Professional Documents
Culture Documents
Vahiy sözlükte fısıldamak, gizlice söylemek, hızlıca işaret etmek, ima yoluyla anlatmak,
göndermek, emretmek gibi anlamlar içerir. Vahiy hızlı ve gizli bir bilgi aktarımıdır: tümü
gizlilik içinde gerçekleşen bir haberleşmeyi ifade eder. Bu yönüyle vahiy bir varlıktan diğer
bir varlığa bir şeylerin iletilmesi ve ilkası hadisesidir.
Vahiy, İslâm kültüründe hep Allah Taâlâ'nın peygamberleri aracılığıyla insanlara mesaj
iletmesi şeklinde telakki edilmiştir.
Halbuki bu, vahyin yalnız kurumsallaşmış kısmını ifade eder. Kur'ân-ı Kerime göre vahyin
bu kurumsal (özel) boyutu yanında, bir de genel boyutu vardır ki o da, Yaratıcı Kudretin
bütün varlıklara, yaratılış düzenine uygun hareket tarzlarını bildirmesidir.
Kur'ân-ı Kerim bu tür vahiyden söz ederken
göklere, أمرها سماء كل في وأوحي يومين سبع سماوات في فقضهن
yeryüzüne, ربك او حالها بأن أخبارها تحدث إذن يوم
meleklere,اذ يوحي ربك إلى المالئكة
bal arısına, واو حي ربك إلى النحل أن تاخذي من الجبال
ayrıca Hz. Musâ'nın annesine, ve Hz. İsâ'nın Havârilerine görev ve hareket tarzlarının
bildirildiğini haber verir.
23.06.2023 2
Vahyin sözü edilen bu genel boyutu, varlıklar açısından uyulması gereken bir fıtrat
zorunluluğudur. Burada hürriyet ve irâde söz konusu değildir.
Kur'ân-ı Kerim bu tür vahiyden söz ederken
göklere, أمرها سماء كل في وأوحي يومين سبع سماوات في فقضهن
yeryüzüne, ربك او حالها بأن أخبارها تحدث إذن يوم
meleklere,اذ يوحي ربك إلى المالئكة
bal arısına, واو حي ربك إلى النحل أن تاخذي من الجبال
ayrıca Hz. Musâ'nın annesine, ve Hz. İsâ'nın Havârilerine görev ve hareket tarzlarının
bildirildiğini haber verir.
Lügat ve Terim Anlamı
Ancak vahyin bu türü, her ne kadar "vahâ "fiilinin türevleriyle ifade ediliyorsa da o,
İlâhî vahiy olarak telakki edilmemektedir. Çünkü söz konusu vahiy olgusunun her iki
ucunda da varlıklar bulunmaktadır. Yani vahyeden de vahye muhatap olan da
mahluktur. O nedenledir ki bu tarz bir vahye konu olan lafızlar, telkin etmek fısıldamak
ve haber vermek gibi lügat anlamlarından öte bir manada kullanılmamıştır.
Vahiy terimi Kurân'a göre biri genel, diğeri de özel olmak üzere iki anlam için söz
konusudur. Yani genel anlamda bütün varlıklara, özel anlamda ise yalnız peygamberlere
vahyedilmiştir. Bu iki alana ait vahiy, sonuçlan açısından zorunlu ve bağlayıcı olmakla
beraber muhteva açısından farklılık göstermektedir.
Vahyin bu genel niteliğini göz önünde bulunduran bazı müellifler vahyi terim olarak
"bir manayı herhangi bir varlığa gizli ve süratli bir şekilde iletmek" diye tanımlamışlar
Buhârî şârihlerinden el-Kirmânî (ö. 786/1384), İbn Hacer (ö. 852/1448) ve el-Aynî
(ö. 855/1451) vahyi, " Allah Taâlanın, peygamberlerine çeşitli şekillerde söz ve
emirler göndermesi şeklinde tanımlamışlardır.
Allah, insan ve görünen âlemi yarattıktan sonra onu desteksiz bırakmak istememiştir. Bu
yüzden insana sözsüz âyetleri olan tabiatı, kendi yüce varlığının açık belgeleri olarak
sunmayı yeterli görmeyerek ona sözlü mesajını (vahyini) de göndermiştir. Gerçi insan
vahye muhatap olmadan, vahyi verileri karşısında görmeden de sorumludur. En azından
Yaratıcı'sını bulmakla ve temel ahlâkî ilkeleri tesbit etmekle yükümlüdür. Ancak Allah
Teâlâ, onun, bu yükümlülüğünü daha kolay yerine getirebümesi için bir rahmet, bir nûr,
bir şifâ ve bir yol gösterici olan vahyini indirmiştir, Kur'ân bu gerçeği gösteren âyetlerle
doludur. Bir rakam vermek gerekirse, daha önce de ifade ettiğimiz gibi sadece vahiy
fiilinin türevleriyle birlikte seksen kadar âyette geçtiği söylenebilir. Tabiî ki vahiy
olgusundan söz eden âyetler bunlardan ibâret değildir. Kur'ân, yer yer enzele ve nezzele
fiilleriyle de kurumsal anlamda bir vahiy gerçeğinden söz etmektedir. Bu nitelikteki
âyetler de sayısal olarak yüzden fazla yerde geçmektedir.
Allah ile insan arasında özel bir iletişim yolu olan vahiy, hiçbir zaman inkâr
edilemeyecek bir gerçekliktir
b. Öznellik
Vahiy olgusunun belki de en belirgin vasfı, muhatapların onu gizli bir şekilde
almış olmalandır. Bu özellik vahyin hem genel hem de özel şeklinde söz
konusudur.
Görüldüğü gibi tüm bu hususlar bir araya geldiğinde doğal olarak Kur'ân
âyetlerinin sayısında farklı sonuçlar ortaya çıkmış olmaktadır.
Tertibi
(1) Zamam esas alanlar hicret öncesi nâzil olan sûreleri Mekkî, hicret
sonrası nâzil olanları da Medenî kabul etmektedirler. Ancak hicretten
sonra Mekke'nin fethiyle bu mekânda inenler de bu tasnife göre Medenî
olarak telakki edilmektedirler. Bu bakımdan bu yaklaşım tarzı oldukça
tutarlı görünmektedir. Çünkü yapılan tanım kapsayıcı bir özellik
taşımaktadır.
(2) Söz konusu tasnifte mekânı esas alanlar da Mekke ve çevresinde inen
sûreleri Mekkî, Medine ve çevresinde inenleri de Medenî saymaktadırlar.
Böylece Minâ, Arafât ve Hudeybiye gibi yerlerde nâzil olanları Mekkî,
Bedir ve Uhud gibi yerlerde inen sûreleri de Medenî kabul etmektedirler.
Bilindiği gibi Mushaf'ın âyet ve sûre tertibi ilk olarak Hz. Ebû
Bekr'in halifeliği Zamanında Zeyd b. Sâbit tarafından yapılmış; Hz.
Osman döneminde de Kur'ân metninin istinsahı bu tertibe göre
gerçekleştirilmiştir. Ancak İslâm âlimleri âyetlerin
Kur'ân'daki sıralanışı konusunda ittifak sağlamış olmakla birlikte,
sûrelerin tertibi hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu
konuda ileri sürülen görüşleri üç gurupta ele almak mümkündür.
İctihâdî Yaklaşım
Ebu'l-Huseyn Ahmed b. Fâris'in görüşü de şöyledir: Kur'ân için iki tertip söz
konusudur. Birisi, sûrelerin tertibidir. Yedi uzun sûreyi öne alıp, ardından
âyetleri yüz civarında olan sûreleri getirmek gibi. İşte bu taksim sahâbenin
yapmış olduğu bir taksimdir. Kur'ân'm ikinci tertibine gelince o da, âyetlerin bir
kısmının diğerine eklenmesi, bir kıssanın diğer bir kıssayı takip etmesidir ki
Cebrâil, bunu Allah'tan aldığı emir üzerine Resûlullah (sav)'a tebliğ etmiş, o da
bu emri yerine getirmiştir.
Tevkifi Yaklaşım
Kur'ân-ı Kerim'deki sûrelerin tertibi konusunda görüş beyan eden diğer bir
gurup İslâm âlimi de, Kur'ân'daki sûre tertibinin bugün elimizdeki mevcut
Mushaflarda olduğu gibi, Cebrâil (as)'in Hz. Peygamber'e bildirdiği tarzda yani
tevkifi bir şekilde sıralandığını iddia etmektedirler. Meselâ el-Enbârî (Ö.
328/940)'ye göre, Allah Taâlâ Kur'ân'ı önce bir bütün olarak dünya semâsına,
sonra da yirmi küsür senede Hz. Peygamber'e parça parça indirdi. Genellikle
sûreler, meydana gelen bir hâdise üzerine, âyetler de soru soranlara cevap olarak
inerdi. Cebrâil (as), Hz. Peygamber'e her sûrenin yerini bildirirdi. Sûrelerin
tertibi de, âyet ve harflerin tertibi gibiydi. Bunların hepsi de Nebi (sav)
tarafından yapılıyordu. Bu yüzden kim bir sûreyi öne alır yahut geriye bırakırsa
Kur'ân'ın tertibini bozmuş olur.
Uzlaştırmacı Yaklaşım
Bir kısım İslâm bilgini de, Kur’ân sûrelerinin kısmen tevkifi, kısmen de ictihâdî
olduğunu iddia etmek suretiyle her iki görüşü uzlaştırıcı bir yaklaşım içerisine
girmiştir. Bu görüş sahiplerine göre de, Kur'ân'daki bir kısım sûrelerin tertibi
bizzat Hz.Peygamber tarafından yapılmış, bir kısmı da ümmete bırakılmıştır.
Nitekim büyük müfessir İbn Âtiyye (ö. 546/1151) "esSebu't-tuvel", "Havâmim"
(yedi hâmim) ve " el-Mufassal" gibi birçok sûrenin Hz. Peygamber tarafmdan
tertip edilip, diğerlerinin tertibinin ise ümmete bırakılmış olduğunu
söylemektedir.
İbn Hacer (ö. 852/1448)’e göre de, sûrelerin bir kısmının ictihâdî bir tertip
arzetmesi, bir kısmının tertibinin tevkifi olmasına engel değildir.
Sonuç olarak şunu ifade edebiliriz Kur'ân âyetleri, Hz.
Peygamber'in şahsî tasarrufundan tamamen uzak olarak İlâhî
vahyin gözetiminde yazılmış ve tertip edilmiştir. Bu sebepledir ki,
İslâm âlimleri âyetlerin tertip bakımından tevkifi olduğu konusunda
görüş birliği içindedirler. Ancak sûrelerin tertibiyle ilgili ileri
sürülen görüşler, bu konudaki farklı yaklaşımları da beraberinde
getirmiştir. Bizim şahsî kanaatimize göre burada sıraladığımız üç
görüşten en tutarlı olanı, sûre tertibinin de tevkifi olduğunu
savunanların görüşüdür.
Kur'ân'daki sûre tertibi de âyetlerin tertibinde olduğu gibi tevkifi bir
özellik taşımaktadır.
HİZB
Sözlük bölük, grup anlamına gelen hizb kelimesi terim olarak Kur'ân'ın bölümlere
ayrılması demektir. Sahabe döneminden beri Kur’ân-ı Kerim'i düzenli ve devamlı
okuyan Müslümanlar, günlük okunacak bölümleri, sûrelerin uzunluklarını göz önüne
alarak ayırmışlar, bu ayırmaya “tahzîb” (bölümlere ayırmak), her bölüme de “hizb”
demişlerdir.
İlk bölüm üç suredir: Bakara, Al-i İmran ve Nisa.
İkinci bölüm beş suredir: Mâide, En‘âm, A‘râf, Enfâl, Tevbe.
Üçüncü bölüm yedi sûredir: Yunus, Hûd, Yusuf, Ra‘d, İbrahim, Hıcr, Nahl. Dördüncü
bölüm dokuz sûredir: “İsra, Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiya, Hac, Müminûn, Nûr,
Furkan.
Beşinci bölüm on bir sûredir: Şuarâ, Neml, Kasas, Ankebût, Rum, Lokman, Secde,
Ahzâb, Sebe’, Fâtır, Yâsîn.
Altıncı bölüm 13 sûredir: Sâffât, Sâd, Zümer, Mü’min, Fussılet, Şûrâ, Zuhruf, Duhan,
Câsiye, Ahkâf, Muhammed, Fetih, Hucûrât.
MUKABELE
Bir başkasının Kur’ân-ı Kerîm’i okuyuşunu takip etmek ve bu suretle hatim
indirme anlamında kıraat terimi.