You are on page 1of 5

Türkiye Dış Politikası İlkeler Aktörler ve Uygulamalar Ali Balcı Alfa Yayınları Ekim 2018 İstanbul.

TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ
Türkiye 31 Temmuz 1959'da Avrupa Ekonomik topluluğuna üye olmak için başvurusunu yapmıştır.
Söz konusu başvurunun temelde üç nedeni bulunmaktadır. Bu nedenlerin ilki Türkiye'nin batıya yönelen
işini hızlandırmak Böylece sağlamlaştırmak, Türkiye'nin ekonomik büyümesini hızlandırmak ve
Yunanistan’la olan rekabetten geri kalmamaktır. Başvuru sonrasında tarafların 22 yıl içerisinde gümrük
birliğine alınabilecekleri konusunda karara varılmıştır.

27 Mayıs 1960 günü gerçekleşen askeri darbe Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu ile olan
ilişkilerini bir nebze de olsa duraklatmıştır. Milli birlik komitesi Demokrat Parti döneminden Miras kalan
önemli avantajları görmezden gelmemiştir bu nedenden dolayı Avrupa Ekonomik Topluluğu üyelerinin
siyasi ve iktisadi avantajlarını devam ettirmek amacıyla var olan süreci durdurmamıştır. Askeri eğitim
sonrası iktidara gelen Cumhuriyet Halk Partisi ise Avrupa Ekonomik Topluluğuna üye olmayı cumhuriyetin
bir batılılaşma projesinin parçası olarak görmüştür. 12 Eylül 1963'te tarafların arasındaki ilişkinin hukuksal
bir zemine oturtulması için Ankara anlaşması imzalanmıştır. Anlaşmaya göre Türkiye ile Avrupa Ekonomik
Topluluğu arasında bir gümrük Birliği'nin kurulması öngörülmüştür. Türkiye'nin Avrupa Ekonomik
topluluğuna tam üyeliği için üç aşamalı bir plan hazırlanmış söz konusu bu plana göre Türkiye'nin daha
yüksek Ekonomik büyüme hedefini yakalaması ve Avrupa Ekonomik Topluluğunun Gümrük Birliği
kurallarına uyum sağlaması amaçlanmıştır.
Anlaşmanın ardından geçiş sürecinin yönetilmesi için bir ortaklık Konseyi oluşturulmuştur.
Bahsettiğimiz bu dönemde Türkiye'nin dış politikasının temel dinamiği ABD ile olan ilişkilerine
dayanmaktaydı. Bu nedenden dolayı Türkiye'nin Avrupa ile olan ilişkileri siyasi kaygılardan daha çok
ekonomik kaygılar taşımaktaydı. Ancak devam eden süreçte görmekteyiz ki Türkiye'nin 1960'ların ikinci
yarısından itibaren ABD ile olan ilişkilerinin bozulması Avrupa ile olan ilişkilerini dış politikasında temel bilim
merkezi çekmesine neden olmuştur. Ankara Antlaşması'nın doğusunda başlanan hazırlık süreci 7 yıl
sürmüş ve bu süreç içerisinde Türkiye Avrupa çeşitli taleplerde bulunmuştur. Bu talepler Örnek vermek
gerekirse Türk işçilerinin Avrupa'da serbest dolaşımı ve ekonomik uyum sağlanması için daha fazla mali
yardım alınması gibi talepler bulunmaktaydı. Elbette Türkiye'nin Avrupa ile olan ilişkilerindeki en önem
çekincesi gümrüklerin kaldırılması sonrasında oluşacak olan gelir kaybıydı bu nedenle yapılan tüm
görüşmeler boyunca hassasiyet ile Türkiye'nin üzerinde durduğu en önemli konu mali yardımlar olmuştur.
Hazırlık aşaması 23 Kasım 1970'te imzalanan protokol ile sona ermiş Türkiye artık Avrupa Ekonomik
topluluğuna katılmak için ilk adımı atmıştır. Söz konusu protokol Türkiye'nin Avrupa pazarı ile
bütünleşmesini hedeflemiş olup 12 Mart 1971'de ki askeri müdahaleyle devam eden görüşmeler
durdurulmuştur. 12 Mart muhtırası sonrasında işbaşına gelen Nihat Erim hükümetinin Dışişleri Bakanı
Osman Olcay oldukça teknik olduğu için katma protokol de yeteri kadar bilgi sahibi olamadıklarını dile
getirmiştir. Katma protokol Erim hükümetinin iktidarı döneminde 1 Eylül 1971'de kabul edilmiş ve yasal
araştırılmıştır. Protokolün onaylandığı gün yürürlükte olan vergi miktarları üzerine Türkiye yüzde yirmi bir
zam yapmış söz konusu gümrük vergilerini yapılacak olan indirime karşı korumuştur. Avrupa Ekonomik
Topluluğu Türkiye'nin bu manevrasını bir kötü niyet göstergesi olarak algılamış olsa da ilişkilerin devamına
karar vermiştir.

Mecliste kabul edilen karma protokol 1 Ocak 1973 günü yürürlüğe girmiş söz konusu protokol
Avrupa ülkelerinin çıkarları doğrultusunda düzenlendiği için Dışişleri Bakanlığı ile devlet planlama teşkilatı
arasında çeşitli Tartışmalara neden olmuştur. Dışişleri Bakanlığı siyasi nedenlerden dolayı protokolün
devamlılığını savunurken devlet planlama teşkilatı ise ekonomik olarak bir getirisi olmayacak olan bu
Protokolü gözden geçirilmesini istemiştir. Bu nedenden dolayı protokol gözden geçirilmiş olup 30 Haziran
1973'de tamamlayıcı protokol olarak Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Türkiye arasında imzalanmıştır.(146-
149)

1980 SONRASI
12 Eylül 1980 darbesine kadar Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasındaki ilişkiler
tamamlayıcı protokol bazı da devam etmiştir. 12 Eylül yönetiminin yaratmış olduğu antidemokratik ortam
Türkiye ile Avrupa Topluluğu arasında bulunan ilişkilerin devamı için herhangi bir sorun teşkil etmemiştir.
Avrupa Topluluğu üyesi olan ülkeler Türkiye'de gerçekleşen askeri darbeyi işlemez hale gelmiş bir
Demokrasiyi yeniden işletebilmek adına yapıldığına inanmışlardır. 16 Eylül 1980 günü yapılan Avrupa
Topluluğu Bakanlar Konseyi toplantısında da bu görüş resmen dile getirilmiştir. Ancak birçok bileşeni olan
Avrupa topluluğunun Fransa Almanya ve Belçika gibi Türk işçilerinin de yoğunlukta yaşadığı ülkelerin
başını çektiği bir grup Türkiye ile Avrupa Topluluğu arasındaki ilişkilerin askıya alınmasına savunmuş ve bu
süreci fırsat bilerek Türkiye'ye karşı vize uygulaması başlatmışlardır. 1981 yılı temelinde Türk AT ilişkilerine
bakıldığında karşımıza Türkiye'nin üyeliğinin engellenmeye çalıştığı bir süreç yaşandığı çok net bir şekilde
görülmektedir. Tabii burada Türkiye'den kaçan 12 Eylül rejimi karşıtı olan Türk vatandaşlarının
gerçekleştirdikleri lobi faaliyetlerinde önemi büyüktür. Söz konusu bu iki gelişmenin yaşandığı bu süreçte
Avrupa Topluluğu hazırlamış olduğu Türkiye'de askeri cunta hakkında karar raporunda 12 Eylül rejimine
yönelik olan yap dışını değiştirmiştir. Bu değişikliğin ardından Avrupa Topluluğu Konseyi'nin Ankara
Anlaşması kapsamında kurulmuş olan ortaklığın askıya alınmasını dahi gözden geçirmişlerdir. Böylesi bir
süreç devam ederken Milli Güvenlik Kurulu'nun Türk siyasi partileri feshedip mallarına el koyması Türkiye
ile Avrupa Topluluğu arasındaki ilişkilere büyük bir darbe vurmuş Avrupa Topluluğu parlamentosu 4 mali
Protokolü askıya aldığını açıklamıştır. (193-194)
ÖZAL DÖNEMİ
Turgut Özal'ın 1983 yılında Türkiye başbakanı olduğu güne kadar Türkiye'nin Avrupa Topluluğu ile
olan ilişkileri oldukça düşük seviyede devam etmiş 1983'te Özalp hükümeti kurulunca Başbakan Türkiye'nin
Avrupa topluluğuna üye olması adına gerekli adımların atılacağını dile getirmiştir. Ancak Türkiye'nin Avrupa
topluluğuna üye olmasının önünde 4 temel engel bulunmaktaydı. Bu engellerin başında Yunanistan'ın
ardından ispanya ve Portekiz'in 1986'da üyelik süreçlerini bitirecek olmaları, Avrupa topluluğunu yeni bir
üye için şüphe duyulmasına neden olmuştur. Askeri darbe ile oldukça gergin leşmiş olan Türk-Yunan
ilişkileri de Türkiye'nin Avrupa topluluğuna üye olmasında başka bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yunanistan ortaklık konseyi yeniden toplanmasını engelleyerek Türkiye'yi siyasi Arena'da cezalandırmıştı.
3. neden ise Avrupa'nın birçok ülkesinde yaşayan Türk işçilerinin serbest dolaşım hakkını yeniden elde
etmemeleri için Almanya gibi ülkelerin Türkiye'nin Avrupa topluluğuna tam üyeliğine karşı çıkmalarıdır tüm
bunların yanı sıra Elbette Avrupa'da kurulmuş olan 12 Eylül rejimi Karşıtlarının devam ettirmekte oldukları
lobi faaliyetleridir. Var olan bu engelledim farkında olan Özal hükümeti söz konusu sorunların çözülmesi için
önemli adımların atılmasından yanaydı. Hükümet insan hakları ve demokrasi hakkındaki eleştirilere karşılık
verebilmek adına Avrupa İnsan Hakları komisyonuna bireysel başvuruyu kabul etmiş, Türk işçilerinin de
serbest dolaşım hakkını savunmaktan vazgeçmiştir Yunanistan ile olan problemin çözümü için de
Yunanistan ile yakınlaşma öngörülmüşse de bu yaşanacak olan Kıta sahanlığı krizi nedeniyle
aşılamamıştır. (194-196)

Aralık 1983'te seçimleri kazanan Özal karşısında Avrupa topluluğuna üye olmuş bir Yunanistan
bulmuştur. 1984 yılından itibaren Özal Türkiye'nin Avrupa topluluğunun bir üyesi olabilmesi için gerekli
adımları atmaya başlamıştır. 1980'lerin ikinci yarısından itibaren azalan ticaret hacmi Türkiye'nin Ortadoğu
ve ABD pazarının dışında yeni bir pazara ihtiyacın olduğu gerçeği ile baş başa bırakmıştır. Pazar ihtiyacını
dışında Özal'ın Türkiye'de gerçekleştirmek istediği liberal dönüşümünde aşamalarından birinin Türkiye'nin
Avrupa topluluğuna üye olmasından geçtiğini kavraması ülkesinin Avrupa topluluğuna üye olması için
gerekli motivasyonu ona sağlamıştır. 14 Nisan 1987 günü bana hükümeti Refah Partisi hariç diğer tüm
muhalefetin desteğini alarak Avrupa topluluğuna üye olmak için gerekli başvuruda bulunmuştur. Yunanistan
ve Lüksemburg Türkiye'nin başvurusuna karşı çıkmış İngiltere ve Belçika Türkiye'nin Avrupa topluluğunda
yer alması gerektiğinden yana görüş bildirmiştir. Almanya ise Türkiye'de sadece gümrük birliğine alınması
gerektiğini dile getirmiş Böylece mevcut başvuruyu uygun bulmamıştır. Türkiye'nin yapmış olduğu başvuru
Avrupa topluluğunun 1992 kadar yeni bir üye alınmayacağı kararının alındığı günlerde yapılmış olması
başvurunun kabul edilmeme nedenleri arasında gösterilebilir. Ayrıca Haziran 1987'den itibaren Avrupa
Parlamentosu’nun Türkiye'yi Ermeni soykırımına tanıma çağrısı ve Türkiye Komünist Partisi yöneticilerinin
yurda dönüşü sırasında tutuklanmaları Türkiye'nin Avrupa topluluğuna dahil olmasında yeni engeller olarak
karşısına çıkmıştır. Bahsettiğimiz bu iki problem nedeniyle Ocak 1988'de alınan bir kararla Türkiye'ye
ödenmesi Karara bağlanmış finansal yardımlar bloke edilmiştir. Elbette 1990'lı yılların başından itibaren
Türkiye içerisinde büyük silahlı eylemler düzenleyen PKK ve yükselen Kürt milliyetçiliği Türkiye'nin Avrupa
topluluğuna üye olmasın da başka bir engel olarak karşısına çıkmıştır. 1992 Nevruz kutlamaları sırasında
90 kişiye yakın sivilin öldürülmesi Avrupa parlamentosu tarafından kıyasıya bir şekilde eleştirilmiştir. Avrupa
topluluğunun bahsettiğimiz bu adımları Türkiye'de var olan Kemalist bürokrasinin Avrupa Birliğine yönelik
kuşkucu bir tavır takılmasına neden olmuştur. Özal'ın 1983 yılında başlattığı Avrupa adımları yine
Türkiye'nin iç siyaseti nedeniyle büyük bir darbe almıştır. 214-217

1990’LI YILLAR
Dünya siyasetinde 1990'lı yıllar oldukça önemli bir yakmaktadır Sovyetler Birliği'nin dağılması
sonrasında Batı Avrupa'da bağımsızlığını kazanan ülkelerin Varlı Avrupa topluluğunun önceliklerini
değiştirmesine neden olmuştur. Topluluk 1990 yılında 1 Türkiye paketi yayınlayarak Yeni dönemde
topluluğu Türkiye ile olan yeni dönem ilişkilerini bir çerçeveye oturtmak istemiştir. 1992'de adını Avrupa
Birliği haline getiren Avrupa Topluluğu kızla siyasal bir birleşmeye doğru giderken,1963 yılında imzalanan
Ankara Antlaşması'nın yönetilecek olan yeni dönem ilişkilerini temeli olduğu vurgulanmıştır. Yunanistan’ın
Türkiye'nin üyeliğine karşı olması Kıbrıs konusunu sıklıkla dile getirip Türkiye'nin gümrük Birliği'ne dâhil
edilmesine karşı çıkması ve Türk iç politikasında yaşanan Kürt vekillerin parlamento dışına atılması Avrupa
Parlamentosu’nun Türkiye ile olan yeni ilişkiler dönemini olumsuz etkilemiştir. Türkiye burada bir manevra
yaparak Güney Kıbrıs'ın AB üyeliğine başvurusunu tartışmama ön koşulunu ortadan kaldırmıştır. Çiller
hükümeti attığı bu adına ülke içerisindeki muhalefet tarafından Kıbrıs'ı satmakla suçlanmıştır. Temmuz
1995'te ise siyasi partilerin kapatılması ve Terörle Mücadele yasasının değiştirilmesi Avrupa birliği
açısından Türkiye'ye olumlu olarak bakılmasına yardımcı olmuştur. Atılan bu adımlar sonucunda
Türkiye'nin gümrük birliğine 1 Ocak 1996'dan itibaren girmesi kabul edilmiştir. 1970'ten itibaren yürürlükte
olan katma protokol hedefi gerçekleşmek ile beraber Türkiye AB üyesi olmadan gümrük Birliği'ne giren ilk
ülke olmuştur. Gümrük Birliği'ne girilmesi Türkiye'de küçük ve orta ölçekli birçok işletmenin iflas etmesine
ve Türkiye'nin önemli bir gümrük genelinden mahrum olmasına neden olmuştur. Ancak liberaller açısından
bakıldığında ekonominin üzerindeki devlet yönetimi azaldığı için Gümrük Birliği, önemli bir gelişme olarak
lanse edilmiştir Gümrük Birliği Türkiye'deki iç Siyasette de oldukça tartışma yaratmıştır. İktidarda bulunan
Çiller ve onu destekleyen partiler açısından Gümrük Birliği Türkiye'nin laikleşmesinde bir araç olmuşken
muhalefette olan Refah Partisi için ise Gümrük Birliği yeni bir Serv Anlaşması olmuştur. Gümrük Birliğine
üye olunmadan Türkiye'nin hedefi Avrupa Birliği'ne tam üyelik yapılabilmesi açısından önemliydi ancak
1997 yılı Türk abi ilişkilerine bakıldığında Türkiye'nin demokrasi alanında yapması gerekenleri yerine
getirmemiş olması nedeniyle AB ve Türkiye arasındaki ilişkiler yeniden en alt seviyeye girmemiştir. Türkiye
Kıbrıs ve azınlıklar konusunda tavizkar davranmaması nedeniyle ağabey tarafından eleştirilmiş sürecin
başında Kıbrıs Rum kesiminin tüm adayı temsilen AB’ye başvurulmasına ses çıkarılmaması Kıbrıs Rum
kesiminin AB üyesi olmasına ve Türkiye ile alakalı birçok konuda veto hakkını kullanmasına da neden
olmuştur. (239-241)

1999 yılında PKK lideri Abdullah Öcalan'ın yakalanması 90'lar boyunca Türk bürokrasisinin
dayanmış olduğu Güvenlik konseptinin değişmesine neden olmuştur. Abdullah Öcalan'ın yakalanması
Refah Partisi'nin devamı olan Fazilet Partisi'nin oylarının düşmesine neden olmuş Fazilet Partisi Bu gelişme
karşısında rejim değiştirme söylendiğini bir tarafa bırakmıştır. Abdullah Öcalan'ın yakalanması hem hazırda
bulunan sivil siyasetin artık askerlerin önüne geçmesine neden olmuş hem de Bülent Ecevit'in son defa
iktidara gelmesinde ki en büyük temel sebep olmuştur. 1999 yılının Ağustos ayında meydana gelen 17
Ağustos depremi beraberinde getirdiği büyük yıkım nedeniyle Devleti yönetenlerin halk nazarında ki devlet
baba imajını oldukça sarsmıştır. Öcalan'ın yakalanması Suriye'nin bir tehdit olarak algılanmasına son
vermiş Yunanistan'ın ise deprem günlerinde yardımda bulunması artık onun bir düşman ülke olarak
algılanmaması neden olmuştur. Bahsettiğimiz bugünlerde Türkiye'nin Avrupa birliği üyeliği için en büyük
adamlarından biri olan Helsinki Zirvesi gerçekleşmiştir. Zirveye katılanlar Türkiye'den dış politikasını Barış
insan hakları gibi evrensel nitelikte kabul gören unsurlara göre düzenlenmesini istemişlerdir. Türk dış
politikasının bu dönemki Temel algısı da dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in de belirttiği gibi Avrupalı
olmaktır. Bahsettiğimiz Bu dönem Milli Güvenlik Kurulu ile cumhurbaşkanlığının gölgesinde yürütülen bir
dış politika anlayışından daha çok sivil bir hükümetin ekonomik Temelli ilişkileri temel aldığı daha sağlıklı
manevralar yapabildiği bir dış politika anlayışının Türkiye'de hâkim olduğu dönem olarak karşımıza
çıkmaktadır. Ordu elbette ki elinde bulundurduğu dış politikanın belirlenmesi gibi önemli bir söz hakkını
bırakmak istememiş olsa da 30 Haziran 1997 11 Temmuz 2002 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı
görevinde bulunan İsmail Cem oldukça aktif bir bakanlık dönemi gerçekleştirmiş Türkiye'nin dış politikasının
temel felsefesini şekillendiren en önemli isim olmuştur. AB ile ilişkilerde Lüksemburg sonrasındaki süreçte
ilişkilerin yeniden restore edilmesinde önemli bir rol oynayan İsmail Cem Türkiye'nin Yunanistan ile olan
ilişkilerine de önemli katkılarda bulunmuştur. Her ne kadar dış politikada bahsettiğimiz sorumsuz budana 3
Ağustos 2002'de mecliste kabul edilen AB 3 uyum paketi ile sona ermiştir. Söz konusu paket de beraber
Abdullah Öcalan'a verilmiş olan idam cezası kaldırılınca koalisyon ortaklarından Milliyetçi Hareket Partisi 3
Kasım 2002 seçimlerine giden günlerde koalisyonda bulunan çatlakları ortaya sermiştir. Türkiye'nin 2002
Kopenhag zirvesinde Avrupa birliği ile üyelik müzakerelerinin başlatılmasını garanti altına alınması
Türkiye'de çeşitli sivil toplum örgütlerinin de AB üyeliği konusunda Türk Hükümetine gerektiğinde siyasi
baskı yaptıkları görülmüştür. Helsinki Zirvesi Türkiye'nin AB'ye üyelik konusunda Yerine getirmesi gereken
çeşitli koşulların ortaya çıkarıldığı bir belge ile sona ermiştir. Türkiye Helsinki sürecine göre çeşitli uyum
dönemlerine girmek zorundaydı. Üç ayrı uyum paketinin işlevsel kılınması Türkiye'nin AB üyeliği için gerekli
adımların tamamlanması anlamına geliyordu. Uyum paketlerinin genel olarak içeriğine bakıldığında
Türkiye'nin Yunanistan ile mevcut bulunan sınıf sorunlarını halletmesi ülke içerisindeki insan hakları
konusunda yapılacak olan iyileştirmelerin idari ve adli reformların yapılması ve özellikle Kürtçe konusunda
çeşitli iyileştirmeler yapılmasını içermekteydi. Ağustos 2002'de ki 3 uyum paketi ile idam cezasının
kaldırılmış olması Milliyetçi Hareket Partisi'nin var olduğu koalisyondan çıkmasına da erken seçim
döneminin gelmesine neden olmuştur. Bahsedilen bu süreçte AB ile Türkiye arasındaki en büyük kriz ise
Güvenlik ve Savunma politikası oluşturulması sırasında yapılan müzakereler nedeniyle yaşanmıştır.
Bahsedilen bu politikaya göre Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelerin NATO kaynaklarını kullanarak askeri
operasyonlar yapabilmesi gibi Türkiye'yi Kıbrıs ve Ege sorununda köşeye sıkıştıracak maddeler
içermekteydi. Türkiye ise söz konusu bu problemi aşabilmek için veto hakkına sahip olmak istediğini
açıklamıştır. Türkiye'nin bu konuda taviz vermemesi AB ile arasında bir krize neden olmuştur. (261 – 269)
AK PARTİ İKTİDARI

2002'de AK Parti'nin iktidara gelmesi ile beraber Türkiye koalisyon Döneminden itibaren geliştirmiş
olduğu AB ile olan ilişkilerini bir üst noktaya taşımayı hedeflemiştir. Erdoğan hükümetinin ilk iş olarak 12
Aralık 2002'de gerçekleşen Kopenhag zirvesinde Türkiye'nin AB üyesi olma tarihinin tarihinin alınması
konusunda büyük bir çaba harcadığı görülmüştür. Hükümet bu saniye kadar 5 farklı yeni uyum paketi
geçirerek 2002 ile 2004 arasında AB’yi Türkiye'nin yeni bir Avrupa Birliği üyesi olabilmesi için ikna etmeye
çalıştığı görülmüştür. Bahsi geçen bu süreçte Türkiye üzerine düşenleri yerine getirmiş 3 Ekim 2005'te
müzakerelerinin başlanması tarihini elde etmiştir. Elbette tam üyelik müzakerelerinin başlaması Türkiye
siyaseti bağlamında birçok Önemli Sonuçta olmuştur Bunlardan ilki Osmanlı'nın son döneminden beri
devam eden batılılaşma ve batı dünyasına dâhil olma politikası önemli bir aşama kaydetmiş Türkiye
NATO’dan sonra batının temel kurumlarından biri olan ağabeye dahil olma şansını önünde bulmuştur.
Diğer önemli bir sonuç olarak Kemalizmin ve onun Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere Türkiye'deki
kurumsal koruyucularını müzakere tarihine yönelik bu kararla birlikte ciddi bir zemin kaybetmiş bunun
karşısında AK Parti hızlı bir şekilde iltizamı sağlamlaştırmıştır. Ak parti elde etmiş olduğu Bu kazanın ile
beraber ülkede Mevcut durumda bulunan Kemalist bürokrasiyi tamamı ile tasfiye etmek için ilk 10 senesini
geçirmiştir. 3 Ekim 2005'te müzakereler başlamış olmasına rağmen AB tarafından sürecin yavaşlatılması
belli aralıklarla donma noktasına gelmesi Türkiye'nin ab üyeliğinde oldukça büyük bir engel teşkil
etmektedir. Elbette söz konusu bu engelin ortaya çıkmasının temelinde Almanya Fransa gibi önemli iki
büyük AB üyesinde iktidarların muhafazakârlar tarafından elde edilmesi bulunmaktadır. Almanya Fransa
Onun haricinde Avrupa Birliği'ne tam üye olmuş Güney Kıbrıs'ın gümrük Birliği'ne dâhil olması ve Rum
gemilerinin Türk limanlarını kullanmak istemesi de AK Parti iktidarında abi üyeliğinde Türkiye'nin önüne
çıkan bir başka engeldir. bu gelişmelerin ışığında bir de Annan Planı çerçevesinde Kıbrıs Türklerinin
hakkını korunmaması da partinin AB'ye olan güvenini sarsmıştır. 2007 yılı itibariyle AKP’nin Kemalistler
karşısında Büyük bir galibiyet alması da AK Partili kurmaylar tarafından artık AB'nin yardımına ihtiyaç
duyulmadığı düşüncesinin ortaya çıkmasına neden olmuştur (299 302)

AKP iktidar döneminde dış politikanın Ahmet Davutoğlu'na verilmesi Türkiye'nin AB ile olan
ilişkilerini duraklatılmıştır. Davutoğlu döneminde Türkiye yeri geldiğinde komşuları ile problem yaşayan bir
ülke olma yolunda ilerlemişse de AB ile olan ilişkilerinde Devamlı bir şekilde krizler yaşamıştır. 2013 yılı
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olma açısından birçok problemin yaşandığı bir yıl olmuştur. Avrupa Birliği
özelinde bakıldığında Euro Bölgesi'nde yaşanan ekonomik kriz Rusya'nın güçlü bir rakip olarak Doğu
Avrupa'ya geri dönüşü mülteci krizi Avrupa kimliğinin tartışılmaya açılması dışlayıcı Radikal sağ siyasetin
Avrupa'da güçlü bir şekilde çeşitli ülkelerde iktidara gelmesi Türkiye ile Avrupa Birliği arasında yürütülmeye
çalışılan sürecim ilk engelleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye açısından bakıldığında ise Ergenekon
ve Balyoz davaları ile başlayan yasal ve politik sorunlar Gezi Parkı olayları sırasında yaşananlar Aralık
2013'teki yolsuzluk operasyonları Avrupa birliği ile Türkiye arasında sorun yaratmıştır. 2014 yılı Başbakan
Erdoğan tarafından Avrupa Birliği yılı olarak ilan edilmiş ve Erdoğan beş yıl sonra Ocak 2014'te ilk defa
Brüksel'e gitmiştir. Erdoğan hükümetinin Avrupa birliği ile olan ilişkilere verdiği önem 2014 yılında deneyimli
Diplomat Volkan bozkırın Avrupa Birliği Bakanlığı görevine getirilmesi gibi önemli restorasyon hamilenin
yaşandığı bir yıldır. Elbette Türkiye'nin yaptığı bu hamleler 2014 de yayınlanan ilerleme raporunda
kendisine yer bulmuştur. Yine bu dönemde başlatılan Kürt sorununa çözüm süreci Türkiye'nin mülteci
politikası yargı ve seçim Barajı gibi çeşitli yenilikleri Türkiye'nin hanesine artı puan olarak yazılmıştır Fakat
bu ilerleme süreci 2014 yılının sonlarına doğru başlayan paralel devlet operasyonları ile maalesef sekteye
uğramıştır. Yapılan operasyonların Avrupa'da basın özgürlüğü ihlali olarak algılanması Avrupa birliği ile
Türkiye arasında uzun süre devam edecek bir krizin temelini oluşturmuştur. 2015'te 1 yıl önce başlatılan
çözüm PKK ile yaşanan çatışmalar AB açısından Türkiye yeni eleştiriler sunulmasına neden olmuştur.
Devam eden süreçte Suriye nedeni ile başlayan mülteci krizinde Türkiye'nin öneminin artması Türk dış
politika yapıcıları tarafından istenildiği gibi AB'ye üyelik konusunda kullanılmamıştır. 15 Temmuz darbe
girişiminin yaşanması ve sonrasında Avrupa Birliği'nden gerekli desteğin alınmamış olması Tarafların
birbirini suçlamasına neden olmuş ve Avrupa parlamentosu insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda
yaşanan problemler nedeniyle Türkiye'nin üyelik müzakerelerini askıya almıştır. Unutulmamalıdır ki
Türkiye'de gerçekleştirilmek istenen darbe girişimini uygulamaya çalışan bazı suçluların Avrupa Birliği
tarafından Türkiye'ye iade edilmeleri de var olan krizleri derinleştirmiştir. 360 363.

You might also like