Professional Documents
Culture Documents
04.11.2020
Roma Hukukunun Kaynakları
Roma hukukunun kaynakları üç ana başlıkta incelenebilir. Bunlar Roma hukukunun
bilgi kaynakları, Roma hukukunun yaratıcı kaynakları ve Roma hukukunun yürürlük
kaynaklarıdır. Yaratıcı ve yürürlük kaynakları birlikte ele alınabilir.
1- Roma Hukukunun Bilgi Kaynakları: Roma hukukunun bilgi kaynakları günümüz
kıta avrupasının hukukunun temelini oluşturmaktadır. Bu dönemi Iustinianus’tan önceki bilgi
kaynakları, Iustinianus’un derlemesi (Corpus Iuris Civilis) ve Iustinianus’tan sonraki bilgi
kaynakları olmak üzere üç bölümle inceleriz.
A- Iustinianus’tan Önceki Bilgi Kaynakları: Iustinianus’tan önceki bilgi
kaynaklarının en önemlisi Gaius’un hazırlamış olduğu Institutiones (kurumlar) dediğimiz
dört bölümden oluşan bir kitaptır. Bu kitapta hukukun temel kurumları ve kavramları yer
almaktadır.
B- Iustinianus’un Derlemesi (Corpus Iuris Civilis): Iustinianus hukuku birleştirmek
ve kanunlaştırmak amacıyla hukukçulara kodifikasyon çalışması yapmalarını emretmiştir.
Hukukçuların derlemeleri sonucunda içinde Istinianus’un emirnamelerinin de olduğu dört
bölümden oluşan Corpus Iuris Civilis külliyatı hazırlanmıştır.
Bu külliyatın ilk bölümünü Gais’un Institutiones kitabı oluşturmaktadır.
İkinci bölümü Digesta (Pandecta) dır. En kapsamlı ve en geniş bölüm Digesta dır.
Digesta klasik dönem hukukçuların eserlerinden alınmış ve belli bir sistem içinde düzenlenip
tasnif edilip yayınlanmış bir bölümdür. Digesta’da somut olayları anlatan metinler vardır. Bu
somut olaylardan soyut hükümler çıkartılmıştır.
Üçüncü bölümü Codex tir. Bu bölüm imparator emirnamelerinden oluşmaktadır.
Dördüncü bölümü Novellae dir. Bu bölüm Codex’e benzer biçimdedir. Ancak sadece
İmparator Iustinianus’un emirnamelerinden oluşmaktadır.
Ancak günümüzde elimizde bulunan Corpus Iuris Civilis örneklerinde beşinci bölüm
olarak Interpolatio’lar ve Glossa’lar vardır. Corpus Iuris Civilis hazırlanırken klasik dönem
hukukçularından yararlanılmıştır. Daha sonra bunların çağa uyarlanması amacıyla
değiştirilmesi işlemine Interpolatio denmektedir. Bunlar aslında kasıtlı olarak yapılan
değişikliklerdir. Glossa’lar ise hukuk öğretimine yardımcı olması amacıyla asıl metne yazılan
notların, asıl metne ait gibi düşünülüp değişiklik olarak kabul edilmesidir.
C- Iustinianus’tan Sonraki Bilgi Kaynakları: Iustinianus’tan sonraki bilgi
kaynakları ise Bizans dönemine ait olan kaynaklardır. Bunlara örnek olarak Bizans
hukukunun ürünlerini ifade eden, kraliyet kanunlarından oluşan Basilica ve Selanikli bir
hakimin derlemesi olan Hexabiblos’tur.
2- Roma Hukukunun Yaratıcı ve Yürürlük Kaynaklarıdır: Romanın siyasi
dönemlerine göre Roma hukukunun yaratıcı ve yürürlük kaynakları değişiklik göstermektedir.
A- Krallık döneminde hukukun yaratıcı kaynakları kral, örf adet kuralları, halk meclisi
(senatus) dir. Yürütücü kaynakları Kraldır.
B- Cumhuriyet döneminde hukukun yaratıcı kaynakları halk meclisi (senatus) ve
hukukçuların çalışmalarıdır. Yürütücü kaynakları ise consüllerdir. Cumhuriyet döneminde 12
Levha Kanunu meydana gelmiştir. 12 Levha Kanununun ortaya çıkışının siyasal sebebi
olarak, Patricuslar ve Plepler arasındaki eşitsizliği gidererek sınıf çatışmasının ortadan
kaldırılmasıdır. Hukuki amacı ise örf adet hukukunu toplayıp (kodifiye edilip) düzenli hale
getirilmesidir.
C- İlk imparatorluk dediğimiz Principatus döneminde hukukun yaratıcı kaynakları
halk meclisi ve princeps (şef) tir. Yürürlük kaynağı hukukçulardır.
D- Son imparatorluk Dominatus döneminde yaratıcı ve yürürlük kaynağı
imparatorlardır.
11.11.2020
Roma hukukunun MÖ 507- MÖ 27 Cumhuriyet dönemi yıllarının son iki yüzyılında
praetorların faaliyetleri sonucu geliştiğini görüyoruz. Ius civile yurttaşlar hukuku katı, dar, örf
adet kurallarına dayalı bir hukuk sistemi idi. Nüfusun artmasıyla, sosyal yaşam sıkıntıya
girdikçe, hukuk yetersiz kaldığında preatorların boşluk doldurma biçiminde hukuku
geliştirdiklerini görüyoruz. Preatorlar için bazı kitaplarda hakim yargıç ifadesi kullanılsa da
preatorlar dava gören, yargılama yapan hakimler değildir. Preatorlar bir yıllığına seçilen,
yargının başında bulunan, ilk başlarda bir kişi daha sonra iki kişi olan, adalet sisteminin
yürütülmesini sağlayan, çeşitli kurallar koyup kararlar alan kimselerdir. Preatorlar, Preator
Urbanus (şehir preatoru) ve Preator Pregrinus (yabancılar preatoru) olmak üzere iki kişidir.
Preator Urbanus roma vatandaşları arasındaki anlaşmazlıkları düzenleyen preatordur. Preator
Pregrenus ise roma vatandaşı olmayanlar ya da bir tarafı roma vatandaşı diğeri roma vatandaşı
olmayanlar arasındaki anlaşmazlıkları düzenleyen preatordur. Preatorlar bir yıllığına seçilir ve
göreve geldiklerinde kurallar (edictum) koyarlar. Yargılama yapılırken preatorların koyduğu
kurallara göre hareket edilir. Yeni seçilen preator kendinden önceki preatorun aldığı kararları
devam ettirebilir ya da yeni kararlar alabilir. Ius preatteritum (preator hukuku), Preator
Pregrinus ( yabancılar preatoru) un çalışma alanınıdır. Ius civile ise Preator Urbanus (şehir
preatoru) nun çalışma alanıdır.
Preatorlar hukukun gelişmesini beş şekillerde sağlamıştır.
1- Dava Tanıma Yolu: Preatorlar öncelikle dava tanıma yoluyla hukukun gelişmesine
yardımcı olmuşlardır. Yani Ius civile de olmayan dava türlerinde dava açılamamaktaydı.
Ancak nüfus ve yabancı sayısı arttıkça uyuşmazlıklarda artmaktadır. Preator uyuşmazlık
sebebiyle mağdur olan tarafa, eğer dava açma yetkisi yoksa dava açma yetkisi tanıyarak
hukuku geliştirmiştir.
2- Defi (Exeptio) Yolu: Ayrıca defi (exeptio) yoluyla da hukuku geliştirmiştirler. Yani
dava açıldığında karşı tarafın Ius civile de olmayan bir durumu ileri sürmesini sağlamışlardır.
Örneğin hile ile yapılmış bir sözleşmeyi mağdur taraf sözleşmenin hileli yapıldığını Ius
civilede söyleyememekteydi. Ancak preatorlar mağdur tarafın hile defi ileri sürmesini
sağlamışlardır.
3- Eski duruma Getirme Yolu: Bir de preator eski duruma getirme yolu ile hukuku
geliştirmiştir. Örneğin bir sözleşme yapılmış ve sözleşmeden dolayı taraflardan biri
hakkaniyete uymayacak şekilde mağdur olmuşsa, bu işleme preatorun eski duruma getirme
kararı uygulanarak mağduriyet giderilmiştir.
4- Yasak (İnterdictum) Yolu: Hukuku geliştirme yollarından diğerleri Yasak
(interdictum) dediğimiz bir yoldur.
5- Zilyetliğin Sağlanması Yolu: Roma eşya hukukunda ayrıntılı incelenecektir.
Roma Hukukunda Fiil Ehliyeti: Fiil ehliyeti, hak ehliyetinden farklı olarak kişilerin
kendi fiilleriyle hak sahibi olabilmeleri, borç altına girebilmeleri ve haksız fiillerinden
sorumlu tutulabilme ehliyetidir. Haksız fiil, hukuk düzeninin failine yaptırım uyguladığı
fiillerdir. Roma’da fiil ehliyetine sahip olabilmenin bazı şartları vardır. Bunlar yaş, akıl
hastalığı, israf ve cinsiyet olmak üzere dört adettir.
1- Yaş: Roma’da M.Ö 190 yılı dolaylarında çıkarılan Lex Plaetoria ile rüşt yaşı, 25
olarak kabul edilmiştir. 25 yaşını doldurmamış olanlara “küçükler” (minores) denir. Ayrıca
küçükler ehliyet bakımından, baliğ (ergen) olup olmamalarına göre ikiye ayrılırlar. Bunlar
buluğa ermemiş küçükler (impuberes minores) ve buluğa ermiş küçüklerdir (puberes
minores).
A- Buluğa Ermemiş Küçükler (Impuberes Minores): Kızlarda 0-12 yaş arası,
erkeklerde 0-14 yaş arası olan çocuklara denir. Bunlar da ikiye ayrılır.
A1- 0-7 Yaş arası çocuklar (infantes): Roma’da bu yaş gurubundaki çocukların
hukuki işlem ehliyetleri tamamen yoktur.
A2- Kızlarda 7-12 Yaş arası, erkeklerde 7-14 yaş arası çocuklar (impuberes
infantia maiores): Roma’da bu yaş grubu çocuklar sınırlı ehliyetlidir. Örneğin vasiyetname
yapmaları mümkün değildir, evlenme ehliyetleri yoktur. Ancak hak kazandırıcı hukuki
işlemleri yapabilirler. Örneğin kendilerine yapılan bağışı kabul etme ehliyetine sahiptirler.
B- Buluğa Ermiş Küçükler (Puberes Minores): Kızlarda 12-25 yaş arsı, erkeklerde
14-25 yaş arası küçüklere buluğa ermiş küçükler denir. Buluğa ermiş küçüklerin hukuki işlem
ehliyetleri kısıtlanmıştır. Bu kişilere kayyım atanması söz konusudur.
2- Akıl Hastalığı: Akıl hastalığı da hukuki işlem ehliyetine doğal bir engel teşkil
etmektedir. Günümüzde olduğu gibi Roma’da da akıl hastalarının hukuki fiil ehliyetleri
kısıtlanmıştı. Roma’da akıl hastalarının hukuki işlemlerini aile babaları yürütmekteydi. Akıl
hastaları eğer baba egemenliği altında değillerse, bu kişilere kayyım atanmaktaydı.
3- İsraf (savurganlık): Roma’da hukuki fiil ehliyetini sınırlandıran nedenlerden biri
de müsrifliktir. Kendilerini ve bakmakla yükümlü oldukları kişileri harcamalarıyla zor
duruma sokan kimselere müsrif (israf eden) denir. Roma’da israf eğilimi tespit edilen kişinin
malvarlığını yönetme yetkisi preator tarafından kaldırılır ve bu kişiye kayyım (curator)
atanırdı.
4- Cinsiyet: Roma’da kadının hukuki fiil ehliyeti dönemlere göre farklılık
göstermektedir. Roma’da aile babalarının ya da kocalarının egemenliği altında olamayan
kadınlara yaşları ne olursa olsun vasi (tutor) tayin edilirdi.
16.12.2020
Hukuki İşlemlerin Diğer Geçerlilik Koşulları
1- İrade Beyanı (Hukuki İşlem Yapma İradesinin Belirtilmesi): Bir hukuki işlem
yapılırken irade yeterli olmayıp ayrıca iradenin açığa vurulması gerekir. Yani iradenin beyan
edilmesi gerekmektedir. İradenin beyan edilmesi, düşüncenin muhataba bildirilmesi demektir.
Genellikle hukuki işlemlerde muhatapların birbirlerine iradelerini açıklamaları gerekir. Ancak
hayatın akışı içerisinde bazı durumlarda iradenin beyan edilmesi gerekli olmayabilir. İrade
beyanları yöneltilmesi gerekmeyen ve yöneltilmesi gereken irade beyanları olmak üzere ikiye
ayırılır.
A- Yöneltilmesi Gerekmeyen İrade Beyanları: Örneğin vasiyetname karşı tarafa
iradenin açıklanması gerekli olmayan bir hukuki işlemdir.
B- Yöneltilmesi Gereken İrade Beyanları: Genellikle hukuki işlemlerde iradenin
beyan edilmesi gerekir. Örneğin alım satım sözleşmesi, kira sözleşmesi, yapılırken ya da
feshedilirken irade beyanının karşı tarafa yöneltilmesi gerekir.
2- İradenin Beyan (Açıklama) Şekilleri: İrade beyanının bazıları şekle bağlı bazıları
ise şekle bağlı değildir.
A- Şekle Bağlı İrade Beyanları: Bazı hukuki işlemlerde irade beyanı şekle bağlıdır.
Günümüzde irade beyanları kanunun belirttiği şekilde yapılmazsa o hukuki işlem geçerli
olmaz. İrade beyanı sözlü, yazılı ve resmi olmak üzere üç şekilde olabilir. Örneğin sözlü şekle
bağlı irade beyanı olarak evlenme merasiminde eş adaylarının birbirleri ile evlenmeyi
istediklerini sözlü olarak beyan etmeleri gerekir. Yazılı şekilde irade beyanına kefalet
sözleşmesi örnek gösterilebilir. Kefalet sözleşmesi yazılı olmak zorundadır. Sözlü yapılan
kefalet sözleşmesi geçersizdir. Resmi şekildeki irade beyanına taşınmaz satımı örnek
gösterilebilir. Taşınmaz satışlarının mutlaka tapuda resmi şekilde yapılması gerekir. Özellikle
Roma hukukunun ilk dönemlerinde şekle bağlı hukuki işlemler oldukça çoktur. Özellikle
toplumsal ve ekonomik açıdan önemli görülen hukuki işlemlerde ius civile’ye göre bir takım
hareketlere bağlanmış törenler gerekiyordu.
B- Şekle Bağlı Olmayan İrade Beyanları: Eğer hukuki işleme yönelik irade beyanı,
istenilen herhangi bir biçimde yapılabiliyorsa şekle bağlı olmayan irade beyanından söz edilir.
Roma’da şekle bağlı olmayan irade beyanlarının da geçerli hukuki işlemler oluşturabileceği
fikri ius gentium’da ortaya çıkmıştır. Praetorların faaliyetleri sonucu ius civile’de şekle bağlı
irade beyanı gerektirmeyen, alım satım, kira, şirket ve vekalet sözleşmesi gibi hukuki
işlemlere rastlanmaktadır.
Şekle bağlı olmayan hukuki işlemler açık (sarih) ve örtülü (zımnı) irade beyanı olmak
üzere iki çeşittir.
B1- Açık (Sarih) İrade Beyanı: İrade, irade belirtisi olarak kabul edilen fiillerden biri
ile beyan ediliyorsa (açığa vuruluyorsa), açık irade beyanı söz konusudur. Örneğin bir
kimsenin belli bir bedel karşılığında bir malı almak konusundaki istemini sözle, yazı ile, bir
baş ya da el hareketi ile belirtmesidir.
B2- Örtülü (Zımnı) İrade Beyanı: Gerçekte başka bir amacı olan, ama genellikle
belli bir iradenin varlığına işaret ettiği kabul edilen davranışlar, iradenin örtülü olarak beyanı
sayılır. Başka bir deyişle, belli bir iradeyi beyan etmeyen, ama örf ve adetlerin yahut içinde
bulunulan koşulların belli bir hukuki işlemi yapmak isteğinden başka türlü yorumlanmasına
olanak bırakmayan davranışlar örtülü irade beyanıdır. Örneğin bir markette almak istediğimiz
ürünleri kasiyerin önüne koyarak, irademizi hiçbir şekilde belirtmeden alışverişi tamamlamak
örtülü irade beyanıdır.
3- İradenin Beyanı İle İradenin İçeriğinin Birbirine Uygun Olması: Kişinin iç
dünyasında oluşan iradesi (isteği) ile beyan ettiği (açığa vurduğu) iradesi birbirine uyar.
Ancak bazı durumlarda yapılması istenen şeyle, istendiği söylenen şey birbirini tutmayabilir.
Yani gerçek irade ile beyan edilen irade birbirine uygun olmayabilir. Roma hukukunun ilk
çağlarında, özellikle şekilci niteliği gereği ius civile’de, beyan edilen (açığa vurulan) irade ile
yapılan hukuki işlem geçerli oluyordu. Ancak zamanla Romalılar praetorların faaliyetleri
sonucu, kişilerin gerçek iradelerine daha çok önem vermeye başladılar. Gerçek irade ile irade
beyanı arasındaki uygunsuzluk nedenleri ya da iradenin beyanındaki bozukluk halleri iki
kısımda incelenebilir.
A- İrade İle Bu İradenin Beyanı Arasında İstenerek Yapılan Uygunsuzluklar
A1- Bir Tarafın isteği İle Yapılan Uygunsuzluklar
A1a- Zihni (Gizli) kayıt (Koşut): Bazen gerçekte istenmeyen bir hukuki işlem,
bilerek, istenmiş gibi gösterilebilir. Yani bilinçli olarak bir kimse tarafından gerçek iradesi ile
iradesinin beyanı arasında uygunsuzluk oluşturulabilir. Bu duruma zihni kayıt denir. Eğer
irade beyanı kendisine karşı yapılan kişi, zihni kaydın varlığını anlayacak durumda değilse,
yapılan hukuki işlem irade beyanında bulunan kişi tarafından istenmediği halde hüküm ifade
ede. Eğer karşı taraf gerçek irade ile beyan edilen iradenin birbirini tutmadığı, yani beyan
edilen şeyin gerçekten istenmediğini anlayacak durumda ise, zihni kayıt hukuken dikkate
alınır. Yani zihni kayıtla yapılan işlem geçerli olmaz. Örneğin bir kimse pahalı bir eşyasını
çok küçük bir fiyata satacağını söyler, ama gerçekte bunu istemezse, başka biride bu eşyanın
gerçekte satılmak istemediğini anladığı halde almak isterse, yapılan alım satım geçerli olmaz.
Yani zihni kayıt hukuki işlemin geçerli olmasını engeller. Ancak eşyanın gerçekten satılmak
istenmediğini anlayacak durumda değilse, yapılan alım satım işlemi geçerli olur.
A1b- Latife (Şaka) Beyanı: Latife, şaka yollu yapılan irade beyanına latife (şaka)
beyanı denir. Eğer, kendisine şaka yollu irade beyanında bulunulan kişi, bunun şaka olduğunu
anlayabilecek durumda ise, yapılan irade beyanı, hukuki sonuç doğurmaz. Eğer irade
beyanının muhatap, beyanın şaka olduğunu anlayacak durumda değilse, yapılan beyan hukuki
sonuç doğurur. Örneğin bir öğretmen öğrencisine bu soruyu bilirsen sana bir ev vereceğim
derse, öğrenci bu beyanın şaka olduğunu anlayacağından, bu beyan bir hukuki sonuç
doğurmaz.
A2- İki Tarafın İsteğiyle Yapılan Uygunsuzluklar (Muvazaa, Simulation): Bir
hukuki işlemde gerçek durumu üçüncü kişilerden gizlemek amacıyla taraflar anlaşarak,
bilerek ve isteyerek gerçek istediklerinden başka türlü irade beyanında bulunmalarına
muvazaa denilir. Muvazaa iki şekilde olabilir. Roma’nın ilk dönemlerinde Şekle önem
verildiği için yapılan hukuki işlem muvazaalı da olsa geçerli sayılıyordu. Ancak ilerleyen
dönemlerde, özellikle Istinianus döneminde muvazaalı hukuki işlemler günümüzdekine
benzer hukuki sonuç doğurmaktaydı.
A2a- Mutlak Muvazaa: Üçüncü kişilere karşı bir hukuki işlemi ister görünerek yapan
taraflar, gerçekte hiçbir hukuki işlem yapmak istemiyorlarsa mutlak muvazaa vardır. Örneğin
alacaklılarından mal kaçırmak isteyen borçlunun, mallarını bir arkadaşına satmış gibi
göstermesi durumu mutlak muvazaadır. Çağdaş medeni hukukumuza göre, mutlak muvazaa
geçerli değildir.
A2b- Nispi Muvazaa: Eğer iki taraf anlaşarak gerçekte yapmak istedikleri bir hukuki
işlemi üçüncü kişilerden saklamak için başka bir hukuki işlem yapmış gibi gösterirlerse bu
durumda nispi muvazaa vardır. Mutlak muvazaada, bir tane iki taraflı hukuki işlem söz
konusudur ve bu hukuki işlem taraflarca gerçekte istenmemektedir. Oysa nispi muvazaada iki
tane iki taraflı hukuki işlem vardır. Bunlardan biri gerçekte istenen, ama herhangi bir nedenle
dışa karşı gizlenen işlemdir. Diğeri ise, taraflarca gerçekte istenmekle birlikte, üçüncü
şahıslara karşı asıl yapılmak isteneni gizlemek için yapılmaktadır. Örneğin bir eşyasını
çocuklarından birine bedelsiz bağışlamak isteyen baba ile oğlunun sanki bu eşyayı satmış gibi
göstermek için alım satım sözleşmesi yapması nispi muvazaadır. Çağdaş medeni
hukukumuzda nispi muvazaada muvazaalı işlem hükümsüz (geçersiz) sayılır. Buna karşılık
gerçekte istenen ve gizlenen işlem, kanunun saptadığı koşullara uygun olarak yapılmışsa
geçerli sayılmaktadır.
B- İrade İle Bu İradenin Beyanı Arasında İstenmeden Ortaya Çıkan
Uygunsuzluklar (Hata, Yanılma, Error): Bir kimse yapılmasını istediği şeyi, istediği
şekilde beyan ettiği kanısında olduğu halde, herhangi bir nedenle, fark etmeden istemediği bir
şeyi ya da istediği şeyi istemediği bir biçimde beyan etmiş, yani bu konuda yanılmış olabilir.
Böyle bir duruma irade beyanında bulunan kimsenin “hata” ya düştüğü söylenir. Örneğin
yanlışlıkla sözleşmeye farklı isim ya da miktar yazılması. Buna hukukta “beyanda hata” denir.
Beyanda hatanın iki çeşidi vardır.
Beyanda bulunan kimse, dalgınlıkla, dil sürçmesi ya da bir yanlış anlama sonucu
doğrudan doğruya kendisinin yol açtığı bir nedenden ötürü, istemediği bir şeyi beyan etmiş
olabilir. Ya da hata, beyanda bulunan kişinin dışında ortaya çıkan bir takım nedenlerin sonucu
olabilir.
Beyanda hata sonucu ortaya çıkan hukuki işlemlerin geçerliliği açısından temel bir
ayırım esas alınmıştır. Bunlar esaslı hatalar ve esaslı olmayan hatalardır.
B1- Esaslı Hatalar: Eğer iradesinin beyanı bir hataya dayanan kişi tarafından, bu
hatalı durum bilinseydi, o kişi bu hukuki işlemi yapmayacak idiyse bu hataya, esaslı hata
denir. Hatanın esaslı olması halinde bunlara dayanan hukuki işlemler geçerli sayılmaz.
Örneğin bankadan bir kişi bankadan alacaklısına para havale ederken hesap numarasını yanlış
yazmasıyla başka bir kişiye havale yapması esaslı bir hatadır. Çünkü burada amaç borcu
ödemektir.
B2- Esaslı Olmayan Hatalar: Eğer hata eden yanılan kişi gerçek durumu bilse idi
gene de söz konusu hukuki işlemi yapacak idiyse bu hataya, esaslı olmayan hata denir. Esaslı
olmayan hatalar hukuki işlemin geçerliğini etkilemiyordu. Örneğin bir kişi bankadan
alacaklısına para havale ederken alacaklının A bankasındaki hesabına havale etmeyi
düşünürken, alacaklının B bankasındaki hesabına havale etmişse, bu esaslı olmayan hata
sayılır. Çünkü burada borcunu B bankası ile de göndere bilirdi.
30.12.2020
Esaslı Hataların Ayırıcı Özelliklerine Göre Sınıflandırılması
A- Hukuki İşlemin Mahiyetinde (Niteliğinde) Hata Yanılma: Eğer bir hukuki işlem
için iradesini beyan eden kişi, hata sonucu, gerçekte istediği hukuki işlemden başka bir hukuki
işlem için iradesini beyan etmişse, burada hukuki işlemin mahiyetinde hata vardır. Örneğin
aralarında satış sözleşmesi yapmak isteyen iki kişi hata ile kira sözleşmesi yapmışlarsa bu
hukuki işlemin mahiyetinde hata oluşturur. Bu hata esaslı hata olduğundan hukuki işlem
geçersizdir.
B- Hukuki İşlemin Kişisinde (Şahısta) Hata: Eğer bir hukuki işlem için iradesini
beyan eden kişi, hata sonucu, gerçekte hukuki işlem yapmak istediği kişi ile değil başka bir
kişi ile iradesini beyan etmişse, burada hukuki işlemin kişisinde hata vardır. Örneğin
aralarında satış sözleşmesi yapmak isteyen iki kişi hata ile sözleşmeye başka birinin ismi
yazmışlarsa bu hukuki işlemin kişisinde hata oluşturur. Bu hata esaslı hata olduğundan hukuki
işlem geçersizdir.
C- Hukuki İşlemin Konusunda Hata: Eğer bir hukuki işlem için iradesini beyan
eden kişi, hata sonucu, gerçekte istediği hukuki işlemin konusundan başka bir konu için
iradesini beyan etmişse, burada hukuki işlemin konusunda hata vardır. Örneğin aralarında
satış sözleşmesi yapmak isteyen iki kişi hata ile satışına anlaştıkları eşyadan başka bir eşya
için sözleşme yapmışlarsa bu hukuki işlemin konusunda hata oluşturur. Bu hata esaslı hata
olduğundan hukuki işlem geçersizdir.
İradenin Oluşumunda Bozukluk (Saikte hata yanılma, Vasıfta hata, Hile, İkrah)
Olmaması:
Saikte Hata: Bir kimsenin bir hukuki işlemi yapılmak konusundaki iradesi çok çeşitli
etkenlerin sonucunda oluşur. Bu etkenlere hukuki işlemlerin “saik’i” denir. Saik bir kimseyi
bir hukuki işlemi yapmaya sevkeden ilk neden (uzak neden) dir. Saiki hukuki işlemin neden
(sebep) inden ayırmak gerekir. Örneğin bir ev satın almak için alım satım sözleşmesi yapan
bir kişiyi bu sözleşmeyi yapmaya iten ilk neden, yani saik çok çeşitli olabilir. Kişi bu evi
çocuğunu oturtmak için almış olsun. Ancak satın alınan eve çocuğu oturmazsa, yapılan
hukuki işlemin saikinde hata oluşmuştur. Roma hukukunda saikte yapılan hatalar, yapılan
hukuki işlemin geçerliliğini etkilememektedir. Çağdaş hukuklarda da saikte yapılan hatalar,
yapılan hukuki işlemin geçerliliğini etkilemez. Saik hatası esaslı hata sayılmaz.
Vasıfta Hata: Vasıfta hata ile kastedilen, hukuki işlemin konusunu oluşturan şeyin
niteliklerinde (vasıflarında) yapılan hatadır. Örneğin makinada dokunan bir halı el dokuması
sanılarak alınmışsa vasıfta hata söz konusu olur. Vasıfta hata ancak esaslı hata ise hukuki
bakımdan dikkate alınır ve böyle bir hata sonucu yapılan hukuki işlemler geçerli olmaz.
Vasıfta hatanın esaslı olup olmadığı o şeyin ekonomik ve toplumsal fonksiyonuna göre
saptanır. Hukuki işlemin konusunu oluşturan şeyin toplumsal ve ekonomik fonksiyonunu
değiştirecek ölçüde önemli niteliklerinde yapılan hatalar esaslı hata sayılır. Ortaçağ Roma
hukuku öğretisinin etkisiyle, vasıfta hatanın hukuki işlemlerin geçerliğini etkileyeceği genel
bir kural olarak kabul edilmiştir.
Saikte hatanın hukuki bakımından önem taşıdığı iki özel durum daha vardır.
1- Hile (Aldatma) (Dolus): Taraflardan biri karşı tarafı kandırarak (yanıltarak) bir
hukuki işlem yapmışsa bu durumda hile söz konusudur. Bu durumda iradenin oluşumunda bir
bozukluk oluşur. Sonuç olarak, hile bir kimseyi hukuki işlem konusunda, dürüst olmayan
davranışlarla hataya düşürmektir. İus civile döneminde hile sonucu yapılan hukuki işlemler
geçerli sayılıyordu. Cumhuriyet döneminin sonlarına doğru hukuki tedbirler praetorlarca
alınmaya başlandı. Hileye uğrayan kişinin üç imkândan faydalandığını görüyoruz.
Bunlardan ilki, bir yıl içinde hile davası (actio doli) açılması gerekmektedir. Dava
sonucu kişinin hile yaptığı ispatlanırsa, hile yapan kişi şerefsiz durumuna düşecektir.
İkinci olarak hileye uğrayan kişi, işlemden doğan borcun henüz yerine getirmemişse,
hile defi (exeptio doli) ileri sürebilirdi.
Son olarak praetorlar, istenirse, hile sonucu yapılan hukuki işlemlere ilişkin olarak
eski duruma getirme (restitutio in integrum) olanağı da tanıyordu.
2- İkrah (Korkutma) (Metus): İkrah korkutma (metus), bir kimsenin, kendisi ya da
yakınların canı, malı, namusu, özgürlüğü vb ile tehdit ederek (korkutarak), zorlayarak ona
hukuki işlem yaptırılması halinde söz konusu olur. Zorlama (cebir) iki şekilde olabilir.
Maddi Cebir: Bir kimsenin elini tutarak, kuvvet kullanarak ona bir borç senedi
imzalatmak ya da başka bir hukuki işlem yaptırmak gibi durumlarda maddi cebir söz
konusudur. Maddi cebir sonucu yapılan hukuki işlemin geçerliği söz konusu olamaz.
Manevi Cebir (ikrah): Bir kimsenin, bizzat, (doğrudan doğruya) kendisinin ya da
yakınlarından birinin şahsına yahut mallarına zarar verileceği tehdidi ve bu tehdidin yarattığı
korku altında bir hukuki işlem yapmaya zorlanması halinde söz konusu olur. Eski ius civilede
hukuki işlemlerin geçerliği bakımından ikrah (korkutma metus) bir önem taşımıyordu. Daha
sonra praetorların faaliyetleriyle ikrah (metus) sonucu hukuki işlem yapan kişilere üç hak
tanınmıştır.
Bunlardan birincisi tehdit sonucu oluşan borcunu henüz ödememiş olan kişi ikrah defi
(exceptio metus) iler sürebiliyordu.
İkinci olarak tehdit sonucu hukuki işlem yapan kişi, ikrah davası (actio metus)
açabiliyordu.
Son olarak eski duruma getirme isteğinde bulunabiliyordu.
Tehdit sona erdikten sonra, tehdit edene karşı açılan dava bir ceza davasıdır. Roma’da
tehdit eden kimseden, tehdit sonucu oluşan maddi zararın dört katını ödemesi talep
edilebilmekteydi.
Hukuki Netice (Sonuç): Hukuki bir işlem sonrasında hukuki bir sonuç doğar. Hukuki
sonuç üç şekilde olabilir. Bunlar hakkın kazanılması, hakkın kaybedilmesi ya da hakta
değişiklik olmasıdır.
1- Hakların Kazanılması: Eğer hukuki işlem sonucunda hak, bir kimseye
bağlanmışsa, yani kişi yeni bir hakkın sahibi olmuşsa “hakkın kazanılması” (hakkın iktisabı)
söz konusu olur. Hakların kazanılması, hakların aslen ve hakların devren kazanılması olmak
üzere iki türlüdür.
A- Hakların Aslen Kazanılması: Eğer bir kimse bir eşya (ayın) üzerinde doğrudan
doğruya kurduğu bir ilişki sonucunda hak sahibi olunuyorsa, burada hakkın aslen kazanılması
söz konusudur. Örneğin denizden balık tutularak balığın sahibi olunması veya terkedilmiş
(atılmış) bir malın alınıp sahiplenilmesi de aslen kazanılmadır.
B- Hakların Devren Kazanılması: Eğer bir kimse bir başkasına ait olan bir hakkı, o
kişi ile kendisi arasında kurulan bir ilişki sonucunda kazanırsa, bu hakkın “devren”
kazanılması söz konusudur. Bir hakkın devren kazanılması için, bu hakkın daha önce bir
başka kişiye ait olması, hakkın var olması gerekir. Örneğin alım satım sözleşmesi ile bedeli
ödenerek bir malın alınmasıdır. Hakların devren kazanılması inşai ve nakledici devren
kazanma olarak iki şekildedir.
B1- İnşai- Devren İktisap (Kurma Yoluyla Devren Kazanma): Eğer bir hak bir
kişide var olan başka bir hakka dayanmakla birlikte, o haktan farklı nitelikler kazanarak bir
başka kişiye devredilmişse bu kişinin “devren” iktisap “inşai (kurma yoluyla) devren iktisap”
sayılır. Örneğin, bir borçlu tarafından bir arsa üzerinde alacaklısı lehine tesisi edilen rehin
hakkının, alacaklı tarafından kazanılması inşai devren kazanmadır.
B2- Nakledici- Devren İktisap (Halefiyet Yoluyla Devren Kazanma): Eğer bir hak,
hak sahibinde bulunduğu şekilde, aynen başka bir kimseye devredilirse, bu kimsenin bu hakkı
naklen devredici yoluyla kazandığı söylenir. Örneğin A’nın evinin mülkiyetini B’ye
devretmesi halinde, B’nin ev üzerindeki mülkiyet hakkı nakledici devren kazanma yoluyla
oluşmuştur. İki şekilde olabilir.
B2a- Cüzi Halefiyet (Successio Singularis): Bir kişinin tek bir hukuki durumda, yani
tek bir hakta başka bir kişinin yerine kaim olması, ona bu tek hak bakımından halef olması
halinde cüzi halefiyetten söz edilir. Cüzi halefiyet kısaca tek bir hakkın bir kimseden başka bir
kimseye geçmesidir. Örneğin A, bir ev üzerindeki mülkiyet hakkını B’ye devrederse, B, bu ev
üzerindeki mülkiyet hakkında A’ya halef olur. Yani B, mülkiyet hakkına ilişkin olarak A’nın
cüzi halefi olmaktadır.
B2b- Külli Halefiyet (Successio Universalis): Külli halefiyet ise bir kişiye ait olan
haklar topluluğunun ya da o kişinin mamelekinin tümüyle tek bir hukuki nedenle bir başka
kişiye devridir. Yani bir kişinin, bir başka kişiye, onun haklar topluluğunda ya da
mamelekinin tümünde halef olması halinde külli halefiyet söz konusudur. Örneğin bir
kimsenin ölmesi sonucu, terekenin mirasçılara geçmesi külli halefiyettir. Roma’da klasik
hukuk dönemi boyunca sadece külli halefiyet kabul ediliyor, cüzi halefiyet kabul edilmiyordu.
Klasik sonrası dönemde cüzi halefiyet kavramı da ortaya çıkmıştır. Iustinianus zamanında her
iki halefiyette uygulanmaktaydı.
2- Hakların Kaybedilmesi: Bir hakkın o zamana kadar bağlı olduğu kimseden
ayrılması, o kimse bakımından bu hakkın kaybedilmesi demektir. Eğer bir hukuki işlem
sonucunda bir hak bir kimseden ayrılmışsa, yani bir kimse o ana kadar sahip olduğu bir hakkı
kaybetmişse, “hakkın kaybedilmesi” (hakkın ziyaı) söz konusu olur. Hakların kaybedilmesi
iki şekilde olabilir.
2A- Hakkın Devredilmesi: Bir kimse bir hakkını bir başka kimseye devretmesi
nedeniyle kaybetmiştir. Örneğin bir kişinin evini satması sonucu hakkını kaybetmesi
devretme sonucu hakkını kaybeder.
2B Hakkın Ortadan Kalkması: Bir hak ortadan kalkması nedeniyle, hak sahibi
tarafından kaybedilmiş olabilir. Örneğin bir kişinin sahip olduğu hayvanının ölmesi sonucu
hakkını, hak ortadan kalktığı için kaybeder.
3- Hakkın Değişikliğe Uğraması: Hakların niteliklerinde meydana gelen
değişikliklerin tümüne hakların değişmesi denir. Eğer bir hukuki işlem sonucunda, bir hak
gene aynı kişide kalmakla birlikte, bir takım değişikliklere uğruyorsa “hakkın değişmesi”
(hakkın tebdili) nden söz edilir. Örneğin bir mülkiyet hakkı, bir rehin hakkı ya da bir başka
ayni hakla kısıtlanabilir.
6.01.2021
Hukuki İşlemlerin İstisnai Unsurları (Ögeleri) Şart (Condito) ve Vade (Dies)
Hukuki işlemler genel olarak hemen sonuç doğururlar. Örneğin bir alım satım
sözleşmesi sonucu alıcı malın bedelini verir, satıcı malı alıcıya teslim eder. Ancak bazen
hukuki işlemlerin hemen hukuki sonuç doğurması istenmeyebilir. Ya da hukuki işlemlerin
geçerli olması, yani hukuki sonuç doğurması, bir takım koşulların gerçekleşmesine
bağlanmak istenebilir. Kişiler hukuki işlemlerine, şart ya da vade ekleyerek işlemlerinin
hukuki sonuç doğurmasını bir şarta bağlayabilir veya erteleyebilirler.
1- Şart (Conditio): Hukuk dilinde şart (conditio), bir hukuki işlemin sonuçlarının
bağlandığı, geleceğe ilişkin, gerçekleşmesi objektif olarak şüpheli bir olaydır. Örneğin bir
baba, oğluna “lisesi bitirirsen sana bilgisayar alacağım” derse, burada şarta bağlı bir bağış söz
konusudur. Ya da birisi arkadaşına “eğer ben yeni araba alırsam, şimdiki kullandığım arabamı
sana satacağım” dese, arkadaşı da bunu kabul etse; burada şarta bağlı bir alım satım söz
konusu olur. Başka bir örnek olarak, kiracı kira sözleşmesine eğer il dışına tayinim çıkarsa bu
sözleşme feshi olunur şeklinde bir şart koşarak sözleşmenin iptalini bir şarta bağlayabilir.
Şart mutlaka bir hukuki olaya bağlanmalı, geleceğe ilişkin olmalı, objektif olarak
gerçekleşmesi şüpheli olmalı, gerçekleşmesi maddi olarak mümkün olmalı. İmkânsız
olmamalı. Borçlar kanunun 26. maddesi taraflara sözleşme özgürlüğü “ Taraflar, bir
sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler.” vermekte
ve 27. maddesi sözleşmenin hangi durumlarda kesin hükümsüz olur “Kanunun emredici
hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan
sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının
hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın
sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz
olur.” düzenlemiştir. Roma hukukunda sözleşmeler için katı kurallar vardı. Bu sebepten
sözleşme serbestisinden söz edilemez.
Şartların “taliki” ve “infisahi” olmak üzere iki ana türü vardır.
A- Taliki Şart (Geciktirici Koşul) (Conditio Suspensiva): Hukuki işlemlerin hüküm
ifade etmelerinin bağlandığı şarta “taliki (geciktirici, erteleyici) şart” denir. Çünkü burada şart
olarak saptanan, gerçekleşmesi objektif bakımdan şüpheli olan, geleceğe ait (müstakbel)
olayın gerçekleşmesine kadar hukuki işlemin hüküm ve sonuç doğurması ertelenmekte, talik
edilmektedir. Örneğin bir baba, oğluna “lisesi bitirirsen sana bilgisayar alacağım” derse,
burada şarta bağlı bir bağış söz konusudur.
B- İnfisah Şart (Bozucu Koşul) (Conditio Resotutiva):Geçerli bir şekilde yapılıp
hükümlerini icraya (yürütmeye) başlamış olan hukuki işlemin bu hükümlerinin sona
ermesinin bağlandığı şarta ise “infisahi (bozucu) şart” denir. Çünkü, burada şart olarak
saptanan, gerçekleşmesi objektif bakımdan şüpheli olan, geleceğe ait olayın gerçekleşmesi
hukuki işlemi bozmakta, infisah ettirmektedir. Örneğin kiracı kira sözleşmesine “eğer il
dışına tayinim çıkarsa bu sözleşme fesih olunur” şeklinde bir şart koşarak sözleşmenin feshini
bir şarta bağlayabilir.
Roma’da sadece taliki (erteleyici) şartın olduğunu görüyoruz. İnfisahi şartı ise yine
taliki şartı kullanarak sağlıyorlardı.
Şartların taliki ve infisahi olarak iki ana türünden başka sınıflandırmaları da vardır.
C- Olumlu (Müspet) Şart: Eğer hukuki işlemlerin sonuç doğurmasının bağlandığı
şart olumlu bir olay ise, “olumlu şart” söz konusudur. Örneğin A, B’ye, “bir ay içinde gemi
gelirse senden buğday satın alacağım” derse, burada bir olumlu talik söz konusu olur. Çünkü
yapılan sözleşmenin geçerli olması olumlu bir olaya, geminin gelmesi olayına bağlanmıştır.
D- Olumsuz (Menfi) Şart: Eğer hukuki işlemlerin sonuç doğurmasının bağlandığı
şart olumsuz bir olay ise, “olumsuz şart” söz konusudur. Örneğin A, B’ye, “bir ay içinde gemi
gelmezse senden buğday satın alacağım” derse, burada bir olumsuz talik söz konusu olur.
Çünkü yapılan sözleşmenin geçerli olması olumsuz bir olaya, geminin gelmemesi olayına
bağlanmıştır.
Şartlar bir başka açıdan da üçe ayırılabilir.
E- İradi Şartlar: Eğer şartın gerçeklemesi tarafların iradesine bağlanmış ise şartın
iradi olduğu söylenir. Örneğin A, B’ye “evimi boyarsan sana bin lira veririm” demesi, B’nin
de bunu kabul etmesi durumunda, yapılan anlaşmada B’nin iradesine bağlı bir talik (şart) söz
konusu olduğundan burada iradi şart vardır.
F- Tesadüfi Şartlar: Gerçekleşmesi üçüncü bir kişinin iradesine ya da tamamen dış
etkenlere bağlı olan şartlar tesadüfi şartlardır. Örneğin A, arkadaşı B’ye “babam bana yeni
saat alırsa, eski saatimi sana veririm” derse, B’de bunu kabul ederse, bu durumda tesadüfi
şarta bağlı hibe söz konusu olur.
G- Muhtelit (Karma) Şartlar: Gerçekleşmesi, hem şarta bağlanmış hukuki işlemin
taraflarından birinin, hem de üçüncü bir kişinin iradesine ya da dış etkenlere bağlı olan şarta
muhtelit (karma) şart denir. Örneğin A’nın, oğlu B’ye: “C ile evlenirsen sana bir ev alırım”
demesi ve B’nin bunu kabul etmesi durumunda, muhtelit (karma) taliki şarta bağlı bir bağış
söz konusudur. Çünkü B’nin C ile evlenmesi sadece B’nin iradesine bağlı değildir; hem C’nin
iradesine, hem de başka dış etkenlere bağlıdır.
Şartın Hukuki Sonuçları: Gerçekleşmesi objektif bakımdan şüpheli olan, geleceğe
ait bir olaya yani şarta bağlanmış olan hukuki işlemlerde iki aşama vardır.
A- Şart olarak saptanmış olan olayın gerçekleşmesinin şüpheli olduğu aşamadır. Buna
belirsizlik aşaması denir.
B- Şüpheli durum, yani belirsizlik aşaması iki şekilde sona erebilir. Bunlardan
birincisi şart gerçekleşmiştir ikincisi şart gerçekleşmemiştir ya da şartın gerçekleşmeyeceği
kesinleşmiştir.
2- Vade (Dies): Hukuki işlemlerinin hüküm ve sonuçlarının bağlandığı, geleceğe ait,
gerçekleşmesi kesin olaylardır. Örneğin “gelecek yılın ocak ayında sana bilgisayarımı
vereceğim” şeklinde bir bağış vaadinde, saptanan vade, belli bir tarihtir. Oysa “babanın
ölümünden sonra sana evimi vereceğim” şeklindeki vadede, saptanan vade, belli bir olaydır.
Vade iki türlü olabilir.
A- Başlama Vadesi: Hukuki işlemin hüküm ve sonuç doğurmaya başlamasının
bağlandığı vadeye başlama vadesi denir.
B- Bitme Vadesi: Hukuki işlemin hüküm ve sonuçlarının son bulmasının bağlandığı
vadeye bitme vadesi ya da bozucu vade denir. Roma’da bozucu şart olmadığı gibi bitme
vadesi de yoktu. Bitme vadesinin sağlayacağı hukuki sonuçlar, yapılan hukuki işleme,
geciktirici vadeye bağlanmış bir fesih anlaşması eklenerek sağlanıyordu.