You are on page 1of 22

ROMA HUKUKU

07.10.2020 Fatih PİŞKİN


Roma Hukukunun Konusu
Hukuk: Toplum halinde yaşayan kişilerin davranışlarını düzenleyen, devlet tarafından
yaptırıma bağlanmış kurallar bütünüdür. Toplumu düzenleyen örf, adet, ahlak, görgü, din
kuralları da vardır. Ancak Hukuku diğer kurallardan ayıran en önemli özellik devlet
tarafından maddi yaptırımının olmasıdır. Ancak toplumu düzenleyen bazı kurallar hukuk
kuralı olmuştur. Örneğin astın üste selam vermesi askerlikte hukuk kuralı olarak karşımıza
çıkar. Ya da yardıma muhtaç yakınlarımıza yardım etmemiz bir örf kuralı iken medeni
kanunda karşımıza nafaka olarak çıkmaktadır. Kelime manası olarak hukuk hakkın çoğuludur.
Yani hukuk haklar demektir.
Hak: Hukuk düzeni tarafından korunan menfaattir. Eğer menfaat hukuk düzeni
tarafından koruma yoksa haktan bahsedemeyiz. Örneğin ülkemizde vicdani ret hakkı yoktur.
Yani askerlik görevi yerine kamu hizmeti yapmak istiyorum dediğinizde bu talep ülkemizde
kabul edilmez. Çünkü bizim hukukumuz vicdani ret talebini tanımamıştır. Ancak vicdani ret
bazı Avrupa ülkelerinde bir hak olarak karşımıza çıkar.
Roma’da hak ve hukuk için “Ius” ifadesi kullanılmaktadır.
Roma hukuku: Roma şehir devletinin kuruluş tarihi olan MÖ 753 yılından itibaren,
Doğu Roma İmparatoru Iustinianus’un MS 565 yılında ölümüne kadar geçen zaman içinde
Roma’da ve Roma egemenliği altındaki ülkelerde uygulanmış olan hukuktur.
14.10.2020
Sistemsel sıkıntıdan dolayı ders yapılamadı.
21.10.2020
Dünyada değişik ülkelerde değişik zamanlarda kullanılan çeşitli hukuk sistemleri
vardır. Bunlar 1. Anglosakson hukuk sistemi (common law) 2. sosyalist hukuk sistemi 3.
İslam hukuku sistemi 4.Roma hukuk sistemidir.
Anglosakson hukuk sistemi, İngiltere, Amerika ve egemenliği altındaki ülkelerde
uygulanan hukuk sistemidir. Temel olarak örf adete dayanır. Hakimlerin çok geniş yetkileri
vardır. İngiltere için düşünürsek yazılı bir anayasaları yoktur ama teamüllere ve geleneklere
çok bağlı bir sistemdir.
Sosyalist hukuk sistemi, Rusya ve onun egemenliği altındaki ülkelerde kullanılan bir
hukuk sistemidir. Bireyi değil devleti esas alan dolayısıyla her şeyin devlete ait olmuş olduğu
bir sistemdir. Her şey devlet için vardır. Bireylerin hakları sınırlıdır.
İslam hukuk sistemi, kaynağını Kuranı Kerim ve sünnetten alan hukuk sistemidir.
Cumhuriyet öncesinde bizim kullandığımız hukuk sistemidir.
Roma hukuk sistemi, Roma şehir devletinin kuruluş tarihi olan MÖ 753 yılından
itibaren, Doğu Roma İmparatoru Iustinianus’un MS 565 yılında ölümüne kadar geçen zaman
içinde Roma’da ve Roma egemenliği altındaki ülkelerde uygulanmış olan hukuktur. Ancak
Roma’da oluşan bu hukuk özellikle Alman, İsviçre, Avusturya, İtalya ve Fransa hukuklarını
çok etkilemiştir. Almanya’da örf adet kuralları ile birlikte Roma hukuku kuralları mahkeme
kararlarıyla işlenmesiyle Pandekt hukukunu meydana getirmiştir. Kıta Avrupası’nda kurulan
bu hukuk sistemi Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra resepsiyon yoluyla İsviçre’den
Medeni kanun ve Borçlar kanununu, Fransa’dan idare hukunu, İtalya’dan Ceza kanununu
almıştır. Daha sonra alınan kanunlarda çokça değişiklikler yapılmıştır.
Roma hukukunun etkisinde kalan ülkeler Roma hukukunun özellikle özel hukuk
bölümünü almışlardır. Kamu hukuku bölümü ise tarihte kalmıştır. Ancak Roma hukuku
siyasal dönemleri daha sonraki hukuk gelişimine etkide bulunmuştur.

Roma Hukuku Siyasal Dönemleri


Romanın siyasi dönemleri ve hukuki devirleri vardır. Bunlar birbirinden farklı
şeylerdir. Siyasi dönemleri özgürlükçü olmalarına göre hukuki düzenlemeleri etkilemiştir. Bu
siyasi dönemleri aşağıdaki gibidir.
1- Krallık Dönemi MÖ 753 - MÖ 509
Devletin temelleri iki yüzyıl kadar süren bu dönemde atılmıştır. Bu dönende Roma’da
üç siyasi organ vardır. Ülkenin başında bir kral (Rex) bulunmakta. Kral haricinde halk meclisi
ve senato da bulunmaktadır. Krala Rex adı verilmektedir. Kral tüm yetkilere sahiptir. Kral
hem dini reis, hem ordu komutanı, hem iç ve dış politikayı yürüten kişi, hem mutlak yargı
yetkisine sahip, dolayısıyla tam yetkili bir kişidir.
Halk meclisi üç guruptan oluşmaktadır. Roma’da halk (populus) üç sınıfa ayrılıyordu.
Patricius’lar, Pleb’ler ve Client’ler dir. Patricius’lar soylu sınıf olarak ifade edilen kimselerdir.
Sadece Patricius’lar senatus’a girme hakkına sahiptirler. Plep’ler orta sınıf avam denilen
kişilerdir. Yetkileri sınırlıdır. Siyasal haklardan yararlanamazlar. Asker olamazlar. Devletin
yüksek organlarında yer almaları mümkün değildir. Client’ler ise Patricius’ların emrinde olan
kimselerdir.
Senatus ise Patricius’lardan oluşan kuruldur. Yaşlılar kurulu olarak ifade edilir.
2- Cumhuriyet (Consuller) Dönemi MÖ 509 – MÖ 27
Cumhuriyet dönemi Patricius’lar, Pleb’ler ve Client’ler arasındaki kavganın sona
erdiği, sınıflar arası mücadelenin sona erdiği bir dönemdir. Bu dönemde devleti yönetmek için
bir yıllığına halk meclisi tarafından seçilip atanan iki consul vardır. Bu consullerden biri
yargılama ve yönetimle görevlidir. Diğer consul ise orduyu yönetmekle görevlidir.
Bu dönemde halk meclisleri patriciuslardan ve pleplerden oluşmaktadır.
Senatus ise danışma kurulu olarak görev yapmaktadır. Özellikle yasama ve yürütme
faaliyetlerinde önemli görevleri vardır. 12 levha kanunları bu dönemde yazılı hale
getirilmişlerdir.
3- Principatus (ilk imparatorluk) Dönemi MÖ 27 – MS 235/284
Princeps latince şef (başkan) manasına gelmektedir. Bu dönemde senatusun şeçmiş
olduğu bir princeps vardır. Princeps yasama ve yargı yetkisini elinde bulundurmaktadır.
Princeps ayrıca askere alma ve terhis etme, halk meclislerine başkanlık etme, savaş ilanı, barış
anlaşması yapma, din işlerini yürütme gibi devletin önemli yetkilerine sahiptir.
4- İmparatorluk (Dominatus ya da Son İmp.) Dönemi MS 284 – Ms 476/1453
Bu dönemde imparator ve imparatora bağlı devlet memurları vardır. İmparator, her
alanda mutlak egemendir. Devlet yönetimi en üstte imparatorun bulunduğu ve sırasıyla
birbirine tabi durumda kademe kademe yükselen memurlardan oluşan, tabana doğru
genişleyen bir piramit biçimindedir.

Roma Hukuku Tarihi Dönemleri


1- Eski Hukuk Dönemi MÖ 753 – MÖ 150
Eski hukuk döneminde Ius Civile denilen yurttaşlar hukukunun uygulandığını
görüyoruz. Dolayısıyla yurttaş olanlara uygulanan hukuk söz konusudur. Örf adet hukukunun
çok yoğun olarak uygulandığını ve 12 levha kanunun bu dönemde yer aldığını görmekteyiz.
2- Klasik Öncesi Hukuk Dönemi MÖ 150 – MÖ 27
Bu dönemde yabancı sayısı arttığı için yabancılara uygulanacak hukuk kurallarına
ihtiyaç duyulmuştur. Yabancılar için Ius Gentium denilen yabancılar hukuku
uygulanmaktadır.
3- Klasik Hukuk Dönemi MÖ 27 – MS 250
Bu dönem Romanın en parlak hukuk dönemidir. Hukuk çok gelişmiştir.
4- Klasik Sonrası Hukuk Dönemi MS 250 – MS 527
Romanın gelişiminin yavaşlayıp gerilemenin başlamasıyla aynı zamanda Roma
Hukukunun da gerilediği dönemdir.
5- Iustinianus Dönemi MS 527 – MS 565
Bu dönemde Roma hukuku tekrar canlanarak hukukun klasik dönemdeki gelişimini
sürdürdüğü görülmektedir. Bu dönemde hukuk alanında Iustinianus’un emriyle “Corpus
Iuris Civilis” derlemesi hazırlanmıştır.
Romanın hukuki dönemleri ile siyasi dönemlerinin farklıdır. Ancak siyasi dönemlerin
yasama yürütme ve yargı organlarındaki değişikliklerden dolayı hukuki dönemlerini de
etkilemiştir.

04.11.2020
Roma Hukukunun Kaynakları
Roma hukukunun kaynakları üç ana başlıkta incelenebilir. Bunlar Roma hukukunun
bilgi kaynakları, Roma hukukunun yaratıcı kaynakları ve Roma hukukunun yürürlük
kaynaklarıdır. Yaratıcı ve yürürlük kaynakları birlikte ele alınabilir.
1- Roma Hukukunun Bilgi Kaynakları: Roma hukukunun bilgi kaynakları günümüz
kıta avrupasının hukukunun temelini oluşturmaktadır. Bu dönemi Iustinianus’tan önceki bilgi
kaynakları, Iustinianus’un derlemesi (Corpus Iuris Civilis) ve Iustinianus’tan sonraki bilgi
kaynakları olmak üzere üç bölümle inceleriz.
A- Iustinianus’tan Önceki Bilgi Kaynakları: Iustinianus’tan önceki bilgi
kaynaklarının en önemlisi Gaius’un hazırlamış olduğu Institutiones (kurumlar) dediğimiz
dört bölümden oluşan bir kitaptır. Bu kitapta hukukun temel kurumları ve kavramları yer
almaktadır.
B- Iustinianus’un Derlemesi (Corpus Iuris Civilis): Iustinianus hukuku birleştirmek
ve kanunlaştırmak amacıyla hukukçulara kodifikasyon çalışması yapmalarını emretmiştir.
Hukukçuların derlemeleri sonucunda içinde Istinianus’un emirnamelerinin de olduğu dört
bölümden oluşan Corpus Iuris Civilis külliyatı hazırlanmıştır.
Bu külliyatın ilk bölümünü Gais’un Institutiones kitabı oluşturmaktadır.
İkinci bölümü Digesta (Pandecta) dır. En kapsamlı ve en geniş bölüm Digesta dır.
Digesta klasik dönem hukukçuların eserlerinden alınmış ve belli bir sistem içinde düzenlenip
tasnif edilip yayınlanmış bir bölümdür. Digesta’da somut olayları anlatan metinler vardır. Bu
somut olaylardan soyut hükümler çıkartılmıştır.
Üçüncü bölümü Codex tir. Bu bölüm imparator emirnamelerinden oluşmaktadır.
Dördüncü bölümü Novellae dir. Bu bölüm Codex’e benzer biçimdedir. Ancak sadece
İmparator Iustinianus’un emirnamelerinden oluşmaktadır.
Ancak günümüzde elimizde bulunan Corpus Iuris Civilis örneklerinde beşinci bölüm
olarak Interpolatio’lar ve Glossa’lar vardır. Corpus Iuris Civilis hazırlanırken klasik dönem
hukukçularından yararlanılmıştır. Daha sonra bunların çağa uyarlanması amacıyla
değiştirilmesi işlemine Interpolatio denmektedir. Bunlar aslında kasıtlı olarak yapılan
değişikliklerdir. Glossa’lar ise hukuk öğretimine yardımcı olması amacıyla asıl metne yazılan
notların, asıl metne ait gibi düşünülüp değişiklik olarak kabul edilmesidir.
C- Iustinianus’tan Sonraki Bilgi Kaynakları: Iustinianus’tan sonraki bilgi
kaynakları ise Bizans dönemine ait olan kaynaklardır. Bunlara örnek olarak Bizans
hukukunun ürünlerini ifade eden, kraliyet kanunlarından oluşan Basilica ve Selanikli bir
hakimin derlemesi olan Hexabiblos’tur.
2- Roma Hukukunun Yaratıcı ve Yürürlük Kaynaklarıdır: Romanın siyasi
dönemlerine göre Roma hukukunun yaratıcı ve yürürlük kaynakları değişiklik göstermektedir.
A- Krallık döneminde hukukun yaratıcı kaynakları kral, örf adet kuralları, halk meclisi
(senatus) dir. Yürütücü kaynakları Kraldır.
B- Cumhuriyet döneminde hukukun yaratıcı kaynakları halk meclisi (senatus) ve
hukukçuların çalışmalarıdır. Yürütücü kaynakları ise consüllerdir. Cumhuriyet döneminde 12
Levha Kanunu meydana gelmiştir. 12 Levha Kanununun ortaya çıkışının siyasal sebebi
olarak, Patricuslar ve Plepler arasındaki eşitsizliği gidererek sınıf çatışmasının ortadan
kaldırılmasıdır. Hukuki amacı ise örf adet hukukunu toplayıp (kodifiye edilip) düzenli hale
getirilmesidir.
C- İlk imparatorluk dediğimiz Principatus döneminde hukukun yaratıcı kaynakları
halk meclisi ve princeps (şef) tir. Yürürlük kaynağı hukukçulardır.
D- Son imparatorluk Dominatus döneminde yaratıcı ve yürürlük kaynağı
imparatorlardır.

Roma Hukukunun Sınıflandırılması


Roma kukuku, uygulama alanı bakımından Ius Civile ve Ius Gentium olmak üzere
ikiye ayrılır.
**Praetor: Roma hukukunu dönemlere göre incelerken MÖ 507- MÖ 27 Cumhuriyet
döneminin son iki yüzyılında Praetor ile karşılaşmaktayız. Praetorları geniş yetkileri olan
yüksek hakim olarak düşünebiliriz. Praetorların hukukun gelişmesinde çok etkili kişiler
olduğunu görmekteyiz. Roma’da sadece Ius civile’nin tanımış olduğu davalar (actio)
açılabiliyordu. Praetor, hukukun yetersiz olduğu, Ius civile’nin kabul etmediği durumlarda
dava hakkı tanımaktaydı. Praetorlar hukuku geliştirmek için dava (actio), defi (exceptio) ve
eski duruma getirme, yasak ve zilyetliğin sağlanması yollarını kullanmaktaydı. Praetorların
Ius civilenin kabul etmediği davalara dava hakkı vermesi hakimin hukuk yaratmasından
farklıdır. Çünkü medeni hukuktaki hukuk yaratma hakimin önüne gelen uyuşmazlık için
hukuk kurallarında bir karşılık bulamadığı zaman, kendisi kural koyucu olsaydı nasıl bir kural
koyarsa ona göre karar verir şeklindedir. Dava hakkı tanıma ise haksızlığa uğradığı halde Ius
civileye göre dava açma hakkı olmayan birine dava açma hakkının verilmesidir.

11.11.2020
Roma hukukunun MÖ 507- MÖ 27 Cumhuriyet dönemi yıllarının son iki yüzyılında
praetorların faaliyetleri sonucu geliştiğini görüyoruz. Ius civile yurttaşlar hukuku katı, dar, örf
adet kurallarına dayalı bir hukuk sistemi idi. Nüfusun artmasıyla, sosyal yaşam sıkıntıya
girdikçe, hukuk yetersiz kaldığında preatorların boşluk doldurma biçiminde hukuku
geliştirdiklerini görüyoruz. Preatorlar için bazı kitaplarda hakim yargıç ifadesi kullanılsa da
preatorlar dava gören, yargılama yapan hakimler değildir. Preatorlar bir yıllığına seçilen,
yargının başında bulunan, ilk başlarda bir kişi daha sonra iki kişi olan, adalet sisteminin
yürütülmesini sağlayan, çeşitli kurallar koyup kararlar alan kimselerdir. Preatorlar, Preator
Urbanus (şehir preatoru) ve Preator Pregrinus (yabancılar preatoru) olmak üzere iki kişidir.
Preator Urbanus roma vatandaşları arasındaki anlaşmazlıkları düzenleyen preatordur. Preator
Pregrenus ise roma vatandaşı olmayanlar ya da bir tarafı roma vatandaşı diğeri roma vatandaşı
olmayanlar arasındaki anlaşmazlıkları düzenleyen preatordur. Preatorlar bir yıllığına seçilir ve
göreve geldiklerinde kurallar (edictum) koyarlar. Yargılama yapılırken preatorların koyduğu
kurallara göre hareket edilir. Yeni seçilen preator kendinden önceki preatorun aldığı kararları
devam ettirebilir ya da yeni kararlar alabilir. Ius preatteritum (preator hukuku), Preator
Pregrinus ( yabancılar preatoru) un çalışma alanınıdır. Ius civile ise Preator Urbanus (şehir
preatoru) nun çalışma alanıdır.
Preatorlar hukukun gelişmesini beş şekillerde sağlamıştır.
1- Dava Tanıma Yolu: Preatorlar öncelikle dava tanıma yoluyla hukukun gelişmesine
yardımcı olmuşlardır. Yani Ius civile de olmayan dava türlerinde dava açılamamaktaydı.
Ancak nüfus ve yabancı sayısı arttıkça uyuşmazlıklarda artmaktadır. Preator uyuşmazlık
sebebiyle mağdur olan tarafa, eğer dava açma yetkisi yoksa dava açma yetkisi tanıyarak
hukuku geliştirmiştir.
2- Defi (Exeptio) Yolu: Ayrıca defi (exeptio) yoluyla da hukuku geliştirmiştirler. Yani
dava açıldığında karşı tarafın Ius civile de olmayan bir durumu ileri sürmesini sağlamışlardır.
Örneğin hile ile yapılmış bir sözleşmeyi mağdur taraf sözleşmenin hileli yapıldığını Ius
civilede söyleyememekteydi. Ancak preatorlar mağdur tarafın hile defi ileri sürmesini
sağlamışlardır.
3- Eski duruma Getirme Yolu: Bir de preator eski duruma getirme yolu ile hukuku
geliştirmiştir. Örneğin bir sözleşme yapılmış ve sözleşmeden dolayı taraflardan biri
hakkaniyete uymayacak şekilde mağdur olmuşsa, bu işleme preatorun eski duruma getirme
kararı uygulanarak mağduriyet giderilmiştir.
4- Yasak (İnterdictum) Yolu: Hukuku geliştirme yollarından diğerleri Yasak
(interdictum) dediğimiz bir yoldur.
5- Zilyetliğin Sağlanması Yolu: Roma eşya hukukunda ayrıntılı incelenecektir.

Roma Kamu Hukuku – Roma Özel Hukuku


Hukuku genel olarak özel ve kamu hukuku olarak ikiye ayırıyoruz. Bu ayırım Roma
hukukunda Ulpianus isimli hukukçunun yaptığı bir ayırımdır. Devlete ilişkin hukuk alanına
kamu hukuku (Ius Publicum), kişiler arasındaki anlaşmazlıkları çözümleyen hukuk alanına
özel hukuk (Ius Privatum) demiştir. Günümüzde ise özel hukuk, kamu hukukundan başka
karma hukuk dalları da vardır.
1- Kamu Hukuku (Ius Publicum)
2- Özel Hukuk (Ius Privatum)
Roma’da özel hukuk sistemini, Digesta’nın bölümlerinden, Gaiusun Institüenes’inde
Gaius, insanlara ilişkin, mallara ilişkin ve davalara ilişkin olarak üç bölüme ayırmıştır.
A- Birinci bölüm İnsanlara ilişkin hukuk alanı, kişi ve aile hukuku olarak
sınıflandırılmıştır. Kişiler hukukunda kişiliğin başlangıcı, hak ve fiil ehliyeti, kişiliğin sona
ermesi gibi konular ele alınmaktadır. Aile hukukunda aile kavramı ele alınmaktadır.
B- İkinci bölümde mallara ilişkin hukuku borçlar, eşya ve miras hukuku alanlarını
oluşturmuştur.
C- Üçüncü bölüm olaran davalara ilişkin hukukta medeni usul hukukunu ele
almaktadır. Mahkemelerin örgütlenmesi, davaların nerede nasıl açılacağı, dava açım süreleri,
yargılama şekilleri gibi konular davalara ilişkin hukukta yer almaktadır. Gaiusa göre davalar
actio in rem (ayni dava) ve actio in personam (şahsi dava) şeklinde ikiye ayrılmıştır.

Ius (Hak ve Hukuk)


Kişiler hukukunda hak hukuk düzeni tarafından korunan menfaat olarak
tanımlanmaktadır. Dolayısıyla hukuk düzeninin tanımadığı menfaatler hak değildir. Yani bir
hukuk düzeninde var olan hakkınız başka bir hukuk düzeninde hakkınız olmayabilir.
Haklar mutlak ve nisbi haklar olmak üzere ikiye ayırılır.
1- Mutlak Haklar: Mutlak haklar herkese karşı ileri sürülebilen ve herkes tarafından
ihlal edilebilen haklardı. Örneğin tam ayni hak olan mülkiyet hakkı mutlak haktır. Roma
hukukuna göre bir mala sahip olan kişi (malik), mülkiyet hakkından dolayı usus (kullanma),
fructus (gelir elde etme), abusus (devretme - tasarruf) haklarına sahiptir.
2- Nisbi Haklar: Nisbi haklar belirli kişilere karşı ileri sürülebilen ve bu kişilerin ihlal
edebileceği haklardır. Örneğin alacak hakkı nisbi haktır. Alacaklı alacağını sadece borçlu
olandan isteyebilir.
Başka bir örnekte bir evin sahibi olan A, evini B ye kiraya vermiştir. Ev kirada iken A,
evini C ye satmıştır. Evin yeni sahibi C, B den evi boşaltmasını isteyebilir. Çünkü A ile B
arasındaki hak nisbi hak iken, C evin yeni sahibi olarak mutlak hakka sahip olmuştur. Burada
mağdur olan B, zararının karşılanmasını A dan isteyebilir.

Hak ve Fiil Ehliyeti


Hak Ehliyeti: Haklara ve borçlara sahip olabilme ehliyetidir. Günümüzde hak
ehliyetine hiç bir kısıtlama olmadan herkes sahiptir. Günümüzde hak ehliyeti kişinin sağ
doğması şartıyla ana rahmine düşmesiyle başlar. Kişilik ise tam ve sağ doğum ile başlar.
Roma hukukunda ise herkesin hak ehliyetine sahip olması kolay değildir. Çünkü Roma’da
kölelik uygulaması vardır. Roma’da bir kişinin hak ehliyetine sahip olabilmesi için üç şart
vardır.
18.11.2020
1- Hür (özgür) olmalıdır (Status Libertatis): Roma’da kişiler özgürler (homines) ve
köleler (servi) olmak üzere ikiye ayrılırdı. Antik çağda kölelik tüm ülkekerde yaygın olarak
görülmekteydi. Filozof Aristo “kendilerini idare etmeye muktedir olmayan kimselerin, idare
edilmesi zorunludur” demiştir. İşlerin yapılabilmesi için kölelere ihtiyaç olduğunu
söylemiştir. Çiçero ise “savaş tutsağı olan kişilerin öldürülmeyip köle olarak kullanılması
daha iyidir” demektedir. Ancak köleliğe karşı filozoflarda vardır. Ulpianus “doğal hukuk
(olması gereken hukuk) gereğince bütün insanların özgür ve eşit olmalıdır” demiştir.
Augustinus ise “Doğal hukuk gereği tüm insanlar özgür ve eşit olmalıdır. Üzerinde egemenlik
kuracağımız şeylerin eşya olması gerekir” demiştir. Köleler için Ius Gentium (yabancılar
hukuku) uygulanmaktaydı. Roma’da hak ehliyetine sahip olmak için hür olmak gereklidir.
Kölelerin hak ehliyeti yoktur. Bir insan doğuştan yada sonradan köle olabilirdi. Doğuştan
kölelik anneye bağlıydı. Eğer anne köle ise doğan çocukta köle, anne hür ise doğan çocukta
hür doğardı. Sonradan kölelik ise devlete karşı işlenen suçlar sonucu ceza olarak suçlu köle
yapılabiliyordu. Sonradan köleliğin en sık görüldüğü durum ise savaş esiri olmak sonucu köle
olmaktı. Kölelikten azat etme, efendinin köleyi özgürlüğe kavuşturmasıdır. Azat etme değişik
şekillerde yapılabilir. Ancak azat edilerek özgür olan insan tam olarak özgür insan statüsünü
kazanamıyordu. Örneğin kamu hakkından yararlanamıyordu ve eski efendisine itaat etmeye
devam ederdi.
2- Roma vatandaşı olmalıdır(Status Civitatus): Roma’da hak ehliyetine sahip
olabilmek için bir diğer şart ise Roma vatandaşı olmaktır. Günümüzde ülkeler özellikle kamu
hukuku alanında kendi vatandaşları ile yabancı ülke vatandaşları arasında farklılıklar vardır.
Özel hukuk alanında ise kendi vatandaşları ile aynı statüde sayılırlar. Ancak bu ayırım
Roma’da hem kamu hukukunda hem de özel hukuk alanında vardır. Ius Civile sadece Roma
vatandaşlarına uygulanan bir hukuk iken Ius Gentium yabancılara uygulanan hukuk alanıdır.
Roma devletinin toprakları savaşlarla çok geniş alanlara sahipti. Bu sebepten önceleri sadece
Ius civile kullanılırken daha sonra Ius Gentiumda kullanılmaya başlandı.
Roma vatandaşlığı doğumla, azat edilmeyle ya da vatandaşlık verilmesiyle
kazanılabilirdi.
3- Baba egemenliği altında olmamalıdır (Status Familiae): Roma’da insanlar kendi
hukukuna ait olanlar ve başkasının hukukuna ait olanlar olmak üzere ikiye ayrılırdı. Roma’da
bir kişinin hak ehliyetine sahip olması için baba egemenliğinde olmaması gerekir. Bu nedenle
hak ehliyetine sahip kişilere Pater Familias (aile babası) statüsüne sahip olan kişilerdir. Pater
familias ailenin en büyüğü (üstsoyu yoktur) olan erkektir. Kadınlar pater familias
olamayacakları için hak ehliyetine sahip değillerdi.
Fiil Ehliyeti: Kişilerin kendi fiilleri ile hak sahibi olması ve borç altına girebilmesidir.
Roma’da bir kişinin fiil ehliyetine sahip olabilmesi için en az 25 yaşında olması, akıl hastası
olmaması, müsrif olmaması ve erkek olması gerekmektedir.
Köleler Roma’da kişi olarak sayılmadıklarından hak ehliyetine sahip değildiler. Ancak
kölelerin fiil ehliyetleri vardır. Eğer köleler bir hukuki işlem yaparsa “Roma’da köle
efendisini zenginleştirebilir fakat fakirleştiremez ilkesi” gereği yapılan işlem sonucu hak elde
edilirse bu hak efendisine ait olur. Kölenin yaptığı hukuki işlem sonucu borç oluşursa
günümüzdeki eksik borç (borçlunun borcunu ödemeye zorlanamaması) gibi bir durum
oluşmaktaydı. Bu borçlar dava edilemez ama borçlu borcunu öderse ödenen borç geri
istenemezdi. Daha sonra preatorlar kölenin yaptığı hukuki işlem sonucu haksızlığa uğramış
tarafa dava açma yetkisi tanımıştır. Efendinin, kölenin yaptığı işlemden dolayı sorumluluğuna
Noxal sorumluluk denmektedir. Açılabilecek davaya ise Noxal dava denmektedir.
Noxal davanın açılabilmesi için aşağıdaki beş durumdan birinin olması gerekmektedir.
1- Eğer efendi sermaye vererek köleye iş kurdurtmuşsa (Peculium).
2- Eğer efendi köleyi kendi işletmesinin başına geçirmişse.
3- Eğer efendi köleyi gemisine kaptan yapmışsa.
4- Eğer efendi köleye hukuki işlem için benim için yap demişse (vekalet vermişse).
5- Eğer efendi kölesinin yaptığı işlemden bir kazanç sağlamışsa. Ancak köle hibe
işlemi yapamaz.
Kölenin yaptığı hukuki işlem sonucu, köle efendisini kendi maddi değerinden daha
fazla borca sokamaz. Eğer borç kölenin değerinden fazla ise efendi köleyi borçlu olduğu
kimseye vererek borcundan kurtulur. (Roma’da para birimi sesterzdir).
Hukuki Fiil: Hukuk düzeninin kendisine hukuki sonuç bağladığı fiile hukuki fiil
denir. Örneğin satış sözleşmesi yapmak bir hukuki fiildir. Hukuki fiiller hukuka uygun fiiller
ve hukuka aykırı fiiller olmak üzere ikiye ayrılırlar. Noxal davanın açılabilmesi için kölenin
karşı tarafa hukuka aykırı bir fiille zarar vermesi gerekir.
02.12.2020
Hak Ehliyetini Sınırlandıran Diğer Durumlar: Hak ehliyetine özgür, baba
egemenliği altında olmayan Roma vatandaşları sahiptir. Bu üç durumdan başka; azatlılık,
şerefsizlik, cinsiyet, din, sınıflar gibi bazı durumlarda da hak ehliyeti sınırlandırılmaktaydı.
1- Azatlık Durumu: Köle olan bir kimsenin efendisi tarafından özgür bırakılması
(azat edilmesi) mümkündür. Azat edilme değişik şekillerde olabilir. Roma’da bir köle azat
edilerek özgür olsa bile hak ehliyetinde sınırlandırmalar vardır. Azatlık olan kişilerin özellikle
kamu hukuku alanında bazı hakları sınırlandırılmıştı. Örneğin senatus’a üye olamıyorlar,
şövalye sınıfına giremiyorlardı. Özel hukuk alanında ise imparator Augustos zamanında
azatlıkların özgür roma vatandaşları ile evlenmeleri yasaktı. Ayrıca azatlık olan kişi kendisini
azat eden eski efendisinin, kendisine yüklemiş olduğu yükümlülükleri yerine getirmesi
gerekmekteydi. Eğe bu yükümlülükleri yerine getirmezse tekrar köle durumuna gelebilirdi.
2- Şerefsizlik (Infamia) Durumu: Şerefsizlik bir kişinin toplum içinde
saygıdeğerliğini yitirmesidir. Günümüzdeki yüz kızartıcı suçları işleyenler gibi. Şerefsiz kabul
edilen kişiler, kamu hizmetlerinden yoksun bırakılmakta, seçme, seçilme gibi hakları elinden
alınmakta, bir kimseyi temsil edememektedir. Ayrıca aktif dava ehliyeti (başkasına dava açma
hakkı) bazı dönemlerde elinden alınmaktaydı. Roma’da şerefsizlik durumu iki şekilde
meydana gelebiliyordu.
A- Toplumca onur kırıcı, bayağı görülen, küçümsenen davranışlarda bulunanlar
şerefsiz sayılıyordu. Örneğin askerlikten kovulmak, iki kadınla aynı anda nişanlananlar ya da
evlenenler, tefecilik yapmak yahut ahlaka aykırı bir meslek yapanlar şerefsiz olarak kabul
ediliyordu.
B- Şerefsizlik, bir kimsenin dürüst ve namuslu bir insan gibi davranmamasından ötürü
aleyhine açılan davalardan dolayı mahkûm edilmesine bağlı olarak ortaya çıkabiliyordu.
Örneğin kamu suçlarından ya da bir takım özel suçlardan dolayı dürüstlüğe ve iyi niyete
dayanan bazı hukuki ilişkilerde haksız davranıştan ötürü dava açılıp mahkûm olanlar şerefsiz
sayılıyordu.
3- Din: Roma’nın ilk dönemlerde din konusuna çok fazla önem verilmemektedir.
Roma devleti çok geniş topraklara sahip olduğu için egemenliği altındaki topraklarda farklı
dinlere mensup kişiler bulunmaktaydı. Ancak MS 353 yılında imparator 2. Constans
Hristiyanlığı Roma devletinin resmi dini olarak kabul etmiştir. Bu tarihten sonra Hristiyanlık
dışındaki dinlere bağlananlara, Yahudilere, Hristiyanlıktan dönenlere, bazı mezheplere girmiş
olanlara karşı çok sert davranılmaya başlandı. Örneğin, bu kişiler mal sahibi olmamaları,
miras hakkından yararlanmaları yasaklandı. Yahudiler için de özel sınırlandırmalar kondu.
Örneğin, Yahudiler devlet hizmetlerine giremiyorlar, Hristiyanlarla evlenemiyor, Hristiyan
köle sahibi olamıyorlardı.
4- Sınıflar: Roma’da belli sınıf ya da mesleklere mensup olmak da hak ehliyeti
bakımından bazı kısıtlamalara yol açıyordu. Örneğin, plep’lerin, patricius’larla evlenme
hakları yoktu. Alt sınıfta olan plep’lerin devlet memuru olma hakları yoktu. Öte yandan,
örgütlenmiş meslek birliklerinin kuruluşu, bu birliklere bağlı olarak çalışan kişilerin bazı
haklarının kısıtlanması sonucunu doğurmuştur. Ortaçağ’ın loncalarına benzetilebilecek olan
bu mesleki birliklere bağlı olan kişilerin bu birliklerden çıkmaları yasaklanmıştı.
5- Cinsiyet: Roma’da kadınlara kamu hukuku alanında hiçbir hak tanınmamıştı. Özel
hukuk alanında da kadınların hakları kısıtlı idi. Örneğin, kadınlara vasi olma hakkı
tanınmamıştı. Miras hukuku alanındaki hakları da sınırlıydı. Ayrıca kadınların borçlar
hukukunda ve aile hukukunda çeşitli haklardan mahrum bırakılmıştı. Kadın eğer aile babası
egemenliği altında değilse, kendilerine bu hukuki işlemlerde yardımcı olmak üzere vasi tayin
edilirdi.
Tüzel Kişiler (Hükmi Şahıslar): Hak ehliyetine sahip olan, yani hak sahibi olabilen
ve borç altına girebilen varlıklara, kişi (şahıs) denir. Bunun yanında kendilerine hak ehliyeti
tanınan bir takım insan ya da mal toplulukları da hukuken tüzel kişi (hükmi şahıs) denir.
Dernekler kişi topluluğu, vakıflar ise mal topluluğudur. Tüzel kişiler hak ehliyetlerini ve
hukuki işlemlerini yönetim kurulu, genel kurul gibi organları vasıtası ile kullanırlar.
Hukuki İşlem (Hukuki Muamele): Yeni haklar kazanılması, mevcut hakların
yitirilmesi ya da değiştirilmesi, bir takım olaylar sonucunda ortaya çıkar. Hakların
kazanılması, yitirilmesi ya da herhangi bir biçimde değişmesine hukuki sonuç (hukuki netice)
dendiğinden, hukuki sonuç doğuran olaylara da hukuki olay denilmektedir. Buradan
anlaşılacağı gibi, bütün olaylar hukuki sonuç doğurmaz. Bu nedenle, hukuki olayı hukuki
sonuç doğuran olay olarak değil, hukuk düzeninin, hukuki bir sonuca bağladığı olay olarak
tanımlamak daha doğru olur.
Hukuki İşlemlerin Çeşitleri:
Hukuki İşlemlerin Sınıflandırılması
1- Hukuki İşlemin İradenin Beyanı Bakımından Sınıflandırılması
A- İrade Beyanının Şekli Bakımından
A1- Şekle Bağlı: Bazı hukuki işlemlerin irade beyanında belli biçimlere uygun olarak
yapılması, bu hukuki işlemin geçerli olması için şarttır. Bu tip hukuki işlemlere şekle bağlı
hukuki işlem denir. Örneğin ülkemizde evliliğin geçerli olması için ya da taşınmaz devrinin
geçerli olması için belli şartlar vardır. Roma Hukukunda ius civile’nin katı ve geleneksel
niteliği gereği şekle bağlı hukuki işlemlerin sayısı çok fazladır. Roma’da taşınır mal “res
mobiles” taşınmaz mal “res immobiles” olarak isimlendirilmektedir. Roma hukukunda maddi
değeri yüksek olan malların devri genellikle şekle bağlı olarak yapılmaktaydı.
A2- Şekle Bağlı Olmayan: Bazı hukuki işlemlerde ise iradenin beyanı için belli
şekiller öngörülmemiştir. Bu tip hukuki işlemlere şekle bağlı olmayan hukuki işlemler denir.
Örneğin alım satım ya da kira sözleşmesi hem günümüzde hem de Roma hukukunda şekle
bağlı olmayan hukuki işlemlerdir.
B- İrade Beyanında Bulunacak Tarafların Sayısı Bakımından
B1- Tek Taraflı: Tek taraflı hukuki işlemlerde sadece bir tek tarafın iradesini beyan
etmesi hukuki işlemin geçerliği için yeterlidir. Örneğin vasiyetname tek taraflı hukuki
işlemdir.
B2- İki veya Çok Taraflı: İki ya da çok taraflı hukuki işlemin geçerliliği için en az iki
kişinin birbirine uygun irade beyanında bulunması gerekir. Bu tip hukuki işlemlerin
çoğunluğu sözleşmeler bir kısmı da kararlardır.
B2a- Kararlar: Kararlar çok istisnai durumlardır. Örneğin şirket ya da kooperatif
kararlarıdır. Kararlarda tarafların iradeleri aynı yönlüdür. Aralarında çekişme yoktur.
B2b- Sözleşmeler: Sözleşmelerde tarafların iradeleri zıt yönlüdür. Tek tarafı borç
altına sokan ve iki taraflı borç altına sokan sözleşmeler olarak ikiye ayrılır.
B2b1- Tek Tarafı Borç Altına Sokan Sözleşmeler: Sözleşmeye taraf olanlardan
sadece biri borç altındadır. Örneğin bağışlama sözleşmesi
B2b2- İki Tarafı Borç Altına Sokan Sözleşmeler: Sözleşmeye taraf olan iki tarafı da
borç altına alan sözleşmelerdir. Tam iki taraflı ve eksik iki taraflı sözleşmeler olmak üzere
ikiye ayırılır.
B2b2a- Tam İki Taraflı Sözleşmeler: Bu tip sözleşmelerde her iki taraf da borç
altına girer. Örneğin alım satım sözleşmesi tam iki tarafı borç altına sokan sözleşmedir.
B2b2b- Eksik İki Taraflı Sözleşmeler: Bu tip sözleşmelerde taraflardan biri her
zaman borç altına girer. Ancak diğer taraf ise belli koşullar gerçekleştiği zaman borç altına
girer. Örneğin, ödünç (ariyet) sözleşmesinde, ödünç alan taraf iade borcu altına girer. Ancak
ödünç alan ödünç alınan şey dolayısı ile bir zarara uğrarsa ödünç veren bu zararı tazmin borcu
altına girer.
09.12.2020
2- Hukuki İşlemin Hukuki Sonuç Doğurdukları Zaman Bakımından
Sınıflandırılması
A- Sağlararası Hukuki İşlemler: Genellikle hukuki işlemler, onları yapan kişilerin
sağlığında hukuki sonuç doğurmaları istenerek yapılır. Bunlara sağlararası hukuki işlemler
denir. Alım satım işlemi gibi.
B- Ölüme Bağlı Tasarruflar: Birtakım hukuki işlemler, o işlemi yapmış olan kişilerin
ya da bu kişilerin birisinin ölümünden sonra hukuki sonuç doğurması istenir. Bu tip hukuki
işlemlere, ölüme bağlı hukuki işlemler denir. Ölüme bağlı hukuki işlemin en tipik örneği
vasiyetnamedir.
3- Hukuki İşlemin Doğurdukları Hukuki Sonuçların Niteliği Bakımından
Sınıflandırılması
Kişinin malvarlığı (mamelek), kişinin para ile ölçülebilen hakları ve borçlarıdır.
Kişinin hakları aktif malvarlığı, borçlarına ise pasif malvarlığı denir. Bu ayırım, hukuki
işlemlerin doğurdukları sonuçların malvarlığı üzerindeki etkilerine bakmaktadır. Malvarlığını
azaltan ve malvarlığını artıran işlemler olmak üzere ikili bir ayırım vardır.
A- Malvarlığını Azaltan: Malvarlığını azaltan hukuki işlemler iki bölümdür.
A1- Taahhüt İşlemleri: Taahhüt işlemleri kişinin malvarlığının pasif kısmını çoğaltır.
Alım satım sözleşmesi bir taahhüt işlemidir. Alıcı ve satıcı karşılıklı olarak birbirlerine
taahhütte bulunurlar. Alıcı malı teslim alınca parasını ödeyeceği için satıcıya borcu vardır.
Satıcı ise alıcıya malı ödeme borcu içerisindedir. Böylece her ikisinin de pasif malvarlıklarını
(borçlarını) artırırlar. Alım satım işlemleri iki taahhüt, iki tasarruf içerir.
A2- Tasarruf İşlemleri: Tasarruf işlemleri malvarlığının aktif kısmını azaltır. Alım
satım sözleşmesi bir tasarruf işlemidir. Alıcı ve satıcı karşılıklı olarak birbirlerine
taahhütlerini yerine getirdiklerinde, alıcı malı teslim alarak parasını öder. Böylece
malvarlığının aktif kısmı azalır. Satıcı ise alıcıya malı ödeyerek elindeki malda eksilme olur.
Yani malvarlığının aktifi azalır. Böylece her ikisinin de aktif malvarlıklarını azaltırlar. Alım
satım işlemleri iki taahhüt, iki tasarruf içerir.
B- Malvarlığını Çoğaltan Kazandırıcı Hukuki işlemler: Bir tarafın malvarlığını
artırırken diğer tarafın malvarlığını azaltan hukuki işlemler kazandırıcı işlemlerdir. Örnek
olarak mülkiyetin devri işlemini veya bağışlama işlemini verebiliriz.

Roma Hukukunda Fiil Ehliyeti: Fiil ehliyeti, hak ehliyetinden farklı olarak kişilerin
kendi fiilleriyle hak sahibi olabilmeleri, borç altına girebilmeleri ve haksız fiillerinden
sorumlu tutulabilme ehliyetidir. Haksız fiil, hukuk düzeninin failine yaptırım uyguladığı
fiillerdir. Roma’da fiil ehliyetine sahip olabilmenin bazı şartları vardır. Bunlar yaş, akıl
hastalığı, israf ve cinsiyet olmak üzere dört adettir.
1- Yaş: Roma’da M.Ö 190 yılı dolaylarında çıkarılan Lex Plaetoria ile rüşt yaşı, 25
olarak kabul edilmiştir. 25 yaşını doldurmamış olanlara “küçükler” (minores) denir. Ayrıca
küçükler ehliyet bakımından, baliğ (ergen) olup olmamalarına göre ikiye ayrılırlar. Bunlar
buluğa ermemiş küçükler (impuberes minores) ve buluğa ermiş küçüklerdir (puberes
minores).
A- Buluğa Ermemiş Küçükler (Impuberes Minores): Kızlarda 0-12 yaş arası,
erkeklerde 0-14 yaş arası olan çocuklara denir. Bunlar da ikiye ayrılır.
A1- 0-7 Yaş arası çocuklar (infantes): Roma’da bu yaş gurubundaki çocukların
hukuki işlem ehliyetleri tamamen yoktur.
A2- Kızlarda 7-12 Yaş arası, erkeklerde 7-14 yaş arası çocuklar (impuberes
infantia maiores): Roma’da bu yaş grubu çocuklar sınırlı ehliyetlidir. Örneğin vasiyetname
yapmaları mümkün değildir, evlenme ehliyetleri yoktur. Ancak hak kazandırıcı hukuki
işlemleri yapabilirler. Örneğin kendilerine yapılan bağışı kabul etme ehliyetine sahiptirler.
B- Buluğa Ermiş Küçükler (Puberes Minores): Kızlarda 12-25 yaş arsı, erkeklerde
14-25 yaş arası küçüklere buluğa ermiş küçükler denir. Buluğa ermiş küçüklerin hukuki işlem
ehliyetleri kısıtlanmıştır. Bu kişilere kayyım atanması söz konusudur.
2- Akıl Hastalığı: Akıl hastalığı da hukuki işlem ehliyetine doğal bir engel teşkil
etmektedir. Günümüzde olduğu gibi Roma’da da akıl hastalarının hukuki fiil ehliyetleri
kısıtlanmıştı. Roma’da akıl hastalarının hukuki işlemlerini aile babaları yürütmekteydi. Akıl
hastaları eğer baba egemenliği altında değillerse, bu kişilere kayyım atanmaktaydı.
3- İsraf (savurganlık): Roma’da hukuki fiil ehliyetini sınırlandıran nedenlerden biri
de müsrifliktir. Kendilerini ve bakmakla yükümlü oldukları kişileri harcamalarıyla zor
duruma sokan kimselere müsrif (israf eden) denir. Roma’da israf eğilimi tespit edilen kişinin
malvarlığını yönetme yetkisi preator tarafından kaldırılır ve bu kişiye kayyım (curator)
atanırdı.
4- Cinsiyet: Roma’da kadının hukuki fiil ehliyeti dönemlere göre farklılık
göstermektedir. Roma’da aile babalarının ya da kocalarının egemenliği altında olamayan
kadınlara yaşları ne olursa olsun vasi (tutor) tayin edilirdi.
16.12.2020
Hukuki İşlemlerin Diğer Geçerlilik Koşulları
1- İrade Beyanı (Hukuki İşlem Yapma İradesinin Belirtilmesi): Bir hukuki işlem
yapılırken irade yeterli olmayıp ayrıca iradenin açığa vurulması gerekir. Yani iradenin beyan
edilmesi gerekmektedir. İradenin beyan edilmesi, düşüncenin muhataba bildirilmesi demektir.
Genellikle hukuki işlemlerde muhatapların birbirlerine iradelerini açıklamaları gerekir. Ancak
hayatın akışı içerisinde bazı durumlarda iradenin beyan edilmesi gerekli olmayabilir. İrade
beyanları yöneltilmesi gerekmeyen ve yöneltilmesi gereken irade beyanları olmak üzere ikiye
ayırılır.
A- Yöneltilmesi Gerekmeyen İrade Beyanları: Örneğin vasiyetname karşı tarafa
iradenin açıklanması gerekli olmayan bir hukuki işlemdir.
B- Yöneltilmesi Gereken İrade Beyanları: Genellikle hukuki işlemlerde iradenin
beyan edilmesi gerekir. Örneğin alım satım sözleşmesi, kira sözleşmesi, yapılırken ya da
feshedilirken irade beyanının karşı tarafa yöneltilmesi gerekir.
2- İradenin Beyan (Açıklama) Şekilleri: İrade beyanının bazıları şekle bağlı bazıları
ise şekle bağlı değildir.
A- Şekle Bağlı İrade Beyanları: Bazı hukuki işlemlerde irade beyanı şekle bağlıdır.
Günümüzde irade beyanları kanunun belirttiği şekilde yapılmazsa o hukuki işlem geçerli
olmaz. İrade beyanı sözlü, yazılı ve resmi olmak üzere üç şekilde olabilir. Örneğin sözlü şekle
bağlı irade beyanı olarak evlenme merasiminde eş adaylarının birbirleri ile evlenmeyi
istediklerini sözlü olarak beyan etmeleri gerekir. Yazılı şekilde irade beyanına kefalet
sözleşmesi örnek gösterilebilir. Kefalet sözleşmesi yazılı olmak zorundadır. Sözlü yapılan
kefalet sözleşmesi geçersizdir. Resmi şekildeki irade beyanına taşınmaz satımı örnek
gösterilebilir. Taşınmaz satışlarının mutlaka tapuda resmi şekilde yapılması gerekir. Özellikle
Roma hukukunun ilk dönemlerinde şekle bağlı hukuki işlemler oldukça çoktur. Özellikle
toplumsal ve ekonomik açıdan önemli görülen hukuki işlemlerde ius civile’ye göre bir takım
hareketlere bağlanmış törenler gerekiyordu.
B- Şekle Bağlı Olmayan İrade Beyanları: Eğer hukuki işleme yönelik irade beyanı,
istenilen herhangi bir biçimde yapılabiliyorsa şekle bağlı olmayan irade beyanından söz edilir.
Roma’da şekle bağlı olmayan irade beyanlarının da geçerli hukuki işlemler oluşturabileceği
fikri ius gentium’da ortaya çıkmıştır. Praetorların faaliyetleri sonucu ius civile’de şekle bağlı
irade beyanı gerektirmeyen, alım satım, kira, şirket ve vekalet sözleşmesi gibi hukuki
işlemlere rastlanmaktadır.
Şekle bağlı olmayan hukuki işlemler açık (sarih) ve örtülü (zımnı) irade beyanı olmak
üzere iki çeşittir.
B1- Açık (Sarih) İrade Beyanı: İrade, irade belirtisi olarak kabul edilen fiillerden biri
ile beyan ediliyorsa (açığa vuruluyorsa), açık irade beyanı söz konusudur. Örneğin bir
kimsenin belli bir bedel karşılığında bir malı almak konusundaki istemini sözle, yazı ile, bir
baş ya da el hareketi ile belirtmesidir.
B2- Örtülü (Zımnı) İrade Beyanı: Gerçekte başka bir amacı olan, ama genellikle
belli bir iradenin varlığına işaret ettiği kabul edilen davranışlar, iradenin örtülü olarak beyanı
sayılır. Başka bir deyişle, belli bir iradeyi beyan etmeyen, ama örf ve adetlerin yahut içinde
bulunulan koşulların belli bir hukuki işlemi yapmak isteğinden başka türlü yorumlanmasına
olanak bırakmayan davranışlar örtülü irade beyanıdır. Örneğin bir markette almak istediğimiz
ürünleri kasiyerin önüne koyarak, irademizi hiçbir şekilde belirtmeden alışverişi tamamlamak
örtülü irade beyanıdır.
3- İradenin Beyanı İle İradenin İçeriğinin Birbirine Uygun Olması: Kişinin iç
dünyasında oluşan iradesi (isteği) ile beyan ettiği (açığa vurduğu) iradesi birbirine uyar.
Ancak bazı durumlarda yapılması istenen şeyle, istendiği söylenen şey birbirini tutmayabilir.
Yani gerçek irade ile beyan edilen irade birbirine uygun olmayabilir. Roma hukukunun ilk
çağlarında, özellikle şekilci niteliği gereği ius civile’de, beyan edilen (açığa vurulan) irade ile
yapılan hukuki işlem geçerli oluyordu. Ancak zamanla Romalılar praetorların faaliyetleri
sonucu, kişilerin gerçek iradelerine daha çok önem vermeye başladılar. Gerçek irade ile irade
beyanı arasındaki uygunsuzluk nedenleri ya da iradenin beyanındaki bozukluk halleri iki
kısımda incelenebilir.
A- İrade İle Bu İradenin Beyanı Arasında İstenerek Yapılan Uygunsuzluklar
A1- Bir Tarafın isteği İle Yapılan Uygunsuzluklar
A1a- Zihni (Gizli) kayıt (Koşut): Bazen gerçekte istenmeyen bir hukuki işlem,
bilerek, istenmiş gibi gösterilebilir. Yani bilinçli olarak bir kimse tarafından gerçek iradesi ile
iradesinin beyanı arasında uygunsuzluk oluşturulabilir. Bu duruma zihni kayıt denir. Eğer
irade beyanı kendisine karşı yapılan kişi, zihni kaydın varlığını anlayacak durumda değilse,
yapılan hukuki işlem irade beyanında bulunan kişi tarafından istenmediği halde hüküm ifade
ede. Eğer karşı taraf gerçek irade ile beyan edilen iradenin birbirini tutmadığı, yani beyan
edilen şeyin gerçekten istenmediğini anlayacak durumda ise, zihni kayıt hukuken dikkate
alınır. Yani zihni kayıtla yapılan işlem geçerli olmaz. Örneğin bir kimse pahalı bir eşyasını
çok küçük bir fiyata satacağını söyler, ama gerçekte bunu istemezse, başka biride bu eşyanın
gerçekte satılmak istemediğini anladığı halde almak isterse, yapılan alım satım geçerli olmaz.
Yani zihni kayıt hukuki işlemin geçerli olmasını engeller. Ancak eşyanın gerçekten satılmak
istenmediğini anlayacak durumda değilse, yapılan alım satım işlemi geçerli olur.
A1b- Latife (Şaka) Beyanı: Latife, şaka yollu yapılan irade beyanına latife (şaka)
beyanı denir. Eğer, kendisine şaka yollu irade beyanında bulunulan kişi, bunun şaka olduğunu
anlayabilecek durumda ise, yapılan irade beyanı, hukuki sonuç doğurmaz. Eğer irade
beyanının muhatap, beyanın şaka olduğunu anlayacak durumda değilse, yapılan beyan hukuki
sonuç doğurur. Örneğin bir öğretmen öğrencisine bu soruyu bilirsen sana bir ev vereceğim
derse, öğrenci bu beyanın şaka olduğunu anlayacağından, bu beyan bir hukuki sonuç
doğurmaz.
A2- İki Tarafın İsteğiyle Yapılan Uygunsuzluklar (Muvazaa, Simulation): Bir
hukuki işlemde gerçek durumu üçüncü kişilerden gizlemek amacıyla taraflar anlaşarak,
bilerek ve isteyerek gerçek istediklerinden başka türlü irade beyanında bulunmalarına
muvazaa denilir. Muvazaa iki şekilde olabilir. Roma’nın ilk dönemlerinde Şekle önem
verildiği için yapılan hukuki işlem muvazaalı da olsa geçerli sayılıyordu. Ancak ilerleyen
dönemlerde, özellikle Istinianus döneminde muvazaalı hukuki işlemler günümüzdekine
benzer hukuki sonuç doğurmaktaydı.
A2a- Mutlak Muvazaa: Üçüncü kişilere karşı bir hukuki işlemi ister görünerek yapan
taraflar, gerçekte hiçbir hukuki işlem yapmak istemiyorlarsa mutlak muvazaa vardır. Örneğin
alacaklılarından mal kaçırmak isteyen borçlunun, mallarını bir arkadaşına satmış gibi
göstermesi durumu mutlak muvazaadır. Çağdaş medeni hukukumuza göre, mutlak muvazaa
geçerli değildir.
A2b- Nispi Muvazaa: Eğer iki taraf anlaşarak gerçekte yapmak istedikleri bir hukuki
işlemi üçüncü kişilerden saklamak için başka bir hukuki işlem yapmış gibi gösterirlerse bu
durumda nispi muvazaa vardır. Mutlak muvazaada, bir tane iki taraflı hukuki işlem söz
konusudur ve bu hukuki işlem taraflarca gerçekte istenmemektedir. Oysa nispi muvazaada iki
tane iki taraflı hukuki işlem vardır. Bunlardan biri gerçekte istenen, ama herhangi bir nedenle
dışa karşı gizlenen işlemdir. Diğeri ise, taraflarca gerçekte istenmekle birlikte, üçüncü
şahıslara karşı asıl yapılmak isteneni gizlemek için yapılmaktadır. Örneğin bir eşyasını
çocuklarından birine bedelsiz bağışlamak isteyen baba ile oğlunun sanki bu eşyayı satmış gibi
göstermek için alım satım sözleşmesi yapması nispi muvazaadır. Çağdaş medeni
hukukumuzda nispi muvazaada muvazaalı işlem hükümsüz (geçersiz) sayılır. Buna karşılık
gerçekte istenen ve gizlenen işlem, kanunun saptadığı koşullara uygun olarak yapılmışsa
geçerli sayılmaktadır.
B- İrade İle Bu İradenin Beyanı Arasında İstenmeden Ortaya Çıkan
Uygunsuzluklar (Hata, Yanılma, Error): Bir kimse yapılmasını istediği şeyi, istediği
şekilde beyan ettiği kanısında olduğu halde, herhangi bir nedenle, fark etmeden istemediği bir
şeyi ya da istediği şeyi istemediği bir biçimde beyan etmiş, yani bu konuda yanılmış olabilir.
Böyle bir duruma irade beyanında bulunan kimsenin “hata” ya düştüğü söylenir. Örneğin
yanlışlıkla sözleşmeye farklı isim ya da miktar yazılması. Buna hukukta “beyanda hata” denir.
Beyanda hatanın iki çeşidi vardır.
Beyanda bulunan kimse, dalgınlıkla, dil sürçmesi ya da bir yanlış anlama sonucu
doğrudan doğruya kendisinin yol açtığı bir nedenden ötürü, istemediği bir şeyi beyan etmiş
olabilir. Ya da hata, beyanda bulunan kişinin dışında ortaya çıkan bir takım nedenlerin sonucu
olabilir.
Beyanda hata sonucu ortaya çıkan hukuki işlemlerin geçerliliği açısından temel bir
ayırım esas alınmıştır. Bunlar esaslı hatalar ve esaslı olmayan hatalardır.
B1- Esaslı Hatalar: Eğer iradesinin beyanı bir hataya dayanan kişi tarafından, bu
hatalı durum bilinseydi, o kişi bu hukuki işlemi yapmayacak idiyse bu hataya, esaslı hata
denir. Hatanın esaslı olması halinde bunlara dayanan hukuki işlemler geçerli sayılmaz.
Örneğin bankadan bir kişi bankadan alacaklısına para havale ederken hesap numarasını yanlış
yazmasıyla başka bir kişiye havale yapması esaslı bir hatadır. Çünkü burada amaç borcu
ödemektir.
B2- Esaslı Olmayan Hatalar: Eğer hata eden yanılan kişi gerçek durumu bilse idi
gene de söz konusu hukuki işlemi yapacak idiyse bu hataya, esaslı olmayan hata denir. Esaslı
olmayan hatalar hukuki işlemin geçerliğini etkilemiyordu. Örneğin bir kişi bankadan
alacaklısına para havale ederken alacaklının A bankasındaki hesabına havale etmeyi
düşünürken, alacaklının B bankasındaki hesabına havale etmişse, bu esaslı olmayan hata
sayılır. Çünkü burada borcunu B bankası ile de göndere bilirdi.
30.12.2020
Esaslı Hataların Ayırıcı Özelliklerine Göre Sınıflandırılması
A- Hukuki İşlemin Mahiyetinde (Niteliğinde) Hata Yanılma: Eğer bir hukuki işlem
için iradesini beyan eden kişi, hata sonucu, gerçekte istediği hukuki işlemden başka bir hukuki
işlem için iradesini beyan etmişse, burada hukuki işlemin mahiyetinde hata vardır. Örneğin
aralarında satış sözleşmesi yapmak isteyen iki kişi hata ile kira sözleşmesi yapmışlarsa bu
hukuki işlemin mahiyetinde hata oluşturur. Bu hata esaslı hata olduğundan hukuki işlem
geçersizdir.
B- Hukuki İşlemin Kişisinde (Şahısta) Hata: Eğer bir hukuki işlem için iradesini
beyan eden kişi, hata sonucu, gerçekte hukuki işlem yapmak istediği kişi ile değil başka bir
kişi ile iradesini beyan etmişse, burada hukuki işlemin kişisinde hata vardır. Örneğin
aralarında satış sözleşmesi yapmak isteyen iki kişi hata ile sözleşmeye başka birinin ismi
yazmışlarsa bu hukuki işlemin kişisinde hata oluşturur. Bu hata esaslı hata olduğundan hukuki
işlem geçersizdir.
C- Hukuki İşlemin Konusunda Hata: Eğer bir hukuki işlem için iradesini beyan
eden kişi, hata sonucu, gerçekte istediği hukuki işlemin konusundan başka bir konu için
iradesini beyan etmişse, burada hukuki işlemin konusunda hata vardır. Örneğin aralarında
satış sözleşmesi yapmak isteyen iki kişi hata ile satışına anlaştıkları eşyadan başka bir eşya
için sözleşme yapmışlarsa bu hukuki işlemin konusunda hata oluşturur. Bu hata esaslı hata
olduğundan hukuki işlem geçersizdir.
İradenin Oluşumunda Bozukluk (Saikte hata yanılma, Vasıfta hata, Hile, İkrah)
Olmaması:
Saikte Hata: Bir kimsenin bir hukuki işlemi yapılmak konusundaki iradesi çok çeşitli
etkenlerin sonucunda oluşur. Bu etkenlere hukuki işlemlerin “saik’i” denir. Saik bir kimseyi
bir hukuki işlemi yapmaya sevkeden ilk neden (uzak neden) dir. Saiki hukuki işlemin neden
(sebep) inden ayırmak gerekir. Örneğin bir ev satın almak için alım satım sözleşmesi yapan
bir kişiyi bu sözleşmeyi yapmaya iten ilk neden, yani saik çok çeşitli olabilir. Kişi bu evi
çocuğunu oturtmak için almış olsun. Ancak satın alınan eve çocuğu oturmazsa, yapılan
hukuki işlemin saikinde hata oluşmuştur. Roma hukukunda saikte yapılan hatalar, yapılan
hukuki işlemin geçerliliğini etkilememektedir. Çağdaş hukuklarda da saikte yapılan hatalar,
yapılan hukuki işlemin geçerliliğini etkilemez. Saik hatası esaslı hata sayılmaz.
Vasıfta Hata: Vasıfta hata ile kastedilen, hukuki işlemin konusunu oluşturan şeyin
niteliklerinde (vasıflarında) yapılan hatadır. Örneğin makinada dokunan bir halı el dokuması
sanılarak alınmışsa vasıfta hata söz konusu olur. Vasıfta hata ancak esaslı hata ise hukuki
bakımdan dikkate alınır ve böyle bir hata sonucu yapılan hukuki işlemler geçerli olmaz.
Vasıfta hatanın esaslı olup olmadığı o şeyin ekonomik ve toplumsal fonksiyonuna göre
saptanır. Hukuki işlemin konusunu oluşturan şeyin toplumsal ve ekonomik fonksiyonunu
değiştirecek ölçüde önemli niteliklerinde yapılan hatalar esaslı hata sayılır. Ortaçağ Roma
hukuku öğretisinin etkisiyle, vasıfta hatanın hukuki işlemlerin geçerliğini etkileyeceği genel
bir kural olarak kabul edilmiştir.
Saikte hatanın hukuki bakımından önem taşıdığı iki özel durum daha vardır.
1- Hile (Aldatma) (Dolus): Taraflardan biri karşı tarafı kandırarak (yanıltarak) bir
hukuki işlem yapmışsa bu durumda hile söz konusudur. Bu durumda iradenin oluşumunda bir
bozukluk oluşur. Sonuç olarak, hile bir kimseyi hukuki işlem konusunda, dürüst olmayan
davranışlarla hataya düşürmektir. İus civile döneminde hile sonucu yapılan hukuki işlemler
geçerli sayılıyordu. Cumhuriyet döneminin sonlarına doğru hukuki tedbirler praetorlarca
alınmaya başlandı. Hileye uğrayan kişinin üç imkândan faydalandığını görüyoruz.
Bunlardan ilki, bir yıl içinde hile davası (actio doli) açılması gerekmektedir. Dava
sonucu kişinin hile yaptığı ispatlanırsa, hile yapan kişi şerefsiz durumuna düşecektir.
İkinci olarak hileye uğrayan kişi, işlemden doğan borcun henüz yerine getirmemişse,
hile defi (exeptio doli) ileri sürebilirdi.
Son olarak praetorlar, istenirse, hile sonucu yapılan hukuki işlemlere ilişkin olarak
eski duruma getirme (restitutio in integrum) olanağı da tanıyordu.
2- İkrah (Korkutma) (Metus): İkrah korkutma (metus), bir kimsenin, kendisi ya da
yakınların canı, malı, namusu, özgürlüğü vb ile tehdit ederek (korkutarak), zorlayarak ona
hukuki işlem yaptırılması halinde söz konusu olur. Zorlama (cebir) iki şekilde olabilir.
Maddi Cebir: Bir kimsenin elini tutarak, kuvvet kullanarak ona bir borç senedi
imzalatmak ya da başka bir hukuki işlem yaptırmak gibi durumlarda maddi cebir söz
konusudur. Maddi cebir sonucu yapılan hukuki işlemin geçerliği söz konusu olamaz.
Manevi Cebir (ikrah): Bir kimsenin, bizzat, (doğrudan doğruya) kendisinin ya da
yakınlarından birinin şahsına yahut mallarına zarar verileceği tehdidi ve bu tehdidin yarattığı
korku altında bir hukuki işlem yapmaya zorlanması halinde söz konusu olur. Eski ius civilede
hukuki işlemlerin geçerliği bakımından ikrah (korkutma metus) bir önem taşımıyordu. Daha
sonra praetorların faaliyetleriyle ikrah (metus) sonucu hukuki işlem yapan kişilere üç hak
tanınmıştır.
Bunlardan birincisi tehdit sonucu oluşan borcunu henüz ödememiş olan kişi ikrah defi
(exceptio metus) iler sürebiliyordu.
İkinci olarak tehdit sonucu hukuki işlem yapan kişi, ikrah davası (actio metus)
açabiliyordu.
Son olarak eski duruma getirme isteğinde bulunabiliyordu.
Tehdit sona erdikten sonra, tehdit edene karşı açılan dava bir ceza davasıdır. Roma’da
tehdit eden kimseden, tehdit sonucu oluşan maddi zararın dört katını ödemesi talep
edilebilmekteydi.
Hukuki Netice (Sonuç): Hukuki bir işlem sonrasında hukuki bir sonuç doğar. Hukuki
sonuç üç şekilde olabilir. Bunlar hakkın kazanılması, hakkın kaybedilmesi ya da hakta
değişiklik olmasıdır.
1- Hakların Kazanılması: Eğer hukuki işlem sonucunda hak, bir kimseye
bağlanmışsa, yani kişi yeni bir hakkın sahibi olmuşsa “hakkın kazanılması” (hakkın iktisabı)
söz konusu olur. Hakların kazanılması, hakların aslen ve hakların devren kazanılması olmak
üzere iki türlüdür.
A- Hakların Aslen Kazanılması: Eğer bir kimse bir eşya (ayın) üzerinde doğrudan
doğruya kurduğu bir ilişki sonucunda hak sahibi olunuyorsa, burada hakkın aslen kazanılması
söz konusudur. Örneğin denizden balık tutularak balığın sahibi olunması veya terkedilmiş
(atılmış) bir malın alınıp sahiplenilmesi de aslen kazanılmadır.
B- Hakların Devren Kazanılması: Eğer bir kimse bir başkasına ait olan bir hakkı, o
kişi ile kendisi arasında kurulan bir ilişki sonucunda kazanırsa, bu hakkın “devren”
kazanılması söz konusudur. Bir hakkın devren kazanılması için, bu hakkın daha önce bir
başka kişiye ait olması, hakkın var olması gerekir. Örneğin alım satım sözleşmesi ile bedeli
ödenerek bir malın alınmasıdır. Hakların devren kazanılması inşai ve nakledici devren
kazanma olarak iki şekildedir.
B1- İnşai- Devren İktisap (Kurma Yoluyla Devren Kazanma): Eğer bir hak bir
kişide var olan başka bir hakka dayanmakla birlikte, o haktan farklı nitelikler kazanarak bir
başka kişiye devredilmişse bu kişinin “devren” iktisap “inşai (kurma yoluyla) devren iktisap”
sayılır. Örneğin, bir borçlu tarafından bir arsa üzerinde alacaklısı lehine tesisi edilen rehin
hakkının, alacaklı tarafından kazanılması inşai devren kazanmadır.
B2- Nakledici- Devren İktisap (Halefiyet Yoluyla Devren Kazanma): Eğer bir hak,
hak sahibinde bulunduğu şekilde, aynen başka bir kimseye devredilirse, bu kimsenin bu hakkı
naklen devredici yoluyla kazandığı söylenir. Örneğin A’nın evinin mülkiyetini B’ye
devretmesi halinde, B’nin ev üzerindeki mülkiyet hakkı nakledici devren kazanma yoluyla
oluşmuştur. İki şekilde olabilir.
B2a- Cüzi Halefiyet (Successio Singularis): Bir kişinin tek bir hukuki durumda, yani
tek bir hakta başka bir kişinin yerine kaim olması, ona bu tek hak bakımından halef olması
halinde cüzi halefiyetten söz edilir. Cüzi halefiyet kısaca tek bir hakkın bir kimseden başka bir
kimseye geçmesidir. Örneğin A, bir ev üzerindeki mülkiyet hakkını B’ye devrederse, B, bu ev
üzerindeki mülkiyet hakkında A’ya halef olur. Yani B, mülkiyet hakkına ilişkin olarak A’nın
cüzi halefi olmaktadır.
B2b- Külli Halefiyet (Successio Universalis): Külli halefiyet ise bir kişiye ait olan
haklar topluluğunun ya da o kişinin mamelekinin tümüyle tek bir hukuki nedenle bir başka
kişiye devridir. Yani bir kişinin, bir başka kişiye, onun haklar topluluğunda ya da
mamelekinin tümünde halef olması halinde külli halefiyet söz konusudur. Örneğin bir
kimsenin ölmesi sonucu, terekenin mirasçılara geçmesi külli halefiyettir. Roma’da klasik
hukuk dönemi boyunca sadece külli halefiyet kabul ediliyor, cüzi halefiyet kabul edilmiyordu.
Klasik sonrası dönemde cüzi halefiyet kavramı da ortaya çıkmıştır. Iustinianus zamanında her
iki halefiyette uygulanmaktaydı.
2- Hakların Kaybedilmesi: Bir hakkın o zamana kadar bağlı olduğu kimseden
ayrılması, o kimse bakımından bu hakkın kaybedilmesi demektir. Eğer bir hukuki işlem
sonucunda bir hak bir kimseden ayrılmışsa, yani bir kimse o ana kadar sahip olduğu bir hakkı
kaybetmişse, “hakkın kaybedilmesi” (hakkın ziyaı) söz konusu olur. Hakların kaybedilmesi
iki şekilde olabilir.
2A- Hakkın Devredilmesi: Bir kimse bir hakkını bir başka kimseye devretmesi
nedeniyle kaybetmiştir. Örneğin bir kişinin evini satması sonucu hakkını kaybetmesi
devretme sonucu hakkını kaybeder.
2B Hakkın Ortadan Kalkması: Bir hak ortadan kalkması nedeniyle, hak sahibi
tarafından kaybedilmiş olabilir. Örneğin bir kişinin sahip olduğu hayvanının ölmesi sonucu
hakkını, hak ortadan kalktığı için kaybeder.
3- Hakkın Değişikliğe Uğraması: Hakların niteliklerinde meydana gelen
değişikliklerin tümüne hakların değişmesi denir. Eğer bir hukuki işlem sonucunda, bir hak
gene aynı kişide kalmakla birlikte, bir takım değişikliklere uğruyorsa “hakkın değişmesi”
(hakkın tebdili) nden söz edilir. Örneğin bir mülkiyet hakkı, bir rehin hakkı ya da bir başka
ayni hakla kısıtlanabilir.
6.01.2021
Hukuki İşlemlerin İstisnai Unsurları (Ögeleri) Şart (Condito) ve Vade (Dies)
Hukuki işlemler genel olarak hemen sonuç doğururlar. Örneğin bir alım satım
sözleşmesi sonucu alıcı malın bedelini verir, satıcı malı alıcıya teslim eder. Ancak bazen
hukuki işlemlerin hemen hukuki sonuç doğurması istenmeyebilir. Ya da hukuki işlemlerin
geçerli olması, yani hukuki sonuç doğurması, bir takım koşulların gerçekleşmesine
bağlanmak istenebilir. Kişiler hukuki işlemlerine, şart ya da vade ekleyerek işlemlerinin
hukuki sonuç doğurmasını bir şarta bağlayabilir veya erteleyebilirler.
1- Şart (Conditio): Hukuk dilinde şart (conditio), bir hukuki işlemin sonuçlarının
bağlandığı, geleceğe ilişkin, gerçekleşmesi objektif olarak şüpheli bir olaydır. Örneğin bir
baba, oğluna “lisesi bitirirsen sana bilgisayar alacağım” derse, burada şarta bağlı bir bağış söz
konusudur. Ya da birisi arkadaşına “eğer ben yeni araba alırsam, şimdiki kullandığım arabamı
sana satacağım” dese, arkadaşı da bunu kabul etse; burada şarta bağlı bir alım satım söz
konusu olur. Başka bir örnek olarak, kiracı kira sözleşmesine eğer il dışına tayinim çıkarsa bu
sözleşme feshi olunur şeklinde bir şart koşarak sözleşmenin iptalini bir şarta bağlayabilir.
Şart mutlaka bir hukuki olaya bağlanmalı, geleceğe ilişkin olmalı, objektif olarak
gerçekleşmesi şüpheli olmalı, gerçekleşmesi maddi olarak mümkün olmalı. İmkânsız
olmamalı. Borçlar kanunun 26. maddesi taraflara sözleşme özgürlüğü “ Taraflar, bir
sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler.” vermekte
ve 27. maddesi sözleşmenin hangi durumlarda kesin hükümsüz olur “Kanunun emredici
hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan
sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının
hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın
sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz
olur.” düzenlemiştir. Roma hukukunda sözleşmeler için katı kurallar vardı. Bu sebepten
sözleşme serbestisinden söz edilemez.
Şartların “taliki” ve “infisahi” olmak üzere iki ana türü vardır.
A- Taliki Şart (Geciktirici Koşul) (Conditio Suspensiva): Hukuki işlemlerin hüküm
ifade etmelerinin bağlandığı şarta “taliki (geciktirici, erteleyici) şart” denir. Çünkü burada şart
olarak saptanan, gerçekleşmesi objektif bakımdan şüpheli olan, geleceğe ait (müstakbel)
olayın gerçekleşmesine kadar hukuki işlemin hüküm ve sonuç doğurması ertelenmekte, talik
edilmektedir. Örneğin bir baba, oğluna “lisesi bitirirsen sana bilgisayar alacağım” derse,
burada şarta bağlı bir bağış söz konusudur.
B- İnfisah Şart (Bozucu Koşul) (Conditio Resotutiva):Geçerli bir şekilde yapılıp
hükümlerini icraya (yürütmeye) başlamış olan hukuki işlemin bu hükümlerinin sona
ermesinin bağlandığı şarta ise “infisahi (bozucu) şart” denir. Çünkü, burada şart olarak
saptanan, gerçekleşmesi objektif bakımdan şüpheli olan, geleceğe ait olayın gerçekleşmesi
hukuki işlemi bozmakta, infisah ettirmektedir. Örneğin kiracı kira sözleşmesine “eğer il
dışına tayinim çıkarsa bu sözleşme fesih olunur” şeklinde bir şart koşarak sözleşmenin feshini
bir şarta bağlayabilir.
Roma’da sadece taliki (erteleyici) şartın olduğunu görüyoruz. İnfisahi şartı ise yine
taliki şartı kullanarak sağlıyorlardı.
Şartların taliki ve infisahi olarak iki ana türünden başka sınıflandırmaları da vardır.
C- Olumlu (Müspet) Şart: Eğer hukuki işlemlerin sonuç doğurmasının bağlandığı
şart olumlu bir olay ise, “olumlu şart” söz konusudur. Örneğin A, B’ye, “bir ay içinde gemi
gelirse senden buğday satın alacağım” derse, burada bir olumlu talik söz konusu olur. Çünkü
yapılan sözleşmenin geçerli olması olumlu bir olaya, geminin gelmesi olayına bağlanmıştır.
D- Olumsuz (Menfi) Şart: Eğer hukuki işlemlerin sonuç doğurmasının bağlandığı
şart olumsuz bir olay ise, “olumsuz şart” söz konusudur. Örneğin A, B’ye, “bir ay içinde gemi
gelmezse senden buğday satın alacağım” derse, burada bir olumsuz talik söz konusu olur.
Çünkü yapılan sözleşmenin geçerli olması olumsuz bir olaya, geminin gelmemesi olayına
bağlanmıştır.
Şartlar bir başka açıdan da üçe ayırılabilir.
E- İradi Şartlar: Eğer şartın gerçeklemesi tarafların iradesine bağlanmış ise şartın
iradi olduğu söylenir. Örneğin A, B’ye “evimi boyarsan sana bin lira veririm” demesi, B’nin
de bunu kabul etmesi durumunda, yapılan anlaşmada B’nin iradesine bağlı bir talik (şart) söz
konusu olduğundan burada iradi şart vardır.
F- Tesadüfi Şartlar: Gerçekleşmesi üçüncü bir kişinin iradesine ya da tamamen dış
etkenlere bağlı olan şartlar tesadüfi şartlardır. Örneğin A, arkadaşı B’ye “babam bana yeni
saat alırsa, eski saatimi sana veririm” derse, B’de bunu kabul ederse, bu durumda tesadüfi
şarta bağlı hibe söz konusu olur.
G- Muhtelit (Karma) Şartlar: Gerçekleşmesi, hem şarta bağlanmış hukuki işlemin
taraflarından birinin, hem de üçüncü bir kişinin iradesine ya da dış etkenlere bağlı olan şarta
muhtelit (karma) şart denir. Örneğin A’nın, oğlu B’ye: “C ile evlenirsen sana bir ev alırım”
demesi ve B’nin bunu kabul etmesi durumunda, muhtelit (karma) taliki şarta bağlı bir bağış
söz konusudur. Çünkü B’nin C ile evlenmesi sadece B’nin iradesine bağlı değildir; hem C’nin
iradesine, hem de başka dış etkenlere bağlıdır.
Şartın Hukuki Sonuçları: Gerçekleşmesi objektif bakımdan şüpheli olan, geleceğe
ait bir olaya yani şarta bağlanmış olan hukuki işlemlerde iki aşama vardır.
A- Şart olarak saptanmış olan olayın gerçekleşmesinin şüpheli olduğu aşamadır. Buna
belirsizlik aşaması denir.
B- Şüpheli durum, yani belirsizlik aşaması iki şekilde sona erebilir. Bunlardan
birincisi şart gerçekleşmiştir ikincisi şart gerçekleşmemiştir ya da şartın gerçekleşmeyeceği
kesinleşmiştir.
2- Vade (Dies): Hukuki işlemlerinin hüküm ve sonuçlarının bağlandığı, geleceğe ait,
gerçekleşmesi kesin olaylardır. Örneğin “gelecek yılın ocak ayında sana bilgisayarımı
vereceğim” şeklinde bir bağış vaadinde, saptanan vade, belli bir tarihtir. Oysa “babanın
ölümünden sonra sana evimi vereceğim” şeklindeki vadede, saptanan vade, belli bir olaydır.
Vade iki türlü olabilir.
A- Başlama Vadesi: Hukuki işlemin hüküm ve sonuç doğurmaya başlamasının
bağlandığı vadeye başlama vadesi denir.
B- Bitme Vadesi: Hukuki işlemin hüküm ve sonuçlarının son bulmasının bağlandığı
vadeye bitme vadesi ya da bozucu vade denir. Roma’da bozucu şart olmadığı gibi bitme
vadesi de yoktu. Bitme vadesinin sağlayacağı hukuki sonuçlar, yapılan hukuki işleme,
geciktirici vadeye bağlanmış bir fesih anlaşması eklenerek sağlanıyordu.

Hukuki işlemlerin sonuçlarının bağlandığı geleceğe ilişkin olayların gerçekleşmeleri


açısından dört olasılık düşünülebilir.
Gerçekleşeceği kesin ve ne zaman gerçekleşeceği belli olan olaylar hukuki bakımdan
vadedir. Örneğin 17 Eylül 2021 gibi.
Gerçekleşeceği kesin, ancak ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan olaylar hukuki
bakımdan vadedir. Örneğin “A kişisi ölünce” biçiminde sözleşmede bir ifade varsa A’nın
öleceğinden kuşku duyulmaz.
Gerçekleşecekleri kesin olmayan, ancak gerçekleşirse, ne zaman gerçekleşecekleri
belli olan olaylar hukuki bakımdan bir şart ifade eder. Örneğin “A, 40 yaşını doldurduğu
zaman” dediğimizde, A’nın 40 yaşını dolduracağı şüphelidir. Çünkü daha önce de ölebilir.
Ama ölmezse 40 yaşını ne zaman dolduracağı bellidir.
Gerçekleşecekleri ve gerçekleşirse ne zaman gerçekleşecekleri belli olmayan olaylar
hukuki bakımdan şart ifade eder. Örneğin “A evlenirse” dediğimiz zaman, A’nın hem evlenip
evlenmeyeceği, hem de evlenirse ne zaman evleneceği belli değildir.
Hukuki İşlemlerde Temsil
1- Temsilin Mahiyeti (niteliği) ve Çeşitleri: Bir hukuki işlemi yaparken kişilerin bu
işlemi bir aracı ile yapmaları mümkündür. Çünkü kişi her hukuki işlemi kendisi yapma
durumunda olmayabilir. Örneğin kişi başka bir yerde olabilir ya da kişiye vasi atanmış
olabilir. Temsil vekâlet sözleşmesinin altında yatan ilişkidir. Temsil yetkisi temsil edilenin tek
taraflı irade beyanı ile kurulur. Temsil ilişkisinde üç kişi vardır.
Temsil edilen: Kendisi için hukuki işlem yapılan kişidir.
Mümessil (temsilci): Temsil edilen için hukuki işlemi yapan kişidir. Mümessil temsil
ettiği kişinin iradesini üçüncü kişilere yansıtır.
Üçüncü şahıstır: Mümessilin temsil edilen için kendisiyle hukuki işlem yaptığı
kişidir.
Temsil dolaylı ve doğrudan temsil olmak üzere ikiye ayrılır.
A- Doğrudan (Vasıtasız, Dolaysız) Temsil: Doğrudan temsilde, temsilci temsil
olunan adına ve hesabına hareket ederek bir hukuki işlem yapar. Doğrudan temsilde, üçüncü
kişi, kendisiyle sözleşme yapan kişinin temsilci olduğunu bilir. Yani temsilci işlemi başkası
için yaptığını söyler. Örneğin A, arkadaşı B için, kiralık ev tutarken, ev sahibine bu evi
arkadaşı A için kiraladığını söylerse doğrudan temsil söz konusu olur.
B- Dolaylı (Vasıtalı) Temsil: Dolaylı temsilde, temsilci kendi adına ve temsil olunan
hesabına hareket ederek bir hukuki işlem yapar. Dolaylı temsilde, üçüncü kişi, kendisiyle
sözleşme yapan kişinin temsilci olduğunu bilmez. Yani temsilci işlemi başkası için yaptığını
söylemez. Örneğin A, arkadaşı B için, kiralık ev tutarken, ev sahibine bu evi arkadaşı için
kiraladığını söylemezse dolaylı temsil söz konusu olur.
Roma’da hiç kimse özgür bir kimse aracılığı ile hak elde edemez, borç altına giremez
ilkesi vardı. Dolayısıyla Roma’da sadece dolaylı temsil vardı.
13.01.2021
Hukuki İşlemlerin Hükümsüzlük Nedenleri (Butlan-İptal Kabiliyeti)
Günümüz hukukunda hükümsüzlüğün, yokluk, butlan, askıda hükümsüzlük ve iptal
edilebilirlik gibi halleri vardır. Ancak Roma’da bu şekilde çoklu ayırımların olmadığını, ius
civileye uygun yapılan işlemlerin geçerli, ius civileye uygun yapılmayan işlemlerin geçersiz
olduğu bir durum söz konusudur. Bunun böyle olmasında somut olaylar bağlamında gelişmiş
olmasının etkisi vardır. Ayrıca Roma Hukukunun İus civile ve ius gentium gibi hukuk
tabakalarından oluşması sebebiyle, bu tabakalarda hükümsüzlük halleri değişiklik
göstermesiyle genel bir hükümsüzlük teorisi Roma Hukukunda oluşmamıştır.
Günümüz hukukunda bir hukuki işlemin kurucu unsurları oluşmamışsa yokluktan
bahsedilir. Örneğin evliliğin kurucu unsurlarından biri, bir kadın ve bir erkeğin
evlenebileceğidir. Yani aynı cinsiyetten iki kişinin evlenmesi hukuken yok hükmündedir.
Hukuki işlemin kurucu unsurları var ama geçerlilik unsurları yok ise butlan söz konusudur.
Hukuki işlemleri sakatlayan bazı nedenlerin varlığı durumunda, ancak işlemin taraflarından
biri bu durumu ileri sürerse işlemin hükümsüz olacağı, iptal edilebileceği söz konusu olur.
Roma’da ilk başlarda ius civilenin, katı şekilci olması nedeniyle, bu şekle bağlı olarak
yapılan hukuki işlemler geçerli, diğerlerinin hükümsüz olmaktaydı. Hukuki işlemin temel
öğelerinin birinde ortaya çıkan bir sakatlığın olmasında iptal edilebilirlik söz konusu değildi.
Ancak preatorların faaliyetleri sonucunda, bir hukuki işlem sakatlandığında, zarar gören dava,
defi ya da eski hale getirme hukuki yollarına başvurabilmiştir.
1- Roma Hukukunda Hükümsüzlük Hallerinin Sınıflandırılması Sebepleri:
Hükümsüzlük halleri sınıflandırma sebepleri, başlangıçtaki imkansızlık, hukuka aykırılık ve
ahlaka aykırılık olmak üzere üç ana başlık altında toplanabilir.
A- Başlangıçtaki İmkansızlık: Hukuki işlem kurulurken, hukuki işlemin konusunun
imkansız olmasıdır. Bu durumda hukuki işlem geçersiz olur. Örneğin tamamen yanmış bir
evin bir alım satım sözleşmesinin konusu olması, bu hukuki işlemi geçersiz yapar. Yani
olmayan bir mal satılamaz. Başlangıçtaki imkansızlığın ileri sürülüp geçeli olması için
durumun objektif olması gerekir. Ya da Roma’da dini amaçla kullanılan eşyaların alım satım
konusu olması söz konusu olmamaktaydı. Dolayısıyla dini araç gereçlerin konusunu
oluşturduğu alım satım sözleşmesi geçersiz olmaktaydı.
B- Hukuka Aykırılık: Hukuki işlemler hukuka aykırı ise geçersiz olurlar. Roma’nın
siyasi dönemlerine göre hukuk kaynakları değişmekle birlikte özellikle, 12 levha kanunu, halk
meclisi kararları, preator beyannameleri, imparator emirnameleri, İustinianus döneminde
corpus iurus civilis dönemlere göre hukuk kaynaklarını oluşturmaktaydı. Dolayısıyla bu
hukuk kaynaklarına aykırı olarak hukuki işlem yapıldığında hukuki işlem geçersiz
olmaktaydı. Roma eşya hukukuna işlemler “res mancipi” ve “res nec mancipi” mal ayırımına
göre yapılmaktaydı. Bunlar için de “mancipatio” ve “in iure cessio” hukuki törensel şekle tabi
işlemler yapılırdı. Bu işlemler kanunla öngörülmüştür. Dolayısıyla malların mülkiyetinin
devri bu işlemlere göre yapılması gerekmektedir. Eğer malların mülkiyetin devri bu işlemlere
göre yapılmazsa hukuki işlemler geçersiz olurdu. Yine Roma’da borçlar hukukunda sıkça
görülen “stipulatio” denilen sözlü bir hukuki işlem vardır. Bu işlem, karşılıklı olarak belirli
sözlerin söylenmesiyle kurulan bir hukuki işlemdir. Burada tarafların karşılıklı söylemeleri
gereken sözler şekil şatıdır. Dolayısıyla stipilatio’nun şekil şartına uymayan hukuki işlemlerde
geçersiz sayılmaktaydı.
C- Ahlaka Aykırılık: Roma’da hukuki işlemlerin konusunun ve amacının ahlaka
aykırı olmaması gerekmektedir. Dolayısıyla genel ahlak kurallarına aykırı olarak yapılan
hukuki işlemler geçersiz olmaktadır. Örneğin bir şirket gayri meşru işler yapmak amacıyla
kurulursa bu şirketin sözleşmesi geçersiz sayılırdı.

You might also like