlemeden önce, psikanalizdeki gün­
seyenler tarafından yapıcı bir biçimde hizmete cel krize yol açan bazı faktörleri gözden geçirmek­
sunulmaya ihtiyaç duyacaktır. Bu makaledeki te fayda var. Bu kriz özellikle metodolojideki kı­
amacım psikanalizin kendini yeniden harekete sıtlamadan kaynaklanmıştır. Burada konuyla ilgi­
geçirecek bir yol önermektir, ve bu da genelde li üç nokta vardır:
biyoloji ve özelde kognitif nörobilim ile daha Birincisi, yirminci yüzyılın başında, psikana­
yakından bir ilişki geliştirmekle olacaktır. liz serbest çağrışım ve yoruma dayalı bir psikolo­
Psikanaliz ve kognitif nörobilim arasında da­ jik değerlendirme yöntemi geliştirdi. Freud bize
ha yakın bir ilişki psikanaliz için biri kavramsal hastalan dikkatlice ve daha önce kimsenin kul­
ve diğeri deneysel olmak üzere iki amacı yerine lanmadığı yeni usullerle dinlemeyi öğretti. Aynca
getirecektir. Kavramsal bakış açısıyla, kognitif Freud yorumlama için, hastaların başka suretle
nörobilim psikanalizin müstakbel gelişimi için ilişkisiz ve tutarsız görünen çağnşımlannı anlamak
yeni bir tesis sağlayacaktır. Bu tesis muhtemelen için, geçici bir şema taslağı çizdi. Bu yaklaşım öyle
metapsikolojiden daha tatminkar olacaktır. David yeni ve kuvvetliydi ki uzun yıllar boyunca Freud
Olds biyolojinin bu potansiyel katkısına "meta­ ve diğer zeki ve yaratıcı psikanalistler hastayla
psikolojiyi bilimsel bir tesis temelinde yeniden analist arasındaki psikoterapötik yüzleşmenin bi­
yazmak" diyerek atıfta bulunmuştur. Deneysel .limsel sorgulama için en iyi bağlamı sağladığını
bakış açısıyla, biyolojik içgörüler, araştırma için, savunabildiler. Gerçekten de, ilk yıllarda, psikana­
zihnin nasıl çalıştığına dair özgül düşünceleri listler basitçe hastalan dinleyerek veya gözlemsel
test etmek için bir uyaran olarak görev yapa­ çalışmalardaki analitik durumlarda düşünceleri
bilirler. test ederek, zihin anlayışımıza bir çok faydalı ve
Diğerleri psikanalizin daha ılımlı amaçlar ile özgün katkılarda bulundular. Bu yöntemin özel­
tatmin olması gerektiğini; psikanalizle daha likle çocuk gelişiminde faydalı olduğu kanıtlandı.
doğrudan ilişkili olan ve klinik uygulama ile da­ Bu yaklaşım hala klinik olarak faydalı olabilir
ha doğrudan ilgili olan bir disiplinle, kognitif çünkü Anton Kris'in vurguladığı üzere, artık fark­
psikoloji ile daha yakın bir etkileşim için uğraş­ h biçimde dinliyoruz. Yine de, bu özel yöntemin
makla tatmin olması gerektiğini savundular. bir araştırma aracı olarak yenilikçi inceleme
Benim bu tartışma ile bir çekişmem yoktur. gücünün çoğunu tükettiği açıktır. Ortaya çıkışın­
Bununla beraber, bana öyle geliyor ki bugün dan yüz yıl sonra, yalnızca her hastayı dikkatlice
kognitif psikolojideki en heyecan verici durum dinleyerek öğrenilebilenlere dayanan teorinin
olan ve yarın daha da heyecan verici olacak du­ usulünde pek az yenilik vardır. Nihayetinde, mo­
rum, kognitif psikolojinin ve nörobilimin kognitif dem zihin çalışmaları noktasında, gözlemci yan­
nörobilim dediğimiz birleşmiş tek bir disiplinde lılığına bu denli hassas olan psikanalitik konum
bütünleşmesidir (bu bütünleşmenin bir örneği bağlamında, tek tek hastaların klinik gözlemi zi­
için 8 . kaynağa bakınız). Umudum, psikanalizin, hin bilimi için yeterli bir temel değildir.

36
P s i ka n a l izin B iyol oj i s i ve Geleceği

Psikanaliz cami asındaki kıdemli insanlar dahi Bu yalnızca psikanalizin konumu için değil aynı
bu görüşü paylaşmaktadır. Nitekim, Kurt Eissler zamanda diğer inceleme alanları için de önemlidir.
(9) şöyle yazmıştır: " Psika nalitik araştırmanın Terapi seanslarında edinilen içgörüler, psikanali­
momentumundaki azalma analistler arasındaki tizin konumunun dışında diğer inceleme biçim­
öznel faktörlerden değil, daha ziyade geniş öneme lerini de önemli ölçüde etkiledi. Bunun başarılı bir
sahip tarihi gerçeklerden ötürüdür: Psikanalitik örneği çocukların doğrudan gözlemi ve bağlanma
konum içerdiği her şeyi ortaya sundu. Araştırma ve ebeveyn-çocuk etkileşiminin deneysel anali­
olasılıklarına gelince, en azından yeni paradig­ zidir. Gelecekteki deneysel analizleri psikanalitizin
ma olası lıkları tartışılma dıkça, elimizdekiler konumundan edinilen içgörülere dayandırmak,
tükenmiş durumdadır." bu durumların bilimsel güvenilirliğini iyileştire­
İkincisi, bu tartışmaları n netleştirdiği üzere, ceğinden tüm bunları daha da önemli kılmaktadır.
psikanaliz amacında tarihs el olarak bilimsel ol­ Üçüncüsü, akademik tıbbın diğer alanların­
muşsa da, yöntemlerinde nadiren bilimsel ol­ dan farklı olarak, psikanalizin ciddi bir kurumsal
muştur; yıllar boyunca varsayımlarını test edi­ sorunu vardır. Geçen yüzyılda · sebat eden ve
lebilir deneylere sunmad a başarısız olmuştur. çoğalan psikanaliz kurumları araştırma ve eği­
Gerçekten de, p sikanali z geleneksel olarak timde kendilerine has yaklaşımlar geliştirdiler;
düşünce üretmede, onları t est etmekten çok da­ bu yaklaşımlar diğer araştırma biçimlerinden yalı­
ha iyi olmuştur. Bu yetersi zliğin bir sonucu ola­ tılmış hale geldi. Kayda değer istisnalar olmakla
rak, psikoloj inin ve tıbbın diğer alanlarının yap­ beraber, psikanaliz kurumlan ampirik araştırnia ve
mış olduğu gibi bir ilerlem e gösterememiştir. sorgulayıcı çalışmalar için öğrencilerine veya
Modern davranış bili minin kör deneyler fakültelerine uygun akademik ortamı sağlamadılar.
yoluyla deneyci yanlılığı n ı kontrol etme en­ Tıbbın ve kognitif nörobilimin içinde, ve aslın­
dişeleri, psikanalistlerin endişelerini büyük öl­ da bir bütün olarak toplumun içinde entelektüel bir
çüde ıskaladı (önemli istisnalar için 1 0- 1 2 . kay­ güç olarak varlığını sürdürmek için, psikanalizin
naklara bakınız). Nadir isti snalar dışında, psika­ araştırmalarını gerçekleştirmek amacıyla yeni ente­
nalitik görüşmede toplanan veriler mahremdir: lektüel kaynaklara, yeni metodoloj ilere uyum
Hastanın yorumları, çağrı ş ımları, sessizlikleri, sağlamaya ve yeni kurumsal düzenlemelere ihtiya­
duruşu, hareketleri ve diğer davranışları ayrıca­ cı olacaktır. Bir çok tıp disiplini diğer disiplin­
lıklıdır. Aslında, iletişimin mahremiyeti psika­ lerin metodolojileri ve kavramlarını birleştirerek
nalitik konumun neden olduğu temel güven için gelişmiştir: Genel olarak, psikanaliz bunda
önemlidir. İşte güçlük de buradadır. Neredeyse başarısız olmuştur. Psikanaliz henüz kendini biyo­
tüm olgularda, yalnızca analistlerin olduğuna loj inin bir dalı olarak aynmsamadığı için, beynin
inandıklarının öznel kay ıtl arına sahibiz. Araş­ biyolojisi hakkında son 50 yılda ortaya çıkan zen­
tırma psikanalisti Hartvig D ahl ' in ( 1 1 ) uzun süre gin bilgi birikimi ve davranış üzerindeki kont­
savunduğu üzere, bu tür kulaktan dolma kanıt­ rolünü zihine psikanalitik bakışla bütünleştireme­
lar çoğu bilimsel bağlam da veri olarak kabul miştir. Bu da elbette şu soruyu akla getirmektedir:
edilmez. Bununla beraber, p sikanalistler bir tera­ Neden psikanaliz biyoloj iye daha fazla kucak
pi seans ında olanların kayıtlarının mecburen açmıyor?
öznel ve yanlı oluşundan n adiren endişelenirler.
Sonuç olarak, Boring 'in ( 1 3) yaklaşık 50 yıl Zih n i n Biyolojisinin Leh inde ve
önce yazdıkları halen ayakta durmaktadır: "Başar­ Aleyhindeki Tartışmaları
dıklarına olan minnettarlığırrı. ız eksilmemekle be­ G ü n ümüzdeki Psikanalist Nesli
raber, psikanalizin bilimsel lik öncesi olduğunu Başlattı
söyleyebiliriz. Kontrol için hiç bir teknik geliş­ 1 894 'te Freud biyolojinin psikanalize yardım­
tirmemenin yanında, den eylerden yoksundu. cı olacak kadar ilerlemediğini öne sürdü. Bu iki­
Tanımlamayı saflaştırmak g erekirse; kontrol ol­ sini bir araya getirmek için erken olduğunu
madan, semantik tanımlamayı gerçekten ayırt et­ düşündü. Bir yüzyıl sonra, bir takım psikanalistler
mek imkansızdır." çok daha radikal bir görüşe sahipler. Biyolojinin
Bu yüzden, gelecekte, p sikanaliz kurumları psikanaliz ile ilişkisiz olduğunu öne sürüyorlar.
tüm gözetilen analizlerin en azından bir kısmının örneğin, Marshall Edelson, "Psikanalizde Hipotez
bu tür bir tetkike açık olmas ı.na gayret etmelidir. ve Delil" kitabında şöyle yazmıştır:

37
imago ı güz ı 2005

Psikanalitik teoriyi nörobiyolojik bir Şu anda, psikanaliz, istemiş olsaydı kolayca


kuruluma bağlama, veya zihin hakkında­ hermenötik şöhretine yaslanıyor olurdu. Freud ve
ki hipotezleri beyin hakkındaki hipotez­ öğrencilerinin önemli katkıları üzerine, bilinçdışı
lerle tek bir teoride kanştırma çabalanna, zihinsel süreçler ve bizi karmaşık, psikoloj ik
mantıksal karışıklık ifadeleri içerdik­ nüansları olan bireyler yapan güdülenmeler
lerinden dolayı karşı çıkılmalıdır. hakkındaki içgörüler üzerine yorumlanmaya de­
Zihin-beden ilişkisini ele alırken zihin ve be­ vam edebilirdi ( 1 8-26). Gerçekten de, bu katkılar
denin "işlevsel birliği"ne inancını beyan etmiş bağlamında, Freud 'un insan güdülenmesinin
olmasına karşın Reiser ' in duruşunu terketmek büyük modem düşünürü konumuna pek az kişi
için hiçbir neden göremiyorum: meydan okuyabilirdi veya tarih boyunca
"Zihin bilimi ve beden bilimi farklı Sofokles 'ten Schnitzler 'e batılı zihinleri meşgul
diller, (değişen düzeylerde soyutlama ve eden psikolojik konularda Freud'un derin anlayışı
karmaşıklıkla beraber) farklı kavramlar, ile yüzyılımıza kalıcı bir damga vurduğunu inkar
ve farklı araç düzenekleri ve teknikleri edecekler pek az sayıdaydı.
kullanırlar. Yoğun anksiyete duru­ Fakat psikanaliz geçmiş başarımlara yasla­
mundaki bir hastanın eş zamanlı ve para­ nacaksa, Jonathan Lear (27) ve diğerlerinin öne
lel psikolojik ve fizyolojik çalışmaları sürdüğü üzere, bir zihin felsefesi olarak kalmalıdır
kaçınılmaz olarak iki ayn ve farklı açık­ ve -Frued ' dan Hartmann ' a Erickson ' dan
layıcı veri, ölçüm, ve formülasyon düze­ Winnicott ' a- psikanaliz literatürü Platon,
neği ortaya çıkaracaktır. Bu ikisini çeviri Shakespeare, Kant, Schopenhauer, Nietzsche ve
ile ortak bir dilde veya referansla ortak bir Proust'un yanında felsefi veya şiirsel modem bir
kavramsal yapıda birleştirmenin herhan­ metin gibi okunmalıdır. Diğer yandan, çoğu
gi bir yolu yoktur. Üstelik henüz iki sa­ psikanalistin arzu ettiğine inandığım üzere, bu
ha için eş biçimli olan, ara kesit kalıpları alan sivrilen zihin biliminin evrilen, aktif bir
görevi yapacak kadar birleştirici kavram­ katılımcısı olmayı arzu ederse, o halde psikana­
lar yoktur. O halde, tüm pratik amaçlar liz geri düşüyor demektir.
için, zihin ve bedeni ayrı sahalar olarak Bu nedenle Lear'in (27) ifade ettiği şu düşün­
ele alıyoruz; esasen, psikofizyolojik ve ceye katılıyorum: "Freud öldü. Sıradışı üretici ve
psikosomatik verilerimizin tümü, özünde yaratıcı bir yaşamdan sonra, 1 939' da öldü . . . önem­
belirli bir zaman aralığında şansın li olan onu katı bir simge gibi, idolleştirerek veya
ötesinde bir frekansta, iki sahada ger­ karalayarak ona saplanıp kalmamaktır."
çekleşen olayların rastlantısını gösteren
kovaıyans verileridir. " [15, p. 4 79] Biyoloj i Psikanalizin H izmetinde
Sanırım bilim adamları nihayetinde en azından Bu makaledeki odak noktam biyolojinin, zih­
Reiser ' in tanımladıklarının metodoloj ik olarak nin psikanalitik keşfini yeniden canlandırabile­
basitçe sanatın güncel durumunu veya düşünce­ ceği yollardır. Psikanaliz için neyin anlamlı bir bi­
lerimizin yetersizliğini yansıtmadığı, daha ziyade yoloj ik kuruluma evrilebileceğinin ana hatlarına
mantıksal veya kavramsal olarak gerekli olan bir sahip olsak da, işin çok başında olduğumuzu baş­
şeyi, hiçbir pratik veya kavramsal gelişmenin asla tan söylemeliyim. Henüz karmaşık zihinsel süreç­
azaltamayacağı bir şeyi temsil ettiği sonucuna lerin hiç biri hakkında entelektüel olarak tatminkar
varabilirler. bir biyoloj ik anlayışa sahip değiliz. Yine de son
Reiser ile kendi birkaç karşılaşmamda onun 50 yılda biyoloji önemli bir ilerleme kaydetti ve
beyin ile zihni ilişkilendirmekten çekindiği kanısı­ bu uygun adım yürüyüş hiç yavaşlamadı .
na varmadım. Yine de, Edelson' dan uzun bir alın­ B iyologlar beyin-zihin üzerine çabalarıyla daha
tı yaptım çünkü onun bakışı şaşırtıcı derecede fazla dikkat çektikçe, çoğu, yirminci yüzyıl biyo­
çok sayıda psikanalistin, ve hatta son yazılarının loj isi için gen ne ise, yirmibirinci yüzyıl biyoloji­
bazılarında Freud'un dahi paylaştığı bakışın tem­ si için zihnin o olduğuna inanır hale gelmeye baş­
silcisidir. Psikanalize bilimsel bakışa karşı, her­ ladı. Nitekim, Francois Jacob (28) şöyle yazıyor:
menötik olarak anılan bu bakış, psikanalizin en­ "Sonlanmakta olan yüzyıl nükleik asitler ve pro­
telektüel olarak gelişmeye devam etmesini en­ teinlerle işgal edilmişti. Bir sonraki bellek ve arzu
gelleyen bir durumu yansıtmaktadır ( 1 6, 1 7). üzerine yoğunlaşacak. Bunların taşıdığı sorulara

38
P s i ka n a l izin Biyoloj is i ve Geleceğ i

yanıt bulabilecek mi?" Long-Term Memory

Benim kilit iddiam, gelecek yüzyılın biyolo­


j isinin aslında bellek ve arzu hakkındaki bazı
soruları yanıtlamak için iyi durumda olduğu, bu
yanıtların biyoloji ve psikanalizin sinerjik çabasıy­
la ilerletilirse çok daha zengin ve daha anlamlı hale Declaratıve (Explıcıt)
"
geleceğidir. Sırasıyla, bu soruların yanıtları, ve // '"·,
Fact• - •-ts
onları biyoloj iyle bağlı biçimde tutma çabası, psi­
kanaliz için daha bilimsel bir kurulum sağlaya­ 1
caktır. Strlatum
1 !
Neoawtıtx Amygdall
1
Cerebellum
1
FWlex
·-
Gelecek yüzyılda, biyoloj inin çeşitli bilinçdışı
zihinsel süreçlerin, psişik determinizmin, psikopa­ Şekil 1 : Deklaratif ve Prosedüre/ Bellek Sistemlerinin
Bir Sınıflaması.
toloj ide bilinçdışı süreçlerin rolünün ve psikanal­
Bu sınıflama deklaratifve deklaratif olmayan belleğin
izin terapötik etkisinin biyoloj ik temellerini tanım­ her türü için özellikle önemli olduğu düşünülen beyin
layarak zihinsel süreçlerin anlaşılmasına önemli yapılarını ve bağlantılarını listeler.
bir katkı yapması muhtemeldir. Şu anda, biyolo­ (8; şekil Cell Press 'in izniyle yeniden basılmıştır).
ji bunların içindeki derin gizemleri hemen aydın­
latmayacaktır. Bilincin doğası ile beraber bu konu­ aracılık ettiğini gösteren önemli bir keşif yaptı.
lar tüm biyoloj inin -aslında tüm bilimin- kar­ 1 962 ' de daha ileri giderek, H.M. ' nin insanlar,
şılaştığı sorunların en zor olanlarını temsil et­ nesneler ve yerler hakkında hiç bir bilinçli hatır­
mektedir. Yine de, biyoloj inin, en azından psika­ laması olmamakla beraber yeni algısal ve motor
nalizin bazı önemli konularını, en azından sınır­ becerileri öğrenmede tamamen yetkin olduğunu
larını nasıl netleştirebileceğini özetlemekle başlan­ keşfetti (yeni bir derleme için 8. kaynağa bakınız).
abilir. Burada biyoloj inin psikanalizle birleşerek Bu bellekler -prosedüre! veya örtük bellek diye ad­
önemli katkılar yapabileceği sekiz alanı özetli­ landırdığımız- tamamen bilinçdışıdır ve bilinçli
yorum: 1) bilinçdışı zihinsel süreçlerin doğası, 2) geri hatırlamadan ziyade yalnızca performans
psikanalitik nedenselliğin doğası, 3) psikoloj ik sırasında ortaya çıkar.
nedensellik ve psikopatoloji, 4) erken deneyimler İki bellek sistemini bir arada kullanmak istis­
ve zihinsel hastalığa eğilim, 5) bilinç öncesi, bil­ nadan öte bir kuraldır. Bu iki bellek sistemi çakışır
inçdışı, ve prefrontal korteks, 6) cinsel yönelim, ve genellikle beraber kullanılır, böylece bir çok
7) psikoterapi ve beyinde yapısal değişiklikler, öğrenilen deneyim her ikisini de çalıştırır.
8) psikanalize bir yardımcı olarak psikofar­ Gerçekten de, sabit tekrarlama deklaratif belleği
makoloj i . prosedüre! tipe dönüştürebilir. Örneğin, otomobil
kullanmayı öğrenmek başta bilinçli hatırlamayı
1 . Bilinçdışı Zih i nsel Süreçler içerir, fakat sonunda araba kullanma otomatik ve
Psikanalizin merkezinde zihinsel yaşamımızın bilinçdışı bir motor aktivite haline gelir. Prosedüre!
çoğunun farkında olmadığımız düşüncesi yer alır. bellek özünde çeşitli beyin sistemlerini kapsayan
Yaşadıklarımızın -algıladıklarımız, düşündükleri­ süreçlerin bir toplamıdır. Bunlardan hazırlama
miz, düşlediklerimiz, hayal ettiklerimiz- büyük belleği (priming (ç.n)), veya yakın zamanda karşı­
kısmına bilinçli düşünce ile doğrudan ulaşılamaz. laşılan uyaranların ayrımsanması, duyusal kor­
Eylemlerimize sebep olanın ne olduğunu da sık­ tekslerin bir işlevidir; ipuçları bulunan çeşitli his­
lıkla açıklayamayız. Bilinçdışı zihinsel süreçler setme durumlarının kazanımı amigdalada gerçek­
düşüncesi yalnızca kendi adına önemli olmaktan leşir; yeni motor (ve muhtemelen kognitit) alışkan­
öte, psişik determinizmi anlama için de kritiktir. lıkların oluşturulması neostriatumu gerektirir;
Bilinçdışı psişik süreçleri merkeze aldığımızda, yeni motor davranış veya koordine aktiviteler ise
onlar hakkında biyoloj i bize ne öğretebilir? serebelluma bağlıdır. Farklı durumlar ve öğrenme
l 954 'te Brenda Milner (29) amnestik hasta deneyimleri, hipokampus ve ilişkili yapıların açık
H.M. üzerine yapılan çalışmalara dayanarak bugün bellek sistemi ile değişken kombinasyonlar ya­
deklaratif(açık) bellek depolanması olarak adlan­ parak bu ve diğer prosedüre! bellek sistemlerinin
dırdığımız; insanlar, nesneler ve yerlerin bilinçli farklı altkümelerini çalıştırırlar (30, 3 1 ) (Şekil 1 ).
belleğine medya! temporal lob ve hipokampusun O halde, prosedüre! bellekte, bilinçdışı zihin-

39
imago I güz I 2005

sel yaşamın bir bileşeninin biyoloj ik örneğine Bu düşünce sonralan Louis Sander, Daniel Stern,
sahibiz. Peki biyolojik olarak tanımlanan bu bilinç­ ve Boston Değişim Süreci Çalışma Grubu'ndaki
dışı Freud 'un bilinçdışıyla nasıl ilişkilendirilir? (Boston Process of Change Study Group) arka­
Freud son yazılarında bilinçdışı kavramını üç daşları tarafından daha da geliştirilmiştir (35). Bu
farklı biçimde kullanmıştır (Freud'un bilinçdışı grup analiz boyunca terapötik süreci ilerleten
üzerine düşüncelerinin bir derlemesi için 32. kay­ değişikliklerin çoğunun bilinçli içgörü alanından
nağa bakınız). Birincisi, bu terimi katı ve yapısal ziyade bilinçdışı prosedüre! (verbal olmayan) bil­
biçimde, bastırılmış veya dinamik bilinçdışına gi ve davranış alanında olduğunu vurgulamıştır.
karşılık gelecek şekilde kullandı. Bu bilinçdışı, Bu düşünceyi kapsayacak şekilde, Sander (36),
klasik psikanaliz literatüründeki bilinçdışına Stern (37), ve arkadaşları -hasta ile terapist arasın­
karşılık gelmektedir. Yalnızca idi değil bilinçdışı daki etkileşimde- anlam anlan olduğu düşüncesi­
itkileri, savunmaları ve karmaşalarını içeren, bu ni geliştirdiler. Bu anlar, terapötik ilişkinin yeni bir
nedenle de idin dinamik bilinç dışına benzeyen ego düzeye ilerlemesine olanak tanıyan yeni bir takım
parçasını da içerir. Bu dinamik bilinçdışında, örtük hatıraların kazanımını temsil ederler. Bu
bastırma gibi güçlü savunma mekanizmaları ilerleme bilinçli içgörülere bağlı değildir; yani,
sayesinde karmaşa ve dürtü hakkındaki bilgilerin bilinçdışının bilinçli olmasını gerektirmez. Daha
bilince ulaşması engellenir. ziyade, anlam anlarının yapma ve olma için has­
İkincisi, Freud, egonun bastırılan kısımlarına tanın prosedüre! stratejilerinin çeşitliliğini artıran
ek olarak egonun bir başka parçasının halen bilinç­ davranış değişikliklerine yol açtığı düşünülmek­
dışı olduğunu öne sürdü. Egonun bastırılan ve bu tedir. Bu bilgi kategorilerindeki gelişme, aktarıma
nedenle dinamik bilinçdışını andıran bilinçdışı katkı yapan yollar da dahil, bir kişinin diğeriyle
parçalarından farklı olarak, egonun bastırılmamış etkileşim yollarına yansıyan eylem stratejilerine
olan bilinçdışı parçası bilinçdışı dürtüler ve kar­ yol açar. Marianne Goldberger (3 8) ahlaki geli­
maşalarla ilişkili değildir. Dahası, bilinç öncesi bil­ şimin de prosedüre! anlamda ilerlediğini vurgu­
inçdışından farklı olarak, egonun bu bilinçdışı layarak bu düşünce çizgisini genişletti . Gold­
parçası bastırılmamış olsa da hiç bir zaman bilince berger, insanların davranışlarına hükmeden ahla­
erişemez. Bu bilinçdışı alışkanlıklar ve algısal ve ki kuralları hangi koşullar altında içselleştirdiği­
motor becerilerle ilişkili olduğundan, prosedüre! ni, genelde bilinçli bir şekilde hatırlamadıklanna
belleğin sahasında yer alır. Bu nedenle bunu işaret etmektedir; bu kurallar tıpkı ana dilimize
prosedüre! bilinçdışı olarak adlandırıyorum. hükmeden dilbilgisi kuralları gibi neredeyse
Son olarak, Freud bu terimi -bilinç öncesi bi­ otomatik olarak edinilir.
linçdışı- açıklayıcı -0larak daha geniş anlamıyla Prosedüre! ve deklaratif bellek arasında kog­
neredeyse tüm zihinsel aktivitelere, çoğu düşün­ nitif nörobilim kaynaklı bu ayrımı, psikanalitik
ceye ve bilince giren tüm hatıralara. karşılık olarak düşüncenin temel nörobiyoloj ik içgörü için
kullandı. Freud' a göre bir birey zihinsel işleme yararını vurgulamak için açıklıyorum. Fakat ek
olaylarının neredeyse hiçbirinin farkında değildir, olarak, psikanalize uygulananlar gibi, bu biyolo­
yine de bunların çoğuna dikkat yoluyla çabala­ j ik düşüncelerin hala yalnızca düşünce olduğunu
yarak halihazırda bilinçli bir erişim saglayabilir. ileri sürmekteyim. Biyoloj inin önerdiği, bu
J3u perspektife göre, çoğu zaman zihinsel yaşamın düşünceleri bir adım ileri taşıma fırsatıdır. Şu an­
çoğu bilinçdışıdır ve yalnızca kelimeler ve görün­ da bazı moleküler altyapıları da dahil bu prose­
tüler gibi duyusal algılar olarak bilinçli hale gelir. düre! bilgi hakkında bir nebze daha fazla şey bili­
Bu üç bilinçdışı zihinsel süreçten, yalnızca yoruz (8).
karmaşa yaşamayan veya bastırılmayan bilinçdışı Psikanaliz ile biyoloj inin prosedüre! bellek
ego parçası olan prosedüre! bilinçdışının, nöro­ sorunundaki ilginç yakınsaması bizi bu düşün­
bilimcilerin prosedüre! bellek dedikleri sahaya celeri sistematik bir yolla test etme ödeviyle karşı
yerleştiği görülmektedir (benzer bir tartışma için karşıya bırakıyor. "Prosedüre! bellek" terimi al­
3 3 . kaynağa bakınız). Kognitif nörobilim ile psi­ tında sınıflandırdığımız çeşitli fenomenleri hem
kanaliz arasındaki bu benzerlik ilk defa Robert psikanalitik hem de biyoloj ik perspektiften in­
Clyman ' ın itinalı makalesinde ayrımsanmıştır celememiz ve farklı nöral sistemlere nasıl yer­
(34). Clyman prosedüre! belleği emosyon ve ak­ leştiklerini görmemiz gerekiyor. Böyle yaptıkça,
tarım ve tedaviyle ilişkisi bağlamında ele almıştır. belirli bir anlam anının veya bu tür farklı anların

40
P s i ka n a l izin Biyoloj i s i ve Geleceğ i

prosedüre! bellekteki anatomik alt sistemlerin Psikanalitik düşüncenin içindeki bir çok düşün­
birini veya diğerini hangi derecede çalıştırdık­ cenin ve esas metodolojisi olan serbest çağrışımın
larını, davranışsa!, gözlemsel çalışmalar ve görün­ gelişmesi psişik determinizm kavramından köken
tüleme çalışmalarıyla incelemek isteyeceğiz. alır ( 3 9 ) . S erbest çağrışımın amacı hastanın
Bu tartışmaların netleştirdiği üzere, bilinçdışı psikanaliste aklına gelen tüm düşünceleri be­
psişik süreçlerin çalışılmasında ilk engeller bun­ lirtmesi ve bunların üzerinde herhangi bir sansür
ları doğrudan gözlemleyecek herhangi bir yön­ veya yönlendirme kullanmaktan imtina etmesidir
temin olmayışıydı. B ilinçdışı süreçleri çalışma (39, 40). Psişik determinizmin kilit düşüncesi her­
yöntemlerinin tümü dolaylı idi. Bu nedenle, biyo­ hangi bir zihinsel olayın nedensel olarak onu
lojinin -zihinsel süreçleri görüntüleme yeteneği ve önceleyen zihinsel olayla ilişkili olmasıdır. Nite­
prosedüre! belleğin farklı bileşenlerinde lezyon­ kim, Brenner (40) şöyle yazmıştır:
ları olan hastaları araştırma yeteneği ile beraber­ "Fiziksel doğamızda olduğu gibi zihnimizde de
şimdi yapabileceği kilit katkı, bilinçdışı zihinsel hiç bir şey şans eseri veya raslantısal bir yolla
süreçlerin çalışılma temelini dolaylı çıkarsama gerçekleşmez. Her psişik olay onu önceleyen olay­
yerine doğrudan gözlem olarak değiştirmektir. lar tarafından belirlenir."
Bu sayede prosedüre! belleğin psikanalizle ilişk­ Psişik deklaratif (açık) bilginin zengin bir biyo-
ili hangi yönlerine, hangi ilgili subkortikal sis­ 1oj ik modeline sahip değilsek de, ilişkilendir­
temlerin aracılık ettiğini saptayabileceğiz. Ek melerin prosedüre! bellekte nasıl geliştiğini biyo­
olarak, görüntüleme yöntemleri de bilinçdışı bel­ loj ik olarak anlamada iyi bir başlangıca sahibiz
leğin diğer iki türüne -dinamik bilinçdışı ve bil­ (derleme için 3 1 . kaynağa bakınız). Bu nedenle,
inç öncesi bilinçdışı- hangi beyin sistemlerinin prosedüre! bilginin yönleri anlam anlarıyla ilişkili
aracılık ettiğini ayırt etmemize olanak sağlayabilir. olduğundan bu biyolojik içgörülerin prosedüre!
Bilinç öncesi bilinçdışına ve prefrontal korteks bilinçdışını anlamada kullanışlı olduklarını kanıt­
ile olası ilişkisine dönmeden önce, ilk olarak pro­ lamaları gerekir.
sedüre! bilinçdışı ile ilgili diğer üç özelliği ele al­ On dokuzuncu yüzyılın son on yılında,
mak istiyorum: Psişik determinizm ile ilişkisi, zi­ Freud 'un p sikoloj ik belirlilik teori si üzerine
hinsel süreçlerle ilişkisi ve erken deneyimlerle çalıştığı zamanlarda, Ivan Pavlov özel bir psişik
ilişkisi. determinizm örneğine ampirik bir yaklaşım
geliştiriyordu. Bu, şimdi prosedüre! bilgi dediği­
2. Psikolojik Belirliliğin Doğası: miz düzeyde olan; ilişkilendirme ile öğrenme idi.
i ki Olay Zihinde Nasıl i lişkilendirilir? Pavlov, öğrenmenin antik zamanlardan beri bili­
Freud'un zihninde, bilinçdışı zihinsel süreçler nen elzem bir özelliğini aydınlatmaya çalıştı. Aris­
psişik determinizm için açıklayıcı bir mekanizma totales 'ten bu yana batılı düşünürler bellek depo­
sağlamıştı. Psişik determinizmin temel düşünce­ lamasının bitişik düşüncelerin zamansal ilişkilen­
sine göre, kişinin psişik yaşamında gerçekleşen en dirilmesini gerektirdiğini düşündüler. Bu kavram
ufak bir şey dahi şans eseri değildir. Prosedüre! ol­ sonralan John Locke ve Britanyalı amprisist filo­
sun deklaratif olsun, her psişik olay, onu önceleyen zoflar tarafından sistematik olarak geliştirildi .
bir olay tarafından belirlenir. Dil sürçmeleri, açıkça Pavlov'un parlak başarımı ilişkilendirmeyle öğren­
ilgisiz düşünceler, şakalar, rüyalar, ve her bir menin tam tamına laboratuarda çalışılabilecek bir
rüyadaki tüm görüntüler önceki psikolojik olay­ hayvan modelini geliştirmesiydi. Pavlov, iki duyu­
lar ile ilgilidir ve kişinin geri kalan psişik yaşamıy­ sal uyaranın zamanlamasını değiştirerek ve basit
la tutarlı ve anlamlı bir ilişkiye sahiptir. Psikolojik refleks davranışındaki değişimleri gözlemleyerek
belirlilik benzer şekilde psikopatolojide de önem­ (4 1 ) iki uyaran arasındaki ilişkilerin değişiminin
lidir. Hastaya ne kadar garip gömürse görünsün, davranışta -ve öğrenmede- değişimlere nasıl yol
bilinçdışı zihinde hiç bir nevrotik semptom garip açtığı hakkında makul çıkarsamalar yapılabile­
değildir ve önceki zihinsel süreçler ile ilişkilidir. cek bir prosedür kurdu (daha fazla derleme için 3 1 .

Semptomlarla bunlara neden olan zihinsel süreçler ve 42-44. referanslara bakınız). Pavlov böylece
arasında veya bir rüyanın görüntüleri ve onları ilişkilendirmeyle öğrenme için, davranış çalış­
önceleyen psişik olarak ilişkili olaylar arasında­ malarında kalıcı bir değişmeye yol açan ve onu içe
ki bağlantılar, yaygın ve dinamik bilinçdışı süreç­ bakış odaklı olmaktan çıkarıp uyaran ve yanıtların
lerin işleyişi sayesinde saklanmaktadır. nesnel bir analizine taşıyan güçlü paradigmalar

41
imago ı güz ı 2005

geliştirdi. Bu tam da bizim psişik determinizmin


psikanalitik incelemelerinde aradığımız türden es ____.
L
bir değişmedir.

--------��
..______ 700 __,
Bu tanıdık paradigmayı açıkladım çünkü psika­
___

nalitik düşünce ile ilgili üç noktaya vurgu yapmak us

istiyorum. Birincisi, iki uyaranı ilişkilendirmeyi Delay conditioning


öğrenirken, denek basitçe diğerini önceleyen bir
uyaranı öğrenmez. Bunun yerine, iki uyaranı iliş­
kilendirmeyi öğrenmede, denek bir uyaranın diğeri­
ni öngörmek üzere geldiğini öğrenir (bu konunun es __J 250

bir tartışması için 44. ve 45 . kaynaklara bakınız).


İkincisi, aşağıda göreceğimiz üzere, klasik koşul­
� soo---l n_
us
lama bilginin bilinçdışı durumdan bilince nasıl 1 00
Trace condition ing
taşınabildiğini analiz etmede bir üst paradigmadır
(46). Sonuç olarak, klasik koşullama yalnızca iştahla Şekil 2: Gecikme Koşullaması ve Eser Koşullama İçin
ilgili yanıtları değil kaçınma yanıtlarını edinmekte Koşullu Uyaran (KU) ve Koşullu Olmayan Uyaran
(KOU) Arasındaki Farklı Zamansal İlişki
de kullanılabilir ve böylece bize psikopatolojinin or­
Gecikme koşullaması sırasında, bir ton koşullu uyaranı
taya çıkışına dair içgörüler sağlayabilir. Şimdi bu sun ulur ve göze 1 00 milisaniyelik bir hava
noktaların her birine dönüyorum. püskürtülmesine kadar (koşullu olmayan uyaran) açık
Klasik koşullamanın psişik determinizmi kalır, ve her iki uyaran da beraber sonlanır. "Gecikme"
olasılıksaldır. Uzun yıllar boyunca psikologlar kelimesi koşullu uyaranin başlamasıyla koşullu ol­
klasik koşullamanın Freud'un özetlediğine ben­ mayan uyaranın başlaması arasındaki zaman aralığı­
zeyen psişik determinizm kurallarına uyduğunu na karşılık gelir (bu örnekte yaklaşık 700 msan). Eser
koşullama sırasında, koşullu uyaranın sunumu ve
düşündüler. Klasik koşullamanın yalnızca bitişik­
koşullu olmayan uyaranın sunumu hiç bir uyarının ol­
liğe, yani ikisinin bağlantılı olarak yaşanmasını madığı bir zaman aralığı ile ayrılırlar (bu örnekte, 500
sağlayan, koşullu uyaran ile koşullu olmayan msan)
uyaran arasındaki kritik bir asgari aralığa bağlı (48; şekil Amerikan Bilim İlerleme Birliği 'nin izni ile
olduğunu düşündüler. Bu görüşe göre, bir koşul­ yeniden basılmıştır).
lu uyaranı güçlendirici veya koşullu olmayan
uyaran takip ettiğinde uyaran ve yanıt arasında edindiklerini düşündürüyor. Klasik koşullama, ve
veya bir uyaran ile diğeri arasındaki nöral bağlantı belki de tüm ilişkilendirmeyle öğrenme biçim­
güçlendirilir. Bu, nihayetinde bağlantı davranışı leri, muhtemelen hayvanların düzenli biçimde
değiştirecek kadar kuvvetli hale gelene kadar sü­ olanları rasgele ilişkili olan olaylardan ayırt etmeyi
rer. Koşullamanın kuvvetini belirleyen tek ilgili öğrenmebilmeleri için evrilmiştir. B ir başka dey­
değişkenin koşullu uyaran ve koşullu olmayan işle, beyin bazı olaylara öngörme işlevi atfederek
uyaran çiftlerinin sayısı olduğu düşünülüyordu. çevredeki mantıklı olaylan fark edecek basit bir
1 969 'da Leon Kamin (47), günümüzde genellik­ mekanizmaya evrilmiş görünmektedir. Hangi
le Pavlov'un yüzyıl başındaki ilk bulgularından bu çevresel koşullar bu kadar çeşitli türler içinde or­
yana en önemli ampirik keşif olarak düşünülen tak bir öğrenme mekanizmasını şekillendirmiş ve
keşfi yaptı. Kamin hayvanların bitişiklikten daha sürdürmüş olabilir? Tüm hayvanların tehlikeyi
fazlasını öğrendiğini buldu; komşulukları da aynmsayabilmeleri ve ondan kaçınmaları gerekir;
öğreniyorlardı . Basitçe koşullu uyaranın koşullu besleyici olan gıdalar gibi ödülleri aramalıdırlar
olmayan uyaranı öncelediğini öğrenmekten ve bozuk ve zehirli olan gıdalardan kaçınmalı­
ziyade, koşullu uyaranın koşullu olmayan uyaranı dırlar. Bu bilgiyi edinmenin etkili bir yolu uya­
öngördüğünü öğrenmektedirler. Bu sebeple, iliş­ ranlar arasında veya davranış ve uyaranlar arasın­
kilendirmeyle öğrenme koşullu uyaran ile koşul­ daki düzenli ilişkileri saptayabilmektir. Biyolojik
lu olmayan uyaran çiftlerinin kritik bir sayısına olarak bu ilişkiyi hücrede inceleyerek, pekala
bağlı değil, koşullu uyaranın biyoloj ik olarak an­ psişik determinizmin temel mekanizmasına bakı­

.
lamlı bir koşullu olmayan uyaranı öngörme gücü­ yor olabiliriz.
ne bağlıdır (44) Bu hususlar hayvanların ve insan­ Klasik koşullama ve bilinçli prosedüre! ile
ların klasik koşullamayı neden bu kadar kolay bilinçdışı deklaratif zihinsel süreçlerin ilişkisi.

42
Ps i kan al izin Biyoloj isi ve Geleceğ i

Geleneksel klasik koşullama genellikle gecikme çalıştırdığını artık biliyoruz. Hipokampal döngü­
koşullaması denilen bir biçimde gerçekleştirilir. Bu nün hangi parçaları eser koşullama için kilit
durumda, koşullu uyaranın ortaya çıkışı tipik yapılardır? Diğer bölgeler de katılır mı? Prefrontal
olarak koşullu olmayan uyaranın ortaya çıkışını korteks -bilinç öncesi bilinçdışının bir yönünü
500 milisaniye kadar önceler ve hem koşullu temsil ettiği düşünülen çalışma belleği ile ilgili bir
uyaran hem de koşullu olmayan uyaran beraber alan- analizin öznesi olan bilinçdışı ve bilinçli
sonlanırlar (Şekil 2). Bu koşullama türü prototipik hatıralar arasındaki ilişkilere aracılık eder mi?
olarak prosedüreldir (3 1 , 48). Normal bir insan
kaşına zayıf bir dokunma uyaranına yanıt olarak 3. Psikoloj i k Nedensellik ve
göz kırpmayı öğrendiğinde bu denek koşullan­ Psi kopatoloj i
mış olduğunun farkında değildir. Hipokam­ Biyoloj i v e psikanaliz arasındaki yakınsama
pusunda veya medya! temporal neokorteksinde noktalarından birinin erken ahlaki gelişim, akta­
hasarı olan ve bu nedenle açık (deklaratif) bellek­ rımın yönleri, ve psikanalitik terapideki anlam
ten tamamen yoksun hastalar, bir gecikme koşul­ anları ile prosedüre! belleğin ilişkisi olduğunu
laması paradigmasında normal denekler gibi görmüştük. İkinci yakınsama noktasının klasik
koşullanabilirler. koşullamanın ilişkilendirici özelliği ile psikoloj ik
Küçük bir varyasyon, eser koşullama, örtük belirlilik arasındaki ilişkiyi incelemede olduğunu
koşullamayı açık belleğe dönüştürür. Eser koşulla­ düşünmekteyiz. Burada, üçüncü bir yakınsama
ma ile koşullu uyaran koşullu olmayan uyarandan noktasını açıklamak istiyorum: Bu, amigdalanın
önce sona erer, yani koşullu uyaran kısadır, ve ko­ aracılık ettiği bir tür prosedüre! bellek olan
şullu uyaranın bitişi ile koşullu olmayan uyaranın Pavlovyen korku koşullaması, sinyal anksiyetesi
ortaya çıkışı arasında 500 milisaniyelik bir boşluk ve insanlardaki travma sonrası stres bozukluğu
vardır (Şekil 2). Richard Thompson ve arkadaşları arasında bulunur.
(49, 50) eser koşullamanın hipokampusa bağlı Pavlov, klasik koşullama üzerine ilk çalış­
olduğunu ve hipokampus lezyonu olan deney hay­ malarında koşullu olmayan uyaran ödüllendirici
vanlarında ortadan kalktığını buldular. Clark ve olduğu zaman koşullamanın iştahlandırıcı olduğu­
Squire (48) bu deneyleri insanlara uyarladılar ve nu, fakat koşullu olmayan uyaran sakıngan oldu­
eser koşullamanın bilinçli geri çağırma gerek­ ğunda aynı prosedürün savunmacı koşullamaya
tirdiğini buldular. Eser koşullama sırasında, nor­ yol açacağını saptamıştır. Pavlov bundan sonra sa­
mal denekler genellikle koşullu uyaran ve koşul­ vunmacı koşullamanın, avantajlı olabilen bir tür
lu olmayan uyaran arasındaki ilişkinin zamansal öğrenilmiş korku olan sinyal anksiyetesi için özel­
boşluğunun bilinçli olarak farkına varırlar. Bunun likle iyi bir deneysel model sağladığını buldu.
farkına varmayan denekler eser koşullama edine­ Doğal koşullarda normal bir hayvan yalnızca
mezler. Dahası, medyal temporal lob lezyonunun ivedi yarar veya zarar getiren uyaranlara değil
sonucu olarak amneziden -deklaratif bellekteki diğer fiziksel ve kimyasal aracılıklara da yanıt
bir kusur- mustarip insanlar bu ödevi yerine ge­ vermelidir. . . bunlar yalnızca bu uyaranların yak­
tiremezler. laşmasını sinyalleyenlerdir; yine de küçük hay­
Bu nedenle zamansal dizgedeki değişmeler vanlar için zararlı olan, bu avlanan hayvanın
bir psişik determinizm örneğini bilinçdışı halden görünümü veya sesi değil, dişleri ve pençeleridir
bilinçli hale getirebilir! Bu, prosedüre! ve dekla­ (4 1 , sayfa 1 4).
ratif bellek sistemlerinin sıklıkla ortak bir ödev Bundan bağımsız olarak Freud benzer bir öneri
tarafından eklemlenmiş biçimde çalıştırıldığı ve yapmıştı. Ağrılı uyaran sıklıkla -sembolik veya
deneğe sunulan uyaranın (ya da dış dünyanın) gerçek- nötral uyaranla ilişkili olduğundan, Freud
duyusal örüntüsündeki farklı yönleri kodladıkları nötral ve zararlı uyaran çiftlerinin tekrarlamasının
düşüncesiyle tutarlıdır. Peki bir tip bellek depo­ nötral uyaranın tehlikeli olarak algılanmasına yol
lamasından diğerine değişim medya! temporal açabileceğini ve anksiyete yaratabileceğini öner­
lobun neresinde gerçekleşmektedir? Eichenbaum di. Bu tartışmayı biyoloj ik bir yapıya yerleştiren
( 5 1 ) hipokampusun bitişik olmayan olayların za­ Freud şöyle yazdı :
man ve mekanla ilişkilendirilmesinde işlev Birey, basitçe olayın gerçekleşmesi­
gördüğünü ileri sürdü. Aslında eser koşullamanın ni beklemek yerine çaresizliğe yol açan bu
hipokampusu ve medyal temporal lob döngüsünü tür bir travmatik durumu öngörebilir ve

43
imago ı güz ı 2005

beklerse kendini koruma kapasitesinde Yas ve Melankoli de ve diğer yazılarında,


'

önemli bir ilerleme kaydetmiş olacaktır. Freud edinsel psikopatoloj inin etyoloj isi!lde iki
Bu tür bir beklentinin belirleyicisini içeren bileşene vurgu yapmıştır: Yapısal (genetik dahil)
duruma tehlikeli durum diyelim. İçinde eğilimler ve erken deneyimsel faktörler, özellik­
anksiyete sinyali 'nin verildiği durum le kayıplar. Gerçekten de, çoğu zihinsel hastalık
budur. (52, sayfa 1 66; italikler eklen­ türünün gelişiminde hem genetik bileşenler hem
miştir) de deneyimsel faktörler (hem erken gelişimsel
Böylece, hem Freud hem de Pavlov tehlike faktörler hem de sonraki hızlandırıcı faktörler)
sinyallerine gerçek tehlike gelmeden yanıt verme için deliller vardır. Örneğin, depresyona duyarlılık
yetisinin biyoloj ik olarak uyum sağlamaya yöne­ için net bir genetik katılım varsa da, majör dep­
lik olduğuna hükmettiler. Sinyal çevreden geli­ resyonu olan çoğu hasta çocuklukları boyunca is­
yorsa sinyal veya beklenti anksiyetesi bireyi savaş­ tismar ve ihmal dahil stresli yaşam olaylan geçir­
ma ya da kaçma için hazırlar. Freud, içsel mişlerdir, ve bu stresörler depresyonun önemli
tehlikelere yanıt olarak gerçek kaçma veya yok­ hazırlayıcıları dırlar ( 56-6 1 ). Bu durum, tanısı için
sunluğun yerine zihinsel savunmaların geçtiğini olağan insan deneyiminin dışında olacak kadar
ileri sürdü. Bu nedenle sinyal anksiyetesi zihinsel ciddi bir stresli olayın varlığını gerektiren travma
savunmaların nasıl çalıştırıldığını; yani psişik de­ sonrası stres bozukluğu (TSSB) için çok nettir. Bu
terminizmin nasıl psikopatolojiye sebep olduğunu şekilde travmaya uğrayan bireylerin %30'unda
çalışmak için bir fırsat sağlar. sonradan tam bir TSSB sendromu gelişir (57, 58).
Nötral tonu bir şok ile eşleme yoluyla yapılan Bu eksik penetrans şu soruyu akla getirir: İnsan­
klasik korku koşullamasındaki gibi, emosyonel larda TSSB veya diğer stresle ilişkili bozuklukların
olarak yüklü bellek için amigdalanın önemini gelişmesine eğilim oluşturan (genlerin yanında)
biliyoruz ( 5 3 ) . Amigdala talamus ve duyusal nedir?
ipuçlarını işleyen serebral korteksi ve korku İnsanlar ve aslında tüm memeliler için erken
ifadesini işleyen alanlar arasındaki bilgi akışını çevrenin en önemli bileşeninin bebeğin esas
kontrol eder. Bu alanlar otonom korku yanıtlarını bakıcısı, genellikle de annesi olduğu düşünülür.
düzenleyen hipotalamus, ve emosyonun bilinçli Psikanaliz uzun süre bir anne ile bebeğinin etkileş­
değerlendirilmesinde yer aldıkları düşünülen lim­ mesinin çocuğun zihninde bir başka insanın içsel
bik neokortikal asosiasyon alanları, singulat kor­ temsilinden ziyade bir etkileşimin, bir ilişkinin
teks ve prefrontal kortekstir. LeDoux, anksiyete temsilinin hangi yolla yaratıldığını tartıştı. İnsan­
halinde hastanın, amigdalanın aracılık ettiği ların ve ilişkilerin bu ilk temsilinin çocuğun son­
otonom uyarılmayı tehdit edici bir şey oluyor­ raki psikolojik gelişimi için kritik olduğu düşünül­
muş gibi algıladığını öne sürmüştür. LeDoux mektedir. Etkileşim iki yönde de olur. Bebeğin an­
farkındalığın olmayışını stres nedeniyle hipokam­ neye davranış biçimi annenin davranışında önem­
pusun kapatılmasına atfeder. Bu mekanizma aşağı­ li bir etki yaratır. Anne ve bebeğin güvenli
da ele alınmaktadır. Artık bu bağlantıların nasıl ku­ bağlıhğının bebeğin kendiyle barışıklığı ve diğer­
rulduğu, ve kurulduktan sonra nasıl sürdürül­ lerine güvenmeyi besleyeceği, buna karşın güven­
düğüne dair sorulan yönlendirebilmek için hem siz bir bağlanmanın anksiyeteyi besleyeceği
deney hayvanlarında hem de insanlarda bu yapılan düşünülmektedir.
görüntüleme amaçlı mükemmel yöntemlere GeliŞimin kognitif ve nörobiyoloj ik çalış­
sahibiz. malarından çıkan ilk kilit düşüncelerden biri bu
içsel temsillerin gelişiminin yalnızca bebekliğin
4. Erken Deneyim ler ve erken ve kritik dönemleri boyunca indüklenebil­
Psikopatolojiye Eğilim
diğidir. Beynin ve kişiliğin gelişiminin tatminkar
Sinyal anksiyetesi edinsel psikopatolojinin ba­ biçimde ilerleyebilmesi için bu kritik dönemler
sit bir örneğini temsil eder. Fakat, tüm edinsel boyunca, ve yalnızca bu dönemler boyunca bebek
durumlarda olduğu gibi, bazı insanlarda nevrotik (ve gelişen beyni) yanıt veren bir çevre (Heinz
anksiyete için diğerlerinden daha fazla bir yapısal Hartmann' ın terimiyle "ortalama beklentide" bir
yatkınlık vardır. Bir bireyde çeşitli nötral uyaran­ çevre) ile etkileşmelidir.
ları tehdit edici olanlar ile ilişkilendirme eğilimi Ebeveynler ve çocukları arasındaki erken iliş­
yaratan faktörler nelerdir? kilerin önemine dair ilk ilgi çekici deliller Anna

44
Psi ka n a l izin Biyoloj i s i ve Geleceğ i

Freud ' un, II. Dünya S avaşı sırasında dağılan Evrimsel bir bakış açısıyla, bağlanma sistemi,
ailelerdeki travmatik etkiler üzerine çalışmalarıyla gelişmemiş beynin kendi yaşam süreçlerini düzen­
geldi (62) . Ailenin dağılmasının önemi , an­ lemek için annesinin yetişkin işlevlerini kullan­
nelerinden ayrılan iki grubu karşılaştıran Rene masına olanak sağlayarak bebeğin hayatta kalma
Spitz tarafından daha da geliştirildi (2 1 ). Bir grup, şansını bariz biçimde yükseltir. Bebeğin bağlan­
her bir hemşirenin yedi bebeğin bakımından so­ ma mekanizması ebeveynlerin emosyonel olarak
rumlu olduğu bir sığınma evind� büyüdü; diğer duyarlı yanıtlarına bebeğin sinyallerinde görünür.
grup ise bebeklerin her gün anneleri tarafından Ebeveynlerin yanıtları bebeğin pozitif emosyonel
bakıldığı, kadınlar hapishanesine bitişik bir bakım durumunu hem artırma hem de güçlendirmede ve
evindeydi . İlk yılın sonunda, yetimhanedeki dağınık olduğunda ona güvenli koruma sağla­
çocukların motor ve entelektüel performansları yarak bebeğin negatif emosyonel durumunu za­
bakım evindekilerin çok gerisine düşmüştü; bu yıflatmada görev alırlar. Tekrarlanan bu dene­
çocuklar içine kapanıktı ve pek az merak ve neşe yimler prosedüre! bellekte bebeğin güvende his­
gösteriyorlardı. setmesine yardımcı olacak beklentiler olarak kod­
Harry Harlow bir bebek hayvan gelişim mode­ lanırlar.
li geliştirerek bu işi bir basamak öteye taşıdı (63 , B ir bebeğin annesiyle etkileşiminin özellikle
64). Yenidoğan maymunlar 6 ay ile 1 yıl arasın­ önemli olduğu yaşamın ilk 2-3 yılında bebeğin bir­
da izole edildikten sonra diğer maymunların arası­ incil olarak kendi prosedüre! belleğine bağlı
na döndürüldüklerinde fiziksel olarak sağlıklı olduğu belirtilmelidir. Hem insanlarda hem de
fakat davranışsa! olarak harap haldeydiler. Bu deney hayvanlarında deklaratif bellek daha son­
maymunlar kafeslerinin bir köşesinde çömelmişti ra gelişir. Bu nedenle, sonraki geri çağırmada
ve ciddi rahatsızlığı olan veya otistik çocuklar erken çocukluktaki pek az hatıraya erişilebilme­
gibi ileri ve geri sallanıyorlardı. Diğer maymun­ siyle sonuçlanan bebeklik amnezisi, insanlar dışın­
larla etkileşimleri yoktu. Dövüşmüyor, oynamıyor daki diğer memelilerde ve kemirgenlerde dahi
veya cinsel ilgi belirtisi göstermiyorlardı. Daha belirgindir. Bu amnezi tahminen ödipal komp­
yaşlı bir maymunu yakın bir süre boyunca izole leksin çözülmesi sırasında hatıraların kuvvetli
etmek zararsızdı. Bu nedenle, maymunlarda, in­ baskılanması nedeniyle değil deklaratifbellek sis­
sanlarda olduğu gibi sosyal gelişim için kritik bir teminin yavaş gelişmesi nedeniyledir (34).
dönem vardır. Harlow, daha sonra izole edilen Bowlby ayrılmaya yanıtı iki evrede gerçekleşir
maymuna bir vekil anne, bezle örtülü tahta bir kuk­ biçimde tanımlamıştır: Protesto ve mutsuzluk.
la verildiğinde sendromun kısmen geri döndürü­ Bebeğin bağlanma nesnesine yakınlığını bozan
lebildiğini buldu. Bu vekil, izole maymuna sarıl­ olaylar protestoya yol açar: S arılma, izleme,
ma davranışı kazandırdı fakat tamamen normal araştırma, ağlama, ve dakikalar ile saatler arasın­
sosyal davranış için yetersizdi . Normal sosyal da süren akut fizyoloj ik uyarılma. Bu davranışlar
gelişim vekil anneye ek olarak, ancak izole may­ yakınlığın yeniden sağlanmasında görev alır.
munun günün geri kalan bölümünü maymun kolo­ Bowlby' e göre temas yeniden kazanıldığında bu
nisinde geçiren normal bir bebek maymunla her sarılma davranışları bir geri bildirim mekaniz­
gün birkaç saatlik temas kurmasıyla kurtarıla­ masıyla kapatılır, ve içlerinde en belirgini keşfetme
bilmişti. davranışı olan alternatif davranışsa! sistemler ak­
Anna Freud, Spitz ve Harlow 'un çalışmaları tive olur. Ayrılık uzarsa, erken yanıtların yerine
bebek ve bakıcısının biyoloj ik anlamda etkileşi­ tedricen umutsuzluk gelir, çünkü bebek ayrılığın
mi hakkında düşünmeye başlayan John Bowlby uzun süreli veya kalıcı olacağını ayrımsar ve
tarafından genişletildi . Bowlby (23 ,65) savun­ anksiyete ve öfkeden üzüntü ve umutsuzluğa dö­
masız bebeğin, bağlanma sistemi dediği duygusal ner. Ebeveyn ile bebeğin birbirlerini yeniden bul­
ve davranışsal yanıt örüntüleri sistemi sayesinde ma olasılığını artırdığı için protestonun uyum
bakıcısıyla yakınlığını sürdürdüğü düşüncesini sağlamaya yönelik olduğu düşünülürken, umut­
formüle etmiştir. Bowlby bağlanma sistemini açlık suzluğun enerj iyi koruma ve tehlikeden çekinme
veya susuzluk gibi doğumsal, iç güdüsel ve mo­ yoluyla bebeği uzun süreli sağ kalıma hazırladığı
tivasyonel bir sistem olarak tasarladı. Bu sistem düşünülmektedir.
bebeğin bellek süreçlerini düzenler ve onu an­ Kemirgenlerde de benzer bir bağlanma sis­
neyle yakınlık ve iletişim aramaya yönlendirir. teminin var olduğu keşfini Levine ve arkadaşları

45
imago I güz I 2005

(66-68), Ader ve Grota (69), ve Hofer'e (70,7 1 ) kalan yaşamı boyunca çeşitli stresörlere karşı yav­
borçluyuz. Bu araştırmanın daha basit fakat yine runun HHA yanıtının -plazma glukokortikoid
de memeli olan bir kemirgen modeline ulaşması düzeyleri- düşük kalmasına yol açmıştır! Berabe­
çok önemlidir. Örneğin, farelerde her bir genin rinde, yavrunun korkaklığını ve stresle ilişkili
ifade edilebilir veya çıkarılabilir olması genlerin hastalıklara duyarlılığını da azaltmıştır (73, 74).
davranışla ilişkilendirilmesinde güçlü bir yak­ Buna karşın, yaşamın aynı 2 haftalık dönemi
laşıma olanak tanır. Levine, sıçan yavrularının boyunca yavrular annelerinden daha uzun süreler
ayrılığa tekrarlayan yüksek yoğunluklu sesler, (2 hafta boyunca günde 3-6 saat) ayrıldığında tam
aj ite bir arama, ve kendini temizleme düzeyinde zıttı bir tepki ortaya çıkar. Artık anneler yavrularını
artmadan oluşan ivedi bir protesto gösterdikleri­ ihmal etmişler, ve strese yanıt olarak yavruların
ni buldu. Anne dönmezse ve ayrılık sürerse , plazma ACTH ve glukokortikoid düzeyleri eriş­
protesto davranışları birkaç saatlik süre içinde kinlerdeki gibi artış göstermiştir. Burada erken
azalır ve -umutsuzluğa benzeyen- bir takım yavaş deneyimlerin strese biyoloj ik yanıtın ayarlama
gelişen davranışla yer değiştirir. Yavrular giderek noktasını nasıl değiştirdiğinin önemli bir örneğine
daha az uyanık ve daha az yanıt verir hale gelir­ sahibiz.
ler, ve vücut sıcaklıkları ve kalp atışları düşer. Charles Nemeroff ve Paul Plotsky'nin çalış­
Harlow'un bakıcıda normal kişilik gelişimi için maları kötü erken deneyimlerin, hipotalamustan
elzem olan bileşenleri ayırt etmesi üzerine Hofer HHA yanıtını başlatmak için salınan kortikotropin
de yavruların protesto-umutsuzluk yanıtlarının üç salıverici faktörün (CRF) gen ifadesinde artışla
farklı yönünün anne-bebek etkileşiminde saklı üç sonuçlandığını bulmuştur. İlk 2 hafta boyunca her
farklı düzenleyici ile tetiklendiğini göstermiştir: gün anneden ayrılma, sıçanda hipotalamus ve
Sıcaklık kaybı, besin kaybı, dokunma uyarısının amigdala ile stria terminalisin yatak çekirdeğini
kaybı. de içeren !imbik alanlarda CRF ' nin iletici
Levine ve arkadaşları (68) bebek bağlan­ RNA'sının (mRNA(ç.n.)) ifadesinde derin ve de­
masının derecelerindeki değişmelerin hayvanların vamlı artışlarla ilişkilidir (74-7 6).
sonraki strese yanıt verebilme yetisini nasıl etki­ Bununla beraber, bağlanma teorisine biyolo­
lediğini çalışarak bu analizi moleküler düzeye ilk j ik içgörüler burada sonlanmaz. Bruce McEwen
taşıyanlardır. Hans Selye (72) 1 936 gibi erken bir (77), Robert Sapolsky (78), ve arkadaşları uzun
tarihte, insanların ve deney hayvanlarının stresli süreli ayrılığı takiben artan glukokortikoidlerin
deneyimlere hipotalamik-hipofızer-adrenal aks­ hipokampusta kötü etkileri olduğunu keşfettiler.
larını (HHA) aktive ederek yanıt verdiklerine Glukokortikoidler için iki reseptör vardır: Tip 1
işaret etti. HHA sisteminin son ürünü adrenal bez­ (mineralokortikoid reseptörleri) ve tip 2 (glukoko­
den glukokortikoid hormonların salınmasıdır. Bu rtikoid reseptörleri). Hipokampus vücutta bun­
hormonlar homeostasizin -ara metabolizma, kas ların her ikisini de bulunduran nadir yerlerden
tonusu, kardiyovasküler işlevler- önemli düzen­ biridir! Bu nedenle tekrarlayan stres (veya birkaç
leyicileri olarak görev yaparlar. Otonom sinir sis­ hafta boyunca yüksek glukokortikoid düzeylerine
teminin ve adrenal medullanın salgıladığı kateko­ maruz kalma), hipokampustaki nöronlarda stres
laminlerle beraber glukokortikoidlerin salınımı veya glukokortikoid maruziyeti sona erdiğinde
stres ile karşılaşmada hayatta kalma için elzemdir. geri dönebilen bir atrofıye yol açar. Bununla be­
Bu nedenle Levine şu soruyu sordu; strese raber, stres veya yüksek düzey glukokortikoide
HHA sisteminin uzun süreli yanıtı deneyimle maruz kalma aylar hatta yıllar boyunca sürdüğü
modüle edilebilir mi? Eğer öyleyse bu erken zaman kalıcı hasar oluşur, ve hippokampustaki
deneyimlere özellikle duyarlı mıdır? Levine, nöronlarda kayıp meydana gelir. Hipokampusun
yaşamın ilk 2 haftası boyunca yavruların an­ deklaratif bellekteki kilit rolünden öngörebile­
nelerinden yalnızca bir kaç dakikalığına ayrıldığın­ ceğimiz üzere hem geri dönüşümlü atrofı hem de
da yavruların seslenmede artış gösterdiğini, bunun kalıcı hasar bellekte önemli bozulmalarla
da annenin bakımında artışa yol açtığını keşfetti. sonuçlanır. Bellekteki bu kusur hücresel düzeyde
Anneler, bu yavruları ayrılmamış olan yavrulara saptanabilir; uzun süreli potansiasyon (LTP) adı
göre daha sık yalama, temizleme ve gezdirme verilen ve sinaptik bağlantıların öğrenme ile ilişkili
suretiyle protestoya yanıt verdiler. Annenin olarak güçlendirilmesi için kritik olduğu düşü­
bağlanma davranışındaki bu artış, hayvanın geri nülen içsel bir mekanizmanın işlemesinde belir-

46
Ps i ka n a l izin Biyoloj i s i ve Ge leceğ i

hayetinde hipokampusu hasarlayan ve dolayısıy­


la deklaratif bellekte kalıcı bir değişiklikle
sonuçlanan bir değişiklik döngüsüne yol açar.
Bu kemirgen modelinin klinikle ilintisi vardır.
Cushing sendromu olan hastalar adrenal bez­
lerinde, hipofız bezinde veya hipotalamusun
hipofızi kontrol eden parçasında bir tümör ne­
deniyle aşırı miktarda glukokortikoid üretirler.
Starkman ve arkadaşları (79) bu hastalarla
çalıştılar ve 1 yıldan uzun süredir hasta olanların
hipokampuslarında seçici atrofı ve beraberinde
bellek kaybı olduğunu buldular. Travma sonrası
stres ile de benzer atrofı ve bellek kaybı olduğu
Şekil 3: Hipokampus İşlevini Etkileyen ve Kognitif düşünülmektedir. Bremner ve arkadaşları(56, 80)
Performansı Değiştiren A drenal Steroidlerin savaşla ilişkili TSSB olan hastaların deklaratif
Etkilerinin Şematik Özeti bellek kusurlarının yanında sağ hipokampus
Solda: Stresin indüklediği glukokortikoidler beyin
hacimlerinde %8 kadar bir azalma olduğunu bul­
atroflsine neden olur mu? Majör depresyon öyküsü
olan hastalar arasında hipokampus hacmi ile (üstte) de-
dular(Şekil 3). Bununla beraber, burada atrofı ve
presyonun süresi, (ortada) Cushing sendromu olan bellek kaybı glukokortikoid artışına ikincil değil,
hastalar arasında kortizolun aşın üretiminin düzeyi, diğer bazı mekanizmalara bağlıdır. Çünkü bu
TSSB öyküsü olan veya olmayan gaziler arasında hastalarda glukokortikoid düzeyleri normalden
savaşa maruz kalma süresi arasındaki ilişki. Kortizol düşüktür.
insan glukokortikoidi hidrokortizon için kullanılan
l 970lerde, Sachar (8 1 ) ilk defa, depresyonu olan
bir başka terimdir (78; şekil Amerikan Bilim İler­
leme Birliği 'nin izni ile yeniden basılmıştır). Sağda:
hastaların hipotalamik-hipofızer aksında da benzer
(üstte): Hipokampal döngü entorinal korteks (ENT), olayların gerçekleştiğini gösterdi. Depresyonu olan
Amman 'un boynuzu (H), ve den tat girus (DG) arasın­ hastaların %50'sinden fazlasında devamlı yüksek
daki ana bağlantıları gösterecek şekilde şemalan­ glukokortikoid düzeyleri vardır. Sonraki çalışmalar
mıştır. f=fomiks, pp=perforan yolak; CA 1 ve CAJ glukokortikoidlerdeki yükselmenin glukokortikoid
hipokampusun alt bölgeleridir. (altta): Hem glukokor­
reseptörlerinde azalma ve deksametazonla kortizol
tikoidler hem de eksita tör aminoasitler (özellikle glu­
tamat) yoluyla etki gösteren orta süreli stres CAJ pi­
baskılanmasına direnç ile ilişkili olduğunu göster­
ramidal nöronlarının apikal dendritlerinde geri di. Kemirgenlerden edinilen verilerle tutarlı biçimde,
dönüşümlü atroflye yol açar; ciddi ve uzun süreli depresyonu olan hastaların hipokampus hacim­
stres özellikle CAJ 'te belirgin olan ; fakat CA J 'e de lerinde önemli bir azalma ve deklaratif bellek kay­
yayılan piramidal hücre kaybına yol açar. Hem bında artış vardır.
glukokortikoidler hem de eksitatör amino asitler görev Nemeroff ve arkadaşları (82 . kaynakta der­
alsa da geri dönüşümlü atrofl ve kalıcı nöron kaybı
arasındaki mekanistik ilişki şu anda bilinmemektedir
lenmiştir) depresyonu olan hastalarda CRF
(77; şekil Current Biyoloji Yayınları 'nın izniyle salgılanmasının belirgin biçimde arttığını bul­
yeniden basılmıştır). muşlardır. Bu, depresyonu olan hastalarda beyin­
deki CRF salgılayan nöronların hiperaktif olduğu­
gin bir zayıflama olur (3 1 , 77) (Şekil 3). Böylece, na dair ilginç bir düşünceyi akla getirmiştir. Bu
başlangıçta bastırma olarak görünenin aslında düşünceyle tutarlı biçimde, CRF memelilerin
gerçek bir amnezi, yani beynin temporal lob sis­ merkezi sinir sistemine doğrudan enjekte edil­
teminin bir hasarı olduğu ortaya çıkar. diğinde depresyonun bir çok belirti ve bulgusunu
Erken bilinçdışı zihinsel süreçler ile sonraki bi­ oluşturur; örneğin, iştah azalması, otonom sinir sis­
linçli zihinsel süreçlerin ilişkisinde bu deney düze­ temi aktivitesinde değişme, libido azalması, uyku
neklerinin büyük önemi vardır. Yaşamın erken bozuklukları gibi. Beklenmedik erken yaşam
döneminde bebeğin anneden ayrılmasıyla oluşan deneyimlerinin erişkinlikte depresyon ve belirli
stres, esasen erken yaşamda bebeğin sahip olduğu anksiyete bozukluklarına yakalanma olasılığını
farklılaşmış yegane bellek sistemi olan prosedüre! artırdığına dair deliller ışığında, N emeroff bu
bellek sisteminde depolanan bir tepki oluşturur. duyarlılığa muhtemelen CRF'nin aşırı salınımının
Fakat prosedüre! bellek sisteminin bu eylemi, ni- aracılık ettiğini ileri sürm(iştür.

47
imago ı güz ı 2oos

Bu içgörülerin çeşitli uygulama alanları ola­ bellek mekanizması günlük hayatın açıkça basit
bilir. Birincisi, stres ve depresyonun hazırlayıcı pek çok yönü için çok önemlidir: Bir sohbeti
faktörleri için giderek daha rafine hayvan model­ sürdürmek, bir listeye numara eklemek, araba
lerinin, CRF ile aktive edilen genlerin ve anksiyete kullanmak. Baddeley' in düşüncesi, çalışma belle­
için hazırlayıcı genlerin tanımlanmasına olanak ğinin bazı yönlerinin prefrontal asosiasyon kor­
sağlayan -deney hayvanlarında ve belki sonra in­ teksinde temsil edildiğini ve herhangi bir açık bil­
sanlarda- modellerin geliştirilmesidir. İkincisi, ginin bellekten geri çağrılmasının -bilinç öncesin­
CRF'nin hedef dokudaki etkilerini reseptörleri den bilince geri çağırma- çalışma belleği gerek­
üzerinden bloke eden ilaçlar belirli depresyon tür­ tirdiğini ilk defa ileri süren Joaquin Fuster (86) ve
leri için kullanışlı olabilir. Sonuçta, çözünürlüğün Patricia Goldman- Rakic ' in (87) nörobiyoloj ik
artmasıyla, hipokampusu görüntüleyerek ve deneyleri ile daha da geliştirildi. Bu bulgunun
anatomik değişikliklerin hangi derecede durduğu öngörülerinden birine göre, eser koşullamada
ve hatta geri döndüğünü, ve ayrıca psikoterapiye koşullu olmayan uyaran dorsolateral prefrontal
yanıtların C RF ve glukokortikoid düzeyleri ile korteksteki çalışma belleği sistemini aktive ede­
nasıl ilintili olduğunu görerek hastaların tedaviye bilir ve dolayısıyla başka şekillerd� prosedüre!
yanıtları makul biçimde takip edilebilecektir. olan asosiyatif süreçleri bilince dahil etmek için
sıklıkla hipokampusla beraber hareket eder.
5. Bilinç Öncesi Bilinçdışı ve Lezyonlu hastalardaki klinik çalışmalar prefrontal
Prefrontal Korteks korteksin ahlaki yargıların bazı yönlerini de tem­
Buraya kadar yalnızca örtük bilinçdışını ele sil ettiğini düşündürmektedir; akıllıca ve sorum­
aldık. Peki baskılanmışı veya bilinçdışını, ve bilin­ luluk altında plan yapma yetimizi yönetir (83). Bu,
ci okuyabilen tüm hatıra ve düşüncelerle ilişkili açık bilginin geri çağrılmasının geri çağrılacak
olan bilinç öncesi bilinçdışı nedir? Bilinç öncesi olan bilginin adaptif ve gerçekçi değerlendi­
bilinçdışının bazı yönlerine prefrontal korteksin rilmesine bağlı olduğuna dair ilginç bir olasılık or­
aracılık ettiğine inanmak için nedenlerimiz vardır. taya çıkarır. Bu bakımdan prefrontal korteks,
Muhtemelen en güçlü iddia prefrontal korteksin Solms 'un (88) ileri sürdüğü gibi psikanalistlerin
çeşitli açık bilgileri bilinçli farkındalığa getirmede bir tarafta egoya diğer tarafta da süperegoya at­
yer almasıdır. Prefrontal asosiasyon korteksinin iki fettikleri düzenleyici işlevlerde yer alıyor olabilir.
önemli işlevi vardır: Duyusal bilgiyi bütünler ve
bunu planlı harekete dönüştürür. Prefrontal kor­ 6. Cinsel Yönelim ve
teks bu iki işleve aracılık ettiğinden uzun süreli Dürtülerin Biyolojisi
planlama yargılamadaki amaca yönelik hareketin Freud dürtüleri zihnin enerjik bileşenleri olarak
anatomik yapılarından biri olduğu düşünülmekte­ tasarlamıştır. Bir dürtünün, şimdi kognitif psiko­
dir. Prefrontal asosiasyon alanlarında hasar olan logların motivasyonel durum dedikleri bir geril­
hastalar gerçekçi amaçlara ulaşmada zorluk çeker­ im veya eksitasyon durumuna yol açtığını öne
ler. Sonuç olarak, yaşamda az şey edinirler ve dav­ sürdü. Motivasyonel durumlar gerilimi azaltma
ranışları günlük aktiviteleri organize etme ve plan­ amaçlı eylemleri harekete geçirirler.
lama yetilerinin azaldığını düşündürür (83, 84). Freud, kariyerinin başlarında, muhtemelen
Geçen yirmi yıl boyunca prefrontal korteksin Havelock Ellis (89), Magnus Hirschfeld (90), ve
deklaratifbellek depolarında saklanan veya oradan Richard Krafft-Ebing'ten etkilenerek kişinin cin­
geri çağrılanları da içeren bilgilerin kritik kısa sel yöneliminin önemli ölçüde doğuştan gelen
süreli tutulmasında görev alan bir sistemin bileşeni gelişim sürecinden etkilendiğini ve tüm insan­
olarak görev yaptığı netleşti. Bu düşünce prefron­ ların yapısal olarak biseksüel olduklarına inan­
tal korteks lezyonlarının çalışma belleği denilen, mıştı. Bu yapısal biseksüellik hem erkek hem de
açık belleğin kısa süreli bir bileşeninde özgül bir kadın eşcinselliğinde kilit bir faktördü. Bununla
kusur oluşturduğunun keşfiyle ortaya çıktı. Çalış­ beraber, sonraları cinsel yönelimin edinse! bir
ma belleği düşüncesini geliştiren kognitif psikolog özellik olduğunu düşünmeye başladı. Freud (92)
Alan Baddeley' e (85) göre, bu bellek türü zaman özgül olarak erkek eşcinselliğini normal cinsel
içindeki algıları an be an bütünler, onları prova gelişimde bir yetersizliğin, gelişmekte olan erkek
eder, ve geçmiş deneyimler, eylemler, ve malumat çocuğun kendini annesiyle olan yoğun cinsel bağ­
hakkında depolanmış bilgiler ile kombine eder. Bu dan layıkıyla ayırmasında bir yetersizliğin temsili

48
Ps i ka n a l izin B iyoloj i s i ve Geleceğ i

olarak düşündü. Sonuçta, yetişkin erkek çocuk karmaşıktır ve bir cinsiyetin öznel olar ak al­
annesiyle benzeşir ve aralarında var olmuş olan gılanmasına karşılık gelir. Son olarak, cinsel yöne­
ilişkiyi yeniden sahneye koymak için onun rolünü lim cinsel partner tercihine tekabül eder. Cins iyetin
oynamaya çalışır. Freud erkek çocuğun annesin­ çeşitli yönlerine katkıda bulunan faktörler tam
den ayrılmadaki yetersizliğinin sahiplenen bir olarak anlaşılamamıştır, fakat onları tartışıyorum
anne ile yakın, bağlayıcı bir ilişkinin ve olmayan, çünkü tarihsel olarak bu alan psikanaliz için önem­
zayıf veya düşmanca davranan bir baba gibi çeşitli lidir; ve nurtür-doğa ikilemi biyoloj inin tekrar
faktörlerin sonucu olabileceğini öne sürdü. Freud, tekrar karşılaştığı ve bazen aydınlattığı bir du­
psikoseksüel gelişimin üç evresi teorisi çevresinde rum olduğundan bu biyoloj inin önemli katkı ya­
anal ilişkiye vurgu yaparak erkek eşcinselliğini pabileceği bir alandır. Cinsiyet tanımı ve c insel
anal evreden genital evreye normal olarak geçişte yönelim karmaşık olmasına ve tamamen insani
bir yetersizlik olarak gördü. Kadın eşcinselliği olan özellikler taşıması nedeniyle deney hayvan­
Freud'un zihninde çok net tanımlanmamıştı, fakat larında çalışılması uygun olmamasına rağmen,
bunu erkekler için özetlediği sürecin ayna görün­ cinsel davranışın diğer birçok yönü yeme içm e
tüsü olarak düşündü. Freud, paranoya, alkolizm, davranışı gibidir -hayatta kalma için o kadar el­
ve ilaç bağımlılığının gelişiminde de bir latent zemdir ki memeliler arasında son derece i yi ko­
eşcinsellik bileşeni olduğunu gördü. runmuştur- buna ortak beyin ve hormon si stem­
Freud'un cinsellik üzerine görüşleri şu anda 50 leri ve stereotipik davranış türleri dahildir; S onuç
yaşında, ve bazı durumlarda 90 yaşındadır. Bazı­ olarak, fareler ve sıçanlar gibi deney hayvan­
ları anlaşılır biçimde modem psikanalitik düşünce larından davranış ve cinsiyet hormonlarını n nöral
tarafından terk edilmiş, ve hemen hepsi değişik­ kontrolü hakkında epey bilgi öğrendik.
liklere uğramıştır. Bunları, Freud'u ya da psika­ Gonadların erken embriyonik gelişimi erkek­
naliz camiasını geçerliliğini yitirmiş düşünceler­ ler ve dişilerde aynıdır. Genotipik cinsiyet bir
den sorumlu tutmak amacıyla değil, ne kadar mo­ bireyin cinsiyet kromozomlarının birbirini tamam­
dem olursa olsun cinsellikte herhangi bir psikolo­ lamasıyla belirlenir: Dişiler iki X kromozomuna
j ik veya klinik içgörünün cinsiyet tanımı ve cin­ sahipken, erkekler bir X bir Y kromozomuna
sel yönelimin biyoloj ik olarak -şu anda pek az sahiptirler. Erkeğin fenotipik cinsiyeti Y kromo­
şey bilsek de- daha iyi anlaşılması sayesinde zomunun üzerindeki testis belirleyici faktör de­
neredeyse kesin olarak açıklığa kavuşacağını nilen tek bir gen ile belirlenir. Bu gen, e rken
göstermek için aktarıyorum. Eşcinsellik toplumun dönemde biseksüel olan gonadın testosteron üreten
geniş kesimlerinde daha açıkça kabul görür hale testise dönüşmesini başlatır; testis belirleyi c i fak­
geldiğinden, eşcinsel camia, psikanaliz camiası, ve törün yokluğunda gonad over olarak geliş ir ve
toplumun içinde cinsel yönelimin ne dereceye östrojen üretir. Diğer tüm fenotipik cinsel özel­
kadar doğumsal veya edinsel olduğuna dair aktif likler gonadal hormonların dokular üzerindeki
bir tartışma vardır. Freud ve diğer analistlerin, etkilerinin sonucudur. Hem biyologların hem de
eşcinsel erkeklerde babalarını düşmanca veya psikanalistlerin özel merakı cinsel dimorfizmin
uzak olarak, annelerini ise olağanüstü yakın olarak beyine ve dolayısıyla davranışa yayılmasıdır.
hatırlama eğilimi olduğuna dair gözlemlerine Erkekler ve kadınların davranışları ergenl ikten
yakın zamanda destekler gelmiştir (93). Bununla önce dahi farklılık gösterir. Cinselliğin b irçok
beraber, diğer çalışmalar cinsel yönelime genetik yönü tüm memeliler arasında korunmuş ol duğun­
bir katılım olduğunu düşündürmektedir. dan, insan cinselliği ile ilgili cinsel davranı ş pri­
Bu karmaşık bir alandır, çünkü genotipik cin­ matlarda ve hatta kemirgenlerde çalışılabilir. Genç ·

siyet, fenotipik cinsiyet, cinsiyet tanımı, ve cinsel erkek maymunlar sert ve karıştırıcı oyunlara dişi­
yönelim birbirlerinden farklıdır, fakat kendi ara­ lerden daha fazla katılırlar, bu fark testo s teron
larında ilişkilidir. Gerçekten de, bu karmaşıklığın düzeyleriyle ilişkilidir. Doğumsal adrenal biper­
ayrımsanması erkek, kadın, erkeksi, ve kadınsı plazi sonucunda doğum öncesinde aşın yüksek
gibi standart terimleri belirsiz hale getirebilir ve miktarda androj ene maruz kalan kız çocuk ları da
nitelendirme ihtiyacı doğabilir (94). erkek çocuklarının oyunlarını tercih e derler
Genotipik cinsiyet genlerle belirlenirken, feno­ (95,97 ,98). Çocukların oyun davranışlaundaki
tipik cinsiyet iç ve dış cinsel organların gelişimiyle cinsiyet farkları en azından kısmen prenatal andro­
belirlenir (94-96). Cinsiyet tanımı daha belirsiz ve j enlerin düzenleyici etkilerine bağlı o l abilir.

49
imago ı güz ı 2oos

Testosteron düzeyinin davranış üzerinde başka Başlarken, cinsiyetin gelişimi multifaktöryeldir,


dramatik etkileri de vardır (97, 99- 1 O l). Doğumda yani cinsel yönelimin etyolojisi de neredeyse kesin
veya doğumdan önce hadım edilen erkek kediler olarak multifaktöryel olmalıdır; muhtemelen, hor­
erişkin olduklarında, testosteron verilse dahi, uy­ monlar, genler, ve çevresel faktörler tarafından
gun dişilerin varlığında erkeklerin tipik tırmanma belirlenir. Cinsel yönelim gibi davranışsal bir
davranışını gösterememişlerdir. Aynca, bu kedilere özelliğe tek bir genin, bir hormonda veya beyin
erişkinliklerinde erişkin dişi kedilerinhormonal or­ yapısında tek bir değişimin, veya tek bir yaşam
tamını taklit edecek biçimde östrojen ve proges­ deneyiminin yol açmadığı neredeyse kesindir.
teron verilirse, kızışan dişi kediler için tipik olan Cinsiyet dimorfizminin özellikleri çalışmaların­
kabul etme postürünün aynısını gösterirler. Hadım daki devam eden ilerleme şüphesiz psikanalizin
etme doğumdan birkaç gün sonra yapılırsa bu cinsel kimliği ve cinsel yönelimi daha iyi anla­
etkilerin hiçbiri görülmez. Bu nedenle, algısal be­ masına yardım edecektir.
ceriler ve motor koordinasyon gibi, tipik cinsiyet Cinsel yönelim üzerine anatomik çalışmalar
davranışı da davranışın kendisi çok çok sonralara yeni başlamaktadır, ve anatomik farklar üzerine
dek görülmese de, doğum anına yakın, kritik bir yayımlanan bulgulara güven duymadan önce çok
dönem boyunca düzenlenir. daha fazla bilgiye ihtiyacımız olacaktır. Şu anda
Davranıştaki cinsiyet farkları, beyin işlevindeki bunların ilginç olasılıklar olarak düşünülmesi da­
farkları gösterdikleri ölçüde en azından kısmen ha iyidir. Simon LeVay (93 , l 07) tümü AIDS 'ten
merkezi sinir sisteminin yapısındaki cinsiyet fark­ ölen eşcinsel erkeklerin ve heteroseksüel kabul
larının sonucu olmalıdır. Bu farklar için olası edilen erkeklerin beyinlerini ve kadınların beyin­
anatomik yerlerden biri cinsellik davranışı yanın­ lerini inceledi. Sıçan hipotalamusunda en belirgin
da çeşitli diğer homeostatik dürtülerle ilgili olan cinsiyet dimorfızmi taşıyan çekirdek olan INAH3
hipotalamustur (derleme için 1 0 1 . kaynağa bakı­ heteroseksüel kabul edilen erkeklerde kadınlardan
nız). Salim, uyanık rhesus maymunlarında veya ortalama üç kat daha büyüktü. Bununla beraber,
sıçanlarda hipotalamusun elektriksel uyarımı cin­ INAH3 eşcinsel erkeklerde ortalama olarak kadın­
siyet için tipik cinsellik davranışını oluşturur larla aynı boyuttaydı. Diğer üç INAH çekirdeğinin
( l 02). Biyologlar, kemirgenlerde hipotalamusun hiç biri gruplar arasında farklılık göstermedi .
medyal preoptik alanında cinsiyet açısından di­ Çalışmadaki ömeklemle ilgili potansiyel sorunlara
morfık olan çarpıcı bir fark buldular ( 1 03 , 1 04). ek olarak, LeYay' ın gözlemleri temelinde yapısal
Burada ön hipotalamusun interstisyel çekirdeği adı farkların doğumda olup olmadığını, erkeklerin
verilen -işlevi henüz bilinmeyen- dört işlevsel eşcinsel veya zıtcinsel olmasını etkileyip etkile­
nöron grubu vardır (INAH- 1 ila INAH-4). Bu mediğini, veya dimorfızmin cinsel davranıştaki
çekirdeklerden biri, INAH-3 , erkek sıçanda farkların bir sonucu olup olmadığını söylemek
dişidekinden beş kat daha geniştir. Dişi gelişimi mümkün değildir. Fakat daha iyi örneklemeyle ve
süresince bu çekirdekteki hücrelerin çoğu ölür; beyin tarama görüntüleme tekniklerindeki ilerle­
erkek yavrularda bu hücreler dolaşımdaki testos­ melerle beraber bu sorulara cevap vermek müm­
teron sayesinde kurtarılır ve dişi yavrularda da kri­ kün olabilir.
tik bir gelişim penceresinde testosteron enj eksi­ Allen ve Gorski ( 1 04) beynin sağ ve sol
yonları yapılarak kurtarılabilir (l 05, 1 06). tarafları arasında bir yolak olan ve genellikle
Sıçanda serebral korteksin çeşitF bölgelerinin kadınlarda erkeklerden daha geniş olan anterior
kalınlıklarında da cinsiyet dimorfızmleri vardır. komisurda eşcinsel ve zıtcinsel erkekler arasında
Örneğin, erkekte daha büyük bir asimetri vardır: başka bir farklılık tanımladılar. Allen ve Gorski an­
Bir erkek sıçanda korteksin sol tarafının kalınlığı terior komisurun eşcinsel erkeklerde zıtcinsel
sağ taraftan daha fazladır. Muhtemelen bir sonuç erkeklerden ortalama olarak daha geniş olduğunu
olarak, dişilerde korpus kallozumun spleniumu buldular. Aslında, bu yapı eşcinsel erkeklerde
daha fazla nöron içerir. Diğer beyin bölgeleri de kadınlardan daha geniştir (aynca 1 08 . kaynağa
cinsiyet dimorfızmi gösterir ve şüphesiz daha faz­ bakınız).
laları da bulunacaktır. Şimdi dile getirilmekte olan başka bir soru
Cinsiyetin genotipi ve fenotipi için biyolojik cinsel yönelimin kalıtsal mı edinsel mi olduğudur
bir temel bulunması şu soruyu gündeme getirir: ( 1 09- 1 1 5). Cinsel yönelim genlerden etkileniyor
Cinsel yönelim için biyoloj ik temel nedir? görünmektedir, ve beklendiği üzere bu etki kar-

50
Ps i kanal izin Biyoloj i s i ve Geleceğ i

maşıktır. Cinsel yönelimin ailesel özelliği vardır. Subjects Strlng Players


Bir kişi eşcinselse, ikiz erkek kardeşinin eşcinsel
3 0 ...
olma şansı oldukça artar. Aynı genleri paylaşan tek

yumurta ikizlerinde, konkordans oranı %50' dir. •
25 ... ••
Çift yumurta ikizleri için konkordans oranı ... •

%25 'tir. Buna karşın, genel popülasyonda erkek 20 ...


eşcinselliğinin insi dansı % 1 O ' dan azdır. Kadın ...
• • •
eşcinselliği için, genetik ilişki daha zayıftır -tek yu­ 15
murta ikizlerinde %30 ve çift yumurta ikizlerinde •

yaklaşık % 1 5 . Bu rakamlar kabaca diğer karmaşık 10
_._
özelliklerinkilere benzerdir. Bu da hem genetik •

hem de genetik olmayan önemli faktörlerin 5 1


işlediğini göstermektedir.
Bunların hepsi erken bulgulardır, ve hem eşcin­ o
o 5 10 15 20
sel hem de heteroseksüel insan gruplarındaki tu­
Age at lnception of Musical Practlce
tarlılığı halen sorgulanmaktadır. Fakat farklı cin­
sel yönelimleri olan insanlar arasındaki anatomik Şekil 4: Yaylı Çalgı Sanatçılarında Sol Elin Beşinci
farkları doğrulayacak yöntemler yakındadır. Pannağının Kortikal Temsili Müzisyen Olmayanlardan
Yukarıda öne sürdüğüm gibi, her iki sonlanım da Daha Geniş Boyuttadır
Şekil, toplam nörona/ aktivitenin endeksi olarak
cinsel yönelimin dinamikleri hakkındaki psikana­
düşünülen dipol gücü olarak manyetoensefalografi ile
litik düşünüşü önemli ölçüde etkileyecektir. ölçülen kortikal temsillerin boyutunu göstennektedir.
Yaylı çalgı sanatçı/an arasında, müzik pratiğine 13
7. Terapinin Sonlanımı ve Beyinde
yaşından önce başlayanlar diğerlerinden daha gı;niş
Yapısal Değ işiklikler bir temsile sahiptirler. Yatay çizgiler ortalama/an gös­
Deney hayvanlarındaki son çalışmalara göre terir. (Ebert ve arkadaşlarmdan ( 1 1 6) Squire ve
uzun süreli bellek gen ifadesinde değişikliklere ve Kandel 'in değiştirdiği haliyle [3 1; şekil Scientific
American Inc. 'in izniyle yeniden basılmıştır].)
beyinde bunu izleyen anatomik değişikliklere yol
açar. Beyindeki anatomik değişiklikler tüm yaşam
boyunca sürer ve muhtemelen bir bireyin kişilik ve Taub ve arkadaşları ( 1 1 6) enstrümanlarını çal­
becerilerini şekillendirir. Vücut bölümlerinin sereb­ mayı 1 2 yaş itibariyle öğrenen müzisyenlerin
ral korteksin duyusal ve motor alanlarındaki tem­ çalarken önemli olan sol el parmaklarının temsil­
silleri bunların kullanımlarına ve bu nedenle bireyin lerinin daha sonradan başlayanlardan daha fazla
özel deneyimlerine bağlıdır. Edward Taub ve olduğunu buldular (Şekil 4).
arkadaşları yaylı çalgı sanatçılarının beyinlerini Bu düşünce psikanaliz için önemli olan şu
taradılar. Performans sırasında sanatçılar kendileri­ soruyu ortaya çıkardı: Terapi bu şekilde mi çalışır?
ni sürekli olarak hünerli el hareketlerine adamışlardır. Eğer öyleyse psikoterapi ile indüklenen bu
Teller ile temas eden sol elin ikinci ila beşinci par­ değişiklikler nerede gerçekleşir? Terapötik olarak
maklan tek tek manipüle edilir. Bu arada yayı tutan indüklenen yapısal değişiklikler zihinsel bozuk­
sağ elin parmaklan bu denli örüntülü, farklılaşmış luk tarafından değiştirilen yerlerde mi gercek­
hareketler ifade etmez. Bu müzisyenlerin beyin leşir, yoksa terapötik olarak indüklenen değişik­
görüntüleri, beyinlerinin müiisyen olmayanlardan likler diğer ilgili alanlarda gerçekleşen bağımsız
farklı olduğunu açığa çıkarmıştır. Özgül olarak, sol ve telafi edici değişiklikler midir?
elin -sağ değil- parmaklarının kortikal temsili Zihinsel işlevlerdeki uzun ömürlü değişiklikler
müzisyenlerde daha genişti (Şekil 4) (derleme için gen ifadesindeki değişiklikleri içerir (3 1 , 1 1 6). Bu
3 1 . ve 1 1 6. kaynaklara bakınız). nedenle, normal ya da bozulmuş olsun, kalıcı zihinsel
Böyle yapısal değişiklikler yaşamın erken yıl­ durumların altında yatan özgül değişiklikleri çalışır­
larında daha kolayca edinilir. Bu nedenle Johann ken gen ifadesini de aramalıyız. Gen ifadesindeki
Sebastian Bach basitçe doğru genlere sahip olduğu değişim zihinsel bir süreçte uzun ömürlü değişik­
için değil, müziksel becerileri uygulamaya, muh­ liklere nasıl yol açar? Öğrenme ile ilişkili gen
temelen beyninin deneyimle değiştirilmeye en ifadesinde değişimler üzerine hayvanlardaki çalış­
duyarlı olduğu bir zamanda başladığı için Bach'tı. malar, bu değişimlerin sinir hücreleri arasındaki

51
imago ı güz ı 2005

bağlantı örüntülerindeki değişiklikleri, bazı durum­ Tutarl ı Bir Zih i n An layışı Edinmek için
larda da sinaptik baglantıların ilerlemesi veya geri B iyoloj i Ve Psikanaliz Arası nda
çekilmesini izlediğini gösterir. Gerçek Bir Diyalog Olması Gerekir
Bugüne kadar psikanal izin eğilimler, alışkan�
!ıklar, bilinçli ve bilinçdışı davranışlarda kalıcı Önceden ileri sürdüğüm gibi, çoğu biyolog
değişiklikler yaratma başarısının bunu beyinde yirminci yüzyıl için gen ne ise, yirmibirinci yüzyıl
yapısal değişimlere yol açan gen ifadelerinde için zihnin o olduğuna inanmaktadır. Psikanaliz­
değişimlere yol açarak yaptığı düşüncesi kışkırtı­ deki bir takım kilit sorunların daha derinden an­
cıdır. Böylece, beyin görüntüleme teknikleri laşılmasına genel olarak biyoloj ik bilimlerin özel
geliştikçe bu tekniklerin yalnızca çeşitli nevrotik olarak da kognitif nörobilimin nasıl katkı yapa­
hastalıklara tanı koymada değil psikoterapinin bileceğini kısaca tartıştım. Sıklıkla gündeme ge­
ilerleyişini izlemede de faydalı olabileceği ihti­ len bir sorun psikanalitik sorunlara nörobiyoloj ik
maliyle yüz yüzeyiz. bir yaklaşımın psikanalitik kavramları nörobi­
yoloj ik kavramlara indirgeyeceğidir. Eğer böyle
8. Psikofa rmakoloj i ve Psikanaliz olsaydı, psikanalizi esas dokusundan ve zengin­
Nöroloj i eğitimi almış bir psikanalist olan ve liğinden mahrum bırakacak ve terapinin karak­
nörobiyoloj inin psikanalizle ilişkisine dair uzun terini değiştirmiş olacaktı. Böyle bir indirgenme
süreli bir merakı olan Mortimer Ostow ( 1 1 7, 1 1 8), basitçe arzulanmayan bir durum değil, imkansız
1 962 gibi erken bir tarihte, psikanalizin seyri bir durumdur. Psikanaliz, kognitif psikoloji ve
sırasında ilaçların kullanılmasının yararına işaret nörobilimin gündemleri çakışır, fakat herhangi
etti ( 1 1 9). Daha o zamanlarda, farmakolojik mü­ bir biçimde özdeş değillerdir. Bu üç disiplin fark­
dahalenin, terapötik değerinin yanında afektif lı perspektif ve amaçlara sahiptir ve yalnızca be­
işlevlerin yönlerini inceleme için bir araç olarak lirli kritik sorunlarda birleşirler.
da görev yapabileceğini öne sürdü . Ostow Bu çaba içinde biyolojinin rolü, özgül dizisel
psikofarmakoloj ik ajanların esas etkisinin duygu­ süreçlere derin içgörüler sağlaması en muhtemel
lanım üzerine o lduğunu gözlemledi . Bu da yönleri aydınlatmaktır. Biyoloj inin gücü özenli
duygulanımın davranış veya hastalık için düşünce düşünce biçimi ve analizdeki derinliğidir. Biyoloji
oluşturma veya bilinçli yorumlamadan daha giderek yaşam süreçlerinin moleküler dinamik­
önemli olduğunu ileri sürmesine yol açtı. Bu dü­ lerinin daha derinlerine indikçe kalıtımı, gen düzen­
şünce, Sanders, Stem ve Boston Değişim Süreci lenmesini, hücreyi, antikor farklılıklarını, beden
Çalışma Grubu'nun bilinçdışı duygulanımın bil­ planının ve beynin gelişimini ve davranışın oluştu­
inçli içgörü üzerindeki görece önemine dair rulmasını anlamamız son derece genişlemektedir.
savlarını güçlendirmektedir ve terapötik iler­ Psikanalizin gücü hedeflediği sorunların kar­
lemenin göstergeleri olarak, Boston grubunun maşıklığı ve onları kavrama yeteneğidir. Bu güç
bilinçli içgörü kadar önemli saydıkları, bilinçdışı biyoloji tarafından azaltılamaz. Zaman zaman tıb­
prosedüre! bilgideki değişikliklerin (yukarıda ele bın biyolojiye, ve psikiyatrinin nörobilime yönelıiı.e­
alınan anlam anları sırasında olanlar gibi) öne­ si gibi psikanaliz de zihin-beyin ilişkisinin sofistike
mini bir kez daha vurgulamaktadır. Hem biçimde anlaşılması için becerikli ve gerçeklik yöne­
Ostow'un hem de Boston grubunun düşünceleri, limli bir öğretmen olarak görev yapabilir.
hastanın bilinçdışının içsel temsillerindeki Geçen yarım yüzyıl boyunca biyolojik bilimlerin
değişikliklerin -bilince erişmeseler dahi- tera­ içinde çekirdek disiplinleri kaybetmeksizin gerçek­
pinin ilerlemesi için faydalı olabileceğini netleş­ leşen başarılı birleşmeleri tekrar tekrar gördük.
tirmektedir. Bu durumlarda, bilinçdışı belki de Örneğin, klasik genetik ve moleküler biyoloji ortak
Freud' un düşündüğünden daha önemlidir ! bir disiplin olan moleküler genetikte birleşti. Artık
Nitekim, Ostow'un psikofarmakolojik ajanların Gregor Mendel ' in tanımladığı özelliklerin ve
psikanaliz süreci üzerine etkilerini incelediği Thoıpas Hunt' ın tanımladığı genlerin kromozom
çalışmanın teması, Sanders ve Stem' in psiko­ üzerindeki özgül yerleşimlerinin çift sarmallı ONA
terapideki ilerlemenin önemli bir prosedüre! bile­ dizileri olduğunu biliyoruz. Bu içgörü genlerin nasıl
şeni olduğunu ve terapide olanın çoğunun içgö­ eşlendiğini ve hücresel işlevleri nasıl kontrol et­
rüyle doğrudan ilişkili olması gerekmediğini vur­ tiğini anlamamıza olanak tanıdı. Bu içgörüler biyo­
gulayan düşüncelerini tekrarlar. lojide devrim yaptılar, fakat genetik disiplinini or-

52
Ps i kanal izin B iyoloj is i ye Geleceğ i

tadan kaldırmış olmadılar. Buna karşın, 2003 'te can verici olasılığı görmektedirler. Bunlardan en
tamamlanması beklenen insan genomuyla beraber övülmeye değer olanı Karen-Kaplan Solms ve
genetiğin yıldızı parlamaktadır. Genetik, moleküler Mark Solms 'un ( 1 2 1 ) beyin lezyonu olan hasta­
biyoloj inin güçlü içgörülerini kullandı, kendi gün­ ların zihinsel işlevlerindeki değişimleri araştırarak
demine etkin biçimde uyguladı ve ilerledi. Aynısını beyinde psikanalizle ilgili anatomik sistemleri
psikanaliz neden yapmasın? tanımlama girişimleridir. Kaplan-Solms ve Solms
psikanalizin gücünün zihinsel süreçleri öznel bir
Diyaloğun Başlangıçlarını perspektifle incelemesinden kaynaklandığına inan­
Görüyor m uyuz? maktadırlar. Bununla beraber, işaret ettikleri üzere,
Gördüğümüz üzere, biyoloj i psikanalize iki bu önemli güç aynı zamanda · psikanalizin en
yönde yardımcı olabilir: Kavramsal ve deneysel büyük güçsüzlüğüdür. Öznel fenomenler ko­
olarak. Aslında halihazırda kavramsal ilerlemenin laylıkla nesnel ampirik analizlere tabi tutulamaz.
işaretlerini görmeye başlıyoruz. Bazı psikanaliz ku­ Öznel fenomenleri araştırmak için yaratıcı yollar
rumlan ya da en azından psikanalizin içindeki bir oluşturmamız gerekmektedir. Sonuç olarak, bu
grup insan psikanalizi daha özenli hale getirmek araştırmacılar, beynin foka! bir lezyonunu takiben
ve biyolojiyle yakınlaştırmak için mücadele et­ oluşan kişilik değişikliklerindeki gibi, psikanali­
mektedir. Kariyerinin başında Freud da bu durum tik düşünceyi yalnızca nesnel nörobiyoloj ik
için tartıştı . Daha yakın zamanda, New York fenomenlere bağlayarak psikanalizin nesnel
Psikanaliz Enstitüsü ' nden Mortimer Ostow ve kökenli yapılanmasından ampirik ilintiler çıkarıla­
Columbia Enstitüsü' nden David Olds ve Amold bileceğini savunuyorlar. Benzer biçimde, önemli
Cooper ( 1 20), ve ülke çapında niceleri burada ve geleneksel bir çalışma da bilinçdışı zihinsel
özetlediğim düşüncelerin benzerlerini daha önce­ süreçlerin yönlerini analiz etme girişimi içinde
den belirttiler. olaya ilişkin potansiyellerle subliminal ve suprali­
Uzun yıllar boyunca Columbia Psikanalitik minal uyaranların algılanmasını ilintilendiren
Tıp Birliği ve New York P sikanaliz Enstitüsü, Howard Shevrin'in uzun süreli çalışmasıdır (5, 46).
psikanaliz ve nörobilimin ortak ilgi alanlarına Bu başlangıçlar son derece cesaret vericidir.
yönelik merkezler kurdular. Bu ilgi alanlari içinde Fakat psikanalizin yeniden canlanması için, en­
bilinç, bilinçdışı işleme, otobiyografik bellek, telektüel olarak yeniden yapılanmasını kurumsal
rüyalar, duygulanım, güdülenme, bebekte zihin­ değişiklikler ile eşleştirmesi gerekmektedir. Biyo­
sel gelişim, psikofarmakoloj i ve zihinsel hastalığın loj inin yardımı için, psikanalizin iki yönü özel
etyoloj isi bulunmaktaydı. New York Psikanaliz dikkat gerektirmektedir: Terapötik sonlanım ve
Enstitüsü'nün tanıtımında şöyle diyor: psikanaliz kurumlarının rolü.
Psikanalizle hayati ilgisi bulunan pek
çok soruna dair içgörülerdeki patlama es­ Psikanalitik Sonlanımın
ki kavramlar ve filizlenen araştırma Değerlendirilmesi
teknolojilerini ve farmakolojik tedavileri Bir terapi biçimi olarak, artık psikanaliz 50 yıl
kullanan yöntemlerle anlamlı biçimlerde önce olduğu kadar yaygın şekilde uygulanmıyor.
bütünleştirilmelidir. Benzer biçimde insan Jeffrey ( 1 22) psikanaliz talep eden hasta sayısının
öznelliğinin karmaşık sorunlannı ilk de­ son 20 yıl boyunca her yıl % 1 O azaldığını ve aynı
fa keşfeden nörobilimcilerin de yüz yıl­ şekilde psikanaliz kurumlarında eğitim almak
lık analitik birikimden öğreneceği çok isteyen yetenekli psikiyatristlerin de azaldığını
şey vardır. iddia etmektedir. Bu azalma hayal kırıklığı yarat­
B öylece, heyecan verici bir basamak olarak, maktadır, çünkü günümüzde psikanalitik terapi
psikanalistler nörobilim v e psikofarmakoloji daha gerçekçi biçimde odaklanmış ve bu neden­
öğrenmeye başlıyorlar. Bu basamak analitik klinis­ le daha etkin olabilecek hale gelmiş görünmekte­
yenin uzun soluklu yeni öğreniminde ona önder­ dir. Son birkaç on yılda psikanaliz otizm, şizofreni,
lik edecektir. ve ağır bipolar hastalık gibi önereceği hemen hiç
Bu çabaların sonucu olarak, biyoloj inin ikin­ bir şeyi olmayan hastalıkları tedavi etmeye kal­
ci işlevi olan deneysel işlevinde bir miktar ilerleme kıştığı, l 950'lerdeki gerçekçi olmayan amaçlarını
olmaktadır. Bazı araştırmacılar psikanaliz ve biyo­ büyük ölçüde terketti. Bugünlerde, psikanalizin en
loj inin deneysel olarak birleşmesine dair heye- başarılı olduğu alanın psikotik özelliği olmayan

53
imago I güz I 2005

bozukluklara sahip hastalar olduğu düşünülmek­ gelleyemez. İkisine de ihtiyacım var. Ya­
tedir. Bu hastalar etkin biçimde çalışmada veya tat­ şamını haplara, kendi garipliklerine ve
minkar ilişkileri sürdürmede önemli kusurları olan azmine ve sonuçta psikoterapi denen de­
ve yaşamlarını daha iyi yönetmenin yollarını edin­ rin ilişkiye borçlu olmak acayip bir şey.
mek isteyen kişilerdir. Bu kişilerin önemli bir Bu ilerlemeler düşünüldüğünde, psikanaliz
bölümü duygulanım bozukluklarıyla beraber bor­ uygulaması neden artık gelişmiyor? Psikanalitik
derline kişilik bozukluğundan mustariptirler. Bu terapinin kullanımındaki bu azalma çoklukla psi­
olgularda, psikanaliz ve psikanalitik yönelimli kanaliz dışındaki sebeplere atfedilebilir: Farklı
psikoterapinin farmakoterapiye önemli bir yardım­ kısa süreli psikoterapi biçimlerinin (değişen dere­
cı olacağı düşünülmektedir (psikanalizde görülen celerde hemen hepsi psikanalizden kaynaklanır)
hastaların dağılımı için 1 23 . kaynağa bakınız). artışı, farmakoterapinin ortaya çıkışı, sigorta sis­
Psikotik olmayan hastalar üzerinde bu daha dar teminin ekonomik etkisi. Fakat önemli bir neden
olan odaklanmanın sonucu olarak psikanaliz ve psikanalizin kendisidir. Kuruluşundan tam bir
psikanalitik yönelimli psikoterapi belki de hiç ol­ yüzyıl soma, psikanaliz giderek daha şüpheci olan
madığı kadar iyi bir noktadadır. tıp mesleğini plasebodan daha etkin bir terapi
Burada Kay Jamison' in kendi manik-depresif biçimi olduğuna ikna edecek nesnel delilleri edin­
hastalığı ve kombine lityum tedavisi ve psikote­ mek için gereken çabayı hala göstermemiştir. Bu
rapiye verdigi etkin yanıt üzerine unutulmaz tartış­ nedenle, zorlayıcı nesnel delilleri bulunan -hem
masını anımsadım ( 1 24) : terapi olarak hem de farmakoterapiye yardımcı
Var oluşumun bu noktasında, lityum olarak- çeşitli kognitif terapi biçimleri ve diğer
almadan ve psikoterapinin faydalarına psikoterapilerden farklı olarak, psikanalizin ana­
sahip olmadan normal bir yaşam litik yönelimli olmayan terapi veya plasebodan da­
sürdüğümü düşünemiyorum. Lityum, ha iyi çalıştığına dair öznel izlenimlerin dışında
karşı konulmaz fakat yıkıcı olan çıkış­ henüz zorlayıcı delilleri yoktur ( 1 25 - 1 33).
lanmı engelliyor, depresyonlanmı azaltı­ Psikanalizin bir terapi olarak etkin olduğunu
yor, düşüncemdeki bozukluğun tüylerini gösteren nesnel deliller sağlamadaki yetersizliği
ve ağlarını temizliyor, beni kariyerimi ve artık kabul edilemez. Psikanalistler Amold
ilişkilerimi mahvetmekten alıkoyuyor, Cooper ' ın gerçekçi ve eleştirel görüşüyle ikna
hastaneden uzak ve canlı tutuyor, ve edilmelidir:
psikoterapiyi m ümkün kılıyor. Fakat Psikanalizin bir tedavi yöntemi oldu­
psikoterapi tarifi imkansız şekilde iyileş­ ğunu iddia ettiği noktaya kadar, iyi ya da
tiriyor. Konfüzyon umu bir ölçüde kötü, bilimin yörüngesine çekilmiş du­
anlamlandırıyor, korkutucu düşünce ve rumdayız ve bundan sonra ampirik araş­
hislerimi dizginliyor, kontrolümün bi­ tırmanın zorunluluklarından kaçamayız.
razını, umudumu ve bunların tümünden Bir mesleğin üyeleri olan ve hizmetleri
bir şey öğrenm e olasılığımı geri için para ödenen hekimler yetiştirdikçe,
kazandırıyor. Haplar kişiyi rahatlatarak ne yaptığımızı ve hastalarımızı nasıl etki­
gerçekliğe dondürmez, döndüremezler; lediğimizi araştırmakla yükümlüyüz.
yalnızca sarsar ve tepetaklak hale ge­ Cooper ' ın işaret ettiği üzere, başlangıçta te­
tirirler, ve o halde dayanılabileceğinden rapinin sonlanımını değerlendirmek için tasar­
daha hızlı yaparlar. Psikoterapi bir sığı­ lanan bir takım önemli çalışmalar -Wallers­
naktır; bir sa vaş alanıdır; psikotik, tein ' ın çalışması ( 1 34) ve Kantrowitz ( 1 29) ve
nevrotik, gururlu, allak bullak olduğum ve Bachrach' ın ( 1 3 5) derledikleri çalışmalar- son­
inanılmaz derecede umutsuz olduğum bir lanımla ilgisi olmayan daha ulaşılabilir kısa
yerdir. Fakat, daima, inandığım ya da süreli bir amaç uğruna uzun süreli amaçlarını
inanmayı öğrendiğim yerdedir - bir gün terkettiler. Psikanaliz iyi organize olmuş tera­
tüm bunlarla çarpışabileceğim yerde. pötik bir seçenek olacaksa, maliyeti ve kar­
Hiç bir hap, hap almayı İstememe maşıklığına rağmen, özenli sonlanım çalışmaları
sorunumla baş edemez; benzer şekilde, analitik yönelimli olmayan psikoterapi ve plase­
psikoterapinin herhangi bir miktan tek boya kıyasla tüm öncelik listelerinde üstte ol­
başına manilerimi ve depresyonlanmı en- malıdır.

54
Ps i ka n a l izin Biyoloj i s i ye Geleceğ i

Psikanaliz Enstitüleri i ç i n Bir tamamlanan Flexner Raporu ( 1 36) tıbbın bilim


Flexner Raporu m u ? temelli bir meslek olduğunu ve hem temel bilim­
ler hem de klinik tıbba uygulamaları için plan­
Fakat daha zor olan aşama biyoloj iye teşek­ lanmış bir eğitim gerektirdiğini vurguladı. Flexner
kürün ötesine geçmek ve psikanaliz dahilinde Raporu, kaliteli bir eğitimi teşvik etmek için bu
psikanalistlerin önemli bir kısmını kognitifnöro­ ülkedeki tıp okullarını bir üniversitenin parçası
bilimde teknik olarak yetkin ve kendi düşünceleri­ olanlarla sınırlamayı tavsiye etti. Bu raporun bir
ni yeni yöntemlerle test etmeye hevesli hale ge­ sonucu olarak, yetersiz okulların çoğu kapatıldı,
tirecek entelektüel bir iklimi geliştirecek ufak bir ve tıp eğitimi ve uygulaması için güvenilir stan­
tam zamanlı çalışan araştırmacılar kadrosuna sahip dartlar kabul edildi. Eski dinçliğine dönmek ve
olmaktır. Psikanalistlerin meydan okuması zihni gelecekte zihni anlamamıza önemli ölçüde katkı
anlamak amacıyla, zor bir durum olan ve psikana­ yapmak için psikanaliz içinde bilimsel çalışmanın
lizi de içeren, biyoloj inin ve psikoloj inin birleşme yapıldığı entelektüel bağlamı incelemeli ve
çabasında aktif katılımcılar olmaktır. Psikanalizin yeniden yapılandırmalı, ve geleceğin psikanalist­
entelektüel ikliminde, gerçekleşmesi gerektiğine leri için daha eleştirel bir eğitim biçimi geliştirme­
inandığım bu dönüşüm gerçekleşirse psikanaliz lidir. Bu nedenle, yirmibirinci yüzyılın entelektüel
enstitüleri mesleki okullar -önceki haliyle dernek­ gücü olarak yaşamak istiyorsa, belki de psikanal­
ler- olmaktan çıkıp araştırma ve bilgi merkezle­ izin ihtiyacı olan psikanalitik enstitüler için
rine dönmelidirler. Flexner Raporu'na benzer bir rapordur.
Yirmibirinci yüzyılın ucunda Birleşik l 9 5 0 ' lerin sonunda ve l 960 ' ların başında
Devletler ' deki psikanaliz enstitüleri bu ülkede çoğumuzu psikanalize sürükleyen onun cesur me­
l 900 ' lerin başında kurulan ş ahıslara ait tıp rakıydı - inceleme coşkusuydu. Kendim belleğin
okullarını andırmaktadır. Geçen yüzyılın dönü­ nörobiyoloj ik çalışmalarına yöneldim çünkü zih­
münde Birleşik Devletler'de tıp okullarında büyük nin daha derinden anlaşılması için -ilk olarak
bir artış -denilene göre 1 5 5- yaşanıyordu. Bunların psikanaliz tarafından ateşlenen bir merak- belleğin
çoğunda temel bilimler eğitimi için laboratuvar çok önemli olduğunu gördüm. Güncel biyolojinin
yoktu. Bu okullarda tıp öğrencilerini eğitenler heyecanı ve başarısının psikanaliz camiasının
sıklıkla kendi uygulamalarıyla meşgul olan özel araştırma merakını yeniden ateşleyeceği ve nörobi­
hekimlerdi. yoloji, kognitif psikoloj i ve psikanalizden oluşan
Bu sorunu incelemek için, Camegie Kurumu ortak bir disiplinin zihnin daha yeni biçimde ve
Birleşik Devletler ' deki tıp eğitimini araştırmak derinden anlaşılmasını ileri götüreceği ümit edil­
üzere Abraham Flexner ' i görevlendirdi. 1 9 1 0'da melidir.

Kaynakça Anxiety. Am Psychoanalyst 1 998; 32(3)


8. Milner B, Squire LR, Kandel ER: Cognitive neuroscience
and the study of memory. Neuron Rev 1 998; 20:445-468
1. Kandel ER: A new intellectual framework for psychiatry.
9. Eissler KR: Irreverent remarks about the present and
Am J Psychiatry 1 998; 1 5 5 :45 7-469 [Abstract/Free Full
future of psychoanalysis. Int J Psychoanal 1 969;
Text]
50:46 1 -47 1
2. Freud S : On narcissism: An introduction ( 1 9 1 4), in
1 0. Luborsky L , Luborsky E : The era of measures of transfer­
Complete Psychological Works, standard ed, vol 1 4 . ence: the CCRT and other measures, in Research in
Lôndon, Hogarth Press, 1 957, pp 67- 1 02 Psychoanalysis: Process, Development, Outcome. Edited
3. Freud S : Beyond the pleasure principle ( 1 920), i n
by Shapiro T, Emde RN. Madison, Conn, Intemational
Complete Psychological Works, standard ed, vol 1 8. Universities Press, 1 995, pp 329-35 1
London, Hogarth Press, 1 95 5 , pp 7-64 11. Dahi H: The measurement of meaning in psychoanalysis
4. Shapiro T, Emde RN (eds) : Research in Psychoanalysis: by computer analysis of verbal contexts. J Am Psychoanal
Process, Development, Outcome. Madi son, Conn, Assoc 1 974; 22:37-57 [Medline]
Intemational Universities Press, 1 995 1 2. Teller V, Dahi H: What psychoanalysis needs is more
5. Shevrin H : Psychoanalytic and neuroscience research. Am empirical research, in Research in Psychoanalysis:
Psychoanalyst 1 998; 32 (3) Process, Development, Outcome. Edited by Shapiro T,
6. Levin FM: A brief history of analysis and cognitive neu­
Emde RN. Madison, Conn, Intemational' Universitieş
roscience. Am Psychoanalyst 1 99 8 ; 32 (3) Press, 1 995, pp 3 1 -49
7. Isenstadt L: The neurobiology of childhood emotion:
13. Boring EG: A History of Experimental Psychology. New

55
imago I güz / 2005

York, Appleton-Century, 1 950, p 7 1 3 implicit knowledge: some lmplications of developmental


14. Edelson M: Hypothesis and Evidence in Psychoanalysis. observations for adult psychotherapy. lnfant Ment Health
Chicago, University of Chicago Press, 1 984 J 1 998; 1 9 :300--308
1 5. Reiser M: Changing theoretical concepts ftı psychosomat­ 38. Goldberger M: Daydreams: Even more secret than
ic medicine, in American Handbook of Psychiatry, 2nd ed, dreams, in Symposium: The Secret of Dreams, Westem
vol iV. Edited by Reiser M; Arieti S, editor-in-chief. New New England Psychoanalytic Society. New Haven, Conn,
Yotk, Bask Books, 1 975, pp 477-500 Yale University, 1 996
1 6. Shapiro T: Discussion of the structural model in re lati on to 39. Kris AO: Free Association, Method and Practice. New
Solm 's neuroscience-psychoanalysis integration: the ego. Haven, Conn, Yale University Press, 1 982
J Clin Psychoanal 1 996; 5 : 3 69-379 40. Brenner C: An Elementary Textbook of Psychoanalysis,
17. Roth MS (ed): Freud: Conflict and Culture: Essays on His 2nd ed. New York, International Universities Press, 1 978
Life, Work, and Legacy. New York, Alfred A Knopf, 1 998 41. Pavlov ! : Conditioned Reflexes: An Investigation of the
1 8. Freud S: New introductory lecıures on psycho-analysis Physiological Activity of the Cerebral Cortex. Translated
( 1 933 [ 1 932]), in Com!'llete Psychological Works, stan­ by Anrep GV. Landon, Oxford University Press, 1 927
dard ed, vol 22. Landon, Hogarth Press, 1 964, pp 1 - 1 82 42. Dickinson A: Contemporary Animal Leaming Theory.
19. Freud A: The Ego and the Mechanisms of Defense. Carnbridge, UK, Carnbridge University Press, 1 980
Landon, Hogarth Press, 1 93 6 43 . Domjan M, Burkhard B: The Principles of Leaming and
20. Hartmann H : E g o Psychology and the Problem o f Behavior, 2nd ed. Monterey, Calif, Brooks/Cole, 1 986
Adaptation ( 1 939). Translated b y Rapaport D. New York, 44. Rescorla RA: Behavioral studies of Pavlovian condition­
International Universities Press, 1 95 8 ing. Annu Rev Neurosci 1 988; 1 1 : 329-3 52[Medline]
21. Spitz RA: Hospitalism: a n inquiry into the genesis o f psy­ 45. Fanselow MS: Pavlovian conditioning, negative feedback,
chiatric conditions in early childhood. Psychoanal Study and blocking: mechanisms that regulate association for­
Child 1 945; 1 :5 3-74 mation. Neuron Minireview 1 998; 20:625--627
22. Klein J: Envy and Gratitude. Landon, Tavistock, 1 957 46. Shevrin H, Bond J, Brakel LAW, Hertel RK., Williams WJ:
23. Bowlby J: Griefand. mouming in infancy and early child­ Consçious and Unconscious Processes: Psychodynamic,
hood. Psychoaiıal Study Child 1 960; 1 5 :9�52 Cognitive and Neurophysiological Convergences. New
24. Erikson E : Childhood and Society. New York, WW York, Guilford Press, 1 996
Norton, 1 963 4 7. Kamin L: Predictability, surprise, attention, and condition­
25. Winnicott DW: The depressive position _ in normal emo­ ing, in Punishment and Aversive Behavior. Edited by
tional development ( 1 954), in Through Paediatrics to Carnpbell BA, Church RM. New York, Appleton-Century
Psycho-Analysis: Collected Papers. New Yorlc, Basic Crofts, 1 969, pp 279-296 . .
· ·

Books, 1 958, pp 262-277 48. Clark RE, Squire LR: Classical conditioning and brain
26. Kohut fi: The Analysis ofthe Self: A Systematic Approach systems: the role of awareness. Science 1 998; 280:77-8 1
to the Psychoanalytic Treatment of Narcissistic [Abstract/Free Full Text]
Personality Disorders. New York, Intemational 49. Solomon PR, Vander Schaaf ER, Thompson RF, Weisz
Universities Press, 1 97 1 DJ: Hippocampal and trace conditioning of the rabbit's
27. Lear J : Open Minded, Working Out the Logic of the SouL classically conditioned nictitating membrane response.
Cambridge, Mass, Harvard University Press, 1 998 Behav Neurosci 1 986; 1 00: 729-744 [Medline]
28. Jacob F: Of Flies, Mice and Men. Carnbridge, Mass, 50. Kim JJ, Clark RE, Thompson RF: Hippocarnpectomy
·

Harvard University Press, 1 99 8 impairs the membrane of recently but not remotely
29. Scoville WB, Milner B: Loss of recent memory after bilat­ acquired trace eye blink conditioned responses. Behav
eral hippocampal lesions. J Neurol Neurosurg Psychiatry Neurosci 1 995; 1 09: 1 95-203 [Medline]
1 957; 20: 1 1 -2 1 51. Eichenbaum H: Amnesia, the hippocampus, and episodic
30. Squire LR, Zola-Morgan S: The medial teinporal lobe memory (editorial). Hippocampus 1 998; 8 : 1 97 [Medline]
memory system. Science 1 996; 253 : 1 3 80-- 1 386 52. Freud S: Inhibitions, symptoms and anxiety ( 1 926
31. Squire LS, Kandel ER: Memory: From Molecules to [l 925]), in Complete Psychological Works, standard ed,
Memory: Scientific American Library. New York, vol 20. Landon, Hogarth Press, 1 959, pp 77- 1 75
Freeınan Press, 1 999 53. LeDoux J: The Emotional Brain. New York, Siman &
32. Solms M : What is consciousness? Charles Fische'r Schuster, 1 996
Memorial Lecture to the N ew York Psychoanalytic 54. Breiter HC, Etcoff NL, Whalen PJ, Kennedy WA, Rauch
Society. J Anı PsychoanaL Assoc 1 996; 45:68 1 -778 SL, Buckner Rl, Strauss MM, Hyman SE, Rosen BR:
33. -Lyons-Ruth K: Implicit relational knowing: its role in Response and habituation of the human amygdala during
development and psychoanalytic treatment. Infant Meni visual processing of facia! expression. Neuron 1 996;
Health J 1 998; 1 9: 2 82-289 1 7 : 875-887 [Medline]
34. Clyman R: The procedural organization of emotion: a con­ 55. Whalen PJ, Rauch SL, Etcoff NL, Mclnemey SC, Lee
tribution from cognitive science to the psychoanalytic
· MB, Jenike MA: Masked presentations of emotional facia!
therapy of therapeutic action. J Anı Psychoanal Assoc expressions modulate amygdala activity without explicit
1 99 1 ; 39:349-3 8 1 knowledge. J Neurosci 1 996; 1 8 :4 1 1 -4 1 8 [Abstract/Free
35. Boston Process of Change Study Group: Interventions that full Text]
effect change in psychotheriıpy: a model based on infant 56. Bremner JD, Randall P, Scott TM, Bronen RA, Seibyl JP,
research. Infant Meni Health J 1 998; 1 9:277-353 Southwick SM, Delaney RC, McCarthy G, Charney DS,
36. Sanders L: lntroductory comment. Infant Meni Health J Innis RB : MRI-based measurement of hippocarnpal vol­
1 998; 1 9:280--2 8 1 ume in patients with combat-related posttraumatic stress
17. Stem D: The process o f therapeutic change involving disorder. Anı J Psychiatry 1 995; 1 52 : 973-9 8 1 [Abstract]

56
Psi kana l izin Biyoloj i s i ve G eleceğ i

57. Heim C, Owens MJ, Plotsky PM, NemeroffCB: Persistent 76. Meaney MJ, Aitken DH, Sapolsky RM: Environmental
changes in corticotropin-releasing factor systems due to regulation of the adrenocortical stress response in female
early life stress: relationship to the pathophysiology of rats and its implications for individual differences in
major depression and post-traumatic stress disorder, 1 : aging. Neurobio! Aging 1 99 1 ; 1 2 : 3 1 -3 8 [Medline]
Endocrine factors i n the pathophysiology o f mental disor­ 77. McEwen BS, Sapolsky RM: Stress and cognitive function.
ders. Psychopharmacol Bull 1 997; 3 3 : 1 85-1 92 [Medline] Curr Opin Neurobiol 1 995; 5 :205-2 1 6 [Medline]
58. Heim C, Owens MJ, Plotsky PM, Nemeroff CB: The role 78. Sapolsky RM: Why stress is had for your brain. Science
of early adverse life events in the etiology of depression 1 996; 273: 749-750 [Medline]
and posttraumatic stress disorder: focus on corticotropin­ 79. Starkman MN, Gebarski SS, Bereni S, Schteingart DE:
releasing factor. Ann NY Acad Sci 1 997; 82 1 : 1 94-207 Hippocarnpal formation volume, memory dysfunction,
[Medline] and cortisol levels in patients with Cushing's syndrome.
59. Brown GW, Harris T, Copeland JR, Kendler KS : Biol Psychiatry 1 992; 32:756--7 65 [Medline]
Depression and loss. Br J Psychiatry 1 997; 1 30: 1 - 1 8 80. Bremner JD, Randall P, Vermetten E, Staib L, Bronen RA,
[Abstract] Mazuro C, Capelli S, McCarthy G, Innis RB, Chamey DS:
60. Agid O, Shapira B, Zislin J, Ritsner M, Hanin B, Murad Magnetic resonance imaging-based measurement of hip­
H, Trudart T, Bloch M, Heresco-Levy U, Lerer B: pocampal volume in posttraumatic stress disorder related
Environment and vulnerability to major psychiatric ill­ to childhood physical and sexual abuse---a prelirninary
·
ness: A case control study of early parental loss in major report. Biol Psychiatry 1 997; 4 1 :23-32 [Medline]
depression, bipolar disorder and schizophrenia. Mol 81. Sachar EJ: Neuroendocrine dysfunction in depressive ill­
Psychiatry (in press) ness. Annu Rev Med 1 976; 27:3 89-396 [Medline]
61. Kendler KS, Neale MC, Kessler RC, Heath AC, Eaves LJ: 82. Nemeroff CB: The neurobiology of depression. Sci Anı
Childhood parental loss and adult psychopathology in
· 1 998; 278:28-35 [Medline]
women: A twin study perspective. Arch Gen Psychiatry 83. Damasio A: The somatic marker hypothesis and the possi­
1 992; 49: 1 09-1 1 6 [Abstract] ble functions of the prefrontal cortex: review. Philos Trans
62. Freud A, Burlingham D: Infants Without Families: R Soc London B Biol Sci 1 996; 35 1 : 1 4 1 3- 1 420 [Medline]
Writings 3, 1 944. New York, Intemational Universities 84. Damasio AR: Descartes' Error: Emotion, Reason and the
Press, 1 973 Human Brain. New York, Putnam, 1 994
63. Harlow H: The nature of love. Anı J Psychol 1 958; 85. Baddeley A: Working Memory. New York, Oxford
1 3 :673--686 University Press, 1 986
64. Harlow HF, Dodsworth RO, Harlow MK: Total social iso­ 86. Fuster JM : The Prefrontal Cortex: Anatomy, Physiology,
lation in monkey. Proc Natl Acad Sci USA 1 965; and Neurophysiology of the Frontal Lobe, 3 rd ed.
54:90--97 [Medline] Philadelphia, Lippincott-Raven, 1 997
65. Bowlby J: Attachment and Loss, vols 1, 2. New York, 87. Goldman-Rakic PS: Regional and cellular fractionation of
Basic Books, 1 969, 1 973 working memory. Proc Natl Acad Sci USA 1 996;
66. Levine S: Infantile experience and resistance to physio­ 93 : 1 3473- 1 3480 [Abstract/Free Full Text]
logical stress. Science 1 957; 1 26:405-406 88. Solms M: Preliminaries for an integration of psychoanaly­
67. Levine S: Plasma-free corticosteroid response to electric sis and neuroscience. Br Psychoanal Soc Bull 1 998;
shock in rats stimulated in infancy. Science 1 962; 34:23-3 7
1 35 : 795-796 89. Ellis H: The development o f the sexual instinct. The
68. Levine S, Haltrneyer GC, Kaas GG, Penenberg VH:
· Alienist and Neurologist 1 90 1 ; 22:500--5 2 1 ; 6 1 5--623
Physiological and behavioral effects of infantile stimula­ 90. H irschfeld M: Die Obj ective Diagnose de
tion. Physiol Behav 1 967; 2 : 5 5--63 Homosexualitllt. Jahrbuch für sexuelle Zwischenstufen,
69. Ader R, Grota LJ: Effects of early experience on adreno­ 1 899
cortical reactivity. Physiol Behav 1 969; 4:303-305 91. Kraffi-Ebing R: Neuen Studien auf dem Gebiete der
70. Hofer MA: The Roots of Humarı Behavior. New York, Homosexualitat. Jahrbuch fıır sexuelle Zwischenstafen
WH Freeman, 1 9 8 1 1 90 1 ; 3 : 1 -36
71. Hofer MA: Hidden regulators i n attachment, separation, 92. Freud S : Three essays on the theory of sexuality ( 1 905), in
and loss. Monogr Soc Res Child Dev 1 994; 59: 1 92-207 Cornplete Psychological Works, standard ed, vol 7.
[Medline] London, Hogarth Press, 1 953, pp 1 25-243
72. Selye H: A syndrome produced by diverse nocuous agents. 93. LeVay S: The Sexual Brain. Cambridge, Mass, MiT Press,
Nature 1 936; 1 38:22-36 1 997
73. Liu D, Diorio J, Tannenbaum B, Caldji C, Francis D, 94. Beli AP, Weinberg MS, Hammersmith SK: Sexual
Freedman A, Sharma S, Pearson D, Plotsky PM, Meaney Preference: lts Development in Men and Wornen. New
MJ: Matemal care, hippocarnpal glucocorticoid receptors, York, Simon & Schuster, 1 9 8 1
and hypothalamic-pituitary-adrenal responses to stress. 95. Gorski RA: Sexual differentiation o f the nervous systern,
Science 1 997; 277 : 1 659-1 662 [Absttact/Free Full Text] in Principles of Neural Science, 4th ed. Edited by Kandel
74. Plotsky PM, Meaney MJ: Early, postnatal experience ER, Schwartz JH, Jessell T. Stamford, Conn, Appleton &
alters hypothalamic corticotropin-releasing factor (CRF) Lange (in press)
mRNA, median eminence CRF content and stress-induced 96. Green R: Gender identity in childhood and later sexual
release in adult rats. Brain Res Mol Brain Res 1 993; orientation: follow-up of 78 males. Anı J Psychiatry 1 985;
1 8 : 1 95-200 [Medline] 1 42:339-34 l [Abstract]
75. Nemeroff CB: The corticotropin-releasing factor (CRF) 97. Gorski RA: Gonadal hormones and the organization of
hypothesis of depression: New findings and new direc­ brain structure and fıınction, in Lifespan Development of
tions. Molecular Psychiatry 1 996; 1 :326--342 Individuals : Behavioral, Neurobiological, and

57
imcıgo / g üz I 2005

Psychosocial Perspectives. Edited b y Masgnusson D. New Taub E: Increased use of the left hand in string players
York, Cambridge University Press, 1 996, pp 3 1 5-340 associated with increased cortical representation of the
98. Schiavi RC, Theilgaard A, Owen DR, White D: Sex chro­ fingers. Science 1 995; 220:2 1-23
mosome anomalies, hormones, and sexuality. Arch Gen 1 1 7. Ostow M: The psychoanalytic contribution to the study of
Psychiatry 1 988; 45 : 1 9-24 [Abstract] brain function, 1: frontal lobes. Psychoanal Q 1 954;
99. Gladue BA, Clemens LG : Androgenic influences on fem­ 2 3 : 3 1 7-33 8
inine sexual behavior in male and female rats: defemi­ 1 1 8. Ostow M: The psychoanalytic contribution t o the study of
nization blocked by prenatal androgen. Endocrinology brain function, il: the temporal lobes; III: synthesis.
1 978; 1 03 : 1 702- 1 709 [Abstract] Psychoanal Q 1 954; 24:3 83-423
1 00. Imperato-McGinley J, Pichardo M, Gautier T, Voyer D, 1 1 9. Ostow M: Drugs in Psychoanalysis and Psychotherapy.
Bryden MP: Cognitive abilities in androgen-insensitive New York, Basic Books, 1 962
subjects: comparison with control males and females from 1 20. Olds D, Cooper AM: Dialogues with other sciences:
the same kindred. Clin Endocrinol 1 99 1 ; 34:34 1-347 Opportunities for mutual gain. Int J Psychoanal 1 997;
[Medline] 78:2 1 9-225 [Medline]
101 . Knobil E, Neil J (eds) : Physiology of Reproduction. 121. Kaplan-Solms K, Solms M: Clinical Studies in Neuro­
Philadelphia, Lippincott-Raven, 1 994 Psychoanalysis. New York, International Universities
1 02. Perachio AA, Mar LD, Alexander M: Sexual behavior in Press (in press)
male rhesus monkeys elicited by electrical stimulation of 1 22 . Jeffrey DW: Lead article. Anı Psychoanalyst 1 998; 32 ( 1 )
preoptic and hypothalamic areas. Braiı:ı Res 1 979; 1 23 . Friedman RC, Bucci W, Christian C, Drucker P, Garrison
1 77 : 1 27- 1 44 [Medline] WB III: Private psychotherapy patients of psychiatrist
103. Ailen LS, Hines M, Shryne JE, Gorski RA: Two sexually psychoanalysts. Anı J Psychiatry 1 998; 1 55 : 1 772- 1 774
dimorphic celi groups in the human brain. J Neurosci [Abstract/Free Full Text]
1 989; 9:497-506 [Abstract] 1 24. Jamison K: An Unquiet Mind. New York, Vintage Books,
1 04. Ailen LS, Gorski RA: Sexual orientation and size of the 1 996
anterior commissure in the human brain. Proc Natl Acad 1 25 . Cooper A: Discussion: On empirical research, in Research
Sci USA 1 992; 89: 7 1 99-7202 [Abstract] in Psychoanalysis: Process, Development, Outcome.
1 05. Davis EC, Popper P, Gorski RA: The role of apoptosis in Edited by Shapiro T, Emde RN . Madison, Conn,
sexual differentiation of the rat sexually dimorphic nucle­ International Universities Press, 1 995, pp 3 8 1 -3 9 1
us of the preoptic area. Brain Res 1 996; 734: 1 0- 1 8 1 26. Seligman MEP: The effectiveness of psychotherapy: the
[Medline] Consumer Reports study. Anı Psychol 1 995; 50:965-974
1 06. Dodson RE, Gorski RA: Testosterone propionate adminis­ [Medline]
tration prevents the loss of neurons within the central part 1 27 . Bachrach H, Galatzer-Levy R, Skolnikoff A, Waldron S:
of the medial preoptic nucleus. J Neurobiol 1 993; On the effıcacy of psychoanalysis. J Anı Psychoanal Assoc
24: 80-88 [Medline] 1 99 1 ; 39:87 1 -9 1 6 [Medline]
1 07. LeVay S : A difference in hypothalanıic structure between 1 28. Doidge N: Empirical evidence for the effıcacy of psycho­
heterosexual and homosexual men. Science 1 99 1 ; analytic psychotherapies and psychoanalysis: an
253 : 1 034- 1 037 [Medline] overview. Psychoanal Inquiry Suppl 1 997: 1 02- 1 50
1 08. Zhou J, Hofman MA, Gooren LG, Swaab DR: A sex dif­ 1 29. Kantrowitz JL: The uniqueness of the patient-analyst pair:
ference in the human brain and its relation to transsexual­ approaches for elucidating the analyst's role. Int J
ity. Nature 1 995; 3 7 8 : 68-70 [Medline] Psychoanal 1 993; 74: 893-904 [Medline]
1 09. Pillard RC, Weinrich JD: Evidence of familial nature of 1 30. Weissman MM, Prusoff BA, DiMascio A, Neu C,
male homosexuality. Arch Gen Psychiatry 1 986; Goklaney M, Klerman GL: The effıcacy of drugs and psy­
43 : 808-8 1 2 [Abstract] chotherapy in the treatment of acute depressive episodes.
1 1 O. Bailey JM, Pillard RC : A genetic study of male sexual ori­ Arn J Psychiatry 1 979; 1 36:555-5 5 8 [Medline]
entation. Arch Gen Psychiatry 1 99 1 ; 48: 1 089- 1 096 131. Weissman MM, Markowitz JC: Interpersonal psychother­
[Abstract] apy. Arch Gen Psychiatry 1 994; 5 1 :599-606 [Abstract]
1 1 1. Bailey JM, Pillard RC, Neale MC, Agyei Y: Heritable fac­ 1 32 . Roth A, Fonagy P: What Works for Whom? A Critical
tors influence sexual orientation in women. Arch Gen Review of Psychotherapy Research. New York, Guilford
Psychiatry 1 993; 50:2 1 7-223 [Abstract] Press, 1 996
1 1 2. Eckert ED, Bouchard TJ, Bohlen J, Heston LL: 1 33. Fonagy P (ed): An Open Door Review of Outcome Studies
Homosexuality in monozygotic twins reared apart. Br J in Psychoanalysis. London, International Psychoanalytical
Psychiatry 1 986; 1 48 :42 1-425 [Abstract] Association, Research Comrnittee, 1 999
1 1 3. Dörner G, Poppe !, Stahl F, Kolzsch J, Uebelhack R: Gene 1 34. Wallerstein RS: The effectiveness of psychotherapy and
and environment-dependent neuroendocrine etiogenesis psychoanalysis: conceptual issues and empirical work, in
of homosexuality and transsexualism. Exp Clin Research in Psychoanalysi s : Process, Development,
Endocrinol 1 99 1 ; 9 8 : 1 4 1 - 1 50 [Medline] Outcorne. Edited by Shapiro T, Emde RN. Madison, Conn,
1 1 4. Hamer DH, Hu S, Magnuson VL, Hu N, Pattatucci AML: International Universities Press, 1 995, pp 299-3 1 1
A linkage between DNA markers on the X chromosome 1 35. Bachrach HM: The Columbia Records Proj eci and the
and male sexual orientation. Science 1 993; 261 :32 1 -327 evolution of psychoanalytic outcome research. lbid, pp
[Medline] 279-297
1 1 5. Whitman FL, Diamond M, Martin J: Homosexual orienta­ 1 36. F lexner A: Medical Education in the United States and
tion in twins: A report on 6 1 pairs and three triplet sets. Canada. A Report to the Carnegie Foundation for the
Arch Sex Behav 1 993; 22: 1 87-206 [Medline] Advancement of Teaching, Bulletin 4. Boston, Updyke,
1 1 6. Ebert T, Panter C, Wienbruch C, Hoke M, Rockstrom B, 1910

58
Gaston Teuscher
Femand Desmoulin
BAST I RMA*
Sigm u n d F reud

1
Çevirenler: Dr. Emre Kapkın - Ayşen Taşken Kapkın

çgüdüsel bir itkinin uğrayabileceği değişim-
lerden biri onu işlemez kılmaya çalışan
Bastırmayı daha iyi sınırlandırmak için bazı
diğer içgüdüsel durumları tartı şalım. Bir dış
dirençlerle karşılaşmaktır. İtki bunun üzerine uyaranın -örneğin, bir bedensel organı tüketerek ve
birazdan daha yakından araştıracağımız bel­ yok ederek- içselleşmesi söz konusu olabilir,
li koşullar altında "bastırma" ("Verdrangung"] du­ böylece yeni bir sürekli uyarılma kaynağı ve geri­
rumuna geçer. Eğer sorun bir dış uyaranın işleyişi lim artışı doğar. Öylelikle uyaran içgüdüye kap­
olsaydı benimsenecek uygun yöntem kesinlikle samlı bir benzerlik kazanır. Bu türden bir olguyu
kaçma olurdu; bir içgüdü söz konusu olduğunda acı olarak yaşadığımızı biliyoruz. Ancak bu sahte
kaçmak boşunadır, çünkü Ego kendisinden kaça­ içgüdünün amacı yalnızca organdaki değişimin
maz. Daha ileri bir dönemde yargıya dayalı red­ ve ona eşlik eden hazsızlığın kesilmesidir. Acının
detmenin (kınama) içgüdüsel bir itkiye karşı be­ kesilmesiyle elde edilecek başka bir doğrudan haz
nimsenecek iyi bir yöntem olduğu anlaşılacaktır. yoktur. Dahası, acı zorunludur; boyun eğebileceği
Bastırma kınamanın bir ön evresi, kaçmayla kı­ şeyler yalnızca bazı toksik ajanlarca ortadan kaldır­
nama arasında bir şeydir; ruhçözümsel araştır­ mak ya da zihinsel dikkat dağılmasının etkisidir.
malar döneminden önce formüle edilmesi olası Acı olgusu amacımıza ulaşmada bize yardım­
olmayan bir kavramdır. cı olamayacak kadar çapraşıktır. ı Açlık gibi bir
Bastırma gibi bir şeyi kuramsal olarak çıkarmak içgüdüsel uyaranın doyumsuz kaldığı bir durumu
kolay değildir. Bir içgüdüsel itki neden böyle bir ele alalım. Bundan sonra zorunlu hale gelir ve
değişime uğrasın? O içgüdünün amacına ulaş­ başka hiçbir şeyle değil yalnızca kendisini doyu­
masının haz yerine hazsızlık üretecek olmasının bu ran eylemle2 yatıştırılabilir; kalıcı bir gereksinim
değişimi oluşturan kaçınılmaz bir koşul olduğu gerilimini sürdürür. Bu olguda bastırma doğasın­
açıktır. Ama böylesi bir olasılığı kolay kolay da hiçbir şey uzaktan da olsa söz konusu değil
düşünemeyiz. Böyle içgüdüler yoktur: Bir içgÜ­ gibidir. .
dünün doyurulması her zaman haz vericidir. Dolayısıyla bir içgüdüsel itkinin doyum ek­
Doyum hazzını hazsızlığa dönüştüren belli özel sikliğinin yarattığı gerilimin dayanılmaz ölçüye
koşullar, bazı süreçler varsaymamız gerekir. ulaştığı olgularda hiçbir biçimde bastırma ortaya

* Bu Metin Freud'un Türkçe'ye Payel Yayınlan tarafından de'nin ( 1 920g)4.bölümünde tartışılmıştır, aşağıda s.290 v. s.,
Metapsikoloji adıyla kazandınlan kitabından alınmıştır. İlk Konu "Proje'nin ( 1 950 a [ 1 895] 1 .Kesim, 6. Bölümünde ve
kez 1 9 1 5 yılında yayımlanmıştır. Metnin bu dergide yayım­ Ketvurmalar, Belirtiler, ve Anksiyete'nin ( 1 926d) kapanış
lanmasına izin veren Payel Yayınevi editörleri ve çevirmen­ paragraflannda, P.F.L. , 1 0, 33 1 -33, zaten ileri sürülmüştü.
leri Dr. Emre Kapkın ile Ayşen Taşken Kapkın'a teşekkür 2 "Proje" ( 1 950a ( 1 895], 1 . Kesim, 1 . Bölümde bu "belli
ederiz. eylem" olarak geçer.
Acı ve canlının başa çıkma yöntemi Haz İlkesinin Ötesin-

61
im'ago I güz I 2005

çıkmaz. Bu duruma karşı canlı için açık olan tanımsal bir biçimde derlemektir.
savunma yöntemleri bir başka bağlamda tartışıl­ B ilince girmekten yoksun bırakı lmış içgü­
malıdır. 3 dünün ruhsal (düşünsel) temsilcisini içeren bir
Kendimizi daha çok ruhçözümsel deneyimde birincil bastırma, bastırmanın bir ilk evresi
karşılaşmış olduğumuz klinik deneyimlere yönelt­ olduğunu varsaymak için nedenimiz vardır. 5
memize izin veriniz. O zaman baskı altındaki bir Bununla birlikte bir kilitlenme kurulur; söz konusu
içgüdünün doyumunun çokça olası olduğunu ve olan temsilci o andan sonra değişmemiş durum­
dahası her içgüdüde böylesi bir doyumun kendi da devam eder ve içgüdü ona ilişik kalır. ·Bunun
içinde haz verici olabileceğini öğrenmiştik; ama nedeni daha sonra sözünü edeceğimiz [ s. 1 86.] bi­
bu doyum diğer istem ve niyetlerle uzlaşmaz nite­ linçdışı süreçlerin özellikleridir.
likte olabiliyordu. Dolayısıyla bir yanda haz ve Bastırmanın ikinci evresi, yani gerçek bastır­
diğer yanda hazsızlık yaratacaktır. Sonuç olarak ma bastırılmış temsilcinin zihinsel türevlerini ya
hazsızlığın güdü gücünün, doyumdan elde edilen da başka yerden kaynaklanıp, onunla çağrışımsal
hazdan daha fazla güç kazanması bastırma için bir bağlantıya girmiş olan düşünce dizilerini etkiler.
koşul haline gelir. Bundan başka, aktarım nevroz­ Bu bağlantı nedeniyle, söz konusu düşünceler
larının ruhçözümsel gözlemi bizi bastırmanın birincil olarak bastırılmış olanlarla aynı yazgıyı
başlangıçtan beri varolan bir savunma düzeneği ol­ paylaşırlar. Dolayısıyla gerçek bastırma aslında bir
madığı ve bilinçli zihinsel etkinlik ile bilinçdışı zi­ artçı-basınçtır.6 Bundan başka, yalnızca bilinç
hinsel etkinlik arasında keskin bir yarık oluş­ doğrultusundan bastırılması gerekene işleyen
madıkça ortaya çıkamayacağı -bastırmanın özünün tiksintiye vurgu yapmak hatadır; daha önce
basitçe bir şeyi geri çevirmek ve onu bilinçten bastırılmış olan tarafından bağlantı kurabileceği
uzak tutmakta yattığı- sonucuna götürür.4 Zihinsel her şeye karşı uygulanan çekim de o kadar önem­
örgütlenmenin bu evreye ulaşmasından önce lidir. Eğer bu iki güç işbirliği yapmasaydı, bilinç
içgüdüsel itkiyi savuşturma görevinin, içgüdünün tarafından reddedilmiş olanı almaya hazır olan
uğrayabileceği başka değişimlerce -örneğin ken­ daha önceden bastırılmış bir şey olmasaydı bastır­
disinin karşıtına dönme ya da öznenin kendi ben­ maya yönelik eğilim olasılıkla başarısız olacaktı. 7
liğine dönme [bkz. s. 1 1 8- 1 1 9. ]- ele alındığını Bastırmanın önemli etkilerini önümüze ge­
varsayarak bastırmaya ilişkin bu bakış açısı daha tiren psikonevrozlar incelemesinin etkisi altında,
tamamlanmış olur. bunların ruhbilimsel dayanaklarına fazla değer
Bastırma ve bilinçdışı olanın birbirleriyle son biçmeye ve bastırmanın içgüdüsel temsilcinin bi­
derece kapsamlı karşılıklı ilişkileri göz önüne linçdışında varolmayı sürdürmesini, kendisini da­
alındığında şimdiki görüşümüz ruhsal ajanların ha fazla örgütlemesini, türevler yaymasını ve iliş­
birbirini izleyen yapıları ve bilinçdışı olanla bi­ kiler kurmasını engellemediğini unutmaya faz­
linçli olan arasındaki ayrım hakkında daha fazla lasıyla hazır olma eğilimindeyiz. Aslında bastır­
şey öğrenenene dek bastırmanın doğasını daha ma yalnızca içgüdüsel temsilcinin bir ruhsal sis­
derinlemesine araştırmayı ertelememiz gerektiği temle, yani bilinçle ilişkisine karışır.
şeklindedir. ç. [Bunu izleyen makaleye bakınız. s. Ruhçözümlemesi bize bastırmanın psikonevroz­
1 79 v. s.] O zamana dek tüm yapabileceğimiz, baş­ lardaki etkilerini anlamak için önemli olan başka
ka yerlerde söylenmiş olan pek çok şeyi olduğu şeyleri de gösterebilir. Örneğin, eğer bastırma
gibi yineleme riskine karşın, bastırmanın klinik tarafından bilincin etkisinden geri çekilirse
olarak gözlemlenmiş birkaç özelliğini tümüyle içgüdüsel temsilcinin daha az müdahaleyle ve da-

3 Freud'un aklındaki "başka bağlam"ın ne olduğu açık noktaya· anıştırma yaparken "Nachverdrangung" ("artçı
değildir. bastırma") sözcüğünü kullanır.
4 Bu formülün bir düzeltmesi aşağıda s. 202-3 'de yer alır. 7 Son iki paragrafta verilen bastırmanın iki evresine ilişkin özet
5 Bir önceki makalenin Editörün Görüşü'ne bkz. , s. 1 03 . Freud tarafından (bir ölçüde değişik bir biçimde de olsa ) dört
6 "Nachdrangen. "Freud, Schreber çözümlemesinde (bir son­ yıl önce Schreber' in çözümlemesinin ( 1 9 1 l c) üçüncü
raki dipnota bkz.) ve yine "Bilinçdışı" üzerine makalesinde bölümünde P. F. L. , 9, 205-6, ve Ferenczi'ye yazdığı 6 Aralık
(aşağıda s. 1 79 ve l 80'e bkz.) süreci anlatılırken aynı teri­ 1 9 1 0 tarihli bir mektupta (Jones, 1 955, 499) öngörülmüştür.
mi kullanır. Ama yirmi yıldan uzun bir süre sonra "Süreli Aynca 1 9 14' de Düşlerin Yorumu'na ( 1 900a) eklemın dipnot­
ve Süresiz Çözümleme"nin ( 1 93 7c) üçüncü bölümünde bu ta da bkz. , aynı yayın, 4, 698 n. 2.

62
BASTIRMA

ha cömertçe geliştiğini gösterir. Sanki karanlıkta Bastırma bilinç tarafından ortadan kaldırıl­
çoğalır ve içgüdüsel temsilci, çevirisi yapılarak madan önce ne ölçüde çarpıtma ya da uzaklık
nevrotiğe sunulduğunda yalnızca ona yabancı gerektiğine ilişkin genel bir kural koyamayız.
görünmekle kalmayıp içgüdünün olağandışı ve Burada salınımı bizden gizlenen hassas bir den­
tehlikeli bir resmini vererek onu korkutan, aşırı geleme yer almaktadır; ancak işleyiş biçimi bunun,
ifade biçimlerini alır gibidir. İçgüdünün bu aldatıcı bilinçdışının yükleri belli bir yoğunluğa -ötesinde
gücü düşlemde sınırsız bir gelişmenin ve engel­ bilinçdışının doyuma giden yolu zorlayacağı bir
lenmiş doyum nedeniyle oluşan birikmenin sonu­ yoğunluk- ulaştığında bir mola isteme sorunu
cudur. Bu son sonucun bastırmayla yakından ilişkili olduğunu çıkarsamamıza olanak verir. Dolayısıyla
olması bastırmanın gerçek anlamının aranması bastırma fazlasıyla bireysel biÇimde davranır.
gereken doğrultusunu işaret eder. Bastırılmış olanın her bir türevinin kendi özel
Ancak, bir kez daha bastırmanın karşıt yönüne değişimi olabilir; biraz az ya da biraz fazla çarpıt­
dönerek, bastırmanın daha önce bastırılmış olanın ma tüm sonucu değiştirir. Bu bağlamda nasıl olup
tüm türevlerini bilinçten geri tuttuğu varsayımın da insanın en fazla yeğlediği nesnelerin, ülkü­
bile doğru olmadığını netleştirmemize izin veri­ lerinin en fazla tiksindikleri nesnelerle aynı al­
niz. 8 İster çarpıtmaların benimsenmesine bağlı gılardan ve deneyimlerden geliştiğini ve başlangıç­
olarak ister araya sokulan ara bağlantıların sayısı ta bunların birbirlerinden yalnızca hafif değişik­
nedeniyle olsun eğer tüm bu türevler bastırılmış liklerle ayrıldıklarını anlayabiliriz. [Bkz. s. 84.]
temsilciden başarılı bir biçimde uzaklaştırılırlarsa Aslında, fetişin10 kökenini izlerken bulduğumuz
bilince serbestçe ulaşırlar. Bilincin onlara karşı gibi özgün içgüdüsel temsilcinin ikiye bölünmesi,
direnci başlangıçta bastırılmış olana uzaklıklarının biri bastırmaya uğrarken diğerinin tam da bu yakın
bir fonksiyonu gibidir. Ruhçözümlemesi tekniği­ ilişki nedeniyle ülküselleştirmeye uğraması da
ni sürdürürken devamlı olarak hastadan, uzaklık­ olasıdır.
ları ya da çarpıtılmaları nedeniyle bilincin san­ Çarpıtma miktarında bir artış ya da azalıştan
süründen geçebildikleri kadarıyla, bastırılmış kaynaklanan aynı sonuç, haz ve hazsızlık üretimi
olanın bu türden türevlerini canlandırmasını is­ için durumda bir düzenleme yapılarak deyim
teriz. Gerçekten de kendisinden herhangi bir yerindeyse aygıtın diğer ucunda da elde edilebilir.
amaçlı bilinçli düşünceden etkilenmeden ve her­ Zihinsel güçlerin oyununda, aksi durumda hazsız­
hangi bir eleştiri olmaksızın vermesini istediğimiz lığa yol açabilecek şeyin bu kez hazla sonuçlana­
ve bastırılmış temsilcinin bilinçli bir çevirisini bilmesini sağlayacak türden değişiklikler mey­
yeniden oluşturmamızı sağlayan bu çağrışımlar bu dana getirme amacıyla özel teknikler geliştiril­
türden uzak ve çarpıtılmış türevlerden başka bir miştir ve ne zaman bu türden bir teknik araç işle­
şey değildir. Bu süreç sırasında hastanın, bastı­ meye başlasa aksi durumda reddedilecek olan bir
rılmış olanla ilişkisi kendisini bastırma girişimi­ içgüdüsel temsilcinin bastırması ortadan kalkar. Şu
ni yinelemeye zorlayacak kadar açık hale gelen ana dek bu türden teknikler yalnızca esprilerde
bazı düşüncelerle karşılaşana dek, bu türden ayrıntılı olarak incelenmiştir. 1 1 Genellikle bastır­
çağrışımlar zincirini örmeyi sürdürdüğünü göz­ ma yalnızca geçici olarak kalkar ve hızla yeniden
lemledik. Nevrotik belirtiler de aynı koşulu yeri­ kurulur.
ne getirmiş olmalıdır çünkü bu belirtiler bastırılmış Ancak bu türden gözlemler bastırmanın bazı
olanın, daha önce kendilerine yasaklanmış olan diğer özelliklerini de görmemizi sağlar. B iraz
bilince ulaşmayı kendi araçlarıyla sonunda başar­ önce göstermiş olduğumuz gibi yalnızca işle­
mış olan türevleridirler. 9 yişinde bireysel olmakla kalmaz aynı zamanda

8 Bu paragrafın sonrasında yer alanlar "Bilinçdışı "nın 6. sonraki A lmanca basımlarda "vom "sözcüğü anlamı
Kesimlerinde daha geniş olarak tartışılmıştır. (aşağıda s. yukarıdaki metinde verilen anlama dönüştürerek "zum"
1 89 v.s.) olarak düzeltildi .
9 1 924'ten önceki Almanca basımlarda cümle şöyleydi: 1 0 Freud'un Üç Denemesi'nin ilkinin 2. Kesimine (A) bkz. ,

"Welches sich den ihm Wersagten Zugang vom P. F. L., 7, 65-8 ve dipnotları.
Bewusstsein endlich erkampft hat". Bu daha önce şu şe­ 1 1 Bkz. Freud'un espriler üzerine kitabının ( l 905c) ikinci kes­
kilde çevrilmişti :"bilinçdışı daha önce kendine yasaklan­ imi, P. F. L. , 6, 47 v. s.
mış olan yol hakkını sonunda zorla çekip alan". 1 924'ten

63
imago I güz I 2005

aşırı devingendir. Bastırma süreci bir canlının yüklere bir azalma bilinçdışından uzaklaşma ya da
öldürülmesi ve o andan sonra ölü oluşu gibi bir kez çarpıtmayla aynı anlamda işler. Bastırıcı eğilim­
gerçekleşen, sonuçları kalıcı olan bir olay olarak lerin, hoşa gitmeyenin güçsüzleşmesinde bastır­
değerlendirilmemelidir; bastırma sürekli bir güç ma için bir yerine-geçen bulabileceğini gördük.
harcaması gerektirir ve bu harcama kesintiye Şimdiye kadarki tartışmamızda bir içgüdüsel
uğrarsa bastırmanın başarısı tehlikeye düşer ve temsilcinin bastırılmasını ele aldık ve bu temsil­
böylece yeni bir bastırma eylemi gerekli olur. ciden bir içgüdüden gelen belli kotada ruhsal en­
Bastırılmış olanın bilinç doğrultusunda sürekli erj iyle (libido ya da ilgi) yüklü bir düşünce14 ya da
bir baskı uyguladığını varsayabiliriz. Öyle ki bu düşünceler grubunu anladık. Şimdi klinik gözlem
baskının kesintisiz bir karşı-baskıyla12 dengelen­ bizi bu ana dek tek bir varlık olarak değer­
mesi gerekir. Dolayısıyla bastırılmanın sürdürüle­ lendirdiğimiz şeyi bölmeye zorlar; çünkü bize
si kesintisiz bir güç harcamasını gerektirirken düşüncenin yanı sıra içgüdüyü temsil eden başka
ortadan kaldırılması ekonomik bakış açısından bir öğenin de hesaba katılması gerektiğini ve bu
bir tasarrufla sonuçlanır. Bu arada, bastırmanın diğer öğenin düşüneninkinden çok farklı olabile­
devingenliği, tek başına düşlerin oluşumunu olası cek bastırma değişimlerine uğradığını gösterir.
kılan uyku durumunun ruhsal özelliğinde de ifade Ruhsal temsilcinin bu diğer öğesi için genelde
bulur. 13 Uyanıklık yaşamına dönüşle birlikte içeri duygu kotası terimi benimsenmiştir. 1 ' İçgüdü
çekilmiş olan bastırıcı yükler bir kez daha dışarı düşünceden ayrılmış olduğu sürece ona karşılık
yollanır. gelir ve duygu olarak algılanan süreçlerde
Son olarak, bastırılmış olduğunu saptadı­ niceliğiyle orantılı ifade bulur. Bu noktadan başla­
ğımızda içgüdüsel itki hakkında çok az söylemiş yarak, bir bastırma olgusunu tanımlama sürecinde
olduğumuzu unutmamamalıyız. Bastırmasına iliş­ bastırma sonucunda düşünceye ve ona ilişik içgü­
kin önyargı bir yana bırakıldığında böylesi bir it­ düsel enerj iye neler olduğunu ayrı ayrı izlememiz
ki geniş ölçüde farklı durum larda bulunabilir. Atıl, gerekecek.
örneğin ruhsal enerj iyle çok az yüklü olabilir; ya Her ikisinin de değişimleri hakkında genel bir
da farklı ölçülerde yüklü olabilir ve böylece etkin şey söyleyebilmek bizi mutlu eder ve biraz ölçülü
kılınabilir. Etkinliğinin bastırmanın doğrudan or­ olursak gerçekten bunu yapabiliriz. İçgüdüyü
tadan kalkmasıyla sonuçlanmayacağı doğrudur temsil eden düşüncenin karşısına çıkan genel
ama itkinin dolambaçlı yollardan bilince sız­ değişimin daha önce bilinçli idiyse, bilinçten
masıyla son bulan tüm süreçleri harekete geçire­ silinmesinden ya da bilinçli hale gelmek üzere
cektir. Bilinçdışının bastırılmamış türevleriyle idiyse, bilince girmesinin engellenmesinden baş­
birlikte belli bir düşüncenin yazgısı sıklıkla etkin­ ka bir şey olması güçtür. Aradaki fark önemli
liğinin ya da yüklerinin miktarıyla belirlenir. İçeri­ değildir; istenmeyen bir konuğa misafir odamdan
ğinin bilinçte egemen olanla bir çatışmaya yol (ya da giriş holümden) çıkmasını bildirmem ile
açmasının beklenmesine karşın yalnızca küçük onu tanıdıktan sonra eşiğimden içeri adım at­
miktarda enerj iyi temsil ettiği sürece böyle bir masını kabul etmemem arasındaki farkla hemen
türevin bastırılmamış durumda kalması günlük hemen aynı şeydir. 16 Ruhçözümlemesinin ger­
bir olaydır. Bu çatışma için belirleyici olanın ni­ çekleştirdiği gelişigüzel bir incelemeden görebi­
cel etmen olduğu anlaşılmıştır: Çatışma gerçek bir leceğimiz gibi içgüdüsel temsilcinin niceliksel et­
çatışma haline gelir ve bastırmaya yol açan şey meninin üç olası değişimi bulunur: Ya içgüdü
tam olarak bu etkinleşmedir. Böylece, bastırma söz hiçbir izi bulunmayacak şekilde tümüyle bas­
konusu olduğunda enerj i yüklerinin artışı bilinç­ kılanmıştır ya bir biçimde niteliksel tını taşıyan
dışına bir yaklaşımla aynı anlamda işlerken bu bir duygu olarak ortaya çıkar ya da anksiyeteye

12 Bu, aşağıda s. 1 79 v.s. 'sında daha geniş tartışılmıştır. 16 Bastırma sürecine uygun düşen bu benzetme onun- daha
1 3 Düşlerin Yonımu' nun ( l 900a) 7. ( C ) kesimine bkz. , P. F. önce sözü edilen bir özelliğine de genişletilebilir; aksi
L. , 4, 72 1 -2 Aynca aşağıda s. 226-7'ye de bkz. durumda kırıp gireceğinden bu konuğun girmesini yasak­
14 " Vorstellung. " S . 1 72 'deki 1 2. dipnota bkz. ladığım kapının önüne sürekli bir bekçi koymam gerektiği­
15 "Affektbetrag. "Bu terim Breuer dönemine dek geri uzanır. ni eklemeliyim. (Yukarıya [s. 1 47] bkz.). [Freud Beş
Örneğin Freud'un l 894a makalesinin son paragraflarına ve Konferans' ının ( 1 9 1 0a) ikincisinde benzetmenin aynn­
bu makalenin Editörün Ekine bkz. tılanma girmiştir.

64
BASTIRMA

dönüşür. 17 Son iki olasılık bize bir diğer içgüdüsel olanın bir geri dönüşünün' 8 göstergel .:ı i olduğu ve
değişim olan içgüdülerin ruhsal enerj ilerinin varlıklarını başka sürec;l e:-.; borçlu oldukları şek­
duygulara ve özellikle de anksiyeteye dönüşü­ linde görünür. ,\.yrıca bastırma düzeneklerini ele
münü dikkate alma görevini yükler. almadan önce yerine-geçenleri ve belirtileri oluş­
Bastırmanın güdü ve amacının hazsızlıktan turan düzenekleri incelemek yararlı olacaktır.
kaçınmaktan başka bir şey olmadığını anımsı­ Bunun üzerine daha fazla tahmin bulunula­
yoruz. Bunu temsilciye ait duygu kotasının değişi­ mayacak bir konu olduğu açıktır. Tahminin yeri­
minin düşüncenin değişiminden çok daha önem­ ni farklı nevrozlarda gözlemlenebilen bastırma
li olduğu gerçeği izler ve bu gerçek bastırma sonuçlarının özenli bir çözümlemesi almalıdır.
sürecine ilişkin değerlendirmemiz için belirleyi­ Ancak bilincin bilinçdışıyla ilişkisinin güvenilir
ci özellik taşır. Eğer bastırma hazsızlık ya da kavramlarını oluşturana dek bu görevi de ertele­
anksiyete duygularının doğuşunu engellemeyi meyi önermek zorundayım. 19 Ama bu tartışmanın
başaramazsa düşünsel kesim söz konusu olduğu tümüyle sonuçsuz kalmaması için öncelikle bastır­
sürece amacına ulaşabilmiş olmasına karşın ma düzeneğinin aslında yerine-geçenler oluştur­
başarısız olduğunu söyleyebiliriz. Kuşkusuz ma düzenek ya da düzenekleriyle çalışmadığını,
başarısız bastırmalar başarılı olabilecek olan yerine-geçenler oluşturmanın pek çok farklı
bastırmalardan daha fazla ilgimizi hak eder; çünkü düzeneği bulunduğunu ve bastırma düzenek­
başarılı bastırmaların çoğu sınamamızdan kaça­ lerinde en azından şu bir tek şeyin ortak olduğunu
caktır. söyleyeceğim: Enerj i yüklerinin bir geri çekilmesi
Şimdi bastırma sürecinin düzeneğine ilişkin bir (ya da cinsel içgüdüler söz konusu olduğunda li­
içgörü kazanmaya çalışalım. Özellikle tek bir bidonun).
düzenek mi yoksa birden fazla düzenek mi Ayrıca kendimi psikonevrozların en iyi bilinen
olduğunu ve her psikonevrozun kendine özgü bir üç biçimiyle sınırlayarak baz örnekler yardımıy­
bastırma düzeneği ile mi ayırt edildiğini bilmek la burada tanıtılan kavramların bastırma incele­
istiyoruz. Ancak bu araştırmanın başlangıcında mesinde nasıl uygulama bulduğunu göstereceğim.
karışıklıklarla karşılaşırız. Bastırma düzeneği yal­ Anksiyete histerisi alanından iyi çözümlenmiş bir
nızca bu düzeneği bastırmanın sonucundan çıkar­ hayvan fobisi örneği seçeceğim. 20 Burada bastır­
mamız sayesinde bizim için erişilebilir hale gelir. maya uğrayan içgüdüsel itki ondan korkuyla bir­
Gözlemlerimizi temsilcinin düşünsel kesimi üze­ leşmiş babaya yönelik bir libidinal tutumdur.
rindeki bastırmanın etkisiyle sınırlayarak genel­ Bastırmadan sonra bu itki bilinçten yok olur: Baba
likle bir yerine-geçense! oluşum yarattığını bulduk. bilinçte bir libido nesnesi olarak görünmez. Baba
Böyle bir yerine-geçeni oluşturan düzenek nedir? için bir yerine-geçen olarak az ya da çok anksiyete
Yoksa burada başka düzenekler de mi ayırt et­ nesnesi olmaya uygun bir hayvan için karşılık ge­
meliyiz? Dahası, bastırmanın ardında belirtiler len bir yer buluruz. [İçgüdüsel temsilcinin]
bıraktığını biliyoruz. O halde yerine-geçenlerin düşünsel kesimi için yerine-geçenin oluşması özel
oluşumla belirtilerin oluşumunun çakıştığını ve bir biçimde belirlenen bir ilişkiler zinciri boyun­
eğer bütünde durum böyleyse belirtileri oluşturan ca yerdeğiştirme yoluyla meydan gelmiştir. Nicel
düzeneğin bastırmayı oluşturanınkiyle aynı kesim yok olmamış ama anksiyeteye dönüşmüştür.
olduğunu varsayabilir miyiz? Genel olasılık, ikisi­ Sonuç babadan bir sevgi istemi yerine bir kurt kor­
nin birbirinden büyük ölçüde farklı olduğu ve ye­ kusudur. Kuşkusuz burada kullanılan sınıflandır­
rine-geçen oluşumları ve belirtileri üretenin tek malar en basit psikonevroz olgusunun bir yeterli
başına bastırma olmadığı, bunların bastırılmış açıklamasını sağlamaya yetmeyecektir: dikkate

17 Freud ' un bu son konu üzerine değişen görüşleri Fliess ' e yollanan daha da eski taslağında da görülür
Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete 'nin ( 1 926d) özellikle ( 1 950a. Taslak K.)
4. Kesim ve 1 1 . Kesim, Bölüm A (b ) 'sinde belirtilmiştir. P. 19 Freud bu işi "Bilinçdışı" üzerine makalesinin 4. Kesiminde
F. L., 1 O, 263-4 VE 320 v. s. üstlenir, aşağıda s. 1 79 v. s.
18 "Bastırılmış olanın geri dönüşü" kavramı Freud 'un 20 Kuşkusuz bu, elinizdeki makaleden üç yıl sonra yayımlan­
yazılarında görülen ilk kavramlardan biridir. "Savunma masına karşın özünde tamamlanmış olan "Kurt Adam" olgu
Nöro-Psikozları" ( 1 896b) üzerine ikinci makalesinin 2. öyküsüne ( 1 9 1 8b) bir göndermedir, P.F.L., 9, 233 v.s.
Bölümünde olduğu gibi bu makalenin 1 Ocak 1 896'da

65
imago ı güz ı 2005

alınması gereken başka şeyler her zaman vardır. çıkmaya gelince, bu genellikle toptan bir başarıyı
Bir hayvan fobisinde ortaya çıkan gibi bir gösterir. Konversiyon histerisinde bastırma süre­
bastırma kökten başarısız olarak tanımlanmalıdır. ci belirtinin oluşumuyla tamamlanır ve anksiyete
Yapılmış olan tek şey düşünceyi kaldırmak ve histerisindeki gibi ikinci bir evreye devam etmesi
yerini değiştirmektir; hazsızlıktan korunma -ya da daha doğrusu sonsuz bir biçimde sürmesi­
konusunda tümüyle başarısız olmuştur. Ve bu ne­ gerekmez.
denle de nevrozun işleyişi son bulmaz. Acil ve da­ Açıklamamızın amaçları doğrultusunda
ha önemli amacına erişmek için ikinci bir evreye dikkate alacağımız üçüncü bir rahatsızlıkta bir
ilerler. Bunu bir kaçma girişimi izler -gerçek kez daha bastırmanın tümüyle farklı bir resmi
fobinin- anksiyetenin serbest kalmasını önlemeleri görülür; takıntılı nevrozlarda. Başlangıçta bura­
beklenen bir dizi sakınmanın oluşumu. Daha uz­ da neyi bastırmaya uğrayan içgüdüsel temsilci
manca araştırma, fobinin amacına ulaşmasındaki olarak kabul etmemiz gerektiği konusunda
düzeneği anlamamıza olanak sağlar. [Bakınız kuşkudaydık; libidinal mi yoksa düşmanca bir
aşağıda s. 1 8 1 v.s.] eğilim mi. Bu belirsizlik takıntılı nevrozun
Gerçek konversiyon histerisi tablosunu göz temelinde sadistik bir eğilimin yerine geçmesi­
önüne aldığımızda bastırma sürecine ilişkin ni sağlayan b ir gerileme o lduğu için doğar.
oldukça farklı bir görüşü benimsemek zorunda Bastırmanın işleyişinin ilk evresindeki etki son
kalırız. Burada dikkati çeken nokta duygu ko­ evresindekinden çok farklıdır. Başlangıçta bastır­
tasının tümüyle ortadan kayboluşunu sağlamanın ma tümüyle başarılıdır; düşünsel içerik red­
olası olmasıdır. Böyle olduğunda hasta belirtileri­ dedilmiş ve duygu ortadan yok edilmiştir. Bir ye­
ne yönelik olarak Charcot'nun "la bellen indiffe­ rine-geçen oluşumu olarak Ego 'nun artmış bir
rence des hysteriques"21 olarak adlandırdığı şeyi vicdanlılık şeklinde değişmesi ortaya çıkar ve
sergiler. Diğer olgularda bu baskılama bu kadar bunu belirti olarak adlandırmak güçtür. Burada
başarılı değildir; bazı rahatsız edici uyarılmalar be­ yerine-geçen ve belirti çakışmaz. Buradan yine
lirtilere ilişebilir ya da karşılığında fobi oluştur­ de bastırmanın düzeneğine ilişkin bir şey öğreni­
ma düzeneğini işleme sokan, anksiyetenin belli riz. Tüm diğerlerinde olduğu gibi bu örnekte de
ölçüde serbest kalmasını önlemenin olanaksız bastırma libidonun bir geri çekilmesini yarat­
olduğu görülebilir. İçgüdüsel temsilcinin düşünsel mıştır; ama burada bir zıttı yoğunlaştırarak amacı
içeriği bilinçten tümüyle geri çekilmiştir; bir ye­ için tepki-oluşumundan yararlanmıştır. Dola­
rine geçen -aynı zamanda bir belirti- olarak bazen yısıyla bu olguda yerine-geçen oluşumu bastır­
duyusal bazen de devimsel özellik taşıyan, ister mayla aynı düzeneğe sahiptir ve temelde onun­
uyarılma ya da ketvurma şeklinde olsun aşın güçlü la çakışır; öte yandan tarih dizimi olarak da
(tipik olgularda bedensel) bir sinirlenme görürüz. kavramsal olarak da bir belirti oluşumundan fark­
Daha yakından bakıldığında aşın sinirlenmiş böl­ lıdır. Tüm sürecin bastırılması gereken sadistik
genin bizzat bastırılmış içgüdüsel temsilcinin bir itkinin sokulduğu çifte değerli ilişki sayesinde
bölümü olduğu anlaşılır; sanki bir yoğunlaşma gerçekleşmiş olması son derece olasıdır.
sürecinden geçerek tüm yükleri kendisine çek­ Ama başlangıçta başarılı olan bastırma uzun
miş olan bir bölüm. Kuşkusuz bu açıklamalar bir süre dayanmaz; olayların sonraki akışında başarı­
konversiyon histerisinin tüm düzeneğini aydınlığa sızlığı giderek belirgin hale gelir. Tepki oluşumu
çıkarmaz; özellikle, başka bir bağlamda gözönüne yoluyla bastırmanın gerçekleşmesini sağlayan
alınacak olan, gerileme etmeninin de dikkate alın­ çifte değerlilik aynı zamanda bastırılmış olanın
ması gerekir.22 Histerideki [konversiyon histeri­ geri dönmeyi başardığı noktadır. Yok edilen
sindeki] bastırma yalnızca büyük yerine-geçen­ duygu toplumsal anksiyete, ve sınırsız kendini
lerin oluşumuyla olası kılındığı sürece tümüyle suçlamalara dönüşmüş şekliyle geri gelir; red­
başarısız olarak değerlendirilebilir; ancak bastır­ dedilmiş olan düşüncenin yerini yerdeğiştirme
manın gerçek görevi olan duygu kotasıyla başa yoluyla bir yerine-geçen alır, bu da sıklıkla son

22 Kuşkusuz bu konversiyon histerisi üzerine kayıp meta­


21 Freud Histeri Üzerine Çalışmaları ' nda ( 1 895d) bunu alın­ psikolojik makaleye bir göndermedir. S. 99'daki editörün
tılamıştır, P.F.L., 3, 202. girişine bkz.

66
BASTI RMA

derece küçük y a d a ilgisiz b i r şeyle yer değiş­ bastırma ilişkili süreçleri v e nevrotik belirtilerin
tirmedir. 23 Bastırı lmış düşüncenin tümüyle oluşumunu tümüyle anlamayı umabilmemizden
yeniden kurulmasına yönelik eğilim genelde önce daha geniş kapsamlı araştırmaların gerekli
şüphe götürmez b i çimde söz konusudur. olduğunu ikna edebilir. Göz önünde tutulması
Nicelikse, duygusal etmenin bastırılmasındaki gereken tüm etmenlerin olağanüstü karmaşıklığı
başarısızlık histerik fobi lerin oluşumunda bize onları göstermenin yalnızca bir yolunu açık
işlediğini gördüğümüz aynı kaçma düzeneğini bırakır. Bakış açılarından önce birini sonra diğeri­
sakınma ve yasaklamalar arac ı lığıyla oyuna ni seçmemiz ve uygulanması sonuç verecekmiş
sokar. Ancak düşüncenin bilinçten reddedilme­ gibi göründüğü sürece malzeme yoluyla onu izle­
si inatla sürdürülür çünkü eylemden sakınmayı, memiz gerekir. Konunun her bir ele alış biçimi
itkinin devimsel bir engellenmesini gerektirir. kendi içinde eksik olacaktır ve henüz ele alın­
Bu nedenle takıntılı nevrozlarda bastırmanın iş­ mayan malzemeye dokunduğunda belirsizlikler
leyişi verimsiz ve sonsuz bir savaşımda sürüp bulunması kaçınılmazdır ama son sentezin doğru
gider. bir anlayışa ulaşacağını umabiliriz.
Burada sunulan kısa karşılaştırma dizisi bizi,

23 "Sıçan Adam" çözümlemesinin 2 . kesimine (c) bkz., P.F.L.,


9, 1 2 1 .

67
� ----..... � - """ """'

""" � ,,(.:�
.Nd.ı:i:r �
• .

tu Uı.1� &..

� r�
-�·� ,� f�c,
� .

-
"J OS E P H K." N I N DİRENCİ*
Özden Terbaş

• •

U
niversite mezunu, bekar bir genç olan direnç içinde olduğu gözlenmektedir. (Bu çalış­
Bay D. kendini çok yalnız hissediyor­ mada Bay D. 'nin rüyasının çağrışımları, yaşam
du; psikoterapi için başvurma nedeni de öyküsü ve terapi sürecinin seyri üzerinde durul­
çevresindeki insanlarla ilişki kurma zor­ mayacaktır) . Acaba direnç kavramını tek bir
luğuydu. Bay D. bir başkasının hayatını yaşadığını metaforla, kapı metaforuyla anlamamız mümkün
düşünüyor, mesleğini uygulayıp uygulamamak olabilir mi? Kapı metaforu üzerinde oynamamız
konusunda kararsızlık yaşıyordu. Değişik deney­ bizi nereye götürecektir gerçekten?, Kapı, varıla­
imler yaşaması gerektiğine inanmasına rağmen cak yerde bir uğrak noktası mı, yoksa insanı mace­
kendini deneyim alanına bırakamıyordu. Terapi ra dolu bir yolculuğa sürükleyecek bir başlangıç
süreci boyunca da içinde bulunduğu durumu mı?
değişik kavramlara, kuramlara başvurarak açık­
larp.aya yöneliyor, kendi ruhsal gerçekliğiyle il­ il.
işkili olarak derinlikli bir çalışma gerçekleştiremi­ Kapı hazan bir ideale dönüşür; kişi, tüm
yordu. Seanslarda tüm canlılığını yitirmiş, donuk yaşamını bu kapıyı bulmaya adar. Bazen de kapı
bir görünümü vardı; yine de, psikoterapiye başla­ bulunur fakat insan bir türlü adımını kapıdan
mak içinde bir coşku, bir heyecan uyandırmıştı. Bir içeriye atamaz. İlk temayla Oya Baydar ' ın
gün seansta şöyle dedi : "Özgürlük şimdi kapıda, "Erguvan Kapısı"1 adlı romanında karşılaşırız:
fakat ben kapının eşiğinde bekliyorum." (Olgunun Romanın dört kahramanı da bir arayış süreci
dile getirdiği ifadelerle -biraz ileride değinilecek içindedirler, fakat bir Bizantolog olan Teo ' yu
olan- Kafka'nın "Kanun Önünde' adlı öyküsünde peşinden sürükleyen şey, gerçekten var olup
vurgulanan tema arasındaki benzerlikler dikkat olmadığından emin olmadığı bir kapıdır;
çekicidir). Nitekim bu dönemde Bay D . ' nin ilet­ "Erguvan Kapısı". Yaptığı araştırmalar sırasında
tiği bir rüya materyali şöyleydi : yüzyıllaı önce Bizanslı bir keşişin yazdığı bir şiir
"Bir ağaca çıkıyorum. Sizin bulunduğunuz geçer eline:
daireye giriyorum. Kapınız açık, fakat ben "Kurtarmak için kayıp ruhunu şehrin
sizin odanıza girmiyorum. Yan tarafta bir Gizli, viran bir kapıdan giriyor
oda daha var, o odaya giriyorum ve biri­ Erguvan kapısından.
leriyle mesleki konuşmalar yapıyorum. " Başında erguvan tacı,
Rüyanın açık içeriği dikkate alındığında, ol­ Erguvan giyinmiş,
gunun bu dönemde analitik çalışmayla ilgili bir Yaralan erguvan

* Bu çalışma 1 3 - 1 7 Nisan 2005 tarihlerinde Antalya'da Baydar O., Erguvan Kapısı, Birinci Baskı, İstanbul: Can Yayınlan,
düzenlenen IX. Bahar Sempozyumu'nda sunulmuştur. 2004

69
imago I güz I 2005

Münkir bir keşişin gölgesinin ardından Roman çok katmanlı okumaya elverişli görün­
Kutsal bilgeliğe doğru yürüyor" mektedir. İlk düzeyde dikkati çeken noktalar şun­
Bu rastlantıdan sonra Teo bütün yaşamını bu lardır: Romanın kahramanı Joseph K. gizemli bir
kapıyı bulmaya adayacaktır. Bu arayış, onu, aynı mahkeme tarafından bilinmeyen bir suçla suçlanır.
zamanda kim olduğu, nereye ait olduğu soruları­ Roman boyunca suçun ne olduğu açıklanmaz. K.
na bir yanıt aramaya ve çocukluk anılarıyla hesap­ suçsuz olduğunu iddia eder ve suçsuzluğunu is­
laşmaya da sürükleyecektir. Teo cesurca arayışını pat etmeye yönelir. K. bir "direniş abidesi" gibi
sürdürür ve sonunda bulur da. Fakat kapıdan durmakta, baskıcı bir sisteme karşı bireyin mani­
geçmeyi başaramadan trajik bir şekilde yaşamı son festosunu haykırmaktadır.
bulur. İkinci düzeyde ise roman, birincil düşünce
İkinci tema -bulunmasına rağmen içine girile­ sürecinin karakteristikleri dikkate alınarak yo­
meyen kapı- ise Kafka ' nın "Kanun Önünde"2 rumlanabilir ve tartışılabilir. "Dava" içerdiği sem­
isimli öyküsünde çıkar karşımıza. Öykü şöyledir: bolik anlatımlar nedeniyle uzun bir rüyayı andır­
Kanun önünde bir kapıcı durmaktadır. Taşradan bir maktadır. Eserin sunuluş biçimi de analitik or­
adam gelir ve kanun ' dan içeriye girmek ister. tamda iletilen serbest çağrışım malzemesine ben­
Ancak kapıdan girmek kolay değildir, tüm ça­ zetilebilir. Romanın kahramanı Joseph K. sanki
baları sonuçsuz kalır. Aradan yıllar geçer ve kendini analiz etmekte, bu yolda ilerlerken kimi
yaşlanır, artık pek bir ömrü kalmamıştır. Sonunda ilerlemeler ve gerilemeler içine girmektedir. Erich
kapıcıya yaklaşıp, "Benim bildiğim, herkes ka­ Fromm5 da romanı bir rüyaya benzetir; uzun ve
nuna ulaşmak için didinip çabalar. Peki nasıl olu­ karmaşık olan olaylar dizisinin, Joseph K. 'nın
yor da bunca yıl benden başkası girmeye kalkmadı duygusal dünyasını temsil ediyormuş gibi ele alı­
bu kapıdan?" diye sorar. Kapıcının yanıtı çok nabileceğini vurgular. İkinci düzey açısından tartış­
çarpıcıdır: "Senden başkası giremezdi, çünkü maya geçmeden önce romanın özetlenmesi yarar­
senin içindi bu kapı. Gideyim de kapayayım artık." lı olabilir: Bir banka memuru olarak çalışan ve yal­
nız yaşayan Joseph K., kalmakta olduğu pansiyo­
111. na baskın yapan iki kişi tarafından tutuklanır. İlk
Kafka b u öyküye daha sonra "Dava"3 adlı sorgulama bir kenar mahallede, Julius
romanı içinde de yer verir. B ilindiği gibi Sokağı'ndaki bir binada yapılır. Sokak Sezar'ı,
Kafka'nın "Dava" adlı romanı yirminci yüz­ onun hazin sonunu çağrıştırmaktadır. K. ilk sorgu­
yılın bürokratik ve totaliter durumlarını keha­ lama sırasında gururludur, küçük düşmek iste­
net eden modem romanın başlangıcı olarak mez, sorgu yargıcına meydan okur. Sorgulama
kabul edilir. "Dava" dokuz bölümden oluşan anında bir kadın dikkatini çeker; kadın evlidir,
tamamlanmamı ş bir romandır. Romana bir öğrencinin sevgilisi ve sorgu yargıcının met­
"Tamamlanmamış Bölümler" başlığı altında residir. K. onunla flört eder ve sorgu yargıcından
altı bölüm daha eklenmiştir. Romanda yer yer öç almak ister. Daha sonra amcası K. 'yı bir avukat­
sembolik anlatımlara başvurulduğu dikkati la tanıştırır. K. avukata karşı kayıtsız davranır ve
çekmekte, bazen de gerçekçi tonların hakim bir ara avukatın metresiyle birlikte olur.
olduğu fark edilmektedir. Kafka romanını Romanda yer alan avukat, ressam, rahip gibi
değersiz bulup yok edilmesini i stemesine karakterler K. 'ya göre daha üst konumdadırlar,
karşın, yakın dostu Max Brod4 bu önemli eserin onun için bir otoritedirler, hem de bir otoriteye,
yayımlanmasını sağlar. Kanımca gerçekçi bir mahkemenin yasalarına (yasaya) bağlıdırlar. K.
üslupla kurgulanmış görünmesine karşın, ger­ avukata güvenmez ve onu vekaletten çıkarır.
çeküstü öğeler de içeren roman, psikanalitik Nihayet K. 'yı traj ik bir son beklemektedir.
açıdan incelenip tartışılacak zenginlikte bir Cezanın infazı için kendisini götürmeye gelen iki
yapıttır. kişiyle birlikte bir köprüden geçerler ve bir taş

2 Kafka F. , Hikayeler, yedinci baskı, s. 82-83, Şipal K. (çev. ), 4 Brod M . , Kafka'da İnanç ve Umutsuzluk, birinci baskı.
İstanbul : Cem Yayınevi, 2002. Şipal K. (çev.), İstanbul: Cem Yayınevi, 1 994.
3 Kafka F. , Dava, sekizinci baskı, Şipal K. (çev.), İstanbul: 5 Fromm E., Rüyalar, Masallar, Mitoslar, birinci baskı. Arıtan
Cem Yayınevi, 1 999. A. ve Ökten K.H. (çev.), İstanbul: Arıtan Yayınevi, 1 997.

70
"JOSEPH K." N I N DJ R E N C İ *

ocağına giderler. Görevlilerden biri K. 'yı tutar, şeklinin ve biçiminin değişmesine karşı oluş­
diğeri K. ' nın kalbine bıçağı saplar. K. ölürken, maktadır. Freud, bu konuyu, tekrarlama zorlantısı
"Bir köpek gibi ! " der. ve libidonun yapışkanlığı kavramlarıyla tartışır
Acaba Joseph K. gerçekten suçsuz mudur? ve derinlemesine çalışma gerektirdiğini vurgular.
Siegel'e göre K. mahkemeye masum olduğunu is­ İd direncinde kazanılmış alışkanlıkları ve işlev
patlamaya çalışırken, bir yandan da tekrar tekrar görme biçimlerini bırakmaya yönelik genel bir
suç işlemeye yönelmektedir". Sanki giderek sır­ direnç söz konusuyken, süperego direncinin bilinç­
larını açmaya çalışmakta, bazı itiraflarda bulun­ dı şı suçluluk duygusundan ve cezalandırılma
maktadır. Fakat bu yolda ilerlemek kolay değildir, ihtiyacından köken aldığı düşünülmektedir.
yolculuğunun sonuna kadar "direnç" gösterir Freud ' dan sonraki kuramcılar, Freud ' un
Joseph K. Konuyu derinleştirmeden önce, direnç sınıflamasını genişletmişlerdir. Direnç kuramına
kuramına dair bilgilerin gözden geçirilmesi yarar­ yapılan önemli katkılardan biri narsisistik tipte
lı olabilir. direncin tanımlanmasıdır. Sandler ve arkadaşları­
na9 göre analitik çalışma, hastanın kendilik saygısı
iV.
için bir tehdit oluşturduğunda direnç gelişe­
Freud'un "Rüyaların Yorumu"1 adlı eseri pek bilmektedir. Narsisistik tipte dirençte utanç duy­
çok unsuru içeren zengin bir çalışmadır, direnç gusu, direnç için önemli bir güdülenme kaynağı
kavramına yönelik de göndermeler içerir. olmaktadır.
Freud' a göre, "analitik çalışma sürecini kesin­ Deawald10 ise "s_tratejik" ve "taktik" dirençler­
tiye uğratan her şey bir dirençtir." Direnç, analiz den söz eder. Stratej ik dirençlerde, hasta çocuk­
sürecine ve uygulamalarına karşı gelen bütün su dürtülerin ve dürtü türevlerinin tatminini arar;
güçleri -serbest çağrışımı gizleyen, hastanın erken çocukluğa dair nesne seçimleri, uyumsal
hatırlama ve içgörü kazanma çabalarını bozan, ve savunucu ruhsal işlemler yürürlüktedir. Hasta
değişim isteği ve akılcı (resonable) egosuna acıdan, yastan, anksiyeteden kaçınır. Taktik
karşı çalışan- kapsamaktadır. dirençler ise, hastanın stratejik dirençlerini (akta­
Freud8 kaynaklarına göre beş tür direnç tanım­ rım isteklerini, fantezilerini, beklentilerini) tü­
lar: Bastırma direnci, aktarım direnci ve hastalık­ müyle fark etmesini önlemeye yönelik işlev gören
tan elde edilen kazancı (ikincil kazanç) ego direnç­ dirençlerdir. Çeşitli savunma mekanizmalarını,
leri kapsamında değerlendirir. Diğer iki direnç üst düzeyde örgütlenmiş karmaşık yapıdaki ruh içi
türü ise id direnci ile superego direncidir. Bastırma ve kişiler arası davranış örüntülerini içerir.
direnci, bireyin kendini dürtüsel itkilere, anılara Greenson1 1 direncin analizi sırasında iki un­
ve duygulara karşı savunma ihtiyacı olarak belir­ surun belirlenmesi ve yorumlanması gerektiğini
ginleşir. Aktarım direncinde analistle ilişki içinde, öne sürer: Direncin motifi (direnci güdüleyen şey)
doğrudan ya da biçim değiştirmiş biçimde ortaya ve direncin anlamı. Direncin motifi hasta nelerden
çıkan çocuksu itki, arzu ve beklentilere karşı bir kaçınıyor ve niçin kaçınıyor sorularının cevabını
mücadele söz konusudur. analitik ortamda bas­ kapsar. Hasta nasıl kaçınıyor sorusunun cevabı
tırılan malzeme, gerçekliğin çarpıtılmış bir biçi­ ise direncin anlamını ve yerine getiriliş biçimini
mi şeklinde yeniden canlanır. Hastalıktan elde ortaya koyacaktır.
edilen kazançtan türeyen dirençte, semptomlardan
elde edilen ikincil kazanç yoluyla, kişi, hasta ol­ v.
maktan ve ötekiler tarafından acınmaktan tatmin Yeniden "Dava"ya dönecek olursak, Joseph
bulabilir. İd direnci, dürtüsel itkilerin dışavurum K., "Niçin direniyor?" sorusu, "Hangi acı verici

6 Siegel E., Franz Kafka's The Trial: Guilty or Innocent? Analyst: The Basis of the Psychoanalytic Process, ikinci
Psychoanal Q, 1 996; 6 5 : 5 6 1 -590. baskı, Madison, Connecticut: Intemational Universities
7 Freud S., Düşlerin Yorumu, birinci baskı, Kapkın E, (çev.), Press, 1 995
İstanbul: Payel Yayınevi, 1 99 1 . 10 Deawald P.A., The Handling of Recistances in Adult
8 Freud S., Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete, Psiko­ Psychoanalysis, Int J Psychoanal 1 980; 6 1 :6 1 -69.
patoloji içinde, birinci baskı, Kapkın E. ( çev. ), İstanbul : 1 1 Greenson R.R., The Technique and Practice of
Payel Yayınevi, 1 99 1 . Psychoanalysis, onuncu baskı, London: Hogarth Press,
9 Sandler J., Dare C. ve Holder A., The Patient and the 1 994.

71
imago I güz I 2005

duygulardan kaçınıyor?" sorusuna indirgenebi­ adamın dövülmesi sahnesi, Kafka'nın erkek kar­
lir. Konunun aydınlatılabilmesi için başka soru­ deşlerine yönelik sadizm ve öldürme arzularını
lar da ileri sürülebilir: Örneğin, K. 'nın kendini temsil ediyor görünmektedir. Kafka'nın "Kardeş
romandaki kadınlarla ensest yönelimli ilişkiler Katili" ve "Cezalılar Kolonisi" adlı öyküleri de bu
içinde bulması ve avukatını vekaletten çıkarması varsayımı destekler niteliktedir12• Küçük . Kafka,
nasıl anlaşılabilir? Ressam ile buluşmasında bir kardeşlerinin ölüm nedeninin kendi düşünceleri
resimde ilgisini çeken Adalet ve Zafer Tanrıçası olduğunu düşlemlemiş olabilir. Ayrıca daha son­
(daha sonra Av Tanrıças ı ' na dönüşür) neyi ra vurgulanacağı gibi, babasına yönelik de
simgelemektedir? Romanda hemen her mekanın öldürme arzuları duymuş olması muhtemeldir.
mahkemenin bir parçası olduğu, K. 'nın ilişki Bütün bu traj edi yoğun bir suçluluk yaşamasına
içinde olduğu hemen herkesin (avukat, ressam, neden olmuş görünmektedir.
rahip v.b.) de mahkeme için çalıştığı dikkati çek­ Romanda K. ressamın atölyesinde iken, bir
mektedir. Bu durumda mahkeme neyi ya da kimi resim ilgisini çeker; mahkemeyi temsil eden bir
temsil etmektedir? Romanda daha silik planda resimdir bu. Adalet ve Zafer Tanrıçası 'nın resmi.
yer alan kapılar, kapıların ardından işitilen sesler Fakat ressamın üzerinde çalışmasıyla resim daha
neyi anlatmaktadır? sonra Av Tanrıçası 'na dönüşür. Yunan Mito­
Bu açıdan romana odaklaştığımızda şöyle bir loj i s i ' nde pek çok memesi olan av Tanrıçası
tablo ile karşılaşırız: Joseph K. çıkarıldığı mah­ Artemis13, üretkenliğin, besleyen bir annenin sem­
kemede ilgisini çeken kadınla flört eder. Kadın ev­ bolüdür. Bir yandan da onu avı temsil eden hay­
lidir ve sorgu yargıcının metresi olduğu sürece K. vanlar çevrelemiştir, yani fallik bir niteliği vardır,
için yasaktır. K. bir yandan kadına şehvet duyup avın şiddetiyle ilişkilidir. K. mahkeme tarafından
onu elde etmeye yönelirken, bir yandan da sorgu yakalanmış, avlanmış hisseder. Mahkeme/ Artemis
yargıcından öç almaya çalışmaktadır. Böylece Kafka' nın öldürme istekleri karşısında duyduğu
ödipal bir suça yönelişin ilk izleriyle karşılaşırız misilleme korkuları şeklinde cisimleşmiş gibidir.
romanda. Ödipal suçun tekrarlandığı bir diğer Aynı zamanda, Kafka'nın erkek kardeşlerini avla­
sahne ise mahkemeyi temsil eden avukatın (ba­ ma ve yutma isteklerinin de bir dışavurumu olduğu
banın) evinde gerçekleşir. K., avukatın metresi düşünülebilir.
olan Leni 'yi, yargıcın suçlayan resminin altında Artemis ' in eski Roma ' daki karşılığı olan
öper. Diana ' yla ilgili başka bir mit daha vardır:
Dava, K. 'ya tutuklandığını bildiren iki adamla Diana'nın hakimiyetinde olan kutsal bir orman
başlar. Pansiyona geldiklerinde K. ile bir yakın­ vardır. Bu ormanı koruyan kral, kutsal ormana
lık içindeymiş gibi davrandıkları dikkati çeker. zarar verecek yabancılara karşı tetikte beklemek­
K. 'nın odasına girer, kahvaltısını yer ve giysi­ tedir. Er ya da geç bir yabancı gelir, ağaçlardan bir
lerini çalarlar. Bu iki adamın, iki erkek kardeşi dal kopararak kralın saltanatına son verir. Bu mitin
temsil ettikleri izlenimi uyanmaktadır. Bu nokta­ teması ise otoritenin devrilmesi ve kral olma is­
da Kafka'nın biyografisine başvurmak yararlı ola­ teğidir. Daha önce K'nın ensest yönelimli arzulan
bilir: Kafka iki yaşındayken erkek kardeşi Georg vurgulanmıştı, bu ise ödipal madalyonun diğer
doğmuş ve iki yıl sonra kızamıktan ölmüştür. Aynı yüzüdür. K. romanın ilerleyen bölümünde avu­
yıl başka bir erkek kardeşi (Heinrich) doğmuş, o katını vekaletten çıkarır. Yaşı, deneyimi, üstün
da, Kafka altı yaşındayken otitten ölmüştür. konumu ve arzuladığı kadına sahip olması
Romana dönecek olursak, K. 'nın şikayeti sonu­ itibariyle, avukat K. için baba fi gürü konu­
cunda iki adamın kırbaçlandıkları bir sahne dikkati mundadır. K. avukatı işten çıkarıp kendi savun­
çeker. Bu olaydan sonra, K. suçluluk ve pişman­ masını üstlendiğinde, onun otoritesini ve gücünü
lık hisseder. Annesine yönelik ödipal arzularının ele geçirmiş olur. Bu ise babanın katledilmesi
canlandığı bir dönemde, küçük Kafka'nın erkek sahnesidir.
kardeşlerine düşmanca davranma ve öldürme arzu­ "Dava"da, K. 'nın Fraulein Bürstner'i öpüşü bir
larının ortaya çıkması olasıdır. Romanda iki gürültüyle kesilir. K. ve Fraulein Bürstner işi-

12 Kafka F. , Hikayeler, yedinci baskı, s. 1 02- 1 05 , s. 1 23- 1 5 8. 13 Cömert B., Mitoloji ve İkonografi, birinci baskı, Ankara:
Şipal K. (çev.), İstanbul: Cem Yayınevi, 2002. Ayraç Yayınevi, 1 999.

72
"JOSEPH K. " N I N D İ R E N C İ *

tilmekten korkarlar. Karanlık bir ortam, bir kapının (tutan) bir tutum içine girmesi, iki adamla iliş­
arkasından gelen karşılıklı cinsel sesler ve birinin kisinde belirginleşen sadomazoşizm gibi özellik­
bu sesleri işitme olasılığı; tüm bunlar gözlenen bir ler direncinin ana! bir nitelik taşıdığını göster­
temel sahneyi çağrıştırır romanda. Ayrıca roman mektedir. İleride inceleneceği gibi, K. 'nın enses­
boyunca pencerelerde merakla izleyen gözler, tiyöz davranışlara yönelmesi ve romanın sonun­
kapıları ya da duvarları dinleyen kulaklar, da belirginleşen kastrasyon anksiyetesi ise fallik
gözetleme deliğinden bakan gözler fark edilir. Bu bir direnç geliştirdiğini düşündürmektedir.
imgeler de K. 'nın protagonist olarak yer aldığı Freud'un belirlediği direnç tipleri özetlenirken,
temel sahne temsilleri olarak düşünülebilir. süperego direncinin, hastanın suçluluk duygusun­
Kapı yasağı temsil ediyorsa, kapıyı kapatan dan ve cezalandırılma ihtiyacından köken aldığı
yani ensest yasağını koyan ve kapının bekçiliği­ vurgulanmıştı. "Dava" da suç ve ceza temaları üze­
ni yapan da babadır. Yasa vardır ve K. yasaya rine kurulmuş gibidir. Nesne ilişkileri kuramcılarına
karşı suç işlemiştir. İnfaz tamamlanmak zorunda­ göre süperego direnci içselleştirilmiş eleştirel, hat­
dır. Romanın sonunda iki adam ya da iki erkek ta zalim bir figürle etkileşim bağlamında görülür.
kardeşin hayaletleri.tekrar karşımıza çıkar. Roman K. 'nın fantezisinde mahkeme bireyi ezen, baskı
trajik bir sonla biter. K. ölür, hem de kalbinden uygulayan, zulm edici bir aygıtken; onu temsil
bıçaklanarak. Ölümün ya da kastrasyonun yarat­ eden kişiler (sorgu yargıcı, avukat, ressam, rahip ve
tığı dehşetin resmi fark edilir. Bu noktada, Andre diğer görevliler) ise K. üzerinde zulüm uygulayan,
Green' in14 görüşleri oldukça çarpıcıdır: onu köleleştiren figürlerdir.
"Kastrasyon, ensest yasağının çiğnen­ "Dava"da, mahkemenin K. 'nın süperegosunu
mesinin cezası konumundadır; dolayısıy­ temsil ettiğini düşünmek de mümkündür. Dışsal
la kastre eden artık baba değil, yasadır. olarak cezalandırıcı bir aygıt konumunda olan
Ama aslında yasa kastre etmez, ceza­ mahkeme, aslında içsel bir kınayıcı ajanın karşılığı
landırır, hatta öldürebilir, ama kastre et­ gibidir. Ödipal döneme özgü çatışmalar yeterince
tiği günümüzde çok nadirdir. Demek ki, çözülmediğinde, süperego oluşumu da tamamlana­
sonuçta kastre edilme ruhsal gerçeklikten, mamaktadır. Bu tip bir süperego gerilemeye, yeni­
cinsiyet kuramlarından ve imgeselden den dışsallaştırmaya eğilimlidir ve kolayca yer de­
kaynaklanmaktadır. " ğiştirebilir. Romandaki mahkeme - süperego da
K. 'nın dışında suçlayıcı bir ajan konumundadır;
vı. kapılarla, mekanlarla sembolize edilmiştir. Bilin­
Şimdi, kendi serüveninin kapısını aralayan diği gibi ödipal karmaşanın çözümü de ebeveyn
Joseph K. 'nın karşılaştığı dirençler üzerinde otoritesinin sembolik olarak öldürülmesini içerir.
yoğunlaşabiliriz: Romanda gerek mahkemeyle Babaya yönelik öldürme arzularının sorumluluğunu
ilgili unsurların, gerekse hukuksal terimlerin kabul etmek, oluşan suçluluğu kabullenmek, birey­
ayrıntılı bir şekilde tanımlanması yoluna leşmenin metaforik zemini için gereklidir. Siegel' in
gidilmiştir. Yazar, adeta, tıpkı Bay D. 'nin aktardığına göre Leowald suçluluğu omuzlama
rüyasındaki gibi "mesleki konuşmalar" gerçek­ sürecinden kaçınmanın iki yolundan söz etmekte­
leştirmekte, okuyucu ise yoğun bir sıkıntı ve dir: Suçluluğun farkındalığının bastırılması ve suç­
kasvet duygusuna sürüklenmektedir. Bu duru­ luluğun ceza ile yer değiştirmesi. Cezanın suçluluk
mun entelektüalizasyonla ilişkili olduğu, bunun hissini uzaklaştıracağı umulur, fakat bu işe yaramaz
ise önemli bir direnç işlevi gördüğü düşü­ ve daha çok cezaya gereksinim duyulur. Ceza -ki­
nülebilir. şinin kendisi ya da başkaları tarafından verilmiş ol­
Greenson, dirençlerin, fiksasyon noktaları sun- suçluluk hissinin bastırılmasına hizmet eder.
dikkate alınarak da sınıflandırılabileceğinden söz K. mahkemeden kaçınıp uzaklaştığı sürece, suçlu­
eder. Bu açıdan bakıldığında, Joseph K. 'nın hak luğu aramaz. Bu durumda mahkemenin onun için
isteyen, adalet arayan, inatçı bir kişiliği vardır. bir faydası yoktur. Nitekim K. katedralden çıkıp
Mahkemeye meydan okuması, bilgi vermeyen giderken rahip ona şöyle seslenir: "Mahkeme

14 G reen A . , Hadım Edilme Kompleksi, birinci baskı,


Kayaalp L. (çev.), İstanbul: Metis Yayınlan, 2004.

73
imago I güz I 2005

senden bir şey istemez. Mahkeme sen geldiğinde için babanın yaşıyor olması gerekir.
senin vereceğini alır, sen giderken de gitmene izin Joseph K. 'nın kaçınmasına temel teşkil eden
verir. . .
" iki temel duygu (suçluluk ve utanç) üzerinde dur­
"Dava"da suç, suçluluk duyguları ve ceza üze­ duk . Bu noktada suçluluk duygusu ve utancın
rine bir yoğunlaşma fark edilmekle birlikte, diğer metapsikolojisi üzerine de bir tartışma sürdürmek
önemli bir tema ise utançtır. Sandler ve arkadaşları­ yerinde olabilir. Piers'e göre suçluluk, saldırgan ve
na göre narsisistik tipte direnci olan hastalar kendi­ cinsel id itkileri süperego bariyerini ihlal ettik­
lerinin çocuksu görünümlerine tahammül etmekte lerinde ortaya çıkan gerilimdir. Bu durumda tehlike
güçlük çekerler, çünkü bu görünümleri çok utanç parçalanma ve yok olmadır; başka bir deyişle, ceza­
verici bulurlar. Roman boyunca K. 'da narsisistik landırılma ve kastrasyondur. Utanç ise, ego ile ego
tipte bir direncin de bulunduğu düşünülebilir. ideali arasındaki gerilim sonucunda ortaya çıkar.
Mahkeme tarafından tutuklandığı andan itibaren Ego ideali bir hedefe erişemediğinde utanç belir­
K. 'nın itibarlı konumunda (işini dürüstçe yapan ginleşir. Bu durumdaki tehlike ise terk edilme ve
başarılı bir banka memuru olduğu kanısındadır) reddedilmedir. Morrison'a16 göre utanç, kendilikle
ani bir düşüş başlar. K. 'nın kendilik saygısı zede­ ilişki içinde deneyimlenen bir duygudur. Ona göre
lenmiştir, mahkeme tarafından insanlıktan çıka­ utanç, narsisistik libidonun, suçluluk ise nesne li­
rıldığını, aşağılandığını hisseder. K. 'nın ilgisi güce, bidosunun uğradığı değişiklikler bağlamında değer­
diğerleri karşısında güçlü hissetmeye yoğunlaşır. Bu lendirilmelidir. Gillman17, utanç duygusunun kö­
bakımdan utanç duygusunun ana! dönemle ilgili keninin ana! örgütlenme düzeyiyle ilişkili görün­
çatışmaları çağrıştırdığı düşünülebilir. Roman düğünü -bu dönemde rastlanan kontrol kaybı, erken
boyunca K. 'yı izleyen, ona dik dik bakan gözler, dönemlerde hissedilen utanç deneyimine yol aç­
K. 'nın utancına yön verir. Bu durum, erken maktadır- kabul eder; ancak daha sonra, ödipal
dönemde utanç uyandıran, müdahaleci ve küçük dönemdeki çatışmaların, utanç duygusuna farklı
düşürücü davranan bir otorite figürünü akla getir­ anlamlar kazandırdığını öne sürer. Örneğin ödipal
mektedir. K. 'nın utancına renk veren diğer önem­ dönemde, çocukta, sevilebilir olup olmama, kusurlu
li bir unsur da içinde bulunduğu ödipal durumun ya da çirkin olmaya dair bilinçdışı fanteziler gelişe­
kendisidir. K. 'nın bir yandan enseste yönelik tutu­ bilmekte ve bu fanteziler doğrultusunda utanç duy­
mu, diğer yandan mahkeme tarafından yasanın gusu farklı renkler alabilmektedir.
hatırlatılması ve K. ' nın temel sahnenin dışına Morrison'a göre suçluluk duygulan kişiyi itiraf
itilmesi, üstelik de cezanın infaz edilecek olması etmeye yöneltir, hasta görüşmeye bu yönde
yani kastrasyonun dehşetinin eşlik etmesi de yoğun materyal getirir ve terapistin affetmesini bekleye­
bir utanç hissetmesine neden olmuştur. Zira K. bilir. Oysa utanç hislerinin acı verici ve tiksindiri­
cezanın infazı sırasında "Bir köpek gibi ! " öldü­ ci olabilecek doğası gereği, kişi buna ilişkin
rüldüğünü haykırır. Burada köpeğin aşağılanmayı materyal iletmekten kaçınabilir ve terapist tarafın­
temsil ettiği aşikardır. dan reddedilme korkusu içinde olabilir. Utanç his­
Varılan noktada şöyle bir soru yöneltilebilir: lerinin paylaşılmasında ise hastanın beklentisi an­
Neden trajik bir son, neden hikayenin sonunda Joseph laşılma ve kabul edilmedir.
K. ölmek zorundadır? Az. önce romandaki ölüm sah­ Kapıyı açarak bir girizgah yapmıştık, sanıyorum
nesinin, kastrasyonu temsil ettiği vurgulanmıştı. kapıyı kapamanın zamanı geldi artık! Evet, günün
Freud 15, ölüm anksiyetesinin aslında kastrasyon birinde o kapı merak edilir ve analizan kendisini
anksiyetesinden başka bir şey olmadığına işaret eder. neyin beklediğini bilmeden o kapıdan adımını atar.
Andre Green'e göre de kastrasyon, engel olan her şeyi Yavaş yavaş örtüyü kaldırdığında gördüğü manz.ara,
saf dışı ederek hazza ulaşma arzusuna verilen ceza içinde sakladığı erguvani yaralardan başka bir şey
olarak ölümle aynı şeydir. Ayrıca hem ensestin önüne değildir. Kayıp ruhunu kurtarmak için girerken
geçer, hem de babanın hayatta kalmasını sağlar, bu kapıdan, kutsal bilgeliğe erişmiş olarak çıkacak
da olumlu bir şeydir; çünkü, çocuğun korunması mıdır gerçekten?

15 Freud S., Ben ve İd, Haz İlkesinin Ötesinde, Ben ve İd Papers on Narcissism içinde, birinci baskı, New York
içinde, birinci baskı, Babaoğlu A. (çev.), İstanbul: Metis University.
Yayınlan, 200 1 . 1 7 Gillman R.D., The Oedipal Organization of Shame.
1 6 Morrison A.P. , Shame, ideal Self and Narcissizm, Essential Psychoanal Study Child, 1 990; 45 : 357-375.

74
Gilles Amedro
S i g m u n d F re u d ' u n
Ese ri n d e N es n e İ l i ş k i l e ri
Sel i m Başarı r

F
reud içsel nesneler fikrini sırasıyla şu Tam nesne (Whole obj ect) : Öznenin ken­
makaleleri ile geliştirmiştir: disininkine benzer duyguları, ihtiyaçları, hakları,
1 ) 1 905 : "Cinsellik Teorisi Üzerine Üç vs. , olan bir kişi olarak tanıdığı nesne.
Deneme" Nesne temsili, betimlemesi (Obj ect represen­
2) 1908-09 : "Aile Aşkları" (Family Romances) tation) : Bir nesnenin zihindeki temsili, tasavvuru.
3) 1 9 1 4 : "Narsizm Üzerine : Bir Giriş" Aslında tüm ekonomik kavramlar (= enerj i dağı­
4 ) 1 9 1 5 - 1 7 : "Yas ve Melankoli" lımı), örneğin nesne yatırımı, nesne libidosu, nes­
5) 1919 : "Bir Çocuk Dövülüyor" nenin kendisini değil zihindeki betimlemesini
6) 1 923 : "Ego ve İd" kastederler.
Dış nesne (Extemal object) : Özne tarafından
Nesne ve Nesne i l işkileri Kavramları kendisine harici olarak tanınan nesne.
Nesne (Object): Kendisine karşı eylem ve arzu İç nesne (lntemal object) : Bir dış nesnenin
geli ştiri len, kişinin-öznenin dürtüsel doyumu önemini elde etmiş nesne temsiline iç nesne denir.
(boşalım-gerilim azalması) için ihtiyaç duyduğu İç nesneler fantezide oluşan ve gerçekmiş gibi
ve kendisine ilintilendirdiği kişi, kişinin bir kıs­ tepki verilen görüntülerdir; dış nesnelerin içe atımı
mı ya da zihinsel tasvirine (zihinsel simgelerine) (introj ection) sonucu oluşurlar.
nesne denir. İyi nesne (Good obj ect) : Öznenin sevdiği, iyi
Nesne ilişkileri (Obj ect-relations) : Öznenin niyetli olarak kabul ettiği nesne, bu kötü nesne bir
(subj ect) iç veya dış nesnesine olan ilişkisi; bu iç ya da dış nesne olabilir.
kişilerarası (interpersonal) ilişkideki gibi özne ile Kötü nesne (Bad object) : Öznenin (subj ect)
nesne "arasındaki" (karşılıklı) ilişki demek korktuğu ya da nefret ettiği, kötü niyetli olarak
değildir. Çünkü psikanaliz bireyin psikoloj isini, kabul ettiği nesne. Bu kötü nesne bir iç ya da dış
dolayısı ile tek bir bireyin bakış açısından nesneleri nesne olabilir.
ve ilişkilerini ele alır, tartışır. Nesneye yatırım (obj ect-cathexis ) : Ruhsal
Nesne ilişkileri kuramı (Object relations theory): enerj inin bir dış nesneye yatırılması, bu durum
Bireyin nesnelere olan tutum ve davranışlarını selfe yapılan narsistik yatırımın karşıtıdır.
temel alan, 1 970'li yıllara kadar tamamen Britanya Nesne seçimi (Obj ect choice ): Narsistik nesne
ekolü olarak kalıp daha sonra Kernberg, seçimi, öznenin gerçekten ya da hayalinde benzer­
Greenberg ve Mitchell tarafından Amerikan ver­ lik bulduğu bir nesne ile özdeşiminin sonucudur.
siyonlarının yaygınlaştırıldığı psikanaliz ekolü. Anaklitik nesne seçimi ise nesnenin özneden fark­
Dürtü geriliminin azaltılmasını temel alan dürtü lı olduğu ve çocukluk çağı bağımlılığının mevcut
kuramına zıttır. olduğu bir durumun sonucudur. Bu formülasyona
Kısmi nesne (Part obj ect) : Bir kişinin bir göre homoseksüellik narsistik (kendisiyle bir ben­
parçası olarak nesne; örneğin meme. zerlik, en azından vaktiyle olduğu ya da olmayı

77
iinago I g üz I 2005

umduğu) , heteroseksüellik ise anakl itik (ken­ aygıtın daha tanımlanmamış başka bir parçası mı?
disinin olamadığının verildiği) bir nesne seçimidir. N arsizm kavramı genellikle bir yeti şkinde
Bunun anlamı da erkeğin tekrar annesini, kadının uygulandığı zaman üç ayrı, fakat birbirine bağlı
da tekrar babasını keşfetmesidir. şey anlatır:
Nesne değişmezliği (Object-constancy) : Bir 1 ) benliğin (self) aşırı yüklenmiş olması (hy­
tek, belirli nesne ile uzun süren bir ilişki yürütme percathexis ),
yeteneği ya da aşina olduğu nesnenin yerine 2) çevredeki nesnelerin az yüklenmiş olması
vekalet edecekleri reddetme eğilimi. (hypocathexis ),
N esne libidosu (Obj ect-libido) : Nesneye 3) bu nesnelerle patolojik düzeyde ve olgun ol­
yatırılmış libido. Self' e yatırılmış olan narsistik li­ mayan bir ilişki.
bidoya karşıttır. Narsizm kavramı bir çocuk için kullanılırsa, bu
Nesne kaybı (Obj ect-loss) : Genelllikle iyi bir genellikle erken gelişme çağlarının bir özelliği
dış nesnenin kaybını belirtmek için kullanılır. ya da normal bir dönem olarak algılanır.
Öncül olaylan, içe atma (introj ection) ve yas 'dır. Freud libidonun büyük bir bölümünün bütün
Nesne aşkı (Obj ect-love): Kendisinden ayrı yaşam boyunca narsisistik, yani kendine yönelmiş
olduğu tanınan-bilinen bir nesneye duyulan sev­ olarak kaldığına inanır. Buna çoğu kez ya "nor­
gi. Sevilen, nesne aşkına konu olan nesneye Aşk mal" ya da "sağlıklı" narsizm denir. B irincil
nesnesi (Love-obj ect) denir. (primer) narsizm henüz başkalarına yönelme­
İhtimam gösteren-ihtiyaç karşılayan nesne mişken kendine libido yönelimini, ikincil (sekon­
(Need satisfying obj ect) : Öznenin ancak kendi der) narsizm ise nesnenin içe atımı ve onunla
ihtiyaçlarına cevap verme yeteneğine göre sevdiği, özdeşleşmeye yol açan libido yönelimini anlatır.
ancak birey olarak tanıyamadığı nesne. Bir ço­ Sekonder narsizm daha çok nesne kaybına karşı
cuğun annesine bağlılığını ( attachment) anlatırken egonun bir savunma düzeneği olarak çalışır, içe
kullanılır. atılmış nesnenin kaybının inkarı şeklinde görev ya­
Geçiş nesnesi (Transitional object) : Öznenin par.
kendisi ile bir başkası arasında bir yanyol gibi Freud nesnelere, yani dış dünyadaki nesnelerin
gördüğü nesne. Winnicott'a ( 1 958) göre, çocuk in­ ruhsal yapımızdaki temsilcilerine yatırılmış li­
fantil narsisizmden nesne aşkına ve de bağım­ bidinal kuvvetlerin narsistik libidoyla olan iliş­
lılıktan kendine güvene geçerken bu geçiş nesne­ kisini amibin yalancı ayağı ile bedeni arasındaki
si (bir oyuncak bebek, bir kumaş parçası) çocuğa ilişkiye benzetmiştir. Burada kastedilen, nesne li­
yardımcı olmaktadır. bidosunun narsistik libidodan türemesidir ve her­
Bebek, gelişiminin ilk aylarından itibaren ken­ hangi bir nedenle nesne ortadan kalkarsa bu nesne
dini diğer nesnelerden yavaş yavaş ayırt etmeyi libidosu narsisistik libidoya geri dönecektir.
öğrenir ve bebeklik çağında en önemli nesnelerin
bir kısmı çocuğun kendi bedeninin parçaları, Nesne i lişkilerinin Gelişmesi
örneğin el, ayak parmakları ve ağzıdır. Bunlar Çocuğun farkına vardığı ilk nesnelere olan tu­
haz kaynaklarıdır ve bu kendine yönelmiş libidoya tumu doğal olarak tamamen bencildir ve ilk önce
Freud ( 1 9 1 4) narsizm adını vermiştir. nesnenin verebileceği hazlarla, yani nesnenin ken­
Narsizm kavramının freudien psikanalitik ku­ di gereksinmelerini doyurucu yönüyle ilgilidir.
ramdaki yerinin belirgin olmamasının nedeni bu Bebek bir nesneye ilk defa bir yatırım yapar ve o
kavramı Freud ' un çift dürtü (ölüm ve yaşam zamana kadar o nesne ortada yoktur.
dürtüsü) kuramından önce ortaya atmış olmasın­ Nesneyle sürekli ilişkinin, yani ani bir ge­
dandır. Böylece narsizm kavramında sadece cin­ reksinme olmadığında bile sürekli bir nesne
sel dürtülerin yeri olmuş ve bu kavram hiçbir za­ yatırımı ancak yavaş yavaş zamanla gelişir.
man ne çift dürtü kuramıyla, ne de yapısal En erken nesnelere kısmi nesne deriz. Bu, an­
varsayımla bağdaştırılamamıştır. Örneğin, acaba nenin çocuk için bir tek nesne olarak ortaya çık­
saldırganlık dürtülerinden kendine yönelmiş ener­ ması için uzun zaman geçeceği demektir. Ondan
j iyi narsizmin bir bölümü olarak kabul edecek önce annenin göğsü, süt şişesini tutan eli ya da
miyiz? Ruhsal aygıtımızın hangi bölümü doğal yüzü çocuğun hayatında değişik nesnelerdir.
olarak narsistik olan dürtü enerj isiyle yüklen­ Sürekli nesne ilişkilerinin önemli özellik­
miştir? Egonun belirgin bir parçası mı, ruhsal lerinden biri de çok ambivalan olmaları, yani bir

78
S i g m u n d Fre u d ' u n Eseri nde Nesne İ l i ş ki leri

çift değerliliğin bulunması, birbirine karşıt bidinal hayatında önemli rol oynayan, cinsel haz
düşünce ve duyguların aynı anda ya da ardı sıra doğuran (erogenous) bölgeye göre adlandırılır.
bulunmasıdır. Nesne ilişkilerinde libidoya ait terimlerin kul­
İlk nesne ilişkilerinin başka bir özelliği de lanılması bize her şeyden önce dürtülerin ve bil­
nesne ile özdeşim kurulmasıdır. hassa cinsel dürtünün nesneleri aradığını, çünkü
Ego gelişmesinde çok büyük önemi olan, ancak nesne aracılığıyla doyuma erişebileceğini
yaşantılara ve deneyimlere bağıntılı başka bir vurgular. Dürtüsel isteklerimizle nesne ilişkilerinin
süreç de genellikle çevredeki kişilerle olan, nesne önemi belirlenir.
ile özdeşim (identifikasyon) adını verdiğimiz Anna Freud, nesne ilişkilerinin erken dönem­
süreçtir. Özdeşimden kastettiğimiz düşünce ve lerine çoğu kez genital dönem öncesi (pregenital)
davranışların, bir ya da birçok yönden birisi ya da nesne ilişkileri ya da daha belirgin olarak oral
bir nesne gibi olması olayı ya da sürecidir. veya anal nesne ilişkileri der. Aslında "pregenital"
Sonuç olarak, kişinin çevresinde libidosu ile sözcüğünün buradaki kullanılışı yanlıştır. Daha
oldukça fazla yüklenmiş nesne ve kişilerle özdeşi­ doğru bir deyim fallik öncesidir (prefallik nesne
mi kurmaya doğru bir eğiliminin bulunması, özel­ ilişkileri).
likle erken çağlarında, tamamen normaldir.
Saldırgan enerj i ile aşın yüklenmiş nesneler­ Nesne i lişki leri ve Dürtüler
le de bir özdeşim eğilimi bulunur. Söz konusu Çocuk iki buçukl a üç buçuk yaş arasında
nesne ya da kişinin güçlü ve muktedir olduğu yaşamın en derin ve belirleyici nesne ilişkileri
oranda bu özdeşim özellikle geçerlidir. Bu tip dönemine girer: Dürtü görüşü yönünden ruhsal
özdeşime "saldırganla özdeşim" adı verilmiştir yaşamı anal düzeyden fallik düzeye geçer ve artık
(Anna Freud, 1 936): Yani, hayalinde kendisine dürtüsel yaşamında nesnelere karşı duyduğu en
karşı olana bağladığı kudret ve zaferi özdeşim kuvvetli istek ve dürtüler fallik istekler olacaktır.
yoluyla paylaşarak kişi, kendisine bir tür doyum Ancak çocuk daha önceki devirlerdeki dürtüsel
sağlamaktadır. yaşamını dolduran anal ve oral istekleri hemen
Freud özdeşim sürecinde önemli bir rol oyna­ bırakacak değildir. Bu prefallik istekler, fallik
yan başka bir faktör üzerinde durmuştur. Bu fak­ dönemde de süre gidecektir.
töre nesneden uzun süreli ya da sürekli ayrılık ya Dürtüsel yaşamda, yani id'de oralden anala,
da nesnenin fizik olarak ölümü anlamına gelmek analdan falliğe olan gelişmeler, kalıtımsal ve biyo­
üzere nesne kaybı adını vermiştir. Bu durumlar­ loj ik eğilimlere bağlıdır.
da yitirilen nesne ile özdeşim kurmaya kuvvetli bir Üç ya da dört yaşındaki bir çocuğun egosu
eğilim bulunur. Bir klinik durum olan depres­ daha tecrübeli, daha bütünleşmiş ve bunların sonu­
yonların psikopatoloj isinde yitirilen nesne ile cu çocukta kısmi nesne ilişkileri yerini tam nesne
düzenli olarak yapılan bilinçdışı özdeşim önem­ ilişkilerine bırakır. Böylece annenin bedeninin
li bir rol oynar. Özdeşim bu yolların hangisi ile or­ birçok parçası birden "anne" denen bir tek nesne
taya çıkarsa çıksın sonuç daima daha iyiye ya da olarak algılanır. Bundan başka, çocuğun nesne
daha kötüye olabilmek üzere egonun zengin­ ilişkileri artık oldukça süreklilik kazanmıştır. Ego
leşmesidir. gelişmesinin ilk dönemlerinden farklı olarak şim�
Nesne ilişkileri, özdeşim eğilimi, yani o nesne di, nesne uzun süre yok olsa da nesneye yatının
gibi olma isteğini taşır. Ego gelişmesi ne kadar devam eder.
ilkelse özdeşim eğilimi de o kadar kuvvetli olur. Buradaki ana nokta, fallik döneme geldiği za­
Eğer özdeşim, yetişkinin hayatındaki nesne iliş­ man çocuğun nesne ilişkilerinin her yönden eşit
kilerinde önemli bir rol oynamaya hala devam olmasa bile yetişkin veya büyük çocuklarla
ediyorsa bu, egonun patoloj ik kabul edilebilecek kıyaslanabilecek bir düzeye gelmiş olmasıdır.
kadar az gelişmiş olmasının bir kanıtıdır. Böyle Fallik dönemin en önemli nesne ilişkileri ödi­
az gelişmeye ilk çarpıcı örnekleri Helene Deutsch pal kompleks adı altında toplanmıştır.
( 1 934) vermiştir: O bunlara "sanki kişilikler"
("as if' personalities) der. Nesne i lişkileri ve Ödipal Dönem
Böyle kişiler nesne ili şkileriyle kişilikleri Fallik dönemin en önemli nesne ilişkileri ödi­
bukalemun gibi değişen insanlardır. pal kompleks adı altında toplanmıştır.
Çocuğun nesne ilişkileri çoğu kez o anda li- Aşağı yukarı iki buçuk yaşlarından altı yaşa

79
imago I g üz / 2005

kadar olan süreye fallik dönem dendiği gibi ödi­ tığıyla ilgilidir.
pal dönem de denir. Ödipal kompleksi ortaya Anneye karşı olan cinsel istekler ve annenin tek
çıkaran nesne ilişkileri hem normal, hem de pa­ başına aşk nesnesi olma dileğiyle birlikte genel­
toloj ik gelişmede çok önemli bir rol oynar. likle babayla kardeşlerden oluşan rakipleri or­
Freud, bilinçdışı yaşamda diğer cinsten olan tadan kaldırma istekleri de vardır. Kardeş
ana babaya ensest ve aynı cinsten olana karşı kıskançlığının daha başka kaynakları da olması­
öldürücü öfke ve kıskançlık hayallerinin bulun­ na karşın en önemlisi anne ya da babaya tam an­
duğunu ortaya koymuştu ve buna ödipus komp­ lamıyla sahip olma isteğidir. Bu kıskanç v·e
leksi (Freud, 1 900) adını vermişti öldürücü istekler çocukta iki yönden yoğun çatış­
Ödipal kompleksin uluslararası olmasını an­ maya neden olur. Bunların ilki özellikle o yaşta
lamamıza ek olarak yüzyılın ilk yirmi yılında ödi­ çocuğa tam anlamıyla omnipotan görünen anne­
pal isteklerin niteliklerini anlayışımız da geliş­ babadan gelecek olan ceza-intikam korkusudur.
miştir. Bu gelişme ilk önce ters ödipal ya da olum­ İkincisi ise, bu kıskançlık sonucunda anne­
suz ödipal istekler dediğimiz, yani aynı cinsten babasının sevgisinin kaybından korkmaktadır.
olan ana babaya ensest duyguları ve diğer cinsten Ödipal kompleksin erkek ve kızlarda gelişi­
olana karşı öldürücü hisler duymayı kapsar. minin farkları :
Kısaca ödipal kompleksi şöyle açıklayabiliriz: Erkek çocukları : Annesine karşı duyduğu ödi­
Ödipal kompleks anne ve babaya karşı olan iki pal isteklerin sonucu olarak penisinin kaybından
yönlü tutumdur. B ir yanda kıskanılan ve nefret korkar; " kastrasyon ". Gerçekten penisi olmayan
edilen babayı ortadan kaldırma duyguları ve an­ diğer kız ve kadınları gözlemesi onu, iğdiş edil­
neyle olan cinsel ilişkide onun yerini alma isteği, menin gerçek olabileceğine inandırır. Bu çok
öte yanda ise kıskanılan ve nefret edilen anneyi or­ değer verilen organın kaybedilme tehlikesi çocuk­
tadan kaldırma ve baba yanında onun yerini alma ta ödipal isteklerinden dolayı büyük bir çatışma
biçiminde özetlenebilir. Ödipal komplekste anım­ ortaya çıkartır ve bu çatışma yavaş yavaş ödipal
sanması gereken önemli nokta duyguların yoğun­ isteklerin reddinin nedeni olur; kısmen bırakılır ve
luğu ve derinliğidir. Bu, gerçek bir aşktır. kısmen de bastırılır, yani bilinçdışına itilir.
Ödipal dönemin başlangıcında erkek ya da kız Erkek çocuğun, annesinin tüm sevgisine ve
çocuğun en kuvvetli nesne ilişkileri annesiyledir: bedenine sahip olma isteğinin reddiyle beraber
Annenin çocuğun ruhsal dünyasındaki temsili annesine karşı duyduğu kıskançlık ve öfke artar,
diğerlerinden daha fazla libidoyla yüklüdür. bu da anneden kurtulma (onu öldürme) ve onun
Ödipal dönemde ilk adım iki cinsiyet için yerine baba tarafından sevilme isteğinin ortaya
aynıdır ve anne ilişkisinin çocuğun uyanan cinsel çıkmasına neden olur. Bu durum da kastrasyon
isteklerini kapsayacak biçimde gelişmesidir. Aynı korkularına yol açtığından, öte yandan da kadın
zamanda onun bütün sevgi ve hayranlığını kazan­ olmanın penissiz olma olduğunu da öğrendikten
ma ve buna bağlı olduğu sanılan "büyümüş olma", sonra, bu isteklerin de en sonunda bastırılması
"baba olma" ve anneye babanın yaptığını yapma gerekir. Böylece ödipal dönemin hem kadınsı,
isteği gelişir. Çocuk annesiyle tekrar etmek iste­ hem de erkeksi kökenli isteklerine karşı kastrasyon
diği, ana babasının cinsel eylemleri hakkında anksiyetesi ortaya çıkar. Erkek çocuk, bedensel ve
birçok hayal geliştirir. Bunlar tuvalete beraber cinsel yönden hazır olmadığı için bu isteklerle
gitmek, birbirlerinin cinsel organlarına bakmak ortaya çıkan çatışmaları ya bu isteklerden
veya organları birbirlerinin ağzına almak veya vazgeçerek ya da bu istekleri türlü savunma
yatakta onları ellemek olabilir. Çocuğun bu fan­ mekanizmaları ve egonun savunma işlemleriyle
tezileri genel olarak ödipal dönemin başlangıcın­ çözer.
da alışkın olduğu yetişkinlerle olan zevk verici iliş­ Kız çocuk: Annesinin karşısında erkek rolü
kilerine ve kendinin oto-erotik eylemlerine oynamak, penisi olmadığı için, kastrasyon korkusu
bağlıdır. Zaman geçtikçe çocuğun cinsel hayalleri yaratmaz, penissiz olduğunu anlaması üzüntü
bilgi ve deneylerle gelişir: Babanın yaptığı gibi an­ yaratır ve bu da şiddetli utanç, aşağılık, kıskançlık
neye bebek vermek ödipal isteklerin en önem­ (penis kıskançlığı) (penis envy) duyguları doğu­
lilerinden biridir. rur. Kendisini penissiz doğuran anneye karşı öfke
Çocuk için bu dönemin cinsel tasarımları duyar. Bu kızgınlık ve ümitsizlikle sevgi nesnesi
bunun nasıl yapıldığı ve bebeklerin nasıl dışarı çık- olarak babaya döner ve onun karşısında annesinin

80
S i g m ün d Freud ' u n Eseri nde N esne İ l işki leri

yerine almayı umar. Bu duygular da engellenin­ aşın kuvvette yapısal bir eğilimin olduğu zaman
ce, küçük kız ya daha önceki anneye bağlılığa görülebilir.
dönüp penisli olma ve erkek olma isteğine direnir Mastürbasyondaki hareketler ve eşlik eden
ya da ödipal hislerini reddetmek ve bastırmak hayaller çocuğun ana babaya karşı duyduğu cin­
zorunda kalır. Bir de, ileride, doğum yapınca sel ve saldırgan dürtülerin dolaysız anlatımı yeri­
çözümlenir! Erkek çocuğun kastrasyon korkusu­ ni tutar. Otoerotik uyarılma ve hayaller gerçek
nun kızdaki benzerleri, ( 1 ) penis kıskançlığı diye insanlara karşı gerçek eylemlerin yerine geçer
adlandırılan hayal kırıklığı ve kıskançlık, (2) ba­ (substitution) kaçınılmazdır. çünkü çocuğun biyo­
ba tarafından içine girilme ve gebe bırakılma is­ loj ik olgunluğa erişmemiş olması onu bu yola
teğinin sonucunda gelişen cinsel organların incin­ ödipal dönemin geçmesiyle, cinsel organlarla mas­
mesinden korkmadır. türbasyon çoğunlukla ergenlik çağında tekrar or­
Biseksüalite, ödipal kompleksin normal olarak taya çıkmak üzere bırakılır. Ödipal hayaller
anne ve babanın her ikisiyle cinsel birleşme hayal­ bastırılır fakat bilinçte gizlenmiş biçimleri, yani
lerini kapsamasıdır. çocuklukta alışılagelmiş hayal kurmalar biçiminde
Erkek çocukta kadınsılığa aşın bir eğilim varsa süre gider ve ruhsal yaşamın hemen her dönemi­
anne yanında babanın yerini alma yerine babay­ ne etki eder.
la cinsel birleşmede annenin yerini alma istek­ Ancak ödipal kompleksin ilerideki ruhsal
lerinin kuvvetli olduğu bir ödipal kompleks gelişe­ yaşamda çok büyük etkisi olan bir sonucu daha
bilir. Bunun aksi ise, kız çocukta erkeksiliğe doğru vardır: Süperegonun ortaya çıkması.

81
George Segal
B i l i m - Ku rg u S i n e m as ı
ve Ps i ka n a l iz

1
Ata Devri m

930' lar korku filmlerinin do�uşuna şahit yoruz. B u yazımızda psikanalizin önde gelen isim­
oldu. Önce ekonomik, sonra da siyasi lerinin yardımıyla popüler kültürün önemli bir
bunalımların, Hitler gibi korkunç çeh­ unsuru olan bilim-kurgu sinemasını inceleyeceğiz.
relerin yükselişine, bireylerin kimlik Çağımızın bilim-kurgu filmlerinde öncelikle
bunalımlarının eşlik ettiği bir dönemde, reel kor­ çöze çarpan tema, insan bedenine tecavüzdür.
kulardan kaçabilmek için psikotik sanrılar oluş­ Species (Tehlikeli Tür), Alien (Yaratık), X-Files
turmak ve bunlarla ilgilenmek kaçınılmaz bir (Gizli Dosyalar) gibi filmlerde yaratıklar, to­
savunma mekanizmasıydı. Freud'un belirttiği gibi humlarını insanların içine koyarak ürerler. Alien
kaygı yokedilemez ama nesnesi değiştirilebilirdi. ve X-Files'ta, erkek kadın dinlemeden hepsine
Gerçekte korkulmaması gereken şeylerden kork­ "dişil" bir konumu dayatarak onlara doğum yap­
ma olarak tanımlanan nevrotik korkuların nedeni tırırlar. Cinsel yaşamları bile ürkütücü bir saldır­
de budur. Belki de Frankestein, Hitler' i anımsat­ ganlık ve sömürü üzerine kuruludur. Kendilerine
tığı için ya da Dracula bir uyku bozukluğu olan pa­ doğum verenleri acımasızca öldürürler. Yalnızca
vor noctumus'un kişileştirilmesine hizmet eden bir kurgu olan bu şeyler bizi neden bu kadar korku­
figür olduğu için korkunçtu. Demek ki, korku tur? Freud, psikozları besleyen bir "gerçeklik
filmleri, gündelik yaşamla ilgili korkularımızı da­ çekirdeği" olduğunu söyler. Gerçek yaşamda, in­
ha az rahatsız edici bir biçimde ve kısıtlı sürede san bedenine girebilecek iki şey vardır: Virüsler
dışavurmamızı sağlayan birer araçtır. Korkular ve böcekler. Virüsler, gerçekten de, bu filmlerde­
hep oradadır ve bu fi lmler yalnızca onları ki yaratıklar gibi üremek için insan bedenini
tetikleyebildikleri ölçüde etkilidirler. Freud şöyle sömürür ve engellenmezlerse insanı öldürebilir­
demiştir: "Umacılarla, ya da korkunç yaratıklar­ ler. Bu durumda, çocukken geçirdiğimiz hastalık­
la ilgili hikaye ve masalların, çocuğun korku ve ların bizlerde uyandırdığı sanrılı kaygılar, bu film­
boğuntu duymasının biricik temeli olduğunu ileri lere inanmamızı sağlayan gerçeklik çekirdek­
sürersek, bu hikaye ve masalları gereğinden fazla leridir.
önemsemiş oluruz. Bu hikayeler, korku duymağa. Gerçeklik çekirdeğinin diğer bir unsuru olan
yatkın çocuklar üzerinde derin etkiler yarattığı böcekler üzerine Otto Rank şöyle der: " . . . küçük
halde, böyle olmayan çocukları hiç etkile­ hayvanların yarattığı tehlike, onların bizim be­
memektedir. "1 Böylece bir kez daha, Marcuse'nin denimize girebilecek olmasından kaynaklanır. "2
belirttiği gibi, sanatın bastırma mekanizmasına Çocukluğumuzda kimbilir kaç kez gözümüze ya
karşıt bir yönde hareket ettiğini görmüş bulunu- da burnumuza bir böcek girmiş ve hiç çıkmaya-

Sigınund Freud, Cinsiyet ve Psikanaliz, 5. basım, s. 1 47. 2 Otto Rank, Doğum Travması, çev. Sabir Yücesoy, s. 34,
çev. Selahattin Hilav, Varlık Yayınları, İstanbul: 1 98 1 , Metis Yayınları, İstanbul: 200 1 .

83
in1ago / güz / 2005

cak diye korkmuşuzdur. Bilim-kurgu sineması, kötü ve korkunç bir imgesinin yaratılabildiğini
bu ve bunun gibi arkaik korkuları yeniden-üretir. savunmuştur. Terminator, lndependence Day
Alien, Species ve Matrix'te yaratıkların ve ro­ (Kurtuluş Günü) ve Matrix'te robotlar ve uzaylılar
botların böcek şeklinde olmaları, bu bağlamda, bir karşısındaki mutlak çaresizlik, çocuğun ebeveyn­
rastlantı değildir. Alien' ın biçimi yaratıcısının leri karşısındaki çaresizliğinin sanrılı yeniden­
çekirgelerle ilgili arkaik korkuları olduğunu üretimidir. Özellikle Matrix Reloaded'da vurgu­
düşündürür. Geçmişin küçük korku nesneleri bu lanan bağımlılık teması, nesne ilişkileri kuram­
filmlerde korkunç bir görünüme bürünüp dev­ cılarının üzerinde önemle durdukları çocuksu
leşirler. Çok büyük bir böcek; Mimic, Starship bağımlılığa bir göndermedir. Filmin sonunda da
Troopers (Evrenin Askerleri) ve The Fly (Sinek) Neo'nun yüzyüze geldiği Mimar, Kahin' i kastede­
filmlerinde görüldüğü gibi, herhangi bir hayvan­ rek, "eğer ben babaysam, o da hiç şüphesiz anne­
dan daha ürkütücüdür. Böcekler, küçük olmaları­ dir" diyerek film boyunca yalnızca bilinçaltının
na karşın insanı kolayca çaresiz bırakabilirler; sezebildiği aktörleri, id est anne, baba ve çocuk,
çekirgeler sıçrayıp aniden masanın üzerine çıka­ bilince çıkarır. Bu bilince çıkarma işlemini Freud'a
bilir, sinekler evin içerisine girip mikrop saça­ benzeyen ve tıpkı bir psikanalist gibi konuşan
bilirler. Yalnızca kıvrak manevralarıyla değil, çok Mimar ' ın yüklenmesi bir rastlantı değildir.
sayıda bacak ve karmaşık bir fizyolojiye sahip Tümgüçlü ve zulmedici babayı da temsil eden
olmalarıyla da insanın duyumlarına işkence eder­ Mimar, oğlu Neo 'yu Trinity'ye aşık olduğu için
ler. İnsan derisi üzerinde 6 adet bacağın aynı an­ paylar ve sorumluluğunu yerine getirmezse onu
da ve hızlı bir biçimde yarattığı duyum rakipsiz evinden kovacağını söyler. The Fly II' da da aynı
bir şiddete sahiptir. Bir de bu yaratıkların dev­ temayla karşılaşırız. Sinek çocuk, bir kıza aşık olur
leştiğini düşlediğimizde çaresizlik büsbütün artar. ve babasi bildiği bilimadamına rest çekerek onun
Matrix' in robotları, böceklere benzemeseydi, in­ kendisi için yarattığı izole ortamdan kaçar. Çocuk­
sanoğlunun robotlar karşısındaki çaresizliği, haket­ luk olağan bir psikoz dönemidir; fanteziler bilgi­
tiği vurguya kavuşamazdı. Terminator serisinin sizliği ve yabancılığı gidermek için nesnelere
ikinci filminde, kötü robotu korkunç kılan sıvı sahip olmadıkları nitelik ve misyonları yüklerler.
metalden yapılmış olması sayesinde, tıpkı böcek Freud, kaybolan psikoz semptomlarının, düşlerde
gibi, istediği yerden geçebilmesiydi. Bu bağlam­ sürdüğünü söyler, ki düşlerdeki usdışı nedensel­
da, kapılardan geçebilen hayalet kurgusu da aynı likler ve çarpıtmalar, çocukluk psikozunun mi­
mantığa dayanır. rasıdır. Bu çarpıtmaların başta gelen nesneleri de
Matrix'te de insan bedenine tecavüz teması ebeveynlerdir.
işlenmiştir: "Matrix hem bilim kurgu hem korku Çocuksu bağımlılık, bilim-kurgu filmlerinde
filmleri tarafından paylaşılan gözde bir temadan türsel bir tema olarak işlenir. İnsanların karşısın­
daha faydalanır: insan bedenine tecavüz ve onu ele da insan doğasının kırılganlığı ve kaçınılmaz
geç irme . Bu fikirler Matrix filminde birçok gereksinimleri üzerinde devleşen, bunları sömü­
sahnede görülebilir: Neo ' nun içine yerleştirilen ren, iktidarının dayanakları haline getiren uzaylılar
izleme cihazı, Morpheus ' a yapılan işkence . . . "3 ve robotlar vardır. Bunlar, Otto Kemberg'in be­
Bununla birlikte, Matrix'te en çok yinelenen ol­ lirttiği gibi oral aşamadaki örselenmeler nedeniyle
gu, sanal dünyaya geçmek için sivri uçlu bir fişin, zamanından önce gelişen ödipal çatışmaların yan­
başın arkasına sokulmasıdır. Bu da böcek sok­ sımalarıdır. Ne var ki, bu varlıkların tiksinç veri­
malarıyla iğne korkuları gibi çocukluk yaşan­ ci yapışkan ve karanlık doğaları, anal aşamanın
tılarına bir göndermedir. nesneleri olan dışkı, ter, salya gibi beden artık­
Freud, ünlü olgu öyküsü Küçük Hans 'ta at fo­ larıyla özdeş olduklarını gösterir. Chasseguet­
bisinin babaya ilişkin ödipal korkulan örtmeye Smirgel ' in narsisistik kişiliklerdeki anal eğilim­
yaradığını göstermişti. Melanie Klein' ın nesne lerin, nesne ilişkilerini değersizleştirirken onları
ilişkileri kuramı ise oral aşamada bile ebeveynin "dışkı" imgesiyle eşitledikleri savı bu ömeklerce

3 D. Knight ve G. McKnight, "Gerçek Tür ve Görsel Felsefe",


Matrix ve Felsefe, 3. basım, s. 22 1 , der. William Irwin, çev.
Murat Sağlam, Güncel Yayıncılık, İstanbul: 2003.

84
B i l i m-Kurg u Si neması ve P s i ka na l iz

desteklenir. Bu durumda hem tümgüçlüdürler, Street (Elm Sokağında Kabus 3) gibi filmlerde in­
hem de özdeş oldukları nesneler nedeniyle değer­ sanın böceğe dönüşümü ya da Hulk, Fantastic
sizdirler. Değersizin boyunduruğu altına girmek Four(Fantastik Dörtlü), Spider-man (Örümcek
insan onuru açısından son derece aşağılayıcı bir Adam), X-Men gibi çizgi roman ve onların film­
şeydir. İnsanoğlu, kendi bedeninin yarattığı sal­ lerinde insanoğlunun yaratıklara dönüşümü gibi
gılardan tiksinirken, bir yandan da bu salgıları yinelenen bir temayla karşılaşırız. Süper kahra­
yaratan sistem olmadan yaşayamayacağını bilir. manlar dönüşüm sonucunda edindikleri güçleri
Ama bildiği şeyi, kabul etmekte güçlük çeker. insanlık için kullansalar da, çoğu kez dönüşüm­
Uzaylıların temsil ettiği anne-baba imgesini da­ lerini kötü bir yazgı olarak görürler. X-Men' de
ha ılımlı bir tonda işleyen, yalnızca özel bir bilim­ Magneto 'nun mutant karşıtı politikacıyı kendisi
kurgu kanalı için çekilmiş, bu nedenle de haket­ gibi mutanta dönüştürmesi bir tür cezalandırma
tiği ilgiye kavuşamamış bir yapıt olan Epoch'ta, olarak sunulur. Peki ama insanın dönüştüğü şey ya
anüsü simgeleyen yeryüzünün altından dışkıya da bu dönüşümün sonucu nedir?
benzeyen, biçimsiz dev bir kaya parçası çıkar. Nesne ilişkileri kuramcılarından F airbairn,
Mason Rand ve Dr. KC Czaban kayanın içine Freud'un klasik bastırma kuramına karşı çıkarak,
girdiklerinde, içerisinin karanlığı izleyiciye anne bastırmanın dürtülere yönelik bile olsa, bu dürtü­
karnını anımsatır. Filmin sonunda da bu kaya lerin kötü nesnelerle ilişkili olmalarından ötürü
parçasının, gerçekte uzaylılar tarafından yapılmış bastırıldıklarını söyler.4 Nesne ilişkileri kuramına
ve mitlere "toprak ana" olarak yansıyan, dünyada­ göre oral aşamada bebek, "iyi" ve "kötü" olmak
ki bütün DNA zincirini değiştirerek, Lucretius 'un üzere, biricik nesnesi olan anne memesine ait iki
atomları gibi, dünyayı sayısız kez kurup yıkan imge yaratır. Fairbairn'e göre "iyi"nin içselleşti­
dev bir makine olduğunu öğreniriz. Epoch gibi rilmesi henüz söz konusu olmayıp yalnızca
panspermist bir yaklaşım getiren Mission To Mars "kötü"nün içselleştirilmesi vardır; bebeğin kötü
(Görev:Mars) filminin sonunda ise "tamamiyle nesneyi içselleştirmesindeki amaç onunla bu yol­
iyi" ve şevkatli uzaylının bedeninde can bulan la başa çıkabilmektir. Fairbaim'in kuramına daya­
anne imgesi izleyiciyi kucaklar. Astronotlardan narak dönüşüm kaygısının gerçekte kötü nesnelere
biri, "atası" konumundaki -ki türsel kılıfı kal­ yenik düşm e ve benliği onlara teslim etme
dırdığımızda annesi- uzaylı ile onun dünyasına git­ kaygısıyla özdeş olduğunu söyleyebiliriz. Soruna
meye karar verir. Bunun simgesel anlamı anne benzer bir paradigma ile bakan, Kendilik Psi­
şevkatine dönüştür. Cari Sagan ' ın romanından koloj isi ekolünün kurucusu Heinz Kohut, Kaf­
beyaz perdeye uyarlanan Contact (Temas) filminin ka'nın Değişim isimli eserinde Gregor Samsa' nın
sonunda uzaylının, Ellie Arroway' in karşısına, hamamböceğine dönüşümünü, kendiliğin çözü­
onun babası görünümünde çıkması, bu simgesel lüşünü simgeleyen bir anlatım olarak görür. 5
anlatımın doruk noktasıdır. Bu bağlamda, bazı­ Gerçekten de bilim-kurgu yapıtlarında işlenen
larının uzaylıların bizimle kuracakları teması, Star dönüşümler benlik ve bellek yitimi, insanlıktan
Trek:First Contact (Uzay Yolu: İlk Temas) fil­ çıkış ve hayvanlaşma ile sonuçlanır. Ortaçağ
minde vurgulandığı gibi, uygarlığın gelişimi koşu­ gravürlerinde betimlenen, kötü olarak kabul edilen
luna bağlamaları, babanın koşullu sevgisini dünya doğaya dönüşe ilişkin skolastik kaygı, bu yapıt­
dışı varlıklara yansıtmalarından ileri gelir. Yine larda yeniden-üretilmektedir. Fairbaim' in düşün­
Arroway' in karşısına babası görünümünde çıkan cesine dönersek "delirme korkusu" gibi şizoid
uzaylının, bu görünümü seçmesine neden olarak kişiliklere özgü korkuların bu yapıtlarda içkin
henüz insanlığın başka şeylere hazır olmadığını olduğu netleşir. Delirmenin simgelediği şey insa­
göstermesi, panspermistlerin anne-baba komp­ nın kendi bedeni üzerindeki denetimini yitirme­
lekslerine yönelik ironik bir yanıttır. sidir. Ghost Busters (Hayalet Avcıları) filminde
Ebeveyn imgesini değersizleştiren yapıtlara hayaletlerin lideri, Dana Barrett ve Louis Tully'yı
döndüğümüzde, The Fly, A Nightmare On Elm birer kaplan benzeri yaratığa dönüştürdüğünde,

4 W. R.D. Fairbaim, Psychoanalytic Studies of the 5 Heinz Kohut, Kendiliğin Yeniden Yapılanması, s. 222, çev. Oğuz
Personality, s. 62, New York: Routledge & Kegan Paul Cebeci, Metis Yayınlan, İstanbul: 1 998.
Limited, 2002.

85
imago I güz I 2005

Barrett ve Tully, onun emrine giren birer köleye bu hümanist aydınlanma, Matrix Revolutions' ın
de dönüşmüş olurlar. Böceğe dönüşüm de öz­ sonunda, Neo'nun, kötü yönlerini temsil eden
denetim kaygısını simgeler: "Gregor'da bir sürü Ajan Smith'i bedenine kabul edişiyle de betim­
bacakçık vardı yalnız ve bu bacakçıklar durmadan lenmiştir. Nesne ilişkileri kuramcılarının belirttiği
birbirinden değişik devinimlerde bulunuyor, bir gibi bütünleşmiş bir kendilik yapısına kavuşan
türlü denetim altında tutulamıyordu."6 insan, içsel kötü nesnelerle savaşmaya hazırdır.
Dönüşüm, Samsa'nın böcek olarak yaşamaya Tenninator J'te temel psikoloji bilgisine sahip
başladığı ilk dakikalarda deneyimlediği uyum olan Terminator'ün Connor'a ve Matrix serisinin
sorununu dile getirir. Samsa, böceğe dönüşen be­ üç filminde de Kahin'in Neo'ya yönelik teşvik edi­
denine alışmakta güçlük çekerken bir yandan da ci ve koruyucu tavırları, hastasındaki ego potan­
erkenden kalkmak gibi gündelik yaşamın dayat­ siyelini harekete geçirmek için çaba gösteren tera­
tığı şeylere halen alışamadığını itiraf eder. Ruhu­ pistin yöntemleriyle özdeştir. Sonunda Connor
nun şizoid yönü özgürlüğü aramaktadır. Ne var ki, da Neo da kötü nesnelerle savaşma kararlılığını
böceğe dönüşümü ona bir şizoidin arzuladığı gösterirler.
yalıtımı sağlar. Sonunda aile üyelerinin, özellik­ Kötü nesnelerin, ut supra, hayvan, yaratık ya da
le de kız kardeşinin, bütün değersizliklerini -bu, canavarlarla özdeşleştirilmesinin nedeni çocuğun
odasının gün geçtikçe kirlenmesiyle betimlen­ ana! dönemde kendisine dayatılan değersizlik his­
miştir- kendi üzerine alarak ölür. Ölümünden son­ lerini ebeveynlerine yansıtmasıdır. Buna karşın,
ra kız kardeşinin güzelleşmesi, Samsa'nın ensest bilim-kurgu yapıtlarında ebeveynlerin sanrılı ku­
arzularına dayanan ideal bir kız kardeş imgesi rulumları olan uzaylılar, robotlar ve yaratıklar, türsel
yaratmak uğruna gösterdiği fedakarlık sayesinde­ düzeyde olması bizi yanıltmasın, değersizleş­
dir. The Fly II' da ise sinek çocuk, kendisindeki tirmelerini sürdürür, insanoğlunu aşağılarlar. İn­
genetik bozukluğu -yani kendiliğine ilişkin değer­ sanlar "ince derili" ve "üremeye düşkün memeli­
sizlik hislerini- üvey babasına yansıtarak iyileşir. lerdir'', hatta Matrix'teki Ajan Smith karakterine
Samsa'nın ölümünden biraz önce ailesince göre onlar memeli bile değildirler, ilkel bir uygar­
reddedilmesi, şizoid ebeveynlerin kötü bir çocuğa lıkları vardır, virüstürler ve robotların amacı da "te­
sahip olma kaygılarıyla başa çıkmaktaki yetersiz­ davi" dir. Asimov'un eserinden beyaz perdeye
liklerini gösterir. Fairbairn'e göre şizoid bir anne, uyarlanan J, Robot(Ben, Robot) filminde ana bil­
doğumdan sonra bir çocuğa sahip olmanın mut­ gisayar W IK.I, insanların kendi kendilerini yönet­
luluğunu değil, boşluk duygusunun eşlik ettiği mekten aciz olduklarını savunarak darbe düzenler.
bir tükenmişlik durumunu yaşar. 7 Çocuk kötü nes­ Stan Lee'nin ünlü çizgi roman karakteri Hulk'ın in­
nelerle özdeşleştirilmiştir ya da Winnicott'ın be­ sanoğlundan neden nefret ettiği, Ang Lee'nin psi­
lirttiği gibi boşluğun kötü nesneleri çağırmasından kanalitik süzgeci sayesinde, olguya Banner'ın
çocuk sorumlu tutulmuştur. Ghostbusters II(Haya­ babasının mükemmelliyetçiliği katıldığında açıklık
let Avcıları 2) filminde başlıca amaç, Vigo'nun kazanmıştır. Diğer bir deyişle, Banner, babasının
Dana Barrett'ın çocuğunu ele geçirmesini, yani kendi kırılgan doğası üzerinde odaklanan değersiz­
çocuğun kötü nesnelerle özdeşiminin tamamlan­ lik hislerini içselleştirmiş ve Hulk'a dönüştüğünde
masını engellemektir. Tenninatorserisinin ilk fil­ bilinçaltında kalan değersizlik düşüncesi bilince
minde makineler bir doğumu engellemeye çalışır­ çıkmıştır.
lar, üçüncü filmde ise bir felaketin durdurulması­ Şizoid kişilikler ve şizofrenler ebeveynlerin
na yönelik bir çaba söz konusudur. Ne var ki, fe­ değersizleştirmelerini, nesne-libidosu ile ego-li­
laket durdurulamaz, filmin sonunda, anne kamını bidosu bunlarda birbirinden ayrılmadığı için, türsel
temsil eden merkeze girmeyi başaran John Connor olgulara yansıtırlar. Yansıttıkları şey kendilerine
ve Kate Brewster, orada kıyamet gününün doğu­ ebeveynleri tarafından dayatılan değersizlik, an­
muna engel olamayacaklarını kabul ederler. İn­ lamsızlık ve boşluktur. Cinselliğe karşı az ya da
sanın kötü yönleriyle barışması ve diğerlerinin hiç merak duymazlar. Virginia Woolf'un ünlü ese­
kötü yönlerine karşı hoşgörü göstermesi şeklindeki ri Mrs. Dalloway' deki Septimus gibi cinselliği

6 Franz Kafka, Değişim, 2. basım, s. 9, 1 0, çev. Kamuran 7 Fairbaim, op.cit., s. 1 8, 1 9.


Şipal, Cem Yayınevi, İstanbul: 1 99 1 .

86
B i l im-Kurg u Si neması v� Psi ka n a l iz

"pis bir eylem" olarak görürler. Species ve Eve dönüşte kötü bir sürprizle karşılaşma
Alien' da cinsellik kirletilerek sunulur. Şizoidler kaygısının psikanalitik kökeni nedir? Bu sorunun
için insanlar onların pragmatizmini doyurmak yanıtı şizoid annenin çocuğunda yarattığı okul
için etrafta dolaşan, ve çoğunlukla hata işleyen, korkusu bağlamında ele alınmalıdır. Winnicott
birer araçtır. Matrix'te insanlar dev bir makinanın şöyle diyor: "Çocuklarının okula gitme çağı
pilleri haline gelmiştir, Alien ve Species' da ise üre­ geldiğinde, anne evindeki ve kendisindeki boşluk­
mek için kullandıkları "geçiş" nesneleridir. Demek tan korkar, içsel kişisel yetersizlik duygusunun teh­
ki, özellikle saydığımız filmlerde yaratık ve ro­ didi onu başka uğraşlar bulmaya itebilir. Çocuk,
botlar, tüm bunların üstüne duygusuzlukları da okuldan eve döndüğünde, eğer yeni bir uğraş vuku
eklendiğinde, şizoid karakter örgütlenmesine özgü bulmuşsa, ya ona yer olmayacak, ya da yeniden
özellikler gösterir. annenin ilgisinin odağı olmak için savaşacaktır. Bu
Bilim-kurgu filmleri ve çizgi romanlarda savaşım onun için okuldan daha önemlidir. "8
sürekli işlenen bir başka tema da uzaydaki mace­ Böyle bir durumda, çocuk, okula giderse annesi­
ralarından sonra dünyaya döndüklerinde, kahra­ ni yitireceği gibi bir kaygıya kapılır. Okuldan eve
manların dünyayı değişmiş olarak bulmalarıdır. Bu döndüğünde annesini evde bulamamaktarı korkar.
temanın ilk örneği, kesinlikle, Homeros'un Her gün evden okula giderken ve okuldan eve
Odysseia'sıdır. Bu klasik yapıtta Odysseus, yur­ dönerken aynı sıkıntıyı yaşar. Annesini evde ölü
duna döndüğünde herşeyin çok değiştiğini görür. bulmak gibi nevrotik kaygılar geliştirir. Bu kay­
Bunu izleyen çok sayıda modern örnek vardır. gılar fantezi düzeyinde tekrar ortaya çıktığında
Bir klasik olan Planet of the Apes (Maymunlar sözkonusu temayı temel alan öyküler uydurulur.
Cehennemi) filminin yeni uyarlamasının sonun­ Harry Guntrip, şizoid görüngüyü salt patolo­
da Leo Davidson dünyaya döndüğünde, insan­ j ik bir olgu olarak görürken, Fairbairn ve
ların yerine maymunların bir uygarlık kurduğunu Winnicott hemen herkesin şizoid bir yönü
farkeder. Yine bir klasik olan Back To The Future olduğunu, tersinin ütopik bir prototip olacağını
(Geleceğe Dönüş) serisinin ikinci filminde Marty savunurlar. Bilim-kurgu sineması da insan ruhu­
McFly kendi zamanına döndüğünde herşeyin has­ nun şizoid yönüne seslenerek bu savı destekle­
mı Biff Tannen lehine değişmiş olduğunu görür. mektedir.

8 D.W.Winnicott, Talking To Parents, s. 1 1 6, Massachusetts:


Perseus Publishing, 1 993.

Film Kaynakçası Zemeckis, ABD, 1 989.


Gizli Dosyalar
Animatrix ; Yönetmen: Larry & Andy Wachowski,
Orij inal Adı : X-Files; Yönetmen: Rob Bowrnan, ABD,
ABD, 2003.
1 99 8 .
Ben. Robot
Görev: Mars
Orij inal Adı : l, Robot, Yönetmen: Alex Proyas, ABD,
Orij inal Adı : Mission Ta Mars; Yönetmen: Brian De
2004.
Palma, ABD, 2000.
Elın Sokağında Kabus 3: Düş Savaşçıları
Hayalet Avcıları
Orij inal Adı : A Nightmare On Elm Street 3: Dream
Orijinal Adı : Ghostbusters; Yönetmen: lvan Reitman,
Warriors; Yönetmen: Chuck Russell, ABD, 1 98 7 .
ABD, 1 984.
Epoch; Yönetmen: Matt Codd, A B D , 2000.
Hayalet Avcıları 2
Evrenin Askerleri
Orij inal A d ı : Ghostbusters 11; Yönetmen: lvan
Orij inal Adı : Starship Troopers; Yönetmen : Paul
Reitman, ABD, 1 989.
Verhoeven, ABD, 1 997.
HuJk; Yönetmen: Ang Lee, ABD, 2003 .
Fantastik Dörtlü
Kwtuluş Ollntl
Orijinal Adı: Fantastic Four, Yönetmen: Oley Sassone,
Orij inal Adı: lndependence Day, Yönetmen: Roland
ABD, 1 994.
Emmerich, ABD, 1 996.
Geleceğe Dönüş 2
Ma1rix; Yönetmen: Larry & Andy Wachowski, ABD,
Orijinal Adı: Back Ta The Funıre II; Yönetmen: Robert

87
imago I güz I 2005

1 999. ABD, 1 99 5 .
Matrix Reloaded; Yönetmen: Larry & Andy Tehlikeli T1lr 2
Wachowski, ABD, 200 3 . Orij inal Adı : Species Il; Yönetmen : Peter Medak,
Matrix Revolutions ; Yönetmen : Larry & Andy ABD, 1 99 8 .
Wachowski, ABD, 2003 . Temas
Maymunlar Cehennemi Orij inal Adı : Contact; Yönetmen: Robert Zemeckis,
Orij inal Adı : Planet of the Apes; Yönetmen: Tim ABD, 1 99 8 .
Burton, ABD, 200 1 . Tenninator; Yönetmen: James Cameron, A B D , 1 984.
Mimic; Yönetmen: Guillermo del Toro, ABD, 1 997. Terminator H: Judgement Day; Yönetmen: James
ôromcek Adam Cameron, ABD, 1 99 1 .
Orij inal Adı : Spider-man; Yönetmen: Sam Raimi, Terminator ill : Rise of the Machines; Yönetmen :
ABD, 2002 . Jonathan Mostow, ABD, 2003 .
Sinek Umy Yolu: İlk Temas
Orijinal Adı: Fly, Yönetmen: David Cronenberg, ABD, Orij inal Adı : Star Trek: First Contact; Yönetmen:
1 986. Jonathan Frakes, ABD, 1 996.
Sinek 2 X-Men; Yönetmen: Bryan Singer, ABD, 2000.
Orijinal Adı : Fly il; Yönetmen: Chris Walas, ABD, Yaratık
1 989. Orij inal adı : Alien; Yönetmen: Ridley Scott, ABD,
Tehlikeli Tilr 1 979.
Orij inal Adı : Species; Yönetmen: Roger Donaldson,

88
Janko Domsic
laime Femandes
Materyal izm , Marks izm ve
B i l i nç B i l i m leri - 1
B i r Çerçeve Taslağ ı
Evre n Ase n a
·

G i riş genetik mühendisliğine yöneltmesi ve insanın


evrimine müdahil konuma gelebilmesi artık yal­
"Mantıksal pozitivizm ya da terapötik nızca zaman meselesidir. Şüphesiz bu, yani insanın
pozitivizm, Kierkegaard ya da Nietzsche, kendi evrimine evrime müdahale edebilme olanağı
hepsi ele alındılar ve şişirildiler. Bence iyi şu ana dek de vardı. Ama ivmenin artması nite­
yetişmiş bir felsefeci gözünü temel prob­ liksel bir dönüşüm anlamına gelebilir. Yakın gele­
lemlerden ayırmamalı - algılama, anlık-beden . ceğe psikoloj ik olarak hazırlıklı olma imkanının
konumlan, evrim, değer önermelerinin doğası kapitalizme ilişkin abartılı dönemleştirmelerle
türünden problemlerden. " tüketilmiş olması mümkündür. Marksizm dışın­
daki ıvıdık zıvıdık tüm diğer düşünce sistemleri
Ray Wood Sellars geleceği karşılama, anlama ve dönüştürebilme
perspektiflerinden yoksundur. Çoğu derme-çat­
Hepimiz yakın bir gelecekte insanın "ne ol­ ma, eklektik ve tutarsızdır, kapsayıcılıkları fev­
duğuna" ilişkin bir tartışmanın başlayacağını bili­ kalade sınırlıdır. Dinler kapsayıcı, ancak kavra­
yoruz. Kuşkusuz bildiği halde bilmezlikten ge­ yışsızdırlar. Gerçekliğe tapınma onu dönüştüre­
lenler de var. Bu doğru bir tavır değil; üstelik re­ bilmelerine engel olur.
havete sürükleyici. Klonlara ve gelişkin ama ya­ Marksizmin geçen yüzyılın politik deneyim­
pay zekalara olan mesafemiz, eski bilim kurgu ro­ lerinden hareketle yara almış olduğunun düşü­
manlarının bugünün gerçekliğine olan mesafesin­ nülmesi çok vakit kaybettirici olmuştur. Mümkün
den daha kısa. Yakın geleceğin, insanın "ne olduğu kadar hızlı olarak durumun tersine
olduğuyla" ilgili getireceği sorunlara . hazırlıklı çevrilmesi gerekmekte. Burada, İmago' da, bu ça­
olmak yakıcı önemde. Ve bu herkes için geçerli. banın düşünsel bileşenine katkıda bulunmaya
Ne yazık ki, bu derece büyük bir dönüşümü plan­ çalışacağız. İnsanın "ne olduğu" giderek artan bir
lı ve kolektif olarak karşılamayı sağlayacak sınıf­ önem taşıyacaksa, sıklıkla insanın ayırt edici
sız bir yapılanmaya erişme uğrakları şu ana dek niteliği olarak anılagelen bilinç ve onunla ilgili
kaçırıldı . Eğer kısa sürede durum tersine çev­ disiplinlerin bu tartışmada öncelikli bir yere sahip
rilmezse insanın ne olduğu sorusuna ilişkin yanıt­ olacakları kestirilebilir. İmago' da göz önünde tu­
ları kapitalizm içinde vermek zorunda kalacağız. tacağımız hedef, bilinç bilimlerindeki ilerlemelerin
Bu durumda verilebilecek yanıtlar ister istemez nasıl yorumlanıp sınıflanabileceklerini düşünmek
kapitalizme bulaşmışlıkla malul olacaklarından olacak. Bunu da marksist ve materyalist bir
iyi yanıtlar olmayacaklardır. Sermayenin ilgisini konumdan yapacağız. Önce bilinç bilimleriyle ne

91
imago / güz / 2005

demek istediğimize değinelim. disinin farkında olmak gibi. Ancak geniş bir tanım
Çeşitli bilimler var. Biliş bilimleri ( cognitive bu konuda daha işlevsel olduğunu iddia edeceğiz.
sciences), sinirbilimleri (neurosciences), psikofız­ Geniş bir tanımda ısrarlı olmak ve bilinci "insan­
yoloj i, fizyoloj ik psikoloj i , psikanaliz, elektro­ ları hayvanlardan farklı kılan bir olgu" olarak
fızyoloji, patoloj iye, yani hastalıklı olana tutulan görmek, daha baştan bilinci tek tek insanlara
aynanın sağlıklı olana da ışık düşürebileceği id­ özgülememek gibi bir sonuç doğurur. Bu da ken­
dialarıyla deneysel nöroloji, deneysel psikiyatri, disini insanlararası ilişkilerde dışsallaştıran bir
bütün bu bilimlerin konularına değen yönleriyle olgunun incelenmesinin, insanlararası bağlam
genetik gibi. Peki bütün bu bilimler neyi araştırı­ temel alınarak sürdürülmesi gerektiğine dair bir
yorlar? Ortalama eğitim görmüş biri bu soruya, vurgu içerir. Yukarıda adları sıralanan bilimler
"insan beyninin nasıl çalıştığı" gibisinden bir yanıt aslında toplumsa/ bir olgunun peşindedirler. Basit
verecektir. Peki insan beyninin çalışmasıyla kaste­ bir refleks olgusunu bile toplumsal bir mekaniz­
dilen nedir burada? Beynin belli bir bölgesinde­ ma olan evrimsel bağlamdan kopararak anlamak
ki bir kimyasal madde birikiminin bütün beynin sözkonusu olamaz. Bilinci insan olanla olmayan
elektriksel aktivitesinde ne gibi bir değişiklikle be­ arasındaki ayrım noktasında tanımlamak, bilinç­
raber gittiğine ilişkin verilere sahip bulunduğu­ dışının ne yapılacağına ilişkin bir itirazla karşılaşa­
muzu ve bundan öteye de bilgi edinemediğimizi, bilir. Ancak bilinçdışından bile ancak bilincin
edinemeyeceğimizi varsayalım. Muhtemelen hem içinde kalarak bahsedilebileceğinden, yani bilinç­
konunun ilgilileri, hem de araştırmacılar açısından dışının bilince önceliğini bilinçdışının terimleriyle
hayal kırıklığı yaratacak bir durum olurdu bu. izah etmek mümkün olmadığından bu itirazın
Beynin nasıl çalıştığının öğrenilmesiyle kaste­ gereğince bağlayıcı olmadığını kabul etmek daha
dilenin daha. gündelik yaşama ilişkin bilgiler, yerinde olacak.
örneğin bir insanı nasıl tanıdığımız, nasıl gör­ İşte bu nedenlerden dolayı bilinç bilimleri,
düğümüz, nasıl uyuduğumuz, nasıl düşündüğümüz başka adlandırmalara göre daha kapsayıcı ve tam
ve bunun gibi pek çok, yanıt verilmesi yaşamımız­ bir adlandırmadır. Yukarıda bazılarının adlarını
da anlamlı değişiklikler yaratacak türden bilgiler sıraladığımız bilim alanlarının tümünü bu şemsiye
olduğu söylenirdi herhalde. altında toplamakta sakınca yoktur. Böylelikle,
Peki o zaman elimizdeki bilimsel verilerin bilimlerin çalışacakları alanları sınırlamak üzere
yukarıdaki bütün sorulan yanıtlamaya izin verdiği­ zorunlu ölçek küçültmelerine gitmelerinin, gerçek­
ni varsayalım; ama diyelim ki bütün bu soruların te tümünün ortak bir proj enin farklı ayakları
yanıtlarını insanlar için değil de, sadece başka olduğunu unutturmasının önüne geçilmiş olunur.
hayvanlar için verebiliyoruz, o zaman ne olurdu? İncelenmekte olan teme/ olguyu gözden kaçır­
Belki zoologları sevindirebilirdi bu durum; ama mamanın bir diğer avantaj ı da, çeşitli bilimlerin
birçokları için bu sonuç yine hayal kırıklığı yaratıcı iddialarıyla gerçekleştirdiklerini kıyaslamaya
olurdu. Genellikle bu soruların yanıtlan insanlar olanak tanımasıdır. Bilimin bilim-olmayanı ken­
için istenir, insanların nasıl konuşup nasıl gördüğü, di içinden ayırt ederek ilerleyen gelişimi, bilim­
nasıl düşünüp nasıl hareket ettikleridir esas il­ olmayanın pek çok durumda kendisini ne ölçüde
gilenilen. Ancak o zaman bu bilgileri faydalı, yani ustalıkla bilimsel elbiselerin arkasına saklaya­
kendimizin ve başkalarının yaşamını değiştirecek bildiğine ilişkin zengin tanıklıklar sunar.
şekilde kullanmak olanaklı olur. Bilgi kullanıl­ Bilimsel pratik, odağına aldığı konulan ola­
mak için istenir. Demek ki, daha baştan insanların bildiğince ekonomik olarak açıklamaya çalışır.
bütün bu yapıp etmelerinin hayvanlarınkinden Bazen biliminsanlannın kendilerinin bile ayırdın­
farklı olduğunu, hayvanların incelenmesiyle elde da olmadıkları bu tutumluluk, açıklayıcı potan­
edilecek bulguların insanların nasıl "işlediğine" an­ siyeli şüpeli unsurların inceleme alanına yerli yer­
cak ışık düşürebileceğini, dahası ışık düşürmesi siz dahil edilmemesini gerektirir. Açıklama potan­
gerektiğini varsayan bir sezgi var. siyeli zayıf unsurların dilsel ekonomi gereği gerçek­
Bizim hayvanlardan farklı olduğu kanısında lik dışı unsurlar olarak kabul edilir. Örneğin bazı
olduğumuz bu yaşantılama biçimimize bilinç diye­ anıların bellekte depolanmalarını minik bellek hay­
ceğiz. Bu çok geniş bir tanımdır, pek çok sözlük vanlarının, zihindeki izlenimleri alıp bir depoda
daha dar tanımları tercih edecektir; "etrafta" olup biriktirdikleri şeklinde açıklayan bir kuram pek
bitenin farkında olmak ya da kendi kendi ken- rağbet bulmaz. Çünkü bu açıklamadaki bütün un-

92
Materyal izm , Marksizm ve B i l i nç B i l i m leri - 1

surlar (yani bellek, hayvanlar, depo, biriktirmek) Bilim, iş bulgularının anlamına ve yorumlanması­
ayrıca açıklanmaya muhtaçtır ve baştan varsayıl­ na geldiğinde felsefeden "rol çalmaktadır". Bunu
maları için bir neden yoktur. Onun için de gerçek farkında olmasa da yapmaktadır.
dışı oldukları, yani gerçeklikte bulunmadıkları Bütün bu sürecin felsefe bir yana, bilimsel
söylenir. Eğer ileri incelemeler bu unsurlara yok­ metodoloji açısından büyük önemi vardır. Örneğin
sun oldukları açıklayıcılık gücünü kazandırırlarsa, biliminsanlarının kendi metodoloj ileri hakkında
o zaman bu unsurlar da gerçekliğe dahil olmuş yanılıyor olmaları ya da düpedüz yanıltıcı bilgi
olacaklardır. Atom gibi, gen gibi bir çok kavram vermeleri mümkündür. Yanıltıcı bilgi verme
önce açıklayıcılık güçleri olmadığı için evrensel olasılığı genellikle biliminsanının felsefi mera­
kabul görmemişlerse de, zamanla oluşturulan da­ kıyla ters orantılıdır, yine de yanılıyor olma ola­
ha kapsamlı tanımlama çerçeveleri, bu kavramlara sılığını azaltmada bilimin işine karışmadan ona
bir zamanlar yoksun oldukları açıklayıcılık gücünü destek olacak bir felsefenin yardımı olabilir. Başka
kazandırmış ve onları terim düzeyine yükseltmiştir. türlüsü, yani bilimin felsefeye hiç bulaşmaksızın
Bilimin açıklama gücü zayıf kavramlara başvur­ kendi öncüllerini ve bulgularını gerekçelendirip
mamayı yeğleyen tutumu sıklıkla materyalizm anlamlandırabileceği düşüncesi gerçekçi değildir,
olarak anılır. Kuşkusuz materyalizmin bu şekilde çünkü bunun başarıldığı bir tek örnek bile gös­
tanımlanması felsefi akıl yürütmelerin sonucu ol­ terilemez. Bilimin felsefeye dokunmadan kendi
maktan çok, biliminsanlarının sağduyuları uyarın­ öncüllerini bile gerekçelendiremeyeceğini savu­
ca formüle edilmiş "pratik" bir tanımdır. Bu tu­ nan teze şimdilik klasik tez diyelim. Bu yazıda bu
tumluluğu uygun bulmayan, ama yine de bilimsel tezin arkasında durmaya çalışacağız. Klasik tez
açıklayıcılık iddiasındaki diğer okullarsa idealizm son elli yıldır bilim-felsefe ilişkilerini temel­
ve spiritüalizm gibi türlü çeşitli adlar altında küme­ lendirmeye çalışan yaklaşımların bir çoğundan
lenirler. Biliminsanlarının doğal materyalist bir tu­ farklıdır. Bilim ve felsefenin ayrı pratikler
tumları olduğu söylenir. Genellikle bundan an­ olduğunu gerekçelendirebilmek için ikisini ara­
laşılan, biliminsanlarının bir kez çalışma alan­ larında hiçbir ilişki kalmayacak şekilde yeniden
larında ilerlemeye koyulduklarında kendi inanç­ kurmaya çabalamak geçmişteki bazı ilişkilendirme
larını bir köşeye koymalarıdır. Ancak kendilerine çabalarının başarısızlığına tepki olarak gelişmiş
pratiklerinin ne olduğu ve sonuçlarının ne demeye lüzumsuz bir aşırılıktır. Olası bir ilişkilendirme
geldiği sorulursa, yanıt verirken bilimsel pratik­ biçiminin nahoş sonuçlar verebilme ihtimalinin
lerindeki kadar "tutumlu" olmayabilirler. Kendileri üstesinden, pratik içinde sıklıkla kendiliğinden
bellek hayvanlarına rastlamamış bile olsalar bul­ kol kola giren iki alanın birbirine geçişsizmişler
gularının onları bir takım hayvanlarca gerçek­ gibi tarif edilmesiyle gelinemez.
leştirilmiş gibi görünen işlevlere ilişkin bil­ Demek ki felsefe ve bilimin bir ilişkileri var.
gilendirdiğinden, işlev varsa işlevin sorumlusunun Bilim felsefeninkinden apayrı bir alanda işgörse,
da olması gerektiği için; örneğin bu tür hayvanların yapıp ettikleri için felsefenin kılavuzluğuna hiçbir
varlığını reddetmeyi gerektirecek verilerin henüz biçimde gerek duymasa da, çalışma hipotezlerini
elde olmadığından dem vurabilirler. Ya da bellek oluşturmada olsun, elde ettiği verileri yorumlama
hayvanlannınn varlığını varsaymak için neden bu­ aşmasında olsun felsefenin alanına değmekte.
lamasalar bile, "depo"ların varlığını varsaymaksızın Genellikle rastlanan, bu ilişkinin biliminsanlannın
belleği tanımlamanın olanaksız olduğunu söyleye­ felsefeye olan meraklarını kendi başlarına gider­
bilirler. Kimbilir, haklı da olabilirler. Burada asıl meye kalkmaları ve el yordamıyla kendi bilimsel
önemli olan, bilimsel pratik ve bu pratiğin koşullan konumlarına yakışacak bir felsefe okulunu tarihin
yerine getirilerek ulaşılan bulgular ne kadar yan­ derinliklerinden bulup çıkarmaları yoluyla kurul­
sızsa, bu pratiğin yorumlanmasının da o derece masıdır. Çalışmalarının bir aşamasında her bilim­
yanlı, ideolojiyle katışık olduğudur. Biliminsanlan insanı gözüne kestirdiği, kendi çapına uygun bir
pratiklerinin anlamını açıklayabilmek için kendi­ felsefi figürü kendi pratiğinin tamamlayıcısı olarak
lerinin olmayan bir dili kullanmak zorundadırlar. sunar. 1 Bu, çoğu zaman bilimin felsefeye el uzat-

Biliminsanlannın belli bir yaştan sonra felsefeye merak sarma­


lanna batı dillerinde alaysılamayla "philosopause" denmekte.

93
imago I güz / 2005

masını başkalarının gözünde de meşru kılacak bir aynmlaştırır.


an ya da alanda, bir kelimeyle biliminsanının ulaş­ Saffet Murat Tura İmago ' nun ilk sayısında
tığı sonuçlan yorumlama konusunda darda kaldığı Kartezyen ikiliğin (düalizmin) aşılıp aşılamaya­
alanlarda gerçekleşir. Kuantum kuramı böyle bir cağı sorusunu gündeme getiriyor, sorunun artık
alandır örneğin, yapı statiğiyse böyle bir alan bilimin de sorusu olduğunu ima ediyordu. "Gerçi
değildir. Felsefenin darda kalmış bilimin yardımı­ soru sonnakta mahirdir felsefe; ama yanıt bul­
na koşarak onun kafa karışıklığını gidermesi, bul­ manın m ü te vazı yollarına katlanamadığından,
gularının aslında ne anlama geldiğini söylemesi genellikle bu aşamada kalır. Bilimse sadece ol­
beklenir. Felsefe bu tür bir imdat çağrısı aldığın­ gusal yollardan hesabını verebileceği mütevazı
da felsefe tarihinin sağladığı tüm avadanlığı toplar (varsayımsal ve geçici) yanıtlarla çalıştığından,
ve bilimin bulunduğu noktanın kendi kadim tartış­ ilerler" [Tura, 2005] . Bilimin ilerlediği su götür­
ma taraflarından hangisi lehine bir çözüm ge­ mez; ancak bu ilerlemenin felsefenin sorularını
tirdiğini ortaya koyar. Materyalist felsefeler arala­ kadük bırakabileceği konusunda Tura kadar iyim­
rındaki bir çok anlaşmazlık bir yana, bilimin gelişi­ ser olmak doğru değil gibi gözüküyor. Dört yüzyıl
mini destekleyici olmakla kendilerini materyalist bırakamadı; ceteris paribus dört yüzyı l daha
olmayan okullardan ayırırlar. Bilim, önüne an­ bırakamayacağının bir güvencesi yok. Bilimin ve
cak aşabileceği problemleri koymuş bir pratik bulgularının "iptal" ettiği felsefe soruları zanne­
olarak kabul ediliyorsa, kendi sıkışmışlıklarını dildiğinden daha azdır. Diğer yandan felsefenin
da ileriye yönelik adımlarıyla aşabilecek yeterlilik­ kendi sorularına kendi içinden çözüm bulabile­
tedir. Materyalist olmayan çözümlerse sıklıkla ceği iddiasında olmak da doğru olmaz. İnsanların
bilimin bir noktada inceleme çabalarına son ver­ maddeciliği tartışacak düzeyde maddeden uzak­
mesi gerektiği üzerinde ortaklaşırlar. Bu noktanın laşmış olduklarını düşünmeleri toplumsal ve
yeri de genellikle oraya işaret eden düşünürün evrensel ölçeklerde aşı lmadan felsefenin ve
çapı tarafından tayin edilir. Bu konu, yani igno­ sorunlarının aşılmasını olanaklı görmemek daha
ramus (bilmiyoruz) ve ignorabimus (bilemeye­ yerinde olacak.
ceğiz) arasındaki ayrım önemlidir. Tanıdığımız Özel olarak Kartezyen düalizme ve Descartes'a
bilim tarihi aynı zamanda ignorabimus dayat­ gelince ... Belki ilk önce sorunun büyüklüğünün ve
masının yenilgiye uğratılma tarihidir. Şu halde ciddiyetinin farkına varmak lazım. Bu yazıda kar­
materyalist bir felsefe, bilime geçmemesi gereken tezyen ikiliğe gerek bırakmayacak bir kurgu oluş­
sınırlar çizmediği ölçüde kendisinden beklenen turacağız. Bakış açısına göre bu girişimin "aş­
rolü, bilimsel programlan destekleme rolünü yer­ ma" olarak anılabilmesi de mümkündür - nihai
ine getirecektir. Materyalist felsefenin bu rolünü "aşma"nın yerinin felsefe olmadığını akıldan
ya da görevini Diderot yıllar önce belirginleştir­ çıkarmadan. "Aşma"; herhalde, bir yandan ikici
mişti : bir sisteme gerek bırakmazken, bir yandan da
"Deneysel felsefe ne emeğinin sonu­ onun tüm zenginliğini saklamayı bilme anlamına
cunda meydana gelecekleri bilir, ne de geliyor. Kartezyen sistemin çok uzun sürmüş ege­
meydana gelmeyecek/eri; yine de ara ver­ menliği insanların batıl itikatları yüzünden değil,
meksizin çalışır. Akıl yürütme üzerine pek çok almaşık sistemin eşdeğer bir zenginliğe
kurulu felsefeyse, tam tersine, olasılık­ sahip olmamasından ötürü çok uzun sürmüştür.
/an tartar, bir yargıda bulunur ve orada Descartes ' ın karikatürleştirilmesi ne yaptığını an­
kalır. 'Işık aynştınlamaz ' demişti cesur­ lama çabalarına baskın çıktığından, sistem ko­
ca: deneysel felsefe bunu duydu ve layca yanıt verebileceği sorularla yüzyıllardır
yüzyıllarca dilini tuttu; sonra birden priz­ köşeye sıkıştırmaya çalışılıp durulmuş, ama evet,
mayı üretti ve 'ışık aynştınlabilir' dedi" aşılamamıştır. 2 1 . yüzyıl kapitalizminin felsefeyle
[Diderot, 1 754] ilgisiz insanlarının, ve bu arada bilimcilerinin zih­
Henüz materyalizmden, yani bir felsefe oku­ nini biçimlendiren dünyayla kendileri arasındaki
lundan, felsefi anlamda ne anlaşılması gerektiği­ ilişkiye dair tasarımlarında Kant ve Hegel 'le bir­
ni tartışmaya başlamadık. Ancak şimdiden tarih­ likte Descartes ' ın da çok özel bir yeri vardır.
sel bir eğilimi vurgulamakta mahzur yok: Bilim Dünyayı algılayış kalıplarının farkında olmama­
felsefesinde materyalizm olarak bilinen eğilim ları, bu kalıpların varolduklan ve pekala hüküm­
kendini bilimsel programlara verdiği destekle lerini yürüttükleri gerçeğini değiştirmez.

94
Materyal iz m , Marksizm ve Bi l i n ç B i l i m leri - 1

Descartes ' ın şu sözleri sistemin kudretini ve arkadaşından oluşan bu dörtlü grubun en büyük
pek çok aşma girişiminin neden akamete uğra­ yaşlı üyesi Elle Diodati, dini konular haricinde
dığını açıklaması bakımından önemli gözüküyor: döneminin hemen hemen her türlü bilgisini hat­
"Bundan sonra akıllı ruhu ele almış, metmeye çalışan bir serüvenci. Büyük bir seyyah
onun, söylediğim öteki şeylergibi, hiçbir olarak kah Hollanda' da, kah Almanya' da, kah
suretle maddenin kudretinden çıkarıla­ İngiltere 'de, sıklıkla da İtalya'da bulunuyor. Özel­
mayacağını, fakat ay.-ıca yara tılması likle yeni felsefeleri öğrenmek için yanıp tutuşan
gerektiğini; onun insan bedeni içinde, or­ Diodati, bütün bu seyahatleri esnasında dönemin
ganlarını hareket ettirmek için bile olsa, pek çok meşhur simasını ziyaret ediyor ve fikir­
bir dümencinin gemisinde oturduğu gibi lerini öğrenmeye çalışıyor. İşte Diodati 'nin temas­
oturmasının yetmediğini, fakat bedeni ta o lduğu bazı fi gürler: Bacon, Hobbes,
hareket ettirmekten başka, bizimkilere Crem.onini, Huygens, Campanella, Hugo Grotius.
benzeyen duyguları ve iştahları da olacak Şüphesiz bu ziyaretlerinde edindiği fikirleri
şekilde bedene katılmış, onunla birleşmiş Paris 'e dönüşlerinde arkadaşlarına iletiyor ve on­
ve böylece hakiki bir insan meydana ge­ larla tartışıyor. Gassendi 'nin Galilei ile uzun yıl­
tirmiş olması gerektiğini göstermiştim. " lar süren mektuplaşması için aracılık eden de
[ Descartes, 1 607] yine Diodati. Ekibin ikinci adamı Gabriel Naude
Kartezyen sistemin her iki tözü de güçlü içerik­ çok sayıda çalışmaya imza atmış bir hekim. Kendi
lerle yüklüdür. Ne tin ne de madde içeriklerinden alanı (farmakoloj i) için kaleme aldıkları bir yana,
yoksun kılıflar olarak değerlendirilemez. İçerik­ askeri tarih, politika alanında da üretken; dar­
lerin varlığı her iki tözün önceden varsayıl­ beler üzerine bile çalışmaları var. Ateist olan
masından ti.irememekte, aksine iki töz kendilerine Naude; Richelieu'nOn, Mazarin' in ve papanın
uygun düşecek içerikleri açıklayabildikleri için kütüphaneciliğini de üstleniyor. Ekibin dördüncü
varolmaktadırlar. Üstelik birbirlerinden kolayca üyesi olan François de la Mothe le Vayer de tıp­
sıyrılamayacak denli sarmaşmış olarak koyut­ kı Naude gibi kararlı bir ateist ve kralın bir tür
landıkları (postüle edildikleri) Descartes ' ın söz­ vakanüvisliğini yapıyor. Naude 'nin "Fransız
lerinden anlaşılmaktadır. Onun için de kartezyen Plütarkos"u olarak andığı le Vayer, diğer
sistemi aşmak ancak bu tözlerin içeriklerinin ne arkadaşları gibi ekonomi politikten felsefeye,
yapılması gerektiğinin bir açıklamasını vermek­ mantıktan coğrafyaya, retorikten müziğe kadar
le olanaklı olacaktır. sınırsızca uzayıp giden ilgi alanlarında yapıp et­
Öte yandan Descartes ve sisteminin kendi tiklerini toplam 1 5 ciltte 7 000 sayfayı bulan ki­
dönemi için bile seçeneksiz olduğu düşüncesin­ taplarında toplamış. Bu, Gassendi ' nin arkadaş
den uzak durmak gerekiyor. Descartes ' ın, salt çevresidir [Bykhovski, 1 979], ve Descarte s ' ı
bilimsel pratiğin özgür olabilmesi uğruna, kiliseye karanlıkları yırtan bir meşale olarak görmek
meşgale olacak ikinci bir tözü, yani tini varsay­ gerekmediğini anlatmak için yeterlidir.
maya zorunlu kaldığına ilişkin açıklamalar Gassendi 'nin yirmi yıllık uğraşının ürünü ve
inandırıcılıktan uzak gözükmekte [Churchland, opus magıı um mertebesindeki Sintagma Philo­
2002, s.9] . 1 6. yüzyılın ilk yarısını Ortaçağla sophiae olsun, Sintagma Philosophiae Epicuri ve
karıştırmak doğru olmaz. Gassendi duyumculuk Exercitationes paradoxicae adversus Aristo­
temelinde de olsa monist ve kısmen materyalist telem' in ikinci cildi olsun, ancak Gassendi 'nin
bir Descartes eleştirisini daha o dönemde for­ ölümünden sonra 1 65 8 ' de yayınlanıyorlar.
müle etmişti. Gassendi 'nin sisteminin bilimsel l 727 ' de Floransa'da aynı yapıtların Latince bir
ilerlemeyi Kartezyen sisteme kıyasla o dönemde basımları daha yapılıyor. Bu yapıtlar son 300 kü­
bile çok daha hararetli biçimde desteklediği bugün sur yıldır Gassendi ' nin kendi dili olan Fran­
kabul görmeye başlamış durumda. Çok uzun za­ sızca'ya çevrilmedikleri gibi yeni basımları da
man unutulmuş, ancak yeni yeni hatırlanmaya yapılmıyor. Descartes ' la yürüttüğü polemik ise
başlayan bu din adamının arkadaş çevresinden bi­ daha talihli ve Fransızca'ya çevrilme şansına nail
raz olsun söz etmek, Descarte s ' ı felsefenin oluyor: 1 962 yılında . . . O zaman önce bir hak tes­
yeniden uyanışının gövdeleşmesi olarak gören limi gerekiyor: Kartezyen düalizm, Gassendi 'nin
egemen anlayışın döneme ilişkin saptırmalarının yok sayılması üzerinde yükselmiştir. Farklı bir
boyutunu gözler önüne serecek. Gassendi ve üç tarihsel seyir mümkündü.

95
imago ı güz ı 2005

Bu yazıda, marksist materyalizm olarak an­ bimus sözünü umursamayacak bir iyimserliği
mayı tercih ettiğimiz sistemin2 Kartezyen düa­ gerekçelendirebilir ve böylelikle Diderot'nun an­
lizmin sorunsalının ötesinde olduğunu savu­ ladığı şekliyle bilim için yol-açıcı (heuristic) bir
nacağız. Büyük felsefi sistemlerin adının geçmesi­ felsefi çerçeve sunabilir. Bilime destek sunma id­
ni bile hoş karşılamayan biliminsanlarının, mark­ diasındaki diğer tüm materyalizm okullarının
sizm gibi politik uzanımları da hayli berrak bilincin anlayamayacağı bir takım güçler, neden­
sistemleştirmelere kimi zaman ürküntüyle, kimi ler vs. olduğunu kabul edecekleri bir zaman
zaman da küçümsemeyle yaklaşmaları son derece gelebilir. Aynı sakıncanın neden marksist mater­
anlaşılırdır. Bu tür psikoloj ik koşullanmaların, yalizm için geçerli olamayacağını göstermeye
hele de kendi pratiğini sorgulama sürecinde iler­ çalışacağız.
leyen biliminsanları sözkonusu olduğunda, geçi­ Bu yazı, İmago ' nun bir sonraki sayısında
ci olduğunu bilmek gerekir. Biliminsanlan kendi yayınlanacak devamıyla birlikte, bir tür marksist
bulgu ve vargılarının spiritüalist ve dinsel pratik­ materyalist çerçeve çatmaya çalışıyor. Bu felsefi
lerce nasıl suistimal edildiğine çokça tanık olduk­ bir çerçevedir. İmago bir kelimeyle "psike"yi oda­
larından felsefi kurgulara şüpheyle bakmaları bir ğına oturtan bir dergi olduğundan biz de doğru­
ölçüde doğaldır. Ancak, az önce de değindiğimiz dan psikolojinin bir bilim olarak doğumuyla akran
gibi, verilerin değerlendirilmesi daima örgütleyi­ bir tartışmadan sözetmekle başlayacak, tarih içinde
ci bir iradeyi varsaymak zorundadır ve biliminsan­ ileri-geri giderek bu tartışmanın nasıl felsefenin
larının bilim dışı herhangi bir mercek kullanma­ kadim bir problemiyle özdeş olduğunu göstere­
mak konusundaki hassasiyetlerinin, kendi kurgu­ ceğiz. İkinci bölüm çağdaş materyalizm olarak
larının daha bakir olduğu yolunda bir düşünceye anmayı tercih ettiğimiz genel bir felsefi doğrultuyu
yol açmasının biraz safça olduğunu kabul etmeleri konu edinecek. Üçüncü bölümde, ilk bölümdeki
gerekir. Çiçeklerin açıp kapanmasında "yaratı­ tartışmanın çözümüne yönelik bir hamleyi sergi­
cı"mn elini gören ve veriyi bu şekilde örgütleyen leyeceğiz. Dördüncü ve beşinci bölümlerde mark�
dinsel pratik ne denli bilim dışı spekülasyonlara sist materyalist bir kavrayışın ilk tutamak nokta­
bulaşıksa, anlara monarşik bir idari sistem atfe­ larım belirginleştirerek yazının bu ilk bölümünü
den kurgular da başka türden ideoloj ik kurgulara sonlandıracağız.
aynı ölçüde bulaşıktır. Bizim burada anahatlarını
belirginleştirmeye çalışacağımız yaklaşımın bili­ 1. 1 Psikoloj i n i n Doğ u m u
mi suistimal etmeye dayanmadığı, aksine çoğu za­ 1 9. yüzyılda kendisini diğer bilimlerden ayır­
man biliminsanlannın kendi kendilerini taşımış mayı tamamlamış bir disiplin olan psikoloj inin
oldukları bir kavrayış çerçevesi olduğunun ileride alanının, anlıksal (zihinsel) içeriklerin kendilerinin
görüleceğini umuyoruz. Kuşkusuz biliminsan­ altındaki bir "madde"ye indirgenemeyeceğini
larının gözünde bu lafların da bir kıymet-i har­ savunan holistler ve böylesi bir indirgemenin
biyesi olmayacaktır, zaten olmamalıdır da. Ne de pekala mümkün olduğunu savunan atomistJerara­
olsa "ari bilim" iddialarından "Lissenkoizm"e; sında paylaşıldığını söyleyerek başlayalım.
bir çok eğilim hizaya sokmaya çalışacakları bili­ Anlığın deneysel yolla incelenmeye en açık görü­
me önce pohpohlayıcı sözlerle yaklaşmışlardır. nen kısmını algılar oluşturduğundan, tartışma da
Şu an için tek bir şeyi söyleyelim: Bizim burada genellikle algıların bütünüyle kendilerini oluştu­
köşetaşlanna değineceğimiz marksist materyalizm ran bileşenlere ayrıştırılıp ayrıştırılamayacağı üze­
dışında hiçbir felsefi okulun bilimin ve bilginin rinde yoğunlaşıyordu. "Geştaltist'ler, neredeyse
sınır tanımayacağı konusunda bir iddiası yoktur ve bir bütün olarak holist kampı oluşturuyordu; on­
olamaz. Yalnızca marksist materyalizm ignora- lara göre algılar indirgenemez "biçim"lerden yani

2 "Diyalektik materyalizm" ve "materyalist diyalektik" litera­ olarak bir yana atılmakla da kalmayıp, hak etmediği ölçüde
türde daha yerleşik tamlamalardır. Marksist materyalizmle küçümsemeye maruz kalmıştır. Marksizmin felsefi duruşunu
kastedilenin hiçbir bunlardan hiçbir farkı yoksa da soğuk hatırlatma çabamız geçmiş tahrifatın eleştirisini kendiliğin­
savaş sürecinde tahrif edilmemiş olmak gibi bir avantaj ı var. den içereceğinden, yeni bir kavramın kirlenmemişliğinden
Özellikle marksizmin felsefi ayağı olarak diyalektik materya­ medet umduk; yoksa diğer kavramların çekirdeğindeki
lizm akıl almaz bir çarpıtmayla karşı karşıya kalmış, temellendirmelerle olan bir sorunu işaret etmek için değil.
,
neredeyse bütün tanınırlığını yitirmiş, sofistike bir laf salatası

96
Materya lizm, Ma rksizm ve Bi l i n ç B i l i m leri - 1

"geştalf'lardan meydana gelmekteydi. Geştaltın ne limi olan çağdaş materyalizm, işte bu yüzden
gibi bir şey olduğuna örnek olarak; farklı mekansal sakınma ya da kompleks duymaksızın fizikalizm
noktalarda, biri yanarken öbürü sönen farklı iki adıyla da anılmayı kabul etmektedir. Anlıkla be­
ışık noktasının, bir izleyici tarafından tek bir nok­ denin nasıl ilişkilendiğini konu edinen anlık felse­
tanın ileri-geri hareketi olarak algılanmasını vere­ fesini (philosophy ofmind) farklı okullarıyla boy­
biliriz. Bu tür bir deneysel tasarımda, iki farklı dan boya işgal etmiş olan çağdaş materyalizmin
uzamsal noktanın zamansal olarak ardışık hareketi, iki güçlü eğilimine birazdan daha kapsamlı olarak
uzamsal bir yer değiştirmeyle karşı karşıya olun­ eğileceğiz. Ama önce diğer tarafta, holistlerin
duğu gibi bir izlenime neden olmaktadır. Bu gibi tarafında ne olup bittiğine göz atalım.
algısal sürprizlerin algılayana mı, yoksa bizatihi Önce bir uyan : Holistlerin indirgeme işlemi­
gerçekliğin kendisine mi atfedilmesi gerektiği nin bütünü gözden kaybetmeye neden olacağını
konusunda kendi içlerinde ayrılıyor olsalar da, düşündüklerini söylemiştik; ancak bunu herhan­
algının daima unsurlarından fazla bir şey olduğu­ gi bir bütünün parçalara ayrılmasının olanaksız
nun kabulü tüm Geştaltistlerin ortak paydasıydı. olduğunu savundukları şeklinde anlamamak ge­
Karşı kampın, yani atomistlerin ortaklaştıkları rekiyor. Bu düpedüz saçma olurdu. Sorun bütün­
noktaysa başlarda algıların, duyumların ya da lerin parçalanıp parçalanamayacağı değil, parçala­
deney içeriklerinin neye indirgeneceğinden çok makla yetinilerek anlaşılıp anlaşılamayacaklanydı.
salt indirgenebilecekleriyle sınırlıydı . Örneğin Dahası, bütünün parçalarından fazla bir şey oluş­
Wundt bilinçli deneyimin introspeksiyon, yani turduğu üzerindeki ısrarın başka bir nedeni vardı.
kişinin bir iç farkındalığı oluşturabilmesi yoluy­ Descartes' ın iki birbirine indirgenemeyecek töz­
la kimi duyumsal deneyimlere indirgenebileceği den, madde ve tinden meydana gelen sistemi güçlü
düşüncesindeydi. İntrospeksiyon yöntemini yete­ bir s istemdi ve sistemin gücünün atomistler
rince nesnel olmadığı için yeğlenesi bulmayan tarafından neden hafife alındığı, holistlerin bakış
Watson gibi davranışçılarsa psikoloj inin bulgu­ açısından tuhaf bir durumdu. Descartes sonrası pek
larının fiziko-kimyasal terimlerle ifade edilebile­ çok felsefeci her iki tözün nasıl olup da etkileşti­
ceği, yani o terimlerin düzeyine indirgenebile­ ğini çözmeye çalıştılarsa da "indirgemek" yani bir
ceği bir geleceğe güveniyorlardı. tözün dilini bir diğer tözün diline tercüme etmek
Bu iki kamptan atomistler başlangıçtaki pek kimsenin aklına gelmemişti. İndirgeme ola­
proj elerine büyük ölçüde tutarlı kaldılar ve bütün naklı olsaydı herhalde bunu Descartes da akıl ede­
yirminci yüzyılı katederek etkisini bugün de -her bilirdi ! Leıbniz' in her iki tözün eşgüdümlü hareke­
zamankinden fazla- sürdüren bir hattı oluşturdu­ tini Tanrıyı sürekli devrede tutarak çözmeye çalış­
lar. Atomizm son iki yüzyılın en büyük paradig­ ması zamanında da tatmin edici bulunmamıştı
ması olarak kendisini başlarda en mesafeli du­ belki, ama nihayetinde iki tözün etkileşimine iliş­
ranlara bile onaylattı. İncelemek için bölme, bi­ kin bir modeldi. Ancak hemen bir ekleme yapmak
lim insanlarının neredeyse kendiliğinden felsefe­ gerekiyor; Leibniz'in psikofiziksel koşutluk (psy­
si oldu. Yöntem değişmemişti : ele alınan her ol­ chophysical parallelism) adıyla anılan kuramı
gu daha alttaki bir temele geriletilebilirdi. Bu madde-tin ilişkisine kafa yoran felsefecilerce tat­
temel de genellikle her indirgeme-geriletme ham­ min edici bulunmamıştı belki ama, ne etliye ne
lesinin gelip kapısına dayandığı fizik oluyordu. sütlüye bulaşma yanlısı harcıalem burjuva felse­
Kuşkusuz her şeyin fiziğe "geriletilebileceğine" fesinin pek çok savunucusunca sıra dışı bir ilgi
ilişkin bu kararlılığın altında bir takım başarılar da gördü. Kurama yüzyıllar boyunca gösterilen bu
yatmıyor değildi . İndirgemeciliğin başarılarına yoğun ilginin altında kendisinden yana olanları
verilen handiyse destansı örnek termodinamiğin kah bedenin kah tinin diliyle konuşmakta özgür
kinetiğe indirgenmesiydi. Bir gazın sıcaklığının bırakan "genişliği" yatmaktaydı kuşkusuz [Young,
aslında o gazın içerdiği moleküllerin titreşim 1 990) . Psikofiziksel koşutluk bugün de, meslek­
düzeyiyle özdeş olduğu söylendiğinde mükemmel ten felsefeciler arasında olmasa bile, neyle
bir indirgeme gerçekleştirilmiş olmakta, bilimsel uğraştığı sorulduğunda, dinsel konulara mümkün
açıklamanın bir düzeyi kendisinin altındaki daha olduğunca değinmeksizin iki-üç cümle gevele­
temel bir düzeyin terimleriyle yeniden tarif edilmiş mek zorunda kalacak nice bilinç bilimcisinin can
olmaktaydı. Atomistlerin yöntem ve kavrayışını simidi olmaya devam etmekte. Bir diğer "post­
devralan ve bugün bilim felsefesinin hakim eği- Descartesçı" düşünür olan Malebranche ' ın öner-

97
imago ı güz ı 2005

isi, yani zihni bir epifenomen (gölge fenomen) gibi Vitalizmin tarihi sürekli bir kan kaybetmenin
kabul etmek, atomistlerin üç yüzyıl sonraki mod­ tarihi oldu. Son yüzyılın her bilimsel keşfi, biyo­
eline en yakın düşen yaklaşımdı kuşkusuz. Buna loj ik ve psikolojik olguların açıklanmasında can­
göre, iki töz arasındaki etkileşim tek yönlü, sız maddenin dışında bir açıklama ilkesinin alanını
maddeden tine doğru kurulmalıydı. Madde tini daralttı. Vitalizm bir tür düalizm olarak sürekli
etkileyebilmeli; tin, yani anlık veya bilinçse madde mevzi yitirdi, ama canlının ve zihnin salt maddeyle
üzerinde etkide bulunmamalıydı. Çiçeklerin sal­ açıklanamayacağı, geride her zaman salt maddeyle
gıladığı kokunun nasıl çiçekler üzerinde bir etk­ anlaşılamayacak bir şeyler kalacağı düşüncesi
isi yoksa, maddenin bir fonksiyonu, epifenomeni varlığını sürdürdü. Ancak holizm bir bütün olarak
olan tinin de madde üzerinde etkisi.olmamalıydı. vitalizme devrolmadı. Bir kısım Holistler başka bir
Ancak burada bir problem vardı : Epifenome­ yoldan ilerlediler ve atomistlerle olan tartışma­
nalizm ta Descartes' dan beri iki tözün etkileşimine larını çok farklı bir boyuta taşımanın imkanını
bir çözüm olarak değil, bir çok filozof tarafından ele geçirdiler. Bütün bir yirminci yüzyıl süresince
bütün felsefeye bir tehdit olarak görünüyordu. bilim felsefecileri ve hemen tüm disiplinlerden
Tinin maddenin etkisiz bir ürünü olduğu düşün­ biliminsanları ya atomistlerin (bir noktadan son­
cesi bütün felsefenin köşe bucak kaçınmaya ra materyalizm olarak da anılmaya başlayan)
çalıştığı bir sonuçtu. Bunun nedeni de hayli basitti: çizgisini sürdürür ya da anahatlarını yakında göre­
Her düşünce içeriği, mesela bir önerme, "madde­ ceğimiz başka türlü bir bütünlük kurgusunun peşi­
sine" indirgenebiliyorsa, bu indirgeme sözkonusu ne düşerlerken, Popper gibi istisnai ve önemsen­
önerme için de geçerlidir ve her şey bir yana, meyi gerektirmeyen düalist figürlere de önemsen­
konuşup tartışmanın pek bir anlamı ve önemi yok­ meyi gerektirmeyen insanların spiritüel ihtiyaç­
tur. Bu durumda insanlar sanıldığı gibi bilinçli larını giderecek idol işlevini üstlenmek düştü.
eylemliliğe sahip canlılar olarak değil, otomatlar Şimdi bu tarihsel gelişimi hikaye etmeye ara
gibi görülüp değerlendirilmek durumundaydı. İn­ verelim ve atomistlerin yaklaşımlarının nasıl bir
sanın tüm yapıp etmelerinin hakiki gerçekliğin seyir izlediğine bakalım. Atomizmin yirminci
hüküm sürdüğü maddesel evren karşısında bir yüzyılın egemen bilim felsefesini oluşturduğunu
etkisinin olmadığı düşüncesi, felsefenin neden bu bu felsefenin kendisini materyalizm olarak ad­
tutumu hayırhah karşılamadığının yanıtını kendi landırdığını söylemiştik. Biz çok sayıda farklı
içinde taşır. Epifenomenalizmin düzenin ayakta tu­ okulu bünyesinde barındıran bu eğilime biraz
tucu kurumu olarak görülen ahlak açısından yukarıda yaptığımız gibi "çağdaş materyalizm"
sonuçlarını ise, burada tartışmaktansa zihinsel diyeceğiz ve onu bir bütün olarak ileride tanım­
egzersize bırakmak daha yerinde olacak. layacağımız marksist materyalizmin dışına koya­
Holistler işte başta bu nedenle atomistlerin cağız.
indirgeme çabalarına kuşkuyla bakıyorlardı. Bü­
tün, kendisini oluşturan unsurları etkileyebilme­ 2. Çağdaş Materyalizme Kısa Bir Bakış
liydi. Bunun için de zihin kendisini oluşturan
maddeye indirgenemeyecek bir şey, illa spiritüel 2. 1 . Psikonöral Özdeşl i k Kuramı
olarak yorumlanması gerekmeyen mesela ilke Uzun süre unutulmaya terkedilmiş bir tartış­
türünden bir şey içermek durumundaydı. Cansız ma, anlık-beyin ya da hemen hemen aynı anlama
maddenin dışında ama onu etkileyebilecek bir gelmek üzere anlık-beden ilişkisini odağına alan
ilke arayışının sektiler kavramlarla tanımlanmaya bir tartışma son elli yılda alevlendi. Bunun neden
çalışılması uzun sürmedi. Böylece holistler pozis­ böyle olduğu, yani neden son elli yılda aslında tin­
yonlarını sağlamlaştırmak adına bir tür vitalizme madde sorunu olarak pekala felsefenin kadim te­
doğru ilerlediler; nasıl ki canlılar cansız mad­ rimlerine çevrilecek bu tartışmanın böylesine can­
denin "üzerinde" bir şeye, artık töz denilmesinde lanmış olduğu bilim felsefesi tarihçilerini çokça
sakınca olmaması gereken bir şeye sahiptiler (tipik uğraştırması gereken bir sotundur. Önerilen bir
örneği Bergson ve "elan vital"dir), bilinç-anlık açıklama beyin bilimleri alanındaki "bilişsel dev­
taşıyan canlılar da diğer canlılarda rastlanama­ rim"in tahrik edici etkisidir [Sawyer, 2002]. Biliş
yacak bir "akıl yetisi"ne sahip olmalıydılar. bilimlerinin kendi alanını aynmlaştırmasının "dev­
Şüphesiz bu durum kartezyen düalizmin yeniden rim" olarak tanımlanmayı hakedip etmemesi bir
meydana sürülüşünden başka bir şey değildi. yana, tartışma çok daha önce başlamıştır ve

98
Materyal izm , Marks izm ve B i l i n ç B i l i m leri - 1

başlangıç dönemlerinde biliş bilimlerine atıfları da dirgemenin derecesince belirlenen bir diğer du­
sınırlı olmuştur. Hakiki kronoloji araştırmacılarını ruma ya da düzeye indirgenmektedir. Kendisine
beklese de, muhtemelen mantıksal pozitivizmin indirgenilen düzey görece üst bir düzey olabilir;
felsefi davranışçılık üzerinden yaşadığı tıkanma sinir hücrelerinin ateşlemesi ya da istenirse bu
önemli bir rol oynamış olabilir. Olası bir diğer fak­ ateşlemenin bir frekansı gibi. Ateşleme düzeyini
tör Wilder Penfield' in 1 95 0 ' lerdeki epilepsi cer­ daha alttaki kimi düzeylere, ateşlemeyi belirlediği
rahisi seansları esnasında beynin kimi bölümleri­ düşünülen sinir hücreleri arası kimyasal alışveri­
ni uyararak bazı anlıksal işlevlerin beyinsel yer­ şe ya da kimyasal özelliklerin tam da kimyasal
leşimlerine ilişkin bulgulara eriştiği, o sıralar or­ özellik olmasına olanak tanıyan uzay-zaman koor­
talığı hayli "sallamış" çalışmaları olabilir [Bradley, dinatları içindeki bir fiziksel konfigürasyona in­
1 994] . Bu soruları bir tarafa bırakalım ve dirgemek de mümkündür. 3 Her türlü düşünce mah­
sözkonusu tartışmanın erken bir ürününe göz sulü maddeya çözümlenebilir ve bu madde de
atalım. Descartes'ın özünü "yer kaplama" olarak tanım­
Ele alacağımız ilk kuram psik.onöral öz.deşlik ladığı maddedir. O halde her türlü anlıksal içeri­
kuramı, indirgeyici materyalizm. ya da kısaca ğin ve elbette bilincin gide gide varacağı ve var­
öz.deşlik kuramı gibi farklı isimlerle anılıyor (da­ ması gereken yer fiziksel olguların diliyle ve fizi­
ha önce de söylediğimiz gibi çağdaş felsefede ğin anladığı anlamdaki maddeyle tarif edilmek
gördüğümüz her materyalizm sözcüğünü fizi­ olmalıdır. Madem ki anlıksal içerikler fiziksel an­
kalizm olarak yeniden yazabiliriz ve buna ku­ lamdaki maddeden başka bir töze başvurmadan
ramlarını materyalizm olarak tanımlayanların cid­ açıklanabiliyor, o halde düşünce ekonomisi gereği
di bir itirazı olmaz). Kuram Ryle ve Smart tarafın­ Descarte s ' ın varlığını bildirdiği ikinci töz
dan 1 950' lerde savunulmaya başlandı. Özdeşlik Occham ' ın usturasıyla bir yana atılabilir. Özdeş­
kuramının asal önermesi "anlıksal durumların lik kuramının gerçekten de fizikalizm olarak ad­
beyinsel durum lar" olduğu şeklindedir. Buna göre, landırılmaktan kompleks duymaması gerekir.
her zihinsel durum bir beyin durumuna tercüme Çünkü öyledir. Sorun neden hepimizin başka iş­
edilebilir yani indirgenebilir. Yıldırım nasıl bir leri bırakıp fizik çalışmadığımıza doyurucu bir
tür elektrik boşalmasına tercüme edilebilirse ya da yanıt verilememesindedir-ve bu zorunluluk, fizik
bir gazın sıcaklığı içerdiği moleküllerin kinetiğine dışında bir şeyle ilgilenmememe zorunluluğu,
indirgenebi lirse, insanın mesela "yıldırım" özdeşlik kuramcılarını da kapsamaktadır [Em­
kavramını düşünmesi de, düşünmeye olanak meche ve ark. 1 997] .
tanıyan beynin bir durumuna karşılık gelir. Bunu bir yana bırakalım ve özdeşlik kuramının
Anlıksal yaşantılar ilkece beyinsel durumların ulaştığı noktaya yakından bakalım. İlk farkede­
diliyle anlatılabilirler. Örneğin bir koma sesi duyu­ ceğimiz kuramın 1 9.yüzyıl atomizmiyle benzer­
luyorsa, ya da soğuk bir bira içmek isteniliyorsa liğidir. 1 95 0 ' lerin felsefi materyalizmi yarım
eşanlı olarak beynin bir bölgesi kimyasal bir mad­ yüzyıl öncesinin atomizmini tekrar keşfetmiş,
denin hücumu altında demektir. Burada eşanlı psikoloj inin yükünü taşıyan dilini felsefi bir dile
sözcüğünün altını çizmek gerekiyor. Koma sesi çevirerek devralmıştır. O halde atomizmin sorun­
duyulması ya da bir bira istenmesi, beyinsel du­ larını da beraberinde devralmış olmalıdır. Şimdi
rumların sonucu olarak beynin dışında bir yerde özdeşlik kuramının karşılaştığı bu tür sorunları da­
meydana geliyor değillerdir. Duyumlar ve istek­ ha yakından görelim.
lerle beyin durumları bir ve aynı şeylerdir. "Beyin Bir kere zihin ve madde karşı karşıya koyul­
ve anlık durumları yoktur. Yalnız beyin durumları duğunda Occham ' ın usturasının neden zihinden
vardır" [Smart, 1 98 1 ] . Bu kimyasal madde belki tarafa çalınması gerektiğinin mantıksal olarak
başka kimyasal maddelerin salımını uyarmakta, zorlayıcı bir açıklaması verilemez. Anlığa dolay­
bütün bu kimyasal maddeler de, diyelim beynin sız erişimin olanaklılığı, anlığın aslında dolaylı
elektriksel durumunda bir değişikliğe yol aç­ olarak erişilen başka bir şey olması gerektiğinden
maktadır. O halde belli bir anlıksal durum, in- çoğunlukla daha ikna edici ve daha pratik bir

3 Aslında bu sıralama çok sorunludur ama pedagojik amaçlar­


la şimdilik böyle kabul edilmesinde bir sakınca yok.

99
imago ı güz ı 2005

argümandır. Bu durum felsefede zaman zaman türünden her tür anlıksal durumun ilkece kendi­
"epistemolojik paradoks" olarak anılan durum­ sine indirgenebileceği bir beyin durumu vardır.
dur. Açıklaması da, bir cümleyle, zihin ancak ken­ Dikkat edilirse buradaki ilk operasyon, "anlık"
di kendini bilebileceğinden, zihin dışındaki her denilen ve birazdan, yani indirgenme ya da
şeyin zihne göre türevsel olduğu iddiasından özdeşleştirilme işlemi tamamlanınca ortadan
ibarettir. Bu iddianın sahibi olan idealizm, tam da kalkacak olgular bütününün parçalarına ayrıl­
bu yüzden felsefenin buncasına güçlü bir akımıdır. masıdır. Sonrasında bu parçalar zımni bir op­
Felsefe idealizmin avlağıdır. Bu tartışmaya tekrar erasyonla parçalarına ayrı lmış beyinle açık­
döneceğiz. Ama önce olanca netliğiyle ortaya lanacaktır. Psikonöral özdeşlik kuramı kökleri 1 8 .
koyalım: Özdeşlik kuramı kendi istediği türden bir yüzyıla dek giden lokalizasyon kuramlarıyla bir
materyalizmi bile güvence altına alabilecek akrabalık içindedir. O halde bu akrabalığa biraz ya­
çerçeveyi sunmaktan yoksundur. Öne sürdüğü kından bakacağız.
tanıtlamanın, yani indirgeyici tanıtlamanın, düa­ Tini kendisini oluşturan bileşenlere ayırma
lizmin tinsel tarafını değil de "maddesel" tarafını bu ayrımlara denk düşecek anatomik karşılıkları
ortadan kaldırmak üzere yorumlanmasının önünde bulma çabalarıyla atbaşı gitmişti . Ancak kro­
bir engel yoktur. Kuşkusuz bu tür bir yorum noloj iyi doğru tanımlamak gerekli : Tinin bölüm­
inandırıcılık açısından bazı sorunlar barındırabilir lenmesi gövdesel izdüşümlerin araştırılmasının
ama zaten idealizmin inandırıcı olmak gibi bir sonucu değil nedeniydi. İlk bakışta zihinsel olan­
derdi ve iddiası yoktur. Tini ya da anlığı, özdeş­ la fizyoloj ik olan arasında koşutluk varsaymanın
lik kuramcılarının yaptığı şekilde kolay yoldan materyalist, idealist ya da düalist pozisyonları
rendelemek kartezyen sistemin hafife alınmasının kendiliğinden tanımlamayacağı, bu pozisyonların
bir sonucudur. Hafife alınmaktadır, çünkü kari­ koşutluğun unsurları arasındaki etkileşim ya da be­
katürleştirilmektedir. Maddenin haricindeki ikin­ lirleme ilişkilerince saptanacağı düşünülebilir.
ci töz, beyine yerleşmiş küçük bir ruh-insan olarak Ancak dönemin, yani Aydınlanma düşünürlerinin
düşünülmektedir. Gerçeğin karikatürden farkını tartışma karşısındaki konumlanışları bazı soru
görmek için birazdan tekrar tarihe başvuracağız. işaretleri uyandırmaktadır. Bütün 1 8.yüzyıl boyun­
Özdeşlik kuramcılarının bir tarafa atılması ca, zihi nsel olanın beyinsel karşılığını hararetle
gerekenin beyin değil de zihin olması gerektiği­ arayanlar düalistler olmuş, materyalistler konuya
ni felsefeyi terk ederek gerekçelendirdiğini varsa­ soğuk ve mesafeli yaklaşmışlardı. Charles Bonnet,
yalım. Örneğin zihni bitimsiz olarak beyin du­ François-Joseph Collet, Jean Astruc gibi madde ve
rumlarına indirgeme çabasının bilimin işleyiş yor­ tin arasında mekanik bir etkileşim arayışındaki
damlarıyla daha uyumlu olduğu kabul edilsin. düalistlerin karşısında La Mettrie ve Diderot gibi
Peki her zihinsel içerik aslında beyinsel durum­ materyalistlerin tutumları çok farklıydı. Düalist­
lardan ibaretse, neden yine de bu zihinsel durum­ lerin her duyumu fizyolojik bir düzenlilikle
lar var? Ve nasıl var? Bu soru bütün Descartes son­ eşleştirmeleriyle iki yüzyıl sonra kendisini mater­
rası felsefenin merkezi sorusudur ve uygun bi­ yalist olarak tanımlayacak bir akımın zihinsel du­
çimde yanıtlanamamış olması düalizmin yüzyıl­ rumları beyinsel durumlar olarak tanımlamasın­
lardır devam edegelen varlığıyla sonuçlanmıştır. daki benzerlik çarpıcıdır. Aydınlanma çağının
Eğer "anlıksal olan" aslında var olmayansa ve materyalistleri lokalizasyon çabalarının kartezyen
her şey, o anlığın kendi sine indirgendiğinden düalizmle olan bağlantısının farkındaydılar - çağ­
ibaretse, o halde anlık bir "gölge fenomen" yani daş materyalizmden farklı olarak. Düalizmin bu
epifenomendir ve özdeşlik kuramı da bir epife­ şekilde üstesinden gelinemezdi.
nomenalizm olmak zorundadır. İşte bu yüzden 1 9. yüzyılda taraflar yer değiştirdi. Artık zi­
özdeşlik kuramının 1 9. yüzyıl atomizminin miras­ hinsel içeriklerin ya da işlevlerin lokalizasyonu
çısı olduğunu söylemekteyiz. pek materyalistçe görülmeye başlanmış, dönemin
Kuramın tarihsel seyrine bir göz atmak düalistleri ise beyinsel karşılık bulma çabalarına
bugünkü savunucularını şaşırtacak bir anlam kay­ uzak durur olmuşlardı . Psikoloj inin doğumu zih­
masına işaret ediyor. Bu kaymaya değinmeden nin maddeyle ilişkisi üzerine tarafların yer değiş­
önce kuramın temel önermesini tekrarlayalım: tirdiği bu iklimde gerçekleşti. Böylece ilk bölümde
Her anlıksal durumun, mesela koma sesi duyuyor anılan atomistler 1 8. yüzyıl lokalizasyonistlerinin,
olmak ya da soğuk bir bira istediğini düşünmek yani zihnin her bir bileşenine eşlik eden madde-

1 00
Materya l izm , Marksizm ve Bi l i n ç B i l i m leri - 1

sel bir bileşenin arayışı içindeki düalistlerin izinde yimleri ifadelendiren her önermenin aslında sak­
ilerleyerek, geçmişten aldıkları mirası geleceğe, lı bir önermenin parçası olduğunu söylemişti
çağdaş materyalizme ve onun neredeyse ana ek­ [Stich & Ravencroft, 1 993) . Geleneksel felsefede
senini oluşturacak bir kurama, psikonöral özdeş­ "mavi" gördüğünü söyleyen birinin yanılıyor ol­
lik kuramına taşıyorlardı. Görme görsel korteksin, ması, gördüğünün aslında "mavi" olmadığının
işitme de işitsel korteksin aktivasyonuna özdeşti­ anlaşılması, yani duyum verilerinin yanıltıcı bil­
bu aktivasyonun tanımlayıcı unsurları indirge­ gi verebilme olasılığı olağan bir durumdu. Ama
menin düzeyine göre değişse de bu ikincil bir "mavi" görüldüğüne ilişkin inanç daha baştan
problem sayılabilirdi. tartışma dışı tutuluyor, "verili" sayılıyordu. Buna
Burada, özdeşlik kuramının ve ona ilişkin göre, kişi gördüğünün "mavi" olduğundan kuşku­
eleştirileri belli sınırlar içinde kaldığı oranda çağ­ lanabilirdi belki, ama "mavi" gördüğünü düşünü­
daş materyalizmin aslında 1 8 .yüzyılın düpedüz yor olduğundan kuşkulanamazdı. İşte Sellars felse­
düalist bir açılımının sürdürücüsü olduğunu fenin bu örtük kabulünü masaya yatırma iddi­
söylüyoruz. Gerçekliği anlayabilmek için kul­ asındaydı. Anlığın ve beynin nasıl ilişkilendirile­
lanılan metaforlar bir süre sonra o gerçekliğin ceği konusunda özdeşlik kuramının aydınlatıcı
kendisi sanılmaya başlayabiliyor. "Düşünceyi be­ olması beklenemezdi çünkü özdeşlik kuramının
yine yerleştirmedeki eğilimimiz kuşkusuz kavradığı şekliyle zihin, bir verili olanlar kümesin­
düşünce, düşünme gibi terimlerle "konuşma ", den başka bir şey değildi. Dönem Kuhn'un bilimin
'yazma " gibi gövdesel bir etkinliği tanımlayan ter­ birikmelerle değil sıçramalarla yol katettiğini
imleri bir arada kullanmaktan kaynaklanıyor; vazeden görüşlerinin revaçta olduğu bir dönem­
böylece düşünceyi de benzer türde bir etkinlik di. Büyük sıçramaların geçmiş paradigmaları bir
olarak değerlendiriyoruz.[. . . ]. "Beyin düşüncenin yana bırakmakla olanaklı olduğu iddiasının yol
bulunduğu yerdir" dediğimizde ne demek isti­ açıcı göründüğü bir düşünsel iklim, Sellars ' dan
yoruz? Yalnızca bazı fizyolojik süreçler düşün­ aldıkları esinle de birleşince, bir tarihten sonra
ceyle birliktelik gösterdikleri için, on/an gözle­ adları adları eleyici materyalizmle ( eliminative
yerek düşünceler hakkında bilgi sahibi olacağımızı materialism) birlikte anılan Paul ve Patricia Smith
düşünüyoruz. . . . Eğer "beyin düşüncenin bulun­ Churchland, benzer bir operasyonu anlığa ve onun
duğu yerdir" diyorsak, bilelim ki bu hipotezi sahip olduğu düşünülen içeriklere uyguladılar ve
doğrulamanın tek yolu beyni açıp gözlem yap­ bunları "elediler".
maktır" [Wittgenstein' dan akt. Andrieu, 2004) . Bu şu anlama gelmektedir: Yukarıda indirge­
Wittgenstein' ın belirginleştirdiği sorunun, söz­ yici materyalizmi (özdeşlik kuramını) tartışırken,
konusu alanda ömrünü geçiren insanlarca fark kuramın ilk savunucularından Smart'ın iki ayrı du­
edilmiş olduğunun işaretlerinin pek cılız olması rum değil, tek bir durum olduğuna ilişkin bir cüm­
anlık felsefesinin (nadir olmayan) ilginçlik­ lesini alıntılamıştık. Eleyici materyalizme göre
lerindendir. bu kavrayışın doğal uzantısı zihinsel durumların
Şimdi indirgeyici materyalizmden farklı bir olmadıklarının kabul edilmesi olmalıdır [Tang,
yol öneren, ama yine fizikalizm içinde konum­ 1 999) . İstekler, inançlar bunların tümünün olma­
lanan bir diğer felsefe okuluna bakalım. ması, ya da sanıldığı gibi olmaması imkan
dahilindedir [Churchland, 1 98 1 ] . Korna sesi
2. 2. Eleyici Materya lizm duyulduğuna inanılıyordur, ya da soğuk bir bira
Özdeşlik kuramının örtük olarak barındırdığı içmek istenildiği kanısında olunur. Ama bütün bu
epifenomenalizmden kaçınma gayreti materyalist anlıksal durumların, gerçekten de bu kullandığımız
bilim felsefesi içinde çok tuhaf bir kuramın for­ sözcüklere ihtiyaç gösteren olgular olduğunun
müle edilmesiyle sonuçlanmıştır. Bilim felse­ zorlayıcı açıklaması verilemez. Nasıl ki geçmişte
fesinin bu son derece ilginç akımının öncülleri floj istonun ve eterin varlığı kimyanın ve as­
l 960 ' larda şekillendi. Wilfrid Sellars ve W. V. trofiziğin bulgularının oturtulacağı çerçeveler
Quine' nin temel muhalefetleri "verili" kavramı­ olarak görüldüler; ama ilgili alanlardaki ilerlemeler
na yönelikti. Quine tüm bilimin baştan aşağı ku­ sonunda bu çerçeveler kendilerini devredışı kalmış
ram-bağımlı yani bir ya da bir çok kuramca koşul­ buldularsa, bugün açıklanmaya çalışılan anlıksal
lanmış olduğunu söylerken, Sellars bu kavrayışı durumlar da, yarın öbürgün kendi açıklamaları
içsel deneyimlere dek genelleştirmiş, bu tür dene- tarafından gereksiz görülüp bir yana atılabilirler.

1 01
imago I güz I 2005

Kimya ve astrofizik alanında katedilen gelişmel­ materyal izmin sunduğu kuramsal çerçevede
er nasıl elde edilen verilerin yerleştirileceği epifenomenalizmin bir anlamı kalmamıştır. Anlık
çerçeveleri yanlışlamışsa, aynı durumun bilinç zaten olmadığından (ya da olmaması ihtimal
bilimlerinin gelişmesi sürecinde gerçekleşmesi dahilinde olduğundan), varolmayan bir tözün
ve açıklanmayı gerektirir gözüken durumların maddeyle ilişkisinde sorun da yoktur! Bunun ne
açıklama sürecinin sonunda bir yana bırakılması kadar işlevsel ve ikna edici bir çözüm olduğu bir
olasılığı vardır. Yani, bilinç bilimlerinin ileride yana, felsefe tarihinin önemli bir sorununu, onun
elde edeceği sonuçlar bilinç gibi, arzu gibi verili anlamsız olduğunu söyleyerek aşmak azımsanacak
kabul edilen anlıksal durumların aslında varol­ şey değildir. Kuşku yok; eleyici materyalimde
madıklarını ortaya çıkarabil ir. Bu yüzden de kartezyen düalizm aşılmıştır. Özdeşlik kuramı
Churcland' lerin ve diğer eleyici materyalistlerin Descarte s ' ın varsaydığı iki tözden birini bu­
çabalan kendilerine buncasına güvenilen anlıksal dadığını söylerken aslında onu yeniden üretmek­
kavramların hiç de zannedildiği kadar sağlam ol­ ten başka bir şey yapmıyordu. Eleyici mater­
madıklarını göstermeye yöneliktir. Kuram yalizm iki tözden birini, tüm içeriğiyle birlikte, hiç
inandırıcılığını kendisini temellendirebilme be­ varolmamış kabul ederek özdeşlik kuramından
cerisinden değil, diğer kuramların ayak bastık­ daha ileri bir mevziye yerleşmiştir. Ancak bu zafer
ları zeminin sağlam olmadığını gösterebilme ciddi bir ödün pahasına elde edilmiştir. O kadar
gücünden almaktadır. Eleyici materyalizme göre ciddi ki ; kendi sini ontoloj ik olarak başarıyla
anlıksal durumlar hakkında sağduyunun reh­ materyalizm içinde konumlandırmış bir kuramın
berliğinde oluşturulmuş izlenimlerin, yani inanç­ epistemoloj ik alanda anti-realist bir duruşu benim­
ların, arzuların vb. gerçekten varoldukları iddiası, semesi sözkonusudur.
adına "folk psikoloji" denen ve kuram olduğunun Lycan eleyici materyalizmi çürütmek için ken­
farkında olmayan bir kuramın iddiasıdır. O halde disinden önce kimsenin kullanmadığını düşün­
her iddia gibi bu iddia da "apaçık doğru", "verili" düğü bir tanıtlamayı, Moore'un vakt-i zamanın­
olarak kabul edilmemeli, varlığı bir tanıtlamayla da idealistlere karşı kullandığı bir tanıtlamayı
kanıtlanmalıdır. Folk psikoloj i kuramını neyle öneriyor. Lycan' ın çözümü felsefe literatüründe­
tanıtlayacaktır, sağduyuyla mı? Sağduyunun ku­ ki eleyici materyalizm eleştirileri arasında parlak
ram oluşturmada iyi bir rehber olmadığı tüm bi­ olanlardan biridir ve bunu da şüphesiz Moore ' a,
lim tarihince belgelenmiş bir olgu iken, durumun bütün empirisizmine rağmen, entellektüel serüveni
bilinç ve anlık felsefesi alanlarında farklı olması idealistlere karşı mücadeleyle geçmiş, felsefe tari­
gerektiği inandırıcı olarak savunulamaz. O halde hinin bu yeterince kıymeti bilinmemiş figürüne
yapılması gereken bu alandaki bilimlerin ulaştık­ borçludur. Eleyici materyalizm karşısında Moore'a
ları sonuçlara yoğunlaşmak ve bir yandan da bul­ ve onun idealistleri gerçek bir dünyanın varlığı­
guların anlıksal durum ve içeriklere ilişkin önyar­ na ikna etmek için başvurduğu akıl yürütmeye
gılanmızı destekleyip desteklemedikleri konu­ başvurulması çok yerindedir, çünkü eleyici mater­
sunda uyanık olmaktır. yalizm varlığını bildiğimizi düşündüğümüz şey­
Eleyici materyalizm anlık felsefesi içinde da­ lerin aslında varolmadıklannı söylemekle realizm
ha ilk günden büyük bir tepki doğurdu ve bu karşıtı bir tutum almaktadır. Lycan' ın eleştirisinin
tartışmalar halen de canlılığından çok şey kay­ tümünü burada özetlemeyeceğiz. Ama bir noktaya
betmiş değil. Bu eleştirilerin bir çoğuna Church­ değinmek şu an için önemli ve yeterli olacak.
land ' ler yanıt verdiler, kuramın ayrıntılarında Realizm dış dünyanın onu algıladığımız gibi
ufak-tefek düzeltmeler yapma pahasına gücünü olduğunu söyleyen epistemoloj ik pozisyonun
kendisini negatifbiçimde temellendirebilme, yani adıdır. Kuşkusuz algının insanları yanıltabildiği
başka kuramları eleştirebilme yeteneğinden alan sıradışı durumları bir yana bırakıyoruz. Gerçek­
pozisyonlarını sağlamlaştırdılar. liğin algılanandan daha farklı olduğunu savunan
Eleyici materyalizmle ilgili ne söyleyebiliriz? görüşler anti-realizmin çeşitli okullarını .oluştu­
Önce olumlu bir nokta: Eleyici materyalizm da­ rurlar. Bir kalem düşünelim. Algımız bize bunun,
ha önce tartıştığımız, bütün bir anlık felsefesinin ince, uzun, katı bir cisim olduğunu söyler. Şimdi,
ve çağdaş materyalizmin omurgasını oluşturan bilimsel soruşturmanın bu kalem hakkında ne gibi
özdeşlik kuramının kaçınamadığı epifenomena­ ek bilgi vereceğini düşünelim. Bilimsel inceleme
lizm tehdidini bertaraf etmiştir. Çünkü eleyici bize kalemin atomlardan oluştuğunu ve bu atom-

1 02
Materyal izm , Marksizm ve B i l i nç B i l i m leri - 1

!ar arasında büyük boşluklar olduğunu göstermiş içerik ve durumların "ne" oldukları tartışma dışı tu­
olsun. O denli büyük boşluklar vardır ki ; katı, tuluyordu. Bu nokta, yani çağdaş materyalizmin an­
geçirimsiz, her yanı "dolu" bir cisim olduğu yolun­ lıksal içeriklerinin doğasının "ne" olduğuna, yani
daki algının tam tersine, kalem sanki insanın için­ neliğine (mahiyetine) tatmin edici bir açıklama ge­
den geçebileceği bir yapıya sahiptir. Peki bu izle­ tirememesi, çağdaş felsefe içinden bu eksikliği ka­
nimlerin hangisi gerçekti/? Bilimin kalemin büyük patmayı hedefleyen girişimleri de teşvik etmiştir. Bu
boşluklardan kurulu olduğunu göstermesi kalemin girişimlerin bir çoğu da kendilerini şu ya da bu
boşluksuz olduğu yolundaki algımızı hatalı olarak ölçüde materyalizm içinde görmektedirler.
bir yana bırakmayı gerektirir mi? Eleyici materya­ Özdeşlik kuramına çağdaş materyalizmin için­
lizm bazı bilimsel vargıların "folk psikoloj inin" den gelen eleştirilerin en önemli ve halen de en
koyutlannın yanlışlığını gösterebilme olasılığın­ popüler olanını Nagel 1 974'de yöneltmişti [Nurın,
dan yola çıkıyor ve . . . bu psikoloj i kuramının ( ! ) 2003 ] . Bu eleştiri önemlidir ve bilincin ne olduğu­
içerdiği inanç, istek, irade gibi kendiliklerin (en­ na ilişkin çağdaş materyalizm içinden verilmiş kıs­
tity) varolmamalan için yeterli görüyor - abyssus men de olsa en iyi tanımdır. Nagel "bir yarasa olmak
abyssum invocat! Bir şeyin indirgenebilmesi baş­ nasıl bir şeydir?" diye soruyor ve buna verilecek
ka bir şey, indirgemenin o şeyi yok ettiğinin yanıtın bilincin ne olduğuna dair bir fikir oluştur­
düşünülmesi apayrı bir şeydir. John R. Searle ku­ mamıza yardımcı olacağını söylüyordu. Buna göre,
ramın anti-realizminin gizlediği mizahi noktalan bir yarasa hakkında sahip olduğumuz bilgiler, onun
eğlendirici biçimde hatırlatmakta: tüm biyoloj i ve nörofizyolojisine hakim olmamız,
" . . . [inançların doğru ya da yanlış olabileceği bize bir yarasa olmanın ne gibi bir şey olduğunu ne
düşüncesi] Amerikan futbolunda "touchdown "ın kadar söyleyebilirse, maddeyle sınırlı bir kavrayış
altı puan etmesi gibi bir önermedir. Eğer size bir anlığın ve bilincin ne olduğunu anlamaya ancak o
bilimsel çalışmanın "touchdown "ların aslında kadar yardımcı olabilirdi. Nagel '.in kastettiği, açık
5,999999999 ettiğini gösterdiği söylenirse, orta­ olmalı, bilincin yaşantılanan boyutunun nesnel bir
da kafası karışmış biri olduğun u anlarsınız. incelemesinin olanaklı olmadığıydı. Başka bir de­
Touchdown''ın altı puan etmesi onun halihazırdaki yişle, bilinç ya da anlığın önemlice bir bölümü önce­
tanımının bir parçasıdır. Tanımı değiştirebiliriz likle bir kişinin, yani o anlığa dolayımsız ulaşımı olan
ama [bunu yapmakla] farklı bir gerçeklik bulmuş tek kişinin anlayabileceği bir alan olarak kalmaya
olmayız" [Searle, 1 994, 62] . mahkumdur. Bu şekilde anlaşılan bilince, Chalmers
Lycan' ın eleyici materyalizmi bir anti-realizm "fenomenal bilinç" demekte. "Fenomenal bilinç"
olarak eleştirmesi bu nedenle yerindedir. Şimdilik bir anlamda maddesel açıklamalardan geriye kalan
fazlasını söylemek gereksiz. Özdeşlik kuramı ve bilinçtir. Sözgelimi maviyi görmek ve maviyi
eleyici materyalizm hakkında bir- iki ortak noktayı "yaşantılamak" iki apayrı konudur. İlki belki nöro­
belirterek devam edelim. biyolojinin diline tercüme edilebilir, ama ikincisi
böyle bir olasılığa kapalı gibi durmaktadır. Yani in­
2. 3. Bazı Ara Saptamalar san ancak kendi "fenomenal bilincinin" bilgisine
Çağdaş materyalizmin iki prototipinin anahat­ sahip olabilir. Chalmers da anlığın ve bilincin
·

larına değinmeye çalıştık. Her iki akım da zihinsel doğasının bilim tarafından nesnel olarak açıklan­
içeriklerin ontolojik statüsünü sorguluyor; indirgeyici abileceği konusunda benzer-bir karamsarlığa sahip­
materyalizm tüm zihinsel içeriklerin aslında alt­ tir. Bilinçte insanın bilgilenmesine kapalı bir alan
larında yatan maddeden ibaret olduğunu savunurken, olduğu düşüncesi, yani bir tür bilinemezcilik, anlık
eleyici materyalizm zihinsel içeriklerin kendileri felsefesinin bir diğer temsilcisi olan Colin McGinn
hakkındaki fikirlerimizin doğru olup olmadığı bi­ tarafından sistemleştirilip kuram haline de geti­
linemeyen bir kuramın koşullayıcılığında biçim­ rilmiştir. McGinn'e göre nasıl şempanzelerin zorlu
lendiğini öne sürüyordu. Her iki akım da töz olarak uğraşlar sonunda bile öğrenemeyecekleri bir şeyler
madde kavramında ortaklaşıyor, madde de niha­ olduğunu düşünüyorsak, insanın da öğrenemeye­
yetinde fiziksel olana, yani fiziğin madde kavramına ceği bir şeyler olduğunu kabul etmek mantıksız ol­
tercüme edilebilirlik olarak anlaşılıyordu. Onun için maz. Bunun nedeni de doğrudan doğruya bilincin
de her iki akım sıkça fızikalizm olarak da adlandırı­ kendi maddi sınırlarıdır. Bizim bilincimizin tam bil­
lıyorlardı. Ancak maddeye indirgenmiş ya da mad­ gisi bizden daha gelişkin olmayan bilinçlere kapalı
desel bir açıklamayla elenmiş olsunlar, zihinsel olabilir. Burada söylenen, aslında çeşitli dinlerin

1 03
imago I güz I 2005

ideologlarının "kal-u beladan beri" vazettiklerinden istemenin anlamı o insanın beynindedir. Şimdi;
farklı değildir: Bilincin anlayamayacağı bir şey bilincin, yani insanın neyi nasıl düşündüğünün,
varsa, bu bilincin ta kendisidir. Eğer bilim ignora­ bunları düşünen bir insana mal edilmesi bir ke­
bimus diyecekse (klasik felsefe gibi çağdaş felsefe limeyle tedirginlik vericidir. Çağdaş materyalizm
için de bilimin ve bilginin sınır tanımaması kavran­ ve ona kulak verdiği ölçüde bilinç bilimlerine, bi­
abilir şey değildir, akıllarına hemen Tanrı gelir ve bil­ linci beyinde aramak tutulası bir yol gibi gö­
ginin sonsuzluğunu ancak ona yakışacak bir zükmektedir. Bu nasıl olabilir? Bilincin beyinsel
tümgüçlülük olarak görürler) en uygun yer burasıdır. substratını tanımlamakla bilinci beyin olarak tanım­
Anlık ve bilinç öznel, bildiğimiz şekliyle bilim nes­ lamak nasıl birbirine karıştırılabilir? Mesela
nel kavrayışlardır ve birinde karar kılındığı an öte­ meslekten felsefeci olmayan Adam Zeman (olum­
ki gözden yitecektir. lu bazı pedagojik nitelikleri olan) kitabının bil­
Felsefeciler halen bu öznel alanın nesnel bir incin doğası üzerine felsefi yaklaşımları özetlem­
bilgisinin olanaklı olup olmadığını tartışmaktalar. eye ayırdığı bölümünde şöyle yazabiliyor:
Soruya olumlu yanıt verenler, yani sübjektif olanın "ve buradan beyinlerimizin işlevleri­
objektifbir bilgisine ulaşmanın olanaklı olduğunu ni yeniden üreten yapay bir sistemin,
söyleyenler olduğu gibi [Searle, 1 998], bu iyim­ bizimki gibisi bir yana kalsın, bilinçli
serliği paylaşmayan, bir kısmının adı yukarda olup olmayacağı sorusu çıkar. Belki
anılmış felsefeciler de var. Farkında olunursa bu bilinçli olabilir ama olmak zorunda mıdır?
tartışma bilgilenmenin sınırlarına ilişkin bir tartış­ Deneyimden sözettiğimizde salt işlevsel
madır ve marksist materyalizmin epistemoloj ik bir olgudan sözetmeyiz: benim "kımızıyı
konumlanışıyla yakından ilgilidir. Bu konuya görüyor olmam " yerine getirdiği işlevler
ileride, bu farklı materyalizm kavrayışından yüzünden o şekilde değildir- o şekildedir
bahsederken değineceğiz ama McGinn ve çünkü öyledir! Yapay bir sistemin kır­
Chalmers'ın düpedüz bilinemezci konumlarının, mızıyı benim gördüğüm gibi görüp göre­
varolan insan sayısı kadar bilime kapalı alan ya­ meyeceği- veya bilinçli olup olamaya­
ratmakla hem bilimsel programlan yeterince des­ cağı, [o sistemin] nasıl çalıştığının
teklemeyerek karamsar bir tutumu savunduğu gö­ fonksiyonel betimlemesinin açıklaya­
rülmelidir. 4 Demek ki materyalist olarak tanım­ rnadığı meşru bir soru gibi görünüyor"
lanmalanna rağmen, yazının girişinde Diderot' dan Yani Zeman için bir sistemin kırmızıyı tanıyor
yaptığımız alıntıdaki tutumu bilinç bilimleri alanın­ olması yetmiyor, sistemin kırmızıyı Zeman 'ın kır­
da ciddiye alınır bulmayanlar var. mızı 'yı tanıdığı gibi tanıması gerekiyor. Başka
Ele aldığımız her iki materyalizm okulunun, türlü bir tanımanın o sistemi bilinçli saymak için
yani indirgeyici ve eleyici materyalizmin (ve değin­ yeterli bulunmamasındaki "tekbenciliğe" (solip­
mediğimiz pek çok başkasının) çarpıcı bir ortak­ sizme) kapı aralayan kriterler bir yana, kırmızıyı
lıklarını gözden kaçırmak mümkün değil: Bu, her nasıl gördüğünün Zeman ' ın kendi kişisel ve
iki okulun da, peşinde oldukları anlık ve bilinci tek toplumsal tarihinden koparılabileceğini düşün­
bir insanın·beynine özgülemekten taviz vermez mesi gerçekten ilginç. Ancak bu ilginç olduğu
görünümleridir. Anlık ya da bilinç her ne anlama ölçüde çağdaş materyalizmde sık karşılaşılan bir
gelirlerse gelsinler, tek bir insanın beyinsel kon­ özelliktir. Çağdaş materyalizm anlığın yerinin
figürasyonu tesbit edildiğinde kendiliğinden bilinir beyin olduğu konusunda kararlıdır. Ç ağdaş
hale gelecek şeylerdir. Korna sesi duymanın ya da materyalizm neden bu konuda bu kadar karar­
soğuk bir bira istemenin ne demeye geldiğini herkes lıdır? Bu soru çok önemlidir. Her normal insan kır­
anlar. Biz eğer bu yaşantıları indirgemek ya da ele­ mızıyı nasıl gördüğünün kırmızıyla ilgili geçmiş
mek pahasına altlarında yatan biyoloj ik mekaniz­ deneyimlerinin bir fonksiyonu olduğunu gayet
mayı çözersek bu anlamı da çözmüş oluruz. Bir in­ iyi bileceği ve bu gerçeğin beyinde kıstınlabile­
san için korna sesi duymanın ya da soğuk bir bira ceği düşüncesine gülüp geçeceği halde, yani bu

4 Aslına bakılırsa bu nokta, yani karamsarlık herhangi bir


düşünce sistemi için sorun teşkil eder ya; buna değin­
menin yeri burası değil .

1 04
Materya l izm , Marksizm ve B i l i n ç B i l i m le ri - 1

yaşantının toplumsal ve kültürel yükü bu kadar be­ ta neredeyse yok olmaktaydı. Belki bu­
lirgin olduğu halde neden düşünceyi beyine, tek rada küf denilen mikroorganizmanın
bir insan beynine yerleştirmekte bu kadar koloniler halinde yaşayan bir mantar tii[ü
heveskardır? Neden? Bu düşünce kimin düşünce­ olduğun u eklemekte yarar var. Hava
sidir? Bu anlık kimin anlığıdır? Çağdaş materya­ koşulları uygun olduğunda aslında tek
lizm ve tarihsiz-coğrafyasız tek bir insanın tek pekala yaşayabilen küf hücreleri bi­
beyniyle uğraşan tüm felsefe boydan boya sınıf­ raya gelerek gözle görülür büyüklükte
sal bir ideoloj inin damgasını taşımaktadır. Bu ide­ bir organizma oluşturacak şekilde öbek­
oloj inin çok önemli bir özelliği, daha az önemli leşiyor; hava koşulları kötüye döndüğün­
olmayanlar bir yana, insanı edilgen olarak kavra­ deyse oluşmuş olan organizma kendisini
masıdır. Felsefe kafa ve kol emeği arasındaki oluşturan tekil küfhücrelerine ayrışıyor­
ayrımın fevkalade rafine bir cisimleşmesi olarak, du. Hücrelerin durum elverdiğinde bir
bir alay varyantıyla bu ideoloj iyle sarmaş dolaş ol­ araya gelmelerine yol açan faktörlerden
muş durumdadır. Pre-sosyalist toplumların üyeleri biri; c-AMP adıyla anılan kimyasal bir
kendilerini etkin özneler olarak algılayamamakta postacının varlığı biliniyordu. 1 962 'de
ve felsefeciler de bu algılama bulanıklığından Shafer "pacemaker" adı verilen birtakım
nasiplerini almaktadırlar. İşte bu yüzden çağdaş öncü hücrelerin c-AMP salgılamasıyla
materyalizm düşünceyi edilgen olarak tanımla­ ardçıların toparlanıp harekete geçtiğini, bu
manın ötesine geçememektedir. İşte bu yüzden sefer de onların aynı kimyasal postacıyı
düşünce, zaten hayli zamandır şu ya da bu uyarana kullanarak uyuklar durumdaki diğer küf
yanıt vermekle sınırlanırken, çevreyle olan ilişkisi hücrelerini uyardıklarını öne süren bir
nicedir çevreye uyum gösterebilme becerisinin kuram geliştirdi. Kuram popülerliğini bir
bir türevi olarak tarif edilirken, çağdaş materya­ süre koruduysa da ispatlanamadı; kimse
lizmle (özellikle de eleyici olanıyla) birlikte "edil­ "öncü " hücreleri bulamamıştı. Biyologlar
genlikte son nokta"ya ulaşılmış, düşüncenin aslın­ umutlarını kesmediler. "Generaller orada
da varolmadığı iddia edilmeye başlanmıştır. Oysa, bir yerlerde olmalıydı; iş, ünifonnalarını
düşüncelerin varolmadığını öne sürmekten ve tanıyabilmekteydi''.
doğal olarak bu yapıldığı an başka bir şey öne Segel ve Kellner, o sıralar- okuduk­
süremeyecek olmaktan daha "sağlıklı" bir kurgu ları Turing 'in bir makalesinin etkisiyle
mümkündür. Şimdi geri dönelim ve bunu göster­ farklı bir yol denediler. Acaba küf
meye çalışalım. hücrelerinin bir araya gelmesini "öncü
hücreler" hipotezine dayanmaksızın açık­
3. "Üçüncü Yol" lamak olanaklı olamaz mıydı ? Bütün
Dictyostelium dendriticum adlı bir hücreleri eşdeğer kabul ettiler ve en baş­
küf türünün hava değişikliklerine bağlı ta etkisiz miktarlardaki c-AMP salımının
olarak sergilediği bir davranış kalıbı bi­ kritik bir eşik aşıldıktan sonra pozitif bir
yologları 1960 'lardan beri uğraştınnak­ kangal (feed-back) oluşturarak kümelen­
taydı. Güneşli ve kuru havalarda onnan­ meyi çabuklaştırdığını gördüler. Tek tek
lık alanlarda ağaç gövdelerinde rasge­ ele alındıklarında tekil davranış kalıpları
linebilecek bu küf türü ha vadaki nem sergileyen küfhücreleri, belli bir doğrul­
oranının artmasıyla ortadan kaybolmak- tuda hareket eden üyelerinin sayısı kritik

5 Haksızlık etmeyelim. Çağdaş felsefede insanı ve onun gelen/eri edilgen biçimde sindiriyor değilim, bir yanıt, gelen
düşüncesini sürekli edilgen kabul etmenin saçmalığının uyanya ve geldiği gövde parçasına uyan bir yanıt geliştirmek
farkında olanlar da var. Nicholas Humphrey'in algılama üzere ben de bedenime uzanıyorum.
esnasında anlığın da etkin olduğuna vurgu yapan sözleri çok Dahası, benim farkında olduğum işte bu efferent
yerinde : aktivitedir. Deneyimlediğim duyum (bana ne olduğu duyu­
''Örneğin, elimde ağn hissettiğimde, ya da dilimde tuz mu) benim ona olan yanıtımı okumamdır. Böylece dene­
tadı duyduğumda, ya da gözümde kumızı bir duyum olduğun­ yimin niteliği, nasıl hissettirdiği, bana yapılan bir şey
da, bana ağn verilmiyor, tuz tadıyla uyanlmıyorum ya da hakkında bilgi vermez, benim yaptığım bir şey hakkında
(bana) kırmızı uygulanmıyor. Ben orada oturup gövdemden bilgi verir"[Humphrey, 2003)

1 05
irtıago I güz I 2005

bir eşiği aştığında bambaşka, bu sefer ra taraflarını bulan farklı bir yol belirme
koloniye özgü olduğu söylenebilecek bir kavramının yönlendiriciliğinde kendisini örgüt­
davranışa neden olmaktaydılar. lemeye başladı [Sawyer, 2002). Belirmenin (emer­
Yukarıda, Steven Johnson'un kitabının gir­ gen c e, z uh ur) yen i özeİliklerin yaratılması an­
işinden özetlenen "keşif', etraflıca bahsedeceğimiz lamına geldiğini söyleyerek [Emmeche ve ark.
bir kavramın, burada belirme ( emergence, zuhur, 1 997] bunun ne demek olduğunu açmaya
ortaya çıkma) olarak Türkçeleştirilen bir kavramın çalışalım. Şöyle başlayabiliriz: kimi fenomenler
bilimsel pratikte kullanımına bir örnekti [ Johnson indirgenerek tanımlanamazlar çünkü indirgene­
2002) . Kavram yeni değil, aksine hayli eskidir bilecekleri temellerden fazlasına oluşumsa} olarak
ve çağdaş materyalizmin durumuna göz atmak sahip olmuşlardır.
için verdiğimiz kısa moladan önce tartışmakta Bunun ne anlama geldiğini hemen bir örnek
olduğumuz atomistlerle holistler arasındaki tartış­ üzerinde görelim. En sık verilen örnek "su"dur. Su,
maya eklenmektedir. Daha doğrusu onun bir iki hidrojen ve lfır oksijen atomunu bir araya ge­
çözümü olma iddiasındadır. tirilmesinden oluşur. Su akışkandır, ateşi de
Önce tartışmayı hatırlayalım. Psikoloj inin söndürür. Ne oksijen atomu ne de hidroj en atom­
doğumu esnasında biçimlenen iki farklı kavrayış ları bir araya gelmeleri durumunda ortaya çıkara­
t<:ipinden bahsetmiş, yeni bilimin ele alma iddi­ cakları molekülün özelliklerine sahip değildir.
�sında olduğu olgulara birbirini dışlayan açıkla­ Hidrojen ateşi söndürmez, oksij en zaten yanmaya
malar getirme uğraşındaki iki kampı yani atom­ neden olur, üstelik ne biri ne de diğeri akışkandır
istleri ve holistleri tanımıştık. İlk kamp doğrudan [Searle, 1 998]. Uygun miktarda bir araya getirilen
bugün felsefenin ve eşlik ettiği bilinç bilimlerinin uygun türden "şey''.ler kendilerinde olmayan "baş­
egem�n :ıkıl yürütme tarzı olan ve çağdaş mater­ ka şey"lerin ortaya çıkmasına neden olurlar. Aynı
y alizm dediğimiz bir eğilimi oluşturmuştu. tanım, yani örneğin su molekülünün özelliklerinin
Oiğeriyse istikrarlı bir pozisyonu koruyamamış, molekülü oluşturan atomların özelliklerine in­
canlılığın cansız maddelerin biraraya gelmesiyle dirgenemeyeceğine ilişkin tanım, progresif, ileriye
�çıklanamayacak bir "olgu" olduğuna karar doğru da yapılabilir: Bazı tikellikler bir araya ge­
verdikten sonra bu canlılığın ayrı bir töze bağlı ol­ tirildiklerinde önceden ortaya çıkacağı kestirile­
ınası gerektiğini öne süren vitalizme yönelmişti . meyen özellikler ortaya çıkarırlar. Yeni özelliklerin
Vitalistler her gün biraz daha ödün vermek, her ortaya ç ıkabilmelerinin belirme kavramıyla
gün canlı maddenin daha az bir kısmının ayrı bir karşılanabilmeleri, kendilerine öncel düzeylerin
töze, yani "vital tin"e başvurarak açıklanabile­ basit çözümlemesinden elde edilememeleriyle
ceğini kabul etmek zorunda kalsalar da varlık­ koşullanmıştır. Kestirilemezlik faktörünün varol­
ıarını sürdürmüşlerdi. Bu iki kamp arasında bir or­ madığı durumlarda, yani bileşenlerin ayrı ayrı
ta yol bulmak ilk bakışta olanaklı gözükmüyor. çözümlemelerinin biraraya getirildiklerinde or­
Yarı atomist-yarı holist bir konumu kurgulamak taya çıkaracakları niteliği tahmin etmeye elverdiği
düşüncemizi zorluyor. Her iki kampın yani ato­ durumlarda belirmeden değil, başka bir şeyden,
ınistlerin ve holistlerin yorumlama biçimlerini; "çıktılar"dan (resultants) söz edilir. Örneğin siyah
l:?U yekdiğeriyle birarada bulunamaz görünen bir boyayla beyaz bir boya biraraya getirilirse
ı;avrama kalıplarının ayırdedici yönlerini koru­ siyah bir boyanın ortaya çıkması bir belirme değil,
y arak aşacak üçüncü bir yol olanaklı mıdır? bir çıktıdır, çünkü burada ortaya çıkacak sonuç
Oüşüncemizin birini kabul etmenin diğerini red­ öncüllerde zaten saklı durmaktadır. Bu şekilde
detmeyi zorunlu kıldığı iki şık arasına sıkışmış gö­ tanımlandığında, kavramın, yani belirmenin her
(ii ndüğü durumlarda gerçekleştirdiği bu tuhaf sistem için geçerlilik iddiası taşıdığının bir kez da­
öteleme yetisinden, yani iki karşıt, birbirini dışlar ha altını çizmek gerekir: kimya, biyoloji, anato­
ı;utbun ötesine nasıl geçilebileceğinden ileride mi, inceleme konusu hangi sistem olursa olsun sis­
5öz edeceğiz. Şimdilik, ele aldığımız soruya da­ temin oluşturucu vektörleri bir araya geldiklerinde
ııa atomistlerle holistlerin kamplaşması sürerken kendilerinde olandan fazlasını ortaya çıkarabilir­
t?ir yanıt verildiğini söylemek yeterli. Britanya' da ler, kısaca yaratırlar.
t 920 'lerde, Geştalt okulu içinde 1 920 ve l 930' lar­ Ç ağdaş materyalizmde bizim burada kul­
Ja, Amerikan pragmatizmi içinde l 890' lardan landığımız belirme kavramıyla hemen hemen an­
ı 930'Jara, biliş bilimlerinde de l 970' lerden son- lamdaş bir diğer kavramın; "üzerine binme" (su-

1 06
Materya l izm , Marksizm ve B i l i n ç B i l i m leri - 1

pervenience) kavramının kullanımı da yaygındır. varsaymak için geçerli neden bulmak daha zordur.
Bu kavramı Chalmers şöyle tarif ediyor: Novikoff farklı bilimlerin özgül alanlan arasındaki
"Eğer iki olası durum A özellikleri geçiş noktalarını mesoform olarak adlandırıyor
bakımından özdeş, B özellikleri bakımın­ [Novikoff, 1 945]; örneğin fiziğin hangi noktada
dan farklı iseler, B özelliklerinin A özel­ kimyaya "döndüğü'', özgül bir mezoform nok­
liklerinin "üzerine bindiği " söylenir" tasıyla karşılanır. Novikoff'un izinden giderek
[Chalmers, 1 996] fizik, kimya, biyoloji, psikoloj i ve sosyoloj iyi
Bu durumda A özelliklerinin sabitlendiği varsa­ temel düzeyler olarak kabul edip, ardından bu
yıldığında B özellikleri de sabitlenmiş olacak­ düzeyler arası geçiş noktalarını belirlemeye çalışan
lardır. B özelliklerinin özerklikleri yoktur. Yani çok sayıda girişim olmuştur. Belirmenin farklı
varlıklarını A özelliklerine ve düzeyine borç­ düzeyler arasındaki kavşak ya da "mezoform"
ludurlar. Sulu, akışkan bir ortamdaki oksijen ve noktalarında kullanılması şüphesiz ki işlevseldir.
hidrojen molekülleri tüketilirse akışkanlık da or­ Ama işlev görebileceği yelpaze salt bununla sınır­
tadan kalkar. 6 lı kalmak zorunda değildir. En temel kabul edile­
Belirmeyle, üzerine binmeyi aynı kavrama cek düzeylerin bile kendi içlerinde farklı düzeylere
denk gelen sözcükler olarak kabul edecek ancak ayrıştırılabileceğini unutmamak gerekir. Hücre
belirmeyi yeğleyeceğiz. Bu haliyle kavramın in­ biyoloj isiyle sistemler biyoloj isi farklı düzeyleri
dirgeyici atomistlerle, canlı sistemlerin daima tanımlarlar; çekirdek fiziğiyle fiziko-kimyanın
cansız maddeden fazla bir şey olduğunu savunan ayrı düzeyleri tanımlaması gibi. Birinin kavram­
ama bu farklılığı oluşturanın ne olduğunu açık­ laştırma düzeyiyle diğerininki çakışmaz; hücre
layamayıp nihayetinde altındaki maddeden değişik biyoloj isinin sağlayacağı bilgi, sistem biyoloji­
yapıda bir töz olduğunu teslim etme noktasına sine doğrudan doğruya aktarılamaz.
gelen vitalistler arasındaki çatışmayı nasıl aştığı Şu halde belirme, daha en baştan farklı düzey­
açıktır. Sistem yeni özelliklerini kendi dinamizmi lerin varlığını kabul eden bir ontoloj iyi varsayar.
içinde kendisi ortaya çıkarmaktadır. Üstelik be­ Daha yüksek düzeyler ve bu düzeylerin içerdiği
lirmenin vaadettiği uygulama alanı biyoloj i (can­ kimi nitelikler daha alt düzeylerden belirir, doğar,
lı olgulann cansız olguların bir araya gelmesiyle neşet eder. Gerçeklik katmanlı olarak yapılan­
nasıl oluşabildiği) ve psikoloj iyle (bilincin bilinç­ mıştır. Burada bir ontolojiden sözedildiğinin al­
siz maddeden nasıl oluşabildiği) sınırlı değildir. tını çizmek lazım. Yani belirme bir olgu olarak var­
Fiziko-kimyasal düzeylerde ya da toplumsal lığını insanın bilinçli sınıflayıcı etkinliğine borçlu
düzeylerde de belirmeden sözedilebilir. epistemoloj ik bir kavram olarak değil, gerçek­
Hangi özellikler için belirme kavramını kul­ liğin kendisine içerilmiş bir olgu olarak görülme­
lanmak, daha doğrusu bir belirmenin, meydana lidir. 1 Gerçekliğin katmanlı olarak yapılaşmış
gelmenin sözkonusu olduğunu söylemek uygun olduğu düşüncesinin önemli bazı sonuçlan vardır.
olacaktır? Her yeni özellik için belirme kavramını Bir kere biraz önce temel özelliklerine değin­
kullanmak, yani yeni bir özelliğin kendi öncel­ diğimiz çağdaş materyalizmin açıklamaktansa in­
lerinden belirdiğini söylemek yerinde olur mu? dirgemeyi ya da elemeyi seçtiği anlıksal durum­
Kavramın operasyonel kullanımı açısından bu lara ve bilince bir açıklama getirir. Bilinç, ken­
soruya olumlu yanıt vermek yerinde olur. Farklı disini oluşturan daha alt düzeylerden belirmiş, o
özellikler için farklı oluşturucu mekanizmalar düzeylerin karmaşık örgütlenmesinin sonucunda

6 Chalmers "doğal olarak üzerine binme" ile "mantıksal gelme, tanımlan gereği beliren niteliklerin kendilerini oluş­
olarak üzerine binme" arasında bir aynın yapıyor ve su turan düzeylerden basit bir hesaplama yardımıyla ileriye
molekülünün oluşumuyla birlikte kazandığı akışkanlık yönelik olarak çıkarsanamayacağını varsayar. Bilincin
niteliğini mantıksal üzerine binmenin bir örneği olarak gelecek bir tarihte, bir belirme olgusundan çıktı olgusuna
değerlendirirken bilinç için benzeri bir çözümleme yapıla­ "terfi" etmemesi için zorlayıcı bir neden yoktur.
mayacağını, çünkü burada sözkonusu olanın doğal bir 7 Geştalt kuramına aşina okuyucular belirmenin bu şekilde
üzerine binme olduğunu söylüyor. Chalmers ' ın aynmının kavramsallaştınlmasının bir Geştaltın varlığının gerçekliğe
savunulamaz olduğunu, dahası zihinsel olgulara lüzumsuz mi yoksa onu kurgulayan anlığa mı atfedileceği tartış­
bir "müphemiyet" kattığını düşünüyorum. Belirme ya da masıyla benzerliğinin farkındadırlar.
burada aynı anlamda kullanıldığını kabul ettiğimiz üzerine

1 07
im'a go / güz / 2005

meydana gelmiş bir biçimlenme olarak görülebilir. çünkü bir monizm olan materyalizm, monizmin
Hiçbir beliren düzey kendisini oluşturan düzeylere tanımı gereği tek bir töz tanır. Bilinci/anlığı mad­
indirgenemeyeceğinden, çünkü daima o düzeyler­ denin yapısından tözsel olarak farklı olmayan
den farklı nitelikler içereceğinden, "tek bilim" ama yine de ona indirgenemeyecek bir nitelik
hayallerine de kapı kapatılmış olur. Eğer tüm olarak görmek en akla yatkın çözümdür.
gerçeklik yalınkat, yani tek katmandan ibaret ol­ Bu tartışmayı olanca açıklığıyla devam ettirmek
saydı; Pythagorasçı bir mistisizm asla tam an­ şundan önemli: Gerçekliğin maddeyle yani tek bir
lamıyla reddedilemezdi . Yeni hiçbir özelliğin tözle açıklanabileceğini savunan, yani ontoloj ik
yaratılmadığı bir gerçeklik tablosu ilkece salt olarak materyalist kampta yer alan yaklaşımlar, eğer
matematikle açıklanabilir bir örüntüye sahip ola­ anlığı maddenin bir niteliği olarak görürlerse kendi­
bilirdi. 8 lerine çağdaş felsefe ve materyalizm içinde "nitelik
Artık rüşdünü ispat etmiş bir kavram olarak düalizmi" adı yakıştırılmakta [Robinson, 1 998]; da­
görülmesi gereken belirmenin üzerinde bunca hası anlığı maddenin bir niteliği olarak tanımlayan­
durmamızın marksist materyalizm açısından özel lar bile sıklıkla bu adın kullanılmasında sakınca
bir sebebi var. Belirme marksist materyalizme görmemektedir.9 Nitelik düalizmi ile anlatılmak is­
dışarıdan, bilimin ta içinden uzatılmış bir el olarak tenen, hem tözsel düzeyde monist bir görüşü, yani
görülebilir. Marksist materyalizm, adı üstünde, burada materyalizmi savunup hem de bu tözün ken­
ontoloj isinde materyalizmi yani bir tür monizmi disine indirgenemeyecek bir nitelik içerdiğini öne
temel alacaktır. B elirmenin dinamik içeriği süren yaklaşımların, düalizm adıyla anılmayı hake­
dünyanın sürekli zenginleşmeye aday "doğasına" den bir ikilik yarattıklarıdır. Nitelik düalizmini
gönderme yapar ve bu da marksist materyaliz­ eleştirenler, bu yaklaşımın kartezyen düalizmin tüm
min bilginin sürekli büyümeye, genleşmeye yöne­ problemlerini daha alt bir düzeyde devralmaktan
lik doğasına ilişkin kavrayışıyla uyum halindedir. başka bir şey yapmadığını söylemektedirler. Onlara
Eğer 1 9 .yüzyı lın tartışmasının taraflarından göre nitelik düalistleri adına anlık denilen ve mad­
birinin, yani atomistlerin ya da holistlerin yak­ deye indirgenemeyeceğini söyledikleri bu niteliğin
laşımlarında ısrarcı olunmazsa, sadece canlılık maddeyle ilişkisini açıklamak durumundadırlar.
gibi aslen biyoloj ik bir nitelik değil, anlık-beden "Nitelik madde üzerinde etkide bulunabilir mi, bu­
ilişkisi gibi felsefecileri hayli uğraştıran bir sorun lunabilirse bunu nasıl yapabilir" gibisinden kartezyen
bile çok farklı biçimde ortaya konabilir. Düşünceyi düalizmin paradigması içindeki problemlerle uğraş­
ve anlığı tek bir tözün, maddenin kendini ma zorunluluğu aynen devam edeceğinden, nitelik
örgütleme sürecindeki bir belirmesi olarak açık­ düalizmi yoluyla Descartes 'ın ikili sistemini aşmak
ladığımız takdirde sorunu çözmeye doğru büyük mümkün olmayacaktır.
bir adım atmış oluruz. Özellikle marksistler Burada büyük bir karışıklık var. Bir şeyin mad­
Lenin'in "bilincin yüksek düzeyde örgütlenmiş denin niteliği olması ve ona indirgenememesi
maddenin yükleminden" başka bir şey olmadığı" tözsel olarak farklı olduğu anlamına gelmez.
şeklindeki tanımına aşinadırlar. Anlık maddenin Maddeyle onun niteliğinin etkileşimi artık madde
bir yüklemidir ("niteliğidir" diye de çevirebili­ içi bir etkileşimdir ve bu etkileşimin, ortada iki
riz). Anlık maddeden belirmiştir. Bu iki cümlenin farklı tözün etkileşimi varmış gibi düalizm olarak
özdeşlik ilişkisi içinde olduğu kabul edilebilir. adlandırılması korkunç bir yanılgıdır. Bu yanılgı­
Yani bir şeyin yüklemi, niteliği olmak demek; o nın kökeninde belli bir madde ve belli bir nitelik
şeyin belli bir örgütlenme biçiminin uç vermesi, kavramı yatmaktadır. Marksist materyalizmin ne
sürgünü olmak demektir. Eğer anlık maddenin tözsel düzeyde, ne de nitelik düzeyinde hiçbir
bir niteliğiyse tözsel olarak maddeye bağlı de­ düalizm tanımadığını göstermek zorundayız ve
mektir. Maddenin gelişimi sürecinde kendisinden göstereceğiz. Ama önce felsefenin bir diğer alanı­
apayrı ve kendisine ind'irgenemeyecek bir töz or­ na, epistemolojiye hızlı bir bakış atmamız gereki­
taya çıkardığını temellendirmek olanaklı değildir, yor10. Çünkü marksist materyalizmin ontoloj isi

8 Darreıı Aronofsky'nin 1 998 tarihli "ğ" (pi) isimli filmi bir örnektir, benzer bir konumu paylaşan Searle ise rahatsız
gerçekliğin tek katmanlı olduğu yanılgısı üzerine kurulmuş olanlara.
bu tür bir kurguya örnektir. 1 0 Ontoloji - epistemoloji (varlıkbilim- bilgibilim) ayrımının
9 Örneğin Chalmers bu yakıştırmadan rahatsız olmayanlara kendisi bile varlığını Kartezyen ikiliğe borçludur.

1 08
Materyal iz m , Marksizm ve Bm n ç B i l i m leri - 1

yani varlıkların ne olduklarına verdiği yanıt bu var­ gerçekliğin insan algısı tarafından tahrifatıdır. İn­
lıkların nasıl tanındıklarından bağımsız olarak sanlar gerçekliğin ne olduğuna karar verebilecek
formüle edilemez. uygun hakemler olamazlar, çünkü kendi özellik ve
kapasiteleriyle sınırlıdırlar. Yalnızca insanların
4. Marksist Materyal izmi n duyu organlarına sahip olanlar, yani insanlar için
Epistemolojisine G i riş bir taburedir ortadaki. O zaman şu soruyu sormak
Önce bir sınırlama: Biz burada materyalizm­ meşru hale gelir: Eğer insanlar yoksa "dünya" ya
le ilgili olduğumuzdan yalnızca kendisini on­ da daha iyisi gerçeklik nasıl bir yerdir? Dolaylı
toloj ik olarak materyalist sayan yaklaşımların gerçekçiliğe göre, l:u soruya verilecek yanıt, in­
epistemoloj ik konumlarıyla ilgileniyoruz. Yani san anlığından bağımsız olarak varolan gerçekliğin
ontolojik açıdan materyalizm içi bir tartışma yürüt­ ne olduğuna ilişkin daha sağlam bir başlangıç
mekteyiz. Gerçekliğin açıklanmasında, madde­ noktasıdır. Algılayanı, duyumsayanı olmayan bir
den başka bir töze ihtiyaç duymayan yaklaşımlar gerçekliğin içerebileceği renk yelpazesinin çok
anlıkla nesnel gerçekliğin ilişkisini nasıl kuram­ daha sınırlı olacağı tasarlanabilir mesela. İnsan­
laştırabilirler, buna bakacağız. Bundan sonraki ların olmadığı bir dünyada insanların algıladığı
satırların bu gözle okunmasında yarar var. şekliyle kokulara, renklere ya da seslere yer ol­
Epistemolojide anlığımızın dışında, o anlıktan mamalıdır. Bu bir gerçeklik "müsveddesi" ola­
bağımsız bir gerçeklik olduğu iddiasına realizm caktır. Peki neye yer olmalıdır bu gerçeklik
denir. Felsefe tarihinde öznel idealizm olarak bi­ müsveddesinde? Bu soruya verilecek yanıtlar
linen ve meşhur papaz Berkeley' in adı ile özdeş­ dolaylı gerçekçiliği savunan felsefe okullarının
leşen, düsturu, "alemde benden gayrısı yalan" sayısı kadar çok ve çeşitlidir. Ancak biz yalnızca
şeklinde özetlenebilecek bir okul dışında gerçek­ materyalizmle ilgili olduğumuzdan, ontolojik açı­
liğin, yani nesnel gerçekliğin kabulü konusunda dan materyalizmi kabul eden bir yaklaşımın, eğer
fazla anlaşmazlık yoktur (belki septik düşünce de epistemoloj ik olarak dolaylı gerçekçiliği savu­
bu başlık altında değerlendirilmelidir) . Ancak nacaksa ne gibi bir gerçeklik tasarımına sahip
buncasına yaygın olarak kabul edilen gerçekliğin olabileceğini kestirmeye çalışalım.
nasıl kavrandığı konusunda realistler, yani öznel Madem ki gerçeklik doğrudan algılananın
idealizm dışındaki hemen tüm felsefe okulları, ötesinde bir şeydir ve madem ki tek bir tözün
ikiye ayrılmaktalar. Gerçekliğin doğrudan bi­ dünyayı açıklamak için yeterli olacağı düşünül­
linebileceğini savunanlar ve ancak dolaylı yolla bu mektedir o halde hakiki, maddesel gerçeklik doğ­
bilgiye ulaşılabileceğini iddia edenler. Doğrudan rudan algılananın ötesindeki gerçeklik olmalıdır.
( direct) realistler, gerçekliğin algıladıkları gibi Doğrudan algılanabi len, her neyse, gerçekliğin
olduğunu, örneğin bir manzara görüyorlarsa, insana bağımlı parçasıdır yalnızca. İnsana bu­
gördükleri manzaranın gerçekten de gördükleri laşmış bu "sözde-gerçekliğin" ötesine geçilmeli ve
gibi olduğunu, eğer bir tabure görüyorlarsa o tabu­ maddi gerçekliğe ulaşılmalıdır. Dikkat edilirse
renin gerçekten de gördükleri gibi, gördükleri burada yazının ikinci bölümünde kısaca değin­
yerde bulunduğuna inanırlar. Algılar, eğer pa­ diğimiz çağdaş materyalizmin ana ekseniyle, yani
toloj ik durumlar bir yana bırakılırsa, algılayanları indirgeyici alttürüyle karşı karşıyayız. Orada in­
yanıltmazlar. Yürünüp, görülmüş olan tabure üze­ sanın anlıksal içerikleri alttaki fiziksel gerçek­
rine oturulabilir. Doğrudan realizmin bakış açısı­ liğin üzerini örtüyordu, burada insanın algısı dış
na göre, eğer algı gerçekliği yansıtmıyor olsaydı dünyanın kendi gerçekliğinde nasıl olduğunun
insanın kendisini her seferinde tabureye "isabet et­ üzerini örtüyor. Ontoloj ideki indirgeyici tutum
tirmesi" buncasına kolay olamazdı. Dolaylı (in­ epistemoloj ide dolaylı gerçekçilikle mükemmelen
direct) realizm bu "basit" kavrayışla hemfikir örtüşüyor. İnsanın algısı sağduyuyla zedelenmiş
değildir. Dolaylı realizme göre, anlıktan bağımsız olarak kabul edilerek daha asal düzeyler, çoğun­
olarak varolan gerçeklik, şu doğrudan algılanan lukla da gelip fiziğe yaslanan düzeylerden kuru­
gerçeklik değildir. Gerçeklik; ya örneğin bir tabu­ lu bir gerçeklik tablosu oluşturuluyor. Demek ki
reyi oluşturan atomlar olabilir, ya da o atomlar bu kavrayışın anlıktan bağımsız gerçeklik tasa­
arasındaki bir etkileşim örüntüsüdür belki, ama rımında sadece fizik ve onun nesneleri varolmayı
önünde sonunda tabureden başka bir şeydir. Ortada hakediyor. Bu anlayışın kökleri Locke'da ve onun
gerçek bir tabure olduğunu söylemek gerçek öncüllerinden biri olduğu klasik empirisist ge-

1 09
imago I güz I 2005

!enekte bulunmaktadır. Dolaylı gerçekçiliğin epis­ biçime sokulmuş, ileri bir "sindirime" elverişli
temo loj ik konumunu belirginleştirmek; tarihe duruma getiri lmiş olmaktaydılar. Şeylerin bi­
tekrar kısa bir ziyaret yapmamızı gerektiriyor. linebildikleri hallerine Kant fenomen adını ver­
Locke 'u rahatlıkla dolaylı gerçekçilerin bir mişti; ötedeki bütün o bilinemezliklerinde uyuk­
prototipi kabul edebiliriz. Klasik empirisizmin bu lar durumdaki şeyler de numenleri oluşturmak­
kurucu figürü, gerçekliğin kendinde taşıdığı nite­ taydı. Dikkat edilirse Kant Descartes ' ın ontolojik
likleri , insanların gerçekliğe yüklediği nitelikler­ düzlemde ortaya koyduğu bir soruya, yani, tin ve
den özenle ayırmıştı. Varlıkları insanların duyum­ maddenin birbirlerini nasıl etkileyebildikleri
samalarına bağlı olan ve insanların olmadığı bir sorusuna epistemolojik bir yanıt getirmişti . İdea­
gerçek tablosundan çıkarılması gerektiğini öne lizm ve materyalizmin kendi felsefesinde uzlaş­
sürdüğü nitelikleri Locke ikincil nitelikler olarak tığını söylerken kastettiği materyalizmin tanıdığı
adlandırıyordu. İnsanların çevrelerine baktık­ anlamda bir madde dünyasının idealizmin tanıdığı
larında gördükleri bütün renk yelpazesi, insan ku­ anlamda .bir anlık dünyasıyla temasa gelmeden bil­
lağının algılama sınırlan içinde yer alan sesler, ginin ortaya çıkamayacağıydı. Kant' ın sisteminde
bütün bunlar gerçekliğin kendisinde olmayan, in­ bu iki ayn dünya, Descartes'ı takip eden uzunca
sanın gerçekliğe "sıvadığı" niteliklerdi. Bir de bir dönemde olduğu gibi ayrı ve etkileşimsiz
varolup olmamaları kendileriyle temasa gelen in­ kalmamış, anlığın hakkı anlığa, maddenin hakkı
sanlardan bağımsız birtakım nitelikler vardı. maddeye verilmiş oluyordu . .
Locke'un birincil nitelikler olarak adlandırdığı Kant' ın sistemi uyuşturmaya çalıştığı her iki
bu sınıfta yer kaplama, geçirimsiz olma gibi, in­ felsefi okul tarafından daha 1 9. yüzyılda "kapsa­
sanlar varolmasalar bile gerçekliğin taşımaya de­ narak" aşıldıysa da hala savunucularının olması il­
vam edeceği "hakiki" nitelikler yer alıyordu. ginçtir ve günümüz kapitalizminin kavrayış ufku­
Örneğin tüm insan türünün varlığını sona erdiren nun bir göstergesi olarak manidardır. İdealist
bir salgın hastalığın ardından dünyanın nasıl bir cephede Hegel, Kant' ın sözünü ettiği anlıksal
yer olacağını düşünmeye çalışırsak eğer, bir çayın kategorilerin ontoloj ik statüsünü sorgulayarak,
gözümüzde yeşil renge sahip olarak canlandır­ çok zengin bir felsefi sistem geliştirmiş; mat�rya­
mamız doğru olmaz, çünkü çayıra yeşil niteliği­ listler ve en başta Engels sistemi neredeyse bir
ni veren aslında o çayırı duyumsayan insan yüzyıl sonra hala sahiplenmekte ısrar edenlerle
olduğundan, insanın eksiltildiği bir gerçeklik düpedüz alay etmişti :
resminden gerçekliğe onun tarafından sıvanan ". . . Bundan başka bizim bilinemez­
nitelikler de eksiltilmelidir. Ancak aynı çayıra cimiz, bütün bilgimizin, duyularımızın
düşecek bir göktaşının orada cesameti oranında bir sağladığı bileşime dayandığını kabul eder.
çukur oluşturabileceğini, yani dünyanın birincil Ama şunu ekler: Duyularımızın bize,
niteliklerine sahip kalmaya devam edeceğini kendileriyle algıladığımız nesnelerin
pekala düşleyebiliriz doğru tasarımlarını verdiğini nereden
Locke'un anlığa bağımlı niteliklerle anlıktan biliyoruz? Ve bize, nesneleri ve onların
bağımsız nitelikler arasında yaptığı aynını Kant niteliklerini sözkonusu ederken, gerçek­
daha ileri ve yetkin bir sisteme taşıdı. Bilindiği te kendileri üzerine kesin hiçbir şey bile­
üzere Kant her türlü bilginin bir inşa olduğunu öne meyeceği bu nesneleri ve nitelikleri değil,
sürüyordu. İnsanların şeyleri kendilerindeki hal­ yalnızca onların kendi duyularında yarat­
leriyle bilmesi söz konusu olamazdı. Şeyler kendi­ tığı izlenimleri kastettiğini bildirir. Bu
leriyle temasa gelen anlığın "ızgara"sından ya da durumda, düşünmenin bu türlüsünü yal­
filtresinden süzülebildikleri kadarıyla farkına nız kanıtlamayla altetmek kuşkusuz güç
varılırlık kazanıyor ve bilgiye kaynaklık ede­ görünüyor. . .
"

biliyorlardı. Anlık "baktığı" yeri kendisinde hazır " . . . Bununla birlikte, bizim biline­
bulunan uzam gibi, zaman gibi, nedensellik gibi mezcimiz, bu biçimsel ihtiraz kayıt­
kategorilerle "işliyor" ya da bu kategorilerin ız­ larını ileri sürdükten hemen sonra, aslın­
garasından geçiriyor, ham veriler ancak ondan da olduğu gibi, yola gelmez bir
sonra anlam ifade eder hale gelebiliyorlardı. Ham · materyalist gibi konuşur ve davranır.
verilerin ham veri olarak kendileri bilinebilirliğin Bizim bildiğimiz kadarıyla, maddenin.
dışındaydı. Bilinebildikleri anda zaten işlenmiş, bir ve hareketin ya da şimdi dendiği gibi,

1 10
Materyal izm , Marksizm ve B i l i n ç B i l i m leri - 1

enerjinin, ne yaratılabilir, ne de yok edeceğiz. Bunu ağır ağır görmeye çalışalım. Şöyle
edilebilir olduğunu, ama elimizde, her­ yapalım: Dolaylı gerçekçi bir yaklaşım anlıkla
hangi bir zamanda yaratılmamış olduk­ onun dışı arasındaki ilişkiyi nasıl kurabilir, bunu
ları konusunda tanı t bulunmadığını tasarlayalım. Bütün bu süre boyunca ontoloj ik
söyleyebilir. Ama kabul ettiği bu olarak materyalizm içinde kalmaya devam edi­
gerçeği herhangi özel bir halde kendi­ yoruz, yani dolaylı gerçekçi tutumun maddeci bir
sine karşı kullanmayı denerseniz, sizi ontoloj iyle beraber bulunduğu durumları inceli­
hemen tersleyecektir. Ruhsalcılığın ola­ yoruz.
bilirliğini iıı abst:racto kabul etse de, Hatırlanacağı üzere dolaylı gerçekçi tutumda
onun, iıı concreto ele alınmasını iste­ tabure aslında daha "gerçek" bir gerçekliğin yal­
mez. Bize şöyle diyecektir: Bildiğimiz nızca temsilcisi ya da yerine göre perdeleyicisiy­
ve bilebildiğimiz kadarıyla, evrenin bir di. Taburenin "esas" gerçekliği nasıl algılandığında
Yaradanı ve düzenleyicisi yoktur; değil, bu algının ötesinde aranma\ıydı. Bu nasıl
madde ve enerji, bizim bakı.mımızdan yapılabilir? Örneğin tabureye bir mikroskop
ne yaratılabilir ve ne de yok edilebilir; dayanabilir ve onun aslında ne tür bir nesne olduğu
bizce, us (akıl, mind) enerjinin özel bir konusunda bilgi edinilebilir. Dolaylı gerçekçiliğe
biçimi, beynin bir işlevidir, bütün göre, bu yolla elde edilen bilgi, doğrudan algının
bildiğimiz maddesel alemin değişmez sağlayabileceğinin tersine gerçekliğin doğasına
yasalarla yönetildiğidir, vb. . Böylece uygun, pekin bilgi olacaktır (sürekli "gürültüye
bilinemezci, bir bilim adamı olduğu get�rilen" konu, tabureni� tabure olarak algılanan
ölçüde, herhangi bir şey bildi.Ai ölçüde, halinin ne olacağının söylenmemesidir).
bir materyalisttir; biliminin dışında, Ancak dikkat edilirse bu başlangıç aşamasın­
hiçbir şey bilmediği alanlarda, bilgisiz­ da bile, dolaylı gerçekçi tutum taburenin daha
liğini Yunancaya çevirtmekte ve ona hakiki gerçekliğe giden yolda bir çıkış noktası
agııosticism (bilinemezcilik) demekte­ olduğunu teslim etmektedir. Başka başka nesne­
dir" [Engels, 1 880]. lerin arasında, uzam ve zamanda tabure farke­
Maalesef Kantçı bilinemezcilik tükenip gide­ dilebiliyor ve bir mikroskop ona yerleştirilebi­
memiştir. Bir konuyla ilgilenenlerin, kendi konu­ liyor. Şimdi mikroskobu bir yana bırakalım ve
ları dışındaki her şeye kayıtsızlıklarının felse­ soralım: Bu taburenin önsel bilgisi, başka bir de­
feleştirilmesi olan bu görüş günümüz kapitaliz­ yişle algısı nasıl mümkün olmuştur? İnsan anlığı
minin ideolojik girdilerinden birini oluşturmaya nasıl olup da dışındaki bir nesnenin, o nesneyle
devam etmekte psikofıziksel koşutluk kuramının uyumlu bilgisine sahip olmuştur? Nesne hakkın­
ötesine geçecek kadarcık olsun mürekkep yalamış daki bilginin nesneyle uyumlu olduğunda kuşku
pek çok biliminsanının felsefi cephaneliğinde sak­ yoktur çünkü nesnenin bilgisinin doğru olduğu
lı durmakta. kabul edilerek nesne karşısında bir tutum alın­
Tarihe bu kısa ziyaretimizin dolaylı gerçekçi­ makta; pratik, yani nesneyle mikroskop arasındaki
lik açısından bir sonucu var. Kant' ın ne yaptığının etkileşim sorun çıkarmamaktadır. Dolaylı ger­
farkında olmak lazım. Kant anlığın gerçekliğe çekçi, incelemeye başlamadan tabure hakkında
dolaysız ulaşımının önünü kapatmıştı. Eğer anlıkta bir şey söyleyemeyeceğini öne sürmektedir, ama
gerçekliği biçimlendiren bir takım doğuştan gelme pekala hakkında hiçbir şey bilmediği bir tabu­
kategoriler, biz daha çağdaş bir deyim kullanalım, reyle ilişkiye geçebilmekte, onu uzamda seçip in­
mekanizmalar varsa, burada çok açık olmak lazım, celemesine konu edinebilmektedir. Bu nasıl
gerçekliğe dolaysız ulaşım mümkün olamaz. mümkün olabilir?
Hiçbir şekilde mümkün olmaz. Eğer durum böy­ Bir kurgu şöyledir: Anlık; kendi dışındaki
leyse, yani gerçekliğin kendisiyle onun hakkındaki gerçekliğin, sıradışı durumlar bir yana koyulursa,
bilgimiz arasında kapanması mümkün olmayan bir eksiksiz ve o gerçeklikle uyumlu bir bilgisini
uçurum varsa çözülmesi gereken bir dizi de sorun verebilir, çünkü bilincimiz buna imkan verecek
var demektir. Locke ve Kant' a ilişkin yaptığımız şekilde yapılanmıştır. Peki nasıl? Bir açıklama
kısa hatırlatmalar gerekliydi çünkü dolaylı ger­ anlığın gerçekliğin biçimsel bir izdüşümünü kur­
çekçiliğin aslında bu Kantçı şemanın kabulü ve · maya elverişli olduğu şeklinde olabilir. Örneğin
ardından ondan sıyrilma çabası olduğunu iddia anlık-bilinç, gerçek bir köpeğin doğru ve gerçek-

111
imago I güz / 2005

liğine tamıtamına uygun bir bilgisine sahip ola­ munda gerçekliğin bir parçası sayılmayan bir şey­
bilir; çünkü o gerçekliği kendi kalıplarına mükem­ lerin payı vardır. Demek ki materyalizmin anlık
melen izdüşürebilir. Bu görüşü savunanlar gerçek ve nesnel gerçeklik arasındaki ilişkiyi kuramsal­
bir köpekle anlıktaki ona değin izdüşüm arasın­ laştıran kimi varyantları, burada dolaylı gerçekçi­
da bir fark olduğunu kabul ederler elbette. Bir lik, kendilerini farkında olmadan da olsa Kant'çı
köpeği düşündüğümüzü söylediğimizde kastımız bir kavrayışın içinde tanımlamışlardır. Geçişti­
anlığımızın içinde gerçek bir köpek olduğundan rilemeyecek, yanıt verilmesi için kendini dayatan
farklı bir şeydir. İzdüşümle kastedilen köpeğin soru şudur: Anlıkta nesnel gerçekliğin edinimine
tüm niteliklerini kapsamaz . Köpeğe ilişkin bir aracılık eden bir filtre varsa eğer, bu filtrenin ve
şeyler içerebilir bu anlıktaki izdüşüm, ama her onun ürünlerinin ontoloj ik statüsü nedir? Kantçı
şeyi değil. Anlıktaki bu gerçeklikten nitelikçe şema kabul edilir edilmez kendini dayatan ve ilk
farklı malzemeye felsefi j argonda idea adı verilir. soruyla yakın ilişki halindeki ikinci soru da şu ola­
Şimdi bir köpek ideasının gerçek köpekle ilişkisini caktır: Eğer dış dünya hakkındaki bilgimiz bir
düşünelim. Madem ki idealar kendisine dair olduk­ prizmadan kırılıyorsa, dış dünyanın bilgisine sahip
ları gerçekliğe ancak denk düşebilirler, köpek olunduğunun kanıtı nedir? Çünkü, dünyanın bir
ideasının da gerçek köpeğe ancak denk düştüğü, prizmadan görüldüğünün söylenebilmesi için bir
yani onun ancak bazı özelliklerini içerdiğini söyle­ noktada prizmanın çekilebilmesi ve dünyanın
mek gerekecektir. Köpek ideasının, köpeğin, olduğu haliyle algılanabileceğinin varsayılması
mesela, ağırlığını içermiyor olması çok mümkün­ gerekir. Ama prizma sürekli devredeyse, o zaman
dür. Peki neyi içeriyor olabilir? Köpeğin görün­ dış dünya varsayımından vazgeçmek daha ekono­
tüsü, kokusu, sesi anlıkta köpeğe ilişkin bir tasarı­ mik olur. Böylelikle dünya prizmadan ibaret hale
mın oluşmasına katkıda bulunmak bakımından gelir.
herhalde daha uygun adaylardır. O zaman anlığın Anlıkla nesnel gerçekliğin ilişkisini bu şekilde
gerçeklikle ilişkiye geçme biçiminin, gerçekliğin kavrayışın, yani dolaylı gerçekçiliğin kavrayışının,
bazı özel, seçilmiş unsurlarını temsil etmek yoluy­ aynı Kant gibi, Kartezyen düalizmin içinde kaldığı
la olduğu söylenecektir. Düşünce, kendisiyle kabul edilmek zorundadır. Kelimeler değişmiş
temasta olunan gerçekliğin bütününü değil, ancak olabilir, ama söylenen farklı değildir. "Tin" anlıkla
bir kısmını temsil edebilmektedir. Bu da bilinenin, yer değiştirmiş, madde aynen Descartes ' daki
hakkında bilindiği şeyden farklı olduğu anlamına haliyle korunmuştur. Anlık, aynen Metot Üzerine
gelir. Söylev' de tin için belirtildiği gibi ancak kendini
Okuyucu bu ayrımın Locke 'un yukarıda bilebilmekte, "özü düşünmek" olan ayrı bir töz
gördüğümüz birincil ve ikincil nitelikler arasında olarak "şeyleri çoğaltmaktadır". Kartezyen düa­
yaptığı ayrıma birebir denk düştüğünü görmüş lizm varsa kartezyen problem de var demektir.
olmalıdır. Anlıktaki temsiller ikincil niteliklere Çağdaş materyalizm felsefecileri dört yüzyıldır
denk düşen temsiller olduğundan bu görüşü savu­ uğraştıran iki farklı tözün nasıl olup da birbir­
nanlara göre gerçeklik bilinmezliğinde kalmaya lerini etkileyebildiği sorununu yüklenmiştir. Bunu
devam etmelidir. Yani insan zihni doğaya, doğanın ontoloj ide (Descartes' la) kapıdan kovduğu düa­
kendisinde olmayan bir takım nitelikler yakıştır­ lizmi epistemoloj ide (Kant' la) bacadan alarak
maktadır. O zaman da insan anlığının bu esraren­ başarmıştır. Kartezyen sorun bir kez çözülmek
giz nitelikleri nereden edindiği sorusu yanıtını üzere kabul edildiğinde, yani ortada bir sorun
bekler. Anlıkla onun dışındaki gerçekliğin algıyı olduğu varsayıldığında, bu sorunun sadece idea­
sorunsuz kılacak şekilde uyumlu çalıştıklarının list çözümler sunmaya aday olduğunu felsefenin
varsayıldığı bu kuramın Locke gibi Kant'la akra­ tarihi yeterince kanıtlamıştır. Descartes' ın tinin
balığının da gözden kaçırılmasına olanak yoktur. değil ama maddenin varlığını nasıl kabul ettiğini
İnsanın dış dünyanın bilgisine sahip olabilmesi, o hatırlamakta yarar var. Tin doğrudan kendi ken­
bilginin (izdüşürücü) bir filtreden süzülmesi ya da di kendisini tanıyabiliyor, kendisine erişebili­
bir prizmadan kırılması yoluyla oluyorsa; o zaman yorken; madde, varolma hakkını ancak tinin bir
filtrenin ya da prizmanın da bilginin oluşumuna yapıntısı olan Tanrı 'nın insanları "aldatmıyor ol­
katkıda bulunduğu, yani bilginin meydana ması gerektiği" şeklindeki normatifbir gerekliliğe
gelişinde pay sahibi olduğu iddiasına yanıt veri­ borçlu oluyordu !
lebilir mi? Bu Kant' a dönmektir: Bilginin oluşu- Yukarıda hızlı bir özetini verdiğimiz felsefe

1 12
Materya l izm , Marksizm ve B ! l i nç B i l i m leri - 1

tarihinin bu sefer materyalizm içindeki bir rep­ da olan olarak konumlandırılıyorsa, maddenin
likasyonunu, yeniden üretimini görüyoruz. O ideye üstünlüğünü icra edebilmesi için bu dışın­
halde sonraki adımlar da tahmin edilebilir oluyor. dalık kendisini kaçınılmaz olarak dayatıyorsa,
Kant tin-madde etkileşimi sorununu, maddenin ti­ düşüncenin maddenin bir niteliği olarak dışında­
ni etkilemesini sağlayan araçları tine yerleştirerek ki maddeye nüfuz edebileceğini söylemek, arada­
düalizm lehine, ama sarsak bir dengede çözmüştü. ki tüm ayrım çizgilerini berhava etmeden savu­
Çağdaş materyalizm bu soruna eğildiği zaman nulabilir mi? Daha doğrusu artık dışarısı ve içe­
nasıl çözeceği henüz bilinmiyor. Anlığın dış risinden sözetmeyi meşrulaştıran aradaki sınır da
dünyayla temasa geçebilmek için dış dünyanın yıkılmış olacağından düşüncenin gerçeklikle
bir takım tasarımlarına sahip olması, bu tasarım­ dolaysız bir ilişki içinde olduğu söylenebilir mi?
ları da dış dünyadan izdüşürmesi gerektiğini savu­ Düşünce gerçekliğe böylesine dolayımlanmadan
nan düşünce bir sonraki aşamada maddenin tini ulaşacaksa bu ilişkinin artık iki farklı tözün bir­
nasıl etkilediğinin bu daha yeni terimlerle ortaya birleriyle dışsal ilişkisi sözkonusuymuş gibi uy­
koyuluşunu Kantçı fenomen-numen ayrımına iler­ gunluk ya da denk düşme kavramlarıyla karşıla­
letebilir. Kelimeler tekrar değiştirilir ve numen mak uygunsuz olmaz mı? Artık özdeşlikten bah­
dış dünya, fenomen de o dış dünyanın tasarımları setmek durumunda değil miyiz? Düşünceyle var­
olur. Gerçekliği tanımanın o gerçekliğin anlıkta­ lığın denk düştüğünü değil de düpedüz, Hegelyen
ki izdüşümlerine bağlı olduğu bir kez savunuldu anlamda özdeş olduğunu söylemek ve aynı za­
mu, malum epistemoloj ik paradoks gereği, kendi­ manda materyalist olarak kalmak mümkün mü?
lerine dolaysızca erişilen anlık ve izdüşümlerinin Bu sorulara olumlu yanıt veren en az bir kişi
aslında "daha gerçek" olduğunun iddia edilmesine olmuştur. Müteveffa Sovyet felsefecisi Evald
bir adım kalmış olur. Bu adımı geçmişte Hegel at­ İlyenkov düşüncenin varlıkla özdeşliğini mater­
mıştı ve sorunu çözmüştü. Nesnel gerçekliğe yalist kalarak temellendirebilmiştir. Bir kere bunun
ulaşımı sağlayan yapıları gerçekliğin kendisine mümkün olduğu kabul edildiğinde nasıl olup da
taşımış, basit bir operasyonla tinin gerçekliği mümkün olduğu artık felsefenin değil bilimin
bilmesiyle tinin kendisini bilmesini özdeşleştir­ konusu olacaktır. İmago'nun ileriki sayılarında,
mişti. Çağdaş materyalizm filtre sorununu ya halihazırdaki bilinç bilimlerinin bizi nereye ge­
Hegelci biçimde maddenin anlık-tin tarafından tirdiğini yorumlarken çatmaya çalıştığımız bu
bilinebilmesine olanak tanıyan tasarım oluşturu­ çerçevenin kılavuzluğuna başvurmamız ele alınan
cu yapıları (tasarım oluşumu bir yansıma olarak konuları sistemleştirmede gerekli olacak. Şimdi
görülüyorsa örneğin, yansımaya olanak tanıyan İlyenkov 'un yardımıyla maddeci bir epistemolo­
"ayna" şeklinde bir yapıyı) gerçeklikte varsay­ j inin köşetaşlarını yerleştirelim.
makla çözecektir; kuşkusuz bu durum bilişsel Bilen ve bilinen arasındaki ızgaranın nasıl or­
araçların maddi ve nesnel gerçekliğin bir parçası tadan kaldırılabileceğini görmeden önce empiri­
olduklarını tanımak anlamında marksist materya­ sizmin metodoloj isi hakkında bir-iki söz söylemek
lizme en yakın, nesnel gerçekliğin anlığın ulaşımı­ yerinde olacak. İlyenkov 'a göre empirisist tahay­
na ayrıcalıklı bir momentle tanımlanması bakımın­ yül işe soyutlamayla başlar. Biliminsanı için ol­
dan en uzak yerde olacaktır; ya da başaşağı çev­ sun, felsefeci için olsun empirisiszmin i şgör­
rilmiş bir Hegelcilikle. Bu son durumda yapıl­ mesinde kullanılacak kavramlar, temasta olunan
ması gereken Hegel'in tine atfettiği nitelikleri asıl gerçekliğin kimi özelliklerinin soyutlanmasıyla
kaynaklandıkları yere, maddeye teslim etmektir. elde edilmektedir. Gerçek şeylerin sahip olduğu
Ve bu tüm yapılması gerekendir. Böylece düşün­ benzer nitelikler anlıkta soyutlanır ve birtakım
cenin gerçekliğe "açılması" kabul edilmiş olur. tümelliklere ulaşılır. Gerçek, hiçbiri diğeriyle
Bu olanaklı mı? Almaşık bir yol olarak savu­ özdeş olmayan şeylerin, diyelim, "at"ların pay­
nulabilir mi? Marksist materyalizm algılayanla laştıkları ortak niteliklerin soyutlanİnasıyla "at"
algılanan, bilinenle bilen arasındaki sınırları tümeli elde edilir. Bu at tümeli bir yandan hiçbir
kaldırabilir mi? Materyalistler kendilerini idea­ gerçek ata karşılık gelmezken, diğer yandan kendi­
listlerden maddenin düşünceye kıyasla önceliği lerinden soyutlandığı tüm atların ortak-benzer
olduğunu söyleyerek ayırdediyorlarsa, yani niteliklerini temsil edebilmek gibi özelliğe sahip­
maddeyi düşünceyle karşıtlaştırarak tanımlıyor­ tir. Soyutlamayla işlemi, formel mantık j argonuyla
larsa, madde tam da düşüncenin ötesinde, dışın- söylendiğinde, benzerliklerin özdeşleştirilmesidir.

1 13
irnago I güz J 2005

Böylelikle elde edilen tümel, kendisini oluşturan kavranmış, bir bütünlük ya da sıradüzen içindeki
gerçek atların sahip olduğu bazı niteliklerden yok­ yeri tarif edilmiş olmayı anlatmaktadır ve bilginin
sundur belki, mesel a rengi belirsiz olabilir; ancak ancak ileriki aşamalarında ulaşacağı bir kavrayış
"at bir memelidir" denildiğinde kastedilmek iste­ düzeyidir. Bu düzeye ulaşamamış, henüz emek­
neni anlatabilecek ölçüde de tüm atların ortak leme eşiğindeki bilgi ancak "soyut" olmayı hak­
niteliklerini gösterir. Klasik İngiliz empirisizminin eder. Soyut ve somut kavramlarının empirisizme
bilgiye ulaşma formülü bütün bu us yürütme tamamıyla karşıt doğrultudaki bu yeniden-tanım­
sürecinin içinde yuvalanmıştır: Somuttan soyuta. . . lanmasının önemli sonuçlan vardır: Empirisist
İşte İlyenkov i ş e bütün bir felsefe tarihini ve gelenek için "bu masa" dünyanın en somut
bu arada empirisi sizmi, Marks ' ın Ekonomi şeyiyken, İlyenkov'un kavradığı şekliyle mark­
Politiğin Eleştirisine Katkı' da, bilginin soyuttan sizm için dünyanın en soyut şeyidir. "Bu masa"
somuta bir yükseliş olarak anlaşılması gerektiği henüz hiçbir belirlenimi ortaya konmamış, hiçbir
yolundaki düşüncesinin karşısına koyacaktır. Bu ilişkisi belirginleştirilmemiş, hiçbir potansiyeli
ne anlama gelir? İlyenkov'a göre, klasik empiri­ ayırt edilmemiş bir kendiliktir. "Masa" kavramı ya
sizmin tam aksi doğrultudaki, somuttan soyuta da tümeli kuşkusuz bu elle tutulur masadan daha
yönelen bilgi edinme süreci yalnızca hatalı ol­ somut, daha derin bir bilgiyi işaret eder. O halde
makla kalmaz, gerçekten bu yolla, yani soyut nite­ bilgi bu elle tutulur masadan değil, masa kav­
liklerin somut nesnelerden soyutlanmasıyla bilgi ramından başlar. Peki ama bu, bir şeyin kav­
edinebilmek düpedüz olanaksızdır da [İlyenkov, ramının o şeyin kendisinden önce bulunduğu an­
1 977, Ch. 1 1 ] . lamına gelmez mi? Bu sorunun yanıtı empirisist
Empirisist kurguda düşünür ya da biliminsanı kurgunun diğer yanında, yani gerçeklik tasarımın­
elinde hiçbir şey olmadan yola koyulmakta, deyim da yatmaktadır.
yerindeyse perde "tabula rasa" ile açılmaktadır. Bu Locke 'dan bahsederken, empirisizmin ne tür
durumda empirisistin kendisiyle özdeşleştirip bir gerçeklik tasarımına işaret ettiğini görmüştük.
tanıyabileceği herhangi bir şey bulunamaz. Tıpkı Bu gerçeklik insandan temizlenmiş bir gerçek­
dolaylı gerçekçiliği tartışırken değindiğimiz in­ liktir. Gerçeklik, insan ve onun gerçekliğe yapış­
celenmek üzere seçilen taburenin incelenmesine tırdığı ikincil niteliklerden, yani dünyanın insan­
nasıl başlanabileceğinin bizzat kendisinin bir sorun lara ve onların duyumsama kapasitelerine borçlu
oluşturması gibi. Neyin hangi niteliklerini soyut­ olduğu niteliklerden arınmış bir gerçekliktir. Yalın
layacağım nasıl bilecektir empirisist? Bu imkan­ bir formül :
sızlık bir yana bırakılsa, yani empirisistin temas­ "Hakiki" gerçeklik = algılanan gerçeklik­
ta olduğu dünyanın niteliklerini ayrıştırıp soyut­ (ikincil nitelikler = insan)
layabildiği bir an için varsayılsa bile, gerçek bil­ Nesnel gerçekliğin empirisist kavranışı, tam da
giye giden yol İlyenkov'a göre kapalı kalmaya de­ empiris izmin soyutluk/somutluk kavrayışının
vam edecektir. Her soyutlama şeylerin o ana dek uzantısında biçimlenir ve en az bu ikilinin kav­
bilinen niteliklerinin bir soyutlaması olacağından ranışı kadar sorunludur. Madem ki empirisizm
empirisistin elindeki tümel hayli kullanışsız bir bilginin somuttan soyuta ilerleyen bir hat üzerinde
kavram olarak kalmaya mahkumdur (Popperien büyüyüp geliştiğini kurguluyor; sahip olmayı uma­
problem) . Kavramın içeriğinin bilindiği gibi bileceği en derin bilgi "şu verili" dünyayı ortadan
kalmaya devam edip etmeyeceğinin bir güvence­ kaldıracak noktaya dek soyutlanmış bilgi olmak
si yoktur. durumundadır. Bu soyutlama süreci, ad infini­
İlyenkov empirisist kurguyu karşısına ala­ tum, geride "soyut- geometrik parçacıkların uçu­
bilmek için iki türlü bilmek, bir şeyin, örneğin bir cu bir aradalığını bırakma " noktasına kadar iler­
kelimenin, anlamını bilmek ve o şeyi ilişkileriyle lemek zorundadır. Çağdaş materyalizmin ardına
bilmek arasında bii ayrım yapar. Bu ikinci tür düştüğü proj e işte budur.
bilmek aslında "o şey olmanın nasıl bir şey Ancak empirisisizmin bu gerçeklik kurgusu
olduğunu" bilmek demektir. "Bir şey olmak" de­ da kendi iç çelişkilerini barındırır. Basit: Gerçek­
mek daima ilişkileriyle bir şey olmak anlamına liği insanı dışarı alarak tarif etmeye çalışmak,
geldiğinden, "derinlemesine" bilgi, nesnesinin aslında gerçekliği insana referansla tarif etmeye
ilişkilerini betimleyebilen bir bilgi olmalıdır. çalışmaktır. Kendisini gerçeklik resminden dışla­
"Somut" olmak işte bu anlamda, ilişkileriyle maya çalışan sahte tevazunun altında, gerçekliği

1 14
Materyal iz m , Marksizm ve B i l i n ç B i l i m leri - 1

kendisine göre hizaya sokan bir irade yatar. Bu idealliği içinde bilinip tanınabilir. Bireysel bilincin
noktada İlyenkov, deyim yerindeyse, hasmının dışında ama nesnel gerçekliğin içindeki unsurlar
"elini görür" ve "insanmerkezcilik yasağı" (ban on olarak idealler tek tek bireylerin karşısına olanca nes­
anthropocentricity) olarak andığı, nesnel gerçek­ nellikleriyle, bu anlamda gerçeklikleriyle çıkarlar.
likten insansal değerleri temizlenmeden nesnel­ Bunun nasıl olduğuna yakından bakalım. İnsan­
likten bahsedilemeyeceğini vazeden yasağın tam merkezciliği kaldırıp gerçekliğe baktığımızda ne
da gerçekliğin nesnel bir betimlemesine ulaşıl­ göreceğiz? Bir deniz kıyısında kumlardan meydana
mak isteniyorsa kaldırılması gerektiğini savunur. getirilmiş, insan yapıntısı bir kule olduğunu varsa­
B ir kez bu yasak kaldırıldı mıydı artık tüm insani yalım. Hiç deniz, deniz kıyısı, ve kum görmemiş
"yapıntılar", bilgi edinme sürecinin aracıları olarak birinin bu yapıyla karşılaştığını hayal edelim. Kumdan
kavramlar dahil, gerçekliğin bir parçası haline kulemiz bu insana ilk bakışta muhtemelen en az kule
gelirler. Kavramlar çoğun bilgi edinme yani soyut­ halinde bir araya getirilmemiş kum zemini kadar nes­
tan somuta yükselme süreci başlamadan hazır bu­ nel gerçekliğin bir parçası olarak gözükecektir.
lunurlar. Hiçbir empirisist felsefeci ya da bilim­ Kuşkusuz daha sonra bir takım akıl yürütmeler bu
insanı bütün kavramlarını kendi deneyimleri yapının kendiliğinden oluşamayacağı sonucuna
içerisinde oluşturamaz. Her araştırmacının araştır­ ulaştırabilir. Ancak bu vurgulanmak isteneni de­
masına ön gelen bir malzemeyle yola koyulduğunu ğiştirmez. İnsan yapıntısı şeyler belki önce tek tek,
akıl ve iz'an sahibi herkes görüp teslim eder. Her sonra giderek tüm insanları içine alacak şekilde nes­
bilgi edinme hamlesi bazı kavramları önsel olarak nel gerçekliğin bir parçası olarak karşımıza çıkmak­
şart koşarken ortada böyle bir zorunluluk yok­ tadır. Ancak bu gerçeklik, kumdan kule, dönüştü­
muş gibi "rol yapmak", oyuncunun neyi can­ rülmüş, bu anlamda içine "insan emeği" katışmış bir
landırdığının farkında olmadığı uç durumlar bir gerçekliktir. Kumdan kule İlyenkov'un "ideallik"
yana, yalnızca seyirciyi yanıltma amacı taşıya­ (ideality) dediği bir insansılık kazanmıştır. Şu halde
bilir. Kavramlar, bilinenlerden soyutlanarak değil, İlyenkov dünyaya sıvanmış bu idealliğin insanın han­
aksine bilinenlere ön-gelecek şekilde kuşaklar gi edimine bağlı olduğunu da söylemektedir. İdeal­
boyunca kültürün içerisinde naklediledururlar. İn­ lik gerçekliğe insan emeğinin katışmasıdır. "İdeallik
sanmerkezcilik yasağının kaldırılması sağduyunun şeylerin doğa tarafından tanımlandık/an şekilde değil
bir gereği olmaktan ibarettir. İki dakika düşünmek ama emek ve onun dönüştürücü, biçim yaratıcı
düşüncelerin ve kavramların epifenomenal sal­ toplumsal varlıklarca, hedefe yönelik, nesnel etkin­
gılar falan değil, gerçekliğe etki eden gerçek şeyler lik/erince tanımlanmış karakteristikleridir. " Kumdan
olduğunu fark etmek için yeterlidir. kalenin nesnel gerçekliği, içine katışmış bu insan
Düşüncelerin gerçekliğinin tanınmasının de­ emeği sayesinde, ama bir yandan da onu gizlemek pa­
vrimci sonuçları vardır. Artık bu düşüncelerin kime hasına varolur.
ait oldukları tartışma dışına çıkar. Tek tek bireylerin Bir itiraz nesnel gerçekliğin her bileşeninin,
katkıları ayrıştırılabilse bile "kültür" tarihsel ve sınıf­ kumdan kule kadar basit biçimde insanın emeği ve
sal boyutlarıyla bireysel düşünceleri önceleyen bir dönüştürücü gücüyle açıklanabilir olmadığı şek­
aktör olarak ön plana çıkar. İnsanın dokunduğu, linde olabilir. Kumdan zemin ve deniz mesela, in­
gördüğü, algıladığı her şey insaniliğin izini üzerinde san emeğine ihtiyaç duymaksızın varoluyor gözük­
taşır. Böylelikle sadece empirisizm değil, Descar­ mektedirler. Gerçekliğe ilişkin insanın ve onun
tes ' dan bu yana süregelen tüm kartezyen paradigma emeğinin izine bulanmamış daha pek çok unsur
ağır bir darbe almış olur. Darbe "metodoloj ik solip­ sayılabilir. O zaman insanı pekala dışarıda tuta­
sizme", yani düşünceleri felsefecinin beynindeki cağımız bir gerçeklik ve doğa betimlemesi yapmak
şeyler olarak gören bütün kavramlaştırma biçimleri­ hala mümkündür. İlyenkov bu noktada gerilemez ve
nedir. insanın bildiği, bilebileceği her nesnel gerçekliğin in­
İlyenkov artık gerçeklikleri tanınmış bu düşünsel sanın damgasını taşıyacağını savunur.
nitelikleri "ideal" olarak adlandırmaktadır. Hiç kim­ "Doğa bize, ancak insan yaşamının bir
senin düşüncesi olmayan, ama bir bütün olarak tari­ nesnesine, maddesine, ya da üretim araçları­
hin ve kültürün ürünü olan bu idealler insanların na dönüştürülmüş olduğu zaman "verilidir".
bütün yapıp etmelerinin üzerinde etkilidirler. İn­ Yıldızlı gökler bile, varlıklan insan emeğiyle
sanın temas ettiği her şey idealliğin yani "insan­ doğrudan değiştirilmiyor olsalar da, ancak ve
sılığın" damgasını yemiş durumdadır ve ancak bu ancak saate, takvime, pergele yani uzay ve

1 15
im'a go I güz / 2005

zaman içinde yolumuzu bulmaya yarayan menin imkanı yoktur [Mitchell 1 978]. Bir tek şeyi
araç ve enstrümanlara dönüştürüldükleri za­ belirtmek yeterli: Engels ' in "Maymundan İnsana
man insanın dikkatini çekebilir ve gözlemine Geçişte Emeğin Rolü " başlıklı inceleme sinin
konu olurlar. " [Akt. Bakhurst, 201). sadece adı bile biraz önce tartıştığımız soruna
Nasıl anlamalı? Çağdaş gerçekliğin bilimsel İnsanın etkinliği
çözüm getirecek berraklıktadır.
kavranışı insanı o denli kendi yöntem ve yor­ on un varlığını önceler. Kim ki insanın önce
damlarının dışında tutmaktadır ki; insanla ve onun düşündüğünü, sonra da düşündüklerini emeğiyle
dönüştüıücü etkinliğiyle damgalanmış bir doğa fikri hayata geçirdiğini varsaymaktadır, ciddi bir man­
inandırıcı olmaktan yoksun durmaktadır. Sorunun tık kusuru içindedir. 1 1
çözümü insanın dönüştürücü etkinliğinin değerini "İnsan merkezcilik yasağını" kaldırarak nesnel
teslim etmekten geçer. İnsan etkinliğine duyarsız, gerçekliği tanımlamak birçoklarına, belki bazı mark­
onu pasif bir alıcı olarak görmekte ısrar eden tüm sistlere de yadırgatıcı ya da "sapkın" gözükebilir. Bu
çağdaş materyalizmin karşısında, bütün bürokratik konudaki en önemli eleştiri marksizm içinde de
baskı ve terör ortamının içinde Sovyet felsefe ve savunucuları olan ve epistemolojik düalizmin tutar­
psikoloj isinin döne döne, bizim de birazdan lı bir materyalizm için zorunlu olduğunu öne süren­
değineceğimiz etkinlik (activity) kavramını açmaya, lerce yapılmıştır. Epistemolojik düalizm; bilinenle,
çözümlemeye çalışmasının hikmeti de buradadır. hakkında bilindiği gerçekliğin temelde ayrı olduğunu
Çağdaş materyalizm durmadan insan ve onun savunan tutumun adıdır. Yani dolaylı gerçekçiliğin bir
kavrayışına ön-gelen bir nesnel gerçeklik tanımla­ türüdür. Monizmi epistemoloj ide de savunanlara
ması yaparken marksistlerin bu kavrayışa asla pas­ yönelttiği eleştiri kabaca şu doğrultuyu izler: Aradaki
mane değil ama mesafeli kalmalarının nedeni de varsayımsal bir filtrenin yoksayılması, evet, o ana dek
budur. Lenin ' in materyalizmi tanımlayan sözleri "dış" olarak bildiğimiz gerçekliğin artık dolaysız
eşine az rastlanır isabettedir: ulaşımımıza açık olduğu anlamına gelebilir. Ancak bu,
"Mahçılann, materyalistlerden, mad­ aynı zamanda düşüncelerimizin, yani İlyenkov'un
denin doğanın, varlığın, fiziksel olanın ideal olarak adlandırdığı insansal niteliklerin de nes­
birincil, ruhun, bilincin, duyumun, ruhsal nel gerçekliğe boşalması demektir. O zaman anlığın
olanın ise ikincil olduğu şeklindeki bir nesnel gerçekliğe dolaysız ulaşımı adına "insan­
önermenin bir yin elenmesine indirgene­ merkezcilik yasağını ortadan kaldırmak insan mer­
meyecek olan bir madde tanımı vermeleri kezciliğin dizginsiz kalmasına yol açacaktır. Ortaya
konusundaki istekleriyle ilgili sözlerinin çıkacak olan Spinozist bir evren tasarımıdır. Bu
saçmalıktan başka bir şey olmadığını an­ tasarımda ne özne ne nesne; ne bilen ne de bilinen,
lamak için sorunu açık biçimde koymak­ ne madde ne de ide ayrımı kalıcı olarak belirlenebilir.
yeterlidir. " [Lenin, 1 908] Her şeyin her şeye dönüşebildiği bir evren tasanmının
Çağdaş materyalizm "bilinçli insan etkinliği­ tutamak noktası kalmaz. Oysa materyalistler, idealist­
ni" umursamamak bakımından Marx ' ın karşısın­ lerle aralarına koydukları sınır yüzünden materyalist­
daki F euerbach ' ı n pozisyonunda bile değildir. tirler. Maddenin ideal olana kıyasla hem kronoloj ik
Vogt, Büchner, Moleschott, bütün komik materya­ hem de belirleyicilik bakımından önceliği materyaliz­
listler yirminci yüzyıl çağdaş materyalizminde min ayırt edici çizgisidir. Anlıksal olanla olmayan
kendi ardıllarını bulmuşlardır. Her toplumun ve arasındaki sının ortadan kaldırmak materyalizmle
her bireyin yediklerine indirgenebileceğini, idealizm arasındaki sınırı ortadan kaldırmaktır. Çünkü
toplumların karakterlerinin beslenme tarzlarıyla özne-nesne özdeşliğini kabul etmek ve bunların bir­
belirlendiğini, evrimsel değişmelerin temel ne­ birlerine dönüşmelerine olanak tanımak ideal olanın
denlerinden birinin tüketilen gıdalar olduğunu madde üzerinde belirleyici olduğu momentleri kab­
vazeden Moleschott ' un bugünün çağdaş mater­ ul etmek anlamına gelir. Bu da materyalizmden vaz­
yalistlerinden daha dar ufuklu olduğunu söyle- geçmektir12.

11 İnsanın etkinliğinin onun düşünmesine ön-gelmesinin dürtüleri etkinliğin önüne alan her türlü kavrayış bütün
bütün bir marksist kuram ve sınıfsız toplum toplum insanların yeteneklerine göre çalışıp ihtiyaçlarına göre pay
kavrayışı üzerinde derin sonuçlan vardır. Sadece düşünce alabilecekleri bir toplumu temellendirmede çok bQytı1ı: zor­
değil, ihtiyaçlar ve dürtüler de insanın fiziksel etkinliğinin luklarla karşılaşacaktır.
bürünümleri olarak görülmek durumundadır. İhtiyaçları ve 1 2 "Teori ve Politika" dergisi yaklaşık olarak bu konumdadır.

1 16
Materyal izm , Marksizm ve B i l i n ç B i l i m leri - 1

Epistemolojik düalizmin; epistemolojide moniz­ düşünecek insanların maddesel varoluşları sistemin


mi savunmanın materyalizmi inkar etmek anlamına iç mantığı uyarınca tamamıyla meşrudur (malum,
geleceği şeklindeki itirazını kısaca özetlemiş olduk. böyle bir insan Hegel ' in kendisidir). Sistemin çıkış
Şüphesiz kuram, epistemoloj ik düalizm, yukarıda noktası idealisttir ama tamamıyla realisttir, düşüncenin
özetlenenden daha incelikli varyantlara da sahiptir. kendi dışında varolan gerçekliğin kabul edilmesinin
Bilen-bilinen ayrımını gözeten bir epistemolojiyi önünde bir engel yoktur. Gerçeklik olanca madde­
temellendirmek üzere bu iki alanın nesnelerini de selliğiyle gerçekliktir, sadece düşünce tarafından
farklılaştırma yoluna giden, gerçek nesne-bilgi nes­ varedilmiştir. Denebilir ki, eğer materyalizmi ve ide­
nesi ayrımını, buAlthusserien ayrımı da kendi yapısı­ alizmi birbirinden ayıran bir cam varsayılırsa,
na katan türleri vardır. Şimdi İlyenkov'un düğümü Hegel'in sistemi bu camın dibinde, materyalizmin
nasıl materyalizmden yana çözmeyi denediğine hemen yanı başındadır. Bunun içindir ki henüz orta­
bakalım. Bunun için Sovyet felsefe ve psikoloji okul­ da Marksizm yokken bile sistemin devrimci niteliği
larının uzun süre merkezinde yer almış olduğunu az göz korkutucu olmuş, Hegel'in savunucuları Prusya
önce belirttiğimiz bir kavrama, etkinlik (activity) monarşisinin o dönemki durumunu kendini çözerek
kavramına ihtiyaç var. Etkinlik salt insana özgü bir ilerleyen mutlak tinin gelişiminin nihai aşaması olarak
özellik olarak görülemez belki; ama İlyenkov'a kabul edip etmemekte ayrılarak sağ ve sol Hegelcilik­
göre insan diğer bütün hayvanlardan kollektif etkin­ leri oluşturmuşlardır. Yıne bunun için Lenin Hegel' in
liğinin tüketici değil üretici olmasıyla ayrılır. büyük ölçüde bir materyalist olarak okunabileceğini
Etkinliği, insanın ihtiyaçlarını giderme arzusunun bir yazmıştır. Marks' ın düşüncesi de aynı hat boyunca
· türevi olarak görmek olguyu basitleştirmek olur. ilerler. İnsanın kendini yaratması ancak çevresini
Etkinlik, insanı kendi dışındaki gerçekliğin edilgen yaratmasıyla mümkün olur. Ancak artık insanlar
bir alıcısı yapmaktan alıkoyan bir özelliktir. Fichte'nin "Ben"inin ya da Hegel'in Mutlak öz­
Etkinliğin kurucu niteliği Klasik Alınan İdealizmi­ nesinin kendini gerçekleştirmesinin aracıları olarak
nin temel bir izleğidir. İlk olarak Fichte öznenin görülmezler. Dahası etkinlikleri de bireysel değil
kendisini ancak kendisi olmayanla tanımlayabile­ kolektiftir.
ceğini söyleyerek bu yolu açmıştı. "Ben olmayan"ın Fichte, Hegel, Marks, bilincin ''verili" olmadığını
meydana getirilmesi "Ben"in yalnızca nesnelleştiril­ savunmakla bütün bir felsefe geleneğinin dışında yer
mesi, yani nesne kılınması değil, bunun ötesinde tam alırlar [Lektorskii, 2004] . Kartezyen sistemin içinde
da "Ben"in tanımlanamazlıktan tanımlanabilirliğe ya da dışında görülsünler, bu üçlünün karşısında du­
geçişi anlamına gelir. "Ben"i kuran, onun eylemidir. ran gelenek açısından Ego dolaysız olarak verili
Bu bir idealizm olduğu için de, eylem doğal olarak olandır ve kendi dışındaki gerçekliğe "girilebilmesi"
kuracağı (henüz kurulmamış) "Ben"in eylemidir! için bile o gerçekliği önceleyen varlığı tanınmak
Ficte'nin etkinlikçi yaklaşımı Hegel tarafından çok da­ zorundadır [Muller, 1 997] . Halbuki adlan anılan
ha yetkin bir sistemin yapıtaşı olarak sahiplenilmiştir. düşünürler için Ego, bir etkinliğin sonucudur. Ego
Hegel'in "Mutlak Özne"si de kendisini ancak dışsal­ varolmaz, kurulur. Egoyu kuran etkinlik Fichte ve
laştırabildiği, yani kendi dışında kuratildiği ölçüde var Hegel için spiritüel nitelikteyken Marks için nesne
edebilmektedir, ama önemli bir farklılıkla. Hegel'in yönelimli pratiktir.
sistemi Fichte'de olmayan bir siireçseJJikkavrayışıy­ Kavranabilir bir dış dünya, bir dış gerçeklik
la zenginleştirilmiştir. Mutlak Özne kendisini bir çır­ kollektif ve üretime yönelik insan etkinliğinin her
pıda, amiyane bir benzetmeyle "ışık hızında" değil, anında kendini açmakta, uyumakta olduğu karanlık­
zaman içinde dışsallaştırmaktadır. Madem ki dışsal­ lardan sıyrılmakta, hiçbir zaman per se (kendinde)
laşacak olan mutlak özne, yani düşüncedir; o halde değil, ama uyandırılmasını borçlu olduğu insani etkin­
öncelikle öznenin düşünebilmesine olanak taşıyacak likle damgalanmış haliyle gündemimize girer. İnsanı
nesnellikler dışsallaşmalıdır. Böylece hem insandan ve onun idealleştirilmiş gerçekliğini idealleştirilmiş
bağımsız olarak varolduğu haliyle doğanın, hem de maddeden ayıran sınır çizgisi sürekli silinip yeniden
o doğanın üzerinde emeğiyle kendine yol açan insanın çizilmektedir. Silindiği an yeniden çizilmesi, çizildiği
varolabilmesi münıkün olur. Madem ki Mutlak Öz­ an yeniden silinmesi başlar. Hiçbir transandantal
. nenin dışsallaşması düşünülmesi demektir, onu düşünce bizi biz olmaksızın maddenin ne olduğu

1 17
imago / güz / 2005

sorusunun yanıtına yaklaştıramaz. Sınırın ancak beri maddi gerçeklik bulunduğunu biliriz. Başkaca da pek
tarafı, "kendindeki" maddeden koparılıp alınmış tarafı bir şey bilmeyiz. 14
tanınabilirdir. Öte taraf düşünceyle, kurguyla değil, İlyenkov'un düşüncelerinden hareketle marksist
ancak insanın nesne yönelimli etkinliği sayesinde materyalizmin epistemolojisinin anlığın gerçeklikle
sının aşar ve bilişimizin alanına girer. Girdiği anda bi­ doğrudan, onun bir parçası olarak ilişkiye geçtiği
linebilirdir. Bilginin sınır tanımazlığı kökenini buradan özne-nesne özdeşliğinin gerçekleştiği bir doğrudan re­
alır. Bilinemeyecek bir şeyler olduğunu söyleyen her alizm olması gerektiğini göstermeye çalıştık15. Peki
dü�ünce, etkinliğin bilişe önceliğini ihmal etmekte­ buradan nereye geliyoruz? İnsanların bilinçlerinden
dir. Bizler tarafından bilinemeyeceğini düşündüğümüz bağımsız bir dış dünya kavramını, materyalizmin bu
herhangi bir olgu, daha bilinemeyeceği fo11nüle en temel ayırt edici sınırını silmek durumunda mıyız?
edilirken bilinebilirliğin alanına düşmüştür ve bilgisi Buna hiçbir zorlayıcı gerekçemiz olmadığını gördük.
mümkündür. 13 Evet, hakkında konuşamayacağımız bir Hem kronolojik hem de belirleyicilik anlamında hük­
gerçeklik, biz henüz onu tanımazken belirleyiciliği­ münü sürdüren bir "dış dünya" vardır ama o, kendi­
ni insanlaştırılmış dünyamız üzerinde icra eden bir mizi devre dışı bırakmakla hemencecik elde ede­
gerçeklik olmalıdır ama onun hakkında konuşmanın ceğimiz "şu dünya " değildir. Dünya, belki artık da­
yolu felsefi kurgular değil amaca yönelik kolektif ha isabetli bir terim kullanmanın yeri geldi, madde,
etkinliktir. Bu etkinlik yoksa biz sadece insani olan, daima bilebileceğimiz ve daima bildiğimizden faz­
ideal olan herşeyden önce orada olan, etkinlik dahil lasıdır16.
her şeyin son tahlilde onun bürünümleri olduğu bir Böylelikle İlyenkov ve onun düşünceyle varlığın

13 Bir kafa karışıklığına meydan vermek istemediğimi tekrarlıy­ sözetmiştim. Altıncıda dünyayı kendisinde anlamlı olarak
orum. Burada bilimle değil felsefeyle ilgiliyiz, bir çerçeve görüyoruz bu dünyaya kaybolmuş büyüsünü iade ettiğimiz
oluşturmaya çalışıyor, bu çerçevenin dağınık bazı bulguları düzey. Sonra yedinci, benim için en heyecan verici olanı
sistemleştirerek anlamakta yardımcı olacağını söylüyoruz. geliyor, (bu) dünyayı non-düalite kategorileriyle anladığımız
Düşünce ve varlığın özdeşliğini materyalist kalarak öne sür­ düzey. Ortodoks felsefe ve bilim felsefesi özne-nesne düalite­
menin mümkün olduğunu, bunun düşüncenin nesnel gerçek­ si (ikiliği) etrafında yapılanmıştır. Özdeş/idi değil, özdeşlik
liğin seyircisi değil kendisi olduğu anlamına geldiğini yokluğunu destekler, şimdi benim iddia edeceğim şey -
söyledik. Bunun nasıl mümkün olduğu asla felsefenin cevap kavran/ar için alan açmaya uğraşıyorum- özdeşlik yokluğu­
veremeyeceği, vermeye kalkarsa da ciddiye ciddiye alınma­ nun (non-identity) aslında özdeşlik ilişkilerine asalakça bağlı
ması gereken bir konudur. Bilinç bilimlerinin bize ne anlattık­ olduğu. Ve bu çalışmalarda bilimin ve gündelik yaşamın hay­
larıyla henüz ilgilenmemeyi tercih ettim. Ancak okuyucunun ati noktalarında özne-nesne ikiliğinin kırıldığını öne sürüyo-
bunların afaki konular olduğunu düşünmesini de istemiyo­ rum. "
rum. Doğrudan algı (direct perception) konusunda bir takım Bhaskar bunları söyledikten sonra özne-nesne ikiliğinin
veriler birikmeye başlamıştır. Bkz. [Ballantyne, 2005). kınldığı noktalara gündelik yaşamdan çok sayıda örnek veri­
1 4 Saffet Murat Tura bir yazısında, meslekten felsefeci bir yor. Kendisinin non-düalite olaarak adlandırdığı özne-nesne
arkadaşının kendisine içinde bir insanın bulunduğu bir manzara özdeşliğinin tann nın varlığı anlamına gelmediğini vurguluyor
resminden, o insan silindiği takdirde pek çok kişinin ortada boş ve devam ediyor:
bir manzara kalacağını düşündüğünü, oysa eğer insan siliniyor­ " Teme/ kavramlar, yani daha sonra değinebileceğimiz
sa (muhtemelen manzarayla temesa geçecek bir bilinç de silin­ kozmik kılıf ve ve zemin durumu kavramları tam anlamıyla
miş olacağından - E. A.) manzaranın da silinmesi gerektiğini sekü/er bir yoruma açıktırlar. Eğer non-düalitenin bu kavram­
söylediğini yazmıştı. Tura manzara silinse bile kağıdın bfr ları toplumsa/ yaşamda teme/ önemdeyse, bu geleneksel
köşesinde E=ınc2 yazısının kalması gerektiğini söylüyordu. eleştire/ gerçekçi bilim felsefesinin kuramlaştırmadığı bir
İnsandan arınmış bir gerçekliğin transandantal niteliğine dair düzey olduğu anlamına geliyor, benim de son çalışmalarımda
çok gUzel bir örnek. Yine de sınırın ötesinde ne olduğu üzerine işaret etmeye çalıştığım işte ikici düzeyin altındaki bu tekçi
kurgulardan çok sınınn bilinçli insan eylemiyle ötelenmesiyle (non-dual) düzey. 'TBhaskar&Callinicios, 2003]. İlginç!
yetinmenin daha ilerletici olacağı konusunda ısrarcı olacağım. 16 Aslında benzer bir tasvire, kuşkusuz belli ölçülerde,
[Tura, 2002] Althusser'de de rastlanabilir: Materyalizmin tezleri kendisi
1 5 Epistemolojik düalizm sıklıkla Roy Bhaskıır ve onun felsefi de insan pratiğinin özel bir anı olan bilimlerin "kendiliğin­
okulu olan eleştirel gerçekçilikle yan yana gelir. Bhaskar'ın den pratiğinden" bilinçli sonuçlar çıkanp onlan eklemle­
son kitaplarında taraftarlarını hüsrana uğratmak pahasına eski mekten başka bir şey yapmaz. Bu pratik derin bir birlikte
görüşlerini terkettiği, mistik bir doğrultuya girdiği söylenip bir araya gelmiş iki terimi karşıtlaştırmaya dayanır: idealar
duruyordu. Kitapları okumadığım için yorum yapamaya­ (� da bilinç) ve dış gerçeklik. Bu karşıtlaştırma [hern]dış
cağım, ancak Alex Callinicos ile birlikte katıldığı bir tartışma gerçekliğin idealar ya da bilinç üzerindeki önceliğini tanır,
toplantısında Bhaskar, entellektüel seyrinin mükemmel bir bu öncelik de kendini pratik içinde gerçeklik üzerine mod­
özetini veriyor ve şu çok şaşırtıcı sözlerle hangi konuma elleştirir; [hem de] bilim tarafından bu pratik içinde tanım­
geldiğini açıklıyor: lanmış bilimsel yasaların nesnelliğini."[Althusser, 1 953).
". . . Bu sene yayınladığım meta-realite üzerine üç kitapta Althusser' in pratik tanımının pek çok noktada
altıncı ya da yedinci ontoloji ya da gelişme düzeylerinden "etkinlik"ten uzak olmadığı gösterilebilir.

1 18
Materyal iz m , Marksizm ve Bm n ç B i l i m leri - 1

özdeşliğini kurmaya yönelik çabasına yönelik küçük süren ka vramlar hiçbir şekilde gerçek­
soruşturmamız hiçbir biçimde hem kronolojik olarak liğe denk düşemedik/erinden mi kurun­
hem de belirleme anlamında maddenin idelerden tudurlar? Evrim kuramını kabul ettiğimiz
önce geldiğine ilişkin materyalist teze gölge andan itibaren organik yaşam hakkında­
düşünnemekte. İlyenkov'un deyimiyle "ideal" var­ ki bütün kavramlanmız gerçekliğe ancak
lığını daima maddeye, yani idealleştirilmemiş mad­ yaklaşık olarak denk düşerler. Başka tür­
deye borçludur ve öyle de kalacaktır: lü değişim olmazdı: organik dünyada
"Tarihi ve bilişin araştırılmasında ka vramlar ve gerçeklik birbirine denjç
çıkış noktası olarak ideal olanı alan mm düştükleri anda gelişim sona ermiş de­
felsefi kavrayışları idealist olarak kabul mektir. Balık kavramı sudaki bir yaşamı
ediyoruz- ideal olan ka vramını nasıl ve solungaçlaşla nefes almayı anlatır: bu
çözümlüyor olurlarsa olsunlar: bilinç ka vramı yıkmadan balıktan amfibiye nasıl
olarak ya da irade olarak; düşünce olarak varacaksın ? Yıkılmıştır da. " [Akt.
ya da genel olarak anlık olarak; "ruh " Steigerwald, 2000]
olarak ("soul") ya da "tin " (spirit) olarak; Engels ' in söyledikleri yoruma gerek bırak­
duyum olarak ya da "yaratıcı ilice" olarak; mayacak ölçüde aydınlatıcı. Kavram ve nesnesi
hatta "toplumsal olarak örgütlenmiş arasında koyutlanan ayrımlar, ikisi arasında özdeş­
deneyim " olarak. "[Akt. Bakhurst, 212] lik ilişkisinin önünde engel olmadığı gibi, bu il­
Bu çerçeve epistemoloj �k düali.z min bilen işki sayesinde derinlikli bir açıklamaları da yapıla­
özne-bilinen nesne ikiliğini bütünüyle iptal eder. bilir. Bu yazının amacı bunu göstermeyi gerekli
Bu ikisi arasındaki ayrımın ancak bağlam bağım­ kılmıyor.
lı ve göreli bir anlamı olabilir. Engels ' in Conrad Artık malum operasyonu gerçekleştirebiliriz.
Schmidt'e mektubunda söyledikleri de bu çerçe­ Occham' ın usturası yalnızca ontoloj ik değil, epis­
veyi destekler niteliktedir: temoloj ik bakımdan da varlığına gerek kalmamış
"Değer yasasına yaptığın eleştiriler tinin üzerine inebilir. İdealizmin manevra yap­
gerçekliğin konumundan mm kavramlara mak üzere kaçabileceği yer kalmamıştır, çünkü
uygulanabilir. Varlığın ve düşüncenin içerdiği tüm zenginlik asıl ait olduğu yere, mad­
özdeşliği, Hegelyen jargonla söylüyo­ deye aktarılmış, maddenin etkin yanının kuram­
rum, senin daire ve poligon ömeklerinle laştırılması olarak idealizmin nitelikleri israf
her noktada örtüşür. Ya da bu ikisi, bir edilmemiştir. İlyenkov 'un önerdiği şekliyle yal­
şeyin kavramı ve gerçekliği, birbirine nızca ontoloj ide değil, epistemoloj ide de monizm
yaklaşan ama asla kavuşmayan iki asim­ benimsenirse Kartezyen düalizm kapsanarak
tot gibi yan yana gider. İkisi arasındaki aşılıiJ7.
fark kavramı doğrudan· ve hemencecik "Psike"nin nasıl tarif edildiğiyle başlayan, bu
gerçek olmaktan, gerçekliği de hemence­ tarif çabalarının günümüzdeki uzanımlarının izi­
cik kendi kavramı olmaktan alıkoyar. ni süren felsefe tarihinin kimi önemli noktaların­
Ancak, her ne kadar bir kavramın özü da konaklayarak devam eden yolculuğumuz bizi
ka vram olmaksa ve kendisinden soyut­ temellendirmeye çalıştığımız materyalizm kav­
landığı gerçeklikle prima facie doğrudan rayışına hayli yaklaştırdı. Artık yukarıda dışından
çakışmıyor olsa da, bu yine de kuruntu­ anlattığımız tarihi içinden, madde açısından ele al­
dan [fiction] başka bir şeydir, tabii abiliriz. Maddenin ne olduğuna vereceğimiz yanıt
düşüncenin bütün ürünlerinin kuruntular bir yandan çağdaş materyalizmle marksist mater­
olduğunu iddia etmezsen, çünkü öyle ya, yalizmin ayrımını belirginleştirirken bir yandan bu
gerçeklik bunlara denk düşesiye dek hayli akımların nihai eleştirisini �endiliğinden yapacak.
yol katedecek, hatta o zaman bile ancak Yazımızın ilk bölümü Occham'ın usturasıyla bir
asimtotik olarak denk düşecektir. . . başı doğranmış kartezyen dualizmin bir daha doğ­
"Ya da doğa bilimlerinde hüküm masına, "belirmesine" imkan vermeyecek bir

1 7 Kuşkusuz bu kartezyen sistemin sistemin önce kabul edilip


sonra aşıldığı anlamına gelmiyor.

119
imago / güz / 2005

madde tanımıyla sona erecek. Çemberi kapatı­ j en dağılması" (Einstein) gibi şeylerden söz
yoruz. edilmektedir. Hareket halindeki madde kavrayışı
uzay ve zamanı pekala türevsel ol�rak kapsaya­
5. Marksist Materyal izmde cağından bu görüş de yetersizdir. M addeyi
Madde Kavra m ı "içeren" evren düşüncesi daha da zavallı olduğun­
Küçük ayı takım yıldızı küçük bir ayıya ne dan buna ilişkin söylenecek bir şey .yok. O halde
kadar benziyorsa marksist materyalizmin madde marksist materyalizm olarak .adlandırdığımız ve
tanımı da çağdaş materyalizminkine o kadar ben­ arkasında durmaya çalıştığımız kavrayışın on­
zer. Yani benzemez. toloj ik tutumunu bir kez daha vurgulayalım, çünkü
Marksist materyalist ontolojide madde herşey­ sıklıkla anlaşılamıyor: Herşey hareket halindeki
dir ve hareket onun varlık biçimidir. Biri olmadan maddedir, madde olmayan ve onun hareketi ol­
diğeri olamaz. İkisi birlikte varoldur ve bu ikisi mayan hiçbir şey yoktur.
dışında başka bir şey varolmaz. Bir kere daha: Bu tanım çoklarına haddinden fazla kapsayıcı,
Madde ve onun hareketi herşeydir. Marksist genişliği nedeniyle daha ilk anda analitik anlamını
materyalist ontoloj iye uzak olanların herşey de­ kaybetmeye yazgılı gibi görünebilir. Fiziksel olan­
nilince neredeyse madde dışı herşeyi anlamaya dan başka madde tanımayan, hatta bir şeyleri
çalışmaları tuhaftır ve yersiz bir çabadır. Dahası fiziksel güç ve kavramlarla açıkladığı zaman bile,
bir mantık kusurudur, çünkü madde ve onun açıkladığının ardında bıraktığı "posanın" ontolo­
hareketi her şey demek olduğundan madde de­ j ik statüsü karşısında suskun kalan cari materya­
nilince madde olmayanı anlamaya çabalamak da lizme kıyasla bu gerçekten de kapsamlı ve o yüz­
maddeyi anlamaktır. Herşey herşey demektir. den de tutarlı bir tanımdır. Düşünce maddenin
Madde düşmanı felsefeler herşeyi maddeyle dışında bir şey değildir, maddenin evrimi sonu­
özdeşleştirmekten fellik fellik kaçarlar. Herşey cunda ulaşılmış yeni bir töz de olamaz, "her şey"in
evren olarak tanımlanır, tanrı olarak tanımlanır, evrimi içinde mahiyeti bakımından "her şey" den
uzay-zaman olarak tanımlanır ama asla madde başka bir şey ortaya çıkarabileceğini düşünmek
olarak tanımlanmaz. Oysa istenildiği kadar doğru olmaz. Madde hareket halinde olduğu için
düşünülsün, hayal edilsin, hareket halindeki mad­ biçimini değiştirebilir, kendini yeniden örgütle­
deden daha kapsayıcı bir "idea"ya ulaşmanın yerek farklı düzeylerde yeni niteliklerin ortaya
imkanı yoktur. Tanrı, evren, uzay-zaman; bütün çıkmasına, belirmesine olanak tanıyabilir. Ancak
bu kavramların marksist materyalistler açısından bunlar maddenin nitelikleridir. Düşünce, anlık,
problemi fazla kapsayıcı olmaları değil, yeterince bilinç adına ne denirse, maddenin hareketi içinde
kapsayıcı olmamalarıdır. Maddenin yaratıcısı ortaya çıkan bir niteliktir. Bilince böyle bakmak,
olarak Tanrı kavramlaştırması sorunludur çünkü düşüncelerin, duyumların, algıların, bir kelimeyele
madde kavramının yetersizliğini gidermek üzere bilincin nöral dayanağını, substratını reddetmez
öne sürülen "açıklayıcı ilke" aynı nedensel sorgu­ ama çağdaş materyalizmin gerçekleştirmeye ça­
lamadan bağışık tutulmaktadır. Maddeyi Tanrı baladığı gibi bilinci nöral dayanağına da indirge­
var ettiyse, Tanrıyı ne var etmiştir? Her varolana mez. Maddenin hareketinin farklı düzeyler oluş­
ön-gelen bir diğer varolan tasarlamamıza bir en­ turduğunu düşünebiliriz. Bilinç maddenin kar­
gel olmadığına göre, "en önce gelen varolan" sa­ maşık düzeyde örgütlenmesinin sonucudur, bu
plantısını bir yana bırakıp varoluşu ebedi ve ezeli örgütlenme düzeyinin maddeye kazandırdığı bir
olarak kabul etmek daha akıllıcadır. "Başlangıç niteliktir. Maddeye indirgenemez ama madde ol­
yoksa başlatıcı da yoktur" [Sommerville, 1 967) madan varolamaz, nihayetinde kendisi de mad­
Yok, eğer Tanrı maddeyle, yani her şeyle, tüm dedir. Madde ve onun niteliğinin ilişkisi iki fark­
varoluşla aynı anlama gelmek üzere kullanılıyor­ lı tözün ilişkisi gibi görülemez, çünkü ortada tek
sa, o zaman bu gerçekliğe insansı nitelikler bir töz yani madde ve onun hareket halindeki
yakıştırma tehlikesini barındıran tuhaf ve savruk gelişiminin ulaştığı bir ''yan düzey" vardır. Hareket
bir kelime tercihidir. Maddeyi içine alabilecek bir halindeki madde düşüncesi, ilk ortaya atıldığı
"kap" olarak uzay-zaman kavrayışı [ Armstrong, günden bu yana, felsefe tarihinin önemli bir kıs­
1 980) bir diğer anlayışsızlık örneğidir. Nedense mını (kuşkusuz çağdaş materyalizmi de peşinden
biliminsanları arasında daha popüler olan bu sürükleyerek) havaya uçuracak bir dinamittir. Bu
kavrayışta da "maddenin uzay-zamanda homo- yüzden felsefe, hemen tüm tarihi boyunca,

1 20
hareketin hareketsizliğin özel bir biçimi olduğunu uğraşmayı yeğleyen ve kalıntıları hala zi­
öne sürmek ve yalnızca ölü maddeyle işgörüyor hinlere musallat olan eski araştınna ve
olmasını gerekçelendirmek zorunda kalmıştır. düşünme yönteminin doğruluğu, zama­
B eyhude çabasında yalnızca Parmenides ' den nında tarihsel olarak ortaya çıkmıştı.
destek alabilir; ancak o zaman da, üç-beş para­ Süreçleri İncelemeden önce şeyleri İn­
doksla göz boyamanın hoşça vakit geçirticiliği celemek gerekiyordu. Bir şeyde meydana
bir yana bırakılırsa, ciddi bir inandırıcılık sorunu gelen değişiklikleri gözlemlemeden önce,
kendisini bekliyor olacaktır. şu ya da bu şeyin ne olduğunu bilmek
İşte bu yüzden madde ve niteliğinin ilişkisi gerekiyordu. Ve bu, doğa bilimlerinde
nitelik düalizmi tamlamasının kullanımına uygun böyle oldu. Şeyleri kesin biçimleriyle
değildir. Anlığı maddenin niteliği olarak kabul meydana gelmiş şeyler olarak ele alan
etmenin kartezyen sorunsalı başka bir düzeyde eski metafizik, ölü ve canlı şeyleri kesin
davet ederek, düalizmin başka bir kılık altında biçimleriyle meydana gelmiş olarak in­
arz-ı endam etmesi olarak yorumlayanların temel celeyen bir doğabiliminin ürünü idi".
problemleri maddeyi hareketsiz, niteliğiyle [Engels, 1 885]
başbaşa, "ikisine bir dünya"da kalmış olarak Ontoloj ik açıdan materyalizm kabul edilir, bir
görmeleri ve göstermeleridir. Maddenin hareke­ de maddenin hareketli olduğu üzerinde uzlaşılır­
tinin bir momenti soyutlanıp hareketsizlik sa, epistemoloj ik açıdan düalizmde ısrarcı olmak
varsayıldığında elbette kartezyen sorunsallar içeri çelişkilidir. Hem dış dünyanın bilgisinin anlığın
doluşacaktır. Oysa bir kez maddenin hareketli süzgecinden kırılarak geçtiğini savunmak, hem de
olduğu kabul edildi mi, madde ve onun niteliğinin bu bilginin dış dünyaya nasıl böylesine uyumlu
ilişkisi problematik olmaktan çıkar, çünkü bu artık olduğunu açıklamak başka türlü imkansızdır.
madde içi bir ilişkidir. Maddenin bir parçası olarak Bilincimizin hareketi dış dünyanın hareketiyle
nitelik de hareketli olduğundan bu aynı zamanda böylesine ritmik bir uyum içindeyse en iyisi or­
dinamik bir ilişkidir. tada prizma falan olmadığını ve dış dünyayla
Hem özdeşlik kuramı, hem de eleyici materya­ doğrudan temas halinde olduğumuzu yani aslın­
lizm (ve bu yazıda değinmediğimiz birçok başka da dünyanın "dışarısı" olmadığını kabul etmektir.
çağdaş materyalizm okulu), kendisine özdeş kal­ İşte bunun için özne-nesne özdeşliği mümkün
abilen bir madde arayışı içinde olmak bakımından hale gelir. "Varolan rasyonel olarak bilinebilir ve
ortaklaşırlar. Özdeşlik kuramında bu daha açık, da­ yalnızca rasyonel olarak bilinebilen vardır".
ha barizdir; burada zihnin değişmeyen bir duru­ Maddenin kendini örgütleme sürecinde, ken­
muna denk düşen değişmeyen bir karşılık bul­ disini yansıtabildiği bir evre olarak bilincin be­
maya çabalanır. Eleyici materyalizm daha ileride lirmesiyle birlikte adına madde denilen bu tekil
bir konumdur belki ve marksistler tarafından da­ gerçekliğin ayrışmış olduğu düşünülmüş, maddenin
ha ciddiyetle değerlendirilmeyi hak eder; niha­ kendi üzerine yansısı (reflexion) kendisini madde­
yetinde anlıksal içerikleri karşılayan kavramların den ayrı olarak tasarlama yetisini kazanmıştır.
zamanla nasıl da değiştiğinin ve bundan sonra da "Bilinç olmanın bilgisi anlamına gelir. Oluşun
nasıl değişebileceğinin farkındadır; ama mad­ evrensel bir fikir olduğu gerçeğine ilişkin en
denin değişkenliği onun için aslında varolmadı­ soluğundan da olsa bir İz e sahip olma anlamına
ğının bir kanıtı olarak görüldüğünden, hareket gelir. Oluş her şeydir, her şeyin özüdür. . . İnsan
halinde olduğunu farkettiği maddeyi yani anlığı anlığı iki şeyin mutlak ayrılığını tanımaz, ancak
eler ve hareketsiz olarak bulmayı umduğu mad­ anlama amacıyla evreni parçalarına ayırmakta bir
denin arayışına koşar. Bir bütün olarak çağdaş sakınca yoktur" [Dietzgen 'den akt. Gam bone].
materyalizmin madde kavrayışı durağandır. Ve İdealizm denilen felsefe maddenin kendi üzerine
bu düşünce, yani süreçsellikten durağanlık yalıtıp yansıyabildiği bir düzeyin oluşum dinamiğinin
bunun daha "maddeci" bir pozisyon olduğuna tersinden okunmasıdır. Bu düşüncenin neyi vazettiği
inanmak çok eski bir düşüncedir. Engels benzer genellikle karanlıksa da, maddenin illa ki düşüncede
bir yanılgıyı paylaşanlar için yazıyordu: olan bir şeylerden pay aldığını iddia ediyor olması
"Hegel 'in "metafizik" yöntem dediği, ayırt edici bir vasıf gibi gözükmektedir. Öznel
verilmiş ve değişmez nesneler olarak varyantlarında bu düşünce tanımlı bir insanın
düşünülen ve şeylerin İncelenmesiyle düşüncesidir ve bu insan da sıklıkla filozofun ken-

121
imago ı güz ı 2005

disi olmak zorundadır. Nesnel idealizmdeyse ötesindedir de. Bilinç maddi gerçekliğin bir dilimi­
düşüncenin sahibi belirsizleştirilmiştir. Her iki ni somutlaştırır ve her somutlaştırdığı dilimde mad­
varyant da çok sayıda tutarsızlık sonucu yaşam denin bir bürünümünü görür.
alanı bulabilirler, zaten başka türlü olması evrimle Bilincin kendisini gerçekliğin ve gerçeklikle
ilgili nedenlerden ötürü olanaksızdır. Tutarlığa ça­ eşanlamlı olarak maddenin bir parçası olarak
baladıkları ölçüdeyse öznel idealizm psikopatolo­ kavrayamaması ve kendisini hep gerçekliğin dışın­
jiye (iletişime geçilecek kimse olmadığından öznel da düşünmesinin bilimsel sorgulamaya rehberlik
idealist kendi zihniyle baş başa kalır, bu da yaşam­ eden örtük hipotezlerin oluşturulmasında önemi
la bağdaşmaz) nesnel idealizmse materyalizme vardır. Pozitivist/empirisist gelenek modelleştir­
varır. Nesnel idealizmin en gelişkin biçimi ideal melerini bilincin gerçekliğin dışındaki bir pozisyon­
olanın sahibinin tek bir anlık olduğunu, diğer an­ dan ahkam kesebileceği inancına yaslar. Gerçek­
lıkların içeriklerinin bu tek anlıktan pay aldıklarını liğin, bilincin içine dahil olmadığı bir ontolojiyi
öne sürer. Ama bu maddecilerin tanımladığı an­ tanımlıyor sayılması fizikteki bir çok anlaşmazlığın
lamda çeşitliliğiyle birlikte gelişen madde tanımın­ zeminini oluşturmuştur. Parçacıkların -momentlım
dan farklı bir şey değildir. Felsefe tarihinin büyük ve konumlarının aynı anda belirlenememesi olarak
anlaşmazlıklarının altında ender olmayarak kul­ belirsizlik prensibinin gerçekliğe, hep insan dışın­
lanılan kavramların farklı içeriklerle doldurulması da olduğu varsayılan gerçekliğe atfedilmesi zorun­
yatmaktadır. İdealistler "ilke"lerin maddeden önce lu değildir. Ölçüm etkinliği, ölçüleni kendi belirsiz­
geldiğini diledikleri kadar iddia etsinler, eğer ilkel(!ri liğinden kurtararak gözlemcinin de bir parçası
bir yaratma eyleminin nesnesi olarak görmüyor­ olduğu bir sisteme katmaktadır. Kuşkusuz her yeni
larsa materyalistlerin maddeden anladıklarından gerçekliğin, öncesinde başka alanlarda işlevsel ol­
farklı bir şey anlamıyorlardır. Nesnel idealizm muş bir terminolojiyle karşılanılıa çabası da başlı­
materyalizme ulaşacak tutarlılığı gösteremezse, is­ başına karışıklık yaratıcıdır. Atomların bilardo topu
mi değişebilen ama herkesin Tanrı olduğunu an­ gibi, dalgalarınsa su dalgaları gibi tasarlanması
layabileceği bir idea üzerinden öznel idealizme, buna örnektir. Işığın aynı anda parçacık ve dalga
oradan da psikiyatriye ulaşır. özelliklerini göstermesinin kııvranılmasındaki
Hareketli madde kavrayışı, çağdaş materya­ güçlük tanımlayıcı kavramların gündelik kul­
lizmin bütünü karşısında marksist materyalizmi lanımlarının, farklı bir alana doğrudan aktarım­
olağanüstü avantaj lı duruma geçirir. İndirgeyici larıyla da ilgilidir. Halbuki sözkonusu olan, ölçüm
materyalizm daha en başından değişmeyen bir yapılasıya değin "karanlıkta" bekleyeduran bir
madde kavramının tutsağıdır: Değişken zihinsel gerçeklik parçasının somutlaşmasıdır. 1 8 "Bir fotonu
içeriklerin değişken beyinsel içeriklere indirgen­ ölçüp tanımını verdiğimizde, ölçüm sistemimizle
me çabasının ne gibi güçlük ve tutarsızlıklara yol evrenin gözlenemez bir parçasıyla ilişki kurduğu-
açabileceğinin yorumunu okuyucuya bınikıyoruirı. . muz anlamına gelir. Evrenin bu parçasını gözlem
Kuşkusuz indirgeyici materyalizm de, aslında devin­ ölçeğimiz menzilindeki bir parçasından hareketle
gen maddenin ve anlığın göreli olarak dingin bir somutlaştırırız. " [)arvilehto, 2004] . Empirisist algı
anını kıstırmaya gayret ettiğini söyleyecektir. kuramında "dışarıdaki" gerçeklik duyu organlarına,
Bilindik hikaye: tıpkı formel mantığın devingenliğin bu yolla da bilince etkir. Görsel bir uyaran "dışarı­
göreli olarak sabit, dingin bir anını kıstırmaya çalış­ da'', bu uyaranın organizmada sebep olduğu etkiyse
ması ve bu göreliliğin üzerine bütün bir kavrayış sis­ "içerdedir". Algı gerçekliğin bilince yaptığı bir
temi kurmaya çalışması gibi . . . şeydir. Halbuki farklı bir modelleştirme
Bir diğer felsefe okulu olan pozitivizm/empiri­ mümkündür. Her kendilik algısı aslında bir "potan­
sizm gerçekliği ya duyu organlarıyla ya da daha siyel muhasebesi" olarak görülebilir. Etkinlik halin­
sofistike gereçlerle gözlenebilenlerin toplamına in­ deki madde olarak bilinç kendisinin etkinlik potan­
dirgediğinden madde tanımının kaplamı sürekli siyelini sürekli başka etkinlik potansiyelleriyle
değişir ve bu da bu okulu sayısız krizle karşı iqırşıya kıyaslayarak en uygun olan çıktıları veren bir sis­
bırakır. Halbuki gerçeklik yani biı anlamda madde tem olarak modelleştirilebilinir. Gerçeklikse, bu
daima daha fazla bir şeydir. Görülüp bilinenin tekil etkinliklerin vektöre! bir bileşimi olarak ken-

1 8 Yılmaz ôner'in yapıtlarında bu durum virtüel ve fiili


gerçeklikler arasındaki aynına denk gelir.

1 22
disini meydana getiren etkinlik formlarına sürekli si iki farklı sistemse dünyanın hangi özel­
girdi üretmektedir. Öznel ve nesnel olan sürekli liklerinin gerçekten varolduğunu ve bu
birbirine döndüklerinden öznelin bilgisini kavra­ niteliklerin doğru bilgisinin nasıl mümkün
mada mantıksal bir olanaksızlıktan söz etmenin olduğunu [ayrı ayrı] sorınak tamamıyla
gereği yoktur19 mantıklı olur. Eğer insan ve çevresinin
"Ontoloji ve epistemoloji arasındaki aynı sisteme ait olduklarını kabul edersek
aynm insanın ve çevresinin aynmı üzerine bu tür problemler ortadan kalkar. O za­
kurulmuştur. Eğer insanın ve çevresinin man "ne var" sorusu "ne bilebiliriz" soru­
iki ayn sistem olduğu varsayılırsa, o zaman suyla özdeş hale gelir. " [Jarvilehto, 2004]
çevrenin nitelikleri ve bu nitelikleri bile­ Marksist materyalizmin "gerek" şartını böyle­
bilme olanağı konusunda ayn sorular sor­ likle tartıştığımızı kabul ediyorum. Şimdi sıra
mak hayli mantıklıdır. Eğer insan ve çevre- "yeter" şartını tartışmaya geldi . . .

1 9 "Teori ve Politika" dergisi devrimcilik/reformculuk çözdüğünden fazla sorun yaratan Althusserien şemalara
ayrımını temellendirmek için nesnelin hakkını nesnele, bağlanmadan da korunabilir. Nesnel olan öznel olanın vek­
öznelin hakkını öznele vermek olarak tarif edilebilecek bir töre( bir bileşiminden ibaretse, şu ya da bu doğrultudaki
yol izliyor ve bu ikisini farklı kompartmanlara (yani öznel tavır alışlar nesnelliği elbette belirler.
"teori"ye ve "politika"ya) hapsediyor. Halbuki ayrım,

KAYNAKÇA Türkçesi : K.Sahir Sel, Sosyal Yayınlar, 1 984, İs­


tanbul (55)
Althusser, Louis ( 1 95 3 ) On Marxism, The Diderot, Penis ( 1 754) On the İnterpretation of
Spectre ofHegel, içinde, Verso, 1 997, Landon Nature, s.46, The Jrresistible 'Diderot içinde, Ed. J.
Andrieu, Bemard (2004) Penser le Corps, H. Mason, Landon, Quartet, 1 982.
·
http://methodos.rewes. org/document 1 27.html Emmeche C., Koppe s., Stjemfelt F., ( 1 997)
Armstrong, David M. ( 1 9 80) N atural ism, . Explaining Emergence -Towards an Ontology of
Materalism, and First Philosophy, Contemporary Levels, Joumal for General Phiios9phy of Science
Materialism, A reader, içinde, ed. Paul Moser & J. 28: 83 - 1 1 9.
D. Trout, Routledge Landon Engels, Friedrich ( 1 880) Ütopik Sosyalizm ve
Bakhurst David, ( 1 99 1 ) Consciousness and Bilimsel Sosyalizm, Giriş, Türkçeye·çeviren: Öner
·

R evolution in Soviet Philosophy, From the Ünalan, Sol Yayınlan, 1 977, Ankara
Bolsheviks to Evald İlyenkov, Cambridge, London Engels Friedrich, ( 1 885) Ludwig Feuerbach ve
Ballantyne, Paul F. (2005 ) Basic Philosophical Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Sol Yayınları .
choies, metatheory, and theory assessment method­ Türkçeye Çeviren: Sevim Belli. Eylül 1 979, Apkara
ology for a unified 2 1 st century psychology, Gam.bone, Larry (tarhsiz) Cosmic Dialectics,
http://www. comfıet.ca/":"pballan/Index.html The Libertarian Philosophy of Joseph Dietzgen,
Bhaskar Roy, Callinicos Alex (2003) Marxism http://www.geocities.com/vcmtalk/COSMIC . doc
and Critical Realisİn, A Debate, Joumal of Critical Humphrey, Nicholas (2000) How To Solve The
Realism 1 :2 (89- 1 1 4) Mind-Body Problem, Joumal of Consciousness
Bykhovski B. ( 1 979) Gassendi, Edition du Studies, 7, 5 -20
Progres, Moscou tlyenkov, Evald ( 1 977) Dialectical Logic, Essays
Chalmers, David J. ( 1 996) The Conscious Mind, on its History arid Theory, P.rogress Publishers,
Oxford University Press. Landon Moscow,
Churcland, Patricia Smith (2002) Brain-wise, http://www.marxists.org/archive/ilyenkov/works/es­
Studies in Neurophilosophy, MiT Pres, London says/
. Churchland Paul ( 1 98 1 ) Eliminative Materialism Jllrvilehto, Tim.o (2004) Is there an ultimate
and The Propositional Attitudes, Contemporary essence of matter?, http ://www.kj f. ca/kj f/7 7-TA­
Materialism, A reader, içinde, ed. Paul Moser & J. JAR.htm
D . Trout, Routledge, London Johnson, Steven (2002) Emergence. Penguin,
Descartes R. ( 1 637) Metot Üzerine Konuşma, London

1 23
imago I güz I 2005

Kaitaro T. (2004) Brain-mind identities in dual­ Sawyer, R.Keith, (2002) Emergence in


ism an materialism: a historical perspective,
Studies Psycho logy : Lessons from the H i story of Non­
in History and Philiosophy of Biological and Reductionist science; Human Development, 45 : 2-
Biomedical Sciences, 35 (627-645) 28
Lektorskii, V. A. (2004) The Activity Approach Searle John R. ( 1 994) The Rediscovery of The
- Death or Rebirth?, Joumal of Russian and East Mind, MiT Pres, Cambridge, Massachusetts
European Psychology, Yol. 42, no. 2, pp. 1 2-29 Searle, John R. (tarihsiz) Why İ Anı Not a
Lenin V. 1. ( 1 90 8 ) Materyalizm ve Ampir­ Property Dualist,
yokritisizm, Sol Yayınları, Çeviren : Sevim Belli, Searle, John R. (tarihsiz) The Prob lem of
1 988, Ankara Consciousness,
Lewis, Bradley ( 1 994) Psychotherapy, Searle, John R. ( 1 998) How To Study
Neuroscience, and Philosophy of Mind, American Consciousness Scientifically, Brain Research
Joumal ofPsychotherapy, Vol.48, No. l . Reviews 26, 379-387
Lycan, William G . , (tarihsiz) A Particularly Sellars, Ray Wood ( 1 969) Reflections on
Compelling Refutation OfEliminative Materialism, American Philosophy From Within, Notre Dame :
http ://www.unc.edu/-uj anel/ElimWeb.htm University of Notre Dame Press, Ch.8, S . 1 08
McGginn, Colin (2004), Consciousness, Smart J.J. ( 1 98 1 ) Sensation and Brain Processes,
Atomism, and the Ancient Greeks, Consciousness Contemporary Materialism, A reader, içinde, ed.
and İts Objects içinde Ch.6. Paul Moser & J. D. Trout, Routledge, London
Mitchell, lan ( 1 9 7 8 ) Marxism and German Sommervile l John ( 1 967) The Nature of Reality:
Scientific Materialism, Annals of Science, 3 5 , (379- Dialectical Materialism, The Philosophy ofMarxism:
400) An Exposition, Minneapolis, Marxist Educational
Moser, Paul K.; Trout, J.D . ; ( 1 995) General İn­ Press
troduction: Contemporary Materialism, Contem­ Steigerwald, Robert (2000) Materialism and
porary Materialism, A reader, içinde ed. Paul Moser Modern Sciences, Nature, Science, Thought, Vol. 1 3 ,
& J. D. Trout, Routledge. London No: 3 , 279-233
Muller, H.F. J. ( 1 997) Is the Mind Real?, Stich, Stephen & Ravencro:ft, l an ( 1 993) What is
http://cogprints.org/3 6 1 /00/ 1 -TA 1 2.HTM Folk Psychology?, Technical Report #5,
Novikoff Alex B. ( 1 945) The Concept of İnte­ Tang Paul C. L., ( 1 999) A Review Essay: Recent
grative Levels and Biology, Science, 1 0 1 (209-2 1 5) Literature on Cognitive Science, The Social Science
Nunn, Chris (2003 ) A Nagelian Theory of Joumal, Volume 36, Number 4 (675-686)
Consciousness?, Science and Consciousness Review, Tura, Saffet Murat (2002) Solaris, Şeyh ve Arzu,
No: l , içinde, Metis Yayınları, İ stanbul,
Petit, Jean Luc (2003) Repenser le corps, l'action Tura Saffet Murat (2005) Kartezyen İkiliği
et la cognition avec les neurosciences, Intellectica, Aşmak, İmago 1, içinde
36-3 7, pp. 1 7-45 Young, Robert M. ( 1 990) The Mind-Body
Robinson, Howard ( 1 998) Materialism in the Problem, nature.corn/rmyoung/papers/pap 1 02.html
Philosophy of Mind, Routledge Encyclopedia of Zeman Adam (2004) Consciousness, A User's
Philosophy, ed. Edward Craig, Routledge, New York, Guide, Yale University Pres, New Haven and
http://members.aol.com/NeoNoetics/MATERIAL­ London.(322)
ISM MIND.html

1 24
Femand Desmoulin
Carla Zinelli
F re u d ve G e l ece k

Thomas M a n n

Çeviren: Zeynep Koçak

B
üyük bir bilim adamına saygı sunmak düşünsel sürecin ilk notalarını verebilecektir.
için bir araya geldik. Şimdi, çok haklı Tekrarlanacak, daha açıkça vurgulanacak ve ustalık­
olarak şu soru sorulabilir: Bir edebi­ la icra edilecektir. Çünkü, eğer büyük bir yanılgıya
yatçının böyle bir durumda sözcü rolü düşmüyorsam, tüm psikanalitik bilginin canalıcı
üstlenmesini haklı kılan nedir? Ya da, sorumlulu­ noktasını oluşturan şey, nesne ve öznenin karşılaş­
ğu onu seçen bilim topluluğunun üyelerine devre­ ması, birbirine karışması, özdeşleşmesi ve bunun
derek, ustalarının doğum gününü sözcüklerle kut­ sonucunda da kaderin ve karakterin, egonun ve
lamak için neden aralarından birini, bir bilim fiiliyatın, yapmanın ve etmenin gizemli birliğinin
adamını değil de, bir yazan seçtiklerini sorabiliriz. ve böylece de ruhun bir işlemi olarak gerçekliğin
Çünkü, dostlarım, bir yazar, özünde bilime, bilm­ gizeminin kavranılmasıdır.
eye, ayrıştırmaya ve analiz etmeye pek fazla ilgi Böyle de olsa, bir sanatçının büyük bir bilim
duyan biri değildir; düpedüz yaratmayı, yapıp et­ adamının methiyecisi olarak seçilmesi aslında her
meyi temsil eder o ve bu yüzden de kendisi yarar­ ikisi hakkında da bir şeyler söyleyebilir. Bundan
lı bir bilginin nesnesi olabilir, üstelik bir özne olarak ilkin, şu an onurlandırdığımız dahi ile yaratıcı ede­
bu alanda hiçbir yeterlilik taşımaksızın. Acaba so­ biyat dünyası arasında bir bağlantı olduğunu
rumuzun yanıtı, yazarın sanatçı kişiliğiyle ve ak­ çıkarsarız. İkinci olarak, bir yanda yazar, öte yan­
lın sanatını yapan biri olarak, aklın bayramını kut­ da ustası ve efendisinin Freud olduğu herkes tarafın­
lamaya özellikle yatkın olması, doğası gereği bilim dan kabul edilmiş bilim dalı arasında özel ilişkiler
ve bilgi insanına göre daha bir bayram günü insanı olduğunu gözler önüne serer bu seçim. Şimdi, bu
olması mıdır? Böyle bir görüşe itiraz etmek bana yakın karşılıklı ilişkinin benzersiz ve dikkate değer:
düşmez. Şairin hayatın şölenlerini anladığı, hatta yanı, bunun çok uzun bir süre bilinçdışı kalmış ol­
hayatı bir şölen olarak algıladığı doğrudur- ve bunu masıdır- yani, ruhun bilinçdışı diye adlandırmayı
söylerken, şu anda icra etmekte olduğumuz onur artık bizim de öğfendiğimiz bir bölgesinde ki, onu
töreninin ana motiflerinden birine değinmiş, ama keşfetmek, araştırmak, insanlık adına fethetmek
sadece değinmiş oluyorum. Ama muhtemelen, bu tam da bu gece burada kutladığımız bilge dahinin
geceyi düzenleyenler seçimlerini yaparlarken akıl­ misyonu olmuştu. Edebiyatla psikanaliz arasında­
larında başka bir şeyi de bulunduruyorlardı: nes­ ki yakın ilişkiyi her iki taraf da uzun süredir bili­
neyle öznenin, bilgi nesnesiyle bilginin beklen­ yordu. Ama bu gecenin asıl önemi, en azından be­
medik ve ağırbaşlı karşılaşması-bir şölen ki, düş­ nim gözlerimde ve kişisel bir duygu olarak, bu iki
leri görenin ve bilenin kendisi, bizim bu saygı du­ alan arasındaki ilk resmi karşılaşmanın gerçek­
ruşumuz aracılığıyla düş-benzeri bir kavrayışın leşiyor olmasında, aralarındaki ilişkinin kabulle­
nesnesi olacaktır. Ve böyle bir tavra da itiraz ede­ nilmesinde ve gösterilmesinde yatmaktadır.
mem; en çok da şundan: Bu karşılaşma ileride Tekrarlamak isterim, bu iki alan arasındaki de­
gelişerek büyük bir senfoniye dönüşecek bir rin yakınlık uzun süre fark edilmeden kalmıştır.

1 27
imago I güz I 2005

Aslında onuruna toplandığımız o yüce ruhun, genel aşkın kökenini, Nietzsche 'nin o yüce okulunda,
bir araştırma metodu ve tedavi edici bir teknik "hakikat" ile "psikoloj ik hakikatin", bilen ile
olarak psikanalizin kurucusunun, Sigmund Freud' - psikoloğun çarpıcı biçimde örtüştüğü düşünüş
un, bu zorlu yolu edebiyattan teşvik ve destek ala­ tarzında buluruz. Onun gururlu dürüstlüğü, en­
bileceğini bilmeden bir hekim ve doğa bilimci telektüel namus anlayışı, hakikatin hizmetine giri­
olarak katettiğini biliyoruz. O, Nietzche 'nin say­ şindeki bilinçli ve melankolik korkusuzluk, kendini
falarında, gerçek bir Freud'gil kavrayışın önsezisel tanıyışı ve cezalandınşı- bütün bunlar psikolojik bir
pırıltılarının bulu:.abileceğini bilmiyordu; Nova­ niyet ve tavrın göstergesidir. Nietzsche'nin psikolo­
lis ' in romantik-biyoloj ik fantezilerinin analitik j ik cebelleşme ve azabıyla tanışmamın, kendi yeti­
kavramlara sık sık şaşırtıcı derecede yaklaştığını lerim üzerindeki artırıcı, kuvvetlendirici ve yapıcı
bilmiyordu; Kierkegaard' ı tanımıyor, psikolojik etkisini hiçbir zaman unutamam. Tonio Kröger' de
aşırılıklara sürükleyen Hıristiyan çoşkusu nedeniyle sanatçı, "bilginin bıkkınlığından" bahseder. Bu has
kendisine çok sempatik ve teşvik edici görüneceği­ Nietzsche dilidir; ve genç adamın melankolisi de,
ni bilmiyordu; ve son olarak Schopenhauer'ı, dürtü bir ayna imgesini gördüğü Nietzsche'nin doğasın­
felsefesinin değişim ve kurtuluş peşinde koşan bu daki Hamlet-benzerliğiyle ilişkilidir: aslında bil­
melankolik senfonicisini bilmiyordu. Herhalde ginin içine doğmadığı halde bilgi sahibi olmaya
bilmiyordu. Kendinden önceki herhangi bir sezisel sürüklenen bir doğadır. Bunlar, gençliğin yılların
kazanımdan habersiz , yardım görmeden, kendi getirdiği olgunlukla kaçınılmaz biçimde hafifleyip
araştırmaları doğrultusunda metodik biçimde iler­ yatışan sancı ve ıztıraplandır. Yine de, içimde, bil­
lemek zorundaydı ; özel avantajlardan yoksun ginin ve hakikatin psikolojik yorumu için bir arzu
oluşu, çalışmasının itici gücünü artırmış bile ola­ taşıyorum hala; onları hala psikolojiyle bir tutuyor
bilir. Ve bizde onu, yalnız biri olarak düşünüyoruz­ ve hakikate duyulan bu psikoloj ik isteğin genelde
bu yalnızlık, onunla ilgili ilk tasavvurumuzun ayrıl­ bir hakikat isteğinden kaynaklandığını düşünü­
maz bir parçasıdır. Nietzsche' nin, Schopenhauer'i yorum; hala psikolojiyi, kelimenin en dolaysız ve
"dahi bir felsefeci, kendi kendine yeten bir beyin, en yüreklendirici anlamıyla hakikat olarak yorum­
bir erkek ve yiğit bir şövalye, dünyayı müsamahasız luyorum. Sanının, bunu doğalcı bir eğilim olarak
gözlerle gören ve kendi gücünden gelen cesaretiyle görmek ve bir edebi doğalcılık eğitimi almış olmaya
tek başına olmasını bilen, yetkeye boyun eğmeyen bağlamak mümkündür; psike 'nin doğal biliminin
biri" olarak tanımladığı, "Çileci İdeallerin Anlamı -başka bir deyişle psikanalizin- benimsenmesi için
Nedir" başlıklı büyüleyici makalesinde kullanılan bir önkoşul olmuştur.
anlamıyla bir yalnızlıktır buradaki. Onu, ruh dünya­ Yaratıcı itki ve bilim arasındaki ikincil bir bağ­
ma adım attığı andan itibaren, erkek ve yiğit bir şö­ dan bahsettim: Hastalığın anlaşılması ya da daha
valye kılığında, Ölüm 'le Şeytan arasında gidip ge­ doğrusu, bir hastalığın bilgi aracı olarak anlaşılması.
len bir şövalye olarak hayal ettim hep. Bu da Nietzsche ' den türetilebilir. O, marazi duru­
Gecikmiş bir tanışmaydı bu- psikanalizin genel munun kendine ne kazandırmış olduğunu çok iyi
olarak şiirsel ve yaratıcı itkiyle ve özel olarak da biliyordu ve her sayfasında, hastalığın dene­
benimkisiyle ilişkisi düşünüldüğünde, umulaca­ yimlenmesinden daha deıin bir bilginin olmadığını,
ğından çok daha geç bir karşılaşma. Sözünü etti­ yükseltilmiş her türlü sağlığın da ancak hastalığın
ğim ilişki iki yönlüdür; ilki, bir hakikat aşkından, içinden geçerek kazanılacağını bize öğretmek ister
bir hakikat duygusundan oluşur: Hakikatin acı ve gibiydi. Bu tavır da kendi deneyimine işaret eder;
tatlı yanlarına karşı özel bir duyarlılık ve açıklık ki, fakat genel olarak entelektüel adamın, özellikle de
kendini bir psikolojik uyarılma ve görüş berraklı­ benim yaratıcı sanatçının doğasına, evet, şüphesiz
ğında ortaya koyar; o kadar ki, hakikat kavramıy­ insanlığın ve insanoğlunun da doğasına içkin, ama
la psikolojik algılama ve tanıma kavramı arasında son kertede en uç ifadesini yaratıcı sanatçıda bu­
nerdeyse bire bir örtüşme olmaktadır. İkincisiyse, lan bir tutumdur. Victor Hugo "L 'humanite, s 'af­
hastalık denen şeyin anlaşılmasından, hastalıkla finne par l 'infinnite" [insanlık hastalığın evetlen­
belli bir yakınlıktan oluşur; temelde sağlıklı ol­ mesidir] der. İnsanlığın ve kültürün daha yüksek
makla dengelenen bu yakınlık, hastalığın doğurgan, biçimlerinin narin yapısını, onların hastalık dünyası
üretken niteliğinin anlaşılmasını da içerir. üzerindeki uzmanlığını açıkça ve tamamen onay­
Hakikat aşkına gelince; psikoloj i olarak layan bir deyiş. İnsana, hayvanla melek, doğayla
hakikate duyulan acılı, ahlaki olarak koşullanmış ruh arasındaki konumunun ona dayatmış olduğu

1 28
F re u d ve Gelecek

apaçık zorluklar ve gerilim yükünden ötürü "das tarafını temsil eden o gözüpek hakikat arayışıyla
kranke Tier" [hasta hayvan] denilmiştir. O halde, karşılaştım. :Su metafizik, yüzyıllık inançlara karşı
anormalliğe bakma yoluyla insan doğasının karan­ karanlık bir isyanla, dürtünün tin ve akıl üzerinde­
lığına doğru derinlemesine nüfuz etmeyi başar­ ki üstünlüğünü öğretiyor, insanda olduğu gibi diğer
dığımıza, hastalığın -yani nevrozun- analizinin yaratılmış varlıklarda da, iradeyi yaşamın çekirdeği
kendini birinci sınıf bir antropoloj ik teknik olarak ve özü, aklı da onun hizmetindeki ikincil, rast­
ortaya koymuş olmasına ne diye hayret edelim? lantısal ve soluk bir aydınlatıcı olarak tanımlıyor­
Edebi sanatçı bu duruma şaşıracak en son kişi du. Ve bunu da hasetle ya da günümüzün akıl-düş­
olmalıdır. Ama güçlü genel ve bireysel eğilimi üze­ manı doktrinlerinin gayri insani anlayışıyla değil,
rine düşünüldüğünde, kendi varoluşunu psikanalitik o yüzyıla özgü olan bir tutumla, ideale duyduğu
araştırmaya ve Sigmund Freud'un hayat - çalış­ bağlılıktan ötürü yine idealizmle mücadele eden,
masına bağlayan yakın ve sıcak ilişkinin farkına şiddetli bir hakikat aşkıyla yapıyordu. 1 9 . yüzyıl o
varmakta çok geç kalmış olduğuna şaşırabilir. kadar içtendi ki, İbsen'nin ağzından, yalanın, haya­
Kendi payıma ben, Freud ' un başarısının artık tın yalanlarının vazgeçilmez olduğunu ilan ede­
sadece bir tedavi yöntemi olarak düşünülmediği­ biliyordu. Açıktır ki insanın tine olan düşman­
kabul edilsin ya da edilmesin, tümüyle tıbbi içerim­ lığından ötürü yalanı onaylamasıyla, yine o tin uğ­
lerini çoktan aşmış olduğu, bilimin ve aklın her runa, acı bir ironi ve sancılı bir karamsarlıkla yalana
alanına nüfuz edebilmiş bir dünya hareketine razı olması arasında çok büyük bir fark vardır.
dönüştüğü zaman farkına vardım bu ilişkinin. O Gelgelelim, herkesin anlayabildiği bir ayrım da
noktada, sanat tarihi, din ve tarih-öncesi; mitolo­ değil bu.
ji, folklor, pedagoji gibi alanlarda kendini göster­ Şimdi, bilinçdışının psikoloğu Freud, tam da
mişti psikanalitik yöntem. Hatta benim psikanalize Schopenhauer ve İbsen ' in çağının çocuğuydu;
gittiğimi söylemek de yanlış olur. Psikanaliz bana yüzyılın ortasında doğmuştu. Freud'un devri sadece
geldi. Bu alanda çalışan bazı gençlerin, Küçük içerik olarak değil, aynı zamanda ahlaki tavır olarak
Friedemann ' dan Venedik 'te Ölüm, Sihirli Dağ ve da Schopenhauer ' inkine nasıl yakın duruyor! İn­
Joseph romanlarına kadar, çalışmalarıma göster­ sanın ruhsal hayatında, bilinçdışı ve id tarafından
dikleri dostane ilgi sayesinde bir şekilde "dahil" oynanan o büyük rolü keşfedişiyle, ruh ile bilinci
olduğumu anladım; bu benim gizli ve bilince çık­ bir ve denk tutan klasik psikolojiye, bir zamanlar
mamış sempatilerimi fark etmemi sağladı, her­ Schopenhauer doktrinin akıl ve zekaya olan felse­
halde böyle olması da gerekiyordu; ve psikanaliz fi inanca meydan okuduğu kadar saldırganca bir
edebiyatıyla ilgilenmeye başladığımda, bilimsel biçimde meydan okumuştur ve bugün de meydan
doğruluğun dilinde ve fikirlerinde bana uzun za­ okumaktadır. İstenç ve İdea Olarak Dünya 'nın
mandır aşina olan, gençliğimin zihinsel deneyim­ hayranları, Psikanalize Yeni Giriş Dersleri ' nin
lerinden tanıdığım çok şey buldum. içindeki " Kişiliğin Anatomisi" başlıklı nefis maka­
Umarım, bir süre daha bu otobiyografik üslup­ leyi okurken de yabancılık çekmeyeceklerdir.
ta devam etmeme izin verir ve Freud yerine Freud, orada, Schopenhauer'in kendi tekinsiz istenç
kendimden bahsediyor olmamı çok yersiz bulmaz­ krallığını anlatırken kullanabileceği kadar güçlü,
sınız. Ve aslında, onun hakkında konuşmak benim enerjik bir dille ve bir o kadar da serinkanlı bir en­
için hiç de kolay değil. Freud hakkında yeni ne telektüel, nesnel ve profesyonel tonla betimlemiştir
söyleyebilirim size? Ama, kendimden bahsederek, id' i ve bilinçdışının ruh-dünyasını. "İd' in alanı,
gelişmem için belirleyici olan bazı deneyimlerin kişiliğimizin karanlık ve ulaşılmaz kısmıdır ve
beni nasıl özel olarak ve derinden Freudiyen dene­ onun hakkında ne öğrendiysek rüyaların ve nevrotik
yime hazırladığını söylerken de açıkça onun adı­ semptomun analizi sayesindedir" der Freud. Onu,
na konuşmuş oluyorum. Genç bir adam olarak, kaynaşan uyarımların eridiği bir pota, bir kaos
Arthur Schopenhauer ' in felsefesiyle temasımın olarak betimler. Ona göre, id, deyim yerindeyse, be­
bende bıraktığı etkiyi farklı yerlerde ve sık sık iti­ dense le doğru açılır ve oradan aldığı itilimler de
raf etmişimdir; h�tta, sonradan Buddenbrooks 'un . kendisinde ruhsal ifade bulur- ama bunun hangi kat­
sayfalarında onun içiQ -bir anıt dikildiğini de manda gerçekleştiği bilinmiyordur. İd, enerjisini bu
söyleyebilirim. İlk kez burada, Schopenhauer ' de, itkilerden alır; ama örgütlenmiş değildir; haz ilke­
daha o tarihte bile mücehhez olmuş bir metafiziğin si altında hareket eden itkisel ihtiyaçların doyuma
kötümserliğinde, bilinçdışı psikoloj isinin ahlaki ulaşma çabası dışında, ortak bir istenç üretmez.

1 29
iiTıago I güz I 2005

Onun alanı içinde, karşıtlıklar yasası da dahil ol­ dünyayı hesaba katar, dikkatlidir, içsel uyarım kat­
mak üzere, düşüncenin hiçbir kuralı işlemez . manlarının devamı olan herhangi bir şeyi nesnel
"Çelişik uyaranlar, biri diğerini iptal etmeden, ya gerçeklikten ayırt edecek kadar onurludur. İd,
da değerini azaltmadan yan yana var olabilirler; ol­ eylemin manivelasını ego'ya emanet etmiştir; ama
sa olsa, enerjinin açığa çıkmasını denetleyen ekono­ ego ' da itkiyle eylem arasında düşunme sürecinin
minin zorlantısı altında uzlaşım biçimleri içinde bir­ yarattığı gecikmeyi sokar ve bu zaman aralığında
leşirler. Bunun, günümüzün tarihsel deneyimi tecrübeyi yardıma çağırarak haz ilkesine karşı bel­
içinde, ego 'nun, bütün bir kitlesel ego'nun alta li bir düzenleyici üstünlük kurar, böylece bilinç­
düşmesine yol açabilecek bir durum olduğunu an­ dışında mutlak biçimde hüküm süren bu ilkeyi
lıyorsunuzdur herhalde; kökeninde de, bilinçdışı­ gerçeklik ilkesinin yardımıyla sınırlayıp düzeltir.
na tapınmanın, bilinçdışının dinamiğinin tek yaşam­ Fakat öyle olduğunda bile ne kadar zayıftır !
yükseltici güç olarak yüceltilmesinin, ilkelin ve Bilinçdışıyla dış dünya ve Freud'un süper-ego diye
akıldışının sistemli bir biçimde yüceltilmesinin adlandırdığı etken arasında sıkışıp kalmış olan
sonucu olan ahlaki bir deprem vardır. Çünkü, bil­ ego 'nun oldukça gergin ve ıstıraplı bir yaşantısı
inçdışı ya da id, ilkel ve akıldışıdır, saf dinamiktir. vardır. Ego'nun kendi dinamiği oldukça zayıftır.
İd, iyi ya da kötü ayrımı yapmaz, hiçbir değer, Enerj isini id'den alır ve genelde onun emirlerini
hiçbir ahlak tanımaz. Zaman diye bir şey yoktur yerine getirir. Kendini bir sürücü, bilinçdışını da at
onun için, zamanın akışı diye bir şey yoktur; za­ olarak görme eğilimindendir. Ama çoğu zaman,
manın onun psişik süreçleri üzerinde herhangi bir bilinçdışı onu yönetir; ve Freud'un rasyonel ahla­
etkisi de yoktur. "Hiçbir zaman id'e uğramadan kının söylemesine izin vermediği şeyi de izninizle
geçmemiş olan istek uyaranları ve id' in derinlik­ ben ekleyeyim burada: Bazı durumlarda ego 'nun
lerine doğru bastırılmış izlenimler tamamen yok daha fazla ilerleme kaydetmesini sağlayan şey, tam
edilemez" der Freud, "yıllar geçtikten sonra bile da bilinçdışının bu gayri meşru taleplerine teslim
·

sanki şimdi olmuşçasına yaşarlar". Ancak analitik olmasıdır.


işlem içinde enerji yüklerinden arındırılıp nötralize Fakat, Freud'un id ve ego tanımı, Schopen­
edilerek bilince çıkarıldıklarında geçmişe ait hauer metafiziğinin İstenç ve Akıl tanımının
deneyimler olarak tanınabilirler". Ve Freud'a göre, psikolojiye uyarlanmış bir benzeri değil midir? Bu
tam da buradadır analitik prosedürün en önemli yüzden, Schopenhauer metafiziğine aşina olan ve
sağaltıcı etkisi. Bu açıdan baktığımızda, kendisi Nietzsche' de de psikolojinin acı veren zevkini tat­
de tam bir yer altı dinamiğine dönüşme noktasına mış biri, psikanalizin müdavimleri tarafından ilk
varıncaya kadar bilinçdışına tapınmaktan sarhoş ol­ kez teşvik edilip onun diyarlarına adım attığında,
muş bir ego 'nun derin analize ne kadar antipati orada kendisine tanıdık gelen pek çok şey bula­
duyacağını ve Freud'un adına bile tahammül ede­ caktır.
meyeceğini anlamak da zor olmaz. Ego'nun ken­ Freud, kendi yeni bilgisinin, eski bilgi üzerinde,
disi içinse durum acıklı, hatta vahimdir. Avrupa tuhaf ve güçlü bir biçimde geriye dönüşlü bir etki­
nasıl Asya'nın küçük ve parlak bir vilayetiyse ego'­ si olduğunu da gördü. Freud'un dünyasında bir
da id' in uyanık, öne çıkmış, aydınlanmış küçük gezintiden sonra edinilen yeni bilginin ışığında,
bir parçasıdır. Ego, id' in dış dünyaya temas eden Schopenhauer ' in düşünceleri- mesela "Bireyin
ve bunun sonucunda da değişikliğe uğrayan par­ Yazgısının Görünürdeki Planlanmışlığı Üzerine
çasıdır; uyaranların alınması ve saklanması için do­ A şkın Spekülasyonlar"- çok farklı gözle oku­
nanımlıdır; kendini çevreleyen herhangi bir canlı nacaktır. Ve böylece, Freud 'un doğal-bilimsel
maddeye karşı bir kabuk görevi görür. Gayet açık dünyasıyla, Schopenhauer'in felsefi dünyası arasın­
bir biyolojik tablo. Freud da, Schopenhauer gibi bir daki en derin ve en gizemli temas noktasında yak­
düşünce sanatçısı ve yine onun gibi Avrupa çapın­ laşmış oluyorum. Çünkü bu temas noktasını demin
da bir yazar olarak gerçekten çok berrak ve keskin bahsetmiş olduğum zeka ve derinlik harikası ma­
bir düzyazıyla ortaya koyar düşüncelerini. Dış kale sağlıyor. Orada, Schopenhauer tarafından
dünya ile ilişki ego için belirleyicidir, dünyayı id'e geliştirilen doğurgan ve gizemli düşünce kısaca
temsil etmek ego 'nun görevidir - ve bu da id' in şöyledir: Tıpkı bir rüyada olduğu gibi, bize bilinç­
hayrınadır! Çünkü id dürtüleri doyurmak için kör dışı bir şekilde, amansız nesnel yazgıymış gibi
bir mücadele içinde, dış dünyanın baskın gücünü görünen şey kendi istencimizdir; bu nesnel yazgıya
dikkate almadığında yıkıma mahkumdur. Ego, dış dahil olan her şey yine bizden çıkıyordur ve biz ken-

1 30
F re u d ve Gelecek

di rüyalarımızın gizli sahneleyicileriyizdir; aynı nağı olduğunu sanmak ve açıkça animizme ait eği­
şekilde gerçeklikte de tek bir özün, bizzat istencin, limlere kapılıp, sözlerin büyüsüne ve düşüncenin
bizimle gördüğü düş de en içten benliğimizin ürünü gerçeklik üzerindeki etkisine inanmakla suçlar.
olabilir ve başımıza gelir görünenlerin gerçek faili Ama, felsefe bu varsayımlarla hareket ettiğinde,
de aslında yine kendimizizdir. Burada makalenin sahiden kendini fazla mı ciddiye almış olmaktadır?
sadece ana hatlarına değindim; oysa metinde bu Dünyayı düşünceden ve onun sihirli taşıyıcısı
önermeler çok daha güçlü ve kapsamlı bir çağrışım Söz'den başka değiştirebilmiş bir şey var mıdır?
zenginliğiyle yüklüdür. Ama sadece Schopen­ Felsefe, gerçekte, doğa bilimlerinin üstünde ve
hauer ' in yardımına çağırdığı rüya psikoloj isi öncesinde yer alır bence ve her türlü yöntem ve
değildir açıkça psikanalitik bir karakter taşıyan (o kesinlik de onun sezgilerine, entelektüel ve tarih­
kadar ki, cinsel bir paradigma bile içeriyordur sel istencine hizmet eder. Son kertede, her zaman
Schopenhauer 'in savlan) bütün bir düşünce siste­ bir "quod erat demonstrandum" meselesidir. Bili­
mi de şaşılacak ölçüde analitik kavramların bir min varsayımlardan muaf oluşu ahlaki bir olgudur,
özetidir. Çünkü, başlangıçta söylediğimi tekrarla­ ya da öyle olması gerekir. Ama düşünsel açıdan,
yacak olursam, psikanalitik kuramın en derin içe­ Freud'un da belirttiği gibi, büyük ihtimalle bir
riği, ego ile dünyanın, varlıkla oluşun birliğinin yanılsamadır. Bu noktayı biraz daha zorlayarak
gizeminde, görünüşte nesnel ya da rastlansa! olanın psikoloj inin, felsefeden destek ve izin almadan
aslında ruhun kendi tezgahları olduğunun kavra­ yeni bir buluş yapamadığını da söyleyebiliriz.
nışında yatıyordur bence. Sadece geçerken belirttim bütün bunları. Ama,
Ve bu noktada, Freudiyen okulun yetenekli ama Jung' dan alıntılamış olduğum cümle üzerinde bir
biraz nankör evladı C.J.Jung'un, Tibet Kültürüne süre daha durmak genel amacıma uygun düşecek.
Ait Ölüler Kitabı 'na yazdığı önemli önsözdeki bir Jung, hem o makalede ve hem de benimsediği
cümlesi aklıma geliyor. "Benim nasıl yaptığımdan genel bir yöntem olarak, analitik kanıtlan, Batılı
ziyade bana nasıl olduğunu görmek daha etkileyi­ düşünceyle Doğu Batıniliği arasında bir köprü kur­
ci; dolaysız ve çarpıcı ve bu yüzden de ikna edi­ mak için kullanır. Şu sözlerle özetlediği Freud­
cidir. Belli bir psikoloji okulunda, Schopenhauer'in Schopenhauer anlayışına hiç kimse onun kadar
bile aşırıya kaçmış spekülasyon saydığı şeylerin keskin bir biçimde odaklanmamıştır: "Tüm verili
nasıl sükunetle düşünüldüğünü gösteren cüretli, durumların vericisi yine kendi içimizdedir; hem
hatta pervasız bir önerme. "Oluş"un aslında "yap­ en büyük hem de en küçük şeylerin sunduğu kanı­
mak" olduğunun bu açığa çıkarılışı, Freud'suz ta rağmen hiçbir zaman bilince çıkamamış bir
mümkün olabilir miydi? Asla! Bu noktada her şeyi hakikattir bu, oysa bilinmesi de zorunludur çoğu za­
ona borçluyuz. Bir yığın varsayımla doludur man, hatta vazgeçilmezdir. Dünyanın, ruhun doğası
Jung 'un cümlesi; analizin dil ve kalem sürçmeleri tarafından nasıl "verilmiş" olduğunu anlamamız
konusunda, bütün bir insan hataları alanında, için büyük ve muhteşem bir değişimin gerektiğini
hastalığa kaçış, kaza ve rastlantıların psikoloj isi, düşünüyordu Jung; çünkü, insanın hayvani doğası
kendini cezalandırma zorlanması gibi konularda, kendini yine kendi durumunun yaratıcısı olarak
kısaca bilinçdışının bütün o sihirbazlıkları bahsinde görmeye yanaşmıyor, bu gerçeği görmemek için ça­
bir bir gün ışığına çıkardığı gerçekler olmasaydı balıyordu. Doğu'nun kendi hayvan doğasını zapt
eğer, böyle bir cümleyi anlamak da mümkün ol­ etme konusunda, Batı 'ya göre her zaman daha
mazdı. Ama şunu da ekleyelim: Schopenhauer' in güçlü çıktığı doğrudur; ve Doğu hikmetinin tan­
gözüpek, yol açıcı spekülasyonları olmasaydı, rıyı bile ruhtan kaynaklanan "verili koşullar" arasın­
psikoloj ik dayanaklarıyla birlikte Jung 'un bu da saydığını, onu insan ruhunun ışığı ve yansıması
yoğun, yüklü cümlesi de gene mümkün olmazdı. olarak algıladığını öğrenmek bizi şaşırtmamalı.
Dostlarım, bu neşeli ortamda, Freud'un kendisine "Ölüler Kitabı'na" göre, ölmüş olana verilen ve
karşı da küçük bir polemiğe girmenin sırasıdır bel­ ölüm diyarında ona eşlik eden bu bilgi, nesne ve
ki. Felsefeye karşı fazla bir saygısı yoktur. Bilimsel özneyi birbirinden ayıran ve onların bir olduğunu
kesinliği, felsefeyi bir bilim olarak kabul etmesine ya da birinin diğerinden meydana geldiğini kabul
izin vermektedir. Felsefeyi, dünyanın kesintisiz ve etmeyen batılı zihnin mantığıyla çelişen bir para­
tutarlı bir resmini sunabileceği hayaline kapılmakla dokstur. Evet, Avrupalı mistisizmi de bu türden
suçlar; mantıksal işlemlerin nesnel değerine fazla yaklaşımlara yabancı değildir ve Abgelus Silesus' -
kıymet vermekle eleştirir; sezgilerin bir bilgi kay- un söylediği gibi:

1 31
imago I güz I 2005

Biliyorum ben olmadan bir an bile daha uygun bir sözcük olurdu: Psikanalizin, doğal
yaşayamaz tanrı; olarak, benden daha önce fark ettiği ve daha önce­
Ben yok olursam o da ölür. ki bir dönemde ona borçlu olduğum edebi değer­
Ama çoğu zaman, saf bir durum ya da mutlak lendirmelerden kaynaklanan bir tür entelektüel
bir gerçeklik olmayan, fakat ruhla bir ve onunla yakınlık. Bunlardan sonuncusu, Freud okuluna
sınırlı olan bir tanrı tasavvuru, Batılı dinsel anla­ bağlı Viyanalı bir araştırmacının "Eski Biyografi
yışın tahammül edemeyeceği, çünkü Tanrı düşün­ Okulunun Psikoloj isi Üzerine" başlığıyla yazdığı
cesini tamamen terk etmekle bir sayacağı bir ve İmago dergisinde çıkan bir makaledir. Bu epeyce
tasavvur olmuştur. kuru başlık, içeriğin dikkate değer olmadığı izleni­
Ancak din - hatta etimoloj ik açıdan bile özünde mini verir. Yazar, biyografinin eski ve basit türünün
bir bağı kasteder. Tekvin'de, tanrıyla insan arasın­ ve bilhassa, sanatçıların hayatları hakkında yazılmış
daki bu bağdan söz edilir; ben de Yusuf ve Kar­ olanların popüler efsane ve gelenek tarafından nasıl
deşleri adlı mitolojik romanımda bunun psikolojik beslenip belirlendiğini, deyim yerindeyse, bireyin
temelini vermeye çalıştım. Umarım, dinleyiciler, hayatını biyografinin alışılagelmiş tekniklerine
kendi yapıtım üzerine bir süre daha konuşmamı hoş nasıl özümsetildiğini ve böylece bu biyografilerin
görürler; çünkü bu konuyu burada, yaratıcı itkiyle kendi işlerine de bir tür meşruluk kazandırdık­
psikanaliz arasındaki bu ciddi karşılaşma anında larını, biyografinin "sahici" bir şey olarak tanın­
devreye sokmamı haklı gösterecek bazı nedenler masını, onun "her zaman olduğu gibi" olan ve "her
olabilir. Tuhaftır ki -ve muhtemelen başkaları için zaman yazıldığı gibi" yazılan "otantik" bir şey
de tuhaf- benim bu kitabımda, tam da bilginlerin olarak görülmesini sağladıklarını ortaya koyar. İn­
Doğu Batıniliğine yakıştırdıkları bir psikolojik san ancak tanımayla değer biçtiği için, yeninin
teoloji ortaya çıkmaktadır. Tevrat' ın İbrahim' i, bir içinde eskiyi, bireyselin içinde tipik olanı bulmak
bakıma Tanrı 'nın babasıdır. İbrahim'dir O'nu al­ ister. Böylece bir aşinalık duygusuyla dolar hayatı;
gılayan ve meydana çıkaran; Tanrı 'ya İbrahim oysa, kendini, bildik olana hiçbir şekilde dayan­
tarafından atfedilen yüce nitelikler herhalde en mayan, zamanda ve uzamda tek, tamamen yeni
başında da Tanrı 'ya aitti, onları İbrahim icat etmiş bir şey gibi sunmuş olsaydı, sadece şaşırtmak ve
değildi; ama bir bakıma da o icat etmişti, onları dehşete düşürmekle kalırdı. Makale bu noktada şu
tanıyarak ve düşünerek gerçek kılmıştı. Tanrı 'nın soruyu yanıtlıyor: Efsanevi biyografinin alışılmış
yüce nitelikleri- ve dolayısıyla Tanrı'nın kendisi­ teknikleriyle bireysel kişiliğin özelliklerini, hiçbir
gerçekten de İbrahim ' in dışında, nesnel bir ol­ kuşkuya yer bırakmayacak bir kesinlikle birbirinden
gudur; ama aynı zamanda onun içinde ve ona ait­ ayırmak, başka bir deyişle, tipik olanla bireysel
tirler; kendi ruhunun gücü, bazen ayırt bile edile­ olan arasına kesin bir sınır çizgisi çizmek mümkün
mez bu niteliklerden, bilinçli olarak onlarla iç içe müdür? Tam da kendi soruluş biçimiyle olumsuz­
geçer ve kaynaşır- ve Tanrı' nın İbrahim' le kur­ lanan bir soru. Çünkü, hayat, bireysel öğelerle
duğu bağın kökeni de budur: İçsel bir gerçeğin alışıla gelmiş tekniklerin bir karışımıdır; birey bu
açıkça tanınıp kabullenilmesi. Bu bağın ikisinin biçimsel ve gayri şahsi özelliklerin üstürıe, deyim
de çıkarına olduğu, ikisini de kutsadığı belirtilir. yerindeyse, ancak başını çıkarabiliyordur. Yine de,
Tanrısal ihtiyaçla insani ihtiyaç o kadar iç içe geçer gayri şahsi olan birçok şey, bilinçdışı özdeşleş­
ki, ilk adımı atanın hangisi olduğuna karar ver­ melerin çoğu konvansiyonel ve şematik olan birçok
mek imkansızlaşır. Ne olursa olsun, insanın kut­ şey, sadece sanatçının değil, genel olarak insanın
sallığı ile Tanrı'nın kutsallığının iki yönlü bir süreç deneyimi için de belirleyicidir. Makalenin yazarı
olduğunu; birinin ötekiyle bağlantılı olduğunu şöyle diyor: "Çoğumuz bugün bir biyografik tipi
göstermektedir bu düzenleme. Bir bağ da başka 'yaşıyor ' , bir sınıfın, bir rütbenin ya da mesleğin
neye yarar zaten diye sorar insan. hayatını sürdürüyoruz. İnsanoğlunun hayatını
"Verilmişin vericisi" olarak ruh - evet, dostla­ biçimlendirmesinde ki özgürlük, 'yaşanmış hayat'
rım, romanda bu fikrin ne Doğu hikmetince ne de dediğimiz o bağla ilişkilidir." Ve sonra, bana çok
psikoloj ik olgu tarafından gerekli kılınan bir ironi sevinç veren ama hiç şaşırtmayan bir şekilde, ana
noktasına götürüldüğünün farkındayım ben de. motifinin kesinlikle bu 'yaşanmış hayat' düşünce­
Fakat burada, bu bilinçdışı uyumla, bu ancak son­ si olduğunu belirttiği Yusufromanından bölümler
radan keşfedilen uyumla ilgili heyecan verici bir şey aktarmaya başlıyor; yaşanmış hayat, yani kişilerin
var. Buna telkinin gücü diyelim mi? Ama sempati ve kuşakların art arda gelişi olarak hayat, baş-

1 32
F re u d ve Ge lecek

kalarının izinden yürümek olarak hayat, Yusuf'un mekan içinde eşsiz olduğuna dair safdil inancıyla,
hocası Eliezer ' in gülünç bir ciddiyetle yerine ge­ ömrünün nasıl da formül ve tekrardan ibaret
tirdiği gibi, bir özdeşleşme olarak hayat. Çünkü olduğunu ve izlediği yolun da kendinden öncekil­
onun için zaman iptal olmuştur, geçmişin bütün er tarafından çizildiğinin hiç sezemeyen sözde
Eliezer 'leri bugünkü Eliezer' i biçimlendirmek için "bireyin" yaşamını çevreleyen ve belirleyen for­
toplanmıştır, öyle ki, aynı kişi olmadığı halde müllerin bilgisidir. Bireyin karakteri mite özgü bir
İbrahim'in uşağı Eliezer' in ağzından konuşur. roldür. Karanlıklardan ışığa yeni çıkmış bir aktör
İtiraf etmeliyim ki, bu düşünce silsilesini gibi, sadece kendisine ait ve eşsiz olduğu yanıl­
oldukça ikna edici buldum. Makale, psikoloj ik il­ saması içinde oynar bu rolü: Sanki onu kendisi
ginin mitik olana geçtiği noktaya işaret ediyor. icat etmiştir; ve kendi sözde eşsiz bireyselliğinden
Tipik olanın aslında mitik olan olduğunu ve ''yaşan­ kaynaklanmayan, ama bir zamanlar bulunmuş ve
mış hayat" denildiği gibi "yaşanmış mit" de dene­ meşrulaştırılmış olan bir şey bir kez daha temsil
bileceğini açıkça gösteriyor. Fakat yaşanmış bir edilebilsin ve kendi türünden olanlar da davra­
süreç olarak mit de, benim romanımda içerilen nışlarını bu modele uydurabilsinler diye bilincinin
epik fikirden başka bir şey değildir; ve biliyorum derinliklerinden çıkardığı bir haysiyet ve güven
ki, ben de romanlarımda işlediğim konular açısın­ tavrı içinde oynuyordur rolünü. Aslmda varoluşu
dan burjuva ve bireysel olandan mitik ve tipik sadece tek olandan ve bugünden ibaret olsaydı,
olana geçtiğimde, analitik alanla kişisel ilişkim de nasıl davranacağını bilmeyecek, kafası karışacak,
akut evresine girmiştir. Her türlü yaratıcı yazının acizleşecek, kendine saygısı kınlganlaşacak, han­
psikolojiye ilgi duyması nasıl doğalsa, psikanalizin gi adımı önce atacağına ya da hangi suratı takı­
de mite ilgi duyması öyle doğaldır. Bireysel ruhun nacağına karar veremeyecekti. Haysiyet ve güven
çocukluğuna doğru nüfuz edişi, aynı zamanda in­ duygusunun bilinçdışı dayanağı, onunla beraber
sanlığın çocukluğuna, ilkel olanın ve mite özgü sanki zamandışı bir şeyin de gün ışığına çıkıp
olanın da derinliklerine girmek demektir. Freud, şimdi 'ye dahil olduğu gerçeğidir; sadece kendi
tüm doğa bilimlerinin, tıbbın ve psikoterapinin, başına kaldığında zavallı ve değersiz olan tekil
kendisi için, gençliğinin en erken dönemlerinde karaktere eklenen mitik bir değerdir; doğal bir
insanoğlunun tarihine, dinin ve ahlakın kökenleri­ değerdir bu, çünkü kökeni bilinçdışındadır.
ne duymuş olduğu tutkunun etrafında ve hep ona Mitolojiye düşkün sanatçı, işte böyle bir bakışla
doğru yapılan daimi bir yolculuk anlamına geldiği­ eğilir kendi çevresindeki olgulara - görebildiğiniz
ni söylemişti; bu merak, kariyerinin en üst nok­ gibi, ironik ve tepeden bir bakıştır bu, çünkü mi­
tasında, Totem ve Tabu olağanüstü bir sonuç ver­ tik bilgi bakanın kendisi içindedir, bakılanda değil.
miştir. Tiefenpsychologie [derin psikoloji] sözünün Ama mitik bakış açısının öznelleştiğini varsayalım
zamansal bir anlamı vardır; insan ruhunun ilkel bir an için; aktif ego 'ya dahil olup, orada, gururlu,
temelleri de yine ilkel zamandır, mitin yuvalandığı gizli ama yine de neşeli bir şekilde, tekrarlanışının
ve hayatın ezeli kural ve biçimlerini oluşturmaya ve tipikliğinin farkına vardığını, rolünü kutsadığını
yöneldiği derin zaman-kaynaklardır bunlar. Çünkü ve kendi değerini de sadece dünyada geleneksel
mit hayatın temelidir; zaman-üstü bir şemadır, bir olanın yeni bir temsili olduğu bilgisine bağladığını
kutsal formül; ve hayat da kendi niteliklerini bilinç­ varsayalım. Diyebiliriz ki ancak böyle bir olgu
dışından üretirken bu şemanın, bu formülün içine ''yaşanmış mit" olabilir; bunun bilinmedik ve yeni
akar. Şurası kesin ki, bir yazar, hayatı mitik ve bir şey olduğunu da sanmayalım. Mitin içindeki
tipik olarak kabul etme alışkanlığını edindiğinde, hayat, kutsal bir tekrar olarak hayat, tarihsel bir
sanatçı mizacında, aksi takdirde hayatının ancak biçimdir. Aynı zamanda İştar, Astarte ve Aphrodite
çok daha ileriki bir evresinde meydana gelecek, de olan Mısırlı Cleopatra buna bir örnektir.
tuhafbir artış, kavrama ve biçimlendirme gücünde Bachofen, Baküs kültünü, yani Dionysos dinini
de yeni bir canlanmayla karşılaşacaktır; çünkü betimlediği çalışmasında, Mısır kraliçesinin Diony­
mitik olan, insan soyunun yaşama süresi içinde sos' cu stimula'nın mükemmel bir resmi olduğunu
çok daha erken ve ilkel bir evreyken, bireyin söyler; ve Plutarkhos 'a göre de, Cleopatra 'yı Aph­
yaşamında geç ve olgun bir döneme denk düşer. rodit' in dünyevi cisimlenişi olarak görülmesini
Kazanılan şey fiiliyatta betimlenen daha yüksek bir sağlayan şey, kraliçenin fiziksel cazibesinden çok,
hakikatin iç görüsüdür; ebedi, ölümsüz ve hakiki erotik entelektüel kültürüydü. Fakat, mizacındaki
olanın gülümseyen bilgidir; kendisinin zaman ve Aphrodit' lik ya da Hathor-İsis rolü, sadece Plutak-

1 33
iı:nago I güz I 2005

hos veya Bachofen tarafından atfedilmiş nesnel düpedüz: "Ben oyum." Bu mitin formülüdür. Öy­
bir şey değildir, aynı zamanda öznel varoluşunun leyse hayat -hiç değilse anlamlı hayat- eskiden
da özüdür, yaşadığı bir roldür. Bu, ölüm şeklinden mitin somut biçimde yeniden üretilmesi, yeniden
de anlaşılabilir: Göğsünün üzerine bir engerek kurulmasıydı; hayat mite başvuruyor ve ancak
yılanı koyarak kendini öldürdüğü varsayılır. Fakat onun sayesinde, geçmişe bakarak kendini sahici ve
yılan, pullu giysiler içinde resmedilen Mısırlı İsis' e anlamlı sayabiliyordu. Mit, hayatın meşrulaştırıl­
de yabancı değildir; ve göğsünün üzerinde yılan masıdır; hayat ancak onun sayesinde ve o�un
tutan bir İştar heykeli de vardır. Eğer Cleopatra'nın içinde kendi bilincine varabilir, ancak onun içinde
ölüm şekli efsanenin söylediği gibiyse, mitik ego­ onaylanıp kutsanabilir. Cleopatra, ölürken bile
sunun bir tezahürüydü bu. Üstelik, tanrıça İsis ' in Afrodit olmayı sürdürmüştür - mitin kutlanışından
şahin başlığını takan ve kendini Hatgor'un nişanıy­ daha değerli ya da anlamlı yaşamak ve ölmek
la, hillalli öküz boynuzuyla donatan da o değil mümkün müdür? Sadece, yazılmış olanı yerine ge­
midir? Ve iki çocuğuna Mark Antony Helios ve tirmek için yaşamış ola İsa'yı ve Onun hayatını
Selene adlarını koymamış mıdır? Şüphesiz, gerçek­ düşünmek yeter. Kendi bilinciyle İncil yazarlarının
ten önemli bir figürdü; sözcüğün antik çağa özgü gelenekleştirmelerini ayırt etmek güçtür. Ama çar­
anlamıyla önemli: Kim olduğundan ve kimin izinde mıhta, dokuzuncu saat hakkında söylediği söz "Eli,
yürüdüğünden çok emindi . Eli, lama sabachthani?" [ Allahım, Allahım, beni
Antik çağın ego'su ve onun öz-bilinci, bizim da­ niçin bıraktın?], hiç de hayal kırıklığı ve üzün­
ha dışlayıcı ve daha keskince tanımlanmış ego­ tüsünün değil aksine Mesihvari bir yüce benlik
muzdan farklıydı. Deyim yerindeyse, arkası açık­ duygusunun feveranıdır. Cümle özgün olmadığı
tı; geçmişten daha çok şey alıyor ve onu tekrarla­ gibi kendiliğinden bir haykırış da değildir. B aştan
yarak bugüne ait kılıyordu. İspanyol bilgin Ortega sona Mesih ' in ilan edilişi olan yirmi ikinci
y Gasset' in söylediğine göre arkaik insan, herhan­ Mezmu.r'un başında yer alır bu cümle. İsa ' da ora­
gi bir şey yapmadan önce, ölümcül darbeyi vurmak dan aktarıyordu ve aktarmanın anlamı şuydu: "Evet,
için geri sıçrayan bir boğa güreşçisi gibi, geriye o benim." Cleopatra da ölmek için boynuna bir
doğru bir adım atardı. Geçmişte, sanki bir dalgıç engerek yılanı doladığında bu sözü aktarmıştı ve
hücresine girermişçesine içine girebileceği bir kalıp gene şu anlama geliyordu: "Evet, o benim."
arar ve böylece hem saklanmış hem de korunmuş Bu bağlamda kullanmış olduğum "kutlama/
olan şimdiki sorunun üstüne giderdi. Bu yüzden, kutsama" sözünün üzerinde kısa bir süre du.ralım.
hayatı bir anlamda eski bir temanın yeniden sah­ Mazu.r görülebilecek, hatta uygun bir kullanımdır
nelenişiydi, geçmişin canlandırmasıydı. Ama mit bu. Çünkü, mit içindeki yaşam, deyim yerindeyse,
olarak hayat da tastamam bu yeniden-canlandırma tırnak içindeki yaşam, bir tür kutlamadır; onunla
olarak hayattır. İskender, Miltiades' in izinden git­ geçmiş bugüne getirilmekte, dini bir edime, reçete­
miştir; Caesar 'ın en eski biyografilerinin yazarları, si verilmiş bir kutlamanın icrasına dönüşmekte,
haklı ya da haksız, onun İskender' i kendine prototip bir şenlik haline gelmektedir. Şenlik bir yıldönümü
olarak seçmiş olduğuna inanmışlardır. Fakat böyle olduğu için, geçmişin bugün içinde yinelenme­
bir "taklit", sözcüğün bugünkü anlamından daha sidir. Her yılbaşı, dünya-kurtarıcısı Bebek, acı çek­
fazlasını ifade ediyordu. Özellikle antik çağın aşi­ mek, ölmek ve doğmak için yeniden dünyaya gelir.
na olduğu mitik bir özdeşleşmeydi; ama ruhsal ola­ Şenlik, zamanın tutulmasıdır; bir olaydır, kutsal bir
rak tüm zamanlarda mümkündü ve modern za­ hikayenin, çok eski bir kalıba uygun olarak tekrar­
manlara dek de etkisini kaybetmemişti. Napeleon lanmasıdır. İçindeki olaylar ilk kez değil de, pro­
figürünün antik bir kalıba dökülmüş olduğu hep totipe uygun bir şekilde törensel olarak meydana
söylenmiştir. Dönemin zihniyeti, onun da İskender gelmektedir. Her şenlik bir "şimdileştirme" ya da
gibi kendini Jüpiter Amnon 'un oğlu olarak sun­ bugüne getirmedir; tıpkı o ilk, özgün olayda olduğu
masına izin vermiyor ve bu da canını sıkıyordu. gibi, zaman içinde, evrelerin ve saatlerin birbirini
Fakat en azından Doğu seferleri sırasında kendini izlediği bir zamansal düzen içinde gerçekleşir.
mitik olarak İskender ' le karıştırdığına şüphe yok­ Antik çağda, her şenlik özellikle dramatik bir icray­
tur; yüzünü Batı 'ya çevirdikten soma da açıkça dı, bir maskeydi; aktör durumundaki rahipleriyle,
şunu söyleyebilmiştir: "Ben Charlemagne 'ım." tanrılar hakkındaki hikayelerin sahnelenmiş bir
Dikkat edin: "Charlemagne ' a benziyorum" ya da tekrarıydı- Osiris ' in hayatı ve çileleri bunun bir
"Durumum Charlemagne ' a benziyor" değil de örneğidir. Hıristiyan ortaçağının dünya, cennet ve

1 34
F re u d ve Ge lecek

cehennem temalarını işleyen gizem oyunları vardı­ lığın ürünü olan bir baba imgesiyle bu çocuksu
Goethe 'nin Faust'u bunun geç dönem uzantısıdır­ özdeşlemedir. Özellikle çocuksu ve oyuna tutkun
kamaval farsı ve foklorik mim oyunları vardı. bir varlık olan sanatçı, böyle bir çocuksu taklidin
Sanatçı bakışı, dünyaya mitik bir eğimle düşer ve hayatı üzerindeki gizemli ancak yine de apaçık
bu da dünyanın bir fars olarak, kuralları bilinen bir etkisinden ve sonuçta çoğu kez bir kahramanın
şölenin dramatik icracısı olarak, mitik karakter farklı zamansal ve kişisel koşullar altında çocuk­
kuklalarının geçmişten gelen ve şimdi bir jestle su da diyebileceğimiz çok değişik yollarla yeniden
yeniden cisimlenen bir olay örgüsünü canlandırdığı canlandınlışından başka bir şey olmayan mesleğin­
bir epik kukla tiyatrosu olarak görünmesine yol den söz edebilir bize. Werther ve Wilhelm Meister
açar. Bu mitik eğilim oyuncuların kendilerine de evreleriyle ve Faust ile Divan ' a denk gelen yaşlılık
geçerek öznelleştiği, oyunun ve oyuncuların bilin­ dönemiyle birlikte Goethe 'nin taklitleri, hala bir
cinin parçası olduğu anda, benim Yusuf ve Kar­ sanatçının hayatını mitik olarak şekillendirebilir: Bu
deşleri dizisinin ilk cildinden, özellikle de "Büyük taklit, sanatçının bilinçdışından geliyor, ama -yine
Aldatma" adlı ilk bölüme olduğu türden bir epik sanatçıya özgü bir tarzda- gülümseyen, çocuksu ve
yapının ortaya çıkması kaçınılmazdır. Orada, kim­ derin bir farkındalığa dönüşüyordur.
lerin yolunu izlediklerini pek iyi bilen kişiler -İs­ Romanımdaki Yusuf, tanrısal taklidiyle bilinç­
hak, Esau, Yakub- yinelenen bir farsı trajikomik dışının sazını çalan bir sanatçıdır; ve ben de bilinç­
biçimde oynamakta, örneğin Esau'nun kandırılıp dışını oyuna teşvik ederken, onu ciddi bir ürün
doğal hakkından yoksun bırakıldığı sahneyle yaratmaya, psikoloji ile miti buluşturan ama aynı
izleyenleri neşeye boğmaktadır. Yusuf da böyle bir zamanda şiirle analizin buluşmasının da kutlanışı
hayat kutlayıcısıdır; çok sevimli bir mitoloj ik olan bir öykülemeye özendirirken içimi saran
hokus pokusla Temmuz-Osiris mitini kendi şah­ duyguyu nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum- gele­
sında sahneye koyar; parçalanan, gömülen ve ceğin sevinçli bir öngörüsü mü desem acaba?
yeniden doğan tanrının öyküsünü bir kez daha Ve şimdi de bu "gelecek" sözcüğü: Onu konuş­
"gerçekleştirir" ve hayata kendi derinliklerinden mamın başlığı olarak seçtim, çünkü Freud'un adıy­
biçim veren şeyle, bilinçdışıyla, festival oyununu la bağlantılandırmayı en sevdiğim düşünce işte
oynar. Metafizikçi ile psikoloğu düşündüren gizem, tam da budur. Fakat burada konuşurken bile, bir
ruhun bütün verili koşulların vericisi oluşu, Yusuf'ta kafa karışıklığına yol açıp açmadığımı soruyorum
kolay, oyunlu, çevik bir nitelik edinir- tıpkı, bir kendime: Acaba, şimdiye kadar söylemiş olduk­
eskrimcinin ve ya jonglörün kusursuzca gerçek­ larım göz önüne alındığında, örneğin "Freud ve
leştirilen sanatsal performansı gibi. Onun çocuksu Mit" gibi bir başlık daha mı uygun olurdu? Ama
doğasını gözler önüne serer bu - ve şimdiye kadar yine de bu adla bu sözcüğü birleştirme düşüncesin­
konunu çok dışına çıkılmış gibi görünse de, kul­ den vazgeçmedim ve şimdiye kadar söylemiş
lanmış olduğum sözcük aslında hep bu gecenin ·
olduklarımla ilişkisini ispat etmek ve anlaşılmasını
konusuna sadık kaldığımızın kanıtıdır. sağlamak isterim. Freudiyen dünyaya çok yakın
Çocuksuluk, başka bir deyişle, çocukluğun olan ve sanki psikolojinin ışığını mitin üzerinde
erken dönemlerine doğru gerileme: Ne kadar da gezdiren o romanda insanlığın yeni bir tanımının,
büyük bir rol oynuyordur hayatımızda bu gerçek­ gelecekten bize doğru gelmekte olan yeni bir in­
ten psikanalitik öğe ! Nasıl da büyük payı vardır bir sanlık anlayışının gizli tohum ve öğelerinin bu­
insanın hayatının şekillenmesinde ! Doğrusu tam da lunduğunu öne sürmek cüretini buluyorum ken­
betimlediğim şekilde i şlemektedir: Mitik bir dimde. Ve şuna da kesinlikle inanıyoıum: Bir gün
özdeşleşme olarak, hayatta kalma olarak, ve baş­ Freud ' un hayatını adadığı yapıtında, yeni bir
larının izinden yürümek olarak. Babayla bağ, ba­ antropoloj inin inşası için gereken temel taşlarının
banın taklidi, baba olma oyunu ve daha yüksek, da­ yanı sıra, temel öğeleri daha bugünden birikmeye
ha gelişmiş baba-ikamelerine aktarım- bu çocuk­ başlamış, özgür bir insanlığın gelecekteki meskeni
su özellikler bireyin hayatını belirlemek ve şekil­ olabilecek yeni bir yapının da bulunduğunun farkı­
lendirmekte nasıl da etkilidir! "Şekil" sözcüğünü na varacağız. Bu hekim-psikolog istencinin, bugün
kullanıyorum, çünkü benim için eğitim (bildung); bizim ancak boz bulanık seçebildiğimiz ve daha
yani insanın şekillenmesi dediğimiz şeyin en mut­ önceki hümanizmin hiç tanımadığı bir çok şeyi
lu, en zevkli öğesi tam da hayranlık ve sevgiyle deneyimleyebilecek bir yeni hümanizmin yol açıcısı
gerçekleşen bu güçlü etkilenmedir, derin bir yakın- olarak onurlandınlıcağından hiç şüphem yok. Alt

1 35
imago I güz I 2005

dünyanın, bilinçdışının ve id' in güçleriyle daha manlar, rüyaların teorisi için "batıl itikat ve gizem­
farklı bir ilişkiye giren bir hümanizm olacak bu: cilikten kurtarılarak ele geçirilen yeni keşfedilmiş
Bizim nevrutik, korkularla ve nefretlerle dolu bilimsel toprak parçası" demişti. Ele geçirmek
dünyamızda olabileceğinden daha olgun bir sana­ sözü, çalışmasının yayılmacı ruh ve önemini anlatır.
ta imkan veren daha cesur, daha özgür ve daha O, özdeyişsel bir biçimde " İd'in olduğu yerde ego
kıvrak bir ilişki. Freud' a göre, psikanalizin bilinç­ olacaktır" der. Ve analizin, Zuider Zee'nin kurutu­
dışının bilimi olarak önemi, gelecekte bir tedavi larak araziye kazandırılmasıyla karşılaştırılabilecek
yöntemi olarak değerini kat kat aşacaktır. Ama, kültürel bir çaba olduğunu belirtir. Sonunda, bu
bilinçdışının bilimi olarak bile sözcüğün eski ve da­ aziz adamın özellikleri de şaçları ağarmiş Faust'un
ha büyük anlamıyla bir tedavi yöntemidir- birey­ çizgilerine karışıp gider gibidir; o Faiıst ki, şöyle
sel vakalan da içerip aşan bir yöntem. İsterseniz şair demiştir:
ütopyası deyin buna, ama en büyük korku ve ne­ Bu bataklık, dağlara doğru uzanıp
fretimizin çözülmesinin, bilinçdışıyla farklı bir iliş­ gidiyor. Ve kazanılmış olan bütün ülkele­
kiye girmesinin, daha ironik ama ille de saygısız ol­ rin havasını berbat ediyor. Bu kirli su
mayan, daha çok sanatçıya özgü bir ilişkiye birikintisini çekip boşaltmak en son ve en
dönüşmesinin günün birinde tam da o bilimin sa­ büyük kazancımız olacak. Ben milyon­
ğaltıcı etkisine bağlı olması o kadar da düşünül­ larca insana refah içinde olmasa bile, her
meyecek bir şey değildir. halde faal ve hür olarak yaşayacak sahalar
Analitik aydınlanma devrimci bir güçtür. açıyorum. Bu ova yeşil ve verimlidir. İn­
Onunla birlikte, kıvrak bir şüphecilik de, kendi sanlar ve hayvan sürüleri, bu yeni
ruhlarımızın bütün entrika ve bahanelerinin mas­ kazanılmış topraklar üstünde rahata
kesini düşüren güvenmezlik de ortaya çıkmıştır. Bir kavuşacaklar, cesur ve çalışkan bir kitlenin
kere uyanıp gözünü açtığında, tekrar uyutulama­ meydana getirdiği o koskoca tepeye hemen
yacak bir şüpheciliktir bu. Hayatın içine sızar, çiğ yerleşeceklerdir. Burası cennet gibi bir yer
safdilliğini çürütür, onu kendi cehaletinin yükün­ olacak. O zaman kuduran dalgalar iste­
den kurtarır, deyim yerindeyse hayatın duygusal­ dikleri kadar seddin _üstüne çıksınlar. Deniz
lığını azaltır, İngilizce' de dendiği gibi understate­ şiddetle saldınnak için bu seddi kemirse
ment [abartının tersi-ç.n] zevkini aşılar ona, şişiril­ bile, halk elbirliği ederek, açılan gediği
miş olandan çok dürülmüş olan sözcükleri sevmeyi, kapatmağa koşacaktır. Evet, ben kendimi
etkisini ölçülülük ve tevazuyla sağlayan bir anlayı­ tamamıyla bu fikre verdim. Akıl ve
şa bağlanmayı öğretir. Tevazu -ne kadar da güzel basiretin gereği budur. Yaşamaya olduğu
bir sözcük ! Almanca' da (Beschedenheit) esas gibi özgürlüğü de ancak onu her gün
olarak bilmekle ilgiliydi ve ancak sonradan yeniden fethetmek zorunluluğunda bulu­
bugünkü anlamını almıştır; İngilizce anlamının nanlar layıktır. Çocuklar, büyükler ve ihti­
geldiği Latince sözcükse bir yapma tarzı anlamı­ yarlar, ömürlerinin verimli yıllarını bura­
na gelir- kısaca, ikisi birden Fransızca savoir faire da tehlikelerle göğüs göğse geçirecek­
anlamını vermektedir- nasıl yapacağını bilmek. lerdir. Ben böyle bir kaynaşmayı gönnek
Bunun, ortaya çıkmak için bilinçdışının biliminin ve hür topraklar üstünde, hür bir halkın
kılavuzluğuna başvuracak olan Q daha kıvrakça arasında yaşamak isterdim. [çev. Sadi
nesnel ve barışçı dünyanın temel mizacı olacağını lnnak]
umut edebilir miyiz? Özgür halk, korkudan ve nefretten arınmış ve
Yol açıcı ruhuyla hekim ruhunu birleştirmesi barış için hazır olan geleceğin insanlarıdır.
böylesi bir umudu haklı kılmaktadır. Freud bir za-

1 36
Maria-Faustina Stefanini
Albino Braz
Se rbest Zaman*
Theodor W. Adorno

Çevirenler: Oya Şakı Aydın - Zeliha Hepkon

S
erbest zamana ve insanların onunla ne gelmektedir; insanlar her ne kadar bu zaman ara­
yaptığına ve ondan ne gibi fırsatlar yarata­ lığında onları saran bağlardan kurtulmuş ve özgür
bileceklerine dair bir soru, soyut bir iradeleriyle hareket ediyor olsalar da, bu aralık da
genelleme olarak düşünülmemelidir. Bu iş saatlerinde kaçmaya çalıştıkları güçler tarafından
arada, "serbest zaman" ya da "boş zaman" çok şekillendirilmektedir.
yeni kavramlardır. Bunların öncüsü olan serbest­ Bugün serbest zaman olgusuyla ilgili sorulması
lik (leisure-mue ), sınırsız ve konforlu bir yaşam gereken soru şudur; özgür olmayan koşullar al­
tarzını ve de niteliksel olarak daha farklı ve şanslı tında, yani insanların içine doğdukları ve yıllardır
bir durumu ifade etmektedir. Ayrıca bu kavram onların varoluşlarını belirleyen üretim ilişkileri
serbest ya da boş olmayan, iş ile dolu olan ve da­ içinde, işgücü verimliliğinin artmaya devam ettiği
hası heteronom olarak adlandırılan özel bir fark­ bu ortamda, serbest zamana ne olur? Çağımızda
lılığa işaret eder. Serbest zaman karşıtına zincir­ serbest zaman çok genişlemiş durumda. Bu geniş­
lenmiştir. Aslında bu karşıtlık ilişkisi serbest za­ leme, otomasyon sistemleri ve atom gücünde
manın temel özelliklerini oluşturmaktadır. Daha da henüz devam eden buluşlarla daha da artacak.
önemlisi, serbest zaman, insanları etkisi altına Eğer ideoloj ik önyargılarımızı bir kenara bıraka­
almış olan toplumsal koşulların bütününe bağlıdır. cak olursak, serbest zamanın kendi karşıtına yak­
İnsanlar ne işte ne de bilinçlerinde gerçek özgür­ laşması ve kendisinin bir parodisine dönüşme­
lüğü tasarruf edemezler. Bu gerçeği anlamak için sine ilişkin kaygıyı göz ardı edemeyiz. Dahası,
tiyatro alanından ödünç alınan "rol" kavramını kul­ esaret gittikçe serbest zamanı ilhak etmekte ve
lanan uzlaşmacı sosyologlar bile insanlara toplum özgür olmayan insanların birçoğu bu süreci, kendi­
tarafından yamanan bu varoluşun ne onların kendi­ leri de bu esaretin bir parçası oldukları için fark
lerine ne de ne olabileceklerine benzemediğini etmemektedirler.
söylerler. Elbette hiç kimse insanların aslında ne Ben bu meseleyi kendi naçizane deneyimle­
oldukları ile toplumsal rolleri arasında basit bir rimden yola çıkarak aydınlatmaya çalışacağım.
ayrım yapma yoluna gitmemelidir. Bu roller insan Mülakatlar ya da sohbetler sırasında, insanlara
karakterinin içsel birikimini öyle bir oluşturmuştur genelde hobileri sorulur. Haftalık dergilerde, nadir
ki bu eşitsiz toplumsal entegrasyon çağında, in­ olarak ele geçen bir fırsatta, kültür endüstrisinin
sanlarda işlevsel olarak belirlenmemiş bir şeyin devlerinden biriyle ilgili dosya hazırlandığında, o
varlığını kanıtlamak oldukça zordur. Serbest zaman insanın özel hayatı ve hobileriyle de ilgili bilgiler
meselesinde bu önemli bir noktadır. Bu şu anlama verilir. Bana bu tip bir soru sorulduğunda ise deh-

* "Kültür Endüstrisi - Kitle Kültürü Üzerine Seçilmiş Denemeler" Essays on Mass Culture, edited by J. M. Bernstein, Routledge,
s. 1 87- 1 98 (Theodor W. Adorno, The Culture Industry Selected 2004)

1 39
imago I güz I 2005

şete kapılıyorum. Çünkü benim hobim yoktur. işine tüm dikkatini vermeli ve dikkatini dağıtarak
Bu, kendini tam anlamıyla işine kaptırmış bir tür dalga geçmemelidir ki ücretli emek bunun üzeri­
işkolik olmamdan değil, fakat mesleğim dışında­ ne kurulmuş ve kuralları içselleştirilmiştir. Diğer
ki etkinliklerimi de oldukça ciddiye almamdan taraftan da, serbest zaman hiçbir şekilde işe ben­
kaynaklanıyor. Bundan dolayı onları, hobilerle ya­ zememelidir ki kişi sonrasında etkin bir biçimde
pılan herhangi bir şeyi, bugün çok yaygın olan çalışabilmelidir. Sonuç birçok anlamsız boş zaman
barbarca bir zihniyetin örneklerinden biri olarak etkinliğidir. Dahası, iş hayatına özgü davranış
-yani vakit öldürmek için edinilen meşgaleler­ kalıpları, insanları burada da rahat bırakmaz ve es­
olarak adlandırmak istemiyorum. Müzik yapmak, kiden beri, gizliden gizliye serbest zaman diyarı­
müzik dinlemek, bütün dikkatimle kitap okumak, na kaçak giriş yapar.
bunlar benim hayatımın parçalarıdır ve onlara ho­ Eski zamanlarda, çocuklara okuldaki katılım­
bi demek, onlarla dalga geçmek olacaktır. larıyla ilgili de not verilirdi. Bu yetişkinlerin,
Diğer taraftan iş ve serbest zaman arasında çocuklarının serbest zamanlarında kendilerini çok
keskin bir ayrım yapılan şu durumda benim işim, zorlayacakları; yani çok fazla kitap okuyacakları
yani felsefi ve sosyolojik çalışmalar yapmak ve ya da akşam çok geç yatacakları yönündeki öznel
üniversitede öğretmenlik, serbest zamanın karşısı­ ancak iyi niyetli endişelerinin bir sonucuydu.
na: konabilecek şeyler de değildir. Ben bunun bir Ebeveynler gizli gizli, insan hayatının etkin bir
ayrıcalık olduğunu biliyorum ve tadını çıkarıyo­ biçimde bölümlenmesiyle bağdaşmayan bir ku­
rum . Bu elbette, benim kendi isteklerim ve ralsızlık zihniyetini seziyorlardı. Dahası, hakim
yeteneklerim doğrultusunda bir işte çalışıyor olma­ olan ethos, çeşitli veya heterojen olan ve açık ve
mın sonucudur. Eğer serbest zaman, bir zaman­ belirgin bir şekilde yerine oturmayan her şeye
lar bir avuç insanın yapabildiği gibi herkesin zevk şüpheyle bakmaktan yanadır. Hayatın keskin
alacağı şeyleri yaptığı bir zaman dilimiyse, ki biçimde ikiye ayrılması da, serbest zamanı
feodal toplumla karşılaştırınca burjuva toplumu bu neredeyse tamamen feth eden şeyleşmeyi emret­
yolda ilerleme kaydetti, farklı koşullar söz konusu mektedir.
olduğunda bu model önemli ölçüde değişse de, Hobi ideolojisindeki boyun eğdirme özelliği en
ben bunu kendi iş dışı deneyimlerimden yola iyi şekilde iş yerinde görünür. Ne gibi hobileriniz
çıkarak resmetmeye çalışacağım. olduğu sorusunun doğallığı, "boş zaman endüst­
Eğer Marks'ın yolunu izleyecek olursak, bur­ risinin" sağlayabilecekleriyle uyumlu olarak za­
juva toplumunda işgücü bir meta haline gelmiş ve ten bir ya da daha da iyisi birkaç tane farklı ho­
bunun sonucunda da emek şeyleşmiştir; bunun biye sahip olduğunuz varsayımını barındırır.
ardından ise "hobi" ifadesi bir paradoksa dönüşür: Özgürlüğün organize olması zorunludur. Eğer
Tamamıyla belirlenmiş bir bütünün içerisinde, hobiniz yoksa acı içindesinizdir, meşgaleniz yok­
belirlenmemiş yaşam vahası olarak kendini şeyleş­ tur, ya da işkolik, geri kafalı veya egzantirik­
menin zıddı olarak gören insanlık durumu, ay­ sinizdir ve de serbest zamanınızı nasıl değerlen­
nen iş ve serbest zaman arasındaki katı ayrım gibi dirmeniz gerektiğini söyleyen toplumun maskarası
şeyleşir. Serbest zaman, kar odaklı toplumsal ·olursunuz. Bu tür bir mecburiyetin sadece dışsal
hayatın bir devamıdır. Aynen, "show business" bir karakteri yoktur. Bu fonksiyonel bir sistemde
teriminin oldukça ciddiye alınması gibi "boş za­ insanların içsel ihtiyaçlarıyla da bağlantılıdır.
man" endüstrisindeki ironi de unutulmuş gibi Kamp yapma eskiden gençlik hareketleri
görünüyor. Tu ri zm , kamp yapma gibi boş zaman içinde çok popülerdi ve burjuva yaşantısının
etkinliklerinin ka r amaçlı yapılan faaliyetler sıkıcılığına ve kuralcılığına karşı bir protestoydu.
okluğu hilinen gerçeklerdir. Aynı zamanda iş ve İnsanlar kelimenin her anlamıyla "dışarı çıkmaya"
serbest zaman arasındaki fork, hem bilinç hem çalışıyorlardı. Dışarıda yıldızların altında uyu­
de bilinçaltı seviyesinde bir norm olarak insanların mak, evden ve aileden kaçtığınızı gösteriyordu.
kafasına kazınmıştır. Zira, hakim olan çal ış ına Gençlik hareketleri ölünce bu ihtiyaç kamp
etiğine uygun olarak, iş t en arınmış olan zaman, endüstrisi tarafından ele geçirildi ve kurumsal­
yorgun düşmüş olan işçinin toparlanması için kul­ laştı. A ncak elbette ki, endüstri tek başına insan­
lanılmalıdır, yani bu işe eklenen bir zaman d ı r. ları, çadırlar, kamp arabaları ve ekipmanları alma­
İşte tam burada burjuva davranış nonnlarından ya zorlayamazdı.
biriyle karşı karşıya geliyoruz. Bir tarafta kişi İnsanların içı.inde zaten böyle bir arzu vardı

140
Serbest Zaman

ama, bu özgürlük ihtiyacı iş dünyası tarafından serliği i!t: Schopenhauer'un küstah yorumu, in­
işlevselleştirilip, geliştirilip tekrar üretiliyordu; sanın, bir yandan meta karakterinin tamamının
yani istedikleri onlara zorla geri dönüyordu. Bu onu dönüştürdüğü bir şeyleri de içine alan,
yüzden, serbest zamanın bütünleştiği rahatlama ile doğanın·fabrikasyon bir ürünü oluğunu anlat­
insanlar tam da en özgür hissettikleri yerde, aslın­ maktadır.
da ne kadar tutsak olduklarını fark etmiyorlar. Öfkeli eleştiri insanoğluna, insanın yadsınamaz
Zira, bu tür bir tutsaklığın kuralları onların elin­ özüne dair tantanalı karşı koyuşlardan hala daha
den alınmıştır. fazla saygı getirmektedir.Yine de, Schopenhauer'-
. En katı anlamıyla alırsak, çalışmanın tersi un doktrini, evrensel bir geçerliliği olan ve insan
olarak, bugün artık modası geçmiş olarak nitele­ türünün. birincil karakterine ışık tutan bir şey ola­
nen bir ideolojide olduğu gibi, serbest zaman rak değerlendirilmemelidir. Sıkıntı, çalışma baskısı
kavramında anlamsız (Hegel olsa "soyut" derdi) ve katı iş bölümü altındaki yaşamın bir fonksi­
bazı şeyler vardır. Bu konuda önemli bir örnek, yonudur. Bu böyle olmak zorunda değil. Ne za­
yakıcı güneşin altında yatmak hiç de eğlenceli man boş zamandaki davranış, gerçekten özerk
olmadığı ve muhtemelen fiziksel hasarlara sebep olursa, özgür insanlar tarafından kendileri için
olup ve hatta aklı fakirleştirdiği halde, bronz ola­ belirlenirse, o zaman can sıkıntısı nadiren görüle­
bilmek için güneşin altında kızaranların dav­ cektir. Sıkıntı sadece zevk için yapılan etkinlik­
ranışıdır. Bronzluk oldukça çekici olabilmektedir lerde, kendi içinde anlamlı ve akılcı olan serbest
ve bronz tenli kişi metanın fetiş karakterini alarak zaman etkinlikleri kadar görülmez. Boş boş gezin­
kendisini fetişleştirmektedir. Bir kızın yanık teni­ mek bile gereksiz bir davranış olmak zorunda
nin erotik olduğu varsayımı başka bir rasyo­ değildir, kendi kendini kontrolün sancılarından
nelleştirmedir. Yanık ten kendi içinde bir sondur bir kurtuluş olarak keyif verebilir. Eğer insanlar
ve baştan çıkarılması gereken erkek arkadaştan da­ kendileri. ve yaşamları hakkında kendileri karar
ha önemlidir. Eğer tatilden bronz bir tenle dön­ verebilselerdi, tekdüzeliğin diyarında sıkışıp
mezseniz iş arkadaşlarınız hemen sorarlar; "Daha kalmasalardı, sıkılmak zorunda da kalmayacak­
tatile gitmedin mi?" diye. Serbest zamanın içinde lardı.
büyüyen fetişizm, daha başka toplumsal kont­ Sıkıntı somut tekdüzeliğin yansımasıdır. Bu an­
rollere de gebedir. Elbette bunda, çok .etkili ve lamda siyasi ilgisizlikle benzeşir. Bu ilgisizliğin
kaçınılmaz reklamlarıyla kozmetik sektörünün de en belirleyici nedeni, kitlelerin toplumsal alanda
payı vardır, ama insanların meydanda olanı onaylanan biçimiyle politik katılımın, kendi
görmemekteki istekliliklerinin payı da büyüktür. varoluşlarını asgari düzeyde etkileyebileceğine
Güneşin altında uyuklama edimi, günümüz dair hiç de yersiz olmayan duygularıdır. Ve bu,
koşullarında serbest zamanın değişmez bir unsu­ . günümüzde bütün politik sistemler için geçerli­
runun doğuşunu da müjdelemektedir. Can sıkın­ liğini korumaya devam etmektedir. Politikanın
tısı ... İnsanların tatillerinde ya da serbest zaman­ kendi çıkarlarıyla ilişkisini sezemeyenler bütün
larındaki diğer etkinliklerinde bekledikleri mu­ politik faaliyetlerden çekilirler.Oldukça yerleşmiş
cize, çığırından çıkmış bir komedinin konusu olur. ve de nörotik bir duygu olan güçsüzlük, can sıkın­
Zira, burada bile tekdüzeliğin ötesine geçemezler. tısıyla yakından ilişkilidir. Sıkıntı, nesnel bir çare­
Uzak yerler artık-Baudelaire için de bir sıkıntı 'en­ sizliktir.
nui' ifadesiydi- farklı yerler değildirler. Kurbanın Aynı zamanda, toplumsal bütünün insanda
sıkıntısı, kurbanlaştıran mekanizmalarla hemen meydana getirdiği deformasyonların belirtisidir
bağlantıya geçer. Daha eskiden Schopenhauer bir ve bunlardan şüphesiz en önemlisi hayal gücünün
can sıkıntısı kuramı geliştirmişti. Bu doğaüstü (Phantasie) körelmesi ve küçümsenmesidir. Hayal
karamsarlığına uygun olarak, insanların ya kör gücü, sadece bir cinsel merak ya da artık ruh ol­
isteklerinin tatmin edilmemiş arzulan yüzünden mayan bir bilimin ruhu (geist) tarafından yasak­
acı çektiklerini ya da bu istekler karşılanır kar­ lananlara özlem duymak olarak kuşku uyandır­
şılanmaz sıkılmaya başladıklarını söyle�. Bu ku­ mıştır. Uyum sağlamak isteyenler hayal güçlerine
ram, heteronomi koşullarında insani.arın serbest gem vurmayı öğrenmek zorundadırlar. Hayal
zamanına ne olduğunu oldukça iyi açıklıyor. Bu gücünün gelişimj- büyük ölçüde erken çocukluk
duruma da A lmanca'da "dış belirlenim" deneyimiyle sakatlanır. Toplum tarafından besle�
(Fremdbestimmtheit) denmektedir. Bütün kötüm- nen ve aşılanan hayal gücü eksikliği, insanların

141
imago I güz / 2005

serbest zamanlarında ne yapacaklarını bilemez hissettikleri gücenmeyi de yansıtmaktadır. Böyle­


hale gelmesine neden olmaktadır. likle, bir kere daha belli uzmanlaşmış endüstrilerin
İnsanların şimdilerde kullanımlarında olan çıkarları için, insanlar aslında başkalarının çok
büyük orandaki serbest zamanlarıyla ne ya­ daha kolay ve iyi yaptığı ve bu sebeple de içten
pacaklarına dair küstah soru -bu bir insan hakkı içe küçük gördükleri, bazı şeyleri yapmaya teşvik
değil de sadakaymış gibi düşünülüyor- işte bu edilirler.
hayal gücü yokluğuna dayanmaktadır. İnsanların Aslında, iş bölümüne dayalı bir toplumda, bir
serbest zamanlarıyla çok az şey yapabilmelerinin kişinin hizmet için harcayacağı parayı biriktire­
nedeni, başından itibaren hayal güçlerinin bu­ bileceği fikri , çok eski bir burj uva bilincine
danmasıyla ve özgürlük durumunu zevkli kılan dayanır. Bu katı kişisel çıkardan inşa edilen bir
özelliklerden yoksun kalmalarıyla ilişkilidir. İn­ ekonomidir ve de başından beri uzmanlaşmış
sanlar özgürlüğü reddettiler ve onun değeri o becerilerin değiş tokuşuyla dönen bir mekanizma
kadar uzun zamandır azaltılmış durumda ki artık olduğu gerçeğini reddetmektedir. William Teli,
ondan hoşlanmaz hale geldiler. Kültürel tutucu­ yani mutlak bireyselliğin iğrenç paradigması;
luğun savunduğu toplumsal düzen içinde çalışa­ hane halkının ortadan kalkmasının marangoza
cak gücü toparlamak için onun insanları aşağıla­ duyulan ihtiyacı azalttığını söylemiştir. Aslında
yıp, hor görme araçları olan sığ eğlencelere ihti­ burjuva bilincinin tüm ontoloj isi, Schiller ' in bas­
yaçları vardır. İnsanların işlerine ve onların eme­ makalıp sözlerinden derlenebilir.
ğine uzun zamandır ihtiyaç duymasa da onları iş "Kendin yap" tarzındaki çağdaş boş zaman
için eğiten bir sisteme zincirli kalmalarının temel davranışı, daha geniş kapsamlı bir bağlamda
nedenlerinden birisi budur. değerlendirilmelidir. Bundan otuz yıl önce bu tarz
Bu hakim koşullar altında insanların serbest za­ davranışları, "sözde etkinlik" olarak tarif etmiş­
manlarında gerçekten üretken olmalarını beklemek tim. O günden bu yana sözde etkinlik, kendileri­
hatalı ve aptalca olurdu. Burada üretken derken, ni düzen karşıtı olarak gören insanlar arasında
zaten orada olmayan bir şeyi meydana getirmek bile -ve hatta daha çok- yayıldı . Genel olarak
anlamında kullandık. Bu onların elinden sökülüp konuşursak, her türlü sözde etkinliğin, toplumun­
alınmıştır. Bu nedenle eskiden serbest zamanda daki donmuş ilişkileri değiştirme ihtiyacını
üretilenler en iyi ihtimalle, bu uğursuz hobilerden barındırdıklarını düşünmek için iyi bir neden
daha iyi olabilir. Resimlerin ve şiirlerin taklit vardır.
edilmesi söz konusu olduğunda, neredeyse değiş­ Sözde etkinlik beklenmedik sonuçları olan
mez iş bölümüne baktığımızda diğerleri, bu ama­ bir kendiliğinden oluştur. Beklenmedik sonuçlar
törlerden (Freizeitler) çok daha iyisini yapabilir­ kazara oluşmaz, çünkü insanların üzerlerindeki
ler. Yarattıkları şeyin oldukça fuzuli bir tarafı boyunduruğu kaldırmanın ne kadar zor olacağına
vardır. Bu fuzulilik ürünün iç özelliklerini bilin­ dair bulanık bir şüpheleri vardır. Bugünü değiş­
mesine ve dolayısıyla da üretiminden alınacak tirme olanağına ne kadar az sahip olduklarını
zevklerin bozulmasına neden olur. düşünmektense, sahte ve aldatıcı etkinliklerle, ku�
Serbest zamanda yer alan en gereksiz ve an­ rumlaşmış temsili hazlarla meşgul olmaya çalışır­
lamsız faaliyet bile topluma entegre edilir. Bir lar. Sözde etkinlikler bir taraftan toplumun sürek­
kere daha toplumsal bir ihtiyaç görev başındadır. li istediği üretkenliğin bir kurgusu ve parodisidir,
Bazı hizmet türleri, özellikle de ev hizmetliliği, diğer yandan da, birey söz konusu olduğunda
talebin arzla karşılanamayacak oranda olması ne­ bunu askıda tutar ve çok da arzu etmez. Üretken
deniyle yok olmaktadır. Amerika' da sadece en serbest zaman yalnızca vesayet altında yaşamak­
zenginler yanlarında hizmetçi çalıştırabilir. Avrupa tan vazgeçenler içindir, heteronomi koşullarında
da neredeyse benzer durumda. Bu daha önce yaşayan ve heteronom olanlar için değildir.
başkalarının onlar için yaptığı işleri insanların Serbest zaman tam olarak çalışmanın karşıtı
kendilerinin yaptıkları anlamına gelmektedir. değildir. Tam gün çalışmanın ideal haline geldiği
"Kendin yap" sloganı, bu noktada pratik bir tav­ bir sistemde, serbest zaman çalışmanın gölgeli
siye olarak eklenir. Bu, aynı zamanda, insanların, bir devamı gibidir. Halen, spor ve özellikle de izle­
yeni edindikleri zamanı bile kullanmadan onların yici sosyoloj i eksiğimiz var. Yine de, bütün diğer­
yükünü alan mekanikleşmeye -burada gerçeğin leri arasında bir hipotez akıllara şunu getirmek­
kendisi değil yorumlaması tartışılmaktadır- karşı tedir; en popüler sporlarda sık sık karşımıza çık-

1 42
Se rbest Za m a n

tığı gibi, sporun getirdiği fiziksel çaba ve de takım manlannda tükettikleri bu evliliğe, Alman halkının
aktivitesinde vücudun işlevselleşmesinin aracılı­ tepkisini tayin etmekti . Olayın sunuluş biçimi,
ğıyla insanlar, çalışma sürecinde istenen ve belli dergilerde yazılan yazılar onu o kadar sıradışı bir
derecelerde yüceltilen davranı ş kalıpları için konuma yerleştiriyordu ki izleyicilerin ve okuyu­
bilmeden de olsa eğitilmektedirler. Spor yapmak cuların da konuyu bu oranda ciddiye almalarını
için kabul gören neden, formda olmanın sporun bekledik. Özellikle, gerçekliğin işlevselleştiril­
biricik ve bağımsız sonu olduğunun düşündü­ mesinin açık bir bedeli olarak tekil insanın ve
rülmesidir, aynı zamanda iş için formda olmak özel ilişkilerin değerinin gerçek toplumsal belir­
sporun örtük sonucudur. Genelde, ilk kez sporda leyicilerle karşılaştırıldığında ölçülemez derecede
insanlar kendilerine acı çektirirler, (ve kendi abartılmış durumda olması aracılığıyla çağdaş
özgürlüklerinin bir zaferi olarak kutlarlar) aslın­ kişileştirme ideoloj isinin karakteristik bir ope­
da bunlar toplumun çektirdiği ve zevk almayı rasyonunun işleyişini gözlemlemeyi umuyorduk.
öğrenmeleri gereken acılardır. Şimdi burada dikkatle belirtmek isterim ki,
Serbest zaman ve kültür endüstrisi üzerine bir bu beklentiler çok basitti. Esasında, bu çalışma,
şeyler daha söyleyeyim. Bundan otuz yıl önce eleştirel-kuramsal düşüncenin ampirik toplumsal
Horkheimer ve ben bu terimi kullandığımızda, araştırma tarafından nasıl düzeltilebileceğini ve
bu hakimiyet ve entegrasyon araçları hakkında o ondan neler öğrenebileceğini gösteren bir ders
kadar çok şey yazıldı ki, ben o zaman çok üzerinde kitabt örneği gibidir. Bölünmüş bir bilincin semp­
durmadığımız belli bir problemi alıp konuyu gün­ tomlarını meydana çıkarmak mümkündü. B ir
deme getirmek istiyorum. İdeoloj i eleştirmeni, taraftan insanlar bunu somut bir olay olarak, ken­
kültür endüstrisiyle uğraşırken ve kültür endüst­ di gündelik hayatlarındaki herhangi bir şeyden
risinin standartlarının daha önce eğlence ve aşağı daha fazla zevkle izlediler. Modem Almanca' da
sanatın kemikleşmiş standartları olduğu önerme­ çok sevilen bir klişeyi kullanacak olursak, bu
si üzerine çalışırken, kültür endüstrisinin tamamen "biricik bir deneyim"di ( einmalig). Buraya kadar
ve kesin bir biçimde yöneltildiği insanların -ki izleyicinin tepki si, bilginin yayılma biçimi
bu insanlar liberal dönemde kültür endüstrisini aracılığıyla politik haberlerin bir tüketici nesnesi
zevkleriyle biçimlendirmişlerdir- bilincini ve haline gelmesiyle aynı yolu izlemekteydi. Görüş­
bilinçaltını kontrol ettiği ve onlara hakim olduğu melerimizin formatı öyle bir bölümlenmişti ki iz­
düşüncesine inanma eğilimindeydi . Yine de, dü­ leyicinin ilk andaki tepkilerini belirleyen unsur­
şünsel hayat sürecinde, aynı maddi hayatta olduğu larla ilgili sorulara, görüşülen kişinin büyük olaya
gibi, özellikle de kültür endüstrisinin durumunda verdiği siyasi anlamla ilgili kontrol sorulan ek­
düşünsel hayat diğerine bu kadar yaklaştığında, lenmişti.
üretimin tüketimi belirlediğine inanmak için bir Bu aşamada ortaya çıktı ki, görüşülen kişiler
neden vardır. -tam sayıyı veremeyeceğim- birdenbire kendi­
Kültür endüstrisinin müşterilerine mükemmel lerini önemli ölçüde gerçekçi bir biçimde ifade et­
şekilde uyum sağladığı düşünülebilirdi. Fakat, tiler ve televizyonlarının karşısında, çok reklamı
kültür endüstrisi insanları eğlendirme sözü veren yapılan "hayatta bir kere" tarzındaki olayı, ağız­
bir tekdüzelik olgusu olarak bir bütün oluştur­ larının suyu akarak nefessiz izledikleri halde, aynı
duğu için onu ve tüketici bilincini basit bir şekilde olayın toplumsal ve siyasi önemini eleştirel bir
birbirine eşitlemek şüpheli bir konudur. biçimde değerlendirmeye başladılar. Kültür
Bundan birkaç yıl önce Frankfurt Toplumsal endüstrisinin insanlara sunduğu, eğer çıkarsama­
Araştırmalar Enstitüsü'nde bu soruna ilişkin bir lanm çok aceleci değilse, aslında tüketiliyor ve
çalışma yürüttük. Ne yazık ki, bu malzemenin kabul ediliyordu; ama bir tür ihtiyatla. Aynı şekil­
tam bir analizini daha acil konular için erteledik. de, en saf tiyatro ve film izleyicilerinin bile, ora­
Buna rağmen, basit bir inceleme bile serbest za­ da gördükleri şeylerin gerçek olmadıklarını
man sorunuyla ilişkili olabilecek bir şeyler uyan­ bilmeleri gibi. Belki de birisi iyice ileri gidip,
dırabilir. Bu çalışmanın konusu, Hollanda Prensesi buna hiç kimsenin inanmadığını bile söyleyebilir.
Beatrix ile Alman diplomatı Claus vön Amsberg'in Şurası ortadadır ki serbest zaman ile bilincin
evlilikleriydi. Buradaki amaç, bütün kitle iletişim bütünleşmesi henüz tam olarak başarılamamıştır.
araçları tarafından yayınlanan, haftalık dergilerde İnsanların gerçek ilgileri henüz, belirli sınırlar
artan oranlarda kurcalanan ve halkın serbest za- içinde, genel bir kapsam içine alınmaya karşı

1 43
i'm ago I güz / 2005

direnebilecek kadar güçlüdür. Bu özsel çelişkileri olamaz, özellikle de serbest zaman söz konusuysa.
azalmayan bir toplumun bilinç düzeyinde bile Sonuçlan ayrıntılarıyla açıklamaktan sakınmalı­
tamamıyla bütünleşemeyeceğini savunan toplum­ yım; ancak sanıyorum burada serbest zamanın
sal kehanetle uyuşmaktadır. Her şey insanlara gerçekten özgürlüğe dönmesine yardım edebile­
sahip çıkan ancak hala onları en uca itmeden, tam cek bir olgunluk şansını (Mündigkeit) görebiliriz.
anlamıyla sahip çıkamayan toplumun istediği gibi

1 44

You might also like