Hukukun Kanunlaştırılması Medeni Hukukun Anlamı ve Kapsamı
• Medeni Hukuk, bir ülkenin yurttaşlarının birbirleriyle ve belirli
ölçüde yurttaşların devletle olan ilişkilerini (bu ilişkiler başka bir hukuk kolunun uygulama alanı dışında kalmak kaydı ile) düzenleyen kurallardan oluşan pozitif bir hukuk koludur. • Medeni hukuk terimi, kaynak itibariyle Roma hukuku kökenlidir. Romalılar, Roma şehrinden olanlara uygulanan hukuk kurallarının tümüne “jus civile”; Roma’nın genişlemesi ile imparatorluk sınırları içinde kalıp Roma şehri dışında olanlara uygulanan hukuka da “jus gentium” demiştir. Dolayısıyla “jus civile” şehirlilere uygulanan hukuk anlamındadır. • Bizdeki Medeni Hukuk’daki medeni sıfatı da “uygar” anlamına gelmeyip, cives’li, siteli, kentli, Medine’li anlamına gelir. • Başlangıçta özel hukuk ile medeni hukuk özdeşti. Sonradan, toplumun maddi yaşam koşullarında ve sosyal yapısında gerçekleşen gelişmeler sonucunda, kimi özel hukuk dalları medeni hukuktan ayrılıp bağımsızlaştı. Ticaret hukuku, iş hukuku, fikri hukuk, tüketici hukuku gibi. • Türk Medeni Hukuku’nun kapsamına şu alanlar dahildir: • Başlangıç ve Kişiler Hukuku (Gerçek ve tüzel kişiler) • Aile Hukuku (Evlilik, hısımlık, vesayet) • Miras Hukuku • Eşya Hukuku (Mülkiyet, sınırlı ayni haklar, zilyetlik ve tapu sicili) • Borçlar Hukuku (Genel hükümler, özel hükümler) Medeni Hukukun Kanunlaştırılması
• Medeni Hukukun kanunlaştırılmasını incelemeye başlamadan önce
Osmanlı imparatorluğunda geçerli olan hukuka kısaca değinmekte yarar bulunmaktadır. • Osmanlı imparatorluğunda hukuk örfi hukuk ve şeri hukuk olmak üzere ikiye ayrılarak incelenebilir. Özel hukuk, şeriat esaslarına tabidir. Kamu hukuku ise, yani devletin yapısı, işleyişi, vergi toplama ve cezalandırma örfi-sultani hukuka göre şekillenmiştir. Örfi-sultani hukuk, hükümdarın sırf kendi iradesine dayanarak şeriatın kapsamına girmeyen alanlarda kanun koyma yetkisinin sonucu olarak yaratılan hukuktur. • Örfi-sultani hukuk özellikle Fatih döneminde büyük bir gelişme göstermiştir. Bu gelişme, İstanbul’un fethinden sonra Fatih’in sınırsız bir otorite kazanması ve merkezi ve mutlak İmparatorluğu kesin olarak kurmuş olmasından kaynaklanır. Fatih, mutlak hükümranlık haklarını, devleti belirli bir amaca göre düzenleme ve serbest kanun koyma yönünde kullanmıştır. • Fatih’in hüküm şeklinde çıkardığı birçok kanunlardan başka, biri, devletin kuruluşuna (Teşkilat Kanunu), diğeri, idare, maliye ve ceza alanlarına ait (Reaya Kanunu) iki adet kanunname bulunmaktadır. Esasen bu iki Fatih kanunnamesi büyük kısmı itibarıyla 1451’den önceki kanunların bir araya getirilmesi ile vücut bulmuştur. • İmparatorluğun zaman içinde toprak kaybetmesi sonucunda zayıflaması ile birlikte ekonomik yapısı da değişmiştir. Daha önce Batı feodalitesinden farklı olarak merkeziyetçi devletin tekelinde bulunan toprak, köylü (reaya) eliyle işletilip ihtiyaç fazlası artı ürün tımarlı sipahiler eliyle merkeziyetçi devlete aktarılırken, 18. yüzyılda İmparatorluk, toprak gelirini mültezimlere ihale etmiştir. • Böylelikle gücünü daha da kaybeden İmparatorluk, aynı dönemde Avrupa’da başlayan ulusalcılık hareketlerinden etkilenmemek ve parçalanmamak ve dönemin ihtiyaçlarını da karşılamak adına yenileştirme hareketlerine başlamıştır. • Bu çerçevede 1850’de Kanunname-i Ticaret, 1858’de Arazi Kanunnamesi, 1862’de Usulü Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi, 1864’de Ticareti Bahriye Kanunnamesi, 1881’de Usulü Muhakematı Hukukiye Kanunu art arda “iktibas” yoluyla yürürlüğe sokulmuştur. • Çoğu Fransız yasalarından aynen ya da biraz değiştirilerek aktarılmış olan bu yasalar eliyle “kapalı statik, tarım ekonomisinden açık, dinamik pazar ekonomisine” geçişin hukuksal ortamının gerçekleştirilmesi, böylelikle sermayenin ve özel mülkiyetin güvenliği ve istikrarının sağlanması amaçlanmıştır. • Medeni Hukukun diğer alanlarında yapılmak istenen kanunlaştırma açısından iki görüş ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi, Fransız Medeni Kanununun iktibası yoluyla daha önce Fransız Hukukundan iktibas edilmiş bulunan Ticaret Kanunu ile bir uyum sağlamasının doğru olacağı düşüncesiydi. İkinci görüş ise, fıkıh esaslarına dayanan yerli bir kanun yapılmasını savunuyordu. İkinci görüş kabul edilmiş ve ikinci görüşü benimseyenler arasında yer alan Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında kurulan bir komisyon, medeni hukuk alanındaki kanunlaştırmanın gerçekleştirilmesi için çalışmalara başlamıştır. Sonunda “Mecelle-i Ahkam-ı Adliye” ortaya çıkmıştır. Buna kısaca “Mecelle” denilmiştir. • Fıkhın (şeriatın) malları, borçları ve davaları ele alan “muamelât” bölümü, Mecelle’de (1851 maddelik bir külliyatta), hukuksal güvenliği yerleştirme amacına hizmet edecek biçimde 1876 yılında yasalaştırılmıştır. • Mecelle’de şu konular yer almaktadır: Büyu (satım), İcar (kira), Kefalet, Havale, Rehin, Emanet, Hibe, Gasp ve İtlaf, Hacir, İkrah ve Şuf’a, Enva-ı Şirket (ortaklık çeşitleri), Vekalet, Sulh ve İbra, İkrar (borcu kabul etme), Dava, Beyyinat ve Tahlif (kanıt ve delil), Kaza (yargı). • Bununla birlikte Mecelle’de Batı ülkelerinin özel hukuk yasalarından farklı olarak, aile ve miras hukuku bulunmamaktadır. • Ağırlığını ortaya koyan “Ayan” muamelât dışı bölümleri (aile ve miras) geleneksel hukuka bağlı tutmuştur. Sonradan aile ve miras hukuku konularında müslümanlar hakkında hanefi mezhebince benimsenmiş kuralların ve müslüman olmayanlar hakkında kendi dinlerinin öngördüğü kuralların uygulanmasını önlemek amacıyla Birinci Dünya Savaşı sırasında “Hukuk-u Aile Kararnamesi” yürürlüğe konulmuştur. Ancak bu kararname yetersiz görülerek 1919 yılında yürürlüğe girmesinden kısa bir zaman sonra kaldırılmıştır. • Mecelle, özel hukukun temel ilkeleri olan hak ehliyetinde eşitlik ve sözleşme serbestliğini içermeyen, olaycı (kazuistik) bir kanundur. • Mecelle’nin ömrü elli yıl sürmüştür. • Bu eksiklikleri nedeniyle yeni Türkiye Cumhuriyeti, döneminin diğer kanunları ile kıyaslandığında, daha yeni tarihli ve daha yalın bir söylem ve biçimle kaleme alınmış olan İsviçre Medeni Kanunu ve Borçlar Kanununu iktibas etmiştir. • 1911 tarihli İsviçre Medeni Kanunu, 1794 Prusya, 1804 Fransa, 1811 Avusturya, 1865 İtalya, 1900 Almanya Medeni Kanunları gibi Roma hukukunun izlerini taşır. • Yalnızca Anglo-Sakson-Amerikan “common law” sisteminde, özel tarihsel nedenlerle, Roma hukukunun etkisi Kara Avrupasındaki yoğunlukta olmamıştır. İngiltere’de burjuvazi feodaliteyi köktenci biçimde tasfiye edemeyip, feodal aristokrasiyle iktidar ortaklığı kurduğu için, feodal hukukun çağın değişen koşullarına uyarlandığı bir model ortaya çıkmıştır. Bu modelde, yürürlükteki hukuku, yargıcın “emsal içtihada” bağlı kalan “yargısal olay hukuku” belirler.