You are on page 1of 434

Genel Yayın: 2477

TARİH

JACKGOODY
TARİH HIRSIZLI(iI

ÖZGÜN ADI
1HE 1HEFT OF HISTORY

COPYRIGHT © JACK GOODY 2006


CAMBRIDGE UNIVERSITY PRESS

İNGİLİZCE ÖZGÜN METİNDEN ÇEVİREN


GÜL ÇAGALI GÜVEN

© TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2.007


Sertifika No: 11213

EDİTÖR
ALlBERKTAY

GÖRSEL YÖNETMEN
BİROL BAYRAM

REDAKSİYON/DİZİN
ERKAN IRMAK

GRAFİK TASARIM UYGULAMA


TüRKlYE İŞ BANKASI KÜLTOR YAYINLARI

I. BASKI: MART 2012

ISBN 978-605-360-532-

BASKI
YAYLACIK MATBAACILIK
LİTROS YOLU FATİH SANAYİ SİTESİ NO: 12./197-2.03
TOPKAPI İSTANBUL
(0212) 612 58 60
Senifika No: 11931

Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır.


Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek
metin, gerek görsel malzeme yayınevinden izin alınmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz,
yayımlanamaz ve dağıtılamaz.

TüRKlYE İŞ BANKASI KÜLTOR YAYINLARI


iSTİKLAL CADDESİ, MEŞELİK SOKAK NO:2./4 BEYOtLU 34433 İSTANBUL
Tel. (0212) 252 39 91
Fax. (0212) 252 39 95
www.iskultur.com.tr
Jack Goody

Tarih Hırsızlığı

Çeviren: Gül Çağalı Güven

TÜRKiYE $BANKASI

Kültür Yayınları
Juliet'e
Sosyal bilimdeki genellemeler -ki bu, Batı için olduğu kadar Asya
için de geçerlidir- Batı'nın genel kültürün inşasında normatif
başlangıç noktasını teşkil ettiği inancına dayanır. Hemen hemen
bütün kategorilerimiz -siyaset ve ekonomi, devlet ve toplum,
feodalizm ve kapitalizm- esas olarak Batı'nın tarihsel deneyimi
temelinde kavramsallaştırılmıştır.
(Blue ve Brook 1999)

Dünyada akademik hayattaki Avrupa-Amerikan hakimiyeti,


şimdilik, Batı dünyasının somut güç ve entelektüel kaynaklarındaki
paralel gelişmenin talihsiz, ama kaçınılmaz bir karşılığı olarak
kabul edilmelidir. Ancak bunun doğuracağı tehlikelerin farkına
varılması ve bu tehlikelerin aşılması için sürekli girişimde
bulunulması gerekir. Antropoloji böyle bir sonuca varmak için
uygun bir araçtır ...
(Southall 1998)
İÇİNDEKİLER

Teşekkür ... ... XI


Giriş .. ......... . .............1

I
Sosyo-Kültürel Bir Soyağacı
13

1
Kim Çaldı, Ne Çaldı? Zaman ve Mekan.............. . ...... .. .. ............... ......15
Zaman .................................................................................................................16
Mekan . ...............................................................................................................22
Dönemselleştirme.................................................................�........ ,................ 25

2
Antikçağın İcadı ......................................... .............. .31
İletişim Tarzları: Alfabe .......... .. .. 37
Antikçağa Geçiş............... .... . .. .................. ...... ·• .39
Ekonomi.. .......... ......... ........... ........... .. ..45
Siyaset.. ... ....................... ................. ..................... .58
Din ve "Siyah Atina" .... ................. ............... . ..71
Sonuç: Antikçağ ve Avrupa-Asya İkiliği .. . .............. ... .77

3
Feodalizm: Kapitalizme Geçiş mi YoksaAvrupa'nın
Çöküşü ve Asya'nın Egemenliği mi?. .. ... . . ....... 81 .
Antikçağdan Feodalizme Geçiş . . .... 82
Batı'da Gerileme, Doğu'da Devamlılık ...... ........ ..83
Feodalizme Geçiş ................... .... ............... . _...... 93
Karolenj Canlanışı ve FeodalizminDoğuşu .........................97
Süvari Savaşı . ............. ... ............. . ............................. ............... .... ...........101
Ticaret ve İmalatın Yükselişi ... .............. . ............103
Diğer Feodalizmler? .. .......................... .108
4
AsyalıDespotlar ve Toplumlar,
Türkiye'de mi Başka Yerde mi? ...................................................................117
Sultanın Ordusu............................................................................................122
Köle Köylüler mi? ........................................................................................126
Ticaret ............................................................................................................... 130
İpek Sanayii ............... ....... ....... ... ........ ... ..132
Bah arat Ticareti .. . . . ... .. .. .. ... .. .... . .135
Durağan Bir Toplum mu? .. .. . .. ........ ....138
Doğu' da ve Batı' da Kültürel Benzerlikler ......... . .140

II
Üç Akademik Bakış Açısı
145

5
R önesans Avrupa'sında Bilim ve Medeniyet. ............... ........... 147
Yönetim Şekli ve Burjuvazi. .159
Ekonomi ve Hukuk .. .. . .. ....... 166
"Modern Bilim" ve Bilgi Sistemlerinin İçsel Özellikleri. . .171
Needh am Problemi.. . ......................... 174

6
"Uygarlık" Hırsızlığı: Elias ve Mutlakıyetçi Avrupa ..........................181
Uygarlaşma Süreci .. .......................................... ...................................... .188
Gana'dakiDeneyim ..................... ....................... .................................... 206

7
"Kapitalizm" Hırsızlığı: Braudel ve Küresel Karşılaştırma .... .213
Kentler ve Ekonomi........ ................... ... ............, .. .225
Mali Kapitalizm..................... .....................................................................232
Kapitalizmin Zamanlaması.......................... ......................243
m
Üç Kurum veDeğerler
25 1

8
Kurum Hırsızlıkları: Kentler ve Üniver siteler . . ....................................253
Kentler ..............................................................................................................254
Üniversiteler ...................................................................................................262
İslam'da Eğitim.............................................................................................268
Hümanizma .... .... .. .... .. . . .................. .274

9
Değerlerin Sahiplenilmesi: Hümanizma,
Demokrasi ve Bireycilik ........... :........... ... . ........ .283
Hümanizma.. ·········· .... . . ........................ .. ....... ..284
Hümanizma ve Sekülerleşme ........................ . .285
Hümanizma, İnsaniDeğerler ve Batılılaşma:
Retorik ve Uygulama. ......... .. .289
Demokrasi.. . ........... .292
Bireycilik, Eşitlik, Özgürlük .. . ................... . .. 303
Hayırseverlik ve Lüks Konusunda İkilem ..... . . ..... 308

10
Çalınan Aşk: AvrupalılarınDuygular Üzerindeki Hak İddiaları ..3 15

11
Son Sözler..... .......................................... ....339

Notlar . .3 65
Kaynakça..... . .................. .........391
Dizin. .......407
Teşekkür

Bu kitabın bölümlerinin farklı versiyonlarını çeşitli konferanslar­


da sundum. Bunlar Mainz'daki Norbert Elias, Montreal'de ve Ber­
lin'de Braudel (ve Weber) merkezlerinde, İskenderiye'de değerler üze­
rine bir UNESCO konferansında, daha genel olarak Londra'da Kar­
şılaştırmalı Tarih Semineri'nde "dünya tarihi" konu başlığı altında,
Luisa Passerini tarafından düzenlenen sevgi üzerine bir konferans­
ta Washington'daki John Hopkins Üniversitesi Hint Araştırmaları
Bölümü'nde, Beyrut'taki Amerikan Üniversitesi'nde, Princeton'da­
ki İleri Araştırmalar Enstitüsü'nde ve geniş bir biçimde de İstanbul'da
Bilgi Üniversitesi Kültürel Araştırmalar Programı'nda yaptığım su­
nuşlardı.
Bu çalışma süreci, la pensee domestiquee'den çok la pensee sau­
vage'ın ürünü olmakla birlikte, benim öteden beri fazlasıyla ilgimi
çeken noktalara temas ediyor. Bu ilgi, özellikle (yalnız entelektüel de­
ğil ahlaki nedenlerle de)Juliet Mitchell, Peter Burke, Chris Hann, Ric­
hard Fisher, Joe McDermott, Dick Whittaker ve aralarında oğlum
Lokamitra'nın da bulunduğu daha pek çok dostumun desteği ve teş­
vikiyle gelişti. Bunun dışında Susan Mansfield (düzenleme), Mela­
nie Hale (hesaplama), Mark Offord (hesaplama, editörlük), Manue­
la Wedgw ood (editörlük) ve Peter Hutton'ın (kütüphane) yardımla­
rına olan gönül borcumu da dile getirmeliyim.
Giriş

"Tarih hırsızlığı" , tarihin Batı tarafından ele geçirilişi anlamına


geliyor. Bu da geçmişin Avrupa, çoğu zaman da Batı Avrupa ölçeğin­
de olan bitenlere göre kavramsallaştırılıp sunulmasını, ardından da
dünyanın geri kalanına dayatılmasını ifade ediyor. Bu kıta, "demok­
rasi" , merkantil "kapitalizm" , özgürlük, bireycilik gibi değer yük­
lü bir kurumlar silsilesini icat etmiş olmak konusunda çok iddialı­
dır. Bununla birlikte, bu kurumlar geniş bir dizi insar.. topluluğun­
da da mevcuttur. Ben, sıklıkla 12. yüzyılda yalnızca Avrupa'da or­
taya çıkan ve Batı'nın modernleşmesinde (söz gelimi, kentsel ailede)
içkin olan sevgi (ya da romantik aşk) gibi belirli duygular için de ay­
nının geçerli olduğunu ileri sürüyorum.
Önde gelen tarihçi Trevor-R oper'ın The Rise of Christian Euro­
pe adlı yapıtındaki açıklamaya bakılırsa bu durum açıkça görülür.
Trevor-R oper, Avrupa'nın R önesans'tan bu yana gösterdiği çarpıcı
başarıyı (bazı karşılaştırmalı tarihçiler bu avantajı ancak 19. yüzyı­
la ait saysalar da) kabul eder. Bu avantaj geçici olabilir, ama Trevor­
R oper şunu savunur:

Dünyanın yeni hükümranları -bunlar kim olursa olsun- Avrupa, yalnız­


ca Avrupa taranndan inşa edilmiş bir konumun mirasçısı olacaklardır. Avru­
pa dışındaki dünyayı sarsarak onları geçmişlerinden -Afrika' da barbarlık-
2 TARiH HIRSIZIJ�I

tan, Asya' da cok daha eski, yavaş, daha görkemli bir uygarlıktan- koparan­
lar Avrupa teknikleri, Avrupa örnekleri, Avrupai düşünceleridir; ve dünya
tarihi, son bes yüzyıldır, öneminden dolayı cogunlukla Avrupa tarihi olmuş­
tur. Bu tarih arashrmamızın Avrupa merkezli olması konusunda bir mazerete
ihtiyacımız oldugu kanısında degilim.1

Yine de, tarihçinin işi "[kendi felsefesini] sınamak olduğundan bir


tarihçinin yurtdışında, hatta düşman bir ülkede yolculuk etmek zo­
runda" olduğunu ileri sürer. Ben, Trevor-Roper'ın gerek kavramsal
gerek ampirik olarak Avrupa'nın çok uzaklarına yolculuk etmedi­
ği kanısındayım. Kaldı ki, somut avantajların Rönesans'la birlikte
başladığını kabul etmek, onun başarılarını Hıristiyan aleminin "ken­
di içinde yeni ve muazzam hayatiyet kaynakları"na sahip olduğu ger­
çeğine yoran özcü bir yaklaşımı benimsemek anlamı taşır.2 Bazı ta­
rihçiler, Trevor-Roper'ı aşırı bir örnek olarak kabul edebilir, ama be­
nim burada göstermek niyetinde olduğum gibi, gerek kıtalar gerek
dünya tarihine yük olan benzer eğilimlerin daha duyarlı birçok fark­
lı çeşidi vardır.
Afrikalı "kabileler"in arasında olduğu gibi Gana'daki yalın bir
krallıkta da uzun yıllar ikamet etmenin ardından, (demokrasi gibi)
pek çok yönetim biçiminin, (pazar gibi) mübadele biçimlerinin, ada­
let biçimlerinin hiç değilse rüşeym halinde başka yerlerde de geniş
bir biçimde bulunmasına karşın, Avrupalıların bunları kendilerinin
"icat etmiş" oldukları yönündeki bir dizi iddialarını sorgulamaya baş­
ladım. Bu iddialar, gerek akademik bir disiplin, gerekse halk söyle­
mi olarak tarihte somutlaşır. Açıktır ki, yakın zamanlarda Avrupa'nın
birçok büyük başarısı olmuştur ve bunların hesaba katılması gere­
kir. Fakat bunlar çoğu zaman Çin gibi diğer kentli kültürlere pek çok
şey borçludur. Aslına bakılırsa, Batı'nın gerek ekonomik gerek en­
telektüel olarak Doğu'dan ayrılmasının görece yeni olduğu gösteril­
miştir ve oldukça geçici olduğu da zamanla ortaya çıkabilir. Yine de,
Avrupalı tarihçilerin elinde Asya'nın, hatta dünyanın geri kalanının
rotası, benim öteki kültürler ve (yazının bulunmasından önceki ve
sonraki) daha erken arkeolojik yapılar hakkındaki anlayışıma ters
düşen (aşırı uç görüşte, "Asya despotizmi" diye nitelenen) çok fark-
GiRiŞ 3

lı bir gelişim süreciyle damgalanmış olarak görülür. Bu kitabın amaç­


larından biri, Avrupalı tarihçilerin M.Ö. yak. 3000 yıllarındaki bronz
çağından bu yana toplumdaki temel değişiklikleri nasıl algıladıkla­
rını yeniden inceleyerek bu apaçık çelişkilerle yüzleşmektir. Bu dü­
şünceler içinde, diğerlerinin yanı sıra özellikle büyük hayranlık duy­
duğum Braudel, Anderson, Laslett, Finley gibi tarihçilerin eserleri­
ni okumaya veya yeniden okumaya yöneldim.
Sonuç, Marx ve Weber de dahil, bu yazarların dünya tarihinin
çeşitli yönlerini ele alış yöntemlerinin eleştirisidir. Bu nedenle, insan
yaşamının komünal ve bireysel özellikleri, pazar ve pazar-dışı etkin­
likler, demokrasi ve "tiranlık" gibi tartışmalara daha geniş, karşılaş­
tırmalı bir bakış açısı unsuru eklemeye çalıştım. Bunlar, Batılı bilim­
cilerin kültürel tarih sorununu oldukça dar bir çerçevede tanımladı­
ğı alanlardır. Gelgelelim, antikçağı ve Batı'nın gelişiminin erken dö­
nemini ele alırken, antropologların uzmanlaştığı daha eski ( "küçük­
ölçekli" ?) toplumları ihmal etmek de bir sorundur. Fakat Asya'nın
önemli uygarlıklarının ihmali veya alternatif olarak "Asyalı devlet­
ler" diye kategorileştirilmeleri, yalnız Asya değil Avrupa tarihinin de
yeniden düşünülmesini gerektiren çok daha ciddi bir meseledir. Ta­
rihçi Trevor-Roper'a göre, İbn Haldun Doğu'daki uygarlığın Batı'da­
kinden daha sağlam kurulduğu kanısındaydı. Doğu, "fatihler silsi­
lesi altında devam edebilen, son derece derin kökler salmış, yerleşik
bir uygarlığa" sahipti) Çoğu Avrupalı tarihçinin görüşüyse kesinlik­
le bu yönde değildi.
O halde, benim argümanım "modern" tarihe bir antropologun
(veya karşılaştırmalı toplumbilimcinin) tepkisinin bir ürünüdür. Kar­
şıma çıkan genel bir sorun, Asya ve Avrupa'da kurulan bronz çağı
uygarlıklarının kabaca birbirine koşut çizgilerde ilerlediğini belinen
Gordon Childe ve diğer tarihöncesi uzmanlarının betimlemelerinin
sonunda ortaya çıktı. O zaman nasıl olmuştu da, birçok Avrupalı
yazar iki kıtada "antikçağ"dan itibaren, sonunda "kapitalizm"in Ba­
tılı "icadı"na varacak tamamen farklı bir gelişmenin var olduğunu
kabul etmişti? Bu erken dönem ayrılığı üzerine tek tartışma, Doğu'nun
bazı kesimlerinde sulamalı tarımın gelişimine karşıt olarak, Batı'nın
yağmura dayalı tarım sistemleri ile çerçevelenmesiydi.4 Yazının ge-
4 TARiH HIRSIZU<'.;I

lişirni ve bundan kaynaklanan bilgi sistemlerinin yanı sıra, okurya­


zarlığın The Logic of Writing and the Organisation of Society ( 1986)
adlı kitapta ele aldığım diğer kullanımları da dahil olmak üzere, sa­
ban tarınu, hayvan gücünden yararlanma, kentsel zanaatlar ve di­
ğer uzmanlaşmalar açısından bronz çağından gelen pek çok benzer­
likleri görmezden gelen bir argümandı bu.
Benim argümanım, yalnız ekonomide değil, iletişim yöntemlerin­
de ve nihai olarak barutun kullanımı da dahil, imha yöntemlerinde
bunca benzerlik bulunurken duruma yalnızca üretim tarzlarındaki
görece sınırlı bazı farklılıklar açısından bakmanın yanlış olduğudur.
Aile yapısı ve daha genel olarak kültür konusundakiler de dahil tüm
benzerlikler, Doğu'nun ve Batı'run farklı tarihsel yolculuklarını vur­
gulayan "oryantal" varsayım lehine bir kenara atılmıştır.
Avrupa ve Asya arasında üretim, iletişim ve imha yöntemlerinde­
ki birçok benzerlik, Afrika'yla karşılaştırıldığında daha belirgin hale
gelir ve hiçbir ayrım yapılmaksızın Üçüncü Dünya kavranu uygulan­
dığında bunlar çoğu zaman görmezden gelinir. Özellikle, bazı yazar­
lar Afrika'nın saban ve karmaşık sulama yerine büyük ölçüde çapa
tarımına dayalı olduğu gerçeğini dikkate almama eğilimindedir. Bronz
çağının kent devrimini bu kıta hiç yaşamadı. Bununla birlikte, Af­
rika yalıtılmış halde de kalmadı; Asante ve Batı Sudan Krallıkları,
kölelerle Sahra'yı aşarak Akdeniz'e nakledilen altını üretiyorlardı. Bu
altın orada, Avrupa'nın fazlasıyla ihtiyaç duyduğu külçe altın kar­
şılığında Endülüs ve İtalyan kentleri arasında gerçekleşen Doğu mal­
ları alışverişine katkı yapıyordu.5 Karşılığında İtalya Venedik bon­
cukları, ipeklileri ve Hint pamuğu gönderiliyordu . Etkin bir pazar,
çapa ekonomilerini gevşek bir biçimde, bir yandan Güney Avrupa'nın
başlangıç halindeki ticari "kapitalizmi" ve yağmur suyuna dayalı ta­
rımı, öte yandan Doğu'nun imalat ekonomileri ve sulamalı tarımı
ile bağlantılandırıyordu.
Avrupa ile Asya arasındaki bu bağlantılar ve Avrasya modeli ile
Afrika modeli arasındaki farklar bir yana, Avrupa ve Asya'nın bü­
yük toplumlarının aile ve akrabalık sistemlerindeki bazı benzerlik­
ler de fazlasıyla dikkatimi çekti. Damadın akrabalarının gelinin ai­
lesine servet veya hizmet verdiği Afrika'daki "başlık" uygulaması-
GiRiŞ 5

nın t ersine, Asya ve Avrupa'd a eb eveyn, servet ini ya ölüm so nucu


miras şek lind e ya d a evlilik le b irlikt e d rahom a b içim ind e k ız ço cuk ­
lara t ah sis ed iyo rd u. Avrasya'd ak i b u b e nzerlik , k urum lard a ve t u­
t um lard a d ah a g e niş b ir ko şut luğun ayrılm az parçası o lm uşt ur ve
1 6. yüzyıld an it ib ar e n İng ilt e re 'd e b ulunan "Avrupal ı" e vlilik k alı ­
b ının k end ine özg ülüğü nü d il e g et irm ek ve b u fark lıl ığı sık lık la üstü
örtü lü o larak , B at ı'd ak i "k apit alizm" in b e nzersiz g e lişimiyle b ağ lan­
t ıland ırmak için uğ raşmış o lag e le n me slekt aşları mın aile ve nüfu s t a­
rih i üzerine çab alarını b una g öre nit e le nd irmek g e rek ir. B ana b u b ağ­
lant ı k uşk ulu, B at ı ile Öt ek i arasınd ak i fark ü zerind ek i ısrarsa et nik ­
merk ezci g örü nü yo r.6 B enim k anaat im e g öre, çoğ u t arih çi (t eleo lo­
j i g ibi) etnik- merk ezcilik t en k açınm ayı amaçlark en, (k end i başlan­
g ıçları d a d ah il) öt ek ine ilişk in b ilg ilerinin sınırlılığ ı yü zünd en b unu
yapmakt a nad iren b aşarılı o lmakt ad ır. B u sınırlılık o nları çoğ unluk ­
la B at ı' nın b enzersizliğ i h akkı nd a ü stü k apalı veya açık b ir b içim d e
k anıt lanamaz idd ialard a bulunmaya yöne lt mekt ed ir.
Avrasya k ültü rü nü n öt ek i yönle rine d ah a d ik k at le b ak ıp Hind is­
t an, Çin ve J apo nya' nın çeşit li k esiml eri h akkı nd a d ah a çok d ene­
yim k azand ık ça, Avrasya' nın bü yük d e vlet leri veya "uyg arlık ları" nın
so syo loj isinin ve t arih inin b irb irinin çeşitlemeleri o larak anlaşılma­
sı g erekt iğ ini g itg id e d ah a d e rind e n hi ssed iyo rum . Oysa Asya d espo­
t izm i, Asya'nı n sıra d ışılığ ı, fark l ı rasyo nell ik , d ah a g e nel anlamd a
d a fa rk lı "kü lt ür" biçim leri anlayı şları bu o lgu yu d ik k ate alm ayı im ­
k ansız k ılmakt ad ır . B unlar k at ego rik ayrı mlara b aşvu rm ak yo luyla
" rasyo nel" araşt ırm a ve k arşılaşt ırm ayı ö nlem ekted ir; Avrupa buna
{ ant ik it e, feod alizm, k apit alizm bo yunca) sah ipt i, o nlarsa { yani g eri
k alan h erk es) d e ğild i. Fark lılık lar k esinlik le vard ır. Fak at g erek en,
d aima enind e so nund a ik incisinin leh ine d önen h am b ir Do ğu-B at ı
k arşıt lığı d eğ il, d ah a d ikk at li b ir k arşılaşt ırmad ır. ?
ihm al ed iliyo r olm aları b ana k ısm e n şimdik i ho şnut suz lukl arırnız­
d an k aynak lanıyo r g ib i g öründ üğü için d ah a b aşt an b elirtm ek ist e­
d iğ im birk aç analit ik h usus var. İlk in, d e n e yim i - ist er b ir b irey o l­
sun, ist e r b ir g rup, ist erse d e b ir to pluluk- d ene yim leye ni m e rk e ze
ko yarak d üze nle me yönünd e do ğal bir eğ ilim b ulunuyor. B u t ut um un
b içim le rind e n b iri, et nik-m e rk e zcilik ad ını ve rd iğimiz ve t üm d iğer
6 TARiH HIASIZI.J(:;I

toplulukların yanında Yunan ve Romalıların da belirgin bir özelli­


ği olan tutumdur. Tüm insan toplulukları, kısmen üyelerinin kişisel
ve toplumsal kimliklerinin bir koşulu olan etnik-merkezciliği belir­
li bir ölçüde sergiler. Avrupa-merkezciliğin ve oryantalizmin iki alt­
türünü oluşturduğu etnik-merkezcilik, yalnızca Avrupa'ya özgü bir
hastalık değildir: Kendilerini "halk" olarak adlaııdıran Amerikan gü­
neybatısının Navaho'ları da, tıpkı Yahudiler, Araplar ve Çinliler gibi
bu eğilimi gösterir. Kesafetinde farklılıklar bulunduğunu kabul et­
meme karşın, tarihi küçültmüş ve çok daha genel bir şeyi özel bir
olaya dönüştürmüş olması nedeniyle, 1 840'larda Bernal'in8 Antik
Yunan veya 1 7. ve 1 8 . yüzyıllarda Hobson'un9 Avrupa için geliştir­
diğine benzer önyargıları barındıran argümanları kabul etmekte İs·
teksizim. Antik Yunanlar büyük "Asya" aşıkları değildi; Romalılar
Yahudilere ayruncılık uyguluyordu .ıo Mantıksal gerekçeyse değişken­
lik gösterir. Yahudiler kendilerininkini dinsel argümanlara dayandı­
rır, Romalılar başkente ve uygarlığa yakınlığa öncelik verir, çağdaş
Avrupalılarsa bu durumu 19. yüzyıldaki başarılarıyla temellendirir·
ler. Bu yüzden, gizli bir emik-merkezci risk, post-kolonyalizm ve post·
modernizmin sıklıkla düştüğü bir tuzak olan, etnik-merkezcilik hak­
kındaki Avrupa-merkezci yaklaşımdır. Fakat Avrupa, nasıl ki benim
ileri sürdüğüm gibi aşk, demokrasi, özgürlük veya pazar kapitaliz­
mini icat etmediyse, etnik-merkezciliğin de mucidi değildir.
Bununla birlikte, Avrupa-merkezcilik sorunu Avrupa antikçağın­
da geniş bir biçimde kullanılan Yunan alfabesinden kaynaklanan oto·
ritenin pekiştirdiği özgül bir dünya görüşünün, Avrupa tarihyazıcı­
lığı söylemine mal edilmesi ve özümsenmesi, böylece ortak fenome­
nin bir varyantına görünüşte bilimsel bir statü sağlanması olgusuy­
la başladı. Kitabın ilk kısnu, bu iddiaların tarihin sıralanışı ve kro­
nolojisi açısından çözümlenmesine yoğunlaşıyor.
İkincisi, Avrupa ile Asya arasındaki bu köklü ayrılık kavranunın
(bunu temelde antikite çerçevesinde tartışacağım) nasıl doğduğunu
anlamak önemlidir. i t Başlangıç döneminde Avrupa-merkezcilik,
bu kıtada gerçekleşen daha sonraki olaylarla ve çoğu zaman nere­
deyse ezelden beri varmış gibi kabul edilen çeşitli alanlardaki dün­
ya egemenliği ile güç kazandı . 16. yüzyıldan başlayarak Avrupa, kıs-
GiRiŞ 7

men Rönesans aracılığıyla -tıpkı matbaanın benimsenmesinin eği­


timin yaygınlaşmasını sağlaması gibi- silah ve yelkenlerdeki gelişme­
lerin yeni topraklar keşfedilmesine, buralara yerleşilmesine ve tica­
ri girişimlerin geliştirilmesine olanak vermesiyleıı dünyada egemen
bir konuma gelmeyi başardı.13 18. yüzyılın sonuna doğru Sanayi Dev­
rimi'yle de gerçek anlamda dünya çapındaki ekonomik egemenliği
eline geçirdi. Etnik-merkezcilik -egemenlik bağlamında- baş göster­
diği her yerde çok daha saldırgan bir nitelik kazanmaya başlar. "Öte­
ki türler" otomatik olarak "daha aşağı türler"dir ve Avrupa'da (pek
çok örnekte üstünlüğün doğal olmaktan çok kültürel kabul edilme­
sine karşın, zaman zaman ırkçı renklere de bürünebilen) gelişkin aka­
demik araştırmalar bunun niye böyle olması gerektiğinin nedenle­
rini üretmiştir. Bazıları Tanrı'nın, Hıristiyan Tanrı'nın veya Protes­
tanlığın bunu böyle buyurduğunu düşünmüştü. Ve birçokları hala
da böyle düşünür. Bazı yazarların ısrarla belirttiği gibi, bu egemen­
lik izaha gerek duyar. Fakat çok eskiden beri var olan, kadim ırkçı
veya kültürel etkenlere dayanan açıklamalar, bu ayrılma geç oldu­
ğuna göre, yalnız kuramsal değil ampirik açıdan da tatminkar sayı­
lamaz. Ve tarihi teleolojik bir üslupla, yani çağdaş üstünlüğü önce­
ki dönemlere yansıtarak ve çoğu zaman görünürdeki gerekçe yeri­
ne, geçmişi daha "manevi" bir düzlemde bugünün bakış açısıyla yo­
rumlamak konusunda ihtiyatlı olmak gerekir.
Antikçağda Avrupalı olmayan her şeyi antik tarih parantezi dı­
şına koyan ve Avrupa tarihini kuşku götürür bir ilerlemeci değişik­
likler anlatısı haline gelmeye zorlayan teleolojik modellerin çizgisel­
liğini bırakmak ve bunun yerine modernite öncesi dünyada benzer­
siz bir Avrupa üstünlüğünü benimsemeyen, dönemselleştirmede daha
esnek davranan ve Avrupa tarihini bronz çağının kent devriminin pay­
laşılan kültürüyle ilişkilendiren bir tarihyazıcılığım benimsemek ge­
rekiyor. Avrasya'da daha sonra meydana gelen tarihsel gelişimleri,
ürünlerin yam sıra düşüncelerin de mübadelesini yapan ticari ( "ka­
pitalist") etkinlikler başta olmak üzere, sürekli ve çoğul bir etkile­
şim içinde dinamik bir özellikler ve ilişkiler takımı olarak görmeli­
yiz . Bu yolla, toplumsal gelişmeyi daha geniş bir çerçevede, sadece
Avrupa'ya özgü olayların ideolojik olarak belirlenmiş bir sıralanışı
6 TARiH HIASIZLll'il

olmaktan çok, toplumsal anlamda etkileşimli ve evrimsel düzlemde


kavramamız da mümkün olacaktır.
Üçüncüsü, dünya tarihi, akıllarında yalnızca Avrupa bulunan mes­
lekten veya amatör tarihçiler tarafından önerilen "feodalizm" ve "ka­
pitalizm" gibi kategoriler tarafından şekillenmiştir. Yani, Avrupa'nın
kendi özgül tarihsel arka planının karşısında, içsel bir kullanıma yö­
nelik "ilerlemeci" (progressive) bir dönemselleştirme geliştirilrniştir.14
Bu nedenle, daima kendi Batı Avrupalı temellerinden yola çıkan ve
sonunda oraya geri dönen Coulbourn gibi bazı akademisyenler için,
karşılaştırmalı yaklaşımı deneseler bile feodalizmin temelde Avrupa­
lı olduğunu göstermekte hiçbir sıkıntı yoktur. Sosyolojik olarak kar­
şılaştırmanın işleyiş şekli bu olmamalıdır. İleri sürdüğüm gibi, bağım­
lı toprak tasarrufu gibi özelliklerle işe girişmek ve çeşitli tiplerin ka­
rakteristiklerinden bir analiz çerçevesi (grid) oluşturmak gerekir.
Finley, köle ile özgür insan arasında kategorik bir ayrım kullan­
maktan çok -arada pek çok aşama bulunması nedeniyle- serflik, or­
takçılık ve ırgatlık da dahil kölelik özelliği gösteren bir dizi statü ara­
sındaki ilişkiyi tanımlayarak, geliştirdiği bir kölelik analiz çerçevesi
aracılığıyla tarihsel durumlardaki farkları incelemenin daha kullanış­
lı olduğunu göstermiştir. ıs Benzer bir güçlük, genellikle "bireysel mül­
kiyet" veya "komünal tasarruf" olarak kabaca sınıflandırılan top­
rak mülkiyeti konusunda da baş gösterir. Maine'in aynı anda birlik­
te var olan ve toplumda farklı düzeylere dağıtılan (bir analiz çerçe­
vesi biçimi) "haklar hiyerarşisi" kavramı, bize böylesine yanıltıcı kar­
şıtlıklardan kaçınma olanağı sağlar. İnsanlık hallerini daha ince ve
dinamik biçimde incelememize imkan tanır. Bu yöntemle, diyelim Batı
Avrupa ile Türkiye arasındaki benzerlikler ve farklar, "Avrupa'da feo­
dalizm vardı, Türkiye'de yoktu" gibi incelikten yoksun ve yanıltıcı
fikirlere kapılmaksızın incelenebilir. Mundy ve diğerlerinin gösterdi­
ği gibi, Türkiye'de bazı yönlerden Avrupa'dakini andıran bir şeyler
vardı.1 6 Ardından, bir analiz çerçevesi yardımıyla, farkın, birçokla­
rının varsaydığı gibi dünyanın sonraki gelişimine ilişkin sonuçlar ya­
ratmaya yetecek gibi görünüp görünmediği sorulabilir. Böylece kar­
şılaştırmalı olmayan, sosyolojik olmayan bir yöntemle formüle edi­
len monolitik kavramlarla uğraşmaya gerek kalmaz.17
GiRiŞ 9

Küresel tarihe ilişkin bu durum, konuyu ilk ele aldığımdan bu


yana büyük bir değişime uğradı. Bir dizi yazar, özellikle de coğraf­
yacı Blaut, Avrupa-merkezci tarihçilerin katkısıyla ortaya çıkan çar­
pıtmaların üzerinde ısrarla durmuştur. ı s İktisatçı Gunter Frank, "kal­
kınma" hakkındaki fikirlerini kökten değiştirmiş ve Doğu'yu Re­
Orient etmemiz, yani yeniden değerlendirmemiz çağrısında bulun­
muştur.19 Sinolog Pomeranz, ancak 1 9. yüzyılın başlangıcında be­
lirdiğini düşündüğü, Avrupa ve Asya arasındaki Büyük Ayrılmaıo
olarak adlandırdığı olgunun bilimsel bir özetini vermiş; bundan önce
dönemlerde kilit alanlarda karşılaştırma yapma olanağının bulun­
duğunu belirtmiştir. Siyaset bilimci Hobson, Batı Uygarlığının Do­
ğulu Kökenleri adını verdiği şeyin kapsamlı bir anlatısını yazarak,
Doğu'nun katkılarının önceliğini göstermeye çalışmıştır.21 Ardından
Fernandez-Armesto'nun son binyıl içinde eşitler olarak ele aldığı Av­
rasya'nın büyük devletlerine ilişkin olağanüstü bir tartışması bulun­
maktadır.22 Buna ek olarak, mimarlık tarihçisi Deborah Howard
ile edebiyat tarihçisi Jerry Brotton gibi gitgide artan sayıda Röne­
sans tarihçisi, Avrupa'nın hızlanmasında Yakındoğu'nun oynadığı
önemli rolün altını çizerken,23 bir dizi bilim ve teknoloji tarihçisi
de Batı'nın nihai başarılarında Doğu'nun muazzam katkısına dik­
kat çekmişlerdir.24
Ben de, Avrupa'nın yalnız geri kalan dünyanın tarihini ihmal et­
mek veya hafife almakla kalmayıp aynı zamanda bizim Asya anla­
yışımıza, onu geçmiş için olduğu kadar gelecek açısından da
önemli bir şekilde kötüleştiren bir şekilde, tarihsel kavramlar ve dö­
nemler dayattığını göstermeyi amaçlıyorum . Avrasya kıtasının ta­
rihini yeniden yazmanın peşinde değilim, ama bu toprakların kla­
sik çağ diye adlandırılan zamandan itibaren nasıl geliştiğine bakma­
nın genel olarak dünya tarihi tartışmasını yeniden yönlendirmek­
te verimli olacağını gösterme çabası içinde, Avrasya'yı dünyanın geri
kalanıyla ilişkilendirmekle ilgileniyorum. Tartışmamı Eski Dünya
ve Afrika'yla sınırlamış durumdayım. Başkaları, özellikle Adams ,ıs
söz gelimi Eski ve Yeni Dünya'yı kentselleşme açısından karşılaştır­
mıştır. Böyle bir karşılaştırma "uygarlık" gelişiminde ticaret ve uy­
garlıklar arası iletişim gibi başka sorunları da gündeme getirir; ama
10 TARiH HIASIZLIGI

ticari veya başka türde bir yayılmadan çok, belirgin bir biçimde top­
lum içi evrime daha büyük bir vurgu yapılmasını gerektirir ve tüm
gelişme kuramları açısından önemli sonuçlara yol açar.
Benim genel amacım, başlangıç noktamın antikçağ olması dışın­
da, Peter Burke'ün Rönesans'ı ele alırkenki amacına benzemektedir.
Burke, "Batı uygarlığının yükselişinin Büyük Anlatısı'nı yeniden in­
celemek peşindeyim" der ve bu anlatıyı "Rönesans'ın, Reform, Bi­
limsel Devrim, Aydınlanma, Sanayi Devrimi vb . meydana getirdiği
zincirin yalnızca bir halkasını oluşturduğu, Yunanlardan itibaren Ba­
tı'nın kazandığı başarının muzaffer bir izahı" olarak betimler,26 Rö­
nesans hakkında son araştırmaları gözden geçirirken Burke, "Batı
Avrupa kültürünü, her biri kendi Yunan ve Roma antikçağı 'Röne­
sans'larına sahip olan Bizans ve İslam da dahil olmak üzere, kom­
şularıyla bir arada var olan ve onlarla etkileşimde bulunan birçok
kültürden biri olarak görmeye" çalışır.
Bu kitap üç kısma ayrılabilir. İlki, antikiteden kaynaklanan, feo­
dalizm aracılığıyla kapitalizme ilerleyen ve Asya'yı "istisnai", "des­
potik" veya geri olarak bir kenara iten, bir anlamda sosyo-kültürel
soyağacı anlamına gelen Arapça isnadın karşılığı olan Avrupalı an­
layışın geçerliliğini inceliyor. İkinci kısım, Avrupa'ya dünyayla iliş­
ki içinde bakmaya çalışan, ama gene de bu varsayımsal benzersiz ge­
lişme çizgisine öncelik veren tümü de çok etkili olmuş üç önemli ta­
rihçiyi, -isim vermek gerekirse- Çin biliminin sıra dışı niteliğini gös­
teren Needham, Avrupa Rönesans'ında "uygarlaştırıcı süreç"in kö­
kenini ayırt eden s.osyolog Elias ve kapitalizmin kökenlerini tartışan
büyük Akdeniz tarihçisi Braduel'i ele alıyor. Bunu, teleolojik veya
Avrupa-merkezci tarih dehşetini kuşku götürmez bir biçimde ifade
etmiş en seçkin tarihçilerin bile bu tuzağa düşebileceğini anlatmak
için yapıyorum. Kitabın son kısmıysa, hem akademisyenlerin hem
de onların dışındaki birçok Avrupalının, şehrin özel bir biçimi olan
üniversitenin ve bizzat demokrasinin kendisi gibi en değerli bazı ku­
rumlarla bireycilik gibi değerlerin ve bunların yanı sıra aşk (veya ro­
mantik aşk) gibi bazı duyguların muhafızları oldukları iddialarına
göz atıyor.
GiRiŞ 11

Kimi zaman, Avrupa-merkezci paradigmayı eleştirenlerin yorum­


larında fazlasıyla gürültücü oldukları yönünde şikayetler de yapıl­
makta . Ben bu ses tonundan kaçınmaya ve daha önceki tartışmala­
rımdan doğan olgulara yoğunlaşmaya çalıştım. Ne var ki, karşı ta­
raftan gelen sesler çoğu zaman öylesine baskın, kendinden öylesine
emin ki, belki biz de bu nedenle, kendimizinkini yükseltmek konu­
sunda bağışlanabiliriz.
SOSYO-KÜLTÜREL Bİ R SOYAGACI
1
Kim Çaldı , Ne Çald ı ? Zaman ve Mekan

19. yüzyılın başından itibaren, sömürgeci fetihler ve Sanayi Dev­


rimi'nin bir sonucu olarak dünyanın geri kalanındaki faaliyetleriy­
le Batı Avrupa, dünya tarihinin kurgulanmasında egemen olmuştur.
Arap, Hint ve Çin gibi diğer uygarlıklarda da kısmi dünya tarihle­
ri (hepsi de belli derecede kısmi) vardır; ve aslına bakılırsa, pek az
kültür -basit olsa bile- başkalarının geçmişine göre şekillendirilmiş
kendine özgü bir geçmiş kavramından yoksundur; ama, birçok göz­
lemci bu izahları tarihten çok mit başlığı altına yerleştirir. Avrupa'nın
bu alandaki çabalarını diğerlerinden ayıransa, daha yalın toplumla­
rın çoğunda da görüldüğü gibi, çoğu insani algının temelindeki ego­
santrik dürtünün uzantısı olarak doğan etnik-merkezci bir eğilimi
izleyerek, kendi özgün öykülerini daha geniş bir coğrafyaya dayat­
ma eğilimi olmuştur ve bunu gerçekleştirebilme yeteneği, dünyanın
pek çok kesimindeki fiili hakimiyetinden kaynaklanmıştır. Kaçınıl­
maz olarak dünyayı bir başkasınınkilerle değil, kendi gözlerimle gö­
rürüm. Girişte de söylediğim gibi, son zamanlarda dünya tarihiyle
ilişkili karşıt eğilimlerin ortaya çıktığının gayet iyi farkındayım.1 Fa­
kat kanımca, bu hareket kuramsal bir yönde, özellikle de dünya ta­
rihinin anlaşıldığı geniş evreler açısından henüz yeterince geliştiril­
memiş durumdadır.
16 TARiH HIRSIZLIGI

İster geçmiş ister bugünkü dünyayı betimlemeye yönelik her tür­


lü çabada kaçınılmaz olan etnik-merkezci niteliğe karşı koymak için
daha eleştirel bir duruş gerekir. Bu, öncelikle, demokrasi veya özgür­
lük gibi etkinlikleri veya değerleri icat etmiş olmak yönünde Batı'dan,
aslına bakılırsa Avrupa'dan (veya Asya'dan) gelecek her türlü iddia­
yı kuşkuyla karşılamak demektir. İkinci olarak, tarihe, yukarıdan aşa­
ğıya (veya bugünden geriye) değil, aşağıdan yukarıya bakmak anla­
mına gelir. Üçüncü olarak, Avrupalı olmayan geçmişe hak ettiği ağır­
lığı vermek demektir. Dördüncü olarak, tarihyazıcılığının belkemi­
ğinin, yani olayların zaman ve mekan içindeki yerinin belirlenmesi­
nin bile değişken, toplumsal inşaya ve dolayısıyla da değişime ma­
ruz olduğuna dair bir bilincin geliştirilmesini gerektirir. Bu nedenle
de, Batılı tarihyazıcılığına özgü bilincin mevcut biçimiyle dünyaya
yayılan sabit kategorilerden oluşmaz.
Gerek zamanın gerekse de mekanın halihazırdaki boyutları Batı
tarafından kurulmuştur. Bunun nedeni, tüm dünyaya yayılmanın, coğ­
rafyanın yanı sıra zamansal çerçeveyi de verecek saat bilincine ve ha­
ritalara gereksinim duymasıydı. Kuşkusuz, her toplumun kendi gün­
lük yaşamını düzenlediği belli bir mekan ve zaman kavramı hep ol­
muştur. Bu kavramlar, her iki boyuta da grafik işaretler sunan okur­
yazarlığın gelişmesiyle daha ayrıntılı (ve daha kesin) hale geldi. Söz
gelimi sözel Afrika'yla karşılaştırıldığında, Avrasya'nın büyük top­
lumlarına zamanı hesaplamada, haritalar yapıp geliştirmede hatırı
sayılır bir üstünlük kazandıran şey, dünyanın uzam-zamansal olarak
düzenlenme tarzına içkin bir hakikatten ziyade, yazının burada daha
erken keşfedilmiş olmasıdır.

Zaman
Sözlü kültürlerde zaman, güneşin gece ve gündüz içinde günlük
ilerlemesi, gökyüzündeki konumu, ayın evreleri, mevsimlerin geçi­
şi gibi doğal olaylara göre hesaplanırdı. Eksik olansa, sabit bir baş­
langıç noktası, çağ kavramının gerektirdiği şekilde yılların geçişinin
sayısal olarak hesaplanışıydı . Bu ise ancak yazının icadından sonra
gerçekleşti.
KiM ÇALDI, NE ÇALDI? ZAMAN VE MEKAN 17

G eçm iş te, zam anın h es aplanışın ı B atı kendinem al etmiş tir, bugün
de öyledir. Tarih in dayandı ğıyıllar, İs a' nın doğ um undan [ Milat] ö nc e
ve s onraya gö re ö lçü lü r. Hic ret' le, İbrani veya Çin Yeni Y ılı'yla iliş ­
kili diğer takvim lerin kabulü, t arihs el araş tırm aların ve ulus lararas ı
kullanım ın m arj inal alanına itilm iş ti r. B u zam an h ırs ız lığının biryö nü,
kuş kus uz, yineyazılı kü ltürlerin kavram ları olan yü zyıl ve bi nyıl ad­
landırm aları nı n ta kendis idir. Yazılı kü ltü r h akkında g eniş kaps am lı
bir kitabı n yazarı olan2 Fernandez-A rm es to, İs lam , Hint, Çin, A fri­
ka, Kuzey ve Gü ney Am erika tarih leri araş tırm alarını kaps am ına alır.
İkinc iyarıs ı, B atı eg em enliği anlam ında " bizim " olan " binyılım ızın"
bir dü nya t arihi niyazm ışt ır. B irç ok t arihç inin t ers ine, bu eg em enliği n
kö klerini B an kültürün de görm ez; dünya li derliği eski den nası l Asya' dan
B atı'ya g eçm işs e, kolaylıklayeniden Asya'ya g eç ebi li r. B un un la birlik­
te, tart ışm anın ç erç eves i kaç ını lm az olarak Hıris tiya n takvim inin on
yılları, yü zyılları ve binyılları arac ılığıyla kurulur. Merkezinyanı s ıra,
Doğu'nun aklında da ç oğu zam an baş ka bi nyıllar vardır.
Z am anın t ekelleşm es i, yalnız İs a' nın doğum unun tanım ladığı h er
ş eyi kaps ayan ç ağla değil, aynı zam anda yılların, ayların ve h afta­
ların gü nlü k h es aplanış ında da kendini gös terir. Y ılın kendis i kısme n
keyfi bir bö lü nm edir. B iz gü neş dö ngüsü nü kullanırız, baş kaları ayla
iliş kili on iki dö nem den oluş an bir s ils ileyi kullanır. B u a z ç ok g ele­
neks el bi r s eçim dir. Her iki s is tem de de, yılın baş lang ıc ı, yani yeni
yı l tam am en keyfidir. As lına bakılı rs a, Avrupalıların kullandığı gü ­
neş yılının, İs lam i ve B udis t ü lkelerin aya dayalı h es aplam as ından
dah a "m antıklı" h iç bir yö nü yoktur. Y ılın Avrupalı ayları kısm ında
da aynı durum g eç erlidir. Seç im, ih tiyariyıllar veya ih tiyari aylar ara­
s ındadır. B izim aylarım ızın, Ay ile pek az ilg is i vardır, as lında İs lam 'ı n
kam eri ayları bu aç ıdan kes inli kle dah a "m antıklı" dı r. Gü neş veya
m evs im yıllarını kam eri aylara eklem leyen h er takvim s is tem inde bir
s orun vardır. İs lam 'dayıl aylara gö re ayarlanm ış tır; Hıris tiyanlıktay­
s a ters i yapılır. Sö zlü kü ltü rlerde h em m evs ims el s ayım h em ay s a­
yım ı birbirinden bağımsı z olar ak iş leyebilir, f akat yazı bir tü r uzlaş ­
m ayı dayatır.
En keyfi birim is e yedi gü nlü k h aftadır. Örneğin A frika'da, ku­
rulan pazarlara göre belirlenen üç , dö rt, beş veya aln günlük "hafta" lar
18 TAAIH HIRSIZIJ�I

vardır. Çin'de hafta on günlüktü. Toplumlar, yıllık panayırlardan ayrı


olarak, yerel pazarlar gibi sık sık yinelenen döngüsel etkinlikler için
belirli bir düzeni olan bir bölümlemeye ihtiyaç duymuştu. Bu birim­
lerin süresi tümüyle gelenekseldi. Bir gün ve bir gece kavramı, açık­
ça günlük deneyimle örtüşse de, saatlere ve dakikalara dayalı daha
ileri bir bölümleme, sadece saatlerimizde ve zihinlerimizde var olur;
bunlar tümüyle ihtiyaridir)
Okuryazar toplumlarda zamanı hesaplamanın farklı yöntemle­
rinin hepsi esasen dini bir çerçeveye sahiptir ve referans noktası ola­
rak peygamberin, kurtarıcının yaşamını veya dünyanın yaratılışını
kullanır. Bu referans noktalarının Hıristiyanlıkla ilgili olanları, fe­
tihler, sömürgeleştirme faaliyetleri ve dünya hakimiyetinin sonucu
olarak yalnız Batı'nın değil, dünyanın malı haline gelerek bugün de
yerinde kalmayı sürdürmüştür; pazar gününün tatil günü olduğu
yedi günlük haftanın yanı sıra Noel, Paskalya, Cadılar Bayramı gibi
yıllık bayramlar da artık uluslararasıdır. Batı'da birçok bağlamda
yaygın bir laik tutum gelişmesine -Weber'de dünyanın demistifikas­
yonu kavramı, Frazer'ın sihri reddedişi- ve bu tutumun yerkürenin
geri kalanının büyük bir kısmını etkilemesine karşın, bu böyle ol­
muştur.
Günlük yaşamda dinin süregelen etkinliği, çoğu zaman hem göz­
lemciler hem de katılımcılar tarafından yanlış anlaşılır. Birçok Av­
rupalı, toplumlarını laik, kurumlarını da dinler arasında ayrımcılık
yapmaz olarak görürler. Müslümanların başörtüsüne ve Yahudile­
rin başlığına okullarda izin verilir (ya da verilmez); belli bir mezhe­
be bağlı olmayan dini hizmetler kural olabilir; dini araştırmalar kar­
şılaştırmalı olma çabasında bulunur. Dünyanın ve tüm kapsadtkla­
rının üzerine araştırma özgürlüğünü, bilimlerin varoluş koşulu ola­
rak görürüz. Öte yandan, her ne kadar İslam rasyonalist bir ·eğilime
sahip olsa da,4 İslam gibi dinler bilginin sınırlarını geriletmekle suç­
lanır. Yine de, ekonomik ve bilimsel açıdan, dünyanın en gelişmiş
ekonomisi, güçlü bir köktendincilik anlayışına ve dini takvime de­
rin bir bağlılık duyar.
Dünyayı inşa etmeye dair dini modelleri düşüncenin her yönüne
o derece fazla nüfuz etmiştir ki, terk edildikleri zaman bile izleri dün-
KiM ÇALDI, NE ÇALDI? ZAMAN VE MEKAN 19

yayı kavramsallaştırma şeklimizi belirlemeye devam eder. Dini an­


latılardan kaynaklanan uzama ve zamana ait kategoriler, dünyayla
etkileşimimizde öylesine temel ve yaygın belirleyicilerdir ki, gelenek­
sel doğalarını bile unutma eğilimi gösteririz. Bununla birlikte toplum­
sal düzeyde, din hakkındaki karışık hisler, insan topluluklarının ge­
nel bir özelliği gibi görünür. Din hakkında kuşkuculuk, hatta biline­
mezcilik, okuryazarlık öncesi toplumlarda bile tekrar tekrar ortaya
çıkan bir özelliktir.s Okuryazarlarda böylesi tutumlar, 12. yüzyılda­
ki Altın Çağı'nda İspanyol-Mağribi kültürü için Zafrani'nin ve or­
taçağ döneminde Hıristiyanlık için başkalarının betimlediği gibi, za­
man zaman hümanist düşünce dönemleriyle sonuçlanmıştır. Bu tür­
den daha köklü değişimler, 15. yüzyılda İtalyan Rönesans'ıyla ve (bir­
çok örnekte Petrarca'nın tasavvur ettiği gibi, Hıristiyanlığa uyarlan­
mış olsa da, temelde pagan) klasik öğretinin canlanışıyla birlikte or­
taya çıktı. Hem klasik hem de seküler nitelikler taşıyan hümanizma,
Reform'a ve mevcut kilisenin yerine başka bir şey konmasına değil­
se bile, yetkisinin ortadan kalkmasına yol açtı. Fakat her iki geliş­
me, dünya hakkındaki bilgi çerçevesinin kısmen özgürleşmesini ve
dolayısıyla geniş anlamda bir bilimsel araştırmayı faaliyetini teşvik
etti. Tarihsel olarak, hiçbir tekil hakim dini kurumun bulunmadığı,
dolayısıyla da mevcut bilginin sınanması veya yenideri değerlendi­
rilmesine izin veren sektiler bilginin gelişmesinin önüne Hıristiyan­
lık ve İslam'da sıkça olduğu gibi engel çıkmadığı bir toplum düze­
nine sahip olan Çin, bu alanda en büyük başarıya sahipti. Gelgele­
lim, bugün bu karışım kesinlikle farklı olmasına, toplumların "ina­
nanlar" ile "inanmayanlar" diye daha keskin şekilde bölünmüş ol­
masına ve Aydınlanma'dan beri ikincilerin daha kurumsallaşmış bir
konum edinmesine karşın, din hakkındaki karışık duygular ve bilim­
sel ile doğaüstünün bir arada var0luşu, çağdaş toplumların belirgin
bir özelliği olmaya devam etmektedir. Bununla birlikte, her iki ke­
sim de, hala, Batılı kavramların çok-kültürlü, çok-dinli dünyaya hük­
metmeye başladığı dönemin özgül dini kavramları arasında sıkışıp
kalmıştır.
Zamanı ölçmeye dönersek, okuryazar toplumlara özgü saatler, za­
manın ölçümüne açıkça önemli bir katkıydı. Antik dünyada ölçüm,
20 TARiH HIRSIZLIGI

güneş, cıva ve su saati biçiminde var olmuştu. Ortaçağ keşişleri, sa­


atlerin geçişini kaydetmek için mumları kullandılar. Erken dönem
Çin'inde bu iş için karmaşık mekanik gereçler kullanıldı. Fakat tik­
tak sesini veren ve bir çarkın işleyişini denetleyen direk ve maşa (ver­
ge-and-foilot) mekanizmasının icadı, 14. yüzyılda Avrupa'da gerçek­
leşmişti. Hem diğer saat maşası mekanizmaları hem de mekanik sa­
atler Çin'de 725'ten itibaren var olmuştu, ama ikincisi daha sonra­
ları Batı'da olduğu gibi gelişmedi.6 Bazı filozoflara göre, evrenin dü­
zenlenişinin modeli haline gelen saat mekanizması, sonunda birey­
lerin " saat tutmaları"nı kolaylaştıran kol saatlerine girdi. Aynı za­
manda, bunu yapamayan, söz gelimi "Afrika zamanı"nı izleyen ve
bu yüzden yalnız fabrika üretiminin değil, her türlü büyük ölçekli
örgütlerunenin gerektirdiği düzenli istihdamın taleplerine uyamayan
insanlara ve kültürlere karşı büyük bir aşağılama duygusu doğdu.
Bu insanlar henüz 9 .00-1 7.00 arasındaki "tiranlığa", "ücret köleli­
ğine" hazır değillerdi.
İmparator Ferdinand'ın Osmanlı sultanı nezdindeki sefiri Ghise­
lin de Busbecq, 1554'te yazdığı bir mektupta Viyana'dan İstanbul'a
yaptığı yolculuğu anlatır. "Saat bilgisine" sahip olmamaları nedeniy­
le Türk rehberleri tarafından gecenin bir yarısında uyandırılmanın
sıkıntısı üzerine yorum yapar (aynca mesafeyi ölçmeyi de bilmedik­
lerini söyler ki, bu da yanlıştır) . Saati biliyorlardı, ama bunu müez­
zinin günde beş kez okuduğu ezanla öğreniyorlardı ki, bu da kuşku­
suz gece bir işe yaramıyordu; güneş saatinde de aynı sorun vardı, su
saati ise hassas ve taşıma:,ı güçtü. Gördüğümüz gibi, oldukça yavaş
bir yolculuk ederek Hıristiyanlaştırma sürecinde Cizvit rahipler ta­
rafından Çin'e götürülen ve daha 16. yüzyıla gelindiğinde Yakındo­
ğu'da yaygınlaşan mekanik saat, kesinlikle tamamen değil, ama bü­
yük ölçüde bir Avrupa icadıydı. O zaman bile, zamanın müezzin ta­
rafından dini açıdan işaretlenmesini tehdit edebileceği düşüncesiy­
le, kamusal yerlerde görünmüyordu. Busbecq, uyum sağlamaktaki
bu yavaşlığın bazılarının ileri sürdüğü gibi yeniliğe karşı genel istek­
sizlikten kaynaklanmadığına değiniyordu: "Hiçbir millet başkaların­
da gördüğü faydalı icatları benimsemekte isteksiz olmamıştır. Me­
sela bizim büyük ve küçük toplarımızı ve diğer birçok icadımızı der-
KiM ÇALDI, NE ÇALDI? ZAMAN VE MEKAN 21

hal sahiplenmişler ama kitap basmaya ve meydan saatleri dikmeye


hiçbir zaman yanaşmamışlardır. Kutsal kitaplarını bastıkları takdir­
de bunların kutsal olmaktan çıkacağına, meydan saatlerinin de mü­
ezzinlerin ve eski adetlerin tesirini azaltacağına inanıyorlar. "7 Bu alın­
tının ilk kısmı, birçok Avrupalının ileri sürdüğü ve 4 . Bölüm'de eni­
ne boyuna tartışacağımız durağan, yenilikçilikten uzak bir Şark kül­
türünden çok uzak olduğumuza işaret eder. Gelgelelim, matbaanın
reddinin, gerek zamanın ölçülmesi gerek yazılı bilginin dolaşımı açı­
sından uzun vadede çok önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Her ikisi
de daha sonra Bilimsel Devrim veya "modern bilim"in doğumu ola­
rak adlandırılan şeyin gelişiminde merkezi öneme sahipti - iletişim
teknolojisinin seçici uygulanışı, zamanın belirli bir anından sonra iler­
lemeyi önledi; fakat bu, zaman ölçmekte tam bir yetersizlik veya bu­
nun imkanı ve değeri konusunda cehaletle uzaktan yakından ilgisi
olmayan bir şeydir. Yine de bu isteksizlik (ki bu isteksizliğin kendi­
si de daha geç bir hadisedir) zamanı ölçme konusundaki Avrupa yön­
temlerinin ve Avrupa dönemlemesinin diğerlerinden daha "doğru",
daha iyi olduğu görüşünü o kadar da doğrulamaz.
Zamanın bölümlenmesinin daha genel bir yönü daha vardır ki,
o da Batılı zaman algısının çizgisel, Doğulununsa döngüsel olarak
nitelenmesidir. Çin biliminin ihyası için onca uğraşlar veren büyük
Çin araştırmacısı Joseph Needham bile, konuya yaptığı önemli bir
katkıda bu tanımlamayı yapmıştı.8 Benim görüşüme göre bu tanım,
kültürleri ve potansiyellerini mutlak, kategorik, hatta özcü tarzda
hatalı bir şekilde karşıtlaştıran bir aşırı genelleştirmenin ürünüydü.
Çin'de, dönemlerin uzun süreli hesaplanmalarından farklı, aynı is­
min ("maymun yılı") düzenli olarak tekrarlanacağı biçimde, yılla­
rın kısa süreli döngüsel bir hesaplanışının olduğu da gerçektir. Batı
takviminde ise, kendilerini tekrarlayan aylar ve bu ayların Çin yıl­
larına benzer karakterolojik bir önem kazandığı Keldani burçlar ku­
şağına dayanan astroloji dışında, buna benzeyen başka hiçbir şey yok­
tur. Bununla birlikte, zaman hesabının kaçınılmaz olarak daha ba­
sit olduğu tümüyle sözlü kültürlerde bile, hemen her seferinde hem
çizgisel hem de döngüsel zaman hesaplamaları bulunur. Çizgisel he­
saplama, kesintisiz bir biçimde doğumdan ölüme doğru hareket eden
22 TARiH HIRSIZLIGI

yaşam öykülerinin ayrılmaz bir parçasıdır. "Kozmik" zamanda ise,


günün geceyi, ayın ayı izlemesi nedeniyle, döngüselliğe daha büyük
bir eğilim vardır. Döngüsel yerine, sadece çizgisel tarzda yapılan za­
man hesaplamasına yönelik her düşünce, ileri, geleceğe bakan Batı
ile durağan, geriye bakan Doğu'ya ilişkin hatalı algımızı yansıtan bir
düşüncedir.

Mekan
Mekan kavramı da Avrupa'da yapılan tanımlardan yola çıkmış­
tır. Okuryazarlığın kullanımından çok, yazıyla bir arada gelişen gra­
fik temsillerden etkilenmiştir. Kuşkusuz, her toplumun yaşadığı dün­
yaya, çevrelerindeki coğrafya ve üzerlerindeki gökyüzüne dair belir­
li bir uzamsal bilgisi vardır; ama grafik temsil, okuyucunun bilme­
diği toprakları araştırmayı mümkün kıldığı için daha kesin, daha nes­
nel ve daha yaratıcı bir şekilde haritalandırabilme konusunda ileri­
ye doğru çok önemli bir adım atmaya olanak sağlar.
Avrupa'yla Asya arasındaki keyfi bölümleme dışında, sezgisel ola­
rak ayrı bütünler halinde analiz edilmeleri bakımından, kıtaların sa­
dece Batılı kavramlar olduğunu söylemek güçtür. Coğrafi olarak, Av­
rupa ve Asya bir devamlılık oluşturur: Avrasya; Yunanlar Akdeniz'in
İstanbul Boğazı tarafından ayrılan iki kıyısı arasında bir ayrım yap­
mışlardı. Arkaik dönemden itibaren Küçük Asya'da koloniler kur­
muş olmalarına karşın, gene de çoğu bağlamda Asya kesinlikle ta­
rihsel öteki, yabancı dinlerin ve yabancı halkların yurduydu. Daha
sonraları "dünya" dinleri ve bu dinlerin takipçileri, zaman üzerin­
de olduğu kadar mekan üzerinde de hakimiyet kurma açgözlülüğüy­
le, Avrupa'nın İslam'a ve Yahudiliğe mensup halklarla olan ilişkile­
rinin tarihine, daha doğrusu bu insanların o kıtadaki varlığına9 ve
çağdaş Avrupalıların (diğerlerinin tersine) dünyaya karşı seküler ve
laik bir tutum takındıkları konusundaki tüm ısrara karşın, yeni Av­
rupa'yı Hıristiyanlık açısından tanımlamak için resmi bir girişimde
bulundular. Bu arada yılların saati, belirgin biçimde Hıristiyan tem­
poda tik-taklamaktadır; öyle ki, Avrupa'nın bugünü ve geçmişi -Tre-
KiM ÇALDI, NE ÇALD17 ZAMAN VE MEKAN 23

vo r-Ro per' ı n tarihinin başl ığ ını kull anı rs ak- "Hı ris tiy an Avru­
pa' nın Y üks el işi" ol arak tas avvur edil ir.
Buna karşı n, meka n mefhuml arı dinden, zaman kadar etkil enme­
miştir. N e var ki, Mekke ve Kudüs g ibi kuts al kentl erin ko numunu,
y al nı zca o nl arı n düzen i ve ibadetin yö nü değil, ay nı zamanda bu kut­
s al kentl ere hac ziy areti y apmak is tey en ço k s ay ıdaki ins anın y aşa­
mı da etkide bul unmuştur. İsl am' da, dinin beş fa rzı ndan biri ol an hac­
cın rol ü iyi bil inir ve düny anın birço k kes imini etkil er. A ncak, erken
döneml erden itibaren Hıris tiy anl ar da Kudüs' e hac ziy areti nde h u­
l unmuş ve bu tür yol cul ukl ar y apabil me özg ürl üğ ü, 1 3 . y üzy ıl dan
itibaren Avrupal ıl arı n Haçl ı Sef erl eri ol arak bil inen Yakı ndoğ u is ti­
l as ı nı n ardı ndaki nedenl erden birini ol uşturmuştur. Kudüs , o rtaçağ
boy unca, ama as ıl 1 9. y üzy ıl son un da Siyo nizm ve şiddet dol u anti­
s emitizmin artmas ıyl a birl ikte, g eri dön mek is tey en Yahudil er için
daima g üçl ü bir çekim al anı ol muştur. Meka n hakkındaki bu arg ü­
man, y ani eninde so nunda F il is tin' e kitl es el bir Yahudi göçüne yol
açacak bir y uva ol arak İs rail arg ümanı , bazı Batıl ı devl etl erce hara­
retl e des tekl enmiş, so n y ıll ardaDoğ u Ak deniz' i hı rpal ay an g eril im,
çatı şma ve s avaşl arl a sonuçl anmı ştı r. Ayn ı zamanda, Batılı ku vvet­
l erin Arap y arımadas ına konu şl anmas ı, bu bölg ede İsl ami mil itan ­
lığın yüks eli şin in bir neden i ol arak gö rül mektedir. Bu bakımdan , din,
düny ay ı bizim için kıs men keyfi yoll arl a " harital an dırır"; ama bu
harital andırma s üreç içinde kiml iğ e bağl ı ol arak g üçl ü anl aml ar ka­
zanır. İl k dini mo tivasyo n yo k ol abil ir, ama ürettiğ i içs el coğ rafy a ka­
lır, " doğ all aştırıl ı r" ve eşy anı n tabiatıynu ş g ibi öt ekil ere day atıl abi ­
l ir. Z aman mefhumun da ol duğ u g ibi, Avrupa' da bug ün e kadarki ta­
rihy azımın da da g erçekl eşen budur- meka nın büt ün cül ölçümü za­
mana gö re dinden daha az etkil enmiş ols a da.
F akat Batı' nı n sö mürg el eştirme f aal iy etl erinin etkil eri aşika rdı r.
İngil tere ul usl ararası al anda eg emen ko numa g eld iğ inde, uzanım ko ­
o rdinatl arı Lo ndra' daki G reenw ich boyl amı çevres inde dönmey e baş­
l adı; Batı ve büy ük ölçüde Doğ u Hint Adal arı, Avrupa'nı n çıkarl a­
rı nı n y anı s ı ra - kuşkus uz- Avrupa'nı n yö nel iml eri, sö mürg ec il iği ve
denizaşı rı g enişl emes iyl e y aratıl dı. Bir derec ey e kadar, Avrasy a' nın
en uzak batıs ı ve en uzak doğ us u, uz amı değ erl endirmek için en iy i
24 TARiH HIRSızu(;ı

konuma sahip değildi. Fernandez-Armesto'nun işaret ettiği gibi, 10 ya­


kın tarihte gerimizde bıraktığımız binyılın ilk yarısında İslam daha
merkezi bir konum işgal ediyordu ve 10. yüzyılın ortasında El-İstah­
ri'nin dünya haritasındaki gibi, kapsamlı bir coğrafi dünya görüşü
sunmak konusunda İran, en iyi mevkide bulunuyordu. Çin'le Hıris­
tiyan dünya arasında uzanan İslam, gerek genişleme gerek iletişim
açısından merkezi konumdaydı. Fernandez-Armesto da dünya ha­
ritalarında Mercator izdüşümünün benimsenmesiyle yaratılan çar­
pıtmalar üzerinde durur. Hindistan gibi güney ülkeleri, İsveç gibi bo­
yutu büyük ölçüde abartılan kuzey ülkelerine göre haritalarda daha
küçük görünür.
Mercaror (1512-94), Ptolemaios'un (Batlamyus) Geographi­
ca'sının Yunanca bir kopyasının Floransa'ya gelmesinden istifade et­
miş Hollandalı haritacılarından biriydi. Bu nüsha İstanbul'dan gel­
miş, ama M.S. 2 . yüzyılda İskenderiye'de yazılmıştı . Bu eser Latin­
ceye çevrilerek Vicenza'da basıldı ve enlemler açısından ekvatordan,
boylamlar açısından Kutsanmışların Adaları'ndan [Cebelitarık Bo­
ğazı'nın batısında kalan ve modern coğrafya tarafından Macarone­
sia diye adlandırılan adalar kastedilmektedir -ç.n.] başlayan numa­
ralandırılmış çizgileriyle, kürenin tamamına uzatılabilen bir uzam­
sal koordinatlar sistemi çizerek modern coğrafya için ana kalıp ha­
line geldi. Bu eser, her ikisi de harita yapımında önem taşıyan iki ge­
lişmenin baş gösterdiği, yani yerkürenin ilk kez gemiyle kat edildi­
ği ve matbaanın gücünü kanıtladığı bir döneme rastladı. Gönderme
yaptığım "uzamın çarpıtılması" olgusu, basılı sayfa için daireleri yas­
sıltma zorunluluğu ve izdüşümün küre ve düzlemi uzlaştırma girişi­
minden kaynaklandı . ıı Fakat "çarpıtma" bütün dünyadaki modern
haritacılığa egemen olacak biçimde Avrupa'ya doğru meyletti.
Enlem, ekvatora göre tanımlanıyordu . Ama boylam farklı sorun­
lar ortaya çıkarıyordu, çünkü hiçbir sabit başlangıç noktası yoktu.
Yine de, sıklaşan uzak mesafeli yolculuklar ve denizcilik için elzem
hale gelen zamanı hesaplama zorunluluğu nedeniyle böyle bir baş­
langıç noktasına ihtiyaç vardı. Londra yakınlarındaki Greenwich Kra­
liyet Gözlemevi'ndeki araştırmalar, denizde seyir halindeki gemiler­
de doğru işleyecek bir saat geliştiren John Harrison'ın _( 1693-
KİM ÇALDI, NE ÇALDI? ZAMAN VE MEKAN 25

1776) çalışmalarıyla kolaylaştı ve süreç, boylam hesaplanmasında


olduğu gibi zaman hesaplanmasında da temel olarak alınan, tama­
men keyfi Greenwich boylamının seçilmesiyle (Greenwich Ortalama
Zamanı) 1 8 84'te sonuçlandı.
Harita yapımı ve denizcilik, karasal olduğu kadar göksel hesap­
lamayı da gerektiriyordu. Aynı şekilde, tüm kültürlerin gökyüzüne
ilişkin bir anlayışı vardı . Fakat göğün haritalandırılması, okuryazar
Babilliler ve daha sonra Yunan ve Romalılar tarafından geliştirildi .
Bu bilgi, ortaçağda Avrupa'da ortadan kayboldu, ama Arapça ko­
nuşulan dünyanın yanı sıra İran, Hindistan ve Çin'de ilerletilmeye
devam etti. Özellikle karmaşık bir matematik kullanan ve birçok yeni
gözlemler yapan Arap dünyası, kusursuz yıldız haritaları ve bir ör­
neğini Muhammed Han bin Hasan'ın usturlabının oluşturduğu üs­
tün astronomik gereçler üretti. Daha sonra Avrupa'daki ilerlemeler
bu temeller üzerinde yükseldi.
Gerçi klasik antikçağda geçici olarak öne çıkmış olsa da, Avru­
pa son yüzyıllara dek bilinen dünyada merkezi bir rol üstlenmedi.
Ancak Rönesans'tan beridir ki, önce Akdeniz, ardından da Atlantik
devletlerinin ticari etkinlikleriyle birlikte Avrupa ilkin ticaretini ge­
nişleterek, ardından da fetih ve sömürgeleştirmeyle dünyaya hükmet­
meye başladı. Avrupa'nın genişlemesi, onun "Keşifler Çağı" sırasın­
da geliştirilen uzama dair ve Hıristiyanlık bağlamında ortaya çıkan
zamanla ilgili kavramların, dünyanın geri kalanına dayatılması an­
lamına geldi. Ne var ki, bu kitabın değindiği özgül sorun, daha ge­
niş bir perspektifle ele alınmayı gerektiriyor. Bu da, saf anlamda Av­
rupai bir dönemleştirmenin, antikçağdan itibaren Asya'dan ve
onun devrimci bronz çağından kopması ve feodalizme, Rönesans'a,
Reform'a, mutlakıyetçiliğe ve sonra da kapitalizme, sanayileşmeye
ve modernleşmeye doğru giden benzersiz bir gelişme çizgisi kurma­
sı olarak görülmesidir.

Dönemselleştirme
"Tarih hırsızlığı" sadece zaman ve mekan hırsızlığı değil, tarihsel
dönemlerin de tekelleştirilmesi anlamına gelir. Çoğu toplum kendi
26 TARiH HIRSIZLIGI

geçmişini dünyanın değilse de, insanlığın yaratılışına dair farklı, bü­


yük-ölçekli zaman dönemleri açısından kategorize etmek için bir çaba
göstermiştir. Eskimoların dünyayı daima olduğu gibi düşündükleri
söylenir, 12 fakat toplumların büyük çoğunluğunda, bugünün insan­
ları gezegenin tarih öncesi sakinleri olarak tasavvur edilmemektedir.
İnsanın gezegeni işgalinin, yerli Avustralyalılar arasında "Düş Zama­
nı" olarak nitelenen bir başlangıcı vardı; Kuzey Gana'nın LoDagaa
kabilesinde, "eski ülke"yi (tengkuridem olarak) ilk erkek ve kadın­
lar iskan etmişlerdi. "Görsel dil"in, yani yazının gelişiyle birlikte daha
ayrıntılı bir dönemselleştirmeye ulaşılmış, diınyanın yaşanacak
daha iyi bir yer olduğu ve insanların !<endi (günahkar) davranışla­
rı yüzünden terk etmek zorunda kaldığı daha eski bir Altın Çağ veya
Cennet inancı -ilerleme ve modernleşme fikrine karşıt olarak- şekil­
lenmiş gibi görünür. Bazılarıysa insanların kullandıği taş, bakır, bronz
veya demirden üretilmiş temel gereçlerin doğasındaki değişikliklere
dayanan bir dönemselleştirmeye gittiler ve 1 9 . yüzyıl Avrupa arkeo­
logları tarafından bilimsel bir model olarak kullanılan Beşeri Çağ­
lar'ın ilerlemeci bir dönemselleştirmesini tasavvur ettiler.
Daha yakın devirlerde, Avrupa, zamanı daha kararlı bir şekilde
sahiplenip bunu dünyanın geri kalanında uygulamıştır. Kuşkusuz, dün­
ya tarihinin -ille de birleştirilecekse- tek bir kronolojik çerçeveye alın­
ması gerekir. Fakat uluslararası hesaplamalar, Birleşmiş Milletler gibi
dünya çapında kurumlar tarafından kutlanan Noel ve·Paskalya bay­
ramları gibi, temelde Hıristiyandır ve büyük dinlerden birinin hesap­
lamalarını kabul etmemiş Üçüncü Dünya'nın sözlü kültürlerinde de
durum böyledir. Evrensel bir bilimi, söz gelimi astronomiyi oluştu­
rurken, bir tekelleşme zorunludur. Küreselleşme belirli bir evrensel­
liği gerektirir. Kimse tümüyle yerel kavramlarla çalışamaz. Fakat as­
tronomi araştırmalarının kökleri başka yerde bulunmasına karşın,
bilgi toplumundaki ve özellikle (kağıt gibi Asya'dan gelmiş olan) ba­
sılı kitap biçimindeki enformasyon teknolojisindeki değişiklikler, mo­
dern bilim adı verilen durumun gelişmiş yapısının Batılı olduğu an­
lamına gelmiştir. Bu durumda, başka birçok şeyde olduğu gibi, kü­
reselleşme de Batılılaşma anlamına gelir. Evrenselleşme, dönemsel­
leştirme bağlamında, toplum bilimlerinde daha da büyük bir sorun-
KiM ÇALDI, NE ÇALDI? ZAMAN VE MEKAN 27

du r. Tarih ve top lu m bilimle ri kavramları, bilim adamları We be r' ci


bir "ne sne llik" için mücade le e tse ler de , onları doğu ran dünyaya çok
dah a sıkı bi çimde bağ lıdır. Örneğ in, "antikite " ve "fe odalizm" te ­
rimle rinin Avru pa'nın özgül tarih se l ge lişme sine odaklanan, tümüy­
le Avru palı bir bağ lamda tanımlanmış olduğu açıktır. Bu kavramlar
başka zamanlara ve başka ye rle re u ygu lanınca, onların ne de re ce sı ­
nırlı oldu klarını gö ste re n soru nlar ortaya çıkar.
Bu yüzde n bilgi birikimiyle ilgili öne mli bir soru n, bizzat ku lla­
nılan kate gorile rin büyü k ölçüde Avru palı olma) ı ve birçoklarının
da Yu nanların oku ryazarlığ a ge çişini izle ye n büyük e nte le ktüe l e t­
kinlik sağ anağ ında tanımlanması olmu ştu r. Ar dından, fe lse fe yle zoo­
loj i gibi bilimse l disipli nle r, ge ç dö ne m Avru pa'sında tasarlanmış ve
başlatılmıştır. Bu anlamda Avru pa öğ re nim sistemle rine e kle mle ndi­
ğ i h aliyle fe lse fe tarih i, te me lde Yu nan'dan itibare n Batı fe lse fe sinin
tarih idir. Son yı llarda Batılılarca Ç in, Hint ve ya A rap düşünce sinde­
ki (yani, yazılı d üşünce ) be nze r te mal ara marj inal bir dikkat gö ste ­
rilme kte dir.13 Bu nu nl a birlikte, Kuze y G ana'nın L oD agaa'larının Bag­
re de stanı na be nze r "re smi" anlatılarda bazı ö ne mli "fe lse fi" me se ­
le le r bu lu nsa bile , oku ryazar ol mayan top lu mlar dah a da az dikkat
çe ke r. 14 O ne de nle fe lse fe ne re de yse tanımı ge reğ i Avru pa' ya ait bir
konu başlığ ıdır. Te oloji ve e de biyatt a olduğu gibi, karşılaştırm alı alan­
lar oldu kça yakın bir ge çmişte küre se l ilgiye bir yanıt olarak su nu l­
mu ştu r. Ge rçe kte , karşılaştırmalı tarih ha la büyük ölçüde bir düştür.
Yu karıda sö z e tmiş olduğu mu z gibi, J. Nee dh am tarafından za­
manın Batı'da çizgise l, D oğu 'da ise döngüse l olduğu ile ri sürül­
müştür. ı s K ültürle rin "ile rle me si" ne ilişkin pe k az bi lgisi olan ya­
lın, oku ryazarlık önce si toplu mlar açısından bu iddiada sınırlı bir
ge rçe klik payı vardır. L oD agaa'ların yaşadığı ye rle rde --ö ze llikle yağ­
mu r fırtınalarından sonra- kimi zaman tarlalarda, de mirde n çapa­
ların ku llanıldığ ı döne mde n dah a e ski bir tarih te n kalma cilalı taş
de vrine ait baltalar ort aya çı kmı ştır. Bu nlar ye re l olarak "Tanrı' nın
baltaları" ya da yağ mu r tanrısının gönde rdiğ i baltalar olarak gö ­
rülür dü. Halkın kültüre l değ işi m h akkı nda h içbir fikri olmadığı n­
dan değ ildi bu . Bölge de ke ndile rinde n önce D janni kabile sinin ya­
şadığ ını bilirle r ve onl arın e vle r inin h ar abele rini gö ste rirle rdi. F a-
28 TARiH HIRSIZLIGI

k a t ta ş g ereçler k ullan an bir toplumd an d emi r ça pa la r k ullan an bi r


ba şk as ın a d oğ ru g iden uz un vad eli bir d eğ işime i lişkin herhang i bir
gö rü şleri y ok tu. Bagre a dlı kü ltü rel mitlerin det6 d emir, tıpk ı kü ltü r­
lerinin diğ er uns urla rı gi bi "i lk ins an " la bi rlik te beli rmek tey di. Sö ­
mü rg eci lik ve Avrupa lıla r ın g eli şi , k uşk us uz on la rı kü ltü rel deği şi­
mi dü şün mey e itmişti ve çoğ u z a man eğ itim le ilişki len dirilen "i ler­
leme" söz cüğü s ık s ık k ullan ılıy ordu; a ma y a şam ayn ı y olda i ler le­
miy ordu. Yeninin lehin e, eski s ert bi r biçi md e reddedi lmi şti. A rtık
çizg is el bir k ültü rel ilerlem e f ik ri eg em end i.
N e va r k i, bi r çeşit çizgis ellik z a ten mevcuttu. İns an y a şam ı çiz ­
gis el biçimd e i ler lemek tedir; ay lar ve y ıllar döng üse l ola r ak ha reke t
ed iy orm uş g ibi görü lmek le bir lik te , bun un neden i büy ük ö lçüde z a ­
m an ın geçi şin i hesa pla mak için e lde y az ılı bir şem an ın olmam as ıdır.
Batılı k avr a ms a lla ştır ma la rda bile, mevsim lerin döngüs elliği k es in ola­
rak ka bul ed ilm iştir. Fak a t kü ltü re l değ işim, y en i bir otom obilin bi r
ön cek inden az da olsa da ha fa rk lıve "d a ha iyi" olmas ına k ıyas la , k en ­
d in i d aha a şika r biçim de ge rçek le ştir ir. L oDaga a k a biles ind e, ça pa­
n ın sap ı bir k uşak tan diğe r ine geçe rk en ayn ı ka lır, am a gene ld e -öz el­
l ik le d urağ an, "gel eneks el" bir a land a- d eği şim ba ş gös term iştir.
Çizgis ellik, "g eli şk in" bir " ilerl em e" f ik rin in bileşen idi r. Baz ıla­
r ı bu k avr am ı Ba tı'y a özg ü gö rm üştür, bu y üz den bir de receye k a ­
da r teme ld e Rönes ans' tan ber i ve y in e tem eld e Avr upa'd a g erçek le­
şen d eğ işim in hız ın ın y an ı s ıra , J. N eed ham ve d iğ erler in in. "mod ern
bilim" ola r ak söz ettiğ i şeyin uyg ulam as ın ın s on ucu ola r ak d a k a ­
bul ed ilir. Ben , bu tür bir k avra mın , s a bit bir takvim i g et iren , bir çiz­
g i çek en tüm y az ılı kü ltü r lerin öz elliğ i olduğ un u ileri sü r üy orum. Y a ­
z ılı din lerin çoğ u, bi r A ltın Çağ , ins an lığ ın s on und a g eri dönm ek z o­
run da old uğ u bir Cenn et Ba hçesi vey a bi r d oğ a l ba hçe fik rin i ba rın ­
d ırıy ordu. Böy le bi r k avra m, y eni bir ba şlang ıç için ileriy e bakm a­
n ın y an ı s ıra , bir g eriy e bakışı d a g erek tiriyord u. As lın a bakı lırs a , söz­
lü kü ltü rlerde bi le pa ra lel bi r cenn et fik ri bulun a bi liy or du. 1 7 G eçmi ş­
te n et bir ay rım va rd ı, an cak Ayd ın lanm a 'dan s on ra hak im bir s e­
kü lerliğin g eli şiy le bi rlik te, i ler leme fik rinin hükm ettiği bi r düny a bu­
luy or uz; bu i ler leme, beli rli bir a ma ca d oğ ru yön elm ek ten çok , bi ­
lims el g ir işim ve ins an y a r a tıcılığ ın ın bir s on ucu ola rak evr enin d a ha
KiM ÇALOI, NE ÇALOI? ZAMAN YE MEKAN 29

önceki durumundan farklı ve uçağın icadında görüldüğü gibi, bazen


hayal bile edilemeyecek bir duruma yönelmektedir.
Batılı tarihyazıcılığının büyük bölümünün kabul ettiği temel var­
sayımlardan biri, zaman okunun, insan toplumunun örgütlenmesin­
deki değer ve arzu edilirlikte eşit bir artışla, yani ilerlemeyle örtüş­
mesidir. Tarih, her biri bir öncekinden çıkan ve bir sonrakine giden,
en nihayet Marksizm'de komünizmle birlikte doruğuna çıkan bir aşa­
malar silsilesidir. Bununla birlikte, bu türden iyimser gelecekçilikler,
tarihin yönü hakkında Avrupa-merkezci bir okumayı kabul etmez
- çoğu tarihçiye göre yazının icadı, insanlığın gelişmesinin nihai ama­
cı olmasa bile, ona yakın bir aşamadır. Böylece, ilerleme olarak ta­
nımladığımız şey, tamamen kendi kültürümüze özgü ve görece ya­
kın tarihe ait değerlerin bir yansımasıdır. Bilimler, ekonomik büyü­
me, uygarlık ve insan haklarının tanınması (söz gelimi, demokrasi)
konularında gelişmeden söz ederiz. Gelgelelim, değişimin ölçülebi­
leceği başka ölçütler de vardır - ve bir dereceye kadar, bunlar kar­
şı-söylemler olarak bizim kendi kültürümüzde bile mevcuttur. Ör­
neğin, çevreyi mihenk taşı alırsak, bizim toplumumuz gerçekleşme­
si beklenen bir felakettir. Bizimkinde kuşkulu olsa bile, bazı toplum­
larda temel ilerleme biçimi olarak manevi bir ilerlemeden söz ediyor­
sak, bizim bir gerileme evresinden geçtiğimiz söylenebilir. Batı'ya ha­
kim olan karşıt varsayımlara karşın, dünya düzleminde, değerler üze­
rinde ilerleme hakkında pek az kanıt bulunmaktadır.
Burada ben özellikle insan tarihindeki gelişime ilişkin geniş tarih­
sel kavramlarla, Batı'nın küresel olaylara kendi rotasını kabul ettir­
meye çalışma yöntemiyle ve bunun yol açtığı yanlış anlamalarla il­
gileniyorum. Dünya tarihinin bütünü, sözüm ona sadece Batı Avru­
pa' da gerçekleşen olaylarla doğrulanan bir aşamalar silsilesi olarak
anlaşılmaktadır. M.Ö. 700 civarında, şair Hesiodos, insanın geçmiş
çağlarını, bir altın çağıyla başlayıp gümüş ve bronz çağlarından ge­
çerek kahramanlar çağına ulaşan, oradan da mevcut demir çağına
kadar gelen bir silsile olarak tasavvur etmişti. Bu, daha sonra 1 8 . yüz­
yıl arkeologlarınca geliştirilen, aletlerin yapıldığı malzemelere bağ­
lı olarak taştan bronza ve demire doğru ilerleyen silsileden çok fark­
lı değildir. ıs Fakat Rönesans'tan itibaren, tarihçiler ve bilimciler daha
30 TARiH HIRSIZL.lc'.il

genel olarak başk a bir yaklaşımı benims emişlerdir. A rkaik toplum­


dan başlayarak, dünya tar ihi ndek i deği şimleri n antikite, f eodalizm,
ardı ndan da k apitali zm şeklinde dönemselleştirilmesi, neredeyse sa­
dece Avrupa'ya öz gü o larak görüldü. Avrasya'nın ( "A sya" ) geri ka­
lanı farklı bir ak ış iz ledi; despot devletleri yle "A sya istisnası" nı oluş­
tur du. Ya da daha çağ daş teriml erle, modernleşmeyi başaramadı . Ber­
nard Lewis, sadece Bat ı'nın doğ ru yolda gi ttiğini varsayarak, İslam' da
"Yanlış giden ne oldu? " diye sordu. A ma durum gerçek ten bu muy­
du ve ne süreyle böyle oldu?
O halde Av rupa ve A sya arası nda ortak bir sosyo-kültürel geli ş­
me anlayı şı nı bi rbirinden ayı ran ve "A sya istisnası" , "A sya despo­
tiz mi" gibi Doğ u-Batı uygarlık ları nı n fark lı yollar izledik leri f ik rine
yol açan neydi? Antikçağı , Doğ u Ak deniz' in bronz çağı k ültüründen
ayıran neydi? Dünya tarihi nasıl olup da sadece Ba: tı' da gerçekleşen
olaylarla tanımlanı r hal e geldi?
2
Antikçağ ı n icad ı

Antikçağ, "klasik Antikçağ", bazılarına göre yeni (temelde Av­


rupalı) dünyanın başlangıcını temsil eder. Bu dönem, ilerlemeci ta­
rih zinciri içinde derli toplu bir biçimde yerine oturur. Bu bakımdan
antikçağın, çoğu Asyalı bir dizi toplumu belirleyen bronz çağında­
ki öncellerinden köklü bir biçimde ayrılması gerekiyordu. İkinci ola­
rak, özellikle demokrasi söz konusu olduğu sürece, Yunanistan ve
Roma çağdaş siyasetin temeli olarak görülür. Üçüncüsü, antikçağın,
bilhassa ticaret ve pazar gibi daha sonra "kapitalizm"i belirleyen bazı
ekonomik özellikleri, bugüne doğru gelen farklı evreler arasında bü­
yük bir ayrım muhafaza edilerek, önemsenmez. Bu açıdan, benim
argümanımın üçlü bir odağı var. İlkin, Akdeniz merkezli çok daha
büyük bir ekonomik mübadele ve yönetim ağının bir parçası olma­
sı nedeniyle, antikçağ ekonomisini ( veya toplumunu) yalıtılmış hal­
de araştırmanın hatalı olduğunu iddia ediyorum. İkincisi antikçağ,
birçok Avrupalı tarihçinin kabul ettiği gibi ne tipolojik olarak saf ne
de kendine özgüydü; tarihsel anlatılar bir dizi teleolojik, Avrupa-mer­
kezci kalıba sokmak için onun boyutlarını törpülemek zorundaydı .
Üçüncüsü, "ilkelciler" ve "modernleşmeciler" arasında süren ve so­
runu ekonomik açıdan ele alan tartışmaya değinerek, her iki bakış
açısındaki sınırlılıklara işaret etmeye çalışacağım.
32 TARiH HIRSIZUGI

Antikçağ bazıları tarafından, "polis"in, "demokrasi"nin ve hu­


kukun hakimiyetinin başlangıcı olarak kabul edilir. Ekonomik açı­
dansa köleliğe, yeniden paylaşıma dayanan, ama pazara ve ticare­
te dayanmayan bir çağdı. İletişim araçları bakımından Grekler, Hint­
Avrupa diliyle bug�ne değin kullandığımız alfabeye doğru büyük
bir sıçrama yaptılar. Aynı zamanda, "1imari dahil, sanat sorunu var­
dı . Son olarak, antikçağın Avrupa'daki merkezleriyle bunları çev­
releyen Asya ve Afrika dahil olmak üzere, Doğu Akdeniz'deki mer­
kezler arasında herhangi genel bir farklılık olup olmadığı sorunu­
nu ele alacağım .
Batı Avrupa'nın tarih hırsızlığı, feodalizm ve Rönesans aracılığıy­
la kapitalizme az çok düz bir çizgi halinde ilerleyen arkaik toplum
ve antikçağ kavramlarıyla başladı . Bu başlangıç anlaşılabilir nitelik­
tedir, daha geç dönem Avrupa'sı için Yunan ve Roman deneyimi al­
fabeye dayanan yazının benimsenmesi nedeniyle "tarih"in şafağının
ta kendisini temsil etmekteydi (çünkü yazıdan önce her şey tarih-ön­
cesi'dir, tarihçilerden çok arkeologların alanıdır).t Elbette, Avrupa'da
antikçağdan önce de , Girit'in ve anakaranın Minos-Miken uygarlık­
larında bazı yazılı kayıtlar mevcuttu. Ama bu yazı, ancak son altmış
yılda çözüldü ve kayıtların büyük bölümünün alışılmış anlamda "ta­
rih" veya edebiyata ait olmayıp yönetsel listeler olduğu anlaşıldı. Bu
alanlar Avrupa'da ancak M.Ö. 8 . yüzyılda Yunanistan'da birçok di­
ğer alfabenin atası olan ve (sesli harfleri olmaksızın) BCD'si bulunan
Fenike yazısının benimsenmesi ve uyarlanmasıyla kendini gösterdi. 2
Yunan yazısının ilk konularından biri, o gün bugündür entelektüel
ve siyasi tarihimiz açısından yarattığı derin etkileriyle, Avrupa ve Asya
arasında bir ayrıma yol açan Perslere karşı savaştı.3 Yunanlara göre
Persler, demokrasiden çok tiranlığın karakterize ettiği "barbar"lar­
dı . Bu, kuşkusuz, Yunan-Pers savaşının alevlendirdiği tümüyle etnik­
merkezci bir hükümdü. Söz gelimi, Kserkses devrinden (M.Ö. 485-
465) itibaren Pers İmparatorluğu'nun sözde gerilemesi, Yunanistan
ve Atina üzerine odaklanan bir bakıştan doğar ve arkeolojik kanıt­
lar bir yana, ne Persepolis'ten Elam ne Babil'den Akkad ne de Mı­
sır'dan Arami belgeleriyle doğrulanır.4 Aslına bakılırsa, Persler özel­
likle seçkinleri bakımından, Yunanlar kadar "uygar"dılar. Ve okur-
ANTIKÇA�IN ICADI 33

yazar kadi m Yakı ndoğ u toplumları ndan Yunanlara aktarı lan bi lgi­
ni n ana yolu üze ri nde bulunuyorlardı.S
Av rupa, di lbi li mse l açı danAsya'dan ge le n ve Hi nt-Av rupa di lle­
ri ni konuşan "Aryanlar"ı n yurdu h ali ne ge lmi şti. Ö te yandan B atı
Asya'ys a, Yah udi le r, Fe ni ke li ler, Araplar, K ıpti ler, Be rbe ri le r ve K u­
zeyAfri ka'ylaAsya'daki başka pe k ç okları nc a konuşulanları içe re n
A fri ka-Asya ai lesi ni n bi r kolu olan Sami di lle ri konuşan h alkları n
yurduydu. Dah a s onra N azi öğ re ti le ri nde s omutlaşanAryan i le öte ­
ki arası ndaki bu bölü mle nme , Av rupa'nı n toplum tari hi nde uygar­
lığı n ge li şmesi ne Doğ u'nun yaptığ ı katkı ların i h mal e di lmesi eği li mi ­
ni ar tırdı.
K lasi k ç ağ a li mle ri arası nda başlangıc ı ve so nu arası nda tartı şma­
lar çı kmı ş olması na karşı n, anti kç ağı n Av rupa bağ lamında ne anla­
ma ge ldiği ni bi liyoruz.6 Fakat bu kav ram Yakı ndoğli 'daki, Hi ndis ­
tan'daki veya Çi n'de ki öte ki uygarlıklara i li şki n araştırmalarda ne ­
de n kullanılmamı ştır? Dü nyanı n ge ri kal anı nı n bu şe ki lde dı şarıda
tutulması ve "Av rupa is tis nacı lığı" nın başlangıcı içi n e lde akla uy­
gu n ne de nle r var mı dı r? Tari h öncesi uzmanları, Avr upa ve başka c oğ­
rafyalardaki e rke n döne m toplumları nın farklı zamanlı, ama te me l­
de bi rbi ri ne koşut aşamaları i zleye n büyü k ölçü de be nze r i le rle me­
le ri nin altı nı çizmi şle rdi r. B u i le rle me , bronz ç ağı na değin Avr asya'nı n
he r ye ri nde sü rdü. Ardı ndan, bi r ayrı lmanı n baş gös te rdiği s öyle ni r.
Yunanis tan'ın arkai k toplumları te me lde bronz ç ağı na ai t olmakla
bi rli kte, de mi r ç ağı na, h att a tari hse l döne me de k s ah ne de kaldı lar.
B ronz ç ağı ndan s onra Av rupa anti kç ağ a gi re rke n, Asya'nı n ons uz
kaldığı s öyle ni r. Gi bbon gi bi öne mli tari hçi le r de dahi l olmak üze ­
re bi rç ok B atı lı tari hçi tarafı ndan, Yunanis tan ve R oma'nı n yü kse­
li şi ve ç ökü şüyle fe odali zmi n doğ uşu i nce le nmesi ne karşı n; ayrı bi r
döne m olarak anti kç ağ veya "anti k toplum" un doğ uşunun kuram­
s al anlamı nı de ri nle mesi ne e le alan tari hçi s ayıs ı nı n ç ok s ını rlı kal­
mı ş olması tari hyazı cılığı açısı ndan öne mli bi r s orundur. Antropo­
loglar, s öz ge li mi South all, Asya tarzı h akkı nda "İlk radi kal dönü­
şümün Akde ni z'de ge li şe n anti k üre ti m tarzı olduğ unu, ama bunun
Asya'nı n büyük kıs mı nda ve Ye ni Dünya' daAsya tarzı nın ye ri ni al­
madığ ını" yazar. 7 Pe ki ama ne de n? An ti k tarzın "i ns an (ama kadın
34 TARiH HIRSIZIJGI

değil) hakları sorununda neredeyse mucizevi bir sıçrayış" olduğu dı­


şında hiçbir gerekçe sunulmaz. Doğu Akdeniz'de kısmen "toplum­
sal çöküş ortamına göç"le gerçekleşen bir dönüşüm söz konusuydu
ve bu durum herhalde oldukça sık tekrarlanmıştı.
Birçokları Avrupa'nm daha sonraki tarihinin, Roma ile yerli ka­
bile toplumu (Marksist terimlerle bir Germen toplumsal formasyo­
nu) arasında gerçekleşen muğlak bir sentezden doğduğunu duşünür
ve Roma uzmanlarıyla Germen uzmanları arasında iki tarafın kat­
kıları konusundaki tartışma uzun süredir devam etmektedir. Fakat
daha erken bir dönemde bile, antikçağ çoğu zaman bronz çağı dev­
letleriyle Dor istilalarına katılan "Aryan" kökenli "kabileler" ara­
sında bir kaynaşma olarak görülür; böylelikle her iki rejimden, yani
merkezileşmiş "uygar" kentli kültürlerle daha kırsal, çobanlık yapan
"kabileler"den aynı anda yararlanma olanağı bulmuştur.
Daha genel olarak ekonomi ve toplumsal örgütlenme açısından,
kabile kavramı pek aydınlatıcı değildir. "Kabile" terimi toplumsal
örgütlenmede, özellikle hareket kabiliyeti ve bürokratik bir devle­
tin olmayışı gibi belirli özelliklere işaret etmenin bir yolu olabilmek­
le birlikte, ekonominin doğasını ayırt etmekte pek az işe yarar. Av­
cılık ve toplayıcılık yapan "kabileler" vardır, bazıları basit çapa ta­
rımı, bazıları da çobanlık yaparlar. Her durumda, bizim antikçağ
klasik uygarlığı olarak algıladığımız şeyin doğuşu hakkında kesin
olan husus, bu uygarlığın bu tip herhangi bir "kabile" ekonomisi
temelinde kurulmadığıdır. Bunun yerine, Miken ve Etrüsk toplum­
ları gibi toplumlar temelinde inşa edilmiştir; bu toplumlarsa yalnız
Avrupa'da değil öncelikle Yakındoğu'da, Bereketli Hilal denilen top­
rakların yanı sıra Hindistan ve Çin'in bazı kesimlerinde bronz ça­
ğının gelişini imleyen kentsel olduğu kadar kırsal yaşamdaki pek
çok ilerlemeden de ciddi bir biçimde etkilenmiştir. Yaklaşık M.Ö.
3000'de, bronz çağı boyunca Avrasya, saban, tekerlek ve kimi za­
man da sulama kullanan ileri tarıma dayalı kentli kültürlerin tek­
niği anlamında, bir dizi yeni "uygarlığın" gelişmesine tanık oldu .
Bunlar, yazı biçimlerini de içeren, dolayısıyla üretim tarzları kadar
iletişim tarzlarında da bir devrimin başlangıcı olan kent yaşamını
ve uzmanlaşan zanaat etkinliklerini geliştirdiler. Son derece karman-
ANTIKÇAÖIN ICADI 35

laşmış bu toplumlar, Çin'de Kızıl Nehir vadisinde, Kuzey Hindis­


tan'ın Harappa kültüründe, Mezopotamya ve Mısır'da, daha son­
raları Yakındoğu'da Bereketli Hilal'in diğer kesimlerinde ve Doğu
Avrupa'da hiyerarşik olarak farklılaşmış kültürel biçimler ve çok
çeşitli zanaat etkinlikleri ürettiler. Bu geniş bölgenin her yanında pa­
ralel bir gelişme ve bir ölçüde iletişim vardı. Aslına bakılırsa, Kent­
sel Devrim, yalnız bu büyük uygarlıklarda değil, onların çevresin­
de yaşayan ve kısmen Yunan toplumuna "babalık ettiği" kabul edi­
len "kabileler"dekiB gelişmeleri de etkiledi.
Childe, klasik dünyada ticaretin oynadığı rolü ve bunun sonucun­
da kültürlerin, fikirlerin ve insanların geniş bir biçimde yayılması­
nı vurgular. Kuşkusuz köleler alınıp satılıyordu ve bunlar sadece işçi
değildi; "içlerinde çok iyi eğitimli hekimler, bilimciler olduğu kadar
zanaatkar ve fahişeler de vardı . [ . . . ] Şark ve Akdeniz uygarlıkları,
birbirine kaynaşmış halde Doğu'daki diğer uygarlıklarla birlikte ku­
zey ve güneyin eski barbarlığıyla da ticaret ve diplomasi aracılığıy­
la buluştular. " 9 Bu değiş tokuşlar, toplumların arasında olduğu ka­
dar içinde de meydana geliyordu.
Çevredeki "kabileler", yani büyük uygarlıklara mensup olma­
yan, sözcüğün teknik anlamıyla "barbarlar" ı o ürün değiş tokuşu yap­
tıkları, malların nakliyesine yardım ettikleri ve daha fazla hareket­
lilik için yol üzerinde olası hedefler olarak gördükleri kentli toplum­
lardaki bu önemli gelişmelerden etkilendiler; kentleri ve bu kentle­
re geliş gidişleri yağmalamak, bazıları için bir yaşam tarzıydı. Bu
durumdan, 14. yüzyılda İbn Haldun Kuzey Afrika'daki göçebe Bed­
evilerle yerleşik Araplar (veya onların Berberiler içindeki karşılık­
ları) arasındaki çatışmayı anlatırken söz eder; ona göre, bu çatış­
mada kabileler, teknolojik olarak kendilerinden daha ileri toplum­
lara göre daha büyük bir "dayanışma"ya (asabiyye) sahiptir; ıı daha
sonra bu asabiyye meselesini Emile Durkheim La Division du Tra­
vail adlı eserinde "dayanışma" başlığı altında ele almıştır.12 Büyük
uygarlıkların çoğunun komşu "kabileler"le benzer ilişkileri oldu ve
benzer akınlara maruz kaldılar: Çinliler Mançuların, Hintliler Orta
Asya Timurlularının, Yakındoğu çevresindeki çöl halklarının, Av­
rupa da Dorların akınlarına uğradılar. Bu bakımdan Germenlerin
36 TARİH HIRSIZLIGI

ve diğerlerinin klasik dünyaya saldırıları kesinlikle benzersiz değil­


di; tek fark, Roma İmparatorluğu'nun yok edilmesinde ve onun sıra
dışı kazanımlarının Batı Avrupa'da geçici olarak elden gitmesinde
önemli bir etken olmalarıydı. Bununla birlikte, kabileler sadece "yır­
tıcılar" değillerdi. Göreceğimiz gibi, hem başlı başına önemliydiler
hem de dayanışma ve neredeyse evrensel olarak Greklerle ilişkilen­
dirilen demokrasi ve özgürlük kavramları açısından önem taşıyor­
lardı.
Antikçağ olarak gönderme yaptığımız şeyin köklerini erken dö­
nem Yunanistan ve erken dönem Roma'dan aldığı aşikardır; çoğu
klasik tarihçinin izlediği anlatı budur. 1 3 Ve antikçağın daha önceki
bir uygarlık çöküşünün üzerine kurulduğu konusunda da genel bir
mutabakat vardır. M.Ö. 1200'de "Yunanistan herhangi bir Yakın­
doğu toplumuna çok benziyordu ." 1 4 Daha sonrafan, Roma İmpa­
ratorluğu'nun çöküşüyle birlikte Batı Avrupa'da nasıl çarpıcı bir kı­
rılma olduysa, Yunanistan'da da yaklaşık M.Ö. 1 lOO'de Minos-Mi­
ken uygarlığında benzer bir çöküş olmuş gibi görünmektedir. Belki
de bu çöküş istiladan kaynaklanmıştı, ama her durumda saray kül­
türünün ortadan kalkmasıyla sonuçlandı. Bunun sonunda Yunan dün­
yasının "ufku küçüldü: Büyük yapılar, çoklu mezarlar, gayri şahsi
iletişim kalmadı; daha geniş dünyayla kurulan temas sınırlandı . "15
Bölgede daha önceki kültürlerle, özellikle dil bağlamında benzer­
likler bulunmasına karşın, Antik Toplum'u hem Yakındoğu'daki hem
de başka yerlerdeki çağdaşlarından, hatta bronz çağını izleyen daha
eski toplumlardan farklılaştıran neydi sorusu, Avrupa tarihine içkin­
dir. Gördüğümüz gibi, Antik Toplum'da kesin değişimler gerçekleş­
ti. Saray kültürleri (Batı'da) ortadan kayboldu. Burada ve başka yer­
lerde, madenlerin çok daha yaygın bir kullanımını getiren demir çağı
yaşanmaya başladı. Fakat sorun zaman içinde önemli değişiklikle­
rin gerçekleşmesi değildi . Sorunun kaynağı, arkaik toplumla diğer
tüm toplumlardan farklı olarak konumlandırılan Grek toplumu (yani
antikçağ) arasında kategorik ayrımlar yapılmasıydı; çünkü bu fark­
lılıkların, özellikle yerel bir öneme sahiplerse, daha az köklü gelişim­
sel veya evrimsel terimlerle kavranmasında yarar vardı . Arkaik top­
lum, geri kalan tüm çağdaşları gibi genelde bir bronz çağı toplumuy-
ANTIKÇAl'.,IN ICADI 37

du; Grekler ise demir çağma mensuptu. Fakat bu dönemler aynı coğ­
rafi ve ticari alanda, biri diğeriyle kaynaşarak birbirini izledi. Söz ge­
limi Girit, Knossos'taki sarayı gün ışığına çıkaran arkeolog Arthur
Evans, Minosluların "özgür ve bağımsız" ilk Avrupa uygarlığı oldu­
ğunu,16 başka bir deyişle Grekler için emsal oluşturduğunu ileri sür­
dü. Özgürlük ve bağımsızlık karşılaştırmalı terimlerdir ve Minoslu­
lar başkalarına onun tahmin ettiğinden daha fazla bağımlıydı; aslın­
da ticari olarak Yakındoğu'ya bağlılardı ve diğer malların yanı sıra
kalay ve bakır (Kıbrıs dahil) oradan geliyordu. Kültürel bağlar da
mevcuttu; Krallar Vadisi'nde M.Ö. 1 500 civarına tarihlenen bir me­
zarda Avrupa, Afrika ve Asya arasındaki ilişkilerin varlığına işaret
eden resmin de kanıtladığı gibi, Mısır'la ilişkileri bulunduğuna dair
ciddi kanıtlar vardır.

İletişim Tarzları: Alfabe


Yunanistan'ın Hint-Avrupa dilleri konuşan kabilelerce istilasının
sonuçlarından biri, Sami katkıların ihmal edilmesi ve büyük önem
taşıdığı kuşku götürmeyen gelişmelerde Grek etkilerine çok fazla
vurgu yapılması olmuştur. Örneğin, iletişim biçimlerinde Grekler
Sami şemaya sesli harfleri eklemiş ve bu nedenle, bazı akademisyen­
lerin gözünde, "alfabe"yi icat etmişlerdi. Yeni alfabe, iletişim ve ifa­
de için çok önemli bir gereç haline geldi. Fakat aslında, sessiz harf­
lerden oluşan alfabe de Yahudilerin, hem Yahudiliğin hem Hıristi­
yanlığın hem de İslam'ın temeli işlevini gören Eski Ahit'i yaratma­
larına yetmişti. Bu, dinsel olduğu kadar, muazzam bir tarihsel ve
edebi başarıydı da. Yine sesli harfleri olmayan Sami yazısının Ara­
mi versiyonundan gelişen Arapça ve Hintçenin edebiyatları da böy­
leydi.17 Ama bu başarılar, konumları daima Avrupa'nın sonraki dün­
ya egemenliği açısından, yani teleolojik olarak değerlendirilen Grek­
lerinkine göre sürekli küçümsendi. Bu, Hellen-merkezcilik sorunu­
dur. ıs
Sesli harfleri temsil etmeyen, sadece sessizleri içeren tipte bir alfa­
be, Sami dilini konuşan Fenikeliler, İbraniler; Arami dilini konuşan­
lar; sonradan da Arapça konuşanlar arasında okuryazarlığın çok ge-
38 TARiH HIASIZLICll

niş biçi mde yayı lmas ına t anık o lunanAs ya'da ço k uzun zamandır, yak­
laşı k M.Ö. 1 5 00 yılı ndan be ri me vcutt u. As lı na bakı lı rs a Es ki A h it ,
ardından da Ye ni A h it, Hint-Avrupa dille rine yoğ unlaşan klas ik çağ
a limle rince s ı klı kla ih mal e dile n bu tü rde n bir yazı kullanmışt ı. 1 9 Kal­
dı ki, ins anlı k diğe r yazı t iple ri yle, ö rneğ in U zakdoğ u'nun logog ra­
fi k yazıs ını kullanarak bilg i birikt irme k ve yaymakt a mucize le r ge r­
çe kle şt ir mi ştir. Me zo pot amyalı lar ve Mıs ır lı lar da, be nze r yazı lar kul­
lanarak h at ı rı s ayı lı r bir e de bi külliyat yarat mı şlardır, ama kıs me n dil­
bilims e l ne de nle rle , b unlar Av rupalılar t arafından klas ikte n ço k "or­
yant al" o larak gö rülürle r. As lı aranacak o lurs a, alf abetik o kuryazar­
lığ ı n s ö zde e şs iz başarı lan, diğe r yazı biçimle riyle de mümkündü. A l­
fabe nin (ö rneğin Lenin t arafından) "Doğ u' nun de vrimi" o larak ö ne
çıkarı lmas ı, kapit alizmin ve bu yüzde n sos yalizmin ge lişmes i için e n
iyi ko şulları ürete ceğ i düşünces iyle ulus -de vletin ço kulus lu impara­
to rluklara karşı ö ne çıkarılmas ının bir parças ıydı. Bu so n de re ce Av ­
rupa- me rke zc i bir yaklaşı mdı. A çıkt ı r ki, ulus al bir dil düze yinin üs­
t ünde işle v gö re n ve Ko nfüçyüs ' ün he rh ang i bir dilin öğ retilmes inde
k ullanı labilece k Ç in yazıs ı, ulus al b irimle rde n ziyade ço kulus lu im­
parato rluğ un bir ö ze lliğ iydi ki, Mao Ze dung dö ne minde ki Ç in Ko ­
münist Partis i' nin Pe kin (Be ij ing) ko lunun h arfle ri ko rumakla birlik­
te , alf abe yi kültüre l- s iyas al nede nle rle re ddetmesi nin nedeni de budur.20
Arkaik Yun anist an' dan ant ikçağ a ge çişin ö ze llikle rinde n biri, o kur­
yazarlığ ı n ve L inee r B' nin yit irilmes i o ldu. Bat ı S ami alf abes ini M.Ö.
14 00' de n ö nce Ege 'ye yayılmı ş, bu ne de nle de L ineer B ile ört üşme k­
te o larak gö re n Ber na!, ge ç bro nz çağ ı ile de mir çağ ı aras ı nda Yuna­
nist an' da o kuryazarlığ ı n kaybo lduğ u bir dö ne m aramanı n yanlışlı ­
ğ ı nı kanıtlamaya çalı şt ı.21 Be rnal, bu dö ne me ait be lge le rin bug üne
ulaşmas ı ge re kt iğini, ama h içbirinin he nüz ke şfe dilme miş o lduğ unu;
papirüs ün Avrupa iklimle rinde ciddi bir bo zulmaya maruz kaldığ ı­
nı ile ri s üre r. Bununla birlikte , M.Ö. 1 2. ve 8. yüzyı llar arası nda, Mi­
ke n s aray kült ürünün çö küşünde n so nra " h at ı rı s ayılır bir kült üre l
ge rile me " o lduğ unu da kabul e der.
Zamanla bir ye nide n canlanma ge rçe kle şti. Fakat M.Ö. 9. yüz­
yı lda o kury azarlı k ye nide n çoğ aldığ ında, bu Mike n yazıs ı nın canla­
nışı yla değ il, Ho me ros dest anları nı n akt arı mı na ve be nim gö rüşüm-
ANTIKÇAı'.ılN ICADI 39

ce oluşturulmasına da hizmet eden Fenike'den uyarlanmış bir alfa­


beyle gerçekleşti . Araya giren "okuma yazmanın olmadığı" dönem
boyunca, İyonya ve her yerden çok da Fenike ve özellikle de Kıbrıs'la
temaslar sürdü. Kıbrıs, Yunanistan'la Fenike'nin ortasında bulunan,
Greklerin ve Fenikelilerin kendi özgül alfabeleriyle Akdeniz'e yayı­
lışlarına tanık olmuş yeni demir çağında demir işlemeciliğinin büyük
önem taşıdığı bir bölgeydi.
İletişim yalnız büyük toplumsal öneme sahip değildir, çoğu zaman
bize (tümüyle) sözel ve yazılı arasındaki değişimden, logografik, he­
cesel ve alfabetik yazıların doğuşundan; kağıdın, matbaanın ve elek­
tronik medyanın çıkışından etkilenen bir tür gelişim modeli de ve­
rir; yeni bir biçim bir diğerini izlemiş, ama üretim araçlarındaki de­
ğişimde olduğu ölçüde, yeni eskinin yerini tümüyle almamıştır. Fark­
lı türden bir değişim söz konusuydu. Araştırmacılar, tarihöncesi veya
sözel toplumlardan okuryazar veya tarihsel toplumlara geçişi çok
önemli bir gelişme olarak vurgulamışlardır. Öyledir de. Bir iletişim
tarzı diğerinin üzerine bina edilir; yenisi eski biçimi tümüyle kulla­
nım dışı bırakmaz, ama bir dizi farklı yoldan değişikliğe uğratır. 22
Aynı süreç, önemli bir "devrim" olarak görülen matbaanın doğuşun­
da da gerçekleşmiştir. 23 Aslında, yazı gibi, o da bir devrimdi. Ama
konuşma've elle yazma, insanlık için temel önemde olmaya devam
etti. Belki "zihniyetler" değişti, ama en azından idrak teknolojileri
aynı kaldı ve ekonomik olduğu kadar siyasal tarihte de pek çok sü­
reklilikler bulunmaktaydı.

Antikçağa Geçiş
Gelin şimdi, Grek başarısının önde gelen savunucularından Fin­
ley'in antikçağın doğuşuyla ilgili ortaya koyduğu genel soruna dö­
nelim. Daha önce de değindiğimiz gibi, o bunu Avrupa'da gerçek­
leşen benzersiz bir peş peşe sıralanma diye görmüştür; klasik Grek
dünyası, (ortak) bronz çağından arkaik, oradan da klasik Yunanis­
tan'a doğru gelişir. Arkaik dönem, tüm kadim Yakındoğu'da yaygın
olan önceki dönemlerin saray komplekslerini ortadan kaldırmış; baş­
ta Atina ve Sparta'da olmak üzere, demokrasiyi başlatan ve üstelik
40 TARiH HIRSIZLIOI

de daha bireyci hale gelen tümüyle farklı siyasal sistemler doğmuş­


tu. 24 Mezopotamya'nın son derece merkeziyetçi tapınak-saray rejim­
lerinden oluştuğu fikri, artık yazılı kayıtlara bakılarak reddedilmek­
tedir.ıs Arkeologlar, "belki de, devletlerin merkeziyetçilik ve iktidar
derecesini biraz fazla abartma eğilimindeydi. "26 Bu modelin ima et­
tiğinden daha fazla heterojenlik vardı ve merkezci eğilimler kadar,
kendilerini çeşitli yollarla ortaya koyan merkezkaç eğilimler de söz
konusuydu. Örneğin, "bizzat kentlerin içinde, devlet itibarlı malla­
rın üretimini denetleyebiliyor, ama seramik gibi gündelik malların
uzmanlaşmış imalatında tekel kurmuyor ve kuramıyordu."27
Arkaik toplum "özgürce icat ediyordu". "Magistratus'lar, [antik­
çağda önemli kamu işleriyle görevli kişi - ç.n.] kurullar ve yeri gel­
diğinde halk meclislerinden oluşan siyasal yapı özgür bir icattı. "ıs
Yakındoğu'dan çok şey ödünç almışlardı; ama ne alırlarsa alsınlar,

derhal özümseyip özgün bir şeye dönüştürdüler [ . . . ] Fenike alfabesini


aldılar, ama Fenikeli Homeros'lar çıkmadı . Kendi basına ayakta durabilen
heykel fikri onlara Mısır'dan gelmiş olabilir [ . . . ] ama daha sonra bu fikri
geliştirenler Mısırlılar degil, Grekler oldu . [ . . . ] Bu süreç içinde bir sanat bici·
mi olarak nü'yü icat etmekle kalmadılar, aynı zamanda çok önemli bir an·
lamda, "sanatın kendisini" icat ettiler [ . . . ] Grek mucizeslnin kökeninde,
siyasette oldugu kadar sanat ve felsefede de bu tür yaklaşımlara olanak
veren, hatta onları besleyen insani güven ve özgüven yatar. 29

Şiirde de toplumsal ve siyasal eleştirelliğin yanı sıra kişisel bir un­


sur da icat ederek, yeni bir "bireycilik" ürettiler ve "temel düzeyde
ahlaki ve siyasal kavramların doğuşunu" sağladılar.30 İyonya'da, "akıl­
cı tartışma"yı teşvik ederek logos veya akıl lehine miti bir kenara atan3ı
"sorunları ortaya koydular ve genel, akılcı, 'gayri şahsi' yanıtlar öner­
diler. "32 Bunlar olağandışı ölçüde güçlü ama sıra dışı denilemeyecek
iddialardır. Gelgelelim, birçoğu yeterlilikten çok uzaktır. Siyasal "icat­
ları" başka yerlerde de buluruz. Fenike'nin herhangi bir Homeros'u
olmamakla birlikte, Samilerin Kitab-ı Mukaddes'i vardı. İş "insani
güven" ve "özgüven"e gelince ise, karşılaştırmalı bir değerlendirme
yapmaya nasıl başlanabilir ki?
ANTIKÇAl'ilN ICADI 41

Grekler tarafından "sanatın icadı" kavramı ("belirli bir anlam­


da" diye nitelense bile), daha sonraları Avrupalılar tarafından "ica­
dın icadı"ndan söz eden iktisat tarihçisi Landes'inki kadar sahiplen­
meci görünür. Aynı şekilde, şiirde kişiselliğin, toplumsal eleştirelli­
ğin, yeni bir tür bireyciliğin, ahlaki ve siyasal kavramların, akılcılı­
ğın onlarla başlatılmasına yönelik iddialar, büyük ölçüde abartılı gö­
rünmekte ve Avrupa geleneğinin diğer herkese üstünlüğü şeklinde­
ki etnik-merkezci görüşleri desteklemektedir. Yunan heykelciliği bel­
ki de özel bir durum olarak kabul edilebilir. Antikçağdan ayrılır, çün­
kü diğer kültürlerde tam buna benzer bir şey yoktur. Bununla bir­
likte, bu diğer geleneklerin de, tanrılarını Yunanistan'daki gibi ger­
çekçi, insan biçiminde olmasalar da; daha düşlemsel, "yaratıcı" bir
üslupla tasvir eden Mısır mezar resimleri gibi, kendilerine özgü bü­
yük başarıları vardır. Ardından, Asur heykelciliğinin muhteşem ürün­
leri gelir. Antik Yunanistan'dan önce, Hitit ve kadim Yakındoğu şöy­
le dursun, Kiklades, Miken ve Ahameniş kültürleri vardı ve antik Yu­
nan tüm bu önemli sanatsal geleneklere bir şeyler borçludur.
Sanat söz konusu olduğunda, Avrupa'nın Yunanistan'dan devral­
dığı mirasa ilişkin çarpıcı olan husus, onun ileriye doğru işaret etti­
ği yoldan çok, yalnız erken dönem Hıristiyanlığınca değil, son zaman­
lara değin büyük Yakındoğu dinlerinin her üçü tarafından <la tüm
sanatsal geleneğin kesin bir biçimde reddedilmiş olmasıdır. Burk­
hardt'ın Yunanistan'la Almanya arasındaki manevi evlilik görüşü­
ne karşın, bin yılı aşkın bir süre boyunca antikçağ ya da en azından
onun sanat formları, hemen hemen tümüyle Avrupa geleneğinin ba­
şarı hanesinin dışında tutulmuştur. Bu dönemde, ileriye doğru giden
bir hareket söz konusu edilmemiştir. Hümanizma ve Rönesans geç­
mişi yeniden icat etmek zorunda kalmıştır; İslam ve 19. yüzyıla de­
ğin Yahudilik de, tıpkı erken dönem Hıristiyanlığı ve geç dönem Pro­
testanlığı gibi, neredeyse tümüyle tasvirsizdir. Tasvirin, kesinlikle laik
alana, bir kez daha geri getirilmesi gerekmiştir.
Gelin, Yunanistan'ın katkısı sorununa daha özgül açıdan bakma­
ya çalışalım. Ortaya çıkan klasik dünya, diğer uygarlıklara göre yal­
nız askeri ve teknolojik açıdan değil, aynı zamanda benim basitleş­
tirilmiş bir alfabe yazısının geliştirilmesine göndermeyle idrak tek-
42 TARiH HIASIZLIGI

nolojisi adı nı ve rd iğim , iletiş im sorunları nd a d a kesinlikle b ir üstün­


lü k kazand ı. "The C onseq ue nces of Lit eracy" b aş lıklı b ir m akale­
de33 Watt ve be n, alf ab enin icad ını n, (kuş kusuz b ronz çağı nın b üyük
icatları olan) önceki yazı b içim lerinin eng elled iği ye ni b ir ent elektü ­
el e tkinlik alanına g id e n yolu açtığını ileri sürd ük. B u, be nim çeş it ­
li yönle rd en de ğiş tirme kle b irlikte, bü tü nüyle vazg eçm ed iğ im b ir gör­
üş tür. A lf abe nin Gre kle rce be nim senme si, klasik d ünyayı niteleyen
pek çok f arklı alanı kapsayacak ş ekilde ort aya çıkan ve o d önem e
iliş kin anlayış ım ızın bü yü k b ölüm ünü n teme lini oluş tur an yazıd aki
sı ra dış ı pat lam aya kronoloj ik olarak b ağlıyd ı. F inley' in b ireycilik,
yeni ş i rsel üsluplar, "rasyone l tart ışm a" , d ah a g eliş kin b ir öz b ilinç
ve m it lere yöne lik e leş tirellik h akkı nd aki idd iaları nd a h erh ang i b ir
g erçek lik payı varsa, b u pe ka la okuryazarlığın yayg ınlaşm asının teş ­
vik ett iğ i d ah a bü yü k b ir düşü nse llikle b ağ lantı lı olab ilir. Kağıd a d ö­
külen sözcü klerini zi okuyab ild iğ ini zd e d üş ünce de rinleş ir, d ah a araş ­
t ırm acı , b elki d ah a d isiplinli olunur. B aş kaları nın düşü nceleri d e, "gö­
rünü r d il" d e sunuld uğ und a farklı bi r incelem e h issi ve reb ilir. Konu
yalnı z ye ni alf ab e d eğ il, ok uryazarlığı terk etm iş am a artı k arayı ka­
patm ak için can atan b ir t oplum a yazını n yenide n g irme si olg usuy­
d u. B u toplum , yalnız yeni b ir alf abe yi ve (artı k k il t ab letler olm a­
yan) f arklı m alzem ele ri be nim se yerek d eğ il, yazı yı b irçok sanatsal
ve ent elektüel alana yayg ınlaştı rıp okuryazarlığı n kullanım ını geniş ­
let erek arayı kapatı yord u.
A nt ikçağı n klasik uyg arlığı nı n özg ül alanlard a, özellikle b ug ün
ha la Avrupa ve Kü çük A sya'nın m anzarasını süsleye n m uazzam anıt ­
ları üreten inş aat teknoloji si nd e b elirli b ir üstü nlük eld e etme sinin
b aş ka b azı gerekçeleri d e vardı. Yw1 anistan'd a, Avrupa'nı n b aş ka yer­
lerind e, A sya'd a ve d ah a sonra R om a'd a m uh teş em yapılar inş a ed il­
d i . B u sü reç klasik d önemd en sonra b il e d evam ett i. Hellenistik d ev­
lette "b üyük Yunan kentleri [ . . . ] o zam ana d eğ in antik d ünyanın en
yoğun ke ntleşm iş b ölg esini oluşt uracak ş ekild e b ird enb ire m eyd ana
çıktı. "34 "Doğu'd a Yunan kentlerinin b ird enb ire çoğ alm asına, ulus­
lararası ticarette ve kom ünal m ülkiyette b ir art ış eş lik ett i. "
Teknoloji ve kent yaş am ı, insan yaş am ının d iğer yönle rine kıyas­
la, uzun vad ed e özg ül ile rlem elerin izi sürü leb ilece k az sayıd aki in-
ANTIKÇA<'.;;IN ICADI 43

sani etkinlik alanlarındandır. Diğer alanlarda, uygarlık süreciyle il­


gili kuramların kalıcı olması çok daha güç gibi görünür.35 "Öteki kül­
türler" de çok genel bir anlamda aynı derecede "uygar"dı. Gelgele­
lim, sadece teknoloji dikkate alındığında bile Grekler -harabeleri bile
bölgenin sonraki sakinlerini fazlasıyla etkilese de- yaşayan tek kent
kurucuları değildi. Ve pek çok yönden inşaatı kolaylaştıran, demir
cevherinden elde edilen ucuz metalden onlar da Yakındoğu'nun geri
kalanı gibi yararlanmışlardı. M.Ö. 1200'den beri demirin yaygın bir
biçimde ergitilrnesi, metal gereçleri çok ucuzlatmış ve aynı zaman­
da küçük üreticilerin devlet veya "büyük malikaneler" tarafından
yapılan metal ithaline bağımlılığını azaltmıştı. Demir cevherinin ne­
redeyse her yerde mevcut olması, demokratik sürece Yunanistan'la
sınırlı kalmadan yardım etmişti.
Avrupa antikçağının sözde benzersizliği, tıpkı birçoklarının feo­
dalizm konusunda ileri sürdüğü gibi, Finley tarafından açıkça kapi­
talizmin daha sonraki gelişmesine içkin olarak görüldü. Avru­
pa'nın sonraki gelişimi benzersiz olduğuna göre, her ikisi de benzer­
siz olmak zorundaydı. Finley'in gözünde, "ortaçağın sonlarından beri
teknolojide, ekonomide ve bunlara eşlik eden değer sistemlerinde­
ki Avrupa deneyimi, son zamanlardaki ihraç başlayıncaya kadar in­
sanlık tarihi içinde benzersizdi. "36 Bu teleolojik yaklaşım, diğer an­
tikçağ tarihçileri tarafından da paylaşılır ve meşrulaştırılır. Söz ge­
limi, son dönemlerden bir uzman, samimiyetle ve bazı teleolojik so­
runları da kabul ederek şöyle yazar:

Antik Yunan ve antik Roma geçmişte Avrupa düşüncesinde özel bir statüye
sahip oldugundan, Aristoteles'in siyasal yazılarına ve Ati na'daki demokrasi
uygulamasına sık sık geri dönüldügünü görüyoruz. Ara sıra, kendi toplumu­
muzun mevcut biçimlerini anlamak için tarihin peşine düştügümüzde, kendimizi
antik Yunanistan'a ilişkin mitlerin ve onlar aracılıgıyla antik Yunan tarihinin
peşinde buluyoruz. 37

Ne var ki, Avrupa düşüncesinde gönderme yapılan bu özel sta­


tü, zorunlu olarak benzersizliğe işaret etmediği gibi nihai kökenle­
ri de göstermez. Sadece Rönesans sonrası araştırmacıların mitsel atıf­
larını açığa çıkarır. Bu durum, yazarı Yunanistan'ın ve Batı'nın dün-
44 TARiH HIRSIZUGI

ya tarihine, özellikle de sanat tarihine yaptığı katkı hakkında büyük


savlar ileri sürmekten alıkoymaz.

Klasik Grek dünyasında bizim Batılı mirasımızın temeli olan birçok özel­
ligin kökenini buldugumuz, tümüyle bir Avrupa efsanesi degildir. Bütün düşünce
ve ifade tarzlarının, öz bilindi soyut siyasal düşünce ve ahlak felsefesinin;
başlı başına bir alan olarak retorigin; trajedi, komedi, parodi ve tarihin; Batılı
natüralist sanat ve dişi nü' nün; kuram ve uygulama olarak demokrasinin pı­
narları ve kökeni M . Ö. 500 ile 300 arasının Yunan;sıan'ındadır. 38

Son cümle, Batı'yla sınırlansa bile çok güçlü bir iddia oluşturur, fa­
kat yazar dünyanın da belirli düşünce tarzlarını, bir "kaynak" olan
antik Yunanistan'a borçlu olduğunu söylemektedir sanki; bu, daha da
büyük ve daha da az kabul edilebilir bir iddia gibi görünmektedir.
Bununla birlikte, bu özelliklerin birçoğu embriyon halinde kla­
sik-öncesi dönemin Greklerinde de mevcuttu. Fakat öteki toplum­
larda da bulunuyorlardı. Örneğin, ahlak felsefesinden Yunanistan'a
özgüymüş gibi bahsetmek, Mencius gibi Çin filozoflarının yazıları­
nı görmezden gelmektir. Belki daha da önemlisi, LoDagaa'nın Bag­
re metinleri gibi sözlü eserlerdeki rüşeym halindeki ahlaki ve felse­
fi unsurları küçümsemektir. 39 Tıpkı tarih gibi, retorik araştırması da
bir alan olarak yazılı toplumların bir özelliği olabilir ve tıpkı "öz bi­
linçli soyut siyasal düşünce" ve sayılan diğer maddeler gibi, yazının
kullanılmasını izler. Fakat örneğin retorik40 ve siyaset41 anlayışının
Grekler tarafından icat edilmesi gerektiğini kabul etmek hata olur.
Bu meseleleri onlar "daha öz bilinçli" olarak işlemiş olabilirler, zira
okuryazarlık düşünselliği teşvik eder, ama bu daha önceki bir boş­
luğun doldurulduğu anlamına gelmez.
Klasik tarihçi Osborne'un iddiasındaki sorunu, "teleolojik" bir
yaklaşımın sahiplenilmesi, " bizim uygar bir toplum olarak meyda­
na çıkmamızın koşullarının" kanıtlan için antik dünyaya bakmak­
taki ısrar yaratır.42 Aslına bakılırsa, "Bir bakıma, gerçekten de, kla­
sik Yunanistan modern dünyayı yarattı " diyerek devam eder.43 Tıp­
kı bunun gibi, modern dünya "Yunanistan'ı yarattı" da denilebilir.
Bu ikisi iç içe geçmiştir. Avrupa kültüründe iyi olan her şeyin köke­
ni Yunanistan'dı; bu, kimliğimizin bir parçasıydı. Burkhardt fiilen
ANTIKÇA�IN ICADI 45

Yunanistan'la kendi ülkesi, A lmanya arasında "mistik bir evlilik" bu­


lunduğ unu yazmı ştı; bö ylece antikler modernlerin hayatı na damg a
vuran her iyi şeye sahipti. Bu tür iddiaların eleştirel bir okuyucuda
bir nebze de kuşku uyandırması g erekir.

Ekonomi
A ntikç ağ ın bağ ımsız bir akışının olmasına neden olarak gö steri­
len benzersizliğ inin büyük bö lümü, G rekleri kendi ba şarı ve amaç ­
ları hakkında ç ok net olmaları nı sağlayan okuryazarlıktaki g elişme­
lerle bağ lantı lı ydı. G reklere sanat alanı nda olduğu kad ar siyaset ala­
nı nda da bir üstünlük atfedilir. Fakat G reklerin bazıları na hiç de ç e­
kici g elmeyen yö nleri bulunan bir alan vardı ki, bu da ekonomiydi .
Önemli antik t arihçi Moses Finley, " antik ekonomi" yle bronz ç ağı
toplumları arasındaki temel fark konusunda ç ok katıydı. 44 Bu gö rü­
şü, büyük ö lç üde K arl Polanyi'nin eserine borç ludur, ama tartı şma
aynı zamanda iki bilim adamı K arl Bücher ve E dward Meyer'de mer­
kezileşen f akat daha g eniş anlamda Marx ve Weber' in de karıştığı
19. yüzyılda yaşanan anlaşmazlığa dek uzanır.45 Bücher, Avrupa eko­
nomisini oikos'ta merkezleşen evsel; mesleki uzmanlaşma ve ticaret­
le nitelenen kentli ve bö lg esel veya ulusal ekonomi olmak üzere , her
biri sı rayla antikç ağ, ortaç ağ ve modern ç ağla ö rtüşen üç aşamada
g eliştiğini bel irt mişti. Beri yandan Meyer'se, antik ekonomi dö nemin­
deki ticari etkinli ği, yani bunun " modern" yö nlerini vurg ulamıştı.
Bu ikinci yaklaşı m, Weber'i n erken dö nemine ai t (daha sonraları de­
ğ işikliğ e uğ rayan ve Marx 'a daha yakınlaşan) , Roma toplumunun
daha o zamandan kapitalizmin, hiç değ ilse " siyasal kapitali zm" in
mührünü taşı dığı şeklindeki anlayışıyla tutarlıydı.46 Bazı yaz arlara
gö re, bu eğilimin ardında g enel bir sorun yatı yordu; G arland' ın ifa­
desiyle, modernleşme teorileri, antikitede paz arları n varlığı üzerin ­
de durar ak, " kapitalist sö mürü sisteminin savunulması na neden olu­
yorlardı . "47 Bizzat F inley, g erek daha er ken dö nem Yakındoğu'su ile
g erek kapitalizmle olan bağ lantı ları kesinlikle bir kenara atmıştı.
Bu, G reklerin demokrasi ve alf abede ileri sürüldüğ ü g ibi, ekono­
miyi de "icat ettikleri" manası na g elmiyordu. A slı na bakılırsa, Fin-
46 TARiH HIRSIZLIGI

ley 'in görüşü ne göre, bir pa za r ekonom is ine bile s ah ip değillerdi; am a


y ine de bronz çağ ında kinden fa rklı , dah a s onra la rı Avrupa' nı n ben­
zers iz niteliğ ine ka da r va ra ca k değ iş ik bir form geliş tirm iş lerdi. Fa­
ka t bu görüş te pa za rı n kendis i s a dece ka pita lizm ve burjuva ziy le or­
tay a çı kmış tır. G elgelelim , Finley 'in Ma rks is t eği lim leri antik ekono­
m iy e ka pita lis t özellikler y üklem es ine i zi n verm ezken, ay nı eği lim ­
ler onu a ntik ekonom iy i komş ula rı nda n ayı ran ve Avrupa t arih ini n
dah a s onra ki evreleri için bir h a zırlı k s ah nes i olarak ele ala n bi r bi­
çim de anla tm ay a zorla r.
Avrupa 'da ka pitalizmin gelişm esi ne ilişkin görüş lerin de Finl ey, "Av­
rupa uy ga rlığ ı benzers iz bir tarih e s ahi p olduğ undan, ayrı bi r konu
olara k a raş tırılm ay ı h a k eder" diy e belirtir.48 Bu ş em a da "ta rih ve
ta rih öncesi ay rı a raş tı rm a alanla rı olarak kalm alı dı r. " Bu da, Yuna­
nis ta n ta rihs el ola ra k görü lü rken, y ay gın bir biçim de t a rih önces i ka­
bul edi len, "a ntik Ya kındoğ u'nun önem li, y eni ufukla r a çan uy gar­
lı kla rının" h es a ba katı lm am as ı anlam ı na gelir. Bu bölüm lem enin ge­
rek i letişim gerek ü retim bi çim leri açıs ı ndan akılcı bir zemi ne day an­
m am as ı pek önems enm ez. Klas ik toplum larda i letiş im ve ifade için
( alfa betik) okury azarlı k ve m uh tem elen üretim için kölelik çok dah a
fazla kullanılm ış, am a bu toplum h er iki ala nda da benzers iz olm a ­
m ış tır. F inley 'e göre, G reko- R om en dü ny as ıy la Ya kı ndoğ u düny as ı
aras ı ndaki alış veriş leri ve ekonom ik vey a kültürel bağ lantı la rı vur­
gulam ak ü zere Ya kındoğ u toplum ları nı n i nc elem e ağ ı na dah il edi l­
m es i s öz konus u değ ildir; birçok kültürü a tlay a ra k, Wedgw ood m a vi
pors eleninin ortay a çı kış ının Sanay i Devrim i a na lizi içine ka çınılm a z
bir parça olarak Çin' in dah il edilm es ini gerektirm ediğ ini ileri s ürer.
Tam ters ine, bu bağ la ntıla rı vurgulam a k na diren y a nıltı cı dır. Ben,
Delft ve Bla ck Country 'de pors elen y a pım tekniklerinin ta klidinin,
tı pkı Hint pam uğ unda ol duğ u gibi, Sa nay i Devrim i a raş tı rm ası nı n
m erkezinde ele a lı nm as ı gerektiğ ini ileri sürüy orum; zi ra gerçekl eş en
dönüşüm lerin tem elini Doğ u'da n a kta rı la n bu tekni kler oluş turuy or­
du. Ta rih ve ta rih -önces i ay rım ı , özellikle bronz çağ ı kültü rlerinden
geçiş gibi önem li bir s orunun göz a rdı edilm es i a nlam ı na geliy ors a ,
geçmiş le ilgil i ka nı tların niteliğ in e day anara k, o devirde böy les ine kök­
lü bir ayrışm a için y eterli zem ini gör em iy orum. G elgelelim , Finley
ANTIKÇAGIN ICADI 47

şunları yazarken antik ekonomiyi de daha somut bir zeminde ayırt


etmeye çalışır:

Yakındogu ekonomilerine, ekilebilir toprakların büyük bölümüne sahip


olan ve "sanayi üretimi" kadar (yalnız yabancı topraklara degil, kent içi
ticareti de kapsayan) dış ticaret denilebilecek her şeyi neredeyse tümüyle
tekelleştiren ve geniş anlamda alındıgında, düsünebildigim en uygun tek
sözcük olan "karneye baglama" aracılıgıyla, toplumun ekonomik, askeri,
siyasi ve dini yasamını tek bir karmaşık, bürokratik kayıt tutma operasyonuy­
la düzenleyen büyük saray -veya tapınak- kompleksleri egemendi. Bun­
ların hiçbiri, Büyük İskender'in fetihlerine ve daha sonra da Romalılar büyük
Yakındogu topraklarını kendilerine baglayıncaya dek, Greko-Romen
dünyasının bir parçası degildi.

Sonuç olarak, diye ekler, "bağlantısız kesimlere başvurmadan tar­


nşabileceğim tek bir konu başlığı yoktur."49 Bu nedenle Yak.ındoğu'nun
dışarıda tutulması gerekiyordu. Greko-Romen dünyası temelde "özel
mülkiyet" dünyasıyken, yani eğer "başat tiplere, davranış biçimle­
ri karakteristiği üzerine yoğunlaşır"sak, Yakındoğu, Asya despotiz­
mine yakındır. Akdeniz, zeytin ağaçları ekiminde uzmanlaşmış insan­
ların yaşadığı (Mann gibi diğer Avrupa-merkezci yazarlar tarafından
Avrupa'nın hayati bir üstünlüğü olarak görülen)SO yağmur sulama­
lı tarım alanıyken, Mısır ve Mezopotamya'nın nehir vadileri, sula­
ma sistemlerinin işlemesi için karmaşık bir toplumsal örgütlenme­
ye ihtiyaç duyuyordu. Fakat Finley'in de kabul ettiği üzere, İsken­
der dönemindeki (ö. M.Ö. 323) Grekler ve daha sonra da Romalı­
lar tam olarak bu sulanan alanlara hakim oldular ve Akdeniz'in ku­
zeyi, temelde tarım amaçlı olmasa bile suyun denetiminde büyük bir
uzmanlık geliştirdi. Her halükarda su, bu ikilikte yalnızca bir unsur­
du. Asya despotizmi ve kolektif mülkiyet kavramı, Doğu hakkında­
ki 19. yüzyıl düşüncelerinin bir devamıdır ve bunların eleştirisine 4.
Bölüm'de yer verilmiştir. Su denetimiyle ilişkili olduğu düşünülen ha­
kimiyet fikri de öyledir. Bereketli topraklarıyla nehir vadilerinin is­
tisnai hasatlar verdiği ve merkezi öneme sahip olduğu doğru olmak­
la birlikte, nasıl ki zeytin üretimi Kuzey Afrika'da, örneğin Karta­
ca'da özellikle önem taşıyorduysa, Mezopotamya da pek çok yağ-
48 TARiH HIASIZLIGI

mur sulamalı alanı içeriyordu. Finley'in sözünü ettiği tapmak kom­


pleksleri, antik Yakındoğu'da her yerde mevcut değildi ve aslına ba­
kılırsa, klasik toplumda da kendini gösteriyordu. Bizzat kendisi ay­
rıntılı mali kayıtlarıyla "Delos'taki büyük tapınak-kompleksi"ne de­
ğinir.s ı Bu alandaki ekonomilerin hiçbiri net bir tipe uymuyordu ve
farklı toplumların ekonomik uygulamaları arasında -tek başına Grek
benzersizliğine yoğunlaşan her türlü izahın itibarını kaybettirmeye
yetecek kadar- çok sayıda benzerlik vardır.
Yine de, Finley'in gözünde ve bugüne dek onun eserini izleyen pek
çoklarına göre, antikçağın ortaya çıkışı sadece Yunanistan'da görü­
len ve başka hiçbir yerde gerçekleşmeyen özgül bir tarihsel süreç ola­
rak değerlendirilmek zorundadır. Bronz çağı uygarlığının (hiç de ben­
zersiz bir olay olmayan) çöküşünü, (bazılarının Miken uygarlığına
ait gördüğü) Homeros şiirlerindeki "karanlık çağ", yeni siyasal ku­
rumlarıyla arkaik Yunanistan ve nihayet klasik dünyanın başlangı­
cı izlemiştir.
Gelgelelim, yalnız ekonominin doğası değil, böyle bir kurumun
var olup olmadığı bile hiç araştırılmamıştı. Cartledge, genel tartış­
mayla ilgili yaptığı son değerlendirmelerden birinde, "polis"i "tarih­
te eşsiz" (ne değildir ki?) olarak görmek konusunda Finley'i (ve Has­
broek'i de) izlemiş ve "ekonomi"nin aslında olmadığını, bu neden­
le, arkaik ve klasik Yunanistan'da farklılaşmış, neredeyse özerk bir
toplumsal etkinlik alanı olarak kavramsallaştırılmadığını ileri sür­
müştü. Ona göre, ekonomi, "emtia dağıtım ve mübadelesinin mo­
dern dünyadakilerden oldukça farklı biçimlere büründüğü ve ken­
di aralarında bağlantılı fiyat belirleyici pazarlar bulunmaması nede­
niyle pre-ekonomik diye nitelendirilebilecek pre-kapitalist ekonomik
formasyonlar sınıfına aitti." sı Bu, antikçağı bronz çağı toplumların­
dan ayırt etmeyen daha geniş, daha soyut bir farktır. Burada esin kay­
nağı gene Kari Polanyi'dir.53 Trade and Markets in the Early Empi­
res adlı çalışmada, üç genel bütünleşme kalıbı görür: karşılıklılık, ye­
niden dağıtım ve pazar mübadelesi. Bu farklı kalıplar az çok benzer­
siz bir biçimde özgül kurumsal çerçevelerle ilişkilenirler. Görmüş ol­
duğumuz gibi, arkaik dönemlerdeki Grek ekonomisine ilişkin 19. yüz­
yıl başı kavrarnlar.ına, oikos tarafından denetim fikri egemendi;54 bazı
AN11KÇAGIN ICADI 49

yazarlara göre pazar işlemleri ancak daha sonra ortaya çıkmıştır. Kla­
sik çalışmalara egemen olan (ama Yakındoğu araştırmalarına değil)
Polanyi'nin güçlü sesiyle birlikte, ekonomideki değişimler daha ge­
nel bir kuramsal çerçeveye yerleştirildi, erken dönem toplumu tica­
retten çok, karşılıklılık ve yeniden dağıtımla açıklanmaya başlandı.
Polanyi bazı karma durumları kabul ediyordu aslında. Ama argü­
manının eğilimi, bir kalıbın diğerini dışarıda bıraktığı, kategorik ola­
rak farklı "ekonomi" tipleri lehine ilerledi. Pazar transferleri sade­
ce kapitalist toplumlarda ortaya çıkabilirdi. Fakat dar anlamda ta­
nımlanmadığı sürece, pazar kesinlikle çok daha yaygın bir biçimde
mevcuttu; büyük ölçüde bronz çağı öncesine ait ekonomileriyle Af­
rika bile, Polanyi'nin kastettiği gibi uzun zamandır her köy için ka­
lıcı pazarlara, geniş anlamda pazar ilkeleriyle işleyen kalıcı haftalık
ilişkilere sahipti. Bu yalnızca kişisel değil, çoğu tarihçinin ve bu alan­
daki çoğu antropologun kabul ettiği bir görüştür. Bu tartışma kıs­
men somut pazarlar (bir pazaryeri) ve pazar alışverişine ilişkin so­
yut bir ilke arasında yapılan ayrıma dayanır. Benim kendi argüma­
nım, biri olmadan diğerinin olamayacağıdır. Polanyi, Grek ve diğer
kapitalizm öncesi ekonomilerin iç içe geçmişliği (embeddedness) adı­
nı verdiği şeyin, yani bu ekonomilerin toplumsal sistem karşısında
farklılaşmamış niteliğinin üzerinde ısrarla durur. Fakat birçok yorum­
cunun işaret ettiği gibi, bunu yalnız bu ekonomilerdeki pazar unsur­
larını görmezden gelmek yoluyla yapar. Polanyi'nin yaklaşımına ol­
dukça yakın duran Oppenheim, Mezopotamya konusundaki bu gör­
mezc�n gelmeyi zaten eleştirmişti. Birçok eleştirmen bizzat Yunanis­
tan için aynı şeyi yaparken, Hopkins gibi diğerleri fikirde birtakım
zayıflıkların bulunduğunu kabul ederek kategorik farklar fikrini sa­
vunmuşlardır. Mezopotamya örneğini inceledikten ve onu geç Me­
zoamerika ile karşılaştırdıktan sonra, Gledhill ve Larsen, hem Polan­
yi hem de Marx'ı eleştirerek, daha dinamik, daha az statik bir eko­
nomi görüşüne ihtiyacımız olduğunu ileri sürerler:

Daha büyük siyasi devamlılıgın evreleri altında sadece ekonomik sürecin


kurumsallaşmasıyla ilgili, temelde duragan sorunlara odaklanmak yerine,
tüm antik imparatorluklarda olan "feodalleştirici" olaylar zincirinden son-
50 TARİH HIRSIZLIGI

ra yeniden merkezileşme döngülerine yol acan süredere odaklanmak, ku­


ramsal olarak daha verimli olabilir. Uzun vadeli bir bakış acısı, antik impara­
torlukların evrimsel rotalarında co�u zaman sanıldıklarından cok daha di­
namik ve karmaşık olduklarını acıkca düsündürür.55

Tacirler, Mezopotamya ve Orta Amerika gibi erken dönem kent


toplumlarında hem hükümet hem de kendileri açısından önemliydi.
Akkad kralları ülke dışına çıkan tüccarlar adına müdahalelerde bu­
lunurken, Aztekler arasında ticareti reddetmek bir saldırı gerekçe­
si olarak görülürdü.56
Sorun, bu ekonomik kategorilerin birbiri açısından dışlayıcılığı­
nı dayatma eğilimidir. Antik ekonomiyi, yeniden dağıtım hakimiye­
tinde (ve bu anlamda modern değil) diye gören Polanyi'nin düşün­
cesi, bir pazar işlemini andıran her şeyi azımsamaya yol açan temel
bir eğilime neden olur. Finley'in antik ekonomi araştırmasında olan
da budur; bu yöndeki çabasında Polanyi gibi o da pazara karşı so­
ğuk hislerin etkisi altındaydı. Bu, onların sosyalist ideolojilerinin ay­
rılmaz bir parçasıydı . Polanyi'nin bir zamanlar oldukça hakim olan
alternatif görüşü artık fazla muteber değildir. Cartledge, Polanyi'nin
görüşünden belirgin biçimde uzaklaşırken, çömlekçiliği değilse bile
ticareti, en azından madenlerde (her yerde bulunur hale gelen demir­
de daha az olsa da, bronz çağında olması gerektiği gibi) ticaretin öne­
mini kabul eder; ama Hasbroek'in ithalat çıkarıyla ticari çıkar ara­
sında yaptığı ayrımı kabul etmemiz gerektiğini ileri sürer. Bu ayrım­
lar aslında birbirini dışlayıcı mıdır? Daha erken dönem toplumları­
nın genelliğine gelince, tam tersine, Neolitik toplumların pazar de­
ğiş tokuşunu ve ticareti dışladığına ilişkin elde hiçbir kanıtımız yok.
Gerçekten de, o tarzda yaşayan son toplumlarda, malların ve hizmet­
lerin ille de "para" karşılığında olmasa bile değiş tokuşu büyük öne­
me sahipti.57 Bugünkülerle aynı şekilde işlemeyen oldukça büyük pa­
zarları (pazaryerlerini) tasavvur etmek mümkünken, bunları arz ve
talep etkenlerinin baskılarından büsbütün yalıtılmış olarak görmek
güçtür. Aslı aranırsa, bu "neolitik" durum tipi üzerinde çalışırken,
bu mübadele değeri biçiminin bulunmasının gitgide güçleştiği
1980'lerin başında istiridye kabuğu parası değeriyle ölçülen bir top-
ANTİKÇAGIN İCADI 51

tan alışveriş tecrübesi yaşadım; burada arz ve talep kesinlikle rol oy­
nuyordu. Her iki yönetimin (Gana'da ve Yukarı Volta'da) kendi te­
davül biçimlerini ikame etme girişimlerine karşın, kabuklar sınır öte­
si işlemlerde olduğu kadar bazı ritüellerde de önemini sürdürüyor­
du. Fakat gitgide daha ender hale gelmeye başladıkça, "modem" para
olarak değerleri yükseldikçe yükseldi . Benim kanımca, diğer alışve­
riş tarzlarını pazar yerlerinden ve pazar ilkelerinden (arz ve talep)
tümüyle koparma girişimi, başarısızlığa mahkumdur.
Erken dönem ekonomisinin doğası ve ticaretin roliı, yakın zaman­
larda Finley'in çalışmasına hücum eden, antikçağda ticaret üzerine
hazırlanmış önemli bir makale derlemesine de egemendir.58 Bu der­
lemenin yazarlarından biri olan Snodgrass, arkaik Yunanistan'da de­
mir cevheri ve mermer ithalatında ağır navlunların 59 kullanıldığını
yazar; ama "sonraki alıcıların bilgisi haricinde veya onların kim ola­
cakları belirlenmeden malların alınması ve hareketi " şeklindeki dar
bir "ticaret" tanımını benimser.60 Yani bu dönemde nakledilen mal­
ların çoğu ticaret olarak sınıflandırılamazdı, zira kişi nihai müşteri­
yi biliyordu. Snodgrass, benzer bir durumun Akdeniz'in büyük tüc­
carları olarak nam salan Fenikeliler için de mevcut olabileceğini ile­
ri sürer.61 Fakat durum böyle bile olsa, yaptığı tanım bırakın tek müm­
kün ticaret tanımı olmayı, aklıselime uygun bir kavram da değildir
ve Yunanistan'ı Polanyi tarzınca, bir şekilde farklı ve daha "ilkel"
yapma arzusundan esinlenmişe benzemektedir.
Bu varsayımın alternatifi, böylesi ticari işlemlerin modern dün­
yadakilerle özdeş olduğu fikri değildir. Snodgrass'ı izleyen Hopkins'in
haklı olarak ısrar ettiği gibi, mallar farklı yollarla değiş tokuş edile­
bilir. 62 Fakat Grek ticaret anlaşmalarında ve arkaik bir heykel yarat­
ma sürecindeki son aşamada, "mermer maliyeti ve nakliye masraf­
ları"nın yanı sıra, "bir çalışma dönemi boyunca zanaatkarın ve yar­
dımcısının geçim giderlerini de müşterinin ödemesi" gerektiğinin ka­
bulünde görüldüğü gibi, ticari bir yön genelde mevcuttur. 63 Ödeme
çeşitli yollarla yapılır. Yine, bu işlemlerin modern işlemlerle özdeş
olduğunda ısrar etmiyoruz (gerçi bu durumda Rönesans dönemin­
de Michelangelo'nun Carrara taşocaklarmda yaptığı alışverişlerden
de çok farklı değildirler), fakat bunlar en azından aynı genel ekono-
52 TARiH HIRSIZLIGI

mik kavram çerçevesiyle karşılaştırılabilir niteliktedir ve buna ait ola­


rak ele alınmaları gerekir. Bazıları Grek ticaretini bir ithalat faaliye­
tiyle "ticari" bir faaliyet arasında temel bir ayrım ortaya koyuyor
olarak görebilirse de, başkaları da pekala bu kategorilerin birbirini
dışlayıcı olmadığını düşünebilir. Hopkins, Finley'in antik ekonomi
modelini, "şimdiye kadar mevcut olanların en iyisi" diye kabul et­
mesine karşın, ardından "alçakgönüllü ekonomik büyüme ve çökü­
şü barındıracak" yedi maddelik bir "ayrıntılandırma" önerir. Bu öne­
riler antik ekonomi hakkındaki, her türlü Polanyi tarzı -Finley'in be­
nimsediği türden- görüşü kökünden değiştiriyor gibi görünür;
Hopkins, Finley modelinin "bu alçakgönüllü dinamikle bütünleşti­
rilebilecek esneklikte" olduğunu belirtmesine karşın,64 başkaları bu
kabulü, söz konusu "karizmatik ve nüfuzlu" araştırmacının söz ko­
nusu tartışma sırasında bizzat orada bulunmasına bağlayabilir ve as­
lında Hopkins de, "modernist" bir konum benimsemese de "ilkel­
ci" (primitivist) yaklaşımın sorunlarına açıkça işaret etmiştir.
O halde, Finley'in görüşü klasik bilimciler tarafından evrensel ola­
rak kabul görmemişti . Tandy, M.Ö . 8. yüzyıldaki yeni ticaret etkin­
liğini ve nüfus artışını, Yunanistan'ın gelişmesi, özellikle çoğu aris­
toi ( "en iyiler"; soylular) olan tüccarlarla denizaşırı kolonilerin ku­
rulması bakımından hayati önemde gördü. Bu etkinlik de polis'in
gelişmesine, "yeniden dağıtıcı oluşumların çöküşüne" 65 ve "ekono­
mik ve toplumsal değişimin görünür sonuçlarını yaratan mekaniz­
ma olduğu ortaya çıkan sınırlı pazar sistemi" adını verdiği şeye yol
açtı: "Özel mülkiyetin başlangıcı, toprak temliki, borç ve polis. " 66
Ona göre bu, kapitalist dünyanın başlangıcını temsil eder ki, bu da .
onu "ilkelci" kamptan çok belirgin bir biçimde "modernist" kam­
pa dahil eder. Daha sonraları ticari ekonomi sağlam bir biçimde ku­
ruldu. Gelgelelim, bu tartışmada Tandy oikos'un "ilkelciliğini" daha
da geriye, pazarların yokluğunun hala kuşku götürür olduğu arka­
ik-öncesi dönemlere çeker ve nihai olarak kapitalizme evrilmeye im­
kan veren bu tip ekonominin Avrupa'nın bir ayrıcalığı olduğu sonu­
cunu çıkarır.
"Modernist" ve "ilkelci" antikçağ tarihçileri arasındaki tartışma­
ya ve Polanyi'nin mübadele işlemleri kategorilerinin ve özselcilerin
ANTİKÇAGIN İCADI 53

(subs tan tivis ts) iddialarının kullanımına karşın, "ilkel" ekonomile­


re (ve genel olarak topluma) dair fikirleri yetersiz bilgiye dayanır. Bu
fikirler ya antik ekonomiyle ondan öncekiler arasında (Tandy'nin ça­
lışmasındaki gibi) veya alternatif olarak, Finley'in çalışmasında ol­
duğu gibi antik dünyayla onu izleyenler, özellikle de "kapitalist" eko­
nomiler arasında kategorik bir ayrım yapar. Burada iki sorun var­
dır. İlkin, önceki toplumlar bronz çağının kentli topluluklarıyla K'ung
Buşmanlarının avcı-toplayıcı toplumlarında olduğu gibi, kendi ara­
larında çok farklılık gösterirler. Bütün bunları, farklılaştırılmamış bir
şekilde "ilkel" olarak görmek, fazlasıyla basit bir yaklaşımdır. Tüm
okuryazarlık-öncesi kültürleri tek bir başlık altında bir araya topla­
manın bir örneği, Tandy'nin bu "basit" toplumları "karanlık çağ Yu­
nanistan"ıyla karşılaştırma girişimidir. "Küçük-ölçekli" _ve "sanayi­
öncesi" terimlerini, arkaik Yunanistan'la Kalahari'nin K'ung San'ı
arasında kurulan benzerlikleri hakaret sayan akademisyenleri kızdır­
maktan kaçınmak için kullanılan "ilkel" sözcüğünün kibarcaları ola­
rak görür. Terminoloji göz önüne alınmazsa, elde, onun 8. yüzyıl Grek
toplumuyla Batılı-olmayan "ilkel" topluluklar arasında yakın ben­
zerlikler bulduğu gerçeği kalmaktadır; polis' in örgütlenmesine değin,
ona göre, erken dönem Grekler bu anlamda "ilkel"di ve bizim "Ba­
tılı" dediğimiz kapsama girmiyorlardı.67 Bu karşılaştırma, rahatsız
edici olmaktan çok yetersizdir; arkaik Yunanistan'la karşılaştırıla­
bilecek birçok Batılı-olmayan toplum olabilir pekala, ama arkaik Yu­
nanistan, "modern" topluma -bronz çağının kentsel devrimini hiç­
bir zaman yaşamamış olan- Kalahari Buşmanlarından kesinlikle daha
yakındır. Buşmanlar, "ilkeller" ve arkaik Yunanistan gibi heterojen
toplumları bir araya toplamak, Finley ve diğerlerininki gibi ideolo­
jik temelli projeler için tutarlı olabilir; ama antropologların ulaştı­
ğı türden verilerden pek az destek alabilir.
İkincisi, farklı mübadele tipleri üzerindeki vurgu özgül bağlam­
larda değişirken, karşılıklılığın (çağdaş ailelerde olduğu gibi) pazar
etkinlikleriyle yan yana var olabileceğini kabul etmemek temel bir
hatadır. Bu ikincisinin söz gelimi Afrika'da araştırılması,68 siyasal eko­
nominin 19. yüzyıl anlamında "kapitalist" olduğunu değil, sadece
kalıcı pazarların hem kısa mesafe hem de uzun mesafe ticaretinde
54 TARiH HIRSIZLIGI

yaygınlığını gösterir. Pazar, sınai kapitalizmin gelişine değin, Yuna­


nistan'dan çok önce gelişmişti. Weber, artı-değer üretimiyle birlik­
te latifundia 'nı n gelişmesinin "tarımsal kapitalizm"i doğurduğunu
saptadı.69 Bu konuda Mommsen'i izledi, ama antikçağ toplumuyla
bağlantılı kapitalizm fikrinin kendisine karşı çıkan Marx tarafından
eleştirildi.70 Marx bu terimi, fabrika sistemine özgü olan, özgül bir
üretim biçimi için kullanıyordu. Açıktır ki o sistem ancak daha son­
raki dönemlerin önemli bir özelliği olarak doğmuştu; bununla bir­
likte temel "kapitalist" özellikler çok daha önce belirmişti bile.
Gerek Finley (Homeros Yunanistan'ında evlilik konusunda çığır
açan bir makalede) gerek Tandy antropolojik karşılaştırmaları kul­
lanmış olmalarına karşın, görmüş olduğumuz gibi, özellikle
Tandy'nin antikçağı, farklılaşmamış bir "ilkel" toplumla karşılaştı­
rarak, bunu tarih-dışı, a-sosyolojik bir tarzda yapma eğiliminde ol­
duğunu eklemek gerekir. Bu yaklaşıma, modernist-ilkelci çekişme­
si kadar, Formen (1964) dışında kapitalizm-öncesi oluşumlara pek
az ilgi gösteren Marx'ın, geleneksel toplumları tortusal bir durum,
daha karmaşık sistemlerin analizinden geriye kalanlar olarak gören
Weber'in (1968) ve bunları pazar toplumlarının bir tersinlenmesi ola­
rak ele alan Polanyi'nin çalışmaları da yardım etti. Polanyi'nin "mo­
dası geçmiş pazar zihniyetimiz" hakkındaki makalesinin başlığında
da gördüğümüz gibi,71 modern toplum ve onun pazar etkinlikleri­
nin her yere girmesi açısından özgül bir tutumu başlatan bu pozis­
yonlar, çoğu zaman son derece ideolojiktir. Fakat bu pazar etkinlik­
lerinin kendi içlerinde sadece modern dünyayla ilişkilendirilmesi müm­
kün değildir. Klasik dünyayı "modernleştiren" tarihçilerin konumu­
nu kabul etmek niyetinde değiliz . Çağdaş Batı ekonomisi kesinlik­
le çok farklıdır. Fakat bu, çok farklı boyutlarda olsalar bile, ticaret
ve pazarlar gibi ortak unsurlar bulunmadığı anlamına gelmez. An­
tik dünyada pazar etkinliklerinin varlığını kabul etmemek için, in­
sanın gözlerini bağlaması gerekir. n
Bu konuda birçok araştırmacının konumu, pazarlara ilişkin ideo­
lojik bir görüşten ve kuşku götürmez şekilde pazarların, bazı zarar­
lı etkilerle birlikte, insanın yaşam alanlarını -her zaman yaptıkları
gibi- gittikçe daha fazla ele geçirmesine karşı bir muhalefetten kay-
ANTIKÇAGIN ICADI 55

naklanır. Fakat gerek antikçağda73 gerek antik Yakındoğu'daki74 top­


lumları pazar-dışı olarak niteleme girişimi, neolitik veya avcı-topla­
yıcı toplumlarda bir " ilkel komünizm" ve "özel mülkiyer"in yoklu­
ğunu görmek kadar ütopyacı ve gerçekdışıdır. Bu toplumlar belirli
açılardan geç dönem toplumlarından daha kölektiftiler, ama aynı za­
m,ı.nda başka açılardan daha bireycileşmiş toplumlardı.75
Pazarlar sorunu, pek çok yazarca enine boyuna tartışılmış olan
tüccarların ve limanların (emporia ) konumuna açık bir biçimde bağ­
lıdır. Söz gelimi Mosse, tüccarların kent yaşamına çok az bağlantı­
ları olan "mütevazı kökenli" insanlar olduğu sonucuna varır. "Em ­
porium dünyası" Atina için marjinaldi. "Ticaret özel alana aitti. "76
Tüccarlar, örneğin, ticari etkinliklerini yürütmek için diğer yurttaş­
lardan ödünç para alma ihtiyacı duyduklarında topluluğun geri ka­
lanıyla etkileşime geçiyorlardı ve bu amaçla, ticaretin, ticaret uygu­
lamalarının ve "emporia"nın iki bin yılı aşkın sürekliliğini kanıtla­
yacak şekilde "temel mekanizması Hellenistik, Roma, ortaçağ ve ye­
niçağdan 1 9 . yüzyılın epey ileri yıllarına dek ayakta kalan" bir de­
nizcilik borçlanması kurumu mevcuttu. 77 Aslına bakılırsa, bu tarz
kurumlar daha da erken dönemde ve başka uygarlıklarda da, kısa­
cası kapsamlı ticaretin ve kentlerin bulunduğu her yerde vardı; bu
durum, Polanyi, Finley ve diğerlerinin yaklaşımını daha da kuşku­
lu hale getiriyordu. Ticaret sistemlerinde farklar yok sayılmazdı, ama
kültür tarihini anlamak açısından çok önemli benzerlikler de vardı.
Böylece Polanyi'nin "Mezopotamya'da tüccarların bulunmadığı" id­
diası, Gledhill ve Larsen'e göre "daha ayrıntılı bir inceleme için des­
tek bulamamaktadır."78 Antik Yunanistan'ın bir ekonomiye sahip
olmadığı iddiasına da,79 belki de Tandy'nin erken dönem Yunanis­
tan'ında pazarın gücü üzerine, so Millett'in antik dönem Atina'sında
ödünç verme ve alma faaliyeti üzerine,s ı ve Cohen'ins2 Atina ban­
kacılığı üzerine çalışmaları göz önünde tutularak, aynı şekilde yak­
laşılmalıdır.
Öte yandan Polanyi, Yunanistan'la Mezopotamya, antikçağla
Yakındoğu'nun bronz çağı toplumları arasındaki dikkat çektiğimiz
farklara ilişkin önemli sorunu apaçık bir biçimde ortaya koymuş­
tur. s3 Bir düzeyde, bu sorun çok açıktır. Yunanistan bronz çağına
56 TARiH HIRSIZLIGI

değil, demir arzının bol ve ucuz hale geldiği, alet ve silah yapımı­
nın geniş bir biçimde yaygınlaştığı demir çağına mensuptu. Fakat
Polanyi kendi değişim kategorilerine -karşılıklılık, vb- gönderme
yapar. Daha erken döneme ait bu toplumların genel olarak "dağı­
tımsal" adını verdiği temeline değinmekle birlikte, aynı zamanda
diğer alışveriş biçimlerine de büyük bir ekonomik önem atfetmiş­
tir. Ticari etkinlikler doğmuş, ama Mezopotamya'da bunlar eşde­
ğerlikler (belirlenen fiyatlar), özel amaçlı para ve ticaret limanları
aracılığıyla yürütülen, devlet denetiminde bir ticaret olarak yorum­
lanmıştı - fakat pazar söz konusu değildi; gördüğümüz üzere, bü­
yük saray veya tapınak komplekslerince uygulanan tekelden söz eden
Finley de bu görüşü paylaşmaktadır. Gledhill ve Larsen'in (ki Lar­
sen Mezopotamya ekonomisi üzerine önemli bir araştırmacıdır) işa­
ret ettiği gibi, bu ifade son derece yetersizdir;B4 p�zaryerlerinin bu­
lunmadığı yerlerde bile, pazar kesinlikle vardı . Polanyi'nin, bu ku­
rum için hiçbir sözcük bulunmadığı iddiasına karşın, en azından üç
tane sıralanabilir. Dahası, mübadele "denetlenen ticaret"le kısıtlı
değildi; tüccarlar çoğu zaman kendi adlarına hareket ediyor ve var­
lıklılar kazançlarını ev satın almakta kullanıyorlardı. İki yazar, Ana­
dolu'daki Kaniş'in [Kültepe] "mektuplar, sözleşmeler, hesaplar, nak­
liye faturaları, hukuki metinler, çeşitli yetkililerin yayınladığı hüküm­
ler, notlar ve layihalar" içeren özel arşivleri hakkında bilgi verirler.ss
Hem ailevi hem de aile dışı ortaklık sözleşmeleri (commenda), (söz­
leşmelerin paylaştırmayı amaçladığı) ticaret riskleri ve kar ve zarar
kanıtlarını sunarlar. Bu tarz bir tartışma yürütmek, onların ısrarla
belirttiği gibi, Marx'tan alıntı yaparsak, "tüm tarihsel farkların üze­
rinden atlayıp, tüm toplum biçimlerinde burjuva ilişkilerini görmek"
değil, 86 süreksizlik kadar sürekliliğin varlığını da tanımak anlamı­
na gelir.
Ben, bu sürekliliklerden birinin, prehistoryacı Gordon Childe ta­
rafından bronz çağı toplumlarında önemi ve çeşitliliği vurgulanmış
olan ticaret alanında yattığını ileri sürmekteyim. Kent uygarlığı Me­
zopotamya' da geliştiğinde, sellerle oluşmuş bereketli ova, çiftçilere
bol bol karşılık verdi; ama ahşap, taş ve madenler dahil olmak üze­
re birçok temel malzemeyi sunmadı. Tüm bu malzemelerin dışarı-
ANTİKÇAtilN İCADI 57

dan, büyük ç oğ unluk la büyük neh ir ler ü zer inden getir ilmesi ger ek ­
ti. N ak liy ede devr im y apıldığ ından, "metalür j i, tek er lek, yük h ay ­
vanları ve y elk enli gemiler y eni b ir ek onomi nin temelini oluşturdu. " 87
Bu nedenle, ticar et gitgide önemli h ale gelerek , ik inci b iny ılda Ka­
niş' tek ine b enzer ticaret k olonilerinin k urulması na y ol aç tı. Ticaret,
"kü ltürü n y ay ılmasın da b ugü n olduğ undan dah a güçlü b ir ar acı" h a­
li ne geldi.

Özgür zanaatkarlar hünerleri için bir pazar arayarak kervanlarla yol­


culuk ederken, köleler ticaret emtiasının bir parçasını ol uşturdular. Bun­
lar, tüm kervan veya gemi şirketiyle birlikte, yurtları olan kentle yerleşik
olmalıydı. Yabancı bir topraktaki ecne�iler kendi dinlerinde rahatça ibadette
bulunmayı talep etmiş olabilirler . . . Kültleri bu yolla aktarıldıysa [Akkad'­
daki bir Hini kültü bunun örnegidir], yararlı sanatlar ve zanc:iatlar da aynı
kolaylıkla yayılabilirdi. Ticaret, insan deneyiminin havuzunu genişletti. 8 8

Polany i'nin ve onun b irç ok izley icisinin k onumuy la il gili sorun,


uy gulamada b öy le birb iri ni dı şlay ıcı b ir k ar şıtlık mevcut olmadığ ı
h alde, ya y eniden dağ ıtımcı veya pazar olarak gördüğü ek onomik
etk inlik ler e k ar şı tar ih sel b ir y ak laşımdan ç ok k ategor ik, bü tü ncü l
b ir y ak laşımı b enimsemeler idir. A ilede k arşılık lı lık, dı ş p azar, dev­
let tarafından y eniden dağı tım gib i fark lı uy gulamalar fark lı toplum­
sal b ağ laml arda aynı anda mevcuttur. Kuşk usuz, k ısmen ü retim tar z­
larındak i fark lar a b ağ lı olarak b u müb adele tar zları nı n b azıları nı n
öne ç ık ması söz k onusudur; en azından ür etim araç ları dü zey inde.
Söz gelimi, ç apa ile sab an tar ımı arasında olduğu gib i, zaman iç in­
de önemli fark lar a işar et edileb ilir. Sür ek liliğ i ve sür ek sizliğ i, " mo­
der nizm" ve "ilk elc ilik" i ç ok dah a ince ayr ımlı b ir şek ilde el e alma­
mı z gerek ir. A slında y apmamı z gerek en, değ işim işl emleri sorunu­
nu, ö rtük vey a aç ık b ir değ erlendir me ç erç evesi aç ısından gör mek­
tir, böy lece olanak lar dizisini ( sü tunlar h al inde) özgü l toplumlar a
vey a ür etim b iç imler ine ( sır alar h alinde) gör e yer leştir eb ilir iz. Bu y ak­
laşım, genellik le dışlay ıcı k ategor ilerle y apılan alışılmış tarih sel y ak­
laşımlardan dah a ince ve k avray ışlı olacak tır. Bu y olla G rek b enzer ­
sizliğ i varsay ımını dah a tatminka r b ir b iç imde sınay ab ilir iz.
58 TARiH HIRSIZLl<"ıl

Siyaset
Ekonomide yapılana koşut, onunla aynı şekilde dar bir tanım sık­
lıkla siyaset için de kullanılır ve belirli genel özelliklerin tümüyle an­
tikçağ Yunanistan'ına mal edilmesiyle sonuçlanır. Bu bağlamda si­
yaset, "benimsenmelerinin ardında yatan süreçler yerine, devletler
tarafından izlenen siyasa veya siyasalar"89 olarak görülür ki, bu da
devletsiz toplumlar kadar, birçoklarının siyasal olarak kabul ettiği
muazzam bir etkinlikler dizisini de açıkça dışarıda bırakan kısıtlı bir
görüştür. Çoğu kez küçük ölçekli toplumların bir özelliği olan "il­
kel demokrasi"yi göz ardı eder.
Bunun sonucu olarak da, siyaset araştırması ekonomi çalışmala­
rına koşut birtakım sorunlara yol açar. Örneğin Fi�ley, Marx'ın yap­
tığı gibi antikçağda sınıf kavramının kullanılma olasılığını reddeder
(zira pazar yoktur) ve gerek sınıfları gerekse pazarları, ancak çok son­
ra ( "kapitalizm"le birlikte) doğmuş olarak görür. Öte yandan bul­
duğu şey, Weber'ci tarzda (Marx'ın gördüğü gibi ekonomik sınıflar­
dan çok, "yaşam tarzları "yla belirlenen) statü-gruplarıdır. Yine de,
büsbütün tutarlı sayılmaz, zira bir noktada, M.Ö. 650 civarında li­
rik şiirin özneleri olarak beliren "görece müreffeh ama aristokrasi­
dışı, aralarına tüccarlar, gemiciler ve zanaatkarlar da karışmış çift­
çilerden oluşan bir orta sınıfın" doğuşundan söz eder.!�o Bu grup, hop­
lites denilen, kendi silah ve zırhlarını tedarik eden ağır silahlı piya­
de falanksında örgütlenerek "tüm Grek tarihinde en önemli askeri
yeniliği" oluşturmuştur. "Falanks ilk kez, daha fazla maddi olanak­
ları bulunan topluluklara önemli bir askeri işlev kazandırdı." Fin­
ley, başta demokrasi ve özgürlük olmak üzere, modern siyasal ya­
şamın diğer kalıcı özelliklerinin kökenini de ("ilk olarak" ) antik Yu­
nanistan'a atfeder. Aslına bakılırsa, bazı yazarlar siyasetin ta kendi­
sini bu kaynağa atfeder ve yakın geçmişte bir klasik çağ tarihçisi bü­
yük bir cesaretle kitabının adını The Greek Discovery ofPolitics koy­
muştur.9t Ve son zamanlarda bir makalede Zizek, kendinin ve diğer­
lerinin "gerçek anlamıyla siyaset" dediği şeyin ilk kez antik Yuna­
nistan'da, "demos üyeleri (hiyerarşik toplumsal yapıda belirlenmiş
bir yere sahip olanlar) kendilerini -gerçek bir evrensellik atfederek-
ANTIKÇAc:'ilN ICADI 59

tüm t oplwn un t em silc ileri olarak sun dukları" nda ort aya çı ktığını yaz­
mı ştı r.92 Burada siyaset sadec e dem okrasiye gönderm e yapar gibi gö­
rünür, am a aynı zam anda hüküm et düzeyinde her tü rlü et kinlik ka­
dar, daha az kapsayıc ı düzeylerde ("sadece yerel düzeyde siyaset " )
ve yer leşik yet kenin bulunm adığ ı (acephalous=başsız) sist em lerin m a­
nipülasyonuna da uygulanır.
Diğ er lerinde olduğ u gibi, bu alanda da dah a sonraki ekonom ik
gelişm elere Greklerin yapt ıkları katkılar Avr upa ve dolayısıyla
dünya için son derec e-ö nem liydi. F akat siyasal etkinlik leri (veya bun­
lar ın keşfini) böylesine genelleyer ek Yunanist an' la sınırlam ak veya
ekonom ik et kinliğ i dışlam ak, bu kavr am lar ı son der ece özgül şekil­
de kullanm ak anlam ına gelir. Siyasal alanın sınırlanm ası, Polanyi' nin
ekonom i için yapt ığ ı gibi, toplum da som utlaşm adığ ı ve kur um sal ola­
r ak ayr ılm adığ ı sür ece m evcut olm adığ ını ileri sürm ekt ir. Bununla
bir likt e, et kinlikler in kı sm en "som ut laşm ama sı" na yol açan karm a­
şıklığın büyüm esiyle sonuçlanan bir t oplum sal evrim sürec i bulun­
m ası ve bunların dayanıklı, kalıc ı kurum lar da som utlaşm ası; ekono­
m i, siyaset, din veya akr abalık kat egor iler inin - ort aya çıkm alar ın­
dan önc e- verim li bir şekilde kullanılam ayacağ ı anlam ına gelm ez. As­
lına bakılır sa, ant r opologlar daim a bunun yapılabileceğ i bir t em el­
de iler lemişler dir ve Talc ott Par sons ve daha birçok sosyologun eser ­
ler indeki t oplum sal sist em kavram ının kendisinde de dur um böyle­
dir. Bazı ant ikçağ t ar ihçilerinin bu sor una yaklaşım ı, far klı t ar ihsel
dönem ler ve t oplum t iplerini ele alan araşt ırm ac ılar arasında gerek­
siz bir kavram sal uçurum yarat ır.
Klasik geleneğin siyasetin in, çağ daşı diğ er toplum lar dan farklı olan
ve Batı Avrupa' ya aktarılm ış gibi görü nen üç yönü vardır: dem ok­
rasi, özgürlük ve hu kukun egem enliğ i. Dem okrasi, G reklerin bir ni­
teliğ i ve Asyalı kom şularının "despotizm i" veya "t iranlığ ı" nın kar­
şıt ı olar ak kabul edilir. Bu varsayım, çağ daş siyaset çiler t ar afında n
dünyanı n "barbar r ejim lerine" kar şı Bat ı'nı n çok uzun süreli bir özel­
liğ in i t em sil ediyorm uşçasına dile get irilir. Bu sor unun daha m odern
yönünü ileride (9. Bölüm ) ayrınt ılı olarak ele alac ağım - buraday­
sa ant ik dünyaya yoğ unlaşac ağım. Dem okrasi t art ışm asında F inley,
"dem okrasinin, örneğ in, kabile dem okr asileri adı ver ilen veya Asur
60 TARiH HIRSIZLICil

bili mcilerin izlerini bulduk la rı na ina ndığ ı, erk en dö nem Mezopota m­


ya 'dak i demok ra siler gibi daha ö ncek i ö rnek leri de va rdı, " 93 diyor­
du. "Faka t olg ula r ne olursa olsun, " diye sü rdü rü yordu gö zlemle­
rini, "daha sonrak i toplumla r ü zerindek i etk ileri k üçük tü. " "O a n­
la mda demok ra siyi G rek ler, ya lnızca G r ek ler k eş fetti; tıpk ı Ameri­
k a 'yı ba zı Vik ing denizcilerinin değ il de Kristof Kolomb'un k eş fet­
mesi gibi. " " 1 8 . ve 19. yüzyı lı n ok uduğ u, Atina deneyiminin ü ret­
tiğ i G rek eserleriydi. " Açık ça sı duru m buydu, a ma bu iddia ta rih in,
Avr upa 'nın ve edebiya tı nı n demok ra sinin "k eşfi" ni topyek u n sah ip­
lenmesini temsil eder. Ma demk i, ör neği n İ bn Ha ldun' un ya zdık la­
r ı nda n k a bile demok ra siler inin başka yer ler de var olduğ unu öğr e­
ni yor uz, o ha lde bunlar 19. yüzyılAvrupa lı lar ı i çin oluşt ur ma dıla r­
sa da, ba şka ha lk lar için k esinlik le bir er model oluştur muşlar dı . Kuş­
k usuz G rek ler " demok ra si" sö zcüğ ünü ica t ettiler, h erhalde bu te­
rime ba şka larının da ok uya cağ ı ya zılı şek li ilk veren onla r oldu, a ma
demokra sinin uyg ula nma sı nı onlar i ca t etmediler. Ş u ya da bu biçim­
de bir temsi l, pek çok ha lk ın siya setinde ve ya şa dığ ı müca delelerde­
k i ö zellik ler den bir i olag elmiştir.
Bir lik te ça lış tığ ı m k a bile ha lk lar ı nda n bir i ola n LaDagaa -F ortes
ve Eva ns-Pritcha rd'ın African Political Systems'ta94 a çık ça beti mle­
diğ i tü rden- yetk enin a sgar i düzeyde dağ ı tıldığ ı ve Kuze y Ga na' da­
k i k omş ula rı G onj a 'ya da mga sı nı vura n bir ş eflik k ur umunun bulun­
ma dığ ı, a dem- i merk eziyetçi, baş sı z bi r gr up oluş tur uyor du. Bu tür
grupla r, onu betimleyecek ö zgü l bir sö zcük leri bulunma ma sı na kar ­
ş ın, siya sa l hak imiyetin olma ma sında n, ö zgürlük lerind en h oşnuttu­
lar. Kendilerini R obin Hood ve çetesi gibi ö zg ür ka bul ediyorlar dı.
Bu tür ya pı la rı n va rlığı, ö zellik le toprağ ı n değ iş meli ola rak iş len­
diğ i ba sit ça pa ta rı mı nın uyg ula ndığ ı Afrika gibi bö lgelere da mga­
sı nı vurdu. Ne va r k i, bu türden "cumh uriyetçi" g rupla rı n daha k a r­
maş ık ( bronz çağ ı) ta rımsa l sistemlerinde bile, genellik le merk ezi hü ­
kü metlerin hiçbirinin k ola yca denetleyemediğ i dağ lık a la nlar dak i va r­
lığ ı bilinmek tedir. Örneğ in, bunla rın va rlığ ı nı Oppenh eim95 Mezo­
pota mya 'da , Tha pa r'sa96 Hindista n' da bulgula mış tır. Ç in' de benzer
bir siya si ya pı, ya ni R obin Hood tipine yak ı n "ilk el a siler" veya "ha y­
dutlar " ,97 "su k ıyılar ı" nda mevcuttu. Büyük ta rih çi İ bn Ha ldun' un
ANTİKÇAl:;IN İCADI 61

K uzeyAfrik a'dak i çöl k abileleri hakk ındak i eserin e atıf yapm ış tım .
Avrupa'da bazı dağlık alan larda, devletlerin pençelerin den k urtula­
bilen İsk oç veArn avut kl an ları gibi bu türden gruplar görüyoru z. Fa­
k at bunlardan daha da m arj in al ol an, devletlerin denetim inden k aç­
m ış gruplar k ooperatif bir sistem de yaş am ayı seçerm işçesine, çoğu
k ez "dem ok ratik " ilk elere dayalı bir düzenleri buluna n k orsan ge­
m ilerinin bazı K uzeyAm erik a k olonilerin de görülene ben zer örgüt­
lenm esidir. Bu örn ek lere göre, G rek lerin "bireysel özgürlük " veya
dem ok rasiyi k eşfetm iş olduğunu söylem en in hiçbir geçerlili ği yok ­
tur. Da hası, antik Yak ın doğ u'yla k urulan k arş ıtlık, yani bunc a za­
m an dır oryantal k ültürler hakk ındaAvrupa düş ünc esin i bel irlem iş
olan Asya despotizm i veya diğ er despotizm ler ş ek lin dek i tartışm a­
lı fik ir çok güçlü bir darbe alır.
G üçlü m erk ezi yön etim ler bile nadiren "halk ı" h esa ba k atm ak sı­
zın hükm edebilir. Bu durum bazen vahş ice gerçek leşm iş k esin ti dönem­
lerin e yol açm ış tır. Dün yanı n çeş itli bölgelerin de protesto, direniş ve
"öz gürlük " harek etleri, an tik Yunan istan 'dan gelen herhan gi bir dür­
tüden bağımsız bir biçimde ort aya çık mışnr. 2004 'te sa vaş sonras ıIrak'ta­
k i durum u en azın dan Sün niler arasın da belirleyen halk ayak lanm a­
larını n bu m irasla herhan gi bir bağlantısı olduğ u varsayılam az. Aynı
ş ey, Hin distan veya Çin 'dek i daha öncek i harek etler için de geçerli­
dir . Modern örn ek ler z am an zam an böyleym iş gibi davransa da, söz
k on usu harek etler n e dürt ülerini n e de k ök enlerin i Y unan istan 'dan
veyaAvrupa'dan alm ış lardır. Merk eziyetçi siyasi yapılarda ik tidarın
dağıtılm ası veya dayatılm ası, sık lık la on ları tanım layan "yetk en in k ı­
rılgan lığ ı" olarak adlandırılan k alıcı sorun la bağl antılıdır.
K lasik dün yanın daha son rak i Avrupa tarihi veya k üresel tarih
üzerindek i etk isi bu k adar açık değildir. B atı, Atin a dem ok rasisine
bir m odel olarak bak abilir, am a bu Yun anistan'da m evcut tek rej im
tipi değildi. "Tiran lık " da vardı. N e tiranlık n e de dem ok rasiye bu­
günk üyle aynı değerl er yük lenm iş ti. N itek im, Fin ley de tiran lığın çoğu
zam an demos'tak i aristok ratik tek eli k ıran bir halk talebi son ucu baş ­
ladığını tespit eder. "Çelişk i ş udur k i, yasanın üzerin de, an ayasanın
üzerinde duran tiran lar sonuçta polis'i ve k urum larını güçlen dirdi
ve bir bütün olarak halk ı, demos'u siyasal özbilinç düzeyin e yük selt-
62 TARiH HIRSIZLIGI

ti; bu da dah a sonra, bazı dev letl eri n demos tarafından yönetilm e­
sine, dem okrasiy e yol açtı. "98 Bu nedenle, kesinlikle iyim ser bir dü n­
y a g örü şü ne day anarak ( tıpkı köleliğ in özgü rlüğ e g ötü rm esi g ibi ) ti­
ranlığın dem okrasiye g iden y ol olduğ u söylenir. Her durum da, an­
tikçağ da pek çokları dem okrasinin kötü olduğ unu dü şü ndüğü nden,
ikisi arasında dolay sız bir g elişm e değ il, bir salınım söz konusuydu.
Avrupa' da da dem okr asi kesinlikle 19 . yü zyıla deği n mü phem likteıı:ı
uzak, olum lu bir değ er kazanm adı99 ve hızla büyüyen bürokrasi ve
ordularıyla m erkeziyet çi hü küm et lerin g elişim i, k itlelerden toplanan
verg iler g ibi sü rekli m ali katkıları g erektirdi. O zam an bile bazı si­
yasal dü şü nü rler hala "en iy inin" , yani "kü çü k züm renin" , "seçkin­
leri n" dah a gü çlü h akim iyetini savunuyordu.
Yunanist an g erçekt e kom şularından ne kadar f arklıydı? B ir f ark
kesi nli kle vardı, am a bu aynı zam anda bir derece S orunuydu. Çoğ u
klasik bilimc i, G reklerin benzersiz kat kılarına yönelik aşırı iddialar­
da bulunurlar. Davis, bizim dem okrasi m irasım ızdan ve "Atina dev­
rim inden" söz ederken Greklerin, nasıl " h aklı olarak başkalarıyla kar­
şılaştır ıldığ ında beli rgin bir biçim de uyg ar olduklarını dü şü ndü kleri n­
den" dem vurur.1 00 F akat öt eki t op lum lar göz ardı edilir. Cast oriadis
de Y unanist an'ı "dem okrasini n yaratıc ısı" olarak g örü r. "Öt eki'ne
ilg i G reklerle başlar. B u ilgi, kendi kurum larının el eşt irel olarak in­
c elenm esi ve sorg ulanm asının bir ifadesinden başka bir şey değ ildir, "
diy e bile yazar.ıoı G reklerin kendi kurum ları h akkında bir h ayli dü­
şü ndüğü kuşku g ötü rm ez; bu, onların artan dü şü nselliğ i sağ layac ak
şekilde okury azarlığı g eniş bir bi çim de kullanm alarını n bit: yönü ydü. 102
F akat onları ötekine yönelik bi r ilg inin başlatıc ısı g ibi g örm ek, insan
to plum unu n kendi doğ asının iz ini kaybetm ektir. Öteki ne ilgi , çok fark­
lı biçim ler alabilse ve alm ış olsa bile, insan davranışının değ işm ez bir
özelliğ idir. B u özelliğ ini, A ti na'm n "m odernliğ i" nin bi r y önü olarak
kabul etm ek, bir kez dah a insan toplumunun doğ asını olduğu kadar,
m odern kavram ını da yanlış anlam aktır.
Yunanların dem okrasiyi ic at ettikleri dü şü nc esi de aynı derec ede
kuşkuludur. Çok daha basit toplum ların halihazırda dem okr atik özel­
likler g österdiğ i f ikri, Avrupa dü şü ncesinde sık sık ifade edilm işt ir.
E lbett e, erken dönem toplum larında herkesin herkese karşı savaşa
ANTIKÇA(ilN ICADI 63

tutuştuğu şeklinde Hobbes'cu bir görüş vardı; bu savaşın önü ancak


devlet örgütlenmesinin erken bir biçimi olan şeflik statüsündeki oto­
riter bir liderin gelmesiyle alınabiliyordu. Fakat aynı zamanda erken
dönem toplumlarının ayırt edici bir özelliği olarak, parçalı sistem­
ler arasındaki "karşılıklı yardımlaşma"yı veya kendiliğinden daya­
nışmayı gören Kropotkin gibi düşünürlerle Durkheim gibi sosyolog­
lar da bulunuyordu. Her iki yazar da, gönderme yaptığım Afrika si­
yasi sistemleri tartışmasına hakim olan devletsiz soy zinciri toplum­
larında parçalı siyaset kavramını geliştiren antropolog Radcliffe
Brown'ın (Cambridge Üniversitesi'nin Trinity College'daki meslek­
taşlarınca "anarşist Brown" olarak tanınan) düşünüşünü etkilemiş­
lerdi. Parçalı sistemler, doğrudan ve temsili demokrasi karışımının
yanı sıra olumlu ve olumsuz türden bir karşılıklılıkla birlikte "da­
ğıtımcı adalet"i uyguluyordu.1 03
Atina halkının tercihinin belirlenmesinin önemli bir yolu (bura­
da, yazılı sembollerle) seçimdi. Bununla birlikte, bu işlem yalnızca
Yunanistan'a özgü değildi. Davis'in demokrasinin başlangıcına dair
tartışmasında, Kartaca'ya yalnızca savaşlar bağlamında değinilir, si­
yasal sistemineyse hiç girilmez. Fenike daha da özet bir biçimde ele
alınır. Ama Fenike'nin Kartaca kolonisinde idareciler, yani Hanni­
bal'in döneminde en üst düzey yetkili gibi görünen sufes, yılda bir
kez seçim yoluyla işbaşına gelirdi. Bazıları bu terimi basileus veya
rex ile eşanlamlı görür, diğerleriyse bu kurumun Roma'dan geldiği­
ni kabul ederler; ama Semitik uzmanlar 5 . yüzyılda Tyr'de [Sur] iki
sufete'nin yetkeyi ortak şekilde kullandıklarına işaret ediyorlar.104
"Bazıları Kartaca'da her yıl seçilen ikili sufe kurumunu, esir edilerek
Roma'ya götürülen ve M.Ö. 146'da Kartaca'nın yıkımında Scipio'ya
eşlik eden Grek tarihçi Polybius'tan (y. M.Ö. 205-123 ) esinlenen bir ·
varsayımla, 'ilk Pön Savaşı'nın sonucunda Pön kentinde baş göster­
diği varsayılan 'demokratik bir devrim'le bağlantılandırmayı öner­
diler. " Polybius şöyle yazmıştı: "Kartaca'da müzakerelerde halkın
sesi ağır basıyordu, oysa Roma'da senato gücünün doruğundaydı .
.Kartacalılara göre, en yüksek sayıya sahip olan görüş; Romalılara
göre ise, seçkin yurttaşların sesi hüküm sürerdi. " ıos Başka bir deyiş­
le, temsili demokrasinin bir türü yalnız Kartaca'da değil, Fenikeli Tyr
64 TARİH HIRSIZLIÖI

k ent inin anayurdu olanAs ya'da da zaman zaman Halk Meclis i bi­
çiminde uyg ulanı yordu.
As lı aranacak olurs a, Yunanis tan'dak i s iyas al dü zenlemeleri Feni­
k e' de yaşayan Bat ı Sarni lerinki lerle k arşı laşt ı rmak, kıs men benzer coğ ­
rafi k oşulları n s onuc u olarak doğ rudur. Her ik is i de, " bölü nmü ş, mer­
k ezi bir örgüt lenme eks eni olmayan, coğrafi açı dan parçalanmı ş t op­
raklar" duru mundaydı; l 06 F enik e'de ormanl arı yla birlikt e Lü bnan dağ­
ları denize k adar uzanı yordu; Yunanist an' da kı yı, dar v adileri olan
dağl ık bir araziydi. Her ik i örnekt e de yöre s ak inler i k aradan ziyade
denize bakı yorlardı. Bu k oşullar, "Mıs ır' ın v e Mezopot amya'nın Doğu
ask eri bür okrat ik des pot izmleri" yle k arşıt laşt ırı lan ".; ayıs ı z kü çük [ . . . ]
k ent devl etini n özgür dünyas ı" yla tut arlıydı. Fakat bu t ezat, Astour 'un
belirtt iği gi bi, bütünüyle doğ r u değ ildi; zira Mezopot amya kü çü k k ent
dev letl erinden v e "g erçek anlamda des pot ik neo- As ur İmparat orlu­
ğ u'nun hükü mranlığı alt ında bile mevc ut olan dah a büyük k ent lerin
yerel özerk liğ inin gü çlü bir biçimde ayakt a k almas ı" ndan ort aya çık ­
mışt ı . "Fak at As ur 'un k endis i bile h emen h emen cumh uriyet çi bir k ent
dev let inden doğ muşt u. " ı o7 B azı örnek lerde k ent yönet icileri v ar lık lı
s ak inler aras ı ndan s eçimle bir yı llığ ı na at anı yorlardı. t os Ch ilde bu er­
k en dönem Mezopot amya k ent dev let lerinden " ilk el demok ras iler"
ol arak bahs eder. Dolayıs ı yla, Doğ u des pot izmiyle-is ter Yun anist an' da­
k i, ister Fenik e' dek i olsun- polis aras ında h içbir k esk in ayrı m yoktur.
"K ent dev let leri" nin bol olduğ u Mezopot am ya h akk ı nda A dams şöy­
le yazar: "A ncak, k ı rk yı l s onra bile, ondan s onrak i U ruk k ralı s av aş­
la ilg ili k arar alm a yetk iler ini ha la bir meclis le paylaşmak zor unday­
dı. "1 09 Ast our, Yunanist an'dak i erk en dönem Sami k olonil erini n v e
dah a s onra Fenik e k ı yıs ı ndak i G rek fet ih lerinin t emel i olarak, bu ik i
bölg e aras ı ndak i s öz k onus u yak ı nlığ ı g örü r.
Ben, uyg ulamada s eçki nler aras ı ndan s ık s ık ot orit er s es lerin yük­
s elm es ine v e bu s es lerin uzun dönemler boyunca hükü m sü re. bilme­
s ine k arşın, h erh ang i bir tü r t ems il biçimine, yani k işinin s es ini du­
yurmaya yönelik arzunun ins ana özgü olduğ unu ileri sü rü yorum. N i­
t ek im Finleyıı o modern çağ da bile, s iyas et in profes yonelleşmes inin
s onucu olarak, birçok t ems ili demok ras inin s eçk inlerin k urumları
h aline g eldiğ ini v e K artaca modelindek i yıllık s eçimlerin bu durum-
ANTİKÇAGIN ICADI 65

la mücadelede işe yarayabileceğini ileri sürer; ı ı ı durum böyle olsa,


daha fazla görevden alma, daha fazla yasanın reddi, daha fazla yurt­
taş katılımı mümkün olabilirdi .
Siyasetin Yunanistan'dan tevarüs edildiği varsayılan üç yönünden
ikincisi, "özgürlük"tür; tıpkı Romalılar gibi, yaygın bir biçimde kö­
leliği uyguladıkları kesin olmasına karşın, bu atıf, sarih ve kendi rek­
lamını yapan ideolojilerine bağlanan bir özelliktir. Bu emek biçimi,
sıklıkla özgürlüğe bağlı oldukları iddiasına karşın daha sonra Avru­
pa' da da sürdü; aslında, Karolenj döneminde köleler kıta ihracatı­
nın önemli bir parçasıydı. Köleliğe yakın çeşitli emek biçimleri ne­
redeyse Sanayi Devrimi'ne kadar sürdü; bireylerin üretim araçları­
na dolaysız erişimi bulunmaması ve bu nedenle bir işveren için ça­
lışmak zorunda olmaları nedeniyle, kimileri bunu da ücretli kölelik
olarak nitelemiştir. Bundan dolayıdır ki, özgürlük düşünülebileceğin­
den daha karmaşık bir olgudur. Isaiah Berlin'in işaret ettiği gibi, olum­
suz ve olumlu özgürlük kavramları arasında, yani iyi bir şey olarak
görülen müdahale ve zorlamadan kurtulma anlamında özgürlük ile,
kolaylıkla insanların zorlanmasının meşrulaştırılmasına dönüşebile­
cek kendini gerçekleştirme özgürlüğü arasında yapılması gereken bir
ayrım vardır. 1 12
Bu aşikar kusurlarına karşın, Greklerden miras kalan bir Avru­
pa karakteristiği olarak özgürlük kavramı, durmadan gündeme ge­
lir. Lewis, daha sonraki Müslüman toplumların "modernleşme"deki
başarısızlıklarını tartışırken, "Yanlış giden neydi?" sorusuna, kök­
tendinciliğin varlığından demokrasinin yokluğuna dek uzanan bir­
çok alternatif yanıtı ileri sürer. Kendisi, "özgürlük yokluğunun -kı­
sıtlama ve telkinlere karşı özgürlük; sorgulama, araştırma ve konuş­
ma özgürlüğü; ekonominin yozlaşmaktan ve yaygın kötü yönetim­
den özgürleşmesi; kadınların erkek baskısından özgürleşmesi; yurt­
taşların tiranlıktan özgürleşmesi"- başlıca neden olduğu kanısına va­
rır.m Neredeyse bir Batı tekeli olarak görülmesine karşın, bu geniş
bağlamlarda kullanılan özgürlüğün pek az anlamı vardır. Kanaat öz­
gürlüğü yeni çözümleri, yeni bilgiyi geliştirmekte kesinlikle bir etken
olan laikleşmeyi içeriyor gibi görünür. Eğer dinsel yanıtları reddeder
veya kısıtlarsanız, kaçınılmaz olarak diğerlerine açılırsınız. Fakat bir-
66 TARiH HIASIZLIÖI

çoklarına göre, bu çözüm kendine özgü sorunlar yaratır ve insanlar


tam zamanlı laikleşme yoluna girmeksizin sadece dinin kapsamını
sınırlamayı yeğleyebilirler. Gelgelelim, Lewis'in sorusunu göz önü­
ne alırsak, Yakındoğu da onun daha somut nedenlerle sözünü etti­
ği zihinsel işlemleri etkileyen "bilgi devrimi"nin peşine düşmüştü. Ama
içinde bulunduğu durumun nedeni, daha önce ileri sürdüğüm gibi,
kısmen bilgi dolaşımının kilidi olarak matbaanın yokluğu kadar, Sa­
nayi Devr:imi ve onu önceleyen ve izleyen ticaret ağlarının (Atlantik
ve Pasifik) büyümesinin dışında kalmasıydı da. Büyük Atlantik de­
niz limanlarının açılmasıyla, Batı Avrupa'yla dünyanın geri kalanı
arasındaki iletişim ağları Yakındoğu'yu büyük ölçüde kenara itmiş­
ti. Bunlar onun söz ettiği son derece genelleştirilmiş özgürlüklerden
daha somut, özgül etkenlerdir.
Kaldı ki, özgürlük mutlak değil, göreli bir kavramdır. İran'daki
Şiilerin özgürlüğü, Sünniler, Kürtler veya diğer azınlıkların özgürlü­
ğü değildir; yalnızca az çok ihtiyari seçmenler çoğunluğu tarafından
belirlenir, yine de biçimi ne olursa olsun "demokrasi" birçokları için
özgürlüğün bir yönüdür. Seçmenlik hakkından, ancak insanların si­
yasi kararlar için oy verdiği yerde söz edilebilir; referans grubunun
nitelik olarak etnik veya dini temeli oluşturduğu durumlardaysa, de­
mokrasilerin temsili olarak adlandırılması çok güçtür. Bir grubun öz­
gürlüğü, diğerinin hakimiyet altına girmesi anlamına gelebilir. Avus­
tralya veya ABD yerlilerinin hiçbir özgürlüğü yoktur. Onlara göre
özgürlük, evrensel özgürlüğün yüksek sesli savunucularının kabul
edemeyeceği şekilde, gelen fatihlerden oluşan çoğunluğun yengisi ola­
·rak görülebilir.
Finley ısrarla özgürlüğün köleliğin tersyüz edilmişi olduğunu söy­
ler. Açıkça bir tür paradoks olarak, köleliğin özgürlükle bağlantılı
olduğunu ileri sürer.

İyi bilinir ki, Grekler hem bireysel özgürlük Fikrini hem de onun gerçek­
leştirilebilece9i kurumsal çerçeveyi keşfettiler. Grek öncesi dünya -Sümer­
lerin, Babillilerin, Mısırlıların ve Asurluların dünyası; Mikenlileri de eklemek­
ten kendimi alamıyoru m - aslında derin bir anlamda, Batı'nın anladı91 ma­
nada özgür insanların bulunmadıgı bir dünyaydı . . . Kısacası, Grek tarihinin
4
bir yönü, özgür1ük ile köleligin el ele ilerleyisidir.11
ANTIKÇAGIN ICAOI 67

Bazı tarihçiler de klasik dünyanın başarılarını ve tekilliğini


onun köle kullanımına, Marksist terimlerle ifade edilirse köleci üre­
tim tarzına bağlamaya çalışmışlardır. İşgücünün topyekun denetimi,
dünyaya damgasını vuran muazzam yapıların gerçekleştirilmesinde
paha biçilmez olmalıydı. Fakat diğer emek örgütlenmesi biçimleri
de aynı amaçlara ulaşmışlardır. Her ne olursa olsun, daima askeri
fetihlerle harekete geçirilen köle emeğinin kapsamı net değildir. Kla­
sik dünyada birçok etkinlik, bazıları köleliğin kendisinden çok da
farklı olmayan diğer emek biçimleriyle yürütüldü. Kimi zaman da,
hepsinde kölelik var olmakla birlikte, sadece klasik dünyada "başat"
olduğu ileri sürülür. Başatlık, Love'ın da işaret ettiği gibi kullanımı
zor bir kavramdır.t ı s Kölelik, büyük ölçüde devletin saldırgan aske­
ri siyaseti kadar ticari başarısının bir sonucu olarak da, kesinlikle
yaygındı. Fakat her durumda, özellikle kent ve zanaat" sektörlerin­
de başta olmak üzere, diğer emek biçimleri de önemliydi. Antik Ya­
kındoğu'da kölelik sorunu Adams tarafından ele alırur.ıt6 Adams, Fin­
ley'le ilgili olarak şu sonuca varır: "Bu ışık altında görüldüğünde, er­
ken dönem devlet toplumunu 'köle' toplumu olarak niteleyen Sov­
yet iktisat tarihçileriyle, kölelerin görece az sayıda olduğunda ısrar
eden Batılı uzmanlar arasındaki çekişme, özden çok bir terminolo­
ji sorunudur." "Köle toplumları" nitelemesi, Mezopotamya'da
marjinal olduğu halde, klasik çağlarda "başat" bir kurum olan kö­
leliğe dayanır.117 Köleliğin kapsamı kesinlikle önemlidir, ama yaygın­
lığı abartılabilecek olan klasik dönem Akdeniz köleciliği bir kurum
olarak benzersiz değildi. "Özgürlük" kavramı da kesinlikle sayıla­
ra bağlı belirlenmemişti.
Finley, köleliğin Yunanistan'ın toplumsal yaşamındaki merkezi
önemini savunurken ( "Grek uygarlığında temel bir unsurdu"118), aynı
zamanda işgücüne katkıda bulunan çok çeşitli diğer emek biçimle­
rini de kabul eder. Ülkede küçük toprak sahipleri, özellikle hasat dö­
neminde geçici ücretli işlere giriyorlardı; "özgür emek ve köle eme­
ği arasında bir ortak yaşam (symbiosis) vardı."119 Kentlerde daha
açık bir geçici .emek havuzu bulunuyordu . Bununla birlikte, "Grek
kent devletleri ne kadar ileri düzeydeyse", "gerçek anlamda köleci"
olma ihtimalleri de o kadar yükseliyordu. Fakat Yunanistan'da mer-
68 TARİH HIASIZLIGI

kezi olmasına karşın, kölelik ne tarımda ne de diğer kesimlerde tek,


hatta ana emek kaynağıydı. 120 Belirli ölçüde bir özgürlüğün başka
yerlerdeki toplumları nitelemediği de açık değildir; köleci olmayan
emek kesinlikle Mezopotamya'da mevcuttu.
Bununla birlikte alternatif bir çekişme konusu, Finley'in, antik
Yakındoğulu büyük bronz çağı toplumlarını antikçağdan farklı gör­
mesinin sebebi olarak, sadece sulamalı tarımın yokluğunu değil, aynı
zamanda ikincisinin hem "bireysel özgürlüğü keşfetmesi" hem de kö­
lelik uygulamalarıyla ilkinden ayrıldığını iddia etmesindedir. Childe
da, demir aletlerin ve basılı paranın gelişiyle birlikte, demir çağın­
da Grek felsefesinin topluma tam bir bağımlılıktan kurtulan birey­
lerin kurgusu olarak gördüğü birey-toplum sorunuyla (Hint felsefe­
si gibi) ilgilendiği kanısındadır.ııı Gelgelelim, daha ihtiyatlı bir bi­
çimde, bu kaygıların daha önce eski taş devrinde de belirdiğini, do­
layısıyla özgürlük ve birey kavramlarının yalnızca Yunanistan'a özgü
olmadığını söyler. Bu tespit, bütünüyle doğru gibi görünüyor.
Finley haklı olarak "bu statüleri betimlemekte kullanılan dille il­
gilenir" ve işte bu bağlamdadır ki, o ve diğerleri özgürlüğün ("iyi bi­
linen" ) "keşfi"nden bahsedebilirler. Görüşünü, ne Yakındoğu ne de
Uzakdoğu dillerinin (İbranice de dahil), Grekçede eleutheria, Latin­
cede libertas olan özgürlük sözcüğünün bir çevirisini barındırdığı­
nı ileri sürerek doğrular. Sözünü ettiği diğer toplumlarda köleliğe ya­
kın bir kurum bulunduğundan, "temel" veya "başat" olarak görü­
lebilecek bir statüde olsun ya da olmasın, bunu tanımlayacak ayrı
bir kelime olmasa bile köleliğin varlığıyla yokluğu arasındaki farkın
bilinmemesi hiç akla yatkın değildir. Kölelik, Kuzey Gana'da üzerin­
de çalıştığım gruplar arasında mevcuttu, ama özgür olmayı betim­
leyen özgül bir sözcük yoktu; yine de, insanlar bir "köle"yle (veya
"piyon" ) öteki insanlar arasında ayrım yapmakta hiçbir güçlük çek­
miyorlardı. Aslına bakılırsa, bir köle (gbangbaa) değilseniz, özgür
olduğunuz kabul ediliyordu ve özgül bir nitelemeye ayrıca ihtiyaç
duyulmuyordu.
Antikçağın siyasete yapmış olduğu varsayılan üçüncü katkı, ge­
nelde Roma geleneğiyle ilişkilendirilen, hukukun egemenliğini
sağlamasıdır. Romalıların, diğer okuryazar toplumların da yaptığı
ANTIKÇA(:;IN ICADI 69

gibi, ayrıntılı bir yazılı yasa sistemi geliştirdiği kesindir. Fakat Ma­
linowski122 ve sayısız antropologun, herkesten çok da Gluck­
man'ın Zambiya'nın Barotse (Lozi) halkı arasında hukuk üzerine
yaptığı ayrıntılı çalışmada m ileri sürdüğü üzere, sözlü kültürlerin
bile daha geniş bir anlamda yasayla yönetilmediğini kabul etmek
hata olur. Aslına bakılırsa, " hukukun hakimiyeti" kavramı, okur­
yazar kültürlerin üyeleri tarafından bütünüyle çok dar bir biçimde
yorumlanmıştır. Nuer Hukuku, Tswana Hukuku ve daha birçok di­
ğer sistem üzerine kitaplar yazılmıştır; bu tür sözlü hukuklar çoğu
zaman bir parçasını oluşturdukları yeni ulusların yazılı yasalarına
eklemlenmiştir. Sahraaltı Afrika'smda yakın geçmişte yaşanan
olayların, o kıtada kanun güvenliğinin eksik olduğu izlenimini ve­
rebileceği doğrudur. Ancak, Irak, Balkanlar hatta Doğu ve zaman
zaman Batı Avrupa'daki son gelişmeler de aynı izlenimi·verebilir. As­
keri gücün kullanımı, ortaya çıktığı her yerde hukukun üstünlüğü­
nün karşısındadır - her ne kadar ikincisi bu tür eylemlerin sonuç­
larından biri olarak doğabilirse de.
Daha özgül bir alana ilerlersek, bireysel mülkiyet haklarının bir
Roma hukuku icadı olduğuna dair yaygın -veya Batılı- düşünce, söz­
lü kültürlerdeki yasal düzenin antropologlarca yapılan ayrıntılı çö­
zümlemelerini bütünüyle göz ardı eder. Hangi tarım toplumu, eki­
len toprak (mutlaka dışlayıcı veya sürekli olması gerekmese de) üze­
rindeki hakları tanımaksızın işleyebilirdi ki? Tarım topraklarında kap­
samlı bir kıtlığın olmadığı sözlü bir kültür olan Kuzey Gana'nın La­
Dagaa halkı, tarlaların sınırlarını çoğu zaman ihlalden kaynaklana­
bilecek (büyük ölçüde mistik) belalar konusunda uyaran siyah haç­
lar çizilmiş taşlarla belirlerdi. Sınır anlaşmazlıkları, sık değilse bile,
tüm komşu toplumlarda olduğu gibi burada da kesinlikle yaşanıyor­
du. Ve genellikle müzakereler, aracılar veya şiddet tehditleri gibi ka­
bul gören yasal yöntemlerle çözülüyordu. Daha karmaşık yazılı kül­
türlerinse -kuşkusuz- kayıt ve tapuyu içeren ve tüm bronz çağı son­
rası toplumlarında bulunan kendilerine özgü yöntemleri vardı.
Çin'de, aralarında toprak transferlerini de içeren "ilan belgeleri" adı
altında yazılı "kontratlar" -üstelik Tang döneminden beri- kullanı­
lıyordu. 19. yüzyıl Tayvan'ından bir örnek şöyle başlar: "Kuru tar-
70 TARiH HIRSIZUGI

la arazi sini n geri d önülm ez ş ekild e satış ı içi n bu kontratın i cracı sı . . . "124
S at ıcı, sat ın almak i st eyi p ist emedi kleri konu su nd a yakın akrabala­
rına d anışt ığını ve ald ığı yanıt olu msu z oldu ğu nd an, " annemi n pa­
raya i ht iyacı oldu ğu " i çi n, satış iş lemini yapt ığını söy ley erek d evam
ed er. S at ış iş lemi , " sözlü anlaş manın güvenilmez olmasınd an kork­
tu ğu mu z içi n" yazıy a d ökülmekt edir, d olayısıy la ilk e olarak t oprak
haklarını -d aha güv enilmez olsa d a- sözlü olarak, yani yazılı iş lem­
lere baş vur maksızın akt armanın d a mümkün oldu ğu anlaş ılmakt a­
dır.
Bu t ür hakların Avru pa'd a Roma hu ku ku nu n baş langıc ına d eği n
olmad ığı ş ekli nd eki d üş ünc e, bi rçok t ari hçi ni n hemfi kir oldu ğu bi r
hu su stu r. Örneği n Weber, ilki n hoc ası Momm sen'i i zleyerek i nsanın
özgün varoluş koşu lu nu n "t emeld e komünal" oldu ğu nu kabu l et miş­
t i; ı ıs Marx d a bu görüşt ed ir. Ne var ki, 19 . yüzyıl t ari hçileri ni n bu
varsayımı i leri sürmesi ayrı, 20 . yüzyıl u zmanlarının aynı ş eyi yap­
masıysa t amamen ayrı bi r ş eyd ir. Daha önc eki araştırmac ılar yet er­
siz belgeye ve geçmiş hakkınd a hayali kavramlara sahi pti. Daha son­
raki y azarlarınsa, Mai ne'i n t oprak mülki yet hakları ( bazıları bi rey­
sel, di ğerleri özgül gru plara ait olmak üzere) hi yerarş isi kavramının
geçerli li ği ni göst eren, yakın d önem t oplu mlarına iliş ki n çok zengi n
araşt ırmalara eriş im olanağı vard ır. Mai ne' in kavram çerçevesi, bi­
reysel ve komünal ş ekli nd eki önc eki ay rıml ard an, gerek geçmişte ge­
rek günümüzd e t oplu ml arın t oprak mülki yeti si stemi ni d oğru d ür üst
nit eley emeyen kategorilerd en vazgeçmişti. Oku ryazarlık önc esi t op­
lu mlar d a, kabaca bi reysel ve kolekt if olarak ad land ırılabi lecekler
d e d ahi l olmak üzere, mülki yet hiyerarş ileri ne sahipti.t26 Anti kçağın
yasal d üzenlemeleri ni , G lu ckman'ın kanıt sal t emeli n güçlü oldu ğu
Z ambiy a'd a y ürütt üğüne benzer, günümüze y akın bi r d önemd e y a­
pılmış okury azarlık önc esi huku k si st emin e yöneli k ayrıntılı bir araş ­
tırmanın sonu çlarıy la bi le karşılaşt ırmakt a apaçık met od olo jik t eh­
li keler bu lu ndu ğu bi r gerçekt ir. Ama böyle bi r yönt em, t ari ht en çok
efsane alanına ait olan komünal evreye iliş ki n genel varsayıma kı­
y asla açıkça t erci h edi lmelidi r. Alt ernati f " kay naklar" ın i hmali , kıs­
men bi r bi lgi si zlik , ilgili di si plin leri n bi rbi ri nd en soyutlanması soru ­
nudu r ve bu d a, ku su rlu bir t arih e yol açar.
ANTİKÇAGIN ICADI 71

Din ve "Siyah Atina"


G rek kültürünün oluşturduğu genel probleme getirilebilecek çö­
zümün bir bölümü, klas ik toplumun benzers izliğinden yola çı kma­
yıp da, E ge'nin Ort adoğu'yla, özellikle de Ber nal' in çalı şmas ı nda Mı­
sı r ve G üneydoğu A kdeniz'le, diğ er çalışmalar da da Mezopotamya
ve Kuzeydoğu A kdeniz' le bağlantı ların ı ve devamlı lı klarını s aptama­
ya çalışan akademis yenler ce önerilmiştir. Yunanis tan'ın r olünü şişi­
rerek, G rekler in ticar i etkinliğini ve pazar ekonomiler ini önems izmiş
gibi gös termek, G rek başarıları nın dah a geniş bağlamını, onları n Fe­
nike ve Mıs ır 'la olan temas ları nın yanı s ı r a, kıyı larının civar ı ndaki
denizl erde, D oğu A kdeniz'de ve Karadeniz'de tüccarlar için önemi­
ni s avs aklamak anlamına gelir. Bunlar Ber nal'in Black Athena' da yap­
tığı eleştirinin temel tezler idir.
Antik Yu nanis tan'ın kültür el tarihin in kabul edilen yorumuna, Ber ­
na], 127 A r yan modeli tanımlamas ıyla gönder me yapar: Bu model, Av­
r upa tarih inin komşular ı nınkinden far klı bir yola yönelmes i ve Sami
etkilerin (ve bu dillerin mens up olduğ u dah a büyük dil ailes i olan
Af r o- As ya diller inin) A kdeniz'in doğ u kıyılar ı ndaki nüfu zunun püs­
kür tülmes i gibi kaps amlı s onuçlar ı olduğ u kabul edilen Hint-Avr u­
pa (veya onun dah a içlemci kategor is iyle Hint-Hiti t) dilleri konuşan
h alkların is tilas ı anlayı şı na dayanı r. Bu model, yaln ı z Fenike'yle de­
ğ il, başyapı tını n başlığı nın da gös ter diğ i üzer e, Ber nal'in G r ek uygar­
lığı na büyük bir katkı yaptı ğını düşündüğü Mıs ır'la olan bağlantı­
lar ı da h afi fe alma ar zus una yol açar. ııs Bern al'in gözünde A ry an mo­
deli, "Yunanis tan tarih iyle bu tarih in Mıs ır ve D oğu Ak deniz'le olan
ilişkiler ini, 19. yüzyı lı n dünya gör üşüne, özellikle de bu dünya gö­
rüşünün s is temli ır kçı lığına uydur muştu.129 Buna karşı , "gözden ge­
çir il miş bir antik model" adını ver diğ i, Yunan is tan' ı n Mıs ır ve Fe­
nikelilerce s örn ür geleştir ilmes ine dair kadim h ikayeler i kabul ed en,
başka bir deyişl e Yunanis tan' ın diline, yazıs ına ve dah a genel anlam­
da kültür üne tes ir edecek şekilde, D oğu A kdeniz' in tamamıyla olan
temas lardan etkilendiğini kabul eden modeli önerir; bu fikri ilk ola­
rak Herodotos ileri s ürmüştür ("antik model" adı da buradan gel­
mektedir) .
72 TARiH HIASIZLIGI

Bernal'in açıklamasının sorunlarından biri, vurgunun antik mo­


delden Aryan modeline kaymasının ancak 19. yüzyılda, yani ırkçı­
lığın ve anti-semitizmin gelişmesiyle birlikte gerçekleştiğine ilişkin
iddiasıdır. Bu duyguların, Sanayi Devrimi'nin ardından Avrupa'nın
dünya hakimiyetiyle birlikte o dönemde çok güçlendiği kuşkusuzdur.
Ne var ki, Berna} bu tutumların belirişini Yunancayla Hint-Avrupa
ailesi dışındaki diller arasında herhangi bir bağlantı kurmak konu­
sunda "sıra dışı bir isteksizlik" duyan Hint-Avrupa filolojisinin
1 840'lardaki doğuşuna bağlı, yeni bir gelişme olarak görür.
Gelgelelim, Doğu'yla olan bağlantıları reddetme eğilimi benim ka­
nımca 7. yüzyıldan itibaren İslam'ın yayılmasına, 1 3 0 Haçlıların uğ­
radığı yenilgilere ve Hıristiyanların Bizans'ı kaybetmeleriyle iyice ağır­
laşan, "köken" ve etnik-merkezciliğe ilişkin daha genel sorunlara dek
uzanır. O dönemde Avrupa'yla Asya arasındaki çekişme, Hıristiyan
Avrupa'yla Müslüman Asya arasındaki karşıtlığa bürünmüş, bunla­
ra da daha önceden kalma, sırasıyla "demokratik" ve "despotik" yaf­
taları tevarüs ettirilmişti. İslam, Avrupa'ya karşı, baştan itibaren Ak­
deniz'de görüldüğü gibi yalnız askeri değil, aynı zamanda ahlaki ve
manevi bir tehdit olarak da görüldü; Dante, Muhammed'i cehenne­
min sekizinci katına yerleştirdi. En genel düzeyde, etnik-merkezci­
lik hepimizi diğerlerinden ayırır ve böylece kendi kimliğimizi tanım­
lamaya yardım eder. Fakat tarih, özellikle de dünya tarihi için kötü
bir kılavuzdur.
Bernal'in etnik-merkezci tutumların oldukça geç bir tarihte geliş­
tikleri konusunda yanıldığını düşünmemin bir başka nedeni, Röne­
sans'ın ve hümanistlerin "kaynağını" "klasik edebiyat"ta görmesi­
dir. O dönemde Grek ve Roma düşüncesi diğerlerinden daha revaç­
taydı ve hümanizmaya "temel yapısının ve yönteminin çoğu" için
kaynak sağlıyordu. Sami ve Afra-Asya kültürlerinin yanı sıra Kar­
taca da dahil Yakındoğu'yla kurulan muhtemel bağlantılar, tıpkı Rö­
nesans çağına gelindiğinde Avrupa'da şu ya da bu şekilde yüzyıllar­
dır var olan İslam'ın etkisi gibi, bir tarafa atılmıştı. Antikçağın, or­
taçağ Hıristiyanlığına diriltici bir karşıtlık olduğu kanıtlanmıştı ve
antikçağ da, eserleri okunabilen Yunanistan ve Roma'dan ibaretti.
ANTIKÇAGIN ICAOI 73

Öte yandan Bernal, sözgelimi din ve felsefede Grek dininin temel­


de Mısır menşeli olduğunu ve kolonileşme sonucunda ortaya çıktı­
ğını ileri sürmeye yetecek koşutluklar bulunduğunu da düşünür. Ka­
nıtların bazıları dilbilimsel karşılaştırmalardan gelir; bununla birlik­
te, Afrika dillerine ilişkin dilbilim alanında sınırlı deneyimim, bu kar­
şılaştırmaların çoğu zaman kapsamlı kültürel sonuçların temelini oluş­
turmaya yetmeyecek kadar sağlıksız ve gelişigüzel olduğunu düşün­
dürüyor. Her halükarda, bir örnek verecek olursak, dinler aralıksız
olarak buluşlar ve gerileme, eskime ve yaratıcılık süreçlerinden geç­
tiler; bu da, sözgelimi Bernal'in büyük önem atfettiği boğa kültlerin­
deki intihalleri irdelemeyi gereksizleştiriyor. Tüm sığır yetiştiricisi grup­
lar potansiyel olarak böyle bir kült tipine sahip olma eğilimindedir;
bu tür kültlerin hepsi zaman zaman başarısız olur ve o zaman yeni­
leriyle değiştirilebilirler. Bu nedenle ben bu alanda, antropologların
"bağımsız icat" dedikleri şeye Bernal'in varsayımının izin verdiğin­
den daha çok yer verirdim. Bu her yerde gerçekleşmez; Mısır hiye­
rogliflerinin Minos yazısına etkisi, tıpkı Mısır sütununun Grek mi­
marisine etkisi gibi, genellikle kabul edilir. Ama dini kültler konu­
sunda, icat çoğu zaman bağımsızdır.
Kuşkusuz etkiler her iki yönde de işler. Mısır da Doğu Akdeniz'le
olan aralıksız iletişiminden ve bu coğrafyadan asker ve der.izci top­
lamasından etkilendi. Hyksos döneminde, Delta'daki Avaris'e (Teli
el-Dab) yerleşen ve Asya'yla canlı bir ticaret siyaseti güden, Serabit
el-Hadim'deki turkuvaz madenlerine kolayca ulaşan ve eşek kervan­
larıyla ticaret yapan hükümdarlar yabancıydılar. Mısır o dönemde
bir açık deniz filosuna sahip değildi ve Minos himayesine kucak aç­
mış olması ihtimal dahilindedir.131 Çömleklerin çoğu ithaldi; Akro­
tini'deki Thera duvar resimleriyle ilişkileri olan Minos duvar resim­
lerinin parçaları Avaris'te bulundu.m Bu dönemde, "Knossos ile Del­
ta arasındaki temaslar [ . . . ] eskiden olduğundan daha kapsamlıyd..."m
Avrasya dinine olası Mısır katkısı teması, Moses and Monothe­
ism (1939) [Der Mann Moses und die monotheistische Religion; Musa
ve Tektanrıcılık] adlı çalışmasında Freud tarafından ele alındı. Bu
kitapta Freud, gayet iyi bilindiği gibi, Musa'nın tektanrıcılığını "sap­
kın" firavun Akheneton'dan alan bir Mısırlı olduğunu ileri sürdü.
74 TAAIH HIASIZLIGI

B öy le bir etki nin olası lı ğı k onusunda ben h ük üm v eremem. B unun­


la bi rlik te, bazı P rotestanları n Hı ristiy anlık ta da olduğunu i ddi a et­
tikleri gibi, tek tanrıcı lı ğa geçi şi n ve tek rar geri dönüşün, sürecin ben­
zersizliğinin altı nı çizen bir y aratı lı ş mitinin sonucu olarak , birçok
i nsan topluluğunda daima mevcut bi r olasılık olduğunu ek ley ebili­
ri m. B unun bir nedeni de, y aratılış (çoğu zaman bi r y aratıcı tanrı­
nı n i şi olarak ) benzersiz bir edi m ol arak görülürk en, dah a k üçük tan­
rıların aracı lar olarak çoğalma eği li minde olmasıdır.
Freud' un savı na göre, "Firavun' un imparatorluğunun düzeni, tek ­
tanrıcı fik ri n ortay a çıkı şı nı n dı şsal nedeni"y di.134 Siy asi merk ezi leş­
me di ni merk ezileşmey e y ol açmıştı. Fak at birçok mi sy oner ve an­
tropolog, dah a basit k ültürlerde tek tanrı cılık değilse bile en azı nda n
bi r "y üce tanrı" nı n, y ani bir "y aratıcı tanrı " nı n ve dah a önemsi z tan­
rı ları y aratan bir tanrı nı n varlı ğı nı bi ldirmiştir. B u tanrı Afrik a' da
deus otiosus h aline geli r; ona ender olarak tapını lır; ama y ine de ev­
reni y aratt ığı gerçeği onun dah a etki n bi r varoluşla geri dönebi lme
olasılı ğı nı gündemde tutar. B u bağlamda, tektanrı cı lı ğı n ortay a çıkı ­
şını anlamak güç deği ldir.
B azı çek incelere k arşı n, B ernal'in şu temel tezlerinin doğruluğu
k onusunda h içbi r k uşk um y ok:
( a) Bu i h malde, "ırk sal" etk enler önemli bir rol oy namıştı r. Fak at
ben bu etk enlerin, onun ileri sürdüğünden çok dah a esk i bir k ö­
k eni olduğunu ve ırk sal olduğu k adar k ültürel üstünlük k avra­
mıyla da bağlantılı olduğunu düşünüy orum;
( b) Antik Y unani stan' la Yak ındoğu arası ndaki bağlantı lar fazlasıy ­
la i h mal edi lmi ştir; F enik e ve Kart aca'nın marj inalleşti rilmesi bu
s ürecin aşika r örn ekleridir. Kartaca'run dini h em Yunanistan h em
de' Mısı r' dan etki lenmişti.
Ak den iz toplumları arasında genellikle k abul edilenden dah a yük ­
sek düzey de bi r ortakl ığı tespi t etmey e çalı şan sadece B erna! değil­
di r. Asy a k ıyı larının Sami di lleri k onuşan h alk larıyla G rek ler arası n­
da bir bağlantı üzerindek i ı srar, başta Cy rus G ordon olmak üzere
bir di zi Yah udi Sami uzmanını n eserlerini n çek irdeği ni oluşt u­
rur. 135 Ga rda n, y eni k eşfe di len Sami dili ni n en esk i alfabetik y azı k a­
nıtını sunan Kuzey Suriy e' dek i U garit k enti nde bul unan tabletleri ana-
ANTIKÇAGIN ICADI 75

liz ederek, Ugarit grameri üzerine öncü bir çalışma yürütmüştü. Uga­
rit'teki Fenike yerleşiminin Girit'le olan bağlarını bulmaya girişti ve
1955'te, "Grek ve İbrani uygarlıkları, aynı Doğu Akdeniz temelle­
ri üzerinde inşa edilen koşut yapılardı" sonucuna varan Homer and
the Bible adlı eserini yayımladı.136 Bu kavram o dönemde birçokla­
rı için sapkıncaydı. Gelgelelim, İkinci Dünya Savaşı'ndan beri, Yu­
nanistan üzerindeki Fenike etkisine karşı eski yadsıma değişime uğ­
ramıştır. Fenike yerleşimlerinin yalnızca adalarda değil, anakarada­
'ki Thebai'de de bulunduğu daha kabul edilebilir hale gelmiştir;137
bu yüzden demir çağı Yunanistan'ı üzerindeki Fenike etkisi, artık muh­
temelen 10. yüzyıla kadar geri götürülmektedir.
Fenikeliler Akdeniz'in dört bucağında yolculuk ediyorlardı. Baş­
ta maden olmak üzere ticaret fırsatları için gözlerini dışarıya çevir­
miş ve ticari işlemleri kaydetmenin basit bir yolu olarak alfabetik ya­
zıyı geliştirmiş bir kıyı topluluğuydular. Fenikelilerin gerek kereste
gerekse madende nasıl tüccarlaştıkları çok iyi bilinir. Lübnan dağ­
ları Sidon'un [Sayda] kuzeyinde denize kadar inerler. Tyr'in [Sur] bile
sınırlı bir kıyı şeridi vardır. Dolayısıyla Lübnan'ın sedir ağaçları, gemi
yapımında kullanılmak üzere Mısır'a (Mısır'ın kerestesi yoktu) ve
tapınak yapımında kullanılmak üzere lsrail'e tahıl karşılığında sa­
tılıyordu. Ve Fenikeliler Akdeniz'in her yanındaki maden arayışla­
rında, Kartaca, Cadiz hatta Cornwall'a (bu son iki yere özellikle bronz
yapımında kullanılacak kalay için) gittiler. Yolculuklarının bir sonu­
cu, bugünkü Tunus'ta bulunan hatırı sayılır bir koloni olan Karta­
ca'nın kurulmasıydı. Yaklaşık M.Ö. 600'de Afrika kıyılarını bir uç­
tan diğerine dolaşan bir Mısır keşif seferi yaptıkları bile söylenir. Her
durumda, yalnız Ege'nin değil tüm Akdeniz'in büyük denizcileri ve
zengin tüccarlarıydılar. Beloch gibi bazı 1 9. yüzyıl bilginleri Fenike­
lilerin Ege'de M. Ö. 8. yüzyıldan önceki varlığını şiddetle yadsısalar
bile, arkeolojik kanıtlar Minos ve Miken dönemlerinde ve "ikinci
binyılda Ege dünyasıyla Doğu Akdeniz kıyıları arasında gelişkin ti­
cari ilişkilere" işaret ederler,138 Aslı aranacak olursa yazar Jidejian,
Kadmos öyküsünün "anakara Yunanistan'ındaki erken dönem bir
Batı Sami nüfuzunu yansıttığını" ileri sürer.139 Herodotos'a göre, kız
kardeşi Europa'yı aramaya gönderilen Tyr kralının oğlu Kadmos, Grek
76 TARiH HIRSIZLIGI

kenti Thebai'yi bulur. Alfabeyi Yunanistan'daki Boetia'ya getiren Fe­


nikeli Kadmos'tur; Rodos ve başka yerlerdeki Fenike yerleşimlerine
dair de öyküler vardır; Oidipus Hanedanı'nı kuran Kadmos rivaye­
ti antik dünyada sürüp gitmiştir. Bu yüzden, yalnız antik Yakındo­
ğu'da değil, kendilerinin de temelli bir parçası oldukları klasik dün­
ya adını verdiğimiz coğrafyada da pek çok bağlantıları ve etkileri ol­
duğu kesindir.
Çoğu klasik çağ tarihçisinin eserinde görülen Yunanistan ve Ro­
ma'ya yoğunlaşma eğilimi, Fenike'nin alfabenin doğuşuna (sessiz harf­
ler anlamında Yunanistan'dan 750 yıl önce) olduğu kadar, Sami dil­
lerdeki okuryazarlık başarılarına katkısının da önemini küçültmek­
le kalmamış, aynı zamanda başlangıçta bir Fenike ticaret topluluğu
ve daha sonra Batı Akdeniz'de hatırı sayılır bir imparatorluk olan
Kartaca'yı da tarihin kenarına itmiştir. Kartacalılar yalnız tarihin ke­
narına itilmekle de kalmamış, kısmen Romalıların bir dizi kuşkulu
kanıta dayanan çocuk kurban etme ritüeli üzerindeki ısrarları nede­
niyle, "barbar" konumuna da sokulmuşlardır. Her halükarda, bu uy­
gulamanın Eski Ahit'te yer alan İshak'ın kurban edilmesi gibi bazı
olaylardan ya da Roma'da gayrimeşru çocukların soğukta teşhir edi­
lip ölüme terk edilmesinden veya genelde disiplin artırıcı diye yorum­
lanan bazı Sparta uygulamalarından niye daha barbarca oldukları
belli değildir. Açık olan; son derece başarılı, Roma'nın öncülü oldu­
ğu kadar rakibi de olan bir uygarlığın, dağılmış empori a 'nın birleş­
tiği 5. yüzyıldan itibaren önce Yunanistan'ın, ardından da Roma'nın
çağdaşı ve benzeri olmasına karşın, Yakındoğu toplumlarıyla tama­
men aynı yöntemle antikçağ kategorisinden dışlandığıdır.
Kartaca ve Fenike'nin Akdeniz kültürüne katkısına ilişkin bilgi­
lerimizdeki bir sorun, söz konusu uygarlıkların kendi yazılı kayıtla­
rından çok azına sahip olmamızdır. Fenikeliler bir alfabeye sahip ol­
duklarına göre, çeşitli türden kayıtlar tutmuşlardı şüphesiz. Kaldı ki,
daha sonraları Josephus, "Greklerle temas halindeki uluslar arasın­
da, gerek gündelik işlerin gerek kamusal olayların anısının kaydın­
da yazıyı en çok kullananlar Fenikelilerdi," diye yazmıştı. "Geçmiş­
te Tyr halkı yıllar boyunca devlet eliyle, kendi tarihlerine ve yaban­
cı uluslarla ilişkilerindeki önemli olaylara dair kamusal kayıtlar tut-
ANTIKÇAGIN ICADI 77

tu, derledi ve çok dikkatle korudu," diye de eklemişti.140 Bu belge­


lerden hiçbiri bugüne ulaşmamıştır, ama daha dayanıklı tabletler ye­
rine, Mısır'dan ithal edilen kolay bozulur nitelikteki papirüslere ya­
zılmış olmaları mümkündür. Temelde kısa olan Fenike yazıtları tüm
kıyı kentlerinde bulunmuştur, ama bunun dışında, ufkumuzu Yahu­
diliğe kadar genişletmediğimiz takdirde, kalanlar pek az ya da hiç
denebilecek ölçüdedir.
Antik dünyanın önemli bir parçası olmalarına karşın, Fenikelile­
rin Grekler ve Romalılar tarafından devralınan edebi veya sanatsal
bir miras bırakmamalarının nedeni de budur. Edebi miras, Kartaca'nın
M.Ö. 146'da Romalılar tarafından yıkılmasının bir sonucu olarak
kent kütüphaneleriyle birlikte ya imha edilmiş ya da yok olmuştu.
Yalnız uyguladıkları ileri tarım faaliyetleri bakımından değil, aynı
zamanda konu hakkındaki bir kitabın Latince çevirisinden de anla­
şıldığı üzere, tarımsal bilgileri konusunda kanıtlar vardır.
Dolayısıyla, Doğu Akdeniz'de Samilerin rolünün bir kenara atıl­
ması, bu bölgede denizci Fenikelilere ilişkin yaygın kanıtlarla çelişir.
Fenikeliler, başlıcaları bugünkü Lübnan1 da olmak üzere, İsrail/Filis­
tin'deki Akka'dan Suriye'deki Ugarit'e dek uzanan bir dizi ünlü "kent
devleti" iskan etmişlerdi .

Sonuç: Antikçağ ve Avrupa-Asya İkiliği


Grekler yalnız kendileri tarafından değil, daha sonraları Avrupa­
lılar tarafından da "farklı" diye tanımlandılar. Finley gibi klasik çağ
tarihçileri, onların etkin bir biçimde mal ve düşünce alışverişinde bu­
lundukları Yakındoğu'nun geri kalanından varsayılan farklılaşma­
larının ardındaki itici güç olarak neyi görür? Sözde siyasi farkların
başlı başına yeterli görünmesi çok zordur. Antikçağ dünyasının özel
karakteristikleri ne olursa olsun, akademisyenlerin açıklamalarında
eksik olan husus, Avrupa ve Akdeniz'in diğer bronz çağı sonrası top­
lumlarının genelinden ayrı (ve ola ki ilerici) bir toplum tipi ve üre­
tim tarzı olarak görülebilecek bir şekilde nasıl ve neden ayrıştığıdır.
Bilgi sistemleri, heykel, tiyatro, şiir açısından başarıları muazzamdı;
ama özel bir toplum tipinin varlığı açısından sahip olduğumuz kuş-
78 TARiH HIRSIZLll:il

kulan dile getirdik. Birçok yorumcu tarafından köleciliğin hakimi­


yeti klasik toplumların can alıcı farkı olarak seçilmiştir. Kültür ve
ekonomide büyüme göz önüne alındığında, köleliğin mevcudiyeti­
nin hem avantajları hem de dezavantajları olduğunu göstermiştim.
Ayrıca her durumda, Batı ve Doğu yaşam tarzları arasında, antik ve
Asya tarzları arasındaki ikiliğin çağrıştırdığı kadar muazzam bir ay­
rım da oluşturmuyordu. Köle emeğinin kullanımının yaygın olma­
sı mümkündür, ama teknik üretim araçları arasında pek fark yok­
muş gibi gözükmektedir. Antikçağda, bakır ya da kalaydan çok daha
ucuz, her yerde bulunan bir maden olan demirin yaygın kullanımı­
nın önemli sonuçları vardı, ama bu, bölgedeki tüm toplumlar için
geçerliydi.141 Başta su mühendisliğinde ve ekin gelişiminde meyda­
na gelen diğer gelişmelerse, genel anlamda onları önceleyenlerle sü­
reklilik gösteriyordu. Bu düzeylerde, karşıtlık çoğu ·klasik tarihçinin
gördüğünden daha az belirgindi.
Doğu'da olan bitenin "Asya istisnacılığını" temsil ettiği ve Batı­
lı olaylar silsilesinin "normal" olduğu kavramının bizzat kendisi, "ka­
pitalizm"e çıkan tek yolu işaret ettiğini ileri süren 1 9. yüzyıl bakış
açısına dayanan haksız bir Avrupalı varsayımını ifade eder. Ve bu
fikir, tarihçi Braudel'in sıklıkla kullandığı geniş anlamıyla kapitaliz­
min, çok daha özgül bir ekonomik olay olan, çoğu zama!l "üretken
bir yatırım"la ilgili görülen (bu tarımsal toplumlarda bile genel bir
etken olmasına karşın) sanayi üretimiyle birleştirilmesinden doğar.
1 9. yüzyılda Batı Avrupa'nın kendisi "istisnai" hale gelmesine kar­
şın, belki de "silah ve yelkenler"deki teknik gelişmelerin ve Çin'de
uzun zamandır kullanılan matbaanın benimsenmesinin ardından, ba­
sılabilen harfleri kullanan bir alfabetik yazıya bağlı olabilecek "Bü­
yük Keşifler Çağı"ndaki avantajlarının dışında, daha önceden diğer
büyük uygarlıklarla aynı çizgide olmadığına ilişkin bir işaret yoktur.
Matbaanın gelişimi, bilginin daha hızlı dolaşımına (ve birikmesine)
olanak verdi; bu, Çin ve Arap uygarlıklarının kağıt ve ilkinin mat­
baa kullanımı nedeniyle daha önceden sahip olduğu bir üstünlüktü.
Antikçağı, bronz çağı sonrası Asya uygarlığının gelişiminden fark­
lılaştırmanın etkisi, bu varsayımsal ayrılmayla ilgili bir açıklama so­
runu yaratır. Aynı zamanda, kapitalizmin kökeni sorununu Avrupa
ANTIKÇA�IN ICADI 79

kültürünün varsayımsal köklerine dek geri götürür. Çünkü birçok


klasik çağ tarihçisine göre, Avrupa daha antikçağda o yöndeki doğ­
ru yolu izlemekteyken, Asya yanlış yola sapıruştı . Son zamanlara dek,
Avrupa kültürünün tamamen benzersiz bir şekilde Roma ve Grek
toplumunun başarılarından kaynaklandığını düşünen "hümanistler"in
çoğunun görüşü buydu. Bu başarılar kimi zaman, Burkhardt'ın açık
sözlü bir tarihsel veya sosyolojik bakış açısıyla tartışması güç bir bi­
çimde ortaya attığı "Grek dehası" kavramına bağlanmıştır. Grekler,
kimi zaman, Asya (Sami) sistemli fonetik transkripsiyon kadar di­
ğer yazı sistemlerinin de gerçekten önemli başarılarını göz ardı eden
bir biçimde alfabenin icadıyla ilişkili görülmüştür. 1 42 Kimi zaman da,
Needham'ın ansiklopedik çalışması Science and Civilization in Chi­
na'nın çürütmüş olduğu gibi, Grek bilimine (veya mantığına) son­
raki gelişmelere göre benzersiz bir yer verilir, 143-144 Bu etkenlerin her
biri bir dereceye kadar iletişim araçlarına başvurur ve Rönesans dö­
nemindeki daha sonraki gelişmelere bazı katkılar yapmıştır; ama o
dönemden önce Doğu ve Batı ya da Avrupa ve Asya arasındaki ba­
şarı düzeylerinde kategorik bir ayrım kabul etmek zordur. Aslına ba­
kılırsa, o zamana dek kültürel ve ekonomik başarıların çok büyük
bir farklılık göstermediğini ve ticari "kapitalizm", kent kültürü ve
okuryazar etkinliğinin en azından aynı ölçüde her yerde mevcut ol­
duğunu, pek çok kişi kabul edecektir.
3
Feodalizm : Kapitalizme Geçiş mi
Yoksa Avrupa'n ın Çöküşü ve Asya'n ı n
Egemenliği mi?

F eodalizm sö zcü ğü bir çok ş eki lde kullanı lı r. Gü ndelik konuşm a­


da çoğunlukla, Lor dlar Kam ar ası gi bi seçim le g elm em iş, liy akatle elde
edilm em iş tüm hiy erarş ilere gö nderm e y apar. Daha teknik dilde, S tr a­
y er' in ay r ım ını kullanabiliriz:

Bir grup akademisyen bu sözcü!)ü, vasalların lordlara bagımlı hale gelme­


si ve toprak mülkiyetinin (ekonomik yararlarıyla birlikte) bagı msız fief'ler
halinde örgürlenmesine dönüşen teknik düzenlemeleri betimlemek için kul­
lanır. Diger bir grup akademisyense feodalizmi, ortaça!)ın belirli yüzyılların­
daki toplumsal ve siyasal örgütlenmenin başat biçimlerini özetleyen genel
bir sözcük olarak ele alır. 1

Postan, Marc Bloch 'un La Societe Feodale adlı eseri için y azdı­
ğı ö nsö zde, asker i fiefleri değerlendiren İ ng il izc e y azan akadem is­
y enlerle sı nıf eg em enliği ve köy lü lerin derebey leri t arafı ndan sömü-
82 TARİH HIRSIZLIGI

rülmesi söylemini kullanan Sovyet akademisyenler arasında yapıla­


na benzer bir ayrım yapar. Bloch gibi, Postan da ikinci yaklaşımı yeğ­
ler.2 Burada biz bu terimi Avrupa'da klasik antikçağı izleyen döne­
me gönderme yapmak için kullanacağız.

Antikçağdan Feodalizme Geçiş


Batılıların gözünde feodalizm çoğu zaman kapitalizme bir geçiş
ve Batı'nın gelişiminde "ilerici", diğer toplumların aynı şekilde ula­
şamadığı bir evre olarak görülmüştür. Feodalizmin yokluğunun, tıp­
kı antikçağın eksikliği gibi, diğer toplumları modernlik yolundan uzak­
laştırdığı düşünülür. Bununla birlikte bu dönem, daha sonraları or­
taya çıkacak merkantilist kapitalizmin yayılmasına ve sınai kapita­
lizmin doğuşuna ilişkin pek az özellik gösteriyordu; olsa olsa, Yu­
nanistan'da "karanlık çağ" için ileri sürüldüğü gibi, bir gerileme ev­
resini kimi zaman daha canlı bir yenileşme eyleminin izlediğinden
-geri kalmanın avantajı- bahsedilebilirdi. Canlanış -kısmen- Doğu'yla
temas aracılığıyla gelmişti ve tümüyle içerden gelen bir büyüme de­
ğildi. Roma İmparatorluğu'nun varisleri Merovenjler ve Karolenj­
ler değil Konstantinopolis'ti. "Dünya tarihinin bir parçası olarak ba­
kıldığında Batı, merkezi Doğu Akdeniz havzasında, yani Rizans İm­
paratorluğu'nda ve daha sonraları da Arap ülkelerinde olan dünya­
nın unutulmuş bir parçasına dönüşmüştü."3 Aslına bakılırsa, mer­
kez muhtemelen daha da doğudaydı .
Feodalizme ilişkin bu dışlayıcı bakışa karşın, bronz çağı sonrası
kültürlerinde hemen her zaman, yukarıdaki yükümlülüklerle birlik­
te büyük malikane oluşumları da mevcuttu. Üstelik kent kültürleri
Doğu'da bazı sarsıntı dönemleriyle birlikte gelişmeye devam ettiy­
se de, buna benzer hiçbir şey yaşamayan Batı asıl bu bakımdan "Batı
istisnacılığı" damgasını yemişti. Batı'nın çöküşü Doğu Akdeniz'e ya­
yılmamış; Konstantinopolis ve İskenderiye gibi kentler ve bu kent­
lere ait kültür, zanaat merkezleri, eğitim kuruluşlarının odağı ve özel­
likle de Doğu'yla yapılan ticaretin ambarları olarak önceki gelişme­
lerini -özellikle de ekonomik anlamda- sürdürmüşlerdi.
FEODALiZM 83

Batı' da Gerileme, Doğu' da Devamlılık


Antikçağdan feodalizme geçişin zamanlaması tartışmalı olsa bile,
olayların kendileri öyle değildir. Kesin olan, en azından Batı'da çar­
pıcı bir çöküşün meydana geldiğiydi. Bu nedenle Batı'nın öne çıkan
özelliği, birçoklarının varsaymak istediği gibi Roma döneminden
itibaren kültürün sürekli olarak gelişmesi değil, bu imparatorluğun
çöküşünden sonra kent kültürünün inanılmaz biçimde gerilemesiy­
di . Batı Avrupa'nın siyasal yapısı daima Doğu'nunkinden daha kı­
rılgan, bronz çağının kentsel devrimine daha az kök salmış durum­
daydı. Sonuç olarak, imparatorluk zayıfladığında daha kolay çökü­
şe geçti. Açıktır ki önce çöküş, ardından da bir yenilenme Avrupa
feodalizminde çok önemliydi ve Southall, tüm feodalizmlerde
merkezi bir özellik olarak gördüğü bu olguyu dünya çapında bir kav­
ram olarak kabul eder.4
Batı Avrupa'daki bu çöküş, kısmen barbar istilaları gibi dışsal,
kısmen de Hıristiyanlığın ve Hıristiyan gücünün yükselişinin sonu­
cuydu; ama birçok yazar bunu aynı zamanda köleci üretim tarzı­
nın zayıflıkları (çelişkileri) gibi içsel etkenlere bağlı ve herhalde M.Ö .
200'den beri süren daha uzun vadeli bir ekonomik gerilemeden veya
nüfustaki bir gerilemeden kaynaklanıyor olarak da görmüştür. Aynı
zamanda, erken bir feodalleşme olarak söz edilen bir gelişmeyle git­
tikçe kendine yeterli hale gelen büyük arazilerde (latifundi a )
önemli bir genişleme olduğu için, üretim süreci de göz önüne alın­
mıştır. Bazıları sorunu, ürünlerden çok sanayideki ihraçta aramış­
lar, bu yüzden ekonomide hiçbir genişleme olmadığını söylemişler­
dir.s Mal karşılığında külçe altın ihraç eden Roma ekonomisi so­
nunda iflas etmişti .
Roma İmparatorluğu'nun bitişiyle birlikte toplumsal yaşamda or­
taya çıkan gerileme hakkında çok şey yazılmıştu.6 Kuzey, özellikle
de "kentlerin Hıristiyanlıkla birlikte neredeyse tümüyle yok olmu­
şa benzediği" 7 İngiltere, en şiddetli etkilenen bölgeydi; Balkanlar'da
da aynı şey olmasına karşın, diğer bölgeler, özellikle de Güney İspan­
ya çok daha iyi durumdaydı. Kuzey İtalya'da bile M.S. l OOO'e dek
yüz municipium'uns dörtte üçü ayakta kalmaya devam etti. Bunun-
84 TARiH HIRSIZLIGI

la bir likte, antikçağı n ve kent m er kezler inin çöküşü feodalizmin öne


çıkm asına yol açtığı, feodalizm de geç aşam alar ı nd a kapitaliz m in do­
ğ uşuna sebep olduğ u için, Batı' nı n çöküşü dünya tar ih i açı sı ndan pa­
r adigm atik görülm üşt ür. Akdeniz'in batı sı nı n tar ih iyle doğ usunun
ve güneyinin tarih i arası ndaki farkı n kabulü, olaylar ı n genel akı şı­
na çok far klı bir ı şı k tutar.
S or ulm ası gereken, R om a' nın çöküşünün Batı' daki im par ator ­
luğ u olduğ u kadar, Doğ u' dakini d e n e derece etkilediğ idir. Avr upa­
lı tar ihçiler bu olaylara, Doğ u Avrupa' nın yanı sır a Doğ u' yu dı şa­
rı da bır akar ak, dah a genel anlam da büyük ölçüde Batı Avr upa açı ­
sı ndan bakm ı şlar dır. R om a devrinde bile, im paratorluğun batı sı y­
la doğ usu ar ası nda önem li far klar vardı . Levant' ta ve genel olar ak
Batı A sya'da inşa edilm iş Palm yra veApam ea g ibi m uazzam kent­
ler iyle im par ator luğ un doğ usu A sya ticar etiyle dah a yakı ndan bağ­
lantı lı ydı . Far k, A nder son'ı n Passages (rom Antiquity adlı kitabı n­
da açı kça dile getir ilir. Batı , dah a az çeşitlilik gösteren bir nüf usa
sah ipti, dah a az kentleşm işti ve siyasi yapı sı Yakı ndoğ u' nun Mı sı r
ve Doğ uAkdeniz' de tezah ür etm iş karm aşı k uygar lı kları na dayan­
m ı yordu. Belirgin özellikler i tar ım da sulam adan çok yağm urdan ya­
rarlanılm ası , dah a az kent ve dah a az ticar etti. Batı ger ilem e h alin­
deydi: Kı rsal bölgeler etkinliğ in büyük ölçüde azaldığ ı kentler den
kopm uştu.9 Z engin m alika neler (latifundia) genişlem iş, köylüler i ve
zanaatka rları da kendi kapalı ekonomi ler ine eklem lem işler di. R o­
m alılar çoğu zam an villanı n çevresinde, kimi zam an da latifundia'nın
etr afı nda örg üt lenen, yoğ un köle em eğ ine dayalı dah a karm aşı k bir
çiftçilik biçim ini başlatarak ekonom ik tem eli değ iştirdiler. Bu neden­
le Batı 'nm kı rsal b ölgelerinde belli bir gelişm e gerçekleşti . Dah a faz­
la m akineleşm e oldu ve su değ irm enleri antikçağ sonunda yaygın­
laşr ı. ıo Fakat Doğ u, istilalar dan dah a az etkilendi, zira kentsel ya­
şam dah a etkindi ve köylülük latifundia'nın beraberinde getir diğ i
iska n sistem ine dir enebildi. Kartac a, Atina, Konstantinopolis, An­
takya ve İskender iye gibi kentler de yüksek öğ renim sürdü.
C h ilde' a gör e, Doğ u A kdeniz'de bütün kapsam ı yla kent yaşam ı
sürm eye devam etti:
FEODALiZM 85

Ço�u zanaat hcılcı klasik ve Hellenistik dönemlerde gelişen teknik be­


ceri ve donanımlarla yapılıyordu. Çiftlikler hala pazara üretim yapmak için
bilimsel olarak işletiliyordu. Trampa, para ekonomisini bütünüyle kovmadı�,
gibi, kendine yeterlilik de ticareti büsbütün felç etmemişti. Yazı unutulmamıştı.
Aslına bakılırsa, lskenderiye ve Bizans'ta bilimsel ve edebi metinler büyük
bir özenle kopya ve muhafaza edildi. Grek tıbbı kamusal hastanelerde
Kilise'nin kutsamasıyla uygulanmayı sürdürdü. 11

Batı daha fazla geriledi, ama ortaya katedral kentleri çıktı, tıpkı
cam imalatı gibi seyahat de devam etti; su değirmenlerinin kullanı­
mı yaygınlaştı.
Roma refahının bölgeler arası karşılıklı bağımlılığa dayandığı id­
diası hep öne sürülmüştür. Ward-Perkins, Finley'in yerel ekonomi­
lere yaptığı vurguya karşı çıkar, ama imparatorluğun her kesiminin
birbiriyle bağlantılı olmadığını kabul eder. Roma, bir devlet olarak
çöktüğünde ona dayanan ekonomi de baştan sona çöktü; ama bu,
Batı'da ve Doğu'da farklı sonuçlara yol açtı. Özellikle, " 5 . yüzyıl Do­
ğu'da artan bir refah dönemi, Batı'da ise belirgin bir ekonomik ge­
rileme dönemidir."12 M.Ö. 600'de Akdeniz dünyası, M.Ö. 300 ci­
varının Roma öncesi dünyasıyla güçlü benzerlikler taşıyordu - Do­
ğu'da Kartaca, Sicilya ve Güney İtalya'ya kadar uzanan gelişmiş bir
ticari ekonomi, Batı'da "barbarlık" vardı . Bu fark, kısmen Doğu'nun
ve bir dereceye kadar Güney'in, Asya'mn mübadele ekonomisiyle daha
sıkı bütünleşmiş olması yüzündendi. 7. yüzyıla gelindiğinde, İtalya
ve hatta Bizans "süregelen karmaşık bir ekonomik yapıya ve refah
seviyesine sahip olduğuna dair pek çok kanıt bulunan çağdaşı (ve
bu kez Arap) Yakındoğu'dan çok farklı görünüyordu ."13
Doğu'daki kentlerin ve pazarların farkı neydi? İslam kentlerinin
ve pazarlarının Batı'dakilerden, hatta kendi doğularında kalanlar­
dan ayrı bir kategoriye girdiği ileri sürülmüştür.14 Onları farklılaş­
tıran bazı genel özelliklerin var olması mümkündür, ama bu değişik
biçimlerin içi benzer sorunlar, benzer özellikler ve insanları bir ara­
ya toplayan benzer örgütlenmelerle doluydu. Dışlananların (çoğu za­
man "kültürel" veya yüzeysel) farkları abartma ve (çoğu zaman "ya­
pısal" ve derin) benzerlikleri yadsıma eğilimleri fazladır. Örneğin, kent-
86 TARiH HIRSIZLl<'.:11

sel dur um u el e ala lım. Bu dur um U zakdoğu' da gezgin s atıcı ekono­


m isi;ts Yakındoğ u'da çarş ı ekonom isi ol ar ak betim l enm iş ve daim a
B atı ekonomi siyl e karş ı tl aştır ı lm ıştır. 1 6 Asl ında, taş ı nabilir küçük m al ­
l ar ı satm anı n bu küçük öl çekl i yöntem inin Batı 'nı n pazar l ar ı , dük­
ka nl ar ı v e seyy ar satı cı l ar ı ar ası nda da yapı sal par al el l eri var dır. Z a­
ten bunl ar, ti car et, bankacı l ı k v e yatır ım biçim l er inin çok dah a ben­
zer ol duğu bu far kl ı topl um l ar ı n topl am ekonom il er inin sadece bir
yönüdür. Kent l er i ster sur l ar l a çevr il i ol sun ister olm ası n; ister tek
bir zanaatı n yapı l dığ ı sokakl ar ı bul unsun ister bul unm ası n ya da is ­
ter v ars ı l l a yoks ul yan yana yaş ası n ister yaş am ası n, bunl ar ekono­
m inin büyüm esinin önem l i fakat bel ir l eyici olm ayan özel l ikl er idir;
kent, iş l eri ni bir dizi f ar kl ı koş ul içinde sür dür ür.
Batı bu gel işm el er l e ar ası ndaki tem ası yitir di; 4. yüzyı l dan itiba­
r en Yunanca bil gis ini n tedr icen or tadan kal km ası , R önesans' a dek
onl arı Kons tantinopol is' ten kopar dı. R om a İm par ator l uğu' nun çö­
küş üne, sanats al ve en tel ektüel yaş am üzer inde m uazzam bir etki­
si ol an Hır is tiyanl ı ktaki b üyüm e eş l ik et ti. Diğer tektanr ı cı dinl er
gibi , baş l angıçta kil is e de baş ta tiyatr o, h eykel ve dindış ı r esim ol­
m ak üzer e pek çok sanata karş ıydı. D ogm atik inancı n h akim nü­
fu zu, entel ektüel ar aş tırm anı n kı sı tl anm ası anl am ı na gel ebil iyor du.
D inin zaten otor iter bir ş ekil de gör üş ünü ifade ettiğ i, dünya yar a­
tı l dı m ı yoksa yar atı lm adı m ı , veya insan ve tanr ı ar ası ndaki i l iş ki
nedir, gibi sor ul ar sorm ası nedeniyl e Hıris tiyanlı ğı n sal dırı sı na açı k
kal an fel sefe öğr etim inin Batı 'da İm par ator I ustinia nus tar afı ndan
özendir ilm ediğini görmüş tük. P ek çok ör nekte, m evcut bil ginin azal­
m ası bi l e söz konusuydu. Bu dur um , ("Tanr ı' nı n sur eti ol an" ) i n­
san bedeninin kesilm esinin yasakl anm ası nedeniyl e, en açı k biçim ­
de tıpta gör ül üyor du.
Hır istiyan çağ ı nı n il k yüzyı l l ar ı nda, G al enus dahi l çoğu a l im h e­
kim R om a' ya gel di. G al enus, Her oph il ius' un anatom ik in cel em el er
yaptığı İskender iye' deki büyük Hel l enistik tı p okul u gel eneği ni n va ­
r isi ydi. Am a insan bedeninin incel enm esi o dönem de ar tı k yas adı­
ş ı ydı ve G al enus h ayvanl arı i ncel em ekl e yetinm eye zorl andı. R om a'run
çöküş ünden sonr a, öğr enim artık hiç saygı görm em eye, deneyl er en­
gel l enm eye ve özgünl ük teh l ikel i bir özel liğ e dönüşm eye başl adı. Bi-
FEODAIJZM 87

lim tarihçis i C harles Singer, Hıris tiy anlığ ın " ad ım ad ım gelişen b ir


çözülme" d önemind en geçen tıp konus und aki b ilims ellik karşıtlığı­
nı y azar: 1 7

Ortaçag başlarında tıp, Hıristiyan Kilise ve Arap ulemanın büyük bir


çeşitlilik gösteren ellerine geçti ... Hastalık günahın cezası olarak kabul edil­
' di ve arınmak için sadece dua ve nedametin gerekli oldugu belirtildi . 1 8

S inger, b ir b akıma Hıris tiy anlığ ın d a y ard ımı olmuş olab ilec eği­
ni ileri s ürer: R ahib elerin kullanılmas ıy la, has tay a b üy ük y ararlar
s ağ lay an d aha ins anc ıl b ir has ta b akımı gelişti. N e var ki, has tane­
ler kes inlikle b ir Hıris tiy an ic ad ı d eğ ild i ve has ta b akımı B ağd at ve
b aşka y erlerd eki b üy ük has tanelerd e d e y apılıy ord u. B atı' nın tıbbi
b ilginin artması na d eğ ils e de muh af azas ına y apt ığ ı tek gerçek kat­
kı, b azı manas tırlard a alıkonulmuş olan Yunanc a tıp metinlerinin
L atinc ey e terc ümesi o ld u.19 Doğ u Hıris tiy anlığıys a old ukça d inamik
b ir res im s unar. N as turi kilis es ine b ağ lı İ ranlı Hıris tiy anlar, metin­
leri A rapçay a terc üme etm ek y oluy la klas ik tıp b ilgis inin aktarımı­
na hizmet ettiler. İran'd an ay rıc a hekim R hazis' in (er-R azi, 9. y üz­
y ılın ikinc i y arıs ı) y anı s ıra, The Cannons of Medicine ("E l-Kanun
fi' t-T ıb " ) ad lı temel es eri 1 65 0' ler gib i geç b ir tarihe d ek kullanılan
Avic enna (İb n- i Sina, 980-1 03 7) gibi hekimler çıktı. Fakat A raplar
anatomi vey a fizy oloj iy e pek az özgün katkı y aptılar; o nlar d a in­
s an b ed enini kes mek k onus und a H ıris tiy anlara b enzer kısı tlamal ar­
la karşı karşıy ayd ı. B atı'd a, ins an b ed eninin inc elenm es i anc ak 12 .
y üzy ıld a tıp o kullarının kurulmas ıy la b aşlad ı. O d önemd e, b ilgid e­
ki b ir y enid en doğ uş ve as lınd a genişleme so nucund a Milano , Flo­
rans a ve Bo logna gib i Kuzey İtaly a kentlerind e muhteşem anatomi
amfiteatrları inşa ed ild i. B u kentlerin ilk ikis ind e l eonardo d a Vin­
c i otuz kad ar inc eleme y aptı. A raştırmac ı tıbb ın tarihi, bu anlam­
d a B atı ortaçağ ı b oy unca b ilginin gerileme ve çöküşünün b ir öze­
tini s unar.
Fakat Doğu'd a ve Güney'd e, en azınd an ticari olarak f arklı b ir
d urum vard ı. Doğ u A kd eniz b ir b ütün olarak ref ahı açıs ınd an es ki
Ro ma'nın kuzey ve doğ u b ölgeleriy le y aptığ ı tic arete d aha az b ağım -
68 TARiH HIRSIZLl<'..I

lıydı . Suriye'de M.S. ilk yüzyıllarda Palmyra çöl antreposu daha da


doğudan, Çin'den olduğu kadar Hindistan'dan da, 1 87 tarihli ünlü
Tarife'de kayıtlı bulunan çok çeşitli bir dizi malı ithal ediyordu. Ta­
rife'de köle, mor boya, ıtırlı yağlar, zeytinyağı, tuzlanmış mallar, sı­
ğırın yanı sıra fahişeleri de içeren pek çok madde sıralanır. Suriyeli­
ler antikçağın komisyoncuları olarak adlandırılmışlardı. Tekneleri
her yere gidiyordu ve Suriyeli-Fenikeli bankerler tüm pazarlarda mev­
cuttu. Palmyra'lı tüccar toplulukları doğuda Fırat nehri üzerindeki
Duro-Europos'ta, batıda ise Roma'da ikamet ediyorlardı. Kazılar
Çin'den getirilen ipekipliği ve yeşim taşının yanı sıra, müslin, baha­
rat, abanoz, mürrü safi, fildişi, inci ve değerli taşları ortaya çıkarmış­
nr. Cam Suriye'den, yeşil sırlı çömlekler Mezopotamya'dan, bazı mal­
lar ve daha birçok lüks ticaret emtiası Antakya üzerinden geçerek
Akdeniz'den geliyordu.20
Kartaca ve Mağrip'teki Vandal hakimiyeti artık ekonomik bir ge­
rileme kaynağı olarak görülmüyordu, zira orada denizaşırı ticaret,
daha sonraki Bizans fetihleri altında da -Arap istilasına dek- eski­
si gibi sürmekteydi. Kuzey Afrika'nın kırmızı sırlı çömlek ihracatçı­
ları 7. yüzyıla dek direndi . 533'te Bizans istilasıyla, durumda büyük
bir değişiklik olmadı. Kartaca gibi kentlere daha fazla yatırım yapıl­
mıştı ve 7. yüzyılın ortasında Araplar geldiğinde ticaretin yönü Av­
rupa'dan Konstantinopolis'e ve Doğu'ya sapmıştı. Bu bölge hala yağ
ve buğday açısından zengindi ve gerçi daha sonra gerilese de, Doğu'dan
değerli mallar ithal ediliyordu .21
Kı;nt yaşamı ve özellikle ticari etkinlikler Hıristiyanlık egemen­
liğindeki Kuzey'de,_ İslam egemenliğindeki Güney'dekinden daha çok
zarar gördü. Ben, Doğu'da ticari merkezlerin özellikle uzak mesafe­
li ticaretle bağlantılı iken, Batı'da bu uzak menzilli alışverişin büyük
ölçüde Roma'yla birlikte çöktüğünü ileri sürmüştüm. Bunun yerine
"ibadet kentleri"nin, yani kısmen Roma İmparatorluğu döneminde
gelişen ticaretin çökmesi, kısmen de kilisenin yükselişi nedeniyle din­
sel unsurun hakim hale geldiği kentlerin doğduğunu görüyoruz . Bu
yükseliş, para kaynağının yerel yönetimlerden kiliseye geçmesi an­
lamına geliyordu. Daha önce değinildiği gibi, "Çağın ayırt edici ni­
teliği, hayırseverlik dengesinin hamam ve tiyatrolar gibi eski sivil pro-
FEODALİZM 89

jelerden dinsel yapılara kaymasıydı. "22 İslam'da da din kurumları­


na para sağlama sorunu vardı, ama ihtiyaçlar o kadar boyutlu de­
ğildi . Çoğu zaman kendilerine vakfedilmiş pazarlarca desteklenen
muhteşem camiler ve ilerleyen zamanlarda da medreseler vardı, ama
piskoposların, genelde tam gün çalışan din adamlarının ve manas­
tır kültürünün bulunmadığı bir kurumsallık, ekonomiden daha az
talep anlamına geliyordu.
Yaşamını 1 9 . yüzyıl sonlarında Kahire'deki bir mezarlıkta bulu­
nan ortaçağa ait Yahudi elyazmaları üzerinde çalışmakla geçiren ta­
rihçi Goitein'in eserinden, bu kentin Roma döneminde olduğu gibi
kendi doğusuyla yapılan ticaretin merkezi olarak kaldığını öğreni­
yoruz . 23 Yahudi ve Müslüman tüccarlar sürekli olarak Batı Hindis­
tan'ın Melibar [Malabar] kıyılarını ziyaret ediyorlardı, aynı şekil­
de Doğu Hintliler de Mısır'a geliyorlardı.24 Aynı şey Konstantino­
polis için de geçerliydi. Needham, Çinli bir alimin Bağdat'a geldi­
ğinden söz eder ve Avrupalılar da ara sıra Çin'e giden kara yolun­
da yolculuk etmeyi sürdürdüler. Bu, Batı'yla ticaretin gerilemesinin
hiçbir anlama gelmediğini göstermez . Yakındoğu, Avrupa'nın eko­
nomik sıkıntıya düşmesinden kaçını lmaz olarak etkilenmekle bir­
likte, ticaretinin ana odağı başka bir yerdeydi. Batı Avrupa bu hat­
tın ucunda yer alıyordu. Eğer Doğu'nun lüks mallarına, baharat, teks­
til, ıtır ve seramiklerine Batı'nın talebi düşmüşse, elde başka pazar­
lar vardı. İlk olarak tarihçi Goitein'in dikkatini çeken Hindistan'la
Tunus arasında ticaret yapan bir tacir örneğinde gördüğümüz üze­
re, Kuzey Afrika'yla ticaret sürmekteydi. Yakındoğu'nun beslenme­
si gereken kendi canlı pazarları vardı. Bu yüzden ticaret, Batı rota­
sı marjinalleştiğinde bile Doğu yönünde devam etti . Malabar kıyı­
sındaki Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman yerleşimlerinin bütün ta­
rihinin Geniza belgelerinde önemli bir iz bırakarak tanıklık ettiği
gibi, Hindistan, Yakındoğu tacirlerinin hedefi olarak kaldı . Bir Yu­
nan rehber tarafından M.S. 50 civarında derlenen meşhur tüccar
elkitabı Periplus Maris Erythraei'nin yanı sıra diğer Roma kaynak­
larında da Güneybatı Hindistan'la yapılan karabiber ticaretine pek
çok gönderme vardı . Hindistan'la ticaret Roma döneminden itiba­
ren önemini hep korudu. Bugünkü Koçi yakınlarında yer alan ve
90 TARiH HIRSIZLllll

mis yoner A ziz Torn a ile Sur iye li (N astur i) Hır istiyanlar ın kar aya çı­
kı ş noktası olar ak kabul edilen25 Muzir is antr ep osu, M. S. 1 5 0'de
bir Kızı lde niz limanından İske nder iye 'deki gü mrü k dep osuna yap ı­
lan mal nakl iyes ine ilişkin yazı lı s özle şme nin kaydedildiği pap irü s­
te gördü ğü mü z gibi, İs ke nderiye li denizciler için önemli bir mer kez­
di. 2. ve 4 . yü zyıllar aras ında bu ticare tte bir ger ile me olduğu var ­
s ayıls a da, durum tamame n böyle değildi. Hint ticare t ge miler i 6 .
yüz yı lda h ala R oma p azarı için Mıs ır 'a kar abibe r taşı yor lar dı. A s­
lına bakılırs a, B atı Hindis tan G eniza döne mine ve dah a sonr asına
de k Hı r is tiyan, Yah udi ve Müs lü man topluluklar için önem li bir ti­
car et mer ke zi olmayı sü rdü rdü .
B u ar ada Ç in, İr an ve Kafkasl ar' dan ge le n mallar için Tü rkiye ve
Sur iye alter natif p azar lar s unuyord u. B uradaki alışve riş, temelde Av­
r up a dışına yöne likti. Haçlı Se fer le r i' yle ve B atı Avrup a' nın A kde ni z'e
gir mesi yle yeni binyıld a h ız kaz anan Avrup a e konomis i ni ge liştiren
Venedik, bu Doğu ticar etinde ke ndine s ağlam bir yer e dindi ve onu
P ar ma, Cenova, Amalfi gibi B atı İtalya kentler i izled i.
Z ir a Avr up a, Asya ve Afr ika ar asında ticar eti yeniden başlatan
te k Akdeniz gü cü Venedik değildi. Doğu Akdeniz' de ticaretin can­
lanması na dayanan İ talyan kentler inden biri , Floransa (Me dicile r)
ve Pr ato'daki (Datini) tü ccar aileler in yur tlar ı olan B atı İtalya'dan
veya Toscana'dan değil, Camp ania'dan çıkmıştı : B u şeh ir, gü neyde­
ki Sal er no ile doğudaki Anj ou Hanedanı'nın egemenliği altındaki
N apoli yakınlar ındaki Amalfi (ve R avello) idi. B u kentler er ken bir
tariht en itibar en ticar i faaliyetler de (mercatantia) çok e tkin h ale ge l­
di ler. Dah a o z amanlarda, 836 'da, Lombar d pre nsler i Amalfi 'lile ­
r e " alış ılmadık bir seyahat özgür lü ğü " tanımışlar dı.26 B u özgü r lü k­
te n yar ar lan makta gec ikme diler ve B izans, Sur iye ve Mısır 'a tahı l,
ze ytinyağı ve kere ste satıp karş ılığında ip ek ve bah ar at almaya baş­
ladı lar; aldıklar ı bu mallar ın bir kısmını da o dönemde B atı 'da na­
dir bir me ta olan altı n kar şılığında Kuzey Afr ika'daki A glebi' ler e
ve Sicilya'ya ihr aç ett iler. 1 1 . yü zyılda Kudüs ' te h atır ı sayılı r bir top­
luluk oluş tur an A malfi'li tü ccar lar, 1 0. yü zyıl gibi er ke n bir tar ih ­
te Kons tanti nop olis'le, Kah ir e' yle ve A ntakya'yla, h atta Kordoba'yla
ticare t yapıyor lardı. A slında B izans ve Fat ımi par aları o dönemde
FEODALiZM 91

yerel işl eml erde geniş bi çim de kul lanılıyordu, bu da uzak m esafeli
tic aret in bö lgedeki et kisi h akkında bi r fi kir vermekt edi r. İtalyan kent­
l eri, Bi zans ve Doğ u' yl a yap ıl an, Lom bar d h akimi yeti ni n h ız kazan­
dırdığ ı Doğ u yö neliml i tic aret ağ ını kısm en yenil edi ler. Bu c anlan ış
anti kçağ veya feodali zm e p ek az şey borçl uydu; aksin e tic ar et kül­
t üründeki dah a genel bi r yükseli şi t em si l edi yor du.
Am alfi' ni n et ki nli kl eri kent e r efa h getir di. G elgel elim , gün eyi n çe­
şitli lik gö st eren nüfusu, tüm ü tic ari et ki nli ğ e kat ılan Hıri sti yanl ar ka­
dar Yahudi ve Müslüm an t op lulukları da içer diğin den , tam am en Hı­
rist iyan veya Bat ılı bir başarı sö z kon usu deği ldi: K at edrallerin br on z
kap ıl ar ın ın 1061 ci var ın da K on st antin op oli s't e yapt ır ılm asın ın da
gö st er diği gi bi , Am alfi ci varın daki mercantantia'nın dest eklediği sa­
n atl ar a da yan sıyan g er çek, çok kült ür lü bir topl um yap ısının sö z
kon usu olduğ uydu. Ken tteki tic ari et ki nli k Caskey"t arafın dan " olu­
şum h alin deki kapit ali zm" olarak adlandırılır;27 asl ında bu, yalnız
Hıri sti yan değ erl er le değ il, diğ er sem avi din lerin fai z kon usunda sa­
vun dukl ar ı değ er lerl e de çat ışıyor du. Tic ar i et kin lik, başka yerler de
olduğ u gi bi bur ada da di nin r ekabeti yle kar şıl aşıyor du, am a açıkt ır
ki son un da g alip g eldi; t ücc ar lar ın bu rejim ler e kat kısı, sürec in bi r
p arçasıydı.
Am al fi'deki sanat ın büyük bö lüm ü t ücc arl ar, ö zelli kle ilk nove/­
/a 'l ar ından biri nde Bocc acci o t ar afından tic ari varl ıkl arı n edeni yl e
ö vülen R ufolo'lar veya R avel lo Hanedanı t arafın dan yaptırılan eser ­
lerdi. Fakat ö ykü, tic ar et yaşam ın ın başar ılar ı kadar t eh li kel eri ni de
gö st erir. Z ir a ail e r üşvet le suçlandı ve baba 1283 't e Anj ou Haneda­
nı'ndan Sal em o Pr ensi Car lo t arafından i dam edi ldi; Carlo 126 5 't en
it ibaren Sic ilya Kr alı II. Carlo olac ak ve Anjou'l ar orada Pap a'nın
em ri yle h üküm sürec eklerdi.28
G üney İsp anya, İt alya' nın bazı böl geleri gibi, İslam'l a olan bağ ­
lant ıları sayesin de Akdeni z t ic aret ağ ı i çi nde kaldı. Akdeni z'd eki Av­
rup a t ic areti ni n çö küşünde p ekala p ay sahi bi olan Müslüm anl ar,29
M. S. 711'den sonra İsp anya'da fet h etti kl eri t op raklarla t em asları­
nı sürdürm üşl erdi. E ndülüs'l e Afr ika anakarası arasındaki gi diş ge­
li şler devam etti ve geli şti;3o aynı şey Sicil ya ve "İ fri kya" (Tunus) i çi n
de geçerl iydi. Akdeni z'e bugünün Bat ı Avr up a'sı açısından bakm ak,
92 TARiH HIRSIZLIGI

kültür ve tar ih sö z konu su olduğu sür ece g enel r esm i ciddi bi çim ­
de çar pıtab iliyor. Doğu , Batı' yla aynı der ecede zar ar görm ediğ inden,
Fr ank' in talep ettiğ i g ib i3 1 b ir yeniden yönlendir m e yapm alıyız. Ti­
c ar etin ve kentsel yaşam ın yok olm ası ve bu nu n sonu cu nda tar ım ın
ve kır sal kesim in ö ne çıkm asıyla bir ar ada düşünülen R om a' nın çö ­
küşünün ve er ken "feodalizm "i n ar dı nd an, Batı Avru pa' nın yeni­
den kal kınm asın ı sağ lam akta R om a sonr asındaDoğu' da ve Güney' de
ekonom ik, b ilim sel ve kentsel kültür ün sürm esinin hayati b ir öne­
m i var dı.
Doğu' da ve Batı' da or du nu n r olü de far klılık g öster iyor du . Or du
içer ide hu ku k ve düzeni korum ak, dı şarı da da savunm a ve fetih yap­
m akta olduğu kadar, (sig illata çöm lekler i g ib i) m allar ve hizm etler
için kendi b aşına b ir pazar da sağ layan önem li b ir kurum du. Batı' nın
ter sine, "Doğu, gör ec e el değm em iş asker i kurum lar ıyla b ir likte ayak­
ta kalm ayı b aşar dı. "32 Or du "sözde efen diler ine istekler ini dikte et­
m eye mu ktedir, b ağ ım sız b ir g üç değ il im par ator lu k yetkesi altın­
da b ir kurum olar ak kaldı. "33 Öte yandan Batı' ya ya asker i g üç ya
da kab ile çeteler i eg em en oldu . K açınılm az olar ak yer el der eb eyle­
r i kendi topr aklar ı ve bu topr akların sakinler iyle ilg ili asker i gör ev­
ler i üstlendiler ki, bu da feodal adem -i m er kezileşm e ve asker i yü­
küm lülükler açısından b ir tem el olu şturdu. Bir kez daha bu toplum ­
sal örg ütlenm e b içim i, u yg ar lığ ın yür üyü şünde daha il er i b ir aşam a­
dan çok, g er ilem eye Batılı b ir tepki olar ak g ör ünm ektedir.
Ör neği n W ickh am' ın antik dünyadan f eodalizm e g eçi şe i lişkin
tart ışm ası, dem okr asiye hiç gönderm e yapm adığı g ib i, t:ım am en ter s
yönde b ir arg üm an or taya koyar. Anti k dö nem e, kir acı insanlar ın
ö dem ekte olduğu gi tg ide ar tan ağ ır verg iler le ayakta tu tu lan b üyük
or du su yla, R om a'nın g üçlü m er kezi hüküm eti damg asını b asm ıştı.
Verg iler e i tir azlar, çiftçiler i kir anın b ir par çası olar ak verg i yüküm ­
lülüğ ünü üstlenen topr ak sahipler inin kanatlar ı altına g irme ye teş­
vik etti. Topr ak sahipler i de, verg i g er ekçeler iyle b ağ lılıklar ını Ger ­
m en r ej im ler ine yöneltt iler; or du u lu saldan çok yer el b ir tem elde ör ­
g ütlenm iş olduğ undan, uzu n vadede, nefr et edilen verg i ort adan kalk­
tı; kir alar ve yer el hizm etler hakim oldu. Fakat hem en değ il; bu ham ­
leyi 568' den sonr a ilk yapanlar topr ak sah ipler iydi.34
FEODALiZM 93

Feodalizme Geçiş
Antikçağdan feodalizme doğru -Batı ve bilim adamlarının zihin­
leri dışında- bir geçiş olmadı. Zaten, Batı'da bile feodalizm antik­
çağın sona ermesinden hemen sonra ortaya çıkmadı. Antikçağdan
feodalizme geçişe dair anlatısında Anderson, antik dünyanın sonun­
daki olayları "kümülatif" olmaktan çok "katastrofik" olarak kabul
ediyordu. Fakat Avrupa'daki gerileme, "[antikçağın] yıkılışından do­
ğan yeni üretim biçiminin daha sonraki dinamik gelişimi için" yo­
lun açılması olarak görülür.35 Bu yeni biçim, "antikçağla feodaliz­
min birbirine bağlanışı"ndan doğmuştu. Anderson, Avrupa dışında
feodalizme en yakın örnek olarak gösterilebilecek -ve diğer birçok
bakımdan da benzerlikler taşıyan- Japonya'da eksik olanın bizzat
antikçağ unsuru olduğunu ileri sürmüştür.36 Aynı zamanda, Roma
tarımı hakkında olumsuz şeyler de yazmıştı ve Greko-Romen dün­
yanın entelektüel ve siyasal başarıları arasındaki boşluğa ve "altın­
daki engellenmiş ekonomik zemine" dikkati çekerek yorwnlarını tüm
ekonomiyi kapsayacak şekilde genişletmişti.37 Aslında, bu dünyanın
"üstyapıya ait mirası", yönetim biçimini yok etmeye yardım eden Ki­
lise aracılığıyla, uzlaşmacı bir biçimde ayakta kalmıştı. "Antikçağın
üstyapı uygarlığı, bin yıl boyunca -araya giren gerilemeye işaret et­
mek üzere bilinçli olarak kendisini Rönesans diye adlandıracak çağa
dek- feodalizmin üst yapısından daha güçlü oldu. " 38 Anderson, Ki­
lise'nin dayanıklılığını bu boşluğu kapatan bir unsur olarak görür,
zira Kilise okuryazarlığın muhafızı haline gelmiştir. Bununla birlik­
te, son derece kısıtlı olan, klasik bilginin büyük bölümünü bilerek
dışarıda bırakmış bir okuryazarlıktır bu .
Böylelikle Anderson'a göre ortaçağda ilerici olduğu görülen "üst­
yapı" değil "altyapı", yani ekonomidir. Klasik dünyanın (feodaliz­
min dinamik temeliyle karşılaştırıldığında) durağan ekonomisiyle o
dünyanın "kültürel ve üstyapı canlılığı" arasındaki karşıtlığı yazar.
Zaman zaman Childe da, "hiçbir yeni üretici gücü ortaya çıkarma­
dığı" için Roma katkısını küçümseme eğilimi gösterir.39 Bu görüş, in­
san gücünün kullanımının makine kullanımından daha ucuza gelme­
sine yol açtığı için, Roma tarımında yaygın köle kullanımının tek-
94 TARiH HIRSIZLl�I

nolojideki gelişmelere ket vurduğunu ileri sürer. Childe'a göre, kö­


lelik "sanayinin genişlemesini önlemiş"tir. 40 Batı Avrupa'nın çökü­
şünden doğmasına karşın "feodalizm"in ilerici olduğu söylenir, bu­
nun bir nedeni de en güçlü şekilde Marksist tarihçiler tarafından dile
getirilen "köleci üretim tarzı teknik bir durgunluğa yol açtı; bu üre­
tim tarzında emek tasarrufu sağlayacak gelişmelere dair hiçbir dür­
tü yoktu" düşüncesidir.4 t Gelgelelim söz konusu yazarlar, bu döne­
min birçok "gelişmeye" tanık olduğunu görmezden gelmeyi seçer­
ler ki, bunun sonucu olarak köleci toplumlar hakkındaki belirli ifa­
delerin değiştirilmesi gerekmektedir.42 Ayrıca, köleci üretim tarzı oto­
matik olarak ekonomik durgunluğa yol açmaz; kölelerin kullanımı­
na karşın veya belki de bu sayede, Roma villalarının tarımı yalnız
üst sınıf için lüks yaşamın yüksek standardını değil; aynı zamanda
çömlek, tekstil ve mobilyayla birlikte, örneğin yeterli şarabın dış ül­
kelere ihraç edilmesini sağlayacak bir artı değer de üretmiştir.
Gelişmelerin ille de "emek tasarrufu sağlayacak" nitelikte olma­
sı gerekmiyordu; zira Boserup'un ileri sürdüğü gibi,43 teknolojideki
gelişmeler daha az değil, daha çok çalışma gerektirebilir. Eğer geliş­
meler iki değil de bir köleyle aynı miktarda mal üretilebileceği an­
lamına geliyorsa, bu bir teşvik olurdu. Sicilya'da ve Kartaca'nın top­
raklarında, köleler veya serflerce işlenen büyük malikaneler "bilim­
sel kapitalist çizgilerde" işletiliyordu. 44 Aslına bakılırsa, Romalılar
Avrupa'nın dört bir köşesine "kapitalist formlar" yerleştirdiler.45 Bu
çelişkili bir kavram değildir. Karayipler'deki köleci şeker üretimine
ilişkin analizlerinde Mintz ve Wolf, makinenin yenilikçi kullanımı­
nı "kapitalizmden önceki kapitalizm" olarak betimlerler.46 Köleci üre­
timden kurtulmak, Roma İmparatorluğu'nun Batı'daki çöküşünün
olumlu etkilerinden biri olarak görülmüşse de, kölelik kesinlikle bü­
tünüyle ortadan kalkmamıştır. "Antikçağ kavrami, tıpkı onunla iliş­
kili 'köleci üretim tarzı' gibi, sadece Yunanistan ve Roma için kul­
lanılır,"47 oysa Avrupa'da bazı yazarlar, "feodalizm" nihayet kururn­
laşıncaya dek köleliğin çok daha uzun bir dönem sürdüğünü görmüş­
lerdir.48 Avrupa daha sonraları bile ağırlıklı bir biçimde köleleri ya­
kalama ve Müslüman dünyaya satma işiyle uğraşmış, bu, ihracatı­
nın en önemli kalemlerinden biri olmuştur.49 Gene de birçok yaza-
FEOOAUZM 95

ra g ör e, k öl eci ür et im tar zı a ntikçağ la bir lik te or ta da n ka lk mış tı ve


b u bakı ş açı sında n feo da liz m, t ı pkı k endi nden önc eki a ntikçağ gib i,
ka pitali zme uza na n yo ldaki i ler lemec i a dı mlar da n b iri ydi. Bununla
b ir likt e, ortaçağ eko no misine ilişk in t ek gör üş b u deği ldir. Avr upa
tarı mı tari hçisi Slic her va n Bat h şöyle der: so

Ekonomik olarak düsünüldügünde, malikône sistemi fazla tatminkôr degi�


di. İnsanlar kendi tüketimleri için gerekenin çok az daha fazlasını üretiyor­
lardı, sermaye birikmiyordu ve neredeyse hiç işbölümü yoktu.

E n a zı nda n baş la ng ıçta, ür eti mde bir geri leme var dı; tıpk ı eğiti m­
de ve g enel o larak "üst ya pı " da k uşk u g öt ür mez bir geril eme o ldu­
ğ u gi bi. To par la nma yava ş g erçek leşti .
Ro ma tarı mı na dair, Ander so n'ınki nden da ha o lu mlu, feo da li z­
me doğr u ilerlemeci b ir sıçra ma fikri ni zor unlu olarak değ iştir en gö­
r üşler de var dır. Fi nley'i n a ntikçağ eko no misi g ör üşüne bir uzma n
des teği s una n Ho pki ns,sı to pla m tar ı msa l ür et imi n da ha çok to pra ­
ğı n eki lmeye baş la ma sıyla arttığ ı nı i ler i sür er. Kuzeyi n da ha çeti n to p­
rak larında , bir çift ök üzle çeki len ve Ak deniz saba nı g ibi sa dec e tır ­
mık lı bir yüzeyi o lmak yeri ne to prağı a lt üst etmek içi n demir den bir
saba n k ulağı ve bir meta l b ıçak la do na nmı ş, da ha g üçlü b ir sa ba n
k ulla nılır dı. Nüfus ve çoğ u za naatkarla k üçük t üccarı n ya şa dığ ı k ent
saki ni sa yısı ar ttı. Bu ar tı ş yi yec eğ e o la n ta lebi n ya nı sıra , i şb ölümü
ve kişi ba şına ür etk enlik teki ar tışı da g er ektir di. So nunc unun b üyük
b ölümü, Doğ u Ak deni z'i n çeşit li k es imleri nde daha önce den k ur ul­
muş o la n ür etk enlik s ta ndart ları nı n ya yılmas ını n ar dı nda n, M. S. 1 .
yüzyılda gerçek leşmi şti. Bu ür etk enlik, "demir a let leri n da ha geniş
k ulla nı mı, tarı msa l ger eçler deki ba zı geli şmeler (ör neği n, vi da lı c en­
der eler) gib i i ler lemeler ve emeğ in, özellik le de k öle emeği ni n k ulla ­
nı mı nı ra syo na li ze etmeye yönelik girişi mleri n b elir tiler i o la n tarı m­
sa l kılavuzlar ın varlığ ı" sa yesi nde or ta ya çık tı.52
Artık kas güc üne "ka ldıraçlar, makara lar, ma nda llı çark lar, a teş,
s u (a ntikçağ so nları nda değ ir menler de ve ma den yıka ma da) , r üzgar
(değir menler deği l a ma gemi yelk enleri içi n) ve t ek nik yetki nliği n ek ­
lenmiş o lma sı " nedeni yle, tar ı m dış ında da ür etk enlik te bir artı ş var -
96 TARİH HIRSIZUGI

dı . İnşaatta (örneğin beton kullanımıyla), değirmen taşlarında ve de­


mir ergitirken kullanılan hava akımını geliştirme yöntemlerinde ge­
lişmeler yaşanıyor; nakliyede, daha geniş ölçekli üretim birimlerin­
de ve büyük gemilerde "teknik ilerlemeler" gerçekleşiyordu. Tüm
bu etkinlikler sırasında, cevheri hemen her yerde bulunduğu için, daha
ucuz bir metal olan demir kullanılması, kimi makineleşme biçimle­
rinin gelişmesine çok yardımcı oldu.
Romalılar sadece "yüksek kültür" ve "üstyapı"nın sınırlı anlamın­
da bir "kültürel üstünlük" sergilememişlerdi; zira kentsel yapıları,
viyadükleri, yeraltı ısıtma sistemleri, tiyatroları ve hamamlarıyla Av­
rupa'nın büyük bölümünün çehresinin de değişmesini sağlamışlar­
dı. Ayrıca yasalar, edebi eserler, eğitim kuruluşları ve çeşitli türden
etkinlikler de yarattılar. Bunların hiçbiri canlı bir ekonomi olmak­
sızın yapılamazdı. Gerek kırsal alanda, gerek bu geniş kent kompleks­
lerinin inşasında -Roma'nın ve İngiltere'deki ufakça taşra merkez­
lerinin yanı sıra, Suriye'deki Palmyra ve Apamea gibi muhteşem kent­
ler- geniş biçimde köle emeği kullanan bir ekonomiydi bu. Tüın bun­
lar, durağan bir altyapının köpüğü olmanın çok ötesindedir. Ve ke­
sinlikle feodal dönemin (bazılarının ileri sürdüğü gibi) dinamik ol­
mak bir yana, çelimsiz ve marjinal görünmesine yol açarlar.
Bununla birlikte, erken ortaçağ tarımda gerçekten de bir ilerle­
me gösterdi. Saban kullanımında değişiklikler vardı,53 fakat bunlar
temelde eski uygulamaların uzantılarıydı. Buna ek olarak, "Roma
çağına göre büyük bir gelişme yaşanmasını sağlayan" bir dizi icat
yapılmıştı. "Bunlardan bazıları dünyanın başka yerlerinden alınmış­
lardı, ama daha sonraları Batı Avrupa uygarlığının ayırt edici nite­
liğini oluşturacak teknik anlayışın işaretleri hali hazırda böylece be­
lirmişti."54 Daha sonraki Avrupa'nın teknik başarılarından hiç kim­
se kuşku duyamaz. Fakat dışarıdan alınıp benimsenen icatların na­
sıl olup da Batı Avrupa'nın teknik anlayışının işaretleri olarak gö­
rülebileceği anlaşılmazdır; bu görüş, teknolojik terimlerle ifade edi­
len tipik Avrupa-merkezciliği temsil eder: "Söz konusu" varsayım­
sal teknik "anlayış", bizim tevarüs ettiğimiz zihinsel bünyeyse, "daha
sonraları ona sahip olduk, bu yüzden önceden de sahiptik." Aslına
bakılırsa, bu tür ithal teknolojiler kesinlikle diğerlerinin, özellikle de
FEODALİZM 97

Çinliler in buluşçul uğunun bir işar et iy di. 5 5 Ly nn Wh it e' a gör e


( 1 962), bu dönemde benimsenen önemli buluşl ar mah muz, at nalı
ve su değir meniydi. Başat olarak asker i değer deki mah muz, Avru pa'y a
at lar ve at idar esindeki diğer bir çok gel işme gibiAr ap ü lkeler i ü ze­
r inden geldi. At nalı, t ıpkı h ar eketliliği art ır an mah muz gibi at sür ­
mey i gel işt ir en y eni koşum t akı mıy la bir likt e 9 . yü zy ı lda, muht eme­
len Bizans İ mpar at or lu ğu' ndan al ınmışt ı. Çin' de maden er it me o cak­
lar ı nda M. S . 31 gibi er ken bir t ar iht e ku llanıl may a başlanan su de­
ğir meni, Avru pa' da t ah ıl öğüt me amacıy la su kem erl er inden su çek­
mekt e ku llanı lmak ü zer e R oma döneminin sonl ar ında ort ay a çı kt ı;
4 . yü zy ıl da çok y avaş bir şekilde Ar abist an' a, or adan da Bat ıAvru ­
pa'y a geçer ek 8. yü zy ılda İngilt er e'y e u laşt ı. Avru pa'da bu makine­
l er ilkin t ah ıl öğüt mekt e, ancak ondan sonr a y ağ çıkar mada, t abak­
h aneler de deri t abaklamada, met al torn asında, ker est e bıçkısında, boya
ezmede ve 1 3. yü zy ı ldan sonr a kağıt y ap ımında ku llanıl dı. İngiliz­
ce "mili" (değir men) sözcü ğü , S anay i D evr imi'nin sim geler inden Bla­
ke' in ü nlü dizesi " kar anlı k Ş eyt ani değir menler" deki gibi, h er tür ­
lü mekanize t esis için kull anıl may a başl adı.
Bu kazançl ar a kar şın, Ander son' ın da kabul ett iği gibi, bir bütü n
olar ak uygar lı k ger ileme h alindey di. Kamu sal t iy atr olar ı n ve h amam­
lar ın Bat ı Avr upa'y a dönü şü ne kadar zaman aldı? E ğiti m sist emi­
nin kendini t oplay abi lmesi için ne kadar zaman ger ekt i? Kapsamlı
ve der in bir mut fak zevki ne zaman ger i geldi? Laik sanat ve edebi­
y at ı n öneml i bir çı kı ş y apması ne kadar sür dü? Ancak bütü n bu n­
lar nih ay et ger çekleşt iğinde bir R önesans't an, klasik kü ltürü n y eni­
den doğu şu ndan söz ediy oru z. Fakat Kar olenj döneminin ve 1 2. yü z­
y ılın "y eniden doğuşlar" ı gibi dönemse l canlanmalar la beneklenmiş,
u zu n bir bekley iş olmu şt u bu .

Karolenj Canlanışı ve Feodalizmin Doğuşu


R oma İmpar at or lu ğu 'nun çökü şü ot omati k olar ak " feodalizm" in
doğu şuna y ol açmadıy sa da, bazılar ı geç R oma'nı n kendi içine ka­
palı mal ikaneler ini feodalizminh aber cisi ol ar ak gör mü ştür.56 Bir çok­
l ar ı nca benzer siz olar ak kabu l edilen Bat ıAvr upa'y a özgü ort açağ
98 TARiH HIRSIZLIGI

feodalizmini karanlık çağ öncelemişti, öyle ki bazıları feodalizmin


başlangıcını, Anderson'ın Batı'nın her yerinde "gerçek bir yönetsel
ve kültürel canlanış olarak" nitelediği 8. ve 9. yüzyılların Karolenj
devletinde bulur. Fakat bu çağın asıl başarısı, "imparatorluğun yö­
netim aygıtları altında feodalizmin temel kurumlarının tedrici ola­
rak doğuşu"nda yatar.s7
Karolenj dönemindeki feodal kırsal ekonominin büyük malika­
nelerinin, kira ve emek karşılığında üretimi sağlayan köylü çiftçili­
ğiyle birlikte, "dinamizmi ifade eden ve dayatan" kendine özgü bir
fenomen olduğu ileri sürülür.ss İşte bu büyük malikanelerde, "Av­
rupa ekonomisinin başlangıcı"nın izleri bulunmuştur.59 Bu malika­
nelerden bazıları çok büyüktü, ama nadiren tümüyle içine kapalıy­
dı . Öyle ki, 8. yüzyıldan 1 0. yüzyıla dek "kırsal hanelerin ücretleri­
ni nakdileştirmek"60 ve pazar operasyonlarına katilmak yönünde ge­
nel bir eğilim oluşmuştu bile. Aynı zamanda bazı malikaneler su de­
ğirmenlerine -bunlar geç antikçağdan bu yana sanılandan çok daha
yaygın hale gelmiş olsalar da- yoğun bir biçimde yatırım yapıyor­
du . 6t Sayısız kazının ardından, bu malikanelerde çeşitli kentsel za­
naatın da bulunduğu ortaya çıkmıştır. Tıpkı nüfus gibi, ticaretin de
özellikle Kuzey'de ağır ağır genişlemeye başlamasının bir sonucu ola-
rak, bunlardan bazılarının kendine bağlı tüccarları vardı.
Feodalizmin yalnız "nedenleri" değil, zamanlaması ve dağılımı
bile, Karolenj dönemi ile ilgili birçok tartışmanın konusudur. Açık­
tır ki, nedenler dikkate değer şekilde zamanlama ve dağılıma, yani
"saf anlamda bir Avrupa fenomeni olup olmadığına ve bunun ne za­
man ortaya çıktığına ( veya ortadan kaybolduğuna) " dayandırılmak­
tadır. Cambridge Ancient History'nin son (XIV) cildiyle ilgili kale­
me aldığı önemli bir eleştiride Fowden, "Antikçağ"ın Batı'da M.S.
600'de ya da daha da kötüsü, önceki baskıda 31 O'da Konstantinos
ile bittiğini ileri süren dönemleştirmenin akla yakınlığını sorgular. 62
İkinci tarih, Doğu'da kurulu Yeni Roma'nın "bir imparatorun yanı
sıra bir piskoposa sahip olduğu ve bu mutlu durumda bir sekiz bu­
çuk yüzyıl daha yaşamaya devam ettiği" gerçeğini görmezden gelir.63
Doğrusu istenirse, İmparator İustinianos (482-565) "yeniden birleş­
miş bir Roma İmparatorluğu vizyonuna samimi olarak sahipti." Böy-
FEODALlzM 99

l ec e ardıll arı , özelli kl e Bat ı' yl a il etişi ml eri ni kesen Müsl üman i stil a­
l arı nd an sonr a yüzl erini Doğ u'ya çevi rdil er. Fowd en, Akd eni z'i n gü­
neyi ni, doğ usun u ve b atısın ı bir araya getir erek Afgani st an'd an Fas' a
kad ar kesi nti si z bi r al an ol uşt uran İsl am'ın yayıl ışı nın, Yahudili k ve
H ıri sti yanlı k b ağl amı nd a "t aze ve d aha net bi r il ahi b akış " ol arak
görül mesi gerektiği nd e ısrar ed er. M.S. 600 t ari hi ni b eni msemek, İs­
l am'a dai r her t ürl ü d eğ erl endir meyi dışl amak ve İsl am'ı t ümüyl e fark­
l ı bi r Asya d ünyası na b ağlı ol arak görmek anl amı na gelir. Bu, her
d üzeyd eki süreklili kl eri g özd en kaçı rmak ol ur, b u yüzd en Fowd en,
d önüm no kt ası nın M.S. 1000 di ye iş aretl enmesi ni n d aha i yi ol abi ­
l eceği so nucuna varır.
Fransı z akad emi k g el eneği ne ait bi r kol d a b enzer bi r yön i zl eye­
rek, ya kökt enci ( yani , bi r d evri m) ya d a t ed ri ci (bi r mut asyo n, d e­
ğişi m) ol arak görül en d aha so nraki si yasi d eğişi mle re yoğ unlaş mış ­
t ır. Bu gel enek, "feod ali zm"i K arol enj d önemi nd en bil e hat ırı sayı­
l ır öl çüd e so nraya, M.S . 1000 ci varı na yerl eşti ri r. Feod ali zm, b azı
Fransı z t ari hçil er t arafı nd an "vahşi bi r ko pma" , bi r "to pl umsal fı r­
tı na" ol arak beti ml enmişti r.64 N e var ki , bi r b aş ka grup kökt en d e­
ğişi m kavramı nı to pyeku n el eşti rir, yeri ne d aha d uyarlı ol an t ed ri ci
mod eli öneri r. 1000 öncesi yl e 1 200 so nrası nın görece i sti krarlı yö­
neti ml eri arasınd aki , özelli kl e d e çarpı cı eko no mi k d eğişi ml ere yol
açan şidd et dol u d önem yo rumunu redd ed er ve yöneti ci sı nıfı n sen­
yörl ük gücünü yeni bi r t ür köl eli k kurmakt a araç ol arak kull and ı­
ğı nı kab ul et mek i çi n hi çbi r gerekçe b ul unmad ığı nı il eri sürer.65 Bu­
nunl a bi rli kt e, her i ki grup d a feod ali zmi n hala Avrupa mod ernit e­
si ni n t emel başl angı cı old uğ unu savunur. "11. yüzyıl feod all eş mesi
mod ern d evl eti n doğ umu i çi n zor unl u bi r önkoş ul ol arak gör ül ür. "66
Öncüd ür, çünkü mod ernit e eski d öneme ait bi r özelli k ol arak ka­
b ul edil mez. Doğ makt a ol an "feod al üreti m bi çi mi " nd e, "ne emeği n
ne d e emek ürünl eri ni n mal " ol arak kab ul edildiği söyl enmişti r; üre­
ti m bi çi mi ne egemen ol an to prak ve doğ al eko no midir.67 Baş ka bi r
yazara g öre, "Ro ma İmparato rl uğ u'nun çöküş ü ve anti kçağd an o r­
t açağ a geçiş , eko no mi k b akış açı sınd an, para eko no mi si nd en doğ al
eko no mi ye bir sapma ol arak görül ebili r. "68 G el gelelim, "doğ al eko ­
no mi " ni n eni nd e so nund a kentli bi r yön gelişti rdiği ni d e il eri sürer.
100 TARiH HIRSIZLIGI

Bir "doğal ekonomi"yi hangi bileşenlerin oluşturduğu aşikar de­


ğildir; ancak açık olan husus, kentlerin çöküşü ve geri dönüşüne (gör­
düğümüz gibi, başka yerlerde daha uzun bir süreklilik vardı) daya­
nan bu izah, bütünüyle Batı Avrupa'ya yönlendirilmiştir. Bu görü­
şe göre, tarihi büyük ölçüde farklı addedilen Doğu'nun hiç ortaça­
ğı (arada ne olmuş olabilirdi?) ve "feodalizmi" olmamıştı; zira kent­
ler, Batı'dakinden biraz farklı vurgularla olmakla birlikte, tıpkı ima­
lat ve ticaret gibi gelişmeye devam etmişti. Bu, Akdeniz'in doğusu
için de geçerliydi. Kentler, hatta kent devletleri, örneğin Suriye'de Haç­
lı Seferleri zamanına değin var olmayı sürdürdü.69 İtalya'da bile "geç
antikçağın kent uygarlığı hiçbir zaman bütünüyle iflas etmedi ve -ki­
lise iktidarıyla harmanlanan- yerel siyasal örgütlenme [ . . . ] 1 0 . yüz­
yıldan itibaren gelişti. "70
Toplumsal yaşamdaki değişimi, üretim biçimlerinin fazlasıyla ge­
nel terimleriyle tanımlamanın sorunlarından biri, bu tanımların ka­
tegorik olmakla kalmayıp altyapı ve üstyapı arasında köklü bir ay­
rıma dayanan, kısıtlı bir bakışla yorumlanma eğilimi göstermesidir.
Fakat "altyapı" başka bir düzeyde devam edenden çok fazla etkile­
nir ve bilgi sistemlerindeki gelişmeler çoğu zaman ekonomi açısın­
dan muazzam önem taşır. Bu anlamda da, altyapıda önemli bir rol
oynarlar. Her durumda, tarımsal üretim bile yalnızca sınırlı bir an­
lamda teknolojiye değil, aynı zamanda ulaşıma (örneğin, Roma yol­
larının yapımı), bitki yetiştirme ve yayma tekniklerine olduğu kadar
örgütlenme ve personele de dayanır.
Feodal gelişmelerin doğasına ilişkin bu haklı sorgulamalara kar­
şın, insanlık tarihinin genel akışının izleri, Batılı araştırmacılar tara­
fından yine de Avrupa'da olanlar açısından takip edilmiştir. Antik­
çağ ve feodalizm, Batı kapitalizmine giden benzersiz bir neden-sonuç
zincirinin parçalarıdır. Bunun ötesindeki her şey, Marx'ın ifadesiyle
"Asya istisnacılığı" dır. Duruma daha geniş bir dünya perspektifinden
bakıldığında, o dönemde "istisnai" olanın Avrupa olduğu kesindi. Her­
kesin üzerinde birleştiği gibi, Avrupa, pek çok alanda ancak ağır ağır
üstesinden gelinebilen "feci bir çöküşe" uğramıştı. Lynn White gibi
diğer yazarlara koşut olarak tarihçi Anderson da, yalnız Asya'daki
değil Roma dönemindeki "durağan" ekonomiyle (kuşku götürür şe-
FEODALiZM 1 01

kilde) karşıdaştırdığı ortaçağda gerçekleşen teknik ilerlemeleri vur­


gular. Söz gelimi, Romalılar su değirmenini Filistin'den ve dolayısıy­
la Asya'dan almış olmalarına karşın, bunu genel ölçekte kullanma­
maları gerçeği (daha geniş kullanımına ilişkin yeni kanıtlar vardır)
üzerine yorum yapar. Su, hem Doğu'da hem de Batı'da ancak zaman­
la tedricen yararlanılan bir unsurdu. Romalılar sukemerleri, yeraltı
ısıtma sistemleri ve Suriye'deki Apamea veya Provence'taki Pont du
Gard'daki gibi karmaşık su sistemleriyle, kesinlikle bu yolda önem­
li adımlar atmışlardı. Sınırlı bir anlamda sadece tarımsal teknoloji­
ye yoğunlaşmak kısıtlı bir ekonomi-politik görüşü gibi görünüyor;
kaldı ki, tahıl üretiminin başlaması ve yaygınlaşması, su değirmen­
lerinin kullanımı ve üretim sistemlerinin topyekun başarısı göz önü­
ne alındığında, Roma bu alanda da kesinlikle durağan değildi.
Feodal dönemde Avrupa toplumunun ilerici doğasına gelince, Batı
tarımının üretkenliği hiç kuşkusuz zamanla gelişti; ama ilk çıkış nok­
tası oldukça düşük bir seviyedeydi . Ancak, hiçbir zaman Yakındo­
ğu'nun veya Kuzey Afrika ve Güney İspanya'nın sulamalı tarımı ka­
dar üretken olmadığı gibi, "13. yüzyılda Çin'de, muhtemelen dün­
yadaki en gelişmiş tarım bulunuyordu; Hindistan Çin'e karşı tek akla
yakın rakipti"?! ve Avrupa'nın Uzakdoğu'nun üretkenliğinden de
hayli uzakta olduğu biliniyordu. 72 Bazıları 6. yüzyıla gelindiğinde,
diğerleriyse daha sonraları, Orta Krallık'ta (Çin) "bir Yeşil
devrim"den bile söz etmişlerdir.73 Avrupa'da tarım 8. ve 12. yüzyıl­
larda gerçekten de gelişme gösterdi. Fakat ne kadar? Bunu son de­
rece "ilerici" bir gelişme olarak gören Anderson ve Hilton gibi araş­
tırmacılarla, başarıdan daha az etkilenenler arasında köklü bir gö­
rüş ayrılığı vardır.

Süvari Savaşı
Üretim veya iletişim araçlarından çok imha araçları bakımından,
Avrupa'da feodalizmin gelişmesi süvari savaşının başlamasıyla da iliş­
kilendirilmiştir. 74 Atlı savaş, farklı bazı siyasi ve ekonomik değişim­
lerle daha çok ilgilenen çoğu tarihçinin feodal olarak kabul ettiği dö­
nemden çok daha önce başlamıştır. Bu savaş biçimi ve onlarla bü-
102 TARiH HIRSIZLIGI

tünleştirilen şövalyeler, uluslararası gelişmelerin sonucuydu. Avru­


pa, M.S. 370 ila M.S. 1000 arasında, doğudaki bozkır sınırından ge­
len birçok tehlikeye maruz kaldı ve Çin'de başlayan huzursuzlukla­
rın sonucu olarak Asya'dan gelen şiddetli göç dalgalarına uğradı. 75
Avarların kıtaya sızması, bir dizi Germen orijinli halkın yerlerinden
olarak İtalya, İspanya, Galya ve İngiltere'ye gitmesi anlamına gelir­
ken; Slavlar Balkanlar'ın büyük bölümünü işgal etti. Hükümdarla­
rın tepkilerinden biri askeri nitelikliydi; binicinin, eyerindeki mızrak
veya kılıçla savaşmasına olanak veren Doğu üzengisini kullanan yıl­
dırım süvari birlikleri doğdu. Batılı tarihçiler çoğu zaman bu süva­
rileri Charles Martel'in 733'teki Poitiers savaşında icat ettiğini dü­
şünür ve bu savaşın Avrupa'yı Müslümanlardan kurtaran bir zafe­
re öncülük ettiğine -destan ve efsaneye dayanarak- inanırlar. Aslın­
da Müslümanlara göre bu sefer küçük bir akından başka bir şey de­
ğildi.76 Onlar aynı dönemde Konstantinopolis önlerinden püskürtül­
meleriyle daha çok ilgileniyorlardı . Her durumda, sözde Avrupa'yı
kurtaran yeni askeri teknolojinin temelleri de Doğu'dan gelmişti.
Üzengi M.Ö. 3. yüzyılda, bronz ve dökme demirden örneklerinin
yapıldığı Çin'de kesinlikle biliniyordu. Yıldırım süvarileri Persler ve
Bizanslılar kadar İslam ordularınca da kullanılmış, Yakındoğu'da "ok
atan atlı askerler" yüzyıllar önce ortaya çıkmıştı. Uzn�anlaşmış sü­
vari savaş yönteminin tüm biçimleri donanım için hatırı sayılır bir
masraf gerektirir77 ve feodal sistemin temelinde pahalı yıldırım sü­
vari birlikleri kurma yükümlülüğünün yattığı ileri sürülür. Atlı sa­
vaşçıların masraflarını ya yağmadan ya da kendilerini savunma id­
diasında bulunabildikleri yerel köylülerden çıkarmaları gerekiyordu.
Bu beklenti Batı Afrika'dan Gonja'nın yönetici malikanesinin atlı­
ları arasında da vardı, ama bu telafiyi köylü haraçlarından değil de,
ancak savaş ganimetinden yapabilmeleri nedeniyle onların hakimi­
yeti daha sınırlıydı; aslında ben, öküz ya da atla çekilen sahandan
farklı olarak küçük çapayla yapılan üretim kendileri veya hüküm­
darları için ya çok az ya da hiç "artıdeğer" üretmediğinden, bu gu­
rubun Avrupa "feodalizmi"yle özdeşleştirilmesine karşıyım. Fakat
yine de teknik, destek ve tutum açısından karşılaştırılabilecek bazı
benzerlikler vardır.
FEODALiZM 1 03

S özün özü, gerçi Avrupa d üş ün cesinin büyük çoğunluğu böyle yap­


mamı zı istese d e, Avrupa'd a toplumun geliş mesin i d eğer lend ir ir ken
ortaçağı "ileri" bir aş ama olarak kabul etmek zor und a d eğiliz. 78 B u
gör üş gen ellikle "komün al" veya "kabilesel" , Asya tipi, an tik, feo­
d al ve burj uva (kapitalizm)79 ür etim bi çimlerin in zor un lu olar ak bi­
rind en di ğer in e geçilerek in san topl umun un beş aş amalı geliş mesi­
n i oluş turd uğu kur amın a bağlan an lar taraf ın d an kabul gör ür. "An ­
ti k aş ama" , bir kaç tüccar ın d a f aaliyette bulun masın a karşın , köle­
ci bir ekon omin in h üküm sürd üğü "tarıma [ . . . ] d ayalı ken tlerin ta­
r ih id ir." F akat feod alizm, Avr upa'n ın Asya'd an iler iliğin i temsil et­
memesin e karşın bu d ur umun son ucu olan aş amayd ı.
Ortaçağd a yaş am kalitesin d e kesin likle d üzelmeler vard ı, ama Ya­
kın ve U zakd oğu'n un sulamalı tar ımıyla, gücün ü kor uyan ken tler iy­
le ve geliş en kültür ler iyle karş ılaş tırı ldı ğınd a, feod al izmi ileri bir aş a­
ma olar ak kabul etmek aşı rı ya kaçmak gibi gör ün üyor. B atı'n ın üs­
tün lüğü, İ talyan ken tlerin in ön celikle tekstild eki imalat ve ticar et ba­
ş ar ıların a d ayan an R ön esan s sonr asın a kad ar ger çek anl amd a ken­
d in i göster med i; zir aAvrupa'd a sın ai kapitalizm ve fin ans a gid en yo­
lun yan ı sıra, bili m ve estetik alan larınd a bir ileriliğe iş aret ed en ler
bu ken tlerd eki geliş melerd i. B u ilerilik, yaln ı z üretim biçimin d e d e­
ğil il etiş im tar zınd aki d eğiş ikliklere d e d ayanı yord u; bunu sağlayan­
sa, h er ikisi d e Çin 'd en gecikerek gelen , ama ar tık alfabeti k bir ya­
zıd a kullanı labilen matbaa ve ka ğıttı.

Ticaret ve İmalatın Yükselişi


Tı p tarih çi ler inin çalış maları , K arolen j d ön emind ekiAvrupalı h e­
kimler in Arap bilimin in sah iplen ilmesin in ilk aş aması old uğun u or­
taya çıkarmış tır. B un un la, Akd en iz'd eki uzak mesafeli ticaretin ye­
n id en kurulmasın ı yan sıtan ve etki alan ı ekon omiyle sın ırlı- kalma­
yan bir kazan ım söz kon usud ur. B u d ur um, K arolen j R ön esan s'ı adı
ver ilen ve yaln ız eğitimin yaygın laş masınd a, yen i okullar ın açılma­
sınd a d eğil; ayn ı zamand a ticaret ve imalatın geliş mesin d e d e bir ar ­
tış ı tetikleyen d ah a gen iş çaplı bir yenid en d oğuş un par çasıydı: "İpek
ith alatınd aki d eğiş imlere bakmak, münferit f akat etkili bir fi kir ve-
104 TARiH HIRSIZLIGI

rir."so Ticaret gerçekten de 8. yüzyıl sonunda başlayan, ama önem­


li bir düzeye ancak 1 0 . ve 1 1 . yüzyılda "bir yandan Venedik ve Gü­
ney İtalya, diğer yandan da Yakmdoğu ülkeleri arasındaki ticaretin
hızlanması sayesinde" Levant ile olan karşılıklı teşebbüslerle birlik­
te Avrupa'da yükseldi .81 Akdeniz'in Batı'yla ticareti o zaman başla­
dı (Doğu ve Kuzey Afrika limanlarıyla devam etmişti); bazılarının
kapitalizmin "kökeni" olarak gördüğü bir yenilenmeydi bu. Büyük
ölçüde -ortaçağ Batı'sı açısından- öyleydi de. Zira ticaretin genişle­
mesi Doğu Akdeniz'in büyük antrepolarının dışında Konstantinopo­
lis ve İskenderiye'yle, hiçbiri Batı kentlerindekine benzer bir çökü­
şe uğramamış ve ticarete dayalı ekonominin çok uzun zamandır yer­
leşik olduğu daha küçük birçok merkezle bağlantıların yeniden ku­
rulması anlamına geliyordu. Bu bağlantılar, lüks malların yam sıra
daha gündelik ürünlerin, teknolojik gelişmelerin, klasik araştırma­
cılığın, edebi ve bilimsel etkilerin de faydalarını beraberinde getire­
rek Avrupa'nın yavaş yavaş toparlanmasına giden yolu döşedi .
Karolenj dönemindeki bağımlı tüccarlar, büyük dini kurumlar ve
büyük malikaneler için, bağımsızlarsa kent ekonomisi içinde çalış­
tılar. Böylece ticaret, İtalya'daki birçok kentin yeniden canlanması­
na yol açtı; onlar da, feodalizmin gelişmiş olduğu söylenen Karolenj
Avrupa'sında sözde "doğal ekonomi"nin merkezine tümüyle farklı
bir odak verdiler. Kentler Doğu'da değil ama Batı Avrupa'da önem­
li ölçüde yıkılmıştı ve şimdi, Doğu'yla yapılan ticaretle harekete ge­
çerek canlamyorlardı. O zaman Avrupa'da ticaret, yalnız Baltık'ta­
ki kuzey güzergahından Rusya'ya ve İran'a değil, baharat (ve ilaç­
lar), tütsü ve ipeğin yün, kürk, kalay, Frenk kılıçları, ama en çok da
köleler karşılığında değiştirilmeye başlandığı Akdeniz'de bile yüksel­
meye başladı. Köleler, Avrupa'nın en önemli ihraç ürünlerinden biri
haline geldi ve bu durum Türk dönemi boyunca da devam etti. Bu
şekilde "Avrupa'nın küçük dünyaları Müslüman ekonomilerin
daha büyük dünyalarıyla bağlantılanmaya başladı."sı "İslam'ın yük­
selişi -ve bunun ekonomik olarak pekişmesi- doğmakta olan Avru­
pa ekonomisinin doğasını değiştirdi . " 83
Ortaçağ İngiltere'sinde, denizaşırı ticaret büyük ölçüde yün ve ku­
maş üretimine ve bunların Avrupa'ya ihracına dayanıyordu; Avrupa'da
FEODALiZM 1 05

en kazançlı alan im alat değil, ticar et or taklıklar ı, uzak m es afeli tica­


r et ve t efec ilikti. Tekstil sanay ii, Avr upa eko nom is inin büy üm es inde
ve bu eko nom inin başar ıs ına day anan kült ür el et kinl ikler in canlanıp
genişlem es inde m er kezi önem e sah ip h ale geldi. i lk önce y er el y ün
sanay ii kur uldu. Başlangıçt a ith al edilen, dah a so nr alar ı da y er el o la­
r ak ür etilen ipek o nu izledi; so n ol ar ak da, y ine önce ith al edilen, ar­
dından da Avr upa'da do kunan ve İngilter e'de Sanay i D evrim i'nin t e­
m elini o luşt uran pam uk geldi. Sanayi ür et im inin er ken bir form u için­
de ipek, Ç in' den İs lam düny asına y ay ılmış ve Bur sa'da ipek do kum a­
cılığ ı kök s alm ışt ı. Bur ada da, Batı'da o lduğ u gibi, Hint pam uğuna
ço k değ er ver iliyor du ve bo l m ikt ar da ith al edilen pam uğ un - tıpkı
ipekt e de o lduğu gibi- sat ın alınabilm es i için ço k m iktar da alt ın is­
r afının ger ekm esi şikay et ler in y ükselm es ine sebep o luyor du.84 Zir a
Do ğu ticar eti, bazılar ının iler i s ür düğü gibi, sadece "gezgin
satıcılar " ınss işi değ ildi, büy ük ölçekl i ith al at ve ihr acat, büy ük bir
t icar i gir işim söz ko nusuy du. Bu m uazzam önem, eninde so nunda
tıpkı Ç in por selenler ini taklit eden T ür kiy e'deki ünlü İznik çiniler in­
de o lduğu gibi, ger ek Bur sa ger ekse Halep'teki y er el pam uk ür et im i­
nin Hint desenler inin taklitleri için kullanılm asına yo l açt ı. 86
Y ün başlangıçt a h amm adde, dah a so nr alar ıy sa kum aş o lar ak it­
h al edil di; so nuç o lar ak Yakındo ğu ile g erçekleşen ticare tte önem li
bir ro l oy nadı. Y ünlü teksti l ür ünler i Bat ı'da ima lat ı en ço k büy ü­
y en, ver im liliğ i "y at ay pedallı do kum a tezgah ıyl a [ . . . ] m uh tem elen
üç kat ar tan" sekt ör dü.87 K um aş ür et im i, Avr upa'da en er ken biçi­
m i 10. y üzy ılda or tay a çıkm ış o lan bu y eni do kum a t ezgah ıy la bü­
y ük ölçüde gelişt i. Bu t ip t ezgah lar, Ç in'de Ş ang dönem inden itiba­
r en, Do ğu'da da ço k eskiden ber i biliniyor du. Tıpkı ço k dah a so n­
ra Lucca'nın ve ar dından Bo lo gna' nın su tem elli ipek ipliği eğirm e
m akineler inin t em elini sağ lam ışa benzey en karm aşık m akar a sarm a
m akineler inin de bilindiğ i gibi... ss
İpek ür etim i, İtaly a ve dah a so nr a diğer tekst il ür ünler i alanın­
da İ ngilter e'de o lduğundan ço k dah a önce, Ç in'de y abana at ılm a­
y ac ak ölçüde gelişm işt i. E lvin, K uzey Sung'da ipek eğirm ede kulla­
nılan ve pedallı m akar ay la çalışan, ipekböceği ko zalar ının bat ır ıl­
dığı bir kay nar s u t eknes inden bir dizi ipek ipliğ i çeken, su enerj i-
106 TARiH HIRSIZUGI

si kullanan büyük bir iplik bükme makinesini betimler.s9 1 3 . yüz­


yılda bu makine kenevir ipliğine uyarlandı ve hayvan veya su gü­
cüyle çalıştırıldı. Elvin bunu 1 7. yüzyıl sonu 1 8 . yüzyıl başında, Di­
derot'nun Ansiklopedi'sinde resmedilen "keten ve ipek" eğirme ma­
kineleriyle karşılaştırarak, "benzerlikler öyle çarpıcı ki, ipek eğir­
menin nihayetinde Çin kökenli olduğuna ve muhtemelen İtalyan fi­
latorium'u aracılığıyla Avrupa'ya geldiği neredeyse kuşku götürmez"
yorumunu yapar. 90 Başka bir deyişle, yalnız ipek üretimi değil, ipe­
ğin makineleşmesi de ilk olarak Çin'de başladı ve gerek ipekte ge­
rekse pamukta bir "ithal ikamesi" sürecinin damgasını vurduğu Av­
rupa'daki tekstil üretimini besledi.
Tekstil sanayiindeki gelişmeler, gerek yün kumaş ihracatı gerek­
se yünün Yakındoğu'da sık sık değiş tokuş edildiği ipek ithalatında
Avrupa ticaretinin canlanması için merkezi konumdaydı . Her ikisi­
nin üretimine de makineleşmeye, hatta sanayileşmeye yönelik ham­
le yardım etti . Avrupa'da hidrolik makinelerin tekstil sanayiinde kul­
lanımı 10. yüzyılda İtalya'da başladı; Abruzzi yün bölgesinde muh­
temelen yine Çin'den alınan bir işlemle,9ı yünlü keçenin dövülme­
sinde kullanılan büyük çekiçler su ile çalıştırıldı .92 Floransa'nın kom­
şusu Prato kenti (bunların üretimi dışarıda her zaman birbirinden
ayrılmıyordu), yünün yıkanması ve işlenmesi için olduğu kadar hid­
rolik olarak işleyen makineler için de Roma kanallarının ve değir­
men göllerinin (gore) gelişimine bağlıydı.
Bisenzio ırmağının bereketli sularına bağlı olan Prato'daki teks­
til sanayii, 12. yüzyılda doğdu. Yünü temizleyen ve sıkıştıran işçiler­
ce kullanılan kilin bölgedeki bolluğu nedeniyle, yün imalatı için özel­
likle uygun bir yerdi. O yüzyılın başlarında, surların civarındaki hen­
deklerde kurutulan yünlü kumaşla ilgili kayıtlar buluyoruz. 12. yüz­
yılda, Avrasya'nın başka yerlerinde gerçekleşmiş olan imalatın geliş­
mesi, ev imalatından sınai üretim olarak betimlenen düzeye geçilme­
sine yol açtı. Kumaş ticaretindeki canlılık, tam anlamıyla bir banka­
cılık etkinliği ancak yüzyılın sonunda mevcut olmasına karşın, kent­
te birçok sarrafın var olduğu anlamına geliyordu. 1248'e gelindiğin­
de, yün tüccarları ve pannaioli, Lucca ve Lombardia'nın yün ürçten
bölgelerinden bazı göçmenleri de içeren kendi birliklerinde örgütlen-
FEODALiZM 1 07

diler. 9 3 128 1'de P rato'lu bir tacir, K on stan tin opolis'te C en evizlerin
kurduğ u bir Fren k m ah allesi olan P era'da ipek ve ermin ti careti yap­
m aya başlam ıştı bile; ç ün kü Avrupa ve Yakın doğ u ticaretin de yün
ve ipek ticareti m erkezi ön em deydi. 12. yüzyılın son un a g elin diğ in ­
de, tüccarlar C h am pagn e fuarların a, 13. yüzyı lda da Avign on 'daki
papalı k sarayın a g idiyorlardı . O yüzyılın son un da, Prato'lu bi r baş­
ka tacir, Boccaccio'ya Decamero n'un (135 8 ) ilk öyküsün ü yazm a esi­
n ini veren Fran k kralının verg i toplayıcısı olarak ç alışıyordu.94 Ban ­
kacı lık ve tekstil burada da, başka yerlerde, örn eğin Hin di stan 'da
olduğ u g ibi ç oğ u zam an bir biri yle yakın dan ilişkili ydi.
13 . yüzyı la g elin diğin de, Prato'da g erek tah ıl işlem ede g erekse teks­
tilde kullan ılan altm ış yedi im alath an e vardı. Bu ken tte yün im ala­
tın daki büyük g en işlem e, Belediye Sarayı'nın ön ün deki m eydan ın or­
t asın da h eykeli duran Fran cesco di M arcoDatin i'ye { 1 3 3 5-1 410) at­
fedilir. Datin i g eri ye, evin de g izlenm iş olarak bulun an ve ticari am aç­
lı oku ryazarlığ ın ölç üsü h akkın da bi r f iki r veren bi r sürü m ektup ve
m uh asebe defteri bıraktı. Hiç ç ocuğ u yokru, dolayı sıyla servetin i yok­
sulların bakım ını üstlen en bi r vakf a devretti. P apalık sarayı (tekstil
iç in büyük bi r pazar) kurulduğ un da Avign on 'a seyah at ett i ve boya­
m a da dahil üretim in h er evresini g erç ekleşt iren bi r fabrika kurm ak
üzere g eri dön dü. Teksti l san ayiiyle bağlan tı lı bir ticaretin g elişm e­
si yle İtalya'da deft er r utm a si stem inin başlam ası ayn ı an da - bir inin
diğ erin e duyduğu ih tiyaç sayesin de- ortaya çı ktı. Dolayı sı yla P rato
ken tin deDatin i g ibi başarı lı tüccarlar kadar m uh asebeciler, h ukuk­
ç ular ve tacirler de yaşı yorlardı.
Y ün tüccarları yaln ız tekstil üretm ekle kalm adılar, aynı zam an­
da başka yerlerden satın alınmı ş yün ve kum aşı da işleyip boyadı­
lar. Bu m allar Lom bardia'dan ve en kaliteli y ünl ü kum aşların üre­
tildiğ i İng iltere'den g etirtiliyordu. İng iltere'de, özellikle yün ticare­
tin de ç alı şan tüccar ve ban kerler etkin liklerin i Lon dra'nın m er kezin­
deki Lom bard sokağın da sürdürüyorlardı . Bun lar kentt eki en eski
uluslararası ban kerlerdi . İng iliz yün ü kı ta ticaretin i besledi ve m al i­
r'! bakan ın ın g elen eksel olarak üz erin e oturduğ u yün min derin ve
m uh teşem "yün kiliseleri"n in yurdu olan Doğ u Anglia'ya h atırı sa­
yı lır bir :r efah sağladı. Y ün Flan dre'a, özellikle de Brug es' e i h raç edi -
108 TARiH HIRSIZLl(;ll

liy or ve Flaman dokumacılar tar afı ndan kullanı lıy or du; b u dokuma­
cılar kentler ini b ina ve sanatsal etkinlikler le zenginleştir er ek 14. yü z­
yı lda Felemenk R önesans'ı nı n ort ay a çı kı şı na y ol aç mı şlar dı . Tosca­
na'da R önesans'ı n sanat sal b aşarı ları nı n t emeller ini t eksti l t icar et i
atmıştı. Bu et ki nli kler 12. yü zyı l sonundaki ve 13 . yü zyı ldaki r essam­
lar la (i pirimi lumi ) b aşladı; tam da o dönemde Pr ator 'daki yü n ti­
car eti b aşlamı ştı ve Avr upa' da muh aseb ecilik geli şiyor du. Bi zz at Me­
diciler, h em teksti l tü ccarı h em de b anker di ler; Aq uila y akı nlar ında­
ki yü n b ölgesi Abr uzzi' de b ir konaklar ı ve Pr ato'y la da y akın b ağ­
lant ılar ı var dı; Pr ato şat osunun y anındaki S anta Mari a delle C arc e­
ri K ilisesi' ni onlar inşa et tir mişti.
Ort aç ağ ekonomi si ni n uyanışında h ay at i önem taşıy an h usus, özel­
likle Akdeniz'de y apılan uzun mesafeli tic ar ett i; bu t ic ar et ür etimi
h ar ekete geçir mi şti . " Ort aç ağın kent ekonomi si b aştan sona deni z
nakliy esi ve tic ar etiy le ilişki içi ndeydi. "95 Ar aplar y ayı lmalar ını n ilk
y ılları nda iç deni ze hü kmetmişler di. Fakat 11. yü zyı lda, Biri nci H aç­
lı S efer i ve İt aly an donanmasının Akdeniz' den ManşDenizi' ne ka­
dar Atlas Oky anusu r otası nı aç ması döneminde, Akdeniz' den İslam
donanmalar ı kısmen temi zlenmi şti. Tür kler in geli şi dur umu deği ş­
tir di ve Osmanlı donanması en azı ndan İneb ah tı y eni lgi si ne (1571)
kadar önemli b ir etken h alin e geldi. Fakat ti car i müb adele y alnız eko­
nomini n deği l, ay nı zamanda bi lgi ve fi kir lerin y enilenmesi aç ısı ndan
da h ay ati önemi ni kor udu.

Diğer Feodalizmler?
F eodalizm kavr amı yla uğr aşan b azı Avr upalı ar aşt ırmacılar, b u
kavr amın dü ny anın ger i kalanındaki var lığı, h atta y okluğunu sor­
g ulamışlardır. Coulboum onu Asy a'da, özellikleJ apony a' da ar amı ş,96
di ğer leri Afri ka'nı n göb eği nde b ulm uşlardır.97 Bu ar aştır macılar a göre,
mü ph em b ir şekil de adem-i mer keziy etçi tü m r eji mler i ncelenmey e
uy gundu (ve ç oğu r ej im -mer kezle ç evr e ar asındaki ilişkide oldu­
ğu gibi- b ir ölç ü de y er el özer kli k ser gi liy or du). Dah a özgü l olar ak,
b u kişi ler topr ak sah ipliğine b ağlanan askeri yü kü mlü lü ğü arıy or ­
lar dı . Bunu da b ulmak ç ok güç değildi. Böylece b azı ör nekler de, feo-
FEODALiZM 109

dali zm kavramıAfri ka' daki gibiAvrup alı olmayan rej i mlere de at­
f edildi . 9 8 Ne var ki, evrensel bir feodalizm arayışı yanlıştır, zi ra ge­
nel anlamda feodal olarak görülen siyasi koşullar yaygın olmakla
birlikte, Avrup alı veAsyalı top lumAfr ika' dakinden ç ok farklı bi r
top rak mülkiyeti si stemi nin ortaya ç ıkmas ına yol aç an s aban tarı­
mına dayanıyordu.
D aha geni ş, kıs ıtlanm amış bi r feodali zm görüşüyle i lgi li bi r s o­
run, Avrup a sahnesinin görünüşteki benzersiz di namizmi ni n nas ıl açık­
lanac ağ ıdır. "Henüz s anayi kapi tali zmi ni nAvrup a ve onunAmeri­
ka uzantıs ı dışında b aşka herhangi bi r yerde kendi liği nden geli ştiği­
ni i ddi a eden hiç bi r tari hçi çı kmamıştır. " 99 Bu görüş, Avrup a'nın er­
ken dönem feodal top lums al oluşum s ayesi nde "ekonomi k üs tünlü­
ğ ü" nü kazanıp başka bi r yer de benzeri ne ras tlanmayan Sanayi Dev­
ri mi 'ne yürüdüğünü ve bunun da her yerde top lumla rın dönüşümü­
neyol aç tığ ını kabul eder. "Batı is tis nac ılığ ı" na, yani anti kç ağ i le ka­
pi tali zm aras ında feodali zmden geç en dolays ız bir i lerleme çizgisi nin
teki lliği ne bağ lılık, tari hi beli rli bi r doğ rultuda ç arp ıtır. 1 9 . yüzyıl­
daki (veya daha önc eki ) üs tünlüğ ün, nedens el bi r şeki lde ortaç ağ a,
benzersi z bi r feodali zme uzanmadığ ı varsayımını dikkate almalıyız.
G erç ekten de, erken dönemi n benzersi zliği tezi, Çi nli akademisyen­
leri n Elvi n tarafından mali kane si stemi (N eedham tarafından da "bü­
rokrati k feodali zm" ) diye adlandırılan düzen altında buldukları "ka­
pi talizmi n fi li zleri" kavramıyla veya N ehru ve diğ er leri nin Hindis­
tan'ın kapi tali zm rotas ının s ömürgeci feti hle tıkandığı şekli ndeki gö­
rüşleriyle nas ıl uzlaştırılabi li r? Çi n ve "Avr up a" nın bazı kıs ımları­
nı 18 . yüzyılın s onuna deği n ekonomi k ve kültürel olarak eşi t düzey­
de gören P omeranz ve Bray gi bi araştırmacıların görüşleriyle nasıl
uzlaştırılabi li r?
Afri ka feodali zmi kavramını, üretic i sistemlerdeki büyük fa rk ne­
deniyle bir kenara bıraksak da, karmaşık üretim biçi mleri olan top­
lumların bulunduğ uAsya' daki durum farklıydı. Asya' da "kapi tali z­
mi n fi lizleri " kavramı bazılarınc a ileri sürülmüş, daha ortodoksAv­
rup a- merkezci lerc e de hararetle yadsınmıştı. Marx'ı n mektup laştı­
ğ ı genç R us tarihçi Kovalevsky, Hindistan' da bi r tür feodali zm doğ­
duğ unu ileri sürdü; hem Marx hem deAnders on, Avrup a'daki fark-
1 1 0 TARiH HIRSIZLIGI

lı s iyas al ve yas al du ru mu göz ardı ettiğ ini ileri sü rerek , bu teze k ar­
şı çıktılar. H er ik i b ak ış açıs ı içi n de s öylenecek b ir şeyler vardır. Av­
ru pa f eodali zmi tüm toplu ms al olu şu mlar gib i ku şkusu z b enzers iz­
di; bu nu nla bi rlikt e, bu fa rk lı rej imlerdek i mü lk i yet ilişk ilerinin b azı
ort ak nokt aları vardır. Bu durwn da, fa rk lı b ölgelerde " feodalizm" i n
h angi u nsu rlarının bu lu nduğu nu veya bu lu nmadığ ını gös terecek s os ­
yoloj ik b ir k arşılaştırma çerçeves inin kurulm asın da yarar olab ilir. H a­
yati önemdek i s oru , Avru pa'dak i b enzers iz özellik lerden b azılarının
s ınai k apitalizmin doğu şu na anlamlı b ir k atk ı yapıp yapmadığ ıdır.
Bu s oru, "B atı is tis nacılığın ı" des tek leyen b irçok " evrimci" argü man­
da gerçek olarak vars ayılır, ama bunlar geçici üs tü nlük dışında h er­
h angi b ir b aşk a gerçek liğ e dayanmak ta mıdır?
Ç oğu ak ademis yen, f eodalizmi k apitalizmin gelişmes ine içk in b ir
aşama ve dolayıs ıyla Avru pa'yla s ınırlı b ir k avram olarak görü r. Ö r­
neğ in A nders on, Avrupa dışında (b elki s adeceJ aponya' da) b aşk a h iç­
b ir yerde k apitalizme doğ ru gelişecek b ir f eodal aşama olmadığ ım
ileri sü rer. Avru pa' da f eodalizm bu nu yapmıştı, çü nkü antikçağ ı tar­
tışırk en gördüğü mü z gib i, k ıs men ayrı malika nelerin b ir araya gel ­
mes iyle k arak terize olan "Ge rmen s is temi" ne dayanıyordu ve bu yü z­
den b ireyler in, b ir k orporas yondak i gib i k amu yarar ının tems ilcile­
ri olduğu antik s is teme k ıyas la dah a bü yük b ir "b ireyle şme" potan­
s iyeli içeriyordu. Du ru m, dar yerleşimlerde yaşayan ve k olek tif eme­
ğ e k atk ı veren yoğu n tarım toplu mlarında da aynıydı. B irçok dikk at­
li araştırmacı bu mü ph em özelliği, yani b ireyciliğ i, dah a öncek i "ko­
lek tivizmin" tam tersi olarak, mü teşebb is k apitalizmin temel özel­
lik lerinden ve feodalizmin Avru pa'da k apitalizmin gelişimine yaptı­
ğ ı h ayati k atk ılardan b iri olarak görmü ştü r. Bu görü şü dah a s onra
tartışacağ ız. A nders on örneğ inde, f eodal ü retim b içimi dah a önce­
k i k öleci ve k ab iles el tarzların miras larının b ir araya gelişinden -"b ir
s ömü ren s ınıfın denetimindek i bü yü!<. ölç ek li tarıms al mü lk iyet ile,
ona b ağ lı b ir k öylü lük tarafından yapılan küçük ölçek li ü retimin b i­
leşiminden"- doğ mu ş olarak görü lü r.ıoo Feodalizmin, " s is temin çat­
lakl arında olu şan u zamlar" da özerk k entlerin bü yü mes ine, ayrı b ir
k ilis eni n ve bir malika neler s is teminin gelişmes ine izin verdiğ i, b öy­
lece " egemenliği n parçalanmas ını" s ağ ladığ ı dü şü nü lü r. 1 0 1
FEODALiZM 111

Böy leli kle, feod al son uç an cak Avr upa'n ın b atısınd a ort ay a çıka­
b ili rd i. Yaln ız Afrika ve Asy a d eğ il, Doğu Avrupa b ile tümüy le fa rk­
lı rej imlere sahi pti. R oma İmparator luğ u'n un b atı ve d oğ u kesimle­
ri ar asınd aki d ah a ön ceki karşıtlığın d amgasın ı taşıy an Bi zan s' ta ise
d ur um b u kad ar n et d eğ ild i. Yin e d e, And er son Bizan s'ın n ih ai ge­
li şmesin i şöy le b etimliy ord u: "Geç Bizan s'taki feod al bi çimler, bi r­
leşi k bir empery al siy asan ın y üz y ıl süren dağılışının n ih ai son ucuy­
d u, " oy sa Ban feod aliz mi "çözülmüş ön ceki i ki ür etim bi çi minin [ ka­
bi lesel ve köleci] , ür eti ci güçleri eşi gör ülmemi ş bir ölçekte serb est
b ır akan , y en i bir sen tezi, d in amik bir yeniden bileşimiydi." 101 On a
gör e, en iyi ih ti malle, Bizan s'taki sür eç "b elir li b ir en telektüel can­
lan ma sağ lamıştı, " ama b aşkent teki ticaret y er lilerd en çok, İ taly an
tüccarlar tarafınd an "ele geçirilmişti" . G elgelelim , aslınd a K on stan­
tin opolis'teki ticaret, kend i d oğ ası gereğ i ( tıpkı Vened ik vey a Lon­
dr a'd aki gibi) h em y erliler i h em d e y ab an cılar ı i çeriy ord u; bu d ur um
Bur sa ve Yakınd oğ u'n un b aşka ken tl eri için d ah a d a d oğr uyd u.
Son uçta, Bizan s tar ımd a ve imalatta (b azı yen i tah ılların ekimi­
n in b aşlaması ve su d eğ irmen ler inin d ah a y ay gın olar ak kullan ılma­
sı dışınd a) ekon omi k olarak d ur ağ an kabul edi lmektedir. An cak, K on s­
tan tin opolis'te b üyü k b ir gelişme gerçekleşmiş, "d evlet işletmeleri (sta­
te plants) [ . . . ] İtaly an ticar et ken tler inin y ükselişin e d ek Avrupa i h­
racat pazarınd a tekel oluştur muş" , 103 d ah a sonr alar ı b u ken tler b öl­
ge üreti minin çoğ un u sah iplen mi şti . T ürkiy e'd e ipek i şleme tekniği­
nin b ile, "y er li b ir keşif olmaktan çok Ş ark'tan aşır ma old uğ u" söy­
len ir. F akat gerçek an lamd a "y erl i" keşif n e d emektir? Batı'n ın y ük­
selişind e h ay ati ön emd e gör ülen b irçok temel b uluşDoğ u'd an gel­
med ir. Ayn ı şey, İtaly an R ön esan s'ın ın ön emli ekon omik etken lerin­
d en b ir i olan Avrupa ipek ür etimi için d e söy len eb ilir. İpekb öcekle­
r in in , N astur i keşişlerin in sand ıklarınd aDoğ u'd an Bizan s'a kaçırıl­
d ığ ı söy lenir. Si cily a K ralı il. R uggi er o d a, 114 7'd e Bi zan s ken tleri
Theb ai ve K orin thos'un i pek d okumacıların ı kaçır mıştı. Or ad an i pek
üretimi K uzey İtaly a'd aki L ucca'y a y ay ıld ı ve o ken t d e tekn oloj i te­
kelini korumay a çalı ştı. Gelgeleli m, uy gulamalar göçmen işçilerle Bo­
logn a'y a götürüld ü, orad a geliştirilen d ah a kar maşık makin eleşmiş
i pek i plik b ükme tekn ikleri d e d ah a sonr a kuzey e d oğ ru taşınd ı: Ora-
1 1 2 TARiH HIRSIZLIGI

dan makineleşme sürecinin hayati önemdeki bir parçası, bir İngiliz


ipek tüccarı tarafından Sanayi Devrimi'nin başlangıcında o ülkeye
kaçırıldı. Türkiye'yi geri kalmış bir Asya devleti olarak nitelerken,
feodal olarak adlandırılsın veya adlandırılmasın, toprak mülkiyeti
sisteminin (özdeşliklerini değil) benzerliklerini ve özellikle Avrupa
ile Akdeniz'deki Türk kentlerinin etkin imalat ve ticaret faaliyetle­
rini unutmamak gerekiyor.
Feodalizmin dünyanın diğer bölgelerinde bulunmadığı iddiasının,
birçok Avrupalı tarihçiye göre bile kısmi bir istisnasının Japonya ör­
neği olduğuna ilişkin yaygın bir görüş birliği vardır;104 insan, bu öz­
gün model algısının Japonya'nın sanayi kapitalizmindeki erken ba­
şarılarından hareketle (çoğunlukla, zamanından önce verildiği artık
belli olan bir yargıyla, Çin deneyimiyle karşıt olarak) geliştirilmiş,
geriye dönük bir izdüşüm olduğundan kuşkulanıyor. Anderson'a göre,
malikaneleri hiçbir zaman kendi çiftlikleri olmamasıyla farklılık gös­
termesine karşın, Japonya 14. ve 15. yüzyıllarda Avrupa'ya benzer
bir sistem geliştirmiştir. Gelgelelim, Japonya'nın kapitalizmi kendi
başına üretemediğini ve bunu tartışma götürür şekilde Avrupa'dan
ödünç aldığını da ileri sürer. Dahası, onun "feodalizmi", "ilkel ser­
maye birikimi için gerekli unsurları kıtasal ölçekte serbest bırakarak"
burjuvazinin yükselişinin yolunu hazırlayan "Avrupa'daki feodal üre­
tim biçiminin ekonomik dinamizmini" sunmuyordu.ıos Braudel gibi,
Anderson da tam kapitalist üretimin ancak "pazar-merkezli bir top­
rak lordluğu" ve burjuvaziye dayanan Sanayi Devrimi'nin gelişiyle
başladığını düşünür. Japonya'nın feodalizmi olabilir, ama asla mut­
lakıyetçiliği olmamıştır; tartışmaya yaptığı özgün bir katkıda Ander­
son bunu kapitalizmin en önemli habercilerinden biri olarak görür.
Sonuç olarak, bazı yazarların eğilimlerinin peşinden giden ve sosyo­
ekonomik gelişmenin birbirini izleyen evrelerini evrensel kabul ede­
rek, feodalizmi de dünya çapında bir fenomen olarak gören akade­
misyenleri eleştirir.1 06 Bu görüşü, Avrupa'nın üstünlüğü varsayımla­
rına bir tepki olarak anlar; ama yine de, feodal üretim biçiminin daha
dar bir tanımında ısrar ederek, büyük toprak sahipliği ile "adli ve
anayasal sistemlerin harici ayrıntılar haline geldiği [ . . . ] parçalara ay­
rılmış hükümranlığın, vasallık hiyerarşisinin ve fiefsistemininse konu
FEODALiZM 113

dışı olduğu" bir kombinasyondan oluşan daha dar bir tanımı ileri
surer.
Erken dönem Japonya'nın sözde benzersiz özellikleri nerede yat­
maktadır? Batı Avrupa gibi orada da feodal tarımın "dikkate değer
verimlilik düzeyleri" yarattığı ileri sürülmüştür. to7 Bununla birlikte,
tarımsal verimlilik kesinlikle muson Asya'sırun Endonezya, Güney Asya
veya Güney Hindistan gibi diğer bölgelerindekinden daha fazla de­
ğildi. Bu rejimler de son derece kentleşmişti ve "yayılmacı bir pazar
eğilimi olan toprak beyliği" görünümündeydi . Bu üikeler Batı'yla, baş­
ta baharat olmak üzere canlı bir ticaret yürütüyorlardı ve çok uzun
zamandan beri Hindistan'dan tekstil ürünlerinin yanı sıra, Sanskrit­
çe, Budizm, Hinduizm, tapınaklar ve büyük ölçüde sektiler önem ta­
şıyan malları içeren birçok "kültürel" ithallerin meydana getirdiği kar­
maşık bir mübadele sisteminin merkeziydiler. (Tek başına) Japonya'ya
atfedilen verimlilik düzeylerine karşın, kapitalizm dürtüsünün "dışa­
rıdan" gelmiş olduğu söylenir; bu görüş, Asya'daki başka yerlerde ol­
duğu gibi, burada da en azından merkantil kapitalizm alanında yer­
li gelişmeler de olduğu gerçeğini görmezden gelmektedir.
Anderson, Japonya'nın kapitalizmi kolayca "benimsemek" ko­
nusunda Asya'daki tek istisna olduğunu savunur. Bu argüman, Do­
ğu'da, hatta Japonya'da Batı'dan ödünç alınması dışında kapitaliz­
min gelişme olasılığını yok sayması nedeniyle son derece Avrupa­
merkezci niteliktedir. Japonya'nın kapitalizmi kendi başına gelişti­
rememesi için gösterilen bir başka neden, burada antikçağın yaşan­
mamış olmasıdır. Anderson yaptığı özgün katkıda, Japon feodaliz­
minin "Çinlileşmiş bir imparatorluk sisteminin" yavaş yavaş çözü­
lüşünün sonucu olduğunu belirtir.tos Avrupa'yı diğerlerinden ayıran
husus, sadece Roma İmparatorluğu'nun çözülüşü değil, "klasik an­
tikçağın ölümsüz mirası," 109 yani "antikçağ ve feodalizmin birbi­
rine bağlanışıdır." Avrupa'da önceki üretim biçiminin "tortulu bir
devamı" ayak diremiştir. Sonunda antikçağın yeniden doğması, "Av­
rupa tarihinin dönüm noktası" olan Rönesans'ı getirmiş; Japonya'da
ise "Rönesans'la uzaktan yakından benzerlik taşıyan hiçbir şey kı­
yıların yakınına uğramamıştır." ı ı o Hiçbir ölümün (veya gerileme­
nin) olmadığı bir yerde, bir yeniden doğuşa ihtiyaç olmayacağı aşi-
1 1 4 TARiH HIRSIZI..IGI

kardı. Ne "feodalizm" ne de "antikçağ" başka yerde bulunamaya­


cağından, Avrupa dışında (bir dizi halinde) birbirine bağlanmala­
rı da mümkün değildi.
Bu iddia, aşikar bir sorunla yara almıştır: Tarihçiler tarafından
ne kadar yetersiz de olsa feodalizmin özgül niteliklerini tanımlama­
ya yönelik bir girişim yapılmakla birlikte, "antikçağ" temelde Yu­
nanistan ve Roma'nın hakim olduğu, ekonomik bakımdan büyük
ölçüde tammlanmamış ve Kartaca, Yakındoğu, Hindistan ve Orta
Asya gibi önemli ticaret ortaklarını (ve rakiplerini) bile dışlayacak
kadar coğrafi açıdan sınırlanmış bir tarihsel dönem olarak ortaya
konmaktadır.
Ne var ki, Japonya çoğu zaman Avrupa'ya bir koşutluk sunuyor
olarak görülür; bu yalnız ikisi arasındaki biçimsel benzerliklere de­
ğil, aynı zamanda sonuca da dayandırılan bir görüştür. "Bugün, 20.
yüzyılın ikinci yarısında, Avrupa dışında bir tek büyük bölge sana­
yi kapitalizmini geliştirmiştir: Çağdaş tarihsel araştırmaların bolca
gösterdiği gibi, Japonya . Japon kapitalizminin sosyoekonomik ön­
koşulları, Marx'ı ve 1 9 . yüzyıl sonlarında Avrupalıları derinden sar­
san Nipon Uapon] feodalizminde yatar. " 111 Yine burada da, son de­
rece teleolojik bir bakış açısı söz konusudur. Bu kanı 1974'te sür­
dürülebilir olsa da, çok geçmeden artık yetersizleşti ve "modern ta­
rihsel araştırmaların" eksikliği anlaşıldı. Dört Küçük Kaplan'ın, özel­
likle Hong Kong'un ve şimdi bizzat Çin'in büyümesi nedeniyle, As­
ya' da kapitalizmin büyümesini önceden feodalizmin var olması ku­
ralından ayrıştırmak gerekiyor (ya da muhtemelen daha da az tat­
minkar bir tercihe yönelerek, feodalizmi evrenselleştirmek gereki­
yor). Ekonomik olarak Japonya artık benzersiz değildir. Sanayileş­
me açıkça kapitalist rejimler kadar sosyalist rejimlerin de ayırt edi­
ci bir niteliği olduğuna göre ve nasıl ki kapitalizmle sanayileşme ara­
sındaki ilişkinin de ayrıştırılması gerekiyorsa, Braudel'le birlikte ben
de, kapitalizmle feodalizm arasında bir ayrıştırmanın daima gerek­
li olduğunu ileri sürüyorum. Her ikisi de sanıldığından çok daha
geniş bir dizi toplumda mevcuttur ve uzun süredir durum böyledir.
Avrupa'da, feodalizmden kapitalizme ilerleyiş, Anderson'ın [ege­
menlikte] parçalanma ("konu dışı" sayılır) adını verdiği koşullarda,
FEOOAUZM 115

kentlerin farklı evrimleri olarak görülen şeyle birlikte başladı; bu kent­


ler bir "belediye mirası"na sahipti. Kırsal alanda, Roma Hukuku mi­
rasının şartlı özel mülkiyetten mutlak özel mülkiyete kesin ilerleme­
yi mümkün kıldığı ileri sürülüyordu; 112 kapitalizmin çıkışı "yazılı bir
medeni hukuk" aracılığıyla, bu "hukuk düzeni"yle ilişkilendirilmek­
tedir. Roma Hukuku'nun Bologna'da dirilişine, "klasik dünyanın kül­
türel mirasının bütünüyle gerçek anlamda yeniden sahiplenilmesi"
eşlik etti.m Bu gelişmelere, diplomatik ilişkilerin kurumsallaşması
(Çin'e ve Müslüman dünyaya bakıldığı zaman özellikle Avrupa-mer­
kezci bir iddia gibi görünür) ve feodalizmin [egemenlikteki] parça­
layıcılığını ortadan kaldıran ve kapitalizme giden yolu hazırlayan bir
devlet biçiminin, yani mutlakıyetin doğuşunun da dahil olduğu söy­
lenir. Mutlakıyetçilik, emtia üretim ve mübadelesinin gelişerek, "kır­
sal alandaki başat feodal ilişkileri" çözdüğü dönemde baş gösterdi.114
Fakat Avrupa'da görülen biçimine dünyanın diğer kesimlerinde rast­
lanmadığı varsayılan merkezileşmeyle birlikte, yine kapitalizmin zo­
runlu bir önkoşulu olarak görülen mutlak özel mülkiyetin pekişme­
sine de rastlanıyordu.
Bu açıklamanın çeşitli sorunlu yanları bulunmaktadır. İlk olarak,
hukukun doğasını yazılı hukukla sınırlayan, yasaların katı bir yoru­
mu söz konusudur. Açıktır ki, tüm insan gruplarının geleneksel "hu­
kuku" da içeren daha geniş anlamda bir hukuku vardır; bu yüzden
de, tümü komşularıyla "diplomatik" ilişkilere girer ve bir tür "özel
mülkiyete" sahiptir. İkinci olarak, Germen kabilelerin korporatif grup­
lara üye olma olasılıkları Roma yurttaşlarından daha yüksekti; yine
de çelişkili bir şekilde, bu üyeliğin sözde kapitalizmin "özgür
işgücü"nün temeli olduğu varsayılmaktadır. Üçüncü olarak, çok sa­
yıda Avrupalı akademisyenin peşine düştüğü "bireycilik"in etnik-mer­
kezci biçimde ele alınışı söz konusudur. Birçok "kabile" halkının,
Evans-Pritchard'ın Sudan'daki Nuer'ler hakkında yaptığı klasik ça­
lışmasında gösterdiği üzere, varoluşlarını bireyler olarak vurguladık­
ları ispatlanmıştır. Her ne olursa olsun, başka bir yerde de ileri sür­
düğüm gibi, örneğin bir fabrikadaki kapitalist iş örgütlenişi birey­
sel eğilimlerin gerek avcılıkta gerek çiftçilikte olduğundan çok daha
fazla baskılanmasını gerektirir. 1 15 Robinson Crusoe'nun veya uzak
1 1 6 TARiH HIRSIZLJGI

sınır top raklarındaki bi r y erleşimci ni n y aşam ı , i nsanların ç oğu nlu­


ğu içi n alışılm ış deneyimi n dışındadı r ve dah a sonraki tarzlardan ç ok,
avc ı ve top lay ıc ı top lum ları n erken y aşam biçim leri ni andırır. S on
olarak, feodali zmi n kapi tali zm e katkı sı na i li şki n b u tartı şm a, kent­
leri n (M arx' ın dah a sonraki g eli şm eleri n ç eki rdeği olarak kabu l et­
tiği ) rolünü, fe odali zm iç eri si nde b üyüy en ve tedric en kı rsal tem el­
li i li şki lere ha kim olan, am a tarih leri b ron z ç ağ ı na dek uzanan ve an­
ti kç ağ sonrası nda Batı Avrup a dı şı nda h em en h er y erde g eli şip bü­
y üy en kentleri n rolünü g öz ardı ediy or gibi g örünür. M arx da kapi ­
tali zmi n R om a vey a Bi zans' tan h areketle g eli şm e olasılığını g özden
g eçiri r, am a tic aret ve tefeci li kten g elen serveti n h enüz "serm ay e" ol­
m adığ ı nı i leri sürer. A slında tic aret ve im alat, ip ek d okum ac ılığı ka­
dar kağ ı t im alatı ve tarım a d a y atırım y ap ıy ordu. Tic aret ve fai zci­
li k d e kuşkusuz daha sonraki g eli şm elerde, "özg ür" köy lülük ve kent
zanaatka rları kad ar önem li p ay sahi biydi . S anayi leşmi ş i şg üc üne d ö­
nüşenler bu son i ki g rup oldu .
Dem ek ki feodali zm, "ç atlaklardaki " g eli şm elere i zi n veren ve öz­
g ürlüğ ün anc ak bi r zerresi ni vaat eden adem-i m erkeziy etçi bi r y ö­
netim biçimi olarak g örülür. Yakındoğ u'dan b aşlay ar ak bütün Do­
ğu 'y a su lam alı tarım ve desp oti zmi n damg asını vu rduğu ve bu i ki ­
si ni n de "A sy a üretim tarzı" adı veri len bi r si stem içi nd e bi r arada
var olduğu düşünülüy ordu. Bu p roblemi bi r sonraki b ölüm de ele ala­
cağız. " Desp oti k" si stemleri n, kapi tali zmi n g eli şm esi içi n zoru nlu arka
p lanı sağ lam akt a y et ersi z olduğun a i nanı lıy ordu ( am a anlaşıldığı ka­
d arıy la mu tlakıy etçi li k bunu p eka la b aşarm ıştı). Fakat bu si stem ler
kentleri n varlığ ıy la, b üy ük ölç ekli (örn eği n Türkiy e' deki ip ekli vey a
Hi ndi stan' daki p am uklu dokum ac ılık ) im alatla, h at ta bi r ölç üde m a­
ki neleşmi ş üretim le bi le g ay et iyi bağ daşıy ordu. Bu nun y anı sıra, Av­
rup a'y la A sy a arasında karm aşık tic ari alışveri şleri de y ürütüy orlar­
dı . O top lum ların bu denli farklı sosy oekonomi k tem elleri olsay dı ,
b u b üy ük m al ve tekni k m üb adeleleri içi nde nasıl y er alabi li rlerdi ?
Ac ab a kapi tali zmi n unsurları, Braudel'i n eseriy le bi rli kte tartı şac a­
ğım ız üzere, bi rç ok akademi sy eni n varsay dığ ından ç ok daha g eni ş
bi r biçim de mi y ay ılm ıştı?
4
Asyal ı Despotlar ve Toplumlar,
Türkiye'de mi Başka Yerde mi?

Ortaçağ sonlarında, Avrupalı olmayan ama Avrupa'ya en yakın,


en büyük Asyalı devlet Türkiye'ydi. 14. yüzyıldan beri orduları, Bi­
zans ve Balkanlar dahil mevcut Avrupalı ve Hıristiyan coğrafyaya
saldırıyorlardı. Avrupa çok daha önceleri, Kuzey Afrika'dan İspan­
ya'ya gelip Sicilya'ya ve genel olarak Akdeniz'e ilerleyen İslam isti­
lasına uğramıştı ("Mağribiler"). Mağribiler ve Türkler kıtaya kar­
şı saf tutmuş Avrupalı olmayan güçlerin birer simgesi haline gelmiş­
lerdi ve tipik algılanma biçimleri, despotik karakterleri ve Hıristiyan
erdemlerinden yoksunluklarıydı. Gaddarlık ve barbarlığın damga­
sını taşıyorlardı: Onlar Müslümandı.
Avrupa'nın gözünde Türkiye, genel olarak, özellikle de 1 7 . yüz­
yıldan sonra, entelektüeller tarafından bile despotik olarak görüldü .
Macchiavelli Hükümdar'ında Osmanlı sarayının uyruklarını, tek bir
efendinin hükmü alrında yaşayan ve onun kullarıyla hizmetkarların­
dan oluşan bir kitle olarak tanımladı. Ondan birkaç yıl sonra Fran­
sız yazar Bodin, ı Avrupa monarşilerini, Avrupa'da asla hoş görüle­
meyecek bir durum olan, hükümranlıkları kısıtlanmamış Asya des-
1 1 8 TARiH HIASIZLIGI

potizmleriyle karşılaştırdı.2 Diğerleri Doğu ve Batı arasındaki haya­


ti farkın, kalıtımsal soyluluğun olmayışından kaynaklandığını3
veya Türkiye'de özel mülkiyetin yokluğunun sonucu olduğunu4 dü­
şündüler; o dönemde bu özelliklerin her ikisi de insanı ve dünyevi
malları korumanın araçları olarak görülüyordu. Fransız düşünür Mon­
tesquieu Doğulu sistem altında malların daima müsadereye maruz
kaldığına;s kişi mülkünün güvende olduğu Avrupa feodalizminin il­
kesel bakımdan karşıtı olan Şark despotizminin simgesinin güven­
sizlik olduğuna inanıyordu .
Kuşkusuz Türk "despotizmi" kavramı zaman içinde değişime uğ­
radı. 16. yüzyılın ilk kısmında, Osmanlı kurumları Venedikli sefir­
ler tarafından Batı'dakilerle olumlu şekilde karşılaştırıldı . 1 575'ten
sonraysa ilişki tersine döndü. 6 "İktidarı, Venedik Cumhuriyeti'nde­
kilere ters ilkelere dayansa da, imparatorluk yine de heybetli bir gü­
zelliğin, hayran olunacak bir düzenin örneğidir. "7 Durumu tersine
çeviren neydi? İstanbul'da sorunlar değişmişti; daha fazla "tiranlık"
vardı. Atlantik devletleri ekonomiyi etkileyen çok miktarda Ameri­
kan altını getirmişlerdi. Osmanlılar İnebahtı'nda büyük bir askeri
yenilgi almıştı. Fakat hepsinden önemlisi, Valensi'nin gözünde, Aris­
toteles veya despot kavramı yeniden icat edilmişti. "Asya'nın (veya
Şark'ın) Avrupa'dan ayrılması: Şark despotizmi kavramı . "8 Katık­
sız iktidar heyulası Avrupa'nın yakasına yapışmıştı.
Nasıl ki antikçağda Persler Yunanların gözünde Doğu despotiz­
mini temsil ediyorduysa, Türkiye de yeniçağ başlarında Şark despo­
tizminin örneği haline geldi. 2. Bölüm'de gördüğümüz gibi, Grek et­
nik-merkezci tutumlar Batılı akademik tarihyazımı ve kültürel ana­
lizi içine dahil edildi. Yunanların kendi demokratik sistemleriyle "öte­
ki" olarak algıladıkları despotik Pers İmparatorluğu arasına koyduk­
ları ikilik, Avrupa'nın Türklere ilişkin daha sonraki görüşleriyle kay­
naşarak, Marx'ın "Asya istisnacılığı" terimiyle ifade ettiği ve Avru­
pa düşüncesinde ayırt edici özelliğini oluşturduğu bir paradigma üret­
ti. Oysa bu coğrafyadaki kültürlerin tümü, Yakındoğu'nun Bereket­
li Hilal'inden Çin'e kadar uzanan ve antikçağdan itibaren Avrupa'da­
ki gelişmelerinin temelini oluşturan bronz çağı uygarlıklarının va­
risleriydi. Dolayısıyla, Avrupa ve Asya toplumları arasında işaret edi-
ASYALI DESPOTLAR VE TOPLUMLAR. TÜRKIYE'DE MI BAŞKA YERDE MI? 1 19

len karşıtlık, erken dönem tarih söz konusu olduğu sürece pek az ana­
litik değer taşır. Söz gelimi, antikçağın başlangıç yıllarında Avrasya'da
iki büyük imparatorluk bulunuyordu, batıda Roma ve doğuda Çin.
Gelişme açısından bakıldığında, aralarında pek fark yoktu. Her iki­
si de bronz çağı ekonomilerini kurmuş, biri Fenike alfabesinin bir
biçiminden yararlanan, diğeri "harfleri" kullanan ayrıntılı bir logo­
grafik yazıyla, okuryazar bilgi sistemlerini ve iletişimi kullanarak ör­
gütlenmişlerdi . Bilgi sistemleri açısından, Needham'ın botanikte gös­
termiş olduğu gibi,9 pek çok bakımdan karşılaştırılabilir durumday­
dılar. Gerek Roma gerek Çin örneğinde, ekonomik ve kültürel ba­
şarılar bronz çağında başlayan koşut gelişmelere dayanıyordu. Gel­
gelelim, gerek Roma gerek Çin'de -Avrasya boyunca uzanan kentli
bronz çağı toplumlarından doğan kültürlerde yaygın bir uygulama
olan- saban tarımı kullanılmakla birlikte, Çin'de coğrafi koşullar ne­
hir vadilerinde büyük çaplı sulamaya da uygundu . Bu çaptaki bir gi­
rişimin merkezi denetimi gerekli kıldığı kabulü, Asya despotizmi kav­
ramını doğurdu. Bu gelişmeler kentsel inşaat, imalat ve yazı da da­
hil mübadele için gereken birçok zanaatı kapsıyordu.
Bronz çağının kent devrimi, aynı zamanda daha belirgin bir eko­
nomik tabakalaşmayı beraberinde getirdi; zira bu değişimde temel
olan sabanı çeken hayvanın yardımıyla, bir insanın çapayla yapa­
cağından çok daha büyük bir alan ekilip biçilebiliyordu. Bir birey
daha çok toprak sahibi olduğunda insanlar kadar hayvanların ener­
jisini de kullanarak, kent pazarları için artı değer üretebileceğinden,
farklılaşmış mülkiyet daha da önem kazandı. Toprak, çapa tarımın­
dakinden çok farklı bir şekilde bir değer haline geldi. Avrasya'nın
bir ucundan diğerine, büyük toplumların ekonomisi yalnız benzer
üretim tekniklerine değil, aynı zamanda kabaca benzer emek kul­
lanımlarına da dayanıyordu. Batı'daki kölecilik düzeni içinde kul­
laşmış durumdaki emeğin bu niteliği, Doğu'da biraz daha geridey­
di. Ardından, barışta saban, savaşta silah yapımında kullanılan daha
"demokratik" bir maden olan demir de bronza eklendi . Yine tarım­
sal uygulamaların teşvik ettiği toplumsal farklılaşmayla ilgili olan
bir başka olgu da, doğal ve mamul ürünlerin, lüks maddelerin uzak
mesafeli, fakat tekerlekli araçlar kadar su taşımacılığının da kulla-
1 20 TARiH HIRSIZLl{;;I

nımıyla her gün biraz daha kısalan, biraz daha kolaylaşan müba­
delesiydi. Yazı, eski yerleşimlerle karşılaştırıldığında muazzam yı­
ğınlar haline gelen topluluklarda, birçoklarının "uygarlık" olarak
gördükleri şeyi başlatan "kent devrimi" altında büyüyen uzmanlık
etkinliklerinden sadece biriydi. Bu durum Avrasya'nın büyük top­
lumlarının tümünde "kültürel" olduğu kadar siyasal-ekonomik ta­
bakalaşmaya da yol açtı . Her toplumun doğmakta olan bu toplum­
sal bölümlenmelerle başa çıkmak için uyguladığı özgül yöntemler,
bir dizi siyasal sistemi doğurdu - ve benim amacım çeşitli kültür­
ler arasındaki yönetim ve örgütlenme farkını ortadan kaldırmak de­
ğil. Bununla birlikte bu çeşitlenme, Eric Wolf'un "vergi toplayan
devlet" (tributary state) terimiyle nitelediği Doğu'da daha merke­
ziyetçi, Batı'daysa daha az merkeziyetçitO genel çerçeve içinde, fa­
kat tipik bir Asya despotizmi kavramının öngördüğü şiddet dolu
ikilikler olmaksızın gerçekleşti .
Son binyıl hakkında Femandez-Annesto'nun yakınlarda çıkan dün­
ya tarihi, önceki Avrupalı izahların yarattığı dengeye yeni bir ayar
vermeye çalışır; kitapta "Batı'nın üstünlüğü" , "kusurlu, kararsız ve
kısa ömürlü" olarak görülür. Atlantik'in liderliği, binyılın başlangı­
cındaki gibi ve Avrupalıların varsaydığından çok daha uzun süre ora­
da kalmış bulunan Pasifik'e geçmişti.

l 8. yüzyılda, bazı Avrupalı imparatorlukların uzun mesafeli erişim gücüne


karsın, neredeyse tüm standartlar açısından Çin halcı dünyanın en hızlı
.büyüyen imparatorluguydu. Aynı zamanda daha "modern", [ ... ] okullar­
dan mezun olmuş bir milyonu aşkın nüfusuyla daha egitimli bir toplumun;
başka her yerdekinden daha büyük işkolları, daha büyük ticaret ve sanayi
sermayesi kümelenmeleriyle daha girişimci bir toplumun; daha makineleşmiş
ve uzmanlaşmış yogunlaşmalara sahip daha yüksek üretim düzeyiyle, daha
çok sanayileşmiş bir toplumun; bölgelerin çogunda yogun bir nüfus
dagılımıyla daha çok kentleşmiş bir toplumun; hatta yetişkinlerin işlevleri
bakımından, kalıtsal soylulugun Batılı türdeşlerine benzer imtiyazları pay­
laştıgı, ama toplumun her düzeyinden alınan alim-bürokratlara (mandarin)
boyun egmek zorunda kaldıgı daha eşitlikçi bir toplumun anayurdu gibi
görünüyordu. 1 1
ASYALI DESPOTI..AR VE TOPLUMLAR, TÜRKIYE'DE Mİ BAŞKA YERDE Mİ? 1 21

Bu özelli kler den yapılacak dar bir s eçim bi le, bi zi, yalnız Çi n'i n
1 8 . yüzyı la kadar dünya tar ihi ndeki ko num unu yeni den değer lendir ­
m eye göt ürm ekle kalm az, fakat aklım ızdaki dur ağan Şar k des pot iz­
mi yle i lgi li h er tür lü kavr am ı da kes inli kle devr e dışı b ır akır.
As lında As ya des po ti zmi düşüncesi nin tam am ı, ağır lı klı o lar ak
yetersi zdir. Ko nfüçyüs 'ün öğr etis i (Lu n Yü) Çi n devletinin do ğas ına,
en azından ideal do ğas ına ilginç b ir ışı k tutar. Ti pik As ya des po tiz­
mi r esmi ni s unm anın ço k uzağında, " h alkın des teğini kayb eden dev­
leti kayb eder " ar güm anı do ğr ultus unda iler ler.12 Bu des tek do ğr u­
dan do ğr uya h üküm dar ın er dem ine dayanır. Halkı n des teğini alm a
ger eği , kesi nli kle o to kr at b ir yönetim e değ il, b ir tür is tişar e s ür eci ­
ne işar et eder. Ç in İm par ator luğu' nun geleneks el m eşr u yönetim an­
layışını o luştur an Cennet ferm anı, h üküm dar a h alkının "m ür effeh
ve m es ut yaşam lar " s ür dürm eler ine yar dım etm e gÔr evini verir.
O zam an Avr upa'yla des po tik As ya ar as ında yar atılan çift kut up­
lu kar şıtlığın, ceh alet veya önyar gı üzer ine kur ulu aceleci bir yaklaşı­
m ın ür ünü o lduğu ort aya çık ıyor. Bu b ölüm ün ger i kalanın da, s ağ lık­
lı ve demo krati k bir şekilde geliş en Ban'yı, anormal vemüs tebit Doğu'dan
far klı algılanm as ına neden o lan diğ er h us us lar ı keşfetm eye ve As ya is ­
tis nacılığına il işkin so n par adigm aya, Tür ki ye'ye dah a yakından b aka­
r ak, b u ayr ım cı lığın geçerlili ğini çözüm lem eye devam edeceği z.
Avr upa'nın T ür kiye h akkındaki b u Avr upa-m er kezci algılam ala­
r ının b elir li yönleri ni sor gulam ak ve dah a genel anlam da Avr upalı
tar ih ve tari h yazım ı dönem leştirm es i üzer ine düşünm ek için Osm an­
lı to plum unun üç yönünü ele alm ak ist iyor um. Bunlar, "İs lam i m u­
h afazakar lık" kavr am ını sor gulam am ıza o lanak ver en bir o lay ar aş­
tırm as ı o lar ak at eşli s ilah lar ın uyar lanm as ı, tar ım ın ör gütlenm esi (ve
"köle o lar ak köylü" fikr i) ve genellikle devlet denetimi nde gör ülen
(b enim t ezim s e, T ür kiye'nin b elir li bir der ecedem er kanti l kapit alizm
s er gilediğidir ) ticar eti n ör gütlenm es i h us us lar ıdır.
Bu tartışm a, tıpkı yönetim m es eleler inde o lduğu gibi, b u b akım­
lar dan da Tür ki ye'ni n h üküm et şeklinde, eko nomi de ve "kültür el"
m es eleler de Avr upa'ya, ço ğu kez vars ayıldığından dah a f azla b en­
zedi ği so nucuna varm am ıza o lanak ver ecek. Osm anlı or dus u to p­
lar ı ve b ar utu ko layca b enims edi, kıs a zam anda Akdeni z'de bir do -
1 22 TARiH HIRSIZLIÖI

nanma da kurdu. Köylüler başka yerlerdekine benzer bir statüye sa­


hiplerdi ve imparatorun köleleri değillerdi. Daha da önemlisi, söz­
de despotik yönetim özel teşebbüs de dahil ticareti teşvik etti ve özel­
likle ipekli, kağıt (bu ikisi için aynı zamanda üretimi de) ve baha­
rat ticaretinde merkantil bir ekonominin gelişmesini yüreklendirdi.
Tüm bu alanlarda canlı bir gelişme hakimdi ve bu gelişme, sonun­
da içteki tıkanmalardan çok tekstil imalatının Avrupa'ya kayması­
na veya Atlantik devletlerince baharat ve tekstil için Doğu'ya, al­
tın ve tarım ürünleri için de Amerika'ya giden deniz yollarının açıl­
masına sebep oldu; böylelikle de Yakındoğu'daki önceki başarıla­
rın marjinalleşmesine bağlı olarak yenilgiye uğradı. Bu bölümün bü­
yük kısmı, Avrupa değerleri yelpazesinde geleneksel olarak aşırı olum­
suz uçlardan biri olarak gözüken Türkiye'nin analizine ayrılmış ol­
makla birlikte, bölümün sonuç kısmındaki tartışma dinamik, demo­
kratik Batı'nın "zıt kutbu" rolünün bir diğer başrol oyuncusu olan
Uzakdoğu'ya kayacak. Aşağıda, Avrasya'nın iki karşıt yakası ara­
sında kurulan ve genel çizgileriyle dile getirilen benzerliklere daha
derinlemesine bakacağız .

Sultanın Ordusu
Türkiye'nin bir despotizm olarak görülmesi, "İslami muhafaza­
karlık" düşüncesiyle el ele yürür; söz gelimi, Osmanlı'nın varsayılan
teknolojik geriliği13 K. M. Setton, 14 E. L. Jones ıs ve P. Kennedy1 6 gibi
yazarların Avrupa-merkezci yaklaşımlarında bu düşünceyle ilişkilen­
dirilir. Osmanlı'nın başkaları tarafından geliştirilmiş teknolojik ye­
nilikleri benimsemeye direndiği ve ekonomik ve toplumsal yaşam­
da olduğu kadar bilgideki ilerlemelere yönelik her şeyi de pratik mü­
lahazalardan çok, laik veya dini yetkeden gelen otokratik dayatma­
ların kılavuzluğu altında ideolojik olarak belirlenmiş mülahazalara
tabi kıldığı kabul edilir. Bu nedenle, Avrupa'daki durumun farklılı­
ğını gösterdiği varsayılan kişisel inisiyatife veya "özgür irade"ye hiç
alan bırakılmadığı ileri sürülür.
Ateşli silahların kullanımını ve geliştirilmesini ilk benimseyen muh­
temelen Avrupa olmakla birlikte, bu silahları kullanan bir düşman-
ASYALI DESPOTLAR VE TOPLUMLAR, TÜRKIYE'DE MI BAŞKA YERDE MI? 1 23

la karşı karşıy a kalan OsmanWar da çok geçmeden onları iz ledi. Bu nu ,


top ve baru tlar i çin g ereken malzemeleri toplay arak, kendi si lah la­
r ını i mal ederek ve ordu nu n y apı sını bi le deği şti ri p h atırı say ılır bi r
ür eti m çabası gö sterer ek ve i li şkili tekni kleri düzenley er ek hı zlı, fay­
dacı ve etki li bir şeki lde g erçekleştir diler.
"Baru tu n ' ke şfi' , ate şli si lah ları n ort ay a çıkı şı ve ö zelli kle bu nla­
rın savaşta ku ll aillllll" 1 7 ortaçağ sonu nu n bir ö zelliğiy di. Baru t Çin' de
7. vey a 8. y üzy ılda g eli ştiri ldi ve N eedh am'a gö re " 'g er çek' ateşli si­
l ah , tabanca y a da toplar [ . . . ] y aklaşı k M. S. 1 280'de ortay a çıktı. " 1 8
On yı llar i çi nde bu si lah lar g erek İslam a lemi ne g er ek Hıri stiyanAv­
ru pa'y a u laşmışt ı. Baru tu n ve at eşli silah ları n T ür kiy e'y e nasıl u laş­
t ığ ı bi li nmiy or. Barut t emelli si lah lar ın 1 23 0' lar dan it ibar en Moğ ol­
lar ca kull aruldığ ı19 ve o yüzy ılı n ort asından i ti bar en Moğ ollar ın bu n­
lar ın İr an, I rak ve Suriy e'de de ku llanılmasına ar acı o ldu klar ı belir­
ti li r; g erçek at eşli si lah lar 1 4. y üzy ılın sonlar ında i mal edi lmi şti. Av­
ru pa y eni si lah ları n değ eri ni çok çabu k kabu l et mi ş gör ünür; bu n­
lar ı top (N eedh am'a gör e, Çi nli ler i lk t op t ür ünü 1 3. y üzyılda ku l­
landı lar)20 bi çi mi nde g eli ştirdi ler. Toplar 1 3 20'ler de ku şat malar da,
1 3 3 0'lar day sa ayr ıca g emi lerde ku llanılıy ordu . Y üzyı lı n or talar ına
g eli ndiğ inde, Macari st an ve Balkanlar 'da mevcuttu , 1 3 80'ler de de
Osmanlılar bu si lah lar ı öğr enmi şti. 1 45 0' ler de, Konst anti no polis'i n
Osmanlılar ca fet hi nde t oplar ku llanıldı. 15 . y üzy ıl başları ndaAkde­
ni z'deki Avru pa g emi leri ne, deni zlere ha kim olmaları nı sağ lay an t op­
lar y er leştiri ldi.
Top i mali çet in bir i şti. Osmanlı lar elleri nde bakır y at akları bu­
lu nduğu i çi n, ür eti mde br onz ku llandılar: Diğ erAvru palılar t emel­
de dah a u cu z, ama ay nı zamanda dah a ağ ır ve ri skli olan demiri ter­
ci h et mi şti. G er ek bronz g erek demir, karmaşı k bir i şbö lümü ve i ş
örg ütlenmesi olan dö kümh aneleri g erektiriy ordu. Bu, Ak deniz 'i n h er
y anı nda g eçer liy di. Z an, Venedi k'i n büy ük tersanesi ni n, lonca si ste­
mi ni altüst edecek mi ktarda mu azzam bir i şg ücünün i sti h dam edi l­
diği bir sanayi tesi si olduğu nu y azar. Osmanlı lar, topraklarının h er
kö şesinde, İstanbu l' daki Toph ane-i Ami re dahil, Avlony a, Edi rne ve
diğ er bi rçok kentte toph aneler ku rdu. İstanbu l t ersanesi nde, BatıAv­
ru pa' daki gi bi toplar ı olan g emi ler i nşa edi ldi .
1 24 TARiH HIRSIZU<'.il

" 15. yüzyıl sonu-1 6 . yüzyıl başında, Tophane-i Amire, Cebehane-i


Amire, Baruthane-i Amire ve Tersane-i Amire ile İstanbul'da muhte­
melen yeniçağ başı Avrupa'sının en büyük askeri-sınai kompleksi ku­
ruldu; bu kompleksle belki sadece Venedik tersanesi rekabet edebilir­
di . "21 Tophane-i Amire'de yılda bin kadar (genellikle daha az) top üre­
tiliyor ve değişen sayıda işçi çalıştırılıyordu. 1 695-96'da 62 top dö­
kümcüsü, bir dizi diğer teknisyenle 40 ila 200 arasında yevmiyeli işçi
vardı.22 OsmanWar kuşatmalarda kullandıkları çok büyük topları yap­
malarının yanı sıra, diğer silahlan da ürettiler. Agoston'un gösterdi­
ği gibi, Osmanlıların seri üretim teknikleriyle daha küçük silahlar üre­
temedikleri şeklindeki yaygın Avrupalı düşünce yanlıştır. Seri üretim
belki Türkiye'de yeni bir teknikti, ama gemi ve top üreten tüm yeni
tersane ve tophaneleri karakterize eden bazı öncüleri olsa bile, Batı'da
da yeniydi ve Türkiye, "kapitalist" olarak tanımlanan bu tekniklerin
ve işgücü kullanımlarının her ikisini de benimsemekte gecikmedi.
Dolayısıyla İslami teknolojik muhafazakarlık gibi bir sorun yok­
tu. "Osmanlı'nın teknoloji alıcılığı, yaygın seri üretim yetenekleri ve
üstün Osmanlı lojistiğiyle birleşince, Sultan'ın orduları 1 5 . yüzyıla
gelindiğinde, en yakın Avrupalı hasımları üzerinde açık bir üstünlük
kazandılar. "23 Avusturyalı Habsburglara ve Venediklilere karşı ateş
güçlerini ve lojistik üstünlüklerini 1 7. yüzyılın sonuna dek sürdür­
meyi başardılar.
"Organizasyon muhafazakarlığı"yla suçlanmaları da mümkün de­
ğildir. Osmanlılar Avrupalı devletlerden çok önce, yeniçeri diye nite­
lenen askerlerden düzenli bir ordu kurmuştu. I. Murad'la ( 1362-89)
birlikte, bağımsız bir orduya, yani "çeşitli dini, kültürel ve etnik grup­
ların üstünde durabilecek bir güce"24 olan ihtiyaç kabul edildi. Yeni­
çeriler, on beş ila yirmi yaş arası Hıristiyan erkeklerin dönemsel ola­
rak toplanıp Osmanlılaştırıldığı devşirme sistemiyle oluşturuldu .
Eğitimden sonra yeniçerilere hazineden maaş ödeniyor ve doğrudan
doğruya padişahın kumandasına giriyorlardı. Komşuları arasında ilk
düzenli orduyu Avusturya Habsburglarının kurduğu anlaşılıyor;
Habsburglar buna karşın önemli denebilecek boyuttaki sürekli birlik­
lerine ancak 250 yıl kadar sonra, Otuz Yıl Savaşı (161 8-48) sırasın­
da sahip olmuşlardı.
ASYALI DESPOTlAA VE TOPLUMLAR, TÜAKIYE'DE Mİ BAŞKA YERDE Mİ? 1 25

Ü retti kleri dah a bü yü k t oplarla birli kt e, bu gelişme Osman lı la­


rın askeri meselelerde yenilikçi oldu ğu nu göst erir. Tü rklerin gerek
askeri gerek örgüt lenme açısından t eknolojik gelişmeleri u yarlama­
da göst erdikleri başarı, Tü rk t oplu mu nda, h iç değilse değişime ket
vur du ğu kabu l edilen mu h afazakarlık ve t eknolojik dü şü k dü zey me­
selelerin de, Asya ist isn ac ılığı ve Avru pa'nın ben zersizliğ i kavramın a
bağlı kalan ar aşt ır mac ılar ın genellikle t asavvu r ett iğinden farklı bir
dinamiği akla get irir. Tü rkiye' nin bu alandaki başarılar ını kabu l eden
t ar ih çilerse, t eknoloji nin ödü nç alındığı ve kısmen yabancı işgücü ­
n e dayandığında ü st elerler. S ilah san ayiinde, kimi zaman da silah lı
kuvvet lerde ist ih dam edilen yabanc ı işçilerin sayısına dikkat çekilir.
Avru palı görü şt e, Osmanl ı başar ılar ı kimi zaman "bağımlılık ku ra­
mı " ile yoru mlanmışt ır; bu ku ram onları kendi başları na bi r seri ü re­
t im sanayii kur amayan, "ü çüncü sınıf ü ret ic i" olarak görü r. Gelge­
lelim, yurt dışından işçi ist ih dam et mek, özellikle İspan ya'n ın Alman
maden işçilerini ist ih dam et mesi örn eğin de oldu ğu gibi yaygın bir u y­
gu lama oldu ğun dan , bu duru m Tür klerin dağınıklık veya yet er siz­
likler inin kan ıt ı olamaz. S ilah lı kuvvet ler in yabanc ı ü yeler in e gelin ­
c e, Kıbrıs'ta ordu ya ku man da eden Ven edikli Mağribi Oth ello'yu veya
Tü rk donanmasındaki İngiliz Amiral S lade' i dü şü nü n.ıs D olayısıy­
la, " ödü nç alma" Tü rklere özgü bir imt iyaz değildi ve Avru palılar
da yer i geldiğinde işgücü " kiralıyorlar dı. " Ayrıc a, başka ü lkeler den
işgücü elde et mek de ne mu h af azakar ne de dü şü k dü zeyli bir t avır
olar ak nit elenebilir. Yeni bi r ar ac ın veya yöntemin -ya da işgücünün­
ü stü nlü ğünü t anımak ve bu doğru ltu da h arekete geçmek, Asya' ya
özgü esneklikt en yoksu nlu k şeklindeki yaygın Avru pa kavramlarıy­
la t aban t aban a zıt bir u yu m yet eneğini göst erir. Osmanlılar sadec e
silah alıc ısı değ il (ayrıca ki m si lah almamışt ır ki? ) , ayn ı zamanda "Av­
ru pa-Asya savaş sah nesinin ör güt lü şiddet dinamiklerinin de önem­
li bir kat ılımc ısıydılar. "26
Tekn oloji tr ansfe ri ni ve gelişimin i doğru biçimde dü şü nmenin yolu ,
örn eğin sınai sü reçt e bir yeni li ği ilk ki min gelişt irdiğini aramak ye­
rine, bu sü reci et kileşimli olarak dü şü nmekt ir. Ü stü nlü k veya geri­
lik o zaman far klı bir bakış açısı kazanır.
126 TARiH HIASIZLll'.il

Köle Köylüler mi?


Avru pa lı lar ın ar gümanla rından biri d e, Türki ye'd eki iş gücün ün
köleli kten feoda l s erfliğ e doğru evri len Ba tı' da kin e benz emediği, köy­
lülerin h er za man köled en daha kötü bi r du rumda ka ldığ ı o lmuş tur.
Fa ka t du ru m gerçekten böyle mi ydi? Men ku l bi r ma l gi bi a lın ı p sa ­
tı la bi li yo rla r mı ydı? Hi çbi r ha kla rı yo k mu ydu ? Osman lı sa ra yının
m er kezi h aki mi yetinin güç ka zand ığ ı d ön emler kesin li kle o ldu, a ma
Türk köylülerini pa dişahın " köleleri " o la ra k gö rmek, reto riği gerçek
san ma k olur. As lın da , Os man lı ta rı mı çift-han e sis temi o la ra k bi lin en
çiftli klere da yanı yo rdu . Bu köylü ai lesi sis temi, Türk ta rih çi İna lcı k
ta ra fın dan, Cha yano v'un Rus ya üzerin e es eri yle bağ lan tı lı o la ra k çö­
züml eni r.27 İna lcı k, bu sis temin Avrupa' da ki yle a yn ı gen el çerçeveye
u yduğu tezini i leri s ürer. Bu ai les el to pra k ku llan ım türü, lon ca la rın
Türk ken tleri i çin sahi p o lduğu ka da r büyük ön em e sahi pti .ıs Her i ki ­
si d e sis temli tah ri rlerle devlet büro krasisi ta rafın dan etkin bi r bi çi m­
d e s ürdürülüyo rdu. Baş ka bi r d eyiş le, d emo grafi k, ekono mi k ve to p­
lu msa l o la ra k sis temler ka rşı laş tı rıla bi li r ni teli kteydi . Çi ft-han e bi ri­
mi, evli bi r çi ft, beli rli ölçüde bi r to pra k (5-1 5 h ekta r a rası) ve bi r çift
öküzden o luş uyo rdu . To pra kta ki devlet mülki yeti üzerin deki id eo lo ­
j i k ıs rar, büyük ölçüd e bu sis temi s ürdürm ek ve köylüyü bölünm eden,
bas kı dan veya aş ırı s öm ürüd en ko ru ma k i çin bi r a ra çtı . Bu mülkler
tem el ma li bi rimi o luştu rd uğ un dan, devlet korumas ı ön emli ydi .
D evlet , sa dece vergi n eden leri yle bi le o lsa , çi ftçi lerin e v e ço ban ­
larına ka rş ı ço k hirnayeciydi ve bu hi ma ye bir geçi m ka pıs ı temin etm e
ha kkı sağ la ma yı da i çeri yordu . Köylüler ve göçer ler, çeşi tli yüküm­
lülükler karş ılığında yeni f eth edilen to pra klara yer leş tiri lebi li yo rd u.
D evletin kendisi tüm bu "feoda l" emek hi zm etlerini kullana mad ı­
ğ ından , ba zı la rın ı na kd e çevi rdi. Vergi, son d ön emind e Ro ma' ya dam­
gas ın ı vu rmuş ve İ mpa ra to rluğun çöküş ünd en son ra bi le a ya k di re­
miş ("h ukuken özer k bi r biri m" ) 29 o lan çi ft-han e sis temin e da yan ı ­
yordu. D evletin ro lü as lında Avru pa to plu mla rın ın h ükümdar la rına
uyru klar ın ı vergi ye bağ la ma , as kere a lma ve ya rgı la ma ha kkı veren
dominium eminens'ten bira z fa rklı yd ı. Köylüler, to prağ ın ku llanı mı ­
n ı elind e bu lun duranla rın h er yerd e yaşadığı gi bi , h em " bağ ımlı h em
ASYALI DESPOTLAR VE TOPLUMLAR, TÜRKIYE'DE MI BAŞKA YERDE MI? 1 27

özgürdü"; m erkezi y önet im t arafı ndan t oprak bey lerini n vey a ver­
gi t ahsi ldarları nın hücum larından koru nuy orlardı. J O
O halde Osm anlı t oprak m ülkiy et si st emi , y alnı z Marksi st y azar­
larla sı nı rlı kalm ay an, fakat Doğu lu "öt eki" hakkında daha genel
bir Avru palı kanıy ı t em sil eden bir kavram olarak Türkiy e'y i A sy a­
lı despot ik bir devlet şeklinde nit eley enlerin algıladığ ı ndan çok daha
karm aşı kt ı r. Tem elde bir fet ih devlet i olduğu ndan, devlet t oprağ ı n­
da (miri ) t üm hakları olu ştu ran f et ih olgu suy du; f akat bu hakları n
inananları n olu ştu rduğu ümmet'e m i, y oksa onu n l em silci si olarak
padi şaha mı ait olduğu üzeri nde anlaşm azlı k vardı r. A slı na bakı lı r­
sa, görm üş olduğumu z gibi fati hler y erli köy lü t oplu lu kları y erleri n­
de bırakı p sadece "kira" t oplay ı cısı olarak hareket ett iler.31 Devlet
dominium eminens 'i (rakabe vey a rikab: t oprak üzerinde yü ksek m ül­
kiy et hakkı) devraldı ve fet ihlerin sürdürülm esi bir ordu gerekt irdi­
ğ inden, t oprakt an g elecek vergilerin dest eğ ine iht iy aç duyu ldu.
İran nasihat nam e geleneğ inde de belirt ildiği gibi, "t oprak ve rea­
y a sult ana aitt ir" . Fakat "ai diy et" sözcüğ ünün im a ett iğ i haklar ko­
nu su nu n çok di kkat li anlaşı lm ası gereki r. G erçekt en de Türk m ed e­
ni hu ku k düzenlem eleri R om::ı-B izans uy gu lam alarıy la y akı ndan i liş­
ki liy di.32 R om a Hu ku ku 'ndaki gibi, t oprak üzerindeki haklar domi ­
nium eminens ( rakabe), usus (t asarruf) ve fructus 'tan ( ist iğ lal vey a
int if a) olu şuy ordu; bu son ikisinde t oprak çeşit li y önt emlerle çift çi­
lere tam am en em anet ediliy ordu. Kolay bir uy gu lam a olm am ası na
karşın, belirli koşu llar alt ı nda devlet t oprakları köy lüler t arafı ndan
sat ı labi liy ordu; böy le bir du rum da, şeri at a göre "mut lak m ülkiy e­
t i" t esis etm iş olm aları gerekiy ordu.33 Avru pa'daki gibi, dominium
eminens sadece nihai y asal denet im hakkıy dı, am a "saf m ülkiy et "
(mülk-i mahz ) bi r uy ru k t arafından t esis edilebilir ve bu im ka n sa­
y esinde t opraklar bir vakfa dönüşt ürülebilirdi; İnalcı k bu bağ lam­
da "m ülk" (freehold ) terim ini ku llanı r, am a bu "özgürlük" her y er­
de olduğu gibi, bu ndan daha geni ş denet im lere t abidir.
Köylüler, haklan nı ti cari am açlarla da ku llanabiliy ordu. "[ . . . ] Mülk
ve vakıflarda da, ekonom ik açı dan en i lginç hu su s t oprak sahiple­
ri ni n büy ük buğ day fazlaları birikt iri p, gerek im parat orluğu n kent
m erkezleri ve gerekse Avru pa gibi u zak pazarlara ihraç edebilm ele-
128 TARiH HIASIZLIGI

riy di. "34 Başka bi r dey işl e, pazarla ve kol ay satı lab ilen ürünl eri n -pa­
mu k, su sam, keten ve pi ri nç- üreti miy le b ağ lantı lıy dı lar. Bu tü rden
özel mülkiy et hakları İ slam hu ku kuy la koru nuy or du; bu, İ slami bi r
devleti n asla g örm ezden g elemey ec eği bir g erçekti; "şeri at dü zeni "
daha pek çok hakkın y an ı sı ra mül kiy et haklarını da kapsıy ordu. S e­
küler ve di ni y etki li ler arası ndaki g eri lim, her i ki taraft an g elebi le­
c ek fa zlasıy la ağır vergi ler e karşı köy lü leri n - ve zanaatka rları n- hak­
ları nı n savu nu lduğu manası na g eliy ordu. Aslı na b akıl ırsa, b aşk a y er ­
ler de olduğu gibi Osmanlı İm paratorluğu 'nda J a devlet i le di n ku­
ru mu arası nda, y ani padi şah y etkesi i le kadı y etkesi arası nda daim a
bir g eri li m vardı; bu g eri lim, bi r önceki b ölüm de tartı ştığ ımı z gibi
Avru pa f eodalizmi ni n b enzersi z özelliği gibi g österi len bir t ür "par­
çalanmı ş eg em enli k" olu ştu ruy ordu.35 Devleti n ve di ni n çı karları ke­
sinlikle her zaman özdeş deği ldi ve bu du ru m, tıpk ı Avru pa i çi n il e­
ri sü rü lmü ş olduğu ü zere, ku ram sal olarak kentte ve kırda b enzer
b ir manevra alanı b ırakıy ordu.
Marksi st ku ram dan g elen bi rçok y azar, m atery ali st y aklaşım la­
rına karşın g eni ş ve mü nhasır devlet mü lkiy eti, cemaat vey a bi rey
mü lkiy eti kateg ori leri ni ku llanarak, (uygu lam ay a deği l de) son de­
rece soyu t haklara y oğu nlaşm ışlardır. F akat Henry Mai ne'ni n vu r­
gu ladığı gibi, tüm toplum larda toprak üzeri ndeki bi r " kul lanma hak­
kı" hiy erarşi siy le karşı laşı rı z; b azı haklar bi rey sel eki ciy e (vey a ha­
nesi ne), b azıları akr ab alı k vey a kan b ağı ndan olu şan daha g eni ş g ru p­
lara, b azı ları y erel topr ak b eyi ne veri lmi ş, b azı ları i se daha kapsam ­
l ı bir siy asal dü zey de dağı tı lmı ştır. F ar klı düzey ler e veri len hakl ar ­
da pek çok çeşi tlem e bu lu nmaktadır ve tü m mu htemel hakları her ­
hangi bi r toplum da sadece tek bi r düzey de y er alıy or gibi g ör mek
bir hata olur. Bi reyl eri n çoğu nu n hay atı nı kazandığı tarı m alanı nda,
çiftçilik araçlarına ve y öntemleri ne b ağ lı olarak hatırı say ıl ır b ir hak
farklılaşması var dı; bu b ağ lamda en tem el olarak ku ru vey a su lu (su ­
lamalı) eki m uygu lanması, sab an vey a çapay la çalı şı lması y a da ürü­
nün ni teli k i tib ariy le deği şken vey a kalıcı olm ası gibi etkenler di k­
kate alı nıy or du. İki nci olar ak, topr aktaki haklar a b ağ lı bir farklılaş­
ma vardı . Osmanlı ar azi haklarını n çetr efi lliği ve daha önc eki Avru ­
palı g örüşü n y üzey selliği, Mı sı r'da Mem lu klardan Osm anlı lara ka-
ASYALI DESPOTlAR VE TOPLUMLAR, TÜRKİYE'DE MI BAŞKA YERDE MI? 1 29

dar İs lam (Hanefi) hu ku ku nda top rak mülki yeti (as keri i kta) üzeri­
ne yakın tarih li bi r araş tırmada b aş arılı ş eki lde bi r araya getirilmiş ­
tir. 3 6 Avrup a' daki nden f arklı bi r dağ ılımı olmas ına karş ın, " h aklar
h iyerarş is i" nin h em u ygu lama h em de hu ku kçu lar taraf ından yürü­
tülen değ iş ken tartış ma b akımı ndan en az Avrup a kadar karmaş ık
o lduğu gözükm ektedir, ama bu tar tış maların si yas al ideoloji deki so ­
nu çları veya bu hi yerarş inin muğ lak kökenleri h akkındaki sp ekülas ­
yonlar çevres inde ku ramlaş tırma çab as ına p ek ras tlanmaz.37 Tartış­
malar bu h akları n ni teliği çevres inde dönm üş ve h ayl i u zmanlaş mış
fıkıh i lmi çerçevesi nde yürüt ülmüş tür. Ç eşi tli li k gös teren s onu çları­
nın, özelli kle ko nu lar mah kemeye geldiğinde kamus al mes elelerde
bi r etkisi o lmuş tu r kuş kusu z; fakat tartış ma kıs men, top lu ms al ya­
ş amı n mülki yetle i lgi li mevcu t çetr efi lli kleri ni yazıya dökme çab as ı­
dır. Şu nu da eklemek g ereki r ki, Avrup a hu ku k düş üncesi ni n b üy ük
b ölümünün ters ine, İs lam'ın g eliş i ve rej imin değişi mi mevcu t h ak­
ları tamamen o rtadan kaldırıp yeni b ir s ayfa açmamış , hiç kuş kusu z
b ir ço k diğ er "feti h" du ru munda da o lduğu gibi b azı yeniden düzen­
lemeler yapı lmakla yeti nilmiş tir.
R eaya arazi leri dış ında, top rak, b eli rli görevler karş ılığ ında as ker­
lere ve i darecilere tahsis edilirdi. G eri döndürül ebilir olduğundan, Ar ap ­
ça " ikta" teri mi nin Batı dillerine fief yeri ne "i dari tahs is" o lar� k çev­
rilmes i g erektiğ i " ikna edici b ir ş ekilde" ileri s ürülmüş tür. 38 Fakat
açı ktır ki bu kavraml ar b irb irine ço k yakındır ve " malika neye da­
yalı" 39 (ve Needh am tarafından da "b ürokrati k feodali zm" ) o larak
b etimlenmiş Ç in sis temi gib i, bu da tamamen Avrup a deneyi mi nden
yola çıkan " var- yok" temeli ndeki bi r araş tı rmadan çok, s os yoloji k
bi r " analiz çerçeves i" aracılığıyla incelenmeye muh taçtır. Kavram­
s al düzeyde bil e o ls a, bu yapı ldığında du ru mu n Avrup a' ya bi rçok ku ­
ramı n vars aydığı ndan ço k dah a yakı n o lduğu da görülebi lir. As lı n­
da, İs lami Yakındoğu 'da Türk ilerlemes i dönemindeki mevcu t koşu l­
lar, er ken dönem Avrup a' yla karşı laş tırılmış tır. R ejim, 119 3 ' te S ela­
h addi n Eyyubi öldüğ ünde, " lordlu k ve kap ılanma i liş ki leri ni n oluş ­
tu rduğu b ağ larla b ağ lanmış , çözülüp dağ ılan s adakatlere dayanan,
vass al lo rdlar ın b aş ında bu lu nan h ükümran devlet zayıf ladığ ı anda
teh di t altına gi ren bi r monarş i" yi andırıyordu.40
130 TARiH HIRS1ZL1c'31

Tarım h içbir zaman tümüy le g eçimi sağlama d üzeyind e k almış ola­


mazd ı; bi r artı d eğer üretilmek zoru nd ayd ı. İstanbu l, Avru pa'd aki ­
lerin h epsind en d ah a büy ük, d evasa bir k entti ve bu k entin iaşesi tıp­
k ı Hı ri stiy an ve R omalı öncülleri gi bi Osmanlı pad işah ları i çi n d e
büy ük bir meseleydi . Tah ılın çoğu , ti cari çif tçi li ğin mu azzam ölçü­
d e g eliş tiği ve Vened ik' in bu ğd ay ını d a sağlay an Kı rım'ın ku zey böl­
g esind en g eliy ordu. Fak at ülk eni n bazı k esi mleri k ent içi n hu bu bat
ür etirk en, bizzat başk entin çevresi nd eki bölg enin büyük bölümü h ay ­
vancıl ık la sebze- mey ve y etişti ri ci liği ne ay rılmıştı. K öy lüler hi çbi r za­
man sad ece boğ az tok lu ğu na üretim y apm ıy orlard ı; ticaret ve pazar
d ai ma vard ı. R oma hak imiy eti altınd a Akd eniz'in ku zey k ıy ısınd a­
k i k entleri n birçoğu nu n ik mal ve iaşesi " anona" olarak bilinen (bi r
" pay " biçi mi ) sistemle sağlanı rd ı; İstanbu l d a onlarla ay nı k onu m­
d ayd ı. K entler pek çok y önd en Batı ve Doğu 'd ak ilerle k arşı laştı rıla­
bi lir nitelik teydi; Türkiy e d e Akd eniz d üny asının bir parçasıydı, ama
tüm büy ük k ent y erleşim leri, çoğu zaman k öy lülerd en k ayı:ı ak lanan
iaşe soru nları y aşıyordu .

Ticaret
N asıl k i Osmanlı'd ak i tarı m Avru pa'nı n g eri k alamy la temel ola­
rak benzer bi r k onu md ay sa, k entlerin ve ticaretin statüsü d e öy ley ­
d i. Ticaret h em k amu sal h em d e özel niteliğiyle, bütünüy le "d espo­
tik" d eneti m altınd a olmay an bir bu rju vaziyi g erek ti riy ordu; bu du­
ru m, "d espoti zm" k avramını biraz ku şku lu h ale g etirir. R oma ve Bi­
zans imparatorluk ları ticareti, emtianın d olaşım ve satışını büy ük öl­
çüd e d evlet d enetimi altına almıştı;41 Osmanlılar d a ay nı şey i y aptı.
Bu nu nla b irlik te, ticari f aaliy etler k apıkullarının y anı sıra, kı smen
bağımsız tüccarlar ı ve bir bu rju vaziyi d e içeriy ordu. Hıristiy an İspan­
y a'd an sürg ün ed ilen Marrano Yahud ilerind en Mende s Ai lesi'ni n iş­
leri , "Avru pa'nın belli b aşlı merk ezlerini ku cak lay an bi r acente ağı
tarafınd an y ürütülüy ordu " ve Mende s Ailesi, "ulu slararası ti caretin
h atırı say ılır bir k ısmını k ontrolünd e tu tuy ordu. " 42 "Ek onomik g e­
lişme için bir önk oşu l olarak merk antili st y ayılma peşind e k oşan h er
Avru pa ülk esi, su ltand an ay nı ek onomik ay rı calık ları k oparmay a",
ASYALI DESP0Tl.AR VE TOPLUMLAR, TÜRKIYE'DE MI BAŞKA YERDE MI? 131

yani Osm anlı başkentind e Vened ik' in ard ınd an İ talyan kentleri ni n
s ahi p old uğ u ticaret im ti yazlarını eld e etm eye çalışacaktı.43 "Batı, yeni
kurulm akta o lan ipekli ve pam uklu do kum a s anayileri için en azın­
d an başlang ıçta, bizzat Osm anlı İm paratorluğ u'nd an ya d a Osm an­
lı İm parato rluğ u üzeri nd en s ağ lanan h amm add e kaynaklarına
m uh taçtı." 44 1 5 71 'd eki İ nebah tı S avaşı ve Atlas Okyanus u'nun d e­
ni zci d evlet leri İ ngi ltere ve Ho lland a'nın 15 80-90 yıllarınd an iti ba­
ren Akd eniz'e to plarıyla g irişi bir d önüm no ktas ı o luşturd u; bölg e
bu d evletlerin yeni L evant şirketlerine açıld ı. Böylece Batı'd a i lk tu­
tunan im tiyazlı şirketler, Hindis tan ve ötes ind en ço k Yakındoğ u'yla
çalışan ve E as t I ndi an Com pany'd en epey önc e kurulan Levant şir­
ketleri o ld u.
"1 6. yüzyıld a Osm anlı İm parato rluğ u d ünya ti caretind e beli rleyi­
ci bi r ro l o ynuyord u. "45 İs tanbul, Karad eniz ve Tuna· lim anları ara­
s ınd aki kuzey-g üney ve Hind is tan' laDoğ u aras ınd aki doğ u-batı g ü­
zerga hı nın kavşak no ktas ıyd ı. S ad ece Vened ik ve Ceno va' ya gid en bir
Batı bağ lantıs ı s öz ko nus u d eği ldi; 1400 do laylarınd an i ti baren, Ş ark
m allarının Ş am -Burs a-Akkerm an-Lviv üzeri nd en Po lo nya, Mos ko va
ve Baltık ülkelerine ulaştığ ı d ikey bir kuzey-güney ticaret yo lu d a var­
d ı; bu yo l, Karo lenj d önem ind e Avrupa ti caretinin artışına d amg as ı­
nı vur an d ah a önceki Baltık-Yakındoğ u g üzerga h ını izli yo rd u.46 Ye­
rel ürünler, i pek ve h alılar d a d ahi l "Ş ark m alları" karşılığ ınd a Ba­
t ı'd an es as o larak yünlü kum aş (ve h er zam anki gi bi külçe altın) i t­
h al edi liyo rd u. Doğ u'd an alınanlar s ad ece lüks m allar o lm as a bile, ço ­
ğ unlukla bu türd end i. Bazı Rom alı ah lakçılar bu ürünler karşılığ ın­
d aDoğ u' ya verilen al tınların kaybı ko nus und a ço k endi şelenmi şler­
d i . O nlarDoğ u'yu d es po ti zmd en ço k bu lüks ün anavatanı o larak g ö­
rüyo r ve bu m allara d üşkünlüğ ün Rom a as keri erd em leri ni fazlas ıy­
la bo zd uğ unu d üşünüyo rlard ı. Am a ticaret önemi ni ko rud u.
Ti caret işlem leri h em Avrupa h em d e As ya'yı kaps ıyo rd u. Vene­
di k Batı Eg e ve İs tanbul'd a üs tün h ale g elirken, Ceno va'nın Doğ u
Ege'yi feth edi p i ç d eniz [ Marmara] civarınd a kolo ni ler kurd uğu 1 204 'e
g eli ndiği nd e, Bi zans' ın Karad eni z'd eki si yasi ve eko nomi k eg em en­
liği yıkılm ıştı. Türki ye d ah a so nra o bölg ed eki Latin ko lo ni leri ni o r­
tad an kald ırd ı ve h amm add e kaynaklarını bizzat d enetlem ek yönün-
132 TARİH HIRSIZLI�I

deki eski Bi zans i mparatorlu k geleneğ ini y eni den tesi s etti. Z ira Fa­
tih Su ltan Mehmed, Doğu R oma İmparatorluğu 'nu canlandır ma fik­
rinden esinlenmişti ve Osmanlı devletini n İstanbu l'a buğ day, et ve
tu z tedari k etmek i çin Karadeniz'i denetim altına alması gerekiy or­
du . İpek, pamu k ve Ku zey Tür kiy e'nin keçesin in satılıp Kar aden.i z' in
ku zeyi nden tarımsal ürünler alınm ası, A nadolu' nu n bu bakıml ardan
ancak 18. y üzy ıl sonlarında rekabete girme şansına sahip olan Ba­
tılı ve Ru s i malatlarından bi le önce " sınaileşmiş" olduğu anlamına
geliy ordu .47 Ay rıca Hint Oky anu su' nda ç ok eı:ki n bir Osmanl ı ve Mı­
sır (u zu n dönemler boyu nca hiç deği lse i smen Türk egemenliğ i altın­
day dı) varlığı söz konu suy du . Bir noktada Türkler, bir ticaret orta­
ğ ı olarak Endonezy a' nın Müslüman Aç eh Krallığ ı' na o dönemde böl­
gede etkin Avru pa donanmalarına karşı dir enebilmeleri iç in asker ve
si lah y ardımında bu lu nmay a ç alıştı. Kara teme lli bi r devlet olarak
kuru lmu ş olm asına karşın, A kdeniz' e erişinceTürkiy e bu deni ze u zun
zaman haki m olacak bir donanm a ku rarak büy ük bir uyu m sağ la­
ma y et eneğ i gösterdi. Ar dı ndan u cu z gümüş, pamu k v e şekerin (bu
sonu ncu su eskiden sadece İslam' la ti caret aracılığıy la u laşılabili r bi r
maldı) A meri ka kıtasının keşfiy le birlikte artışı, tüm fırsatlar denge­
sini deği şti rdi.

İpek Sanayii
Ticaret, Türkiy e' ni n egemen oyu ncu haline geldiğ i ve Batı'nın, en
başta da İtaly a' nın y ükselişi ni büy ük ölçüde etkiley en özgül bi r i ma­
lat, neredey se bir sanay i alanını teşvik etti: i pek.
Ham i pek Bi zans' a i lki n Çi n' den, İra nlı aracılar tarafından y a ka­
ray olu y a da Hint Oky anu su üzerinden getirildi. İmparator İu stinia­
nos, özellikle Moğ olların doğ ru dan güzergahı kesmesi nden sonra,
alternati fler aray arak-güney den A ksu mlu Habeş tüccarlar ve ku zey ­
den Kır ım halkı, bozkı r Türkleri ve Kafkas Lazi ka hükümdarlığ ı gi bi­
bu İran tekelini kırmay a çalıştı. İpek "biri ncil önemde meta" hali­
ne geldi. 5 61'den bir sür e önce, İu stini anos'u n adamları, gi zli ce Kons­
tantinopolis'e i pekböceği kaçırarak, ülkeyi Doğu 'y a bağ ımh lıktan
ku rtarması amaçlanan ve aslında "ortaçağ Bizans'ının en önemli eko-
ASYALI DESPOTLAR VE TOPLUMLAR, TÜRKIYE'DE MI BAŞKA YERDE MI? 1 33

nom ik işlem lerinden biri" haline g elen eksiksiz bir ipek sanayiinin
kurulm ası nı sağ ladı.
İpekli kum aş daha M.Ö. 6. yüz yılda Çin' den Avr upa' ya ulaşmı ş­
tı. M.Ö. 2. yüz yı lda İpek Yolu'nun açı lm ası yla birlikte, bu kum aş­
t an daha büyük m iktarlar da g elm eye başladı. M.Ö. 114' ten sonr a,
"her yı l bir düzin e ipek yüklü kervan Ort a Asya çöllerinden Ç in'e ula­
şı yor du. " 4s Sur iye, Filistin ve Mı sır hem ham ipek hem de ipekli ku­
m aş ithal ettiler ve sonunda bir ipekli dokum a sanayii g elişm eye baş­
ladı. M. S. 4. yüz yı la g elin diğ inde, im alatı İran'a yayı lm ıştı; oradan
da, daha sonra T ür klerce t evar üs edilip g elişt ir ilecek bir sanayi ola­
rak Bizans' a g eçt i. İpek, İspanya' nın Müslüm an kesim ine ilk olarak
K ordoba Erniri II. Abdurrahm an (75 5- 788) dönem inde, Em evi Ha­
lifesi unvanı nı aldığı yı llar da g ir di. Para basm a tekelini eline aldı ve
Abbasi ve Bizans örneklerini izleyerek, l üks ku maşlar ı n kam usal im a­
latı nı örg üt ledi. D ut ağaçları, ipekböcekleri ve Suriyeli dokum acı lar
g etirildi ve K ordoba' daki kale yakınında olduğ u g ibi, Sevilla ve A l­
m eira' da ipek atölyel eri kuruldu. Tekniklerin yanı sıra, bazıları Sa­
sani kökenli olan m otifl erin bir çoğu da Yakı ndoğ u'dan alındı.49
Aslına bakı lırsa, ipek "Osm anlı ve İran ekonom ilerinin g elişm e­
sinin yapı sal t em elini oluşt urm uşt ur. " so Bu sür eçt e, 14. yüzyı la g e­
lindiğinde, E fes ve A nt alya lim anlar ını kullanan birçok Bat ılı t üccar­
la birlikt e, Bursa bir "dünya pazarı" haline g eldi. Bununla birlikt e,
K onstantinopolis-Pera'daki Cenevizler, o dönem de Osm anlı eg em en­
liğinde olan Bursa'yla doğrudan ticaret yapı yor lardı. Ceneviz t üccar­
ları doğrudan doğruya Tebriz ve Az ak kent lerinden m al alm ak için
karayoluyla içerilere dek seyahat bile ett iler. İpek, Avr upa ve Yakın­
doğ u, öz ellikle de T ürkiye im alat çı ları ve t üccarları arası ndaki ya­
kı n bağlantı ları ort aya koyar. Başlangı çt a ipekli kum aş D oğu' dan bir
lüks ürün olarak g elir, ar dından Avrupa ham ipek it hal eder ve ken­
di kum aşı nı dokur, sonunda ipekböcekçiliğ i ve dut ağ acı yet işt ir ici­
liğ i de dahil t üm üret im sürecini devralır. Bu süreç, bölg elerin birbi­
rine kenet lenm e, düşüncelerin ve t eknikler in bir bölg eden diğerine
akt arı lm a yolunu da g öst erir. Avrasya'ya, Asya ve Avrupa' daki sis­
t em ler arası ndaki ikilikler ve eng eller açısından değ il de, daha çok
bu kara par çası boyunca m allar ın ve bilg ilerin t edr icen akı şı açı sın-
134 TARiH HIRSlZIJGI

dan bakmamız gerekiyor. Türkiye de dahil olmak üzere, Doğu'da


başlayan makineleşmenin erken evrelerini, büyük ölçekli üretimi ve
tekstil pazarlamasını yakalamanın çok uzağında kalan Avrupa'da ipek,
ancak çok sonraları gelişti; her durumda üretimi bir ithal ikamesi
meselesiydi. "Bu çerçevede ipek, hayli gelişkin yerli yünlü dokuma
sanayilerinin yanı sıra, 13. yüzyıldan 1 8 . yüzyıla değin Batı ülkele­
rinin uluslararası değişim ve zenginliklerinin de başlıca kaynağı ha­
line geldi. " sı Modanın, genişleyen ekonominin başlıca çarklarından
biri olduğu ve seçkinler arasında ipekli kumaş kullanımının Haçlı
Seferleri'nin ardından gitgide artmasının, lüks sanayiinin büyüme­
sine yol açtığı da ileri sürülrnüştür.52
İspanya dışında, ipek yavaş yavaş Avrupa'da da üretilmeye baş­
ladı. İtalya'da 9. yüzyılda Salerno, 1 0. yüzyıla gelindiğinde de Po va­
disi -Sicilya Kralı iL Ruggiero'nun Yunanistan'dan ipek işçileri ge­
tirmesinden epeyce önce- Yunanistan ve Yakındoğu'dan teknikleri
edinerek, ham ipek kullanmaya başlamıştı. Ne var ki gerçek atılım,
Moğol istilaları ve diğer huzursuzluklar nedeniyle Yakındoğu'dan
ipekli kumaş ithalatında yaşanan güçlüklerden cesaret almış olabi­
lecek Kuzey İtalya kentlerinden geldi. İpek dokumacılığı daha 13. yüz­
yılda Lucca kentinde yapılıyordu; dokumacıların birçoğu 1266'da­
ki Frank istilasından kaçmış Sicilyalılardı.53 Kesinlikle Doğu'yla ti­
caretin filizlenmesinin teşvik ettiği bir alışveriş canlanması yaşandı
ve Cenova üzerinden Hazar bölgesi, İran, Suriye ve " Romania"dan
ithal edilen ham ipeği kullanmaya başladılar.54 İpekli kumaş kuşku­
suz prenslerin, zengin piskoposların, büyük katedrallerin ve son ola­
rak da başarılı tüccarların oluşturduğu lüks pazarı hedefliyordu. Bu
materyalin tüketimi, saraya ve belirli seçkin gruplara yönelik kısıt­
layıcı yasalarla sınırlanmaya çalışıldı, fakat eninde sonunda bu kı­
sıtlamalar yıkıldı. Ticaret kaçınılmaz olarak genişledi. Tüccarlar ku­
maşlarını Champagne'da ve 12. yüzyıl sonundan itibaren Pa.ris, Bru­
ges ve Londra'da satmaya başladılar.ss Arz ve talep amı. Bu kent­
lerdeki ipek imalatının başarısı Bologna ve Venedik'te de taklit edil­
di, ama esas olarak İngiliz yününden yapılan yün kumaşta uzman­
laşmaya devam eden Floransa, 14. yüzyılda Avrupa'nın muhteme­
len en önemli sanayi kenti oldu.56
ASYALI DESPOTLAR VE TOPLUMLAR, TÜRKIYE'DE MI BAŞKA YERDE Mİ? 1 35

D em ek ki, D oğ u'da ve Batı'da tekstil im alatı nda ilginç b ir iler ­


ley iş b ulunm aktadır. Makineleşm e b aşlangıçta y avaş b ir sür eçt i, am a
dokum a tezgahları nı n ver im liliğ i her y er de b ir anda değ il, fa kat çoğ u
zam an iletişim say esinde, b aşka y er ler deki gelişm eler den destek ala­
r ak tedr ic en gelişti. Bu sür eç, daha sonr a Avr upa'y a da get ir ilen,
Ç in'deki iplik b ükm e m akinelerini çalı ştı rm ak için su güc ünün kul­
lanı lm asının öğ r enilm esiy le daha da gelişti. Ham ipek ür etim inin
kendi si de ar ttı . Anc ak o zam an, önc eden ipek im alat ve tic ar etin­
de b üy ük b ir oy unc u olan Tür kiy e üstünlüğ ünü Av r upa'y a kaptı r ­
dı - tic ar i g ir işim in örg ütlenm esi açısından ikisi ar ası nda o kadar
çok b enzer lik söz konusuy du ki, öne sür ülen uzlaşm az kar şı tlı klar
hi ç doğ r u g elm iy or du.

Baharat Ticareti
Tür kiy e veAkdeniz c ivarındaki diğ er Müslüm an ülkeler in, m er ­
kantilist kapitali zm le ör tüşen ve b elir li ölçüde özel şirket ve teşeb ­
b üsü, pazar taleplerine c evap verm e ihtiy ac ını, im alatla tic ar etin b ir
bileşimi ni içer en fa aliy etleri sergiledikleri tek alan ipek im alatı ve (esas
olar ak altın kar şı lığı) m üb adelesi değ ildi. Tic ar et, ipek dı şı nda D o­
ğ u'da P or tekiz, H ollanda ve İngiliz söm ür geleştirm esini kam çı lam ış
olan b ahar at tic ar etindeki y ükselişt en de etkilendi. D aha önc e Tür ­
kiy e, daha genel anlam da Yakı ndoğ u gib i y ine önem li b ir oy unc u ol­
muştu. Tür kiy e hakkı nda y azan Kellenb enz, "en önem li etkinlik alan­
ları ndan b ir i olan kar ab ib er tic ar et inde kapit alist b ir r uh" b ulundu­
ğ unu iler i sü r er.57 Bu t ic ar et büyü k ölçü de ü lkenin dör t köşesine da­
ğı lmı ş b üy ük hanlar a ve ker vansar ay lar a gi dip gelen b ir ey sel tücc ar­
ların elindey di; Avr upalı tücc arlarla ay nı şekilde gelişm iş, kapitalist
gir işim i içer en b ir tic ar etti b u.
Bahar at daha klasik dönem de D oğ u'danAvr upa'y a ulaşmı şt ı ve
Yakı ndoğ u, Hi ndistan ve Ç in'deki tic ar et y aşamı nda çok uzun b ir
dönem b oy unc a son der ec e önem li b ir etken olm ayı sür dür dü. Ye­
r el kar ab ib er Kar aAfri ka'da b eslenm enin önem li b ir par çası nı oluş­
tur uy or du, f akatAkdeniz b ölgesinde D oğ u'dan ithal edilm esi ger e­
kiy or du ki, b u iş y er el tücc ar ları n er ken çağ lar dan b er i y oğ un b içim-
136 TARiH HIRSIZLIOI

de uğraştıkları bir ticaret dalıydı. İpek ticaretinde de olduğu gibi, Türk­


ler Konstantinopolis'i fethettikten sonra iyiden iyiye kurumsallaşmış
haldeki Bizans ticari geleneklerini devraldılar. Daha önceleri, İslam
Güneydoğu Asya'ya yayılmış ve ilk baharat kargoları 1501 'de Liz­
bon'a ulaşan Portekizlilerin denizyolunu Batı Avrupa'ya açmasından
sonra bile, Müslüman tüccarlar Malezya ve Endonezya'da etkin ol­
mayı sürdürmüşlerdi. Bununla birlikte, Hindistan'dan ve Sumatra'da­
ki Açeh'ten gelen, çoğu Müslümanlara ait gemiler, Portekizlilerin en­
gelleme çabalarına karşın Kızıldeniz'e mal taşımaya devam etti. Ar­
dından Müslüman gemileri kargolarını, 1546'da Osmanlıların Bas­
ra'da bir üs kurdukları Basra Körfezi üzerinden taşımaya başladılar.
Böylece baharat ticaretinde hiçbir zaman tam bir kırılma olmadı; Os­
manlılar, siyasal ve askeri olarak desteklemeye çalıştıkları İslami Açeh
Krallığı ile dolaysız bağlarını sürdürdüler; Venedik Doğulu bahara­
tın alıcısı olmayı sürdürdü.
İngiliz ve Hollandalıların Hint Okyanusu'na gelişleri ve Portekiz­
lilerin 1622'de Körfez'i denetleyen Hürmüz limanını kaybetmeleriy­
le birlikte, Atlantik devletleriyle yapılan ticarette muazzam bir bü­
yüme oldu. Buna ek olarak, Amerika kıtasıyla ticaretin gelişmesi, ko­
loni üretiminin -tümü Amerika kıtasından getirilen şeker, tütün, kah­
ve ve pamuk- eski ticaretin yerini alması sonucu, jeopolitik odağın
Atlas Okyanusu'na kayması gibi temel bir değişim baş gösterdi.58 At­
lantik ekonomisi büyük bir yükselişe geçtiği zaman, Doğu Akdeniz'den
buraya doğru gerçekleşen sapmadan en büyük zararı Venedikliler
ve Osmanlılar gördü.
Üretim ve ticaretteki bu değişimin somut örneği şekerdi. Üretimi
Güney Asya'dan İran'a, oradan da Araplar tarafından Akdeniz'in
doğu kıyılarına getirilen en önemli "baharat"lardan biriydi. Türk­
ler yoğun biçimde bu işin içindeydi, Haçlıların hakimiyetindeki Hı­
ristiyan krallıklar da öyle. İşin örgütlenmesi baştan sona önemli yön­
lerini korudu. "Daha sonraları Amerika kıtasında kurulacak plan­
tasyonlara dikkate değer ölçüde benzer geniş şekerkamışı arazileri,
12. ve 13. yüzyıl Filistin'inin Haçlı krallıklarında doğdu. 14. yüzyı­
la gelindiğinde, Kıbrıs önemli bir üretici haline gelmişti. " 59 Bu ara­
ziler, Saint Jean Şövalyeleri'yle yerel köylülerin yanı sıra Suriyeli ve
ASYALI DESPOTLAR VE TOPLUMLAR, TÜRKIYE'DE MI BAŞKA YERDE MI? 137

Arap köleler istihdam eden Katalan ve Venedikli aileler tarafından


kuruldu. İşgücü karmaydı. Şeker batıya doğru Girit'e, Kuzey Afri­
ka'ya ve 12. yüzyıldaki Norman istilasından sonra bile geliştiği Si­
cilya'ya doğru yayıldı . Daha önceki yüzyıllardaki Mağribi istilasın­
dan beri, bu bitki İber yarımadasında da Hıristiyan ve Müslüman
köle kullanımına dayanarak yetiştiriliyordu ve şeker çoğu zaman İtal­
yan (Ceneviz) tüccarlar tarafından Avrupa'nın her yerinde pazarla­
nıyordu. 1 5 . yüzyılda, o dönemde Portekizlilerin etkin bir biçimde
keşifler yaptığı Kara Afrika'dan köleler ithal edildi. Şeker üretimi ve
ilgili organizasyon Algarve'den Madeira'ya ve diğer Atlantik adala­
rına ve daha sonraları da sömürge Amerika'sına taşındı.
Akdeniz'de üretim, şekerkamışı ezmekte değirmentaşının kulla­
nılmasıyla geliştirilmişti. Bu sanayi giderek makineleşti. O bölgede
bir yerlerde veya Atlantik adalarında, birbirine geçirilmiş iki dişli­
den oluşan yeni bir sistem geliştirildi; artık şekerkamışının kesilme­
si gerekmiyor ve daha çok su çıkarılabiliyordu. Kanarya Adaları'nda
(yine Ceneviz yönetimi altında) "kapitalist" olarak tanımlanmış6o
karmaşık bir şeker endüstrisi gelişti; engenhos adlı şekerkamışını ez­
mekte kullanılan makineler için kesinlikle hatırı sayılır bir sermaye
gerekiyordu. Tüccarlar, gittikçe karmaşıklaşan yollarla sermaye ya­
tırıp makineler alarak üretici haline geldiler. Bütün sektör, en baştan
itibaren son derece pazar yönelimliydi, ama artık ürün Kuzey Avru­
pa'ya ihraç ediliyordu. Batı Afrika adası Sao Tome, büyük miktar­
larda Afrikalı köle edinilmesi, dolayısıyla da Brezilya'daki sanayinin
modelini oluşturacak işletme tipinin gelişmesi açısından çok elveriş­
liydi. Brezilya'da şeker sanayii 1 5 1 6'da kuruldu. Bu geniş bölge
1500'de Cabral tarafından keşfedilmiş, örgütlü bir yönetimse ancak
1533'te kurulmuştu. Güney Amerika'da bu teşebbüsler yerli ve daha
sonraları siyah köleler kadar hatırı sayılır miktarda Avrupalı zana­
atkarı da istihdam etti. Sonuç olarak, daha baştan itibaren ticari ta­
rıma dayanan toplumun yapısı, hem etnik hem de mesleki olarak ka­
rışarak, başka bölgelerdeki makineleşmiş kapitalist girişim için bir
model sundu.
Zamanla Türkiye pamuk, yünlüler, çelik ve madenler gibi bir dizi
ucuz malın üretiminde Batı'yla rekabet edemez hale geldi; şekerin
138 TARiH HIRSIZLIGI

hazırlanmasında daha önceki tekeli, şekerkamışının Kanarya Ada­


ları ve Brezilya'ya göçüyle birlikte kırıldı, böylece teknolojisi artık
Atlantik'e taşındı ve Mintz ile Wolf'un "kapitalizm öncesi kapitalizm"
adını verdiği şeyi üreten Kıbrıs ve Mısır'daki rafineriler kapanmak
zorunda kaldı .

Durağan Bir Toplum mu?


Bu imalat ve ticaret etkinlikleri, Türkiye'nin despotik devletleri
nitelediği varsayılan "durağan bir ekonomi" olarak kabul edileme­
yeceği izlenimini verir. Aynı şey, bir bütün olarak toplum için de ge­
çerlidir. Bu esneklikten uzaklık iddiası, yalnız varsayılan despotik ka­
raktere değil, aynı zamanda İslam'a atfedilmiştir; sıkça verilen örnek,
Çin'de yüzyıllarca önce kullanılmış olan matbaanın reddedilmesidir.
Ben tam tersine, toplumun birçok etkiye ve birçok değişime açık ol­
duğunu ileri sürüyorum. Matbaayla (belki de saat gibi başka yeni­
liklerle de) ilgili kısıtlamanın değişmeye isteksizlikle hiçbir ilgisi yok­
tur. Daha çok, dini inançlarla ilgilidir ve böyle olması nedeniyle de
son derece özgüldür. Özgül sorunlara özgül çözümlerin ne olması
gerektiği konusundaki hatalı genelleme yüzünden, çoğu kez İslam
dünyasının neden bu inançlara Hıristiyanlık ya da Yahudilikten daha
çok tutunmaya istekli göründüğü sorulur. Bağımsız bir seküler gü­
cün kurulması daha yavaş ilerlemiştir. Bernard Lewis'in savunduğu
tezle, kimi zaman diğer dinlerin, özellikle de İslam'ın tersine, Hıris­
tiyanlığın sekülarizme olanak verdiği söylenmiştir: "Modern siyasal
anlamda sekülarizm -dini ve siyasi otoritenin, kilise ve devletin bir­
birinden farklı olduğu ve birbirinden ayrılabileceği veya ayrılması
gerektiği düşüncesi- derin bir anlamda, Hıristiyan bir düşüncedir. " 6t
Bu değerlendirme bana savunulamaz gibi geliyor. İsa'nın kendisine
inananlara, kilise ve devlet arasındaki ayrımı vurgulayarak Sezar'ın
hakkını "Sezar'a vermelerini" söylediği doğrudur. Ama bu ayrım, daha
sonraları Avrupa'da Kutsal Roma İmparatorluğu'nun kurulmasıy­
la daha az belirgin hale gelmiş, bu imparatorluğun hükümdarları di­
nin savunucuları oldukları iddiasını taşımışlardır. Din, ortaçağ Av­
rupa'sında yaşamın çoğu alanına egemen oldu. Tıpkı diğer dinlerde
ASYALI DESPOTLAR VE TOPLUMLAR, TÜRKIYE'DE MI BAŞKA YERDE MI? 139

de o lduğ u gibi, bu genel nehir içinde akan kuşkuculuk, h atta biline­


mezcilik şeklindeki karşı akıntı lar da vardı. Fakat genelde sekü ler
dü şü nce R önesans so nrası, h atta dah a kalıcı bir statü ye ulaştığ ı Ay­
dı nlanm a so nrası o r taya çı ktı . Bu, önemli bir gelişme o ldu. Dah a so n­
ra bile, ABD'nin Gü ney'i gibi kimi yerlerde bazı yönleriyle eski bi­
çimler ayak di redi - dü nyanı n çeşi tli yerlerindeki o rto do ks Yah udi
top luluklardan söz etmeye bi le gerek yo k. İ slam sadece derece ve za­
manlama açısı ndan farklıdır. Kaldı ki, sekü ler bilginin geliştiğ i çağ­
larda İ slam da hü manist dönemler yaşadı. R önesans'a dek bu din­
ler arası nda ço k az belirgin fark var gibi görü nmektedir.
Y önetim, köylü lü k ve ticarete o daklanara k yapılan Tü rkiye ör­
neğ inin kısa bir incelemesi, özellikle argü man farklı lı k arayı şı na da­
yandığ ında, rej im in tek bir özgü l yönü nü n anali zine yoğ unlaşmanı n
bir h ata ol acağ ını göstermektedir. Farkl ılı k arayı şı, "mo dernleşme­
yi" iz ah etmeye çalışırken kuşkusuz önemlidir. Avrupa matbaanı n
gelişinden so nra ço k ileri bir bilgi sistemini ve SanayiDevrimi'nden
so nra da aynı derecede gü çlü bir eko no miyi gerçekten de geliştirdi.
Z aten dah a önce de silahlar ve yelkenlerde belirli bir ü stü nlü k ya­
kalamıştı ( gerçi bu ü stü nlüğü n bo yutu so rgulanmı ştır), 62 Fakat bu
başarı yı siyasal sistemlere (Avrup a demo krasisine karşı "A sya des­
po tizmler i" ), top rak mü lkiyetindeki farklara ( "f eo dalizmin yo klu­
ğ u" ) veya h ukuk sistemine (Tü rkiye örneğ inde Ro ma Hukuku ge­
leneğ inin o lmadığ ı varsayımı) bağ lamak, kabul edilemez bir tavı r­
la bugü nü geçmişe yansıtmak ve tarih i so ndan başa doğ ru o kumak
anlamına gelir.
Her durumda, bilgi ü retimi söz ko nusu o lduğ unda İslam dü nya­
sı matbaa nı n geli şine dek beli rgin bir ü stü nlüğü elinde tuttu. İpek
tekstilinde ve diğ er lü ks ü rü nlerde Yakın doğ u' nun merkez o lması do ­
layısıyla, imalat ve mü badele eko no misi aynı derecede gelişti. Bu ge­
lişmeler, sözde "despo t" rej imlerce veya h ukukun, bağ ımsı z kentle­
rin veya özgü rlüğü n iddia edildiğ i gibi yo kluğ u yü zü nden engellen­
memişti! Kentler antik dü nyadan miras kaldı ve tıp kı Batı' daki gibi,
lo ncalar, pazarlar ve h ayırsever vakı fl ar gelişti ri ldi. İslam h ukuku­
nun temeli Ro ma Hukuku'yla Yakındoğ u'nun Yah udilik so nrası ka­
nunlarından o luşuyo rdu. Hukuk tartışmaları, Avrup a'daki ne benzer
1 40 TARiH HIRSIZLIGI

türde bir çetrefilliğe varmıştı.63 Gerek köylülerin gerekse tüccarların


etkinlikleri, kadınların davacı olarak girebildiği mahkemelerde ya­
sal koruma gördü. Asya despotizmi kavramı, ilkin antik Yunanistan'da,
ardından da Rönesans sonrası gelişen bilimde Avrupa'nın bu devlet­
lerin meşruiyetini reddedeceği şekilde yazıldı. Bu, vazgeçilmesi gere­
ken bir anlayıştır.
Bu gelişmelerin göbeğinde duran Osmanlı İmparatorluğu, ekono­
mik bakış açısından durağan Şark despotizmi değildi. "Her ne ölçüt
alınırsa alınsın, 1 7. yüzyılın epeyce ileri dönemlerine kadar son de­
rece dinamik kaldı ."64 Aynı yazar, " 15. yüzyıldan 1 7. yüzyıla dek
Osmanlı devletinin verimlilik ve uyarlanabilirlik açısından, birçoğu­
nun geleneklerini paylaştığı Batılı rakiplerini geride" bıraktığına işa­
ret eder.65 Paylaşılan gelenekler önemliydi: Türkiye ne ekonomide
ne de yönetim biçiminde sadece bir Şarklı ötekiydi." "16. yüzyılda,
Türk siyasal düşüncesi Batı Hıristiyanlığındaki gelişmelere ayak uy­
durmuştu. Büyük Ebussuud, Roma Hukuku'nun egemenliğinden il­
ham alarak mutlakıyetçiliği meşrulaştıran bir kuram ortaya koydu."66
Türkiye "sıra dışı bir esneklik devleti" olarak betimlenir; "erken ge­
rilemesini" yalnızca tarihçilerin "kalleşçe bugünden geriye bakışla­
rı ima etmiştir." Uyum sağlama kabiliyeti aynı derecede sivrilmiş du­
rumdaydı . Başlangıçta süvari kuvvetlerine dayanan Türkler, Akde­
niz'e ulaşarak çok önemli bir deniz gücü haline geldiler; mühendis­
leri "topçuluğu çabucak kavradılar" . Yazar, "haritaların benimsen­
mesinde İstanbul'un ileri görüşlülüğünü" överek devam eder; İstan­
bul'dakiler, Kolomb ve diğerlerinin, eninde sonunda kendi durum­
larını büyük bir şiddetle etkileyecek olan dünya çapındaki keşifleri­
ne ilgi gösteriyorlardı.67

Doğu'da ve Batı'da Kültürel Benzerlikler


Türkiye, Avrupa dışı (Asyalı) devletlerin en yakınıyken, Aydınlan­
ma sonrası eleştirilerin ana hedefi Çin oldu. Birçok Avrupalının gö­
zünde, bu muazzam ülke "geleneksel", "durağan", "despotik", hat­
ta "geri" kalmaya mahkumdu. Daha önceki kitaplarımda, tam ter­
sine birçok yönden Çin kültürünün Avrupa'nınkine kabaca koşut bir
ASYALI DESPOTI..AR VE TOPLUMLAR, TÜRKIYE'DE MI BAŞKA YERDE MI? 141

akış g öste rdiği ni ortaya koymaya ç alıştım.68 Ai le ve e vli li kte n baş­


layacak olur sak, i lkin de mog rafi k rakamların hane halkı boyutlarıy­
la (MH S) i lgi li olarak, Avrupa' ya karşıtlık oluşturacak pe k az kanıt
sunduğ unu ve bu olg unun, e vli çif ti n "bi re yle şme si " ölçü tü yle bağ ­
lantılı olduğ unu be lir tme k gere k.69 "K adına ai t mü lk komple ksi " ni n
( kabi le içi e vli li k, e vlat e di nme ve kadın- me rke zli bi rli kle r vb. gi bi
özgü l yöne ti m ve ve rase t strate ji le ri ) öze lli kle ri ni n doğ uşuna yol aç a­
cak şe ki lde , anne- babadan kalan mü lkle ri n e vli li kle ri sırası nda ve ya
daha sonra miras yoluyla kız ve ya e rke k ç ocuklara aktarıldığ ı çe yi z
si ste mle ri nde de bu durum bulunmaktaydı. Böyle bi r si ste m, Avras­
ya'nın tü m bü yü k b ronz ç ağ ı sonrası toplumlarını ni te le mi şe be nzi ­
yordu. Bu tür mi ras aktarımlarının çe şi tle nme si ne yol aç an i le ri bi r
tarımları vardı ve b u tar ım, anne - babaların e vli li kte n sonra oğ ulla­
rı kadar kızlarının konumunu da korumaya ve ya ge li şti rme ye ç alış­
tığ ı be li rgi n bi r e konomi k tabakalaşmayı ( "sınıfları" ) be rabe ri nde
ge ti ri yordu. Karde ş grubunun tamamı, e şi t hi sse le rle olmamakla bi r­
li kte , e be ve yn mü lkü nü mir as alıyordu. Avrupa ve A sya arasındaki
yakınlığ a i şare t e tme k içi n, bu durumu, be nze r e konomi k ve toplum­
sal fa rkların asgari olduğ u ve be lki bazı tü ccarlar dışında e vle ne n ki ­
şi yi ( ve ya e vli li k öde me le ri ni n boyutunu) e tki le me diği Sahra- altı Af­
ri ka'sının ç apa tarımı yapan toplumlarındaki me vcut duru mla kar­
şılaşt ırabi li ri z. 70
Diğer "kü ltü re l" konularda da, ayrılmadan ç ok yakınlaşmayı dü­
şü ndü re n be nze r koşutluklar vardı r. Doğ u i le Batı arasındaki be n­
ze rli kler, tarihçi le ri n "de spoti k", h atta ge ri kalmış bi r A sya'yı mar­
ji nalle şti re re k, ge re k anti kç ağ ge re kse bunu i zle ye n isnad ve ya si lsi ­
le kavramı yla Batı kapi tali zmi ne yükle di kle ri ayrılma/uzaklaşma sa vı,
bu karmaşıklık dü ze yle ri ni açıklamakta tamame n ye te rsi z kalmak­
tadır. Be n, Avrupa' da haute cuisine olarak bi li ne n ge li şki n mutfak
uyg ulamalarının, daha basi t bi r şe ki lde ge li şmi ş ye me k pi şi rme bi ­
çi mle ri nde n ve tarım e konomisi nin bu tü r f arklılıkları sü rdü re me ye ­
ceği Afri ka'nı n si yasi olarak tabakalaşmış toplumlarında bi le bulu­
nan fa rklılaşmamış ye me k pi şi rme tekni kleri nde n ayrılabi le ceği ni i le­
ri sü rmü ştü m.71 Basi t bi r şe ki lde katmanlaşmış ye me k pi şi rme yön­
te mi , Avrasya'nın tü m bü yü k bronz ç ağ ı sonrası toplumlarına e şli k
142 TARiH HIASIZLIGI

ediyordu; ama bunlardan bazılarında saray çevreleri, tüccarlar ve hau­


te bourgeoisie dahil, seçkin gruplarında bir haute cuisine'i n gelişti­
ğini görüyoruz. Bu tür h aute cuisine'ler Çin'de,n Hindistan'da, Ya­
kındoğu'da73 olduğu kadar, klasik ve modern Avrupa'da da74 var­
dı. Bu, yüzeysel bir husus gibi görünse de, mutfak sorunu katman­
laşmayla (sınıf) ve hazmettiğimiz yiyeceğin ta kendisiyle ilgilidir.
Bu durum çiçek kültürleri, farklı toplumların çiçek yetiştirme ve
bunları estetik, ritüel, hediye verme ve ibadet gibi amaçlarla kullan­
ma tarzları için de geçerliydi. 75 Bir kez daha marjinal gibi görünen
bir durum, yalnız hediye ritüeli bakımından değil, tarım ve katman­
laşma açısından da kültürlerin kalbiyle ilgilidir. Sahra-altı Afrika'sı­
nın sömürge öncesi ülkeleri, yalnız bu türden ehlileştirilmiş çiçek tür­
leri üretmemekle kalmadı, aynı zamanda törenler ve diğer toplum­
sal bağlamlarda da yabani çiçekleri bile hemen hiç kullanmadılar. Bu
özellik, Çin, Hindistan, Avrupa ve Yakındoğu'dan çok farklıydı. Eko­
nomilerinde, Afrikalı kültürler çiçekten çok meyveyi ve onu da süs­
lemeden çok yeme amaçlı kullandılar. Avrasya'da çiçek yetiştiricili­
ği çoğu zaman bir uzmanlık meselesi ve meslekti. Çiçek çeşitleri sa­
ray bahçeleri ve diğer seçkinler için geliştirilirken, pazar için de ye­
tiştirilirdi; pazar ibadet için (ama Yakındoğu'da değil), iletişim (he­
diyeler, sunuşlar) kadar süsleme için de çiçek sunuyordu. Çin'in bazı
kesimlerinde, çiçeklenen meyve ağaçları kesilerek, Yeni Yıl'da "gös­
terişli bir israf" jesti olarak tüccar evlerinde vazolar içine konularak
sergileniyordu; bu jest, ağacın meyve vermesinin beklenmediğini gös­
teriyordu . Ve "estetik" amaçlarla, tıpkı mutfakta olduğu gibi çiçek
kültüründe de tüm büyük bronz çağı sonrası toplumlarına damga­
sını vuran bir uzmanlık gelişti. Ve bu etkinliklerde yalnız siyasi de­
ğil, ticari seçkinler de rol oynadı; bu yüzden bunların ticaretin, hat­
ta sanayinin gelişimiyle bağlantılı olduğunu görmek şaşırtıcı değil­
dir. Aslına bakılırsa, birçok Avrupalı görüşün tersine, güzel yemek
ve çiçeklerden zevk almak, Doğu'da Batı'ya göre daha gelişkindi.
Kültürel benzerlikler, diğer birçok sanatsal etkinliğe de yayılmış
durumdaydı. Japonya'da Kabuki tiyatrosu, Rönesans Avrupa'sında
sektiler dramanın gelişmesiyle kabaca aynı çağda ( 1 7 . yüzyıl başı)
gelişti ve benzer merkantilist ve burjuva kitlelerini cezbetti. Roman-
ASYALI DESPOTLAR VE TOPLUMLAR, TÜRKIYE'DE MI BAŞKA YERDE MI? 1 43

l ar Çin' de, 1 8. yü zy ıl Avrupa'sın dan bi l e ön ce, 1 6. yü zyı l da kal eme


al ını rken , eğer Genji Monogatari'yi (Genji'nin Romanı) (11. yüzyı l )
say arsak, Japony a'daki i l k roman daha da erken bi r dön eme ait ti.
Bu kon ularda bazı koş ut geliş mel er, tü ccar grupl arı arasın da mev­
c ut ol an düny a çapın da bi r mü badel e si st emin den kayn akl an dı. Bu
grupl ar varl ıkl arını mal l arın müb adel esin e, kaçını lm az ol arak em­
ti an ın y anı sı ra düşün ce ve t ekni k bi l gi i l etişi mini de k apsay an bi r
m übadel ey e borçlu l ardı. Kağıt ve i pek ü reti minin yü zy ıl l ar i çin de Do­
ğu' dan Batı'y a akt arım ın ın m ekani zm ası da buy du . Cam y apun ı76
gi bi di ğer özel li kl erin y an ı sıra, resim de perspektif kul l an ımıy sa di­
ğer y ön de akt arı l dı. Akant hos ve ni l üfer gi bi bazı grafi k motifl er bi r
y ön de, ej derhal ar di ğer y ön de sey ahat etti.77 Fakat kültürl er arası i l e­
tişimin bu bi çim l erin e ek ol arak, iş baş ın da ol an bi r di ğer sü reç de
i çsel gelişti rm ey di. Bron z çağın dan baş l ay arak, kentleş miş t opl um ­
l ar tekn ol oji deki bi rçok değişi ml erde ol duğu gi bi zam an i çin de bir­
bi ri ü zerin e yü ksel en karmaşı k zan aat ve ent el ektü el et kin li kl er ger­
çekl eştir di.78 Dol ay ısıy l a bu tür topl um l arda, an cak kısmen "paza r" ın
hareket e geçi rdi ği , düny anın farklı kesim l erin de bi rbi rin e koş ut sos­
y o-kültü rel gelişm elerl e son uçl an an bi r i çsel din ami k vardı. Avras­
y a' da bron z çağın da topy ekun bi rbi rin den uzakl aş an kalı pl ar kav­
ramı , en azın dan modern düny ay a y ön eli k bi r "an tropo- arkeol oj i k"
y akl aş ım benim sedi ğimi zde, son derece kuş ku göt ürür h al e gelir.
Burada i l eri sürdüğüm ş ey , bir topl um l a bi r baş kası arasın daki
farkl arın "kü lt ürel " ol arak i zahın a bi r alt ern atiftir. Böy l e bir i zah ,
durağan lı k eği limin dedi r ve fi zik sel bi ri ml erden çok, kü ltürel bi ri m­
l erl e i l gi li ol masın a karşın , in san grupl arını n eredey se biy ol oji k bi r
çerçevey e y erl eşti ri r. Bu alt ern ati f, uzun vadede dış sal en formasy on
mü badel esiy l e daha karmaşı k davranış bi çim l erinin i çsel gelişi mi ve
i l etişi mini hesaba katarak, din ami kl eşm ek zorun dadır. Bu türden kü l­
türel ve topl umsal geliş mel er, bazı örn ekl erde "doğal ayı kl an ma" çi z­
gi l erin de iş l ese bi l e, biy ol oji k evri mden tümüy l e farkl ı bi r sü reçti r. Bu­
n un la bi rli kt e, kültü rl erin "derin y apısal " çözü ml em esinin , çeşit li bi ­
l eş en l er arasın daki tü rdeş li kl erin (ben zer y apıt aş l arı ) i zini süren y ak­
l aşı mın muhtem el fakat kaçını l maz ol may an son ucu, zi hnin t emel
bi l eş en y apıl arını aray an "bi liş sel ant ropol oji "nin dal l arın a uzan an
144 TARiH HIRSIZLIGI

bi r gen eti k sonu çtur. Bu tür " yapılar" hi ç kuş ku yok ki m evcu ttu r,
fa kat anc ak yu karıd a d eğini len " toplum sal evrim"d en , yani "dış sal"
i letişim le "i çsel" gelişm ed en d oğan d ah a din amik sü reçlerle yan yan a
bulunur. Av r asya toplumlarının u zun vad eli gelişimini ele alı rken ön em ­
li olan bunlard ır ve bu kü ltü rleri , her ön em li un su run "d espot" ola­
rak ayrılm asın ı d ış layac ak, kısm en etki leşim li bi r çerçeved e an lam ak­
tan yan a olan argüm an lard ır. Bu bağlamd a, bi r toplumun kazan a­
bi lec eği her türlü karş ılaş tırm alı avan taj tam an lam ıyla geçi cidi r.
Kültürel t ari hin d aha din ami k bi r i zahı, "d espot" ve "d em okrat"
d evletler ar asınd aki kategori k bir ayrımd an çok, ortak bi r tem eld en
u zaklaşm a kad ar yakın laşm ayı d a arar. H em Doğu hem d e Batı'd a­
ki d evletleri "vergi toplayan d evlet" olarak sın ıfland ıran Eri c Wolf
böyle bi r konum ön eri r; Doğu 'd aki Batı'd akind en bi raz d aha "m er­
kezi yetçi" olsa d a, her i ki si d e ayn ı gen el kategori ye d ahi ldi r. "Ver­
gi toplayan" terimind en ben, m em leket sakin lerinin parasal d este­
ğin e i hti yaç du yan ve bu yü zd en bu d esteği sağlayan "halkın haki ­
mi yeti"ne gid en yolu tekrar açan d evleti an lıyorum. Need ham 'ın Ba­
tı 'd a "askeri f eod ali zm" , Doğu 'd a i se "bürokr ati k f eod ali zm" ş ek­
lind eki betim lem esi , belki d e ben zer koşu tlu klara iş aret etm ektedi r.
H er i ki yazar d a "Asya d espoti zmi" kavram ınd an kaçın ır.79
Benim kan ım ca, Wolf'un kavram ı Marksi st ve di ğer bi rçok i zah­
ta görd üğüm "Asya i sti sn acılığı" ve "oryan tali zm" sorununu , yani
bron z çağı toplumların ın k oşu tluk larınd an an ti kçağ ve son rasınd a
varsayılan çeşi tl enm eye d oğru i lerlem e sorununu çözer. F akat ay rı
ve kendin e özgü bi r Avru pa üretim , i letişim ve im ha tar zı si lsi lesi an­
layış ın ı terk ed erek , çok köklü bir kavr am sal d eğişim geçi rm esi ge­
reki r. Bunun yerin e, Avrasya'n ın her y erind e "vergi topl ayan
d evlet"in büyüd üğün ü, koşu t ken tleşmiş u ygarlıkların geliş ti ğini, za­
m an i çind e m al ve fi ki r m übad elesinin arttı ğın ı ve bu yüzd en d e Av­
rasya'n ın her yerind e m er kan ti li st kapi tali zm , pazarlar, m ali etkin ­
lik ve im alatın ortaya çıktı ğın ı görm ek zorund ayı z. Bu du rumd a, Asya
d espotların a, Asya i sti sn ac ılığın a veya çarpıc ı ölçüd e f arklı türd en
Asya an lay ış ların a yer yoktu r.
il

ÜÇ AKADEM İ K BAKIŞ AÇISI


5
Rönesans Avrupa'sı nda Bilim
ve Medeniyet

Önü mü zdeki ü ç bölü mde, tari h hakkı nda y azan ü ç önemli y aza­
rı ele almak is tiy oru m. Needham, vardığ ı s onu cu 2 004' te y ay ımla­
mas ına karş ı n, bu y azarlar alanlarındaki en s on y ay ınları y apanlar
deği l; ama her bi ri çağ daş düny a tarihi anlay ış ının gelişmesin de önem­
li bir rol oy namış , es erleri nden defa larca alıntı y apılan ve en çok etki
b ı rakan tari hçiler. İlk s ı rada, önceleri geniş eri mli bir biy ologken öm­
rü nü n s on kıs mını Çi n'de bi li m tari hi ni araş tı rarak geçi ren ve Çi n
bi li mi ni n 16. yü zy ıla kadar Avrupa bi li mi nden üs tü n deği ls e bi le, en
azından onu nla eş it olduğu nu gös terdiğ i Science and Civilization in
China (1 95 4 - ) baş lı klı mu hteş em bi r di ziyi y azmış ve derlemiş olan
J os eph Needham geliy or. 1 6 . yü zy ıl s onras ı için de, "Needham prob­
lemi" diy e adlandırılan, Batı'nı n neden Doğu 'nu n önü ne geçtiği s o­
rus unu y anı tlamay a çalış mış tır. Bir s onraki bölü mdeys e, R önes ans 'ı n
ardından Avrupa'da doruğ una ulaş tığ ını düşündüğü ProzeP der Zi­
vilisation'u [Uy garlık Sü reci] ele alan Alman tari hs el- s osy olog Nor­
bert E lias' ın etki li çalış mas ı nı tartış acağ ım. Ü çü ncü olaraks a, Civi­
lisation materielle, economie et capitalisme, XVe -XVIIJe siecle
[ Maddi Uy garlı k E konomi ve K api tali zm, XV-XVIII. Yü zy ıllar] adlı
148 TARiH HIRSIZLIGI

eseri nde düny anın farklı kesi mleri ndeki çeşit li kapit ali zm biçi mleri ­
ni t art ı şan, fakat "g erçek kapit ali zm" i n t amamen Avrupa'y a ö zg ü
bi r g eli şme o lduğ u so nucuna varan b üy ük F ransız t arihçi F ernand
Braudel'i n çalı şmalarını i nceley eceği m.
Bu y azarlar, farklı yö nt emlerle so n derece g erçek bi r so runu, y ani
1 8. y üzyı l so nundaki Sanayi Devrimi 'nirı ve b azı b akımlar dan 1 6 . y üz­
y ıldaki Rö nesans'ın ar dından Avrupa'nın elde ett iği karşılaşt ırmalı
üst ünlüğ ü i nceler. Bu üst ünlüğün açıklaıun ası g erekmekt edir. Öt e yan­
dan b en, g erek b u üst ünlüğü uzak bi r g eçmi şe dayandırmaları, g erek­
se de Avrupa'y a kuşku götürür bi r yö nt emle ay rı calık t anı maları , do ­
lay ı sıy la da düny a t arihi ne ışık t utmakt an ço k o nu çarpıt maları ne­
deniy le açı klamalarını n kusurlu o lduğ unu i leri sürüyo rurn. 1 Dah a y a­
kı n zamanda çalışmaları y ayımlanmış o lan y azarlar, Avrupa'nı n b en­
zersi zliği , b urj uvazi, kapit ali zm, h atta uyg arlık h ak kında b enzer var­
say ı mlar üret erek o nlardan pek az i leri gi debi lmi şlerdir. Bu y aklaşım­
lar b azı ö rneklerde fa rklı bi r düny a tarihi değ erlendi rmesi vey a bi r
ö lçüde kültürel gö receci li kle h afifl eti lmi ş gibi gö rünse de, aslında ta­
rih ve so sy al bi li mlerle o rtak bi r Avrupa- merkezci liği t ekrar ederler.
Bu üç bö lümde, t arihçi leri cezb eden b azı g enel ö zelli klere b aka­
cağ ı m. İlk o larak Avrupa'nı n kapit ali zmi n h ab erci si o lan b azı ö zg ül
kurumları i cat ettiği kab ul edi ldi; 1 2. y üzyı lda üni versit eler ve ti ca­
ret y apan kentl er vardı - h er i ki si ni n de Doğ ulu b enzerleri nden t a­
b an t ab ana farklı o lduğ u varsayılıyo rdu. A rdından, t arihi n akı şı içi n­
de h er h al üka rda anti kçağ a kadar uzanan bi r g eçmi şte, Avrupa'nı n
demo krasi , ö zg ürlük, bi rey ci li k, ai le gibi b eli rli değ er ve uyg ulama­
ları n t ek sahibi o lduğ u i ddi ası vardı. 1 0. Bö lüm' de, so n derece say ­
g ı n bi rço k t arihçi t arafı ndan di le g eti ri len, Avrupa' nı n aşk duyg usu
(vey a en azından ro manti k aşk) ko nusunda b enzer bi r ko numa sa­
hi p o lduğ u i ddi ası nı t artı şıyo rum. Dah a so nraki düny a eg emenliği
avant aj ı nı so n derece sürdüri.u emez yö nt emlerle g eriy e y an sıt mak­
t an doğ muş o lan b u i ddi alar, yi ne so n derece et ni k- merkezci ve t e­
leo lo ji k gö rünümdedi r.
Sadece Bat ı 'y a ö zg ü kab ul edi len ve o nun mo dernleşmesi nde so n
derece ö nemli gö rülen feo dali zmi n ardı ndan, "Rö nesans" g eldi. Bu
dö nemi n b aşarıları b eşeri bi li mler alanı nda çalı şan Avrupalı akade-
RÖNESANS AVRUPA'SINDA BiLiM VE MEDENiYET 1 49

misyenler tarafından sanat odaklı olarak değerlendirilir. Fakat sanat,


siyasete ve ekonomiye sıkı sıkıya bağlıydı. Yakın geçmişte bir yorum­
cu durumu aşağıdaki sözlerle betimlemiştir:

1 5. yüzyıl bası Rönesans sanatı temel olarak, paralarını savurganca


harcayabilecekleri sanat objeleri sipariş ederek servetlerini sergilemeye heves­
li kentli ve ticari seçkinlerin çogalan gücü ve kilisenin kendine inananlara
tutarlı bir teolojik konum üretme ve dagıtma coşkusu sonucunda dogdu. [ ... ]
[Sanat objeleri] yeni siyasal ideolojilere entelektüel saygınlık ve yetke sa!':jla­
mak için geriye dönüp bakarken, Kitab-ı Mukaddes'teki misallerden çok,
klasik bir geçmişi tercih etti.2

Elbette, başlangıçta kilise tarafından bastırılan veya kendi amaç­


ları için kullanılan (sektiler resim ve müzikten söz etmeye bile gerek
yok) başta tiyatro ve heykel olmak üzere, sanat dallarında büyük bir
canlanma oldu.
Çok daha kısa bir süre sonra, erken Rönesans adı verilen bir dö­
nem Flandre'a ulaştı. Bourgogne Dükü İyi Philippe (1419-67) için
çalışan Jan Van Eyck'in (y. 1395-1441), yağlıboya sanatını icat et­
memişse bile geliştirdiği ve Ghent'te Kuzu'ya Tapınma tablosunu
(1432) yaptığı söylenir; onu Tournai'li Rogier van der Weyden
(1399/1400-1464) izledi ve Hümanistler tarafından kucaklandığı, ders
verdiği ve hem kralın hem de Medici'nin ressamı haline geldiği Ro­
ma'ya gitti. Hans Memling (y. 1430/5-1494) anlamlı bir şekilde Flo­
ransalı Medici Ailesi'nin ve Lübeck'teki yeni Hansa Birliği'nin tem­
silcileri için çalıştı.3 O dönemde Bruges, ticari etkinliğiyle tanınan
Şark'tan baharat ve diğer malları, ama özellikle de ünlü Felemenk
dokumacılar için gerekli hammaddeyi sağlayarak ekonominin teme­
lini oluşturan İngiliz yününü getiren Avrupa'daki en büyük ticaret
kentiydi.4 Bu etkinlik onlara, geniş birliğin merkezi olan Baltık'ta­
ki Lübeck'le olduğu kadar Champagne fuarları, Floransa, İspanya
ve güney ülkeleriyle de yakın bağlantılar sağladı . Gelişen ekonomi
ve tomurcuklanan Rönesans el ele yürüdü, zira kenti süsleyen deko­
ratif ve sanatsal eserler, görkemini, zengin tüccarlarla ruhbana ve on­
ların sürdürdüğü hükümete borçluydu.
1 50 TARiH HIRSIZLl�I

B rotton, İ talyan R önesans'ı na iliş kin i zahı nda, bu terim in "Av­


rup a'nın kü ltü rel ü stü nlüğü ne i liş ki n ikna edi ci bi r efsane kurm ak
ü zere ic at edi lip edilm ediği ni sorg ular. "5 Kuş kusuz , Rönesans'm çoğu
kez alg ılanm a tarzı budur. Histoire de France (1 855) ad lı eserinde,
tarih çi·Mic h elet bu terim in "dü nyanın v e insanı n keşf i" anlamı na
g eldiği ni yazar: "İ nsan kendi ni yeni den bulm uş tu" v e onun g özü n­
de bu olay Avrup a'dan çok Fransa' ya özgü ydü . B enzer bi r ş ekilde,
B urkh ardt İsv içre'de, Pater de Oxford' da, "sı nırlı dem okrasi yi , ki ­
liseye karş ı kuş kuc uluğ u, sanatı n v e edebiyatın gü cü nü v e Av rup a
uyg arlığ ının diğ er tüm uyg arlı klar karş ısındaki zaferi ni" kutlayan
R önesans "ruh u" na iliş kin neredeyse mi lliyetçi fikirler g eliş tirdi ler.6
B aş ka bir deyiş le, yerkü reni n g eri kalanı ndaki Av rup a ha kimi yeti ni
m eş rulaş tıran, "19. yü zyıl Av rup a emp eryali zmi ni_ tem elden destek­
leyen" olg u, B atı tarafı ndan kendine m al edi len R önesans veya bi­
zati h i yeniden doğ uş la birlikte, i nsanla iliş kilendiri len "hü ma nizm a" ydı.
Doğ u'nun bu tü rden bir etkinliğ i g erçekleş tirm eye m uktedir ol­
duğ u düşü nü lmü yordu. B ununla bi rli kte, B atı'd a Ç in' e iliş kin g enel
g eçer g örüş lerde bi r değiş im vardı . Önc eden de eleş ti rel yorum lar var
olm uş tu (söz gelim i V ico, Hum e, R ousseau v eDr. J oh nson'da) , am a
bu ü lkeye g id en Cizvit m isyonerler Ç in kurum ları , id eoloj ileri v e tu­
tum ları h akkında olum lu g örüş ler bildirdiler. Olum lu un sur, Ç in' in
g eri kalm ış , d esp otik v e değişm eyen bir ü lke old uğ u ş eklindeki g e­
nel g örüş , S anayi Devrimi 'nden sonra bü yü k ölçü de ortadan kalk­
tı. 1 8. yü zyı lda Avr up a, Çi n sanatı ve sü slem esinden çok etkilenm iş ­
ti; am a A lm an tarih çi Winckelm ann g erçek "gü zellik ideali" ni n sa­
dec e Grek sanat gel eneği nde serg ilendiğ i, Ç in sanatın ın çok dah a aş a­
ğı v e d urağ an olduğ unu sav undu. Dilbilim ci Hum bold t, bu dili dah a
aş ağı g örü rken, ş air Sh elley Ç in kurum larının "durağ an v e p eriş an"
olduğ unu düşü ndü; Herder ulusal karakterleriyle alay etti; De Q uin­
c ey N uh nebiden kalm a olarak g ördü; Heg el (bir "teokrati k desp o­
ti zm " olduğ unu düşü ndüğü) Ç in'i n dü nya tari h i g eliş im inin en alt
dü zeyini tem sil ettiğ ine inandı; Com te, Tocq uevi lle ve Mili , Ç in'i aş a­
ğ ı, barbar v eya d urağ an g ördü ler. ? Gobineau v e diğ er Avrup alıların
çalışm aları nda Si nofo bi adeta ı r kçı renkler alı rken, fi lozof Lucien Le vy­
B ruh l "Ç in zi h ni yeti ni kem ikleşmiş " olarak yorum ladı. B
RÖNESANS AVRUPA'SINDA BIUM VE MEDENiYET 1 51

Bu b ölü mler, R öne san s çe vre sin deki be lirli bi r kuşkuc uluğ u ka­
b ul e de re k, akademi syen le rin on un ben ze rsizliği ve kapit alizmin ge­
li şme sine kat kısı i le Avrupa'da dah a son raki en te le ktüe l ve i deo lo­
j i k ge li şme lerin , b aşka bir de yi şle mo de rni tenin e kono mi k, to plum­
sal ve e pi ste mo loji k te melini n ası l sağl adığın a i li şkin Avru pa-mer ke z­
ci an layışı n asıl beni mse di klerini araşt ıracak. İngi li zce de b ile 19. yü z­
yıl icat ları o lan " mo de rnite " ve ya " kapi tali zm" sözcü klerinin Çin­
ce de b irer kar şılığ ı yo kt u. Bun un la b irlikte , Ç in ce örneğ in de b u söz­
cü kle rin yo kluğ u te me l b ir so run un göste rge si ve Avrupa'n ın son b ir­
kaç yü zyıldaki b aşarıların a Ç in 'in ulaşamayacağ ın ın işareti o larak
kab ul e dilmi şti r.
Çoğ u Avrupalı yazara g öre, R öne san s o lmaksızın mo de rn dün ­
yaya doğ ru i le rle me gerçe kle şe me zdi - do layısı yla, mo de rn dün ya
ve ondan kayn aklan an tü m ile rle me le r, kapitali zm, sekü larizm, di­
n ami k b ir san at si ste mi, mo de rn bi li m, b un ların he psi tamamen Av­
r upalı feno men ler dir. D ah a ön ce gördüğü mü z gib i, b u görü şün dah a
uç bi r ve rsi yon u, Avr upa ege men liğinin kökenin i en azın dan feo da­
liz me ve ya ant ikç ağ ve Hır ist iyan lığ ın b aşlang ıc ın dan e pe y e skiye ta­
şır; ama dah a b asiret li formü lasyon larda bi le Avrupa'n ın, en azın ­
dan R öne san s'ın b aşlat tığ ı dönü şü mle rden b u yan a, pot an si yel ra­
kiple rin i ço k ge ri de b ır aktığ ı g örü şü değ işme z. Bu b ağ lamda " mo­
de rn ite " kapitalizmden ayrılab ilir o larak g örü lü yo rdu. Ben, b u id­
diaların doğ ruluğ un u ç özü mle rken , Jo se ph Nee dh am'ın dün ya t ar i­
h ine yen iden e kle mle me k iç in onc a uğ raştığı Çin b ilimine ilişkin gör­
ke mli e ser in i ç ıkı ş no kt ası o lar ak alac ağ ım. Bun un la b ir likte, Nee d­
h am da son yü zyıllar da Bat ı b ilimin de ki i ler le me ler i t ar tışır ken , R ö­
nesan s'ın ve b urjuvazinin , mo dernle şmenin , kap italizmin ve "mo dem
b ilim" in doğ uşun un ben ze rsizliğ ine i li şkin kab ul e dilmiş kavramla­
ra ge ri döne r.
Ge lge le li m, bü tün yeni den doğ uşlar ben ze rsi z o lsa da, tü m
o kuryazar to plumlar b un a tarih le rin in b ir no ktasın da sah ip. o lmuş­
lardı. Ken t de vri min den " mo de rni te " ye doğ ru b ir ç izgi çi zi lme si, b u
ge lene k dah ilin de ki tü m to plumların , g öreceğ imi z ü ze re , b ir b urju­
vazi le ri ve en azın dan me rkan tilist b ir kapi talizmle ri o lduğ u an lamı­
n a ge lme kte dir. İt alyan R öne san s'ı Batı'da krono lo ji k o lar ak mo der-
1 52 TARiH HIRSIZLl�I

niteye ve "modern bilim"e gerçekten de yol açtı, ama sorun, bunla­


rın Avrupa'nın arka planının genel özelliklerinin benzersizliğine at­
fedilmesidir. "Modernite" tamamen Batılı bir evre olarak kavranır,
ama kategorik terimlerle ifade edilmesine rağmen, doğuşunun ölçüt­
leri bile açık olmaktan çok uzaktır.
Bu Batılı "modern" kavramının kullanımı, Brook tarafından Çin­
li alimlerce benimsenmesi zor bir üslupla çözümlenir ve onun söz­
cükleri, "modern bilim" sorunuyla son derece ilgilidir.

Geçmişten kopuş, modernin tarihini anlatırken anahtar gösterge


oldugundan, modern-0ncesinin modern dünyadan farklı bir özde olan, mo­
dernle bagdaşmaz ama yine de modernin büyümesi için uygun bir zemin
sunacak bir olgu şeklinde kavranması gerekiyordu. Daha sonra, bu uygun
zeminde büyüyen modern, modern-öncesini alt edecekti. Moderni modern·
öncesinden ayıran modern tarih, çagdaş deger veya anlam kaynagı olarak
modern-öncesini gözden düşürdü . 9

Needham'ın sözünü ettiği Rönesans başarıları kuşkusuz sanatla


sınırlı değildi. Zira o dönemde, ticari ve yönetimsel etkinliğin ihti­
yaçları doğrultusunda eğitimde de değişimler gerçekleşti; böylelik­
le eğitim seküler etkinliklerle daha ilgili hale gelirken, sistemlerin ge­
rek içerik gerekse kapsamı büyük ölçüde genişledi. Üniversiteler daha
önceden gelişmiş ve medrese gibi daha eski yüksek eğitim kurumla­
rından ve onların ders programlarından yararlanmıştı; hala dinin ege­
menliği altında olmakla birlikte, artık bir dizi diğer konuyu da kap­
sıyorlardı. 15. yüzyıldan itibaren İngiltere'de ortaokullar ve denk ku­
rumlar yerel düzeyde çoğaldılar (kilise okulları çok daha önce, 10.
yüzyılda yeniden ortaya çıkmışlardı); benzer gelişmeler her yerde baş
gösterdi. Derken, bu yüzyılın ortasında Avrupa, Uzakdoğu'da
868'den beri var olanı o fakat artık binlerce karakter yerine sınırlı bir
alfabetik yazıyla kullanılan matbaayı, ayrıca yazının makineleşme
ve sanayileşmesini geliştirdi. Eserlerin çok sayıda nüshasının hızlı ve
doğru üretimini mümkün kılan bu süreç, okulların ve üniversitele­
rin artışında olduğu kadar, bilginin başka yöntemlerle gelişmesinde
ve aktarımında da hayati önem taşıdı . 1 t
RÖNESANS AVRUPA'SINDA BiLiM VE MEDENiYET 1 53

Brotton'un izah ı , Doğ u'nun (başat olarak Tü rkiye'nin) Avru­


pa'd a Rönesans'a gerek t icar i ger ekse bilgi açı sı nd an kat kı sı nı n öne­
mini vur gular.12 Rönesans'ın t amamen içsel olarak belirlenmed iğ ini
h atır layacak olursak, Avrupa'nın bir icikl eşt irilrn esi il gi nçtir. Fakat aynı
zamand a Avr upa'd a başka d öneml erd e ve d iğ er kü ltü rlerd e ger çekle­
şen "yenid en d oğ uşlar ı" d a h esaba kat mamı z gerekiyor. Kend i için ­
d e yenid en d oğ uş, d ah a önce hü manizma bağ lamı nd a iler i sürdüğü ­
mü z gibi, ben zersiz bir görü ngü d eğ ild ir. Aslı na bakı lı rsa, tü m yazı lı
kü ltür lerd e t ar ih in d ah a önceki evr elerine d önü ş ve ( ant ikçağ ı n yeni­
d en d oğ uşu g ibi) bir yenid en d oğ uş olanağ ı h er zaman mevcut tur; ya­
zılı sözler t ast amam bunu yapmamı za olanak ver ir. Rönesans't an ber i,
Avr upalı sanat t arih çileri ni n anlat ı lar ına ilişkin okurn alamnızla bi rli k­
t e, kend i Bat ı Avrupa kü ltürü mü ze boğ azı mı za d ek bat mamız, kaçı ­
nı lmaz olar ak bu g eleneğ in ü stü nlüğü nü kabul ett iğ imiz anlamı na ge­
lir. Kü ltü rd en d oğ an bu tür lü kaçı nı lmaz t arafg irliklere kar şı n, Avru­
pa Rönesans' ı çoğ u zaman var sayı ld ığ ı kad ar benzersiz d eğ ild i. Koşut­
luklar mevcuttu. Kent d evrimi kü ltü rler ind en g elen tü m t oplumlard a,
sanatsal ve "kü ltür el" biçimlerd eki art ı şla birlikt e, d iğ er mer kant ilist
ve burj uva t opluluklarl a bunları n içind e yer ald ığı t oplumları n yaşam
st and artları nd a yük selme gözlemlend i. Bü yüme, farklı dönemlerd e Rö­
nesans t ipi ge lişmeler içind e baş göst erdi, ama g id erek karmaş ı klaşan
kent leşmiş t oplumları n genel akışı içind e düz enli bir seyir söz konu­
suyd u. Rönesans olar ak ad landı rı lan dönem, birçok t arih çi t ar afınd an
erken mod ern olar ak bil inir; g eriye d oğ ru, bi r ölüm ve bir yenid en d o­
ğ uşa d eğ il d e, ileriye, bir d oğ uma d oğr u bakan bir formü ldü r bu. Bu
sür eci Avrupa'd a d ah a kayd a d eğ er kı lan h usus, belirli bir dü nya d i­
nine, yani Hır ist iyanlığ a bağ lı olmanı n bilgiye ve sanat lara (ve aslı n­
d a aile yaşamı nı n kend isine) get ird iğ i kı sıt lamanı n boyut uyd u. Bu d in­
d e yaşanan ve yin e önceki yazı lı metin lere yöneli k bir ger iye bakı ş olan
Reform, belirli yer leşik inançları n redd ini t emsi l ed iyord u ve ayn ı şe­
yin sekü ler bilgid e d e ger çekleşme olası lığı nı n önü nü açt ı . Her d urum­
d a, kut sal olana d ah a kı sıt lı bir alan çizd i ve aile yaşamı art ı k Kat o­
lik Kilisesi'nin kuralları nı n egemenliğ i alt ı nd a d eğ ild i.
Needh am' ı n yalnı z Rönesans'a d eğ il, kapit alizmin gelişimine iliş­
kin görü şü d e sad ece Avr upa- mer kezci olmakla kalmaz; aynı zaman-
1 54 TARiH HIRSIZLIGI

da bir diğer Protestanın, Weber'in peşi sıra, bu dini mezhebin eko­


nomik ahlakına önemli bir "ilerleme" özelliği atfeder. "Reform'un
başarısı gelenekle kararlı bir kopuşu gerektirdi ve Avrupalılar, aslın­
da tarihte gerçek bir değişim olabileceği ve Tanrı'nın her şeyi gerçek­
ten yeni yapabileceği sonucuna varmakta gecikmediler. Tanrı'ya do­
laysız erişimiyle Protestanlık", ilk kez sınıf bariyerlerini söküp ata­
rak "gerçek bir okuryazar işgücünü üreten okuryazarlık demekti;"B
Rönesans'ı, tıpkı "modern bilim" gibi, "bir 'Sanayi Devrimi'nin iz­
lemesi de kaçınılmaz oldu." Aslına bakılırsa, Protestan ülkelerde okur­
yazarlık oranlarında gerçekten bir artış olmakla birlikte, bu artış ol­
dukça azdı ve çok geçmeden Katolik bölgeler de onları izledi. Her
durumda, özellikle de İtalya'da, Avrupa'daki ticari devrim, ipek ve
kağıdın mekanik üretiminin erken gelişimi ve bankacılık, kredi ve
muhasebecilikteki ilerlemelerin tümü -çoğu şu ya da· bu şekilde Doğu
ithalatından etkilenerek- gerçekleşti. Needham yine daha sonraki ge­
lişmelerden hareketle teleolojik olarak geriye doğru bakıyor veya bel­
ki kendi ideolojik konumundan dolayı süreci böyle okumayı tercih
ediyordu. Kaldı ki, Batı bilimini kısmen Çin'e aktaran ilk Avrupa­
lılar Protestan değil, aslına bakılırsa Ricci gibi Cizvit misyonerlerdi.
Batı'ya özgü olan şey, yüzyıllar boyunca iletişim ve öğrenim sis­
temlerinin yalnız kilisenin emirleriyle değil (kendileri de hümanist
dönemlere sahip olan İslam ve Yahudilik gibi), aynı zamanda (Müs­
lüman dünyada temel olan ve Çin'den çıkan) kağıt yokluğuyla da
kısıtlanmış olmasıydı. Batı'da Rönesans, Doğu'ya açılma gerçekleş­
tiği zaman yaşandı; çünkü Batı'nın önceki dönemlerdeki çöküşünün
öyle köreltici sonuçları olmuştu ki, haklı olarak "karanlık çağ" de­
yişinin doğmasına yol açmıştı. Bu kısıtlamaları aşmak için, bir Rö­
nesans kesinlikle gerekliydi. Geldiği zaman, Batı kısmen seküler ni­
telikte, Levant'la gerçekleşen ticaretteki artıştan akan servetle hare­
kete geçen bir bilgi ve sanatsal etkinlik patlaması yaşadı. Rönesans'ın
bu yönü Batı'ya özgüydü, zira Doğu böylesine kapsamlı bir çökü­
şe hiçbir zaman uğramamıştı; Hıristiyanlığın doğuşu biçiminde çar­
pıcı bir ideolojik değişimin eşlik ettiği bir çöküştü bu.
Ne var ki Doğu da, kısmen Batı'daki gibi ticaret düzeyiyle bağ­
lantılı olarak bilgi ve sanat alanında daha büyük ve daha küçük et-
RÔNESANS AVRUPA'SINDA BiLiM VE MEDENiYET 1 55

ki nlik dö nem leri yaşadı. Z afrani, İslami ve Yahu di gelenek lerdeki di ­


ni den zi yade sek üler bi lgi ni n geli ştiği " h üm ani st" dö nem lere gö nder­
m e yapar. İslam 'da Helleni stik bilgi ( " antik bilim " ) i le Ort odok slar
tarafından tüm bi lgi ni n k aynağ ı olarak k abu l edi len di ni m eti nler
arasında sık lıkla bi r geri lim yaşanıyordu . Bu yüzden b azı h ük üm dar­
lar ve zengi n tücc arlar, k ütüph aneleri nde h er türlü bi lgi yi toplarlar­
k en, diğ erleri teolojik gerek çelerle bu tür k olek si yonları yok edebi­
li yorlardı. Avrupa'da ha rek et dah a tek yö nlüyk en, İslam 'da dah a dal­
galı oldu - ö zellik le G rek lerden gelen sek üler bi lgi ni n reddi ve c an­
lanı şı, zam ana ve yere gö re deği şti . Mısır'da ve Hi ndi stan'daki Ba­
b ürlü Sarayı'nda olduğu k adar İran'da da geli şen di ni yasak lam ala­
ra k arşın, fi gürati f sanatın ku llanım ı açısından da İslam 'da b enzer
dalgalanm alar gö rürüz. Saraylar çoğu zam an di ni i nançlarla i li şki ­
lendi ri len k ısıtlam alardan k açtı. Aynı zam anda, Avr asya' nın h er ye­
ri nde vek tö rsel bi r deği şim e yol açacak şeki lde tic aret ve im alatta ge­
nel bi r h ızlanm a vardı. Her yerde, bu etki nlik leri yürütm ede tem el
olan bur ju vazi toplum a k atılım ını güçlendi ri rk en, bi lgi , eği tim ve sa­
nata olan k atk ısını da peki şti rdi.
Önc eki bö lüm de de sö zünü ettiğim gibi, Avrasya'nın b üyük top­
lum larının tüm ünd e k ent b ağ lam ında haute cuisine ve çi çek k ültü­
ründeki geli şm elerle k arşılaşm am ızın nedeni de bu du r. 16 . yüzyıl Batı
ti yatrosu yla ondan bi r süre sonra gelenJapon ti yatrosu arasında ol­
duğu k adar, gerek Ç in gerek se Batı'da resim de ve gerçek çi rom anın
doğ uşunda bun a b enz er k oşu tluklar gö rürüz. Avru pa Rö nesans' ı üze­
ri ne çalışan Bu rk e ve Brotton gibi yazarlar, bu geli şm ede Yak ındo­
ğu k ültürünün ö nemi ni gö stermi ş olsalar da, çö züm lem eleri o k adar
i leri ye varm az. Tüm b üyük "u ygarlık lar" da zam an i çi nde k ültürel
geli şm elerde yeni lenm eyi h esab a k atm am ız gerekir. Fak at b u süreç,
R om a'nın çök üşü ve Hıri sti yanlığ ın geli şi nden sonraki b oşluk ve al­
fab etik bi r yazı ku llanan m atb aa i le kağ ıdın b enim senm esi nden k ay­
nak lanan i leti şim tarzlarındaki ani deği şimi n etki si yüzünden Batı
Avru pa'da dah a b eli rgi ndi. Çi n ku şku su z u zu n zam an b oyu nc a ge­
rek m atb aa gerek se kağıt açısından rek ab etçi bi r üstünlüğ e sahi p ol­
mu ştu, am a Avru pa'nın ö nc eki geri k alm ışlığ ı m odernleşm e atılım ı­
nın çok dah a b üyük bi r vu rgu k azanm asını sağ ladı.
156 TARiH HIASIZLIGI

Avrupa'da bu gelişmeler, "modern bilim"in gelişmesi de dahil,


büyük bir etkinlik patlamasına neden oldu. İtalyan Rönesans'ı ge­
nellikle sanattaki gelişmelerle ilişkilendirilir, oysa bunlar bu döne­
min tek önemli başarısı değildi . "Bilim devrimi" veya "modern bi­
lim"in doğuşu adı verilen olgu da önemliydi. İnsanlık tarihine iliş­
kin büyük eserlerden biri olan ve haklı olarak Gibbon'ın Decline
and Fail of the Roman Empire' ıyl a [Roma İmparatorluğu'nun Ge­
rileyişi ve Çöküşü] karşılaştırılan Joseph Needham'ın Science and
Civilisation in Chin a's ınınarka planını da bu "modern bilim"in do­
ğuşu oluşturur. Elvin'in, "son" cilde (VII, Kısım 2) yazdığı girişte
belirttiği gibi, "Dünya kavrayışı dönüşüme uğradı;"ı4 bu dönüşüm
"matematik, bilim ve teknolojideki zaferleri, 1 600 civarına dek Batı
Avrupa'dakilerden ender olarak aşağı, sıklıklaysa üstün olan bir Çin
kültürel evreninin ortaya çıkışı"yla gerçekleştirildi. Ne var ki bu du­
rum, Batı'ya olduğu kadar Doğu'ya katkısı da çoğu zaman temel
olmakla birlikte, "genelde bilim tarihinin kan dolaşımı içine" an­
cak sınırlı bir şekilde dahil edilmiştir.
Needham, destansı boyutlarda bir araştırmada Çin biliminin ge­
lişimini belgelemek için elli yılını harcadı. Gelgelelim, ben onun Çin
bilimine ilişkin eserini değil, önceki ilerlemesine karşın, "modern
bilim"e ulaşan atılım olarak görülen şeyin Needham tarafından ne­
den Doğu'da değil de Batı'da gerçekleştiğinin açıklanması çabası­
nı yorumlamak istiyorum. Bu çelişkiye "Needham problemi" adı
verilmiştir. Bir dizi Batılı sosyal tarihçinin peşinden giderek, onun
açıklaması da bilimin gelişmesiyle burjuvazinin yükselişi ve kapita­
lizmin büyümesi arasında yakın bir bağ olduğunu kabul eder.
Bu muazzam projenin başlangıcında Needham şöyle yazar: "ilk
sorumuz şuydu: Neden modern bilim Rönesans'ın ardından sade­
ce Batı Avrupa'da doğdu?"ıs Fakat "bir tren diğerini gizleyebilir. Çok
geçmeden bunun ardında daha da girift bir sorunun, yani 'Çin'in
[ . . . ] önceki on dört yüzyıl boyunca neden Avrupa'dan daha başa­
rılı' olduğu sorusunun durduğunu fark ettik." İlk soru, Needham'ın
derlenmesi uzun yıllara yayılan "nihai" yorumlarında tekrar üze­
rinde durduğu bir soruydu. Bu yorumlar, Avrupa'da 1 600'den son­
ra "modern bilime", yani deneysel yöntem ve uygulamalı matema-
RÖNESANS AVAUPA'SINDA BiUM VE MEDENiYET 1 57

tiğ in kombinasy onunu kapsay an bir bilime doğ ru bir sıç rama oldu­
ğ u v arsay ımına day anıy ordu. Ortay a at tığı soru, Çin'de hem bilim
hem de ekonomide daha erken bir dö nemde g eliş me kay dedildiğ i
halde, nasıl olup da y alnı z "modern bilim" e değ il, kapitalizme de
sıç ramayı daha g eri kalmış Av rupa' nı n baş ardığıy dı . B ir y anıt arar­
ken, yö net im biç imi, ekonomi v e bilg i sist emleri nin iç sel ö zellikle­
rine y oğ unlaş tı.
N eedham' a gö re, Çin bilimi Rö nesans'a kadar B atı biliminin ö nün ­
dey di. D aha da aç ı klay ıcı olan, onun botanik üzerin e hazırladığı cilt­
te v er diğ i, Av rupa'y la Çin'in y aklaşı k M.Ö. 400' de, A ristoteles' in öğ ­
rencisi Theophr astus'un zamanında botanik türlerin e iliş kin bilg i hak­
kında neredey se denk olduklarını gö steren g raf iktir. N e v ar ki bu­
nun ardı ndan, Av rupa bilg isi g eriy e düş erken, Çin'de -Av rupa' nı n
ani bir atakla onu y akaladığı- 16 . y üzyı la dek ist ikrar lı bir ilerleme
y aş andı .16 N eedham'a gö re bu ö ne g eç iş , "D oğ a hakkındaki hipo­
tezlerin matematikselleş tirilmesi v e bunların ı srarlı deney lerle kuv­
v etle sınanması" o larak tanımladığı "mo dern bilim" in doğ uş undan
kay naklanıy ordu.17 G rekler p ek az deney y ap mış v e Çinliler deney ­
leri kuramsal amaç lardan ço k, pratik amaç larla kullanmış lardı. "Mo­
dern bilim", ç ok g enelde "Rö nesans, R eform v e kapitalizmin doğ u­
şuy la ay nı hı zla" y ükselmiş olarak gö rülüy ordu.ıs
Bun un la birlikte, N eedh am modem bilimin geliş imine y ardı m eden
B atı üstünlüğ ünün bazı unsurlarını n Rö nesans't an bile ö nce v ar ol­
duğ unu kabul ediy o rdu. Z ira B atı E ukleides'ten (Öklit) y ararlanı r­
ken, D oğ u "g eometrik ispat" fikrini19 (hatta trig onometriy i) henüz
g elişt irememişti. N eedh am bunun, "G rek kent y aşamının kamusal
doğ ası " ndan kay naklandığı nı v e onunla bağ lantı lı olduğ unu düş ü­
nüy ordu; ç ünkü düş üncelerin kamusal dolaşı mı bunları n daha açı k
v e ay rı ntı lı bi r ş ekilde doğr ulanması nı (B abillilerde dairenin 3 6 0 de­
recey e bö lünmesi diy e bir ş ey in olmaması g ibi) g erekt iriy ordu. We­
ber v e diğ erlerini izley en N eedham, burj uv aziy i v e onun değ erleri­
ni g elişt irmek y oluy la bilimin g eliş mesine kat kı y apan Av rupa kent
y aşamı nı benzersiz olarak gö rür. D ahası D oğ u, G rek kent dev leti g e­
leneğ inden y ararlanmamış tır:
158 TARiH HIASIZLIGI

Rönesans geldigi zoman Atine, Venedik ve Cenova'yı, Pise ve Floransa'yı


dogurdu, bunlar da Rotterdam ve Amsterdam'ı [ ... ] ve nihayet londra'yı
yarattı [...] Bu kenrlerde [...] tüccarlar [...] öne çıkacaklan güne dek [. . .] kendi­
lerine feodal soylulugun müdahalesinden uzak birer sıgınak buldular.20

Dolayıs ıyla o da burada doğ rudan doğ ruya antikçağ dan m iras
alınan, Batı' ya özgü bir çeşit kent yaşam ı ve onun burjuvazis ini (ve
kapitalizm ini) görüyordu. Ayrıca Batı' daki "as keri feodalizm " leDo­
ğ u'daki "bürokratik feodalizm " aras ındaki farka bakıyor; bunun s ü­
reci etkil ediğ ini veDoğ u' daki gelişm eyi kıs ıtladığı nı düşünüyordu.21
Bir anlam da , Avrupa tarih ini bu kı taya uzun vadede belirl i avantaj­
lar s unuyor olarak yorum lam aya yelt enm es i, onun Çin bilim inin ba­
şarıları üzer ine yaptığ ı vurguyla çelişki oluşturuyordu.
Avrupa' da tüm alanlarda, ekonom ide, s ınıf s is tem inde ve "doğ al
fels efe" de önem li gelişm eler olduğ u açıkt ır. N e ki N eedh am' ın argü­
m anı "burj uva zinin yüks elişi" nin dünyada başka h içbir uygarlıkta
görülm ediğ ini, ne H indis ta n ne G üneydoğ u As ya ne de Çin' de ken­
dini gös terdiğ ini vars aya r. Batı'da (Çin'in "bürokra tik feoda lizm " in­
den fa rklı ola n) as keri- a ris tokrat ik f eoda lizm, "kes in bilgi dah a bü­
yük ka r anlam ına geldiğ i" için deney yapm aya d ah a is tekli olan bur­
j uvaziye "yerini bıraktı. " N eedh am, s orus un un yanıtının büyük bö­
lüm ünü bu iki feoda l yapı aras ındaki karşıtlıkta bulur. Fa kat tıpkı
Avrupa'da aris tokras inin bir kısm ının tica ri ve m ali işlere girm es i gibi,
Çinli ma ndarinler de "em eklilikte" ve ha tta zam an zam an
"gör evde" yken tic arete a tılabiliyordu, s ıklı kla atı ldı lar da. Böylelik­
le yalnı z h üküm et yetkilisi/ yerel eka bir ve toprak s ah ibi s eçkinler ola­
rak değ il, aynı zam anda m em ur s eçkin ve ticari yatırım cı olara k iki
farklı şapka giyebiliyorlardı. Devletteki geçm işlerini ve bağ lantıla­
rını, kanunlarda bulunm ayan kurums al bir des tek oluşturm akta kul­
lanıyorlardı. 22
Fakat başka ve dah a erken burj uvaziler de va rdı; diğ er tüccar­
lar ve im alatçılar da, gerçi arayışlarında h er zam an başarılı olm a­
s alar bile, ka r ve "kes in bilgi" yle ilgilendiler. Kaldı ki, Avrupa'da
burj uvazinin fii len aris tokras inin yerini aldığ ını ileri s ürm ek bütü­
nüyle doğ ru değ ildir. Burj uvazi tedricen dah a büyük iktidar ve nü-
RôNESANS AVRUPA'SINDA BiLiM VE MEDENiYET 1 59

fuz elde etti, ama Rö nesans'tan çok daha ö nce de Avrupa'da mev­
cuttu; üstelik C anter bury'ye g iden C haucer'ı n topluluğunda, Luc­
ca, Venedik ve P alermo'da bulunduk ları g ibi, hem İstanbul, Kahi­
re ve Halep g ibi Yakı ndoğu k entlerinde hem de daha doğuda var­
dı. A sl ına bakı lı rsa bronz çağı nı n k ent devriminden beri, değişim
ek onomisinin büyümesiyle birlik te ö nemleri g iderek artmı ştı. Ve bu
ek onomi tek bir ülk e veya kı tada değil, Avrasya çapı ndaydı. Ben­
zersizlik k avramı büyük ö lçüde k apitalizm ve bilimi nitelerk en k ul ­
lanı lan " modern" in tanı mı na dayanı r. A şağı dak i yö netim biçimi ve
ek onomi üzerine yazı lmı ş kı sı mda, N eedham'ı n Batı' nı n İtalyan Rö ­
nesans'ı ndan sonrak i bilimsel başarı sı ndak i (g eçici) dengesizlik le­
rini açık lama çabası nda k ullandı ğı Ç in ve Batı arası ndak i fark lı lık­
lara yol açtı ğı nı d üşündüğü etk enlerden bazı ları nı daha geniş bir bi­
çimde ele almak istiyorum.

Yönetim Şekli ve Burjuvazi


Mandari nliğin bürok ratik sistemi, yani diğer "feodalizm" biçim­
lerinde uygulanan büyük ö lçüde nes ebe dayalı istihdamdan çok , " li­
yak at" e (M. S. 2. yüzyı ldan iti baren yapılan sı navlarla) dayanan bir
yö netimin erk en başlangı cı N eedham tarafı ndan ö vülür. N eedham,
erk en Ç in devleti ve bürok rasisinin, temelde " müdahaleci olmamak ­
la" bir lik te, astr onomik gö zlemevleri (k uşk usuz, başk a yerlerdek i gibi)
k urarak , bin yı llık k ayı tlar tutarak , ansik lopediler ve k eşif gezileri
düzenleyerek erk en dö nem bilimini ilerletmek için pek çok girişim­
de bulunduğunu sö yler.
Bunun tersine, Batı 'da bilim genelde " bir ö zel teşebbüs" oldu ve
bu nedenle durak sadı . A slı na bakılı rsa, onun sö zleriyle, " ortaçağ
Ç in'inin toplumsal ve ek onomik sistemi, ort açağ Avrupa'sı ndan çok
daha rasyoneldi. "23 Erk en dö nemde bilim teşvik edildi, ama sonra­
dan, N eedham'a gö re burj uvazinin ö zel teşebbüsü ilerleme için daha
iyi bir temel sağladı ğı nda, bir f r en gö revi yaptı: "Y ine de, Ç in'de
devlet bilimi ve tı bbı , zamanı g eldiğinde" , Batı 'dak i modern bilime
ö nderlik eden " nitel sı çrayı şı yapmayı başaramadı . "24 Bu başarı sı z­
lık , kı smen rek abeti teşvik etmeyen bürok rasinin doğası ndan k ay-
160 TARİH HIRSIZLIGI

naklanıyordu. Fakat daha önceki dönemde bilimi geliştiren gücün,


daha sonraları da geliştirmeye muktedir olduğu kesindir - elbette
bu olasılık, kısmen nominalist bir sorundan çıkan "erken"den "mo­
dern"e doğru bir "nitel sıçrama"yı belirleme yolu nedeniyle, oto­
matik olarak devre dışı bırakılmamışsa. Needham'ın çözümleme­
sinin temelini oluşturan varsayım, uygulamada erken dönem
Çin'inde tıpkı loncalar gibi, mandarinlik tarafından kösteklenen bir
burjuvazi olduğunu yadsımak anlamına gelir. Burjuvazinin (ve bir
parasal sistemin) yokluğu, Çin'de gerek modern (hatta herhangi bir)
kapitalizmin gerekse "modern bilim"in geliştirilememesini açıkla­
yan etken olarak düşünülür.
Burjuvazinin yokluğu, mandarinliğin varlığı ve dolayısıyla kapi­
talizmin yokluğu nedeniyle Çin'in geçmişte modern olmadığı ileri
sürülebilirse de, geçen yüzyılda ülke yalnız (Needham'ın onun eski
bürokrasisiyle çok tutarlı olarak gördüğü şekilde) sosyalizmi değil,
"kapitalizm"i de kucakladı . Kapitalizmi tamamen Batı'dan ithal ola­
rak görmek mümkün olsa da, Batılı usullerin Doğulu öncüllerle bağ­
daşabildiğini saptamak daha makul bir yaklaşımdır. Bunun alter­
natifinin alabildiğine ham bir çözümleme düzeyini temsil ettiği ve
Doğu'nun tarihini topyekun görmezden geldiği kesindir. Avrupa bi­
liminde nitel bir sıçrama kavramı, Çin'in Batı'ya hızla yetişme ola­
sılığını açık bırakmak zorundadır - bu, Afrika için çok daha zor­
dur. Çin'in sosyoekonomisi tümüyle farklı bir düzendi ve Avrupa'nın­
kine Marx, Weber veya Needham'ın bile görüşlerinin izin verebi­
leceğinden çok daha yakındı.ıs Çin'de bir atılım olasılığı, bugünkü
avantajdan geriye doğru bakan bu yazarların tahmin ettiğinden çok
daha fazlaydı .
Avrasya'nın büyük kültürleri kuşkusuz herhangi bir dönemde bil­
gideki başarıları açısından farklıydı, ama hepsi de daha "geri kalmış"
olanın belirli bir dönem içinde "daha ileri" olana yetiştiği, değişim
yapan birimlerin birbirine bağlı sisteminin bir parçasıydı. Needham'ın
kavrayışı kesinlikle bütünüyle yanlış değildir, ama belirsiz bir biçim­
de Marksist, Avrupa-merkezci bir üslupla dile getirilmiştir. Needham,
başlarda Wittfogel'in "oryantal despotizm" kavramının çekiciliğine
kapıldığını kabul eder. Fakat bu hipotez, ekonomi (sulama) ve yö-
RÖNESANS AVRUPA'SINDA BiLiM VE MEDENiYET 1 61

neti m bi çi mi ni ( des poti zm) çok sı kı bi r şeki lde bi rbi ri ne bağl amaya
çal ı şmı ştı r; su deneti mi tal epl er ve örgü tl enme bakı mından farklılı k­
l ar gös teri yordu, ama her du ru mda "bü rokrati k" deneti m
" des poti k" ten daha i yi bi r tanıml ama ol ar ak görül dü. Bu ku ş kusu z
bi r geli şmedi r. Çi n'de bu rju vazi nin yokluğu i ddi ası, bi r 19 . yü zyıl du ­
ru şu al arak kapit ali zmi Avru pa'ya özgü bi r görü ngü ol arak gören
Avru pa Marksi zmi nden geli r. N eedham'ın, ort açağ komü nl eri hak­
kında yapıl an s tandart yoru ml arda ol duğu gi bi, G rek gel eneği ni n ben­
zersi zliği ne di kkati çekmesi bu kavrama bağl ıl ığ ını gös termektedir.
Çi n'e damgas ını vu ran "bü rokrati k devl et " i n daha fazl a ekono­
mi k kazanç el de etmektens e, t oplu ms al is ti krarı koru mayı yeğl edi ­
ği s öyl eni r; "her ne olu rs a olsu n herhangi bi r ti cari veya sı nai ge­
li şme bi çi mi ne bağl anmak, hatt a i zi n vermekt ens e temel t arıms al
t oplu m yapıs ını koru ma k" onu n lehi neydi .26 Bu i fade, t arı m t op­
lu ml arı nı n yerl eri ni ti cari ol anlara bı raktığı nı dü şü nen kat egori k ge­
li şme pl anı vars ayı mı nı t a ki p eder. F akat böyl e bi r pl an s on dere­
ce basitl eşti ril mi şti r. Pazarl arl a il gili il eri sü rdüğü mü z gi bi , neoliti k
toplu ml ar bil e bazı amaçl arl a ti carete dayanmaya başl amışl ardı; hep­
si ni n mal ve hi zmetl eri n deği şi mi yl e il gil enen bi r zanaatka r gru bu
vardı . Toplu mu n bu bil eşeni , bronz çağ ını n kent devri mi yl e köklü
bi çi mde arttı , bu da diğ er bü yü k u ygarl ı kl arı n tü mü nü ol duğu gi bi
Çi n'i de et kil edi. Ku ş ku yok ki , bu toplu ml arın tarı ms al etki nliği
nü fusu n bü yü k çoğu nluğu i çi n temel önemdeydi, fakat çoğu zaman
s on derece ti caril eşmi ş ol an kentl erde yenili kçi al anl ar da bulu nu ­
yordu . Bu devl etl er hem t arıms al hem de kents el kesi ml eri i çeri yor­
du ve i deol oji k ol arak karmaşıkt ıl ar.
Kı rs al t emelli "haki m" kesi mi n önde gel en u nsu rl arı tic areti hor
görür ken, burju vazi kendi değ erl eri ni geli şti rdi. Bu rju vazi, çok daha
geç bi r döneme kadar, tü m t oplu ma "ha ki m" ol madı; ama yi ne de
çok u zu n bi r sü redi r edebi yat ve s anatı n s aray, ru hban ve yönets el
sü reç dı şı kull anıml arını geli şti rerek alt ernati f bi r odak yarat mı şl ar­
dı . Tiers-Etat, hü kü mette res men temsil edil mediği döneml erde bi le
mevcu ttu . Ve N eedham'ı n da Çi n i çi n beli rttiği gi bi, zengi n tü ccar­
l ar kent yaşamında, özelli kl e de kıyı kentl eri nde merkezi bi r rol oy­
nadı kl arı gi bi s arayda da bi r rol oynamış ol abili rl er. 27 Dahas ı, Av-
1 62 TARiH HIRSIZUGI

r upa' dan çok dah a i leri ti cari ve sı nai k oşullar da k ısm en i hr acat , k ıs­
m en de m uazzam i ç pazar i çi n çok b üyük mikt ar lar da m al ür et en
bir ülk eni n, t oplum un b azı k esim leri ti car et h akkı nda çeli şik duygu­
lar t aşısa da, ti car eti r eddettiği ni sö ylem ek çok zor dur. G elgelelim ,
b u çeli şik duygular " h akiki " bir b urj uvazi olm adığ ını i leri sürm ek
i çi n bir ger ek çe oluşt ur am az.ıs Br audel'i n k ent ler h akk ı nda sö yledi ­
ği gibi , "bir k ent daim a bir k enttir "; b u yüzden saki nleri de daim a
b aşlangıç düz eyi nde bir b urj uvazi yi i çerir. Mandari nlik b urj uvazi ni n
ve loncalar ın geli şm esi ni (b aşk a uygar lık lar da olduğ u gibi) eng elle­
mi ş olabi lir; am a onlar ı b üsb üt ün ezem ezdi , ezmedi de. S osyal t ari ­
h in b ak ış açısından, Needh am ti car et ve t ar ım k ar ışım ına ve ti car e­
ti n genel anlam da si yasal ve t oplum sal yaşam daki art an r olüne ye­
t eri nc e yer verm emi ştir. Bu t ür den h akiki bir sınıfı n var lığ ını n yad­
sınm ası, paleo- Mark sist t ür den bir t eleolojik t ari h b ak ışının sonu­
cu gibi gör ünür. Mademki bir b urj uvazi ( ve par asal si st em) yokt u,
o h alde b u yok luğ un Çi n' de ger ek m oder n ( h att a h er h angi bir) k a­
pit ali zmi n ger ek se de "m oder n bi lim " i n geli ştiri lem em esi ni n i zah ı
olduğ u düşünülm ekt edir.
Çi n'i n k apit ali zmi geli ştirm ede dah a sonr aki engellem eleri ne i li ş­
ki n b u ar güm an, Web er 'i n "k ırt asi yeci liği n" , yani b ür okr asi ni n alim­
m em ur lar ının en b üyük engeller olduğ u gör üşünden dah a nüanslı­
dır. N eedh am b u b ür okr asi ni n b aşlangıçt a bir geli şm e dürt üsü gö s­
t er diği ni düşünürk en, Web er onu evr ensel olar ak zar ar lı görm ekt e­
dir. Web er, t üccar lar ın daim a, h ele S ung Hanedanı' ndan sonr a k e­
si n olar ak b ask ılandığ ını savunur. "A lim -m em ur lar ın despotik ikti­
dar ı " ndan sö z eden (b ununla bir likt e, sö z k onusu m em ur lar geni ş
ö lçüde sınavla i şe alınıyor du) ve onlar ın var lığ ının b urj uvazi ni n do­
ğ uşun u, dolayısıyla Çi n k ent leri ni n doğ asını kö stek lediğ ini yaza n Fr an­
sızlar ın seçki n Çi n t ari h çi si Eti enne Balazs da Web er'i n b u ar güm a­
nını b enim ser.29
i deoloji ni n ar aşt ırm a b ulgular ını nasıl etki leyebi leceği ni n bir ör ­
neği olar ak , Balazs' ın ent elekt üel yolculuğ u i lgi nçti r. Balazs, Pari s'te­
ki E cole des Haut es Et udes' de t ari h çi Br audel' le yak ın i şbir liği i çi n­
de çalışt ı ve 7. Bö lüm' de gör eceğimi z gibi , onun Çi n h akk ındaki gö ­
r üşleri ni açık ça etki ledi. Yak ın geçmi şt e bir yor um cu, Balazs' ın k en-
RÖNESANS AVRUPA'SINDA BiLiM VE MEDENiYET 1 63

di kişisel tarihinin ve yaşadığı siyasal değişimlerin etkisi altında kal­


dığını ileri sürdü. 30 Önceleri, Çin'in Sung ekonomisinin başarıları­
nı devam ettirmedeki "başarısızlığı"yla ilgili uzlaşmaz bir konum be­
nimsedi. Zurndorfer onun "tüccarların bürokrasi tarafından aralık­
sız ezildiği veya köylülerin daima buyurgan, acımasız bir devletin kur­
banları olduğuna ilişkin fikrini desteklemek için bir kanıt bulmak
umuduyla, sonu gelmez istatistik ciltlerinde, sayısız kişisel kayıt de­
finelerinde veya mebzul hükümet raporlarında yaptığı araştırmala­
rı" yazar.3 1 Balazs 1 957'de Halk Cumhuriyeti tarafından yayımla­
nan Çin'de Kapitalizmin Fi/izlerine Dair Tartışma Üzerine Makale­
ler başlıklı kitabın ardından, "devlet ve toplum arasındaki ilişkinin
karmaşıklıkları"nı keşfetmek için "imparatorluk Çin'inin bu klişe:
leşmiş izahları"ndan uzaklaşmaya başladı. Ardırıdan, Ming-Qing dö­
neminde devletin özel girişimle çatıştığı madencilikteki gelişmelerle
özellikle ilgilenir oldu. Demir, gümüş ve bakır madenlerindeki üre­
tim örgütlenmesini, emek çatışmalarını ve karları araştırarak, özel
teşebbüsü engellemek çıkarına olmadığında, devletin bir engelleme­
de bulunmadığı sonucuna vardı . Kaçınılmaz şekilde alim ve bürok­
ratların çıkarlarına eğilimli önceki "edebi" araştırmalarından fark­
lı olarak, şimdi işçiler ve yerel tüccarlar hakkındaki bilgileri kulla­
nıyordu. 32 Böylece, devlet bürokrasisinin dışında "bir tür burjuva­
zi" olduğunu ve Çin'in " bir tür kapitalizm" geliştirdiğini kabul et­
meye başladı . Gelgelelim, bu hususu ifade ederken, tüccarların hu­
kuki konumunun, onları rüşvet vermek zorunda bıraktığını ve hiç­
bir zaman "özerk" bir bilinç oluşturamadıklarını ileri sürdü.33 Bu­
nun yerine tüccarlar, oğullarını memur olmaya özendirmiş ve kar­
larını mülke yatırmışlardı. "Kapitalizmin filizleri" tartışmasından et­
kilenmesine ve bu malzemenin onu araştırmaya yöneltmesine kar�
şın, Çinli Marksistlerin feodalizm kavramını ülke tarihinin olanca
genişliğine yaymalarını reddetti (Elvin'in, Needham'ın kullanımına
yönelttiği itiraza koşut bir şekilde), ama aynı zamanda Çin'in mo­
dern kapitalizmi geliştirmede sonraki "başarısızlığını", tüccarların
konumunun hukuki yönüne yoğunlaşarak teleolojik bir biçimde açık­
lamaya da çalıştı . Gelgelelim bu tüccarlar, ticaretle uğraşmanın top­
rak sahibi olmak kadar saygın görülmediğini, zamanla her yerde ha-
164 TARiH HIRSIZLIGI

fifletilm iş bir k onum olarak k abu l edildiğ in i an ladık ların dan, baş­
k a yerlerden çok da fark lı olm ayan bir biçim de harek et etm işe ben­
zerler,34 Needham da, tücc arların ve m es lek lerin in "Ç in 'dekl as ik ola­
rak en hayran lık du yulan yaşam tarzı olm adığı , "Js dol ayısı yla tüc ­
c arların s ervetlerin i "eğ itim li ek ab ir" olm ak için k ullan dık ları şek ­
lin dek i esk i yak ınm ayı yin eler. Ö te yan dan ayn ı m es lek i grup Avru­
pa' da da ayn ıs ın ı yapm ı ştı .
Çin 'de k apit alizm ve bilim in gelişm es in e i lişk in çelişk ili görüşle­
re s ahip olan lar s adece Needham, Weber ve Balazs değ ildir. Bütün
bir Marks is t gelen ek Çin 'in dün ya tarihin dek i k on um u k on us un da
bölünm üş durum dadır. Tem elde bizz at Marx , Ç in ve As ya'yı bir bü­
tün olarak , ins an toplum ların ın an tik dön em den feodale ve oradan
da " burj uva" üretim tarzın a doğ ru an a ilerleyişin in dı şın da gör­
m üştü. Çin 'i, " dün yadak i en esk iDevlet'in çürüy en s özde-uygarlı ­
ğı" olarak betim ledi.36 Marks is t yazarlar aras ın da çok fark lı ik i yak ­
laşım gelişti. Ek im Devrirn i'n den s on ra bazı ları, özellik le de Çin 'i m o­
dern gelişm elerin k alıcı bir biçim de dı şın da düşünm ek is tem eyen yer­
li k om ün is tler, Çin 'dek i an ti-emperyalis t ve k öylü m ücadelelerin i ge­
liştirm e çabaları yla daha çok ilgilen diler.37 On lara göre, daha din a­
m ik bir tarih gerekl iydi. Bir grup, daha erk en dön em Ç in 'in i, Mark ­
s is t beş aşam a ku ramı doğ rultus un da ilerici bir harek ete yer verecek
şek ilde feodal (fengjian) olarak değ erlen dirdiler; bu n eden le Çin alı ­
şılm ı ş tarihten dışlanm ıyordu. Hatta bazı ları ülk eyi s on yüzyıllarda
ticari s erm ayen in egem en liğ in de gördüler. Diğ erleri, Witt fo gel'de ol­
duğu gibi, Ç in 'in hala As ya tipi üretim tarzının bir varyan tın ın izi­
n i taşı dığın a in an dı lar,38 Nihayet 19 3 1 'de, Sovy et liderliğ i s tatik As ya
üretim tarzı k avramın a k arşı çık tı; Avru pa tarihyazım ın a tek rar ge­
ti rilen k avramın yı ldı zı 1 9 60' larda yen iden parladı.39
"Feodal" bir toplum da tic aretin. gelişm es i, bazı Ç in li Marks is tler
tarafın dan Batı 'da olduğu gibiDoğu 'da da "k apitalizm in filiz leri"n in
büyüm es i olarak görüldü.40 Bu k onum, Avru pa Marks is tlerin ink iy­
le k arşı laştı rı ldığın da m üthiş akı lcı görün ür. As ya tarzının reddi ve
evrens el bir "feodalizm" in k abulü an lam ın a gelir; bu k avram,
bron z çağının ardın dan ve hayvan ların çek tiğ i s abanın devreye gir­
m es in den s on ra tarıms al üretim de ortaya çık an tabak alaşm adan tü-
RôNESANS AVRUPA'SINDA BiLiM VE MEDENiYET 165

re ye n, yü kse k de re ce de tabakalaşmı ş he r tü rlü tarıms al top lu mu i fa­


de e de ce k şe ki lde su landı rı lmı ştı r. Tıp kı Batı gi bi Çi n de, Gates 'i n
sö zle ri yle (19 89), "ve rgi ye dayalı tarz" ı n ale yhi ne " küçü k-kapi talis t
ü re ti m tarzı" nın - hü kü me t yayı lması na di re nme ye çalı şs a da- do­
ğu şu nu yaşamı ş olarak gö rü lü yordu. Bu nu nla bi rli kte , sö z ge li mi
15 8 1 ' de ve rgi sis te mi nde yapı lan "Ye ni Kı rbaç" re formlarını n, ve r­
gi le rin ayni değil nakdi ö denmesi anlamın a ge lmesini n göste rdiği gi bi ,
para gali p ge ldi .
Bu du ru m e nte le ktüe l t ari hi , ö ze lli kle de bi li m tari hi ni nası l e tki ­
le di? Batı'da s ıçrama kavramı nın yalnı z " modem bi li mi n gö z kamaş­
tırıcı yü kse li şi yle" deği l , " kapi tali zm" ve Rö nes ans 'ın çıkışıyl a da i li ş­
ki le ndiri ldiği ni u nu tmamak ge re ki r. Bu nu nl a bi rli kte, bu s ıçr ama bü­
tü nü yle Batı'yl a s ınırlı kal madı. Nee dh am, Çi n içi n Doğu ve Batı as ­
tronomi le ri ni n 1 7. yü zyı l ortas ındaki "fü zyon"u ndan { kaynaşma)
sö z e der.4 ı As lı na bakı lı rs a, ese ri ni n Clerk s a nd Craftsmen4ı başlık-

Tl Kesişme noktası, matematik, astronomi, fizik


Üç Bacon icadı: F1 Kayn3şma noktası, matematik, astronomi, fizik

---�
12 Kesişme noktası. botanik
Çin Avr. Fl Kaynaşma noktası, botanik
Denizci TJ Kesişme noktası, np

l
çığır J pusulası
açıcı F3 Kaynaıma noktası, tıp
;:. başlangıçlar Barut ----- - .j T4 Kesişme noktası, kimya
F4 Kaynaıma noktası, kimya
:� Matbaa --··· -·---------ı
.::
"'

..c
1i
1

Ptolemaios'un '----­ Galileo'nu·n Yaşamı


Yaşamı M �

- 300 o + 500 1000 1 300 MOO 1 500 1 600 1700 1 800 1 900 2000
-100

Şekil 5.1 Çin ve Batı biliminin aşkın ve kaynaşma noktalarını gösteren grafik.
Needham (1970), Clerks and Craftsmen'den, Şekil 99.
166 TARiH HIRSIZLIGI

lı cildindeki bir şekil, zaman eğrisi üzerinde Batı'nın bilimsel başa­


rıda Çin'i yakalayıp geçmeye başladığı noktaları ("kesişme nokta­
sı") ve kaynaşma noktalarını gösterir.
Astronomi, matematik ve fizik bakımından, Batı 1600'de Çin'e
yetişti ve otuz yıl kadar sonra onunla eriyip kaynaştı. Bu, modern
bilimi geliştirmede sözde başarısızlıktaki derin temelli nedensel özel­
liklerden çok, daha arızi bazı özellikler aramak gereğini akla geti­
rir. Arıziden kastım, "içselci" bilim modeli diye adlandırılan, ama
sadece bu gelişmelerle sınırlı kalması gerekmeyen özelliklerdir; "iç­
selleştirilmiş" ve "toplumsal" açıklamalar arasında hiçbir genel te­
zat olamaz. 43

Ekonomi ve Hukuk
Needham'ın iç ticareti kösteklediğini düşündüğü siyasi etkenlerden
biri, "hukuk ve asayiş"in yokluğuydu . Needham, yolların haydutla­
rın insafına kaldığını, kentlerde çok sayıda yarı-istihdam edilmiş birey
bulunduğunu, polis gücünün çok sınırlı olduğunu ileri sürer. Fakat bu
durumun, yol kesenleri, kent yoksulları, yerel muhafızları ve "dağlı klan­
ları"nın kan davalarıyla, 1 8. yüzyıl İngiltere'sinden ne farkı vardı? Yine
de İngiltere iç ticaret yapmayı ve bir fabrika sistemi kurmayı başardı .
Önceki bölümlerde gördüğümüz gibi, "hukuk ve asayiş" kesinlikle bazı
analistlerin varsaydığı gibi Batı'ya özgü bir imtiyaz değildi. Tüm top­
lumlar şiddete karşı yaptırımlar geliştirdi, hepsi ticaret yapmayı başar­
dı ve hepsi bunu yaparken sorunlarla karşılaştı.
Needham ayrıca, Çin'deki iş anlaşmalarının "kanuni yaptırımla­
ra dayanmadığını", daha çok ahlaki ilkelere uyulduğunu belirtir.44
Fakat karşılıklılık esasına dayalı "centilmenlik sözleşmeleri" iş çev­
relerinde hala yaygındır ve özellikle de farklı hukuk sistemleri ara­
sında cereyan eden uzak mesafeli ticaret söz konusu olduğunda -an­
laşıldığı kadarıyla Needham'ın kastettiği- mahkemelere başvurma,
katiyen tek iş yapma yolu değildir. Fakat bu, kapitalizmin muzaffer
olduğu Victoria dönemi İngiltere'sinin en civcivli günlerinde bile aynı
derecede geçerliydi; oradaki bazı çevrelerde de "bir ticaretçilik kar­
şıtlığı bünyesi" vardı, bu yüzden Avrupa'nın "uçuşa geçip" Çin'in
RÖNESANS AVRUPA'SINDA BiLiM VE MEDENiYET 1 67

bu nu b aş aramaması söz ko nu su etk eni n Avru pa' da bu lu nmamasıy ­


la açık lanamaz. Bi r k ez dah a y azar, teleo lo j i k o larak düşü nmekt e ve
b üt ünüy le y erinde g özük mey en derin ve u zu n ömü rlü "to plu msal"
fark ları aramakt adır.
Needh am'ı n Çin tic aret inde gördüğ ü b ir b aş ka so ru n, kr edi sis­
t emi g eliş ti rmekteki b aş arısızlıkt ır,45 bu nu n anlam ı, ne t ic aretin ne
t ücc arların ne kapi talizmin ve bu yüzden de ne de " mo dern" b ilimin
g eniş ley eb ilmiş o lması dı r. "Ç in'de parasal eko no minin g eri k alışı n­
dan" b ah sederek bu du ru mu " mo dern b ir parasal s ist em" le karş ıt­
laştı rı r. 46 Bu y üzden b ir b irey " iş o perasyo nlarını k endi k iş isel var­
lığ ı nı n dışına t aş ıramıyor du. "47 Bu önerme, so n derec e g erç ekdış ı g ö­
rünüyo r. Büt ünüyle sözlü kü ltü rlerde bil e, b elir li b ir ölç üde kr edi var­
dır.48 Çi n g ibi y azılı kültürlerde, bu u su l çok dah a kapsamlıy dı; as­
lı na b ak ılırsa, Mezo po tamy a'da, Ç in'de ve b aşk a y erl erde, o ku ry a­
zarlığ ın ilk kul lanı ldığ ı alanlardan b iri k redi verme iş lemleriy di. E l­
vin t arafından, dah a g enel anl amda ikt isat t arihç ileri adına y adsı nan
Needh am'ı n önermesi, Avru pa ve A merik a'dan mu azzam alt ın ih ­
racıy la k esinlik le ç el işk il idir; "h içbi r c iddi ikt isat t arihç isi, " diy e b e­
lirt ir, Su ng 'u " ciddi b ir b iç imde parasall aş mamış " ol arak g öremez.
Needh am da, para ve k redide dah a so nra bi r devri m o lduğu nu k a­
bu l eder etmesine, ama bu nu ku ru msal b ir değ iş imin izlemediğ ini sa­
vu nu r . Bu ndan b aşk a, muh aseb eci y ardımcıları o lan tüccarlardan söz
ederek , h atı rı say ılı r bi r lo nca ve t icaret etki nliğ ine iş aret eder, ama
"Han sanay icileri" ni " kapit alist entrepreneurs manques " 49 o larak
gören, Mi ng dönemi nde "to mu rcuk lanan k apit alizm" ve Su ng 'da
bi r " R önesans" ve b ir "tic ari devrim" o lduğu nu i leri sü ren akade­
misyenleri - özellik le de Ç inli leri- eleşti rir. Tü mü " erk en ve ölü doğ ­
muş " tu , çü nk ü "bi r t arım to plu mu nu n merk ezi bü rok rat ik y öneti­
miy le bi r para eko no misinin g elişi mi arası nda temelden b ir ku ru m­
sal uyuş mazlı k" vardı.so Fakat bu nlar anc ak , Ç in'i bu rju vazidenyok ­
su n ve k apit ali zm yo lu nda ilerlemekt e y etersi z o larak g ören b ir pa­
leo - Mark sist (g erç i Hı ristiy an) k afa y apı sı nın teleo lo jik b ak ış aç ı sı
t arafından erk en ve ölü doğ muş o larak nit elendirileb ilir.sı
Ç in eko no misinin b ağ ı msız merkanti list etki nlik lerde i lerley eme­
diğ i ş eklindek i bu alg ı, ilg inç liğ ini anc ak ideo lo j ik ark a planı anl a-
168 TARiH HIASIZLl<'.il

şı lı ncay a kadar ko ruy abi li r. Bu kavrayış, E lvi n tarafından gi riş s ap­


tamalarında ş u s özlerle i ma yo llu eleş tirili r: "İ lk bi nyı la dek ve o bin­
y ıl boy unca önemli o ls a da, daha so nra nadiren önem taşıy an hiye­
rarş ik devlet domi nium emi ne ns'i ( to prak ü zeri nde yüks ek mülkiy et
hakkı) bir y ana bırakılırs a, " Ç in' de pek ço k vary asyo n görürüz. E l­
vi n, Needham'ı n " bü ro kratik feo dali zm"s2 kavramını eleş ti ri r; ç ün­
kü 2000 y ılı aş kı n zaman içindeki değiş imler, " tü m döneml erde eş it
ş ekilde iş ley en" tek bi r eti kete i zin vermey ecek kadar büyü ktü r. 5 3 Bu
kullanım, Needham'ın " Ç in zihniy eti " nin niteli ki eri o larak neredey ­
s e teva rüs edi len (kullandığı s özcüklerden bi ri "iç güdüs el" di r) " s ü­
rekli liğ e", " bütüns elcili ğ e" vurgu y aparak Çi n tari hi ni " biyo lo ji k­
leş tirme" eğ ili mi ni n bi r parç as ıdır. Needham ülke tek bir dini i deo­
lo jini n ha ki miy eti nde o lmadığ ından, bu zihniy eti "K itaplı Di nler"i n
mirasıy la kıy as lamakta ve çoğ unlukla Ç in zihniy etin i y eğlemektedir.

Sung' dan Chhing dönemine dek geniş biçimde özel madencilik


faaliyeti bulunuyordu ve hem Sung hem de Chhing dönemlerinde özel kre­
di araçları yayg ın biçimde kullanıldı. Ayrıca, "para dükkônları" gibi özel
mali kuruluşların doguşuna da tanık olunan Chhing döneminde, fonların
uzak mesafeli aktarımı öncelikle Şansi bankaları tarafından yürütüldü. Bun­
lar teknik açıdan özel teşebbüs olsalar da, hükümetle bir çeşit ortak yaşam
(symbiosis) ilişkisi sürdüren kuruluşlardı. 54

E lvin'i n i zahı kredi ve ti caret o perasyo nlarının, Needham tarafı n­


dan yo rumlanandan ço k daha farklı bir res mi ni s unar; Do ğu Asy a'nm
geri kalanıy la daha uy umlu, ss Avrupa'y a daha y akın ve Avrupa' nın
daha önc eki avantajları ko nus undaki ön kabulleri bir kez daha kö­
künden s ars an bir res imdir bu. Needham'ı n daha önceki Çi n bi li mi
hakkında s öy lemek zo runda kaldıklarıy la eko no mi hakkındaki gö­
rüş leri aras ındaki apaç ık ç eliş ki ni n anahtarı, E lvi n'in ş u aç ıkl ama­
sı nda gi zl idir: " [Needham] Ç ağı nı n So vy et ve Ç in Marks izminin ha­
rekets iz ve Avrupa-merkezci fo rmülleri nden ço k f arklı o labilecek bir
Çi n tarihs el geliş mes i mantığı ihtimali karş ısı nda kiş is el rahats ızlık
duy muş gibi görünüyor . " Bu nedenle, o na göre Avrupa kapitalizmi n­
den önce hiç bi r burjuvazinin bulunmaması gerekiyo rdu.
RÖNESANS AVRUPA'SINDA BiLiM VE MEDENiYET 1 69

Bu geli şm el eri Avrupa'yl a sınırl ay an anl ay ış, N eedh am t arafından


h araretl e dest ekl endi.56 K apit ali zm in doğuşunu t am am en Avrupa'y a
özgü görmek konusun da N eedh am da Wall erstein'inS7 ve el bette Marx
gi bi diğer birçok 19. yüzy ıl y azarının takipçi si ol du. D ah a önceki Av­
rupa t oplum unun (seny örler, kili se vb. ) çöküşünden doğan burj uva­
zi de sadece Avrupa'y a özgüy dü. Ve " burj uvaziyl e bi rl ikt e, m odern
biliml e y akından i li şki li m odern kapit ali zm de doğdu. " Fakat bun­
l arııı h epsi, kent sakinl eriyl e burj uvazi arasında bulunduğu varsay ı­
l an sınırl ar türünde, adlandırm ay a ili şki n sorunl ar da i çerm ekt edi r.
Wal lerst ein bu "y apıl arı" , " kapit ali st/m odem " t arih sel si st em, özel
m ül kiy et, m etalaşm a ve egem en "m odern" devl eti n ay ırt edi ci özel­
li ği olarak görür. Oy sa, m ülkiy et h akları, hi çbi r anlam da m odern Ba­
tıl ı düny ay a özgü değil di r. Yazının kull anılm ay a başl adığı günden bu
yana, Wallerst ein 'i n y aygın olduğunu düşündüğü dominium eminens' e
tabi olsalar da, arazi sat ış sözl eşm eleri m evcuttur. Erken dönem t op­
l uml arında akraba ve kimi zam an kom şul arl a pay laşıl an m ül kiy et
hakl arı kesi nl ikl e vardı, am a yi ne de bi rey sel mül kiy et h akl arı bi r dev­
l eti n ve y azılı h ukukun y okl uğunda bil e mevcut tu ve şi ddetl e savu­
nul uy ordu. En basit tarım topl uml arı nda, t oprak ç oğu zam an ext­
ra commercium [ti caret dışı] olm akl a bi rli kt e, bazı m et alaşt ırm alar
m evcutt u.ss Toprağın m et alaşt ırı lm ası bu t ür t opl um larda � nderdi
ender olm asına am a, bununl a bi rli kt e tam am en akıl alır bi r şey di de.
K urum sal olarak, "m odern" Bat ı eşsi z olm akt an çok uzakt ı, zat en
A sy a'nın son zam anl arda " kapit ali zm " de bunca m uh teşem i lerl em e­
l er kay detm esi ni n nedeni de budur.
Wall erst ei n, kapit ali zmi n nedenleri ni n (konjonkt ürden ay rı ol a­
rak) uy garlıkla il işkili i zah ları olarak söz ettiği - Marx, Weber ve dah a
arızi bi r açıkl am ay ı y eğl ey en başkal arıyl a i li şkil endi ri len- şeyi bi r ke­
nara bırakır. K apit ali zmi n özü olarak, sadece Bat ıAvrupa' da, fiil en
16. yüzy ıl da ort ay a çıkan " kesi nti si z ka r aray ışı" nı görür. Bu aray ış,
feodal izm in bunal ım ı, t oprakl ı sınıfı kapi tali st gi rişiml ere itti ği za­
man baş göstermi şti . K esintisiz ka r aray ışı öl çülm esi zor bi r şey di r.
Kar, erken dönem t icari et kinl iğin kesi nli kl e bi r özelli ğiy di; sözü edi ­
l en sonu gelm ez aray ış, t eknol ojik i catl arl a, özelli kl e de sanay il eşm e
ve m aki nel eşm eni n gel işm esiyl e ili şkil endi rilmi ş gi bi görünür. Tem -
1 70 TARiH HIRSIZLIGI

po k esinl ik le artmı ştı, ama b urj uvazi zaten k ar arayışı na girmi şti ve
öyl e görü nü yo r k i , Wall erstei n'i n to prak sahi pl eri ni n deği şen rolü ­
ne ili şki n tartışması, b urjuvazi ni n mevcudi yeti ni ve eko no mi yi
adı m adı m ele geçi rmesini b elk i de yeterince önemsememi şti. Wal­
lerst ein B atı Avrupa' da ve dah a so nra da b aşk a yerlerde b aş göste­
ren değ işimleri duru bi r şek il de çözüml emesine k arşı n, tari h in b öy­
lesine k atego rik bi çimde yaz ılmasına ih tiyaç yok tur.
B ana göre, b urj uvazi ulusl arar asıydı. Kuşk usuz, b azı yerlerde di­
ğ erleri nden dah a güçlüydü. Fak at mal ve fik irler in İ pek Yol u bo yun­
ca, k aradan ol duğ u k adar deni zden de yapıl an k apsaml ı müb adel e­
si , b urj uval ar ve mali araçl ar ol mak sızın gerçekl eşemezdi; zanaatk ar­
lara ve b azı h allerde üreticilere o lduğ u k adar, tü ccarlara da ih ti yaç
vardı; h uk uk çular, b ank erl er, muh aseb eciler de gerekl iydi, ok ullar
ve h astanelerden söz etmeye zaten gerek bil e yok . Ve i şte b u ticaret
yo ll arı nda, panayı rlar ve h aclar düzenleyerek ek o no mide k endil eri­
ne dü şen ro lü o ynayan çeşi tli dinler, esas o larak aristok ratlar, f ati h ­
l er y a d a b ürok ratlarca değil , tüccarl ar eli yle Doğ u' ya doğ ru yayıl ­
dıl ar. Çi n' de ol duğ u gibi Hi ndi stan' ın b atı k ıyısında da Yah udil eri n,
Hı ri sti yanl arm ve Müslümanları n varlığı b unu k anı tlamak tadır. Tüc­
carl ar, no rmal o larak k arşı lık lı seyreden merk antilist etki nlik lerle uğ ­
raştı lar ve Hi ndistan' da ( sözgelimi B ani alar ve Caynalar) o lduğ u k a­
dar Çi n' de de ( söz gelimi Ch eng Ho ve Pek in' dek i Müslüman yo l­
daşları) tü ccar to pluluk larının o luşumuna önderl ik ettiler. B u tüccar
to pluluk ları, gerçek çi ro man gibi edeb i fo rmların, ti yatro gibi gös­
teri sanatl arı nın, di ndı şı resi m ve h eyk eli n geli şmesi ni teşvik ederek ,
t ümüyl e di ni sı nı rl arı k ırarak ve diğ er b azı sanatl arda ol duğ u gibi
tedricen ari stok rasi den devral dık ları yemek ve çi çek k ültürünü ge­
liştirerek, b azı çarpı cı b enzerlik ler sergi leyen k endi alt k ü ltürleri ni
geliştirdil er. B u alanda ve diğ er etk inlik lerde, b ilgi ninDoğ u'yla B atı
arası nda yayı lmasında h ayati ro l o ynadılar.
N eedh am, k ı rsal eko no mi için geçerl i o lduğ u gib i, Ç in tek no lo ­
ji sinin de üretim art ışını k östek leyecek k adar b aşarılı o lduğ unu, çü n­
kü i şgü cü nde sayısal artışa yol açtığ ını yazar; b u, bi r i şgü cü k ıtlığ ın­
da görül ebilecek dah a il eri düzeydeki bi r maki nel eşme dürtüsünü azal t­
mak tadı r. 3 . B ölü m' de gördüğü müz gib i, b u argüman k öle emeği y-
RÖNESANS AVRUPA'SINDA BiLiM VE MEDENİYET 1 71

le ilgili geliştirilene benzer. Daha fazla adıma ihtiyaç vardı . Çin ta­
rımını "modern dünya"ya taşımak için gereken şey "modern bilim
olmaksızın tasavvur edilemeyecek" teknolojik ilerlemelerdi.59 Oysa
tarımda ve kentlerde kapitalizm olmaksızın modern bilim mümkün
değildi. Böylece halkayı tamamlıyoruz . Gelgelelim, Çin tarımı hali­
hazırda büyük bir nüfusu beslemekte son derece başarılı olmakla kal­
mıyordu, aynı zamanda çok da çeşitliydi; güneydeki pirınç ekimi, ku­
zeydeki Avrupa usulü ekstansif çiftçilikten çok farklı, entansif tek­
nikler gerektiriyordu. O halde, eski yöntemlerin sürekliliğini temsil
eden yeni türler yetiştirilmesi bir yana, "teknolojik" ilerleme talebi­
ne gerek var mıydı? Çin çiftçiliği, insan kaynaklı olmayan emeğin
asgari düzeyde kullanımıyla, Avrupai tarzda ekstansif tarım yapılan
karma arazilere göre ekolojik açıdan daha ileri kabul edilebilirdi .
Su gücü yalnız çiftçilikte değil, 13. ve 14. yüzyıllarda çok yaygın
bir şekilde tekstil sanayiinde de kullanıldı; bu kullanım " 1 8. yüzyıl
Avrupa'sında olup bitene meydan okuyabilecek düzeydeydi . " 60
"Kısa bir süre sonra herhalde İtalyan ipek sanayiinin de esin kayna­
ğı olan eğirme, katlama ve bükme makineleri"nin kullanımı söz ko­
nusuydu. Needham, fabrika üretiminin neden "hemen sonra gelme­
diğini" sorar. Bu "başarısızlığı", gördüğümüz gibi "para ekonomi­
sinin kösteklenmesi" ve bürokratik devletin de aralarında bulundu­
ğu bir dizi genel etkene yorar. Bu pek de yeterli bir açıklama gibi gel­
memektedir; para ekonomisi o kadar "geri" görünmüyordu, büro­
kratik devlet de daha erken bir dönemde doğrudan bu alandaki ge­
lişmeleri teşvik etmişti . Needham'ın, bu çelişkilerden bazılarının anah­
tarını içeren "modern bilim" kavramına daha yakından bakmamız
gerekiyor.

"Modern Bilim" ve Bilgi Sistemlerinin İçsel Özellikleri


"Modern bilim"in kendiliğinden geliştiği tek bölge olarak Batı'yı
seçen Needham, bu nedenle zımni bir Avrupa-merkezci bakış açısı­
na sürüklenmiştir. Bu bakışa göre Batı, modern bilimi "kendiliğin­
den" geliştirirken, yakın geçmişte Nobel ödülü kazanan Çinliler bu
amaçlarına ancak bir tür taklit aracılığıyla ulaşmışlardır. Kendisinin
1 72 TARiH HIRSIZLIGI

"mo dern bilim "i n köşe ta şı o la ra k seçtiği a na ka ra kteri sti klerin iki­
sini, ma tema tik ve deney i ele a la lım; h esa plama la rı n say ısa l tem eli
Asya lı sayı sistem inden gelirken ve Asya' da h erha ngi bi r tekni k ba ­
şarı nı n sa ğla nma sı için deney fi kri ço k da ha geni ş ça plı uy gula nı r­
ken, sözde "mo dern bilim " e tamam en Ba tı lı bir gelişm e o la ra k ba k­
ma k uy gun m udur?
E ko nomi k ve siya sa l ba ğlamı n ya nı sıra , Needham ay rıca bi lgi
sistem leri ni n içi ndeki etki lerden ve bu sistem lerin ka rşılıklı etkileşim ­
leri nden de söz eder. B ir a la nda ki tedric i deği şim le r fa rklı bi r düşün­
c e a la nı nda , m evc ut uy gulama ve mo delleri n tüm ünün gözden ge­
çi ri lm esi ne uy gun ko şulla ra yo l açar. Needham , do ğaya ka rşı hiçbi r
di ğer di ninkine benzem ey en bi r tutum u teşvi k ettiği beli r ti len Hıri s­
tiya nlığı, hı zla geni şley en ve bilgi nin geniş yayı lım ına ya rdım eden
eğitimi ve ma tbaa nın çıkı şını ve y ine bilgi ve düşünc ey i ço k da ha yay ­
gı n ha le getiren ima la t kı la vuzla rı nı n o rtaya çı kı şını ta rtı şı r.
Çi n bilimiyl e ka rşı la ştırdı ğı nda a şika r bir çelişki o la ra k gördüğü
Ba tı bilimi ndeki ni tel sıçrama nı n açı kla nma sında kulla ndığı etken­
lerden bi ri di ndir. Ba tı' nın " bi li mc i" bi r ba kış açısı benim sem ekte­
ki ka pa sitesini n, İ bra ni tekta nrıcı lığının o nun soy unda n gelen Hıri s­
tiya nlı k ve İslam' la birli kte gösterdiği ve "ideo loj i yay gara sında " şe­
killenen "do ğa nı n kutsa llıkta n a rındırılma sı" y önündeki "sa ldırga n
ho şgörüsüzlük" le i li şkili o lduğunu i leri sür en Needham , bu ko nu­
da Ro sza k ve di ğer ya za r la rla ay nı çizgide y er a lır. Do ğaya y önelik
bu tutumlar, Needham'a göre, di ğerleri ta ra fı nda n Hıristiya nlığın "put­
perestlik" le m üca delesi nin bir so nuc u o la ra k görülm üş6t ve "m eka ­
nik bi r ma terya li zm " o la n da ha önc eki Grek a tomc uluğunca peki ş­
ti rilm işti. İddiaya göre, do ğa nın bu şekil de şey leştirilm esi, Avrupa ­
lı o lm aya n kültür leri n da ha bütü nc ül, pra ti k tutumu y erine "mo dern
bilim " in nesne- tem elli ya kla şım ını ba şla tm ıştır. Fa ka t bi r kez da ha
Ba tı biric ik değildir. Hindista n ya lnı z "a to mik speküla syo nu geli ş­
tirm ekle" ka lma dı, ay nı za ma nda ma ddec i, a tei st bir düşünc e gele­
neğini de (Lokayata) o luşturdu.62 Ko nfüçy üs de do ğa üstüy le ilgili
ha tırı sayı lı r bi r kuşkuc uluk sergilem işti.
Ba şla ngıçta tüm ya zılı dinler, pa ga nizm ka rşısında ki Hıristiya nlık
gibi y erel "a nimi st" di nlerle yüzleşti; bu a sla bütünüy le tamam la na -
RÖNESANS AVRUPA'SINDA BiLiM VE MEDENiYET 1 73

mayan bir yüzleşmeydi. Argüman çapraşıktır, ama entelektüel hava­


yı temizlediği varsayılan, doğal olayların açıklaması olarak putlara kar­
şı çıkışın, Yakındoğu dinlerine özgü bir tutum olduğu doğru değildir;
aynı zamanda erken dönem Budizm'inin, Platonculuğun ve daha pek
çok düşünce sisteminin de bir özelliğidir. Aslına bakılırsa, ben bunun
dil kullanan hayvanlarda evrensel bir eğilim olduğunu ileri sürüyorum.63
Needham bir kez daha "modern bilim"i açıklamak için Batı'ya odak­
lanmıştır. Fakat keşfedilebilecek başka olasılıklar da vardır.
"Modern"le daha önceki bilim arasında ikili bir kavramsal yapı
kuran bölünmenin bütün varlığı, Elvin'in önsözüyle kuşkulu hale ge­
lir. Şöyle yazar: " 1 600 civarında Çin, [bilim tarihçisi] Crombie'nin
bilimin nihai kilit unsurları olarak tanımladığı bütün düşünce tarz­
larına farklı derecelerde sahipti [ . . . ] o dönemde Avrupa'da bile var
olduğu pek söylenemeyecek olasılıkçı düşüncenin göze çarpan yok­
luğu dışında. "64 "Avrupa'da 1 600'den sonraki devrim, bir devrim
olduğu kabul edilirse [italikler benim], esas olarak herhangi bir te­
mel nitel yenilikten -ihtimal dışında- ziyade, bu tarzların hem geli­
şip hem bağlantılı hale gelmesindeki hızlanmadır." Bu, Need­
ham'ınkinden kökten farklı bir konumdur ve açıkça yalnız Batı'da
bir "nitel sıçrama" fikrine değil (bilimsel düşünce düzeyinde bile olsa),
aynı zamanda burjuvazi, din, Rönesans ve kapitalizm açısından ge­
tirilen açıklamalara da kuşku düşürür. Modern bilim veya teknolo­
jinin tekilliği, yakın geçmişte bir dizi yazar tarafından da sorgulan­
mıştır.65 Bu bakımdan Avrupa'nın daha önce geri olduğu, bu yüzden
bu önemli değişimin Batı Avrupa'nın bilimsel bilgi geleneğine olan
yatkınlığa bağlanamayacağı ileri sürülür. Kesinlikle bu tür ırkçı veya
kültürel açıklamaların reddedilmesi gerekir.
Elvin, birçok bilim tarihçisi tarafından kullanılan terminolojiyi
değişime uğratarak, bir yandan bilim ve teknoloji arasındaki, öte yan­
dan da modern ve önceki bilim arasındaki ayrımları değerlendirme­
ye çalışır. Daha yüksek bilim dallarında çalışan akademisyenlerin, ha­
reket eden su gibi ham ve el altında, fakat karmaşık görüngüleri an­
lamaya dönük girişimlere yönelik " hafif Brahmanca hor görüsünü"
eleştirir. Elvin, birçok bilim tarihçisi tarafından benimsenen, Need­
ham'ın "modern bilim" kavramına içkin görünen ve "Needham prob-
1 74 TARiH HIASIZLIGI

lemi"nin dayandığı argümanın da temelinde bulunan bilim ve tek­


noloji arasındaki bu ayrımın geçerliliğinden de kuşkuludur.

Needham Problemi
Needham yine de, "Needham problemi" olarak adlandırılan, bi­
limsel bilgi kıvılcımının neden Avrupa'yı tutuşturduğu sorusunu ya­
nıtlamaya çalışmakta ısrarlıydı. Bazı İslami çevrelerdeki uygulama­
yı izleyerek, Avrupa'da Roger Bacon gibi hocaların sistemli olarak
doğal dünyanın niteliklerini (önceki kesimde değindiğimiz arka pla­
na karşı) araştırmaya başladığı ileri sürülmüşse de, Elvin'in işaret et­
tiği gibi, benzer bir hareket Çin simyacıları arasında da vardı. Gör­
düğümüz gibi, matbaanın gelişiyle imalat kılavuzlarının basılması­
nın yine bu tür araştırmaları teşvik ettiği de söylenmiştir, ama mat­
baa da Çin'de çok daha önceden yerleşmişti.
Avrupa'nın durumunda hangi farkları görebiliriz? Kıta, Need­
ham'ın Science and Civilisation in China'ya66 son katkısındaki dik­
kate değer özet diyagramda gördüğümüz gibi (bkz. Tablo 5.1) bil­
gi birikiminde çok gerilere düşmüştü. Ortaçağ başlarında Avrupa daha
doğudaki komşularından büyük ölçüde kopunca, kendi içine ve ba­
şat olarak din kültürüne döndü. Ticaretin ve dünyanın geri kalanıy­
la, özellikle İslami Avrupa ve İslami Yakındoğu'yla temasların art­
masıyla ticaret, bilgi ve icat konularındaki geriliğe ilişkin bir farkın­
dalık kendini hissettirmiş olabilir. Ticaret toparlandı, bilgi dışarıdan
akmaya başladı, Hindistan ve Çin de dahil Doğu'dan, genellikle Asya
boyunca uzanan geniş Müslüman toplumlar şeridinden geçen tica­
ri ilişkiler yoluyla enformasyon ve icatlar Avrupa'ya geldi. Bilginin
geri gelmesi, hangi alanda olduğuyla da bağlantılı bir şekilde, ola­
ğandışı bir hızda gerçekleşti. Bu süratin kesinlikle "geri kalmışlık avan­
tajı"yla bir ilgisi vardı. Görece kısa bir zaman dilimi içinde, Doğu'ya
göre aşağı olan konum aşıldı.
Rönesans'tan sonra Avrupa'ya bilginin aniden geri gelişinden so­
rumlu olduğu düşünülen özelliklerden bir başkası, üniversitelerde ve
okullarda eğitimin yaygınlaşmasıydı;67 bunda, kısmen matbaanın ge­
lişinin hem metinlerin hem de şekillerin hızla ve çok miktarda yayıl­
masını sağlamasının da etkisi vardır.
RÖNESANS AVRUPA'SINDA BiLiM VE MEDENiYET 1 75

TABLO 5.1 Mekanik ve diğer tekniklerin Çin'den Batı'ya aktarılışı


Yüzyıl
olarak
yaklaşık mesafe

(a) Kare paletli çalparalı tulumba 15


(b) Öğütme değirmeni 13
Su güçlü öğütme değirmeni 9
(c) Metalürjik soğutma motorları, su gücü 11
(d) Rotatif vantilatör ve rotatif harman makinesi 14
(e) Piston körük 14
(f) Desenli dokuma tezgahı 4
(g) İpek ipliği sarma makinesi (ipliği makaralara düzgün saran bir çeşit mekik;
1 1 . yüzyılda görülür; 14. yüzyılda iplik eğirme makinelerinde de
su gücü kullanılır) 3-13
(h) El arabası 9-10
(i) Yelkenli araba 11
(j) Değirmen araba 12
(k) Yük hayvanları için verimli koşum takımı: göğüs kayışı (konum) 8
Hamut 6
(1) Tatar yayı (bireysel bir silah olarak) 13
(m) Uçurtma 12
(n) Helikopter tepesi (sicimle dönen) 14
Zoetrop (yükselen sıcak hava akımıyla hareket eden cihaz) 12
(o) Derin sondaj 11
(p) Dökme demir 1 0-12
(q) "Cardan" süspansiyonu 8-9
(r) Dilimli kemer köprü 7
(s) Demir zincirli asma köprü 10-13
(t) Kilitli kanal kapıları 7-1 7
(u) Gemicilik yapı ilkeleri >10
(v) Kıç dümeni 4
(w) Barut 5-6
Bir savaş tekniği olarak kullarulan barut 4
(x) Manyetik pusula (mıknatıs taşı kaşığı) 11
İğneli manyetik pusula 4
Navigasyonda kullanılan manyetik pusula 2
(y) Kağıt 10
Baskı (blok) 6
Baskı (hareketli tip) 4
Baskı (metal hareketli tip) 1
(z) Porselen 1 1-13

Kaynak: Needham 2004: 214.


1 76 TARiH HIRSIZLIGI

Bununla bi rli kt e, 8. Bö lüm' de de gö rec eği mi z gi bi , bu s adec e Av­


rupa' ya ait bi r ö zelli k deği ldi . E lvi n, bazı t arih çi leri n 12 . yüzyıl Av­
rupa's ında " üni versit e" ni n varlığ ını " modern" bi li mi n kö kenleri y­
le i lgi li büyülü deği şken olarak gö rerek düşt ükleri yanlışt an sö z eder.
Zi ra, en çok t anınanı Sung Hanedanı dö nemi nde devleti n i şlettiği
"Büyük Okul" olmak üzere, " Çi n' de de bu üni versit eleri n benzerle­
ri " olduğ unu düşünür. 6 8 Adı g eçen okulda mat emati k, t ıp ve s ınav­
lar bulunuyordu. Buna ek olarak, çok dah a yayg ın " akademi ler" de
öğreti m, t art ışma ve alışt ırma yapılabi li yordu.
E lvi n ayrıc a i ki et keni n i şi n i çi nde olabi lec eği ne i li şki n ö nerme­
yi ele alır: Bi ri ncisi , doğ anın şifr esi çö zülebi li r bi r s ırlar ambarı ol­
duğ una i li şki n, h erh alde İs lami g eleneği n bi r kolundan g elen ve en
di kkat e değer şeki lde 13. yüzyılda Rog er Bac on'ı et ki leyen doğ a kav­
rayışıdır. İ ki ncisi , açıkça mat baanın kullanılmaya ba şlanmas ıyla bağ­
lant ılı olan " bi r i malat kılavuzu s ağ anağ ına" yol açac ak şeki lde bi l­
gi ni n vulg ari zas yonuyla i lgi li di r. Bununla bi rli kt e E lvi n bu ö nerme­
yi reddeder; çünkü Çi n si myas ını, g en el anlamda bi ri nci ni n ( araşt ır­
ma g eleneği ) dengi, çift çi li k ve zanaatl ar üzeri ne Çi nc e " nas ıl yap­
malı" kit aplarından oluşan uzun di zi leri de ( ort a düzey okuryazar
i çi n o kadar da kolay ulaşı lı r olmas a da) i ki nci ni n ( vulg ari zas yon)
kıs mi mübadi li olarak görür. Sö z geli mi Kubi lay H an, 1315 't e 10.000
nüsh a bas ılan Tarımın ve İpekçiliğin Temel Unsurları' nın derlenme­
si ne i zi n vermi şti .69 Bu yüzden b u bağ lama dah a deri nlemesi ne bak­
mamız g ereki yor.
Bu durum, Avrupa'yla Çi n aras ındaki boşluğ un, kuramın çoğ un­
lukla vars aydığ ından çok dah a küçük olduğ unu göst eri yor. E nt elek­
t üel olaylar si ls i lesi ni h areket e g eçi rmek i çi n s adec e bi r kıvılc ım yet­
mi ş gi bi gö rünmekt edi r; (Elvi n'i n ifade ettiği gi bi ) Gali leo'nun yarat­
t ığı bi r kıvı lc ımdır bu . Büyük i lerl eme, kıs men uyuyanın uyanmas ı­
nın s onuc u olabi li r; beni m kanımc a, Batı bi li mi büyük ö lçüde Hıris­
ti yan ki lis esi ve onun dünya gö rüşünün ha ki mi yeti yle devam eden g e­
ri li kt en -g eli şme s erbest liği ne olanak vermi şti r- en azından kıs men,
Rö nes ans 'ın karşı- akınt ıları, bi r dünya di ni ni n ha ki mi yet ine aynı şe­
ki lde gi rmemi ş Roma ve Y unan modell eri ne g eri dö nüşle kurt uldu.
Geni ş bilgi alanlarının s ekülerleşm esi , matbaanın Avrupa'ya g eli şi ni n,
RÔNESANS AVRUPA'SINDA BiLiM VE MEDENiYET 1 77

R efor m h ar eketin in y ol açtığ ı sor gulaman ın v e okulların , ün iver site­


ler in , hü man izman ın gelişmesin in de y ar dı mıy la, tı pkı ticar etin , de­
n izaşır ı serü venl er in ar tması, ar aştır may ı teşvik eden ve kapitalizmi
geliştir en bir dizi olay gibi, bu değ işimler e katkı da bulun muş kabul
edilebilir.
Bun un la bir likte, bu olay lar Avr upa en telektü el iklimin de köklü
bir değ işime y ol açsa da, Avr upa için bir uy an ıştan başka bir şey söz
kon usu değ ildir - bu on a U zakdoğ u' daki ben zer ler i ü zer in de geçi­
ci bir ü stün lü k sağ lamış olsa bile. Elbette bilim tar ih te ilk kez R ö­
n esan s Avr upa'sın da or tay a çıkmamıştı, zir a uzun zaman dır başka
y er lerde zaten var dı. Needh am'ın dikkat çektiğ i, er ken dön em ve mo­
dern bilim, bilim ve tekn oloj i ( gör düğü mü z gibi, başkalar ın ın y an ı
sır a Elvin 'in kar şı çıktığ ı) ar asın daki ayr ımlar, R ön esan s sonr ası Av­
r upa'daki gelişmeler i başar ın ın dor uğ u olar ak görm e v e başka tür­
lü keyfi gelecek bir ter cih i meşr ulaştır may a çalışma alışkan lığ ın dan
iler i gelir. Bu şekilde or tay a kon ulduğ un da, Needham pr oblemi mev­
cut değ ildir. Sor ulması ger eken sor u, modern bilim açısın dan Avr u­
pa'nın ü stün lüğünün tar tışılmaz bir olgu diy e kabul edilmesin in zo­
r un lu olup olmadığı dır. N eedh am bize Avr upa bilimin in bilimsel bir
çölde belirm ediğ in i, bun un y er in e düny an ın başka bölgelerin de, on un
tahmin in e gör e Avr upa tar af ın dan - am a an cak uzun sür en bir edil­
gin liğ in ar dın dan- ele geçir ilen somut bilgi sistemler in in mevcut ol­
duğ un u öğr etmiştir. Avr upa'nın ön der liğ in in su götür mez olup olma­
dığı sor usuy sa y an ıtsız kalır .
Avr upa'n ın R ön esan s' tan sonr a bilimi çok fazla kulland ığı tar tı ­
şılmaz bir ger çektir, ama bu dur um, bu bölü mde gözden geçir diği­
miz kadar kategor ik olmay an tür den açı klamalar a ih tiy aç duy ar. El­
vin 'in görü şün de, Needh am pr oblemi şimdi bile çözü lmü ş olmaktan
uzaktır. Eleştir isin e, Needham'ın seçmiş olduğ un dan dah a belir li ve
kesin değ işken ler e bakmamı zı ön er er ek son ver ir. Elvin , değ işken ler
" toplamın ın sökü mü " nü Needh am'ın toplumsal etken ler e y aklaşı­
mın dan far klı bir biçi mde y apmakta ısr ar lıdır. Söz gelimi, ün iver si­
teler kon usun da Avr upa'n ın ü stün lüğün e ilişkin tar tışmay ı sür dür ­
mek için ger eken in , bu kur umlar ın dah a kesin bir çözü mlemesi ol­
duğ un u iler i sür er. Avr upalı kur uluşlar da hı zlı bilimsel ilerlemey e y ol
1 78 TARiH HIRSIZLIGI

açan özgül olar ak ney di, diy e s orar. Ç in'in 1 6 00'e gelindiğ inde ge­
liştirmemiş- olduğu bilims el düşünc eler den bir i olar ak gör düğ ü ola­
s ılık kavramı için de ay nı y aklaşımın ger ektiğ ini s avu nu r. Olas ılık
konusu nda genel ilkelere ilişkin hiçbir ifade bu lu nmaz ken, b az ıl arı
tavla gibi Batı'dan, baz ılar ı da domino gibi Doğu 'dan çıkıp y ay ılm ış
mas a oyunl ar ının ku llanı mında s omu tlaşan çok önemli bir pratik ola­
s ılıklar bilgis i mevcuttu . Bu pratik bilgi, ku marbaz ların mes lek s ır­
r ı olduğu için, genel bir kur am altında çerçevelenmemiş olabilir. İn­
s an, geçimini s ağladığ ı sı rları ortalığa y ay maz . F akat ku marbazlar,
"temel bir olas ılıklar hes abını" verebilecek u nsu rlara s ahiptiler. R a­
kamlar hiçbir z aman y ay ımlanmadığından "genellikle kamus al eri­
şilebilirlikle ilişkilendir ilen kodifikasy on, genelleme ve iler leme hiç­
bir z aman or tay a çıkmadı. "?O Bu du ru m, ilmi ifadenin, gelişmes i ni­
hai olarak iletişimdeki gelişmelere bağlı olan b ilim- ilkelerini nası l s a­
rih ve dolay ıs ıy la daha "kur ams al" hale getiriy or gibi gözüktüğünün
kusursu z bir örneğ ini ver ir.
Bir kez daha analiz çer çeves i (grid) kavramı , her geleneği tek ku­
tu plu olarak tanımlama eğilimi gös teren kategorik ayr ıml ar dan daha
uy gu n gör ünüy or. O zaman belirli bir zamanda belirli bir gelenek
içinde y oğu nlaşmış çeşitli özelliklerle karşılaşırız; y ıllar içinde deği­
şen bu özelliklerin "bilim" le bağlantı lı olanları daha "çı kar odaks ız",
"teknoloj i"y le bağlantılı olanlar ı daha doğ ru dan fay day a y öneliktir,
ama hiçbir i bir birinden tümüy le ayr ı değ ildir. Bu nların hiçbiri, tek
taraflı olarak, b ir kıtadan çok diğeriy le ilişkilendirilemez .
Ç oğu llu k ve tu tars ızlığ a iz in vermey en ikili kategor iler içinde baş­
ka s oru nlar da vardır. Es erinin s pekülatif bir bölümünde, N eedham
"moder n bilim" in su nduğu ahlaki ikilemler den bazılarına Ç in' de bir
çöz üm olanağ ı görür, çünkü Ç in 2000 y ıldı r "doğ aüs tü y aptır ımlar­
la as la des teklenmemiş güçlü bir ahlak s is temine" s ahipti.7ı Bu rada
K onfü çy üs çül üğ e gönder me y apmaktadır. Fakat Ç in'in inanç s is tem­
leri ay nı zamanda Bu dizm'i, ata tapınc ını ve y er el ilahları da kaps ı­
y ordu .72 E ks ik olan (ve gör düğümüz gi bi, bilgi için önemli olan), Hı­
ris tiy anlık, İs lam vey a Yahu dilikte olduğu gibi tek bir kaps ay ıcı dini
ideoloj iy di. Bu çoğu llu k elbette "doğ adaki" daha geniş araştırma­
lar ın y olu nu açmıştı. Am a as lında bir s ürü "doğ aüs tü amil" ve "do-
RÖNESANS AVRUPA'SINDA BIUM VE MEDENiYET 1 79

ğ aüst ü y aptırım " var dı. Nee dham ar adan K onf üçy üsçülüğ ü se çip alır,
am a b u, b ir t oplum un inanç s istem ler inin b üt ünlüğ ü içinde b ir un­
sur u (e n ilm i olanı nı) vur gulam ak ve b unu, b ir dizi t ar ihçi ve sosy o­
logun far klı y önler de n y aptığı gib i, açı klam ay a çalı şı lan kült ür ün di­
ğer y önler iy le b ağ lantı landırm ak eğ ilim inin b ir ör neğ idir. Fakat za­
m an içinde herhangi bir nokt adaki inanç sistemlerinde ki çe şit lilik ve
çe lişkiler i gözde n kaçırm ak be lir gin b ir hat adır ve doy ur ucu b ir ta­
r ihy azımı nı önle r.
Önce de n de ğindiğ im kate gor ik ayrım kullanımıy la b ağlantı lı b ir
s or un da, b u t ür ayrım ları kanıtl anab ileceğinde n dah a kalıcı olar ak
kab ul etme e ğilim idir (b ir e ği lim olm akt an öte b ir şey değ ildir b u). Bir
b iy olog olar ak Nee dh am , norm al olar ak anlaşı ldı ğı şe kliy le
"ır kçı lı k"tan kaçı nı r, am a y azdığı t ar ih sı k sı k kült üre l e ğilim lere i liş­
kin kalıts al y at kı nlı klar a gö nderme le r de b ulunur. N ite kim, ör neğ in,
Yah udilerin "e n s oy lu ah laki içgüdüsü"nden söz e der.73 Başka b ir yer ­
de , Çinlilerin "deh ası " na de ğini r. 74 Bu kullanım lar mecazi olab ilir, am a
kült üre l de vam lı lı k konusunda nere deyse b iy oloj ik b ir inancı ser gi­
liyor gib i gör ünür ler; oys a kültürel de vam lı lı k, çok dik kat li ve b ir çok
değ işiklikle kull anılm ası gere ke n b ir kavr am dır. Bur ada be nim y or u­
m um , El vin'in de dikkat çe kt iğ i gib i, Nee dham 'ı n t am ame n t ar ih dı şı
bi r gör üşle, Çin kült ür ü ve t opl um unu zam an içinde de ğişme z kab ul
ett iği yö nünde dir. Ay nı y aklaşımı uzam a da t aşıy ar ak, im par at or lu­
ğu b ir ulus- de vlet kadar t ür de şm işçe sine e le alm akt adı r. Daim a de­
vam lı lığ a vur gu y apar. Tarihse l s üre çte ort ay a çı kan dalgalanm aları ,
değ işim ler i ve dah a önce ki m ode llere ger i dönüşler i anlam ak konu­
s unda b ur ada da b ir analiz çer çe ves i daha iy i b ir kı lavuz olab ilir.75
Nee dham'ı n sosy al t ar ih inin sor unları , öze llikle Çin'in ge lece ği­
ne ilişkin ke hanetler inde açı kça gör üleb ilir. Batı 'yı t aklit etme k ye­
r ine , "s osy alist b ir t oplum anlayı şı " nı n ge lişme si "Çin' in ge çm işiy ­
le , t üm kapit alist b içim ler de n çok dah a t ut ar lı olab ilir. "76 Nee dh am
Çin'de ki me vc ut düze nleme ler i nası l y or um lar dı b ilm iy or uz, am a b ir­
çokları artı k b unları "s osy alist " olar ak görm üy or.77 Her dur um da,
HongKong, Singapur ve Tay van ör ne kler i, onun düşündüğü t ür de n
b ir t ut ar sı zlığı ör ne klem iy or gib i gör ünme kte dir. Nee dham 'ı n kate ­
gor iler i gere k günüm üz gere kse ge çm iş için f azlasıy la dı şlayı cı dır.
180 TARiH HIRSIZLIGI

Kültürel ve tarihsel devamlılığa aşırı vurgu yapmanın dışında, Ne­


edham'ın Batı'da modem bilimin Rönesans, burjuvazi ve kapitalizm­
le birlikte gösterdiği "benzersiz" gelişimi açıklama girişimi başka güç­
lükleri de içermektedir. Ama bütün bunların Çin'in başarılarına iliş­
kin anlayışta yaptığı muazzam ilerlemeyi kesinlikle küçültmediğini
belirtmem gerekiyor. Fakat burada da, Braudel'in "kapitalizm" ve
Weber'in ortaçağ kentinin doğasına ilişkin izahlarında -Weber'in es­
tetik Protestanlığın katkısına ilişkin görüşünden söz bile etmiyorum­
karşımıza çıkacak sorunla burun buruna geliyoruz. Tüm bu açıkla­
malar, bilim ve teknolojide olduğu kadar diğer alanlarda da sıra dışı
gelişmeler yaşayan Rönesans sonrası Avrupa üzerine haksız bir yo­
ğunlaşmayla maluldür. Fakat bu gelişmeler, tüm diğer biçimlere kar­
şıt olarak "modern" diye ayrıldığında, "Needham problemi", Do­
ğu'nun ekonomilerinde, yönetim şekillerinde ve bitimsel başarıların­
da sonradan kaydedilen gelişmeleri izah edemeyen kategorik, özcü
bir tarzda ortaya konmuş olur. Bu gelişmeler farklı bir uzun dönem­
li tarihsel-kültürel çözümlemeyi gerektirir. Referans noktası olarak
çağdaş Avrupa'yla veya Avrupa bilimiyle başlarsanız, başka her şey
sapma ve eksik gibi görünür. Bu, geriye veya başka yere bakan çağ­
daş Avrupalı tarihçilerin genel sorunudur. Son dönem Avrupa bili­
mi ölçü haline geldiği, diğer her şeyse eksik, açıklanması gereken bir
başarısızlık olarak görüldüğü için, farklılığa bir şekilde olumsuz bir
değer yüklenmektedir.
6
"Uygarl ı k" H ı rsızl ığ ı : Elias ve
Mutlakıyetçi Avrupa

Dü nya tarihi ni n bü yük bölü mü uygarlı k ve uygarlı klar, bronz çağı


s onras ı toplumunun dah a bü yü k bi rimler i ü zerinden yazılmı ş, bun­
lar çoğ u zaman Samuel Huntington'ı n ele aldığı tarzda bi rbiri yle ça­
tı şan kü ltü rler olarak algı lanmı ştır. 1 E tni k-merkezci bir konumdan
bakı ldığ ı nda, bu mü cadele Batı' nın dai ma kazandığ ı bi r mü cadele
olarak görü lü r. Bazı i leri görü şlü araştı rmacı lar, etkileşim e açık bir
dü nya açıs ından bakı ldığ ında, zaferin geçici olabileceğ ini kabul eder ­
ken, bi rkaçı nı n da önceki yü zyı lların karşı lı klı başarı larını, s ı klı kla
vars ayı ldığ ından dah a eşit kabul ettikleri bile s öylenebi lir. Dah a per ­
vas ı z etni k- mer kezci i ddi alar bugü nkü veya yakın geçmi şteki üs tü n­
lüğü ner edeys e kalı cı olar ak s unm akla kalmaz, bu üs tü nlüğü en a zın ­
dan 1 6 . yü zyıldan, h atta çok dah a önceden beri s adece Avrupa top­
lumunun evr ilen yönleri açıs ı ndan yorumlar. Böyle bi r yaklaşı mı n
etki li bir ör neğ i, s os yolog Norber t E lias'ı n The Civilizing Process1
adlı es er idi r; bu kit apta yazar ı n bu sü reci açı klama ni yeti ni, onun
i ns an kü ltür leri ne yaklaşımı nı n s ı nı rları belir ler.
1 82 TARiH HIRSIZLlı'..I

U yg arlık, çeşi tli şekillerde ku llanılan bir s özcükt ür. G eni ş bi r bi­
çim de barbarlığ ın karşıtı olarak kullanılır; h er i ki terim de özg ül bi ­
çimlerini G rek dünyas ında ve G reklerin ku zeydeki , g üneydeki ve do­
ğu daki kom şu larını nas ılg ördükleri nde bu lmu ştur. İki nci terim , h or
g örülen ötekiye karşı ku llanılan s on derece et nik-m erkezci bir kav­
ram olarak h ayata atılm ış, am a aynı zam anda dah a s ağlam bir m an­
tığ a da dayanm ışt ır; çünkü kentleri n s aki nleri (civis, yu rttaş) "bar­
bar" terim ini, surların dışında kalan ve dah a kı rs al alışkanlıkları olan­
lar i çi n ku llanıyorlardı. Sonu nda bu s özcük çifti Batılı ant ropolog ­
lar ve arkeolog lar t arafından, h er türlü ahlaki değ erlendi rm e u nsu­
ru ndan yoksu n biçim de ku llanılm aya başlandı: U yg arlık "kent lerin
kültürü" ne, yani s aban tarımı, zanaat üretimi ve M.Ö. 3000 civa­
rında bronz çağ ında doğ an yazı ku llan ım ına dayanan karm aşık top­
lwnl ara,J barbarlık is e dah a basi t, çapa tarım ı yapa n toplum lara g ön­
derm e yapar oldu .
G elg elelim g ünlük dilde kelim enin etnik- m erkezci, değ er yargıs ı
yüklenmi ş ku llanım ı s ürdü. Söm ürg ecili k çerçevesi nde, tem as a g eç­
tikleri öt eki kültürlerin üye ve "adet leri " ne g önderm e yapm ak i çin
kullanılan "barbar" s özcüğüAvru palıların dili nden hi ç düşm ezdi. Bu­
g ün bu s özcüğ ün, başka ülkelerden gelen g öçm enl er veya norm al ku­
rallarla oynam ayan akt if di renişçi ler için aynı s ıklıkt a ve daim a kö­
tüleyi ci m anada kullanı ldığ ı g örülüyor. Karşıt ı, yani "u yg ar" s özcü­
ğ üys e, Elias' ın büyük beğ eni t oplayan kit abında t em eldeAvru palı
bi r bağ lam a g eri dönm üşt ür.
Bu bölüm deki am acım, H ei an dönem i Japonya's ı, Çin ve diğ er
Doğu kült ürlerinde m evcut olan m alzem eleri ku llanarak, E li as 'ın
u yg arlığ ı tam am enAvru palı bi r bağlam a h aps etm esi ni s orgu lam ak­
tır. Ben bu nu Avru pa t arafından yapı lan bir "u yg arlık h ırs ızlığı" ola­
rak g örüyorum . İkinci olarak, E li as 'ın The Civilizing Process 't eki4
projes ini , yaşam ının s onlarına doğ ru ders verdiğ i G ana'da ki dene­
yimleriyle yan yana g etirm ek ve böylece antropologların "öteki kül­
türler" (özelli kle "u yg ar olm a yan" , "barbar" ) olarak s öz ettiği kül­
t ürlere karşı dah a g enel tutumu nu , bu tu tumu n kendi kendini ku t­
layan doğ as ıyla birlikte açıklığ a kavu ştu rm ak ist iyorum.s Ü çüncü
olarak, E li as 'ın eli ndeki veri lerle yorum ladığı s onu çlar aras ındaki
"UYGAALIK" HIASIZLlt'.il: ELIAS VE MUTLAKIYETÇI AVRUPA 1 63

mesafey i açıklamak için bazı met odoloj ik değ erlendirmelerde bu­


lunmak uy gun görü nüy or. Bazıları Eli as' ın t ezini p ass e [ mazi] ola­
rak görecekt ir, ama bu t ez hala seçkin t arihçi R oger Chart ier' nin
eserindeki gibi Fransa'da, H ollanda'da, A lmany a'da ve Figurations
dergisini çıkaran ilginç bir grup bilim insanının olduğ u İ ngi lt ere'de
önemli izley icileri peş inden sü rü klüy or. Eserlerinin y eni baskıları çık­
may a ve karş ılaşt ırmalı uy garlık araşt ırması sorusunu t iz bir sesle
yü kselt mey e devam ediy or.
Elias'ın giriş imi, Kant' ın "her tü rlü t oplumsal g örgü ve t erbiy e
kuralıy la aşı rı yü klen diğ imi z nokt ay a kadar uy gan zdır"6 beyanını
çıkış nokt ası olarak alır. Bu "biz" , Avrupa'dır. Elias'ın fiili ç alış ma­
sı, "' uy garlık' ve ' kültür ' kavramlarının t oplumsal olarak y ar at ılış
sü reci" t art ış masıy la, y ani A lmany a'da uy garlık denilen o ç ok geniş
halk kavramının nasıl sözde analitik bir t erime doğ ru g elişt iğ ine iliş ­
kin bir tart ış may la baş lar. Bu görüş e göre, bizler uy gar, öt ekiler -vey a
paganlar ( kırda y aş ay anlar) , hatt a aramızdaki lü mpen prolet ary a­
vahş idir. Elias, uy garlık kavramını ( genel iş levi ve y ay gın nit eliğ in­
de) "Bat ı'nın özbilincini" ifade eden, Bat ı'nın öt eki t oplumlara göre
ü stü n olduğ una inandığ ı her ş ey i iç inde özet ley en ve modernleş me
aç ısından kendi özel karakt erine iş aret eden bir bütü n olarak görü r.
(M odernleş me benim t erimim; kendisi "Batı'nın ileriliği" ne7 gönder­
me y apar. ) Bu ilerilik kavramı, onun öt eki sosyologların ç alış mala­
rındas eleşt irdiğ i bir durumdur, ama burada bizzat halkın sözcü kle­
rine baş vurma iddiasıy la kendi kullanımını meş rulaşt ırır. A kt örü n
t erminoloj isinin bu benimseniş inin, eserinin Avrupa- merkezci y önü­
ne kat kıda bulunduğ u aş ikardır, ne de olsa konuş anlar Avrupalılar­
dır. Böy lece bu kull anım bazı ç evrelerde hü manizmanın R önesans
öncesi ve sonrası bizim kendi özgü l baş arılarımıza gönderme y ap­
may a baş lamasına çok benzer bir hal alır.
Elias'ın uy garlık ve kü ltü r kavramlarını "t arihselleşt irme" giriş im­
leri ilginçt ir; çü nkü bilimsel kavramların t ersine, bunların kullanımı­
nın özgü l bir t oplumsal bağ lamla ayrılmaz bir ş ekilde iç içe geçmiş
olduğ unu düşü nü r. Fakat bu değ erlendi rme onu bütü nüy le Batılı t op­
lumsal bağ lama day anan bir duruş almay a y önelttiğ i için, kavram­
ların analit ik kullanımı nı fazlasıy la karmaş ıklaştırır. Uy garlık, Bat ı'nı n
184 TARiH HIRSIZLIGI

kendi başına başardığını düşündüğü her şey kadar, onlarla ilişkilen­


dirilmiş tutumlardır da. Fakat öteki karmaşık toplumların da baş­
kalarına göre kendi başarıları hakkında benzer görüşleri vardır. Bu
bakımdan, Elias'ın kullanımı, "uygarlıklcivilization" sözcüğünü tü­
müyle başka bir şekilde (daha çok "kibarlık" gibi) "uygar/civi/" söz­
cüğüyle ilişkilendiren ve bronz çağının kent devriminin sonucunda,
kentlerin kültürüne gönderme yapan daha erken toplumların tarih­
çilerinden çok farklıdır. Elias'ın çabalarını bütünüyle farklı, değer yar­
gısı içeren referanslar çerçevesinde anlamamız gerekmektedir.
Elias'ın iddiası, hem toplumsal hem de psikolojik davranış kalıp­
larının doğuşuna gönderme yapar. İlk durumda, sosyogenez [toplum­
sal yapıların oluşum ve değişim süreci - ç.n.], ikincisinde de psiko­
genezden [zihnin hemen her yönünün köken ve gelişimini anlatan
genel terim - ç.n.] söz etmektedir. Savı, ortaçağdan sonra davranı­
şın gittikçe artan şekilde toplumsal olarak sansür edildiğini, bunun
da utanç ve incelik duygularının sosyogenezine, daha genel anlam­
da da uygar davranışa yol açtığıdır. Bu zamanla içselleşir, uygarlığın
mekanizmaları dışsal zorlamadan içsel sansüre taşınır, utanç suç ha­
line gelir (bu, Freud'a bağlanan bir düşüncedir). "Naturvolk"tan uy­
garlığa tüm süreç, tarihte sadece bir kez -modem Avrupa'da- tamam­
lanmıştır. Elias'a göre, bu gelişmelerin kökeni, feodal toplumdan mut­
lakıyetçiliğe doğru kayıştır. Gittikçe daha hiyerarşik ve karmaşık hale
gelen toplumsal örgütlenme, davranışlar üzerinde, zamanla içselleş­
tirilen daha katı kısıtlamalar getirmiştir.
iddialarının bir çözümlemesine girmeden önce, Elias kuramsal ve
metodolojik ilgilerini açıklama çabasına girişir. Çağının başat sosyo­
loji tipinin -esas olarak Talcott Parsons'a gönderme yapar- bir (du­
rağan) "durumlar" sosyolojisine dönüşmüş ve uzun dönemli toplum­
sal değişim, yani "her çeşit toplumsal oluşumların sosyogenez ve ge­
lişim" kaygısını bir tarafa bırakmış olmasıyla özellikle ilgilenir.9 Eli­
as'ın önemli bir başarısı, birçok "postmodernist" ve diğerleri tara­
fından reddedilen, Marx'ın ve herkesten önce Max Weber'in eser­
lerinde örneklenmiş tarihsel sosyoloji geleneğini canlı tutmasıdır.ıo
Tarih, antropoloji veya sosyal bilimlerin benimseyebileceği tek stra­
tejinin karşılaştırma olduğunu ileri sürmek istemem. Elbette Nuer'ler
"UYGARLIK" HIRSIZLIGI: ELIAS VE MUTlAKIYETÇI AVRUPA 1 85

üz er ine, Ni l halklar ını kapsayan daha geni ş bir ar aştırm a çer çevesi ­
ne veya ort açağ Bosna'sına, h atta R önesansAvr upa'sı nda davr anı ş
bi çim ler ine yoğ unlaşm ak da m üm kündür. Ayr ı ca ne yoğ un ar aştır ­
m a ne de si st em li kar şı laştırm ayı kucaklayan, am a i nsanlığ ı n öykü­
sü üz eri ne daha genel bir spekülasyonu kapsayan b ir ar aştırm a tar­
z ı da m üm kündür. Bizz at b en, ayr ı bir i sim altında sır alanan, söz ge­
lim i Hab erm as'ın uyguladığ ı " felsefi antr opoloji" yi de b ur ada bir
olasılık olar ak görm eyi t er cih ederim . Fakat eğ er b elir li t oplum ti p­
ler i ( tanım lanm ış olsa da) ar ası ndaki far klar hakkı nda b ir şey söy­
lenm ek, hatta b u tür genel far klar ın var lığ ı im a edilm ek i steniyor­
sa, sist em li kar şı laştırm alar dışında ger çek bir alt er natif yoktur. Ya­
kı n geçm işt e çıkan bir kit apt a P om er anz, klasi k toplum sal kur am ı n
b üyük b ölüm ününAvr upa-m er kezci olduğ unu kabul eder, fa kat şunu
iler i sür er:

Kültürler arası karşılaştırmayı büsbütün terk eden ve neredeyse yalnız­


ca tarihsel anları n olasılıgını, özelligini ve hatta bilinemezligini sergile­
meye odaklanan bazı güncel "postmodernist" araştırmacıların gözdesi olan
alternatif bakış, tarihteki (ve çagdaş yaşamdaki) en önemli sorulardan
birçoguna yaklaşmayı bile olanaksız kılar. Bunun yerine, daha iyilerini üret­
meye çalışırken taraflı karşılaştırmayla yüzleşmek çok daha tercih edilir
g ibi görünür.

Bu yüz leşm eyi yapm anı n yoluysa, kar şı laşt ır ı lan t ar aflar dan bi­
r ini kur al olar ak görm ek yer ine, her iki tar afı da sapm alar olar ak
kab ul etm ektir. ı ı Bu am aç, tüm sosyal bi lim ler için önem li b ir he­
def olar ak kalm alı dır ve Web er'l e E lias'ın eser ler i de biz e b unu öne-
r ır.
Yaklaşım ı nın b az ı yönler indeki sor unlar a kar şın, E lias'ı n sosyo­
lojik analizi n geli şim i üzeri nde, am a sadeceAvr upa b ağ lam ında, b az ı
et kileri olm uşt ur. Bir ör nek, Mennell'in Fr ansa ve İ ngilt er e' de yiye­
ceği n gelişim i üz er ine yaptığ ı ilgi nç çalı şm adır; b u çalı şm anı n i çer i­
ği tar ihsel olm akla b ir likte, sosyoloj ik b ir çer çevede ver ilm iştir. Bu
çer çevenin b ir yönü, N orb er t E li as'ı n yaklaşım ı na i çkin b ulunan, fa­
kat aslı nda oldukça m üphem olan "fi gür asyonel sosyoloj i" dir.
186 TARiH HIASIZLIÖI

"Figürasyon" sözcüQü, insanların gruplar, devle�er ve toplumlar içinde


bir araya gelme kalıplarını - her türlü işbirli'Q i ve çatışma biçimini kuşatan
ve çok nadiren duragan veya degişmez olan karşılıklı bagımlılık kalıpları ­
anlatmak için kullanılır. Gelişmekte olan bir toplumsal figürasyon içinde birey­
sel davranış, kültürel zevkler, entelektüel fikirler, toplumsal katmanlaşma,
siyasal iktidar ve ekonomik örgütlenme bicimlerinin tümü, kendileri de za­
man içinde araştırılması gereken şekilde degişen karmaşık yollarla birbiriyle
ic ice gecer. Amac, figürasyonların bir tipten digerine nasıl degiştiginin "sos­
yojenik" bir acıklamasını vermektir . . . 12

Mennell gibi, Elias da Avrupa hakkında ilginç bir tarihsel sosyo­


loji üretir. Bu, kaçınılmaz şekilde olayların zaman içindeki analizi­
ni kapsar ve "figürasyonlar" kavramını ortaya atarak halletmeye ça­
lıştığı şey, değişim ve devamlılıktır. Fakat aslında biı kavramın yap­
tığı, sayısız sosyolojik ve antropolojik kavram tarafından daha önce
yapılmamış mıdır? Kaldı ki, Elias'ın eserinde figürasyonların da uy­
garlıklar gibi çok küçük bir karşılaştırma tabanı olması sorunu hep
vardır. Mennell, Elias'ın önermesine1 3 "Batı toplumunun kendine öz­
gülüklerinden biri, kültür ve davranışlardaki tezatların azalması, baş­
langıçta çok farklı toplumsal düzeylerden türeyen özelliklerin kay­
naşmasıyla birbirine geçmiş olmasıdır," şeklinde gönderme ya­
par.14 Bu özelliğin benzersiz şekilde Batılı olduğundan kuşkuluyum;
elbette elimizde hiçbir kanıtın gölgesi bulunmamaktadır. ı s Ayrıca ne
özgün eseri ne de Gana'ya ilişkin yorumları, bir bütün olarak insan
toplumunun geçtiği süreç, davranışları ya da simgeleri hakkında ge­
nel bir anlayış sunmaktadır. Tabii ki böyle bir anlayış ortaya kon­
madan da değerli akademik çalışmalar yapılabilir, ama böyle bir ge­
nel bakış yokluğunun, "uygarlaşma süreci" kadar genel bir hususun
tahlilini ciddi biçimde kısıtlayacağı da unutulmamalıdır.

Benim görüşümce de haklı olarak, Elias sosyal bilimlerin ideo­


lojisini bir kenara bırakmamız ve olgusal temeli geliştirmeye çalış­
mamız gerektiğini ileri sürer. Fakat kendi çalışmasıyla ilgili sorun,
olgusal temelin kısıtlı oluşudur - daha önceki monografisinde "iler­
leme" kavramının, görgünün gelişimindeki uygarlık, merkezileşme
"UYGARLIK" HIRSIZLIGI: ELIAS VE MUTLAKIYETÇI AVRUPA 1 87

ve içselleştirme tahditlerine içkin olup olmadığı da açık değildir. Eli­


as'ın "ilerleme" ve "süreç" kavramlarının ve bunların daha önce­
ki evrim ve gelişme kavramlarıyla ilişkisinin doğası üzerine pek çok
tartışma yapılmıştır, ama temel eserinde Elias kesinlikle gerek top­
lum gerekse kişiliğin zaman içindeki vektörsel dönüşümünü ele al­
maktadır.
Ayrıca "bugünün daha gelişmiş toplumları" dışında, "insan et­
kisinin yapı ve denetimi" üzerine çalışmaların yetersizliğine dikka­
ti çeker. Öteki toplumlardan kanıtlara olan ihtiyacı t�kdir eder, ama
gerek sosyo-politik düzeyde katmanlaştırma açısından ("devlet de­
netimleri"), gerekse etki denetiminde uzun vadeli değişimle ilişki­
si (bu ikincisi deneyimde "utanç ve tiksinme eşiğinden bir gelişme
biçiminde" tezahür eder) açısından sorunu çözmeye çalıştığını be­
lirtir. Böyle bir "gelişme" kavramı hayati önemdedir. ·Metafiziğin
egemenliğindeki sosyolojik gelişme kuramlarını, daha ampirik te­
melli bir modelle değiştirmek istemesine karşın, "19 . yüzyıl anla­
mında" evrim kavramını veya 20. yüzyıl anlamındaki belirsiz "top­
lumsal değişim" görüşünü reddeder. 1 6 Daha çok, toplumsal geliş­
meye, yani birkaç yüzyıl içinde devlet oluşum süreciyle birlikte bu­
nun tamamlayıcısı olan gelişen uygarlık sürecine bakar; başka her
şey Na turvolk 'un ürünü olarak görünür. Elias, "genel olarak top­
lumsal sürecin, özel olarak da toplumsal gelişmenin dogmatik ol­
mayan, ampirik temelli sosyolojik kuramının temelini kurmakta ol­
duğunu" ileri sürer. 1 7 Böyle bir araştırmanın ilk kurbanının Na tur ­
volk genellemesi olması beklenirdi. Gelgelelim, Elias ("yapısal" ola­
rak görülen) toplumsal değişimin birçok kuşak boyunca "daha faz­
la veya daha az karmaşıklığa" doğru hareket ediyor kabul edilme­
si gerektiğini söyleyerek devam eder. ıs Çok genel olması nedeniy­
le, bu kuramın diğer bağlamlara uygulanabilirliğini tartışmak ko­
lay değildir. Aynı zamanda, devlet oluşumu ve uygarlık kavramını
Avrupa'daki modern dönemle kısıtlı tutar. Özellikle devlet oluşum
sürecinin diğer Alman yazarlarca (antropolog Robert Lowie gibi)
çok daha geniş bir bağlamda ele alındığı düşünülürse, kuramsal bir
bakış açısından bunun gibi sadece Avrupalı kalmış bir odak, savu­
nulamayacak niteliktedir.
188 TARiH HIRSIZLJGI

Uygarlaşma Süreci
Eli as kit abı nın önsöz üne şu söz lerle başlar: "Bu çalı şmanı n mer­
kezi nde, Bat ılı uygar i ns ana öz gü o larak kabul edi len davranış biçi m­
leri yer alm akt adır. " Tezi , "ort açağ- feo dal" dönemi nde, Avrupa' nı n
uygar o lmadığ ıdı r. Batı'nın "uygarlaşması" dah a so nra gelmi şti r. Or­
t açağ dan so nra davranış ve "duygus al yaşam" nas ıl deği şmi şti? "U y­
garlığ ın ruhs al süreci ni " nasıl anlayabi li riz ? Eli as, öz gül o larak "utanç
ve nez aket duygularında" bir deği şi m o lduğ unu; to plumun t alep et ­
tiği ve yas akladığ ı ölçütün deği ştiği ni i leri s ürer. To plums al o larak
damıtılmı ş ho şnut suz luk eşiği yer deği şti rmi ş ve böyleli kle to plum­
s al yapt ırımların içs elleştiri lmesi yle kendi ni göst eren uygarlaşma s ü­
reci ni n merkezi so runları� dan biri o larak "so syo jeni k" ko rkul ar so ­
runu doğ muşt ur. Baz ı h alkları n, biz lerden dah a ço cuks u, dah a az ye­
ti şki n gi bi göründüğ ünü i ddi a eder; o nlar uygarlaşma süreci nde aynı
aşamaya ulaşmamışlardır. G erçi Eli as, "bizi m uygarlaşmı ş davranı ş
t arz ı mız ı n mümkün o labi lecek t üm i ns ani davranış tarz larının en i le­
ri si " o lduğ unu i leri s ürmez , ama o na göre uygar kavramının t a ken­
disi "Batı'nın öz bi li nci ni if ade eder. "19 Bu teri mle Batı to plumunun,
kendi üs tünlüğ ünü beti mlemeye çalışt ığ ı nı beli rti r.
"İnsanların bi rbirleri ne uyu m s ağ lamak ve saygı göstermek zo run­
da o lması , bi reyi n h er z aman duygularını o rtaya ko yamayabi leceği
anlayışına" di kkat çeker; bu kavram h em Frans a' da, öz elli kle saray
edebiyat ında h em de İ ngilt ere' de o rt aya çı kar. 20 Bu fi ki rleri n feo dal
to plumda bulunmadığ ı ve o rtaçağ -so nr ası Avr upa'nın mut lak mo­
narşi leri ni n s aray yaşamından doğ duğ u kabul edi li r; "ilgi li to plum­
sal durumlar, monde [sos yete] içi ndeki yaşam, Avrupa'nın h er yeri n­
de i lgi li ah lak kuralları na ve davranı ş t arz larına yo l açtı. " Başka bir
deyi şle, uygarlaşma süreci , Avrupa'nın "mo dernleşmesi " yle bağ lan­
t ılı görülür.
Bu süreci n bi r kısmı, Rönesans' tan yakın z amanlara kadar devle­
tin yüks eli şi , bedensel i şlevleri n gerek söz de gerekse edim de git gi de
gizlenm esi , h areketleri n, jest leri n ve duruşların dah a kasıtlı o larak res ­
mi leşmesi yle bi rli kt e nez aket kurallarının geli şm esi ydi. Kanıtlar,
( Eli as'ın biz i m şim di "adabımuaşeret kitapları" dedi kleri miz den dah a
·uvGARLIK' HIRSIZUCil: ELIAS VE MUTlAKIYETÇI AVRUPA 189

çok ciddiye a lınma sı ge re ktiğ ini dü şündüğü ) davra nış kıla vu zla r ında n
vey a Fr a nsızca "manuels de savoir-faire"den [e l hü ne ri kıla vu zla rı]
olduğu ka dar, diğe r y a zılı ve gör se l kay na kla rda n da a lınmıştır. He m
ta lima tla r he m de da vr a nışla r sınıf te me lliy di, toplu mu n dah a ü st u n­
su rla rına y öne likti vey a ort a sınıf a ü st sınıfın ne le r y a pma kta oldu­
ğu nu öğrenney i a maçlıy orla rdı. Bu tür kı la vuz lar, ye me k pişir me vey a
ka tma nla şmış da vr a nışın diğe r biçimle ri ü ze r ine y a zılmış birçok ki­
ta p gibi, bizza t a r istokra side n çok a r is tokr a si gibi olma k isteye nle ri,
y a ni bu rju va ziy i he defle me ktey di. Ay nı za ma nda, özd likle bu gru p­
la r vey a onla rın u nsu r la r ı toplu mda ki konu mla r ını değ iştirme sü re­
ci içindey ke n, ge ne lde "ü stte ki" ni "a ltta ki" nde n ay ır ırla rdı.
Elias' ın y oru mu nu n s oru nla rı nda n biri, bu da vra nış ka lıpla rında­
ki ça ta l ku lla nımı gibi ba zı öze llikle rin, Avru pa' da açıkça ye ni olma ­
s ına ka rşın, dikka t çe kici y önle rini n dah a önce ki kla sik m ode lle ri h a ­
tır la tmas ıdır. Bu gibi mode lle r in, pe k çok y önde n bir doğu m (s osy o­
ge ne z) olma kta n çok, bir ye nide n doğu ş ola nAvru pa R önes a ns 'ı es ­
nas ında öne mli bir rol oy na dığ ı a şika rdır.21 Avru pa kü ltü rü nü n bir ­
çok ce phes inde olduğu g ibi, toplu mla r bir ye nide n uyg a rla şma sü ­
re cinde n geçiy or la rdı: Sa de ce bir ye nide n y a r a tma değ il, R oma 'nın
çökü şü nü n a r dında n y itirilmiş ola nın ge ri ge tirilme si söz konu suy ­
du. Üs t-a lt farkla rı e lbe tte ort açağda ort a da n kay bolma dı, ond a n ön­
ce ki döne m bile "s a ray lı " ve şöva lyeye özgü onu ru n ge lişimini görm­
ü ştü . Bu nu nla bir likte , Ba tı' da or taçağın h a tır ı s ay ılır bir döne mi bo­
yu nca , klas ik dü ny a da me vcu t ola n bu r ju va kü ltü rü ne , ke ntle r in kü l­
tü rü ne ("uy ga r lık" ) pe k a z vu r gu y a pıldı. Soy lu la r a ras ında b ile , ba zı
za rafe tle r y ok olu p gitmişti.
E lia s, or taçağın a r dında nAvru pa toplu ms a l y a şa mının bir izah ı­
na girişir. Fe oda lizmde n sonra ki sosy o-politik değ işimle rle ilgile ndi­
ğ i h a lde , Ma rx vey a We be r'in y a ptığ ı gibi "ka pita lizm" irı vey a s a ­
nayile şme nin büyük sosy oekonomik dönüşümü nü a ra şnrm asını n mer­
ke zine ye r le ştirme z. İlkinin e se rini, y a za rın sa nay i prole tary as ıy la öz­
de şle şme si ve insa nlığ ın ge lişme sine ina ncı yü zü nde n re dde de rke n;
ikincisinin ide a l tiple r düze nle meye y öne lik ta rih se l y önte mi, E lia s'ın
soyu tla ma , ay ır t e tme , ay ır ma da n çok sü re ce ola n ilgisine te r s dü ­
şe r. D ah a sonra ki "uy ga r lık" la bir te za t olu ştu ra r a k, E lia s'ı n ilgis i
190 TARiH HIRSIZLIGI

on u Avrupa'n ın ortaçağ ın a geri götürü r; on dan ön ce veya başka yer­


lerde n e olduğ uyla pek az ilg ileni r. Ne an tikçağ ne deDoğ u' daki uy­
garlıkla uğ raşır.
Bu tez , R ön esan s dön emin de Avrupa'yı yü kselten tek yön lü bi r
geli şme meselesi olarak ele alın ır. Ön ceki ve diğ er kü ltü rlerdeki uy­
g arlık sürecinin göz ardı edi lmesinin bi r son ucu olarak, modern liğin
bir yönü (Marksi st veyaWeb er' ci iz ah ta) kapi taliz min yükselişini tem­
si l eden sosyoekonomik deği şi mleri i çermesi gereken kapsamlı sü re­
cin olduğ u kadar, bilg i sistemlerinin gelişmesin in bir parçası olarak
da g örü lü r; bunlara E lias sın ırlı da olsa dikkat gösteri r. İz ah ıyla il­
gi li bi r başka sorun dah a mevcuttur: Eli as' ın in celediği kılavuz ve el
ki tapların da tez ahür eden kısıtlamalar ve g örgü kuralları, bü tün bü ­
yü k katmanlaşma sistemlerin in ortak öz elliği dir. Bü yü k sistemler der­
ken , bronz çağı sonrası uyg arlıklarıyla ili şki lendir ilen; Doğ u Asya' dan
Batı Avrupa' ya dek uz an an sistemleri kas tediyor um. Aslın a bakılır­
sa, buraların da ötesin de, eği tsel kurumların Konfü çyü s tavı rların ı,
törelerin i ve i deoloj ilerini o muazz am ü lkenin h er yerin e yaydığı z a­
man Çin' de olduğ u gi bi , Mü slü man dervi şlerin temiz olman ın beli r­
li uygulamaları dah il " kon trol altın a alı n mış" davran ışın yen i bi çim­
lerin i yaydığ ı Afri ka ve Okyan usya'nın baz ı kesi mlerin e dek uz an an
bi r alan dır bu. Belki bu kesimi n de dışına t aşmaktadır, zi ra Afri ka'n ın
" kü ltü rel olarak" dah a " eşitlikçi" ama katman laşmış devletlerin de,
bu tü rden öz el davran ışlar gruplardan (" sınİflar" ) çok bi reysel ma­
kam sah iplerine, örn eğ in şeflere özgü dü r; bu da Elias'ın göz lemle­
diğ i, Avrasya'n ın kat man laşmış toplumların dakin e benz er h iyerar­
şi lerle bağ lant ısız tü rden kısıtlamaların bir başka örn eği dir. Bu ön er­
me, kuşkusuz tü m g elişmeci görü şlerin değ il, ken dilerine model ol a­
rak Avrupa'daki kısa dön emli geli şmeleri alan ve sın ıf sal olarak f ark­
lılaşmış davran ışın (öz gü l bi r kü ltü rel durumda) doğ uşun u, yin ele­
n en bi r sü reç değ il de, benz ersiz bir olay olarak gören lerin ve .E li as' ın
özgü l geli şmeci görü şünün z ayıflığ ın a i şaret eder.
Soyutlamadan n efret ve Avrupa'ya odaklan ma, on u Fran sız sos­
yologuDurkh ei m' dan da ayırır.22 Marx ve Weber elbette Asya h ak­
kın da malz emeleri eserlerin e eklemlemişlerdi; aslın da, Avrupa' da ka­
pi taliz min geli şi min i açıklamak i çin bun u asal bi r sorun olarak gör-
"UYGARLIK" HIRSIZLJCil: ELIAS VE MUTlAKIYETÇI AVRUPA 1 91

düler. Daha genel bir bağlamdaysa "öteki (daha basit) kültürler" hak­
kında oldukça az şey biliyorlardı. Gelgelelim, Durkheim insani ge­
lişimi gözden geçirirken çok daha geniş bir tuval üzerinde çalışmış­
n. Elias sıklıkla işbölümünü tartışmış olmasına karşın, erken modern
dönemdeki olaylara dar bir bakış açısından yoğunlaşarak, etkili Fran­
sız sosyologun geniş karşılaştırmalı çalışmasından söz etmeyi ihmal
eder. Bunu yapsaydı -güçlü psikolojik ilgileri de göz önüne alındı­
ğında- Durkheim'ın organik ve mekanik dayanışma başlıkları altın­
da hesaba kattığı işbölümünün içselleştirilmiş yönlerine daha çok dik­
kat edebilirdi; organik dayanışma, basit, farklılaşmamış toplumlar­
daki ilişkilerin doğasına, mekanik dayanışma ise karmaşık toplum­
larda grupların ve bireylerin bağlantı kurma yollarına gönderme ya­
pıyordu. Bu işbölümü biçimlerini, Evans-Pritchard gibi antropolog­
larca çıkarılan bir kavram olan "manevi yoğunluk" başlığı altında
tartışıyordu. Elias'a göre de, toplumsal kökenlere olan ilgi, daima
psikogeneze olan ilgiyle koşuttu,23 zira haklı olarak içsel ve dışsal
olanı, toplumsal ve bireyseli tek bir madalyonun iki yüzü olarak gö­
rüyordu.
Elias'm kültürel analiz bakış açısından ve uzun dönemli tarihsel
derinlikten yoksun olmasına karşın, onun sosyogeneze aralıksız vur­
gusunu ciddiye almamız gerekiyor. Onun kurumların doğuşuna duy­
duğu bu ilgi, okuryazarlık öncesi kültürlerle uğraşan 20. yüzyıl an­
tropologları tarafından çok az değerli veya değersiz diye reddedilmiş­
ti. Bununla birlikte, Elias için tarihsel araştırmanın ortaya çıkardı­
ğı bir sorundu bu. Psikolojik yönlerin araştırılması , kanıtların doğa­
sı nedeniyle kaçınılmaz olarak daha sorunludur, ama akla uygun bazı
tarihsel, karşılaştırmalı veya hatta kuramsal temeller bulunduğu dü­
şünülürse, kurumların doğuşu mükemmelen geçerli bir araştırma ala­
nı oluşturur.
Bu bizi merkezi örneğe, yani mutlakıyetçiliğin sosyogenezine gö­
türür.24 Lineages of the Absolutist State adlı eserinde Anderson'ın
belirttiği gibi,25 Elias da mutlakıyetçiliğin doğuşunun, 4. Bölüm'de
tartıştığımız despotizm kavramına açıkça benzeyen bir şekilde, "top­
yekun uygarlık sürecinde kilit bir konum" işgal ettiğini görür. Mut­
lakıyetçiliğin oluşum süreci, "artan tahdit ve bağımsızlığın ortaya çı-
1 92 TARiH HIRSIZLIGI

kış" şekli yle i li şki li di r ve t üm çab alarını n me rke zi nde olduğu nu gör­
düğ ümüz "toplumsal görgü" yle "yükle nmi ş" uygar insan hakkın­
daki K ant 'çı tart ışmaya gönde rme yapar. Sosyoge ne ze , t oplu msal ge­
li şme ye dai ma i çse lle şti ri lmi ş bi r " psi kogenez" , mut lakıyet çi liği n sü­
pe r-egonun de ne ti minde ki t oplu msal t ahdit le ri e şli k e de r. Fre ud'c u
kavramlara b aşvur ması, Civilization and its Discontents'e b enzer bi r
t oplu msal i le rle me görüşü ne sahip olduğu nun göste rge si di r.26
Eli as ve Freu d'un da yararlandığ ı ort ak düşünce le r havuzu na, Fre­
ud' un The Future of an Illusion'ında işaret e dilmi şt ir;27 kit ab ı İngi­
li zce ye çe vi re n ve yaym a hazırlayan J ames Strat che y onu, "i çgüdü­
nü n t ale ple ri yle uygarlığ ın t ahdit le ri arasındaki de va b ulmaz çeki ş­
meyi " hare kete ge çi re n olgu di ye beti mle mişti r.ıs "Uygarlık, i kti dar
ve se rve t araçl arını n nasıl elde edileceğ ini anlayan b ir azınlık tara­
fından, di re ne n bi r çoğ unluğ a dayat ılan bi r şeydir, "29 yani daha son­
raki i deoloji ni n i leri sürdüğü gibi de mokrati k bi r si stem aracılığıy­
la deği l, mut lakı yet paradi gmasında ge rçekle şi r. Fre ud'a göre " ki t­
le le r te mb el ve akı lsızdır"Jo ve e n azından eği tim sayesinde , uygar­
lıkt an ne fret et me yi b ırakıp i çgüdünün fe da e di lme si d ahi l diğe r fay­
daları kab ul e di nceye, tahdit le ri i çselle şti ri nce ye kadar zor yolu yla
denet lenme le ri ge reki r.
Uygarlı k kavramı Eli as t arafından kullanılana çok be nzer ve ya­
rarları arasında güzelli k, t emi zli k ve düze ni n t anınması ye r alır; b u
süreçte b anyolar öne mli di r ve sab un ku llanımı bi r " u ygarlı k
ölçütü" ne dönüşür.31 A slına b akılır sa, b u paragraf E li as'ın Avrupa'da
uygarlığ ın ge li şi mine i li şki n tezi ni n ayrınt ılı şe ki lde i şlenme si ne yö­
neli k bi r program öne ri si sayılab ili r. Dahası, vu rgu maddi den zi hi n­
se le kayar. Freu d'a göre, su çlu luk duygu su "uygarlığı n ge li şimi nde
en önemli sorundur"; "uygarlıkt aki ge li şmemi ze karşı lı k olarak öde­
diği mi z b ede l, su çlu luk du ygu su nun ağırlaşması yolu yla mut luluğu n
kayb ıdır. "32 Ei nst ei n'a yazdığ ı ünlü me kt ub u Why War 'da33 şöyle
de r:

Uygarlık süreciyle ["organik bir süreç"] at başı ilerleyen fiziksel modi­


fikasyonlar [ . . . ] içgüdüsel amaçların tedricen terk edilmesini ve içgüdüsel
dürtülerin kısıtlanmasını kapsar. 34
"UYGARLIK" HIRSIZLIGI: ELIAS VE MUTlAKIYETÇI AVRUPA 1 93

Genel argüman çizgisi, uygarlık görüşü, tahdit ve baskı kavram­


ları, içgüdüsel (hayvani) doğanın dizginlenmesi, sürecin içinde yet­
kenin rolü (baba biçiminde mutlakıyetçilik), bu temaların tümü de
iki yazarda birbirine çok benzer ve Elias'ın Gana'yı ziyaret edip yer­
li halkla karşılaştığında Naturvolk diye adlandırdığı olgu karşısın­
daki tutumunu açıklamaya yardım eder. Devletin yükselişi doğrudan
duyguların ve davranışın denetlenmesiyle bağlantılıdır. Bu önerme­
ye kafa yorarken, bu savın benzersiz olmadığını bilmemiz gerekiyor.
Yurttaşların içsel davranışıyla ilişkilendirilen bu devlet denetimi kav­
ramının her yerde, örneğin Japonya' da paralelleri vardır: Aslına ba­
kılırsa, böyle bir savın bir devletin varlığının ta kendisinin post-fac­
to meşrulaştırılmasının bir parçası olduğundan kuşkulanmamak elde
değil. 1 1 . yüzyıla ait büyük Japon eseri Genji'nin Romanı'na dair
yorumunda eleştirmen Bazan şöyle yazar: "Kendilerini duygularla
ifade eanek insanların doğasıdır; törensel ve erdemli kalmak eski kral­
ların hayırlı etkileriydi. "35 Başka bir deyişle, mutlakıyetçilik sırasın­
da uygarlığın doğuşuna yardım ettiği düşünülen koşullar, Asya des­
potizmleri adı verilen devletleri belirleyenlerden farklı değildir. Öy­
leyse devletin rolü kavramı konusunda özellikle Avrupa'ya ait dene­
bilecek hiçbir şey yoktur. Ve her durumda, tamamen terminolojik
bir bakış açısı dışında, devlet yaptırımlarını davranışı denetlemenin,
"yasalar" yapmanın tek yöntemi olarak görmek apaçık bir kuram­
sal hatadır. Daha yalın toplumlarda, devlet müdahalesi zorunlulu­
ğu olmaksızın da toplumsal bir yaptırım olarak karşılıklılık geniş bir
biçimde mevcuttur.
Devlet müdahalelerinin görgü kurallarını etkilediği düşünülür; gör­
gü kuralları da içsel değişimlerle bağlantılıdır. Elias gündelik davra­
nışın çeşitli yönlerine, sofrada yemek takımlarının (özellikle çatal),
mendillerin ve benzeri eşyanın artan kullanımına yoğunlaşır. Bu dö­
nemde ticari genişlemeyle ilişkili olarak artan tüketim Batılı kültür­
lerde giyim kuşam ve sofra adabı konularında ayrıntıların çoğalma­
sını da içeren bir dizi önemli değişime tanık olunmasını sağladı. Fa­
kat düpedüz belirli bir kültürel etkenler setini seçip, karşıt bir anlam
veriyor gibi görünen diğerlerini görmezden gelmenin doyurucu olup
olmadığını sormamız gerek. Kişisel adaptaki değişimlerin yanı sıra,
194 TARiH HIRSIZLIGI

bizz at E li as'ı kendi yu rdu Almanya'd an kaç maya yö nelten yö nleri


d e d ahi l, savaş ve şidd etteki artış kad ar ci nselli k alanınd aki d aha az
tahdi tli d avranışı, mülki yet haklarının i hlalleri ni ve ç ağd aş yaşam­
d a karşılaştığ ımız diğ er suç biçi mleri ni d e göz ö nüne almak gerek.
Şidd etle i lgi li olarak, E li as şu d üşünceyi ileri sürer: "D oğ rud an
si lahlar ve fizi ksel güç tehdidi nd en gelen z or lamalar ın ted ri cen na­
sıl az ald ığ ını ve du ygu ların özd eneti m biçi mi nd e d üz enlenmesin e yol
açan b ağ ımlı lık biçiml eri ni n ted ri cen nasıl artt ığıru aç ıkç a gö rürüz. "36
Bu ö nerme, 20 . yüz yıld a si lahların ku llanımı ve tehdidi göz ö nüne
alınd ığ ınd a, en az ınd an toplu m d üz eyi nd e son d erece ku şku gö tü­
rür ni teli ktedi r; bu nu televiz yon ekranlarında ve sokaklarımızd a her
gün yaşıyoruz . Yi ne d e, toplu msal olgu ların, gi tti kç e art an özd ene­
ti m genel kavramıyla u yu mlu olduğu nu i leri sürer. Gö rmüş olduğu­
muz gibi , bu tez muğ lak bi r biçi md e " Naturvolk " la onların sözd e
d aha öz gür du ygu ları arasınd aki karşıtlığ a, (d ışsal) u tanç tan (iç sel)
suç lu luğ a kayma kavramına, iç güd üsel d ürtülerle d ürtüleri n toplu m
tarafınd an ted ri cen d enetim altına alınd ığ ına d ai r F reud 'cu ve b en­
z er b akış aç ılarına d ayanır. E li as'a gö re sosyogenez ( mu tlakıyetçi li k­
teki gibi) u tanç la, psi kogenez ( süper- egod aki gibi) suç lu lu k du ygu ­
su yla b ağ lantılı gibi gö rünür.
E li as'ın tezi nd e b aşka soru nlar d a vard ır: İlk olarak, tü m toplu m­
sal yaşam her yerd e, karşılıklılık sai ki yle bi le olsa, farklı bi reylere
b eli rli bi r saygıyı, onları hesab a katmayı, du ygu lara ve d avranışla­
ra b eli rli bi r sınırlama geti rmeyi iç eri r. Avru pa'd a sofra ad ab ının ta­
ri hsel geli şi mi ne i li şki n aç ıklamasınd a haklı olabi lir, ama bu nu n ken­
di si ni n varsayd ığ ı gibi ö teki lere yö neli k saygının geli şi mi ne i li şki n
b ütüncül anlayışla pek az i li şki si vard ır.37 Bu saygıyı kesi nli kle b aş­
ka yerlerd e d e bu lu ruz. Ve aslınd a, yu karıd a gö rd üğ üm üz gibi , b az ı
yö nlerd en diğ er alanlard aki bi r saygı yokluğu , sofra ad ab ınd aki ge­
li şmelerle bi rli kte eşi t hız la artmışa b enz er; bu gün ai led e ve sokak­
ta şidd et bi r hayal d eği ldi r ve E li as' ın Whi g- vari yaklaşımıyla (bu
fi kri redd ettiği iddi asına karşın) onu n yazd ığ ı dö nemd e cepleri nd e
taşıd ıkları mendi lleri yle bu ru nlarını rafi ne bi r biçi md e temiz leyerek
topu klarını tıkırd atan N azi leri nAvru pa' nın her yeri nd e Yahudi le­
ri katledi yor olmaları gerç eği ni b ağd aştırmak ç ok z ordu r. U ygar d av-
"UYGAALIK" HIASIZUı'.;I: ELIAS VE MUTl.AKIYETÇI AVRUPA 1 95

ranış h akkınd a b ir kitab ın bu tü r çelişkil eri yeterince göz önü ne al­


m as ı gerekir.
İkinc i ol arak, El ias 'ın u ygarl ık anal iziyl e il gil i ana s oru n, başt an
s ona Avru pa-m erkezc i olm as ı ve d iğer kültü rel al anl ard a benzer b ir
sür ec in baş göst erd iğini göz önü ne b il e alm am as ıd ır. "U ygarl ık" te­
rim ini n genell ikl e kull anıld ığı b ronz çağının d aha erken t opluml a­
r ını b ir yana bır akal ım veDoğu 'nu n d ah a yakı n geçm işteki kül tü r­
l erini el e al al ım . Karşılaştırm al ı tar ih çi Fernand ez-Arm est o, d ah a önce
s özü nü ett iğim Mur as aki'nin Genji'nin Rom a nı'n da m evcut ol an şek­
l iyl e H eian J aponya's ının s aray kültü rü nü n inc el ikl erini yazar. "O
d önemd e H ırist iyan al emi nd e, ar ist okr atik eşkı yal ığın Kil is e t arafın­
d an önü nü n al ınm as ı veya en azınd an kanal ize ed ilm es i gerekm iş­
t i . Soylu kabad ayıl ar, çok u zu n bir zam an d il im i içind e, d aim a ki­
barl ık d eğerl erinin eğit im i oldu ğu kad ar s il ahl ı bir eğit im ol arak d a
k al an şöval yel ik kültü aracıl ığıyl a, en iyi iht im all e yavaş ve dü zen­
s iz aral ıkl arl a u ygarl aşt ıl ar. Bu b akış açıs ınd an, dü nyanın öteki ucu n­
d a, s ekül er bir s eçkin gru bu nc a du ygu h ass as iyet i ve barı ş s anatl a­
rının ku cakl and ığı bir kültü rü n varl ığı çok şaşırt ıcı görü nür. "38 El i­
as 'ınkine b enzer bir k avram kull anarak, J aponya' nı n, anaht ar bir t e­
rim olarak gördü ğü , "kol ektif bir öz-s ınırl am a proj es i" ni s ergil ed i­
ğind en s öz ed er.39 Tek benzerl ik bu d eğild ir. Ş öyl e d evam ed er: "11 .
yü zyıl d iğer b azı s aray kültü rl er iyl e yan yana d eğerl end ir ild iğind e,
H eian d eğerl eri Hırist iyan al em inin öl çü tl er iyl e görü ndü ğü kad ar tu ­
haf d eğild ir. " Söz gelim i, Sevill a hü kümd arı el-Mu't emid, J aponya' yl a
"ort ak b ir beğeniyi, bir bahçecilik s evgis ini, bir şiir yet eneğini ve hom o­
erot ik bir iştahı" payl aşıyordu. Farkl arAvru pal ıl arın s ıkl ıkl a vars ay­
d ığınd an d aha azd ı.
Eli as u ygarl aşm a sü recinin Ç in'd e d e (u ygarl ık ü zerine yazd ığı bu
geniş kitab ınd a, s onraki iki notu d a s ayars ak, bu ül ked en s ad ece d ört
k ez s öz ets e d e) yaşand ığını ku şkusu z kabul ed erd i, am a onu n p rob ­
l em atiği ve açıkl am a tarzı s on d er eceAvru pa-m erkezci oldu ğu nd an,
"öt eki kül tü rl er" şöyl e du rsu n, öteki "u ygarl ıkl ar " ın d ahil ed ilm e­
s ine bil e pek az ol anak tanır. Bu du rum kısm en onu n, s ist eml i kar ­
şıl aştırm al arın keşfett iği al ışılm ış d avranışt aki "genel dü zenl il ikl ere"
karşı tu tumu nd an kaynakl anır, zira El ias bu dü zenl il ikl erin d eğeri-
196 TARiH HIRSIZLIGI

ni, "sadece tarihsel değişimi izah etmedeki işlevinde" görür.40 Fakat


gerek yapt gerek değişim, toplum araşttrmalarının temel yönleridir.
Amerikalı sosyolog Talcott Parsons'a ve onun temsil ettiği son de­
rece genelleştirilmiş, "senkronik" analize güçlü bir vurgu yapan kar­
ştlaştırma geleneğine neden bu kadar karşı çıktığı anlaşılabilir. Ne
var ki, Elias'ın kendisi de öteki toplumlarla yapılan her türlü daha
geniş karştlaştırmadan bütünüyle uzak dururken, standartlaştırılmış
Naturvolk bunun istisnasını oluşturur.
Çağdaş topluma ilişkin gözlemlerim, çoğu zaman görgü kuralla­
rı veya nezaket açısından görülen uygarlaşma sürecinin apaçık bir
gelişme olmayıp, çok daha müphem bir şey olduğudur. Çocuklara
(Aries'in eserindeki gibi), hayvanlara, kadınlara, savaş esirlerine vb.
karşı muamelemizdeki değişimlerle gurur duyarız. Bu iddiaların bir
temeli vardır, ama tutumlar, Elias'ın genelleştirilmiş· bir Freud'cu çiz­
giyi benimseyerek ileri sürdüğü şekilde gerçekten içselleştirilmiş mi­
dir? O zaman neden çocuklarımız, öncelikle aile içindeki ama aynı
zamanda dışarıdaki pedofilinin suiistimal tehdidi altında? Neden bu
kadar çok "dağılmış ailemiz" var? Guantanamo Körfezi, Ebu Ga­
rip olayları ve Cenevre Sözleşmesi'nin terk edilmesi neden yaşandı?
Teknolojik düzeyde hiç kuşkusuz kent-temelli kültürler anlamın­
da uygarlıkta bir gelişme olmuştur. Daha karmaşık hale gelmişler­
dir. Lüks kültüründen kitle tüketimine doğru da paralel bir kayış ol­
muş, bunun sonucunda da davranış kalıpları üst gruplardan diğer­
lerine yaygınlaşmıştır. Bazı bakımlardan üst grupların davranış ka­
lıpları alt gruplardan daha fazla kısıtlama altındaydı. Fakat bu kı­
sıtlamanın, önceki dışsal davranış biçimlerinin içselleştirilmesini tem­
sil etmesi şart değildir. Bu, gerek halk düşünceleri gerekse Freud'cu
toplumsal kuram bağlamında, Batı'da genel kabul gören bir görüş
olsa da, davranışımızın başka herhangi birinden içsel olarak daha
kısıtlanmış olduğuna ilişkin pek az kanıt vardır. Tüm topluınlarda
davranış hem içsel hem de dışsal olarak yaptırımlara tabidir; bazı
kültürlerin içsel yaptırımları olan (biz) suçluluk, diğerlerininse dış­
sal yaptırımları (ötekiler) olan utanç kültürleri olduğu konusunda­
ki koşut kavram, son derece ben-merkezci ve savunulamayacak ni­
teliktedir. Bu, Shakespeare'in Fırtına'sındaki yabani Caliban örneğin-
"UYGARLIK" HIRSIZLIÔI: ELIAS VE MUTLAKIYETÇI AVRUPA 1 97

de olduğ u gi bi , kendi leri ni bi zden daha az kısıtlay an öteki lere kar­


ş ı kullanılan Avrupa-m erkezci bi r kavram dır. Ü zeri nde durm ay a de­
ğ er pek az kanı ta day anan bu fi ki r de, toplum sal y aş amı n diğ er y ön­
leriy le i lgi li sayı sız kuram ın i çi ne bi r öncü l olarak katı lmış ve bu dü ­
şü nceni n ort ay a çı kışı , E li as' tan çok önce baş lamış tır. Söz gelimi , ü nlü
nüfus tari hçi si P eder Malthus, 19 . yü zy ılı n başı nda y azarken "Av­
rupa evli li k kalı bı " ndaki geç evli liği, bi r nefi s kı sı tlam ası ve nüfus
kontrol yet eneği olarak görü r; kontrollü olm ak hakkı ndaki bu dü ­
şü nce Çi n konusunda Lee ve Wang tarafı ndan k esi n bi r bi çim de red­
dedi lmiş ti r. 4 1
Eli as, "Batı' da uy garlaşm a sü reci ne özel ve benzersi z ni teliği ni ve­
ren, " diy e y azar, "burada iş bölümü nü n eriş tiği dü zeyi n, cebi r uy gu­
lam a ve vergi salm a tekelleri ni n ulaş tığı sağ lam lığı n ve karşı lı klı ba­
ğım lı lı k i le rekabeti n aldığı boy utun g erek fi zi ksel uzam g erekse i n­
san sayı sı bakımı ndan dü ny a tari hi nde eşi bul unm az bi r derecey e ulaş­
m ası dı r. "42 16. yü zyı l i çi n bu gerçekten söy lenebi li r mi? Her durum ­
da, Eli as dü ny anı n baş ka hi çbi r bölgesi ni i ncelem emiş ti r; ü steli k bun u
y apsay dı bi le, R önesans sonrası görgü kuralları konusundaki i lk so­
rusu g öz önü ne alı ndığı nda, yi ne de Weber gi bi Avrupa'yı "benzer­
si z" g örm ek noktası na varabi li rdi. Buna zaten kuş ku y oktur. Fakat
asıl söy lenm ek i stenen, uy garlaşm a sü reci ne (vey a kapi tali zm e) gö­
tü ren etkenler açı sı ndan Avrupa'nı n benzersi z olm asıdır. Yakın g eç­
miş te bi r ki tabında P om eranz bu varsay ım ları son derece doğ ru gi bi
görü nen bi r y öntem le43 fiilen sorgulam ış tı r.44
E li as, Batı toplum unun "daha geniş alanlardaki i nsani h al ve ha­
reketi uy um lu hale geti rm ey e y öneli k" bi r zorunluluk y aratarak, y al­
nı z oky anusları deği l y eryü zü nü n (Avrupa' nı n uzantısı ndaki) eki le­
bi li r bölgeleri ni de kuş atan bi r "karşı lı klı bağım lı lı k ağı " geliş ti rdi ­
ği ni i leri sü rer. "Bununla örtüş en de, bu ağı n m erkezleri ndeki y aş a­
mı n day attığı öz denetimi n gü cü ve zorlanm anın kalı cılığı , öz de ne­
tim ve duy guy a ket vurm a ve dürtü denetimi dir. " 45 Eli as'a göre, top­
rak geniş lem esiy le (Avrupa sömü rgeci liği) psi koloji k karşı lıklı bağım ­
lı lık arası ndaki bu i liş ki ni n geliş ti ri lm esi , kalı cı bi r öz denetim (daha
karm aşı k sü per- egolar) y aratmış , bu da daki kliğ e, zam an ölçüm tek­
ni kleri ni n gelişm esi ne, zam an bi li nci ne, ay rı ca paranın ve "toplum-
1 98 TARİH HIASIZLIGI

sal bütünleşmenin öteki araçlarının" gelişimine yol açmıştır. Bu ge­


lişmeler, üst ve orta sınıflardan başlayarak "anlık duyguları daha uzak
hedeflere tabi kılma zorunluluğunu"46 içerir. Tüm bunlar, "yüksek
düzeydeki işbölümü"ne sahip "Banlı gelişme" ve "Banlı toplumlar"la
ilgilidir.47 Daha karmaşık yerine, yüksek sözcüğünün kullanıldığına
dikkat edelim. Bu tür toplumlarda elbette daha çok planlama, bun­
dan dolayı da zamanın hesaplanmasıyla bağlantılı olarak ödüllen­
dirmede bir gecikme vardır. Fakat bu da genellikle, Elias'ın bu top­
lum tipinde hakim olarak gördüğü içsel denetimier kadar -veya on­
lardan daha çok- dışsal denetimleri gerektirir. Bu tür "uyumlandır­
malar" dışında, devlet denetiminin sınırlar dahilinde ve dışında şid­
dete, sömürgecilik ve baskıya olduğu kadar "pax Brittanica"ya yol
açtığını gözden kaçırmamamız gerekiyor.
Elias, 1968 baskısına eklediği giriş yazısında, kuramsal ve meto­
dolojik ilgilerini açıklamaya çalışır.48 Elias'ın çalışmasına, Max We­
ber'le benzerliğin aşikar olduğu daha geniş toplumsal kuram ve ana­
liz bağlamında bakılmalıdır. Weber'in sosyolojide karşılaştırmalı bir
yaklaşımı teşvik etmekte önemli bir etkisi olmuştu. Gelgelelim, tek
bir geleneksel otorite kategorisi kavramı fazlasıyla kısıtlayıcı oldu­
ğu ve pratikte karşılaşılanla örtüşmediği için, yürüttüğü tartışma ba­
zen sınırlı bir değerdeydi. Geleneksel, Weber için sadece tortusal bir
kategoriydi ve Elias için de öyle oldu. Halbuki Elias, büyük Avras­
ya uygarlıkları hakkında son derece bilgiliydi; Weber'se, Durkheim'ın
tersine okuryazar olmayan toplumlar hakkında neredeyse hiçbir şey
bilmiyordu, "köylü" toplumları hakkındaysa ancak yeterli düzeyde
bilgisi vardı. Böylesine geniş bir ilgi, Elias'ın da içinden çıktığı Alman
sosyoloji geleneğinde sınırlıydı. Daha kamçılayıcı olan, Weber'in ana
problematiği ve önerdiği yanıtı kültürler arasında sınama yöntemiy­
di. Fakat önemli Avrasya toplumlarındaki durumu gözden geçirir­
ken, bunu ötekilerin bakış açılarına veya başarılarına yeterince ağır­
lık vermeden, 1 9. yüzyıl Avrupa bakış açısıyla yapıyordu. Elias böy­
le kapsamlı bir gözden geçirme yapmaz . Avrupa'yla başlar ve Avru­
pa'yla bitirir. Başka bir deyişle, başlangıçtaki tezinde, Blaut'un Eight
Eurocentric Historians'ta tartıştığına benzer bir yaklaşımı benimser.49
Avrupalı olmayan malzemeleri gözden bile geçirmeksizin, uygarlaş-
"UYGAALIK" HIASIZLIGI: ELIAS VE MUTLAKIYETÇI AVRUPA 1 99

ma s üreci nde (özelli kle de kontrolün i çs elleşti ri lmesi konusu nda)Av­


ru pa'nı n üs tünlükleri h akkı nda i leri s ürdüğü gö rüşler nedeni yle ( ger­
çi başka pek çok aday ols a da) E li as 'ı n bu lis tede doku zu ncu s ı rayı
h ak etti ği sö ylenebi li r.so
Dah a ö nce de sö yledi ği m gi bi , ana çalı şmas ı tümüyleAvru pa' ya
ve Rö nes ans' ı i zleyen dö nemdeki u ygarlaşma s üreci ni n geli şi mi ne
yoğu nlaşı r. Bu nu n tezah ürünü gi tti kçe ar tan ö z-kıs ı tlam ada ve du y­
gu üzeri ndeki deneti mleri n i çs elleşti ri lm esi nde bu lu r; bu du ru mu or­
taçağda yaşananlar la ( deneti msi z i çme nö betleri gi bi ) ve Naturvolk
i çi nde yer alan dah a basi t toplu mlarda h ala yaşanmaya devam edi ­
le nlerle bi rli kte k ar şı ku tba yerleşti ri r. Ku rban tö renleri ve ri tüelle­
ri , gi ysi leri ni n azlı ğı ve çok dah a doğru dan davranı şları yla G ana top­
lu mu bu na bi r ö rnekti r. Naturvolk ve bi r geleneks el top lu m i deal
ti pi vars ayı mından sö z etmek , ki şi yi , 19. yüzyı l antrop ologları nı n
dah a geni ş çaplı s pekülas yonlarına -i ki s avaş aras ı dö nemi n s ah a
çalı şmas ı yapan antrop ologları "s tati k" gö zlemleri yle onların yö n­
temleri ne ve s onu çlarına karşı güçlü bi r mücadele vermi şlerdi- teh ­
li keli ö lçüde yakı nlaştı rmas ı na karşı n, h em E li as h em de Weber'le
birli kte tari hs el karşı laştı r ma yeni den ve kesi n bi r şeki lde odak nok­
tas ına yerleşti.
E li as h er g eli şmeyi tek bi r düz çi zgi de i lerli yor olarak gö rmez. Bi ­
ri nci Dünya Savaşı 'nın ardı ndan, "ah lak ku ralları nda bi r gevşeme"sı
vardı ama bu, E li as' ı n genel eği li mi etki lemedi ği ni il eri s ürdüğü "çok
kıs a bi r geri leme" ydi. Bu nu nla bi rli kte, E li as "ana h areketi n yö nü
[ . . . ] h er tür lü davr anı ş i çi n aynı dı r" gö r üşünü s avu nu yordu.sı İçgü­
düler yavaş ve tedri ci bi r şeki lde or tadan kaldırı lı yordu. Bu bakı ş açı­
s ı B atı 'da yaygı n olmakl a bi rli kte, bu na h erh angi bi r ampi ri k des tek
bulm ak kolay deği ldir. Sö z geli mi , dah a açık yüzme gi ysi leri ( ve ka­
dı n sp orları nda ku llanı lan gi ysi ler) " çok yüks ek bi r dürtü denetimi
s tandardı" nın g eli ştiri lm iş bu lu ndu ğu nu vars ayar. Bu gö zlem bi ze u y­
gu lanı yors a, neden dah a basi t toplu mların dah a az gi yi nmekte ol­
malarına u ygu lanmas ın? As lı na bakılırs a, artan kontroller s oru nu
başka bi r açı dan i ncelendi ği nde, zaman i çi nde dah a katı veya dah a
gevşek deneti mlere doğru deği şi mler sö z konusu ols a bi le, genel i ler­
leme kavramı yok olu r.
200 TARiH HIRSIZLIGI

Daha sonraları, ömrünün sonuna doğru Elias, dönüp yakın geç­


mişin en dramatik siyasal olayını, bazılarının insan toplumundaki
bütüncül değişimlerin tüm izahlarında yer alması gerektiğini düşün­
dükleri Nazizm'in (veya daha genel olarak faşizmin) yükselişini ele
alır. Artık Nazi dönemini " uygarsızlaşma" , "gerileme" sürecinin te­
zahürü olarak görüyordu, ama bu yaklaşım ana meseleden kaçını­
yor gibidir. Almanya ve İtalya'daki faşist ideolojiler ve etkinliklerin,
tıpkı iki Dünya Savaşı gibi bir tür "gerileme", Freud'cu psikolojik
süreçlerin toplumsal bir eşdeğeri değil; çağdaş toplumun bizi mev­
cut durumumuza ulaştıran gelişiminin ayrılmaz bir parçası olduğu
muhakkaktır.
Bu gerileme kavramı, filogenez (soyoluş) ve ontogenez (bireyoluş)
sorunuyla ilgili gibi görünür. Çoğu bağlamda Elias'ın ırkın çocuklu­
ğunu insanoğlunun çocukluğuyla, filogenezi ontogenez ile eşit gör­
düğüne (gerçi çocuklar uygarlaşma sürecinin tüm evrelerinden geç­
miyordu) pek kuşku yoktur; Na turvolk veya ilkel, tıpkı aynı şekil­
de disipline edilmesi gereken çocuklar gibi, duygularının ve davra­
nışının denetlenmesine ihtiyaç duyuyordu (her iki durumda da kor­
kunun rolü vardır). Bu kavram artık genelde yanıltıcı olarak kabul
edilir. Sıklıkla işaret edildiği gibi, Naturvolk kendilerini halihazırda
uzun bir toplumsallaşma, doğal niteliklerinden uzaklaşma sürecine
sokmuştur ve onları öz-denetimden yoksun görmek kabul edilemez.
Ayrıntılı otorite sisteminden yoksun lidersiz toplumlarda, daha "iç­
selleşmiş" kontroller muhtemelen -kuşkusuz kan davası veya intikam­
larda "olumsuz karşılıklılık" biçimini alabilen- karşılıklı kontroller­
se kesinlikle vardır. Kendisinin ihmal ettiği psikolojik ve hatta psika­
nalitik arka planı ele alan Fortes tarafından Gana'da yapılan araş­
tırmalara yetişseydi, Elias da bunu daha sonra anlayabilirdi.
Duyguların yapısındaki değişimi Elias toplumsal oluşumun yapı­
sındaki değişime, özellikle de feodal toplumun "özgür rekabet"in­
den, saraylı topluluğunu yaratan mutlak monarşi tarafından iktida­
rın tekelleştirilmesine kayışa bağlar. Farklılaşmış bir kültürde, dış­
sal kısıtlamalardan içsel kısıtlamalara geçişe yol açan merkeziyetçi
denetimdeki bu artış, üyelerine daha büyük "özgürlükler" sunuyor
gibi gözükür. Ama ileri sürülen bu dönüşümün mantıksal temeli tar-
"UY�RLJK" HIRSIZLIGI: ELIAS VE MUTLAKIYErÇI AVRUPA 201

tışmay a aç ık gözükmektedir. Ve "özgür" o lma temelindeki değ işim,


bu kuşkuları artırır.
B ununla birlikte, E lias' ın devlet o luşumu adını verdiğ i süreç, y ani
devletin so syo genezi sadec e B atı Avrupa bakış aç ısından ç özümlenir,
çünkü uy garlaşma sürec i o rada y aşanmışt ır. A sante K rallığı'nın göl­
gesinde y aşamış o lmasına karşın, h iç bir y erli Afrika to plumunu dev­
lete sah ip bir to plum o larak kabul etmemiştir. Yaklaşımı, kapitaliz­
min so syo geneziy le (ve P ro testanların dinsel temelli iç selleştirilmiş
ko ntro lleriy le) ilgilenen ve A sy a to plumlarında kapitalizmin neden
doğ madığ ını, doğ amadığ ını derinlemesine tartışanWeber' inkine zıt­
tır. G ene de, so ruları birbiriy le bağ lantılıdır.
B u uy garlaşma sürec inde Naturvolk 'u ele almay a gerek yok tur,
ama diğ er kentsel to plumlara h iç bir gönderme o lmaması, özellikle
de bu to plumların inc elenmesi B atı' da özel bir "to plums al kişilik y a­
pısı" kavramını so rgulamay a götür ebilec ekken bunu y apmaması ka­
bul edilebilir değildir. So rduğ u so ru, to plumsal sistemlerde "dah a yük ­
sek düzey de bir to plumsal farklılaşma ve bütünleşmey e doğ ru" y ö­
nelen uzun dönemli değ işimlere, 53 k işilik y apılarındaki ko şut değ i­
şimlerin eşlik edip et mediğ idir. İn sanların duy gu ve ko ntro l y apıla­
rında uzun vadeli değ işimler meselesi ilginç bir so ru o luşt urur ve ta­
rih sel vey a karşılaşt ırmalı o larak, duy gular açı sından k esinlik le faz­
la tartışılmamış bir meseledir. B ununla birlikte, iç selleştirilmiş y ap­
tırımlar, D urkh eim'ın (ve anc ak ço k dah a so nraları, devlete y önelik
kah redic i ilgisi nedeniyle Alman g el eneği nin) o rtay a attığ ı utanç ve
suç luluk soru nu ve parç alı ( adem- i merkezi) siy asal sist em lerin ah­
laki ve h ukuki day anışmalarla ilişkisi dah il o lmak üzere, to plumsal
denetime h atırı say ılır bir ilgi o lmuştur. "D uy gu"y a ilişkin karşılaş­
tırma ve tarih, en azından y azılı kay nakların yok luğ unda, kanıt ve
belgeleme aç ısından dah a büy ük so runlar doğ urur; aslına bakılırsa
bu durum, "zih niy etlerin" inc elenmesinde sadec e metne bağ lılık y ak ­
laşımına kuşku düşürür ve Levy/B ruh l'un "ilkel zih niy et" k avramıy­
la h uzursuz o lan çoğ u antro po lo g, bu yakl aşıma ço k geniş ç aplı eleş­
tiriler y önelten G. E . R. Lloy d' u izleme eğ ilimindedir. B u, duy gu dü­
zey inde uzun dönemli değ işimlerin, muh temele n de doğ rultuy la il­
gili değ işimlerin mümkün o lduğ unu inkar etmek anlamına gelmez.
202 TARiH HIRSIZLl<'31

Gerçi antropologlar, "aşk" 12. yüzyılda Fransa'da mı, yoksa 18. yüz­
yılda İngiltere'de mi "icat edildi" türünden sorularla ilgili belli bir
kuşkuculuğu gerektiren ve kanıtları tamamen yazılı kayıtlara daya­
nan temalar hakkında genellikle göreli veya bazen de evrenselci (in­
san soyunun birliği) bir çizgi izlerler.
Gördüğümüz gibi, Elias'ın öteki kültürleri incelemek konusunda­
ki ciddi başarısızlığı yüzünden karşısına çeşitli sorunlar çıkmıştır. İlk
olarak, gelişme silsilesi Batı Avrupa'ya ve onun feodalden (16. ve 17.
yüzyılın) saraylı topluma, oradan da burjuva toplumuna uzanan çiz­
gisine ayrıcalık tanır. İkinci olarak, daha basit toplumlardaki cinsi­
yet, şiddet ve diğer kişiler arası davranış biçimlerine ilişkin toplum­
sal tahditleri tamamen hafife alan bir bakışı vardır. "İlkeller"in yarı
çıplak dolaşmaları, onların içselleştirilmiş güçlü utanç veya mahcu­
biyet duyguları olmadığı anlamına gelmez. Üçünd.i olarak, alterna­
tif varsayım -Elias'ın zaman zaman yapnğını düşündüğüm gibi- mad­
di kültürü psikolojik bir durumun göstergesi olarak abartılı biçim­
de yorumlamaktır; maddi kültür, kalkınmayı ve psikolojik durum­
larla birlikte ele alınınca iyice sorgulanmaya açık hale gelen
"ilerleme"yi kapsamaktadır.
Elias'ın analizinde problemli kalan husus, insanoğlunu daha ge­
niş bir perspektife (toplum, kültür, figürasyon) bağlanıası veya bi­
reyin (toplumdan farklı olarak) toplumsal ile olan ilişkisi değildir.
Bu sorunlar Durkheirn tarafından daha açıkça tarrışılmış ve The Struc ­
ture of Social Actio n' daS4 Parsons tarafından daha ileri düzeyde ana­
liz edilmiştir; ancak Elias bu araştırmayı tam olarak dikkate alma­
mıştır. Asıl kaygılandırıcı olan sorun, toplumsal yapıyla kişilik ya­
pısı arasındaki bağlantı noktasının doğasında yatar. Onun sorun­
salının odak noktasında, zihinsel aşamaların toplumsal aşamalar­
la nasıl örtüştüğü konusu yer alır. Bu tür kimi ilişkilerin bulundu­
ğunu kimse yadsıyamaz. Fakat bunları birbirine çok sıkı şekilde bağ­
lı, çok yakın ilişkili olarak yorumlamak fazlasıyla kolaya kaçmak­
tır. Elias Batı dünyasını bu türden bir dizi bağlantılı aşamadan geç­
mekte olarak varsayar. "Düşünme güçleri ve öz bilinçleri yalnız dü­
şünmeye değil kendilerinin farkında olmaya ve kendilerini düşünen
varlıklar olarak görme aşamasına da ulaşmış insanlardan oluşan"
"UYGAALIK" HIASIZLIGI: ELIAS VE MUTLAKIYETÇI AVRUPA 203

tüm grupların yazılarında b ulunan, "iç i nsan" i le " dış dünya" ara­
sındaki bi r i li şki ni n do ğuşundan söz eder.55 Fakat b öylesi ne müp­
h em bi r şeki lde fo rmüle edi len b u aşama nedi r? Böyle bi r aşama­
nın varlığı, öncesi nde dah a i lkel bi r zi hni yet b ulunduğunu varsay­
maktadır; b u zih ni yet kendi ni n farkında o lma o lasılığını dışlamak­
ta ve varsayılan atılıma yo l açan, yazılı sözün b u tür den düşünümü
geli şti ren gücü gibi (b unun yanı sıra, "fi lo zo flar" , di ğer entelektü­
eller ve okullar dahi l, b öylesi bi r yaklaşımı geli şti ren bi reyleri n, to p­
lumsal grupların ve kurumların ro lü) özgül to plum'i al etkenlere yö­
nelmeyi b aşaramamaktadır. Gerçekten "i nsanlar tarafından o luştu­
rulan fi gürasyonların geli şi mi nde bi r aşamadan ve b u fi gür asyo n­
ları oluşturan i nsanlardan" söz edebi li r mi yi z?56 Bu da keza so ru­
nu çok dah a genel, sosyoloji dışı, tari h dışı bi r düzeye yerleşti rmek
gibi görünür. "İnsanlarda dah a fa zla öz deneti me" yo l açan uygar­
laşma süreci ni n özgül geli şi mi ni n; "i nsanların düşünceleri nde art an
bi r kendi ne tarafsız b akma yeteneği" ni n sonucu olarak dünyaya yö­
neli k jeo santri k görüşten uz aklaştırdığınıs7 söyleyen E li as'ın yaptı­
ğı da b udur. Bi rçok bi li m tari hçi si b u ili şki yi tam aksi yönde kurar
ve dah a fazla "duygu deneti mi " , daha fazla kendi ne tarafsız b ak­
mayı do ğuran özerk bi r uygarlaşma süreci kavramına gerek duymaz­
lar. A slına b akılırsa, E li as'ın varsayımının kökleri ne i ni ldi ği nde, sa­
dece b eti mleyi ci deği l, aynı zamana a nedensel de olan -"bi zzat i n­
sanın içi nde meydana gelen [ . . . ] bi r uygarlık deği şi mi" ss_ b öyle so ­
yut bi r prima mobilia [i lksel güdü, dürtü - ç. n.] i nşasını kab ul et­
mek -b u kab ul ego larımızı o kşasa bi le- güçtür.
Davranışlar açısından, Avrupa' daki merkezi leşmeyle b ağlantı lı
şeki lde doğrultusal deği şi mler o lduğu doğru kab ul edi lse bi le, "uy­
garlıklar" ı ele alan bi ri , neden öteki to plumlarda, örneği n Çi n'de ne
o lduğunu göz ardı eder? Orada da görgü kurallarının geli şi mi , yi ye­
cekle damak arasındaki aracıların (yemek çub ukları) kullanımı, kar­
maşıklaşmış selamlaşma biçi mleri ve b edensel temi zli k törenleri , köy­
lü do laysızlığının tersi ne saray davranışı -ö rneği n çay töreni gibi- söz
ko nusuydu; R önesans dönemi Avrupa'sında görülenlere b enzeyen b u
geli şmeleri n E li as' ın di kkati ni çekmesi ve sadece Avrupa'yla sınırlı
kalmak yeri ne, onu co ğrafi (kültürler arası) çözümlemelere yönelt-
204 TARiH HIRSIZUGI

mi ş o lm as ı g er ek i rdi - özellik le d e k anıtlam ay a çalıştığ ı d ah a g enel


psiko lo jik tez göz önüne alınırs a. Avrup a'y a y ap ışıp k alm ak d a m üm­
k ü ndü elb ett e, am a d ah a g enel iddi alar di le g eti riyo rs anız bu nu y ap­
m am alıyd ınız. Oys a E li as' ın y ap tığ ı tam o larak buydu: Web er' ci bi r
tarzd a, bu r ad a, Avrup a'd a o lanı mod er nliğ e gid en y eg ane yo l o la­
r ak g örm ek.
B enim o rtay a k oym ak ist ediğim , B atıAvrup a' nın, b ır ak ın en b a­
si ti nden adabımu aşer eti, uyg ar d avr anış bi çimi ni bi le i lk i cat ed en
o lm adığ ıd ır. Sofra adab ı y a d a r esmi y em ek y em e alışk anlık ları bu ­
lu nm ay an hi çbi r top lum o lm ad ığ ı gibi , b ed ens el i şlevler le top lum ­
s al i li şk i ni n genelliği aras ına m es afe koym ay an hi çbir top lum d a yok ­
tu r. Ay nı şeki ld e, k atm anlaşm ış top lum ların çoğu nd a, üs t g rup ların
d avranışı al t g rup lar ınki nden d ah a resmi ni telik tedi r. Çoğu diy o rum ,
zi r aAfrik a'd a d evlet sis tem leri nde bi le, k ısm en ek o nomi ni n doğ as ı
ned eniy le, k ısm en d e evli lik lerle y üks ek m ak am lar a çık m a sis temi
ned eniy le, bu d avr anış fark ları g örece k ü çük tü r. "İlk el devletler" o la­
r ak g önd erm e y apm ış o lduk lar ım ızd a, d avranış bi çim leri nd e o ldu ­
ğu gibi , g eneld e k ültürd e d e çok az hiy er arşik fark lılaşm a vard ır. Fa­
k atAvrup a'da veAsy a' da büyük d evletler y alnız siy as al o larak de­
ği l, k ültü r açıs ınd an d a k atm anlaşm ıştır; tam am ı k ent d evrimi ni ve
o nu n so nu çlarını y aşam ıştır.
G elg elelim , bir g örg ü ve d avranış bi çimleri tartışm asın d a, B atı' nın
y ık anm a ve bed ens el temi zlik açıs ınd an 15. y üzy ıld an 17. y ü zy ıla
k ad ar "önem li bi r g eri lem e"59 y aşad ığ ı g erçeği ni g öz ard ı ed em ey iz.
"Bi r Rom a i cad ı" o lan (ku şku g ötür ür bi r i ddi a) h am am lar, h er iki
ci nsi n çıp lak o lar ak bi r lik te y ık and ığ ı g erek özel g erek s e k amus al
örnek leriy le, o r taçağ Avrup a's ının d ört bi r k öşesi nd e k u ru lmu ştu.
Ham am lar s eny ör lük vergi leri ne bi le tabi tu tu ldu.60 Bu nu nla bi rlik ­
te, E li as' ın uyg ar la . m a sü reci ni n yüks eli şe g eçtiği ni d üşünd üğ ü 16.
y üzy ıld an so nr a, k ısm en h as talık k o rkusu yü zünd en, k ısm en d e "h a­
m am lar ın ah lak i teh lik eleri ne ve ' ceh aleti ne' verip veri şti r en" g erek
Kato lik g erek s e Kalvi nis t vai zleri n etk isi ned eniy le s ay ılar ı azald ı. 6 1
1800'd e Lo ndra'da tek bi r h am am bil e yoktu. Safevi k enti İsfah an'd a,
Ş ah Abb as d önemi nd e (15 88-1 6 29 ), y ani bu k u ru lu şlar ın B atı'd a
g er çek ten end er o lduğu bi r d önemd e bu lu nan tam 273 h am am , Do-
"UYGARLIK" HIRSIZLIGI: ELIAS VE MUTI.AKIYETÇI AVRUPA 205

ğu'nun bu alanda ne kadar ileri olduğunun göstergesiydi. Sabun üre­


timi düşüktü, gerçi bunun Çin'de daha da az olduğu söylenmiştir;
üstelik Çin (Braudel'in iddiasına göre Avrupa'da 1 8 . yüzyılın ikin­
ci yarısında ortaya çıkan) iç çamaşırının kullanıldığı bir ülkeydi. Fa­
kat bununla birlikte, Elias'ın sözünü etmeye gerek görmediği bir ger­
çek, Çin'in Avrupa'dan bin yıl önce tuvalet kağıdı kullandığıydı; ka­
ğıt sadece matbaa ve parayla bağlantılı olarak ele alınır, bu da Çin'in
"çocukluk çağındaki" ilkel kültürlere yakın olmasının bir sonucu olan
"geri kalmışlığı"nı hafifleten bir unsur olarak belirtilir.62 Hamam­
lar Avrupa'ya nihayet geri geldiğinde, bunlar "Çin hamamları"63 ve
Türk hamamları olarak isim yaptı. Fakat kuşkusuz daha önceki Hı­
ristiyanlar, Braudel'in 1 6 . yüzyıla atfettiğine benzer nedenlerle Av­
rupa'daki Roma hamamlarını sıklıkla tahrip etmişlerdi; ahlaksızlı­
ğı teşvik ettiğine inanılan hamamlar, Yahudi ve İslami ibadetler de
dahil, pagan ayinleriyle bütünleştiriliyorlardı. Hamamların ortaçağ
döneminde canlanışı, Haçlı Seferleri ve Müslüman etkisiyle bağlan­
tılı olabilir.
Sorun yalnız hamamlar değil, daha genel olarak temizlik mese­
lesiydi. Rabelais'de, Gargantua'yı ziyarete gelen babası, oğluna o yok­
ken iyi temizlenip temizlenmediğini sorar. Evet, diye yanıtlar oğul,
çok iyi bir kıç sileceği icat ettiğim için, bundan daha temiz olamaz­
dım.64 Bu icat için, annesinin -"mis gibi kuku kokan"- eldivenleri
de dahil, birçok kumaş kullanmıştı.

Sonra adaçayı, rezene, dereotu, merzenkuş, gül, kamak, lahana, pazı,


asma, hatmi, Verbascum thapsus (yani sıgır kuyrugu ki kıç deligim kadar
kırmızıdır), marul ve ıspanak yapraklarıyla silindim - hepsi de kıçıma iyi gel­
di! - ve feslegen, maydanoz, ısırgan, merkepkulagı yapraklarıyla da silindim.
Ama bunlar derimi yüzesiye kaşı ndırdılar beni, ben de çük önlügümle sile
sile iyileştim.

Sonra çarşafla, yorganla, karyola perdesiyle, bir yastıkla, bir halıyla,


yeşil çuhayla, bir masa örtüsüyle, bir havluyla, bir mendille, bir bornozla
silindim. Ve hepsinden de, uyuz köpeklerin okşanmaktan aldıgı kadar zevk
aldım.
206 TARİH HIRSIZLIGI

"Elbette" dedi Grandgousier, "ama hangi kıç silece9ini en çok


be9endin?"

"Ben de ona geliyordum şimdi, " dedi G argantua, "b ir dakikaya


kalmaz tu autem, püf noktas ı nı öğr eneceks iniz. K uru otla, s aman­
la, h er çeşi t üs tüpü, pos t, yünl e, kağı tl a s ilindim. A ma:

"Silersen pis kıçını kcıgıtla


Mecbur kalırsın temizlemeye kıçını zımparayla."

R ab elais 'nin yazdı ğı dönem olan 16. yüzyıla gelindiğinde, ka ğıt


Arap dünyas ındanAvrupa' ya gelmiş ve yalnız iletişimde değil, h er
açıdan muazzam b ir fark yaratmıştı. 14. yüzyı l b aşında L angland,
Piers Plowma n' da ins anların nas ıl yapraklarla s ilin diğini b etimler:

Böylece Pisbogaz bir galon şarabı yuvarlarken,


Akşam duasına kadar oturup, arada sırada şarkı söylediler.
Karnı domuzla r gibi guruldamaya başladı.
Bir Rabbin Duası okunacak sürede iki litre işedi
Ve kıçındaki borazanı öyle bir öttürdü ki,
Duyan herkes burnunu tuttu,
65
Keşke burnumuza karaçalı tıka saydık dediler.

Gana' daki Deneyim


E lias ' ı n öteki kültürlerle yaşadığı s orunlarından b iri, Reflectio ns
o n a Life' ta G ana'daki deneyimleri üzeri ne yorumlarında görüleb i­
lir. Burada, s öyleşiyi yapanlara verdiği b ir yanıtta, 196 2'de iki- üç yıl­
lığına G ana'da s os yoloj i kürs üs üne gelmes i teklifi ni nas ıl aldığını açık­
lar. O zaman altmışını aşkın olmas ına karşın, "b ilinmeyene karşı müt­
h iş b ir merak duyduğu" gerekçes iyle, teklifi kab ul etmişti.66- Bunun
s onucu olarak, antropologlara göre 19. yüzyıl yazarlarının, antik dö­
nem h alklarını b ile kaps ayan b ir kategori olan Naturvo/k' a duyduk­
ları çekime b enzer b ir b içimde, "Afrika kültürüne derin b ir s evgi"
duymaya b aşladı. "Heps ini kendi gözlerimle görmek is tiyordum -
"UYGARLIK" HIRSIZLIÔI: ELIAS VE MUTLAKIYETÇİ AVRUPA 207

iç organl arı n dışarı saçıl masını , kanı n fışkırmasını ": [ . . . ] "G ana'da
b üy ü sanatları nı gö reb il eceğ imi, h ay van kurb anl arı na kendi gö zl e­
riml e b akab ileceğ imi b il iy ordum ve gerçekten de bi rçok şey e tanı k
ol dum - dah a gel işmiş topluml arda renkl erini y iti rmiş deney iml er­
di b unlar. Doğ al olarak, b unun b enim uy garlaşma süreçleri kuramım­
l a il gisi vardı, duy gul ar dah a güçl ü ve dah a dol ay sızdı . " Dah a do­
ğ al (içgüdüsel ), dah a az uy gar (kı sıtlay ı cı).
Bu söy leşi kitab ında, kendisine soruları soran kişi, E lias'a " il kel
kül türl eri" nasıl öğ rendiğ ini sorar.

Ögrencilerimle pek çok saha çalışması yaptım. Afrika sanal eserlerini


toplamaya başladım ve ögrencilerimden bazıları beni kendi evlerine
götü rdüler. Orada Gana yaşamının nasıl somutlaştıgını ve törenselleştigi­
ni gördüm: Ögrenci, babasının sandalyesinin ardında ayakta duruyor ve
neredeyse onun uşagıymış gibi davranıyordu. Eski tip aile yapısı Gana'­
da kesinlikle büyük ölçüde gücünü koruyor.

Ş ofö rüy le "b al ta girmemiş ormanların derinliklerinde" bi r köy e


otomob ill e gidişini h atırl ar (y azarın aşçısı ve şofö rüyl e b ir fotoğ ra­
fı vardı r). Köy e ul aştı ve " h iç el ektrik olmaması nı n ne demek oldu­
ğ unu ilk kez anl adı. " Başka b ir dey işle, " ö teki" h akkındaki y orum­
l arı, onl arı n tutuml arından çok teknol ojil eriyl e il giliy di. Köy sakin­
l erinin ona gö sterdiğ i merak, onunkine denkti ve " b ir b ey az adam
gel di" diy erek et rafını kuşatıp ona karısını sordul ar (El ias b eka rdı).
K arı sı olmaksız ı n, b ir şofö rle çıkagelen kendisiy di ası l tuhaf olan. E li­
as b u karşılaşmanı n aşi ka r sonucunu -h er kült ürde, "ö teki" nin uy ­
gar davranı ş kurall arı ndan; sıkl ıkla kendil iğ inden bil inen ol arak te­
zah ür edecek kadar içsel leştiril miş topl umsal kurallara itaat etme an­
l amın da uygar olandan sapmay ı temsil ett iğ ini- gö remedi. G ana'da­
ki köy de normalden sapmı ş olan, b irlikte y aşamanı n kuralları nı h içe
say an kişi, b ütün acay iplikl eriyle E lias'ı n ta kendi siy di.
Başka b ir seferinde, Volta neh ri ne y eni y apıl an b arajın sul arı al ­
tında kalacak b ir böl gey e gitti ve insanları n, sular y ükseldiğ i nde y e­
rel tanrıl arına ne ol acağ ından endişe duy ması karşısın da h ay ret e düş­
tü. Say ıl arı pek çok ol an tanrıl ara karşı b u fiil i kay gı nın, insanları n
208 TARiH HIASIZLIGI

d ah a büyü k gü vensi zliğiy le bağ lantı lı o ld uğ unu dü şündü. Bu d üşü n­


ceyi ki şi li k y apısına uy arlad ı: " Süper- ego nun bi zimki lerd en fa rklı o la­
rak kuruld uğ u so nucuna varılm ası g erekir, zi ra t üm bu t anrılar ve
ruh lar süper- ego nun tem si lleridi r. " 6 7 Oy sa bi z m uht em elen t ek bi r
tanrıy ı t anı rı z ve d ah a az parçalı sü per- egol ara sahi bi z. G ana bu şe­
ki ld e o nun, F reud 'un karşı laştı rm alı bi r yö nd e ve kendi uyg arlaşm a
sü reci kavr am ıy la uy um lu o larak d ah a d a g eli şti ri lm esi g erektiği ni
gö rm esi ne ( vey a buna d ai r i nancı nı n peki şm esi ne) y ardım etti . " Dah a
basit to plum lard a sü per- ego ve ego o luşum unun bi zim ki nd en fa rk­
lı o labi leceği ni düşü ndüm ve bu beklenti G ana'd a tam am en doğ ru­
land ı. " 6 8 Başka bi r referans çerçevesi nd en bakı ld ığ ı nd a, suçluluktan
(i çsel) ço k, ut anç (dı şsal) vard ı . İki nci si nd e, "Ki şi ni n kendi ni kısıt­
lam ası içi n içsel bi r sese d ay anm ak y eterli d eği ldi r. " K ı sı tlam ay ı ba­
şarm ak içi n, " [Afri kalı do st ları] o nları şunu y a da bunu y apm ay a
zo rlay an kendi leri dı şı nd aki varlı kları t ah ayyü l etm ek zo rund ad ır­
lar. Bu tü r bi r ü lkey e gid erseni z bunu h er y erd e gö rü rsü nüz. " Baş­
ka bi r d eyi şle, ( kurbanı n tahdi tsi z doğ ası na i li şki n diğ er varsay ım­
ları n tersi ne) bi r t ür d ışsal kı sı tlam a vard ır, am a d enetim ve y aptı­
rım lar farklıd ır.
Bununla bi rli kt e, bu fark so ru so ran ki şi ni n i leri sü rdüğ ü gi bi , o n­
ları n d ah a "çoc uksu" o lm aları nd an kay naklanmaz; Afri kalılar a i liş­
ki n bu gö rü şü n sömü rg eci bi r gö rü ş o ld uğ unu E!ias artık anlam ı ş­
tı r. Bi zim y aşam tarzım ı z tek m üm kün o land ır, " çü nkü bi zim fi zi k­
sel g üvenliğimi z o nları nkiy le karşılaştın lam ay acak d enli fazlad ı r. "69
"Bi zim le ay nı entelektüel dü zeyd e [ . . . ] bi zler kad ar eği tim li ve ö zd e­
netim li " bazı üst sı nıf Ganalı lar olm akla bi rli kt e, h alk kit leleri ken­
d i kü çük sunakları nı di ker ve "f eti şlere" sesleni rler. Bu tü rd en bi r
di ni etki nli k (Eli as kusursuz bi r hüm ani st ti r) t ahdit si z ve eğitim si z
d avranı şla tanım lanabi li r; bu, to plum sal gü venliği n vey a o nun yo k­
luğ unun bi r yö nüdü r.
E li as'ın o nların sanat sal tezahü rlerind en ald ığı zevki n ard ı nd a bu
t arz bi r d avranı ş alg ı sı y at ar. Onları n sanat ı

duygulan, 1 9. yüzyılın veya Rönesans'ın geleneksel sanahndan çok daha


güçlü ve dolaysız ifade eder. Ve bu da benim uygarlaşma sürederi kuramım-
"UYGAALIK" HIASIZLIGI: ELIAS VE MUTt.AKIYETÇI AVRUPA 209

la son derece tutarlıdır; zira Rönesans'ta resim ve heykelleri elden


geldigince gerçekçi yapma çabasında alabildigine ifade edilmiş olan, uy­
garlıgın muazzam bir ilerleyişi söz konusuydu. 20. yüzyılda buna bir tep­
ki gelişti. Bu Freud'la da ilişkilendirilebilir: Psikanalizde olan -duygu ifade­
sine daha yüksek bir derecede izin verilen yeni bir düzey- daha çok düşü
andıran natüralist olmayan sanatta da görülür. Afrika heykelleri de aynı
niteliktedir. Korkutucu ve dostane maskeler vardır, ama hepsi de bilinçdısının
daha güçlü biçimde ifadesini yansıtır. 70

Rö nesans, dü nyanın g eri k alanı i çi n bi r mo dele dö nü şen Avru pa


u yg arlık sü reci ni n bi r parçası o larak gö rü lü r. S anatsal bak ımdan g er­
çek çi li ği i çeri r; bu g erçek çi lik , tah di di , nesnel g erçek li ği n hayata ak­
tarılm asıyla i lgi li k ısıtlam ayı im a eder gi bi di r. E li as'a gö re, Freu d'u n
ku ram ları, i lk eli n ve o nu n tah di tsi zli ği ni n anlaşılm ası na bi r dö nü­
şü temsi l eder; am a E li as' ın g eli şm e ku ram ının bö yle u zu n vadeli g eri
dö nü şleri nasıl k apsadığı açık deği ldi r. Bi zzat E li as, ağırlık lı o larak
Freu d'u n po pü ler versi yo nu na dayanır. Aynı zam and a Freud'u n g e­
li şti rilm esi gerek ti ğini de dü şünü r. Sü per-ego k avramı ö teki (yani daha
basi t) to plum larda f ark lı o labi li r; gö rdü ğümü z ü zere bu k avram ın
Gana'd a bü tü nü yle teyi t edi ldi ği ni dü şü nmü ştür. N e var ki ku llan­
dığı k anıt, i nsanların eylem leri ni dayandırdığı ku tsal nesneleri n çok­
lu ğu ndan i baretti r; bu da, bu to plum lara h erhangi dü zeyde aşi nalı­
ğı o lan herk es i çi n yü zeysel gö zlem ler o lm ak tan i leri ye g eçem ez.71
Keza bu nlar d a m addi nesnel eri gö z ö nü nde tu tar.:ı ı< yerli yaşam hak­
k ında çık arılm ış tesadüfi so nu çlardır. Ku tsal nesne k arşılığ ında eski
tarz "feti ş" sö zcü ğü nün ku llanım ından ve bi r k an ku rbanı gö rm ek
i çi n can atm asında,.. d a anlaşıldığı ü zere, E li as Afrik a di ni nden u zak
k alm ıştı. Ko şer di ye bi r ri tü eli , Mü slüm anlara ö zgü bi r ku rban tö­
reni ni gö rm ek bi r yana, hi ç du ym am ış m ıydı ya da Chic ago veya baş­
k a yer lerdeki "Hıri sti yan" m ezbah alarından h aberi yok mu ydu?
E lias'ın bü tü n to plum sal sü reç ku ram ı açık ça Gana ü zeri ne bu
yo rum lara dayanır. Bi r nok tada, tapınak larında tavuk k esen i nsan­
lar, du ygu sal ifadeni n daha bü yük ö zgü r lü ğü nü n if adesi o larak gö­
rü lü r. Bu , Naturvolk 'un halk k avram ıyla u yum lu du r. Aynı zam an­
da, babasının ö nü nde aşır ı ö z k ısıtlam a sergi leyen ö ğrenci si nden sö z
210 TARiH HIRSIZLICil

eder. Özgürlük ve tahdidi gösteren bu iki yorum, zıt yönlerde iler­


ler. Çelişkili ifadelerin ikisi de kurama uygun olarak değerlendirilir,
bu da psikolojik ve sosyolojik yorumların her birini kuşkulu hale ge­
tirir. Birlikte yıllarca yaşadığım Kuzey Gana'nın LoDagaa'larının çağ­
daş İngilizlerden daha çok veya daha az kontrollü olduğunu söyle­
mek çok zor olurdu; her türlü değerlendirme, bütüncül kategorileş­
tirmelere değil, özgül etkinlik bağlamına dayanmak zorundadır. Ce­
nazelerde yaslarını ifade ediyorlardı, ama hissettiklerini genellikle bu
yası kısıtlayan veya kanalize eden kısıtlayıcı ve töıenselleştirilmiş yol­
lardan gösteriyorlardı. Kurbanlar dahil, tüm ayinler kontrollüydü.
Fakat okulların, göçmen işgücünün ve misyonların gelmesiyle yaşam
yine de pek çok değişime maruz kalıyordu. Aslına bakılırsa, Afrika
dininin o sırada 80 kilometre kadar uzaktaki Wa pazarında (herkes
tarafından tanındığı adıyla Amerikalı "Kutsal Jo"niın önderliğinde)
vaaz veren Paskalyacılar kadar kontrolsüz olduğunu görmedim. Ye­
rel uygulamada, bir tavuğu öldürmek muhtemelen bir tanrıya adak
sunarak sorunlu bir durum hakkında gerçeği keşfetmek için yerine
getirilen bir edimdi; ama hiçbir zaman çılgınlık veya sefihlik niteli­
ğine sahip olmadığı gibi, Elias'ın bu edime atfettiği üzere "özgürlü­
ğü" de sergilemiyordu. "Uygarlığa" ilişkin onun yüzeysel gözlemle­
rinden edinilmiş farkların birçoğu, daha yoğun ve derinlemesine bir
incelemede kaybolup gider. Elias'ın psikolojik durumlara yaptığı atıf
ve sosyolojik çözümlemenin, Avrupa üzerine çalışmasında da eşit de­
recede şüpheli olduğunu kabul etmek için gerçek bir neden yoktur.
Ama Avrupa ve Gana üzerindeki gözlemleri arasındaki bu müthiş
uçurum nereden kaynaklanmaktadır?
Gana'yı anlamaktaki sorunu, onun uygarlaşma sürecine içkin kı­
sıtlamaya doğru ilerleme hakkındaki kuramının köklerindedir. Bu
kesinlikle sadece yazarın kendisiyle sınırlı olmayan, aksine çoğu za­
man Avrupa'nın halk inanışlarının bir parçası olan bir inançtır. Eli­
as, Afrika sanatını duygunun daha dolaysız bir ifadesinin somutlaş­
ması olarak değerlendirir. Kanlı kurban ritüeli ve bir sürü "fetiş" ta­
pıncı, uygarlığın bize ibadet ve tektanrıcılık adına sınırlamayı öğret­
tiği, ket vurulmamış eylemlerdir. Gana toplumunun tüm bu yönle­
rinin, kısıtlamanın yokluğunun damga vurduğu, ket vurulmamış duy-
"UYGARLIK" HIRSIZLIGI: ELIAS VE MUTLAKIYETÇI AVRUPA 21 1

gulara yakın olduğuna hükmedilir. Bununla birlikte, babasının san­


dalyesinin arkasında dimdik ayakta duran Ganalı üniversite öğren­
cisinin son derece törenselleşmiş (ve kısıtlanmış) davranışında, Eli­
as tüm toplumsal yaşamların bazı kısıtlamalar, bazı davranış dene­
timleri gerektirdiğini, aksi halde herkesin herkesle savaşmasına yol
açılabileceğini kabul etmiş gibi görünür. Ritüel kendi rolünü oynar.
Tıpkı duygu ve onun ifadesi arasına giren dilin de kendi rolünü oy­
naması gibi.
Elias'ın Afrika'daki deneyimiyle onun "uygarlaşma süreci" ku­
ramını yan yana getirerek, bunların karşılıklı olarak birbirini destek­
lediğine yönelik kendi iddiasının aksine, deneyim ve kuramın aslın­
da çelişkili olduğunu göstermeye çalıştım. Yazar sözde-tarihsel, söz­
de-psikolojik, sözde-felsefi Naturvolk kavramını dayatmak yerine,
gördüklerine dayanarak çağdaş davranışı anlamaya çalişmak için ye­
rel sahne araştırmalarına daha çok dikkatini yöneltseydi, böyle ol­
duğunu kendisi de anlardı. Oysa Elias bu konuda, tarihöncesi uzman­
larının ve karşılaştırmalı sosyologların daha sağlam temelli araştır­
malarını bir yana bırakıp Avrupalıların uygarlaşma sürecine ilişkin
halk kavramlarını benimsemişti .
7
"Kapitalizm" H ı rsızl ığ ı : Braudel ve
Küresel Karşılaştı rma

Antikçağın, feodalizmin, hatta uygarlığın Avrupa'ya özgü oldu­


ğu ileri sürüldüğünden ve tüm bu evrelerin mantıksal olarak art arda
gelen aşamalarda birbirine yol açtığı düşünüldüğünden, dünyanın
geri kalanı modernite ve bizzat kapitalizm yolundan dışlanmıştır. 19.
yüzyılda, Sanayi Devrimi'nin karşılaştırmalı bir ekonomik üstünlük
sağlamasının ardından, Avrupa'nın egemen konumu üzerinde pek
az anlaşmazlık vardır. Fakat tartışma daha önceki dönem etrafında
döner. Avrupa'yı bu üstünlüğe hazırlayan neydi? Birçoklarının var­
saydığı gibi, "kapitalizm"i bu kıta mı icat etmişti? Yoksa tarihçile­
rin bu iddiası, düşünce hırsızlığının bir başka örneği miydi?
Bu bölümde, seçkin akademisyenlerin "kapitalizm"le ilgili küre­
sel karşılaştırma girişimlerine göz atmak istiyorum. Bu girişimler, Ba­
tı'nın üstünlüğünü sadece üzerinde bir anlaşmaya varılabilecek Sa­
nayi Devrimi'ne değil, Batı'nın öteki, daha geniş ve daha önceki özel­
liklerine bağlamaktadır. Tüm bu yazarların, iyi niyetlerine karşın "nes­
nellikten" saptıkları bu yolda, dolaylı olarak Braudel'in katkısına
ve yorumuna yoğunlaşacağım. Bu yazarlar Batı'ya ezici derecede bir
214 TARiH HIRSIZLIGI

imtiyaz tanıyarak, Doğu'yu dünya tarihindeki haklı yerinden yok­


sun bırakmışlardır.
Fransız tarihçi Braudel, "kapitalizm"i dünya çapında bir bağlam­
da görebilmek için kararlı bir çabaya girişti. Ondan önce Alman sos­
yolog Weber de bunu yapmıştı. Weber, çeşitli "dünya dinleri"nin eko­
nomik etiklerini karşılaştırmaya yoğunlaşmış ve (gerçi gördüğümüz
gibi antik Roma konusunda fikrini değiştirse de) sadece sofu Protes­
tanlığın "kapitalizm"in gelişimine uygun ideolojik temeli sağladığı
sonucuna varmıştı. Weber'in programlı ifadesinde hatalı olduğunu
ileri sürmek istemiyorum, sadece bunun neyi kapsadığını tam ola­
rak anlamamıştı. Ve "kuramsal olarak" bunu yapmışsa da, "anali­
tik olarak" bunu uygulamamıştı. Kapitalizmin yükselişiyle ilgili ola­
rak farklı dinlerde (eski İsrail, Hindistan ve Çin'de olduğu gibi Av­
rupa'da da) "ekonomik etik"in doğasını ele alırken-"nesnel" olmak
için büyük çaba harcadı, ama sonra kesin bir şekilde Protestanlık le­
hine döndü. Bu odak, başka birçok tarihçi, ama en çok da Fransız­
ların büyük Akdeniz tarihçisi tarafından aynı kesinlikle reddedildi.
Braudel'e göre, piyasa "kapitalizmi" çok daha geniş bir dağılıma sa­
hiptir; bazı akademisyenlerse onu antik toplumlar içinde bile tanım­
lamışlardır. Bununla birlikte Braudel, "mali kapitalizm"in kesin ola­
rak Avrupa'ya özgü olduğunu ileri sürer ve bunun neden böyle ol­
duğunu derinlemesine tartışır.
Weber, tek taraflı olarak Batı'yla bağlantılandırdığı kapitalizmi
daha doğrudan ele alır. Karşılaştırmalı analizde nesnellik konusun­
da büyük iddialarda bulunur, ı yine de bilimsel ruhun gelişmesinin
Batı'da daha önemli ve rasyonellik kavramıyla bağlantılı olduğu so­
nucuna varır. Entelektüelleşme süreciyle anlamlı bilimsel bilginin bü­
yümesine damgasını vuran insan zihninin büyülü düşünceden kur­
tulması sürecini ele alalım. Bu süreç, diye yazar Weber, "binlerce yıl
boyunca Batılı kültürde mevcudiyetini sürdürmüştür" ve "ilerleme­
yi" oluşturur.2 Bu ilerleme, yani "yaşamın aralıksız zenginleşmesi"
kavramı, uygar adamın anahtarıdır ve esas olarak Batı'ya aittir.
Weber bir yerde, ampirik gerçekliğin "yasalara" indirgenmesi şek­
lindeki ideal bilim tezine göre işletilen, "kültürel olayların 'nesnel'
analizi"nin böyle olaylar için anlamsız olduğunu yazar. Bir dizi ne-
"KAPiTALiZM" HIRSIZLIGI: BRAUDEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA 215

d end en ötürü an lam sı zd ır. Onun, "d üny a süreci ni n a nlam sız sonsuz­
luğ unun son lu bi r parç a sı, insanların a nlam ve önem y üklediğ i bi r
pa rç a sı" diy e b eli rlediği kültür tanımıyla i li şkili bir a nlam sızlı ktır b u.3
Bu ta nım , İn gi li z a ntropolog E. B. Ty lor' un4 tüm i nsa n ey lemi ni ve
in anç la rı nı kuşa tan kla si k ta nımınd an ç ok f a rklıdır. Yin e d e, Ta lcot
Pa rson s' uns art ık b üy ük ölç üd e terk ed ilmi ş olan şem a sı ve onu i z­
ley en Am eri ka lı bi lim ci ler açısınd an ön em ta şıy an b ir tan ımdır. Ben
kültürün , Ty lor' ın y a ptığ ı m addi ve m an evi , bi lin en tüm in sani et­
kin likl eri ka psay an tan ımın a sıkı ca b ağ lı ka lm ayı y eğ liyor ve Web er'in
nesn elli k ta rtışm a sının d ay andığ ı b u fikrin fayd a sını sorguluy orum.
S öz kon usu ta rtışm a b u fi kre d ay anıy or, ç ün kü m erkezin e ( ha klı ola ­
ra k kon u seçimind e ön em li old uğ un u söylediği) g özlem cin in d eğ er­
lerini koy an, am a a ktörlerin d eğ erlerin i ( sosy olog la rı n d eğ er y ön le­
n im i ka vram ını ele a ld ıkla rı şeki ld e) ç ok d a ha a z d ikka te a lan b ir
soruşturm a a lanı b eli rlem ek pra ti kte im kan sızd ır. H er d urumd a , uy­
gulam ad a pek a z a kad emi sy en an a li zlerin i b u şeki ld e kı sıtlam a k i s­
ter; b un un la b irli kte Pa rson s'ın tüm a lanı n inanç ve d eğ erlere, "kül­
türel b ilim" a lan ın a b ağ lı ka ldığı g örüşün ü izlem ey e ç a lı şan b a zı an ­
tropolog la r d a va rdı r. Değ erlerin b ilim sel ol a ra k ele alı nm a sı m üm­
kün d eği lse d e, ka rşıla ştırm a lı a nal izind e, özellikle ka pita li zmi n kö­
ken lerin i g özd en g eçi rm e am a cı na y ön elik ola ra k b ir nesnellik ölç ü­
sün e ula şm ayı am aç l a r. Web er'in d eğ erlendi rm ekte y etersi z ka ld ığ ı
husus, n esnelliğ i sağlam ad a , ka rşılıklı iç iç e gi rm e d ereceleri y üzün ­
d en "olgu" v e "d eğ erleri" bi rbi rind en ay ırt etm ed e ve "d ikka t
od ağı "nd an d a ha iy i bi r y ön tem b eli rlem ekte y a şadığı güç lüklerdi r.
G üç lük, onun kendi eserleri nd e, özellikle ka pi ta li zmi nAvrupa lı kö­
kenlerin e i lişki n ç a lı şm a la rınd a göze ç a rpm a ktadır.
Bra ud el dikk a tini ka pi ta li zm e ç evirdiğind e, onun geli şm esiyle b ağ ­
lan tı lı ola ra k Doğ u- Ba tı fa rkla rına i lişkin önem li say ıd a Ba tı lı öner­
m ey i kab ul ed er; b u ön erm elerin a ra sınd a 10 . y üzy ıl K u� ey İ ta ly a n
kom ün ünd en gelen, Avrupa kenti nin b enzersi z d oğ a sıy la ilgi li olan­
l a r d a vardı r. Fa ka t Bra ud el, "ka pita li zm ruhu" nun y a ra tı lm a sın­
d a Web er' in Protesta nlığ a b irin cil bi r rol a tf etm esine son d erece ka r­
şıd ır. Fern a nd ez- A rm esto d a Ad a nti k im para torlukları ta rtı şm a sın­
d a "Web er' ci tez" in dini y önleri ni eleşti rir; b u im para torlukların d o-
21 6 TARiH HIRSIZLIGI

ğuşunun "Protestanlığın emperyalist bir inanç olarak Katoliklikten


üstün olduğunun kanıtı ve Protestanların, ortaçağda özellikle Ya­
hudiler tarafından gösterilen kapitalizm yeteneklerini tevarüs ettik­
lerinin ispatı olarak kullanıldı"ğını ifade eder. Şu yorumu yapar: "Bu
tezin her parçası, bana göre yanlış yola saptırıcıdır. " 6 Daha güney­
dekilerin Atlantik imparatorlukları Protestan ülkelerininkinden daha
geniş, daha uzun ömürlü ve daha karlıydı. "Kuzeyli devletlerin 19 .
yüzyıl dünya mücadelelerinde sergiledikleri üstünlük [ ... ] yaygın ola­
rak varsayıldığı kadar erken bir dönemde başlamadı. " Ve o zaman
bile dinin bu üstünlükle pek az ilgisi vardı. Asıl önemli olan, coğ­
rafi konumdu.
Weber'in ilk küresel karşılaştırma çabaları üzerine daha fazla yo­
rum yapmak istemiyorum. O kuşkusuz öncelikli olarak Batı'nın ya­
kın geçmişteki ekonomik ve kültürel egemenliğiyle ilgileniyordu; Hin­
distan ve Çin'e ilişkin keskin analizlerinin arka planında daima Batı
kapitalizminin hakimiyeti vardı . Aslına bakılırsa, Weber kendisini
sınai kapitalizmin 1 9 . yüzyıl Avrupa'sındaki gelişmesiyle sınırlamaz,
ama anlaşılır bir şekilde, bakışlarını önkoşullar için geçmişe, özel­
likle Reform'a (dolayısıyla Protestan etik üzerine), Rönesans'a ve "ke­
şifler çağı"na, hatta daha da geriye, Roma'ya kadar uzanan Avru­
pa kentinin "benzersiz" doğasına çevirir. Bu durum üzerine yorum
yapan çoğu kişinin seçtiği güzergah da budur. Marx ve Wallerstein7
de, Avrupa'nın avantajını 1 9 . yüzyıldan önceki dönemlere çekerek,
keşifler çağına dönerler.
Küresel karşılaştırma düşüncesi, Avrupa yakın tarihiyle ilişkili
bir tarihçi kavramıdır. Karşılaştırılan nedir? Bu düşünce temelde, 19.
yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında Marx ve Weber'i ilgilendiren ve
nihai olarak (Avrupa) kapitalizmin kökleriyle ilgili sorulara gönder­
me yapar. Birinci ve -Weber'in durumunda- İkinci Sanayi Devrim­
lerinden sonra Avrupalıların bakış açısından yazılan, Avrupa "mo­
dernleşmesi" gerçekleşirken Asya'daki diğer büyük uygarlıkların ne­
den bunu yaşamadığı; başka bir deyişle, aynı türden bir yaklaşımın
daha yakın bir temsilcisi olan iktisat tarihçisi David Landes'in son
kitaplarından birinin alt başlığı olan "Neden bazı uluslar böylesi­
ne zengin, diğerleri de bu kadar yoksuldur?" sorusuna bir yanıt ara- .
"KAPİTALİZM' HIRSIZLIGI: BRAUDEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA 217

ma çabasıydı bu. Önemli bir soruydu, ama daha başından itibaren


çıkış noktası hatalıydı.s
Öncelikle, bu karşılaştırmalar küresel olmaktan uzakn. Weber, Çin
ve Hindistan hakkında ilginç şeyler yazdı. Dünyanın geri kalanına
"geleneksel otorite"nin mevcut olduğu geleneksel toplumlar damga­
sını vurmuştu. Bunun pek yararlı bir sosyolojik veya tarihsel kavram
olduğu söylenemezdi, çünkü bu toplumlar kalıntı olarak ele alınıyor­
du. Hindistan ve Çin, Avrupa "kapitalizmi"nin fonu olarak resme
sokuldu. İkinci olarak, konuyla ilgili önemli tartışmasında Marx, bir
dizi üretim tarzını ve ilişkili toplumsal oluşumları inceleyerek, eko­
nomik bir bakış açısından diğer toplumların analizini yaptı . Weber,
çeşitli insan topluluklarının küresel karşılaştırmasına girişen iddia­
lı bir çalışma olan Lewis Morgan'ın Eski Toplum 'u nu dikkatle in­
celemişti. Morgan'ın çabası, Vico veya Montesquieu'İıünkiler gibi
daha önceki felsefi çabalardan doğmuş ürünlerden daha sistemli, daha
iyi belgelenmiş bir insanlık gelişimi tarihine yönelik girişimlerden bi­
riydi . Ne var ki, bu eser düşünürlerin spekülatif çalışmalarına göre
bir gelişme temsil etmesine karşın, hala Avrupa açısından teleolojik
bir tutumu benimsiyordu.
Braudel'in gerçekten küresel olan kapitalizm, modernleşme ve sa­
nayileşme yaklaşımı, onun 1 5.-1 8. Yüzyıllarda Uygarlık ve Kapita ­
lizm üzerine üç ciltlik önemli çalışmasında mevcuttur. İlk cildin baş­
lığı "Gündelik Hayatın Yapıları";9 ikincininki "Ticaret Çarkları", ıo
üçüncüsününse "Dünyanın Zamanları" dır.11 İlk cilt, "piyasa ekono­
misinin altında yatıyor" olarak gördüğü ve ne yediğimiz, ne giydi­
ğimiz, nasıl yaşadığımızdan oluşan "maddi yaşam" adını verdiği ol­
guyu ele alır. İkinci düzey (ekonominin) piyasa dünyası, ticaret dün­
yasıdır. "Piyasa ekonomisinin üzerinde süzülen" bir "müphem böl­
ge" olan üçüncü düzey, mali dünya, yani "kapitalizmin" onsuz "dü­
şünülemeyeceği" "gözde bölge"dir. 1 2
Braudel birinci sınıf bir tarihçiydi. Gü ndelik Hayatı n Yapıları adlı
çalışması,u meslektaşı Zeldin tarafından "parlak", bir diğer meslek­
taşı Plumb tarafından da "bir başyapıt" olarak değerlendirilmiştir.
Braudel'in çalışmasını, dünya tarihçiliğindeki kimi Avrupa-merkez­
ci yanhlıkları değiştirmeye girişen yeni gelişmelerin bakış açısıyla, hem
218 TARiH HIRSIZLIGI

hayranlı kla he m de e leş ti re l o larak göz de n g eçir mek istiyor um. Bu


yanlılıklara kaçı nılmaz o larak tüm Batı lı araş tırmacılar sahi ptir. Br au­
de l ke sinlikle , bu ko nuda söz g elimi We be r ve Marx 'tan daha azım
se rgi le r ve g ünde lik hayat üz erine ço k daha ge niş bir karş ılı klı mal­
ze me yi gözden g eçir ir. Dahası, Avr upa'nı n avantajı so rununa ço k daha
i nce likli biçi mde yaklaşır.
Bununla bi rli kte , kaynakları kaçı nı lmaz şe kilde büyük ö lçüde Av­
rupalıdı r ve bu avantaj hakkı ndaki ö nyargı lardan bazıları nı payla­
ş ır. Bunları n baz ıları ö ne msiz , ama baz ıları da ö ne mlidir. Önce li k­
le , sunuş unun rengi ni o luşturduğ undan ve aslında avantajın daha ge ­
ne l me se le le rine gö nde rme yaptığı ndan, ö ne msiz le rde n bazı larım e le
alalım. Braude l'e gö re, "büyük yenilik, A.vrupa' da de vrim" o larak
gö rüle n kağ ıt değil, "alko l" , yani damı tılmış i çki ydi.14 He r ne kadar,
alembic ( imbik) g ibi bir isim bile İslami ( nihai ol ara k Gre k) bir kö­
k e ne iş are t e tse de Br aude l yine de , dünyanın g eri k alanı na gö nde r­
me yaparak, "i mbik Avrupa'ya diğ er insanlara gö re bir üstünlük sağ­
ladı mı? " di ye so rar.ıs Ge lgelelim, Avrupa aslında damıt l ı mış alko ­
lü be ni mseme kte iş i ağı rdan almış tı. Bu yavaş lı k bir yana bırakılır­
sa, daha er ken dö nemlerde bi le bu avantaj a sahip o ldukları düş ünü­
lenler neden Avr upalı lardı r? Bu so ru daha baş tan yam tlanmış a be n­
z er ve herhang i alternati f bi r bakış açı sına i mka n tanımaz. Örneği n,
diğ er içkiler de aynı ş ekilde ele alı nı r. Braudel, aş ağı yukarı alko lün
"keşfedildiğ i" çağ da, dünyada ye niliklerin mer kez i o larak kabul e di­
le n Avrupa'nı n ge rek alko llü ge re kse diğer, yani uyarıc ı ve to nik türü
kahve, çay ve kakao gi bi içecekle ri keş fettiği ni sö yler. Fakat bunla­
rı n üçü de esase n yurtdış ından g elmiş ti; kahve A rabistan ( baş lang ıç­
t a Habeşi stan); çay Çi n; kak ao i se Meksika kök enliydi.16 A çık tı r ki ,
Avrupa'nm bu içece kle ri "keşf ettiğ i" nin, icat e ttiğ inin anlamı aslı n­
da ço k sınır lıdır; Avrupa'nın yaptığ ı paz ar lama ve tüke ti mle ilgi li y­
di. Ne var ki Braude l, herhalde iki sinin de g eliş mesini sağ layan daha
so nraki " kapitaliz m" in "keşfi" yüz ünde n, bunları n keşfi ni de Avru­
pa' ya yo rmaya yö ne lir. Gelge le li m, daha so nraları bu i çecekle r o r a­
ya ulaş tı klarında pe kala Ye ni Gine tarafı ndan keşf edilmiş , icat e dil­
miş o ldukları da sö yle ne bi lirdi . Avrupa' nı n ( "daima" ?) ye ni likle rin
me rkez inde o lduğ u fi kri, öze llikle de yeme k söz ko nusu o lduğ unda
"KAPiTALiZM" HIRSIZUt:li: BRAUDEL VE KÜRESEL KAAŞILAŞTIAMA 219

büyük ölçüde abartılıdır, bu alanda Avrupa, Çin veya Hindistan'dan


kesinlikle geridir. Braudel'in kendisi de "Avrupa'da 15. veya 16. yüz­
yıldan önce yeme alışkanlıklarında gerçek anlamda hiçbir lüks veya
sofistikasyon olmadığı" gerçeğini teslim eder. Bu bakımdan Avrupa
diğer Eski Dünya uygarlıklarının gerisinde kalmıştı .17 Bu yorum doğ­
ru gibi görünüyor. O zaman bu alanda Avrupa'nın üstünlüğü nere­
den geliyor?
Braudel, yiyecek dahil, evle ilgili meselelerde özellikle Avrupa-mer­
kezci bir tutum takınmış gibi görünür. Et tüketimiyle ilgili olarak, Av­
rupa'nın öteki toplumlara oranla göreli bir "imtiyazlı konuma" sa­
hip olduğunu ifade eder. ıs Elbette avcı ve toplayıcılar da öyleydi. Aynı
şekilde, farklı bir bakış açısını benimseyebilir ve daha çevre dostu
bir yaklaşımla, bu kez Çin ve Hindistan'ın sebze ve meyve tüketimin­
de imtiyazlı olduğunu pekala söyleyebilirdik. Vejetaryen bir diyet ter­
cihine, damak zevki, din veya ahlak görüşü temelli olsa bile hiç de­
ğer verilmez. İçeceklerle ilgili olarak şeker ve baharat gibi emtianın
dünya çapında yaygınlaşması, tüm bu maddeler ötekiler tarafından
keşfedilmiş olmasına karşın, temelde Avrupa bakış açısından ışlenir.
Braudel, Arapların masanın nasıl kullanılacağını bilmediğine işaret
eden yazar Labat'ı alıntılayarak onu onaylar; öte yandan, aynı şe­
kilde Avrupa'nın da Doğu'dan gelinceye kadar ne divandan ne de
halıdan haberdar olduğu söylenebilirdi . "Avantaj" daima Avrupa'dan
yana görülür ( oysa bu ancak daha sonraları, dağıtım ve pazarlama
açısından böyle olmuş olabilir) . Avrupa'da "görgü kurallarının ya­
vaş benimsenişi" üzerine yazdığı bölüm,t9 Elias'ın Avrupalı davra­
nıştan yana koyduğu taraflılığına benzer bir yaklaşım sergiler gibi­
dir, zira başka bilim adamlarında daha erken dönemlerde Uzakdo­
ğu' da çok daha ayrıntılı ve titiz terbiye kurallarının olduğu kanısı
yaygındır. Hıristiyanların hayvanlar gibi yerde oturmadıklarını
söyleyen bir Avrupalı gözlemciden alıntı yaparak,20 diğerlerinin böy­
le yaptığını ve böyle olduklarını ima eder. Masa ve sandalye "tüm
bir yaşam tarzını gösteriyordu"21 ve 6. yüzyıl sonrasına dek eski Çin'de
mevcut değildi. Sandalye "muhtemelen köken itibarıyla Avrupalıy­
dı," zira dik oturma pozisyonunun Avrupa dışındaki ülkelerde bu­
lunmadığı ve bu pozisyonun "yeni bir yaşam sanatını" temsil etti-
220 TARiH HIRSIZLIGI

ğ i söy lenir. Bunun doğ ru olup olmadığ ı bir y ana (ki bu ifade su gö­
tü rür gö rü nmektedir) , 6. yüzyılda bu değ işime böy lesine bir ö nem
("y aşam tarz lar ında" bir değ işim) atfetmek, Çin toplumunun değ iş­
mez olduğ u ve "hareketsiz dur duğ u" görü şüy le de tutarsız dır;22 bu
sonuca, sadece bir öz elliği , kıy afe ti ele alarak varmaktadır; halbu­
ki kıy afe tin insan davranışında genel bir etken olmadığ ı kesindir.23
Br audel, "Tür kler in ve diğ er Doğ ulu halkların deği şmez modala­
rını" kö tüley en, "modalarının aptalca despotiz mlerin i korumay a eğ i­
limli olduğ unu" y az an Say 'in24 1 829' daki görü şüaü iz ley er ek, değ i­
şen modanın dinamik bir topluma işar et ettiğ ini iler i sür er.ıs Bu gö­
rü ş, her gü n ay nı giy si leri giy en ve bunları nadir en deği ştiren kendi
köy lü lerimiz e ve belki de öz el dur uml ar da resmi giy si giy en tü m i n­
sanlara da aynen uy arlanabilir. Ü steli k Avrupa' da deği şi mler baş gö s­
terciiği z aman bi le, " modayla i lgi li hevesler" sadece az sayıda ki şi­
y i etki ledi ve 1700' ler sonrasına dek "kadi r-i mutlak" olmadı. An­
cak o tari ht en sonr a insanlar, "Hi ndist an, Çi n ve İ slam düny asında
betimlediğimiz anti k dur umların dur gun sular ı" ndan koptular.26 De­
ği şim, az say ıda ayr ıcalıklıy a öz güy dü , ama Br audel yi ne de moda­
yı ö nemsiz gör mez , daha ziyade "daha derin hadi seleri n bi r gö ster­
gesi " olarak değ er lendi rir:27 G elecek, "geleneklerinden kopmay a" ha­
zır toplumlar a ai tti. Ş ar k durağ andı, fa kat öyle bakılınca G arp da
ancak y akı n z amanlarda har eketlenmey e başlamıştı; bu da Braudel'i n
kült ürleri n bu bakımdan uz un süreli bir tari h için de fa rklılaştığı kav­
ramıy la oldukça çeli şki li di r. Moday a başvuru ay nı z amanda "mad­
di i lerleme" ni n de sonucu olduğ undan, Braudel bu konuda hemen
hiç tutar lı değ ildir.ıs Buna bi r ö rnek, Ly on'un ipek tüccar lar ının 1 8.
yüzy ılda, İtaly anlar ın kopy a edemey eceği kadar hız la, her yıl desen
değ iştir en "ipek tasarımcıları" i sti hdam eder ek "Fr ansız modasının
tir anlığ ını " istismar etme biçimler idir.29 Bu dö ne me ge lindiği nde, ipek
ü reti mi Si ci ly a ve E ndülü s'te neredey se y edi y üzy ıldır varlığ ını sür­
dürüyordu; 1 6 . y üzyılda, dut ağ acıy la bi rlikte Toscana, Veneto ve
oradan aşağ ıy a R hô ne vadisine dek y ay ılmıştı. C enova ve Venedi k
de uz un zamandır Yakındoğ u'dan ham ipeği n y anı sır a ipli k vey a ham
baly alar biçiminde pamuk da ithal etmektey di. Yalnız bu malz eme­
ler değ il, tekni kler de söz de "dur ağ an" Doğ u'dan gelmi şti . Moda ko-
"KAPiTALiZM" HIRSIZUGI: BRAUDEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA 221

nusu açıkças ı yalnız deği şim le deği l, 9 . Bölüm' de b ağ lam ını daha g e­
niş bi çim de ele alacağ ım ız lüksle de ilg iliydi.
Başka yönler den de Br audel deği şim konusunda kar ar sızdır. Tü­
tün gib i Am er ikan ür ünleri ni n, tıpkı kahve, çay ve kakaoda olduğ u
gib i tüm dünyaya hızlı yayılışını i kna edici bi r bi çim de anlatır. Bu­
nunla bi r li kte, statik Doğu s ür ekli b ir bi çim de dinami k Batı' yla kar­
şılaştırılır; altta yatan anlam, kapi talizm i çi n g er eken yenili kler in Av­
r upa dışında g elişem eyecek olduğ udur. Br audel, değ işen toplum lar ­
la dur ağ an toplum lar ar asında b ir tezat kur ar. 3C Bu i kilem kesinlik­
le kab ul edi lem ez; deği şim r itim leri kesi nli kle f ar klılık g ös ter ir ve g it­
gi de hız kazanır. Fakat deği şm eyen bir toplum fi kri (nes nel olar ak,
aktör ler ne düşünüyor olur lars a ols unlar), özelli kle di n ve mi tler açı­
sından öne s ür düğüm gibi, söz konus u bi le olam az gibi geli yor b ana;31
b asi t toplum lar daki teknoloji bi le zam an i çi nde, sö zgelimi neoli ti k­
ten m ezoli ti k çağa dek değişmi şti r. Bu, zam an zam an hi çbi r tıkan­
m a olm adığı deği l, as la bir b ütün halinde " tıkanm ış sis tem ler" ol­
m adığı anlam ına gelir .
Bazı toplum ların değ işim e diğ er leri nden daha hazır olduğ u anla­
yışı, özgül dönem ler ve özgül b ağlam lar i çin doğr u olab ili r; fa kat tiim
A sya'yı b u kalıb a s okm ak apaçık bir hatadır. En azından 16. yüz­
yıla dek Çi n m uhtem elen Avr upa' dan (b elir li b ir ölçüm ü zeri nde an­
laşm aya var ılabi li r se) daha " di nam ik" ti. Br audel'i n " uygarlık" ve
" kültür" kavr am ı, değ işim hızındaki b u tür far klar ın "la lo ngue du­
ree"yi [ uzun s ür e] tanım ladığını i ler i s ürm e eği limi ndedir; b ence on­
ları, " uyg ar lık alanı" ndan çok " konj onktür alanı" na ait o lar ak, " olay­
lar" ın " tarihs el" düzeyine yer leşti rm ek ger eki r. A ksi ni yapm ak, Av­
r upa'nın 19. yüzyıldaki s u götürm ez far klar ını (ve b azı yönler den
avantajlar ını) zam an i çi nde ger iye yansıtm ak olur du. Bu takdir de,
neden toplum lar ın 20 . ve 21 . yüzyıllar da ar adaki m esafe yi kapatm a­
lar ına da aynı yöntemi uygulam ayalım ? Japonya'nın er ken dönem
"fe odali zm" ini n " kapitalizm "i n daha kolay g eli şti ri lm esine olanak
ver diğine ilişki n arg üm an zaten i leri s ür ülm üştür. Aynı ar güm an ne­
den Çin, Kor e, Malezya ve daha bi r çok ülkeye uyg ulanm as ın?
Br audel yi ne de, b aşka yerler de " dur ağ an, içe-b akan", yani yok­
s ul uyg ar lıklar olduğu fikr iyle çıkag elir. Sadece Batı kesi nti si z deği-
222 TARiH HIRSIZLIGI

şim l e tem ayü z eder. "Batı' da" diye yazar Br au del, "h er şey aral ı k­
sız deği şm ekteydi. "32 Bu nu ç oktandır sü r egel en bi r ö zel li k olar ak gö ­
rü r. Ör neği n, "Aydınlanm a dö nemi ne kendi ver diği adl a Avru pa'yı
'i l erl em e' ye doğru taşıyan ekonomi k ve kü l tü rel bi r h ar eketin" ta­
nığı ol arak m obi l yalar, ü l keden ü l keye değişiyor du,33 Ve bi rkaç sa­
tır sonrasında: "E n zengi n ve değ işim e en aç ı k u ygarl ık olan Avru­
pa içi n doğruysa, a fortiori geri kal anın a da u ygul anabil ir." Avru pa'nın
son zam anl arda ( bazıl arının Sanayi D evr imi' nden sonra der ken, di­
ğerleri nin Rö nesans sonrası di ye ısrar edeceği) deği şim e dah a h azır
ol duğu doğru olm akl a birli kte, ö nceki dö nem ler de Avru pa' nın de­
ği şim e dah a eğ il im li ol du ğu na i l işki n el de h iç bi r kanıt yoktu r. Yi ne
de, Brau del 'in bu f ormü l asyonu, başka yerl erde getirdi ği nitel em e­
l er ne ol ursa ol su n, su nduğu kanıtl ar ne denli ç el işki li ol ursa ol su n,
ezel i ve ebedi olm asa bi le en azından ç oktan beri devam et ti ği ne i nan­
dığı di nam ik Avru pa' yla "statik" A sya karşıtl ığ ına dayanır. Batı de­
ğ işim ve uyum sağl am a kavram ını kendine m al etm iştir.
Br au del' e gö re kapitali zm kent yaşamına ai ttir; bu radan kı r la­
ra doğru yayılır. K ırsal ekonom ileri, dışarıdan h arekete geç ir ilm e­
di ği sü rece du rgu n ekonom il er ol arak gö rü r. "Çi n ti pi saçm a zi ra­
at, isti sna yeri ne ku r al"H olsaydı - pi ri nç ü retimi nde ku llanılan bu
ti p ziraat, sah andan ç ok el aletl eri yle yapılıyordu- Batı lı kentleri n
var l ığını sü r dü rü p sü rdü rem eyeceği ni sorgul ar. N e var ki, bu "saç­
m alık" ku şku su z, bü yü k oranda sabanları ç ekm ek içi n gereken dah a
bü yü k evcil bü yü kbaş h ayvanl arı n yeti şti rilm esine dah a bü yü k al an­
l ar ayrıl am am asının bi r sonu cu ol arak, Avrupa'nınkinde n dah a yü k­
sek nüfu s yoğu nlu klarına ve dah a bü yü k kentleri n var lığ ına im ka n
ver en ç ok yoğu n, ç ok "geli şki n" bi r tarımın i şar etiydi. A slına ba­
kıl ırsa, koşu ll ar ç ok farkl ı ol du ğu iç in Batıl ı kentl erin "bu koşu l l ar
al tında ay akta kalıp kal am ayacağ ını" m erak etm ek hu ysu zlu ktan
başka bi r şey deği l di r.35 Brau del, tarım ın ih racatla bağının ku ru l du­
ğu, ü rü nl eri n naki t par a içi n yetişti ri l diği zam an, kapi tali zmi n kı r­
sal kesim e u laştığını dü şü nü r. Bu bi r "i sti la" anlam ı na geli yordu.36
Fakat bu kavr am, kır sal ü r eti ci lerin h alih azır da ter asl am a, su lam a
ve bi rç ok yol dan yatırım yapar ak ya da Avru pa' da ol du ğu gi bi "ka­
pital" m odelinin ta kendi si ol an sü rü leri ni geni şleter ek, kendi "ka-
"KAPiTALiZM" HIASIZLIÖI: BAAUDEL VE KÜRESEL KAAŞILAŞTIAMA 223

pital" ler ini oluşturduğ u gerçeğ ini gör me zde n ge lir. Fakat ona
gö re, kapi talis t k avr amı eme k veya üre ti m te kni kleri nde n çok, ken­
dini ye ni de n üre te n paranın yatır ı mı yla i lgil idi r. Bur ada daAvrupa
be nze rs iz olar ak kab ul e dil ir. Hi ndis tan ve Çin'de ki te knik le rin di­
nami k doğ as ını tes lim e tme kle b ir likte , b unlar ınAvr upa'ya dam ga­
sı nı vur an "yüksek kali te" yi hiçbi r zaman ü re tme dikle ri yor umu­
nu yapar. Çi n' de, ins an e meği be lki çok f azl aydı 37 - yaygı n f akat
hatalı bi r dü şü nce .38 Her dur umda, gü ne yi n piri nç tarı mı , kuzeyi n
tahıl ye tiştir iciliğ inde n daha e ntans if e kim ve dik; m te knikler ini ge ­
re ktiri yor du; dur um, b asi t bir b içimde makinele şme ni n "uc uz i şgü ­
cü nedeni yle e nge llenmesi "39 deği ldi. Alet ler k ullanı lmaya b aşlan­
dı. E l ar ab alar ı i lk Çin'de yapı ldı; gem ve dizgin m uhteme le n Mo­
ğ ol (ör neğ in Lynn W hite40 ) b uluşuydu. Su değ irm enler i kes inlikle
Avrupa'yla s ınırlı deği ldi; ye l deği rmen le ri Çi n ve ya İr an' dan gel mi ş
olabi li r. Her ne k adar Braudel, b aşta kok kullanı mı nda olm ak ü ze ­
r e, ü lke nin " 1 3 . yü zyılın ar dından dur ağ anlığ ından" s ö z ets e de,4t
Çin liler demir üretim i ve kömür kullanımın da da çok iler iydiler. Onun
yor umu, Çin'i n daha ö nceki " ge lişm işliğ ini açıklam ak zor " şe klin­
dedir.42 F ak at b u durum, kuşkus uz dü nyaya 19. yü zyı lAvr upa- mer ­
kezc i açıs ından b akıldığ ında bö yle dir.
Braudel 'e göre Çin'i ge ri b ırakan s or unl ar dan biri , ü re tim ve mü ­
b ade le içi n ger ek en "k arm aşık bir par as al sis tem i" ol mayı şı ydı;43 s a­
dec e "or taçağ Avrupa's ı , s onunda par as ı nı mü kem melleştir di" , zir a
b u toplumlar b irb ir leriyle ve Müs lüm an dün yayla müb adele etmek
zor undaydılar. Avr upa'da tas avvur edi le n kus urs uzlaşm a, k entleri n
ve k apitalizmi n ge lişmesi nde n olduğ u kadar, " yü zlerc e yı l sür en bir
dü nya e ge men liğ i" ge tire n " açı k de nizleri n fethi " nde n kaynaklan mı ş­
tı,44 İs lam' ın me ydan okum as ıyla yü z yü ze ge le nAvrupa, kus urs uz
b ir par as al s is te m yar attı; Avr as ya' nı n ö te ki kıs ım lar ı "e tk in ve ek­
s iks iz b ir par as al yaşama doğr u gi den yolun yar ıs ı ndaki ar a :ı şam a­
lar ı tems i l e diyor du. "45 Be nzers i zl iğe yö ne li k b u iddia, b azı yö nler ­
de n şaşır tıc ıdır, zira e n azı ndanAvras ya'da "kıyı uygarlı kları b irb ir ­
le ri nde n he r zaman haber dardı. " Ak de niz ve Hi nt Okyanus u "tek
b ir de niz uzantıs ı nı " , i kisi aras ı nda daha ö nc eleri Süve yş' te N ekao
K analı ol ar ak b iline n, fakat daha s onraları doldurulan b ir b ağ lantı-
224 TARiH HIASIZLIGI

yı da içeren "Hint yolu"nu oluşturuyordu. Ne var ki, Mısır daima


Doğu ve Batı arasında bir iletişim noktası olmuştu . Bu yüzden ipek
veya matbaa hakkındaki bilgileri kadar, malların kendisinin müba­
delesinde de yol almış olmalıydılar. Bununla birlikte, Avrupa'ya sö­
züm ona avantaj sağlamış olan, açık denizlerin fethiydi. Uzak mesa­
feli ticaret, geniş ölçekli ticari kapitalizm, Braudel'in önemle gözlem­
lediği üzere, "yapıcı değişime" ve hızlı birikime neden olan ortak bir
"dünya ticareti dili" konuşma yeteneğine dayanıyordu. Başka bir de­
yişle, bu ticaret alışverişi içeriyordu . Eşitlik, karşılıklılık ve değişime
yönelik eğilime karşın, Braudel'in görüşüne göre, Avrupa'nın yine de
Asya'nın "yarı yol ekonomileri"nden ayırt edilmesi gerekmektedir.
Böylece, karşılaştırmalı hedeflerine karşın, Braudel Doğu'yu müte­
madiyen Batı'nın üstünlükleri açısından keşfetmeye çalışır; bu üstün­
lükleri uzun süreli, çoğu zaman kültürel, hemen hemen kalıcı olarak
kabul eder. İyi bir tarihçi olarak, sürekli çelişkilere ve tutarsızlıkla­
ra sürüklenir. Değişmeyen Hindistan değerli madenleri kullanmış ve
1 6. yüzyılda pamukla ilgili olarak "muazzam bir sanayileşme patla­
ması" yaşamıştır, ama ekonomisine damgasını vuran "parasal
kaos"tur.46 Aynı şekilde Çin, sadece hem "bizzat Çin'in geri kalmış­
lığının" hem de "aynı zamanda 'hakim' para sisteminin belirli bir güce
erişmesinin" sorumlusu olan "ilkel komşu ekonomiler bağlamında"47
anlaşılabilir. Belirtilmesi gereken, bu gücün henüz Avrupa'da kağıt
bile yokken kağıt paranın icadını da kapsamasıdır; gerçi Çin'de bile
kağıt para ancak 14. yüzyılda yaygın biçimde kullanılmaya başlan­
mıştır. Çelişkiler saymakla bitmez. Ming döneminde ( 1 368-1644)
Çin'in "geri kalmışlığı"na karşın, 1 596'da Çin'de kömür madenle­
rine hücuma yol açacak biçimde "bir para ekonomisi ve kapitalist
ekonomi doğarak, çıkarlarını ve hizmetlerini geliştirip yaygınlaştır­
dı."48 Bu gelişmelerin onun geri kalmışlığını nitelemesi gerekir ve bize
"parasal meselelerde Çin -'parasal kaos'ta olduğunu az önce gördü­
ğümüz- Hindistan'dan daha ilkeldi ve onun kadar sofistike değildi"49
deyince Braudel'in (tutarsız) sözlerini ciddiye almak güçleşir. Peki ya
Avrupa'nın durumu? Bu kıranın "tek başına durduğu" söylenir. Bu­
nunla birlikte Braudel "bu [parasal] operasyonlar Avrupa'yla sınır­
lı" olmayıp "diğer kıtaların zenginliğinin üzerine atılmış geniş bir ağ
"KAPiTALiZM" HIRSIZU<'.il: BRAUOEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA 225

gibi bütü n dü nyada başlamı ş ve her yere yayılm ı ştı" demektedir. Arne­
rik a' nı n hazineleri sayesin de, "Avrupa dü nyayı yalayıp yutmaya, haz­
metmeye başlıyordu" böylece " dü nyanı n bütü n para birim leri aynı
ağda birbirine karı şt ı. " Bu avantaj yeni değildi; aslı na bakılır sa "13 .
yü zyıl dan sonra uzun bir baskı dönemi" faydacı bilgideki art ışın eş­
liğinde " dü nyayı fet hetm eye yönelik bir açlı k", " altı na" veya baha­
rat a " yönelik bir açlığın" sonucu olarak " maddi yaşamın dü zeyini
yü kseltt i. "so Fakat Avrupa'nın o alt ına iht iyacı vardı, zira ort a sınıf­
ların git gide daha çok kullanmaya başladığı " lü ks mallar" karşı lığı n­
da D oğu'ya verecek pek az mamul malı vardı. Ç in eğer, Braudel'in
ileri sü rdü ğü gibi gerçekt en geri kalrn ıştı ysa, neden değerl i maden­
ler Bat ı' dan A sya' ya gidiyordu?5 t "Altın açlığı" kesinlikle sadeceAv­
rupa'da değildi. D oğu ne istediğini ve onu barışçı l yollardan, yani t i­
caret le nasıl elde edeceğini gayet iyi biliyordu.

Kentler ve Ekonomi
Braudel' in analizinin özü , 8 . Bölü m' de t art ı şı lan, insan yaşamı nı
aralıksız şarj eden elektrik transfo rmatörlerine be nzettiği kent lere odak­
lanır. Bir kez daha, bronz çağından it ibaren dü nya çapında bir feno­
men oluşt urdukları aşikar olan kentler bağlamı nda, Avrupa dü nya­
nı n geri kalanı ndan ayn t utulur. Ge lgeleli m, " bir kentin daim a bir kent"
olduğunu ve " daima değişen bir işbölümü " yle nit elendiğini ileri sü­
rer; bundan başka, kendilerin i yeniden ür et medeki başarısı zlıkları yü­
zü nden kent ler sakinlerini dı şarı dan t oplamak zorunda olduğundan,
sü rekli değişen bir nü fus yapıları vardır. 52 Kent lerin, güvenli surlar
(ve 15. yü zyıldan it ibaren t opçuluğun Batı' ya getirdiği t ehlikeler53 )
ihtiyacından doğan özbilincinden, kentsel ilet işimden ve kentlerin bir­
birleri arası ndaki hiyerarşilerden söz eder. Bu ortak özelliklerin ka­
bulü ne karşı n, " özgü rlü kleri" ile Bat ılı kent ve bunl ara sahip olma­
yan, st at ikAsyalı kent ler arası nda bir ayrım çizgisi çekerek Max We­
ber'i izlemekt en geri kalmaz ( ya da Yakındoğu açısı ndan bu durum,
Goitein'e engel olmaz54 ) . Farklar olduğu aşikardır, fakat bu yazarlar
teleoloj ik sonuca, kapitalizmin gelişimi ne ilgi duydukların dan, bu far k­
ları ideolojik bir dü zeye yerleşt irirler. Bu nedenle de Braudel'in ü ze-
226 TARiH HIASIZLIGI

rinde durduğu temel nokta, 4. Bölüm'de de gördüğümüz gibi, "Batı


kentlerinin özgünlüğü'.' dür. Bu kentlerin, temel dürtüsü devlete mu­
halefetten gelişen ve çevredeki kırsal kesime "otokratik olarak" hük­
meden "benzersiz bir özgürlük"ss sergilediklerini öne sürer. Bunun
sonucunda, dünyanın öteki kesimlerindeki kentlerin durağan doğa­
sıyla karşılaştırıldığında bu kentlerin evrimi "çalkantılı"dır; değişim
teşvik edilmektedir. Fakat aslında Asya kenti de, yakın geçmişteki araş­
tırmaların (söz gelimi Şam ve Kahire üzerine olanlar) gösterdiği gibi,
eşit derecede çalkantılı ve durağanlıktan uzaktı.
Roma İmparatorluğu'nun kentler çerçevesinde -3. Bölüm'de tar­
tıştığımız- yaşadığı gerilemenin ardından, Batılı kentler 1 1 . yüzyıl­
da canlandı; o döneme gelindiğinde "kırsal enerjide bir yükseliş"in56
gerek soyluları gerekse din adamlarını kentlere getirmeye başladı­
ğı, bunun da kıtanın tırmanışının başlangıcını tanımladığı belirti­
lir. 57 Bu canlanmayı mümkün kılan, ekonominin düzelmesi ve para
kullanımının artmasıydı. "Tüccarlar, loncalar, sanayiler, uzak me­
safeli ticaret ve bankaların yanı sıra, belirli bir burjuvazi tipi ve bir
çeşit kapitalizm buralarda belirmekte gecikmedi."58 İtalya ve Alman­
ya kentleri "kent devletleri" kurarak devleti geride bıraktılar. Söy­
lendiğine göre, "Batı'nın mucizesi", kentlerin yeniden doğdukların­
da büyük bir özerklik sergilemeleriydi. Bu "özgürlük" temelinde,
"kendine özgü bir uygarlık" inşa edildi. Kentler vergilendirmeyi ör­
gütlediler, kamusal borçları icat ettiler, sanayi ve muhasebeciliği dü­
zenlediler, "sınıf mücadeleleri"nin sahnesi ve "yurtseverlik odağı"
haline geldiler.59 İktisatçı Sombart'a göre, 14. yüzyıl sonunda Flo­
ransa'da beliren yeni bir zihniyetin damgasını vurduğu burjuva top­
lumunun gelişmesini yaşadılar.60 "Gerek zenginleşme gerekse yaşa­
ma sanatı"nda başarıya ulaşan "genel anlamda erken, hala müte­
reddit bir Batı kapitalizmine özgü yeni bir zihniyet yerleşik hale gel­
di. " Bu hayat tarzının niteliklerinin arasında "kumar ve risk" de
vardı; "tüccar [ . . . ] giderlerini getirilerine göre hesaplıyordu. "61 Kuş­
kusuz, tüm tüccarlar bunu yapmak zorundaydı, aksi halde ayakta
kalamazlardı. Bunun yanı sıra, tıpkı Çin'de olduğu gibi, onları ta­
lih ve kumar oyunlarına özellikle bağlayacak şekilde, riskleri hesap­
lamak zorun·daydılar.
"KAPiTALiZM" HIRSIZLIGI: BRAUDEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA 227

Braudel, kapitalizmin anahtarını, Avrupa'da "özgürlüğü" teşvik


eden ve kırsal zanaatkar etkinlikleri için bir merkez oluşturan kent­
lerin gelişmesinde görür. "Kapitalist" etkinlik evrelerine karşın, Çin'in
ne gerekli özgürlüğü sağlamada ne de kırsal zanaatkarları çekmede
başarılı olabildiğini ileri sürer. Braudel'in argümanı, kendi ihtiyaç­
larına hizmet eden kırsal alanıyla birlikte bağımsız ve kendine yeter­
li kentle (Batılı model), daha dinamik bir kırsal kesimle parazitli ve
bağımlı ilişkileri bulunan bürokrasinin yuvası olan kent (Doğulu mo­
del) şeklinde iki zıt kent-kırsal ilişkisi modeli gerektirir. Ne var ki,
bu karşıtlık uygun değildir; çünkü Çin kentleri yöneticilerin olduğu
kadar alimlerin, okuryazarların ve tüccarların da merkeziydi. İkin­
ci olarak, kırsal kesimi "kapitalist" etkinlikten hariç tutmak, bu et­
kinliğin tanımını tartışmaya açık bir şekilde kısıtlamak anlamına ge­
lir; Avrupa ve Çin'in kırsal kesiminde meydana gelenlerse sert bir re­
jim ve hatırı sayılır sermaye yatırımı gerektiren büyük başarılara sah­
ne olmuştu. Aslında çağdaş Çin'e bakıldığında, kırsal kesimin "mo­
dernleşme"nin gereklerinin çoğuna sahip olduğu aşikardır.
Braudel, Avrupa kentlerinin bu kendine özgü "özgürlüğünü" över­
ken, çevresindeki kırsal kesime açık ve onunla eşit, "sanayinin ge­
lişmemiş olduğu" klasik çağ kentlerinden, 62 bir başka kölelik biçi­
mine tabi olmak üzere kendilerini kölelikten kurtarmış köylülerin
nüfusu oluşturduğu ortaçağın "kapalı kent"ine ve son olarak da "mo­
dern çağın başının uyruklaştırılmış kentine"63 doğru ilerleyen bir
gelişme şeması verir. Bununla birlikte devlet, Habsburglar ve Ger­
men prensleri kadar papalar ve Mediciler de, her yerde "kentleri
disiplin altına aldı. " "Hollanda ve İngiltere dışında, itaat dayatıl­
dı. " Bu son iki ülkenin merkeziyetçi monarşileri olduğu ve Alman­
ya ve İtalya'da ortaçağ döneminin "özgür" kent devletlerinin şim­
di "uyruklaştırılmış" olarak nitelendiği göz önüne alınırsa, "özgür"
Batı kentinin tanımlanması gerekmektedir. Bu durum Braudel'i, tıp­
kı kendinden önce Weber ve Marx'ın yaptığı gibi, Doğu'nun "im­
paratorluk kentleri"yle çarpıcı bir karşıtlık iddiasında bulunmak­
tan alıkoymaz. İslam'da, Batı'nınkine benzer türde bazı kentler gö­
rüyoruz, ama Kordoba veya Oran gibi "marjinal" veya kısa ömür­
lü olarak betimlenirse de bu marjinallik kuşku götürür niteliktedir;
228 TARiH HIRSIZl..1�1

aslında Braudel bile Kuzey Afrika'daki Sebte'ye bir kent cumhuri­


yeti olarak gönderme yapar. "Uzak" Asya'da, imparatorluk kent­
leri "muazzam, parazit gibi, yumuşak ve lüks düşkünü"ydü. "Alı­
şılmış kalıp, bir prens ya da halifenin yönetimi altında çok büyük
bir kentti: Bağdat veya Kahire gibi."64 Bu kentler, yetkenin kendi
doğasından dolayı değil, "toplumun vaktinden erken sabit hale gel­
mesi, belirli bir kalıpta kristalize olması nedeniyle" (böylelikle dai­
ma kültürel değişim ve durgunluk meselesine geri dönerek) "kırsal
kesimden zanaatkarlarla iş yapmakta yetersizdi. '' Hindistan'da so­
run kastlarda, Çin'de klanlarda yatıyordu. İddiasına göre, Çin'de
devlete veya kırsal kesime karşı kenti temsil edecek bir yetke yok­
tu; "kırsal bölgeler Çin'deki yaşamın, hareketin ve düşüncenin ger­
çek kalbiydi." Gelgelelim, hükümet yetkililerinin kesinlikle kırsal
kesimi olduğu kadar, yaşadıkları yer olan kentleri ·d e temsil ettik­
leri ve bu kent merkezlerinde pek çok etkinliğin meydana geldiği
açıktır. Kaldı ki, kast ve klanın kentlerin ilerlemesini önlediği kav­
ramı, Weber'in bu kurumların bireyciliği teşvik etmekten çok ko­
lektif olmaları nedeniyle kapitalizmin gelişmesini köstekledikleri şek­
lindeki analizine uygundur. Bu tema, özellikle de tüccar hanedan­
larını sermaye birikiminde temel bir unsur olarak nitelerken,65 Brau­
del tarafından kesinlikle abartılmıştır. Fakat her durumda Hint kent­
lerinde, çoğu zaman kast sisteminin dışında kalan ve ticarette çok
önemli olan Caynacılar ve Parsi'lerden oluşan büyük bir nüfus ya­
şıyordu. Onun ve diğer Batılıların çalışmalarında gerçekten sorun­
lu olan husus, Doğulu kentlerin Batılı kentlerle oluşturdukları ile­
ri sürülen karşıtlıklara göre nitelenmeleridir. 66
Kentle ilişkilendirilen özgürlük kavramının iki yönü vardır. Ne­
rede ortaya çıkarsa çıksın, kente taşınan kırsal kesim sakinleri ay­
rıldıkları daha kapalı çevreden daha az kısıtlama içeren bir ortama
girdiler. Fakat bazı toplumlarda, bir de ayrıca kentlerin daha geniş
siyasal otoriteler tarafından ne dereceye kadar kısıtlandığı mesele­
si vardı. Açıktır ki, ister Avrupa'da isterse Batı Asya'da olsun, kent
devletlerinde böyle kentler çok sıkı denetim altında değilse de, tica­
ret etkinliği kısıtlanmış olabiliyordu; fakat kısıtlamalar bazı daha bü­
yük devlet sistemlerinde olduğu gibi dışarıdan dayatılmıyordu. 19.
"KAPiTALiZM" HIRSIZLIGI: BRAUDEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA 229

yüzyıla gelindiğinde Batılı kentler böyle bir ulus devletin sıkıca bağ­
lı parçaları haline gelmişti. Kentlerin "özgürlük" derecesinin farklı
toplumlarda farklı dönemlerde değişiklik gösterdiği açıktır ve daha
sonraki Batı'da bu özgürlüğün genelde başka yerlerden daha büyük
olması mümkündür. Avrupa toplumlarında, ticareti teşvik amacıy­
la hükümet vergilendirmesinden kısmen "özgürleşen" villes franc ­
hes [serbest kentler] bulunduğu kesindir. Doğu'da da bazı kentler, özel­
likle limanlar ötekilerden daha az denetim altındaydı. Braudel, dün­
yanın öteki kesimlerindeki sanayi öncesi kentlerin genelde daha az
özgür ve daha statik olduğunu kesin bir biçimde kanıtlamaz . Aslı­
na bakılırsa başka birçok kent, tıpkı Avrupalı kentler kadar, hatta
bazı örneklerde onlardan daha da "çalkantılı" görünür.
Bu bakımdan, kentlerin Doğu'da ve Batı'da paralel mecralar iz­
lemiş olması gerektiği gayet anlaşılır bir durumdu�. Braudel, kent­
selleşmenin "modern insanın işareti" olduğunu yazar.67 Eğer öyley­
se, modernlik o gün bugündür gitgide daha modern olsa da, çok çok
eskiden, en azından bronz çağında başlayan bir süreçtir. Braudel'in
sıkça dile getirdiği üzere, hiçbir kent bir ada değildi; hele hele sık­
lıkla görülen özelliklerinden biri uzak mesafeli ticaret olduğunda ka­
çınılmaz biçimde, tek başına değil çok daha geniş bir ilişkiler ağı­
nın parçası olarak ayakta duruyordu. Ve bu tür ticaret, yalnız "mad­
di ürünleri" değil, düşüncelerin aktarımıyla belirlenen bir süreç olan
onları yaratma yollarını da mübadele eden farklı "uygarlıklar" dan
birçok ortağı içeriyordu. Bu türden mübadelelerin meydana gelmek­
te olduğuna ilişkin yeterince açık varsayımın temelindt ilerleyerek,
yalnız "kendine özgü" uygarlıkları değil, Avrasya'nın her yerinde
kentlerin doğuşu gibi, burjuvazinin ve kabaca ona koşut sanatsal
gelişmenin yaratılmasıyla birlikte (gerçi koşut evrim de elbette müm­
kündür), aralarındaki ortaklıkları hesaba katabiliriz. Bu, dinde ol­
duğu kadar resim ve edebiyatta da geçerlidir. Hıristiyanlık Yakın­
doğu'dan Avrupa'ya ve Asya'ya göç eder. Aynı şeyi İslam da yapar.
Budizm Hindistan'dan Çin'e ve Japonya'nın yanı sıra marjinal ola­
rak Yakındoğu'ya gider. Bunların gerçekleşebileceği, özellikle kent­
leşmeyle ilgili ortak bir zemin olmasa, bu büyük dini ideolojilerin
hareketleri mümkün olmazdı.6s
230 TARiH HIASIZUCil

Y ukarı da tartı şı ldı ğı gi bi, Braudel' in D oğulu ke ntle re i li şki n g e­


nel gö rüşü, bunları n "m uazzam , parazit g ibi, yum uşak ve lüks düş­
künü" olduklarıydı;69 bu kentler loncaları n veya tüccarları n m ülkü
olm aktan çok mem urları n ve soyluları n i kam etga h ları gibi ydi . Ge r­
çe kte Batılı ke ntle r de soylular ve mem urları n i kam etga h ları ydı ve
ke ntle re loncalar veya tüccarlar sahip de ğildi. Farkı gö rme k kolay
deği ldir. Ke ntler, Batı 'nı n bazı kesimler inde bir az " dah a ö zgür" hale
geldi ler, am a " ke nt devle tle ri " nin dı şı nda, bi rçoğ u daha g eniş h ükü­
me t de ne tim inin yokl uğ unu yalanlı yor du. "Özg ür lük", kapitalizm in
ge li şme si i çi n ge re ke n deği şi kli kle re i çki n bi r " burj uvazi " ni n e tki li
rol oynam ası (aslı na bakı lı rsa doğ uşu} açı sı ndan h ay ati ö nem de di ye
gö rülüyordu; Batı lı ar aştı rm acı lar burj uvaziyi ge ne lli kle , Walle rste ­
in'i n " kapitalizm in ruh u" nun anah tarı olar ak gö rdüğ ü ke si ntisiz de­
ğ işim gi bi, be nzer si z bi r Avrupalı ö ze lli k olarak kabul e de r. Braude l,
1 6. yüzyı lı n sonunda, " tic ari gi ri şim e ği lim li" bi r bur juv azi ni n do­
ğuşuna i zi n ve re n Çi n de vle ti ni n de zam an zam an burj uvazi yi " onay­
ladığı nı " itiraf e der.70 Çi n' de de vle t onaylar; Batı 'da burjuvazi nin bü­
yüme si doğ al kabul e di li r. Bu arada Batı 'nı n " serbe st pazarları " nda
dikkat çe ktiği çe şi tli ö ze lli kler, yani ö rgütlü sanayi, loncalar, uzak me ­
safeli ti caret, poli çe ler, ti care t şi rke tle ri , m uh ase be cili k,71 büt ün bun­
lar yakı n zam anda Pome ranz ve Habib gibi tarih çile rin de gö ste rdi­
ği üze re, Çin ve Hi ndistan'da da me vcut tu. 7 2 Hi ndistan' da da, hun­
di ya da poli çe leri de içe re n ve Batı' dakini n karşı lı ğı olan bi r para
deği şim sistemi vardı. " 1 4 . y üzyı ldan beri, çok ge çm eden be lirli bir
kapitalizme doğr u yola koyulacak Hindistan, belirli canlı lı kta bir pa­
rasal e konomi ye sah ipti . " 73 Braude l bu ülke ni n kaoti k parasal sis­
tem ine i li şkin ö nceki sö zleriyle çeli şkiye düşm üş gö rünür, zi ra bu " be­
lirli kapitalizm " in -" toptancı ları, ticaret rantiyeleri ve binlerce yar­
dım cı unsuru, " yani kom isyoncuları , sim sarları , te fe ci le ri ve banke r­
le ri yle bi rli kte- " haki ki bir kapi tali zm "74 olduğu kabul edi lir. " Mü­
bade le tekni kle ri, olanakları ve ya tem inatları na gelince, bu tüccar
g rupları nı n tüm ü, Batı lı benzerleri yle karşı laştı rılabilir nitelikteydi. "
Bu ö ze lli kle r yalnı z ke ntler de m evc ut olm akla kalmı yordu, bunlar
11. yüzyı lı n Avrupa'sı nda ke ntle rin ye niden doğuşundan önce ken­
di le rini gö stermi şti. Bununla bi rlikte , Braudel hala bir şeyle ri n eksi k-
"KAPiTALiZM' HIRSIZLJ<'.;I: BRAUDEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA 231

} iğ ini hisseder. Z ira onun görüşüne göre, b unlar " kendine öz gü b ir


uygarl ık" oluşturm uyordu; b u kavram , onun Avrupal ı kapitalizm in,
daha yaygın "m ikro- kapital izm " den farkl ı ol arak "güçl ü ağl arıyl a"
birl ikte sahici kapital izm i doğ urduğ u düşüncesinin tem el idir.75
Burada biraz karışıklık vardı r. Ticaretin geçm işi çok daha eski
olm akla birlikte, Braudel' in söz ünü ettiğ i türden "güçl ü ağl ar" an­
cak sınai kapital izm le birl ikte gelm işti. Fakat Braudel baştan sona,
1 5 ila 1 8 . yüzyıllar arasındaki "m ikro- kapital ist" ol duğ u varsayı­
l an gel işm el eri vurgul am ıştır. Kentl erin "öz gür dünyal arı" sorunu­
nun "gerçek kapital izm " in ortaya çıkışında önem li ol duğ u dönem ­
dir bu. Sorun ş u ki, kapital ist etkinl iğ i daha er ken dönem e ait bir­
çok topl um da m evcut ol arak görm ekle b irl ikte, 1 9 . yüzyılda Avru­
pa' nın ha kim iyetini bu kır anın kapitalizm i, yani gerçek kapital iz­
m in nitel iğ i açısından ifa de etm ek ve ardından tel eol ojik ol arak onun
oluşum undaki etkenleri ayırt etm ek ihtiyacını duyar ve bu işlem de
Braudel' i bi r dizi çelişkiye götürür. Fakat Batı' da "gerçek kapitalizm " e
yol açm ış olabilecek önceden m evcut koşull ar açısından -b u koşul­
l ar Doğ u'yla Batı'yı ayırm ak için kullanıldıkl arında b ile- b akıldı­
ğ ında, tüm Avrasya kabaca aynı görünür. Kentl er her yerde vardır,
am a "gerçek " k entler sadece Batı' da m evcuttur; sadece orada "öz­
gürlük" , ti cari girişim ve üretim in ilerlem esi için z orun lu görülen
bir öz gürlük galip gelm iştir.
Eğer kişi, Braudel' inyaptığ ı gibi, genelleşm iş bir kapitalizm i tüm
kentl erin ve ticaretin bir öz ell iğ i ol arak al ırsa, o z am an Batı'nın ben­
z ersizl iğ i argüm anı gücünün büyük bölüm ünü yitirir. D aha sonraki
kentl er ve etkinlikleri, çeşid i veçheleriyl e b irl ikte öncekilerden hare­
ketl e gelişm işti; yani yalnız ticar i ve im alatçı veçheleri değ il, aynı z a­
m anda yönetsel ve eğ itselyönl eri de, okuryaz arlığın kullanım larıyl a
il işkil iydi ve b ir topl um sal gel işm e (veya topl um sal "evrim " ) süreci­
ne tabi oldu. N e de olsa, edeb iy at, yaz ılı din ve m etinsel bilgi nin üre­
tim ini de içeren okuryaz arlı k m erkez leri kentlerdi; b u m etinsel b ilgi,
icat, ürün gelişim i ve m üb adele sürecine ol duğ u kadar, b irb irini iz le­
yen çeşitli b içim leri için de sınai kapitalizm in doğ uşuna da öneml i b ir
katkı yaptı. Kent, ekonomi k refahı açısından tüccarl ar ve onl arınyü­
rüttüğ ü ticaretin m erkez i olm aktan çok daha fazl a b ir şeydi.
232 TARiH HIRSIZLIGI

Mali Kapitalizm
Ş imdi dah a ö zel o larak Braudel'in kapitalizmin g elişimi tartışma­
sına dö nmek istiyo rum. Bu bö lümün başlarında, o nun pazar eko no ­
misin in temelini o luşturan "maddi yaşamı" ticaret dünyasından ve
keza "kapitalizmin gö zde alanı o lan" mali dünyadan nasıl ayırdığı­
n ı gö rmüştük.76 Kapitali zmin bu h iyerarşik ve kro no lo j ik sı ralanı­
şın ın üçün cü düzeyin de, Avrupa' nın başını çektiği, h atta on a ö zgü
o lan mali kapitalizm yer alır. Avrupa veAvrasya' nın g eri kalanıyla
ilg ili o lar ak Braudel'in kon umun daki çelişkilere bakmıştık. Kimi za­
man bu ikisi den k k abul edilir; ama bazen de Braudel, Avrupa'nın
S an ayi Devrimi' nden ço k ö nce bir avant aja sahi p o lduğun u ileri sü­
r er. Aslı aranacak o lursa, bu on un g enel dur uşu g ibi de gö rün ür. "Ti­
caret to pluluğunun zir vesin deki h akim ko numu" işg al etmesi nede­
n iyle, pazar etkinliğinin kendisinde n f arklı o lan birAvrupa kapita­
lizminden sö z eder. Başka yerlerde ki kapitalizm, o nun gö zün e dah a
kısıtlı gi bi gör ün ür. Tam veya gerçek kapitalizm " değişmez bir biçim­
de, ke ndisinden dah a büyük g enel bir bağlamla yan yana do ğdu ve
o nun o muzlarında ile riye ve yukarıya do ğru taşındı. "77 Genel bağ­
lamın bir kısmı, "se rmaye nin h ızla yen iden üretimi ve art ışın da ra­
kipsi z bir makine"7S o lan ve iktisatçı Do bb'un, bir ticari burjuvazi­
nin yaratılmasında h ayati ö ne mde gö rdüğü79 uzak mesafeli ticaret­
ti. Ba şka bir de yişle, kapitalizm daima yalnı z par a ve krediyle de ğil,
aynı zamanda fi nansla, ke ndini yeniden ürete n p arayla ilg iliydi. so
Braudel do ğmakta o lan mali kapitalizmi, tümüyle Avr upalı bir
fe no me n o larak gö rdüğü fuarla ilişkilendirir: " 1 6 . yüzyıldan itiba­
ren ilerleme, para ve kredi nin bir fu ardan di ğe r ine üst düze y do la­
şımın ın etkisi altın da, yukarıdan başarılmış o lmalıydı. " 8 1 Fuarlar ve
pazarlar mübadele yi finanse e tme ve he sapları h alletme yo llarını su­
nuyo rdu ve kuşkusuz ço k dah a ön cele ri ve başka ye rlerde de vardı.
Fuarların yaln ız malların satışı de ğil, C h ampag ne'daki g ibi bunun
so nucu o lan mali işlemle r için de ço k ö nemli o lduğu açı ktı r. Ge lg e­
lelim, bun larDo ğu'da da mevcuttu. Mısır [ Memlu k] sult anıyla Ve ­
nedik ve ya Flo ransa arasın daki an tlaşmalar, "Batı' daki fuarlara ha­
kim o lan düzenlemelerden pek de f arkl ı o lmayan" , "f uarlar için bir
"KAPiTALiZM" HIRSIZLIGI: BRAUDEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA 233

çeşi t yas a" yı bi le b elirlemişti.sı Yakındoğ u'da tic aret b aşka yerler­
deki kadar c anlıydı. Müs lüman kentler "Batı'daki tüm kentlerden
[ . . . ] daha f azla p azara s ahipti. "83 İs kenderi ye ve Suri ye'de, t ıp kı Ve­
nedik'te o lduğ u g ibi yab anc ı tücc arlara özel s emtler tahs is edilmi ş­
t i. H alep ve İs tanb ul'da da, Doğ u'dan g elen t ücc arlar i çin o lduğ u ka­
dar Avrup a uyruklular i çin de hanlar vardı. Fuarlar da dünyanın b aş­
ka yerleri nde o lduğ u g ibi önemliydi. Hi ndis tan'da f uarlar çoğ u za­
man hac larla bi rleşirdi; Yakındoğ u'da Mekke'ye yap ıl an yıllık hac,
İs lam dünyas ının en büyük p anayırına denk g eli yo rdu. E ndo nezya'da
ben zer p anayır larda Çi nli ler de vardı ve uzak mes afeli tic aretleri " ke­
s inli kle Avrup alı b enzerleri nden aşağ ı kalmıyo rdu. "84 Bi zzat Çi n'de
"her yerde hazı r ve nazır, etkili ve b üro krat ik bir hükümet " t arafın­
dan denetlenen f uarları n "di kkat le nezaret altında" tut ulduğ u s öy­
leniyo rdu; bununla birlikte "p azarlar g örec e özg ürdü" . Bu f uarlar
çoğ u zaman Budis t veya Taoc u t ap ınaklardaki şenliklerle bağ lant ı­
lıydı.ss Böylec e Braudel vardığ ı so nuçt a, diğ er ifadelerini n t ers ine, 16.
yüzyılda " dünyanın, kalabalık nüfusların t alep leriyle yüz yüze
o lan kalabalık b ölg eleri , eşitli k veya hemen hemen eşit li k anlamın­
da, bi rbi rine ço k yakın gi bi g örünmekt edi r, " der.86
Bu eşitli k, tic aret alanındaki değ işimi n Bat ı'da o lduğ u kadar Do­
ğ u'da da aralıks ız şeki lde meydana g eldiğ i g erçeği ne dek uzanır. Kent ­
s el v e tic ari yaşam dai ma g eli şmekt eydi. Yakıns ama so runu, s adec e
bir s ayı mes eles i deği l kültür el et ki nliği n öt eki alanlarıyla b ir li kt e eko­
no mi ni n, i leti şi mi n p aralel top lums al evri mi mes eles iydi de. Bat ı'yla
aradaki uçurum anc ak zaman i çi nde, g örec e g eç b ir d önemde b eli r­
di; ama yi ne de " mo dern dünya t ari hi ni n t emel so rununu" o luşt ur­
muşt ur. Bu uçurum b ir elli yıl daha g erçekt en önemli o lac ak mı ve
eğ er o lmayac aks a, nas ıl "t emel so run" s ayılabil ir? Fakat Braudel'e
göre Avr up a'nı n g erçek yüks eli şi, 1 720 'den so nra Aydınlanma'yl a g er­
çekl eşmi şti. Braudel, " Bat ı g eli şi mini n dikkat çekic i i ki özelliğ i, i lki n
daha yüks ek tic aret mekani zmas ının kurulmas ı, ardından 1 8. yüz­
yılda yönteml eri n ve araçların çoğ almas ıdır, "87 der. Bununl a bi rli k­
t e, Braudel'e g öre Çi n' de " imp arato rluk yöneti mi " en alt düzeyde­
ki dükkan ve p azarların üzeri nde " eko no mi k bi r hi yerarşi yaratma­
ya yöneli k her türlü gi ri şi mi önlemi şti. " G enel Avrup alı g örüş uya-
234 TARiH HIRSIZLIGI

rınca, Avrupa'ya en çok benzeyenler İslam dünyası ve Japonya'ydı.


Tüm bu hususlarda, üretim hakkında pek az şey söylerken, Braudel'in
sözünü ettiği konu finanstır. Bununla birlikte, aslında tüm ticaret ve
imalat etkinliği, ister Çin isterse başka bir yerde olsun, her ikisi de
hatırı sayılır finans gerektiren bir üretim ve dağıtım bileşimini gerek­
tiriyordu. Braudel, Avrupalıların Doğu'ya gittikleri zaman büyük öl­
çekli ticaretle karşılaştıklarını ve bunun da, Leur'ün ileri sürdüğü gibiBB
ufak çaplı gezgin satıcılık olarak betirnlenemeyeceğini kabul eder. Tam
tersine bu sözcüğün ima ettiğinden çok daha önemli bir etkinlik söz
konusudur. Birçok ticaret erbabı büyük hisse sahipleriyle sözleşme
yapıyordu; Doğu'da, tıpkı Akdeniz'deki gibi commenda (bir deniz­
cilik ortaklığı) mevcuttu.89 İranlılar ve Ermenilerin de aralarında bu­
lunduğu Doğulu tüccarlar Venedik'i ziyaret ediyor ve kesinlikle ben­
zer koşullarla ticaret yapıyorlardı.9o Üretim, dağıtım ve finansın za­
manla başka yerlerde olduğu gibi Avrupa'da da daha karmaşık hale
geldiği kuşkusuz doğrudur, ama Braudel mali kapitalizmle öteki bi­
çimler arasında, bütünüyle tatminkar görünmeyen kategorik bir ay­
rım yapmak ister.
Gördüğümüz gibi, Braudel'e göre, "gerçek kapitalizm" tam an­
lamıyla sadece Avrupa'da ve belki de Japonya'da gelişmişti. Bu kı­
sıtlı büyümenin nedenleri ekonomik ve toplumsaldan çok, siyasal ve
"tarihsel"di. Tarihte çok gerilere giden nedenlerle, uzun dönemde bü­
yük burjuva ailelerinin hanedanlar içinde servet biriktirebildikleri ko­
şullara bağlıydı. İkinci cildin sonunda, hem Weber hem de Sombart'ı,
kapitalizme getirilecek açıklamanın "Batılı 'zihnin' yapısal üstünlü­
ğüyle alakası olduğunu düşündükleri" için eleştirir.91 Çine özgü der­
me çatma yelkenliler Ümit Burnu'nu 1419'da, Vasco da Gama'dan
kabaca elli yıl önce dolaşmış olsalardı ne olurdu? diye sorar. Ne var
ki, "derme çatma" sözcüğünü kullanması, bu ülkelerin gemilerden
çok, derme çatma şeylere sahip olduklarına ilişkin belirli bir şüphe­
yi temsil ediyor gibi görünür. "Kapitalizmin Avrupa'da başarıya ulaş­
tığı, Japonya'da bir başlangıç yaptığı ve neredeyse başka her yerde
başarısız olduğu - veya tamama ermeyi başaramadığı,, gerçeğiyle yüz­
leşmek gerektiğini ileri sürer.92 Başarısızlıkla neyi kastetmektedir? Ja­
ponya'nın yeganeliğine gönderme, Braudel'in bunları yazdığı dönem-
"KAPİTALİZM" HIRSIZLIGI: BRAUDEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA 235

de geçerli olabilirdi. Kitabın İngilizceye çevrildiği döneme gelindiğin­


de, Asya Kaplanları'nın doğuşu ve aslında Çin ve Hindistan'daki eko­
nomilerin yaygın gelişmesiyle, Doğu'da durum çoktan önemli ölçü­
de değişmişti .
Aslına bakılırsa Braudel, Fukien bölgesinde gelişen ekonomiyi iç
kesimlerin "durgunluğu"yla karşılaştırdığında, 1 6. yüzyıl Çin uzak
mesafeli ticaretinin canlılığını kabul etmiş oluyordu. Böylece "Çin
kapitalizminin belirli bir biçimi [ . . . ] ancak Çin anakarasının katı de­
netimlerinden kaçtığı ölçüde gerçek boyutlarına ulaşabilirdi. "93 Çün­
kü "Çin'de, ana engel sıkı dokulu bürokrasisiyle, devletti."94 Kağıt
üzerinde hükümet tüm toprağın sahibiydi (gerçi özel toprak sahip­
liği Han dönemine dek gidiyordu) ve "soylular bile devletin iyi ni­
yetine bağımlıydı." Her kent denetleniyordu. Sadece mandarinler "ya­
sanın üstünde"ydi . Devlet para basma hakkına sahipti - "birikim
ancak devlet tarafından gerçekleştirilebilirdi. " Aslına bakılırsa, ser­
vetleriyle gösteriş yaptıkları için tüccarların okuryazar grup tarafın­
dan öcüleştirilmiş olması bile mümkündü. Çin büyümekte olan bir
pazar ekonomisine sahip olmakla birlikte, üst düzeylerde her şeyi dev­
let kontrol ediyordu, "bu yüzden bazı açıkça tanımlanmış gruplar
haricinde, kapitalizm gerçekleşemezdi."95 Bu sınırlamaların birçoğu
kesinlikle Çin'e özgü değildi ve Avrupa'ıun "ilerici" toplumlarına bile
damgasını vurmuştu . Devlet müdahalesinin ekonominin büyümesi­
ne kaçınılmaz biçimde zarar verdiği de doğru değildir. Japonya'da
ve özellikle çağdaş (daha önceki dönemlerde olduğu gibi) Çin'de, eko­
nomiyi geliştirmede devlet önemli bir rol oynamıştır.
Ekonomik olarak Doğu ve Batı'nın az çok eşit olması mümkün­
dür ve burada Braudel'in analizi, Marx ve Weber de dahil, daha ön­
ceki birçok "dünya tarihçisi"ne göre büyük bir ilerlemeyi temsil eder.
Gelgelelim, siyasi olarak eksik bir şeyler vardı. "Despotik", Braudel'in
Çin, Hindistan ve Türkiye örnekleri için kullandığı, ama "mutlakı­
yetçi" Avrupa devletleriyle ilgili olarak asla kullanmadığı bir sıfat­
tır. Tüccarlar Doğu'da vardılar, ama asla Avrupalı benzerleriyle aynı
anlamda "özgür" değillerdi; yine "özgürlük" sözcüğü sadece Avru­
palılar bağlamında ortaya çıkar. Braudel'in Batı yanlılığı, "tek özgür
veya yarı-özgür köylülük Batı'nın özünde vardı" gibi cümlelerde çok
236 TARiH HIRSIZLIGI

açık bir ş ekil de kendini gö steri r. 96 "D espo ti k" terim inde de ol duğ u
gi bi, bu ay rım , 4 . Böl üm' de iş aret ettiğimi z so runl arı y aratacak ka­
dar katego ri kti r; bazı topl uml arda köyl ül er ö zg ür ol arak gö rül ür, di­
ğ erl eri nde gö rülm ez . Ve ö zg ürl üğ ün, i ster kentl erde i sterse g enel an­
l am da kı rsal kesim de o lsun, Doğ ul u tüccarl arın tersi ne Batı lı tüccar­
l arı n ko num unun bir ni teliğ i ol duğ una i nanıl ır. Fakat y akın g eçmiş ­
teAsy a kenti üzeri ne, sö z g el im i Ç in' de Rowe'un97 vey a Hi ndi stan' da
Gill ian'ın98 araş tırm al arı, tıp kı Ho P ing - ti 'nin 18 . y üzy ıl Çi n'i nde tuz
tüccarl arı arasında "ti cari kapi tali zm " üzeri ne eseri99 vey a Chi n- he­
og n N g 'i n kıy ıdakiAmoy ağı araş tı rm ası, Chan'ı n m andarinl er ve
tüccarl ar üzerine çal ış m ası1 00 gibi, Braudel'i n Weber' ci iddial arıyl a
çel işm ektedir. Tüccarl arı n o nun kabul ettiğ inden daha geniş bi r m a­
nevra al anı vardı ve o kury azarl arı n hep si kesinli kl e büro krat değ il ­
di . ı oı Kır ve kent, Br audel 'i n il eri sürdüğ ünden dah a ço k farkl ıl aş­
m ış tı; bi rço k akademi sy en bi r g rup ol arak "soyl ul uk" tan sö z etse
de, köyl ü ay akl anm al arını y azanl ar da vardı r. 1 02 Braudel' de bu ül ­
kel erin topl um sal y ap ısı nı n hatal ı bir i zahı ol arak kabul ettiğ im hu­
sus, o nl arın eko nom ik durum una il iş kin doğ ru değ erl endirm el erl e
y an y ana gi der.
Bununl a birli kte, Mi ng dö nemi nde ( "şöy le böyl e" ) bir burj uva­
zi ni n m evcut olm ası gi bi, Doğ u HintAdal arı' nda da bi r "söm ürg e
kapi tali zmi " ol duğ unu kabul eder. Fakat devl eti n gücünün, J apo n­
y a' daki gi bi bi r feo dal rejiml e d enetim al tına al ınm adığ ını ö ne sü­
rer.1 0 3 Bu ül ked e, o rtaçağ Avrup a'sm daki gi bi, "ö zg ürl ükl erl e" çal ­
kal anan bi r tür "anarşi " gö rül ür. Japo ny a' da rejim, Çi n' de o lduğ u­
nu söyl ediğ i gibi to tal iter değ il, daha ço k "feo dal " dir. "Bu y üzden
U apo ny a'da] her ş ey [ö rneği n, düzenl i bir bo rsadaki tuzakl ar] uzak
m esafel i ticar etin g el iş imiyl e bi rl ikte bir p azar eko nom isi nden do ­
ğ arak, bir tür erken kap itali zm üretecek ş ekil de suç o rtakl ığ ı" y ap ­
m ışl ardı. t o4 Ay nı ş ekil de Hi ndi stan ve Doğ u Hi ntAdal arı' nd�, "Av­
rup a' nın tüm tip ik ö zell ikl eri ay nı zam anda m evcuttu: serm ay e, em ­
tia, sim sarl ar, top tancı tüccarl ar, bankacıl ı k, iş araçl arı, hatta zana­
at p rol etary ası, hatta küçük f abri kal ara ço k benzer atöly el er, [ . . . ]
hatta ö zel sim sarl arca tüccarl ar i çi n yö netil en ev işl ikl eri [ . . . ] ve so n
ol arak, h atta uzak m esafeli ti caret . " ı os Fakat bu "y üksek tansiyo n-
"KAPiTALiZM" HIASIZLIGI: BAAUDEL VE KÜRESEL KAAŞILAŞTIAMA 237

lu ticaret" sadece belirli y erlerde vardı, toplumun h er kesimine ge­


nellenemezdi. İnsan, Pomeranz' la birlikte, h unun dah a büyü k birim ­
lerde, h atta İngiltere'de h iç geç erli olup olmadığ ını merak etmek­
ten kendini alamıy or.
Braudel'in izah ında (ç oğ u Batılı araştırmac ıda olduğ u gibi) feo­
dalizm "kap italizme giden y olu h azırlamıştır. " Benim gö rüşümc e, bu
kavram düp edüz Avrup alı kronoloj iy i y ansıtır ve h iç bır nedensel ö ne­
mi de y oktur. Fakat Braudel'e gö re, feodal muafiy etler altında tüc ­
c ar aileler ikinc i sınıf y urttaşlar olmay a ve bu statüy e karşı müc ade­
le etmek zorunda kalıp tasarruf etmey e mah ku m oldular ve böy le­
ce kap italizme giden h amley i başlattılar. Hindistan'ın da, tıp kı Çin
ve İ slam düny ası gibi bu tür ailelerden y oksun olduğ u söy lenir. Ka­
pitalizm iç in gelişkin bir p iy asa ekonomisine gerek vardı, oy sa bu
anc ak "ç ok eski zamanlardan beri uy gun bir ortam y aratmış olan"
bir top lumda doğ abilirdi. 106 Bu top lumların h ep sinde servet biriki­
mini teşvik eden h iy erarşi ve h aned anlar vardı. Bu tür aileler gerç ek­
ten de Çin, Hind istan vey a İslam d üny asında y ok muyd u? A h meda­
bad'ın ve Yakındoğ u'daki birç ok ailenin anlatılarından, bunun d oğ ­
r u olmad ığ ını gö rüy oruz. B u tür tücc ar aileler vardı ve servet birik­
tird iler. Braudel [Avrupa'dan] başka bir y erde " gerç ek kap italizm" in
gelişmesini mümkün gö rmediğ i iç in, bu olasılığ ı dışlar. Kültürel gen­
ler buna karş ıy dı. Kap italizmin kö kleri, kültürlerin uzak kö klerine
day anıy ordu. Baş ka bir dey işle, ö nceden de belirt ildiğ i gibi, siy asi ve
" tar ih sel" etkenler, ekonomik ve toplumsal olanlard an, h ele de dini
etkenlerden kesinlikle dah a ö nemliyd i.
D iğ er toplumlar, tıpkı Batı gibi, zaman iç inde belirli bir tutarlı­
lı k sürdürmüşlerdir; bu, ö zellikle d e D oğ u' da, y aşamı n h er zaman
ol duğ u gibi değ iş mez olduğ unu düşündüren; Braudel'in " kültür" kav­
ramıdı r. Çin daima mandarinlere, Hindist an kast sistemine, Türki­
y e de sipahilerine sah ipti.1 07 Braudel, "Top lumsal düzen, temel eko­
nomik gereklilikler doğ rultusunda, istikrarlı ve tekdüz e biç imde ken­
dini y eniden üretiy ordu" der; kültür ( vey a uy garlık) ö zellikle din yü ­
zünden, zaman iç inde sürer gider ve bir şekilde " top lumsal büny e­
deki boş lukları doldurur. " t os N e var ki, Avrupa " dah a h areketli" ve
değ işime dah a aç ıktı; bu, ay nı şekilde "kültür" e vey a belki de onun
238 TAAIH HIRSIZLic:'il

"zihniyeti"ne yorulabilecek bir özellikti . Gerçekten de Sanayi Dev­


rimi'nden sonra birçok alanda değişimin kesinlikle daha hızlı görün­
düğü doğrudur, fakat bu kapasiteyi dosdoğru kültürel zamana çek­
mek, kanıtların üzerinden atlayarak geçen tarih-dışı (ahistoric) bir
yaklaşıma benzer.
Braudel, ticaret ve finans gelişmelerinde başka yerlerle, örneğin
İslam dünyasıyla daha önceki koşutlukları kabul eder. "İslam'ın her
yerinde esnaf loncaları vardı ve bunların uğradığı değişimlerin (usta­
zanaatkar, ev-işliği ve kentlerin dışında zanaat kullanımı) Avrupa'da
olanlara çok benzemesinin nedeni ekonomik mantıktan başka şey­
lerin sonucuydu ."109 Paralel etkileşim gibi toplumsal evrim iş başın­
daydı. Her ne kadar Çin sınırlı bir dönem boyunca, kısmen strate­
jik nedenlerle yabancı ticareti yasaklama girişiminde bulunduysa da,
muazzam bir iç pazar olmayı sürdürdü. "Shansi eyaletinin tüccar­
ları ve bankerleri Çin'in dört bir köşesine gittiler." Diğerleri ülke dı­
şına yolculuk ettiler. "Bir başka Çin ağı, güney kıyısında ( özellikle
Fukien'de) doğdu ve Japonya'yla Doğu Hint Adaları'na ulaşarak, uzun
yıllar bir tür sömürge genişlemesi biçimini andıran bir Çin deniz aşı­
rı ekonomisi kurdular. " ı ı o Hindistan'ın dış ticareti de Avrupa gemi­
lerinin gelişinden çok önce geniş ölçüde yaygınlaşmıştı; İsfahan, İs­
tanbul, Astrahan, hatta Moskova'da bile "çok sayıda" Hintli ban­
ker bulunuyordu. Atlas Okyanusu ticaretinin açılışı önemli bir fark
yaratmıştı, ama Avrasya'da ticaret hali hazırda son derece etkindi.
Üstelik Doğu'da, Batı'da olduğundan temelde farklı da değildi.
Bu tik.carlar, Avrupa'yla Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden önce
var olan ve "erken bir kapitalizmi" kurumsallaştırmış güçlü bağları
bir kez daha geliştirdiler. Avrupa o imparatorluğun çöküşünden son­
ra bir kez daha açıldı. M.S. birinci binyılın sonundan itibaren, Vene­
dik Doğu Akdeniz'le, esas olarak ticaretin Çin'den yayıldığı Müslü­
man Yakındoğu olmak üzere Asya'yla arasına bir ticaret filosu ve do­
nanması kurdu. Venedik hem ticaretini �em de donanmasını geliştir­
di. Gemilerin inşa edildiği tersane 1 1 00 civarında kuruldu, ama an­
cak 1300 civarında Yeni Tersane'nin inşasıyla birlikte büyüdü. Ter­
sanenin İngilizce karşılığı olan Arsenal, Arapçadan geliyordu [darü's­
sana'a: sanatlar evi] ve birbirleriyle açık bir rekabet halinde benzer
"KAPiTALiZM" HIASJZU�I: BAAUDEL VE KÜRESEL KAAŞILAŞTIAMA 239

i nş aat tesi sleri Ak deniz'i n h er yerinde-Türki ye dah il- m evcutt u. Bunu


iz leyen 3 00 yıl bo yunca Venedik m evcut en iyi savaş gemi lerini, özel ­
likle dah a az sayıdaki b üyük kadırgaları (galea grosa) tam am layan
h afi f kadır galar ı (galea sottile) ür etti. Ter sane, devlet i çin gemi inş a
etm e tekelini eli ne geçi r di . Bur ada inş a edi len gemi ler, Batı dünyası ­
nın tüm ünden dah a b üyük b ir deni z gücü o lan, 1 00 h afi f kadı r ga ve
12 b üyük kadır galı k bi r do nanm a o luştu ruyo r du; b u dur um, 15 71 ' de
T ürklere karş ı yapılan İneb ah tı S avaş ı'ndaki Venedik kat kısının ne­
den b u kadar önem li o lduğunu da gösteri r. Bu ter� aneyleDo ğu'daki
b enzer giriş imler, şim dilerde S anayiDevr imi 'ni n ürünü o lar ak görm e
eğilim inde o lduğum uz özelli kleri n aslı nda ço k dah a önceleri m evcut
o lduğ unu, üstelik yalnız Avr upa' da da b ulunm adı ğı nı gösterir.
Bu gem ileri inş a etm ek içi n, Venedik Tersanesi iki ila üç b in iş çiy­
le "o dönem de dünyada en b üyük iş çi yo ğunlaşm al ar ından b iri" ni
gerçekleş tir erek, sürekli b ir ür etim için ör gütlendi.ıtt Yaklaş ı k
136 0'tan b aş layarak , iş gücü hi yerarş ik o larak ayr ıldı; pro fesyo nel
b ir seçki n g rub a aylı k ücret ödeni yo r; b üyük ölçüde h atır ı sayılır b ir
"özgürlük" tanınan b ir usta-zanaatkar tarafından iş e alınan ger i ka­
lanınaysa, ücretleri h aft alı k o larak ödeni yo rdu. Zan b unu "iş gücü
b ütünüyle denetim altında o lm asa da, çalışm a iliş ki leri h ali h azırda
kapi tali st b ir ür etim tar zı do ğr ultusunda [ örgütte] içselleşmiş , aynı
anda h em mo dern h em de pre-mo dem" , "karm a bi r örgütlenm e" o la­
r ak b etim lem iş tir. 1 12 Bu durum açı kça eş güdüm ve yönetim so run­
larında kendini gösteriyo rdu. Ço k geniş b ir iş gücü istih dam eden, b ir
hi yerarş i, uzm anlaşm a, öngörüde b ulunm a, m aliyetleri h esaplam a
ve çeşi tli örg ütlenm e b eceri leri g er ekti ren tüm b üyük ölçekli o per as­
yo nlar b öyledir. Bunlar, erken mo dern Avrupa'da, özelli kle fab rika
tipi giriş im ler arasında ilk sırada yer alan tersanelerle iliş kili özellik­
lerdi. 1 1 3 Belirt ilm esi gereken h usus, 2 0. yüzyıl Birleş ikDevletleri'nde
"gör ünür el" adı veri len o lgunun ort aya çıkm ası ndan önce, Venedik'te
"yönetim " in do ğuş u1 14 değil, fii len b ro nz çağı yla bi r li kte b aş layan
sı nai etki nliği n karm aş ı klı ğı yla, ko lektif ür etimi n b üyüm esinin
yanı sıra b ecerilerin adım adım do ğm asına tanıklık ettiğim izdir. Ve­
nedik söz ko nusu o lduğu sürece, sayısı z gem iyi, özellikle de b üyük
o lanları nı i nş a eden h erh angi b ir kuruluş un, b u i ster T ür kiye'de is-
240 TARiH HIRSIZLIÖI

te r Hindist an' da iste r se Ç in'de o lsun, b u t ür de n so r unlar la kar şı la­


şacağını n muhakkak o lduğunun vur gulanması ge re kiyo r. Hiç kim­
se "yö net im" i icat et me diyse de , gitt ikçe art an kar maşık üret im sü­
reç le r i alt ı nda b u uygulamayı ge lişt ir diler. 4. Bö lüm'de gö rdüğ ümüz
gib i, kültür de n daha ço k et kinliğ in b ir işle vi o lan Ve ne dik Te rsane­
si' ne öz gü, be nze rsiz olan hiç b ir şe y yo kt u.
Bu, Avr upa' nın "gerçe k kapit alizm" i ge lişt ir me sinin, ge ne llikle
daha ö nce ki b ir avant aja, daha ö nce ki e şitsizliklere dayandığı dü­
şünüle n kısmı dır. Braude l, to plumu "t akı mlar" ve ya "se ktö r le r" ha­
linde e le alma ö ner isini yazar ak, to plumsal dur umu Avr upa'da göz­
le mle me nin daha ko lay o lacağını ö ne sürer: "Dünyanı n ger i kala­
nı ndan b u kadar ö nde o lan" ve "hı zlı ge lişe n b ir e ko no minin yak­
laşı k 1 1 . ve ya 1 2. yüz yı ldan so nr a ço ğu z aman, 1 6 . yüzyıldan so n­
r aysa daha da be lir gin o lar ak t üm diğer se ktö r le re e ge me n o lmuş
gör ündüğü" b ir coğ r afy adır Avr upa.us 1 1 . yüzyı l, ['a n mille nium' un
( ye ni b inyı l) ar dı ndan t icarette, ke nt ler de ve "feo dalizm" de ge liş­
me le re işaret e de r.tt6 16. yüzyı l, her şe yde n ço k Ho llanda ve İngil­
tere 'nin, yer küre nin kuze y ke sim ler inin b azı ye r ler inde te ke lci ko­
numlar yarat mı ş o lan "b üyük t icare t kumpanyalar ı nı n" et kinlikle­
rine işaret e de r. "Ye ni b ir sı nıf" ı n, yani "t icaret in ar ka planı ndan
do ğan" ve "ke ndi ç ab alarıyla ç ağdaş to plumun e n üst no ktası na"
tır manan b ir "b ur juvazi" nin e vr ilme sil17 16. yüzyılda o lmuşt ur . Bun­
lar ancak b ir kaç kuşak bo yunca kapit alist o lar ak ayakta kaldı lar;
daha so nr aları ke ndi "de vr imci ideo lo jisi" ni "aylak b ir so ylu sını­
fı n imt iyazları na" yö ne lte n "Aydı nlanma" nı n habe rcisi o lar ak, ı ı s
Rö ne sans'ı n hümanist kült ür üyle i lişkili gra nd bourgeois' lar hali­
ne ge ldile r.119 Bö yle ce, "e ko no mik ge nişle me b ir ç atı şan güç le r ko m­
ple ksi iç inde , o rt aç ağ ila 18. yüz yı l ar ası nda me ydana ge le re k, be­
rabe r inde kapitalizm i get ir di. " 120 Avrupa dı şı nda dur um f ar klıydı ,
ç ünkü de vlet "yüzle r ce yı ldı r t ahamm ül e dilme z b askı lar ı nı dayat­
makt aydı. " 121 1 s. yüzyı lda sade ce Avr upa'da hükümet "kar ar lı b ir
ge nişle me " b aşlatt ı ve i lk "mo de r n de vlet " i yar att ı. Başka ye r le r de
e ski kur allar geçe r liliğini ko r udu. "Sade ce Avrupa siyasette (ve yal­
nı z siyasette de de ğil) ye nilik yapı yo r du. " 1 22 Bu güç lü b ir Avr upa­
me rke zci iddiadı r ve b aşka alanlar daki siyasal ge lişme ler i küç ült me k-
'KAPiTALiZM" HIRSIZU<'..I: BRAUDEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA 241

tedir; fii li si yas al si stem leri n am pi ri k analizinden ç ok, yorum cula­


rın (si yaset fels efecilerinin) görüşleri ne dayanm aktadır.
Braudel'in argüm anı, b aşka yerlerdeki daha önem siz kapitalis t
geli şm el eri kab ul eder etm esine, am a Avrupa'da daim a "gerç ek ka­
pitali zm " i üreten özel bi r şeyler vardır. E konomi ve as lında genel an­
lam da toplums al gelişm eleri n, b aşka yerlerdeki leri n aksi ne (her ne
kadar b irim b oyutunun hes ab a katılm ası gerekirs e de) "Avru­
pa' nm her köşesinde bi r eşzam anlılık eği lim i" gös terdiğ ini ya­
zar.m F akat Avrupa'nm Yakm doğ u'yla ç ok yakın (karşılıklı) ilişki­
lere s ahi p olduğ u göz önüne alındığ ında, b u diğer geli şm eler nas ıl
olup da "eşzam anlı" gerç ekleşem em işti?t24 Ve Yakm doğ u'da durum
b öyleydiys e, neden A sya'nın geri kalanın da da aynı şeki lde olm as ın?
Onun, kimi zam an ti careti n karşılıklılık özelliği ni di kkate alm ayan
b akışm a göre, tem elde b uralarda b elirli bi r tari hi ve s iyasi etkenin
eks ik kalm ası s öz konus uydu. Başka bi r deyi şle, daha uzak geçm iş,
b elki de kültür, Avrupa' da kapi tali zmi kaç ını lm az, b aşka yerlerdey­
s e olanaks ız kılm ıştı. Bu s onuç , Braudel'i n kurams al yaklaşım ında­
ki genel bi r s orunla ilgi li di r. İlk olarak, ekonom ini n katm anları ara­
sında katı b ir ayrım yapar. Böyl e b ir ayrım ın, anlam aya yardım cı ol­
m ak konus unda b eli rli bi r değ eri vardır, am a tam kapitalizm le pa­
zar aras ında yapıl an fazla keski n bi r ayrım a yol açar. P az ar ekono­
mi si hem en her zam an "doğ al" olarak görülür; 1 25 sadece b elirli yer­
lerde " b u alç akgönüllü etkinlikleri yukarıdan kavrayan, b unları ye­
ni den yönlendiren ve kendi insafına tabi tutan b ir kaps ayıcı ekono­
m i" ona eşlik etmi şti r. Öyleys e tam kapi talizm Avrupa'ya ai ttir, so­
nucuna varılır.
İ ki nci olarak, Braudel yalnız anali tik gereç ler olarak değ il, onun
s ürekliliğ e, yinelenm eye, "kültür" e olan b ağ lılığ ını vurgulayan ne­
densel etkenler olarak da döngülere (yinelenen hareketlere) i nanır.
Kondrati eff döngüsünü, yani standart süreli tari hte yinelenen hare­
ketleri n rolünü yads ıyan bi r tari hç iden s öz eder. Daim a kendi öncül­
lerini s orgulayarak, şunu s orar: "İ ns anlık tari hi ni n s ıradan m antı­
ğın aç ıklayam adığı ve her şeye hükm eden ritim lere uyduğuna i nan­
m ak m üm kün m üdür? Ben b u soruyu evet di ye yanıtlam a eğilimi n­
deyim. " ı26 Bense m antığ a daha ç ok dayanm ayı terci h eder ve kesin-
242 TARiH HIRSIZLIGI

likle hayır derdim . Her durumda, döngüsel bir görüşün gelişme odak­
lı bir başka görüşle nasıl bağdaşabildiği açık değildir.
Onun gelişme hakkındaki genel argümanı, "tarihin şafağından
beri kapitalizm po ta nsiyel olarak görünür olmuştur" şeklinde­
dir.127 "Potansiyel olarak" niteliğine burada verilmesi gereken ağır­
lık nedir? Avrupa'da kentlerin yükselişini belki de potansiyelliğin ola­
sılığa dönüşünün ilk göstergesi olarak kabul eder. Daha 13. yüzyıl­
da bankacılık dahil, ticari ve sınai gelişmeler meydana geliyordu. Gör­
düğümüz gibi, birçok araştırmacının tersine, Braudel kapitalizmi daha
önceki ve diğer ekonomilerde görmeye hazırdır. Gelgelelim, pek az
bölge "gerçek" kapitalizm için gereken sermayenin yeniden üretimi­
ne müsaade ediyordu . Braudel, tam kapitalizmi rasyonel değil, ne­
redeyse "irrasyonel bir spekülasyon davranış" olarak algılamaya yö­
nelir.128 Zira Batı kapitalizmi farklıydı: Uzun vadede "yeni bir yaşam
sanatı, yeni düşünme tarzları" , 129 Protestan reformu döneminde de­
ğil, ama daha Katolik Rönesans'ıyla birlikte yeni bir uygarlık yarat­
tı. 13. yüzyıl Floransa'sı, tıpkı Venedik ve başka kentler gibi "kapi­
talist bir kent"ti, BO fakat bunun nedeni üretimden ziyade ticaretti.
1 8 . yüzyıl Avrupa'sında fazla miktardaki para, sanayi ya da tarım­
dan ziyade ticaretle temin ediliyordu, ama kuşkusuz kişinin ticaret
yapacağı bir şeye ihtiyacı vardı; kar buradaydı. 13 1
Braudel'in gözünde, her zaman açık bir rekabetçi etkinlik olma­
yan (fakat kimi zaman tekelci olan) içe dönük (Avrupa) kapitalizm
düzeyine dahil olmak, çok miktarda parayla birlikte kapitalist bir
işleyiş kazandı.132 Tekellerin gelişmesi bile, Lenin'in öne sürdüğü gibi
kapitalizmin son "emperyalist" aşamasının özelliği olmayıp çok daha
önceki evrelerinde ortaya çıkmıştı . Fakat geçmişte tekel "ekonomik
yaşamın sadece dar bir platformunu işgal ediyordu ."133 Ne var ki,
kapitalizmin niteliklerinden biri, eylemi bir anda bir sektörden di­
ğerine taşıyabilmesiydi.134 Burada Braudel açıkça, ekonomi ağacının
tepesi olarak gördüğü borsa ve hisse işlemleri dahil, finans kapita­
lizmi düşünmektedir. Öte yandan, ticaretin büyük bölümü kargola­
rı ve varış yerlerinde bir ölçüde esnekliği içeriyordu. Elbette sanayi
ve mübadelenin gösterdiği gibi, yeni ve daha karmaşık bir finans ge­
rekiyordu. Fakat bu gelişmede malların üretim ve dağıtımı gittikçe
artan bir önem kazandı.
"KAPİTALİZM" HIRSIZLIÖI: BRAUDEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA 243

Kapitalizmin Zamanlaması
Bu gerçek "kapi tali zm" ti piAvrupa'da ne zaman arz- ı endam ey­
lemişti? Bazı tari hçi lerAvrupa' da kapi tali zmin b aşlangıcı olarak Batı
Ak deniz'i n Venedik ticareti yoluyla, yeni b in yıla gelindiğ inde
i vme kazanmış olanDoğ u'ya açı lması nı kab ul ederler. Bu ilerleme­
yi engelleyen, 14 . yüzyılın Kara Veb a'sıyla tüm Avrupa'nın b üyük
bi r geri leme i çi ne gi rmesi gerçeği ydi. İ ngi ltere b u salgını n etki leri n­
den ancak 15. yüzyı lı n sonlarına doğ ru kurtulmayı b aşardı. O dö­
nemde, nüfustaki canlanmaya tepki ol arak, yeoman (küçük çi ftli k
sahi pleri) soylu koyun yeti ştiri ciler, kentler deki kumaş imalatçıları
ve tüccar serüvenci ler, toplumsal ve ekonomik bir devrim olarak b e­
ti mlenen şeyi yarattılar. Ham yün i hracı, yünlü kumaşın ülkede i ma­
li ne yol açtı; b u i malatı esas olarak ev tezgahlarında gerçekleşti ri p
ardı ndanAvrupa' ya naklettiler. VII . Henry' nin tahta çıktığ ı döneme
geli ndiği nde, L ondralı kumaş i hracatçılarının kurduğ u bi r c emiyet
olan Merchant Adventurers [Tüccar Serüvenci ler], L ondra-An tw erp
(eski den Bruges) pazarını kontrol edi yorlardı ve ekonomi k önem b a­
kımından, ham yünle uğ raşan Staplers'ın [ ham yün i sti fçi leri] yeri ­
ni almı şlar dı . 149 6 'ya gelindiğ inde, yasal b ir tekele sahi p b er atlı b ir
örgüt haline gelmi şlerdi. Bu b üyümeni n bi r sonucu olar ak sürüler
ar ttı, çi tli topraklar çoğ aldı ve İ talyan b ankerler L ondra'ya akın etti.
Toprak sahi pleri ekonomi k yaşamda kendi leri ne fa rklı bi r rol edin­
di ler. Deği şi m, tarımsal gıda ür eti mi nden çok, önce teksti l hammad­
desi üreti mi, ardı ndan da bi zzat tekstil ti careti ndeki artışla hareke­
te geçti . Flandr e, Hollanda ve ardından İ talya'yla yapı lan b u teks­
til t icar eti, Avrupa'nı n kendi ni toparlamasında hayati öneme sahip­
ti, zi raDoğ u'nun i hti yaç duyduğ u mallar üreti li yor ve aynı zaman­
da özelli kle ipekli, ardından pamuklu olmak üzereDoğ u kumaşla­
rını nAvrupa' ya ithalini de teşvik ediyor du. Kı ta daha sonralar ı i ma­
latını, ithal ikamesi ne yönelik b ir çab ayla yerel koşullara uyar ladı
ve SanayiDevri mi adı veri len süreci b aşlattı .
Bi rçoklarıAvrupa'nın ekonomik i leri liğ ini daha sonraya atfeder.
Braudel' e göre, Avrupa ekonomi si gerçek kapi tali zmi n rahmi ydi, fa ­
kat zamanlama farklıdır, geli şme çok daha erken bi r dönemde b aş-
244 TARiH HIRSIZl.101

lamıştır. Avrupa'nın ilk kentlerinde, daha sonraki kapitalizmin her


özelliği cenin halinde gelişmiş gibidir.m Bu kent devletleri, "zama­
nının önünde", "modern biçimlerdi." İlk Avrupa dünya ekonomi­
sinin başlangıcı, İtalyan, öncelikle de Venedik gemileri ve tüccarla­
rı tarafından Akdeniz'in yeniden işgaliyle 1200 civarında baş göster­
di .1 3 6 Braudel, Haçlı Seferleri'nin bu sonucu gerçekleştirmedeki en
büyük uyarıcı olduğunu ileri sürer. Ancak 14. yüzyılın Haçlı Sefer­
leri'nden sonradır ki, İtalya gerçek anlamda ticari bir merkez olarak
gelişti. Bu seferler, kırsal kesimi kentten ayıran surlu kentlere yol açtı;
surlu kentin yaratılmasını İslam dünyası ve Bizans'la temaslar da teş­
vik etmişti. Söz gelimi, İtalya'nın güneybatısında Amalfi'nin yükse­
lişi, kentin başka "kent devletlerinin" de bulunduğu İslam dünya­
sıyla ayrıcalıklı temasıyla açıklanmıştır.
Mali durumun gelişmesi, "finans kapitalizm" açısından açıkça
hayati önemdeydi . Ekonominin klasik çağlara dek geri gitmeyen pek
az özelliğinden birinin, ulusal borç fikri olduğu söylenmiştir. Borç,
İngiltere'de özellikle denizaşırı ticaret için sermayeyi cezbetmeye ya­
rayan "mali devrim"in merkezinde yer alır. Çünkü kapitalizm, eko­
nominin daima uluslararası ticaretin daha etkin yönlerine katılmak
isteyen kesiminde olmuştur: 137 "Sermaye sınırlara kahkahalarla gü­
ler. "138 Gördüğümüz üzere, Braudel'in ileri kapitalizmin önemli ni­
telikleri olarak kredi, mübadele ve finansa yoğunlaşması; üretimi, hat­
ta Sanayi Devrimi'ni, makine çağının kendisini önemsememesine yol
açar; gerçi muazzam çalışmasının sondan bir önceki bölümünü bu
sürece ayırmıştır. Biraz tahmini bir şekilde, Avrupa'da sanayi üreti­
minin 1 600 ila 1 800 arasında, yani Devrim adı verilen olgunun ken­
disinden çok önce, en azından beş kat arttığını öne sürer; bu Wrig­
ley'e dair tartışmamızda geri döneceğimiz bir önermedir.1 3 9 Bu bü­
yük çaplı üretimin çoğu, imtiyazlar ve tekellerin yardımıyla başla­
dı; ancak makine çağıyla değişen, bundan dolayı da ulusal borç gibi
ulus devlet etkinliklerine bağlı olan (gerçi paradoksal olarak uluslar­
arası ticarete dayanmaktadır) bir durum söz konusuydu. Fakat ar­
tan üretim kuşkusuz bir tüketim kültürünün finanse edilmesi açısın­
dan da önemliydi. Malların kuzeyde daha ucuza üretilebilmesi ger­
çeğinin "proletaryanın zaferi" olarak betimlenmesi bunun kısmen
"KAPiTALiZM" HIRSIZLl�I: BRAUDEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA 245

kabulü anlamı na gelir; bu "zafer" Ams terdam ve diğ er Protestan ü l­


kelerin gü çlü yüks elişine y ol açmı ştı r, 140
S anay iDevrimi' nin Braudel' e göre s adece tas arruf oranlarında ar­
tı ş, teknoloj iy e y atırı m s orunu olmaktan ötey e, dah a çok "bü tü ncü l
ve bölü nemez bir sü reç" anlamın a geldiğ inin eklenmes i gekiy or. t 4t
İ leri sü rdüğü bu giriftlik, kapitalizmi dü ny anın öteki kes imlerine ak­
tarmay ı gü çleştirir. Bu sü rçte y er alm ak için, çağ daş Ü çü ncü Dü ny a
bir bü tü n olarak "mevcut ulus lararas ı dü zeni kırmak" zorunda ka­
lacaktır, oys a önceleri bu ancak "bir açı k düny a e konomis i" nin "kal­
binde", y aniAvrupa'da mü mkü ndür. Bu Devrim'le ilişkilendirilen
makineleşmey i, Braudel, Avrupa'da muh temelen 1 3 . ve 14. y ü zy ı l­
lardaki bir başlangı ç olarak görü r; bunun as ı l öncüsü belki de Al­
man madencilik s anay iiy di; bu s anay inin makinelere bağ ı mlılığ ıAg­
ricola'nı n es erinde çok iy i y ans ı tı lmıştır. İ taly a oniı izledi. İ lk önce
"teritory al devletleri" geliştiren (1 5. yü zy ı l başı nda) bir nü fus dev­
rimi y aşadı ve Milano bölges inde- bunlar dah a İ ngiltere ve H ollan­
da'da ortay a çıkmadan önce- s ulama ve "yü ks ek tarımı " geliştiren
bir tarı m devrimi y aşandı. As lı nda Milano bir dış pazara s ah ip ol­
s ay dı, kapitalizm y olunda epey ce ileri gidebilirdi. Bununla birlikte,
1 6. yü zy ı lda Frans ızların çok geris inde kalan İngiltere, ay nı zaman­
da dah a büy ük fabrikaların dah a büyü k bi r pazarı ( iç paza rdan dah a
çok deniz aşırı pazarı) bes lemesine ve ü retim de y eni lik y apmasın a ol a­
nak veren bir enerj i kay nağ ı olan kömü re s ah ipti. Yine de, y enilik
h içbir şekilde Batı 'y la s ı nı rlı değ ildi; h att a Batı birçok özelliğ ini, ma­
kineleşme ve s anay ileşmenin h ali h azırda başladığ ı ve pek çok alan­
da tarımı n çok ilerlediğ iDoğu'dan almıştı.
Özet olarak, Braudel de kapitalizmin zamanlamas ı konus unda,
h atta as lına bakılı rs a ü retimin kendis inden mi y oks a malların y apı ­
mı ve mü badeles i kaps amı nda y er alan finans tan mı s öz ett iğim iz ko­
nus unda karars ı z görü nü r. Z amanlama açıs ı ndan, kapitaliz m y ay ­
gı ndı r fakat "gerçek kapitalizm" , kökleri tarih te çok dah a ger ilere
gits e bile dah a s onraki Batı'y a özgü dür. Karars ız lığı, dah a genel ola­
rak Batılı tarih çiler aras ındaki görü ş ayr ı lı klarım y ans ı tır. Marx ön­
celeri 1 3 . yüzy ılınAvrupa' da kapitalizmin başlangı cı olduğ unu ile­
ri sü rmü ştü , oys a Wallers tein 1 6. y ü zy ı lı temel alarak, onun dah a
246 TARiH HIRSIZl..l(;I

sonraki tercihini izler. Nef, İngiltere'de Sanayi Devrimi'nin, sanayi­


leşmenin kıtanın her yerinde "yaygın" olduğu 16. yüzyılda başladı­
ğını kabul etti. Charles Wilson ve Eric Hobsbawm gibi bazıları, ka­
pitalizmin 1660'ta İngiliz monarşisinin restorasyonuyla başladığı ka­
nısına vardılar. Daha alışılmış görüşte, Sanayi Devrimi kapitalizmi
1 8. yüzyıla yerleştirilir ve en önemli etkenin makine çağına girilme­
si, teknolojinin gelişmesi olduğu düşünülür. Marx bu teknoloji ge­
lişimini özellikle seri üretim ve geniş ticaretiyle pamuk sanayii için
çok önemli bulmaktadır.
Bu anlamda, Avrupa üstünlüğünün başlangıcının zamanlaması
konusunda iktisat tarihçileri arasında önemli anlaşmazlıklar vardır.
Buna bağlı olarak ortaya çıkış yeri konusunda da anlaşmazlık sürer.
Yakın tarihli bir çalışmada, iktisadi coğrafyacı Wrigley, 142 19. yüz­
yılın başına gelindiğinde, İngiltere'nin daha zengin; daha hızlı büyü­
yen, daha ağırlıklı biçimde kentleşmiş ve tarıma çok daha az bağım­
lı olması dolayısıyla kara Avrupa'sındaki komşularıyla önemli fark­
ları bulunduğunu ileri sürer. Ulusal gelir hesaplama tekniklerini kul­
lanarak ve Rostow'un 1 783 ila 1 802 arası yükseliş kavramına da­
yanarak, 1 830'dan, yani demiryolu çağından önce büyümenin, bir
bütün olarak ekonominin toplu performansına karşın yavaş seyret­
tiğini söyler. Bu nedenle Wrigley, İngiltere'nin diğerlerinden ayrılışı­
nın, genellikle varsayılandan önce gerçekleştiği ve 1 700'e gelindiğin­
de rakiplerinin açık ara önünde olması gerektiği sonucuna varır. Bu
üstünlüğün Sanayi Devrimi'nden kaynaklanmadığını, 1 760'tan
sonra ancak yavaş büyüme dalgalarının görülmesi nedeniyle, bu far­
kın önceki bir veya iki yüzyıldaki daha büyük ilerlemeye dayandı­
ğını öne sürer. Bu büyüme, (aynı zamanda enerji de sağlayan) hay­
vani veya bitkisel malzemelerden mamul maddeler elde eden -ken­
di deyimiyle- ileri bir "organik ekonomi"ye içkin olanakları inor­
ganik bir ekonomiye (yani kömüre ve fosil yakıtlara dayalı bir eko­
nomiye) doğru genişletmeyi başarmasından kaynaklanmıştı.143
Bu İngiliz-merkezci görüş de tartışmaya açıktır. De Vries ve van
der Woude'ye göre, 16. yüzyıl ortası ile yaklaşık 1 680 arasındaki al­
nn çağında ilk "modern" (kapitalist) ekonomiyi geliştirenler Hollan­
dalılar oldu. Yalnız ticaret ve sanayi değil, tarım da dinamik bir ge-
·KAPiTALiZM" HIASIZLIGI: BRAUDEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIAMA 247

ni şleme gösterdi . Hı zlı kentsel büyü meni n y anı sır a, İ ngiltere'd en 150
y ı l önce Holland a'd a mesleki y apıd a bi r d önü şü m ger çekleşti; 1 44 bu,
(esas olar ak su ü zeri nd en y apılan) kusur suz bi r ulaşım alty apısı ve
(esas olar ak turbad an sağlanan, "i nor gani k") ucuz ener jiy le d estek­
lendi. 1 7. yü zy ılı n sonund a, öne sü rdü kleri ne gör e mod er n bi r eko­
nomi ni n mutlaka kendi ni sü rdü r mesi ger ekmedi ği nd en, bi r d ur gun­
luk d önemi başlad ı. B ununla bi rli kt e Wri gley, İ ngi lter e'd e büyü me­
ni n geometri k old uğunu ve or gani k temelli ekonomid en i nor gani k
t emelli ekonomiy e kay ı ld ı ğı nd a d r amati k bi r ay r ışm a y aşand ı ğı nı ka­
bul ed er.
Bu ulusal i zahlar a gör e, i lki n Holland alı lar, ard ı nd an d a İ ngi li z­
ler i leri "or gani k" ekonomi ler geli şti r mi ş, büyü me söz konusu old u­
ğund a bu ekonomi ler kendi leri ni sürdür mekte zor lanmış, ard ınd an
i nor gani k ekonomiy e kay mı şlard ı. Ne var ki, bu tür ek onomil er, Luc­
ca'd aki i pek ü reti mi ni n tari hi nd e gördü ğü mü z ü zer e, maki neleşme­
y e y öneli k böy le bir hamle y apmak konusund a Avrupa'd a i lk olma­
d ıkları gi bi, fabri ka örgü tlenmesi nd e d e onlard an önce Akd eni z t er­
saneleri nd e gemi ve top i malatı örn ekleri vard ı; başka bir d eyi şle, İ tal­
y a bu konud a ve di ğer alanlard a onlard an önce d avranmı ştı . Kald ı
ki, İ taly a d a, tıpkı Çi n ve Yakı nd oğu gi bi ener ji konusund a od un y ak­
makla ay nı or gani k kı sıt lamalar a maruz kalmay an su gücü nü kul­
lanmışt ı. Söz geli mi, ka ğı t y apı mı nd a su kullanımı d aha y ağı şlı Av­
rupa'y a Yakınd oğu karşısı nd a bi r avantaj kazand ırd ı; böy lece Avr u­
pa'd a ka ğıt ü reti mi d aha veri mli hale geldi ve Y akınd oğu'd an i thal
edi lmekten çok or ay a i hr aç edi lmey e başland ı. Ama Çi n, su gü cü­
nü ve fosi l y akı tlar ı (yü ksek f ı r ı nlard a) kullanmay a İngi lt er e'd en ve
Avr upa'd an çok önce başlamı ştı; i nor gani k ekonomi ni n özelli kleri
zaten başka y er lerde d e bulunmakt ayd ı. B aşka bi r d eyi şle, t ıpkı ma­
ki neleşme, hatta sanay ileşme gi bi kapitali zm d e zaten ad amakıllı kök­
leşmi şti . Tar ı mı n "sanayi - öncesi " Holland a ve İngi lter e'd e y oğunlaş­
masına geli nce, koşut olay lar İ taly a'd a ve P omeranz'ın t artı ştığı gi bit45
Avrupa d ışı nd aki belir li bölgelerd e d e baş göstermi şti; bu d a bi ze, ulu­
sal siy asal bi r iml er e (Wri gley 'i n bizi Bri tany a vey a İngi ltere i çi n uy ar­
d ığı gi bi) d ay alı toplam büyü meyi kullanmaktan sakını p, belirli böl­
geler e ve -e klemekte y ar ar var- beli r li d önemler e gönd er me y apma-
248 TARiH HIRSIZLIGI

mız gereğini hatırlatır; çünkü bunlar birbirleri arasında hatırı sayı­


lır farklılıklar gösterir. İslam ve Norman dönemlerinin müreffeh mez­
zogiorno'su [İtalya'da Roma'nın güneyinde kalan bölge - ç.n.] daha
sonraki dönemlerin mafyalaşmış ve geri kalmış İtalya'sına dönüştü.
Kuzey Atlantik kıyısı ülkeleri sahneye çıktıklarında, bunu Britanya'dan
Flandre'a veya Fransa'nın kuzeyine, oradan da İtalya'ya "organik"
tekstil, yün ve ardından yünlü kumaş ihracatı temelinde yaptılar. Ku­
zey Denizi civarında ve o dönemde gerçek faaliyetin yoğunlaştığı Ak­
deniz'de kıyı ticaretini geliştirdiler.
Bölgeler arasındaki bu tür salınımlar, yalnız Ricardo'nun formü­
le ettiği gibi azalan getiriler yasasının bir sonucu değildir. Tarımsal
ekonomiler yalıtılmış halde var olmazlar, bu durum en azından bu
alandaki gelişmelerin tarımı teşvik edecek şekilde kentlerin ve tica­
retin gelişmesiyle harekete geçirildiği bronz çağından beri böyledir.
Salınım bir dizi etken yüzünden kendini göstermişti, fakat büyüme
kısa vadede sürdürülebilir değilken uzun vadede öyleydi. Salınım aynı
zamanda tek tek sınai ekonomiler arasında da yaşandı; İngiliz bü­
yümesinin hakimiyeti Almanya'ya, ardından da ABD'ye yol açtı, her
biri kendine özgü avantajlardan yararlandı . Şimdi aynı şey Çin'de
oluyor. Oyunun iki adı var: rekabet ve üstünlük.
Konuyu karşılaştırmalı olarak çalışan Weber ve Braııdel de da­
hil olmak üzere çoğu Batılı tarihçi arasındaki ortak nokta, farklı top­
lumlardan gelen verileri gözden geçirdikten sonra bile, hepsinin geri
dönüp başladıkları noktaya gelmeleridir; Büyük Ayrışma'nın çok ön­
cesinden itibaren Avrupa'yı kapitalizmin "gerçek" vatanı olarak gö­
rürler. Ele alınan konu 19. yüzyıl Avrupa'sı olduğunda bu anlaşıla­
bilir bir şeydir; hiç kuşkusuz o dönem Avrupa'sının göreli bir avan­
tajı vardı. Fakat bu üstünlüğü yeniçağ başlangıcı ve ortaçağ dönem­
lerine kadar gerilere çekmek, "kapitalizın"in erken aşamaları da da­
hil olmak üzere diğer toplumların hiç kuşkusuz ekonomide) tekno­
lojide, öğrenimde ve iletişimde ulaştığı birçok başarıyı görmezden
gelmek demektir. Sonuç, kapitalizmin tüm doğasını ve ruhunu (veya
Braudel örneğinde "gerçek" kapitalizmi) sahiplenmek ve bunun sa­
dece Batı'ya, hatta Batı'nın tek bir unsuruna, İngiltere veya Hollan­
da'ya ait olduğunu savunmak haline gelir.
"KAPiTALiZM" HIRSIZLIGI: BRAUDEL VE KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA 249

4. Bölüm' ün son kı smın da, tüm Avrasya'ya uygulanabilen ve bronz


çağını n kent devriminden itibaren sürekli bir gelişme gösteren "ver­
gi toplayan devletler" kavramını n erdemlerini tartıştım. Beş bin yıl­
da büyüyen bu ekonomiye bakmamı z gerekiyor. K entsel u ygarlık­
ların geli şi mine, malları n ve fi kirleri n üreti mindeki artışa ve dola­
yı sıyla ticari kapitalizme değ indim. Ku şku yok ki tüm bu alanlar­
da, iletişimde, günümüzün elektronik medyası na u laşacak değ işim­
lerle ritmi hızlandı rı larak ivme kazanan bir farklı laşma vardı. Bu ge­
lişmeler içinde, 18 . yüzyı l İngiltere' sini niteleyen artan sanayileşme,
gelecek açısından en önemli olandı. Fakat Avrasya'nm başka yerle­
rin de de san ayileşme, makin eleşme ve seri üretim, başlan gıçta ya­
vaş adımlarla da olsa gelişti. Çin 'de tekstil, seramik ve kağ ıt, H in ­
distan'da pamu k üretimi hamleler yaptı; bu üretim daha sonra Av­
ru pa ve Yakındoğu 'ya da taşı ndı. Bu nlara, modern ç izgilere göre ör­
gütlenmiş ( devlet sermayesi kadar özel sermayeyle de ku ru lan) fa b­
rikalarda, bölgenin dört bir yanı ndaki dökümhane ve tersanel erde
yapılan imha silahları üretimi de eklendi. Avrasya için ele almamız
gereken u zu n süreli gelişme şeması bu dur.
Sadece Avru pa' ya özgü bir antikçağ, feodal izm ve kapitalizm sil­
silesinin yerindeliğ inden ku şku du yduğu mu zda, bron z çağ ı ndan de­
mir çağ ına dek kent kültürlerinin u zun süreli, kimi zaman hı zlı , kimi
zaman yavaş i lerleyen gelişimi ne, klasik ve A kdeni z kültürlerinin ser­
pi lmesine, ama aynı zamanda Çin'de ve diğ er yerlerde görülen geli ş­
melere, Batı Avru pa'da bir çöküşe, Çin'de yavaş fakat sür ekli bir yük­
selişe, Batı 'da kentlerin yavaş yavaş yeniden canlanmasına ve onları n
Doğu' yla aralı ksız devam eden ileti şimine, bu nun sonu cu nda merkan­
tilist faaliyetlerin ve kent kültürlerinin gelişmesin e tanı k olu yoruz. Bu
merkantilist kültürler, ürünlerde bir çeşitlenme, üretim yöntemlerin­
de seri üretim e ve ki tlesel ithalat ve ihr acata yol açan bir makin eleş­
me geliştirdiler. Fakat t üm bu sür eç, 19. yüzyıldaki dünya toplu mu ­
nu n gelişi minde özgül bir aşama olar ak kapitaliz min doğu şu kavra­
mı nı beni msemeden de beti mlenebilir ve kapitali zmle sonu çlandığ ı var­
sayı lan, Avru pa sınırları içinde yaşanmı ş üretim dönemleri silsilesin­
den vazgeçebilir iz. Böyle bi r izah, Avru palı dönemleştir meden ve onu n
u zu n vadeli üstünlüğ ü varsayı ml arı ndan kaçı nı lması nı sağl ar.
250 TARiH HIASIZLl�I

Bu nedenledir ki, Braudel hakkındaki tartışma, bizi, analizi dai­


ma Avrupa-merkezci bir yöne itiyor gibi görünen kapitalizm kavra­
mına gerçekten ihtiyacınuz olup olmadığını sormaya yöneltiyor. Brau­
del, yaptığı izahta gerçekten de eninde sonunda toplwna hakim olan
yaygın bir ticari etkinlikle bunun doğal sonuçlarından söz etmekte­
dir. Bu, çoğu zaman karları ulaşım (gemiler) veya üretim araçlarına
(dokuma tezgahları) yeniden yatırmayı gerektirir, ama benzer bir sü­
reç kendini aynı zamanda birçok tarım toplumunda da gösterir. Fi­
nans kapitalizm adı verilen evre, kesinlikle bu etkinliğin bir uzantı­
sıdır. Böylelikle, 19. yüzyıl İngiltere'sinden alınan bu kötüleyici te­
rimden vazgeçmek ve gerek piyasada gerekse burjuva etkinliklerin­
de bronz çağından modem zamanlara gelen devamlılık olgusunu ka­
bul etmek mümkün olamaz mı?
111

ÜÇ KU RUM VE DEGERLER
8
Kurum H ı rsızl ı kları :
Kentler ve Üniversiteler

En belirgin hali Max Weber tarafından ifade edilen Batı'da yay­


gın bir inanca göre, Avrupa kentleri Doğu kentlerinden, özellikle "ka­
pitalizm "i yaratan etkenler bakımından çok büyük farklılık göste­
rir. Bu ayrımın, antikçağın ardından Avrupalı yaşamın özgül koşul­
larından, daha özgül olarak da feodalizmin karakteristiği olan siya­
si ve ekonomik (Kuzey İtalya'da "komün"ün yükselişine tanık olan)
koşullardan kaynaklandığı varsayılır. Buna bağlı olarak, yaygın ka­
bul gören bir başka düşünce, yüksek eğitimin, ilki 1 1 . yüzyılda Bo­
logna'da olmak üzere Batı Avrupa'da üniversitelerin kuruluşuyla baş­
lamış olduğudur. ! Bu görüşe göre, Avrupa kentlerinin doğmasını sağ­
layan şartlar, ortaçağın ilk yüzyıllarından sonra Avrupa entelektü­
el yaşamını ayırt eden nitel sıçrama için gereken momentumu da üret­
miştir. Kurumlar olarak üniversitelerden çok, bireyler olarak ente­
lektüellerle ilgilense de, ortaçağ tarihçisi Jacques Le Goff' a göre 12.
yüzyıldan 13. yüzyıla geçilirken Hıristiyan Batı Avrupa, kentlerle üni­
versitelerin neredeyse eşzamanlı doğumuna tanıklık etmişti. Le Goff
şöyle yazar: "Ortaçağ entelektüeli modelimizin en belirgin yönü, onun
254 TARiH HIRSIZLIGI

kentle bağ lantıs ıdır. "2 Her i kisi de, özelli kle Batı'ya ai t ve modern­
liği geliştiren uns urlar olarak görülür. Her i ki vars ayım da s on de­
rece kuşku götürür ni teli ktedi r ve Avrupalı araştırmacıların farklı bi r
yorum içi n adeta yalvaran güçlü kanıtlar karşıs ında bi le, s on dere­
ce Avrupa- merkezci bi r konumu s ürdürmeye yöneli k toplu çabala­
rını örnekler.

Kentler
G eli n önce kentlere bakalı m. Ortaçağ tartışmas ı s ı ras ında, bir­
çok tari hçi anali zleri ni kı rs al kes im ve f eodal i li şki lerde yoğ unlaş­
tırmı ştı. Hi lton'un s öylediği gi bi , bu durum özelli kle Marksis t ya­
zarlarda böyledi r. 3 Kentler büyük ölçüde arka plana i ti ldi ve f eodal
geli şmeler açıs ından, en azından erken aşamalarda önemsi z görül­
dü. Avrupa tari hi nde kapi tali zme doğ ru i lk adımlarla eşzamanlı ola­
rak, kentler yeni den s u yüzüne çı ktılar ve tarı ms al toplumdan s a­
nayi toplumuna i lerlemeye ayna tuttular. A nders on gi bi diğ er bazı
yazarlar, kentleri , çevreleri ni kuşatan tarı ms al mayadan ayı rmayı
reddederek, erken ort açağ dönemi nde "kentleşmi ş bölgelere" di k­
kat çekti ler.
Batı'da "bi rleşmi ş kents el topluluklar hiç kuşkus uz or taçağ eko­
nomisi ni n tamamı nda önc ü bi r güc ü temsi l edi yordu. "4 R oma İ m­
paratorluğ u'nun en batı uc undaki kentler i mparatorluğ un çöküşün­
den çok ağır zarar gördüler. A nders on kents el çöküşün boyutunu as­
gari ye i ndi ri r ve örneği n Kuzey İtalya'da bi rçok municipios 'un de­
vam ettiği ne di kkat çeker. D ah a s onraları , yeni bi nyı lda çoğ u "baş­
langı çta feodal beyler tar afından geli şti ri len veya hi maye edi len" baş­
ka merkezleri n geli şti kleri görüldü.5 Ç ok geçmeden yeni bir "patri­
ci " tabakas ı çıkartarak ve İtalya'daki Guelfo'larla Ghi belli no'lar ara­
s ındaki ne benzer s oylu ve ruh ban güçler aras ındaki çatışmayı is tis­
mar ederek " göreli bi r özerkli k" kazandılar. Bu " parçalı egemenli k" ,
aris tokrat ve ruh ban güçler aras ı nda bi r kı rılma anlamına geli yor­
du; burj uvazi bundan yararlanacak, kendi ne kent yöneti minde ha­
ki m h izi p h ali ne gelmesi ni s ağ layacak dah a geni ş bi r h areket alanı
bulacaktı. Bununla bi rli kte, Doğ u'da kentler ve aynı şeki lde kentli-
KURUM HIRSIZLIKLARI: KENTLER VE ÜNiVERSiTELER 255

ler süregelmi şti; gerçi di ni merkezlerin ve ruhban kentleri ni n rolü her


zaman önemi ni korusa da, kentleri n geli şmesi i çi n Batı' da olduğ u
gi bi derebeyleri ne i hti yaç duyulmamı ştı.
Klasi k kent, R oma' nı n çöküşüyle bi rli kte öylece yok oluverme­
di ve "kentli bi r nüfus, anı tsal yapı lar, oyunlar ve yüksek düzeyde
okuryazar bi r üst sını f, Anadolu' nun batısı nda ve güneyi nde, Suri ­
ye'de, Ar abi st an' da, Fi li sti n'de ve M ısır' da Arap i sti laları na kadar
ve bundan sonra da Arap haki mi yeti aln ndaki alanlarda varlığını sü r­
dürdü. "6 7. yüzyı la geli ndiği nde, İtalya ve hatt a Bi:t. ans, "devam eden
ekonomi k karmaşıkl ı k ve refaha dai r çok daha fazla kanıt ı n bulun­
duğ u çağ daşı (ve o dönemde artı k Araplaşmı ş) Yakı ndoğ u' dan fark­
lı g örünür."7 Batı 'da, durum köklü bi çi mde deği şmi şti. İ ngi ltere'de
çömlekçi çarkı kullanımı gi bi hünerler ve tuğ la ve harçlı bi nalar göz­
den kayboldu; kentlerden art a kalan yerlerdeki okullar yok olup gi t­
ti; gymnasium'lar kullanım dışı kaldı; Ro ma ekonomi k yaşamının
gi rift liği bit ti. Kili se ve kırsal alanl ardaki lordlar genel olarak yaşam­
da çok daha merkezi hale geldi ler, özelli kle "kentlerde okul kalma­
dığ ından" okuryazarlık oranı düşükt ü ve "az sayıda önde gelen ai ­
leyle" sını rlıydı; yüksek kült ür özel öğ ret menlere ve kesi nti li bi r şe­
ki lde ki li seye bı rakıldı. Gelgeleli m, Doğ u'da 6. yüzyıl boyunca Hı­
ri sti yanlık ve diğ er kültlerle bi rli kte edebi bi r kültür geli şme ye devam
etti . 7. yüzyıla geli ndiği nde, Doğ u'daki Konst anti nopoli s'te bi le ki ­
tap kıtlığ ı yaşandı ve öğ reni m gi tti kçe artan şeki lde okuryazar ruh­
ban ve başkentle sını rlı hale geldi.8
Marx , ort açağ ı n son dönemleri nde kentleri n yeni den oluşumu­
na bakarak, Avrupa kenti ni kapi tali zme katkı sı açısı ndan benzer­
si z kabul etmi şti r. Ondaki, anti kçağ dan feodali zme geçerek sürege­
len Avrupa- merkezci kapi tali zmi n soyağ acı geli şi mi ni n temel unsu­
ru budur. Hobsbaw m'a göre, Marx başat olarak kapi tali zm-önce­
si si stemleri n i ç di nami kleri yle -"bunlar kapit ali zmi n önkoş ulları­
nı açıklamadıkları sürece"- i lgi lenrni yordu.9 Formen'de [Kapi tali zm
Öncesi Ekonomi Bi çi mleri] neden "emek" ve "sermaye" ni n feoda­
li zm dışındaki kapi tali zm- öncesi oluşumlarda doğ amayacağına i li ş­
ki n düşüncesi ni ayrı ntılandı rır. Neden sadece feodali zmi n müdaha­
lesi z bi çi mde bu üreti m bi çi mleri ni n doğ ması na i zi n verdiği düşü-
256 TARiH HIASIZLIÖI

nülmüşt ü? Yanı tı n, benimsenen emek ve sermaye t anı mlarında ya­


tıyor olması g er ek; bunlar, diğ er t oplum tiplerini zor unlu olarak dı­
şa rıda bırakan ta nımla rdır. Baş ka bir deyiş le, verilen yanıt sorunun
doğa sı yla önceden belirlenmiş tir. Kendi toplumla rı nın 19 . yüzyı lda­
ki başa rılarıyla ilg ilenen birçok Avrupa lı araş tırmacı, diğ er t oplum
t iplerinin kendi içlerindeki analizini, hatt a "nesnel" bir karş ı laş tır­
malı perspekt ifi daha başta n ola naksızlaş tıran benzer teleoloj ik so­
rular ort aya koydu. Ma rx örneğ inde, "Avrupa fe oda lizminin ben­
zersiz olduğ u düş üncesi saklı dır, zira baş ka h içbiı toplwn fo rmu, ka ­
pitalizmin evrimine iliş kin Ma rksist kura mda ha ya ti önemde ola n
orta çağ kent ini oluşt ura ma mış tır. " ı o Böylelikle da ha erken dönem
kentler inin niteliğ i, 19. yüzyı l ekonomisinde kimin tepede olduğ u
temelinde ya rg ı lanı r. N e va r ki, "Avrupa kenti" nin sa hip olmuş ola­
bileceğ i herha ng i bir genel veya ha kiki benzersizlik ( ki bir soru ola­
ra k hala va rlığ ı nı koruma kt adı r) zorunlu olara k kapit alizmin bü­
yümesiyle bağ la ntı lı değ ildir. Aslı aranı rsa , Braudel ( merka nt ilist)
bir kapita lizm biçiminin büt ün coğra fya la rda ki tüm kentlerin
a yı rt edici özelliğ ini oluşt urduğ unu düş ünür; ona g öre Batı' ya özgü
ola n sadece ma li biçimdir ( yine 7. Bölüm'de sor gula dığ ı m bir sonuç­
t ur bu da) .
Antikçağ da n beri, Akdeniz'in kuzey kıyı larındaki ana kentler in
ikma li Sicilya, Mısı r, Kuzey Afr ika ve Karadeniz'den denizyoluyla
gelen buğ dayla sağ lanmış tı. Z eyt inyağ ı ve seramik g ibi diğ er mallar­
da Ak deniz çapındaki ticaret de önemliydi. N e var ki, daha sonra­
ları Doğ u ve Batı kentleri arası nda bir fark oluştu. Avrupa'nı n or­
t açağ kentlerinin (İst anbul dış ında) boyut ları ve et kinlikleri önem­
li ölçüde küçüldü ve Londra veya P aris 19 . yüzyıla kada r İmpa ra­
torluk R oma'sının boyutlarına denk olamadı lar. ıı Boy ut ve etkinlik­
lerdeki bu düş üş yüzünden, arz sorunları ar tık aynı düzeyde bir mü­
ba deleyi g erekt irmiyordu.
Kentlerin yaş amı ancak Akdeniz'de t icaret in yeniden baş lama sı
ve Doğ u'yla ticar et in g eri dönmesiyle ca.n lanmaya baş ladı. Venedik
bunda önemli bir rol oyna dı , a ma İta lya n kent leri a ra sında t ek ba­
ş ına değ ildi. Tica ret i a rt ırma kta t emel bir rol, g üneydeki Na poli'nin
g üneybat ısına düş en Amalf i civa rındaki kent ler t arafından oyna n-
KURUM HIRSIZLIKLARI: KENTLER VE ÜNiVERSiTELER 257

dı . G üney'l e ve d ol ayı sıyl a "9. y üzyıl boy unca Tiren Denizi' nd e ne­
red ey se hep va r ol a n" Müslüma nla rla tica ret y a pı la n tek lima n Am al­
f i d eği ld i. 1 2 Ski nner, G a eta' nın kurucusu Dolcibi li' nin , servetini Müs­
lüma nl a rl a ti ca retten ka za nmış bi r tücca r old uğunu i leri sürer; ha t­
ta bir a n gel mi ş, "Pa pa' nın bir ha mlesine ka rşı koym a k i çin S a ler­
no y a kı nl a rı nd a bir gru p Ara bı ortalığa salmı ştı. " 1 3
Ya kınd oğu genel likle Ba tı Avrupa'd a tica retin hızl a nma sına ka t­
kıd a bul unma kl a sınırlı ka lmad ı. Onl a rın etkisi, kentlerin ö rgütl en­
m esi ve ta sa rım ınd a old uğu kad a r, Rö nesa ns örn.: esi dö nemd eki m i­
m a ri gel işm el erd e, gerek d oğrud a n gerekse Doğu ve Ba tı a ra sı nd a­
ki t ica ri et kil eşim in sonucu ol a ra k ve bu et kil eşim in Avr upa 'y a ge­
tird iği zenginl ikte ayı rt ed ilebili r d üzeyd ed ir. Ama lfi bö lgesini n top­
ra kl a rı ha şind i; kentler d enize d oğru a ka n nehir vad il eri nd e i nşa ed il­
m işti . F a ka t kay a lı k burunla rın sa vunulm a sı kol ayd ı; b u d a A ra p a kın­
l a rı y oğunl a ştığınd a ö nem kaza ndı. Belki d e Am al fi ve kom şu G a e­
ta ' nı n y erl il erinin N a pol i Dukal ığı' nı n ha kim iy etind en kopm al a rına
bu Ara p a kınl a rı ned en olm uştu. Bu ili şki hem m im a riy i hem d e sa­
na tı ö zel biçimlerd e etkiled i:

Amalfi'nin daglık kentlerindeki kompozit evler, onları İtalya'daki çag­


daş yapılardan ve erken ortacagın çok daha basit ve daha süssüz konut­
larından ayıran uzamsal farklılaşma ve dekoratif olgunlaşma mahalleridir.
Evlerin karmaşık nitelikleri, toplulugun mali kaynakları bu savurgan ortam­
ları yaratmaya kanalize edildigi için, mercafanfia'nın eyleminden ayrılamaz.
Varlıgını sürdürebilir bir harcama yeri olarak, konut yalnızca temel barınak
gereklerini geride bırakmakla kalmıyor, sanatsal ifade ve gösteriş alanına
da giriyordu.
Bu tür yapıların varlıgı ve ihtişamı mercafanfia'nın kôrına baglıydı, özgül
biçimleri de Amalfi'lilerin ticari deneyimlerini yansıtıyordu. Kompozit
tasarımları ve incelikli süsleme aglarıyla Amalfi evleri, önemli seküler ve dini
ortamlarda aynı şekilde kendini göstererek, Kuzey Afrika'nın mimari ve süsleme
dagarcıgıyla örtüşüyordu . Bunlara benzeyen birçok Kuzey Afrika sanat
eseri, Amalfi'li tüccarların kuşaklar boyunca aşina oldugu ticari merkezler
olan Mehdiye ve Tunus gibi kıyı kentlerinde yer alıyordu. 1 1 . yüzyıldan
1 3 . yüzyıla kadar, bu kentler tam olarak regnicolı'nin [yerel sakinler] al­
tın, deri ve seramik karşılıgında kereste, tahıl ve tekstil sattıgı yerlerdi.
258 TARiH HIRSIZLIGI

Kuzey Afrika ürünlerinin alınmasını kolaylaştıran, bizzat Regno'daki var­


lıkları ve buradaki parçalı olsa da uzun ömürlü bir İslam sanatının üretimiy­
di. Kuzey Afrika'da kullanılan süslemelerden bazıları, seçkin Amalfi'lilere
yabancı görünmemiş olmalıdır, zira bunlar krallıkta yapılan küçük çaplı işler­
le yakından baglantılıydı. Hamamlar ve yıkanmada oldugu gibi, avluları,
uzamın farklılastınlmasını ve dekoratif sergilemeyi vurgulayan karmaşık konut
paradigması da Akdeniz havzasının bu kesiminde, dinlerdeki Farklılıkları
aşan, daha geniş bir servet kültürünün parçasıydı. Bu bakımdan Amalfi'li­
ler, İslam resminin farkında olan ve onu takdir eder,, bu nedenle de bu tür
eserleri kendi başkentlerinde taklit etmeye yönelen 1 2. yüzyılın varlıklı Kons-­
tantinopolislilerini andırır. 14

İslam esinli mimari tercih ler arası nda, Avrupa dışında ü retilen ob­
j elerin doğrudan kullanı lması da vardı. Kuzey Afr ika ve Y akındo­
ğu' dan alı nan başlı ca obj elerden biri, sı rlı seramikler, "Gü ney İtal­
ya'da ev içini sü slemekte yaygın olarak kullanı lan ilk emtialardan
biriydi. " 1 5 F akat bu tü r obj eler ç oğu zaman, ö zellikle A malfi tü ccar­
larını n zevk ve deneyimlerinin kanıtı nı sundukları Ravello' da oldu­
ğu gibi, kilise tasarımları na eklemlenmek ü zere parçalar h alinde tes­
serae veya h atta bü tü n h alinde bacini olar ak kullanı lı yordu.
Ravello'daki mimari gü neye, "genelleştir il miş birAkdeniz kü ltü ­
rü ne" ö zgü ydü. F akat aynı zamanda kuzeyden de bazı unsurlar ta­
şıyordu. Paris h avzasının F ransa' nı n gü neyini feth etmesi ve İtalya'da
N ormanları n Sicilya' yıAr aplardan alıp ö nce Hoh enzellern Haneda­
nı' na, ardı ndan da Orta Fransa' daAnj ou Hanedanı' na yol verme­
siyle kuzeyli etkiler kendilerini gü neyde de h issettirdi. Gotik sanat
sivr i kemerli yollar ı ve h anedan ar maları yla gelmeye başlamı ştı.16 Go­
tik kemerler muh temelen kö keni itibar iy le A raptı; h er durwn da, ö zel­
likle Venedik gibi kentlerde, kentsel mimaride Doğu' dan gelen güç­
lü bir etki var dı.
Bununla birlikte, Doğulu kentlerin Batı 'daki çoklu etkisine ve iki
kentsel y apılanma ar asındaki benzerliklere karşı n, Batı 'daki birç ok
araştı rmacı A sy a kentler inin yapısal olarak dah a sonraki ( 11 . yü z­
yıl sonr ası) Avr upa kentler inden f ar klı olduğunu kabul etmiş, ilki­
nin değil, ikin cisini n kapitalizmi geliştir mesini mü mkü n kıldı ğını var-
KURUM HIRSIZLIKLARI: KENTLER VE ÜNiVERSiTELER 259

saymıştı r. İslam kent leri ni n deAvru pa kent leriyle i leti şi m ve müba­


dele i çi nde oldu kları h alde, bu farklılığı n parçası oldu kları söylenir.
Sosyolog Max Weber' e göre, Asya kent leri de böyledi r. Fakat onla­
rı n argümanı nı n çı kış nokt ası , açı klama i ht iyacını h issettikleri
dah a sonrakiAvru pa başarılarıydı. Dah a yakın zamanlarda, bu ko­
nu m dah a fazla eleşti ri ye u ğramı şt ır. Söz geli mi , Arap bi limci Hou­
rani şöy le yazar: " Önc eki ku şakları n araştı rmacı ları, (nih ai olarak
Max Weber'in eserlerinden gelen) seçilmiş yet kililerce yönlendiri len
bir yönet im altı nda en azı ndan kı smi bir t arafsız lı kt an yararlanaiı
bir ' kent sel t oplu lu k' sadece Avru pa'da bu lu ndu ğu için, sözcüğün
t am anlamı yla kent lerin sadeceAvru pa ülkeleri nde var oldu ğu fik­
rini benimseme eğilimindeydi. " Bu nedenle Doğu lu kent ler " gerçek"
kent ler deği ldi.17 N e var ki, modern İsl am bilimciler bu iki si , yani
kent leşme ve t icari et kinli k arasında olması beklenebi lecek ve bu yar­
gı yı t ersine çevirebilecek beli rli ort ak özellikleri ayı rt ederler. ı s Bu
ayrı ca Hi ndist anı 9 ve Çinıo içi n de doğru du r.
F akat bu Bat ılı benzersizlik kavramı ndan, bi r mücadele olmak­
sı zın vazgeçi lemezdi. Anderson, yeni Batı lı kent lerin büyüyen gücü­
nün kaynağını, "Avru pa'da feodali zme özgü [ dolayısıyla benzersi z]
ve onu dah a büyük kent leri olan Şark devlet leri nden t emelde ayı ran
parçalı egemenlik" olarak görür. En olgu n Batılı biçi m, " eşit ler-con­
jurato- arası nda karşı lı klı sadakat yemini yle [ . . . ] ku ru lan bir kon­
federasyon" oldu ğu i çin, feodal kent ve kır bi rimi ni anlat an komün­
dü.21 Bu farklılı k görüşünde, Anderson da Marx, Weber, Brau del ve
diğer birçokları nı izlemektedir. "Eşit ler toplu lu ğu " nu n özgürlüğü, dar
bir seçkinler gru bu yla kı sıt lıydı, ama " bu ku ru mu n t ohu m h alinde­
ki yeni nit eliği", özellikle piskopos yönet icileri n t ah akkümünün ala-
şağı edildiği Lombardia'da, " özerk kent lerin özyönet imlerinden ge­
li yordu. " İngi lt ere' de kent ler " fe odal düzenin mutlak anlamda mer­
kezi ekonomik ve kült ürel bir u nsu ru " oldu kları ndan, daima beli r­
li bir derecede bağımlıydılar.22 Anderson şöyle devam eder: "Etkile­
yici ölçüdeki t arı msal gelişme ve kent sel canlı lı kt an olu şan bu ikili
t emel üz erinde, ort açağ dönemini n ort asının çok şaşı rtı cı est eti k ve
ent elekt üel anıt ları, büyük kat edraller (Got ik mimarinin h ayat i bi r
başarı sı) ve ilk üniversit eler yükselt ildi . " 23 Gelgelelim, ant ik Yakın-
260 TARiH HIRSIZLIGI

doğu'da bile bazı kentler göreli bir özerkliğe (özellikle kent devlet­
leri) sahipti. Avrupa'da, Kuzey İtalya atipikti. Flandre ve Rhineland'de­
ki başka kentler de "feodal suzerenlerden alınmış özerklik beratla­
rı altındaydı." Ayrıca, Anderson'ın değerlendirmesi başka yerlerde­
ki, örneğin İslam egemenliğindeki Gırnata (Granada) ve Kurtuba'da­
ki (Kordoba) estetik ve entelektüel alanlarda kentsel (ve kırsal) ba­
şarıların yanı sıra, oldukça farklı temellerle inşa edilmiş mimaride­
ki ve öğrenimdeki başarıları da dikkate almaz .
Kentin doğuşu ve onunla birlikte modernliğin gelişmesinde ana­
listler açısından onca önem taşıyan "parçalı egemenlik" kavramı, An­
derson'ın feodalizmin şu nedenlerle kapitalizmin zorunlu habercisi
olduğu düşüncesine içkindir:
1 - "[Feodalizm] ayrı derebeylikler arasındaki uzamlarda özerk kent­
lerin büyümesine" izin verdi.24 Ne var ki, gördüğümüz gibi Do­
ğu'daki kentlere böyle bir izin gerekmedi; aslında bronz çağın­
da yaşanan kent devrimini takiben Avrasya'nın her yanında bü­
yüyen kentler siyasal ekonomiye içkindi. Bazıları diğerlerinden
daha özerkti . Onun "ayrı ve evrensel" olarak betimlediği kili­
senin özerkliğindeki durum da aynıydı. Fakat tüm yazılı dinler,
örgütlenmeleri ve mülk sahipliklerinin sonucunda rejime karşı
kısmi bir bağımsızlığı koruyabildiler.
2- Zümreler sistemi ortaçağ meclislerine yol açtı. Ne var ki, idare
ve danışma meclislerinin Avrupa'ya özgü olduklarını söylemek
zordur: Danışma meclislerinin bir biçimi ve çoğu zaman temsi­
li meclisler, dünyanın birçok kesimindeki yönetimlerin yaygın
bir özelliğiydi. Zümrelere bölünme durumu, Weber'ci termino­
lojideki stande için de geçerliydi.
3- Bölünmüş egemenlik, kentlerin olduğu kadar kent halkının öz­
gürlüğü için de bir önkoşuldu. Fakat "özgürlük" Batı Avrupa'nın
kent sakinleriyle sınırlı değildi; tüm. kentlerin bir nebze de olsa
özerkliği, anonimliği ve bu yüzden de "özgürlüğü" vardı.
Ortaçağ kentlerinin özgürlüğü Avrupa-merkezci iddiaların bir un­
surudur ve daha derinlemesine ele alınmayı hak eder. Anderson baş­
ka bir yerde, die Stadt macht frei [kent kişiyi özgür kılar] şeklinde­
ki Almanca atasözünü alıntılar. Fakat bu söz, kentlerin bulunduğu
KURUM HIRSIZUKLARI: KENTLER VE ÜNiVERSiTELER 261

her yer iç in geç erlidi r; zi ra kentler kaç ınılmaz olarak sakinlerine be­
li rli bi r anonimlik kazandırırlar. Kentler genelde si yasal olarak da
daha özgür müdür? Burada gerç ekleşen i malat, tefeci li k, hukuk, tıp,
yöneti m ve ti caret gibi etkinlikleri n doğ ası nedeniyle, bi rç oğ u beli r­
li ölç üde özgürlük kazanır. Fakat Southall' un gözlemlediği gi bi , "ken­
ti n yaratılması beraberi nde eşitsizlikte keskin bir artış getirdi "25 ki
ben bunu, saban kullanımının (tıpkı s ulama gi bi) getirdiğ i art an eko­
nomik farklılaşmaya da bağ lardım. Bu anlamda kent daima kırsal
kesimi "is tismar" eder, yaşamak ve ç alışmak için onun artı-değ eri­
ni alır. H er durumda, Kuzey İ talya bir yana, pek az Avrupa kenti si ­
yas al veya dins el senyörlüğ ün tüm kısıtlamalarından özgür olabi l­
di. Başka yerlerdeki "özgür kentler" denilen oluşumlara, suzeren ta­
rafı ndan belirli mali özg ürlükler tanındı. G enelde, Batı Avrupa kent­
leri "A sya kentine" birç ok araştırmacının vars aydıği ndan daha ç ok
benzi yordu.
Southall da, gerç i Marx 'ın Doğ ulu ve Bat ılı kentler arasındaki ay­
rımını kabul etse de, kent üzerine yazdığı geniş kapsamlı bir kitap­
ta (1998), "zaman ve uzam iç inde gös terdikleri büyük ç eşi tlili ğ e kar­
şın, i nsani yaşamda gitgide daha büyük bi r rol oynayan kentlerin i lk
başlangıç larından bugüne kadar geç irdi kleri diyalekti k dönüşümle­
ri nde kanıtlanabi li r bir süreklilik vardır"26 diye aç ıklar. Gö rdüğ ü sü­
rekliliklere karşın, "yapılan her bölümleme gerç ekliği zedeleyecek
olmakla bi rli kte, bu zaman ve uzam kitlesi ni i dare edi lebilir, i leti le­
bili r boyutlara ayırmanın" zorun lu olduğ unu görür.27 Bu amaç la, be­
ni m bakış aç ıma göre, onun öne sürdüğ ü gi bi "ç arpıtma yı asgari ye
i ndi rmeyen" , tersine büyüten "Marx 'ın söz ettiği üretim biçi mleri ­
ni " seç er. A rdından gerç ek anlamda analiz etmeksizin A sya ve Av­
rupa kentleri arasındaki bölünmeyi benimser.
Kenti ele alırken, Southall onu tümüyle bronz ç ağ ı sonrası top­
lum uyla sınırlamaz. "Tarım kenti" olarak adlandırdığ ı Batı Afrika'da­
ki Yoruba' nın kentleşmesini kabul eder ve An adolu'daki Ç atalhöyük
ve H acılar, Eriha (Fi list in), Dicle vadi sinin yamaç ları ndaki Ergani gibi
Yeni D ünya ve G üneydoğ u A sya' daki bazı küç ük ölç ekli kentleri n
geliştiği ni kabul eder.ıs Bununla bi rlikte, genel anlamda kenti n ge­
lişmesi bronz ç ağ ıyla ili şkilendirilir. G elgelelim, (yaklaşık 1 25 say-
262 TARiH HIRSIZUGI

falık uzun bir bölü m ayır dığ ı ) Asya kent ler ini kı sm en Hsu'nun yap­
t ığ ı kast , sınıf ve kulüp gibi kilit uygar lık t anım lar ına bölüm lem e t e­
m elinde Avr upa kent ler iyle kar şılaştırm aya çalışır. Kent ler e bu şekil­
de bakm ak, nüfus boyutunda, yoğun lukta, ör güt lenm ede, uzm anlaş­
m ada, eğ it sel kur uluşlar da, pazar lar da, h ast aneler de, tapınaklar da,
t icar ett e, zanaat lar da, bankacı lı kt a ve loncalar da olan ( aslı nda So­
uth all' un dikkat çekt iğ i) aşikar benzer likler in ihm aline yol açar. As­
lı nda tilin bu açı lar dan, 1 9. yüzyı l önc esindeDoğ u ve Bat ı kent ler i­
ni bir bir inden ayır an pek az şey var dı .

Üniversiteler
Avr upa kent lerin in öne sür ülen ben zer sizliğ iyle koşut giden bir
iddia da, kendi selefl erinden ve Avr upa dı şı çağ daşla:r ı ndan t em el bir
far klılı k göst er diği söylenen yüksek eğ itim in doğ asına ilişkindir. As­
lı nda Le Goff bunlar ı aynı anda ele alır.29 Avr upa'nı n akadem ik bi­
r icikliğ i kavr am ı, sadece bur adaki ken tler in t ek başı na kapitalizm e,
seküler leşm eye, m oder nleşm eye gidebilecek çiz giler de geliştiğ i fikri­
ne dayanır. Bur ada ve ancak bur ada, kent sel dünyanın an an özer k­
liği nde, yeni ort aya çıkan ve Avr upa' dan başka bir yer de em sali bu­
lunm ayan bir t oplum sal sınıf ı n ekonom ik ve ticar i çı kar lar ın da, bu
sı nıfın doğ al dün yaya yönelik ilgiyi başlatm asın da üniver sit eler in ve
bilim in doğ uşunun önk oşullar ı nı bulabilir iz; bunlar m oder nliğ e doğ­
r u iler lem eyle ört üşen gelişm eler olm uşt ur.
N e var ki, öt eki ülkeler i ve öt eki çağ lar ı düşündüğüm üzde bu tez i
savunm ak zor dur; kanıtlar, ant ikçağ sonr ası Avr upa'nı n kısm en dış­
sal kat kılar la üst esinden gelinebilen gör eli bir ent elekt üel çor aklı k
yaşadığ ı nı düşündürm ekt edir. Y üksek eğ it im in Yunanist an'da Aka­
demia ve Lyceum h alinde var olduğ u açıkt ır. Hat ta eski Rom a İm ­
par at or luğ u'nda bile bu gelenek devam etm işt ir:

Okulların izini İskenderiye, Antakya, Atine, Beyrut, Konstantinopolis


ve Gazze' de buluruz; bunlar fiilen antik dünyanın üniversiteleriydi. Nite­
lik ve önemleri degişiklik gösteriyordu: İskenderiye'de Aristoteles ana araşhr­
ma konularından biriydi; Beyrut'taki başlıca konuysa hukuktu. Bu tür ku-
KURUM HIRSIZLIKLARI: KENTLER VE ÜNiVERSiTELER 263

rumloro olon ihtiyoç, 4. yüzyılda Roma kamu hizmetlerindeki büyük bir


artışın sonucunda ortaya çıktı. İmparator Constantius'un Theodosius ka­
nun külliyatı içinde muhafaza edilen bir fermanda ( 3 5 7) açıkça ifade et­
tigi gibi, hükümete, liberal egitimli ve iyi bir nesir üslubuna sahip yöneti­
ciler gerekiyordu. 30 ! 1 4. 1 . 1 .)

5 29 'da l us ti ni anus tarafı ndan k apatı lan A ti na oku lu dış ı nda, g eri
k alanları n h eps iAsya veya Afrik a'daki ok ull ardı . Hıris tiyanlık a le­
minde bu tü r k uru mları n I us ti ni anus tarafından k apatıl ması olg u­
s u, h er ne k adar yazı lı di nleri n doğ ası nda k urtarı lması ger ek en bi r
ş ey ler olduğ u anlamı na g els e de, hakim bir di ni n bi lgi ni n yayı lma­
sı nı sı nı rlamak k onusunda neler yapabi leceği ni gös teri r. Fak at k i li ­
se k açı nı lmaz olarak k endi oku llaşm a b içi mi ni oluş turduys a da, bir
başk a dü zeyde ki lis eni n, pag an olduğ u belli olan k lasik öğ reni mle
sorunları olduğ u da k esindi r.

6. yüzyılın son dönemine gelindiginde, ögrenim ve kültürün gerileme­


si ciddi boyutlordoydı. il. Theodosius torofındon y. 425 'te yeniden kurulon
Konstontinopolis'teki imparotorluk üniversitesiyle patrikligin yönetimi altın­
doki yeni bir ruhban akademisi, imparotorlugun ana bölümündeki yegône
önemli egitim kurumlanydı; İskenderiye'deki okul devam ediyordu, ama tecrit
halindeydi. İmparatorlugun tükenmişligi egitimin teşvikine yardım etmedi
ve herhangi bir düzelme gerçeklesemeden, ikon tapıncı üzerine dini çek­
işmeler durumu da ha da kötüleştirdi. Üç yüz yıl kodor süreyle, klasiklerin
incelenmesine ve egitime dair çok az kayıt vardır. İkonoklas�ar [ikono kıncılar],
bir kilise konseyinin tosvir tapıncına yönelik geleneksel uygulomalorı res­
men yeniden benimsediQi 843 yılına kodar yenilgiye uQrotılamadılar. Bu
dönemden herhangi bir türde çok az sayıda elyazmosı kalmıştır ve klosik
oraştırmalaro ilişkin çok oz horici konıt vordır. 31

3. yü zyı lı n sonuna dek , R oma İm par ator luğ u'nun doğ us u ve ba­
tısı nda or tak bi r kü ltür vardı; aral arı nda bin beşyü z k ilometre olan
yerler de bulun an ner edeys e ö zdeş mozaik ler bunu gö sterm ek tedir.32
A rdından Batı, Yunanca k ullanmayı bırak tı ve pek ç ok nedenle ara­
daki boş luk gi tgi de bü yü dü. R om a toprakl arı nı n büyük parç alar ı 5.
264 TARiH HIRSIZLl<'.il

y üzy ılda "bar bar " ha kimiy etine geçti ve o y üzy ılın sonunda da İ tal­
y a Ostr ogot kr al lığ ı haline geldi. Baş langıçta okullar geliş mey e de­
vam ett i, ama savaş nedeniy le tehdit altına gir en var lıkl arına 568 y ı­
lının Lombar d istilası son dar bey i indir er ek, "temel düzey de okuma
y azma eğ itimi veren tek kur uluş ol ar ak ger ide bir tek manastır lar ı
bır aktı. " 33 Kor sika, Sar diny a ve Balear adalar ını denetim al tına al­
m ak üzer e Kar taca'dan donanma y ol lay an Ary an Vandall ar ca
429 'da istil a edilen Kuzey Afrika bölgel er i bil e daha iy i dur umday ­
dı. Baş langıçta eğ itime il gisiz kal dılar, sonr al ar ı !( ar taca'da Latince
okull arına izin ver diler; bu okull ar 698'de kentinAr aplarca zapt edil­
mesine dek eğitimlerine devam etti.
Mısır ve Yakındoğ u' nun büy ük bö lümüAr ap fethinden önce Hı­
r istiy andı, ama Doğ u Hır istiy anlığ ı Batı R oma İmpar ator luğ u'nun
ve ekonomisinin çöküş ünden çok fazla etkilenmem iş ti. Kentl er var ­
lıklar ını kor udu veAr ap fetihler i bile kuzey deki " bar bar " istilala­
rı ve iç zay ıflıklar kadar y aş ama sekte vur madı. Aslına bakılırsa, Ara­
bistan'ın güney batısındaki ve Saba Melikesi'nin ülkesindeki kar ma­
ş ık kültür ler in va r isler i olanAr aplar, bölge sakinl er inin birçoğ unun
zaten aş ina ol duğ u Yahudilik ve Hı r istiy anlıkl a eş it değ er deki bir
y azıl ı dinin mensuplar ı ol ar ak, " bar barl ık" tan çok uzaktı. Ay nı za­
manda Y akındoğ u'nun büy ük uy gar lıklar ının sınırl ar ınd a y aş adık­
lar ı için seçkin bir ş iir geleneğ inin de mir asçıl ar ıy dılar. 34 Her y er de
ger ileme döneml er i ol makl a bir likte, Akdeniz'in güney i ve doğ usu,
klasik Yunanistan ve R oma'daki kentler e ve ticari y aş ama koş ut­
luk göster en büy ük kent mer kezler ine ev sahipl iğ i y apmay ı az çok
sür dür dü. S anatsal kültür ün gör eli y okluğ u her hangi genel bir so­
r undan çok, muhtemelen egeme n İbr ahimi dinlerin y asaklar ından
kay naklanıy or du.
Böy lece Doğ u' da eğ itim belirl i bir düzey de hep devam etti. He­
saba katmamız ger eken bir baş ka etken, tar ihsel ol ar ak aktar ılırken
ol dukça ihmal edilmiş bir bölümdür : Y unanca meti nler in Ş ar k dil­
ler ine ter cümesinin önemi. "Geç antikçağ sonlar ında belir li bir nok­
tada Yunanca metinler Süry anicey e çevr ilmey e baş landı; bu etkin­
lik N isibis [ N usay bin] ve E dessa [Ur fa] kentler inde y oğ unlaş tı. "35
Yal nı z dini eser ler değ il, Ar istoteles ve Theophr astus'la bir likte ş i-
KURUM HIRSIZLIKLARI: KENTl.ER VE ÜNiVERSiTELER 265

irler de çevrildi. Batı Avrupa'dan neredeyse hiç iz bırakmadan kay­


bolan Grek öğretisi, çeviriler halinde hayatta kaldı; Latinceyse Rö­
nesans'ta yeniden hayat bulana dek münferit olarak devam etti. 36
Gerek Latince gerekse Yunanca, Bizans da dahil olmak üzere Do­
ğu' da Arap istilasından sonra okullardaki göreli sürekliliğe hizmet
etti. Bizans'ta:

Bardas Üniversitesi uygun koşullarda kuruldu ve muhtemelen birçok fark­


lı türde klasik metni kurtarmak ve yaymakla ilgilenen canlı bir climler çevresinin
merkezi oldu. [ . . . ] Klasik ögrenim ve egitim 1 1 . yüzyılda genellikle eskisi
gibi devam etti. [ . . . ] Aynı zamanda gramer, retorik ve edebi konularda ögre-
tim veren Felsefe okulu, kuşagının en çok yönlü kişisi, kamu görevlisi, çeşitli
imparatorların baş danışmanı, tarihçi ve akademik felsefeci olarak sivrilen
Mihail Psellus' un ( 1 O 1 7-78) yönetimi altındaydı. Psellus' un edebi ürünleri
onun klasikleri geniş biçimde okudugunun kanıtıdır, ama entelektüel ilgileri
daha çok Felsefeye yönelikti ve bir hoca olarak sahip oldugu şöhret, Plo­
ton'a ve daha az olso da Aristoteles'e yönelik ilginin canlanmasına yol açtı.37

Gerek Yunan gerek Romalı yazarların eserleri, gerekse eğitsel ku­


ruluşların örgütlenmesi açısından klasik geleneğin sürdüğü yer Do­
ğu'ydu . Bu kesintisiz bir şekilde olmadıysa da, Doğu'nun sahip ol­
duğu bilginin edinilmesi ve yayılmasındaki kesintiler, eğitim ve öğ­
retimde Batı'daki uzun vadeli gerilemeye nazaran çok daha dar kap­
samlıydı. Psellus'un ders verdiği 1 1 . yüzyıl okulu çok daha eskiden
kurulmuştu:

863'te Kayser Bardas, başkentle seçkin bir filozof ve matematikçi olan


Leo'nun yöneliminde bir okul kurarak, önceki yüzyılların çalkantısı içinde
yok olup gitmiş olan üniversiteyi canlandırdı; aynı zamanda atanan diger
profesörler geometrici Theodoros, astronom Theodegius ve edebi elim
Cometas idi; bunlardan sonuncusunun retorik ve Aline Yunancasında uz­
manlaşmış olması mümkündür, ama aynı zamanda Homeros'un bir tashihi­
ni de hazırlamıştı. 38

Üniversite, etkinliklerini kısa bir dönem kesintiye uğratan yeni si­


yasi huzursuzlukların ardından bile faal kaldı:
266 TARİH HIRSIZLIGI

Okulun talihi her zaman yaver gitmedi. Entelektüel olmaktan çok siyasi
oldugu anlaşılan nedenlerle, okulun hocaları sarayın gözünden düştü ve
bizzat Psellus bir süreli�ine manastıra çekilmek zorunda kaldı; fakat zaman­
la önemli makamlara döndü ve öyle görünüyor ki, okul da işleyişini sürdürdü.

Kuruluş döneminden itibaren Badras Üniversitesi bilgi alanların­


da uzmanlaşmak gibi, çeşitli dönüşümler geçirdi; böylelikle modern
yüksek öğrenim fikirlerine çok yaklaştı:

Bu ça�ın en önemli de�işimi, imparatorluk üniversitesinin yeniden örgürlen­


mesiydi; bunun kurumun Bardas'ın anlatmış oldu�u gibi bir gerileme yüzün­
den mi yapıldıgı bilinmiyor; fakat yeni düzenleme, bir hukuk, bir de felsefe
fakültesinin kurulmasıyla sonuçlandı. Degişimler 1 045'te İmparator IX. Kons­
tantinos Monomakhos'un himayesi altında yapıldı. Hukuk fakültesi, kuru­
luşunun [Avrupa'daki] modern hukuk fakültelerinin nihai olarak kay­
naklandıgı Bologna' daki ünlü fakültenin kuruluşundan birkaç yıl öncesine
rastlaması dışında, konumuz dışında kalıyor. 39

Dolayısıyla Doğulu modeller bildiğimiz şekliyle akademilerin olu­


şumunda etkili olmuş olabilir.
Batı Avrupa'da klasik öğretiden, özellikle de Yunancadan kopuş,
bazı ilmi etkinlikleri ayakta tutan, 1 1 . ve 1 2 . yüzyıllarda Bologna
ve başka yerlerdeki ilk üniversiteler olarak görülen oluşumları ön­
celeyen katedral ve manastır okullarında daha da belirgindi . Bu, Ba­
tı'da_ Roma İmparatorluğu'nun çöküşünü izleyen ilimdeki gerileme­
nin ardından yüksek öğretimin yeniden kuruluşunu temsil ediyordu.
Yeni kurumlarla bazı bilimsel çalışmalar da dahil, bilgi Batı'da Do­
ğu'dakinden daha hızlı birikmeye ve dolaşmaya başladı. Bu, bir ge­
rilemenin ardından gelen canlanmanın, bir yokluktan sonraki varo­
luşun parçasıydı ve Boticelli'nin Venüs'ü n Doğuşu adlı eserinde do­
ruğuna varan kendisinin yeniden doğuşuyla sonuçlandı. Büyük öl­
çüde Doğu'nun ender bulunan hayvan derileri veya papirüslerden
çok, bol miktarda kağıt kullanımı sayesinde Batı'ya fark atan kütüp­
hane birikimlerinde gördüğümüz gibi, bundan önceki ilim düzeyi Do­
ğu 'nun lehineydi.40
KURUM HIRSIZLIKLARI: KENTlER VE ÜNiVERSiTELER 267

Bologna bir yana, Güney İtalya'daki Salemo'da bulunan ortaçağ


okulu, Kristeller tarafından "ortaçağ Avrupa'sının en eski üniversi­
tesi olarak haklı bir üne sahip" diye betimlenmiştir.41 Bu okul, uy­
gulamalı tıpta uzmanlaştı, hayvan otopsileri yürüttü . Tıptaki şöhre­
tinin ilk güvenilir kaydı 985'e aittir ve 10. yüzyılın ortasından önce
var olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. (Grek) Doğu ile temasını sür­
dürmüş olması önemlidir. Salemo'yla ilişkilendirilen en erken dönem
yazarlardan biri ve daha sonra Monte Cassino'da keşiş olan "Afri­
kalı" Konstantin hakkında şöyle söylenmektedir:

Arap biliminin Garp'taki ilk mütercimi ve tanıtıcısıydı. Rönesans hüma­


nistlerinin ve modern milliyetçilerin itirazları, l l . ve 1 2. yüzyıl Arap bilim­
inin, erken Salerno tıbbı da dahil, Garp biliminden kesinlikle üstün oldugu
ve Arapça malzemenin tercümesinin mevcut bilgide kesin bir ilerleme oldugu
gerçegini gözden kaçırmamıza neden olmamalıdır. Aynı şey, Grek eser­
lerinin Arapçadan yapılan tercümeleri için de geçerlidir, zira o dönemde
Araplar Grek bilim literatürünün Latincede oldugundan daha fazla
ürününe sahiplerdi; yorumlarında ve bagımsız eserlerinde, antik Grek mi­
rasına belirgin katkılar yapmışlardı.42

Her şey Arapça çevirilere bağlı değildi. Hippokrates, Galenus ve


diğerlerine atfedilen bir dizi eserin Latince versiyonları vardı. Bunun­
la birlikte, Konstantin'in çevirileri, "uzun bir dönem boyunca" tıp
öğretiminin temeli haline gelerek daha önemli oldu.43 Arap etkileri
Konstantin'le birlikte başlıyor gibi görünür; Konstantin'den sonra
1 0. yüzyıl sonunda Salerno literatüründe skolastisizm ve büyü azal­
mıştı.44 Bunun ardından müfredat "gittikçe kuramsal"45 hale geldi
ve muhtemelen Paris'e aktarıldı.
Bologna Üniversitesi'nden ve Avrupa'daki diğer yüksek öğrenim
kurumlarından önce, Doğu'daki Bizans Badras Üniversitesi'nin ku­
rulduğunu görmüştük. Bu yüksek öğrenim kuruluşlarının yenilen­
mesinin, İskenderiye kütüphanesini ve okulları ile çok sayıda kla­
sik metni ( " antik bilim" ) tevarüs eden İslam'dan gelen dış dürtü­
den mi kaynaklandığı, yoksa hümanizmanın Rönesans'a varan iç­
sel gelişimi sayesinde mi olduğu konusunda da benzer bir tartışma
268 TARiH HIRSIZLl�I

yaş an maktadı r. Ş imdi, kısa süre ön ce Makdisi'n in The Rise of Col­


leges ( 1 9 8 1 ) adlı kitabın da gö zden geçirdiğ i İslam dün yasın daki du­
rumu ele alalı m.

İslam' da Eğitim
G ramer ve retorik eğ itimin in sürdüğ ü yer Doğ u' ydu. Dah a ön ce
ön e sürdüğ ümüz gibi, Batı' da ken tler ve okullar sıklıkla gerilemeye
uğ radı. Kuş kusuz, gerek Hıristiyan lık gerekse İsla m'da klasik eğ iti­
min sürdür ülmesin de kararsızlı klar yaş an dı; I ustinian us "pagan " kül­
türün e karş ı güçlü ön lemler aldı. Fakat Doğ u'da Yun an can ın sürüp
gitmesi, klasiklerin 7 . yüz yılda gelen Ar aplar için bile dah a kolay ul a­
ş ılır olması an lamın a geliyordu. Ar dın dan İslam, G ün ey İspan ya'dan
Kuzey Çin 'e, Hin distan 'a ve G ün eydoğ u Asya'ya dek uzan an dün ­
ya çapın da bir din sel uzam yaratarak, en f ormasyon ve icatların Av­
rasya çapın da kolaylıkla yol almasını sağ ladı. Ve Batı 'da ilmin can ­
lan ış ın a g iden yolu döş eyerek bi rçok klasi k ve diğ er metn in Batı 'ya
aktarı lması Araplar-a racılığı yla gerçekl eş ti. F elsefe, Roma İmpara­
torluğ u'n un çöküşün den son ra Atin a ve İsken deriye'de gelişmeye de­
vam etti. İsken deriye'deki Müze "araş tırmaya verdiğ i ön eml e bir ün i­
versite iş levi gördü. "46
G elg elelim, Roma İmparatorluğ u'n un çöküşün den son ra bile Av­
rupa dışın da faal kalan çeş itli okullara karşın , üniversite Makdisi'ye
g öre 12. yüzyılın ikin ci yarısın da sadece Hıristiyan Batı'da ortaya
çıkarılan bir toplumsal örgütlen me biçimiydi. 4 7 Avrupa'daki ün iver­
siteler, Atin a veya İsken deriye'n in G rek akademil erin den tümüyle ayrı
ve İslami den eyime tamamen yaban cı bir "yeni ürün " dü.48 Makdi­
si, Batı' da yüksek öğ retimin G rek- Roma dün yasının bir ürün ü olma­
dığ ı gibi , ken din den ön ce kurulmuş katedral veya man astır okulla­
rın dan da kayn aklan madığın ı ön e sürer.49 Kaldı ki, on a göre ün iver­
siten in , soyut tüzel kiş ilik kavramın a sah ip olmayan , yaln ızca fizik­
sel kişilere h ukuki statü tan ıyan İslam'a h içbir borcu yoktur. Bun a
ek olarak, Avrupa ün ivers iteleri imtiyazlarını papa veya krallardan
alıyorlar, alimlerse evlerin den uzakta (İslam'da olduğ u gibi) yurt ta­
şı olmadı kları yerlerde ikamet edebiliyorlardı .
KUAUM HIASIZLIKLAAI: KENTlEA VE ÜNIVEASITELEA 269

Ne var ki, Makdisi'nin İslami uygulamaların Avrupa üzerine et­


kisini baştan reddedişi, üniversitelerin yükselişine (1091 'e kadar) Müs­
lüman Sicilya'dan ama esas olarak Arap İspanya üzerinden gelen bil­
gi akışının gerçekleştiği 1 100-1200 arasında ilimde bir canlanmanın
eşlik ettiği gerçeğinin dikkate alınmamasından ileri geliyor gibi gö­
rünür. Dahası, üniversitelerin 10. ve 1 1 . yüzyıllarda Müslüman dün­
yanın dört bir köşesinde kurulan medreselerden farklı olduğu söy­
lenmesine karşın, "İslam'daki ve Hıristiyan Batı'daki eğitim sistem­
leri arasında önemli koşutluklar" vardı.so Aslı aranacak olursa, bazı
araştırmacılar ortaçağ üniversitesinin Arap eğitiminin üniversite ku­
rumuna çok şey borçlu olduğunu iddia etmişlerdir.sı Bu tartışılmış
olsa bile, medrese/üniversite, İslami vakıf temelinde "bir sadaka ku­
ruluşu, hayırseverlik kurumu olarak İslam'da tamamen yerli nitelik­
teydi . "52 Paris, 1 1 3 8'de Kudüs'ten dönen bir hacı t;ırafından kolej
kurulan ilk Batılı kent oldu; muhtemelen bir medreseyi taklit ederek,
kraliyet ruhsatı olmaksızın, bir birey tarafından alimler evi şeklin­
de kurulmuştu. Aynı şekilde Oxford'daki Balliol de, bir korporas­
yona dönüşmeden önce böyleydi. Makdisi'nin Doğu ve Batı üniver­
siteleri arasındaki benzerlikleri ve İslami kurumların daha genç Av­
rupalı benzerleri üzerinde yapmış olabileceği potansiyel etkileri ka­
bul ettiğine değinmiştik . Bununla birlikte Avrupa, birer tüzel kişilik
olarak Avrupa üniversitelerinin dengi olmadığı ve bu ber..zersiz do­
ğaları sayesinde modern eğitim ve bilimin gelişebildiğinde ısrarlıdır.
Üniversite ve kolej arasındaki ayrımın niteliği, kolej-üniversite
(Yale) gibi bir karma kurumun varlığıyla ortaya çıkar. Üniversite, baş­
langıçta bir lonca, icazetler (diploma) veren ustalardan oluşan bir
korporasyonken, kolej, üniversiteye giden yoksul öğrencilere yöne­
lik bir hayırseverlik kuruluşuydu .53
Needham da, üniversiteleri Batı'run bilimdeki geri kalmışlığını aşa­
rak, "modem bilim"in yükselişini hazırlamada en önemli kurumlar­
dan biri olarak görür. Fakat Elvin, bu tür kurumların Çin'de olma­
dığı görüşünü sorgulayarak, yüksek eğitim okullarının aslında var
olduğunu ileri sürmüştür.54 Ne var ki, üniversiteler yüksek eğitim ku­
rumları oldukları halde, yüksek eğitim sadece üniversitelerde yapıl­
mıyordu; gerçi bu fark kesinlikle bir ayrıntı olarak kalır. Yüksek eği­
tim ve ilim kuruluşları eski Yakındoğu'daki tapınak "araştırma ku-
270 TARiH HIRSIZLIGI

rumları" nda, klasik dünyada, eski İran'da ve yüksek düzeyde


okuryazarlığın başladığı hemen her yerde vardı. K entler gibi, üniver­
sitelere de ancak güçlü bir teleoloji nin etki si nde kalmış çok dar bir
bakış açısıyla Avrupalı denebi lir. T üzel ki şi li kler olarak varlıkları uzun
vadede önemli ydi, ama her ne kadar modern dünyadaAvrupalı çe­
şi di büyük ölçüde ( ama evrensel olarak deği l) benimsenmiş olsa da,
bu durum yüksek ili m kurumlarının başka bi çimlerde i şleyemeyece­
ği anlamına gelmiyordu.
Ü zeri nde en çok anlaşmazlık bulunan kurum, eği ti mi tekrar or­
todoks sını rlar i çi ne çekme amacı ndaki Sünni bi r çabayla, erken dö­
nem İslam dünyasındaki kütüphanelerin (darü'l -ilm ) yerini aldığı dü­
şünülen İ slami medreselerdir. Bu neden le medreseler din i eğiti me yo­
ğunlaşmış veAvrupalı okullarla olumsuz biçimde karşılaştırılmıştır,
ama medreseleri n öğreti m ve müfredatının Batı'daki lerle koşutluk­
ları vardı. Her durumda, medreseler büyük ölçüde di ni eği ti mle i l­
g ilense de, (Grek, Fars, Hint ve Çi n i lminden gelen) "yabancı bilim­
ler" başka yerlerde, kütüphanelerde, saraylarda ve tıbbi kurumlar­
da öğreni ldi. K aldı ki, Avrupa üni versiteleri de başlangıçt a kesinlik­
le dine yoğu nlaşmıştı ve bu bakımdan Salerno'daki tıbbi ve Bolog­
na'daki hukuki yoğu nlaşma alışılmadık ni teli kteydi .
İslam' da ilim başlangıçta hayırsever bireyler taraf ından özel ola­
rak finanse edi lmişe benzemektedir. Fakat ilim kurumları, 1 0 . yüz­
yılda g eni ş bir ölçekte yerleşik ve kalıcı hale gelen vakıflara ilişkin
kanunla hayı rseverli ği n resmi yet kazanmasından sonra ortaya çı k­
tı.55 İslam öğr eni mi ni n başladığı mescit 'lerin kuruluşu daha erken
dönemde, en azından 8. yüzyılda gerçekleşti; di n öğretimi bi r hayır­
severlik kurumu olarak başlatıldı.
10 . yüz yılda Bağdatlı Bedr, kent dışından g elen öğrenc iler içi n yeni
tip bi r ku rwn olan mescid -ha n külliyesi ni geli ştir di. Bu, Ni zamül mül k
tarafından medreseni n yeni lenmesi ni n·-bundan müfr edat da etki len­
s e bile- en başta müfredattan çok hukuki konumuna yönelik bi r de­
ği şimi n başlang ıcı oldu: Nizamiye 1067 'de Bağdat'ta kuruldu. Fa­
kat her ikisi de siyaset adamı olan gerek Bedr gerekse Nizam, aslın­
da daha önceki okullardan hareketle tedricen gelişen bu kurumla­
rı n bani si deği llerdi. Bunlar, Şii yayı lması ve Haçlı i sti laları karşı sın-
KURUM HIRSIZLIKLARI: KENTLER VE ÜNiVERSİTELER 271

da ve İ slam 'la y asaların ı k urum sall aştı rm ay a y önelik genel ih tiy aç


doğrult usunda Sünni li ği teşvik etm ek i çi n k urulm uşlardı.
Mak disi, bir tüzel ki şi lik deği l sadece vak ıf k onum unda olduğu
için m edresenin üniversite statüsünü reddeder; İsl am , Mak disi 'ni n
14. y üzyı lın y eni büy ük k alıcı lık bi çimi olarak gördüğü tüzel ki şi li­
ği n i cadı bah sinde, h içbir zam an Batı 'nın peşi nden gi tm emi şti. Mak­
disi, k alı cılı ğın Batı'da dah a esnek olduğunu, bunun da m eşruta sa­
h ipliği ni n dah a liberal bir y orwn una ve iki uy garlık arasında, en azın­
dan k ısm en bi r uzak sam ay a y ol açtı ğını iddia eder. Bununla bi rlik­
te, örtüşen unsurlar da, aşağı da sıraladığı gibi pek çok tu:

( 1 ) vakıf ve hayırseverlik kuruluslannın [ ... ] özellikle kurucularının, merkezi


hükümetin veya kilisenin aracılıgı olmaksızın kendi iradi edimiyle bu okulları
kurması;
( 2) vakıf veya hayırseverlik kuruluşları kanuna dayalı, mezunlara veya
ögrencilere destek veren medrese ve kolejler [ ... ] ve bu kurumların, kuru­
cunun işleri, tercih özgürlügü ve sınırları, hayırseverlik amacı ve beyan
edilmemiş gerekçeler, denetleyici ziyaretçiler ve hak sahipleri gibi diger
unsurları barındırması;
(3) egemen gücün Batı İslam'ında, H ıristiyan İtalya ve Güney İtalya'-
da üniversiteler kurma iradesi;
(4) biri hukuki digeri spekülatif olmak üzere iki diyalektigin gelişimi;
(5) hukuki ve teolojik çalışmaların özündeki tartışma;
(6) medresedeki fıkıh müderrisleriyle Bologna'dan başlayarak Güney
Avrupa'daki üniversitelerdeki hukuk profesörlerinin benzersiz konumu;
(7) ders-i iftitahi ve inceptio;
( 8) muit ve belletici;
(9) şahit ve noter. . .
( 1 O) hadim v e ögrenci-hizmetli;
( 1 1 ) lectio ve kıraat ile legere' nin üç özdeş anlamının iki takımı;
( 1 2 ) ta'likat ve reportatio;
( 1 3) summae. . .
( 1 4) kanıtlamaya yönelik ısrarlı b i r arzu . . .
( 1 5) diyalektik ve münazaraya sabit fikirli bir yogunlaşmanın, edebi sana�
ların daha üstün görülen üç fakülte olan hukuk, ilahiyat ve tıbba tabi kılın­
masına yol açması.56
272 TARiH HIRSIZLlc'il

Makdi si bö ylece, (D oğ u ve Batı arasında h ayati bi r farklılık ola­


rak gö rdüğ ü) bi r üniversi te kavramı değil se de, D oğ u' nun dah a son­
raları "İ slami unsurlarla tamamlanan üniversi te si stemi ni ö dünç al­
mış" olduğ undan sö z eder. 5 7 Öte yandan dah a ö nceleri , öğ reti m an­
lamı nda ö dünç alma aksi yö nde gerçekleşmi ş olabi li rdi. Tüz el ki şi­
li k ve h ocal ar ın yö neti mi bi r yana bırakılırsa, yüksek öğ reni m h er
i ki alanda da mevcuttu. Ne var ki , tüm b u tartışma üniversi teni n ol­
dukça dar bi r kavranışı temeli nde yürür. Açıktır ki , İ slam erken bir
dö nemden i ti baren di ni ve h uk uki eği tim i çi n ö nemli yü ksek öğ reti m
kurwn larına sahi pti. Bunların Batı Avrupa' yı h arekete geçi ri p geçi r­
mediği tartışmalı bi r sorudur, ama diğ er ileri yazı lı kültürlerde oldu­
ğ u gibi , arada aşi kar koşutluklar bulunmaktaydı . Fakat b elki dah a
da ö nemli si , İ slam' da bu kurumlar az çok tamamen di ni araştı rma­
lara ayrıl mışken, Avrupa' da di n başlangıçta egemen o lmasına karşın,
üniversi te alanındaki geni şlemeyle bi rli kte diğ er konuların çalışılma­
sına da i zi n veri ldi . Seküler bilgi bi çi mleri gi derek ö nem kazandı. İ s­
lam' daysa bu tür i li m bi çi mleri ni n başka yerlerde geli şmesi gerekti.
Tüm okuryazar kültürleri n, gençlere okuma ve yazma öğ retecek
okullara sahi p olmaları gerektiği açıktır. Çobanlık veya -küçük kız­
lar sö z konusuysa- dah a küçük çocuklara bakmak, su geti rmek gi bi
"doğ al" çevre koşul larından alınan çocuklar, bi r h ocanın (e rkek veya
kadın) ö nünde oturup yalnız yazmayı deği l, ki tapların i çer di kleri ni
(ve ki mi zaman yaşamın i çerdi kleri ni ) b ellemek üzere, bi r okul oda­
sının veya i badeth aneni n sınırlı mekanına kapatılırlar. Okullar ka­
çınılmaz olarak i ki ayrılmıştı: Temel bil gi leri n Hıri sti yan lıktaki Ka­
teşi zmi n öğreti lmesi yle sınırlandırıldığ ı di ni okullarss ve İ slam' da Ku­
ran' ın ezberlendiği okullar. Aynı zamanda, yeteri nce yetenekli olduk­
ların ı gö steren baz ı öğrenci ler geleceğin hocaları veya yö neti ci leri ( okur­
yazarl ık artı k toplumun bi r parçası olduğ un dan) olarak i stenirse dah a
i leri bi r öğ reni me devam etmeleri yö nünde teşvi k edi li yordu. Aslın­
da bazı öğ renci ler kendi merakları nedeni yle de bu yolun çeki mi ne
kapılabi li rlerdi . Bö yleli kle " yüksek öğreti me" yö neli k bi r ar zu ve i h­
ti yaç okuryazar kültürler de yaygın h ale geldi. Özel derslerden cema­
at örgütü ne dek deği şi k şeki ller alabilen bu türden bir oluşumun Çin ,59
İ ran,60 İ slam kada� anti k dünyada da6t varlığ ının kaydedi lmesi şa-
KURUM HIRSIZLIKLARI: KENTLER VE ÜNiVERSiTELER 273

şırtıcı değildir. Antik Yakındoğu'da böyle oluşumlar vardı. Babil'de­


ki tapınak "araştırma kuruluşları" Helenistik dönemde de işleme­
ye devam etti.62 Childe ayrıca Sasani İran'ında tabiplerin yaşadığı
büyük bir Nesturi kenti olan Cundişapur Üniversitesi'nden, buranın
Araplar tarafından zapt edilmesinden ve Bağdat halifeleri hüküm­
ranlığında (750-900) tıbbi ve diğer bilgilerde görülen yenilenmeden
söz eder. Bu kurum, ayrıcalıklı tıp eğitiminin, bu "antik bilim" bi­
çiminin daima korunduğu ve dini bilginin kısıtlamalarına maruz bı­
rakılmayarak hastane ve tıp okullarına (maristan) yayıldığı Arap dün­
yasındaki devamlılıkta hayati bir rol oynadı.63
Zira İslami ilimlerde "dini" ile "yabancı" veya "antik" olan ara­
sında daima bir ikilik olagelmişti. Bu bölünme, İslam'ın yüksek eği­
tim kurumları olan medreselerin rolü konusunda bir yanlış anlama­
ya yol açtı. Fakat bunlar ve bunlara yardımcı okullar sadece " din
ilmi"ni gözetiyordu. O halde nasıl olup da "yabancı ilimler",
"Atalar'ın ilimleri" de gelişebilmişti ? Başlangıçta medresenin gelenek­
çi biçimleriyle darü'l-ilm'in temsil ettiği rasyonalist biçimler arasın­
da bir etkileşim vardı. Vakıf okullarında dindışı ilimlerin süren eği­
timinin önündeki ana engel, müfredattan putperest her şeyi çıkaran
İslami vakıflar oldu. Gelgelelim, bu durum İslam toplumlarının en­
telektüel yaşamından "yabancı ilimleri" büsbütün dışlamadı. Bu ilim­
ler "Yunanca eserlerin korunduğu ve rasyonalist konulardaki mü­
nazaraların yapıldığı" kütüphanelerde temsil edilmeye devam etti, 64
fakat bu eğitim ancak özel olarak alınabiliyordu. Dolayısıyla, "ge­
lenekçi muhalefete, dönemsel yasaklamalara ve inançsızlara uygu­
lanan yakma cezalarına karşın" "antik ilimler"e erişim vardı, hat­
ta bazı zaman ve yerlerde bu teşvik de edilmişti. Fakat ilimlerdeki
bu ikilik, farklı ilim kurumlarında karşılanıyordu; camide İslami ilim­
ler öğretilirken, seküler Eğitim ve öğrenim büyük ölçüde özel alan­
la kısıtlanmıştı.
Fakat köklerin bu kadar derinine dalmayıp, İslam ve Hıristiyan
öğrenimleri arasında var olan pek çok koşutluğa bakmamız daha ye­
rinde olacaktır. Aslında pek çok yönden, tıpkı Bizans'taki Badras oku­
lu gibi Bologna'da hukuk öğrenimi veren ilk Avrupa üniversitesinin
de öncülü İslami yöntemler olmuş olabilir. Sic et nan (Aquina gibi
274 TARiH HIRSIZU�I

skolastiklerin eserlerinde merkezi olan), questiones disputatae, reper­


tio ve hukuk diyalektiğinin daha erken İslami paralellerinin var ol­
ması mümkündü. 65 Montgomery Watt'ın Avrupa üzerindeki İslami
etkilere (von Grunebaum'a karşı) ilişkin sözleri gibi: "Avrupa islam'a
tepki gösterdiği için, Müslümanların etkisini küçümsedi ve Grek ve
Roma mirasına bağlılığını abarttı . Bu yüzden bugün tek dünya ça­
ğına doğru giderken, biz Batı Avrupalılara düşen önemli bir görev
bu yanlış vurguyu düzeltmek, Arap ve İslam dünyasına olan borcu­
muzu tam olarak tanımaktır." 66 Bu borç, yalnız "doğa bilimleri"nde
değil,67 medreselerde dini eğitimin hakimiyetine ve İslam'daki sekü­
ler bilginin resmi eğitimini bunca zorlaştıran "antik" (yani, modern)
ilimlerle dini ilimler arasındaki ayrıma karşın, kendini öğrenimin ör­
gütlenmesinde, yani kurumlarda ve müfredatta da gösterdi.

Hümanizma
Batı'da eğitimin tarihi, öğrenimin sekülerleşmesinin, yani dini de­
netimden tümüyle özgürleşme değilse bile bu denetimin gevşetilme­
sinin tarihidir. Bu hareket, önemli yönlerden "hümanizma"nın ge­
lişiyle Yunanistan ve Roma'nın "pagan" yazarlarının öne çıkarılma­
sına ve kısmen Arap etkisinin sonucunda klasik ilmin canlanması­
na dayanıyordu. Bu bölümde, "hümanizma"yı eğitsel bir bağlamda
ele almak, onun modern dünyada son derece önemli olan seküler­
leşmenin artışına katkısını ve Avrupa'daki bu harekette yakın zaman­
ların "köktendinciliği"nden bile önce İslam'ın hafif muğlak bir şe­
kilde oynadığı rolü tartışmak istiyorum.
İmalattaki ve ticaretteki artışa karşın, ortaçağa (çöküş sonrası Av­
rupa'dan ayrı olarak) dünya çapında ilerici bir evre olarak bakmak,
okuryazar kültürü kadar kent toplumundaki ve ona ilişkin etkinlik­
lerdeki gerilemeyi de görmezden gelmek olur. Roma'nın yıkılışı, bronz
çağı sonrası toplumlarının hızlı gelişiminde hayati önem taşıyan okur­
yazarlıkta ve okuryazar etkinlikte kayıplara yol açtı. Seküler bilim,
hümanizmanın ve sonunda bir yeniden doğuşa tanık olan Rönesans'ın
gelişiyle yeniden canlandı . Bu yalnız klasik bilim ve mimari gibi
alanlarda değil, daha genel olarak bilgi sistemleri için de geçerliydi.
KURUM HIRSIZLIKLARI: KENTLER VE ÜNİVERSiTELER 275

N eedham'ın bot ani k konusunda kesi nli kle ort aya koyduğ u gibi ,68 or­
t açağ baş larında kent t oplumunda ve onun erken dönem okullar ın­
da bi r geri leme görüldüğ ü gi bi, A kdeni z ve baş ka yerler de tic areti n
azalmasına eş li k eden genel bi li msel bi lgi alanında da bi r bozulma var­
dı. E konomi k durum, A rap fet hi ni n i lk ş okunun ardındanDoğ u' yla
tic areti n baş lamasıyla t ersi ne dönmeye baş ladı, fa kat i lk dönemler­
de eğitim, "anti k bi li m" i n bi rçok dalını "pagan" di ye dış layan ki li­
seni n elleri nde sağ lam bi r ş eki lde c anlandı. Bu durum, i ki si de Hıri s­
ti yan olmayan i ki alanla, uzamsal olarakDoğ u'yla v e kronoloj i k ola­
r ak klasi k kültürlerle i letişi mi n geliş mesi yle değişime uğrayac akt ı.
Bi lgi, eği ti m ve sanatlar kuş kusuz sadec e ekonomi yle bağ lant ılı
deği ldi r. İslam'da ve Hıri sti yanlıkt a di ni n bu alanlarda uyguladığ ı
deneti m büyük önem t aşı yordu; ama t ek bi r İ nanç veya hegemon­
yac ı bir "dünya dirii " ni n egemenliği nden kaçınmış olan Çi n'de aynı
öneme sahi p deği ldi, ki bunun hümani zma açı sından önemli sonuç­
lar ı ol muş tur. İ slam' da ve Hıri sti yanlıkta di ni yetki li ler en azı ndan
"dah a yük sek " düzeyler de eği ti mi denetledi ler ve sanatlar a egemen
oldular. Yah udi liği n emi rleri ni i zleyen İslam, f igür atif tasvir leri (dr a­
ma da dahi l) yüzlerc e yıl, bazı yerler de günümüze dek yasakladı. Hı­
ri sti yanlık da yola aynı kuş kularla baş ladı, ama sonunda-R önesans' a
kadar fi ilen sadec e di ni n hi zmeti nde olmakla bi rli kte- bu t ür etki n­
li kler e i zi n verdi. Daha önc eleri çok az di ndış ı dr ama, r esi m veya hat­
ta "kur gu eser " var dı.69 İ brahi mi di n, eği ti mi i manın bir kolu ola­
r ak gördü ve öğr eni mi büyük ölçü de kendi hi zmeti ndeki lere ayır dı.
Dünya di nleri, bi li m ve eğiti m üzeri ndeki (di ni okulların yayılma­
sını da beli r leyen) bu boğ uc u ha ki mi yet leri nden ne zaman vazgeçti­
ler? Çi n'de i mpar at or ve at a t apınc ı bi r yana, hi çbi r zaman hegemon­
yac ı bi r di n olmadı. Avrupa' da özgürleş me sür eci ni n çeki ngen kök­
leri 12 .-15. yüzyıl lar arasındaki İslam'dan fazlasıyla etkil enmiş hüm a­
ni st et ki nli klerde yatar. İ slam'da gelenekle diğ er eğ iti m bi çi mleri ar a­
sındaki müc adele, durumu anlamanı n anaht arı nı verir. Ö zelli kle (İ s­
lam'ın kült ür el mer kezi olan) Bağ dat 't a bi rinci koş ul i ki nci si ni di ze
geti rmişti ve büyük E ngi zi syon boyunc a, fıkhın ve öğreti ldiği medre­
seni n diğ eri ne karş ı zaferi ne yol açt ı. "Anti k bi li m" öğ reti mi, daha
önc e de gördüğ üm üz gi bi bireysel eğitimi n özel dün yasına havale edi l-
276 TARiH HIRSIZLIGI

di. N e var ki , dinin eg emen liği altın daki bi r g elen eğin gö z ardı edil e­
b ilir b ir yön ü olman ın çok ö tesin e g eçen , b u seküler, "yab an cı " b i­
li m ve b ilgi alt akın tısı , İslam'ın ken di h üman ist evr eleri b oyun ca dö­
n emsel olar ak patlama yaşadı ve çeşi tli dön emlerde Avrupa'n ın uya­
n ış dön emlerin de er işeceğ i düzeyde b ir b ili msel b ilg inin ve sorg ula­
ma alışkan lığın ın kor un masın a g en el olarak katkı yaptı .
Hümani zma, b azı aşır ı uçtaki b içimler i dışın da din i in an cı red­
detmedi. A ma on un ilg i alan lar ın ı kısı tladı ve bö ylelikle, b eni m ön e
sürdüğ üm gibi in san toplumların da yayg ın bi çi mde b ulun an kuşku­
culuk ve bi lin emezcili k g elen eklerin i b elir li ö lçüde destekledi.70 Av­
rupa' da b u tür g elen ekleri yaln ız h ümani zma deği l dah a son raları ,
b eli rli ö lçüde Avr upa'yı mevcut dog malar ın dan ö zgürleştir en --en azın­
dan on u çıkış yolun u gö steren- Reform h areketi de destekledi. O za­
man a kadar, okuma ve yazma eği ti mi h er düzeyde g üçlü bi r şeki l­
de Katoli k Ki li sesi 'nin elin deydi . R efo rm zorun lu olarak b u tekeli
kı rdı, b irçok öğr etmen ha la din adamı olsa ve din i amaçlar dan vaz­
g eçilmese de, dah a kısı tlı bi r "ruh an i" alan yaratı ldı. Bu g elişme, mo­
dern leşmen in ön emli bir yön üydü; çün kü bi li msel araştırma ve g e­
n el olar ak düşün ce, soruların tüm i lg ili alan lar da, ö zelli kle de yük­
sek eği tim kuruluşların da ö zg ür bir b içi mde yayı labi lmesini sağ la­
mak üzere doğ an ın seküler leşmesini g erekti ri yor du.
Avr upa' da 1 2. yüzyı lda doğ an b u kur umlar ün iver site olar ak ad­
lan dır ıldı . Bu g eli şme, okur yazar lık or an ın ın korkun ç b ir şekilde düş­
müş olduğ u Batı Avr upa' da eği ti mdeki g en el bir can lan manın par­
çası ydı. Batı lı tarih çi ler çoğ u zaman b u üniversi teleri , h ümani zma­
n ın b ağ ı msı z, yer li doğ umuyla i li şkili, yüksek eğ iti min g erçek b aş­
latı cılar ı olar ak gö rmüşler di r; ama b un lar yin e de tı pkı İslam'daki
medreseler de olduğ u gib i, açı k b ir bi çi mde ki liseye ve " ka ti plerin "
eğ iti min e b ağ lı ydı. N e var ki , ö zellikle dah a h ümani st b ir b akış açı ­
sı g eli ştiri p b azı dini r ollerin den vazg eçti klerin de Avrupa ve modern­
leşmesi i çin b üyük bir ön em taşır h ale g eldiler.
Eği tim in, 1 5. yüzyıl ort asın dan i tib ar en, matb aan ın ve yazın ın ma­
kin eleşmesin den muazzam ö lçüler de yar ar lan dığ ı açı ktır. Matb aa, Ki­
tab- ı Mukaddes' i dah a yayg ın bi çi mde b ulun ur h ale g eti rer ek Pr o­
testan lığ a da yar dı m etti . Fakat aynı zaman da yeni fi kir leri ve yeni
bi lgi leri yaymak yoluyla seküleri zmin ve bi li min i ler lemesin e de kat-
KURUM HIRSIZLIKLARI: KENTLER VE ÜNIVERSl1ELER 277

kı sağladı. Ahşap üzerine blok baskı tekniği 1250 ila 1350 arasın­
da Çin'den geldi. Kağıt yapımı Arap İspanya'sı üzerinden 12. yüz­
yılda Avrupa'ya ulaştı. Yaklaşık 1440'da, halihazırda Doğu'da kul­
lanılmakta olan hareketli tipo ile matbaacılık, Almanya'daki Mainz'da
geliştirildi ve karmaşık üretim sistemi, müstensihin yerine metal iş­
çisini koyarak, 1467'de İtalya'ya, Macaristan'a, 1470'lerde Polon­
ya'ya ve 1483'e kadar da İskandinavya'ya yayıldı. 1 500 yılına ge­
lindiğinde, Avrupa matbaaları halihazırda 6 milyon kadar kitap bas­
mıştı ve kıta çok daha "bilgili" bir yere dönüşmüştü; birçok eski eser
yeniden basıldığı gibi, İtalyan Rönesans projesine yardım eden bir­
çok yeni bilgi de matbu hale gelmişti.
14. yüzyıl boyunca süren erken Rönesans döneminde Kuzey İtal­
ya'da klasik edebiyat çalışmalarının yeniden doğuşu, Avrupa'nın in­
san uygarlığının erdemlerini "hümanizma" başlığı altında sahiplen­
mesiyle sonuçlandı. Klasik çalışmalar, 15. yüzyıl başı gibi erken bir
tarihten itibaren umanisti olarak bilinen, klasik edebiyat profesör­
leri veya araştırmacıları olan eğitimciler tarafından öğretilmeye baş­
lanmıştı. Bu sözcük, Yunanca paideia'nın karşılığı olan, dilbilgisi, şiir,
retorik, tarih ve ahlak felsefesinden oluşan ve hem Hıristiyan hem
de Müslüman çevrelerdeki dini eğitimle ancak kısmen bağlantılı bu­
lunan studia humanitatis'ten gelmekteydi. Ne var ki, humanitas'ın
ayrıca daha geniş bir ahlaki anlamı vardı ve "insani erdemin bütün
şekillerinin son noktasına dek gelişmesi" anlamına geliyordu; yani
modern humanity [insanlık] sözcüğüyle ilişkilendirilen sadece "an­
layış, yardımseverlik, şefkat, insaf değil, aynı zamanda metanet, hü­
küm gücü, sağgörü, etkili söz söyleme gücü ve onur aşkı gibi daha
agresif niteliklerle de bütünleştiriliyordu. " 7 ı Başka bir deyişle, insan­
lığın olumlu özelliklerinin tümü Avrupa Rönesans'ına mal edildi. Do­
layısıyla bu kavram üç ana anlam kazandı: (1) önceki yazılı bilgiye,
Avrupa örneğinde klasik döneme dönüş; (2) insani potansiyel ve er­
demlerin en üst düzeye kadar çıkması; ve (3) dinin entelektüel etkin­
liklerde görece kısıtlı bir rol oynadığı, böylelikle bugün çoğu zaman
arzu edilen "modern" bir durum olarak görülen sekülerleşmenin bir­
çok bağlamda kazandığı zaferin entelektüel etkinliklerde özgür sor­
gulamaya gittikçe daha çok imkan verdiği bir dönem.
278 TARiH HIRSIZUGI

Hü mani zma yalnızca İt alyan şai r Pet rarca'nı n (1 304- 74) Hı ri sti ­
yan ruh ani li ği yle bağdaşır gö rdü ğü klasi k i lmi n canlanması nı deği l,
aynı zamanda gerçek dü nya hakkında bi lgi edi nme kaygısı nı oldu­
ğu kadar, i nsanlık açısından ol umlu sayılan " bi reyci liği n" t eşvi kini
de (9. Bö lü m'de t artı şılan " erdemler" ) kapsı yordu. İ lim ve " er dem­
lere" ek olarak, Roma kurumları nı, bi zzat Cumh uri yet 'i , defn eylet aç­
landı rma ve Lati n epiği (ayrıca ca nzo niere di li ) gibi uygulamaları can­
landırmaya yö neli k bi r çaba vardı, aslına bakılı rsa şii ri n kendi si şi m­
di " ci ddi ve soylu bir uğr aş" (İ slam'da da kü çü mse nmi şti) olarak ku­
rumsallaşmışt ı . Z afr ani 'ye gö re,n İ slam dü nyasında da, Mağri p't e
i lahi yat dışı çalışmaları n geli şti ri ldi ği ve bi lim sel ve sekti ler bi lgiye dah a
ö zgü r bi r h ayat h akkı veri ldi ği hü mani zma evreleri yaşandı. Ne de
olsa İslam, yü kse k e ğiti m okulları, medreseler ve akademi ler aracı ­
lığıyla, ki mi zaman gö nü lsü zce ki mi zaman da bü yü k bi r coşkuyla
İ slami görü şle r kadar " pagan" G rek dü şü nceleri ni de akt aran bir kü l­
tü rdü . Ne var ki bu coğrafyada, okul larda sekü lerleşmeye yö neli k
ö nemli h areket ler Hı ri sti yan Avrupa'dan dah a sonra gerçekleşti .
F akat se kü lerle şme ilme, bü yü k ö lçü de di ni bilgi le re yü ksek bi r de­
ğer ve ri lmesi ne karşın, İ slam'da da sorunluydu. Zi ra "so n de rece ge r­
çek bir anlamda, i li m ibadet demekti. "73 Kaldı ki, i li m di ni buyruk­
lar dan sonra geli yordu; bundan dolayı dır ki, pe ygambe r ke lamı nın
ve di li ni n mekani k araçlarla çoğalt ılmaması gerekti ği gerekçe si yle İs­
lam t arafından reddedi len mat baa bu kü ltü re çok geç gi rmi ştir . Bu
yü zden, İ slam' ın diğ er geleneksel alanlarda sağ ladığı bü yü k başarı­
lara karşın, bu durum eğiti m alanı ndaki deği şi mi i mka nsı z deği lse de
çok zor h ale geti rdi. Sö z geli mi Tü rki ye' de, ancak Ruslara karşı alı­
nan ve Kırı m'ın kaybı yla sonuçlanan 1 768 ve 1774't eki yeni lgi lerden
sonr a eğiti mde şi ddet li bi r refor ma ihtiyaç duyulduğu kabul edi ldi.

Ulemanın liderlerinden, yani şeriat uzmanlarından bu nedenle iki temel


degişime izin vermeleri istendi ve anlaşmaya varıldı. İlki, kôfir hocaları ka­
bul etmek ve Müslüman ögrencileri onlara emanet etmekti ki, bin yılı aşkın
bir süredir, belki hammadde olarak bedenleri dışında herhangi bir degere
sahip olmadıkları için öteki kôfirleri ve barbarları hor görmeye alışmış bir
uygarlıkta şok edici büyüklükte bir yenilikti bu.74
KURUM HIRSIZLIKlARI: KENTLER VE ÜNiVERSiTELER 279

Bu yenili k gö rece g eç g eldi; ancak, İslam' da "h üm anist " o larak


adlandı rı lmı ş dö nem ler kuşkusuz yaş anm ı şt ı .
Be nzer evreler başka kültürlerde de vardı . Fernandez-Arm esto " 17 .
yüzyı lJ apo nya ve R usya'sı nda Bat ı lı bi r bağ lam da 'h üm ani zm a' o la­
rak adlandı rı labil ecek" ö rneklere dikkat çekm işt i: J apo nya' da Bu­
dist keşiş K eich u (164 0-1701) 8. yüzyı lı n şiirsel Şi nto eserleri o lan
ot antik Manyo şu m etin lerinin canlandırı lm ası na ö ncülük etmi şti. R us­
ya' da ise Bogolyubtsi (Tanrı severler) o larak bili nen t arikatı n m en­
supları , 1648' de çarı po püler kült ürün bayağ ı lı klarlill saraya so km a­
m a ko nusunda ikna et tiler. Dah a ö nceki m et inlere g eri dö nüşü sa­
v unm aları anlam ı nda h er iki si de h üm ani st ,75 sı radan i nsanları n ya­
rarı na birer di ni refo rm du.
Avrupa'da da, h üm ani zm a bi r kere deği l, t ekrar t ekrar baş gö s­
te re n bir eği lim di . So uth em gi bi bazı ları , 1 2. yüzyıl İngi lt erc'si ni "h ü­
m ani st " o larak betim lerken,76 büyük ö lçüde klasi k anti kç ağ a o lan
i lgi ni n canlanm ası na (aynı zam anda K aro lenj dö neminde de kendi­
ni gö st ermi ş o lan) gö nderm e yapmı ştır; bu da İslami i lim le t em ası n
g eli şti rdiği bi r yeni lenm eydi. Fakat So uth em'i n klasi k t artı şm ası n­
da eksi k o lan yan, m uht em el dı şsal et kileri n hi çbi r şekilde ele alı n­
m am ası dı r; o na gö re, h er şeyin içsel bir buluş o larak ele alı nm ası g e­
rekir. Bu so n derece Avrupa-m erkezci bir ko num dur. Avrupa' nı n çe­
şit li kesim lerinde, İslam i kült ürlerle h at ı rı sayı lı r bir ilet işim vardı .77
Müslüm an "İfrikya" nı n bi r parçası o lm uş Si ci lya, 11. yüzyı lda No r­
m anlarca feth edi ldi, am a h ala dah a ö nceki Müslüm an üslubu t ak­
lit eden bi r saraya sah ipt i. K ral A rapça ko nuşuyo rdu ve bir h arem e
sah ip o lm ası nı n yanı sı ra, İslami edebiyat ve ilm in ko ruyucusuydu.
A ristot eles ve İbn R üşd' ün eserleri nin çevi ri leri ni yapt ı rdı ve Avru­
palı kurum lara dağıtt ı rdı. Ko nst anti n'i n t ı bbi m eti nleri gi bi A rapça
çeviri ler, m üht edi Hı risti yanlarca ko pya edilerek çoğ alt ı lı rken, İt al­
yanca edebi yat ı n da Si cilya' da doğ duğ u sö ylenir.78 Ne var ki , bi r bağ­
lantı o larak Si ci lya' dan dah a ö nem lisi , o rt açağ İspanya'sı ydı. Bura­
da Hı ri st iyanlar (g üneyde o nlara Must ari p [A raplaşm ı ş - ç. n.] de­
ni yo rdu) ve Müslüm anlar yan yana, h arem lere ve sünnet e varı nca­
ya dek Müslüm an bi r yaşam t arzı sürüyo rlardı . To ledo Hı rist iyan­
larca zapt edi ldiği nde, bu kez ülkeleri feth edilen ve Hıristi yan o lan
280 TARiH HIRSIZLIGI

Müslümanlar Müdecc en [ bi r yerde ik amet edi p oraya alışan - ç. n.]


olarak tanınmaya başlandı ve 12. yüzyılda bu k ent, Ar apça i li m ve
i rfa nın Avrupa'nın dört bir yanın a dağılm asının merk ezi olarak önem
k azandı. Bilge Alfo nso'nu n hük ümr anlığında, Başpisk opos R airn on­
do Arapça eserleri n İ spanyolc aya, sonra da Müdeccen'lerin ve Ya­
hu di leri n yardım ıyla L ati nc eye çeviri si harek eti ni başlattı; bu nların
arasında şerhleriyle birlik te Aristoteles'in ansik lopedi sini n tamamı
oldu ğu gibi , Eukleites, Ptolemai os, G alenu s ve Hi ppok rates'i n eser­
leri de vardı.79 Daha önceleri, yeni den fethedi len Mur ci a k entini n va­
lisiyk en, Alfonso'nu n özellikle Muhammed el-Rik at için yapılmı ş, Müs­
lüman, Yahu di ve Hıristiyanların bi rli k te eğitim aldığı bi r okulu var­
dı. Daha sonraları Sevilla'da Müslümanların Hıri sti yan öğretmen­
lerle yan yana tıp ve bi li m öğrettik leri , "çok - di nli üni versi te" olarak
beti mlenenso genel bi r L atince ve Arapça k olej ku rdu .
Asin'in işaret ettiği gi bi, o dönemin Avru pa'sını etk ileyen, " yad­
sınamaz üstünlük tek i"St bir Asyalı k ültürdü; Dante'nin büyük ese­
ri İlahi Komedya 'da bi le bu etki yi bu lgulu yor, özellikl e Dante'nin Cen­
net ve Cehennem yolcu lu ğu yla paralellik ler ku rdu ğu Mu ham­
med'i n göğe yük seli şi ve Ku düs'e yaptığı gece yolcu lu ğu (Miraç) de­
neyimi ne i li şk in hadis söylencelerinde bu nu n izini sürüyordu. Mu ­
hamrn ed'e yöneli k Hır isti yan ilgi çok daha geriye gider; hatta bir Mu s­
tarip Hı risti yan yazar (muhtemelen Kurtu ba'lı Eu logiu s, ö. 859) Mu ­
hammed'in yaşamöyk üsünü yazmıştı; 1143 'te Pamplona Başdi yak o­
zu R eading'li R obert de, Ku ran'ın Lati nce bir çevi ri si ni yaptı. İ slam
ve mitoloji si nin bilgisi bu nedenle Batı'da mevcuttu. Aslı aranacak
olu rsa-, Dante'ni n hocası Bru netto Latini 1260 'ta F loransa sefiri ola­
rak gönderildiği Bi lge Al fo nso'nu n sarayında bu i limle bir şek ilde k ar­
şılaşmış olmalıdır. Alfo nso Mağribi lerle savaşmış, ama yi ne de astro­
nomi ve felsefe de Müslüman ilmini edi nmişti. Sefir, onu n sarayında
İspanya'daki edebi yat eserleri ni n çoğu na aşi na olmu ş olmalıdır, bu
bağlantı nedeniyle Dante de bu fiki rlerden etki lenmi ş olabi lir . Aslın­
da, şairin felsefi sistemini n doğru dan doğru ya Arap fi lozoflarından
deği l, Ku rtu ba'lı İbn Meserre'ni n ku rdu ğu Aydınlanm acı Sufi ler ek o­
lünden (ve özellik le İbn Arabi'den) etki lendiği , onların fik i rlerini n
Du n Scotu s, R oger Bacon ve R aymond Lu ll gibi Au gu stinu s'çu so­
k alistik lere ak tarıldığı ileri sürülmüştür.
KURUM HIRSIZLIKlARI: KENTLER VE ÜNiVERSiTELER 281

Hüm an izmanın geliş im in e bü yü k ölçü de, iman dan ayrı olar ak, in ­
san tü rünü ( "ger çeklik") ar aş tı r man ın ön emini vur gulayan Ar istote­
les'in eser lerin e olan Mü slü man ilgi yar dım etti.82 Or taçağ ın bi ti min ­
de Avr upa, özelli kle de ticar etin gi tti kçe ar tan bi çi mde ön em kazan­
dığ ı, ken tlerin geniş lediği , kültür ve toplumın1 değ iş mekte olduğ u İtal­
ya' daki yeni dur uma artı k uygun düş meyen reductio artis ad theolo­
giam, yani " her ş eyi ilahiyat ar gü man ın a in dir geme�'nin s on un a ta­
n ı k oldu. Ti car etin ve burj uvazin in ihtiyaç duyduğ u yen i eğiti min kö­
ken i, 1 3. yü zyıl s on larından iti bar en ken t nüfusunun ih tiyaçlarını kar­
ş ılamak için özgür ken tler de kur ulan , or taçağ gelen eğini r eddeden ve
R ön es ans sır as ın da çoğ un lukla Ar apça çevir ilerin yar dımıyla gittik­
çe daha çok klas ik eği tim e dönü lmes iyle, 13. yüzyıldan 1 7. yü zyıla
k adar geliş en bu okullardaydı. Bu n eden le, Avrupa'da Yen i İlim'in yal­
n ız yü ks ek eği tim kurumlar ın dan değ il, bu kur umlar ın sekü ler leş miş
" an ti k bilimi" , klasik lerin "pagan" gelen eğin i muhafaza etmiş olan
din i bir kültür le temas i çin de s ekü leri zme doğ r u yaptıklar ı hamleden
etkilen miş olmas ı s on der ece çeliş ki li bir dur umdur. Fakat kuş kus uz
bu kur umların ken di si deAvr upa'da klasi k metin ler e yön eli k ar aş tır ­
masın ı geliş tirmiş , ayrıca Kon stantin opoli s'teki Hır is ti yan D oğu 'n un
Yun an i li m adamlar ıyla da temas lar ku r muş tu.
1 439' da Fer r ar a ve Flor ans a' da, Tü r k iler lemes in e karş ı yardı m
ar amak ü zer e kilis eler ar ası kons ey için Kons tan tin opolis 'ten Or to­
doks bir heyetin gelmesi, R ön es ans 'a ve bizzat hüm anis t har ekete çok
destek oldu. Flor ans a'da heyete Yun an lar ın P laton 'cu öğr etisinden çok
etkilen en C osi mo de Medici ev s ahipl iği yaptı. Bun un s on ucu ol arak,
Avr upa i lmin e bü yü k etkiler i olan P laton A kademis i'n i kur du. Heye­
te baş kan lık eden Geor gius Gemis tus P lethon ( y. 1 355 -1 45 0/2), E<ii r­
n e'deki Os manlı sar ayın da çalış mış Biza ns lı bir a li mdi. Yalnız P laton 'u
değil, es er leri Avru pa'nın uzam kavr aml arını değiş tir meye yar dım eden
coğr afy acı Str abo'yu da tan ıttı. A kademiyle bağ lan tılı diğ er a limler
Tr abzon lu Geor gius (1 395 -1 48 4), keza Tr abzonl u Bas il Bessar ion
(1 403 -72) ve Theodor os Gaza i di; tü m a li mler in A sya'daki ken tler ­
den geldi kler i açı ktı. Böylelikle hü mani zmaya, sekti ler ilme ve R ön e­
san s'a gi den har eketin tamamı D oğ u'dan ve dolaylı olar ak, din ağ ı r ­
lıklı kü ltür ler den bü yü k bir destek kazan dı.
282 TARiH HIRSIZLIGI

Sonuç olarak, yüksek eğitim kurumları Batı'da kesinlikle farklıy­


dı; ama seküler bilim qakımından anlamlı sayılabilecek bir fark an­
cak görece yakın geçmışte gerçekleşmişti. Özünde bunlar Batı'yla sı­
nırlı olmadığı gibi, "kapitalizm"e giden yolu açan özel bir içeriğe de
sahip değillerdi. Bu iddia teleolojik tarihe aittir.
Avrupa ortaçağında üniversite sorununu tartışırken, Le Goff şöy­
le yazmıştır: "Başlangıçta kentler vardı . Batılı ortaçağ entelektüeli
onlarla birlikte doğdu."83 Bu, Karolenj Rönesans'ı denilen dönem­
de değil, ancak 12. yüzyılda gerçekleşti. Fakat kentler, entelektüel­
ler ve üniversiteler Batı'yla sınırlı değildi; daha sonraları böyle olma­
sına karşın, kurumlar birbirinden bütünüyle farklılık göstermiyor­
du. Üniversiteler sorunu, tıpkı kentler sorunu gibi teknik bir mese­
ledir ve böyle ele alınmalıdır. Başka yerlerdeki diğer yüksek eğitim
kurumlarından hangi bakımlardan farklılık gösteriyorlardı? Bu soru
yerine, konu kategorilere çok değer yüklenen bir meseleye dönüştü­
rülmüştür. Geçmişin hikayesinin bu şekilde yazılmaması gerekir.
9
Değerlerin Sahiplenilmesi :
Hümanizma, Demokrasi ve Bireycilik

Daha önceki bir bölümde demokrasinin, özgürlüğün ve diğer de­


ğerlerin kökenlerinin Avrupa'nın Yunan ve Roma antikçağında bu­
lunduğu iddiasını klasikçilerin nasıl ileri sürdüklerini açıklamıştım.
Aynı şekilde daha sonraki bir dönemde hümanizma ve hümanist ça­
lışmalar da Batı tarafından kendi özgül tarihlerinin bir parçası ola­
rak sahiplenildi. Bu iddia abartıldı ve diğer topluluklardaki temsil,
özgürlükler ve insani değerler sorunu göz ardı edildi. Fakat Batı bu­
gün daha da tiz bir sesle bu değerler üzerindeki fiili tekellik iddiası­
nı haksız bir şekilde sürdürmektedir. Batı'nın en rahatsız edici efsa­
nelerinden biri, "Yahudi-Hıristiyan" uygarlığımızın değerlerinin, ge­
nel olarak Doğu'dan, özel olarak da İslam'dan ayırt edilmesi gerek­
tiğidir. Zira İslam da Yahudilik ve Hıristiyanlıkla aynı köklere sahip­
tir, ayrıca birçok değeri de onlarla paylaşmaktadır. Temsil biçimle­
ri, her ne kadar çağdaş seçmenlik ölçütlerinde olmasa da, çoğu top­
lumda özellikle de kabile rejimlerinde mevcuttu. Ne var ki, Batı de­
mokrasisi öteki toplumlarda kesinlikle mevcut olan değerlerin birço­
ğunu, hümanizma, bireycilik, eşitlikçilik ve özgürlük üçlüsünü oldu-
284 TARiH HIRSIZLIGI

ğu kadar, özellikle Hıristiyan bir erdem olarak gösterilen hayırsever­


lik kavramını da gasp etmiştir. Gelgelelim, erdemli yaşamı oluşturan
unsurlar hakkında Batı'da genel bir uzlaşma yoktur, bu yüzden bu
değerlendirme zorunlu olarak biraz bölük pörçük görünecektir. Ba­
tı'nın hak iddia ettiği en göze çarpan, hakkında en çok konuşulan
nitelikleri seçtim. Bununla birlikte, kendisinin emsalsizliği hakkında­
ki tüm bu Batılı fikirler, ciddi biçimde sınırlandırılmaya muhtaçtır.
Batı'nın hak iddia ettiği erdemlerin tartışmasına, "rasyonalite"nin
de kesinlikle dahil edilmesi gerekiyor. Bunu burada yapmayacağım,
çünkü başka birçok yazarın da işlediği bu konuyu The East in the
West'te (1996) uzun uzadıya ele almıştım. Bazı yazarlar Doğulu top­
lumları bütünüyle rasyonaliteden yoksun görmüşlerdir; bu, (Afrika
açısından) Evans-Pritchard'ın Witchcraft, Oracles and Magic
Among the Azande ( 1 937) adlı eserinde doğruluğu sorgulanmış bir
fikirdir. Başkaları, tıpkı kapitalizmde olduğu gibi daha önceki bir ras­
yonellik biçiminden Batılı rasyonelliği ayırt etmeye çalışmaktadırlar.
Özellikle okuryazar toplumlarca geliştirilen, çoğu zaman formel aka­
demik "mantık"la, tamamen sözlü kültürlerdeki ardışık akıl yürüt­
me süreçleri arasında belirli farklar kuşkusuz vardır; zaten ben de
bu görüşü belirtiyorum. Bununla birlikte, yalnızca Batı'nın rasyonel­
liğe sahip olduğu veya sadece onun mantıklı bir şekilde akıl yürüte­
bildiği düşüncesi, bugünün ya da geçmişin olaylarının izahı olarak,
bütünüyle kabul edilemez niteliktedir.

Hümanizma
Bununla birlikte, bu Whig tarih kavramı yalnız rasyonellikte de­
ğil, insan yaşamının pratiği ve değerlerinde daha "hümanistçe" amaç­
lar ve başarıların doğuşuna doğru eğilim gösteren aralıksız bir iler­
lemeyi de varsayar. Yaşam standartları, teknoloji ve bilim ileriye doğ­
ru aralıksız bir hamle, bir "ilerleyiş" göstermiştir. Değerlerde de yay­
gın biçimde benzer bir değişimin görülebileceği düşünülür. Sosyolog
Norbert Elias, gördüğümüz gibi Avrupa Rönesans'ı döneminde "uy­
garlaştırma süreci"nin doğuşundan söz eder; belirli değerleri, herhan­
gi bir hareketin daha kuşkulu görünmesi açısından tartışır.
DE0ERLERIN SAHİPLENiLMESi: HÜMANiZMA, DEMOKRASi VE BiREYCiLİK 285

Her şeyden önce, hümanizmadan ne anlıyoruz? Bu terimi çeşit­


li şekillerde kullanırız; kimi zaman "İsa'nın insanlığı" için, kimi za­
man seküler insanlık dini için, bazen de enerjilerini çok uzun zaman­
dır bunları bir kenara atmaya çalışmış olan Hıristiyan geleneğinden
ayrı olarak, Grek ve Roma klasiklerini, başka bir deyişle "pagan"
klasiklerini araşnrmaya adayan Rönesans alimlerinin çalışmaları için
kullanırız. Bugün bu terim, neredeyse insan hakları olarak tanımla­
nan "insani değerlere" ve kimi zaman da siyasi ve dini iktidar ve yet­
ke arasındaki ayrıma yönelik dini olmaktan çok seküler nitelikteki
yaklaşımlara gönderme yapma eğilimindedir. Bu haklar çoğunluk­
la verili kabul edilir, ama kesinlikle tanımlanmaya muhtaçtır. (Han­
gi insanlar, hangi dönemde, hangi bağlamda? Eğer bunlar birer hak­
sa, bunlarla ilişkili ödevler kime düşer? )

Hümanizma ve Sekülerleşme
Avrupalılar çoğu zaman kendilerinin belli başlı çağdaş değerleri
olarak tanımladıkları değerlerin izini yalnız antikçağda değil, daha
yakın zamanlarda 1 8 . yüzyıl Aydınlanma'sında da bulurlar. Bu de­
ğerlerin hoşgörüyü, ı bu nedenle inanç çoğulculuğunu ve sekülerleş­
meyi içerdiği kabul edilir. Sekülerleşme, evren hakkındaki düşünce­
yi kilise dogmasının sınırlamalarından özgürleştirdiği için, entelek­
tüel gelişmenin anahtarı olarak kabul edilir. Modernleşmenin bir he­
defi, kilise ve devlet arasındaki siyasal düzeydeki ayrıma koşut ola­
rak, kilisenin alanının, bir yandan genel olarak entelektüel etkinlik
ve bilimden (bilginin en geniş anlamında) öte yandan da ilahiyattan
ayrılmasıdır. Sekülerleşme, dini inancın terk edilmesi değil, "din"in
"kendi" alanına kapatılması olarak yorumlanır. Tanrı ölmemiştir, ama
kendi mekanında, Tanrı Kenti'nde yaşamaktadır. Aslına bakılırsa, İtal­
yan Rönesans'ının liderlerinden biri olan Petrarca, antikçağın can­
lanışının Hıristiyanlığın mesajını pekiştirdiği görüşündeydi, ama bir­
çoklarına göre Rönesans toplumsal etkinliğin birçok alanında sekü­
lerleşme anlamına geliyordu.
Kendine ait alanı neyin tanımladığı, bir çekişme konusudur ve öl­
çütler sürekli değişmektedir. İsa izleyicilerine, Sezar'ın hakkını Sezar'a
vermelerini söylemişti. Bu emir, birçok Hıristiyanı siyasetin Hıristi-
286 TARiH HIRSIZLl<'.ıl

yan i lkel er do ğrultusunda ve aynı ruh la yü rü tül mesi gerektiği nde ıs­
rar etmekten alıko ymadı. Ro ma'nı n çökü şü yle bi rli kte, Ro ma İm­
parato rluğu Kut sal Ro ma İmparato rluğu h ali ne geldi; papa ve Ka­
to li k i nançları, bi rço k devleti n si yaseti nde başat bi r etken o ldu. Re­
fo rm'la bi rli kte, VIII. Henry Tanrı' nın lü tfuyla ha la kraldı ve bunun
so nuc u o larak so yundan gelenleri n bugü n bi le sü rdü rdü ğü gi bi , " di ­
ni n savunuc usu" o ld u. Bugü n Avrupa' yı Hı ri sti yan bi r kıta o larak
tanımlamak ve do layısıyla İslam'da yaygın o lduğu gi bi devl etle di ni
özdeşleşti rmek i steyen bi r di zi çağdaş Avrupalı si yasetçi bi le vardır.
Aydınl anma'nın bu yönü , yani sekü ler dü nya görü şü ne yapılan
vurgu, hi ç kuşkusuz bi li m açısından i yi o ldu. Rönesans dönemi nde
G ali l eo 'yu bir dü şü nü n. 1 9 . yü zyıl ort alarında Hux ley'ni n Pisko po s
Wi lberfo rc e'laDarvi ni zm ü zeri ne tartı şması nı h atı rlayı n. G elgeleli m,
tü m Avrupa, tü m bi reyler, bu h areketten eşi t derece de etki lenmedi .
Bi rço k i nsan, sekü leri zm yanlıları nı n köktendinci fi ki rler o larak gör­
dü ğü şeylere bağlı kaldı. Sekü leri zm yalnı z Tanrı' yı o rtadan kaldır­
mıyo r, aynı zamanda o nun to plumsal ve entelektü el uzamda gi de­
rek dah a az yer kapladı ğını da dü şü nü yo rdu. Buna, bi rço k ki li seni n
devletle i li şki si ni n kesi lmesi, ki li se mü lkü nü n mü saderesi , di ni
o kulların lai kleşti ri lmesi, ki li seye devam etmede azalış ve dua kul­
lanı mındaki dü şü ş eşli k etti. Fakat ço ğu si yasetçi , ço ğu hü kü mdar,
ço ğu ü lk e ha la ha ki m di ne -bu di n gi tgi de basmakalıp h ale gelse de­
bü yü k bi r saygı göstermektedi r.
Yega ne, ha ki m, tek tanrılı bi r di ni beni msememi ş o lsaydık, bu an­
lamda bi r Aydınlanma'nın gerçekleşmesi gereken bi r duruma asla
gelmeyecekti k. Avrupa'da bu di n, i nsanların yaşam şekli ni so n de­
rece köktenci bi r tarzda dü zenlemeye çalıştı. Her köye pah alı bi r ki ­
li se i nşa edi ldi , bi r görevli atandı, ayi nler yapıldı, do ğumlar, evli li k­
ler ve ölü mler kutsandı. Köylü ler pazar gü nleri ki li seye gi tti ler ve di ni
temaları, değerleri , h akları öne çıkaran uzun vaazlar di nledil er. Se­
kü ler alana ço k kü çü k bi r yer bırakıldı.
Daha erken dönemde Çi n' deyse dur um bunun tam tersi ydi. Di ni
geleneği n hi çbi r egemen o yunc usu yo ktu. Dah a bü yü k bi r ço ğulcu­
luk sağlanmıştı. A slına bakıl ırsa Ko nfü çyü sçü lü k, ah lak bi li mi ne hi ç
yabanc ı deği lken, do ğaü stü açıklamaları re ddeden sekü ler bi r yak-
DECiEALEAIN SAHiPLENiLMESi: HÜMANiZMA, DEMOKRASi VE BiREYCiLiK 287

laşı mı benims emişti. A ta tapı ncın a, yerel mabetlere, B udizm'e alter­


natif bir in an çlar dizis i s un muştu. B u çoğulculuk nedeniyle, s eküler­
leşme özgü rlü ğü nü yü reklendiren bir Aydın lanma'ya hiç de gerek­
s in im yoktu. B ilim is tikrarlı bir şekilde kendi yolunu izledi ve dini
inançlarla as gari dü zeyde çatışmaya girdi. Tektanrıcı rej imler altı n­
daki Avrupa veya Yakın doğ u'dakilerle aynı radikal değişimler yaşan­
mış gi bi görün mü yordu. Söz gelimi, Yeni- Konfü çyüs çü lü k adı altın­
da, bilimin ve alternatif görü şlerin gelişimin e izin vermey e yetecek,
hatı rı s ayılır bir çoğulculuk ve s ekü lerleşme zaten mev cuttu . A hlak
ve edebiyata yapılan vurgu, klas iklere başvurma, metin leri dü zelt­
m e ilgis i, genel bir "ins ancı l" eğitimin bir yönetici olarak uzmanlaş­
ma eğ itimin den daha iyi olduğu inancı da dahil olmak ü zere, Çin'le
Rön es ans hü manizm as ı aras ındaki koşutluklar etkileyicidir.2
As lı nda, N eedham' ın (5. B ölü m'de tartışılan ) yetkin ·y ayınların­
da g ös terdiği gibi, Çin 'de bilims el alan larda çok s ayıda çalı şma yü ­
rütüldü.3 Elvin Çin 'in belir li ölçü lerdeki s eküler tutu m öz elliğinin daha
s on raları gü çlen diğin i ve s eçkinlerin zihn iyet yapıs ın ın geç dönem
im paratorluk Çin 'in de dü nyanın bü yüs ellikten kurtulmas ına y öne­
lik benz er bir hareket, yani "Aydın lan ma Avrupa's ına yayı lmaya baş­
layan tü rden bü yüs ellikt en ku rtu lmadan p ek de fa rklı olmayan , daha
az ej derha ve muciz e g örm eye doğru bir eğilim" g ös terdiğini ileri s ü­
rer. 4 B udiz m in ancının da, doğaüs tü nü nitelikli yads ımas ı yü zü nden
aynı s on uçlardan bazı ların ı g etirdiği ileri s ürülmüştü r. B u özellikler
s adeceAvrupa etkis in in s on ucu değ ildi.
E lbette, tektann cı g elenekler bile belirli dü zeyde bilim ve tekn o­
loj inin ilerlemes ine izin vermiştir - tıpkı çoktann cı geleneklerin ba­
zıların ı eng ellediği g ibi. B urada da, kateg orik bir itirazdan çok, bir
an aliz çerçeves ine ihtiyacımız var. "Yazı lı olan [İs kenderiye Kü tü p­
han es i'nden kalan kitaplarda] A llah'ın Kitabı ile uyumluys a onlara
ihtiy aç yoktur, uyums uzs a zaten is tenmezler. B u nedenle onları imha
edin"s dediği rivayet edilen Halife Ömer'in s özlerine karşın, bu s öy­
lediğimiz özellikle İs lam'da geçerlidir. B ununla birlikte, Yunanis tan'da
araştırma g elenekleri oluşturuldu ve hatırı s ayılır başarılar kaydedil­
di. Avrupa'da pek çok alan, başta tıp, matematik ve as tronom i ol­
mak ü zere, bir tü r erken R önes ans' a gidişi s ağlayacak şekilde İs lam
288 TARiH HIRSIZLJ(il

a limliğinden et kilendi. Temel İt aly an Rö nesans'ının kendisi de, ö zel­


likle sanat alanında Weber'in düny anın büy üsellikt en kurt ulması ola­
rak adlandırdığı, seküler leşmeye doğr u bir hareket e t anık oldu. Plas­
t ik sanat lar ve t iy at ro Rö nesans't a klasik ö r nekleri izleye r ek, kendi­
lerini ö nce ki birçok kısıt lamadan ö zgürleşti r di, böy le ce di ndışı t ema­
lar ha kim hale geldi. Müzik de y üksek kült ür düzey inde seküler bi­
çimlerini gelişt irdi.
"Hümanizma" sö zcüğü kimi zaman diğe r, Hır ist iy an olmay an
gelenekler deki ö zgül dö nemler i nite le mek için "se!<. üler" manasında
kullanılmışt ır. Z af r ani, E ndülüs ve Yakındoğu' nun İslami kült ürle­
rin de, a limle rin t üm dikkat lerini dini meselelere h asretmey ip "bi li m"
ve "sanatı" da araştırdıkları "hüm anizma" e vrelerin den sö z e der. Aynı
şey in zaman zaman Yahudilikt e de olduğunu düşünür. Bu dö nem­
ler ke za dini inançlar ın re ddinden çok, bunların dah a sını r lı bir ala­
na kap at ılmasını da berabe r inde getirmişt ir.
Ne var ki, b ugün bile hümanizma kendinde n ö nceki her şey i sır­
tı nda t aşımamakt adır. Ay dınlanma'dan h areket eden t ek yö nlü bir
y ol y okt ur. Yakı n geçmişt e bağımsız olan de vlet lerin ilk liderle ri nin
b ir çoğu seküle rke n, bu dur um art ık geçer li olmakt an çıkmay a baş­
lamışt ır; sö z gelimi, Hindist an'da ve kesinlikle Yakındoğu' da se kti ­
le r rej imler "değişmiş" durumda vey a t ehdit alt ındadır. Seküle r izm,
y er el dini t ehdit eden dışsal müdahaley le Yakındoğu' da bir darb e ye ­
mi ştir. Öte ki ülkeler nasıl çeşit li İslami g rup lar la sorun y aşıy or sa, Mı­
sı r da Müslüman Kar de şle r' le kendi sor unları nı y aşamakt adır. Be­
lirli bir ö lçüy e kadar, bu har eket kısmen siy asal t ehdit leri t elafi et ­
me k üzere hümani zmanın bir r eddi, kö kt endinciliğe bir kay ışt ır. Bu­
nunla b irlikt e, Çe çe nist an'da, İrlanda' da, Filip inler 'de, G ucerat'ta ve
dini inancın daha geniş top lumsal ve siy 'asi b ağlamda me rkezi ö ne-
me sahip hale ge ldiği başka bir çok y er de ci ddiy e alınm ası ger ekme k-
t edir. A slında Bat ı da, y alnız genel olar ak se küle r leşme deği l, e vr im
ö ğr et iler i, ay nı kö kt en t üreme, gebelikt en korunma, kürt aj ve baş­
ka bir çok başka konuda Aydınlanma-sonr ası düşüncelerine güçlü bir
direniş ser giley en binlerce misy oner i y erkür enin her t araf ına ihraç
et mey i sürdür üy or. Böy lesi bir dir eniş, en ile r i kap it alist ülkelerin nü­
fu sunda bile belir li bir or anı t emsil ediy or.
DE�ERLERIN SAHiPLENiLMESi: HÜMANiZMA, DEMOKRASi VE BiREYCİLiK 289

Hümanizma, İnsani Değerler ve Batılılaşma:


Retorik ve Uygulama
Son bölümde, hümanizmanın eğitim sürecine olan katkısını, te­
melde bir Avrupa bağlamında tartışmıştım. Fakat yalnız özgül bir
döneme değil, bu kavramın bir "insani değer" olarak Batı'yla özdeş­
leştirilme tarzına da bakmamız gerekiyor. Hümanizmanın ister "in­
sani değerlere" saygı, ister sektiler olana bağlılık anlamında olsun,
"modem" veya Batılı toplumların yakın tarihli bir icadı olmadığı açık­
tır. İnsani değerler apaçık bir şekilde ilgili insanlığa göre değişir, ama
örneğin adalet dağıtımı, karşılıklılık, barış içinde bir arada yaşama,
üretkenlik, refah, hatta yönetimde veya diğer yetke hiyerarşilerinde
belirli bir temsil biçimi -Batı'da yorumlandığı şekliyle "demokrasi"
bu biçimlerden biridir- gibi bazı değerler yaygındır. Modern toplum­
ların ayrıca tutumlarında daha bilimsel, sektiler olduğu kabul edi­
lir, ama antropolog Malinowski'nin işaret ettiği gibi,6 dünyaya "bi­
limsel", teknolojik veya pragmatik bir yaklaşım yaygındır ve dini tu­
tumlarla, yani (E.B. Tylor'ın tanımına göre) doğaüstüne bir inancı
gerektiren bir yaklaşımla bir arada bulunabilir. Sözlü kültürlerde bile
belirli bir derecede bilinemezcilik buluruz . Okuryazar toplumlarda
bu kuşkuculuk bir öğreti olarak yazılı bir ifade haline gelmiş olabi­
lir, ama aynı zamanda Kuzey Gana'nın LoDagaa'larının ezbere oku­
nan uzun Bagre destanının kaydettiğim çeşitli versiyonlarıyla göster­
meye çalıştığım üzere, bu durum kendi dünya görüşlerinin bir par­
çası olarak sözlü kültürlerde de mevcuttur.7 Geleneksel diye adlan­
dırılan toplumlarda bile, herkes her şeye inanmaz; aslında birçok mit
belirli bir inançsızlığı da bünyesinde barındırır.
Fakat dünyanın birçok yerindeki Avrupa sömürge düzenine iliş­
kin bütüncül anlayış, eğitim programlarının "insanlaştırıcı" misyo­
nuyla sınırlanmıştı. Bu programlar, çoğu zaman hakiki eğitsel
amaçları olan, fakat kendi rollerini nüfusu Hıristiyanlaştırmak, ye­
rel ibadet biçimlerinden kurtulmak ve Avrupa standartlarını başlat­
mak olarak gören dini yapılar aracılığıyla hayata geçiriliyordu. Bu
projede, klasiklerin öğretimi çoğu zaman ortaöğretim düzeyinde önem­
li bir rol oynadı; daima, (Petrarca'nın ısrarla üzerinde durduğu gibi)
290 TARiH HIRSIZLIGI

Hı ris tiy anlı ğın müttefi kleri olar ak algılanan ve h ümanis t değer lere
odaklanmış bi r y aşam tarzını aşıladıkları düşünülen Avru pa anti k­
çağı nın klasi kleri tercih edi liy ordu. Bu çabalar h atır ı s ay ılır bi r ba­
şarı s ağladı. B eli rli s eçki n or taöğreti m ku ru mlar ındaki en iyi Avru ­
palı ö ğretmenlerden bazı ları , h em klasi kler konusu nda çok iyi eği ­
timli h em de Hıris tiy anlığ a bağlıy dı lar. E n iyi ö ğrenci leri ni kendi adı m­
ları nı i zlemey e teşvi k etti ler ve Afri ka' da bağı ms ız lı ğı nı i lk kaz anan
s ömürge toprağı olan B atı Afri ka'daki G ana'da 19 47 'deki bağıms ız­
lığa gi den y olda bi r üni vers i te ku ru lduğu nda, kadrosu tamamen Af­
ri kalılaşt ırılan i lk bö lümün Klasi kler Fakültesi olmas ı anlamlıdır. Bu
ku ru mu n başındaki ki şi, y alnı z Yu nanca meti nleri anadi li ne çevi r­
mekle kalmadı, ay nı z amanda üni versi teni n ilk G analı rektörü ve dah a
s onraları Toky o'daki Bi rleşmi ş Mi llet ler Ü ni versitesi 'ni n de başı oldu.
Klasi kleri n ve " beşeri bi li mler"i n s ağladı ğı güç bu k adar büy üktü!
Sömürgeci liği n ortadan kalkmasıy la, bazı siy as etçi ler "h ümaniz ­
ma" nı n doğu şu nu bi r B atılıl aşma s üreci olarak da gö rülen küres el­
leşmey le i li şki lendi rmey e başlamıştır. İki nci Düny a Savaşı'ndan s on­
ra tüm düny ay a y ay ılan bağıms ızlık h areketleri de bu s onu ca varıl­
mas ı na y ay gın bi r kat kı y apmı ştı r. Yeni u lus ları n i lk li derleri ni n bi r­
çoğu, Hi ndist an'da N eh ru, G ana'da N kru mah ( Sah ra-altı Afri ka's ı­
nın y eni li der leri ni n i lki), Keny a'da Keny att a, Tanzany a'da Ny ere­
re, Mısır 'da Nas ır gi bi iyi eği timli ki şi ler, h ep s ekti ler eği li mdeydi. Hep­
si de Batı lı s ömür geci devletlere karşı çı ktı lar ve bu s ür eçte h as ı m­
ları nı n değer-y üklü s loganlarını beni ms ey erek bağı msız lı klarını
( "özgü rlükleri ni ") kazandılar. 1950 'leri n başında, Frans ız s ömürge
toprağı Yu karı Volta'daki ( şimdi Bu rkina Fas o) B obo- Di olass ou ken­
ti nde Afri kalı i şçi lerden olu şan bi r ki tleni n Frans ı z polis i nce ku şa­
tı lmış h aldey ken "Liberte, Egalite, Fraternite" [Özgürlük , Eşi tli k, Kar­
deşli k] y azı lı pankar tlar taşıy ar ak y aptı kları bi r gös teriyi çok iyi h a­
tı r lıy oru m.
Bu tür h ar eketler öz gürlük ve demokr asi adı na, h alkı n i r ades i ni n
i fadesi ol arak B atılı devletler ve Bi rleşmi ş Mi lletler tarafı ndan da des­
teklendi. Yoru mcu lar ve s iy as etçi ler, i ns anlık onu ru na s ay gı gi bi ken­
di leriyle i li şki li değerleri n, dah a önc e bu nlardan y oks u n toplu lu klar
tar afından i th al edi ldi ği ni düşünmeyi y eğlerler. Ay nı z amanda, bu dı ş
DE(.EALEAIN SAHiPLENiLMESi: HÜMANiZMA, DEMOKRASi VE BiREYCiLiK 291

güçler, herkes gi bi kendi açıkladıkları standartlara u ymakta çoğ u za­


man başarısız olmu şlardır. Ör neği n, ABD kı smen kendi mu azzam
petrol tüketi mi yüzünden ve mu htemel Sovyet geni şlemesi ne karşı
(bu , çoğu nlu k reji mi nce gerçekleşti ri lmi şse bi le) kendi "yaşam tar­
zı nı" , "kapi tali zmi ni " koruma arzusunun etki si altında, kendi gün­
demi ni öne çıkarmaktan geri kalmamıştır. Yakındoğu bu Soğu k Sa­
vaş'tan ve ABD' ni n bu amaçlarından bazılarını destekleyen "demok­
rasi - dışı" reji mlere yapılan yardımdan çok zarar gördü. Bi r yoru m­
cu , komüni zmi ku şatma ve kendi petrolünü sağ lama bağ lama çaba­
sı yla, "ABD İslam toprakları nda, savunduğunu i ddi a ettiği demokra­
ti k ve özgürlükçü değ erlere tamamen ters ve adamakıllı yoz rej i m­
leri desteklemek, hatta dayatmak i çi n eli nden geleni ardına koyma­
dı" di ye yazar.s Başka bi r deyi şle, demokrasi ni n değ eri retoriği yle i z­
lenen fii li si yaset arasında mu azzam bi r u çuru m vardı.
Si yasetçi ler ve bi reyler tarafından evrensel "hümani st" değ erle-
ri n i lan edi li şi ve bu na karşı n, özgül du rumlarda bu nların aralıksız
çiğ neni şi yle s ür ekli yüz yüze kalı yoru z. İki çağ daş örneği ele alalım.
Cenevre Sözleşmesi 'nde, s avaşta esi r alınan as ker ve si vi llere yapı­
lac ak mu ameleye i li şki n katı ku rallar vardır. Ye. kın geçmi şte, Afga­
ni stan ve Irak'ı i şgal eden ABD ve müttefi ki devletler, bi r di zi esi ri
K üba'daki Gu antanamo K örfezi' ne nakletti ler; bur ada ABD'ni n ülk e
dışı bi r askeri üssü bu lu nu yor ve tu tu klu lar bu rada son derec e kor­
ku tu cu koşu llar altında mu hafaza edi li yor. Ç eşi tli mi lli yetlerden bu
tu tu klu ların savaş esi ri olarak kabu l edi lemeyeceği ve K üba üssünün
ABD toprağı olmadığı ilan edilerek, tutukluları n tüm uluslararası hak­
ları, hatta ABD yasalarına göre sahi p olduğ u haklar reddedi ldi . Baş­
ka bi r deyi şle, "özgürlük", avu kat bu lma hakkı ve genel olarak "i n­
san hakları" reddedi ldi; bu du ru m, akabi nde BM tarafından mah­
ku m edi ldi.9 Benzer bi r çeli şki, koali syon sözc üleri nden bi ri ne göre,
"bi r sıçan gi bi" saklanır ken yakalanışının ardından, 13 Aralık 2003 'te
Saddam Hüseyi n'i n ele geçi ri lmesi yle meydana geldi. C enevre Söz­
leşmesi 'ni çiğ nediği söylenerek kendi esi rleri ni n televi zyonda sergi ­
lenmesi ni n daha önce protesto edi lmiş olmasına karşın, başku man­
dan olarak bi r savaş esi ri mu amelesi ni hak eden eski başkanın sa­
çında bi t aranması nın ve ağ zının ku şku su z gi zlenmi ş nesneler bul-
292 TARİH HIRSIZLIGI

mak üzere detaylı bir şekilde incelenmesinin görüntüleri yayınlan­


dı. Bu tür yayınlar tutsakların alenen aşağılanması açısından hiç kuş­
kusuz Cenevre Sözleşmesi'nin ihlaliydi.
İkinci örnek, Tıkrit (ve diğer kentlerin) civarında Amerikan as­
kerlerinin öldürülmesine tepki olarak, Başkan Bush'un savaşın sona
erdiğini ilanından birkaç ay sonra bu kentlerin bombalanmasıyla il­
gilidir. İsrail askerlerinin kendi denetimleri altındaki Filistinli toplu­
luklara yaptığı türden böyle kolektif cezalandırmalar, İkinci Dünya
Savaşı'nda Alman kuvvetlerinin, örneğin İtalya'<la Ardeantine ma­
ğaraları veya Fransa'da Oradour köyü gibi, saldırıya uğradıkları köy­
lere ve topluluklara karşı kolektif misilleme uyguladıkları zaman Müt­
tefikler'in protesto ederek eyleme geçtikleri durumlarla tümüyle ay­
nıdır. Bu eylemler savaş suçları olarak kabul edilerek uluslararası ce­
zaya tabi tutulmuştur.
Özetle, hümanizma ve insani davranış kavramı etrafında odak­
lanan bir dizi değer üzerinde Batı hak iddia etmiştir. Hiç kuşkusuz
bazı konularda böyle bir nitelemeye yol açabilecek değişiklikler ya­
şanmış olmakla birlikte, her toplumun insani olarak gördüğü şey­
ler konusunda bir standardı vardır. Bazen bunlar "öldürmeyeceksin"
gibi evrensel terimlerle söze dökülürler. Ama bu tür ifadeler çoğu za­
man retoriktir ve "öteki", "düşman", "terörist", "hain" için değil,
sadece belirli gruplar için geçerlidir. Bu durum, Uluslararası Kızılhaç
gibi kuruluşların, çağdaş dünyada sürüp gitmelerini sağlamak üze­
re ellerinden gelen çabayı göstermelerine karşın, bu tür yaygın de­
ğerlerin sıklıkla bastırıldığı veya baş aşağı çevrildiği savaş dönemle­
rinde iyice açığa çıkar.

Demokrasi
Yeni "doğan hümanizmalar"ın temel özelliklerinden biri, "özgür­
lük", "eşitlik", sivil katılım ve "insan hakları" kavramlarıyla yakın­
dan bağlantılı olan "demokrasi"dir. Temsili hükümet söz konusu ol­
duğunda, son yüzyıllarda dünyanın birçok kesiminde yeni bir katı­
lıma doğru genel bir hareket olduğu açıktır. Fakat bu hareketin bir
perspektif içinde görülmesi gerekiyor. Daha önceleri grupların kesin-
DEc":lEALEAIN SAHiPLENiLMESi: HÜMANiZMA, DEMOKRASi VE BiREYCiLiK 293

likle daha dolay sı z katı lıml arı söz kon usuy du. Bugün me se le le r daha
karmaşık hale ge lm iştir. Oy verm e de daha büy ük katı lıma, diğ e r alan ­
lardaki daha az doğ rudan katı lı m e şlik e tme kte dir; çün kü in san la­
rın katı lmakta olduğ u hüküme t daha karmaşı k, daha uz ak ve daha
çok kişiy i kucaklay an hale ge lmiştir. Bu, siy ase tçile ri n daha fazla pro­
fe sy on e lle şme si ve daha az doğ rudan te msil an lamın a ge lir.
Bugün de mokrasi, başat muhafızı ve te k mode li çağ daş Batı lı dün ­
y a olan e vren se l bir değ e r olarak görüldüğ ün de daha gen iş çaplı bir
sorun ortay a çı kmaktadı�. Pe ki ge rçe kten de öy le midir? İzin ve rin ,
de mokratik y ön te mle re bağ lamsal olarak, özgül kurum larla ilgili şe ­
kilde bakı lması ge re ktiğ in i ile ri süre re k başlay ay ı m. İşy e rin de hiç de­
mokrasi bulunm adığ ı nı ön e süren çağ daş işgücün ün üy e le rin i din ­
le diğ imi hatırlıy orwn . Öğr e nim kurwn larında çok sını rlı bir de mok­
rasi olduğ u ke sindir. F akat çağ daş işy e rin i, basit tari m koşulları al­
tın da var olan la karşılaştırın. İn gilte re 'de y e re l bir fabrikay ı ziy are­
te götürdüğ üm G an alı dostum, bir te zgahın başın da dikilip, işy e ri­
ne gire rke n ve çı karke n kart basan kadın ları gördü. Ken di dilinde
ban a "Bun lar köle mi? " diy e sordu. On un tarlalardaki e meği, y e t­
ke ilişkilerini içe rmey e n "daha özgür" b ir biçimdey di.
An tik Yun an istan 'da, de mokrasi kavramı "halkın y ön e timi" n e
gön de rme y apıy ordu v e otokrasin in, hatta "tiran lı k" y ön e tim şe k­
lin in karşı tı olarak duruy ordu. Halkın irade si se çimle rle be lirlen iy or­
du; ama bu halk "özgür" e rke kle rle sın ı rlı olup köle le ri, kadın ları
ve y aban cı sakin le ri dışlıy ordu. Böy le likle siy asi bağ lamda Avrupa' da­
ki de mokrasi ge çmişte de sı klı kla kısı tlanm ıştı. Bugün , "ta m de mok­
rasi" olarak görülen şey de , he r kadın ve e rkeğin te k bir oy u vardı r
ve se çimle r düzen li, key fi baz ı aralı klarla y apı lı r. Ge rçi araştı rma lar
karı - kocan ın ayn ı şe kilde oy kullan ma eğ ilimin de olduğ un u g öste r­
se de , artı k han e halkı vey a soy çizgisin de oy kullan ı lmamaktadır ve
te msilde bir "bir ey se lle şme " vardır. Bu şe kliy le de mokrasi uy gula­
ması y en idir. İn gilte re 'de , oy hakkı an cak 1S32' de e rke k han e re is­
le rin i içe re ce k biçimde gen işle tilirken , kadın lar Birin ci Düny a Sava­
şı'n a kadar oy vermey i başaramadı lar; F ran sa' da bu daha da ge ç ger­
çe kle şti. Tocq ue ville' in gözün de mode rn demokrasin in zirve si olan
ABD' de bile , G e orge Washin gton se çimle re katı lı mı bey az "bey e fen-
294 TARiH HIRSJZI.IGI

di lerle" , y ani toprak sahi pleri ve kolej mezu nlarıy la sınırlamak ta­
raftarıy dı. Örnekleri n her bi ri nde, oy hakkı daha ö nc eleri şi ddetle
kıs ıtlanmıştı. Oy sandığ ı ve onu n gerekti rdiği terci hi n ku llanımı, s e­
çi mi n ö zgür ve engellenmemi ş olduğu gö rüşüne bağ lıdır; Fransızlar
başlangıçta kadınların oy hakkını, onların di n adamlarının kendi le­
ri ne telki n ettiği şeki lde oy vermey e çok eği lim li olduğu gerekçesiy ­
le reddetmi şlerdi.
Şi mdi bi le, 2000 Kasım' ında Flori da'daki ABD seçi mleri ni n gö s­
terdiği gi bi , terci hi n y oru mlanmasına i li şki n baz, tekni k s oru nların
y anı s ıra, çoğu nluğu n ne olduğu , ö rneği n basi t mi tam mı, oy ların
s ay ıs ıy la nu y oks a biri mleri n (ey aletleri n) s ay ıs ıy la mı olu ştuğu hak­
kında da s oru nlar vardır. İ ki ncisi , is ter 18 . y üzy ıl İ ngi ltere' si nde s e­
çi m ö nc esi rüşvet ö neri leriy le, is ters e seçi m s onrası ö dülleriy le olsu n,
gelec ekteki kazançlara i li şki n vaatleri n süreci n kendi si ni n bi r parça­
sı hali ne gelmesi ne y ol açan zorlama soru nu nedeniy le, mesele daha
da karm aşık hale gelmektedi r. R ady onu n siy asi (Ru sy a' daki gi bi ) veya
fi nans man arac ılığ ıy la ekonomi k deneti mi (ABD' de olduğu gi bi ) y ü­
zünden tanı tım ın eşi t düzey lerde gerçekleşmemesi de, i deal terci h ö z­
gürlüğ ü kapsamını s ınırlay abi li r.
Batı' da, seçi m demokrasis i artık y alnızc a bi r di zi alternati f tem­
si l tarzından bi ri olarak deği l, tüm y er ve zamanlarda y apılması uy ­
gu n bi r yö neti m bi çi mi olarak kabu l edi liy or.ıo Bu anlamda, evren­
selleşmi ş bi r değ er bi çi mi ni almıştır. Ç ağ daş Batılı devletleri n hede­
fi, demokr asiyi geli şti rmek ve SSCB veya Yu goslavy a' daki gi bi ö lçüt­
lere uy gu n olmay an reji mleri (her ne kadar bu reji mler siy as al seç­
me ö zgürlüğ ünün gö z ö nüne alınması gereken tek değ er olduğu nu
reddetse de) ortadan kaldırmak olmu ştu r. Afri ka' daki bağ ımsızlık
hareketleri nde sö mürgeci yö neti mler i kti darı, toplu msal onay ı elde
etmek i çi n İ ngi li zleri n Westmi nster modeli olarak adlandırdığ ı u su­
le gö re seçi lmi ş hükümetlere devretmekte ısrar etti ler. As lına bakı­
lırsa, bu hükümet bi çi mleri kıs men halkın " kabi les el" vey a mezhep­
sel çi zgi lerde oy vermesi nedeniy le, daha ö nc e deği ndiği m gi bi kalı­
cı olmadı. Bu yö neti mleri , y eni devleti peki şti rmek i çi n yö netici ler
tarafından zoru nlu olduğu beli rti len tek parti yö neti mleri , onları da,
tek parti rejimi ni deği şti rmeni n tek y olu olarak as keri darbeler iz le-
DEGEALEAIN SAHiPLENiLMESi: HÜMANiZMA, DEMOKRASi VE BiREYCiLiK 295

di. Birçok yeni devlet için temel siyasal sorun, demokrasiye doğru
değişim değil, daha önce böyle bir yönetimin bulunmadığı bir top­
rakta merkezi bir hükümeti kurmak olmuştur. Devletin çok eskiden
beri var olan kabilesel veya dini niteliklerle tanımlanan grupları içer­
diği durumlarda, bu oldukça güç bir iştir; bu durum Batılı anlam­
da bir "parti" yönetiminin yerleşmesini köstekleyebilir, ama bu grup­
ları kendi temsili ( "demokratik") yöntemlerine sahip olmaktan alı­
koymaz.
İsrail bu silsilenin kısmi bir istisnasıdır (Hindistan ve Malezya'nın
da olduğu gibi). İsrail Yakındoğu'nun tek demokratik devleti olarak
övülürse de, bu yönetim biçimi bu ülkenin kendisini savunmak ve
başkalarını tehdit etmek için muazzam silahlanma ve asker biriktir­
mesini engellemek konusunda hiçbir şey yapmamıştır; bu küçük ülke
on iki tümene, dünyanın en büyük hava kuvvetlerinden· birine ve öte­
ki devletlerde yasaklanabilecek veya en azından uygun görülmeye­
cek nükleer silahlara sahiptir. Bu yönetim biçimi, sivil bir yönetimin
başına (ABD'de olduğu gibi) eski askerlerin seçilmesini, Arap köyü
Deyr Yasin'de, Lübnan'daki Sabra ve Şatilla kamplarında veya daha
yakın geçmişte Batı Şeria yakılarındaki Cenin'de yapılan katliamla­
rı da önlememiştir. Bununla birlikte "demokratik" kategorisine yer­
leştirilerek, diğer Arapların çoğu gibi asla "gerçek demokrasi"yi ta­
nımadığı kabul edilen Filistinlilerin "yozlaşmış" , otoriter hüküme­
tiyle otomatik olarak karşıt kutba konmuş olur.
Bağlamını göz önüne almaksızın, bir hükümet biçiminden yana
böylesine kati bir tercih yapılması yenidir. Antik Yunan'da ve Ro­
ma'da da "demokrasi" ile "tiranlık" veya cumhuriyet ile imparator­
luk arasında gidip gelen rejimlerde zaman içinde büyük değişimler
baş göstermişti - tıpkı bağımsızlıktan bu yana Afrika'da olduğu gibi.
Avrupa'da bile 19. yüzyıla kadar, hatta ondan sonra bile demokra­
sinin kabul edilebilir tek yönetim biçimi olduğu yaygın kabul gören
bir görüş değildi. Mutlak olarak şiddet içermeyen biçimde, bu yön­
de çeşitli değişimler oldu. Kimi zaman güç kullanıldı. Daha eski sos­
yal formasyonlarda, radikal yönetim biçimi değişiklikleri olduğu yad­
sınmıştır. Ayaklanma baş göstermiştir, ama bu devrim değildir; yani
halk sosyopolitik sistemin kendisini değil, yönetimdeki görevlileri de-
296 TARiH HIRSIZLllıl

ğiştirm ek için is yan etm iştir. ı ı Bu i fadenin geçerli liği her zaman n et
deği ldir. Bu tü r to plu mlar ın bi rçoğun da, temsilci lerin yan ı s ır a yö­
n eti m tar zın da da deği şi mler olm uştu. Topyekun sistemin hazırlan ­
mış bi r plan a göre � laşağı edilm es i daha ön ceki toplum lar da, özel­
likle de okur yazarlık ön ces i olan larda en derdi . Fakat yaln ız merke­
zi rejim lerde deği l, parçalı olarak betim len en kabi le toplum lar ı ara­
s ın da da veya ikti darın m erkezde ya da çevrede kon um lanm�'s ı ko­
nusun da da s ık s ık bazı dalgalan malar olmu ştur. Hü küm etin doğa­
s ın da değişim daha önc eki, " dem okras i"nin eldeki olan aklardan yal­
n ızca biri oldu ğu dön emler deki rejim lerin ni teliğiydi.
D emokratik y ön tem lerden s öz ettiğimi zde, hal kın görü şünün res ­
mi olarak hes aba katılm as ı gereken yolları dü şünü rü z. O ys a bunu
yapm anın birçok yolu vardır. Batı' da, s eçm en e her dört, beş veya altı
yılda bi r gi zli (gen elli kle yazılı) oyla dan ışılır. D ört, b eş ya da altı s a­
yıs ı keyfidir. Demos'un g örü şlerin i s ın am akla belirli bir sür e için de
tu tarlı bir s iyas a i zlem ek aras ın da varılm ış bir u zlaşm adır. Bazıları
kamuya daha s ıklıkla, özellikle s avaş ilan ı gibi ön em li m es elelerde
başvurmak gerekti ğin i i leri sü rmü şlerdi r; bu konu da krali yet i mti­
yazı yalan ı yü zün den İn gilter e'de parlamen ton un oyun a bile gerek
duyu lmaz (ama Avr o'n un ben imsen mesin de başvuru lu r! ). Hü kü met
çoğ�n luğun ir adesin e r ağmen s avaş gi bi ön emli bi r eylemP- kar ar ve­
r ebi lir ken , bir demokr asi de ( yani halkın egemen liği altınd a) yaşadı ­
ğım ızı ileri sü rmek gü çtür . Ö te yan dan , ar alıksız referah dum ve ka­
muoyu an ketleriyle m i yön eti lm emi z gerekiyor? Yoks a bu yolda da
bizi bir kaos mu bekli yor? D emokras inin , an cak, tems il n itelikleri­
ni yitir di klerin de temsi lci leri lağ vetme yetkis in e s ahi p olun duğun da,
böyleli kle ü lkenin çoğun luğun un ar zus u hi lafın a s avaşa gir en bir hü ­
kü met, halkın i rades iyle dü şü rü lebildi ği zaman gerçekten s ağlan a­
bileceği i ler i sü rü lebi lir. E ğer bu "ger çek demokratik" olan ak m ev­
cu t ols aydı, bir dizi Avru pa hü küm eti Irak işgalinin daha başınd a dev­
rilmiş olur du .
Bununla birlikte, bazı toplums al pr ogramların başlatılabi lmes i için
dör t veya beş yıldan daha u zun bi r dön em gerektiği, dolayısıyla bir
hü küm etin daha u zun bir sür eliğin e s eçi lmes i ger ektiği de ön e sü rü ­
lebili r. S öz gelimi, bağıms ızlık son ras ı Afr ika' da, bazı s eçi lmiş hü kü-
DEı:;ERLERIN SAHiPLENiLMESi: HÜMANiZMA, DEMOKRASi VE BiREYCiLiK 297

m etler ken dilerin i tek parti rejim lerin e ç ev irdiğ in de sı klı kla bu du­
rum iddia edilm iştir. Kuşkusuz , bir hüküm eti daha kapsam lı bir prog­
ramı yürütm esin i sağ layacak şekilde üst üste birkaç kez seç ilm ekten
alı koyan hiç bir şey yoktur, am a ya bizz at seçm en ler. p ir hüküm etin
uz un bir dön em , hatta kalı cı olarak iktidarda kalm asinı " seç erse" n e
olur?
Modern dem okrasi, dem okratlar iç in bile ortaya birç ok sorun çı ­
karı yor. HitlerAlm an halkı tarafın dan seç ildi v e rej im i bir diktatör­
lüğe dön üştür dü. Kom ün ist partiler de, b aşlan gıç ta s eç ilm iş olabi­
lirler, am a " bir proletarya diktatörlüğü" kurm akta bir an bile durak­
sam adı lar. S eç ilm iş bir diktatörlük ı:ı edir? Bu, referan dumları kullan ­
sa bile "norm al" seç im leri erteleyen '1 eya seç im i bı rakan ve m uha­
lefeti bastı ran bir rejim dir. Fakat ç oğun luğun on ayı v eya terc ihiyle
bu gücü kullanı rsa n e olur? Dem okratlar açı sın dan sorun , tek par­
ti rej im lerin in v e benz er sistem ler in seç im yoluyla değişim e izin v er­
m em esidir.
Bir başka sorun da, dem okrasi yan lı larının ken di seç ilm iş yön tem­
leri dı şın da hiç bir şeyi " halkın yön etim i" saym am aları dı r. Fakat bu
tür bir danı şm a, bir lider in oydan ç ok alkı ş yoluyla seç ilm esin i de
iç erebilir di. Oy v erm e yön tem lerin in bite , bir papa ya da rektör iç in
oyların şapelde v erildiği Vatik an' da v eya Cam bridge kolej lerin de ol­
duğu gibi, halktan ç ok Tan rı'n ın ir adesin i tem sil ettiğ i düşün ülebi­
lir. Bir seç im sistem in in ger ektirdiği siyasi par tiler arasın daki tercih,
kabilesel v e yerel sadakatlerin daha büyük an lam taşı dı ğı Afr ika'nın
büyük bölüm ün de pek de büyük başarı yla son uç lanm adı. Dün yada,
" kökten din ci" in anç ların v eya dilsel kim liklerin söz kon usu olduğu
I rak gibi yerlerde de aynı başarı sız lı k yaşan dı.
Eğ er " dem okrasi" terim iyle 19. yüz yı lda en göz e ç arpan biç im ­
deAv rupa' da ken din i gösteren , sürekli yin elen en seç im yön tem i kas­
tediliyor sa, bu sadece olası tem sil biç im lerin den birin i m eydan a g e­
tirir. Han gi biç im de olursa olsun siyasi rej imlerin ç oğ u belirli bir tem­
sil tarzın a sahiptir. Belki soyut düz eyde: tam am en otokrat, otoriter
bir rejim tasavv ur etm ek m üm kün dür; am a bir şekilde halkın arz u­
ların ı hesaba katm ıyorsa, diktatörlükler v eya despotizm lerde bile
rejim in gün leri sayı lı dır. S öz gelim i, eski Ç in' de n e Ch'in n e de Wan g
298 TARiH HIRSIZLIGI

Mang muhte me le n de spot izm ünle rini h ak e diyordu; yet kile ri sını r­
landı ran b azı unsurlar vardı. Klasik met inle rin ke ndile ri, örne ğin
4. Bölüm'de b ah sett iğimiz Konfüçyüs'ün sözle ri, h ükümet üze rin­
de ki b ir de net im unsuruydu. Bunun b ir sonucu olarak da, okurya­
zar sı nıf çoğunlukla ke ndile rini me vcut rej ime muh alefet h alinde b u­
luyordu. ıı
Bazı durumlarda mode rn de vlet le r de mokrasiyi, siyasette b ile he r­
ke s için uygun görme miş le rdi. ABD'nin b azı b ölge le rinde, yakın za­
manlara kadar siyah i nüfus he me n he rke sin sah ip olduğu oy h akkı­
na sah ip de ğildi. U lusal çapt a h at ırı sayı lır b ir bü yü klüğü olan b u
azınlığa sonunda oy h akkı ve rildi. Çoğunluk olsalardı, be yaz nüfus
b una iste ye re k rıza göste rir miydi, b ilinme z. Ü lke Gü ne y Afrika' nın
önce ki h ali gib i b ir aparthe id rej im i olarak kalab ilirdi.
Filist in' de , İngiliz mandasının sonlarına doğru h ükümet Yah udi­
Arap sorununa te k- de vlet çözü münü öne rdi ve de mokrat ik ilke le re
dayalı b ir me clis kurmaya çalı ştı. Dah a sonr aları, Ar apların çoğu ye ni
kurulmuş İsrail de vlet inin t opraklarını te rk ett ikle ri ve ya oradan çı­
karıldıklarında, ge riye kalan Mü slümanlar için azaltı lmış h aklarla
b ir " de mokrasi" kurdular; b ugün ayrılmış Mü slü man h alka " dönüş
h akkı " , Yah udile rin ke ndile ri için b ağıra çağıra iste dikle ri ama me v­
cut durumda " de mokrat ik" çoğunluğu teh dit e de ce k b u h ak ve ril­
miyor. Dinse l, " ırksal" ve ya et nik olarak b ölünmüş de vlet le rde b ir
" insan" , b ir oy ille de kab ul e dileb ilir b ir çözüm de ğildir; b ir insan,
b ir oy ilke si kalıcı b ir çoğunluğa ve ya Kıb rıs't aki gib i "et nik" te miz­
liğe yol açab ilir. Bu koş ullar alt ında t am de mokrasi gir iş iminde b u­
lunulaı:ı. ye rle rde , bi.ı ilke çoğunluk sağlamak için de mografik üre me ­
yi artı rma mü cade le sine de yol açab ilir. Kuze y İrlanda'da b irçok Pro­
te st an, Kat olikle rin b unu yaptı ğı na inanmakt adır.
De mokrasi, söz ge limi günümüzde lr ak't aki sorunl arın yanıt ı mı­
dı r? A ğı rlıklı olarak b ölünmüş dini ve et nik t oplul uklar söz konu­
su olduğunda, kısa süre önce Kuze y İrlanda'da yapı ldı ğı gib i "ikti­
dar paylaşı mı" ndan yana olunab ile ce ği, b öyle ce b ir grub un (Ş ii ve ya
Prote st an) diğe ri üze rinde h içb ir zaman kalıcı b ir çoğunluk oluşt u­
ramayacağı, b unun ye rine çok farklı b ir kurum olan "t oplumlar ara­
sı (consociational) b ir de mokrasi" [b ir t oplumu oluş turan dini, et-
DEGEALEAIN SAHiPLENiLMESi: HÜMANiZMA, DEMOKRASi VE BiREYCiLiK 299

ni k vb. g rupl ara be lirli bi r te msi l hakkının tanındı ğı si ste m - ç. n.]


ortay a çıkar. Anti k Yunan'da oy hakkı y urttaşl arla sını rlıy dı. Sık lık­
la li be ral , hatta de vri mci reji mle rle i li şki le ndi ri le n yurttaşlı k kavra­
mı, uyg ulamada y urttaş- olmayanl ardan oluşan büyük bi r kateg ori ­
nin dışlanmasını gere ktire bi lir. "Civus Rom anus sum" [ be n bi r R oma
yu rttaşıy ım] kavramı, y akın geçmi şe de k Almany a' daki T ürk göç­
me nle r ve ya tüm göçme nler, hatta İsviçre vey a Hi ndi stan'da i kame t
e di p toprak ve ya e v s atı n al amay anl ar gi bi , aynı topraklarda y aşa­
y an ama e şi t hakl arı payl aşmayan bazı s aki nle r ol abi le ceği ni i ma e der.
Yurttaşlık, kapsayı cı bi r kavram olduğu kadar dı şlay ıcı da olabi li r.
Fakat yurttaşl ı k kavramı içi nde bi le çoğunl uğun, ö rneği n be li rli
bi r di ni g ruba yarı- dai mi bağl ıl ığı, o kadar kalabalık olmayan be n­
ze r g rupl arı n uzun vade de fii le n dışl anmas ı anl amı na gele bi li r. "Tam
de mokrasi " ni n day andığ ı, oyların kıs a vade li de ği şi mi ni he me n he ­
me n dı şlayan gö re ce kal ıcı bi r de nge si zli ğe karşı koymak içi n, gö r­
düğ ümüz gi bi te msi li ( ve böy lece toplums al "düze ni " ve ya "rıza" yı)
sağ l amak üze re ik ti dar pay l aşım ına başvur mak mümk ündür. Bi r baş­
ka " he me n he me n de mokratik" yö nte m, be l ki bir ul us al meclis te , be l­
ki e ği ti mde , i mka nl arı kısıtl ı ol an be li rli azınlık g ruplarına fazl adan
ay rıc alık tanımak şeklinde ki "pozi tif ayrı mcılık"rır. Bu yö nte m AB D'de
siy ahlar, başka ye rle rde de be li rli " se çi m" düze nle me le ri nde kadın­
l ar içi n kabul e dil mi şti r; f akat bi ldi ği m kadarıyl a ul usal çapta i l k ö r­
ne ği , bu yö nte mi n " pl anl anmı ş kastlar" içi n Dr. Ambe dkar taraf ı n­
dan 1 9 4 7 yı l ında kabul e di le n Hi nt anay asasına s okul masıydı . Ana­
yas anı n büy ük bö lümünü kale me alan Dr. Am be dkar da kö ke ni i ti­
bari yle " dokunul mazlar" kastı na [" paryal ar" - ç. n.] me nsuptu ve
ke ndi topl ul uğunun başka kastl arın de ne ti mi nde ki bi r Hi ndu hükü­
me t al tı nda "adi l " muame le gö re me yece ği ni düşünüyordu.
B u sorunlara karşın, bug ünün i kli mi de mokrasi yi e vre nse l uyg u­
l anabi li rli ğe sahi p ol duğu kabul e di le n son de re ce değe r yükl ü bi r
kavrama dö nüştürmüştür. F akat de mokrasi re tori k ol arak büyük bi r
saygı gö rme si ne ve ( hatal ı ol arak)Avrupal ı kültürle ri n i cadı ol arak
görülme si ne karşın, uygu lama bi raz daha de ği şi ktir. Aslında refe rans
bi le de ği şmi ş durumdadır. B aşl ang ıçta hal kın yö ne ti mi anl amı na ge ­
li rke n, anl am daral tıl mı ş ve artı k tamame n be lirli bi r biçi mde , he r
300 TARiH HIRSIZLl<'.il

dört veya beş yılda bir genel oy hakkıyla seçilen parlamentoların bu­
lunduğu rejimleri anlatmaktadır. Böyleyken bile, kavram bazı koşul­
lar altında sorgulanır hale gelmiştir. Arafat döneminde, Filistinlile­
rin yeniden seçime girmeyi de kabul eden, seçilmiş bir liderleri var­
dı. 24 Haziran 2003'te ABD Başkanı Bush, Ortadoğu için bir barış
planı önerdi; planın ilk maddesi, Arafat terörizm lekesini taşıdığı için
Filistinlilerin yeni bir lider seçmeleri gerektiğiydi. Aynı şekilde eski
İsrail Başbakanı Begin de bu durumdaydı ve bazıları Şaron'un da böy­
le olduğunu ileri sürdüler. Yabancı bir ülkede farklı liderlerin başa
gelmesini ümit edebilirsiniz, fakat görüşmelerin başlama şartı olarak
(Hamas örneğindeki gibi) seçilmiş siyasetçilerin "demokratik" de­
ğişimini talep etmek, son derece küstahça, demokrasiyle hiç ilgisi ol­
mayan, tersine diğer ülkelerin işlerine müdahaleyi kendi dış politi­
kasının meşru bir yönü olarak gören egemen bir dünya gücünün dik­
tatörce taleplerinin ifadesinden başka bir şey olamaz. Bu siyaset ya­
kın geçmişte demokratik olarak seçilen liderlerden çok diktatörleri
açıkça desteklemiştir ve bugün bile, Suudi Arabistan'ın güçlü mer­
keziyetçi monarşisi veya darbe sonrası Pakistan'ın askeri liderleriy­
le ittifak kurmakta hiçbir sakınca görmemektedir.
Irak'ın işgali için gösterilen en önemli gerekçelerden biri, rejimin
antidemokratik, aslında zalimce bir diktatörlük
• olduğuydu. Bir ül-
kenin benimsemesi gereken rejimin türü hakkında hiçbir uluslarara-
sı uzlaşma mevcut değildir. İkinci Dünya Savaşı'ndan önce, gerek Al­
manya gerekse İtalya hükümetleri demokratik seçimlerle iktidara gel­
diler. Bu, İspanya için geçerli değildi, ama Müttefikler savaştan son­
ra Franco'yu devirmek için hiçbir girişimde bulunmadılar; oysa Fran­
co devlet başkanlığı görevine faşist bir askeri darbe ve kanlı bir iç
savaş sonucunda gelmişti. Afrika'daki hükümetlerin birçoğu, Güney
Amerika'daki ve başka yerlerdeki (örneğin Fiji) hükümetlerin bazı­
ları da öyleydi. Öte yandan, Karayip adası Grenada'daki demokra­
tik bir hükümetin varlığı, adanın ABD tarafından işgal edilmesini ön­
lemedi; oysa bu ada, onun en yakın müttefikine bağlı bir Uluslar Top­
luluğu toprağıydı.
Evde mevcut olan "demokrasi" nadiren dünya çapında uygula­
nır. Seçim uygulaması, uluslararası düzeyde karar alırken çok fark-
DEl'.ERLERltıı SAHiPLENiLMESi: HÜMANiZMA, DEMOKRASi VE BiREYCiLiK 301

lı işler. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda delegeler hükümetler


tarafından seçilir ve her biri nüfuslarından bağımsız olarak tek bir
oy hakkına sahiptir - bir hükümetin bir oy hakkı vardır. Güvenlik
Konseyi'nin on sekiz üyesi, İkinci Dünya Savaşı'nın muzaffer ulus­
larından oluşan ve her biri veto hakkına sahip beş daimi üye dışın­
da, Genel Kurul tarafından seçilir. Bu, kazananlarca yaratılan bir "ya­
sal" sistemdir. Bu veto hakkı yüzünden, konseyde çoğunluğun ka­
rarı önem taşımaz. Her durumda hakim devletler, özellikle de tek sü­
per güç, ulusal bir parlamentoda mahkum edilebilecek yöntemler kul­
lanarak askeri, ekonomik, kültürel kaynaklarını devreye sokarak ken­
di arzusu doğrultusunda oy verilmesi için diğerleri üzerinde baskı ku­
rabilir. Yakın geçmişteki bir örnekte, Bulgaristan ve Romanya da da­
hil bir dizi Avrupa ülkesinin temsilcisi Beyaz Saray'a, lrak'taki ABD
çizgisini onaylayan bir mektup gönderdiler. Bu temsilciler düzenli ola­
rak Washington'da kabul ediliyor ve Amerikalı bir istihbarat görev- .
lisinden "tavsiyeler" alıyorlardı. NATO'ya girmeleri de yine ABD
hükümetinin onayına bağlı olan bu aday devletler adına söz konu­
su mektubu işte bu görevli yazmıştı,13 Destek önerme kararı, büyük
olasılıkla bu karara karşı çıkacak olan kendi halklarına danışılmak­
sızın alınmıştı. Aynı durum, İngiltere Başbakanı Blair için de geçer­
lidir; o da kendi konumunun doğru olduğuna karar vermiş, başka­
larının ne düşünebileceğini umursamadan Irak'taki savaş hakkında
seçmenlere danışmak konusunda hiçbir sorumluluk hissetmemişti.
Kaldı ki, alternatif bir çizgi benimsemiş olanlar yalnız beklenebile­
ceği gibi eleştirilmekle kalmaz. Onlara karşı çeşitli yaptırımlar da uy­
gulanabilir. Diğer devletlerin Irak'a karşı savaşa katılmamaları ha­
linde, BM tarafından değil ama, süper güç ve müttefikleri tarafından
alınacağı besbelli olan savaş-sonrası kararlarda hiç söz hakları olma­
yacağı ima edilmişti. Rusya, Fransa ve Çin, dağınlması galiplerin elin­
de olacak Irak'taki ihalelere veya Irak petrolüne (Saddam Hüseyin
döneminde kendi durumları gibi) ulaşamayacaklardı.
Bu tür ayrımcı önlemlerin, demokrasinin ve halkın yönetiminin
temeli olan alternatif eylem biçimleri arasında meşru tercih yapma
hak ve özgürlüğüne saygılı olduğu söylenemez. Aslına bakılırsa, şid­
detin hakimiyetiyle baş başa kalmış durumdayız. Ulusal düzeydey-
302 TARiH HIASIZLIGI

se, bu önlemler için savaşın sonu bile beklenmedi. CNN'deki14 bir


haber programındaki tartışmada, ABD'nin Fransız şaraplarını içmek­
ten vazgeçebileceği öne sürüldü (hükümeti Irak savaşına destek ve­
ren Avustralya'nın şaraplarını öne çıkararak) ve ayrıca Mercedes sa­
tışlarının da düşeceği öngörüsünde bulunuldu. Muhalif ülkelerin ad­
ları bile kimi zaman tabu haline geldi: Bazı mönülerde "French fries"
(patates kızartması)," freedom fries" olarak değiştirildi - buradaki
"freedom " (özgürlük) savaşa katılımla ilişkilendiriliyordu. ABD'nin
sinema, TV ve genel olarak dünya medyasındaki hakim konumu, du­
rumun sürekli kendi kullandığı terimlerle açıklanmasını sağladı. Med­
ya mülkiyetini ve kontrolünü kısıtlama, halkın tercihini etkilemede
paranın (yanı sıra silahların) rolünü sınırlama lehine demokratik de­
nilebilecek argümanlar varmış gibi görünür. Fakat dünya çapında­
ki elektronik medyanın bu şekilde kısıtlanabilmesi -çok zordur. Bu­
nunla birlikte demokrasi, fiili "seçme özgürlüğü" kavramına daya­
nır. Oy verme uluslararası düzeyde borçlar veya hediyelerden etki­
lenebildiğine, ulusal düzeyde de adaylar reklam giderlerini veya seç­
menlere ikram edilecek içkilerin bedelini karşılayabilenler arasından
seçildiğine göre, para ve tekeller bu seçme özgürlüğünü açıkça etki­
liyor demektir. Genelde, uluslararası durum ulusaldan önemli ölçü­
de ayrılır; demokratik sistem bağlamsal olarak uygulanır. Birleşmiş
Milletler'in eski genel sekreterlerinden biri, yakınlarda yayımlanan
"Birleşmiş Milletler, Dünyanın Geri Kalanına Karşı" başlıklı bir ma­
kalesinde, "en önemli argüman, filozof Pascal'dan esinlenen bir for­
mülle özetlenebilir" diye yazmıştı: "ABD'de demokrasi; dışarıda oto­
riter rejim."t5 Demokratik devletler, uluslararası düzeyde demokra­
tik yöntemlere itibar etmezler.
Demokrasinin sadece modern, aslında Batılı toplumların bir özel­
liği olarak doğduğu düşüncesi, tıpkı Batı'nın kökeninin Yunan kent
-devletlerine atfedilmesi gibi kaba bir basi�leştirmedir. Antik Yunan'ın
bu konuda kısmi bir model sunduğu ortadadır. Fakat birçok erken
siyasi sistem, çok basit olanlar da dahil, halkın iradesini belirleme­
yi amaçlayan danışma yöntemlerini şekillendirmiştir. Genel anlam­
da, demokrasi "değeri" -kimi zaman uygulanamasa da- daha eski
toplumlarda her zaman değilse de çoğunlukla mevcuttu ve özellik-
DEGERLERIN SAHiPLENİLMESi: HÜMANiZMA, DEMOKRASi VE BİREYCiLİK 303

le otoriter rejimlere muh alefet bağ lamında baş göstermi şti. Modern
dü nyanın yaptığı , belirli bir seçim (tercih) biçimini -başlangıçta bu­
nun belir li siyasi nedenleri vardı, vergile r aracılığıyla h alkın ulusal
h arcamalara fi ili katkı sını sağ lamak gerekiyordu- kurumsallaştırmak
oldu. Bu para parlamentonun toplanabilmesi içi n alındı. Genel ver­
gilendirme, A merikan kolonilerinin fiilen gösterdiğ i gibi, belirli bir
temsil olmaksızın çok zordu. Ne var ki, Batı'da bunca yü celtilen öz­
gü l bi çimler, doğru dü rü st bi r temsili sağlamanın en etkili yolları de­
ğildir; Westminster modelinin teşvik edilmesinin, ulusal bir dü zey­
de bile evrensel bi r çare olmadığ ı görü ldü. Uluslararası dü zeyde, se­
çim yöntemi nin zorla veya başka yaptırımlarla dayatılması yerine,
istenerek kabul edilmesini sağ lamak için katedilecek çok yol vardır.

Bireycilik, Eşitlik, Özgürlük


Demokrasiyle ilişkilendi rilen bu ü ç değ er, Avrupa dü şü ncesinde
bi r sacayağı oluşturur ve sıklıkla sanatt a, bilimde ve ekonomi de Av­
rupa'ya özgü gelişmelerin sadece Avrupa'ya ait nedenleri -veya so­
nuçları- olarak sunulur. Bi rkaç örnek vermek gereki rse, beşeri bilim­
leri n h er alanında, örneği n edebiyat eleşti ri si nde, bireyciliğin para­
digmatik bir tü rü olarak romanın ve otobiyografi nin yü kselişi tar­
tışmasında bu değerler devamlı öne çıkarılır.16 Kapi tali zmin özü ol­
duğu söylenen gi ri şi mci li ğe katkı da bulunan bir unsur olarak birey­
cilik ü zerinde Batı daima h ak iddia etmiştir. G elecek bölü mde tar­
tışacağımız gi bi bireyci li k, çağdaş evlilik ve çeki rdek aile sorunların­
da öne çıkan ve özellikle Avrupalı olarak kabul edilen beli rli bir ki­
şisel tercih özgü rlü ğü nü (kolektif sorumluluklardan ayrı olarak) i çe­
rir. Bu çeşit bir özgü rlü k çoğu zaman eşlerin seçiminde aile bağları­
nın rol oynamamasıyla denk tutulur. Fakat ai le bağlarından tü mü y­
le özgü rleşme, alternatif bağ lar oluşturmaları çok sü rmeyeceğ inden,
aslında gerçekleştiri lemez. Ç ocuklar doğ dukları evden bi r anlamda
ayrılabilirler, fakat bunu yapmalarından kısa bir sü re sonra başka­
larıyla, bir sevgiliyle, bi r eşle ve eni nde sonunda kendi çocuklarıy­
la yeniden gü çlü bağlar kurarlar; aynı zamanda, kendi ebeveynleri
ve kardeşleriyle (zi yaretler ve mektup, telefo n ve e-posta gibi sık kul-
304 TARiH HIRSIZLIGI

lanılan ileti şim araçlarıyla) uzak mes afeli b ağ lar ını da korurlar. As­
lında, L as lett ve diğ erlerince, Avrupa' da b u tü r b ir çat lağ ın, akrab a­
lığ ın daha geni ş b ağ lar ından ayr ı olan kar ı-kocanın ai leleri i çi nde­
ki b ağ ları daha da s ıkılaştır abi leceği öne sürü lmü ştü r. Avr upa' da kan­
koca ai leleri i çi ndeki daha gü çlü b ağ lılıklara i li şki n b u görü ş, R obi n­
s on Cr us oe veya Faust gibi , kıt anı n diğ er efs anevi kahr amanları bi ­
çi minde, dünyaya kar şı kendi yolunu çiz en iz ole ("özgü r" ) bir ey kav­
r amıyla bütü nü yle b ağ daşmaz. İdeoloji k t ut ars ızlık, ekonomimizi n
bir eys el gi ri şi mci lerce yar atıldığı kavramında büsbütü n b elir gi n hale
geli r. Zi ra b u s öylenen ger çek olmakt an çok uzaktır. As lında, ai le şir ­
ketleri b ugü n bi le ekonomi de ha la çok önemli b ir rol oynamakt adır. 17
Bu değ er ler ü çlemesi , yani bir eycilik , öz gür lük ve eşit li kAvr upa' yla
sm ır lı değ ildir . Yakın geçmişt e işar et edi ldiğ i gibi,ıs eşit lik ve özgür­
lük s evgi yle bi rli kt e, bir eyler i çin önemli bir kaygı olduğ u gib i, İs lam' ın
ahlaki öğr etisi ni n de t emel öz elli kleri ndendi r. Yalman, eşit liği "İs lam
kü ltürü" nü n "t emel bir yönü" olar ak görü r. B u özellik ifadesi ni , i n­
s anlar i çin fırs at eşit liği kavr amında ve i lahi ger çekler e ayrıcalıklı eri­
şimi olan di ni bi r grub un (b ir r uhb anın) yokluğ unda b ulur. B u "de­
ğ er" , Müs lü man i ns anlar ar as ınd a hi ç far k olmadığ ı anlamına gel­
mez. "Uygulamada, altta ve üs tte olm ak, diğ er yaşam t arzlarının ol­
duğ u gibi İs lami gü nlü k deneyi mi n de b ir par ças ıdır. " 1 9
Yalman, bi r yandan İs lam' da eşi tli k ve s evgi yi , öt e yandan Hi n­
dist an' da hi yerarşi ve fer agati birbiri ne b ağ layan s on derece i deali ­
z e edi ci fo rmü ller ar as ındaki kar şıt lı kları göst erir . Fakat i deoloji ve
uygulama çoğ u zaman far klıdır. Yukar ıda değ ini ldiği gibi , Yalman
eşit liği n İs lam devlet leri t ar afından her zaman ger çekleşti rilemediği ­
ni kab ul eder ve öt e yandan, kalıcı bir hi yerar şini n haki mi yeti nde
olduğ u vars ayılan Hi ndist an'ın kat ı kast t oplumlar ında bi le, bhak­
ti'nin varlığı nın, s ıralamanın değ işeb ileceği ve i ki kez doğ ma st atü ­
sü nden dü şmü ş olanlar ın daha yü ks ek bir duruma geti ri lebi lec eği an­
lamı na geldiği ni b elirten bir yor umu akt arır.20 Ayn ı şeki lde, s evgi Müs ­
lü man t oplum kadar Hi nt t oplumunun da bir özelliğ idir ve herhan­
gi bi ri ya da diğ eri yle s ınır lı deği ldi r; s öz gelim i ci ns el aşka i li şki n bü­
yü k Hi ndu gelenekleri ne, Kri şna'nı ngopi 'leri ne gönder me yapar; pe­
kala S ans krit şiir lit eratürü ndeki aşka da değ inebi lir di. B u anlamda
DECiEALEAIN SAHiPLENiLMESi: HÜMANiZMA, DEMOKRASi VE BiREYCiLiK 305

benzerlik "Hindu ve Müslüman riyazetinde muazzam bir bağlantı


noktası" oluşturur ve Yalman, Hindu örneğinde gelecek bölümde tar­
tışacağımız gibi, eşitlik gibi aşkın da büyük bir uygarlığın küçük te­
malarından biri olduğunu iddia eder.2 1 Bu değerlendirme, toplum­
lar hakkında alışılmış Avrupa önyargılarından (ve eşitlik ve aşkla il­
gili görüşlerden) ne kadar da uzaktır! Yalman, bir bakıma zıtların
Hegel'ci anlamda iç içe girmesi gibi, bu iki toplumun yalnız dış kli­
şelere değil, bir dereceye kadar kendi hakim ideolojilerine de karşı
duran özellikler sergilediklerini göstermektedir.
Dolayısıyla, bu ideolojilerdeki eşitlik (ve kardeşçe sevgi) hakkın­
daki büyük çelişkiyi, bunlara uygulamada eşlik eden benzer özellik­
leri hesaba katarak değiştirmemiz gerekir. Daha az toplumsal fark­
lılaşma içeren çok farklı bir gelişme rotası izlemiş Afrika'yla karşı­
laştırıldığında, gerek Türkiye'nin İslami toplumu gerek Hindistan'ın
Hindu toplumu, Avrasya'nın hepsi de aşırı derecede katmanlaşmış,
okuryazar olan ve büyük bölümü değerli toprağa ve diğer kaynak­
lara olduğu kadar askeri beceriye de eşitsiz erişime dayanan bronz
çağı sonrası kültürlerinin temsilcileridir. Gelgelelim, katmanlaşma
biçimlerindeki eşitsizlikler, yazılı dini ideolojiler tarafından nitelene­
bilir. İslam seküler katmanlaşmayı gevşeten, hatta ona karşı duran
bir tavır sergiler; varlıklılarda hayırseverlik (kardeşçe sevginin bir yönü
olarak) teşvik edilir, sonuçta etkili bir yeniden dağıtım olmasa bile
ara sıra yoksullar ayaklanır. Aslına bakılırsa, bireysel türdeki bu ha­
yırseverliğin statükoyu pekiştirdiği söylenebilir. Hindistan'da sekü­
ler hiyerarşi dini ideolojiyle desteklenir, ama dini ibadetleri yürüten­
ler siyasi-askeri hükümranlardan ziyade hiyerarşinin tepesinde olduk­
ları kabul edilen okuryazar ruhban olduğundan, bu destek pek de
belirgin değildir. Hiyerarşinin tepesindeki ruhbanı seküler yönetici­
ler izler. Aynı şey İslam'da da kabaca geçerlidir; gerçi İslam'da bu
tür bir ruhban değil, sadece kutsal metin uzmanı bir ulema grubu
söz konusudur. Ve ilim-irfanın siyasal iktidardan daha önemli oldu­
ğu söylenir.22
Hindistan'da da kast bölümlenmeleri, İslam'daki gibi hayırsever­
likle, verme edimleriyle değişikliğe uğrar; örneğin Gucerat'ta Kon­
gre egemenliğindeki bir köyde, eskiden "dokunulmazlar" olarak bi-
306 TARİH HIRSIZLIGI

!inen harican'ın, "köylü" Patel'lerin yoğurt yapmalarından arta ka­


lanı almak için kuyruk olduklarını görmüştüm. Ancak dinin bu ba­
kımdan daha anlamlı yönleri, kesin eşitlikçi özellikler sergileyen bhak­
ti ve Krişna-tapıncıdır. Başkalarının hiyerarşisine, özellikle kendi­
lerini yığının en altında buldukları kast sistemine karşı Dalit ("do­
kunulmazlar") direnişi de dahil, Hint ateist düşüncesinin uzun ge­
leneğinde daima apaçık bir muhalefet olagelmiştir. Bu muhalefeti
Puna'da 19. yüzyılda, aşağı kasttan bir çiçekçi olan ve bir kız ilk­
okulu kuran Mahatma Phule'un karşı-etkinlikleri, daha sonraları
da Mahatma Gandi döneminin harican lideri, Hint anayasasına sö­
zünü ettiğimiz olumlu ayrımcılığı sokan, fakat sonunda kendi gru­
bunu Hinduizm'den çıkarıp Budizm'e yönelten Dr. Ambekhar sim­
geledi. Gerek Budizm gerekse Caynacılık Hinduizm'den doğmuştu,
fakat ikisi de kast sistemini reddediyordu. Ambekhar'ın, eski "do­
kunulmazlar"ın bir Hint dini olan, fakat ülkede çok az mensubu
bulunması nedeniyle iç siyasette pek az etkisi hissedilen Budizm'e
geçişine önderlik etmesinin nedeni de budur.
Eşitlik kavramı kesinlikle Avrupa'yla sınırlı değildi, fakat Brah­
man dini düşüncesinde her zaman öne çıkmasa da Hindu toplumun­
da vardı; İslam'da da hiyerarşi uygulamada ve bir dereceye kadar
ideolojide bulunuyordu. Bu çelişik eşitlik ve hiyerarşi eğilimleri, her
toplumda birbirinin aynasıdır; inançlar zıt yönler sergileyebilir, fa­
kat daha geniş bir çerçevede ele alındığında her iki eğilim de yalnız
bu iki toplumda değil, Hıristiyanlıkta da mevcuttur. Nasıl ve niçin?
Çünkü ileri tarıma ve onun ticaret ve zanaattaki doğal unsurları­
na dayanan bu toplumlar, sosyoekonomik açıdan derin bir katman­
laşma içine girdiği gibi, yazılı sözün ve genelde kutsal yazıların kul­
lanımı açısından siyasi ve dini-eğitsel bir tabakalaşmayı da içlerin­
de barındırırlar. Fakat bu tür tabakalaşmalar çoğu kez, neredeyse
tüm insanlığa özgü olan insanlar arasındaki eşitlik kavramına (ör­
neğin kardeşler arasındaki) karşıt görülür; bu kavramlar, hiyerar­
şik toplumlarda bir karşı-akım olarak sürüp giderler ve dağıtımcı
adalet fikrine dayanırlar. Eşitlik aile bakış açısından, ebeveynle ço­
cuklar (Oidipus'ta olduğu gibi, baba ve oğul prototipi) arasında ol­
maktan çok, kardeşler ("tüm insanlar kardeştir" ) veya eşler arasın-
DEGERLERIN SAHiPLENiLMESi: HÜMANİZMA, DEMOKRASİ VE BiREYCİLiK 307

da ki i li şki lerle bütünleşti ri lir.23 Biri nci di zi eşi tsi zli ği , di ğeri yse eşi t­
li ği i çer ir ve h er iki si de a ileden dışar ıya doğr u gider ek toplumsa l
i li şki ler i çi nde i nşa edi li r. Her i ki si de sevgi yi i çerir; di zi lerden biri
erkek ve kız kar deşler ar a sında ki sevgi ni n ya nı sır a " ci nsel" a şkı,
ya ni eşi tler ar a sında ki ya ta y bir i li şki yi i çeri r. Di ğeri yse ebeveyn sev­
gi si yle ve onun ta ma mla yıcısı, eşi t olma ya nlar ar a sında ki hi yer ar ­
şi k sevgi yle i li şki li di r. Ba ba veya ebeveyn ta raf ında n hi yera rşi ni n da ­
ya tılma sının ka rşısında , ka rdeş eşi tli k i ddi a lar ında bulunur. Bu i d­
di a la r bi r i nsa n veya topluluğun ya şa m ta rzına ha ki m ola bi li r ya
da ki şi ni n a çgözlü veya tüketi mci bi r şeki lde h a reket etmeye deva m
etmesi ni engellemek konusunda pek etki li olma ya n uza k bir r efe­
r a ns noktası oluştura bi lir ler. İdeoloji k ve pra ti k da vr a nışta ki bu çe­
li şki leri kendi gü nlük ya şa mla rı mızda n çok i yi bi li ri z, tıpkı ar a ba ­
lar ın çevrede ya ra ttığı kir lenmeyi kınar ken, Ni ssa n'ımıza a tla yıp (kü­
çük, ki şi sel dükkanla rı ele geçi rmesi ni kın a dığımız) süperma rkete
gi tti ği mi z za ma n olduğu gi bi.
İnsa n toplumlarında eşi tli k gi bi , özgür lük ka vr a mı da ya ygı ndır.24
Bu, ba ğla ma ba ğl ı ka la n ve Ba tı' yla sınır l ı olma ya n bir ka vra mdır.
1 82 0' ler de Osma nlı dona nma sına hi zmet eden İ ngi li z S uba y Sir
A dolph us S la de şöyle ya zmıştı: "Şi mdi ye dek Osma nlı, Hıri sti ya n
ulusları n uğr una bunca uzun müca deleler ver di ği özgür i nsa nı n en
değerli ba zı i mti ya zlarında n a na nevi olar a k ya ra rla nmıştır. " Osma n­
lılar çok a z topr a k ver gi si ödedi, hi ç öşür ödemedi , hi ç pasa por ta
i h ti ya ç duyma dı, ne gümr ükle ne de poli sle kar şı kar şıya geldi . . . Bir
Osma nlı "E n a şa ğı ta ba ka da n geli p hi ç de cür etkar lı k sa yılma da n
pa şa lık r ütbesi ne ula şma k i steyebi lir di. " S la de, bu özgürlüğü, " en
çılgınca di lekleri gerçeğe dönüştür me kapasi tesi ni " Fra nsız Devri­
mi 'ni n ba şa rılarıyla ka rşıla ştır ır.ıs Bu dur umda n çıkar tıla bi lecek bir­
çok pra ti k der s va rdı r. Bir köleyi Müslüma n ya pa bilir di ni z, a ma bir
Müslüma nı köle ya pa ma zdınız . Aynı şeki lde yeni i h ti da etmi ş bir
ki şi , söz geli mi devşi rme ol a ra k İstan bul'a geti ri lmi ş bi r A rna vut ço­
cuk, pa di şa h lık h a ri ç, ülkedeki bütün yüksek m a ka mla ra yüksele­
bi lir di.
Y a lma n, özgürlük ka vr a mının na sıl eşi tli kle ba ğla ntılı olduğunu
a çıkla r. "İsla m' ın en yüksek i dea lleri " di ye ya za r,
308 TAAIH HIASIZLl�I

İslam'da hiçbir imtiyazlı kisi bulunmadıgı veya daha dogrusu, bir insanın
degerinin kendi niyetleri, davranışı ve dindorlıgıno boglı oldugu ilkesinin
çevresinde döner. Bu onu cennetin kapılarına götürebilir, fakat yeryüzü krol­
lıklonndo bile, lslom inancını bir kez benimsedikten -yani Alloh'ın irade­
sine "teslim" oldukta n - sonra, tüm insanlara toplumda yükselmek için eşit
şans verilmelidir. Söz gelimi Amerika' deki siyahi Müslümanlara ve başka
yerlerdeki ezilenlere İslam'ın vaadi budur.26

G ördüğümüz gi bi , bi reyci li k, eşi tli k ve özgürlü kten olu şan temel


"erdemler" sıklıkla esasen Avru palı o larak, o kıtanın dünyanın geri
kalanından önce modernleşmeye doğru i lerlemesi ni sağlayan kültü­
rel mi ras olarak görülmekle bi rli kte, bu düşünce çürük temellere da­
yanı r. "Özneleri n kendi anlayışları nı sürdürme özgürlüğü" u zu n za­
mandan beri modern kapi talizmi n bi r özelli ği olarakgörülm üştür. Fa­
kat, Wallerstei n'i n i şaret etti ği gi bi ,27 kı sıtlama yoklu ğu tam zıt an­
lama, "ür eme temi natı nın ortadan kaldırı lması " anlamı na gelebi lir,
yani mi rastan gelen hakları bi r yana bırakarak "kapi tali zm" le geç­
mi ş si stemler arasındaki farkın ne denli büyük oldu ğu nu belir si z bı ­
rakabiJir.ıs Bu özelli kler farklı bi çi mlerde, yalnı z geli şmi ş okury azar
toplu mlarda deği l, öteki toplu mlarda da bu lu nu r; ancak kaçınılmaz
bi çi mde i leri toplu mlarda i deoloji ler daha beli rgi ndi r. Bu nu nla bi r­
li kte, i deoloji k olarak Avru palılar, kardeşli ği n kardeşler arası çeki ş­
meyi i çermesi , o mahr emi yeti n ardı ndan nefr eti n sevgi yi i zlemesi gi bi ,
aynı zamanda olwn su z özelli kleri de bulun an bu kavraml arın olwn ­
lu yönleri ne sahi p çıkmı şlardır. G örünüşte apaçı k olan bu erdemler,
özelli kle hayı rseverli k aracı lığıyla devlet si stemleri ndeki hi yerarşi k
eşi tsi zli kleri deği şti rme özelli ği taşı yan kardeşli k örneği nde görüldü­
ğü üzere, aslı nda çoğu nlu kla zannedi ldi ği nden daha karmaşıktır.

Hayırseverlik ve Lüks Konusunda İkilem


Hümanizmanı n deği lse de, i nsanlı ğı n veya i nsani değerleri n ana
hu su sları ndan bi ri hayırseverli k kavramı dır. Aziz P avlu s, büyük er­
demleri n "i man, u mu t ve hayı rseverli k, bu nlar arasında en büyüğü­
nün de hayırseverli k" oldu ğu nu i lan etmi şti. Lati nce caritas hem ha-
DEGEALEAIN SAHiPLENiLMESİ, HÜMANiZMA, DEMOKRASi VE BiREYCiLiK 309

yı rseverlik h em de sevg i, kişinin insan kardeşlerine duyduğ u sevg i


olarak t ercüme edilmiştir; sevg inin cinsel yönünü b ir sonraki b ölüm­
de ele alacağun. Hayırseverlik, h er şeyden çok kişinin Hı ristiyan din­
daşları na uzanan b ir erdemdir ve kimi zaman eşsiz b içimde Hır isti­
yanlı kla ilişkili olduğ u söylenir. Fakat aslında t üm yazı lı dinler, ta­
pınakları n b akı mı kadar kurumu işletecek personel için de dest ek
istemişti ve h ayırsever amaçlarla para toplamaya ih tiyaç du ydu lar.
Bu yüzden, özellikle t oplumun dah a varlıklı üyelerinden dest ek ed in­
meye çalışmaları kaçını lmazdı. Bir b irey aşırı bir serv et e sahipse, b unu
Tanrı'nı n (veya Bu da veya b aşka bir aracı nın) h izmet ine su nmalıy­
dı . Aynı zamanda, yoksu llu k ilkesel olarak övg üye değ erdi. Ze ng in
kişi C ennet krallığı na g irmekt e g üçlük çekecekt i (mallarını b aşkala­
rına dağ ıt madığ ı sürece) . Yoksul kişinin sorunları dah a azdı; o, zen­
g inlerce verilen fakat kilisenin aracı lı k et tiğ i h ayırsev erliğ e, h ediye­
lere layık b ir kişiydi. Dolayısı yla h ayı rseverlik h içb ir zaman katı k­
sız Hı ristiyan bir erdem olmadı. Müslümanl ar, Hindu lar, Parsiler, C ay­
nacı lar ve Budistler arasında da eşit derecede b ir h ayırseverlik anla­
yı şı vardı. Müslümanlara g öre h ayı rseverlik kutsal bir ödevdi, İslam'ı n
b eş şartından biriydi. Batı Afrika'da, h er cuma yoksu llara veya b unu
h ak eden kişilere sadaka dağ ı tı larak, kişisel h ayı rseverlikler yapı lı ­
yordu. " Sını f" farklı laşmaları nı n dah a fazla olduğu ve fa rklı b ir top­
rak mülkiyeti sisteminin bu lu nduğu Akdeniz ülkelerinde, ya b ir cami
ve b erab erindeki h ast ane, kerv ansaray, çarşı veya medrese g ib i ku­
rumları dest eklemek ya da muht aç olanlara yardı m et mek üzere b ir
aile fonu b içiminde vakı flar ku rulu rdu . İmareth aneler inşa etmek ve
yoksullara b arı nak ve yiyecek sağ lamak, muh temelen dah a önc e yap­
tığ ı h at aları düzelt mek için b ir b ireyin yapab ilec eğ i önemli h ayı r iş­
leriydi.
Bu yoldan h em yoksulların h em de kilisenin iht iyacı sağ lanı yor­
du . Aslında Hı ristiyanlı kta yoksu lluğ un b aşlı b aşına ku tsal b ir du ­
ru m olduğ u iddiası vardı . Bu iddia, bu kültü rlerde servet e, lükse ulaş­
mak için h iç mücadele olmadığ ı anlamı na g elmez. Aslı nda kendini
h aklı çı karmaya çalı şan b azı izah larda, tı pkı zeng in u lu sları n dah a
az varlı klı olanları desteklemek zorunda olmaları g ib i, zeng in kişi­
ler de yoksullara destek olmak zorun da g öri.Üü rler. Fakat ruhb an, yani
310 TARiH HIRSIZUGI

kilisenin hükümdarları da, lüks adet ve nesneleri edinmek konusun­


da hiç kimseden geri kalmıyordu. Ne var ki, bu çeşit bir lüksün var­
lığına karşın, yalnız dini öğretilerde değil, lüksün insan yaşamı için
gereksiz olmakla kalmayıp zararlı ve bazı durumlarda kesinlikle ha­
bis olduğunu ilan eden Mencius gibi filozoflarda da belirli bir tered­
düt hep vardı. Yine de, ister kilisede ister laik toplumda, isterse de
tüccar, çiftçi veya meslek sahibi olsun, özel bir şekilde hareket ede­
bilmek için servet biriktirmek amacıyla lüks daima güçlünün hede­
fi oldu. Bu nedenledir ki, bu iki eğilimin araları hep açık kalarak bir­
çok kişinin kafasını karıştırmıştı; bu karışıklık bazılarına göre çile­
cilik uygulamasıyla, lüks nesnelerin reddiyle, hatta Assisi'li Aziz Fran­
cesco'nun ünlü örneğindeki gibi bu nesnelerin imhasıyla çözülebilir­
di. Francesco'nun gençliği şenlikler, şövalyelik ve gösterişçilikle geç­
mişti. Hastalık onun dikkatini yaşamın bir başka boyutuna çekti. Ken­
disini yoksulluğa adayarak, bir dilenciye sadaka vermeyi asla reddet­
memeye ant içti . Ne var ki daha sonra, mirasından vazgeçti ve be­
line kenevir bir kuşak sarılı kahverengi kaba yünlü bir cübbeden baş­
ka bir şey giymedi. Aziz sonunda, Fransisken tarikatını kurdu; bu
tarikat diğerleri gibi yoksulluk, iffet ve itaatten oluşan üçlü yemine
dayanıyordu . Bunlardan (hayırseverliği celbeden) yoksulluk en
önemlisiydi ve tarikat mülk sahibi olma fikrini tamamen reddetti .
Lüks ve servet hakkındaki yaygın kafa karışıklığı, kendini bu den­
li aşırı biçimde nadiren ortaya koydu. Fakat hayırseverliğin doğası,
göreli lüks içinde yaşayan varlıklılar için küçük bir değişimin, yok­
sul açısından temel ihtiyaçların karşılanması olduğunun anlaşılma­
sına dayanır. Hem lüksün getirdiği artan tüketim hem de onun yok­
luğu, hatta yoksulluk, ekonomide farklılaşmanın veçheleridir; bir baş­
ka deyişle, daha önceki toplumların göreli ekonomik "eşitlikçiliği"nin,
birini daha zengin diğerini daha yoksul yapan yeni verimli teknik­
lerle sarsıldığı bronz çağıyla birlikte belirginleşen bir durumdur.29 Yok­
sulluk ve zenginlik kadar lükse karşı zıt duygular taşıma ve hayır­
severlik de, büyük oranda bronz çağı değişimlerinin ürünüydü ve bu
karmaşıklaşmadan daha az etkilenmiş Afrika'nın çapa tarımlı top­
lumlarında pek gelişmemişti, daha doğrusu hiç bulunmadığı söyle­
nemese bile ideolojik değerlendirmeye açıkça konu olmamıştı.
DEGEALEAIN SAHiPLENiLMESi: HÜMANiZMA. DEMOKRASi VE BiREYCiLiK 31 1

Lüks yaşam, hayırseverlik gibi, tüm katmanlaşmış toplumların


bir unsuru olmakla birlikte, aynı zamanda dinamik bir yöndür bu.
Zamanla hem dışsal hem de içsel nedenlerle değişir. Dışsaldan kas­
tım, söz gelimi şekeri bir lüks olmaktan kitlesel tüketim maddesine
dönüştüren piyasa güçleri ve üretim teknikleridir. Toplumsal yapı­
da üstteki aktörler kendilerini lüks maddelerle tanımladığından, şiin­
di farkları simgelemek için onlara hizmet edecek yeni maddeler, na­
dir oluşları veya pahalılıkları yüzünden diğerlerinin edinemeyeceği
maddeler bulmak zorundadırlar. Braudel, Gündelik Hayatın Yapı­
ları'nda, azınlığın, yani "lüks içinde yaşıyor olarak kabul edebilece­
ğimiz imtiyazlıların" durumlarını çoğunluğunkinden ayırt etme ih­
tiyacı duyduklarını gözlemler.JO Ne var ki, ayırt edici özellikler sık­
lıkla değişir. "Örneğin şeker 1 6. yüzyıldan önce bir lükstü; kağıt 1 7.
yüzyılın son yıllarında hala bir lükstü, aynı şekilde alkol ve Cathe­
rine de Medicis zamanında ilk 'aperitifler' veya Büyük Petro'dan önce
Rus boyarlarının kuştüyü yatakları ve gümüş kupaları da öyleydi. "
İngiltere'de Stuart dönemi ve sonrasında, özellikle Noel'de çok de­
ğer verilen portakal bir lükstü. Varlıklıların lüksleri evrensel ihtiyaç
maddeleri haline geldikçe ve seçkinlere yönelik üretim kitlesel tüke­
time dönüştükçe bütün bunlar değişti.
Gelgelelim, lüks mallardaki değişim aynı zamanda bir moda so­
nucunda içsel olarak da baş gösterebilir. Braudel'e göre Avrupa'da
moda, ilk kez 1350 civarında kısa, hafif tuniklere duyulan ilgiyle or­
taya çıkmıştır; ancak modanın "her şeyi etkilemeye başlayarak" ger­
çekten güçlü hale geldiği dönem 1 700 civarına tarihlendirilir.Jı Fa­
kat bu değişim ancak üst sınıfta gözleniyordu; köylüler, Braudel'e
göre Doğu'daki uygarlıkların kalıbı olan eski değişmez giyimlerine
devam ediyordu.
Bu değişim teması, Batı'yı "icadı icat eden yer" olarak gören bazı
Avrupa-merkezci tarihçilerin gözdesidir.32 5. Bölüm'de tartışılan Ne­
edham'ın Çin hakkındaki büyük yapıtında gördüğümüz gibi, bu ifa­
de hiç kuşkusuz saçmalıktır. Braudel'in daha incelikle yapılmış id­
diası da aynı durumdadır. Değişim sorunu, yalnız lüks davranışın­
da aranmamalıdır; bu sorun daha genel anlamda Batılı toplumların
Doğulu toplumlara ilişkin algılarının temelini oluşturur. Kapitalizm
312 TARiH HIRS1Zllı:ll

deği şim i, gelenekse durağanlığı gerektirir. Ne var ki, tüm toplum lar
farklı bağlam larda fa rklı hızlar la deği şir. Daha evvelki dini si stem ­
lerde, "m ağlup olan Tanrı" ya yö nelik birçok kültle, bi r eskim e, çağ­
dışı kalm a gö rüntüsünün ortaya çıktığına değinmi ştim .3 3 Herhalde
bu kültlerin artık işlem edi kleri düşünülr.ı üştü, dolayısıyla insani zor­
luklara yeni çö züm ler arayışı bu toplum ların tem el bir ö zelli ği ydi.
Ti pik bir sonuç, tapınaklardaki değişim di; eskiler kurtarm ada başa­
rısız olduğundan bir kenara bırakılır ve yeni ler doğardı. Belki de bu
süreç, aynı şekilde bir deği şim sorunu olan, am a daha ö nem si z bi r
düzeyde yer alan m oda alanının dışında tutu lm alıdır. Fakat K uzey
G ana' nın L oDag aa g ibi söz lü kültürleri nde de b u düzey vardır. Di ni
ritüellerdeki şarkılar ve kselefo n ezgileri bile sıklıkla değişir, tıpkı en
azından bug ün, kadınların gi ydi ği pam uklu giysi lerle yaptıkları dans­
lar g ibi. Bu tür bir davranış, ö zellikle ithal k ur.ı aşıtı kullanım ında,
m odaya çok yaklaşır.
K apitalizmi n gelişm esi nde m oda ve lüksün rolü, 7. Bö lüm 'de gö r­
düğüm üz üzere bi rçokları gi bi Alm an i kti satçı Som bart'ın da di kka­
tini çekm işti. Bu rol Avrupa' ya ö zgü olm ayıp br onz çağı sonrası top­
lum larının artan ekonom ik etki nliği nde yayg ın biçim de gö rülm üş­
tü. Deği şim in hızı zam anla arttı. Tıpkı ti careti n ve ürünlerin hacm in­
deki artışın m odern yaşam ın ö nem li bir ö zelliği hali ne g elm esi g ibi,
m odanın değişm e hızı da arttı. Gö rdüğüm üz g ibi Braudel, bu artı­
şın başlang ıcını 1 7 00 civarına tari hlendirir. Bu tarih, XIV. L oui s dö ­
nemi nde (163 8 -1715 ) Fransız sarayında m odanın yükselişe g eçm e­
si ne atıf yapar. L ouis, soyluların yılın en azından bi r kısm ını Ver­
saill es'da g eçirm elerinde ısrarcıydı ve işte bu bağlam da sarayda boş
oturarak zam an geçirirlerken, giyim kuşam da düzenli m oda değişik­
likl eri yerleşti. Fransız sarayı her altı ayda bi r yeni desenleri tartış­
m ak üz ere güney kenti Lyon'dan i pek im alatçılarını davet etm eye baş­
ladı. Dikkat çekici olan, değişimi n, yeni m odanın görünüşü deği l dü­
zenli biçim de yerleştirilen hızl ı değişim yö ntemi nin kendisi ydi; bu­
nun sanayi üretim ine etkileri çarpıcı oldu. Fransa' da soylular için üre­
ti len ipek kum aş deseni ndeki değişim o kadar hızlıydı ki, o zam ana
kadar çok büyük bi r ipek üreti cisi olan İ talyan kenti Bologna'daki
i pek im alatının 1 8. yüzyılda ö lüm üne neden oldu; İtalyan sanayii bu
OEGERLERIN SAHiPLENiLMESi: HÜMANiZMA, DEMOKRASi VE BiREYCiLiK 313

hıza ayak uyduramamıştı.34 Bugünün Paris, Milano, New York, Lon­


dra ve diğer başkentlerdeki yıllık moda şovlarıyla rekabet edebile­
cek ve ona model oluşturan bu süreç, zenginlerin (bu örnekte kadın­
ların) kostümleri için pazaryerlerini oluşturmakla kalmıyor, aynı za­
manda kitleler için üretimin de koşullarını belirliyordu. Çünkü bu
kitleler, modern sosyoekonomik gelişmelerle birlikte, artık "la
mode " un daha sınırlı bir lüks çerçevede de olsa, sık sık tekrarlanan
buyruklarının etki alanına girmişti.
Avrupa'da modanın ve lüks malların devir hızında olduğu kadar
katılımcılarının sayısında da bir artış olduğu kesindir; bu artış, sa­
nayi üretiminin gelişmesi ve bir kitlesel tüketici pazarıyla birlikte yü­
rür. Bu değişim, Avrupa'ya özgü, ona içkin bir değişim arzusundan,
farklı bir "zihniyet"ten değil; pazarın ve üretim süreçlerinin doğa­
sından kaynaklanmıştı. Böylece modanın sadece Avrupa'ya özgü ol­
duğu iddiası açısından, Braudel tamamen yanılıyordu . Onun deği­
şen ve değişmeyen toplumlara ilişkin kavramını tamamen tekzip eden
Elvin, Çin'de kadın giysilerinde modanın "çağların eğilimi" olarak
bilindiğini ve 17. yüzyıl sonlarında Şangay'da var olduğunu kayde­
der. 35
Giyim kuşamda moda, daha genel anlamda lüks gibi, başlangıç­
ta zenginlerin kendi sarih statü simgelerini korumanın bir yoluydu.
Bronz çağı sonrası toplumlarının birçoğunda olduğu gibi, giyim ku­
şama çoğu zaman sınıf hükmediyordu; bazı kesimlerde belirli
ürünleri hiyerarşi içindeki belirli gruplarla sınırlayan gösterişi kısıt­
layıcı yasalar vardı, bazılarındaysa farklar bu kadar resmi değildi.
Söz gelimi ipek, IV. Henri tarafından Paris sakinlerine yasaklanmış­
tı .36 Fakat ulusal ve uluslararası imalat ve mübadelenin gelişmesiy­
le, bu işle ilgilenen burjuvaların sayıları ve itibarlarındaki artış, Av­
rupa'da ve diğer yerlerde bu kısıtlamaların sürdürülmesini gitgide
zorlaştırdı. Alttakiler, özellikle zenginlik edinmek mevcut statü ka­
tegorilerini tehdit ettiğinde, üsttekilerin davranışını benimsemek için
ellerinden gelen her şeyi yaptılar. İlginçtir ki, Çin'de gösterişi kısıt­
layan yasalar Avrupa'yla yaklaşık aynı dönemde gevşedi; kuşkusuz
her iki bölgedeki dış ticaret ve iç "evrim"in sonucunda yaşanan ko­
şut gelişmelerle, yükselen burjuvazinin önüne geçilmesi artık olanak-
314 TARİH HIASIZLIGI

sız hale gelmişti. O dönemden sonra, seçkinleri ayırt etme rolünü ya­
sadan çok moda ve "zevk" üstlendi ve tüm süreç daha esnek, ama
daha karmaşık hale geldi. Bununla birlikte, (yoksula) hayırseverlik
yapmanın erdemi, (zenginler için) lüks hakkındaki ikilemli tavır, sta­
tüyü ayırt etmede giyim kuşamın kullanımı ve bunu korumaya yö­
nelik yasalar, modanın rolü, bütün bunlar değişiklik göstermekle bir­
likte Avrasya'daki tek bir kültüre özgü olmaktan çok, kentleşmiş önem­
li toplumların tümünde bulunan unsurlardır.
Sonuç olarak, birçok Avrupalı kendini Aydınlanma'nın hümaniz­
masının yanı sıra yeni toplumlara, farklı yaşam tarzlarına yol açtı­
ğı varsayılan Fransız, Amerikan ve hatta İngiliz devrimlerinin vari­
si olarak görür. Bu yeni, aydınlanmış yaşamın bir yönü modern de­
mokrasiydi . Avrupa aynı zamanda, retorik (ve özellikle de metinsel)
düzeyde bu kıtanın icat ettiği düşünülen ve evrensel uygulanabilir­
liğe sahip diye görülen, ama uygulamada bağlamsal ve şartlı olarak
ele alınan değerlerde de hak iddia etti. İfade edilen bu amaçlar (de­
ğerler) ile fiili uygulama arasındaki boşluk çok büyük olabilirken,
Doğu'nun , büyük ölçüde bunlardan yoksun olduğu düşünüldü. Aslı
aranacak olursa, insani değerler ve bu anlamda hümanizma, tüm in­
san toplumlarında -her zaman aynı biçimde olmasa da- çoğu kez
hissedilir ölçüde benzerdir. Elbette bireycilik, eşitlik ve özgürlük üç­
lüsü ne sadece modern demokrasiyle ne de modern Batı'yla ilişkilen­
dirilebilir; hayırseverlik gibi, bu değerlerin de çok daha yaygın oldu­
ğu görülür.
10
Çal ı nan Aşk: Avrupalı ları n Duygular
Uzerindeki Hak iddiaları

Avrupa sadece kendine özgü olduğunu söyleyerek, çok değer ve­


rilen belirli kurum ve değerler üzerinde hak iddia etmekle kalmamış,
aynı şeyi bazı duygular, özellikle aşk konusunda da yapmıştır. 1 Bazı
aşk biçimleri, kimi zaman aşk düşüncesinin kendisi tamamen Batılı
bir hadise olarak görülmüştür. Bu düşünce, "romantik aşk"ın 12. yüz­
yıl Avrupa'sının trubadur toplumunda doğduğunu ileri süren bir ge­
lenek yaratmış olan Duby gibi birçok ortaçağ tarihçisi arasında özel­
likle güçlüdür. Modern aile üzerine yazan tarihçiler, aşk ilişkilerinin
benzersizliği kavramını, kapitalizmin büyümesinde büyük ailelerden
küçüklere doğru demografik geçişle ve ailenin rolüyle bağlantılı ev
yaşamının belirli özelliklerini açıklamakta kullanmışlardır. Bazı sos­
yologlar aileyi modernleşmenin, özellikle duygusal yaşamın modern­
leşmesinin anahtarı olarak görmüşlerdir. Diğerleri daha genel olarak
aileyi, dinleriyle bağlantılı -aşkın kardeş sevgisi olarak yorumlandı­
ğı Hıristiyanlığın ve Hıristiyan hayırseverliğin bir özelliği ( "komşu­
nu seveceksin")- olarak kabul etmişlerdir. Bu düşüncenin "başat de-
316 TARiH HIASIZLIGI

ğ er olar ak bir eyselliğ e artan vur gu" ile birlikte Batı kü ltürü nü n h er
yanına yayıldığ ı kanısında olanı Per son gibi psikologlar da dah il, bir ­
çokAvr up alı akadem isyenin genel var sayım ı bu yö nde olm uştur. Aş­
kın, yani r om antik aşkın çoğ u zam an bir eycilikle, ö zgür lü kle ( anlaş­
m alı evWik ten ayr ı olar ak, eş seçimi ö zgürlüğüyle) ve genelde m oder n­
leşmeyle el ele yürü düğü ne inanılır. Ben ö ncelikleAvr up alılar ın neden
bu Avr up a-m er kezci iddialar da bulunduklar ıyla ilgileni yor um) F a­
kat bu iddianın geçer liliğ i konusunda eleştiri lerim var.
Bu bölüm de, Avr up alılar ı ( özellikle Hollyw ood 'u) izleyer ek, r o­
m antik aşka genelde aşktan far klı ve bir tek Batı' da varm ış gibi gö­
rü len bir şey olar ak m uam ele etm eleri ni ele alacağ ım . Berr aklaştı­
r acağım nedenlerle, ne bu önerm enin doğru olduğ unu ne de "r om an­
ti k" aşkın, ayr ıntılar dışında dah a genel anlam da aşktan ayr ılm a­
sı ger ektiğ ini dü şü nü yor um . Başka bir deyişle, Avr up a'nın kü ltürü­
nü dü nyanın geri kalanından ayırt etm ek genelde bir Batı icadıdır.
Ki bar aşk ( amour courtois) h akkında yazar ken, 1 2 . yü zyıl tr u­
badur lar ının r om antik aşk fi kri ni ve uygulam asını i lk başlatanlar
olduğ unu ileri sür en yaygın önerm eyle i şe başlayalım. Bu varsayım ,
örn eğ in tari h çi de Rougem ont'unAvrup a'da aşk ü zer ine yazdığ ı ar aş­
tırm anın tem elini oluştur ur.4 Aşk, sosyolog Nor ber t E lias tar afın­
dan da benzer bir gelişm eci yaklaşım la ele alınır . "'Aşk' adını ver ­
diğ imi z" , "o zevk dö nü şümü , o duygu tonu, hi sler in o yü celtiliş ve
i nceli şi " nin5 tr ubadur lar ın f eodal top lum unda or taya çıktığ ını ve
"lir ik şiir de" ifa de edi ldiği ni öne sür er. Bu m eti nleri , aslına bakılır­
sa türü n tam am ını "h akiki duygular ın" tem silci si ve or ta çağ uzm a­
nı C. S. Lew is'ın sözler iyle, "yeni bir dur um " un göster gesi olar ak
görür.6 Bur ada Hır istiyanAvr up a açısından yeni , şiir sel bir tür bul­
duğ umuz a p ek kuşku yoktur. Fakat söz konusu edilenin genelde yeni
duygular olduğ una ili şki n- tabii eğ er bu duygular ı ifade etm enin yeni
bi çim leri ni kastetmi yor sak- hi çbir kanıt yoktur; bu dur um da bi le
if adenin yeniliğ i, i nsan bilincinde bü tü ncü l bir değ işim e deği l, yal­
nızca Hıri sti yanAvr up a'ya uygulanabilir. Gör eceğim iz gibiAvr up a
dışında aşkın, h att a r om antik aşkın bir çok if adesi bulunm aktaydı.
Onun ilk olar ak feodalAvr up a' da doğ duğ u iddi ası, savunulabili r
olm aktan çok uzaktır.'
ÇALINAN AŞK 317

Benzer bir tem a, yak ın g eçm işte seçk in ort açağ tarihçisi G eorg es
D uby tarafından da ele alındı. O da, " 1 2. yüzyılAvrupa'sının aşk ı
k eşfettiğini" düşünüyordu.S Fak at bun un yega ne aktörleri olar ak Aq ui ­
taine trubadurlarını g örm üyordu. Aynı türden şark ılar P ar is'te, söz
g elim i " bir trubadur g ibi" davranan Abelard tarafın dan da söylen i­
yordu.9 Bu tür etk in lik ler ayrıca il. Hen ry d'A nj ou dönem in de, " en
verim li edebiyat yaratım atölyelerini" oluşturan ve "Tristan ve İsol­
de efsanesini doğuran" Ang lo-Norm an saraylarında da k en dini gös­
term işt i.ıo D uby, aşk ın yön elim indek i değişim lerüı , "Hıristiyanlığın
dişileşm esi" yle ve o dön em in artan refah ından yararlanan şövalye­
lerin g enç oğullarının yen i rolüyle bağlan tılı olduğu k anısın daydı.
Bu trubadurların şiirlerin de ifade edilen biçim dek i bir aşk (la (in
d'amor), bir ölçüde yok luk ve m esafeyi, çoğu zam an da bir saray m en­
subuyla onun lordunun k arısı arasındak i toplum sal m esafeyi içerir.
Yaln ız erk ek ler değil, k adınlar da (troubaritz) aşk şiirleri yazdılar;
bu k adın şairlerin en ün lülerin den biri, Turc de Meyronne'un k arı­
sı, Auvergn e'li Na C astelosa idi. Bre on 'lu Arm an d diye birin e h ita­
ben yazdığı şiirlerin den biri (Fr an sı zca çevirisin de) şöyle başlıyordu:

Vous avez laisse passer un bien long temps


Depuis que vous m 'avez quiffe.

Bıraktınız geçmesini uzun bir zamanın


Beni terk ettiginizden beri.

S evilen o k adar sık ayrılıp g ider veya elde edilem ez h aldedir k i,


bu f izik sel veya toplum sal uzak lık k ibar aşk ın g enel bir niteliği ola­
rak g örülür.
G elg elelim , bu aşk şiiri biçim in in duyg usallık bak ıırun dan ben zer­
siz olduğu - belk i an cak belirli ö rn ek ler dışın da- söylen em ez. An tik ­
çağ tarihçisi Keith H opk in s, Esk i Mısır'da evlenm elerin e izin verilen
k ız ve erk ek k ardeşlerin birbirin e yazdığı aşk şiirlerin i bulm uştur. ı ı
Çin' de M.Ö. 9. ila 7. yüzyıllar gibi erk en bir tarih te, Şarkılar Kita­
bı'n da an toloj i h aline g etirilen aşk şiirleri buluyoruz. M.Ö. 6. yüzyıl
ortasın da bir saray şairi olan Hsu L ing, Yeşim Taraçadan Yeni Şar-
318 TARiH HIRSIZl..101

kılar adını verdiği, büyük bölümü Güney Çin'in aristokratik saray


geleneğine ait aşk şiirlerinden oluşan tam bir derleme yapmıştı. "Sa­
ray tarzı şiir", kurallarla dolu standartlaşmış bir retorik biçimini aldı.
Bu kurallardan birine göre, "Kadının aşığı aşk senaryosunda yer al­
mamalıdır."ı ı Daha sonra tartışacağımız gibi, mesafe gerek mektup­
ların gerekse aşk şiirlerinin tüm doğasına içkindi. Japonya'da da, He­
ian döneminde (794- 1 1 85), ülke Çinliler tarafından "kraliçelerin sa­
rayı" olarak biliniyordu ve edebiyat sahnesi Japon kadınların haki­
miyeti altındaydı. Soylu bir aileden müstakbel bir eşin teveccühünü
kazanmaya çalışırken delikanlı kıza aşk şiirleri gönderir, kız da ona
hediyeyle karşılık verirdi. Evlendikten sonra, kadınlar zamanlarını şiir
yazarak ve yarışmalara katılarak geçirirdi; bunlardan biri, "ilkbahar
kiraz çiçeği şenliği"nde kağıt şeritlere yazılan şiirlerin ağaçlara asıl­
masıydı ki, bunun hem dini hem de dünyevi anlamları vardı.13 Kibar
aşk ve "saraylılık"ta en önemlisi, mektup yazma sanatıydı.14 Hıris­
tiyan Batı'daki durumun (en azından dini bir bağlamda) tersine, aşk
bir günah değil bir kutlamaydı. Cinsel eğitim kitapları (sözcüğün ger­
çek anlamıyla, farklı pozisyonların resimleriyle) çoğu zaman keşişler
tarafından yazılır ve genç kızların çeyiz sandıklarında muhafaza edi­
lirdi. Ne var ki, askeri erdemlere daha fazla değer verilmeye başlan­
dığı daha sonraki bir dönemde, aşk ve cinsellik daha bağnaz bir mua­
mele gördü. Aşk konusunda kamusal tutumlarda bağnazlıkla kutla­
ma arasındaki gelgitler, yalnız askeri nedenlerle değil dinsellikle de
ilgiliydi . Aslına bakılırsa, trubadurlar dönemini daha önceki Hıristi­
yanlıkta yaşanan kısıtlamaların ardından, bu tür bir sürecin Avrupa­
lı bir tezahüründen ibaret olarak görmek mümkündür.
Aşk şiirini bilen ve geliştiren Avrupa dışı kültürler Çin ve Japon­
ya'dan ibaret değildi; aşkın edebi ifadesini İbranice Kitab-ı Mukad­
des'in Neşideler Neşidesi bölümünde (bu kitabın Hıristiyan Avrupa'yı
etkilediği kuşku götürmez, ama çoğunlukla benzer başka anlatılar­
da da yapıldığı gibi alegorik biçimde yorumlanmış, sanki bu türün
edebi biçimine ayrıca dikkat etmeye değmezmiş gibi davranılmıştır)
ve ayrıca Hindistan'ın antik Sanskritçe şiirinin hatırı sayılır bir bö­
lümünde buluruz .IS Trubadur şiirlerinin daha dolaysız ve 12. yüz­
yıl Avrupa'sında bilinen bir modeline, İmparator Augustus dönemin-
ÇALINAN AŞK 319

de Roma'da yaşayan Ovidius'un eserlerinde rastlanır. Ne var ki, ona


göre aşkın "açıkça duyusal" ve evlilik dışı olduğu söylenir; Rouge­
mont'a göre bu şiirlerde, "daha sonraki dönemlerin romantik duy­
gusunun izi ya hiç yoktur veya pek az vardır."1 6 Gelgelelim, bu ya­
zar çeşitli benzerlikleri de görmezden gelir. Her iki gelenekte de aşk
çoğu zaman evlilik dışıydı; dahası, nasıl ki Ovidius'ta romantizmin
izinden fazlası varsa, trubadurlar arasında da bir dip akıntısı halin­
de cinsellik kesinlikle bulunmaktaydı.
Dronke, ortaçağ Latince aşk şiirinin ve bunun Avrupalı biçimi­
nin yükselişi üzerine yaptığı kapsamlı bir araştırmada (1965), Lewis'ın
tersine 12. yüzyılda "yeni duygu" gibi bir şey olmadığı,
(i) "amour courtois şeklindeki 'yeni duygu'nun en azından M.Ö.
ikinci binyılın Mısır'ı kadar eski olduğu ve aslına bakılırsa, her
yerde ve her zaman ortaya çıkabileceği: Prof. Marrou'nun kuş­
kulandığı gibi bunun, 'un secteur du coeur, un des aspects eter­
nels de l'homme' [gönlün bir kesimi, insanın ezeli yönlerinden
biri] olduğu;"
(ii) "amour courtois duygusunun saray veya şövalye toplumuna özgü
olmadığı, fakat Avrupa'nın (ardında uzun bir sözlü gelenek bu­
lunduğu kesin sayılabilecek) kayıtlı en eski halk şiirlerine bile
yansıdığı;"
(iii) "Avrupa saray şiiri üzerine araştırmaların bu nedenle sofistike
ve eğitimli courtois temaların gelişimiyle ilgilenmesi ve bu tema­
ların özgül kökenlerini aramaya kalkmaması gerektiği, zira bu
ani 'yeni duygu' serabının ortadan kaldırılması halinde, geriye
edebiyat tarihinin özgül sorunlarının kalacağına kuşku olmadı­
ğı" sonucuna varır. 17
Karşı karşıya olduğumuz şeyin Avrupai terimlerle görülen bir "se­
rap" olduğu konusunda Dronke'a tüm kalbimle katılsam da, bu se­
rabın dünya tarihinde oynadığı rolü vurgulamak isterim. Aynı zaman­
da, sözlü kültürler hakkında başka yerlerde ifade ettiğim kuşkula­
rım da var; ıs çünkü aşk şiiri hemen her zaman yazılı kompozisyo­
nu gerektirmiş gibi görünüyor.
Fakat Latince şiir Languedoc trubadurlarına bir emsal teşkil enne­
sine karşın, Arapça konuşan İspanya ve Sicilya'daki İslam'ın güçlü
320 TARiH HIRSIZLIGI

aşk şiiri geleneği gibi özgül kaynaklar ve etkiler daha yakında ve el


altında bulunuyordu. Ovidius ile bu alanda verilmiş daha sonraki eser­
ler arasındaki farkın en akla yakın açıklaması, "trubadurların Müs­
lüman İspanya'nın kültüründen etkilenmiş" olduklarıdır. 19 Afrikalı
Berberiler olan bağnaz Murabıtların 1086'da gelişinden önce, "kü­
çük saraylar" ( taife) döneminde Endülüs'te Müslüman ve Hıristiyan­
lar hemen hemen eşit bir ilişkiyle yan yana yaşıyorlardı. Endülüs'ün
Müslüman sarayları, aşk şiiri yazılması ve okunmasında önemli mer­
kezler olan İspanya'nın geri kalanıyla aynı geleneğin parçasıydı . Aşk
sanatı hakkında bir şiir olan (kimi zaman alegorik şekilde yorumla­
nan) Tavkü'l- Ham ame' ni n (Güvercin Gerdanlığı, 1022) yazarı ünlü
şair İbn Hazın, bu geleneğin bir temsilcisiydi. Elbette İslam aleminin
her yerinde yazılan, Somali yarımadası kadar ücra bölgeleri bile et­
kileyen pek çok aşk şiiri vardı. Fakat Güney İspanya'da bu gelenek
yalnız erkekler değil, kadınlar arasında da güçlüydü. Bu kadınların
en tanınmışlarından biri, Halife'nin [III. Muhammed] kızı olan ve Kur­
tuba' da bir edebiyat salonu oluşturan Vallada'ydı . "İfadelerinde şa­
şırtıcı bir özgürlük ve aşk duygularında bir doluluk" sergileyen şiir­
ler yazan başka kadınlar da vardı.20 Endülüs'te bazı Yahudi kadın­
lar bile aynı üslupta aşk şiirleri yazmaya giriştiler.
Hıristiyan devletlerle etkileşim kolay ve sıktı ve çoğu zaman ile­
tişim araçları bizzat şairler oldu. Bir yüzyıl sonra Fransa'dakilere çok
benzer şekilde, "bir saraydan diğerine dolaşan birtakım gezgin şa­
irler ortaya çıktı."2t Sicilya'da kuzeyden gelmiş şairler, yerel sanat­
sal etkinlikleri öğrenmek için, il . Ruggero'nun ve ardından il. Fri­
edrich'in ( 1 194-1256) kuvvetle Arap kültürüne yönelmiş Palermo'da­
ki Narman sarayına sık sık ziyaretlerde bulunuyorlardı.22 Sicilya eko­
lünün mensupları, aşk şiirinin dili olarak Provence dilinden daha çok
kendi anadillerini kullanıyorlardı; bu ekol İtalya'da iki önemli şiir­
sel biçim olan c anzone ve sonenin yaratıcısı olarak tanınır.
Aslında, Müslüman ve Yahudi kadınlar Avrupa geleneğinin (on­
ları dini aşk bağlamı dışındaki romantik aşkı yaşamaktan alıkoyma­
sı gereken) cinsiyet eşitsizliği kültürüyle bağdaşmaz olduğu anlaşılan
etkinliklere katıldılar. Aynı şekilde, Müslüman Avrupa'nın Hıristiyan
komşuları üzerindeki yadsınmaz etkisi, romantik aşkın Avrupa'nın
ÇALINAN AŞK 321

şövalyelik dönemi saraylarında bir şekilde kendiliğinden icat edildi­


ği düşüncesine ciddi bir tehdit oluşturur. Bazı araştırmacılar, aşkın
( "modern" aile yaşamı olarak görülebilecek şeyin diğer unsurlarıy­
la birlikte) yerli Avrupalı kökenini savunabilmek için Endülüs'te ka­
dının öne çıkan rolünün, ülkenin daha önceki köklerinden, yani Müs­
lüman istilalarından önce burada yaşamış olan nüfustan (Vizigotlar,
İber halkları) güç aldığını ima etmişlerdir. Benzer bir görüş, Endülüs
aile yaşamının öteki özelliklerine ilişkin olarak da ileri sürülmüş ve
İslam'ın İspanya'nın yanı sıra Avrupa'nın toplu!llsal yaşamına kat­
kılarını da küçümseme eğiliminin bulunduğu faşist İspanya dönemin­
de özellikle popüler olmuştu. Bu eğilime, Guichard'ın bölge tarihi­
ne öncü bir katkı yapan Structures Sociales "Orientales" et "Occi ­
dentales " adlı kitabı23 ve Endülüs'teki İspanyol akademisyenlerin bunu
izleyen çalışmalarıyla cevap verilmiştir. Fakat daha geniş bir tablo­
da, İslam'da kadınların konumuna yönelik yeni bir bakışın da bun­
da rolü olduğunu söylemek gerekir. Batılılar bugün çoğu zaman ör­
tünen kadın imgeleri, çokeşlilik ve kız çocukların okula gitmesinin
pek teşvik edilmediği bilgisinin etkisi altındadır. Son araştırmalar bu
sorunlar üzerine daha ince ayrımları gözeten perspektifler açmasına
ve Akdeniz'de Avrupalı ve Müslüman tutumları ve uygulamaları ara­
sında sıklıkla kabul görenden çok daha derin bir benzerliği ortaya
koymasına karşın, bu görüşler popüler bilinçte, siyasal söylemde, hat­
ta akademik argümanda yer etmiş durumdadır. Akdeniz bölgesinde
örtünme, tıpkı Rönesans İtalya'sı veya Victoria Avrupa'sında oldu­
ğu gibi toplumsal konuma dayanıyordu. Hükümdar haremleri bir yana,
özel koşullarda, örneğin bir varis sağlamak amacıyla yapılan çokeş­
li evlilikler, evliliklerin yüzde 5'ini hile bulmayan küçük bir azınlığı
oluşturuyordu. Bu çokeşlilikte, VIII. Henry'nin çok bilinen evlilik sil­
silesiyle büyük benzerlikler vardır, tabii gözden düşen eşin bırakılma­
sı (boşanma) dışında. Cariyelik ve evlilik dışı ilişkiler gibi çokeşlili­
ğe benzer diğer uygulamalar, Avrupa halkları arasında da yaygındır.
Her durumda çokeşlilik, aşk dahil kişisel ve bireyleşmiş duyguların
gelişimini kesinlikle önlemez. Yakup'un evliliği öyküsünde gördüğü­
müz üzere, ilk eşin varlığının yanı sıra, kocanın romantik olarak bağ­
landığı bir "gözde" de (Sara) daima vardır. Eğitime gelince, Kuran
322 TARiH HIRSIZLIÖI

oku nan oku llar (er kekler için) tek eği tim y öntem i değ ildi; kim i za­
m an ai le içinden özel öğ r etm enler, kadınlar a özel ders ler veriy or du.
Am a kadınların oku ldan dışlanm as ı, y akın geçmi şe dek Yahu di lik ve
Hır istiy an Avru pa'da b ir çoklar ı i çin de geçer li olduğu gib i, pek çok
kişi nin y aşam ter ci h lerin i de etkiled i.24
Bu tar tışm anın gös ter diğ i gib i, trub adur şiir inin kökeni h akkın­
daki ar güm an, E ndü lü s ve İs lam toplumu nun doğ ası h akkın daki dah a
genel b ir anlaşm azlığ ın par alelinde akm aktadır. K adınlar ın (aşk ili ş­
kiler ine katıl ım ı etkiley en) konumu , Avru palı kö kler e mi atfedi lecek­
tir, y oksa dışarıdan gelm iş Mü slüm anlar a m ı? İ slam' da kadınlar ge­
nellikle ger ek alıcı ger ekse satıcı olar ak pazar lar a gelm ekte serb est
olmu ştur. Tü r kiye' de çoğ u zam an m ah kem eler e b aşvu r abi lm i şler dir.
G ana'dan ve b aşka y er ler den Mekke'y e y apılan zahm etli h ac y olcu­
luğu na çıkm ışlar dır. İ şar et ettiğim gibi, G uich ar d durum a bi r sını f
analizi uy gulam am ız ger ektiğ ini iler i sü r er . Ü st gr uplar dan kadınlar
çoğu zam an kısıtlıy ken, eğ lence sektö rü ndeki kadınlar çok özgü r dü .
B u sonuncul ar, Mü slüm an ve Hır istiy an hü küm dar lar ar asında bi le
ger çekleşeb ilen sar ay lar ar ası h ediy e müb adelesine konu olan şar kı­
cılar, dansçılar, mü zisy enler ve şai r ler di. Bu müb adele i ki gelenek ar a­
s ındaki y apı sal b enzer likler i ol duğ u kadar, şiir ve aşk h akkındaki fi­
kir i leti şim inin kanalları nı da ör nekl er niteliktedir. Aslın da, far klı dini
inançlar a sah ip olanlar ın sar ay ve topr akl arı ar asındaki sınır lar ço­
ğu nlukl a son der ece geçir gendi .
İ şte bu ger çek, y akın geçm işte b azı ar aştırm acılar ı tr ub adu r şii­
r i ü zer indeki İs lam etkisi m esel esi ni dah a der inden ele alm ay a yönelt­
ti. Bu b ağ lam da, tem alar gibi m etr ik ö lçü ler in de pek çok b akım dan
b enzer olduğu ileri sü rü lm ü ştü r. Şair ler in, çoğu zam an b ir çeşit gay ­
ri r esmi h im ay e altında, b ir b ölgeden diğ erine y olcu lu k ettikleri ni gör­
mü ştü k.25 Öy ley se, B atı Avru pa i çin y enili kçi olan edebiy at bi çim i­
ni n, ilk h ızını İ slam 'la gir iştiğ i tem astan alm a olasılığ ı yü ksek görü n­
m ektedi r. G er ek pr ozodi ger ekse içer ik dü zey ler inde, " trub adur şi­
ir ler inin B atı'da h iç öncü lü olm adığı; fakat tem a, b etim lem e ve diz e
b içim ler i b akım ından dah a ö nceki İs pany ol- Arap şiir iy le ikna edici
b enzer likl er bu lu nduğu " b elir tilmi ştir.26 Or taçağ da Avru pa-Ar ap iliş­
kiler i ü zer ine y azdığ ı eser de tar ih çi Daniel şu y orumu y apar:
ÇALINAN AŞK 323

Bir bütün olarak Arapça saray şiiri, genellikle önemsiz, ama tema ve
işleyişte trubadur şiirinden çok daha geniş alana yayılan bir özelliktedir.
Bu ikincisinin Avrupa edebiyat tarihinde özel bir konumu olmasaydı, İs­
panya'nın saray şairlerinin taşralı ve bozulmuş bir türevinden başka bir şey
olmadıgı pekala düşünülebilirdi. [ . . . ] Gelgelelim, Avrupalı kibar aşk
kavramları [ 1 03 1 'de Halifeligin çökmesiyle ortaya çıkan] küçük taife saray­
larından türemişse, Avrupa edebiyatının topyekun romantik geleneQi 1 1 .
yüzyıl İspanya'sına ölçüsüz bir şekilde borçlu demektir.27

Tru badu r lar ve Kathar' lar üz erine çalışan Fransız tarihçi N elli bile,
r omantik geleneğ i, mahr em cinsel ed imlerd en kaçınmayı ve er keğ in
hanımefend iye tabiyetini, Ar ap kaynaklarının yanı sır a, Bizans ve baş­
ka yerlerd en gelmiş olar ak görür. "N elli' nin öne sü rdüğü tü m ihti­
maller" d iye belirti r Daniel, "Avru pa r omanti zmini n kö kler inin mü p­
hemliğ ini veya çeşitliliğ ini akla geti r ir. " Bu söylenen, tru badur lar hak­
kınd a şu nlar ı yazan etkili İ ngi li z or taçağ ed ebiyat tar ihçisi C . S. L e­
w is' ın sonu çlar ınd an ne kad ar d a f ar klıd ır :

[Trubadurlar] İngiliz şairlerinin 1 9. yüzyılda hala hakkında yazmakta


oldugu tutkunun romantik türlerini 1 1 . yüzyılda keşif veya icat ya da ilk ifade
edenler oldu [ ... ] ve klasik geçmiş veya Şarklı şimdiki zamanla bizim aramıza
aşılmaz engeller diktiler. Bu devrimle karşılaştırıldıgında Rönesans, edebi­
yatın yüzeyinde minik bir dalgadan ibarettir.28

Aşkı "bir gü nah d eğ il d e bir erd em" e29 ilk kez d önü ştü r enler in
tru badu r lar olduğu dü şü ncesi , ortaçağ Avru pa'sı için d oğ ru olabilir;
ama dü nya per spektifi nd en bakıld ığ ınd a bu nu n savu nu lamaz bir id ­
d ia olduğu kesind ir ve kend isini Batı ed ebiyatıyla kısıtlayan bir ed e­
bi bakış açısının d ar lığ ını örn ekler. R oux' nun d eğ ind iği ilginç bi r u n­
su r, P rovence şiir inin teokr atik bir çağd a kad ınların fiziksel gü zelli­
ğ ini işlemekle kalmayıpAvru pa'd a ilk kez, d ini ku rtu lu şa veya d o­
ğ aü stü ne ve olağ anü stü ne yapılan her tü r lü gönd er meyi kald ır ıpJO
yeni bir hü mani zmaya hayat ver miş olmasıyd ı. R oux , hü manizma
d erken, yaşam a sekti ler bir yaklaşımı kasted iyor ve bu nu n feod al ah­
lakı "aşk ilişkileri" yle bütü nleştir diğ ini dü şü nü yordu. Daha önce ile-
324 TARiH HIRSIZLl�I

ri sürdüğümüz gibi, lslam'ı benimseyen insanlar da Avrupa'da veya


başka yerlerde benzer dönemler yaşadı. Aşkta ve diğer konularda
seküler yaklaşım Avrupa'nın tekelinde değildi, gerçi Rönesans'ın bunu
yaşamın birçok alanına genişlettiği bir gerçektir. Fakat her durum­
da, trubadurlar arasında dini ve doğaüstü referansın dışlanması, neyi
dışlamak zorunda olduklarını bilen farklı bir geleneğe mensup şair
ve alimlerin etkisini doğrular niteliktedir. Provence dilinin dilbilim­
sel olarak Kuzey İspanya'nın Katalancasına yakın olması ve örne­
ğin, İspanya'da olduğu kadar "Fransa"da da toplulukları bulunan
Kathar'lar açısından bu sınırı geçmenin işten bile sayılmayacağı dü­
şünülürse, bu tür etkiler şaşırtıcı değildir.3 1
Hıristiyan Avrupa'da aşkın genişlemesinin, dini alanın dayattığı
kısıtlamalar yüzünden bu alanın dışında, sektiler bir bağlamda ger­
çekleşmek zorunda olduğu söylenebilir. Durum het yerde aynı de­
ğildi; sektiler anlamda hümanizma, aşk duygularının gelişmesi
veya ifadesinde bir önkoşul değildi . Konu, Müslüman dünyada hem
sektiler hem de dini bağlamlarda çok önemliydi . Tasavvufta özellik­
le ilahi aşka yapılan vurgu belirgindi. Bir mutasavvıf şöyle demişti:
"Ben ne Hıristiyanım ne Yahudi ne de Müslüman [ . . . ] benim dinim
aşktır. "32 Aslına bakılırsa, dini ve dünyevi aşk fazlasıyla iç içe geç­
mişti . Önceki bölümlerle bağlantısı nedeniyle ayrıntılı biçimde ak­
tardığım ilginç bir katkısında antropolog Yalman şöyle yazar:

Bir toplumsal ögreti olarak aska ilginin, İslam' do çok erken dönemlerde
mistik tarikatlarla dogdugu söylenebilir. Hep gönülden bahsedilir: Ask bu
anlamda tehlikeli, hatta başkaldıran bir ögretidir. Zaten tarikatlar da birçok
yerde bugüne kadar bu şekilde görülmüştür. İnsanların Tanrı'ya ve birbir­
lerine aşkı, Dionysos-vari bir nitelik arz eder ve yetkililer tarafından dene­
tim altına alınması güctür. Böylesine zapt olunmaz ve yakıcı bir ask, son
derece coşkulu ritüellerle ifade edilir -Şiilerin "çile oyunları" [dövünme ritüe�
leri ve taziyeler - ç.n.] veya çeşitli sufi tarikatlarının zikir ayinleri, Mevlevi
semaları- ve tüm bu örneklerde, cemaat ayininin sonunda bireyin bu grup
içinde bir "aşk okyanusu"na daldıgı söylenir. En azından Ortadogu'nun
bu tür fikirlerden kolaylıkla etkilenmesinin derecesi, ilahi aşkın (tasavvuf) Os­
manlı, Safevi ve hatta Babür imparatorluklarının şiir ve müziginde en büyük
ÇALINAN AŞK 325

ve daimi konu olmasından da a nlaşılabilir. Bu akım yüzyıllar boyunca de­


rin ve geniş bir mecrada akmıştır. Hôlô da tüm gücüyle akıyor. Yunus Emre
ve Mevlana Celaleddin Rumi, Sadi, Ha�z ve daha birçok önemli şairin geniş
külliyatı ilahi aşk üzerinedir. İlahi ruhaniligin arkasındaki güdü aşk
imgeleminin insan ilişkilerinin bir metaforu oldugu sezilir. Keza, ortak mis­
tik deneyim öne çıkarılır. Bireysel mistik deneyim ve vecdin Hıristiyanlara
ait oldugu söylenir.
Aşk metaforunun, yani insanların Allah'a ve birbirlerine duydugu aşkın
belirli siyasi sonucları ·vardır. Bu metafor, iyi işleye, toplumların bazen
sergiledikleri makine niteligini elbette yadsır. Tüketici bir tutku olarak aşk,
formaliteleri bir kenara iter ve toplumsal bariyerleri zayıRahr. Toplumun önem­
li kurumlarını yöneten küçük, kapalı grupların imtiyazlarını aşındırır; onca
ihtimamla inşa edilen ve yerlerini koruyup görevlerini yapan insanlar üze­
rine kurulu hiyerarsik yapıları yerle bir eder. İ nsanların eşit oldugu, onları
ayıran engellerin ortadan kalkması ve bir ruh ortaklıgı ve özdeşlik amamın­
da birbirleriyle birleşmeleri ve Allah ile bir olmaları gerektigi üzerinde ıs­
rarla durur. 33

İlahi ve dünyevi olanı ilişkilendiren aşk coşkusunun en çarpıcı ör­


neği, büyük şair Mevlana'nın gezgin derviş Şems'e duyduğu tutku­
dur. Benzer, fakat bu kez heteroseksüel bir çağrışıma, Endülüslü ta­
savvuf şairi İbn Arabi'nin ( 1 1 65, Murcia-1240, Şam) son derece et­
kili eserinde rastlanır. İbn Arabi, Mekke'de Isfahanlı İbn Rüstem'le
birlikte hadisleri araştırırken onun bakire kızı Nizam'la tanıştı; Ni­
zam, "buluşmalarımızı onurlandıran büyüleyici bakışlı, incecik bir
genç kızdı [ . . . ] kötü düşünce ve niyetlere meyyal ruhlara göre olma­
saydı, Tanrı'nın verdiği bir meyve bahçesininkine denk bütün erdem­
leriyle birlikte onu inceden inceye tasvir ederdim ." Tercümanü'l-Eş­
vak adlı eseri Nizam'a adanmıştır ve İbn Arabi daha sonraları şii­
rinde kullanılan tüm deyimlerin (aşk şiirine uygun deyimlerin) onu
ve aynı zamanda ruhani bir gerçekliği kastettiğini açıklar.34 Bu iliş­
ki, Dante ve Beatrice arasındakiyle karşılaştırılmıştır; aslında Floran­
salı şair üzerinde onun dolaysız bir etkisi olduğu bile iddia edilmiş­
tir. Seküler ve ilahi aşk ilişkilendirmesi İslam'da özellikle güçlüyken,
Hıristiyanlıkta da mevcuttu; bununla birlikte, İslam'daki şiirin be-
326 TARİH HIRSIZLIGI

lirli biçim leriy le Babü r ve diğ er saray ların sanatları arasında bir ay ­
rım y apm ak müm kü n olsa da, bunlar mutlak ay rımlar değ ildi.
Caroline By num' ın ortaçağ kadın m istikleri ü zerine araştırmala­
rı ndan bildiğ im iz g ibi,35 kim i zam an aşkı n iki y önü , y ani ruh ani ve
duygusal aşkfaz lasıyla iç içe g eçer. 13. yüzyıl mistiği Hadewijc h, İ sa'y la
birleşmesini, " ardından bizz at bana g eldi, beni tam amen kolları ara­
sı na alıp kendine bastı rdı; ve bü tü n uz uvlarım onu eksiksiz bir yüc e
mutluluk içinde hissetti [ . . . ] " diy e y az dı.36 Tene yöneli k bu ilg i, İsa' nın
ilah i olduğ u kadar insani bir doğ ay a sah ip olduğu , bedenlenm e öğ ­
retisinde som utlaştığ ı g ibi g öz le g örü lmez Tanrı 'nın onda tez ahü r et­
tiğ i dü şü nc esiy le bağ lantı lı dı r. Diğ er büyü k dinlerdeki g ibi , Hır isti­
y anlıkta da kadın ve erkeğ in dü ny evi aşkıy la ruh ani Tanr ı sevg isi ( ve
Tanrı 'nın insanlığ a sevg isi) arası ndaki sınır sı klı kla bu lanıklaşı r. Ne ­
şideler Neşidesi vey a Tavkü'l -Hamame 'de g örü ldüğü üz ere ay nı ke­
lim e h em c oşkular h em de romantik aşk için kullanı lmaktadı r; aşk
sıklı kla dini dü şü nc eler ve uyg ulam aların ay rı lm az bir p arçası ola­
rak g örü ldüğü nden, ona mec azi, ruh ani bir anlam verilm iş olabilir.
Tanrı aşkı ( verilen ve alınan), insana ve kadınlara duy ulan aşk, or­
tak bir unsuru fa kat bi çim çeşitliliğ ini ima eden bu tek sözcüğü n kul­
lanımıy la bir aray a g etirilir. Tevrat da Tanrı aşkı ve diğ er erkek ve
kadınlara duy ulan aşk için ay nı sözcüğü kullanı r. Dolayısıyl a h ah am ­
lar erotik bir iz lenim uy andı ran Neşideler Neşidesi'n i, Tanrı' nı n İs­
rail'e duy duğ u aşk olarak y orumlay abildiler; dah a sonraları da Hı­
ristiy anlar bunu İ sa'nın h alkına duy duğ u aşka çevirdiler. Bu kitap,
anc ak Hah amAkiva' nı n (M. S. 1 . yü zy ıl) onu aleg orik b içimde y o­
rumlam ay a karar vermesi üz erine, kanonik metinler arası na dahil
edildi; m etnin kendisindey se böy le bir y orumu dü şü ndü rec ek h içbir
ş ey y oktur.37 Hoşea'nı n ilk ü ç bölü mü , dah a sonraları baz ı P rotes­
tanların kafa karışıklığ ı diy ec eğ i ay nı öz deşleşmey i g österir. G elg e­
lelirn , İ branic ede aşk ('ahebh ) ile arzu (şevk ) arasında bir f ark oldu­
ğ u g örü lü r. Tanrı Havv a'y ı lanetlerken, onun A dem' e " arzu" (şevk )
duy ac ağ ını , am a bunun ona olan " aşk" ı ndan ('ahebh) kay naklan­
m ay ac ağ ını söy ler.
Bir kadına duy ulan aşkla kişinin ü lkesine vey a Tanrı'y a duy du­
ğ u aşkın bu özdeşliğ i, E skiAh it' te y ayg ındı ve dah a sonra da devam
ÇALINAN AŞK 327

etti. Solomon İbn Gabirol'ün (Süleyman bin Yahuda veya İbn Ceb­
ron, y. 1021- y. 1057) İslami modellerden çok etkilenen yazılarında,
aşk şiiri kozmik sevginin, İsrail'le Tanrı arasındaki ayrıcalıklı ilişki­
yi de içinde barındırır. Zafrani, "ister dini ister dindışı nitelikte ol­
sun, mistik aşka mı yoksa mürit veya dost, yakın birine mi gönder­
me yaptığını söylememiz mümkün olmayan müphem şiirler"den söz
eder. 3 8 Arap şiiri çoğu zaman dindışı, hatta erotikken,39 Mağrip'te­
ki Yahudi şiiri, dindışı yönü bulunmasına karşın özünde daima din­
seldi . Büyük Yahudi filozof İbn Meymun, şiir kullanımını şiddetle
kınadı. Seküler nazım, özellikle de cariyelerce söylenen ve beraberin­
de şarap da içilen şarkı, hiçbir zaman saygın bir tür olmadı.40
Avrupa Hıristiyanlığının bazı kollarında, aynı ad verilse bile aş­
kın bu iki biçimi birçok bağlamda birbiriyle taban tabana zıttır. Roma
Katolik Kilisesi'nde rahiplere evlilik içi aşk (kuşkusuz evlilik dışı cin­
sel ilişki de) yasaktır, oysa rahiplerin Tanrı'ya duyulan karşılıklı aş­
kın yanı sıra, tüm insanlıkla ve hatta Tanrı'nın tüm yaratıklarıyla ebe­
di dostluğa (kardeşlik) girmeleri emredilir. Ne var ki, Katolikliğin ge­
rek erkek gerekse kadınların bekar kalmasına yüklediği ahlaki erde­
min tamamen dışında, aşk hakkında kuşkular veya nitelemeler -ev­
lilik içi aşkta bile- Adem ile Havva öyküsünde görüldüğü gibi Hı­
ristiyan inançlarının bir parçasıdır ve İsa ile havarisi Pavlus'un söz­
lerinde somutlaşmaktadır. Bu karşıtlık, Hıristiyan dininin düalist ver­
siyonlarında, bu dünyayla öteki dünya, yani bir yanda kötü ve dün­
yevi olanla öte yanda iyi ve ruhani olan arasında keskin bir çizgi çi­
zilen Manici görüşe yaklaşılarak özellikle belirginleşir. 12. yüzyılda
Kathar'lar arasında "kusursuz" olmak için -hepsi de bunu amaçla­
mak zorundaydı- ruhani olana, Tanrı'ya, dini yaşama karşıt bulu­
nan bu dünyanın kışkırtıcılıklarından biri olarak cinsel aşktan vaz­
geçilmesi gerekiyordu. Bunun sonucunda, dünyayı, teni ve şeytanı
reddettiler. Bu vazgeçiş yolu, Hıristiyan laikliğini bile etkiledi. Yaşa­
mının sonlarına doğru, Tolstoy'un yeni sevgi dini onu ailesini terk
etmeye ve karısı ve on üç çocuğu da dahil olmak üzere, dünyevi bağ­
larından vazgeçmeye yöneltti . Buradaki değişimin yönü, dünyevi aşk­
tan ilahi aşka doğru olmaktan çok, cinsel aşktan kardeşlik sevgisi­
ne doğruydu. Grekler ruhani ve dünyevi aşkın eros (yani erotik, cin-
328 TARiH HIASIZI..IQI

sel) ve agape (kardeşçe veya toplumsal) olmak üzere iki ana şeklini
ayırt etmişlerdi. Hıristiyanlıkta bunlar terminolojik olarak aynıydı
ve düşünceler çoğu zaman bulanıklaştırılmıştı, ama ayrımların ya­
pıldığı bir bağlam kesinlikle vardı. Trubadurlar dünyevi aşkı işledi­
ler. Ama Sanskrit Hindistan'ın, erken Çin ve İslam'ın aşk şiirindeki
bazı yönelişler de bunu yaptı. Ve Mağrip Yahudilerinin şiirleri bü­
yük ölçüde dini olmakla birlikte, Neşideler Neşidesi belirgin olarak
seküler bir unsura (sıklıkla alegorik biçimde yorumlansa da) işaret
eder. Bu geleneklerin çoğunda, uzun vadede dini (ve püriten) unsur­
larla seküler (ve daha canlı) olanlara yapılan vurgu arasında bazı gi­
diş gelişler görürüz. Kathar'lar, trubadurlarla aynı dönemde Güney
Fransa'nın aynı bölgelerinde yaşamış, ama "kusursuzlar" (parfaits)
denilen ruhani liderleri seküler aşkı kesin bir biçimde püriten bir dini
çerçeveye oturtmuştu. Yalnız zaman içindeki gidiş ·gelişlerde değil,
inançtaki çağdaş farklarda da müphemlik söz konusuydu.
Bu tartışmayı cinsellik alanına genişletmeliyiz, çünkü aşk ve seks
çoğu durumda birbirinden ayrılamayacağı gibi, birbiriyle özdeşleş­
tirilemez de. Elbette, "platonik aşk"ımızın, diğer kadın ve erkekle­
re karşı duyduğumuz kardeşçe sevgimizin, Tanrı sevgimizin, hatta
öz-sevgimizin olduğu doğrudur. Ama çoğu durumda birbiriyle "se­
vişmek", aşkın bir yönüdür ve bu aşk temelde dünyevi ve genellik­
le sekülerdir.
İyi ve kötü arasındaki ikilik sürer, ama İslam'daki meşru seks, Kat­
har'larla karşılaştırıldığında ayrımın karşı tarafında kalır. Ne var ki,
insan toplumlarında bazı belirsizlikler çok geniş bir biçimde mevcut­
tur ve aşkı çevreleyen davranışlardaki çeşitlemelere yayılır; bazı top­
lumlarda (Hıristiyanlıktaki gibi) yakın akraba arasındaki seks yasak­
lanır, başkalarındaysa (İslam'da olduğu gibi) genel olarak teşvik edi­
lir. İslam genelde insan cinselliğine güçlü bir düzenleyici müdahale­
de bulunan bir din gibi görünür, öte yandan aslına bakılırsa bir ha­
diste, erkeğin her meşru cinsel ilişkisinde sevap işlediği ilan edilmiş­
tir.41 Fakat ikilem yine de vardır; Araplarda erkeğin karısıyla cinsel
ilişkiye girmeden önce bir ritüel olarak şu sözleri söylemesi gerekir­
di: "Şeytan'ın şerrinden Allah'a sığınırım; esirgeyici ve bağışlayıcı Al­
lah'ın adıyla."42 Zira cinsel ilişki Allah'ın hizmetini yerine getirmek
ÇALINAN AŞK 329

say ıl dığ ı hal de, durum un bü tü nü daha karm aşıktır; çü nkü İsl am da
diğ er dinler g ibi c inselli k hakkındaki ikil em in açık bir sebebi olan
i nsanın c ennetten kovuluş hi kay esi ne g eri döner. Kovuluş, erkek c in­
selliğ ine bağ lanır, am a A dem 'in de bir Havva'y a ihtiy ac ı vardır; bu
yüz den başka y erde, LoD ag aa'nın B ag re destanında43 da karşım ız a
çıkan seks ve aşk arasındaki i ki lemi görürüz; y ine de, Tanrı'nın onay ­
l adığ ı her birleşm e, Ş ey tan'ınkine karşıt gi bi görü nür.
Rom antik aşkın Avrupa' da, trubadurl arc a keşfedil diğ i savına bağ ­
l ı ol anl ar, çoğ u z am an benzer şekil de ci nselli k ve evliliğ e y öneli k be­
l irli tutum ların özgü l gelişim ini ay ırt etm işlerdi r. Ö rneğ in, çalışm a­
sını 6 . B ölüm 'de inc elediğimiz Elias, c insell iği "c insler arası ndaki il iş­
kiy e y önelik tutuml arın değ işim i" başlıklı bi r kısım da irdeler.44 "Ha­
reket tarzlarının tari hi" ne i li şki n g enel görü şü doğ rul tusunda, "in­
sani ci nsel i li şki leri kuşatan utanç, uy garlaşm a sür eci nde hatırı sa­
y ıl ır bi r deği şim e uğradı" i ddi asıyl a işe koyul ur.45 Erasm us'un 1 6. yü z­
y ıl da y ay ıml anan Colloquies'i ü zeri ne 19 . yüzy ıl da y apılm ış y orum ­
l ardan bu gelişm eni n kanıtl arını çıkarır. Bu eser daha sonr aki dönem ­
deki "farklı bi r utanç standardını" ifade eder; bu fark, daha sonra
"y etişkinler arasında bi le, c insel y aşam a ai t her şey çok örtü lü ol du­
ğ u ve perde arkalarına sakl andığ ından" , uy garlaşm a sü rec inin bir
parçası hali ne gelir.46 Cinsel edim hakkındaki utanç, Rö nesans Av­
rupa'sının uyg arl aşm a sü rec inin bir parçası ol arak görülü r. Ben bu­
nun çok daha g eni ş çapl ı bi r i kil eml e bağl antıl ı ol duğ unu dü şü nü ­
y orum.
Elias, Kil ise'nin kendi tarihinin en erken döneml eri nde i lan et­
tiği tekeşli evliliğ e doğ ru g idil en y ol da da benz er bi r g elişm e görü r.
"Fakat evli li k, her iki ci nsi bağ lay an topl um sal bi r kurum ol arak
bu kesi n biçimi ni, dürtü ve tepki leri n daha şiddetl i ve daha katı de­
netim al tına al ındığ ı daha sonraki bi r aşam ada kaz anır anc ak. Çü n­
kü anc ak o z am an erkekl er içi n evlili k dışı ili şkil er g erçek anl am ­
da topl um dışına i tilmi şti r vey a en az ından m utl ak gizliliğ e m aruz
kalm ı ştır. "47 B u bel ki İ ngil tere'de Vic tori a çağ ı içi n kabul edil ebi­
lec ek, am a kesinli kle Avrupa'nın bi le her y erinde g eçerl i olm ay an,
son derec e su g ötü rü r bir iddiadır. Y ine de El ias, tez ini savunm ay a
çal ışırken m eseley i hararetle ele alır: "Uyg arlaşm a sü reci nde c insel
330 TARİH HIRSIZUGI

d ürtü, d iğ er birçok d ürtü gibi, gitgid e k at ılaş an bir d enetim ve d ö­


nüş üme uğrad ı. "48 Bu ifad e 1930' lard a (gerçi ş ahsen bi rçok k uşk um
o lsa d a) belk i k ullanılabilird i, ama 1 960' lard an so nra "gi tgid e k a­
tılaş an d eneti mlere" doğ ru bi r ilerleme idd iasınd a bulunmak p ek
doğ ru d eğ ildir. Kad ınlar diğ er alanlard a o ld uğ u gi bi bu aland a d a
bi r ölçüd e öz gürlüğ e k avuş muş d urumd alar; erk ek ler d e artık Vi c­
to ria çağ ınd aki gi bi ah lak k umk uması sayılmazlar. Aslına bak ılır­
sa, bu bak ımd an Victo ria çağ ı İ ngi ltere' si ne öz el bir yasak çılık ör­
neğ i o larak bak ılm alıd ır.
Baz ıları Rom anesk ki li seleri n cepheleri nd e yaygın bi çimd e beti m­
lenmiş Ad em ve H avva öyk üsünd en h arek etle, cinsel edi m hakk ın­
d ak i suçluluk d uyg ularını Yahud i-H ıristi yan geleneğ in uyand ırd ığ ı­
nı (yanlarına İ slam' ı d a ek lemed iği i çi n h atalı bi r i si mlendi rm e), bu
suçluluğ un tabuyu k ırarak cennetten ko vuld uk ları ı çin Tanrı tara­
fınd an i nsanlara yük lend iğ ini ileri sürseler d e, d ünyevi aşk a d ai r vic­
d an az abı yazılı d inlerle bi rlik te baş lamaz . Hi nt di ni d e, tap ınak hey­
k ellerind e ci nsel edim hakk ınd a çok d aha açık bi çimd e, yalnız o n­
d an d eğişik ş eki llerd e vaz geçmeyi teş vik etmek le k almaz , bunu k a­
tılan tarafları "k irleten" , en azı nd an ruhani anlamd a o nlara ki rli lik
veya murd arlık getiren bir ed im o larak d a g örür. Söz lü bir k ültür o lan
Lo Dag aa'nın Bagre efsanesi nd e i nsani çoğ alm a anlatılarınd a d a ben­
z er bir iki leme rastlarız.49 Bir versiyo nund a i lk erk ek ve k ad ın bi r­
bi rleriyle ilişk iye girer, fak at bu gerçeği , yaratıcı o lan Tanrı' ya iti raf
etmek ten çok çek ini rler. Ci nsellik nered eyse d ai ma m ahr em bir ed im ­
di r ve sıvıların birbi ri ne k arış masının ni metle ri o ld uğ u k ad ar tehli­
k eleri d e vard ır.
Çoğ u z aman Avrup a' nın aşk ı k eş fi nin amili o larak itibar gören­
ler (Mani ci ler gibi cinsel aşk ko nusund a k aygı d uyan Kathar' lar d e­
ğ il d e) trubad ur lar o lm ak la bi rlik te, görd üğ üm üz gi bi başk a yaz ar­
lar (en az ınd an k ardeş çe sevgi bi çimi nd e) bu d uygunun geliş imini n
k ök lerini , Hıri sti yanlığ ın ta k end isind e, "hayırseverlik" (caritas) kav­
ramınd a ve ko mş usunu, birad erini ve benzerini sevme emrind e gör­
müş lerdir. Yahud ilik ve İ slam' la ben zer k ök leri ve k utsal meti nleri
o lan H ıristi yanlığ ın nasıl o lup d a bu ş ek ild e bağ ımsız bir geliş im g ös­
terdiğ ine i lişk in hiçbir açık lama sunulmaz . Aslınd a, "sınıflar" h içi -
ÇALINAN AŞK 331

mini alan köktenci sosyoekonomik farklarıyla bronz çağının ürünü


olan tüm büyük dünya dinleri, en azından dindaşlarına hayırsever­
ce desteği şart koşmuştur. İslami vakıflar kadar, Parsiler, Caynacılar,
Budistler ve diğerleri arasındaki benzer kurumların oynadıkları rol­
de de bu vardır. Bu arada "komşunu sev" emri, "kabilesel" kalma­
yan, diğer gruplardan insanları kendine çekmeyi amaçlayan okur­
yazar dünya dinlerinin kaçınılmaz evrenselciliğinin bir parçası olmuş­
tur.so Her durumda bu emir, aynı dinin üyeleri arasında bile çoğu za­
man sınırlı bir şekilde hayata geçmiştir. Bu alanca, retorik ve ideo­
lojiyi pratikten ayırmak gerekir. Savunmacılarının iddialarına kar­
şın, Hıristiyanlığın insanların duyguları üzerinde özellikle bu yön­
de önemli bir etki yaptığına inanmak güçtür.
Aşkın Avrupa'ya özgü olduğu -son derece kuşku götürür bir tez­
iddia edilmekle kalınmaz, aynı zamanda tarihçiler ve·sosyologlar çok
daha sonraki bir dönem için de aşkın (hiç değilse romantik çeşidi­
nin) Avrupalı olması varsayımını, gerçek anlamda modern bir top­
lumun bu kıtada doğmasının nedenlerinden biri olarak görmüş, bu
modernleşmenin de keza Avrupa icadı görülen kapitalizmin çıkışıy­
la bağlantılı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Tarihsel demografi alanın­
daki bazı seçkin katkıların ardında bu tema yatar. Bu anlaşmazlık­
larda ortaya sürülen değer sadece aşk değildir, "aile" de işin içine
katılır. Reform döneminden itibaren doğum ve ölümleri içeren İngi­
liz mahalli kilise kayıtları üzerine yaptığı çalışmalarında, Peter Las­
lett ve Cambridge Grubu'ndaki meslektaşları, ortalama hane halkı
sayısının (OHS) 1 6. yüzyıldan itibaren 4,7 civarında olması nedeniy­
le, İngiltere'de hanelerin hiçbir zaman "geniş" sayılamayacağını gös­
terdiler.sı Bu yüzden küçük hanelerin, Batı'nın modernleşmesinin ve
kapitalizmin ardında yatan etkenlerden biri olarak görülen çekirdek
aileyle bağlantılı olduğunu düşündüler. Talcott Parsons gibi sosyo­
loglar, sanayi kapitalizmiyle emek hareketliliğine izin veren ve daha
geniş akrabalık yükümlülüklerinin harcamalarını ortadan kaldıran
küçük aile arasındaki yakınlığa işaret ettiler. Aile tarihçileri roman­
tik aşka dayanan "çekirdek aile"nin, (eş özgürce seçildiği için) evli­
lik içi aşkı ve ebeveyn sevgisini (çocuklara bakma) sağladığını, bu­
nun da rekabetçi bir ortamda kişinin kendisini daha iyi bir duruma
332 TARiH HIRSIZLIGI

getirm e güdüsünü yar attığı nı b elir tti ler. A slı nda i ddi aya gör e, İ ngi l­
ter e'ni n b u hane ti pi ni b enim sem ek i çi n kapi tali zmi b eklem esi ne ge­
r ek kalm amı ştı; b u (Batı) Avr upalı kal ıbı paylaşm ayan dünyanı n bir ­
ço k kesimi nde, söz ko nusu hane yapı sı z aten m evc uttu.sı
M ar y Har tm an tar afı ndan yapı lan (2004 ), "Batı lı geçmi şe i li ş­
ki n ezb er boz an bir gör üş" sunm a i ddi ası ndaki The Household and
the Making of History adlı ar aştırm ada şu i fade yer alır: "1960' lar ­
da keşfedi len, fakat kaynağı nı or taçağ da b ulan geç yaşta evli li k şek­
li ndeki b enz er siz kalı p, mo der n dünyayı yar atan deği şim leri n [ ... ]
neden Batı Avr upa'da ger çekleştiğ ine i li şki n sür egelen b ilm ec eyi açı k­
lığ a kavuştur ur. " D emo gr afik ve ahlaki o lgular ı veya to plum sal "i ler ­
lem e" yi b ağ lantı landırm ada ço k uz un bir m azi si o lan b u M althus'çu
i ddi anı n hi çbir yeni yönü yo ktur. Olgular a dayanır sak, Avr upa'da
göz lem lenen ve b az ı lar ı nı n " aşk" ı yür eklendiren bir un sur o lar ak gör ­
düğ ü er kek ve kadı nlar da alı şılm adı k öl çüde geç yaşta ger çekleşen
evli li kleri n var lığ ı ndan kuşkulanm ı yoruz, am a b u düz enlem eleri n mo­
der n dünya dediğimiz b ütünden sor um lu o lduğ u so nuc una varm ak
ab ar tı lı, so n der ece spekülati f ve kez a, hi çbir kar şı laştırm a düşünc e­
si i çerm eksi zi n, teleo loji k o lar ak daha so nr aki avantaj lı ko num a da­
yandırı lan bir çı kar sam a gibi gör ünür.
Avr upa ai lesi ni n b enzer si zliği i ddi aları , akr ab alı k i nc elem eleri ne
i li şki n daha geni ş bir b akı ş açı sı nda da sor unlar i çeri yor. Söz gelimi,
"geni ş" adı veri len haneleri yle Çi n'i n (b u dur um un, z aten her zam an
yo ksullar dan daha b üyük haneler de yaşamı ş var lı klı lar la sı nır lı o l­
duğu ortaya çı ktı) ço k far klı o lduğ u düşünülüyordu. Cambri dge Gru­
b u'nun düz enlediği er ken tari hli bir ko nfer ansta,sJ hatırı sayı lır bo­
yuttaki akr ab alı k gr upları ndan (ör neği n bo ylar) o luşan to plum lar ­
da bi le, var o lan haneni n (hane üyeleri nden ayr ı o lar ak, o hanede
i kam et eden gr up) , bo yutları nı n Laslett tar afı ndan Avr upa i çi n kay­
dedi lenden ço k da far klı o lm ayan, genelli kle küçük, çoğ alabil en ve
eko nomi k bir birim54 o lduğ unu göster ec ek kanı tlar sundum. Avr u­
pa evli li k kalı bı kavr amı nı nss geçer li liği ni tanı sam da, Avr upalı ve
Avr upalı o lm ayan şekli ndeki b u keskin ayrı ştırm a, en azı ndan bro nz
çağı so nr ası nı n b üyük to pl um ları söz ko nusu o lduğ u sür ec e, Doğ u­
lu ve Batı lı uygulam alar ar ası ndaki bir ço k b enzer liği görm ez den ge-
ÇALINAN AŞK 333

len, fazlasıy la r adikal ve kat eg or ik bir ayr ım dı. Z ir a bu ayr ım , dr a­


hom a ve "kadınlar ın mü lk kom pleksi" nin var lığıy la ili şki lendir ilen
ort ak özelli kleri y adsıy or du.56 A slına bakılır sa, bu mü lahazalar in­
sanı, Haj nal'ınDoğu ve Batı'da ort alam a hanenin y apı sı sor ununa
ilişki n y aptı ğı ve hane boy ut ları nda far klılıklar dan çok hane oluşum
sür ec indeki far klılıklar ı dile g etir diği son dü zeltm eleri bile57 sorgu­
lam ay a sevk ediy or.
Hanenin büyü klü ğü bir y ana, antr opoloj ik alanda "aileni n" ev­
r imiy le ilg ili iki g enel eğilim olag elm işt ir. Bunlar dan, esas olar ak 19 .
yüzy ıl y az ar larını n spekü lasy onlar ında ort ay a çıkan i lki , g öçebeler ­
den kabileler e or adan aileler e, daha büyü kten daha kü çü k bir im le­
r e doğr u bir değişim i m odelliy or du. Bu har eket, daha büyü k ( am a
esaslı bir şekilde anali z edilm em iş) birim leri ar ay an tari hsel izahla­
r a, ör neğin daha eski toplum lar da "g eniş aile" ve daha s onr aki, m o­
der n toplum lar da daha kü çü k olanlar ı ( "çekir dek aile" ) ar am a eği­
lim ine y ansıdı. N e var ki, "g eniş" aileler in özü nde daim a "tem el ai­
leler" var dır; bu nedenle, bu kar şıtlık en azından kısm en y anlışnr. İkin­
ci eğilim , bilinm ey en bir g eçm iş hakkı ndaki spekü lasy onlar dan çok,
y akın g eçm işi n saha m alz em eleri nin inc elenm esine day anan ve özel­
likle Polony alı antr opolog Br oni slaw Malinow ski'nin The Family
among the Australian Aboriginesss başlıklı m onogr afisinde y er alan
tezde som utlaşan bir başka antr opoloj i k g örü şü t em sil eder. Mali­
now ski bu kit apt a, m evcut en "ilkel" toplum lar ın, "g öçebe toplu­
luklar" denilenler in bile, kü çü k evli li k gr uplar ı tem elinde örgü tlen­
diğini g östermi ştir. Dolay ısıy la, bu bir im ler açısından, "göçeb e" vey a
"kabile" den "ai le"y e g eçer ken hiçbir değişim y aşanm adı; her iki si
de y an y ana bir li kt e var oldu. Daha büyü k akr abalık gr uplar ı, özel­
likle kent t oplum lar ında t ar ihsel zam an içinde g özden kay bolm a eği­
limi ndey ken, aile ve ail enin bir birine kenet lenmi ş m ensuplar ı, t op­
lum sal i lişkiler alanında hay ati önem deki aktör ler olar ak kaldı. Bu
bana, y alnız Malinow ski, R adcli f fe-Br ow n ve Levi - Str auss t ar afın­
dan deği l -Durkheim ve G iffor d'ın ar dından- çok daha g eniş bir soy ­
çi zgi si ne ne kadar vurg u y apsalar da, ay nı zam anda onlar ı izley en
Evans-Pritc har d ve F or tes ve bu alanın en önem li diğer toplum sal
kur amc ılar ı tar afından da benim senen bir konum gi bi g örü nüy or.59
334 TARiH HIRSIZLIGI

Daha küçük ailenin evrenselliğini değilse bile geniş ölçüde mev­


cudiyetini kabul ediyorsak, eşe (veya eşlere) yönelik (cinsel) "aşk"
ve çocuklara yönelik (cinsel olmayan) "aşk" temelinde işlemeyen bir
birim tasavvur edebilir miyiz? İlkinin ille de eş seçimini içermesi ge­
rekmez. Zira 1 8 . yüzyıl Avrupa'sının, en azından mülk sahibi aile­
lerinde durum bu değildi. Fakat bu aşk biçiminin, temelde Batılı de­
ğerler olarak görülen seçme özgürlüğü kadar bireyciliği de ima et­
mesi nedeniyle, ideolojik yönelimli modernleşme tarihçileri için ne
kadar merkezi olduğunu anlayabiliriz. Bu durum ayrıca, eşler ara­
sındaki yakın ilişkileri (boşanma yoluyla daha sık kopmasına kar­
şın) ve ebeveynle çocuklar arasındaki aynı derecedeki yakın (ama daha
kırılgan) ilişkileri akla getirir; sadece çocuğun eğitimine yapılan yo­
ğun yatırıma değil, demografik değişim olarak bilinen bir süreçle, son­
raları daha küçük ailelere yönelme (nicelikten çok nitelik açısından)
kararına yol açar. Daha küçük haneler, daha küçük aileler, bundan
dolayı da anne-baba ve çocuklarla anne-baba arasındaki daha yo­
ğun ilişkiler, başka bir deyişle ebeveyn sevgisi ve eşler arasındaki bir
aşk söz konusudur. Tercihen böyle bir aile (mülk ve statünün önem­
li meseleler olmadığı yoksullar arasında daha az yaygın olan) ayar­
lanmış evliliklerle değil, bizzat eşlerin kararıyla başlatılıyordu.
Ayarlanmış evliliklerle "özgür seçim"in, yani romantizmin birli­
ğini kurmanın çeşitli yöntemleri varsa da, çok az toplum bunları bir­
birine kesin birer alternatif olarak görmüştür.60 Elbette, modern Av­
rupalılara antipatik gelebilecek ayarlanmış evlilikler, evliliğin gerçek­
leşmesinden sonra aşk dolu ilişkilerin ortaya çıkmasını önlemez; bu
durumda cinsellik aşktan önce gelir. Ve eğer bu birleşmenin uygun
olmadığı ortaya çıkarsa, o zaman birçok toplum boşanmaya izin ve­
rir ve bir sonraki evlilikte "özgür seçim"in daha önemli bir rol oy­
nama olasılığı da yüksektir. İnsanlık tarihi boyunca kültürlerin ken­
dilerini cinsel birleşmeler aracılığıyla yeniden ürettiğini, bu birleşme­
lerin her birinin eş seçmeyi (mutlaka kendi başlarına değil; işin içi­
ne sık sık başkaları da karışır, bazı kurallar uygulanır) gerektirdiği­
ni hatırlarsak, o zaman bu birleşmenin sadece Batı'da aşkı veya en
azından romantik aşkı içerdiği iddiasının, kibir olarak değerlendi­
rilmesi gerekir. Aslında, ister 1 9. yüzyıl başlarında Türkiye'nin ha-
ÇALINAN AŞK 335

remlerinde icat edildiği düşünülen çiçeklerin özel dilinde, ister Şeh­


razat'ınkine benzer masallarda, ister Babürlü saray nakkaşlarının min­
yatürlerinde somutlaşan erotizmde, isterse de Japon gelinleri baştan
çıkarmak veya eğitmekte kullanılan ve 19. yüzyıl sonlarında Avru­
pa'da peşinden koşulan erotik albümlerde ifade edilmiş olsun, Do­
ğu'daki kadın-erkek ilişkilerindeki özel bir şeylerin varlığını çok uzun
zamandır kabul etmiş küçük bir karşı-akım Batı'da da mevcuttur. As­
lında çeşitli anlamlar eşliğinde çiçek verme, Asya'nın önemli toplum­
larında öteden beri süregelen bir gelenekti.
Aşırı örneklerde, erkeklerin ve kadınların bu birleşmesine, özel­
likle çokeşli toplumlarda sevgiden çok şehvet atfedilmiştir. Bu ikilik
yanlıştır ve en azından aşk adını verdiğimiz şeyle kıyaslanabilecek
ilişkiler Kuzey Gana'nın LoDagaa'sı gibi, 61 Afrika'nın basit, okur­
yazar olmayan toplumlarında bile bulunur - gerçi birçoklarında ilk
evlilikte ebeveynin arzuları önemli bir etken oluşturmaktadır.
Gelgelelim, her ne kadar aşkın Afrika kültürlerinde mevcut oldu­
ğunu düşünsem de, sözlü "edebiyat", duyguyu Avrupa ve Asya'nın
büyük toplumlarında görülen şekilde işlemekte başarısız olur. Tüm
bu toplumların okuryazar olduklarını, 12. yüzyılda Fransa'ya ve bu
diğer toplumlara ilişkin kanıtlarımızın metinsel olduğunu belirtelim.
Okuryazarlık, aşkın ifadesinin özel bir biçim alması demektir. İlk adım­
da, uzaktaki biriyle iletişim kurmak söz konusu değilse, insan yazı­
ya başvurmaz (elbette bir sınıfı, bir karatahtası ve bir parça tebeşi­
ri olan bir öğretmen değilseniz) . Böylece yazılı iletişim edimi, sözlü
kültürlerde olduğu gibi dinleyicisiyle karşı karşıya oturarak kurulan
iletişimden çok farklıdır. Yazılı aşk şiiri, trubadur şiirine ilişkin ola­
rak değerlendirdiğim, ama aynı şekilde bu bölümün başında da öne
sürdüğüm gibi Çin şiirinde de bulunan bir özellik olarak, temelde
uzaklara giden, geride bırakılan veya başka bir şekilde "uzak" (bel­
ki toplumsal olarak) olan biriyle iletişim biçimidir. İkinci olarak, şii­
rin veya nesrin yazılması, yine konuşmanın kendisinden farklı olan
bir tefekkür sürecini içerir. Yazı yazan kişiyi duygusunun ifadesini
inceden inceye işlemeye teşvik eden, tümüyle sözlü olan kültürlerde
nadiren görülen bir düşünsellik söz konusudur. Sonuç olarak, aşk
şiiri okuryazar toplumlarda daha süslü ve incelmiştir ve bazı devir-
336 TARiH HIRSIZLIGI

ler de diğer ler ine g ör e daha da r afine bir hal alır. B elir li bir anda, öz­
deş bir "aşk" k avr am ının tüm toplum lar da bu lu ndu ğu iddiası nda
değilim, ne de "rom antik aşk"ı n her y er de eş ar am anın ana y önte­
m i oldu ğu nu s öy lüy or um. Bu nu nla bir lik te, bu ilişk i biçim i k es inl ik ­
le ne B atı 'nı n ne de m oder nin benzers iz bir ayr ıcalığıdır. S on olar ak
s osy olog G iddens 'ı n pos t- rom antik diy e nitelediği, "m oder n" top­
lum un ayı rt edici özelliği ve "rom antik aşk "ı n evrims el ardı lı olarak
öne s ür düğü "uy um lu aşk"ı n da (congruent love)62 bu nitelik te ol­
m adı ğı belir tilm elidir.
Daha önceler i aşk ve s eçim olm adığı na ilişk in k arşıt g örüş, erk en
dönem toplum lar ının bireys elden çok k olek tif bir tem elde ör gütlen­
diği düşünces inin ay r ılm az bir par ças ıdı r . "İ lk el k om ünizm" k avra­
mı nı doğur an bu anlayı ş, daha büy ük ak rabalık g r upları nı n (k lan­
ları n vey a s oy gr upları nın) var lı ğıy la kısm en des tek leniy or, am a bu
g ru pla r ın her zam an k endi başlar ına edim de bulu nan "iç içe g eçm iş
par çalar" a bölünm e ( ör neğin, "par çalı s oy zincir leri" ) y ollar ını he­
s aba k atm ayı başar amıyor du. B unlar ın tem elinde "as gar i bir s oy zin­
cir i" bu lu nuyor, bu nu n çevr es inde çoğu zam an ilks el vey a belk i daha
k arm aşık bir aile k üm elenm iş oluy or du. Ay nı şek ilde, topr ak t as ar­
rufu ner edeys e hiçbir zam an bu dey im in im a ettiği biçim de k om ü­
nal olm adı; k üçük g ru pların bir çift liğin ür ünü ve g enellikl e bir avın
s onu cu üzerinde -bu etk inlik ler k im i zam an daha k om ünal biçim ­
ler als a da- az çok m ünhası r hak ları daim a bu lunuy ordu.
Aşkı n ( özellik le de rom ant ik aşkı n) if ades i hakkı ndak i bu t artı ş­
m ada dikk ate değer bir etk en, Avrupa dışındak i s is tem lerin çoğu nun
( am a heps inin değil), bu tür birleşm eler de erk en y aşı teşvik etm es i­
dir. Kızlar ergenlik ten kıs a s üre s onr a evlenirl er ve çoğu zam an be­
lirli bir der ecey e k adar s eçim e izin verils e de, k im i zam an y a özg ül
düzenlem eler y a da akrabalık s is tem leri ar acılı ğıy la --örn eğin İs lam' da
am ca çocu ğuy la- k üçük y aşta nişanlanır lar. Bu tür düzenlem el er, kıs ­
m en bir eşi g ar ant iy e alm ak , k ısm en uy gun birini bu lm ak , k ısm en
de (g ebeliği önlem e tek nik lerinin sı nı r lı oldu ğu y erler de) m evcu t ku ­
rallar a g öre m eşru s ayı lm ay an çocuk ları n doğumu nu önlem ek için
y apılabilir. Bu oldu ğu nda, cins elliğin ert elendiği, cins el eşler in ar an­
dığı ve nihai eşlerin "u zak" oldu ğu u zu n y eniy etm elik dönem ler ini
ÇALINAN AŞK 337

gö rmeyi z. H alb uk i " ro man tik aşk" ço ğun luk la b u er telen miş aray ı ş­
ta, b u tatmin edilmemiş ö zleml er in yo ğunluğun da gelişir ve i fade edi ­
lir. Bun unla bi rlik te, erk en b ir y aştan i tib aren muh temel eşler b irb i­
rin in k işiliğin e n üf uz eder ve y ab an cı b ir h an ede y aşamay a h azı r o lur.
Bu ko şullarda, gö rün en şey şeh vetten çok (ço ğunluk la if ade edilme­
y en ) aşk tır.
Bir duy gun un ifadesiy le varlığı arasın da ön emli bi r fark vardır. Bu,
dah a ön ce de ön e sürdüğüm gib i, y azıy a geçmiş sö zde, b elirgin o la­
r ak da ok ury azar k ültürlerde y ay gın b içimde g0 rülen aşk mektu p­
ların da işlen ir. Fak at b içimleri fark lı o lsa b ile, duy gun un k en disi çok
dah a y ay gın b ir şek ilde mevcuttur. Yaln ı z Avrupa' da da değil, ger ­
çek an lamda b ütün düny ada h ük üm sürer.
Son o lar ak , aşk ın emsalsi z şeki lde Avrupalı o lduğu i ddiası , y al­
nı z k apitalizmin gelişimiy le b ağlan tı lan dın lmaz, ayn ı zaman da em­
pery alizmin hi zmetin de k ullan ılmak ta o lduğun a in an ılan b ir dizi si­
y asal son ucu da b erab erin de getiri r. Yucatan 'daki Me rida'da b ulu­
n an b ir saray ın , boy un eğmi ş vah şi lerin tepesin de diki len mi ğfe rli ve
zı rh lı co nquistador 'ları b eti mley en süslemelerin de, aşkın feth edici gü­
cün ü ilan eden b ir ib are k azılıdı r. Avrupa'n ın empery alist fatihleri ,
cin sel b ir n itelik taşımak tan çok , k ardeşçe o lan b u duy guda h ak id­
dia etmişlerdi. Aşk , sö zcüğün gerçek an lamıy la işgalci b ir o rdun un
elin deyk en , h erk esi feth eder.
11
Son Sözler

Bu kitapt aAvrupa'nın kendi zam an (büy ük ö lç üde Hıristiy an) ve


uzanı lan h akkındaki tarih selleştirm eleriniAvrasy a düny asının geri
kalanına day atarak Doğ u' nun t arih ini nasıl ç aldığ ını ele aldım. Bel­
ki bir düny a tarih inin Batı' nın sağ ladığ ı tek bir zaman ve uzam h e­
saplamasını gerektirdiğ i ö ne sürülebilir. Fakat benim asıl sorunum,
tarihç ilerin tarih sel zam anı antikç ağ , f eodalizm , Rö nesans ve kapi­
talizm şeklinde ay rıştırarak y aptıklar ı dö nemleme girişim ine ilişkin­
dir. Bu gelişm e ç izgisinin, İ ngiltere' de başladığ ı kabul edilen Sanay i
Devrirni' nden 19. y üzy ılda bilinen düny a üzerindekiAvrupa h aki­
miy etine kadar, aşam alardan birinden diğ erine benzersiz bir dö nü­
şüm h attı üzerinde geç tiğ i düşünülür. Bu bakış aç ısıy la kavram ları
day atma sorununun, ç ok f arklı, teleoloj ik sonuç ları olmuştur.
Söm ürgeci h akim iy et vey a düny a h akimiy etinin tüm biç im leri en­
telektüel eserler aç ısından y ararları kadar h atırı say ılır teh likeleri
de iç inde barındır ır; "gerç ek" ö lç ütlerin o kadar belirgin olm adığı
beşeri bilim lere kıy asla, pozitif bilimlerde bu teh likeler dah a azdır.
Mevcut durum da, Batı ( 1 9. y üzy ıldan h eri bazı alanlarda sergiledi­
ğ i aşikar olan) bir üstünlüğ ü benim ser ve teleoloj ik bir tarih y ara­
tarak, bu üstünlüğ ü geç mişe y ansıtır. Düny anın geri kalanı aç ısın-
340 TARiH HIRSIZLIGI

dan sorun, ö tekil erin h ep durağan, dışarıdan yardım alm ak sızın k en­
di lerini deği ştirm eyi k esin lik le becer em ez olarak görü lm esi, bu tür
in ançlar ın "ö teki " ler e yön elik m uam el eyi m eşr ulaştırm ak ta k ulla­
n ılm asıdır. Fak at tari h bi ze h er ü stün lü ğün g eçi ci olduğun u ve bi­
zim de n öbeti devr etm eyi bek lem emi z g er ek ti ğini ö ğr etir. Dah a şim ­
di den m uazzam bir ü lk e olan Çin, eği tim , ask eri ve kü ltür el gü cün
tem eli olabi lecek ek on omi de, ön ceden Avr upa' da bulun an , ardın­
dan ABD'nin elin e g eçen , dah a da ön ce zaten k en di sin de olan li der­
li ği tek rar elin e alıyor gi bi g örünm ek tedir. Bu son yön deği şimi , Ba­
tı'dan pek de yar dım alm ak sızın , k omüni st bir hüküm et tar afın dan
g erçek leştiri lmi ştir.
Bu çalışm ada, 1 6 . yüz yıl daki g eni şlem esin den, am a h er şeyden çok
da 1 9. yü zyıl san ayi leşm esi ar acılığıyla dün ya ek on omi sin de ele g e­
çir di ği ön derlik k on um un dan beri, Avr upa'n ın dün ya hakimi yetinin
nasıl dün ya tarihi ü zerin deki hakimi yeti yle son uçlan dığın ı ort aya k oy­
m aya çalıştım. Modern tari h e, bun a seçen ek oluştur abi lecek an tr o­
polojik- ark eolojik bir yak laşım ı ön eri yorum. Bu yak laşım, br on z ça­
ğın ı bir k ent devrimi , g erçek an lam da "uyg arlık " ın başlangı cı ola­
rak betim leyen pr ehi stor yacı G or don C hi lde'ın eseri yle başlar.
Bron z çağı an tik Yak ındoğu'da başladı, doğuda Hin di stan ve Çin' e,
gün eyde Mısır 'a ve batıda Eg e'ye doğ ru yayıldı. Bu yayılm a, tar ım­
da ökü zün çek ti ği saban la bir lik te m akin eleşm enin başlam ası, g eni ş
ölçek li su den etimi , tek erleğin i cadı ve m uh tem elen ti cari etkin li ğin
g eni şlem esi yle bağlan tılı yazın ın i cadı da dahi l bi r di zi k en tli zan aa­
tın g eli şiminden oluşuyor du. K en tler deki bu uzm anl aşm an ın üretk en­
lik te, zan aatka rların ve di ğer lerinin tem el tarım ür etiminin dışın da
k alm alar ın ı sağlayan bir artışı g erek tir di ği açık tır; aynı zam an da "sı­
n ıflar " ar asın da topr ak mü lki yetin de m uazzam fark lar ortaya çık­
m asın ı da teşvik etmi ştir; çünkü ar tık çapayla sın ır lı k alm ayan ki şi­
nin, saban ın yar dım ıyla çok dah a g eniş bir topr ağı eki p biçm esi müm ­
kün dür . Saban aslın da ter sin e çevri lmi ş, h ayv an tar afın dan çeki lm e­
si sayesin de m akin eleşti ri lm i ş, am a verim li lik te bü yük bir aşam a sağ­
layan bi r tür çapadır.
Bron z çağı başlang ıçta, E li as'ın uyg arlaşm a sü reci yle bağlan tılan­
dır dığı Avrupa Rön esan s' ın dan çok ön ce g erçek leşen, A sya tem elli
SON SÖZLER 341

bir "uygarlık"tı. Bronz çağının karşılaştırmalı bütünlüğünün nasıl


olup da biri Avrupalı, diğeri Asyalı iki dala bölündüğünü, ilkinde ka­
pitalizmin gelişmesinin damgasını vurduğu dinamik bir kıta oluşur­
ken, ikincisinin durağanlığın, despotizmin ve Marx'ın verdiği adla
"Asya istisnacılığı"nın belirlediği kıta olarak şekillendiğinin nasıl ka­
bul edildiğini, bu iki kıtanın farklı "üretim biçimleri"ne dayandık­
larının nasıl düşünüldüğünü tarihsel olarak sorgulamak istiyorum .
Bu kırılma bir yerlerde başlamak zorundaydı . Ama tam olarak
nerede başlamıştı? Minos (ve zorunlu olarak Mısır) uygarlığının, er­
ken dönem yazılı geleneği sayesinde bronz çağına ait olduğu üzerin­
de genel bir fikir birliği vardır. Bölünme, öncesindeki her şeyden te­
melde farklılaşan arkaik Grek, ardından da Roma antikçağıyla, Av­
rupa' da başlamış kabul edildi - ne var ki, Homeros'un yapıtı ve İyon­
yalı filozoflarla aslında kısmen Asya'da da başlamış oluyordu. Bu
farkın, bu makasın açılması fikrinin, büyük ölçüde Avrupalılar ta­
rafından gerek klasik antikçağın (hümanizma aracılığıyla) yeniden
doğuşu olarak gördükleri Rönesans'ta, gerekse Avrupa'nın Sanayi
Devrimi ekonomisinin bu kıtaya dünyanın geri kalanı üzerinde bü­
yük bir ekonomik avantaj (eğitimle, ekonomiyle ve Rönesans'ın si­
lah ve yelkenleriyle başlamış bir avantaj) sağladığı 1 8 . ve 1 9 . yüz­
yıllarda yaratıldığını ileri sürüyorum. Başka bir deyişle, !.istünlüğün
kökenlerinin bulunduğu düşünülen erken dönemlerdeki geleneğiy­
le Avrupa'nın zaten farklılaşıp sivrildiği yönündeki Batılı iddianın
ardında güçlü bir teleoloji unsuru bulunmaktaydı.
Fakat gerçekte antikçağ ayrı bir evre olarak ne derece sivrilebil­
mişti? Klasik çağ tarihçisi Moses Finley, antik Yunanistan'ı demok­
rasinin, halkın yönetiminin mucidi olarak gördü . Bu, günümüz siya­
setçilerinin demokrasiyi bizim (açıkça üçüncü bir etken olmasına kar­
şın, İslam'ın dışında bırakıldığı) Yahudi-Hıristiyan uygarlığımızın bir
özelliği olarak gören ve Avrupa'nın dünyanın geri kalanına onu ar­
tık bir hediye olarak ihraç edebileceğini düşünen Bush'un ve Blair'in
gönlünü okşayacak bir temadır. Atina'nın yazılı, doğrudan halk oy­
lamasını kurumsallaşnran ilk uygarlıklardan biri olduğuna kuşku yok­
tur ve bu onu İran ve diğer Asya devletlerinin monarşik yönetim bi­
çimlerinden ayırt eden bir özellik olarak görülse de, okuryazarlık-ön-
342 TARiH HIRSIZUGI

cesi Da hom ey Kra llı ğı 'nın, b ir ka p içine at ı la n t a şla r a ra cı lı ğı yla o y


ku lla ndı ğı nı u nutm am a k gerekir. Bir kent devlet i o la ra k At ina, do ğ­
ru da n t em sil a r a cı lı ğı yla yönet ileb ilecek ka da r küçükt ü. Bu nun la bir ­
likt e kent devlet i ve demo kra sisi sa dece o ra da va r o lm a dı. Bu yöne­
t im şekli, Fenike'nin -bu günkü Lüb na n- kent devlet lerinde, özellik­
le de Fenike ko lo nisi K a rt a ca 'nı n a na kent i o la n Su r'da da m evcut ­
tu. Fenikeliler, Kit ab- ı Mu ka ddes'in ya nı sı ra öt eki A ra p ve Sami eser­
lerin ya zım ı nda ku lla nı la n sesli h a rfsiz a lfab eyi ya ratm a kla ka lm a ­
dı , a ynı zam a nda t em silcilerin (sufrafetes) b irka ç y ı lda b ir değil h er
yı l seçildiği, b öylelikle kamuo yu ve h üküm et a ra sı nda ya kı n bir b a ğ­
la nt ı sa ğla ya n b ir çeşit demo kra siyi de ku rdu la r. Fa kat Ka rt a ca dün­
ya veya en a zı nda n Avru pa t a rih inden silinip at ı lm ı şt ı r. O Avru pa lı
değil, Af rika lı ydı; A ri, Hint-Avru pa lı deği l, Sam i idi; ve küt üph a ne­
ler i kı sm en Rom a ist ila sı nı n so nu cu o la ra k da ğı lı p gitm işti, bu yüz­
den neler b a şar dı klar ı h a kkı nda bu ka da r a z şey du yu yo ru z.
Fa kat söz ko nu su o la n b ir t ek Fenike değildi. A sya 'da ki mo na r­
şik sist em ler b ile, ya pıt a şla rı nı o lu ştu ra n kent lerde demo krat ik yö­
net im lere sa h ip o lmu ş o lab ilirler. Birço k m erkezi h üküm etin, ya ni
kr a llı ğı n civar ı nda , İb n Ha ldu n'u n Bedeviler, Fo rt es ve E va ns-P rit c­
h a rd'm da h a genel o la ra k A frika için b et im ledi ği ço k fa rklı , b a şsı z,
t em sili yönet im sist em leri o la n h a lklar bu lu ru z. Demo krnt ik yöne­
t im mo delinin t ek ka yna ğı a nt ikça ğ değildi.
Finley a ynı zam a nda "sa nat ı " icat ett iği için de a ntikça ğı kut sar.
A çı kt ı r ki icat ett iği, Avru pa 'da ve a slı nda dünya t ar ih inde de ço k
önem li o la n Gr ek sa nat ı ydı. Fa kat sa nat ı kendi b a şı na G reklerin i cat
etm esi o la na ksı zdı. Söz gelim i, Yu na nist a n' ı n yu va rla k sütu nla rı Mı­
sır 'da n geldi; bu ülke ve A sur, gör sel b içim ler in gelişim inde b üy ük
önem deydil er, am a h er durum da Bat ı dı şı nda ka la n da h a b irço k ülk e
s a nat a la nı nda ço k önem liydi. G örünüşt e Bat ı 'nı n bu a la nda dün­
ya ça pında ki yet kesi, Avru pa 'nı n dünya ü zeri ndeki 19. yüzyıl ha ki­
m iyet iyle so n derece b a ğla nt ı lı dır. Fa kat so ru n, a nt ikça ğı n dünya nı n
Bat ı ka pit a lizm ine giden yo lda ki gelişim inin do ğru da n ve zoru nlu
b ir a şam a sı o la ra k görülm esinden ileri gelir.
Avru pa lı b a kı ş a çı sı nda , a nt ikça ğ ya lnı z b ir dönem değil a ynı za­
m a nda o kıt a ya özgü b ir to plum t ipidi r. Avru pa için, a nt ikça ğı ge-
SON SÖZLER 343

li şi min başlı başın a bi r evresi olarak saptamak zorun lu ydu; ç ünk ü


R oma İ mparatorluğu 'nun çök üşün ü sonu nda bir başka dön em, yani
yi ne Batı' ya ö zgü ve ç elişkileri yle enin de sonu nda kapitali zmin Ba­
tı' da doğu şun a n eden olduğu düşünülen feodalizmin yükseli şi i zle­
mişti. A ntikç ağ kavramı, Yun an ve R oma' dan gelen gelenek lerin bi­
ricik liği ni i zah etmek içi n Avru palı klasi k dön em tarihçi leri taraf ın ­
dan geliştirilmi şti r. Bu toplu mların tı pkı dah a ö nceki arkaik Yun a­
ni stan ve R oma' dan farklı oldu kları gi bi, ö teki antik k ültürlerden
de f arklı olduk ları doğ ru ydu; ama on ları ekono mik temelden ç ok ,
si yasi si stem ve ideoloji temeli nde ayır t etmeye yön eli k radik al gi ri ­
şi mler yapılmıştır- ö rneğ in demokrasi ve ö zgürl ük , A sya'da h ük üm
sürdüğ ü varsayıl an ti ranlık ve despotizmden fa rklı olarak, Avru pa'da
mevcu ttu iddi ası. Bu mu teber ö zellikler le i lgili duru m ne olu rsa ol­
sun , klasik dünyada i letişim tekn olojilerinin , alfabe nin benimsen me­
si sayesi nde bilgi si stem ler inin h atır ı sayı lır ö lç üde ileri olduğu ç ok
aç ıktı; alfabeni n yaygın ku llanımı, i lk olarak Mezopotamya ve Mı­
sır' da i cat edilen, sonraları Su ri ye'de (U garit) ve ardından anakara
Yun ani stan 'ın da fon etik bi r alf abeye doğru ilerleyen yazının olan ak­
larını genişletti. G rek alfabesi elbette sesli h arfl eri n gö steri lmesin de
benzersizdi ve geç dö nem Avru pa'sında son derecede etki li olmu ştu.
F ak at F enik e alfa besine yakındı ve gerek onu nla gö rece ö nemsiz, ge­
rekse ö tek i yazı biçi mleri yle ni speten dah a büyük fark ların sonuç ­
ları, Watt'ın ve beni m de aralarında bu lu nduğ um bi rç ok larının zan­
nettiğ i kadar radi kal deği ldi.
Başka ak ademi syenlerse, Avru pa'n ın bi ri cik liği ni gö stermek için
ben zer bi r şeki lde H ıristi yanlığ ı ku llanm ışlardır. F akat H ıristi yanlık,
benzer mitleri ve meti nleri ku llanan, benzer değ erleri ve ku ralları ku ­
caklayan Batı A sya din üç lemesinin sadece biri ydi. İ lk ideologları Ya­
kındoğu 'dan veya Au gu stinu s ö rneğ inde Ku zey Afr ika' dan gelen Hı­
ristiyanlıkt a, Avru pa'ya ö zgü pek az şey vardı. Kavu ru cu çö ller ve
berek etli vah alardan sö z eden k ısmen göç ebe ni telik li, Sami ark a plan ­
lı E ski Ahi t, tam an lamıyla k ıtalararası bir Ak deni z i nan cıydı.
Modern dünyanın tarihinde k ri tik n okta, erk en dö nem Avrupa'nın
birici kliği ni arayış deği l, G ordon Ch ilde'ın Tarihte Neler Oldu?'da
doruğ a ç ıkardığı prehi storyacı bak ış aç ısının, yani Avru pa ve A sya' ya
344 TARİH HIRSIZLIGI

yayıl mış bronz çağ ı u yg arl ıklar ının g enel bi r liği ni vu rgul ayan gö r ü­
şün ter k edil mesi ol mu ştur. Tümüyle Avru palı bi r anti kçağ hakkın­
daki Batılı gö r üşle (başka ki mde vardı bu ?) parçal anan bu bi rli k, ya­
zının kendi si de dahil bi r çok zanaat bec eri si ni n g eli şimi ne dayanıyor­
du. E rken dö nem yazısı, başka şeyler le bi rli kte öğ reti mi de rahi ple­
ri n eli ne vererek (öğ r etmenl er r ahi pti ), tapınağ ın yanı sır a saray kom­
pl eksleri ni n büyümesi ve di ni gö vdeni n g eli şmesi , anti kçağ tari hçi­
si Oppenhei m' ın, "büyük bi r ö rg ütlenme" dediği şeyi n i çi ne yerleş­
ti ri lerek, di ni meti nler le i li şki lendi ri ldi. Bağ ımsı z bi r Avru pa anti k­
çağ ı kavramı bu g eniş bi rliği koparır, dünya tari hi ni n bi r evresi ni n
Avru pa'ya ö zg ü olduğu nu i lan eder ve yandaşlarının zi hi nleri nde, mo­
derni teni n ve kapi tali zmi n g eli şi mi ni n o kıtada olduğu nu ö ngö rür.
E konomi k düzeyde bu i sti snac ılığ ı hakl ı çıkarac ak pek az şey var­
dır. Savaşta, çi ftçili kte, zanaatl arda ve (ahşap bu al anda 19. yüzyı­
la k adar başat malzeme ol arak kalması na karşın) "maki neleri n" g e­
li şi mi nde de "demokrati k" bi rçok sonu çlarıyla (demi r bronzdan çok
daha yayg ın ve kul lanışl ıydı) bi rli kte, bu u yg arl ıkl arın tamamında
bronzu n yeri ne demi r kul lanıl maya başl anmıştı. Bazı toplu ml ar el­
bette diğ erleri nden daha hızl ı g eli şti. A nti k dünyada, E fes gi bi kent­
lerdeki kentsel yapılaşma, tapınaklar, oku llar ve konu tlarda olduğu
kadar, yal nız yazılı bi lgi ni n ve edebi yatın değil -g er çi pek çok al an­
da Yakm doğu lu emsallere (sö z g eli mi , ünlü sütu n) dayanmasına kar­
şın- daha g enel ol arak sanatın üreti mi nde de Yu nani stan başı çek­
ti ve başka alanlarda da u zaktaki Hi ndi stan ve Çi n'le rekabet etti.
G elg el eli m, anti kçağ soru nu nu n g erek bug ün g erekse g eçmiş açısın­
dan aku t hale g elmesi ne, Avru palı akademi syenleri n, bi r yö neti m bi­
çi mi ni n (demokrasi ) ve ö zg ür lük, bi r eyci li k, hatta "r asyonali te" gibi
değ er leri n presti jli kö keni ni bu tari hsel dö neme ve başka her yerden
çok Avru pa'ya atfetmel eri neden ol du.
Özg ürl üğü "ic at eden" toplu ml ar ol arak Yu nani stan ve R oma'nın,
anti kçağ kavr amını peki şti r mek amac ıyla "paradoksal bi çi mde" kö ­
leci toplu mlar olar ak beti mlenmesi dışında, ekonomi bu farkın ana
etkeni ol ar ak gö steril mez. An tikçağ ın sadec e ö zg ürl üğü deği l, demok­
r asi ve bi reyci liği de ic at ettiği sö yleni r. Bu i ddi anın, tıpkı köl eliği n
benzer si z r olü gi bi , fazlasıyla abart ılı olduğu nu i leri sür müştüm. E de-
SON SÖZLER 345

biyat, bilim ve san atta son derece kalburüstü başarılar sağ lan mıştır;
ama bun ların , Bern al'in ön e sürdüğ ü gi bi bö lgen in bron z çağ ı kül­
t ürlerin in uz an tıları olarak gö rülmeleri gerekir. Bun ları tümüyle fark­
lı türde toplumlar olarak diğ erlerin den ayırma gi rişimi , G reklerin Av­
rupa'yı A sya' dan koparma arzuları kadar, son raki Batıl ı araştırma­
cıların ken di soylarıyla övün me arzuların dan da kayn aklan ır.
A lfaben in kısmi bi r son ucu olarak yazılı kayn aklarda gö rülen bol­
luk da bütün bütün e farklı bir "zihni yet" ve yaşam tarzı i zlen imi ya­
ratmış olabilir. Tarihön cesin den tarih e geç erken , aktö rler yazılı bir
dil aracılığ ıyla ken di adların a kon uşmaya başlar. A rtık ağ ırlıklı ola­
rak maddi verilerin yorumuyla kısıtlı kalın maz, "r uh an i" olan , sö ­
zel (yazıyla kaydedilmi ş) olan da h esaba katılm ak zorun dadır; G rek­
lerin ken dilerin i n asıl gö rdükleri de dikkate alın malıdır (ama bu, Fe­
ni keliler için yapılamaz, çün kü arkaların da yazılı ço k az şey bırak­
mışlardır). Bun un an lamı, G reklerin ken dileri ve başkaları h akkın ­
daki gö rüşlerin e dah a f azla ağ ırlık vermek kadar, on ların ö z- değ er­
len dirmelerini "gerç ek" kabul etmek şeklin deki teh likenin de orta­
ya ç ıkmasıdır. On ların değ erleri bizim yargılarımız h alin e gelir. On­
ların demokrasiyi, ö zgürlüğ ü ve ö teki "erdemleri" sahi plen meleri­
n i kabul ederiz (h att a destekleriz). Y un an istan , h ika yeden büyük ö l­
çüde ç ıkartılan Fen ike ve Kartaca'dan an cak derece i tibar iyle f ark­
lıydı. Her i ki bö lgede var olan küçük ken t devletleri, büyük birim­
lerdense dah a esn ek yön etim biçi mleri geli ştirebi ldi; gerçi zaman za­
man tiran ları da oldu, h atta on ları seçtiler. F akat diğ er toplumlar da
demokratik yön temler kullan dı ve Yun an istan ya da Avr upa'n ın se­
ç imlerin - yazılı bir türün ü geliştirmiş olsalar bile- veya ö zgürlüğ ün
mucidi olarak kabul edilmesi mümkün değ ildir. Fin ley ö zgü rlük kav­
ramın ın Yun an istan 'daki kö leliğ e karşı doğduğ un u ileri sürerken aca­
ba şaka mı yapmıştı? A slın a bakılırsa, büyük devletlerin veya h er­
h an gi bir merkezi yön etim biç imin in kıyısın da yaşayan birço k top­
luluk, merkezi otoriteyi bilinç li olarak reddederken (ö rn eğ in , yerkü­
renin h er yerin deki R obin Hood' lar); bazıları da bütün üyle başka
n eden lerle farklı, "başsız" yollarla ö rgütlen diler. U ç bö lgelerin , çö l­
lerin , orman ların ve dağ ların h alklar ı daima ovaların yerleşik h alk­
ların dan farklı bir yön etim biçimi gö sterirler.
346 TARiH HIASIZLI(;;J

Fen ike'n in , Asya veDoğ u'n un g eri ka lan ın dan ön ce dışlan ma sı,
ben zersiz bi r Avrup a lı an tikçağ ka vra mın ın kırılg an lığ ın ın bir g ös­
t erg esidir; zira o dön emde ya şa mış p ek çok kişiye g ör e F en ike ko­
lon isi Kart a ca , tartışma götü rmez bi r biçimde Roma ve Yun anistan 'a
ra kip ti. Son ra ki Avrup a lıla rın gö zün de Fen ike, a rdın da ben zer bi r
ya zılı mi r a s bı ra kma mıştı; a ma bun un n eden i p ekala Fen ike kü tüp­
h an el erin in R oma ve ba şka la rı ta rafın dan ka sten imh a sı veya p ap i­
rü sün kısa ö mü rlü doğ a sı ola bi lir. B a zıla rı bu dışla ma yı, "Ari" Av­
rup a lıla rın ön emli g elişmeler ü zerin deki Sa mi Asya lı veya Afri ka lı
etkiyi reddet mesi ola ra k yorumla mışla rdır ki, b u da kesin likle bir ola ­
sılıktır. F a kat B ern a l'in ve da h a ya kın za man da Hobson 'ın , b u dış­
la man ın 1 9 . yü zyılın an ti- semitizm veya e mp erya lizmin den doğ du­
ğu iddia sın ı da h a temkin li ele a lma mız g ereki r; bu özellikler, kimli k
t an ımla man ın ka çın ılma z bir p a r ça sı ola ra k za man i çin de çok da h a
g eri ye g iden (g erçi belir li dön em ve yer lerde gü cü değ işse de) da h a
g en iş bir Avrup a - merkezcili k ka teg orisin e a itt ir.
N a sıl ki an tikçağın ba şka h içb ir yer de ben zer i ol ma dığı sö yl en miş­
se, feoda lizmin b ir çok iza h ı da b u ü retim ta rzın ı Ba tı'yla sın ırlı tut­
tu. B a zıl a rı bu sın ır la ma dan ku şku du ydu -Hin distan için Kow a lews­
ki, b a şka b ölg eler için C ou lbou rn- a ma Ma rx 'ın çizdiğ i veya zımn en
ka bul ett iğ i evrimsel şema da , an tikçağ ı zorun lu ola ra k f eo da lizm iz ­
ledi; f eoda lizm de Avrup a kap ita lizmin in temeli ola ra k ka bu l edildi.
Bir evreye içkin çelişkiler, bir son ra ki evrede çö zü mlen iyordu. B en ­
zersizlik iddi a sı, birçok Ba tılı ort a çağ tari h çi si için çeki ciyd i; Ma rx 'ın
h iç sap ma ya uğra ma dan tek yön de iler leyen a rgü man la rın a bağ lı ol­
ma ma la rın a ka r şın , bir çokla rı Avrup a' da ki gü zerg ah ı ben zersiz ola­
ra k gö rdü. E lbett e böyleydi de, a ma h angi ba kımla r dan ve n eye gö re?
Bağ ımlı top r a k t a sa rrufu mu, a dem-i merkezi yet çi yön eti m mi? Her
iki ö zellik i çin de g ereken , varya syon l a rın işa ret l en eb il eceği bi r an a ­
li z çerçevesi dir. Kt n di b a şın a "bi z fa rklıyız" iddi a sı, an a li z vey a a ra ş­
tırma için p ek ya ra rlı b ir temel sun ma z. Hang i "b en zersiz" liklerin
"modern" dün yan ın g eli şimin de temel olduğ unu b ilmek zorun da yız.
Z ir a " kap it a lizm" in "n ih a i" g elişimin e g iderken , dün ya ta rih in ­
de " ilerici bir evre" ola ra k feoda lizm ka vra mı, Ma rx ve diğ erleri­
n in bu gö rü şü yle i lişkilen dirilmektedir. Ken tsel yerleşim in çok g en iş
SON SÖZLER 347

ölçüde çöktüğü Avrupa'nın batısında bunu böyle görmek kolay de­


ğildir. Kentlerle ilgili etkinlikler, bazı kentsel zanaatlar, eğitim, ede­
bi etkinlik, bilgi sistemleri, sanat ve tiyatro yıkıma uğramıştı. Kuş­
kusuz, tüm bunlar tedricen düzeldi; sadece ticari mübadele yüzün­
den bile olsa, bir "yeniden doğuş" zorunluydu. Kırsal alanda, dik­
katin çoğunu kendine çeken bazı değişimler vardı. Fakat kentler Ba­
tı'da yaklaşık 1 1 . yüzyıla kadar canlanmaya başlamadı; manastır
okulları biraz daha sonra, ekonomi yaklaşık aynı dönemde, çoğu
sanat ve entelektüel etkinlik de gerçekte ilk üniversitelerle birlikte
canlandıysa da gerçek nekahet, haklı olarak Rönesans olarak adlan­
dırılan dönemden önce yaşanmadı. Avrupa ekonomisinin nihayet
canlanması, büyük ölçüde İtalya'nın (Batı'daki yıkımı asla yaşama­
yan bir bölge olan) Doğu Akdeniz'le ticaretine bağımlıydı. Burada
kentler gelişmeye, uzaktaki doğuyla ticaret yapmaya ·devam etmiş­
lerdi. Ticaret kadar entelektüel yaşam da, 14. yüzyıl öncesinde Müs­
lüman Doğu ve Güney'e çok şey borçlandı. Bunda sadece Yunan­
cadan yaptıkları çeviriler değil, tıp, astronomi, matematik ve diğer
alanlardaki kendi katkıları da (tıpkı Yahudilerinki gibi) rol oynadı .
Bu canlanmada, Hindistan ve Çin de paylarına düşeni yaptılar, zira
İslam toplumları Güney İspanya'dan Çin sınırına dek Asya'nın ta­
mamına yayılmıştı . Daha net bir ifadeyle birçok bitki, ağaç ve çiçe­
ğin (portakal, çay ve kasımpatı) yanı sıra, Francis Bacon'ın modern
toplum açısından merkezi gördüğü, pusula, kağıt ve barut gibi ye­
niliklerin kökeni de Doğu'ydu. Matbaanın, porselen, ipekli ve pa­
muklu tekstil imalatının, aslında sanayiinin Doğulu köklerindense
söz etmeye bile gerek yoktur. Bu başarıların pek azı erken feodaliz­
min Avrupa veya dünya tarihinde özellikle ilerici bir dönem gibi gö­
rünmesini sağlar; Batı'da ilerleme, niteliği itibariyle çoğu kez dış kay­
naklıdır, yine de birçok Avrupalı akademisyen meseleyi böyle gör­
mez. Onlara göre Avrupa antikçağda meydana getirdiği kendine ye­
ter bir akışa başlamış, bu da kaçınılmaz olarak feodalizm aracılığıy­
la sömürgeci ve ticari genişlemeye, oradan da sanayi kapitalizmine
varmıştır. Fakat diğer toplumsal biçimlenmeleri, sulamaya ve mu­
azzam kentler üzerine inşa edilmiş durağan, despot devletlere hap­
solmuş görerek, onları bu gelişmelerden dışlayan teleolojik tarihtir.
348 TARiH HIRSIZLl<";;I

Avrupalı olmayan bu kentlerin "bir burjuvaziye sahip" oldukla­


rı sıklıkla yadsınır; onlar Weber'e göre farklıdır; özellikle ev ve "kül­
tür" yaşamlarında olduğu kadar ticaret ve imalat alanlarında da Ba­
tı'daki başarıların çeşit ve düzey olarak aynını çoğu zaman sergile­
miş olsalar da, bu böyledir. 6. Bölüm'de, sosyolog Elias'ın sadece Rö­
nesans sonrası Batı'ya odaklanan "uygarlığın" sosyogenezi hakkın­
daki araştırmasını analiz ettik. Burada, yüzlerce yıldır Çin'e damga­
sını vurmuş olan "uygar" (kentleşmiş, kibar) davranış kavramının
tamamı yadsınır. Bu örnekte Avrupa, uygarlaşma sürecinin fikir ve
uygulamasını çalmıştır. Fakat kağıdı Araplardan, dolayısıyla onlar
aracılığıyla da Çin'den almadan önce Avrupa ne kadar uygardı? Fer­
nandez-Armesto, Heian Japonya'sıyla başlayan ve büyük Avrasya
toplumlarını eşit şekilde ele alan Millenium 1 adlı kitabında, uygar­
lıklar arasında daha iyi bir denge tutturur.
Avrupa Rönesans'ında önemli üretim, ticaret, entelektüel ve sanat
hareketlerinin meydana geldiği açıktır. Fakat Avrasya'daki yazılı kül­
türlerde de, gerek iç gelişmelerin gerekse karşılıklı etkileşimin sonu­
cunda, belki Rönesans kadar görkemli olmasalar da, başka canlanma
dönemleri meydana geldi. Bu değişimlerin tarihi Avrupa açısıyla Brau­
del tarafından yazıldı; Braudel karşılaştırmalı verileri dikkate almak
yönünde kararlı bir çaba gösterir, örneğin Avrupa'daki başarıların çok
uzun zamandır el altında tutulan (ama İtalyanlar ve diğer Katolikler
açısından pek de rahatlatıcı sayılamayacak) bir izahını, Weber'in Pro­
testan ahlaka atfettiği önemi (7. Bölüm) bir kenara bırakıverir. Batı'dan
çok daha önce Doğu'ya damgasını vuran geniş pazar etkinliğine; mer­
kantilist kapitalizmin Avrupa'da daha sonraları geliştiğine ve şu ya da
bu kıtayla sınırlandırılamayacağına işaret eder. Fakat "finansal kapi­
talizm"i, Batı'nın "gerçek kapitalizm"e yaptığı hayati önemde bir kat­
kı olarak görür. Sanayi kapitalizmi masraflı fabrika tesisleriyle büyük
bir sermaye artışını gerektirince bu durum ortaya çıkmış, ulusal eko­
nomiler de onu izlemiştir. Fakat bu genişlemenin temeli, Doğu'yla ya­
pılan Akdeniz ticaretinin yükselişiyle İtalya'da baş gösteren bankacı­
lık ve maliye reformlarında zaten mevcuttu. Bu gelişme Asya'nın bü­
yük ticaret merkezlerinde zaten var olan ve veya çok geçmeden geli­
şecek olan kurumların benzerlerini meydana getirdi.
SON SÔZLER 349

Aynı örnek sanayileşme için de verilebilir. Burada da, İngiltere ve


Batı'daki Sanayi Devrimi'nde göz kamaştırıcı gelişmeler vardı. Fa­
kat bir kez daha, temeller çok daha önceden ve başka yerde atılmış­
tı. Önemli bronz çağı ekonomileri, başta tekstil alanında, çoğu dev­
let tarafından işletilen bazı geniş ölçekli imalathaneler doğurmuştu.
Mezopotamya'da, arkeolog Wooley'nin "fabrikalar" dediği yerler­
de yünlü kumaş imal ediliyordu. Sovyet meslektaşı Diakonoff, "fab­
rika" terimini daha sonraki kapitalist (veya ön-kapitalist) üretime
saklamak konusunda Marx'ın izinden gittiğinden, bunların sadece
atölye olduğunu söyleyerek itiraz etti. Hindistan'da, Babürler döne­
mindeki harkhana'lar da geniş ölçekli pamuklu üretimi yapan, işçi­
leri tek bir büyük çatı altında istihdam eden, devletin örgütlediği ku­
rumlardı. Çin, sanayileşmenin erken bir biçiminin daha da berrak
bir örneğidir. Ledderose, büyük miktarlarda Batı'ya gönderilen bü­
yük seramik ("çini") üretimini ve bu üretime Adam Smith-vari kar­
maşık bir işbölümüyle nasıl modüler (seri) üretim tekniklerinin dam­
gasını vurduğunu yazmıştır. Aynı şekilde ipekli kumaşlar, vergilen­
dirme aracılığıyla devlet tarafından ele geçirilmeden önce büyük öl­
çüde evlerde dokunurken, milattan sonra ilk yıllardaki gelişiminin
ardından son derece yaygın biçimde kullanılan kağıt da "sınai" bir
süreçle üretiliyordu. Aynı zamanda bir makineleşme de söz konusuy­
du, çünkü kağıt, daha sonraları Batı'da fabrikaların tekstil üretimin­
de yararlanacağı su değirmeni kullanılarak ve insan işgücüne ek ola­
rak akarsu ve nehirlerden elde edilen enerjiden de faydalanılarak üre­
tiliyordu; böylece yerel ipek veya deriden (parşömen) ve Mısır'dan
çok pahalı bir şekilde Avrupa'ya ithal edilen papirüsten daha ucuz
bir yazı malzemesi sağlanıyordu; çünkü bu yeni süreçle kağıt tama­
men yerli malzemelerle üretilebiliyordu. Kağıt imalatı Müslüman dün­
yanın her yanına yayıldı, sonunda önce Sicilya üzerinden İtalya'ya,
oradan da matbaa devrimini başlatacak Batı Avrupa'ya ulaştı. Ye­
rel ve seri üretilen bu ucuz yazı malzemesi, matbaa yokken bile Do­
ğu'daki bilgi ve düşünce dolaşımının Batı'dan çok daha hızlı ve ge­
niş olduğu anlamına geliyordu .
Tarihçilerin geçmiş hakkındaki teleolojik düşüncelerine bunca dam­
gasını vuran "Asya istisnacılığı" kavramı, Batı'da "modernite" ve
350 TARIH HIRSIZLIGI

"sanayi kapitalizrni"nin gelişmesiyle, onları mevcut birçok benzer·


likte körleştirmesiyle ağır bastı. Son zamanlarda çıkan bir kitapta
Brotton, Rönesans çarşısını, Türkiye'nin ve genel olarak Yakındo·
ğu'nun bu döneme yaptığı katkıyı yazmıştır. Bunun yanı sıra, İslam'ın
İspanya'daki daha erken "yeniden doğuşlara", matematik, tıp, ede­
biyat (örneğin trubadur şiirine ve anlatı edebiyatına), Platon araştır­
malarına ve Dante'nin fikirlerine yaptığı katkıyı da düşünebiliriz. Ne
var ki, bu yeniden doğuşların tümüyle Avrupalı bir hadise olmadı­
ğı fikrini gözden geçirmek için atmamız gereken bir adım daha var.
Kuramsal olarak, okuryazar toplumların hepsi unutulmuş veya kas­
ten bir kenara atılmış bilgiyi yeniden diriltebilir. Avrupa'da, klasik
dönemin ardından Hıristiyan kilisesi, yalnız sanat alanında (yani hey­
kel, tiyatro ve dindışı resim) değil, bilim (örneğin tıp) alanında da
pagan, yani kendi inançlarına göre yasak veya gereksiz diye damga­
ladığı klasik ilmin büyük bir bölümünü bertaraf etmekle uğraşmış­
tı. Klasik bilgiye karşı olan bu tavır o kadar katıydı ki, yeniden do­
ğuş Avrupa'da diğer her yerdekinden daha belirgin oldu. Aslına ba­
kılırsa, entelektüel meselelerdeki düzelme hem matbaa ve kağıdın et­
kisi hem de Doğu'yla olan kapsamlı ticaretin yenilenmesi sayesinde
iyice hız kazandı.
Rönesans'ı bir diriliş, hatta klasik yaşamın bir devamlılığı olarak
görmekle ilgili sorun da budur - Roma binaları gerek model gerek­
se yapı olarak kilisenin yaşamını pek çok yönden etkilemeye devam
etse ve Latince Batı'daki Hıristiyanlar tarafından hala kullanılsa da,
bu dinin gelişi ve imparatorluğun çöküşü keskin bir kopuşa yol aç·
mıştı. Britanya'da okuryazarlığın, okulların, kent zanaatlarının, hat·
ta muhtemelen Hıristiyanlığın silinişinden söz etmiştim. Bundan baş·
ka, tasvirlere kısıtlama getiren Sami ikona kırıcılığının benimsenme­
siyle Grek ve Roma sanatının, özellikle heykel ve tiyatronun daha
geniş çaplı bir silinişi söz konusuydu. Bunun Katolik bağlamda aynı
şekilde sürmediğinin farkındayım; fakat dindışı, laik bir bağlamda
erken Rönesans'a kadar fiilen sürdü . Sekülerliğin bir kez daha müm­
kün hale geldiği döneme dek, Avrupa birçok şeyi bir kenara attı . Bu
ifadeyle birlikte seküler bir tiyatronun yeniden doğuşu düşünülebil·
di ve Padova'lı katip Albertino Mussato'nun, yerel bir tiran olan Ece·
SON SÔZLER 351

rinis hakkındaki trajedisinin ( 1 320) Seneca tarzı manzum Latincey­


le yazılmasını sağladı. Fakat Marlowe ve Shakespeare'in İngilizce,
Racine ve Corneille'in Fransızca yazacakları anadildeki oyunlar için
daha epey zaman (250 yıl) vardı.
Başka bir deyişle, Roma sonrası çağda pek çok alanda antikçağ­
dan önemli bir kopuş, Batı'da -ama kent kültüründe böyle muaz­
zam bir uçurumun oluşmadığı Doğu'da değil- bir yeniden doğuşu,
bir Rönesans'ı zorunlu kılan bir kırılma olmuştu. Aslında, Batı'nın
restorasyonuna yalnız ticari olarak değil, san:ıt ve bilimlerde de yar­
dım eden Doğu'ydu. Endülüs'teki İslam'ın söz gelimi Brunetto La­
tini (Dante'nin hocası) üzerindeki etkisi, Batı'daki kullanımı Papa
il. Sylvester tarafından yaygınlaştırılan Arapça sayıların önemi var­
dı. Bir de tıp örneğini düşünün. Batı'da tıp çalışması kısmen disek­
siyon (teşrih) yasağı, yani insan bedeninin parçalara ayrılmasının ya­
saklanması, kısmen de örneğin Galenus'unkiler gibi tıp metinlerinin
yokluğu yüzünden çok gerilemişti. Bu metinler, Monte Cassino'da
(Salerno tıp okulu yakınındaki) Afrikalı Konstantin'in ve Montpel­
lier'de diğer birçoklarının Müslüman dünyadan yaptıkları çeviriler
aracılığıyla Batı tıbbına geri getirildi. Asıl sorun, tıbbı sadece klasik
ilmin dirilişi temelinde görürken, bu ilmin ve önemli Müslüman kat­
kıların bize dolaylı bir yoldan geldikleri gerçeğini dışlama eğilimin­
de olmamızdan kaynaklanıyor.
Rönesans'ı harekete geçiren, Roma İmparatorluğu'nun Batı'da­
ki çöküşünü yaşamamış olan Doğu'nun ta kendisiydi; çünkü Doğu,
Batı Avrupa "kültürü"nün uğradığı felaket niteliğindeki çöküşten geç­
memişti ve başlangıçta İtalyan kentleri, özellikle de Venedik çok önem­
li olduğu ortaya çıkacak bağlarını yenilerken, Doğu bir ticaret ve kül­
türel aktarım odağı olarak kalmayı sürdürmüştü. Asya'nın hiçbir ye­
rinde Doğu aynı yeniden doğuşa ihtiyaç duymadı, zira aynı ölüme
uğramadı. Çin'in bilimde 16. yüzyıla, ekonomideyse (Bray ve diğer­
lerine göre) 1 8 . yüzyıl sonuna kadar Batı'nın önünde olmasının ne­
deni de budur. Çin ne maddi çöküşe uğradı ne de kısıtlayıcı, hege­
monyacı bir dini vardı. Çin, birçok yazarın iddiasına karşın, Avru­
pa'dan bile önce faal bir ticari kent kültürü geliştirdi. Weber, Piren­
ne, Braudel ve diğerleri, Asya kentlerinin farklı olduğunu düşündük-
352 TARiH HIRSIZLIÖI

leri no kt alarına yoğ un laşt ılar. Bu arg ümanlar teleo lo jik t emelli ve son
derece kuş ku g öt ürür nit elikt eydi. Söz g elimi, baş ka bağ lamlarda ay­
rınt ılı biçimde ele aldığ ım çiçek ve yemek kült ürün e g öz at alım. Bu
g eliş melerin h er biri, klasik çağ so nrasın da Avrupa'dan önce o rt a­
ya çıkt ı. Bu an lamda " ant ik" o lana yönelik uzmanlığ ın ve ilg inin g e­
liş imi, kabaca Avrupa'dakiyle aynı döneme aitt i. Klasik çağ ın baş a­
rılarından so nraya ait o lsa bile, tiyat ro (örn eğ in J apo nya'da kabu­
ki) ve g erçekçi ro man için de durum böyledir. Asya (ve aslına bakı­
lırsa Avrupa) istisn acılığ ı fikrini t erk eder ve bunun yerine kent dev­
riminden itibaren Avrasya'nın h er yanında meydan a g elen koş ut g e­
liş meleri düş ünürsek, bunların h epsi izah edilebilir. G erçi bu g eliş ­
meler h ız ve içerik bakımından f arklılıklar g öst ermişt ir, ama benzer
to plumsal evrim süreçlerin e ve g enel o larak karş ılıklı alış veriş iliş ki­
lerine dayanmış lardır. Ticaret , yalnız maddi emt ianın değ il, t eknik
ve fi kirler h akkın daki bilg iler de dah il, bilg inin mübadelesini kap­
sayan bu t ür t emasları g erekt iriyo rdu.
Keza R önesans'ın bilimsel devrim o larak söz ett iğ imiz ent elekt ü­
el geliş meleri ni de gözden geçirmemiz g erek. E lbett e bilim R önesan s' la
baş lamadı. Jo seph N eedh am Çin'in baş arıları üzerin e son derece ön em­
li bir dizi kit ap yayımladı ve bu çalış masında, bu muazzam ülkenin
1 6 . yüzyıla dek Avrupa'n ın ço k dah a ilerisinde o lduğ u so nucuna var­
dı. O dön emde bilg inin h ızlı do laş ımına o lan ak veren (dah a so nra­
ki bilgi sayar gibi) kağ ıt ve mat baa Avrupa' ya h enüz yeni g elm işti . Böy­
lelikle N eedh am, Batı 'yı, mat ematiksel o larak o luşt urulmuş varsa­
yımları t est et meye dayanan bir bilimi devralmış ve t anıtmış o larak
g örür. Bun u "mo dern bilim" o larak adlandırır ve kapit alizmin, bur­
j uvazinin ve R önesans'ın g eliş iyle iliş kilendirir. N e var ki, deneyin
Arap simyacıların et kisiyle o rt aya çıkt ığ ı, mat ematiğ in se baş langı ç­
t a birço k kaynakt an g eldiğ i ileri sürülmüşt ür. Kaldı ki, N eed­
h am'ın ön ermesi benim eleşt irmekt e o lduğ um özg ül g eliş meci var­
sayımı içermekt edir. Ben im t ercih im, varsayımsal ani bir devrimden
ço k, dah a düzenli evrimci değ iş imden yanadır. " Mo dern bilim" ön­
ceki bilimle dah a yakından iliş kilendirilmeli ve Bat ı'daki g eliş mele­
rin Ç in'le devamlılığ ı N eedham'ın nih ayet önerdiğ inden dah a ço k
vurg ulanmalıdır.
SON SÖZLER 353

Aynı şekilde "uygarlık" konusunda Elias, "gerçek kapitalizm" ko­


nusunda da Braudel, Batı'da sürecin hayati parçalarını iptal etmiş­
lerdir. Aynı şey daha genel anlamda kurumlar, özellikle de kent ve
üniversite konusunda da yapılmıştır. Bu birleşik sorunu 8. Bölüm'de
tartıştım ve benzersizlik argümanının, özellikle kentler konusunda
büyük ölçüde aşırıya kaçtığını gösterdim. Batı'daki üniversitenin dini
bağlarını koparmayı ve öğretimi sekülerleştirmeyi, diyelim İslam med­
reselerinden önce başardığına ilişkin bazı göstergeler vardır, ama ken­
dine özgü dünya görüşüyle Çin'de yüksek öğrenimin, hegemonya­
cı bir dinin kuşatmasından kaçmak gibi bir sorunu zaten hiç olma­
mıştı. Şüphesiz Batı'da her iki kurumun kendine özgü birtakım özel­
likleri vardı; ama kapitalizme en çok yardımcı olanı Avrupa'nın icat
ettiği iddiası, Doğu ve Batı arasındaki uzun ömürlü koşutlukla çe­
lişir görünmektedir. Bu koşutluk Avrupalıları, modernleşmede baş­
kalarından çok onlara yardım ettiğini düşündükleri bir dizi erdemi
(9. Bölüm) kendilerine mal etmekten alıkoymamıştır. Bu süreç (en
azından yazılı kanıtlar söz konusu olduğunda) Greklerle başlamış­
tı. Gördüğümüz gibi, Asya devletlerinde "zorbalık" hüküm sürerken,
insanların kendi hükümetlerini seçmeleri açısından (en azından kö­
leler, kadınlar ve yabancılar hariç) Grekler kendilerini çoğu zaman
demokrat diye nitelendiriyorlardı. Bireycilik de buna benzer bir öy­
küdür. Bu özellik bu grupların birçoğunda çoktan beri mevcuttu; bazı
toplumlarda kaynaklar üzerinde belirli haklar ortak olabilse de, bir
toplum tipi olarak "ilkel kolektif" ve "ilkel komünizm" kabul edi­
lemezdir.
Batı, duyguları da sahiplendi. Bunların en belirgin örneğiyse aşk­
tır; bazı Avrupalılar aşkın 12. yüzyıl trubadurları tarafından icat edil­
diğini ileri sürmüşlerdir, bazılarıysa tıpkı hayırseverlik gibi, Hıristi­
yanlığa içkin bir özellik olduğunu düşünür; bazılarına göre Avrupa­
lı, hatta İngiliz ailesini, diğerlerine göreyse modern, Batılı dünyayı
niteler. Tüm bu iddialar eşit derecede savunulamazdır. Hollywood
"romantik aşk"ı pazarlasa bile, onu icat etmemiştir. İngilizler, Hıris­
tiyanlar, modernler de icat etmemiştir. Provence ve Aquitaine'li tru­
badurlarsa, en azından Neşideler Neşidesi'ne dek geçmişe giden Ya­
kındoğulu uzun ve önemli bir sektiler (ve dini) aşk şiirinin varisi olan
354 TARiH HIASIZLIGI

A rap-İs panyol kom şularından ço k bü yü k yardım görmü şlerdir. Av­


rupalıları belirli erdem ve duyguların benzers iz gelişim ine yönelik id­
dialara neyin yöneltt iğini araştı rm ak ilginç olm akla birlikt e, benzer­
s izliğin kanıt ları eks iktir ve anc ak kü ltü rler aras ı dü zeyde s ist em li
bir karşı laştırm a bunu ortaya çıkabilir.
Ş im di C hilde'ın, L. H. Morgan'ın A ncient Society 'deı s unuldu­
ğu şekliyle uygarlık ve kent kü ltü rü anlayışıyla olduğu kadar daha
genel kaynaklarla da bağlantılı olduğu açıkça görü len bronz çağı nın
kent devrimi kavranun a dönm ek isti yorum. Bu kavram ın büyük avan­
tajlarından bi ri , Bat ı'ya im ti yaz verm eyi p antik Yakındoğu'da ger­
çekleşen, Mısı r'a ve E ge'ye, Hi ndis tan ve Çin'e dek ulaşan ort ak bi r
tarihs el gelişimi betim lem es idi r. Bunun s onuc u olarak, bu dönem de
Avras ya'nı n ana kent uygarlıkları aras ında görü len kü ltü rel yakın­
lık, dü nya gelişimine ilişkin en önem li ve etkili s os yal-tarihs el i zah­
lardan bazılarına tem el oluşturan köklü bir sü reks izlik veya fa rklı­
lık kavram ıyla bağdaşm am aktadır. Hakim Avrupalı görü şe göre, 19.
yü zyılda Sanayi Devrim i'ni izleyen kuşku götü rm ez başarılar açıs ın­
dan geçm işe bakan tarihçiler ve s os yologlar (ve belirli bi r ölçü ye ka­
dar antropologlar), bu farklılıkları açıklam ak zorunluluğunu hiss et­
tiler. Böylec e Batı'nın anti k toplum dan feodalizm e, oradan da kapi­
tali zm e doğru bir dizi gelişm e aşam as ından geçti ği kabul edildi. Öte
yandan Doğu'ya, Marx 'ın "As ya is tis nac ılığı" olarak gördü ğü du­
rum dam gas ını vu rm uştu. Bu durum un ayırt edic i özellikleri s ulam a­
lı tarım ve des potik yönetimdi; Batı'da, özellikl e de Avrupa'days a bu­
nun tam aks ine tarım yağm ura dayanıyor ve yönetim de danışm ac ı­
lık öne çıkıyordu. Bu yalnızc a Marksis t bi r argüm an değildi r; We­
ber ve bi rçok tari hçi tarafından f arklı bi çim lerde benims enmi ş ve s os ­
yolog M. Mann3 ve uzun vadeli Avrupa üs tü nlü ğü kavram ına bağ­
lanan başkaları -c oğrafyac ı Blaut onlara Avrupa-m erkezci tari hçi­
ler der- tarafından çeşitli vers iyonları ileri sü rü lmü ştü r. Bu versi yon­
lar pek çok bi çim alır; örneği n, Malthus 'un çok etkili bir şekilde ile­
ri sü rdü ğü, Çin'in nüf us unu denetlem edeki başarıs ızlıklarını, Batı'nın
i çs elleştiri lm iş tahditlerine s ahip olm am as ına bağlayan, Weber'in ka­
pitalizmi n doğuşunda Protes tan ahlakın rolü dü şü nc esi yle benz erlik­
ler taşıyan görü şü; Peter Las lett önderliğindeki C am bri dge Grubu'nun
SON sôZLER 355

demog r afi tari hçil eri tar afından g eni ş bi r biçim de beni msenen, h at­
ta aynı şeki lde F r eud ve E li as tar afın dan da öne sürülen tah di di n ni ­
teliği g örü şü i lk akla g elenler di r.
E lbette Batı ve D oğ u'daki toplumsal yaşam ın sı r alanış m antığın­
da bü yü k far klar var dır. Avr upa'nı n batısında klasi k i mpar ator luk­
l ar ın ç ökü şü, kent uyg ar lıklarında kısmi bir azalış, bazı kentleri n sı­
li ni şi ve kı r sal alanın ve yöneti ci leri ni n önemi ni n, sonunda " feoda­
li zm" e yol aç acak biçimde artı şı anlamı na g eldi . Sür eci nAvr upalı i za­
hı nda, bu aşam a ç oğ u kez dünya tari hi aç ısı nda n, K uzey İtalya' nın
komünleri yle başlayar ak, onları n özgü r lük aşığı bur juvazi si ni ,
özer k hüküm etleri ni barı ndır an ve kapi tali zm le moder nleşm eni n ön­
cüleri yapacak ç eşi tli özelli kler sergi leyen yeni tür bi r kenti n doğ u­
muyla sonuç lanan "i leri ci " bir adı m olar ak g ör ülü r. F akat bu sır a­
lam a aynı zam anda " dem okr ati k" Y unani stan'ı n te r si ne " despoti k"
olan A sya'ya i li şki n dah a önceki g örü şler e de uzanır ( oysa A sya' nı n
nasıl dem okr atları var sa, Y unani st an' ın da ti r anları var dı) . Avr upa
da şüph esi z kendi tir anları na sahi pti.
A sya i sti snacı lığı kavr amı yakı n zam anlar da bom bar dım ana uğ­
r am ış, ç eşi tli yazar lar ın yanı sı r a, Eric Wolf tar afı ndan da Europe
a nd the People Without History4 adl ı ki tapta zım nen eleştiri lmi ş­
ti r. Wolf bu ki tabında, g er ek D oğ u'nun g er ekse Batı'nın , despoti k
veya dem okr ati k yetke si stem leri ni n " vergi toplayan devlet" adını
ver diği bir si stemi n deği şi k biçi mleri olar ak g ör ülm esi g er ektiği ni
öne sürmü ş, bu si stemi n D oğ u' da bazen Batı 'daki ne g ör e dah a m er­
kezi yetçi olabi ldiği ni belirtmi ştir. K api tali zmi n dah a sonr aki g eli şi­
mi aç ısından sonuç lar, Sanayi D evri mi' nden önceki Avr upa üstün­
lüğ ü kavr amı nı r eddeden, bu kavr amı deği ştir en ve ç alışm aları nı son
zamanlar da Capitalism a nd Moder nisatio n: the Great Debates baş­
lı klı bi r ki tapta ele aldığım Avr upalı yeni akademi syenler kuşağı ta­
r afı ndan şi ddetle eleştiri lmi şti r. F akat bug üne kadar, klasi k ç ağ son­
r ası tari hi h akkındaki bu yeni bakış aç ılarını, ar keoloji k ar ka plan­
dan doğ an Avr asya'daki g eli şm eni n benzerli kleri bağ lamında dah a
önceki ç alı şm alar la bi r leşti rm eye yöneli k pek az gi ri şim olm uştur.
Eğ er br onz ç ağı nda " uyg ar lık" açı sı ndan g enel bi r bi r li k bulunmak­
taydı ysa, sonunda D oğ u'daki "i sti snacı lı k" la Batı' da buna tekabül
356 TARiH HIASIZLIGI

eden benzersizlik nasıl doğdu? Veya böyle bir şey gerçekten oldu
mu? Kentlerin ortadan kayboluşu (ve "feodalizm"in hüküm sürme­
si) dünya tarihinde Batı Avrupa'yla sınırlı bir hikaye olmaktan baş­
ka bir anlam taşıdı mı? Akdeniz civarında kentler, özellikle de liman­
lar veya "ticaret limanları", İstanbul, Şam, Halep, Bağdat, İsken­
deriye ve başka yerlerde, kuşkusuz daha doğuda da bütün canlılı­
ğıyla varlığını sürdürdü. Biraz daha geç bir dönemde, Venedik ken­
di Romalı geçmişinin ruhunu ve etkinliğini yeniden yakaladı ve Do­
ğu'yla karlı bir mübadeleye büyük bir canlılıkla yeniden girdi. Eğer
Asya'daki kentlerin az çok sürekli tarihine bakacak olursak, Batı
Avrupa'da kent kültürünün gerilemesi ve ("feodalizm"e yol açan)
kırsal üretim biçimine yoğunlaşandan çok farklı bir dünya tarihi res­
mi ortaya çıkar; bu durum Asya istisnacılığından çok, bir Avrupa
istisnacılığı meselesi gibi bile görünebilirdi. Bu kıtanın dışında ka­
lan kent ve limanlar, kapitalist girişimciliğin öncüleri olarak yeni­
den doğmak üzere silinmediler; Asya'nın her tarafında gelişmeye de­
vam ettiler ve mübadele, imalat, eğitim, bilim ve daha sonraki ge­
lişmeleri işaret eden diğer uzmanlık etkinliklerinde odak noktası ol­
mayı sürdürdüler. Batı Avrupa'nın yeni kentlerinin kendilerine özgü
bazı nadir özellikleri olduğu kuşku götürmezken, Weber ve Brau­
del'in6 varsaydığı biçimde benzersiz oldukları söylenemez. Hindis­
tan'da, Çin'de veya Yakındoğu'da, nerede olursalar olsunlar, kent­
ler erken merkantilist ("kapitalist") etkinliklere girmişlerdi. Tüccar­
lar, zanaatkarlar ve diğer burjuva unsurlarca yürütülen faaliyetle­
rin, yazılı kültürün, ticaretin, imalatın ve çeşitli karmaşıklık dere­
celerindeki tüketimin merkezleriydiler. Aslına bakılırsa, ileri sana­
yi kapitalizmi Batı'da gelişmiş olmakla birlikte, onun erken gelişi­
mini benzersiz biçimde bu kıtayla sınırlı görmek, dünya tarihinin
bir karikatüründen ibarettir. ileri kapitalizmin alışılmış ölçütleri sa­
nayileşme ve yüksek finans (Braudel) veya kapsamlı ticarettir (Marx,
Wallerstein). Sınai koşullar altında seri ·üretim ve finans zorunlu ola­
rak daha büyük bir rol kazanmış, mübadele de daha yeğin hale gel­
miştir; ama ikisi de ekonominin yeni, Avrupalı özellikleri değildir.
Sanayileşme için de aynı şey geçerliydi. Sanayileşmenin özellikle Çin'in
erken dönem imalat süreçlerinden bazılarını nitelediği inandırıcı bir
SON SÔZLER 357

biçimde ileri sürülmüştür. Avrupa içinde sınai tekstil üretimi kesin­


likle 1 8 . yüzyıl ortasının İngiliz pamuklu sanayiiyle başlamamıştı .
İtalya'da, ülkenin sanayiine hatırı sayılır bir göreli üstünlük sağla­
yan ipek iplik eğirme işi, daha 1 1 . yüzyılda başlamıştı.7 Bu süreç­
ler Çin'den ve Yakındoğu'dan ithal edilen ipekle rekabet halinde ge­
lişti, muhtemelen hammaddeler gibi makine planları da ithal edil­
di ve su gücüyle çalışan makineler üretildi.
Bu eski efsanelerin birçoğunu sorgulamamız ve antik toplumlar,
antikçağ ve feodalizm acasındaki bronz çağıyla başladığı varsayılan
süreksizliğe bir kez daha bakmamız gerekiyor. Başka yerlerde kent­
leşmenin tarihi çok farklı bir profil sergiledi. "Lüks" ve öğrenim un­
surlarıyla kent kültürleri gelişmeye ve daha eski çağlardakinden fark­
lılaşmaya başladılar. Hazırlanmış yiyecekB ve aslında, ehlileştirilmiş
çiçekler gibi9 daha genel lüks ürünler, bunu anlam·amıza yardımcı
olur. Hautes cuisi nes 'i n [seçkin mutfak] gelişmesi hakkında özellik­
le ilginç olan husus, bunların Avrasya'daki büyük uygarlıkların ta­
mamında Avrupa'da doğuşlarıyla kabaca aynı dönemde ortaya çık­
tıkları gerçeğidir. ıo Karmaşık mutfak, Doğu Akdeniz'in antik dün­
yasını saymazsak, Asya'ya daha önce geldi. Benzer ifadeler, tüm bü­
yük (yani yazılı) dünya dinlerinde belirli dönem ve belirli yerlerde
bulduğumuz figüratif tasvirin (ikonaların) tam reddi dahil olmak üze­
re, sanattaki birçok gelişme için de dile getirilebilir.
Doğu'yu durağan, Batı'yı dinamik olarak gören bu dünya gelişi­
mi izahlarını ciddiye alsaydık, uzun vadede -Braudel bile 1 5. ve 1 8.
Yüzyıllarda Uygarlık ve Kapitalizm adlı büyük sentezinde bu çizgi­
yi benimser- bu koşutluk şaşırtıcı gelirdi. Veya keza, "Asya istisna­
cılığı" ya da "Şark despotizmi" öğretilerini benimseseydik, bu kav­
ramların söz konusu kentsel zevklerin gelişimine köstek olmaları ge­
rekirdi.
Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden veya belki de Akdeniz'de
Müslüman hakimiyetinden sonra, mülkün yerel yönetimden çok ki­
liseye devredildiği Hıristiyanlığın gelişiylet ı bağlantılı olarak, Batı'da
ticarette bir gerileme ve kent kültüründe bir çöküş olduğu gerçek­
tir.ıı Fakat bunun sonucunda kırsal kesim için feodalizm kavramı­
nı doğuran vurgu büyük ölçüde Batılı bir hadisedir; bu hadise ne dün-
358 TARiH HIRSIZU(',I

ya ne deAvrupa g elişim tarih inin zorunlu bir evresi olarak g örüle­


bili r, g örülmemelidir de.
Başka yerlerde bronz ç ağ ının kent uyg arlıkları, g itt ikç e g enişle­
yen bi r ç eşitlilikle zanaat ve imalat objeleri, dah a g eniş tic aret ağ­
lar ı, dah a büyük bir tic ari kültür büyümesi g östermey e devam etti.
Bir adım, Ch ilde' ın "toplumsal evrim" olarak g ördüğ ü şey de bi r di­
ğ er adıma yol aç tı. Sonunda Batı, P irenne'i n 11 . yüzyıla dayandır­
dığ ı tic aret c anlanmasının ve kentleri n büyümesi ni n ardından, bir
kez dah a treni yakaladı. Bu sonuç , temelde kent� el tic ari kültürün
h iç kaybolmadığ ı Yakındoğ u' yla mübad elenin g eri dönüşü ve Ve­
nedik ve diğ er İtaly an mer kezlerini n büyük rol oynadığ ı h areketlen­
me sayesinde g erç ekleşti. 1 3 Başka yerlerde, örneğ in Sey lan'da, 14 G ü­
neydoğ u Asya'da, ıs Yakındoğ u'da, 1 6 Hint Okyanusu'ndat 7 tic aret
ağ ları bronz ç ağ ından iti baren g enişlemey e devam· etmi şti. Sonun­
da HıristiyanAvr upa, ör neğ in matbaa, kağıt, ipek dokumac ılığ ı, pu­
sula ve barut, turunçg iller ve şeker g ibi yiyec ekler, pek ç ok çiç ek tü­
ründe yaptıklar ı g ibi, sıklıkla Doğ u'dan int ih al y apar ak "modern­
leşme" sürec ine yetişti; sınai imalat sürec ini onlar başlatmasa da,
dah a sonra etkileyic i bir kar şılaştırmalı avantaj a sah ip olunc aya ka­
dar, bu sür ec i (ayrıc a g emi ve silah i malatını) g eliştirdi - sanayide
ve üretim süreç lerini n g eli şiminde tersane özellikle önemliydi. ı s i le­
ri sınai etkinliğ in, dünyanın öteki kesimlerine, özellikle de bronz ç a­
ğ ının kent kültürlerinin en ç ok g elişmiş olduğ u yerlerdeki metropo­
lit devletlere (g öç ün bir sonuc u olarak başka yer ler in yanı sıra) ya­
y ılması ç ok sürmedi.
Bu " modernleşme" süreçleri Avrasya'daki bazı önemli toplumlar ­
da diğ erlerinden dah a hı zlı ilerlemekle birlikte, bütünc ül h areket ç ok
yayg ın olmuştur. Arkeolog lar, söz g eli mi mezolitik ç ağ dan neolitik
ç ağ a doğ ru değ işimde olduğ u g ibi, aynı silsile içinde ama farklı dö­
nemlerde g erç ekleşen bu türden g enel değ işimler le uğ raşmay a alış­
kındır. Aç ıklama arama eğ ilimi g österi rler; o zaman da, ya dışsal ile­
ti şim ya da iç sel olarak koşut bir başlang ıç tan doğ an yapısal benzer­
likleri dikkate alırlar.19 Öte yandan antropolog lar ç oğ u zaman kül­
türel değişimin, tarihçilerse "zih niyetler" in müph em belirt ilerine baş­
vururlar. Benim g örüşümc e, bu sonunc usu akademisy enler iç in teh -
SON SÖZLER 359

likeli sulardır; ellerinde dayanabilecekleri daha az veri olan arkeo­


loglar için tehlike daha da artar. Kültüre veya zihniyetlere dayalı açık­
lamalar, kaçınılmaz olarak, uzun ömürlü bir çerçevede pekala geçi­
ci olabilecek bir farklılığın tespitine yol açması halinde, yanıltıcı ola­
bilir. Göz önüne aldığımız bazı gelişmeler çeşitli bronz çağı sonrası
kültürlerinde, biraz farklı hızda ama uzun vadede koşut bir güzer­
gahta akmışlardır. Bu süreç, sıklıkla sanıldığı gibi, bugün Batılılaş­
ma demek olan bir küreselleşme meselesi değildir. Bunun yerine, Chil­
de'ın yazmakta olduğu dönemden beri, kısmen birbiriyle etkileşim
ve mübadele, kısmen de bir tür içsel "mantık" sonucu sürekli ola­
rak gelişen, kentli burjuva toplwnlarının büyümesini temsil eder. Zira
bunlar kendi kentli nüfuslarıyla, yerel kırsal kesimle, fakat aynı za­
manda başka yerlerdeki diğer kentlerle mübadele edecekleri ürün ve
hizmetleri yaratmakla da uğraşan ticari kültürlerdi. Eski ürünler üze­
rinde değişiklikler yaparak yeni ürünler geliştirdiler ve bağlantıları­
nın erimini genişlettiler.
Özünde kentler, Karl Polanyi'nin bir deyimini (ama biraz farklı
bir şekilde) kullanırsak, "ticaret limanları"ydı. Mallar yapıyor, hiz­
metler sunuyor ve zaman zaman bu ürünleri geliştiriyor, erimlerini
ve müşterilerini genişletiyor, nadiren hareketsiz kalıyorlardı. Geçim­
lerini sağlamak için imalat ve ticaretle uğraşıyorlardı ki, bu da daha
geniş bir ithalat girdisi elde edebilmek için daha büyük karlar yap­
mak (veya en azından masraflarını karşılamak), zarar etmemek zo­
runda oldukları anlamına geliyordu. Bu nedenledir ki, sürekli deği­
şim halindeydiler. SouthaU,20 tüccarların "büyüyerek sanayicilere ve
yatırımcılara dönüşen, kapitalist üretim biçiminin temel ebeleri" ol­
duğunu belirtir. Tüccarlar her yerdeki tüm kentlerin temel bir unsu­
ru olsa da, Southall, Weber'i izleyerek bu sürecin feodal tarzda or­
taya çıktığını düşünür. 21 "Kentler, kralların ve soyluların yarattıkla­
rı devletlere karşı kendilerini savunmak zorunda olan tüccarların ya­
ratımıydı ." Southall, doğruluğu tartışılır olsa da, kentlerin özellik­
le feodal çağda "daima yenilikçiliğin merkezleri" olduğunu ileri sü­
rer. Kentler sınıf çatışmasının da merkezi, "gaddarlığı hiç azalmayan
toplumsal savaşın sürekli tiyatrosu", ama aynı zamanda büyük sa­
natsal etkinliğin de sahneleriydi.22
360 TARiH HIASlZLIGI

Bu etkinlikl er, "kapitalizm " in, en azından m erkantilist kapitaliz­


m in kökleri veya belki de bazı Çin araştırm acılarının adlandır dığ ı
g ibi, "kapital izm in fi lizleri" olarak g örülebilir. Bu düzeyde, kapita­
lizm in kökeni veya dah a önem lisi, sanat dah il çok sayıdaki tüm sos­
yokültürel biçim ler içinde, kentsel kült ürlerin büyüm esine ilişkin bir
sorun yoktur. D üşünüşüm üzdeki tem el sı çr ayı ş, son zam anların kit­
lesel m edyasında g österilen ne olursa olsun, Batı bu sanatların, ede­
biyatın ( söz g elim i rom anın) , tiyatronun veya resim ve h eykelin m u­
cidi değ ildi; başka h içbir yerde değil de Batı'da ken dini g österen m o­
dernleşm eye izin veren özel bir değerler dizg esinin m ucidi h iç değil­
di. Bu etkinlikler Avrasya kıtasını n ( ve başka yerlerin) kentsel top­
lum larını n h epsinde g elişm ekteydi, kimi zam an bir toplum , kim i za­
m an bir diğeri başı çekiyordu. F akat ortaçağ başlarında Batı, kısm en
klasik g eçm işten kopm ası, kısm en erken dönem H ırı stiyanlık ve İ b­
rahim i dinler tarafından ( seküler) tasvirin bilinçli reddi yüzünden,
çarpıcı ölçüde g eri kald ı.
Merkantilist kapitalizm in g eniş zem ininden yukarıda söz etm iş­
tim; Asya'daki erken dönem ticari etkinliklerin yaygı nlığı ve Hi nt pa­
m uğ unun D oğ u Hint Adaları'na (E ndonezya) ve G üneydoğu Asya'ya
( Çin Hi ndi) ih racının yanı sıra, Çin bronzlarının, ipeklerinin ve por­
seleninin bu bölg elerin h er yerine ulaştırılm ası g öz önüne alındığın­
da, bu zem in yeterince aşika r görünür. Batı Avrupa, h att a Akdeniz'le
karşılaştı rıldığ ında, erken çağlarda Uzakdoğ u ticari et� inliğin arı ko­
vanı g ibiydi. Bray' e g öre, Ç in 1 8 . yüzyı lın sonuna kadar, dünyanın
en büyük ekonom ik g ücü olarak kaldı,23 Peki, h aklı olar ak m odern
kapitalizm in kilit özellikler i diye g örülen im alat ve h atta sanayinin
durum u neydi? D oğ u Asya'da b unca g eniş ölçekli m übadele olm a­
sı im alatı zaten g ündem e g etirmiş ti. Seram ik g eniş ölçekli üretim tek­
niklerine tabi tutulan tek ürün değ ildi. Çin'de olduğ u g ibi H indis­
tan' da da tekstil, ön- endüstriyel Avrupa'da olduğ u g ibi, tücc:u ları n
fa son sistem leri ve küçük ölçekli ev sanayii şeklinde örg ütlem esiy ­
le, başat olarak ev tem elinde im al ediliyordu.24 F akat aynı zam an­
da büyük f abrika tipi kuruluşlar da vardı.ıs Çin'de dah a etkileyici
bir örnek, önem li ka ğıt sanayiiydi. Bu durum , Asya'nın büyük top­
lum larının h epsinde, kent kültürlerinin bronz çağıyla birlikte uzun
SON SÖZLER 361

vadede az ço k sürekli bir gelişimi yaşadıkları gerçeğ ini yansıtır. E ko ­


lo jik, eko no mik, askeri ve hatta dini etkenler yüzünden kesintiler o l­
mu ştu r - " barbarları n" istilaları , tic aretin du rması , hükümetin ba­
şarı sızlık ları , matbaanın yasaklanması vb. Fakat baştanbaşa tü m kent
kültürleri yüzyıllar içinde üretim, mübadele, dağ ıtı m ve finansta o l­
duğu kadar maddi, sanatsal ve entelektüel yaşamda, sanatta, eğ itim­
de, tic arett e ve imalatta da girift bir biçimde gelişti. G elgelelim, Sa­
nayi D evrimi so nrasında geçmişe teleo lo j ik o larak bakan ço ğu B a­
tı lı tarihçi, bu ko şu t gelişmeleri görmezden gelmiş ve daha so nraki
üstünlüğ ü önc eki mu tasavver avantaj larla açı klamaya çalışmıştır.
B ro nz çağ ını n göreli birliğ i göz ardı edilmiş ve bu tarihçiler antik­
çağı n yalnız ve yalnı z Avru pa'da doğ duğu nu ileri sürm üşlerdir. Çoğu
yazar için bu benzersizlik, aynı zamanda feo dalizm ve aynı şekilde
araştı rmaya başladı kları no kta o lan kapitali zm için de geçerliydi. Bu
şeki lde, bro nz çağı so nrası to plu ml arının geniş sürekl iliği, sadec e Av­
ru pa deneyimine yoğu nlaşmak yüzünden fec i bir biçimde parampar­
ça edildi; hem bilimc ileri hem de kamuo yu nu tarih hı rsı zlı ğı na gö­
türen bir yoğu nlaşmaydı bu.
G eçerli bir karşılaştır ma yapmak antikçağ , feo dalizm, kapitalizm
gibi önc eden belirlenmi ş katego rileri ku llanmayı değil, karşı laştırı ­
lac ak mu htemel çeşitlemelerin yerleştirilec eği so syo lo j ik bir analiz
çerçevesi o lu ştu rmak üzere bu kavramları n terk edilmesini gerek­
tirir. B atı'daki tarihsel söylemin büyük böl ümünde eksik o lan bu­
du r. Tarihçiler bu nu n yerine kendileri açısından arzu edilebilir ve
" ileric i" özellikleri iddia etmekle yetinmişlerdir. Tarihi, kendi kate­
go rilerini ve o lay dizilerini dünyanı n geri kalanına dayatarak, ça l­
mı şlardı r.
Tarih ve to plu m bilimleri hırsızlığ ı diğ er beşeri bilimleri de etki­
ler. So n yıllarda, araştırmacı lar kendi disiplinlerini daha karşılaştır­
malı , dünyanı n geri kalanı yla daha bağ lantı lı hale getirmek için de
adım atmı şlardır . Fakat bu önlemler bu amaç için yetersizdir. Lite­
ratür, " karşı laştırmalı literatür" haline gelmiştir, ama karşı laştırma­
nın menzili genelli kle bir kaç Avru palı kaynakla sınır lı kalmı ştır; Doğu
bilmezlikten gelinir, sözlü kültürler dikkate bile alı nmaz. G erek İ n­
gi liz gerekse A merikan varyantları nda kült ürel araştı rmalar alanı kao -
362 TARiH HIASIZUÖI

tiktir. İkincinin metinsel temeli neredeyse sadece Batılı yazılar, genel­


likle filozoflar, çoğunlukla da Fransız filozoflardır. Bunlar da çoğu
zaman kendi içsel tefekkürleri ve hepsi de modern, kent toplumla­
rının temsilcisi olan öteki filozoflar üzerine yorumlarından başka pek
veri sunmaksızın yaşam hakkında yorum yaparlar. Bu tür yorumlar
o kadar geneldir ki, sohbete girmek isteyen kişinin gerçek anlamda
bilgi sahibi olmasına gerek bile yoktur.
Son olarak, bu kitap dünya tarihi hakkında olmaktan çok, Av­
rupalı araştırmacıların onu kavrama şekliyle ilgilidir. Sorun, Avru­
pa 'nın yakaladığı göreli avantajın arka planını açıklamaya çalışmak­
tır. Tarihte geriye dönük araştırma yapmak, ister açık isterse üstü
kapalı olsun, neredeyse kaçınılmaz olarak teleolojik bir eğilimi da­
vet eder. Kişi, kendi "modernleşme"sine yol açan şeye bakarken, öte­
ki insanların, bu farkı yarattığı düşünülen Protestan ahlaktan, gi­
rişimci ruhtan, değişme yeteneğinden yoksun olduğuna dair yargı­
lara varır.
Bu tarihteki temel bir zorluk, Avrupa'nın daha sonraki üstünlü­
ğünün belirtilme tarzıdır. Eğer Avrupa kıtası benzersiz bir ekonomi
biçimini, "kapitalizm" denilen şeyi geliştirmiş olarak görülürse, o
zaman bunun köklerini "mutlakıyetçilik"e, "feodalizm"e, antikça­
ğa dek izlemek, onu koşutu bulunmayan kurumlar, erdemler ve duy­
gular, hatta dinden oluşan bir demetin sonucu diye görmek meşru­
laştırılır. Öte yandan insan toplumunun bronz çağından itibaren ge­
lişimi, farklı bir şekilde, "kapitalizm" teriminin düşündürdüğü tür­
den kategorik ayrımları içeren hiçbir keskin kırılma olmaksızın kent­
sel ve merkantilist kültürün sürüp giden olgunlaşması olarak da ka­
bul edilebilir. Muazzam araştırmasında Braudel aslında bu tür bir
etkinliğin, ele aldığı toplum dizisinin her yerinde, Avrupa'da oldu­
ğu gibi Asya'da da bulunduğunu kabul eder. Ne var ki, "gerçek ka­
pitalizm" kavramını, tıpkı Needham'ın bilimin tersine "gerçek bi­
lim" için yaptığı gibi, sadece modern Batı'ya atfeder. Fakat eğer "ka­
pitalizm"in tüm bu toplumları nitelediği kabul edilirse, benzersizlik
kaçınılmaz olarak gözden kaybolur, açıklama sorunu diye bir şey de
kalmaz . Geriye yalnızca artan yoğunluğun kategorik değişimden çok
olgunlaşmayla açıklanması seçeneği kalır. Aslına bakılırsa, durum
SON SÖZLER 363

" kapit ali zm" t eri mini n büsbüt ün t erk edi lmesiyle de açıklığ a kavu­
şabi li rdi, çünkü bu t eri mi n ku llanımı, Bat ı'y a bi r çeşit u zun vadeli,
i mtiy azlı konum t anıma eğilimi nde olacakt ır. Öy leyse modern dö­
nemde Bat ı' nın üst ünlüğ ü h akkındaki t art ışmay ı, neden kent sel ve
merkanti list gelişmelerin uzun vadeli çerçevesi i çinde, az çok y oğ un
et kinlik dönemleri ne olanak veren ve " uy garlaşma süreci" ni n
olu mlu y önlerini olduğ u kadar olumsuz y önlerini n t amamını da h e­
saba kat an bir çerçeve i çinde, ekonomik faaliy et lerin ve diğ er f aali ­
y et leri n y oğu nlaşması şekli nde di le geti rmey eli m? Kuşku suz, bu si l­
sileni n parçalara ay rılması, çağ dan çağ a dönemselleşti ri lmesi gere­
kir; ama sanayi leşmeni n genişley en kapsamından, h atta bir Sanay i
Devrimi' nden, bu sürecinAsy a ve diğ er t oplumlardaki başlangıçla­
rını y adsımaksızın, bu nu tümüy le Av rupa'y a ai t bi r gelişme olarak
gör meksi zi n de bah set mek mümkündür.
NOTLAR

GİRİŞ
(Sayfa 1-1 1)

I Trevor-Roper 1965: 1 1 .
ı. Trevor-Roper 1 965: 21.
3 Trevor-Roper 1965: 27.
4 Wittfogel 1 957.
5 Bovill 1933.
6 Goody 1976.
7 Finley 1981.
8 Berna! 1987.
9 Hobson 2004.
ıo Goodman 2004: 27.
II Bu husus, Ernest Gellner'ın oryantalizm konusunda Edward Said'le olan tartışmasıy­
la ilişkilidir, Gellner 1 994.
1 2. Cipolla 1965.
13 Bu üstünlük Hobson (2004) tarafından sorgulanmıştır, fakat "Avrupa'nın genişlemesi"nin
başarısını yalnız Amerika kıtasında değil, özellikle bu alandaki Hint ve Çin'deki başa­
rılarla çatıştığı Doğu'da das hesaba katmak zorundayız. Bkz. ayrıca Eisenstein 1979.
14 Bkz. Marx ve Engels 1969: 504.
15 Bkz. Bion 1970, iç kapak sayfası ve s. 3. Ayrıca bkz. psikolojik görüngüleri anlamak
için bir analiz çerçevesi (grid) kavramının kullanıldığı Bion 1963.
I6 Mundy 2004.
17 Bu sosyolojik karşılaştırma biçiminden bahsetsem de, dünya çapında iıısani kurumlar­
la ilgili böyle bir karşılaştırmayı yapabilecek çok az sayıda sosyolog vardır. Benim gö­
rüşüme göre, A. R. Radcliffe Brown'ın çalışmasıyla tutarlı olmasına karşın, bu alanda­
ki antropologlar da sayılıdır. Her iki meslek de sıklıkla kuşkuya sebep olan Doğu-Batı
karşılaştıimalarına saplanıp kahruştıL Muhtemelen Durkheim'cı Annee sociologique ekolü
tatminkar bir programı gerçekleştirmeye en çok yaklaşandı.
18 Blaut 1 993, 2000.
19 Frank 1998.
ı.o Pomeranz 2000.
2.1 Hobson 2004.
2.2. Fernandez-Armesto 1995.
2. 3 Howard 2000, Brotton 2002.
2.4 Ayrıntılar için, bkz. Goody 2003.
2.5 Adams 1966.
ı.6 Burke 1978: 3.
366 TARiH HIRSIZLlc!ıl

1 KİM ÇALDI, NE ÇA LDI ? ZA MA N VE MEKA N


(S ayfa 15-3 0)

r Özellikle C. A. Bayly, The Birth of the Modern World 1 780-1914, Oxford, 2004'telci
ilk tartışmaya bkz.
2. Femandez-Armesto 1 995.
3 Goody 1 968.
4 Makdisi 1981: 2.
5 Goody 1 998.
6 Needham 2004: 14. Verge-and-foliot mekanizmasının icadının özgüllüğünde ısrar et­
menin, bu alanda Avrupa'nın zevahiri kurtarma çabasının -manyetik iğne ve aksiyal
dümen örneğinde olduğu gibi- kökenler sorununu kendi lehine yeniden tanımlaması­
nın bir biçimi olduğunu belirtir.
7 Lewis 2002: 1 30-1 .
8 Needham 1965.
9 Goody 2003b.
ro Fernandez-Armesto 1995: 1 10.
ıı Crane 2003.
1 2. Boas 1 904: 2.
13 Söz gelimi, E. Gilson, La Philosophie au Moyen Age ( 1997) adlı kitabına, Avrupa'yı
(yani Endülüs'ü) doğrudan etkilemeleri nedeniyle Arap ve Yahudi felsefesine ilişkin kü­
çük bir kısım eklemiştir. Dünyanın geri kalanının bir felsefesi veya ortaçağı yoktur.
14 Goody 1972b, Goody ve Gandah 1980, 2003.
15 Needham 1 965.
16 Bkz. Goody 1972, Goody ve Gandah 1980, 2003.
17 Goody 1972.
18 Daniel 1 943.

2 ANTI KÇAGI N İCADI


( Sayfa 3 1 - 79)

ı Goody ve Watt 1963, Finley 1970: 6.


2. Benim kullandıklanm, standart tarihlerdir. Bazı akademisyenler geçiş dönemini çok daha
erkene tarihlendirir.
3 Said 1995: 56-7.
4 Briant 2005: 14.
5 Villing, "Persia and Greece", Curtis ve Tallis içinde 2005: 9.
6 Antikçağın sonuna ilişkin yakın zamanda yazılmış değerli bir yorum için bkz. Fowden
2002.
7 Southall 1998: 1 7, 20.
8 Childe 1964: 159, "Emperyalizme karşı direniş bile en azından silah ticaretine bağlı bir
'bronz çağı ekonomisi'ni üretir."
9 Childe 1964: 248-50.
ıo Uygar karşıtı olarak barbar kavramı, Greklerin (ve başkalarının da) yalnızca kabile halk­
larıyla sınırlı kalmayan ve diğer aktörlerin değerini de küçümsemelerine yol açan gö-
NOTl.AR 367

rüşlerinin odak noktasını oluşturuyordu. Yine de, Grek yazarların hepsi dünyayı Grek­
ler ve barbarlar diye ikiye ayırmıyordu. Tüm insanları benzer gören, ama "öteki"ni "Pers
savaşlarının sonunda [ . . . ] büyük ölçüde olumsuz bir niteleme"yle anan bazıları vardı
(von Staden 1992: 580). Aynı şekilde, diğer antik uygarlıklara borçlarını kabul eden
yazarlar olduğu gibi, aynını yapan çağdaş akademisyenler de bulunmaktadır (bu me­
sele von Staden'de [1992) hassas bir biçimde tartışılır.) Ben süregelen bu görüş hakkın­
da yorum yapıyorum.
ıı İbn Haldun 1967 [1377).
12 Durkheim 1 893.
13 Osbome 1 996.
14 Osborne 1996: 3.
15 Osbome 1 996: 32.
16 Evans 1921-35.
17 Goody 1987.
ı8 Bu noktanın kapsamlı ve hassas bir tartışması için bkz. von Staden 1 992.
19 Goody 1987: 60 vd.
20 Lenin 1962.
21 Berna! 1991: 4.
22 Goody 1987.
23 Eisenstein 1 979.
24 Finley 1970: 140.
2. 5 Mezopotamya toplumunda tapınak-saray uygarlığının yakın zamanlı bir yeniden göz-
den geçirilişi için bkz. Stein 1994: 13.
2.6 Stein 1994 : 13.
27 Stein 1994: 15.
28 Finley 1 970: 103-4.
2.9 Finley 1970: 1 45-6.
30 Finley 1970: 138-9.
F Finley 1970: 1 4 1.
32. Finley 1970: 1 42.
33 Goody v e Wan 1 963.
34 Anderson 1974a: 47.
35 Elias 1994a.
36 Finley 1973: 147.
37 Osborne 1996: 1-2.
38 Osborne 1996: 2.
39 Goody 1 972b.
40 Bloch 1975.
41 Bayly 2004.
4 2. Osbome 1996: 3.
43 Osborne 1996: 17.
44 Finley 1 973.
45 Will 1954.
46 Love 1991: 233.
47 Cartledge 1983: 5. Benim çevirim.
48 Finley 1 973: 27.
49 Finley 1 973: 28.
50 Mann 1 986: 1 85.
sı Finley 1 973: 1 86.
368 TARiH HIASIZLl�I

52 Cartledge 1'183: 5-6.


53 Polanyi 1957.
H Will 1954.
55 Gledhill ve Larsen 1 '182: 214.
56 Adams 1'166: 164.
57 Bkz. örneğin, Coquery-Vidrovich 1978, "Afrika üretim tarzı" üzerine.
58 Garnsey, Hopkins ve Whinaker 1 983.
5 '1 Snodgrass 1983: 16 vd.
60 Snodgrass 1983: 26.
61 (Kuşku götürür bir biçimde) onların kolaylıkla tarıma kayabildiklerini iddia eder.
62 Hopkins 1983: x.
63 Snodgrass 1983: 20.
64 Hopkins 1983: xxi.
65 Tandy 1997: 4.
66 Tandy 1997: 230.
67 Tandy 19'17: 8.
68 Bohannan ve Dalton 1962.
641 Love 1991: 18 vd.
70 Marx, Capital, 1976, Cilt I, 271.
71 Polanyi 1947.
72 Marksist tarih-öncesi uzmanı Gordon Childe bunları sürekli vurgular (örn. 1964: 1 90,
alfabenin yayılmasının sorumlusu olarak "uluslararası bir tüccarlar bünyesi"nden söz
eder).
73 Finley 1 973.
74 Polanyi 1957.
75 Goody 1996a.
76 Mosse 1983: 56.
77 Millen 1983: 37.
78 Gledhill ve Larsen 1952: 203.
79 Finley 1973.
80 Tandy 1 997
81 Millen 1991 .
82 E. E. Cohen 1992.
83 Polanyi 1957: 59.
84 Gledhill ve Larsen 1982: 203.
85 Gledhill ve Larsen 1982: 209.
86 Marx 1973: 1 05; Gledhill ve Larsen 1 '182: 24.
87 Childe 1964: 97.
88 Childe 1964: 105-6.
89 Cartledge 1983: 14.
90 Finley 1970: 101.
91 Meier 1990.
9%. Zizek 2001.
93 Finley 1985: 14.
94 Fortes ve Evans-Pritchard 1940.
95 Oppenheim 1964.
96 Thapar, 1966. Daha yakın tarihli bir kitapta (2000) Thapar, erken dönem Hindistan'uun
genel bir anlatımını sunar ve daha önce "From Lineage to State" adlı bir makalede yap-
NOTLAR 369

tığı, birinden diğerine evrimin olduğu gelişimsel bir çerçevede "kabilesel" toplumu kı­
saca tartışır. Bu tamamen geçerli bir çerçeve olmakla birlikte, yalruz devletler içinde sü­
rüp giden silsileyi değil, fakat devletlerle yan yana var olan "kabile" toplumları soru­
nunu da bir kenara iter. Bu nedenle, (Kuzey Gana'daki durum gibi) yurttaşlara alter­
natif modeller sunan farklı siyasal sistemlerin "dile getirilmesi" sorununu dikkate al­
maz. Bununla "kabile" toplumlarının temsili düzenlerinin daha karmaşık sistemlere ak­
tarılabileceğini kastetmiyorum, ama bu tür alternatiflerin yalnız yan yana var olmak­
la kalmayıp benim temsile yönelik yaygın bir insani arzu olarak gördüğüm şeyi de ha­
rekete geçirebileceğine işaret etmek istiyorum.
97 Hobsbawm 1959, 1972.
98 Finley 1970: 107.
99 Finley 1985: 19.
ıoo Davies 1978: 23, 64.
ıoı Castoriadis 1991: 268.
102 Goody ve Watt 1963.
103 Daha da basit bir toplum için bkz. Barnard 2004.
104 Lancel 1997: 1 1 8.
105 Polybius VI, 51; Lancel 1997: 1 1 8. Ne yazık ki, Polybius'un tarihinin büyük bölümü
kayıptır.
106 Astour 1 967: 358.
107 Astour 1967: 359, n.i.
108 Oppenheim 1964.
109 Adams 1966: 140.
ı ıo Finley 1970.
ıu O dönemde Avrupa'daki klasik toplumların tersine, belgesel kanıtların yokluğu nede­
niyle Kartaca'ya ilişkin kavrayış sınırlıdır. Fakat bu, kütüphanelerin imha edilmesinin
sonucu da olabilir (Lancel 1 997: 358-9). Aristoteles de, savaş ilanı dahil birçok sorum­
lulukları bulunan seçilmiş bir senato tarafından bir yıllığına seçilen yöneticileri (sufes
veya shophat) ve halle meclisiyle, "Kartaca'nın demokratik ilkelerini yüceltir" (Fantar
1995: 52). Fantar, Kartaca'nın "kurul tarzı yapılara öncelik veren muazzam ölçüde de­
mokratik" bir ülke (s. 57) olduğunu söyler. Kişisel iktidar tiksindirici bulunur, tiranlık
ayıplanırdı; hukukun hakimiyetine saygı duyulur ve özgürlük sözcüğünün en uygun ta­
nımı olabileceği bireysel haklar tanınırdı.
u2 Berlin 1958; Finley 1985: 6.
113 Lewis 2002: 177.
u4 Finley 1960: 164.
115 Love 1991 .
ı 16 Adams 1966: 103-4.
ı ı7 Adams 1966: 96-7.
1 18 Finley 1960: 69.
ı ı9 Finley 1960: 155.
ı 20 Bernal'e göre "köle toplumu", bir tapınağın hakimiyetindeki monarşik fakat ticari bronz
çağı kentlerinin ikamesine yol açacak biçimde, denizci halkların Doğu Akdeniz kıyıla­
rını istila ettikleri dönemde başlamıştır (1991: 8).
ıu Childe 1 964: 224.
1 2.2. Malinowski 1947.
123 Gluckman 1 955; 1965.
1 24 Cohen 2004: 41.
370 TARiH HIRSIZLIGI

12.5 Love 1991: 1 5.


ı :ı.6 Söz konusu kolektif ve bireysel genel sorunun ve bu kaba ayrımın tarihsel ve sosyolo-
jik analizi nasıl bozduğu üzerine bir çalışma için bkz. Goody 1996a: 17.
12.7 Bernal 1987, 1991.
12.8 Bemal 1987: 72.
12.9 Bernal 1987: 442.
130 Goody 2003b.
1 3 1 Bietak 2000: 40.
13 2. Davies ve Schofield 1995; Sherratt 2000.
1 3 3 P. Warren, "Minoan Crete and Pharaonic Egypt," Davies ve Schofield 1995 içinde: 8.
1 3 4 Freud 1 964 (1939): 1 08.
135 Ayrıca bkz. meslektaşı Astour 1 967 ve Ward 1971 yaptığı çalışmalar.
1 3 6 Bernal 1 987: 4 16.
1 3 7 Berna! 1991: 6.
ı 3 8 Jidejian 1996: 66.
1 3 9 Mısır'la Ege'nin M.ô. 2200 ila 1900 arasındaki bağlantılarının ihtiyatlı bir değerlen-
dirmesi için bkz. Ward 1971, özellikle 119 vd.
1 40 Bemal 1991: 6.
141 Childe 1 964, 9. Bölüm.
1 4 2. Goody 1977.
143 Needham, Science and Civilization in China, 1 954. Bu, "modern bilim"i Greklere ka­
dar uzanan nedenlerden ötürü sadece Batı'da doğmuş olarak görme eğiliminde oldu­
ğundan, Needham'ın daima vardığı sonuç değildir. Bu savı daha sonraki bir bölümde
yorumlayacağım.
1 44 G. E. R. Lloyd (1979) bu konuya farklı bir bakış açısıyla, duyarlı bir şekilde yaklaşmış­
tır.

3 FEODALİZM: KAPtrALiZME GEÇİŞ Mi YOKSA


AVRUPA'NIN ÇÖKÜŞÜ VE ASYA'NIN EGEMENLİGİ Mİ?
(Sayfa 81-116)

Strayer 1 956: 15.


:ı. M. Postan, Bloch'a önsöz 1961.
3 Slicher van Bach 1963: 3 1 .
4 Southall 1998.
s Childe 1964: 283.
6 "Gerileme" kavramı özgül ölçütlerle ilgili olarak kullanılmaktadır (örneğin, okuryazar­
lık oranı) ve daha önceki ( 1. Bölüm) "ileri gitme"den (progression) farklı olarak "iler­
leme" (progress) tanışmamız bağlamında ele alınmalıdır. İkincisi, tüm alanlarda üstün­
lük hakkında bir değer yargısını içerir. "ileri gione" kavramı tüm alanlarda eksiksiz gö­
relilik kavramını benaraf eder ve bir dizi alanda, örneğin üretim ve iletişim biçimlerin­
de bir değişiklik meydana geldiğini kabul eder.
7 İzleyen kısım ilk olarak Man 2004'te Aix'de Tillion konuşması olarak sunulmuştu.
8 Sakinlerine Roma yumaşlığı verilen, çoğunlukla İtalya'da olan kentlerin ortak adı -ç.n.
9 Perit 1997: 336.
ıo McCormick 2001: 10.
NOTlAA 371

ıı Childe 1964: 290.


:u. Ward-Perkins 2000: 382.
13 Ward-Perkins 2000: 360.
14 Goitein 1999.
15 van Leur 1955.
16 Geertz 1979, Weiss ve Westerman 1998.
17 Singer 1 950: 215.
18 Guthrie ve Hartley 1977: 890.
19 Bkz. Reynolds ve Wilson 1974: 122 vd.
2.0 Browning 1 979: 16-18.
2.1 Cameron 2000.
2.2. McCormick 2001. Ayrıca bkz. Speiser 1 985.
:ı.3 Miller 1 969.
2.4 Ghosh 1992.
:ı. 5 Grukkal ve Whittaker 2001.
2.6 Caskey 2004: 9.
:ı.7 Caskey 2004: 8.
2.8 Hodges ve Whitehouse 1983.
2.9 1939'da Belçikalı Henri Pirenne'in yaru sıra Hodges ve Whitehouse'un ( 1983) ifade et-
tikleri üzere.
30 Bkz. Constable 1 994.
3ı Frank 1 998.
3 2. Whitby 2000: 300.
33 Whitby 2000: 305.
34 Wickham 1984: 20.
35 Anderson 1974b: 418.
36 Anderson 1 947b: 420.
37 Anderson 1974a: 136.
38 Anderson 1 974a: 1 37.
39 Childe 1964: 280.
40 Childe1964: 209, 268.
41 Anderson 1 974a: 1 32-3.
4 2. White 1 970.
43 Boserup 1970.
44 Childe 1964: 244.
45 Childe 1964: 276.
46 Mintz ve Wolf 1950.
47 Anderson 1947a: 47.
48 Bonnassie 1 991.
49 McCormick 2001.
50 Slicher van Bath 1963: 37.
51 Hopkins 1 983: 70-1 .
5 2. Hopkins 1 983: xvi.
53 Slicher van Bath 1963: 69.
54 Slicher van Bath 1963: 70.
55 Hobson 2004: 5 0 vd.
56 Coulbourn 1956; Goody 1971.
57 Anderson 1974a: 1 39.
372 TARiH HIRSIZI..IGI

58 McCorrnick 2001: 7.
59 McCormick 2001.
60 McCormick 2001 : 9.
61 McCormick 2001: 1 0.
6ı Fowden 2002.
63 Fowden 2002: 684.
64 Barthelemy 1 996: 1 97.
65 White 1 996: 218.
66 Barthelemy 1996: 196.
67 Anderson 1974a: 147.
68 Slicher van Bath 1963: 30.
69 Maalouf 1984.
70 Anderson 1974a: 155.
71 Tarımdaki İslam katkısı için bkz. Watson 1 983 ve Glick 1 996.
7ı Elvin 1973: 129.
73 Hobson 2004: 56.
74 White 1962; Goody 1971.
75 Hobson 2004: 1 05.
76 Goody 2003b: 23-4.
77 Goody 1 971: 47.
78 "llerlemeci" terimini kullanırken, bu bağlamda temel olarak teknolojik ilerlemeye gön-
derme yapıyorum, çünkü onun bir ölçüm olanağı verebileceğini varsayıyorum.
79 Hobsbawm 1964: 38.
80 McCormick 2001: 23.
81 Slicher van Bath 1 963: 34.
82. McCormick 2001: 797.
83 McCormick 2001: 718.
84 İnalcık 1 994: 354-5.
85 Steensgaard 1973.
86 İnalcık 1994: 354-5.
87 Anderson 1974a: 191.
88 Elvin 1973: 196; Poni 2001a ve b.
89 Elvin 1973: 195.
90 Elvin 1973: 198.
91 Needham 2004: 223, su enerjili çekiçlere gönderme yapar.
92. Bkz. Duhamel de Monceau, 11 Lanoioli, 1776.
93 Cardini 2000: 38.
94 Bkz. ayrıca 1. Origo 1984 [1957] The Merchant of Prato daily life in a medieval Ita/i-
an city, Harmondsworth: Penguin.
95 Slicher van Bath 1963: 193.
96 Coulbourn 1956.
97 Rattray 1 923.
98 Goody 1971.
99 Anderson 1974a: 402.
ıoo Anderson 1974b: 408.
ıoı Anderson 1974b: 410.
102. Anderson 1974a: 282-3.
103 Anderson 1974a: 275.
NOTI.AR 373

104 Japon feodalizmi hakkında bkz. ayrıca Bloch 1961: 446. Ona göre, feodalizm sadece
Avrupa'yla sınırlı bir toplum tipi değildir - Japonya böyle bir evreden geçmiştir.
105 Anderson 1974b: 414-5.
106 Anderson 1974b: 401 .
107 Anderson 19 74b: 418.
108 Anderson 1974b: 417.
109 Anderson 1974b: 420.
ı ıo Anderson 1974b: 416.
1 ı ı Anderson 1 974b: 415.
1 1 2. Anderson 1974b: 424.
ı ı 3 Anderson 1974b: 426.
1 1 4 Anderson 1974b: 429.
ı ı 5 Goody 1996a.

4 ASYALI DESPOTLAR VE TOPLUMLAR, TÜRKİYE'DE Mİ


BAŞKA YERDE Mİ?
(Sayfa 1 1 7-144)

Badin 1576.
:z. Anderson 1974b: 398.
3 Bacan 1 632.
4 Bernier 1 658.
5 Montesquieu 1 748.
6 Valensi 1993: 71 .
7 Valensi 1993: 98.
8 Valensi 1993: 98.
9 Needham 2004.
10 Wolf 1 982.
II Fernandez-Armesto 1995: 245.
l :Z. Confucius 1996: 46.
13 Agoston 2005: 6 .
14 Setton 19 91.
15 Jones 1987.
16 Kennedy 1989.
17 Agoston 2005: 1 .
18 Needham 1 986b: 10.
19 Agoston 2005: 15.
2.0 Needham 1 986b: 4.
:Z.I Agoston 2005: 1 78.
2.2. Agoston 2005:181.
:z.3 Agoston 2005: 9.
2.4 Agoston 2005: 22.
:z. 5 Yalman 2001: 271 .
2.6 Agoston: 2005: 12.
2.7 Chayanov 1966.
:z.8 İnalcık 1 994: 143.
374 TARiH HIRSIZLIGI

:ı.9 İnalcık 1994: 174.


30 İnalcık 1994: 145.
F inalcık 1994: 104.
3:ı. İnalcık 1994: 105.
33 inalcık 1 994: 11 7.
34 İnalcık 1994 : 126.
35 İnalcık 1994: 128.
36 Mundy 2004.
37 Mundy 2004: 143.
38 C . Cahen 1992, Mundy 2004: 147.
39 Elvin 1973: 235.
40 Femandez-Armesto 1995: 90.
41 İnalcık 1 994: 1 98.
4 :ı. İnalcık 1994: 213.
43 Braudel 1949. Avrupa'da Türkiye'nin tarihi sıklıkla belirgin bir biçimde tek yanlı ba­
kış açılarıyla ele alınmıştır. Bununla birlikte, Braudel'in il. Philip üzerine çalışması, İs­
lam imparatorluğunu Akdeniz dünyasının temel bir parçası olarak gördü.
44 inalcık 1 994: 3.
45 İnalcık 1994: 4.
46 McCormick 2001.
47 İnalcık 1 994: 275.
48 Childe 1964: 249.
49 Reynal 1 995.
50 İnalcık 1994: 219.
51 İnalcık 1994: 218.
52. Alman iktisatçı Sombart'ın tezini yansıtır.
53 Bazı kaynaklar Lucca'daki ipek dokumacılığını 11. yüzyıla tarihlendirir.
54 Arizzoli-Clemental 1996.
55 E. De Roover La Sete Lucchesi ( 1 993) adlı kitabının araştırmasının bir bölümünü Lon­
dra'daki St. Paul K atedrali'nde yaptı.
56 Tognetti 2002: 12.
57 H. Kellenbenz, "Le commerce du poivre des Fugger et la marche international du po­
ivre," Annales: Economies, Societes, Civilisations, xı (1), 1956: 27, İnalcık 1994: 344'ten
alıntıyla.
58 İnalcık 1994: 353.
59 Schwartz 1 985: 3.
60 Schwartz 1985.
61 Lewis 2002: 1 07.
6:ı. Hobson 2004: 1 89.
63 Mundy 2004.
64 Fernandez-Armesto 1 995: 220.
65 Femandez-Armesto 1 995: 222.
66 Femandez-Armesto 1995: 223.
67 Fernandez-Armesto 1995: 219.
68 Goody 1982, 1 993, 1996a.
69 Goody 1 976.
70 Goody ve Tambiah 1 973.
71 Goody 1982.
NOT1AR 375

72 Chang 1977.
73 Rodinson 1949.
74 Goody 1982.
75 Goody 1993.
76 MacFarlane ve Martin 2002.
77 Rawson 1984.
78 Singer 1 979-84.
79 Wolf 1 982, Needham 2004.

5 RÖNESANS AVRUPA'SINDA BİLİM VE MEDENİYET


(Sayf a 1 47 -1 80)

Kuşkusuz sadece bazı bakımlardan; yoksa eserlerinin çoğuyla tamamen hemfikirim.


ı. Brotton 2002: 138-9.
3 Van Eyck'in erken dönem çalışmaları (15. yüzyıl başı) Bourgogne müzehhep resminden
etkilenmişti.
4 14. yüzyılda, Letts 1926: 23. Nüfusu muhtemelen 40.000-50.0'00'di, ama kronikçile-
re bakarsanız 100.000-150.000'i buluyordu.
5 Brotton 2002: 20.
6 Brotton 2002: 25.
7 Brook ve Blue 1 999: 91-2.
8 Brook ve Blue 1999: 82.
9 Brook ve Blue 1999: 1 15.
ıo Bloom 2001: 36.
ıı Çinliler çoğu zaman Avrupalılarca bir alfabeleri olmamakla eleştirilmişlerdir. Bunun do­
ğal bilimlere nasıl bir etki yapmış olabileceğiyse açık değildir.
12 Brotton'un " 15. yüzyılda Doğu ve Batı arasında hiçbir belirgin coğrafi veya siyasi en­
gel yoktu" iddiasında bir sorun görüyorum. "Ancak 19. yüzyıldadır ki," diye devam
eder, "Müslüman Doğu ile Hıristiyan Ban arasındaki, yani bu iki kültür arasındaki ko­
lay ticari, sanatsal ve düşünsel değişimi engellemiş mutlak kültürel ve siyasal ayrım
inancı"nı buluruz. Bu tarihlendirme, Bernal'in bu ayrımı emperyalizmle bağlantılandır­
dığı örnekteki gibi, fazlasıyla geç görünüyor. Çok daha önceleri aralarında alışverişler
gerçekleşiyordu; ama aynı zamanda Mağribilerin sürgün edilmesinde, Yahudilere kar­
şı gerçekleştirilen pogromlarda ve Hıristiyan topluluklara yönelik saldırılarda gördü­
ğümüz gibi, dini cephede muhalefete tanıklık eden karanlık bir yan da söz konusuydu.
13 Needham 2004: 63.
14 Needham 2004: xxiv.
15 Needham 2004: 68.
r6 Needham 1954: xxx.
ı7 Needham 2004: 2 1 1 .
18 Needham 2004: 210.
19 Needham 2004 : 210.
ı.o Needham 2004: 2 1 1 .
2. 1 "Bürokratik feodalizm" deyimi, Japon Marksist tarihçi Moritani Katsumi tarafından
kullanılmıştır (Brook ve Blue 1999: 138).
:z.2 Bu değerlendirmeleri Dr. J. McDermott'a borçluyum.
376 TARiH HIASIZLIGI

2.3 Needham 2004: 9.


2.4 Needham 2004: 1 8.
2.5 Çinli 1500-1950 silsilesinin Avrupa'da bir karşılığı yoktur, ama Faure'un eseri (1989),
Weber'in ileri sürdüğü biçimdeki ticari gelişmeleri engellemediğini ileri sürer. Bu, ülke
dışında yaşayan Çinliler için kesinlikle doğruydu.
2.6 Needham 2004: 61.
2.7 Necdham 2004: 50.
2.8 Needham 2004: 8, n. 22.
2.9 Bkz. Zurndorfer 2004: 195.
30 Zurndorfer 2004: 1 93.
31 Zurndorfer 2004: 234-5. "Kişisel" sözcüğü belki harfiyen anlaşılmamalıdır. Dr.
McDermott'un bana işaret ettiği gibi, burada elimizde olan b:ızı tüccar lonca defterle­
ri, içinde hiçbir kişisel bilgi bulunmayan muhasebe defterleridir. McDermott aynca, Çin'de
ticaretle uğraşan kişileri, işin içinde alimler de bulunduğundan, "tüccar" olarak tanım­
lamanın bir hata olacağını da ileri sürer.
3 2. Zurdorfer 2004: 214.
33 Dr. McDermott tüccarların onları iflasa götürebilecek olan bu özerkliğe hiçbir zaman
kucak açamadıklarına dikkati çeker.
34 Smith (1991: 9), erken Sung döneminde devlet tarafından oynanan büyük rolün "ka-
pitalizm"in tohumlarını içerdiğini ileri sürer.
35 Needham 2004: 59.
36 Blue 1 999: 94.
37 Brook 1999: 130 vd.
38 Wittfogel 1931: 57.
39 Godelier 2004, Hobsbawm 1968.
40 Brook ve Blue 1999: 153.
41 Needham 2004: 28.
42 Needham 1 970.
43 Needham 2004: 22.
44 Needham 2004: 60.
45 Needham 2004: 55.
46 Needham 2004: 55.
47 Needham 2004: 58.
48 Goody 1986: 82 vd.
49 "Başarısız müteşebbisler"; Needham 2004: 57.
50 Needham 2004: 57-8.
51 Needham 2004: 52.
5 2. Çin bağlamında "bürokratik feodalizm"in önceki kullanımları için bkz. Brook ve Blue
1999: 138. Sosyal Tarih Anlaşmazlığı'nın (1928-37) genel sonucu, gerçi bazıları "des­
potik" terimini yeğlese de, Çin'de imparatorluk gücünün "feodal" olduğudur.
53 Needham 2004: xxx.
54 Needham 2004: xxix.
55 Goody 1 996a: 8 2 vd.
56 Needham 2004: 209.
57 Wallerstein 1992.
58 Goody 1962: 335.
59 Needham 2004: 62.
60 Needham 2004: 60.
NOTLAR 377

61 Needham 2004: 93, Pallis ve Lynn White'tan alıntı.


6:ı. Goody 1998: 21 1 .
63 Goody 1997.
64 Needham 2004: xxviii.
65 Wallerstein 1 999: 20.
66 Needham 2004: xx, bkz. şekil 2.
67 Ong 1974.
68 Elvin 2004: xxvii.
69 Needham 2004: 50.
70 Elvin 2004: xxxiv.
71 Needham 2004: 84.
7 2. Bir zamanlar Needham, Taoculuğa Çin bilim tarihinde merk'!zi bir rol atfetmişti, ama
artık bu fikir geçerli değildir.
73 Needham 2004: 85, italikler benim.
74 Needham 2004: 69.
75 Bkz. Needham'ın "yeniden oluşumu" yadsıması, Needham 2004: 51.
76 Needham 2004: 65.
77 Çin'deki sosyoekonomik devrimin Çin tarihi üzerindeki etkilerinin tartışması için bkz.
Brook ve Blue 1999: 155 vd.

6 "UYGARLI K" HIRSIZLIGI : ELIA S VE MUI LA KIYETÇİ AVRUPA


( Sayfa 1 81-211)

I Huntington 1 996.
2. Elias 1994a.
3 Childe 1942.
4 Elias 1994a (1939].
5 Aslında bu bölümün bir versiyonu Gana'da, bu ülkeye ilişkin anımsadıklarını bir söy­
leşi dizisinde yayımlayan Norbert Elias'la karşılaşmam üzerine etnografik bir yorum
olarak yazıldı. Oradaki ikametinin yarattığı sosyolojik ve antropolojik yaklaşımlar so­
rununu genişletmek ve onun "uygarlaşma süreci"ne ilişkin geniş tezi açısından bu de­
neyimi ele almak ihtiyacı duydum. Daha sonraları benden bu görüşleri, Elias'ın ve 20.
yüzyılın diğer önemli kuramcılarının duruşlarıyla ilgili olarak genişletmem istendi.
6 Kant 1784; Elias 1994a [1939]: 7.
7 Elias 1994a (1939): 4.
8 Elias 1994a [1939]: 193.
9 Elias 1994a (1939): 1 90.
ıo Zira Elias onun kardeşi olan Alfred Weber'le çalışmış ve Heidelberg'de Marianne We­
ber'in çevresine karılarak, daha sonra tekrar Londra'da karşılaşacağı sosyolog Kari Mann­
heim 'ın asistanı olmuştu. Ve bu yaklaşımı Elias çok ilgi çeken "görgü" başlığında uy­
guladı. Aynı zamanda, görmüş olduğumuz gibi toplumsal eylemin kronik analiziyle de
çok ilgilenmiştir. Durum buydu, ama Parsons toplumsal eylemin senkronik analizinde
avantajlar gördü. Aslında Comte, Spencer, Marx ve Hobshouse'un çalışmalarındaki di­
yakronik analiz, kısmen karutsal gerekçelerle, kısmen de gelişmeyi daima daha iyiye doğ­
ru bir yöneliş, ilerleme yönünde bir hareket olarak kabul eden bir ideoloji nedeniyle biz­
zat Elias tarafından da reddedilir.
378 TARiH HIRSIZLIGI

ıı Pomeranz 2000: 8.
12. Mennell 1985: 15-16.
13 Elias 1994a (1939): ii, 252-6.
14 Mennell 1985: 331.
15 Elias'ın daha ayrıntılı bir eleştirisi, Mennell ve Goudsblom (1 977) tarafından hassas bir
biçimde yanıtlanan Hans-Peter Dürr tarafından yapılmıştır. Benim görüşümce, Elias'ın
entelektüel ve ampirik olarak Doğu'yla ve ötekiyle ilgili olduğunu gösterme çabası, te­
melde bir başarısızlıktır. Göstermeye çalıştığım gibi, gerek kitabının başlangıç ifadele­
rinde gerekse Afrika'daki deneyimlerinde Weber'ci bir bakış açısından yola çıkmış ve
hiçbir zaman Avrupa-merkezci bir vizyonu aşmayı başaramamıştır. Daha sonraki yo­
rumlarında, her ilci yazar da Elias'ın kavramlarında bazı modifilcasyonlara gitmişler, Men­
neli tamamlayıcı uygarsızlaşma sürecini vurgularken. Goudsblom "uygarlığı" yalnız 16.
yüzyıl ve "devlet oluşumu", hatta bronz çağı ve kentlerine değil, bazılarının kültürün
başlangıcının ta kendisi olarak gördüğü İnsanın ateşi icadına dek geri götürmüştür. İlk
modifikasyon Nazi deneyiminin çaresine bakar, ikincisiyse Gana ve "Naturvolk"un dış­
lanmasını halleder. Her iki modifikasyon da, benim eleştirimin yerindeliğine işaret eder
ve inanıyorum ki, Elias'ın argümanının ana mecrasından farklı bir yönde akar.
16 Elias 1994a (1939]: 1 84.
17 Elias 1994a (1 939]: 184.
18 Elias 1994a (1939]: 1 84.
19 Elias 1994a (1939]: 3.
2.0 Elias 1994a (1939]: 27.
2.1 Elias, uygarlık kavramının, kurumların (mutlakıyetçiliğin), hatta sosyogenetik kanun­
ların sosyogenez'inden söz eder. Bunların toplumsal kökenlerine gönderme yapıyor gi­
bidir.
2.2. Elias 1994a (1939]: 3.
2.3 Örneğin, s. 26'da.
2.4 Elias 1994a [1939]: 269.
2.5 Anderson 1 974b.
2.6 Elias 1994a (1939]: 249. llk baskıda Freud'a hiçbir özgül gönderme yapılmamasına kar-
şın, bu eksiklik, borcun açıkça teslim edildiği sonraki bir dipnotta düzeltilmiştir.
2.7 Freud 1961 (1927].
2.8 Stıachey 1961: 60.
2.9 Strachey 1961: 6.
30 Freud 1961 (1927]: 9.
3ı Elias 1974 (1939): 93.
32. Freud 1 927: 134.
33 Freud 1964 (1933].
34 Freud 1964: 214.
35 McMullen 1999.
36 Elias 1994a [1939]: 153.
37 Eserinin bu bağımsız yönü hakkındaki yorumlar için bkz. E. Le Roy Ladurie, Figaro,
20 Ocak 1997 ve Saint-Simon (Paris 1997), Gordon 1994 ve Chartier 2003 tarafından
savunulması.
38 Fernandez-Armesto 1995: 20.
39 Fernandez-Armesto 1995: 22.
40 Elias 1994a (1939]: 534, italikler benim.
41 Lee ve Wang 1 999.
NOTLAR 379

42. Elias 1994a (1939): 457.


43 Goody 1996, 2004.
44 Pomeranz 2000.
45 Elias 1994a (1939]: 457.
46 Elias 1994a (1939): 438.
47 Elias 1994a (1939): 459.
48 Elias 1994a (1939]: 190.
49 Blaut 2000.
50 Birçok yazarda olduğu gibi, zaman içinde değişiklikler olmuştur. Ben orijinal çalışma-
dan söz ediyorum.
51 Elias 1994a (1939): 153.
5 2. Elias 1 994a (1939): 154 . .
53 Elias 1994a (1939): 182.
54 Parsons 1 937.
55 Elias 1994a (1939]: 207.
56 Elias 1 994a (1939]: 20.
57 Elias 1994a (1939): 208.
58 Elias 1 994a (1939): 209.
59 Braudel 1981: 329.
60 Cabanes 1954.
61 Braudel 1981: 330.
62. Braudel 1981: 452.
63 Braudel 1981: 330.
64 Braudel 1981, Bölüm 13.
65 Langland, B versiyonu, Passus 5, 339-45. satırlar.
66 Elias 1994b: 68.
67 Elias 1 994b: 71.
68 Elias 1994b: 70.
69 Elias 1 994b: 71.
70 Elias 1 994b: 72-3 (italikler benim).
71 Elias'la, kendisi Legon'da sosyoloji profesörüyken kısa bir süre için birlikte oldum. 1964
yılı olmalıydı. Benim izlenimim, en azından yerel siyasal sistemlerden söz ettiğimiz za­
man, derin bir biçimde Avrupa deneyimine dayanan ve tepeden tırnağa Weber'ci kate­
gorilere bağlı bir alimle karşı karşıya olduğumdu. O dönemde çok geniş bir akademik
ilgiye mazhar olan bu "bilinmeyen" yer hakkında pek az şey okumu�a ve bilgisini, bir
şoför ve öğrencileriyle birlikte çıktığı, kendisinin "saha gezileri" dediği yoldan edinmi­
şe benziyordu. "Öteki kültürler" üzerine akademik çalışmalardan pek beslenmeyen bir
yöntemdi bu. O zamana dek Gana köylerinde yıllarını geçirmiş bir antropolog olarak,
bu "saha çalışması" kavramından ve uyguladığı karşılaştırmalı olmayan, Avrupa mer­
kezli sosyoloji olarak gördüğüm şeyden çok rahatsız oldum. Ben, her ikisi de insani dav­
raruşı tam kapsamıyla hesaba katmaya çalışan (aynı zamanda bir tarihçi olan) karşı­
laştırmalı sosyolog George Homans ve (yine bir antropolog olan) Lloyd Wamer'la bir­
likte çalışmıştım. Benzer nedenlerle, gezgin tüccarlardan edinilmiş rastlantısal bir Afri­
ka "sanatı" koleksiyonundan herhangi bir derin iç görü elde edilebileceği fikrini de son
derece kuşku götürür buluyordum. Hiç kimse kullanımını pek az bildiği veya anlaya­
bildiği Afrika objelerinin koleksiyonu veya ihracını baştan sona onaylayamazdı. Son­
raları kendilerini koruma zemininde meşrulaştırsalar da, bu tür objelerin kültürel bağ­
lamını takdirden veya kullanıcıları için ifade ettikleri anlamdan çok, onları ele geçirmek
ve sergilemekle ilgilenen bilimsel kabilenin yırtıcı üyelerinin yaptıklarını hatırlatan bir
380 TARiH HIRSIZLIGI

tavırdı. Başka ülkelerden gelenlerin çoğu işe sanat koleksiyonu oluşturmakla başlıyor­
du - Hausa müteşebbislerinin her akşam yanlarındaki çanak çömleklerle kampustaki
sömürge tarzı bungalovları ziyaret etmesi nedeniyle, koleksiyon yapmak hiç de zor bir
şey değildi; bu tür alışverişler, Afrika sanatının bağlamından tam olarak koparılması­
nı ve metalaştırılmasını temsil ediyordu; ama onlara yurtlarına geri dönerken götüre­
bilecekleri elle tutulur bir şeyler temin ediyordu.

7 "KAPİTALİZM" HIRSIZLIGI: BRAUDEL VE


KÜRESEL KARŞILAŞTIRMA
(Sayfa 21 3-250)

I Weber'in karşılaştırma üzerine kaleme aldığı "Sosyal Bilim ve Sosyal Politikada 'Nes­
nellik"' başlıklı makalesi, Archiv für Socialwissenscha# und Socialpolitik dergisinin yeni
yayın kurulunun giriş yazısını oluşturuyordu. Weber, doğa ve "kültür" bilimleri arasın­
da algıladığı farkın, "kültürel olayların öneminin olaylara yönelik bir değer-yönlenimi­
ni varsayması" olgusunda yattığını belirtiyordu. "Kültür kavramı bir değer-kavramı­
dır. Ampirik gerçeklik, bizim onu değer düşünceleriyle ilişkilendirmemiz yüzünden ve
ancak o takdirde bizim için 'kültür' haline gelir" (Weber 1949: 76). Argümanı, "am­
pirik bilgi"yle "değer yargıları" arasında "bağdaştırılamaz bir ayrım" yapma ihtiyacı­
na dayanır (Weber 1949: 58). Her ikisi de üzerinde kafa yorulacak önemli konular ol­
makla birlikte, "pratik ilginin temelini oluşturan en yüksek 'değerler', kültür bilimleri
alanındaki analitik etkinliğin dikkat odağını belirlemede kesinlikle önemlidirler ve dai­
ma da öyle olacaktır." Fakat bizim için geçerli olan "Çinliler için de geçerli olmak zo­
rundadır" (Weber 1 949: 58).
2. Weber 1949: 139.
3 Weber 1949: 80-1.
4 Tylor 1 8 8 1 .
5 Parsons 1 937.
6 Fernandez-Armesto 1995: 238.
7 Wallerstein 1 974.
8 Goody 2004: 1 . Bölüm.
9 Braudel 1981 (1979).
ıo Braudel 1 982 [1979].
ıı Braudel 1 984 [1979].
12. Braudel 1981: 24.
13 Braudel 1981.
14 Braudel 1981: 241.
15 Braudel 1981: 247.
16 Braudel 1981: 249.
17 Braudel 1981: 187.
r8 Braudel 1981: 199.
r9 Braudel 1981: 206.
2.0 Braudel 1981: 285.
2.1 Braudel 1981: 288.
22. Braudel 1981: 3 12.
2.3 Bray 2000.
24 Say 1829.
NOTLAR 381

:2.5 Braudel 1981: 3 14.


:ı.6 Braudel 1981: 316.
:2.7 Braudel 1981: 323.
:ı.8 Braudel 1981: 324.
:2.9 Poni'nin (2001a ve b'de) göstermiş olduğu üzere.
30 Braudel 1981: 430, 435.
3ı Goody ve Gandah 2002.
3:2. Braudel 1981: 293.
33 Braudel 1981: 294.
34 Braudcl 1981: 338.
35 Braudel 1981: 338.
36 Braudel 1984: 288.
37 Braudel 1984: 304.
38 Hobson 2004: 201 vd.
39 Braudel 1981: 339.
40 White 1 962.
41 Braudel 1981: 375.
4 :2. Braudel 1981: 376.
43 Braudel 1981: 440.
44 Braudel 1981: 402.
45 Braudel 1981: 448.
46 Braudel 1981: 450.
47 Braudel 1981: 452.
48 Braudel 1981: 454.
49 Braudel 1981: 457.
50 Braudel 1981: 415.
51 Braudel 1981: 462.
5:2. Braudel 1981: 490.
53 Braudel 1981: 497.
54 Goitein 1967.
55 Braudel 1981: 510.
56 Braudel 1981: 510.
57 Braudel 1981: 479.
58 Braudel 1981: 5 1 1 .
59 Braudel 1 9 8 1 : 5 12.
60 Sombart 1 930.
61 Braudel 1981: 514.
6:ı. Braudel 1981: 515.
63 Braudel 1981: 519.
64 Braudel 1981: 524.
65 Goody 1996: 138.
66 Gelgelelim, özellikle köyler değirmenler için su gücü ve bunlarda çalışacak emek sağ­
ladığında, tıpkı 1 9. yüzyılda Fransa'ıun güneyinde veya Birleşik Devletler'ir: doğusun­
da olduğu gibi, kapitalist etkinlik köylerde de meydana geldi.
67 Braudel 1981: 556.
68 Bununla birlikte, toplumsal evrimin etkileşimci (interactionist) açıklamasıyla ilgili sorun,
onun kendi kentsel uygarlığını kurmayı başarmış olan görece yalıtılrıuş Yeni Dünya'da­
ki koşut gelişmeleri ihmal etmesidir. Etkileşim önemli olmakla birlikte, açıklamayı aynı
zamanda içsel gelişmeler mantığı açısında da ele almak zorundayız. Bazı sanatsal etkin­
liklerde olduğu gibi, bazı ticari etkinliklerde de bu durum kesinlikle söz konusuydu.
382 TARiH HIRSIZl..lı:,I

69 Braudel 1981: 524 .


70 Braudel 1981: 524.
71 Braudel 1981: 512.
7'- Pomeranz 2000; Habib 1 990.
73 Braudel 198 4: 124 .
74 Braudel 1984 : 486.
75 Braudel 1981: 562.
76 Braudel 1981: 24.
77 Braudel 1984: 374.
78 Braudel 1 984: 405.
79 Dobb 1954.
80 Bu eğilime karşın, Avrupa'nın önceki servetinin büyük bölümü, dünyevi yanrımdan çok
dini etkinliğe gidiyordu.
81 Braudel 1982: 135.
82. Braudel 1982: 128.
83 Braudel 1982: 129.
84 Braudel 1982: 1 30.
85 Braudel 1 982: 131.
86 Braudel 1982: 134.
87 Braudel 1 982: 1 36.
88 Leur 1955.
89 Constanble 1 994: 67 vd.
90 Braudel 198 4: 124.
91 Braudel 1984: 581.
92. Braudel 1984 : 581-2. •
93 Braudel 1984: 582.
94 Braudel 198 4 : 586.
95 Braudel 1984 : 589.
96 Braudel 1 98 4 b: 40.
97 Rowe 1984.
98 Gillion 1 968.
99 Hon Ping-ti 1954 .
100 Chan 1977.
ıoı Bkz. Ching-Tzu Wu 1973.
ıoı Söz gelimi, Chesneaux 1976.
103 Çin, 1 928'de Komünist Parti tarafından yarı-feodal, yarı-sömürge rejimine sahip ola­
rak tanımlanmış olsa da (Brook 1999: 1 34 vd.), Çin'de feodalizm, evrensel bir ön-ka­
pitalist evre olarak görülen "parçalı egemenlik" fikriyle ilişkilendiriliyordu.
104 Braudel 1 984: 592.
10 5 Braudel 1 984: 585.
106 Braudel 1984: 600.
107 Braudel 1984b: 61.
108 Braudel 1984 b: 86.
109 Braııdel 1982: 559.
ııo Braudel 1984: 153.
111 Zan 2004: 1 4 9.
ııı Zan 2004: 149.
113 Concina 1 987.
NOTLAR 383

ı 14 Chandler 1 977.
115 Braudel 1984: 460.
116 Duby 1996.
1 17 Braudel 1 984: 478.
u8 Braudel 1 984: 504.
I I9 Braudcl 1984: 487.
12.0 Braudel 1984: 461.
1 2. ı Braudel 1982: 514.
12.2. Braudel 1982: 515.
12.3 Braudel 1 984: 477.
ı 2.4 Peter Burke, Braudel'in yeniçağ başı Avrupa'sında nüfusun Çin, Japonya ve Hindistan'la
yaklaşık aynı dönemde yükselip düştüğünü ileri sürdüğüne işaret eder ki, bu öteki alan­
larda da belirli bir eşzarnanlılık olasılığını akla getirir.
12.5 Braudel 1984: 38.
ı :z.6 Braudel 1 984: 618.
ı:z.7 Braudel 1984: 620.
12.8 Braudel 1984: 577.
12.9 Braudel 1984: 578.
x30 Braudel 1984: 578.
131 Braudel 1 984: 428.
1 3 :z. Braudel 1984: 432.
133 Braudel 1 984: 239.
134 Braudel 1984: 433.
135 Braudel 1 984: 9 1 .
136 Braudel 1 984: 9 3 (Lopez bunu 1 971'de Ticari Devrim olarak adlandırdı).
1 37 Braudel 1 984: 554.
x3 8 Braudel 1984: 528.
13 9 Braudel 1984: 181.
140 Braudel 1982: 570.
141 Braudel 1984: 539.
142. Wrigley 2004.
14 3 Wrigley 2004: 23-4.
144 Wrigley 2004: 62.
145 Pomeranz 2000.

8 KURUM HI RSIZLI KLARI : KENT LER VE ÜNİVER SİTE LER


( Sayfa 2 5 3-282)

Bkz. örneğin Haskin'in araştırmasında (1923: 7), "ortaçağ Avrupa'sının en eski üniver­
sitesi" olan Salemo'nun tarihi 1 1 . yüzyıl ortalarına dek uzansa da, üniversiteler Arap­
ça öğreniminin tetiklediği "12. yüzyılın yeniden doğuşu"nun bir parçası olarak görülür.
:z. Le Goff 1 993: xiv.
3 Hilton 1976.
4 Anderson 1 974a: 1 92.
5 Anderson 1 974a: 1 90.
6 Liebeschuetz 2000: 207.
384 TAAIH HIRSIZLl(.I

7 Ward-Perkins 2000: 360.


8 Liebeschuetz 2000: 210-11.
9 Hobsbawm 1 964: 43.
ro Hobsbawm 1964: 43.
II Geraci ve Marin 2003: 577-8.
Il. Skinner 1995: 32.
r3 Skinncr 1995: 31.
14 Caskey 2004: 1 1 3-14.
15 Caskey 2004: 164.
r6 Caskey 2004: 165.
17 Hourani 1 990: Benim çevirim, Denoix 2000: 329'dan alıntı.
r8 Denoix 2000.
19 Gillion 1 968.
2.0 Rowe 1984.
:ı.1 Aslında İslam dünyasında, örneğin Haçlı Seferleri döneminde Suriye'de, yetki daima
halife ve sultanla kendileri de iktidara gelmeye muktedir olan çeşitli emirleri arasında
bölünmüş durumdaydı.
2.2. Anderson 1 974a: 1 95.
:ı.3 Anderson 1974a: 195.
:ı.4 Anderson 1974a: 418.
2.5 Southall 1998: 14.
:ı.6 Southall 1 998: 4.
2.7 Southall 1 998: 1 .
:ı. 8 Southall 1 998: 1 8.
2.9 Le Goff 1993.
30 Reynolds ve Wilson 1 974: 45.
31 Reynolds ve Wilson 1974: 47-8.
3:ı. Browning 2000: 872.
33 Browning 2000: 873.
34 Conrad 2000.
35 Reynolds ve Wilson 1 974: 48.
36 Reynolds ve Wilson 1974.
37 Reynolds ve Wilson: 1 974: 54, 60.
38 Reynolds ve Wilson: 1 974: 5 1 .
39 Reynolds ve Wilson: 1974: 54, 60.
40 Bkz. Djebar 2005: 22-3.
41 Kristeller 1945: 138.
4 2. Kristeller 1945: 152.
43 Kristeller 1 945: 153.
44 Kristeller 1 945: 155.
45 Kristeller 1945: 159.
46 Childe 1964: 254.
47 Makdisi 1981: 224.
48 Makdisi 1981: 225.
49 Rushdall 1 936.
50 Makdisi 1981: 224.
51 Ribera 1928: 1, 227-359.
52. Makdisi 1981: 225.
NOTlAA 385

53 Makdisi 1981: 233.


5 4 Elvin 2004.
5 5 Makdisi 1981: 28.
56 Makdisi 1981: 287-8.
5 7 Makdisi 1981: 291.
5 8 Furet ve Ozouf 1977.
5 9 Elvin 2004.
......
6oA'İChilde 1 964.
.
61 �· Reynolds ve Wılson 1974: 47-8.
61. Childe 1964: 255.
63 Makdisi 1981: 27.
64 Makdisi 1981: 78.
65 Makdisi 1981: 224.
66 Watt 1972: 84.
67 Kısa bir izah için, bkz. Djebar 2005.
68 Needham 1986a.
69 Bkz. Goody 1997.
70 Goody 1988: Bölüm 1 1 .
71 Grudin 1 997: 665.
7 1. Zafrani 1994.
73 Bcrkey 1992: 5.
74 Lewis 2002: 24.
7 5 Fecnandez-Armesto 1995: 279.
76 Southern 1 970.
77 Asin 1 926: 239.
7 8 Asin 1 926: 242.
79 Asin 1926: 244-5.
80 Asin 1926: 254.
81 Asin 1926: 244.
81. Bkz. Peters 1 968, Walzer 1962, Gutas 1998.
83 Le Goff 1993: 5.

9 DEGERLERİN SAHİPLENİLMESİ: HÜMANİZMA,


DEMOKRASİ VE BİREYCİLİK
(Sayfa 283-314)

ı 1680'1erde Bayle gibi özgür düşünürler, Çin'i dini hoşgörünün örneği olarak aldılar. Loc­
kc, Leibnitz ve William Temple bundan aynı derecede etkilendiler. Voltaire de onların
hoşgörüsünü övdü ve İmparatorluğun her yerinde uygulanan hukukun himayesi altın­
daki sakinlerini onurlu ve müreffeh insanlar olarak tanımladı. Hükümetlerinin akılcı
doğasını, teokratik yönetimin olmayışına yordu (Blue 1999: 64, 89).
2. Bu sonuncu yorumu Peter Burke'e borçluyum.
3 Needham 1 954.
4 Elvin 2004: xi.
5 Barnes 2002: 74.
6 Malinowski 1968.
386 TARiH HIRSIZLIÖI

7 Goody 1972b.
8 Saika! 2003: 67.
9 ltalya'daki Faşistlerin ve Almanya'daki Nazilerin elinde savaş esiri olarak bulunduğwn
dönemde bu haklara büyük ölçüde riayet edilmesi nedeniyle, bu konuyu çok önemse­
diğimi itiraf etmek zorundayım. Açıktır ki, bu ülkelerde siyasi esirlerin başına çok daha
kötü şeyler gelmişti.
10 lskenderiye'de görüştüğüm bir kişi, demokıasinin bir temsil biçimi olarak betimlenme­
sine karşı çıkarak, onun "bir kültür biçimi" olduğunu ileri sürmüştü. Gelgelelirn, siya­
si alanda seçim usullerinin kullanıldığı yerlerde bile, başka bağlamlarda, örneğin istih­
dam veya ailede bu usuller nadiren geçerli olmaktadır.
xı Gluckman 1955.
12 Nylan 1999: 70, 80 vd.
13 Herald Tribune 20/02/03.
14 Herald Tribune 20/02/03.
15 Unita 22/04/03.
16 Watt 1957.
17 Goody 1996a: 192 vd.
18 Yalman 2001.
19 Yalman 2001: 271 .
:ı.o Hopkins 1966; Yalman 2001: 277.
:ı.ı Yalman 2001: 277.
:ı.:ı. Berkey 1992: 4.
2.3 Bkz. Mitchell 2003.
2.4 Fakat özgürlük betimlendiğinden daha karmaşıktır. Caroline Humphries yakın zaman­
larda komünizm sonrası dönemde, Rus özgürlük kavramlarını Batı'dakilerle karşılaş­
tırmalı olarak analiz etmiştir. İngilizce sözcüğün karşılığı olarak Rusçada kullanılabi­
lecek iki kavram vardır: Slaboda ve volya. llki, siyasi amaçları izleme özgürlüğüne, di­
ğeri kişisel amaçları izleme özgürlüğüne gönderme yapar.
:z. 5 Alıntılayan Yalman 2001: 271.
:z.6 Yalman 2001: 271 .
2.7 Wallerstein 1999: 16.
:z.8 Wallerstein 1999: 1 6-17.
:ı.9 Başka toplwn tiplerinde yoksulluk olmadığını söylemek istemiyorum, ama o farklı bir
türdedir.
30 Braudel 1 981 [1979]: 1 83.
31 Braudel 1981: 317.
3 2. Landes 1999; Goody 2004.
33 Goody 1957.
34 Poni 2001a ve b.
35 Elvin 2004: xi.
36 Braudel 1981: 3 1 1 .
NOTI..AR 387

10 ÇALINAN AŞK: AVRUPALI LARINDUYGULAR ÜZERİNDEK İ


HAK İDDİALARI
(Sayfa 3 15-337)

ı Bu bölüm, Louisa Passerini tarafından hazırlanan dizi içinde çıkan New Dangerous Li­
aisons adlı derlemede yer alan "Love, Lust and Literacy" (Food and Love'da U- Go­
ody, 1998] yeniden basıldı) ve "Love and Religion: Comparative Comments" başlıklı
makalelerime dayanıyor; bkz. L. Passerini, L. Ellena ve A. C. T. Geppert (ed.), New Dan­
gerous Liaisons. Discourses on Europe and Love in 20th Century (Berghan Books, Ox­
ford, 2010). Buna ek olarak, Islam in Europe, Polity Press, 2003'ün yanı sıra, C. Tril­
lo San Jose (ed.), Mu;eres, Familia y Linaie en la Edad Media, 2004 için yazdığım bir
makalede de konuyla ilgili referanslar bulunuyor.
ı. Person 1991: 386.
3 Passerini 1999.
4 de Rougemont 1956.
5 Elias 1982: 328.
6 Lewis 1936: 1 1 .
7 Bkz. Goody 1998.
8 Duby'nin aşk üzerine çalışmaları şu başlıklardadır: Que sait- on de l'amour en France
en Xlle siecle? ( 1988) ve A propos de l'amour que l'on dit courtois (1988).
9 Duby 1996: 61, 66.
ıo Duby 1996: 73, 68.
ır Hopkins 1980.
ı :z. Birrell 1995: 8.
13 Bkz. La Culture des Fleurs Fransızca baskı, Le Seuil, 1994, s. 496.
14 Beurdeley 1973: 14.
15 Brough 1968.
16 Parry 1960: 4.
17 Dronke 1965 1: ix. Marrou'ya gönderme RMAL, iii (1947), 1 89'dandır. "Yeni duygu"
ibaresi C.S. Lewis, The Allegory of Love, s. 12'de kullanılmıştır.
18 Goody 1998: 1 1 9.
19 Parry 1960: 1 .
:z. o Viguera 1994: 709.
2. 1 Parry 1960: 8.
2.2. Asin 1926.
2.3 Guichard 1997.
2.4 Müslüman kadınlar medreselerin çoğunda resmi eğitimden dışlanmalarına karşın, yine
de Berkey'in ele aldığı gibi (1992: 161 vd.) dini bir eğitim aldıkları da oluyordu.
2.5 Asin 1926.
2.6 Nykl 1946.
2.7 Daniel 1975: 105-6.
2.8 Lewis 1936: 4.
2.9 Roux 2004: 166.
30 Roux 2004 : 1 66-7.
31 Weis 2001.
3 :z. Zafrani 1986: 159. Memin devamı şöyledir: "Her biçimi kuşatır kalbim: Ceylanlar için
otlak ve Hıristiyan rahipler için bir manastırdır o I Ve, putlara tapınak, hacıların Ka-
388 TAAIH HIRSIZl..l�I

be'si, Tevrat'ın levhaları ve Kur'an'ın sayfalarıdır aynı zamanda I Ben aşk dinine uya­
rım hangi yolu tutarsa Aşk'ın develeri, işte budur benim dinim ve inancım" -Muhyid­
din ibn Arabi (çev. C. Vatandaş) - y.n.
33 Yalman 2001: 272.
34 Bkz. V. Cantarino 1 977, R. Nicholson 1921, İbn Arabi 1996.
35 Bynum 1 987.
36 Han, alıntı J . Soskice 1996: 38.
37 Bu yorum için Jessica Bloom'un, Andrew Macintosh'un ve Prof. N. O. Yalman'ın ya-
zılarına minnettarım.
38 Zafrani 1 986: 1 09.
39 Zafrani 1986: 1 34.
40 Zafrani 1 986: 1 36.
1I "Ebu Darr'ın aktarımıyla."
41 Goode 1963: 141.
43 Goody ve Gandah 2002: 15.
44 Elias 1 982: 1 3 8 vd.
45 Elias'ta, Ginsberg, Montaigne ve Freud'un davranış üzerindeki toplumsal etkiler hak­
kındaki yorumlarına gönderme yapan, fakat utanç kavramlarında ilerleme fikrine hiç­
bir şekilde destek vermeyen bir not yer alır.
46 Elias 1982: 146.
17 Elias 1982: 150.
48 Elias 1 982: 149.
49 Goody ve Gandah 2002: 15.
50 Bkz. Goody 1 986.
51 Laslett ve Wall 1 972.
51 Laslett ve Wall 1972; Hajnal 1 965.
53 Tutanakları 1 972'de yayımlanan (Laslen ve Wall, ed.).
54 Goody 1 972.
55 Hajnal 1 982.
56 Bkz. Goody 1 976.
57 Hajnal 1 982; Goody 1 996b.
58 Malinowski 1913.
59 Eleştirel bir yorum için, bkz. Goody 1984.
60 Bkz. Hufton 1 995.
61 Goody 1 998: 1 13 vd.
6:ı. Giddens 1991.

11 SON SÖZLER
(Sayfa 339-363)

ı Femandez-Annesto 1 995.
:ı. Morgan 1 877.
3 Marın 1 986.
4 Wolf 1982.
5 Goody 2004.
6 Braudel 1981.
NOTl.AA 389

7 Poni 2001a ve 2001b.


8 Goody 1982.
9 Goody 1993.
10 Clunas 1991 ve Brook 1998.
ıı Speiser (1 985), bu hususu Bizans dünyasındaki bazı kent merkezleriyle ilgili olarak ile­
ri sürmüştür.
12. Bu sorun, Pirenne'in ticaretin kesintiye uğramasına ilişkin tezinde (1939) arkeolojik ka­
nıtların yarduruyla değişiklik yapmaya girişen Hodges ve Whiethouse'ta ( 1983) yarar­
lı bir şekilde tartışılmışnr.
13 Lane 1973.
14 Perera 1951, 1952a ve b.
15 Sabloff ve Lamberg-Karlovsky 1975; Leur 1955; Melink-Roelofsz 1962, 1 970.
16 Goitein 1967.
17 Casson 1989, Periplus için.
18 Zan 2004.
19 Bkz. G. Stein, "The Organizational Dynamics of Complexity in Greater Mesopotamia,"
Stein ve Rothman içinde, 1994, 1 1-22.
2.0 Southall 1998: 22.
2. 1 Southall 1 998: 21.
2.2. Southall 1998: 1 1 6-17.
2.3 Bray 2000: 1.
2.4 Bray 1997.
2.5 Goody 1996b: 1 87.
Kaynakça

Adams, R. M. 1966 Tbe eııolution of urban society: early Mesopoıamia and prebispanic Me­
xica. Chicago: Aldine
Agoston, G. 2005 Guns for tbe Sultan: military pawer and the weapons industry in the Ot­
taman Empire. Cambridge: Cambridge University Press
Amory, P. 1977 People and identity in Ostrogothic Italy, 489-554. Cambridge: Cambridge
University Press
Amstutz, G. 1998 Shin Buddhism and Protestant analogies with Christianity in the west. Com-
parative Studies in Society and History 40: 724-47
Anderson, P. 1 974a Passages {rom Antiquity to feudalism. Londra: Verso
___ 1974 Lineages of the absolutist state. Londra: Verso
Arizzoli-Clemental, P. 1996 The textile museum, Lyons. Paris: Paribas
Asin, P. M. 1926 Islam and the Divine Comedy. Londra: J. Murray
Astour, M. C. 1 967 Hellenosemitica. Leiden: Brill
Bacon, F. 1632 The essays, or counsels, civil and moral. Londra: John Haviland
Baechier, J., Hail, J. A., ve Mann, M. (der.) 1 988 Europe and the rise of capitalism. Oxford:
Blackwell
Barnard, A. 2004 Mutual aid and the foraging mode of thought: re-reading Kropotkin on
the Khoisan. Social Evolution and Histary 3 (1): 3-21
Barnes, R. 2002 Cloistered bookworms in the chicken-coop of the muses: the ancient library
of Alexandria. R. Macleod (der.), Tbe Library ofAlexandria: centre oflearning in the
ancient world içinde. Kahire: American University Press
Barth; F. 1 961 Nomads of South Persia. Boston: Little, Brown, & Co.
Barthelemy, D. 1996 The 'feudal revolurion'. Past and Present 152: 196-205
Bayly, C. 1981 Rulers, townsmen and bazaars: northern Indian society in the age of British
expansion 1 770-1870. Cambridge: Cambridge University Press
__ 2004 The birth of tbe modern world 1 780-1 914. Oxford: Oxford University Press
Beloch, J. 1894 Die Phoeniker am aegaeischen Meer. Rheinisches Museum für Philologie 49:
1 1 1-32
Berkey, J. 1 992 The transmission ofknowledge in medieııal Cairo: a social history ofIslamic
education. Princeton, New Jersey: Princeton University Press
Bertin, I. 1958 Two concepts of liberty (Açılış konuşması). Oxford: Clarendon Press
392 TARiH HIASIZLIGI

Berna!, M. 1987 Black Athena: the Afroasiatic roots of classical ciııilization, c. i: The fabri­
cation of Ancient Greece 1 785-1985. Londra: Free Associacion Books
__ 1990 Cadmean letters: the transmission of the alphabet to the Aegean and further west
before 1 400 B.C. Winona Lake, iN: Eisenbrauns
___ 1991 Black Athena: the archaeological and documentary eııidence. Londra: Free As­
sociation Books
__ 2001 Black Athena Writes Back: Martin Berna/ Responds to his Critic.s, der. D. C. Moo­
re Londra: Duke University Press
Bernier, F. 1989 [1671) Traııels in the Mugha/ empire, AD 1 656-68. Columbia, Missouri: So­
uth Asia Books
Beurdeley, C. ve M. 1 973 L'amour courtois. Le Chant d'Oreiller: /'art d'aimer au Japan için­
de. Fribourg, İsviçre: Office du Livre
Bietak, M. 1996 Aııaris, the capital of the Hyksos. Londra: British Museum
___ 2000 Minoan paintings at Arquis/Egypt. S. Sherratt, der., Proceedings of the First In­
ternational Symposium: Tbe Wal/ Paintings ofTbera içinde. Atina: Thera Foundation
Bion, W. R. 1963 Elements of psychoana/ysis. Londra: Heinemann
___ 1970 Attention and interpretation: a scientific approach to insight in psycho-ana/y­
sis and groups. Londra: Tavistock
Birrell, A. 1 995 Cbinese love poetry: new songs from a jade terrace - a .medieval anthology.
Harmondsworth: Penguin Classics
Blaut, J. M. 1993 The colonizer's model of the world: geographical diffusionism and Euro-
centric bistory. New York: The Guilford Press
___ 2000 Eight Eurocentric historians. New York: The Guilford Press
Bloch, Marc 1961 Feudal society, çev. L. A. Manyon. Londra: Routledge and Kegan Paul
Bloch, Maurice (der.) 1 975 Politica/ language and oratory in traditional society. New York:
Academic Press
Bloorn, J. M. 2001 Paper before print: the bistory and impact ofpaper on the Islamic world.
Ncw Haven: Yale University Press
Blue, G. 1999 Capitalism and ehe writing of modern history in China. T. Brook ve G. Blue
(der.), China and historical capitalism içinde. Cambridge: Cambridge University Press
___ 1999 China and Western social thought in the modern period. T. Broôk ve G. Blue
(der.) China and historical capitalism içinde. Cambridge: Carnbridge University Press
Boas, F. 1904 The folk-lore of the Eskimo. Journal of American Folk-Lore. 1 7: 1-13
Bodin, J. 1576 Les six livres de la republique. Paris: Chez Jacques du Pays
Bohannan, P. J. ve Dalton, G. (der.) 1962 Markets in Africa. Evanston, IL: Northwestem Uni­
versity Press
Bonnassie, P. 1991 From slavery to feudalism in south-western Europe. Cambridge: Cambrid­
ge University Press
Boserup, E. 1970 Woman's role in economic development. Londra: Allen & Unwin
Bovili, E. W. 1933 Caraııans of the o/d Sahara: an introduction to the history of the Western
Sudan. Londra: Oxford University Press
Braudel, F. 1949 Mediterrane et le monde Mediterranıien a l'epoque de Phi/lipe II. Paris: Co­
lin
__ [1979) 1981-4 Ciııilization and capita/ism, 15th-1 6th century. The structures of every­
day life, c. i. Londra: Phoenix Press
___ 1981-4b Civilization and capitalism, 1 5th-1 8th century. The wheels of commerce, c.
ii. Londra: Phoenix Press
__ 1 981-4c Civilization and capitalism, 15th-1 8th century. The perspective of the world,
c. iii. Londra: Phoenix Press
KAYNAKÇA 393

Bray, F. 1997 Techno/ogy and gender: fabrics ofpower in /ate imperial China. Berkeley: Uni­
versity of Califomia Press
__ 2000 Technology and society in Ming China (1368-1 644). Washington, DC: Ameri­
can Historical Society
Briant, P. 2005 'History of the Persian Empire, 550-330 BC'. J. Curtis ve N. Tallis (der.) For­
gotten empire: the world of ancient Persia içinde. Londra: British Museum
Brodbeck, M. (der.) 1968 Readings in the philosophy of the social sciences. Londra: Macmil-
lan
Brook, T. 1998 The confusions of pleasure: commerce and culture in Ming China.
Berkeley: University of California Press
Brook, T. ve G. Blue (der.) 1999 Cbina and historica/ capitalism. Cambridge: Cambridge Uni­
versity Press
Brotton, J. 2002 The Renaissance bazaar: {rom the silk road to Michelangelo. Oxford: Ox-
ford University Press
Brough, J. 1 968 Poems {rom the Sanskrit. Harmundsworth: Penguin
Browning, J. 1979 Palmyra. Londra: Chatto & Windus
Browning, R. 2000 Education in the Roman empire. The Cambridge Ancient History, c. xiv.
Cambridge: Cambridge University Press
Burke, P. 1998. The European Renaissance: centres and peripheries. Oxford: Blackwell
Burkhardt, J. 1990 The civilisation of the Renaissance in Italy. New York: Penguin
Buruma, I. ve Margalit, A. 2004 Seeds of revolution. The New York Review of Books 51 :4
Butterfield, H. 1949 Origins of modern science 1300-1 800. Londra: G. Beli
Bynum, C. 1987 Holy feast and holy fast: religious significance offood to mediaeval women.
Berkeley: University of California Press
Cabanes, Dr. 1954 La vie intime. Paris: Albin Michel
Cahen, C. 1 992 Iqta. Encyclopedia of lslam. Leiden: Brill 1988-91
Cai Hua 2001 A society without fathers or husbands: the Na of China. New York: Zone Bo­
oks
Cameron, A. 2000 Vandals and Byzantine Africa. The Cambridge Ancient History, c. xiv. Cam­
bridge: Cambridge University Press
Cantarino, V. 1977 Casidas de amor profano y mistico. Mexico: Porrıia
Capellanus, A. 1960 [11 86) The art of courtly love, der. J. ]. Parry. New York: Columbia Uni­
versity Press
Cardini, P. 2000 Breııe Storia di Prato. Sienna: Pacini
Cartledge, R. 1983 Trade and politics revisited. Trade in the ancient Economy içinde, der. P.
Garnsey, K. Hopkins ve C. R. Whittaker. Londra: Hogarth Press
Caskey, J. 2004 Art as patronage in the medieval Mediterranean: merchant customs in the
region of Ama/fi. Cambridge: Cambridge Universiry Press 1
Casson, L. 1989 The Periplus Maris Erythraei: text with introduction, translation, and com­
mentary. Princeton: Princeton University Press
Castoriadis, C. 1991 The Greek polis and the creation of democracy. D. A. Curtis (der.), The
Castoriadis reader içinde. Oxford: Blackwell
Cesares, A. M. 2002 La logique de la domination esclavagiste: vieux chretiens et neo-conver­
tis dans la Grenade espagnole des temps moderne. Cahiers de le Medite"anee. [;Esla­
vage en Mediteranee a l'epoque moderne, 21 9-40
Chan, W. K. K. 1977 Merchants, mandarins, and modern enterprise in /ate Ch'ing China. Cam­
bridge, MA: Harvard University Press
Chandler, A. D. 1977 The visible hand: the managerial revolution in American business. Cam­
bridge, MA: Harvard University Press
394 TARiH HIRS1ZLl0I

Chang, K. C. (der.) 1977 Food in Chinese culture - anthropological and historical perspecti­
ııes. New Haven: Yale University Press
Chartier, R. 2003 Emmanuel Le Roy Ladurie Daniel Gordon and 'The second death of Nor­
bert Elias'. E. Duhning ve S. J. Menneli (der.), Norbert Elias içinde (c. iv). Londra: Sage
Publications
Chase-Dunn, C. ve Hail, T. D. 1997 Rise and demise: comparing world systems. Oxford: West­
view Press
Chayanov, A. V. 1966 The theory of peasant economy. Madison: The University of Wiscon­
sin Press
Chesneaux, J. 1 972 La Reııolte des Tai-Ping 1 851-1 864: prologue de la revolution chinoise.
Paris
___ 1976 Le Mouııement paysan chinois. 1 840-1949. Paris: Seuil
Childe, G. (1942] 1964 What happened in history. Harmondsworth: Penguin Books
1951 Social evolution. Londra: Watts
Ching-Tzu Wu 1973 The scholars. Beijing: Foreign Languages Press
Cipolla, C. 1965 Guns, sails and empires: technological innoııation and the early phases of
European expansion 1400-1 700. New York: Minerva Press
Clark, G. D. 1961 World prehistory: an aut/ine. Cambridge: Cambridge University Press
___ 1977 World prehistory in new perspectiııe. Cambridge: Cambridge University Press
Clone, R. (der.) The story of time and space. Greenwich: National Maritime Museum
Clunas, C. 1991 Superfluous things: material culture and social status in early modem Chi-
na. Cambridge: Polity Press
Cohen, E. E. 1992 Athenian economy and society: a banking perspectiııe. Princeton, N J: Prin­
ceton University Press.
Cohen, M. J. 2004 Writs of passage in Late imperial China: the documentation of partial mi­
sunderstandings in Minong, Taiwan. M. Zelin ve J. K. Ocko ve R. Gardella, Contract
and property in Early Modem China içinde. Stanford, CA: Stanford University Press
Concina, E. 1 984 Arsenale delta repubblica di Venezia. Milano: Electa
___ 1987 Arsenali e cittıi nell'occidente europeo. Roma: La Nuova Italia Scientifica
Confucius 1996 [y. M.Ö. 500] The great learning. The docirine of the mean. Beijing: Sino-
lingua
Conrad, L. I. 2000 The Arabs. The Cambridge Ancient History, c. xiv. Cambridge: Cambrid­
ge University Press
Constable, O. R. 1994 Trade and traders in Muslim Spain: the commercial realignment of
the Iberian Peninsula, 900-1 500. Cambridge: Cambridge University Press
Coquery-Vidrovich, C. 1978 Research on an African mode of production. D. Seddon (der.),
Relations ofproduction içinde (Fransızcadan çeviri, 1969). Pensee 144: 61-78. Londra
Cormack, R. 2000 The visual arts. The Cambridge Ancient Hisiory, c. xiv. Cambridge: Cam-
bridge University Press
Coulbourn, R. (der.) 1956 Feudalism in history. Princeton, NJ: Princeton University Press
Crane, N. 2003 Mercator: the man who mapped the planet. Londra: Phoenix
Curtis, J. ve Tallis, N. (der.) 2005 Forgotten empire: the world ofancient Persia. Londra: Bri­
tish Museum
Daniel, G. 1 943 The three ages: an essay on archaeological method. Cambridge: Cambrid-
ge University Press
Dantel, N. 1 975 The Arabs and medieııal Europe. Londra: Longman
Davies, J. K. 1978 Democracy and classical Greece. Sussex: Harvester
Davies, W. V. ve Schoneld, L. (der.) 1995 Egypt, the Aegean, and the Leııant. Londra: Bri­
tish Museum
KAYNAKÇA 395

Denoix, S. 2000 Unique modele ou types divers? La structure des villes du monde arabo-mu­
sulman a l'epoque medievale, der. C. Nicolet ve diğerleri Megapoles mediterraneennes:
geographie urbaine retrospective. Paris: Maisonneuve et Larose
Djebar, A. 2005 L'ôge d'or des sciences arabes. Paris: Le Pommier
Dobb, M. 1954 Studies in the development of capitalism. Londra: Routledge
Dronke, R. 1965 Medieval Latin and the rise of the European love-lyric (2 Cilt). Oxford: Cla­
rendon Press
Duby, G. 1996 Feodalite. Paris: Gallimard
Dumont, L. 1970 [1966) Homo hierarchicus: the caste system and its implications. Chica­
go: Chicago University Press,
Durkheim, E. 1 893 De la division du travail social: etude sur l'organisation des societes su­
perieures. Paris: Alcan
__ 1947 [I. Fransızca baskı 1912, 1. İngilizce çev. 1915) The elementary forms of the re­
ligious life. Glencoe, il.: Free Press
Dürr, H.-P. 1988 Der Mythos vom Zivilisationsproz;ess. Frankfurt am Main: Suhrkamp Ver­
lag
Edler de Roover, F. 1993 La sete Lucchesi (Almancadan İtalyancaya çev. 1950. Die Seidens­
tadt Lucca. Basle: CIBA.) Lucca
Eisenstein, E. L. 1979 The printing press as an agent of change: communications and cultu-
ral transformations in early modern Europe. Cambridge: Cambridge University Press
Elias, N. 1994a (1939) The civiliz;ing process (çev. E. Jephcott). Oxford: Blackwell
___ 1994b Reflections on a life. Cambridge: Polity Press
Elvin, M. 1973 The pattern of the Chinese past. Londra: Eyre Methuen
___ 2004 Ave atque vale. Needham, Science and civiliz;ation in China içinde, kısım 2, c.
vii. Cambridge: Cambridge University Press
Evans, A. 1921-35 The palace of Minos at Knossos. 4 Cilt. Londra: Macmillan
Evans-Pricchard, E. E. 1937 Witchcraft, oracles and magic among the Az;ande. Oxford: Cla­
rendon Press
1940 The Nuer. Oxford: Clarendon Press
Fantar, M. H. 1995 Carthage: la cite punique. Paris: CNRS
Faure, D. 1989 The lineage as business company: patronage versus law in the development
of Chinese business. The Second Conference of Modern Chinese Economic History, 5-
7 Ocak, The institute of Economics, Academia Sinica, Taipei
Fay, M. A. 1997 Women and waqf: property, power and the domain of gender in eighteenth­
century Egypt. M. C. Zilfı (der.) Women in the Ottoman empire: Middle Eastern wo­
men in the early modern e;a içinde. Leiden: Brill.
Fernandez-Armesto, F. 1995 Millennium: a history of our /ast thousand years. Londra: Black
Swan
Fevrier, M., P.-A. Fixot, G. Goudineau ve N. Kruta 1 980 Histoire de la France urbaine. Des
origines a la fin du IXe siecle. Periode traitee: la Gaule de VIIe au IXe sii!cle. Paris: Se­
uil
Finley, M. I. (der.) 1960 Slavery in classical antiquity. Cambridge: W. Heffcr
__ 1970 Early Greece: the Bronz;e and Archaic ages. Londra: Chatto & Windus
_ __ 1973 The ancient economy. Londra: Chatto & Windus
___ 1981 Economy and society in ancient Greece. der. B. D. Shaw & R. P. Saller. Londra:
Chatto & Windus
_ __ 1985 Democracy ancient and modern. Londra: Hogarth
Firth, R. 1 959 Social changes in Tikopia: re-study o fa Polynesian community after a gene­
ration. New York: Macmillan
396 TARiH HIRSIZLIGI

Flannery, K. 1972 The c:ultural evolution of c:ivilizations. Annual Review ofEcology and Syste­
matics 3: 399-426
Fortes, M. ve Evans-Pritc:hard, E. E. 1940 African political systems. Londra: Oxford Univer­
sity Press
Fowden, G. 2002 Elefantiasi del tardantic:a ( Cambridge Ancient History, vol. XIV, kitap ta­
nıtunı). Journal of Roman Archaeology 15: 681-6
Frank A. G. 1998 ReOrient: global economy in the Asian age. Berkeley: University of Cali­
fornia Press
Freud, S. 1961 [ 1927] The future of an illusion. Civilization and its discontents, der J. Strac­
hey. Standard Edition, c. xxi (1 927-3 1). Londra: Hogarth
___ 1964 New introductory lectures on psycho-analysis and other works. Çev. ve der. J.
Strachey, standart baskı, c:. xxii (1 932-6). Londra: Hogarth 1964
__ [1933) Why war? Letter to Einstein. Standart baskı c. xxii içinde (1932-6). Londra:
Hogarth
Furet, F. ve Ozouf, J. 1977 Lire et ecrire, l'a/phabetisation des français de Calvin a Jules Ferry.
Paris: Minuit
Garnsey, P, Hopkins, K. ve Whittaker, C. R. (der.)1983 Trade in the ancient economy. Lon­
dra: Chatto 1k Windus
Geertz, C. ve diğerleri (der.) 1979 Meaning and order in Moroccan sodety. New York: Cam­
bridge University Press
Geliner, E. 1994 The mightier pen: the double standards of inside-out colonialism. Encoun­
ters with nationalism. Oxford: Blac:kwell (reprinted from Times Literary Suppiement,
1 9 Şubat 1998)
Gerac:i, G. ve Marin, B. 2003 L'approvisionnement alimentaire urbain. B. Marin ve C. Vir­
louvet (der.) Nourire /es cites de Mediterranee: antiquite - temps moderne içinde. Pa­
ris: M. M. S. H.
Ghosh, A. 1992 ln an antique land. New York: Vintage Books
Giddens, A. 1991 . Modernity and self-identity: sel(and society in the /ate modern age. Cam­
bridge: Polity Press
Gillion, K. L. 1 968 Ahmedabad: a study in Indian urban history. Berkeley, CA: California
University Press
Gilson, E. 1999 La Philosophie au Moyen A.ge (2. baskı). Paris: Payot
Gledhill, J. ve Larsen, M. 1 952 The Polanyi paradigm and a dynamic: analysis of archaic: sta­
tes. C. Renfrew ve diğerleri, Theory and explanation in archaeology içinde. New York:
Academic: Press
Glick, T. F. 1996 Irrigation and hydraulic technology: medieval Spain and its legacy. Alders­
hot: Variorwn
Gluckman, M. 1955 The judicial process among the Barotse of Northern Rhodesia. Manc:-
hester: Manc:hester University Press
__ 1965 Custom and conf/ict in Africa. Oxford: Blac:kwell
--· 1 965 The ideas in Barotse jurisprudences. New Haven: Yale University Press
Godelier, M. 1 978. The concept of the 'Asian mode of production' and Marxist modems of
soc:ial evolution. D. Seddon (der.), Relations ofproduction: Marxist approaches to eco­
nomic anthropology içinde. Londra: Cass
___ 2004 Metamorphoses de la parente. Paris: Fayard
Goitein, S. D. 1967 A Mediterranean society, the Jewish communities of the Arab world as
portrayed in the documents of the Cairo Geniza, c. i. Berkeley: University of Califor­
nia Press
KAYNAKÇA 397

___ 1999 A Mediterranean society. An abridgement in one volume. Berkeley: University


of California Press
Goode, W. 1 963 World revolution and family patterns. New York: The Free Press
Goodman, M. 2004 ]ews in a Graeco-Roman world. Oxford: Oxford University Press
Goody, J. 1 957 Anomie in Ashanti? Africa 27: 75-104
___ 1962 Death, property and the ancestors. Stanford, CA: Stanford University Press (ye­
niden basUIJ 2004, Londra: Routledge)
___ 1 968 The social organization of time. The encyclopedia of the social sciences iı,;inde.
New York: Macmillan.
___ 1 971 Technology, tradition and the state in Africa. Londra: Oxford University Press
__ 1972a The evolution of the family. P. Laslett ve R. Wall (der.), Household and family
in past times içinde. Cambridge: Cambridge Universitv Press
__ 1 972b The myth of the Bagre. Oxford: Clarendon
__ _ 1976 Production and reproduction: a comparative study of the domestic domain. Cam­
bridge: Cambridge University Press
__ 1977 The domestication of the savage mind. Cambridge: Cambridge University Press
___ 1982 Cooking, cuisine and class: a study in comparative sociology. Cambridge: Cam­
bridge University Press
_ _ _ 1984 Under the lineage's shadow. Proceedings of the British Academy 70: 18 9-208.
__ 1986 The logic ofwriting and the organisation ofsociety. Cambridge: Cambridge Uni­
versity Press
___ 1987 The interface between the written and the oral. Cambridge: Cambridge Univer:
sity Press
___ 1993 The culture of flowers. Cambridge: Cambridge University Press
_ _ _ 1 996a The east in the west. Cambridge: Cambridge University Press
_ _ _ 1996b Comparing family systems in Europe and Asia: are there different sets of ru-
les? Population and Development Review 22: 1 -20
___ 1997 Representations and contradictions. Oxford: Blackwell
___ 1998 Food and love. Londra: Verso
___ 2003a The Bagre and the story of my life. Cambridge Anthropology 23, 3, 81-9
__ 2003b Islam in Europe. Cambridge: Polity Press
_ _ 2004 Capitalism and modernity: the great debate. Cambridge: Polity Press
Goody, J. ve Watt, 1. 1963 The consequences of literacy. Comparative Studies in Society and
History 5: 304-45
Goody, J. ve Tambiah, S. 1973 Bridewealth and dowry. Cambridge: Cambridge University
Press
Goody, J. ve Gandah, S. W. D. K. 1 980 Une recitation du Bagre. Paris: Colin
___ 2002 The third Bagre: a myth revisited. Durham, NC: Carolina Academic Press
Gordon, D. 1994 Citizens without sovereignty: equality and sociability in French thought,
1 670-! 789. Princeton: Princeton University Press
Gough, K. 1981 Kural society in Southeast India. Cambridge: Cambridge University Press
Griaule, M. 1948 Conversations with Ogotommeli. Paris: Fayard. (İngilizce çeviri 1 965, Lon­
dra: Oxford University Press)
Greenberg, ]. 1963 The languages of Africa. (International ]ournal of American Linguistics
29'a ek)
Grudin R. 1 997 Humanism. Encyclopedia Britannica içinde (15. baskı). Chicago: Chicago
University Press
Guichard, P. 1977 Structures occidentales et structures orientales. Paris: Mouton
398 TARiH HIRSIZLl<'.il

Gurukkal, R. and Whittaker, D. 2001 In search of Muziris. Roman Archeology 14: 235-350
Gutas, D. 1 998 Greek tbougbt, Arabic Culture. Londra: Routledge
Gurhrie, D. J. ve Hartley, F. 1997 Medicine and surgery before 1 800. Encydopedia Britan­
nica içinde (15. baskı) 23: 775-83. Chicago: Chicago University Press
Habib, I. 1990 Merchant coınmunitics in pre-colonial India. J. D. Tracy (der), The rise of merc­
hant empires içinde. Cambridge: Cambridge University Press
Hajnal, J. 1965 European marriage patterns in perspective. D. V. Glass ve D. E. C. Eversley
(der.), Population in History içinde. Londra: Aldine
__ 1982 Two kinds of pre-industrial household formation systems. Population and De­
velopment Review 8: 449-94
Halbwachs, M. 1925 Le Cadres sociaux de la memoire. Paris: F. Alcan
Hart, K. 1982 The political economy of West African agriculture. Cambridge: Cambridge
University Press
___ 2000 Money in an unequal world. New York: Texere Hart, Mother Columba (çev.)
1980 Hadewijch: the complete works. Londra: Paulist Press
Haskins, C. H. 1923 The rise ofuniversities. New York: Henry Holt
Hili, P. 1970 Studies in rural capitalism in West Africa. Cambridge: Cambridge University
Press
Hilton, R. (der.) 1976 The transition (rom feudalism to capitalism. Lonılra: NLB
Hobsbawm, E. J. 1959 Primitive rebels. Manchester: Manchester University Press
___ 1964 The age of revolution. 1 789-1 848. New York: Mentor
___ 1 965 Pre-capitalist economic formations. New York: International Publishing
___ 1972 Bandits. Harmondsworth: Penguin
Hobson, J. M. 2004 The eastern origins of western Civilisation. Cambridge: Cambridge Uni­
versity Press
Hodges, R. ve Whitehouse, D. 1983 Mohammed, Charlemagne and the origins of Europe.
Londra: Duckworth
Hodgkin, L. 2005 A history of mathematics: (rom Mesopotamia to modernity. Oxford: Ox­
ford University Press
Ho Ping-ti 1962 The ladder ofsuccess in imperial China; aspects ofsocial mobiliıy, 1368-1911.
New York: Columbia University Press
Hopkins, T. J. 1966 The social teaching of the Bhagavata Purana. Krishna: myths, rites and
attitudes içinde, der. M. Singer. Honolulu: East-West Center
Hopkins, K. 1 980 Brother-sister marriage in Roman Egypt. Comparative Studies m Society
and History 22: 303-54.
___ 1983 giriş yazısı, P. Garnsey, K. Hopkins, ve C. R. Whittaker (der.), Trade in the an­
cient economy için. Londra: Chatto & Windus
Hourani, A 1990 L'oeuvre d'Andre Raymond. Revue des Mondes Musulmans el de la Me­
dite"anee 55-6, 18-27.
Howard, D. 2000 Venice and the East: the impact of the Islamic world on European archi­
tecture 1 1 00-1500. New Haven: Yale University Press
Hsu-Ling 1982 [534-5] New songs (rom a jade terrace. A. Birrel (der.). New York: Penguin
Hufton, O. 1995 Tbe prospect before her: a history ofwomen in Western Europe, c. i, 1500-
1800. Londra: Harpor Collins
Huntington, S. P. 1991 The dash of civiliı;ations and the remaking of world order. New York:
Simon & Schuster'1996
Ibn Arabi 1996 L'interprete des desirs. Paris: Albin Michel
Ibn Khaldn 1 967 (1 377] AI-Muqaddimah. Beyrut: UNESCO
KAYNAKÇA 399

Ibn Hazm 1981 [y. 1022] The ring of the dove. A treatise on the art and practice of Arab
love. New York: AMS Press
İnalcik, H., D. Quataert ile birlikte, 1994 An economic and social history of the Ottoman
empire, 1300-1 914. Cambridge: Cambridge University Press
Jackson, A. ve A. Jaffes (der.) 2004 Encounters: the meeting of Asia and Europe 1500-1 800.
Londra: V&A Publications
Jacquart, D. 2005 L'Epopee de la science arabe, Paris: Gallimard
Jayyussi, S. K. (der.), 1 992 The legacy of Muslim Spain. Leiden: Brill
Jidejian, N. 1991 Tyre through the ages. Beyrut: Librarie Orientale
___ 1996 Sidon a travers /es ages. Beyrut: Librarie Orientale
_ _ 2000 Byblos through the Ages. Beyrut: Librarie Orientale
Jones, E. L. 1987 The European miracle: environments, econo-nies and geopolitics in the his­
tory of Europe and Asia. Carnbridge: Cambridge University Press
Kant, I. 1998 [1 784) Ideas on a universal history from a cosmopolitan point of view. J. Run­
dell ve Menneli (der.), Classical readings in culture and civi/ization içinde. Londra: Ro­
utledge
Keenan, J. G. 2000 Egypt. The Cambridge Ancient History, c. xiv. Cambridge: Cambridge
University Press
Kennedy, P. 1 989 The rise and fail of the great powers: economic change and military con­
flict from 1500 to 2000. New York: Vintage Books
Krause, K. 1992 Arms and the state: patterns of military production and trade. Cambridge:
Cambridge University Press
Kristeller, P. O. 1945 The School of Salerno: its development and its contribution to the his-
tory of learning. Bul/etin of the History of Medicine 17: 138-94
Kroeber, A. L. 1976 Handbook of the Indians of California. New York: Dover Publications
Lancel, S. 1997 Carthage: a history. Oxford: Blackwell
Landes, D. 1999 The wealth and poverty of nations: why some nations are so rich and some
so poor. Londra: Abacus
Lane, R. C. 1 973 Venice: a maritime republic. Baltimore: Johns Hopkins University Press
Lantz, J. R. 1981 Romamic love in the pre-modern period: a sociological commentary. ]o­
urnal of Social History 15: 349-70
Laslett, P. 1971. The world we have lost: England before the industrial age. New York: Scrib­
ners
ve Wall, R. (der.) 1972 Household and family in pası times. Cambridge: Cambridge Univer­
sity Press
Latour, B. 2000 Derrida dreams about Le Shuttle. E. Durian-Smith, Bridging divides: the Chan­
ne/ tunnel and Eng/ish legal identity in the New Europe, Berkeley. The Times Higher
Education Supplement 2/6/2000: 31
Ledderose, L. 2000 Ten thousand things: module and mass production in Chinese art. Prin­
ceton: Princeton University Press
Lee, J. Z. ve Wang Feng, One quarter of humanity. Malthusian mythology and Chinese rea­
lities, 1 700-2000. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Le Goff, J. 1993 Intellectuals in the middle ages. Londra: Blackwell
Lenin, V. I. 1 962. The awakening of Asia. Collected works içinde. Moskova: Foreign Lan­
guage Press
Letts, M. 1926 Bruges and its past. Londra: Berry
Leur, J. C. van 1955 Indonesian trade and society: essays in Asian social and economic his­
tory. Lahey: W. van Hoeve
400 TARiH HIRSIZLIGI

Lewis, B. 1973 Islam in history: ideas, men and events in the Middle East. Londra: Alcove
___ 2002 What went wrong? Western impact and Middie Eastern response. Londra: Ori­
on House
Lewis, C. S. 1936 The allegory oflove: a study in medieval tradition. Oxford: Clarendon Press
Liebeschuetz, J. I-1. W. G. 2000 Administration and politics in the dties of the fifth to the mid
seventh century: 425-40. The Cambridge Ancient History, c. xiv. Cambridge: Cambrid­
ge University Press
Lloyd, G. E. R. 1979 Magic, reason and experience: studies in the origin and development
of Greek science. Cambridge: Cambridge University Press
___ 2004 Ancient worlds, modern reflections: philosophical perspectives on Greek and
Chinese science and culture. Oxford: Oxford University Press
Lopez, R. 1971 The commercial revolution of the middle ages, 950-1350. Englewood Cliffs:
Prentice Hail
Love, J. R. 1991 Antiquity and capitalism: Max Weber and the sociologica/ foundations of
Roman civilization. Londra: Routledge
Maalouf, A. 1 984 The crusades through Arab eyes. Londra: Al Saqi Books
Macfarlane, A. 1978. The origins of English individualism: the family, property and social
transition. Oxford: Blackwell
Macfarlane, A. ve Martin G. 2002 The glass bathyscape. Londra: Profile Books
Machiavelli, N. 1996 (1532] The prince (çev. S. J. Miliner). Londra: Phoenix Books
Maine, H. S. 1965 (1861] Ancient law. Londra: Everyman Library
Makdisi, G. 1979 An Islamic element in the early Spanish University. Islam: past inf/uences
and present challenges içinde. Edinburgh: Edinburgh University Press
___ 1981 The rise of colleges: illustrations of learning in Islam and the west. Edinburgh:
Edinburgh University Press
Malinowski, B. 1913 The family among the Australian aborigines. Londra: Hodder & Sto­
ughton
___ 1947 Crime and custom in savage society. Londra: Kegan Paul
___ 1948 Magic, science and religion and other essays (der. R. Redfield). Boston: Beacon
Press
Mann, M. 1986 The sources of social power. c. i; A history of power from the beginning to
A.D. 1 760. Cambridge: Cambridge University Press
Marx, K. 1 964 Pre-capitalist economic formations (giriş yazısı: E. Hobsbawm). New York:
lnternational Publishers
___ 1 973 Grundrisse. Londra: Penguin
___ 1976 Capital. Londra: Penguin
Marx, K. ve Enge]s, F. 1969 Selected Works, c. i. Moskova: Progress Publishers
Matar, N. 1 999 Turks, Moors and Englishmen in the age of discovery. New York: Colum­
bia University Press
McCormick, M. 2001 Origins ofthe European economy: communications and culture A. D.
300-900. Cambridge: Cambridge University Press
McMullen, I. J. 1999 Idealism, protest, and the tale of Genji: the Confucianism of Kumaza­
wa Banzan 1 619-91 . Oxford: Clarendon Press
Meier, C. 1990 The Greek discovery ofpo/itics (çev. David Mclintock). Cambridge, MA: Har­
vard University Press
Meilink-Roelofsz, H. A. P. 1962 Asian trade, and European influence in the Indonesian arc­
hipelago between 1 500 and about 1 630. Lahey: Nijhoff
__ 1970 Asian trade and Islam in the Malay-lndonesian archipelago. D. S. Richards (der.),
lslam and the trade of Asia içinde. Oxford: B. Cassirer
KAYNAKÇA 401

Mennell, S. 1985 Ali manners offood: eating and taste in England and France (rom the Midd­
le Ages to the present. Oxford: Blackwell
Mennell, S. ve Goudsblom, J. 1997 Civilizing process - myth or reality? A comment on Du­
err's critique of Elias. Comparative Studies in Society and History 39: 729-733
Meriwether, K. L. 1997 Women and waqf revisited: the case of Aleppo 1770-1840. M. C. Zil­
fi (der.), Women in the Ottoman empire: Middle Eastem women in the early modern
era içinde. Lei<len: Brill
Miller, J. 1969 The spice trade of the Roman empire. Oxford: Clarendon Press
Millett, P. 1 983 Maritime loans and the structure of credit in fourth-centuryAthens. P. Garn­
sey, K. Hopkins ve C. R. Whittaker (der.), Trade in the ancient economy içinde. Lon­
dra: Chatto & Windus
Mintz, S. ve Wolf, E. 1950 An analysis of ritual co-parenthood (compadrazgo). Southwes­
tem Journal of Anthropology. 341-67
Mitcheli, J. 2003 Siblings. Cambridge: Polity Press
Montesquieu, C. S., 1914 The spirit of/aws. Londra: G. Beli & Sons. (Fransızca orijinali 1748
L'Esprit des lois)
Morgan, L. H. 1 877 Ancient society. New York: Henry Holt
Mosse, C. 1983 The 'world of the emporium' in the private speeches of Demosthenes. P. Gam­
sey, K. Hopkins ve C. R. Whittaker (der.), Trade in the ancient economy içinde. Lon­
dra: Chatto & Windus
Mundy, M. W. 1988. The family, inheritance and Islam: a re-examination of the sociology
of fara'id law. A. al-Azmeh (der.), Social and historical contexts of Islamic /aw içinde.
Londra: Routledge
__ 2004. Ownership or office? A debate in Islamic Hanafite jurisprudence over the na­
ture of the military 'fief, from the Mamluks to the Ottomans. A. Pottage ve M. Mundy
(der.), Law, Anthropology and the constitution of the social: making persons and things
içinde. Cambridge: Cambridge University Press
Murasaki, S. 1955 [ 1 1 Cilt) The tale of Gen;; (çev. A. Waley). New York: Anchor Books
Murdock, G. P. 1967 Ethnographic atlas: a summary. Ethnology 6, 109-236
Nafissi, M. 2004 Class, embeddedness, and the modemity of ancient Athens. Comparative
Studies in Socıety and History 46: 378-410
Nakosteen, M. 1964 History ofthe Islamic origins ofwestenı education, A.D. 800-1350. Bo­
ulder, Colorado: University of Colorado Press
Needham, J. (der.) 1954- Science and civilization in China. Cambridge: Cambridge Univer­
sity Press
___ 1965 Time and eastern man. Londra: Royal Anthropological institute
__ 1970 Clerks and craftsman in China and the west. Cambridge: Cambridge University
Press
__ (der.) 1986a Biology and biological technology, pt. /: Botany, c. vi, of Science and ci­
vilization in China. Cambridge: Cambridge University Press.
__ (ed.) 1986b Military technology; the gunpowder epic, pt. 7, Chemistry and chemical
technology, c. v. Science and civilization in China. Cambridge: Cambridge University
Press.
__ 2004 General conclusions and reflections. Science and civilization in China, Pt 2, vol
vu. Cambridge: Cambridge University Press
Nef, J. U. 1 958 Cultural foundation of industrial civilization. Cambridge: Cambridge Uni­
versity Press
Ng, Chin-keong 1983 Trade and society in China: the Amoy network on ıhe China coast, 1 683-
1 735. Singapur: Singapore University Press
402 TARiH HIRSIZLlilıl

Nicholson, R. 1 921 Studies in lslamic mysticism. Cambridge: Cambridge University Press


Nykl, A. R. 1931 Abu Muhammad, 'Ala. ibn Hazm al-Anda/usa: a book containing the Ri­
sala known as the dove's neck-ring about love and lovers. Paris: Geuthner
Nylan, M. 1999 Calligraphy, the sacred text and test of culture. C. Y. Liu ve diğerleri, Cha­
racter and context in Chinese calligraphy içinde. The Art Museum, Princeton Univer­
sity, NJ
Ong, W. 1974 Ramus, method and the decay of dialogue. New York: Octagon Books
Oppenheim, A. L. 1964 Ancient Mesopotamia. Chicago: Chicago University Press
Osborne, R. 1 996 Greece in the making 1200-479 BC. Londra: Routledge
Parker, G. 1988 The military revolution: military innovations and the rise of the west, 1500-
1 800. Cambridge: Cambridge University Press
Parry, J. J. (der.) 1960 [1 1 84?] Andreas Capellanus: the art of courtly love. New York: Co-
lumbia University Press
Parsons, T. 1 937 The structure of social action. New Yor' : McGraw-Hill
Pasinli, A. 1996 lstanbul archaeolagical museums. İstanbul: A Turizm Yayınları
Passerini, L. 1999 Europe in love, love in Europe: imagination and politics in Britain betwe­
en the wars. Londra: 1. B. Tauris
Passerini, L. Ellena ve A. C. T. Geppert (der.), New dangerous liaisons. Oxford: Berghahn
Perera, B. J. 1951 The foreign trade and commerce of ancient Ceylon. tthe ports of ancient
Ceylon. Ceylon Historical Journal 1: 109-1 9
_ _ 1952a The foreign trade and commerce of ancient Ceylon. II: ancient Ceylon and its
trade with India. Ceylan Historical Journal 1: 192-204
_ _ 1952b The foreign trade and commerce of ancient Ceylon. III: ancient Ceylon's tra­
de with the empires of the eastern and western worlds. Ceylan Historical Journal 1: 301-
20
Person, E. S. 1991 Romantic love: at the intersection of the psyche and the cultural uncons­
cious. Journa/ of the American Psychoanalytic Association 3 9 (ek): 3 83-411
Peters, F. E. 1968 Aristotle and the Arabs: the Aristotelian tradition lslam. NewYork: New
York University Press
Ferit, P. 1 997 Greek and Roman civilizations. Encyclopedia Britannica içinde (15. baskı) 20:
2205
Pirenne, H. 1939 Mohammed and Charlemagne (çev. B. Miall). Londra: Ailen & Unwin
Polanyi, K. 1 947 Our obsolete market mentality. Commentary 3: 2
_ _ 1 957 The economy as instituted process. K. Polanyi, C. Arensberg ve H. Pearson (der.),
Trade and markets in the early empires içinde. New York: Free Press
_ _ _ 1957 The great transformation: the political and economic origins of our time. Bos­
ton: Beacon Press
Polybius. 1 889 The histories of Polybius (çev. E. Shuckburgh). Londra: Macmillan
Pomeranz, K. 2000 The great divergence: China, Europe and the making ofthe modern world
economy. Princeton, NJ: Princeton University Press
Poni, C. 2001a Il network della setta nelle citta italiana in eta moderna. lscuola Officina [Bo­
logna] 2:4-11
___ 2001b Comparing two urban industrial districts: Bologna and Lyon in the early mo­
dern period. P. L. Porta, F. Scazzieri ve A. Skinner (der.), Knowledge, social institutions
and the division of labour içinde. Cheltenham: Edwards
Raddiffe Brown, A. R. Structure and furıction in primitive society. Londra: Cohen and West
Rashdall, H. 1988 [1 936] The uni1Jersities of Europe in the Middle Ages (yeniden baskı) Lon­
dra: Oxford University Press
KAYNAKÇA 403

Rattray, R. S. 1923 Ashanti. Londra: Oxford University Press


1929 Ashanti law and constitution. Londra: Oxford University Press
Rawson, J. 1984 Chinese ornament: the lotus and the dragon. Londra: British Museum
Renfrew, C., M. J . Rowlands ve B. A. Segraves (der.), 1982 Theory and explanation in arc-
haeology. New York: Academic Press
Repp, R. C. 1 986 The Mu�i of Istanbul: a study in the development of the Ottoman lear­
ned hierarchy. Londra: lthaca Press
Reynal, J. 1995 Al-Andulas et l'an roman: le fil d'une histoire. T. Fabre (der.) L'Herıtage An-
dalou içinde. La Tour d'Aigues: Editions De L'Aube
Reynolds, L. D. ve Wilson, N. G. 1968 Scribes and scholars. Londra: Oxford University Press
Ribera, J. 1928 Disertaciones y opusculos. 2 Cilt. Madrid: E. Maestre
Richards, A. 1. 1950 Some types of family structure amongst the central Bantu. A. R. Rad­
diffe Brown ve C. D. Forde (der.) African systems of kinship and marriage içinde. Lon­
dra: Oxford University Press
Rodinson, M. 1949 Recherches sur !es documents arabs relatifs a la cuisine. Revue etudes
islamique, 95-106
Rougement, D. de 1956. Love in the western world. New York: Princeron University Press
Roux, J. 2004 Conesia e fin'amor, un nouvel humanism. R. Bordes (der.) Troubadours et Cat­
hares: en occitanie medievale içinde. Cahors: L'Hydre
Rowe, W. T. 1984 Hankow: commerce and society in China, i796-1 889. Stanford, CA: Stan­
ford University Press
Sabloff, J. A. ve Lamberg-Karlovsky, C. C. (der.) 1975 Ancient civilisation and trade. Albu-
querque, NM: University of New Mexico Press
Said, E. 1995 Orientalism. Londra: Penguin Books
__ 2003 Freud and the non-European. Londra: Verso
Saika!, A. 2003 Islam and the west: conflict or cooperation? Londra: Palgr ave Macmillan
Say, J. 1 829 Cours complet d'economie politique practique. Paris: Rapilly
Sayili, A. 1947-8 Higher education in medieval Islam: the madrasas. Annales de l'universi­
te de I'Ankara n: 30-69
Schapera, 1. 1985 [1955] The sin of Cain. B. Lang (der.) Anthropological approaches to the
0/d Testament içinde. Philadelphia: Fonress Press
Schwanz, S. B. 1985 Sugar plantations in the formation of Bra:ı:ilian society: Bahia, 1 550-
1 835. Cambridge: Cambridge University Press
Sertan, K. M. 1991 Venice, Austria and the Turks in the seventeenth century. Philadelphia,
PA: American Philosophical Society
Sherrart, S. (der.) Proceedings ofthe First Intemational Symposium, the wa/1 paintings ofThe-
ra. Atina: Thera Foundation
Singer, C. (der.) 1979-84 A history of technology. Oxford: Clarendon Press
Singer, C. 1950 Medicine. Chambers Encyclopedia içinde, c. ix: 212-28. Londra: Newnes
Skinner, P. 1995 Family power in Southern Italy: the Duchy of Gaeta and its neighbours, 850-
1 139. Cambridge: Cambridge University Press
Slicher van Bath, B. H. 1963 The agrarian history of Western Europe A.D. 500-1 850. Lon­
dra: Edward Arnold
Smith, P. J. 1991 Taxing heaven's storehouse: horses, bureaucrats, and the destruction ofSic­
huan tea industry, 1077-1224, Cambridge, MA: Harvard University Press
Snodgrass, A. M. 1983 Heavy freight in Archaic Greece. P. Gamsey, K. Hopkins ve C. R. Whit­
taker (der.) Trade in the ancient economy içinde. Londra: Chatto and Windus
Sombart, W. 1930 Capitalism. Encyclopedia of the Social Sciences içinde, c. iii. New York:
Macmillan
404 TARiH HIRSIZLIGI

__ 1911 The Jews and modern capitalism. Leipzig: Dunker and Humblot (İng. çev. 1993,
Londra: T. F. Unwin)
Soskice, J. 1 996 Sight and vision in medieval Christian thought. Vision in context: histori­
ca/ and contemporary perspectives on sight içinde, ed. T. Brennan and M. Jay, New York:
Routledge, 29-43
Southall, A. 1 998 The city in time and space. Cambridge: Cambridge University Press
Southern, R. W. 1970 Medieval humanism. New York: Harper and Row
Sovic, S. Western families and their Others. MS.
Speiser, J. M. 1985 Le christianisation de la ville dans l'Antiquite tardive. Ktema: civilisati­
ons de l'orient, de la Grece et de Rome antiques 1 0: 49-55
Steensgaard, N. 1973 Carracks, caravans, and companies: the structural crisis in ıhe Euro­
pean-Asian trade in the early seventeenth century. Copenhagen: Studentlitteratur
Stein, G. 1994 The organizational dynamics of complexity in Greater Mesopaotamia. Chi­
efdoms and early states in the Near East, The organizational dynamics of complexity
içinde, G. Stein ve M. S. Rothman M. S. Madison, Wisconsin: Prehistory Press
Stone, L 1977 Family, sex and marriage in England, 1 550-1 800. Londra: Weidenfeld and Ni­
colson
Strayer, J. R. 1956 Feudalism in Western Europe, Feudalism in History içinde, der. R. Coul­
bourn. Princeton: Princeton University Press
Tandy, D. W. 1997 Wa"iors into traders: the power of the market in early Greece. Berkeley,
CA: California University Press
Thapar, R. 1966 A history of India. Harmondsworth: Penguin
__ 2000 History and beyond. New Delhi: Oxford University Press
Tognetti, S. 2002 Un industria di lussoo al servizio del grande commercio. Floransa: Olsch-
ki
Tolstoi, L. 1960 Last diaries (der. L. Stilman). New York: Capricorn Books
Trevor-Roper, H. R. 1965 The rise of Christian Europe. Londra: Thames and Hudson
___ 1958 Historical essays. Londra: Macmillan
Tylor, E. B. 1 881 Primitiııe culture. Londra
Valensi, L. 199_3 The birth ofthe despot: Venice and the sublime porte, çev. A. Denner. Itha­
ca: Comell University Press (Fransızca baskı, 1 987)
Vico, G. 1984 [1744). New science, lthaca: Cornell University Press
Viguera, M. 1 994 Asludu li'l-ma'ali: on the social status of Andalusi women. S. K. Jayyusi
(der.), The legacy of Muslim Spain içinde. Leiden: Brill
Villing, A. 2005 Persia and Greece. J. Curtis ve Tallis, N. (der.), Forgotten en.pire: the world
of ancient Persia içinde. Londra: British Museum.
Von Staden, H. 1992 Affinities and visions - Helen and hellenocentrism. Isis, 83: 578-95
Wallerstein, 1. 1 974 The modern world-system, c. i: Capitalist agriculture and the origins of
European world-economy in the sixteenth century. New York: Academic Press
__ 1999 The west, capitalism and the modern world system. T. Brook and G. Blue (der.),
China and historical capitalism içinde. Cambridge: Cambridge University Press
Walzer, R. 1962 Greek into Arabic. Oxford: B. Cassirer
Ward, W. A. 1971 Egypt and the east Medite"anean world 2200-1900 BC. Beyrut: The Ame­
rican University of Beirut
Ward-Perkins, B. 2000 Specialised production and exchange. The Cambridge Ancient His­
tory, c. xiv. Cambridge: Cambridge University Press
Watson, A. M. 1983 Agricultural innovation in the early Islamic world: the diffusion of crops
and fanning techniques, 700-1 1 00. Cambridge: Cambridge University Press
KAYNAKÇA 405

Watt, 1. P. 1 957 The rise of the novel. Londra: Chatto


Watt, W. M. 1972 The influence of lslam on medieval Europe. Edinburgh: Edinburgh Uni­
versity Press
Weber, M. 1 930 The Protestant ethic and the spirit of capitalism. Londra: Ailen and Unwin
__ 1 949 The methodology of the socia/ sciences (çev. E. A. Shils ve H. A. Finch). Glen­
coe, iL: The Free Press
___ 1968 Economy and society. An outline of interpretive sociology. Çev. ve der. Guent­
her Roth ve Claus Wittich. New York: Bedminster Press.
___ 1976 The agrarian sociology of ancient civilizations. Londra: NLB
Weis, R., 2001 The yellow cross: the story of the /ast Cathars, 1290-1329. Londra: Pengu­
ın
Weiss, W. M. ve K. M. Westerman 1998 The Bazaar: markets and merchants of the Islamic
wor/d. Londra: Thames and Hudson
Whitby, M. 2000 The army c. 420-602. The Cambridge ancient history, c. xiv. Cambridge:
Cambridge University Press
White, K. D. 1 970 Roman farming. Londra: Thames and Hııdson
__ 1984 Greek and Roman technology. Londra: Thames and Hudson
White, L. 1962 Medieval technology and social change. Oxford: Clarendon Press
White, S. D. 1 996 The 'feudal revolution'. Past and Present 152: 205-23
Whittaker, C. R. 2004 Rome and its frontiers: the dynamics of empire. Londra: Roııtledge
Wickham, C. 1984 The other transition: from the ancient world to feudalism. Pası and Pre-
sent 103: 3-36
___ 2001 Un pas vers le Moyen Age? Permanences et mutations. P. Ouzoulias ve diğerle­
ri (der.) Les campagnes de la Gaiıle a la {in de l'antiquite içinde. Antibes: Edirions ACD­
CA
Will, E. 1954 Trois quarts de siecle de recherches sur l'economie greque antique. Annales E.S.C.
9: 7-22
Wilson, A. 1995 Water power in north Africa and the development of the horizontal water
wheel. Journal of Roman Archeology 8: 499-510
Wittfogel, K. 1 957 Oriental despotism. New Haven: Yale University Press
Wolf, A. P. ve Hııang, C.-S. 1980 Marriage and adoption in China, 1 845-1945. Stanford, CA:
Stanford University Press
Wolf, E. R. 1982 Europe and the people without history. Berkeley: Univcrsity of Califomia
Press
Wong, R. Bin 1999 The polirical economy and agrarian empire and ics modem legacy. T. Bro­
ok ve G. Blue (der.), China and historical capitalism içinde. Cambridge: Cambridge Uni­
versity Press
Worsley, P. 1957 The trumpet shall sound: a study ofcargo cults in Melanesia. Londra: Mac­
Gibbon and Kee
Wrigley, E. A. 2004 Poverty, progress and popu/ation. Carnbridge: Cambridge University Press
Yalman, N. O. 2001 Further observations on love (or equality). J. Wamer (der.) Cultural ho­
rizons içinde. Syracuse, NY: Syracuse University Press
Zafrani, H. 1986 Juifs d'Andalousie et du Maghreb. Paris: Maisonneuve Larose
__ 1 994 Los judios del occidente musulman: Al-Anda/us y el Magreb. Madrid: Editori­
al Mapfre
Zan, L. 2004 Accounting and management discourse in proto-industrial settings: ehe Yeni­
ce Arsenal in the tum of the 16th century. Accounting and Business Research 34: 2, 345-
78
406 TARiH HIRSIZI..IGI

Zilfi, M. C. 1 996 Women and society in the Tulip Era, 1718-1730. Amira El Aazhary Son­
bol (der.), Women, the family, divorce laws in Islamic history. Syracuse, New York: Syra­
cuse University Press
1:iiek, S. 2001 A Leftist plea for 'Eurocentrism'. Unpacking Europe: towards a critical rea­
ding içinde, S. Hassan ve l. Dadi (der. ). Rotterdam: NAi Publishers
Zurndorfer, H. T. 2004 Not bound to China: Etienne Balasz, Fernand Braudel and the poli­
tics of the study of Chinese history in post-war France. Past & Present 185: 1 89-221
DİZİN

Abbas, Şah 204 Algarve 137


Abbasi 133 alkol 218, 3 1 1
ABD 66, 139, 248, 291 , 293-295, 298-302, Almanya 41, 45, 1 83, 193, 200, 226, 227,
340 248, 277, 299, 300
Abdurrahman, II 133 Almeira 1 33
Abel�; Pierre 317 altın 4, 29, 83, 90, 105, 1 1 8, 122, 131, 1 35,
Abr�zzi 106, 108 167, 225, 257
Açeh Krallığı 1 32, 136 Amalli 90, 91, 244, 256-258
Adams, R. M. 9, 64, 67 Ambedkar, Dr. 299
Adem ve Havva 326, 327, 329, 330 Amerika 6, 1 7, 50, 61, 109, 1 1 8 , 122, 1 36,
Afganistan 99, 291 137, 1 67, 221, 225, 292, 300, 303, 308,
Afrika 1, 4, 9, 16, 1 7, 20, 32, 33, 35, 37, 47, 314, 361
49, 53, 60, 61, 63, 69, 73-75, 88-91, 101, Güney Amerik� 17, 137, 300
1 02, 104, 108, 1 09, 1 1 1 , 1 1 7, 135, 1 37, Kuzey Amerika 61
141, 142, 1 60, 190, 201, 204, 206, 207, Ona Amerika 50
209-211, 228, 256-258, 261 , 263, 264, Amerika kıtasının keşfi 60, 1 32
267, 284, 290, 294-298, 300, 305, 309, Amsterdam 158, 245
31 0, 335, 342, 343 Anadolu 56, 132, 255, 261
Güney Afrika 298 Anderson, Perry 3, 84, 93, 95, 97, 98, 100,
Kuzey Afrika 33, 35, 47, 61, 88-90, 101, 101, 109-1 14, 191, 254, 259, 260
104, 1 1 7, 1 37, 228, 256-258, 264, 343 animist dinler 173
Sahraaltı Afrika'sı 69 Anjou Hanedanı 90, 91, 258, 317
Antakya 84, 88, 90, 262
Agoston, G. 124
Antalya 133
Ahameniş kültürü 41
anti-semitizm 72, 346
Akdeniz 4, 10, 22, 23, 25, 30-35, 39, 47, 51,
antikite 5, 6, 10, 27, 30, 45
67, 71-77, 82, 84, 85, 87-91, 95, 99, 100, Anvers 243
103, 104, 108, 1 12, 117, 121, 123, 130- Apamea 84, 96, 101
1 32, 135-137, 140, 214, 223, 234, 238, apanheid 298
239, 243, 244, 247-249, 256, 258, 264, Aquila 108
275, 309, 321, 343, 347, 348, 356, 357, Aquitaine 317, 353
360 Arabistan, Arap yarımadası 23, 97, 218,
Doğu Akdeniz 23, 30, 32, 34, 71, 73, 75, 255, 264, 300
77, 82, 84, 87, 90, 95, 104, 136, 238, 347, Arafat, Yaser 300
3-57 ayr. bkz. Levant Arami 32, 37
Akheneton 73 Araplar 6, 15, 25, 33, 35, 78, 82, 85, 87, 88,
Akiva, Haham 326 97, 103, 108, 136, 1 37, 206, 219, 255,
Akka 77 257, 258, 264, 265, 267-269, 273-275,
Akkad 32, 50, 57 277, 279, 280, 295, 298, 320, 322, 323,
Akkerman 131 327, 328, 342, 348, 352, 354
Akrotini 73 Ardeantine mağaraları 292
alfabe 6, 32, 37-42, 45, 76, 79, 119, 342, 343, aristokrasi 58, 158, 170, 1 89
345 Aristoteles 43, 1 1 8, 157, 262, 264, 265, 279,
Alfonso, Bilge 280 280, 281
408 TARİH HIRSIZLl�I

Aryanlar 33, 34, 71 , 72, 264 Avrupa


asabiyye 35 Doğu Avrupa 35, 84, 1 1 1
Asante Krallığı 4, 201 Kuzey Avrupa 137
askeri feodalizm 144, 158 Avrupa oryantalizmi 6
askeri ikta 129 Avrupa-merkezcilik 6, 9-1 1, 29, 31, 3 8, 47,
Astour, M. C. 64 96, 109, 1 15, 121, 122, 148, 151, 153,
Astrahan 238 160, 168, 171, 1 83, 1 85, 195, 197, 217,
astronomi 25, 26, 159, 1 65, 166, 280, 287, 219, 223, 250, 254, 255, 260, 279, 311,
347 3 16, 346, 354
Asur, Asurlular 41, 59, 64, 66, 342 Avrupa istisnacılığı 33, 356 ayrıca bkz. Batı
Asya 2-6, 9, 10, 1 6, 17, 22, 25, 26, 30, 32, istisnacılığı
33, 35, 37, 38, 42, 59, 64, 71, 72-74, 77- Avustralya 26, 66, 302
79, 81, 84, 85, 90, 99-103, 1 08, 109, Avusturya 124
1 1 1- 1 14, 1 1 6-118, 121, 125, 131,. 133, Aydınlanma 10, 19, 28, 139, 140, 222, 233,
1 36, 140, 141, 144, 158, 164, 1 68, 240, 280, 285, 286-288, 314
169, 1 72, 174, 190, 201, 204, 216, Azak 133
221, 222, 224-226, 228, 229, 236, 238, Aztekler 50
241, 258, 259, 261-263, 268, 280, 281,
335, 340-343, 345-349, 35 1-358, 360, Babil, Babilliler 25, 32, 66, 157, 273
363, 386 Bacon, Francis 347
Güneydoğu Asya 1 36, 158, 261, 268, Bacan, Roger 1 74, 176, 280
358, 360 Bağdat 87, 89, 228, 270, 273, 275, 356
Ona Asya 35, 1 1 4, 133 baharat 88-90, 104, 1 13, 122, 135, 136, 149,
Asya despotizmi 2, 5, 30, 47, 61, 117, 1 19- 219, 225
121, 139, 140, 144, 193 Balazs, Etienne 162-164
Asya Kaplanları 235 Balkanlar 69, 83, 102, 1 17, 123
Asya üretim tarzı 1 1 6-144 Baltık ülkeleri 104, 131, 149
aşk 1, 6, 10, 148, 201, 315-332, 334-337, 353 Banialar 170
amour courtois 316, 3 1 9 bankacılık 55, 86, 106, 107, 154, 236, 242,
cinsel aşk 304, 307, 327, 330 262, 348
uyumlu aşk (congruent love) 336 banker 8 8, 107, 108, 170, 230, 238, 243
at nalı 97 barbarlar 1, 32, 35, 59, 76, 83, 85, 1 17, 150,
ateist 172, 306 1 82, 264, 278, 361
ateşli silahlar 121-123 Bardas 265, 266
Arina 32, 39, 43, 55, 60-63, 71, 84, 158, 262, Bardas Üniversitesi 265
263, 265, 268, 341, 342 Barotse (Lozi) halkı 69
Atlas Okyanusu 108, 131, 1 36, 238 barut 4, 121, 123, 1 65, 175, 347, 358
Augustinus'çu 280, 343 Baruthane-i Amire 124
Augustus, İmparator 318 Basra 136
Avaris (Teli el-Dab) 73 Basra Körfezi 136
Avarlar 102 Bath, Slicher van 95
Avignon 107 Batı Hint Adaları 23
Avlonya 123 Batı istisnacılığı 82, 109, 110
Avrasya 4, 5, 7; 9, 1 6, 22, 23, 30, 33, 34, 73, Batı Şeria 295
106, 1 1 9, 120, 122, 133, 141-144, 155, Beatrice 325
159, 160, 190, 198, 223, 229, 231, 232, Bedr, Bağdatlı 270
238, 249, 260, 268, 305, 314, 339, 348, Begin, İsrail Başbakanı 300
352, 354, 355, 357, 358, 360 Beloch, J. 75
DiZiN 409

Berberiler 33, 35, 320 232, 236, 240, 254, 281, 313, 348, 352,
Bereketli Hilal 34, 35, 1 1 8 355
Bedin, Isaiah 65 Burke, Peter 10, 155
Berna!, Manin 6, 38, 71-74, 345, 346 Burkhardt, J. 41, 44, 79, 150
Bessarion, Basil, Trabzonlu 281 Bursa 105, 1 1 1, 131, 133
beton 96 Busbecq, Ghiselin de 20
Beyrut 262 Bush, George W. 292, 300, 341
bilgi devrimi 66 Buşmanlar 53
bilgi sistemleri 4, 77, 100, 1 19, 139, 157, 171, Bücher, Kari 45
172, 177, 190, 274, 343, 347 bürokratik feodalizm 109, 129, 144, 158, 168
bilgisayar 352 Bynum, Caroline 326
Bilim devrimi 156
bilinemezcilik 19, 139, 276, 289 Cabral 137
bireycilik 1, 10, 40--42, 55, 110, 115, 148, 228, Cadiz 75
278, 283, 303, 304, 308, 314, 31 6, 334, Caliban 196
344, 353 cam imaları 85
Birinci Dünya Savaşı 1 99, 293 Cambridge 297, 331, 332, 354
Birleşmiş Milletler Üniversitesi 290 Campania 90
Bizans 10, 72, 82, 85, 88, 90, 91, 97, 102, 1 11, Canterbury 159
1 1 6, 117, 127, 130-133, 136, 244, 255, caritas 308, 330
265, 267, 273, 281, 323 Carlo, Salerno Prensi (Sicilya Kralı il. Carla)
Blair, T., İngiltere Başbakanı 301, 3 4 1 91
Blaut, J. M. 9, 198, 354 Caskey, J. 91
Bloch, Marc 81, 82 Castoriadis, C. 62
Bobo-Diolassou (şimdi Burkina Faso) 290 Caynacılar 228, 309, 331
Boccaccio 91, 107 Cebehane-i Amire 124
Bodin, J. 1 1 7 Ceneviz, Cenova 90, 107, 131, 133, 134, 137,
Boetia 76 158, 2:;:
Bologna 87, 105, 1 1 1 , 1 1 5, 1 34, 270, 312 Cenevre Sözleşmesi 196, 291, 292
Bologna Üniversitesi 253, 266, 267, 271, 273 Cenin katliamı 295
Boserup, E. 94 Champagne 107, 13 4, 149, 232
Bosna 185 Chanier, Roger 183
botanik 1 19, 157, 1 65, 275 Chaucer, Geoffrey 159
Boticelli 266 Chayanov, A. V. 126
Braudel, Fernand 3, 78, 1 12, 1 14, 1 16, 1 48, Cheng Ho 170
162, 1 80, 205, 213-215, 217-225, 227- Chicago 209
238, 240-245, 248, 250, 256, 259, 3 1 1 - Childe, Gordon 3, 56, 340, 343
313, 348, 351, 353, 356, 357, 362 Chin-heogn Ng 236
Bray, Francesca 109, 351, 360 Cizvitler 20, 150, 154
Brezilya 137, 138 Cohen, E. E. 55
Brook, T. 152 Cometas 265
Brotton, Jerry 9, 150, 153, 155, 350 commenda 56, 23 4
Brown, A. R. Radcliffe 63, 333 Comte, Auguste 150
Bruges 107, 134, 149, 243 Constantius 263
Brunetto Latini 280, 351 Corneille 3 51
Budistler, Budizm 17, 233, 279, 309, 331 Cornwall 75
Bulgaristan 301 Coulbourn, R. 8, 108, 346
burjuvazi 46, 1 12, 130, 148, 151, 155-163, Crombie, A. C. 173
1 67-170, 173, 1 80, 189, 226, 229, 230, Cundişapur Üniversitesi 273
41 0 TARiH HIRSIZLllİI

çapa tarımı 4, 27, 28, 34, 57, 60, 102, 119, Dolcibili 257
128, 141, 1 82, 310, 340 dominium eminens (rakabe veya rikab) 126,
Çatalhöyük 261 127, 168, 1 69
çay 203, 218, 221, 347 domino 1 78
Çeçenistan 288 Dronke, Peter 3 1 9
çekirdek aile 303, 331, 333 Duby, Georges 315, 317
çiçek kültürü 142, 155, 170 Dun Scorus 280
çift-hane sistemi 1 26 Durkheim, Emile 35, 63, 1 90, 191, 198, 201,
Çin 2, 5, 10, 15, 17, 19, 21, 27, 38, 44, 78, 202, 333
90, 101, 106, 109, 1 12, 1 19-121, 1 29, Duro-Europos 88
140, 142, 147, 150, 151, 155-159, 161, dünya ekonomisi 244, 245, 340
162, 1 64, 1 65, 167, 1 68, 170-174, 176, Düş Zamanı 26
178, 1 79, 1 82, 1 97, 205, 2 1 7-225, 227,
230, 234, 235, 237, 238, 247, 270, 272, East Indian Company 131
301, 3 1 1 , 318, 328, 335, 340, 347, 349, Ebu Garip 196
351, 360 Ebussuud 140
Çin porselenleri 105 Edessa [Urfa] 264
çokeşlilik 31, 321, 335 Edime 123, 281
çömlekçi çarkı 255 Efes 133, 344
Ege 38, 71, 75, 131, 340, 354, 386
Dahomey Krallığı 342 Einstein, Albert 1 92
Dalit (dokunulmazlar) 306' Ekim Devrimi 164
ekvator 24
Danicl, G. 322, 323
el arabaları 175, 223
Dante 72, 280, 325, 350, 351
el-İstahri 24
Darvinizm 286
el-Mu'temid 195
Davis 62, 63
el-Rikat, Muhammed 280
Delos 48
Elam 32
demiryolu 246
Elias, Norbert 10, 147, 1 8 1-211, 219, 284,
demokrasi 1 -3, 6, 10, 1 6, 29, 31, 32, 36, 39,
316, 329, 340, 348, 353, 355
43-45, 58-66, 92, 1 39, 148, 150, 283, Elvin, Mark 1 05, 106, 109, 156, 163, 167,
289-293-303, 3 14, 341-345 1 68, 173, 174, 1 717, 1 77, 179, 269, 287,
deneysel yöntem 156 313
denizaşırı ticaret 238 Emevi 133
denizci pusulası 1 65 emperyalizm 150, 337, 346
deus otiosus 74 Endonezya 1 13, 132, 1 36, 233, 360
devlet mülkiyeti 126, 128 Endülüs 4, 91, 220, 288, 320-322, 325, 351
devlet oluşumu 1 87, 201 Engizisyon 275·
Deyr Yasin 295 Erasmus, Desiderius 329
di Marco Datini, Francesco 107 Ergani 261
Diakonoff 349 Eriha 261
Diderot, Denis 106 Ermeniler 234
diseksiyon (teşrih) 351 Eskimolar 26, 312
dizgin 223 etnik-merkezcilik 5-7, 15, 16, 41, 72, 1 15, 1 1 8,
Doğu Anglia 107 148, 1 8 1 , 1 82
Doğu despotizmi 64, 1 1 8 Etrüsk 34
Doğu Hıristiyanlığı 87, 264 Eukleides 157, 280
Doğu Hint Adaları 23, 236, 238, 360 Evans-Pritchard, E. 60, 1 1 5, 191, 284, 333,
dokuma tezgahı 105, 135, 1 75, 250 342
DiZiN 41 1

Evans, Arthur 37 Friedrich il 320


evlilik 5, 41, 45, 54, 141, 197, 204, 286, 303, (ructus (istiğlal veya intifa) 127
316, 31 9, 321, 327, 329, 331-335
Eyck, Jan Van 149 Gaeta 257
Eyyubi, Selahaddin 129 Galenus 86, 280, 351
Galileo 165, 176, 286
Fas 99 Galya 102
faşizm 200, 300, 321 Gama, Vasco da 234
Faumi 90 Gana 2, 26, 27, 51, 60, 68, 69, 182, 186, 193,
Faust 304 199, 200, 206-211, 289, 290, 293, 312,
felsefi antropoloji 185 322, 335
Fenike 32, 33, 37 Gandi, Mahatr1a 306
feodalizm 5, 8, 10, 25, 27, 30, 32, 33, 43, 81- Gargantua 205, 206
84, 91-95, 97-104, 108-116, 1 1 8, 128, Gates, Hill 165
129, 139, 144, 148, 151, 158, 159, 163, Gaza, Theodoros 281
164, 1 68, 169, 189, 213, 221, 237, 240, Gazze 262
249, 253, 255, 256, 259, 260, 339, 343, geleneksel hukuk 115
346, 347, 354-357, 361, 362 geleneksel toplumlar 54, 199, 217
Ferdinand, İmparator 20 gem 223
Fernandez-Armesto, F. 9, 17, 24, 120, 195, geniş aile 333
215, 279, 348 geometrik ispat 157
Ferrara 281 Georgius, Trabzonlu 281
fıkıh 129, 271 Germen 34, 35, 92, 102, 1 10, 1 15, 227
fief 8 1 , 1 12, 129 Ghent 149
Filipinler 288 Gırnata (Granada) 260
Filistin 23, 77, 101, 133, 136, 255, 261, 292, Giddens, Anthony 336
295, 298, 300 Gillian 236
filogenez 200 Girit 32, 37, 75, 137
finans kapitalizm 242, 244, 250 Gledhill, J. 49, 55, 56
Finley, Moses 3, 8, 39, 42, 43, 45-48, 50-56, Gluckman, Max 69, 70
58, 59, 61, 64, 66-68, 77, 85, 95, 341, Gobineau 150
342, 345 Goitein, S. D. 89
fizik 165, 1 66 Gordon, Cyrus 74
Flandre 107, 149, 243, 248, 260 gotik sanat 258, 259
Floransa 24, 87, 90, 106, 134, 149, 158, 226, göçmenler 106, 1 1 1 , 1 82, 210, 299
232, 242, 280, 281, 325 Greenwich 23-25
Florida seçimleri 294 Grek dehası 79
Fortes, Meyer 60, 200, 333, 342 Grek mucizesi 40
Fowden, G. 98, 99 Grcnada 300
Francesco, Aziz, Assisi'li 310 Gruncbaum (von) 274
Franco 300 Guantanamo 196, 291
Frank, Gunter 9, 92, 107, 1 34 Gucerat 288, 305
Fransa 1 50, 1 83, 1 85, 1 88, 201, 248, 258, Guichard, P. 321, 322
292, 293, 301, 31 2, 320, 324, 328, 335 gümüş 29, 1 32, 1 63, 3 1 1
Fransız Devrimi 307 gymnasium 2 55
Frazer, James 18
Freud, Sigmund 73, 74, 184, 192, 194, 1 96, Habermas, Jürgen 185
200, 208, 209, 355 Habeşistan 218
41 2 TARİH HIASIZLIGI

Habsburglar 124, 227 Hippokrates 280


hacılar 261 Hititler 41, 71
Haçlı Seferleri, HaçWar 23, 72, 90, 100, 1 08, Hitler 297
134, 136, 205, 244, 270 Ho Ping-ti 236
Hadewijch 326 Hobbes, Thomas 63
Hafız 325 Hobsbawrn, Eric 246, 255
Hajnal, J. 333 Hobson, J. M. 6, 9, 346
Halep 105, 159, 233, 356 Hohenzellern Hanedanı 25 8
Harnas 300 Hollanda 131, 135, 136, 1 83, 227, 240, 243,
Hannibal 63 245-248
Hansa Birliği 149 Hollywood 316, 353
Harappa kültürü 35 Homeros 38, 40, 48, .H, 265, 341
harita 16, 24, 25, 140 Hong Kong 1 14, 1 79
Harrison, John 24 Hopkins, Keith 49, 51, 52, 95, 317
Hartman, Mary 332 Hoşea 326
Hasbroek, J. 48, 50 Hourani 259
hastaneler 85, 87, 170, 262, 273, 309 Howard, Deborah 9
Havva 326, 327, 329, 330 Hsu Ling 262, 317
hayırseverlik (caritas) 88, 139, 269-271, 284, Humboldt, Wilhelm von ·uo
305, 308-31 1, 3 14, 3 15, 330, 331, 353 Huntington, Samuel 1 8 1
Hegel, G. W. F. 150, 305 Huxley, T. H . 286
Hellen-rnerkezcilik 37 hümanizma 19, 41, 72, 150, 1 53, 1 77, 1 83,
Henri IV 3 1 3 267, 274-279, 281, 283-285, 287-290,
Henry VII 243 292, 308, 3 14, 323, 324, 341
Henry VIII 286, 321 Hürmüz limanı 136
Herder 1 50
Herodotos 71, 75 Irak 61, 69, 123, 291, 296-298, 300-302
Herophilius 86 ırkçılık 71, 72, 179
Hesiodos 29 Iustinianus 86, 98, 132, 263, 268
heykel 40, 51, 77, 86, 107, 149, 170, 208, 209, mr 88, 89
330, 350, 360
Hıristiyanlık 17-19, 22, 25, 37, 41, 72, 74, 83, İbn Arabi 280, 325
86-88, 99, 138, 140, 151, 153-155, 172, lbn Gabirol, Solomon (Süleyman bin Yahuda,
178, 229, 255, 263, 264, 268, 272, 275, İbn Cebron) 327
283, 285, 290, 306, 309, 315, 317, 3 1 8, lbn Haldun 3, 35, 60, 342
325-328, 330, 331, 343, 350, 353, 357, İbn Hazın 320
360 İbn Meserre 280
Hilton, Rodney 101, 254 İbn Meymun 327
Hindistan 5, 24, 25, 33-35, 60, 61, 88-90, 101, İbn Rüstem 325
107, 1 09, 1 1 3, 1 14, 1 1 6, 131, 135, 136, İbn Rüşd 279
142, 155, 158, 170, 172, 174, 214, 216, İbn Sina 87
217, 219, 220, 223, 224, 228-230, 233, İbraniler 17, 37, 75, 172
235-238, 240, 249, 259, 268, 288, 290, icatlar 1, 2, 6, 16, 20, 37, 40-42, 44, 45, 60,
295, 299, 304, 305, 3 1 8, 328, 340, 344, 62, 73, 96, 102, 1 1 8, 148-151, 169, 174,
346, 347, 349, 354, 356, 360 202, 204, 205, 213, 218, 226, 23 1, 240,
Hinduizm 1 13, 306 268, 3 1 1 , 3 14, 321, 323, 335, 342-344,
Hint Okyanusu 132, 136, 223, 358 353
Hint-Avrupa dilleri 32, 33, 37, 38, 71, 72, 342 İkinci Dünya Savaşı 75, 290, 292, 300, 301
DiZiN 413

ikonoklastlar [ikona kırıcılar] 263 245, 247, 248, 253-255, 257, 258, 260,
ilkel komünizm 55, 336, 353 261 , 264, 267, 271, 277, 281 , 292, 300,
imalat kılavuzları 172, 174, 176 320, 321, 347-349, 355, 357
İnalcık, Halil 126, 127 Iyonya 39, 40, 341
İnebahcı Savaşı 108, 1 1 8 Iznik çinileri 105
İngiltere 5 , 23, 83, 96, 97, 102, 104, 105, 107,
131, 152, 166, 1 83, 1 85, 1 88, 202, 227, Japonya 5, 93, 108, 1 10, 1 12-1 14, 142,
237, 240, 243-250, 255, 259, 279, 293, 143, 1 82, 193, 195, 221, 229, 234-236,
294, 296, 301, 3 1 1, 329-332, 339, 349 238, 279, 3 1 8, 343, 352
inorganik ekonomi 246, 247 Jidejian 75
insan hakları 29, 192, 285, 291 , 292 Jones, E. L. 122
ipek 4, 88, 90, 103, 105-107, 1 1 1 , 1 12, 116, Josephus 76
122, 131-136, 139, 143, 154, 171, 175,
220, 224, 243, 247, 3 12, 313, 347, 349, K'ung San 53
357, 358, 360 kabile demokrasileri 59, 60
İpek Yolu 1 33, 170 kabuki 142, 352
ipekböceği 105, 1 1 1, 132, 133 Kadmos 75, 76
iplik eğirme makineleri 175 Kafkaslar 90, 1 32
İran 24, 25, 66, 87, 90, 104, 123, 127, 1 32- kağıt 26, 78, 97, 103, 1 16, 122, 143, 154, 155,
1 34, 136, 155, 223, 234, 270, 272, 273, 175, 205, 206, 218, 224, 235, 247, 249,
341 266, 277, 3 1 1 , 318, 347, 349, 352, 358,
İrlanda 288, 298 360
İsa, Hz. 1 7, 1 38, 285, 326, 327 Kahire 89, 90, 159, 226, 228
İsfahan 204, 238, 325 kahve 136, 218, 221
İskender, Büyük 47 kakao 218, 221
İskenderiye 24, 82, 84-86, 90, 104, 233, 262, Kalahari 53
263, 267, 268, 287, 356 Kanarya Adaları 137, 138
İslam 10, 17-19, 22,24, 30, 37, 41, 72, 85, 88, Kaniş [Kültepe] 56, 57
89, 91, 99, 102, 104, 105, 108, 1 17, 123, Kant, Immanuel 1 83, 192
128, 129, 132, 136, 138, 1 39, 154, 155, kapitalizm 1, 3-6, 8, 10, 25, 30-32, 38, 43, 45,
172, 174, 176, 178, 205, 218, 220, 223, 46, 49, 52, 54, 58, 78, 79, 81, 82, 84, 91,
227, 229, 233, 234, 237, 238, 244, 248, 95, 1 00, 1 03, 104, 109, 1 10, 1 12-1 16,
258-260, 267-276, 278-280, 283, 286- 121, 1 35, 1 38, 141, 144, 147, 147, 151,
288, 291, 304-309, 319-322, 324, 325, 153, 156-169, 171, 173, 177, 1 80, 1 89,
327-331, 336, 341, 347, 350, 351, 353 190, 1 97, 201, 213-21 8, 221-228, 230-
İslami muhafazakarlık 121, 122, 124 232, 234-238, 240-250, 253-256, 258,
İspanya 83, 91, 101, 102, 1 17, 125, 130, 133, 260, 262, 282, 284, 291, 303, 308, 3 1 1,
1 34, 149, 268, 269, 277, 279, 280, 300, 312, 315, 331, 332, 337, 339, 341-344,
319-321, 323, 324, 347, 350 346-348, 350, 352-357, 360-363
İspanyol-Mağribi kültürü 19 kapitalizm-öncesi oluşumlar 54, 94, 138,
İsrail 23, 75, 77, 214, 292, 295, 298, 300, 326, 255
327 Kara Veba 243
İstanbul 20, 22, 24, 1 1 8, 123, 124, 130-132, karabiber 89, 90, 135
140, 159, 233, 238, 256, 307, 356 Karadeniz 71, 131, 1 32, 256
İsveç 24 Karayipler 94, 300
İsviçre 150, 299 Karolenjler 65, 82, 97-99, 103, 104, 131, 279,
işbölümü 95, 123, 191, 197, 198, 225, 349 282
İtalya 4, 83, 85, 87, 90, 91, 100, 102, 1 04-107, Kartaca 47, 63, 64, 72, 74-77, 84, 85, 88, 94,
1 1 1, 132, 134, 154, 200, 226, 227, 243- 1 14, 264, 342, 345, 346
414 TARiH HIASIZLIGI

kast sistemi 228, 237, 306 Kutsanmışların Adaları (Macaronesia) 24


Kathar'lar 323, 324, 327, 328, 330 Kuzey İrlanda 298
Keichu, Budist keşiş 279 Kuzey İtalya kentleri, komünleri 87, 134, 215,
Kellenbenz 135 253, 355
Kennedy, P. 122 Küba 291
kent devleti 64, 67, 77, 100, 157, 226-228, küreselleşme 26, 290, 359
230, 244, 260, 342, 345 Kürtler 66
kent devrimi/kentsel devrim 4, 7, 35, 53, 83,
1 1 9, 120, 151, 153, 159, 161, 1 84, 204, Landes, David 41, 216
249, 260, 340, 352, 354 Langland 206
kentselleşme 9, 229 Languedoc 319
Kenya 290 Larsen, M. 49, 55, 56
Kenyatta 290 Laslett, Peter 3, 304, 331, 332, 354
kereste 75, 90, 97, 257 Le Goff, Jacques 253, 262, 282
Keşifler Çağı 25, 78, 216 Ledderose, L. 349
Kıbrıs 37, 39, 125, 1 36, 138, 298 Lenin, Vladimir 38, 242
Kıptiler 33 Levant 84, 104, 131, 154 ayr. bkz. Doğu Ak-
Kırım 130, 132, 278 deniz
Kızıldeniz 90, 136 Levi-Sttauss, Claude 333
Kızılhaç 292 Levy-Bruhl, Lucien 1 50
Kiklades kültürü 41 Lewis, Bemard 30, 65, 66, 138
kimya 1 65 Lewis, C. S. 3 16, 31 9, 323
Knossos 37, 73 Lineer B 38
Koçi 89 Lizbon 136
kolektif mülkiyet 47, 70 Lloyd, G. E. R. 201
Kolomb, Kristof 60, 140 LoDagaa kabilesi 26-28, 44, 210, 289, 312,
Kondracieff döngüsü 241 329, 330, 335
Konfüçyüs 38, 121, 1 72, 190, 298 Lokayata 172
Konfüçyüsçülük 178, 286, 287 Lombardia 106, 1 07, 259
Konstantin, Afrikalı 267, 279, 351 Lombardlar 90, 91, 1 07, 264
Konstantinopolis 82, 84, 86, 88-91, 102, 104, lonca 123, 126, 139, 160, 162, 167, 226, 230,
107, 1 1 1, 123, 132, 133, 136, 255, 258, 238, 262, 269
262, 263, 281 Londra 23, 24, 107, 1 1 1 , 134, 158, 204, 243,
Konstantinos Monomakhos IX 266 256, 3 1 3
Kore 221 Lordlar Kamarası 8 1
Korinthos 1 1 1 Love, J . R . 67
köktendincilik 1 8, 65, 274, 286, 288, 297 Lowie, Robert 187
kölelik 8, 20, 32, 46, 62, 65-68, 78, 94, 99, Lucca 105, 106, 111, 134, 159, 247
126, 227, 344, 345 Lull, Raymond 280
kredi sistemi 167 Lübeck 149
Krişna 304, 306 Lübnan 64, 75, 77, 295, 342
Kropotkin, Peter 63 Lviv 131
Kserkses 32
Kubilay Han 176 Macaristan 123, 277
Kudüs 23, 90, 269, 280 Machiavelli, Niccolo 117
Kurtuba (Kordoba) 260, 280, 320 Madeira 1 37
kuşkuculuk 19, 139, 150, 151, 172, 202, 276, mahmuz 97
289 Maine, Henry 8, 70, 128
DiZiN 41 5

makara sarma makineleri 105 Merovenjler 82


Makdisi 268, 269, 271, 272 Mevlana Celaleddin Rumi 325
makineleşme 84, 96, 106, 1 1 1, 1 16, 120, 134, Meyer, Edward 45
1 35, 1 37, 152, 1 70, 223, 245, 247, 249, Mezopotamya 35, 38, 40, 47, 49, 50, 55, 56,
276, 340, 349 60, 64, 67, 68, 71, 88, 167, 343, 349
Malezya 136, 221, 295 Mısır 32, 35, 37, 40, 41, 47, 64, 71, 73-75,
mali kapitalizm 214, 232-242 ayr. bkz. finans 77, 84, 89, 90, 128, 132, 133, 1 38, 155,
kapitalizm 224, 232, 255, 256, 264, 288, 290, 3 17,
malikane (/atifundia) 43, 82, 84, 94, 95, 97, 319, 340-343, 349, 354
98, 102, 1 04, 1 09, 1 1 0, 11 2, 129 Michelangelo 51
Malinowski, Br�nislaw 69, 289, 333 Michelet, Jules 150
Malthus, Revd Thomas 197, 332, 354 mikro-kapitalizm 231
Mançular 35 Milano 87, 245, 313
mandarinler 1 20, 158-160, 1 62, 235-237 Mili, James Stuart 150
Maniciler 327, 330 Millet, P. 55
Mann, M. 47, 73, 354 Minos-Miken uygarlığı 32, 36, 37, 73, 75, 341
Manş Denizi 108 Mintz, Sidney 94, 138
Mao 38 moda 54, 134, 220, 3 1 1-314
Marlowe 351 modern bilim 21, 26, 28, 151, 152, 154, 156,
Marrano Yahudileri 130 157, 159, 160, 162, 165, 166, 167, 1 69,
Martel, Charles 102 171-174, 176-178, 1 80, 269, 352
Marx, Kari 3, 45, 49, 54, 56, 58, 70, 100, 109, Moğollar 123, 1 32
1 14, 1 1 6, 1 1 8, 160, 1 64, 169, 1 84, 1 89, Mommsen, Theodor 54, 70
1 90, 216, 217, 227, 235, 245, 246, 255, Monte Cassino 267, 351
256, 259, 261, 341, 346, 349, 354, 356 Montesquieu, Baron de 1 18, 217
matbaa 7, 21, 24, 39, 66, 78, 1 03, 1 38, 139, Montpellier 351
152, 155, 165, 172, 174, 1 76, 177, 205, Morgan, L. H. 217, 354
224, 276-278, 347, 349, 350, 352, 358, Moskova 131, 238
361 Mosse, C. 55
matematik 25, 156, 157, 156, 157, 165; 166, Muhammed, Hz. 72, 280
172, 176, 265, 287, 347, 350, 352 muhasebecilik 107, 1 08, 154, 167, 170, 226,
materyalizm 172 230
Mediciler 90, 108, 149, 227, 281 Mundy, M. W. 8
Cosimo di Medici 281 Murabıtlar 320
medrese 89, 152, 269- 271, 273-276, 278, 309, Murcia 280, 325
353 Musa, Hz. 73
medya 39, 249, 302, 360 Mussato, Albertino 350
Mekke 23, 233, 322, 325 mutfak 97, 141, 142, 357
Meksika 218 mutlakıyet 25, 1 12, 1 15, 1 1 6, 1 40, 1 81, 1 84,
Melibar [Malabar] 89 191-194, 235, 362
Memling, Hans 149 Muziris 90
Memlı'.iklar 128 Müslüman Kardeşler 288
Mencius 44, 310 müzik 149, 288, 324
Mendes Ail5i 130
Mcnnell, Stephen 1 85, 186 Na Castelosa, Auvergne'li 3 1 7
Mercator izdüşümü 24 Napoli 9 0 , 256
Mercator, Gerardus 24 Napoli Dukalığı 257
Merchant Adventurers 243 Nesturi 87, 90, 1 1 1
41 6 TAAIH HIASIZLIÖI

NAT0 301 pagan 19, 172, 1 83, 205, 263, 268, 274, 275,
Naz;'er/Nazizm 194, 200 278, 281, 285, 350
Needham problemi 147, 156, 1 74, 177, 180 Pakistan 300
Needham, Joseph 10, 21, 27, 28, 79, 89, 109, Palermo 159, 320
1 19, 123, 129, 144, 147, 151-154, 1 56- Palmyra 84, 88, 96
174, 1 i ı-1 80, 269, 275, 287, 3 1 1 , 352, pamuk 4, 46, 105, 1 06, 1 1 6, 128, 131, 1 32,
362 136, 137, 220, 224, 243, 246, 249, 312.
Nehru, J. 109, 290 347, 349, 357, 360
Nekao Kanalı 223 parasal ekonomi 1 67, 230
Nelli, R. 323 parasal sistem 160, 1 62, 1 67, 223, 230
New York 313 parçalı egemenlik kavramı 254, 259, 260
Nisibis [Nusaybin] 264 parçalı sistemler €3
Nizamiye 270 parçalı siyaset 63
Nizamülmülk 270 Paris 134, 162, 256, 258, 267, 269, 313, 317
Nkrumah 290 Parma 90
Normanlar 137, 24 8, 258, 279, 3 1 7, 320 Parsiler 228, 309, 331
Nuer'ler 69, 1 15, 1 84 Parsons, Talcott 59, 1 84, 196, 202, 215, 331
Nyerere 290 Pascal 302
Paskalyacılar 1 8, 26; 21 O
Oidipus 76, 306 Pater, Walter 1 50
okuryazar toplumlar 4, 1 6, 1 8, 19, 22, 25, 27, Pavlus, Aziz 308, 327
37-39, 42, 44-46, 62, 68, 69, 76, 79, 93, Pekin 38, 1 70
107, 1 19, 151, 1 54, 1 67, 176, 227, 231, Pera 1 07, 133
235, 236, 255, 270, 272, 274, 276, 284, Pers İmparatorluğu, Persler 32, 102, 1 1 8
289, 298, 305, 308, 331 , 335, 337, 350 Persepolis 32
okuryazarlık öncesi toplwnlar 19, 27, 53, 70, Person, E. S. 316
191, 1 98, 296, 335, 341 perspektif 25, 100, 1 4 3, 202, 256, 292, 321,
Okyanusya 190 323
olasılık kavramı 178 Petrarca 19, 278, 285, 289
ontogenez 200 Philippe, İyi 149
Oppenheim, A. L. 49, 60, 344 Phule, Mahatma 306
Oradour köyü 292 Pirenne, Henri 351, 358
Oran 227 Pisa 158
organik ekonomi 24 6, 247 Platon 265, 281, 350
Ortadoğu 71, 300, 324 Platon Akademisi 281
Ortodokslar 109, 139, 1 55, 270, 281 Platonculuk 173
Osborne, R. 44 Plethon, Georgius Gemistus 281
Osmanlı İmparatorluğu 108, 1 17, 1 1 8, 121- Po Vadisi 134
128, 130-1 33, 136, 1 40, 281, 307, 324 Poitiers Savaşı 102
Ostrogotlar 264 Polanyi, Kari 45, 48-52, 54-57, 59, 359
Othello 125 Polonya 131, 277, 333
Otuz Yıl Savaşı 124 Polybius 63
Ovidius 3 19, 320 Pomeranz, K. 9, 109, 185, 197, 230, 237, 247
Oxford 150, 269 Portekiz 135, 136
post-kolonyalizm 6
Ömer, Halife 287 Postan, M. 81, 82
özel mülkiyet 47, 52, 55, 1 15, 1 1 8, 128, 169 postmodernizm 6, 1 84, 1 85
özgürlük kavramı 36, 65, 67, 228, 307, 345 Pön Savaşı 63
DiZiN 417

Prato (Datini) 90, 106-108 240, 242, 257, 265, 267, 274, 275, 277,
proletarya 1 83, 1 89, 236, 244 281, 282, 284-288, 321, 323, 324, 329,
proletarya diktatörlüğü 297 339-341, 347, 348, 350-352
Protestanlık 7, 41, 154, 1 80, 214-216, 276 Ruggiero, il. 1 1 1, 134
Provence 101, 320, 323, 324, 353 Rusya 104, 126, 279, 294, 301 ayr. bkz. SSCB
Psellus, Mihail 265, 266
psikogenez 1 84, 191, 1 92, 194 saat 16, 1 8-22, 24, 138, 1 65
Ptolemaios (Batlamyus) 24, 165, 280 Saba Melikesi 264
Puna 306 saban 4, 34, 95, 9€, 102, 1 19, 128, 164, 222,
261, 340
Quincey, Thomas de 150 saban tarımı 4, 57, 1 09, 119, 1 82
Sabra katliamı 295
Rabelais 205, 206 sabun 192, 204
Racine 351 Sadi 325
Raimondo, Başpiskopos 280 Saint Jean Şövalyeleri 1 36
Ravello 90, 258 Salerno 90, 91, 134, 257, 267, 270, 351
Ravello Hanedanı 91 Sami dilleri 33, 37, 74, 76
Reform 10, 19, 25, 153, 1 54, 157, 177, 216, Samiler 40, 64, 77
276, 286, 331 sanat 32, 40-42, 44, 45, 57, 77, 86, 91, 97,
resim 41, 73, 86, 87, 143, 149, 155, 168, 170, 108, 142, 149-156, 161, 1 70, 195, 207-
208, 229, 275, 318, 350, 360 210, 219, 226, 229, 238, 242, 257, 258,
Rhazis (er-Razi) 87 264, 271, 275, 288, 303, 3 18, 320, 326,
Ricardo, David 248 342, 344, 345, 347, 348, 350, 351, 357,
Robert, Reading'li 280 359-361
Robin Hood 60, 345 Sanayi Devrimi 7, 10, 15, 46, 65, 66, 72, 97,
Robinson Crusoe 1 15, 304 105, 1 09, 1 12, 139, 148, 1 50, 154, 213,
Rodos 76 216, 222, 232, 238, 239, 243-246, 339,
Roma Hukuku 69, 70, 1 15, 127, 1 39, 140 341, 349, 354, 355, 361, 363
Roma, Romalılar 6, 10, 25, 31-34, 36, 42, 43, Sao Tome 137
45, 47, 55, 63, 65, 68-70, 72, 76, 77, 79, Sara 321
82-90, 92-101, 106, 1 1 1, 1 13-116, 1 1 9, sarraf 106
126, 127, 130-132, 138, 149, 155, 156, Sasani 133, 273
176, 189, 204, 205, 214, 216, 226, 238, savaş suçları 292
248, 254-256, 262-266, 268, 274, 278, Scipio 63
283, 285, 286, 295, 299, 319, 327, 341- Sebte 228
344, 346, 350, 351, 356, 357 seküler drama 142
roman 142, 143, 155, 170, 193, 303, 352, 360 sekülerizm 276, 281, 286, 288
Romanya 301 Seneca 351
Rostow, W. W. 246 Serabit el-Hadim 73
Roszak, T. 172 seramik 40, 89, 249, 256-258, 349, 360
Rotterdam 15 8 serflik 8, 126
Rougemont (de) 3 16, 319 sermaye birikimi 95, 1 12, 228
Rowe, W. T. 236 Setton, K. M. 122
Rönesans 1, 2, 7, 9, 10, 19, 25, 28, 29, 32, 41, Sevilla 1 33, 1 95, 280
43, 51, 72, 79, 86, 93, 97, 103, 108, 1 1 1, Seylan 358
1 13, 139, 140, 142, 147-159, 1 65, 167, Shakespeare 196, 351
1 73, 174, 176, 1 77, 1 80, 1 83, 1 85, 1 88- Shelley, Percy Bysshe 150
190, 197, 199, 203, 208, 209, 216, 222, sınai kapitalizm 54, 82, 103, 110, 2 16, 231
41 8 TARiH HIRSIZLIGI

Sicilya 85, 90, 91, 94, 1 11, 1 17, 134, 137, 220, Tandy, D. W. 52-55
256, 258, 269, 279, 319, 320, 349 Tanzanya 290
Sidon [Sayda) 75 Taocu 233
Singapur 179 tarihsel sosyoloji 147, 1 86
Singer, Charles 87 tavla 178
sipahiler 237 Tayvan 69, 179
Siyonizm 23 Tebriz 133
Skinner, P. 257 tefecilik 105, 1 1 6, 230, 261
Slade, Sir Adolphus 125, 307 tek parti rejimleri 2?4, 297
Slavlar 1 02 tekerlek 34, 57, 1 19, 340
Smith, Adam 349 teknoloji 9, 21, 26, 35, 39, 41-43, 94, 96, 100-
Snodgrass, Anthony 5 1 102, 104, 1 1 1, 122, 124, 125, 138, 143,
Somali 320 156, 1 69-171, 173, 174, 177, 178, 1 80,
Sombart, Werner 226, 234, 312 196, 207, 221, 245, 246, 248, 284, 287,
sosyalizm 38, 1 60 289, 343
sosyogenez 1 84, 189, 191, 192, 194, 201, 348 tekstil 89, 94, 1 03, 1 05-108, 1 1 3, 122, 1 34,
Southall, Aidan 33, 83, 261, 262, 359 135, 139, 1 71, 243, 248, 249, 257, 347,
sömürge kapitalizmi 236 349, 357, 360
sömürgecilik 23, 28, 1 82, 197, 198, 290 tektanrıcılık 73, 74, 86, 172, 210, 287
sözlü kültür 16, 17, 21, 26, 28, 69, 167, 284, terörizm 300
289, 3 12, 319, 335, 361 tersane 123, 124, 238-240, 247, 249, 358
Sparta 39, 76 Tersane-i Amire 124
SSCB 294 ayrıca bkı. Rusya Thebai 75, 76, 1 1 1
Staplers 243 Theodegius 265
Strabo 281
Theodoros 265, 281
Strayer, J. R. 81
Theodosius 263
Stuart dönemi 3 1 1
Theophrastus 157, 264
su değirmenleri 84, 85, 97, 98, 101, 1 1 1, 223,
Tıkrit 292
349
np 86, 87, 103, 130, 165, 1 76, 261, 267, 273,
Sudan Krallığı 4
280, 287, 347, 350, 351
sulamalı tanın 3, 4, 47, 68, 101, 103, 116, 354
ticari kapitalizm 224, 236, 249
Sumatra 13 6
Sung 105, 162, 163, 167, 1 68, 176 Tımurlular 35
Suriye 74, 77, 88, 90, 96, 100, 101, 123, 133, tiranlık 3, 20, 32, 59, 61, 62, 65, 1 18, 220,
134, 13 6, 233, 255, 343 293, 295
Suudi Arabistan 300 tiyatro 77, 86, 88, 96, 97, 142, 149, 155, 170,
Sümerler 66 288, 347, 350, 352, 359, 360
Sünniler 61, 66 Tocqueville, Alexis de 150, 293
Sylvester, Papa il. 351 Tokyo 290
Toledo 279
Şangay 313 Tolstoy 327
Şatilla katliamı 295 Torna, Aziz 90
şeker 94, 1 32, 1 36, 137, 219, 3 1 1 , 358 top 121, 123-125, 131, 247
şekerkamışı 136, 138 Tophane-i Amire 123, 124
Şems 325 toprak mülkiyeti 8, 70, 81, 109, 1 12, 127, 129,
Şiiler 66, 324 139, 309, 340
Toscana 90, 108, 220
tabanca 123 Trevor-Roper, Hugh 1-3
takvim 17, 18, 21, 28 trigonometri 1 57
DiZiN 419

Tristan ve İsolde 317 Washington 301


trubadurlar 3 15-320, 322-324, 328-330, Washington, George 293
335, 350, 353 Watt, lan 42, 274, 343
Tuna Nehri 131 Weber, Max 3, 18, 27, 45, 54, 58, 70, 154,
Tunus 75, 89, 91, 257 157, 160, 1 62, 164, 169, 1 80, 1 84, 1 85,
tuvalet kağıdı 205 1 89, 1 90, 1 97-199, 201, 204, 214-218,
tüccar aileleri 90, 237 225, 227, 228, 234-236, 248, 253, 259,
Türkiye 8, 90, 105, 1 1 1, 1 12, 1 1 6-144, 153, 260, 288, 348, 351, 354, 356, 359
235, 237, 239, 278, 305, 322, 334, 350 Westminster modeli 294, 303
tütün 136, 221 Weyden, Rogier van der 149
Tylor, E. B. 215, 289 White, Lynn 97, 100, 223
Tyr [Sur] 63, 75, 76 Wickham, C. 92
Wilberforce, Piskopos 286
Ugarit 74, 75, 77, 343 Wilson, Charles 246
Uruk 64 Winckelmann, J. J. 150
usturlap 25 Wittfogel, Kari 160, 164
usus {tasarruf) 127 Wolf, Eric 94, 120, 138, 144, 355
uzak mesafeli ticaret 24, 88, 91, 103, 105, 1 19, Wooley 349
166, 168, 224, 226, 229, 230, 232, 233, Woude {van-der) 246
235, 236, 304 Wrigley, Anthony 244, 246, 247
U7.alcdoğu 38, 68, 86, 101, 103, 122, 152, 177,
219, 360 yağmura dayalı tanın 3, 4, 47, 84, 354
Yahudiler 6, 18, 22, 23, 33, 37, 41, 74, 77,
Üçüncü Dünya 4, 26, 245 89-91, 99, 130, 138, 139, 1 54, 155, 170,
Ümit Burnu 234 - 1 78, 179, 194, 205, 216, 264, 275, 280,
üniversiteler 10, 148, 152, 174, 176, 177, 253- 283, 288, 298, 320, 322, 324, 327, 328,
282, 290, 347, 353 330, 341-347
üzengi 1 02 Yakındoğu 9, 20, 23, 33-37, 39-41, 43, 45-
49, 55, 61, 66-68, 72, 74, 76, 77, 84-86,
vakıflar 127, 139, 269-271 , 273, 309, 331 89, 101, 102, 104-107, 1 1 1 , 1 14, 1 16,
Valensi, Lucette 1 1 8 1 1 8, 122, 129, 131, 133-135, 139, 142,
Vallada 320 155, 159, 173, 1 74, 220, 229, 233, 237,
Vandallar 88, 264 238, 241, 247, 249, 255, 257, 258, 264,
Venedik 4, 90, 104, 1 1 1 , 1 18, 124, 125, 130, 269, 273, 287, 288, 291, 295, 340, 343,
131, 1 34, 136, 137, 158, 159, 220, 232, 344, 350, 353, 354, 356-358
234, 238, 239, 242-244, 256, 258, 351, Yakup 321
356, 358 Yalman, Nur 304, 305, 307, 324
Venedik Tersanesi 123, 124, 239, 240 yazılı dinler 28, 172, 231, 260,263, 264, 305,
vergi toplayan devlet {ıributary state) 120, 144, 309, 330
249, 355 yazılı hukuk 1 15, 169
Vico, Giambattista 150, 217 yazılı kültür 17, 28, 69, 153, 1 67, 272, 348,
Vikingler 60 356
Viyana 20 yazının icadı 1 6, 29, 340
Vries {de) 246 yemek kültürü 141, 142, 170, 1 89, 352
Yeni-Konfüçyüsçülük 287
Wallerstein, lmmanuel 169, 170, 216, 230, yeniçeri 124
245, 308, 356 yeoman 243
Ward-Perkins, B. 85 yeşim taşı 8 8
420 TARiH HIRSIZLIGI

yıldız haritaları 25 yurttaşlık kavramı 299


Yoruba 261 yün 104-108, 131, 134, 137, 149, 206, 243,
Yucatan 337 248, 310, 349
Yugosla vy a 294
Yukarı Volta 51, 290 Zafrani, Haım 19, 155, 278, 288, 327
Yunan, Yunanlar 6, 10, 22, 25, 27, 31-33, 35, Zambiya 69, 70
36, 41-43, 62, 89, 1 1 8, 176, 265, 281, zeytinyağı 88, 90, 256
283, 295, 299, 302, 343 Zizek, Slavoj 58
Yunus Emre 325 Zurndorfer, Harriet 163

You might also like