You are on page 1of 7

İstanbul Üniversitesi

KİTÂBİYAT
Sezgin Korcun*

AHMETBEYOĞLU, Ali, Avrupa Hunları, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2017.

İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi olan Dr. Öğr. Üyesi Ali
Ahmetbeyoğlu’nun bu eseri aynı zamanda kendisinin, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı bünyesinde, Prof. Dr. Abdülkadir Donuk
danışmanlığında hazırlamış olduğu “Avrupa Hun İmparatorluğu” adlı ve 1997 tarihli doktora
tezidir. Eski Türk tarihinin Avrupa’daki temsilcilerinden biri olan Avrupa Hunları hakkında
yapılmış kapsamlı bir çalışma olması hasebiyle de Türk tarihçiliği açısından bu husustaki
boşluğu doldurmuştur.
Çalışma, Önsöz (s. 11-14), Giriş: Kaynaklar (s. 15-23), dört ana bölüm; Avrupa Hunları’nın
İlk Devirleri (s. 27-88), Attila ve Avrupa Hunları’nın Genişlemesi (s. 91-156), Attila’nın
Ölümünden Sonra Avrupa Hunları (s. 159-202), Avrupa Hunları’nın Teşkilat ve Sosyal Hayatı
(s. 205-236), Bibliyografya (s. 237-248) ve bir haritadan müteşekkildir.
“Giriş: Kaynaklar” bölümünde Avrupa Hunları hakkında bilgiler ihtiva eden kaynakların
izahatı yapılmıştır. İki kısımdan ilki olan Bizans ve Latin Kaynakları (s. 15-22) başlığı altında,
öncelikle Doğu Roma İmparatoru II. Theodosios tarafından 448 yılında Attila’ya gönderilen
elçilik heyetinde yer almış ve Hun ülkesine ziyareti bakımından özellikle Attila dönemine ait
önemli ayrıntıları barındıran ana kaynağın müellifi Priskos konu edilmiştir. Tamamı kaybolan
ve günümüze fragmentler halinde ulaşan bu tarihi eserin elimizde mevcut olan parçaları 433-
472 yılları arasındaki hadiseleri içermektedir1. Bunun haricinde Jordanes (VI. yüzyıl),
Ammianus Marcellinus (IV. yüzyıl), Eunapios (V. yüzyıl), Olympiodoros (V. yüzyıl), Zosimos
(V. yüzyıl), Prokopius (VI. yüzyıl), Ioannes Malalas, Agathias, Chronicon Paschale, Sokrates,
Sozomenos (IV. yüzyılın sonları – V. yüzyılın başları), Marcellinus Comes ve Orosius hakkında
bilgiler ile Hun tarihi açısından alakaları bahis edilmiştir. İkinci kısımda ise, Süryani ve Ermeni
kaynaklarının oluşturduğu Doğu Kaynakları (s. 23) hakkında genel malumat yer alır.
“Avrupa Hunları’nın İlk Devirleri” adını taşıyan birinci bölüm üç kısım halinde
incelenmiştir. Batı (Avrupa) Hunları’nın Menşei (s. 27-40) başlığını taşıyan ilk kısımda, hem
klasik hem de modern tarihçilerin Hunların kökeni hakkında görüşleri verilmiştir. Klasik
Bizans, Latin ve Ermeni tarihçiler Hunları İskit, Kral İskitleri, Kimmerioi, Massaget; Suriye
kaynakları ise bazen Ostrogotlar adı altında zikretmişlerdir. Ayrıca Grek ve Latin
topluluklarının kendi haricindeki kavimlere barbar dedikleri ve onları İskit adı altında

*
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi.
1
Tafsilât için bk. Ali Ahmetbeyoğlu, Attila’nın Sarayında Bir Romalı, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2014 (Eser
Ahmetbeyoğlu’nun, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı
bünyesinde, Prof. Dr. Abdülkadir Donuk danışmanlığında hazırlamış olduğu “Grek Seyyahı Priskos (V. Asır)’a
Göre Avrupa Hunları” adlı ve 1990 tarihli yüksek lisans tezidir).

1
İstanbul Üniversitesi

topladıkları belirtilmiştir. Fransız Türkolog Joseph de Guignes’in, Avrupa Hunları ile Asya’da
Çinliler’e karşı yüzyıllar boyu mücadele eden Hiung-nular’ın aynı olduğu görüşünü ortaya
atması, XVIII. yüzyıl Avrasya tarihçileri arasında tartışmalara yol açmıştır. İlerleyen safhalarda
ise Hunların menşei hakkında şu hipotezler öne sürülmüştür; 1. Hunlar Moğoldurlar, 2. Türk-
Moğol karışımıdırlar, 3. Türk-Moğol-Mançu karışımıdırlar, 4. Fin-Ugordurlar, 5. Slav menşeli
bir kavimdirler, 6. Germen menşelidirler, 7. Fin-Türk karışımıdırlar, 8. Kafkas veya Orta Asya
menşeli kavimlerden biridir, 9. Hunlar; Sümerler gibi tarihin bir döneminde yaşamış, daha
sonra ise ortadan kalkmış ve menşei bilinmeyen bir kavimdir. Bunları müteakip Alman sinolog
Friedrich Hirt yaptığı çalışmalarla Avrupa Hunları ile Hiung-nular arasındaki özdeşliği
desteklemiştir. Hirt çalışmaları sonucunda Attila’nın büyük bir ihtimalle M.Ö. 36 yılında
Çinliler tarafından öldürülen Tschi-Tschi (Çi-Çi) soyunun devamı olduğu neticesine varmıştır.
Hunların Batıya Göçleri (s. 41-43) isimli ikinci kısımda, Asya Hun İmparatorluğu’nun
güçlenmesi ve gerilemesi anlamında genel bir durum verilmiştir. Tanhu Mo-tun döneminde
(M.Ö. 209-174) imparatorluk genişlemiş lâkin zamanla iç karışıklıklar ve Çin propagandasının
tesiri ile otorite zayıflamıştı. Bu şartlar altında Tanhu Ho-han-yeh (M.Ö. 58-31) rahatlamak
adına Çin hâkimiyetine girme teklifinde bulunmuş fakat kardeşi Çi-Çi’nin buna karşı çıkması
ve onun tanhuluğunu tanımaması üzerine devlet ikiye ayrılmıştı. Batıya doğru hareket edip Aral
Gölü’ne kadar olan sahayı hâkimiyeti altına alan Çi-Çi, M.Ö. 36 yılında Çinliler tarafından
öldürüldü. Çin’e tabi olmayı kabul eden Ho-han-yeh’e bağlı Hunlar ise, onun ardılları
tarafından toparlanmaya çalışmışlardır. Tanhu Yu zamanında (M.S. 18-46) Çin’e karşı
bağımsızlıklarını elde etseler de onun ölümünden sonra karışıklıklar tekrar başlamıştır. Yu’nun
oğlu olan Tanhu P’u-nu’ya karşı mücadele ederek kuzeye çekilen P’u-nu’nun yeğeni Pi’nin,
kendini M.S. 48 yılında tanhu ilan etmesi Hunları bir daha birleşmemek üzere ikiye ayırmıştır.
Güney Hunları Çin’e bağlı yaşarken Kuzey Hunları bağımsızlığını muhafaza etmiş lâkin bir
yandan Çin diğer yandan Sien-pi saldırılarına maruz kalmalarının üzerine zamanla kalabalık
kitleler halinde batıya çekilerek Çi-Çi Hunları’nın bakiyeleri olan soydaşlarına katılmışlardır
(II. yüzyılın ortaları). Batıya göç eden Hunlar hakkında yaklaşık 170 yılından Alania’nın fethine
kadar (355-365 yılları) kaynaklarda hiçbir bilgiye rastlanmamıştır. Hunların Avrupa’da
Görünmeleri ve Yerleşmeleri (s. 43-88) başlıklı üçüncü kısım üç fasıl içermektedir; Balamir
Devri ve Kavimler Göçü (s. 51-65), Uldız Devri ve Romalılarla İlk Münasebetler (s. 65-80) ve
Rua Devri (s. 80-88). Bu kısımda önce, IV. yüzyılın ikinci yarısı başlarında Hun boylarının
Hazar Denizi kuzeyindeki “Kavimler Kapısı” adı verilen geçitten geçerek Doğu Avrupa’da
görülmeye başlamalarına değinilmiş, ardından da Çin, Roma İmparatorluğu ile Avrupa kıtası
ve Sasanilerin bu süreçteki genel siyasî durumlarına yer verilerek yukarıda isimlerini
zikrettiğimiz fasıllara geçilmiştir. Alania’nın fethinden sonra batıya doğru hareket eden Hunlar
370’li yıllarda Balamir idaresinde İtil Nehri’ni geçmişler ve Alanlara saldırıp onları yenilgiye
uğratmışlardı. 374-375 yıllarında Don Nehri’ni aşarak orada Ermanarik idaresinde yaşayan
Ostrogotları (Doğu Gotları) kendilerine bağlamış, 376 yılında ise Dinyester Nehri kıyısında
Athanarik idaresindeki Vizigotları (Batı Gotları) mağlup etmişlerdi. Silsile halindeki bu olaylar
nihayetinde ülkelerini terk etmek zorunda kalanların yer değiştirdikleri ve tarihte Kavimler
Göçü olarak anılan büyük insan göçü başlamış oldu. Roma İmparatorluğu sınırları içerisine
giren Hunlar ve diğer kavimler – özellikle de Batı Gotları – Romalılar adına sorun oluşturmaya
başlayacak ve çeşitli savaşlar doğuracaktır. Bu ilerleme dahilinde Hunların başarısını sağlayan
savaş teknikleri – at ile süvari arasındaki uyum, at üzerinde her yöne ok ve yay kullanabilme,
mızrak veya diğer silahların kusursuz kullanımı, hızlı hareket kabiliyetleri – ile önce Doğu
Avrupa kavimleri ardından da Roma İmparatorluğu tanışmış hatta Romalılar piyadelerden
kurulu ordularını Hunların tesiri ile ok ve yay ile teçhizli süvarilerden teşkil etmeye
2
İstanbul Üniversitesi

başlamışlardır. Hunlar, 376 yılından sonra yaklaşık 20 yıl boyunca savaşlardan uzaklaşarak
devletlerinin teşkilâtlanması ile ilgilendiler. Hareketliliğin tekrar başladığı dönemde iki farklı
koldan gerçekleşecek olan Hun saldırılarının biri, Basık ve Kursık isimli iki bey idaresinde
doğu istikametinden yapıldı. 395 yılında Kafkaslar üzerinden Küçük Asya (Anadolu) ve
Suriye’ye kadar saldırdılar. Urfa ve Antakya’yı kuşatarak Kudüs taraflarına vardılar. Orta
Anadolu’da ise Kayseri ve Ankara civarına akınlar yaparak Azerbaycan ile Bakü üzerinden
Hunların doğu kanadı merkezi olan Don Nehri civarlarına geri döndüler. Uldız idaresinde olan
Batı kanadındaki Hunlar ise önce Tuna Nehri’ni geçerek Moesia düzlüklerini zapt ettiler.
Buradan Alp Dağları’na doğru akınlar yaptılar. Balkanlar, İllyria ve Trakya’ya kadar ilerleyerek
tahrip ettiler. Hunlardan küçük bir grup da Tuna’nın güneyindeki toprakları ele geçirdi ve
Pannonia bölgesinde görüldü. Diğer yandan Roma İmparatoru I. Theodosios’un 395 yılında
ölmesi üzerine imparatorluk batı ve doğu olarak ikiye ayrılmış, batıda Theodosios’un küçük
oğlu Honorius imparator olurken, doğuda büyük oğlu Arkadius tahta oturmuştur. Vizigotların
kralı I. Alarik, Hunların önünden kaçarak 401 yılında İtalya’yı yağmaladı. Karpatlar’da oluşan
Hun kıskacı sebebiyle Sarmatlar’dan binlercesi Roma topraklarına kaçtı. Hunların hizmetindeki
Ostrogotlar, Vandallara, Sueb-Quadlara ve Gepidlere saldırıyorlardı. Avrupa Hun etkisi ile bir
panik dönemine girmişti. Bu zamanlarda Radagais adında biri etrafında Gotlar, Sarmatlar ve
diğer barbarlardan oluşan bir grup ile Alp Dağları’nın eteklerine saldırdı. Batı Roma
İmparatorluğu başkomutanı Stilicho bu saldırganları, onlara karşı yardımını istediği Uldız ile
beraber 406 yılında ele geçirip yok etti. Arkadius’un ölümünü (408) ve 7 yaşındaki oğlu II.
Theodosios’un tahta çıktığını öğrenen Uldız, aynı tarihte Doğu Roma İmparatorluğu’na saldırdı
ve kazandığı başarıdan sonra “güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar her yeri fethederim”
diyerek gücünü hatırlattı. Temelleri Uldız zamanında atılan ve Attila’ya kadar izlenecek olan
Hun dış politikasına göre, bir yandan Doğu Roma baskı altında tutulacak, diğer yandan ise Batı
Roma ile barış sürdürülecekti. Bundan sonra 420 yıllarına kadar haklarında pek bilgi
bulunmayan Hunların, 422 yılına gelindiğinde başlarında Rua’yı görmekteyiz. Rua’nın üç
kardeşi bulunmakta idi. Bunlardan Attila’nın babası olan Muncuk erken yaşta vefat etmiştir.
Oktar Batı kanadı, Aybars ise büyük bir ihtimalle Doğu kanadı komutanıdır. Rua döneminde
yeni Hun iktidar merkezi kurulmuş ve bu merkez hem Batı hem de Doğu Roma başkentlerine
giden yolların kesiştiği, Tuna havzasının göbeğinde, Orta Tuna bölgesinde tesis edilmişti. Doğu
Roma’nın iç karışıklıklarından istifade eden Rua, 422 yılında saldırıya geçmiş ve Makedonya
ile Trakya’yı istila etmiştir. Bu sefer sonucunda imzalanan antlaşma ile Doğu Roma yıllık 350
libre altın vergi vermeye mecbur bırakılmıştır. Honorius’un 423 yılında ölmesi ile Batı Roma
İmparatorluğu’nda I. Theodosios’un kendi tarafından erkek halefi kalmadı. Bunun üzerine ordu
ve senato, Batı Roma’daki hâkimiyetini kaybetmek istemeyen Doğu Roma’ya karşı cephe
alarak bir İtalyan soylusu olan Senatör Johannes’i imparator seçti. Lâkin I. Theodosios’un kızı
ve II. Theodosios’un halası olan Galla Placidia, Doğu Roma’nın yardımını sağlayarak
Johannes’e karşı taarruza geçti. Bu ittifak karşısında zor durumda kalan Johannes, önceden
Hunların elinde esir olarak – Batı Roma İmparatorluğu ile Hunlar arasındaki ittifakın bir
teminatı hasebiyle – bulunmuş ve onlar ile sağlam ilişkiler kurmuş Romalı bir kumandan olan
Aetius’u, yardım istemek üzere Rua’ya gönderdi. Ancak bu ricayı kabul edip yola çıkan Hunlar
İtalya’ya varmadan önce Johannes bertaraf edildi. 425 yılında Batı Roma İmparatoru olan III.
Valentinianus’un annesi Galla Placidia, oğlunun küçük yaşta olması nedeniyle onun adına
iktidarı ele geçirdi. Galla Placidia, Hunların desteğini de sağlayarak İtalya’ya ulaşan Aetius ile
anlaştı ve onu Galya’ya askerî komutan olarak atadı. Hunlar 425 yılında imparatorluğun iç
politikasında hissedilecek derecede söz sahibi olmuşlardı. Diğer yandan Doğu Roma’nın,
Hunlara tâbi ve Tuna boylarında oturan kavimler ile Hunlara karşı ittifaklar yapması üzerine
3
İstanbul Üniversitesi

Rua, Doğu Roma’ya elçi yollayarak bu teşebbüslerinden vazgeçmelerini, kendilerine sığınan


Hunları iade etmelerini, aksi durumda savaş açılacağını iletti ve savaş hazırlıklarına başladı.
Fakat Doğu Roma’nın Hunlar ile antlaşma yolları aradığı sırada, Rua öldü (434).
“Attila ve Avrupa Hunları’nın Genişlemesi” adını taşıyan ikinci bölüm dört kısım halinde
incelenmiştir. Attila ve Bleda (s. 91-103) başlıklı ilk kısım, Rua’nın Doğu Roma ile barış
görüşmesi yapmaya hazırlandığı sırada vefat etmesi üzerine yönetime Attila ve kardeşi
Bleda’nın geçmesi ile başlar. Lâkin üstün kabiliyetlerinden mütevellit Attila daha ön plana
çıkmıştır. Dolayısı ile Rua döneminde başlayan barış görüşmeleri Attila tarafından
neticelendirilmiştir. 434 yılında Doğu Roma ile Hunlar arasında tarihe Margus Barışı olarak
geçecek antlaşma yapılmıştır. Buna göre; Romalılar tarafından Hun kralına önceden ödenen
yıllık 350 libre altın vergi yerine 700 libre altın ödenecek, Romalılar Hunların hâkimiyeti
altında olan kabilelerle ortaklık yapmayacaklar, Hun ülkesinden kaçacak olanlar Roma
hudutlarına kabul edilmeyecek, Romalı mülteci ve esirler için Hunlara fidye ödenecek ve ticaret
eşit şartlarda yapılacaktı. Bu antlaşmadan sonra Hunların hareketleri büyük oranda Kuzey ve
Doğu Avrupa’da yerleşmiş olan çeşitli kavimleri hâkimiyet altına almak üzerine olmuştu.
Bugün Almanya olarak bilinen yerde Hun baskısı arttı. Alaman, Burgund ve Ripuar Frankları
gibi Ren Nehri üzerinde veya yakınında yaşayan Germen insanlar Hun egemenliği altına alındı.
Thüring ve Saksonlar da Hun gücü karşısında boyun eğmek zorunda kaldılar. Böylelikle Hun
hâkimiyeti Kuzey ve Baltık Denizi’ne kadar genişledi. Hun Devleti’nin genişlemesi aynı
zamanda Avrupa’dan İngiltere adalarına gelen Anglo-Saksonlar ve Jütler’in göçü ile de
bağlantılı olmuştur. Diğer yandan Güney Rusya steplerinde yerleşmiş olan çeşitli Türk boyları
hâkimiyet altına alındı. Steplerin kuzeyinde ormanlık bölgeye yerleşmiş olan Slav ve Fin
kabileler de Hunlara teslim oldular. Bu dönemde devletin sınırları Alper’e, Ren ve Vistül
Nehri’ne kadar uzanmıştı. Hunlar bir imparatorluk haline dönüşüyordu. Doğu Roma (Bizans) –
Hun Münasebetleri (s. 103-117) başlıklı ikinci kısım iki fasıl içermektedir; I. Balkan Seferi (s.
105-106) ve II. Balkan Seferi (s. 106-117). Bu kısımda, Slav, Fin, Germen, Türk asıllı birçok
kavmi itaat altına alan Attila’nın, arkasını sağlamlaştırdıktan sonra, 440 yıllarında yeniden
ortalarda görünmesi ile gelişen olaylar konu edilmiştir. Tuna mevziisinde bulunan Castra
Constantia’ya saldıran Attila, Doğu Roma’ya bunun bir uyarı olduğunu iletti ve Margus
piskoposunun Hun hudutlarına girip Hunlarca kutsal olan mezarları soymasını gerekçe
göstererek piskopos ve kaçakların teslimini istedi. Başta Roma bu söylenenleri kabul etmediyse
de sonuç olarak bir kişi için savaşı göze almadı. Teslim edileceğini anlayan piskopos, gizlice
Hunlara kaçtı ve kendisine iyi davranılırsa Margus şehrini teslim etmeyi vaat etti. Şehri teslim
alan Hunlara, Trakya ve İstanbul’un yolu açılmış oluyordu. Doğu Roma’nın siyasî ve iktisadî
olarak içinde bulunduğu güç durumdan yararlanan Attila, Margus’un ele geçirilmesi ile
başlayan hareketine 441 yılında devam ederek Balkanlara doğru ilerledi. Tuna Nehri’nin güney
tarafı ve İllyria bölgesinden Trakya’ya doğru gelişen Hun hareketi, Hunlarla çok iyi ilişkiler
içerisinde olan Batı Romalı Aetius’un araya girip Doğu Roma’nın Hunların isteklerini yerine
getireceğine garanti vermesi neticesinde durdu. I. Balkan seferi sonucunda Belgrad, Niş ve
Tuna bölgesindeki birçok stratejik kale ele geçirilmişti. Attila, 445 yılında kardeşi Bleda’nın
ölümü ile tüm yönetim gücünü kendi bünyesinde topladı. 447 yılına yaklaşıldığında Attila’nın
Doğu Roma politikası daha da sertleşmişti. Çünkü İmparator II. Theodosios, I. Balkan
seferinden beri Balkanlarda Hunlara karşı bir müdafaa hattı teşkil etme teşebbüsünde
bulunmuştu. Attila’nın hedefi, Doğu Roma’yı kat’î surette hâkimiyet altına alıp Batı Roma’ya
yönelmekti. Attila, II. Theodosios’a kaçakların iade edilmesi ve vergilerin ödenmesi hususunda
mektup yazarak aksi bir durumda Doğu Roma’ya savaş açacağını belirtti. Kaçakların iade

4
İstanbul Üniversitesi

edilmeyeceği lâkin elçi gönderileceği cevabını alan ve istekleri geri çevrilen Attila, ordusu ile
Tuna’yı geçerek II. Balkan seferine çıktı. Sofya ile Filibe’yi zapt etti ve Edirne’yi kuşattı.
Ordularının bir kısmını bu kuşatmada bırakarak İstanbul’a yöneldi. Lüleburgaz ve Gelibolu’yu
da ele geçirdi. Bu sırada, arkadan mukavemet edebilecek yerleri yok etmek maksadı ile ansızın
geri döndü. Trakya’dan geçerek Teselya’ya girdi ve Thermopylae civarına geldi. Doğu Roma
İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul, artık kesin bir Hun tehlikesi ile karşı karşıya idi. II.
Theodosios Attila’dan barış istemek zorunda kaldı. Athyra (Büyükçekmece)’da ordugâh kuran
Hunlar ile Doğu Roma arasında barış görüşmeleri yapıldı. 447 yılında Anatolius Barışı olarak
bilinen antlaşma imzalandı. Buna göre; Romalılara sığınan kaçaklar derhal Hunlara iade
edilecek, savaş tazminatı olarak Hunlara 6000 libre altın ödenecek, Hun kralına ödenen yıllık
vergi 2100 libre altına çıkarılacak, Romalılar Hun ülkesinden kendi tarafına kaçanları bir daha
kabul etmeyecek ve Romalı esirler için Hunlara fidye ödenecekti. Attila, Doğu Roma’yı
hâkimiyeti altına aldıktan sonra Batı Roma politikasını yavaşça değiştirecektir. Bu kısmın geri
kalanında Hun bürokrasisi adına önem arz eden Onegesius ile kardeşi Scotta’dan ve Attila’ya
yakın olan diğer kişilerden bahsedilmiştir. Onegesius, Attila’dan sonra en büyük makama
sahipti. Bunları takiben, Attila’nın hükümet merkezinin ihtilaflı olan yeri hususu, Priskos’un
verdiği bilgiler ışığında irdelenmiştir. Attila’nın sarayının, Tisa Nehri çevresinde olduğunu
düşünen tarihçilere mukabil, yer tespitinin mümkün olmadığını savunanlar da bulunmaktadır.
Hun – Batı Roma Münasebetleri (s. 117-143) başlıklı üçüncü kısım iki fasıl içermektedir;
Campus Mauriacus Savaşı (s. 121-140) ve Roma Seferi (s. 140-143). Bu kısımda önce, içine
düştüğü zor durumdan kurtulmak isteyen Doğu Roma’nın, Attila’ya karşı – başarısızlık ile
neticelenecek olan – bir suikast planı hazırlayıp bu görev için gönderdiği elçilik heyeti bahis
edilmiş, ardından da Hun saldırılarının Batı Roma’ya yöneleceği fasıllara geçilmiştir. Attila,
Batı Roma’ya saldırmak için çeşitli diplomatik ataklar yapmakta idi. Bu arada Doğu Roma
İmparatoru II. Theodosios 450 yılında öldü ve yerine Marcianus geçti. 451 yılına gelindiğinde
Hun ve müttefiklerinden oluşan ordusu ile Galya’ya doğru hareket eden Attila, Ren Nehri’ni
geçerek Galya’nın kuzeydoğusundaki şehirleri ele geçirmeye başladı. Roma’ya ise onların
dostu olarak Galya’da bulunduğunu ve amacının hâkimiyeti altından kaçan Vizigotları tedip
etmek olduğunu belirtti. Lâkin Batı Roma sıranın kendisine geldiğini hissetmekte idi. Attila’nın
saldırılarına direnen Paris ve Troyes şehirleri haricinde çoğu kale teslim olmuştu. Metz ve
ardından da Orléans şehri hâkimiyet altına alındı. Hunların saldırılarını Galya’ya yönlendirmiş
olması, bu bölgeyi elinde tutmak isteyen Aetius’un çıkarlarına ters düşüyordu. Nihayetinde
Attila liderliğindeki Hun ordusu ile Aetius liderliğindeki Roma ordusu Campus Mauriacus
bölgesinde karşı karşıya geldiler. Hun ordusu dahilinde, Kral Ardarik komutasındaki Gepid ve
Kral Valamir komutasındaki Ostrogot askerleri de bulunuyordu. Roma ordusu ise Kral I.
Theodorik komutasındaki Vizigot askerleri ile desteklenmişti. Her iki tarafın da ağır kayıplar
verdiği ve galibi hakkında muhtelif görüşler bulunan savaştan bir yıl sonra Attila, Batı Roma
İmparatorluğu’nun kalbini hedef alarak İtalya’ya yöneldi. 452 yılında Juli Alperi’ni geçti.
Aquileia şehrini ele geçirip tahrip ettikten sonra İtalya’ya girdi. Milano’ya kadar Kuzey
İtalya’da bulunan pek çok şehri ele geçirdi. Hunların ilerlemesi Batı Roma’da dehşete sebep
olmuştu. III. Valentinianus başkent Ravenna’daki saraydan kaçtı. Bu arada Aetius, Doğu Roma
İmparatoru Marcianus’tan yardım istedi. Lâkin bu yardımın kısa sürede gelmesi mümkün
değildi. Bu durum karşısında III. Valentinianus, Roma hükümetini topladı ve içerisinde
Hristiyanların ruhanî lideri olan Papa I. Leo’nun da bulunduğu bir elçilik heyetini Attila’ya
yollama kararı aldı. Elçilik heyeti, Po ve Mincio ırmaklarının birleştiği yerde Attila ile görüştü.
Aralarında geçen konuşma tam olarak bilinmese de Attila’dan ateşkes ve bağışlanma
istemişlerdi. Elçiler yanlarında getirdikleri esirleri Hunlara teslim ettiler. Attila’ya
5
İstanbul Üniversitesi

hâkimiyetinin bir göstergesi olarak yüklü miktarda altın verdiler. Bu durum üzerine Batı
Roma’nın da hâkimiyeti altına girdiğine kanaat getiren Attila, barış teklifini kabul ederek
orduları ile İtalya’yı terk etti. Bundan sonra ise önündeki son güç olan Sasaniler üzerine bir
sefere çıkmayı amaçlıyordu. Ancak yeni yaptığı evliliğin gerdek gecesinde, ağzından ve
burnundan kan boşalması sureti ile öldü (453). Attila’nın Ölümü (s. 144-156) başlıklı dördüncü
kısımda, kaynaklar ışığında Attila’nın ölümü meselesi tartışılmıştır.
“Attila’nın Ölümünden Sonra Avrupa Hunları” adını taşıyan üçüncü bölüm üç kısım
halinde incelenmiştir. Attila’nın Oğulları (s. 159-175) isimli ilk kısım üç fasıl içermektedir; İlek
Zamanı (s. 161-163), Dengizik Zamanı (s. 163-169) ve İrnek Zamanı ve Bulgar Devleti’nin
Kuruluşu (s. 169-175). Attila’nın ölümünden sonra devlet parçalanma ve çökme sürecine girdi.
Bunun en büyük sebebi ise Attila gibi karizmatik bir liderden sonra, onun yerinin
doldurulamayarak merkezî otoritenin zayıflaması idi. Binaenaleyh Hunlara tâbi kavimler
yavaşça ayrılmaya başladılar. Attila’nın oğulları olan İlek, Dengizik ve İrnek, Hun tahtının
varisleriydiler. Babasının ölümünden sonra tahta çıkan İlek, Hunlara isyan eden Gepid kralı
Ardarik’e karşı mücadele etti. Lâkin 454 yılında yapılan Nedao Nehri civarındaki savaşta
Gepidlere yenildi ve öldü. Bundan sonra Dengizik ve İrnek, Tuna boylarından doğuya
çekildiler. Karpat dağlarını geçerek Karadeniz’in kuzeyine çekilen Hun gruplarının başında
Dengizik bulunmakta idi. Hunlar 456 yılında Doğu Gotları üzerine sefer düzenleyerek eski
tebaalarını tekrar itaat altına almak istemişlerse de Kral Valamir idaresindeki Got kuvvetleri
tarafından bozguna uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu sırada Doğu Roma
İmparatorluğu tahtına I. Leon geçti (457). Dengizik ve İrnek 467 yılında I. Leon’a elçi
göndererek bir barış antlaşması yapılmasını arzuladıklarını belirttiler. Ayrıca Romalılar ile
Hunların serbestçe ticaret yapabilecekleri bir mahallin belirlenmesini rica ettiler. Doğu
Roma’nın Hun elçilerine verdiği ret cevabına mukabil savaş taraftarı olan Dengizik ile savaşa
girmenin doğru olmadığını savunan İrnek’in yolları ayrıldı. İrnek ve maiyetindeki Hun grupları,
batıya doğru göç hareketinde bulunan Ogur Türkleri ile aralarında yalnızca Don Nehri’nin
kalması üzerine, Doğu Roma İmparatoru’ndan toprak rica ettiler ve sınırların müdafaası
karşılığında ivedilikle Tuna boyuna yerleştiler. Dengizik ise ordularını hazırlayarak sefere çıktı.
Lâkin Doğu Roma ordusunun Hunlara karşı taarruzu üzerine 469 yılında yenildi ve öldürüldü.
Başı kesilerek İstanbul’a gönderildi ve caddelerde gezdirildikten sonra Hipodrom’da bir
mızrağın ucunda halka teşhir edildi. Devletin dağılması üzerine İrnek, kendisine bağlı Hunlar
ile birlikte Karadeniz’in kuzeybatısına çekildi. Asya’dan gelen Avar hücumları, İtil-Ural
Nehirleri arasındaki Sabir ülkesine ulaşınca, Sabirler de Don-İtil ağzı ile Kafkasya arasındaki
bölgede bulunan Ogurları batıya itmişlerdi. Hun bakiyeleri ile İrnek’e bağlı Hun boyları,
önceden Doğu Avrupa’ya göç etmiş olan bu Ogur grupları ile Karadeniz’in kuzeybatı
kıyılarında karışarak/birleşerek Bulgar diye bilinen Türk Devleti’nin kökenini oluşturmuşlardır.
Avrupa Destan ve Efsanelerinde Attila (s. 175-188) başlıklı ikinci kısımda, kaynaklarda yer
alan destan ve efsanelerden kesitler verilmiştir. Hunlar Devrinden Kalan Arkeolojik
Malzemeler (s. 188-202) başlıklı üçüncü kısımda ise, arkeolojik kazı sahaları ile buluntular (tam
veya parça olarak; kazan, yay, ok, kılıç, bıçak, kargı, altın ve gümüş levhalar, taçlar, takılar,
çengelli iğneler, kemer tokaları, mezar ve iskeletler) izah edilmiştir.
“Avrupa Hunları’nın Teşkilat ve Sosyal Hayatı” adını taşıyan dördüncü ve son bölüm iki
ana kısım halinde incelenmiştir. Teşkilat (s. 205-221) isimli ilk kısım beş fasıl içermektedir;
İmparator (Kagan) (s. 205-208), Hatun (s. 208), Meclis (s. 209-210), Diplomasi (s. 210-213)
ve Ordu (s. 213-221) ile Ordu faslının iki alt başlığı; Silahlar (s. 217-219) ve At (s. 220-221).
Sosyal Hayat (s. 223-236) isimli ikinci kısım ise beş fasıl içermektedir; Giyim (s. 223-224),
6
İstanbul Üniversitesi

Yiyecek – İçecek (s. 224-225), İktisadî Hayat (s. 225-228), Hunlara Dair Tasvirler (s. 228-235)
ve Ev (s. 235-236).
“Bibliyografya” (s. 237-248) bölümü incelendiğinde görülmektedir ki, çalışmada, birinci ve
ikinci elden kaynaklar ile Türk ve yabancı araştırma eserlerden yararlanılmıştır. Avrupa
Hunları’nın tarihini objektif bir şekilde ortaya koyan bu çalışma, şüphesiz Türk tarihi ve bilim
camiası açısından önem arz etmektedir. Türklerin tarihsel süreçte Avrupa’daki en önemli
temsilcilerinden biri olan Avrupa Hunları’nın anlaşılması bakımından yürüttüğü bu çalışmadaki
emekleri için Ahmetbeyoğlu hocamıza sonsuz teşekkürleri borç bilirim.

You might also like