You are on page 1of 8

13.

HAFTA

Frankfurt Okulu

Frankfurt Okulu ve Eleştirel Kuram

“Sosyal Araştırmalar Enstitüsü” (Institut für Sozialforschttng) olarak bilinen Frankfurt Okulu,
aynı zamanda bir felsefi düşünce ve siyasi hareketin de adıdır. “Eleştirel Kuram” (Critical
Theory), okulun teorik sisteminin adıdır.

Enstitünün eleştiri konuları arasında modernizm ve kapitalist toplumun eleştirisi, neredeyse


enstitünün her dönemi için geçerli kalmıştır. Bununla birlikte eleştirel teori, Marksist
felsefenin “metalaşma”, “şeyleşme”, “fetişleştirme”, “kitle kültürü” gibi merkezi ekonomik ve
politik kavramlara dikkate değer yorumlar kazandırır.

Enstitü, 1923 yılında Felix Weil tarafından kurulur. Amaç, Marksist çalışmalar geliştirmektir.
1933’de enstitü Naziler tarafından kapatılınca, üyeleri ABD’ye gider. Bu aşamaya kadar
Enstitü bir “Okul” olarak anılır. Okulun gelişimi yaygın olarak üç döneme ayrılır; daha
ayrıntılı değerlendirenler okulu dört döneme ayırır.

Enstitünün Tarihsel Gelişimi

I. Kuşak

Max Horkheimer (1895-1973), Theodor Adorno (1903-1969), Herbert Marcuse (1898-1979)


Walter Benjamin (1892-1940), Friedrich Pollock (1894-1970), Leo Lowenthal (1900-1993)
Erich Fromm (1900-1980).

1. Dönem

Felix Weil, Marksist geleneğe uygun bir toplum araştırmaları enstitüsü kurar. Enstitü, o
zamanlarda Alman entelektüel ve akademik yaşamda göz ardı edilen emek hareketi
çalışmalarında ve anti-Semitizm konularında çalışmalar yapmayı amaçlar.

Viyana Üniversitesi'nde Marksist bir hukukçu ve siyaset profesörü olan Carl Grünberg ilk
resmi yöneticisidir (1923-1929). Enstitüye en önemli katkısı, emek hareketinin tarihsel bir
arşivini (Grünberg Archiv) oluşturmak olur.

1930’de Max Horkheimer yönetici olur. Enstitü'nün misyonu sosyal bilimlerin disiplinler
arası bir entegrasyonuna doğru yönelmesine çalışır. Grünberg Archiv yerine, daha etkili bir
yayın organı olan Zeitschrift für Sozialforschttng adlı yayın organını oluşturur.
Horkheimer'ın önderliğindeki Enstitü ekonomik, sosyal, politik ve estetik konularında;
ampirik analizden felsefi kurama kadar değişen çalışmaların adresi olur. Okul, Marx’ın
kuramına karşı da aynı eleştirel tavrı sergiler. Pollock’un, Marx’ın eleştirel yeniden
yorumlanması da, daha sonra Okula katılacak entelektüeller arasında ilgi görür. Örneğin, Leo
Lowenthal, Theodor Wiesengrund-Adorno ve Erich Fromm.
Özellikle, Enstitüdeki Fromm’un psikanalitik eğiliminin gelişimi ve Hokheimer’in etkili
felsefi katkıları ile, Horkheimer’in yönetimi altındaki Enstitüsü, gelecekteki çalışmalarını
karakterize edecek ciddi bir dönüm noktasına ulaşır.

Frankfurt Okulu'nun psikanaliz ile ilişkisi dalgalıdır. Enstitünün Freud ve Marx yeniden
yorumlanması açsından düşünmesini Horkheimer’in araştırmaları teşvik etmiş olsa da,
konuya ilişkin ilerlemeyi sağlayan ve hatta bu konuda eser yayımlayan Fromm’dur.

Fromm’un temel amacı, “ideolojik üstyapı ve sosyo-ekonomik altyapı arasında kayıp halka”yı
Psikanalizin sağlayabileceği (M. Jay, Diyalektik İmgelem, Ayrıntı Yayınları, 2014: 164)
varsayımını doğrulamak; böylece Marksizm ve psikanaliz arasında bir sentez oluşturmaktır.

1930'ların sonunda, Adorno'nun katılımı ve Fromm'un ayrılışı ile Okulun psikanalize ilgisinde
radikal bir değişiklik olur. Bununla birlikte, psikanalize, özellikle de Freud'un içgüdü
teorisine ilgi devam eder. Bu konudaki ilgi, Adorno’nun Sosyal Bilimler ve Psikanalizde
Sosyolojik Eğilimler (1946) adlı makalesinde ve Marcuse’un Eros ve Uygarlık (1955)
kitabında görülebilir.

Okulun psikanalize ilgisi Marksizmin toptan terk edilmesi olarak da yorumlanmıştır.

Bu ilgi Adorno'nun 1940’daki empirik çalışmalarında önemli bir rol oynar. Ortak çalışma
ürünü olan Otoriteryan Kişilik (1950) çalışması, anket tekniği ile “yeni antropolojik tip”in
keşfedilmesini amaçlamaktadır (M. Jay, Diyalektik İmgelem, Ayrıntı Yayınları, 2014: 373).
Otoriteryan kişilik karakteri ile kast edilen, “geleneksel değerlerle uyumlu olmayan”,
“eleştirel düşünmeyen”, “içgözlemsellik yokluğu” gösteren kişilik tipidir.

Otoriteryan kişilik, Jay’in işaret ettiği gibi, bu soru hakkında kafa karışıklığı bazı terminolojik
belirsizlikten de kaynaklanmış olabilirdi. “Örneğin Wilhelmci anlayış ve Nazi Almanya’sı,
itaat etme biçimleri açısından temelde ayrışıyordu. Otoriteryan Kişilik, esasında totaliter
toplumdan çok, totaliter toplumun karakter türü üzerinde çalışıyordu. Bu yüzden, bu yeni
sendromun, geleneksel baba otoritesinin saldırı altında olduğu, ailevi krizi geliştirdiğini
öğrenmek hiç de şaşırtıcı olmamalıydı.” (Jay, 2014: 383).

Horkheimer’ın yönetiminde Enstitünün araştırma alanları çok farklı metodolojik yönde ve


felsefi temelde gelişme sağladı. Sözde “yaşam felsefesi” (Lebensphilosophie) karşısında, o,
öznellik fetişizmini ve yaşamın materyalist koşullarının dikkate alınmamasını eleştirir.
Ayrıca, diyalektik düşünmeyi kullanımın aracılığıyla -bilinç ve varlık, teori ve pratik, gerçek
ve değer arasındaki gibi- bütün ikilemlere ulaşmak için çabalar; ayrıca Kartezyen ve Kantçı
felsefeye karşı tartışma içindedir. Hegelci ya da Marksist yaklaşımdan farklıdır. Horkheimer
için diyalektik metodolojik bir araç olarak tasarlanmamıştır. Aksine, Horkheimer'in
diyalektiği kategorik sabitlikler ve karşıtlıkları aşmak için mücadele alanıdır.

2. Dönem

1933’de, Nazi’ler yönetime geldiğinde, Enstitü ilk olarak Cenevre’ye, ardından da 1935’de
New York’a (Columbia Üniversitesi’ne) taşınır.

1937’de Horkheimer, Geleneksel ve Eleştirel Kuram (1937) başlıklı yazısında teori, pratik ve
eleştiri konularını içeren genel yaklaşımını bildirir.

1938’de Adorno, Oxford’da öğrenci olarak Enstitüye katılır. Princeton Radyo Araştırma
Projesine katılması için Horkheimer tarafından davet edilir. Adorno, Horkheimer ile birlikte
Eleştirel Teorinin önemli bir üyesi olur. Birlikte, Enstitünün entelektüel perspektifinin önemli
bir aşamasını simgeleyen Aydınlanmanın Diyalektiği’ni yazarlar.
Bu dönem sürecinde, Nazilerin egemenliğindeki Almanya içinde neredeyse tek özgürce
düşünen kurum, Enstitüdür.

Ancak bu durum çok sürmez; bulundukları Amerikan akademik yaşamı ve entelektüel


tartışmaları içinde tecrit edilirler.

İlginç olarak Okulun ilk temel çalışma konularından biri Nazizm’dir. Okulda iki farklı
yaklaşım vardır. (1) Neumann, Gurland ve Kirchheimer tarafından yönlendirilen yaklaşım:
“hukuksal, politik ve ekonomik kurumlardaki değişikliklere odaklanmıştı.” (2) Horkheimer
tarafından yönlendirilen yaklaşım: “Batı'da irrasyonel egemenliğe yönelik genel eğilimin en
aşırı örneği olarak görüyordu.” İtaat ve tahakküm kaynağı olarak psikolojik irrasyonalizme
odaklanır (Jay, 2014: 268).

1941’de Horkheimer Pasifik Palisades’e (Los Angeles) taşınır. Horkheimer, aralarında


Bertold Brecht ve Thomas Mann gibi Alman entelektüellerin yer aldığı bu kıyıda bir bungalov
inşa eder. Ardından Marcuse, Pollock ve Adorno gelir. Enstitünün diğer üyeleri New York’ta
kalır. Sadece Benjamin, Enstitünün tek üyesi olarak Avrupa’da kalır. Ancak koşullar onun
için kötü gelişir. Benjamin, 1940 yılında Fransa ve İspanya arasındaki Port Bou sınırını
mültecilerle birlikte geçmeye çalışırken intihar eder. (İntihar nedeni olarak Gestapo tarafından
yakalanma kaygısı gösterilir –Jay, 2014: 314). Son yazısı olan Tarih Felsefesi Üzerine
Tezler’i Adorno’ya göndermiştir.

Birkaç ay sonra aynı sınırdan Hannah Arendt geçer.

1944’de, Okulun, New York ve Kaliforniya arasında iç bölünmesi görünür olmaya başlar.
Polloc tarafından yürütülen anti-semitizm konulu tartışmalar, Horkheimer ve Adorno
tarafından yönlendirilen diyalektik üzerine yapılan çalışmalar, Enstitülü üyelerinin bu
dönemdeki eğilim farklılığını gösterir.

Bu süreçte ortaya çıkan eserler: Anti-semitik eğilimler üzerine bir inceleme olarak
Otoriteryan Kişilik, Önyargı Araştırmaları.

3. Dönem

Savaş sonrası, 1946’da Horkheimer, Pollock, Adorno, Löwenthal ve Weil Frankfurt


Üniversitesi tarafından davet edilir. Okulun birkaç sadık destekçisi dışında, birçok üyesi geri
döner.

Batı Almanya'ya dönüşü Horkheimer, 14 Kasım 1951’de enstitünün yeniden açılış


konuşmasını yapar; bir hafta sonra da Frankfurt Üniversitesi'nde yeni rektör olarak akademik
yıl açılışını yapar.

Enstitü, herkesin çok meşgul olduğu küçük ama canlı bir entelektüel takım olarak çalışmaya
başlar.

Adorno, ABD vatandaşlığından dolayı California’ya, geri dönmek zorunda kalır. California,
Adorno’nun “nitel analizler araştırması” kazandığı yerdir.

Horkheimer eski asistanı Marcuse’u geri getirme girişiminde bulunur; Frankfurt’da


Gadamer'in koltuğuna bir halefini getirme fırsatı doğmuştur. Marcuse, Brandeis Üniversitesi
tarafından tam zamanlı kadro teklif edildiği için ABD’de kalır. Adorno, 1953’de Almanya'ya
döner. Kısa bir süre sonra yeniden endüstriyel ilişkiler analizinde nicel ve nitel yöntemleri
birleştirerek ampirik araştırmalara katılır.

1955’de felsefe ve sosyoloji alanında profesör olarak atanır. 1957’de, Sosyal Araştırma
Enstitüsü yöneticisi olarak Horkheimer'ın yerine atanır.

Adorno'nun en yenilikçi katkısı, müzik teorisi ve estetiktir. Bu yenilikçi eğilim, Modern


Müzik Felsefesi (1949) ile dile gelir. 1956’da, Horkheimer birçok önemli çalışma yayımlar.
Marcuse’un Eros ve Uygarlık çalışması, bu dönemin en bilinen eseridir. Bu gelişmeler ve
eserler, Frankfurt Okulu’nun yeni kimliğini ve Eleştirel Kuram’ın yeni içeriğini dışa vurur.

1960’larda Avrupa’da öğrenci protestoları görünür. Enstitü ve üyeleri, kuruluşunda ve


gelişiminde nasıl ideoloji ya da parti bağı içermediyse, bu dönemlerde de aynı tavrını
sürdürmüştür.

Bu dönemde Adorno’nun, temel çalışması olan Negatif Diyalektik (1966) yayımlanır.


Materyalizmin ya da metafiziğin terimlerinden uzak, “açık ve sistematik olmayan” diyalektik
düşüncesi ile, enstitünün yeni görünümüne bağlantısını gösterir. Marcuse, Tek Boyutlu İnsan’ı
(1964) yayımlayarak “eğitim diktatörlüğü” kavramını tartışmaya sokar. Kurtuluş için maddi
koşulların ilerlemesine gereksinim olduğunu varsayar.

1970’lerden itibaren Enstitüde II. Kuşak üyeler egemen olmaya başlar. Jürgen Habremas’ın
adı, bundan sonraki sürecin belirleyicisi olur. III. ve IV. kuşaktan da söz edilerek, günümüzde
de çalışmalarını sürdürmektedir.

Eleştirel Teori

“Eleştirel teori”, Frankfurt Okulunun (Araştırma Enstitüsünün) teorik yaklaşımının adıdır.

Horkheimer, Geleneksel ve Eleştirel Kuram (1937) adlı çalışmasında, teori nedir sorusunu
sorar. Horkheimer, “eleştiri”nin toplumsal teori için anlamını sorgular. Eleştirel toplum
teorisini, toplumsal teoriler ve bilimsel teorilerden ayıran ilk kişi Horkheimer’dir.

Geleneksel teori (tümdengelim ya da analitik teoriler), her zaman teori ve pratik ayrımına
odaklanmıştır. Kartezyenci çizgi, bilgiyi apaçık önermeler üzerinde temellenmiş olarak ele
alır. Geleneksel teori, evrenselin içinde tikeli ya doğrular ya da doğrulamaz. Doğrulama
işlemini, bilimsel araştırmada en iyi açıklayıcı yolun doğrulama olduğunu ileri süren
pozitivizmi dikkate alır. Onlar için bilimsel bir gerçek empirik onay testini geçmelidir. Bu
durumda bilgi gerçekliğin sade bir aynasıdır.

Bu yaklaşım Eleştirel Teori tarafından reddedilir.

Eleştirel Teori, temelde Wittgenstein'ın Tractatus adlı eserinde ifade ettiği ve geleneksel
teorinin kapsamında olan, dil ve bilgiyi özdeşleştiren “resim teorisi”ni reddetmek
istemektedir.

Wittgenstein’in resim teorisine göre, önermelerin mantıksal formu, bir gerçeği “gösteren” ve
bunun doğru ya da yanlış olup olmadığını "söyleme"den oluşur. Örneğin, “bugün yağmur
yağacak” önermesi, “yağmur yağma” durumunun bugün gerçekleşme olasılığını gösterir ve
söyler. Bu önermenin durumunu kontrol etmek, sadece onun olup olmadığını empirik olarak
doğrulamak demektir. Buradaki doğru ve yanlış ifadesi, objektif bir dünyanın yapısını
varsaymaktadır.

Horkheimer (ve okulun diğer üyeleri), bilgide “nesnellik” düşüncesini reddeder. Onlara göre
bilginin nesnesinin kendisi tarihsel ve toplumsal bir sürece aittir. Duyuların sunduğu gerçekler
toplumsal olarak gelir; bu algılanan nesnenin tarihsel karakteriyle ve algılayanın tarihsel
karakteri ile gerçekleşir. Böylece nesnellik bir efsanedir. Bilgi sadece bireylerin bağımlı
oldukları toplum içinde elde edilebilir. Bilginin gerçeğin aynası olarak kesinlik içerdiği
varsayımı, sadece bilgi sürecinde spekülasyonu dışarıda tutma isteğidir.
Bu açıdan Eleştirel Teori, kendisini bir bilgi “fetişisti” olmayan bir metot olarak şekillendirir.
Bu bağlamda: bilgi (1) toplumsal eleştiridir ve (2) toplumsal eylem, yani, gerçekliğin
dönüştürülmesi işlevidir.

Eleştirel Teori, gerçekte toplumsal özgürlük stratejileri ile kendisini geliştirerek, kapitalist
toplumun Marksist eleştirisini genişletmeye çalışır.

Eleştirel Teori, Hegel’in diyalektik kavramından, Marx’ın ekonomi ve toplum teorisinden


etkilenerek oluşturulmuştur. Bununla birlikte Hegel'in metafizik araçlarını ve Marx'ın
teorisinin eskatolojik yönlerini reddederler. Tersine, Eleştirel Teori analizleri, toplumun içkin
eleştiri formuna dayandırılarak kurulması gerektiğini varsayarlar.

Akılcılık, Eleştirel Teorinin Araçsal Akıl Eleştirisi

Eleştirel Teori için akılcılık (rasyonalite), modern toplumun ve onun aksaklıklarının analizi
için her zaman önemli bir tema olmuştur. Frankfurt Okulu’nun başlangıç metinlerinde
rasyonalite, toplumsal eleştiriler için bir önkoşuldur; tarihsel bir süreç olarak ele alınır.
Bununla birlikte daha sonraki eleştirel felsefe metinleri, toplumsal kurumlar tarafından temsil
edilen daha parçalanmış bir (ir)rasyonellik kavramını öne çıkartırlar (Elbette eleştirel felsefe
çevrelerinin son dönem metinlerinin postmodern felsefeden etkilendiklerini dikkate
almalıdır.)

Weber’in maddi değerler üzerindeki resmi rasyonaliteyi her şeyi kapsayan bir egemenlik
olarak kabul etmişti; Frankfurt Okulu da rasyonalite için bürokratik yönetimin modern
süreçlerini örnek olarak gösterir. Weber’de rasyonalite enstrümantal aklın bir formu, yani,
"amaca yönelik akılcılık" olarak yorumlanmalıdır.

Lukács'ta, resmi rasyonalitenin kontrolünden çıkış yolunu proletarya temsil edecek olsaydı,
Horkheimer ve Adorno aydınlanmanın amacının olumsuzlanması olarak teknolojik
hakimiyetini görürlerdi. Oysa Horkheimer ve Adorno, Aydınlanmanın Diyalektiği’nde (1969)
emeğin “sömürüsünün aracı” olarak bilginin ve teknolojinin aldığı rolü gösterirler. Sonuçta,
araçsal aklın aracılığıyla doğadan özgürleşme çabası, bilgi ve teknoloji ile totaliter devlet
egemenliğine dönüşmüştür; ona yol açmıştır.

Bu açıdan bakıldığında akıl temel olarak doğa üzerinde bir kontrol formudur. Aydınlanmanın
Diyalektiği’nde açıklıkla vurgulandığı gibi, bu girişimler mitolojik açıklamalardan beri hep
sürmekteydi.

Rasyonellik böylece çifte anlam içerir: (1) Rasyonellik, insanın özgürleşmesinin birincil
kaynağı olarak tasarlanmıştı; (2) rasyonalizm totalitarizmin öncülü olarak gelişmiştir.
Frankfurt Okulu'nun Toplum Analizi Kategorileri

Diyalektik Kategorisi

Diyalektik, çevrenin epistemolojik bağlamındaki tartışmalarının dayanağını oluşturan


materyalizm-idealizm ayrımları karşısındaki tavrı temsil eder. Özellikle de Horkheimer ve
Adorno, bu temel düalizmi aşmanın yolunu ararlar ve kaynakçaları da Hegel ve Marx’dır.
Çevre, özne-nesne ayrımında kaba materyalizm kadar özdeşliği sağlayan idealizme karşı
durur.
Eleştiri Kategorisi

Diyalektik, verili olan ile ütopik olan arasındaki bağı eleştiri ile kurar. Eleştirel Teori sözünü
ilk kez kullanan Horkheimer’dir. Söz konusu edilen eleştirel kuram, içkin ve aşkın eleştiri
aracılığı ile diyalektik eleştiriyi gerçekleştirme uğraşısıdır.

Akıl Kategorisi

Okul, bir türden akıl eleştirisi geleneği olarak da algılanır. Modern toplum eleştirisi,
Aydınlanma ile tarihsel başlangıcını bulan aklın gelişiminin değerlendirmesidir. Kant’tan beri
süregiden akıl ayrımı, okulun Verstand (anlama yetisi olarak akıl) ve Vernuft (evrensel akıl
olarak akıl) ayrımları ile devam eder.

Kapitalizm Kategorisi

Eleştirilen toplum, çağdaş kapitalist toplumdur. Burada egemen olan üretim formlarıdır;
ürünlerin meta niteliği sadece değişim değerinden değil, soyut düzeydeki değişimleri ile de
belirlenir. Modern kapitalizm Marx’ın belirlemelerinin dışına çıkmıştır.

Psikanaliz

Okul, birey-toplum ilişki bağının çözümlenmesinde Psikanalist bir tavır takınır. Marxçılık ve
Freudçuluk bağı, Fromm’un etkisi ile okulun bütünü için geçerli bir yaklaşım olur.

Sanat

Adorno, toplumun bölünmüşlüğünü, Marksist kavrayıştaki burjuva öznesinin kendi üretimine


ters düşmesine dayandırır. Buradaki uzlaşmazlık (çelişki) ile bağlantılı olarak toplumsal
bölünmüşlük de sürecek ve bütünleşme olanaksızlaşacaktır. Adorno için bütünleşme
gereksinimi sanat alanında gerçekleşir. Bu yanlışlıklar ve bölünmüşlükler arasında sanat bir
sığınak, bütünsellik ve hakikat ülkesidir. Bu yaklaşım mimesis (yansıma) kuramını reddeder.
Sanat toplumsal gerçeği anlatmak ve yansıtmak yerine, toplum gerçeği için örnek
oluşturmayı, yol göstermeyi seçmelidir.

Bu bağlamda okul, sanat-gerçeklik ilişkisini ele alan yaklaşımında sanatın özerkliğini ve


toplumsallığını birbirine bağlı temel nitelik olarak alır. Biçim-içerik arasındaki ilişkiyi
diyalektik kurabilir. Bununla birlikte okul üyeleri bu konuda her zaman aynı düşünce içinde
değillerdir.

Kültür Endüstrisi

Okulun modern topluma ilişkin eleştirisi kültür endüstrisi kavramında toplanır.


Aydınlanmanın Diyalektiği’nde kültür endüstrisi kavramı kültür kuramını değil, endüstri
kuramını dile getirir. Bu kavram ile kültür, özerkliği işgal edilmiş bir tarz içindeki varlığı
tanımlar. Bu bağlamda kültür eleştirisi, ideoloji eleştirisi gibi de algılanabilir. Eleştiriye göre
kültür endüstrisi sürecini harekete geçiren dinamik piyasa sürecidir. Örneğin simgesel formlar
pazara yönelik üretilirken, temel güdü en geniş satış miktarıdır. Bu bağlamda kültür
endüstrisinin üretimi gerçek bir kültür değil, kendiliğindenliği olmayan, şeyleşmiş bir sözde
kültür üretimidir.

You might also like