You are on page 1of 2

Trans-Pasifik’te ekonomi-politik dalgalar

Armağan Vurdu- Dünya Gazetesi Eylül 2021

Trans Pasifik Ortaklığı’nın (TPP-Trans-Pacific Partnership) kökleri, Brunei, Şili, Yeni Zelanda
ve Singapur'dan oluşan küçük bir Pasifik Kıyısı ülkeleri grubu arasında 2005 yılında imzalanan
ticaret anlaşmasına dayanıyor. 2008'de ABD Başkanı Bush, ABD’nin bu grupla ticaret
görüşmelerine başlayacağını beyan etti ve Avustralya, Vietnam ve Peru'nun katılmasına
öncülük etti. Görüşmeler ilerledikçe, grup Kanada, Japonya, Malezya ve Meksika'yı
kapsayacak şekilde genişledi; toplamda 12 ülkelik bir ortaklık haline geldi. Obama, 2009
yılında göreve başladıktan sonra görüşmelere devam etti. Katılımcı ülkeler Ekim 2015'te
anlaşmaya vardılar ve 2016'da anlaşmayı imzaladılar. Bu ortaklık, ABD için hem ekonomik
hem de jeopolitik çıkarları sürdürmek için Asya odaklı bir stratejinin merkezi olarak
görülüyordu. TPP ekonomileri, küresel ekonominin yaklaşık %40'ını oluşturuyordu ve
anlaşma, hem ülke sayısı hem de toplam ticaret akışı açısından ABD tarafından şimdiye kadar
tamamlanan en büyük anlaşma oluyordu. ABD'nin TPP ülkeleriyle ticareti 2015 yılında 1,5
trilyon dolardan fazlaydı.

ABD tarafında anlaşmayı destekleyenler olduğu gibi desteklemeyenler de vardı. Obama ve


destekleyicilere göre anlaşmanın tarifeleri düşürmesi ve pazar erişimini artırması ile tüketici
fiyatları düşecek ve yeni işler yaratılacak, ABD ihracatı ve sınır ötesi yatırımları artacak,
ekonomisi büyüyecekti. Vietnam ve Malezya gibi gelişmekte olan ülkelerde daha tutarlı
kuralların uygulanması, anlaşmadaki tüm partnerleri daha verimli hale getirecek, üretkenliği ve
büyümeyi artıracaktı. Anlaşma aynı zamanda ABD'nin Asya-Pasifik bölgesindeki stratejik
çıkarlarını da geliştirecekti. Diğer yandan, Trump da dahil olmak üzere muhalifleri, anlaşmanın
ABD'de imalatı azaltacağını, ücretleri düşüreceğini ve eşitsizliği artıracağını öne sürdü.
Hükümet ve düşünce kuruluşları tarafından yapılan ekonomik modeller arasında dikkat çekici
ekonomik büyüme öngörüleri bulunurken, bazı modeller, tarım ve hizmet sektörlerindeki
büyüme ile dengelenen imalat sektöründe iş kayıpları ve istihdam üzerinde karışık bir etki
öngördü. 2016 başkanlık kampanyası sırasında hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat adayların
hedefi haline gelen anlaşma ABD Kongresi tarafından hiçbir zaman onaylanmadı. Trump,
2017'de görevdeki ilk gününde TPP'den resmen çekildi.

ABD ayrıldıktan sonra anlaşmanın diğer üyeleri, yeni bir versiyon ile ilerledi. Trans-Pasifik
Ortaklığı için Kapsamlı ve Aşamalı Anlaşma (CPTPP - Comprehensive and Progressive
Agreement for Trans-Pacific Partnership) olarak bilinen bu versiyon hakkında daha önce
köşemde bilgi vermiştim. O zaman bu konuyu ele alma sebebim İngiltere’nin CPTPP’ye üyelik
başvurusu idi. CPTPP, derin ekonomik entegrasyon gerektiren detaylı bir anlaşma. Bu
anlaşmanın, dünyanın ekonomik ağırlık merkezinin Avrupa’dan uzaklaşarak dünyanın daha
hızlı büyüyen bölgelerine kaymasını ivmelendirebileceğini ifade etmiştim.

Yeni Zelanda ve Singapur’un bir ticaret ortaklığını ilk kez müzakere etmeye başladığı günlerde,
Çin henüz küresel ticaret sisteminin bir parçası değildi ve ekonomik ağırlığı da bugünle
kıyaslandığında oldukça önemsizdi. Çin’in o günlerde dünya mal ihracatındaki payı %3,4’tü;
şu an %15’i aşmış durumda. Bu da Çin’i, dünya ihracatında çift haneli paya sahip olan tek ülke
yapıyor. Dolayısıyla Çin diğer ekonomiler için sağlam bir müttefik, ya da tehlike olarak
durabiliyor. ABD’nin TPP içinde yer aldığı dönemdeki amacı da Çin’in Trans Pasifik
bölgesindeki ticaret etkisini kontrol edebilmekti ve bu anlaşma Çin’in bölgesel ağırlığını
dengeleyici bir unsur olarak görülmekteydi.

1
TPP üyesi olmayan Çin, on beş Asya-Pasifik ülkesini içeren ancak ABD'yi içermeyen Bölgesel
Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP - Regional Comprehensive Economic Partnership) adlı
ayrı bir ticaret anlaşmasına gitti. Ayrıca Güney ve Orta Asya'da ticaret ve enerji altyapısını
geliştirmeyi amaçlayan Kuşak ve Yol Girişimi'ni başlattı. RCEP, sekiz yıllık müzakerelerin
ardından Kasım 2020'de imzalanmıştı. RCEP, TPP kadar kapsamlı değil. Daha az tarifeyi
ortadan kaldırıyor; hizmet ticareti, fikri mülkiyet veya çalışma ve çevre kurallarını aynı ölçüde
ele almıyor. Hindistan’ın katılmama kararı ile de öngörülen pazar büyüklüğüne erişmemişti.
Yine de RCEP dünyanın en büyük ticaret bloklarından birini oluşturuyor ve CPTPP ile RCEP
birlikte bölgedeki ülkelerin ABD olmadan hareket etmeleri açısından önemli görülüyor.

16 Eylül 2021 tarihinde Çin, CPTPP’ye katılma başvurusunda bulundu. Bu katılım, RCEP de
göz önünde tutulduğunda Çin ekonomisi için oldukça destekleyici olabilir. Diğer yandan
CPTPP’ye yeni üyelerin katılımına oybirliği ile karar veriliyor ve Çin’in başvurusu üye ülkeler
arasında görüş ayrılıklarına ve belki de bazı üye ülkeler arasında bağların zayıflamasına sebep
olabilir. Bir kısım üye Çin’in katılımının olumlu olacağını düşünürken bir kısım üye Çin’in
başvurusunun gerçek nedenine şüpheyle yaklaşabilir.

İki ayrı gelişme bu konuyla alakalı olarak ilgi çekiyor. Birincisi, Tayvan’ın da CPTPP’ye
katılmak istemesi. Çin ve Tayvan arasındaki ihtilaf nedeniyle Çin’in başvurusu Tayvan’ın
katılımını önlemek için atılmış bir adım olarak değerlendiriliyor. İkincisi, başvurunun ABD'nin
Avustralya ve İngiltere ile Canberra'ya nükleer enerjili denizaltı satışını da içeren bir savunma
ortaklığı açıklamasından kısa bir süre sonra gelmesi, Çin’in bu savunma ortaklığına tepkisi
olarak nitelendiriliyor.

Peterson Enstitüsü analistlerine göre bu anlaşmanın yüksek standartları, Çin’in katılımını


zorlaştırabilecek. Kamu iktisadi teşebbüslerine verilen desteğin kısıtlanması ve yapılarının daha
şeffaf hale gelmesi Çin’in anlaşmaya katılmak için yapması gerekenler arasında gösteriliyor.
Ayrıca Çin’in veri yerelleştirme politikası CPTPP ülkeleri arasındaki sınırlar arası bilgi
transferi ilkesi ile ters düşüyor. Üstelik geçtiğimiz günlerde geçmiş olan veri koruma kanunu
ile yabancı şirketlerin ülke dışına veri çıkarması daha da zorlaştırılmıştı. Dolayısıyla anlaşmaya
engel olan ve Çin’in kısa sürede halledemeyeceği meseleler var.

Anlaşmanın bu yılki başkanı Japonya, Çin’in başvurusunu üye ülkelere danışacağını belirtirken
bunun ne zaman gerçekleşebileceğine yönelik tarih belirtmekten kaçındı. Bu başvuru pek de
kısa sürede sonuçlanmayacak gibi. Diğer yandan Çin’in başvurusu Biden yönetiminin Asya
stratejisinin sorgulanmasına yol açabilir. Biden, mevcut haliyle anlaşmaya dönmeyi istemiyor,
ancak işgücü ve çevre hükümlerinin güçlendirilmesi için yeniden müzakere edilebileceğini
ifade ediyor.

You might also like