You are on page 1of 303

DON KIŞOT

CERVANTES

Türkçesi:
Ali Çankırılı

ANTİK DÜNYA KLAS1KLER1


İstanbul
2007
* antık
batı
klasikleri
LACIVERT YA YlNC/LlK
SAN. VE TIC. LTD. ŞTI.

Antik Dünya Klasikleri: 09


Batı Klasikleri Dizisi: 06
ISilN: 978·975-6107-29-4

Baskı ve Cilt:
Sistem Matbaacılrk
Yılanlı Ayaıma Sok. No: 8
Davutpaşa-Topkapıi/st;ınbul
Tel: (0212) 48211 01

Ittibat için:
Alayköşkii Cad. No: 11 Kat:2
Cagaıogıu 1 lsl<lnbul
Yazışnıa: P.K. 50 Sirkeci /Istanbul
Telefon: (0212) 513 84 15
Faks: (0212) 512 40 oo
CERVANTES

Tam· adı, Miguel de Cervantes Saavedra'dır. 1547


yılında Ispanya'nın Aleala de Henares şehrinde doğdu.
Madrid Üniversitesi'ni bitirdiği halde, geçimini temin
edeceği bir iş bulamadı. Roma'ya gitti. Bir tanıdıgı ara­
cılıgı ile Kardirral Guilio Acqua Viva'nın maiyetine gir­
di. Kardirral ve çevresindekiler, Ona Çağ zihniyetini
sürdüren, katı ve mutaassıp birer Haçlı idiler.
Cervantes, henüz Osmanlılan tanıyacak fırsatı bu­
lamamıştı ama Endülüs Emevflerinden geriye kalan
Müslümanlan çok iyi tanıyordu. Içlerinden yakın
dostlan vardı. Iyi insan, iyi komşu ve iyi arkadaş idi­
ler.
Kitabın yazannı, 1571 yılında, Ispanya ile Vere
r ­
dik'in Osmanlılara karşı başlattıkları Haçlı seferinde
deniz askeri olarak görüyoruz. lnebahtı Savaşı'nda
sol kolu, aldıgı yara sonucu, sakat kaldı. Osmanlılara
esir düştü. Dört senelik esaret hayatından sonra, kaç­
maya çalışırken, bindiği gemi Osmanlı deniz devriye­
leri tarafından yakalandı. Arkadaşlarıyla birlikte Ce­
zayir'e götürüldü. Beş sene gibi uzun bir müddet bu­
rada kaldı.
Böylece toplam dokuz yılı Osmanlı topraklannda
geçti. Zaten yabancısı olmadığı Islami kültürle tanışma
fırsatı buldu.
Esaret hayatı bitip memleketine döndügünde kim­
se onu kahramanlar gibi karşılamadı. Açlık, sefaJet ve
hastalık her yanı sardıgından herkes kendi derdine
düşmüştü.
Sakat kaldığı için, kendisine maaş bağlanmadığı gi­
bi; karnını doyurabiieceği bir iş de verilmedi. Onu
kutsal savaşa teşvik edenler, gazilik ünvanı bağışlamak
şöyle dursun; Osmanlı topraklannda kaldığı müddet
içerisinde dinini degiştirmiştir diye şüphe ile bakıyor­
lardı. En çok canını sıkan şey, adının "Çolak Cervan­
tes"e çıkmış olmasıydı... Gördügü vefasızlık karşısında
Kral'a ve Kilise'ye küstü. !şsizlik sebebiyle yoksul düş­
tügü halde devlet kapısından uzak durdu. Kendisini
Edebiyat'a verdi.
Imkansızlıklar içinde 1606 yılında bitirmeye mu­
vaffak olduğıı "Mançalı Şövalye Don Kişot" romanın­
da Osınanlılara ve Endülüs Erneviierine bir Haçlı gibi
"dinsizler" demek zorunda kaldı. Halbuki, roman Isla­
mi mesajlarla doluydu. Biyografi yazarlan, bu tutumu­
nu iki sebebe bağlamaktadırlar: Birincisi, kitabın ba­
sılması için gerekli parayı verecek olan Beşar Dükü'nü
şüphelendirmemek. Zira, bu adam, katı ve mutaassıp
bir Haçlı idi. Ikincisi, belki de en önemlisi Engizisyon
(kilise mahkemesi) önüne çıkanldığında bu satırlan
göstererek yakayı kurtarmak.
Her şeye rağınen Cenvantes korkuyordu. Eğer ki­
lise istese, Don Kişot'ta, onu ipe götürecek pek çok Is­
lami fikirler bulup çıkarabilirciL Bu tehlikeyi hertaraf
etmek için, oldukça enteresan bir çareye başvurdu:
Don Kişot'un maceralannı, Seyyit Harnit bin Engeli
adında, bir Mağribli filozofun el yazması kitabından
aşırdığını yazdı... Romanında, yer yer bu yazardan
bahsetmeyi ihmal etmedi:
Biyografi üstadlan, bu isimde bir Endülüslü yaza­
nn asla yaşamacıl ğını ve Cervantes'in iddia ettigi gibi
Alşamia (Arap harfleriyle Ispanyolca) dilinde yazılmış
hiç bir el yazması kitabı bulunmadığını kaydederler...
Hatta bir biyografi yazan, daha da ileri giderek, Cen­
vantes kelimesinin "geyik" kökünden geldigini tesbit
eder. Aynı yazann araştırmasına göre, Engeli sıfatı da
mahalli Arapça'da aynı anlama gelmektedir. Araştır­
macı, ha!dı olarak şu sonuca vanr: "Cervantes, bu ke­
lime oyunu ile, adını çok usta bir şekilde gizlemiş bu­
lunmaktadır."

Ali Çanhınlı
j
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
J
Gıbraleon Markisi, Benaleazar ve Banares Kontu, Alcocer Viskontu,
Capilla, Curiel ve Burguillos Kentlerinin Efendisi
BEJAR DÜKÜ'NE

Saygıdeger Velinimetim,
Sizin, hem halka hem de soylulara hizmet eden eserleri koruyan
bir Bey oldugunuzu biliyorum. Iddiasız kitapların sahiplerini dahi
lütfunuzdan mahrum bırakmadıgınıza güvenerek, "Becerikli Şöval­
ye Mançalı Don Kişot'un Maceraları" adlı emegimi size ithaf ediyo­
rum. Eğer onu himayenize alır, yayınlarımasını saglayacak olursa­
nız; bu iyiliginizi ömür boyu unutmayacagım.
Kitabımın, bilgili yazarların elinden çıkmış eserlerin inceligin­
den ve edebr süslerden mahrüm oldugunu biliyorum. Ancak, bilgi­
sizliklerine bakmadan, başkalarının eserlerini küçük gören, kaba
kuvvetlerin saldırısını hak edecek basitlikte de degildir. Onu güçlü
kanatlarınız altına aldıgınız taktirde, bu kaba kuvvetler Mançalı
Don Kişot'u ezemeyeceklerdir.
Soylu birinin emrinde çalışmadıgım ve soyluların meclisinde bu­
lunmadıgım için, size tam olarak nasıl hitap edecegimi bilemiyo­
rum. Eger bilseydim, inanın, o sözlerin en güzelleri ile sizi yücelt­
mek isterdim. Fakir bir yazarın, sizin gibi soylu birine, ömrünün tek
semeresi olan eserinden ve iyi niyetlerinden başka verecek nesi ola­
bilir...
Lütufkarlıgınıza sıgınır, saygılarımı sunanın benim Efendim.

Miguel de Cervantes Saavedra


GİRİŞ

B IR YAZAR IÇIN, öyle zannediyorum ki, kitabın en zor bölü­


mü "önsöz"ü olsa gerektir. Zira, kitabı kolayca yazıp bitirdiğim hal­
de, önsöz için ne söyleyeceğiiDi bilememenin aczi içerisindeyim.
Parlak cümleler bulup tumturaklı sözler sarfedemediğiiDe göre, ben
de hissiyarımı size açanm ... Yemin etme basitligini göstermeden şu­
na inanınanızı istiyorum: Zihnimin çocuğu olan şu eseri, şimdiye
kadar yazılmışlann en güzeli olsun istedim. Diyeceksiniz ki: Hangi
baba, çocuğunun en güzel ve en zeki olmasını istemez! Çok haklı­
sınız.. Ancak, şurası da bir gerçek: Allah, neyi takdir etmiş ve neyi
vermiş ise; kimsenin bunu değiştirmeye gücü yoktur. Payımıza dü­
şene razı olmak zorundayız. Buna rağmen, babalık sevgisi göze per­
de çeker; çocuktaki kusurlan görmesine engel olur. Baba, çocukta­
ki kusurlan birer meziyet gibi anlatır ve onunla öVlinür. Pek tabii
.
olarak, ben de bu kaidenin dışına çıkamadım. Çocuğumun en gü­
zel olduğuna inanıyorum...
Fakat, ey sevgili okuyucum, sen baba olmadığın için dilediğin
renkidi yapmakta serbestsini Bu yüzden kimse seni cezalandırmaz.
Kendi evindesin ve oranın kralı sensin. Eski bir filozofun dediği gi­
bi: "Cübbemin altında kralı bile öldürebilirim... "
Kitabıını okurken, aklına ne gelirse söyleyebilirsin. Kötü söyler­
sen, inan sana darılmaın. Iyi söylersen de kimseden mükafat alacak
değilsin. Seni böylesine meşhur bir şövalye ile tanıştırdığım için
öVÜnecek değilim. Ancak, aynı şeyi Sanço Panza için söyleyemem...
Bu saf ve iyi yürekli seyis ile tanıştığın için çok şanslısın. Onda sa­
dakatin ve dürüstlüğıln bütün özelliklerini görecek; dünya üzerin­
de böyle insanların azaldığına üzüleceksin.
Sevgili okuyucum, Allah sana VÜcut ve akıl sağlığı versin, bu ara­
da beni de unutmasın.

Cervantes

12
MANÇALI DON KiŞOT

)ilVAL
'
ANÇA ilinin küçük bir köyünde, soylu bir Bey yaşıyordu.
Bir rivayere göre adı Kesada, diğer bir rivayere göre de Alan­
so idi... Pek zengin sayılmazdı ama, babasından kalan miras -har
vurup harman savurmadığı taktirde- ömrünün sonuna kadar yeter­
di. Gösterişi ve lüks yaşamayı sevmezdi. Şatosunda ellisini çoktan
geçmiş emektar bir kahya kadın, her işe koşturan bir uşak ve evde
kalmış şapşal bir kız yeğen vardı. Aynı tencereden hem ev halkı
hem de kendisi yerdi. "Ev halkı" dediğimiz de işte topu topu yuka­
nda saydığımız üç kişi idi. Diğer soylular gibi, "burnundan kıl aldır­
mayan" cinsten değildi. Köyün fakirlerine yardım eder, kapıya gele­
ni geri çevirmezdi.
Alımnda cılız bir atı, silahlığında dededen kalma kılıcı, mızrağı,
kalkanı ve çengelleri yer yer dökülmüş bir zırhı vardı. Kapısında da
sıradan bir av köpegi duruyordu.
Boş zamanlarını ava çıkarak, dostlanyla sohbet ederek ve şöval­
ye romanlan okuyarak geçirirdi. Zamanla avdan hoşlanmaz oldu.
Şövalye romanianna daha çok vakit ayırdı. Ziyaretine gelen dostla­
una okuduğu roman kahramanlannın maceralarını anlata anlata
onları bezdirirdi.

l3
Papaz Efendi, Berber Nikolas'a dert yanıyordu:
- Azizim, bizim Bey, şu kahrolası şövalye romanianna merak sa­
ralı tuhaflaştı. Sohbeti de artık çekilmez oldu.
- Haklısın ınuhterem Peder! Ben kral olsaydım, şövalye romanı
yazaniann hepsini ipe çektirirdim.
Senyör Kesada, her ay şehre iniyor; çantalar dolusu kitap satın
alıyordu. öyle bir gün geldi ki, odasının her tarafı kitaptarla doldu.
Okurken rahatsız edilmekten hoşlanmıyor, ziyaretine gelen dostla­
nnı bile kabul etmiyordu. Roman kahramanlan, onun nazannda
dünyanın en büyük insanlanydı. Nerede bir mazlumun iniltisi var­
sa orada bitiyorlar, zalimlerin tepesine demir yumruk gibi iniyorlar­
dı. Ne yazık ki, analar artık böyle yiğitler doğuramaz olmuşlardı...
Meydanı boş bulankötü insanlar, zayıflan alabildiğince eziyor; ada­
leti temsil etmekle görevli hakimler, zenginlerin ve güçlülerin tara­
fını tutuyorlardı. Eğer, kendisini insanlığın hizmetine adamış, yiğit
bir şövalye çıkmazsa; durum daha da kötüye gideceğe benziyordu.
Bunlan düşünürken, birden kafasında şimşekler çaktı:
- Soylu bir geçmişim, korkusuz bir yüreğim, adaleti temsile ye­
terli bir aklını var!.. Neden bu yiğit şövalye ben olmayayım? .. Ziil im­
lere haddini bildirmekten, zayıflann imdadına koşmaktan beni alı­
koyan nedir?
Gelmiş geçmiş bütün şövalyelerin ruhunu sevince boğacak bu fi­
kirler, bizim soylu Bey'e öyle parlak geldi ki; kendisini tutarnayıp
haykırdı:
- Titreyin ey zalimleri Sevinin bütün ezilenler! Düzeni bozulmuş
şu dünyaya, "Mutlu.Çag"ı getirecek olan yiğit bir şövalye doğuyor!. ..
Soylu Bey, karaıını vermişti. Bu günden tezi yok hazırlıklara
başlayacaktı. Kimseye sezdirmeden dededen kalma silahlan odasına
taşıdı. Onları silip parlattı. Sonra alııra indi; atını gözden geçirdi. Bu
iskeleti çıkmış, uyuz beygir, ona meşhur şövalye Amadis'in kühey­
lanı kadar yiğit göründü. Iskender'in atı bile yanında yaya kalırdı...
Osmanlı Sultanı onu görse, sahip olmak için, kimbilir kaç kese altı­
nı gözden çıkarırdı.

14
Böyle soylu bir atın, herkesin dilinde dolaşan, güzel bir adı ol­
malıydı. Bütün isimler üzerinde uzun uzun düşündü. Kimini kısalt­
tı, kimini değiştirdi. Nihayet, "Rosinenta" adında karar kıldı. Atma
soylu bir isim bulduktan sonra sıra kendisine gelmişti. Sekiz günü­
nü uzun bir liste hazırlamakla geçirdi. Hemen hemen hepsinin ba­
şına doğduğU ilin adını koymuştu. Çünkü, bu bir şövalyelik gelene­
ği idi... Onuucu günün akşamı şu isim ona en güzeli gibi göründü:
Mançalı Şövalye Don Kişot Bir kaç defa tekrarladıktan sonra kulağa
da hoş geldiğine karar verdi. Evet, evet... Bu, duyunca dostlan se­
vindirecek; düşmanlan ise korkutacak bir isimdi.
Geriye, aşık olacağı bir sevgili bulmak kalmıştı. OkuduğU şöval­
ye romanlannda sevgilisi olmayan kahraman yoktu. Gerçeği söyle­
mek gerekirse, -bizim Soylu Bey veya yeni adı ile Mançalı Şövalye
Don Kişot zaten aşıktı. Gençliğinde güzel bir köylü kızını sevmiş,
ancak karşılık bulamadığı için, aşkını herkesten gizlemişti. Kızın
adı, Aldonza I.orenzo idi. Fakat bu, soylu hanımiara veya prensiere
yakışacak bir isim değildi. Atma ve kendisine isim bulmak için iki
hafta kafa yorduğnna bakılırsa; sevgilisine de bir kaç gün ayıracak
demekti. Ancak hiç de öyle olmadı. Roman kahramanlanndan biri,
öte dünyadan, ona şu ismi fısıldadı:
- "Iabasolu Dulsinea!"
Hakikaten, kız Toboso köyünde doğınuştiı. Ölmüş kahraman­
lardan mesaj almaya başladığıila göre; onlar da kendisinin şövalye­
liğini tasdik ediyorlar demekti!.. Bu geceden tezi yok yola çıkmalıy­
dı. Herkesin derin uykuya dalmasını bekledi. Silahlanm kuşandı.
Çizmelerini eline aldı. Hiç gürültü çıkarmadan alııra indi. Resinen­
ta'yı eyerledi. Zavallı at, bu gecenin köründe neye uğradığını bile­
medi. Efendisi, daha evvel hiç böyle yapmamıştı.
Mançalı Şövalye Don Kişot, huysuzlanan atını yatıştınnak için
kulağına eğildi:
- Benim soylu Rosinenta'rn! Heyecanlanmakta haklısın. Aslına
bakarsan, ben senden daha fazla heyecanlıyım. Bir an evvel macera­
ya atılmak, ilk etapta üç-beş zavallıyı huzura kavuştunnak istiyo­
rum.

15
Çizmelerini giydi. Rosinenta'yı ahırdan dışan çıkardı. Etrafı din­
ledi. Herkesin uykuda olduğundan emin olduktan sonra atma atla­
yıp, avlunun kümese bakan arka kapısından sıvıştı.
Tolgasının siperi pek eski oldugu için, yerine bir kanon parçası
takmıştı. Tamir işinden fazla anlamadığı için siper ikide bir aşağı
düşüp görüşünü kapatıyordu. Açlığa, susuzluğa, uykusuzluğa, hat­
ta kılıç yarasına tahammül etmesi gereken bir şövalye için böyle kü­
çük aksiliklerin hiç ehemmiyeti yoktu...
Rosinenta'yı tınsa kaldırmak için mahmuzladı. Zavallı at, dön­
nala koşmaya alrşık olmadığı için hiç istifini bozmadı. Savaş atından
çok, fakir bir sütçü beygirine benziyordu. Şövalye buna da aldırma­
dı. Hem kendisine hem de can yoldaşma moral vermek için şöyle
konuştu:
- Dinle soylu atım! lleride maceralanınızı kaleme alacak olan şans­
lı yazar, kitabına şu cümlelerle başlayacaktır: "Ünlü şövalye Mançalı
Don Kişot, zalimlere haddini bildirmek, ezilenlerin iniltilerini din­
clirmek için sıcak yatağını ve çok sevdiği baba ocağını terketti. Soylu
atı Rosinenta'ya atlayıp bereketli Montiel ovasına doğru yola çıktı."
Gerçekten de o sırada Montiel ovasında idi. Güneş iyice yüksel­
miş, bizim şövalyenin sulanmış beynini kaynatacak derecede etkili
olmaya başlamrştı. Her yanından terler boşandıgı halde mola ver­
meyi düşünmedi bile. Atı o kadar ağır gidiyordu ki, birkaç mil an­
cak ilerleyebilmişlerdi.
Akşama doğru kendisi de atı da yorgunluktan bitkin, açlıktan öle­
cek durumda idi. Dinlenecekleri ve açlıklannı yatıştıracaklan bir ço­
ban kulübesi aradı; ama nerede!.. Uzun yola alışık olmayan Rosinen­
ta, adımlannı iyice yavaşlatınrş; nerede ise yatıp, boylu boyunca top­
rağa uzanmak ÜZere idi. Tam bu sırada, uzaktan bir ev göründü. Nor­
mal insana göre ev, Mançalı Şövalye'ye göre ise şato idi... Zira, bunu
evi görür görmez koparmrş olduğu sevinç çığlığından anlıyoruz:
- Bak Rosinenta'm! Kader bize tebessüm etmeye başladı. .. Her
şeyin kötüye gittiğini sandığımız bir sırada karşımıza heybetli bir şa­
to çıkardı. Kimbilir, orada bizi nasıl bir macera bekliyor!. ..

16
Hızını alanıayıp tekrar bağırdı:
- Ey mutlu şato! Ünlü şövalye Mançalı Don Kişot'u ilk olarak
karşılama şerefine ermek için kapılarını aç!
Bir iki tumturaklı cümle daha dÜZrnek üzere idi ki, bütün neşe­
si igtıe batınlımş balon gibi sönuverdi. Sıcaktan iyice sulanınış olan
beyni karmakanşık oldu. Içinden bir ses ona şöyle seslenmişti:
- Sen daha şövalye sayılmazsıni Bu ses, Şeytan'dan veya kötü cin­
lerden de gelse, doğru idi. Okuduğu şövalye romanlan da böyle
söylüyordu: "Bir kimse, soylu bir Bey'in eliyle kılıç kuşanmadıkça şöval­
ye sayılamaz. •

Olanca ümitleri suya düştü. Geri dönse, bütün köy halkına ve


özellikle dosılauna rezil olacağı gün gibi aşikardı. Beyni sulanmış da
olsa hala çalışıyordu. Yaratan'a sığınıp, ölmüş meşhur şövalyelerin
ruhlanndan imdat istedi. Müsbet veya menfi bir mesaj almadan ha­
reket eunemek niyetinde idi. Münzevi bir derviş sabn ile bekleme­
ye başladı.
Bir ruh, muhtemelen şövalyeliğin babası Amadis de Gaula'nın ru­
hu, beklediği mesajı verdi:
- Ey yiğit Mançalı! Asla ümitsizliğe düşme! O gördügün ş atoya
doğru yoluna devam et. Orada, sana kılıç kuşandırocak bir soylu,
bu şerefli görevi yerine getirmek ÜZere, bekliyor!...
Don Kişot'un solgun yüzüne renk geldi. Yol gösteren ruha teşek­
kür ederken Allah'a dua etıneyi de unutmadı ...
Şatoya yaklaşınca, Rosinenıa'run dizginlerine asıldı. Zaten açlık­
tan ve yorgunluktan yürüyecek elennam kalmayan zavallı at, iyice
yavaşladı. Okuduğu kitaplardan öğrendiğine göre, şato nöbetçileri,
meşhur birinin geldiğini görünce boru çalarak şato sahibine haber
verirlerdi. O da merasim elbiselerini giyip, bu meşhur kişiyi kapıda
karşılardı...
Güneş batmış, hava kararmak üzere olduğundan; binanın arka­
sında bulunan bir domuz çobanı borusunu öttürmeye başladı. O
bunu kırda oraya buraya dağılmış olan domuzlannı toplamak için
yapmıştı, ama, bizim şövalye nanızedi; kale gözeülerinden birinin

17
kendi gelişini haber veriyor sandı. Hemen, üstüne başına çeki dü­
zen verdi. Silahlannı düzeltti. Tolgasının siperini kaldırdı.
Burası ne sıradan bir ev; ne de Don Kişot'un zannettiği gibi bir
şato idi. Avlusunun kerpiçleri eskimiş, bakımsız bir han idi. Hancı­
nın iki tenbel kızı, kapıya çıkmış, akşam güneşine karşı oturmuş,
müşterilerin dedikodusunu yapıyorlardı. Kendilerine doğru gelen
şövalye bozuntusunu görmüşler, bu tuhaf kılıklı adamdan kork­
muşlardı.
Mançalı Şövalye Namzedi, belki de ilk defa bir şövalye görmüş
olan bu iki genç kızın korktuklannı farketti. Korkulannı yatıştırmak
ve emniyet vermek için gülümsedi:
- Ey soylu Senyoralar! diye söze başladı. Iyi yürekli bir şövalye­
den korkınayınız. O size kötülük yapmaz. Bilakis, eğer varsa, düş­
maniannızla savaşıp sizi o.nlardan kurtarmak ister.
Bu türlü konuşmaya alışık olmayan iki köylü kızı, ava! ava!, Don
Kişot'un yüzüne bakıyorlardı. Küçük olanı, diğerinden biraz daha
akıllıca idi. Bir zırdeli ile karşı karşıya olduklannı hemen anladı. Ye­
rinden kalktığı gibi, babasına durumu haber vermek üzere, koşarak
içeri girdi. Diğeri de onu takip etti.
Az sonra; hancı kapıda göründü. lskeleti çıkmış, uyuz bir beygi­
rin sırtında; yine iskeleti Çıkmış sınk gibi bil'adam görünce gülme­
rnek için kendisini zor tuttu. Tolgasının önüne takuğı katton siper­
lik onu daha da komik gösteriyordu. Hancı, gün görmüş tecrübeli
bir yaşlı idi. Delilerin damanna basılmayacağını çok iyi biliyordu.
Yerlere kadar eğilerek kahramanımızı selamladı:
- Soylu Şövalyem, dedi, burada kalınak arzusunda iseniz; boş
yataktan ga}'rı her ihtiyacınızi karşılamaya hazınm. Çünkü, odalan­
mızın hepsi tutulmuş vaziyettedir.
Haneının hitabı Don Kişot'un çok hoşuna gitti. Onu ınızrağı ile
selamiayıp gösterdiği nezakete teşekkür etti:
-Asil Şato sahibi! Yatağın yorganın ne ehemmiyeti var! Bir gez­
gin şövalye için toprak ana en iyi yatakur. Aynca, emniyetinizi
sağlamak için dışarda nöbet tutacağımdan, zaten uyumaya vak-

ıs
tim olmayacak. Bana yiyecek birşeyler verip, atıma da iyi bakarsa­
mz, başka bir şey istemem.
Hancı, tekrar yerlere kadar eğilerek onu selamladı:
- O halde, şatomuza şeref verrnek üzere, mübarek ayaklannın
yere indiriniz, dedi.
Rosinenta'nın üzengisini tuttu. Şövalyenin yere i nmesine yardım
etti. Don Kişot'un, bütün gün at sırtında oturmaktan, ayakta dura­
cak takatı kalmamıştı. Mızrağına yaslanarak vaziyeti idare etmeye
çalıştı...
Hancı at bakıcısını çağırdı. Ona bir göz işaret( yaptıktan sonra
şöyle bağırdı:
-Soylu Senyar'un soylu atmaiyi bak! Ben de kendilerini yemek
salonuna götüreceğimc..
Şövalye, şato sahibinin iyi kalpli bir Bey olduğUnu düşünerek,
içinden onu takdir ediyordu. Yemek kokulannın biribirine kanştığı
bir odaya girdiler. Katırcılar, kurulan yer sofralannın başına çök­
müş, kannlannı doyurmalda meşguldüler. Don Kişot'u görünce, ye­
meği bırakıp onu seyretmeye başladılar. Ilk defa bir şövalye ile kar­
şılaşmış olduklanndan, her biri bir başka yorumda bulunuyordu.
Bir tanesi, kahramanımızın su katılmadık bir deli olduğunu söyler­
ken diğeri itiraz etti: "Hayır, olsa olsa soylu bir barondur", dedi. Bir
üçüncüsü, "Ikiniz de yanılıyorsunuz, bir saray şövalyesini tanıyama­
yacak kadar cahilsiniz" deyip bilgiçlik tas!adı...
Mançalı yiğit, onlara aldınş etmeden, Hancı'nın önüne koyduğu
yemek artıklannı büyük bir iştahla yedi... Karnı doyduktan sonra,
ayağa kalktı; nazik bir sesle Hancı'yı çağırdı. Arkasından. gelmesini
rica ederek onu alııra götürdü. Orada adamın önüne diz çöktü.
Hancı, "çattık belaya" der gibi sordu:
- Hayrola, Senyör! Yine ne var?..
- Sayın Soylu Derebeyi...
Hancı, içinden:
- Biraz sonra kral yaparsa şaşmam, diye söylendi.
Don Kişot devam etti:

19
-Sizden istediğim, benim için çok önemli olan, bir lütfu esirge­
memenizdir.
- Ne dediniz? Bir lütuf mu!
-Evet, iyi yürekli Efendim! Yakında size de bana da büyük ün
kazandıracak bir lütuf!..
Hancı, yine içinden söylendi:
- Bizimki iyice dağıttı! Ne yapsam da şundan kunulsam?..
Deliyi kızdırmaktansa, suyuna gitmeyi tercih etti.
-Eger elimden gelecek bir şeyse, seve seve yapanın Senyor. Soy­
lu bir şövalyenin önümde diz çökmesinden hoşlanmam; lütfen aya­
ga kalkınız!
Mançalı Yiğit, hiç istifini bozmadı:
-Siz ricaını kabul etmedikçe, asla bu yerden dizimi kaldırmaya­
cağım! Soylu bir aileden geldigirrizi biliyorum. Yann gün aganr
agarmaz bana merasimle silah kuşandırmanızı ve bu gece kalenizin
kilisesinde nöbet tutınama izin vermenizi yüce şahsınızdan istirham
ediyorum...
Hancı, çok gezmiş, çok yaşamış bir adamdı. Çeşit çeşit insanla
karşılaşmış ama böylesini hiç görmemişti. Kendisine ve başkasına
zaran dokunmadıkça onu idare etmeyi düşündü:
-Şövalye Hazretleri! Bunu seve seve yapanın. Benim için şereftir.
- Bu iyiliğinizi ömrümün sonuna kadar unutmayacağım. Zalim-
lerin elinden kunardığım zavallılara sizin için de dua etmelerini
söyleyecegim. Böylece her yaptığım hayırlı iş, sizin sevap lııi.nenize
de işlenecektir... Şimdi izninizle, kiliseyi gösterin de kutsal nöbeti­
me başlayayımı
-Üzülerek söyleyeyim ki, bizim şatonun kilisesi yoktur...
-Soylu Efendim! Eger benim dindar bir şövalye olup olmadıgı-
mı denemek istiyorsanız; biliniz ki ben dini bütün bir soyluyum.
Daha geçen sene, masrafını karşılayarak,· köyün kilisesini yeni beş­
tan tamir ettirdim. Papaz Efendi de çok yakın dostumdur. .. Söyle­
meye utanıyorum ama, köyün bütün fakirleri benden iyilik görmüş­
lerdir. Kapıma gelen hiç bir ihtiyaç sahibini geri çevirmemişimdir...

20
- Size bütün kalbinıle inanıyor, te�rik ediyorum! Ancak, tekrar
edeyim ki, şatomda kilise olmadığı bir gerçek!..
Don Kişot, büyük bir sükutu hayale ugradı. Duyduklanna ina­
namadı. Dinsiz bir soylunun elinden silah kuşanacağı için çok üz­
gündü:
-Sizin gibi iyi yürekli bir Bey, nasıl olur da Allah'a inanmaz?..
- Allah'a inanmadığırnı söylemedim ki!
-Ama kiliseniz yok?
- Evet yok, fakat bu Allah'a inanmadığımı göstermez ki!
- Özür dilerim, Senyor! Sizi anlayamıyorum!.. Allah'a inandığı-
nızı söylüyorsunuz ama karargahınızda kiliseniz yok. Burası aynı
zamanda bir askeri gamizon sayılır. Nöbetçileriniz, uşaklannız, mi­
safirleriniz var. Bunlann ibadet ihtiyaçlannı karşılamak, velev ki
inanmasanız dahi, kale komutanı olarak vazifenizdir.
Hancı güç durumda kalmıştı. Eğer bir şeyler uydurup bu deliyi
ikna edemezse işler kanşabilirdi... Son bir gayretle, ayak üstü, bula­
bildiği yalanlan sıraladı:
-Canım, Efendim! Beni yanlış anladınız. Hiç kilisesiz askeri gar­
nizon olur niu? Kilisemiz vardı elbette. Ancak çok küçük olduğu
için, daha büyüğünü yaptırmak üzere geçenlerde yıktırdım. E n kı­
sa zamanda, şöyle anlı şanlı, koca bir kilise yaptıracağım vallahi!...
Don Kişot, bu iyi yürekli, dindar soyluyu yanlış anladığı için çok
üzgündü:
- Sizden nasıl özür dileyeceğimi bilemiyorum, Soylu Efendim!
Affınıza sığınıyor, kabalığımı bağışlamanızı istirham ediyorum!..·
Hancı, üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi hafifledi:
- Esas yanlış anlamamza sebep olduğum için siz beni bağışla­
yın... Şahsen, sizin gibi dindar bir şövalye ile müşerref olduğum için
çok mutluyum!
-Allah size uzun ömür versin; mutluluğunuz daim olsun! Lüt­
fen, beni kilise yıkıntısının yanına götürünüz... Derhal nöbetime
başlamak istiyorum. Gözünüz arkada kalmadan, emniyet içinde
uyuya bilirsiniz!..

21
Hancı'da yine şafak attı: ·

-Bu adam, ya gerçekten zırdeli; ya da deli numarası yapıyor! de-


di içinden, kilise işine iyice kafayı taktı. ..
Müşterilerin hatın için onıi idare etmekten başka çaresi yoktu:
- Beni takip ediniz, dini bütün Şövalye! dedi.
Hancı önde, Don Kişot arkada ahırdan çıktılar. Adam, kahrama­
nımızı yıkık bir köpek kulübesinden geriye kalan enkazın yanına
getirdi!..
- Işte, Senyor; nöbet yeriniz burası! dedi ve cevap vermesini
beklemeden "iyi nöbetler" dileyip oradan sıvıştı ...
Yıkık köpek kulübesinin yanında bir su kuyusu, önünde de
müşterilerin hayvanlannı sulayacağı kocaınan bir maslak vardı. Yi­
git Şövalye, bir ileri bir geri gitmeye başladı. Ancak çok yorgun ol­
duğUndan göz kapaklan kendiliginden kapanıyordu. Uykusunu aç­
mak için, önce zırhını ve tolgasını çıkanp bir kenara bıraktı. Sonra
kuyudan su çekip yüzünü yıkadı. Eli kılıcında tekrar dolaşmaya
başladı. Hancı, kansı ve iki tenbel kızı, pencerenin gerisinden Man­
çalı Don Kişot'u seyrediyor; komik hareketlerine katıla katıla gülü­
yorlardı. O, herşeyden habersiz, büyük bir ciddiyeıle kutsal nöbeti­
ne devam ediyordu...
Sabaha kadar gözünü kırpmadan dolaştı durdu. Tanyeri ağanrken,
şövalye ilanedilmesine az bir zaman kaldığım düşünüyor, heyecandan
yerinde duramıyordu. Arada sırada masiağın içine koyduğU zırhı ile
tolgasına göz atıyor, anlaşılması zor şeyler nımldanıyordu. Derken, ka­
tırcılardan biri hayvanını sulamak uzere kuyuya doğru yaklaştı. Onu
gören kahramanımız, mızrağını havaya kaldırarak bağırdı:
- Ey yiğit Şövalye! Kim olursan ol, o silahiara fazla yaklaşma!
Onlar, bu memleketin en cesur şövalyesinin namusudur...
Katırcı, bu ikaza aldınş etmeme hatasını işledi. Masiağın başına
kadar gelip alaycı sözlerle şöyle dedi:
-Bu hurda şeylere de silah mı diyorsun, manyak herif!
Mançalı Şövalye'nin çok değer verdigi zırhı ile tolgasını kaptığı
gibi, kuyunun biraz ötesine, gübrelerin üzerine fırlattı.

22
Kahramanımızın, sinirden, bütün kanı beynine h ücum etti.. Ba­
şını göge kaldınp kısa bir dua etti:
-Ey, şerefli kimselelin koruyucusu yüce Allah'ım! Bileğime güç,
yüreğime cesaret ver!
Duasını bitilir bitirmez, mızragını iki eliyle sıkıca kavradı. Ka tır­
cıya öyle bir vuruş vurdu ki, adamın feleği şaştı. Boylu boyunca ye­
re uzandı. Şövalyemiz ayakian dibine, bayılmış olarak, düşen katır­
cıya hiç aldınş etmeden gezintisine devam etti.
Hancı da uyanmış, pencereden olayı bütün teferruau ile seyret­
mişti. Şövalyenin tehlikeli bir deli oldugunu gördükten sonra, onu
idare etmekie ne kadar isabetli davrandıgını anladı. Bir an önce şu
silah kuşandırma işini bitiıip başından savmaya karar verdL.
Eline eski bir hesap deftert aldL Iki tenbel kızına en güzel elbi­
selerini giyınelerini söyledi. Kızlar hazır olunca, hizmetçi çocugun
eline de bir şamdan tutuşturdu. Merasim mangası böylece hazırlan­
mış oldu. Hancı önde digerleıi arkada Don Kişot'un yanına indiler.
- Senyör, bana bu şerefi balışeden Allah'a şükürler olsun ki size
kılıç kuşandırmanın zamanı gelmiştir, dedi.
Kahraınanımız, bir çocuk uysallıgı ile, Hancı'nın önünde yere
diz çöktü. Hancı, elindeki hesap defterini açu. Üç defa,
- "Oremus, oremus, �remus" diye bağırdı. Dişiertnin arasından
anlaşılmaz dualar mınldandı. Birden bire elini kaldınp Don Ki­
şot'un ensesine haun sayılır bir tokat indirdi... Bu yetmiyormuş gi­
bi, başını eğmesini söyleyerek, kılıcın kabzası ile sınına vurdu.
Mançalı Şövalye, bütün bu saçmalıklann, merasirnin gereklertn­
den oldugunu düşünüyor, sesini çıkarmıyordu ... Hancı, küçük kı­
zına bir göz işareti yapuktan.sonra, kılıcı onun eline verdi:
-Soylu Senyora, lütfen şövalyemize kılıcını kuşandınnız! dedi.
Kız, gülmernek için dudaklannı ısırdı. Alçak bir sesle:
-Ey Soylu Şövalye, Mançalı Don Kişot, ayağa kalkınız! dedi. O
da babası gibi anlaşılmaz dualar mınidanarak kahramanımıza kılıcı­
nı kuşandırdı.
Hancı, diğer kaurcılann uyanıp oyunu bozacaklanndan korktu­
gu için merasimi kısa kesrnek niyetinde idi:

23
- Ey Soylu Şövalye, bütün savaşlannızda Allah yardımcınız ol­
sun. Yüreğinize cesaret, bileğınize güç versin. Merasim bitmiştir.
-Sakın unuttugunuz lüzumlu bir kelime olmasın; her şeyin tam
oldugundan emin misiniz?..
- Bana güvenebilirsiniz Senyor. Sizi yeminle temin ederim ki,
ben ne kadar soylu bir derebeyi isem; siz de o kadar gerçek bir şö­
valyesiniz anık!..
- Soylu Efendim! Bu iyiliğinizi asla unutmayacağım. Size gelin­
ce güzel Senyoralar... Söyleyiniz, lütfen! Bir yerlerde kötülügünüzü
isteyen düşmanlannız varsa hemen gidip analanndan dogduklanna
pişman edeyim!
Ikisi de gülerek teşekkür ettiler. Böyle bir düşmanlan olmadığı­
nı söylediler. Hancı'ya gelince... O da yemin ederek kimse ile bir
alıp vereceği olmadığını tekrarladı.
Don Kişot, bunun üzerine, soylu derebeyine döndü:
- O halde, dünyanın en mutlu şövalyesine izin verin! Kim bilir,
beklerneye tahammülleri kalmamış kaç zavallı, Mançalı Yiğit Şöval­
ye Don Kişot'un yolunu gözlüyordur. Onlan daha fazla bekletmek
istemiyorum.
-Evet, evet! Yerden göge kadar hakkınız var yigidim! Geç bile
kaldınız...
Hancı, bu deliyi bir an önce başından defetmek için uşağına ses­
lendi:
- Oglum, koş yiğidimizin soylu atını getir!
Don Kişot'u kızdırmadan masraflan istemenin bir yolunu anyor­
du. Sesine tatlı bir ton vererek söze başladı:
- Sayın soylu ve de şerefli yigidim! Kılıç kuşandırma merasimi
için harcadığım emeklerin hepsi sana helal olsun. Ancak, zannetti­
ğin kadar zengin bir soylu değilim. Eğer atınız ve kendiniz için edi­
len masrafiann bedelini ödeme büyüklügünü gösterirseniz; bunu
hiç de geri çevirmem ...
- Soylu Efendim! Okudugum şövalye romanlannın hiçbirinde
gezgin şövalyelerin para taşıdığına rastlamadım. Ben de bu gelene­
ğe uyarak yanıma bir kuruş almadan yola çıkıım...

24
-Para, ekmek ve su kadar gerekli ihtiyaçlardan oldugu için yaz­
maya lüzum görmemişlerdir. Siz bu işte acemi oldugunuz için, tec­
rübeli bir derebeyi olarak size nelerin lazım oldugunu söyleyeyim:
En başta bir seyise ihtiyacınız var. Seyisi olmayan şövalyeyi kimse
ciddiye almaz.
-Çok hakiısınız Efendim! Bunu nasıl oldu da düşünemedim?..
-Sonra bolca temiz çamaşırlannız olmalı. Üstü başı kir içinde,
ter kokan bir şövalye de pek sevimli degildir.
- Bu da dognı!
- Sonra efendim... Yaralandıgınız zaman, yaralannızı iyileştire-
cek bir kutu merheminiz olmalı. Hepsinden daha önemlisi bolca.
para... Unutmayın, bolca para...
- Bu para işinden pek hoşlanmadım, Efendim! Oldum olası faz­
la para taşımayı sevmem. Parası çok olanın düşmanı da çok olur...
- Yigidim, sende düşmandan korkacak göz olsaydı şövalyelige
soyunmazdın... Eger benim soylu bir derebeyi olduguma inanıyor­
san, sözlerime kulak vermelisin. Düşün bir kere: Diyelim uzun bir
seferde, yorgun ve aç, yolun fakir bir köylü kulübesine veya çoluk
çocugunun nafakasını temin etmek için ter döken bir haneının evi­
ne düştü; ki bu sık sık olacaktır. Ne yapacaksın? Kılıcını çekip
adamcagızlara zorla kendinin ve atının karnını mı doyurtturacak­
sın?.. Eger böyle yaparsan adın kısa zamanda lekelenir, "soygun­
cu"ya çıkar!.. Söyle soylu Senyor; haksız mıyım? ..
-Sevgili Derebeyi! Bir kere daha ne bilgili ve ne şerefli bir soylu
oldugunuzu anlamış bulunuyorum. Verdiğiniz ögütleri unutmaya­
cagım. En kısa zamanda size olan borcumu ödeyecek, soyguncu bi­
ri olmadıgımı isbat edecegim!. ..
-Haydi yolun açık olsun, açık sözlü, yigit Don Kişot! Sana silah
kuşandtran soylu kişiyi unutma!
Mançalı Şövalye, atma atladı. Hancı'ya, iki kızına, Rosinenta'yı
getiren uşağa ayn ayn veda etti. Mızrağı ile onlan selamiayıp yola
çıktı. Hancı, arkasından el saHarken ondan kurtulduguna pek sevi­
niyordu...

25
DON KiŞOT'UN iLK MACERASI

)lı /1 ANÇALI ŞÖVALYE, atının iç güdüsüne irimat ederek diz­


' VL ginlerini serbest bıraktı. Soylu da olsa, hayvanın gideceği
yer ahınnın bulunduğU köyden başka neresi olabilirdi. Rosinen­
ta'nın köye doğru yol değiştirdiğini kahramanımız da farketmişti.
Bu gidişini hayra yararakşöyle dedi:
- Rosinenta'm, sen benim gözümde Renand'ın Bayard'ından da­
ha kıymetlisini Köye doğru yönelişinde mutlaka bir sebep vardır.
Bence de şimdilik işin en doğrusu, evimize dönüp şövalyelik için
gerekli ihtiyaçlanmızı temin etmektir. Para, iç çamaşirlan ve mer­
hem kutusu kolay... Ama iyi bir seyiSi nereden bulmah? Papaz1a
Berber bu işe asla yanaşmazlar. Baştan beri şövalyeliğe karşı olan bu
adamlardan seyiS olmaz ...
Düşündü, taşındı sonunda seyisliğe tam layık birini buldu: San­
ço Panza ... Bu adam, aynı köyde oturan, otuzuna yeni basmış, şiş­
man, kısa boylu, temiz yürekli, saf bir köylü idi. Her şişman gibi,
uykuyu seven, fazla çalışmaktan hoşlanmayan midesine düşkün,
neşeli biriydi... Cesareti de bir parça eksikti. Ancak, bu küçük ay­
nntılann fazla önemi yoktu. Neticede bu adam kahramammıza se­
yiSlik konusunda biçilmiş kaftan gibi göründü.

26
Böyle tatlı hayallere dalmış giderken, ağaçlann arkasından bir
inilti duydu... Iniltiler, çok geçmeden çığlıklara dönüştü. Don Kişo.t,
atını sesin geldiği yöne doğru sürdü. Ağaçlıklann içine dalınca, me­
şe ağacına bağlanmış bir at gördü. Çığlıklar ondan gelmiş olamaz­
dı... Dikkatle etrafı gözden geçirince, biraz ileride yine meşe ağacı­
na bağlanmış bir delikanlı gördü. Bağıran oydu. Çığlıklar da boşu-
·. na değildi. Sağlam yapılı bir köylü, elindeki kayışı oğlanın sırrına
indiriyordu. Hem vuruyor hem de öğüt veriyordu:
- Dilini tut, gözünü aç!
Zavallı dayağı yedikçe,
-Tövbe Efendim, bir daha yapmayacağım! diye inliyordu.
Don Kişot, bu manzara karşısında daha fazla bekleyemezdi:
- Be hey görğüsüz Şövalyeı diye bağırdı, utanmıyor musun, sa­
vunmasız bir zavallıyı dövmeye?.. Atımza binin, kılıcınızı çekin! Bu­
nun cezasını pek pahalı ödeteyim size!
Köylü, kargısını bumuna dayamış olan bu silahlı korkuluk kar­
şısında, nerede ise küçük dilini yutmak üzereydi. Kendisini güçlük­
le topariayıp kibarca karşılık verdi:
-Sayın Senyor! Izin veriniz de şu tatsız gibi görünen durumu si­
ze açıklayayım. Ben, söylediğiniz gibi şövalye filan değilim. Ağaca
bağladığım çocuk, benim çobanımdır. O kadar dikkatsiz ve vur­
dumduyınaz bir uşaktır ki, sürümden her gün birkaç koyunu kay­
beder. Bu gidişle sürüden bir tek koyun kalmayacak. Nasihat kıı.r et­
meyince ben de mecburen dayağa baş vurdum. Ya, Efendim!.. Va­
ziyet işte bundan ibaret. Şimdi bana ne yapacaksanız razıyıın...
-Sen ne diyorsun delikanlı? Efendin doğru mu söylüyor?..
- Kutsal Kitap üzerine yemin ederim ki yalan söylüyor Senyor!
Kendisinde birikmiş olan ücretimi vermemek için bu yola başvuruyor.
Mançalı Şövalye sinirden tirtir titredi. Adama öyle bir bağınş ba­
ğırdı ki, yer yerinden oynadı:
-Bana bak iğrenç herif! Tez, şu delikaniıyı çöz ve parasını da he­
men eline say! Yoksa, yemin ederim ki, seni şu mızrakla delik deşik
ederim!

27
Köylü, tek kelime etmeden oğlanı çözdü. Sıra para işine gelince
yan çizdi:
-Pek saygıdeğer şövalye! Ne yazık ki, yanımda bir tek kuruşuro
yok. Andreas -demek çocuğUn adı buymuş- benimle eve gelsin; bü­
tün parasını eline sayacağım.
- Ben mi! Onunla gitmek mi?.. Asla, Efendim!.. Siz buradan ay­
nlır aynlmaz, değil paramı vermek, derimi yüzer vallahi!
-Hayır, hayır! Kılına bile dokunamaz! Böyle birşey yaptığı taktir­
de, işte yanında söylüyorum, anasından doğduguna pişman ederim
onu... Şövalyelik adına yemin eder de paranı ödeyeceğine ve sana bir
tek tokat atmayacağına söz verirse; ancak bu şartla kendisini serbest
bırakacağım. Aksi taktirde şuradan şuraya bir adım atamaz!..
Köylü, şövalyelikten başka her şey üzerine yemin ederek çoba­
nın parasını son kuruşuna kadar, hem de kokulu paralardan, öde­
yeceğine söz verdi.
Don Kişot, çok hayırlı bir iş yapmlŞ olmanın gönül rahatlığı için­
de Rosinenta'ya atladı. Bir şövalye için gerekli olan ihtiyaçlannı te­
min etmek üzere köyüne doğru yol aldı.
Köylü, kahramanımızın iyice uzaklaştığından emin olduktan
sonra, uşağım alaycı bir sesle çağırdı:
- Gel bakayım buraya, sevgili Andreas! Alacağını, koruyucu me­
leğinin istediği biçimde, ödeyeyim!...
- ödeyeceksirriz tabii! dedi çoban. Hele bir ödemeyin de, nasıl
geridönüp dediğini yapıyor, görürsünüz.
Adam, hızla oğlanın kolundan yakaladı. Onu ayuı ağaca bağla­
dı. öyle bir dövdü, öyle bir dövdü ki; anasından emdiği sütü bur­
nundan getirdi....
- Haydi bakalım, hain uşak! Çağır kurtaneını da, imdiidına gel­
sin... Söyle ha! Yüzeyim mi o nazik derilerini?..

Kahramanımız, zavallı çobanın çektiklerinden habersiz, bütün


gıln yol aldı. Inihisini dindireceği başka bir zavallı ile karşılaşmadı-

28
ğına çok ı1zıllüyordu... "Gezgin bir şOvalye için en sıkıcı şey, hiçbir·
macera ile karşılaşmadan tenbel tenbel at sürmektir herhalde" diye
geçirdi içinden.
Böyle tatlı hayallere dalınış giderken uzaktan bir atlı gurubunun
yaklaştığım gördü. Işte macera başlıyordu... Gelenler, bir tüccar ka­
filesiydi. Önde atianna kurulmuş altı şemsiyeli zengin, hemen arka­
. lanndan otılan takip eden dört atlı uşak, üç de katır seyisi vardı. An­
cak bunlar, Don Kişot'a kılık değiştirmiş haydutlar gibi göründüler...
Mançalı Şövalye, üzengiler üzerinde diltildi. Mızrağını iki eliyle
sıkıca .kavradı. Hamle yapmak üzere yolun ortasında beklerneye
başladı. Tüccar kafilesi iyice yaklaşınca, at üzerinde sınk gibi bir
adaının kendilerini karşılarlığını görüp şaşırdılar. Yanına gelince,
bunun şövalye bozuntusu bir üşütük olduğunu atılaınakta zorluk
çekınediler.
Don Kişot, onlara hağırdı:
- Durun bakalım beyler! Necisiniz, nereden gelip nereye gider­
siniz?.. Kim olduğunuzu isbat etmeden, bir adım daha ileriye ata­
mazsınız!
Tüccarbaşı alttan aldı:
- Pek saygıdeğer, soylu şövalye! Kim olduğumuz kıyafetlerimiz­
den aniaşılınıyor mu? Gördüğünüz gibi, toplum hizmeti yapan tüc­
car!anz. Bunlar da uşaklanmız... Niyetiniz bizi soymak değildir her­
halde. Çünkü şerefli bir soyluya benziyoısunuz...
- Bana bak, kendini akıllı zanneden adam! Birkaç övücö sözle
beni kandıracağını mı zannediyorsun?.. Çıkann hüviyetlerinizi gö­
receğim. Kim olduğunuza ancak o zaman karar verebilirim.
Tüccarbaşı, kahramanlanmızın sözden anlamaz bir zırdeli oldu­
ğuna karar verdi:
- Çekil yolumuzdan be serseri! Kendini karakol komutanı mı
sandın?
Adamın bu sözleri, suyu taşıran son damla oldu. Kahramanımı­
zın tepesi attı ... Böyle bir hakareti ancak kan temizlerdi. Tüccarba­
şına hamle yapmak üzere mızrağım ileri doğru uzattı. Rosinenta'nın

29
dizginlerine asıldı; onu şaha kaldırmak istedi. Zavallı at... ön ayak­
lannı kaldırması ile kayıp boylu boyunca yere uzanması bir oldu.
Atından düşen kahramanımız, kendisini bir çukurda buldu. Kalk­
maya çalışırken silahianna dolaştı. Bir türlü ayaga kalkmayı becere­
medi. Yattığı yerden bezirganlara tehditler savuruyordu:
- Kaçmayın alçaklar! Hele bir kalkayım, size dünyanın kaç bu­
cak oldugunu gösterecegim! Büyucıilerin azizligine ugrayıp atımdan
düştüm diye beni güçsüz biri zannetmeyin!..
Bezirganlann arkasında bekleyen uşaklardan biri dayanamadı.
Don Kişot'un yanına koştu. Mızragını elinden alıp parçaladı. En bu­
yuk parçayı degnek gibi kullanarak kahramanımızın sırtına indir­
meye başladı. Bezirganbaşı bağırdı:
- Bırak oglum, zavallıyı öldürecek misin! Adamdan sayıp hesa­
bını sorarlar. ..
Uşak efendisinin yanına döndü. Kervan harekete geçip yoluna
devam etti. Tabii kahramanımızı o halde bırakarak:
Don Kişot, adamlar gittikten sonra tekrar kalkmayı denedi. Bü­
tün eklem yerleri agnyordu. Sırtı, yedigi sopadan, çürükler içinde
kalmıştı...

30
DON KiŞOT'UN HAZiN DÖNÜŞÜ

C7 LK MACERASI fazla başanlı geçmediği halde kahramanımız,


::J yine de, kendisini teselli edecek noktalar bulup çıkardı:
-Adamlar, ucuz atiattı değil mi Rosinenta? Eğer kötü cinler aya­
ğım kaydırmamış olsalardı, serserilere Mançalı Don Kişot'un kim ol­
duğUnu gösterirdik Sadece seni düşürmekle kalmadılar. Benim de
tepeme çöküp kalkınama engel oldular. Bu maceramızda gördük ki,
şerefli bir kişi düştüğü zaman ona ilk darbeyi ayak takımı indiri­
yor. ..
Kalkmak için bir iki sefer daha denemede bulundu ama ne
mümkün!.. Bütün kemikleri dökülmüş de onlan toplayamıyormuş
gibi bir hisse kapıldı. Eğer birileri yoldan geçerken onu görüp yar­
dım etmezse, yandığı gündü...
Don Kişot, sızlayan yaralannın acısına katlanmak için dişlerini
sıkarken, bize göre Hancı ona göre ise Soylu Derebeyi'nin öğütleri­
ni hatırladı: "Bir şövalyenin çantasında mutlaka bir kutu merhem
bulunmalıdır..." Eğer yanında merhemi olsaydı, sırtındaki çürükle­
re sürer, acısını dindirirdi. Eve döner dönmez ilk fırsatta bir kutu,
hatta iki kutu, yara merhemi temin etmeye karar verdi. Sonra, bir
seyis, bolca para ve temiz çamaşır...

31
Kahrarnanımız, acılannı dindinneye yarar düşüncesi ile, şövalye
kitaplanndan ezberledigi birkaç şiiri okumaya başladı.
Rastlantı bu ya, tam o şiirlerini okurken, kapı komşusu bir köy­
lü yoldan geçiyordu. Yerlerde yuvadanarak şiir okuyan Mançalı Şö­
valye'yi gordü. Bu şekilde şiir okuyanına ilk defa rastlıyordu. Ada­
ının sadece şiir okuyuş biçimi degil, kıyafeti de çok acaipti... Merak
içinde yanına yaklaştı. Ne olur ne olmaz diye bildiği dualan okuyup
Allah'a sığindı:
-Kolay gelsin arkadaş! !n misin cin misin, neyin nesisin?.. Yok­
sa büyücülerin hışrnrna ugrarnış bir zavallı mısın?
Acaip kılıklı adarndan cevap alamayınca, kısa bir dua daha oku­
yup kahrarnanırnızın sapa darbeleriyle pararn parça olan siperliğini
kaldırdı. Toz toprak içinde kalmış yüzünü temizledi. Yüzü onaya
çıkınca, köylü Don Kişot'u tanıdı:
-Bak hele! Senyar Kesada, bu ne hal?..
Bizirnki, başındaki adarndan habersiz, şiir okumaya devarn edi­
yordu. Konışusu, Soylu Kesada'nın aklını kaçırdıgına kanaat getirdi:
-Vay, bizim iyi yürekli, akıllı Bey'irniz!.. Sizi bu hale kim getir­
di ise, Allah belasını versin!
Mançalı Yiğit, şiir okuruayı bitinniş; bu sefer de roman kahra­
rnanlarıyla sohbet etmeye başlamıştı. Kendisinde olrnadıgı rnuhak­
kaktı... Konışusu, yarası beresi var mı diye bakmak için zırhını ve
tolgasını çıkardı. Sınırnn çürükler içinde oldugunu görüp başına
çok kötü şeyler geldigini anladı. Zırhını ve silahlannı topladı. Onla­
rı Rosinenta'ya, Don Kişot'u da eşegine yııkledi. Bir an evvel köye
yetişrnek için yola çıktı.
Vefalı komşu, Soylu Bey'irnizi şatosunun kapısına kadar götür­
dü. Ev halkı efendilerini o halde görünce çığlık çığlığa etrafa koşuş­
turdular. Uşak, Mançalı Şövalye'yi odasına taşırken; kahya kadın da
yatagını hazırlıyordu. Yeğen, bağinp çagınnaktan, şövalye romania­
nna küfretmekten başka bir iş yapmıyordu.
Papaz Efendi ile Berber Nikolas, Don Kişot'un şatoya döndüğü­
nü haber alır almaz, işi gücü bırakıp, dogruca yanına koşrnuşlardı.

32
Dostunu o halde görünce, Berber Nikolas, bir an için kendisinin
okuma yazma bilmez biri olduğunu unutup şöyle bagırdı:
- Efendimizi bu hale getiren, o lanet olası kitaplardırı Ben !span­
ya kralı olsam, bütün yazarlan yazdıklan kitaptarla birlikte ateşe
atardım!..
- Bütün kitaplan degil, zararlı kitaptan ... diye düzeltti Papaz
Efendi.
- Evet, bütün zararlı kitaplan ve zararlı yazarlan ... diye tasdik
etti Berber.
Kız yegen, bu adaletli karara pek sevindi:
- O halde, yanndan tezi yok, amcaının bütün kitap!annı yaka­
Jım, dedi.
Kahya Kadıı:i, bu kötü kalp li, çirkin ve evde kalnıı:ş kızı pek sev­
mezdi ama verdigi fikir hoşuna gitmişti:
- Evet, hepsini yakalımı diye bagırdı.
Uşak, yakma işinde kararsız kaldı. Belki de, evde söz hakkı ol­
madıgını düşünerek susmayı tercih etti...
Kallramanımız, kitaplan hakkında verilen bu feci karardan ha-
bersiz, derin bir uykuya dalmışu.
Papaz Efendi:
- Bırakalım, dostumuz uyusun; biz işimize bakalım... dedi.
Hep birlikte kitap odasına gittiler. Oda hınca hınç kitap doluy­
du. Döşemede bile ayak basacak boş yer kalınaınıştı.
Nikolas Usta:
- Hepsini pencereden aşagıya atıp avlunun onasına yıgalını...
dedi, ondan sonra da ateşe verir; seyrine bakanz.
Papaz itiraz etti:
- Hayır, dostum! Kitaplar yargılanacak. .. Ben pencere kenanna
oturacagım. Sizler kitaplan tek tek bana uzatacaksınız. Zararlı oldu­
ğuna karar verdigiıni, yakılmak üzere aşagıya atacagım.
Kız ve yegen bagırdı:

33
- Kutsal kitap üzerine yemin dererim ki, hepsi de zararlıdır ve
yakılınayı haketmişlerdiri Amcaını bu hale getiren onlardır...
Berber Nikolas, daha zekice davrandı:
-Eğer, zararlı mı zararsız mı diye tek tek gözden geçirirseniz; bu
işi bir haftada bitiremeyiz. Senyar Kesada, kendine gelir gelmez,
mutlaka bize engel olur...
.
Papaz Efendi, yeğenle Nikolas Usta'nın elifi görse mertek sanan
cahil kimseler olduğunu bildiği için tekliflerini kabul etmek istemi­
yordu. Vicdanını rahatlatmak maksadıyla şöyle bir karara vardı:
-Bana verdiğiniz ilk on kitap içinden işe yarar bir eser çıkmaz­
sa, bu demektir ki diğerleri de orılara benzer şeylerdir. Ancak bu
şartla hepsinin yakılınasına razı olabilirim.
Yeğen, bütün kitaplann zararfı olduğuna öylesine inanınıştı ki,
-Tamam! Çok yerinde bir karar!.. diye tasdik etti.
Berber Nikolas'ın uzattığı ilk kitap "Amadis de Gaula" idi.
Papaz Efendi onu inceledikten sonra:
- Kitabın başında, bunun Ispanya'da basılan ilk şövalye romanı
olduğu yazılı. Ne tesadüf! En zararlı kitabı elime vermiş bulunuyor­
sunuz ... dedi ve onu açık pencereden aşağıya fırlattı.
Ikinci kitap, "Esplandian'ın Kahramanlıklan" adını taşıyordu.
- Bu da en az öbürü kadar zararlı, dedi Papaz. Senyar Kesa­
da'dan duyınuştum; Esptandian denen adam, güya Amadis'in oğlu
imiş ...
Ikincisi de yakılınayı lıaketmiş, birincisinin yanına uçmuştu.
Üçüncüsü hepsini güldüren bir kitap u: "Yunanlı Amadis"...
- lspanyol Amadis'ten sonra bir de Yunanlısı çıktı; ne saçma şey!
dedi Papaz ve onu da aşağıya attı.
Dördüncüsünün adı, "Haçlı Şövalye" idi. Papaz çok sinirlendi:
-Işte, "her haçm altında bir iblis yatar" sözünü söylettiren bu tür
kitaplardır, diye bağırdı. Kapağını bile açmadan aşağıya gönderdi.
- "ŞövalyeninAynası" aşağıya! "Şövalye Don Olivante" aşağıya! "Şö-
valye Platir" aşağıya! "Fdix Marte'nin Maceralan" aşağıya!. ......

34
Berber Nikolas, dayanarnayıp bağırdı:
- Peder, aşağıya gidenler yirmiyi buldu! Bana kalırsa, bu kitapla-
nn hepsi "Aşagılık"!..
Kahya Kadın'la Yeğen de bu göıiişe katıldılar:
- Evet, bize gore de hepsi "Aşagılık" şeyler!.. Bütünü ateşe verilmeli.
Don Kişot'un bir servet tutan bütün kitaplannı el birliği ile aşa-
ğıya attılar. Hem de kucak kucak. .. Ne şiir kitaplan, ne felsefe kitap­
lan ne de bitkilere ve hayvaniara ait bakım kitaplan bahÇedeki yı­
ğınlann arasına kanşmaktan kunulabildiler__ _
Kitap yakma işini, kötü kalpli yeğen üzerine aldı. Onlan ateşe
verirken, tarifi imkansız, menhus bir lezzet alıyordu...

Don Kişot, iki gün sonra ayağa kalktığı zaman kilapiann yerin-
de de yeller esiyordu. Ilk sorduğu şey,
- "Kitaplanm nerede?" oldu ...
Kahya Kadın, üzgün bir tavır takinarak cevap verdi:
- Anık ne kitap ne de kitaplık kaldı!.. Siz yatarken şeytah alıp
götürmüş...
Yeğen:
- Şeytan değildi o! dedi, büyücü idi... Kara bir buluta binmiş
olarak geldi. Hepimizi mumyalanmış gibi etkisiz hale getirdikten
sonra, bütün kitaplannızı buluta yükleyip götürdü . . . Giderken şöy­
le bağırdığını hatırlıyorum:
- Ben büyücülerin kralı Munaton'um! Hiç bir fani benimle boy
ölçüşemez! Bu fani, Mançalı Don Kişot bile olsa vız gelir!
- Kızım senin zekan biraz noksancadır_ _ . Şu, büyücünün adını
yanlış duyınuş olmayasın! . . Munaton mu dedi, yoksa Freston mu?
- Ne bileyim, amca' Korkudan kanştırmiş olabilirim. Ancak, so­
nu "Ton" ile bitiyordu; bundan eminim. . .
- Tamam, mutlaka Freston iblisiydi o ! Kötülükişlemede öyle usta­
dır ki, şeytanı bile kıskandınr. Kitaplanını götürmekle, beni ilhamsız

35
bırakacagını sanıyar. Emeklerinin boşa gittiğini duyunca deliye dö­
necek. Zira, ihtiyacım olan ilhamlan büyük şövalye ruhlan ziyadesi
ile veriyorlar!..
Don Kişot'un bu sözleri yegenine mi , yoksa gerçekten Freston'a
mı söylediginden emin değiliz... Bildiğimiz, kızın, kitaplan yakma­
nın işe yaramadıgını duyunca pek fena üzülmüş olduğudur.
Kitaplan yakınakla Senyar Kesada'yı Şövalyecilik hastalığından
kurtaramadıklan için Papaz Efendi ile Berber Nikolas da çok üzül­
müşlerdi. Ancak olan olmuş; Don Kişot'un bir servet tutan kitapla­
n kül olup gitmişlerdi.
Papaz, yegene, amcasını göz hapsine almasını, görüp işittiği her
şeyi gelip kendisine anlatmasını tenbih etti. Kız bu işi severek yapa­
cağını söyledi. lyi veya kötü olduğunu düşünmeksizin bir işe yara­
dıgına seviniyordu ...
Muhbir yeğen, Don Kişot'un sık sık Sanço Panza adındaki fakir
köylünün evine girip çıktığını ancak çok uğraştığı halde neler ko­
nuştuklannı duyamadığını Papaz'a haber verdi. Birkaç gün sonra,
iki tarlasını satıp paraya çevirdiğini, bolca temiz çamaşır ve beş ku­
tu yara merhemi aldığını da söyledi...
Mançalı Şövalye'nin Sanço Panza'yı ikna etmesi çok zor oldu.
Şövalye seyisliğinin çok şerefli ve çok kazançlı bir meslek olduğunu
baliandıra baliandıra anlattı. Sanço Panza:
- Şerefini boş verin de, çünkü o soylulann değer verdiği bir şey­
dir, siz getireceği kazançtan bahsedin Senyar, dedi. Benim bu işten
kazaneını ne olacak? Kaç para maaş vereceksiniz?
-
Ah Sevgili Sanço! Şövalyelik konusunda ne kadar da c�hilsin.
,

Okuduğum kitaplann hiç birinde şövalyelerin seyislerine maaş öde­


diğine rastlamadım.
- O zaman unutalım bu işi, Senyar Kesada!
- Kaç defa söyledim, oglum! Kesada değil; Mançalı Şövalye Don
Kişot'um ben!..
- Valiahi kim olduğunuz umurumda değil! Kendinize başka bir
enayi bulun...

36
- Hemen vaz geçme, oğlum! Öyle zannettiğin gibi beleşe çalıştı­
racak değilim. Gezgin Şövalyeler çok kısa zamanda krallıklar, ada­
lar fethederler. Böyle çok toprağımız olunca sana da bir iki ada dü­
şer elbette...
- Ben o kadar aç gözlü biri değilim. Bir ada verseniz fitim...
- Verdim gitti!
- Iyi hoş da, onada ada yokken ben size on tane bağışlayayım is-
. ı. . .
tersenız
- Inan Sanço! Çok kısa bir zamanda adana kavuşacak, Osmanlı
Paşalan gibi yöneteceksin orasını...
- Bana çok iyiliğiniz dokundu, nankörlük edecek değilim. Aynca
sizi doğru sözlü bir Bey olarak biliyorum. Öyle diyorsanız, öyledir...
- Aferin be Sanço ı Beni kırmadığın ve kader arkadaşlığı yapma­
ya razı olduğun için teşekkür ederim. Ancak, bütün konuştuklan­
mız aramızda kalsın. Kanna bile bundan söz etmeyeceksin...
- Senyar Don Kişot, siz anlaşılan kanını iyi tanımıyorsunuz. Çok
meraklı ve meraklı olduğu kadar da gevezenin biridir.
- Bunda şaşacak bir şey yok ki, bütün kadınlar öyledir...
- Sorarsa, birbirimize masal anlattık diyecek değilim ya!
- Canım, çok karlı bir işe çıkacağını söylersin olur biter. Gerisi-
ni anlatmak zorunda değilsin.
- Peki, Senyor; bir yolunu bulurum ...
- Bak oğlum! Ben bütün hazırlıklanmızı tamaınladım. Iki tarla-
mı satıp paraya çevirdim. Paralar sende kalacak. Ihtiyacımız oldu­
ğunda sen harcayacak, hesabını sen tutacaksın. Oldum olası çok pa­
ra taşımayı sevmem. Zaten gezgin bir şövalyenin bunlarla uğraşacak
zamanı yoktur. Kısacası, benim maliye bakamın olacaksın.
- Itimadınıza layık olduğumu gösterecek, bir kuruşunuzu ziyan
etmeyeceğim.
- Bolca iç çamaşın ve yara merhemi de aldım...
- Çamaşır iyi de merhem nesi oluyor, Efendim? Yaralı mısınız
yoksa!

37
- Yararn filan yok, ama ileride olacak!.. Devlerle, zalimlerle, bu
mesleği kötüye kullanan şövalyelerle çarpışırken elbette yaralanabi­
lirim. Ne demişler: Iki testi birbiriyle çarpışınca, biri kınlırsa, öbü­
rü de en azından çatlar...
- Doğrusunu söylemek gerekirse, bu testi hikayesini pek sevme­
dim. Ne testi olmaya, ne de başka bir testi ile çarpışmaya hiç niye­
tim yok. ..
- Sen savaşmayacaksın elbette! Bu, soyluların işidir. Eşyalarımı­
za sahip ol, atıma iyi bak yeter.
- Soylu biri olmadığıma çok sevindim, Efendim! Çünkü, kavga­
dan nefret ederim. Bu güne kadar elime çoban sopasından başka si­
lah almadım.
Iki ortak, kimseye hissettirmeden, gece yarısı yola çıkmaya karar
verdiler. Don Kişot:
- Seni, bizim kümesin arka tarafında bekleyeceğim, dedi.
- Tamam Senyor! Bir kedi gibi sessiz olacağım... Siz hiç merak
etmeyin.
Don Kişot çıkıp gidince Sanço'nun karısı Teresa odaya daldı:
- Bana bak herif! O kaçıkla neler konuştunuz öyle vıdır vıdır?
- O kaçık değil, soylu bir Bey'dir; sözlerine dikkat et!
- Eskidendi o! Kafayı üşüttüğü bütün köyün dilinde dolaşıyor!..
- Kim ne derse desin ... Benim efendim akıllı bir adamdır!
- Nereden senin efendin oluyormuş, bakayım! Siz birşeyler çe-
viriyorsunuz ama ne olduğunu bilmiyorum. Çünkü sen de ondan ·

aşağı kalır bir deli değilsin...


- Yakında ada valisi olup Osmanlı Paşaları gibi sırmalı elbiseler
giyince görürsün; kim deli kim akıllı imiş!..
- Ha haay! Güldürme beni! Sen kim ada valiliği kim tenbel he­
rifl .. Keçi gütmekten aciz bir adam, vali olacakmış...
- Bu iş erkek işi! Sen anlamazsın. . .
- Ister vali ol, istersen at bakıcısı; benim için farketmez. Yeter ki
bizi ele güne muhtaç etme! Bu işte para var mı, para!.. Sen ondan
haber ver!

38
- Hem de istemedigin kadar... Çok yakında atlı araba ile gezer­
sen, sakın şaşma!
- Ticarete mi başlıyorsunuz?
- Evet, çok karlı bir ticarete. Ama, sakın kimseye bahsetme bun-
dan. Efendim, bütün parasını bana emanet edecek. Alış veriş işine
ben bakacagım.
- Aklım pek yatınadı bu işe ama, ne yapalım dedigin gibi olsun.

Gece yansını geçtiginde, bütün köy uykuya dalmıştı. Köpek


havlamalanndan başka ses duyulmuyordu. Sadece iki kişi uyanıktı:
Don Kişot ve seyisi Sanço Panza ... Işler, beklediklerinden de kolay
gitmiş; kimselere duyunnadan Mançalı Şövalye'nin dedigi yerde bu­
luşınuşlardı.
Kahramanımız Sanço'yu görünce:
- Işte bu olmadı! diye bağırdı.
- Ne var, Efendim! Bizi bir gören mi oldu? ..
- Hayır ınesele o degil!
- Senyor, lütfen sessiz olun... Mesele nedir?
- Okuduguın şövalye romanlannın hiç birinde eşekli seyise rast-
lamadıını Bu eşek de nereden çıktı? ..
- Kusura bakmayın ama, atınız sizin için ne kadar kıyınetli ise;
boz eşegiın de benim için o kadar kıyınetlidir, Soylu Efendim!..
- Ne ise, kazanacagıınız ganiınetler arasından bir at çıkıncaya
kadar onunla idare et...
- Senyor, eger sizce mahzuru yoksa; onu degil bir, on tane gani­
ınet atı ile degişmek niyetinde degilim...
- Peki, peki bunlan daha sonra da konuşabiliriz. Kimseleri uyan­
clırmadan buradan uzaklaşalım.

Şato halkı ve Panza ailesi uyandığında, bizimkiler köyden en az


on fersah uzaklaşmış bulunuyorlardı...

39
Sanço, lafı ada valiligine getirmek için bir soru sordu:
- Efendim, bir şey sorabilir miyim?
- Sor Oğlum. Soru ilmin kapısıdır...
- Ben ada valisi olunca, kanm neci olur? Yani onu ne diye çağı-
nrlar; prenses mi derler, senyara mı? ..
- Kannı kraliçe, çocuklarını da prens veya prenses diye çağınrlar!
- Breh, breh! Bizim eli nasırlı kandan da ne kraliçe olur ya'..
Gerçek kraliçeler duysa, inanın, onu bir kaşık suda boğarlar. Çün­
kü, haspa, incelikten hiç nasibini alanıanııştır. Kadından çok, erkek
gibi yürılr. Her şeye rağmen, yine de onu çok severim, Senyor. Evi
şahin gibi çekip çevirir. Bana ve çocuklanma iyi bakar. Eğer o olma­
sa, yakanııza bit dıışerdi. ..
Don Kişot, bu iyi yürekli seyisi sevmeye başlamıştı. Iç hesaplan
olmayan, dobra bir adamdı. Kansına ve çocuklarına bağlı olan,
efendisine de bağlı olurdu... Vefakarlık, bir uşakta aranan en buyük
nıeziyetlerdendi. O da Sanço'da fazlasıyla vardı.
Kahranıanımız, saatlerdir yol aldıklan halde bir macera ile kar­
şılaşmadıklan için uzüluyordu. Tam üzüntüsünü dile getirmek üze­
re idi ki, uzaktan otuz-kırk civarında yel değinneni göründü. Don
Kişot'un sevinçten yüreği hopladı:
- Ümitsizliğe düştüğünı bir sırada talih yüzılınüze güldü, Sanço!
diye bağırdı.
- Hayrota Efendim! Ben, ne gülen ne de ağlayan bir talih göre­
miyorurn!..
- Şu koca koca devleri nasıl göremezsin Sevgili Sanço! Onlarla
savaşmak, hepsinin canını cehenneme göndermek istiyorum'.. Böy­
le bir canavar soyunu dünyadan kaldırdığım için Allah da hoşnut
olacaktır. ..
- Ben yel değirmenlerinden başka bir şey göremiyorum, Senyor
Şövalye?..
- Büyücüterin işlerinden ve Şövalyelik mesleğinden anlamadığın
nasıl da belli oluyor.
- Efendimiz, yalvarırım size! Aklınızı başınıza toplayımz ...

40
- Sanço, eğer korkuyorsan, sen bu işe kanşma! Çekil bir kena­
ra, bak ne yaman savaşıyorum gör. Benim için hayır dua et, yeter...
Seyisinin yalvarmalanna kulak asmaksızın, üzengileıin üzelinde
dikildi. Mızrağını iki eliyle sıkıca kavrayıp hamle vaziyeti aldı. Rosi­
nenta'yı mahmuzladı. Hızla yel değirmenlerine doğru at koşturdu ...
Aksilik bu ya ... Tam o sırada şiddetli bir rüzgar esti. Yel değir­
. menleıinin kanatlan, korkunç sesler çıkararak, büyük bir hızla dön­
meye başladı.
Mançalı'lı Şövalye yaman bir nara attı:
- Korkudan ödünüz patladı, değil mi! Hamurdanın bakalım; bu
son homurdanışınız olacak!..
Kahramanıqıız, kalkanını siper yaparak, mızrağını en yakın de­
ğirmenin bir kanadına sapladı. Şövalye, atı ile birlikte havaya uçtu ...
Mızrak kınlınca, ikisi de tarlalann bir köşesine fırladılar.
Olup biteni uzaktan korku ile seyreden Sanço, efendisinin kıpır­
damadan yattığını görünce; eşeğini sürüp yanına geldi. Öldügünü
sanıp, yas tutmaya başladı:
- Hey büyük Allah'ım! Sıcak evini terkedip bir delinin peşine
düşenin hali budur işte!.. Efendim!e beraber ada valiliği de uçup git­
ti... Senyar Don Kişot, lütfen ölmeyiniz! Sonra ben ne yüzle köye
dönelim.
- Sızianınayı bırak da kalkınama yardım et, dedi Don Kişot. Şu­
nu bil sanatiann en zoru savaştır.
- Allah'a şükürler olsun, ölmemişsirriz sevgili Efendim!
- Beni kolayca pes eden saray şövalyesi mi sandın? . . Eğer mızra-
ğım kırılmasaydı, görecektin ne yaman bir savaşçı olduğumu...
- Vallahi, siz gördüğüm şövalyelerin -aslında hayatımda bir tek
şövalye görmedim ya- en cesurusunuz! ..
Aslında, Sanço, efendisinin ölmediğine değil de ada valiliğinin
uçup gitmediğine seviniyorduc Don Kişot'u güçlükle yerden kaldırdı:
- Efendim, yerinizde, dik durmaya çalışın; sakın düşmeyin! Ben
Rosinenta'ya bakayım. Zavallı nallan dikti galiba ...

41
- Sahibi ölmediğine göre, o da ölmemiştir. Benim sevgili Rosi­
nenta'm en az binicisi kadar sıkı canlıdır. ..
Soylu at, Don Kişot'un söylediklerini duymuş gibi, kalkmak için
yerinde debelenmeye başladı. Sanço koşup ona yardım etti. Fazla
uğraşmasına lüzum kalmadan Rosinenta ayağa kalktı. Sırtının deri­
si yan yanya soyulnıuştu.
Don Kişot:
- Yardım .et de atıma bineyim, dedi.
Seyisin efendisini ata bindirmesi kolay olmadı. Havada bir müd­
ded uçtuktan sonra yere düşen Mançalı Şövalye "üf' bile dememiş­
ti. Sanço, kahramanımızın cesareti ve canı pekliği karşısında hayre­
tini gizleyemedi:
- Senyar Şövalye, sizin gibi cesur bir savaşcıya uşak olduğUm
için kendimle övünüyorum. Sizin yerinizde, sıradan bir saray şöval­
yesi olsaydı, inanın, on günde yattığı yerden kalkamazdı!..
- Sevgili Seyisim, aslında Rosinenta'nın sınında zor duruyorum.
Bütün eklem yerlertın kopmuş gibi sızlıyorlar. Ancak, gezgin bir şö­
valye, en zor şartlarda bile hayatmdan şikııyetçi olmamalıdır. Bunun
için dişlerimi sıkıp acılanını içime gömüyorum ...
- Eğer acılannızı hafifletecekse, sizin yerinize sızlanabilirim. Ta­
bii, kitaplarda bunu yasaklayan bir töre yok ise!..
Don Kişot, uşağının saflığı karşısında gülrnekten kendini alama­
dı:
- Sağol dostum! dedi, bunun bir fayda vereceğini sanmıyorum .
Sanço'nun karnı zil çalıyordu. Lafı döndürüp dolaştınp yemek
işine getirdi:
- Sevgili Efendim, aç bir kanula acılara katianınanız daha zor ol­
muyor mu? diye sordu.
- Benim canım hiç yemek istemiyor, diye cevap verdi Don Ki­
şot, sen istersen yiyebilirsin.
Uşağın istediği de zaten buydu. Hemen evden aldığı şeyleri hey­
besinden çıkardı. Ağzını şapırdata şapırdata yemeye başladı. Karnı
iyice doyduktan sonra, su kabağını tepesine dikti...

42
O geceyi yol kenanndaki bir ağaçlıkta geçirdiler. Mançalı Şöval­
ye, mızrak olabilecek, kocaman bir dal kesıi. Kınlan mızrağının
ucundaki demiri buna taktı. Yeni mızrağını eliyle tarttı. Şöyle bir iki
hamle denemesi yapıt.
- Bundan iyisi can sağlığı, dedi.
Sanço'nun tok bir karından sonra, yaracağı rahat bir yer aramak­
tan başka düşüneceği nesi olabilirdi... O da öyle yaptı. Yumuşak çi­
menlerin ÜZerine boylu boyunca uzandı. Abasını başına çekip uy­
kuya daldı. Don Kişot, bütün gece nöbet tuttu ... Kahramanlık tür­
küleri söyledi. Şövalyelik hayatı boyunca doğruluktan aynlmayaca­
ğına dair kendi kendisine SÖZ verdi. Zllim!erin pençesinden kuna­
racağı zavallıların sevinç seslerini duyar gibi oluyor; bundan büyük
bir zevk alıyordu...
Sabahın ilk ışıklan ağaçların tepesini okşarken, Mançalı Sövalye
seyisine bağırdı:
- Kalk artık, tenbel uşak! Yeni bir gün, yeni bir maceranın baş­
langıcı demektir. Kalk, en az senin kadar tenbel olan boz eşeğinle
soylu atımı hazırla!
- Ne aceleniz var, efendim! Maceralar peşimizden kavalarnıyar
ya! Bu dağbaşında bizim gibi iki deliden başka kim olabilir!..
- Sözlerine dikkat et! Bir uşak olduğunu ve Efendine karşı daha
saygılı davranmak zorunda olduğunu unutma!.. Eğer başkalannın
yanında da böyle patavatsızlıklar yaparsan, gözünün yaşına bak­
ınarn bir güzel pataklanm... Aniadın mı söylediklerimi?
- Anladım, Senyorl Bir daha saygısızlık edersem ekmek çarpsınl
- Ah seni, mide düşkünü obur şişko, ah! Yeminierin bile yiye-·
cek üzerine...
- Iyi ya işte! Yeminimde samimi olduğumu göstermiş oluyo­
rum...
- Kapa çeneni, geveze herifl On dakika içinde, hareket etmek
için, hazır olmazsan; ekmeğin çarpmasım beklemeden o işi ben ya­
pacağım!..

43
Sanço, efendisinin çok ciddi olduğunu görünce, kalkmaktan
başka çaresi kalmadıgını düşündü. On dakika dolmadan Rosinenta
ile boz eşeği harekete hazır hale getirdi.
Iki kader arkadaşı, kahvaltılannı hayvanların üzerinde yaptılar.
Öğleye kadar yol aldıkları halde, kayda değer bir olayla karşılaşma­
dılar.
Don Kişot:
- Oğlum Sanço, bugün işler kesat, diye söylendi.
Seyisin cevap vermediğini görünce geriye dönüp ona baktı. Ten­
bel uşak, eşeğinin sırtında bir güzel uykuya dalmıştı... Kahramanı­
mız buna çok kızdı. Öyle bir bağınş bağırdı ki, Sanço az daha eşek­
ten düşecekti.
- Sen, yemek yemekten ve uyumaktan başka bir iş yapmaz mı­
sın a tenbel herif!
- Aman Allahımı Ne var Senyor, basıldık mı? ..
- Ben ne talihsiz bir şövalyeyim! Kader bula bula bu yağ tulumu-
nu bana seyis seçti...
- Yoo, Senyor! Bir ada için bu bakaretiere katlanamam!.. Adanız
da, kazanacagınız zaferler de sizin olsun.. Seyislikten ve hazine ba­
kanlıgından istifa ediyorum.
- lstifanız kabul edilmemiştir, Sayın Bakan! Bakıyorum, pek de
alıngansınız Seyis Efendi!.. Unutma seninle bir anlaşma yaptık. An­
laşmana sadık kalmak zorundasın.
- Vallahi, benim ne seyislikte, ne bakanlıkta, ne de ada valiliğin­
de gözüro vardı! Bunları şu kalın kafama sokan sizsiniz . . .
- Tamam, tamam .. . Anladık. Unutalım şimdi bunları. Niyetim
sana hakaret etmek değildi. Şöyle dişe dokunur bir macera ile kar­
şılaşmadıgımız için canım sıkılıyor...
- Ne yapayım, Efendim! Şu ıssız dağ yollannda macera bulama­
mış iseniz, bunun sorumlusu ben değilim ki...
- Haydi bir yemek malası verelim! Allah kerimdir...
Sanço, yemek lafını duyunca çok sevindi ama, bunu belli etme­
meye çalıştı. Zira, efendisine hala kırgındı. ..

44
Iki ortak, yemege oturmadan önce, Rosinenta ile boz eşegi çayı­
ra saldılar. Don Kişot, uşağının bozulan moralini düzeltmek için
ona bağışiayacağı adanın güzelliginden ve valiligin saglayacagı ni­
metlerden bolca bahsetti... Sanço, kavuşacağı adanın sevinci ile
efendisinin ettigi hakaretleri unuttu. Ona, bir valinin adasını iyi ida­
re edebilmesi için nelere dikkat etmesi gerekligini sordu.
Onlar böyle sohbete dalınca, Rosinenta'nın bulunduklan tepe­
nin arka yamacına geçligini farkedemediler. Soylu atın yer degiştir­
mesi boşuna degildi. Burada yine kendisi gibi çayıra yayılmış Galiç­
ya kısraklan vardı. bunlar, su ve ot bulunan yerde ogle uykusuna
yatmayı alışkanlık haline getirmiş olan Yanguas'lı katırcılann hay­
vanlanydı. Rosinenta, dedigirniz gibi ne kadar soylu da olsa netice­
de erkekti... Kısrak hanımiann kokusunu almış, o tarafa doğru yö­
nelmişti. Gözüne kestirdigi biri ile cilveleşmek isterken hiç bekle­
medigi bir karşılık aldı. Vahşi kısrak arka arkaya öyle çifteler savur­
du ki, soylu şövalyenin soylu atı neye ugradıgını bilemedi. Çok geç­
meden kolanlan koptu. Boşta kalan eyer, kayıp karnının altına in­
di. Bu tür kötü muameleye alışık olmayan Rosinenta, kaçınayı da
beceremedi...
Katırcılar, atiann çıkardığı gürültüye uyanmış; yabancı hayvanın
farkına varmışlardı. Sopalan kaptıklan gibi, zaten iyice bırpalanmış
olan Rosinenta'yı eşek sudan gelinceye kadar dövdüler...
Don Kişot'la Sanço Panza, atın kayıplara kanştığını farketmişler,
onu aramak üzere tepenin arkasına kadar yürümüşlerdi. Sevgili can
yoldaşının katırcılar tarafından feci şekilde dövüldügünü gören
kahramanımızın kan beynine sıçradı:
- Sanço dostum, bu adamlar gördügüm kadanyla şövalye filan
degiller. Bunlann yaptıgını, ancak ayak takımı yapar! Karşımızdaki­
ler soylu olmadıgı için sen de kavgaya girebilirsin. Ben adamlara sal­
dınrken, sen beni arkadan koru. Haydi Allah yardımcımız olsun!
- Dur hele Senyor! Hani kavga işlerine ben kanştırmayacaktın.
- Bu soylular için geçerli. Ayak takımı olunca, pek ala dövüşebi-
lirsin. Kitaplar buna izin veriyorlar...

45
- Hay şu kitaplann canı cehenneme! Nerede, neye izin verecek­
lerini kestinnek zor... Vallahi, ben onu bunu bilmem' Ister soylu, is­
ter soysuz olsunlar; ister ayak isterse baş takımı olsunlar... Benim
için hiç farketmez. Dövülen sizin atınız! Intikamını almak da size
düşer!.. Burada oturup dua etmekten başka elimden bir şey gelmez.
Çünkü o "ince sanat" dediğiniz savaş işinden hiç anlamam ...
- Alacagın olsun, ödlek uşak' Soylu atım bu halde iken daha faz­
la bekleyemem.
- Kusura bakmayın efendim ama, atınız da size benziyor!.. Şu
Galiçya aygırlanna meydan okuması için bir atın deli olması lazım!
Gelin adamlardan özür dileyip bu işi tatlıya bağlayalım... Yoksa sizi
de atınızdan beter hale getirecekler. Yirmi kişiye karşı bir kişi ne ya­
pabilirsiniz?..
- Bir gezgin şövalye yüz ayak takımına bedeldiri Seyret bak,
hepsini de analanndan doğduklanna nasıl pişman ediyorum!
Mançalı Şövalye daha fazla beklemeden kılıcını çekti. Kalkanını
koluna geçirdi. Tehdidler savurarak, katırcılann üzerlerine doğru
koşmaya başladı. Kavgayı daha yakından görebilmek için Sanço da
. efendisinin arkasından koştu. Adamlar, kendilerine doğru iki kişi­
nin koşarak geldiğini görünce derhal sopalannı kaptılar. Bir çember
oluşturarak rakiplerini beklerneye başladılar.
Don Kişot, başına gelecekleri düşünmeden kalabalıgın içine dal­
dı. Ilk rastladıgı katırcıya öyle bir kılıç darbesi indirdi ki, adamın
meşin çeketi ve omuzunun büyük bir kısmı yanlıverdi. Kahramanı­
mızın vurduğu bu darbe ilk ve son oldu. Adamlar arka arkaya sapa­
lan öyle bir hızla indirmeye başladılar ki, çok geçmeden Don Kişot
ayaklannın dibine yığılıverdi. Sanço'nun niyetini bilmediklerinden,
efendisinin işini bitirdikten sonra ona döndüler. Zavallı kaçmaya
fırsat bulamadan Don Kişot'un akibetine uğradı. Daha ikinci sapa­
da yere düştüğü halde katırcılar hızını alınayıp yoruluncaya kadar
vurdular.

46
Bizimkiler kendilerine geldiklerinde etrafta in cin top oynuyor­
du. Katırcılar çoktan kaçnnş, kayıplara kanşmışlardı. Sanço, gözle­
rini açar açmaz öyle bir velvele kopardı ki, dağ taş inledi:
- Vay benim kara talihim! Ah benim akılsız başım! Keçi çoban-
lığı dururken deli bir şövalyeye seyis olmak neyimeydi!..
Mahvoldum! Öldüm! Artık bir ayda ayağa kalkamam! . .
Don Kişot, yatuğı yerden, bağırdı:
- Kadınlar gibi ne diye vaveyla kopanyorsun! Şövalye seyisliğini
kolay mı sandın. Bazan böyle hafif sapalar yemek de vardır...
- Siz buna hafif sopa diyorsanız aklınızdan şüphe ederim, Sen­
yar! Adamlar pestilimizi çıkardı...
- Alt tarafı, bir kaç çoban sopası yedik Kılıçla dogı-anmadık ya!
Asıl sen yanımıZa yara merliemi aldığımıza dua et.
- Yara merhemi, tepenin öbür tarafında, konak yerimizde, hey­
benin içinde Efendim. Ne siz ne de ben oraya kadar gidemeyeceği­
mize göre, yardımımıza gelen biri olmazsa, yanna kadar ölümüzü
bulurlar...
-:- Gezgin bir şövalye, en zor şartlar altında bile, ümitsizliğe düş­
mez. Okuduğum kitaplann birinde ...
- Hay şu kitaplannız!.. Sizi bu hale getiren de onlar değil mi?
- Bu sana son ikazımdır; bir daha sözümü kesme! Lafm arkasını
dinlemeden ne diye gevezelik ediyorsun?
- Bu kadar sapayı yedikten sonra, insanda saygı ını kalır! Siz ak­
lımı yitirmediğime şükredin... Ama yine de özür dilerim!
- Bak sevgili oğlum! Bir seyisin sadakati, böyle kötü günde bel­
li olur... Daha işin başında iken ağlayıp sızlanırsan sonunu nasıl ge­
tiririz? ..
- Sevgili Efendim, ben daha ömrümde hiç kavga etmedim. Bu
güne kadar bir tek düşmanım olmadı...
- Kötü insanlar, bütün iyilerin düşmanıdır. Sen kötü insanla
karşılaşmamışsm da ondan kavga etmemişsin. Şu katırcılar macera­
sı sana iyi bir ders olsun. Adamlar, kötü niyetlerinden, hiç sebebi
yokken ikimizi de bir güzel benzettiler. ..

47
- Vallahi, Senyor. .. Böyle giderse adama kavuşmadan önce Hak­
kın rahmetine kavuşacağıın!.. Ölmekten korkınuyorum da... Hani,
çoluk çocuğuma acıyorum.
- Sevgili Sanço ı Allah daima iyilerin yamndadır. Kötü gibi gör­
düğümfiz hadiselerin arkasında öyle güzel neticeler saklıdır ki, bu­
nu ancak kalp gözü açık olanlar görür...
- Aman, Efendim ... Ben katırcılardan yediğim şu sapanın arka­
sında hiç iyi bir şey göremiyorum. Demek ki, benim kalp gözılın
kapalı. ..
- Allah iyiliğini versin, e mi saf çocuk! Şu ıssız dağ başlannda
kurdu kuşu mıksız bırakmayan Yaratan, bizi unutur mu sanıyar­
sun?.. Ama bazan kulunu dener; acaba ne kadar samimi, iyiliğe ne
kadar sahip çıkabiliyor diye ... Işte biz de şimdi böyle bir deneme­
den geçiyoruz.
- Efendim, dua edelim de bu denemeler az olsun... Yoksa ben
canı gevşek bir adaınımdır. lıntihanda olduğumuzu unutur, basa­
nın vaveylayı...
- Sohbete dalınca, esas söyleyeceğim şeyi unuttum. Diyordum
ki: Okuduğum kitaplann birinde her türlü yaraya, hatta kılıç yara­
sına bile, iyi gelecek bir iksirin formülü vardı. Hepsi de aklıında.
Ama bunun için ayağa kalkınamız, kitapta sözü geçen şifalı otlan
bulmaınız ve bir kabın içinde üç saat kaynatınamız gerekecek.
- Vay başıma gelenler! Eğer ayağa kalkacak gücü bulabilsem, gi­
dip heybemizdeki yara merhemini getirirdim. Dağdaki besili kaz­
dan, evin önünde gıdıklayan hazır piliç daha iyidir derler... Ne de­
mek istediğimi anladınız herhalde Soylu Efendim!..
- Haklısın Sanço! Ama sana söz veriyorum; ilk fırsatta o şifalı ik­
sirden bir testi dolusu hazırlayacağım.
Böyle söyleyip seyisinin gönlünü hoş ettikten sonra, yerinden
doğrulmaya çalıştı. Güçlükle de olsa iki ayağı üzerine dikilmeyi ba­
şardı.
- Bak, Sançoı Öyle zannettiğin kadar da kötü durumda değil­
mişiz.

48
Gelip seyisinin kalkmasına yardım etti. Biziınki, ahiayıp aflaya­
rak hiç kalkmak niyetinde olmadıgını belli ediyordu. Ancak, bütün
ün çimenler üzerinde yatamayacagının da farkındaydı. Yaralardan
·g
olmasa bile, açlıktan ölebilirdi... Bin bir naz ile ayaga kalktı. Kendi­
sini, tepenin öbür tarafına kadar, efendisine taşıttırdı...
Rosinenta, bu hazin olaya sebep oldugunu biliyonnuşcasına, ka­
fasını yerden kaldınnıyor; adeta sahibinin yüzüne bakmaktan uta­
nıyordu ... Boz eşege gelince: Binicisi gibi, gamsız bir şekilde yeşil
oılan midesine indinnekle meşguldü...
Sanço, kabalanna hayli sapa yemiş oldugundan, eşegin sırrına
oturamayacagını söyledi. Efendisi, yara merhemini çıkardı. Uşagı­
nın bütün yaralanna tek tek sürdü. Bizimki ahiayıp inlemeye devam
etti:
- Kusura bakmayın, Senyor! Sizi bilmem ama, ben inle)�P sızia­
nınca acılanının hafifledigini hissediyorum. Isterseniz sizin yerinize
de inlerim...
Don Kişot, merhem sürme işini bitirdikten sonra sordu:
- Şimdi kendini nasıl hissediyorsun, sevgili dostum?
- Eh, dedi Sanço, inlemeye devam ederek: Iç güveyinden biraz
daha iyice...
Mançalı Şövalye, bütün acılanna ragınen, bu cevaba gülmeden
edemedi...
Sanço devam etti:
- Ya siz!.. Yaralannıza merhem sürmeyecek misiniz?
- Hayır! dedi Don Kişot, ciddi bir sesle: Gezgin şövalyeler, böy-
le ufak yaralar için merhem kullanmazlar.
- Eh, paşa gönlünüz bilir!..
Kahramanımız, günlerdir uykusuz oldugundan ve çok az yemek
yediginden sopalara dayanacak gücü kalmamıştı. Kuyrugu dik tut­
maya çalışmasına ragınen, ayaklan gövdesini taşıyamadı. Sessizce
oldugu yere yıkılıverdi...
- Vay başıma gelenler! diye bağırdı Sanço, ne yapacagız şimdi?
Sorusuna kendisi cevap verdi:

49
- Yiğit Şövalyemizi, en yakın hana kadar taşımak yine seyisine
düşer tabii...
Mançalı Şövalye, maşallah, oldukça uzun boylu idi. Onu atma
bindirrnek her yiğidin harcı değildi. Hele Sanço'nun hiç değildi...
En iyisi, boz eşege bindirrnek idi. Bunu becerebilirdi. Efendisini
güçlükle sırtına aldı. Karakaçanın semerine bir heybe gibi atıverdi.
Nerede ise, başı ile ayaklan yere degınek üzereydi. Ufak bir sarsm­
nda düşmesi hiçten bile değildi. Işi garantiye almak için onu eşeğin
sırtına bagladı.
Boş eşeğin yulannı eline aldı. Rosinenta'ya kendisini takip etme­
sini söyledi. Soylu at, sanki "anladım" der gibi başını salladı. Seyis­
ligi kabul ettigine bin pişman idi. Ne kadar yürüyecegini bilerneden
yaya olarak yola düzüldü ...
Talih her zaman gezgin Şövalyelere gülecek değil ya ... Bu seferde
seyise gülmüştü. Yanın saat kadar yürürnemiştİ ki, uzaktan bir han
göründü. Kendisine balışettiği bu lütuftan dolayı Allah'a şükretti...
Hana iyice yaklaştıklan sırada Don Kişot gözlerini açtı. Açması
ile bagırınası bir oldu:
- Oglum Sanço, ne zamandan beri şatolan başı aşaği inşa ediyor­
lar? .. Bir Şato görüyorum, ancak çatısı aşagı bakıyor!..
- Hangi yanlışınızı düzelteyim, Senyor? .. Evvela, o gördüğünüz
şato değil handır! Ikincisine gelince: Başı aşagı olan han değil, sizsi­
. ı
nız....
Hana girdiklerinde, daha birinci problemi çözmüş değillerdi.
Efendisi, gördüğünun bir şato oldugunda ısrar ediyordu. Bizimkile­
ri kapıda haneının kansı karşıladı. Sanço'ya, böyle heybe gibi, eşe­
gin sırtına atılmış adama ne oldugunu sordu. Beriki, "sivri bir kaya­
nın tepesinden yuvarlanıp kaburgalannı incitti" dedi... Bu sırada
haneının iki kızı koşarak gelmiş, şövalyenin komik halini seyredi­
yorlardı. Meslekdaşlanna pek benzemeyen haneının kansı, iyi yü­
rekli bir kadındı. Kızlara, adamcağiZı eşekten indirmek için, kendi­
sine yardım etmelerini söyledi. Bütün odalar dolu oldugundan,
kahramanımızı tavan arasına taşıdılar. Küçük kız, yaralı müşteriye,

50
acele tarafından bir yatak serdi. Tabii buna yatak denirse: Içi ot dol­
durulmuş, sen mi sert, bir şilte idi.
Don Kişot'u yatağına yatırdılar. Haneının kansı, şövalyenin ya­
ralarını görmek ve gerekirse merhem sürüp sarmak için deri yeleği­
ni çıkardı. Sıra gömlegine gelince, kahramanımız inatçılık etti:
� Pek saygıdeger Senyora! Bir gezgin şövalye, bir prensesc asla
çıplak vücudunu gösterme saygısızlıgında bulunmaz!.. Lütfen zah­
met buyurmayınız! Uşağım gerekeni yapar. ..
Kahramanunız, bu 6özleri Ispanyolca söylemişti ama, haneının
kansına Yunanca gibi geldi... Çünkü bu tür nazik sözleri hiç kimse­
den işitmeınişti. Adam, durup dururkeı:ı, kendisini prenses yapmış;
"Senyora" diye hitabediyordu...
- Zavallı kayalardan aşağı düşünce, başını fena çarpmış herhal­
de, dedi...
Don Kişot'un direnmelerine aldırmaksızın gömlegini de çıkardı.
Sırnnı çürükler içinde görünce bağırdı:
- Ayol, bu kayalardan duşmılşe benzemiyor! Bal gibi sopa ye­
miş!.. Hangi insafsız, zavallıyı bu hale getirdi?..
Sanço yalanında sehat etti:
- lnanınız hanımefendi, kayalardan düştü. Benim efendim öyle
rastgele insanlardan dayak yiyecek biri değildir. Ona; anlı-şanlı
Mançalı Don Kişot derler. .. Kılıcına karşı duracak, bilegini bükecek
yiğit daha anasından doğınadı!..
Haneının kansı, iyiden iyiye şaşınnıştı:
- Haydi efendin kayalardan düştüde ne dedigini bilmiyor. .. Ya
sana ne oldu?
- Ben de ona yardım edeyim derken, düştüm.
- Belli, belli! dedi kadın...
Haneının kansı ile iki kız, Don Kişot'un yaralanna merhem sür­
düler. Yırtık ama temiz bir çarşafla vücudunu sardılar. Yapılacak da­
ha başka işleri oldugunu söyleyerek aşagıya indiler.
Tavan arasında, Don Kişot'la Sanço yalnız degillerdi. Her ha­
linden katırcı oldugu belli bir muşteri daha vardı. Adam, katırla-

51
nn sernerierini yan yana koyarak kendisine güzel bir yatak yapmış­
tı. Haneının buyük kızı, katırcı ile pek samimi görünüyordu. Birbir­
lerine kaş göz işareti yaptıklan Sanço'nun dikkatinden kaçmamış;
"Bu işte bir iş var ama haydi hayırlısı" demişti.

Haneının kansı giderken bü.yük kız geriye kaldı. Katırcı ile bir­
şeyler fısıldaştılar. Sanço'nun duyabildiği tek cü.mle şu olmuştu:
"Gece yansı herkes uyuduktan sonra... " Bizimki kuşkulandı. Adamı
şüpheli gözlerle sü.zdü.. Içinden;

- Pek dü.rü.st birine benzemiyor; kızla birlik olup bizi soyacaklar


mı ne?.. dedi.

Iş, Sanço'nun tahmininden çok daha ·başkaydı. Buyük kız, kar­


deşine benzemeyen hafif meşrep ve biraz da zekadan noksan biri
idi. Iki kardeşi yakından tanıyanlar, bü.yüğü.nü.n babaya, kü.çü.ğü.­
nü.n de anneye çektiğini söylüyorlardı... Kü.çü.ğü. ne kadar iyilikse­
ver, ahlaklı ve temiz yürekli ise; büyüğü. tam aksine çalışmaktan
nefret eden, iyilikten hiç hoşlanmayan, kötü. kalpli bir kızdı... Sade­
ce kalbi değil ahlakı da kötü. idi. Hana gelen yabancı erkeklerden
gözüne kestirdikleri ile gece yanlan gizlice buluşur, fingirdeşirdi...

Bu gece de öyle olmuş, anlaştığı katırcı ile fingirdeşmek ü.zere


herkesin uyumasını beklemişti. Herkes uyuyabilirdi ama, Sanço as­
la .. Kız içeri girdiğinde bizimki ellerini (kuşağının arasına yerleştir­
.

diği) altın kesesine sıkıca bastırdı.

Kötü. ahlaklı kız, gece sersemliğinden ve içerisi de karanlık oldu­


ğundan Don Kişot'un yatağı ile katırcınınkini kanştırdı. Gelip kah­
ramanımızın koyuuna yattı. Bizimkl gözlerini açar açmaz bildiği bü.­
tü.n dualan okumaya başladı. Zira, kötü. bir cinin gelip yanına uzan­
dığını sanıyordu.

Sanço'nun yatağı da hemen efendisinin yanıbaşında idi. Don Ki­


şot seyisine seslendi:

- Oğlum Sanço, uyuyor musun?

- Buna imkan var mı Senyor! Hazine bakanı olsanız, sizin de gö-


zü.nü.ze uyku girmezdi.

52
- Sen yine rüya görüyorsun galiba!.. Halbuki benim vaziyetim
çok fena!.. Büyücü Freston, bu sefer de Dulsineam'a olan sadakati­
ıTü bozmak istiyor... Yatağıma teke gibi kokan kötü bir dişi cin gön­
dermiş. Haspa, şu anda, yanıbaşıma uzanmış yatıyor!..
Katırcı, uyanık olduğımdan, konuşulanlan duymuş; sinirden
küplere binmişti:
- Bana nasıl ihanet edersin, be kaltak! diye bağırdı. Yerinden
kalktığı gibi Don Kişot'un yatağına geldi. Elinde, önceden başucuna
koyduğu, kalınca bir sapa vardı. Sapayı rastgele indirmeye başladı.
lik sapalar kıza rastlamış olacak ki, ilk bağıran o oldu. Sonra, bağır­
mak sırası kahramanımıza geldi. Zira, şimdi sapalar onun kafasına
iniyordu...
Sanço, bir anda, olup bitenler karşısında ne yapacağını şaşırmış,
korkudan sesini çıkaramadığı gibi; efendisinin yardımına koşmayı
da düşılnmuyordu. Son yediği katırcı dayağı gözünü açmıştı...
Ahlaksız kız, bir fırsatını bulmuş, kapıya kadar gitıneyi başar­
mıştı. Ancak tam dışan çıkacağı sırada, elinde fener bir adam beli:­
di kapıda:
- Adalete saygı gösterin, Sarrta Hermandad'a CEngizisyan Polisi)
yardımcı olun! diye bağırıyordu. Kız yakayı ele vermemek için ada­
mın elindeki feneri uf!eyip söndurdü... Engizisyon Polisi, feneri
yakmaya çalışırken, kötü kalpli kız soluğu aşağıda aldı.
Bağınp çağınşmalan duyan Hancı da uyanmış, yukanya koş­
muştu. Ortalık ana baba günüydü. Polisin feneri yakmaya çalıştığı­
nı görünce, mahsustan ona çarpar gibi yapıp elindeki feneri düşür­
du:
- Çok özür dilerim Peder! Ne var, ne oluyor?..
- Daha ne olacak, beceriksiz herif! Elimdeki feneri düşürüp ada-
lete engel oldun. Duymuyor musun, içeride adam öldürüyorlar ! . .
- Kutsal kitap uzerine yemin ederim ki, bilerek yapmadım! Te­
laştan oldu, inanın! Ama merak etmeyiniz, hemen aşağıdan size bir
fener bulup gelirim.
- Çabuk ol, haydi! Yoksa iş işten geçmiş olacak. ..

53
Katırcı, Don Kişot'u pestile çevirdikten sonra, hiç bir şey olma­
mış gibi, gidip yarağına yattı.
Hancı, elinde yanar bir fenerle geri döndüğünde, bütün kötülü­
ğe sebep olan büyük kız da onunla birlikte gelmişti... Güya böylece
işin içinde olmadığını göstermek istiyordu. Ancak, Sanço onu görür
görmez meseleyi anladı:
- Işte her şey, şu namustan ve ahlaktan nasibini alamamış kız
yüZÜnden oldu! diye bağırdı...
Kız, şirretliği ele alıp, avazı çıktığı kadar haykırdı:
- Seni gidi utanmaz, pis Şişko! Namıislu bir kıza iftira etmenin
ne demek olduğunu şimdi gösteririm sana!
Hancı, Sanço'ya doğru koşan kızı tutmak için ileriye hamle ya­
pınca elindeki fener düştü. Odanın içerisi yine karanlığa gömüldü.
Ihtimal ki, bunu bilerek yapmıştı. Çünkü kızın ne mal olduğunu bi­
liyordu ...
Kız, karanlıktan istifade, Sanço'nun başına çullandı. Erkek gibi,
yumruklannı bizimkinin kafasına gözüne vurmaya başladı.
Engizisyon Polisi bağınyordu:
- Adalete saygı gösterin! Santa Hermandad'a yardımcı olun! Han
kapılannı tutun, kimsenin çıkmasına izin vermeyin!
Kötü kalpli kız, Sanço'yu bir guzel benzettikten sonra, karanlık­
tan faydalanarak Hancı'nın yanına döndü. Santa Hermandad üyesi
papaz, bağırmaya devam ediyordu:
- Çabuk bana yanar bir fener getirin! Bu işi mutlaka çözmeliyim;
adaleti yerine getirmeliyim!
Hancı, kurtuluş çaresi olmadığını görüp aşağıya indi. Adaletin
temsilcisine yanar bir fener getirdi. Ancak, ne var ki, olan olmuş,
dayağı yiyen yemişti... Engizasyon Polisi sordu:
- Şikayetçi olan var mı?
Ne Don Kişot'ta ne de Sanço'da cevap verecek hal kalmıştı ... Pa­
paz sorusunu tekrarlayınca şövalyemizin talihsiz seyisi inleyerek ce­
vap verdi:

54
- Valiahi Peder, karanlık bütün günahiann üzerini öner. Bu du­
rumda gerçeği ancak Allah bilir... Bırakalım, kim suçlu ise, hesabı­
nı ötede versin! ..
- Bir Mağribli gibi konuştun köylü arkadaş! dedi Papaz... Ma­
dem kimse kimseden şikayetçi değil, yapacak bir şey yok demektir.
Neticenin böyle tatlıya baglanmasına en çok Hancı sevinmişti.
·Zira , Engizisyon Polisi ile başının derde girmesini hiç istemiyordu ...
Giderken, hizmetçi kızın bileğınden yapışmış;
- Seninle sonra görüşeceğiz! diyordu ...
Sanço ile efendisi sabaha kadar uyuyamadılar. Biri. ahiayıp ofla­
yarak, öbürü büyucülere lanet okuyarak sabahladılar. Katırcı ise,
hiidiseyi pek ucuz atlattığına sevinmiş olarak rahat bir uykuya dal­
mış, hem de hor\aya horlaya yatmakta idi...
Bir ara Sanço efendisine den yandı:
� Sevgili Senyor, öyle görünüyor ki, yine sıkı bir imtihandan ge­
çirildik. ..
- Işi öğrenmeye başladın, deli oğlan! Sarrta Hermandad'a söyle­
diğin o sözler, ne hikmetli sözlerdi öyle...
- Valiahi o kadar dayağı yedikten sonra, bizim kan bile filozof
kesilirdi alimallah!.. Işimiz yok bir de Engizisyon Polisi ile mi uğra­
şacaktık. ..
- Sanço Kardeş, sen sandığımdan daha akıllı bir seyismişsin! . .
- Şu iltifat, yediğim bunca dayağın acısını biraz olsun hafifletti,
Senyarı Allah, herşeyi gönlünüze göre versin...
Sabah olunca, seyis efendisine sihirli iksiri hatırlattı. Gerçekten
söylediği gibi şifalı ise, buna çok ihtiyaçlan olduğunu, aksi halde
handan sağ çıkamayacaklanm söyledi.
Don Kişot:
- Han değil, Şato! diye düzeltme yaptı.
Sanço, efendisini kızdırmamak için:
- Han veya şato, bana göre hava hoş, dedi.
Mançalı Şövalye kalem kağıt istedi. lksirin yapımında gerekli
olan şeylerin bir listesini yaptı. Üç ayn cins şifalı ot, karabiber, tuz,
zeytin yagı ve sirke ölçüleri ile birlikte sıralanmıştı.

55
Seyis Hancı'yı çağırdı. Katırcı çoktan kaçmış olduğundan rahat­
ça konuşabileceklerdi. Önce, listedeki şeylerin ismini kimseye ver­
meyeceği konusunda adamdan söz aldılar. Sonra bunları temin et­
tiği taktirde istediği kadar para vereceklerini söylediler. Para lafını
dııyunca Hancı istedikleri şeylerin ne işe yarayacağını sormadı bile.
Koşarak aşağı inerken;
- lstediklerinizi eksiksiz temin edeceğim, hiç merak etmeyiniz,
diye garanti veriyordu.
Hancı, derhal kötü huylu hizmetçiyi kıra gönderdi. Şifalı otları
bulmadan gelirse tabanianna yirmişer sapa vuracağım söyledi. Kız,
dayağı yememek için otları kısa zamanda bulup getirdi. Don Kişot,
ocağa bir ateş yakılmasını, üzerine beş litrelik bir tencere konması­
m istedi. Güçlükle aşağı inerek listede geçen malzemeyi, ölçülerini
şaşırmadan, tencereye doldurdu. Köpürte köpürte iki saat kaynattı.
Kitapta öyle deniyordu zira.... Sonra sağuroaya bıraktı.
Hancı, olup bitenleri şaşkınlıkla seyrediyordu. Etrafa çok pis bir
koku yaymakta olan bu acaip şeyi ne yapacaklarını sorma cesareti
gösterdi. Don Kişot, yine kimseye söylememesi konusunda şeref sö­
zü aldıktan sonra -çünkü Hancı'yı şerefli bir şato sahibi biliyordu­
bunun şifa bahşedici bir iksir olduğunu söyledi. Adam gülmernek
için kendisini zor tuttu:
- Paramı verip beni razı ederseniz, ölünceye kadar ağzımı açma­
yacağımdan emin olabilirsiniz, dedi...
Para işlerine Sanço baktığı için, adamla sıkı bir pazarlığa girişti.
Onu beş altına zor riizı edebildi...
Şifalı iksir soğuduktan sonra, kahramamınız bir tülbent ile beş lit­
relik bir testi istedi. Seyis bunlar için iki altın ödemek zorunda kaldı:
- Efendim, çok para ödedik! Inşallah formulde bir eksiklik yok­
tur!.. Zeklmza sonsuz güvenim var ama, ne de olsa insansımz...
- Bana güven, gerisini merak etme sen! dedi Mançalı. llacı ken­
dimde deneyeceğim. Şifa verdiğini ve eskisinden daha sıhhatli oldu­
ğumu gözlerinle gördükten sonra sen de içersin...
Getirilen tülbenti, başka bir tencerenin ağzına kapattı. Soğumuş
olan iksiri yavaş yavaş dökerek iyice süzülmesini sağladı. Haneının

56
ternin ettiği testiyi iksir ile doldurdu. Geriye bir litre kadar arttı. Bu­
nu bir dikişte içti. Üç dakika müddetle gözlerinden yaş geldi... Son­
nı:, yaban ansı tarafından sokulmuş boğa gibi hanın avlusunda koş­

turmaya başladı.
Yanş kazanmış Dünya şampiyonu edası ile gelip Sanço'nun önün­
de durdu. Beriki fal taşı gibi açılmış gözleriyle onu seyrediyordu. Şaş­
. Ianlıktan dili tutulmuş gibiydi...
- Allah seni inandırsın; acıdan, halsiziikten eser kalmadı, dedi
Don Kişot nefes nefese.
- Bu bir mucize! diye bağırdı Sanço, bu bir mucize!
Hemen testinin başına koştu. Bir kaldınşta tepesine dikti. Daha
üç-beş yudum içmişti ki yılan sakmuş gibi feryat etti. Eğer efendisi
yetişip elinden alinasaydı; testiyi yere atıp kıracaktı... Zavallı seyisin
öğüre öğüre işi bitti.
- Bu formülü veren şövalyenin veya onu uyduran yazann Allah
belasını versin! Ölüyorum, efendim, bir şeyler yapın!..
- Azıcık dişini sık oğlum! Biraz sonra hiçbir şeyin kalmaz...
- Vallahi, biraz sonra bağıra bağıra bu dıinyadan gitmezsem bir
daha kolay kolay ölmem! Yanıyor, Senyor... Midem, barsaklanm,
bağazım ve dahi ağzım yanıyor!
- Sanço, bu işte bir yanlışlık var galiba...
- Nedir, Soylu Efendim?.. Yine ne yanlışlık yaptım?
- Bu iksir şövalyeler için hazırlanmış olduğundan sana yarama-
dı... Ancak, kitapta "Seyislere içirilmez" diye bir not bulunmadığın­
dan bunu düşüneınedik! ..
- Hey Yüce Allah'ım, nedir başıma gelenler! Bu kadar acı çekme­
yi hakedecek ne günah işledim? ..
Zavallıtım midesinde ne varsa boşalmış; vücudunun her yanını ter
basmıştı. Oyle titriyor ve öyle nöbetler geçiriyordu ki, Hancı da son
saatinin gelip çattığına inanmış; bu iyi yürekli, saf adama acıyordu...
Dört saat süren heyecanlı bir bekleyişten sonra, nihayet Sanço
biraz kendine gelir gibi oldu. En az on kilo vermiş olduğundan, bit­
kinlikten kıpırdayacak hali kalmamıştı.

57
Mançalı Şövalye kendisini dipdiri ve eskisinden daha güçlü his­
sediyordu. Yeni maceralar aramak üzere, bir an önce yola çikmak
için sabırsızlanıyordu. Lafı evirip çevirmeden konuya girdi:
- Sevgili Oglum! Allah'a çok şükür kendine geldin. Eh, yolcu
yolunda gerek demişler. .. Şato sahibini fazla rahatsız etmeden, izin
isteyip buradan gidelim. Öyle zannediyorum ki, temiz hava sana
daha iyi gelecektir...
Sanço, efendisi ile münakaşa edecek halde degildi. Kafasına koy­
duguna göre, bu işten kurtuluş yoktu ... Don Kişot, seyisinin eşegi­
ne binmesine yardım etti. Kendisi, Rosinenta'ya binmeden önce
haneıyı çağırttı. Adam gelince, ciddi bir tavırla onun elini sıktı. Şa­
tosunda misafir kaldıklan müddet içersinde gösterdigi hizmetlerden
dolayı teşekkür etti. Atma atladı. Aynlmadan önce tekrar sordu:
- Soylu Derebeyi! Lütfen bir daha düşününüz ... Eger alınama­
mış bir öcünüz varsa, çekinmeden söyleyin. Yılanın deligine de gir­
miş olsa, düşmanınızı bulup öcünüzü alacagıma şövalyelik adına
söz veriyorum! ..
- Sayın Şövalye! Ben herkesle iyi geçinen bir soyluyum... Ne alına­
cak öcüm ne de düşmanım var. Güle güle gidiniz, yolunuz açık olsun.
- Soylu eşiniz, güzel Senyaraya saygılanını iletin. Yaralanını sar­
ma nezaketinde bulundugu için kendisine minnet borçluyum.
Hancı kendi kendine -içinden- söyleniyordu:
- Böylesine şeref düşkünü bir deliye de ilk defa rastlıyorum... Işi
fazla uzatmadan gitse de ondan kurtulsak
- Peki Senyor, bunu kendisine ilettigim zaman çok memnun
olacak, dedi Hancı.
Bizimkiler vedalaşıp gözden uzaklaşıncaya kadar yol aldıktan
sonra adam rahat bir nefes aldı:
- Oh be! Gittiler de kurtuldum. O iyilik budalası kadına iyice
tenbih edeyim ki, bir daha böyle delileri kapıdan içeri sokmasın...

58
DON KiŞOT. MAGRiP KRALI MAM BRiNO'NUN
SiHiRLi TOLGAS I N I ELDE E D iYOR

J,O IR fersah kadar yol katettikleri halde ikisinden de çıt çıkma­


[_} mıştı. Sessizliği bozan Don Kişot oldu:
- Sanço Kardeş, sana meşhur Mağrib Kralı Mambrino'dan bah­
setmiş miydim?
- Bende geçmişi hatırlayacak kafa mı kaldı Senyor Şövalye!.. An­
cak bir "oğlum" bir "kardeşim" diyorsunuz; ben de şaşırdım neyiniz
olduğumu ...
- Bak Sanço! Ben ömrümde, bir sefer de olsa, hiç bir kadınla ya­
tağımı paylaşmadım. Onun için evlat sevgisi nedir tatmadım. Seni
öyle seviyorum ve kanım öyle ısınıyor ki; "evlat sevgisi, olsa olsa,
böyle bir duygudur" diyorum. Sana "oğlum" deyişimin sebebi bu­
dur. Ancak, bazan aramızdaki yaş farkını unutuyor, duyduğum ya­
kınlıktan dolayı "kardeşim" diyorum. Ama sen hangisinden hoşla-
nıyorsan öyle hitap edeyim .. .

- Ikisi de güzel, efendim ... Hangisiyle isterseniz, onunla çağınn.


- Ne diyordum, nerede kalmıştık?
- Mağrip Kralı bilmem kimden bahsediyordunuz.

59
- Kral Mambrino ... Onun adını öğrensen iyi olur. Çünkü, gelmiş
geçmiş şövalyelerin en meşhurlanndan biridir.
- Ben sıradan, keçi çobanlığından bozma bir uşağım... Şövalye
değilim. Onun için de Marnarina mu her ne kann ağnsı ise, adı ba­
na lazım değildir... Ne diye aklımda tutmaya çalışıp kafaını yora­
yım!..
- Hay dilini eşek anlan soksun, emi! Marnarina değil, Mambri-
no.
- Dedim ya efendim... Isterse Dandino olsun, benim için farket­
mez.
- Onun dillere destan, sihirli bir tolgası vardı.
- Bundan bana ne, Senyor? .. Adam ölmüş gitmiş... Iyi biri idi ise,
ruhuna rahmet'.. Yoksa canı cehenneme!
Mançalı Şövalye, Sanço'nun kayıtsızlığına ve hele sarfettiği son
sözlere çok kızdı:
- Seni saygısız uşak seni! deyip elindeki rnızrağın sapını bizim­
kinin sırtına indirdi. Zavallı neye uğradığını bilerneden eşeğin sır­
tından aşağı düştü ...
Don Kişot, hırsım alamarnış bağınyordu:
- Bu şerefli mesleğe ömürlerini vermiş soylu şövalyelere hakaret
ettiğini ve onlan hafife aldığını duymayayım bir daha! Yoksa alirnal­
lah, anandan doğduğuna pişman ederim seni!
Sanço, büyük bir çam devirdiğini rnızrağın sapını yedikten son­
ra anlarnıştı. Tez yoldan hatasını tamir etti:
- Elinizi, ayağınızı öpeyirn; beni affedin! Üst üste yediğim sapa­
lardan sonra bende akıl mı kaldı... Yoksa, şerefli bir şovalyenin se­
yisi, şerefli üstatlara hiç dil uzatır mı? ..
- Halı şöyle! Adam gibi konuşmasını öğren!..
Atından indi. Seyisini eşeğine geri bindirdi. Gönlünü almak için
sıttını okşadı... Onu mesleğine ısındırmak maksadıyla fethedecekle­
ri ülkelerden ve tabii ki bağışiayacağı adadan bahsetti.
Iki dost böylece cilveleşirken, uzaktan bir atlının -kahramanımı­
za göre atlı, seyise göre eşekli- geldiğini gördüler. Adamın başında

60
pan! pan! parlayan bir şey varciL "Şey" dedik, zira ne oldugunu bil­
miyoruz...
Don Kişot, avazının çıktığı kadar, bağırdı:
- Işte hissikablelvuku diye buna derler, Sanço ogium!
- Eyvah, yine vukuat varsa, ben kaçayım! Zira, sırtımda sopa
değılledik yer kalmadı da...
- Ne vukuatı, korkak uşak! Bunu da nereden çıkardın?..
- Siz söylediniz, efendim! Işte bilmem ne vukuatı diye buna der-
ler, diye bağınnadınız mı? ..
- Hay Allah iyiligini versin, cahil herif... Hissikablelvuku, olacak
bir şeyi önceden hissetmek demektir. Dolayısı ile "önceden hisset­
mek diye buna derler" demek istemiştim...
- Nedir, o Önceden hissettiğıniz aziz efendim? ..
- Görmüyor musun, söıünü ettiğım Magrtb Kralı Mambrino'nun
sihirli tolgası, uzaktan bana "gel gel" ediyor!..
- Eyvahlar olsun! Yine tahtalan düşürdünüz Senyar Şövalye!..
Yabancı iyice yaklaşmış oldugundan, eşeğıne binmiş, kendi ha­
linde bir köylü oldugu açıkça belli oluyordu. Başına giydiğı o parlak
nesne, berber tasından başka bir şey değı!di. .. Buna göre, yabancının
bir köy herberi oldugunu tahmin etmek hiç de zor değıldi. Ancak,
siz gelin de bunu Don Kişot'a anlatın. Berber tasına, "Mambrino'nun
sihirli tolgası" diyor başka bir şey söylemiyordu...
Sanço yalvanyordu:
- Efendimiz, ne olur, aklınızı başınızı toplayın! Bakın, yabancı
iyice yaklaştı. Gördügünüz gibi, eşeğıne binmiş, zavallı bir köy her­
beri bu!..
- Kes sesini, aptal uşak! Büyücüler sana öyle gösteriyor ise ben
ne yapayım ... Sen bu işe kanşma! Bir kenarda dur, şövalye ile baş­
latacagımız yaman düelloyu izle. Ona, sihirli tolgaya benim layık ol­
dugumu isbat edecegim. Kılıcıının hakkı ile Mambrino'nun mirası­
na el koyacagım.. .
Sözünü bitirir bitinnez, Sanço'nun cevap vermesini bekleme­
den, atını ileri sürdü, Mızrağını havaya kaldmp bağırdı:

61
- Hey yabancı! Bir talih sonucu başına koyduğun o sihirli tolga,
aslında benim hakkımdır. Eğer, şövalyelik şerefine değer veren biri
isen, kendi nzanla onu çıkanr gerçek mirasçısına verirsin. Yoksa,
seni tepeleyip kılıcıının hakkı ile alacağım!..
Zavallı berber, şaşkınlıktan ne söyleyeceğini bilemedi. Arkasına,
sağına, soluna baktı. Başında sihirli tolga taşıyan birini göremeyin­
ce, Don Kişot'un kendisine seslendiğine iyice kanaat getirdi. Bir zır­
deli ile karşı karşıya olduğunu anladı.
Kaçmak için eşeğini dehledi ise de kahramanımız ona bu fırsatı
vermedi. Mızrağını doğrultup üzerine saldırdı.
Berber, mızrak darbesinden sakınmak için eğilince eşeğinden
aşağı düştü. Kendisi bir tarafa, güneş çarpmasın diye başına taktığı
traş tası bir tarafa fırladı. Yerden kalkar kalkmaz tabanlan yağladı.
Canını kunarmak için tazı gibi kaçıyordu.
Don Kişot, kaçan adama bakıp;
- Akıllı şövalye imiş, dedi, yoksa sihirli tolga ile birlikte canı da
gidecekti...
Kahramanımız, atının üzerinde diklendi:
- Sanço! Kaldır şu kutsal emaneti yerden ve getir, bildiğın dua­
lan okuyarak başıma koy!...
Uşak berber tasını getirirken Mançalı Şövalye, siperi eskimiş
emektar tolgasını çıkanp bir kenara fırlattı.
Bizimki, dua eder gibi, birşeyler mınidanarak elindeki kocaman
berber tasını efendisinin başına koydu. Don Kişot, kendisine teşek­
kür etti ve gurur dolu bir sesle şöyle dedi:
- Dulsinea'm bu başanmı duysa, kim bilir benimle ne kadar
övünürdü ... Değil mi Sanço?
Seyis, efendisinin sözlerinden çok, komik haline gülmernek için
dudaklannı ısınyordu. Zira, son yediği dayak ve acı sözler ona iyi
bir ders olmuştu. Ancak, uşağının gülmernek için kendisini zor tut­
tuğu kahramanımızın gözünden kaçmamıştı:
- Nedir, seni güldünneye çalışan şey sevgili oğlum! Söyle haydi,
kızmayacağım ...
- Her bildiğın şey doğru olsun ama her doğruyu da her yerde

62
söylemek doğru değildir" dedi, içinden, Sanço ... Öyle ise, gelsin be­
yaz yalanlardan biri daha:
- Korkak şövalyenin kaçışını bir türlü unutamıyorum, Senyor...
öyle komikti ki.
Bu yalana kahramanımız bile güldü. Sanço da makaralan koyve­
rip istediği kadar gülme fırsatı buldu ...
Berberin eşeği, sahibi kaçmca, ortada kala kalmıştı. Sanço, boş
bulunup, ona sahiplennıe hırsı gösterdi:
- Sevgili efendim, şövalyeden arta kalan şu ganimet eşeğine sa­
hip olabilir miyim?
- Eşek sensin, terbiyesiz uşak! Yenilmiş de olsa, bir şövalyenin
atma eşek demene izin veremem.
- Dil sürçniesi, Senyor! Özür dilerim!.. Hani bilirsiniz eşekleri
çok severim. Boz eşeğimi değme şövalyelerin atı ile değişmem. . .
- Olmaz!
- Nedir olmayan şey efendim; yine bilmeden bir hata mı işle-
dim?..
- Senin nasıl olsa binecek bir eşeğın var. Adamcağızın atını alıp,
yaya bırakınana gönlüm razı değil. Sahibi çok uzağımızda olamaz.
Korkudan bir yerle gizlenmiş, gitmemizi bekliyordur. Biz uzaklaşın­
ca, gelip atını alacaktır.
- Senyor, yalvannm! Hiç olmazsa serneTini alınama izin verin.
Benimki iyice eskimiş vaziyette. Siz tolgayı, ben de serneri yenilemiş
olacağız...
Don Kişot'u tekrar bir gülme tuttu.
- Valiahi güzel oğlum, okuduğum şövalye kitaplannın hiç birin­
de seyislerin sernerierini yenilemelerini yasaklayan bir cümleye rast­
lamadım...
Sanço, vakit kaybetmeden, başıboş eşeğin yeni semerini çıkardı.
Kendi eşeğinin eski serneri ile değiştirdi. Ikiside hallerinden mem­
nun, başka bir macera ile karşılaşmak üzere yoUanna devam ettiler.
Onlann iyice uzaklaşliğını gören zavallı Berber, saklandığı yer­
den çıktı. Semersiz de olsa eşeğine tekrar kavuşmanın sevincini ya­
şıyordu. Doğrusu, hadiseyi pek ucuza atiatmış bulunuyordu ...

63
DON KiŞOT MAHKUMLARI KURTARlYOR

)7\ /1 ANÇAL! Şövalye ile seyisi bütün gün nereye gittiklerini bil­
' VL meden -gerçi hep öyle yapıyorlardı ya- yol aldılar. Kayda
değer bir macerayla karşılaşmadan akşamı ettiler. Erzaklan bitmiş
olduğundan meşe palarnuru yediler. Geceyi bir çayırlıkta geçirdiler.
Sanki yapılacak mühim işleri varmış gibi, Don Kişot yine San­
çe'yu sabah erkenden kaldırmış, onun sızlanmalanna aldırmaksızın
yola revan olmuşlardı. Güneş, tepeterin ardından yavaş yavaş yük­
selirken bizimkiler beş fersah kadar ilerlemiş bulunuyorlardı.
Seyyit Harnit bin Engeli'nin el yazması kitabından öğrendiğimi­
ze göre, Don Kişot yine hissikablelvuku ile kendilerini müthiş bir
macera beklediğini anlamış; bu sebeple erkenden yola çıkmıştır. Ya­
zar, Müslüman olduğu için, yalana tenezzül edecek değil ya!.. Öyle
dedi ise, mutlaka öyle olmuştur ...
Don Kişot, seyisine:
- Oğlum Sanço, sıkı dur! dedi, bugün bizi büyük bir macera
bekliyor... Hislerim beni yanıltınaze
- Aman efendim, inşallah benim içinde rol almayacağım bir ma­
cera olur!.. Hani şu son maceramız gibi...

64
- Işte buna garanti veremem, oğlum. Geleceği ancak Allah bile­
bilir. Biz sadece bazı şeyleri hissederiz o kadar. Kaldı ki, çoğu zaman
hislerimiz de bizi yamltır. Tasalanma, kaderin muradı ne ise o olur...
- Valiahi Senyor, din adamı olmanız gerekirken; yanlış meslek
seçmiş gezgin şövalye olmuşsunuz ...
- Oğlum, aynı gayeye hizmet ettikleri müddetçe kitap kılıca
kuvvet vermiştir... Eğer kılıç kullanan kişi, kitapsızın biri ise; yaptı­
. gına savaş değil çapulculuk denir.
- Buna göre, bizim yaptıgımıza çapulculuk değil; savaş denir de-
ğil mi efendim?.
- Ona ne şüphe!
- Peki Senyar, kiminle savaşıyoruz? Düşınanımız kim?
- Şövalyelik konusunda ne kadar da cahilsin be oğlum!.. Bütün
zalimler, kötü insanlar duşmammızdır; bunu asla unutma!
- Anladım soylu efendim, unutmaını
Böyle sohbet ederek giderlerken, uzaktan, görmeye alışık olma­
. dıklan bir kalabalık kendilerine doğru geliyordu. On, oniki kadar
adam, biribirierine zincirle tesbih taneleri gibi bağlanmışlardı. Yan­
lannda iki atlı iki de yaya muhafız vardı. Sanço, bunlan görünce ha­
gırdı:
- Şu gelenler, kürek mahkumlan olmalı. Kral onlan kadırgalara
yolluyor galiba.
- Kürek mahkumlan mı? diye sordu Don Kişot, hiç kral böyle
zorbalık yapar mı!
- öyle bir şey dediğimi hatırlamıyorum... Yani kral zorbadır fi­
lan demedim.
- Adamlar, kendi istekleriyle kürek çekrneğe gitmiyorlar ya ca­
mm! Baksana, zincire bağlanmış, zorla götılrülüyorlar...
- Ama bu, kralın zorba olduğunu göstermez ki! Kim bilir adam­
lar bu cezayı hakedecek ne suçlar işlediler. ..
- Biraz sonra anlanz... Bana yine iş çıktı. Eğer adamlar bu ceza­
yı haketmemişler ise, mutlaka onları zorbaların elinden kurtaraca­
ğım.

65
- Vah benim talihsiz başım! Efendim yine tozuttu!.. Yalvarının
size Soylu Şövalye, önlerine dikileceğiniz adamlar sıradan kimseler
değiller. Onlara hesap sormanız, krala hesap sormak demektir. He­
le bir de dövıJ.şm�ye kalkarsanız, vah başımıza gelecek. .. Ömür bo­
yu yakayı kurtaramayız.
- Kes sesini korkak herif! Ne pahasına olursa olsun, bir gezgin
şövalye adaleti yerine getirmekle sorumludur... Kral ınıral anlarnam
ben! Ortada bir haksızlık varsa, ölüınüm pahasına da olsa düzelte­
cegim...
- Ben bu işte yokum, Senyor! Sakın beni bulaştırmayın. Bile bi­
le canımı tehlikeye atamam.
- Sana karış diyen oldu mu! Bu, soylular arasındaki bir konu­
dur. Uşaklan ilgilendirmez ...
- Şu anda, 5oylu olmadığıma o kadar sevindim ki, efendim, an­
latamam... Çiftçi bir babanın oğlu olduğum için Allah'a şükürler ol­
sun.
Don Kişot, dedigi gibi yaptı. Adamlar iyice yaklaşınca, atını sü­
rüp önlerine dikildi:
- Durun bakalım, efendiler! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?
Bu zavallılan niçin zincire bagladınız?
Mahkumlardan sorumlu atlı muhafız, bu acaip kılıklı şövalye
bozuntusunu görünce, kaçık biri ile karşı karşıya olduklannı anla­
dı. Onunla uğraşmaktansa suyuna gitmeyi uygun buldu:
- Kiminle müşerref oluyorum Senyor? diye sordu.
Kahranıanımız, üzengilerin üzerinde dikildi. Iki eliyle mızrağını
sıkıca kavradı. Ciddi bir sesle:
- Mançalı Korkusuz Şövalye, zalimlerin düşmanı, mazlumların
dostu, Soylu Don Kişot'um ben!
- Çok saygıdeğer Senyar Şövalye! Tanıştığımıza memnun oldum.
Kralımızın emriyle bu mahkumlan götürüp sahil muhafıziarına tes­
lim etmekle görevliyim. Onların suçlarını ve hakettikleri cezalan
gösteren mahkeme tutanağı da yanımda. Arzu ettiğiniz taktirde size
ob:uyabilirim. Ancak bu çok uzun sureceğinden en iyisi adamların

66
kendilerine sorun. Seve seve size cevap vereceklerdir. Çünkü yap­
nklan çirkin işleri arilarmaktan zevk duyan insanlardır...
Don Kişot, muhafızın alttan almasına çok memnun oldu:
- Sayın ınuhafız efendi, siz sıradan bir saray şövalyesine benze­
miyorsunuz. Büyüğünüze saygı göstermenizden, soylu bir aileden
geldiğiniz anlaşılıyor. Şimdi iminizle adamlarla konuşacağim. Eğer
· gerçekten zincire vurolmayı haketmişler ise yolunuz açık olsun de­
yip geçmenize ınusade edeceğim.
Böyle söyledikten sonra, en öndeki mahküına zincire vurolmayı
hakedecek ne yaptığim sordu. Adam, feleğin çemberinden geçmiş
biri idi. Alayh bir sesle;
- Aşık olduğum için bu cezaya çarptınldım, dedi.
- Nee! Aşık olduğunuz için mi?.. Her aşık olanı kadırgaya sürü-
yorlarsa, benim çoktan kürek başında olmam gerekirdi...
- Yalnız, benim aşkım bir kıza veya kadına değil; bir kese altına
karşı idi. Ona öyle sıkı sanlmıştım ki, polisler enseleyip aşkıını
elimden almasalardı, birlikte çok mutlu bir hayat sürebilirdik...
- Hımm! Pek tuhaf bir aşk h ikayesi bu...
- Evet, şövalyem! Daha da tuhafı, sevgilimi elimden alınalan yet-
miyarmuş gibi sırtıma yüz kırbaç indirdiler.
- Vay zalimler vay!
- Yaa! Hem de ne zaliınler. Sırtımdaki kırbaç yaralan iyileşme-
den, üç yıllık "büyük çayırda atlama" cezası verdiler. ..
- Yahu, sen hayvan mısın ki, çayırda otlatacaklar?..
Bu soruya, sıradaki ikinci ınahküın cevap verdi:
- Iyi yürekli şövalye! Kadırgalann aramızdaki ismi "büyük çayır"
dır. Kürek çekine işine de "atlamak" deriz ...
-Yaa, öyle mi?.. Peki senin suçun nedir?
- Beni de ınüzisyen olduğum için zincire vurdular, efendimiz!..
......................................... ?
- Elli kırbaç yiyince "bülbül gibi öttüın... " Onlar da sesimi kıs­
kanıp hakim önüne çıkardılar. Zalim adam, iki yıl çayırda otlama
.
-

cezası verdi...

67
- Allah, Allah!.. Şarkıcılan da mı kürep;e mahküm ediyorlar? ..
Üçüncü mahküm cevap verdi:
- Senyar Şövalye! Suçunu itiraf eden birine bizde, "bülbül gibi
öttü" denir...
- Yaa! Vah, vah... Halbuki, benim bildiğim suçunu itiraf edeni
bagışlarlar..,
- Engizisyon bağişlamaz, efendim...
- Sen akıllı uslu bir adama benziyorsun. Ya sen ne yaptın?
- Akıllı olmak yetmez, şövalyem. Ancak paran varsa aklın bir işe
yarar...
- Bilmece gibi konuşacağina, suçunun ne oldugunu söyle asla­
mm! Daha geride ifadesi alınacak çok arkadaşın var.
- Eger hakimin istedip;i yirmi altını verebilseydim, şimdi sıcak
evimde yatıyor olacaktım.
- Hakimin rüşvet istediğini mi söylemek istiyorsun? Olur mu
böyle şey! O zaman adalet öldü demektir...
- Akhm daha fazlasına ermez Soylu Senyor... Siz sordunuz, ben
de cevap verdim.
- Gelelim sana! dedi bir sonrakine, senin suçun nedir?
Soruya muhatap olan adam, sakalı yan beline· kadar inmiş, yaşlı
biri idi. Cevap vermekten utanıyormuş gibi, başını öne ep;di... Onun
yerine, hakime rüşvet vererneyen adam konuştu:
- Şu, her haliyle saygı uyandıran, kibar insan, dürüst bir ticaret
adamı oldugu için boynuna yafta geçirilip şehir içinde dolaştınldı.
- Yani ele güne rezil edildi, desene!..
- Evet, aynen öyle Şövalye hazretleri...
- Ne ticareti yapardı, bu pek saygıdep;er ihtiyar?
- Işsiz güzel hanımiara iş bulur, hakkı olan komisyonu alırdı...
- Şuna "pezevenklik yapardı" desene!
- Bu o kadar kötü bir meslek olsaydı, devletlerin çoguna "peze-
venk devletler" denmesi gerekirdi!.. Ispanya Krallıği da dahil pek çok
devlet, genelevleri açıp isteyen kadınlara iş buluyor; karşılığinda da

68
"vergi" alıyorlar. Ha devletin aldığı vergi, ha şu kibar ihtiyann aldı­
gı komisyon... Aralannda ne fark var, söyler misiniz? ..
- Sen sandığımdan da akıllı çıktın! Zincire vurolmayı fazlasıyla
haketmişsin!..
Sonra bir başka malıkuma döndü:
- Şu aslanımızın günahı nedir?
- Kendi işini kendi gördüğü için zincire vuruldu, dedi iri yan
adam.
- Siz hep böyle şifreli mi konuşursunuz, birader! Kendi işini
kendi göreni mahkum ettikleri nerede duyulmuştur?..
- Ispanya'da görülür Senyor Şövalye ...
- Hele doğrU dürüst anlat bakayım şu meseleyi!
- Anlatıp da ne olacak! Sanki bizi bu silahlı muhafıziann elinden
kurtanp zincirlertınizi mi çözeceksiniz! . .
- Neden olmasın? Sen Mançalı Şövalye Don Kişot'un adım ve
yüz devle dövüşecek cesaretle olduğunu duyınadın galiba!
Silahlı muhafızın sabn iyice taşmış, bu son sözler üzerine alttan
almayı da bir tarafa bırakmıştı:
- Bana bak babalık! diye bağırdı Don Kişot'a, çekil yolumuzdan,
seni eğlendirecek zamanımız yok! Şu asiamın dediğin ayı yavrusu
kaç kişi öldürdü, biliyor musun! Bunlann hepisi dolandıncı, hırsız,
katil ve tehlikeli adamlardır.
- Ben öyle sanmıyorum! diye sinirle bağırdı kahramanımız. Hem
biraz daha nazik konuşursanız, bu sizin iyiliğinize olur.
- Çekil be yolumuzdan, iskelet kılıklı adam! Delileri eğlendire­
cek zamanımız yok, dedim!
- Deli senin babandır, zalimlerin köpeği herif! diye bağırdı Don
Kişot ve ilave etti:
- Savun kendini!
Muhafızın kendisini topadamasına fırsat vermeden üzerine saldır­
dı. Mızrağını öyle bir indirdi ki, adam bir tarafa elindeki çakmaklı tü­
fek bir yana fırladı. Muhafızın yere düştüğünü gören mahkümlar iki

69
yaya muhafızı çembere aldılar. Zincirlerle saldınp yere yıktılar. Tek­
melerle pestillerini çıkardılar.
Don Kişot, boşta kalan atlı muhafıza hücum etti. Adam tek kal­
dığını görünce atını mahmuzlayıp kaçtı. Mahküınlar sevinçlerinden
zincirlerini parçaladılar.
Sanço, neticeden hiç memnun değildi. Kaçan ınuhafızın gidip
Santa Hermandad'a haber vermesinden korkuyordu. Bu endişesini
efendisine de açtı. Hemen buradan uzaklaşıp arınana saklanınayı
teklif etti.
- Dur bakalım! dedi Şövalye, bundan önce görülecek bir işimiz
var.
Sonra serbest kalmış olan malıkumiara döndü:
- Beni dinleyin arkadaşlar! Iyi insaniann görevi, iyiliğin değeri­
ni bilip iyilik sahibine ınukabelede bulunınaktır. Allah'ın en çok gü­
cüne giden kötü şeylerin başında "nankörlük" gelir...
- Kısa kes babalık! diye sözünı:ı kesti, "kendi işini kendi görmek­
ten mahküm olan" iri yan adam ... Vaaz dinieyecek zamanımız yok!
Enselenmeden buradan tüymeliyiz...
- Ey görgüsüz serseri! diye bağırdı, kahraınanımız, sizi hürriye­
tinize kavuşturan soylu bir şövalyenin sözlerini kesmeye utanmıyor
musun!
Don Kişot, öyle kızınıştı ki, gözlerinden ateş fışkınyordu. Teh­
did dolu sözlerle konuşmasına devam etti:
- Hepiniz beni dinleyin! Size yaptığım iyiliğin karşılığı olarak,
hep birlikte, zincidi olarak Taboso'ya gitmenizi sevgiJim Dulsinea'yı
bulınanızı ve sizi nasıl kurtardığıını ona aniatınanızı istiyorum. On­
dan sonra nereye isterseniz oraya gidersinizi Anladınız mı?
Iri yarı adam cevap verdi:
- Neden bizi anlamak istemiyorsun babalık? Hep birlikte Tabo­
so yoluna düşmemiz intihar olur. Santa Hermandad Polisleri hepi­
ınizi yakalar, derimizi yüzerler. ..
- Anlaınam! diye diretti Don Kişot, ya dediğimi yaparsınız ya da
hepinizi tekrar zincire bağlar, polise teslim ederim!

70
- Işte o biraz zor, dedi "ayı yavrusu" ismini verdikleri adam. Ar­
kadaşlanna işaret verdi. Hep birlikte azıcık geriye açıldılar. Kahra­
ınanımızı öyle bir taş yagmuruna tuttular ki kalkanı ile zırhı vız gel­
di. Kaçınayı erkekliğine yediremedi. Ancak bu cesareti ona pahalıya
maloldu. Yediği taşiara dayanamayan Resinerrta yere yıkıldı. Kahra­
manımızın da taş değmedik yeri kalmamış, pestile dönmüştü...
Sanço taş yagmuru başlar başlamaz eşeğini kendisine siper yap­
mış, korkudan başını bile göstermemişti.
Iri yan mahkum, Don Kişot yere düşünce, gelip tepesine dikil­
di. Başından berber tasını alıp, beline, kalçasına, neresine gelirse,
vurmaya başladı . Sonra tası yere çalıp yamyassı etti. Bir tekme vu:
rarak, on metre ileriye fırlattı. Atın eyerinde, eşeğin sernerinde ne
varsa alıp oradan uzaklaştı.
Kısa zamanda, mahkümlardan her biri ayrı yöne dağılıp gözden
kayboldular.
Sanço, koşarak efendisinin yanına geldi:
- "Soylu işi" dediğiniz savaş size pek pahalıya geldi, sevgili efen­
dim!..
- Haklısın sevgili oğlum... dedi Don Kişot inleyerek, seni dinle­
seydim bunlar başımıza gelmeyecekti. Ama ne yaparsın ki olan ol­
du bir kere.
- Sevgili efendim, benden ne kadar bir Osmanlı sipalıisi olur ise;
sizden de öyle söz dinleyen bir şövalye olur. Madem, "keşke sözü­
nü dinleseydim" diyorsun; öyle ise şimdi dinleyin bari. Yalvannm
size, hemen buradan gidelim, kendimize saklanacak bir delik bula­
lım. Birazdan Sarrta Hermandad muhafızlan gelirler. Şövalye möval­
ye tanımaz; dünyanın bütün gezginci ve gezginci olmayan şövalye­
leri bir araya gelseler onlara güç yetiremezler. Oldarının vızıltısını
şimdiden duyar gibi oluyorum.
- Sen de dünyanın en korkak uşağısın, Sanço! Ama, "sözümü din­
lemedi" dedinınemek için söylediğini yapacağım. Yalnız bir şartla...
- Sizin şartınız şununuz bitmez mi hiç sevgili efendim. Ben di­
yorum hamileyim, siz diyorsunuz bahçenden bir gül versene.

71
- O da ne demek, Sanço! Doğru konuş, yoksa tepemi attıracaksın!
- Ah Senyor, demek istiyorum ki, kaybedecek vaktimiz yok ama
siz oturmuş şart şurt deyip vakit kaybediyorsunuz.
- Asıl gevezelik yaparak, sen vakit kaybettiriyorsuni Sözümü
kesmeseydin şimdiye bitmişti.
- Elinizi ayağınızı öpeyim, Senyor! Ne ise şartınız, söyleyin de
buradan kiıçalım.
- Dediğini yapacağım ama hiç bir kimseye korktuğuriı için bu­
nu yaptığımı söylemeyeceksin. Çünkü gerçekten korkmuyorum.
- Tamam efendim, tamam! Siz dünyanın en cesur şövalyesisi­
niz... Korktuğunuzu söyleyen adam büyük bir yalancıdır. Ayrıca biz
kaçmıyoruz, çekiliyoruz. Çekilmek, korkaklık değildir.
- Haydi oradan, sen de! Yağcı Seyis...
Don Kişot atma, Sanço da eşeğine binerek kaçabildikleri hızla
kaçtılar. Gidip Sierra Morerra arınanına daldılar. Bir kaç gün bura­
da saklanmaya karar verdiler.
Aksilik bu ya: Kahramanımızın zincirden kurtardığı mahkumlar­
dan biri de buralarda saklanıyordu. Daha onlan ormana girerken
görmüş, hissettirmeden kendilerini takip etmişti. Niyeti, geceyi bek­
leyip, şövalyenin atını veya seyisin boz eşeğini çalmaktı. Zira yaya
yürümekten ayaklanna kara sular inmişti. Yokluk insana her kötülü­
ğü yaptınrdı. Hele bu insan, iyiliğe karşı nankörlük etmiş biri ise...
Bizimkiler, ormancia yalnız olduklannı zannederek, kuytu bir
yerde kamp kurdular. Çok yorucu bir gün geçirdiklerinden, akşam
olur olmaz, hayvanlannı bağlayıp uykuya yattılar. Kürek mahkumu,
bir saat kadar bekleyip, sessizce onlara yaklaştı. "Eşek daha daya­
nıklı olur" deyip Sanço'nun can yoldaşını gözüne kestirdi. Hayvam
çözdü. Ynianndan tutup gürültü çı)<armadan oradan uzaklaştırdı.
Ormandan çıkınca sırtına atlayıp dehledi. Gün ağanncaya kadar
onu koşturdu.
Sabah olunca, her zamankinin aksine, ilk gözlerini açan Sanço
oldu. Sanki boz eşeğinin çalındığını hissetmişcesine kötü rüyalar
görmüş, pek rahat uyuyamamıştı. Eşeğinin yerinde yeller estiğini

72
farkedince deliye döndü. Iki eliyle dizlerini döverek yas tutmaya
başladı:
· - Ah ciğerimin köşesi, ah can yoldaşım, ah çocuklanının oyun­
cağı, ah elimde doğan yavrum!
Don Kişot, seyisinin ağlama sesine uyanıp neler olduğunu sor­
du. Gerçeği öğrenince en az onun kadar üzüldüğünü söyledi. Tesel­
li etmek için şatosundaki üç sıpayı kendisine bağışlayacağım söyle­
di. Bunu duyan Sanço biraz olsun yatıştı. Gözyaşlannı sildi. Efendi­
sine teşekkür etti.
Boş boş otunnak, kahramanırnıza göre iş değildi. Düşündükten
taşındıktan ve biraz da kaşındıktan sonra aklına çok parlak bir fikir
geldi.
- Sevgili oğlıim! diye bağırdı, sevgilime olan aşkımı isbatlama­
nın tam sırası. Hazır, bir kaç boş günümüz varken çile çekmeye baş­
layabilirim...
- Çektiğimiz çileler yetmedi mi, Senyor? Sizin hayatınız çile...
- Yoo, diye itiraz etti kahramanımız, bu çile başka çile!..
Vah başıma gelenler! Şurada birkaç gün rahat edeceğimizi dü-
-

şünürken önce canım kadar sevdiğim boz eşeğim çalındı; şimdi de


efendim tahtalan düşürdü... Bakalım yine ne çılgınlıklar düşünü­
yor? ..
- Şövalye olmadığın için yaptıklanm ve düşündükleTim sana tu­
haf gelebilir. Bunun için seni suçlayamam. Ancak, akıl vermeye kal­
kışırsan bozuşuruz; bilmiş ol!
- Ucu bana dokunmasın da, ne çilesi çekerseniz çekin. Bu, sizin
bileceğiniz şey...
- Uşaı;ım olduğunu unutuyorsun! Ben çile çekerken, sen de gi­
dip Dulsinea'ma onun için katlandığım acılan anlatacaksın.
- Ben uşağınız olduğumu unutmadım ama; siz eşeğırnin çalındı­
ğını unuttunuz. Buradan ta Taboso'ya beni yaya göndermeyi dü­
şünmüyorsunuz herhalde!..
- Rosinenta ne güne duruyor? Çile çekerken ona ihtiyacım ol­
mayacak ..

73
- Pek saygıdeğer efendim! Daha önce, size hiç ömrümde ata bin­
mediğimi söylemiştim.
- Rosinenta bildiğin atlardan değildir. Çok soylu ve çok uysal bir
arkadaştır. Seni, yatağındaymışsın gibi, hiç yarmadan götürüp geti­
recektir...
- Eh, ne diyeyim. .. Kafaya koymuşsunuz bir kere!
- Beni iyi dinle, oğlum! Şimdi Dulsinea'ma verilmek üzere bir
mektup yazacağım. Onu götürüp kendisine teslim edeceksin. Son­
ra da aşkı uğruna katlandığım çileleri bir bir anlatacaksın.
- Peki, efendim mektubunuru verir, çektiğiniz çileleri de bir bir
anlatmm...
- Neyi anlatacaksın, şapşal heriP Daha çekmeye başlamadım ki!
- Allah'ım sen bana sabır, efendime de azıcık akıl ver!
- Eğer yola çıkmak üzere olmasaydm, şu söylediklerini sana çok
pahalıya ödetirdim. Ne olmuş bakayım, benim aklıma?
- Aman efendim, kızmayın! Hani, daha fazla çile çekmenize
gönlüm razı değil... Onun için dua ettim. Yediğimiz dayaklan anlat­
sam, yeter de artar bile. Vallahi, Dulsinea'nız onlan bile duysa,
üzüntüsunden hüngür hüngür ağlar.
- Kes sesini geveze uşak! Sen soylu aşkından ne anlarsın! Insan,
hiç yediği dayaklan anlatır mı, aptal herif!
- Işte ben böyleyim, Senyor... Işi düzeltmeye çalıştıkça berbat
ediyorum. Gerçekten çok haklısınız. Şu soylulann işine bir türlü ak­
lım ermedi gitti ...
- Zaten aklın ermediği için hep affediyorum. Bırakalım bunlan
da mektubu yazmaya başlayayım.
Kahramanımız cebinden bir kalem çıkardı. Ancak k�ğıdı bulma­
sı biraz zor oldu. Zira, mahkumlar eşekle atm üzerinde ne buldular­
sa çalıp kaçmışlardı. Ceplerini biraz daha kanştınnca eline bir he­
sap defteri geçti. Boş sayfalanndan birini çıkanp mektup kağıdı ola­
rak kullandı:
- Ben mektubu yazıp bitirmedikçe ağzını açmayacaksın. Bir tek
kelime edersen seni eşek sudan gelinceye kadar döverim.

74
- Eşek yok ki suya gitsin. . . Eşek deyince yüreğimin ta derinlik­
lerini sızlattınız. Söz eşekten açılmışken, yeğeninize de bir mektup
yazıp ahırdaki üç sıpayı bana bağışladığınızı söyleseniz. Taboso bi­
zim köye çok yakın. Gitmişken sıpalanını da alıp evime teslim et­
sem hiç de fena olmaz...
- Mektuba ne hilcet, oğlum. Bana güvenmiyar musuıi?
- Size güvenirim de, inatçı yeğeninize güvenmem. Elimde yazılı
belge olmadıkça, valiahi şatodan bir çöp vermez bana ...
- Peki, peki... Dediğin gibi olsun. Dulsinea'mınki bittikten son­
ra onu da yazanm.
- Senyor, ne olur ne olmaz... Ben şöyle biraz uzaklaşayım. Iki
mektup da bittikten sonra beni çağınrsmız.
- Aferin Sanço! En doğrusu da bu galiba ...
- Haydi bana eyvallah! Allah size kolaylık versin; ilhamınız bol
olsun ...
Sanço iyice uzakiaşıp gözden kaybolunca, kahramanımız, "en
kolayı budur" deyip önce yeğenine üç sıpayı vermesini emreden
mektubu yazdı. Sonra uzun uzun düşünüp Dulsinea'ya hitaben
ikinci mektubu yazdı. Farkında olmadan, şuur altından, sevdiği gü­
zel köylü kızını yani Aldonza Lorenzo'yu hatırlaınıştı... Aklı öylesi­
ne kanştı ki, Dulsinea ile köylü kızını birbirinden ayıramaz oldu.
Kitabın başmda söylediğimiz gibi, bu güzel köylü kızı kendisine yüz
vermediği için sevgisini herkesten gizlemiş, acısını içine gömınüştü.
Işte şimdi, farkında olmadan, bu acılannı dile getiriyordu:

Don Kişot'tan Taboso'lu Dulsinea'ya

Pek Soylu, Gılzel Hanımefendi,


Sana ulaşamamanın acısını til kalbinin derinliklerinde
hisseden şu zavallı insanı dinle! Kendisi hasta oldugu halde
sana sağlık dileklerini yolluyor. Eğer gıızel gözlerin bana
hala hor bakmaya devam edecekse ve aşkıma değer verme­
yecek isen, bil ki çok sabırlı bir insan olmama rağmen,

75
artık bu acıya daha fazla dayanamayacagım. Seyisim sa­
na çektiğim çileleri bir bir anlatacak. Ya beni sevdiğini
söyler, normal hayata döndunlrsün; ya da çilelerim/e baş
başa bırakır delirmeme sebep olursun.
Gonlun hangisini istiyorsa onu seçmekte serbestsin.
ölene kadar seni sevmeye devam edecek olan Solgun YüZ­
lu Şovalye.
Tarih ve Imza

Mektup yazma işi bitince Don Kişot derin bir ah çekti. Seyisine
bağmp gelmesini söyledi. Ancak bizimkinden ses seda çıkmadı.
Kahramanımız, merak edip onu aramaya çıktı. Çevreyi bir hayli do­
laştıktan sonra bir de ne görsün. Tenbel uşak, boylu boyunca yat­
mış, horul horul uyuyor...
- Seni uykucu şişko seni! diye bağırarak onu uyandırdı. Sanço,
faltaşı gibi açılmış gözlerle efendisine bakarken haykırdı:
- Muhafızları Yakalayın şu adamı!
Şaşırmak sırası Don Kişot'a gelmişti:
- Sanço, oğlum, kendine gel! Ne muhafızından bahsediyorsun
sen, aklını mı kaçırdın? ..
Beriki, gözlerini bir müddet oguşturduktan ve uykusunu dağıt­
tıktan sonra nihayet kendine gelebildi:
- Ah, efendim, ah... Bana bağışladığınız adaya gitmiş valiliğe
başlamıştım. Bir görseydiniz, inan olsun, şahinler gibi idare ediyor­
dum adacığımı...
- Hay Allah iyiligini versin! Korkutlun beni oğlum ... Kalk artık,
mektup işleri tamam. Şu fazla yazı bulunanı Duslinea'm için. Şu da
yeğenime vereceğin senet...
- Peki, Senyor' Beni Rosinenta'ya bindirtn de bir an evvel yola
çıkayım.

- Dur hele oğlum! Bundan önce sana birkaç çile örneği göstere­
yim ki, gördüklerini sevgilime anlatasın . . .

76
Bunlan dedikten sonra soyunmaya başladı. Olimpiyat atletleri
gibi, bir tek donla kaldı. Yattı, yuvarlandı, parende attı, arnnda kalk­
tı. . . Ne kadar numarası varsa gösterdi... Bu arada birkaç defa donu

düştü . Sanço, gördüğü delilikler karşısında güleceğini mi yoksa ag­


Jıyacağinı mı bilemedi . . .
- Yeter, Senyor, yeter Allah aşkınal Bir saçı uzun için bu çilelere
katlanmaya değ,ınez!.. Val!ahi, o kanyı görünce öyle şeyler anlataca­
ğiill ki, agzı bir kanş açık kalacak! Hele istediğiniz cevabı vermesin
de bak ne yapıyorum. Sarayını veya evinin damını başına yıkınaz­
sam bana da ....
- Halı, işte şu anda biri bizi dinlese, inan senin de benden aşagı
kalır deli olmadıgını hemen anlardı! .. Sakın, soylu Dulsinea'mın ya­
nında patavatsızlıklar yapıp beni küçük düşürme! Şerefli bir şöval­
yenin seyisi oldugunu unutma!
- Bu konuda size bir garanti veremem. O, işin gidişatma baglı
bir şey... Ne olacağinı Allah bilir. Haydi, Senyer giyinin artık! Yok­
sa üşütüp iyice zıvanadan çıkacaksınız!. ..
- Sanço, daha bir iki zor çile ömegi göstermek istiyorum. Şu ka­
yalann üzerine çıkıp aşaği yuvarlanayım. Ağaçlara tırmanıp daldan
dala uçayım.
- Bu söylediklerinizin hepsini yapacağinızdan şüphem yok! Hiç
zahmet etmeyiniz, efendim. Aynen yapmışsınız gibi Dulsineaya an­
latacağim. Hem daha neler anlatacağim Allah bilir. ..
- Sanço, gözünü seveyim, Dulsinea'ma kaba davranma. O çok
soylu ve nazik bir çiçektir. Sakın kann Teresa'ya yaptığin gibi baği­
np çağırma!..
- Ne demek istiyorsunuz, Senyor? Yani sizinki çiçek de benim­
ki çayır otu mu! Yoo, efendim, Teresa'ma laf söyletmem ... Belki soy­
lu filan değil ama, evimin gülü, çocuklanının bıılbülüdür o!
- Bayan Teresa'yı ben de severim; erkek gibi kandır! Ancak bir
köylü kansı ile bir prensesi ayırdetmeni söylüyorum o kadar. Bun­
da alınacak ne var?
- Şu soyluların işine aklım ermedi, gitti... Her ne ise, yine de
söylediklerinizi unutmamaya çalışacagım.

77
- Aferin, oglum! Zaten iyi bir seyise de bu yakışır. Al şu mektup­
lan. Sakın düşürüp kaybedeyim deme! Aksi halde hem üç sıpadan
olursun, hem de görevini yerine getiremedigin için benden dayak
yersin...
- Tamam, efendim! Lütfen, giyinin artık. Sizi çıplak görmeye da­
yanamıyorum.
Kahramanımız giyindi. Sanço'yu Rosinenta'nın sırtına bindirdi.
Neler yapacagını bir kere daha tekrarlayıp onu yolcu etti.
Beş dakika geçmemişti ki, bizinıki geri döndü. Don Kişot, uşagı-
nı tekrar karşısında görünce çok kızdı:
- Yine ne var beceriksiz adam!
- Şey, efendim...
- Ne diye lafı agzında geveleyip duruyorsun! Söyle çabuk, neden
geri döndün?
- Sevgili şövalyem, burası öyle kuytu bir yer ki, geri gelirken bu­
lamam diye korkuyorum...
- Bak bunda haklısın işte! Bolca katır tımagı keselim. Giderken
bunları geçtigin yerlere serpersin. Böylece dönüşünde yolu bulman
kolay olur.
- Hay aklınızla bin yaşayın! Tam deli oldugunuza karar verdi­
gim zaman öyle akıllıca şeyler yapıyorsunuz ki, size haksızlık etti!!;i­
mi düşünüyorum...
- lnsanoglunun düştügü hatalardan biri de budur zaten. Başka­
larını eleştirmekten kendisini tanıyacak zaman bulamaz... Her ne
ise, bu hamur çok su götürür. lşimize bakalım.
Birlikte bol miktarda katır tımagı topladılar. Don Kişot, seyisine,
bunları (ormanı çıkıncaya kadar) yetecek şekilde belli yerlere ser­
piştirmesini söyledi.
Sanço, giderken, efendisinden kendisi için çokça dua etmesini
istedi. Sarılıp koklaştıktan sonra vedalaştılar.
Bizimki, daha üç beş adım ancak atmıştı ki, Rosinenta'nın dizgi­
ninden çekip geri döndü ... Agzını açmaya fırsat bulamadan Mança­
lı Şövalye patladı:

78
- Yine ne var, Allah aşkına!
- Hani dua filan yapmıyorsunuz?..
- Seni ayağırnın altına alınadan uzaklaş buradan şüpheci herifl
Söz verdiğiıne göre yapacağım demektir...
- Aman Senyor! Siz gerçekten delirrnişsiniz!.. Sakın bu söyledik-
lerinizi Santa Hermandad duymasın!
- Benim tesbihimden Santa Hermandad'a ne!
- Tesbih duasını Magriblilerden başkası yapmaz ...
- Yok yahu! Magrtblilerin Allah'ı başka, bizim Allah'ımız başka
mı! Ha, cahil adam?..
- O da doğııı ya... Her ne ise, dua edin de; ister tesbilıli ister tes­
bihsiz. Haydi bana eyvallah!
- Eger bir daha geri dönecek olursan, inan olsun, ayağırnın altı­
na alır çignerim! Aniadın mı! Sıpalann yerine de havanı alırsın! Şim­
di, tez kaybol gözümün önünden!
Sanço, tek kelime etmeden Rosinenta'yı dehledi... Dehledi diyo­
ruz, zira korkudan kendisini boz eşegin sırtında sanıyordu.

79
PAPAZ'LA B E R B E R i Ş E EL KOYUYORLAR

S
ANÇO, durup dinlenmeden, akşama kadar yol aldı. Hava ka­
rarmak üzere iken uzaktan bir han görüp sevindi. Nihayet mi­
desi sıcak yemek görecek, sını da yumuşak yatağa uzanabilecekti.
Yaklaştığı zaman, burasının çifte dayak yedikleri Santa Hermandad'lı
han olduğunu farketti. Efendisi de yanında olmadığına göre, göZÜ­
nün yaşına bakrnaz, pestilini çıkanneaya kadar döverlerdi.
Tam bunlan düşünürken handan iki kişinin çıktığını gördü.
Bunlar, kendi köyünden Papaz Efendi ile Berber Nikolas'dan başka­
sı değillerdi. Sanço, onlara görünmemek için kaçmaya çalıştı ise de
beceremedi. Adamlar, bizimkini hemen tanıdılar:
- D_ur hele Sanço Kardeş, ne diye bizden kaçıyorsun?
- Sizden değil, Hancı'dan kaçıyorum. Sebebini anlatmak uzun
sürer.
Berber, şüpheli gözlerle onu süzdükten sonra sordu:
- Çok sevdiğin boz eşeğine ne oldu?
- Efendimin kurtardığı kürek mahkümlanndan biri, biz uyur-
ken, onu çalıp götürdü.
- Vah, vah... dedi. Papaz, alaylı bir sesle, demek öyle oldu ha?

80
-Kutsal kitap üzerine yemin ederim ki dogıu söylüyorum.
-Efendinin atı sende ne geziyor bakalım, diye sordu Berber. ..
-!şte onu da anlatmak uzun sürer. Hem anlatsam da bana ina-
nacagınızı sanmıyorum ...
Berber dayanamadı:
- Bana bak şişko seyis! diye bağırdı, Senyor Kesada'ya ne yaptın
·. çabuk söyle!
- Ne demek istediğıni anlamıyorum?
- Altınianna ve atma konmak için onu öldürüp hangi çukura at-
tığını soruyoruz!...
Sanço, bu iki adamdan yakayı kurtaramayacagını anlayınca, baş­
lanndan geçen son macerayı, onnana kaçışlannı ve efendisinin ken­
disini Dulsinea'ya elçi olarak gönderdiğıni bir bir anlattı. Bu arada
tesbih hikayesini de ağzından kaçınverdi...
Papaz, tesbih işine çok kızdı:
- Efendin derviş olmaya karar vermiş. Böyle olunca da, ada va­
liliğıni unutman gerekecek ...
- Yoo, yanılıyorsunuz, Peder! diye itiraz etti Sanço. Efendim söz
vermiş ise, mutlaka yerine getirecektir... Hiç bir şey, onu şövalyelik­
ten vaz geçiremez. Siz efendimi yeterince tanımıyorsunuz!..
Papaz, bu yolla kandıramayacağını anlayınca, tehdid işine baş
vurdu:
- Eğer dediklerimizi yapmazsan, seni handaki San ta Hermandad
muhafızına teslim ederiz. Ondan sonra efendin bile kurtaramaz ...
- Vay başıma gelenler! "Her haçın altında bir iblis yatar" diyen
ne doğru söylemiş!..
- Bana bak! Ağzından çıkanı kulağın duysun. Ya şu söylediğın
sözden dolayı tövbe edersin, ya da ...
- Peki, peki anladık! Nedir benden istediğırriz Peder, siz onu
söyleyin!..
- Dua et ki, elifi görse mertek sanan cahil ve kaba bir insan ol­
duğun için seni ciddiye almıyorum... Yoksa, bu terbiyesizliğini sana
pahalıya ödetirdiın'

81
Sanço, onu daha fazla kızdırmamak için sesini çıkarmadı. Berber
Nikolas da okuma yazma bilmeyen bir adam oldugundan Papaz'ın
sözlerine fena içerleınişti. Bunu hissettirmemeye çalışarak araya girdi:
- Bence phlnımızı anlatmaya başiasanız iyi edersiniz Peder! Bıra­
kın, herkesin cahilliği kendine kalsın ...
Papaz Efendi, Berber'in kızdığını anladı. Zoraki bir tebessümle,
şirin görünmeye çalışarak söze başladı:
- Bak Sanço Kardeş! Eger planımızın iyi yürümesinde yardımcı
olursan, efendin dervişlikten vazgeçip şövalyeliğe başlayacak; böy­
lece sen de çok istedigin adana kavuşacaksın.
- Benim efendim zaten şövalye. Hem de su katılmadık bir gez­
gin şövalye.
- Bizi dinieyecek misin, yoksa Santa Hermandad'a teslim edelim
mi seni?
- Sizi diniemiyorum demedim ki, efendim şövalyedir dedim o
kadar. Dervişlik meselesine gelince. Bir kimse şövalye oldu diye
dinsiz de olacak degil ya! Efendim, bütün gelmiş geçmiş büyük şö­
valyelerin aynı zamanda vaaz verecek kadar dindar kimseler oldu­
gunu söyler.
- Peki, her birinin belinde doksan dokuzluk bir tesbih sallandı­
gını da söyledi mi?..
- O kadatım hatırlamıyorum. Kendisine sonnam lazım...
- Şimdi bırakalım bunlatı da, efendini dagdan aşağıya indirecek
planımızı dinle! dedi ve anlatmaya başladı.
Planı can kulagı ile dinleyen Sanço, itiraz etti:
- Yoo, Dulsinea işini halletmeden size yardımcı olaınam! Ayrıca,
şatonun alımnda beni bekleyen üç sıparn var...
- Canım sıpalatın kaçınıyar ya! Senedi cebinde olduktan sonra,
istedigin zaman gider alırsın. Sıpalara kavuşacagım derken adayı el­
den kaçıracaksın ...
- Üç sıpa için aylardır hayalini kurdugum adadan vazgeçecek
kadar geri zekalı değilim. Dediginiz gibi sıpalar nasıl olsa cepte kek­
lik. . . Peki, Dulsinea işini ne yapacağız? ..

82
- Aman efendim, Dulsinea işi zaten başından beli masal.
- Ne demek, masal?
- Dulsinea diye biri yok, anlamıyor musun?
- Siz gelinde bunu efendime anların. Cesaretiniz varsa, onun ya-
nında , "Dulsinea diye biri yok" deyin de bakın sizi ananızdan dog­
dugunuza pişman etmiyor mu!..
- Canım, bunu ona söyleyecek kadar da aptal değ;iliz herhalde...
Izin ver de sözümıl tamamlayayım!
- Buyurun Peder, sizi dinliyorum!
- Diyorum ki, Dulsinea işi nasıl olsa masal. Masalda yalan mü-
bahtıL "Gittim, sevgilini gördüm, mektubunu verdim, çok sevindi"
filan dersin. "0. da seni çok seviyor, aşkını herkesten gizliyar seni
görmek için can atıyor" dersin...
- Ya, "nerede mektubun cevabı" derse? ..
- Sen göründügün kadar aptal değilmişsin Sanço kardeş...
- Efendim beni boşuna mı seyis seçti sanıyorsunuz!..
- Doğru, gerçekten iyi bir seçim yapmış. Senden alasını da bu-
lamazdı... Nerede kalmıştık?
- Mektup işinde ...
- Haa, evet! "Okuma yazması olmadığı için cevabını sözlü ver-
di" dersin.
- Okuma yazma bilmeyen soylu olur mu? O soylu bir prenses­
tir, unuttunuz mu?..
- Yahu, sen de efendinin yelinde durdun ha! lşimizi gittikçe zor­
laştınyorsun...
- Eğer onu inandıramazsam, dayağı siz değil ben yiyeceğim...
- Canım, uydur bir şey işte ... Ne bileyim, "senin aşkından deli
divane olmuş, okumayı yazmayı unutmuş" dersin.
- Haydal Amma da kuyıuklu bir yalan oldu, ha!..
- Bunlara "beyaz yalan" denir, Sanço kardeş... Biliyorsun, bütün
bunlan sırf Senyar Kesada'nın iyiliği için yapıyoruz . . .

83
- Kesada değil; Don Kişot! Eğer onu Kesada yaparsanız, benim
ada da kuş olur, elimden uçar!. ..
- Aman efendim, lafın gelişi öyle dedim.
- Vallahi orası hiç belli olmazi Kim bilir, belki de Allah size doğ-
ruyu söyletiyor...
- Sariço, efendinin yanında duradura, sen de ona benzemişsin.
Her şeyin altında bir çapanoğlu anyorsun...
- Eee, ne demişler: "Kır atın yanında duran ya huyuna ya soyu­
na çeker"...
- Tamam mı, anlaştık mı?
- Anlaşamadık desem sanki beni bırakacak mısınız? Ya Sarrta
Hermandad'ı ya da sizi tercih edeceğim...
- Inan pişman olmayacaksın! Bu hem senin hem de efendin için
hayırlı olacak. ..
- Eh, ne diyeyim... öyle diyorsanız, öyledir! Eğer bir kilise azizi
olarak siz de yalan söylüyorsanız; batsın bu Dünya!.. Ne sıpalan ne
de adayı isterim o zaman...
Papaz, bu sözler karşısında verecek bir cevap bulamadı. Öyle ki,
Sanço'nun deli mi yoksa akıllı mı olduğunda tereddüte düştü... Zi­
ra, öteden beri Don Kişot'la onu "kafayı üşütmüş bir ikili" kabul edi­
yorlardı. ..
Sanço'yu ikna ettikten sonra, Papaz hana gitti. Çok geçmeden,
yanında, ata bindirilmiş güzel bir kızla geri döndü. Bizimki kızı gö­
rünce hayretini gizleyemedi:
- Aman, aman!.. Bu ne güzel bir kız öyle' Yoksa, Dulsinea'yı mı
bulup getirdiniz?..
- Sanço kardeş, ne çabuk unuttun? Sana bahsini ettiğimiz, "Mi­
komikon Prensesi" bu işte!
- Peki, nerenin prensesi bu güzel dilber?
- Yahu, ne laf anlamaz adamsın! Mikomikon ülkesinin prensesi
dedik ya!..
- Allah, Allah . . . Bütün soylular, oturduklan memleketin adını
alıyorlar. Sanki o memleket babalannın malı! .. Aynı memleketin

84
havasını, suyunu, topragını paylaşan diger Ademogullan sanki in­
san degil!.. Ne tuhaf şey!
- Elifi görse mertek sanan şu adamı dinleyen de bir filozof ko­
nuşuyor sanacak!..
- Efendimin yanında bir ay kalsan, inan Peder, sen de filozof
olursun ... Hem de Magribli imarnlara taş çıkarttıracak derecede bir
· filozof olursun. Çünkü, okumuş yazmış adamsın. Ben cahil oldu­
gum için bu kadar kapabildim ...
- Burada oturup senin zırvalannı dinlersek, hiç bir zaman Kara
Dag'a varamayız.
- Kara Dag da neresi, Peder?
- Efendinin inzivaya çekildigi yerin adı Kara Dag'dır.
- Vay benim· kara bahtlı efendim! Demek çile çektigin yerin adı
Kara Dag ha!..
- Yolcu yolunda gerek demişler; haydi arkadaşlar gidiyoruz!
Sanço önde, digerleri arkada atlan mahmuzladılar. Konuşa ko­
nuşa Kara Dag'a vardılar. Bir şey bizimkinin dikkatini çekmişti: M'­
komikon Prensesi, yol boyunca, hiç konuşmamıştı. .. Sanço, fazla
sabırlı bir adam değildi. Dayanamayıp, Papaz'a sordu:
- Saygıdeger Peder, bizim soylu Prenses Ispanyolca bilmiyor
mu?
- Bilmez olur mu! Sadece Ispanyolca'yı degil, Ingilizce ve Fran­
sızca'yı da su gibi konuşur...
- Öyle ya! Koskoca bir ülkenin prensesi olur da dil bilmez mi!..
Benimkisi de cahillik işte ...
Sanço, kendisine prenses diye tanıtılan kızın, Papaz'ın öz be öz
yegeni oldugunu bilmiyordu. Uzak bir köyde oturdugu için onu hiç
görmemişti. Tekrar sordu:
- Peki bu bilmem ne ülkesinin güzel prensesi niçin buralara ka­
dar gelmiş? Efendinıle ne alıp vereceği var? ..
Bu soruya Berber cevap verdi:
- Sevgili dostum, Mikomikon Prensesi'nin başında büyük bir
dert var. Bu derde çareyi ancak efendin Don Kişot bulabilir. ..

85
- Neymiş bu dert, merak ettim doğrusu?
- Çok kötü kalpli bir dev, prensesimizin ülkesini ve tahtını elin-
den almış. Onu zindana hapsetmiş. Kendisi ile evlenmeyi kabul et­
medikçe, serbest bırakmayacağını söylemiş. Ancak, prensesin sadık .
adamlan nöbetçilere bolca rüşvetverip onu zindandan kaçınnışlar.
Mikomikon ülkesinin yaşlı ve bilgili kahlni, prensese, "seni bu kö­
tü kalpli devin elinden ancak Mançalı Korkusuz Şövalye Don Kişot
kurtarabilir" demiş. O da bütün tehlikeleri göze alarak Mança iline
kadar gelmiş. Etraftan sorup soruşturmuş. Don Kişot'un eski dost­
lan olduğumuz için, "onun yerini bilse bilse Berber Nikolas'la Papaz
Efendi bilir" demişler. Uzatmayayım efendim, güzel Prenses bize ge­
lip kendisini Mançalı Şövalye ile buluşturmamızı istedi. Başından
geçen acıklı hikayeyi anlattı. Biz de onu kırarnayıp birlikte yola çık­
tık. Önümüze gelen hancıya hamamcıya sorduk. Gerisini biliyorsun
işte...
- Vay be! Aynı efendimin anlattığı şövalye romanlanndaki gibi
bir hikaye ... Yani lafın kısası, tam Mançalı Şövalye'ye göre bir mace­
ra bu!
Sonra, Prenses'e döndü:
- Sevgili Senyora! dedi, efendime gelmekle en doğıU hareketi
yapmışsınız... Dünya'da devlerle veya büyücülerle başa çıkabilecek
tek gezgin şövalye benim efendimdir.
Prenses rolündeki kız, nihayet ağzını açtı:
- Bu sözleri şövalyenin seyisinden duyınak beni rahatlattı, dedi.
Prenses'ten yüz bulan Sanço:
- Güzel ve soylu Senyora, affımza sığınarak, bir şey sorabilir mi­
yim?
- Sor, dedi Prenses.
- Acaba adını aklıında tutamadığıın ülkenizde efendime hizmet-
lerinin karşılığında, çünkü o kötü devi anasından doğduğuna piş­
man edeceğinden eminim bağışlayabileceğiniz bir adanız var mı? ..
- Hem de birkaç tane! Beni o devin elinden kurtardığı taktirde,
seve seve birini bağışlanm.

86
- !şte bunu duyduğuma çok sevindim, Prenses hazretleri. Çün­
kü, efendimin bana bir ada bağışlayacağına dair sözü var. ..
- Efendine de sana da yetecek kadar adam var; hiç merak etme
seyis efendi...
- Efendimin dünya malında gözü yoktur. O, karşılık bekleme­
den iyilik yapar. Kendisine vereceğiniz adayı kabul etmeyeceğini
· ,imdiden söyleyebilirim. Ama bana bağışlayacağınız küçük bir ada­
ya hayır demez...
Böyle konuşa konuşa Kara Dağ'ın eteğine kadar geldiler. Sanço,
efendisinin mutlaka uygun durumda olmadığını, kim bilir ne deli­
likler yaptığını bildiği için şu tekiifte bulundu:
- Beyler, siz burada bekleyin. Ben önden gidip efendime Dulsi­
nea'dan getirdiğim güzel haberleri ulaştırayım ki, kendisine gelsin.
Sonra adını aklımda tutamadığım bilmem ne ülkesinin prensesin­
den -sevgili Senyara kusuruma bakmasınlar- bahsedip mevzuya
ısındırayım. Ondan sonra gelir sizi çağırınm.
- Çok tetbirli bir insansınız, dedi Prenses sizi sabırsızlıkla bek­
leyeceğiz.
Sanço, Rosinenta'yı mahmuzlayıp ormana daldı. Kavuşacağı ada­
.
nın sevinciyle sanki bulutlann üzerinde uçuyordu. Öyle dalgındı ki,
Berber'in kendisini takip etmekte olduğunu bile hissetmiyordu ...
Biziınki, yola serptiği katır tımaklatını izleyerek Don Kişot'u ko­
layca buldu. Buldu bulmasına ama, onu görür görmez de yüreği cız
etti... Zavallı, elinde tesbihi, bir kayanın üzerine tünemiş öylece
bekliyordu. Yüzü iyice saranp solmuş, adeta canlı cenazeye dön­
müştü. Seyisini görünce gözleri parladı. lik sorduğu soru şu oldu:
- Dulsinea'mdan ne haber?
- Haberler iyi! dedi Sanço, hem de beklediğinizden daha iyi...
- Bana yeniden hayat verdin, sevgili oğlum' Demek sevgilimi
gördün, kendisine mektubumu verdin, öyle mi?
- Evet Senyor! Hem de elimle koyınuş gibi kolayca buldum
onu... Mektubunuzu alınca ne kadar sevindi bilemezsiniz. Öptü,
kokladı ve sonra nedimesine vererek okumasını söyledi.

87
- Sanço oğlum, bütün bu söylediklerinin doğru olduğuna emin
misin? Rüya filan görmüş olmayasın!..
- Amma yaptınız, Senyor! Rüya ile gerçeği ayıramayacak kadar
aptal mıyım!
- Devam et, lütfen! dünya'nın krallığını verseler bu kadar sevin­
diremezlerdi beni!..
Sanço anlattıkça, Don Kişot'un yüzüne kan geliyor; bir canlılık
kazanıyordu. Papaz'la Berberin öğrettiği gibi bol keseden attı dur­
du ... Dulsinea masalını bitirip Mikomikon Prensesi'ni anlatmaya ge­
lince, ağaçlıklann arkasından acaip kılıklı bir adam peydalı oldu ...
Bu, bizim Berber'den başkası değildi. Saka! takıp kıyafet değiştirdi­
ği için Sanço bile onu tanıyamamıştı...
Don Kişot, adamı görür görmez, kılıcına el atıp haykırdı:
- Dur orada ey yabancı! Kimsin, burada ne işin var?
- Pek saygıdeğer Senyar Şövalye! diye söze başladı Berber. Ben
sizin hakir bir kölenizim. Yaveri bulunduğum Mikomikon Prensesi,
beni size gönderip kendilerini huzura kabul etmenizi rica ediyor­
lar. . .
- Ben de size tam bunu anlatmak üzereydim, dedi Sanço. . . Za­
vallının kötü kalpli bir devle başı dertteyıniş...
Don Kişot'un sevincine diyecek yoktu. Tebessüm ederek seyisi­
ne şöyle dedi:
- Gördün mü, oğlum Sançal Tesbih duası tesirini göstermeye
başladı bile. Aynı günde iki büyük sevinci birden yaşıyorum...
Sonra, yaver kılığındaki Berber'e döndü:
- Prensesiniz Senyara altesierine söyleyiniz, kendisini burada
kabul etmekten şeref duyacağım!..
- Allah kılıcımza güç versin Senyar Şövalye! Bu iyiliğinizi ömür
boyu unutmayacağız, diyen Berber, arkasına bakmadan geldiği yol­
dan geri döndü.
Çok geçmeden, kızla birlikte göründü. Üzengisinden tutarak at­
tan inmesine yardım etti. Prenses; gelip şövalyenin önünde diz çök­
tü:

88
- Ey şövalyeliğin yaşayan abidesi! Bana yardım edeceğinizi va­
detmedikçe buradan kalkmayacağım, dedi, karşınızda dünyanın en
ralilisiz ve bahtsız prensesini göıiiyorsunuz. Ona ancak siz yardım
edebilirsiniz ...
Don Kişot, kızı yerden kaldırmaya uğraştı ise de başaramadı.
Kendisi de diz çökmek zorunda kaldı ve yüz yılze geldiler...
- Prenses, dedi, ben sizin kölenizim, ricanız benim için emirdir.
- O halde beni o kötü devin elinden kurtarmadıkça, başka hiç-
bir şey için kılıcınıza el atmayacağınıza söz veriniz. Sizden bu sözü
almadıkça yerden kalkmayacağıml...
- Size şövalye sözü veriyorum ki, o hain devin kellesini govde­
sinden ayırmadıkça, başka hiçbir şey için kılıcıma el atmayacağııni
Lütfen, yalvanyorum size, kalkın artık yerden!..
Kız yerden kalkarken şövalye ona yardım etti. Sanço, adasına ka­
vuşmuş gibi bağırdı:
- Prenses Senyora! Efendim yemin ettiğine göre devi ölmüş bi­
lin!..
- Sen de kendini adana kavuşmuş bil, dedi kız...
Don Kişot, Prenses'in söylediği son cümleyi duyunca seyisine
döndü. Kızgın bir sesle:
- Aç gözlü, saygısız uşak! diye bağırdı, bunu bana nasıl yapar­
sm? .. Prenses'in önünde beni küçük düşürmeye uıanmıyor musun?
- Ah Senyora, yaktınız beni! diye iniedi Sanço, adadan modadan
bahsetmenin sırası mıydı şimdi! . . Vallahi, soylusu da soysuzu da ge­
vezelikıe aynı bu kadın milletinin...
Bizimki, başına gelecekleri bildiği için, kaçıp Prenses'in arkasına
saklandı. Şövalye, bumundan soluyordu:
- Sakın ağzını bir daha açayım deme! Konuştukça çam devirt­
yorsun, şapşal uşak!..
- Iyi vallahi... Her şey yolunda iken "Sevgili Sanço Kardeş", işler
kötüye gidince "Şapşal Uşak" oluyoruz!..
Prenses rolündeki kız, gülmernek için kendini zor tutuyordu. Işi
tatlıya bağlamak maksadıyla duruma müdahale etti:

89
- Affetmek, büyüklügün şanındandır Senyor Şövalye. Hatının
için iyi kalpli seyisinizi bağıŞlamanızı rica ediyorum. Zira, benden
ada filan istemiş değildir. Hakkınızda o kadar çok şey duydum ki,
Sanço'ya bağışlamayı vadettiğiniz ada da bunların içinde ...
- Soylu Prenses'im, siz onu yeterince tanımıyorsunuz. Yüz bul­
dumu, astarını ister. Bazan uşak olduğunu unutup ortağırnmış gibi
benimle pazarlığa tutuşur. Eğer, kendisine gösterdiğiniz yakınlıktan
dolayı sizden bir ada istemiş olsaydı, buna hiç şaşmazdım!..
Berber, bir an önce yola çıkmak için yaver rolünü tekrar takın­
dı:
- Sevgili Prensesim! O kara vicdanlı dev, mutlaka kaçtığınızı öğ­
renmiş; halkımza etmedik zulüm bırakmamıştır. Yiğit şövalyemiz,
lütfedip yola çıkınaınıza izin verirlerse kendisine ınüteşekkir kala­
cağız...
- Yaveriın çok haklı, asil şövalye hazretleri. Devin başını govde­
sinden ayırdığınızı görmedikçe içim rahat etmeyecek, halkım işken­
ce altında inierken gözüme uyku girmeyecektir...
- Sizin şu üzüntünüz, deve olan kinimi bir kat daha artırmış bu­
lunuyor, güzel Senyora! Onunla bir an önce karşılaşabilmek için sa­
bırsızlanıyorum. Hemen yola çıkalım.
Don Kişot, silahlarını sıkılayıp Rosinenta'sına atlayınca; Sanço
yaya kaldı. Berberin de yaya olması, onu bir parça teselli ediyordu.
Prenses'le Mançalı Şövalye önde, diğer ikisi yaya yola koyuldular.
Ormandan çıkıp düze indiklerinde Papaz'la karşılaştılar. Kahrama­
nımız onu görünce çok şaşırdı:
- Sevgili dostum, bu ne tesadüf! Hayrola, ne işiniz var buralarda?
- Soylu altesieri Mikomikon Prensesi'nin sizi aradığını bildiğim-
den onu takip ettim. Bu hareketimi hoş göreceğınizi umarım. Zira
sizi çok özledim. Ayrıca, şöhretinizin Ispanya sınırlarını aşmış ol­
masından gurur duydum...
Bu son sözler, Don Kişot'un çok hoşuna gitmişti:
- Şöhret peşinde koşan biri olmadığımı çok iyi bilirsiniz sevgi­
li Peder! Nerede göz yaşı, nerede kanayan bir yara var ise; oraya

90
koşmak benim için zevktir. Bunu da sırf Allah'ın nzasını kazanmak
maksadıyla yapıyorum. Kimseden en ufak bir menfaat beklemiyo­
rum.
- Ama kendi malan ile bir adacık verirlerse hiç fena olmaz! de­
di Sanço .. .
Don kişot, beklemediği bir sırada, uşağının yaptığı bu münase­
. betsizliğe çok kızdı. Mızrağını kaldırdığı gibi onun başına indirdi.
zavallı seyis, neye uğradığını bilerneden yediği darbe ile yere yıkıldı.
- Ne kızıyorsunuz, efendim! Eğer siz fisebilillah böyle savaşma­
ya devam ederseniz, ömrümün sonuna kadar vadettiğiniz adama
kavuşamayacağım demektir... Söyleyin dostlar, haksız mıyım? ..
Yattığı yerden söylediği bu sözlere, Prenses de dahil, herkes hak
verdi. Berber onun kalkınasma yardım etti. Don Kişot, etraftakilere
ayıp olmasın diye, sesini çıkarmadı. Ancak, her halinden, seyisine
küstüğü belli oluyordu.
Ovada iki saatten beri yol alıyariardı ki, karşıdan eşeğe binmiş
bir adamın geldiğini gördüler. Sanço, nerede eşekli birini görse,
kendi boz eşeğini hatıriamadan edemiyordu. Adam iyice yaklaşın­
ca, eşeği de binicisini de tanıdı. Yüreği heyecandan ağzına geldi:

- Sevgili efendi, bütün kutsal şeyler üzerine yemin ederim ki, şu


gelen benim eşeğiındir! diye bağırdı, üstündeki de hürriyetine ka­
vuşturduğunuz kürek mahkümlanndan biridir!..
Adam da bizimkileri tanımış, eşekten atladığı gibi tabanlan yağ­
lamıştı. Öyle bir kaçıyordu ki, arkasından değme atlı yetişemezdi. . .
Don Kişot, yolun ortasında, binicisiz kalan eşeği yakaladı. Geti­
rip sahibine teslim etti. Sanço, kral hazinesine kavuşmuş gibi, se­
vinçten uçuyordu. Koşup eşeğinin boynuna sanldı:
- Ah benim can yoldaşım! Nihayet sana kavuşabildim! Söyle ba­
kayım, o haydut herif sana çok eziyet etti mi? Yoksa seni sattığımı
mı düşündün! Karşılığında değil üç sıpa, üç kese altın verseler sen­
den vazgeçmem ...
Orada bulunanlar, Sanço'nun eşeği ile sarmaş dolaş olmasına ka­
tıla katıla güldüler. Papaz Efendi:

91
- Sevgili dostum, bu mahkum hikayesi de nesi oluyor? diye sor­
du.
Bu soru, kahramanımızın hiç hoşuna gitmemişti. Seyisinin geve­
zelik etmesine tekrar kızmış, bağınyordu:
- Be hey sersem uşak' Senden mahkumlan soran mı oldu! Aklı­
nın ennediği şeylere ne diye bumunu sokuyorsun?..
Sanço'nun yediği mızrak acısı hala gitmemiş olduğundan, şamar
ağlam gibi elleriyle kafasını örtüp, Papaz'ın arkasına saklandı. Işin
tuhaf tarafı, söylenmeğe devam ediyordu:
- Yalan mı yani! Kralın muhafızlanyla savaşıp, ellerindeki kürek
mahkumlannı serbest bırakmadınız mı? ..
- Şövalyeliğin Ş'sinden anlamadığın nasıl da belli oluyor! Zinci­
re vurulmuş o insanlar, suçsuz olduklannı söyleyip, kendilerini
kurtannam için yalvardılar... Hangi şartlar altında olursa, olsun bi­
rileri benden yardım isteyince, onlan geri çeviremeyeceğimi sen de
pek ala biliyorsun.
Papaz, tekrar söz aldı:
- Kralın muhafızianna kılıç kaldınnanın, Krala isyan etmek ol­
duğunu bilmiyor musunuz? ..
- Bir yerde haksızlık varsa, kral ınıral dinlemem! O insanlar, gü­
nahkar da olsalar, değil mi ki kendi arzulan dışında zincire vurul­
muş, zorla kadırgalarda kürek çekmeye mahkum edilmişlerdir...
Gezginci bir şövalye olarak, duruma e] koymaktan başka çarem
yoktu. Ben doğru olanı yaptım!..
- Ya şimdi kral muhafızları veya Santa Hermandad okçulan sizi
aramaya çıkmışlarsaL
- Dünya'nın bütün muhafızlan da önılme çıksalar, sevgili Sen­
yara'ya verdiğim sözü yerine getirmekten beni alıkoyamazlar. ..
Mikomikon Prensesi rolundeki kız, şövalyenin cesareti karşısın­
da hayrete düştü. Onun gerçeklerden kopmuş bir zırdeli olduğuna
iyice kanaat getirdi. Amcasının yardım teklifini kabul ettiği için ha­
yırlı bir iş yaptığına inanıyordu ...

92
Papaz, şövalyeyi daha fazla kızdırmamak için mahkum hikayesi­
ni orada kesti. Lafı değiştirip, kötü kalpli deve getirdi:
- Sevgili dostum, bu cesaret sizde oldukça, Mikemikon ülkesi­
ne kan kusturan o devin de hakkından geleceğinize inanıyorum...
- Eğer büyülü değilse, bu efendim için peynir ekmek yemekten
daha kolay bir iştir, dedi Sanço, dua edelim ki, o kötü dev büyülen­
.. miş filan olmasın. Çünkü ne kadar büyülü işe girmiş isek, temiz bir
dayak yeyip öyle aynlmışızdır...
- Hay patavatsız herif hay! diye bağırdı kahramanımız, sana
adam gibi konuşmasını bir türlü öğretemedim gitti!.. Bütün büyü­
cüler başına üşüşsün, e mi!
- Kızınayın efendim! Allah'ın bildiğini, ne diye kuldan esirgeye­
lim? ..
- Iyi de aptal uşak, her doğruyu öyle rastgele her yerde söylemek
doğru mudur? ..
- Af buyurun! Ben ne soylu biriyim ne de gezgin şövalyeyim.
öyle ince işlere aklım ermez... Her gün falakaya da yatırsanız, bildi­
ğimi söylemeden duramam. Onun için, siz siz olun, bana asla sım­
nızı açmayın...
- Allalı'ım, ne büyük günalı işledim ki, böyle odun kafalı bir
uşak verdin bana!.. Gezgin bir şövalyenin şerefi, yanındaki seyisle
ölçülür. Bu görgüsüz keçi çobanı, şerefimi iki paralık etti:..
- Yoo, Senyor! Bu kadan da fazla! Keçi çobanlığı yapmak, kötü
bir şey mi? Şerefli olmam için, tembel tembel oturup hazırdan mı
yemem lazımdı. Ne demek istediğimi Allalı biliyor... Daha fazla ko­
nuşmak istemiyorum!
. - Gördünüz mü; lafın ucu kendisine dokundu mu, filozof kesi­
lir köftehor! Aynı hassasiyeti efendisine de gösterse ne olur!..
Iki onağın, delilikle akıllılık arasında zig zag çizmeleri herkesi
şaşınıyordu ... Sanço'yu eşeğine bindirdiler. Yola devam etmek için
şövalyeden izin istediler.
Mançalı Don Kişot'a sık sık iltifatlar ederek üç saat kadar yol al­
mışlardı ki, kahramanımızia seyisinin katırcıdan ve kötü huylu

93
kızdan gece dayağı yedikleri hana geldiler. Akşam karanlığı basmak
üzere olduğundan burada geeelernek istiyorlardı. Tabii, bunun için
yine Don Kişot'tan izin istemeleri gerekiyordu. Prenses'in yaveri, ya­
ni bizim Berber, protokol icabı söz istedio
- Sayın Şövalye hazretleri, Prensesimiz çok uzun bir yoldan gel­
diği için fazla yoruldu. Eğer izin verirseniz, bu geceyi handa geçir­
mek ve sabah erkenden yola çıkmak istiyoruz?
Efendisinin cevap vermesine fırsat kalmadan Sanço ileri atıldıo
- Ağalar, yolcu yolunda gerek. .. Prensesimizin halkı o kötü de­
vin elinde işkence çekerken; bizim hanlarda, şatolarda keyif çatma­
mız hiç de asilee bir davranış olmazi..
Don Kişot, seyisinin damdan düşer gibi söze kanşmasına çok
kızdıo
- Be terbiyesiz uşak! diye bağırdı, ne zaman adam gibi susması-
nı öğreneceksin?
- Fakat, Senyorl.. Hani katırcı var ya, filan...
- Kes sesini! Yoksa...
- Kötü kız var ya, falan...
- Neler saçmalıyorsun, Allah aşkın:1!
- Valiahi efendim ... Eğer, "Her doğruyu rastgele yerde söylemek
doğru değildir" dememiş olsaydınız...
Mançalı Şövalye, seyisinin ne demek istediğini anlamış; ancak
anlamazdan gelmeyi tercih etmişti...
Prenses'e döndüo
- Güzel Senyora, uşağım bazan böyle saçmalar... Inanın o zaman
ne demek istediğini ben bile anlayamam. Lütfen, bu zavallının ka­
balığını hoşgörün. Geceyi şatoda geçirmek istiyorsanız, rahatınızı
temin etmek boynumuzun borcudur. Şato sahibi, soylu bir derebe­
yidir. Kendisini tanınm. Bana büyük saygısı vardır. Kansı da çok al­
çak gönüllü bir Senyoradır. Size hizmet etmekten şeref duyacaktır...
- Sizin yanınızda kendimi emniyette hissediyorum, Senyor...
Nasıl isterseniz öyle olsun.

94
Kahramanımız önde, diğerleri arkada hanın avlu kapısından içe­
ri girdiler. Sanço, eşeğinin yulannı çekerek geriye kalmış; eşikte
durmuş, neler olup biteceğini gözlüyordu ...
Hancı, daha önce Papaz'dan bolca bahşiş almış olduğundan say­
gı ile yerlere kadar eğildi. Don Kişot, bu saygıyı kendisine gösterdi­
ğini zannederek teşekkür etti. Prenses'in şatoda geeelernek istediği­
ni, onun rahat etmesi için ne gerekiyorsa yapılmasını söyledi...
Adam, tekrar yerlere kadar eğildi:
- Gezgin bir şövalye ile bir prensesi ağırlamaktan şeref duya­
nm ... dedi.
Işlerin yolunda gittiğini gören Sanço, korka korka kalabalığa ka­
nştı. Hancı, içeri girmiş, hizmetçilere emirler yağdınyordu. Bu ara­
da ilk yaptığı iş, kötü ahlaklı kızına ortalıkta görünmemesini söyle­
mek oldu...
Yemekler yendikten sonra, herkes odasına çekildi. Berber'le Pa­
paz, Don Kişot'a görünmeden Prenses rolündeki kızın odasına gir­
diler. Ertesi gün yapacaklan işleri konuştular. Ancak, şövalye'yi evi­
ne gölürebilmek için iyi bir sebep bulamadılar. Tam bu sırada, ha­
nın avlusundan bir gürültünün geldiğini duydular. Berber, ne olup
bittiğini anlamak için, başını pencereden dışan uzattı. Iki çift ökü­
ze koşulmuş kocaman bir köylü arabasının içeri girmiş olduğunu
gördü. Bunu diğerlerine de haber verince, Papaz'ın aklına çok par­
lak bir fikir geldi...
- Tamam, buldum! diye bağırdı. Fikrini açıklayınca, yeğeni ile
berber onu buluşundan dolayı tebrik ettiler.
Papaz'ın planı şuydu: Sahibini ikna edip arabayı iki günlüğüne
kiralayacaklar. Hancıdan yeteri kadar ağaç parçalan satın alıp bun­
larla bir kafes yapacakiar. Kafesi arabaya yükleyecekler. Sonra beyaz
çarşaflara bürünüp kahramanımızın odasına girecekler. Onu tut­
tuklan gibi aşağıya götürüp kafese kapatacaklar.
Planın devamına gelince ... Onu da, gelin olaylar sırasında birlik­
te görelim.
Berber'le Papaz aşağıya indiler. Hancı'yı da yanlarına alarak ara­
banın sahibine gittiler. Çok hayırlı bir iş için arabasını iki günlüğü-

95
ne kiralamak istediklerini söylediler. On altına onu razı ettiler. Han­
cı ile anlaşmalan da zor olmadı. Adam, istedikleri ağaçları bulup ge­
tirdi. Kafesi zamanında yetiştirebilmeleri için iki adamını yanlarına
yardımcı olarak verdi. Fazla gürültü çıkarmadan çalışmalarını söy­
ledi.
- O deli şövalyenin uyanıp ortalığı birbirine katmasını istemiyo­
rum, dedi...
Dört adam, kısa zamanda, sağlam bir kafes yapıp onu arabanın
üzerine yüklediler. Bütün bu işler olup biterken, kahramanımız her
şeyden habersiz horul horul uyuyordu. Yediği dayaklar, çektiği çi­
leler zavallıyı öyle halsiz dılşürmüştü ki, yanında top atsalar uyana­
cağı yoktu.
Bizimkiler, işlerini bitirdikten sonra Harıcı'dan dört tane beyaz
çarşaf istediler. Hem kendileri hem iki yardımcılan çarşafiara bü­
ründüler. Yukarı çıkıp Don Kişot'un odasına daldılar. Berber onu
öyle bir bağladı ki, kahramanımızın kıpırdayacak hali kalmadı. Son
düğümü fazla sıkmış olacak, Mançalı şövalye inleyerek gözlerini aç­
tı. Açması ile çığlığı basması bir oldu:
- Sizi it dölleri sizi! Korkak Freston sizi göndereceğine, cesareti
varsa kendisi gelip benimle kozunu paylaşsın! Tez, şu ipleri çözün!
Yoksa, hepinizi arıanızdan doğduğunuza pişman ederim.
Hayalet adamlar, Don Kişot'un tehdidierine aldırmadan, karga
tulumba onu aşağıya indirdiler. Kafesin kapağını açıp içeriye soktu­
lar. Sonra da üzerinden kilitlediler...
Berber, sesine boğuk bir ton vererek şöyle dedi:
- Ey şövalyelik mesleğinin son temsilcisi! Freston, senin düşma­
nın olduğu kadar bizim de düşmanımızdır. Seni büyük bir tehlike­
den kurtarmak için gelmiş bulunuyoruz. Biz, iyiliğini isteyen şöval­
yelerin ruhlanyız. Kara Dağ'da çektiğin çilelerin haberi bize ulaştı.
Katlandığın acılann mükafatı olarak, seni koruma altına alıyoruz.
Mikemikon Prensesi'ne verdiğin sözü de biz üzerimize alıyoruz.
Çünkü o dev büyülüdür. Hakkından ancak biz geliriz ... Bir şövalye,
üstadianna fazla soru sormaz! Bize itimat et ve sesini çıkarma!..

96
Kahramanımız, duyduklanndan manevi bir haz aldı. Agzını açıp
tek kelime söylemedi. Hayaletlerden biri yukan çıkıp Sanço'yu
uyandırdı. Zavallının, çarşafa bürünmüş adamı görüp ne hallere gir­
digini vann siz tasavvur edin...
Araba yola çıkıp handan biraz uzaklaşınca, bizimkiler hayaletler­
den ikisini geri gönderdiler. Bunlar, Hancı'nın yardım için verdigi
. iki hizmetçiden başkası degillerdi. Cepleri bahşişle dolu olduğun­
dan görevlerini severek yapmışlardı...
Papaz'ın yegeni, hana yakın bir çifdikte oturdugundan, kendisi­
ni merak etmemelerini, sabah olunca kolayca evine gidebilecegini
söylemişti... Mançalı Şövalye'nin iki eski dostu, arabayı köylerine
dogru sürdüler. Sanço da eşeginin sınında on!an takip ediyordu.
Bir ara efendisine yaklaşıp şöyle dedi:
- Ah, gözümün nuru sevgili efendim! Nedir bu başımıza gelen­
ler! Ne zaman güzel bir macera ile karşılaşsak, büyücüler gelip işi­
ınizi berbat ediyorlar!..
- Sus, sevgili oglum! Başıma öyle bir devlet kuşu konmuş bulu­
nuyor ki, bunu sana aniatınam çok zor. Sadece, beni buraya kapa­
taniann büyücü olınadıgını bil yeter... Gerisine kanşma!
- Ama, Senyor... Araba bizim köye dogru gidiyor? ..
- Hiç önemli degil! Bizi götürenler, ne yaptık!annı biliyorlar...
Güneş tepelerin üzerinde iyice yükseld!ginde, araba da köye gir­
miş bulunuyordu. Don Kişot'un, böyle sirk hayvanı gib1, bir kafese
kapatılmış olarak getirildigini gören köylüler, koşarak yegenine ha­
ber verdiler.
Sanço, şimdilik yapabilecegi bir şeyi olmadıgını düşünerek,
efendisinden izin istedi. Eşegini dehleyerek evinin yolunu tuttu.
Kahramanımızı taşıyan araba şatoya yak!aştıgında, yegenle Kah­
ya Kadın da koşarak onu karşılamaya çıktılar. Don Kişot, iki gün
boyunca aç, susuz bir halde, hem de baglı olarak, yolculuk yaptı­
gından iyice halsiz düşmüştü. Agzını açıp ev halkına cevap verecek
gücü kalmamıştı.
Hayaletler onu odasına taşıdı!ar. Yatagına yatırdılar. Bag!annı çö­
ZÜp serbest bıraktılar. Işleri bitmiş oldugundan gözden kayboldular...

97
Şato halkının Papaz'la Berbeı'in çevirdigi dalapiardan haberiert
vardı. Hayalet kılıklı adamlan gördüklert zaman hayret etmeyişleti­
nin sebebi buydu. Bizimkiler, Mançalı Şövalye'nin odasından çık­
tıktan sonra üzerielindeki çarşaflan çıkardılar. Kahya Kadın'a güzel
ve gıdalı yemekler pişirerek efendisini iyi beslemesini söylediler.
Papaz:
- Kahya hacı, dedi, bir müddet için Senyar Kesada'yı gönnesek
belki geçmişi daha kolay unutur. Yalnız dedigimizi unutma, ona iyi
bak ki yüreği ve beyni güçlensin, böylece nonnal hayata dönebilsin.
- Hay hay peder, elimden geleni yapanın dedi Kahya Kadın, Al­
lah sizden razı olsun. Bu iyiliginizi nasıl ödertz...
- Emeklertmizin ve zahmetletimizin hepsi efendinize helal ol­
sun. O iyi bir insandır. Yeter ki, planımız hedefine ulaşsın. Bundan
sonra dua etmekten başka elimizden bir şey gelmez ... Iyileşme ema­
releti başlayınca bize mutlaka haber ver. Gelip kendisini ziyaret
edelim.
- Olur Peder. Merak etmeyin, iyileşir iyileşmez size haber ulaş­
tınnm.
Berber'le Papaz, çok hayırlı bir iş yapmış olmanın gönül huzuru
içinde evletine gittiler. Kahya Kadın da efendisine yemek pişinnek
üzere mutfaga indi.
Biraz da Sanço Panza'dan bahsedelim: Efendisinden izin aldık­
tan sonra dogruca evine gitti. Karısını ve çocuklarını görmek için
can atıyordu. Teresa onu eşikte görür görmez feryadı bastı:
- Amanın, amanını Gözletime inanarnıyorum ı Çocuklarımın ba­
bası geldi!..
- Nasılsın bakalım karıcığım? ·

- Kocasız bir kadın nasıl olursa öyle... diye sitemli bir cevap ver-
di Teresa.
- Ne demek istiyorsun?
- Kızına canım, "Çocuklara hem babalık hem de annelik yap-
mak kolay degil" demek istedim... Sen neler yaptın bakayım? Cep­
lerin para, çantan hediyeler dolu olarak gelmişsindir inşallah. . . Şu

98
yaıruılı elbise ile komşu kadınlara daha fazla görünmek istemiyo­
rum. Çocuklann da elbiseleri ve ayakkabılan iyice eskidi. ..
- Ah kancıgım!.. diye iniedi Sanço. Gezgin Şövalyelik zannetti­
gin kadar para getiren bir meslek degil. Ama şöhreti ve dayagı bol...
- Desene gittigin gibi, meteliksiz geri döndün! Keçi çobanlıgı, şu
ne idügü belli olmayan seyislikten daha iyi idi. Ne diye o deli heri­
.
·
fin arkasına takılıp gittin? .. Artık aklını başına toplamanın zamanı
geldi de geçiyor bile. Çiftinin çubugunun başına geç.
- Yoo, Teresai Efendim bir krallık ele geçirdigi zaman, bana da
bir ada bagışlamayı vadetti. Adama kavuşmadan seyisligi bırakınayı
benden isteme! Şunun şurasında ne kaldı ki...
Okul yüzü görmemiş olan kadın sordu:
- Bu ada dedigin de ne ki? Yenilir içilir bir şey mi? Satsan kaç
para eder?
- Ne yenir ne içilir, ne de satılır bir şeydir. Ada demek, şanlı şe­
refli bir saltanat demektir. . .
Teresa'nın kafası iyice kanştı:
- Bilmece gibi laflar ediyorsun: Şanlı•şerefli bir şey ama; yenmiyor,
içilmiyor. .. Satsan satamıyorsun>.. O deli şövalyenin yanında kalalı,
sen de kafayı bozmuşsun anlaşılan. Vah zavallı kocacıgım, vah!..
- Kancıgım, bırak da anlatayım. Efendim bana vadettiği o adayı
bagışladıgı zaman ben vali yani kanı gibi bir şey o!acagım, sen de
kontes olacaksın. Kontes demek, kraliçe veya prenses gibi bir şey iş­
te... Kralın sarayı gibi bir şatoda oturacagız. Hizmetçilerimiz olacak.
Pek çok paramız ve malımız olacak. Kadife elbiseler giyecek, atlı
arabalara bineceksin...
- Ay, ay! Tutun beni bayılacagım ... Sen iyice kafayı üşütmüşsün,
ayol! Keçi çobanından kral, eli nasırlı köylü kansından kraliçe oldu­
gu nerede duyulmuş? Ikimiz de elifi görsek mertek sanım!
- Efendim Don Kişot, olur diyorsa olur! Sen ondan daha iyi mi
bileceksin!.. Hem, vali olunca okuma yazma bilmeye ne gerek var!
Her valinin bir mektupçusu olurmuş. Mektuplannı o yazar, gelen­
leri de o okurmuş...

99
�Allah biliyor ya, aklım bu işe hiç yatmadı. .. Madem öyle diyor,
sun, öyle olsun bakalım. Ama bilmiş ol ki, beklerneye tahammülüm
kalmadı. Şu valilik mi, kentluk mu her ne ise, bir an önce olsun.
Yoksa ben yapacağımı bilirim!..
- Tamam, kancığım! Sen hiç merak etme ... Efendim biraz ken­
disini toparlasın, hemen sefere çıkanz. Onun bir krallık ele geçire­
ceğine ve bana da bir ada bağışlayacağına hiç şüphem yok. ..
Sanço, kansını böylece ikna ettikten sonra evin eksiklerini ta­
mamlamak üzere kollan sıvadı. Önce ahın bir güzel temizledi. Boz
eşeğin önüne taze saman ve yulaf koydu. Sonra evin etrafını çevre­
leyen çiti tamir etti.
Birikmiş işleri tamamlaması iki gününü aldı. Bu arada efendisini
iyice özlediğinden, onu gönnek için can atıyordu... Bir bahane uy­
durup evden uzaklaştı. Doğruca Senyar Kesada'nın şatosuna gitti.
Don Kişot'un evde kalmış yeğeni bizimkini kapıda görünce önü­
ne dikildi. Onu içeri almak niyetinde olmadığı her halinden belli
oluyordu:
- Dur bakalım, şişko köylü! diye bağırdı, birazcık aklın varsa pa­
şa paşa geldiğin yere geri dönersini
- Çekil önümden, ben ancak efendimden emir alınm!
Kahya Kadın bağnşmalan duymuş, yeğene yardım etmek için
koşarak gelmişti. O da Sanço'ya kafa tuttu:
- Ne laftan anlamaz adamsın! Bas git evine! Efendimi bu hale ge­
tiren sensin, Allah'ın cezası şişko!
- Hop hop, kendine gel kadın! Ağzından çıkanı kulağın duysun!
Şövalyeyi görmeden şuradan şuraya adımımı atmam!
Don Kişot, seyisinin sesini tanımış, yattığı yerden bağınyordu:
- Bırakın gelsin! Kadınlar ne zamandan beri erkeklerin işine ka­
nşmaya başladılar! Oraya gelirsem ikinizi de tepelerim, bilmiş olun!..
Kahya Kadın'la yeğen duyduklan sesten ürktüler. Gerçekten ye­
rinden kalkıp gelirse, ne yapacağı belli olmazdı. .. Istemeye isteme­
ye Sanço'ya yol verdiler. Biziınki sallana sallana efendisinin odasına
girdi. Iki dost birbirlerine sanlıp hasret giderdiler.

ıoo
Yeğen, koşarak Papaz'a gitmiş; seyisin şatoya geldiğini ve efendi­
sinin aklını çelrnek için odasına girdiğini haber vermişti. Papaz,
bunlan duyunca:
- Hay Allah'ın cezası herif, diye bağırdı, pişıniş aşa su katmak di­
ye buna derler!..
Vakit geçinneden cübbesini giydi. Giderken Berber'e uğrarnayı
da ihmal etmedi. lklsi birlikte şatoya geldiler. Onlar içeri girdiğinde
Don Kişot'la Sanço tekrar kaçmak için plan yapıyorlardL..
Kahya Kadın Papaz'ı görünce yalvaran bir sesle:
- Ne olursunuz Peder. .. dedi, şu deli şişkoyu efendimden uzak­
laştınn! Yoksa, ne yapıp yapar Senyar Kesada'mızı yine yoldan çıka­
nr. ..
- Hele sabret Kahya bacı, içeri girip neler olduğUna bir baka­
lım... diyerek Don Kişot'un odasına doğru yürüdü. Içeri girebirnek
için kapıyı çaldı. Ancak, iki anak hiç birşey duyınamış gibi konuş­
malanna devam ediyorlardı. Öyle ki, Papaz'la Berber odaya girdik­
leri halde, onlan görmemiş gibi davrandılar:
- Ya demek öyle! dedi Don Kişot...
- Evet Senyor, öyle... diye devam etti Sanço, bizimkisi delilikten
başka bir şey değilmiş!.. Anık bu saçma şövalyelik maceralannı ter­
kediyor, çiftimin çubuğumun başına dönüyorum.
- Haklısın Sanço kardeş.. diye onu tasdik etti esk! efendisi, bi­
zimkisi delilikten başka bir şey değil.. Ben de aynı fikirdeyim. Ken­
dimi taparlar taparlamaz üzdüğüm ev halkından ve dostlanından
-özellikle Papaz Efendi'den ve Berber Nikolas'tan- özür dileyece­
ğim. O saçma sapan şövalyelik mesleğinden vazgeçtiğiınİ söyleyece­
ğim.
- Allahım sana şükürler olsun! diye bağırdı Papaz.
- Evet, Allaha şükürler olsun! dedi Berber.
Don Kişot onları yeni görmüş gibi yatağından doğruldu:
- Ne diye geldiğinizi haber vermediniz, sevgili dostlanm? Sizi
gördüğüme çok sevindim... Hele gelin şöyle yanıma oturun, biraz
hasret giderdim.

ıoı
- Senyar Kesada, istemeyerek kulak misafiii olduğumuz sözler
karşısında ne kadar sevinç duyduğumuzu anlatamam...
- Evet, aziz Peder... Acı ama gerçek. Geç de olsa bir delilik yap­
ugımızı kabul ediyor ve sizi üzdüğümüz için özür diliyoruz.
- Efendim, dostluk dediğin kötü günde belli olur... Biz sizi şö­
valyelik zamanmızda bile unutmadık Çok şükür Allah duamızı ka­
bul etti...
- Sadece dua mı ettiniz, Peder? ... dedi Sanço.
Papaz, bu ınünasebetsiz köylünün ne demek istediğini çok iyi
anlamıştı, ama anlamazlıktan geldi:
- Şu şakacılıgından bir türlü vazgeçmiyorsun Sanço kardeş . . . de­
di, ama boş ver, sana yakışıyor!...
Don Kişot dahil, hepsi bu cevaba güldüler. Papaz, Mançalı Şö­
valye'nin gerçekten iyileşip iyileşmediğini anlamak için lafı döndü­
rüp dolaştınp yine şövalyeliğe getirdi:
- Senyor, öyle meşhur oldunuz ki, maceralannız bütün Ispan­
ya'da dilden dile dolaşıyor. Hatta Seyid Hamid bin Engelr adında bir
Magıibli yazann bunlan kitap haline getirdiği bile söyleniyor...
- Desenize, uyanık bir yazar daha türemiş... Saçma sapan yazı­
larla milletin kafasını kanşuracak Rica ederim Peder bırakalım
bunlan! Daha ciddi şeylerden bahsedelim ... Yaptığım delilikiert ha­
tırlatıp beni daha fazla mahçup etmeyin!..
Papaz, Senyor Kesada'nın iyice akıllandıgına kanaat getitip on­
dan özür diledi. Bir daha şövalyelik konusunu açmayacagına söz
verdi.

Her şey yoluna girmiş görünmesine ragıtıen, dostlan Don Ki­


şot'u göz hapsinde tutmaya devam ediyorlardı. Sanço'nun sık sık
efendisinin ziyaretine gelmesi, onlan ister istemez şüpheye düşürü­
yordu.
Kahramanımız, seyisi ile baş başa olduğu birgün onun kulağına
eğilip fısıltı ile şöyle dedi:

102
-:- Oğlum Sanço, benim şu geri zekalı yeğenim var ya... Aklı sıra
papaz'la Berber'in mulıbirliğini yapıyor. Eğer şu anda bile kapıyı
dinlemiyorsa ben de ne olayım...
- Bunu anlamak zor değil efendim, dedi Sanço. Ayaklannın ucu­
na basarak, sessizce kapıya yaklaştı. Açar açmaz çirkin muhbirle bu­
run buruna geldi. Dilini çıkanp,
- Böö! diye bağırdı.
Kızcağız, korkudan bayılmış; olduğu yere yıkılıvermişti. Don Ki­
şot, belki de hayatında ilk defa, katıla katıla güldü...
Kılhya Kadın, yeğeni ayıltmak için epey uğraşmak zorunda kal­
dı. Zavallı gözlerini açtığı halde, çevresine bön bön bakıyor; dili tu­
tulmuşcasına bir tek kelime konuşamıyordu...
Bunu takip eden günler boyunca bizimkiler hep kaçış planlan
kurdular.
Sanço:
- Yalvannm efendim, bir an önce gidelim buradan! diyordu, eğer
sevgili adama kavuşamazsam Teresa'ya rezil olduğum gündür...
Don Kişot:
- Merak etıne oğlum, diyerek onu teselli ediyordu, çok kısa bir
zamanda adam elinle koyınuş gibi bulacak muradına ereceksin. Ye­
ter ki, kimseye görünmeden buradan kaçmanın bir yolunu bula­
lım... Papaz'la Berber bizi iyice göz hapsine almışlar. Atım ve silah­
lanmla beraber nasıl şatodan çıkacağıını bilemiyorum.
- Efendim, bu pek de zor bir iş değil, dedi Sanço, silahlannızı
teker teker şatodan çıkarabilirim.
- Iyi de nasıl olacak bu iş?
- Senyor, af buyurun, yediğim dayaklardan ve çektiğim çileler-
den sonra iyice zayıflamış bulunuyorum. Elbiselertın artık bol geli­
yor. Onlan cübbemin altına saklar, birer birer dışan çıkanr, götürür
bayırın arkasındaki koruluğa saklanm.
- Hay aklınla bin yaşa! Yakalanmadan bu işi becerirsen adam
çantacia keklik bil...

103
- Valiahi adacığımın hatın için Rosinenta'yı bile cübbemin altı­
na saklamanın bir yolunu bulurum...
Don Kişot, bu sözlere gülmernek için kendisini zor tutuyordu.
Sanço, dediği gibi yapmış; efendisinin bütün ağırlıklannı kaçınp
koruluğa saklamıştı. Kahrarnanımız, bir sabah, Rosinenta'yı kırda
gezdirmek istediğini söyleyince yeğeni ondan şüphelenmiş;
- Amcacığım, atınızı kırlarda gezdirmek yeni mi aklınıza geli­
yor? diye sormuştu. Amcasının kızdığını görünce de fazla ileri gide­
memiş, silahsız bir yere kaçamayacağını düşünerek buna razı ol­
muştu.
Don Kişot, seyisi ile bayınn arkasındaki korulukta buluşmak
için sözleşmişlerdi. Oraya gidince Sanço'yu boz eşeğinin sınında
kendisini bekler vaziyette buldu. Etrafı iyice kolaçan edip arkalann­
dan kimsenin gelmediğinden emin olduktan sonra, silahlan sakla­
dıklan yerden çıkardılar. Kahramanımız, Sanço'nun da yardımı ile
kısa zamanda silahlannı kuşandı. Zırhını giydi. Rosinenta'ya atladı.
Mızrağını eline alıp seyisine kendisini takip etmesini söyledi. Öyle
hızlı at koşturuyordu ki, uşağı boz eşekle onu yakalamakta zorluk
çekiyordu.
Öğleye kadar hızlannı yavaşlatmadan yol aldılar. Ne hayvanlar­
da ne de binicHerinde nefes alacak güç kalmamıştı. Sanço, arkala­
nndan hiç kimsenin gelmediğini söylediği halde efendisi durmak
niyetinde değildi.
- Sevgili Senyor, bir saat daha böyle gidecek olursak korkanın
bayılıp eşekten düşeceğim, dedi ve yakındaki bir koruluğa saklan­
ınayı teklif etti. Don Kişot, bu teklife hayır diyemedi. Koruluğa gi­
rip kuytu bir köşeye sığındılar. Yorgunluklan geçince yemeklerini
yiyip istiralıate çekildiler.
- Sanço, oğlum! dedi Şövalye, kuşlar gibi hürılz şimdi; hayatın­
dan memnunsun değil mi?
- Vallahi, ne yalan söyleyeyim, sevgili adama kavuşunca daha da
memnun olacağım.
- O günler fazla uzak değil, inan bana oğlum. Dulsinea ile bu­
luşmamı saglarsan, sana bir değil iki ada bile bağışlayabilirim . . .

104
- Haydaa! Şimdi durup dururken, Dulsinea da nereden çıktı? Ne
buluşmasından bahsediyorsunuz, efendim? ...
- Canım, geçenlerde, mektup götürdügün zaman "Dulsinea'nız
sizi görmek için can atıyor" demedin mi?
- Aman Senyor!... aradan o kadar zaman geçti ki, söyledikleri­
min bir kelimesini dahi hatırlamıyorum... Ne bileyim, belki de böy­
. le bir şey söylememiştir!. ..
- Neler saçmalıyorsun sen Sanço! Ne demek "belki de böyle bir­
şey söylememiştir"? ...
- Şey... Yani...
- Yoksa bana yalan mı söyledin o zaman, ha! Çabuk, ağzındaki
baklayı çıkar; yoksa kalkar seni ayağıının altına alınm ! Şu ıssız or­
manda, yardımına koşacak birini bulamayacağından, başına gele­
cekleri bir düşün...
- Sevgili efendim, benden şupelenmenize çok uzuldum... Ber­
ber'le Papaz'ın arkamıza düşmüş olacağını hesap ederek böyle ko­
nuştum!... Onlara yakalanmak korkusuyla yan çizmeye çalıştım, si­
zin anlayacağınız ...
- Halı, şöyle! Senin ne korkak adam olduğunu bilınezmişim gi­
bi, ne diye lafı geveleyip duruyorsun da gerçeği söylemiyorsun. . .
Sanço, aceleden uyduruverdiği yalana efendisinin inanması kar­
şısında, rahat bir nefes aldı. Dulsinea işini halletmeden adasına ka­
vuşamayacağını anladı. ..
- Ne zaman yola çıkıyoruz, Senyor?
- Mümkün olduğu kadar çabuk.
- Yani yarın sabah demek istiyorsunuz . . .
- Hayır, b u gece!
Bizimki efendisini kızdınıiamak için daha ileriye gidemedi. Ona
boyun eğmekten başka çare kalmamıştı.
Hazırlıklan tarnan olunca, agaçlıklardan çıkıp Taboso'nun yolu­
nu tuttular. Bütün gece yürüdüler. Güneş tepelerin arkasından yuk­
selmeye başladığı zaman, ancak yolun yansını katedebilmişlerdi. Bir
yerde durup sabah kahvaltısı yaptılar.

105
Sanço:
- Efendim, şurada azıcık uzanıp bir iki saat kestirsek hiç de fe­
na olmamayacak ... dedi, zira uyku gözlerimden akıyor.
- Olmaz! dedi Don Kişot, bir şövalye seyisi iki gün uyumadan
yol yürüyebilmeli... Hiç dinlenmeden yola çıkarsak, Tobosa'ya an­
cak akşama varabiliriz. Dulsinea'ma kavuşmak için çok sabırsızlanı­
yorum. Şövalyelik hayanın boyunca hep bu anı bekledim. Kalk, gi­
diyoruz!
- Siz gerçekten delisiniz, Senyor. ..
- Gönül ferman dinlemiyor, oğlum' Aşık olmadığın için bu duy-
guyu bilemezsin ... Bütün aşıklar biraz delidir!. ..
- Eh, deliliği kabul ettiğinize göre, söyleyecek başka bir şey bu­
lamıyorum... Aşık olan sizsiniz ama, çilesini beraber çekiyoruz! . ..
- Sanço, bazan öyle akıllıca laflar ediyorsun ki.. ...
- Evet, efendim... Çekinmeyin, devam edin! Keçi çobanlığımı,
köylülüğümü, cahilliğimi yüzüme vurun! . ..
- Şu kalın gövdede, böyle ince bir ruh taşıınan ne tuhaf şey! Sen­
den özür dileyeceğiıni bekliyorsan, yanılıyorsun!. .. Gezgin bir şö­
valye, seyisinden asla özür dileınez. Okuduğum onca şövalye ro­
manlarmda; seyisinden özür dileyen bir tek şövalyeye rastlamadım.
Ben de bu geleneği bozacak değilim...
Iki ortak, böylece cilveleşerek hayvanianna bindiler. "Yolcu yo­
lunda gerek" kaidesine uyarak harekete geçtiler. Akşama kadar,
kayda değer bir olayla karşılaşmadan, Taboso'ya doğru at sürdüler.
"At sürdüler" dedikse de lafın gelişi bu ... Aslında, bildiğiniz gibi,
efendi at sürerken seyisi de eşek sürmektedir. ..
Taboso'ya vardıklannda hava iyice kararmıştı. Köyün ışıklan gö­
ründüğü zaman Sanço'yu bir korku sardı: Dulsinea'yı nereden bu­
lup da efendisine gösterecekti. Yalanı ortaya çıkar da, Don Kişot, v:l­
dettiği adayı vermekten vazgeçerse ne yapardı?
Seyisi böyle karamsar düşüncelere dalmışken, kahramanımiZ se­
vinçle bağırdı:

106
- Allah'a şükürler olsun, Dulsinea'mı göreceğim saat gelip çattı!
Sanço oğlum, şu anki saadetimi sana anlatamam. Kendimi yirmi ya­
şındaki bir delikanlı gibi heyecanlı hissediyorum. Düş önüme, beni
sevgilimin sarayına götür!
- Ne sarayı, Senyor? Ben size Dulsinea'nın sarayda oturduğunu
söyledim mi?
- Söylerneğe ne hacet! .. Bir prenses, nerede oturur?...
- Öyle bağırmayın, Senyor! Köyün bütün köpekleıini üzerimize
çekeceksiniz...
- Senin korkaklığın yüzünden vakit kaybedemem. Tez beni
Prenses Dıilsinea'nın sarayına götür!
- Bir saraydır tutturmuşsunuz, efendim... Bu gecenin köründe
nereden bulayım istediğiniz sarayı?
- Ne demek, "nereden bulayım"! Daha evvel oraya gittin ya ...
Hava karanlık da olsa, kolayca bulabilirsin.
- Beni çok sıkboğaz ediyorsunuz,_ Senyor. Az müsade edin de
kafaını toplayayım..
Sanço, o kadar şaşınnış bir halde idi ki, artık ne yalan uydura­
cağını bilemiyordu ... Yukandaki sözleri zaman kazanmak için söy­
lemişti.
- Af buyurun ama Senyor, dedi, gecenin bu saatinde bir prense­
si rahatsız etmek, sizin gibi soylu bir şövalyeye yakışır mı? Bunca se­
ne sabrettiniz de sabahı bekleyemiyor musunuz?
- Çok haklısın oğlum... Daha evvel söyledim ya; aşıklann hepsi
bir parça deli olurlar!... Eğer sen hatırlatmamış olsan, kız kaçırma­
ya gelmiş acemi oğlan gibi Taboso'ya rezil olacaktım... Allah senden
razı olsun.
Sanço, efendisini bu kadar kolay razı edeceğini aklının ucundan
bile geçirmemişti. Sabaha kadar bolca zamanı vardı. Ne yapar ya­
par, bu müddet içinde, Don Kişot'u memnun etmenin bir yolunu
bulurdu ...
- Senyor, dedi, beni ara sıra da olsa adam yerine koyduğunuz
için ne kadar teşekkür etsem azdır... Siz, efendilerin en soylusu, en
şereflisi, en...

107
- Kes sesini yağcı uşak! Sana kaç defa söyledim, iltifatın aşınsı
dalkavukluktur! diye... Gezgin bir şövalye için, dalkavuk bir seyise
sahip olmak kadar bahtsızlık olamaz. Dalkavuk iltifat ettikçe o da
kendisini bir şey zannederek gurura kapılır. .. Gurur ise Allah'ın sev­
ınediği huylardandır. Bu sözlerim kulağına küpe olsun, aniadın mı?
- Anladım, efendim! Anladım...
Bizimkiler köyden biraz uzaklaşarak geceleyebilecekleri bir yer
aradılar. Bir gün bir gece durmadan yol geldikleri için ne kendile­
rinde ne de hayvanlannda yürüyecek hal kalmıştı.
- Burası pek güzel bir yer, dedi Sanço, geniş çayıdığı göstererek.
Karnıını doyurur doyurmaz yatıp uyuyacağı m. Tabi siz izin verirse­
niz. Zira, bir gece daha uykusuz kalırsam Dulsinea ile ne konuşaca­
ğıını bilemez, sizi mahçup edecek saçma sapan şeyler söyleyebili­
rim...
- Peki, oğlum peki... Nasıl istersen öyle olsun. Ancak senin gibi
gamsız adam görmediğimi de söylemeden geçemeyeceğim. Ben aşk
hasreti ile yanıp kavrulurken, sen yan gelip yatmayı düşünüyor­
sun...
- Neden sitem ediyorsunuz, efendim? Aşık olmadığım için neler
hissettiğınizi anlayamayacağımı söyleyen sizsiniz!. ..
........... ?
- Ama derdinizi paylaşmıyor da değilim. Sizi üzgün gördükçe
ben de üzülüyorum. Ancak uykusuz yapamayacağıını iyi bilirsiniz ...
- Tamam Sanço, tamam! Yemeğini ye, kendini çok sevdiğin uy­
kunun kucağına at...
Bizimki, yemeğini yedikten sonra uykuya yatar gibi yaptı. "Yatar
gibi yaptı" diyoruz, zira efendisinin kendisine soru sormasını iste­
mediği için böyle davranmıştı... Yattığı yerden, sabahleyin uygula­
yacağı planı düşünmeye başladı. Don Kişot'u Dulsinea'ya götüreme­
yeceği kesindi. Çünkü böyle biri yoktu . . . Aklına güzel bir plan gel­
di. Artık gönül huzuru içinde yatabilirdi. O da öyle yaptı.
KahramanımiZ sabaha kadar uyuyamadı. Sevgilisine söyleyeceği
sözleri kelimesi kelimesine ezberledi. Ancak, bu iş çok zamanını

108
aldı. Çünkü Sanço'nun horultu ile uyuması onun dikkatini dagıtı­
yordu.
Sabahın ilk ışıklan Taboso köyünü aydınlatırken, Don Kişot se­
yisini yakasından silkeleyerek uyandırdı:
- Kalk bakalım tenbel uşak! diye bağırdı, Dulsinea'nın aşkı için
gözlerini aç.
- Bırakın da şu namussuzu asayım, dedi Sanço, gözlerini açma-
dan...
- Ne namussuzu, ne asması be adam! Rüya mı görüyorsun?
-
Ah Senyor! diye inleyerek gözlerini açtı, siz miydiniz? ...
,

- Neler saçmalıyordun sen öyle?


- Sonuayın efendim, üç yetimin malını zorla ellerinden alan ha-
in bir adamı mahkeme ediyordum. Hertfi nerede ise astırmak üze­
reydim, siz imdadına yetişmeseydiniz işi bitikti...
- Ne diyor yahu bu? ...
- Sizin anlayacağınız, adama gitmiş, valiliğe başlamıştırn ..
- Hay Allah iyiliğini versin! Kasap et derdinde, koyun ise can
derdinde ... Ne demek istediğimi anladın herhalde! . .. Kalk çabuk,
Dulsinea'ma gidiyoruz!
Bizimkinin aklına hemen yararken kurduğu plan geldi:
- Soylu efendim, Taboso'ya bizzat kendiniz gitmeyi düşünmü­
yorsunuz değil mi?
- O da ne demek! Sevgilimi başka türlü nasıl görebelirim?..
- Aman Senyor! Sizin böyle gündüz gözü ile Taboso'ya girmeniz
hiç de mantıklı bir hareket olmaz...
- Ne demeye çalışıyorsun sen Allah aşkına?
- Demek istediğim şu ki, gezgin bir şövalyeyi soylu prensesin
kapısında gören köylüler dedi koduya başlarlar. Bu da Dulsinea'nın
şeref ve namusuna leke getirir...
- Vay canına, bunu nasıl düşünemedim? ...
- Ama eşege binmiş bir köylü Taboso'ya girerse, bu hiç kimsenin
dikkatini çekmez. Daha evvel yaptığım gibi, doğruca Dulsinea'ya

109
gider, sizin kendisini görmek istediginizi söyler, onu alıp buraya ge­
tiririm. Inanın efendim, en doğru hal çaresi budur. . . Sizinle baş ba­
şa görüşebilmek için koşa koşa gelecektir.
- Soylu bir prenses koşarak gelir mi be aptal herif! Atma biner,
yanına iki de nedimesini alarak anlı şanlı bir şekilde gelir. ..
- Aman efendim, benim söyledigim lafın gelişi... Güle oyuaya
gelir demek istemiştim.
- Yine çam devirdin! Güle oyuaya da gelmez. Ne öyle, çingene
dügün evine mi gidiyor? ..
- Ah Senyor... Soylu biri olmadıgundan, soylu bir hamının nasıl
gelece,ğini nereden bilebilirim!. .. Kendime göre anlatmaya çalışıyo­
rum işte.
- Bana bak! Gevezeligi bırak da şimdi, ona gidince neler söyle-
yece,ğini anlatayım.
- Sizi dinliyorum, Senyor.
- De ki, sizi gördügü günden beri...
- Ne! Onu gördünüz mü? ...
- Öyle ya . . . Ne zaman gördüm ki ben onu! Hay Allah ... Bu aşk,
aklımı da başınıdan aldı. Ne ise... De ki, sizin aşkınızdan saranp sol­
muş bulunan Mançalı Şövalye Don Kişot, güzel yüzünüzü görmek
için Taboso'ya gelmiştir. Ondan bu lütfu esirgememenizi diliyor, si­
zi dön gözle bekliyor. Aynen böyle söyle! Sakın kafandan birşeyler
eklerneye kalkına!
- Tamam Senyor! Aynen öyle söylerim ve kafamdan bir tek ke­
lime eklemem.
- Aferin oğlum! Sen çok iyi kalpli bir uşaksın. Aynca Dulsinea
ile konuşma şerefine erecegin için de dünyanın en balıliyar adam­
sın.
- Ben bu şerefe daha önce erdim efendim; unuttunuz mu? ...
- Farketmez, şeref şereftir!...
- Hakiısınız Şövalye hazretleri, şeref şereftir. ..
- Sanço, birşey daha var. .. Sana söyledigim sözleri kendisine nak-
lettikten sonra, hareketlerine çok dikkat et! En ufak bir teferruatı

! lO
gözden kaçırmamalısın. Sana göre ehemmiyeti olsun veya olmasın,
ne görürsen gelip bana söyleyeceksin. Bumunu siler yahut gülerse,
gözleri parlar veya ıslanırsa, neşeli görünür yahut kaygılanırsa ...
Hepsinin ayn bir manası vardır. Haa, dahası: Ayakta mı duruyor
yoksa oturuyor mu, otururken ayağa mı kalkıyor, yoksa ayakta iken
oturuyor mu; ·ayakta ise, tek ayak mı yoksa çift ayak mı üzerinde
duruyor. Tek ayak üzerinde duruyor ise, bu sol mu yoksa sağ ayak
mıdır. Bu alametlerin hiçbirini kaçırmamalısın. Hepsine tek tek dik­
kat et ve geldiğin zaman en küçük aynntısına kadar bana anlat. Söy­
lediği sözlerin bir harfini dahi unutmamak için iyice aklına yerleş­
tir. Döndüğün zaman bunlan da anlatacaksın...
- öf anam öf! Soylu aşkı ne kanşık şeymiş ıneğer... Valiahi ben
evienirken bunlann hiç birine dikkat etmedim. Teresa'yı görrneğe
gittiğim zaman, baktım eli ayağı düzgün, güzelliği yerinde, ailesi na­
muslu kişiler; "bundan iyisi can sağlığı" deyip karar verdim... Çok
şükür, kanından hiç bir gün pişmanlık duymadım.
- Gözünü severim, Sanço! Teresa ile Dulsinea'yı kıyaslamanın sı­
rası mı şimdi?
- Özür dilerim, Senyor! Ne yapayım, kanını çok özledim...
- Her ne ise, söylediklerimi unutmamaya çalış! Haydi yolun açık
olsun. Seni sabırsızlıkla bekleyeceğim...
Sanço eşeğine bindi. Efendisinin elini öpüp hayır duasını aldı.
Birkaç adım atmıştı ki, Don Kişot arkasından seslendi:
- Eğer gösterdiğim kahramanlıklan merak edip sorarsa, büyülü
olanlan hariç, hepsini anlatabilirsin.
- Yani dayak yediklerimiz hariç demek istiyorsunuz ... Anladım,
Senyor! Ona öyle şeyler aniatacağım ki, dinlerken ağzı bir kanş açık
kalacak!. ..
Bu cevaptan sonra eşeğini dehleyip ağır ağır gözden kayboldu.
Efendisinin kendisini göremeyeceği kadar uzaklaştıktan sonra du­
rup eşeğinden indi. Onu dilediği gibi etiayacak şekilde çayıra saldı.
Gidip bir ağacın altına oturdu. Yanında bir Sanço daha varmış gibi
kendi kendine konuşmaya başladı:

lll
- Eee, deli şövalyenin ondan aşağı kalmaz deli seyisi, şimdi ne
yapacaksın bakalım? Gündüz gözü ile Taboso'ya inip Dulsinea'yı mı
arayacaksın? _.

- Yoo, Taboso'da Dulsinea ne gezer! Dulsinea efendimin deli ka­


fasında..
- Ama Mançalı Don Kişot'a onu bulup getirecegini söyledin!__
- Istersen söyleme! Tobosolular namusianna çok düşkün insan-
lardır. Eger, bizim deli şövalye kapılanna dayanıp illa da Dulsi­
nea'rnı isterim deseydi; onu erkek yerine koyup, "sen bizi pezevenk
mi sandın!" diye efendiıni de beni de eşek sudan gelinceye kadar
döverlerdL
- Peki şimdi ne yapacaksın? Efendin Dulsinea'sını dört gözle
bekliyor.
- Yeldeginnenlerini dev, hanlan şato, hizmetçileri soylu kont
zanneden bir deliyi kandınnaktan kolay ne var!. ..
- Peki, nasıl becereceksin bu işi? Yine ne yalanlar uyduracaksın,
merak ediyorum?
- Dua edelim de şuradan bir köylü kızı geçsinL.. Gerisi kolay...
- Anlayamadım?
- Anlamayacak birşey yok: Işte Dulsinea'n geliyor, diye bağın-
nın...
- Buna inanacağını mı sanıyorsun!
- Isterse inanmasın, yernin ederim. Yalan derse bir dalıa yernin
ederim. "Büyücüler Prenses Dulsinea'yı sana bir köylü kızı şeklinde
gösteriyariarsa ben ne yapayım" derim. . .
- Sen, yalancı, kötü bir uşaksıni
- Bir deliyi idare etmeyi kolay mı sanıyorsun' - - Evet, belki yalan
söylüyorum ama, niyete bak sen. . . . Eger ben onu idare etmesem, el
alemin oyuncagı olur. Çoluk çocuk arkasından teneke çalıp alaya
alırlar. . . Halbuki o bunu haketmeyecek kadar iyi bir delidir. Kimse­
nin kötülügünü istemez. bilimlerin düşmanı rnazlurnlann dostu­
dur.

l l2
- Delilikte, senin de ondan aşagı kalır yanın yok dostum!.. "Ar­
kadaşım söyle, senin kim oldugunu söyleyeyim" diyen atasözünü
hatırla...
- zalim bir kontun kapısında vezir olınaktansa, Don Kişot'a
uşak olmayı tercih ederim. Aynı atasözü, bu söyledigim şey için de
geçerli...
- Ne halin varsa gör' Sen laftan aniayacak adam olsaydın, evini
harkını terkedip bir delinin ardına düşmezdin...
- Kimin deli, kimin akıllı oldugunu Allah bilir. .. Belki de deli
olan sensin!
Don Kişot'un sftdık uşağı, ikinci Sanço ile konuşa konuşa yorgun
düştü. Onunla baş edemeyeceğini anlayınca vurup kafayı yattı.
Uyandığında vakit ikinciiyi bulmuştu. Efendisine ne yalan uydura­
cagını düşünürken, kendisine doğru üç köylü kızının geldiğini gör­
dü. Sevincinden havaya fırladı:
- Yaşasın, işte Prenses Dulsinea geliyor! Bundan iyisi can saglı­
ğı... Yanında iki de nedimesi var!. ..
Hemen eşegine atladı. Bir solukla Don Kişot'un yanına vardı.
Onu kederli bir vaziyette, ahiayıp aflarken buldu. Yüzüne yalancı
bir sevinç vererek bagırdı:
- Müjdeler olsun efendim, sevgiliniz soylu Taboso'lu Dulsinea
geliyor!
- Ne diyorsun, Sanço' Buna gerçekten inanayım mı? Yoksa, sa­
hici kederimi yalancı bir sevince çevirmek için mi böyle söylüyor­
sun?..
- Aman Senyor, yalvannm kendinize biraz çeki düzen veriniz!
Nerede ise iki nedimesi ile birlikte görünmek üzere! Size olan aşkını
itiraf etmek için kendisini huzura kabul buyurmanızı bekliyorlar. ..
- Demek teklifimi kabul etti, beni seviyor ha? Ah sevgili oglum,
korkanın şu zayıf yüreğim onun güzelligini görmeye dayanamaz ...
Saadetten düşer ölürüm...
- Aman gözünü severim Mançalı yiğidim! Bir kadın yüzünden
ölmek size yakışır mı? Sakın öleyim filan· demeyin, sonra bana ada
bagışlayacak sizin gibi bir efendi nereden bulurum? ..

113
- Vallahi şu söylediklerimizi duyan biri, senin de benden aşağı
kalır yanın olmadığını hemen anlardı. Beni Dulsinea aşkı, seni de şu
ada aşkı deli etti! . .
Bizimkiler birbirlerine laf yetiştiredursunlar, ü ç köylü kızı -hem
de eşeklerine binmiş olarak- göründüler bile ... Sanço, hemen koşa­
rak ortadaki kızın önünde diz çöktü. Kızcağız, onu ezmernek için
eşeğini zor zaptetti...
- Ey soylu Dulsinea, diye seslendi, aşığınız Mançalı Şövalye Don
Kişot'un huzuruna hoş geldiniz!
Kızlar neye uğradıklannı bilemediler. Bir yerde yatan şişnıan
adama, bir zırhlara bürünmüş acaip kılıklı şövalyeye bakıyor, ne
söyleyeceklerini kestiremiyorlardı. Aslında, Don Kişot'un hali onlar­
dan bin beterdi... Eşeklerin sırtında üç köylü kızından başka bir şey
göremeyince ne halde olduğunu vann siz tasavvur edin.
Nihayet, ortadaki kız, iki zırdeli ile karşı karşıya olduklannı an­
ladı.
- Çekil yolumuzdan be manyak herif! diye bağırdı, ne Dulsi­
nea'sı, ne aşkı... Ağabeyim şimdi çıkar gelirse, sizi ananızdan doğ­
duğıınuza pişman eder alimallah!
Sanço efendisine döndü:
- Duyuyor musunuz, Senyer Şövalye, ne soylu kelimelerle size
aşkını ilan ediyor!
- Valiahi oğlum, bize hakaret eden bir köylü kızından başka bir­
şey göremiyorum...
- Sakın böyle saçma lakırdılar etmeyin! Gelin siz de prenses
Dulsinea'nın önünde eğilin; yoksa size gücenecek. ..
Don Kişot, istemeye istemeye gidip Sanço'nun yanına diz çöktü.
- Prenses'in güzelliğine bakın, efendim! Hele bindiği beyaz kıs­
rak. . . Ya etrafa yayılan şu misk kokusu ... Gül müdür, lavanta mı­
dır?..
- Ne gül ne lavanta, bas bayağı tezek kokusu, dedi Mançalı Şö­
valye ...
Düzmece Dulsinea'nın yanındaki kız patladı:

1 14
- Tezek kokan sensin, pis moruk! diye bağırdı, yolumuzdan çe­
kilecek misiniz yoksa sizi eşeklertınizle ezip geçelim mi?..
-.Kalk oğlum Sanço, diye iniedi Don Kişot, kötü kalpli, büyücü
Freston yine bana bir oyun oynadı anlaşılan...
Efendisinin bu sözlerine pek sevinen uşak ayağa kalktı. Yana çe­
kilerek kızlara yol verdi. Don Kişot da seyisi gibi yapıp kenara çe­
kildi. Büyücü Freston'a lanetler okuyordu ...
Dulsinea, öbür kızlara bağırdı:
- Haydi kızlar, ne duruyorsunuz, kaçalırol bu iki delinin ne ya­
pacaklan belli olmaz...
Tabanlannı eşeğin karnma öyle bir vurdu ki, hayvan an sokmuş
gibi fırladı. Bizim düzmece Dulsiiıea kendisini yerde buldu. Don Ki­
şot, hemen kızı kaldırmaya koştu. Onu kalcimrken şöyle mınldandı:
- Sen ey akla hayale gelebilecek güzellerden·daha güzel Prenses!
Şu yaralı gönlümün biricik ilacı! O ifrit büyücü, bana yapabileceği
en büyük kötülüğü yaparak güzelliğini görmeme engel oldu... Bu
anda ne senin ne de benim yapabileceğimiz bir şey yok. Köylü kızı
kılığında da olsa, seni dünya gözü ile gördüm ya ... O da yeter.
Işittiği bu sözler, kıza Ispanyolca'dan başka bir dille söylenmiş
gibi geldi...
- Yahu babalık, sen iyice üşütüksün. ha! diye bağırdı, kendini
kralın has bahçesinde sanıyorsun galiba!. ..
Bir silkeleyişte kolunu Don Kişot'un elinderi kurtardı. Sanço'nun
semerini düzeltip hazır ettiği eşeğine doğru koştu. Şöyle bir adım
kala, öyle bir sıçradı ki, iki elini destek yaparak semere oturuverdi...
Sanço'nun ağzı bir karış açık kaldı.
- Aman Senyor, ne yiğit sevgiliniz varmış, diye bağırdı, bir kese
altın verseler onun yaptığını beceremem!. .. Kurtuba'nın yahut Mek­
sika'nın boğa güreşçileri ancak böyle bir hareketi yapabilirler! Ma­
şallah, kırk bir kere maşallah!..
Köylü kızlan, iki zırdeliden yakalarını kurtarmış olmanın sevin­
ci ile, eşeklerini öyle koşturdular ki; değme atlı arkalanndan yetişe­
mezdi...

1 15
Biziınki rolünü oynamaya devam etti:
- Yıldınm gibi atlan var! Malımuz filan kullanmaya lüzum kal­
madan rüzgar gibi uçuyorlar... Taboso'nun en soylu atlan bunlar
değil ise, ben de hiç birşey bilmiyorum!. ..
- Sanço oğlum! Bana öyle geliyor ki, ömrümün sonuna kadar şu
büyücü Preston'dan yakarnı kunaramayacağım. Bana ettiği kötülü­
ğü gözlerinle gördün işte...
- Ben, beyaz atma binmiş, sırmalı kadifeler giymiş misk gibi ko­
kan, soylu bir prensesten ve yine atianna binmiş terbiyeli iki nedi­
mesinden başka bir şey görmedim, sevgili efendim...
- Öyle ya! Seninle bir alıp vereceği yok ki mel'un Freston'un..
- Ah itin dölü Feriston! Seni şöyle uskumru balığı gibi ipe dizil-
miş görmek için, inan olsun, sevgili adamı feda etmeye hazınm!...
- Aman be Sanço! Hiç olmasa en büyük düşmanıının adını doğ­
ru öğren: Feriston değil Freston, aniadın mı?
- Ne fark eder, Senyor? Sonu "ton" ya, sen ona bak. .. Başı ha Fe­
res olmuş ha Teres! Bence "Teres" daha uygun...
Don Kişot, üzüntüsünden Sanço'ya cevap vermedi. Onunla çene
yanştırmaya hiç niyeti yoktu .. Akşam karanlığı basmak üzere oldu­
ğundan, geceyi geçirmek için yakındaki meşeliğe çekildiler. ..

1 16
DON KiŞOT AYNALI ŞÖVALYE'YE KARŞI

)7\ /1 ANÇALI Şövalye ile seyisi Sanço Panza, köyden kaçtıktan


' VL sonra ortalık birbirine karışmış, şato bir ölü evine dönmüş ·
tü. Yeğen dizlerine vurarak ağlıyor, Sanço'ya lanetler yağdınyordu.
Kıza göre, amcasını baştan çıkaran o şişko köylüden başkası değil­
di. Kalıya kadınla uşak da ona hak veriyor, efendilerini bir daha gö­
remeyeceklerini söyleyerek ağlıyorlardı.
Yeğen, vakit geçirmeden Papaz'a gitti. Her şeyi olduğu gibi an­
lattı. Ne yapıp edip amcasını geri getirmenin bir yolunu bulmasını
söyledi. Papaz, Don Kişot'un akıllanmış gibi davranarak onlan atiat­
masına çok kızdı. Berber'e haber gönderdi. Nikolas usta geldiğinde
akşam olmak üzere idi. Iki ahoab gece yansına kadar kafa yordular.
Sonunda, traşçının teklif ettiği planda karar kıldılar. Planı uygula­
mak üzere, sabah yola çıkmak için sözleştiler.
Biz tekrar Don Kişot'la Sanço Panza'nın karargah kurduklan To­
basa yakınlanndaki meşe koruluğuna dönelim. Kahramanımız,
Dulsinea'sının büyülenmiş olmasına çok üzülmüş, ağzını bıçak aç­
rnıyordu. Sanço onu neşelendirrnek için eski maceralanndan söz et­
miş, şaklabanlıklar etmiş ama bir türlü buna muvaffak olamamıştı.
Yapacak bir şeyi kalmadığını görünce de vurup kafayı yatmıştı.

1 17
Vakit gece yansını çoktan geçmiş; korulukta kuş seslerinden,
yaprak hışınısındaİı başka bir şey duyulmaz olmuştu. Tahmin ede­
ceğiniz gibi, Don Kişot hala ayakta idi. Dulsinea'yı büyüden kurtar­
ınamu çarelerini düşünüyorancak bir çıkış yolu bulamıyordu. Tani
derin hayallere daldığı sırada yandaki ağaçlıklardan ayak sesleri du­
yuldu. Kulak kabanıp dinlemeye başladı. Gelen seslerden iki kişi
olduklan anlaşılıyordu. Rahatça konuşmalanndan kendilerini yal­
nız zannettikleri anlaşılıyordu. Biri, diğerine şöyle seslendi:
- Çok maceralı bir günün akşamı, böyle sessiz bir koruluğa yo­
lumuz düştüğü için çok şanslıyız.
Beriki cevap verdi:
- Hakiısınız senyer şövalye, gerçekten şanslı bir gılnümüzdeyiz.
Izin verin de atlanmızı biraz ileriye götürüp bağlayayım.
- Iyi edersin, sevgili seyisim. Hizmetlerinden çok memnunum.
En kısa zamanda, fethettiğim topraklarda sana iki ada bağışlayaca­
ğım...
- Sizin hizmetinizde bulunma şerefi, her şeyin üzerindedir şö­
valye hazretleri. . . Iki adanın ne ehemnıiyeti var...
- Seyis dediğin işte böyle gözü tok olur; aferin sana. O düzme­
ce şövalye Mançalı Don Kişot'un görgılsüz seyisi, şişko Sanço Pan­
za gibilerinin on tanesi ile seni değişmem...
- Siz de yüz Don Kişot edersiniz efendim..
Kahramanımız, duyduklan karşısında şaşkına döndü. Bütün ilik­
lerine kadar titredi. Titrernesi korkudan değil, sinirden idi tabii... He­
men uyumakta olan Sanço'ya yaklaştı. Bir eliyle (uyandırmak için)
kulağını çekerken, diğer eliyle ağzını kapattı. Sanço uyanmış, ancak
ağzı kapatılmış olduğundan "ham-hum" sesleri çıkarabiliyordu...
- Sus, dedi Don Kişot, sesini çıkarma! Bizi müthiş bir macera
bekliyor...
Böyle söyledikten sonra, elini uşağının ağzından çekti. Şaşırmak
sırası Sanço'ya gelmişti...
- Ödümü kopardınız Senyor, dedi yavaşça, ne macerası şu ka­
ranlıkta>...

llS
- Sus da dinle!
Iki yabancı konuşmalanna devam ediyorlardı. Seyis olanı efen­
disine şöyle dedi:
- Soylu şövalyem, o kendisini gezgin şövalye zanneden zavallı .
Don Kişot, bir gün sizi karşısında görünce kim bilir nasıl şaşıracak. ..
Efendisi gurur dolu bir sesle onun sözünü tamamladı:
- Korkudan saklanacak delik arayacaktır, mutlaka...
- Bir de, "Dulsinea'mdan güzel kız yoktur" deyip böbürleniyor-
muş..
- Yaa, ne demezsin!. .. Zavallı sevgiJim Vandalya prensesi, eşsiz
güzel Kasildo'nun şahretini duysaydı, mahçubiyetten kafasını öne
eğer; benden özür dilerdi...
- Bu günlerin pek uzakta olmadığını hissediyorum sayın şöval­
yem... Siz gezginci şövalye bozuntusu Don Kişot'u yere sererken;
ben de kırbacımla o şişko seyisini benzeteceğim...
Kırbaç lafını duyunca, Sanço'nun genzine bir şey kaçmış gibi,
hapşınverdi. Bunu isteyerek yapmamıştı. Yabancı şövalye, duyduğu
bu ses karşısında kılıcına sanlıp ayağa fırladı:
- Heey, kim var orada? ln misin cin misin, çabuk cevap ver!
Don Kişot, yabancıya doğru yürürken cevap verdi:.
- Ne iniz ne ciniz, sizin gibi a Ademoğullanyız!..
Öteki onu dostça karşıladı:
- Gördüğüm kadanyla, siz de gezgin şövalyesiniz. Bir meslek­
daşla karşılaşmak ne bahtiyarlık. ..
- Ben aynı şeyi söyleyemeyeceğim, sayın adını bilmediğim şöval­
ye!..
- Adım övünmek gibi olmasın, Ayrıalı Şövalye'dir. Beşikteki ço­
cuklar bile bu ismin sahibini tanırlar. ..
- Esefle görüyorum ki, siz şövalyelik törelerini de bilmiyorsu­
nuz!..
- Nedenmiş o?
- Çünkü, gerçek bir şövalye asla övünmez! Şu, "beşikteki çocuk-
Iann bile bildiğini" söylediğiniz ismi ben ilk defa sizden duyuyorum...

1 19
Bütün Mança ilini dolaştığım halde, Aynalı Şövalye diye birinden
bahsedildiğine hiç rastlamadım...
Yabancı şövalye çok kızmıştı:
- Sözleriniz hakaret dolu, senyor' Diliniz bir yılanınkinden da­
ha rahatsız edici! Bu güne kadar, hiç bir şövalye bana bu sözleri sar­
fedecek cesareti gösterememişken; siz kim oluyorsunuz ki sırtı yere
gelmemiş bir şövalyeyi yalancılıkla itharn ediyorsunuz....
- Ben, düzmece şövalye dedigirriz Mançalı Don Kişot'um!. ..
- Yaa ... Demek kızgınlığınızın sebebi bu; öyle mi?
- Evet siz, gerçek şövalyenin olmadığı yerde, şövalye geçinen pa-
lavracının birisinizi Eğer benimle karşılaşacak cesaretiniz varsa,
hangimizin palavracı oldugunu görürsünüz!
- Aynalı Şövalye'ye meydan okumak hal Buna pişman olacaksı­
nız, Senyor!. ..
- Isterseniz Aynasız Şövalye olun, vız gelirsinizi
- Dinleyin şövalye eskisi! Gece karanlığında ancak hırsızlar ve
ayak takımından serseriler kavga eder.. Cesaretinizi sabaha sakla­
yın. Güneş'in ilk ışıklanyla birlikte kozumuzu paylaşım. O zaman
kimin gerçek, kimin düzmece şövalye oldugu anlaşılır...
- Peki, teklifinizi kabul ediyorum.
- Bu savaşın şartlannı şimdiden kararlaştıralım. Kimin sırtı yere
gelirse, silahlannı öbürüne teslim edip er ıneydanından çekilsin. Bir
daha da şövalyelik iddiasında bulunmasın.
- O da kabul, dedi Don Kişot, pilavdan dönen kaşığın sapı kınl­
sın...
Anlaşma saglandıktan sonra ikisi de kalkıp seyislerinin yanına
döndüler. Onlan, pek sıkı fıkı bir halde sohbet ederlerken buldu­
lar... Aynalı"Şövalye'nin uşağı, efendisini görünce dostlugu filan
unutup horoz]andı:
- Benim şövalyem seninkinin hesabını görürken, ben de elimde­
ki şu kırbaçla o kaba etlerini benzeteceğinı, diye bagırdı...
- Haydaal dedi Sanço, bu kırbaç işi de nereden çıktı dostum?
Anlaşılan, efendin sana şövalyelik törelerini anlatmamış... Anlatmış

120
olsaydı; uşaklann soylulann kavgasına kanşınadığını bilirdin. Hani
ne demişler: "Atlar tepişirken, eşekler arada ezilir." Biz eşek o!madı­
ğımıza göre, neden arada kalıp ezilelim?...
- Doğru söylüyor, dedi Aynalı Şövalye, seyisinin cevap vermesi­
ni beklemeden... Sen kanşma bu işe!
- Yiğidi öldür ama hakkını yeme, dedi Mançalı Don Kişot, ilk
defa ağzınızdan şövalyeye yakışır bir söz işittim...
Beriki cevap vermedi. Birbirlerine iyi geceler dileyip aynldılar.
Bizimkiler karargahianna dönünce Sanço dayanamadı:
- Acaba diyorum, Senyor... Bu kavga gerçekten gerekli miydi?
Hani, adamın huyunu suyunu bilmiyoruz ... Kirnin nesi, kimin fesi
belli değil. Bakarsınız işin içinde yine şu Tereston denen şeytan dö­
lünün parmağı vardır. . .
- Tereston değil, Freston! diye bağırdı kahramanımız ...
- Valiahi bu isim bana daha anlamlı geliyor... Teres demek, kö-
tü adam demek; Fres de nesi?...
- Peki, Sanço, peki. .. Sana laf anlatmak, deveye hendek atiat­
maktan daha zor.
- Efendim, eğer gerçekten ·işin içinde büyü varsa, yandık de­
mektir. Sırtım şimdiden dayak yemişim gibi sıziarnaya başladı. Elin­
de kamçı ile horazlanan o seyis bozuntusunu hiç gözüm tutmadı...
- Dinle beni sevgili oğlum! Şu sayacağım şeyler tehlikeye girin­
ce er olan kavgadan kaçmaz: Malın, canın, namusun, dinin ve vara­
nın tecavüze uğrayınca bunlan savunmak boynuna borç olur...
- Şu söylediğiniz şeyleri Mağribli bir dostumdan da duymuş­
tum, Senyor... Peki, bizim bunlardan hangisi tecavüze uğramış bu­
lunuyor?
- Sanço, sen uyurken o şövalye bozuntusu Dulsinea'ma hakaret
etti. Kendi sevgilisinin ondan daha güzel olduğunu söyledi... Ayn­
ca beni yalancılıkla itharn edip meydan okudu. Bütün bunlar, na­
mus mefhumuna girer... Senin anlayacağın, namusuru tecavüze uğ­
ramış bulunuyor. Anık, bu kavgadan dönmem mevzubahis olamaz.

121
- Haklısınız, efendim... Eğer, birisi Teresa'nıa hakaret etseydi;
inanın aynı şeyi yapardım!...
Sanço, Don Kişot'a yann ki savaşa güçlü çıkabilmesi için uyuma­
sını tavsiye etmiş ise de, kahramanıınız kabul etmedi. Haklı dava­
sında galip gelebilmek maksadıyla sabaha kadar dua edeceğini söy­
ledi...

Sabahın ilk ışıklanyla birlikte, Mançalı Şövalye, seyisini derin


uykusundan uyandırdı. Kendisini savaşa hazırlamasını emretti. San­
ço, hiç itiraz etmedi. Ne de olsa, işin ucunda namus davası vardı...
Efendisinin giyinmesine yardım etti. Zırhının kopçalannı tek tek
gözden geçirdi. Kılıcının kayışını sıkıladı. Bildiği dualan mınldana­
rak, tolgasını başına koydu. Sonra gidip Rosinenta'nın eğerini yer­
leştirdi. Kolanlannı sıkıladı. Dizginlerinden çekerek onu Don Ki­
şot'un yanına getirdi. Üzengisinden tutup, kahramanımızın binıne­
sine yardım etti.
Öbür şövalye de çoktan hazırlanmış, biraz ilerideki meydanlığa
atını sürmüş bulunuyordu. Don Kişot'un atı ne kadar zayıf ve çelim­
siz ise; Aynalı şövalyenin bindiği at tam aksine, besili ve gösterişli
idi. Giydiği zırh, bir saray şövalyesini kıskandıracak güzellikte idi.
Kılıcı, usta bir demircinin elinden yeni çıkmış gibi, pan! pan! parlı­
yordu. Başını bütünüyle örten tolgasının siperliğinde ve yan kenar­
lıklannda küçük küçük gümüş aynalar vardı. Aynalı Şövalye adını
bunlardan alsa gerekti... Mızrağı bilek kalınlığında ve en az üç ku­
laç uzunluğunda idi. Ucundaki sivti demir, görenlere korku veri­
yordu. Sol koluna geçirdiği kalkan, sanki Büyük lskender'den miras
kalmıştı...
Sanço, efendisinin rakibini bu halde görünce yüreğine bir korku
düştü. Don Kişot'u er meydanına yolcu ederken -daha önce söyle­
diği gibi, bu kavgaya hiç mi hiç bulaşmak niyetinde değildi- şöyle
mınidandı:
- Aman Senyar Şövalye, lütfen dikkatli olun! Baksanıza, adam
Romalı gladyatörlere benziyor!. ..

122
- Osmanlı sipahilerine benzese bile vız gelir, dedi kahramanı­
mız, göreceksin ilk hamlede işini bitireceğim...
- "Söyleyene degil, söyletene bak" demiş atalanmız ... Haydi ha­
yırlısı...
Don Kişot rakibine yaklaştı:
- Sayın Aynalı Şövalye, dedi, yüzünü görmediğim biri ile savaş­
mak şövalyelik törelerine uyınaz. Okudugum kitaplann hiç birinde
böyle bir kavgaya rastlamadım. Onun için, tolganızın siperini kaldı­
nnda karşılaşacagım yiğidin yüzünü göreyim!
Ötekisi bu teklife itiraz etti:
- Görüyorum ki, korkudan ne yapacağınızı şaşırmış vaziyettesi­
nizi Zaman kazanmak için eskimiş şövalye törelerine sanlıyorsu­
nuz... Er meydanından kaçmak niyetinde iseniz, bunu açıkça söyle­
yin!. ..
- Bu küstahlığınızı pek pahalıya ödeleeeğim size! Haydi geçin
karşımal
Iki şövalye, hamle yapacak kadar, usülden olan mesafeye açıldı­
lar. Don Kişot, yaman bir nara atarak Rosinenta'sını mahmuzladı.
Aynalı Şövalye de öyle yaptı. Ancak, sanki bindiği o yiğit at gitmiş,
yerine inatçı bir katır gelmişti... Karnma yediği mahmuzlara bana
mısın demedi. Bir adım olsun ileriye atmadı... Uyuz Rosinenta'ya
gelince, kendisinden beklenenin aksine, yıldınm gibi koşturuyordu.
En keskin gözler bile, nallannın inip kalktığını göremedi... Kahra­
manımız, sag eliyle sıkıca kavradığı mızrağını ileriye doğru uzatmış,
rakibini hedef almıştı. Ona yetişir yetişmez öyle bir darbe indirdi ki,
Aynalı Şövalye atından düşüp boylu boyunca toprağa uzandı. Don
Kişot, savaş usulünün gereği atından atladı. Gelip rakibinin göğsü­
ne çöktü. Başındaki aynalı tolgayı çekip çıkardı. Düşmanının yüzü­
nü görür görmez kendini geriye atıp avazı çıktığı kadar bağırdı:
- Sanço, çabuk gel buraya! Freston alçağının bana oynadığı oyu­
nu gözlerinle gör!...
Korkak seyis, istemeye istemeye bu emre itaat etti. Yerde baygın
yatan adamı görür görmez dehşetle haykırdı:

123
- Aman Allahımı bu bizim Berber Nikolas usta!. .. Ne yaptınız
Senyor; adamcağızı öldürdünüz!
- Sakın gördügüne inanmal Ezeli düşmanım Freston, başanmı
gölgelemek için bu Çirkin oyuna başvurdu. Hiç çaresi yok, büyücü-
'

nun uşağım şuracıkta gebertmedikçe içim rahat etmeyecek!...


- Ne olur efendim, yalvanyorum size! Biraz mantıklı olun ... Fi­
reston mu Tereston mu, her ne kann ağnsı ise... Biliyorsunuz, ben
şövalye olmadığım için onun büyüsfı bana tesir etmiyor. Yerde ya­
tan şu zavallının, dostumuz Berber'den başkası olmadığına yemin
ederim...
- Sanço, şimdilik bir hata yapmamak için, sözünü dinleyip onun
canını bağışlayacağım. Ama, ben yine de, Freston'un bir oyunu ile
karşı karşıya olduğumuza inanıyorum ...
- Tamam Senyor... Zavallının canını bagışiayın da neye inanırsa­
nız inanın! ..
Berber Nikolas bir türlü kendine gelememiş, ölü gibi yatıyordu.
Aynalı Şövalyenin seyisi ortalarda görünmüyordu. Sanço, onun kim
olduğunu tahmin etmiş, bagınyordu:
- Hey korkak Thomas, seyisligi kolay meslek mi sandın! Çıksa­
na ortaya, hangi delige saklandm?
Thomas, Papaz'ın ders verdigi bir delikanlı idi. Iyilik olsun diye
seyislik rolünü almıştı ... Işlerin böyle ters gideceğıni hesap etmedi­
ginden, gece karanlığında bol keseden atıp tutmuştu.
Sanço'nun sesini duyunca, saklandığı yerden çıktı. Korka korka,
efendisinin yani yalancı şövalyenin yanına geldi. Tam bu sırada Ber­
ber kendine geldi. Inleyerek gözlerini açtı. Don Kişot, hemen kılıcı­
nı onun bogazına dayadı:
- Söyle bakalım, sihirbazın alçak uşağı! Yalancı şövalye kim­
miş? ... Ya dün geeeki sözlerini geri alırsın ya da cehennemi boylar­
sın!. ..
- Aman yiğıt şövalyem, neyi emrederseniz onu söyleyecegim.
Lütfen kılıcınızı bagazımdan çekiniz... Ne olur ne olmaz...

124
- Taboso'lu Dulsinea'nın Vandalya Prensesi Kasilda'dan daha
soylu ve daba güzel olduğunu itiraf et!
'- Itiraf ediyorum senyarı Dulsinea yeryüzündeki prensesierin en
soylusu ve en güzelidir. Prenses Kasilda, onun yanında haltetmiş. . .
Kahramanımız kılıcını biraz daha hasmının boğazına yaklaşnrdı.
Berber'in korkudan gözleri yuvalanndan fırlayacak gibi oldu.
- Ölünceye kadar Dulsinea'mın kölesi alınayı kabul ediyor mu­
sun?
- Ediyorum şövalyelerin şahı, ama ne olursunuz kılıcınızı biraz
geriye çekiniz!..
Don Kişot, onu serbest bırakacağına çok üzülüyordu:
- Eğer dostum Nikolas'ın kılığına girmemiş olsaydın işin bitikti
serseri herif! dedi, git efendin Preston alçağına ondan korkmadığı­
mı söyle! Elinden geleni ardına koyınasın...
Bunlan söyledikten sonra kılıcını kınına koydu. Yenik şövalye­
nin göğsünden indi. Ayağa kalktı. Seyisine atını hazırlamasını söy­
ledi. Sanço, göz açıp kapayıncaya kadar Rosinenta'yı hazır etti. Hay­
vanına binen kahramanımız, Aynalı Şövalye ile seyisini orada bıra­
kıp, yola koyuldu. Sanço, ona yerişebilmek için, Berber'e Allahaıs­
marladık diyemeden eşeğine atladı. Olanca hızı ile koşturarak efen­
disini yakaladı.

125
KRALlN ARSLANLARI DON KiŞOT'TAN KORKUYOR

(/ Kl GÜNDÜR Saragossa'ya doğru yol aldıklan halde, dişe do­


J kunur bir macera ile karşılaşmamışlardı. Üçüncü günün saba­
hı, uzaktan bir atlının geldiğini gören kahramammız kıltema el attı.
Seyisine, yeni bir maceraya hazır olmasını söyledi...
Adam iyice yaklaşınca, onun pek serseriye benzemediğini farket­
tiler. Güzel yüzlü, temiz giyimli, papaz çömezlerini andıran kibar
biriydi. Don Kişot'u büyük bir nezaketle selamladı.
Mançalı Şövalye:
- Kimsin, neyin nesisin, bu ıssız yollarda ne işin var? diye sordu.
- Adım Don Diegue de Miranda, dedi beriki, kısaca Miranda di-
yebilirsiniz.
- Miranda kardeş, kötü birine benzemiyorsun; bizimle arkadaş­
lık eder misin?
- Memnuniyetle efendim! Adınızı bağışlar mısınız?
- Adım Mançalı Don Kişot. Gezgin şövalyeyim. Bu da seyisim
Sanço Panza.
- Efendim gibi soylu biri olmadıgım için; adımın önünde don
veya gömlek cinsinden bir ünvamm yok, dedi Sanço...

126
Miranda, bu sözlere gülmekle yetindi. Onları iyi tanımadığı için
fazla konuşmamayı tercih ediyordu. Don Kişot, yeni yol arkadaşına
başından geçen maceraları anlattı. Kibar atlı, saf biri olacak ki, kah­
ramanımızı dikkatle dinliyor; hiç itiraz etmiyordu...
Sanço, eşeğinin üstünde ara sıra uyukluyor; efendisi kızacak di­
ye de içinden korkuyordu. Vakit öğleye yaklaştığından hava iyice
ısınmıştı. Don Kişot, sıcaktan bunalmış; tolgasını çıkarıp seyisine
emanet etmişti.

Ovadan geçerken, keçilerini otlatan çobaniara rastladılar. Sanço,


onlardan bir parça beyaz peynir satın alabileceğini düşündü. Efen­
disinden izin isteyip eşeğini keçi sürüsünün bulunduğu tarafa doğ­
ru dehledi.
Keçi çobanlıgı bizimkinin eski ınesleği olduğu için adamlarla
kolayca anlaştı. Pek pahalı sayılınayacak bir fiyata, üçüne yetecek
kadar peynir satın aldı. Peyniri kahramanıınızın kendisine emanet
ettiği tolganın içine koydu... Tam işini bitirıniş dönerken, Don Ki­
şot'un avaz avaz bağırdığını duydu:
- Neredesin, uykucu, pisboğaz uşak?
- Geliyorum senyor, geliyorum! diye bağırdı Sanço, ne var yine;
sizi kızdıracak bir şey mi yaptım? ..
- Çabuk tolgaını ver, hantal herif! Macera var! Savaş vaziyeti al­
malıyım...
Sanço, korkudan tolgaya peyniT koyınuş olduğunu unuttu. Hiç
vakit geçinneden onu şövalyenin eline tutuşturdu. Kahramanıınız,
tolgasını kaptığı gibi, içinde ne olduğuna bakmadan, başına geçir­
di... O da nesi?.. Don Kişot'un kan beynine hücum etti:
- Geri zekalı uşak, ne koydun tolgamın içine?
- Hiç bir şey, diye itiraz etti bizimki, ne koyabiiirim kiL.
- Nedir bu yüzümden aşağıya akanlar öyle ise? Sıcaktan beynim
sulanınadı yal..
- Kim bilir, belki de Tereston'un yeni bir oyunu ile karşı karşı­
yasınızdır... O teres herdin ne yapacağı belli olmaz!..

127
- Seninle çene yanşuracak zamanım yok geveze herif! Söz bek­
ler, macera beklemez... Dostumuz Miranda'ya gezgin şövalyelik
mesleğinin ne heyecan verici olduğunu göstermek istiyorum.
- Iyi de, efendim, ben etrafta maceraya benzer bir şey göremiyo­
rum ... diye tekrar itiraz etti Sanço.
- Karşıdan gelen şu kocaman arabayı görmüyor musun yani? ..
- Görüyorum, görmesine ama; üzerinde dalgalanan bayraklar-
dan bunun Kral'a ait olduğunu anlamamak için deli olmak lazım...
Herhalde, Kral'ın hazinesini sayınayı düşünmüyorsunuz? .. Geçen
sefer paçayı zor kunardıgımızı unutmayın. Hani şu kürek mahkıim­
lan macerasını kastediyorum canım...

- Biraz sonra anlayacagız ne olduğunu. Hele bir yaklaşsınlar ba­


kalım...
Bu sırada peynirler iyice erimiş, kahramanımız gözlerini açamaz
olmuştu:
- Sanço! diye bagırdı, çabuk mendilini çıkar da şu yüzümü sil!
Seyis korkudan mendili olmadıgını söyleyemedi. Derhal gömle­
gini çıkararak efendisinin yüzünü sildi. Bu arada el çabukluğu ya­
parak tolganın içindeki peynirieri yere döktü ...
Araba iyice yaklaşmış olduğundan, Don Kişot peynir meselesi
üzerinde fazla durmadı. Mızragını iki eliyle sıkıca kavrayıp ileriye
dogru uzattı. Gelip yolun ortasında durdu. Üzengilerin üzerinde di­
kilerek beklerneye başladı.
Arabacı, karşısında zırhlar içinde, elinde mızragı, şövalye kılıklı
adamı görünce şaşırdı. Katırlann ynianndan çekerek arabayı dur­
durdu. Bu arada, arabayı ve içindekileri korumakla görevli muhafız
atını kahramanımıza dogru sürdü:
- Maksadın nedir yabancı! dedi, niçin yolumuzu kestin?
Don Kişot, kızgın bir sesle cevap verdi:
- Burada sorulan ben sorarım arkadaş! Şimdi sen söyle bakalım;
kimsiniz , nereden gelip nereye gidiyorsunuz, bu arabanın içinde ne
var, dalgalarran şu bayraklann anlamı nedir?

128
- Senyor, peşpeşe o kadar çok soru sordun ki, dedi muhafız,
hangisine cevap vereceğimi bilemiyorum...
- Kılıcım yalancılan asla affetmez! Vereceğin cevaplan ona göre
tart, biç ...
Muhafız, bir kaçıkla karşı karşıya olduğunu anlamakla zorluk
çekmedi... Onunla dalaşmakransa çalıyı dalaşmayı tercih etti:
·
- Ben yalana tenezzül etmeyecek kadar soylu biriyim, şövalye
hazretleri... Gördüğüm kadanyla siz de soylu bir beye benziyorsu­
nuz.
- Benzemiyorum, ta kendisiyim! Adım Mançalı Şövalye Don Ki-
şot'tur.
- Bu isim bana pek yabancı gelmedi, yiğidim...
Kahramanımızm yerine seyisi Sanço cevap verdi:
- Elbette yabancı gelmeyecek. .. dedi, efendimin şöhreti bütün
Ispanya'ya hatta dünyaya yayılmıştır!...
- Al birini vur öbürüne ... dedi içinden muhafız, seyisi efendisin-
den aşağı kalır deli değil... Bunlarla işimiz var!. .
Don Kişot, tekrar gürledi:
- Lafı dolaştınp dunna, çabuk sorulanma cevap ver!
� Kızınayın Senyor. .. Zaten ben de bunu yapmak üzereydim. Bu
araba benimdir. !çinde Afrika'dan getirdiğim iki dev arslan var! On­
lan benden satın alan Oron Valisi, ikisini de Kral Majestelerine he­
diye etti. Arabanın üzerinde sallanan bayraklarda Kralın annası var.
Sizin anlayacağınız, arslanlar Kral'ımızın ntalıdırlar. Kendisine tes­
lim etmek üzere götürılyoruz. . .
Don Kişot, hayretle:
- Iki Afrika arslanı ha! dedi.
- Evet mösyö, Ispanya'da eşi görülmemiş iki dev arslan... Birin-
ci yani öndeki kafeste olanı erkek, ikinci kafesteki de dişisidir. Şim­
di bırakınız da yolumuza devam edelim!. ..
- Arslanlar ha! diye tekrarlardı kahramammız, Freston alçagı bu­
la bula bu oyunu mu buldu benim için?.. Onlar, ahlaksız büyücünün

129
para ile tuttuğu iki serseriden başkası olamaz. Aç kafesleri de, o bü­
yücüler kıralına benimle oyun oynamanın ne demek olduğunu gös­
tereyim!
"Kafesleri aç" emrini alan muhafız, hayretinden mi korkusundan
mı bilinmez, dondu kaldı... Ne diyeceğini şaşırmış bir halde, ava!
ava! kahraınanımızın yüzüne bakıyordu.
Olanlan delışeıle seyreden Miranda, şövalyenin arkadaşlık tekli­
fini kabul ettiğine bin pişman olmuştu. Sanço'ya gelince; zavallı
korkudan altını ısiatmak üzereydi...
Miranda kahramanımıza yaklaştı:
- Senyor, gerçekten ne istediğinizin farkında mısınız? diye sor­
du ...
Don Kişot, gurur dolu bir sesle cevap verdi:
- Dostum, gezgin şövalyeler en zor şartlar altında bile ne yaptık­
lannı çok iyi bilirler. Evet, muhafıza kafesleri açmasını emrediyo­
rum!
Arabacı, oturduğu yerden aşagıya atladı. Gelip Don Kişot'un
önünde diz çöktü:
- Yalvannın, şövalye hazretleri! Evimde beni bekleyen bir ka­
nınla beş çocuğum var... Onlann hatın için emrinizi geri alın.
- Kalk ayaga korkak herif! Bir şövalyenin asla sözünü geriye al­
mayacağını sana anlatan olmadı mı? .. Ya kafes!erin kapaklannı açar­
sm ya da seni elimdeki şu mızrakla arabaya çivilerimi Aniadın mı?
Arabacı, işe kanştıgına çoktan pişman olmuş, ancak aldığı emri
yerine getirmekten başka çaresi kalmamıştı. Bacaklan titreye titreye
arabanın üzerine çıktı. Öndeki kafesin kapağını açtı. Sonra geri ka­
çıp bir kenara sindi.
Kahramanımız atından indi. Kılıcını çekip açık kafesin önüne
dikildi. Ilk hamleyi aslanın yapmasını bekledi... Kapağin açıldığını
gören hayvan ileriye doğru yürüdü. Başını dışan çıkannca Don Ki­
şot ile gözgöze geldiler. Uzun zaman bir birlerini seyrettiler. Cana­
var, hiç ses çıkarmadan geriye döndü. Gidip kafesin dip köşesine
yattı.

130
Kahramanımız arabacıya seslendi:
- Ne oluyoruz! Hani çok korktuğUnuz Afrika arslanına ne ol-
du? . .
Zavallı adam, saklandığı yerden kısık bir sesle cevap verdi:
- Vallahi ben de anlamadım, Senyor!..
- Haydi bakalım, arahacı efendi, saklandığın yerden çık da şuna
bir iki kırbaç indir! Onu kızdırmazsak kafesinden çıkacağı yok. ..
- Buna ne gerek var yiğidim! dedi arabacı, canavar sizden kor­
kup geri çekildi... Hepimiz şahidiz!
Don Kişot, bu cevaba pek sevindi:
- Doğru söylüyorsun... dedi, değilmi ki benden korkup geri çe­
kildi; onu yendiın sayılır... Ancak bir şanla kafesin kapısını kapat­
marrıza izin veririm! ..
- Şartınız kabulılmüzdür cesur şövalyem, yeter ki siz emredin ...
- Gözünüzle gördüğünüz şeyleri yazıp altını imzalayacaksınız!
- Tamam, senyor! Hele önce şu kapağı kapatayım . . . Sonra ne is-
terseniz yazıp imzalayalım
. Arabacı, kahramanımızın cevabını beklemeden saklandığı yer­
den çıktı. Kafesin kapısını önüp sürgüsünü iyice sıkıladı. ..
-
Yaz dedi bizimki, "Mançalı Korkusuz Şövalye Don Kişot, ka­
,

fesin kapısını bana açtınp arslana meydan okudu. Vahşi arslan, gez­
gin şövalyeden korkup geri çekildi. Uysal bir kedi gibi gidip dip kö­
şeye yattı. Ben ve burada bulunan herkes bu olayı filanca senenin fa-
·

lanca ayının leşmekan günü gözlerimizle gördük.


Arabacı, vakit geçirmeden, kalem kağıt çıkardı. Don Kişot'un is­
tedigi şekilde tutanağL yazıp imzaladı. Götürüp muhafıza da imza­
lattı.
Sanço ile Miranda gördüklerine inanamamış, olayı uzaktan sey­
retmekten başka bir şey yapmaınışlardı.
· Muhafızla arabacı, hayatlarında böyle cesur bir şövalyeye rastla­
madıklanna yemin ettiler. Kahramanımız, seyisi Sanço'ya bu iki
adama gösterdikleri anlayıştan dolayı ikişer altın vermesini emretti.

131
Adamlar, hem büyük bir tehlikeyi çok ucuz atlattıklanna hem
de ikişer altın kazandıkianna sevindiler. YoUanna devam etmek
üzere şövalyeden izin istediler.
Don Kişot:
- Yolunuz açık olsun dostlanını dedi, yalnız sizden çok rica edi­
yorum, bu gördüklerinizi Kralımıza da anlatın. Gezgin şövalyeligin
ölmedigini bilmesini istiyorum ...
- Hiç merak etmeyiniz, senyor. .. öyle şeyler anlatacağız ki, Kra­
lımız duyduklanna inanamayacak! . .
Araba hızla uzaklaşırken, bizimki arkalanndan bağırdı:
- Eger beni tekrar görmek isterseniz, "Arslanlı Şövalye" diye ara­
yın! Zira bundan sonra bu adı almaya karar verdim!
Sonra Miranda'ya döndü:
- Evet, dostum!.. Sana, gezgin şövalyeligin ne demek oldugunu
gösterebildim sanınm.. .

- Hem de fazlasıyla ... dedi kibar adam, her gittiğim yerde ş�nı-
nızı yüceltmek için arslanlan nasıl dize getirdiğİnizi anlatacağım...
- Bu artık senin bilecegin bir iş, dedi Don Kişot... Takdiri sana
kalmış!
Miranda, ikinci bir tehlikeyi göze alacak kadar cesur degildi...
Evine dönmek için izin istedi. Kahramanianınızla vedalaşıp kendi
yoluna gitti.

132
Ü Ç B i N Ü Ç YÜZ B i LMEM KAÇ SOPA

D
ON K!ŞOT önde, seyisi Sanço arkada bütün gün yol aldılar.
Yeni bir macera ile karşılaşmadıklan için kahramanımızın ne­
şesi yerinde değildi.
- Oğlum Sanço! diye bağırdı, bugün yine macerasız geçeceğe
berıziyor.
Cevap alamayınca uşağına döndü. Onu eşeği üzerinde uyuklar
halde görünce çok kızdı:
- Sanço! Bre uşaklann en tenbeli, uykucu şişko!
- Eyvah, yine bir büyücü baskını mı var!
- Keşke olsa!. .. Sıkıntıdan patlayacağım. Gezgin bir şövalye için
en büyük talihsizlik, macerasız kalmak olmalı...
Böyle söyleşip giderlerken yollan yemyeşil bir avaya çıktı. Uzak­
tan sağa sola koşuşturan atlılar gördüler. Yaklaştıklan zaman bunla­
nn şahinle kuş aviarnaya çıkmış kimseler olduğunu anladılar.
Don Kişot, kendilerini büyük bir maceranın beklediğini hisset­
miş, bağınyordu:
- Sevgili uşağım, talih yüzüroüze gülmeye başladı. Yeni bir ma­
cerayı karşılamaya hazır ol!

133
- Desenize, kısmette yine dayak yemek var. ..
- Bu gördüğümüz insanlar, soylu kimselere benziyorlar. Kader
beni onlarla karşı karşıya getirecek olursa, sen elini kılıcına atmak
zorunda değilsin. Daha evvel söyledigim gibi, uşaklar soyluların
kavgasına karışmazlar.
- Gerçi kılıcım yok ama, yine de, şövalyelik töresi içinde en çok
bu kaide hoşuma gidiyor. .. Zira oldum olası barış sever bir insanım­
dır. Bana tokat atana öbür yüzümü dönelim ...
- Korkak herif, kalkmış bir de iyi Hristiyan rolü takınıyorsun!
Don Kişot atlılara iyice yaklaştıktan sonra, bunlardan birinin ka­
dın oldugunu farketti. Beyaz bir kısraga binmiş olan bu güzel kadın,
etrafındakilere emirler yagdınyor; onlardan büyük saygı görüyordu.
Atının egeri ve koşumları gümüş işlemeliydi. Altın simlerle süslü ye­
şil bir elbise giyınişti. Havada tuttugu elinde bir çakırdagan vardı.
Asilee duruşundan, soylu bir prenses veya bey kızı oldugu hemen
farkediliyordu.
Kahramammız, seyisini yanına çağırdı ve ona şu emri verdi:
- Oglum Sanço, hiç vakit kaybetmeden, elinde çakırdagan tutan
şu soylu hanıma git, efendin Aslanlı Şövalye'nin iyi dileklerini ve se­
lamlarını söyle! Eger izin verirlerse, gelip kendisine saygılarımı ar­
zedecegimi ve ne dilekleri varsa yerine getirmeye hazır oldugumu
bildir! Yalnız, dikkat et, abuk sabuk laflar edip beni küçük düşür�
me!..
- Elçilik görevini en iyi şekilde yerine getirecegimden asla şüp­
heniz olmasın, senyor... Bu agızdan, sizi mahçup edecek hiç bir söz
çıkmayacaktır.
- Şu söylediklerinden pek emin degilim ya, haydi dediğin gibi
olsun...
Sanço, elçiye yakışır bir eda ile, üstüne başına çeki dÜZen verdi.
Görevini yeline getirmek ÜZere boz eşeğini dehledi. Soylu hamının
önüne gelince karakaçandan indi. Yere diz çöküp konuşmaya başladı:
- Ey soylu ve soylu oldugu kadar da güzel Senyora, az ileride gör­
düğünÜZ yiğit kişi, şöhreti Ispanya sınırlarını aşmış, gezgin şövalye

134
Mançalı Don Kişot'tur. Övünmek gibi olmasın, ben de onun seyisi
Sanço Panza'yım... Efendim, buyücüleri, devleri ve vahşi Afrika ars­
lanlannı dize getirmiş korkusuz bir şövalyedir. Kazandıgı son zafer­
den dolayı adı Aslanlı Şövalye'ye çıkmıştır. lik fırsatta kötü bir kra­
lı yenip topraklannı ele geçinneyi ve bana bir ada bagışlamayı va­
detmiştir.... O, sözünden dönmeyen soylu bir efendi olduğu için,
şimdiden kendimi vali olmuş görüyorum... Hem başınızı agntma­
mak hem de Aslanlı Şövalye'yi kızdıunamak için, bana verdigi em­
ri iletiyorum: Eger izin verirseniz, efendim huzurunuza gelip iyi di­
leklerini ve saygılannı arzedecekler... Aynca, varsa, duşrnanlannız­
la savaşıp sizi onlardan kurtarmak istiyor...
Soylu hanım ve etrafında bulunan atlılar, bir sürü tumturaklı
cümleler zırvalayan bu şişko adamı dinledikten sonra, onun kafa­
dan çatlak olduğuna kanaat getirdiler... Bütün gözler, az ileride bek­
leyen silahlı korkuluga çevrilmişti. Iskeleti çıkmış uyuz bir at ve sır­
tında da sınk gibi bir adam... Giydigi zırh, sanki muzeden çalınmış
intibaı veriyordu. Halkalan yer yer dökülmUş, eski püskıl bir şeydi.
Belindeki kılıcı ve elindeki mızragı hakeza... Soylu hanım gülme­
rnek için kendisini zor tutuyordu. Şövalye kılıklı adamın, eşegin sır­
tındaki seyisi rolundeki şişkodan az aşagı kalır deli olmadıgı kesin­
di... Onlarla eglenerek hoşça vakit geçinneleri mümkündü. Butun
ciddiyetini takınarak Sanço'ya şöyle dedi:
- Lütfen ayağa kalkınız, yigit şövalyenin elçisi! Hakkında pek
çok şey duyduğumuz efendiniz Mançalı Şövalye Don Kişot'la tanış­
mak benim için şereftir... Biraz ileride bir av köşkılmuz var. Eger bi­
zimle beraber oraya kadar gelme lütfunda bulunursanız, kocam
Dük hazretleri ve ben çok memnun kalacagız. Şimdi gidiniz, efen­
dinize kendisini topraklanmızda görmekle şeref duyduğumuzu ve
misafir etmek istedigimizi söyleyiniz...
Beklemedigi böyle bir cevabı alan Sanço'nun, sevinçten agzı ku­
laklanna vardı. Diz çöktügü yerden kalktı. Eşegine atladı.. Nefes ne­
fese Don Kişot'un yanına döndü. Konuşmalann uzamasından endi­
şeye düşen kahramanımız, uşagına bagırdı:

135
- Sakın, elçilik görevini kötüye kullanarak, bir çuval ineili her­
bat etmiş olmayasın!.. Neden lafı o kadar uzattın bakayım? ..
- Soylu bir Düşesle nasıl konuşulacağını bilmeyecek kadar cahil
bir seyis değilim efendim! Elçilik görevimi hakkı ile yeline getirdi­
ğimden şüpheniz olmasın ...
Sanço, soylu hamının verdiği cevabı efendisine aktanrken; Dük
de eşinin yanına gelmiş, olup biteniert öğrenmiş bulunuyordu. Eşi
gibi, o da hoşça vakit geçirmek için, oyuna devam etmeye karar ver­
di... Çok şövalye romanı okuduklanndan, onları iyi idare edecekle­
rine inanıyorlardı.
Aslanlı Şövalye, seyisinden aldığı güzel haberler üzeıine, atını
prensesten yana sürdü. Rosinenta'dan inmek için Sanço'nun yardı­
mını bekledi. Beıiki, eşekten inmeye çalışırken, aceleden ayağı yu­
lara takıldı. Başı aşağıda, ayaklan havada asılı kaldı... Üzengisinden
tutulmadan inmeye alışık olmayan kahramanımız, uşağının yardı­
mına koşayım derken boş bulunmuş; üzengiye basar basmaz gevşek
olan eğer ters dönüvermişti. Bizim yiğit şövalye, boylu boyunca ye­
re uzandı... Düşerken dizini yere çarptığından, kalkması hayli zor
oldu. Prensesin önünde diz çökmek için yürürken aksıyordu. Bu
aksiliği de büyücüielin bir marifeti zannettiğinden, ezeli düşmanı
Freston'a lanetler yağdınyordu...
Kahramanımız, güç bela, gelip Düşesin önünde diz çöktü. Soy­
lu hanım, şövalyenin bozulan moralini düzeltmek ve vaziyeti idare
etmek için şöyle dedi:
- Ey Mança ilinin yiğit ve soylu şövalyesi senyar Don Kişot, lüt­
fen ayağa kalkınız! Topraklanınıza ayak bastığınız şu mutlu anda,
başınıza gelen aksilik beni ziyadesi ile üzdü. Ancak, başarılarınızı
kıskanan büyücülerin marifetleıini de bilmez değiliz. Peşinizi bırak­
madıklarını, başarılarınızı gölgelemek için ellelinden gelen her kö­
tülüğü yaptıklarını çok iyi biliyoruz.
Düşesin bu sözleıi, kahramanımızın buruk yüreğine su serpti:
- Soylu senyora, sözlelinizden hakkımda çok şey bildiğiniz an­
laşılıyor... Şanlar ne olursa olsun, size ve soylu eşinize her konuda
hizmet etmeye hazınm!

136
Dükıın adamlannın yardımı ile ayaklarını yulardan kunarmış
olan Sanço, koşarak efendisinin yanına gelmiş, ayaklarına kapana­
rak ondan özür diliyordu.
- Senin bir suçun yok. .. dedi Don Kişot, Düşeş hazretlerinin de
buyurduğu gibi bunlar kötü cinlerin işi! Dileyelim, bu kadarla ye­
tinsinler!
Şövalye ile seyisi konuşurlarken, Düşes kocasının kulağına eği­
lerek birşeyler fısıldadı. Neler söylediğini bilmiyoruz ama, Dükün
hemen harekete geçtigi görüldü:
- Sayın Mançalı Don.....
- Affımza sıgınarak sözünüzü kesiyorum... dedi Sanço, eger
efendimi Aslanlı Şövalye diye çağınrsanız daha çok hoşuna gidecek­
tir. Zira, iki Afrika arslanı ile dövüşüp onları kedi gibi uslandırdığı
günden bu yana adını Aslanlı Şövalye olarak değiştirmiş bulunu­
yor.. ..
Don Kişot, sızlayan dizine rağınen, dik durmaya çalışarak seyi­
sine kızar gibi yaptı:
- Sen, hem geveze hem de saygısız bir uşaksını Dük hazretleri­
nin sözünü kesmeye utanmıyor musun? Nasıl isterlerse, öyle bita­
betmekte serbestirler...
- Seyisinize kızmayın, Aslanlı Şövalye! dedi Dük, efendisinin şe­
refini koruduğu için bilakis memnun almalısınız. Aslanlarla olan o
inanılmaz m�ceranız dilden dile dolaşıyor!.. Bileğınizin ve yüregini­
zin gücü ile kazandığıniZ bir ünvanla çagınlmak en ·tabii hakkınız­
dır. .. Şimdi izin veriniz de, gidip size tahsis edeceğimiz av köşkünü
hazırlamaları için hizmetçilerime talimat vereyim.
- Pek saygıdeger Dük hazretleri! Bu lütufk�rlığınız, beni ziyade­
siyle memnun etti. Ancak, beni sıradan bir saray şövalyesi ile karış­
unnamanızı rica ediyorum. . . Size her konuda hizmet etmeye hazı­
rım; fakat bunun için hiç bir karşılık beklemiyorum.
Sanço, açlıktan guruldayan karnma elini bastırarak söze karıştı:
. - Sayın Dük'üm, alçak gönüllülükte de efendimin üıerine yok­
tur. Şu ne olduğuna bir türlü akıl erdiremediğim şövalyelik töreleri-

137
ne pek bağlıdır. Her ne kadar, uşaklann bu tördere uymak zorun­
da olrnadıklannı söylüyor ise de; onunla beraber gezdiğim için bü­
tün çilelerine ortak oluyorum... Inanır mısınız, giriştiğimiz macera­
larda dayağın en fazlasını ben yiyorum. Günlerce aç kalıyorum.
Eğer yediğim dayaklardan olmasa bile, eminim bir gün açlıktan
ölüp gideceğim...
Sanço'nun bu sözleri, Don Kişot'u çileden çıkardı. Fınınaya tu­
tulmuş kavak ağacı gibi titredi. Her şeye rağmen sakin görünmeye
çalışarak şöyle dedi:
- Dük hazretleri, seyisimin kabalığını hoş görün! Hayatıının en
büyük hatasını, midesine düşkün, tenbel ve korkak bir köylüyü
kendime seyis seçmekle yapmış bulunuyorum ... Bütün marifeti, ka­
dın gibi hayatından şikayet etmek ve yerli yersiz gevezeliklerde bu­
lunmaktır...
Kahrarnanımız, bu sözler üzerine Düşes'in tebessüm ettiğini gö­
rünce büyük bir çam devirdiğini anlamakla gecikmedi. Hatasını ta­
mir etmek için derhal ağız değiştirdi: ·

- Bu söylediğim sözler, şüphesiz sıradan kadınlar içindir!... Soy­


lu prensesimizi üzmeyi aklımın ucundan bile geçinnedim.
Düşes, şövalyeyi ve seyisini içine düştükleri zor durumdan kur­
tarmak için şöyle dedi:
- Kendinizi boş yere üzmeyin sayın Arslanlı Şövalye! Sözlerini­
ze alınmış filan değilim. Aynca, uşağınız Sanço'yu da çok sevdim.
Saf ve temiz yürekli bir seyisiniz var. Çektiği bunca çileye rağınen
sizi terketmediğine göre, onunla ne kadar övünseniz yeridir. Eğer,
bizim hizmetçilerin kabalıklannı ve sadakatsizliklerini görseydiniz;
Sanço'ya haksızlık ettiğinizi hemen anlardınız...
Don Kişot'un cevabını beklemeden Sanço'ya döndü:
- Ey iyi yürekli seyis koş efendinin atını hazırla! Sayın Dük'üm,
siz de önden gidip av köşkümüzü misafirlerimizi ağırlayacak şekil­
de hazırlattmnız.
Sanço, bu güzel ve güzel olduğu kadar da alçak gönüllü prense­
si çok sevdi. Önünde yerlere kadar eğilerek gösterdiği nezaketten
dolayı teşekkür etti.

138
Sonra koşarak efendisinin atını hazırladı. Koşumları ve eğeri sı­
kıladı. Üzengiden tutarak Don Kişot'un kazasız belasız Rosisenta'ya
binmesini sagladı. Vakit kaybetmeden eşeğine atladı. Düşes, San­
ço'ya yanında gitmesini söyledi. Yolda giderken ona çeşitli sorular
soruyor, aldığı bol atasözlü cevaplar karşısında gülrnekten kınlıyor­
du. Seyisinin zırvalanna alışık olan Arslanlı Şövalye hiç gülmüyor,
ciddiyetini muhafaza ediyordu.
Düşes, Sanço ve Don Kişot'un başı çektiği alay, köşkün kapısına
vardığı zaman onları bir merasim mangası karşıladı... Düşes, kahra­
manımıza döndü:
- Bu karşılama merasimi sizin şerdinize düzenlenmiş bulunu­
yor... dedi, köşkümÜZe, gezgin şövalye olarak, ilk defa siz ayak bas­
mış olacaksınız!...
Don Kişot ne cevap vereceğini düşünürken, uzun kırmızı elbise- ·

ler giyinmiş iki hizmetçi korkarak onu atından indirdiler. Yerlere


kadar eğilerek;
- Hoş geldiniz, şeref verdiniz, yiğit Mançalı Şövalye Don Kişot!
diye bağırdılar. Üçüncü bir hizmetçi ileri çıktı. Elinde göz kamaştı­
rıcı kırmızı bir pelerin tutuyordu.
- Gezgin şövalyeliğin alameti olan şu pelerin, size efendimiz
Dük hazretlerinin hediyesidir. Lütfen kabul buyurun! diyerek onu
kahramanımızın omuzlarına attı. Aynı anda merasim mangası hep
bir ağızdan bağırdı:
- Yaşasın, Mança ilinin korkusuz şövalyesi! Arslanlı Şövalye çok
yaşa!
Don Kişot, gördüğü rağbet karşısında şaşırmış olmakla beraber,
bunu hiç belli etmemeye çalışarak merasim mangasını selamladı.
Sanço, efendisine gösterilen itibar ve saygının gerçek olup olma­
dığına bir türlü karar veremiyordu. Ancak, bunun bir rüya olmadı­
ğı da kesindi. Içinden, kendi kendine, şöyle söylendi:
- Bazan efendimi deli zannetmekle, ona ne kadar haksızlık etti­
ğimi anladım. Hiç, deli ve uyduruk bir şövalyenin böyle krallar gi­
bi karşılandığı görülmüş şey midir? ..

139
Düşes de atından inmiş, kahramanımızı içen buyur ediyordu.
Köşkün dış kapısından içeri girdiklerinde aviuyu dolduran bir hiz­
metçi ordusu ile karşılaştılar... Iyi giyimli hizmetçiler koro halinde
Don Kişot'a övgüler yağdınyor; bir yandan da üzerine kokular ser­
piyorlardı.
Sanço'nun hali görülmeye değerdi doğrusu . . . Fal taşı gibi açılnnş
gözlerle etrafa bakıyor; ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini bile­
miyordu ... Iki hizmetçi koşarak gelip onu boz eşeğinden indirdiler.
Düşes, bizimkine yanından aynlmamasını söyledi. Aldığı bu güzel
emir karşısında, çok sevdiği eşeğini hizmetçilere bırakmak zorunda
kaldı. Soylu hamının ardından köşke girdi. Prensesi karşılamaya ge­
len yaşlı bir dadının kulağına eğildi:
- Saygı değer senyora! dedi, lütfen avluya kadar gidiniz. Orada
bana ait bir boz eşek göreceksiniz ... Uysal fakat korkak bir hayvan­
dır. Bunca kalabalığı görünce kim bilir ne kadar korkmuştur. Onu
biraz okşayıp sakinleştirin. Sonra alııra götürüp önüne bolca yulaf
koyun.
Dadı, misafir de olsa, bir uşağın kendisine emir vermesine çok
kızmıştı:
- Bana bak görgüsüz uşak! diye bağırdı , sen beni hizmetçi kız­
larla kanştırcim galiba ... Ben, Düşesi kucağımda büyütmüş onurlu
bir dadıyım. Eşegini çok seviyorsan, gider kendin ilgilenirsin ... Atı­
ladın ını şişko herif!
- Niçin kızıyorsunuz hanım kalfa? Oysa ben efendimden şöval­
ye hikayeleri dinlerken şöyle dediğini hatırlıyorum: "Savaştan dön­
düğünde o kahraman Lancolet, hanımlar kendisine dadılar da atma
bakıyorlardı..." Şunu iyi bilmenizi isterim ki, ben boz eşeğimi Lan­
colet'in .atma değişmem ... Ama bir eşeğe bakamayacak kadar yaşlı
iseniz, bak ona bir şey diyemem!. ..
- Yaşlı senin anandır, yağ tulumu!
Kızgın dadı, bu son cümleyi öyle yüksek sesle bağıramrak söyle­
mişti ki, Düşes bile duyınuşıu. Oyunun bozulmasını istemeyen
Prenses araya girdi:

140
- Sevgili Sanço, eşeğiniz için hiç endişeye kapılmamza gerek
.
yok.. dedi, onunla bizzat ben ilgileneceğim.
· Sonra dadısına döndü:
- Dadıcıgım, bu gün çok yorulmuşa benziyorsun. . . Sana izin ve-
riyorum, git islirahatine bak.
Yaşlı kadın, Düşes'in Sanço'ya sahip çıkmasına çok kızdı:
- Bu kadan da fazla! diyerek oradan uzaklaştı.
Sanço, yaşlı dadının niçin kızdığını hala anlaınış değildi. Ozgıın
birsesle Düşes'ten özür diledi:
- Inanın Senyora, dadıyı kızdırmak istememiştim... dedi, hatta
böyle birşeyi aklınıdan bile geçirdi isem efendime musaHat olan bü­
tün kötü cinler b_aşıma üşüşsün!. .. Eşeğimi çok sevdiğim ve o yaşlı
dadıyı da iyi kalpli bir hanım zannettiğim içindir ki, kendisinden
böyle bir ricada bulundum...
Bütün olup biteni gören ve konuşmalan duyan Don Kişot, San­
çe'ya çok kızmış, nihayet duruma müdahale etmek zorunda kalmıştı:
- Be görgüsüz uşak! diye bağirdı, bu soylu insaniann arasında
eşekten söz etmenin sırası mıydı? ... Frensesimize emeği geçmiş bir
dadıya böyle küçük düşürücü tekiifte bulunmakla beni mahçup et­
tin. Bir şövalyenin değeri, yanındaki seyisten belli olur. .. Ah Sanço,
bu yetmiyormuş gibi, ona yaşlı diyerek kalbini iyice kırdın!...
- Bakın efendim, bana şövalye romanlanndan örnekler vererek
dadılann atlarla ilgilendiğini söyleyen sizsiniz!. .. Aynca, bir insan
gerçekten yaşlı ise bunu söylemekte ne kötülük var, anlayamıyo­
rum? .. Sonra, insan misafir oldugu yerde ne ihtiyacı varsa söyleye­
bilmeli. Bunun da ayıp tarafını göremiyorum ...
- Sana bir arkadaş gibi davranınakla ne büyük hata ettiğimi şim­
di anlıyorum... Kendini şövalye l.ancolet mi sandın ahmak herif!
Bakılınasını istediğin soylu bir at değil; boz bir eşektir!...
- Bana söyledikleriniz için bir şey diyemem efendim.. Eşeğime
gelince ... Inanın Senyor, onu l.ancolet'in atı ile değişmem!. ..
Bu konuşmalar Düşes'i çok eğlendiriyordu. Don Kişot'un San­
çe'yu fazla hırpalamasını istemeyen soylu kadın araya girdi:

141
- Iyi kalpli seyisiniz haklı sayın Arslanlı Şövalye... dedi, misafir­
lerimizin her ihtiyacını yerine getirmek görevimizdir. Asıl kabalığı
Sanço degil, yaşlı dadıın yapmıştır. Bunun için sizden özür diliyo­
rum...
- Alçak gônüllülügünüzle bizi ınahçup ediyorsunuz altesleri...
Hatınnız için onu bağışlıyorum.
Az sonra hizmetçiler kahramanımızı, kapısı altın işlemeli, bir
odaya aldılar. Krallara yakışır bir saygı ile zırhını ve tolgasını çıkar­
dılar. Ortaya avurtlan birbirine geçmiş, zayıf, sınk gibi bir adam
çıktı. Hizmetçiler, Dük'ten kesin şekilde ciddi davranacaklanna da­
ir emir almamış olsalardı, gülrnekten kınlacaklardı...

Sıra gömlegini çıkarmaya gelince, Don Kişot itiraz etti:


- Güzel lazları Gezgin şövalyeler hem cesur hem de edepli in­
sanlardır. Iç çamaşırlanını görmenizi istemiyorum... Bana giydirece­
giniz elbiseleri şuraya bırakın. Seyisime haber verin, gelip bana yar­
dım etsin. Hizmetleriniz için teşekkür ederim, çıkabilirsiniz!
Hizmetçi kızlar itiraz etmeden huzurdan çıktılar. Sanço'ya efen­
disinin kendisini çağırdığını söylediler. Beriki bu haberi duyar duy­
maz;
- Eyvah, Mança çırası gibi yandım! diye bağırdı. Kızlara, kendi­
si için dua etmelerini söyledi. Efendisi ile yalnız kalınca yaptığı pa­
tavatsızlıklann hesabını soracağını çok iyi biliyordu...
Korka korka kapıyı çaldı. Içeri girdigi zaman efendisinin çok sa­
kin oldugunu görüp rahatladı. Yine de, ne olur ne olmaz diye gözü
kapıdaydı. Don Kişot, onu dövmek için üzerine yürürse; tabanlan
yaglayıp kaçacaktı. Kahramanımız, yumuşak bir sesle, seyisine elbi­
selerini giydirmesini söyledi. Bizimki görevini yerine getirirken şö­
valye ona nasihat etti:
- Sana yalvanyorum oglum, öyle olur olmaz yerde agzını açıp
beni ele güne rezil etme! Sana bakanlar da beni düzmece bir şöval­
ye sanacaklar. .. Söz gümüş ise sükut altındır. Ne olursun, mecbur
kalmadıkça söze kanşma. Sık sık ipligini pazara döküp ne kötü bir
kumaştan yapıldığını gösterme! . . .

142
- Yerden göğe kadar haklısınız, soylu efendim... Benim gibi ke- _

çi çobanından ne gezgin şövalye seyisi olur ne de ada valisi!. .. Hata


yapmamak için hiç konuşınaınaın lazım... Zira soylulann neden
hoşlandıklannı, neye kızdıklannı bir türlü öğreneınedim!. .. Beni se­
yis seçerken, ağzı sarmısak kokan, elifi görse ınenek sanan, sizin ka­
pınıza gelmeden önce hiç bir soylu ile görüşıneyen, cahil bir köylü
olduğumu pek ala biliyordunuz... Ne derler: Kenanna bak bezini,
anasına bak kızını al. Bülbülü altın kafese koymuşlar ah vatanım de­
miş. Bana arkadaşını göster, senin kim olduğunu söyleyeyim. Çin­
gene kızım padişahın oğlu ile evlendirmişler, düğün alayı ormandan
geçerken "bu ağaçlardan ne güzel kasnak olur" demiş...
- Yalvannm çeneni kapat! Yoksa kendime hakim o lamayıp seni
ayaklanının altına alacağım! Şu yerli yersiz atasözü yumurtlaman
beni çileden çıkanyor... Hadi öbürleri ne ise de; kafesteki bülbülle
bizim mevzunun ne alakası var?
- Olmaz olur mu senyor! Siz bana kızıp bağırdıkça, görgüsüz bir
keçi çobanı olduğumu yuzüme vurdukça, köyumü özlüyorum ...
Gezgin bir şövalyenin seyisi olmaktansa, köyumün tepelerinde ke­
çilerini otlatan hür bir çoban olmayı istiyorum. . .
- Ah Sanço! Ah, benim iyi kalpli saf oğlum!. .. Senden fazla bir
şey istemiyorum ki . .. Konuşacağın lafı iyice tanıp biçmeden söyle­
me diyorum. Özellikle de, gelişigüzel atasözü yumunlama diyo­
rum...
- Peki efendim, bana sorolmadıkça söze kanşmayacağım. Aklı­
ma atasözü gelince, söylememek için dilimi ısıracağım...
- Haydi bakalım, Allah yardırnem olsun. Beni de unutmasm.
Don Kişot, seyisinin yardımı ile giyindi. Kılıcını kuşandı.
Dük'ün hediye ettiği kırmızı pelerini omuzlanna aldı. Başına da kız­
Iann elbiselerle birlikte getirdiği yeşil külahı geçirdi. Sehpanın üze­
rinde bulunan pahalı kokudan sürünmeyi de ihmal etmedi.
Kapıdan çıkarken, sıraya diziimiş hizmetçiler yerlere kadar eği­
lerek şövalyeyi selamladılar. Aşçıbaşı koşarak geldi. Dük hazretleri­
nin kendisini yemek salonunda beklediğini bildirdi.

143
Sofraya beş kişilik yemek takımı konmuştu. Ev sahibi, sarayın
din işlerine bakan baş rahibi de yemeğe davet etmişti. Adam, değ­
nek yutmuş gibi dim dik oturuyordu. Kahramantınız-içeri girince
Diik ile kansı ayağa kalkular. Papaz da istemeye istemeye kalkmak
zorunda kaldı. Don Kişot, ev sahiplerini saygı ile selaınladıktan son­
ra, siyahlar giyinmiş rahibe döndü. Onu da biiyük bir nezaketle se­
lamladı. Göz göze geldiklerinde, papazın kendisinden hoşlanmadı­
ğını farketti.. ..
Diik, baş köşeyi kahramanımıza teklif etti. Şövalye bunu biiyük
bir ineelikle reddetti. Ancak ev sahibi fazla ısrar edince karşı koy­
maktan vazgeçip gösterilen yere oturdu.
Sanço, efendisine verdiği sözii unutmuş olacak ki, dayanamayıp,
Dük'ten konuşmak için izin istedi. !zin verilince, kahranıanımız
korkudan renkten renge girdi. Eğer sofradaki soylulardan ve papaz­
dan utanmasa, tekme tokat onu kapıdışan ediverecekti...
- Efendilerimiz dinlemek lütfunda bulunacak olurlarsa, şu ola­
ya benzer bir hikaye nakledeceğim... dedi ve anlatmaya başladı: Hi­
kaye bizim köyde geçmiş olup aynıyla vakidir. Bana nakleden kişi,
sözüne güvenilir dürüst biridir.
Don Kişot'un sırtından soğuk terler boşandı. Uşağım ikaz etmek
için hızlıca öksiirdii. Bizimki şövalyenin huzursuz olduğunu görüp
şöyle dedi:
- Korkmayınız, saygıdeğer efendim! Sizi utandıracak abuk su­
buk laflar etmeyeceğim. Bu konuda size vermiş olduğum sözü de
unutmuş değilim...
- Ben böyle bir söz aldığımı lıatırlamıyorum! dedi şövalye, ne is­
tersen onu anlat... Diik hazretleri izin verdikten sonra bana müda­
hale etmek düşmez!. .. Ama rica ediyorum, kısa olsun!
- Aniatacağım hikaye öylesine gerçektir ki, şurada oturan efen­
dim bile bana hakverecektiL
- Hay efendini büyücüler götiirsiin, e mi! Korkarım bir sürü
zırvalar uydurup şurada bulunan soylu insanların başını şişirecek­
sin!..

144
- Başlan sağolsun... ve başımızdan eksik olmasınları Ne demiş
. atalanmız: Her gövdeye bir baş, gövdeyi de taşıyacak ayaklar la­
zım. . .
- Sanço yalvannm, hikayeye geç!
Dük ile kansı gülrnekten kınlıyorlardL Hayatlanın renklendiren
şu iki deli ile karşılaştıklanna çok seviniyorlardı. .. Düşes, her fırsat­
ta Sanço'yu korumaktan geri durmuyordu. Bu sefer de öyle yaptı:
- Rica ederim Arslanlı Şövalye, bırakınız dilediği gibi konuşsun !
Inanın onu dinlemekten zevk duyuyoruz.
Dük de kansını tasdik edici sözler söyleyince kahraınanımıza
susmak düştü ...
Sanço, her sıkıştığı yerde imdadına koşan Düşes'i çok seviyordu.
Ona anasından fazla saygı duyuyordu. Madem gerçek buydu, belli
etmemek olmazdı:
- Ey prensesierin en güzeli! Kraliçelerin en soylusul Bir keçi ço­
banına layık olmadığı yakınlığı göstermekle alçakgönüllülükte de
üstün olduğUnuzu belli ediyorsunuz. Allah, Dük hazretleri ile bir­
likte, size uzun ve mutlu bir ömür versin!
- Aman Sanço kardeş, bu övgülerinizi eşsiz Taboso'lu Dulsinea
duyınasın!. ..
- Allah'ın lütfu boldur, iyi kalpli senyora ... Güzelliği sadece Dul­
sinea'ya vermedi ya!... Her ne ise, bu işi fazla kanştırmasak iyi olur;
bakarsınız farkında olmadan bir çam deviririm ... Sonra efendim de
beni deviriri
- Ey Sanço ... Ne diyeyim, Allah iyiliğini versin! dedi şövalye, ağ­
zın açıldı ya; kapatabilene aşkolsun ...
Rahip, bu saçmalıklara daha fazla dayanamamış; Don Kişot'un
yapamadığını o yapmıştı:
- Bana bak, soyıan kılıklı adam! diye bağırdı, asıl konuya gel;
yoksa bu gidişle hikayen ancak öteki dünyada bitecek. ..
- Sabredin, aziz peder! Biliyorsunuz, Allah izin vermedikçe yap­
rak bile kımıldamaz... Bu konuda size ders verecek değilim ama, be­
nim bildiğim, din adamı sabırlı olur...

145
- Sen sadece cahil değil, aynca küstah bir adamsın' Buraya se­
nin saçmalıklannı dinlemeye gelmedim...
- Bütün insanlar saygılı ve bilgili olsalardı, siz işsiz kalırdınız sa­
yın peder!. .. Daha hikayeıni dinlemediniz ki, saçma olduğunu nasıl
söylersiniz? Aynca, sizi böyle kızdıracak kötü bir şey söylediğimi de
hatırlamıyorum...
Eğer Düşes araya ginneseydi, Sanço papaz efendiyi çenesi ile di­
ze getirecekti.
- Sayın Peder, sizi yemege davet ederken, şöhreti Ispanya sınır­
Iamu aşmış gezgin şövalye Mançalı Don Kişot'un ve seyisi Sanço
Panza'mn misafiriıniz olduğunu söylemiştik. ..
Ev sahibesi, bu sözleriyle onun oyuna katılmaya razı olduğunu
ima etmek istemişti. Konuşmasına şöyle devam etti:
- Lütfen, şeref misafirimizin konuşmasına müdahale etmeyin.
Izin verin de hikayesini tamamlasın...
- Başlamadı ki, tamamlasın.. dedi papaz.
Düşes'in işareti üzerine Sanço devam etti:
- Evet efendim, ne diyordum: Bizim köyde soylu bir bey vardı.
Bir gün kendisine ziyadesiyle hizmeti dokunan bir köylüyü, ki bu
adam benim gibi sıradan bir sığır çobanı idi, yemege davet etmiş. Bu
iyi kalpli bey, şimdi bu dünyadan göçmüş bulunuyor...
Bizimki lafı uzattıkça rahip sinir krizleri geçiriyor; bunu farke­
den Dük'le kansı kıs kıs gülüyorlardı. Don Kişot da rahipten fark­
sız değildi hani...
- Ne diyorduk efendim? diyerek devam etti Sanço. Bizim bey,
yaptığı masraflar boşa gitmesin diye köyün papazı ile çömezlerini
de yemeğe çağırmış...
Devirdiği bu büyük çam, bardağı taşıran son damla oldu. Rahip­
ten önce Don Kişol bağırdı:
- Hay çenesi kapanasıca, sersem şişko!
- Ne diye öyle deliler gibi bağınyorsunuz, efendim? Yeminle
söylüyorum ki, hikaye aynen böyle. Eğer yalamm varsa, çok sevdi­
ğim boz eşeğim ölsün!..

146
- Senin de eşeğinin de cam cehenneme!
- Nerede, ne zaman kızacağınızı bir türlü öğrenemedim gitti..
Ömrılmıln sonuna kadar da öğrenebilecegimi sanmıyorum. Halbu­
ki, pek görundüğ;ünı kadar da kalın kafalı biri değilim... Bırakın da
hikayemi tamamlayayım. Baksanıza, peder kızıyor...
- Sanço doğrU söylüyor... dedi Düşes, bırakalım da hikayesini
tamamlasın.
- Valiahi nerede kaldığıını unuttum! Efendim böyle Santa Her­
mandad kılıcı gibi başımın üzerinde sallandıkça, bende akıl mı ka­
lır. ..
Rahip ha patladı ha patlayacak. .. Don Kişot, Düşes'in ikide bir
Sanço'ya sahip çıkmasına kızıyor, ancak bunu belli etmemeye çalı­
şıyordu...
Dük'le karısı birbirinin yüzüne bakıyor, hikayeciye nerede kale
dığım söylemekte tereddüt ediyorlardı. "Sizin bey, masraflar boşa
gitmesin diye köyün papazı ile çömezlerini de yemege çagırmıştı"
deseler, işin ucu rahibe dokunacaktı... Bu düğ;ümıl nasıl çözecekle­
rini düşünurlerken Sanço bağırdı:
- Halı, tamam! Hatırladım... Bizim bey, sığır çobanı ile birlikte
başkalattm da yemege çağırmış.. .
Don Kişot alnında biriken terleri sildi. Rahat bir nefes aldı. Şö­
valyenin rahatlaması bizimkinin gözılnden kaçmadı. .Efendisini te­
selli etmek için:
- Korkmanıza gerek yok, sevgili efendim! Dedim ya, öyle görıln­
düğ;üm gibi kalın kafalı biri değilimdir... Dananın kuyrugunu kopa�
racak kadar sıkı çekmem... Bilirsiniz hayvanlan severim. Özellikle
boz eşeğitni!. ..
- Eşeğinle birlikte kör bir kuyuya düşesin de cehennemin dibi­
ni boylayasın!
- Allah, Allah... Yine kızdı!
- Sanço yalvannm, şu lanet olası hikayeni tamamla! Bak, ye-
mekler soguyor...
Yemek lafını duyunca bizimkinin gözleri parladı. Efendisi onu
en nazik yerinden vurmuştu...

147
- Hemen senyor, hemen... dedi Sanço, zaten hikaye fazla uzun
degil!... Neyse efendim, sofra kurulmuş... Bizim bey, sıgır çobanını
baş köşeye davet etmiş. Köylü, yol yardam bilmez biri olmadıgını
göstermek için teklifi kabul etmemiş. "Baş köşeye sıgır çobanı degil;
evin beyi yakışır" demiş. Bey bakmış köylü inat ediyor. Omuzlann­
dan tuttugu gibi bizimkini baş köşeye otunmuş:
.
- Otur be, sıgır çobanı! demiş, sen de biliyorsun ki, bey nereye
oturursa baş köşe arasıdır!. .. Benim hikaye bu kadar soylu efendi­
ler. Ne eksik ne fazla, aynen böyle olmuş... Buyurun, şimdi yemege
başlayabiliriz!. ..
Önce Rahip Efendi sonra da Don Kişot hikayeden nasibini almış
olduklanndan, ikisinin de iştahı kaçmıştı. Dük'le kansı, Sanço'nun
gerçekten deli mi yoksa deli rolü oynayan akıllı biri mi oldugunda
şüpheye düşmüşlerdi... Hem konuyu degiştirmek hem de şövalye­
nin bozulan moralini düzeltmek için Don Kişot'a son günlerde sev­
gilisi Taboso'lu Dulsinea'dan haber alıp almadıgını sordular. Kahra­
ınanımız, Dulsinea'nın adını duyunca kötü bir rüyadan uyanmış gi­
bi gözlerini açtı.
- Soylu senyora, ne zaman sevgilimin adını duysam böyle heye­
canlanıyorum; beni bagışiayını Sorunuzun cevabına gelince . . . . Kötü
büyücüler ve aniann uşaklan peşinıi bırakmadıklan için, ne yazık
ki, bugüne kadar onun eşsiz güzelligini dünya gözü ile görebilmiş
degilim... Bir sürü devi yendim. Pek çok haydudun ve zalim adamın
bumunu yerlere sürttüm. Gidip Dulsinea'nın hizmetine girmeleri
karşılıgında hayatlannı bagışladım... Ancak, ezeli düşmanım hain
Freston onu tezek kokan çirkin bir köylü kızı kılıgına sakmgundan
gönderdigim adamiann gidip kendisini bulabildiklerine ihtimal ve­
remiyorum...
Sanço, efendisinin kınlan gönlünü tamir etmek için, hemen des­
tek çıktı:
- Sevgili Senyora... dedi, benim büyücülerle bir alıp veremedi­
gim olmadıgı için -çünkü onlan kıskandıracak bir başanın yoktur­
eşsiz Dulsinea bana bütün güzelligi ile göründü... Ay gibi parlayan
yüzü, gözlerimi kamaştırdı.

148
- Yaa! Onu gördün demek? ...
- Keşke bu şerefe ben değil de efendim erseydi... Iki nedimesi ile
birlikte gelip efendime aşkını ilan etti fakat. ...
- öyle mi, Sanço'nun söyledikleri doğru mu sayın Arslanlı Şö­
valye? ...
- Maalesef doğru senyoram... Ancak, ben hakaret dolu sözler
sarfeden, eşek sınında bir köylü kızından başka şey göremedim. Ya-
mndaki iki kız da öyle .. .
- Aman prensesim... dedi Sanço, soylu beyaz kısrağııiın üzerin-
de öyle asil bir duruşu vardı ki...
Papaz dayanamadı:
- Dük hazretleriyle soylu eşi beni bağışlasınlar ama, nasıl oluyor
da şu iki delinin saçmalıklannı sıkılmadan dinleyebiliyorsunuz?...
Sizi anlayamıyorum!
Sonra kahramanımıza döndü:
- Don Kişot musun, Don Dangalak mısın nesin; sersem herif! Bu
kadar şeyi nereden bulup da uyduruyorsun? O saçma sapan şöval­
ye romanlannı okuyup aklını bozduğun belli... Yok devleri yenmiş,
yok vahşi Afrika arslanlan ile boğuşmuş... Yok efendim, büyücü bil­
mem kim sevdiği kızı çirkin bir köylü kızı kılığına sormuş... Bütün
bunlar deli saçması şeyler! Eğer birazcık aklın kalmışsa, evine dö­
ner, çoluk çocuğunun terbiyesi ile uğraşırsın. . . Aniadın mı beni, be
hey serseınl Evet, seni ancak böyle laflar yola getirir... Ispanya'nın
neresinde tek bir dev görülmüş ki, devlerle savaştığını söylüyorsun?
Orada burada dolaşıp herkesi kendine güldüreceğine, aklını başına
topla! Adam gibi evine dön!
Don Kişot, kendisinden beklenmedik bir sabırla papazı dinledi.
Dük'le kansı onun hiç kızınadan muhatabanı dinlemesi karşısında
şaşınp kaldılar.
Rahip sözlerini bitirip susmuş olduğundan kahramanımızın ne
cevap vereceğini merakla bekliyorlardı. Mançalı şövalye, hiç istifini
bozmadan söze başladı:
- Sustuğunuza göre, sözleriniz bitti sanının sayın peder. .. Bulun­
duğunuz yer ve mesleğinize olan saygım haklı öfkemi dizginlemiştir.

149
Aklı başında kimseler bilirler ki, ınesleğinin ehli olmayan kara cüb­
belilerin kadın gibi tek bir silahı vardır: Dilleri. __ Eşit şartlarda dö­
vüşınüş olmak için, şövalyelik geleneğine uyarak, ben de size ayın
silahla ınukabele edeceğim... Şu farkla ki: Soylu bir bey olduğum
için, sizin gibi küfretıneyeceğiın!___ Ta ki sizin gibi mesleğimi küÇÜk
düşürmüş olinayayıın. Bir din adanu olduğunuz için, arzu ederdiın
ki, bana vereceğiniz nasihatlar da din çerçevesi içinde kalsın... Beni
tanımadığınız halde, bir sürü haksız ithaınlarda bulundunuz. Evli
olup olmadığımı bilineksizin, çoluk çocuğumun yanına dönmemi
tavsiye ediyorsunuz. Allah şahidiındir ki, bekar olduğum halde bu
güne kadar hiçbir kadına yan gözle dahi bakınadım... Dulsinea'ya
gelince, kendisini büyük bir aşkla sevdiğim halde, daha elim eline
değıniş değildir. Insaniann bir kısmı şerefli idealler peşinde ömür
tüketirken, diğer büyük bir kısmı köleliği, dalkavukluğu, başkalan­
nı aldatarak mal biriktirmeyi tercih ederler. Çok azı da gerçek din
yolundan giderler!___ Bana gelince, öyle inanıyorum ki, şerefli bir
meslek seçmiş bulunuyorum. Nerede bir kötülük görsem kılıcıınla
ezeceğiın. Hiç karşılık beklemeden ınazlumlann imdadına koşaca­
ğıın ve koşuyorum da ... Siz ne derseniz deyin; şövalye doğdum, şö­
valye öleceğiın!
Bunlan söyledikten sonra ev sahiplerine döndü:
- Ey soylu Dük ve Düşes hazretleri! Papaz Efendi'yi de beni de
dinlediniz. Sizi hakem seçiyoruın. Kim kime haksızlık etmiştir, ka­
ran siz veriniz! ...
Sanço, ev sahiplerinin karannı beklemeden ileri atıldı:
- Verin elinizi öpeyim soylu efendim! Siz gelmiş geçmiş şövalye­
lerin en bilgilisi ve en şereflisisiniz ı Allah beni öınrümün sonuna ka­
dar hizmetinizden ayırmasın... Bazan, "efendim delinin biri mi" di­
ye şüpheye düştüğüm için kendimden utanıyoruın!. ..
- Al sana bir deli daha! dedi papaz, sarhoşun şahidi meyhane­
ci... Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş diye buna derler.
- Hop hop, Papaz Efendi! Efendim gibi kibar sözlerle karşılık
vereceğiini samyarsan aldanıyorsun ... Ben, eşeğinden ve kuru ca­
nından başka kaybedecek şeyi olmayan sıradan bir köylüyüm. Deli

150
senin babandır! Hikayemdeki dersi alamayışından belli ki fazla zeki
bir adam da değilsin... Senden ders alan çömezlere acıyorum. Bu yı­
lan dilinle çocukcağızlan dinden soğUtursun alimallah... Senin gibi­
lerin hakkından ancak benim gibi cahiller gelir... Seni gördükten
sonra, "her haçın altında bir iblis yatar" sözünün ne demek istediği­
ni daha iyi anladım! Tamam mı, aldın ını dersini?...
Don Kişot, Sanço'ya kızar gibi yaptı:
- Kes artık sesini! Gevezelikte mahalle kanlannı da geçtin...
- Kızınayın efendim! Yann bana vadettiğiniz adayı bağışlar da
Allah'ın izni ile vali olursam; ilk işim bunun gibi kara cübbelilerle
uğraşmak olacak!. ..
Düşes, bu saf uşağın hayalperestliğine şaşınp kaldı. DuyduğU
sözler ona yeni bir oyun ilham etti:
- Şövalyelikte olduğU kadar bilgide de üstün olduğUnuzu gös­
terdiniz sayın Arslanlı Şövalye! dedi, ancak seyisiniz Sanço pek ya­
man bir atıcı. .. Attı mı nıangalda kül bırakmıyor! Bir gün ona vadet­
tiğiniz adayı bağışlayacağınızdan şüphem yok. .. Ancak iyi bir vali
olup olamayacağı konusunda şüphelertın var...
- Devlet idaresi şövalye seyisliğine benzemez... dedi Dük, San­
ço'ya bakarak.
Bizimki bu sözlere pek alınmış olacak ki, derhal cevabı yapıştırdı:
- Saygıdeğer Dük'üm, eğer vali olursam gelip kendi gözlerinizle
görebilirsiniz... Adamı nasıl şahinler gibi idare ediyorum. Babam
rahmetli, devlet adamlığının çobanlık gibi bir şey olduğUnu söyler­
di... Mağriblilerin de buna benzer bir sözü var.
- l.af!a peynir gemisi yürümez.. dedi Dük, eger Arslanlı Şövalye
izin verirse, makamı yeni boşalmış bir adam var; seni oraya vali ta­
. yin edeyim.. Görelim bakalım, nasıl idare edeceksini . . .
Bu fikir Düşesin de çok hoşuna gitti:
- Lütfen şövalyem, izin veriniz de seyisinizi vali yapalım... dedi.
Sanço duyduklanna inanamadı. Rüyada olup olmadığını anla-
mak için kaba etlerini çimdikledi. Acıdığım hissedince gerçek ol­
duğuna kanaat getirdi. Don Kişot da en az seyisi kadar şaşırmış

151
bulunuyordu. Hiç beklemediği bu teklif karşısında ne söyleyeceği­
ni kestiremiyordu.
- Sanço iyi kalpli, saf ve dürüst bir adamdır ama, korkanın res­
mi formaliteleri pek beceremez... dedi, üstelik okuma yazması da
yoktur...
Beriki, efendisinin valilik işine pek razı olmadığını görüp fena
halde içerlemişti:
- Neden anlamayacakmışım! Hele siz bir izah edin... Foralite de­
diğiniz şey nedir? Yenilir mi, içilir mi?...
- Foralite değil oglum, formalite dedim...
- Danışmanlan ona gerekli bütün formaliteleri izah ederler, de-
di Düşes, aynca bir valinin illa okuma yazma bilmesi de gerekmez.
Özel mektupçusu bütün yazışmalan yerine getirir...
Dük, Don Kişot'tan tekrar ricada bulundu:
- Haydi Senyor, seyisinizi daha fazla üzmeyin... Gelin şu işe ra­
zı olun!
- Peki efendim, madem bu kadar ısrar ediyorsunuz, karar sizin­
dir... Nasıl isterseniz öyle olsun.
Sonra Sanço'ya döndü:
- Kalk, efendimizin önünde diz çök! Gösterdiği bu büyük lütuf­
tan dolayı kendisine teşekkür et...
Beriki sevinçten uçacak gibiydi. Etekleri zil çalarak kalktı.
Dük'ün önünde diz çöküp şöyle dedi:
- Adamı öyle adaletli bir şekilde yöneleeeğim ki, gösterdiğiniz
bu lütuftan dolayı pişman olmayacaksınız. Örnrum boyunca size
minnettar kalacağım. Efendim Don Kişot'un dediği gibi, sadakatsiz­
lik nankörlerin işidir...
Bütün bu olup bitenler karşısında çılgına dönen Rahip dayana­
mayıp Dük'e çıkıştı:
- Sırtımdaki kutsal cübbe adına yemin ederim ki, siz de en az şu
iki deli kadar çıldırmışsınız! Bu saçmalıklan daha fazla dinleye­
mem... Izin veriniz de gidip kiliseye kapanayım ve aklınızı geri ba­
ğışlaması için Allah'a yalvarayım!. ..

152
Dük, papazın bu ciddi tavn karşısında kahkahalarla güldü. . . Ka­
ra cübbeli, başka birşey demeden hızla yelinden kalktı; kapıya yü­
rüdü, yol göstermeye çalışan hizmetçiyi iterek salondan çıktı.
Ev sahibi bizimkilere döndü:
- Baş rahibimizin kabalığını hoş görün... Onun adına sizden
özür dileıim. Ikiniz de, kendini beğenmiş bu adama pek güzel bir
ders verdiniz. Sayın şövalyem, beni hakem tayin etmekle onurlan­
dırdınız; ancak karatımı bildirmedeki tereddüdümü anlamışsınızdır
sanırım. Eğer adilee davranıp sizin haklı olduğunuzu söylemiş ol­
saydım, rahip bunun acısını unutmaz, mutlaka halkı bana karşı kış­
kınırdı... Hatta bununla da yetinmez, beni Kral'a şikayet ederdi. Be­
ni anlıyorsunuz değil mi? ... Sizin gibi, Krala meydan okuyacak ka­
dar cesur değilim. . .
Don Kişot, Dük'ün bu sözlelinden çok duygulandı. Geriye doğ­
ru yaslanarak, bir asilzadeye yakışır ses tonu ile, cevap verdi:
- Saygıdeğer efendimiz, iltifatlarmızla beni şereflendirdiniz.
Şundan kesinlikle emin olunuz ki, kendimi hakarete uğramış say­
mıyorum... Bir kimsenin hakarete uğraması için, sataşan adamın
kendisini savunacak güçte olması gerekir. Bu, şövalyeliğin önemli
bir kuralıdır. Izin veıirseniz bir misaile açıklayayım: Soylu bir bey
yolda giderken, eğitimsiz bir sokak çocuğu yerden bir taş alıp ona
fırlatsa; soylu bey hakarete uğramış sayılmaz ... Çünkü, o soylu bey
dönüp kılıcını çektiği zaman, çocuk kendini savunacak güçte değil­
dir... Işte bu sebeple, kutsal şövalyelik töreieıine göre; çocuklar, ka­
dınlar, yaşlılar, din adamlan ve deliler dokunulmaz kabul edilmiş­
lerdir... Dolayısıyle bu gibilerin sataşmalan da hakaret sayılmaz.
Dük'le kansı, akıllılık ile delilik arasında gelip giden bu adamı
hayretle dinlediler. Değme filozoflara taş çıkarttıracak sözlerine şa­
şınp kaldılar...
- Şu kıyınetli konuşmanızla, soylu bir şövalye olduğunuzu bir
kere daha isbatlamış oldunuz... dedi Düşes, değerli tecrübeleıiniz­
den ve engin bilginizden istifade edebilmemiz için sizden rica edi­
yoruz, topraklarımızda biraz daha kalınız!. ..
Kocası onu tasdik etti:

153
- Evet, rica ediyoruz, lütfen bizi bu zevkten mahrum bırakma­
yın!
- Size hizmet etmek benim için şereftir, güzel prensesiın ve soy­
lu Düküm ... Ancak gezgin bir şövalyenin eğer yapacak şerefli bir
hizmeti yoksa, aynı yerde fazla kalması törelere aykındır. Aksi hal­
de, saray şövalyesi gibi, bir merasim askerine dönerim...
Düşes, demagoji yaparak konuyu değiştirmeyi daha uygun buldu:
� Bana sık sık ·güzel prensesiın" demekle, eşsiz güzelliği dillere
destan Taboso'lu Dulsinea'yı üzmüş olmuyor musunuz?
- Yanlış hatırlamıyorsam, bunu bir kere daha söylemiştiniz soy­
lu senyora!. .. Ancak o zaman benim yerime seyisim cevap vermişti.
Cevabını yerinde bulduğum için itiraz etmemiştim. Izin verirseniz,
ben şunlan da ilave etmek istiyorum: Size güzel demekle Dulsi­
nea'ya haksızlık yaptığımı sanmıyorum. Zira, ne siz ne de o, bu gü­
zelliğinizi kendiniz seçmiş veya kazanmış değilsiniz. Anneniz de
vermiş değildir... Eğer öyle olsa, hangi anne çocuğunun çirkin veya
sakat doğmasını isterdi? ... Demek ki, gizli bir kudret eli tasarruf edi­
yor. .. Aynca, sadece fızikı güzellik kadına üstünlük kazandınnaz.
Ancak ahlak ve huy güzelliği ile beraber olursa bir kıyınet ifade
eder. Eğer şu güzelliğinizin yanında yılan gibi bir diliniz olsaydı,
Dük hazretleri sizinle hayatını birleştirmeyi göze alınazdı sanınm!. ..
Dulsinea'ma gelince... O, başka bir güzeli kıskanmayacak kadar fa­
ziletli ve soylu biridir.
Düşes dayanaınadı:
- Saygı değer şövalye, siz papaz okulundan mı mezun oldunuz
.

Allah aşkına? ...


- Güzel senyora! Eğer papaz okuilan doğru düşünmeyi öğreti­
yar olsalardı, sizin Baş Rahibin benden daha mantıklı davranınası
gerekmez miydi? ... Aynca sandığınız kadar da bilgili bir insan deği­
lim. Sadece çok okur, çok düşünür yani tefekkür ederim... Size bir
sır vereyim: Mağriblilerden çok dostum oldu. Bence Ispanya'ya doğ­
ru düşünmeyi öğretenler onlardır! ...
- Bu söylediklerinizi Kralımız duyınasın!
- Siz söylemezseniz duyınaz!...

154
Sanço, araya girdi:
. - Valiahi benim efendim Kral ınıral dinlemez! O, Allah'dan baş­
ka kimseden hatta büyücü Tereston'dan bile korkmaz...
- Sanço, kaç kere söyledim; Tereston değil Freston!. ..
- Ne önemi var senyor, siz anlıyorsunuz ya!. .. Evet! Benim efen-
dim Kraldan korksaydı, kürek mahkümlannı serbest bırakır mıydı?
Muhafıziara bir meydan okuyuşu vardı ki gönneliydiniz...
- Savaşa tutuştuğu arslanlar da Krala aitti değil mi?
- Yaa! Bak, her şeyi biliyorsunuz, söylemeye ne h�cet...
- Şu Freston denen belalı büyücü de olmasa işler ne kadar iyi gi-
derdi...
- Sonnayın güzel prensesim!... O teres herifin yüzünden efen­
dim Dulsinea'sını dünya göZÜ ile göremiyor...
- Bu bir imtihan! dedi Don Kişot.... Allah beni o Freston belası
ile imtihan ediyor. .. Katlandığım içindir ki, kimseye nasip olmayan
lütuflarla beni taltif ediyor. Şu anda, sizin gibi soylu kimselerin şe­
ref misaliri olmam bunun en güzel delilidir.
- Size saygısızlık eden papaz efendinin şu anda burada bulun­
masını ve bu sözlerinizi duyınasım isterdim...
- Özür dilerim, Senyora! O konu kapanmıştır...
- Peki, Arslanlı Şövalye ... Nasıl isterseniz. Eger mabzuru yoksa,
size özel bir soru sorabilir miyim?
- Elbette, altesleri...
- Bana kalırsa, seyisiniz Sanço'ya fazla güveniyorsunuz... Ara sı-
ra size yalan söylemiş olabileceğini hiç düşünmedirriz mi? Mesel�.
şu Dulsinea ile buluşmanız konusunda...
- Güzel prensesim, Sanço'yu iyi tanımadıgınız için bu sorunuzu
yadırgamıyorum... öyle zannediyorum ki, babası bile benim kadar
onu yakından tamyamamıştır!... Belki biraz gevezedir; lafını tartıp
biçmeden konuşur, ama asla yalancı degildir. .. Ilk gördüğünüz an­
da şapşal, zek�dan noksan, görgüsüz bir köylü sanırsınız. Ancak,
bazan öyle laflar eder ki, zek�ının inceliğinden mi yoksa saflığın­
dan mı söylediğine karar vermek zordur.. Şövalye tarihçileri, ondan

155
daha vefakar bir seyis gösteremezler. Giriştiğimiz maceralarda daya­
ğın fazlasını o yediği halde beni bırakıp gitmedi. Yol arkadaşlığında
da üstüne yoktur. Onunla beraber iken hiç canınız sıkılmaz. Kısa­
cası onu koca bir krallığ;a değişıneın ...
- Krallık deyince aklıma geldi. Sizce, kocamın hediye ettiğ;i şu
adayı iyi idare edebilecek mi?
- Onun iyi niyetinden, dürüstlüğ;ünden şüphem yok. Rüşvet al­
ınayacağından, adam kayırınayacağından eminim. Bütün korkum,
elifi görse mertek sanacak kadar kitaptan uzak olması. Kutsal kita­
bımızı bile, ancak üstündeki haçtan tanıyabilir. .. Demek istediğ;iın
şu ki: Eğ;er danışmanlan ve mektupçusu onu aldatmazsa; resmi iş­
lerin de hakkından gelecektir... Fakat, ziyadesiyle saf oldugundan,
adasını teslim almaya gitmeden önce biraz kulağ;ını çekınem gere­
kecek. Idarecilik sırasında nelere dikkat etmesi lazım geldiğini mad­
deler halinde yazıp eline vermeyi düşünüyorum. Sıkıştığ;ı yerde açıp
mektupçusuna okutsun . . .
Düşes, Sanço'nun idarecilik kabiliyetini ölçmek için onunla yal­
nız görüşmek istediğini söyledi. Bunun için Don Kişot'tan izin iste­
di. Kahramanımız:
- Hay hay altesleri ... dedi, mutlaka bu isteğinizin bir sebebi var­
dır.
Prenses, has hizmetçilerinden birini çağırdı. Sanço'yu misafir
odasına götürmesini söyledi. Bizimki hizmetçiyi takip ederken,

- Vali olacak adama acaba neler sorulur? diye merak ediyordu. . .


Hizmetçi ile müstakbel vali odaya girdikten biraz sonra Düşes de
geldi. Sanço'ya oturma.sı için yer gösterdi. Hizmetçiye kendilerini
yalnız bırakmasını söyledi.
- Sayın Vali bey, bu odada gördüğ;ün gibi ikimizden başka kim­
se yok. . . diyerek söze başladı.
Sanço:

- Saygıdeğ;er senyora, efendim "iki kişinin oldugu yerde üçün­


Cüsü Allah'tır" demişti. Ben de öyle olduguna inanıyorum ...

156
- Merak etme dostum, ben de dini bütün bir Hristiyanım... Sa­
na çok özel bir soru soracağım. Dindar bir insan olduğuna göre, ba­
na yalan söylemeyeceğini unıuyorum...
- Eğer gerçekten bildiğim bir şey ise, doğru cevap vereceğimden
emin olabilirsiniz prensesim...
- Sevgili Sanço, şu Dulsinea hikayesine pek aldım yatmadı doğ­
rusu!. .. Içimde efendini aldatmışsın gibi bir his var... Ne dersin, ya­
nılıyor muyum?...
- Başkalannın bizi dinlemediğınden emin olabilirim değil mi?
- Elbette! Bundan hiç şüphen olmasın. Söyledilderin bu odadan
dışan çıkmayacaktır. Sımnı saklayacağıma söz veriyorum...
- Izin verirseniz, yine de etrafa bir göz atmak istiyorum. Hani ne
demişler; korkulu rüya görmek istemiyorsan, uykuya yatma ...
- O sözün doğrusu, "korkulu rüya görmekteuse uyanık kalmak
iyidir" şeklinde değil mi?
- Farketmez, senyora ... Ikisi de aynı kapıya çıkar.
Sanço, Düşes'in izin vermesini beklemeden köşe bucağı yokladı.
Kapıyı açıp arkasına baktı. Kimselerin bulunmadığından emin ol­
duktan sonra yerine döndü. Titrek bir sesle:
- Valiahi güzel prensesim, şüphelerinizde haksız değilsiniz... de­
di, evet bazan efendimin hoşuna gidecek şeyler uydururum. Eğer
böyle yapmazsam, inanın yollanmız iki günde aynlır.. . Onunla ge­
çinebilmek için, sabit fikir halini almış değerlerine dokunınamayı
öğrendim. Bunlann başında Dulsinea gelir...
- Yani aslında Dulsinea diye biri yok mu demek istiyorsunuz?...
- Yok elbette! Ama bu gerçeği asla efendime kabul ettiremezsi-
niz... Don Kişot ne kadar gerçek ise, Dulsinea da o kadar gerçektir!...
- Desene senin efendin delinin biri!?
- Evet efendim... Ama zararsız bir delidir.
- Ve sen de adamın deli olduğunu bile bile hizmetine girdin? ...
- Ne demek istediğinizi aniamaclun sanmayın senyora! Bana arka-
daşını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim... Değil mi? Hakkınız

157
var; ben de pek akıllı sayılmam! Ama bizim deliliğimiz, güzel bir de­
lilik!. ..
- Deli bir seyisten vali olur mu, Sanço Panza? ..
- Senyora, babam pek çok delinin kral olduğunu ve ülke yönet-
tiğini söylerdi. Deliden kral oluyor da neden vali olmasın? .. Ama yi­
ne de karar sizin! Basit bir ada için size yalvaracak değilim. Nasıl ol­
sa, bir gün efendim bir krallığın başına geçecek. .. O zaman çok sev­
diği hizmetçisine bir değil birkaç ada bile bağışlayıveriL Çünkü ba­
na söz verdi. Don Kişot, sözünün eri bir şövalyedir. Dünya malında
asla göZÜ yoktur. Dulsinea'sına mektup götürmeye razı oldum diye
iki sıpasını bağışlayıverdi... lhtiyaçlanmızı karşılayıp başkasına yük
olmayalım diye evinden aldığı altınlannı da bana emanet etti. Anla­
yacağınız onun hem seyisi hem de hazine bakanıyım...
- Sanço kardeş, sana adayı bağışlayan kocam Dük hazretleridir.
O da en az efendin kadar sözünün eri bir soyludur. .. Ben sadece se­
ni denemek istemiştim, o kadar.
- Ada dediğiniz de ne ki! Cebime koyup köyüme götüremem
ya... Bana verilen yalnız oranın yönetimidir. Yönetim ise zor bir iş­
tir... lmtihanı kaybetmek de var. Kim bilir, belki seyis Sanço, vali
Sanço'dan daha önce cennete girecektir...
Valinin de seyisin de midesi birdir. Biri öbüründen fazla yiye­
mez.. Toprağın altına girdi mi, Vali de uşak da eşit olacaklardır. Şu
farkla ki, valinin uşaktan daha çok verecek hesabı vardır... Ben, eli­
fi görse mertek sanan bir keçi çobanı olduğum için hesaptan korka­
nm!.. . .Sözün kısası, eğer gerçekten beni valiliğe layık görmüyor ise­
niz, açıkça söyleyebilirsiniz; hiç gücenmem. Beleş bir vali olmaktan­
sa seyis kalma}� tercih ederim...
- Sanço dostum, keramet gösterdin! Zira, kocamın hediye ettiği
adanın ismi Beleşonya'dır...
- "Söyleyene değil, söyletene bak" derler. . .

158
Dük, adamianna şatonun avlusunda toplanmalan için, emir ver­
di. Herkes merak içindeydi. Soylu bey, kalabalıga seslenmek üzere
binek taşına çıktı. Yanında Don Kişot, Sanço Panza ve eşi de vardı.
- Ey burada bulunanlar, diye bagtrdı, herkes beni can kulagı ile
dinlesin! Size önemli bir karanmı açıklayacagım... Şeref ınisafırimiz
olan soylu şövalye Mançalı Don Kişot'un da onayını alarak seyisi
Sanço Panza'yı Beleşonya adasına vali tayin etmiş bulunuyorum! . ..
Kalabalık, önceden ögretilmişler gibi, hep bir ağızdan bagırdı:
- Yaşasın Beleşonya Valisi Sanço Panza!
Dük, yeni valiye öne ilerlemesini söyledi. Bizimki paytak adım­
larla öne çıkarken herkes gülmernek için kendisini zor tutuyordu.
Eger Dükün sıkı talimatı olmasaydı, kahkahalan koyvereceklerdi.
Soylu beyin işareti üzerine Beleşonya kahyası atını ileri sürdü.
Elinde tuttuğu emimarneyi saygı ile açtı:
- Efendimiz Dük hazretlerinin başkanlıgında toplanan Dükalık
Meclisi'nin aldıgı karan açıklıyorum, diye başladı... Meclisin soylu
üyeleri, oy birligi ile, Arslanlı Şövalye Mançalı Don Kişot'un seyisi
Sanço Panza'nın valiligini kabul etmişlerdir. Efendimiz de karan
onayiayıp altına mührünü basmıştır. Karar hepimiz için hayırlı ol­
sun. Yaşasın Dük'ümüz, yaşasın Beleşonya valisi!
Kalabalık hep bir agtzdan tekrarladı:
- Yaşasın Dük'ümüz, yaşasın Beleşonya valisi!
Dük kalabalıgı selamiayıp tekrar söz aldı:
- Geleneklerimiz icabı, yeni valimizi uğurlamadan önce, şerefine
bir av partisi düzenlemiş bulunuyoruz. Ekselans Sanço Panza artık
resmen vali olduğuna göre, onun emri benim emrim sayılacaktır...
Kendisine saygıda kusur edenleri şiddetle cezalandıracagımı bilme­
nizi isterim! Hemen hazırlık yapılsın. Bir saat sonra yola çıkıyoruz.
Dük'ün tumturaklı konuşması bitince bir gürültü koptu ki, ev­
lere şenlik. Davul, mızıka ve boru .sesleri her yanı inletti..
Sanço Panza'nın emrine tahsis edilen adamlar, ellerinde ağ;ır bir
zırh ve süslü silahlarla gelip önünde egildiler. Onu giyindirmek için
izin istediler. Bizimki avazının çıktıgı kadar bagırdı:

159
- Işte bu olmaz efendiler! Öli:'ırüm de bu acaip şeyiert ılzeıime
takurmam!...
Adamlara nezaret eden Beleşonya Kahyası, baştan beıi -bir oyun
oldugunu bildiği halde- Sanço'nun vali tayin edilmesine karşı çık­
mış; ancak Dılk'e söz geçiremediği için karara boyun egınek zorun­
da kalmıştı... Şu anda, onu herkesin gözünden düşürmek için iyi bir
fırsat yakalamıştı:
- Aman Vali Bey, ne yapıyorsunuz? Eğer av techizaunı giyinmez­
seniz, herkes sizin silah kullanamadığınızı sanacak. ..
- Silahtan nefret ederim! dedi Sanço, hem iyi silah kullandığıını
da kim söyledi?
- Hiç silah kullanamayan, ava çıkmayan vali olur mu?
- Bana bak Kahya! Seni hiç gözılın tutmadı... Vali dediğin ma-
kamında oturur, devlet işlerine bakar. Avcılıkla devlet işiertnin ne
ilgisi var?..
- Ama sayın vali.. ...
- Arnası maması yok! Alın şu demir yığınlannı, derhal aldığınız
yere koyun! Yoksa, valilik makamına oturonca benden çekeceğin
var!...
Don Kişot, Sanço'nun bağırmalannı duymuş; yine bir çam devi­
Tip işiert berbat etmesin diye yardımına koşmuştu. Yardımına ko­
şanlar arasında Dılşes de vardı. Bizinıki efendisini görünce, ne olu­
yor demeye kalmadan ·çocuk gibi- şövalyenin ılzengisinden tutup
yalvarmaya başladı:
- Sevgili efendim, şu saygısız adamlar bana zorla zırh giyindir­
meye, silah kuşandırmaya çalışıyorlar! Eğer biraz daha yüz bulsalar,
valiahi boz eşeğimden indirip deli bir ata bile. bindirir bunlar. . . .
Mançalı Şövalye, Dılşes'in yanında, adamlarla muhatap olmak
istemediği için seyisini yatıştınnaya çalıştı:
- Bak oğlum, yani sayın Beleşonya valisi, bu beyler nereden bil­
sinler ki sen silahtan, kavgadan nefret edersin ... Yine nereden bilsin­
ler ki, sevgili boz eşeğini şövalye l.ancolet'in soylu atı ile değişmez­
sin...

160
Sonra Düşes'e döndü:
- Sevgili Prensesimi dedi, seyisim valilikten vazgeçme pahasına
da olsa bu iki prensibinden taviz vermez. Ancak, takdir edersiniz ki,
bu huylan onun iyi bir vali olmasına engel değildir.
- Prensipli valileri severim. Sizinle ayrn fikirdeyim sayın Arslan­
lı Şövalye...
Düşes'in Sanço'ya sahip çıkması Beleşonya Kahyası'nın hiç hoşu­
na gitmemişti:
- Pek saygıdeger Düşes'im dedi, av sırasında vahşi bir hayvanla
karşılaştıklan taktirde vali beyin kendilerini nasıl koruyacaklannı
merak ediyorum?...
Bu soruya Sanço cevap verdi:
- Güzel Prensesimi Av partisini benim şerefime teniplediğinizi
söylemiştiniz. Daha dogrusu Dük hazretleri böyle dedi.... !zin verir­
seniz, şerefin böylesinden feragat ediyorum!... Ben, köyünden dışa­
n çıkmamış, sıradan bir keçi çobanıyım. Çelik çomak oynamaktan
ve saklanbaçtan başka eglence bilmem. Soylu olmadıgım için, soy­
lulann işine akıl erdiremiyorum... Vahşi hayvan kovalamanın nere­
si eglenceli anlayamıyorum?... Avcılıkla valilik arasında da bir bag
kuranıadım. Eger böyle bir bag mevcut ise; valilerin çogunu avcılar
arasından seçmeleri gerekmez miydi?...
Don Kişot, seyisinin bir münasebetsizlik edip kendisini küçük
düşüreceğinden korkuyordu. Gerçi, şu ana kadar söyledikleri tam
bir valiye yakışır şeyierdi ama ne yapacagı belli olmazdı. .. Hele tu­
tup atasözü yumurtlamaya başlarsa, herkesi güldürebilirdi.
Hızlıca öksürüp Sanço'nun dikkatini çektikten sonra, eliyle
"sus" işareti yaptı. Sonra Düşes'e dönerek şöyle dedi:
- Güzel Senyora, yeni valinizin bir huyunu daha söylememe izin
veriniz: Çenesi açıldı mı susmak bilmez.. Eger nezaket gösterip sus­
masını beklerseniz, burada sabahı edersiniz.
- Peki, istemiyorsa silah kuşanmasın. Fakat onu size emanet edi­
yorum. Daha görevine başlamadan vahşi hayvaniara yem olmasını
istemiyorum.

161
Bu arada Dük bütün hazırlıklara nezaret etmiş, adamianna ge­
rekli talimatlan vermiş bulunuyordu. Av kervanı, davul, zuma ve
boru sesleri arasında yola çıktı. Herkes atını mahmuzlarken Sanço
da boz eşeğini dehledi.
Don Kişot'la seyisi nasıl dost iseler, Rosinenta ile boz eşek de öy­
lesine can yoldaşı idiler... Şövalyenin soylu atı, daima kendisini ka­
rakaçana göre ayarlıyor; onun yemlduğunu hissettiği an adınılannı
yavaşlatıyordu.
Kervan, düz ve geniş bir araziye ulaşınca Dük'ün emriyle mala
verildi. Çadırlar kuruldu. Hava kararmak üzere olduğundan aşçılar
akşam yemeği için hazırlık yapıyorlardı. Aşçıbaşı, hizmetçileri etra­
fına toplayıp onlara şu talimatı verdi:
- Efendimiz, safralann açık araziye yani çimenlerin üzerine se-
rilmesini emretmişlerdiri Haydi, hepiniz iş başına!
Sanço Don Kişot'a döndü:
- Senyor, aşçıbaşının ne güzel bir sesi var değil mi?
Kahramanımız seyisinin ne demek istediğini çok iyi anlamıştı:
- Oğlum Sanço, sen anık sıradan bir insan değil; herkesin gözü
üzerinde olan bir valisin!. .. Yalvannrm, şu pisboğazlığı terketi Nef­
sine hakim olamayan bir adam, koca bir adaya nasıl hakim olabilir?
Korkanm, valilik makamına oturduğun gün, ilk '<ereceğin emir ko­
caman bir sofra hazırlatmak olacaktır. .. Bilesin ki, karnını pahalı yi­
yeceklerle tıka basa dolduran bir vali, kötü bir idarecidir... Her yer­
de olduğu gibi, Beleşonya'da da fakir insanlar vardır. Onlar kannla­
nm doyuracak sıcak birçorba bulamazken, sen tok olarak yatarsan
Cennet yüzü göremezsin! . .. Bunlar içinden gücü, kuweti ve zekası
yerinde olanlara iş bul. Kimsesiz yaşlılara, elinden iş gelmeyen sa­
katlara ve mecnunlara yetecek kad;ır maaş bağla. Sakın, zenginlerin
ve soylulann sofrasına oturma! Onlann sana verecekleri ziyafetler,
devlet kapısından bir menfaat koparmak içindir. Hele hele rüşvete
asla tenezzül etme! Köylünün getireceği cılız bir tavuk bile rüşvet
sayılır. .. Görevin sona erip seni uğurlarlarken, "devletin ve zengin­
lerin malı ile ceplerini doldurdu, gidiyor" demelerindense, "saf köy­
lü, çulsuz geldi çu lsuz gidiyor" desinler daha iyidir. . . .

162
Sanço bunları düşünürken Dük de biraz sonra vali namzedi için
hazırladığı oyunu düşünüyordu. Sizin anlayacağınız; Koyun can
derdinde, kasap et derdinde idi...
Sofra toplanırken -belki inanmayacaksınız ama- Sanço ilk defa
bir zengin sofrasından yan aç olarak kalkıyordu ... Efendisinin nasi­
hatlerinden sonra, Beleşonya Kahyası da gelip karşısına oturonca iş­
tabı iyice kaçmış, derin düşüncelere dalmaktan yemek yiyecek fır­
sat bulamamıştı.
Gözü hep seyisinin üzerinde olan Don Kişot da bu durumu far­
ketmiş; nasihatlerinin tesirini göstermiş olmasından büyük mutlu­
luk duyuyordu...
Hizmetçiler sofralan topladığında hava iyice kararmış bulunu­
yordu. Dük, Don Kişot'la Sanço'yu çadınna davet etti;
- Eşinıle birlikte o heyecan verici maceralannızı dinlemek istiyo­
ruz... dedi, lütfen bizi bu zevkten ınahrum bırakınayın ...
Kahramanımız tam cevap vermek üzere iken, valinin sağ yanın­
daki ormandan öyle bir gürültü koptu ki, herkes neye uğradığını bi­
lememenin şaşkınlığı ile yerinde çakıldı kaldı. Çok geçmeden gıı­
rültülerin yerini savaş naralan aldı. "Allah, Allah'" sesleri yeri göğü
inletti... Dük, korkmuş gibi davranak bağırdı;
- Mağribhlerin baskınına uğradık galiba!. .. Bu savaş naralan o
dinsizlerden başkasının olamaz...
Ispanyollar, burada büyük bir medeniyet kurmuş Endülüs Müs­
lümanlan'nı bu isimle çağınyorlardı; Mağribliler. ..
Don Kişot, kıltema el atmış olmakla beraber, hayretle sordu;
.
- Soylu Dük'üm, Kralımızın ve kilisemizin emriyle bu dinsizleri
gebertip köklerini kurulmamış mıydık?...
- Öyle ama... dedi Dük, yine de yer yer küçük topluluklar ha­
linde birleşip isyan ediyorlarmış!. . . .
Korkudan hacaklart titreyen Sanço söze kanştı;
- Ormandan gelen savaş naralartna bakılırsa, üstüroüze saldır­
maya hazırlananlar pek de küçük bir topluluğa berızeıniyorlar. ..
Beleşonya Kahyası fırsatı değerlendirdi;

163
- Ne o, valimiz korkuyorlar mı yoksa?..
Eğer, savaş naralannın yükseldiği ağaçlıklann arkasından acaip
kılıktı bir atlı çıkıp onlara doğru geliyor olmasaydı; Sanço bu sonı­
nun cevabını vermekte hayli zorlanacak gibiydi... Kahya'nın sorusu
unutulmuş, bütün başlar gelen atlıya çevrilmişti. Iyice yaklaşınca,
bunun adamdan çok şeytana benzediği görüldü. Elinde kocaman
bir boynuz taşıyordu. Bir ok atıını kadar mesafeye gelince, boynu­
zu ağzına götürdü. Öyle bir öttürdü ki, Don Kişot hariç herkesin
korkudan tüyleri diken diken oldu. Mançalı Yiğit Şövalye, Rosinen­
ta'sını mahmuzlayıp ileri çıktı:
- Soylu Düküm! dedi, izin veriniz de şu ibiise dünyanın kaç bu­
cak olduğunu göstereyim!.. Kılıcımla onu geldiği cehenneme geri
göndereyim!
- Sabırlı ol cesur şövalyem! Önce niyetinin ne olduğunu öğrene-
lim....
Dük, Don Kişot'u durdurduktan sonra yabancıya döndü:
- ln misin. cin misin; neyin nesisin ey haberci?
Acaip kılıklı atlı, boğuk ve tüyler ürperten bir sesle cevap verdi:
- Ben, bütün kötü cinlerin ve büyücüterin ilham kaynağı Şey-
tan'ım! ...
- Zalimlertn, hainlertn ve bütün kötü insaniann da ilham kayna­
ğı. .. diye ilave etti Don Kişot.
Şeytan duyınamış gibi davranarak sözlerine devam etti:
- Sizinle bir alıp vereceğim yoktur Dük efendi... Benim işim
Mançalı Don Kişot'la! Eğer karşımdaki şu adam, aradığım şövalye
değil ise ben de şeytan olmayayım!. ..
Kahramanıınız, atını iki adım ileri sürdü. Sanço, efendisinin ce­
saretine hayran kaldı. Kendisi, nerede ise korkudan altını ısiatmak
üzere idi... Don Kişot, Şeytan'ı azarlar gibi bir sesle cevap verdi:
- Evet, aradığın kişi benim! Freston'un akıl babası, kötülüklerin
başı, lanetlenmiş pis ınahluk!. .. Söyle, derdin nedir?
- Eğer Taboso'lu Dulsinea'nın elimde olduğunu bilseydin daha
dikkatli konuşurdun! Şunu bilmeni istertın ki, Şeytan da olsam

164
hakaretten hoşlanmam!. .. Hem sen kendini ne sanıyorsun be, iske­
leti çıkmış yaşlı bunak! Sırtına bindiğın uyuz bir at, arkana taktığın
şapşal bir şişko ve şu muzelik silahlarla düzeni bozulmuş dünyaya
adalet getireceğini mi sanıyorsun? ...
- Tamam... dedi Don Kişot, aynı şeyleri söyleyerek beni kutsal
görevimden çevirmeye çalışan ahmak insanlara bunu telkin eden de
sensin!. .. Sevgili Dulsinea'mın hayatı mevzubahis olmasaydı, ben
sana düzeni bozulmuş dünyanın kaç bucak oldugunu gösterirdim,
şantajcı iblis!
- Ya şartlanma boyun eğip benimle anlaşırsın, ya da Dulsi­
nea'dan vazgeçersin!. ..
- Lafı uzatma, sabnmı taşınyarsuni Şartın ne ise onu söyle!
- Halı şöyle yola gel! dedi Şeytan, şartıının ne oldugıına gelin-
ce ... Biraz sonra adamlanın büyülü Dulsinea'yı bir araba içinde bu­
raya getirecekler. Büyü çözmekle meşhur Fransız Büyücü Merlin,
sana Dulsinea'yı büyüden kurtarmanın şartlattm anlatacak. Ondan
sonra karar senindir. Artık şu moruk suratını daha fazla görmek is­
temiyorum; haydi bana eyvallah!
Şeytan atını mahmuzlamış giderken Don Kişot bağırdı:
- Bir dakika bekle! Sana son bir soru daha soracağım. Ondan
sonra ne cehenneme gidersen git...
Şeytan atının dizginlerini çekti:
- Sor bakalım... dedi alaylı bir sesle, ama lafı uzatma, işim acele...
- Ormanda savaş naralan atanlar senin adamiann mıydı?
- Elbette... Benim adamlanın çoktur!. ..
- Iyi ama, Mağribliler gibi "Allah, Allah!" diye bağınyorlardı?...
- Ne sandın ya! "Şeytan, Şeytan!" diye mi bağıracaklardı? .. Bizim
işimiz bu arslanım: Aldatmak, daima aldatnıak. ..
Şeytan atını mahmuzlamadan önce elindeki · boynuzu bir kere
daha öttılrdıl. Sanço, korkudan Dılşes'in eteklerine yapıştı. Bunu
gören Şeytan ona doğru bakarak şöyle bağırdı:
- Valilik kim, sen kim be korkak şişko! Biraz sonra seni öyle bir
imtihan bekliyor ki, anan bile duysaydı mezannda gözyaşı dökerdi...

165
Giderken korkunç bir kahkaba koyverdi. Sanço'nun aklı başın­
dan gitti... Şeytan iyice uzaklaştıktan sonra, biziınki Düşes'e döndü:
- Güzel Senyora... dedi, duydunuz mu şu lblis midir Şeyran ını­
dır nedir söylediklerini? Efendime ve sevgilisine yaptıklan yetmi­
yormuş gibi, bana da kafayı takmış... Halbuki ben ne düzeni bozul­
muş dünyaya adalet getirmeye çalışan bir şövalyeyiın ne de soylu
bir prenses!.. Sakın, şerefiıne av partisi verdiniz diye kızınış olma­
sın bu lblis?
- Sanınaın... dedi Düşes, olsa olsa vali oldun diye kıskannnştır!. ..
- Valiliğin kıskanılacak nesi var Allah aşkınal Efendimin anlar-
tıkianna bakılırsa, valiliğin hakkından gelmek, Sırat Koprüsü'nden
geçmek kadar zor iş . . .
Düşes, Sançonun kulağına eğildi:
- Dostum, hani Dulsinea diye biri yoktu?...
Bizimki de prensesin kulağına eğilip fısıltı halinde şu cevabı verdi:

- Valiahi güzel senyora, deli olan efendim değil benınişim... Eğ-


lence olsun diye, uyduruk bir şövalyenin arkasına takıldığımı sanı­
yordum. Meğer efendim gelmiş geçmiş şövalyelerin en büyüğü
imiş!. .. Baksamza, Şeytan onunla özel olarak uğraşıyor.. ..
Don Kişot, bu ikisinin kafa kafaya verip neler konuştuklanm
merak ediyordu. Ancak saygısızlık olur diye de araya girmiyordu.
Derken Şeyran'ın bahsini ettiği araba ağaçlıklann arkasından çıktı.
Çıktı ama ne çıkış. Toplar güınbürdüyor, silahlar parlıyor, borular
çalıyor; gören de yeni icad edilmiş bir savaş arabası geliyor sanırdı. . .
Arabanın etrafını saran muhafıziann elinde yanan meşaleler vardı.
Adaıniann kopardığı çığlıklar dağı taşı inletiyordu. Bütün bunlar
yetmiyormuş gibi, araba yürürken kulaklan tırmalayan tuhaf sesler
çıkanyordu.
Sanço, bu korkunç manzara karşısında daha fazla dayanaınadı:
- Eyvah, kıyamet kopuyor galiba! deyip bayıldı; Düşes'in kuca­
ğına düştü ....
Dük, valinin bayıldığını görünce telaşa kapıldı:

166
- Eğer onu ayıltamazsak, bütün masraflar boşa gidecek. .. diye­
rek hayıflandı.
Düşes, Sanço'yu bir kenara yatırdı. Yüzüne sular serpti. Bizimki
gözlerini açtığında araba da iyice yaklaşmış bulunuyordu. Şimdi ay­
rıntılar daha da seçilir hale gelmişti. Arabaya dört iri öküz koşul­
muş, öküzlerin üzerine siyah örtüler atılmıştı. Boynuzlarında ise ya­
nan mumlar vardı. Öküzlerin dizginini, yine siyahlar giyinmiş, sa-
. kalı belinde, yaşlı bir büyücü tutuyordu. Araba iyice yaklaşınca,
kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle, dizgitıleri öyle sıkı çekti
ki, öküzler olduklan yere zank diye çakılıp kaldılar.
Yaşlı büyücü ayağa kalktı. Yüksek sesle şöyle bağırdı:
- Ben büyücü Lirgandeo'yum!
Başka hiç bir şey söylemeden, sakalım sıvazlayarak yerine otur­
du. Sonra yüzü peçeli birisi kalktı:
- Ben de, hiç kimsenin yüzünü göremediği, cadılann kraliçesi
Çirkin Alküfe'yim!
Derken o da oturdu. Sırayı bir üçüncüsü aldı:
- Meslekdaşlanm alınmasıniar. .. Ben, evet ben, gezgin şövalye­
lerin ve de özelikle soylu Amadis de Gaulla'nın can düşmanı büyü­
cü Arsalus'um!...
Arsalus da sözü uzatmadan oturonca etrafı bir sessizlik kapladı.
Herkes işin nereye varacağını merak ederken, arabanın üzerinde
bulunan beyaz örtülü sandukadan tatlı bir müzik sesi yükseldi.
Sanço, sevinç dolu bir sesle bağırdı:
- Işler iyiye gidiyor galiba!. .. Zira, bu müzik hiç de Şeytan mü­
ziğine benzemiyor...
Büyücüler, vakit geçinneden, sandukanın üzerindeki beyaz ör­
tüyü kaldırdılar. Ortaya, tahtında kurulmuş bir peri kızı çıkıverdi.
Altın pullarla işlenmiş, yeşil kadifeden bir elbisesi vardı. Arabanın
etrafını saran adamiann ellerinde tuttuklan sayısız meşalenin ışığın­
da kızın yüzü ay gibi parlıyordu. Yaşı yirminin üzerinde değildi.
Çok asil bir duruşu vardı.

167
Don Kişot, bu büyüleyici güzellik karşısında kendinden geçti.
Dili tutulmuş gibi ne söyleyecegini bilemedi. Onu hayran hayran
seyretmenin ötesinde bir şey yapamıyordu. Konuşamıyordu ama
düşünüyordu:

- Işte Mançalı Don Kişot'un temiz bir aşkla sevdigi, uğrunda bin
bir çileye katlandığı, eşsiz Taboso'lu Dulsinea budur. Şu eşsiz güzel
nerede, o ağzı sarmısak kokan çirkin köylü kızı nerede ! . . .
Tam bunlan düşünürken şimşek gibi bir soru geldi aklına:
- Aman Allah'ım! Hani Dulsinea büyülenmişti ya?. .
Sanki bu sorunun cevabını vermek üzere, muhafıziann arasın­
dan bir atlı fırladı. Göz açıp kapayıncaya kadar, atın üzerine dikil­
di. Oradan da arabaya atladı. Adamdan çok iskelete benziyordu.
Avurtlan içeriye göçmüş, gözleri çukurlanna kaçmış, çirkinmi çir­
kin bir yüzü vardı. Üzerinde bir tek tel saç bulunmayan kafası, bal
kabağı gibi parlıyordu.

Kulaklart tırmalayan tiz bir sesle bağırdı:

- Beni dinle dostum Mançalı Don Kişot!


- Senin gibi dost cehennemin dibine batsın, iskelet kılıklı herif . ..
diye karşılık verdi kahramanımız . . .

- Yoo, dostum. . . Sevgilini -beş dakika için de olsa- eski haline


. getiren iyi kalpli bir büyücüye böyle davranmamalısın!. ..
- Okuduğum kitaplarda, hiç iyi kalpli bir büyücüye rastlaına­
dım. . . Hepsi de Şeytan'ın uşağıdırları

- Sevgilini o çirkin köylü kızı olarak tekrar görmek istemiyorsan


gevezelik etme! Bir dakika sonra bu baş döndürücü güzellik kaybo­
lacak. Ne dersin, adamlanın örtüsünü tekrar örtsünler mi?

- Örtsünler! Örtsünler! diye olanca güeüyle bağırdı Don Kişot...

Başta Dük ile kansı olmak üzere, orada bulunanlar da bağırdılar:


- Örtsünler! Örtsünlerı
Büyücü adamlarına emir verdi:
- Örtüyü örtün!

168
Iskelet kılıklı büyücü, kemikleri çatırdayarak arabadan aşağı at­
ladı. Gelip Sanço'nun karşısına dikildi. Yuvalannda fır fır dönen
gözlerini ona çevirdi:
- Şimdi de sen dinle Mançalı Şövalye'nin sadık seyisi! Ne kadar
sadık bir uşak olduğunu görecei!;iz bakalım. . . Zira, Dulsinea'nın bü­
yüsünü çözmek ancak senin elindedir!. ..
- Hoppala! dedi Sanço, iki adım geriye çekilerek; ne diyor yahu
şu iskeletar kılıklı heri!?... Şeytan gibi o da kafayı bana taktı...
- Yanlış duyınadın! dedi büyücü, efendim Şeytan böyle buyur­
du ...
- Efendin de sen de yerin dibine batasınız e mi! Yahu kardeşim
-senin gibi kardeş cehennemde yansın- büyü çözmek kim ben kim?
Sen ki o kadar tecrübenle bu işi ancak beş dakika becerebildin ....
- Sızianınayı bırak da beni dinle! Ben sadece bir elçiyim. Efen­
dimin emtini tebliğ etmekle sorumluyum. O buyurdu ki: Beleşonya
adasına yeni tayin edilmiş bulunan, Mançalı Don Kişot'un vefalı se­
yisi Sanço Panza kendi rızası ile o nazik bedenine altı bin altı yüz
sopa vurmayı kabul eder de bu sayıyı tamamlarsa, büyü bozulacak;
Dulsinea eski güzelliğine kavuşacak, ölünceye kadar da öyle kala­
caktır. ..
- Neee! Aman Allah'ım... Bu adam ya sayı sayınasım bilmiyor, ya
da hiç dayak yememiş!. .. Seni iskeletar kılıklı, mezar kaçkım seni!
Efendin gibi yüz şeytan da gelse seni elimden alamazlar!
Tam büyücünün üzerine yürümek üzere idi ki, efendisi Don Ki­
şot koşup önüne dikildi:
- Aman, gözünü severim Sanço! Hakaret ettiğin adamın kim ol­
dugunu biliyor musun? O meşhur büyücü Fransız Merlin'dir. ..
- Vallahi, isterse Ispanya Kralı olsun, vız gelir! Adamın ne dedi­
i!;ini duyınadınız mı?
- Sevgili oğlum, dost dedii!;in zor günde belli olur. Bana olan
bağlılıgını göstermenin tam zamanıdır.
- Aman efendim, ne olur aklınızı b•şınıza alın! Işin içine Dulsi­
nea girince, gerçekten çılgın bir adam olup çıkıyorsunuz!. .. O kadar

169
sopayı değil vunnakla, sayınakla bitiremem. Valiahi daha eliiyi bul­
madan nallan dikerim. . .
Don Kişot, Sanço'yu küstünnemek için hep alttan alıyordu:
- Ne olursun Sanço, ocağına düştüm; gel şu ise razı ol!
Büyücü Merlin tekrar söz aldı:
- Belki sizin için bir iyilik yapabilirim ... Efendim Şeytan beni
kınnaz. Bana verdiği yetkiye dayanarak sopalann sayısını yarıya in­
diriyorum. Ayrıca, bunun için bir tarih de koymuyorum. Üç bin üç
yüz sopayı veya kırhacı dilediği zaman, kendi eliyle nazik bedenine
vurabilir. Isterseniz takside de bağiayabilirsiniz ... Yalnız hesabını iyi
tutun. Sayı tamamlanır tamamlanmaz, Dulsittea büyüden kurtulup
eski güzelliğine kavuşacak ve ömrünün sonuna kadar da hep güzel
olarak kalacaktır...
- Bak Sanço, gördün mü? dedi Don Kişot, Merlin dostumuz pek
zannettiğin kadar kötü biri değihniş ...
- Inanın efendim, Dulsinea'nın aşkı gözünüze perde çekmiş!
Yoksa, kalkıp şu mezar kaçkım herife "dostumuz" demezdiniz...
Sonra iskelet adama döndü:
- Bana bak, Şeytan'ın dostu! Sorabilir miyim acaba, neden üç
bin bilmem kaç sopayı efendim değil de ben yiyecekmişim?.. Dulsi­
nea'ya aşık olan ben miyim?
- Şeytan'ın işine akıl ermez, dostum!
- Bana dostum deyip durma, valiahi elimdeki şu sopayla kemik-
lerini parça parça ederim!
- Biraz evvel de dediğim gibi, ben bir elçiyim... Yapabileceğim
azami iyiliği yaptım. Gerisi seninle efendin arasında kalmış bir şey.
Sorduğun sorunun cevabina gelince... Kim bilir, Şeytan'ı kızdıracak
ne iyilikler yaptın!... Çünkü efendimin en çok nefret ettiği insanlar,
iyilik yapan insanlardır. ..
Büyücü bunları söyledikten sonra Don Kişot'a döndü:
- Görüşme bitmiştir şövalye dedi, sopa işi tamamlanıncaya ka­
dar sevgilin elimizde rehine olarak kalacak. ..

170
Kahramanımızın cevabını beklemeden adaınlanna işaret etti.
Dizginleri elinde tutan yaşlı büyücü, kırhacını öyle bir şaklattı ki,
öküzler ok gibi fırladılar. Dulsinea'yı taşıyan araba yine korkunç
sesler çıkararak ormana dogru yol aldı.
Don Kişot, seyisini ikna etmenin bir çaresini düşünürken
Dük'ün sesi işitildi:
- Beni dinle Arslanlı Şövalye'nin sadık uşağı! Eger efendinin bi­
ricik sevgilisi Dulsinea'yı büyüden kurtaracak bu fedakarlığı göze
alamazsan, şu valilik işini yeniden düşünmem gerekecek .. Efendi­
sine ihanet eden bir seyisten, iyi bir vali de olmaz!..
- Vay benim talihsiz anacığım! Kıçına bir tokat vurmaya kıyama­
dığın Sançocuğun, büyülü bir kan yüzünden üç bin bilmem kaç so­
pa yiyecek. . . Efendim de meger ne katı yürekli bir adamınışi Anla­
dık, Şeytan'a meydan okuyacak kadar cesur bir şövalye ama, iskele­
ri çıkınış, o mezar kaçkım büyücünün karşısına dikilip de şöyle ba­
ğıramadı: "Bana bak cehennem zebanisi! Sanço'yn bu işe kanştır­
ma . . . Ne hesabın varsa benimle gör. Dulsinea benim sevgiJim oldu­
ğuna göre, onu büyüden kurtarmak da bana düşer!" Evet, aynen
böyle demeliydi... O zaman ne yigit aşık olduğunu görür, hepimiz
takdir ederdik ..
Düşes, gülmernek için kendisini zor tutuyordu:
- Sevgili Sanço, bence efendine haksızlık ediyorsun .. dedi, Şey­
tan sopalan senin yemeni istemiş. Ne büyücünün ne efendinin ya­
pabilecegi birşey yoktu. Eger, Dulsinea'nm kurtuluşuna sebep ola­
cak bu fedakarlıga razı olmazsan, bu haber kısa zamanda Beleşon­
ya'ya ulaşacak, ada halkı "efendisine ihanet eden bir seyis bize vali­
lik yapamaz" deyip isyan edeceklerdir.. Hem efendine hem de ada
halkına karşı küçük düşmek istemiyorsan bu işe şerdinle razı olur­
sun...
- Güzel Prensesim ... Sıradan bir köylünün şerefi ile böyle yakın­
dan ilgilenmeniz beni ziyadesiyle duygulandırdı!. .. Anlaşılan siz de
üç bin bilmem kaç sopayı yememi istiyorsunuz. Bana, hiç bir soy­
lunun gösteremeyecegi yakınlıgı gösterdiniz. Adam yerine koyup,
yedirdiniz içirdiniz ... Her şeyden önemlisi, bana koca bir adanın

171
valiligini bağışladınız. Aynca, efendimi de çok severim. Bakmayın
öyle abuk subuk laflar ettiğime. Ne yaparsınız, can pazan işte... Çok
haklısınız: Efendisine ihanet eden korkak bir seyisten, vali olmaz.
Sözün kısası, hem sizi hem de efendimi memnun etmek için, Şey­
tan'ın şart koştuğu sapalan yemeyi kabul ediyorum. . .
- Üç bin ü ç yüz sopayı. . . diyerek sayıyı pekiştirdi Don Kişot ve
koşarak Sonço'nun boynuna sanldı.
- Ömrüm oldukça bu iyiliğini unutmayacağım oğlum ... Beni ne
kadar sevindirdiğini tahmin edemezsin!..
Dük'le Düşes de onu tebrik ettiler. Böyle şerefli bir karar verdiği
için takdirlerini dile getirdiler.
- Şu soylular da ne tuhaf insanlar... dedi Sanço içinden, dayak
yemenin şerelle ne ilgisi var anlayamıyorum....
Dük, kansını bir kenara çekip şöyle dedi:
- Oyun tahmin ettiğimizden de güzel sonuçlandı. Her şey ka­
ranlıkta başladı, karanlıkta bitsin. Adamianınıza şatoya dönme em­
ri vereceğim, ne dersin?
- Hakiısınız efendim, yeterince eğlendik. Foyamız meydana çık­
madan gitsek iyi olacak. ..
Geri dönen Dük, Don Kişot'tan ve seyisi Sanço Panza'dan başia­
nna gelen aksiliklerden dolayı özür diledi.
- Bu kadar yorgunluktan sonra hiç kimsede avianacak istek kal­
madı sanınm... dedi, şatoya geri dönsek iyi olacak.
- Hakiısınız Dük hazretleri... diye cevap verdi kahramanımız,
herşey karanlıkta başladı, karanlıkta bitsin... Zira, karanlık bütün
günahiann üstünü örten kirli bir yorgandır!..
Dük, Don Kişot'un cevabına şaşırdı kaldı... Deli şövalyenin, bu
son sözleri bilerek mi yoksa öyle rastgele mi söylediğini anlayamadı.

Av kervanı şatoya vardığında, nerede ise gün ağarmak üzere idi.


Dük, hizmetçileri çağırdı. Onlara, misafirlerin yataklannı hazırla­
malan için emir verdi.

172
Bir saat sonra herkes odasına çekilmiş, şatoyu bir sessizlik kap­
lamıştı. Sanço, yatağında döndü durdu ... Çok yorgun olduğu ve
gözlerinden uyku aktığı halde, uyuyamıyordu. Sonunda iyi bir çare
buldu. Yiyeceği sopalann sayısını saymaya başladı. Daha yansına
gelmeden gözleri kapanıverdi...
Beleşonya'nın müstakbel valisi uyandıgında, vakit ögleyi çoktan
geçmişti. Islirahat etmek şöyle dursun; yirmi büyücüden veya elli
katırcıdan dayak yemiş gibi her yam agnyordu. Istemeye istemeye
yatağından kalktı. Kapıda bekleyen hizmetçiye efendisini sordu.
Çoktan kalkmış olduğunu ve Dük'le birlikte gezmeye çıktığını ög­
rendi.
Hizmetçi Sanço'ya bir emri olup olmadıgını sordu. Bizimki:
- Çabuk, baria yiyecek birşeyler getir! dedi.
Hizmetçi giderken arkasından bağırdı:
- Dur bakalım, nereye gidiyorsun?
- Size yemek getirmeye efendim...
- Daha sözüm bitmeden, ne diye arkanı dönüp gidiyorsun! Sa-
na böyle mi terbiye verdiler? ...
- Özür dilerim Senyor!
- Bir de okur-yazar adam bul! Elinde kalem kağıda gelsin; mek-
tup yazdıracağım. Haydi git şimdi!
- Emredersiniz senyor!
Çok geçmeden hizmetçi ile okur-yazar adam geldiler. Sanço,
mektupçuya yer gösterdi. Yemegini yerken:
- Yaz! dedi, Beleşonya valisi Sanço Panza'dan kansı Teresa Pan­
za'ya...
- Yazdım... dedi adam.
Yemek bitliginde mektup yazdırma işi de bitmiş bulunuyordu.
Mektupçuya:
- Oku bakalım... dedi, neler yazmışsını
Adam okumaya başladı:

173
Beleşonya Valisi Saw;o Panza'dan hansı Teresa Panza'ya

Sevgili hanagım,
Sana daha evvel bahsetmiş oldugıım ve fakat senin de bir
türlu inanmak istemediğin "ada" ya kavuşmuş; buraya vali
tayin edilmiş bulunuyorum. Çok yakın bir zamanda adamı
teslim almaya gidecegim. Ismi Beleşonya'dır ama sakın beleşe
aldıgımı duşunme... Bana tam üç bin bilmem kaç sapaya pat­
ladı! ... Anlatmak uzun sürer. Anlatsam da anlayacagını san­
mıyorum. Çunhü, ben bile daha tam anlamış degilim...
Teresa, sen artık sıradan bir köylü kansı değil, şanlı şeref­
li bir vali hansısın. Sohaga çıkıp hapı önlerine oturma; dedi­
koducu hanlada çeneyanştırma! Hani bizim oralardıi Aldon­
za Lorenzo adında bir köylü hızı vardı ya... Meger soylu bir
sulaleden geliyormuş. Asıl adı da Taboso'lu Dulsinea imiş...
Efendim ona deliler gibi a.ıh. Sakın bunlan başkasına anlat­
ma! Elin agzı torba değil hi büzesin...
Şu sıralarda soylu bir Düh'ün misafiri bulunuyoruz. Efen­
dim Don Kişot'a krallar gibi hürmet ediyorlar. Onun deli bir
şövalye oldugunu söyleyeniere inanma. Hiç deli bir adama
soylulann hürmet ettigini gördün mü?...
Düh'ün h(msı soylu prenses de çok iyi bir hanım. Bizim
oralardahi soylu hanlan gibi burnu havada değil, çok alçah
gönüllü, melek gibi bir senyora...
Sana, şerefime veıilen av partisinde Düh'ün hediye ettiği
yeşil elbiseyi gönderiyorum. Onu boz ve hızıma guzel bir en­
tari dik. Beleşonyaya vanp da işleri düzenine koyduktan son­
ra, sizleıi yanıma almayı düşünüyorum. Artık sen ve kızım
eşek sırtına degil, atlı arabalara yahışırsınız. Lof eşekten açıl­
mışken, sakın boz eşekten vazgeçtiğimi düşünmeyesin ... Degil
vali, Osmanlı Sultanı yapsalar yine de ondan vazgeçmem.
Allah seni ve hızımı konısun. Beni de unutmasın.

Bilmem ne Düh'ünün şatosu, 20 Teınmuz 1614.


Kocan Beleşonya Valisi Sanço Panza.

174
Yazıcı, mektubu okuduktan sonra, "nasıl olmuş mu" der gibiler­
den Sanço'nun yüzüne baktı.
, - Güzel, güzel... dedi, fena olmamış.
Mektubu adamın elinden aldı. Doğruca Düşes'in yanına gitti.
Dük'ün karısı onu görünce çok sevindi:
- Hoş geldiniz vali hazretleri... dedi.
- Bana haketmediğim iltifatlarda bulunuyorsunuz güzel prense-
sim... Hazır yüz bulmuşken, birşey söyleyebilir miyim?
- Söyle bakalımı
- Soylu senyoram, biliyorsunuz uzun zamandır evimden ayrı-
yım. Şöyle uzaktan da olsa, bir mektupla karımın hatırını sormak is­
tedim. Postacınız:la onu kanma ulaştınrsanız size minnettar kah­
nın...
- Hay hay. . . dedi Düşes. Sonra yanında duran has hizmetçisine
emir verdi:
- Tez postacıını bul, hazırlık yapsın! Sayın valimizin karısına
ulaştınlacak bir mektubu var...
Tekrar Sanço'ya döndü:
- Hani siz okuma yazma bilınezdiniz; nasıl yazdınız onu?
- Ben yazmadım Senyora ... Mektupçunuza yazdırdım.
- Aferin Sançal Tam bir valiye yakışır şekilde hareket etınişsin. . .
Zira, soylular mektuplatım kendileri yazmazlar.
- Vallahi, ben soylu olduğum için değil; okuma yazma bilmedi-
ğim için yazdırdım senyora ...
- Sebep mühim değil; sen neticeye bak.
- Eh ne diyeyim ... Doğrusunu siz daha iyi bilirsiniz.
- Karın Teresa'ya bir mektup da ben yazmak istiyorum. Izin ve-
ıir misin?
- Izin ne kelime prensesim!. .. Şeref verirsiniz...
- Ona ayrıca şöyle vali kansına yakışır bir hediye de gönderece-
ğim.

175
- Bu iyiliğinizi asla unutmayacağım güzel senyora ...
Tam bu sırada şatonun avlusunda bir gürültü işitildi. Düşes'in
has hizmetçisi nefes nefese içeriye girdi:
- Sevgili hanımım, yaşlı bir yabancı sizinle görüşmek için izin is­
tiyor.
- Haydi Sanço ... dedi Düşes, aşagıya inip bir bakalım, ne istiyor
şu yaşlı yabancı.
Gelen ak sakallı bir ihtiyardı. Atının üzerinde zor duruyordu.
Çok uzaklardan gelmiş gibi bir hali vardı.
Düşes:
' - Şatomuza hoş geldiniz ey yabancı! Sizi çok uzaklardan buraya
çeken sebep nedir acaba? Sizin için ne yapabiliriz?
- Saygıdeger Düşes, ben Dünya'nın ı:a öbür ucundaki Candaya
ülkesinden geliyorum. Kontes Tıifaldi'nin emektar bir uşağıyım.
Kendisi, korkusuz gezgin şövalye Mançalı Don Kişot'un sizde şeref
misafiri olarak kaldığını öğıenmiş bulunuyor. Kentesimizin başına
öyle bir felaket geldi ki, en kan yürekliler bile onun haline acıyor­
Iar.
- Iyi kalpli hizmetçi! Hamının Trifaldi'nin başına gelen felaketi
biz de duyduk ve çok üzüldük. Onu bu hale getiren büyücü Ma­
lambo'nun ne ifrit yaratık oldugunu bilmez degiliz. Daba başka şey­
ler de duyduk. .. En iyisi Kontes gelip şeref misafirintize her şeyi
kendisi anlatsın.
Bu arada Dük ile Don Kişot da gezmeden dönmüş; konuşmala­
nn sonuna yetişmişlerdi. Yaşlı hizmetçi, yerlere kadar egilerek onla­
rı selamladı. Sonra tekrar Düşes'e dönüp cevap verdi:
- Kontesirniz de nerede ise gelmek üzeredir. Beni önden gönde­
rerek durumu size izah etmemi istedi.
Bütün gözler avlu kapısına çevıilmişti. Bir kaç dakikalık sessiz
bekleyişten sonra Kontes Trifaldi gözüktü. Yanında bir çok da nedi­
mesi vardı. Kontes dahil hepsi peçeli idi. Don Kişot dayananıayıp
yaşlı hizmetçiye sordu:

176
- Hamının ve nedimderi neden Magribli kadınlar gibi peçe takı­
yorlar? Yoksa siz Hristiyan degil misiniz? ..
- Ah benim iyi yürekli şövalyem... Biraz sonra bu peçe hikayesi­
nin sırnnı bizzat Kontes'iınizin agzından işirecek ve büyücü Malaın­
bo'ya lanet okuyacaksınız! . ..
- Tanının o iblisi! Gezgin şövalyelerin düşmanıdır...
- Sadece gezgin şövalyelerin mi senyor! Hanımıma ettiklerini
duysanız ondan intikam almak için mutlaka yemin edersiniz ...
Yaşlı adam sözlerini tamamladığ;ında Kontes de iyice yaklaşmış
bulunuyordu. Nedimelerinin yardımı ile atmdan indi. Oldukça yaş­
lı görünüyordu ama, kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle gelip
Don Kişot'un önünde eğ;ildi. Şövalye bir kaç adım geriye çekilerek
buna mani olmaya çalıştı:
- Ayaga kalkmız soylu senyora! Sizi ayaklanma kapanmış gör­
mek hoşuma gitmiyor. .. Malarobo'nun sizinle alıp veremediğ;i ne­
dir? O ibiisi çok iyi tanınm. Söyleyin lütfen, size ne yaptı?
- Ah iyi yürekli, demir bilekli, şöhreti Ispanya sınırlanm aşmış
Mançalı Don Kişot!. ..
- Soylu Kontes, şunu bilmenizi isterim ki, söyledikleriniz doğru
olsa bile, gerçek bir şövalye asla aşın iltifattan hoşlanınaz ... Devleıi
dize getirdiğ;im, arslanlara meydan okudugum ve Şeytan'a kafa tui­
tuguın zaman bile gurura kapılmadım!. .. Yalnız, şövalyelik gelene­
ğinin verdiğ;i hakka dayanarak, arslanlann bakıcısına gördüklerini
gidip Dulsinea'ına anlatmasını istedim.
Sanço dayanaınayıp ileri atıldı:
- Efendimin anlattıklan aynen doğ;rudur. Arslanlann bakıcisı,
gidip gördüklerini Dulsinea'ya anlatacagına söz verdikten sonradır
ki efendim kafeslerin kapagını kapatmasına izin verdi.
Kontes Trifaldi rolündeki kadın, Sanço'nun, anlattıklannı din­
lerken şöyle düşünüyordu:
- Tencere yuvarlanmış kapagını bulmuş... Bunlann ikisi de zır­
deli.

177
Ancak, Düşes'i kızdırmaınak için ro!üne devam etti:
- Sevgili Sanço, Dünya'nın ta öbür ucundan kalkıp gelmemin
sebebi boşuna değil tabii. Beni o hain Malaınbo'nun şerrinden an­
cak Mançalı Don Kişot'un kurtarabileceğini söylediler.
- Iyi de senyora, Dünya'nın U\ öbür ucundan buraya nasıl gele­
bildiniz?
- Merlin'in atı ile. . .
- Nee! Merlin'in atı ile mi? diye bağırdı Don Kişot, o sihirli atın
şöhretini duyınuştuın. Bir senelik yolu bir saatte alır. Alnındaki bir
kaınadan idare edilir. Merlin onu sihirli tahtalardan yapmıştır. Adı
"Kamalı Rüzgar"dır.
- Siz sadece cesur bir silahşör değil, aynı zamanda bilgili bir in­
sansınız... dedi Trifaldi, her şeyi biliyorsunuz.
- Sıradan bir saray şövalyesi ile gezgin bir şÖValye arasındaki
fark budur Kontes hazretleri...
Sanço dayanaınadı:
- Kontes senyora, şu Merlin dediğiniz adam, iskeletar kılıklı, kel
kafalı, baykuş gözlü bir büyücü müdür?
- Evet ta kendisi.. Dulsinea'yı büyüden kurtarmak için size yar­
dım eden Merlin.
- Vay başıma gelenler!... Demek size bunu da anlattı. Desenize
ufukta bir kaç bin sopa daha gözüküyor...
- Sanço, lütfen sözümüzü kesme' diye uşağına çıkıştı Don Kişot,
baksana daha Merlin'deyiz; Malaınbo'ya bir türlü geçeınedik. ..
Sonra Trifaldi'ye döndü:
- Kontes senyoral Size yardımcı olabilmem için her şeyi anlat­
ınanız gerekir. Malaınbo size ne yaptı? Merlin bu işe neden kanştı?
Yüzünüzdeki peçenin sım nedir?
- Anlatayım şövalye hazretleri. Kocam Candaya Kralı, çaresiz bir
hastalığa yakalanıp ölünce genç yaşıında dul kaldım. Onun yerini
alacak yiğit birini bulamadığım için acısını yüreğiıne gömüp ülke
yönetimini eliıne aldım. Bu hınzır Malaınbo, sarayıma kadar gelip

178
çirkin tekliflerde bulundu. Açıkça onun metresi olmarnı istedi. Yü­
rune öyle bir tokat indirdim ki, neye ugradığını şaşırdı.
- Elinize sağlık, iyi etmişsinizi
- Muhafızlara, onu dışan atmalan için emir verdim. Ayaklan ha-
vada giderken şöyle. bağırdı: "Ben sana büyücüler kralı Malambo'ya
hakaret etmenin ne demek olduğunu gösteririmi Sana öyle bir oyun
oyuayacağını ki, utancından halkın önüne çıkamayacaksın!" Ger­
çekten dediğini yaptı... Sabah kalktığıında gördüklerime inanama­
dım. Aynanın karşısında saatlerce ağladım. Beni yaşlı dadı Dolari­
da'nın kılığına sokınuş; bu yetmiyormuş gibi bir de saka! takınıştı.
Işte böyle...
Der demez peçesini indirdi. Kocaman sakalı ortaya çıktı. Sonra
nedimelerine işaret verdi. Onlar da peçelerini indirdiler.
Don Kişot:
- Olamaz! diye bağırdı.
- Evet Mançalı Don Kişot, işte gördügün gibi, nedimelerime de
saka! taktı o kötü kalpli Malarnbol
- Eğer Malambo'yu yakalayıp sizi bu sakallardan kurtaramaz­
sam, gider kendi sakalımı Mağriblilere yoldururum. . .
- Merlin, gerçekten doğru söylemiş. Malambö'nun hakkından
yalnız siz gelebilirsiniz . . . Onun için sihirli atını size gönderdi. Ka­
malı Rüzgar'ı şu ilerideki ağaçlıklam gizledik. Ne zaman yola çık­
mak isterseniz, adamlanın onu size getirecekler. Yahıız Merlin'in bir
şartı var: Seyisiniz de sizinle bu yolculuğa çıkacak. .. Iyi kalpli büyü­
cü, Sanço'yu çok sevmiş; "efendisine gösterdiği bağlılıktan dolayı si­
hirli atıma binmeye hak kazanmıştır" dedi...
- 'Siz onu benim külalııma aniatın senyara Trifelek!
- Trifelek değil, Trifaldi... diye düzeltti Don Kişot.
- Her ne ise... Efendimin de evvelce söylediği gibi, iyi kalpli bü-
yücü yoktur. Hele o iskeletar kılıklı adamın beni sevmiş olabilece­
ğine dünyada ihtimal vermem!... Mutlaka bu macerada payıma dü­
şen üç beş yüz sopa daha vardır...

179
Kontes'in yerine Dılşes cevap verdi:
- Sevgili Sanço, sen de çok şılphecisin dogrusu! Şu güzel hamm­
lann bu acaip göbeklerle ve sakallada delaşmasına nasıl gönlün ra­
zı olabilir' Mutlaka efendinle birlikte sihirli ata binmelisin! Yoksa
hanımlar senin korkak biri oldugunu zannedecekler. ..
- Güzel prensesimi Hiç düşılndılnılz mıl acaba? Neden şu büyü
çözme işleri hep gelip beni buluyor? .. Haydi Taboso'lu Dulsineanın
büyüsıl çözılisun diye ılç bin bilmem kaç sopa yemeye razı oldum.
Çünkü, o soylu hanım ekmegini yedigim ve kendisini çok sevdigim
efendim Don Kişot'un sevgilisidir... Ya şu Dünya'nın öbür ucundan
gelmiş Kontes bilmem ne ....
- Kontes Irifaldil
- Trifaldi Mırifaldi her ne ise... Ne ilgim vardır bu soylu hanım-
la? Bana kuru bir ekmegi bile nasip olmamıştır. Anam degil, hacım
degil... Neden tanımadıgım bir hil.tun için sonu nereye varacagı bel­
li olmayan bir maceraya atılayım? Hem oldum olası sihirli, büyülü
işlerden korkanm...
Sanço'yu razı etmek için bu sefer Dılk devreye girdi:
- Her şey bir tarafa... Efendini bu macerada yalnız bırakmak sa­
na yakışmaz!
- Anlaşıldı Dılk hazretleri... Yine bütün soylulann oy birligi ile
sihirli bir ata binmeye zorlanıyorum. Haydi sizin dedigirriz gibi ol­
sun! Bakalım bu işten kaç sopa ile kurtulacagım? ..
Kontes Trifaldi'nin sevinçten etekleri zil çalıyordu:
- Soylu Dük'ılm, eger izin verirseniz ve Mançalı Don Kişot ile iyi
kalpli seyisi Sanço Panza da hazır iseler, Kamalı Rılzgar'ı getirmele­
ri için adamlanma emir vereyim...
- Biz hazmz sayın Kontes... dedi Don Kişot.
- Ben de gerekli izni veriyorum... diye ilave etti Dılk.
Bunun üzerine Kontes Trifaldi nedirnelerinden birini çagırdı:
- Ey sakalından gılzelligi gizlenmiş olan has nedimem! dedi,
git atı bıraktıgımız yerde bekleyen dört vahşiye söyle, onu buraya

180
getirsinleri Eğer dikkatsizlikleri yüzünden Merlin'in emanetine bir
zarar gelirse, dördünü de kazığa bağlaracağıını bilsinleri
- Emriniz başım üzerine ... dedi has nedime. Atını öyle bir mah­
muzladı ve öyle kısa zamanda ağaçlıklara daldı ki değme yiğit bunu
beceremezdi...
Kahramanımız sihirli atı beklerken aklına parlak bir fikir geldi.
Seyisi ile baş başa görüşmek için Dük'ten izin istedi. Sanço'yu bir
kenara çekti:
- Sevgili oğlum, biliyorsun sonu nereye varacağı belli olmayan
bir yolculuğa çıkacağız... Sözün kısası, diyeceğim o ki, hazırlık ya­
pacakmış gibi adana çıksan da Dulsinea'mı büyüden kurtaracak şu
sapalardan hiç olmasa beş yüzünü yesen ... Bilirsin, başlamak bitir­
menin yansıdır! ..
- Efendim, siz gerçekten çıldırmışsınız! Çingenenin kan boşadı­
ğı bir saatte kalkmış benden ne istiyorsunuz! ... Yok, yok .. Doğrusu
şöyle: Ben diyorum !ıamileyim, siz diyorsunuz ki bahçenden bir gül
versene. . . Kör olası büyücüler mutlaka size bir şeyler ettiler! Yoksa,
şu sihirli ata nasıl bineceğimi düşünüp korku nöbetleri geçirirken
bu tekiifi yapmazdınız. . .
- Sanço, yalvannm bağırma! El-aleme rezil olacağız... Hiç ol­
mazsa, bu maceradan sağ salim döndüğümüz zaman sapa işini hal­
ledeceğine söz ver! ..
- Allah'ım bana sabır, efendime de akıl ve insaf ver! Tamam Sen­
yar, söz veriyorum... Ancak bir şartla. Bu maceracia yiyeceğim sapa­
lan sayıdan düşeceğiz ...
- Sanço, senin bu yaptığına "şike" derler.. Bakalım Şeytan razı
olacak mı? Merlin'e sormamız lazım ..
- Yüce efendim, lütfen biraz mantıklı olun! Dayağı yiyecek olan
Merlin değil, benim... Şurada veya burada, ne fark eder? Sapa, so­
padır. Neticede ben yiyornın ya...
- Haklısın Sanço! Aklım yattı bu işe ... Şimdi gönül rahatlığı ile
sihirli yolculuğa çıkabiliriz.

ısı
- Dağrtısunu söylemem gerekirse, benim gönlüm pek rahat de­
ğil senyor...

Iki dost asgari müştereklerde aniaşmış olarak Dük'ıın yanına dö­


nerlerken, Kamalı Rüzgar da uzaktan göründü. Truva Atma benze­
yen bu acaip nesneyi dört vahşinin omuzlannda gören Sanço'nun
yine muzipliği tuttu:
- Işte tabutumuz geliyor, efendim...
- Hay Allah iyiliğini versin! Benzetecek başka şey bularnadın ını?
Dev gibi dört adam, sihirli atı getirip ona yere koyduklannda
kan ter içinde kalmışlardı. Kontes Trifaldi, kazasız belasız bu işin
hakkından geldikleri için her birine birer altın bahşiş verdi.
Sonra, Merlin'in atını hayran hayran seyreden Don Kişot'a döndü:
- Soylu şövalyem... dedi, size yolculuk sırasında sıkı sıkıya uy­
manız gereken bir kuralı hatırlatayıın. Atın sahibi büyüeü Merlin
dedi ki: "Mançalı Şöva!ye Don Kişot'a ve seyisi Sanço Panza'ya söy­
le! Kamalı Rüzgar'a bindikleri andan itibaren gözlerini bağlasınlar.
Yolculuk bitineeye kadar sakın açınasınlar."
- Atın gözlerini bağlarsak, önünü nasıl görür? diye itiraz etti
Sanço.
- Hayır şakacı bey! diye cevap verdi Trifaldi, atın değil sizin göz­
leriniz baglanacak ..
- Peki sebebini de sordunuz mu, soylu Kontes? dedi Don Kişot.
- Elbette... Dedi ki: "Atım şimşek hızı ile uçtugu için gözleri açık
olursa başlan döner, dengelerini kaybedip düşerler." Allah korusun,
böyle birşey olursa, ben ve nedimderim ömür boyu bu çirkin sakal­
lan taşımak zorunda kalınz ...
- Kadına bak yahu! dedi Sanço, bizim hayatımızı değil de saka­
lını düşünüyor!..

- Hey büyük Allah'ıın! diye bagırdı Don Kişot, dünyada bundan


daha saygısız bir adam var mı acaba?
Trifaldi, ikisinin kapışıp oyunu bozmalanndan korktugu için
araya girdi:

182
- Seyisinize haksızlık ediyorsunuz Senyar Şövalye! dedi, Sanço
o sözleri hakaret olsun diye söylemedi... Sadece köylü dili ile üzün­
tüsünü belli etti, o kadar...
- Çabuk, Kontes'ten özür dile' Yoksa o şorn ağzını şu kılıçla pa­
ram parça ederim!
- Ömr dilerim Kontes hazretleri! Görüyorsunuz ya: Efendim
kızdığı zaman kannı zarannı hesap edemez ... Düşünmüyor ki, beni
öldürorse sevgilisi Dulsinea ömür boyu çirkin bir köylü kansı ola­
rak kalacak!.. Vallahi, Dulsinea'nın güzel hatın için üç bin bilmem
kaç sopa yiyecek enayi zor bulunur... ·

Don Kişot hariç, orada bulunaniann hepsi kahkaba ile güldüler.


Trifaldi ile nedimelerinin nerede ise sakailan düşecekti...
- Evet Senyora... diye devarn etti Sanço, ben ve efendim şu dü­
zeni bozulmuş dünya'da nesli tükenmiş iki kişiyiz... Bir üçüncüsü­
nü gösterebilenin alnını kanşlanrn!..
- Çok hakiısınız iyi kalpli Sanço! Dünya'nın ta öbür ucundan
gelip sizi bulmamız da bunu isbat ediyor... Şu çaresiz derdimizi siz­
den başka çözecek yiğit yok. Yalvannm, bir an önce Kamalı Rüz­
gar'a binin ki, bu çirkin sakallardan bizi kurtann!
- Peki Senyora! dedi biziınki, eğer efendim hazırsa, ben de bazı­
nın.
Kontes Trifaldi, koynundan kenarlan özenle işlenmiş süslü bir
eşarp çıkardı.
- Sayın Mança'lı Şövalye Don Kişot, sizden son bir ricam var. ..
dedi, çehiz sandığımdan seçerek aldığım şu eşarbı kendi ellerimle o
cesur gözlerinize bağlamak istiyorum.
- Bu benim için şereftir soylu senyora ... diye cevap verdi kahra­
manımız.
Düşes ondan aşağı kalır mı. O da koynundan süslü bir eşarp çı­
kardı:
- Ben de şu güzel eşarbı iyi kalpli Sanço'nun gözlerine bağlamak
istiyorum... dedi.

183
Don Kişot, sert adımlarla sihirli ata yaklaştı. Tam binrnek üzere
idi ki, Trifaldi'ye dönüp sordu:
- Merlin neden atma eğer bağlamamış Kontes hazretleri? Bunun
bir sebebi mi var acaba? ..
- Evet soylu şövalye ... dedi Trifaldi, atı yapıp bitirdikten sonra,
denemeler sırasında eğerden hiç hoşlanmadığını keşfetmiş...
· Sanço yine muziplik yaptı:
- Desenize çok affedersiniz, gidip dönünceye kadar kıçımız na­
sır bağlayacak!..
- Yoo! dedi Kontes, Zümrüdü Anka gibi uçar. Binicilerini asla
rahatsız etmez ... Sadece kulaklarınızda bir rüzgar sesi duyarsınız o
kadar.
Hizmetçilerin yardımı ile ata binen Don Kişot, eğersiz , üzengi­
siz, dizginsiz bu tuhaf nesnenin sırtına zor oturdu... Öyle kemik bir
duruşu vardı ki, görenler gülmernek için dudaklarını ısırdılar.
Sıra Sanço'ya gelmişti. Fazla kilolu oldugu için ancak iki hizmet­
çinin yardımı ile efendisinin terkisine binebildL Otunuası ile feryat
etmesi bir oldu:
- Amanın, amanını Değil gidip dönünceye kadar, beş dakika bi­
le böyle oturamam. . . Merlin denen Şeytan'ın uşağından da bundan
daha iyi bir şey beklenemez zaten; atı da kendine benziyor!.. Ne
olursunuz Düşes hazreıleri, bana şu yumuşak minderlerinizden bi­
rini veriniz ...
- Olmaz! diye bağırdı Trifaldi, minder yasak. .. Merlin'in kesin
talimatı var: Ne eğer, ne minderi
- O zaman sen de Amazan kadınları gibi yan bin! dedi Düşes,
bu da yasak degil ya?
- Oturuş şekline ait bir şey söylemedi... diye ilave etti Kontes.
Bunun üzerine hizmetçiler Sanço'yu yan oturttular.
- Eh, iç güveyinden bir parça iyi . . . dedi bizimki.
Soylu hanımlar gelip, hem efendisinin hem de Sanço'nun gözle­
rini o süslü fakat kalın eşarplarıyla bağladılar. .. Kahramanianınıza
başarı dilediler. Korkak seyis, dayanarnayıp gözlerini açtı:

184
- Soylu senyoralar! dedi, öyle kuru bir başarı dileği yetmez. Lüt­
fen, şu iki yiğit için bildiğiniz bütün duaları okuyun!..
Don Kişot, gözlerindeki bağı çözmeden Sanço'ya bağırdı:
- Hay korkak şişko hay! Seni bu halde gören de asılmaya gidi­
yor sanacak. .. Tez bağla şu yaşlı gözlerini, kaybedecek vaktimiz
yok! Macera beklemez, oğlum . . .
- N e talihsiz insanım ben! diye iniedi Sanço, dua istemeye bile
hakkım yok.. Düşes hazretleri, bir kere daha zahmet huyurup göz­
lerimi bağlayın, lütfen!.. Herkes hakkını helili etsin!
Sanço'nun gözleri ikinci defa bağlandıktan sonra, Don Kişot iyi­
ce yerine yerleşti:
- Hazır mısın sevgili oğlum? dedi, bana sıkı sani, sakın korkma!
Allah iyi insanlatla beraberdir...
- Tamam senyor! Sarıldıın, hazırım...
- Aman gözünü severim, merakın yüzünden bizi felakete atma!
Yükseklere çıktığımız zaman, ne pahasına olursa olsun gözlerinde­
ki bağı çözme!
- Söz efendim, ne pahasına olursa olsun, dediğinizden dışarı
çıkınayacağım...
Don Kişot, atı hareket ettirınek için, el yardamı başındaki karna­
yı aradı. Daha eli kamaya değer değınez çevrede bulunanlar bağır- ·
dı!ar:
- Yolunuz açık olsun korkusuz ikili!
Düşes, kahramanlarıınızın duyacağı şekilde bağırdı:
- Amma da hızlı gidiyorlar!
Kontes Trifaldi tastik etti:
- Evet, ok gibi uçuyorları
Dört bir yandan rüzgar esmeye başlayınca Don Kişot tekrar uşa­
ğına seslendi:
- Sıkı tutun Sanço, sakın düşme!
- Iyi ama senyor. .. Adamlar gökte uçtuğumuzu söylüyorlar, ses-
leri kulağımızın dibinden geliyor! Bu nasıl iştir?..

185
- Senin sihirli işlere aklın ermez, oğlum!.. Sihirli bir ata bindiği­
ınizi ne çabuk unuttun? Yüz fersah yükseğe çıksak bile, yerdeki ses­
ler kolayca işitilir...
Hizmetçiler, ellerindeki körüklerle rüzgar yaptıkça bizimkiler
üşüdüklerini hissettiler.
Don Kişot:
- Sevgili seyisim, bana kalırsa kann ve dolunun oluştuğU gök
katına geldik. .. Burası ikinci kattır. Üçüncü katta gök gürültüsü ve
şimşek şakırtısı duyacağız. Böyle yükselmeye devam edersek, ateş
tabakasına da ulaşacağız demektir!..
Yerdekiler, kahramanımızdan aldıklan bilgiye göre hareket etme­
ye başladılar. Çok geçmeden, her taraftan top gumbürtüleri koptu.
Sanço, efendisine daha sıkı sanldı:
- Vallahi, siz dünyanın en bilgili insanısınız senyor! Sadece yer­
yüzündekileri değil, gökyüzündekileri de biliyorsunuz...
- Sevgili oğlum, şimdi Allah'a daha yakınız! . . Hiç telaşlanrna,
kendini kaderin şefkatli kollanna teslim et!
Tam bu sırada, hizmetçiler uçlannda çaput yanan uzun çubuk­
lan kahramanlanınızın yüzlerine doğru yaklaştırdılar.
Sanço:
- Sevgili efendim, kaderin şefkatli kollan biraz fazla sıcak değil
"7..
mı.
- Demin bahsini ettiğim ateş tabakasına yaklaşıyoruz...
- Aman efendim yalvannm, biraz aşağı inmenin çaresine bakın;
daha şimdiden sakalıının yansı yandı!..
- Hele şu kaınayı aşağı doğru indireyim, belki ateş tabakasından
kurtuluruz. . .
Don Kişot kamayı aşağı indirir indirrnez, hizmetçiler alevii çu­
buklan geriye çektiler. Körükçüler tekrar var güçleriyle rüzgar yap­
maya başladılar.
- Gördün mü oğlum? dedi kahramanıınız, talih rüzgan tekrar
bizden yana esmeye başladı...

186
Dük ve eşi yeterince eğlendiler. Sıra sihirli atın ayaklanna usta­
lıkla yerleştirilen patlayıcılan ateşlerneye gelmişti. Trifaldi ve oniki
nedimesi rolündeki hizmetçi kızlar kaçıp kayıplara kanştılar. Dük
adamianna patlayıcılan ateşlemeleri için işaret verdi. Çok geçmeden
Kamalı Rüzgar'ın parçalan dön bir yana savruldu. Don Kişot'la San­
ço, neye uğradıklanm bilerneden kendilerini yerde buldular. Dük,
Düşes ve orada bulunan hizmetçiler bayılmış gibi yapıp öteye beri­
ye yattılar.
KahramanlanmiZ ahlaya oflaya kalktılar. Nerede olduklannı an-
lamak için gözlerindeki bağlan çözdüler. Sanço bağırdı:
- Bu bizimkisi sihirli macera değil, keloğlan masalı!..

- Ne demek istiyorsun sen? diye çıkıştı Don Kişot.


- Az gittik, uz gittik; dere tepe düz gittik. .. Bir de baktık ki, bir
arpa boyu yol gitmişiz!..
Mança'lı Şövalye, tam Sanço'ya haddini bildirmek üzere hareke­
te geçmişti ki; biraz ileride toprağa saplanmış bir mızrak görüp ir­
kildi... Mızrağın ucunda kocaman bir bayrak sallamyordu. Sanço'yu
unutup mızrağa doğru yürüdü. Bayrağın üzerine yeşil kordelayla bir
parşömen levha asılmıştı. Levhaya altın harflerle şunlar yazılmıştı:

"Ey gezgin şövalyeler zincirinin son altın halkası, kor­


kusuz Mança'lı Don Kişot ve onun fedakar seyisi Sanço
Panza!
Kötıl kalpli buyücu Malambo, sihirli atıma binip geldi­
ginizi ve ona haddini bildireceginizi duyunca çok korktu.
Bana haber gönderip büyüyü çözecegine söz verdi. Ben de
Kontes Trifaldi ve on iki nedimesini eski güZelliklerine ka­
vuşmuş görmedikçe bir şey yapamayacagımı söyledim. Bu­
nun üZerine Kontes ve nedimelerinin eski güZelliklerini iade
etmekle kalmayıp onlan Candaya sarayına kadar da geti­
riverdi. Şimdi bir görseniz; yüZleri eskisinden dako güZel...
Atıma gelince... Onu hi( merak etıneyin. Yenisini yap­
mak üZere kollan sıvadım. Sadık uşagınızın verdiği söz(!

187
yerine getirmesini sabırsızlıkla bekliyorum. Oç bin üç yüZ
sopayı veya kırbaa şerefi ile yiyip tamamlayınca Dulsi­
nea, Irifaldi'den yüZ kat daha güzelleşmiş olarak hürriye­
tine kavuşacaktır. Keşke bu sayıyı daha da azaltabilsey­
dim...
Büyücülerin olabildigince iyi kalplisi

Dostunuz Merlin.

Mesajı yüksek sesle okumuş olduğundan Sanço da duymuştu.


Mızrağı yerinden çıkardı. Iki eliyle sıkıca kavrayıp alay sancağı taşı­
yormuş gibi ciddi adımlarla Dı:ık'ün yanına gitti. Mızrağı onun ya­
nıbaşına dikti...
- Haydi senyor, kendinize gelin artık! diye seslendi, hiç birimi­
zin burnu kanamadan macera sona erdi... Bakın bir de mesaj var!
Dük, derin bir uykudan uyanıyormuş gibi, yavaş yavaş gözlerini
açtı. Düşes de aynı oyunu tekrarladı. Sonra, bahçede yere serilmiş
olan diğer oyuncular da birer birer uyandılar. .. Dük gözlerini oğuş­
turarak mızrağın ucunda sallanan mesajı okudu. Sevinçle Don Ki­
şot'un boynuna sanldı. Büyücülerin en kötü kalplisini dize getirdiği
için onu tebrtk etti... Bu arada Sanço'ya iltifat etmeyi de unutmadı.
Düşes:
- Sanço dostum! dedi, tanıdığım kadanyla sen meraklı bir adam­
sın ... Mutlaka yukanlara çıkınca, dayanamamış, neler olup bittiğini
anlamak için gözlerindeki eşarbı indirmişsindir... Haydi saklamal Bi­
ze anlatacağın çok enteresan şeyler olmalı...
Sanço, gözucu ile, efendisine baktı. Onun çok neşeli olduğunu
görüp söze başlama cesareti buldu:
- Şey... Çok hakiısınız güzel senyora! Sabır ve metanet soylula­
ra yakışan huylardır. .. Bense merakını yenemeyen, iradesiz bir uşa­
ğım ... Efendim gireceğimiz gök katlannı önceden haber veriyordu.
Cehenneme yakın ateş katına gireceğimizi söyleyince, ne yalan söy­
leyeyim, artık dayanamadım. Gözlerimi örten güzel eşarbınızı azıcık
aralayıverdim. . .

188
- Eee!.. dedi Düşes, sonra?..
- Aşagıya bakınca bir de ne göreyiın: Dünya bir armut kadar kü-
çülüvermişti... Üstünde dolaşan insanlar da yürüyen birer tahta bi­
rine benziyorlardı!..
- Hay ınünasebetsiz hay! diye bağırdı Don Kişot, benzetecek
başka şey bulaınadın ını? ..
- Ne kızıyorsunuz senyor? Ben gördüklerimi anlatıyoruın...
- Sanço doğru söylüyor... dedi Dük, bırakalım da gördüklerini
anlatsın!..
- Madem yerdekilere kızıyorsunuz; ben de göktekileri anları­
nın ... Etrafıına baktığıında Oğlak Burcu'nun yanından geçiyorduk.
Yedi tane oğlak saydım. Pek de sevimli şeylerdi. .. Küçüklüğümde,
affınıza sığınarak·, keçi çobanlığı yaptığım için oğlaklan çok seve­
rim. Allah sizi inandırsın, eğer efendimin kızmayacağım bilseydim,
sihirli atı durdurmasını isteyecek onlan bir güzel okşayacaktım ...
Ah senyora, sihirli at sanki aklıından geçenleri okumuş gibi kulağı­
ma eğildi...
Düşes dayanamadı:
- Sanço, biraz fazla atıyorsun gibi geliyor bana!.. Tahta bir at,
nasıl konuşur? Hem de kulağına eğilerek. ..
- Sihirli olduğunu unutuyorsunuz ama! .. Kontes Trifaldi'nin an­
lattıklan ne kadar gerçek ise; benim gördüklertın de o kadar gerçek,
soylu prensesim...
Düşes, bu saf görünüşlü şişkonun deli olduğuna pek ihtimal ve-
remedi. Kocasının kulağına eğildi:
- Ne dersin bey? Biz mi onunla o mu bizimle dalga geçiyor? ..
- Doğrusu bundan ben de pek emin değilim. . . dedi Dük
Soylu hanım tekrar Sanço'ya döndü:
- Sakın hareketimi yanlış değerlendirme . . . dedi, konuştuklan­
mız kan-kocayı ilgilendiren şeylerdi!..
- Elbette senyora... Görgüsüz bir köylü kansı gibi bağırarak ko­
nuşacak değildiniz ya! Soylulara gizlilik yaraşır...

189
- Lütfen devam edin, özü sözü doğru sevgili Sanço ...

- Sihirli at kulağıma eğilip şöyle dedi: "Hayvanlan çok sevdiğini


biliyorum. Tahtadan yapılmış da olsam, ben de hayvan sayılınm.
Onun için sana bir iyilikte bulunacağım. Şuracıkta durup seni bek­
leyeceğim. Sırtımdan in ve o güzel oğlaklan dilediğin kadar sev..."
Sonra, dediği gibi yapıp durdu. Ben de efendime hisseninneden ya­
vaşça indim. Yanın saatten fazla oğlaklan sevdim...

- Peki, sen oğlaklarla oyııarken Don Ki.şot ne yapıyordu? ..


Sanço'nun yerine efendisi bu soruya cevap verdi:
- Bu adam ya yalan söylüyor, ya da hayal görmüş!

- Ne yalan söylüyorum ne de hayal gördüm. Isterseniz sevdiğim


oğlaklan tarif edeyim, doğru söyleyip söylemediğime siz karar ve­
rin...
- Anlat bakalım... dedi Düşes, doğrusu çok merak ettim!
Sanço devam etti:

- Ikisi kırmızı, ikisi yeşil, ikisi mavi...


- Ikisi de san idi... değil mi? diye alay etti Dük.
- Yoo! Hesahım o kadar da zayıf değil.... dedi bizimki, okur ya-
zarlığım yok ama; ona kadar sayınasım bilirim ... Geriye bir oğlak
kaldı. .. O da boz renkte idi...
- Senin eşeğın gibi mi? dedi Don Kişot, be geri zekalı oğlum...
Atıyorsun bart destekli at! Sen hiç yeryüzünde böyle keçiler gördün
mu?..
- Efendim, eğer senin de gözlerin açık olsaydı palavra atmadığı­
mı görürdün. !zin ver-de yeryüzü keçileri ile gökyüzü keçileri ara­
sında bu kadar fark olsun!..
Dük'le kansı, şatonun bahçesinden dışan bir adım bile atmamış
olan bu saf köylünün nasıl olup da bunca şeyi uydurabildiğine hay­
ret ettiler. Dük, işi tadında bırakmak için, sihirli at macerasını sona
erdirmeye karar verdi. Maksadını açıklamak üzere ayağa kalktı:
- Sevgili dostlanını dedi, artık Sanço'yu adasına yolcu etmenin
zamanı geldi. Beleşonya halkı onu bahar yağınuru gibi dört gözle

190
bekliyorlar. .. Yann sabah erkenden valimizi yolcu edeceğiz. Hepini­
zin uğurlama merasiminde hazır bulunmasını istiyorum.
. Sonra Sanço'ya döndü:
- Sevgili dostum, yol hazırlığı yapman için seni serbest bırakıyo­
rum...
Beleşonya Valisi, koşup Dük'ün önünde diz çöktü. Gösterdiği
lütuftan dolayı kendisine teşekkür etti.
- Soylu Dük'üm! dedi, okuma yazınam olmadığı için Edebi­
yat'tan hiç anlamam ... Soylu diliyle nasıl teşekkür edilir bilmiyo­
rum. Ama şu valilik işinde sizi mahçup etmeyeceğime söz veriyo­
rum. Bütün alçaklara inat, Beleşonya'yı öyle bir idare edeceğim ki
dillere destan olacak. ..
- Sana güveniyorum Sançal Şu sihirli at macerasında ne yaman
adam olduğunu gösterdin... Seni daha fazla tutmayalım. Yolculuk
için hazırlık yapman gerekecek.
- Hazırlık dediğinizde ne ki Dük hazretleri... Heybeme yol müd­
detince yetecek kadar peynir ekmek koydum mu gerlsi vız gelir...
Atladığım gibi boz eşegime, ver elini Beleşonya!
- Yoo, işte bu olmaz! dedi Dük, koskoca vali peynir ekmek mi
yermiş?.. Kızarmış piliçler, reçeller, tereyaglar, ballar yakışır sana!
- Özür dilerim efendim!.. Vali de olsam, ben yine Sanço Pan­
za'yım. Daha işin başmda imtihanı kaybetmek istemem... Siz Cen­
neti öyle ucuz mu sanırsınız? ..
- Beni şaşırtıyorsun, Sanço!.. Sanki karşımda bir zamaniann ke­
çi çobanı degil de bilge bir filozof veya Magrtbli bir imam var. .. Kor­
kanm, sana hediye etmeyi düşündügüm valilik cübbesini de kabul
etmeyeceksin?
- Bakın efendim.. O iş başka! Vereceginiz cübbe, valilik maka­
.

mının bir alameti olduğundan elbette ki alacağım. ..


- Eger bütün valilertın senin gibi olsa, sırtım asla yere gelmez!
Böyle akıllı bir adam, nasıl olur da, okuduğu şÖValye romanlanyla
aklını bozmuş bir delinin ardından gider, anlamıyorum? ..

191
- Işte bu olmadı, Dük hazretleri i Kimin deli kimin akıllı olduğu­
nu ancak Allah bilir. .. Koca bir valilikten vazgeçme pahasına da ol­
sa efendime laf söyletmeın! Eğer efendimin bir deli olduğuna inanı­
yorsanız, ben de onun seyisi olmam sebebiyle pek akıllı sayılmariı...
Isterseniz şu valilik işini yeni baştan düşünün!..
Don Kişot, bütün konuşmalan dinliyor, sabırla işin nereye vara­
cağını bekliyordu ...
- Aferin Sanço! dedi Dük, bu imtihanı da kazandın... Niyetim
efendine olan bağlılığını denemekıL
Sonra, hiç kızgınlık iliilmeti göstermeyen Don Kişot'a döndü:
- Çok özür dilerim soylu şövalye! Seyisinizi denemek için sarfet­
tiğLm gayri ciddi sözlere kızmadınız umanm?
- Dük hazretleri, bunun bir deneme olduğunu pekala biliyor­
dum. Saf bir köylü olmasına rağınen Sanço bile anladı. .. Yoksa, çok
sevdiği adasından kolay kolay vazgeçmez...
- Her ne ise, sadede gelelim. Yeni valimize yönetim konusunda
bazı nasihatlerde bulunacağınızı söylemiştiniz. Uşağınızı alıp odanı­
za çıkabilirsiniz ... Akşam yemeğinde buluşuruz.
Don Kişot önde, Sanço arkada şatoya girdiler. Doğruca şövalye­
nin odasına çıktılar. Efendisi ona her zamankinden daha nazik dav­
randı. Yer gösterip oturmasını söyledi.
- Oğlum Sanço! diyerek söze başladı kahramanımız, bilmiş ol ki
dünyada en zor işlerden biri adam idare etmektir. Devlet yönetimi,
fırtınalı bir denizde yolculuk etmeye benzer. Burada vali ötede ema­
nete ihanet etmiş bir hain muamelesi görmek istemiyorsan söyleye­
ceklerimi can kulağı ile dinle. Zira, bu sözlerim bir pusula gibi sana
yol gösterecektir:

Oğlum Sanço! Bilmiş ol ki, faziletierin başı Allah korkusudur.
Allah'dan korkmayan ve sonunda O'na hesap vereceğine
inanmayan devlet adamı, insanlara zulmetmekten çekinmez.

Oğlum Sanço' Her idareciyi bekleyen üç tehlike vardır: Para,
kadın ve içki. Parayı seven adama maaşı az gelir. Önce hedi­
ye kabul ederek işe başlar. Sonra rüşvet gelir. Bilmiş ol ki,

192
hakimin kansının kabul edeceği hediyeler hakimin hesabına
geçer. Kann aç gözlülük edip lükse dalarsa, itibann beş para­
ya iner. Aman kaleyi içerden sağlam tut. Köylünün getirece­
ği cılız bir tavuk bile rüşvet sayılır. Sakın zenginlerin ziyafet
davetlerine katılma. Zenginlerin eğlencelerine katılan, onlar­
la düşüp kalkan bir valiyi halk sevmez ... Kadıniann gözyaş­
Jan seni aldatmasın. Resmi işler için dahi olsa, bir kadınla ay­
m odada yalnız kalma. Valiliğin uzun sürerse kann Teresa'yı
ve çocuklanm yanına aldır. Devlet adamı ağzı sıkı olmalı.
Halbuki hiçbir sarhoşun sır sakladığı gör�lmerr\iştir...

Oğlum Sanço! Bilirim uykuyu seversin. Ama Cenneti kazan­
mak istiyorsan en sevdiğin şeyleri feda etmelisin. Beleşonya
adasında en evvel kalkan ve en son yatan kişi sen ol.

Oğlum Sanço! Az fakat tatbik edebileceğin kadar kanun çı­
kar. Tatbik edemedikten sonra en sert kanunlar bile bir işe
yaramazlar. .. Ne çok sert ne de çok yumuşak ol. Orta yolu
tercih et. Bu yol, bilgili ve hikmet sahibi kimselerin yoludur.
Ne pahasına olursa olsun adaletten aynlma. Zenginin serve­
ti, fakirin sefaleti gözünü bağlamasın . Haklı kim ise, güçlü o
olsun. Suçluya hakettiği cezadan fazlasını yükleyip kanunun
pençesi altında ezme. Bir gün düşmanlanndan birini yargıla­
man gerekirse eski husumeti kalbinden çıkanp at. Sadece de- ·

lillere göre hareket et. Sakın sinirli iken karar verme. Kanun­
Iann gerektirdiği cezayı verdiğin adama kötü söz söyleyip za­
vallıyı daha fazla küçük düşürme. Düşmüşe bir tokat da sen
vurma. Allah'ın bütün sıfatlan güzeldir. Lakin sen "Bağışlayı­
cı" sıfatına daha yakın olmaya bak. ..

Oğlum Sanço! Gece-gündüz sık sık halkın içine kanş. Çarşı­
yı pazan, okulu, hapishaneyi ve devlet dairelerini dolaş. Bu­
ralarda göriiimen herkesin kendisine çeki düzen vermesine
sebep olacaktır. Meyhaneciye, kumarcıya, tefeciye, fahişeye,
stokçuya göz açtırma. Bilmiş ol ki, çürük bir elma, sepetteki
sağlamlan da çüriitür... Eğer saydığım kimselere göz yumar­
san, namuslu ve dürüst halkına zulmetmiş olursun.

193

Oğlum Sanço! Dük'ün hediye ettiği valilik cübbesini kabul
etmekle iyi ettin. Zira her makamın gerektirdiği bir kıyafeti
vardır. Sakın hırpani kılıkta dolaşma. Sade ve temiz giyin.
Bunu söylerken, değnek yutmuş gibi gururla dolaş demiyo­
rum. Bir zamanlar keçi çobanı olduğunu unutma ve yeri gel­
diği zaman söylemekten çekinme. O zaman, seni bununla
utandırmak kimsenin aklına gelmeyecektir...

Oğlum Sanço! Sık sık banyo yap. Teke gibi kokan bir valiyi
kimse sevmez. Tımaklannı vakti gelince kes. Bazı kimseler
uzun tımakla dalaşmanın soyluluk olduğunu zannederler.
Halbuki ellerinin bu haliyle kerkenez pençesine benzediği­
. nin farkında değillerdir.

Oğlum Sanço! Sakın çiğ soğan ve sanmsak yeme. Kokan bir
ağızdan inci gibi sözler dökülse bile, seni dinleyen başını çe­
virmek zorunda kalır. Herkesin önünde geğirme. Ancak gör­
güsüz ve kaba insanlar böyle yaparlar. Bilirim pisbogazın bi­
risindir. Ama yalvannm nefsine hakim ol. Az ye ve mümkün
mertebe tek yemeğe razı al. Bu, hem beden hem de ruh sag­
lığın için iyidir.

Oğlum Sançoı Kimsesiz yaşlılan, fakiri, yelimi ve dul kadını
gözet. Gücü ve zekası yerinde olanianna iş bul. Elinden iş
gelmeyenleri maaşa bagla.

Bak Sanço! Seni oğlum gibi severim. Eger bu öğütlerimi tutar­


san, iki dünyada da aziz olursun. Ben de verdiğim emeklerin boşa
gitmediğini görür mutluluk duyanm.

- Vallahi, güzel efendim... Bilirsiniz fazla zeki bir adam değilim.


Bütün bu saydıklannızı aklımda tutamayacağım diye korkuyorum.
Siz, Dük'ün yanında atıp tuttuğuma bakmayın... Aslında bu valilik
işi, sırat köprüsünden geçmek gibi zor bir iş. Bilmiyorum, hakkın­
dan gelebilecek miyim?

- Bu korku asimda mesuliyet duygusundan geliyor. Aferin og­


lum! Merak etme, sen bu işi becereceksin. Öğütlerimi unutabilece­
ğ;in meselesine gelince: Bu gece oturup hepisini tek tek bir kağıda

194
yazacağım. Yarın sabah eline veririm. Ihtiyacın oldukça, mektupçu­
na okutursun.
- Hay Allah razı olsun! Seni bütün kötü büyücülerin, aslında iyi-
si olmaz ya, şerrinden korusun...

- Sanço, büyücü deyince, kanayan yarama tuz biber ektin...


- Anlayamadım Senyor?
- Anlayamazsın tabii, kanayan senin yaran değil... Sevgilim eşsiz
Taboso'lu Dulsinea çirkin bir köylü karısı kılığında çile doldurur­
ken, sen valilik sevdasındasın... Şu söz verdiğin sopalann daha elli­
sini bile yemiş değilsin. Hazır şurada biz bize iken yüz taneciğini
ödeyiversen ne kaybedersinl..

- Hay Allah iyiliğinizi versin! Güzel güzel konuşurken Dulsinea


da nereden çıktı? Sizinkine, pişmiş aşa su katmak denir. Kürek
mahkümu değil ya haspa! Hem bu kılıkla namusunu daha kolay ko­
rur... Sanki eski güzelliğine kavuşur kavuşmaz onunla evlenip çe­
luk çocuğa kanşacaksınız!..
- Sanço, sen katı kalpli, hain bir uşaksın!
- Hoppala! Demin sevgili oğlunuzken, şimdi hain uşak mı ol-
dum? .. Sözümden asla caymış değilim! Kendimi hazır hissettigim an
borcumu ödeyeceğim. . .
- Eh n e diyeyim... Allah gönlüne göre versin!
Tam bu sırada, hizmetçi gelip ev sahiplerinin kahramanlanmızı
akşam yemeğine beklediğini söyledi.
Yemekte, Sanço kendisinden beklenmeyen bir ciddiyet içersinde
idi. Düşes ne kadar ugraştı ise de onu güldüremedi. Hele Don Ki­
şot... Çocuğunu toprağa vermiş bir baba gibi ızdırap çekiyordu .
Dük, sonunda dayanarnayıp sordu:
- Ne oldu, aranızda üzücü bir hadise mi geçti?
- Hayır Dük hazretleri, dedi Mança'lı Şövalye, ancak doğrusu-
nu söylemek gerekirse, vücudumun yansını kaybetmişim gibi acı
duyuyorum... Sanço'ya öyle alışmışım ki, bir gün ondan ayrılaca­
ğım hiç aklıma gelmemişti. Evlenınediğim için, evlat sevgisinin ne

195
oldugunu bilmiyorum. Ama, öyle inanıyorum ki, eger bir oglum ol­
saydı ona duyacagım sevgi herhalde bundan farklı olmazdı.
Sanço kendisini tutamadı. Bir çocuk gibi, sılmugunu çekerek ag­
lamaya başladı. Duşesle kocasının hazırladıklan oyunda bu sahne
yoktu . . . Onun için nasıl hareket edeceklerini ve ne söyleyeceklerini
bilemediler.
Don Kişot:
- Sanço, sen de ne gözü sulu bir valisin... dedi ve onu kucagına
bastırdı. Şövalyelik gelenegini bozmamak için aglamadı. Ancak, bu­
nu dudaklanm ısırarak ancak becerebildi. ..
Ev sahipleri onlan bu halde görünce, eglenme istekleri kalmadı. ·
Iki insamn acılanyla alay edecek kadar katı yürekli degillerdi. Bu
huzıınlü sahne, yemegin bitligini haber veriyordu ..
Diik, ciddi bir tavır takınarak:
- Dostlanrn! dedi, bence en iyisi sizleri başbaşa bırakmak. Hay­
di odalanmza çıkın. Bolca sohbet edin hasret giderin. Adamlanın si­
zi sabah erkenden kaldıracaklar. Allah hepimize rahatlık versin.
Don Kişot, ikisi adına, gösterdigi anlayıştan dolayı Diik'e teşek­
kür etti. iyi akşamlar dileyip yemek salonunu terkettiler.
Kahramanlanmızı gönderdikten sonra Diişes kocasına şöyle dedi:
- Dünya üzerinde böylesine birbirini anlayan ve seven iki deli
daha gösterilemez.
- Bunlar, sakın deli rolü yapan iki uyanık olmasınlai? dedi Dılk.
- Ara sıra akıllan yerine gelen iki deli olmalan daha mantiki.
Yoksa, insan sırf deli rolü yapmak için evini harkını terkeder mi?..
- Dogru ... dedi Dük, galiba sen haklısın. Her ne ise, bu hamur
çok su götürür... Hele Sanço şu valilik işine bir başlasın; ondan son­
ra ne mal oldugunu görecegiz...
Don Kişot ile seyisi gece yansına kadar sohbet ettiler. Sanço, bir
ara şövalyeyi teselli etmek için şöyle dedi:
- Sevgili efendim, fazla ılziilmenize gerek yok. Işiert yoluna ko­
yar koyınaz sizi yanıma aldıracagım. Siz yanımda alınadan o kadar
zor işlerin hakkından gelemem.

196
- Hayır oglum! dedi kahramanımız, sakın böyle bir şeye teşeb­
büs etme... Hakimiyet, ancak tek elden mükemmel yürür. Allah tek
oldugu için kainatın nizarnı mükemmel yürüyor. Eger bazı Hristi­
yan babalannın iddia ettigi gibi kainatın idaresine üç ayn kuvvet ka­
nşmış olsa, sen seyreyle gümbürtüyü . . . Magribiler bu sım iyi anla­
mışlar. Allah'ın tek olduguna inanmayanı iman etmiş sayınıyorlar.
Yalnız, bütün bunlar aramızda kalsın. Her bildigin dogru olsun
ama, her dogruyu her yerde söylemek dogru degildir.
- Bu kadar dogruyu birbirine kanştırmadan nasıl sıralayıverdi­
niz; hayret!
- Eger şu konuştuklanmızı dogrudur diye Beleşonya halkına
söylemeye kalkarsan seni hemen dinsizlikle suçlar, Dük'e hatta
Kral'a gammazlarlar.
- Şimdi daha iyi anladım, efendim. . . Çok hakiısınız vallahi. Baş­
ta o suratsız kahya kuyumu kazar benim.
- Benim de o adamı gözüm tutmadı. Ona karşı çok dikkatli ol.
Saglam bir pabuca benzemiyor. ..
Sanço'nun esnemeye başladıgını gören Don Kişot, onun uykuya
ihtiyacı oldugunu anladı:
- Sevgili oglum, bu kadar sohbet yeter... dedi, git odana islira­
hatine bak. Sabah erkenden kalkman gerekiyor. Ben de bu arada sa­
na verecegim kagıdı hazırlayayım.
- Iyi geceler senyor! Keşke ben de sizin gibi az uyku ile idare
edebilsem...

Sanço, yataga yatar yatnıaz, uykuya daldı. Peşi peşine rüya gör­
meye başladı. Ilk rüyasında Beleşonya Kahyası'nı hazineden altın
çalarken yakaladı. Eşek sudan gelinceye kadar sopa attırdı. Valimiz,
bir çok mahkemeye bakmak zorunda kaldı. Sıkıştığı yerde, mektup­
çusuna, efendisinin verdigi altın ögütleri okuttu. Mahkemenin bi­
rinde zor bir dava ile karşılaştı. Altın ögütlerin içinden bunu çöze­
cek bir maddeye rastlaınadı. Çaresizlik içinde saga sola dönerken
uyandı. Terden sıni sıklam olmuştu. Kalktıgı gibi Don Kişot'un oda­
sına koştu. Kapıyı zorladı ama açamadı. O zaman arkadan kilitli

197
olduğunu anladı. Efendisini uyandırmak için kapıyı tıklattı. Man­
ça'lı Şövalye -bildiginiz gibi- uykusu hafif bir soylu idi... Kapıdaki
tıkırtıyı duyunca telaşa kapıldı. Kılıcına el atıp seslendi:
- Eğer ateşi başına vurmuş hizmetçi kızlardan biri isen; bilmiş ol
ki Dulsinea'ma asla ihanet etmem! Bugüne kadar, çok şükılr, hara­
ma uçkur çözmedim... Ölünceye kadar da çözmeyecegim! Beni de
kendini de rezil etmeden, uslu uslu git, yatağıria yat! Haydi kızım!
- Sevgili efendim' Neler saçmalıyorsunuz Allah aşkına? Benim,
ben! Oğlunuz Sanço ...
- Hay Allah iyiliğini versin! Münasebetsiz herif... Gecenin bu sa­
atinde, hırsız gıbi, ne diye kapıyı zorluyorsun?
- Sormayın senyor. . . Yazdığınız öğütler eksik!.. Zor bir mesele
var; çözemiyorum!
- Eyvah! Şu anda işi ile iyice kafayı bozmuş. . . Öğütlerin eksik ol­
duğunu da nereden çıkanyorsun? Onlan daha yazıp eline vermiş
degilim ki. Işte, yastığıının altında duruyor. .. Yoksa vali oldun diye
büyücüler sana da mı çengel attılar? ..
- Sevgili efendim, iş ciddi! Kahya'yı hazineden altın çalarken ya­
kaladım. Gerçekten de sağlam ayakkabı değilmiş... Altıyüz bilmem
kaç sopa attırdım namussuza! Sonra en az on mahkemeye baktım.
Dokuzunu adaletle neticelendirdim. Ancak birinde tereddüt ettim.
Mektupçuya...
- Tamam, tamam anladık. .. dedi kahramanımız, gir bakayım
içeri! Oğlum, fazla yemek yemenin neticesi budur işte...
- Bırakın şimdi yemek işini falan efendim. . . Bu zor davayı nasıl
çözecegim?
- Yahu bizimki hala rüya görüyor galiba!
Don Kişot, Yaradan'a sığınıp Sanço'ya bir tokat indirdi. Beleşon­
ya valisi, faltaşı gibi açılmış gözlerle efendisine bakıyordu.
- Bu tokat aklını başına getirmiştir sanınm... Haydi bakalım, da­
va bitmiştir! Git şimdi odana uyumaya bak; sabaha az kaldı.

198
Dük'ün talimatı üzerine hizmetçiler Sanço ile efendisinin yatak
odalannın kapılannı dövmeye başladılar. Don Kişot, zaten uyanık
oldugu için, kalkıp kapıyı açtı. Hizmetçiye daha nazik olmasını ili­
tar etti.
Beleşonya Valisi'ni uyandırmak biraz zor oldu. Muhtemelen ha­
la rılya göruyordu.
Bütün şato halkı ayaktaydı. Dük, etrafına emir yağdınyordu.
Düşes de mutfağa inmiş, kahvaltıyı hazırlayan aşçılara nezaret edi­
yordu.
Kalıvaltı saati neşe içinde geçti. Don Kişot, dün akşamki gibi üz­
gün görünmüyordu. Hatta ev sahiplerini güldürrnek için Sanço ile
bolca şakalaştı.
Kalıvaltı bittiğinde Sanço'yu Beleşonya'ya uğurtayacak merasim
alayı bahçedeki yerini çoktan almış bulunuyordu.
Dük'le kansı, yanlannda Don Kişot ve Sanço Panza ile birlikte
uğurlama alayını teftiş ettiler. Dük, kendisi için özel olarak hazırlan­
mış yüksek bir yere çıktı. Beleşonya Valisi'ni ugurlamak için toplan­
dıklannı söyledi. Sanço'yu tumturaklı sözlerle övdü. Önceden ha­
zırlattığı valilik cübbesini kendi eliyle ona giydirdi. Sonra Düşes'e
sıra geldi. O da süslü bir kılıcı özene bezene Sanço'ya kuşandırdı.
Protakala göre üçüncü sırada Don Kişot vardı. Herkes merakla
onun ne yapacağını ve ne söyleyeceğini bekliyordu. Elbisesi yama­
lı, çorabı delik bir şövalyenin seyisine verecek nesi olabilirdi.
- Oğlum Sanço! diye söze başladı, ben de sana değil valilik sıra­
sında, belki örnrün boyunca ihtiyaç duyacağın kıyınetli bir hediye
vermek istiyorum.
Dük'le kansı çok şaşırdılar. Bu çulsuz şövalyenin seyisine vere­
bileceği kıyınetli nesi olabilirdi...

Kahramanımız devam etti:


- Dün gece yazacağıma söz verdiğim "Altın Öğütler Risalesi" ha­
zır. Hem ruhuna hem bedenine hem de yönetime çok faydası doku­
nacak kurallan bir bir sıraladım. Eğer bunlara göre hareket edersen
sırtın yere gelmez.

199
Sonra cebinden bir defter çıkardı. Sanço defteri görünce çocuk
gibi sevindi. Don Kişot'un elinden, kutsal bir kitap gibi, saygı ile al­
dı. Öpüp başına koydu:

- Sevgili efendim, şu "Altın Ögütler Risalesi"ni kral hazinesi ile


değişınem... dedi, onu en saglam kasada muhafaza edecegim. !hti­
yaç duydukça açıp mektupçuma okutacağım.

Dük, Don Kişot'a yaklaştı.

- Eger izin verirseniz, valimiz için hazırladıgınız şu altın ögütle­


ri herkesin huzurunda sesli olarak okumak istiyorum.

- Bu tevazunuz beni çok duygulandırdı Dük hazretleri... dedi


kahraınanımız, sizin yönetim prensiplerinizin yanında benim ögüt­
lerim çok sönük kalır. !zin ne kelime, şeref verirsiniz. . .

- Vali hazretleri, şu kıymetli hazinenizi beş dakika için bana


emanet eder misiniz? dedi Dük Sanço'ya dönerek:
Beleşonya Valisi öyle bir kabarış kabardı ki, görenler onu !span­
ya Kralı zannederdi. Elindeki defteri nazlana nazlana uzattı.
Dük, biraz evvel nutuk çektigi yüksek yere çıktı. Yüksek sesle ve
üzerine basa basa Don Kişot'un Sanço için yazdığı altın ögütleri
okudu. Bitirdikten sonra Mança'lı Şövalye'yi tebrik etti. Aynca çok
gÜzel ve okunaklı bir yazı ile yazıldıgını söylemeyi de unutmadı.
Hazinesini Sanço'ya geıi verdi.

Orada bulunan ve yazılı ögütleri dinleyen hiç kimse bunlann


Don Kişot gibi deli bir şövalye bozuntusunun aklından çıkmış ola­
bilecegine inanamadı. Dük ve Düşes de inanamamışlardı dogrusu.
Ancak çok iyi biliyorlardı ki, odasında faydalanabileceği bir tek ki­
tap yoktu.
Dük, kahramanımıza nutuk taşına çıkmasını rica etti. Kalabalığa
dönüp altın ögütleri dinleyen herkesin onu alkışlamasını istedi. öy­
le bir alkış tufanı koptu ki, yer yerinden oynadı...

Merasim bittikten sonra, Dük hizmetçilere valinin atını getirme­


lerini emretti. Sanço koşup Dük'ün önünde diz çöktü:
- Yalvannm size haşmetli efendim' Beni boz eşeğırnden ayınnayın.

2ÖO
Hatınnız için üzerimde emanet duran şu valilik cübbesi ile kılıcı ta­
şımaya katlanının ama can yoldaşımdan ayn düşmeye asla!..
- Üzülme Sanço! dedi Dük, kalk ayağa lütfen. Kıymetli valimi­
zin hatınnı bir ata değişecek değiliz ya..
Sonra adamlanndan birine döndü. Valinin eşeğini çözüp getir­
mesini söyledi. Bir başkasını da aşçıbaşına gönderdi. Yiyecekle dol­
durulmasını emrettiği heybeyi getirmesini istedi.

Sanço'nun Don Kişot'tan ayniması çok zor oldu. En son onunla


vedalaştı. Yine kendisini turamayarak ağladı. Eşeğini dehleyip gider­
ken şöyle dedi:

- Ne yapayım ... Ada işini aklıma sokan sizsiniz!..

Vali Sanço Panza, Beleşonya sınınna yaklaşınca, yanındaki mu­


hafızlardan birini önden gönderdi. Yetkililere yeni valinin gelmekte
olduğunu haber vermesini söyledi. Emri alan muhafız atını mah­
muzladı, hızla gözden kayboldu.

Haberi alan Yönetim Kurulu Üyeleri, Valiyi surlann dışında kar­


şıladılar. Yaşlı bir üye öne çıkıp,

- Şehrimize hoş geldiniz vali hazretleri, şeref verdiniz, dedi.

- Şehir degil ada! diye gürledi Sanço, Beleşonya'ya şehir diyeni


içeri tıkanın bilmiş olun...

- Aslında burası şehir bile sayılmaz, dedi yaşlı üye ezile büzüle,
ama biz yeni valimize iltifat olsun diye bin nüfuslu köye şehir dedik. ..
Ada denizin ortasında olur. Buraya ada dersek herkes bize güler. ..

- Uzun zaman başsız kaldığınız hemen belli oluyor! Anlaşıldı, işi


sıkı rutınarn gerekecek. .. "Burası bir adadır" diyorsam adadır, o ka­
dar! Denizi menizi ne kanştırıyorsunuz...

- Çattık belaya ... dedi içinden yaşlı üye, Dük nereden bulmuş bu
kafadan çatlak adamı>.. Emriniz başımız üzerine efendim, doğrusu­
nu siz daha iyi bilirsiniz. Köyümüzün, çok affedersiniz, adaınızın

201
gelenegine göre önce kiliseye gitmemiz gerekiyor. Papaz Efendi va­
liliğinizi kutlayıp dua edecek.
- Güzel ve anlamlı gelenekiere saygım var... dedi Sanço, buyu­
run gidelim!
Beleşonya Valisi önde, Yönetim Kurulu üyeleri arkada surlardan
içeri girdiler. Yüksek çan kulesi ve üzerine yerleştirilmiş kocaman
bir haç işareti ile kilise adeta ben buradayım diye bağınyordu.
Papaz Efendi, yeni valiyi ve yanındakileri kapıda karşıladı. San­
çe, bu güleryiizlü din adamını görür görmez ona içi ısınıverdi.
Dük'ün şatosundaki kara cübbeliye hiç benzemiyordu...
- Sayın Peder... dedi Sanço, eğer sizce ınahzuru yoksa, uygula­
yacağınız merasirnin proğramını söyleyin ki bir yanlışlık yapmaya­
yım. Sizin anlayacağınız, ömrümde ilk defadır vali oluyorum ...
- Hay hay vali hazretleri, zaten ben de bunu yapacaktım.
- Acelecilik ettim desenize...
- Hayır efendim, siz doğru olanını yaptınız ... Önce yöneticinin
Hak'ka ve halka karşı vazifelerini konu alan kısa bir vaaz verecegim.
Sonra valililiğinizi kutlayıp dua edecegim. Arkasından adanın altın
anahtarını teslim alacaksınız ...
- Duydun mu peder? dedi Sanço yaşlı Yönetim Kurulu üyesine
dönerek, işte size akıllı bir insan ömegi . . . Beleşonya'nın ada oldu­
ğunu ne çabuk öğrenmiş!.. Devam ediniz lütfen!
- Ondan sonra hep birlikte mahkeme salonuna gideceğiz. Gele­
neklerimiz icabı, hakim postuna oturup bir kaç davaya bakacak ve
neticelendireceksiniz. Aldığınız kararlan göz önünde bulundurarak
iyi biri olup olmadığınızı oya sunacağız. Çıkan neticeye göre ya va­
liıniz olarak kalacak veya....
- Veya geldiğim gibi geri gideceğim; değil mi aziz peder?
- Kızınayın efendim... Bu, Beleşonya'nın değişmez geleneğidir.
- Bunda kızacak ne var efendi? dedi Sanço, çok doğru ve yerin-
de bir geleneğiniz var. Size baş olacak adaını denemek, en tabii hak­
kınız...

202
Papaz Efendi'nin vaazında yer verdigi öğütler Don Kişot'unkile­
re çok benziyordu. Sanço yanılınaınıştı. Peder iyi bir din adaını idi.. .
. Papaz da yeni valiyi sevmiş olacak ki, tebrik ve dua sırasında ona
çok samimi davranmıştı. Anahtar tesliminden sonra hep birlikte
mahkeme salonuna gidildi.
Salonun kaptsında onlan tanıdık bir yüz karşıladı. .. Sanço ada­
mı görür görmez neşesi kaçtı. Papaz, göreviiyi valiye takdim etmek
üzere tam harekete geçmişti ki;
- Zahmet etmeyin Peder! dedi Sanço, biz onunla çok iyi tanışı-
nz . . .

Bu resmi görevli, Beleşonya Kahyası'ndan başkası degildi. Yerlere


kadar egilerek yeni valiyi selamladı. Yüzünde alaylı bir ifade vardı.
- Ilk fırsatta bu tilki gözltı adamdan kurtulmanın bir yolunu
bulmam lazım... dedi içinden Sanço.
Valiyi hakim postuna oturttular. Bizimki, tam karşısına gelen
duvara iri harflerle birşeyler yazılmış oldugunu gördü.
- Ne yazıyor acaba burada? diye kendi kendine sordu. "Adalet
Mülktın Temelidir" filan gibi bir şey herhalde ...
Sağ tarafında dikilen Papaz'a döndü:
- Şurada ne yazıyor, peder?
- Bu yazı sizin adaya ayak bastığınız gün ve saati bildiriyor, de-
di papaz.
- Okur musunuz lütfen!
- "Senyor Don Sanço Panza, şu yılın, şu ayın, şu günü ve şu sa-
ati Beleşonya adasına ayak bastı. Uzun seneler saltanat sürmesi di­
legiyle."
- Kim yazdırdı bunu? diye etrafındakilere sordu.
- "Ben" dedi Kahya sıntarak, eğer valiliginiz oy birliği ile tasdik
edilirse; bu yazının üzerine kocaman bir resminizi de astırmayı dü­
şünüyorum...
- Seni gidi dalkavuk seni! diye kılkredi Sanço, bir zamanlar ke­
çi çobanlığı yaptığımı ve şövalye seyisliğinden buraya geldiğimi

203
bildiğin halde, ismimin başına soylulara mahsus Senyar ve Don la­
kablannı koydurursun ha! Ya şu sondaki cümleye ne demeli' Bura­
ya zevk sefa içinde saltanat sürmeye mi geldim ki, benim adıma
böyle şeyler yazdınyorsun? .. Çabuk o yazılan söktür duvardan!
Yoksa ilk baktığıın dava seninki olacak! ..
- Fakat vali hazretleri?
- Fakatma makatma başlanın şimdi, iki yüzlü beril! Biraz daha
yüz bulsan, beni "Beleşonya'nın Kunarıcısı" ilan eder çıkarsın ...
Kahya Sanço'nun çok ciddi olduğunu görüp fazla ileriye gide­
medi. Emrtni yerine getirmekten başka çaresi yoktu. Yanına iki
adam alıp yazıları söktürmeye başladı.
Beleşonya Valisi Papaz'a döndü:
- Ne dersin peder, haksız mıyım?..
- Yerden göğe kadar hakiısınız vali hazretleri. Sizin yerinizde
ben olsaydım aynı şeyi yapardım ...
- Bunu duyduğuma sevindim peder, bana cesaret verdiniz ...
Sonra Yönetim Kurulu Üyelerine baktı:
- Devletin işi beklerneye gelmez ağalar, dedi, mahkeme başla­
mıştır. Sırada kim varsa içeri alın!
Yönetim Kurulu Başkanı kapıdaki nöbetçiye işaret verdi. Iki
adam gelip valinin karşısına dikildiler. Elinde makas tutanı yerlere
·

kadar eğilerek söz istedi.


Sanço:
- Anlat bakalım terzi efendi, dedi.
Adam şaşırdı:
- Terzi oldugumu nasıl anladınız vali hazretleri?
- Elindeki makas kulağıilla fısıldadı. . . Beni, babamın güzel hatı-
n için mi vali yaptılar sanıyorsun geveze adam? Bırak şimdi bunla­
rı, derdin ne ise onu anlat!

- Efendim, şu adam. . .
- "Şu adam" denmez görgüsüz herif! Ş u efendi veya şu muştertın
diyeceksin. . .

204
- Hakiısınız vali hazretleri... Şu ınüşteriın, elinde bir parça ku­
ınaşla dükkanıına girdi. Kumaşı önüıne koyup, "bundan bana bir
külalı çıkar ını" diye sordu. Ben de ölçtükten sonra, "çıkar" dedim.
Adam, çok affedersiniz, ınüşteriın ya kuşkulu biri olduğu veya ter­
ziler hakkında kötü düşündüğü için kumaşın bir ıniktannı yürüte­
ceğimi zannederek "iki tane çıkmaz ını" dedi. Akimdan geçenleri
tahmin ettiğim için "çıkar" dedim. Şüphesini yeneıneıniş olacak ki;
"hele iyi ölç, üç tane çıkmaz ını" dedi. "Çıkar" dedim. Bu minval
üzere külalı sayısını beşe kadar çıkardı. . . Bu sabah külahlannı al­
mak için dükkanıma geldi. Külalılan görünce çok kızdı: "bu külah­
lar iki yaşındaki çocuğun kafasına bile zor gelir!" diye bağırdı ve ku­
maşının parasını istedi. Kumaştan bir santim çalmış isem, çocukla­
nma kefen olsun! karar sizindir vali hazretleri ...
Sanço cimri müşteriye döndü:
- Doğru mu terzinin anlattıklan?
- Doğru ama Allah için şu külahiara bakınız!
Külalılan görünce orada bulunanlar kahkahayı koyverdiler. Be­
leşonya Valisi biraz düşündükten sonra karannı açıkladı:
- Gereği düşünüldü . . . Terzi, açıkgözlülüğünün cezası olarak
emeğinden vaz geçecek. Müşteri de, şüpheciliğinin ve açgözlülüğü­
nün cezası olarak kumaşından vaz geçecek. Takkeler veya külalılar
her ne iseler, şu andan itibaren miri (devlet) malıdırlar. Ben de dev­
letin temsilcisi olarak fakir çocuklara verilmesini uygun buldum.
Görevli arkadaş, takkeleri teslim alsın. Papaz efendinin münasip gö­
receği fakir çocukiara dağıtsın. Ne dersin peder, adalet yerini buldu
mu?
- Bundan daha adil bir karar düşünemiyorum vali hazretleri.
- Sıradaki gelsin!
Nöbetçinin açtığı kapıdan terzi ile müşterisi çıkarken, bir başka
ikili girdi. Onlar da diğerleri gibi gelip valinin karşısında dikildiler.
- Hanginiz şikayetçi olan' diye sordu Sanço.
Arkada duranı ezile büzüle, zor işitilen bir sesle:
- Ben, vali hazretleri, dedi.

205
- Anlat, nedir şikayetin?
- Vallahi anlatmaktan utanıyorum... dedi adam, zira kendisin-
den şikayetçi olduğum kimse çok dürüst bildiğim bir dostumdur.
- Ona biz karar veririz, dedi Sanço, sen aniatmana bak!..
- Bir müddet önce, bu arkadaşım gelip benden on altın borç is-
tedi. Ben de iyilik olsun diye reddetmeyip istediği altınlan verdim.
Bu gün borcunu hatırlatıp durumu müsait ise ödemesini isteyince,
onlan çoktan ödediğini söyledi. Ne diyeceğimi bilemedim. Çünkü
ödemediğini çok iyi biliyorum . . .
- Sen ne diyorsun sopalı efendi?
Valinin bu hitabı sizi şaşırtmasın. Zira, ikinci adam gerçekten
elinde kalın bir sapa taşıyordu..
- Arkadaşımdan on altın aldığimı inkar edecek değilim... Ancak,
isterseniz, on altını arkadaşıının eline verdiğiille yemin edebilirim,
uzatın asanızı!..
Vali asasını uzattı. Adam asayı almak için elindeki kalın sapayı
arkadaşına verdi. Sağ elini asanın üzerindeki haçın üzerine koydu.
Tam bir Hristiyan'a yaktşır şekilde, on altını arkadaşının eline ver­
diğine, yemin etti...
Sanço, borç veren adama sordu:
- Arkadaşının, gelenekierimize uygun bir şekilde ettiği şu yemi­
ne bir diyeceğin var mı?
- Ne diyeyim?.. Çok hayret ettim! Çünkü ben dostumu yalan ye­
re yemin etmez, dini bütün bir Hristiyan bilirim. . . Madem öyle di­
yor, demek ben aldığımı unutmuşum. Iyice yaşlandım anlaşılan..
Yemin eden adam, neticeden memnun bir yüzle, valinin asasım ge­
ri uzattı. Sonra arkadaşının eline verdiği sapasını alıp ona teşekkür
etti...
Iki dost validen izin isteyip salonun kapısına doğru yürüderken
Sanço'yu derin bir düşünce aldı. Neticeden hiç memnun değildi.
Vicdanı adaletin yerini bulmadığını söylüyordu ...
Adamlar tam kapıdan çıkmak üzere idiler ki, vali nöbetçiye ba­
ğırdı:

206
- Söyle onlara, tekrar karşıma gelsinler; mahkeme devam ede­
cek!
Herkes işin nereye varacağını merakla beklerneye başladı. Salon­
da çıt Çıkmıyordu.
Sopalı adamda evvelki neşe kalmamış, korkudan yüzü sap san
kesilmişti...
- Neden öyle heyecanlandınız sopalı dostum, dedi Sanço, bir
şeylerden mi korkuyorsunuz?
- Siz geri çağınnca, ister istemez, heyecanlandım efendim...
- Yaa, öyle mi? Hele şimdi de siz asanızı bana uzatın, sayın dini
bütün arkadaş!
Adam elleri titreyerek sapayı valiye uzattı. Sanço, sopamn sağı­
nı solunu iyice kontrol ettikten sonra onu diğer adama verdi:
- Buyurun iyi kalpli dostum, arkadaşınız şimdi gerçekten borcu­
nu ödemiş oldu!..
- Vali hazretleri, benimle alay mı ediyorsunuz? Bu adi sopa on
altın eder mi? ..
- Eder dostum, eder... Bana inanmıyorsan kır da içine bak! Bizi
Beleşonya adasına boşuna mı vali yaptılar sanıyorsun?
Adam sopayı döşemeye vurup parçaladı. Herkesin gözleıi önün­
de on tane çi! çi! altın yere döküldü.
- Altınlarını çabuk topla dostum! dedi Sanço, sırada başkalan
var. Devlet işi beklerneye gelmez, ..
Adam altınlarını toplarken, salonda bulunan bütüri üyeleıin vic­
danında şu ses yankılandı: "Meğer deli değil., veli imiş!"
Alacaklı sevinmiş, borçlu üzülmüş ve utanmış olarak salondan
çıktılar.
Sanço kapıdaki nöbetçiye seslendi:
- Sırada kim varsa gelsin!
Açılan kapıdan hışımla bir kadın girdi. "Adalet istiyorum, ada­
let!" diye bağırıyordu. Sanço'nun karşısına gelince, konuşmak için
izin istemeye bile lüzum görmeden, tekrar bağırdı:

207
- Adalet istiyorum Vali hazretleri, adalet istiyorurul
- Ya biz burada ne yapıyoruz be kadıni Leblebi şekeri mi dağıtı-
yoruz? öyle kuyruğuna basılmış fare gibi cıyaklıyacağına, derdin ne
ise onu anlat! Yapılacak bir sürü devlet işi var, seninle vakit kaybe­
demeyiz...
Tam bu sırada Jandarmalar yaka paça bir adam getirdiler. Zayıf,
kısa boylu, Allah'a güç gelmesin, epeyce de çirkindi.
Kadın adamı görünce sesini daha da yükseltti:
- Vali hazretleri adalet istiyorum! Şu hain adam, bahçemdeki el
değinemiş taze gülı:imü kopardı. ..
- Bir gül için bunca kıyametler koparacak ne var a görgüsüz ka­
dın!
- Bak, bak. .. Erkek olduğunuzu nasıl da belli ettinizi Hemen
adamın tarafını tuttunuz ... Adalet yerini bulmadan şuradan şuraya
adımımı atmam, bilmiş olun!
Sanço, Yönetim Kurulu üyelerine döndü:
- Yahu bu da adaletle kafayı bozmuş... dedi, daha karar vermiş
degilim ki taraf tuttuğumu nasıl söyleyebi!iyor?. Efendiler, Beleşon­
ya'da taze bir gülün fiyatı kaç paradır?
- Valiahi onu sahibi daha iyi bilir... diye cevap verdi Kahya sırı­
tarak
- Sana sormadım dalkavuk herifl Şöyle biraz uzak dur bakayım!
- Herkesin önünde gururomu incitiyorsunuz, Vali hazreıleri.
Bugüne bugün Beleşonya'nın Kahyası, Yönetim Kurulu'nun da ba­
şıyım...
- Bir yerde baş bir tane olur! Burada baş benim ve sana ağzını
kapamanı emrediyoruml.. Yoksa gözünün yaşına bakınarn içeri tı­
kanm!
Vali'nin Kahya'yı paylaması Papaz'ın hoşuna gitti. Yardımcı ol­
mak için:
- Vali hazretleri... dedi, benim anladığım kadarı ile kadının an­
latmaya çalıştığı gül ile sizin bildiğiniz gül farklı şeyler...

208
- Sevgili Peder, gülün çeşitleri olduğUnu bilmeyecek kadar cahil
degilim. Neticede, alt tarafı bir giil degil mi canım!
Sanço'nun saflıgı karşısında salonda bulunanlar kahkalıa ile gül­
ıneye başladılar. Vali, işin içinde başka bir iş olduğUnu anladı...
- Bana bak kadın! dedi, lafı agzında geveleyip durma. . . Burası
adalet kapısı. Adaletin kapısında utanınak olmaz .. . Derdin ne ise
açıkca anlat.
- Adaletin yerini bulınası için dediginizi yapacagım. Şu ırz düş­
manı adam, tenha bir yolda karşıma çıkıp, zorla bana tecavüz etti.
Namusumu iki paralık etti. Adalet istiyorum.
Sanço adama sordu:
- Ne diyorsun; kadının anlattıklan dogru mu?
- Azı dogru, çogu yanlış Vali hazretleri ...
- Haydaa! Al birini vur öbürüne ... Bu da bilmece gibi konuşma-
ya başladı! .. Ne demek, azı dogru çoğU yanlış?
- Anlatayım Vali hazretleri: Haşa huzurunuzdan, bendeniz do­
muz tüccanyım. Köyünüzden oldukça uzak bir çiftligim var...
- Agzından çıkanı kulagın duysun domuz çobanı! Burası köy
degil, koskoca bir adadır. Yabancı olduğUn için bu defaya mahsus
seni affediyorum. Bir daha Beleşonya adasına köy dedigini duyına­
yayım; aniadın mı?
- Eyvah! dedi adam içinden, (işim bu deliye kaldıysa yandı gü­
lüm keten helva..)
Delinin suyuna gitmekten başka çaresi yoktu:
- Cahilligimi bagışiayın Vali hazretleri ... dedi, bir daha adamza
köy dersem ekmek çarpsın!..
- Aferin! Akıllı bir adama benziyorsun ... Nasıl oldu da şeytan'a
uydun?
- Oldu bir kere efendim . . . Nefsim şeytan'la bir olup sırtımı yere
getirdi. Adamza getirdigim domuzlan satıp paramı cebime koyınuş
çiftligime gidiyordum. Bu kadın, tenha bir yolda karşıma çıktı:

209
- Az bir para karşılıgında, bahçemden taze bir gül koparmak is­
temez misin? dedi. Cilveleriyle beni baştan çıkardı. Fiyatta anlaştık
Tam işin ortasında fiyatını iki katına çıkardı. Kabul etmezsem bagı­
np çagıracagını ve beni herkese rezil edecegıni söyleyerek tehdit et­
ti. Zaten işin başından beri vicdanımla kavga halinde idim. Çoluk
çocuğumun rızkım üç-beş dakikalık bir haram zevkte harcamaya
gönlüm razı değildi. Rezil olma pahasına kadının yeni teklifipi ka­
bul etmedim. Dedigi gibi yaptı. Avazının çıkngı kadar "yetişin, kim­
sesiz bir kadına tecavüz ediyorlar" diye bagınnaya başladı. Sonrası
malum ___ Jandarmalar bizi yakalayıp buraya getirdi. Kutsal kitap
üzerine yemin ederim ki işin aslı böyledir Vali hazretleri.

Kadın tekrar şirretligı ele alıp bagırınaya başladı:

- Şu temiz almına kara bir leke sürdüğü yetmiyormuş gibi, şim­


di de iftira ediyor! Bu acıya daha fazla dayanamayacagım, yerişin
dostlar bayılıyoıum... deyip kendisini yere attı.

Sanço hiç istifini bozmadan adama sordu:


- Domuzlann kaç para yaptı?

- Hepsi bir kese altın tuttu, dedi adam.


- Derhal o bir kese altını çıkar; namusunu iki paralık ettigin şu
kimsesiz zavallı kadına ver!

- Ama nasıl olur, Vali hazretlert?

- Arnası maması yok! Ne diyorsam onu yapL

Kadın bayılına numarası yaptıgı yerden bir kese altının sözünü


duyunca sevincinden fırlayıp kalktı:
- Hay adaletinizle bin yaşayasmız, vali hazretleri! Gerçi namus
para ile ölçülmez ama, şu ırz düşmanına iyi bir ders verdiniz... Al­
lah··ne muradınız varsa versin!

- Eger gönlümdeki muradı bilseydin bıi duayı ettigine pişman


olurdun...

Kadın Sanço'nun söylediklerini duyınadı bile. Adamın elleri tit­


reyerek verdiği bir kese altını kaptı. Göğsüne sıkı sıkıya bastırdı.
Rüzgar gibi koşup salondan çıktı...

210
Vali, ağlamaklı olan adama döndü:
- Tez şu kadının arkasından yetiş! Bir kenarda, altınlannı ondan
zorla geri al. Sonra da gel beni gör... Adamlanma emir vereceğim,
sana kanşınayacaklar.
Domuz tüccan, emri alır almaz, ok gibi fırladı. Orada bulunan­
lar neticenin nereye varacağını merak ediyorlardı. Zira, Sanço'nun
niyetini tam anlamış değillerdi...
- Allah, Allah... dedi vali, efendim Don Kişot meğer ne kadar
haklı imiş... Gerçekten de Allah'ın ması haricinde hayat süren her­
kesin bir Dulsinea'sı var! ... Şu ikisi aynı Dulsinea'nın peşinde. Baka­
lım hangisi kazanacak. ..
Papaz hariç, salonda bulunanlardan hiç kimse bu sözlerin manil­
sını anlayaınadL Başta Kahya olmak üzere bir çoğu, "Valiıniz yine
tozuttu!" diye düşünüyorlardı...
Çok geçmeden, bahçesinden taze gül kopanlan kadın kapıda gö­
ründe:
- Vali hazretleri! diye bağırdı, o ırz düşmanı herif altınlanını zor­
la alınaya kalktı ...
- Peki, alabildi mi? ..
- Bende o sünepeye para kaptımcak göz var mı! Valiahi anasın-
dan doğduğuna pişman ettim...
Kadın doğru söylüyordu . . . Adam kapıdan içeri girerken, jandar­
malann yardımı ile ayakta zor durabiliyordu. Eli yüzü kanlar içinde
kalmıştı. Vali bağırdı:
- Ne bu halin, sılnepe herif!
- Sormayın efendimiz... Kadın keseye yaklaştırmadı bile. Kaplan
gibi üzerine atılıp pençeleriyle beni perişan etti. ..
- Şimdi beni iyi dinle zilli kan! diye kılkredi Sanço, sen Beleşon­
ya Valisi'ni kendin gibi geri zekalı ını sandın? Eğer şu bir kese altını
koruduğun gibi, namusunu da korusaydın, bu soğan erkeğı heıif kılına
bile dokunamazdı! .. Demek adamı baştan çıkaran sensin. Tez aldığın
bir kese altını sahibine geri ver!

211
Kadının yüzü şaşkınlıktan kül gibi oldu. Şimdi gerçekten bayıl­
mak üzere idi. Son bir gayretle kendisini topadamaya çalıştı:

- Onlann bana verilmesini emreden sizsiniz! Bir valiye sözün­


den dönmek yakışır mı?
- Bana bak şirret kan! Tepemi attırma benim; çabuk adamın pa­
rasını geri ver! Yoksa seni, Beleşonya'ya ibret olsun diye, darağacına
çektiririm...
Kadın, Vali'nin çok ciddi olduğunu görüp daha ileriye gideme-
di. Istemeye istemeye adamın bir kese altınını geri verdi.
Sanço tekrar gürledi:
- Sana yann akşama kadar mühlet veriyorum! Pılını pırtını top­
la, adamızı terket!.. Eğer seni bir daha topraklanmızda görürsem, iş­
te herkesin önünde söz veriyorum, gözünün yaşına bakınarn astın­
nm... Yıkıl çabuk karşımdan!
Kadın, dili tutulmuş bir halde, tek kelime edemeden, başı önün­
de salonu terketti.
Sanço bu sefer adama döndü:
- Şimdi de sen dinle, domuz tüccan! Sana bu adada ticaret yap­
mayı yasaklıyorum. Git domuzlannı başka yerde sat! Bu sana ders
olsun; bir daha çoluk çocuğunun nafakasını kötü yollarda harcama.
Senin gibi dangalaklar olmasa, bu saçı uzun aklı kısa zavallılar aya­
ğa düşer mi?.. Kötü yola düşen kadınlar, gökten zenbille fahişe ola­
rak mı iniyorlar! Haksız mıyım, söyle!
- Yerden göğe kadar haklısınız, Vali hazretleri...
- Tez yıkıl karşımdan; gözüm görmesin seni!
Adamı da böylece defettikten sonra Papaz'a döndü:
- Ne dersin Peder, adalet yerini buldu mu ...
- Allah şahidim olsun ki buldu, Vali hazretleri! Içimden bir ses,
Cennetin kapısını araladığınızı söylüyor; ha gayret!..
- O güzel dilin bal yesin! istediğim budur. Gerisini boş ver...

212
Yönetim Kurulu üyeleri, Sanço'nun valilikte kalıp kalmamasını
oya sunmak üzere, protokol icabı, başkandan yani Kalıya'dan izin
istediler. Vali'den iyice gözü korkmuş olan Kahya, istemeye isteme­
ye gereken izni verdi.
Bütün üyeler, ki aralannda Papaz da vardı, oy birliği ile San­
çe'nun valilikte kalmasına karar verdiler. Kahya, böyle bir karar ver­
rnek için vaktin erken olduğunu, bu sebeple oylamaya katılmayaca­
ğını bildirmişti.
Papaz Efendi, Kahya'nın ne düzenbaz ve kıskanç bir adam oldu­
ğunu çok iyi biliyordu. Kutlama günlerinin dışında kiliseye uğra­
maz, zengin olduğu halde fakiriere bir kuruş sadaka vermez, fırsat
bulduğu zaman rüşvet almaktan çekinmez, yolsuzluk yapanlara göz
yumar kısacası Beleşonya'da kötülüklerin babası bir adamdı... Böy­
le birisinin adaletli bir valiyi sevıneyeceği kesindi. Hele Sanço'nun
Papaz'ı kendi tarafına çekmeyi başarması yok mu, Kahya'yı çileden
çıkanyordu. Halbuki, Sanço'nun Papaz'a yaklaşması hiç de siyaset
icabı değildi. Bu iyi kalpli din adamını gerçekten sevınişti.

Beleşonya' da yeni vali böylece yerini sağlama alırken; efendisi


Don Kişot zor günler yaşıyordu ... Dük ile kansı, Sanço'yu yolcu et­
tikten sonra, tek kalan Mança'lı Şövalye ile eğlenmeye çalışıyorlar­
dı. Ancak ikili beraberlik bozulduğu için kahramammızın neşesi iyi­
ce kaçmış, içine kapanıp kalmıştı. Artık şato sahiplerini eskisi kadar
eğlendiremez olmuştu ...
Dük ve kansı, Don Kişot'un Dulsinea'ya olan bağlılığın derecesi­
ni ve ahlak konusundaki görüşlerini denemek üzere bir oyun tertip­
lerneye karar verdiler.
Her şeyden habersiz olan Mança'lı Şövalye, macerasız geçen gün­
lerine üzülüyor, saray şövalyesi gibi hazırdan yiyip içip yatmaktan sı­
kılıyordu. Yumuşak yatağı batar olmuştu. İlk fırsatta şatodan kaçma­
nın bir yolunu bularnazsa sıkıntıdan patlayabilirdi. Bu gece çok da­
ha zor geçeceğe benziyordu. Hava oldukça sıcaktı. Şövalyemiz,
odanın serinlemesine yardımcı olur düşüncesi ile bahçeye bakan

2 13
pencereyi açtı. Ayak seslerinden aşağıda birilerinin dalaştığını far­
ketti. Kulak kabarttığında bunlann gevezelik eden iki genç hizmet­
çi kız olduklannı duydu. Ne konuştuklan rahatlıkla işitiliyordu:
- Hayır Ernerankal diyordu genç kızlardan biri öbürüne, söyle­
diğin şeyi asla yapamam. Ben şövalyenin aşkı ile mum gibi erirken,
sen kalkmış türkü söylememi istiyorsun...
Digeri cevap verdi:
- Beni yanlış aniadın güzel Altisidora! Türkü her zaman neşeli
iken söylenmez ya... Gizli aşkını dile getirmek için gizli gizli yazdı­
gm şiirlerinden birini şu yanık sesinle oku ... Oku da, o taş kalpli şö­
valye belki duyar, insafa gelir. ..
- Hayır bunu ona yapamam! Bırak aşkını gizli kalsın. Çünkü o
Taboso'lu Dulsinea'yı seviyor...
- O büyülü kandan neyin eksik, gılzelsin, gençsin, seviyorsun? ..
- Emerenka, üzerime fazla vannal Sonra dayanamaz harpımı eli-
me alıp bir okumaya başlarsam, üzüntüden daglar taşlar erir. Düşes
de sesimi duyar, derken dile düşer rezil olurum...
- Düşes'in uykusu çok ağırdır; duyacağını sanmıyorum.
- Eh madem ısrar ediyorsun, iki dörtlük söyleyeyim. Içimdeki
bu acıyı daha fazla taşıyamayacagım...
Karasevdalı kız Altisidora, harpını eline aldı. Akort etmek için
tellerini tıngırdattı. Don Kişot, duyduklan karşısında şaşınp kaldı.
Kızın okuyacagı şiirin bir şeye benzeyip benzemediğini merak edi­
yordu. Çünkü kendisi de gençliginde bir çok şiirler yazmıştı... On­
lan dinledigini belli etmek için yalancıktan hapşırdı. Kızlar emekle­
rinin boşa gitmediğine pek sevindiler.
Altisidora, sesine hüzünlü bir ton vererek, şiirini okumaya baş­
ladı:
Mança ilinden gelen yiğit,
Kara sevdalara düşurdu beni.
Yiireği taştan mı yapılmış bilmem,
Mum gibi eıitti, bitirdi beni.

214
Ne olursun kulun kölen olayım.
Izin ver de Dulsinea'n olayım.
Bir sıcak bakışın yetişir bana,
Adımı sorarsan Altisidora..

Don Kişot, kızı dinledikten sonra kendi kendine şöyle söylendi:

- Vah zavallı' Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok. .. Benim


gönlüm Dulsinea'dan başkasına ebediyen kapalıdır. Ahlak ve sevda
konusunda eşsiz şövalye Amadis'in izinden gidiyorum. Bunu isbat
etmek için işte pencereyi kapatıyor, yatağıma yatıyoruın. . .

Kızlar n e kadar çalıp söyledilerse d e netice alamadılar. Çaresiz,


gidip Düşes'e durumu anlattılar. Izin isteyip odalarına çekildiler.

Kahramanımiz sabah erkenden kalktı. Deri elbiselerini giydi. Kı­


lıcını kuşandı. Çizmeleri giymesi hayli zor oldu. Eskimiş ve derileri
kurumuş olduğundan artık ayaklarına küçük geliyorlardı. Dük'ün
hediye ettiği kırmızı pelerini omuzlarına attı. Başına o meşhur, gü­
müş siınli, yeşil takkesini giydi. Yanından ayırmadığı tesbihini eline
aldı.

Odasından çıkıp salona doğru yürüdü. Şövalyelere yakışır sert


adımlarla koridoru geçti. Iki genç kız bir köşeye gizlenmiş onu sey­
rediyorlardı. Kızları mahçup etmemek için görmezden geldi. Kızlar­
dan biri bayılmış gibi yapıp koridora boylu boyunca uzamverdi. Di­
ğeri arkadaşının başına dikilip yas tutmaya başladı:

- Vah benim güzel kardeşim, vah talihsiz Altisidora!.. Ne oldu


sana?

Don Kişot'ta şafak attı:

- Ben onun rahatsızlığının sebebini biliyorum! diye bağırdı.

- O halde Hacını da biliyorsunuzdur. . .

- Evet biliyorum. Işsiz kaldığı için boş hayaller kuruyor. Bu yaş-


taki kızlar, dikiş dikmeli, yemek pişirmelidir. Ayrıca, söyle ona şi­
irini hiç beğenmedim. . . Şiirden başka her şeye benziyor.

Yas tutan kız, bu cevaplara çok kızdı:

215
- Defol git başımızdan taş kalpli şövalye! Sen böyle sınk gibi te­
pesinde dikildikçe kızcağız kendine gelemeyecek . .
1 - Kendi düşen ağlamaz. . . Benim bu işte hiç bir günahım yok

)
Ona en ufak bir ümit verdiğimi hatırlamıyorum. Sen de çöpçalanlık
yapmaktan vazgeç!
Kahramanımız iki kızı kendi hallerinde bırakıp salona doğru yü­
rüdü. Dük onu kapıda karşıladı. Haberi yokmuş gibi davranıp iki
kıza ne oldugunu sordu.
Don Kişot:
- Bu yaştaki kızlar boş bırakılınamalı. Düşes hazrederine söy!e­
yin, onlan yaşlı nedirnelerin yanına versin. Yemek pişirip dikiş dik­
sinler. Bilmiyorlarsa öğrensinler. Aynca size tavsiyem, yaşlan geç­
meden onlan evlendirin...
Dük, oyunun tutmadığını görünce, canı iyice sıkıldı. Belli etme­
meye çalışarak, şövalyeye, tavsiyelerine uyacağını söyledi.
Kalıvaltı pek neşesiz geçti. Don Kişot'un ciddi tavırlan şato sa­
hiplerinin neşesini kaçınyordu.
O gün kayda değer bir olay geçmedi. Kahramanımız, şatodan
kaçmak için planlar kuruyor fakat Sanço'suz ne yapacağını bilemi­
yordu. Dük'le eşi arazilerini dolaşmaya çıktıklan için o akşam ye­
mek geç yendi. Yemekten sonra ev sahipleri yorgun olduklannı söy­
leyerek şövalyeden izin istediler.
- Siz de odanıza çekilip istirahatinize bakın, dediler.
- Bir iş yapmadım ki yorulayım ... diye cevap verdi şövalye, bü-
tün gün tenbel tenbel oturmak ve hazırdan yemek gezgin şövalye­
Jer için utanılacak bir durumdur. Bana ve seyisime gösterdiğiniz ya­
kınlığın ve misafirperverliğin karşılığında bir hizmette bulunama­
manın ezikliğini hissediyorum . . .
- Kendinize haksızlık ediyorsunuz . . . dedi Düşes, sadece Canda­
ya Kontesi Trifaldi'yi büyüden kunarmanızın karşılığını, size ömür
boyu baksak bile, ödeyemeyiz . . . Mança'lı Don Kişot'un misafirimiz
olduğunu bütün Ispanya hatta bütün dünya biliyor. Bu şeref bize
yeter. Aynca sizi yanımızda görmek bize emniyet veriyor. . .

216
Bu iltifatlar kahramanımızın yüreğini biraz serinietmiş ise de, şa­
todan kaçma fikrinden vazgeçirebilmiş değildi. Düşes'e iltifatlann­
dan dolayı teşekkür etti. Odasına çıkmak üzere izin istedi.
Vakit gecenin yansını çoktan geçtiği halde şövalyenin gözlerin­
de uykudan eser yoktu:
- Kaçınalı ama... Nereye ve nasıl? Bu soruyu defalardır kendisi­
ne soruyor ancak inandıncı bir cevap bulaınıyordu.
- Ah Sanço! diyordu, seni şu ada sevdası beni de Dulsinea sev­
dası bitirecek. ..
Tam bunlan düşünürken bahçeye bakan pencereden üzerine
çıngırak!ar bağlanmış bir ipin saiiandığını gördiı. Ipin ucunda bir
sepet vardı. Sepetin içi kedi doluydu. Don Kişot, vaziyeti öğrenmek
için tam yerinden kalkınıştı ki, aksilik bu ya, kediler dışan çıkmaya
çalıştığından sepet devrildi. Kedilerden bir kaçı duşerken pencere­
nin parmaklıkianna tutundular. Oradan da odaya atladılar. Kuyruk­
lanna bağlı çıngıraklann çıkardıklan seslerden iirken kediler, deli­
ler gibi sağa sola koşuşturuyorlardı. Bu koşuştuuna sırasında, oda­
nın içini aydınlatan ınuınlan devitip söndürdüler. lçeıisi karanlığa
gömülmüş, göz gözü görmiiyordu.
Don Kişot neye uğradığını bilemedi:
- Bu mutlaka büyücüleıin işidir! diye bağırdı. Derhal kılıcını
çekti.
- Defalun büyücünun uşaklanı Bütün büyücüler toplanıp gelse­
ler yine de beni korkutaınazlar. Ben, Mança'lı Şövalye Don Ki­
şot'um! Hepinizin keiielerini uçurmadan kaçıp canınızı kurtann.
Çıngırak seslerine bir de şövalyenin naralan kanşınca kediler can
havliyle pencereye koşup dışanya fırladılar. Ancak bir tanesi köşeye
sıkışmış olduğundan kaçaınamıştı. Kahramanıınızın elindeki kılıcı
etrafa saHayarak bağırdığını gören kedicik, kendisini müdafaa et­
mek için şövalyenin üzerine atladı. Dişlerini onun bumuna geçirdi.
Don Kişot acı bir çığlık kopardı.
Dük'le Düşes yetişineeye kadar Mança'lının yüzü tırnak izlerin­
den delik deşik oldu. Kedinin perrçeleri şövalyenin kılıcından daha

217
iyi iş görmüştü. Kediyi onun yüzünden çekip aldıklannda bile hala
bağırıyordu:
- Bırakın da şu büyülü malıluka dünyanın kaç bucak olduğunu
göstereyim!
Don Kişot büyücülere tehdid savururken, Dük hizmetçi kızlar­
dan birine ilaç Ve temiz bez getirmesini soyledi.
Hacı getiren kız şövalyenin yabancısı değildi. Güzel Altisidora,
yumuşak elleriyle Mança'lı yiğidin yaralarını sararken kulağına eğil­
miş şöyle diyordu:
- Ah taş yürekli şövalye! Gönlü yaralı bir kızın beddualan tut­
maz mı sanırsınız? Ne olur, daha kötü durumlara düşmeden aşkıını
kabul edin...
Kahraınanımızın cevap vermediğini görünce kızar gibi yaptı:
- Dilerim o korkak seyisin üç bin üç yüz sapayı yemekten vaz­
geçer de Dulsinea'n ömür boyu çirkin bir köylü karısı olarak kalır!..
Don Kişot, Altisidora'yı hiç duymuyormuş gibi yaptı. Herhangi
bir tepkide bulunmadı. Kız, yaralan sararken bilerek bastınyor, fa­
kat biziınki "uf' bile demiyordu. Tedavi işi bitince bizimki Dük'e te­
şekkür etti.
Altisidora'nın acemice sardığı sargılar kahramanımızın yüzılnü
çok komik bir hale sokmuştu. Düşes gülmernek için kendisini zor
tutuyordu.
- Şimdilik kolay atlattınız ... dedi kahramanımıza.
- Evet Düşes hazretleri... dedi şövalye, ama ilk raundu böyle ko-
lay atiattığıını duyan büyücüler peşimi bırakmayacaklardır. Biraz
cesaretleri varsa, ikinci karşılaşmayı açık bir arazide yaparlar. O za­
man Mança'lı Don Kişot'un kim olduğunu onlara gösteririm.
Dük, oyunu planlarken, işin bu derece kötüye varabileceğini dü­
şünmemişti. Şövalyenin parçalanmış yüzünü görünce derin bir vic­
dan azabı duydu. Altisidora da ona acımış olacak ki Düşes'e anık bu
oyunu daha fazla sürdüremeyeceğini söyledi. Sahneden çekilmek
için izin istedi.

218
Kahramanımızın yaralan sanldıktan sonra, Dük etrafındakilere
adayı boşaltmalannı söyledi. Bir iki teselli edici sözden sonra o da
izin istedi. Şövalyeyi, islirahat etmesi için, yalnız bıraktı.
Zavallı Don Kişot, beş gün yataktan çıkamadı. Ateşler içinde yat­
tı. Dük'le kansı onu sık sık ziyaret edip yakından ilgilendiler.
- Hiç dikkat ettiniz mi? diyordu Düşes kocasına, adam en zor
şanlar altında bile hayatından şikayet etmiyor...
- Evet... dedi Dük, sıkı sıkıya bağlı olduğu şövalye romanlan
onu bu şekilde davranmaya zorluyor...

Sanço Panza, efendisinin başına gelenlerden habersiz, valilik işi­


ni canla başla yürütmeye çalışıyordu. Yönetim kurulu üyeleri, oyla­
madan sonra onu sarayına götürdüler. Saray dedikleri sıradan bir
evdi; ama Sanço itiraz etmedi... Muhafızlar önde vali arkada geniş
bir salona girdiler. O da nesi!.. Öyle bir sofra kurulmuştu ki,
Dük'ün şatosunda bile böylesini görmemişti.
- Nedir bu! diye gürledi.
- Ne olduğunu pekala görüyorsunuz... diye cevap verdi Kahya.
- Ben görmediğimi söylemedim dalkavuk herif!
- Adımı "dalkavuk"a çıkardınız gitti, Vali hazretleri... lnanın bu-
na çok üzülüyorum.
- Kime sordunuz da devletin parasıyla bu kadar masraf ettiniz
diyorum? Çabuk cevap ver!
- Adettendir efendimiz... Yeni vali imtihanı kazanıp kalıcılığı
onaylandıktan sonra kendisine mükemmel bir ziyafet verilir...
- lsraftır bu! !sraf ise haramdır... Kimin parası ile kime ziyafet
veriyorsunuz? Bu kadar yemekle koca Beleşonya doyar be!
Sonra Papaz'ı çağırdı:
- Söyle peder Allah aşkına! Kitapta yeri var mı bunun?

219
- Insanlar artık kitaba göre değil, kendi kafalanndan koydukla­
n kurallara göre hareket ediyorlar. .. Şahsi fikrimi sorarsanız, bu ko­
nuda ben de size katılıyorum: Evet, israftır...

- Ne yapacağız peki şimdi? Bu kadar yemeği çöpe mi dökece­


ğiz? ..
- Anık olmuş bir kere. . . Emri veren siz değilsiniz. Madem bu
kuralı sizden öncekiler koymuş; siz de bir kanun çıkanr bunu ya­
saklarsınız olur biter...
- Valiahi çok akıllı adamsın Peder! Allah'ın ne sevgili kuluymu­
şum ki, tam efendimi kaybettiğim bir sırada karşıma seni çıkardı...
- Sizin gibi bir dost kazanmak benim için şereftir vali hazretleri.
fzin verirseniz şu topluluğa bir kaç söz söylemek istiyorum.
- Izin senindir, peder.
Papaz Efendi derin bir nefes aldıktan sonra söze başladı:
- Ey Beleşonya adasımn muhterem büyükleri! Kabul etmemiz ge­
rekir ki, valimize danışmadan bir hata işledik Eğer bu bir günah ise,
valimiz hariç, hepimiz bu günaha ortağız... Bunca yiyeceği kaldınp
çöpe atmak ikinci bir günahtır. Valimiz izin verirlerse, ikinci günahı
işlemeyelim. Ilk ve son defa olarak şu sofranın başına oturalım.
Papaz konuşmasını yaparken Sanço'nun gözleri Kahya'yı aradı.
Adam ortalarda görünmüyordu:

- Eh dalkavuk düzenbazi dedi, kim bilir yine ne dolaplar çeviri-


yorsun ...

Papaz konuşmasını bitirince Sanço'ya döndü.


- Yine de son karar sizindir vali hazretleri...

- Hakiısınız Peder! Bu kadar yiyeceği çöpe dökmek, Allah'ın ni-


metlerine karşı nankörlük olur. .. Haydi o halde, buyurun sofraya!
Ilk ve son defa olarak!..
Yemeğe olurulduğu sırada salonun kapısı açıldı. Kahya, yanında
beyaz elbiseli, elinde asa bulunan bir adamla içeriye girdi. Adam ge­
lip Sanço'nun başına dikildi. Vali, destursuz bağa giren bu adama
sordu:

220
- Sen de kimsin? Tepemde ne işin var?
- Ben sizin özel doktorunuzum vali hazretleri.
- Buyurun cenaze namazınal Daha neler görecegiz bakalım. . .
Çok şükür doktorluk bir hastalıgım yok. Bu güne kadar öksürük ve
nezleden başka hiç bir hastalıga yakalanmadım. Çekil git başımdan
şimdi!
- Affımza sıgınarak hatırlatayım ki, beni bu göreve Dük hazret­
leri atadı. Beleşonya adasının gelecegi için saglıgınızla ilgilenmek
zorundayım ...
- Bana bak saray soytansıl Her horoz kendi çöplügünde öter...
Burada vali bensem kararlan da ben veririm. Neticede bir hata yap­
mış isem, bunun hesabını önce Allah'a sonra da Dük'e ben veri­
rim!..
Işin kötüye gitligini gören Papaz araya girdi:
- Bırakınız kalsın efendim... Size ne zaran var? Afiyetle yemeni­
ze bakın.
- Eh pederin tatlı hatın olmasaydı, ben gösterirdim sana, ukela
hertil Ne ise... Kal bakalım. Yalnız biraz uzak dur, huylanıyorum. . .
Gelenekiere göre, herkes önce Vali'nin ilk lokmayı almasını bek­
liyordu. Sanço tam elini uzatınıştı ki doktor bagırdı:
- Sakın Vali hazretleril O yemek çok baharatlıdır. Baharat ise
çok su içirir. Çok su kanı sulandıracagından baş dönmesi yapar.
Vali'nin cevabını beklemeden yanında duran hizmetçiye emir
verdi:
- Çabuk o yemegi valimizin önünden kaldırl
Sanço tıp işinden fazla anlamadıgı için sesini çıkarmadı. Nasıl
olsa geride daha bir sürü yemek vardı.
- Peki, şu her haliyle usta ellerden çıktıgı belli olan nar gibi kı­
zarmış kekliklere bir diyecegin olamaz degil mi? Afiyetle yiyebili­
rim.
- Aman efendim, ne yapıyorsunuz? Hekimligin babası Hipok­
rates der ki: "Omnis saturatio mala, perdicis autem pessiama. " Sizin

221
anlayacağızın, Ispanyolca'sı şu: "Her kızartma hazıınsızlık yapar
kekliğinki en beteridir" ...

- �imdi ayağa kalkarsam, seni o baban olacak Hiperpatates'in


yanına gönderirim! Zebani kılıklı herifl Madem ne yiyeceğime sen
karar vereceksin, o halde bana dokunmayacak şeyleri göster de on­
lardan yiyeyim. Yoksa açlık tepeıne vurduğu zaman ne yapacağıını
Allah bilir! ..

- Bir valinin yediği şeylere dikkat etmesi gerektiğini nihayet siz


de kabul ettiniz. Bana sorarsanız, şurada duran tavşan yalınisinden
uzak durınalısınız. Şu dana eti de kızartma veya çevirme alınasaydı
bir parça yemenize izin verebilirdim. Aman, aman... Şu türlü kadar
mide düşmanı bir yemek yoktur! Onu ancak cahil köylüler, papaz
çöınezleri ve maden işçileri yerler... Kısacası, şu sofrada, bir valinin
yedikten sonra hasta olarak kalkamayacağı bir yemek göreıniyo­
ruın... Ancak sizin aç kalmamza da gönlüm razı değil. Mamafih,
üzerine hafif ayva reçeli sürülmüş bir dilim ekmek yemenize izin
verebilirim. . .
Sanço öfkeden deliye dönmek üzere idi. Eğer efendisi Don Ki­
şot'un altın öğütlerini hatırlamamış olsaydı, Ispanya ordusu gelse
doktoru onun elinden alamazdı ...

Sofrada bulunan bütün üyeler ve özellikle Papaz Efendi, Vali'nin


sabnna hayran kaldılar.
Sanço, derin bir nefes aldıktan sonra doktora döndü:
- Adını bağışlar mısın doktor efendi?
- Adım Pedro de Agüro'dur efendim.

- Peki, Pedro filanca; hangi okuldan mezun olduğunu da sora-


bilir miyim?
- Osuna Üniversitesi'nden Vali hazretleri.
- Nerelisin, nerede doğdun?
- Almadavar'ın Tanefuar köyünde doğmuşum.
- Baban ne iş yapardı?
- Köyün papazı idi efendim.

222
Sanço, sorulanyla adamı köşeye sıkıştınnış, sıra nakavt yumm­
gunu vurmaya gelmişti:
- A benim soyunu sopunu küçük gören, şom agızlı hekimimi
dedi, bak sen de benim gibi köyde dogrnuşsun ... Neden köylüleri
küçük görüyorsun? Baban papaz oldugu halde, neden türlü yeme­
gini sadece papaz çömezlerine ve maden işçilerine layık görüyor­
sun?
- Vali hazretleri, konuyu degiştiriyorsunuz!
- Konumuz tıp ve ben de tıptan bir kelime anlamarn öyle mil
Sen beni geri zekalı bir adam mı sandın a. hekim bozuntusu! Allah
valinin midesini başka, şurada bulunan efendilerin midesini başka
mı yaratmıştır? .. Neden onlara serbest olan yiyecelder bana yasak
·

oluyor?
Doktor, hiç beklemedigi bu sorular karşısında ne diyeceğini bile-
medi. Sanço onu şaşkınlıgı ile başbaşa bırakıp sofradakilere döndü:
- Söyleyin ey Beleşonya'nın büyükleri, haksız mıyıml

Hep bir agızdan cevap verdiler:


- Hakiısınız Vali hazretleri!

- O halde dektorun suçu sabit olmuştur!.. Muhafızlari Yakalayın


şu adamı ve derhal götürüp hapsedini Bir hafta müddetle istimhat
etsin. Ayva reçelinden ve ekmekten başka yiyecek verilmeyecek!..
Adam şaşkın şaşkın etrafına bakınırken, muhafızlar gelip kıskıv­
rak yakaladılar.
- Fakat bu yaptığınız ...

- Kapa çeneni terbiyesiz herif! Eger bir kelime daha edersen, şu-
radaki asa ile sana öyle bir girişirim ki; hiç bir kanun adamı kötü bir
hekimi babası Hiperpatates'in yanına gönderdim diye ceza ver­
mez! ..
Doktor, Sanço'nun çok ciddi oldugunu görüp korkudan sapsan
kesildi. Muhafızlar hapsetmek için götürurlerken itiraz etmedi.
Beleşonya Valisi, kendini akıllı zanneden hekimi böylece safdışı
ettikten sonra Kahya'yı çagırdı:

223
- Buraya-gel, düzenbaz herif! Eğer bu oyunu sen düzenlememiş
isen ben de ne olayım... Son defa olarak seni ikaz ediyorum. Bir da­
ha böyle kirli bir iş çevirdiğini göreyim, Dük'ün adamı olduğuna fi­
lan bakmam, tıkanın kodese! Defol git şimdi karşımdan, iştahımı
kaçınyarsuni ..
Kahya, deli zannettiği bu adama kül yutturamayacağını an!amış,
hiç sesini çıkannamıştı. Daktorun akibetine uğramamak için tıpış
tıpış salonu terketti...
Sanço, ikinci belayı da defettikten sonra sofradakilerden özür di­
ledi. Hep birlikte soğumuş yemekiere kaşık çaldılar...

Tam yemeğin ona yerinde, dışandan kan ter içinde bir adam
geldi. Halinden yabancı olduğu belli oluyordu:
- Vali hazretlerini göreceğim, kendisine verilecek çok önemli bir
mesaj var! dedi.
Sanço yerinden kalktı:
- Vali benim! dedi, ver bakayım şu önemli mesaj ne imiş?
Adam koynundan mühürlü bir zarf çıkanp Sanço'ya uzattı. Bi-
zimki okuma yazma bilmediğinden zarfın üzerindeki yazıyı okuya­
madı.
Zarfı Papaz'a uzattı:
- Oku bakayım Peder! Üzerinde ne yazıyor?
Papaz zarfı alıp okudu:
- "Beleşonya Valisi Don Sanço Panza'ya veya özel Mektupçusu-
na. Dikkat çok gizlidir."
Zarfı geri aldıktan sonra bağırdı:
- Kimdir benim özel mektupçum?
Yemekte bulunan üyelerden biri ayağa kalktı:
- Benim Don Senyor! diye cevap verdi.
- Işte şimdi ayıp ettin mektupçu efendi! Daha işin başında bo-
zuşmamızı istemiyorsan bu iki kelimeyi bir dalıa ağzına alma! Ben
ne Don'um ne de Senyor. . . Beleşonya Adası Valisi Sanço Panza'yım,
aniadın mı?

224
- Anladım Vali hazretleıi...
- Okuman yazman iyi midir?
- Iyidir efendim; üstelik Viskaya'lıyım ...
- Viskayalılann bir üstünlüğümü var?
- Övünmek gibi olmasın, bizim köyde okuma yazma bilmeyen
yoktur...
- Yine çam devirdin Viskaya'lı! Okuma yazma bilmernek o ka­
dar kötü bir şey mi ki? Aferin sizin köyün öğretmenine, çalışkan
adammış...
- Yine övünmek gibi olmasın vali hazretleri, köyün öğretmeni
benim babamdır...
- Iyi ki övünmüyorsun ha! Bir de övünsen, Kral'la akraba çıka­
caksın...
Bu ince espri orada bulunan herkesin hoşuna gitmiş olacak ki
kahkahayla güldüler.
Sanço, sofradakilere döndü:
- Beleşonya'nın muhterem büyükleri! dedi, izin verirseniz çalış­
ma odanıa çıkıp şu önemli mesajın ne oldugunu anlamak istiyorum.
Siz yemeğinize devam edin. Devletin işi beklerneye gelmez. Haydi
hepinize afiyet olsun!
Vali önde özel mektupçusu arkada salonu terkettiler. Kapıdan
çıkınca Sanço sordu:
- Valinin çalışma odası nerede?
- Bu koridorun sonunda, dedi mektupçu, işte şu kapısı görünen
oda.
Içeri girince, Sanço etrafa göz gezdirdi. Odanın bahçeye bakan
büyük bir penceresi vardı. Yere işlemeli kalın kilimler serilmişti. Ay­
nca, oturaniann rahat etmesi için duvar boyunca minder ve yastık­
lar vardı. Vali baş köşeye geçip oturdu. Mektupçuya da otunuası
için yer gösterdi:
- Aç şu zarfı bakalım! dedi, mektup bizim Dük'ten geliyor ohnalı.

225
Mektupçu zarfı özenle açtı. Mektubu dışan çıkardı.

- Oku! dedi Sanço.

Adam okumaya başladı:

Beleşonya Topraklannın Sahibi Dük'ten Vali Senyar


Don Sanço Panzaya
Casuslanmdan öğrendiğime göre, bana dÜŞman bazı
kimseler, tarihini kesin olarak tesbit edemediğimiz bir ge­
cede, Beleşonya adasına baskın düZenleyeceklenniş. Bu
günden itibaren nöbetçilerin sayısını artınn. Gerekli bütün
emniyet tedbirlerini alın. Silahsız yatmayın. Kendinizi,
halkınızı ve adanızı bir valiye yakışır şekilde koruyacağı­
nızdan şüphem yoktur... Düşmanlar çok kalabalık gelir,
çatışma uzarsa, bana derhal bir haberd ile durumu bildi­
rin ki takviye kuvvetler göndereyim. Gerekirse başianna
Don Kişot'u veririm. Biliyorsunuz, o bir orduya bedeldir.
Allah sizi kötü insaniann şerrinden korusun.

Bizim Şato, 16 Ağustos, Sabahın Dördu


Dostunuz Duk
Imza ve mahur

Hiç beklemediği bu haber karşısında Sanço'nun ağzı bir kanş


açık kaldı. Bir müddet düşündükten sonra mektupçuya döndü:
- Şu Dük'ün düşınanlan da amma tuhaf insanlarmışi dedi, be­
nimle ne alıp verecekleri olabilir? Bir hesaplan varsa, gitsinler
Dük'le paylaşsınlar...
- Siz Dük'ün valisi değil misiniz?
- Ne varmış bunda?
- Siz demek Dük demek, size zarar vermek demek Dük'e zarar
vermek demek...
- Haydi canım sende! Ben ölünce Dük'ü gömecek değiller ya...
Bence bu işin içinde başka bir iş var! Söyle bakayım mektupçu, sır
saklayabilir misin?

226
- Sır saklamasam beni mektupçu yaparlar mıydı Vali hazretleri?
- Orası hiç belli olmaz ...
- Eğer bana güvenmiyorsanız, sımniZ sizde kalsın efendim...
Öğrenmeye hiç de istekli değilim. Ne kadar çok sır taşırsam, canım
o kadar ıehlikede demektir...
- Sen güvenilir bir adama benziyorsun. Hislertın beni kolay ko­
lay aldatmaz. Onun için düşündüklerimi senden saklamayacağun.
Diyorum ki, bu iş düşman işi değil; olsa olsa anarşist işidir. .. Bele­
şonya'ya gelişirole menfaatleri tehlikeye giren biri, işsiz güçsüz, ser­
seri takımını kiraladı; üzerime saldınacak. .. Menfaatleri tehlikeye
giren bu adam, Kahya'dan başkası olamaz!.. Ne yazık ki, elimde ke­
sin deliller yok. Yoksa, Dük'ün adaını filan olduğuna bakmaz, ya­
lancı doktorun. yanına hapsederdim...
Bunlan söyledikten sonra mektupçuya sordu:
- Sen ne kadar zamandır Beleşonya'dasın?
- On seneyi geçiyor, vali hazretleri.
- Peki, Kahya'yı nasıl bilirsin? Düşündüklerimde haksız mıyım?
- Madem siz bana güvenip sımnızı açtımz. Ben de size karşı dü-
rüst olacağım. Doktoru hapsetmekle iyi ettiniz. Onu öğretip üzeri­
nize salan Kahya'dan başkası değildir. Be!eşonya'da ne kadar kirli iş­
ler varsa mutlaka Kahya'mn pannağı vardır. Aına bunu o kadar us­
talıkla ve gizlilikle yapar ki, asla ipucu bırakmaz. Dük'e her sene pa­
halı hediyeler götürerek onu dahi kendi tarafına çekmeyi başardı.
Hal böyle olunca herkes ondan korkar, ne derse boyun eğmek zo­
runda kalırlar. Sizden önceki valiler bile onunla uğraşmaya cesaret
edemediler.
- Peki, ne tavsiye edersin mektupçu kardeş? Ben böyle Bizans
oyunlanndan hiç anlamam...
- Zaten anlasaydınız onunla mücadeleyi göze alamazdınız... Bu
cesaretiniz, korkanm, sizi valilik makamından edecek .. Değil mi ki,
Dük de onun tarafında; işiniz çok zor!
- Gözümü korkutmaya çalışma mektupçul O adama asla boyun
eğmeyeceğim. Görürebildiğim yere kadar götürürüm. Bana düşen

227
elimden geleni yapmaktır. Gerisine kanşmam. Kaderin muradı ne
ise o olur...

Düşes, Sanço'yu Beleşonya adasına yolcu ettikten sonra, çağırdı­


ğı postacısına valinin mektubunu vermiş onu doğruca kansı Teresa
Panza'ya teslim etmesini emretmişti. Aynca kendisi de valinin eşine
hitaben bir mektup yazmış, hediyeler yollamışu.
Postacı uzun bir yolculuktan sonra köye vamuş, ilk rastladığı ki­
şiye Beleşonya Valisi Senyar Don Sanço Panza'nın evini sormuştu.
Rastlantı bu ya aradığı evi sorduğu kişi, Sanço'nun genç kızı Sançi­
ka idi... Kız, postacının kendisi ile dalga geçip geçmediğinden emin
olmak için onu baştan ayağa bir güzel süzdü. Postacı, yirmisine ye­
ni basmış, iyi giyimli, oldukça yakışıklı bir delikanlı idi. Her halin­
den serserinin biri olmadığı belli oluyordu. Sançika da ondördüne
basmaya iki ay kalmış, güzel mi güzel, boylu boslu bir kızdı. Onu
görenler annesine çektiğini söylüyorlardı. Genç postacı, kızın ken­
disini alıcı gözü ile süzdüğünü görünce, toz içinde kalmış elbisesi­
ne çeki düzen vermeye çalıştı. ·

Sançika:
- Sayın Bayım, diye söze başladı, siz genç bir kızla alay edecek
birine benzemiyorsunuz ... Sordugunuz kişi benim babamdır, ama
hiç bir yerin valisi değildir. Kendisini şövalye zanneden deli bir ada­
mın arkasına takılıp gitmiş saf bir köylüdür. ..
- Güzel senyora, dedi postacı, hem babanıza hem de efendisi
Mança'lı Şövalye Don Kişot'a haksızlık ediyorsunuz ... Büyük top­
raklann sahibi Dük'ümüz, babanızı Beleşonya adasına vali tayin et­
ti. Şu sıralarda devlet işlerine bakmaktan başını kaşıyacak zaman
bulamıyordur. Efendisi Don Kişot'a gelince, onun için söyledikleri­
ilizi ne siz söylemiş ne de ben duyınuş olayım. Çünkü, şu anda
Dük'ümüzün şeref misafiridir.
- Eh ne bileyim ... Dediğiniz gibi olsun! ayıp olmazsa, geliş sebe­
binizi sorabilir miyim?
- Babanız Senyar Don Sanço Panza, kansı Dona Teresa Panza'ya
bir mektup gönderdi.

228
- Babam okuma yazma bilmez ki?
- Bir valinin okuma yazma bilmesi gerekmez. Bütün okuma yaz-
ma işlerine özel mektupçusu bakar.. .
- Allah, Allah. . . Anlamadım ya, her ne ise!
- Aynca Dük'ün hanımı Senyara Düşes hazretleri de annenize
bir mektup ve hediyeler gönderdi.
- Annem şu anlattıklannızı duyunca ne yapacak merak ediyo­
rum. Heyecandan düşüp bayılınasa iyidir... Haydi bakalım, onu da­
ha fazla bekletmeyelim!
Postacı:
- S�nyora, bir vali kızının yaya yürüyüp de sıradan bir hizmet­
çinin at üzerinde onu takip etmesi hoş karşılanmaz. Düşes hazretle­
ri bunu duyarsa bana çok kızar. . . Buyurun ata siz binin! Ben sizi ya- .
ya takip ederim...
- Ay, dünyada olmaz! Anam beni bu halde görürse derimi yü­
zer... Bizde misafire eziyet etmek çok ayıp sayılır. Ama madem ısrar
ediyorsunuz, terkinize bineyim. Gerçi bunu gören köylü kadınlan
da dedikodu yapar ama; olsun sen niyete bak! ..
Teresa Panza, uzaktan bir aılının geldigini ve terkisinde de San­
çika'nın oturdugunu görünce gözlerine inanamadı.
- Vay başıma gelenler! diyerek bir feryat kopardı, babasız bir kı­
zın sonunda yapacagı. budur işte!..
Atlı iyice yaklaşınca, Teresa avazınm çıktıgı gibi bagırdı:
- Kız körolasıca, nedir bu halin! Beni bütün köye rezil mi etmek
istiyorsun?
- Anacıgım, vali hanımlan öyle sıradan köylü kanlan gibi bagır­
mazlar!..
- Vah benim kötü talihim! Bu da sonunda babası gibi kafayı
üşüttü galiba? ..
- Anacıgı.m, madem bana inanmıyorsun, işte susuyorum. Dog­
rusunu postacı bey anlatsın...
Postacı atından aşagı indi. Sançika'nın da inmesine yardım etti.
Sonra gidip Teresa'nın önünde egildi.

229
- Ay, ay! Ne yapıyor bu adam? diye bağırdı kadın, kız bu hertf
sarhoş galiba!
- Anacığıın, ne olursun, sonunda utanacağın şeyler söylemek­
tense, biraz sabret!
- Kızınız haklı, Senyora Dona Teresa Panza hazretlert! dedi pos­
tacı, size kocanız Beleşonya Adası Valisi Senyor Don Sanço Pan­
za'nın bir mektubunu getirdim. .. Onu vali tayin eden Dük'ün eşi
Senyora Düşes hazretleri de aynca size bir mektup ve hediyeler gön­
derdiler.
Postacı henüz sözlerini tamamlaınıştı ki, Teresa heyecandan ba­
yılıp düştü. Seyre gelen komşu kadınlan koşup yardım ettiler. Elle­
rine yüzüne su serpip ayıltrriaya çalıştılar. Seyre gelenler, sadece ka­
dınlar degildi. Içlerinde pek yabancımız olmayan köyün Papazı ile
Berbert postacının söylediklerini duyınuş, bir türlü inanmak isteme­
mişlerdi.
- Elifi görse mertek sanan bir keçi çobanından vali olur mu hiç?
diyorlardı kendi kendilerine...
Komşu kadınlan Teresa'yı ayıltınaya çalışırken Papaz ileri atıldı:
- Postacı efendi! dedi, ben Sanço'nun yabancısı degilim. Bayan
Teresa okuma bilmedigi için o mektupları nasıl olsabana okutacak­
tır. Ver bakayım şunları!
Postacı itiraz etmedi. Mektuplan çantasından çıkanp Papaz'a
uzattı.
Berber meraktan çatlayacak gibiydi:
- Allah aşkına sesli oku, peder! Ne yazıyor biz de duyalım...
Teresa güçlü bir kadın oldugu için baygınlığı uzun sürmedi. Pa-
pazı, elinde mektuplarla görünce sordu:
- Peder işin dogrusu nedir?
- Vallahi Bayan Teresai dedi, şu mektuplara bakılırsa postacı
haklı... Bu mektubu Sanço'dan başkası yazdırınış olamaz. Bin sayfa­
lık koca bir kitabın içinden bile ona ait bir cümleyi bulup çıkarabi­
lirim ... Şu ikincisine gelince: Yazının düzgünlüğü, ifadelerttı saray
dilinden olması gösteriyor ki, gerçek bir Düşes tarafından yazılmış­
tır. ..

230
- Hay Allah, göruyar musunuz! Şimdi ben gerçekten bir vali ka­
nsı mı oldum?..
Postacı fırsatı kaçırmadı:
- Evet, senyora! izin veliniz de Beleşonya Adası Valisi Senyar
Don Sanço Panza'nın biıicik meşru kansı Dona Teresa Panza'nın
elini öpeyim...
- Ay, ay! dedi Teresa, uzak dur benden postacı mısın nesin! Da­
ha bu nasırlı ellere kocamdan başka hiç bir erkeğin eli değmemiş­
tir! Vali kansı oldum diye geleneklertınizi bozacak değilim...
Postacı pişkin bir gençtL Vaziyeti kurtarmak için derhal ağız de- _
·

ğiştirdi:
- Şu soylu hareketinizie, size olan saygım bir kat daha artmış bu­
lunuyor Senyara-Don Teresa Panza hazretleıi! Izin veriniz de, hanı­
mım soylu Düşes hazretleıinin size hediye olarak gönderdiği altın
kaplama mercan gerdanlığı takdim edeyim...
Hemen çantasına el attı. Gerdanlığı çıkardı. Görenler gözleline
inanamadılar.
Postacı:
- Sançika hacı! dedi, bu naclide gerdanlığı o güzel elleıinle an­
nenin boynuna takar mısın?
Genç kız, elleri titreyerek gerdanlığı aldı. Ömriinde görmediği
bu göz kamaştıncı mücevhere bir müddet hayran hayran baktı...
- Kız ana! dedi, bu süslü gerdanlık yaşlı bir kadından çok, genç
bir kıza yakışmaz mı?
- Kızım, sen soylu Düşes'ten daha mı iyi bileceksin... Onu sana
verdiğimi duyarsa çok ayıp olur. Hele biraz takıp hevesimi alayım;
sonra yine sana veririm.
Seyirciler kahkahayla güldüler. Sançika, istemeye istemeye ger­
danlığı annesinin boynuna taktı. Soylulara ve zenginlere mahsus bu
gerdanlık, yamalı elbiseler üzerinde çok tuhaf duruyordu ...
Postacı tekrar çantasına el attı. Üzeıi gümüş sirnlerle işlenmiş
kırmızı kadifeden bir elbiselik kumaş çıkardı.

231
- Düşes hazretleri bunu da kızımza gönderdi... dedi, vücut ölçü­
lerini tam bilemediği için dikilmiş elbise yerine bu güzel kumaşı
gönderdi.
Teresa kumaşı alıp şöyle bir evirip çevirdikten sonra kızına ver­
di:
- Bak, soylu Prensesimiz seni de düşünmüş ... Onunla sana öyle
güzel bir elbise dikeceğim ki, köyün bütün genç kızlan kıskanacak­
lar.
Postacı son olarak, çantasından Sanço'nun gönderdiği yeşil av
elbisesini çıkardı:
- Bu da Dük'ümüzün Vali Hazretleri'ne hediye ettiği av elbisesi­
dir... dedi, kendisi devlet işleri ile çok meşgul olduğu için ava çıka­
cak zamanı yok; onu size gönderdi. Bozup kendinize veya kızınıza
elbise yaparsınız. Size teslim etmem gereken emanetler bu kadar.
Berber hemen atıldı:
- Papaz Efendi, lütfen Sanço'nun ve Düşes'in mektuplanlll yük­
sek sesle okur musunuz? Sanınm, benim gibi şurada bulunanlar da
merak içindeler...
- Bunun için Bayan Teresa'dan izin almamız gerekir. .. dedi Pa­
paz, mektuplann sahibi o.
- Okuyun Peder! dedi Teresa, siz ve şurada bulunanlar yabancı­
mız değilsiniz...
Papaz Efendi önce Sanço'nun mektubunu okudu. Adanın üç bin
bilmem kaç sopaya patladıgını söylediği cümle pek anlaşılanıadı...
Postacı:
- Valimiz ince bir şaka yapmış olmalı... dedi.
- Evet çok ince olduğu için anlayamadık, dedi Papaz...
Sıra Düşes'in mektubuna geldi. Etrafta çıt yoktu. Ilk defa soy­
lu birinden gelen bir mektubu dinleyeceklerdi. Bir kelimesini bile
kaçırmak istemiyorlardı. Papaz efendi yüksek sesle okumaya baş­
ladı:

232
Duşes'ten Dona Teresa Panza'ya

Sevgili Teresa,
Kocanız Sanço'nun llstan kabiliyetleri, iyiligi ve ada­
leıli kararlan karşısında elimizdeki sayısız adalardan bi­
rine vali yapmaya karar verdik. Kocam Dak hazretleri,
gözumaz gibi sevdigirniz Beleşonya adasını onun emrine
vermiş bulunuyor. Aldıgımız guvenilir haberlere göre bu­
rasını kartallar gibi yönetmekte, adaleti ile etrafçı un sal­
maktadır. Böyle bir kocanız olduğu için Allah'a ne kadar
şakretseniz azdır. Iyi bir koca bulmak ne kadar zor ise; iyi
bir vali bulmak ta o kadar zordur. Bize Sanço gibi bir va­
li gönderdigi için Allah'a her gun dua ediyoruz.
Sevgili dostum, size altın saslemeli, mercan bir gerdan­
lık gönderiyorum. Bu mercan/ann Doğu'dan gelmiş inciler
olmasını ne kadar isterdim. Ama inanın benim bile inci bir
gerdanlıgım yok. Sizinle tanışmayı, şöyle kadın kadına
oturup sohbet etmeyi çok istiyorum. Inşallah birgun o da
olur. Kızınız Sançika'ya selcim ve sevgilerimi iletin. Onun
daganunu kendi elimle yapmak istiyorum.
Sizin oralarda meşe palamutlannın çok guzel olduğu­
nu duydum. Eger zahmet edip iki duzine gönderirseniz be­
ni çok memnun etmiş olacaksınız. Uzun, uzun yazın bana.
Işlerinizi, saglıgınızı anlatın. Bir şeye ihtiyacınız olursa
pastaeıma söylemeniz yeter. Derhal yerine getirilecektir.
Allah sizi korusun; bizi de unutmasıni
Sizi candan seven dostunuz
DUşes

Teresa mektubu dinlerken Düşes'in alçak gönüllülüğülle ve sa­


mimiyetine hayran kaldı. Köylüler de duyduklarına inanamadılar.
Papaz mektubu okuyup bitirince Sanço'nun karısı açtı ağzını:
- Komşular duydunuz mu Düşes'in bana yazdıklarım? Burada­
ki soylu karılarından on kat daha soylu olduğu halde cümlelerinde

233
kibirden eser yok. Bizimkiler kiliseye bile bir kraliçe edasıyla gider­
ler. Ayn sıralarda oturur, bir köylü kansı ile konuşmayı küçüklük sa­
yarlar. Esen yelin bile kendilerine degmemesini isterler. Neyıniş ·

efendim, sözüm ona soylu imişler. Gelsinler de soyluluk dersini be­


nim Düşes'imden alsınlar. Ne yalan söyleyeyim, bizim soylular bu
dakikadan itibaren gözümden düştüler. Anık onlara şu kadar saygım
kalmadı. Aynı topraklarda yaşadığımız, aynı havayı aynı suyu paylaş­
tığımız halde bir selamı bizden esirgerler. Kendilerinden başkasına
hep hizmetçi gözüyle bakarlar. Duşes'in yazdıklannı duydunuz; Ba­
na dostum diyor. Ah, ben de cahilliğimden bütün soylulan kibirli in­
sanlar bilirdim. Şu alçakgönüllülüğe bakın. Bana altın işlemeli, mer­
can gerdanlık gönderiyor ama masrafa girmeyeyim diye karşılığında
ıneşe palamutu istiyor. Inan olsun, ben de şu dağın en iri palamut­
lannı arayıp bulacağım ve Düşes'ime onlan göndereceğim... Gören­
ler hayatlannda böyle iri palamma rastlamadıklanm söyleyecekler.
Seyre gelen, gördükleri ve duyduklan karşısında hayrette kalan
komşular, Teresa'mn komşulanndan saf bir kadın, soyluluktan söz
açılmışken, aklına gelenleri söylemekten çekinmedi:
- Kız Teresai Şimdi böyle söylüyorsun ama yann "Vali Kansı" ol­
dum diye bize tepeden bakarsan şu sözlerini yüzüne çarpmasını bi­
lirim...
- Yo, sevgili komşum. Beni asla kibirlenirken göremeyeceksin.
Şimdi ne isem, atlı arabalara bindiğtın zaman da oyum. Yolda biri­
nizi görür de almazsam arabanın tekerleri kırılsın. Evimde pişen ye­
mekten size de tattırmazsam boğazıma dizilsin.
Sançika, anasının kulağına eğilip birşeyler fısıldadı.
Teresa:
- Çok haklısın kızım, dedi ve Papaz Efendiye döndü:
- Peder, şimdi izninizi istiyorum. Misafirimiz uzun yoldan gel-
di. Aç ve yorgundur.
Postacı kendisinin hatırlanmış olmasına çok sevindi:
- Çok düşüncelisiniz Senyara Dona Teresa Panza! Anma ve ba­
na yiyecek birşeyler verirseniz minnettar kalınm. Zira hemen geri
dönmem gerekiyor.

234
- Bu kadar yorgunluktan sonra geri dönmek olur mu! Çokşükür,
bir misafirtınizi yedirip banndıramayacak kadar da fakir değiliz.
- Özür dilerim Senyora! Bu teklifinizi asla kabul edemem. Beni
anlamaya çalışın ...
- Ay, ay! Şu DÜŞes'imin postacısı bile ne kadar asiL Erkeksiz bir
evde gecelenmeyeceğini nasıl da kibarca dile getiriyor... Ben senin
anan, Sançika da bacın sayılır oğlum.
- Senyara Ana! Takdir edersiniz ki ben de bir emir kuluyum.
Emanetleri verir vermez geri dönmem söy!endi.
- Eh gayri sen bilirsin; ne diyeyim. Benim soylulann işine ak!ım
fazla ermez. Vali kansı olalı şunun şusannda kaç saat oldu!...
Teresa, Sançika'ya önden koşmasını, kurutulmuş etten ince di­
limler keserek ocağa atmasını ve içiıie on tane yumurta kırmasını
söyledi. Kız, ceylan gibi sekerek evin yolunu tuttu. Köylüler, gör­
dükleri ve duyduklan karşısında sevineceklerini mi yoksa üzülecek­
lerini mi bilemediler. Evini barkını, çoluğunu çocuğunu geride bı­
rakıp, kendisini şövalye zanneden bir delinin ardına düşen şapşal
Sanço, vali olmuştu... Bu inanılacak şey miydi! Şöyle veya böyle,
köyleıinden bir vali çıkmıştı... Ilk defa bir Düşes, köyün sıradan bir
kansına arkadaşına yazar gibi mektup yazıyor aynca ona altın işle­
meli, mercan bir gerdanlık gönderiyordu.
Seyirciler arasında en şaşkın olanı şüphesiz Berber idi. Rüyada
olup olmadığını anlamak için yüzünü çimdikliyordu. Teresa Pa­
paz'dan mektuplannı alıp misafirtyle eve giderken bizim usta Traş­
cı hala şoktan kurtulamamış bulunuyordu:
- Peder, yaradana sığınıp bana esaslı bir tokat atar mısın?
- Berber kardeş, ne dediğinin farkında mısın?
- Evet peder; bana bir tokat at dedim.
- Iyi de, bu nereden icabetti? Eğer gizli bir günahın var ve bir to-
katla ödeyeceğini sanıyorsan; bilmiş ol ki kendini aldatıyorsun.
- Hayır dostum, hayır! Beni yanlış anladınız. Şu mektuplar,
hediyeler ve postacı işi olmasa Sanço'unun vali olduğuna beni
kimsecikler ikna edemezdi. Bunun bir rüya olduğunu sanıyorum.

235
Gördüklerime ve duyduklanma hala inanmış değilim. Sizden tokat
istememin sebebi, aklımı başına getirmesi içindi.
- Bak dostum! Itiraf edeyim ki ben de Sanço'nun vali olduğuna
inanmış değ;ilim. Bu işin içinde bir oyun var gibi geliyor bana. Eğer
fırsatını bulup şu postacıyı bir koşeye çekebilseydim, işin aslını öğ­
renebilirdim.
- Fırsatı kaçırmış sayılmazsınız. Adam hemen geri döneceğini
söylemişti. Onu yol üzerinde bekler, ağzını arar, bir güzel konuştu­
ruruz.
- Hay aklınla bin yaşayasın dostum! Öyle ya... Bunu nasıl oldu
da düşünernedim?
- Elifi görsek mertek samnz ama, kafamız çalışır Peder.
Beleşonya Valisi'nin iki eski dostu, postacının gelişini beklemek
üzere yol, kenanna oturdular. Vakit geçirmek için sohbet ederler­
ken, yabancıya Don Kişot'tat haber sormadıklannı hatırladılar. Eğer
adamın dilini çözebilirlerse onu da soracaklardı.

Sançika, misafire anasının dediğ;inden daha fazla ikramda bu­


lundu. Postacı'nın Düşes'e Sanço Ailesi'nin fakir ve görgüsüz oldu­
ğunu anlatmasını istemiyordu. Iki hanımın, erkeksiz de olsa, evi çe­
kip çevirebildiklerini söylemeliydi. Misafirin karnını doyurduktan
sorıra doğruca alııra gitti. Atın önüne bolca yulaf koydu. Beklenme­
dik müjdelerle gelen bu yabancı genci sevınişti. Doğrusunu söyle­
mek gerekirse delikanlı da onu sevınişti. Eğer verebileceğine aklı
yatsa, babasından Sançika'yı istemeye dünden razı idi. Düşes'in
mektubunda vaadettiği düğünün kendi düğünü olmasını o kadar
arzu ediyordu ki. Hatta bunun için, yemeğini bitirdikten sonra, giz­
li ve uzun bir dua bile etmişti.
Sayılı dakikalar çabuk biter demişler. Gerçekten de öyle oldu.
Teresa'nın ve Sançika'nın Sanço panza hakkında sorduklan sorular
ve bizimkinin verdiğ;i cevapler bitince aynimak vakti gelip çattı. Te­
resa, kaba saha görünüşlü bir kadındı ama iki gencin sık sık göz-

236
göze geldiklerini farkedemeyecek kadar da aptal değildi. Içinden
şöyle geçiriyordu:
- Allah için, ikisi de birbirine pek yakışıyorlar. Ancak Vali Bey
bu işe ne der bilemem. Çünkü son söz ev reisinindir. Ne bileyim.
Hani olur ya, bakarsın "bir vali kızı postacıya yakışır mı" diyebilir...
Yabancı, hareket etmek için izin isterken, gösterdikleri misafir­
. perverlikten, dolayı teşekkür etti. Sançika'nın yüzüne bakarak:
- Düşes hazretlerine Panza Ailesi'nin ne kadar misafirperver ve
alçakgönüllü olduklannı anlatacağım. Inanın sizinle tanışmaktan
şeref duydum, dedi.
Teresa, postacı'nın gitmekten bahsettiğini duyunca yüregi agzı­
na geldi. Zira, Düşes'in istediği palamutlan toplamayı unutmuş ol­
duğunu hatırladı:
- Aman Postacı oğlum! Ananın başı için biraz daha eylen. San­
ço'dan haber sorayım derken Düşes hamının istediği palamuılan
unuttum. Palamut agaçlan hemen şuracıkta, pek yakınımızdadır.
Iki nefeste gider gelirim.
Bu önemli isteğe hayır denemezdi doğrusu:
- Peki Senyara Dona Teresa Panza. Sizin için biraz daha bekle­
yeceğim, dedi.
Teresa gidecekti gitmesine ama içine bir korku düştü. Iki genci
yalnız bırakmanın doğru olmayacağını düşündü. Aynca bütün kö­
yün gözleri onlann üzerindeydi. Birşey olmasa bile dedikodu çıka­
rabilirlerdi.
Postacı uyanık bir genÇti. Onun gidip gitmemek arasında terad­
dut ettiğini görünce vaziyeti anladı:
- Senyara Ana, biz de seninle gelelim; yardım ederiz, dedi. Ce­
vap vermesini beklemeden ayaga kalktı. Böylece Teresa'yı içine düş­
tüğü zor durumdan kurtarmış oldu.
- Sağ olasın Postacı oğlum! Allah gönlüne göre versin...
Üçü birlikte palamut ağaçlanna giden yolu tuttular. Postacı, atı­
na binmemiş, onun yulanndan tutarak hanımlada birlikte yürüyor­
du.

237
Teresa, sözünü ettiği iri palamurlardan bir torba dolusu topladı.
Gençler ona yardım etmek istedilerse de kabul etmemiş; kendi he­
diyesini kendi eliyle toplaması gerektiğini söylemişti...
Postacı, palamut· torbasım çantasına yerleştirirken sordu:
- Senyora Ana, siz de Düşes Hazretleri'ne bir mektup yazmak is­
temez misiniz?
- Isterim istemesine, hem de çok isterim ama, ben okuma yaz­
ma bilmem ki...
- Yazı yazmasını bilnıeyişiniz, metup göndermenize engel değil
ki! Bütün soylu kişiler ve hanımlan mektuplannı kendileri yazmaz­
lar. Her birinin özel mektupçusu vardır. Siz söylersirriz ben de ya­
zanm.
- Büyük yerde yetişliğin nasıl da belli! Her şeyin kolayını bulu­
veriyorsun. Peki öyleyse... Kağıt kalem çıkar ve yazmaya başla ba­
kalım. Yalnız cahilliğimden bir hata yaparsam hemen hatırlat! Sev­
gili Prensesime mahçup olmak istemem.
- Hata yapacağınızı tahmin etmiyorum ama, böyle bir şey olur­
sa hatırlatınm. Beraberce doğrusunu yazanz...
- Aferin oğlum! Allah seni de bir Beleşonya'ya vali etsin inşal­
lah ...
- Işte bu duaya amin denir, dedi içinden Postacı.
Teresa söyledi Genç Adam yazdı. Sonunda ortaya şu mektıip
çıktı:
Beleşonya Adası Valisi'nin Eşi Senyora Teresa Panza'dan Soylu
Düşes Hazretleri'ne
Sevgili Senyora,
Sizin gibi yııce bir Kraliçe'nin ben kulunuza mektup yazmış ol­
masına ne kadar sevindim ve ne kadar şeref duydum anlatamam.
Mercan gerdan!ık, bu köydeki soylulan bile kıskandıracak güzellik­
te. Kocama bir ada bağışlamanız ne büyük lütuf. Gerçi bizim Papaz
Efendi, çömezi Sanson ve Berber Nikolas Usta Sanço'nun vali oldu­
ğUna pek inanmıyorlar ama hiç ehemmiyeti yok. Aslına bakarsanız
gerdanlığı ve av elbisesini görmesem ben bile inanmayacaktım.

238
Çünkü kocam bugüne kadar bana ve güttüğıl keçilerden başkasına
emir vermiş degildir.
Güzel ve soylu Senyora, madem Sanço anık resmen validir; atlı
arabaya binip şöyle bir Başkent'e gitmeye can arıyorum. Lütfen ko­
cama söyleyin çokça para göndersin. Komşu kanlannın dedigine
bakılırsa Madrid'de ekmegin okkası bir riyal etinse otuz marava­
dis'miş. Ne korkunç pahalılık! Komşu kanlan, aynca, ne kadar çok
alışveriş yapar, ne kadar çok para harcarsam kocamın şerefinin ar­
tacagını söylüyorlar. Çünkü görenler, "kim bu zengin hanım" diye­
cekler; uşaklanından biri de "Beleşonya Adası Valisi'nin kansı" di­
yecek böylece Sanço'nun şöhreti bütün Madrid'de duyulacakmış.
Ben de saygı görüp el üstünde tutulurmuşum. Allah bilir ya, öyle
sonradan görmeler gibi takıp takıştınp arabalann içinde kımmak
hoşuma gitmeyecek ama kocamın şerefini artırmak için bunlara kat­
lanmak zorundayım ...
Degerli Senyora, istediginiz meşe palamutlannı kendi ellerimle
topladım. Arzu ettigim kadar büyüklerini bulamadım. Hani, ister­
dim ki her biri şöyle devekuşu büyüklüğünde olsun.
Lütfen ara sıra bana mektup göndermeyi unutmayın. Buradaki
soylulann sizinle yakınlıgımın devam ettigini duyup hasetten çatla­
ınalannı istiyorum. Ben de size köyde olup bitenleri haber veririm.
Allah sizin gibi yüce bir Senyara'yı korusun; bu arada bizi ve kocam
Beleşonya Valisi'ni de unutmasını Kızım Sançika da selam eder elle­
rinizden öper. Eğer kızmazsanız, bana gönderdiginiz mercan ger­
danlığı o da takıp hevesini almak istiyor. Bir gün sizinle tanışına ar­
zusu ile yanıp tutuşan dostunuz Teresa Panza.
Teresa bir yanlışlık yapmamak için mektubu tekrar okuttu:
- Güzel olmuş, değil mi Postacı oğlum? dedi, bir yanlışlık yap­
madık inşallah. . .
- Çok güzel oldu Senyara Ana! dedi Postacı, tam vali hanımlan­
na yakışır bir mektup yazdırdınız... Izin verirseniz hemen yola çık­
mak istiyorum; iyice geç kaldım.
- Peki oğlum, "yolcu yolunda gerek" demiş atalanmız. Senin için
hep dua edecegim. Sen de bizi unutma.

239
- Unutınarn Senyara Ana! Herşey için teşekkür ederim. Inşallah
bir gün yine göruşürü.z ...
Genç Adam bu son cümleyi söylerken Sançika ile göz göze gel­
diler. Teresa başını öne eğip görmezden geldi...
Postacı ikisine de veda ettikten sonra anna atladı. Gözden kay­
boluncaya kadar bir kaç defa arkasına dönüp onlara el salladı.
Papaz Efendi ile Berber Nikolas beklemekten usanmış; tam evle­
rine dönmek üzere idiler ki, Postacı'nın neşeli bir türkü söyleyerek
yaklaştığını gördüler. Genç atlı yanianna gelince onlan tanıdı:
- Hayrola efendiler, gezmeye mi çıktmız?
- Öyle sayılır, dedi Berber. . .
- Hazır böyle karşılaşmışken, sana merak ettiğimiz bir kaç soru
sorabilir miyiz? diye ekledi Papaz.
Postacı, bu iki meraklı adamdan kolay kurtulamayacağını anla­
dı. Aynca Sanço'nun eski dostlan olmalan sebebiyle onlan kırmak
istemiyordu.
- Sorun bakalım efendiler... dedi, ama önümde katetmek zorun­
da oldugum uzun bir yol var... Sorulannızı buna göre sorun.
Berber dayanamadı:
- Pek acelesi olan birine benzemiyorsun evlat! dedi, seni beklec
mekten kıçımız nasır tuttu!..
- Orası bizi ilgilendirmez! diye çıkıştı Papaz, yabancı birine kar­
şı daha nazik olmalısm dostum...
- Sorularınızı sormaya başlayacak mısınız yoksa gideyim mi? di­
ye sert yaptı Postacı.
- Bu cahil adamın kusuruna bakmayın Postacı Bey... Allah bili­
yor ya, Sanço'nun vali olabileceğine bir türlü aklımız yatmadı... Te­
resa'ya hediyeler gönderen Düşes'in de gerçek olduguna inanmıyo­
ruz.
- Açık konuşun efendiler! Yani benim yalancı biri oldugumu mu
söylemek istiyorsunuz.

240
- Hani diyoruz: Don Kişot'la seyisi Sanço seni kiralamış olma­
sınlar? .. Eğer böyle bir şey varsa, bize karşı dürüst ol. Sırrını ölün­
ceye kadar saklayacağımıza söz veriyoruz!
- Evet, söz veriyoruz! diye ilave etti Berber.

- Yoo efendiler, bu kadan fazla! Eğer valimizin eski arkadaşlan


olmasaydınız, bu hakaretinizin karşılığını size pek pahalıya ödetir­
dim. Şüpheniz varsa, buyurun benimle gelin!.. Efendim Dük'ün
Senyor Don Sanço Panza'ya bir değil birkaç ada birden bağışlayabi­
lecek geniş topraklann sahibi olduğunu gözlerinizle görün. Nite­
kim, layık görmediğiniz, arkadaşınız şu anda bashayağı Beleşonya
Valisi'dir ve adasını şahinler gibi adaletle yönetmektedir.

- Evet, dedikleriniz doğru olabilir... dedi Papaz alttan alarak,


ama yine de "dubftat Augustinus"

- Agustin şüpheleniyor.

- Valiahi kim şüphelenirse şüphelensin' Ben de derim ki: "Ope-


ribus Credite et non Verbis" -Ayinesi iştir kişinin iafa bakılınaz.­
Tekrar ediyorum: Şüpheniz varsa benimle gelirsiniz. Uzun lafa ge­
rek yok!

- Peki delikanlı... Acaba sorabilir miyiz: Efendisi soylu Don Ki­


şot dururken neden uşağım vali yapsınlar? . .

- Çünkü vali olmak isteyen Don Kişot değil, seyisi Sanço Panza
idi.. . Mançalı Şövalye'nin dünya makamlannda gözü yok. ..

- Dostumuz Don Kişot ne yapıyor?

- Dük'ün şatosunda şeref misafiridir. Krallar gibi itibar görüyor...

Papaz, birkaç defa üst üste haç çıkardıktan sonra,

- Allah'ıın sen aklımı koru' diye dua etti, ya biz dostlanmızı ta­
nıyamamışız ya da şu yabancı başka iki insandan bahsediyor...

Postacı, Papaz'la Berber'i şaşkınlıklan ile başbaşa bırakıp atını


mahmuzladı. Iki şüpheci dost, yabancının arkasından bakakaldı­
lar. ..

241
Beleşonya Valisi Sanço Panza, Dük'ten aldığı uyarıcı mektuba
rağmen işlerini aksatmadı. Her gün en az beş mahkemeye bakıyor,
çarşıyı pazarı teftiş ediyordu. Ayrıca geceleri adayı dolaşmaya çıkı­
yor, yakaladığı serserilere nasihat ediyor; yola gelmeyenlerini hap­
settiriyordu. Işsiziere iş buluyor; kimsesiz fakir yaşlılan ve yetimle­
rine bakınak zorunda olan dul kadınlan maaşa baglıyördu. Bu ha­
reketini takdir edenlere şöyle diyordu:
- Bir gün dostum Beleşonya Papazı bana şu ögütte bulundu: "Iş­
sizlik ve fakirlik Allah'ın insanlara verdigi iki zor imtihandır. Bu im­
tihanlarla karşı karşıya kalan imam zayıf kimseler şeytan'ın desise­
lerine çabuk aldanır!ar. Eger bunlara sahip çıkarsan imanlarını kur­
tannış olursun." Aslında dosturnun tavsiye ettigi şey, devletin başta
gelen görevidir. Burada devlet ben olduguma göre vazifemi yapıyo­
rum...
Sanço, bir gece adayı dolaşırken iki kişinin düello ettiklerini gör­
dü.
- Bu adanın valisi olarak size emrediyorum, kılıçlannızı indirin!
diye bağırdı.
Iki rakip emre uyarak silahlanttı indirdiler.
Sanço devam etti:
- Sizi böyle karşı karşıya getiren nazif mesele nedir?
Genç olanı gelip Vali'nin önünde diz çöktü:
- Vali Hazretleıi! dedi, biz bu dosturola iki iş onağıyız ... Verdi­
!!;i sözden cayıp hakkım olan parayı vermedi. Ben de hakkımı alabil­
mek için silaha sarılmak zorunda kaldım.
- Burası dağ başımı be! diye gürledi Sanço, neden bana gelip
derdini aniatmacim'
Sonra diğerine döndü:
- Arkadaşının anlattıkları doğru mu?
- Dogru değil Vali Hazretleri! diye itiraz etti beriki, o benim iş
ortağım degil, sırtımdan geçinen bir parazittir. Kumara otıirdugu­
muz zaman, diğerlerinin elini gözleyerek, işaretle bana tiyo verir.
Ben de hasılatı kaldırdıktan sonra ona emeğinin karşılığı olarak bir

242
miktar para veririm. Ancak, bu gece haketmediginden fazlasını iste­
di. Ben de vermek isterneyince kılıcına sarılıp düelloya davet etti.
Gerisini biliyorsunuz...
- Vay köftehorlar vay! "Tencere yuvarlanmış kapagım bulmuş"
diye buna derler... Peki, kumarcı dostum, bu geeeki paniden kaç
para kaldırdın?
- Hasılat pek fena değildi; bin riyalden biraz fazla ...
- Ver bakayım şu parayı!
- Ama Vali Hazretleri?
- Arnası maması yok! Ne diyorsam onu yap! Yoksa ikiniz de
hapsi boylarsınız...
- Eh, ne yapalım! dedi adam parayı verirken, farzet ki bu gece
kaybettim. Yann ·yine yolacak bir kaç kaz buluruz nasıl olsa...
Sanço paralan alırken:
- Bulursan yolarsın! dedi...
Aldıgı paralardan yüz riyalini kumarlıaza geri verdi:
- Al bu parayı! Sana yann akşama kadar mühlet, derhal adamı­
zı terkedeceksin!.. On yıl müddetle Beleşonya topraklanna ayak
hasman yasak.
Adamın hayretle yüzüne baktıgını görünce bagırdı:
- Tez yıkıl karşımdan! Fikrimi değiştirip cezanı idama çevirme­
den toz ol!
Adam:
- Delidir, ne yapsa yeridiri dedi içinden ve tabanlan yağiayıp
kaçmaktan başka çare bulamadı.
Sanço, geride kalan Parazit'e döndü:
- Böyle bir adamın suçuna anak olmaktan utanmıyor musun?
- Yaptıgımın şerefli bir iş olmadığını biliyorum Vali Hazretleri . . .
Küçük yaşta yetim kaldım. Annemin evlendiği adam bana sahip çı­
kıp bir iş öğretmedt Kann tokluğuna ayak işlerinde çalıştırdıgı yet­
miyormuş gibi sık sık dövüyordu. Evden kaçmaktan başka çare bu­
lamadım...

243
- Anlaşıldı, anlaşıldı! dedi Vali, yann sabah gel beni gör. Sana
namusunla çalışabileceğin bir iş vereceğim. Al şu beş riyalı, anlaş­
mamızın avansı olsun. . .
- Verin elinizi öpeyim, Vali Hazretleri! Allah sizi başımızdan ek­
sik etmesin...
Beleşonya Valisi etrafındakilere döndü:
- Yanndan tezi yok, bütün kumarhaneleri kapauıracağım! Bele­
şonya'da herkes alın teri ile kazandığını yiyecek. ..
Mektupçu:
- Digerleri için bir şey diyemeın ama, şu karşıdakini biraz zor
kapatırsınız!..
- Nedenmiş o? diye gürledi Sanço, buranın valisi bensem peka­
la da kapatının!
- Oranın sahibini tanımadığınız için böyle söylüyorsunuz...
- Bana bak, Mektupçu! Ne demeye çalışıyorsun? Çıkar ağzında-
ki baklayı!
- Oranın sahibi, Dük'ün ve özellikle de Kahya'nın yakın adamı­
dır. Her sene onlar için su gibi para harcar...
- Yahu, bu adada ne kadar kirli işler varsa altından Kahya çıkı­
yor! Dük gibi akıllı bir adam nasıl olur da tavuğu tilkiye emanet
eder? .. Mutlaka çevirdigi dalapiardan haberi yoktur. Yann bütün
kumarhanelerle birlikte .şu para babasımukini de kapatayım görsün­
ler. Valilikten de olacağıını bilsem bunu yapacağım. Bir kumarcıya
gücü yetmeyen vali, vali midir! Ben kapatayım Dük de hesabını sor­
sun... Teftiş bitmiştir efendiler. Hepinize iyi geceler!
Sanço muhafıziart alıp vilayet konağına döndü. Vakit gece yan­
sını çoktan geçiyordu.
Sabah, Güneş'in ilk ışıklan Beleşonya üzerine düşerken, muh­
birler harekete geçmiş; Kahya'ya ve kumarhane sahibine olup bite­
ni haber vermişlerdi. Adada geçen bütün kirli işlerde parmağı olan
.
bu iki adam, kafa kafaya verip Sanço'dan kurtulmanın yollannı ara­
dılar. Kahya, şeyıanr planlar yapma konusunda kumarcıdan bir
gömlek daha üstündü.

244
- Bu gece harekete geçiyoruz, dedi, o şapşal keçi çobanını değil
vali olduğuna, anasından doğduğtına pişman edeceğim! Beleşonya
Kahyası'ın herkesin önünde kü.çü.k düşürmenin ne demek olduğıı­
nu görecek. .. Yazdığım mektubun Dü.k'ten geldiğine inandı ya, ge­
risi kolay!..

Vali Sanço Pama, başına geleceklerden habersiz, erkenden


uyandı. Sınırdışı ettiği kumarcıdan aldığı parayı, "Fakirlere Yardım
Sandığı"na bağışladı. Kendisini görmeye gelmesini istediği adama
iyi bir iş buldu. Muhafızianın ve Yönetim Kurulu üyelerini yaruna
alarak, başta para babasınınki olmak üzere bü.tü.n kumarbanelerin
kapısına kilit vurdurdu.

- Gösterdiği cesarete, bü.tü.n üyeler hayran kalmış olmakla bera­


ber, bunu sadece Papaz Efendi dile getirme cesareti gösterebildi:

- Bugüne kadar hiçbir valinin cesaret edemediği birişi göze alıp


kumarhaneleri kapattınız! dedi, özellikle Dü.k'e yakınlığı ile tanın­
mış o zengin adama ait kumarbaneyi kapatmakla gerçek bir vali ol­
duğunuzu isbat ettiniz. Başınıza bir hal gelir de öbür dünyaya göç
ederseniz, ki arzu ettiğimiz bu değildir, sizi uzun zaman başımızda
vali görmek istiyoruz, bütün imanımla şehadet edip diyeceğim ki:
"Sanço Pama dostum iyi bir vali idi!" ...

- Allah seni iki dünyada aziz etsin Peder! öyle veya böyle , so­
nunda gideceğimiz yer toprak değil midir? Kral da keçi çobanı da
kendileri ile birlikte bir çöp götüremezler. Tek götü.rebildikleri şey
günahlanyla sevaplandır. Efendim Don Kişot der ki: "Kralın, keçi
çobanından daha çok verecek hesabı. vardır. Çünkü. birinin güttü.ğü
hayvan diğerininki insandır... " Ben de öyle inanıyorum. Vali San­
çe'nun seyis Sanço'dan daha çok verecek hesabı vardır... Yann Al­
lah'ın huzuruna "bir kumarcıya gücü yetmemiş vali" olarak çıkmak
istemiyorum.

Mahkemeydi, teftişti derken gece yarısı gelip çatmış, Sanço'nun


yorgunluktan ayakta duracak hali kalmamıştı. Odasına çekilmiş, pi­
jamasını giyıniş tam yatmaya hazırlanırken öyle bir gürültü koptu
ki, Don Kişot bile burada olsaydı korkudan ödü kopardı. .. Sanki

245·
adayı batırmak için her taraftan topa tutuyorlardı. Çan sesleri, çığ­
lıklar, tüfek patlamalan da cabasıydı.
Sanço, korkudan yüreği ağZina gelmiş bir halde, kapıya koştu.
Kapıyı açınca, başlannda Kahya'nın bulunduğU yirmi kadar silahlı
adamla yüz yüze geldi. Kahya, Vali'yi göıünce avazının çıktığı kadar
bağırdı:
- Baskın var, Vali Hazretleri! Anarşistler adarnızı bastı! Derhal si­
lahlannızı kuşanıp ordumuzun başına geçin!..
- Ben harp sanatından hiç anlarnarn! dedi Sanço, o işlere efen­
dim Don Kişot bakıyordu. Ne silahlan, ne ordusu? ..
- Vali Hazretleri şakanın sırası değil!
- Ne şakası Kahya! Bende şaka yapan bir adarnın hali var mı hiç?
Korkudan dizlerimin bağı çözüldü... Dünya'da ne kadar anarşist
varsa Allah belalarmı versin! O kadar işe yaramaz vali varken beni
mi buldular...
- Efendim, bütün ada düşrnanlanrnız tarafından sanlrnış vazi­
yette. Size hem saldın hem de savunma silahlannızı getirdik. Silah­
lannızı kuşanıp önümüze düşrnek vazifenizdir. Bir vali sadece sulh
zamanı değil, harp zamanı da önde gider. .. Kaybedecek bir saniye
bile zamanımız yok! Birazdan anarşistler vali konağını basıp hepi­
mizi kılıçtan geçirirler!.. Eğer hemen silahlanıp ordunun başına ge­
çerseniz, askerlerimiz sizi önde göıünce cesarete gelip düşmanı ye'
nebilirler.
- Eh, madem valinin görevleri arasında ordunun başına geçmek
de var... Getirin silahlanmı!
- Kahyanın adamlan, ellerinde tuttuklan meşalelerin ışığında
Sanço'yu giyindirmeye başladılar. Önce "savunma silahı" dedikleri
iki madeni levha getirdiler. Birini önüne, diğerini arkasına dayayıp
üzerinden sıkıca bağladılar. Öyle ki valinin değil adım atmak, kıpır­
dayacak hali kalmamıştı...
Sonra saldın silahı olarak eline efendisi Don Kişot'unkine benze­
yen uzun bir mızrak tutuşturdular. Zavallı ayakta durabilmek için
ınızrağı değnek gibi kendisine dayanak yaptı...

246
Kahya, avazının çıktığı kadar bağırdı:
- Vali Hazretleri! Zaman aleyhiınize çalışıyor!..
- Valiahi aleyhiınize çalışan biri varsa, senden başkası olamaz...
- Şakanın sırası degil efendim, hemen önümüze düşün!
- Beni öyle bir sardınız ki, iskele kazıgından farkım kalmadı. De-
gil bir adım atmak, ayakta zor duruyorum!..
Kahya adaınianna işaret verince, hepsi birlikte meşalelerini sön­
dürdüler. Etraf birden bire zifiri karanlıga gömüldü. Göz gözü gör­
müyordu.
Kahya'nın sesi tekrar işitildi:
- Kırmızı Alarm, Kırmızı Alarm! Anarşistler etrafıınızı sardı! Mu­
hafızlar, siz valimizi koruyun!
Ortalık ana baba gününe döndü. Bağıran]ar, koşanlar, saldıran­
lar birbirine karıştı. Bir kördögüşüdür başladı. Bu arada Kahya bir
omuz darbesi ile Sanço'yu yere yıkmış; sağa sola koşuşturanlar ona
basarak geçiyorlardı... Eğer başını kollan arasına alınayı akıl ederne­
miş olsaydı, sag kalınası mümkün değildi.
Ağır gövdeli bir adam, kale burcuna tırmanır gibi, Sanço'nun
gögsüne çıktı. Etrafa emirler yagdırmaya başladı:
- Bizimkiler bu taraftan! Anarşistlerin çogu şu taraftan hücuın
ediyor! Valimizi merak etmeyin, aslanlar gibi çarpışıyor... Düşmanı
kovuncaya kadar silahlannızı indirmeınenizi emrediyor!
Sanço, göğsünü kale burcu gibi kullanan bu adamı sesinden ta­
nıdı. Evet, Kahya'dan başkası değildi... Canını dişine takarak, güç­
lükle bağırdı:
- Kahya! !n göğsümden aşağı, Allah'ın belası adam!
- Özür dilerim Vali Hazretleri! dedi beriki, karanlıktan ve savaş
heyecanından nereye bastığıını bileınediın! . .
Inerken tabanlarını öyle bir bastırdı ki, bizimki bütün kaburga­
lannın kırıldığını zannetti. Erkekligi elden bırakmamak için "üf' bi­
le demedi. Acısını yüreğine gömdü. . .
B u arada birileri silahlarını atıp kaçar gibi yaptılar. Aynı anda
Kahya bir sevinç çığlığı kopardı:

247
- Yaşasın kaçıyorlar! Büyük bir zafer kazandınız Vali Hazretleri!
Haydi kalkın da zaferinizi kutlayalım!..
- Bu zafer senin zaferin Kahya! diye bağırdı Sanço yattığı yer­
den ... Madem şu Allah'ın belası savaş bitti, kaldınn beni yerden!
Kahya ayağını hızlı bir şekilde döşemeye vurdu. Bu işaretle bir­
likte meşaleler tekrar yandı.
Sanço:
- Zaferinizle ölümümü aynı anda kutlamak istemiyorsanız, beni
şu levhaların arasından çıkann lütfen!..
Kahya'nın adamlan ipleri çöZÜp levhalan aldılar. Sanço'nun pi­
jamalan terden sıni sıklam olmuştu. Hizmetçiler yetişip terini sildi­
ler. Bir emri olup olmadığını sordular:
- Beni yatağıma götürün! dedi
Götürüp yatağına yatırdılar.
- Şu yerde duran su testisini verin bakajTım!
Verdikleri testiyi başına dikti. Kana kana su içti.
- Şimdi dağılın etrafımdan! diye bağırdı, sizi gidi iki yüzlü in­
sanlar...
Sabaha kadar deliksiz bir uyku uyudu. Beleşonya'ya geldiği gün­
den bu yana ilk defa olarak geç kalktı. .. Vücudunun her yanı çürük
içindeydi. Güçlükle giyindikten sonra doğruca alııra gitti. Boz eşe­
ğinin boynuna sanlıp ağlamaya başladı:
- Sevgili can yoldaşım! dedi, valilik sevciasına düşüp seni de ih­
mai ettim, kusuruma bakma... Efendimiz Don Kişot'un emrinde
iken ne mutluyduk Bütün belalan o göğüsler, biz kamımızı doyur­
maktan başka bir şey düşünmezdik. ..
Sanço eşeğıne semer vurduğu sıracia Kahya ve adamlan çıkageldi.
Kahya:
- Vali Hazretleri sabah gezintisine mi çıkıyorlar?
- Valilik de, sabah gezintisi de sizin olsun! Ben bu işte yokum,
arkadaş!.. Alın valiliğinizi, verin hürriyelimi... Kendinize, adanızı
anarşistlerin saidmsından koruyacak başka bir enayi bulun...

248
- Dün gece kazandığıniZ zaferden sonra böyle bırakıp gitmek
olur mu? ..
- Sen onu benim külalııma anlat! Takke düştü, kel göründü...
- Ne dediğinizi anlayamadım Vali Hazretleri?
- Anlarsın, anlarsın. . . Cin gibi adamsın! "Her horoz kendi çöp-
lugünde öter" diyen ne doğru söylemiş: Benim yerim burası değil,
Mançalı Don Kişot'un yanıdır. Beleşonya'ya çulsuz geldim, yine çul­
suz gidiyorum. Devletin bir kuruşuna el uzatmadım. Rüşvet alma­
dım. Görevimi kötüye kullanmadım. Buna hepiniz ·şahitsiniz...
Kahya susuyor, adamlan da ondan korktukları için ağızlarını
açıp bir kelime söyleyemiyorlardı.
Sanço, bütün kötülüklerin başı olan adama döndü:
- Valiniz olarak sizden son bir ricam var!
- Ricanız bizim için emirdir Vali Hazretleri! dedi kahya, içinden
de (yeter ki başımızdan defol) diye geçirdi...
- Bir adamınızı gönderip Papaz Efendi'yi çagının; onunla veda­
laşmak istiyorum...
Kahya Vali'nin bu son isteğinden rahatsız oldu. Sanço'yu ne ka­
dar sevmiyar ise, Papaz'dan da o derece nefret ediyordu. Istemeye
istemeye bir adamını gönderdi.
Bizimki eşeğine serneri vurup kolanlarını sıkıladıktan sonra boş
heybeyi semere yerleştirdi. Yulan eline alıp etrafındakilere seslendi:
- Yol açın efendiler! dedi, sevgili dostumu, sözüm meclisten dı­
şan, ahırda karşılamak istemiyorum ...
Adamlar, büyük bir saygı ile, kenara çekilip yol açtılar. Sanço,
açık havaya çıkınca bir kaç derin nefes aldı:
- Ey hürriyet, ne büyük nimet imişsini diye mırıldandı, "bülbü­
lü altın kafese koymuşlar yine de alı vatanım demiş" . . .
Kahya'nın gönderdiği adam bütün olup bitenleri Papaz'a anlattı.
Sanço'yu çok sevmiş olan bu iyi kalpli din adamı duyduklarına
üzüldü:
- Kötülükler karşısında susan dilsiz şaytan'dır! dedi, siz Kahya
denen kötü adamın şerrinden korkup sustukça Allah size iyi bir

249
vali göndermeyecektir. Yazık ki ayagınıza gelmiş bir nimeti tepiyor­
sunuz. Herkes layıgını bulur. Biz, Sanço Panza gibi bir valiye layık
degilmişiz ki Allah onu elimizden alıyor. ..
Kahya'nın �darm başını önüne egıniş, bu haklı sözler karşısında
söyleyecek bir şey bulamıyordu. Papaz ona biraz beklemesini söyle­
di. Bir tarhaya bulabildi@ kadar yol azıgı doldurdu.
- Benim bildigim vali, heybesi boş olarak yola çıkacaktır.. dedi,
·

onun aç susuz kalmasına gönlüm razı degıl.


Tarhayı eline aldı. Haberci ile birlikte Vali'nin kendisini bekledi­
gl yere geldi. Iki dost kucaklaştılar. Papaz sitem dolu bir sesle:
- Ne o dostum, bizi bu kadar çabuk mu terkedecektiniz?
- Dün geeeki rezaletten sonra ki Kahya buna zafer diyor, bu işi
beceremeyecegimi anladım. Beleşonya'nız sizin olsun...
- Vali Hazretleri, eger rahatsız oldugıınuz bir konu varsa.. dedi
Papaz, derhal Yönetim Kurulu'nu toplayıp görüşelim.
- Yoo, Peder! Belki iyi bir huy degıl ama, biz Panza Ailesi biraz
inatçı insanlamdır. Üç bin bilmem kaç sapa yeme karşılıgında ka­
bul ettij\im şu valilikten altı bin bilmem kaç sapaya rnalolacagını da
bilsem vazgeçiyorum...
Kahya itiraz etti:
- Olmaz! Böyle elinizi kolunuzu saliayarak çıkıp gidemezsiniz
adamızdan...
- Yok yahu! Neden gidemeyecekmişim bakayım?
- Makamda kaldıgınız günlerin hesabını vermeniz gerekir!.. Ge-
leneklerimize göre hesap vermeden bir yere gidemezsiniz ...
- Verilecek bir hesahım varsa o da önce Allah'a sonra Dük'edir!
Sen kim oluyorsun da bana hesap soruyorsun? Bal gibi biliyorsun ki
çulsuz geldim, çulsuz gidiyorum...
- Orası hiç belli olmaz!
Papaz dayanamadı:
- Hey efendiler! Siz ne biçim insanlarsınız ki Valiniz hakarete
ugrarken susarsanız? .. Sizin şu korkaklıgınız yüzünden başımıza

250
öyle bir bela gelir Id, bundan sadece biz değil masum insanlar da za­
rar görürler. .. Yazık, çok yazık!
- Bu vaazlanru pazar gününe sakla Papaz Efendi! diye bağırdı
Kahya, madem Valimize kefil oluyorsunuz, bize de güle güle demek
düşer... Zannettiginiz kadar katı yürekli biri değiliz!..

- Gitmeden önce bir iki kelime daha söylemetne izin verin, de­
di Sanço. Siz de biliyorsunuz ki meteliksiz geldim meteliksiz gidi­
yorum. Ancak bu, fakir geldim fakir gidiyorum demek değildir...
Evet, fakir olarak geldim ama zengin olarak aynlıyorum. Çünkü Al­
lah bana Papaz Efendi gibi bir dost kazandırdı. Hayatımda saygı rlu­
yabileceğim iki insan tanıdım. Biri efendim Don Kişot, ikincisi aziz
Peder'dir. Diger bir kazancım da şudur: Insanlan idare etmenin ko­
lay olmadığınİ ögrendim. Valilik işini hakkı ile yürütür, böylece
Cennet'i kazanının sanıyordum. Hadiseler gösterdi ki Cennet o ka­
dar ucuz değil, Cehennem de lüzumsuz değil!.. Ne demek isterligi­
mi Allah biliyor. Anlayan da anladı zaten... Haydi bana eyvallah.
Hakkınızı helal edin!

Papaz'dan başka cevap veren olmadı:

- Heliii olsun dostum! Asıl sen bize hakkını heliii et...

- Heli!l olsun, dedi Sanço.

Tam eşeğine binmeye hazırlanırken Papaz elini onun omuzuna


koydu:
- Aziz dostum, boş bir heybe ile yola çıkılır mı? dedi, senin bu
adadan bir çöp bile götünneyecegini bildiğim için, çam sakızıçoban
annaganı bulabildiğim kadar yiyecek getirdim. Ananın ak sütü gibi
helili olsun; afiyetle ye! ..

- Keşke bütün papazlar senin gibi olsa! O zaman kimsenin, "her


haçın alunda bir iblis yatar" demeye dili vannazdı... Görüyorsun ya
dostum! Işte ben böyle patavatsız adamın biriyim... Dogru dürüst
teşekkür etmesini bile beceremem...

- Sen niyete bak dostum... dedi Papaz, niyet öyle bir sihirdir ki;
günahı sevaba, sevabı günaha çevirir!..

251
- Okumuş adamın hali başka! Altın harflerle yazılacak bir laf et­
tin vallahi... Eh ne diyeyim artık: Iki dünyada aziz olasın! Bizi du­
andan eksik etme ...

Beleşonya'dan yola çıkalı iki saat ancak olmuştu ama, Sanço


kendisini iki gün yaya yürümüş gibi yorgun hissediyordu. Gölgesi
bol bir ağaç bulup dibine kamp kurdu. Şöyle birkaç saat kestirip
hürriyetin tadını çıkarmayı düşünüyordu ki, uzaktan bir keşiş ka­
filesinin yaklaşmakta olduğunu gördü. Saydı, tam altı kişi idiler.
Ellerindeki uzun değneklerinden ve kıyafetlerinden bunlann kut­
sal topraklan ziyaret etmekten gelen Hristiyan hacılar olduğunu
anladı.
Sanço'ya yaklaştıklan zaman, içlerinden biri ileriye çıkarak, aç
olduklannı ve eğer kannlannı doyurursa başlanndan geçen ilginç
olaylan anlatacaklannı söyledi ve arkasından hemen ekledi:
- Eğer azizleri seven dini bütün bir Hristiyan iseniz, beş-on riyal
karşılığında, size hediye edebileceğimiz havartlere ait kutsal parça­
lanmız da var...
- Bende hiç kutsal parça kolleksiyonu yapan zengin bir soylu
görünüşü var mı? dedi Sanço, akıllı bir adam şu boz eşegirnden baş­
ka servetim olmadığını hemen ilk bakışta anlayıverir. Ancak, etra­
fımda aç insanlar varken, bir heybe dolusu yiyeceği saklayacak ka­
dar da cimri değilim.
Heybesini getirip hacılatın önüne koydu. Adamlar yere bir örtü
serdiler. Heybede ne varsa boşalttılar. Anlar gibi başına üşüştüler.
Kannlannı doyurup kalktıklan zaman örtünün üzerinde bir ekmek
kınntısı dahi kalmamıştı.
Sanço, faltaşı gibi açılmış gözleriyle onlan seyrediyordu:
- Şunlara bakt dedi içinden, hacı kafilesi değil çekirge sürüsü
mübarekler...
Içiertnden biri, teşekkür etme zahmetine bile katlanmadan, kü­
. çük bir istekte bulundu:

252
- Ey gönlü görünüşünden daha zengin adam! Bu güzel ziyafetin
üzerine, bize ikram edeceğin bir tulum şarabın yok mu?
- Başka bir isteğin var mı sultanımi dedi Sanço kızarak
- Hele siz şarabı bulun gerisini düşünürüz...
- Sen kendini kral sarayında mı sandın be adam! Bu zavallı iki
günlük yol müddetince ne yer diye düşünmeden heybemdeki her
şeyi silip süpürdünüz ... Şimdi de kalkmış diş kirası istiyorsunuz!
lnsaf! Vallahi insaf! ..
- Iyi bir Hristiyan ettiği iyiliği başa kakmaz! Yoksa melekler yaz­
dıklan sevabı silerler... Magrtbliler gibi, sizde olmayan bir şeyi zor­
la isteyecek değiliz. Biz de acil stoktan içeriz...
Bunlan dedikten sonra, abasının altından koca bir tulum çıkar-
dı. Yere diz çöktü. Gözlerini yumup tulumu başına dikti.
- Kolay gelsin, aziz peder!
Hacı ham hum sesleri çıkararak mukabelede bulundu.
- Ne kibar adam! dedi Sanço, yıldızlan sayarken bile teşekkürü
ihmat etmiyor...
Hristiyan hacılardan biri Sanço'nun yanına yaklaştı:
- Gel iyi kalpli arkadaş! dedi, seninle başbaşa konuşabileceğimiz
tenha bir yere gidelim...
- Benimle tenhada konuşacak neyiniz olabilir Peder? ..
- Beni takip et, zararlı çıkmazsıni
Esrarengiz hacı, Sanço'nun elinden tutup yürümeye başladı. Di­
ğerlerinden iyice uzaklaşınca, bir fundalığın arkasına geçtiler.
Adam, bizimkine eski bir dost gibi sanldı:
- Beni tanımadın mı, Sanço kardeş? dedi, eski komşun ve ço­
cukluk arkadaşın Arap Rahmi'yi nasıl tanımazsın!. ..
- Hay Allah iyiliğini versin emi! Bu kılıkta nasıl tanıyabilirdim
ki? O mezar soygunculannın yanında ne işin var? Ailenle birlikte
Cezayir'e kaçtıgını duyınuştum.
- Sorma, uzun bir hikaye... Sımını saklayacağına söz verirsen
anlatınm.

253
- Baştından hiç bela eksik olmuyor zaten. Bir eksik bir fazla, ne
fark eder!.. Haydi anlat, söz veriyorum kimseye bahsetmeyecegim.
- Sevgili dostum, kilisenin destegini kazanmak için Kral'ın çı­
kardıgı kanunu biliyorsun. Ancak Hristiyanlık dinine geçen Müslü­
manlara Ispanya'da kalma izni veriliyordu... Din degiştirmeyi kabul
etmeyenler malını mülkünü bırakıp memleketi terketmek zorun­
daydı. Kanuna uymayan Mağriblileri öldürmek ve malına el koy­
mak serbestti. Böylece birlikte yaşamış ve kader birligi yapmış yer­
lilerle Müslüman halk karşı karşıya getirildi. Eksenmiz kaçmaya fır­
sat bulamadan evlerimizde, çoluk çocuğumuzla birlikte koyunlar
gibi boğazlandık ..
- Bütün bunlan bana niçin anlatıyorsun? Ben hiç bir Müslüma­
m öldürmedim, mallanna el koymadım...
- Biliyorum, tli çocukluğundan tanının seni... Bir tavuğu bile bo­
ğazlayamayacak kadar yufka yürekli, iyi bir insansın. Şimdi asıl me­
seleye gelecegiın: !<açarken, gizli bir yere sakiadıgım altınlanını al­
maya fırsat bulamadım. Aynca bu kadar altını yamımzda bulundur­
mak tehlikeli olurdu. Yakalanacak olursak, altınlanmızı a_lmak için
bizi öldürebilirlerdi... Cezayir'e gidince parasızlık yüzünden çok sı­
kıntı çektik. Altınlanını sakladıgım yerden alabilmek için keşiş kılı­
gına girip bu hacı kafilesine katıldım.
- Peki senin Müslüman olduğunu anlamadılar mı?
- Merak etme, onlar Hristiyanlığı benim kadar da bilmiyorlar.
Üstelik hepsi de sahte keşiş!.. Yolda rastgele açtıklan mezarlardan
kemik ve tabur parçalan çıkanp zengin Hristiyanlara "kutsal parça"
diye satıyorlar...
- Vay namussuzlar! " Her haçın altında bir iblis yatar" sözü bun­
lar için söylenmiş desene!.. Ben de onlan namuslu birer din adamı
zannedip yiyecegimi paylaştım. Ne paylaşınası canım... Hepsini ye­
dirdim!
- Üzülme sevgili komşum... Ben sana yol müddetince yetecek
kadar yiyecek veririm.
Bunu söyledikten sonra abasım açtı. Her yanından yiyecek tor­
balan sarkıyordu...

254
Sanço:
- Sen de mi dostum! diye baginnaktan kendini alamadı.
, - Ne yapayım arkadaş? .. Oyunu kuralına göre oynamazsam aç
kalınm... Bırak şimdi bunlan, asıl meselemize gelelim: Eger altınla­
nını sakladıgım yerden çıkarınama yardım edersen emeginin karşı­
Iıgını fazlasıyla öderim.
- Bak Magribli dostum! Zaten valilik belasından yakanu zor kur­
tardım... Başka bir belaya daha girmeye hiç niyetim yok!
- Anlayamadım? .. Ne valiligi ne belası?
- Uzun hikaye... Boş ver! Benim kimsenin altınında gözüm yok.
Sana da nasihatim olsun: Sakın bu teklifi başka kimseye yapma!
Sonra hem altınlanndan hem kellenden olursun... Biz lspanyollar
altın lafını duyduk mu babamıza bile ihanet ederiz!.. Şu bizim sah­
te hacılar sana yeteri kadar ders vermemiş anlaşılan. Baksana adam­
lar para için mezar sayınaktan çekinmiyorlar!.. Sözün kısası, ne sen
beni gördün ne de ben seni!
- Sagolasın dostum. Allah seni iki dünyada aziz etsin!
- Yahu Magrtbli, aynı bizim Beleşonya Papazı gibi laf ettin! Sa-
kın bizim Peder, din degiştirmiş gibi görünen bir Magrtbli olma­
sın? ..
- Mümkündür, dostum... Kendisini görmedigim için bir şey diye­
mem. Bizimkileri fazla bekletmesem iyi olur. Adarnlar şi:i.phelenebilir.
Sanço'nun eski komşusu abasının altına gizledigi torbalardan
ona yetecek kadar yiyecek verdi. Sahte hacılarla yola çıkıncaya ka­
dar burada beklemesini söyledi.
- Onlarla tekrar karşılaşmam istemiyorum. Ben bir şeyler söyle­
yip kendilerini ikna ederim. Haydi hakkını heHıt et.
Iki çocukluk arkadaşı biribirierine sanlıp vedalaştılar. Ispanya
Kralı, bu manzarayı görseydi, hırsından çatır çatır çatlardı. . .C'l

(•') Cervantes şöyle bir dipnotu koymuş: "Bunları ben yazmadim. El yazmasi notlarmdan fay­
dalandığım dinsiz Mağribli Seyyid Hamid bin Engeli söylüyor. .. "

255
Sanço, hacı kafilesi uzaklaşıncaya kadar saklandığı yerde bekle­
di. Adamlar gözden kaybolunca eşeğinin yanına döndü. Hava karar­
madan geceleyebileceği emniyetli bir yer bulabilmek için acele etti.
Arkadaşının verdiği yiyecekleri heybesine doldurdu. Karakaçanın
sırtına atlayıp dehledi.
Yolu sık bir ağaçlığa düştüğü zaman hava da iyice kararmış bu­
lunuyordu. Mevsim yaz olduğundan geceyi burada geçirebileceğini
düşündü. Uyuyabileceği rahat bir yer ararken eşeği ile birlikte derin
bir kuyuya düştüler. Siz deyin beş, biz diyelim on metre boşlukta
uçtular... Sanço neye uğradığını bilemedi. Korkudan yüreği ağzına
geldi. Ancak, durum pek korktuğu gibi değildi. Eşek dibe ulaşınca,
dört ayağı üzerine düşmüş, ikisinin burunlan dahi kanamamıştı.
Sanço, fani alemde mi yoksa baki alemde mi olduğunu kestire­
medi. Vücudunu yokladı. Yarası beresi yoktu. En ufak bir acı duy­
muyordu.
- Tamam işte! dedi, sevgili eşeğimle birlikte dünya değiştirdik...
Inleyip sızlanmakta olan boz eşeğini teselli etti:
- Korkma aslanımı Biz kader arkadaşı değil miyiz? Her ne günah
işlemiş isek, beraber işledik. Biraz sonra zebaniler gelip hesabımızı
görürler... Ancak, öyle zannediyorum ki, ben senden daha fazla da­
yak yiyeceğim. Çünkü sen ne keçi çobanlığı yaptın ne de ada valisi
oldun...
Eşek derin bir inilti daha kopardı. Sanço, can yoldaşının bunu
kendisini teselli etmek için yaptığını zannetti:
- Ne yapalım, başa gelen çekilir... Üzülmenin faydası yok.
Tam bu sırada aklına korkunç bir düşünce geldi:
- Eyvah! dedi, Efendime ve Dük'e söz verdiğim üç bin bilmem
kaç sapayı ödeyemeden fani dünyadan aynldım. Eğer haklarını he­
la! etmemişler ise -öldüğümü bilmiyorlar ki nasıl etsinler- yandım
demektir. Zira bu kadar sapayı zebanilerin eliyle yiyeceğim... Diğer
günahlanının bedeli olan sopalan da onlara eklediler mi, buradan
Dünya'ya yol olur...
Bir müddet daha eşeği ile böyle tek taraflı sohbet ettikten sonra
acıktığını hissetti. Beklediği zebaniler. de gelmemişti...

256
- Eğer heybem ve içindeki yiyecekler duruyor ise, fani dünyada­
yız demektir... Çünkü Efendim Don Kişot, öte dünyaya giderken
yanımızda bir çöp dahi götüremeyeceğimizi söylemişti!. ..
El yardamı ile haybesini aradı. Semerin iki yanında asılı duru­
yordu. Yiyecekler de içinde idi.
- Çok şükür ölmemişizi diyerek bir sevinç çığlığt kopardı. Ancak
sevinci uzun sürmedi. Içinde bulunduğu zor durumu hatırladı...
- Ben acıktığıma göre, eşeğim de acıkmıştır. Bu karanlık kuyu­
da, onun yiyebileceği bir tutarn ot bile yoktur. ..
Doğru söylüyordu. Yiyeceğini onunla paylaşmaktan başka çare­
si kalmıyordu. Yiyeceğin yansını, bir lokrna kendisine üç lokrna
eşeğine düşecek şekilde, paylaştırdı. Diğer yansım ölmeyecek kadar
azar azar yerneleri gerekiyordu... Eğer birileri gelip yardımianna ye­
tişmez ise, açlıktan ve susuzluktan bağıra bağıra ölmeleri mukad­
derdi.
Sanço, uyur uyanıklık arasında, eşeğinin sırtında dik durrmaya
çalışarak sabahı etti. Güneş'in ilk ışıklanyla birlikte bizimkinin kal­
binde bir kurtuluş üntidi doğdu. Onu ümidi ile başbaşa bırakıp
Don Kişot'a dönelim.
Kedi hikayesinden sonra, Dük'le kansı bir iki oyun daha düzen­
lediler. Ancak, uşaklar bu işten yorulduklan için eskisi kadar rolle­
rini iyi oynamadılar. Kahramanımızia açıkça alay ettiler. Mançalı
Şövalye, kendisini sirk rnayınunu yerine koyan bu insanlardan nef­
ret etti. Bir gece yansı, bütün şato halkı uykuda iken, sessizce alııra
indi. Rosinenta'sını eyerledi. Kimseye duyurmarlan şatoyu terketti...
- Sanço'suz maceraya atılmak, silahsız ava çıkmaya benziyor...
dedi içinden, seyissiz bir şövalyeyi kim ciddiye alır? ..
Uşağının aklına "ada valiliği"ni soktuğu için kendi kendine çok
kızıyordu. Hayır, kızmak yetmezdi. . . Seyisini elinde tutamayan be­
ceriksiz bir gezgin şövalyeye daha ağır cezalar gerekirdi. Düşündü
taşındı, üç gün müddetle ağzına bir şey koyınamaya karar verdi.
Nereye gideceğini, ne yapacağını bilemediği için atının yulannı
serbest bırakıp kendisini kaderin kolianna terketti... Rosinenta,

257
uyuz bir beygirden beklenmeyen asil ve hızlı adımlarla yol aldı. Öy­
le koşturuyordu ki, kahramanmuz buna bir anlam veremedi...
Don Kişot ve Sanço ne kadar dost iseler, Rosinenta ile boz eşek
de öyle samimi idiler. Soylu at, yol arkadaşının tehlikede oldugunu
hissetmiş, kuyunun bulundugu tarafa yönelmişti. Hızlı koşmasnun
sebebi de buydu...
Rosinenta, hızını kesmeden kuyunun bulundugu ağaçlığa daldı.
Şövalye başım dallardan korumaya çalışırken bağırdı:
- Niyetin beni sırtından atmak mıdır, sevgili atım? Bu ne telaş
böyle! Yardımınuza ihtiyacı olan bir zavallı mı var?
Kuyunun bulunduğu yere çok yaklaşmış olduklanndan, Sanço
efendisinin sesini duymuştu.
- Aman Allahımı diye bir çığlık attı, eğer bu ses Mançalı Şoval­
ye'nin sesi değil ise ben de ne olayım!.. Kulaklanma inanarnıyorumı
Rosinenta kuyunun başına gelince, durabilmek için ön ayaklan­
nı yere dayarnaya çalıştı. Bir kaç metre kızak gibi kaydı. öyle ki, ne­
redeyse şövalyeyi seyisinin yanına gönderecekti. Don Kişot, iki eliy­
le eyere sıkıca sarılmamış olsaydı, havada uçması işten bile değildi.
Sanço, avazının çıktığı kadar bağırdı:
- lmdat! Yalvarırım, imdilti Valiliğe özenip efendisini terkeden
ve bunun cezası olarak şu dipsiz kuyunun dibini boylayan günah­
kar seyise yardım edin!..
Mançalı Şövalye atından indi. Kuyunun başına geldi. Aşağıya
baktı. Ancak hiç bir şey göremedi. Sanço bağırınaya devam ediyor­
du. Ses yankılandığı için ne dediği anlaşılmıyordu.
Kahramanımız ellerini ağzına dayayıp aşağıya bağırdı:
- Bütün kutsal şeylerin hatırı için yalvanrım, kim oldugunu söy­
le! Azap çeken bir ruh isen, gezginci şövalye olarak sana ne gibi fay­
dam dokunabileceğini bildir!..
- Acı çektiğim doğrudur ama ruh filan değilim sevgili Efendim'
Benim, ben ... Seyisiniz sabık Beleşonya Valisi Sanço Parı.Za'yım!..
ölmüş filan değilim. Bu kör kuyunun dibinden beni kurtarınanızı
bekliyorum. . .

258
- Işte buna sevindim sevgili oglum!.. Kendini ölmüş bilmedigi­
ne göre şehit muamelesi görmüşsün... Cennet'te oldugunu bilmek
beni ne kadar mutlu etti anlatamamı
- Ah sevgili Efendim... Ne kadar iyisinizi Cennet o kadar ucuz
mu ki bir valilik işinin bile hakkından gelerneyen keçi çobanına -
gerçi Allah'dan ümit kesilmez ama- al sana Cennet desinler!..
Tam bu sırada boz eşek -sahibini tasdik edermiş gibi- uzun uzun
anırdı...
Don Kişot'ta şafak attı:
- Işte bu olmadı! diye bağırdı, ben bu sesi çok iyi tanınm... San­
ço'nun eşeğinden başkası olamaz. Cennet'ten -haşa- eşek anırrnası
gelmeyecegine göre, Sanço ile can yoldaşı gerçekten tehlikedeler...
Var gücü ik aşağıya bağırdı:
- Dayan oglum Sanço! Seni mutlaka oradan kurtaiınanın bir yo­
lunu bulacağım. Izin ver de okudugum şövalye maceralannı şöyle
bir aklımdan geçireyim. Mutlaka buna benzer bir olay geçmiştir...
Bana güven, gerisini merak etme sen...
- Eğer okudugunuz onca kitabı aklınızdan geçirecek olursanız
yandım demektir. Yalvanrım acele edin! Düşünmeniz uzun sürerse,
korkanın ikimizin cesetlerini yukarı çekmek zorunda kalacaksınız...
- Bir gezgin şövalye seyisi, en zor şanlar altmda bile ümidini yi­
tirmemelidir. Gevezelik yapıp dikkatimi dagıtma. Bırak da şöyle sa­
kin kafayla biraz düşüneyim.
- Tok ne bilir açın halinden... Yukanda işler tıkırında nasıl olsa,
Düşünün Efendim, düşünün ...
Sanço böyle söylenedursun, Don Kişot okudugu şövalye mace­
ralannı şimşek hızıyla aklından geçiriyordu. Derken şövalyeler şa­
hı Amadis'in bir macerasını hatırlayıverdi. Seyisini, içine düştüğö
bataklıktan ustalıkla kurtarmıştı. Ha bataklık ha kuyu ne fark eder­
di...
Vakit geçirmeden işe koyuldu. Yüksek kale duvarlarına tırman­
mak için yanına aldığı uzun halatı ustalıkla çözdü. Ucundaki demir
çengeli çıkardı. Halatı aşağı sarkıtırken bağırdı:

259
- Oglum Sançal Aşagıya gönderdigim halatın ucunu beline sıkı­
ca bagla. Rosinenta ile birlikte seni yukan çekecegiz. Yalnız, biz se­
ni yukan çekmeden önce, eşegin halatlanm iyice sıkıla.
- Beni yukan çekmenizle halatiann ne ilgisi var anlayamadım
soylu Efendim?
- Sen dedigimi yap, gerisine kanşma!
Sanço halatın ucunu yakaladı. Beline sıkıca bagladı. Yukanya
bagırdı:
- Ben hazının Senyor!
Mançalı Şövalye halatın diger ucunu Rosinenta'nın beline bagladı.
- Haydi aslamm, çek! diye emir verdi, dostumuzu o karanlık
yerden kunaralım. Soylu at, var gücü ile ileriye hamle yaptı. Bir iki
patinajdan sonra ipi çekmeye başladı. Sanço, Rosinenta'mn işini ko­
laylaştırmak için kuyunun duvarianna tutunmaya çalışıyor ise de,
toprak ıslak oldugundan bunu beceremiyordu.
Sanço yukan çıktıgı zaman her yanı çamur içinde kalmıştı. Don
Kişot onu bu halde görünce çok şaşırdı:
- Tıpkı Amadis'in seyisine dönmüşsün! diye bagırdı. Efendisi
onu içine düştügü bataklıktan kurtardıgı zaman senin gibi böyle ça­
murlara bulanmış halde idi. ..
Sanço kahramammızın söylediklerini duymadı bile:
- Eşegim, eşegimi kurtann! diye inledi.
Don Kişot, seyisinin belincieki halatı çözdü. Iki dost sanlıp kok­
laştılar. Sanço çocuklar gibi aglıyordu ...
Şövalye vakit geçirmeden, daha önce çıkarmış oldugu, demir
çengeli tekrar halatın ucuna bagladı. Çengelli ucu kuyudan aşagıya
sarkıttı. Halatın diger ucunu götürüp bir agacın gövdesine bagladı.
Sanço, oturdugu yerden efendisinin yaptıklanm agzı bir kanş açık
seyrediyordu. Kahramanımız kuyunun başına geldi. Halatı iki eliy­
le sıkıca kavrayıp kuyudan aşagı indi. Çok geçmeden nefes nefese
yukan çıktı.
'- Bu iş de tamam! dedi, gençligimde dagcılık kursu aldıgım çok
iyi olmuş... Halauan tutunarak aşagı indim. Çengeli eşegin serneri­
ne sıkıca geçirdim. Şimdi hep birlikte onu yukan çekecegiz.

260
- Sevgili Efendim, sizin gibi bir şövalyenin seyisi olmaktan şeref
duyuyorum. Bir Osmanlı levendinden daha beceriklisiniz ...
Don Kişot cevap vermedi. Halatın ağaca bağladığı ucunu söktü.
Getirip Rosinentanın beline bağladı.
- Haydi yiğit arım! dedi, dostluk böyle günde belli olur. ..
Don Kişot, Sanço ve Rosinenta güçlerini birleştirerek boz eşeği
yukanya çektiler. Zavallı, sahibinden daha beter bir haldeydi. Te­
şekkür etmek için şöyle bir güzel anırmak istedi ama çenelerini aça­
cak mecali kalmamıştı... Oldugu yere çöktü kaldı.
Kahramanımız, seyisi ile eşeğinin üzerindeki çamurlan yıkamak
için su aramaya çıktı. Fazla uzağa gitmesine lüzum kalmadan büyük
bir su birikimisi gördü. Gelip seyisi ile eşeğini bu su birikintisinin
yanına götürdü.·
Sanço:
- Önce eşeğim! dedi.
Don Kişot, seyisinin ne inatçı bir adam oldugunu bildiği için faz­
la üstelemedt Ikisi birlikte önce boz eşeği yıkadılar. Sıra Sanço'ya
gelince:
- Olmaz! dedi uşak, soylu bir şövalyeye seyisinin elbiselerini yı­
kamak yakışmaz ...
- Bana bak Sançal diye çıkıştı efendisi, üç günlük valilik yaptın
diye bana soyluluk dersi vermeye kalkışmal Çabuk soyun bakayım!
Yoksa seni zorla sayınasım bilirim...
Sanço bir yandan soyunuyor, bir yandan da Don Kişot'a iltifat ·

yağdınyordu:
- Ah sevgili Efendim... Şu tatlı azarlannızı ne kadar özledim bi­
lemezsiniz. Beleşonya Kahyası'na da dediğim gibi: Sizi Ispanya Kral­
lığına değişmem...
- Ah dalkavuk uşak ah!.. Şu söylediklerini Kral duyacak olsa, se-
ni akıllı bir adam yerine koyup ikimizin de derisini yüzdürür. ..
- Sizinle darağacına bile güle oynaya giderim Senyor...
- Şu söylediklerinde samimi misin oğlum?..
- Elbette Efendim! Bundan şüpheniz mi var?

261
- Madem öyle, göster bakalım! Ben elbiselerini yıkarken şu ağa­
cın arkasına geç, hazır soyunmuşken, borcun olan üç bin üç yüz so­
pamu bir kısmını ödeyiver. Rosinenta'nın dizgin kayışını çıkanp eli­
ne vereyim. Sen vur, hesabını ben tutanm...
- Sevgili efendim, siz gerçekten delisinizi
- Ne oldu? Hani benim için darağacına güle oyuaya giderdin!
Sapa lafını duyunca yelkenleri suya indiıiverdin...
- Sömmden cayınış değilim. Eşeğimle düştüğiim o kör kuyu­
nun dibinde bile bunu düşündüm. Ancak her şeyin bir sırası var...
Tam hayata dönmenin ve size kavuşntanın sevincini yaşarken tut­
muş benden kırbaç yememi istiyorsunuz...
- Ah korkak şişko! Sana güvenmekle hata etmişim... Bana öyle
geliyor ki, şu korkaklığın yüzünden Dulsinea'm ölünceye kadar çir­
kin bir köylü kızı olarak kalacak...
- Size kavuşmak için koca bir ada valiliğini tepip gelen seyisi­
nize güvenin Efendim. Boz eşeğim üzerine yemin ederim ki, ken­
dimi hazır hisseder etmez borcumu ödeyeceğim. En kısa zamanda
üç bin bilmem kaç sapayı tamamlayıp yengemizi büyüden kurtara­
cağım...
- Soylu bir bakire nereden yengen oluyormuş, patavatsız herif!
- Ne diye kızıyorsunuz, Senyor? Hayırlısı ile sapa sayısını ta-
mamlayıp sevgilinizi eski güzelliğine kavuşturduğum zaman, nasıl
olsa şanlı_şerelli bir düğiinle dünya evine gireceksiniz ...
- Anlat, gerçek aşktan habersiz keçi çobanı, anlat. .. Be sersem
köylü, onunla evleneceğimi kim söyledi?..
- Bazan sizi hiç anlamıyorum Efendim... Evlenmeyi düşünmedi­
ğiniz bir kız için neden bunca çileye katlanıyor, deli divane oluyor­
sunuz? .. Madem ona kavuşmak gibi bir idealiniz yok, ne diye üç bin
bilmem kaç sapa yemem için ısrar ediyorsunuz?
- Sıradan bir uşak, soylu ideallert anlayamaz ... Onunla evlenip
çoluk çocuğa kanşırsam, düzeni bozulmuş şu dünyaya adaleti kim
getirecek?.. Zalimlerin hain pençesi altında inleyen zavallılann yar­
dımına kim koşacak?

262
- Çok hakiısınız Senyor! Basit bir ada valiliğini bile ağzına gözü­
ne bulaştıran bir keçi çobanı, elbette soylu idealleri anlayamaz...
"Her yiğidin bir yoğun yiyişi vardır" derler ya ... Işte bizim iki
dostda biribirierine kavuşmuş olmanın sevincini böyle yaşıyorlardı.

Don Kişot'la Sanço Panza birbirlerine kavuştuktan sonra şanlan­


na şan katacak yeni maceralar aramak üzere yola çıktılar. Elbiseleri
kurumuş olan Sanço, eski neşesine kavuşmuş; bütün delilikiere ku­
cak açarcasına efendisine teslim olmuştu.
Saatlerce yol aldıklan halde ilgi çekici bir olayla karşılaşmamış-
lardı. Uzaktan hana benzeyen bir konak görünüyordu.
Don Kişot:
- Işte geceyi geçirebileceğimiz güzel bir han, diye bağırdı.
Sanço hayretini gizleyemedi:
- Eyvah bizim şövalye akıllanmışa benziyor!.. Hana, "han" dedi.
Bunu biraz sesli söylediğinden efendisi duymuştu:
- Ne var bunda hayret edilecek, oğlum? Han ise "han" dır. Kal­
kıp saray veya şato diyecek değildim ya! ..
- Vallahi Senyor, sizdeki bu düzelme hayra alarnet değil.
- Kes sesini geveze şişko! Sakın bizi han sahibine karşı mahçup
edecek şeyler yapma! Bilmiş ol ki, gezici bir şövalyeniİı ne mal ol­
duğu seyisinden belli olur.
- Siz izin vennedikçe lafa kanşırsam eşeğim kann ağnsından öl­
sün! Merak etmeyin, sizi küçük düşürecek patavatsızlıklar yapma­
yacağım. Eğer şerefinizi artıracak ise, ve siz de izin verirseniz, bir za­
manlar Beleşonya'ya vali olduğumu söyleyebilirim...
- Bence mahsuru yok. Ama bunu söylerken sakın değnek yut­
muş gibi kasılma!
- Içiniz rahat olsun, efendim. Sevgili dostum Beleşonya Papazı
kadar mütevazi davranacağım.

263
- Sanço, senin papazlarla aran pek iyi değildir. Nasıl oldu da
onunla anlaşabildin?
- Bu papaz, gerçek bir din adamı idi efendim. Dük'ün şatosun­
da size terbiyesizlik eden o uyduruk papazlardan değildi. Bana ya­
zılı olarak verdiğiniz öğütleri okudukça; "efendin Don Kişot doğru
söylüyor; gerçek din büyükleri de bunu emreder" diyordu...
- Bunu duyduğuma çok sevindim. Demek gerçek din adamlan­
nın nesli tükenmemiş...
- Dahası da var efendim. Ben, her mahkemenin sonunda, "nasıl
peder, adalet yerini buldu mu" diye sordukça; O, "Allah şahidim ol­
sun ki buldu" diye beni tasdik ediyordu. Hatta bir ara, içinden bir
sesin kendisine benim Cennet'in kapısını araladığıını söylediğini de
anlattı. Bunu duyunca nasıl sevindim tahmin edebilirsiniz. Eğer ol­
saydı, bir kese altınımı ona seve seve hediye ederdim. Ancak devle­
tin kasasından bir kuruş dahi almadığım için şimdiki gibi metelik­
sizdiln...
- Aferin oğlum, şu valilik imtihanını beklediğimden de iyi ver­
din. Bu bahsettiğin papaz, din değiştirmiş gibi görünen bir Mağrib­
li hoca olmasın?. .
- Hay aklınızla bin yaşayın! Ben de sizin gibi düşünüyorum.
Hatta bu tereddütümü Mağribli komşum Arap Rahmi'ye de açtım.
"Olabilir" dedi.
Sanço bunlan söyler söylemez büyük bir çam devirdiğini anladı.
Arkadaşına verdiği sözü unutmuş, onunla görılştüğü ağzından kaçı­
rıvermişti.
Don Kişot hayretle sordu:
- Bu Arap Rahmi de kim oluyor?
- Eski bir komşumuz, Senyor. ..
- Peki nerede gördün onu? ..
- Nerede olacak, Efendim. . . Rüyamda tabii...
- Hay Allah iyiliğini versin' Heyecanlandırdın beni...
Sanço'nun yüreği korkudan gum gum ediyordu. Efendisi ruya­
nın devamını sormasın diye lafı değiştirdi:

264
- Arkarndan "hırsız vali" diyeceklerine, "fırsatları değerlendir­
mesini bilemeyen bir aptal" desinler daha iyidir... Değil mi Senyor?
- Haklısın oğlum. Cebin şişkin vicdanın kararmış olacağına, ce­
bin boş vicdanın ak olsun daha iyidir... Don Kişot'un seyisine de bu
yakışır.
Sohbete öylesine daimışiardı ki, uzaktan han zannettikleri bü­
yük konağın önüne geldiklerini zor farkettiler. Kahramanlanmızı,
dış kapıda, iyi giyimli, her halinden soylu bir bey olduğu göze çar­
pan bir adam karşıladı. Yerlere kadar eğilerek;
- Hoş geldiniz, şöhreti bütün Ispanya'ya hatta bütün Dünya'ya
yayılmış olan Mançalı Şövalye! dedi, konağıma şeref verdiniz ...
Don Kişot, yeni bir oyunla karşı karşıya olduğunu hissetti. An­
cak peşin hüküm vermemek için sordu:
- Adını bağışlar mısın, yiğidim? Kiminle müşerref olduğumu
bilmek isterim...
- Sevgili Senyor! Sizi daha önce ağıdayan Dük kadar zengin ve
şöhretli biri değilim. Seyisinize ada değil, ancak bir tarla bağışlaya­
bilirim. Üstelik eğlenceden de fazla hoşlanmam. Latifeyi aşan şaka­
lar, ancak hafif insaniann işidir. Bununla beraber, içinde bulundu­
ğu meclise sakımı veren bir soylu olduğum söylenemez. Hikmetli
sözleri ve dostu ineitmeyen latifeleri severim. Ne demek istediğimi
anladığınızı umanm...
- Sizi çok iyi anlıyorum Sayın ...... Adınızı henüz bağışlamadığı-
nız için size nasıl hitap edeceğimi bilemiyorum!
- Adım Don Antonio'dur, Şövalye Hazretleri. Sizi köşkümde
ağırlamaktan şeref duyacağım. Deniz ticareti ile uğraştığım için
adım karada pek duyulmamıştır. Ispanya limanlannda dürüst bir
ti!dr olarak tanınınm. Kökü derinlere uzanan soylu bir ailenin ço­
cuğuyum.
- Sizinle tanışmaktan şeref duydum Sayın Don Antonio! Adımı
ve Dük'le olan maceramızı bildiğınize göre gezgin şövalyeliğe ina­
nan bir soylusunuz. Sözlerinizden, bana oynadığı oyunları tasvip
etmediğınizi anladım. Inanın Senyor, başkalarını aldatan insan en

265
ewel kendisini aldatmış olur... Ikiyüzlülük çift taraflı kesen bir kı­
lıca benzer. Bir tarafı aldattığı insanı keserken diğer tarafı sahibini
keser. Ne demek istediğimi anladığırrıza şüphem yok ..

- Bütün görüşlerinizi, samimiyetle, paylaştığıını bilmenizi iste­


rim. Sizi kapıda fazla tuttuğUm için kabalığımı bağışlayın!..

- Yoo, Senyor! Bundan büyük bir zevk duydum.

- Uzun yoldan geldiniz. Aç ve yorgunsunuzdur. Adamlanın si-


ze hizmet etmekten şeref duyacaklardır. Aşçım oldukça maharetli
bir ustadır.

Sanço, yemek lafını duyunca dayanamadı:

- Misafirperver bir soylu, her şeyden önce mudağından belli


olur. Uzak yoldan gelmiş misafir!eri, zengin bir sofradan başka
memnun edecek şey düşünemiyorum. Allah ne muradınız varsa
versin Soylu Antonio!

Don Kişot, dişlerini gıcırdatarak, seyisini dinledi. Gözleri sinir­


den ateş fışkınyordu:

- Senyor Antonio! Seyisimin gevezeliğini bağışlayın. Ne kadar


üzerinde durdu isem de, bu çam devirmelerinin önüne geçemedim.

Sanço, korkudan Don Antenio'nun arkasına saklandı. Efendisi­


nin kızdığı zaman ne yapacağı belli olmazdı.
Ev sahibi Don Kişot'u teselli etti:

- Içiniz rahat olsun Aslanlı Şövalye!.. Sanço'nun adını ve nıezi­


yetlerini de duyınamış değiliz. Ancak bilgisiz ve görgüsüz kimseler
onun açık yürekliliğini gevezelik olarak yorumlayacaklardır. Saf ve
dürüst bir insan olduğU içindir ki, aklına geleni söyleyiveriyor...
Onun Beleşonya adasını şahinler gibi yönettiğini bilmediğimizi mi
sanıyorsunuz!.. Lütfen vefakar seyisinize baskı yapmaktan vazgeçin.
Bırakın, dilediği gibi konuşsun.

Don Antenio'nun bu açıklamalanndan sonra Mança'lı Şövalye­


nin içi rahatladı. Sanço'ya olan kızgınlığı bir anda dağılıverdi. Artık
ne kadar patavatsızlık yaparsa yapsın, bir anda kaç atasözü yumurt­
larsa yumurtlasın ehemmiyeti yoktu.

266
Akşam yemeği Sanço'nun beklediğinden daha az tantanalı geçti.
Dük'ün şatosundaki gibi resmi formaliteler yoktu. Gösterişten uzak,
sade bir sofranın etrafında toplanıp kannlannı doyurdular. Don An­
tonio, güler yüzlü, fakat az konuşan bir insandı. Iltifatlan ölçülü, la­
tifeleri düşündürücü idi. Dikkatli bir göz, onun açık vermemek için
aşın bir gayret gösterdiğini hemen farkederdi. .. Bakalım bu işin so­
nu nereye varacaktı?..
Don Antonio, misallrlerin yorgun olduğunu bahane ederek, ak­
şam sohbetini kısa kesti:
- Sıcak bir banyodan sonra daha rahat uyuyabileceğinizi düşün­
düm, dedi ve ilave etti: Eanyoda sıcak suyunuz hazır, sizi bekliyor.
Adamlanının vereceği temiz iç çamaşırlannı kabul ederseniz beni
sevindirmiş olursunuz ...
Don Kişot çok duygulanmıştı:
- Şu soylu lütuflannızın altından nasıl kalkacağımızı bilemiyo­
rum. Size yalvannm, Sayın Senyor! Eğer kendisinden kurtulmak is­
tediğiniz bir düşmanınız varsa adını vermeniz yeter. Yılanın deliğın­
de de olsa, onu bulur çıkannm. Ne pahasına olursa olsun, yemin
ederim ki, sizi ondan kurtannın.
- Bunun için yemin etmenize hiç gerek yok, Senyor Don Kişot!
SözünÜZ benim için senettir efendim... Ancak ne var ki...
- Çekinmeyin, lütfen! Düşmanınız ne kadar tehlikeli olursa ol­
sun; inanın hiç ehemmiyeti yok. Sizin için bütün tehlikelere göğüs
germeye hazınm! Ben öyle soyiniann sofrasından beleş yiyen bir sa­
ray şövalyesi değilim. Gerçek bir gezgin şövalyeyim.
- Gösterdiğiniz yakın dostluktan istifade eden fırsatçı biri duru­
muna düşmek istemiyorum... Lütfen şimdi gidip banyonuzu yapın
ve sizin için hazırlattığını temiz yataklannıza yatıp istirahatinize ba- .
kın. Bu konuyu sonra görüşürüz...
- Hayır Senyor! Şimdi konuşacağız: Düşmanınızın adını duyına­
dan şuradan şuraya adımımı atmam!..
- Madem çok ısrar ediyorsunuz, söyleyeceğim. Ancak, size ya­
kınlık gösterirken, asla böyle bir karşılık beklemedim. Bunu kesin­
likle bilmenizi isterim.

267
- Sanço, senin papazlada aran pek iyi değildir. Nasıl oldu da
onunla anlaşabildin?
- Bu papaz, gerçek bir din adamı idi efendim. Dük'ün şatosun­
da size terbiyesizlik eden o uyduruk papazlardan değildi. Bana ya­
zılı olarak verdiğiniz öğütleri okudukça; "efendin Don Kişot doğru
söylüyor; gerçek din büyükleri de bunu emreder" diyordu...
- Bunu duyduğuma çok sevindim. Demek gerçek din adamlan­
nın nesli tükenmemiş...
- Dahası da var efendim. Ben, her mahkemenin sonunda, ''nasıl
peder, adalet yerini buldu mu" diye sordukça; O, "Allah ş�hidim ol­
sun ki buldu" diye beni tasdik ediyordu. Hatta bir ara, içinden bir
sesin kendisine benim Cennet'in kapısını araladığıını söylediğini de
anlattı. Bunu duyunca nasıl sevindim tahmin edebilirsiniz. Eğer ol­
saydı, bir kese altınımı ona seve seve hediye ederdim. Ancak devle­
tin kasasından bir kuruş dahi almadığım için şimdiki gibi metelik­
sizdim...
- Aferin oğlum, şu valilik imtihanını beklediğimden de iyi ver­
din. Bu bahsettiğin papaz, din değiştirmiş gibi görünen bir Mağrib'
li hoca olmasın? ..
- Hay aklınızla bin yaşayın! Ben de sizin gibi düşünüyorum.
Hatta bu tereddütümü Mağribli komşum Arap Rahmi'ye de açtım.
"Olabilir" dedi.
Sanço bunlan söyler söylemez büyük bir çam devirdiğini anladı.
Arkadaşına verdiği sözü unutmuş, onunla görüştüğü ağzından kaçı­
nvermişti.
Don Kişot hayretle sordu:
- Bu Arap Rahmi de kim oluyor?
- Eski bir komşumuz, Senyor. ..
- Peki nerede gördün onu? ..
- Nerede olacak, Efendim... Rüyamda tabii ...
- Hay Allah iyiliğini versin! Heyecanlandırdın beni...
Sanço'nun yüreği korkudan güm güm ediyordu. Efendisi tüya­
nın devamını sonnasın diye lafı değiştirdi:

264
- Arkarndan "hırsız vali" diyeceklerine, "fırsatlan değerlendir­
mesini bilemeyen bir aptal" desinler daha iyidir... Değil mi Senyor?
- Haklısın oğlum. Cebin şişkin vicdanın kararmış olacağına, ce­
bin boş vicdanın ak olsun daha iyidir. .. Don Kişot'un seyisine de bu
yakışır.
Sohbete öylesine daimışiardı ki, uzaktan han zannettikleri bü­
yük konağın önüne geldiklerini zor farkettiler. Kahramanlanmızı,
dış kapıda, iyi giyimli, her halinden soylu bir bey olduğu göze çar­
pan bir adam karşıladı. Yerlere kadar eğilerek;
- Hoş geldiniz, şöhreti bütün Ispanya'ya hatta bütün Dünya'ya
yayılmış olan Mançalı Şövalye! dedi, konağıma şeref verdiniz...
Don Kişot, yeni bir oyunla karşı karşıya olduğunu hissetti. An­
cak peşin hüküm vermemek için sordu:
- Adını bağışlar mısın, yiğidim? Kiminle müşerref olduğumu
bilmek isterim ...
- Sevgili Senyor! Sizi daha önce ağırlayan Dük kadar zengin ve
şöhretli biri değilim. Seyisinize ada değil, ancak bir tarla bağışlaya­
bilirim. Üstelik eğlenceden de fazla hoşlanmam. Latifeyi aşan şaka­
lar, ancak hafif insaniann işidir. Bununla beraber, içinde bulundu­
ğu meclise sakıntı veren bir soylu olduğum söylenemez. Hikmetli
sözleri ve dostu ineitmeyen latifeleri severim. Ne demek istedijl;imi
anladığınızı umanm. . .
- Sizi çok iyi anlıyorum Sayın ...... Adınızı henüz bağışlamadıgı-
nız için size nasıl hitap edeceğimi bilemiyorum!
- Adım Don Antonio'dur, Şövalye Hazretleri. Sizi köşkümde
ağırlamaktan şeref duyacağım. Deniz ticareti ile ugraştığım için
adım karada pek duyulmamıştır. Ispanya limanlannda dürüst bir
tacir olarak tanınınm. Kökü derinlere uzanan soylu bir ailenin ço­
cuğuyum.
- Sizinle tanışmaktan şeref duydum Sayın Don Antonio! Adımı
ve Dük'le olan maceramızı bildiğınize göre gezgin şövalyeliğe ina­
nan bir soylusunuz. Sözlerinizden, bana oynadığı oyımlan tasvip
etmedigirrizi anladım. Inanın Senyor, başkalannı aldatan insan en

265
evvel kendisini aldatmış olur... Ikiyüzlülük çift taraflı kesen bir kı­
lıca benzer. Bir tarafı aldattığı insanı keserken diğer tarafı sahibini
keser. Ne demek istediğimi anladığınıza şuphem yok. ..

- Bütün görüşlerinizi, samimiyetle, paylaştığıını bilmenizi iste­


rim. Sizi kapıda fazla tuttuğum için kabalığımı bağışlayın!..

- Yoo, Senyor! Bundan buyük bir zevk duydum.

- Uzun yoldan geldiniz. Aç ve yorgunsunuzdur. Adamlanın si-


ze hizmet etmekten şeref duyacaklardır. Aşçım oldukça maharetli
bir ustadır.

Sanço, yemek lafını duyunca dayanamadı:

- Misafirperver bir soylu, her şeyden önce mutfağından belli


olur. Uzak yoldan gelmiş misafirleri, zengin bir sofradan başka
memnun edecek şey duşunemiyorum. Allah ne muradınız varsa
versin Soylu Antonio!

Don Kişot, dişlerini gıcırdatarak, seyisini dinledi. Gözleri sinir­


den ateş fışkınyordu:

- Senyar Antonio! Seyisimin gevezeliğini bağıŞlayın. Ne kadar


üzerinde durdu isem de, bu çam devirmelerinin önüne geçemedim.

Sanço, korkudan Don Antanio'nun arkasına saklandı. Efendisi­


nin kızdığı zaman ne yapacağı belli olmazdı.

Ev sahibi Don Kişot'u teselli etti:

- Içiniz rahat olsun Aslanlı Şövalye!.. Sanço'nun adını ve mezi­


yetlerini de duyınamış değiliz. Ancak bilgisiz ve görgüsuz kimseler
onun açık yürekliliğini gevezelik olarak yorumlayacaklardır. Saf ve
dürüst bir insan olduğu içindir ki, aklına geleni söyleyiveriyor...
Onun Beleşonya adasını şahinler gibi yönettiğini bilmediğimizi mi
sanıyorsunuz!.. Lutfen vefakar seyisinize baskı yapmaktan vazgeçin.
Bırakın, dilediği gibi konuşsun.

Don Antanio'nun bu açıklamalanndan sonra Mança'lı Şövalye­


nin içi rahatladı. Sanço'ya olan kızgınlığı bir anda dağılıverdi. Artık
ne kadar patavatsızlık yaparsa yapsın, bir anda kaç atasözü yumurt­
larsa yumurtlasın ehemmiyeti yoktu.

266
Akşam yemeği Sanço'nun beklediğinden daha az tantanalı geçti.
Dük'ün şatosundaki gibi resmi formaliteler yoktu. Gösterişten uzak,
sade bir sofranın etrafında toplanıp kannlanm doyurdular. Don An­
tonio, güler yüzlü, fakat az konuşan bir insandı. Iltifatlan ölçülü, la­
tifeleri düşündürücü idi. Dikkatli bir göz, onun açık vermemek için
aşın bir gayret gösterdiğini hemen farkederdi... Bakalım bu işin so­
nu nereye varacaktı? ..
Don Antonio, misafirlerin yorgun olduğunu bahane ederek, ak­
şam sohbetini kısa kesti:
- Sıcak bir banyodan sonra daha rahat uyuyabileceğinizi düşün­
düm, dedi ve ilave etti: Eanyoda sıcak suyunuz hazır, sizi bekliyor.
Adamlanının vereceği temiz iç çamaşırlannı kabul ederseniz beni
sevindirmiş olursunuz...
Don Kişot çok duygulanmıştı:
- Şu soylu lütuflannızın altından nasıl kalkacağımızı bilemiyo­
rum. Size yalvannm, Sayın Senyor! Eğer kendisinden kurtulmak is­
tediğiniz bir düşmanınız varsa adını vermeniz yeter. Yılanın deliğin­
de de olsa, onu bulur çıkannm. Ne pahasına olursa olsun, yemin
ederim ki, sizi ondan kurtannm.
- Bunun için yemin etmenize hiç gerek yok, Senyor Don Kişot!
Sözünılz benim için senettir efendim... Ancak ne var ki...
- Çekinmeyin, lütfen! Düşmanınız ne kadar tehlikeli olursa ol­
sun; inanın hiç ehemmiyeti yok. Sizin için bütün tehlikelere göğüs
germeye hazınm! Ben öyle soylulann sofrasından beleş yiyen bir sa­
ray şövalyesi değilim. Gerçekbir gezgin şövalyeyim.
- Gösterdiğiniz yakın dostluktan istifade eden fırsatçı biri duru­
muna düşmek istemiyorum... Lütfen şimdi gidip banyonuzu yapın
ve sizin için hazırlattığım temiz yataklanmza yatıp istirahatinize ba­
kın. Bu konuyu sonra göruşılrılz ...
- Hayır Senyor! Şimdi konuşacağız: Düşmanınızın adını duyma­
dan şuradan şuraya adımımı atmam!..
- Madem çok ısrar ediyorsunuz, söyleyeceğim. Ancak, size ya­
kınlık gösterirken, asla böyle bir karşılık bekleınedim. Bunu kesin­
likle bilmenizi isterim.

267
- Şu sözlerinizden şövalyelik törelerini fazla bilmediğiniz anlaşı­
. lıyor. Gerçek bir şövalye, elini kılıcına attığı zaman, asla karşılık
beklemez. Sizin yerinizde yoksul bir köylü de olsaydı -inanın- aynı
şeyi yapar dım. Karşılık bekleyerek yapılan iyilik, Allah katında mu­
teber değildir. Çünkü mükafatını bu dünyada almış oluyorsun. . .
- Sözleriniz yüreğime s u serpti, Senyor! Göstereceğiniz fedakar­
lıkla yalnız beni değil; bu çevredeki bütün dürüst insanlan mem­
nun etmiş olacaksınız... Kısacası, bizi müşterek bir düşmandan kur­
tarmış olacaksınız.
- Affınıza sığınarak derim ki; sörun iyisi kısa alanıdır. Lütfen
düşmamnızın adını verin, olup bitsin. Yanndan tezi yok, onu ana­
sından doğduğuna pişman edeceğim!
- Çok haklısınız, efendim. O halde dinleyin: Beyaz Aylı Şövalye
diye biri türedi. Önüne gelene meydan okuyup etrafı haraca kesi­
yor. "Beni yenecek adam daha anasından doğmadı" deyip çalım sa­
tıyor. Zırhını delecek, kalkanını parçalayacak ve onu atından aşağı
düşürecek bir yiğit çıkmadı bu güne kadar. ..
- Beyaz Aylı değil, Siyah Aylı olsa vız gelir! Zırhı saf çelikten,
kalkanı tunçtan olsa yine de elimden kurtulamaz. Ben devleri dize
getirmiş, vahşi aslanlan süt dökmüş kedi gibi emrime itaat ettirmiş
bir şövalyeyim! Şövalyelik şerefini iki paralık eden bir çapulcu da ne
ki! Eğer erkeklikten ufak bir nasibi varsa, yann karşıma çıkma cesa­
reti gösterir. O zaman kimin gerçek kimin uyduruk şövalye olduğu
meydana çıkar. Vann yüreğinizi serin tutun. Sabah ola hayrola ...
- Yatmadan önce sizin için dua edeceğim. Şimdi buyurun ban­
yonuzu yapın ve odanıza çekilip istirahatinize bakın. Allah rahatlık
versin Senyar Mança'lı Don Kişot ve iyi kalpli Sanço Panza!
Ikisi birlikte cevap verdiler:
- Allah size de rahatlık versin soylu Don Antonio!

Sabah tan yeri ağanrken Don Kişot kalkınış Sanço'nun odasının


kapısını yumrukluyordu:

268
- Kalk ey uykucu Şişko! Gün bizim günümüz. Şanımıza şan ka­
tacak büyük bir macera bizi bekliyor.
Sanço, gürültüye uyanmış, uyku sersemliğinden kapıyı bulmaya
çalışıyordu. Efendisinin sesini tanımıştı:
- Sabahın köründe gözünüze çöp mü battı Senyor! Nedir acele­
niz? Beyaz Aynalı Şövalye, şu anda yatağında horul horul uyumu­
yarsa ben de ne olayım.
- Hay sersem herif hay! Daha düşmammızın adını dogru dürüst
söyleyemiyorsun. Beyaz Aynalı değil Bey Aylı Şövalye.
- Beyaz Ay, Beyaz Ayna ne fark eder? Daha yüzünü bile görme­
diğimiz bir adam nereden bizim düşmanımız oluyormuş!
- A benim salak oglum! Dünya'daki bütün kötü adamlann bizim
düşmanımız oldugunu ne zaman ögreneceksin!
- Efendim, sakın iyi bir kalıvaltı yapmadan şu Aynasız Şövalye'yi
aramaya çıkacağımızı söylemeyin.
- Tıka basa şişirilmiş bir mide ile kılıç sallanmaz! Elbette kalıval­
tı yapmadan önce düello işini bitirmemiz lazım.
- Valiahi o sizin probleminiz, Senyor! Ben kılıç sallamayacağıma
göre, iyi bir kalıvaltı yapınama kimse engel olamaz... Aynca, boş bir
mide ile iyi kılıç sallanacağı konusunda size katılmıyorum.
Don Kişot, kapının önünde, pijamalı olarak efendisi ile çene ya­
nştıran seyisinin yakasma yapıştı. Onu öyle bir silkeledi ki, zavallı
zelzele oluyor sandı:
- Bir kelime daha edersen, seni elimden kimseler kurtararnazi
Çabuk, hemen giyin! Silahlanını kuşanmamda yardımcı ol. Ondan
sonra da alııra inip Rosinenta'mı hazırla.
- Emriniz başını üzerine Sevgili Efendim! Hemen giyiniyorum...
- Aferin! Uşagım oldugunu ve her uşağın görevi gereği efendisi-
ne itaat etmek zorunda oldugunu unutma! Üç günlük bir valilik
yaptın diye havalara girme!
Sanço, hiç cevap vermeden koştu. Pijamalannı çıkardı. Bir çırpı­
da elbiselerini giydi. Çizmelerini ayağına geçirirken, bir asker gibi
komut verdi:

269
- Seyisiniz emıinize amadedir, Sayın Şövalye Hazretleıi!
Efendisinin silahlannı kuşandırdı. Izin isteyerek alııra indi. Ro­
sinenta'nın eyerini vurup koşumlannı sıkıladı. Bu arada Boz eşegi­
ne hal hatır sormayı da ihmal etmedi...
Mança'lı Şövalye aşagı salona indigi zaman Don Antenio'nun
kahvaltıyı hazırlatmakla meşgul oldugunu gördü. Kendi kendine:
- Demek ev sahibimiz de erken kalkmış, dedi.
Karşılıklı selamiaşıp hal hatır sordular. Don Antonio, kahrama­
nımıza Beyaz Aylı Şövalye'yi aramaya çıkmadan önce hafif bir kah­
valtı yapmasını tavsiye etti. Don Kişot, kabalık olmasın diye ikramı
geri çevirmedi. Bu işe en çok Sanço sevinecekti...
Efendisinin emiini yerine getirmiş olan itaatkar Seyis, salona gi­
rip Rosinenta'nın hazır oldugunu bildirdi. Daha kapıdan içeri ada­
mını atarken, nefıs bir kahvaltının "ye beni" diye göz kırpngını gör­
müş; ancak Don Kişot'tan korktugu için sevincini belli etmekten ka­
çınmıştı.
Don Antonio ile Mança'lı Şövalye sofraya oturdular. Sanço,
ayakta duruyor; nezaketen "buyur" edilmeyi bekliyordu. Nihayet,
ev sahibinden bekledigi o tatlı cümleyi duydu:
- Buyurun sofraya sevgili Sanço!
Don Kişot, bir iki şey atıştırdıktan sonra, kalkmak için izin iste­
di:
- Sayın Soylu Antonio! Müsadenizle, şöyle bir deniz kenanna
inip Rosinenta ile birlikte nefes açmak istiyorum. Lütfen siz devam
edin.
Sanço, istemeye istemeye, yerinden kalkmaya davrandı. Efendi­
si, bir el işareti, ile oturmasını istedi:
- Sevgili Seyisim, şimdilik sana ihtiyacım yok. Soylu Antonio
izin verirlerse, kahvaltıya devam edebilirsin.
Ev sahibi:
- Bence hiç mahsuru yok, dedi. Hem fırsatını bulmuşken San­
çe'nun valilik rruıcerasını kendisinden dinlemek isterdim.

270
Don Kişot, seyisine öyle sert bir bakış fırlattı ki, Sanço'nun kor­
kudan yüzü sarardı. Bu bakışı ile ona neyi anlatmak istediği çok
açıktı:
- (Sakın ha, gururlanıp haddini aşma! Gevezelik yapıp seni din­
leyeni usandırma!)
Don Kişot, üstünü başını düzeltip silahianna çeki düzen verdi.
Sert adımlarla ahıra indi. Sanço'nun çoktandır hazır ettiği atını dışa­
n çıkardı. Binek taşına yaklaştırdı. Sırtına atladığı gibi mahmuzladı.
Sahile indiği zaman bir de ne görse beğenirsiniz: Tepeden tıma­
ğa silahlanmış bir şövalye onu bekliyor. Elinde tuttuğu kalkanın ön
yüzünde gümüş işlemeli, pınl pınl bir ay resmi gözler kamaştınyor.
Yiğit ve kızıl bir ata binmiş ...
Don Kişot'un·heyecandan bütün hücrelert titredi. Beyaz Aylı Şö­
valye ile bu kadar çabuk karşıtaşacağını hiç tahmin etmemişti.
Silahlı adam, Mança'lı Şövalye'nin şaşkınlığından faydalanmak
istedi:
- Bakıyerum korkudan dilin tutuldu; şövalye bozuntusu! Sen,
köpeksiz köyde değneksiz gezen, göstertş meraklısı bir silahşörsün.
Yok deviert yenmişmiş, yok aslanlan dize getinnişmiş . . . Bizim kar-
nımız tok bu palavralara! Halep orada ise arşın burada .. .
Don Kişot, her şeye katlanabilirdi ama hakarete asla. Şövalyelik
töresini hiçe sayan bu çapulcuya haddini bildinneden bu meydanı
terketmeyecekti. Kızdığını belli etmemeye çalışarak muhatabına ce­
vap verdi:
- Dudaklannızdan dökülen şu çirkin sözler, eminim adı tarthe
geçen bütün gezgin şövalyelertn kemiklertni sızlatmıştır. Siz asla şö­
valye olamazsınız. Bu meslek, şerefli bir meslektir. Adınızın çevre­
de Beyaz Aylı Şövalye'ye çıkmış olmasına çok üzüldüm. Çünkü siz
olsa olsa şövalye gibi giyinmiş sersertnin, çapulcunun birtsiniz!..
- Bu bakareti canınla ödeyeceksin Mança'lı Don Kişot!
- O hiç belli olmaz Beyaz Aylı çapulcu!
- Kendine o kadar güveniyorsan, bir anlaşma yapalım. Eğer beni
yenecek olursan; silahlanını bırakacak, Dulsinea'na kölelik yapacağun.

271
Yok yenilen sen olursan, benim sevgilimin Dulsinea'dan daha güzel
oldugunu itiraf ederek şövalyeliği bırakacaksın. Evine çekilip uslu
uslu oturacaksın. Düşün taşın, karannı öyle ver. Burası er meydanı­
dır. Eğer benimle karşılaşmaktan korkuyorsan, bunu da anlayışla
karşılanm. O zaman sen yoluna ben yoluma'-.
- Beni yeterince tanısaydınız, asla korkaklıkla itharn etmezdiniz.
Beyaz Aylı Şövalye ile Don Kişot böyle ağız kavgası ile biribiri­
nin moralini bozmaya çalışıdarken Don Antonio da çıkagelmiş on­
lan seyrediyordu. Muhatabının bütün kabalıkianna rağmen - Man­
ça'lı Şövalyenin kızmadığını ve bir soyluya yakışır şekilde cevaplar
verdiğini görüyor onu takdir ediyordu ...
Her ikisi de Don Antenio'nun geldiğini farketmişlerciL Beyaz Ay­
lı Şövalye, ev sahibinin duyacagı şekilde düello şartlannı tekrarladı.
Don Kişot'a bunlan kabul edip etmediğini sordu.
Mança'lının cevabı sert ve kesin oldu:
- Sizinle karşılaşmadan bu meydanı terketmem asla düşünüle­
mez. Şartlannızı aynen kabul ediyorum. Soylu Antonio da hakem
olsun. Sözü daha fazla uzatmanın bir anlamı yok Çıkın karşıma ve
hemen savaş vaziyeti alın!
Düello geleneklerine göre hakem söz aldı:
- Iki şövalye, benim topraklanmda, düello etmeye karar verdi­
niz. Şartlannızı dinledim. Kim yiğit ve kim haklı ise galip o olsun!
Allah daima doğrudan yanadır. Buyurun meydan sizindir! ..
Don Antonio, aslında, bu konuşması ile Don Kişot'a moral ver­
miş; ondan yana oldugunu ima etmişti. Iki rakip, hamle yapabile­
cekleri bir mesafeye kadar biribirlerinden uzaklaştılar. Beyaz Aylı
Şövalye'nin atı daha çevik görünüyordu. Silahlan da daha yeni ve
daha üstündü. Don Kişot, bunlann hiç birine aldırış etıneden savaş
vaziyeti aldı. Hakemin işareti ile birlikte dizginleri serbest bırakıp
atlannı mahmuzladılar. Olanca hızlanyla biribirlerinin üzerine sal­
dırdılar. Rosinenta, yolun üçte birini alamadan Beyaz Aylı Şövalye­
nin atı yolu çoktan yaniarnıştı bile. Iki at karşılaştıkları zaman, ya­
bancının atı -bir deri bir kemik olan- Don Kişot'un atma öyle bir
bindiriş bindirdi ki; zavallı Mança'lı Şövalye havalarda uçup Resi-

272
nenta ile birlikte yere seıildi. Beyaz Aylı Şövalye atından inip hasmı­
nın gögsüne oturdu. Kargısını bagazını dayadı:
- Yenilclin şövalye! Düello şartianna uyup sevgilimin Dulsi­
nea'dan daha güzel oldugunu itiraf edeceksiniz. Ondan sonra da si­
lahlannızı bırakıp evinize gidecek, uslu uslu bir köşede oturacaksı­
nız! ..
- Silahlanını bırakıp evime çekilmeyi kabul ediyorum. Ancak,
Dulsinearn kadıniann en güzelidir. Bense Şövalyelerin en bahtsızı­
yım. Şartlannızdan biiini kabul etmedigime göre beni öldürebilirsi­
niz. Haydi durmayın; kargınızı bogazıma batınn!
- Hayır Soylu Bey'im! Bunu asla yapamam ... Büyülü bir kadın
için bir yigidin canına kıyamam, Tobosolu Dulsinea varsın benim
sevgiiimden güzel olsun. Sizin şövalyelik meydanından çekilmeniz
bana yeter...
- Ey yigit Şövalye! Sesiniz hiç de yabancı gelmiyor ... Siz asla kö­
tü bir insan olamazsınız! Lütfedip tolganızın siperini kaldınn da yü­
zünüzü göreyim.
- Yoo, Senyor! Bu kadan fazla! .. Anlaşmamızda yüz gösterrnek
yoktu. Yenilen taraf siz oldugunuza göre böyle bir şeyi istemeye hiç
hakkınız yok. Hem bu neyi degiştiıir ki? .. Kader benim lehimde hü­
küm verdi. Kadere boyun egmekten başka çareniz yok. Kim bilir,
belki hakkınızcia hayırlı olan da budur!
- Çok hakiısınız yigit Şövalye! Bir gün böyle bir sonuçla karşıla­
şacagım aklımın köşesinden geçmedi. Ne yapalım. Şövalyeligim bu­
raya kadannış.
- Size inanıyor ve sözünüzü yeline getirmenizi bekliyorum.
Haydi bana müsade!..
Beyaz Aylı Şövalye, Don Antonio ile Mança'lı Şövalye'yi selamla­
dı. Atma atlayıp hızla oradan uzaklaştı.
Rosinenta, hala yamgı yerde boylu boyunca uzanmış duruyor­
du. Don Kişot, ondan yana bakınadı bile. Silahlannı çıkanp orta ye­
re bıraktı. Ev sahibi, bizimkinin koluna girdi. Birlikte savaş meyda­
nını terkettiler...

273
Kara haber tez yayılırmış derler ya; Sanço'nı:ın efendisi ile göıüş­
mesine fırsat kalmadan, hizmetçilerden geveze biri ona kötü haberi
yetiştirdi. Zavallı seyis, olduğu yerde dondu kaldı. Devleri yenen,
aslanlan dize getiren yigit ve cesur bir şövalye, türedi bir çapulcuya
nasıl yenik düşerdil Aklı alınıyordu... Haberi yetiştiren adam Rosi­
nenta'nın hala savaş meydanında nallan havada yatuğını söyleyince
beyninden vurulmuşa döndü. Koşar adımlarla evi terketti. Savaş
alanına gelince, gördüğü manzara karşısında öyle duygulandı ki;
gözyaşianna engel olamadı. Yerde yatan Rosinenta'nın boynuna sa­
nlıp ağlamaya başladı:
- Ne oldu sana, efendimin güzel atı? Büyücülerin efendinıle uğ­
raşmalan yetmiyormuş gibi sana da mı musallat oldular! Önce çok
sevdigi Dulsinea'yı çirkin bir köylü kansı kılığına soktular. Şimdi de
senin sırtını yere getirip ona ikinci büyük darbeyi vurdular. Bütün
büyücülerin canı cehenneme! Kalk güzel Rosinenta! Kalk efendimin
iki gözü!.. Mağlubiyetin üzüntüsünden sana küsmüş olmalı. Biliyor­
sun, beni de çok sevdigi halde az mı dayağını yedim. Haydi kalk .
lütfen. Nallannın alum öpeyim, beni daha fazla ÜZme!..
Rosinenta, Sanço'nun söylediklerini anlamış gibi silkinip kalktı.
Zavallı hayvanın bütün vücudu toz içinde kalımşn. bizimki, gömle­
ğini çıkanp onunla her yanını bir güzel temizledi. Efendisinin silah­
lannı topladı. Kutsal birer eşya gibi kucaklayıp göğsüne bastırdı.
Sanço önde, Rosinenta arkada eve doğru yüıüdüler.
Don Kişot, beklemediği bu mağlubiyet karşısında saranp soldu.
Odasına çıkıp inzivaya çekildi. Yenilmiş olmaktan çok, silahlannı
bırakıp şövalyelikten istifa etmesi onu kalırediyordu. Don Kişot'un
er meydanmdan çekildiğini duyan bütün kötü insanlar, saklandık­
lan deliklerden çıkacak, zayıflan dilediğince ezeceklerdi... Gerçi Al­
lah'ın hikmetinden sual olunmazdı ama, zahiren çirkin gibi göıü­
nen bu hadisenin arkasındaki asıl muradı ne idi? .. Bu sorunun ce­
vabını ne Don Kişot ne de başka biri verebilirdi. Çünkü kaderi ve
gelecegi ancak ve ancak Allah bilebilirdi. Her şeyin programı O'nun
yanında, her şeyin dizgini O'nun elindeydi...

274
Hiç kimseyi odasına kabul etmedi. Hatta çok sevdiği Sanço'yu
bile. Akşam yemeğiile de inmedi. Bu tatsız olay, bütün ev halkını
yasa boğmuştu.

Beyaz Aylı Şövalye, Don Kişot'un sırtını yere getirdikten sonra,


Dulsinea'nın çirkin olduğunu söylemeyip anlaşmayı bozduğu halde
niçin onun canını bagışlamıştı? Eğer söylendiği gibi, etrafı haraca
kesen bir zorba ise; niçin galibiyelin tadını çıkarmamıştı? Mança'lı
Şövalye, sesinin yabancı olmadıgını söyleyip yürunü göstermesini
rica edince neden heyecanlanmış, buna itiraz etmişti? Hiç vakit kay­
betmeden atma atlayıp kayıplara kanşması nasıl izah edilebilirdi?
Havada kalan bütün bu sorular Don Kişot'un aklını allak bullak et­
mişti...
Bizim yenik şövalyeyi, cevabını bulamadığı, sorulanyla başbaşa
bırakıp Beyaz Aylı Şövalye'ye dönelim. Onu, Don Antanio'nun
evinden aynidıktan sonra, buraya yanın saatlik mesafede olan bir
hana girerken görüyoruz. Iki arkadaşı heyecanla onun dönüşünü
beklemektedir. Bu ikisi yabancımız değildir. Don Kişot'un da ya­
bancısı degillerdir. .. Biri köyün meşhur papazı; digeri Berber Niko­
las Usta'dır!.. Ya üçüncüsü, yani Beyaz Aylı Şövalye? .. Ne ise, sizi
daha fazla merakta bırakmadan onu da söyleyelim: Papaz Efendinin
okullu çömezi Sanson!..
Güya üç arkadaş, çok sevdikleri Soylu Keseda'yı içine düştügü
delilikten kunarmak için böyle bir oyun teniplemişlerdir. Eger şö­
valyeligi terkedip evine çekilirse, bu dermansız illetten kurtulacagı­
na inanıyorlardı. .. Birinci denemede muvaffak olamadıklan halde
yılmamışlar, Aynalı Şövalye'nin adını değiştirerek ikinci oyuiıu sah­
neye koyınuşlardı. Tabii, bu arada, acemi Sanson'u bir güzel eğit­
meyi de ihmal etmemişler; bildiğiniz gibi, onun eliyle Don Kişot hi­
kayesini sona erdirmişlerdi...
Ertesi günün sabahı, Don Kişot erkenden kalktı. Sanço'yu uya­
np yola çıkacakiatını haber verdi. Don Antonio da erken kalkma­
ya alışık olduğundan onlan salonda karşıladı. Mança'lı şövalye, bir

275
gecede saranp solrnuş; yürüyen iskelet haline gelmişti. silahsız olu­
şu, onu daha da derbeder gösteriyordu. Ev sahibi, tertiplenen oyu­
nu ta başından beri biliyordu. Papaz Efendi ile Berber onu da ikna
etmiş, oyuna katıldığı takdirde Senyar Kesecia'ya buyük bir iyilikte
bulunmuş olacağına inandırmışlardı.
Sabah kahvaltısını beklemeyeceğini zira canı hiçbir şey yemek
istemediğini söyleyen Don Kişot, ev sahibi Antonio'dan yola çıkmak
üzere izin istedi. Beriki kalması için ısrar etmedi. Ancak, adamlan­
na ikisine de yol boyunca yetecek kadar yiyecek hazırlamalannı
söylemeyi ihmal etmedi.
Sanço, efendisinden -yenilmişde olsa hala onun efendisiydi- al­
dığı emir üzerine alııra indi. Rosinenta'yı ve boz eşegi hazırladı.
Mança'lı Şövalye rahat etsin diye onun silahlannı karakaçanın sırtı­
na yükledi.
Ev sahibine veda edip yola çıktılar. Sanço, efendisini neşetendir­
rnek için atasözü dağarcığından birşeyler yumurtladı:
- Erken çıkan yol alır, erken evlenen döl alır demişler. Erken
çıkınakla iyi ettik. Erken evlendim ama silyenizde yeterince döl ala­
cak zamanım olmadı...
- Hiç de komik değilsin Sanço! Boşuna beni eğlendirmeye çalış­
ma. Bırak elemimle baş başa kalayım.
- Efendim, o Aynalı mı Aynasız mı her ne kann ağnsı ise; mut­
laka büyücülerin adamıydı. Yoksa, sizin sırtınızı yere getirecek yiğit
göremiyorum ben...
- Bak bunda haklısın işte! Gelmiş geçmiş bütün büyük şövalye­
lerin kaderinde büyücülerle ve kötü cinlerle mücadele etmek vardır.
Şu anda on tanesini sayabiliriın. Büyü deyince aklıma Dulsinea'm
geldi oğlum...
- Bülbülün çektiği dil bel.ıisından. Nereden sözünü ettim şu ca­
m cehenneme gidesi büyücülerin!.. Bu rüzgann arkası fırtınadır val­
lahi...
- Çok uzun bir yolumuz var. Hani diyorum, söz verdiğin dayak
işine başlasan hiç de fena olmayacak. .. Ben yandım bari Dulsinea'm

276
yanmasın. Onun çirkin bir köylü kansı olarak yaşamasına yüreğim
dayanmıyor. Sevgilimin büyüden kunulması için bütün servetimi
seve seve feda ederdim. Benim iyi yürekli Sanço'ın! Üç bin üç yüz
kırbaç yemenin kolay olmadığını takdir etmiyor değilim. Ama ne
yaparsın ki kara vicdanlı şeytan'ın şartı bu! Gözünü seveyim, gel şu­
nun adını koyalıın. Her kırbaç için takdir edeceğin ücrete razıyım.
Hesabını yap, ne istedigini bana söyle!..
Para lafını duyunca Sanço'nun yelkenleri suya indi. Evine eli boş
dönmek istemiyordu. Karısı Teresa, onun beş parasız gelişini asla
kabullenemezdi. Hele vali oldugunu bütün alem duyduktan sonra...
- Sizin serverinizde asla gözüm yok Efendim, diye söze başladı.
Örnrünüzün kalan kısmını fakirlik içinde geçirmenizi hiç istemem.
Yanımdaki paranız belki buna yeter.
- Say bakalım, ne kadar var?
- Boş kaldıkça işimin biri de paranızı sayınaktır Senyor. .. Bir ku-
ruşu kaybolacak diye aklım çıkıyor. Hem uşağıntz hem de hazine
bakanınızım; unuttunuz mu?
- Lafı dolaştınp durrna Sançal Kaç param var, sen onu söyle!
- Tamı tarnma üç bin üç yüz beş lira efendim. Beş lirasını ihti'
yat akçesi olarak ayınrak, geri kalanı tamı tarnma kırbaç sayısına
denk geliyor...
- Her kırbaca bir altın lira, öyle mi?
- Ben aç gözlü biri değilim Efendim. Bu kadan da yeter!..
- Anlaştık, oglum. Ancak bir tereddütüro var!..
- Pazarlık bitmişken, bu tereddüt de nesi oluyor sevgili Senyor?
- Gerçi hatının için çok ucuz bir fiyata razı oldun ama; yine de
ücret karşılıgı kırbaç yemiş sayılırsın... Ya şeytan bunu duyar da
"anlaşma şanlanna uygun değildir" diye kabul etmezse!.. O zaman
benim param da senin yediğin kırbaçlar da boşa gider... Işte tered­
dütüro budur Sevgili Oglum!..
- Aman Senyor, düşündügünüz şeye bakın! Şöyle veya böyle; üç
bin üç yüz kırhacı ben yiyecek değil miyim? Böyle büyük bir feda­
karlık karşısında tutmuş bana üç-beş bin altın bahşiş vennişsiniz;

277
bundan şeytan'a ne! Içiniz rahat olsun; kesinlikle kural dışı bir du­
rum yok.
-Peki oğlum, dediğin gibi olsun. Şu dayak işini bitir; yıız altın
da benden. Yeter ki Dulsinea'm kurtulsun. Bu iyiliğin karşılığında
kim bilir amel defterine ne kadar sevap yazılacak. ..
- !şte bundan emin değilim, Efendim! Beleşonya Papazı burada
olsaydı, mutlaka şöyle derdi: " Dostum Sanço! Vali iken gösterdiğin
dürüstlüğü, ne yazık ki, efendine karşı gösteremedin. Kannı ve ço­
cuklannı düşünüp pazarlığa giriştin. Karşılığı bekienerek yapılan
iyilik makbul değildir. Zarardasın, dostum zararda!.." Evet, aynen
böyle derdi...
-Şu dostun büyük adamınışi Senin yerinde olsam, ada valiliğin­
den olduğum için değil; böyle bir dosttan ayn düştüğüm için üzü­
lürdüm...
- Kadertınizi elinde tutan Allah, öyle hüküm vermiş; ne gelir el­
den! .. Bütün gayretinize rağmen bir Aynasız'a mağlup oluşunuz da
kader değil mi?
- Sanço, bugün Seyyit Harnit Bin Engelf gibi laflar ediyorsun.
Mağriplilerle arkadaş olduğun belli oluyor.
- Aman Senyor, Mağriblileri bu işe kanştırma işler sarpa sarar!.. .
Don Kişot, seyisinin ne demek istediğini anlayamamıştı. Eğer bi­
raz üzerine gitse; altınlannı sakladığı yerden çıkarmak için gelen
Mağribli çocukluk arkadaşından bahsedebilirdi. Ne ise ki, üzerinde
durmadı. Böylece, Sanço da sımnı saklamaya muvaffak oldu...
Sık ağaçlıklı bir yere gelmişlerdi. Mança'lı Şövalye burada ko­
naklamaya karar verdi. Maksadı, Sanço'ya kırbaç işini başlattır­
maktı:
-Sevgili oğlum, burası kırbaç işi için çok uygun bir yer; ne der­
sin?
-lnsaf edin, E fendim! Hele oturup biraz dinlenelim. Arkasından
bir güzel kamımızı doyuralım. Sonrasına Allah kerimdir. ..
-Sanço, sen korkağın birisin! Şu şişko vücuduna üç bin üç yüz
kırbaç indirebileceğine hiç inanasım gelmiyor. ..

278
- Yoo, Senyor! Hor görmeyin garibi! Dinlenip yemeğimi yedik­
ten sonra, analar ne yiğitler doğururmuş görürsünüz!..
- Breh, breh! Yiğide bak yiğide ...
Don Kişot'un alaylı sözleri Sanço'ya dokundu. Yemeği filan bek­
lemeden, aylardır yıkanmayan gömleğini atietiyle birlikte çıkardı.
Daha sağlamdır diyerek eşeğinin yulannı çıkardı. Ikiye katlayıp, bir
ucunu eline doladı:
- Işte size kendimi isbatlamak için yemekten önce bir kaç yüz
kırbaç yiyeceğim.
- Aman oğlum! Sinirle kalkan zararla oturur. Korkanın bu zara­
nu ucu Dulsinea'ya dokunur...
- Ben öyle ince laflardan anlamam, Efendim! Ne ise düşünceni­
zi dogrudan söyleyin.
- Bu sinirle işe başlarsan, hızını ayarlayamaz; daha eliiyi sayına­
dan "kırbaç şehidi" olursun ... Yapma, gözünü severim; biraz sakin­
leş! Tamam anladım, yiğit adamsın...
- Kalp kırmak kolay, ama tamir etmek zordur soylu efendim.
- Hay keçi inatlı seyis hay! Peki, ne halin varsa gör... Ancak yi-
ne de yalvanyorum, lütfen fazla hızlı vurma!
- Siz çok yufka yürekli bir insansınız. Acı çekmemi görmeniz i is­
temem... Onun için şu ağaçlann arkasına geçip vıicuduma yiyebil­
diğim kadar kırbaç indireceğiın. Kırbaç sesini duyacagınızdan hesa­
bını tutmanız zor olmayacaktır. Haydi bana eyvallah!
Sanço, efendisinin kendisini göremeyeceği şekilde ağaçlann ar­
kasına geçti. Şöyle hafiften bir deneme yaptı. Değil elli, beş esaslı
kırhacı bile göze alacağa benzemiyordu. Halbuki biraz evvel atarken
mangalda kül bırakmıyordu.
Don Kişot, uşagından ses çıkmayınca sabırsızlandı:
- Sanço oğlum, kırbaçlann sesini duyaınıyorum!
- Duaını bitireyim; hemen başlıyacağım Efendim'
- Ben de senin için bildiğim bütün dualan okuyacagıın. Sakın
üınitsizliğe düşüp vazgeçme!

279
Tam bu sırada Sanço'nun aklına şeytani bir fikir geldi:
- Tutmayın beni! diye bir nara attı. Elindeki yulan var gücü ile
önündeki agaca vurmaya başladı. Her kırbaç sesinden sonra bir fer­
yar kopuyordu:
-
Ah anam yandım!
,

Üç, beş, on derken yirmiye yaklaştıgında feryatlar iniemelere dö­


nüştü...
Don Kişot'un içi parçalandı:
- Aman oglum, biraz ara ver! Kendine karşı bu kadar insafsız ol­
ma! Böyle devam edersen, korkanın "kırbaç şehidi" olacaksın... Yal­
vannm, kaş yapayım derken göz çıkarma!
- GönlünÜZü ferah tutun Senyor! Sırtım acıya alışmışken şöyle
en az bin kırbaç atayım. Köye varmadan bu işi bitirecegimi umuyo­
rum...
- Sanço, beni bu kadar sevdigini bilmiyordum. inan, yaşadıgım
müddetçe şu iyiligini unutmayacagım.
- Sizin için camm feda sevgili efendim. Şimdi izin verin de işi­
me devam edeyim ...
Kırbaç sesleri, feryatlar, inierneler birbirini kovaladı. Derken
Mança'lı şövalye'nin tuttugu sayı bine ulaştı:
- Tamamdır Sanço! Yeter Allah aşkınal Zamara kalesi bile bir sa­
atte alınmamıştır. Gel şu işi tadında bırakalım. Senin anlayacagın bu
eşek bundan fazla yükü taşıyamaz. Yann devam edersin.
- Çok haklısınız, iyi yürekli efendim! Kırbaç yerleri, üzerine tuz
ekilmiş gibi yanıyor.
Bizim kırbaç fedaisi, hiç vakit geçirmeden gömlegini giydi. Ah­
layıp oflayarak Don Kişot'un yanına geldi. Kırbaç sallamaktan ter
içinde kalmıştı. Efendisi onun bu halde görünce derhal pelerinini
çıkanp omuziauna örttü:
- Kırbaç atan, pardon, kırbaç yiyen birini bekleyen en büyük
tehlike üşütüp hasta olmaktır. Ayakta duracak halin yok; hemen
uzan şu yumuşak çimenlere. Bizar uyu ki kendine gelesin.

280
Sanço, uyandığında akşam olmak üzereydi. Don Kişot, seyisinin
gözlerini açtığına çok sevindi:
- Kendini nasıl hissediyorsun, oğlum?
- Bin katırcıdan sapa yemişim gibi, Senyor.
- Hava kararmak üzere. Burada geeelememiz hiç de iyi olmaz.
Şöyle rahat bir yatakta yarınam istiyorum. Eşeğine binebilecek mi­
sin? ..
- Sevgili efendim, sözüm meclisten dışan, kırbaçlan popoma in­
dirmedim ki. Sırtıma gelince, uykuya yatmadan öneeye kıyasla da­
ha iyi durumda. Sizin anlayacağınız, hemen yola çıkabiliriz.
- Sanço, sen tam şövalye olacak adamsın, inan . . . Doğrusunu
söylemek gerekirse yediğin kırbaçların dörtte birini ben yemiş ol­
saydım; yerimden kalkaınazdıın. . .
- Soylu bir şövalyenin seyisini fazla küçük görmeyin, efendim.
- Iyi· de, ilk ınaceralanmızda yediğin ufak tefek dayaklardan
sonra az ını oflayıp inlemiş, bana sitemler etıniştin? ..
- Helva ateşte pişe pişe kıvamını bulur, koruk güneşte yana ya­
na üzüıne dönüşür. Insanoğlu da çektiği acılar nisbetinde olguniu­
ğa ulaşır.
- Elin Aynasızı işiınizi bitirdikten sonra ını başıma filozof kesili­
yorsuni
- Siz de ne diye tanımadığınız bir serseri ile hayatınızın en de­
ğerli şeyi üzerine düelloya girdiniz?
- Anlaşıldı, sen şövalyeliğin ş'sinden anlamıyorsuni En iyisi bu
konuyu kapatalım...
- Maksaclım sizi üzınek değildi, Efendim!
Hazırlıklarını tamamlayıp yola çıktılar. Yanın saat kadar yol al­
mışlardı ki, uzaktan bir han göründü.
Don Kişot:
- Şansın varmış Sanço, dedi, bak rahat edebileceğimiz bir han
pek de uzağımızda değilmiş.
Sanço, bir uzaktaki hana bir de efendisine baktı. Sonra içinden
şöyle dedi.

281
- Hayret bizim Bey bayağı akıllanmış. Hana, büyücü feşmekanın
şatosu demedi. Iyi ama, madem akıllanmış, ne diye benim gibi ta­
bansız bir şişkonun kendisine bin kırbaç vuranıayacağını düşüne­
miyor? Demek daha tam akıllanmamış. Eh, böylesi benim daha çok
işime gelir...
Hana vardıklannda onlan bir at bakicısı kapıda karşıladı. Yerle-
re kadar eğilerek;
- Hoş geldiniz, şeref verdiniz, soylu efendiler! dedi
Sanço adama bozuldu:
- Sen eşek sırtında gezen şişko bir soylu gördün mü hiç, diye çı-
kıştı ve hemen ilave etti:
- Tez, efendimden özür dile!
- Özür dilerim Soylu Senyor! Cahilliğimi bağışlayın.
- Bağışladım gitti! Kalabileceğimiz, rahat iki odanız var mı?
- Bu han çevredekilerin en iyisidir soylu efendim. Kibar insan-
lara vereceğimiz iki odamız daima bulunur. Aşçımız da çok maha- ·

retlidir. Yemekierin tadına baktıktan sonra bana hak vereceksiniz.


Sanço tekrar söz aldı:
- Efendimin atma ve can yoldaşım boz eşeğime çok iyi bakacak­
sm. Önlerine bolca yulaf koy. Ikisini de bir güzel kaşağılayıp tüyle­
rini parlat. Aniadın mı?
- Anladım Bayım!
Don Kişot'la Sanço akıllı iki kişi gibi hareket ettiklerinden o ak­
şam başianna kötü bir şey gelmedi. Odalan yanyana idi. Yatmaya
giderlerken Mança'lı şövalye seyisine sordu:
- Bu gece de kendine şöyle üç beş yüz kırbaç indirmeyi düşünü­
yor musun, dostum? Hazır sırtın alışmışken borcunun bir kısmını
ödemiş olursun.
- Aman Efendim, ne diyorsunuz siz! Adamlar bizi akıllı uslu iki
insan biliyorlar. Kırbaç işine başladık mı foyamız meydana çıkar ve
inanın hancı bizi kapı dışan eder. ..
- Peki Sanço, sen nasıl istersen öyle olsun. Köyümüze varmadan
bu işin hakkından geleceğine inanıyorum. Allah rahatlık versin.

282
- Sana da Senyor.
Bizimkiler, kayda deger bir olaya kanşmadan, enesi günü ögle­
ye dognı handan aynldılar. Sanço, yolda kırbaç faslı için yine agaç­
lıklı bir yer seçti. Feryat ve inierneler eşliginde bin beş yüz kırhacı
yanındaki agacın govdesine indirdi. Zavallı agaç, o kadar kırhacı yer
de iflah olur mu!.. Bütün kabuklan soyulup yere döküldü.
Işini bitiıip geri döndügünde, uyanık seyis, bayılnıak üzere olan
bitkin bir adam rolü oynamayı ihmat etmedi:
- Senyor, yalvannm, tutun beni! Nerede ise bayılmak üzereyim.
Her ne kadar sırtım alışmış ise de ilave ettigim beş yüz kırbaç fazla
geldi.
Don Kişot, telaşla uşa,ğını kucakladı:
- Benim cesıir ve fedakar oglum! Bu kadar ileri gidecek ne var­
dı sanki' .. Otur, uzan şuraya. Sana bir su vereyim de kendine gel.
Dayan Sançal Çogu gitti azı kaldı. Şunun şurasında tarnı tarnına se­
kiz yüz kırbaç kaldı.
- Benim iyi kalpli Efendim! Aç karnma kırbaç yaralanrra katlan­
mak cidden zor. Önce bir güzel karnıını doyurayım. Sonra...
- Sana hayret ediyorum be çocuk! Bin beş yüz kırbaç yedikten
sonra bile mideni düşünebiliyorsun. Pes dognısu!
- Can bagazdan gelir demiş ulu atalanmız!.. Kartıım tok, sınım
pek olduktan sonra gerisi vız gelir vallahi... Göreceksiniz, yann, ge­
riye kalan sekiz yüz kırhacı helva ekmek yer gibi yiyecegim.
- Yine agaçlann arkasında degil mi? ..
- Bunun iki sebebi var, Efendim: Birincisi, agaçlar bana cesaret
veriyorlar. Sanki her biri dile gelip koro halinde; "haydi yigit Sanço
patlat kırbaçlan" diye ba,ğınyorlar. Ikinci sebebe gelince, beni çok
sevdigirriz için çektigim acılan görmenizi istemiyorum. Belki şefkati­
nizden bu işten vazgeçersirriz de sevgiliniz Dulsinea ömrünün sonu­
na kadar çirkin bir köylü kansı olarak kalır diye endişe ediyorum ...
- Sen, tahmin ettigirnden de akıllıyınışsın be Şişko Seyis!..
Sanço, ahiayıp uflayarak, efendisinin önüne koydugu yiyecek­
lerin hepsini mideye indirdi. Karnı doyduguna göre, sıra sınının

283
pekliğine gelmişti. Don Kişot, pelerinini onun omuzlarına örterek
bunu da temin etti. Sonrası malum: Güzel bir uyku ...
Sanço uyandığında gece yansını çoktan geçiyordu. Gözlerini
açıp etrafı zifıri karanlıkta göıiince efendisine sitem etti:
- Aşkolsun Senyor, niçin beni uyandırmadınız?
- O kadar bitkin bir halde yatıyordun ki, yüreğim parçalandı. ..
Seni uyandırmaya kıyamadım:
- Desenize geceyi burada geçirmek zorundayız!..
- Erken kalkmış olsaydın da elimizden başka bir şey gelmezdi...
- Anlayamadım, efendim?
- Anlaşılmayacak ne var! Ihtiyat akçesi olarak ayırdığımız beş li-
rayı dün geeeki han sefasında harcadık Geriye kalan uç bin uç yüz
lira, anlaşmamız icabı senin malın sayılır. .. Karın ve çocukların için
canını feda etme pahasına kazandığın bu parayı handa, harnarnda
yiyecek degiliz ya!..
- Siz çok iyi niyetli ve şerefli bir soylusunuz Senyor! Eger geride
karım ve çocuklarım olmasaydı, inanın, hiç karşılık beklemeden o
ılç bin bilmem kaç kırhacı seve seve vılcuduma indirirdiın ...
- Sana bütün kalbimle inanıyorum, oglum. Şövalye ruhlu çok
insan var ki, kansını ve çocuklarını dılşundugu için, kendisini in­
sanlıgın hizmetine adayamamış; evine kapanıp kalmıştır. .. lşte ben,
bu tehlikeye düşmernek için evlenmedim. Evimi ve sıcak yatağıını
terkedip yardıma muhtaçların imdadına koştum. Buna en iyi şahit
sensin. Ancak kader, yüzunu bile görmediğim birinin eliyle, kolla­
rımı bagladı. Evime çekilip miskin soylular gibi yiyip içip yatmak­
tan ibaret olan bir hayata nasıl katlanının bilemiyorum ...
Sanço, çocuk gibi, hıçkırarak aglıyordu. Böyle şerefli ve dılıüst
bir insanı aldatmış olmanın vicdan azabıyla inledi. Şefkat dilenen
bir kedi gibi, başını onun dizlerine koydu:
- Ya ben, Mança'lı Don Kişot'suz bir hayata nasıl katlanacagım,
efendim?..

284
Sabahın ilk ışıklanyla birlikte uyandılar. Sanço, iyi bir kalıvaltı
yapmak için heybesinin başına gitti. Ancak çok az yiyecekleri kaldı­
ğını gördü.
- Ne olacak şimdi? der gibi Don Kişot'un yüzüne baktı.
Mança'lı Şövalye:
- Benim hiç iştahım yok; bir lokma dahi yiyebileceğimi sanmı­
yorum, dedi.
Bizimki buna sevineceğini mi yoksa üzüleceğini mi bilemedi.
Efendisi düelloyu kaybettiği günden beri mum gibi eriyordu. Yenil­
diğine değil, şövalyeliği terketmek zorunda kalışına üzülüyordu
şüphesiz. Sanço, kaç defa şöyle diyecek oldu:
- "Bir serseriye verdiğiniz söz bu kadar önenıli mi? Unutun git­
sin! Yardıma muhtaç, imdat bekleyen bunca zavallı varken sırf Be­
yaz Aylı Şövalye'ye söz verdim diye bir köşeye çekilip onlann inilti­
lerine kulak tıkayamazsınız ... "

Ancak, hiç bir zaman bu cesareti kendisinde bulamadı. Efendi­


sini tanıyordu. Ona kızınakla kalmaz; bir güzel pataklardı.. .
Bunlan düşünürken; bulabildiği birkaç dilim ekmekle peyniri
mideye indirdi. Bir günlük yollan kalmıştı. Eğer hızlı giderlerse ak­
şama varmaz köye ulaşırlardı. Yollan üzerinde ağaçlıklar bol oldu­
ğu için kırbaç işini merak etmiyordu... Yiyecek meselesi de o kadar
önemli değildi. Midesi meşe palamuduna alışıktı...
Sanço, efendisinin derin düşüncelere dalıp gittiğini görünce,
onun elinden şövalyeliği alan adama beddua etmekten kendini ala­
madı:
- Eh, Aynasız çapulcu... Dilerim senin sonun da efendiminkine
benzer!
Don Kişot'un hizmetine girdiği günden bu yana, belki ilk defa
olarak yola çıkma teklifinde bulundu. Oturduğu yerde kırk yıl ko­
naklasa kılını bile kıpırdatmayacak kadar gamsız olan bu adamın
teklifine efendisi de şaşırdı:
- Ne o Sanço, evini çok mu özledin?

285
- Özlernedim desem yalan olur Senyor... Ancak acele edişimin
sebebi sadece bu degil. Şimdi kalkarsak, karanlığa kalmadan köyu­
müze ulaşabiliriz.
- Peki, dedigin gibi olsun. Davran öyle ise; gidiyoruz!
Durup dinlenmeden öğleye kadar yol aldılar. Don Kişot, o kadar
bitkindi ki, Rosinenta'nın sınında zor duruyordu. lik gördükleri
ağaçlıkta mala verdiler. Sanço, son bir ümitle, heybeye saldırdı. Ga­
yet tabii ki, eli boş çıktı.
Mança'lı Şövalye dayanamadı:
- Daha bu sabah onu boşaltan sen degil miydin a oğlum? ..
- Ümit dünyası, Senyor... Bakarsın, Hızır sekiz yuz kırbaç yiye-
cek olan şu zavallıya acıınıştır da birşeyler koyuvermiştir. . .
- öyle zannediyorum ki, kırbaç işini burada bitirmek istiyorsun.
.
Yanılıyor muyum?
- Evet Efendim. Ancak boş bir mide ile buna nasıl katlanının bi­
lemiyorum. Izin verirseniz, biraz meşe palarnulu toplayıp yemek is­
tiyorum. Hiç yoktan iyidir.
- Sen bilirsin. Mide senin...
Sanço, topladığı meşe palaınutlanyla karnını bir güzel doyurdu.
Eşeginin yulannı çıkardı. Kırbaç işini bitirmek üzere efendisinden
izin istedi. Palamut toplarken arkasına gizlenecegi ağaçlan da tesbit
etmiş bulunuyordu ...
Diğerlerinde olduğu gibi, kırbaçlar yine gözüne kestirdigi ağacın
gövdesine inmeye başladı... Fakat öyle feryat kopanyar, öyle acı
iniltiler çıkanyordu ki; duyan da derisini yüzüyarlar sanırdı.
Kırbaç sayısı beş yüze ulaştığında ağaç gövdesi kabuklanndan
kurtulmuş bulunuyordu. Don Kişot, uşağına moral vermeye çalışı­
yordu:
- Aferin sana, oğlum. Yüze yüze kuyıuğuna geldin. Biraz daha
dişini sıkarsan bu iş bitti demektir!..
- Iyi de Senyor; kollanmda derman, sınımda kamçı değınedik
yer kalmadı. Anamdan emdigim süt bumurodan geldi!

286
- Aman Sanço, yaman Sançal Sakın vaz geçeyim deme. Üç yüz
kırbaç da ne ki! Helva ekmek gibi yersin vallahi...
- Bakiava olsa yiyecek halim kalmadı. Ben işi bırakıyorum. Oç
bin üç yüz altmmız da sizin olsun! . . Yediğim kırbaçlan hel�! ediyo­
rum...
- Yoo, oğlum! Bu kadar aptal olamazsm. Niyetini anladım se-
nin...
- Neymiş efendim; niyetim? Söyleyin ben de öğrenmiş olayım.
- Fiyatı artınnamı istiyorsun!
- Efendim, yemin ederim ki...
- Kes sesini aç gözlü şişko! Dulsinea'mm büyüden kurtulmasına
ramak kalmışken işi bırakınana razı olacağıını sanıyorsan, beni da­
ha yeterince tanimamışsın demektir. Ya bu işi kendi nzanla bitirir­
sin ya da gelir kalan kırbaçlan sırtma ben indirirtml
- Benim saf ve iyi yürekli efendim! Izin verin de size bir itirafta
buunayım...
- Bir kelime daha edersen, yanına gelir dünyanın kaç bucak ol­
duğunu gösteririm sana! Hem karının ve çocuklarının hatırı için
hem de Dulsinea'mın büyüden kurtulması için fiyatı iki katına çıka­
rıyorum!.. Bitir şu işi! Paranın geri kalanını köye varır varmaz öde­
rim...
- Fakat, Efendim...
- Fakatı makatı yok! Başla diyorum; o kadar!
- Eh, günah benden gitti! Pazara çıkarsan on altın etmez bir şiş-
koya altı bin bilmem kaç altın verecek kadar deli iseniz ben ne ya­
payım!
Var gücü ile ağacın gövdesine kırbaç indirmeye başladı. Fakat o
da nesi!.. Sanki kırbaçlar ağaca değil, gerçekten kendi sırtına iniyar­
du. Sahneye bir Sanço daha çıkmıştı... Beleşonya Valisi Dürüst San­
çe Panza, efendisini aldatan sahtekar Seyis Sanço Panza'nın elinden
kırhacı almış; " adam öyle dövülmez, böyle dövülür" deyip çıplak
gövdesine vuruyordu. Aferin Beleşonya Valisi'ne! Dalavereci uşak
bunu fazlasıyla haketmişti...

287
Kırbaç yiyen Sanço, inleyerek şefkat dileniyordu:
- Ne yaptım ise, karım ve çocuklanın için yaptım. Efendimin ne ·
karısı ne de çocukları var. Beni oğlu gibi sever. Babadan oğula ge­
çen para haram sayılmaz. Yalvarırım vurma; yeter artık!
- Sen Beleşonya Valisi'ni kendin gibi yarım akıllı mı zannediyor­
sun! Beni böyle cerbezeli sözlerle kandıramazsın.. Al sana! Al sana!
.

- Yandım, anaını
- Cehennem'deki yangın bundan bin beterdir, sefil uşak! Zebac
nilerin ateşten kırbacına Herkül bile dayanamazl..
- Efendime itirafta bulunup bağışlanmaını dileyecektim; fakat
fırsat vermedi. Lafı ağzıma tıkadı.
- Beleşonya'da, el değmemiş gülünü pazara çıkaran kötü kadını
hatıriadın mı? ..
- Beni öyle perişan ettin ki, karımı bile hatırlayacak hal bırakma­
dm...
- O da senin gibi işin yarısından sonra, fiyatını iki katına çıkar­
mıştıl..
- Vah, bahtı kara anacığım! Beni doğuracağına bir taş dağursay­
dın da şu hakaretleri işitmeseydim!..
- Vicdan yarası, kırbaç yarasından daha az acı verici değildir ey
sefil uşak! Bu kadar ceza aklını başına getirmeye yeter sanırım ...
Beleşonya Valisi, efendisini aldatan Sanço'yu hem kırbaç hem de
dil ile, hatırı sayılacak derecede, yaraladıktan sonra sahneden çekil-
di. ..
Don Kişot'un hesabını tuttuğu kırbaçların sayısı sekiz yüzü çok­
tan geçmiş; nerede ise bine ulaşmak üzereydi. Kaç defa;
- Yeter oğlum Sanço, borcunu tamamladın! diye bağırınış ise de
onu duyuramamıştı.
Sanço'dan ses seda kesilince efendisi tekrar seslendi:
- Sevgili uşağım! Sag mısın ölü müsün? Beni duyuyorsan cevap
ver!
Iniereesine bir ses cevap verdi:

288
- Keşke o düştüğüm kör kuyudan öbür dünyaya göç etseydim!
Ölmekten de beter haller varmış ... Ah şeytan! Ah doymak bilmeyen
muhteris nefsim! Ikiniz ne de kötü arkadaşlarsımz!..
- Sanço, kırbaç yedikıen sonra zek�n ve fazilet duygulann attış
gösteriyor!.. Mağribliler gibi hep hikmet dolu sözler söylüyorsun . . .
Seyyit H�mit bin Engeli seni duysa inan kıskamrdı.
- Ah benim iyi kalpli Efendim! Eğer iç dışa, dış içe çevrilsek be­
nim ne kötü bir uşak olduğumu görür; valiahi nefret ederdiniz!..
- Kendine haksızlık ediyorsun oğlum! Hangi babayiğit üç bin üç
yüzden fazla kırbaç yiyebilirdi, söyler misin?.. Dulsinea'm ve ben,
sana minnet borçluyuz. ÖmrümüZÜn sonuna kadar bu iyiliğini
unutmayacağız. Dünya gözü ile görmesem de, sevgilimin büyüden
kurtulduğunu bilmek bana yeter. Şu anda şeytan'ın yüzünü görmek
isterdim. Seni korkak bir uşak zannetmekle ne kadar hata ettiğini
anlamış, hırsından çatır çatır çatlıyordur. ..
- Her şeyin doğrusunu Allah biliyor... Madem mutlusunuz, ba­
na da ağzımı açmamak düşüyor. Kaş yapayım derken göz çıkarmak
istemem...

Seyyit H�mit'in el yazması notlanndan öğrendiğimize göre, kır­


baç olayından sonra, iki dost fazla vakit geçirmeden yola çıktılar.
Kayda değer bir şeyle karşılaşmadan, akşama doğru köy sınınna gir­
diler. Sanço, tırmandıklan tepeyi hemen tanıdı. Burada az keçi güt­
memişti. Tepenin başına vannca köy bütün güzelliği ile göründü.
Hemen yere kapandı; toprağı öptü:
- Allah'ım sana şükürler olsun! Sağ salim çocuklanma ve vatanı­
ma kavuşturdun ... Uyan ey sevgili yurt! Oğlun Sanço Panza geldi. ·
Yanında ondan daha değerli bir oğlun Mança'lı Şövalye Don Kişot
da var!
Efendisi bağırdı:
- Saçmalama Sanço, kendine gel! Yenik bir oğlunu sevgi ile ku­
caklayan ana gördün mü hiç? .. Bu utanç, korkanm, beni yer bitirir...

289
- Yenmek kadar yenilmek de hayatın gerçeklerindendir sevgili
Efendim! Siz elinizden geleni yaptınız. Dini bütün, inançlı bir şöval- ·

ye olarak kaderin hükmüne ma göstermelisiniz. Eğer sizi tanıma­


·

·
sam, şu halinize bakıp, "ne gururlu adamınış" diyesim geliyor. Siz
tevazuyu seven, gururdan nefret eden bir soylusunuz. Arıcak gurur­
lu kimseler yenilgiyi hazınedemezler...
- Sançal Beleşonya Papazı'ndan epey ders almışa benziyorsun...
Sakın bu adam, Mağribli bir dönme olmasın?..
- Siz de Mağriblilerle kafayı bozmuşsunuz senyor... Şu Seyyit
Hamid bilmem ne, size iyice tesir etmiş, anlaşılan.
Böyle sohbet ederek köy meydanına kadar geldiler. Az ileride,
iki velet onlann gelişine aldırmaksızın kavga ediyorlardı. Biri, öbü­
rüne şöyle bağırdı:
- Oh olsun işte! Bir daha, ömrünün sonuna kadar o kızı göre­
meyeceksin!
Bunu duyan Don Kişot, hemen seyisine döndü:
- Işittin mi, şu veledin dediğini? "Bir daha asla o kızı göremeye­
ceksin" diyor!..
- Iyi ama Senyor, ·şu bacaksızın söylediklertyle bizim ne ilgimiz
var?
-Ah Sanço, bazan çok aptallaşıyorsun. Bizimle ne ilgisi var, olur
mu! Velet, aklımdan geçenleri okudu. Tam o konuştuğu sırada,
içimden, "Acaba sevgilimi dünya gözü ile görebilecek miyim" diye
geçiriyordum. O da gerçeği şamar gibi yüzüme vurdu: "Oh olsun iş­
tel Bir daha, ömrünün sonuna kadar, o kızı göremeyeceksin" ...
� Eh, ne diyeyim artık! Allah size akıl fikir versin. Bu arada be­
ni de -unutmasın ...
Onlan uzaktan gören bir çocuk, koşarak papaz efendi'ye haber
verdi. O sırada, yanında kim vardı; tahmin edin bakalım? Berber
Nikolas Usta mı? Hayır: Çömezi Sanson yani diğer adıyla Beyaz Ay­
lı Şövalye!..
Kısa zamanda köyün bütün çocuklanmeydanı doldurdular. Da­
ha evvel, pek önemli görmediğimiz için, bahsetmediğimiz küçük

290
bir aynntıyı belinmeden geçemeyeceğiz. Sanço, boz eşeğin sırtına
yükledigi silahiann üzerine -görünmesinler diye- kocaman bir ö.nü
önmüştü. Bu örtü, uçan sihirli tahta attan kalan, üzeri alev resimle­
riyle süslü, kara bir cübbe idi... Bu haliyle, boz eşek, dünyanın en
garip yaratığı gibi görünüyordu. iskeletleri çıkmış Rosinenta ile bi­
nicisi de ayn bir manzara idi. Çocuklar bir Sanço'yu, bir Don Ki­
şot'u biribirine göstererek gülüşüyorlardı. Kimileri de ellerindeki
değnekleri Rosinenta ile boz eşeğin arasına burasına dünüp eğleni­
yorlardı.
Papaz'la çömezi Sanson, onlan dağıtınaya çalışıyorlarsa da mu­
vaffak olarnıyorlardı. Bu hengame içersinde Don Kişot atından indi.
Papaz'la çömezini hasretle kucakladı. Hal hatır sordu. Artık akıllan­
mış olduğundan köyüne geri döndüğünü söylemeyi ihmal etmedi.
Papaz:
- Bütün köy halkı buna sevinecek sevgili dostum, dedi, sizi tek­
rar aramızda görmekle ne kadar mutlu olduk bilemezsiniz. Hoş gel­
diniz, sefalar getirdiniz!
Iki delinin döndüğü haberi Sanço'nun kansı Teresa'ya da ulaş­
mıştı. Zavallı kadın,telaştan yalın ayak, başı açık fırladı dışan. Kızı
Sançika da arkasından koşturuyordu. Köy meydanına ulaşıp koca­
sını boz eşeğin yulanndan tutmuş çekerken görünce, bagırdı:
- Eyvahlar olsun! Bizim adamı valilikten atmışlar. Ben onun bu
işi beceremeyeceğini ta başından biliyordum. Bal tutan parmağını
yalar demişler ama bizimki hiç parmak yalaınışa benzemiyor. Gitti­
ği gibi yayan yapıldak geri dönmüş. Bu ev ne ile döner? Çoluk ço­
cuk ne yer ne içer diye düşünınez mi insan! Bu ne biçim valilik? ..
Sanço, kendisini herkesin önünde ınahçup eden, kansına bağırdı:
- Sus Teresai Nankör kadınlar gibi dırlanıp durınal Cebi altın
dolu bir koca böyle mi karşılanır? Dış göriinüşüıne bakıp aldanma­
malısın. Eve gidince sana öyle şeyler anlatacagıın ki, ağzın bir kanş
açık dinleyeceksin.
Altın sözünü duyunca, Teresa bir kedi gibi uysallaştı:
- Demek çok para kazandın öyle mi kocacığım? Üzümünü ye
bağını sorma demişler, nasıl kazandığın hiç önemli değil vallahi...

291
Yeter ki hizi rahat ettirecek kadar paramız olsun. Gel evimize gide­
lim. Güzel yemekler pişirip yedireyim. Sançika çamaşıriarım yıkar­
ken ben de sana banyo yaptırayım...
- Bunlar evde konuşulacak şeyler, Teresai Eski bir vali kansına
yakışmayacak gevezelikler yapıyorsun . . . Efendimden izin almadan
sizinle gelemem.
Don Kişot, bütün konuşulanlan duyınuş; Sanço'nun söylediği
son sözler çok hoşuna gitınişti:
- Karın haklı oğlum! dedi. Seni özlemişlerdir; şimdi onunla doğ­
ruca evine git. Hasret gider. Yarın şatoma gel, çobanlık işini görüşe­
lim ...
- Peki Senyor, yarın görüşürüz.
Sanço, karısı ve kızı ile birlikte evine doğru giderken Papaz da­
yanamayıp Mança'lı Şövalye'ye sordu:
- Sevgili dostum, bu çobanlık işi de nesi oluyor? Hayvan ticare­
tine mi başlayacaksınız?
- Birkaç baş hayvan alacağım, ama ticaret için değil. Sanço ile
dağlara çıkıp çobanlık yapacağız...
- Yoo, soylu dostum! Siz yeterince akıllanmamışsınız!.. Ha şö­
valyelik ha çobanlık; ne fark eder? Yine kırda bayırda gezecek evi­
nize gelmeyeceksiniz.
- Yani sizce bütün şövalyeler ve çobanlar deli mi, Peder? ..
- Hayır, onu demek istemedim. Bunlar sizin gibi soylu bir Bey'e
yakışmayacak meslekler demek istedim ...
- Ne ise, bu konuyu sonra tanışırız. Zira çok halsiz ve yorgu­
num. Evime gidip istirahat etmek istiyorum.
Tam bu sırada Don Kişot'un beyninde bir şimşek çaktı. Papaz'a
ve çömezi Sanson'a döndü:
- Beyler, silahlarımı niçin bıraktığımı ve çok sevdiğim şövalye­
lik mesleğinden nasıl olup da vazgeçtiğimi hiç sormadınız!.. Yok­
sa, biz gelmeden Beyaz Aylı Şövalye'ye yenildiğim haberi size ulaş­
tı mı? . .

292
- Papaz'la çömezi suç üstü yakalanmış iki insan gibi kızanp bo­
zardılar. Çömez dururken hocasına yalan uydurmak yakışmayaca­
ğından Sanson cevap verdi:
- Saygıdeğer Efendimiz! Sizi silahsız olarak görünce, başınızdan
tatsız şeyler geçtiğini hemen anladık. Doğrusu çok merak ettiğimiz
halde, üzülmeyesiniz diye sebebini sormadık. ..
- Yaa, öyle mi? Ne kadar düşüneeli dosılanın varmış!..
Don Kişot başka soru sormadı. Iki dostu onu şatosunun kapısı­
na kadar getirdiler. Şato halkı -ki topu topu bir hizmetçi, yaşlı bir
kahya kadın ve evde kalmış bir kız yeğenden müteşekkil üç baş idi­
ler- efendiletinin geldiğini haber almış; sabırsızlıkla bekliyorlardı.
Don Kişot, onlara kısaca hal hatır sorduktan sonra, odasına çıktı.
Yatağının hazırlanmasını istedi. Papaz, ayaküstü, kız yeğenine amca­
sının henüz tam akıllanmadığım şimdi de kafayı çobanlıkla bozdu­
ğunu anlattı... Uşakla kadın kalfa da onlan dinliyorlardı. Bu kötü ha­
ber üzeline üçü de Don Kişot'un odasına koştular. Kız yeğen:
· - Amca, biz seni akıllanıp evine döndü diye sevinirken, bu ço­
banlık işi de nereden çıktı, diye bağırdı.
- Bizim peder'i Beleşonya Papazı'mn yanına insanlık dersi alma­
sı için göndersek çok iyi olacak. .. Utanmadan, kocakanlar gibi ge­
vezelik ediyor!
Kız -"kız diyorsak da otuzunu çoktan geçtiği halde nasibini bu­
lamamış bir bahtsızdı- tekrar çıkıştı:
- Peder'e ne diye kızıyorsunuz? Adam haklı! Bu yaştan sonra,
dağlara çıkıp, "ak koyun meler gelir, dağlan deler gelir" diye türkü
söyleyerek keçi güttüğünüzü görenler yine size gülecekler. ..
- Bak, yavrurol "Bu kız neden evde kaldı" diye üzülür durur­
dum... Ama şimdi bunu hakettiğini görüyor ve eskisi kadar üzül­
müyorum!.. öyle halsiz ve bitkin durumdaytın ki, yatıp uyumak­
tan başka bir şey istemiyorum. Yatağıını hazırlayın ve beni yalnız
bırakın!
Yaşlı Kahya Kadın, efendisini bir dert bir kemik kalmış görünce,
gözyaşlannı tutamadı. Hem ağlıyor hem de şöyle diyordu:

293
- Sevgili Efendim! Iyi yürekli, soylu insan! Size "deli" diyenler,
sizi yeterince tanıma bahtiyarlığına ermeyenlerdir... Anladığım ka­
danyla, bu bahtiyarlıga bir tek Sanço Panza ulaşmış bulunuyor. Gü­
ya sizi eski saglığına kavuşturmak için peşinizden koşanlar, bir gün
olsun kapımızı çalıp, "ihtiyacınız nedir" diye sormadılar. Gerçi bizi
kimselere muhtaç etmediniz. Çok şükür her ihtiyacımızı karşılayıp
öyle gittiniz. Ama, insan yine de dostlanndan ilgi bekliyor ...
- Sadakat, Allah'ın en sevdigi huylardan biridir benim emektar
Kahyam! Iyiligini gördügü insana saygı rluyınayan bir kimse, Al­
lah'ın verdigi nimetiere karşı da nankörlük eder... Ben senin hiz­
metiertnden menınunum. Dilerim Allah da memnun olsun. Haydi
şimdi yatağıını hazırla da, yatıp biraz isıirahat edeyim.
Kahya Kadın, efendisinin yatağını hazırladı. Çıkarken aç olup ol­
madığını sordu. Don Kişot, uyumaktan başka bir şey istemedigini
söyledi.
Yaşlı kadın, dışan çıkınca, evde kalmış kızın koluna yapıştı:
- A benim zekadan noksan kızım! Ne diye elin sözüne uyup am­
canı üzersin!.. Eger söylediklerini can kulağı ile dinlemiş olsaydın,
bir azizin sözlerinden farksız oldugunu anlardın. Hiç deli biri bun­
lan düşünebilir mi...

Mança'lı Don Kişot, altı gün ateşler içinde yattı. Sanço'nun dışın­
da hiç bir ziyaretçiyi tanıyamadı. .. Buna ragmen Papaz Efendi, Ber­
ber Nikolas Usta ve Mektepli Sanson onu yalnız bırakmadılar.
Sanço, efendisini eski neşesine kavuşturmak için akla gelmedik
hikayeler uyduruyor ama bir türlü onu güldüremiyordu. Iki çoban
köpegi satın aldığını, yakında birkaç baş hayvan da satın alacagını;
ancak onun yataktan kalkmasını beklerligini söyledi. Don Kişot, bu
sözlerin hiç birine itibar etmedi.
Sonunda bir hekim çağırmak zorunda kaldılar. Adam geldi.
Hastanın nabzını dinledi. Vücudunu yokladı:
- Allah'tan ümit kesilmez ama bunun işi bitik, dedi. Bir iki gü­
ne varmaz, Hakkın rahmetine kavuşur...

294
Sanço, babası ölmüş gibi kendisini yere atıp dövünmeye, salya
sümük aglamaya başladı.
Hekimi sükunetle dinleyen Don Kişot, gözlerini araladı. Seyisi­
ne, cılız bir sesle, çıkıştı:
- Oğlum Sanço! Şu yaptığın çok ayıp bir şey! Ne öyle, yaramaz
mahalle çocuklan gibi tepinip duruyorsun...
- Sevgili Efendim! Gömmün nuru! Bu azar yetmez bana!.. Kalk
da şöyle bir iki patakla beni! Sensiz ne yapanın? Nerelere giderim?
Kim beni adam yerine koyar? Vallahi anık kimse keçilerini bile güt­
türmez!
- Korkma, oglum! Çıkmadık canda ümit vardır derler. Kim bi­
lir, belki daha şu fani Dünya'da içecek suyumuz yiyecek ekmegimiz
kalmıştır.
- Hay şu güzel agzınız bal yesin emi! Yüreğimi ferahlattınız.
Mektep medrese görmedim ama anamdan bir çok dua ögrendim.
Hepsini de sizin için okuyacağım. Ola ki Allah bu günahkar kulu­
nun duasını kabul eder...
- Sanço, sen eşi az bulunur vefalı bir dostsuni
Sonra odadakilere döndü:
- Sevgili dostlanını Eger kusuruma bakınazsanız, yalnız kalmak
ve uyumak istiyorum. Sabah ola, hayrola; yann görüşürüz!.. Heki­
min ücretini vermeyi unutmayın.
Sanço dahil, herkes dışan çıkıp hastayı yalnız bıraktılar.

Ertesi günün sabahı, Don Kişot, şatoyu çınlatan bir sesle herke­
si hayrette bıraktı:
- Allah'ım sana şükürler olsun! Ömrüınün son saatlerinde bana
aklımı bağışladmı Günahkar biri olarak ölmeme razı olmadın.
Kız yegen kapıya koştu. Içeri girmeden önce,
- Amcacığıın, yardıma ihtiyacın var ını? diye seslendi.
- Gel kızım, gel kardeşimin emaneti!

295
Yeğen, korka korka kapıyı açtı. Eşikte durdu:
- Demin ne demek istiyordunuz, Efendim? Ne diye öyle avazı­
mzın çıktıgı kadar bagınyordunuz?..

- Sevgili yeğenim, zihniın şu anda o kahrolası şövalye romanla­


nnı okumazdan ewelki gibi temiz ve açık!.. Hemen koş, bütün
dostlanma haber ver! Onlara bir deli olmadıgıını göstermek istiyo­
rum. Akıllı bir insan ve şerefli bir soylu olarak öldügüme şahitlik et­
melerini arzu ediyorum.
Yeğenin zahmetine lüzuın kalmadı. Papaz, Berber ve Mektepli
destursuz odaya daldılar. Onlan görünce Mança'lı Şövalye yatagın­
dan dogruldu:
- Gelin dostlanın, gelin deAilah'ın son anda bana balışettiği lüt­
fa bakın! O yerin dibine batasıca şövalye romanlannın aklımda top­
ladıgı kara bulutlar dagıldı. Ben Mança'lı Şövalye Don Kişot degil,
herkesin saygı duydugu iyi yürekli Alonso Kişano'yum. Kutsal dini­
.
mize aykın olan şu gezginci şövalye romanlannın hepsinden nefret
ediyorum. Aklımı başımdan alıp, bir sürü çılgınca işler yaptırdıkla­
n için yazarianna da kin duyuyoruın.Yaptıklanmdan utamyor, sizi
de üzdüğüm için özür diliyorum. Hakkınızı helal edin!
Bu sözleri dinleyen ev halkı ve üç kafadar hayretler içinde kaldı­
lar. Geçirdigi ateşli hastaliktan dolayı ikinci bir çılgınlıga düştügü­
nü sandılar.
- Nasıl olur? diye sordu Papaz Efendi. Bütün bu sözleri, tam
Dulsinea'nın büyüden kurtuldugu bir sırada nasıl söylersiniz?
- Sus Allah aşkına Peder! Şakanın sırası değil şimdi. Daha ciddi
şeylerden bahsedelim. Aklını başımda. Ne dediğimi çok iyi biliyo­
rum. Yaptıgım delilikleri hatırlatıp beni mahçup etme! Bana son bir
iyilik yapmak istiyorsanız, aklım başımda iken, Noter'i çağınn; va­
siyetimi dikte ertirmek istiyorum.
Mektepli Sanson'u Noter'e gönderdiler. Bizim çömez tam şato­
dan çıkarken Sanço ile karşılaştı. Don Kişot'un emektar seyisi, efen­
disini görmeye geliyordu. Sanson, hemen ayak üstü, olup biteni ona
nakletti. Sanço'da bet beniz kalmadı:
- Eyvah, desene bizim Efendi gidici! diye inledi...

296
Sanço odaya girince, Don Kişot'un yüzünü bir sevinç dalgası sar­
dı. lçerdekiler,
- Işte şimdi anlam Don Alansa'nun akıllanıp akallanmadıgını,
diye düşündüler.
Mança'lı Şövalye:
- Hoş geldin oğlum Sanço, dedi. Çılgınlıklanmla en çok seni üz­
düm... ölmek üzere olduğum şu saatlerde Allalı bana aklımı bagış­
ladı. Seni evinden, kanndan ve çocuklanndan ayırdıgım; dag, bayır
dolaştırdığım için beni affet! Birazdan Noter Efendi gelecek; hakkın
olan ücreti fazlasıyla yazdıracagım. Ancak yine de hakkını helal et­
meni istiyorum. Zira, çılgınlıklanma herkesten çok sen katlandın.
Sen olmasaydın, o delilik günlerirnde ne yapardım bilemiyorum.
Ele güne rezil olma pahasına peşimden aynlmadın ...
- Ah, benim Sevgili Efendim! Siz, her zaman, tanıdıgım insania­
nn en akıllısı idiniz. Mança'lı Don Kişot iken de Aslanlı Şövalye iken
de aldınız başınızcia idi!.. Bana verdiğiniz o altın ögiitler olmasaydı
Beleşonya'yı bir gün bile idare edemezdim ... Eğer Aynasız bir şöval­
yeye yeniidiniz diye hayata küsmüş iseniz; suçu bana yükleyin: "Be­
ceriksiz seyis, Rosinenta'nın eyerini iyi bağlayamamıştı" deyin. Son­
ra şövalye romanlarından hatırlarsanız, bir şövalyenin diğerini yen­
mesi pek tabiidir. Bugün yenilen yann yener. Yalvannm size kendi­
nizi koyvenneyin.
- Rica ederim, Sanço! Aklını başına topla! Eski çarnlar anık bar­
dak oldu. . . Kendine çeki düzen ver. Çiftinin çubuğunun başına
dön. Çocuklannın egitimi ile meşgul ol.
Seyisinin cevap vermesini beklemeden Papaz Efendi ile Berber'e
döndü:
- Şu geveze, şu saf Şişko'yu size emanet ediyorum. Yine benim
gibi biri çıkar da şövalye romanlanyla aklını bozarsa, Sanço'yu al­
datmasına izin vermeyin.
Tam bu sırada Noter içeri girdi. Sanço birşeyler diyecek oldu
ama Papaz Efendi ona eliyle "sus" işareti yaptı. Noter Efendi, ka­
nun icabı, Don Kişot'un dostlanna onun aklı başında biri o!duguna

297
şahitlik edip edemeyeceklertn sordu. Hepsi, teker teker, aklı yertn­
de olduğuna yemin ettiler� ..
- O halde söyleyiniz vasiyetinizi Bay Alanso, dedi Noter, yazma­
ya başlayabiliriz.
- Yaz! dedi Alonso, Madde Bir: Çılgınlığım sırasında bana seyis­
lik eden Sanço Panza'nın emekleri karşılığı olarak kendisinde bulu­
nan üç bin üç yüz altınım anasının ak sütü gibi helıl olsun. Ben bu
altıniann iki katını vermeye razı idim, fakat o itiraz etti. .. Hepiniz
şahit olun ki, Sanço dürüst bir seyis idi. Çılgınlığım sırasında ken­
disine bir ada valiliği bağışlanınasım sağlamıştım. Şimdi, aldım ba­
şımda iken, elimden gelseydi ona bir krallık vertrdim. Çünkü, temiz
yüreği ile gösterdiği bağlılıkla bunu fazlasıyla haketmiştir.
Sanço, duyduğu sözler karşısında kendisini tutamadı. Yerlere
yatıp yuvarlanmaya, iki gözü iki çeşme ağlamaya başladı:
- Ben ölü bir Don Kişot'un eski postalım bile istemem! Efendim,
ne olur beni de yanınıza alın! Değil üç bin bilmem kaç, bir milyon
altınım olsa kimse beni adam yerine koymaz!..
Noter, içinden, Sanço'ya acıdı:
- Efendisi akıllandı ama, gelide bütün köyün başına bela olacak
zırdeli bir seyis bırakıyor, diye düşündü ...
Vasiyet işinin bir an önce bitmesi için Sanço'yu karga tulumba
odadan çıkardılar...
Don Kişot:
- Devam et Noter Efendi, dedi. Madde Iki: Malımın geriye kala­
nını kardeşimin kızı olan şu yeğenime bırakıyorum. Ancak bunun
için bazı şartlanın var:

Akıllı uslu bir gençle evlenecek. Şövalye romanları okuyan
aylak birine vanrsa, mirasımdan mahrum kalacaktır.

Eviense de, evlenmese de emektar Kahya Kadınımızı, ölün­
ceye kadar, kimselere muhtaç etmeyecektir.

Yine eviense de evlenmese de her işimize koşturan biricik
uşağımızı, kendisinin razı olacağı bir ücretle, evde tutmaya
devam edecektir.

298
Bu vasiyetnamemin harfiyen uygulanmasında burada hazır bu­
lunanlar ve siz yetkili Noter, rnesulsünüz. Eğer ihrnalinizden dolayı
bir aksaklık olursa, günahı size aittir.
Ev halkından ve orada bulunanlardan tek tek belailik aldıktan
sonra, bitkin bir halde yatağa uzandı. Oç gün boyunca ateşler için­
de yattı. Yanına gelen hiç bir kimseyi tanıyarnadı. Bununla beraber,
yeğen nka basa kann doyunnaktan, etrafına emirler yağdınnaktan
geri durmadı... Arncasını ziyarete gelenler, onun bu halini görüp,
örnrünün sonuna kadar evlenecek birini bularnayacağına kanaat ge­
tirdiler...
Bu kitabın hazırlanmasında, el yazması notlanndan istifade etti­
ğimiz Seyyit Harnit bin Engelf diyor ki: Dördüncü günün sabahı, her
fani gibi, Mança'lı Şövalye Don Kişot da bu dünyaya gözlerini kapa­
dı. Papaz Efendi, sıradan bir yazann çıkıp da, onun rnaceralannı de­
vam ettinnesini ve dolayısıyla saçma sapan kitaplar yazmasını önle­
mek için, Noter'i çağırdı. Hazır bulunanlan şahit tutarak, Mançalı
Şövalye Don Kişot diye tanınan iyi yürekli Senyar A!onko Kişa­
no'nun öldüğünü belgekınesini istedi. Noter dahil herkes ona hak
verdiler. Gerekli belge hazırlandı. "Şu senenin, şu ayının şu gününde
aşagıda isimler bulunaniann huzurunda bu belge tanzim edildi" diye
kuvvetli bir not düşüldü ... Bütün Mança ili, Don Kişot'tan nasibini
alsın, her kasaba, her köy ona sahip çıksın diye doğduğu yerin adı
açıklanmadı.
Seyyit Harnit Bin Engelr'nin elimizde bulunan, Arap harfleriyle
yazılı notlan şöyle bitiyor:
"Ey benim maharetli kamı,ım (kalemim demek istiyor)! Iyi yazıp
yazmadıgına karar vermek bana düşmez. Don Kişot'un hatırasına saygı
göstermek üZere, seni şu duvara asıyorum. Artık, bir milyon alM da ver­
seZer, şovalye romanı yazmayacagım... Zaten, bu kitabı da, o saçma sa­
pan şovalye romanlannı gülünç göstererek gazden düşürmek için yaz­
dım. Gayret biZden, muvaffak etmek Allah'tandır. Hoşçakal sabırlı oku­
yucum!"

299

You might also like