You are on page 1of 173

Batı Klasikleri

.
İNSAN ZEKASININ. .. .

iLERLEMELERi UZERINDE
. /\ .

TARiHi BiR TABLO ..

TASLAGI

Condorcet
MEB YAYINLARI

BATf KLASİKLERİ
MİLLİ EGİTİM BAKANLIGI YAYINLARI: 2146
BİLİM VE KÜLTÜR ESERLERİ DİZİSİ : 457
Batı Klasikleri : 75

Kitabın adı
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ ÜZERİNDE
TARİHİ BİR TABLO TASLAGI I
Yayın kodu
90.34.Y.0002.794
ISBN 975.11.0535.8 (Tk. No,j
ISBN 975.11.0536.6 (1. Cilt)
Baskı yılı
1990
Baskı adedi
20.000
Dizgi, baskı, cilt
MİLLİ EGİTİM BASIMEVİ

Yayımlar Dairesi Başkanlığı'ııın


13.7.1990 tarih ve 5711 sayılı yazıları ile
üçüncü defa 20.00() cıdet bçısılmı�tır,
Batı Klasikleri

1NSAN ZEKASININ
İLERI_JEMELERİ
ÜZERİNDE TARİHİ BİR
TABLO TASLAÖI
I
Condorcet

Çeviren
OGUZ PELTEK

İstanbul, 1990
ÖN SÖZ

CONDORCET rll

Marie-Jean-Antoine Nicolas, markı de Condorcet 1743


te Picardic'de Saint-Quentin yakınında doğmuştuı. Ailesı.
Dauphinl"nin yerli ailclcrindcııdir. 1761 de Lisicux pıskoposu
olan amcası Jacques Maric de Condorcet. birbirı ardınca,
Gap ve Auxerre'de piskoposluk ett ikten sonra küçük Con­
dorcet'nin tahsil ve terbiyesiyle uğraşmaya başladı. Onııı
Navarrc kollejine gönderdi. Burada Condorcet eşine binde
t
bir raslanır bir kabiliyet gös erdi. Henüz 17 s ne basmadan, i
d'Alembert'in, Claraut'nun Fontaine'in ı i
yard m yle bir
matematik tezi h azırladı. Gösterdiği bu parlak başarı. pek
i):'i hazırlanmış olduğu bu alana büsbütün kendisini verme­
i
s ne sebep oldu. 19 ya ş ın da elinde avucunda bir şey olma­
l tı
dığı halde. Paris'e geldi, yer eş . Burada evine gi r p i çıktığh
dük de la Rochefoııcaııld onun hamisı oldu. kendisine bir
pansiyon tuttu. onu birçok tanınmış ailelerle tanıştırdı.
1764 te «Tamamı hesap üzerinde bir deneme» yazdı, ertesi•
sene yay ınlandı ; 1767 de« Or cısim problemi üzerinde bir muh­
tıra» verdi; 1768 de bu ilk çalışmalarını «Analiz denemeleri>>­
adı altında biraraya topladı. Bu denemeler 1769 da ona
Bilimler Akademisinin kapılarını açtı: «Analitik lıesap» üze­
rinde yenı muhtıralar yayınlamakla bu se çilmeyi ha< etti­
ğini gösterdi. Bu muhtıralar, daha önceki eserleri gibı. de-

[ll Bu önsöz, eserin Paris; 1822, Brissot - Thivaras baskt­


sından alınmış tercüme ettiğimiz 1878-1 ilırairie de la J:lıblı-,
otheque National baskısına konulmuştur. O. P.
11 ÖN SÖZ

hasmın özelliğini, üstünlüğünü açıkça ispat etmektedir.


Bu eserin 1786 da başlıyan baskısı 17 nci yaprakta kaldı,
bir daha da yeni baştan ele alınmadı. Bu neviden diğer eser­
leri Faris, Berlin, Petersburg, Turin Akademilerinin muhtı­
rabrında görülmektedir. Edebi kabiliyetine güvenerek 1773
te, 1699 dan önce ölen akademi üyeleri için övgü nutukları
yazıp yayınlamaya başladı. Bundan sonra akademinin daimi
sekreteri oldu.
1777 de dük de la Vrilliere hakkında bir övgü nutku
hazırlamayı üzerine aldı. Kont de Maurepas aradan . epey
zaman geçtiği halde onun bu yolda tek bir satır bile yazma­
dığını öğrenince kendisine sitemli bir mektup gönderdi,
Akademi üyesi de ona şu karşılığı verdi: «Tevkif müzekkere­
lerini dağıtan iğrenç bir adamı övmeme Allah razı olmaz.»
Bu cesaretli cevap Kont de Maurepas'yı o kadar kızdırdı
ki bu nazır yaşadığı müddetçe akademinin kapıları Con­
dorcct'ye kapalı kaldı. 1782 de tekrar akademiye alındı,
«Fizik bilimlerle manevi bilimlerin birleşmesinden topluluk
için elde edilecek faydalar» konusu üzerinde bir kabul nut­
ku okudu. Bilimler Akademisinde birbiri ardınca çeşitli
nutukları oku­
bilim kollarında çalışmış bilginler adına övgü
ması onun fikir gelişmesine çok yardım etmişti. Gerçekten
zamanın en büyük buluşlarını anlatmak, d'Alcmbert, Frank­
lin, Buffon, Enler, Linnee, Bergmann, Vaucanson gibi in­
sanlar üzerinde doğru hüküm yürütmek için onların yüksel­
dikleri bilim ve edebiyat kollarından hiçbirine yabancı olma­
mak gerekiyordu.

Çalışmalarındaki bu akla durgunluk veren çeşitlilik,


Condorcert'nin matematik bilimlere düşkünlük göstermede
devam etmesine engel olmadı; 1777 de «Gezegenler Teorisi»
üzerinde, Bedin akademisi mükafatını kazanan bir eser yaz­
dı. Bununla beraber, onun zekası, felsefe araştırmalarına
da ayrı bir sevgi besliyordu. O zaman Devlet Hazinesi Umu­
mi Murakıbı olan Turgot ile olan içli dışlı dostluğunu ik­
tisatcıların sistemine bağladı. D'Alembert 1786 da, ölür­
ken onu kendisine vasi tayin etti. Encylopcdic'nin müspet
bilimlerle ilgili kısmına bakmayı, sanat ve edebiyat üze-
ONSOZ IH

rindeki birçok parçaları ona bıraktı. Condercet gibi bir


adam Voltaire'in ak la sığmaz dehasının değerim bilmemez­
likten gelemezdi: Bu büyük adamın en ateşli hayranl:ırmdan
biri oldu. Onda bu duygu, coşkunluk derecesine varıyordu.

Amerika kurtuluş savaşı sırasınd:ı Condorcet, bu asii


dav adan yana yaz ıl ar yazdt, zencilerın hürriyeti üzerinde
açıkça düşüncelerini söyledi. Bu zamanda yayınladığı bütün
yazılarda kötülüklerini kork madan açığa çıkardığı despo­
tizme k arşı kininı dökerek cumhuriyet düsturlarını yazdı.
1788 den itibaren Condorcet, o zaman bütün Fransa­
nın menfaatlerine, haklarına uygun reformları :1azırlamak
mak sadiyle vilayet meclislerı üzerindeki eserini yayııı!adt.
ihtilal başlarken halk davasına canla başla katıldı. ıa Bıbli­
otheque de l'haume public'in çıkarılmasına y,ardım cttı,

C erutiile birlikte la Famil/e villageoise gazetesinı çıkardı,


burada yazdığı yazılarla halka bilgi ış ık ları saçmak için bilim
zirvelerinden inip de, idarenin, politikanın gündelik konu­
larına karışmak hoşuna gidiyordu. Condorcet, bu işle bir
çocuk saflığı ile uğraşıyordu. bunun ıçin hangi yazıları
onun yazdığı kolayca anlaşılır. 1791 de Fransız hürrivetinin
i1/c dostları tarafından kurulan 1789 kulübünün top/ant•
k�rarı'nı yazdı. Gene aynı yılda devlet hazinesi komıscrli­
iine tayin edildi, onun teklifiyle bu ad, Milli Hazine Daire­

sine çevrildi, Aradan çok geçmeden, eylülde, Paris Scçım


Heyeti tarafından mebus seçilerek Millet Meclisine girdiği
ve hemen sekreter seçildiği zaman basın ve gazetelerin hür­
riyeti üzerinde kesin ve veciz bir mantıkla işlediği bir mek­
tup kaleme alıp yayınladı. Meclisin 24 ek i m 1791 celse­
sinde mülteciler meselesi üzerine dikkate değer bir fikn
ort aya attı; burada mültecileri, kaçaklar, asiler arasında
ellerine silah alıp kullananlardan başkalarının ölüm cezasına
çarptırılmamalarını teklif ediyordu. Bu teklif kısa süren bir
münakaşadan sonra red dedildi. Aralıkta devletlerin biri­
birlerine karşı aldıkları düşmanca durumlar üzerinde bir
nutuk söyledi , nutkunu yeni doğan Fransa'ııın politika ilke­
lerini belirten bir l:ıey anat ile biti�iyordu. Bu beyanat oy
birliği il e kabul edildiği için onun yabancı sarayiara gönderil-
iV ÖN SÖZ

mesi teklif edildi, ama Condorcet bu tekli fi geriye bıraktırdı.


Birkaç gün sonra kendisine tanı tıl makla ödevlendiğı bir
m urahhas heyetine kıralın sordu!;'ll suallere karşı ızahat
ver di . 5 şubat 1792 de başkan seç ildi, ertesi günü kıralın. me­
bus heyetlerinin teşrifat usulleri hakkında meclise gön derdiği
bir mektuba karşılık verdi, bu karşılıkta meclisin beşmci
celscsı nde kıraldan alınıp da altıncı celsede tekrar geriye
verilen Mateste unvanını bile bile kullanmadı. 20 nisanda,
kıralın Avusturya'ya harb açması üzerine. meclis ı n siyasi
ilkelcrını açıkça gö sterecek bir beyanname çıkarılmasını
yeniden teklif etti. B irk aç gün sonra. umumi maarif üzerinde
çok önemli bir rapor hazırladı, bu y üz d en sarayın da, Ja­
kobinler'in de hücu mlarına uğradı, ama gene de· mili· tem­
'Silin i lkeler ini , masunluğunu tuttu. Aynı yılın 19 haz ira­
nında vaptığı teklif ü zeri nedir ki, bütün asillik unvanlarının
kaldırılmasını emreden kararname çıkarıldı. 9 ağustosta,
vatanı kurtarmak için alınacak tedbirler hakkında çok etraflı
!bir rapo r verdi. 13 ağustosta , patlamak üzere olan ihtilalin
.zarurı olduğunu gösteren sebepleri halka açıklıyan. i cr a
kuvvetını yerine getirme
hakkın ı kıralın elinden almak
gerektiğini bildiren. milli bir konvansiyon idaresinin top­
l a nt ı y a çağırılmasını ıs ti yen bir meclis arizasını okuyup ka­
bul ettirdi. Pek az sonra. Septambrist'lcrın korkunç tahak­
kümleri altında toplanan meclise Aisne vilayetinden mebus
seçilen Condercet. l 1 ekimde anayasa encümenine a lındı,
onunla birlikte aynı encümene 13rissot. Vergniaud, G en ­
sonne, Sieyes, Danton, Barrere Thomas. Payne, Pet ion da
giriyorlardı. e k imin ilk g ünıcr ınd e. 17 ağustos rr.ah­
kt:mesi kaleminden XVI. Lou i s hakkında verilen karar ev­
rnkını geri almakla ödevlenen Co nderce ı . gene o ay sonla­
.-ında söylediği bir nutukla k ıralın alınyazısı üzerinde ka­
rnr vermeyi meclisin ayrıca seçeceği vilayet murahhas he­
yetlerıne bırakarak yalnıı bu kararı hafifletmek hakkını
kullanmasını istedi. Konvansiyon, hükümdarı doğrudan doğ­
ruya muhakeme etmeye k arar verince Conderceı diğer mes­
lektaşlarının kanaatlerine uyarak Louis'nin suçluluğunu ka­
bul cttı. ICırala en ağır ceza verilmesı üzerinde rey verd i,
ÖNSôZ v

ama bu cezanın öllinı cezası olmamasını istedi. Ölü m kararı


verildiğı ı:aman da, hü kmün yerine getirilmesinin gerı bU"a­
kılmasını teklif etti. Aynı zamanda bayağı cezalarda kaldı­
rılan öllim eczasın ın , bundan bö yl e yalnız devlete karşı işle­
nen cinayetlerde azaltılmasını ıstedi. 26 ma rtta , kurulmak
üzere olan Millı S avunma Encümenine üye seçildi. Bu sıra ­
ıarda Rusya imparatoriçesiylc P rusya kıralı onun adın ı Pcters­
burg ve Berlin Akademele ri n in defterlerinden �ildiler. Con­
dorceı o zaman Journal d'instructio11 sociale adlı gazeteyi
ar k ada şlari yle birlikte çıkardı.
3! mayısa kadar Coodvrccr, henıen bütü n partilerle
iyi geçiniyordu, ama bunu menfaat ve şöhreı kaygısiyle
değil, yaradılışındaki iyil ik duygusiyle yapıyordu. Bu da
onun tenkid edilebilecek, hatta bazan suç sayılabilecek hare­
ke tler ini mazur gösterir. Çünkü bunları yaparken, ıçinde
a şı r ı bir hürriyet sevgisi vardı. Her .ı:aman onun kafasında
pek çok bilgiler, ruhunda yükseliş, en erji , hürriyet aşkı bulu­
nuyordu. Nitekim 31 mayıs, 1 ve 2 haziran suikastlarına,
mili temsilin sarsılmasına, cesaretleriyle en hatırı sayılU"
m ec lis üyeleri üzerinde gösterilen şiddet hareketlerine karşı
bir tiksinme duygusu duyarak içine kapanma kuvvetini ken­
dinde buldu. Böylece Condorcet, o zamana kadar suikastçı-
1'�rı n dü şmanlığına uğrıyacak şekild e fikirlerini ortaya sür.me-"
,diği halde, y aln ız deha ve erdeme karşı yöneltile n bir şiddet
hareketi karşısında hak iddiasına kalkışmaktan kendini ala­
madı. Yeni tiranlara karşı var gücü ile harekete geçti, onlan
üstün şahsiyetinin . bütün ağırlığı ile ezdi; acı tenkidlcriyle
keskin hicivlerini onların üzerine yağdırdı. Kısacası, şiddet
gös teren lerin listelerinde adı unutulup geçilivermiyecek bir
a dam oldu. 31 mayısta ik tidare geçen hizbin ilk iş i , Ana­
yasa En cümen i üyelerini değiştirmek oldu. Bunlardan dördü
Briss ot, Petion. Vergniaud, Gensonne sürgün edilmişlerdi.
iki tan esi de, Thomas Payne ile C ondorcet , sürgün ed ilmek
üzere idiler. Ger i ye bir Steyes kalıyordu. Pek tabii olarak
Condorcet yeni ana yasa encümenine seçi lm ed i ; bununla
beraber birçok defalar Her:ıult de Sechelles tarafından buraya
sürüklendi, 31 mayıs patladığı zaman sunmak üzere olduğu

anayasa mazbatasındaki birçok fikirlerle, Herault de Sccheı­


les' i n raporıörlüğünü yaptığı encümenin acele acele kara­
ladığı tlcmagoJik <açmalar birbirıne o k adar taban tabana
zıttı kı, Condorcçı bunlarla savaşmak, bu büyük işde ken­
disiyle bırlikte çalışmış olan ünlü meslektaşlarının bunlardan
çok farklı muhafazakar ve cumhuriyetçi görüşlerini haklı
çıkarmak arzusuna karşı duramadı. Bu konu lizerinde ya­
yınladığı y:ILI, Condorcet'ye karşı bütün hizip şeflerim
ayakla:ıdır..:iı. Clıabot ile Bazire, Gironde şefleriyle münase­
beılcrı tlol ayı siylc ona o kadar amansızca hücum ettiler ki,
Condorcet öfkelenerek encümenden çıktı gitti. Böylece ken­
disine k a rşı söylenen sözlere son verdi. Ama belki de haya­
tını kurtarmakla muhakkak olan zaferinin parlaklığın! soldur­
muş oldu. Bundan sonra onun 1793 sözde anayasasının ilk
temelleri üzerinde yayınladıj;.'1 yazı, Convention ·hareketlerine
karşı kışkırtıcı bir protesto sayıldı, 8 haziran 179J·de umumı
cımıiyet kom it esi adına Chabot tarafından böyle olduğu ilfın
cdild!. Komıte, Condorcet'nin yakalanıp muhakettİe edilme­
sine ı: arar verdi, bu iki teklif aynı cels ede kabul edildi. Ama

o arl ık tiranlardan uzak bulunuyordu. Sıra ile birçok sığı­


naklar buldu. Böylece aradan üç ay geçmişti ki, 3 ekimde,
Umumi Emniyet Komitesinin bir raporu üzerine b irçok
arkadaşlariyle birlikte Condorcet'nin suçluluğu hakkında
kararname çıkarıldı. Bundan sonra derhal kanundışı
edildiği halde onu yanında saklamakta olan iyi k albli bir
.
kadın dostu kendisine daha yakın, daha cesaretli, daha can­
dan bir ilgi göstermekten geri kalmadı. Böylelikle günden
güne artan şiddet hareketleri ortasında insan zekasının iler­
leme/eri üzerinde tarihi bir tablo taslağı başlık l ı eserini yaz­
dı. Tarih üzerinde derin olduğu kadar yeni görüşleri de
içine alan bu eser, Condorcet'nin dehası h akk ın da bize çok
mükemmel bir fikir vermektedir. Çünkü Condorcet bu eseri
yazdığı zaman yanında kitapları yoktu , yalnız hafızasına baş­
vurmuştu. Bununla beraber bu ağır çalışmaları ve o sıra­
daki ruh hal i , etrafında çoğalmaya başlıyan ilgilere karşı
kendisini kayıtsız bırakmıyordu. Bazan, dostu olan kadın
onu oyalamak düşüncesiyle kendisine şiirler yazıp okuyordu.
ONSÖZ Vll

Bir gün Condorcet gülerek ona şu sözleri söyled i : «Ben


hayatımda şiir yazmış adam değilim; kalemimden çıkan ilk
mı�raları size borçlu olacağım». Aynı günde Sibirya'ya sü­
rülen bir Polonyalının ağzından karısına bir mektup yazdı.
Runun i çinde görülen şu iki mısra, son günlerindeki siyasi
hayatının bir tarihidir:

Dediler ki, ya zülmü ya mazlumluğu beğe11,

Cinayet sizde kalsın, bahtsızlığı aldım ben.

Bu sırada terrör her gün yeni yeni kuvvetler alıyordu;


her şeye cesaret ed i yor, hiçbir taraftan da karşılık gör­
müyordu. Terrör «B i r sürgüne yataklık eden herhangı b.ir
ınsanın ölüm cezasına çarptırılacağı» emrini vermekle şid­
detinin son haddine vardı. Condorcet, bu kararı öğre:ııncc,
kendi ölümiyle iyi kalbli velinimetinin kaçınılmaz ölümü
ara,;ında bir seçme yapmak zorunda kalıyor, kararını ona
bildirdiği zaman artık bu seçme kararını değiştirilmez bir
şekilde vermiş bulunuyordu. Kadın «Nasıl olur, dİ)'Ol",
ölüme koştuğu:mzu görmüyor musunuz?» Condorcct : K:ır­
şılık veriy or : «Bundan ne çıkar? Ama hiç olmazsa sizin
ölümünüzün günahı nı üzerime almayacağım. Unutmayınız
kı, ben kanundışı edilmiş bir adamım, )'.anınızda. kalmakla
kendimi kurtaramadiğ ım gibi sizi de ölüme sürüklemiş QJu­
rum.» Bu sözleri üzerine cesaretli kadın diyor ki: «Siz ka­
nundışı edilmiş olsanız da insanl ıkdışı edilmiş değilsiniz;
kalacaksınıw. Ama kadınm onu alıkoymak için sarfettiği.
bütü n gayretler boşa çıktı ; Condorcet 19 mayıs 1794 tc,

akşam üzeri saat 9 da, pasaportsuz olarak, üstünde. basit bir


elbise, başında bir kabalakla Paris'ten çıktı. Düşüncesi, ilk
önce, evi Paris civarında olan eski bir dostuna uğramaktı;
Dostu nu bulamadı, tanınmaktan da korktuğu için Paris'ten
Scaus'ya giden ana caddeden ayrılarak, Montrouge ova­
sındaki taşocaklarına sığındı, buradan yalnız geceleri çık ı ­
yordu. Böylece Meudon ormamna vardı; ama bu m�vsimde
ağaçlann yaprakları di'>küldüğü için her adı mda büyük tehli­
kelerle karşıla5ıyordu. Yiyecek ve dayanılmaz bir ihtiyaç
vm ôNSÔZ

olan tütün bulmak için ormanın kenarında bulunan Cla­


m art-sous-Meudon kasabasına uğramaya meebu� olmuş olsa

gerektir. Burada bir lokantaya girerek her iki ihtiyl\Cını da


gidereceğini düşündü. Tütün aldıktan sonra bir omlet ısmar­
ladı. sonsuz bir iştah ile yemeye başladL Onun bu hali lokan­
tadakilerin gözünden kaçmadı; kaygılı duruşunu, uzun saka­
lını, düşkün kıyafetini görünce merakları arttı. Ona ne iş
yaptığı, nereden geldiğini sormaya başladılar. O, kendisine
ölmek üzere olan bir efendinin hizmetçisi süsünü vermek
istedi, bu sırada. Clamart ihtilal komitesi üyelerinden bir
duvarcı, lokantada bulunuyordu, ona dedi ki: «Bana kalırsa
siz hizmetçileri olan insanlardan birisiniz, nüfus tezkereniz
nerede?» Condoreet, nüfus tezkeresi olmadığını söyledi. Bir
jandarma çağrıldı. Jandarma ile duvarcı, Condorcet'yi ara­
larına alarak ihtilfil komitesine götürürlerken arkadan da
ı>arasını istiyen lokanta sahibi geliyordu. Condorcet, borcu­
nu ödemek için cebinden çantasını çıkardı, bu çantanın za­
rifliği, sahibinin dış görünüşüyle taban tabana zıttı. Herkes
şaşkın şaşkın bakıyordu, bundan başka uyanan şüphelen
kuvvetlendiren iki şey daha ortaya çıkmıştı. Borcunu öde­
mek için Condorcert bir louis altınını bozmalarını istedi. İn­
celiği göze çarpan mendilini açarak masanın üzerine yeşil
maroken ciltli, kenarları Condorcet'nin elyazılariyle doldu­
rulmuş bir Horatius koydu. Artık, bu bayağı insanların onu
yakalamakla elde edecekleri mükafatın önemi üzerinde hiç­
bir şüpheleri kalmamıştı. Clamart ihtilal komitesi onu tezel­
den Bourg-la- Reine zındanına yolladı. Ayağı yaralı idi, yor­
gunluktan, sıkıntıdan bitkin bir haldeydi. Ayakta duramıyor­
du, yolun üzerinde baygın bir halde yığıldı kaldı. Bir araba
aradılar ama bulamadılar. En sonra bir bağcı atını verdi,
böylece 27 mart 1797 de, öğleden sonra saat dörtte Bourg­
la-Reine'e vardı. İhtilal komitesi üyeleri ker:disini sorguya
çekecek sayıda olmadıkları için bu iş ertesi güne bırakıldı.
O zamana kadar da onu rutubetli, güneş görmiyen bir bod­
ruma koydular. Ertesi günü Condorcet'yi aradıklart zaman,
henüz tamamiyle soğumamış olan cesedinden başka bir şey
bulamadılar. İşkenceden kurtulmak için uzun zamandao
beri ijzerinde taşıdığı bir zehri . içerek ölmüştü.
ONSÖZ ıx

Condorect'in siyasi fikirleri öz menfaatinin değil, her


mman derın bir kanaatin mahsulü olmuştur. Her ne ka­
dar kendisi, asıl arkadaşlığına bağlanan Gironde mebus­
ları ve Konvansiyon sağ taraf üyeleriyle birlikte sürgün
edilmişse de Condorcet her zaman onların kanaatlerine işti­
mk etmemiştir. Kendisini sürmüş olan hizip ile sıkı fıkı
çalışarak halkın iyiliğinden başka düşüncelerle harekete
geçmeye sürüklendiği ve taassuptan başka bir şey bilmiyen,
birçokları din ve politika hoşgörmezliğinin bayrakları altın­
da gönüllü olarak fetihlerine yürüyen kafaları erdemli bir
nürriyetin ilkelerine götürmek için boş bir ümide kapıldığı
ıçın ona acımalıyız. Condorcet hiç arasız meclisleri, ruhani
heyeti, asiller sınıfını, kırallığı hırpalamaktan geri kalmı­
yordu; ama tiksindiği, insanlar değil, kurumlardı. Fransa­
nın 1789 daki sosyal düzeninin temellerine kadar yıkıldığını
sevinçle gördüğü zaman bile, büyük bir haksızlık manzarası
onu öfkelendiriyor, her zaman var gücü ile t:ıu haksızlığı
düzeltmeye yardım etmeye hazır bulunduruyordu. Condor­
cct çok okumuştu. Harikuliide bir zekası vardi. Düşünce­
mıze göre, metafiziği, iktisadı, hukuku, ahlfıkı iyice aydın­
ıatan feylesoflar varsa da bunca önemli fikirlerin topunu
birden aynı başarı ile münakaşa eden başka biri çıkmamış­
tır. Bu bakımdan Condorcet'in adı XVIH inci yüzyılın en
tanınmış bilginlerinin adları arksına konulmalıdır. Bundan
başka o, bütün l.ilkelerde, hürriyet severlerce övülerek anı­
.acaktır.

Condorcet'nin bütün eserleri Paris'te 1804 te, 21 cilt


halinde basılmıştır. Eserlerinin tam sayısı France litteraire 'in
de bulunmaktadır. Biz burada yalnız şu eserlerini yazmakla
yetineceğiz: Analiz denemesi, Paris, 1768. - Bir teologım
üç asır iugatı yazarına mektubu, Bedin, 1774. - 1666 dan
1696 ya kadar ölen kırallık bilimleri akademı:�i üyelerine
övgü nutukları, Paris, 1773. - Pascal'a övgü ve düşünceleri,
Londra. 1776, bu eser 1778 de Voltaire'in notlariyle yeniden
basılmıştır. - Analizin, reylerin çokluğu /ıaliııde kararların
ihtimalliğine tatbikı üzerinde deneme, Paris. 1785, birçok
eklemelerle baştan başa düzeltilerek şu ad altında çtkarıl-
x ONSÜZ

mıştır: ihtimaller hesabının unsurları. tesadüf oyunlarına ve


piyangoya, 111sanlarttı hükümlerine raıbikı, sosyal matemaıik
bilimlerinın faydaları üzerinde bir nutukla Concorceı iizerın de
bir muh tıra ıle birlikte. 1804. - Turgot'nun lıayaıı. Londra
1786, bu eser almancaya çevrilmiştir, Gera, 1787. İngilizceye
çevrilmiştir. 1788. - Volıaire'in hayalı Gcnevc. 1787. l.ondra,
1790. Bu eser hem Almancaya hem İngilizceye çevrilmiştir;
Volıaire'in eserlcn Kehl külliyatı içine alınmıştır. sık sık
yeni baskıları yapılır. - Milli konvansiyona sunulan umumı
Maarif raporu. Paris. 1792. - Halk Adamı KiUiiphanesı
yahut genel ola rak sıyaseı. hukuk. maliye ve saıre iizerınd<'
belli başlı fransızca ve yabancı eserlerin muhakemeli bir tahlili.
Paris, 1790-1792. - İnsan zekası ilerleme/en üzerinde tarih
bir tablo taslağı. yazarı öldükten sonra yayınlanmıştır, 1795
İngilizceye tercüme edilmiştir. 1795. almancaya tercüme
edilmiştir. E-L. Posset, Tubingen. 1795: Paris 1822, Bris­
sont-Thivars'in librairie Constitutionnelle'ı. - Dojfru ve

kolay hesap yapma vasıtası. Paris. Vll (1799).


En sonra Condoreet. Smith'in. Roueher tarafından
İngilizceden çevrilen Tabiaı ve milletlerm zenginlik/en üze­
rinde araştırmalar adlı eserine bir ciltlik not eklemıştıı. Lae­
roi.x ile birlikte Euler'in Bir Alman prense;'tne mektuplar»
ının yeni bir baskısını yapmıştır. Journal encyclopedique'
te, Chronique du Mois'da, Republicain'de, Journal d'ins­
ı.ruction publique'te çalışmıştır. Magasın eneylopcdique'te,
yayınlanmamış birkaç parçası vardır. Condorcet'nin hayat, ve
eserleri üzerinde bir muhtıra, Paris, Diannyere tarafından iki
baskısı vardır. Birincisı IV (1796), ikincisi VII (1799) da
çıkmıştır.
lNSAN ZERASININ lLERLEMELERI
HAKKINDA TARİHİ B!R TABLO
'fASLAGl
:.· ..

İnsan, duyumlar alma güciyle doğar; bu du­


yumları birleştiren basit duyumları idrak eder,
birbirınden ayırır; aklında tutar, tanır, birleştirir.
saklar yahut canlandırır; bu terkipleri birbiriyle
karşılaştırır, onlarda ortak ve ayrı olan noktaları
yakalar; bütün bu nesneleri daha iyi tanıyıp ko­
layca yeni terkipler meydana getirmek için Üzer­
lerine işaretler kor.

Bu güc, insanda dış nesnelerin etkisiyle yani


devamı,ister bütünlüklerinin birliği, ister değiş­
melerinin kanunları halinde olsun insana bağlı
olmıyan birtakım bileşik duyumlarınile varlığı
gelişır. insan bu gücü ken di ne benzer fe rtlerle
y a ptığı münasebetlerde de kullanır. En sonra
insanlar, gene aynı gücün ilk gelişmesinden sonra.
yapma vasıtalarla birtakım icatları da başannış­
lardır.

Duyumlar, haz veya acı ile birlikte bulunur.


İnsanda, bu bir anlık i zlenimleri tatlı ve :ıcı sü­
rekli duygulara çevirmek, diğer duygulu mah­
lükların hazlarını, acılarını görmekle, hatırla­
makla bu duyguları yaşamak gücü de vardır.
En sonra, fikirleri bir araya getirmek güciyle bir­
l eşmiş olan bu gücden i nsanla soydaşları arasında
menfaat ve ödev bağlantıları doğar ki, doğrudan
d o ğruya tabiat, bu bağlantılara b ahti yarlığım ı zın
4 iNSAN ZEKASININ ILERLEMELERt

en değerli, felaketlerimizin en acıklı bir kısmını


bağlamak istemiştir.
Eğer in san soyunun türlü fertlerinde ortak
olan bu güc\erin gelişiminde görülen genel olgu­
ları gözlemekle, değişmez kanunları b ilmekle ye­
t inili rse, bu bilim metafizik adını taşır.
Ama aynı gelişme, belli bir yer üzerin de , ay­
nı zamanda beraberce yaşıyan fertler kalabalığı
ile ilgili olarak sonuçları bakımmdan ele alınır
da nesilden n esile izlenilirse, o zaman insan ze­
kasının ilerl emeleri tablosunu gözlerimizin önü­
ne serer. Bu ilerleme, güclerimizin ferdi geliş­
mesin de görülen aynı kanunlara bağlıdır; çünkü
aynı zamanda, topluluk halinde birleşmiş birçok
fertlerde ele alınan bu gelişmenin sonucud ur.
Ama eldeki· her anın sonucu daha önce gelen
anların sonucuna bağlı olduğu gibi, kendisinden
>onra gelecek anların sonucu üzerine de tesir
eder.
Bu tablo, biç arası z değişmelere u ğ rad ığı
için · tarihi bir tablodur, ayrı ayrı devirlerd e ge­
lip geçen insan topluluklarını birbiri ardınca göz­
lemekle meydana gelir. Bu tablo, değişiklikle rin
sırasını göstermeli; her anın yerini alan an üze­
,

rinde yapacağı etkiyi. göz önüne koymalı ; böyle­


ce. insan soyunun, yüzyıl\arın sonsuzlu ğu ortasın­
da, durmadan yttnileşerek geçirdiği değişiklikler­
de güttüğü yolu, hakikate veya sa adete doğru at­
tığı adımlan göstermelidir. İnsaının ne id iği , bu­
gün ne olduğ u üzerinde yapılan gözlemler, enin­
de sonunda - insan tabiatının bugün de va<let-
İNSAN ZEKASiNIN iLERLEMELERİ
5

tiği - yeni yeni ilerlemeleri sağlayıp hız landıra-


cak vasıtalara götürecektir.

Yazmaya giriştiğim eserin gayesi budur. So­


nucu da muhakeme ile, olgularla insan güderinin
mükemmelleşmesinde hiÇbir sınır olamıyacağıriı
gösterecektir. İnsanın mükemmelleşmesi gerçek­
ten sınırsızdır. Bu olgunlaşabilmedeki ilerleme­
lerin, bundan böyle de kendilerini durdurmak
istiyen her türlü kuvvetten bağımsız olarak, ta­
biatın bizi içine attığı yeryuvarlağının devamın­
dan ba�ka sınırları yoktur. Şüphesiz, bu ilerleme­
ler az veya çok hızlı bir yürüyüş güdebilecekti'r,
ama bu, hiçbir zaman geri giden bir yüryüş olmı­
yacaktır. Hiç olmazsa dünya, evren sisteminde
aynı yeri tuttuğu ve bu sistemin genel kanim­
ları, yeryuvarlağı üzerinde, insan soyuna artik
yaşama. aynı güderi kullanma, aynı kaynakları
bulma imkanını vermiyen toptan bire altüst oluş
ve değişiklikler doğurmadığı müddetçe bu böyle
sürüp gidecektir.

İnsan soyunun ilk medeniyet hali, az sayıda


insanların topluluğu halidir. Bu topluluktaki in­
sanlar, balıkçılıkla, avcılıkla geçinirler, silahları­
nı, birtakım ev eşyalarını kabaca yapmak, evle­
rini kurmak veya toprak içine kazmak sanatın­
dan başka bir şey bilmezlerdi. Ama artık birbir­
lerine ihtiyaçlarını bildirmeye yarıyan bir dilleri,
birtakım ahlaki fikirleri vardı; bu fikirlerden
ortaklama gidiş kuralları çıkarırlar, kendilerı ıçin
kanun yerini tutan genel göreneklere uyarak aile
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
6

halinde yaşarlardı. Hatta kaba saba bir hükü­


met şekilleri de vardı.
Öyle görülüyor ki, geçinmeyi sağlamanın ka­
rarsızlığı, güçlüğü; aşırı bir yorgunluğun hemen
mutlak bir dinlenmeyi gerektirmesi, insana ken­
dini fikirlerine vererek yeni yeni terkiplerle ze­
kasını zenginleştirebileceği bir boş zamanı asla
bırakmıyor. Her insan, kendi becerikliğini, kendi
zeka inceliğini olgunlaştırmakla kalıyor.
Bu yüzden insan soyunun o zamanki ilerle­
meleri pek ağır gidiyor; bu ilerleme ancak uzak­
tan uzağa olağanüstü hal1er, şartlar elverdikçe ya­
pılabiliyor. Bununla beraber avdılıktan, balıkçı­
lıktan veya toprağın kendiliğinden verdiği ye­
mişlerden çıkarılan geçinmeden sonra, insanların
evcil hale getirdiği, korumayı, üretmeyi bildiği
hayvanlardan elde edilen yiyeceğin geldiğini görü­
yoruz. Sonra bu vasıtalara kaba bir çiftçilik de ek­
leniyor; insan artık bulduğu yemişlerle, nebat­
larla kanaat etmiyor. Bunlardan azık yapmayı�
bunları yanında biriktirmeyi, ekmeyi veya dik­
meyi, toprağı ekip biçerek bunların üretimini ko­
laylaştırmayı öğreniyor.
Birinci halde insanın öldürdüğü hayvan­
lardan, silahlarından, ağlarından, ev öteberisin­
den ileri geçmiyen mal mülk, ilk önce sürüsü,
son;-a da tarla yaptığı, işlediği toprak oluyor.
Şet ölünce bu mülk, ·tabii olarak ailesine geçi­
yor. Kimi insanların elinde, elde tutulmaya el­
verişli fazla mülk bulunuyor. Bu mülk, umu­
mi olunca yeni ihtiyaçlar doğuyor. Eğer bu faz-
İNSAN ZEKASININ· iLERLEMELERİ 7

la mülk, yalnız tek bir madde üzerinde toplan­


mışsa ve başka bir maddenin yokluğu duyulu­
yorsa, bu zorunluluk, mübadele fikirlerini ve­
riyor: O zaman ahlak münasebetleri karmaşı­
yor, çoğalıyor. Daha büyük bir emniyet, daha
sabit bir boş zaman, insanın kendisini, düşünme­
ye, hiç değilse daha devamlı bir gözleme ver­
mesine yol açıyor. Birtakım fertler için fazla mal­
larının bir kısmını, kendilerini çalışmadan kur­
taran bir emekle değiştirmek adeti doğuyor. o
zaman, günlerini bir beden işine harcamıyan,
istekleri basit ihtiyaçlarını aşan bir insanlar sını­
fı beliriyor. Endüstri başlıyor. O güne kadar
bilinen sanatlar yayılıyor, olgunlaşıyor ... Çok dik­
katli, çok uyanık insanların rasgele gözüne ili­
şen olaylar, yeni yeni sanatlar meydana getiri­
yor. Yaşama vasıtalarını sağlamadaki tehlike ve
kararsızlık azaldıkça nüfus artıyor. Aynı toprak
üzerinde pek çok fertleri besliyebilen çiftçilik,
diğer geçim kaynaklarının yerini alıyor; karşı­
lıklı olarak ilerlemeleri hızlandıran nüfus artı­
mına yardım ediyor. Toprağa adamakıllı yerleş­
miş, birbiriııe daha çok yanaşmış, kaynaşmış hale
gelen bir toplulukta kazanılmış fikirler, tez elden
bir yerden bir yere geçiriliyor; daha sağlam ola­
rak sürüp gidiyor. Artık bilimlerin tan yeri ağar­
maya başlıyor; insan, öteki hayvan soylarından
ayrılmış görünüyor; artık onlar gibi yalnızç�
ferdi bir olgunlaşma ile kanaat edeceğe benze­
ın i yor.
lNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
8

O zaman, insanlar arasında kurulan dahı.


çeşitli, daha karmaşık münasebetler, düşüncele­
rını yanlarında bulunmıyanlara bildirecek, bir
olayın h atırasını kulaktan alınma bilgilerden da­
ha büyük bir belginlikle sürdürecek, bir anlaş­
manın şartlarını, görenlerin hatırasından daha
güvenilir bir şekilde saptıyacak, aynı topluluk
fertlerinin gidişlerini birbirine uydurmak için an­
laştıkları bütün bu değerli adetleri daha az de­
ğişmelere uğrayacak bir şekilde gösterecek bir
vasıtanın lüzumunu onlara duyuruyor.
Bundan sonra yazı ihtiyacı duyuldu, yazı da
icat olundu. Öyle görülüyor ki, yazı ilk önce
gerçek bir resim idi. Bunun arkasından, nesne­
lerin yalnız ana çizgilerini saklıyan itibari resim
geldi. Sonra, dile zaten girmiş bulunan mecazı
andırır bir nevi mecazla, fizik bir nesnenin ha­
yali, fikirleri ifade etti. Kelimelerin doğuşu gibi
bu işaretlerin doğuşu da uzun zaman unutulup
gitti ; yazı itibari bir işareti her fikre, her ke­
limeye, dolayısiyle de fikirlerin, kelimelerin her
türlü değişmiş şekilleiine bağlama sanatı oldu.
Böylece bir yazı dili, bir de konuşma d i l i or­
taya çıktı ; bunlar arasında d a karşılıklı bir uy­
gunluk kurmak gerekiyordu.
Adları gibi yurtları da büsbütün unutulup
gitmiş ve insanlığa pek çok iyilikleri dokunmuş
olan deha sahibi insanlar, bir dildeki bütün ke­
limelerin, ilk hecelemelerin pek az sayıda bir­
leşmelerinden meydana geldiğini görüyorla r ; bun­
lann da sayısı, ne kadar az olursa olsun, hemen
iNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
9

hemen sonsuz denecek kadar çeşitli kombine­


zonların kurulmasına yetiyordu. Bu insanlar, göz­
le görülür işaretlerle dü�ünceleri veya onların
karşılığı olan kelimeleri değil de kelimeleri bir­
leştiren bu basit unsurları göstermeyi tasarlad ı l ar.
Böylece alfabe yazısı tanınmış oldu. Nasıl
az sayıda ses her şeyi söylemeye yetiyorsa. az
sayıda işaret de her şeyi yazmaya yetiyordu. Ya­
zı dili, konuşma dilinin tıpkısı oldu; bu az sa­
yıdaki işaretleri tanımayı, kurup çatmayı bilmek­
ten başka bir şeye lüzum kalmadı ; bu sonuncu
adım da ebedi olarak insan soyunun ilerlemeleri­
ni sağladı.
Belki bugün sadece bilimlere ayrılan, bütii n
zihinlerde tamamiyle aynı kalan basit fikirlerin
terkiplerini bildiren, yalnız mantıklı bir doğru­
l uğun muhakemeleri, zihnin belgin, sayılı işlem­
lt:ri için kullanılan, bütün ülkelerin insanlarınca
anlaşılan, onların bütün şivelerine - bu şiveler
gibi gündelik hayatta kullanılarak bozulmak­
sızın - çevrilen bir dilin yaratılması faydalı olurdu.
O zaman, görülmemiş bir devrimle, yaşa­
tılması, cahilliği sürdürmekten başka bir işe ya­
ramamış olan bu türlü yazı, felsefenin elinde
bilgi ışıklarının tezelden yayılmasına, bilimler me,.
todunun mükemmelleşmesine yarıyan bir alet
olurdu.
Tarihte, zamanımıza kadar kalıp yaşıyan bü­
tün milletlerin geçtiği medeniyet derecesi, işte
bu devirle bugün gördüğümi.iz vahşilerin bulun­
dukları medeniyet derecesi arasındandır. Bu mil-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
10

letler gah yeni yeni ilerlemelerle, gah cahillik


içinde yüzerek, gah nöbetleşe birbirinin yerine
geçerek veya belli bir noktada durarak, gah fatih­
lerin zincirleri altında yeryüzünden silinerek, ye­
nenlerle karışarak veya kölelikle yaşıyarak, en
sonra daha aydın bir milletten diğer milletlere
ulaştırmak üzere bilgi ışıkları alarak, tarihi zaman­
ların başlangıciyle yaşadığımız yüzyıl arasında, bizce
bilinen ilk milletlerle Avrupanın bugünkü mil­
letleri arasında kesintisiz bir zincir teşkil etmektedir.
Böylece, çizmeyi tasarladığım tabloda b i r­
biri nden büsbütün ayrı üç kısım görülebilir.
Birinci kısımda gezginlerin anlattıkları hi­
kayeler, bugünkü az medeni m i lletlerde insan
soyunun halini bize göstermektedir ; bu hikaye­
lerden yalnız başına kalan, daha doğrusu çoğal­
mak için gerekli olan bir kalabalıkla yetinen
insanın, en sonunda konuşulan bir dili kullan­
maktan ibaret olan ilk mü kcmınelleşmeleri ne
dereceye kadar elde edebildiğini tahminle çıkar­
mak zorunda kalıyoruz. Çok yaygın birtakım
n lı l a k i fikirlerle sosyal d üzenin zayıf bir başlan­
gıciyle birlikte böyle bir dil o zaman, insanı ken­
d i si gihi d üzgün, sürek l i bir topluluk içinde ya­
şıyan hayvanl ardan ayıran en göze çarpan, da­
ha doğrusu biricik fa rk oluyor. Şu hal d e, bu­
rada güclcrim izin gelişmesi üzerinde yapılan göz­
lemlerden başka bir kılavuzumuz olmaz.
Bundan sonra, i nsanı, sanatları işlediği. bi­
lim ışığının artık kendisini aydınlatmaya baş­
ladığı, tic..ıretin milletlerin birleştirdiği, nihayet
İNSAN ZllK ASININ 1LERLEMELllRİ
11

alfabe yazısının bulunduğu noktaya ulaştırın:!.!:.


içın, bu ilk kılavuza, türlü toplulukların tarihini
de katabilıriz. Bu topluluklar, her ne kadar insan
soyunun bu iki büyük devrini birbiri nden ayıran
alanda izlenememişse de, hemen hemen bütün
ara derecelerde görülmüşlerdir.
Burada tablonun önemli kısmı, tarihin bize
naklettiği olayların sonucu üzerine dayanmaya
başlıyor. Ama, tek bir milletin farazi tarihini çıkar­
mak, ilerlemelerinin tablosunu çizmek için bu olay­
ları çeşit çeşit milletlerin tarihinden seçmek, bir­
birlerine yaklaştırmak, birleştirmek gerekir.
Alfabe yazısının Yunanistanda bilindiği de­
virden beri tarih, olayların, gözlemlerin kesin­
tisiz bir zinciriyle yüzyılımıza, Avrupanın daha
aydm ülkelerinde insan zekasının bugünkü ha­
line bağlanmaktadır : Böylece insan zekasının yü­
rüyüşü ve ilerlemeleri tablosu, gerçekten tarihi
bir tablo oluyor. Felsefenin artık bulacak bir
şeyi, kuracak farazi kombinezonları kalmıyor.
Felsefe, olayları derleyip düzenlemekle, onların
zincirlenmesinden, bütününden doğan faydalı ha­
kikatları göstermekle yetiniyor.
En sonunda çizilecek sonuncu bir tablo ka­
lıyor ki, o da umutlarımızın, gelecek nesiller­
den beklenen ve tabiat kanunlarındaki değişmez­
liğin sağlıyacağı anlaşılan ilerlemelerin tablosu­
dur.
Bu tabloda, bugün bize bo5 bir umut gibi
görünen şeylerin. hangi basamakları aşarak za­
manla mümkün, hem de kolayca mümkün olaca-
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
12

ğı nı , peşin hükümlerin geçici başarılarına , h ii­


kümetl c rin , mil l e tlerin bozukl uklariyl e desLckkn­
melerine rağmen, neden yalnız hakikatın devam lı
bi r zafer elde edeceğini gösterme k gerekece kt i r ;
tabiatın, kültür, h ürriyet, erdem, insanm tabii
hak larına saygı gösterme alanlarındaki ilerleme­
leri hangi bağlarla çüzülmezce sinc bi rleştirdiğini,
asla birbiriyle uyuşamayacak sanını verecek kadar
her zaman ayrı bulundukları halde nasıl olup da
başlı başına değer taşıyan bu nimetlerin millet­
lerin pek çoğunda birden, bilgi ı şık l arının bel l i
bir sınıra ulaştıkları andan başlıyarak tam ter­
sine, ayrılmaz bir hale gelmeleri . gere k t i ğ i ni , dil,
dü nya ölçüsünde yayılınca, ticaret miinasebetlerı
yeryüzünü baştanbaşa kaplayınca, büyük bir mil­
l e tin kütlesi ... i çi ne nasıl işliyece kle rini göstermek
gerekecektir . Bütün aydın insanlar sınıfında ken­
din i gösteren bu birleşme, bu zamandan sonra,
onlar arasında, yalnız insanlığın olgunlaşm asını ,
saadetini ·. hızlandırmak uğrunda el birliği ile di­
dinen i nsanlık dostlarınca hesaba katılacaktır.
Aklın yürüyüşünü az çok geciktiren veya
askıda bırakan, her zaman da siyasi olaylar de­
recesinde insanı bilgisizliğe doğru geri götüren
genel yanılmaların kökünü meydana çıkaraca­
ğız, tarihini çizeceğiz.
Çok aydın bir insanı bile şaşırtabilecek kılı
kırk yaran bir paralojimden tutun da bunama
rüyasına adar bizi yanılmaya sürükliyen veya
ondan al ı k oyan zihnin işlemleri, aynı derecede
hem doğru hüküm verme veya hakikati bulma
iNSAN ZEKASININ ILERLEMELE�t
13

metoduna, hem de ferdi güclerimizin gelişmesi


nazariyesine bağl ıdır. Bu yüzden genel yanılma­
ları n milletler arasına nasıl sokulduğu, nasıl ya­
yıldığı, bir yerden bir yere nasıl geç t i ği, orada
nasıl sürüp gittiği de insan zekası ilerlemeleri­
ni n tarihi tablosuna girecek t i r. İ nsan zekasını ol­
gunlaştıran, aydınlatan hakikatler gibi bunlar da
ondaki faaliyetin, tanıdığı, tanımak istediği şeyle
tanımak ihtiyacında olduğunu sandığı şey ara­
sında her zaman görülen bu nispetsizliğin zo­
runlu sonucudur.
Gene güclerimizdeki gelişmelerin genel ka­
nununa göre, kimi peşin h ü k ümlerin, kötülük­
lerini veya hükümlerini daha ileriye götürüp
genişletmek üzere, ilerlemelcriınizin her devrin­
de doğdukları görülebilir ; çünkü insanlar, bu pe­
şin h ü kümleri söküp atacak bütün gerekli haki­
katlari iyice tanıdıktan epeyce zaman sonra bile
gene çocuklarının, memleketlerinin, yüzyıllarının
yanı i malarına bağlı kalı rlar.
Kısacası bütün memleketlerde, bütün çağ­
larda, çeşitli insan sınıflarının hem bilgi dere­
cesine, h em mesleklerine göre türlü türlü peşin
hük ümleri vardır. Feylesofların peşin hük ümleri
hakikatin yeni ilerlemelerine zarar verdiği gibi,
pek aydın olmıyan insanların peşin hükümleri de
bilinen hakikatlerin yayılmalarını geciktirmekte­
dir ; birtakım gözde, kudretli mesleklerin peşin
hükümleri de bu yolda engeller çıkarırlar : Bun­
lar, akim durmadan savaşmak zorunda olduğu,
ancak uzun, zorlu bir savaştan sonra yenebildiği
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
J4

üç çeşit d üşmandır. Bu savaşların tarihi, yanı


peşin hüki.imlerimizin doğmasının, zaferinin, yı­
kılışı n ı n tarihi de bu eserde büyük bir yer t uta­
cak, hem de eserimizin diğerleri kadar önemli,
faydalı bir kısmı olacaktır.
İ nsan soyunun ilerlemelerini önceden kesti­
ren, idare eden, h ızlandıran bir bilim varsa, iler­
lemelerin tarihi, bu bilimin ilk temeli olmalı­
dır. Felsefe, geçmiş yüzyılların tarihinden baş­
ka bir yerde gidiş kuralları, köhne kanaatle rin
incelenmesinde başka hakikatler bulunamayacağı
yolundaki saçmayı, şüphe götürmez bir şekilde,
sök üp atmak zorunda kalmıştır. Ama tecrübenin
verdiği dersleri hiç irkilmeden itmiş olan peşin
hükmü de böylece söküp atmak gerekmez mi ?
Şüphe yok ki, yalnız düşünme, mutlu terkipler
yaparak, bizi insan biliminin genel hakikatle­
rine u laştırabilir. Ama, insan soyunun fertleri
üzerinde yapılan gözlemler, mademki metafizikçi
i ç in, ahlakçı için yararlı oluyor, neden topluluk­
lar üzerinde yapılan gözlemler onlara daha az
yararlı olsun ? Neden bu türlü gözlemler, poli­
tika feylesofunun işine yaramasın ? Aynı zaman­
da yaşıyan topl ulu kları gözlemek, aralarındak i
bağıntıları i ncelemek faydalı ise, neden bunları
bütün zamanlar boyunca i ncelemek fayd alı ol­
masın ? Hatta spekü latif hakikatleri araştırmada
bu gözlemlerin ihmal edilmiş olabileceklerini farzet­
sek bile i ş , bu hakikatleri i ş alanında tatbik et­
meye ve bilimden onun faydalı sonucu olması
gereken sanatı çıkarmaya gelince bunlar i hmal
iNSAN ZEKASINlN ILERLEMHERİ 15

edilebilir mi ? Peşin hükümlerimizle onlardan çı­


kan kötülüklerin kaynağı, atalarımızın peşin hü­
kümlerinde değil midir ? Birtakım peşin hüküm­
lere kapılmaktan bizi kurtaran, diğerlerini önli­
yen çok emniyetli vasıtalardan biri, bunların
kökiiııü, neticelerini bize açmıyor mu ? Acaba ne
yeni yanılmalardan, ne de eskilerin tepmesinden
korkumuz olmıyan bir noktada mı bulunuyoruz ?
Öyle bir noktada ki hiçbir bozucu kurum, iki­
yüzlülükle bir daha ortaya çıkarak, bilgisizlik
veya taşkınlık yolu ile kendini kabul ettiremesin ;
hiçbir kötü kombinezon, büyük bir millet için
artık f.elaket doğurama-sın. Şu halde miHctlcrin
nasıl aldandıklarını, bozulduklarını veya nasıl
sefalet içinde yüzdüklerini bi lmek faydasız mı
olacaktı r ?
Her şey bize gösteriyor ki, , i nsan zekasının
büyük devrimlerinden birinin zamanına ulaşmı ş
bulı:ınuyoruz. Daha önce gelen, hazırlanan dev­
rimlerin tablosundan başka, bu devirden neler
beklememiz gerektiği üzerinde bizi daha iyi kim
aydınlatabilir, bu kımıldanışların ortasında bize
yol gösterecek daha güvenilir kıl avuzu kim vere­
bili r ? Bilgi ışıklarının bugünkü durumu, bu dev­
rin mutlu bir devir olacağını bize inancahyor ;
ama, bu da bütün kuvvetlerimizi kullanmayı
bilmek şartiyle olınıyacak mı ? Bu devrin adadığı
bahtiyarlığın bize çok pahalıya oturmaması, bu
devrin büyük bir hızla çok geniş bir alana ya­
yılması, sonuçlarının daha tam olması ıçın, in­
san zekasının tarihinde sakınacak ne gibi en-
İNSAN ZEKASININ ILIORLEMEI.ERİ
16

gcller kaldığını, onları aşmak için elimizde ne


g�bi vasıtalar bulunduğunu incelemeye ihtiyacı­
rr1ız yok mudur ?
G .zden geçirmeyi tasarladığım alanı dokuz
büyük devre ayıracağım; onuncu devirde de,
insan soyunun gelecekteki alın yazısı üzerinde
bazı tahminli h ük ümler vermeye yelteneceğim.
Burada, bu devirlerden herbirini vasıflandı­
ran ana çizgileri göstemıekle yetineceğim. i stis­
nalara, teferruata asla bakmaksızın sadece küt­
leleri ortaya koyacağım. Bu eserde, sonuçlarının
gelişmeleri, delilleri gösterilecek olan konuları
işaret edeceğim.

BİRiNCİ DEVİR
İnsanlar budunsular halinde birleşmişlerdir.
Hiçbir gözlem, bu devirden önceki devir üze­
rinde bize doğrudan doğruya bilgi vermiyo r ;
ancak insanın zihin v e ahlak gücleriyle fizik ya­
pılışını incelemeklcdir ki, onun bu ilk medeniyet
basamağına nasıl yükseldiğini tahmin edebili­
yoruz.
Böyle olunca topluluğun ilk meydana geli­
şine yol açan fizi k vasıflar üzerindeki birtakım
gözlemlerle zeka veya ahlak güclerimizdcki geliş­
menin kısa bir tahlili, bu devir tablosunda giriş
yeri ni tutmalıdır.
Bir aile topluluğu insana tabii görünüyor.
Bu topluluk, ilk önce çocukların ana baba ihti­
yaciyle ana babaların şefkat duygusundan doğ­
muştur; pek genel, pek canlı olmasa da b u ihti-
iNSAN ZEKASININ lLERLEMEJ.ERt
1'7

yacm uzun zaman s ü rmesi, bu birleşmeyi · devam


ettirmek arzusunu veren bir doygunu n doğma­
sına, gelişmesine yol açmıştır. Bu uzun zamıı n
sürme de bu yolda faydala rını d uyurmad a geci k ­
memiştir. Kolay geçim sağlıya n bir toprak üze­
rine yerl eşmi ş bir aile, zamanla çoğalıp bir bu­
d u nsu haline gelebilmiştir.
Başlangıçta birçok ayn ayrı ailelerin birleş­
mesiyle ortaya çıkan budunsular - bu birleşme , o ·
zaman hem daha az zorlayıcı sebeplere, hem de
pek çok hallerin, şartların biraraya · gelmesin e
bağlı olduğu için - daha geç, daha yavaş kurul­
ma� oısalar :gerektir.
Silah yapma sanatı, y iyecekleri yemek halin e ·
getirip bunlar için gerekli kabkacakları edi nme
sanatı, bu yiyecekleri bir zaman saklama sanatı,
yeni yeni yiyecekler tedarikinin imkansız olduğu
zamanlar her mevsime uygun azıklar hazırlama
sanatı, pek basit ihtiyaçları karşılıyan bütün ' bu
sanatlar, uzunca bir birleşmenin ilk verimi, insan
topluluğunu birçok hayvan soyları topluluklarından
ayırdeden ilk karakter oluyor. ·
Bu budunsuların · birtakımlarında kadınlar ku­
lübeleri etrafına yemeye yarıyan birtakım nebatlar
ekiyorlar, böylece avcılık veya balıkçılık ürününü n
eksiğini kapatıyorlar. Toprağın kendiliğinden ne­
bati bir yiyecek verdiği diğer birtakım bud unsu ­
larda, bu yiyeceği arama, biriktirme uğrunda
yapılan çabalamalar, vahşilerin zamanlarından bir
kısmını alıyor. Birleşik kalmanın faydasını pek
duymıyan bu vahşilerde, medeniyetin hemen hemen
2
iNSAN Z E K AS ININ i L ERLEMELER!
J8

oasit bir aile topluluğu içinde kaldığı görülmekte­


dır. Bu sırada her yerde açık bir dil de kullanıla­
gcl mi�tir.
Aynı fertler arasında daha sık, daha sürcklı
m ü nasebetlerle menfaat -birliği, gerek beraberce
gi tti kleri avlarda, gerek bir düşmana karşı d ur­
mak için birbirlerine yaptıkları karşılıklı yard ım­
lar, topluluğun üyeleri arasında hem adalet d uy­
gusunu, hem de karşılıklı bir kaynaşma doğur­
muş olsa gerektir. Aradan çok geçmeden bu kay­
naşma, doğrudan doğruya topluluğun içine doğru
yönelen bir bağ l ıl ı ğa çevril m iş ti r.
Budunsunun düşmanlarına karşı beslenen aman­
sız bir kin, sönmez bir öc alma isteği, bu kaynaş­
m anın zorunlu sonucu oluyordu.
Gerek kendini koruma, gerek az emekle daha
sağlam, daha bol bir geçim sağlama dileğiyle
hep birlikte harekete geçebilmek için bir şefe
olan ihtiyaç bu topluluklarda beylik bir otori­
,

teni n ilk fik irlerini doğurmuştur Bütün budun­


.

sunun ilgilendiği, ortaklama bir karar vermek


zorunda kaldığı hallerde, bu kararı yerine geti­
recek olanlara danışmak gerekiyordu. Kadınların
zayıflığı, onları bu türlü danışmaların gündelik
kon uları olan harbin ve uzak avların dışında
tuttuğu gibi, b u konuşmalardan da uzaklaştırı­
yordu. Bu kararlar tecrübe istediği için bu da­
nışmalara ancak tecrübeli olduğu sanılan adam­
lar kabul edilirdi. İçinde kopan kavgalar toplu­
luğun dirlik düzenini bozuyordu. Bunlar toplu­
luğu yıkabilirlerdi de. Yalnız bu yolda bir kararı
iNSAN ZEl(ASINJN · · lLERLEMELJlRt
19

yaşça, ferdi vasıflariyle en çok güven telkin eden­


lere bırakmanın uygun görülmesi tabii idi. i ş­
te ilk siyasi kurumların temeli böyle atılmıştır.
Bir dilin meydana gelişi, bu kurumlardan
önce olsa gerektir. Nesneleri itibari işaretlerle
anlatma fikri, bu medeniyet devri içinde, ın san
zekasının üstünde görülüyordu : bu işaretlerin
ancak zamanın baskısiyle. derece derece. fark
edilmez bir şekilde dile ;okulmuş olması ihtimal
içindedir.
Yayın icadı, deha sahibi bir i nsanın eseri
olmuşt u ; bir dilin meydana gelişi, bütün toplu­
l uğun eseri oldu. Bu iki türlü ilerleme de aynı
derecede insan soyunun malıdır.
Daha çabuk olan birincisi, ancak tabi a t ı n
l fi t funa uğrıyan insanların ku rabildiği yenı k o ın­
bınezonlann mahsulü. düşünmelerinin, emekle­
rinin karşılığıdır. Diğeri, daha yavaş olanı, büt ün
insanlara kendini tanıtan bu düşünmelerden. göz­
l emlerden. hatta onların birarada geçen hayat­
ları boyunca edindikleri alışkanlıklardan doğ-
muştur.
Ölçülü, düzgün hareketler insanı daha az
yorar. Görenler, işitenler bu hareketlerdeki dü­
zeni veya onlar arasındaki münasebetleri ko­
layca kavrarlar. Bu iki sebep yüzünden bu ha­
reketler bir haz kaynağıdır. Bundan dolayı dan­
sın, musikinin, şiirin kökü de topluluğun bu ilk
çocukluk çağına kadar çıkar. Bu devirde dans.
gençliğin bir eğlencesi olarak, umumi bayram­
larda kullanılmıştır. İ çinde aşk şarkıları, savaş
20 iNSAN ZE'KASININ • ILER LEM ELER!

destanları bulunur. Bundan başka bu devirde


birkaç m11siki aletinin nasıl ya pıl d ı ğı da bilin­
mektedir. Belagat sanatı bu bu<lunsularda büs­
bütün bili n mi ye n bir sana t değildi : hiç değilse
tören söylevlerinde d a h a gür, daha yüksek per­
deden bir sesle k o nuşu l urd u . O zaman h a t i p l ik
şişirme si de onlara asla yabancı olmıyan bir şeyd i .
d üşmanlar k arşı s ı n da bir erdem sayı l a n öc
ve katıyüreklilik duyguları. kadınları bir çeş it
köle l i ğe mahk üm eden görüş, lıarbde kumanda
etmek hakkını tek bir ailenin i mti yazı tanımak,
en sonra türlü türlü saçma inançların ilk fik ir­
leri, bu devri ayırdeden, kökü aranması , sebep­
leri açıkça gösterilmesi gereken yan ı l ma l a rd ı r.
Zira insan, ilk eğit i mi nin kendisine tabii olarak
vermediği bir yanılmayı hiç sebepsiz kabul et­
mez ; eğer yeni bi r yanılma edi n i rse , bu yanılma,
çocukluğundaki yanı lma l ara bağlıdır ; menfaat­
le ri , ihtirasları, kanaatleri yahut olaylar, bu ya­
nılmayı kazanması için onu hazırlamışlar de­
mektir.
Birkaç kaba astronomi bilgisiyle hastal ıkları.
yaraları iyile,timıede kullanılan ncbatlarm bil­
gisi, vahşilerin belli başlı bilimleridi r.
Ama yine bu devir, insan zekasının tarihinde
öne mli bir olayı bize tanıtıyor. Burada, yol u
üzerinde birbirine aykırı etkiler bulunan, bir
yandan yanılmalar saçarken öte yandan bilgi
ilerlemelerine hız veren, bilimleri yeni ye n i . ha­
kikatlerle zengi n l eşt i ren , ama halkı da bilgisiz­
liğe, din esirliğine s iirükliyen, birtakım geçici
lNSAN ·ZEKASININ İLERLEMELERİ
2l
iyilikleri uzun, yüz kızartıcı bir tiranlık bahasına
kazandıran bir kururnuri ilk izleri görülebilir.
Bu sözlerle ilkeleri, bilimleri yahut sanat­
ların yollarını, sırları, din törenlerini, hurafenin
hilelerini, siyaset ve kanun sırlarını da her zaman
ellerinde tutan bir insanlar sınıfının meydana
gelişini kastediyorum. İnsan soyunun şu i k i bölüme
ayrılmasını kastediyorum : Biri öğretme ödevini
üstüne almış, öbürü inanmak için yaratılmıştır;
birisi bilgisiyle böbürlendiğini gururla gizler, diğeri
kendisine ICıtfcn bildirilen şeyi saygı ile kabul eder ;
biri hakkın üstüne yükselmek ister, diğeri kendi
hakkından bile ses çıkarmadan vazgeçer, kendisini
insanlıktan aşağı görür, d iğer insanlara insan tabi­
atından üstün imtiyazlar tanır.
1 8 inci yüz yılın sonunda papazlarımızın hali'ı
artakalanlarını bize sundukları bu ikiye ayırma,
şarlatanları, büyücüleri olan az medeni vahşilerde
görülmektedir. Çok yayılmış olduğu, medeniyetin
bürün devirlerinde sık sık raslandığı için bu iki­
l iğin insan tabiatında bir temeli olsa gerektir.
Bundan dolayı topluluğun bu ilk zamanlarındaki
ınsan güclerinde, aldanan ilk insanların kolayca
kanıverrneleriyle, ilk sahtekarların bayai!ı d ü zen­
bazlıklarının sebeplerini arayıp bulacai;;ız.

İKİ NCİ DEVİR


Çoban Milletler

Bu halden çiftçi miHetlerin haline geçiş

Avda yakalanan hayvanların verdiği nimet­


ler, yerleşilen topraklar bunlara daha bol bir
İNSAN ZEKASININ ILERlEMHERt

yiyecek sağladığı, aile nüfusunun arttığı veya


bozuk havalar dolayısiyle aile n i n kıtlık ba şgös­
termesinden korkabileceği zaman, bu hayvan­
ları uzun zaman korumayı kolayca insanların
aklına getirmiştir.
Bu hayvanları basit bir yiyecek vasıtası ola­
rak elde tuttuktan sonra. onların üretilebilecck­
leri. böylelikle de daha devamlı bir gelir kaynağn
sağlayabilecekleri görüldü. Bu hayvanların sütü.
insanlar için yeni bir yiyecek olara k görünüyord u ;
bir sürünün, önceleri av ürününe ancak bir ilave
olan ürünleri, daha emin, daha bol, daha az me­
şakkatli bir geçim vasıtası oldu. Avcı l ı k . be l l i
başlı bir geçim vasıtası olmaktan çık t ı . hatta geçim
vasıtaları arasında hesaba bile katılmaz old u ;
sadece bir eğlence, sayıca pek kalabalık oldukları
için art ı k evlerin etrafında yetecek kadar yiyecek
bulamıyan sürülerden yaban hayvanlarını uzak­
la ş t ı raca k bir vasıta olarak kaldı.
Toprağa daha çok yerleşmiş, az yorucu bir
hayat, insana zekasını geliştirmeye yarıyaeak boş
zamanı veriyordu. G eçinmeleri sağlama bağla­
nan, belli başlı ihtiyaçlarından yana kaygıları
k al ınıyan insanlar, bu yolda ed indik l eri vasıta­
larda yeni yeni heyeca n l ar arıyorlardı.
Sanatlar, birtakım i lerlemeler gösterdiler ; ev
hayvanlarını besleme. üremelerini kolaylaştırma,
c i nslerini iyileştirme sanatlarında bazı bilgiler edi­
nildi.
Giyecek lerde yün, deri yerine dokuma kul­
lanma öğren ildi. Aile topl uluğu içinde samimi
olduğu kadar tatlı bir hayat başladı.
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
23
Her ailenin sürüleri aynı derecede çoğala­
madığı için, ortaya bir zenginlik farkı çıktı. O
zaman bu sürülerin ürününü, hiç sürüsü olmı­
yan, zamanını, emeğini onların istediği çalış­
malara bağışlamak zorunda olan bir adamla.
paylaşmak düşünüldü. O zaman sağlam yapılı.
genç bir adamın emeğinin doğrudan doğruya.
kendi geçinmesi için gerekli olan çalışmadan
daha çok değer taşıdığı görüldü. Bu yüzden harb
esirlerini boğazlayacak yerde köle olarak alıkoy-·
mak adet oldu.
Vahşilerde de görülen konukseverlik, çiftçi mil­
letlerde olduğu gibi, arabalarla veya çadırlarla
dolaşan milletlerde daha belgin, daha göze çar­
par, daha törenli bir hal alıyor. Ferdin ferde�
ailenin aileye, milletin millete karşılıklı olarak
konukseverli k göstermesi için sık sık fırsatlar or-·
taya çıkıyor. Bu insani hareket, sosyal bir ödev
oluyor, kurallara bağlanıyor.
Bir yanda birtakım ailelerin yalnız iyi geçin­
melerine yetecek kadar değil, üstelik değişmez
fazla gelirleri varken, öte yanda diğer insanlar�
ihtiyaçları olandan bile mahrumdurlar. Onların
sıkıntıları karşısında duyulan tabii bir acıma duy­
gusu, iyilik duygusunu, iyilik alışkanlığını doğurdu.
Töreler yumuşadı ; kadınların köleliği. eskf.
sertliğini kaybetti. Zenginlerin kadınları ise ağlI'
işlere koşulmaktan büsbütün kurtuldular.
Türlü ihtiyaçları gidermede kullanılan nes­
nelerle bu nesneleri hazırlamaya yarıyan aletlerin
pek çeşitli oluşu, bu ihtiyaçların dağılışında gö-
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
24

rülcn büyük eşitsizlik, m übadelelerin çoğalma­


sına, gerçek bir ticaretin doğmasına yol açmıştır.
Bu ticaret, ortak bir ölçüyü, bir çeşit para ihti·
yacını duyurmadan genişliyemedi.
Aynı zamanda, budunsular daha kalabalık
oluyor, sürüleri daha kolayca beslemek için ev­
ler sabit kaldıkları zaman birbirinden daha çok
ayrılıyorlar ; yahut insanlar alıştıkları birkaç h ay­
van soyunu yük taşıamada, yük çekmede kul­
lanmayı öğrenince yerleşmeler, çadırlı bir oba
halini alıyor.
Her milletin harb için bir şefi vardı, ama bir
millet birçok boylara ayrıldığı için otlaklar bul­
ma ihtiyacı, her boyun da ayrı bir şefi olmasını
gerektiriyordu. Hemen her yerde bu üstünlük
bazı ailelerin elindeydi. Kalabalık sürüleri, birçok
köleleri olan, hizmetlerinde birçok yoksul soy­
daşlarını kullanan aile şefleri, boy şeflerinin oto·
ritesini, onlar da millet şeflerinin otoritesini pay­
laşıyorlardı ; hiç olmazsa yaşa, görgüye, kahra­
manlığa saygı gösterildiği zamanlarda, bu şeflere
önem veriliyord'-'. Esirliğin kökü de, olgunluk
çağına ulaşan insanlar arasında siyasi haklar
bakımından doğan eşitsizliğin kökü de topluluğun
yine bu devrindedir.
Aile veya boy şefleri kurulu, tabii adalete,
kökleşmiş adetlere göre artık sayıları pek ço·
ğalmış olan, pek çetrefil anlaşmazlıkl arı çözüm­
lemeye başlıyorlar. Bu hükümlerin gelenekleşme·
si, aradarı çok geçmeden adetlere dayanarak, on­
ları devam ettirerek, - zaten topluluk i ler!emele-
iNSAN ZEKASININ İLERLEMEURİ
25

rinin zorunlu kıldığı - daha düzgün, daha değiş­


mez bir hukuk sisteminin kurulmasına yol açmış­
tır. Mal mülk fikri ile mal mülk hakları fikri,
daha çok genişledi, daha çok belginleşti. Önemi
gittikçe artan miras paylaşma işinin de değişmez
kurallara bağlanması gerekiyordu. Hatta sık sık
yapılan anlaşmalar da, artık pek basit bir çerçe­
ve içinde kalmıyordu ; bunlar da şekillere bağlan­
malıydı ; bu anlaşmaların yerine getirilmesi için,
hükümlerini tesbit etme tarzının da kendine gö­
re kanun ları vardı.
Yıldızları gözlemekten doğan fayda, uyanık
geçen uzun gecelerde bunlara harcanan emek, ço­
banların faydalandıkları boş zaman, astronomiye
birtakım ilerlemeler getirmiştir.
Ama aynı zamanda insanları kandırıp soy­
ma, hayall korkular, boş umutlar üzerine kurulan
bir otoriteden kuvvet alarak onların kanaatlerine
zorbaca h ükmetme sanatının da mükemmelleş­
tiği görüldü. Daha derli toplu mezheplerle bi­
raz daha incelmiş inanç sistemleri kuruldu. Tabiat­
üstü k uvvetlerin fikirleri bir dereceye kadar in­
celdi, bu kanaatlerle birlikte bir yanda din baş­
buğlarının, öte yanda papaz ailelerinin, boy­
larının, başka bir yerde ruhani kurulların, kısa­
cası her zaman görülmedik imtiyazları kullana­
rak insanları iyice boyunduruk altına almak için
onlardan ayrı duran, kafaları kendilerine ram et­
meye yarıyan bütün vasıtaları biraraya getirmek,
öbür i nsanlara kendi ikiyüzlülüklerini meydana
çıkaracak, zincirlerini kıracak hiçbir imkan bı-
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
'26

rakmamak için hekimliği, astronomiyi yalnız ken­


di ellerinde tutmayı düşünen bir fertler sınıfının
·ortaya çıktığı görüldü.
Diller, şekil ve anlam bakımından zengin-
1eştiler. Daha çeşitli, daha güzel hayaller kullan­
maya başladılar. Bu hayaller, kır ve orman haya­
ıtı ndan, tabiatın düzgün olaylarından, bu olayla­
.rın değişikl iklerinden alındı.
Musıki, aletler, şiir, bunlarla uğraşan insanla­
>ra, daha rahat yaşadıkları için zevkleri biraz in­
<:eleşmiş olan dinleyiciler sağlıyan, onlara öz
-duygularını gözlemek, belli başlı düşünceleri üze­
Tinde h üküm yürütmek, bunlar arasında seçme­
kr yapmak imkanını veren bir boş zaman içinde
m
; ükemmclleştiler.
Birtakım nebatların, sürülere daha iyi, daha
bol bir yiyecek sağladığı görüldü. Bu nebatları
kolayca üretmenin, pek az, zararlı, hatta teh­
likeli bir yiyecek veren di ğer nebatlardan ayır­
manın faydası anlaşıldı, bu yolda gerekli vasıtalar
·tla elde edildi.
Aynı şekilde otların, tanelerin, meyvaların
ikendiliğinden topraktan çıktığı ülkelerde, hayvan
ürünleriyle birlikte insanların beslenmesine yar­
dım eden bu nebatların nasıl çoğaldıklarını bil­
mek ihtiyacı doğdu, o zamandan sonra da bun­
ları oturulan yerlerin ta yanındaki topraklarda
toplama, bu toprakların yüzde yüz kendi malla­
n olması için bu nebatları zararlı nebatlardan
-.t emizleme, sürülerden, hatta hayvanlardan oldu­
ğu gibi diğer insanların açgözlülüğünden koru­
ma yolları da araştırıldı.
iNSAN ZEKASININ iLERLEMELERi
27

Bu fikirler, kendiliğinden topraktan çıkan bu.


ürünlerin insanların geçinmesine hemen hemen
yettiği bereketli memleketlerde, daha geniş öl­
çüde do :muş olsalar gerektir. Buralardaki insan­
lar da kendilerini çiftçiliğe vermeye başlamışlar­
dır.
Bereketli bir memlekette, mutlu bir iklim­
de, toprağın belli bir parçası, otlak olarak kul­
ianıldığı zaman beslediği insan lardan daha fazla
ı nsanın beslenmesine yetecek kadar taneler, ye­
mişler, kökler veriyordu.
Bu zamanda çiftçilik, toprağın tabiatı yü­
zünden bu ekimin pek zahmetli olmadığı, çoban
milletlerin yolcu lukl arda, taşıtlarda işlerine ya­
rıyan aynı hayvanları ekim işinde kullanmanın
kolayı bulunduğu, çiftçilik aletlerinde herhangi
bir mükemmelleşme elde edildiği zaman, millet­
lerin daha verimli bir geçim kaynağı, en başta.
gelen işi gücü oluyor. Böylece insan soyu üçüncü
devrine ulaşmıştır.
Birtakım milletler, çok eski zamandan beri,
şimdi gözden geçirdiğimiz bu iki halden birinde
kalmışlardır. Kendi kendilerine yeni yeni ilerle­
meler elde etmek şöyle dursun, çok yüksek bir
medeniyet derecesine ulaşan milletlerle giriştik­
leri münasebetlerle yaptıkları ticaret de onlarda
böyle bir değişme doğuramamıştır. Bu münase­
betler, bu ticaret, kendilerine birtakım bilgileı _
birtakım sanatlar verdiği gibi birçok kötülük­
ler de vermiş, ama onları bu durgunluk halın­
den bir türlü çekip ayıramamıştır.
İNSAN ZEKASININ lLERLEMELERt
28

Bu olayın başlıca sebepleri şunlardır: Ancak


bizim gibi daha olgun topluluklarda bulunabilen
hemen hemen tam serbestliğe bağlı iklim şart­
ları, alışkanlıklar, nimetler ; insanın çocukluğun­
da edindiği kanaatlere, memleketin görenekle­
rine tabii olarak bağlılığı ; bilgisizliğin her türlü
yeniliğe düşman kesilmesi ; henüz pek zayıf olan
araştırma merakının önüne geçen bede� hele
ruh tembelliği ; saçma inançların bu ilk toplu­
luklar üzerinde kurduğu hakimiyet. Yalnız, bu
sebeplere medeni milletlerin açgözlülüğünü, katı­
kalbliliğini, ahlaksızlıklarını, peşin hükümlerini
de katmak gerekir. Çünkü bunlar öbür millet­
lere daha kuvvetli, daha zengin, daha bilgili,
daha çalışkan, ama daha ahlaksız, hele daha az
bahtiyar görünüyorlardı. Öbür mil letler, medeni
mil letlerdeki ihtiyaçların çokluğundan, genişliğin­
den, açgözlülüklerinin kendilerine verdiği acılar­
dan, her zaman harekette olan, bir türlü doy­
mak bilmiyen bitmez tükenmez hırslarının çal­
kanışlarından bıkıp usandıkları için onların üs­
tünlüğü karşısında çok çok hayranlık duymamış
olsalar gerektir. Kimi feylesoflar bu milletlere
acımışlar, d iğerleri onları övmüşlerdir : Birinci­
lerin budalalık, tembellik dediği şeye ötekiler
bilgelik, e rdem adını vermişlerdir.
Feylesoflarca ortaya atılan bu mesele, bu
eserde çözümlenecektir. Burada zeka ilerlemele­
rı ardından, neden , topluluklann bahtiyarlığa,
erdeme doğru ilerlemelerinin gelmediği, peşih hü­
kümlerle ilerlemeler halitasının bilgi ışıkların-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
29

dan doğması gereken, ama bundan başka bu


ışıkların yaygınlığından çok saflığına bağlı olan
iyiliği nasıl bozabildikleri görülecektir. Görüle­
cektir ki, kaba bir topluluktan aydın, hür mil­
letlerin medeniyet haline böyle fırtınalı, zah­
metli bir geçiş, insan zekfısının bir soysuzlaş­
ması değil, ama mutlak olgunlaşmasına doğru
adım adım yürüyüşünün zorunlu bi r buhranıdır.
Görülecektir ki, medeni milletlerde kötülükleri
doğuran bilgi ışıklarının artması değil, gerile­
mesidir. Kısacası, bu ışıklar, hiçbir zaman i n­
sanları bozmak şöyle dursun, onları yola getirip
değiştiremedikleri zaman bile, hiç değilse kaba­
lıklarını gidermişlerdir.

ÜÇÜNCÜ DEVİR

Alfabe yazısı bulununcaya kadar çiftçi milletlerde


görülen ilerlemeler

Buraya kadar çizdiğimiz tablonun yeknesak­


lığı biraz sonra kaybolacaktır. Artık toprakla­
rına bağlı, hemen hemen karışıksız bir aileyi
devam ettiren, milletlerin töreleri, karakterleri,
kanaatleri, saçma inançları arasındaki farklar,
küçücük farklar değildir.

Aradan çok geçmeden akınlar, fetihler, im­


paratorlukların meydana gelişi, yıkılışı ; millet­
leri ya yeni topraklar üzerine dağıtarak, ya aynı
toprağı aynı zamanda çeşitli millet l erle kaplıyarak
birbirine katıp karıştıracaktır.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
30

Olayların gelişi, tabiatm ağır, fakat düzgün


gidişini hiç arasız bulandıracak, boyuna gecik­
tirecek, arasıra da hızlandıracaktır.

Böyle bir yüzyılda, bir millette görülen her­


hangi bir olaya, her zaman binlerce fersah, yüz­
yıllarca uzakta geçen bir devrim sebep olmuş;ur ;
:zamanm karanlığı, bizden önce gelen insanlar
üzerinde, kimi zaman da doğrudan doğruya kendi
üzerimizde etkilerini gördüğümüz bu olayların
büyük bir kısmını örtmütşür.

Ama ilk önce bu değişmenin neticelerini,


milletlerin fetihlerinden, karışmasından doğabile­
<:ek tesirden ayn olarak, yalnız bir millette ele
alıp gözden geçirmek gerektir.

Çiftçilik, insanı işlediği toprağa bağlıyor. Onun


:için yalnız kendisini, ailesini, av aletlerini, önü­
ne katıp sürebileceği sürüleri bir yerden bir ye­
•e götürmekle iş bitmiş olmuyor. Hiç kimsenin
malı olmıyan topraklar, bulunduğu yerden kaç­
tığı zaman, artık ne ona, ne de onun yiyeceğini
sağlıyan hayvanlara bir geçim vasıtası vermiyor.

Her coprağın, ürünleri yalnız onun malı olan,


bir sahibi vardır. Hazırlanması için çalışan in­
sanlarla hayvanların geçimini, idaresini çıkarmak
için gerekli masraflardan fazla olan bir hasat,
toprak sahibine, hiçbir emek karşılığı olmıyan
yıll ı k bir kazanç vennektedir.

Topluluğun ilk iki halinde bütün fertler, hiç


değilse bütün aileler: aşağı yukarı gerekli olan
bütün sanatları işlerlerdi.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
31

Ama, çalışmadan topraklarının ürünleriyle ya­


-şıyanlar ve bunların verdikleri gündeliklerle ge­
çinen diğer insanlar ortaya çıktığı, işler çoğaldığı,
sanatları işleme yolları daha geniş, daha çapraşık
bir bal aldığı zaman, ortak menfaat, çok geçmeden,
insanları bu sanatları aralarında paylaşmaya zor­
fadı. O zaman görüldü ki, bir ferdin işlediği sanat,
ne kadar az nesne üzerinde işlenirse o kadar m ü­
kemmelleşiyor, el, uzun bir alışkanlığın kendisine
<daha yatkın bir bale getirdiği pek az hareketi
<laha çabuk, daha sağlam yapıyordu ; sık sık tek­
rarlanan bir işin iyi yapılması için daha az kafa
:yom1ak istiyordu.
Böylece, insanların bir kısmı kendilerini ekim
işlerine verirken, diğerleri bu işlerde kullan ılcın
caletleri hazırlıyordu. Ev hayvanlarını gözetme,
·ev idaresi, giyecek yapma işleri ayrı sana tlar olu­
yor. Ellerinde pek az mal mülk bulunan ailclelcrde.
bu işlerden bir tanesi bir ferdi n hütün zam anını
·doldurmaya yetmediği için, bu ailelerin çoğu bir
kişinin işini, gündeliğini paylaşıyor. Çok geçmeden,
·sanatlarda kullanılan ve tabiatları bakımı ndan
·Çeşit çeşit hareketler istiyen maddeler çoğalıyor;
bunlardan birbirine benzer işleri gerektiren mad­
-Oeler herbiriyle aynca bir sanat i şçisinin uğraştığı
.çeşit çeşit sanatlar meydana getiriyor. Ticaret,
genişliyor, içine aldığı pek çok nesneleri daha geniş
bir araziden çıkarıyor; sadece saklamak, bir yer­
.den bir yere götümıck, karla başkalarına satmak
için uzak yerlerden satın alma işiyle uğraşan ayrı
bir sınıf türüyor.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
32

Böylece, kır hayatında raslanan üç sınıfa,


yani mal mülk sahipleri sınıfına, onların aileleri­
ne bağlı olan hizmetçiler sınıfına, en sonra köle­
ler sınıfına, şimdi bir de her çeşit işçiler sııııfiyle
tüccarlar sınıfını katmak gerekiyor.
İ şte bu zamanda daha basit, fertleri birbiri­

ne daha çok yaklaşmış, daha karmaşık bir top­


lulukta, daha yaygın bir kanun sisteminin lüzu­
mu duyuldu ; gerek suçlara verilecek cezaları,.
gerek anlaşma şekillerini daha kesin bir açıklıkla.
belli etmek, kanunun tatbik edilmesi istenen
olayları açınlama vasıtalarını daha sağlam ku-·
rallara bağlamak gerekiyordu.
İhtiyaçlarla olaylar, bu ilerlemeleri yavaş ya­

vaş, derece derece meydana getiriyord u ; bunlar,


çoban milletlerin artık tutmuş oldukları yolda
atılan bir kaç yeni adımdır.
İ lk devirlerde eğitim, sadece ev eğitimiydi.
Çocuklar, gerek birlikte gördükleri işlerde, ge­
rek babalarının işlediği zanaatlarda, onun ya­
nında yetişirler, budunsunun veya ailenin tari­
hini teşkil eden az sayıda gelenekleri, topluluk
içinde sürüp giden masalları, milli adetlerle kaba
bir ahlilkı meydana getiren ilkelerin veya peşin
hükümlerin bilgisini ondan öğrenirlerdi.
Çocuklar, şiirli, danslı arkadaş toplantıla­
rında, askerlik talimlerinde olgunlaşırlardı. Ulaş­
tığımız bu devirde, daha zengin ailelerin çocuk­
ları, ya şehirlerde ihtiyarların meclislerinde, ya
başlarında b ulunan şefin evinde bir çeşit ortak
eğitim görürlerdi. B urada memleketin kanunları.
İNSAN ZEKASININ lLERL:EMELERi
33

.t>releri, görenekleri üzerinde bilgi edinirler, o


zaman, içinde tarihi de sakl ıyan destanları söy­
� cmeyi öğrenirlerdi.
Daha yerleşik bir hayat alışkanlığı, erkekle
tkadın arasında daha büyük bir eşitlik kurdu.
Kadınlar, artık, faydalanılacak basit bir nesne,
,efendiye yalnız biraz daha yakın bir köle sayıl­
maktan çıktılar. Erkek, onları arkadaş olarak ta­
nıdı, bundan başka onların kendi bahtiyarlığı için
.neler yapabileceklerini öğrendi. Bununla beraber,
ıkadınların çok saygı gördükleri, poligaminin kal­
·dırıldığı memleketlerde bile ne hak, ne adalet,
·ödevler ve ayrılma hakkı bakımından tam bir
karşılığa, aldatmaya karşı verilen cezalar da tam
ıbir eşitliğe kadar gitmiyordu.
Bu türlü peşin h ükümlerin tarihi gibi, bun­
:ların insan soyu alınyazısı üzerindeki tesirleri­
nin tarihi de, çizmeyi tasarladığım tabloya gire­
·cektir; hiçbir şey insan soyu bahtiyarlığının akıl
ilerlemelerine ne derece bağlı olduğunu bunun
,kadar iyi göstenneye yaramaz.
Bi rtakım milletler, kırlarda dağınık bir halde
kalıyorlar. Diğerleri, kıral kelimesinin karşılığı
·olan herhangi bir adla anılan ortak şefin ve onun
nüfuzunu paylaşan boy şefleriyle büyük aile ihti­
yarlarının merkezi halini a'.mış olan şehi rlerde
,beraberce yaşıyorlar. Burada topluluğun ortak
i şleri görülür, ayrı ayrı işler üzerinde karar veri­
Jirdi. İ nsanlar bu sabit zenginliklerle birlikte sa­

yıları gittikçe çoğalan haydutlardan korumak için


pek değerli hazinelerini de burada topl amışlardı.
3
iNSAN ZEKASININ lLERLEMEI.ER!
34

Milletler, toprakları üzerinde dağınık kaldıkça�


şefleri nin toplanmaları için , ortak menfaatler üze­
rinde yapılan danışmalar için, hü küm veren mah­
kemeler için, bir yer, bir zaman göstennek adet
old u .
Bir kökten gelen, b i r dili konuşan milletler�
birbirleriyle harb etmek ten de geri kalmıyarak.
hemen her zaman az veya ç ok sıkı bir federasyon
kurup gerek yabancı düşmanlara karşı, gerek
kendilerine edilen hakaretlerin öcünü almak, gerek­
se h e rhangi bir din ödevini beraberce yerine ge­
tirmek için birleşmeye karar veriyorlar.
K onu kseverlikle ticaret de, görenekleri, di l­
leri bakımından birbirinden farklı olan bu mil­
letl er arasında, yağmacılıkla harbin her zaman
bozduğu, a m a sonra çapul sevdasından, öc alnı&
hırsından daha kuvvetli olan bir zoru nluğun
yeniden k u rduğu birtakım değişmez bağlantılaF
doğuruyordu.
Harbde yenilenl e ri boğazlamak, soymak, köle
haline &akmak, artık mil letler arasında tanılan
biricik hak değildi. Toprak bırakmalar, cereme­
ler. haraçlar, biraz olsun, barbarca zorbalıkların
yerini tutuyordu.
Bu devirde silahı olan her erkek askerdi :
daha iyi silahları olanlar, bunları daha iyi kul­
lanmaya alışanlar, harbde ardından gelmeleri şar­
tiyle başkalarına silah buluverenler, biriktirdik­
leri erzaklarlar onların ihtiyaçlarını karşılıyacak
durumda bulunanlar, tabiatiyle şef oluyorlardı ;
ama, hemen h emerı gönüld en gelen bu baş eğme,
kö lece bir bağlılığa kadar vannıyord u.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
35

Arada bir yeni kanunlar yapmak ihtiyacı


<luyulduğu zaman, vatandaşların eşit olarak ver­
mek zorunda oldukları umumi masraflar bulun­
madığı yahut bunlar gerekli olunca şeflerin
malı olan veya ortaklaşa korunan topraklardan
-ödendiği zaman, birtakım d üzenlerle endüstriye,
<ticarete güçlük çıkarma fikrinin henüz bilinme­
·diği zaman, saldırış harbine halkın rızasiyle ka­
;rar verildiği yahut böyle bir harb sadece zafer
:sevdası, çapul zevki için gönüllü olarak buna
katılanlarca yapıldığı zaman, ilk şeflerin veya
kıralların hemen hepsinde bulunan soydan gelme
haklarına ve diğer daha aşağı şeflerin zorla ele
geçirdikleri siyasi otoriteyi paylaşma, hükümet
ve hakimlik işlevlerini görme imtiyazlarına rağ­
men, insan bu kaba hükümetlerde yine kendini
.hür sayıyordu.
Ama sık sık bir kıralın şahsi öc almalara,
k
• eyfi şiddet hareketlerine kalkıştığı olurdu; ço­
ğu zaman bu imtiyazlı ailelerde gurur, soydan
.-soya güdülen bir kin, aşk taşkınlıkları, altın hırsı
·yüzünden cinayetler artarken, şehirlerde birleşip
!malların ihtiraslarına alet olan şefler de sui­
kastları, sivil harbleri körüklüyorlar, karakuşi
hükümlerle halkı eziyorlar, hırslarına kapılarak
işledikleri cinayetlerle olduğu gibi haydutlukla­
,riyle de onu hırpalayıp duruyorlardı.
Birçok milletlerde bu ailelerin sataşkanlık­
'lan, halkın sabrını tüketiyor, neticede bu aileler
halk tarafından yok ediliyor, kovuluyor, yahut
.kanunun pençesine teslim ediliyor, arada bir de
İNSAN ZEKASININ İLERLEME:LERİ
36

ortak kanunca sınırlanan bir otorite ile unvan­


larını koruyorlardı. Böylece sonraları cumhuri­
yet adı verilen idarelerin kurulduğu görüldü..
Başka yerlerde, kendilerine dağıtacak silah­
ları, hazineleri bulunduğu için dalkavuklarla sa-·
rılmış olan kırallar, mutlak bir otorite kulla­
nıyorlar ; işte tiranlığın kökü b uradan başlar.
Diğer ülkelerde, hele küçük milletlerin asla
şehirlerde toplanmadıkları ülkelerde, bu kaba
anayasaların ilk şekilleri, bu milletlerin hayat­
ları boyunca veya bir fatihin boyunduruğu altına.
gird ikleri yahut soygunculuk düşüncesiyle kendi
başlarına harekete geçerek yabancı toprak üzerine;
yayıldıkları ana kadar tutunup kalmıştır.
Pek dar bir alan üzerinde sıkışmış olan bu·
tiranlık, uzun zaman yaşıyamazdı. Milletler, ken-·
dilerine vurulan boyunduruğu çarçabuk silkip·
attıla", hatta bu boyunduruk fikri bile tutuna-·
madı. Canavar, artık kend isinden korkulmıyacak,.
ürkülmiyecek kadar yak ndan görülmüş ü ; eğer
tiranlar, parçalıyarak ezdikleri milletin kudretiyle·
kendi zaıflarının sırrını ondan gizliyebilmek için.
imparatorl uklarını çok uzaklara yaymazlarsa, ne·
zorla, ne fikirle millete sürekli zincirler v uramı­
yacaklardır.
Cumhuriyetlerin tarihi, bundan sonra gelen
devirdedir ; ama incelediğimiz devir bizi yepyeni.
bir manzara ile karşılaştırmak üzeredir.
Yabancı bir millete boyun eğmiş olan bir çiftçi
millet, ocaklarını asla bırakmıyor; hayat, onu.
.efendileri hesabına çalışmaya zorluyor.
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
37

Kimi zaman da hakim millet, ele geçirilen


arazi üzerine bu araziyi idare etmek için şefler,
korunmak, hele burada yaşıyanlan el altında tut­
mak için askerler bırakmakla, silahları alınmış,
üaatli tebaadan para veya erzak halinde haraç
istemekle kanaat ediyor. Kimi zaman da aynı
:araziyi kendisi eline alıyor, askerlerine, subayla­
nna buradan mal mülk dağıtıyor, ama o zaman
<la yerli halkı işlemekte olduğu toprağa bağlı
tutuyor, az veya çok şiddetli kanunlarla düzen­
lenen bu yeni çeşit köleliğin boyunduğuru altına
alıyor. Bir askeri idare ile bir mahkeme kurmak,
cihangir milletin fertleri için, bu toprakları kazan­
manın belli başlı şartı oluyor.
Başka zaman hakim millet, toprağın mülki­
yetini kendi elinde tutuyor, başkalarına, aynı
şartları koşarak, bu toprağın gelirinden yalnız
faydalanma hakkı veriyor. Hemen her zaman,
hallere, şartlara göre, fetihte alet olanları mü­
kafatlandırmada, yenilenleri soymada kullanılan
bu üç usulün üçünün birden kullanıldığı görül­
müştür.
Bundan sonra yeni yeni insan sınıflarının
-doğduğunu görüyoruz; hakim milletin soyundan
gelenlerle baskı altında bulunan milletin soyun­
dan gelenler; cumhuriyetlerin patriciyasiyle ka­
rıştırılmaması gereken soy asilliği; köleliğe dü­
şürülmeden çalışmaya, körükörüne bağlılığa, aşa­
ğılanmaya mahkum edilen bir millet; en sonra ev
kölelerinden ayrılan ve daha az keyfi olan kul­
foklariyle efendilerinin keyifleri karşısına kanunu
koyabilen toprak köleleri.
INSAN ZEKASININ lLERI.EME:LERt
38

Derebeyliğin kökü de bu devirde görülebi-·


lir. Derebeylik, yalnız bizim ülkelerimizde rasla-­
nan bir bela değildir, medeniyetin aynı devir­
lerinde hemen bütün yeryüzünde görülmüştür,.
her defasında da aynı toprak, zaferin, araların­
da soydan gelme bir eşitsizlik kurduğu iki mil­
let tarafından sıra ile ele geçirilmiştir.
En sonra despotizm de fethin bir neticesi·
olmuştur. Burada despotizm söziyle, onu gelip·
geçici tiranlıklardan ayırmak için, tek bir ada­
mın bir milleti ezmesini kastediyorum; bu adam,.
kanaate, alışkanlığa dayanarak, bilhassa askeri
hir kuvvetle o millete hükmeder, o milletin fert­
leri üzerinde doğrudan doğruya keyfi bir otorite'
ku llanır, ama kendisi de peşin h ükümlere saygı,
göstermek, boş isteklere göz yummak, açgözlü­
lüğü, kibri okşamak zorundadır.
Cihangir milletten veya boyun eğenler küt-·
lesine yabancı milletten toplanan bu silahlı kuv-·
vetiıı kalabalık, seçme bir kısmiyle sıkı sıkıya
kuşatılmış olan, vilayetleri, emirlerinde aynı or­
dunun pek zayıf birlikleri bulunan generallerle·
elinde tutan bu adam, zorla, dehşet saçarak hüküm
sürer ; çünkü yenilen millet içinde veya dağınık,.
bi rbirine rakip şefler arasında tek bir kişi bile,
onun elinde bulunan kuvvetlerin bir anda ezemi-·
ycceği kuvvetleri karşısına çıkarmak imkanını:
aklına getiremez.
Muhafızların bir ayaklanması, merkezde çıkan.
bir başkaldırma hareketi , müstebit ıçın kötlli
neticeler doğurabilir, ama bu gibi hareketler de
iNSAN ZEKASININ lT.ERLEMEI.ERl
39

despotizmi zayıf düşürmekten uzaktır. Fakat bir


ordunun başındaki general, gelenekle yerini almış
olan bir aileyi devirerek yeni bir hanedan kura­
bilir, ama bu da yine aynı tiranlığı yürütmek
içindir.
Bu üçüncü devirde, henüz ne fatih olmak,
ne fethedilmek felaketine uğramamış olan mil­
letler, çiftçi milletlerin sade, kuvvetli erdemle­
rım, kahramanlık zamanlarının törelerini gös­
terirler; bunlarda büyüklükle yırtıcılığın, iyi­
kalblilikle barbarlığın birbirine karışması, tab­
loyu o kadar çekici bir hale kor, bizi öylesine
sarar ki, bu milletlere hem hayran olur, hem
acırız.
Fatihlerin kurdukları imparatorluklarda gö­
rülen tablo ise, tam tersine, despotizmle hurafe­
nin insan soyunu sürükliyebildiği düşkünlük ve ah­
lftksızlığın bütün inceliklerini bize göstermekte­
dir. Burada endüstri ve ticaret üzerinden alınan
haraçların, insana güclerini istediği gibi kullan­
ma hakkını verdiren cereınelerin, işini seçmede,
malını mülkünü kullanmada güçlük çıkaran,
çocukları babalarının mesleğine bağlıyan kanun­
ların, müsaderelerin, merhametsizce cezaların orta­
ya çıktığı görülür. Kısacası keyfi hareketler, ka­
nuna dayanan tiranlıklar, hurafeden kuvvet alan
zulümler, insanlığın hor görülmesinden ileri
gelmiştir .
Asla büyük devrimler geçirmemiş olan bu­
dunsularda, medeniyet ilerlemelerinin oldukça
aşağı bir basamakta durduğu görülebilir. Bununla
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
40

beraber daha o zamanlar, insan zekası ilerleme­


lerinin ilk iticisi olan, aynı zamanda lüzumsuz
lüks zevkini doğuran, endüstriyi teşvik eden yeni
fikirler, yeni heyecanlar ihtiyaciyle birlikte doy­
maz bir gözle tabiatın sırlarını saklıyan perdeyi
delecek bir tecessüs duymuşlardı ; bu yüzden he­
men her yerde bu ihtiyacı gidermek için dunna­
dan değişebilen heyecanlar elde etrrek isteğiyle
boyuna fizik vasıtalar aranışlar, kullanmışlardır.
Mayalı likörler, sıcak içkiler kullanmak, afyon,
tütün, tenbol tiryakilikleri bunlardandır. Bu
alışkanlıklardan her hangi birine raslanmıyan
milletlerin sayısı pek azdır ; bunlardan bütün
günü dolduran, bütün saatlerde tekrarlanan bir
zevk doğar; bu zevk, zamanın yükünü hafifletir ;
bu işle uğraşma, uyanık bulunma ihtiyacını kar­
şılar, sonunda da bu ihtiyacı duyulmaz bir hale
getirir, insan zekasında çocukluğu, hareketsiz­
liği uzatır. Bilgisiz, köle milletlerin ilerlemele­
rine engel olan bu alışkanlıklar, aydın mem­
leketlerde de hakikatın bütün sınıflara eşit, saf
bir ışık saçmasına engel olmuştur.
Topluluğun ilk iki devrinde sanatların ne
halde bulundukları ortaya çıkarılmakla odunun,
taşın, hayvan kemiklerinin işlenmesi, derilerin
tabaklanması, kumaşların dokunması gibi işlere
ilk milletlerin boyacılık, çömlekçilik gibi daha
güç sanatları, ilk maden işletmelerini nasıl ilave
edebildikleri gösterilecektir.
Bu sanatlardaki ilerlemeler, bir birinden ayrı
milletlerde yavaş yavaş olmuştur, ama bu mil-
tNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
41

letler arasında zayıf da olsa birtakım münase­


betlerin kurulması, bu ilerlemelerinin yürüyüşünü
hızlandırmıştır. Bir millette görülen yeni bir
işleme tarzına, yeni bir buluşa komşuları da or­
tak olmuştur. Çoğu zaman sanatları yıkan fetih
ler, onları yaymaya, gidişlerini durdurınadan,
ortadan kalkmalarına meydan vermeden onların
mükemmelleşmesine yardım etmeye başlamıştır.

Hurafe ile despotizmin uzun tesirleriyle bü­


tün insan güderinin değerden düşürüldüğü
milletlerde, bu sanatlardan birçoğunun çok yük­
se�-: bir mükemmellik derecesine ulaştığı görül­
mektedir. Ama bu iptidai endüstrinin akla dur­
gunluk veren eserleri gözden geçirilince burada
dehanın nimetlerini gösteren hi·;bir şey görül­
mez : burada mükemmelleşmelerin köriikörüne
bir alışkanlığın ağır emeklerle elde edilen bir
eseri olduğu anlaşılır. Her yerde bizi hayrete
düşüren bu endüstrinin yanıbaşında, onun kö­
künü meydana veren bilgisizliğin, kalın kafa­
lılığın izleri görülmektedir.

Toprağa yerleşmiş, barış içinde yaşıyan top­


luluklarda astronomi, hekimlik, pek basit anatomi
kavramları, madenlerde nebatların bilgileri tabiat
olaylarını araştırmanın ilk unsurları, gözlemleri
çoğaltarak, ağır fakat emin bir tarzda bu göz­
lemlerin eninde sonunda ulaştırdıkları birtakım
genel neticeleri kolayca, hemen bir bakışta kav­
ramayı sağlıyan zamaı:ın tesiriyle mükemmelle­
şirler, yayılırlar.
İNSAN ZEKASININ I LERtEMELERl
42

Bununla bcrabcı bu ilerlemeler çok zay ı l


olmuştu r ; eğer bi rtakım aileler, hele özel kusı­
lar, zaferlerinin, kudretlerinin, ana temeli olarak
kullanmasalardı bu bil imler, daha çok uzun
zaman ilk çocukluk çağında kalırlardı.
Artık tabiatın gözlemine insanın, topluluk­
ların gözlemi katılabilmişti. Artık pek az pratik
ahlak, siyaset maksimleri nesilden nesile geçiyor­
du : bu kastlar onlan kendilerine mal ettiler.
Dini fikirler, peşin h ükümlerle hurafeler de onla­
rın alanını gittikçe genişletiyordu. Bu kastlar,
ilk insan birliklerinin, ilk şarlatan ve falcı a ile­
lerinin ye rini tutmuştur. Ama bi raz i ncelmiş olan
kafaları kandırmak için daha büyük bir usta l ı k
göstermek gerekiyordu. Onların gerçek bilgileri,
görünüşte çetin bir bayat sürmeleri, yabancı in­
sanl arın arzu ettikleri şeyi i kiyüzlüce küçümse­
meleri, onların halkın gözünde bu zayıf bilgileri de,
bu ikiyüzlüce erdemleri de kutsallaştıran şöhretle­
rini bir otorite haline getiriyordu. Bu toplulukların
üyeleri birbirinden epeyce farklı iki konuyu ilkin
aynı derecede gayretle ele alıyorlar : Bunlardan
biri, kendileri için yeni yeni bilgiler edinmekted i r ;
d i ğeri de halkı aldatmaya, ruhlara hükmetmeye
yarıyan bu bilgileri kul lanmaktır. /
Onların bilginleri en çok astronomiyle uğra­
şırlardı ; çalışmalariyle meydana geti rdikleri eser­
lerin dağınık izlerine bakarak h ü k üm veril i rse
denilebilir ki, bu adamlar, d ürbünlerin yardımı ol­
madan, ilk unsurların yüksek matematik n a za­
riyelerine dayanmadan, bu alanda mümkün olan
en yüksek noktaya ulaşmışlardır.
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
43

Gerçekten, gökyüzü olaylarını hesaplayıp


önceden bi ld i rmek imkanını elde e mek için, bir
sıra gözleml erin yardımiyle, yıldızların hareket­
lerinin o l duk ça belgin bir bilgisine va rıl ab ili r .

Gözlemler çok uzun bir zaman üzerine yayılınca


bul unması pek kolay olan bu ampirik kanunlar,
bu ilk astronomicileri asla dünya sisteminin ge­
nel kanunlarını bulmaya kadar göt ürmemiş, ama
ihtiyaçlarını veya tecessüslerini ilgilendirebilen her
işte yetecek kadar, insanın noksanını tamamlamış ,
,

endüstri hakkını yalnız kendi ellerinde tutan zor­


baların itibarını arttırmaya yaramıştır.
Aritmetik ölçeklerin, yani bütün sayıları pek
az işaretle gösterme, pek basit teknik işlemlerle,
insan zekasının kendi başına bırakılınca ulaşa­
mıyacağı hesaplar yapma gibi mutlu bir vasıta­
nın ince fikrini onlara borçlu olduğumuz anla­
şılıyor. Bu, insan zekası kuvvetlerini iki kat art­
tıran me t ot l a rı n ilk örneğidir; bu metotların
yardımiyle de insan zekası na ul aşılmas ı yasak
,

olan bir sınır çizilemiyor, insan zekası, sınırlarım


sonsuz ol a rak gen i şleti yo r.
Ama insanların aritmetik bilimini bu ilk iş ­

lemlerden da h a ileri götürdükleri g ö r ül mü y or .

Bu insanların toprak ölçüsü sanatı için gerekli


astronomi tatbikatını i ç i ne alan geometrisi, Pythago­
ras'ın Yunani stana götürdüğü veya yeniden bul­
duğu o ünlü d avad a durmuş kalmıştı r .

Bu in sanlar, makineler mekaniğini onu kul­


lanacaklara bırakmışlardır. Bununla beraber ma­
sallarla karışık birtakım rivayetler bu bilim ko-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
44

!unun, zihinleri harikalarla şaşırtma vasıtaların-·


dan biri olarak, makine ile uğraşanlarca kulla­
nılmak üzere işlendiğini bildirir görünmekte­
dir.
Hareket kanunları, rasyonel mekanik, bu iıı­
san ların dikkatini asla ç.::kmemiş.
Onlar hekimliği, cerrahlığı, hele yaraları iyi­
leştirme cerrahlığını öğreniyorlarsa da, anatomiyi
yüzüstü bı rakıyorlar.
Botanikle tabiat tarihindeki bilgileri, ilaç
ola rak kullanılan birtakım maddelerle garip özel­
likleri işlerine yarıyabilecek birtakım madenler­
den ileri geçmiyordu. Onların basit prosedeler
içinde kalan, nazariyesiz, metotsuz, analizsiz kim­
yası, birtakım ilaçlar yapma sanatından, gerek
hekimlikte, gerek sanatlarda kullanılan birtakım
sırların bilgisinden veya kendisinden daha az
bilgili olmıyan şeflere bağlı bilgisiz bir kalabalığın
gözlerini kamaştırmaya yarıyaıı birtakım hokka­
bazlıklardan başka bir şey değildi.
Onlar için bilimlerdeki ilerlemeler, yalnız ikin­
ci derecede bir gaye, hükümlerini devam ettirip
yaymada bir vasıtaydı. Onlar hakikati yalnız
yanılmalar saçmak için arıyorlardı ; bu yüzden
hakikate binde bir ulaşmalarına şaşmamalıdır.
Bununla beraber, yine bu insanlar, gelenek­
leri sağlamada, yerleştirmede, bilgileri - çoğalma­
ya başlar başlamaz - başkalarına bildirmede,
bir yerden bir yere götürmede tek vasıta olan
yazı sanatını bilmemiş olsalardı, ne kadar ağır,
ne kadar zayıf olursa olsun, bu ilerlemeler de
yapılamazdı.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
45

B öylece hiyeroglif yazısı, ya onların ilk bu­


luşlarından biriydi, yahut öğretici sınıfların mey­
dana gelişinden önce bulunmuştu.

Onların gayesi, aydınlatmak değil, hüküm


sürmek olduğu için, halka yalnız bütün bildik­
lerini bildirmemekle kalmıyorlar, ona göstermek
istedikleri bilgileri de yanılmalarla bozuyorlardı.
Onlar halka doğruluklarına inandıklarını değil,
kendi işlerine yarıyanı öğretiyorlardı. Kendi­
lerinin insanlardan üstün, tanrısal bir karaktere
b ürünmüş, geri kalan insanlara yasak olan bil­
gileri doğrudan doğruya gökten almış görünme­
lerine yarıyan tabiatüstü, kutsal, göksel şeylerle
karıştırmadan halka hiçbir şey göstermezlerdi.

Böylece iki doktrin ortaya çıktı : Biri bu adam­


ların kendileri için, öbürü halk için. Çok defa
bu adamlar, birçok tarikatlara ayrıldıklarından
her biri birtakım sırlar saklıyorlardı. Bütün aşağı
tarikatlar, aynı zamanda hem aldatıcı, hem an­
layışsız idiler, ikiyüzlülük sistemine de, yalnız
birtakım müritler tamamiyle mükemmelleşmiş gö­
ziyle bakıyorlardı.

Bu iki taraflı d oktrinin yerleşmesine zama­


nın, milletler arasındaki münasebetlerin, karışma­
ların eseri olan dillerdeki değişiklikler kadar
hiçbir şey yardım etmemiştir. İki taraflı doktrini
tutanlar, eski dili, yahut başka bir milletin dilini
kendilerine alıkoymuşlar, böylece yalnız kendile­
rince anlaşılan bir dili elde etmek gibi bir üstün­
lük sağlamışlardır.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
46

Nesneleri, ister aynı şeye, ister benzeri bir


şeye az veya çok uygun bir resimle ışaretliyen
ilk yazı, bu nesnelerin benzerliği hemen hemen
s ili n m iş olan veya artık düpedüz itibari işaret­
lerden başka bir şey kullanmıyan basit bir yazıya
yerini bırakınca, zaten bir dil i olan gizli doktrin,
artık bir yazıya da kavuşmuş oldu.

Dillerin başlangıcında aşağı yukarı her kelime


bir mecaz, her cümle bir temsildir. Zihi n, şekilli
anlamla öz anlamı birdenbire, kavrar ; kelime,
fikirle birlikte bu kelimenin anlattığı benzeri
hayali de ortaya koyar. Ama zihin, bir kelimeyı
bir şekilli anlamda kullanma alışkanlığiyle ilk
anlamından soyarak yalnız onun üzerinde karar
kılıyor ; böylece baştan şekilli olan bu anlam,
yavaş y avaş aynı k elimenin hem g ündelik , hem
öz anlamı oluyor.

İlk allegorik dili koruyan papazlar, bu dili


halkla birlikte k ull amyorl ar ; bu dilin gerçek
anlamını artık kavramıyan, kelimeleri onların öz
kavramı halini almış olan biricik kavramı gör­
meye alışan halk, aynı deyimler papazların ka­
fasında sadece basit bir hakikati gösterdiği halde
bunları nedense saçma masallar şeklinde anlıyor­
du. Papazlar, kutsal yazılarını aynı şekilde kul­
lanıyorlardı. Onlar bir astronomi olayını, yıl
tarihinin olgularından birini göstermek istedik­
leri zaman, halk bu olgularda insanlar, hayvanlar,
devler görüyordu.
İNSAN ZEKASININ ILERLEME:LF.Rİ 47

Böylece papazlar, düşünmelerinde, hemen her


tarafta büyük, ucsuz bucaksız, sonsuz bir bütü­
nün metafizik sistemini yaratmışlardı ki, varlık­
ların hepsi bu bütünün parçalarından, evrende
görülen değişikliklerin hepsi bu bütünün çeşitli
görünüşlerinden başka bir şey değildi. Gökyü­
zü onlara yalnız bu ucsuz bucaksız boşluklara
serpilen yıldız kümelerinden, az veya çok kar­
maşık hareketler çizen gezegenlerden, bu çeşitli
gökyüzlerin duruşları sonucu olan salt fizik ol­
gulardan başka bir şey göstermiyordu. Papazlar,
görünürdeki duruşlarını, gidişlerini göstermek, on­
lardaki ol guları açıklamak için bu yıldız küme­
lerine, bu gezegenlere, onların sabit veya h a re­
ketli hayali dairelerine birtakım adlar takıyor­
lardı.
Ama kendileri için bu metafizik kanaatleri,
bu tabii hareketleri anlatan d illeri, eserleri, hal­
kın gözüne pek acayip bir mitoloj i sistemi ola­
rak görünüyor, bu yüzden pek saçma inançların,
pek manasız tarikatların, pek yüz kızartıcı, pek
barbarca hareket tarzlarının temeli oluyordu.
Sonradan uyduranların ikiyüzlülükleri veya aca­
yiplikleri yüzünden yeni yeni masallarla şişiril­
miş olan hemen hemen bütün dinlerin temeli
böyle atılmıştır.
Bu kastlar, insanı, varlığiyle aşağı yukarı
aynı olan zincirleri büyük bir sabırla taşıyabile­
cek, bunları kırma arzusuna meydan vermiyecek
şekilde yetiştirmek için, bir an bakı şlarımızı Çin
üzerine, bilimlerde, sanatlarda hiçbir milletin ken-
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELER!

dinden önce gelmediği anlaşılan, fakat bütün


bu alanlar�a diğer milletler tarafından arkada
bırakıldığını görmek için, bu millet üzerine dik­
mek gerekti r ; burada opçuluk bilgisi, bu mil­
letin barbarların eline düşmesine asla engel ola­
mamıştır. Burada birçok okulları bütün yurttaş­

lara açık olan bilimler, başlıbaşına her ürlü yük­


selmeye yol aç ıyordu. Bununla beraber saçma,
peşin hükümlere boyun eğen bu bilimler, pek
derin bir bayağılık uçurumuna düşmüşlerdir ; hat­
ta burada matbaacılığın icadı bile, insan zeka­
sının ilerlemelerinde asla işe yaramamıştır.

Başkalarını aldatmayı çıkarlı bulan insan­


lar, hakikati aramadan pek çabuk bıkmış olsalar
gerektir. Milletlerin uysallığından hoşnut olan
bu insanlar, çıkarlarını sürekli olarak sağlama
bağlamak için yeni yeni vasıtalara ihtiyaç olma­
dığını sanmışlardır. Bunlar çok geçmeden, alle­
goriler altında gizlenmiş olan hakikatlerin bir
kısmını kendileri de unutmuşlardır; eski bilim­
lerinden yalnız şakirtlerinin güvenını tutmaya
en çok yarıyanlarını saklıyorlar, ama sonunda
kendileri de, kendi uydurdukları masalların elin­
de oyuncak oluyorlar. Bu zamandan sonra bilim­
lerdeki her türl ü i lerlemelerin bir kısmı da, son­
raki nesiller için kaybolup gitti : Bilgisizliğe, pe­
şin hüküml ere saplanıp kalmış olan insan ze­
kası, varlıkları uzun zamandan beri Asya'yı
lekelemiş olan geniş imparatorluklarda yüz kı­
zartıcı bir uyuşukluğa düştü.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
49

Bu imparatorluklarda yaşıyan milletlerde, bu


medeniyet derecesiyle bu gerileme hali aynı za­
mana düşer. Yeryuvarlağının diğer taraflarını kap­
hyan milletler, ilerlemelerinde bir noktada durup
kalmışlardır, bize de insan soyunun henüz
çocukluk çağındaki tablosunu gösterirler, yahut
da tarihini çizmek bize düşen son devirler içine
olaylarla sürüklenip gelmişlerdir.
Ulaştığımız bu devirde Asya'daki aynı mil­
letler, Çinlilerin bugün de kullandıkları yazıyı ;
yani her fikre birtakım itibari i şaretleri bağlı­
yan yazıyı kullandıktan sonra hiyerogliflerin
yerine geçirdikleri alfabe yazısını bulmuşlardı.
Tarih ve muhakeme, hiyeroglifle alfabe
yazısı arasında bulunan bu yazıya adım adım
nasıl geçildiği üzerinde bizi aydınlatabilir ; ama
alfabe yazısının ilk önce nerede, ne zaman kul­
lanıldığını açıkça anlatan hiçbir şey yoktur.
Daha sonra bu yazı, Yunanistan'a, insan
zekası ilerlemeleri üzerine bu kadar kudretle,
bu kadar mutlu bir tesiri dokunmuş, dehası ken­
disine bütün hakikat yollarım açmış olan,
tabiatın, kaderin kendisini bütün milletlerin,
bütün zamanların velinimeti, öncüsü olarak ha­
zırladığı - bu şerefi bugüne kadar hiçbir millet
payla amamıştır. - bu millete ulaştırılmıştır. Bun­
dan sonra yanlız bir millet, insan soyunun alın­
yazısında yeni bir devrimin başına geçm�k umu­
dunu besliyebildi. Tabiat ile olayların kom­
binezonu bu milletin zafer kazanması için uzlaş­
mış görünüyor. Ama henüz belirsiz geleceğin
bizden saklamakta olduğu şeyin içine girmeye
hiç uğraşmasak daha iyi olur.

4
DÖRDÜNCÜ DEVİR

Yunanistan'da bilimlerin ayrılm asına


kadar, yüzyılına doğru insan zekasının.
ilerieıneleri.

Kendilerine Tanrıların oğ ulları süsünü vere­

rek taşkınlıklar iyle, cinayetleriyle insanlığı leke­


leyen kırallarınd an bıkıp usanmış olan Yunan­
lılar, birtakım cumh uriyetlere ayrılmışlardı. Bun­
lar arasında yalnız Lakedaimonia, diğer hakim­
lerin otoritesine bağlı, yurttaşlar gibi kanunlara
boyun eğen, kırallığm Heraklides'ler ailesinin iki
kolunun büyük oğulları arasında paylaşılmasiyle
zayıf düşmüş olan soydan gelme şefleri tanıyordu.
Yunanlılara aynı kökle, aynı d ille bağlı olan
zayıf, birbirine düşmüş prenslerle idare edilen
Makcd onya'da, Tesalya'da, Epir'de oturanlar, Yu­
nanistan'ı ezemiyorlar, yalnız şimalden gelen l skit
milletlerinin akınlarından k orumakla kalıyorlardı.
Bu memleketin, batıda ayn ayrı, küçük küç ü k
devletlerebölün müş olan İ talya 'dan yana d a
hiçbi r korkusu yoktu, hemen b ü t ü n Sicilya ile
İ talya'nın orta kısmındaki en güzel limanlar,
anayurtlariyle kardeşlik bağlarını kesmemiş
olmakla beraber gene serbest cumhuriyetler kuran
Yu nan sömü rgclerince ele geçirilmişti. Diğer sö­
mürgeler, Ege denizi adalarında ve Küçükasya
kıyılarının bir kısmı üzerinde kunılmu�tur.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
51

Böylece Asya kıtasının bu kısmı ile geniş


Keyhüsrev İmparatorluğunun birleştirilmesi. do­
layısiyle Yunanistan'ın istiklalini, yaşarlarının hür­
riyetini korkutan biricik gerçek tehlike oldu.
Tiranlık, birtakım sömürgelerde, hele kıral
ailelerinin yıkılışından önce yerleştikleri sömür­
gelerde, ne kadar sürekli olursa olsun, milletin
asıl ruhuna dokunmaksızın, yalnız birtakım şehir­
lerde oturanların felaketine sebep olan gelip ge­
çici, önemsiz bir bela olarak ortaya çıkmıştı.
Yunanistan, doğu milletlerinin sanatlarını, bir­
takım bilgileriyle alfabe yazısının kullanılışını,
<lin sistemlerini almıştı, ama bu durum, Yuna­
ınistan'da bir sığınak aramış olan s ürgünlerin,
şarktan doğru yanlış bilgiler getiren Yun anlı
:gezginlerin Yunanistanla bu milletler arasında
kurdukları münasebetler sonunda meydana gel­
mişti.
Bilimler, artık burada ayrı bir sınıfın işi, malı
-0larak kalamazdı. Papazlarının belli başlı işleri
Tanrılara tapmadan ileri geçmiyordu. İ nsan de­
hası, bu yolda ukalaca gözlemlere, ruhani bir
zümrenin ikiyüzlülük sistemine bağlı kalmak­
sızın bütün kuvvetlerini ortaya döküp saçabili­
:yordu. Hakikati bilmede bütün insanların eşit
hakkı vardı. Her insan, bütüniyle herkese bil­
.dinnek için bu hakikati aramakla uğraşabilirdi.
Bu mutlu hal, Yunanlılarda, insan zekasına,
ilerlemelerinin hızlanmasında, yayılışında siyasi
hürriyetten çok daha sağlam bir ilke olan ser­
besliği veriyordu.
lNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
52

Bununla beraber, aradan çok geçmeden, fey­


lesoflar yani bilim, hikmet dostları gibi çok sade
bir ad almış olan bilgeler, bilginler, çizdikleri
çok geniş planın ucsuzluğu bucaksızlığı içinde
yollarını sapıtıyorlar. İnsan tabiatını, tanrılarını,
tabiatını, dünyanın, insan soyunun ilk başlangı­
cını öğrenmek istiyorlar. Bütün tabiatı yalnız
bir ilke, evrenin olaylarını tek bir kanun içine
sokmayı deniy orlar. Ahlakın bütün ödevlerini
.olduğu gibi gerçek saadetin sırrını da tek bir
hareket kaidesi içine sığdırma yolunu arıyorlar.

Böylece hakikatleri bulacak yerde, si stemler


uyduruyorlar; yalnız hayallerine dalmak için
olayların gö zlemini bir yana bırakıyorlar ; kana­
atlerini, tanıtlar üzerine temellendi remeyince ke­
lime incelikleriyl e korumaya kalkışıyorlar. Bu­
nunla beraber aynı adamlar geometriyi, astro­
nomiyi başarı ile işlemekten de geri kalmıyor­
lar. Yunanistan, bu bilimlerin ilk unsurlarını,
hatta birtakım yeni hakikatları, hiç değilse şark­
tan inançlar halinde değil de ilkelerini, tanıtla­
rını bildikleri nazar iyeler halinde getirdikleri
hakikatlerin bilgisini bu bilgileriyle, bilginlerine
borçludur.

Sonraları, daha aydın yüzyıllarda yeniden or­


taya çıkacak olan iki mutlu fikrin, bu sistem­
lerin karanlığı içinde, ışıldadığını görüyoruz.

Demokritos, evrendeki bütün olaylara, belirli,


değişmez bir şekilde, bir ilk itme hareketi alan
basit cisimlerin kombinezonları, hareketleri ne-
İNSAN ZEKASININ !LERLEME'LERİ
53

ticesi gibi bakıyordu ; bu itmeden her atomda


değişen, ama bütün k ütlede her zaman aynı ka­
lan bir iş miktarı meydana gelir.

Pythagoras, ilkeleri, sayıların özelliklerinden


çıkması gereken bir ahengin evreni idare ettiğini
ileri sürüyordu. Yani bütün olaylar genel ve hesap
edilmiş kanunlara bağlı idi.

Bu iki fikirde Descartes'ın cüretli sistemle­


riyle Newton'un felsefesini kolayca tanıyoruz.

Pythagoras, gök cisimlerinin gerçek duru-


munu, dünyanın doğru sistemini düşünceleriyle
buldu ve bu alandaki bilgileri Mısır ve Hint pa­
pazlarından alıp Yunanlılara tanıttı. Fakat bu
si stemde hakikat, zihinleri kendilerine çekeıni­
yecek kadar zayıf tanıtlar üzerine kurulduğu
için duyguların öğrettiklerine çok aykırı, her­
kesin bildiği fikirlere çok yabancı idi : Pytlıa­
goras, okulunun içinde gizli kaldı, XVI. yüzyılın
ortalarına doğru, henüz pek kuvvetli, pek tehli­
keli olan duygulardan yüz çevirmeyi de, hura­
fenin peşin hükümlerini de alt etmiş olan daha
sağlam tanıtl ara dayanarak yeniden o rtaya çı­
kıncaya kadar onunla beraber unutuldu gitti.

Pythagoras okulu, en çok Büyük Yunanis­


tanda yayılmıştı ; bu okul orada insanlık hak­
larının kanun koyucularını, ateşli koruyucularını
yetiştiriyordu ; sonunda da tiranların eliyle yı­
kıldı. Bunlardan bir tanesi Pythagoras'çıları okul­
ları içinde diri diri yaktı ; bu da şüphesiz felsefeyi
inkar etmek, milletlerin davasını bir yana atmak
iNSAN ZEKASININ iLERLEMELER!
54

için değilse de çok tehlikeli olan bir adJ taşımaktan


vazgeçm ek, hürriyet, akıl düşmanlarının gazap­
larını uyandınnaktan başka h i ç bir işe yaramıyan
şek.illeri bırakmak için yeter sebep olmuştu.
Her iyi felsefenin ilk temellerinden b i ri de,
her bilim için, her i şareti iyice belli ed ilmi ş , sınır­
lanmış bir fikir gösteren sağlam, belgin bir dil
meydana getirmesi , kılı kırk yararcasına bir tah­
li lle fikirleri iyi belirtmesi, iyi sınırlamasıdır.
Yunanlılar, tersine olarak, kelimelerin anlamı
üzerinde oynamak, zihni iki anlamlı bayağı fikirler
içinde bunaltmak, aynı işaretle birbiri ardınca
çeşitli fikirleri anlatarak zihni yanlış yola saptınna k
için gündelik dilin eksikliklerine kapılıyorlard ı ,
Bununla beraber bu kelime ustalığı, zihinlere incelik
verdiği gibi, hayali güçlükler karşısında onların
kuvvetlerini de tüketiyordu. Böylece bu kelimeler
felsefesi, insan aklının güclerini aşan bir engel
önünde durur gibi göründüğü alanları doldurarak,
onun doğrudan doğruya ilerlemelerine yardım
etmemekle beraber, bu ilerlemeleri hazırlamaktan
da geri kalınıyordu. i lerde bu gözlemi tekrarlamak
fırsatını bulacağız.
Bu, belki de asla erişilemiyecek olan sorulara
bağlanmak, nesnelerin önemine veya büyüklü­
ğüne kapılarak, hakikate ulaşma vasıta l arı olup
olmadığını düşünmeden yanlış yola sapmak, ol­
guları toplamadan önce nazariyeler kunnayı,
henüz gözlenmesi bile bilinmediği bir sırada evren
yapısını yapmayı istemek, kısacası ilk adımlar­
dan başlıyarak felsefenin yürüyüşünü durdurmuş,
1NS.A. N Zt:KASININ ILER l.EM ELERI
55

zamanı için hoş gö r ülme s i tabii olan ycın ılmaya


kapılmak demekti. İ şte bun un iç i n d i r ki Sokrates
de sofistlere saldırırken, onların boş söz ustalık­
la rını gülünç bir hale koyarak, Y unanlılara, gök­
yüzünde kaybolan bu rel sefcyi artık yeryüzüne
indirmeleri için haykırıyordu. Ama onun ne ast­
ronomiye, ne geometriye, ne de tabiat ol a y l a r ın a
küçümseme ile baktığı yokt u ; o, insan zekasını
yalnız ahlilk incelemesi i ç i ne sokan ç oc u k ça, yanlış.
bir fikir caş ım ı y o rdu . Tam tersine, matematik,
fizik, bilimler, ilerlemelerini tamamiyle onun o ku ­
luna, şaki rt l erin e borçludurlar. Komedilerde ona
k on d uru l mak istenen gülünçlükler arasında, birçok
alaylara sebep olan renkid, on un geometriyle uğ­
raşması, meteorları incelemesi, coğrafya haritalan
çizmesi , kızgın camla r üzerinde gözlemler yapma­
sıdır. Çok gari pti r k i, b unl ar yalnız Aristophanes'in
soytarılığiyle o zamandan bize ulaştırılmıştır.

Sokrates, i nsanlara yalnız tabiatın ellerine ver­


diği nesnelerle kanaat etmeleri ni bild i rmek, bu
yolda yeni adımları denemeden önce her adımı
sağlamca atmayı, b ilinmiyen bir alanda tesad üfe
kap ılm adan önce etraflarındaki alanı incel emeyi
öğretmek istiyordu.

Öl ümü , insan zekasının tarihinde önemli bir


olaydır; felsefe ile hurafenin savaşından d oğan
ilk cinayettir. Daha önce Pythagoras okulunun
yakılması, fel sefen i n insanlığı ezenlere karşı Sok­
rates'in açtığı savaştan dah a eski, daha k ı yası ya.
bir harbi göstermişti. Her iki olay da yeryüzün-,
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
$6

.de papazlarla kırallar kaldıkça sürüp gidecek,


·gözden geçireceğimiz tabloda büyük bir yer tu­
ıtacaktır.
Papazlar, zekalarını olgunlaştırmaya, ilk se­
beplere yükselmeye çalışarak, dogmalarının bütün
saçmalığını, t örenlerinin bütün acayipliğini, keha­
ınetlerindeki, kerametlerindeki bütün d üzenbazlığı
.öğreten oirtakım insanların ortaya çıktığını gö­
·rerek kaygıya d üşüyorlardı. Feylesofların bu sırrı,
-okullarını dolduran şakirtlerine açmalarından, on­
il.ardan da bu sırrın o torite, itibar elde etmek için
kafalarını işletmek zorunda olanlara geçmesinden,
böylece çok geçmeden halkın pek kaba, bilgisiz
ibir sınıfı haline düşmekten korkuyorlardı.
Telaşa düşen bu ikiyüzlü insanlar, Tanrıla­
'fın papazlarca uydurulduğunu milletlere öğret­
ımeye henüz vakit bulamadan, feylesofları dinsiz­
likle suçlamada gecikmediler. Feylesoflar, gene
papazların usulüne göre, gündelik peşin hüküm­
'leri açıktan açığa hırpahyan fikirleri yalnız piş­
ıkin şakirtlerine açmakla iki taraflı bir doktrin
k u llanmayı kabul ederek b u takipten yakayı kur­
tarmayı düşünmüşlerdir.
Ama papazlar en basit fizik hakikatlerini
.de milletlere küfür olarak gösteriyorlardı. Onlar,
güneşin Mora'dan daha büyük olduğunu söyle­
meye yeltendiği için Anaksagoras'ı mahkemeye
verdiler.
Sokrates de onların elinden yakasını kurtara­
madı. Dehanın, erdemin üzerine titriyen Perik­
ks'in Atinası artık ortada yoktu. Bundan başka
İNSAN ZiEKASININ İLERLEMELERi
57

Sokrates'in suçu bu kadarla da kalmıyordu. So­


fistlere karşı beslediği kin, yolunu sapıtmış olan
felsefeyi faydalı konulara götürmek uğrundaki
aşın gayreti, papzlara onun sadece hakikati ara�
<lığını, insanlara yeni bir sistem kabul ettirmeyi,
kafalarını kendi kafasına bağlı kılmayı değil, yal­
nız akıllarını kullanmayı öğretmek istediğini an­
latıyordu : Bu ise ruhani gururun bütün cinayet­
ler arasında en az bağışlayabileceği bir cinayetti.
Eflatun, Sokrates'in mezarı başında, hocasın­
dan aldığı dersleri okutmaya başladı. Diyalogla­
rında, felsefe münakaşalarının kuruluğunu gide­
ren çekici üslCıbu, parlak muhayyilesi, güzel, haş­
metli tabloları, iğneleyici nükteleri ; ortaya attığ�
y umuşak, saf ahlakın özsözleri, şahısları hayat
alanına koyan, herbirini kendi karakteriyle ya­
şatan sanatı ; kısacası zamanın, fikir devrimlerinin
soldurmadığı bütün bu güzel şeyler, şüphe yok
ki her zaman eserlerine temel olan felsefi hayal­
ler, hocasının sofistlerin o kadar başına kaktığı.
ama baş şakirdinin de bir türlü sakınamadığı ke­
lime oyunları yüzünden iyi karşılanmıştı.
Diyalogları okurken, bunların nasıl olup daı
okulunun kapısı üzerine koyduğu bir yazı ile geo­
metri bilmiyenin içeriye girmesini yasak eden
bir adamın elinden çıktığına, boş, saçma farazi­
yelerin pervasızlığı ile bunları söyliyen adamın
ilk olarak insan bilgilerinde doğruluğun temelle-­
tini keskin bir incelemeden geçiren ve çok ay­
dın bir aklın saydıracağı bu temelleri sarsan bir
tarikatın kurucusu olabileceğine şaşmamak elden
gelmez.
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ

Anıa, Eflatun'un hiçbir zaman kendi adına


konuşmadığı, burada hocası Sokrates'in her za­
ıman şüpheye dayanan tevazuu ile fikirlerini an­
.ıattığı, sistemlerin bunları kuran yahut Eflatun'un
:kurduklarını farzettiği insanlar adına ortaya
.atıldığı düşünül ü nce bu çelişme ortadan kal­
kıyordu. Bu diyaloglar bundan başka Pironiz­
;ınin de bir okuludur. Eflatun burada hem parlak
!faraziyeleri bir araya getimıekten, geliştimıekten
Jıoşlanan bir bilginin atak muhayyilesini, hem
<le muhayyilesine kapılan, fakat kurtarıcı bir ş üp­
he ile sil:1blı olan aklı, en b ozucu hayallere kar­
:şı kendini korumayı bildiği için m uhayyilesinin
.kendisini alıp götürmesine meydan vermiyen bir
feylesofun ihtiyatlığını göstermeyi bilmiştir.
En başta ilkeleri, metodu gelmek üzere, içinde
bir hocanın doktrini okutulan, bununla beraber
.şakirtlerin körükörüne bir bağlılıktan uzak bu­
,lundukları bu okuiların, tabiat sırlarını öğren­
meye çalışan insanları, serbest kardeşlik bağla­
ıriyle birbirine bağlamak gibi bir iyiliği vardı.
Burada hocanın kanaati, hemen her zaman yal­
nız akim malı alınası gereken bir otorite sayıl­
mış ; böylece bu okul, bilgilerin ilerlemelerini
,geriye atmışsa da, matbaanın bilinmediği, el yaz­
malarının da pek az olduğu bir zamanda bu iler­
>!.emeleri lJüyük bir hızla, geniş bir alana yaymaya
yardım ediyordu; şöhretleriyle Yunanistanm dört
bucağından talebeler çeken bu büyük okullar,
felsefe zevkinin uyanmasında, yeni hakikatlerin
yayılmasında pek kudretli birer vasıta oldular.
İNSAN Z.EI<ASINJN ILERlEMBI.ERf

Bu rakip okullar, tarikat ruhunun doğurd uğu


bir düşmanlıkla birbirlerine saldırıyorlardı, her
zaman burada hakikat ilgisi, her tarikat üyesinin
biraz da gururla bağlı olduğu doktrinin başarı­
sına feda ediliyordu. Din yaymada gösterilen
ferdi i htiras, ırısanları aydınlatma gi bi daha asi)
bir ihtirası bozuyordu. Ama aynı zamanda buı
rakiplik, zihinl erde faydalı bir faaliyete de imldl.n
veriyord u ; bu çekişmelerin manzarası, bu kana­
at harblerinin uyandırdığı ilgi, pek çok insam
felsefe tahsiline bağlıyordu, yoksa sadece haki­
kat sevgisi, onları ne işlerinden güderinden, ne
eğlencelerinden, ne de tembclliklerinden ayıra­
mazdı.
Nihayet, Yunan1ı1ann asla devlet kurumla­
rı içine sokmamak akıllılığını gösterdikleri bu
okullar, bu tarikatlar büsbütün serbest kalıyor­
lardı ; böylece herkes istediği gibi bir okul aça­
bildiği veya yeni bir tarikat kurabildiği için, di­
ğer milletlerin çoğunda insan zekasının ilerleme­
lerine amansız bir engel olan, aklın bu köleliğinden
asla korkulamazdı.
Yunanlıların aklı, töreleri, kanunları. hü-
ktimetleri üzerine feylesofların ne gibi tesirler&
olduğunu göstereceğiz. Bu tesiri daha ziyade
Yunanlıların hiçbir siyasi varlığı olmamasına,
daha doğrusu bunu hiçbir zaman istememeleri­
ne, hemen bütün tarikatlarında devlet işlerinden
kendi istekleriyle uzaklaşmanın müşterek bir gidiş
yolu olmasına, en sonra onların öteki insanların
fikirleriyle olduğu gibi hayatlariyle de ayrılmaya
dikkat etmelerine vermelidir.
İNSAN ZliKASINJN İLERLEMELERİ

Çeşitli tarikatların tablosunu çizerken ne fel­


sefelerinin ilkeleriyle, ne de sistemleriyle uzun
uzun uğraşacak, çoğu zaman yapıldığı gibi, he­
men hemen anlaşılmaz bir hale gelmiş olan bir
dilin bizden sakladığı ne gibi saçma doktrinler
olduğunu çok çok arıyacak değiliz. Yalnız hangi
genel yanılmaların bu doktrinleri aldatıcı yol­
fara sürüklediğini göstermeye, insan zekasının
tabii gidişinde onların ilk kökünü bulmaya çalı­
:şacağız.
Her şeyden önce gerçek bil imlerdeki. onla­
rın metotlarındaki sürekli olgunlaşmayı ortaya
ık.oymak istiyeceğiz.
Bu devirde felsefe, artık kendisinden ayrıl­
mış olan hekimlik bir yana bırakılırsa, bütün
diğer bilimleri içine alıyordu. Hippokrates'in ya­
zıları o zaman, hekimliğin ve hekimliğe tabii
olarak bağlı olmakla beraber onunla olan müna­
sebetleri dışında varlığı olmıyan bilimlerin ne
halde bulunduklarını bize gösterecektir.
Matematik bilimler, Thales ve Pythagoras
okullarında başarı ile i şlenmişti. Bununla bera­
ber bu bilimler, burada şark milletleri ruhani
zümrelerinin dayanıp kaldıkları noktayı pek fazla
aşmış değildirler. Ama Eflatun okulunun doğu­
şundan onra, doğrudan d oğruya pratik bir fay­
daya bağlanıp kalma fikrinin kendilerini dur­
durduğu bu seddi aşıyorlar.
Bu feylesof, küpün katlanması problemini
hakikatte sürekli bir hareketle, ustaca bir usulle
gerçekten kesin bir şekilde çözümledi. İlk �akirt-
İNSAN ZıEKASININ lLERLEME!LERt

leri, başlıca özelliklerini göstererek konik kesit­


leri buldular, bununla insan dehasına sonsuz.
olarak hiç arasız kuvvetlerini kullanabileceği, ama
her adımda önündeki sınırların geriye çekildiğim
göreceği ucsuz bucaksız bir ufuk açtılar.
Yunanlılar, devlet bilimlerindeki ilerleme­
lerini yalnız felsefeye borçlu değildirler. İ stik­
lallerini, hürriyetlerini korumada kıskanç olan
bu küçük cumhuriyetlerde, hemen genel olarak,
tek bir kişiye kanunları yapma salahiyetini değil�
yazma ve halka bildirme i şi n i bırakmak düşü­
nülmüştü. Halk da inceledikten sonra bu kanun­
lar hemen yü rürlü ğe giriyordu.
Böylece halk, erdemleriyle, hikmetiyle güve­
nini kazanmış olan feylesofa bir iş yüklüyor,
ama hiçbir otorite b ırakmıyord u. Epey zaman­
dan beri kanun yapma ad ı nı verdiğimi z kuvvetiı
yalnız başına yerine getiriyordu. Hurafeyi siyasi>
kurumların yardımında kul l anmak gibi pek kö tü­
bir alışkanlık, çoğu zaman bir memleket kanun­
larının güvenilir, kolay işler bir hale gelmesi ne
imkan v eren aynı zamanda bunların devamım
,

da sağlıyan bu sistemli bilgiyi yaratma fikrinin.


gün gö rm es i ne engel oluyordu . Bundan başkli'
siyaseti n henüz kanun koyucuların peşin hüküm­
lerini, ihtiraslarım bu kombinezonlar içine sok­
malarını görmekten k o rkmaya�ak kadar değiş­
mez ilkeleri yok tu
.

Kanuncuların işi, henüz akıl üzerine, bütün


insanların eşit olarak tabiattan aldıkları haklar
üzerine, en son ra evrensel adaletin maksimleriı
iNSAN �EKAS!NJN ILERLEME.LERI

üzerine bir eşit, hür insanlar topluluğunun yapı­


sını k u rmak değil, sadece kanunlar yapmaktı.
Bu kan unlara göre de öteden beri var olagelen
bir topl ul uğun soydan gelme üyeleri hürriyet­
krini koruyabi lirler, orada adaletsizliğe sığına­
rnk yaşayabil i rler, istikHillerini sağlıyan bir kuv­
veti dışarıya yaya b i l i rlerdi .
H e men lıcr zaman d i n e bağlı, yeminlerle kuv­
vetlenmiş olan bu kanu nların sonsuz bir öm­
rü ,ılacağı farzcd i l i rdi. Bir millete bu kanunla­
rı gürültüsüzce d üzeltme imkanını verecek, bu
ana kanunların bozulmalarını önliyccek , ufak te­
fek dcği�rnclcrin sistemi sarsıp onun ruhunu boz­
masına engel olm;ak vasıtalarla pek az uğraşı­
l ı rdı. Kanun sevgisiyle tatbikatına gösterilen bağ­
lılığı da içine alan yurt sevgisini coşturu p besli­
yerek ayrı ayrı kuru mlarla haki mlerin ihmal
veya fesat ları na, k udretli yurttaşla rın n üfuzuna,
kalabalığın kargaşa l ı k l a rı n a kar�ı kan u n l a rı n yü­
rümesini i n ançalıyan kuvvetleri bir teşkilfita bağ­
lama yolu arandı.
O zaman ya lnız zenginlerin tahsil elde etmeye
:gücü yetiyord u. Onlar otoriteyi ellerine alarak,
yoksul ları eze b iliyor, bir tiran ı n ayaklarına k a­
panmaya zorlıyabiliyorlardı. M illetin cahilliği, ka­
rarsızlığı, kuvvetli yurttaşlara karşı beslediği kıs­
kançlık, bu kuvvetli yurttaşlara aristokrat des­
potizmi kurmak, yahut za y ıf düşen devleti kom­
şularının kucağına atmak isteğini, vasıtalarını
verebilirdi. Bu iki tehl i keden de aynı zamanda
sakınmak zorunda olan Yunan kanuncuları, o za-
iNSAN ZEKASININ !LERI.EMELERİ
63

mandan beri milletin bütün ruhunu vasıflandı­


rnn bu inceliğin, bu hakimliğin alametini taşı­
yarak hemen her zaman az veya çok yararlı ted­
birlere başvurmaktan geri kalmamışlardır.
Modern cumhuriyetlerde olduğu gibi feyle­
soflarca çizilen planlarda da, Yunan cumhuriyet­
lerinin modelini sunmadığı, örneğini vennediği
bir k uruma güç raslanır. Çünkü Etol'lülcrin,
Arkad'lıların, Ake'lilcrin kurultayları, bize ara­
farında az veya çok sıkı bir birlik bulunan fe­
<lerasyonlu teşekküller olarak görünmektedir. Bir
kökle, bir dili kullanmakla.. törelerin, kanaatlerin,
.dini inançların benzerliğiyle birbirine yaklaşmış
olan bu çeşitli milletler arasında daha az bar­
barca bir devletler hukukiyle çok serbest ticaret
kuralları meydana gelmişti.
Bir devlet anayasası ve kanunlariyle çiftçilik,
endüstri, ticaret alanlarındaki karşılıklı münase­
betler, bunların devletin refahı, k ud reti, hürriyeti
üzerine tesirı. tedbirli, çalışkan, devlet menfa­
atleriyle uğraşan bir milletin gözünden kaçma­
mıştır; burada bugün iktisat adı altında bili nen
.çok geniş. çok faydalı bir sanatın da ilk izleri
göze çarpıyor.
Böylece eldeki hükümetlere yalnız bir göz
.atmak, siyasetin kısa bir zamanda geniş bir bi­
lim halini almasına yetiyordu. Doğrudan doğru­
ya feylesofların yazılarında da b u bilim, gerçek
bir nazariye olmaktan çok tabiattan alınan, ak­
hn kabul ettiği genel ilkeler üzerine temellenen
rbir olaylar bilimidir, tabir yerinde ise ampirik
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
64

bir bilimdir. Aristo'daki, Eflatun'daki siyasi fikir­


lerin özünü anlamak, onlara d oğru değer biçmek
için bu fikirleri böyle bir görüşle ele almak ge­
rektir.
Hemen bütün Yunan kurumları, köleliği,.
bir meydanda yurttaşların topunun birden birleş­
mesi imkanını kabul ediyorlardı ; bunların tesir-·
leri üzerinde doğru hüküm yürütmek, hele bil-·
yük modern milletlerde doğuracakları tesirleri>
önceden kestirmek için bu pek önemli iki nok-·
tayı asla gözden kaçırmamak gerektir. Ama kö­
leliği ele alınca en olgun düzenlerin bile insant
soyunun ancak yarısının hürriyetini, saadetini
gözettiğini acı duymadan düşünmek elden gelmez..
Yunanlılarda eğitim, devlet sanatının önemli
bir kısmı idi. Eğitim, insanları kendilerindenı
veya ailelerinden çok vatan için yetiştiriyordu..
Bu ilke, yalnız ulusal menfaati insanlığın ortak.
menfaatinden ayrı olarak ele almaları hoş görü­
lebilen az kalabalık milletlerde kabul edilebilir ;::
ancak pek ağır rençperlik, sanat işlerinin köle­
lerce yapıldığı memleketlerde yürütülebilir. Bu
eğitim, hemen hemen beden hareketleriyle, töre­
lerin ilkeleriyle, yalnız aşırı bir yurtseverliği coş­
turan bir alışkanlık vermekle yetiniyordu ; geri.
kalanı feylesofların, belagatçıların okullarında, sa­
natkarların atelyelerinde serbestçe öğrenilirdi ; bu
alandaki hürriyet de Yunanlıların üstünlük sebep...
]erinden biridir.
İNSAN ZEKASININ lLERLEME!LERl
65

Onların felsefesinde gibi siyasetinde


olduğu
de, tarihin bir e ; ini güçlükl : gösterebileceği genel
bir ilke meydana çıkmaktadır ; o da, kanunlarda
ıbir fenalı ğın sebeplerini ortadan kaldırmaktan
.ziyade, bu sebepleri karşı karşıya getirerek te­
:Sirlerini gidermeyi araştırmaktır; kurumlarda peşin
hükümleri, kötülükleri kaldırmaktan, silmekten
.ziyade onlardan faydalanmak istemektir. Çoğu
.zaman insanı mükemmelleştirecek, onun moral
yapısının zorunlu bir mahsulü olan heves ve me­
y il lerini temizliyecek vasıtalarla değil de, insan
ıtabiatını bozan, çığırından çıkaran, duygularını
:yanlış yola görü ren vasıtalarla uğraşmaktır · Bu
yanılmalar, o zamanki medeniyetin yetiştirdiği
ıinsana, yani peşin hükümlerle, sahte ihtirasların
menfaatleriyle, sosyal alışkanlıklarla bozulmuş olan
,insana, tabiatın elinden çıkan insan göziyle bak­
maktan ileri gelen çok y ayıl mış bir yanılmadan
.doğmuştur.
Bu gözlem ne kadar önemli ise bu ya n ı lmayı
'büsbütün ortadan kaldırmak için on un kökünü açı­
ğa çıkarma da o kadar gerekli olacaktır. Çünkü bu
yanılma, bi zim yüzyılımıza kadar ge ti ri l m i ştir,
bugüne bugün de aramızda ikide bir ahlakı, siya­
:seti bozmaktadır.
Şarklılarda ve Yunanistanda kanun sistemleri,
'hele hükümlerin şekilleri, kurallan birbiriyle kar­
şılaştırılırsa görülür ki, b irincilerde kanunlar, kö­
.ıelere zorla vurulan bir boyunduruktur, ötekiler­
de İn!'anlar arasında yapılan ortak bir antlaşma­
nın şartlarıdır; birincilerde kanuıı şekillerinin ko-
5
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
€6

nusu, hükümdar iradesinin yerine getirilmesidir,


ötekilerde yurttaş hürriyetinin baskı altında bu­
lundurulmamasıdır; birincilerde kanun, onu ka­
bul ettirenlerin çıkarı içindir, ötekilerde ona bo­
yun eğmesi gerekenler içindir ; birincilerde yurt­
taş zorla kanundan korkutulur, diğerlerinde ka­
nunu candan sevmesi öğretilir ; bunlar, hür mil-·
letlerin kanunlariyle köle milletlerin kanunlan
arasında yeni zamanlarda tekrar göreceğimiz fark­
lardır. O zaman anlaşılacaktır 'd, Yunanis '.anda
haklarını henüz tanımasa, bunların özünü derin-·
leştirmeyi, genişliğini kavramayı, sınırlamayı bil­
mese bile insanda hiç olmazsa bir hak duygusu:
vardır.

Yunanlılarda felsefenin bu ilk ışıkları, bilim­


lerde atılan bu ilk adımlar zamanında, güzel
sanatlar, hiçbir milletin o zamana kadar görme­
diği, o zamandan sonra da birtakım miJletlerin
binbir güçlükle ulaşabildikleri bir olgunluk de­
recesine yükselmişlerdir. Homiros, tiranların düş­
mesi, cumhuriyetlerin meydana gelişi zamanına
raslıyan bu kargaşalıklar sırasında yaşamıştır�
Sophokles, Euripides. Pindaros, Thucydides, De­
mosthenes, Phid ias, Apelles, Sokrates'in, Eflatun"
un çağdaşları idiler.

Burada sanatların ilerlemeleri tablosunu çi­


zecegız ; bu ilerlemelerin sebeplerini münakaşa.
edeceğiz ; sanatta bir mükemmelleşme göziyle bak-
İNSAN z,E KASININ iLERLEMELERİ
67

tığımız şeyle yalnız artistin mutlu dehasından


doğan şeyi birbirinden ayırdedeceğiz; bu ayırdetme,
güzel sanatlardaki ınükemme lleşıneyi içine alan
bu dar sınırlan ortadan kaldırmaya yeter. G üzel
'Sanatlardaki ilerlemeler üzerinde idare tarzının, ka­
nun sisteminin, dini tarikat ruhunun büyük tesiri­
ni göstereceğiz ; güzel sanatların felsefe ilerlemeleri­
ne, felsefenin de onlara neler borçlu olduğunu araş­
·tıracağız.

Hürriyetin, sanatların, bilgilerin törelerdeki in­


,celmeye, i yileşmeye nasıl yardım ettiğinı gös­
·tereeeğiz ; Yunanlılarda her zaman medeniyet iler­
l emeleriyle izah edilen bu kötülüklerin, kendi­
lerinden önce gelen daha kaba yüzyıllarda doğ­
cduğunu, bilimlerle sanatlardaki ilerlemelerin bu 1-

Jarı ortadan kaldırmamış olsa bile hiç olm azsa


yumuşattığını göstereceğiz ; bilimlere, sanatlara kar­
�ı söylenen veciz sözlerin, tarihi yanlış anlama­
-dan ileri gelen f i kirler üzerine kurulduğunu ispat
·edeceğiz : tersine olarak da ahlfık ilerlemeleri n i n
.her zaman bilgilerdeki ilerlemelerle birlikte ve
bu alanda ahlak bozukl uğunda görülen ilerleme­
lerin her zaman bir çöküşten sonra geldiğini veya
bu çöküşü önce den haber verdiğini göstereceğiz.
BEŞİNCİ DEVİR

Bilimlerin bölünmesinden düşüşüne kadar


geçirdiği ilerlemeler.

Şakirdi Aristo gene Atina'da kendi okuluna


rakip bir okul açtığı sırada Eflatun henüz ha­
yatta idi.
Aristo, bütün bilimleri incelemekle kalmadı,.
felsefe metodunu belagate, şiire de tatbik etti.
Bu metodun insan zekasının kavrıyabildiği her
şeye uzanması gerektiğini ilk olarak düşünmeye
cesaret etti ; çünkü her yerde aynı güderi kul­
lanan bu zeka, her yerde aynı kanunlara bağlı<
olmalıydı.
Çizdiği plftn genişledikçe, onu birçok kısım­
lara ayırma k, bunlardan herbirinin sınırlarını açık-·
ça belli etmek ihtiyacını duydu. Bu devirden,
sonra feylesofların ço ;u, hatta bütün tari k atl dr,
bu kısımların yalnız birkaçiyle kanaat etmişlerdir..
Matematik, fizik bilimler, başlıbaşına büyük
bir bölüm teşkil ediyor. Bu bilimler, hesap ve
gözlem üzerine dayandığı, öğretti kleri şeyler ta­
rikatları birbirinden ayıran kanaatlerden sıyrıl­
dığı için, bu tarikatların, henüz üzerinde hüküm
sürdükleri felsefeden birer birer ayrıldıkları gö­
rülüyor. B öylece bu ilimler, felsefe ilerlemelerinde
İNSAN ZEKASININ İLERLEMIJLERİ
69

birçok feylesofların geçici şöhretlerine yanyan


ıbir ün ve şan savaşına sahne olan hemen bütün
o kulların içindeki kavgalardan uza k kalma h i k­
,metini gösteren bilginlerin işi oluyor. Felsefe sözü
.artık, dünya düzeninin genel ilkelerinden, meta­
.fizi kten, diyalektikten, bir kısmı devlet sanatı
olan ahlaktan başka bir şey ifade etmemeye baş­
,l ıyor.
Bereket versin bu sönme devri, Yunanistanın
1uzun kasırgalardan sonra hürriyetini kaybetmek
.zorunda kaldığı zamandan önce geldi. Bilimler,
Mısır'ın başşehrinde, memleketi idare eden müs­
tebitlerin belki de felsefeden esirgeyecekleri, bir
sığınak buluyorlar. Zenginliklerinin, kuvvetlerinin
.büyük bir kısmını Akdeniz, Hint Oky anusunun
rbirleşik ticaretine b orçlu olan hükümdarlar, deniz
yolculu una, ticarete yarıyan bilimleri teşvik et­
mekten geri kalmıyorlardı.
Bu yüzden bu bilimler, h ürriyetle birlikte
yıldızı sönen felsefede kendini duyurmada gecik­
miyen bu düşüşten pek çabuk kurtuluyorlar.
.Bilgilerdeki i lerlemelere karşı pek aldırışsız olan
Romalıların despotizmi, Mısır'a pek geç, ancak
-İ skenderiye şehri Roma'nın yaşaması İçin lüzum­
�u bir hale geldiği zaman ul aştı ; artı k bilimle­
xin anayurdu, ticaretin merkezi olmak imtiya­
:zını elinde tutan bu şehir, nüfusiyle, zenginliğiyle,
yabancıların büyük ölçüde yardımlariyle Bat­
ılamyus' un kurduğu, yenenlerin de yıkmayı düşün­
medikleri kurumlariyle bilimin kutsal ateşini sön­
.d.ürmemek için kendi kendine yetiyordu.
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELER!
70

Kuruluşundan beri İçinde matematik bilim­


lerirı işlendiği ve felsefe öğretimi, şüphenin fay­
dasını İspat etmekle, d oğrunun dar sınırlarım
göstermekle kalan Akademi tarik atı, bilginlerin
tari katı olduğu İçin, müstebitlerin bu do ktrinden
korkuları yoktu. Bu yüzden bu d o ktrin, Isken­
deriye o kulunda da hüküm sürdü.
Koni k kesitler nazariyesi, gerek geometrik
yerlerin çiziminde, gerek problemlerin çözüm­
lenmesinde bu nazariyeyi kullanma metodu, di­
ğer birtakım eğrilerin bulunması, geometrının.
o zamana kadar pek dar olan ufkunu genişlet­
miştir. Arkhimedes, parabolün karesi nasıl alına­
cağını buldu, kürenin yüzeyini ölçtü ; bunlar, bir
mi ktarın sonuncu kıymetini, bu mi ktarın durma­
dan yaklaşıp bir türlü ulaşamadığı kıymeti gös­
teren limitler nazariyesinde gah gözden kaybolan
miktarların münasebetlerini bulmayı, gah bu mü­
nasebetlerin bilgisinden sonlu büyüklüklerin bil­
gilerine geçmeyi öğreten bu bilimde, kısacası.
yenilerin pek de h a klı olmıyan bir gururla son­
suz hesabı adını verdikleri bu hesapta atılmış
i l k adımlardır. Daire çapiyle çevresi arasınd a ki
takribi münasebeti ilk önce meydana çıkarıp
cı'
burada elde edilebilen gittikçe aha çok yakla­
şan kıymetleri öğreten, bilinen metotlardaki, her
zaman da bilimin kendisindeki yetersizliğin mutlu
bir tamamlayıcısı olan takribi metotları tanıtan
Arkhimedes olmuştur.
Arkhimedes'e bir bakımdan rasyonel meka­
niğin yaratıcısı göziyle ba kılabilir. Manivela na-
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
a.

zariyesini, bir sulu cisim içine bırakılan cismin


yerini değiştirdiği kütleye eşit olarak ağırlığın-·
dan kaybettiği il kesinin bulunmasını ona borçlu­
yuz. Adını taşıyan burgu, ateşli aynaları, Siracusa•
merkezinin hari kaları, o zamana kadar bilinerr
nazariyenin ilkeleri henüz bu alana erişilemediği'
için bilginlerce bir yana bırakılan makineler bi-·
! iminde Arkhimedes'in leğerini açıkça gösteriyor..
Bu büyük buluşlar, bu yeni bilimler Arkhimedes'i·
h ay atları İnsanlığın tarihinde bir devir açan, var-·
lıkları tabiatın bir nimeti sayılan talihli dahileri,
arasına koymaktadır.
I s kenderiye okulunda cebrin ilk izlerini, ya-·
ni oldukları gibi ele alınan mi ktarlar hesabını•
buluyoruz. Diophantos'un kitabında ortaya atılıp·
ç özümlenen meselelerin özü, burada sayıların ge­
nel, belli olmıyan, yalnız birtakım şartlara bağlı·
bir değer taşımaları bakımından gözden geçiril-­
mesini gerektiriyordu.
Ama o zaman bu bilimin bugün olduğu gibi
İşaretleri, kendine göre metotları, teknik işlemleri•
yoktu. Bu genel değerler, kelimelerle işaretleni-­
yordu; bu d a problemleri çözmek, açma k İçim
varılan İstidliiller zinciriyle mümkün oluyordu.
İ s kenderiye yolu ile Aristo'ya ulaşan Keldani
gözlemleri, astronomi ilerlemelerini hızlandırıyor. .
B u alanda daha parla k ilerlemelerı Hippark­
hus'un dehasına borçluyuz. Ama, Arkhimedes'ten.
sonra geometride, mekani kte olduğu gibi Hip­
parkhos'tan sonra da astronomide artı k bir bili­
min yüzünü baştan başa denilebilecek şe kilde.
iNSAN ZEKASININ iLERLEMELER!
'72

değiştiren bu buluşlar, bu çalışmalar görülmüyor.


Bunlar daha uzun zaman hiç değilse ufak tefek
haki katlariyle mükemmelleşmede, yayılmada, zen­
:ginleşmede devam ediyorlar.

Aristo, yazdığı hayvanlar tarihinde, doğru


·gözlem tarzının, tabiattaki nesneleri metotlu ola­
n k anlatmanın, bu gözlemleri sınıflamanın, on­
Jardan çıkan genel sonuçları kavramanın değerli
i lkelerini, örneklerini vermişti. Nebatlar tarihi ile
madenler tarihi, daha az bir belginlikle, daha
az geniş, daha az felsefi görüşlerle ondan sonra
incelendi. Anatomide ki ilerlemeler, yalnız dini peşin
•hükümler kadavra teşrihine engel oldukları için
değil, halk düşüncesi kadavraya dokunmayı ahlaki
bir kötülük saydığı için yavaş olmuştur.

Hippokrates'in hekimliği, henüz ampirik me­


totlardan başka metot tanımıyan bir gözlem
bilimi idi. Tarikat ruhu, faraziye zevki onu boz­
mada geci kmedi ; ama yanılmaların sayısı yeni
haki katlerin sayısını aşmasına, hekimlerin peşin
hükümleriyle sistemleri, gözlemlerinin asla yapamı­
yarakları fenalıkları yapmasına rağmen, yine bu
<levirde hekimliğin zayıf da olsa gerçek ilerle­
;meler gösterdiği inkar edilemez.
Aristo, fiziğinde hayvanlar tarihini vasıflan­
dıran doğruluğu, bir bilgine yaraşır titizliği gös­
•terememiştir. Boş umumilikleri içinde hiçbir şeyi
açıkça İzah edip geçiveren o farazi i lkelerle fiziğini
bozarak zamanının alışkanlıklarına, okulların an­

�ayışına kapıl maktan kendi11İ alamadı.


İNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ

Esasen yalnız gözlem yetmiyor, deneyler ge­


rekiyordu. Bunlar için de aletlere ihtiyaç vardı.
Öyle anlaşıyor ki, tabiatı sorguya çekme, onu
bize karşılık vermeye zorlama yolunun fikrini
elde etmek için olaylardan pek faydalanılmıyor.
onlar pek İnceden inceye gözden geçirilmiyordu.
B öylece bu zamanda fizik ilerlemelerinin ta­
rihi de. bilginlerin araştırmalarından ziyade te­
sadüfle, sanatl ardaki tatbi katın gerektirdiği göz­
lemlerle elde edilen pek az sayıda bilgilerin tablo­
siyle kanaat etmek zorunda kalıyordu. Hidrolik.
hususiyle optik biraz daha fazla verimler veriyor.
Ama bunlar deneylerle bulunan veya düşünme
ile meydana konulan fizik nazariyeler veya kanunlar
olmaktan ziyade kendili klerinden ortaya atıldıklan
için şöyle böyle sezilen olaylardı.
O zamana kadar çiftçilik, basit bir görenek­
ten, papazların milletlere aşılarken saçma inanç­
lariyle bozdukl arı birtakım kurallardan ibaretti.
Çiftçilik, Yunanlılarda, hele Romalılarda çok
bilgin İnsanların, usullerinden, kurallarından iyi­
den iyiye faydalanmak İstedikleri önemli, itibarlı
bir sanat oldu. Apaçık bir şekilde ortaya atılan.
seçerek biraraya getirilen bu gözlem mahsulleri.
pratiği aydınl atıp faydalı metotları yayabilirlerdi ;
ama hesaplı deneylerin, gözlemlerin yüzyıllarından
henüz çok uzak bulunuyordu.
Mekanik sanatlar, bilimlere bağlanmaya başlı­
yor : feylesoflar bu alanlardaki çalışmaları göz­
den geçiriyorlar, bunların kökünü arayıp tan­
vorlar, tarihini İnceliyorlar ; birçok ülkelerde
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
'74

işlenen sanatların yollarını, verimlerini anl atmaya,


bu gözlemleri toplayıp gelecek zamanl ara ilet­
ımeye uğraşıyorlar.
Böylece Plinius'un, o zaman i ns a n zeka sının
·gerçek zenginlikleri olarak ne varsa hepsinin
.değerli bir demirbaş defteri olan, tabiat tarihinin
çok geniş çerçevesi İçine İnsanı, tabiatı, sanatları
ıtopladığı görüldü. Ona karşı beslediğimiz minnet
·duygusu, bilgisizliğin veya tarihçilerle gezgin­
lerin boş bir gurura kapılarak, onun her şeyi
iğrenmek istiyen bilgiye susamış kafasına ver-
"di kleri şeyleri İ nceden İnceye seçmeden büyük
hir s aflıkla :abu! etmek gibi tenkide değer kusu­
;.riyle de sarsıl am az.
Yunanistanın çöküşü ortasında, kudretli
günlerinde felsefeyi, edebiyatı baş tacı eden Ati­
na, eski parlaklığının bazı artakal anl arını d ah a
>uzun zaman korumayı d a gene felsefeye, edebi­
yata borçludur. Yunani_ştanla Asyanın alın yazı­
ları artık burada, kürsüde teraziye vurulmuyordu ;
,ama Roma'lılar belagatin sırlarım gene onların
:>kullarında öğrenmişlerdi. Demosthenes lamba­
, sının altında onların il k hatibi yetişti.
Akademi, lise, Porticus, Epicures bahçeleri,
felsefe İmparatorluğunda birbiriyle yarışan dört
.tarikatın beşiği, belli başlı okulları oluyordu.
Akademide pekin hiçbir şey olmadığı, hiçbir
-.nesne üzerinde İnsanın ne bir gerçek pekinliğe,
,,ne de tam bir anlamaya erİşemiyeceğİ ; en sonra
·-z aten daha da ileriye gidilemezdi- bu hiçbir şeyi
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

bilme imkansızlığına da güvenilemİyeceği, her


şeyden şüphe etmek zorunluğundan da şüphe:
etmek gerektiği öğretiliyordu.

Burada diğer feylesofların fikirleri, zihni


özel farazıyeler olarak, bu çekişmelerle birli kte:
bulunan pekinsizl i kle İnsan bilgilerinin boşlu-·
ğunu, diğer tari k atlara gözü kapalı İnanmanıru
gülünçlüğünü anl atmak için ortaya atılıyor, mü-·
dafaa ediliyor, çürütülüyordu.

Ama bu şüphe, açık, seçik fikirleri bağlıya-·


madığımız kelimeler üzerinde hüküm vermeye,..
hükmümüzü her önermenin ihtimallik derecesiyle ;

ayarlamaya, her sınıf bilgiler için elde edebile­


ceğimiz pekinli k sınırları çizmeye götürdüğü za­
man, aklın kabul ettiği bir şüphedi r ; yalnız' btıı,
şüphe, İspat edilmiş haki katlere dil uzatırsa,
ahlak ilkelerine saldırırsa, ya anlayışsızlı k, ya bu­
n a klı k halini alır ; cahilliğin, ahlak bozukluğu-·
nun İşini kolaylaştırır : Akademide Eflatun' un ilk
şakirtlerinin yerine geçen sofistlerin kapıldıklanı
taşkınlık da budur.

Burada bu septiklerin tuttukları yolu, onla-·


rın neden yan ıldıklarını göstereceğiz ; doktrinle-·
rindeki mübalağada, acayip fikirlerle sivrilme has­
talığına verilmesi gereken şeyi arı yacağız ; bu fi­
kirleri diğer insanların içgüdüsü, hayatlarının yü-·
rüyüşünde onları doğrudan doğruya idart edellı<
bu içgüdü, oldukça kuvvetle reddettiği halde,
feylesoflar bunları hiçbir zaman ne iyice anla···
mışlar, ne de büsbütün reddetmişlerdir.
İNSAN ZJiKASININ İLERLEMELERİ
"16

Bununla beraber bu aşırı septis izm , bütün


Akademi tarikatını kendine bağlamış değildi, in­
sanların menfaatlerinden, anlaşm alarından, hatta
varlıklarından ayrı olan ezeli bir hak, iyilik, na­
mus fikri üzerine kurulan, ruhumuza damgasını
vurmuş olan bu kanaat, bizim için ödevlerimizin
ilkesi, hareketlerimizin kuralı oluyordu ; Eflatun'
un diyaloglarında büyük bir yer tutan bu doktrin,
onun okulunda da gösterilmekte devam ediyor,
:ahlak ö ğre timinin temeli yerini tutuyordu.
Hocaları gibi Aristo da, fikirlerini çözümle­
me sanatını, yani terkiplerine girmiş olan pek basit
fikirlere derece derece çıkma, gene bu basit fi­
kirlerin meydana geli şini gözleme, bu işlemlerde
zihnin ve güderinin gelişm esi yolundan ayrılma­
ma sanatını iyice bilm iyordu.
Onun metafiziği de diğer feylesofların me­
tafizikleri gibi, kah kelime o yunlar ı . kah basit
farazi yeler üzerine temellenen boş bir doktrin­
<ien başka bir şey değildi.
Bununla be.raber, pek soyut olan. tabir ye­
ır'inde ise yüzde yüz zihinden gelme ıik irlerimiz
.de köklerini duygularunıza borçludurar, gibi önemli
bir hakikati, insan zekasının bilgisindeki bu ilk
adımı Aristo'ya borçluyuz, ama o, bu hakikatin
sağlam bir izahını vennerniştir. Onun vard ığı
sonuç, belginlikle çözümlenen, genel bir hakikati
meydana çıkarmak için birleşen gözlemlerin bir
sonucu olmaktan ziyade deha sahibi bir insanın
sezişi idi ; bu yüzden kepir bir tpprağa atılan bu
tohum, aradan ancak yi rmi yüzyıldan fazla bir za­
man geçtikten sonra faydalı yemişlerini verebildi.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
77

Aristo, mantığında ispatları tasımlı şekle bağlı


deliller serisi içine sokarak, sonunda bütün öner­
meleri dört sınıfa ayırmış, üçer üçer alınan bu dört.
sınıftaki önermelerin akla gelen bütün kombine­
zonlar arasından kandırıcı tasımlara, hem de
zorunlu olarak, karşılık verenleri tanımayı öğret­
miştir. Böylelikle, bir delilin sadece hangi kombi­
nezonlardan olduğunu bilmekle doğruluğuna veya
çürüklüğüne hükmedilebilir.

Bu ustalıklı fikir, bugüna kadar işe yaramaz:


bir halde kalmıştır, ama belki bir gün hüküm
verme, münakaşa etme sanatını.n hala beklediğiı
anlaşılan bir mükemmelleşmeye doğru atacağ11
ilk adımı teşkil edecektir.

Aristo'ya göre her erdem, biri eksiklik, diğe­


ri aşırılık olan iki bozukluk ortasında bulunur�
Bu erdem, bir dereceye kadar aklın kendisine faz..
la karşı koymayı da, fazla boyun eğmeyi de ya­
sak ettiği tabii meyilleri..�izden biridir.

Bu genel prensip, onun zihninde, o zamanı


felsefede pek umumi olan düzen ve uygunluk gi­
bi iki boş fikirden doğmuş olsa gerektir. Ama
Aristo, Yunan dilinde erdem denilen şeyi ifade
eden kelimeler sözlüğünden bu genel ilkeyi çıkar­
mıştır.

Gene bu sıralarda, iki yeni tarikat, ahlakı,,


hiç değilse görünüşte birbirine aykırı ilkeler üze­
rine kurarak zihinleri aralarında paylaşıyorlar�
tesirlerini okullarının sınırları dışına yayıyorlar;
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELER!
'78

aradan çok geçmeden yerine daha karanlık, da­


ha tehlikeli, bilgilere daha düşman bir hurafe­
·flin geçeceği Yunan hurafesinin yıkılışını, ne ya­
_zık ki, böylece hızlandırmış oluyorlar.

İsto acıla r, erdemle bahtiyarlığı, aynı dere­


-cede şehvete de, acıya da aldırışsız bütün ihtiras­
lardan kurtulmuş, bütün korkuların, zaıfların
üstünde, erdemden başka gerçek iyilik, vicdan
;azaplarından başka gerçek kötülük tanımıyan
,bir ruh taşımakta buluyorlardı. insanın kuv­
'Vetli, değişmez bir iradesi varsa bu yüksekliğe
•çıkabileceğine, ancak o zaman kadere bağlı ol­
madan daima kendine hakim olarak aynı de­
ıreced e d üşk ünlükten de, bahtsızlıktan da uzak
kalacağına inanıyorlardı.

Tek bir ruh, dünyayı canlandı rıyo r : Bu ruh,


'bütün varlık değildir, ondan başka bir şey var­
dır, ama her yerde hazırdır. İ nsan ruhları bu­
ıruhun tecellileridir. Doğuşundaki temizliği asla
'kirletmemiş olan bilgenin ruhu, ölüm anında,
.evren i n ruhiyle birleşir. Böylece ölüm bir nimet
oluyord u ; tabiata bağlı, bütün bayağı adamların
ıfenahk dedikleri şeylere karşı bilgenin olgun­
laşmış olan ruhui çi n ölüme, umursanmıyan bir
�ey gibi bakmak kadar büyüklük olamazdı.

Epikuros, saadeti hazzın bolluğunda, acının


yokluğunda '1ulmuştur. Erdem, tabii meyillerin
ardı sıra gitmek, ama onları temizlemeyi, kul­
lanmayı bilmek demektir.
İNSAN ZEKASINJN İLERLEMELER1
79

Acıyı önleyen, tabii güderimizi bütün kuv­


vetleriyle yaşatan ölçülü bir hayat, tabiatın bü­
tün sevinçlerini bize sunar; acılıklarına, sertlik­
lerine açık olan, kalbi üzen, inciten garaz ve şid­
det i h ti r asl arınd an sakınmaya dikkat etmek, ter­
sine olarak, tatlı. şefkatli duyguları te rbiye et­
mek, iyilik ya pm anı n verdiği ze vkleri yerinde
kullanmak, suçun cezası olan utançtan, vi cd an
azaplarından sakınmak, iyi işlerin karşılığı olan
ıhoş duygudan faydalanmak için ruhun saflığını
korumayı gözetmek ; İşte aynı zamanda hem
bahtiyarlığa, hem erdeme ul aşmanın yolu budur.
Epikur os, evrende, muhtelif terkipleri zorun­
lu k anunl ar a bağlı bir atomlar koleksiyonundan
başka bir şey görmüyordu. Doğrudan doğruya
insan ruhu, bu kombinezonl ardan biri idi. Bede­
nin hayata başladığı anda birleşip bu ruhu mey­
dana getiren atomlar, ölüm anında müşterek
kütle ile bi rleş me k , yeni yeni kombinezonlara
girmek üzere birbirlerinden ayrılıyorlardı.
Epikuros, hal kın peşin hükümlerini uluorta
.çiğnemek İstemediği için, tanrıları kabul etmişti.
Ama insanların işlerine k anşmıy an düny a düze­ ,

nine yabancı, diğer varlıklar gibi evren meka­


nızmasının genel kanunlarına boyun eğen bu
tanrılar, bir dereceye kadar bu sistemin yapısı
dışında kalıy orl ardı Kaba. gururlu, haksız in­
.

'Sanlar. istoacılık perdesi altında gizleniyorlar. Şeh­


vetperest , ahlaksız İnsanlar, sinsi sinsi Epiku­
rns'un bahçelerine giriyorlar. Onlar Epikuro'sun
ilkelerine iftira ettiler, onµ yüce hayrı, kab a şeh -
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
80

vetler içine koymakla suçladılar. Değirmen taşıı


çeviren, nakristen ıstırap çeken bir esir oldu�
halde, gene de b ahtiyar, hür, hakim olduğunu
ileri süren bilge Zen on' un iddalariyle alay ettiler�
Tabiatm üstüne yükselmek iddiasında bulu­
n an bu felsefe ile, tabiattan başka hiçbir şeye
boyun eğmek İstemiyen felsefe ; erdemden başkaı
bir İyilik t anımıyan bu ahlakla, bahtiyarlığa şeh­
vet İçinde yer veren ahlak, birbirine çok aykm
ilkelerden hareket ettikleri, birbirine hiç uymıyanı
bir dil kullandıklan halde gene aynı pratik neti­
celere varıyorlardı. Bütün dinlerin, bütün felsefe
tarikatlarının ahlak öğütlerinde görülen bu ben­
zerl i k, bu görüşlerin, bu dinlerin doğmalanndan,
bu tarikatlann ilkelerinden ayrı bir haki kati ol­
duğunu, onların ödevlerinin temelini, hak ve
erdem fikirlerinin kökünü, insanın ahlak yapı­
sında aramak gerektiğini göstermeye yetiyordu :
Bu h a ki katten de Epikuros tarikatı, herhangİo
diğer bir tarikattan daha az uzaklaşmıştı. Bunun
kadar hiçbir şey, bu doktrinin, ahlakı - inhisanm
almak için aral arında çekişti kleri - yalnızca bir
ticaret malı olarak ranıyan bütün sınıflardaki
i kiyüzlü İ nsanların düşmanlığına uğramasına sebep
olmamıştır.
Yunan cumhuriyetinin yıkılışından sonra, siyasr
bilimlerin çöküşü başladı. Eflatun, Aristo ve·
Ksenophones'ten sonra, bu bilimler. hemen he­
men felsefe sistemi İçinde sayılmaz oldular.
İNSAN ZEKASININ 1LERLEMEI..ER1
81

Artık, dünyanın büyük bir kısmının alın­


yazısını değiştirip İnsan zekası ilerlemeleri üze­
rine bugüne kadar gelen bir tesir bırakmış olan
bir olayın sözünü etmenin sırası gelmiştir.

Hindistan'la Çin bir yana bırakılırsa Roma


:şehri, İmparatorl uğunu, İnsan zekasının ilk ço­
rnkluğundaki zayıf hali üstüne yü kselen bütün
.milletler üzerine yaymıştı.

Bu şehir, Yunanlıların dillerini, bilimlerini,


felsefelerini gördükleri bütün memleketlere ka­
nunlar veriyordu. Zaferin Kapitol'ün ayağına
bağladığı bir zincire asılı olan bütün bu millet­
ler, ancak Roma'nın iradesiyle, şeflerinin ihtiras­
ları için yaşıyorlardı.

Bu hakim şehir anayasasının gerçek bir tab­


losu, bu eserin konusuna asla yabancı olmayacaktır ;
burada soydan gelen partisiyenin kökü ile onu
daha az İğrenç bir hale koyarak kendisine daha
büyük bir dururluk, daha büyük bir kuvvet vermek
için kullanıl an ustaca kombinezonlar görülecektir.
Silah kullanmayı bilen, ama bunu hiçbir zaman
ev geçimsizli klerinde kull anmayan, gerçek kuvveti
kanun otoritesiyle birleştiren, hurafe ile zincirleyen,
parlak zaferleriyle gözlerini kamaştıran gururlu bir
senotaya karşı varlığını güçlükle koruyan bir halk,
sıra ile t 3.nırılarının, koruyucularının oyuncağı
olan, dört yüz yıl boyunca reylerini almak için
kullanılan saçma fakat kutsal bir usule b oyuna
aldanan büyük bir millet görülecektir.
6
iNSAN ZEKASININ IT.ERLF.MH.ERİ
82

Tek bir şehir için yapılan bu anayasanın bü­


yük bir İmpratorlukta yürürlüğe geçmesi ge-·
rektiği zaman, şeklini değiştirmeksizin tabiatını
değiştirdiği, ancak sürekli harbler sonunda yerle­
şebildiği, pek az sonra da kendi orduları tarafın­
d an yıkılıp gittiği, en sonra devlet h azincsinden­
beslenmeye alıştığı İçin itibarını kaybetmiş İnsana'
bir İşe yaramıyan hürriyetinin h ayal i artı kl arım
satan senatörlerin bağışl ariyle ahlakı b ozulmuş.
bir hükümdar millet görülece ktir.
Romalılar, hırsl arına kapılarak, Yunanlılar­
da yükselme yollarından biri olan belagat sana-·
tının hocal arını Yunanistan'da aramaya gittiler�
Seçme. İnce duyguların verdiği zevkle zenginl i k­
ten. İşsizlikten d oğan yeni yeni hazlar ihtiyacı,
onlara Yun anlıların sanatlarını. i.isteli k de fey­
lesofl arının konuşmalarını arattı ; ama bilimler,.
felsefe, resim, daima Roma toprağına yabanc�
nebatlar olarak kalmıştır. Yenenlerin açgözl ülüğü
İ talya'yı tapınakl ardan zorla kaldırılan, sitelerin
yüzakı olan, k ölelik ayıbını örten Yunan şa­
heserleriyle kapladı ; ama hiçbir Romalı' nın eseri,
bunlar arasına karışmaya yeltenemedi . Cicero,
Lukretius, Seneca, kendi dillerinde felsefe üzerine·
güzel yazılar yazdılar, ama bu gene Yunanlıl arın
felsefesi üzerine idi. Caesar, Numa'nın barbar
takvimine düzen vermek için İ skenderiyeli bir
matematikçiyi çalıştırmak zorunda kaldı. Uzun
zaman gözlerini hırs bürümüş generallerin nöbetçi­
leriyle çiğnenen, yeni yeni fetihlerle i ğraşan veya
sivil kargaşalıklarl a çalk alanan Roma, en sonra
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
83

tbu rahatsızlı k verici hürriyetinden daha fırtınalı


bir askeri despotizme düştü. Bu durum karşısında,
tiranlığı istiyen şefler arasında, çok geçmeden de
haki katten ürken, bu yetmiyormuş gibi, kabili­
yetlere, erdemlere diş biliyen despotların tahakkü­
mü altında felsefedeki, bilimlerdeki s ak:n düşün­
meler nasıl yer bulabilirdi ? Zaten bilimlerle fel­
sefe, tabii meyillerine göre tahsil gören bütün
,insanlara büyük memuriyetler, zenginlikler bah­
·şeden şerefli bir mesleğin açık olduğu her mem­
·lekette ister İstemez bir yana bırakılmıştır ; bu
>tahsilde Roma'da hukuk tahsili idi.
$arkta olduğu gibi kanunların dine b ağlı
�bulundu �u zamanlarda onları şerhetm ek ha kkı,
.rnhani tiranlığın çok kuvvetli dayanaklarından
·biri oluyordu. Yunanistan'da kanunlar, her şehre
kanun koyucusunun verdiği yazılı mevzuattı .
. Kanun koyucu, kanunları, anayasaya, kurduğu
'hükümetin ruhuna uygun olarak ortaya alıyordu.
Bu yüzden kanunlar pek az değişikli klere uğra­
;mışl ardır. Ama hakimler, bu kanunları boyuna
kötüye kullanmaktan geri kalmıyorlardı. Bununla
beraber, ferdi haksızlıklar sı k sık görülmekte İse
·de, kanunlardaki k ötülükler, hiçbir zaman dü­
:zenli, soğuk kanlılıkla hesaplanmış bir yağmacılık
·sistemine varmamıştır. Uzun zaman geleneğe uy­
ımaktan başka otorite tanımıyan, her yıl hakim­
lerın, hakimli kleri zamanındaki davaları ne gibi
il kelere göre halledeceklerini ilan etti kleri. ilk
·yazılı kanunl arı Yunan kanunlarının karmakarışık
'l.bir yığını olan, İyi bir hukuk sistemiyle ona şeref
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
84

verecek yerde iktidarı elden kaçırmamak ıçın


var güciyle didinen dekemvirlerin idaresi altındak)
Roma'da; Lu devirden başlıyarak, sıra ile, çabuk
çabuk birbirinin yerine geçen senato partisiyle,.
halkın partisi tarafından kabul ettirilen kaununların.
durmadan yeni yeni tertiplerle ortadan kaldırılmış;
veya kuvvetlendirilmiş, düzenlenmiş veya ağırlaş­
tırılmış olduğu Roma'da, dildeki değişmenin zo­
runlu bir sonucu olan kanunlardaki karışıklık, bu
kanunların İncelenip anlaşılmasını ayrı bir bilim
haline getirmişti.
Senato, halkın eski kurumlara beslediği saygı­
dan faydalanarak, kanunları şerhetme İmtiyazının
yeni kanunlar yapma İmtiyazına hemen hemen
denk olduğunu anlamakta gecikmedi; bu yüzden
hukuk müşavirleriyle dolduruldu. Bu müşavir­
lerin nüfuzu, senatonun nüfuzundan sonra da.
yaşadı; bu nüfuz, imparatorların idaresi altında.
arttı, çünkü kanunlar ne kadar belirsiz olursa
bu nüfuz da o kadar büyük olur.
Demek oluyor ki, hukuk, Romalı'lara borç­
lu olduğumuz biricik bilimdir. Burada, yeni za­
manlarda, hukuk biliminde görülen ilerlemelerin,
hele bu bilimin karşılaştığı engellerin tarihine
bağlı olan tarihini çizeceğiz.
Romalıların müspet hukuka gösterdikleri say­
gının sonunda, bu fikirlerin gelişip yayılmalarına.
engel olmak için insanların birtakım tabii hukuk
fikirlerini korumalarına nasıl yar �dığını; Roma
hukukuna pek az faydalı hakikatlerle pek çok
tiranlık peşin hükümlerini borçlu olduğumuzu
göstereceğiz.
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
85

Cumhuriyet zamanındaki ceza kanunlarının


yumuşaklığı üzerinde dikkatle durmak gerektir.
Bu kanunlar, Roma vatandaşının kanını adeta
kutsal sayıyordu. Hal ka felaket, vatana tehlike
-getirecek bir kuvvetle ortaya atılmazsa vatan­
,daşa ölüm cezası verilemezdi ; tek bir İnsanla
.cumhuriyet arasında bütün bir milletin hakimliği
İstenebilirdi. Hür bir millette bu yumuşaklığın,
:Siyasi anlaşmazlıkların kanlı katliamlar halini
almasına engel olacak tek vasıta olduğu anl aşıl­
mıştır. Kanunlardaki bu İnsanlık duygusiyle, oyun­
.Jarda bile kölelerin kanını bol bol h arcayan h al k
-ahlak ve adetlerindeki vahşili k giderilmek is­
"tenmiştir. Bundan başka, Gracchus'lar zama­
,nında bile hiçbir ül kede, hiçbir zaman bu kadar
-şiddetli, bu kadar sık sık tekrarlanan fırtınalar
.d.aha az kana mal olmamış, laha az cinayetlere
meydan vermemiştir.
Romalılardan bize siyaset üzerinde hiçbir eser
'kalmamıştır. Cicero'nun kanunlar üzerindeki eseri,
haki katte Yunan kitaplarının tellenİp p ullanmış
!bir kopyesinden başka bir şey değildi. Bu can çeki­
şen hürriyetin kıvranışları ortasında, s osyal bili­
min yerleşip mü .emmelleşmesine imkan yoktu.
Caesar'ların İstibdadı altında tahsil, i ktidarı
.devirmek İçin alttan alta çalışmadan başka bir
maksat gütmüyordu. Roma'lıların her zaman
tahsile ne kadar yabancı olduklarını şu olay,
:şüphe götürmez bir şekilde İspat eder : Burada
Nerva'dan, Markus Aurelius'a kadar erdemleri,
kabiliyetleri, bilgileri, zafer sevgisini, halkın iyi-
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELER!
86

l i ğİ ne çal ı şm ayı birarada yürüten beş İmparatorun


hiç ara vermeden birbiri ardınca gelişi, bugüne
kadar t arihte eşi görülmemiş bir olaydır. Bununla
beraber, bu olaydan despotizme dizgin vurma
veya devrimleri önceden haber verme veya her
ş eyi n pek yakında çözüleceğini bildirdiği bu bü­
yük biitünün parçalarını yeni yeni bağlarla perçin­
leme mabadını güden tek bir kurum çıkarılma­
mıştır.
Bu kadar mi l l et in tek bi r hakimiyet altında
toplanışı, İmparatorluğu aralarında paylaşan, her
biri hemen hemen bütün okur-yazar İnsanlarca
benimsenen i ki dilin yayılışı; ahenkli bir şekilde
hare kete geçen bütün bu sebepler, şüphesiz, bilgi
ışıklarının çok geniş bir alan üzerinde, b üy ü k bir
eşi t l i kl e dağ ı lm ası na yol açmıştır. Bunların tabii
sonucu, bundan başka, felsefe tari k atl ar ını birbi­
r inde n ayıran farkları yavaş yavaş azaltmak, her­
birinden daha akla yakın olanları, düşünüp taşı­
nılarak yapılan bir İnceleme ile d ah a sağlam ol­
dukları anlaşılanl arı seçip bu tarikatları bir tek
tarikat içinde birleştirmek olmalıydı. Zamanın
tarikat heyecanı üzerine tesiri, İnsanlara ancak akla
uymak İmkanını v erdi ği zaman, aklın feylesof­
l arı eninde sonunda ulaştıracağı n o kt a da bu idi.
Bunun İçin, Senaca'da artık bu felsefenin bir­
takım izleri görülmektedir ; bu felsefe,
kendisiy­
le büsbi.itün karışmış gibi görünen Akademi tari­
katına da asla yabancı değildi. Eflatun'un son
şakirtl eri , aynı zamanda eklektizmin de kurucusu
oldular.
İNSAN ZEKASININ l!.ERUMBLER1
87

İ mparatorluğun hemen bütün dinleri, ul usal


dinler haline gelmişti. Ama hepsinde de birbiri­
ne ç o k benziyen taraflar, bir dereceye kadar da
bir aile havası vardı. Benziyen taraflar şunlard ır :
Bu dinlerde hiçbir metafizik dogma y o ktu ; h v l k m.
çoğu zaman da papazların bile manasını bilme­
diği bir sürü acayip törenler, halk kalabalığının.
içinde yalnız tanrıların mükemmel bir tarihini
gördüğü, daha aydın insanların da daha yüksek
dogmal arın allegori k bir manzarası sandıUan
saçma bir mitoloji vard ı ; kan akıtarak sunulan
kurbanlar, tanrıları temsil eden, birtakımları za­
manla kutsallaşarak bir gökyüzü erdemi halini
alan putlar; bir siyasi heyet kurmadan, dini bir
birl i k halinde birleşmeden tek bir tanrının mez­

hebine kendini veren ruhani başkanlar; birta­


kım tapınaklara, birtakım heykellere hayatl arım
bağlıyan kahinler, en sonra Atina rahiplerinin
asla açığa vurulmamak şartiyle bildirdikleri mıs­
terler bulunuyordu.
Dini vicdanın mutlak hakimleri olan papaz-·
lann, ahlaki vicdanı.'1 da mutlak hakimleri ol­
mak iddiasına asla kal kışmadıkların ı ; hususi h a­
yatta olup bitenleri değil de, din törenlerini idare
etti klerini bunlara katmalıdır. Onlar, kehancı-­
lerinı, kerametlerini siyasi kuvvete satıyorlar, mii­
letlerı harbe sürükliyebiliyorlar, onlara cinayetler
ışletebiliyor! ardı ; ama ne hükümet üzerinde, ne
de kanunlar üzerinde doğrudan cioğ'ruya h:çbir
tesirleri yo ktu.
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
;88

Aynı İmparatorluğun tebaası olan milletleı ,


aralarında tabii görülen bir münasebete gırışınce,
bilgi ışıkl arı her yerde hemen hemen birbirine
,denk ilerlemeler gösterince, okumuş İnsanlar, bü­
tün bu mezheplerin tek bir ta ırının mezhebi ol­
duğunu, halkın doğrudan d oğruya tapındığı bir
'Sürü tanrının da tek bir tanrının çeşitli görünüş­
lerinden başka bir şey olmadığını anlamakta ge­
ci kmediler.

Bununla beraber Roma'lılar, Gallia'da, bir­


takım şark ülkelerinde başka çeşit dinler bul­
dular. Orada papazlar ahlaka da hükmediyor­
lardı ; erdem, bir tanrının İradesine boyun eğ­
mek demekti ; papazlar da kendilerine bu tanrı­
mn biricik elçisi süsünü veriyorlardı. Onların
h akimiyeti, İnsanın her şeyine uzanıyordu ; tapı­
nak, vatanla karışmıştı ; ,İmparatorluğun yurttaşı
veya tebaası olmadan önce Yehova'nın veya
İ sa'nın kulu olmak gerekti. İn andıkları tanrının
ne gibi İnsani kanunlara boyun eğmeye ızın ver­
diğine ancak papazlar karar verirdi.

Bu dinler, dünyaya hükmedenlerin gurur­


'larını kırmış olsa gerektir. Gallia dini, Roma'
lıların kolay kolay ortadan kaldıramıyacakları
kadar kuvvetliydi. Yahudi milleti dağıtıldı ; ama
bu kadar titiz davranan hükümet, gizliden giz­
liye bu eski dinlerin döküntiilerinden meydana
gelen birtakım anlaşılmaz mezheplere ya aldırış
etmedi, yahut da dokunamadı.
İNSAN 3EKASININ İLERLEMELERİ

Yunan felsefesinin yayılmasından doğan baş­


lıca İyiliklerden biri, biraz etraflıca tahsil gören
bütün sınıflarda halkça tanınan tanrılara İnanışın
yıkılması oldu. Denebilir ki boş bir tanrıcılık veya
Epikuros'ın koyu mekanizmi, Cicero zamanından
beri, kafasını işletmiş olan herhangi bir insanın,
bütün devlet İşlerini idare edenlerin ortak doktrini
oldu. Bu İ nsan l ar, İster istemez eski dine bağ!D
kaldılar ama, bütün ü lkelerde görülen bu tanrılar
kalabalığı yüzün ,en halkın kolay inanışı sarsıldığı
için, eski dini temizleme yolunu aramaktan da geri
durmadılar. O zaman bu üstün zekalara yaklaşmaya
daha çok hak kazanmak için, feylesofların orta
zekalar üzerine sıstemler kurdukl arı, birtakım
tertiplere, törenlere, bir din rejimine başvurduk­
ları görüldü ; onlar bu doktrinin temellerini Ef­
latun'un diyaloglarında aradılar. Fethedilmiş ül­
kelerdeki milletler, bu ateşli veya zayıf hayalli
zavallı 111sanlar, tapınağı, papazı olan diniere:
bağlı kalmakta devam ettiler. Çünkü hakim pa­
pazların menlaati, onlara sadece bu kölelikte eşit­
liğin, ölümlü dünyanın nimetlerinden vazgeçişinin,
körükörüne İtaatle, acılara isteyerek veya sabırla,
katlanılan hareketlerle elde edilen gökyüzü arma­
ğanl ar ını n doktrinini, insanlık için bu kadar çekici
olan bir d oktrini aşılıyordu. Ama onların birtakım
felsefe inceli kleriyle kendi k ab a mitolojilerini can­
landırmaya ihtiyaçları vardı. Burada da gene Ef­
latun, onl arın yardımına koştu. Eflatun'un diya­
logları , içinde i ki partinin de teolojik silahlarım
işledi kleri bir tersane oldu. Sonra sonra Aristo'
iNSAN ZEKASININ ILFJU.EMELERI

nun da böyle bir talihe kavuştuğunu, aynı zamanda


hem teologların h ocası, hem dinsizlerin başı olduğu­
nu göreceğiz.
İ mparatorluk dinine saldırm a k İçin aral arın­
da uyuşan, ama birbiriyle kıyasıya boğuşmaktan
da geri kalmıyan yİrmı kadar Mısır ve Yahudi
mezhebi, sonunda İ sa dini İçinde eriyip gittiler.
Bu mezheplerin d ö klintülerinden. yavaş yavaş
aydın İnsanlar kütlesinin de katıldığı bir tarih.
bir inanış, bir sürü törenler, bir ahla k meydana
geldi.
Hepsi bir İ sa"ya, İnsan s oyunu yola getir­
mek için gönderilen bir mesihe İnanıyordu. Bu
İnanış, eskisinin artakalanlan üzerine yüksel­
mek istiyen her mezhebin temel dogmasıdır. İ sa­
nın, ne zaman, nerde meydana çı ktığı, ölümlü
adının ne olduğu üzerinde münakaşa ediliyordu ;
ama, sözde Filistin'de, Tiber'in altında meydana
�ıkan bir peygamberin mezhebi bütün diğerlerini
gölgede bıraktı ; yeni taassupçular Meryem oğ-
1unun sancağı altında toplandılar.
İmparatorlu k ne kadar zayıf düşerse, hıristi­
yanlık dini o kadar hızla ilerliyordu. Eski dün­
ya fatihlerinin aşağılanması, onların zaferlerine
önayak olduktan sonra bozgunlan karşısında el­
,lerinden bir şey gelmeyen şahitler derekesine İn­
miş olan tanrıların da aşağılanması demekti. Ye­
ni mezhebin ruhu ; yıkılış, felaket devirlerine tı­
patıp uygundu. Şefleri ; hi lel erin e kötülüklerine
.

rağmen. mezhepleri uğrunda can vermeye hazır,


·coşkun İnsanlardı. Feylesofların, büyüklerin din.
İNSAN ZEKı\SJNIN fLERLEMElLE"!
91:

gayretleri İse, bir politi ka softalığından başka


bir şey değildi ; ancak halka bırakılması faydalı
bir İnanç olarak müdafaa edilmeye kalkışılan her
din, şimdiden sonra az veya çok süren bir can­
çekişmeden başka bir şey ümit edemezdi. Hı­
ristiyanlık, kuvvetli bir parti olmada geci kmedi ;
Caesar'larm kavgalarına karışıyor, K onstantin'i tah­
ta çıkarıyor, kendisi de onun zayıf haleflerinin
yanıbaşında yer alıyordu.
Tesadüfün bir zaman yüksek i ktidarın başına
geçirdiği, üstün yaratılışlı İnsanlardan Julianus, İm­
paratorluğu, yıkılışını hızlandıracak olan bu fela­
ketten kurtarmak için boşuna çalıştı. Erdemleri,
merhametli İnsanlığı, sade yaşayışı, ruh ve karak­
ter büyü klüğü, kabiliyetleri, cesareti, askerli !, de­
hası, parla k zaferleri, onun bu İşi başarmasına
imkan verecek gibi görünüyordu. Gülünç bir h ale
düşen bir dine - eğer samimi İse kendisine yakış­
m ayan, eğer politikadan baş ka bir şey değilse aşın
h areketivle beceriksizce yapılmış olan - bir bağ­
lılı k göstermesinden başka onun yerilecek bir
tarafı buiunamaz. Ama Juli anus, i ki yıllık bir hü­
kümdarlıktan sonra zaferinin ortasında yok olup
gitti. Koca Roma İ mparatorluğunun İri gövdesi,
bir daha kendini tutacak kadar güdü kollar bu­
lamadı. Julianus'ın ölümiyle barbarl arın akınlarına
olduğu gibi yeni yeni hurafeler seline karşı dura­
bilen biricik set de yıkılmış oldu.
İ nsan bilimlerine hor bakm a k, hıristiyanlı­
ğın bellibaşlı karakterlerinden biriydi. Hıristi­
vanlı k, felsefenin kendisine ettiklerinin öcünü al-
İNSAN ZEKASININ 1LERLEMELERt

rnak İstiyordu. Bütün din inançları İçin bir ka­


bus olan bu araştırma, bu şüphe ruhundan, İnsa­
nın kendi aklına güvenmesinden korkuyordu.
Tabiat bili mlerinin ışığı da onca kötii, şüpheli
bir şeydi ; çünkü bu bil imler, mucizelerin başarısı
jçin çok tehli kelidir ; denebi l ir ki, mensuplarını
birtakım fizik saçmaları yutmaya zorl amayan hiç­
bir din yoktur. Böylece hıristiy anl ığın zaferi,
hem bilimlerin, hem de fe l sefenin teme l l i yıkılışı­
:na bir İşaret oldu.
Eğer matbaacıl ı k sanatı bilinmiş olsaydı, bi­
qimler varl ı k l arını koruyabilirlerdi, ama bir ki­
tabın el yazmaları pek az bulunuyordu. Bir bili­
min ana yapısını kuran eserleri ele geçirmek, yalnız
zenginlerin el inde olan çalışmalarla, her zam an
·da seyahatlerle, masraflarla mümkün oluyordu.
Hakim parti için, saçma İnançlarını yere seren,
:h ilelerini açığa çıkaran kitapl arı ortadan kaldırmak
İşten bile değildi. Bir barbar a kını, bütün bir
ül keyi, bir gün içinde bütün öğretim vasıtal arın­
·dan edebilirdi. Tek bir elyazmasmın yok edilmesi,
bütün bir ü l ke İçin boşluğu doldurulmaz bir ka­
yıptı. Zaten yazarların adlariyle tavsiye edilmi­
yen kitaplar k opye edilmiyordu; Yalnız birbirle­
'rİ·ıle birleşince bir değer kazanabilen bütün bu
.a;a�tırmalar, bilimleri aynı seviyede tutmaya ya­
rıvan. onların ilerlemelerini hazırlıyan bu ayrı
.ayrı �özlemler, bu teferruatlı mü kemmelleşmeler,
-zarn 11·1 l a biraraya toplanıp bir deha hekliyen bü­
ıtürı bu rn.:ılzemeler, sonu gelmez bir karan l ı k
ıiçinde kaybolu p gittiler. Bazı devirlerde pek fav-
lNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!

dalı, pek gerekli olan bilgilerdeki bu ahenkli ça­


lışmaya, bilgi kuvvetlerinin biraraya gelmesine
bu devirde raslanıyor. Bir ferdin tek başına bir
İcada girişmesi, onu sona erdirmesi gerekiyor­
du ; o, tabiatın emeklerimize karşı koyduğu en­
gellerle tek başına savaşmak zorunda idi. Bilim­
lerin tahsilini kolaylaştıran, onlardaki güclükleri
aydınlatan haki katleri en uygun, en b asit şekiller
altında gösteren eserler, yazarın gözüne ilişmeyip·
de sadece o kuyucunun sezdiği teferruatlı göz­
lemlerin, neticelerin vardığı yanılmaları aydınlatan
bu gibi eserler, ne kopyacı, ne de o kuyucu bulabi­
liyordu.
Bilimlerin, geniş bir alana yayılınca, ilerle-·
meleri de, etraflıca öğrenilmeleri de gücleşmiş ,.
bu yüzden uçuruma sürükliyen inişli yolda ken­
dilerini toplamaya imkan bulamadılar. Eğer yalnız
Atina'da yükselen, onunla birlikte de düşmek
zorunda k al an dram sanatiyle yalnız hür bir hava-.
İçinde yaşayan belağat sanatı bir yana bırakılırsa,.
Yunan diliyle, edebiyatı uzun zaman parlaklığım
kaybetmemiştir. Lukianos'la Pl aturkhos, İ skenderi­
ye yüzyılının göz alıcı parlaklığını asla azaltmış.
değillerdir. Gerçekten Roma, şiirde, belagatte,.
tarihte felsefenin, bilimlerin kuru konul arını bü-­
yüklükle, incelikle, iyilikle ele alma sanatındaı
Yunanistan'ın seviyesine yükseldi. Yunanistan'da-.
bile Vergilius kadar mükemmell i k fikri veren bir
şair, Tacitus'la kıyaslanabilecek tek bir tarihçiı
yo ktur. Ama bu parlayış anının ark asından hızlı bir
çöküş devri geldi. Lukianos zamanından s onra,,
İNSAN ZEKASININ İLERLEMEILER!
94

Roma'nın hemen hemen barbar denebilecek ya­


zarl arından başka yazarları kalmadı. Chrysos­
tomos hala Demosthenes'in dilini k onuşmaktadır.
Artık Cicero, Titus Livius'un dili, Afrika barbarlığı­
nın tesiri gibi bir m azeretleri de olmıyan Augus­
tinus'ta, Jerome'da asla görülmüyordu.
Şurası bir hakik attir ki, Roma'da edebiyat
tahsili, güzel sanatlar sevgisi, hiçbir zam an ger­
çekten halka yayılmış bir zevk olmadı. Dilin
geçici bir mükemmel l iği, millet dehasının değil,
Yunanistan'ın yetiştirdiği birtakım İnsanl arın
eseridir. Roma ül kesi, edebiyat İçin, es kiden beri
sürüp gelen bir kültürün yerleşebildiği, ama ken­
di haline bırakılınca ergeç soysuzLaşacağı yabancı
bir toprak olarak kaldı.
Burada halk önündeki kürsü ile m ah keme­
lerdeki avukatlık sırasına uzun zaman büyü k
değer veril mesi, Roma' da, Yunanistan' da hatipler
sınıfını çoğalttı. Onların bu alandaki çalışmala­
rı, il kelerini ve incelilderini işledi kleri san atın iler­
lemelerine yardım etti. Onlar, yeniler tarafından
çok ihmal edil mi ş olan, bugün konuşma eserler­
den basma, eserlere geçirilmesi gereken başka
bir sanatı da öğrendiler. Bu d a kolayca, kısa bir
zamanda, parçal arının tertibiyle, bu yolda güdü­
len metotla, üzerine serpilen yaldızlarla hiç ol­
mazsa usanç vermeden dinlenebilecek bir nutu k
hazıriama sanatı idi ; meydanın ta ortasında fi­
kirler.İ nin dağını klığı ile, üslubunun çetrefilliğiyle,
acayip inşatlarla, saçma sapan sözlerle, birbirini
tutnuyan tu\ a ] ı klafla dinl iyerıleri yormadan, sa-
İNSAN ZEKASININ 1LERLEMEJ..ER1
95

bırsızlandırmadan konuşabilme sanatı idi. Bır


makamın işleri, devlet vazifesinin, özel bir men­
faatin insanları düşünmeye vakit bırakmadan nu­
tukl arını s öylemeye, eserlerini yazmaya zorla­
dığı bütün ülkelerde bu sanat nasıl olur da fay­
dalı ol mazdı ! Bu sanatın tarihi, kendilerine pek
lüzumlu olan. ama yalnız gülünç tarafını bil d i k­
leri anlaşılan, modernler kadar bizi de ığraştırsa
yeridir.

Burada tablosunu tamamladığım devrin ba­


-şından beri, kitapların sayısı oldukça artmıştı ;
aradan geçen zaman, Yunan yazarl arının eserleri
üzerine koyu kara n l ı klar serpmişti, bunun için
tebahhur adı altında kitap! arın, f i kirlerin İnce­
'l enmesi, fi kir çalışmalarının önemli bir kısmını
teş kil etti : İ s kenderiye kütüphanesi gramercilerle,
tenkidcilerle dolup taştı.

Onlardan bize kalan şeyler şunlardır: Bir


kitabın eskiliği, onu bulup anlamanın güçlüğü
karşısında duydukları hayranlı k veya güven duy­
gularının ölçüsü olan bir arzu ; doğrudan d oğ­
ruya kanaatlere göre değil de, yazarlarının adl a­
rına göre hüküm verme alışkanlığı ; akla değil
de, otoriteye İnanma ; en sonra insan soyunun
çöküşü ve eski zamanların üstnnlüğü gibi pek
yanlış, pek zararlı bir fikir. İ nsanların emek ver­
dikleri şeye önem vermeleri, her memlekl:'tte.
her zaman gelen mütebahhir lerde görülen y anıl­
maları İzah ettiği gibi, mazur da göslerır.
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
96

Aklı olduğu gibi olayları da, devirleri de ciddü


bir İncelemeden geçiren bu şüphe fikrinden yüzde
yüz mahrum oldukları için Yunan, Roma müte­
hahhirleri, bilginleri, feylesofları tenkid edilebilir.
Yazılarında olayların, t örelerin tarihiyle tabiat
mahsullerinin, h adiselerinin tarihi, yahut sanat­
ların verimleri, usulleri gözden geçirilirken onl arını
en göze çarpan saçmalıkları, İnsanıdçile en çıkaran
acayiplikleri sakin sakin anlatışlarını görüp de
şaşmamak elden gelmez. Cümlenin başına konulan
deniliyor, bildiriliyor sözleri onlara çocukça bir
inangaçlığın gülünç perdesi sar kasına sığınma k için
yeter görünüyor. Bu İnsanlarda tarih tahsilini bo­
zan, tabiat bilgisindeki ilerlemelere karşı koyan
aldırışsızlı k, her şeyden önce m atbaa sanatını he�
nüz bilmemek felaketine verilmelidir. Her olay
üzerinde onu kuvvetlendirebilecek veya sarsabile­
cek bütün otoriteleri biraraya getirmekle elde edi­
len d oğruluk, çeşitli şahitlikleri karşılaştırmanın,
bunların ayrılığından doğan münakaşalarla ay­
chnl anmanın kolaylığı, haki katten emin olm . nın
bütün bu vasıtal arı ancak pek çok kitap elde et­
mekten, kopyelerini sonsuz olarak çoğaltır. ak­
tan, bu kitapl arın çok geniş bir alana yayılma­
sından korkulmadığı zamanlarda mümkün clabilir.
Asla okuyanların tenkidinden geçmiyen, ço­
ğu zaman yalnız tek kopyesi bulunan gezginlerin
hi kayeleri, tasvirleri, ilk temellerine pekala itiraz
edilebileceği halde, hiçbir itiraza uğramamak m az­
hariyetine d ayanan bu otoriteyi nasıl kazanmıştı ?
Böylece ıakledilmeye değer bir şeyi doğru olarak
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
97

seçmek güç oldu u İçin her şey aynı derecede


naklediliyordu. Bundan başka eşit otoritelerin
en tabii ol aylarla en mucizeli ol ayları aynı güvenle
bize kol ayca sunduk larını görüp de şaşmamalıyız.
Aşırı bir İnanmazlık, gözü tabiat dışında görünen
her şeyı hiç İncelmeden tutup atmaya götürdüğü
halde bu yanılma, bugüne bugün bir felsefe ilkesi
olarak o kullarımızda o kutulmaktadır. Bu i ki kutup
arasında aklın bizi durdurmak istediği noktayı
nasıl bul acağımızı öğreten birici k vasıta olan bilim
İse ancak zamanımızda başlamıştır.

ALTINCI DEVİR
Haçlılar zamanına doğru yeniden canlanışlarına
kadar bilgi ışıklarının sönüşü

Bu felaketli devirde, insan zekasının ulaş­


mış olduğu zirveden hızla indiğini, cahilliğin bir
yerde yırtıcılığı, başka yerde biraz incelmiş bir
katı kalbliliği, hemen her yerde ahlak bozuklu­
ğunu, hainliği arkasından sürüklediğini göreceğiz.
Ancak tektük zeka ışıkları, birtakım ruh büyük­
lüğü ve iyilik çizgileri bu uzun gecenin karanlık­
larını d elip geçebiliyor. Teolojik hayaller, hurafe
de karışık aldatmalar, insanların biricik dehası,
dini hoşgörmezlik de biricik ahlakıdır; ruhani
tiranlıkla askeri despotizm arasında sıkışıp kalmış
olan Avrupa, kan ve gözyaşı deryası içinde yeni
ışıkların kendisini yenibaştan hürriyete, insanlığa,
erdemlere kavuşturacağı günü beleyip durmaktadır.
7
iNSAN ZEKASININ lLERLEMH.ERt
98

Burada tabloyu birbirinden ayrı iki b ölüm;;:_


ayınnak zorundayız : Birincisi, çöküşün daha hızlı,
daha mutlak olduğu, ama akıl güneşinin bir daha
sönmemek üzere yeniden doğduğu Garbı, diğeri
de bu çöküşün pek ağır gittiği, uzun zaman yarım
kaldığı, ama aklın kendisini aydınlatacağı, zin­
cirlerini kıracağı zamandan henüz uzak olan Şarkı
göstermektedir. Hıristiyan dini, zafer mihrabım
yıkar yıkmaz Garp, barbarların eline düştü. Bar­
barlar yeni dine girdiler, ama yenilenlerin dihni
almadılar ; yalnız papazlar bu dili korudu ; on­
ların cahilliği, insan bilgilerine hor bakmaları
yüzünden, Latince kitapların okunmasından umu­
lan faydanın gerçekleşmediği görülüyor, çünkü
bu kitapları onlardan başka okuyup anlıyan yoktu.
Yenenlerin cahilliğini, barbarca törelerini ol­
dukça biliyoruz. Bununla beraber, bilgin, hür
Yunanistan'ın güzel günlerini lekemiş olan ev
köleliğinin ortadan kalkması da gene bu budalaca
vahşiliğin içinden çıkmıştır.
Toprak köleleri, yenenlerin topraklarını işli­
yorlardı. Bu ezilen sınıf, onların evlerine hizmetçi
yetiştiriyor, bu hizmetçilerin köleliği de onların
gururlarını, keyiflerini tatmin etmeye yetip artı­
yordu. Bu yüzden onlar, harblerde köle değil,
topraklar ve bu toprakları işliyen hür çiftçiler arı­
yorlardı. Bundan başka ele geçirdikleri ülkelerde
buldukları kölelerin büyük bir kısmı, zafer kazanan
milletin herhangi bir boyu tarafından .,esir edi­
lenler, yahut da bu esirlerin çocukları idi. Bunların
çoğu fetih sırasında, ya kaçıp gitmişler, yahut tlııı
istilacı orduya katılnuşlardı.
iNSAN ZEKASININ lLERLEMELERt
99

Bundan başka hıristiyanlık ahlakından çık­


mış olan genel kardeşlik ilkeleri, köleliği mahkum
ediyordu; kendi davalarına şeref veren düstur­
ların bu noktasına karşı koymada hiçbir çıkar­
ları olmıyan papazl a r da, olaylarla törelerin enin­
de sonunda götürecekleri bu yıkılışa vaızlariyle
yardım edi yorlardı.
Bu değişiklik, insan soyunun alınyazısında
bir devrimin ilk tohumu oldu, insan soyu gerçek
hürriyetini tanıtabilmeyi bu devrime borçludur.
Ama ilk önce fertlerin talihi üzerinde bunun
hemen hiçbir tesiri görülmedi. Eskilerdeki kul­
lukla bugünkü zencilerin kulluğu kıyaslanmaya
kalkışılırsa yanlış bir fikre saplanılmış olur.
İsparta'lılar, Roma'nın b üyükleri, şarkın satrap­
ları hakikatta barbar efendilerdi. Açgözlülük,
bütün gad darlığ ı nı maden ocaklarındaki çalışma­
larda gösteriyordu. Ama her yerde menfaat dü­
şüncesi, ayrı ayrı aileler içinde köleliği yumşat­
mıştı. Toprak kölesine edilen kötü muamelenin
,cezasız kaldığı, henüz her yerde göze çarpıyordu,
çünkü bunun mükafatım doğrudan doğruya ka­
nun belli ediyo rdu. Toprak kölelerinin bağlılığı,
hemen heme ilkçağ kölelerinin bağlılığına eşitti,
ama onlar birinciler kadar mükafat görmüyordu.
Toprak kölelerinin sefilliği daha az sürüyordu.
Diğer taraftan efendilerin gururu da en yüksek
derecesini bulmuştu. B un unla beraber köle, harb
talihinin bir gün efendisini de düşürebileceği bir
hale tesafdüfle düşmüş bir insandı. Kul ise aşağı,
değe rsiz bir sınıfın ferdi idi.
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
100

Böylece ev köleliğinin ortadan kalkışını, daha


ziyade uzak sebepleri içinde ele alıp gözden geçir­
mek zorunda bulunuyoruz.
Bütün bu barbar milletlerde aşağı yukarı aym
anayasa vardı ; kıra! ad ını taşıyan bir ortak şef,
bir kurulla birlikte, geriye bırakılması tehlikell
olan hükümler çıkarır ; kararlar verird i ; biraz
önemli olan kararlarda kendisine danışılan ayrı
ayrı şeflerin kurduğu meclis, en sonra bütün
milleti ilgilendiren işleri konuşan bir millet mec­
lisi vardı. Çok esaslı farklar, ödevlerinin tabi­
atı bakımından değil de, işlerin, hele yurttaş­
lar kütlesinin bağlı olduğu menfaatlerinin tabiatı
bakımından birbirinden ayrılmış olan bu üç kuv­
vetin az veya çok otoriteli oluşlarında görülüyordu.
Bu çiftçi milletlerde, hele yabancı bir toprak
üzerine artık adamakıllı yerleşmiş olan millet­
lerde bu anayasalar, çoban milletlerin anay,sa­
larından daha düzenli, daha sağlam bir şekil aı­
mıştı. Bundan başka millet burada dağınıktı,.
az veya çok kalabalık kümeler halinde birarada
bulunmuyordu. Bu yüzden kıra!, her zaman ya­
nında toplu bir orduyu asla bulunduramıyordu ;
desepotizm de burada, Asya devrimlerinde olduğu
gibi, zaferin hemen ardından gelemedi.
Zafer kazanan millet artık hiç de kul haline
sokulmuş değildi. Aynı zamanda bu cihangirler,
içlerinde kendileri oturmadıkları halde, şehirleri
ellerinde tutuyorlardı. Kuvvetli bir ordu ile ko­
runmadığı için - çünkü devamlı bir ordu yoktu -

bu şehirler bir çeşit iktidar kazandılar, bu da..


yenilen milletin hürriyetine bir destek oldu.
İNSAN ZEKASININ İL!lRLEMELERİ
101

İtalya ikide bir barbarların istilasına uğra­


mıştır; ama memleketin zenginlikleri durmadan
yeni yeni galiplerin açgözlülüğünü üzerine çek­
tiği, Yunanlılar da uzun zaman bu memleketi
imparatorluklarına katmak umudunu besledikleri
1.çin barbarlar burada sürekli kurumlar kurama
ımışlardır. İtalya hiçbir zaman ne baştan başa,
crıe de devamlı olarak bir milletin idaresi altına
girmemiştir. Burada halkın biricik dili olan
Latince, daha yavaş bozulmuştu ; garbın geri ka­
il an yerlerinde olduğu gibi, burada koyu bir ca­
hillik hüküm süm1emiş, hurafeler de budalaca bir
hale gelmemişti.
Yalnız değiştirmek için efendi tamyan Roma,
elinde bir çeşit istiklal bulunduruyordu. Burası
din şefinin merkeziydi. Böylece şarkta tek bir
.hükümdara boyun eğen, kah imparatorları idare
.eden, kah onlara karşı gizliden gizliye hareke­
te geçen, despotu tepeleyip despotizmi tutan,
bir kısmını sonra çekip almak için iktidarı ol­
duğu gibi mutlak bir hükümdarın emrine ver­
mekten hoşlanan papazlar sınıfının, garpta, tam
tersine, ortak bir şef idaresinde birleşerek kıral­
larınkine rakip bir iktidar yarattıkları, bu par­
çalanmış devletlerde bir nevi tek, müstakil bir
monarşi kurdukları görüldü.
Bütün dünyaya yeni bir tiranlığın zincirle­
rini vurmaya kalkışan bu hakim şehrin tablo­
sunu çizeceğiz ; bu şehrin papazları kaba hare­
ketlerle, kolayca inanıveren cahil halka boyun
.eğdiriyorlardı ; kendi açgözlülüklerine, gurur-
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
102

larına göre oynamak için, dini sivil hayatın bütün


münasebetlerine karıştırıyorlardı, bütün devlet­
lerde taassubu alabildiğine yükseltmek için hura­
feli terörlerini hileleriyle aşırı bir şekilde göklere
ç ı kar maya hazır bir papazlar ordusu bulundu­
rarak milletlerin ta ruhuna i ş l iyen müthiş bir
aforoz korkusiyle, kanunlarına gösterilen en kü­
çük bir aykırılığı, manasız iddilarına karşı en kü­
çük bir direnmeyi cezalandırıyorlardı ; milletleri,
sivil h arb le re kışkırtmak için dini umutlarınm
dayandığı ibadetlerden, törenlerden mahrum edi­
yorlardı, her şeye hükmetmek için her şeyi altüst
ediyorlar, Tanrı adına hainliği, yalan yere yemini,
adam öldü rmeyi, ana baba öldürmeyi mubah sa­
yıyorlardı ; taraf taraf kırallarla savaşçıları öclerine
alet ve kurban ediyorlardı ; ellerinin altında kuvvet
bulunduruyor, ama bunu hiçbir zaman elde tuta­
mıyorlardı ; düşmanlarına karşı amansızdırlar, ama
koruyucuları karşısında tir tir titriyorlardı ; Avru­
panın öbür ucunda çok kuvvetli, ama kendi mih­
raplarının ayak ucunda hakaret görüyorlardı, ken­
dilerine hakaret edenler de hiçbir ceza görmü­
yordu. Dünyayı yerinden oynatacak Arkhimedes
noktasını gökyüzünde bulmuşlardı, ama işi iste­
dikleri gibi yürüterek elde tutabilecekleri düzen­
leyici bir kuvveti yeryüzünde arayıp bulmayı bil­
miyorlardı ; en sonra, kilden ayaklar üzerine, bütün
Avrupayı ezdikten sonra daha uzun zaman dö­
küntülerinin ağırlığiyle onu yoracak olan bir dev
heykeli yükseltmişlerdi.
İNSAN ZEKASININ lLERLEMEILERİ
103:

Fetihler, garbı, kıralların, savaş şeflerinin, pa-­


pazların üçüzlü tiranlığı altında milletleri inim
inim i nleten görültülü bir anarşiye sürüklemişti ;
ama bu anarşi, bağrında hürriyet tohumlarını.
da taşıyordu. Avrupanın bu kısmından, Roma'lı­
ların asla sokulamadıkları ülkeleri anlamalıyız.
Bu topyekun kımıldanış içinde sürüklenerek im­
paratorluğun fatihleriyle bir kökten gelen, aynı
töreleri olan fethedenlerle fethedilenler, taraf ta­
raf, bir kitle halinde karışıp kaynaşıyorlardı..
Onların siyasi durumu, aynı değişikliklere uğradı,,
fö.tihlerinkini andırır bir yol tuttu.
Biz bu feodal anarşinin - bu ad onu karak­
terlendirmeye yarar - geçirdiği devrimlerin tab­
losunu çizeceğiz :
Burada, parçaları birbirine kaynamamış, bar­
barca bir hukuk sistemi vardı. Yumuşak kanun­
lara raslanırsa da bu insanlık perdesi, hakikatta
tehlikeli, düpedüz bir kanunsuzluktan başka bir
şey değildi. Bununla beraber burada birtakım
değerli kurumlar da görülmektedir. Fakat bunlar
da hakikatte ezilen sınıfların pek az haklarım
kanunlaştırmakla insanlığa edilen ikinci bir ha­
karetti. Ama hiç olmazsa içlerinde insan hakla­
rının zayıf fikirleri vardı. Bu fikirler, haklan
yeniden tanımak, korumak için ilerde bir kıla­
vuz vazifesini görecektir.
Bu hukuk sistemi, milletlerin çocukluğunu
da, kaba yüzyıllardaki bilgisizliği de vasıflandı­
ran iki damga taşır. Bir suçlu, insaniarın haya-·
tına, liyakatlerine veya doğuşlarına göre değeı;-
lNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
104

biçen kanunun göste rdiği bir miktar para ile


cezadan yakasını kurtarabilirdi. Suça, ceza korku­
sunun önüne geçmesi gereken, yu rttaşları n gü­
venl iği ne, haklarına indirilen bir darbe göziyle
<leğil de, bir ferde verilen zarar diye bakılırdı ;
bu ferdin ya kendisinde, ya ailesinde, kanunun
onlara daha faydalı bir karşılık olarak verdiği
·ÖC alma hakkı vardı. Bir olayın hakikatını de­
l iller üzerine temellendirme fikri pek az yayıl­
dığı için her zaman, cinaye tle suçsuzl uk birbirin­
den ayrılmak i stenince, gökyüzünden bir mucize
beklemek daha basit bir iş sayılıy ord u Hakikatı
.

meydana çıkarmada, tanıtmada, hurafeli bir deli­


lin başarısına veya bir savaşın neticesine daha
güvenilir vasıtalar göziyle haklı yord u
.

İstiklalle hürriyeti birbirine karıştıran in-


sanlarda toprağın pek küçük bir parçasına ha­
kim olanlar arasındaki kavgalar, çığrından çıka­
rak iç harbler halini alıyor, kantonlarla, köyler
arasındaki bu harbler, çoğu zaman bir memleketi
baştan başa büyük istilalara, genel harblere geçişten
başka bir şey olmıyan , sınırlardan başka her şeyi
yakıp yıkan çeşit çeşit felaketler içine atıyordu.
Tiranlık, bir milletin kitlesini, kendi parça­
larından birinin iradesine boyun eğdirmeye çaba­
ladı ğı zaman, kullandığı vasıtalar arasında kur ­

banl arı nı n peşin hükümlerini, cahilliğini de he­


saba katmıştır; daha az bir kuvvet toplayıp hare­
kete geçirmekle daha kalabalık insanların elin­
de bulunan asıl kuvvetin üstünlüğünü karşı­
aama yolunu aramı ştır
. Ama tiranlığın bin -
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELER!
105

de bir gerçekleştirebildiği bu umu tların sonun­


da, efendilerle köleler arasında, siyasi eşıtsız­
likte bir dereceye kadar tabiatı bile suç ortağı
yapan gerçek bir ayrılık doğar.
Çok eski zamanlarda hem kıra!. hem din
başkanı, hem hakim, hem astronomici, hem top­
rak ölçücü, hem artist, hem hekim sayılan şark
papazlarının sanatı böyle idi. Onların zihin güc­
lerini inkar ederek edindikleri bu sanatı, zayıf
atalarımızın kaba tiranları barb kurumlariyle,
barb alışkanlıklariyle elde etmişlerdir. Zırh kuşa­
narak kendileri gibi dayanıklı hayvanlar üzerinde
dövüşen, atlarını yetiştirmek, idare etmek, silah­
larını taşımak, kullanmak için gereken kuvveti,.
ustalığı ancak uzun, çetin bir çıraklıkla elde ede­
bilen bu insanlar, pahalı silahları edinecek kadar
zengin olmıyan, gençliği faydalı çalışmalarla geçtiğr
için kendisini harb talimlerine verememiş olan
halktan bir adamı, cezaya çarpılmadan ezebilirler.
göz kırpmadan öldürebilirlerdi.
Böylece bir avuç ınsanın tiranlığı, bu dövüş­
me tarzını kullanarak her türl ü karşı koyma fik-
rinin önüne geçmış olan gerçek bir kuvvet üstün­
lüğü kazanmış, bu yüzden de uzun zaman umut­
suzca çabalamalar bir işe yaramamıştır. Tabiattaki
eşitsizlik, böylelikle fizik kuvvetlerin yapma eşit­
sizliği karşısında kaybolup gidiyordu.
Yalnız papazların öğrettiği ahlak, hiçbir ta­
rikatın tanımamaya cesaret edemiyeceğı ilkeieri
içine alıyordu ; ama bu ahlak, bir sürü su katıl­
madık din ödevleriyle hayali günahlar yarat-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
106

maktan da geri kalmamıştı. Bu ödevler, tabiatın


ödevlerinden çok daha kuvvetli olarak ileri sürü­
lüyor; önemsiz, hakka, hatta çoğu zaman erdeme
dayanan işler, asıl suçlardan daha çok ayıpla­
nıyor, ceza görüyordu. Bununla beraber, bir
papazın günah bağışlamasiyle kutsallaşan piş­
manlık duygusu, kaatillere gök kapılarını ardına
kadar açıyordu ; kiliseye yapılan bağışlarla kili­
senin gururunu okşıyan birtakım hareketler, gırt­
lağına kadar günaha boğulmuş bir insanı bağış­
latmaya yetiyordu. İş, günahların bir listesini
yapmaya kadar bile vardırıldı. Bu günahlar ara­
sına en masum aşk zaıflarından, en basit arzu­
lardan tutun da en iğrenç bir düşkünlüğün bütün
inceliklerine, aşırılıklarına varıncaya kadar ne
varsa hepsi dikkatle yerleştirilmişti. Tek bir insa­
nın bile bu sansürden yakayı kurtarmasına imkan
yoktu ; bu da kilise ticaretinin en kazançlı kolla­
rından biriydi. İş, papazların kısaltılabilecekleri,
hatta büsbütün bağışlatabilecekleri belli bir müd­
det süren bir cehennem tasarlamaya kadar var­
dırıldı; onlar bu bağışlamayı, ilk önce hayatta­
kilere, sonra da ölülerin ana babalarına, dostlarına
zorla satıyorlardı. Papazlar, eşit sayıda yeryüzü
nimetlerine karşılık gökyüzü nimetleri satıyorlardı;
bu işte üste isteıniyecek kadar da alçakgönüllü
idiler.
Böylece bu felaketli zamanların töreleri. ala­
bildiğine bozucu olan bir (sisteme yaraşır töreler
oldu,
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
107

Avrupanın garp kısmı törelerinin insan soyu


tablosuna verdiği başlıca çizgiler şunlardır : Aynı
sistemde görülen ilerlemeler ; kah eski mucize­
leri yeniden ortaya süren, kah yenilerini gösteren,
soymak için aldattıkları halkın cahilce budala­
lığını masallarla, kerametlerle besliyen papazlar ;
hayallerinde yer bulan her şeyi yeni bir saçma
ile inanışlarını zenginleştirmek, kendilerine nak­
ledilen şeylere herhangi bir şekilde katmak için
kullanan bilginler ; dogmalarının bir taneciğinden
bile şüphe etmek, yahut onların düzenlerini açığa
vurmak, cinayetlerinden tiksinmek cesaretini gös­
teren, gözü kapalı bir itaatten bir an yan çizen
prenslerle diğer insanlardan tutun da başka türlü
düşünmeye kalkışan kilisenin çok gözde şeflerinden,
teologlara varıncaya kadar herkesi zorla ateşe
atan papazlar.

Tek bir despotun idaresi altında birleşen şark­


ta, imparatorluğun derece derece zayıflamasını
pek yavaş takip eden bir inişle, her yüzyılda gö­
rülen cahilliğin, ahlak bozukluğunun kendinden
sonra gelen yüzyıldaki cahillik, ahlak bozukluğu
üzerine ne dereceye kadar geçtiğini, zenginlikler
azaldıkça sınırların gitgide merkeze yaklaştığını,
devrimlerin gittikçe kuvvetten düştüğünü, tiranlı­
ğın daha alçak, daha gaddar olduğunu göreceğiz.

Bu imparatorluğun tarihini gözden geçirirken,


her çağdaki kitapları okurken, bu hal, pek gör­
gülü. pek dikkatli olmıyan insanların güz:erım
fal taşı gibi açtıracaktır.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
108

Şarkta halk, bundan başka din kavgalarına


da kendini kaptırıruştı : Bu kavgalar tarihte çok
büyük bir yer tutmuş, üstelik siyasi olaylar ilze­
rine de tesir etmiştir ; burada garip fikirler, kıs­
kanç garbın henüz ulaşamadığı bir incelikle ken­
dini göstermektedir. Dini hoşgörmezlik orada
da ezici olmakla beraber son derece amansız
değildi.
B ununla beraber Photius'un eserlerinde bildir­
<liğine göre, akla uygun araştırmalar yapma zevkı
asla sönmüş değildir. Birtakım imparatorlar, prens­
ler, hatta prensesler, teoloji kavgalarında üstün
çıkmanın verdiği ünle asla kanaat etmiyorlar,
yazılı insan bilgilerini işlemeyi de Üzerlerine alı­
yorlar.
Burada Roma hukuk sistemi, ancak açgöz­
lülüğün, tiranlığın ımparatorlara kabul ettirdiği,
yahut imparatorluğun zayıf düşmesi yüzünden
hurafenin zorla çekip aldığı kötü kanunların
karışmasiyle bozuldu. Yunan dilinin saflığı, ka­
rakterı kayboldu, ama zenginliği, şekilleri, gra­
meri olduğu gibi kaldı ; Bizans'ta oturanlar bile
hala Homeros'u, Sophokles'i, Thukydides'i, Ef­
Hltun'u okuyup anlayabiliyorlardı. Antemius,
Arkhimedes aynalarının nasıl yapıldığını öğreti­
yordu, Proklos da bunları başşehrin müdafaasın­
da başarı ile kullandı. İmparatorluk düştüğü
zaman Bizans'ta bulunan birtakım adamlar İ tal­
ya'ya kaçtılar, bunların bilgileri orada bilim,
sanat ilerlemelerine yaramıştır. Demek oluyor ki
şark, bu zamanda bile barbarlığın son haddine
iNSAN ZEKASININ İLERLEMEILERİ
109'

ulaşmış değildi ; ama burada hiçbir şey bu iler­


lem elerin bir kalkınması umudunu vermiyordu.
Zamanla şark, yabancıların eline geçmiş, bilgi­
lerin zayıf döküntüleri ortadan kalkmıştır. Burada
eski Yunan dehası, bugüne bugün bir kurtarıcı
beklemektedir.
Asya ile Afrika'nın birer ucunda, coğrafi
durumu ile, cesaretiyle İran'lıların, İ skender'in,

Roma' lıların istilasından kurtulmuş bir millet


vardı. Pek kalabalık olan boylarından bir kısmı
çiftçilikle geçiniyordu ; diğerleri eskiden beri çoban
hayatı s üregelmişlerdi ; hepsi de kendilerini alış­
verişe, birtakımları da çapulculuğa vermişti. Aynı
dille, bi rtakım dini alışkanlıklarla birleşmiş olan
bu boylar, ayrı ayrı parçaları siyasi bir bağ ile­
bağlanmamış olmakla beraber, büyük bir mi1let
teşkil ediyorlardı. B i rdenbire bu boylar arasın­
dan, ateşli bir coşkunluk, derin bir kiyaset gös­
teren, hem şair, hem asker yaratılmış bir adam
çıktı. O, Arabın kabiliyetlerini bir bütün halin­
de birleştirmek gibi bir plan tasarladı, bunu ger­
çekleştirmek cesaretini de gösterdi. O zamana
kadar başıboş kalmış olan bir millete baş olmak
için, eski mezhebin döküntüleri üzerine çok te­
miz bir din kurmakla işe başladı. Kanun koyucu�
peygamber, din başkanı, hakim, ordu komutanı
olarak insanlara baş eğdirecek bütün vasıtalar
onun elindedir, o da bunları hem ustalıkla, hem
de büyüklükle kullanmayı bilmektedir.
O, gökyüzünden aldığını söylediği bir sürü
masalları ortaya atıyor, ama savaşlar da kazaı.:ıı-
!NSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
110

yor. Onun zamanı dualarla aşk hazları içinde


geçmektedir. Tarihte hiçbir örneği olınıyan sınırsız
bir iktidarı yirmi yıl kullandıktan sonra, eğer bir
haksızlık etmişse onu d üzeltmeye hazır olduğunu
bildiriyor. Etrafındakilerin hepsi susuyor, yalnız
bir kadın, pek az bir para istemek cesaretini gös­
teriyor. O ölüyor, ama milletine aşıladığı heye­
.can, dünyanın üç kıtasının yüzünü değiştirecek­
tir.
Arap törelerinde yücelik, tatlılık vardı ; Arap­
lar şiiri seviyor, işliyorlardı. Asya'nın en güzel
ülkeleri üzerinde hüküm sürdükleri, zamanın din
taassubunu yatıştırdığı sıralarda, onlardaki bilim
zevkı, sanat zevkı, din yayma gayretlerine karış­
mış, fetihler uğrunda besledikleri şiddetli arzulan
yum uşatmıştır.
Araplar, eserlerini dillerine çevirdikleri Aris­
to'yu inceliyorlar. Astrononüyi, optiği, hekim­
liğin bütün kollarını işliyorlar, bu bilimleri bir­
takım yeni hakikatlerle zenginleştiriyorlardı. İn­
sanlar, Yunan'lılarda ancak bir sınıf sorulara tat­
bik edilen cebirin umumi olarak kullanılmasını
onlara borçludur. Her ne kadar madenleri bir­
birine çevirmenin sırrı ile abıhayat sırrını bul­
mak gibi boşuboşuna bir araştırma, kimya ça­
lışmalarını bozmuşsa da onlar, o zamana kadar
eczacılıkla veya sanatların usullerini incelemekle
karışmış olan bu bilimi hem canlandırmışlar,
hem de yeniden bulmuşlardı. Bu bilimin ilk ola­
rak unsurlarını tanıttığı cisimlerin analizi, terkip ­
leri, bunların bağlı olduğu kanunların teorisi
Araplarda görül ür.
İNSAN ZE!USININ İLERLEMELERİ
111

Burada bilimler serbestti, Araplar bu serbestlik


içinde Yunan dehasının birtakım kıvılcımlarını
canlandınnaya devam ediyorlar ; ama bir yandan
da d i nle kuvvetlenen bir despotizme baş eğiyor­
lardı. Bu ışık, ancak bir zaman parılda­
dıktan sonra yerini çok koyu bir k aranlı ğa bı­
raktı ; Arapların bu çalışmaları, eğer garbın bize
tablosunu sunacağı kalkınmayı h azırlamaya yar­
dıın etmemiş olsaydı, insan soyu için temelli kay­
bolup gidecekti.
Böyiece ikinci defa olarak, dehanın; aydın­
latmış olduğ u milletleri yalmz bıraktığı, ama
ancak tiranlıkla hurafe karşısında ortadan çe k il ­
mek zoru n d a ka.ldığı görülüyor. Yunanistaıı 'da,
hürriyetle yan yana doğmuş olan insan deh as ı ,
artık kölelikle kıymetini kaybed en milletlerin pe­
şın hükümleri karşıs ın da ne hürriyetin sonu­
şünil durdurabildi, ne de aklı müdafaa edebildi.
Araplarda, despotizm ortasında taassuplu bir
din çemberinin yanıbaşında doğmuş olan deha,
bu milletin yiğit; parlak karakterine uyarak,
ancak uşak, hurafcc ( milletleri aşağılığa, bilgi­
sizliğe düşüren tabiatın genel kanunlarına geçicı
bir istisna te şkil etti.
Bununla beraber bu ik in ci örnek de ilerisi
için cesaretimizi kırmamalıdır ; bu örnek, çağdaş­
larımıza, eğer hür olmak, hür kalmak, hürriyet­
lerini elde tutmak isterlerse, bilgi ışıklannın ken­
dilerine sağl adığ ı faydaları elden kaçırmak iste­
mezlerse, bilgileri korumada, artırmada hiçbir
�eyi boşl amamalarını bildirmektedir.
İNSAN ZEKASININ lLERLEMFıERt
112

Arapların çalışmaları tarihine, Atlas okya-·


nusu kıyılarından İndus sınırlarına kadar h ük üm
sürdükten sonra barbarlar tarafından fethettik­
leri yerlerin birçoğundan koğulan , uşak lığın , ah­
lak bozukluğunun, sefilliğin son haddine va­
rıncaya kadar soysuz bir milletin pek korkunç
görün üşiyle diğer milletlerin karşısına çıkarak.
onları hakimiyeti altında tutabilen, bala eski
v atanları üzerin d e törele rini , ruhlarını, karak-·
terlerini koruyarak ya şıyan, orasını bir gün ye­
niden fethetmeyi, orada eski istiklallerini koru-·
mayı bilen bir milletin çabucak düşmesi tarihin '.
ekliyeceğim.

Daha saçma h ura feler alt ında, daha barbar·


ca bir hoşgörmezlik ıçinde parladığını görece··
ğimiz bilim ve h ü rriyet dehasının doğmaları daha.
basit, tatbikatı o kadar saçma olmıyan , ilkelen
dah a geniş olan M uhammed dininin hakimiyetim
yaydığı yeryüzünün geniş bir parçası üzerinde
nasıl olup da ebed1 bir köleliğe, önüne geçilmez·
bir anlayışsızlığa düştüğünü ortaya koyacağım•.
Çin. bu uyuşturucu zehrin tesirleri daha az fel a-·
ketli olsa da, bu yolda bize aynı hakikatı göster­
mektcdır.
YEDİNCİ DEVİR

Bilimlerin garpta yeniden can1 andıkları sırada


gösterdikleri yeni yeni ilerlemelerden matbaacılığın
icadına kadar.

Pek yüz kızartıcı, ağır zincir1er1e ebedi ola­


Tak ezileceği anlaşılan insan zekasının bu kal­
kınma enerjisini elde etmesinin birçok sebep-
1eri vardır.
Papazların hoşgörmezliği, siyasi kuvvetleri avuç­
larına almaya çabalamaları, rezalet derecesine
varan açgözlülükleri, ikiyüzlülükleri dolayısiylc
gittikçe çekilmez bir hal alan inançlarının kar­
makarışıklığı, onlara karşı temiz ruhları, aziz
-gönülleri, yılmaz iradelerj ayaklanmak zorunda
bırakmıştı. Doğmalarının, maksimlerinin, gidişle­
rinin, doktrinlerinde olduğu gibi ahlaklarında da
ana temel olan ve halktan büsbütün gizli tuta­
madık.lan İncilin doğmalariyle, maksimleriyle, gi­
.dişleriyle çelişme halinde bulunduğu ortaya çıka­
rılmıştı.
Bundan sonra papazlara karşı kuvvetli itirazlar
yükseltildi. Güney Fransa'daki bütün vilayetler,
.daha basit bir doktrini, oldukça daha . saf bir
hale gelen hıristiyanlığı kabul etmek için birl eş­
tiler ; bu doktrine göre, do ğrudan doğruya Tan-

s
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELER!
114

rıya bağlı olan insan, Tanrının, kitaplarında


bildirmek lfüfunda bulunduğu hakikatlar üzerin­
de, kendi aklı ile, duygulariyle hüküm veriyordu.
Başlarında gözü kararmış şefler bulunan ta­
assup orduları, bu vilayetleri yakıp yıktılar Kar­
.

dinallerin, papazların gönderdikleri cellatlar da


askerlerin kılıç artıklarını asıp kestiler. Vazi­
fesi, Mlfi aklına uyarak hareket ettiğinden şüphe
edilen insanları ateşe atmak olan bir keşişler mah­
kemesi kuruldu.
Bununla beraber bu hürriyet, bu araştırma
ruhunun gizliden gizliye ilerlemelerine engel olu­
namıyordu. Dar düşünceli ikiyüzlülüğün bir defa
daha kanlı harbleri körüklediği bir memlekette
başkal dı rmaya kalkışır kalkışmaz hemen ezilen
bu ruh, gizlice başka bir bucakta yeniden ortaya
çıkıyor, etrafa yayılıyordu. Bu ruh, matbaanın
icadiyle büsbütün kuvvet bulmadan önce de
bütün devirlerde yaşamış ; Avrupan ın bir kısmını
Roma sarayı boyunduruğundan kurtaracak katla>
gelişmiş ti.
Artık her türlü hurafelerin üstünde olduk­
ları halde onlara gizlice hor bakmakla yetinen
yahut üstüne dikkatle örttüklerı sözde saygı ör ­

t üsiyle bir kat daha iğne leyici bir hale gelmiş


olan gülünç bir şeyin oklarını bu hurafeler üze­
rine çevirmek imkanım bulan bir insanlar sınıfı
da ortaya çıkmıştı. Büyüklerin, aydınların eğlen-·
mele ri için hazırlanan, ama halkın bilmediği
eserlere ih tiyatla serpiştirilen bu gibi pervasız­
lık lada bir kat daha zarif bir hal alan alaylar.
zalimlerin kinini uyandırmıyordu.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
115

İkinci Friedrich, bizim onsekizinci yüzyıl pa­


pazlarının o zamand an beri dillerine doladık­
ları gibi(eylesoj olmakla suçlanmıştı. Papa, onu
Musa'mn, .İsa'nın, Mu h ammed'in dinlerine siyasi
masallar göziylc bakmakla suçladı. Üç yalancı
adlı hayali bir kitap, şansöliyesi Pierre des Vignes'
den biliniyordu. Ama kitabın başlığı bile, aynı
kaynaktan doğan, d ünyanın evrensel ruhu için
daha eski mil l etl er tarafından çok temiz bir hal e
getirilen bir mezhebin bozulmasından başka bir
şey olmıyan bu üç inanışın pek tabii olarak i n ce­
lenmesinden çıkmış bir kanaatin varlığını bildi­
riyordu.

B izde ki masallar k ül liyatı, Boccacio'nun Deka­


meron' u, bu düşünce hürriyetini, peşin hüküm­
lere hor bakmayı, bu n ları gizli, şeytanca bir alay
konusu yapan bu durumu doğuran işaretlerle
doludur.

Böylece bu devirde, hurafelerin hep kabaca


kötüye kullanılmalarına karşı açıktan açığa coşup
köpüren i nkılapçılar yanında her türlü hurafeyi
aşağı gören ken d i halinde insanlara da raslan­
maktadır ; biz akl ın hakları u ğrunda ileri sürülen
bu karanlık iddiaların, itirazların tarihini kolayca
İskenderiye okulundaki son feylesofların tarihine
bağlayabiliriz.

Felsefe ınüritliğinin pek tehlikeli olduğu bir


zamanda bunu yaşatmak, bakim peşin hükümlere
karşı en güvenilir korunma vasıtaları olan pek
.az basit hakikatleri gizliden gizliye, tehlikesizce
116 İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

kendi taraflarına bildirmek ödevini üzerine al­


mış gizli kurumlar bulunup b ulunmadığını ortaya.
çıkaracağız.
Bu kurumlar arasına, papalarla kıralların yık­
mak için elbirliği edip birçok alçakça vasıtalara
başvurarak çalıştıkları, büyük bir barbarlıkla yık­
tıkları bu ünlü tarikatı da koymak gerekip gerek­
mediğini araştıracağız.
Papazlar, ister kendilerini müdafaa etmek,
ister dünyevi kuvvet üzerindeki tahakkümlerini
birtakım tevillerle örtbas etmek, ister metinler
uydurma sanatında ustalaşmak için okuyup öğ­
renmek zorunda idiler. Diğer taraftan kırallar,
iddiaların otorite ile görenek üzerine dayandığı
bu harbden az zararla kurtulmak, papazlara karşı
koymak için ihtiyaçları olan hukuk müşavirlerini
yetiştiren okullara yardım ediyorlardı.
Kilisecilerle hükümetler arasında her mem­
leketin papazlar sınıfı ile kilisenin başı arasında
çıkan bu çekişmelerde, daha temiz bir ruh, da-­
ha açık, daha yüksek bir karakter taşıyanlar,
insanların davası uğrunda papazların davasına
karşı, milli kilise davası uğrunda yabancı şefin
despotizmine karşı dövüşüyorlar, ilk sebeplerini
meydana çıkarmak istedikleri bu suiistimallcre,
bu zorbalıklara saldırıyorlardı. Bu türlü bir cü­
ret bugün bize sadece kölece bir çekingenlik gi­
bi görünüyor ; basit bir sağduyunun bile anlaya­
bileceği bir şeyi ispat etmek için harcanan bunca
emekleri görünce gülmekten kendimizi alamı­
yoruz ; ama o zaman yepyeni olan bu hakikatler,
İNSAN ZEKASININ lLERLEMEILER!
117

her defasında bir milletin alınyazısını tayin edi­


yord u ; bu insanlar bu hakikatleri serbest bir ruhla
.arıyorlar, cesaretle müdafaa ediyorlardı ; insan,
aklın haklarını, hürriyetini hatırlamaya onlarla
başladı.
Kmıllarla derebeyleri arasında çıkan kavga-
1l arda, kırallar ya imtiyazlarla, ya insanın birta­
kım tabii haklarını geri vermekle büyük şehir­
lerin · yardımını sağlıyorlar; birtakım bağışlama­
Iarla ortak haklardan fayda görenlerin sayısını
artırma yolunu arıyorlar. Hürriyete yeniden göz­
lerini açan bu adamlar, kanunları, tarihi öğrenerek
.feodal tiranlığın askeri kuvvetine denk bir kuvvet
elde etmek için işlerine yarıyan bir marifet, bir
fikir otoritesi kazanmanın büyük önemini anla­
makta gecikmiyorlar.
İ mparatorlarla papalar arasındaki rakiplik,
İ talya'nın bir hükümdar idaresi altında birleş­
mesine engel oldu ; burada birçok müstakil top­
lulukları devam ettirdi. Küçük devletlerde zor
kuvvetine kandırma kuvvetini katmak, konuş­
mayı da silahlar kadar sık sık kullanmak gerek­
tiği görüldü ; bu yüzden bu siyasi harb orada
prensip olarak bir fikir harbini gerektirdiğinden,
İtalya, hiçbir zaman tahsil zevkini temelli kay­
betmediğinden, bu memleketin Avrupa için he­
nüz zayıf olan, ama zamanla çabucak artmayı
vadeden bir ışık kaynağı . olmasına yol açıyordu.
En sonra din taşkınlığı, garplıları, İsa'nın
�ilmiyle, mucizeleriyle kutsal yerler haline gel­
diğine inanılan yerlerin fethine kışkırtu ; aym
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERl
118

zamanda bu kin, derebeylerin zayıf, yoksul düş­


meleri yüzünden hürriyet davasına da yaradı,
Avrupa milletlerinin Araplarla olan bağlantı­
larını geni şletti, zaten bu bağlantılar, daha önce
A raplar , İ spanya hıristiyanlariyle karışt1ğı zaman
başlamıştı ; Piza'nın, Cenova'nın, Venedik'in tica­
reti bunlan perçinledi. Arapların dili öğrenildi,
bir kısnu öğrenildi.
eserleri olrnndu, buluşlarının
Her ne kad.ar onların eskileri bırakmış old ukları
noktanın il eri sine geçilemediyse de hiç olmazsa
onlara eşit olmak hırsı uyandı.
Hurafeye karşı girişilen bu harbler. onu yık­
maya yaradı. Neticede birçok dinlerin görünüşü,
sağduyulu insanlara, insanların kötülükleri ve­
ya ihtirasları karşısında aynı derecede zayıf olan
bu inanışlara, gene o kadar aldırşısızhkla, men­
suplarının birbirine aykırı düşen kanaatlere aynı
derecede inatla, içten gösterdikleri bağlılığa aynı
derecede hor bakmayı aşılamıştır.
Diğer memleketler, tebaa bir milletin kul­
luğunu, hllkim bir milletin demokrat hürriyetiy­
le, eşitliğiyle uzlaştınnaya çalışırlarken İtalya'da
birtakımlannda Yunan cumhuriyetlerinin şekil­
leri taklit edilmiş olan cumhuriyetler kurulmuştu.
Şimalde, Almanya'da hemen hemen tam bir is­
tiklal elde etmiş olan birtakım şehirler, kendi
kanunlariyle idare ediliyorlardı. Felemenk'in bazı
kısımlarında halk, kıral1ık kudretinin de, dere­
bcyliğin de zincirlerini parçaladı. Büyük devlet­
lerin hemen hepsinde vergi toplama, yeni ka­
nun lar yapma otoritesinin kah km.\ , aslller.
İNSAN zacASININ tLERLEMELERl
119

papaz sınıfı ile halk arasında, kah kırat, baronlar,


komünler arasında paylaşıldığı birtakım yanm­
yamalak meşrutiyet idarelerinin doğduğu gö­
rüldü. Burada halk henüz hor görülmeden kur­
tulmamıştı ama, hiç olmazsa baskıdan yana
emniyet altında bulunuyordu ; burada milletleri
gerçekten meydana getiren kuvvet, haklı olarak
menfaatlerini korumak, kaderini düzenliyenlerle
anlaşmak şeklinde görülüyordu. İngiltere'de kı­
ralın, büyüklerin, sadık kalacaklarına herkesin
önünde yemin ederek ilan ettikleri bir ferman,
baronlarla diğer bir kısım insanların haklarını
sağladı.
Diğer milletler, vilayetler, hatta şehirler de
buna benzer, yalnız daha az tanınmış, daha az
benimsenip tutulmuş olan fermanlar elde ettiler.
Bu fermanlar, bugün bütün aydın insanlarca
hürriyetin temeli göziyle bakılan hukuk beyan­
namelerinin köküdür. Ev köleliğiyle anayasala­
rını lekelenmiş olan eski çağ insanları bu hür­
riyeti bilmiyorlardı ; hürriyet, onlarda vatan­
daşa soydan gelme bir hak olarak veya gönüllü
bir kabulle bağışlanmıştı ; onlar. bu hakların
insan soyu varlığına sımsıkı bağlı tam bir eşit­
likle bütün insanların malı olduğu görüşüne ula­
şamamışlardı.
Fransa'da, İ ngiltere'de, diğer birtakım büyük
milletlerde, halkın öz haklarını yeniden ele ge­
çirmek istediği görüldü ; ama halk aklın ışığiyle
değil yalnız ezmek duygusiyle, şiddet hareketle­
riyle işe başlamıştı ; bu hareketler de pek bar-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
1.20

barca, pek aşırı öc almalarla cezalandırılmış,


büyük bir sefilliğin ardından büyük bir çapul­
.çuluk başlamıştı.

Bu sırada İngiliz'lerde inkılapçı Wycliffe'nin


düşünceleri, onun birtakım şakirtlerinin idare
ettiği hareketlerden birine yol açan bu hareket,
<!aha aydın bir yüzyılda milletlerin diğer inkı­
lapçılar idaresi altında yapacakları daha derli
toplu, daha düzenli denemelere bir örnek oldu.

Justinianus kanununun yeni bulunan bir el


)'azması, kanun koymaya olduğu gibi hukuk
.araştırmasına da yeniden yol açtı, kendisine bi.'s­
·bütün baş eğmemekle beraber ondan faydalan­
makta devam eden milletlerde hukuktaki pürüz­
lerin biraz olsun azalmasına yardım etti.

Piza'nın, Cenova'nın, Floransa'nın, Venedik'in,


Belçika sitelerinin, birtakım hür Alman şehirle­
rinin ticareti, Akdeniz'e, Baltık denizine, Atlas
Okyanusu kıyılarına kadar uzanıyordu. Bu memle­
_ketlerin tüccarları, Mısır limanlarından, Akdeni­
:zin ta öbür ucundan, şarkın değerli mallarını
.·satın almaya gidiyorlardı.

Politika, hukuk, iktisat henüz bilim olma­


ımıştı ; onların ilkelerini aramaya, derinleştirmeye,
_geliştirmeye asla çalışılmıyordu. Sadece tecrübe­
nin verdiği aydınlığa dayanarak, bu ilkelere gö­
i:ürebilecek gözlemler toplanıyor ; burada lüzu­
:munu duyuracak menfaatlerin bilgisi elde edili­
yordu.
İNSAN Z"EKASININ ILERLEMELE'Rl
ııı

Aristo, ilk önce yalnız Arapların tercüme­


leriyle biliniyord u ; önceleri yasak edilmiş olan
felsefesi, hemen bütün okullara hakim olmada
gecikmedi. Aristo, bu okullara hiçbir aydınlık
götürmüş değildi ; yalnız burada teoloji çekişme­
lerinin çocukça bir hale soktuktan kanıt getirme
sanatına biraz daha çekidüzcn, biraz daha metot
vermişti. Bu skolastik, insanı hakikati bulmaya
götürmediği gibi m ü nakaşa etmeye, tanıtlarına
adamakıllı değer biçmeye de yaramıyor, ama
kafaları işletiyordu. Kılı kırk yararcasına ayır­
malarla fikirleri boyuna parçalama, aralarındaki
kaçıcı anlam inceliklerini yakalama, bunları yeni
yeni kelimelerle gösterme zorunluğu, bir münaka­
şada hasmı şaşırtmak, onun kurduğu tuzaklardan
kurtulmak i ç in kullanılan bu alet, o zamanoon beri
ilerlemelerimizin verimli kaynağı halini alan bu
felsefe analizinin ilk kökü oldu. Yüce varlıkla
onun sıfatlarını gösteren fikirleri ; ilk nedenle
onun idare ettiği farzedilen evren ; ruhla madde
arasındaki ayrılık, hürriyet kelimesine verilebilenı
çeşitli ·anlamlar ; yaratmadan ne anlaşıldığı sorusu ;
bunlar arasında insan zihninin t ü rl ü t ü rl ü işlem­
lerini seçme k ; gerçek nesnelerle onların özell ikle­
rinden yoğurduğu fikirleri sınıflama tarzı üzerindeki:
daha seçik kavramları bu skolastiklere borçluyuz.
Ama aynı metot okullarda tabiat bilimleri
ilerlemelerini geciktirmekten başka bir işe yara­
mıyordu. Bu bil imlerin tablosunu şöylece çi;:e­
bili riz : Birkaç anatomi araştırması ; yalnızca fel­
sefe taşını aramada kullanılan kimyanın karanlık
122 İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

çalışm aları ; ne Arapların buldukları şeylerin hep­


sini bil meye, ne de eskilerin eserlerini anlamaya
kadar uzanmıyan geometri, cebir incelemeleri ;
en sonra cetveller yapına, bunları mükemmelleş­
tirme ile kalan astronomi gözlemleri, hesapla­
rı ; astrolojiyi lekeliyen gülünç bir bilgiler hali­
tası. Bununla beraber mekanik sanatlar, Asya'
da henüz elde tuttukları mükemmellik derecesine
yakl aşmaya başlıyorlar. İpekçilik, Avrupanın gü­
ney ülkelerine sokuluyordu, bu ülkelerde yel
deği rmenleri, kağıtçılık sanatı da kurulmuşt u ;
zamanı ölçme sanatı, eskilerde ve Araplarda
vardığı sınırı aşmıştı. En sonra iki önemli buluş
aynı devre, damgasını vuruyor. Mıknatısın, Çin­
l i lerce bilinen, gemilere kılavuzluk etmede kul­
lanılan, gökyüzünün aynı noktasına doğru çev­
rilme özelliği, Avrupada da göze çarptı. Pus­
l adan nasıl faydalanılacağı öğrenildi ; puslanın
kullanılışı, burada ticaret canlılığını artırdı, de­
nizcilik sanatını mükemmelleştirdi ; bu da o za­
mandan sonra yeni bir dünyayı tanıtan, insana
gözlerini üstünde yaşadığı yeryuvarlağının her
köşesine dikme imkanını veren seyahat fikrini
verdi. Bir kimyacı, güherçileyi kolay yanan bir
madde ile karıştırarak, barb sanatında beklenme­
dik bir devrim doğuran barutu buldu. Dövüşen­
leri birbirinden uzak tutan ateşli silahların kor­
kunç tesirlerine rağmen, bu silahlar harbi daha
az öldü rücü, harb edenleri daha az yırtıcı yap­
mıştır. Askeri seferler pek çok masrafa bağlı olduğu
için, zenginlikle bir kuvvetler denkliği kurula-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER! 123

biliyor; çok dövüşken milletler bile ticaretle, sa­


natlarla zenginleşerek hazırlanmak, savaş vasıtaları
edinmek ihtiyacını duyuyorlar. Medeni milletler,
artık barbar milletlerin körükörüne cesaretlerinden
korkmuyorlar. Büyük fetihlerle onların ardından
gelen devrimler aşağı yukarı imkansız bir hale
geliyor.

Demir zırh giyme, hemen hemen kurşun iş­


lemez bir atı sürme, mızrak, topuz veya kılıç
kullanma sanatının halk üzerinde asilere verdiği
üstünlük, büsbütün kaybolmuş, insanlarda hür­
riyete, gerçek eşitliğe karşı bu son engel, ilk ba­
kışta insan ırkını yok etme korkusunu veren bir
buluşla ortadan kaldırılmıştır.

İtalya'da dil, ondördüncü yüzyıla doğru,


mükemmel denebilecek bir hale geldi. Dante'nin
üslfıbu her zaman, asil, aydın ve canlıdır. Boc­
cacio'da zariflik, sadelik, incelik vardır. Usta,
duygulu Petrarka asla kocamamıştır. Yunanistan'a
yakın mutlu bir ıklimi olan bu ülkede, eski ça­
ğın örnekleri inceleniyordu. Yeni dile bu örnek­
lerin birtakım güzel tarafları aktarılmaya, bun­
lar öz dillerinde taklit edilmeye çalışılıyordu.
Daha o günden birtakım denemeler eski çağ
anıtlarını görerek uyanan, bu sessiz ama tesirli
derslerle aydınlanan sanat dehasının, ikinci defa
olarak, insan varlığını güzelleştireceği, ona, _ver­
diği saadet her şeye denk olan, bölündükçe ar­
tan saf hazları sunacağı umudunu veriyordu.
iNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
124

Avrupanın öteki kısımları, bu memleketi uzak­


tan uzağa izlemekle beraber sanat ve şiir zevki,
oralarda da henüz kaba olan dilleri az çok cila­
lamaktan geri k almıyord u.
Zihinleri derin uykusundan uyandıran aynı
sebepler, on l arın çabalamalarına da i stikame t
veriyordu. Akla yalnız zıt m e n faa tler in harekete
getirdiği soruları çözmek için başvurulabiliyor­
du : Aklın otoritesini tanımaktan uzak olan din,
-0nu h ü kmü altına almak davasını gü d ü yo r aşağı
,

düşürmekle övünüyordu ; politika, anlaşmalarla,


deği şmez bir töreyle, eski göreneklerle yerleşen
.şeyi doğru olarak kabul ediyord u .

İnsan haklarının tabiat kitabında yazılı bu­


lunabileceğinden, başka kitaplara danışmanın bu
h akları tanımamak, hor görmek demek olduğun­
dan şüphe edilmiyordu. Kutsal kitaplarda, ünlü
yazarlarda, papalann b uyruklarında, kıralların fer­
manlarında, kendilerinden neticeler çıkarılmaya
cevaz verilen maksimler, örnekler aranıyordu.
Maksat, bir ilkeyi kendi çerçevesi içinde ince­
lemek olmayıp sadece dayandığı metinleri başka
metinlerle şerhetmek, çürütmek veya kuvvetlen­
dirmckti. Bir fikir, doğru olduğu için değil, filan
kitapta yazılı, filan memlekette şu kadar yüzyıldan
beri kabul edildiği için ele alınırdı.
Böylece her yerde birtakım insanların oto­
ritesi, aklın otoritesi yerine geçiyordu. Kitaplar,
tabiattan, eskilerin kanaatleri, evrenin olayların­
dan daha çok in celen i rd i O zaman, içinde h e nüz
.

aydın bir tenkidin kaynağı bu lu nmıyan bu fikir


esirliği, araştınna metodunu bozmakla, insan so­
yu il erlemelerine, doğrudan doğruya ondan
doğan neticelerden daha çok zarar verdi. İ nsan-
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELER! 121>

lar eskilere yetişmekten henüz çok uzaktılar.


Onları düzeltme, aşma yolunu aramanın sırası,
daha gelmemişti.
Bu zamanlarda, töreler, bozuk, katı durumla­
rını muhafaza ediyorlardı, dini hoşgörmezlik de
daha canlı bir şekil aldı ; iç kargaşalıklarla bir
sürü küçük prensin bitmez tükenmez harbleri,
barb ar akınlarının , onlardan daha büyük bir
feliiket olan iç harblerin yerine geçti. Hakikatte
çalgıcı, gezici şairlerdeki inceliğe, civanmetliğe�
temiz yürekliliğe dayanan, kadınların hizmetine·
olduğu gibi dini gözetmeye, düşkünleri korumaya
can atan bir şövalyeliğin kuruluşu, törelere daha
çok yumuşaklık, edep, yücelik veriyor gibiydi. Ama,
sarayların, şatoların içinde kalan bu değişme, mille­
tin asıl kitlesine işlemedi. Yalnız asiller, eşitlikle bir­
birlerine biraz daha yaklaştılar, aralarındaki mü­
nasebetler hiyanetten, gaddarlıktan biraz daha,
uzaklaştı. Ama onların halka hor bakmaları,.
tiranlıklarının şiddeti, yağmacılıklarındaki pekgöz­
lülük olduğu gibi kalıyordu ; eskisi gibi ezilen mil­
letler, gene öylece cahil, barbar, bozulmuş olarak
yaşıyorlardı.
Bir dereceye kadar tabii alicenaplıklariyle İs­
panya'da uzun zaman hurafeye , despotizme karşı.
koyan Araplardan alınan bu şai rce, askerce ki­
barlık, şövalyelik , şüphesiz faydalı oldu. Yal­
nız bunlar, ancak daha mutlu zamanlarda mey­
va verecek bir insanlık tohumu saçmakla kalmış­
lardı ; bu devrin insan zih nini, ma tbaacılığını
eninde sonunda götüreceği bir devrime hazırla­
mak, gelecek çağların zengin, bol bir hasatla
örteceği toprağı hazırlamak gibi genel bii karak­
teri vardı.
SEKİZİNCİ DEVİR

Matbaacılığın icadından bilimlerle felsefenin,


otorite boyunduruğunu silkip atacakları
zamana k adar

Bilim hakikatleriyle sanat usullerinin bulun­


masında insan zekasının nasıl y ürüdüğünü uzun
uzun düşünmiyenler, resim basma sanatının bil­
gisiyle harfleri basmanın icadı arasında bu kad ar
uzun bir zaman geçmesine şaşsalar yeridir.

Şüphesiz, birtakım tahta oymacıları, sana t l a ­

rının bu türl ü bir tatbik1 fikrine varmJşl ardı ;


ne var ki onlar başarının kolaylıklarından çok,
yapmanın güçlükleriyle karşılaşmışlardı. Ama be­
reket versin , bu işin geniş öneminden şüpheye
dü şülmedi ; yoksa papazlarla kırallar, maskelerini
çıkaracak, tahtlarını yıkacak olan bu dü şm a nı
daha d oğar doğmaz boğmak için el ele vermede
gecikmezlerdi.

M atbaacılık, aynı eserin sayılarını sonsuz ola­


rak, az masrafla çoğaltıyordu. O zamandan beri
bütün okuma bilenler, kitap alma, zevklerine,
ihtiyaçlarına göre k itap edinme imkanını ka­
zanmışlardır. Bu okuma kol a yl ığı da tahsil ar­
zusunu, tahsil vasıtalarını a rt ırmı ş , yaymıştır.
İNSAN ZEKASININ lLERLEME:l.llR!
127

Çoğaltılan kopyelerin tezelden dağılmasiyle yal­


nız olaylar, icatlar çok geniş bir alana yayılmak­
la kalmıyor; aynı zamanda bu yayılmayı çok
büyük bir hızla elde ediyorlar. Böylece bilgiler,
canlı, dünya ölçüsünde bir ticaretin malı oluyor.
Bugün nasıl pek seyrek raslanan eserler ara­
nıyorsa, o zaman da el yazmalarını aramadan
olmuyordu. Önceleri yalnız birtakım insanların
>Okuduğu bir kitap, artık bütün milletçe okuna­
biliyor ; hemen hemen aynı zamanda aynı dili
.anlıyan bütün insanlara tesir edebiliyordu.
Artık dağınık milletlere seslenmenin k olayı
bulunmuştu. Pek canlı olmasa da çok özlü fikir­
leri haykıran bir çeşit kürsünün kurulduğu gö­
rüldü ; bu kürsüde ihtiraslar üzerinde pek zor­
baca davranmıyan, ama akıl üzerinde daha sağ-
1aın, daha sürekli bir kudret elde etmiş olan bir
hakimiyetin borusu ötmektedir. Orada her iyi­
lik hakikatten yanadır, çünkü bu sanat, aydın­
lanma vasıtaları üzerinde kazandığı tesiri, kan­
dırıcı vasıtalar üzerinde kaybetmemiştir. Bü­
yük bir kalabalığa dayandığı için kudretli, ken­
disini doğuran sebepler birbirine pek uzak yer­
lerde, aynı zamanda harekete geçtiği için enerjik
olan bir halk efkarı kurulmuştur. Böylece akıl ve

.hak cephesinde, her türlü insan gücünden uzak,


kendisinden bir şey saklanması güç, gözünden
sıvışıp kaçılması imkanısız olan bir mahkemenin
y ükseldiği görüldü.
Yeni metotlar, bir icada götüren yolda atı­
l.an ilk adımların tarihi, bu icadı hazırlıyan ça-
128 İNSAN ZEKASININ lLERLEMELERl

lışmalar, bir icadı arama fikrini yahut sadece


arzusunu verebilen görüşler, tezelden yayılarak
her ferde, bütün insanların gayretleriyle yaratı­
lab ilen vasıtaların topunu birden vermektedir;
bu karşılıklı yardımlar yüzünden insan zekasının
kuvvetleri iki kat artmıştır.
Her yeni yanılma ortaya çıkar çıkmaz orta­
dan kaldırılıyord u ; her zaman bir yanılmanın
dal budak salmasına meydan verilmeden üzerine
saldırılıyor, zihinlerde kökleşmesine zaman bıra­
kılmıyordu. Çocuklukta edinilip de her ferdin
aklı ile ayrılmaz bir halde birleşen, törörlerden,
umutlardan kuvvet alan zayıf ruhlar değerli say­
dığı yanılmalar, yalnız bu yolda münakaşayı
yasak etmenin, bu yanılmaların atılıp yenilebi­
ceklerini gizlemenin, dolayısiyle onların saçma­
lığını etraflıca açığa çıkaracak olan hakikatlerin
ilerlemelerine karşı durmanın imkansızlığını gös­
termekle bir anda sarsılmışlardır.
Zamanın şartlarını veya fikrin geçici hare­
ketlerini teşvik eden eserlerin yayılması, böylece
tek bir noktası üzerinde münakaşa edilen her
meselede aynı dili kullanan bütün insanların
ilgilendirmek imkanı, matbaacılıkla elde edil­
miştir.
Bu sanatın yardımı olmasaydı, her sınıftan
insana, her tahsil derecesine göre verilecek ki­
taplar çoğaltılabilir
miydi ? Şüpheli meselelerde
biricik güvenilir ışık verebilen ve derhal unu­
tulup bilinmez bir hale gelmemek için bu pek
soyut, pek ince, halkın peşin hükümlerinden,
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
129

bilginlerin müşterek kanaatinden pek uzaklaşffilş


olan hakikatleri sağlam bir temel üzerine otur­
tabilen uzun uzun münakaşalar ; yalnız ana bil­
gileri veren kitaplar, lfigatlcr, bütün delilleri
işlenen, bütün şüpheleri münakaşa edilen olay­
lar, gözlemler, tecrübeler çokluğunu en ince ay­
rıntılariyle içinde toplıyan kitaplar; kah bilim­
lerin belli bir kolu üzerinde görülen, yazılan,
düş ünülen her şeyi, kah aynı ülke bilginlerinin
yıllık çalışmaları sonuçlarını içine alan yüksek
değerde koleksiyonlar; bir kısmı zekanın yeni
yeni hakikatlerden çıkarmak zorunda olduğu mal­
zemeyi kullanışlı bir şekil altında, metotlu bir
tertip içinde verirken, diğer bir kısmı gözlere ze­
kanın ancak çetin bir çalışma ile yakaladığı ne­
ticeleri sunan, diğerleri iradeye muhtaç oldu­
ğu olayı, gözlemi, sayıyı, formülü, nesneyi gös­
teren her çeşit cetveller, tablolar : İnsan zekası­
nın yürüyüşünü daha çabuk, daha güvenilir,
daha kolay kılan bütün bu vasıtalar da matbaa­
çılığın iyiliklerindendir.
Milli diller yerine, bütün ülkelerdeki bilgin­
ler arasında yalnızca bilimlerde müşterek olarak
kullanılacak bir dili geçirmenin ne gibi neticeler
verdiğim incelerken matbaacılığın önemini yeniden
ele alı p göstereceğiz.
En sonra matbaacılık, milletlerin kültürünü
her türlü politika, din zincirlerinden kurtarmamış
mıdır ? Artık bu iki türlü despotizmin bütün okul­
ları kaplaması boşuna olacaktır ; bu despotiz­
min, ruhları ne gibi yanılmalarla bozmak, ne gibi
9
İNSAN ZEKASININ 1LERLEMEUR1
130

hakikatl erle tutmak için değişmez kurallar tesbı.


etmesi boşuna olacaktır. Halkın, gençliğin felsefe
veya bilimler içinde alacağı ablak terbiyesine
ayrılan kürsülerin yalnız bu iki tiranlığı n tutun­
-masına yarıyacak bir doktrini nakletmeye mahkum
edilmesi boşuna olacaktır. Çünkü matbaa, müs­
takil, saf bir bilgiyi de yayma gücünü elde etmiş­
tir. · Her insanın kendi ba şına , yalnız kitaplarla
ed ind iği bu
tahsili, dünya ölçüsünde bozmaya
imkan yoktur. Yeter ki yeryüzünde baskı maki­
nesinin kağıt tabakalarını üzerinde katladığı bir
yer bulunsun. Bu çeşitli kitaplarla aynı kitap
sayılanııın, bir kitabı kısa bir zamanda yeniden
çoğaltan baskılarının bollu ğu karşısında hakikatin
sızmaya çalıştığı bütün kapıları sımsıkı kapat­
maya imkan var mıdır ? Bir hakikatin, bir fikrin
birkaç yıl içinde büsbütün unutulabilmesi için bir
el yazmasının birtakım sayılarını bir daha geri
gelmemek üzere yok ederek ortadan kaldırmanın
bile güçlüğü meydanda iken hiç arasız tazelenen
bir dikkatin, asla durup dinlenme bilmiyen bit
çalışmanın karşısında bugün aynı işi yapmak im­
kansız bir hale gelmemi� midir ? Doğrudan do ğ­
ruya engizisyoncuların menfaatlerine dokunan bu
apaçık hakikatler nasıl ortadan kaldırılabilirdi ?
Bu yasak hakikatleri, anlaşılmalarına pek mey ­

dan vermeden, hazırlıyan ve bir gün bunlardan


sonra gelecek hakikatlerin nüfuzuna, yayılmasına
nasıl engel olunabilirdi ? Düşmesi, yanılmanın
kudreti için hemen hemen hakikat kadar felaketli
olacak olan bu ikiyüzlülük maskesini zor kull an -
İNSAN ZEKASININ lLERLEMF.!I.ERİ
131

madan çıkamıak nasıl mümkün olurdu ? Bunun


içindir ki, aklın, bu boş çabalamaları yendiğini
görüyoruz ; aklın ikide bir patlıyan, her zaman
da kıyasıya sürüp giden bu harbde hileyi olduğu
kadar şiddeti de alt ettiğini, ateşe atılmaya mey­
dan okuduğunu, kandırılmaya karşı durduğunu,
pek kudretli eli altında zaman zaman doğmalarına
karşı candan bir hayranlık beslenmesini istiyen
taassupçu ikiyüzlülüğü olduğu gibi siyasi ikiyüz­
lülüğü de ezdiğini göreceğiz.

Matbaanın icadı, diğer iki olayla bir zamana


düşer : Bunların bir tanesi insan zekası ilerleme­
leri üzerine doğrudan doğruya tesir etmiştir,
diğerlerinin ise bütün insanlığın alınyazısı üze­
rindeki tesiri, ancak yaşadığı mi'lddetçc süm1üştür.

Bu sözlerle İ stanbul'un Türkler tarafından


ele geçirilmesini, gerek yeni d ünyanın, gerek
Afrika ve Asya'nın doğu kısımlariyle Avrupa
arasında doğrudan doğruya bir bağlılığa imkan
veren yolun bulunmasını kastediyorum. Türk ha­
kimiyetinden kaçan Yunan bilginleri İ talya'da
bir sığmak arıyorlar. Eski Yunan şairlerini, ha­
tiplerini, tarihçilerini, feylesoflarını, bilginlerini ken­
·di dillerinde okumayı öğretiyorlar. Bunun için
ilk önce kitapların el yazmalarım, daha sonra
<la baskılarını çoğaltmada gecikmiyorlar. Artık
Aristo doktrini denilmeye alışılmış olan doktrine
hayranlık beslemekle kalınmadı ; Aristo'nun kendi
yazılarında, bu doktrinde gerçekten var olan şey
araştırıldı; onun hakkında hüküm vermeye, onu
132 İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER1

çürütmeye kalkışıldı, Aristo'nun karşısına Efla­


tun çıkarıldı ; artık bir üstat seçme hakkına inanm:i1
boyunduruğu silkip atılmaya başlandı.
Eukleides'in, Arkhimedes'in Diophantos'un,
Hippokratos'un okunması hatta Aristo'nun hay­
vanlar kitabiyte fiziğinin okunması , geometri,
fizik dehasını canlandırıyor, feylesofların hıristi­
yanlığa aykırı kanaatleri, hemen hemen sönmüş
olan insan aklının eski haklarını meydana çıkarı­
yordu.
Zafer sevdasına, keşif hırsına kapılan gözü
pek insanlar , Avrupa için evrenin ufuklarını
genişletmişler, ona yepyeni bir gökyüzü göster­
mişler, bilinmi yen toprakları açmışlardı. Kolomb,
Atlas Okyanusunun dalgalarına atılarak Avrupa'
nın batısiyle Asya'nın doğusu arasında uzanan,
o zamana kadar bilinmiyen bir dünyaya vardığı
sıralarda, Gama, Afrikanın ucsuz bucaksız kıyı­
ları boyunca yorulma bilmez bir sabırla yol al­
dıktan sonra Hindistan'a ulaşmıştı .
Sessiz sessiz işlemesiyle o zamandan beri her
şeyi kucaklıyan bu seyahat duygusu, insan soyuna
büyük ilerlemeler adarken, asil bir tecessüs deniz
kahramanlarını gayrete getirirken, bu çalışmalar­
dan faydalanacak olan kırallarla haydutlar, kaba,
doymaz bir açgözlülükle anlayışsız, hoyrat bir
taassubun elinde idiler. Bu yeni ülkelerde yaşı­
yan zavallı mahlfıklara, hıristiyan olmadıkları
için asla insan göziyle bakılmazdı. Zulüm görenler

kadar tiranlar için de pek alçak d üş ürücü olan


bu saçma inanış, her türlü vicdan azabını sus-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
133

turuyor, Avrupanın bağrından fırlatıp attığı bu


açgözlü, barbar insanlara dizgin vurmak şöyle
dursun, onları önüne geçilmez altın ve kan hırs­
lariyle başbaşa bırakıyordu. Portekizlilerle İ span­
yolların, pintiliklerini, saçma inanışlarını, taşkın­
lıklarını götürdükleri bu topraklar, beş milyon
insanın kemik yığınkariyle örtülmüştür. Bu kemik
yığınları, bugüne bugün aramızda müdafaacıları
bulunan dinlerin siyasi faydası doktrinine karşı
yüzyıllar boyunca, şahitlik edip duracaktır.
İnsan, üzerinde yaşadığı yeryuvarlağını ancak
bu zamanda tanıyabilmiş, tabii sebeplerle veya
siyasi kurumların uzun tesirleriyle değişen insan
soyunu bütün ülkelerde ancak bu zamanda tanıya­
bilmiştir; her sıcaklık derecesinde, her ıklim­
limde karaların, denizlerin mahsullerini araş­
tırabilmiştir. Böylece bu mahsullerin insana ver­
<liği - tükenmesinden, hatta azalmasından asla
korkulmıyan - gelir kaynakları ve bu nesnelerin
bilgisiyle bilimlere yeni yeni hakikatler katabilen,
bütün hatırı sayılır yanılmaları yıkabilen her şey,
·endüstriye, denizciliğe, zorunlu bir zincirlenme
ile bütün bilimlere, sanatlara, yeni bir ilerlenme
kaydettiren ticaret canlılığı, bu canlılığın hür
milletlere, tiranlara karşı durmak, köle milletlere
zincirlerini kırmak, hiç olmazsa derebeylik zin­
<:irlerini gevşetmek için verdiği kuvvet, bu icat­
ların mutlu neticeleri olmuştur. Ama bu neti­
celer, Avrupanın, bir inhisarcı ticaretin ezici,
bayağı sisteminden yüzçevirerek tabiat karşısında
eşit ve kardeş olan bütün iklimlerdeki insanların
İNSAN Zl?KASlNlN 1LERLEMfil.l!Rt
134

tabiat tarafından birtakım imtiyazlı milletlerin


gururunu okşamak, pintiliğini beslemek için ye­
tiştirilmediğini öğrendiği bir zamanda insanlığa
mal oldukları felaketleri t a ğışlatmayacak, ger­
çek menfaatleri üzerinde iyiden iyiye aydınlanmış
olan Avrupa, b ütün milletleri, kendi istiklalini,
hü rriyetini, bilim ışıklarını paylaşmaya çağıra­
caktır. Ne yazık ki, bu devrimin felsefe ilerlemele­
rinin ünlü bir verimi mi, yoksa sadece bugün gör­
düğümüz gibi milli kıskançlıkların, tiranlık taş­
kınlıklarının sonucu mu olduğunu belirtmek kolay
olmayacaktır.
Bu devre kadar papazların suiistimalleri
cezasız kalmıştı. Ezilen insanlığın, küçük düşü­
rülen aklın hak iddiasına kalkışması, kan ve ateş
içind e boğulmuştu. Ama bu iddiaları ileri sü­
ren ruh sönmemişti ; bununla beraber istibdadın
bu susuşu, yeni rezaletlere cesaret veriyor, en
sonra günah bağışlatmayı papazlara kira ile ver­
mek, meyhanelerde, umumi yerlerde sattırmak
rezaleti yeni bir patlayışıa yol açtı. Luther, bir
elinde kutsal kitaplar tutarken, öbür eliyle günah
bağışlamak, af satmak gibi papanın haksızca
benimsediği bir hakkı, uzun zaman kendisine
eşit olan piskoposlar üzerindeki küstahça des­
potizmi, son taam adı altında ilk hıristiyanların
bir çeşit sihri törenini, ticaret malı halini alan
kardeşlik sahnelerini, papazların asla değişmez
bir bekarlıkla ahlak bozukluğuna mahkum edil­
diklerini, ruhani başkanın hırsı yüzünden kiliseyi.
doldurup taşırmış olan bu keşişler, rahipler üze-
İNSAN ZEKA.SININ lLERLEMEURl 135

rinde tatbik edilen barbarca, rezilce kanunu,


papazların günah çıkarma ile elde ederek ihti­
raslarına, entrikalarına alet ettikleri layiklerin
bütün sırlarını ; en sonra ekmeğe, i nsanlara, kemik
yığınlarına, heykellere bol bol harcanan bu iba­
detlerin pek az bir kısmını güçbe!a kendisine
alıkoyan Tanrıyı gösteriyordu.
Luther şaşırıp kalmış olan milletlere, bu çe­
kilmez kurumların asla hıristiyanlık değil, onunı
bozulmuş, utanç verici bir şekli olduğunu, İsa'
nın dinine sadık kalmak için de papazların di­
ninden vazgeçmekle işe başlamak gerektiği ni.
bildiriyordu. O, diyalektikle, derin bilgi silfıhla­
riyle bunlardan daha zayıf olınıyan alaya alma.
silahını da kullanmaktan geri kalmıyordu. Artık
iş, doktrinleri, kilisenin kapısından çıkınca unutu­
lan, kolayca iftiraya uğrıyan Albigeois veya Jean
Huss zamanındaki gibi değildi. Yeni havarilerin
Hl.tince ki tapları, bütün Avrupayı hurafenin içine
attığı yüz kızartıcı uykusundan uyandırırken, al­
manca kitapları da, aynı zamanda imparator­
luğun en küçük köylerine kadar yayılıyordu.
Reformacılardan önce akıllarını başına toplıyan,
ama korkularından ses çıkaramıyan insanlar, gizli,
bir şüphe ile için ıçin kaynıyan, ama bu şüpheyi
kendi vicdanlarına bile açamıyan insanlar; itiraz:
edilen meseleler üzerinde düşünmemiş, çeşitli ka­
naatler arasından bir tanesini seçtiklerini öğren­
mekle şaşırıp kalmış, teolojik saçmaların bu kadar
yaygın olduğundan habersiz olan daha basit in­
sanlar; hem geçici menfaatlerinin, hem de gelecek
İNSAN ZEKASININ İLERLEHELERİ
1.36

saadetlerinin aynı zamanda bağlı bulunduğunu


gördükleri bu çekişmelere canla başla katıl:yor­
'lardı.
İ sveç'ten, İtalya'ya, Macaristan'dan, İ spanya'ya
'kadar bütün hıristiyan Avrupa, pek kısa bir za­
manda yeni doktrinlerin taraftarlariyle doldu.
Eğer bi rtakım prenslerin yanlış politikaları, her
;zaman kıralların başı üzerinde ağırlığını duyur­
muş olan aynı ruhanilik asasını yükseltmeseydi,
reforma, burada yaşıyan bütün milletleri Roma
boyunduruğundan kurtarmış olacaktı.
Onların, kendilerinden sonra gelenlerce de bı­
ra kılmıyan politikası, o zaman yeniden elde etmek
için devletleri yıkmak, kudretlerini tebaalarının
sayısından ziyade topraklarının genişliğiyle ölçmek
,düşüncesine dayanıyordu.
İ talya için aralarında çekişen Beşinci Karl'la
'.Birinci François da, reformanın kendisini kabul
,edenlere sağladığı iyiliklerden faydalanmayı, pa­
panın hatırını saymanın verdiği menfaate feda
,ediyorlar.
İmparatorluğu içindeki prenslerin, kudretle­
'mu, zenginliklerini artıracak olan fikirlerden
faydalandıklarını gören imparator, bir din harbi
ile onların devletlerini ele geçirmek, i stiklallerini
yıkmak fırsatını bulacağını ümit ederek, eski
,suiistimallerin koruyucusu göründü. François, bir
yandan protestanları yaktırırken, öte yandan on­
ların Almanyadaki şeflerine arka çıkmakla işine
,,yarıyan menfaatleri kaçırmadan papanın dostlu­
ğunu koruyacağını sandı.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
137'

Ama bu, on ların biricik bahanesi değildi ;


despotizmin de kendine göre bir içgüdüsü vardır;
bu içgüdü, kırallara, insanların dindeki peşin,
hükümleri aklın süzgecinden geçirdikten sonra�
bunu politika peşin hükümlerine varıncaya kadar
ileri götürdüklerini ; papazların zorbalıklarını öğ­
rendikten sonra kıralların zorbalıklarını öğren­
mek " isteyeceklerini, kırallık kudretine o kadar
yararlı olan kilise suiistimallerindeki reformanın:
ardından bu kudretin üzerine kurulmuş olduğu.
daha ezici suiistimaller reformasının geleceğini.
fısıldamıştı. Böylece hiçbir büyük devletin kıralı.
kendi isteğiyle reformacılardan yana çıkmadı..
Papanın aforozuna uğramış olan VIII. Henri,.
onları boyuna sıkıştırıyordu ; kendilerini zorba.
diye tamtmadıkları için papalığa yaranamıyan
Ed uard, Elisabeth İngiltere'si, gittikçe papalığa­
yaklaşan yeni bir inanç ve mezhep kuruyordu.
Büyük Biritanya'nın protestan hükümdarları, taht­
ları üzerinde hak iddiasına kalkışabilecek her
hangi bir insandan hiçbir korkuları olmadığı hal­
de, boyuna papalıktan yana çıkıyorlar.
İsveç'te, Danimarka'da Lutherciliğin kuru-
luşu, kıralların gözünde yerine geçtikleri kato­
lik tiranın kovulması için bir tedbirden başka
bir şey değildi ; bundan başka feylesof bir hü-·
kümdarın kurduğu Prusya monarşisinde, ondan
sonra gelen kırallar için pek değerli olan bu dine·
karşı gizli bir meyil !Jr;lediğini görüyoruz.
Din hoşgörmezliği, bunu bütün hükümetlere:
aşılıyan mezheplerin hepsinde ortaktı. Papacılar,,
iNSAN ZEKASININ iLERLEMELER!
'.1.38

bütün refonnacı cemaatleri sıkıştırıyorlardı; bir­


birleri n i aforoz edip duran bu cemaatler de üçüz­
lüliik alcyhtralarına karşı birleşiyor, dalıa dü­
şünceli olan ları bütün doğmaları aklın değil­
se de biç olmazsa akla dayanan bir tenkidin süz­
gecinden geçiriyorlar, bunl ar diğer protestanlar
gibi bazı saçmaları reddedip bazılarını korumak
lüzumunu duymuyorlardı.

Bu h o şgörmezlik, papalık davasına yaradı.


Epey zamandan beri Avrupada, hele İtalya'da,
bütün hurafeleri silkip atan, bütün mezheplere
aldırışsız, yalnız akla baş eğen, gizliden gizliye
alaya alınabi len, fakat ihtiyatla politikanın saygı
gösterir gibi görünmeyi emrettiği dinlere insan­
ların uydurumal arı göziyle bakan bir sınıf ortaya
·çıkmıştı.

Bundan sonra, daha ileriye de gidildi ; okul­


larda teoloji inceliklerini olgunlaştırma, haki­
katte ancak bir saçmayı ustalıklı bir hale getirme
şeklinde yanlış anlaşılan Aristo felsefesi okutu­
l urken birtakım bilginler, her türlü din fikrini
yı kan, insan ruhuna hayatla birlikte kaybolup
giden bir kuvvet göziyle ba kan, tabiatın zorunlu
kanunlarmdan başka bir tanrı, dünyanm başka
bir düzenleyicisi tanımıyan asıl Aristo doktrini
üzerine bir sistem kunnanm yol u nu arıyorlar.
Bu bilginler, fikirleri, ' bir zamandan beri yara­
dancılık adı verilen d oktrine yaklaşarak kilise
softalığı için pek korkunç olan Eflatun'cular
>tarafından alt edilmiştir.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
139

İ şkencelerin dehşeti, bu ihtiyatsızlığı durdur­


mada gecikmedi. İ talya ile Fransa, bu fikir hür­
riyeti şehitlerinin kanlariyle lekelendi. Bütün
mezhepler, bütün hükümetler, otoritenin her çe­
şidi, hiçbir şeyde akla karşı olduğu gibi birbir­
leriyle anlaşmış görünmüyorlardı. Aklı, tiran­
ların gözlerinden gizliyen, yalnız felsefenin ba­
kışları serbestçe işliyebilen bir örtü ile örtmek
gerekti.
Böylece, hiçbir zaman büyük sayıda taraf­
tarlar tutmaktan geri kalmıyan bu gizli doktri­
nin ürkek bir ihtiyatlılık içinde kapanıp kalması
gerekiyordu. Bu doktrin, en çok hükümetlerin
şefleriyle, kiliselerin şefleri arasında yayılmıştı ;
reforma zamanına doğru da dini Makiyavelcilik,
prenslerin, nazırların, ruhanilerin biricik inancı
oldu. Bu fikirler de felsefeyi bozmaktan geri kal­
madı. Gerçekten halkın ahlakını yanlış kana­
atler üzerine kurmak gerektiği ilkesine dayanan,.
aydın insanların, kendisine faydalı yanılmalar
ven:ı�si, onu kendi kendine de kurtulabileceği
zincirlerden koruması şartiyle, halkı aldatmaya
hakkı olan bir sistemden nasıl bir ahlak bek­
ienebilirdi ?
İ nsan haklarının temel direği olan tabii eşit­
liğin her gerçek ahlil.kın da temeli olduğu düşü­
nülürse, maksimlcrinden biri bu eşitliğe, bu hak­
lara açıktan açığa hor bakma olan bir felsefeden
ne umulabilirdi ? Şüphesiz bu felsefe, hakimi­
yetini sessiz sessiz hazırladığı akıl ilerlemelerine
yardım edebilmişti ; ama yalnız başına aklın ye-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
:t.40

nnı alınca, fanatizmin yerine ikiyüzlülüğü geçir­


mekten, devletler1n kaderini ellerinde tutanl arı.
peşin hükümlerin üstüne çıkarnrak baştan çıkar­
ma k t a n baş ka bir işe yaramıyordu.
G erçekten aydın, her türlü hırstan uzak, in­
·sanları yanılmaları içinde gözetmeye kalkışma­
·dan aşırı bir çekingenlik göstererek aldanmadan
.korumakla yetinen bu feylosoflar, pek tabii ola­
rak reformayı canla başla karşılayacak du rum­
·<la idiler ; ama, her yerde aynı hoşgörmezl ikle
·tersyüz edilen bu feylosofların çoğu, aynı zorla­
maya boyun eğecekleri bir d eğişmenin sıkıntı­
ları n a katlanmak zorunda kalacaklarını düşün­
..müyorlar. Her zaman reddettikleri saçmalıkları
ister istemez d üşü n mek gerektiği için, bunların
sayısını biraz azaltmada büyük bi r fayda gör­
müyorlar ; bundan sonra, mezhep değiştirerek
istek leri yle bir i kiyüzlülü k maskesi takmaktan
korkuyorlar ; bağlı kaldıkları eski dini, şöhretlerin­
.den g el en bir otorite ile destekliyorlar.
Reformacıları harekete getiren ruh, tam bir
,düşünme hürriyetine ulaştırmıyordu. Her din,
.hük ü m sürdüğü memlek e t te, yanlız belli k anaatlere
:göz yumuyordu. Bununla beraber bu çeşit çeşit
inançlar, birbirlerine aykırı oldukları içi n , Av­
rnpa ' nın birtakım ülkelerinde saldırılmayan veya
•tu tulmayan pek az k an aat kalmıştı. Ama yeni
.cemaatler, o amans ı z şidC:eleri n i bi raz gevş etm ek
zorunda idiler. Bu cemaatler, ayrılmalarının meş­
ruluğunu aynı hak üzerine k u racakl arı için, kaba
hir çeli şmeye d üşmeden araştırma hakkını çok
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
1411.

dar sınırlar içine sokamıyorlardı. Akla bütün


hürriyeti vermeye yanaşmadıkları halde, onun,.
atıldığı zindanın biraz genişçe olmasına ses çı­
karmıyorlardı : zincir kırılmamıştı ama, ağırlığı·
azalmış, uzunluğu fazlalaşmıştı. En sonra, bir
dinin bütün di ğer dinleri ortadan kaldırmasının•
imkansız hale geldiği bu memleketlerde hakim
mezhebin küstahça hoşgörürlük adını vermek
cesaretını göste rdi ği , yani insanların diğer insan­
lara verdiği, akıllarının kabul ettiği şeye inan­
ma, vicdanlarının emrettiği şeyi yapma, müşterek
tanrılarına, onun daha çok hoşuna gittiğini dü­
şündüleri saygıyı, kulluğu gösterme serbestliği·
meydana geldi. O zaman göz yum ulan doktrinle­
rin hepsi az veya çok serbest olarak yaşatılmış.
old u.
Böylece Avrupada insanlar için değil de, hı-·
ristiyanlar için bir çeşit düşünme hürriyctinirn
doğduğu görüldü ; eğer Fransa'yı bir yana bıra­
kırsak diğer yerlerde yalnız hıristiyanlara verilen·
bu h ürriyet bugüne bugün de vardır.
Ama bu hoşgörmezlik, insan akl ı n ı uzu11'
zaman unutulmuş, daha doğrusu hiçbir zaman
iyice bilinmemiş, adamakıllı aydınlatılmamış olan.
hakları yeni baştan aramaya zorladı.
K illscnin geri kafalı, siyasi köleleri olan kıral-·
!arının, mİ'lletleri, vicdanlarının en gizli köşe-·
!erine varıncaya kadar tazyik ettiklerini görmekle·
içleri sızlıyan bi rtakım mert insanlar, en sonra
onların kudretlerinin dayandığı temelleri tenkid
etmeye cesaret ederek milletlere şu büyük hakikati;
İNSAN ZEKASININ 1 LERLEMELERİ
142

bildiriyorlar ki h ürriyet, başkalarına devredile­


miyecek bir nimettir. Bir milleti bir aileye, ti­
ranlığın lehine, bozulmayacak şekilde bağlıyan
hiçbir h ü k üm, hiçbir anlaşma yoktur ; adları
sanları, ödevleri, iktidarları n e olursa olsun, dev­
let adamları, halkın, efendisi değil, memurlarıdır ;
halk. kötüye kullandıkları yahut onları b ırakmayı
menfaatlerine uygun bulmadığı zaman, doğrudan
doğruya kendisinden çıkmış olan bir otoriteyi
geri almak kudreti ile devlet adamlarını azlet­
mek gibi, cezalandırmak hakkını da elinde bulurı­
<l urur.
Bunlar, sonradan Nedham'ın, Harrington'un
.cesaretle ortaya attıkları, enerji
geliştird ik­ ile
lerı Altusius'un, Languet'nin fikirleridir.
Bu adamlar, yüzyıllarının anlayışına kapıla­
rak, çoğu zaman metinlere, otoritelere, örneklere
dayauıyorlar ; onların, bu kanaatleri sosyal düze­
nin gerçek prensiplerinin doğru bir tahlilinden
ziyade, ruhların ın yücel iği, karakterlerinin kuv­
veti ile edindiklcrı anlaşılmaktadır.
Bununla beraber, daha çekingen feylesoflar,
m i lletlere, kırallara karşı tam bir hak ve ödev
ka rşılığı ile bunu tayin eden anlaşmaları koruya­
·cak eşit bir yüküm kumrnkla kanaat ediyorlardı.
Soydan gelme bir devlet adamı en az ailesi ka­
dar hayatı olan bu k utsal anlaşmayı bozduğu
_
zaman, pekalfı atılabilir veya cezalandırılabilirdi.
Her şeyi kurulmuş hukuka sokmak için tabii
hukuku tutup atan bu doktrini, hukukçular,
teologlar desteklediler. B u doktrin, doğrudan doğ-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
143

ruya kuvvet üzerine değil de, kuvvet sahibi insan


üzerine tesir ettiği için, kudretli · insanların men­
faatlerine, hırslı insanların tasarılarına daha çok
uyuyordu. Bundan dolayı yazarlarca kabul . edildi,
devrimlerde, siyasi anlaşmazlıklarda temel olarak
kullanıldı.
Bu devir boyunca tarih bize hürriyete doğru
pek az gerçek ilerlemeler, ama hükümetlerde
daha büyük bir düzen, daha büyük bir kuvvet,
milletlerde de haklarından daha kuvvetli, hatta
daha doğru bir duygu bulunduğunu gösterecek­
tir. Kanunlar, daha iyi düzenlenmiştir, arada
sırada da olayların, heveslerin şekilsiz bir eseri
olarak görülmektedir ; çünkü bu kanunları henüz
feylesoflar değilse de bilginler yapıyordu.
İtalya cumhuriyetlerini, İngiltere'yi, Fransa'yı
baştan başa çalkalamış olan halk hareketleri, dev­
rimler, anayasaların, kanunların, amme kurum­
larının, milletlerin hürriyeti, devletlerin refahı,
kuvveti, istiklallerinin korunması, hükümetlerin
'Şekilleri üzerinde yapabildikleri tesirleri görüp
incelemekten ibaret olan politikanın bu kısmı
üzerine feylesofların dikkatini çekmiş olsalar ge­
rektir. Bunlardan Morus'la Hobbes gibileri Ef­
latun'u taklit ederek birtakım genel ilkelerden
bütün bir sosyal düzen sisteminin planını çıka­
rıyorlar, tatbikatta durmadan yaklaşılmaya çalışı­
lan bir model ortaya atıyorlardı. Machiavelli
gibi düşünenler, tarih olaylarını uzun, derin in­
celiyerek geleceğe hakim olmakla övünülebile­
cek kurallar arıyorlardı. İktisat bilimi, henüz
İNSAN z;EKASININ İLERLEMELERİ
ıu

yoktu ; hükümdarlar, insanların sayısını değil?


askerlerin sayısını hesaba katıyorlardı. Maliye,
isyan ettirmeden milletleri soyma sanatından
başka bir şey değildi. H ükümetlerin, fidye be­
dellerini tayin etmekten, imtiyazlarla bozmaktan,
yahut inhisarı üzerinde kavga etmekten başka.
ticaretle ilgileri yoktu.
Kendilerini birleştiren menfaatlerle, onları ayı­
racağını sandıkları aykırı menfaatleri sağlamaya.
çalışan Avrupa milletleri, aralarındaki bağlaşma­
lardan ayrı olarak, barış münasebetlerini idare
eden, harb ortasında bile tanınan, taşkınhklan
yumuşatan, zararları azaltan, hiç olmazsa kötü­
lükleri önliyen kurallar tanımak i htiyacını duyu­
yorlar.
Böylece bir devletler hukuku ortaya çıkmış.
oldu ; ne yazık ki, milletler bu kanunları müsta­
kil milletlerin güvenebilecekleri biricik otorite
olan akılda, tabiatta değil de kökleşmiş adetler­
de veya eskilerin kanaatlerinde arıyorlardı. Hükü··
metlerin hırsı, gururu veya açgözlülüğü yanında
insanlığın haklariyle, fertlere karşı gösterilen ada­
letle çok çok uğraşılmıyordu.
Yine bu devirde ahlakçıların, insan kalbini
sorguya çektikleri, insan tabiatını, ödevlerinin
kökünü, kurallarını, teminat kuvvetini açığa çı­
karmak için güclerini, duygularını tahlil ettik­
leri asla görülmüyor; ama onlar, meşruluğu
şüpheli olan işlerde masumluğun sona erdiği,
günahın başladığı kesin sınırı bulmada iş alanın­
da bu şüpheli işlerden birini tahkik etmek için.
İNSAN ZEKASTNIN İLERLEMELERİ
145

ôangi otoritenin istenen ağırlıkta olduğunu tayin


etmede ; günahları kah çeşitlerine, kah karşılıklı
ağırlıklarına göre bölümlere ayırmada, daha doğ­
rnsu yalnız bir tanesi sonsuz olarak hakimiyeti
haketmek için kafi olanını iyice seçmede ısko­
Histiğin bütün inceliklerini k u llanmayı biliyorlar.

Papazlar bu yolda elçi ve hakim olmanın


.ımtiyazını yalnız kendi ellerinde tuttukları için
.henüz bir ahlak bilimi olamazdı. Ama aynı dere­
�ede gülünç, bayağı olan bu incelikler, işlerin
ahlaklılık derecelerini veya sebeplerini, tezada
düşer göründükleri zaman, ilkeleri seçilmesi gere­
ken ödevlerin düzen ve sınırlarını aramaya, ta­
nıtmaya yardım ediyor; tıpkı usta bir makine­
ônin tesad üfle eline geçen kaba bir makineyi
ınceliyerek her zaman bunun daha mükemmel,
gerçekten işe yarar bir yenisini yaptığı gibi.

Reforma, günah çıkarmayı, keşişleri, papaz­


ların bekarlığını ortadan kaldırarak ahlakın il­
kelerini temizled i ; kendisini kabul eden memle­
ketlerde törelerin bozukluğunu azalttı ; onları,
cinayetin tehlikeli kışkırtıcısı olan ruhani kefa­
retlerden, ve erdemlerinin düşmanı olduğu için
her türlü erdemlerin yıkıcısı olan dini bekarlıktan
kurtardı.
Bu devir, her devirden daha çok, büyük zu­
Fümlerle lekelendi. D i ni katliamlar, kutsal harb­
ler devri, yenı dünyanın i nsansıi bırakılması
devri oldu.

10
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
146

Bu devirde yeni dünyada, tabiata karşı işle­


nen suçların çokluğu, hainlikle, haydutlukla, öl­
dürme ile elde edilerek aşağılama ve tahkir­
lerle, ağır, gaddarca bir yok edişin uzun işken­
cesiyle bir yarım küreden kaldırılıp diğerinde
harcanmak üzere eşya gibi satılan insanlarm
kani ylc bezirganca bir açgözlülükle alış veriş
edilmesi bakımından eski köleliğin daha barbarca
kurulduğu görüldü.
Aynı zamanda ikiyüzlülük, Avrupa'yı ateş
yığınlariyle, katillerle kaplıyor. Yaralarının acısı
yüzünden gemi azıya alan taassup canavarının
yırtıcılığını bir kat daha artırdığını, akıl, aradan
çok geçmeden ellerinden çekip alacağı için, kur­
banlarım öldürmede acele ettiği görülüyor. Bu­
nunla beraber insanlığın yüzakı olan, yüreğine·
su serpen birtakım tatlı, cesaret verici erdemlerin
de yeniden belirdiği görülüyor. Tarih bunlara,
insanlığın yüzü kızarmadan anabileceği adlar ver­
mektedir ; saf, kuvvetli ruhlar, üstün kabiliyet­
lere eklenen büyük karakterler, bu anlayışsızlık,
ahlak bozukluğu, didişme sahneleri boyunca yeı;
yer kendini gösteriyor.
İ nsan soyu, bu tabloyu temaşa eden feyle­
sofu' ->bala öfkelendiriyor ; ama, feylesofu artık
utandırmıyor, ona daha yakın ümitler bağlıyor.
Bilimler, hızlı, parlak bir yürüyüşle ilerli­
yorlar. Cebir dili, genelleşmiş, basitleşmiş, mü­
kemmelleşmiş, daha doğrusu gerçek olarak yalnız
o zaman meydana gelmiştir. Denklemler genel
teorisinin ilk temelleri atılmıştır ; bunların ver-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
147

diği çözümlemelerin özü derinleştirilmiş, uçuncü,


dördüncü dereceden denklemler çözümlenmiştir.

Pek ince bir buluş olan logaritma, artitmetik


işlemleri kısaltarak hesabın gerçek nesnelere her­
türlü tatbikatını kolaylaştırıyor, içlerinde · aranan
hakikatin öz malı olan bu rakamlı tatbikatın
olaylarla bir faraziye veya nazariyenin neticele­
rini karşılaştırma, bu karşılaştırma ile de tabiat
kanunlarını bulma vasıtalarından biri olarak kul­
l anılan bütün bilimlerin dairesini genişletmiştir.
Gerçekten, matematikte; hesapların sadece p ratik
uzunluğu, karmaşıklığı zamanın, insan kuvvetle­
rinin ulaşamıyacağı bir hadde varıyo r ; bu mutlu
kısaltmalar olmasa, zaman, aynı bilimin sınırla­
rını, yani dehanın gayretleriyle aşılamıyacak olan
noktayı göstermekle kalacaktır.

Cisimlerin düşmesi kanununu Galilei b ulmuş,


bundan düzgün hızlı bir hareketin teorisini ve
belli bir hızla boşluğa bırakılan, kendisini paralel
doğrultulara doğru hareket ettiren değişmez bir
kuvvetle itilen bir cismin çizdiği eğrinin nasıl he­
saplanacağını ortaya çıkarmıştır.

Copernicus, çok uzun zamandan beri unu­


tulmuş olan dünyanın gerçek sis temini yeniden
kurdu ; görülen hareketler nazariyesiyle d uyguları
aldatan şeyi yıktı, bu sistemin sonucu olan ger­
çek hareketlerin son derece basitliğini, Batlamyus
faraziyesinin istediği hareketlerin bayağı, günlüç
karışıklığı karşısına koydu. Gezegenlerin hare­
ketleri iyice biliniyordu, Kepler'in dehası da
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
148

onların yürüngelerinin şekliyle bu yürüngelerden.


geçen gezegenlerin sonsuz kanunlarını keşfetti.
Galilei, mükemmelleştirdiği dürbinlerin yeni
şeklini astronomiye tatbik ederek insanların göz­
lerine- yeni bir gökyüzü açtı. Güneş kursu üze­
rinde gördüğü lekeler, ona güneşin dönmesi fik­
rini verdi; o, bu dönmenin devrini, kanunla­
rını buldu. Venüs'ün safhalarını ispat etti, Jupi­
ter'in etrafında bulunan, ucsuz bucaksız yürüngesi
içinde onunla birlikte dolaşan dört peykini keşfetti�
Bir sarkacın salınımlariyle doğru olarak zamanı
ölçmeyi öğretti.
Böylece, insanlar, Galilei'ye aynı zamanda
düzgün, doğru olmıyan bir hareketin ilk mate­
matik nazariyesiyle tabiatın mekanik kanunların­
dan birinin ilk bilgisini, Kepler'e de bu kanun­
ların neticesini gösterdikleri mekanik kanunun'
bilgisine götürmek, henüz ulaşılmasına imkan
görülmiyen bu bilginin eksiğini tamamlamak gibi
iki katlı faydası olan bir kanunun bulunmasım
borçludur.
Havanın ağırlığı ile kan dolaşımının keşfi,.
Galilei okulunda doğan tecrübe fiziğindeki iler­
lemelerin bugün hekimlikten ayrılamayacak ka-·
dar yayılmış olan anatomi ilerlemelerini gös­
teriyor.
Tabiat tarihi, boş hayallerine, bilmeceli di­
line rağmen, kimya, hekimlik, cerrahlık, şaşırtıcı.
ilerlemeler gösteriyorlar ; ama henüz atama­
dıkları ac ayip peşin hükümleriyle insana üzüntü
vermekten de geri kalmıyorlar.
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
149

Gesner ile Agricola'nın bilim yanılmalariyle


gündelik yanılmalar halitasının binde bir boz­
duğu birçok gerçek bilgileri içine toplamış olan
eserlerini bir yana bırakalım; Bernard de Palis­
·sy'nin hem yapılarımızın malzemeleri olan taş
-ocaklariyle yeryuvarlağının eski devrimlerinin sağ­
lam anıtları sayılan deniz hayvanlarının dökün­
tülerinden teşekkül etmiş dağlan meydana getiren
·taş kitlesini gösterdikleri, hem buharlaşıp deniz­
lerden yükselen suların balçık tabakalariyle tutu­
larak, dağlar üzerinde buzlar halinde toplanıp
.çeşmeleri, dereleri, ırmakları nasıl doğurduklarını
izah ettikleri görülmektedir; bu sırada Jean Rey
birkaç yıl sonra kimyanın ufuklarını genişletecek
-olan parlak nazariyelerin ilk tohumu sayılan hava
ile maden cevherleri kombinezonlarının sırrını
buldu.
İ talya'da destan şıırı, resim, heykel sanatları
.eskilerin bilmediği bir mükemmelliğe ula ştı. Cor­
neille, Fransa'da dram sanatının daha büyük
bir mükemmelleşme elde etmeye hazır olduğunu
bildiriyord u ; çünkü eski çağa karşı, belki de
ıhaklı olarak gösterilen heyecanlı bağlılık, bu yolda
şahaserler yaratmış olan insanların dehasında
herhangi bir üstünlüğe inanıyorsa, onların eser­
leri İtalya ve Fransa'nın eserleriyle karşılaştırı­
hnca aklın, modern insanların ellerinde aynı
-sanatın gerçek ilerlemeler yaptığım fark etme­
mesi çok güçtür.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
150

İtalyan dili tamamiyle meydana gelmişti; di­


ğer milletlerin dillerinde her gün eski kabalıkla­
rından birkaç çizginin silindiği görülüyordu.
Metafiziğin, gramerin faydası anlaşılmaya, ke­
limeleri çözümleme sanatı bilinmeye, cümlele­
rin karşılaştırılmasındaki kurallar, kullanma ile
kökleşen usuller felsefi şekilde açıklanmaya baş­
landı.
Bu devirde, her yerde otorite ile, aklın ha­
kimiyeti ele geçirmek için birbiriyle pençeleştiği
görülüyor, bu savaş, aklın zaferini hazırlıyor,
müjdeliyordu.
Bilgiçliği gerçekten faydalı bir hale koya­
bilecek biricik kuvvet olan tenkid ruhu da yine
bu devirde doğmuş olsa gerektir. Bu zamanda
henüz eskilerin yaptıkları her şeyi bilmeye ihti­
yaç vardı, onlara karşı hayranlık göstermek ge­
rektiği gibi, hüküm vermek hakkı da anlaşılmaya
başlanıyordu. Bazan otoriteye dayanan, ama sık
sık ona karşı kullanılan akıl, gerek ondan umduğu
yardımların, gerek kendisinden istenilen fedakar­
lığın sebebinin değerini ölçüp biçmek istiyordu.
Otoriteyi fikirlerinde temel, gidişlerinde kılavuz
olarak alanlar, silahlarının kuvvetini anlamanın,
aklın ilk hücümları karşısında bu silahların param­
parça· olduğunu görecek bir duruma düşmemenin
kendileri için ne kadar önemli olduğunu seziyor­
lardı.
Bilimlerde, felsefede, hukukta, hatta tarihte
yalnızca Latinceyi yazı dili olarak kullanma alış­
kanlığı, yerini yavaş yavaş her ülkenin konuşma
iNsAN ZEKAsıNiN tumtE�tEt.Ent ist
diline bıraktı. Bilimleri daha çok genelleştiren,
ama bilginler için onların genel yürüyüşünü ta­
kip etmek kolaylığını azaltan, bir kitabın aynı
ülkede az tahsilli birçok insanlarca okunmasına,
ama Avrupa'da daha aydın insanlarca daha az
okunmasına yol açan, temelli ve etraflı bir tah­
sil elde etmek için zamanı, vasıtaları olmıyan bilgi
edinmeye susamış pek çok insanı Latinceyi öğ­
renmekten kurtaran, ama bilginleri çeşit çeşit
birçok dilleri öğrenmek için fazla zaman ayır­
maya zorlıyan bu değişmenin insan zekası iler­
lemeleri üzerinde ne gibi tesirleri olduğunu ince­
lemenin sırası gelmiştir.

Latinceden bütii n Avrupada müşterek ol:ırak


kullanılacak bir halk dili yapmaya imkan olma­
yınca, bilimlerde latince yazıyı kullanmaya de­
vam etmenin de bunları işliyenler için sadece
geçici bir faydası olacağını, her birinde halk baş­
ka bir dil konuşurken bütün milletlerde aynı
olan bir çeşit bilim dili bulunmasının insanları
iki sınıfa ayıracağını, bunun da halkta peşin hü­
kümler, yanılmaları devam ettireceğini, gerçek
eşitliğe, gene aynı aklın kullanılmasına, zorunlu
hakikatların eşit bilgisine ebedi bir engel koya­
cağını, böylece insan soyu kalabalığının ilerle­
melerini durdurarak, şarkta olduğu gibi, doğru­
dan doğruya bilimlerin ilerlemelerine de bir sınır
koymakla sona ereceğini göstereceğiz.

Uzun zaman kiliselerin, manastır hücreleri­


nin dışında bir öğretim yoktu,
1li2 İNSAN t.EKAsıNtN irnü.f:Mttım.i

Üniversi�ler henüz papazların hükmü altın­


da idi. Nüfuzlarının bir kısmmı hükümete bırak­
mak zorunda kalan papazlar, genel ve ilk öğre­
timle bütün müşterek mesleklerde, bütün insan
sınıflarındaki gerekli bilgileri toplıyan öğretim
üzerindeki nüfuzlarını tamamiyle ellerinde tutu­
yorlar, çocukları gençleri yakalıyarak onların kör­
pe zihinlerine, kararsız, kolay kanan ruhlarına
istedikleri gibi bir biçim veriyorlardı. Onlar yal­
nız hukuk, hekimlik tahsilini, bilimlerin, ede­
biyatın, eski dillerin etraflıca tahsiline düzen ver­
me hakkı ile ancak kilise boyunduruğuna alışık
insanların gittiği az sayıda okulları dünyevi kuvvete
bırakıyorlardı.
Papazlar, reforma geçiren ülkelerde bu nüfu­
zu kaybediyorlar. Hakikatte umumi maarif, ne
kadar hükümetin elinde olursa olsun burada ki­
lise kafasiyle idare edilmekten kurtulmadı. Ama
umumi maarif, artık yalnız papaz loncası üyelerine
de bırakılmıyordu. Bu lonca, dini peşin hüküm­
lerle zihinleri bozmada devam etti ise de onları
ruhani otorite boyunduruğuna baş eğdirmedi;
bir yandan da meczuplar, sofistler ortaya çıkardı.
Ama artık hurafe uğrunda köleler yetiştirmedi.
Bununla beraber her yerde disiplinli olan
bu tahsil, bütün çocukların kafalarını memle­
ketlerindeki dini peşin hükümlerinin ağırlığı al­
tında ezerek daha geniş bir öğretime kendilerini
vermiş olan gençlerdeki hürriyet ruhunu siyasi
peşin hükümlerle boğarak her yerde zihinlerin
büyük bir kitlesini bozuyordu.
lNSAN ZEKASININ İLERLEME:LERl
153

Kendi başına bırakılan her insan, kendisiyle


hakikat arasında memleketinin, yüzyılının t>i r
sürü korkunç yanılmalarıodan örülme kalın bir
duvar bulmakla kalmıyor, bu yanılmaların en
tehlikelileri onun benliğinin ayrılmaz bir par­
çacı oluyor. Her insan, başkasının yanılmalarını
ortadan kaldı rmadan önce kendininkileri adam­
akıllı tanımak, hakikatin keşfi uğrunda tabiatın
çıkardığı güçlükleri bir yana atmadan önce, kendi
zihnini bir dereceye kadar temizlemek ihtiyacında
idi. Tahsil, artık bilgiler vermiyordu, ama faydalı
olmaları için bunları temizlemek, hurafenin tiran­
lıkla el ele vererek etrafını kapladıkları kara
buluttan sıyırmak gerekiyordu.
Bu umumi maarifteki aksaklıkların, bunlar
arasında birbirine aykırı olan dini inançların,
muhtelif hükümet çeşitlerinin yaptığı tesirlerin
insan zihni ilerlemelerine az veya çok kuvvetli
ne gibi engeller koyduğunu göstereceğiz. O za­
man görülecek ki, bu ilerlemeler, akla sunulan
nesneler, din ve politika menfaatlerine ne kadar
dokunursa o kadar daha ağır oluyor ; hakikat­
leri bütün hurafelere cepheden saldıran genel
felsefe ile metafiziğin ilerlemesine, mükemmel­
leşmesine, yalnız kıralların veya aristokrat se­
natörlerin otoritesini sarsan politika biliminin
ilerlemesinden daha amansızca engel olunmuştur.
Her bilimin ve kullandığı metotların ele al­
dığı nesnelerin tabiatından doğabilen diğer eşit­
sizlik kaynaklarını araştıracağız. Bir bilimde,
başka başka ıµernlekçtlerde1 ay nı derecede �örü-
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
154

lebilen bir nokta da siyasi, tabii sebepler in bir­


likte yaptığı tesirdir. Bu fark l arda, d inlerin baş­
ka başka oluşlarının, idare şeklinin, zenginliğin,
milletin kudretini n, k arakterinin , coğ rafi duru­
mu nun, sahne okl uk l arı olayların, bütü n insan­
lık üzerine yapılan tesiri insanlar etrafında büyü k
bir enerji doğuran üstün yarad ıl ışlı birtakım in­
sanları meydana çıkaran tesadüfün payını ayıracağız.
İçin e topladığı hakikatlerin toplamından baş­
ka bir ölçüsü olmıyan bilim ilerlemeleriyle bir
milletin bu bilimlerin her bi rinde gösterdiği, daha
çok kullanılan, daha önemli hakikatleri tanıyan in­
sanları sayısiyle, genel olarak bil i n en hakikatlerin
sayısı ve tabiatiyle ölçülen il erl emeleri birbirinden
ayı rd cdeceğiz.
Gerçekten, milletin yalnız aydın insanların
yardımiyle d eğil, bir çeşit öz malı olarak benim­
sem edi ği , doğru dan doğruya yanıl maya karşı ken­
dini koruma, ihtiyaçları önlemede veya gider­
mede, hayatın fenalıklarından sak ınm ada, yahut
bunları yeni y eni nimetlerl e yumuşatm ada kul­
lanmayı bildiği bil gi ışıklarından fayd ala ndığı bir
noktaya ulaşmış bulunuyoruz.
Bu devirde hakikat müdafacılarının uğradık­
ları baskıların tarihi asla unutulmayacaktır. Bu
baskıların fels efe, p olitika hakikatlerinden tutun
da hakim lik , tabiat tarihi, fizik, astronomi ha­
kikatlerine varıncaya kadar uzandığını göreceğiz.
Se kizin ci yüzyılda, cahil bir papa, Augustinus'un
kanaatine aykırı olarak, dünyanın yuvarlaklığını
il t;ri sürd ü ğü için bir piskoposu suçlan dırmı ştı ,
İNSAN Zl!KASJNJN lLJ!RIJ!MFf.l!Rt
155

On yedinci yüzyılda, başka bir papanın daha


yüz kızartıcı cahilliği, dünyanın kendi etrafında
ve güneş etrafındaki hareketlerine inandığı için
Galilei'yi cngizisyonculann eline teslim etmişti.
Modern İtalya'nm yetiştirdiği bu en büyük ilim
dehası işkenceden, zindandan kurtulmak için in­
sanlara eserlerini iyice tanımayı, evreni idare
ettiği ezeli kanunların sadeliği içinde kendisine
tapınmayı öğrettiği için Tanrıdan af dilemeye
zorlandı.
Böylece teologların saçmalığı o kadar açıkb
ki, insanlık saygısı önünde eğilerek, bunun bir
faraziye olduğunu, imana asla dokunmadığım göz
önünde tutmak şartiyle dünyanın yuvarlaklığını
kabuletm eye müsaade etmişlerdir. Astronomiciler

ise tam tersini yapmışlar, dünyanın gerçekten


hareket ettiğine inanmışlar, ama hesaplarını onun
hareketsizliği faraziyesi üzerine kunnuşlardır.
Bu devi rden sonraki devre gı:çiş sırasında
Bacon, Galilei, Descartes gibi üç büyük adam
görU!mcktcdir. Bacon, tabiatı incelemenin, tabi­
atın bize sırlarına nüfuz etmemiz için verdiği
gözlem, tecrübe, hesap gibi üç aleti kullanmanın
gerçek metodunu göstermiştir. O, evren ort·ısına
atılan feylesofun, içinde belgin fikirlerden, doğru
kavramlardan, pekinlik ve ihtirnallik derecesinin
kesin olarak belli edildiği hakikatlerden başka
hiçbir şey kabul edilmemesi gereken bir nevi
yeni bir anlayış yaratmak için, etraftan aldığı
bütün inançlardan, kurduğu biitün kavramlardan
vazgeçmekle i�e başlamasını istiyor. Ama daha
iNSAN ZEKASININ tı.ER1EM.1'.:Ll!R1
156

yüksek derecede bir felsefe dehasına malik olan


Bacon, buna bilim görüşünü katmış sayılamaz ;
onun hiçbir örneğini vermediği bu hakikati bul­
ma metodu, feylesofların hayranlığını uyandır­
mış, ama bilimlerin yürüyüşünü asla değiştir­
memiştir.
G alilei, bilimleri faydalı, parlak buluşlarla zen­
ginleştirdi ; verdiği örnekle başarı ümidini doğ­
ru yoldan sapma korkusuna asla feda etmeye
zorlamıyan sağlam, verimli bir metotla tabiat
kanunlarının bilgisine ulaştıracak vasıtaları öğ­
retti. O, bilimlerin ister peşin hükümler, ister
otorite yolunda olsun hiçbir hurafe karıştırılma­
dan işlendiği; felsefi bir kesinlikle tecrübeden,
hesaptan başka her türlü vasıtanın atıldığı bir
okulun kurucusu oldu. Ama, yalnız matematik,
fizik bilimlerle kaldığı için, kafalara bekledik­
leri bu hareketin damgasını vuramadı.
Bu şeref, zeki, atılgan bir feylesof olan Des­
cartes'a kalıyordu. Büyük bir ilim dehası taşı­
yan bu adam, hakikati bulma, tanıma metodunu
ortaya atarak örnekle kuralı birleştirdi. Bu me­
todu dioptrik kanunlariyle cisimlerin düşmesi
kanununa en sonra matematiğin bütün sınır­
larını genişletecek yeni bir matematik koluna
tatbikını gösteriyordu.
Metodunu, insan zekasının uğraştığı bütün
konulllrda tatbik etmek istiyordu ; Tanrı, insan,
evren sıra ile düşünmelerinin konusu olmu ştu.
Fizik bilimlerde tuttuğu yol, Galilei'nin yolu
hd ar sağlam felsefesi Baçon'm felsefesi kadar
İNSAN ZEKAstNtN İLERLEMELERİ
157

hikmetli değilse de, birinin derslerini, diğerinin


örnegını almayı, muhayyilesinden şüphe etmeyi,
tabiatı yalnız tecrübelerle sorguya çekmeyi, hesap­
tan başka bir şeye inanmamayı ; evreni kuracak yerde
gözlemeyi, insanı keşfedecek yerde araştırmayı
yeter derecede öğrenmeyişi tenkid edilebilirse de,
bu yanılmalarındaki atılganlık bile insan soyu
ilerlemelerine yardım etmiştir. O, rakiplerinin
uyandırmadığı zihinleri harekete geçirmiştir. İn­
sanların, otorite boyunduruğunu silkip atmaları­
nı, yalnız akıllarının kabul edeceği otoriteyi tanı­
malarını söylüyordu. Cesaretiyle heyecaniyle in­
sanları kendisine çekip bağladığı için sözü din­
lendi.

İnsan zekası henüz hür değildi. Ama hür


olmak için hazırlandığını biliyordu. İnsan zeka­
sının zincirlerini muhafaza etmesini direnenler
yahut ona yeni yeni zincirler vurmayı dene­
yenler, bu zincirleri koruması, tutması gerek­
tiğini ispat etmeye zorlandılar; böyle olunca bu
zincirlerin hemen paramparça edilebileceğini ön­
ceden kestirmek mümkün oluyordu.

Birinci cildin sonu

You might also like