You are on page 1of 48

1

Henidik Dergi’nin ikinci yılına, ta-


rihin ilginç bir noktasında girdik.
Tüm dünyayı tesiri altına alan bir
salgın sürecinde bu sayıyı hazırla-
dık ve okuruna ulaştırmayı başar-
dık. Tüm dünya bu süreçte evleri-
ne çekilmiş, gönüllü ya da zorunlu
bir karantina altına girmiş durum-
da. Evlerine hapsolmuş insanso-
yu için, çok daha önceden yayın YIL: 2 / SAYI 7 NİSAN-MAYIS 2020

planlamasını yapmış olduğumuz


“Schopenhauer, Can Sıkıntısı ve
İKİ AYLIK FELSEFE, FİLOLOJİ
Karamsarlık” sayısı, esin verici ve VE KÜLTÜR DERGİSİ
ilgi çekici bir konuma sahip ola-
caktır diye umuyoruz. İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Özgecan Şekerci

Arthur Schopenhauer felsefesi, Genel Yayın Yönetmeni


Hamza Celâleddin
karamsar dünya görüşüyle birlik-
te, münzevî bir yaşamı öğütleyen Editör ve Yayın Koordinatörü
Özgecan Şekerci
bir izleğe sahiptir. İstenç’e yüz
çevirmek ve onun sesini kısmak Kapak Çizimi
Sercan Uysal
yoluyla, dünyadan el-etek çek-
mek, Schopenhauer’a göre baya- ISSN
2667-6567
ğı istemelerimizden kaynaklanan
can sıkıntısı ve ızdırap hislerin- Yönetim Yeri:
den kurtulmanın yegâne yoludur. Yıldız Mah. Zeybek Cad. 2/8
Boyabat-Sinop
Dünya içerisinde insansoyunun
şu ân içinde bulunduğu süreç dü- Basım Yeri
Azim Matbaacılık
şünüldüğünde, bu, hiç de redde- Büyük San. 1. Cadde Alibey İşh. 99/33
dilemeyecek bir albeniye sahip ol- İskitler-Ankara
malıdır. Bu sayıyla, Schopenhauer Baskı Tarihi
felsefesine, can sıkıntısı, ızdırap, 10 NİSAN 2019
karamsarlık, kurtuluş, ölüm gibi İletişim
kavramlar mucizesi ile giriş yapı- henidikdergi@gmail.com
henidikdergi.com
yoruz. Ufuk açıcı ve esin verici ol- twitter.com/henidikD
ması dileği ile... instagram.com/henidik
facebook.com/henidikdergi

2
Henidik Dergi
IÇERDIK

Schopenhauer Felsefesi İçin Bir İzlek: Ölüm Felsefesi ve Schopenhauer Üzerine


İstenç, Can Sıkıntısı, Izdırap ve Münzevîyat Söyleşi: Kaan H. Ökten
Hamza Celâleddin

06 10

Schopenhauer Nietzsche’yi Nasıl Etkilemişti? Schopenhauer’in Karamsarlığı Üzerine


Nedrip Karakaya Alper Korkmaz

14 16

Schopenhauer’dan Mektup: Kierkegaard Schopenhauer Hakkında


Etrafımızdaki Her Şey Öldü! Ne Söylemişti?
Çeviren: Fırat İlim Çeviren: Özgecan Şekerci

20 22

Karamsar Parçalar Dil Felsefesi, Bahtin ve Diyaloji Üzerine


Arthur Schopenhauer Söyleşi: Fırat İlim

24 26

Schopenhauer Felsefesinde Üç Mesele: Medya ve Hakikat Üzerine


İstenç, Kötülük ve Kurtuluş Söyleşi: Ali Duran Topuz
Hüseyin Çekici

29 32

Schopenhauer Felsefesi Üretici Gücümüzün Felce Uğraması:


Can Murat Demir Can Sıkıntısı
Figen Akçayoğlu

34 38
3
Arthur Schopenhauer
1788-1860

4
James Wood,
The Nuttall Encyclopædia, 1907.

Schopenhauer, Arthur, Danzig doğumlu, Hollanda kökenli, cesur


metafiziksel düşünür. Önceleri yaşamdan hoşnut değildir ve ona
ilişkin karamsar bir bakış açısına sahiptir. 1814’te not defterine şöy-
le karalamıştır ve bu gerçek üzerinde yıllarca derinlemesine düşün-
müştür: “İçsel uyumsuzluk bir insanın yaşadığı süre boyunca insan
doğasının en büyük felaketidir.” En sonunda sorun kendiliğinden
çözülmüştür ve çözüm onun 1818’de yayınlanan müthiş çalışması
İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’sında belirir. Orada, diğer yazı-
larında olduğu gibi, Schopenhauer, Oxford’un son dönem profe-
sörlerinden Wallace’ın sözleriyle ifade edecek olursak, “sanatın
huzurlu yaratımlarını, dünya algısının bütün şeylerin varoluşunun
gerçek içselliğini verebileceği en elverişli temsili olarak tanıyan,
yaşamın en değerli özünün yakınına sürüklenir ve insanın varolu-
şunun ve umutlarının ve kaderinin gerçekte ne olduğunu, her bir
bilinçli benliği diğerinden ayıran yanılsamaları delip geçen bir en
iyi yaşama sahip olan, Varoluş’un her bir üyesinin onun büyük ok-
yanusunda özde birleştiği ebedi uykunun, yalnızca onun içinde ve
onunla yaşadığımız o en değerli özü üzerinden açıkça görmeye ça-
lışır.”. Goethe Wilhelm Meister isimli eserinde benzer bir çözüm
sunar; kendisi çoğunlukla karamsar olarak nitelendirilir ve bu yüz-
den dünyanın özgürleşmesine herhangi bir katkıda bulunan bütün
bilge insanlar gibi gözden çıkarılır. Gel gör ki bu bilge insanlar
dünyanın ızdırabının kökenindeki uğursuzluğun bilincinde olma-
nın bir benzeri için olmasa böyle bir girişimde asla bulunmayacak-
lardı. Felsefesine gelecek olursak, onun felsefesi, bu duruma bir
sanat yerine bir bilim olarak değinmeye karşı bir protestodur ve bu
protesto yalnızca mantığın gücüyle değil, ancak insanın içsel doğa-
sının bütünüyle ilişkilidir.

5
SCHOPENHAUER
schopenhauer feLSEFESİ İÇİN BİR İZLEK:
İSTENÇ, CAN SIKINTISI, IZDIRAP VE MÜNZEVÎYAT HAMZA CELÂLEDDİN

Schopenhauer, İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’ya şu temel önerme ile giriş yapıyor: “Dün-
ya, benim tasarımımdır.” Bu, şimdi içinde bulunduğumuz eşyalar dünyasının, yani feno-
menlerin, bilen, algılayan ve tasarımı kavrayan özneden bağımsız bir kendiliğe sahip olma-
dığını ve nesnenin ancak ve ancak tasarımı kavrayan özne ile ilişkisinde var olabileceğini
ifade eder. “…açıkçası tüm dünya ancak özneyle ilişkisinde, algılayanın algısıyla ilişkisinde
nesnedir, tek sözcükle, tasarımdır.”

Giriş bir uçurum vardır. Dolayısıyla onu tarihsel olarak izlemek,


hemen hemen imkânsız lâkin onu izleme çabası ise kaçı-
Arthur Schopenhauer; Friedrich Nietzsche’den Sigmund nılmazdır. Son iki yüzyılın hangi noktasından günümüze
Freud’a, Hermann Hesse’den Albert Einstein’a, Carl Gus- doğru bir çizgi çekmeye çalışırsak çalışalım −sözgelimi
tav Jung’dan Jorge Luis Borges’e, Ludwig Wittgenstein’dan psikanalizden, egzistansiyalizmden ya da karamsar edebi-
Virginia Woolf ’e kadar çağımız için mühim pek çok kişiye; yattan−, çektiğimiz bu çizginin, zorunlu bir manevra ile,
ve felsefeden psikolojiye, edebiyattan fiziğe, biyolojiden şi- birkaç farklı noktadan Schopenhauer’a temas etmeye yelte-
ire kadar pek çok disipline tesir etme yeteneğine sahip, ol- neceği açıktır. Öyleyse onun kurucu kavramlarına; en baş-
dukça spekülatif ve oldukça kritik bir tarihsel konumu işgâl ta İstenç’e ve İstenç’in yarattığı Can Sıkıntısı ve Izdırap’a ve
ediyor. Onun bu denli geniş bir tesir alanına sahip olması, Schopenhauer felsefesinin varış noktası olarak görülebile-
öncelikle “İstenç” (Wille) kavramının derinliğinden ve bu- cek Münzevî Yaşam’a değinmek, şimdiden tarihsel bir öde-
nunla beraber onun felsefî tavrının kaba-saba görüntüsü- ve dönüşmüştür. Ama bunlardan da önce, Schopenhauer’da
nün altında yatan dürüstlükten ileri geliyor. Nietzsche’nin anlaşılması gereken, bütün felsefesi için temel oluşturacak
de dediği üzere; “Schopenhauer dürüsttür çünkü kendisiy- olan “yeter sebep ilkesinin dört kökü”dür.
le konuşur ve kendisi için yazar” (Nietzsche, 2003, ss. 21).
Gelgelelim böylesi bir filozofu takip etmek güçtür; zirâ her 1. Yeter Sebep İlkesinin Dört Kökü
tandans için farklı bir bağlam vardır. Sözgelimi Nietzsc-
he’nin Schopenhauer’dan süzdüğü şey ile Freud’un süzdü- İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’yı incelemeye başlamazdan
ğü şey arasında ya da Einstein’ın Schopenhauer’da gördüğü önce; Arthur Schopenhauer’un 1813’te doktora tezi olarak
cevher ile Woolf ’ün gördüğü cevher arasında, en hafifinden sunduğu, daha sonra 1847’de revize edilen ve genişletilen

6
ve İstenç ve Tasarım Olarak Dünya için de bir temel olacak Özne; “her şeyi bilen, hiç kimse tarafından bilinmeyendir”
olan Yeter Sebep İlkesinin Dört Kökü (Uber die vierfache ve “dünyanın taşıyıcısıdır” (Schopenhauer, ss. 18). Varolan
Wurzel des Satzes vom zureichenden Grunde) argümanını her şey özne içindir ve nesneler ise bilen öznenin birer tasa-
kabaca izlememiz gerekir. Yeter sebep ilkesi, bütün görün- rımıdır. Öte taraftan “gövde” de, nesneler arasında bir nes-
güleri, şeyleri (Schopenhauer’un dilinde tasarımları) kap- ne olması bakımından tasarım alanına aittir ve dolayısıy-
sayacak ve bizim onları algılamamızı/bilmemizi olanaklı la “uzam” ve “zaman” kalıplarının içindedir. Oysaki özne,
kılacak bir bilişsel kalıp olarak okunabilir. Yeter sebep ilke- bu kalıplardan azâde olmalıdır. “Öyleyse, tasarım olarak
siyle özdeşleşmiş filozof olan Gottfried Leibniz’e de (1646- dünyanın, özünde iki zorunlu, ayrılmaz yarısı vardır. Onun
1716) referansla; bu ilke şöyle formüle edilebilir: “Her şey, bir yarısı nesnedir. Nesnenin kalıpları uzam ile zaman, bun-
var olmak için yeterli bir sebebe muhtaçtır.” Ya da başka bir lar aracılığıyla da çokluktur. Tasarım olarak dünyanın öteki
okumayla; “Hiçbir şey temelsiz ve nedensiz sayılmaz”. Yeter yarısı öznedir. O, uzamla zamanda değildir, çünkü özne,
sebep ilkesi, Schopenhauer’un bahsiyle, dört farklı kökte ya algılayan her varlıkta bütündür, bölünmemiştir. Öyle ki,
da dört farklı biçimde karşımıza çıkar: Buna göre; i. Oluşun algılayan biri, varolan milyonlarca kişinin tam olarak yap-
İlkesi; neden-sonuç ilişkisini; ii. Bilmenin İlkesi; öncül-so- tığı gibi, nesneyle birlikte, tasarım olarak tüm dünyayı bü-
nuç ilişkisini; iii. Varlığın İlkesi; uzam-zaman formunu, iv. tünler” (Schopenhauer, 2009, ss. 19). Böylece, tasarımlayan
Eylemin İlkesi; eylem-itki ilişkisini konu edinmektedir. Bu özne ve tasarımlanan nesne, Tasarım Olarak Dünya’yı ku-
dört kökteki ya da dört biçimdeki yeter neden ilkesi, tasa- rarlar − ki bu, Immanuel Kant’ın Phenomena’sı gibi ikincil
rımlara dair bilgimizi ve algımızı yönetir. Schopenhauer’un dünyadır; ama Schopenhauer’a göre, dünya bundan daha
ifade ettiği şekliyle ise bu ilke, “tasarımın kalıbıdır” (Scho- fazlasıdır; yani “kendinde şey” (ding an sich), yani İstenç’tir.
penhauer, 2009, ss. 77).
2.2. İstenç
2. İstenç ve Tasarım Olarak Dünya
Tasarım Olarak Dünya, algılayanın (özne) ve algılananın
İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’nın (Die Welt als Wille und (nesne) oluşturduğu bir görüngü dünyasıyken; İstenç Ola-
Vorstellung) ana metni 1819’da, ilk cilde ek açıklamaların yer rak Dünya, tasarım örtüsü ortadan kaldırıldıktan sonra
aldığı ikinci cilt −Nietzsche’nin de doğduğu sene− 1844’te karşımıza çıkacak olan saf ve hakikî dünyanın ta kendisidir.
ve eserin genişletilmiş üçüncü baskısı ise Schopenhauer’un Bu, bütün varlık için kapsayıcı, bütün fenomenlerin teme-
ölümünden hemen bir sene önce, 1859’da yayınlandı. Ya- linde yatan, mutlak bir gerçeklik hâlidir. Canlı ya da cansız
yınlandığı ilk zamanlarda hak ettiği alâkayı göremeyen olsun, evrende var olan bütün kendilikler, İstenç’in farklı
İstenç ve Tasarım Olarak Dünya, Arthur Schopenhauer’un şekil ve basamaklarda “nesneleşme”sinden başka bir şey
esas ününe kavuşmasının ardından −yani 1850’den son- değildir. Gelgelelim gövde de, İstenç’in nesneleşmesinden
ra−, onun başyapıtı olarak kabul gördü. İlk duyuşta ikili bir başka bir şey değildir; “… isteme bizim bilgiyle yönetilme-
dünya kavrayışına sahip görünse de, eser, Tasarım’ın (Vors- yen bütün gövdesel işlerimizde, gövdenin bütün dirimsel,
tellung) İstenç’e (Wille) içkin olduğu bir birlik düşüncesi- yaşamsal çalışmalarında, sindirimde, dolaşımda, salgılama-
ni temele alıyor. Schopenhauer ilk olarak Tasarım Olarak da, üremede de nice biçimde körü körüne işleyip durur. …
Dünya’yı temellendirerek, İstenç’in çözümlenmesi için uy- salt gövdenin eylemleri değil, gövdenin kendisi de tepeden
gun bir felsefî zemin hazırlamaktadır. tırnağa istemenin görüngüsüdür, nesneleşmiş istemedir,
somut istemedir” (Schopenhauer, 2009, ss. 135). Gövdenin
2.1. Tasarım bütün devinimleri, İstenç tarafından sürekli olarak motive
Schopenhauer, İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’ya şu temel edilir ve bu motivasyon saf gerçeklikten başka bir şey de-
önerme ile giriş yapıyor: “Dünya, benim tasarımımdır.” ğildir. Gelgelelim gövdenin eylemlerini motive eden İstenç;
(Schopenhauer, 2009, ss. 12.) Bu, şimdi içinde bulunduğu- usdışı, amaçsız, yönelimsiz, kör bir motivasyondur − ki bu
muz eşyalar dünyasının, yani fenomenlerin, bilen, algılayan oldukça mühim bir felsefî skandaldır; zirâ her şeyi kapsa-
ve tasarımı kavrayan özneden bağımsız bir kendiliğe sahip yacak türden bir motivasyonun “usdışı”, “kör” olduğunu
olmadığını ve nesnenin ancak ve ancak tasarımı kavrayan söylemek, yirmi beş asırlık felsefe tarihinin tutunduğu son
özne ile ilişkisinde var olabileceğini ifade eder. “…açıkçası dalı da kırmak demektir. Bununla birlikte, bu motivasyon
tüm dünya ancak özneyle ilişkisinde, algılayanın algısıyla sürekli olarak doyuma ulaşmak ister, sürekli olarak iştahlı-
ilişkisinde nesnedir, tek sözcükle, tasarımdır” (Schopenha- dır, sürekli olarak talepkârdır ve dünya zevkleri için gövdeyi
uer, 2009, ss. 14) Bu düşünce, daha önceleri George Ber- ilânihâye güdüler. Ve bu da, −Schopenhauer’un pesimist
keley’nin (1685-1753) “Esse Est Percipi” −Varolmak Algı- felsefesini açığa çıkaracak şekilde− kaçınılmaz olarak insanı
lanmaktır− prensibinde izlenebilir. Berkeley için de nesne, ızdıraba, can sıkıntısına ve boşluk hissine sürükler.
varlığını, onu algılayan özneye borçludur. Schopenhauer’a 3. Izdırap ve Can Sıkıntısı
göre “öğretisinin geri kalanı zamanın sınamasına direne-
memiş olsa bile” (Schopenhauer, 2009, ss. 15) Berkeley’nin İstenç, Arthur Schopenhauer’a göre, insanı ızdırap ve can
“Esse Est Percipi” ilkesi, onun felsefeye en önemli katkısıdır. sıkıntısı içinde bırakır. Dört Yüce Gerçek’in ilkinde söylen-

7
diği gibi (ki Schopenhauer Doğu Felsefesi’nden özellikle zesiyle, İstenç’i merkeze alan ve bu merkeze almayı Batı
ızdırap söz konusu olduğunda etkilenmiştir); “yaşam −ya Felsefesi’nin temel ilke ve kavramlarıyla gerçekleştiren
da Schopenhauer’un dilinde İstenç− özünde acı çekmektir”. −yeter sebep ilkesi ya da kendinde şey’de görüldüğü üze-
Öte taraftansa, sürekli olarak doyurulmayı talep eden İs- re−; ve bu ilke ve kavramları Doğu Felsefesi’nin yaşamın bir
tenç, bitmek tükenmek bilmez talepleriyle insanı bir can sı- ızdırap olduğu yönündeki düşüncesine adapte ederek, etik
kıntısı ve boşluk hissine doğru hızla sürükler. “İnsan doğası ve estetik bir sıyrılışın yolunu açan bir felsefe ile, daha en
şuna dayanır. Onun istemesi didinir, doyurulur, yeniden başta bahsini açtığımız muâzzam tesir alanını oluşturmuş
didinir, bu sonsuza dek böyle sürer gider. Gerçekten onun oluyor. İçinde bulunduğumuz dünya, bir tasarım olarak
mutluluğu, esenliği olsa olsa istekten doyuma, hoşnutluk- karşımızda dururken, bütün bu tasarımı güdüleyen “usdı-
tan yeni bir isteğe hızlı geçişten oluşur. Çünkü hoşnutlu- şı”, “kör” İstenç, her an bizi ızdırap ve can sıkıntısı pahasına
ğun olmaması üzüntüdür, yeni bir istek için boşuna özlem motive ediyor. Bu karamsar varoluştan sıyrılmanın yolu ise,
duymak ise bıkkınlıktır, can sıkıntısıdır” (Schopenhauer, etik bir kaçınmadan, yani dünyadan ve dünya zevklerin-
2009, ss. 478). Pekâlâ İstenç’in yarattığı bu ızdırap ve bu can den el-etek çekmeden, daha da açığı münzevî bir yaşam-
sıkıntısından kurtulmak nasıl mümkün olabilir? Schopen- dan geçiyor. Her ne kadar Schopenhauer’un kendi yaşam
hauer’un reçetesi hazırdır: Azizce ya da keşişçe bir yaşam! pratiği ile felsefesi arasında bir boşluk tartışma konusuysa
da, o hâlen, felsefeden psikolojiye, edebiyattan bilime kadar
4. Münzevîyat çok büyük bir tesir alanına sahip. Ve uzun zaman da böyle
Arthur Schopenhauer, insanın içine düştüğü boşluk his- olacağa benziyor.
sinden, ızdıraptan ve can sıkıntısından, ancak ve ancak Kaynakça
bunlara yol açan şeyi −daha açık söylemek gerekse İstenç’i−
ortadan kaldırarak kurtulabileceğini düşünür. Yani insanı CARTWRIGHT, David, Schopenhauer, Türkiye İş Bankası
sarıp sarmalayan bütün bu duygular; İstenç’e yüz çevirmek, Kültür Yayınları, 2014.
İstenç’in sesini kısmak, İstenç’i yadsımak yoluyla geriletile-
bilir. Bu da ancak, dünyadan ve dünya zevklerinden el-etek MACFARLANE, Alistair, Arthur Schopenhauer, Philosop-
çekmiş, yalıtılmış, dinginleştirilmiş bir münzevî ya da bir hynow, Issues 114.
keşiş yaşamıyla mümkün olacaktır. Bir münzevî, ilânihâye NIETZSCHE, Friedrich, Eğitimci Olarak Schopenhauer, Say
doyuma ulaşmak isteyen istencini köreltebilmiş ve onun Yayınları, 2003.
yarattığı ızdıraptan ve can sıkıntısından da böylece kurtu-
labilmiştir. Artık o, dünya zevklerinin peşinde koşmaktan SANS, Eduard, Schopenhauer, Dost Kitabevi Yayınları,
yorgun düşen ve sürüklenen değil, dünya zevklerine iştah 2006.
duymamanın getirdiği lütûfkâr sükûnet sayesinde mutlu
ve huzurlu olandır. Gelgelelim Schopenhauer, bu reçeteyi SAFRANSKI, Rüdiger, Schopenhauer ve Felsefenin Yaban
kendi yaşam pratiğine uygulayabilmiş midir? − Gerçek bir Yılları, Kabalcı Yayınevi, 2015.
sorudur bu ve Søren Kierkegaard’nun yaşamının son yılla- SCHOPENHAUER, Arthur, İsteme ve Tasarım Olarak
rında tartıştığı üzere; gerçek de bir tartışma… Dünya, Biblos, 2009.
Sonuç Søren Kierkegaard’s Journals and Papers, 1967.
İzlediğimiz kadarıyla; Arthur Schopenhauer, Batı Fel- ZIMMERN, Helen, Arthur Schopenhauer, his Life and Phi-
sefesi ve Doğu Felsefesi’nin kusursuz bir sentezi muci- losophy, 1876.

8
“Bir kerecik olsa bile bütün kalbinizle, Schopenhauer’un ne kadar büyük −
gerçekten ve her şeyde ne kadar büyük− olduğunu, oysa etkisinin ne kadar
küçük, ne kadar gülünç olduğunu hissetmeye çalışın!”

FRIEDRICH
NIETZSCHE
Eğitimci Olarak Schopenhauer, Say Yayınları, 2003. 9
ÖLÜM FELSEFESİ
SÖYLEŞİ: KAAN H. ÖKTEN*
ÖLÜM FELSEFESİ VE SCHOPENHAUER ÜZERİNE SÖYLEŞEN: HAMZA CELÂLEDDİN

Schopenhauer’e göre insan, metafiziğe muhtaç ve hatta ona müptela bir canlı. Schopenhauer’in
bundan anladığı, insanın kendi varlığını ve sonluluğunu anlayıp anlamlandırma çabasıdır. Bu
noktada ölüm, insan için kendi varlığının anlam kutbu olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda
Schopenhauer, “ölüm, felsefenin yegane sahih ilham perisi veya yaratıcılığın efendisidir,” de-
miştir. Schopenhauer’e göre, yapılması gereken, ölümün ne olduğuna ilişkin doğru yanıtı (dini,
felsefi, kültürel) arayıp bulmak değil, bilakis daha yüksek bir mertebeye çıkmaktır.

Hamza Celâleddin: Öncelikle “Ölüm”, Epikouros’tan Mar- bunu olabilirler, başlarına şöyle bir şeyler gelebilir, böyle
tin Heidegger’e kadar çok geniş bir felsefî zeminde izleyebile- bir yolu seçebilirler vesaire… Bu olabilirliklerin farkında
ceğimiz, önemli olmasının yanı sıra “sarsıcı” da bir kavram. olmak onların gerçekleştirilebilir olmalarının ön koşuludur
Bu kavramı felsefî olarak önemli, duygusal olarak sarsıcı kı- belki de.
lan şey nedir ve biz bu kavramı nasıl okumalıyız?
İnsanın varlığı geleceğe havale edilmiştir. Yani insan müs-
Kaan H. Ökten: Epikouros’tan çok öncesi hatta… Ben bu takbel bir varlıktır. Ben de bir insan olduğum için kendi
bağlamda Gilgameş destanına işaret etmeyi tercih ediyo- varlığım tüm gelişlere açıktır. İstikbal “kabul etme, karşı-
rum. Malum; Uruk kralı Gilgameş’in serüveni, esasen bir lama, yönelme” demektir. Yani insan, geleceği kabul etmek
aydınlanma hikâyesi: bencillik, dostluk, yoldaşlık, ayrılık suretiyle istikbale doğru var olandır. Bu itibarla insan nok-
ve ölüm, ölümsüzlüğü arayış ve nihayetinde ölümlülüğün sandır (son başa gelme henüz olmamıştır), insan müstak-
kaçınılmaz kesinliğini idrak etme. İnsanlık tarihinin yazılı beldir (başa gelenler canlı varlığımın ifadeleridir), insan
aktarılmış en eski anlatısının, ölüm ve ölümsüzlük meselesi hakkında henüz son karar verilmemiş olandır (ne olacak,
üzerinde şekillenmesi bir tesadüf değil. Biz insanların ha- başıma daha neler gelecek).
yatını varoluşa dönüştüren tam da bu meseledir. Ölüm me-
selesi, insanı insan kılar. Ölümün farkında olmak, olanak- Olabilirliklere açık olmak olarak varlık: İşte anahtar öner-
sızlığın olanağını insanın yüzüne çarpar. Ölümün farkında me budur. Soruyu daha genel tutarak soralım: Bir şey ol-
olmak ne demektir? Sözgelimi tüm insanlar doğuşlarından duğunda ne olur? Olmanın oluşu nedir? Olmak zaten geç-
itibaren pek çok olabilirliklere sahiptir: Şunu olabilirler, mişlik, olmuşluk ifadesini içermez mi – ama aynı zamanda

*Prof. Dr. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Felsefe

10
da bir oluş sürecini? Elbette. Oluş da başa gelme cinsinden öldükten sonra ne olacak” sorusuna kilitlenip kalınmakta-
bir harekettir öyleyse. Buradaki asıl mesele şudur: Henüz dır. Ardımda bıraktıklarımın akıbeti bilinemez olacağın-
olmamış olan nasıl “oldu” olur? Bir adım daha ileriye atalım dan, derin bir kalımsızlık dehşeti yaşarım – ama yine bu
ve işin içine zaman kavramını dahil edelim: Gelecek nasıl hayatta ve yine henüz ölmemişken.
şimdileşir? Anahtar kavram “şimdileşme”dir öyleyse. Ama
dikkat: Şimdileşme ancak “sonrası da var” gibisinden bir Demek ki ölüm, bir serencam değildir; yani yaşantı, yaşa-
halde mümkündür. O halde sonrasallık başa gelmelerin, nan, bilfiil tecrübe edilen bir “şey” değildir. Peki, ölmek bir
kısacası zamanın özüdür. Kalımlılık ve sonrasallık, zamanı edim yani bir fiil midir? Her edim sonuçsallık ve sonrasal-
varlığa açan özlerdir. Peki, ölüm böyle bir öz müdür? lıkla nitelendirildiğine göre, kendi ölümüm bir edim ola-
maz, çünkü ölümümün kendim tarafından temellük edile-
Başkasının ölümüne şahit olmak kendi ölümlülüğümü- bileceği bir sonucu yoktur. Temellük edebilmek için varlık
zü en dramatik şekilde gözler önüne serer – ama bundan sahibi olmak gerekirken, ölüm bu varlık sahipliğini bizatihi
fazlasını da yapmaz. Başkasının ölümü, dünya içinde ger- ortadan kaldırır. O halde ölüm, bir hadise ya da olay değil-
çekleşen ve ona şahit olarak kendime mâl ettiğim bir “şey”- dir, yahut ölüm bir başa gelme değildir. Örneklendirelim:
dir. Daha doğrusu, elimin altında bulduğum oluştur. Ölen Hasta olduğum için ölmüyorum. Şöyle ki: Ölüm, hepsi de
başkası, tanımadığım bir yabancıysa bu deneyim farklıdır, sonuçsal ve sonrasal olan karar, tercih ya da başa gelmelerin
yakınımsa çok daha farklıdır. Üstelik hep, her ölüm zaman- bir etkisi değildir. Oysa bir karşı örnek olması bakımından
sız bir ölümdür, diye de hayıflanılır. Ölümün zamansızlığı şunu diyebiliriz: Aç olduğum için yemek yiyorum ve son-
onun bir zamanının olduğunu ima eder. Cephede savaşan ra da karnım doyuyor (açlığın sonucu olarak tokluk). Veya
erin ölümü zamansız değildir: Cephede olmak ölmenin en yemek yemiyorum ve aç dolaşmaya devam ediyorum (yine
şimdi-olabilir durumlarından biridir çünkü. Demek ki za- açlığın bir sonuca olarak doymamışlık). Peki, ama açlığın
mansız ölmek ömür ile ilgilidir: Yapacakları varken işlerin uç sınırı ölümüne açlık değil midir (sözgelimi ölüm orucu)?
yarıda kalması, tasarımlarını tamamlayamaması, hayata Bu durumda aç olduğum için ölüyor değil miyim (yani açlı-
daha doyamamış olması, önünde koca bir ömür varken her ğın sonucu olarak ölüm)? Doğrudur, açlıktan ölünür. Ama
şeyin birdenbire ortada kalıvermesi. Demek ki başkasının açlığın giderilmesi değildir bu ölüm.
ölümünü, onun bana göre olan ilgi, ilişki ve önemine göre
değerlendiriyorum: “Çocuklarının mürüvvedini göreme- Argümanımızın en can alıcı noktasına gelmiş bulunuyoruz:
den öldü,” dediğimde rahmetlinin çocuklarını karşımda Ölüm dünyaya dair değildir. Ölüm dünya içinde varolan
görüyor gibiyim. Buradaki soru bir bakıma şudur: Bu ço- değildir. Bu ne demektir? Ölüme sahip olamam, onu kul-
cuklarla kim ilgilenecek, onlar ortada mı kalacak, ben de lanamam, tasarrufuma alamam. Ötekinin ölümü bu sebep-
ilgilensem mi? Ölmeseydi onlara bakacak olan kişi hâlen le kendi ölümüm gibi değildir. Burada asıl mesele ölümün
var olacaktı. O halde zamansız ölmek bu anlamda ölen kişi- bana sahip olmasıdır. Ölümün sahiplenme karakteri, benim
nin eksikliğinden yakınmak anlamında da kullanılır. Ama ölümü bir edim olarak yaşayamamamdan kaynaklanmak-
sadece bir başkasına yönelik faydacı bir yaklaşım söz ko- tadır. Hayatın içinde ölüm yoktur. Ama bu yok’luk ölümün
nusu olamaz burada. Öldüğü için ona merhamet de edilir. var’lık kaynağıdır. Hayat gibisinden bir şey ancak ölüm kar-
Örneğin eşinin ya da çocuğunun zamansız kaybı, en üzücü şısında mümkündür. Ölümsüz bir yaşam “hayat” değildir,
eksiklikten yakınma hallerinden biridir herhalde. Ama yine aksi takdirde tanımlamada bir hata yapmış oluruz. Hayat
de tüm bu durumlarda dert yananlar geride kalanlardır. ölüme açıktır. Yaşamın varoluşsal minvali “açık olmak” ol-
Bu husus çok önemlidir: Eksikliğinden yakınma ya da ta- duğu için ölüm yaşamı sahiplenebilmektedir. Ölümle bir-
mamlanmamışlık gibi hal ve duygulanmalar, daima öteki- likte zamansallığımız ya da faniliğimiz de sona ermektedir.
nin ölümünün “bir-şey-olma” karakterinden hareket eder. Demek ki ölüm ufku karşısında doğar zaman, çalışır saatler,
Başkasının ölümü, dünya içinde gerçekleşen ve ona şahit devinir mevsimler, ilerler yaşımız: Ölüm, zamanı açar. Bu
olarak kendime mâl ettiğim bir “şey”dir çünkü. Daha doğ- sebeple de zamansız değildir hiçbir ölüm. Ölüm zaman-a-
rusu: Kullanabildiğim, elimin altında bulduğum bir hadise çan’dır, yaşam zamansal.
ya da temellük etmedir. Ölen öteki ise, geride kalanlar onun Bu bağlamda önemli bir başka kavram “darlık” kavramıdır.
ölümüyle ilgili bir mâl etme sürecini yaşayabilirler. Zira biz Yaşam dardır. Çeperleri göz açıp kapama süresince baştan
geride kalanlar ölenle ölmeyiz. Yaşam devam eder. Fakat bu sona taranabilir: Şimdi varsın –gözümü açıp kapıyorum–
denklemin bir de öteki tarafı vardır yani ölene göre geride şimdi yoksun. Bu, yaşamın varoluşsal bir niteliği olan dar-
kalanların ne olacağı meselesi. İşte bu örnek, neden baş- lıktır. Darlık mekânsallığa işaret ettiği kadar zamansallığı
kasının ölümünün, bana kendi ölümüm hakkında hiçbir da kapsar. Her an yanındadır ölüm, seninle birliktedir,
şey ifade edemeyeceğinin en çarpıcı argümanını vermek- onun darlığını yaşarsın. Başka türlü de mümkün olamazdı
tedir. Zira “ölümlüsün” dediğimde ilgilenme, hazır bulma, zaten, çünkü seninle birlikte olmasaydı kendine mâl etmen
eksikliğini duyma ve benzeri hallere gebe bir varoluşsal gereken bir edim olurdu, zamansallaşması gerekirdi. Bu, şu
gerçeklikten bahsetmiş olurum. Bu, başkalarının başkaları demek: Ben ölümünkü olmasaydım, onu dünyam içinde
üzerine dertlenmesidir. Oysa “ölümlüyüm” dediğimde “ben var etmem gerekirdi. Ona zaman bahşetmem, ona varlık

11
kazandırmam, onu bir “şey” olarak (lüzumlu-olanı) gibidir. Bu bağlamda mak için uğraş veririz ve bağlamda
“o”laştırmam gerekirdi. Oysa benim ramak, asla son’lanmayan bir zaman yaşamımızı anlamlandırmaya gayret
ölümüm “o” değildir. Doğumdan iti- havuzunu malzeme olarak kullan- ederiz. En büyük iyi, Schopenhauer’e
baren ölüme hazır olmak bir olabilir- maktadır. Bu yüzden de hep “ramak göre yaşamdır. Ölüm bunu bize öğre-
lik, olumsallık, tercih veya seçme hali kalmaktadır” ama asla tamamlana- tir. İrade ve Tasarım Olarak Dünya’nın
değildir. Doğmak ölümün zaman-a- mamaktadır. Çünkü bittiğinde artık ikinci cildinde Schopenhauer, konuyu
çıcı ufkuna dahil olmak ve ona dühûl ramak kalmamıştır, çünkü cereyan et- şöyle özetler: “Buraya kadarki irdele-
etmektir. Doğmak zamansız-olan’dan miştir, akıp gitmiştir. melerimizden şu hususları tespit etme
zamansal-olan’a “yükselmektir”: Gü- imkânı doğmaktadır: 1) İnsanın en iç
neş doğduğunda ufuk çizgisinden H. C.: Arthur Schopenhauer’a özel bir varlığı/özü, yaşama iradesidir. 2) Yaşa-
“yükselir”. Aynı şekilde bebek doğ- parantez açmak gerekse (ki ölüm söz ma iradesi, bizatihi bilgi dışı ve kördür.
duğunda hiçlik ufkundan yükselerek konusu olduğunda, çekince duyduğum 3) Buna ilişkin bilgi, ona aslen yabancı
varlanır. Sadece bu ufuk içinde varlık bir yatkınlıkla benim aklıma gelen ilk ve eklenmiş bir ilkedir. 4) Bilgi, onunla
mümkündür. birkaç filozoftan birisi odur − elbet- aslında mücadele halindedir ve bilgi-
te Heidegger ondan biraz daha önce nin iradeye galip gelmesinde kendi
“Zaman-içeri-hadise”lerin özü onla- gelir); onun İstenç ve Tasarım Olarak yargımız etkin olmaktadır.” İşte bu da,
rın sonra’lıklarının bulunmasıdır. Hal- Dünya’sında “Ölüm” neyi ifade eder? insanın neden metafiziğe muhtaç ve
buki ölüm, sonrasallığa sahip bir za- ona müptela bir varlık olduğunun se-
man-içeri-hadise değildir. Yani hayat K. H. Ö.: Öncelikle şunu belirtmek
isterim: Schopenhauer’in baş eseri bebidir.
ile ölüm birbirinin ardılı ya da neden-
sel bağıntısı olamamaktadır. Hayat ra- olan İrade ve Temsil Olarak Dünya’nın Bu konuda Schopenhauer, günümüz-
maktır. Zira ramakın içini genişleterek Türkçeye henüz eksiksizce çevrilme- de yapılan ölüm tartışmalarına ışık tu-
varoluşla doldururken, ölümü sonsuz miş olması, tam bir skandaldır. Bir tacak bir düşünürdür.
derecede ötelemiş gibi oluyoruz. An- dolu emek ve vakit, üçüncül veya dör-
cak bu, sadece bir zandır, zira ölüm düncül düzeydeki yapıtların çevirisine
ötelenecek bir zaman-içeri-hadise de- harcanırken, bu tür birincil kaynakla-
mek değildir. Çünkü zaman-içeri-ha- ra vakit ve gayret ayrılmaması üzüntü
dise’lerin özü, onların sonra’lıklarının verici. Dilerim Schopenhauer’in dev-
bulunmasıdır. Ölüm öyle değildir. rim yaratan bu eseri tam metin halin-
Hayatın uzunluğu, ramakın genişliği de kısa zamanda dilimize kazandırılır.
anlamına gelmektedir. Oysa ölüm ra- Schopenhauer’e göre insan, metafiziğe
makın ramak-olmaklığının bitimidir. muhtaç ve hatta ona müptela bir canlı.
Ancak ramak “son”a ermez, çünkü Schopenhauer’in bundan anladığı, in-
eremez. Tamamlanacak, bitirilecek sanın kendi varlığını ve sonluluğunu
bir “iş”lev değildir zira o. Ramak ister anlayıp anlamlandırma çabasıdır. Bu
bir an olarak düşünülsün, isterse de noktada ölüm, insan için kendi var-
ömür olarak telakki edilsin, ontolojik lığının anlam kutbu olarak karşımıza
bakımdan ölümden farklıdır. Ölüm, çıkar. Bu bağlamda Schopenhauer,
bir “uç” ya da “menzil” değildir. Uç, “ölüm, felsefenin yegane sahih ilham
bitme noktasıdır. Menzil, inme yeridir. perisi veya yaratıcılığın efendisidir,”
Yani her ikisi de “yer”lidir. Ölüm ise demiştir. Schopenhauer’e göre, ya-
“yer-siz”dir. “Ölüme gidiş” yer-siz’liğe pılması gereken, ölümün ne olduğu-
aşırılmadır. Ramakın genişliği (insa- na ilişkin doğru yanıtı (dini, felsefi,
nın ömrü) ne kadar olursa olsun, ölü- kültürel) arayıp bulmak değil, bilakis
me dair bir yer’lemeyi mümkün kıla- H. C.: Daha günümüze ve coğrafyamı-
daha yüksek bir mertebeye çıkmaktır. za gelecek olursak, Ölüm Felsefesi yay-
mayacaktır. Ölüm ciddi bir meseledir ve hayatla gın bir çalışma alanına sahip değil. Ben
Bu bağlamda ramak hep bir sonraki oyun oynanmaz. Başkalarının ölümü, kendi hesabıma, bu alanın daha fazla
en küçük an ile ilgilidir; yani sonranın bunu bizim kendimize çok çarpıcı bi- ilgi görmesi gerektiğini düşünüyorum.
şimdileştirilme meselesi hakkındadır. çimde gösterir. Dolayısıyla ölümden Bilhassa ölümle olan ilişkimizin menfî
Ramakın “az” ve “minimal” gibi an- korkmak, aslında yaşama irademizin yönde güncellendiği şu zamanlarda…
lamlara sahip olması da bu yüzdendir. diğer bir yüzüdür. Schopenhauer’e Bu konuda bize rehberlik edebilecek
Bizler kendimize var’lık sahası açar- göre yaşam, iradedir. Diğer canlılar kaynaklar nelerdir? İlkini ben söyleye-
ken zamanı kullanıyoruz. Zaman bu- gibi insan da tepeden tırnağa yaşama yim, gerisini sizden bekleyeyim: Ölüm
rada var’lık sahası açmanın malzemesi iradesidir. Biz ölümden zaman çal- Kitabı, Kaan H. Ökten.

12
K. H. Ö.: Nazik atfınız için teşekkür ederim. Benim hazır- alınmış makalelerden oluşuyor. Kadir Çüçen hocanın ge-
ladığım Ölüm Kitabı, bir temel metinler derlemesi. Okur- nel giriş yazısından sonra Antik Çağ, insan felsefesi, teoloji,
larca yararlı addedildiğini gördüm. Öte yandan, Kadir Çü- Modern Çağ, yaşam felsefesi, Heidegger, Çağdaş Felsefe,
çen hocanın editörlüğünde çıkan Yaşam ve Ölüm Felsefesi sanat ve edebiyat, siyaset felsefesi, insan hakları, psikoloji,
(2017) başlıklı kitaba özellikle işaret etmek isterim. Bu ki- antropoloji ve sosyoloji, bilim ve tıp, son olarak ise ekonomi
tap, Türkçede ilk kez gerçekleştirilmiş kapsamlı bir proje. açısından yaşam ve ölüm hakkında toplam on dört bölüm
Tarihin en eski dönemlerinden günümüze kadarki düşünür ve bir öykü kısmından oluşan son derece kapsamlı ve yarar-
ve düşüncelerin ölümle ilişkisini ve dertlenişinin hikâyesi- lı bir çalışma. Ölüm meselesi üzerine felsefece yoğunlaşmak
ni anlatıyor. Her başlık, farklı bir yazar tarafından kaleme isteyenler için muhakkak öneririm.

13
SCHOPENHAUER
SCHOPENHAUER nıetzsche’yİ NASIL ETKİLEMİŞTİ? NEDRİP KARAKAYA

Şüphesiz ki Arthur Schopenhauer’un düşünceleri, felsefî tavrı ve üslûbu, Nietzsche üzerinde


çok büyük bir tesir yeteneğine sahiptir. Bu tesir Nietzsche’de, erken dönem düşüncelerinden
geç dönem düşüncelerine, gençlik yaşamından olgunluk yaşamına kadar izlenebilir. Tam da bir
eğitici, bir filozof, bir felsefî ufuk aradığı sıralarda Nietzsche, Schopenhauer ile karşılaştığı za-
man, yani bir ikinci el kitapçıda rastgeldiği Die Welt als Wille und Vorstellung’un sayfalarını
karıştırdığı ilk andan itibaren, aradığı eğiticinin, filozofun ve felsefî ufkun o olduğunu sezmiştir.

“Arzularımı kalbimin hoşnutluğu için seferber ettiğim olmadığı açıktı; çünkü birçok şeyden kolayca vazgeçebilen
gençlik günlerimde, kaderin, kendimi eğitmek gibi kor- Nietzsche (Richard Wagner hadisesinde olduğu gibi), ya-
kunç bir çaba ve görevden beni kurtaracağını düşünürdüm: şamının sonuna kadar Schopenhauer’dan vazgeçmemiş-
tam da doğru bir zamanda eğitimcim olacak bir filozof, ona ti. Kaldı ki o, daha ilk andan itibaren Schopenhauer’u bir
kendimden daha çok güveneceğim için daha fazla düşün- “eğitici” olarak benimsemişti. Bu doğrultuda, Zamana Ay-
meden kendisine itaat edebileceğim gerçek bir filozof bula- kırı Bakışlar’ın (Unzeitgemäße Betrachtungen) III. Kitabı,
caktım” Friedrich Nietzsche, Eğitimci Olarak Schopenhauer Eğitimci Olarak Schopenhauer (Schopenhauer als Erzieher)
1874’te yayınlandı. Bu eserde Nietzsche, Schopenhauer ile
Friedrich Nietzsche, Arthur Schopenhauer’un eserlerini kurduğu ilişkiyi ve ona duyduğu inancı şöyle ifade etmişti:
keşfettiğinde yirmili yaşlarının hemen başındaydı ve tam
olarak bir yol ayrımında sayılırdı: O, tam da bu sıralarda “Ben Schopenhauer’un, ilk sayfayı okuduktan sonra her
(1865), annesinin kalbini kırmak ve onu karşısına almak sayfayı okuyacağını ve onun söylediği her söz üzerinde
pahasına teolojiden koparak (annesi teoloji alanında ilerle- özenle duracağını kesinlikle bilen okurlarından biriyim.
mesi ve babası gibi bir din adamı olması konusunda Nietz- Schopenhauer’a duyduğum inanç derhal ortaya çıktı ve bu
sche’ye baskı yapıyordu), kendisini bütünüyle klâsik filolo- inanç bugün dokuz yıl önce olduğu kadar tamdır [y.n: Scho-
jiye adamıştı. Arthur Schopenhauer’un başyapıtı İstenç ve penhauer’la tanışması, 1865 ve bu eserin kaleme alınması,
Tasarım Olarak Dünya (Die Welt als Wille und Vorstellung, 1874]. Bu inancı ifade etmek, tevazudan uzak ve aptalca bir
1819), Leipzig’deki bir ikinci el kitapçıda Nietzsche’nin kar- davranış olsa da, anlaşılabilir bir şeydir: ben Schopenhau-
şısına çıktığında (bu sırada Schopenhauer hayatta değildi), er’u sanki doğrudan bana hitaben yazmışçasına anladım”
bu eser onu hemen büyülemişti. Bu büyülenişin gelip-geçici (Nietzsche, 2003, ss. 18).

14
“Ben burada Schopenhauer’un üzerimde bıraktığı ilk, ade-
EDVARD MUNCH, 1906

ta fizyolojik izlenimi en derinlerdeki gücün önemsiz bir ilk


temasta bir doğal varlıktan başka bir doğal varlığa öylesine
büyüleyici biçimde akışını tanımlıyorum. Ve izlenimi de-
rinlemesine tahlil ettiğimde, onun üç öğeden oluştuğunu
görüyorum: bu üç öğe, Schopenhauer’un üzerimde bırak-
tığı dürüstlük, keyiflilik ve sadakat izlenimleridir. Scho-
penhauer dürüsttür çünkü kendisiyle konuşur ve kendisi
için yazar, keyiflidir çünkü düşüncesi en zor şeyi yenmiştir
ve sadıktır çünkü başka türlü olamaz. Gücü, rüzgarsız bir
gündeki alevler gibi, herhangi bir müdahale görmeksizin,
titreyip sönükleşmeden, kolayca ve doğrudan yukarı doğru
yükselir. Schopenhauer her durumda, biz onun aradığını
henüz fark etmeden bile, yolunu bulur; tam tersine, öyle
bir sağlamlık ve çeviklikle, öyle bir kaçınılmazlıkla koşar ki,
sanki bir yer çekim yasası tarafından ileri itiliyormuş gibi
görünür” (Nietzsche, 2003, ss. 21).

Sonuç olarak Friedrich Nietzsche, yaşamı boyunca pek çok


filozoftan, pek çok müzisyenden, pek çok edebiyatçıdan
ve pek çok şâirden etkilenmişse de (Friedrich Hölderlin,
Richard Wagner, Baruch Spinoza, Fyodor Dostoyevski ya
da Ralph Waldo Emerson bunlardan yalnızca birkaçıdır);
bütün bunlar arasında Arthur Schopenhauer’un yeri apayrı
ve biricik görünmektedir. Arthur Schopenhauer, onun ilk
felsefî ufku, ilk eğiticisi ve ilk akıl hocasıdır. Ve bir zamanlar
Şüphesiz ki Arthur Schopenhauer’un düşünceleri, felsefî sıkı sıkıya bağlandığı hemen her şeyden vazgeçmiş Nietzs-
tavrı ve üslûbu, Nietzsche üzerinde çok büyük bir tesir yete- che için, Schopenhauer, kesintisiz ve kalıcı olan birkaç şey-
neğine sahiptir. Bu tesir Nietzsche’de, erken dönem düşün- den biridir.
celerinden geç dönem düşüncelerine, gençlik yaşamından
olgunluk yaşamına kadar izlenebilir. Tam da bir eğitici, bir “Bir kerecik olsa bile bütün kalbinizle, Schopenhauer’un
filozof, bir felsefî ufuk aradığı sıralarda Nietzsche, Scho- ne kadar büyük −gerçekten ve her şeyde ne kadar büyük−
penhauer ile karşılaştığı zaman, yani bir ikinci el kitapçıda olduğunu, oysa etkisinin ne kadar küçük, ne kadar gülünç
rastgeldiği Die Welt als Wille und Vorstellung’un sayfalarını olduğunu hissetmeye çalışın!” (Nietzsche, 2003, ss. 75).
karıştırdığı ilk andan itibaren, aradığı eğiticinin, filozofun
Kaynakça:
ve felsefî ufkun o olduğunu sezmiştir. Ve henüz keşfettiği
bu filozof ve bu eser üzerine, hummalı bir çalışmaya giriş- NIETZSCHE, Friedrich, Eğitimci Olarak Schopenhauer, Say
miştir. Peki Schopenhauer’da Nietzsche’yi etkileyen ve onun Yayınları, 2003.
hocalığına kendisini teslim edecek güveni ve inancı tesis
eden şey nedir? Yine Eğitimci Olarak Schopenhauer eserin- YOUNG, Julian, Nietzsche, Türkiye İş Bankası Kültür Ya-
de şöyle yazmaktadır Nietzsche: yınları, 2017.

15
SCHOPENHAUER
schopenhauer’İN karamsarlığı üzerİne alper korkmaz

Hayat yaşamaya değer değildir ve bu sonuç, insanın kötü doğasından çıkar. İnsanın doğasında
istekleri için savaşmak vardır ve istekler tatmin edilmezse acı verir ve eğer tatmin edilirse, can
sıkıntısı doğar ki bu da başka bir acı sebebidir. Yani acı ile can sıkıntısı arasında salınan insan
yaşamında, can sıkıntısı da bir çeşit acı olduğundan, aslolan acıdır.

Giriş ya zorlar. Bu zorlayıştır ki yaşamı, bir varolma mücadelesi


hâline getirir. Bu mücadelede ise kazanmalar, kaybetmeler
Schopenhauer’in negatif varlık görüşü, onun, dünyada ve olsa da, nihayetinde herkes ölüme yenilir. Böylece herke-
insanda kötülüğün baskın olduğuna dair temel düşüncesini sin sonu kötüdür. Hayat bir boğuşmaysa ve hayatın sonu da
hazırlar ve gerektirir niteliktedir. Aynen Kant gibi, nume- ölüme yenilmeyse ama öldükten sonra da yok olmayacak-
nal ve fenomenal olmak üzere varlığın iki boyutu olduğunu sak ve bireysel istemimiz tekrar tekrar cisimleşecek, böyle-
kabul eder Schopenhauer, fakat Kant’tan farklı olarak, bil- likle de aynı acılı ve kötü süreçleri devamlı yaşayacaksak, bu
gimizin fenomenal olanla sınırlı olduğu ve numenin varlığı durumda insanın varoluşu konusunda, karamsar olmamız
dışındaki niteliklerinin bilinemeyeceği şeklindeki düşünce- doğaldır.
yi kabul etmez. Schopenhauer’e göre biz, numenin bilgisi-
ne erişebiliriz ve bu da, içsel bir sezgiyle olur. Bu sezgiyle 1. Dünya: İstem ve Tasarım Olarak
ulaştığımız şey, istemdir. İstem, numen denen şeydir. Fa-
kat bizdeki istem aslında, varolanların kaynağı ve özü olan Kant, numenleri, fenomenleri bildiğimiz gibi bilemeyece-
metafiziksel istemin, yani numenin özel bir belirişidir. Me- ğimizi söylemiştir. Algılanan dünya numenin fenomenidir
tafiziksel istemden farklı olarak, bilinçlenmiş ve yolu zekâ ve söz konusu numen, büyük bilinmeyendir. Uzay, zaman,
ile aydınlatılmış bir istemdir bu. Ama aynen metafiziksel nedensellik ve öteki kategoriler ona uygulanamaz. Bu ka-
istem gibi kendini cisimleştirmek ve cisimler dünyasında tegoriler, fenomene uygulanabilirler. Schopenhauer’e göre,
tutunmak temayülündedir; harekete ve çabaya zorlayıcıdır. ben kendimi bir beden olarak algıladığımda, bir fenomen
Zekâyı egemenliği altında tutan bu istem, varolma temayü- olarak algılamış olurum; bununla birlikte sadece zihin sahi-
lünde olduğundan, varlık sahasında kalmaya yarayan kıt bi ve dışa dönük bir varlık olsaydım, uzay ve zaman ve ne-
araçlar için, insanları ve diğer canlıları, topyekûn bir kavga- densel ilişki içinde düzenlenmiş fenomenlerden başka şey
algılayamazdım. Ama kendi en iç bilincime yöneldiğimde,

16
gerçek kendim ile karşılaşırım; etkinlik bilincinde kendin- Zevkin acıdan daha baskın veya ikisinin eşit derecede va-
de-şeyin farkına varırım. Kendinde-şey istemdir; zamansız, rolduğunu iddia edenler, biri diğerini yemekle meşgul olan
mekânsız ve nedensiz etkinliktir ki, kendisini bana istek, iki hayvanın o anki duygularını düşünüp kıyaslamalı. İnsan
dürtü ve çaba olarak sunar. Yani kendimi istem ve beden da mücadele içindedir, talihsizlikler yaşayıp kaybettiğinde,
olarak bilirim. Ama bedenim de nihayetinde istemden kay- kendisinden daha aşağıdakilere bakıp avunabilir, fakat bu
naklanmıştır; istemin bir anlatımıdır; tasarım dünyasında bir bütün olarak korkunç bir kader anlamına gelir. Öyle ki,
bir tasarımdır ki, bu tasarım dünyası bana ait uzay, zaman felaketler saldırmak için bizi gözüne kestirir de, bundan iyi
ve nedensellik kategorilerinin içinde ortaya çıkan ve onla- günlerimizde haberimiz bile olmaz (8).
rın damgasını taşıyan bir dünyadır. Yani dünya, istem ve ta-
sarımdır (1). Schopenhauer, fiziksel olana metafiziksel bir Sorun şudur ki, insan mutlu olmaya uygun doğaya sahip
temel kabul eder, bu da istemdir; ama bu istem bilinçsizdir, olmadığı gibi, mutlu edecek koşullarda bulunan bir canlı
bir kişi değildir. Yani o, bir tanrı değildir. Ama Schopen- da değildir, ama mutlu olmak ister ve bu çelişkili durum,
hauer’in onunla ilgili olarak söylediği olumsuz şeylerden insanın trajedisinin temel nedenidir.
çıkarılabilir ki, bu istem öyle bir doğadadır ki, şeytan tanrı Tüm zamanların bilgeleri mutluluk için benzer formül-
olsaydı, dünya ancak bu kadar kötü olabilirdi. ler önermişse de budala kalabalıklar ısrarla bu formülleri
2. Dünyadaki Kötülüğün Sebebi Olarak Yaşama İstemi uygulamamışlardır. İşin aslı, mutluluk formülleştirilmeye
çalışılabilir, fakat konuya nesnel yaklaşılırsa, mutluluğun
Metafiziksel istem kendisini canlılarda yaşama istemi ola- varolmamakta olduğunu söylemek daha doğru olur (9).
rak gösterir ve bu istem, dünyadaki tüm savaşımın ve kö-
tülüğün nedenidir. Yaşamaya dönük istem sahiplerinin bir- Durum bu diye, intihar salık verilmemeli, çünkü o da bir
birleriyle savaştığı sürekli bir çaba ve savaş dünyası, zayıfın kurtuluş değildir, bireysel intiharla numenal istem ortadan
güçsüz tarafından yendiği bu dünya, kötü bir dünyadır. kalkmaz (10).
Hatta olabilecek en kötü dünyadır (2). Öyle ki bir derece 4. Acılar Nasıl Azaltılabilir?
daha kötü olsaydı, varolamazdı (3). Bu düşünce, dünyayı,
olanaklı dünyaların en iyisi olarak gören Leibniz’le bir po- İnsan için acı kaynaklarından birisi, diğer insanlardır. On-
lemiktir aynı zamanda. İlginçtir ki, bu iki filozof aynı dün- ları nesnel değerlendirirsek, aptallıkları ve kötü niyetli oluş-
yaya bakmış ama; biri onda büyük bir iyilik, diğeri onda bü- ları bizde onlara karşı, küçümseme ve nefret uyandırır. O
yük bir kötülük görmüştür (4). Onların, farklı dönemlerin yüzden onlara nesnel bakmamalı; merhamet ve hoşgörüyle
filozofları olup, dönemsel olarak farklı dünyalara bakmış bakmalıyız. Ahlaklılık da budur zaten (11). Böyle yapmak-
olmalarının bunda etkisi olduğu düşünülebilirse de, Scho- la, diğer insanlara karşı duyduğumuz küçümseme ve nef-
penhauer’in felsefesi açısından, her zaman canlıların gene- retten doğan acımızı giderebileceğimiz düşünülebilir.
linde yaşama istemi egemen olmuş ve olacak olduğundan,
Leibniz’in zamanında da, dünya kendi zamanındaki gibi Yaşam bencil ve aşağılıktır ve bu sonuç, istemin bencil
çok kötü olmuştur doğal olarak ve gelecekte de çok kötü doğasından çıkar. Bencil istem, tüm üzüntü ve kötülüğün
olacaktır. nedeni olduğundan, insan barış ve mutluluk için istemini
yadsımalı, söz konusu bencil isteklerini bastırmalıdır. Bu-
3. Yaşamaya Değmez Bir Hayat nun yolları, sanat ve felsefe olabilir. Bu da kendini sanatsal
seyir ve felsefî düşüncede unutmakla olanaklıdır. Dünyanın
Hayat yaşamaya değer değildir ve bu sonuç, insanın kötü kötülüğü ve isteklerin beyhûdeliği ve yaşamın aldatıcılığı
doğasından çıkar. İnsanın doğasında istekleri için savaşmak üzerine düşünmek de bireyi bencil isteklerden kurtarabi-
vardır ve istekler tatmin edilmezse acı verir ve eğer tatmin lir. İsteklerden kurtulmak, acıyı dindirecektir, çünkü acının
edilirse, can sıkıntısı doğar ki bu da başka bir acı sebebidir. temel nedeni istemektir. Acıdan kurtulmanın en iyi yolu
Yani acı ile can sıkıntısı arasında salınan insan yaşamında, ise Hıristiyan çilecilerle Budist rahiplerin istemi köreltme
can sıkıntısı da bir çeşit acı olduğundan, aslolan acıdır (5). uygulamalarıdır ki bu, istemin tümden yadsınmasıdır. Böy-
Sonunda yenileceği bir savaşım içinde olan insan, her so- lece dünyaya bağlanmışlık sona erer ve acı diner (12). Böy-
lukta ölüme karşı çıkar, ama ona yenilmek zorundadır, çün- lece anlaşılıyor ki, mutluluk, Schopenhauer’de, Epikuros’ta
kü doğuştan ölüme aitiz, aslında hepimiz, dünyaya gelmiş olduğu gibi, en çoğundan, acının yokluğunda ortaya çıkan
birer mezarız ve ölüm bizi yutmadan önce bizimle yalnızca negatif bir duygudurumudur.
kısa bir süre daha oynar. Gene de yaşamlarımızı uzatmak
için büyük acılar çeker, belki de sefalet yaşarız (6). Schopenhauer için, mutluluk, insanların büyük çoğunluğu
için ulaşılabilir değildir. Aslında nesnel bakılırsa, mutluluk
Acı çekmek hayatın amacıdır. Bu, kötülük pozitif, iyilik başarısızlığa mahkûmdur veya bir yanılsamadır (13). Fakat
negatif bir varlığa sahip olduğundan böyledir. Bazılarının insanın istediği şey de, tam olarak mutluluktur. Bu ise, im-
iddia ettiği gibi, kötülük, iyiliğin yokluğu değildir. Tersine, kânsızı istemek olarak, insanın bir açmazı değil midir?
iyilik, kötülüğün yokluğudur. Çünkü kural olan kötülüktür
ve istisnai olan iyiliktir (7).

17
felsefe yoluyla, ya da dünyanın alda-
tıcılığını ve boşluğunu anlamakla, ya
da çilecilikle istem yadsınabilir, varol-
ma savaşımının dışına çıkılabilir; bu,
istememekten kaynaklanan bir ruh
dinginliğini getirecektir, bu dünyada
bundan daha yüksek bir ruh durumu
da beklememelidir. Fakat bunu da her-
kes başaramaz. Çoğunluk mutluluğun
bu mütevazı yoluna çekilemez, arzula-
rıyla yaşar ve mutluluğa ulaşamadan,
mutluluk hasretiyle bu dünyadan ge-
çip gider.

İnsanın gerçeği Schopenhauer’in res-


mettiği gibiyse, karamsar olmak nor-
maldir. Bu durumda iyimser olmak
için, bu gerçekten habersiz olmak ve
bu gerçeğe ters düşen tozpembe bir
hayal dünyasında yaşamak gereklidir.

Dipnotlar:

(1) Frank Thilly, Bir Felsefe Tarihi, Çev.


Nur Küçük-Yasemin Çevik, İdea Yayı-
nevi, İstanbul 2010, ss. 459-460.

(2) Frank Thilly, Bir Felsefe Tarihi, s.


461.
Sonuç şı, karamsarlığın en uç noktasıdır. Bu
(3) Charles Werner, Kötülük Problemi,
bakış açısından, insan için en iyisi, hiç
Metafiziksel istemin bencil doğasının Çev. Sedat Umran, Kaknüs Yayınları,
doğmamış olmaktır.
gereği olarak, aşağılık bir benciller sa- İstanbul 2000, s. 48.
vaşıdır, onun cisimleşmesinden başka Schopenhauer, bu karamsarlığıyla öyle
(4) Süleyman Uludağ, Tasavvuf ve
bir şey olmayan hayat. Ya da hayat öğütler verir ki, bu öğütler tutulsaydı,
Tenkit, Mavi Yayıncılık, İstanbul 2011,
bir arenadır ki, orada herkes herke- insanlık bir süre sonra söner, hayat
s. 30.
se karşı bitmez bir savaş hâlindedir. kururdu. Bu karamsarlık derecesin-
İnsan zekâsı, söz konusu isteklerini de bunun istenmesi normaldir. Hayat (5) Latif Tokat, Anlam Sorunu, Elis Ya-
gerçekleştirme mücadelesinde, bu- bir felaketse, onun sona ermesini is- yınları, Ankara 2017, s. 112.
nun olmasına hizmet eder. Kıt yaşam temek bir iyi niyettir. Hayat; doğulan,
araçları için girişilmiş bir mücadeledir çekilen ve ölünen bir süreçse, insan (6) Frank Thilly, Bir Felsefe Tarihi, s.
bu. Burada kazanmalar sözdedir, çün- bir felaketzededir. Belki de bu bakış 461.
kü herkes sonuçta kaybeder. Doğulur, açısından en büyük suç, çocuk yapıp,
(7) Arthur Schopenhauer, Kötümserlik
çile çekilir ve en sonunda da ölüme av neslin devamını sağlamaktır. İnsan en
Üzerine, Çev. Enver Günsel, Tutku Ya-
olunur. Hayat, bir hayal kırıklığından trajik canlıdır, çünkü mutlu olmak is-
yınevi, Ankara 2019, ss. 7-8.
daha fazlasıdır. İntihar bile bir kurtu- ter fakat, doğası ve içinde bulunduğu
luş değildir, çünkü insanın özü olan koşullar bunu olanaksızlaştırır. Mutlu- (8) Arthur Schopenhauer, Kötümserlik
metafiziksel istem yok edilemezdir. luğu istemek bu durumda, imkânsızı Üzerine, s. 8.
Bu dünya, olabilecek en kötü dünya- istemektir.
dır. Onu yaratmış bir Tanrı yoktur. (9) Arthur Schopenhauer, Yaşam Bil-
Çünkü olsaydı, hiçbir şeyin yolunda İnsanlara hoşgörü ve merhametle geliği Üzerine Aforizmalar, Çev. Mus-
olmadığı bu dünyada her şeyi yoluna bakarak, onların verdiği sıkıntıdan tafa Tüzel, Kabalcı Yayınevi, İstanbul
koyardı. Hayatın bu tür bir algılanı- kurtulabiliriz. Öte yandan sanat ve 1998, ss. 7-9.

18
(10) Frank Thilly, Bir Felsefe Tarihi, s. 461. SCHOPENHAUER, Arthur, Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforiz-
malar, Çev. Mustafa Tüzel, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1998.
(11) Arthur Schopenhauer, İnsan Doğası Üzerine, Çev. Zeh-
ra Betül Aslan, Alter Yayıncılık, Ankara 2015, s. 10. THILLY, Frank, Bir Felsefe Tarihi, Çev. Nur Küçük-Yasemin
Çevik, İdea Yayınevi, İstanbul 2010.
(12) Frank Thilly, Bir Felsefe Tarihi, ss. 462-463.
TOKAT, Latif, Anlam Sorunu, Elis Yayınları, Ankara 2017.
(13) Latif Tokat, Anlam Sorunu, s. 113.
ULUDAĞ, Süleyman, Tasavvuf ve Tenkit, Mavi Yayıncılık,
Kaynakça İstanbul 2011.
SCHOPENHAUER, Arthur, İnsan Doğası Üzerine, Çev. WERNER, Charles, Kötülük Problemi, Çev. Sedat Umran,
Zehra Betül Aslan, Alter Yayıncılık, Ankara 2015. Kaknüs Yayınları, İstanbul 2000.
SCHOPENHAUER, Arthur, Kötümserlik Üzerine, Çev. En-
ver Günsel, Tutku Yayınevi, Ankara 2019.

Pindaros
MÖ 5. Yüzyıl
19
SCHOPENHAUER’DAN
OTTILIE’E MEKTUP:

“ETRAFIMIZDAKİ
HER ŞEY ÖLDÜ!”

çevİRen: FIRAT İLİM


20
Kıymetli Ottilie,
Yaşlanıyoruz ve bir araya geliyoruz. Etrafımızdaki her şey öldü, özellikle de benim durumumda,
zira senden on yaş daha büyüğüm. Gittikçe daha çok geçmişin anıları içinde yaşıyoruz. Sen beni
gençken tanıyan az sayıda kişiden birisin ve bunun da ötesinde, sen beni hiç gözden kaçırmadın
ve şimdi, gençliğimden bugün olduğum hâlime kadarki çabalarıma şahitlik ettin, ve “kaç kez
deneyip ne kadar da az seferinde başardığımı” nazikçe gözlemliyorsun. Benim görüşüme göre,
bunun nedeni, makul düşünüp taşınma ve sağlam bir irade yeterli değil, fakat benimki gibi bir
durumda, bunları yönlendiren ve vazifede tutan, diğer her şeye kayıtsız, içgüdüsel bir itki var,
demonik bir dürtü gibi. Bu sayede biz, epey yaşlılığımıza kadar nasıl yaşayacağımızı bilirsek, en
sonunda bir şeyi görmek için yaşayabiliriz.
İstemem gereken Adele’nin mektupları ve günlükleri bana birçok formaliteye boğulmuş ve hatta
tam olarak temellendirilmemiş görünüyor, zira kesinlikle Sibylle’e aitlerdi ve kime dönüş yapmam
gerektiğini hakikaten bilmem gerekiyor, zira varislerini tanımıyorum. Yine de şayet onları Gusta
ve Mertens aracılığıyla temin edebilirsen, bunu kendime karşı bir hak ihlâli olarak görmem. Ter-
sine, faydası dokunacağını düşünüyorsan, her ne olurlarsa olsunlar onları sana devrederim ve el
yazmalarını benim adıma talep etmen için seni yetkilendiririm.
Adele’nin mektupları ve günlüklerine gelince, senin kendini avutacağını düşünsem iyi olur. Her-
hangi bir suistimalden kuvvetle korkmalı, zira onlar çok evvelden kitap satıcılarına teklif edildi.
Zamanın akışı üzerimizden süzülüp gidiyor, her şeyi çevreliyor ve unutuluş onu yutuyor, etrafa
saçılmış hatıralar hariç.
Hiçbir zaman çok sosyal biri olmadım, biliyorsun ve şimdi hiç olmadığım kadar gözden uzak
yaşıyorum. Bazı arkadaşlar nasıl olduğumu görmek için çıkageliyor şimdilerde. Yazın birçok zi-
yaret kabul ettim, Michael Angelo onları “merak ziyaretleri” olarak adlandırdı. Aynı zamanda,
hâlâ öğlen ve akşam yemeklerimi “İngiliz Çiftliği”nde yiyorum, orada memnuniyetle bana bakan
birçok insan görüyorum, gerçi bazıları gelip kendini tanıtıyor bana. Bu durum birçok ziyaretçi
getiriyor oraya.
Bana harika bir seyahat teklifinde bulunuyor olsan da, ümit ederim ki rotan seni bir zaman Frank-
furt’a doğru getirecek. O zamana kadar eski dostunu düşün bir kez.
Arthur Schopenhauer,
Frankfurt (am Main), 27 Nisan, 1860.

21
SCHOPENHAUER
kıerkegaard schopenhauer hakkında
ne SÖYLEMİŞTİ? çevİREN: ÖZGECAN ŞEKERCİ

Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard, yaşamının son yıllarında (1854-1855) yazdığı kimi dergi
yazılarında Arthur Schopenhauer’dan söz etmişti. Bu sırada Schopenhauer hayattaydı fakat iki
filozof tanışmıyordu. Kierkegaard’nun Schopenhauer hakkında yazdıklarından kısa bir derle-
meyi size sunmak istiyoruz...

Schopenhauer, olsa olsa “ilgi çekici” olanı temsil eden, ger- ***
çek bir karamsar olmaktan oldukça uzaktır: o, bir bakıma
çileciliği ilginç hâle getirir, çilecilikten bile hazzı süzüp Schopenhauer’un Etik’ini baştan sona okuyan biri −el-
çıkararak, hiç olmadığı kadar zarar görecek, hazzı arayan bette O, o kadar dürüsttür ki− onun bir çileci olmadığını
bir çağ için mümkün olan en tehlikeli şey, çileciliği, sistem öğrenir. Dolayısıyla, o derin düşünme hâline çilecilik ara-
içerisinde ona bir yer belirleyerek, onu bütünüyle kişisel cılığı ile değil, aynı zamanda çileciği derinlemesine düşü-
olmayan bir şekilde incelemektir. nen bir derin düşünce aracılığı ile erişmiştir. Bu, fazlasıyla
kuşkuludur ve en şiddetli ve baştan çıkarıcı, haz dolu me-
*** lankoliyi bile gizleyebilir: derin bir misantropi. Bu durum
da kuşkuludur, kendince ifade edilen öğretmen tarafın-
Birinin bir salgın hastalık süresince zehirli bir hava solu- dan pek fazla geçerlik ortaya koymayan bir etiği ileri sür-
yarak hasta olmamak için ağzını arındırışı gibi, Danimar- mek her zaman kuşkuludur. Schopenhauer etiği dehaya
ka’da, anlamsız Hıristiyan iyimserliği ortamında yaşamak dönüştürür ve kendisi de dahi olmakla epeyce kıvanç
zorunda kalacak olan öğrencilere, bu leş kokan zırva- duyuyor olsa da, çileciliğin ve küçük düşmenin ilişkili ol-
lardan gelecek hastalıktan kendilerini koruyabilmeleri duğu yerde, bu onu memnun etmez ya da yaradılış onun
için, Schopenhauer’un Etik’inden küçük bir doz almaları memnun olmasına izin vermez.
önerilmelidir.

22
“Yeryüzündeki bütün varoluşumuz
bir hastalıktır.”

Søren Kierkegaard (1813-1855)

23
Karamsar Parçalar;

Arthur Schopenhauer

Çeviren: Özgecan Şekerci

24
Birkaç kirpi soğuk bir kış gününde ısınmak için bir araya toplanmışlar; fakat birbirlerini
dikenleriyle yaralamaya başladıklarında dağılmak zorunda kalmışlar. Gel gör ki, yine aynı
şey olduğunda soğuk onları yeniden bir araya gelmeye zorlamış. Sonunda, birçok bir araya
geliş ve ayrılışın ardından, birbirlerinden bir miktar uzakta kalmanın en iyisi olduğunu
keşfetmişler. Tıpkı topluluk ihtiyacının insan kirpileri bir araya getirdiği, ancak kendi do-
ğalarının dikenli ve hoş olmayan nitelikleri tarafından karşılıklı olarak geri püskürtüldük-
leri gibi. Ölçülü bir mesafe, ki en sonunda bunun temasın kabul edilebilir yegane koşulu
olduğunu keşfederler, nezaketin ve zarif bir tavrın kuralıdır ve bu kuralı çiğneyenlere ka-
baca −İngilizce deyişiyle− mesafelerini korumaları söylenir. Bu düzenleme ile, karşılık-
lı samimiyet ihtiyacı yalnızca kısmen giderilir; fakat bu durumda insanların canı acımaz.
Kendisinde biraz sıcaklığın barındığı bir kişi, ne bir başkasını yaralayacağı ne de kendisi-
nin yaralanacağı yerde, diğerlerinin ötesinde kalmayı tercih eder.

***

Doğa bütün yapıtlarını güzelliğin verniği ile kaplar, bir şeftalinin ya da bir eriğin yüzeyin-
de solunan incelikli tazelikte olduğu gibi. Ressamlar ve şairler bu verniği çıkartmak, onu
saklamak ve boş zamanlarımızda tadını çıkaralım diye bize vermek için canla başla çalışır-
lar. Hayatın kendisinin içine girmeden bu güzelliğin derinliğini özümseriz ve daha sonra
Doğa’nın yapıtlarını görmeye geldiğimizde, vernik gitmiş olur: sanatçılar onu tüketmiştir
ve biz onun keyfini önceden çıkartmışızdır. Bu yüzdendir ki dünya çoğu kez acımasız ve
cazibeden yoksun, dahası, gerçekten tiksindirici görünür. Bu verniği kendi başımıza keş-
fetmemize müsaade edilmesi daha iyi olurdu. Bu, onun hazzını, bütünüyle bir çırpıda ve
çok miktarda almamamız; tamamlanmış bir resme, kusursuz bir şiire sahip olmamamız;
fakat bütün şeylere, sanatın yardımı ile öngörülen estetik zevklere sahip olmayan ya da ha-
yatın cazibesini erkenden ele almayan, Doğa’nın bir çocuğunun, şu anda bile bazen onları
gördüğü o cana yakın ve mutluluk verici ışıkla bakmamız gerektiği anlamına gelirdi.

***

Olgunlaşmakta olan bir mısır tarlasında, bazı merhametsiz ayaklarca çiğnenmiş mısırların
olduğu bir yere geldim; ve sayısız gövdenin arasında gözlerimi gezdirdikçe, her biri birbi-
rine benzeyen, başakların ağırlığını taşıyan, öylece dimdik duran, çok sayıda farklı çiçek
gördüm, kırmızı ve mavi ve eflatun. Minik yapraklarıyla doğallıkla öylece büyürken ne
kadar da güzel görünüyorlardı. Oysa, düşündüm ki, epey yararsızdılar, meyve vermiyor-
lardı, yalnızca yabani birer ottular, temizlenmedikleri için oldukları gibi kalmalarına göz
yumuluyordu. Yine de, hiç olmazsa bu çiçekler için, bu gövdelerin el değmemiş doğasında
gözleri büyüleyecek hiçbir şey olmayacaktı. Şiirselliğin ve sanatın sembolleriydiler, kent
hayatında mısırdaki çiçeğin –çok sade, fakat yine de meyvesi olmadan da yararlı– rolünün
aynısını üstleniyorlardı.

***

Bilgelik, ki yalnızca teoriktir ve hiç pratiğe dökülmemiştir, bir çift gül gibidir; rengi ve ko-
kusu enfestir, fakat sararıp solar ve ardında tohum bırakmaz.

Dikensiz gül yoktur. Evet, fakat gülü olmayan binbir türlü diken vardır.

25
DİL FELSEFESI
DİL FELSEFESİ, BAHTIN VE söyleşİ: FIRAT İLİM*
DİYALOJİ ÜZERİNE SÖYLEŞEN: HAMZA CELÂLEDDİN

Mihail Bahtin çağımızda oldukça ilgi gören bir figür ve birbiriyle hiç benzemeyen en az iki ayrı
Bahtin imgesi ortaya çıkmış durumda. Her iki seçenek için ortak olan, diyaloji fikrinin, hakika-
tin somut tarafların tarihsel ilişkisinde tesis edildiği ve bu sürecin tarihsel bir erekliliğe zorunlu
olarak sahip olmadığı görüşüdür. Ancak bu noktadan sonrasında apayrı iki Bahtin görüyoruz;
liberal, anti-Marksist ve kısmen postyapısalcı bir Bahtin ve eleştirel-Marksist, eylem odaklı ve
kuramsalcılığa mesafeli bir Bahtin.

Hamza Celâleddin: Dil, son iki yüzyılımızın felsefesi için ol- tes ve Kant gibi modernler matematik aracılığıyla solipsiz-
dukça merkezî bir kavram. Nietzsche’den Wittgenstein’a, He- mi aşıp bu birliği tekrardan tesis etmenin yolunu buldukla-
idegger’den Derrida’ya ve sizin de özenle üzerine eğildiğiniz rını düşünmüşlerdir.
Bahtin’e kadar izlemek mümkün bunu. Ben kendi hesabıma,
her ne felsefî uğraş içinde olursak olalım, Dil’den başlamak Antikler için hakiki bir ontolojinin imkânı ciddi bir tartış-
gerektiğini düşünüyorum. Ama bu elbette, sadece heyecanlı ma konusu değilken, modernlerin bilgi yetilerimiz ile ilgili
bir düşünce olabilir. Sizin Dil konusunda söyleyeceklerinizi tartışmaları ontolojiden önce epistemoloji konularının ele
önemsiyorum. Bugünün felsefesi için, Dil’i nasıl okumak ge- alınmasındaki zarureti göstererek belki de bu konudaki ilk
rekiyor? Ve bugünün Dil Felsefesi hesabına ne söyleyebiliriz? geri çekilişi ortaya koyar. Bunu coğrafî keşiflerle birlikte or-
taya çıkan “evrensel insan doğası” tartışması takip eder ve
Fırat İlim: Geçmişten günümüze felsefe tarihini inceledi- Sosyoloji, Antropoloji ve Dilbilim alanlarındaki gelişmeler
ğimizde karşılaşacağımız en temel olgulardan biri, insan evrensellik idealini bir adım daha geriletir: 19. yüzyıla ge-
türünün kesinlik idealinden adım adım geri çekilmekte lindiğinde özellikle Alman romantizminin Aydınlanmacılı-
olduğudur. İlk Çağ filozoflarında sıklıkla karşılaştığımız fi- ğa karşı tepkisini bu düzlemde anlamak gerektiğini düşünü-
zik-mantık örtüşmesine dair tutum Orta Çağ’da Hıristiyan yorum. Bir yanda 30 yıl savaşlarının ardından ortaya çıkan
teolojisiyle birlikte keskin bir kırılma yaşamışsa da, Descar- merkezîleşme eğilimlerinin ve bunları takip eden ortak bir

*Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi

26
“kusursuz dil” arayışının sonuçsuzluğu, diğer yanda yeni H. C.: Mihail Bahtin için özel bir parantez açmak gerekse
dünyanın egemen kategorileri yıkan biyolojik, sosyal ve − ki gerektir; özellikle diyaloji kuramı çerçevesinde söyleye-
kültürel çeşitliliği, sosyalbilimlerde bir geri çekilişi daha ge- cekleriniz oldukça mühim. Çünkü sanırım bu, birçok şeyi
rekli kılmıştır: Gerçekliğe dair tasarımımız artık evrenselli- yakından ilgilendiriyor…
ği tartışmalı bilgi yetilerimizin de ötesinde, sosyal-kültürel
olarak belirlenen bir formasyon penceresinden görülmek F. İ.: Mihail Bahtin çağımızda oldukça ilgi gören bir figür ve
zorundadır. Bu formasyonun temel aracı da dildir. Nasıl bir birbiriyle hiç benzemeyen en az iki ayrı Bahtin imgesi orta-
dil derseniz… Hindistan’dan Atlantik kıyılarına kadar bazı ya çıkmış durumda. Her iki seçenek için ortak olan, diyaloji
temel yapısal ortaklıklar taşıyarak yayılan, sömürgecinin fikrinin, hakikatin somut tarafların tarihsel ilişkisinde tesis
üstünlük varsayımını sorgulatacak bir dil. Diğer yandan, edildiği ve bu sürecin tarihsel bir erekliliğe zorunlu olarak
Kant’ın varsaydığı temel bilişsel ayrımları taşımadığı görü- sahip olmadığı görüşüdür. Ancak bu noktadan sonrasında
len kimi Amerika yerli dilleri. Modern dilbilim karşılaştığı apayrı iki Bahtin görüyoruz; liberal, anti-Marksist ve kıs-
bu yeni çeşitlilik karşısında dile dair kavrayışını değiştir- men postyapısalcı bir Bahtin ve eleştirel-Marksist, eylem
meden ilerleyiş sağlayamayacaktır. Bu sıçrama Ferdinand odaklı ve kuramsalcılığa mesafeli bir Bahtin. Bu konuyu
de Saussure tarafından gerçekleştirilir ve Saussure’ün tüm çalışmış biri olarak, ben ikinci Bahtin’e inanmak için kuv-
aksi açıklamalarına rağmen yirminci yüzyıl Kıta Avrupası vetli gerekçelerimiz olduğu kanısındayım. Birinci Bahtin’i
felsefesi gösterge sistemlerini dil modeliyle açıklama giri- savunanlara göre diyaloji daha çok bireyler arası düzlem-
şimlerine sahne olur. de anlaşılması beklenen bir olguyken, ikinci görüşe göre
diyaloji, sınıfların, toplumsal kimliklerin ve birbirinden
Yirminci yüzyılda ortaya çıkan bir diğer dil temelli gelenek farklı sosyal-siyasal hareketlerin tarihsel ilişkilerini anlama
Analitik Felsefe geleneğidir. Frege ve Russell’ın öncülüğünü noktasında özgül bir işlev kazanır. Özel olarak değinmek
yaptığı, Wittgenstein’ın Tractatus eseriyle etki kazanan bu gerekirse, toplumsal hareketlerin merkezîleştirici ve mer-
gelenek, bildiğimiz üzere, felsefeyi dilsel-mantıksal analiz kezsizleştirici eğilimler tarafından yönlendirilişini anlama
işleviyle sınırlandırarak görece daha pragmatik bir bilimsel noktasında diyaloji kuramının büyük bir katkı sağlayabile-
eklemlenme sağlamıştır. Ancak oldukça ilginç bir şekilde, ceğini düşünüyorum. Özellikle yakın zamanda Şili, Bolivya,
Wittgenstein’ın bizzat kendisinin ilerleyen yıllarda kendi Venezuela, Hong Kong ve İran’da gerçekleşen protestolar,
eski görüşünü eleştirdiği ve dil-kültür ilişkisinde daha “de- bu dinamikleri yönlendirme noktasında artık devletlerin
rinlikli” bir yaklaşım arayışına girdiği görülür. Bu eşikte, Sa- de stratejiler geliştirmekte olduğunu gösteriyor. Buna kar-
ussure ve Wittgenstein’ın etkisi birleşir ve yirminci yüzyılın şılık liberal güçlerin kapalı devletlere karşı sivil toplumu
son geri çekilişine şahit oluruz: Postyapısalcılık. Bu aşama- mobilize etmeye yönelik girişimleri olduğu da biliniyor ar-
da artık evrensel insan doğası tartışmasını ya da diller arası tık. Hâlen güncel olan Osman Kavala ve Açık Toplum Vakfı
geçişlilik imkânını bir yana bırakalım, temsil ilişkisinden tartışmasına bu noktada hepimiz az çok aşinayız. Ancak bu
söz etmenin bile zorlaştığı tuhaf bir teorik çıkmaza sürük- yepyeni ya da bu çağa özgü bir olgu değil, tarihi Doğu Al-
lenmiş bulunuyoruz. Hem de söz ve eylem birliğini tekrar- manya’nın yıkılışından 1968 Prag müdahalesine ve hatta 30
dan tesis etmeye bu kadar ihtiyaç duyduğumuz bir çağda. yıl savaşları esnasında Katolik-Protestan propaganda faali-
yetlerine kadar uzanır. Günümüzde ise kitle psikolojisinin
Neyse ki çağın büsbütün gömüldüğü bir hâl değil bu. Baş- sistematik bir biçimde manipüle edildiği bir çağa evrilmek-
ka türlü pratik angajman arayışında olan girişimler de var. teyiz. Bu manipülasyonun nasıl gerçekleştiğini Bahtin’in di-
Örneğin, bundan on yıllar evvel dilbilimci Benveniste’nin yaloji kuramından yola çıkarak anlamak oldukça mümkün
yapmış olduğu, arı dilleri üzerine çalışmalar mevcut. Bu ve reel politik açısından işlevsel de. Ben gelecekte bu yönde
gibi çalışmalar dil olgusunu insandan ayrı olarak düşüne- çalışmalar yapılacağını ümit ediyorum.
bilmemiz açısından oldukça önemlidir. Günümüze gelin-
diğinde ise örneğin ABD’de, nükleer atıklarımızdan zarar H. C.: Son olarak, daha sizinle ilgili bir şey sormak isterim.
görmemesi için olası bir post-apokaliptik medeniyete uyarı Yakın zamanda, çalışmalarınız için bir süreliğine Güney
mesajları bırakmayı amaçlayan ve bunun için mümkün en Amerika’da bulundunuz. Eminim bu, çalıştığınız alan için de
anlaşılır gösterge sistemi üzerine çalışan bir proje yürütül- ufuk açıcı oldu. Bu deneyime dair neler söylemek istersiniz,
düğünü biliyoruz. Yine Java, Pyhton gibi kimi yazılı dilleri çalışmalarınıza tesiri ne yönde oldu? Heyecân verici olduğu-
geliştirdik ve bunlar aracılığıyla doğrudan makineler arası na eminim…
iletişim sağlamayı başardık. Ve hatta atomaltı parçacıkların
“gluon” ya da “foton” dilleri gibi kendilerine özgü diller kul- F. İ.: Doktora tezimde Avrupa karnavalları çalışmıştım,
landıkları biliniyor. Sonuç olarak dile dair tasavvurumuz doktora sonrası araştırması olarak da karnaval kültürünün
hızla değişip genişliyor ve bilimler aracılığıyla sunulan yeni Güney Amerika’daki etkilerini çalışmak istiyordum, özel-
verilerin felsefe açısından ne ifade ettiğinin, nasıl anlaşıl- likle de “misrule” ve “transgression” olarak isimlendirilen
ması gerektiğinin tekrar tekrar sorgulanacağı bir dönemde toplumsal olguları. Basitçe söylersek, kuralların tersine işle-
olduğumuzu söyleyebilirim. diği karnavalesk süreçlerin farklı örneklerini ele alıp, kural
dışına kolektif bir biçimde çıkışı incelemek istiyordum. Bu

27
amaçla Venezuela Caracas’ta bulunan kişinin öldürüldüğü Şili eylemlerinde
IVIC isimli bir devlet araştırma ensti- yine orada, eylemcilerin arasında, alan
tüsünün Antropoloji kürsüsünde ça- çalışmasındaydım. Doğrusu, direnişin
lıştım. eğlenceli ve yaratıcı olduğu bu örnekler
Ortadoğu’dan Güney Amerika’ya kar-
Karnaval çalışmaları literatüründe yer navalesk direniş biçimlerinin benzer-
alan “emniyet supabı” teorisine göre likleri noktasında benim için oldukça
karnavallarda ifade imkânı bulan suç şaşırtıcı ve öğretici olsa da, şiddetin
ve şiddet eğilimlerinin sönümlenmesi başladığı noktadan itibaren başlangıç-
beklenir. Benim varsayımım ise, kar- taki varsayımımı sorgulamak zorunda
navalın suç ve şiddet eğilimlerini art- kaldım, zira incelediğim örneklerde,
tırmakla birlikte spontane gelişen halk kuralın dışına çıkılmaya başlandığın-
hareketleri için örgütlülük pratikleri da bunun nereye varacağını öngörmek
de sağladığı yönündeydi. Bu bakım- pek mümkün olmuyordu. Böylesi bir
dan Güney Amerika örneği gelecekte ihtimal, yani başlangıçtaki varsayımı-
başka bir toplumsallık tasavvuruna nızın tam da araştırma sürecinde doğ-
sahip olabilmemize yönelik olarak ruluğunu sorgulatacak veriye ulaşmak
incelenmeye değer görünüyordu. An- da elbette bilimsel araştırmanın olası-
cak talihlilik/talihsizlik o ki, kıtada lıklarına dahildir. Fakat elde ettiğiniz
30 yıldır gerçekleşmeyen toplumsal verileri tekrardan, yeni kategoriler ve
olaylar benim orada bulunduğum ay- kuramsal ayrımlarla ele almanızı ge-
lar içerisinde hızla ve öngörülemez bir rektirir. Nitekim bu deneyimin benim
biçimde gelişti. Venezuela’da ABD’nin açımdan en önemli katkısı bu oldu
desteklediği liberal hareketin halkı diyebilirim. Karnaval kültürünün suç
örgütleme girişimlerini yakından iz- ve şiddet eğilimlerine etkilerini değer-
leme fırsatım oldu. Yine Peru’da cum- lendirirken eleştirel pozisyondan yola
hurbaşkanı ve parlamento arasında çıkacağımı söyleyebilirim.
yaşanan kriz sokakları harekete geçir-
diğinde Peru’nun parodi kültürünün Çalışmam ile ilgili söyleyebileceklerim
oldukça renkli ve eğlenceli örneklerine şimdilik bu kadar. Projeye devam edi-
şahit oldum. Bolivya’da darbeden kısa yoruz ve tahminimce bir ila üç yıl içe-
süre önce, sokak eylemleri ve müda- risinde yayınlanmış olacaktır.
haleler yaşanırken bulundum. Onlarca

28
SCHOPEHAUER
schopenhaueR FELSEFESİNDE ÜÇ MESELE:
İSTENÇ, KÖTÜLÜK, KURTULUŞ HÜSEYİN ÇEKİCİ

İstenç, her şeyin başlangıçtaki durumudur. Her şeyin temeli olması onu nedensiz yapmak-
tadır. Bu tanım, Tanrı tanımına uyan bir tanımdır, ancak Schopenhauer’un İstenç’i bir tanrı
değildir; çünkü bu İstenç’in temelinde bir anlamsızlık yatar. Anlamsız bir temele sahip olan
bu dünyada hiçbir değer yoktur; sadece acı ve ızdırap vardır. Anlamsız olan bir hayatın tek
gerçeği acıdır.

“Ebedî yaşamın ne olduğunu bilmiyorum,

Ama şu anki hayat; kötü bir şaka.”

Arthur Schopenhauer – Hayatın Anlamı

Arthur Schopenhauer oldukça karamsar bir filozoftur. onu algılamamızla ilgilidir”. Dünyanın kendi başına bir var-
Schopenhauer denildiği zaman iki kavram akla gelir; kö- lığı yoktur, her şey tasarımdan ibarettir. Yeter Neden İlkesi-
tülük ve pesimizm. Bu pesimizmin temelinde Schopenha- nin Dört Kökü Üzerine (1813) tezinde Schopenhauer; dün-
uer için İstenç kavramı vardır, istenççilik dediğimiz şey de yayı tasarımlamak bakımından, dünyadaki nesneleri dörde
volontarizmdir. Bu volontarizmin doğal sonucu ise pesi- ayırır; bunlar yeter sebep prensibinin kendisine uygulanır
mizmdir. ve bu dört çeşit nesnenin de dört kökü vardır: Varlık, oluş/
değişme, bilgi ve eylemden oluşan bu dört kökün hepsi ye-
Schopenhauer’un temel yapıtı İstenç ve Tasarım Olarak ter sebep prensibine bağlıdır ama yeter sebep prensibi apri-
Dünya’nın temelini “görünüş” ve “kendinde şey” ayrımı oridir, yani tecrübeden çıkmış bir şey değildir; tecrübenin
oluşturur. Bu ayrımda “tasarım olarak dünya” “görünüş”e kendisine dayandığı apriori formdur. Adeta Kant’taki za-
karşılık gelirken, “İstenç ya da İsteme olarak dünya” “ken- man ve mekân gibi, kendisi tecrübenin dışındadır. Öyleyse
dinde şey”e karşılık gelir. “Tasarım” ve “İstenç” ayrımından her şey tecrübeye bağlı olmayan yeter sebep prensibine göre
hareketle Schopenhauer, metafiziğini, epistemolojisini ve ortaya çıkar. İnsan bütün tasarımını bu dört duruma göre
etiğini şekillendirir (Koç, 2018). yapar. Bu dört duruma göre yaparken de yeter sebep pren-
Schopenhauer bilgi açısından kısmen Kant’a bağlıdır; çün- sibini kullanır ama bu dört duruma göre yapmak demek;
kü Schopenhauer’a göre bilgi duyumla başlar. Kant, Teorik dört duruma ilişkin duyum sahibi olmak demektir. Öyleyse
Aklın Eleştirisi (1781) kitabında dünyayı algılamanın aprio- bilgi sadece ve sadece duyumla ortaya çıkabilecek bir şeydir.
ri formlarını araştırdı ve şunu söyledi: “dünya aslında bizim

29
“Schopenhauer’a göre ‘İstenç veya İrade’ tasarımın bir devamlılığını esas alan bir istektir. Bu korkunun oluşma
bakıma gelip üzerine oturduğu dayanaktır” (Koç, 2018, s. sebebi; insanın hayvan gibi olmamasıdır. İnsan soyutluğa,
24). İstenç yeter sebep ilkesinin dışındadır, yeter sebep il- kavramlara sahiptir ve bu yüzden ölüme anlam yüklemek-
kesine tabi olmayan tek şey İstenç’tir. İstenç mutlaktır ve tedir ve bu durum insanda korku uyandırmaktadır, ancak
bir bakıma Schopenhauer için tözdür. Mutlak olduğu için bilinç açısından bu korku saçmadır. Çünkü yaşama karşı
hiçbir şeye tabi değildir; dolayısıyla yeter sebep prensibi- duyulan bu bağlılık rasyonel olmayan, herhangi bir bilgi-
ne tabi olamaz ama bu İstenç her şeyin kendisinden çıktığı ye dayanmayan, irrasyonel olan bir bağlılıktır. Bu noktada
İstenç’tir. Her şey, bütün var olanlar İstenç’in eseridir, İs- görülüyor ki beden ve akıl arasında tam bir zıtlık vardır.
tenç’in eseri olmaklık İstenç’in tezahürüdür veya İstenç’in Beden yaşama tutunmak isterken, yaşamın negatifi olan
görünüşüdür. Öyleyse kendinde bir varlığa sahip olan şey, ölümden bu kadar korkup kaçarken, akıl ölümden bu ka-
sadece ve sadece İstenç’tir. Diğer tüm şeyler İstenç’in teza- dar korkmaya gerek olmadığını söyleyecektir; çünkü ölüm
hürü ise, İstenç’in kendi içinde taşıdığı imkânları nesnelleş- bizi acılarımızdan kurtaracaktır. Ölümden korkmamak ge-
tirmesinden ibaretse; bu tıpkı Plotinos’un “birden her şeyin rekir ancak ölüme yürümemek de gerekir. Schopenhauer
taşması” gibidir. Burada Schopenhauer, Hegel’in Geist’ının bu noktada hayatın amacının ne olabileceğini sorgulama-
yerine İstenç’i koymuştur. ya başlar ve amacın mutluluk olabileceği fikrini öne sürer.
Schopenhauer mutluluğu haz ile açıklamaktadır: bir ihtiya-
Schopenhauer için İstenç’ten anlaşılması gereken şey şudur; cın tatmin edilmesi durumunda ortaya çıkan şeyin adı haz-
o, tam anlamıyla nedensizdir. Nedensiz olan bir şey, her ne dır. Haz kısa süreli olan, sonsuza kadar sürmeyecek olan bir
biçimde kendini gösterirse göstersin, hangi yöne giderse şeydir, buna karşın ihtiyaçlar sürekli olarak ortaya çıkar. Bu
gitsin amaçsızdır. O zaman İstenç, nedensiz olduğu gibi ortaya çıkan ihtiyaç gerçekleştirilmediği zaman huzursuz-
amaçsızdır da. İstemektedir ama neyi istediğini bilmemek- luğa sebep olur ve acı oluşur. Bundan dolayı Schopenhauer
tedir. Schopenhauer’un bu düşünce gelişiminde üç kaynak diyor ki; “bu kötü dünyada sürekli olan şey acıdır, haz bu
etkilidir; Goethe ile tanışıklığı vardır ve ondan etkilenmiş- acının bir anlık kesintiye uğramasından başka bir değildir”.
tir, Platon ve Kant’tan etkilenmiştir ve Budacı anlayıştan et- Böyle bir dünyanın anlamı yoktur, anlamsız olan bir dünya-
kilenmiştir (Goethe’nin evine gelip giden bir oryantalist ile da geriye intihar kalır, çıkış yolu olarak intihar düşünülebi-
şahsî tanışıklık kurarak bilgiler alır). lir. Ancak intihar İstenç’i ortadan kaldırmaz. Peki, İstenç’in
İstenç, her şeyin başlangıçtaki durumudur. Her şeyin temeli bizi getirdiği durumdan sükûnete kavuşturacak hangi yol-
olması onu nedensiz yapmaktadır. Bu tanım, Tanrı tanımı- lar vardır? Birisi sanatın, diğeri ahlakın yoludur. Sanat içe-
na uyan bir tanımdır, ancak Schopenhauer’un İstenç’i bir risinde en çok müziğe vurgu yapar; çünkü müzik kurtarıcı
tanrı değildir; çünkü bu İstenç’in temelinde bir anlamsız- bir sanat olarak görülebilir, ama bu kurtarıcı etki geçici-
lık yatar. Anlamsız bir temele sahip olan bu dünyada hiçbir dir. Belli bir süre sanat bizi bu ızdıraptan kurtarabilir, ama
değer yoktur; sadece acı ve ızdırap vardır. Anlamsız olan onun etkisi de sürekli değildir. Schopenhauer’un İstenç’in-
bir hayatın tek gerçeği acıdır. Böyle bir İstenç’in eseri olan de bütün yapıp etmeler sonuçsuz kalacaksa, hiçbir amaca
bir dünya vardır. Bu İstenç’ten çıkan dünya, ancak kötü bir yönelmeyecekse, o zaman denge ahlakın yoludur. Nedir
dünya olabilir ve Schopenhauer açıkça der ki; “bu dünya bu ahlakın yolu? Bu ahlakın yolu İstenç’e yüz çevirmektir,
mümkün tüm dünyaların en kötüsüdür ”. Schopenhauer bu yaşama istencini reddetmektedir; ancak bu reddetme in-
görüşleriyle aslında nihilizm üzerinde durur. Bu kötümser- tihar değildir. Bu ahlakta iki kavram ortaya çıkar: Merha-
liğin bir adım ötesi nihilizmdir. Bütün yapıp etmelerimiz met veya Acıma. Birine merhamet etmek ve acımak aynı
hiçbir sonuca ulaşmayacaksa hiçbir şey yapmamak geriye şey değildir. Bir çocuğa merhamet edebiliriz ve bir hırsıza
kalan tek şeydir; bu da nihilizmden başka bir şey değildir. acıyabiliriz. Merhamet, başkalarının acılarına ortak olmak-
tır. Biz sadece merhametle diğer insanlarla tam bir birlik
İstenç’te aklın rolü nedir? İstenç, dilediğini zorla kabul etti- kurabiliriz. Merhamet yoksa bu duyumdaşlığı kuramayız.
ren bir güçtür. Bu durum akıldan kaynaklanan bir şey de- İnsan zamanla bütün dünyanın acılarını kendi acısı yapar,
ğildir; akıl onun için sadece bir araç işlevi görebilir. Aklın burada bir altruist ahlak ortaya çıkar. Merhamet, bencilliği
bu araçsallığı ise İstenç’in istemelerine ulaşmada kullanılır; ortadan kaldıran şeydir, bencil birisinin merhameti olmaz,
akıl İstenç’e sadece kılavuzluk eder. o en sonunda narsist olur; hiçbir şekilde başkalarıyla bir
iletişimi olmaz, ondan merhamet beklenemez. Bu yüzden
İstenç’in amacı olsa ve amacına ulaşırsa İstenç hareketten Schopenhauer egoizme karşı çıkar. Altruizm ise tam olarak
kesilir, yaşama istenci olarak ortadan kalkar, dolayısıyla ge- bu bencilliğe karşı olan tutumu ifade eder, bütün dünyanın
riye sadece hareketsizlik ve ölüm kalır. Schopenhauer, be- acısını kendi acın yapmak; dünyanın en iç özüne bizi nüfuz
denin de her şeyin temeli olan İstenç’in ürünü olduğunu etmektir ve bunu en iyi şekilde yapanlardan birisi Buda’dır.
söyler. Bedenin iki istemi vardır: yaşama isteği ve yaşatma
isteği. Yaşama isteği, ölüme karşı olan bir istektir ve bundan Böyle bir dünyada nasıl yaşayacağız? Sanat geçici bir çözüm
dolayı ölüme karşı bir korku oluşur. Yaşatma isteği ise türün sunuyor, geriye ahlak kalıyor ama bu ahlak da bizi merha-

30
mete getirdi. Merhametle dünyanın en iç özüne nüfuz edip yaşama istencini reddetmektir. İstenç’in bize olan uyarısını
dünyanın kötü olduğunu anladık, herkesin acı içinde oldu- paranteze almaktır, gerek içimizden gerekse dışımızdan ge-
ğunu anladık. Aşk mı? Türü devam ettirme yanılgısından len uyarıcıları reddetmektir; yani dünyadan el etek çekmek-
başka bir şey değildir. Aşk, sevgi bunlar boş şeylerdir; çün- tir. Bu durumda İstenç ortadan kalkar, hiçleşir.
kü hiçbir şeyin anlamı yok; hiçbir şeyin olmadığı yerde, iyi
ve kötü yok, güzel ve çirkin yok, doğru ve yanlış yok. İster Kaynakça
öldürebiliriz, ister yaşatabiliriz; aralarında fark yok ama bu KOÇ, E. (2018). Schopenhauer Felsefesinde “Ölüm” ve “Ölüm
şekilde yaşamak da mümkün değildir. Merhamet bize baş- Korkusu” Üzerine. Dört Öge Dergisi.
kalarının bizden daha kötü olduğunu gösterdi, bu acıdan
kurtulmanın yolu nedir? Schopenhauer’un sürekli ızdırap SCHOPENHAUER, A. (2012). Hayatın Anlamı. (A. Aydo-
duyma durumundan kurtulmak için bize sunduğu yolun ğan, Çev.) İstanbul: Say Yayınları.
adı asketizmdir, yani çilecilik. Peki nedir çilecilik? Çilecilik,

31
MEDYA-HAKIKAT
SÖYLEŞİ: ALİ DURAN TOPUZ*
medya ve hakİKAT ÜZERİNE SÖYLEŞEN: HAMZA CELÂLEDDİN

Medyanın yaptığı, en temelde, zihin belirlemedir. Zorunlu eğitimle birlikte zihni devlet ve onun
egemenlerince belirlenen kişi, eğitimin kodlarını temizlemeyi bırakın, çözme imkânı bile bula-
madan medyanın yönlendirme, belirlemesiyle karşı karşıya kalır. Medyanın, siyasal ve ekono-
mik egemenlerin yönetim ve denetiminde görünmediği dönemler olmuşsa bile çoğunlukla bu
dönemler egemen blokta ve egemenlik ilişkilerinde bir değişimin yaşandığı dönemlerdir; yani
egemenler değişiyorken “eski” muhalif ya da alternatif gibi durabilir fakat bu uzun sürecek bir
hâl değildir.

Hamza Celâleddin: Medya organizasyonunun, bireyler ve başlangıç işlevleri nüfusa oranla sayısı çok az olan okur-ya-
toplumlar üzerinde, sosyolojik, psikolojik, politik ve hattâ ah- zarların, demek büyük çoğunluğu karar verici niteliğindeki
lâkî ve estetik tesir gücü ve yeteneğine sahip olduğunu, gerek kimseler arasında bilgi akışı sağlamasıyla belirlendi. Zo-
geçtiğimiz yüzyıldan ve gerekse bugün içinde bulunduğumuz runlu eğitimin yaygınlaşması, bu başlangıç işlevinde önem-
durumdan biliyoruz. Bu etkileyici organizasyon, sizin için ne li değişikliklere yol açtı: karar verici olmayan ama bilginin
ifade ediyor? her türüyle karşı karşıya kalma ihtimali artan geniş kitleler
oluştu. Başlangıçta bilgiyi arayan, bilgiye doğru giden kişi-
Ali Duran Topuz: Medya tehlikedir. Buharlı makine ile lere yönelikken, çok geçmeden bilgiyle ve bilgi görüntüsü
matbaanın evliliğinden doğar. Biri mekanik gücün diğeri verilmiş içeriklerle yönlendirilmek istenen kişilere yönelik
bilgisel gücün ürünüdür, hızın ve bilgi denilen şeyin gü- olmaya da yüz tuttu; ikinci işlev ve görünüm, çoğu zaman
cünü ve tehlikelerini taşır. Bu buluşma makinede işleyen birinciden öne çıktı. Radyo, bu kişilerin sayısını “kitle” diye-
hırs ile bilgide ikamet eden hırsın buluşması olarak daha bileceğimiz ölçeğe çekmede büyük rol oynadı ve ardından
en başından ekonomik ve siyasal egemenlerin düzenleme televizyon kitle medyası denilen şeyin kurumlaşmasını sağ-
ve denetiminde bir doğuma yol açmıştır. İçinde olduğumuz layan final oldu. Üç mecra da başlangıçta doğrudan devlet
yüzyıldaki gelişmeler her şeyi baştan, ta yazının icadından denetiminde yola çıktı ise sözünü ettiğiniz tesirlerin yöne-
yeniden düşünme yükü yüklüyor hepimize. Söyleyecekle- timde, hem devlet yönetiminde hem halkın çekip çevrilme-
rim daha çok bu yüzyıldaki gelişmeleri anlamak amacıyla sinde işe yaramasındadır. Bugünkü medyaya kadar temel
daha önceki medya hakkında olacak. Gazete, radyo ve tele- işleyiş, bilginin iki türünün ayrılmasına dayanıyordu: bilgi
vizyon üçlüsü etrafında konuşacağım daha çok. Gazetenin ve malumat, knowledge ve information. Birinci bilgi özel

Gazeteci, yazar

32
eğitimli uzmanlara en özetle akademi ve şirketlere aitken, zetecilik, kendiğilinden iyi medya getirmez. Gazetecilik,
ikinci bilgi kitlelere ait görünür. Gazeteciliğin ürettiği ve belirli, sınanmış ve uzlaşılmış protokoller çerçevesinde en-
yaydığı bilgi ne kadar enformatik protokollere uygun üre- formasyon üretimi işi ise bunu bireysel olarak iyi yapmak
tilmiş olursa olsun, daima bir belirsizlik, bir eksiklik taşır, daima mümkündür. Fakat bu tek başına “medya” denilen
üretim sürecindeki herkes iyi niyetli olsa bile giderilmesi şeyi iyileştirmez, sermaye-siyasal atmosfer kendi çıkarı
imkânsız bir belirsizliktir bu. Medya denilen şeyin tehlikesi aleyhine iyi gazeteciliği korumaz. O halde en önemli sorun,
bu belirsizlikte yatar. İyi medya, yararlı medya ancak özel iyi gazetecilikle yol yürüyebilmek için gerekli sermayede ve
koşullarla mümkün olan ve yaygın olmayan şeydir; doğal siyasal ortamdadır. Hakikati saf hâliyle yayamasa bile “ha-
olan, yaygın olan, güçlü olan çoğu zaman iyi olmayan med- kikati arama” çabasını sürdürecek bir gazetecilik imkânı bu
yadır, hem niyet olarak hem işlev ve sonuç olarak. iki koşula bağlı olduğu sürece daima tehlikededir ve tehli-
keyi göze alarak yapılabilecek bir iştir. Bugün iyi gazetecilik
H. C.: Yine medya, Louis Althusser’in Devletin İdeolojik Ay- örneklerinin kurumlaşmış gibi göründüğü ülkelerde, eko-
gıtları olarak işaret ettiği şekliyle de, en başta “marjinal” gibi nomik ve siyasal egemenliği elde tutan güçler arasında nis-
görünen bir ideolojiyi bile egemen bir görüş hâline getirme peten bir dengenin olduğunu gözleriz; işte siyasal ortama
yeteneğine sahip. Medya ve egemen ideoloji arasında nasıl bir hâkim normlar bellidir ve buna uyulur, ekonomik ilişkiler
bağ vardır? Bu bağ, her zaman halkın aleyhine mi işler? normatif hâle getirilmiştir, dezavantajlı kişi ve gruplar belli
A. D. T.: Her zaman demesek de, çoğu zaman halkın aley- ölçüde korunmaktadır, işte sendikalar ve meslek örgütleri
hine işler, evet. Medyanın yaptığı, en temelde, zihin belirle- belli bir güce sahiptir filan. Buralara baktığımızda (Batı Av-
medir. Zorunlu eğitimle birlikte zihni devlet ve onun ege- rupa, Kuzey Amerika ve benzer özelliklere sahip Japonya ile
menlerince belirlenen kişi, eğitimin kodlarını temizlemeyi Yeni Zelanda-Avustralya gibi yerler) ikili bir durum görü-
bırakın, çözme imkânı bile bulamadan medyanın yönlen- rüz: Kendi içlerindeki dengenin getirdiği kurallara bağlılık
dirme, belirlemesiyle karşı karşıya kalır. Medyanın, siyasal ya da saygı nispeten iyi görünen bir medyanın oluşmasına
ve ekonomik egemenlerin yönetim ve denetiminde gö- yol açmıştır fakat bunlar, bu iyiliğe yol açan küresel çıkarla-
rünmediği dönemler olmuşsa bile çoğunlukla bu dönem- rı söz konusu olduğunda “kötü” örneklerin önde gideni hâ-
ler egemen blokta ve egemenlik ilişkilerinde bir değişimin line gelirler. Yakın coğrafyamızda geçen Irak ve Suriye kriz-
yaşandığı dönemlerdir; yani egemenler değişiyorken “eski” leri buna örnektir, İran ve Filistin meselesinde bu böyledir.
muhalif ya da alternatif gibi durabilir fakat bu uzun sürecek Dünyanın geri kalanından elde ettikleri artı değerle kendi
bir hâl değildir. Yeni egemenlik blokunda yer alanlar ve on- içlerinde oluşturdukları dengeli ve imrenilesi görünen ga-
ların ideolojisine uygun işler üreten medya mekanizmaları zetecilik, o artı değeri korumaya yönelik küresel ilişkiler-
eninde sonunda kurulur. de berbat bir gazeteciliğe dönüşür. Bir tür enformatik tekel
kurulmuştur çünkü. İşte belli sayıda ajans ve büyük medya
H. C.: Son olarak, senelerdir medyanın içinde olan ve egemen kuruluşu, hem kendi içlerinde hem de dünyanın değişik
medya dilinin kırılabileceğine dair inanç ve çaba içinde olan, yerlerinde sahiplerinin yani ekonomik ve siyasal egemenlik
açıkçası bu konuda da toplumsal bir saygı uyandıran birisi odaklarının çıkarlarını koruma söz konusu olduğunda iyi
olarak siz, “hakikati en saf hâliyle yayma” ilkesinin işlerliğine gazetecilik kurallarını çöpe atmaya daima hazırdır.
dair ne önerebilirsiniz? Ya da belki de “içeriden” birisi (bunu
safça söylüyorum elbette), tabloyu bu kadar karamsar yo- Hasılı, iyi gazetecilik meselesi, daima tehlikeyi göze alarak
rumlamıyordur. Ne söylemek istersiniz? yürütülen bir çabayı gerektirir ve adalet meselesine benze-
yen bir yan taşır: Var değildir, kolay ulaşılır değildir, ara-
A. D. T.: Saf hâliyle bir hakikat bulamayacağımız için onu mayı bırakmamak gerekir ama büyük umutlar bağlamaya
yaymaya yönelik bir ilkenin işlerliği de daima kuşku götü- gelmez: “bulunduğu”nda kaybedilmiş olma ihtimali çok
rür. Esasen, öncelikle medyayı oluşturan sermaye ve kadro yüksektir.
ile siyasal atmosfer arasındaki ilişki belirleyicidir. İyi ga-

33
SCHOPENHAUER
schopenhauer felsefesİ can murat demİR

Schopenhauer felsefesi, nesneler dünyasına dalan bir ruhun evrendeki oluşları seyrederken
karşılaştığı karamsarlığı ve yaşadığı acıyı en aza indirgemeyi amaçlayan bir misyona sahipti. Bu
yüzden ölümcül ve ayartıcı bir üslubu vardı ve beraberinde getirdiği estetik kurtuluş da onun
felsefesinin en cazibeli tarafıydı.

Felsefe bilindiği üzere hayatın içindeki rahatsız ve sorgu- Schopenhauer, nadiren rastlanan biricik mutluluğu arayan-
layan bireyin ilgi alanına girmektedir. Buradan hareketle lardan sadece biriydi. Ve kendi tavrınca bulanlardan… Bu
felsefe, getirdiği çözümlemelerle var olan hayatın mevcut mutluluğun sacayaklarını yazan bir filozof olarak Schopen-
giriftliğine veya basitliğine atıfta bulunarak, insanlığa alter- hauer, eserlerinde insan mutluluğu üzerine yazdıklarıyla
natif yaşam formülleri sunmayı amaçlar. Kümülatif bir yapı yukarıdaki alıntıyı tam olarak müjdelemiştir. O, felsefesinin
içerdiği için birçok cevapsız soruyu da beraberinde getirir; tüm zarafetiyle bu zaferi bize sunar. Schopenhauer felsefesi,
işte bu yüzden çetin bir yoldur ve büyüyen bir soru yuma- baş döndürücülüğünü ve gücünü hayatın içindeki varoluş
ğına benzer. Bu karmaşadan ve sorunsaldan biraz olsun mücadelesinden veya hayatın ne olduğu ve ne olması ge-
kurtulmak için mevcut gidişat içinde başka bir alternatifi rektiği kaygısından alır. Güçlü bir metafizikle bezediği eser-
sunmayı arzular, var olmak ister, sesini duyurmak ve mev- leri nadiren yazılan başucu eserleri gibidir. Çünkü o farklı
cut yavanlığa karşı savaşma içgüdüsüyle hareket eder. Bu bir üslupla yazmayı yeğlemiştir. Basit insanla bilge (deha)
yönüyle kâh tehlikeli kâh yıkıcı kâh inatçı bir tavır sergiler. insanın zevkleri arasındaki farklara dikkat çekmiş, onların
Bu değişkenliği ve dönüşümü insanın mutluluğu için duyu- varoluşsal sorunlarının da kökenlerine inerek, hayatın bu
lan özlem ve çabadan kaynaklanır. Pragmatik olarak düşü- aşamada neden farklı yaşandığını ispata girişmiştir. Sıra-
nüldüğünde felsefe hemen hemen bu tarz kaygılarla örülü danlığın getirdiği sefaleti hesaplayarak bunun hayatın için-
bir amaçlar dizisine sahiptir diyebiliriz. En başta insan mut- deki yansımalarını gözler önüne sermeye çalışmıştır. İki
luluğu olmak üzere… farklı insan (vasat – bilge) modelinden hareketle kandaki
soylulukla değil karakterdeki aristokrasiyle ilgilenmiştir.
“Mutluluk kendi kendine yetenlerindir” (1). Bu farklılıkların filozofu olarak geliştirdiği edebî üslubuyla

34
Schopenhauer, varoluşsal yetilerin tüm boyutlarına (psiko- Schopenhauer şöyle özetliyor: “Her hayvan özellikle insan,
lojisine ve içeriğine) değinerek, bunun mutlulukla ilgisini var olmak ve bu dünyada varlığını sürdürmek için iradesi
izah etmeye çalışmıştır. ile aklı arasında belli bir uyum ve nispete gereksinim duyar.
Bu uyum ve nispet tabiaten ne kadar tam ve doğru ise, onun
“Her yerde sadece kendimize emanet olduğumuzdan mut- için bu dünyada karşılaştığı güçlüklerin üstesinden gelmek
luluğumuzu da kendimiz yapar ya da kendimiz buluruz” ve hayatta kalmak o kadar kolay, güvenli ve hoş olur” (4).
(2).
“Bir kimse yalnızca kendi kendine bağlı ise ve kendinde her
Bu alıntılara Schopenhauer eserlerinde çokça rastla- şeye sahip ise mutlu olmaması mümkün değildir.” Cicero
nır. Çünkü o da insanın kendinde var olanlarla ancak mutlu
olabileceğini öne sürer. Birçok eserinde vurguladığı üzere Schopenhauer felsefesi, hayatın becerilmesi aşamasındaki
“kendi kendine mutlu olma ya da olamama”, varoluş müca- insanın kurtuluş mücadelesiyle, acıdan uzaklaşan ve haz-
delesiyle ilintili çalışan bir çatışkıdan ibaretti. Bu problemi za sokulan insanın, yani mutluluğun habercisidir. Özellik-
sürekli yineleyen yazarın eserlerinden çıkarılan sonuç iti- le Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar adlı eserinde bu kay-
bariyle iki tür insan karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda az da gısını belki de biraz saplantılı bir biçimde yineleyen filozof,
olsa bahsettiğimiz vasat insan ve bilge insan kavramlarının başarısını tam bu noktadan almaktadır: insan psikolojisinin
köküne inen Schopenhauer, bu farkı şu içgüdülerde ara- en uç noktalarını çok iyi analiz etmiş olmasından… Scho-
mıştır; yaratıcılık, farkına varma, zekâ, sezgi ve aklı kullan- penhauer, insanı bu uç noktalardaki davranışlarına göre
ma. Bu elitize edilmiş yetenekleri entelektüel bir savunuyla kategorize etmeyi başarmış nadir filozoflardandır. Hayatı
bağdaştıran Schopenhauer özellikle Yaşam Bilgeliği Üzerine yaşamanın derin bir metafizik barındırdığını ileri sürerek
Aforizmalar adlı eserinde bunu çok daha iyi tasarlamış ve zayıf ruhların bu sancılı süreci başaramadığını ve bu başa-
yaşamsal köklerine inmiştir. Farkların ve farklılığın felse- rısızlık yüzünden karamsarlık ve mutsuzluğun pençesine
fesini kurgulayan Schopenhauer, Nietzsche’nin üstinsan düştüğünü savunur. Schopenhauer bu yönüyle özgün ve
modeline az çok benzeyen bilge insan reçetesini sunarken felsefe literatüründe referans noktasıdır diyebiliriz. Yanılgı,
aslında bir taraftan da ruhlar pazarındaki seçkin ruhun farklılık, yaratıcılık, sanat, yetenek gibi daha birçok nokta-
felsefesini yapma inadını sergilemiştir. Kısaca o, zor olanın dan hareketle düşüncesinin dayanaklarını iyi belirlemiştir.
ve az olanın davranışlarını anlamaya çalışmış ve eserlerin- Schopenhauer felsefesine evet demek, sanat ya da edebiyat-
de sürekli bu anlayışı tercih ederek, onaylayarak biricik ve la uğraşmaya ve bu uğraşın var oluşun ön koşulu olduğunu
yüce olana yaklaşmaya çalışmıştır. Bu yüzden onun felse- kabul etmeyi gerektirir.
fesi aristokrat bir tavrı taşır, asık suratlıdır hatta genelde
ümitsizdir; çünkü ona göre bu duygular ululaştırılmalıdır “En mutlu sözcük bile gülünç duruma düşer, onu dinleyen
ve hayata entegre edilerek insanın zayıflığı ve zaafları iyileş- kulak çarpıksa eğer.” Goethe
tirilmelidir. Kendisi bu konuda haklı olarak şunları söyler: Bu alıntıdan anlaşıldığı üzere Goethe, zevkli ve duygulu in-
“Hiçbir makam, mevki, soy, sop farkı yoktur ki kafalarını sanlara hitap ederek Schopenhauer’un da belirttiği farklılı-
sadece bellerinin hizmetinde kullanan, bir başka ifadeyle, ğa çok güçlü bir atıfta bulunmaktadır. Kusursuz bir insanı
onu iradelerinin emellerinin bir hizmetkârı olarak gören öngören Goethe, Schopenhauer için olağanüstü cazip bir
milyonlarca insan ile Hayır! Kafa bunun için kullanılma- sanatçıydı. Sürekli yaptığı alıntılar arasında yer alan Go-
yacak kadar değerlidir, o sadece kendi kendisinin hizme- ethe, ona göre eşsiz ruhlar sınıfındaydı. Ve kendi deyişiyle
tinde kullanılmalıdır, bu dünyanın harikulade ve çok çeşitli Goethe, yaşam bilgeliğinin eşsiz şairiydi. Bu açıdan Scho-
manzaralarını temaşa ve tefekkür etmeye ve sonra da onu penhauer felsefesini çok derinden etkilemiş bir sanatçıydı.
bir fert olarak kişiliğime cevap teşkil edebilecek şekilde, is-
ter sanat ister edebiyat olarak bir form içerisinde yeniden “Ben kalabalıklar için yazmadım. Çalışmalarımı, zamanın
üretmeye çalışmalıdır, diyecek cesarete sahip, çok az ender seyrinde nadir rastlanan istisnalar olarak ortaya çıkacak
bulunur kimseleri birbirinden ayıran derin uçurum kadar düşünen bireylere miras bırakıyorum. Onlar da benim gibi
büyük olsun” (3). ya da gemisi batıp ıssız bir adaya çıkan ve kendisinden önce
aynı sıkıntıları yaşayan birinin izlerinin, ağaçlardaki bütün
Özgün eserlerinde bu tarz uçurumlardan sık sık bahseden papağanlardan ve maymunlardan daha fazla teselli sundu-
ve bunun sebeplerini farklı psikolojik ihtiyaçlara ve karakte- ğu bir denizci gibi hissedeceklerdir” (5).
re bağlayan Schopenhauer, aslında kısaca şunu söyler: Kişi
aklını iradeden ruhun eşliğinde ayırmalı ve bunu yaparken Goethe’yi bir sanatçı, deha olarak niteleyen Schopenhau-
o eşsiz ahengi yakalamalıdır ki hayata yenik düşmesin ve er, eserlerindeki referans noktalarını oluştururken bazen
mutlu olsun. Schopenhauer felsefesinin çarpıcılığı da bura- Shakespeare bazen de eski ahit filozoflarından yardım al-
dan ileri gelmektedir. Schopenhauer bu mustarip durumu, maktan korkmaz. Schopenhauer eserlerinde, Goethe ve
yani insanın acıya olan eğilimini ve mutsuzluğunu ancak Shakespeare alıntılarının büyük yer kaplamasının nedeni
ve ancak yaratma yoluyla yenebileceğini düşündü ve bu re- kısaca şudur: Bu iki büyük sanatçı ve Schopenhauer ortak
çeteyi edebiyat ya da görsel sanatlar olsun, genel anlamda kanallardan beslenir ki bunların en başında da insanın ken-
sanatla uğraşmaya bağladı. Sanat ona göre acıdan kurtuluş dinde var olan mülklerle mutlu olması ve bunu yaparken
yollarının mükemmelleştirilmiş hâli gibiydi. Bu safhayı de gücünü kendi kendine keşfetmesi gelmektedir. Şunu da

35
belirtmeliyim ki bu ortak kaygı Schopenhauer felsefesinde dehaya sahip; kurtuluşu bu uğraşlarda arayan bir filozoftu.
en kritik dayanak noktasını oluşturmaktadır. Bu konuda şunları söyler; “…Sanat eseri bize gerçekten ha-
yatı ve şeyleri hakikatte nasılsa öyle (gerçekte olduklarıyla
Schopenhauer’un yaptığı özenle seçilmiş alıntılar, bahse- haliyle) göstermeye çalışır, fakat hayat ve hayattaki şeyler
dilen güçlü ve iradeli insanı öngörür, yani teslim olmayan nesnelle öznel olumsuzluklarının sisi nedeniyle herkes ta-
insanı. Burada onun felsefesinin bir diğer baskın yönünü rafından doğrudan kavranılamaz. Sanat bu sisi dağıtır” (7).
daha keşfedebiliriz, yazgı ve onun karşısında takınılan ta- Ve devam eder: “Mermer yan yana nice damar sergiler, ama
vır… Schopenhauer felsefesinin mihenk taşlarından biri damarlarının onun içinden yüzeyine ilerleyişini izlememi-
olarak bu konu, yazgısını kabullenen insan ile bu yazgıyı ze izin vermez” (8).
en az acıyla yaşamaya çalışan mücadeleci insanın farkını en
iyi şekilde açıklamaya yeter de artar bile. Bu noktada daha Büyük bir edebî tavrı bu cümlelerden fark edememek im-
ayrıntılı olarak düşünürsek, bu sorunun aslında acıya karşı kânsızdır sanırım. Bu cümleleriyle edebî üslubun o eşsiz
hazza yönelen ve hayatını bu doğrultuda maksimize eden tadını ve sihrini bize çok iyi sunan Schopenhauer, hiçbir
bir insanın ruh ikliminden ibaret olduğunu görebiliriz. zaman sığ bir anlatımı benimsememiş bir yazar ve filozof-
Çünkü bu davranışların içindeki insan, gidişatı etkilemeye tu. Bu yönüyle diğer filozoflardan ayrılıyordu, çünkü felsefî
ve kendi arzuladığı dünyadan hareketle acıdan bir şekilde yazmalar genelde çok fazla soyut ve edebiyattan uzak bir
sıyrılmaya çalışan bir bireydir. Schopenhauer bu konuda tavır sergiler ve bu kesinlikle Schopenhauer’a uygun düş-
şunları dile getiriyor; “Demek ki yaşantımızın, huzurunu meyen bir metottu.
kesin olmayan belirsiz kötülüklerle bozmamak için onları
hiç gelmeyeceklermiş gibi görmeye çalışmalıyız, kesin olan- İsteme ve Tasarım Olarak Dünya adlı eserinde bu sanatsal
ları da hemen gelmeyeceklermiş gibi düşünmeliyiz” (6). üslubunu kullanmaktan geri durmaz Schopenhauer, bu
eserinde yine mutluluk arayışındaki yolculuğuna devam
Schopenhauer bu açıklamalarıyla şunu müjdeler; hayatın eder. Bu eserinde biraz farklı olarak insanlığın ortak yanıl-
peşinden koşan insan değil, hayatı sağlam bir psikolojiyle gılarına ve fenomenler üzerine yoğunlaşan Schopenhauer,
bekleyen, sükûnetle davranan, akıllı olan insan yaşantısın- nesnelerin dünyasına ait felsefî çözümlemelerinin yanı sıra
dan daha fazla tatmin olarak acıdan olabildiğince uzaklaşır bu eserde daha çok dünya ve hayatın özünde ne olduğunu
ve böylece hayatı tam anlamıyla becerme tarafında kendi- göstermeye çalışmış ve insanlığın kendi yaratmış olduğu
sini hissettirir. İşte bahsedilen bu insan akıl dolu vuruşlarla bir hayal âleminde (tasarımlar dünyası) yaşadığını ve buna
hayatını şekillendirmeye başlar ve bu başlangıç Schopen- göre hayatını idame ettirdiğini ispata girişmiştir. Bu ese-
hauer’un sürekli arzuladığı estetik kurtuluşun ta kendisidir. rinde de tema olarak kendisini tekrarlayan Schopenhauer,
dünyayı anlamlandırma gayretinin yanı sıra nesneler dün-
Hayatı çekip çevirme bağlamında mutluluğu yakalamanın yasına ait bilgimizin de bir hiç olduğunu göstermeye çalış-
felsefesini yapan Schopenhauer, eserlerinde sürekli bu me- mıştır. Evrenin özünün istemeden kaynaklandığını ve bu
sele üstünde durmuş ve bu mutluluğun hangi içgüdülerle istemenin sonucunda acı ya da mutluluğun ortaya çıktığını
sağlanabilineceğini sürekli vurgulamıştır. Schopenhauer’a söylemiştir. Bu aşamada acı ve mutluluğun sistematiğini
göre bu içgüdüler hayatı yeniden anlamlandıracak ve bu belirleyen Schopenhauer, şeylerin bilgisine yani bilinemez-
anlamlandırma süreci mutlulukla sonlanacaktır. Böylece liğin evrenine inmemiz gerektiğini ileri sürer ki bunu ancak
hayatı bir yerde pragmatize eden Schopenhauer, hayatın yetkin ve donatılmış bir insanın başarabileceğini öngörür.
üstesinden gelme ve (bireysel) mutlu olma öğretisini, tüm Bu misyon sürekli bahsettiğimiz o farklı yaratılmış insana
seçkinliğiyle güruha değil, farklı yaratılmış insanlara ar- ait bir deneyimin bir parçasıydı. Schopenhauer, her şeyin
mağan ediyordu. Çünkü ona göre farklı yaratılanlar farklı özüne yerleştirdiği güçlü ve yaratıcı insan anlayışıyla haya-
acılarla boğuşmaktaydı, bu yüzden var oluş eksenindeki tı her yerinden kemiren tüm insanî yanılgıların mezarını
kurtuluşu sadece bu insanların hak ettiğine inanıyordu. Bu kazmanın peşindeydi. O hayaletlerin üzerine yürümemiz
yüzden yazın hayatı boyunca özgün felsefeyle uğraşmış ve gerektiğini sürekli vurgulayıp aslında insanın bu dünyada
seçkin insanlara bunu duyurmayı seçmişti. kendi elleriyle mutluluk şansını yok ettiğini yazıyordu.
Peki, kimdi bu insanlar? Schopenhauer’a göre bu insanlar Tatmin olmayan, olamayan insan öngörüsüyle Schopenha-
neden farklıydı ve neden biricik kurtuluşla müjdelendiler? uer, doyumsuzluğun acının kaynağı olduğunu, bir haz pına-
Schopenhauer bu insanları sanat, şiir, edebiyat veya tiyat- rı olan dünyada insanın hiçbir zaman bu anlamda kendisini
royla uğraşan “yaratıcı ruhlar” olarak niteliyordu. Kısaca aşamayacağını ileri sürüyordu. Ve tabii ki bu kısır döngü-
özgür iradeleriyle yaratan ve düşünen ruhlar… O tam bir nün varlığıyla karamsarlığa batmış ve mahvolmaya yakla-
sanat ve sanatçı âşığıydı. Bunu titiz ve edebî bir tavırla ka- şan bir hayat ve insan yığınları görüyordu. Bu yanılgı hâlini
leme aldığı eserlerindeki metafizikten anlayabilmek hiç de ve karamsar psikolojiyi Schopenhauer şöyle açıklıyor;
zor değildir. Bu şair ve sanatçı edasından dolayı ona roman-
tik denmiştir. Schopenhauer eserleri, edebî üslubun ve fel- “Akıl yaşama iradesini ne kadar parlak bir şekilde aydınla-
sefî ciddiyetin estetik buluşmasının bir gösteri alanıdır. Bu tırsa, içinde bulunduğu durumun sefaletini, perişanlığını o
özellikleriyle bir edebiyatçı, şair hepsinden öte sanatçı bir ölçüde berrak şekilde idrak eder” (9).

36
İmkânsızlıkların, yanılgıların ve onların nedenlerinin ve (3) Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine, s. 17.
sonunda da alternatiflerin sunulduğu Schopenhauer fel-
sefesi tam anlamıyla yaşamın bilgeliğini öğütlemeye çalış- (4) Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine, s. 101.
mıştır. Bunu yaparken kâh eksikliklerden kâh psikolojiden (5) Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine.
yola çıkan Schopenhauer, mutluluk sistematiğini gerçekten
de sağlama oturtmayı başarmıştır. Farklı bir kişiliğin ve (6) Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar, s. 127.
edebiyatın eşsiz bir anlatımla buluştuğu eserlerinde sürekli
toptan umutsuzluğa karşı savaşmıştır. Emosyanalist, irras- (7) Seçkinlik Ve Sıradanlık Üzerine s. 68.
yonalist hatta hedonist akımlarda adı geçse de Schopenhau- (8) İsteme ve Tasarım Olarak Dünya, s. 39.
er, felsefe tarihi içinde etkili filozoflar arasında hatırı sayılır
bir yere sahip olmaya devam edecektir. Çünkü o, gerçek (9) Seçkinlik Ve Sıradanlık Üzerine.
varoluşun anlatıldığı kaygan mecrayı çok iyi kullanan nadir
filozoflardandı. Kaynakça

Sonuç olarak; Schopenhauer felsefesi, nesneler dünyasına SCHOPENHAUER, Arthur, İsteme ve Tasarım Olarak Dün-
dalan bir ruhun evrendeki oluşları seyrederken karşılaştığı ya, Türkçesi: Levent Özşar, Biblos Kitabevi Yayınları.
karamsarlığı ve yaşadığı acıyı en aza indirgemeyi amaçla- SCHOPENHAUER, Arthur, Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine,
yan bir misyona sahipti. Bu yüzden ölümcül ve ayartıcı bir Toplu Eserleri – 2, Türkçesi: Ahmet Aydoğan, Say Yayınları,
üslubu vardı ve beraberinde getirdiği estetik kurtuluş da İst. 2007.
onun felsefesinin en cazibeli tarafıydı.
SCHOPENHAUER, Arthur, Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforiz-
Dipnotlar malar, Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi, Türkçesi: Mustafa
(1) Aristoteles, Eudemos’a Etik, vıı,2. Tüzel, Türkiye İş Bankası Yayınları, İst. 2005-2006.

(2) Oliver Goldsmith.

37
SCHOPENHAUER
ÜRETİCİ GÜCÜMÜZÜN FELCE UĞRAMASI:
CAN SIKINTISI FİGEN AKÇAYOĞLU

Schopenhauer’un dünyada en fazla önem verdiği şeylerin başında boş zaman gelir. Ona göre
boş zamanlar insanın sahip olabileceği en büyük nimettir. Çünkü boş zaman insanın tefekkü-
rünü geliştirmesi demektir. Bu yüzden kendimize olabildiğince boş zaman yaratmamız gerek-
tiğini belirtir. “Zihinsel olarak doldurulamayan boş zaman ölüdür ve canlı gömülmek gibidir.”

Can sıkıntısı, insanın yapacak bir eyleme sahip olmadığı ile Fransa’da sürdürmüş olması, klasik diller ile çoğu mo-
duygusal durumdur. Oyalanma imkânı bulunmayan buna- dern Avrupa dilini iyi derecede konuşabilmesinin başlıca
lım ve tedirginlik hâli olarak da düşünebiliriz. Bireyin ilgi nedenidir. Kendisinden sonra yerine geçmeye ısınsın diye
eksikliği ile ortaya çıkar. Mevcut koşullara ilgi duymama henüz çocuk denebilecek bir yaşta babasının dayatmalarıy-
hâlidir. Bilişsel açıdan dikkati yöneltme işlemiyle alakalıdır. la iş yaşamına girmiş olmakla birlikte babasının ölümün-
Dikkatsizlik, ilgisizlik hissi olarak özetlemek mümkündür. den sonra kendi isteği doğrultusunda tıp eğitimi almak için
Pozitif psikoloji açısından “bireyin yeterli olandan daha faz- 1809 yılında Göttingen Üniversitesi’ne kayıt yaptırmış, ba-
la beceriye sahip olması” durumudur. Varoluşçulara göre, basından kalan hatırı sayılır mirasla yaşamının sonuna dek
oyalanmayı sürdüremeyen kişinin varoluşu fark etmesidir. en ufak bir maddi güçlük çekmeden yaşamıştı.

Arthur Schopenhauer (d. 22 Şubat 1788, Danzig - 21 Ey- Felsefede Can Sıkıntısı
lül 1860, Frankfurt) Alman bir filozof, yazar ve eğitmendir.
Schopenhauer, Alman felsefe dünyasındaki ilklerdendir ve Schopenhauer’a göre; gündelik yaşantımız tutkularımız
dünyanın anlaşılmaz, akılsız prensipler üzerine kurulu ne- tarafından yönlendirilmediği sürece can sıkıcıdır. Tutkula-
denselliklerinin olduğunu söyleyerek dikkatleri çekmiştir. rımız bizi esir aldığında da bize acı vermeye başlarlar. Bu
Ayrıca Schopenhauer, Nietzsche’nin ilk akıl hocasıdır. nedenle mutluluk için gerçek bir kuvvet fazlalığı gereklidir.
Yani istençlerinin hizmeti için gereken ölçünün üstünde
Schopenhauer, çocukluğu boyunca ailevi nedenlerle sürekli zekâ fazlalığına sahip olanlar mutludurlar. Yaşam, can sı-
yolculuk etmek durumunda kalmıştır. Nitekim eğitiminin kıntısı ile acının arasında sallanarak gidip gelendir. İnsan
değişik aşamalarını, Almanya dışında, en çok da İngiltere da hayatı boyunca bu ikisi arasında çaba verir. Schopenha-

38
uer can sıkıntısını insanın kibrine kanıt olarak gösterir. Ona kati dağıtır. Can sıkıntısı üretici gücümüzün felce uğraması
göre hayat kendi içinde yetkin ve iyi bir şey olsaydı sıkıntı olarak da algılanabilir.
diye bir şey olmazdı. Sadece var olmak bile bizi doyuma
ulaştırmalıydı. Hayatın içeriği pozitif değildir. Sıkılmak gibi Alıntılar;
eylemler hayatın nahoş tarafının belirdiği anlardır. Albert Camus; Gerçek şu ki, herkes sıkılmıştır ve kendini
Schopenhauer’un dünyada en fazla önem verdiği şeylerin yeni uğraşlar bulmaya adar.
başında boş zaman gelir. Ona göre boş zamanlar insanın Montaigne; Herkesin üzerinde uzlaştığı konuşmadan daha
sahip olabileceği en büyük nimettir. Çünkü boş zaman in- sıkıcısı yoktur.
sanın tefekkürünü geliştirmesi demektir. Bu yüzden kendi-
mize olabildiğince boş zaman yaratmamız gerektiğini belir- Arthur Schopenhauer; Can sıkıntısı öyle bir derttir ki , bir-
tir. “Zihinsel olarak doldurulamayan boş zaman ölüdür ve birini sevmeyen insanları birbirine aratır.
canlı gömülmek gibidir.” İnsan tek başına neden can sıkıntı-
sı yaşar? Schopenhauer’a göre bunun nedeni kişinin sıradan Dostoyevski; İnsanın aklı çoğaldıkça, can sıkıntısı artar.
ve basit bir insan olmasıdır. Çünkü kendisiyle yalnız kalan Søren Kierkegaard; Can sıkıntısı tüm kötülüklerin anası ol-
bir insan düşünceleriyle ve iç dünyasıyla baş başa kalır. Sev- duğuna ve sürekli ilerlediğine göre, şüphe yoktur ki; dünya
mediğimiz bir insanla baş başa kalsak ve birlikte uzun süre geriye gitmektedir ve kötülük yayılmaktadır. Bu dünyanın
geçirmek zorunda kalsak hoşnutsuz oluruz. Schopenhauer en başlarına kadar izlenebilir. Tanrılar sıkılmıştı, bu neden-
kişinin yalnız kalmasını da buna benzetir. Buradan da yal- le insanları yarattılar.
nızken canı sıkılan ve çareyi başkalarında arayan kişinin
kendisini çekemeyecek kadar basit bir insan olduğunu söy- Mevlana; Bazı şeyler kanatlarımızı açar. Bazı şeyler can
ler. “Boş zaman şöyledir; cahillerin can sıkıntısı. Sıradan sıkıntısı yapar ve hayal kırıklığını incitir. Biri önümüzdeki
insanlar sadece zaman geçirmeyi düşünürler, herhangi bir bardağı doldurur. Biz sadece kutsallığı tadarız.
yeteneği olan ise ondan faydalanmayı.”
Herakleitos; Aynı şeyi tekrar tekrar yapmak sadece can sı-
Heidegger can sıkıntısına büyük dikkat gösterir. Ona göre kıntısı değildir, kontrol etmek yerine yaptığın şey tarafın-
can sıkıntısı, bireyin kendi oluşturduğu dünyaya katlana- dan kontrol edilmektir.
madığı bir duruma denk gelir. Varoluş ile beraber olduğu
her şey arasına giren ve bunların yaşayan bireye suskun Can sıkıntısı kaygı bozukluğunu da peşi sıra getirmektedir.
kaldığı durumdur. Can sıkıntısı zamanın donduğu andır. Nedir bu kaygı (anksiyete) bozukluğu?
Varlık ve zamanın ivmelenemediği zamandır. Heidegger’e Hemen hepimiz tehdit edici ya da stres yaratan durumlar
göre insan kendisiyle karşılaşmamak için meşguliyet arar. karşısında endişe, gerginlik hissederiz veya kaygılanırız.
Kendi içerisinde bir umutsuzluk çölü vardır ve burada yal- Bunlar insanî ve doğal bir tepkilerdir. Ancak bazı insanlar
nız kalmamak için dışarısı ile oyalanır. Tüm dünyada nere- kaygıyı günlük yaşamlarını sürdüremeyecek ölçüde yoğun
deyse herkesin belli başlı inançlar edinmesi bu oyalanmaya yaşayabilirler veya hissedilen kaygı ve bireyin buna tepki-
örnektir. Din oyalanma için anahtar ögelerdendir. İnsan si mevcut durumla uyumlu ya da orantılı değildir. Bu tür
din ile zamanı saklar. En büyük uğraş alanlarındandır. Can bozukluklara kaygı (anksiyete) bozuklukları denilmektedir.
sıkıntısı bizi zaman ve varlık problemine götüren bir araç
olarak, aynı zamanda bir fırsattır da. Böylelikle hep bastır- Neredeyse her şey hakkında aşırı ve gerçekçi olmayan en-
mış olduğumuz varlık problemini sorgulamanın bir yolu dişelere kapılan birey, her an kötü bir haber alacakmış gibi
ortaya çıkar. tetiktedir. Korkusunun nesnesini ve nedenini tam olarak
bilemez. Hem psikolojik hem de fizyolojik semptomlar bir
Blaise Pascal’a göre bazı engellere karşı rahatlık ararız. Ra- arada seyreder. Kolayca sinirlenebilir; tedirgin ve huzur-
hata ulaştığımızda rahat katlanılmaz olur, çünkü can sıkın- suzdur. Hâkim olan endişe duygusuna bağlı olarak dikkat
tısı gelir. Birey, uyarıcı veya odak olmazsa hiçlik, varoluşun eksikliğinden ötürü anlama ve öğrenme süreçleriyle ilgili
anlamsızlığı ve varoluşsal kaygı ile karşı karşıyadır. Pascal sorun yaşayabilir. Algılanan tehdit hissine bağlı olarak oto-
sonsuz ve sınırsız objenin, yani tanrının bu sonsuz boşluğu nom sinir sisteminin harekete geçtiğini biliyoruz. Çarpıntı,
doldurabileceğini düşünür. kas gerginliği, yüzde solukluk ya da kızarma gibi değişiklik-
Erich Fromm gibi eleştirel teoriye mensup düşünürler can ler genel anksiyete bozukluğunda da yaşanır. Ancak genel
sıkıntısını, endüstriyel topluma yönelik psikolojik bir cevap anksiyete bozukluğunda tehlikenin ne olduğunu nereden
olarak tasarlar. Fromm’a göre; sanayi toplumundaki in- geldiğini bilemeyen bireyin hissettiği korku doğal değildir
san yabancılaştırılmış işgücüdür. Doğadan uzaklaşır, yaşam ve tehlikenin oranına göre abartılıdır.
koşullarında yabancılaşır. Sanayinin, sömürünün ve yıkı- Mutluluk
mın bir üyesi olur. Can sıkıntısı bunların sonucunda ortaya
çıkan bir edimdir. Şiddet ve yıkıcılığın en büyük kaynağı Mutluluk ile iyi kavramlarının ilişkisi, felsefecileri devamlı
olması muhtemeldir. Bilinç harici olarak her zaman devam olarak meşgul eden bir husus olacaktır. Yunan dünyasında
eder. Teknoloji ve tüketim kültürü sadece buna yönelik dik- eudaimonia olarak karşılanır. Orta Çağ’da buna summum

39
bonum adı verilecektir. İnsanların eylemlerini mutluluk bilir. Buna karşın mutluluk üzerinde özellikle duranların bu
için yapmaları durumunda ahlaklı olmayacağı felsefecilerin akımı benimsediklerini söyleyebiliriz.
genel bir kanaati olmuştur. Bunun için de çoğunlukla din
ile tartışmaya gireceklerdir. Çünkü cenneti ve cehennemi Aslında mutluluk Yunan’da haz bağlamında ele alınıyordu.
vadederek eylemin ahlakî zeminini değiştirmek ister gibi- Haz ya da Yunancasıyla hedone filozoflarca aşılması gere-
dir. En azından bu iddia, Modern Dönem’deki felsefenin ken, bedensel olarak nitelendirilerek kötülenen bir yere
ve düşünüşün temelini oluşturacaktır. Dikkat edilmesi ge- sahiptir. Epikür, bu anlamda hazzı sonu gelmeyen bir ar-
reken önemli bir husus, dinin ahlaki eylemlere ısındırmak zunun nedeni olarak görerek ona savaş açmıştır. Erdem,
için belirli vaatlerde bulunduğudur. Bu söz konusu vaatle- bunun için hazla savaşmak anlamına gelecek şekilde de-
rin olmayacağı anlamına gelmez. Daha çok dinin özünün ğerlendirilmiştir. Buna karşın Stoalılar da erdemli olmayı
bu vaatlerden ibaret olmadığını gösterir. Dinin özü; bu önemsemişler ve erdemlilik bilincine varmayı ideal bir haz
anlamda inanılan varlığa karşı bir ahlakî sorumluluğa, bu olarak görmüşlerdir.
bağlamda İslam dininden örnek verecek olursak rızaya da- Nasıl Mutlu Olunur?
yalı olarak oluşur.
Mükemmel mutluluk en yüksek erdeme göre etkinlik, fel-
Mutlulukta dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, mut- sefî düşünme etkinliğidir. Çünkü, felsefî düşünme; en yük-
luluğun elde edilmesi ile ona lâyık olunması arasındaki sek, en sürekli, en hoş, kendine has bir hazza sahip, kendine
farktır. Mutluluğa lâyık olma, erdemli davranışın sonra- yeter, kendi için istenen, dingince etkinliktir.
sında mutluluğu hak etme olarak görülebilir. Buna karşın
mutluluğu elde etme herhangi bir erdem gözetmeden doğ- Kaynakça:
rudan mutluluğun amaç edinilmesini ifade eder. Genelde
kendimize olan sevgimiz olduğu için mutluluğu doğal ola- SCHOPENHAUER, Arthur; İstenç ve Tasarım Olarak Dün-
rak arzu ederiz. Önemli olan ve ahlakın karşımıza bir so- ya, Köln 1997, Erster Band.
rumluluk ve ödev olarak çıkmasına neden olan husus da bu SCHOPENHAUER, Arthur; Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforiz-
ben sevgimize rağmen ahlaklı olmayı becerebilmemizdir. malar, İş Bankaı Yyaınları, 2006.
Felsefe tarihinde önemli olan −tabii burada anmasak da CAMUS, Albert; Düşüş, Can Yayınları, Çev: Hüseyin De-
oldukça önemli olan İslam düşüncesini ayrı tutarsak− mut- mirhan, 2016.
lulukla bağlantılı olarak iki düşünceyi görürüz. Bunlardan
ilki Epikür’ün diğeri de Stoalıların mutluluk anlayışlarıdır. HEIDEGGER, Martin; Metafizik Nedir?, Kaknüs Yayınları,
Elbette felsefe tarihinde birçok ahlak teorisinden bahsedile- Çev: Mazhar Ş. İpsiroğlu, S.Kemal Yetkin, 1998.

40
Arthur Schopenhauer, Polonya Gdańsk’taki
bu evde, 1788’de dünyaya geldi.

Ve Frankfurt’taki bu evde, 1860’ta dünyaya veda etti.

41
ARTHUR
KİMLERDEN ETKİLENMİŞTİ?

JOHANN WOLFGANG VON GOETHE


PLATON
IMMANUEL KANT
GEORGE BERKELEY
BUDDHA
WILLIAM SHAKESPEARE
HORATIUS
ANGELUS SILESIUS
FRANCESCO PETRARCA
DAVID HUME

42
SCHOPENHAUER
KİMLERİ ETKİLEMİŞTİ?

FRIEDRICH NIETZSCHE
SIGMUND FREUD
ALBERT EINSTEIN
LUDWIG WITTGENSTEIN
JORGE LUIS BORGES
CARL GUSTAV JUNG
HERMANN HESSE
RICHARD WAGNER
KURT TUCHOLSKY
LEV TOLSTOY
SAMUEL BECKETT
OTTO WEININGER
THOMAS MANN
KARL POPPER
HENRI BERGSON

43
Schopenhauer’un Şâirleri;
Horatius, Silesius, Petrarca, Goethe

Arthur Schopenhauer, antik dönemden kendi çağdaşlarına narratur!”). Arthur Schopenhauer, bu Antik Roma şâirin-
kadar pek çok şâirin şiir ya da vecizlerini eserlerinin merke- den, neredeyse bütün eserlerinde, pek çok kez alıntı yapar.
zine yerleştirir. Schopenhauer’un ortaya koyduğu bu poetik Örneğin Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar’da:
tavır, her ne kadar yakın çağdaşlarından bazılarında –Søren
Kierkegaard ya da Friedrich Schiller gibi− değişik biçim- “Yaptığın işin arasında, sürekli oku ve danış bilgelere.
lerde var olsa da; antik çağdan berigelen klâsik felsefe için Yaşamını ılımlı geçirmek için ne yapman gerektiğini;
fazlasıyla devrimci sayılabilir. Platon gibi kimi filozofların
şiire ve şâirlere karşı aldığı mesafe düşünüldüğünde, Scho- Yönlendirmesin ve ezmesin diye seni, ne doymak bilmez hırs,
penhauer’un, eserlerini poetik bir temele oturtması daha da
ilgi çekici hâle gelebilir. Gelgelelim bu tavır, daha sonraki Ne de yararsız şeylere duyduğun merak ve umut.”
felsefe çağında, Friedrich Nietzsche tarafından çok daha (Horatius’tan akt. Schopenhauer, 2017, ss. 153).
ateşli savunulacaktır. Öyle ki Nietzsche, bir filozof-şâir ola-
rak tarih sahnesinde görünerek, 20. yüzyılın poetik felsefesi Arthur Schopenhauer eserlerinde sık sık rastlayacağımız
için esin kaynağı olacaktır. Bu çerçevede, Arthur Schopen- bir başka şâir, on yedinci yüzyıl mistiklerinden Angelus
hauer’un pek sık alıntı yaptığı bazı şâirlere ve Schopenhau- Silesius’tur. Schopenhauer ondan “yumuşak huylu bir Hı-
er’un felsefî karakterini düpedüz besleyen bazı şiirlere de- ristiyan” ya da “büyük gizemci” diye bahseder ve başyapıtı
ğinmekte fayda vardır. İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’da ondan şu alıntıyı yapar:

Horatius’tan başlamak anlamlıdır, çünkü bu Antik Roma “Bilirim, bir an olsun yaşayamaz Tanrı bensiz
şâiri, yalnızca Schopenhauer’u değil, veciz ve şiirleriyle pek
çok filozof ya da toplumbilimciyi etkilemişe benzemekte- Sona erer ermez benim yaşamım, onunki de olmaz olur.”
dir (sözgelimi Karl Marx’a atfedilen ünlü “anlatılan senin (Silesius’tan akt. Schopenhauer, 2009, ss. 73).
hikâyendir!” vecizi esasen Horatius’a aittir; “de te fabula

44
Ortaçağ hümanist bilgini ve şâiri Petrarca, Arthur Schopen- Bunların dışında Arthur Schopenhauer, William Shakespe-
hauer eserlerinin bir diğer vazgeçilmezidir. Schopenhauer are gibi [sözgelimi “Dilenci, atını çatlayıncaya dek koştur-
ondan “yalnızlığı çok ve tutkuyla seven yumuşak yürekli duğuna göre / Deyim doğrulanmış olmalı” (Schopenhauer,
şâir” olarak bahseder ve Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizma- 2017, ss. 45) ya da Oliver Goldsmith gibi [sözgelimi “Her
lar’da yalnızlık hususunda ondan şu alıntıyı yapar: yerde sadece kendimize emanet olduğumuzdan / Mutlulu-
ğumuzu da kendimiz yapar ya da buluruz” (Schopenhauer,
“Yalnız bir yaşamı sürekli aradım 2017, ss. 25) ya da Alexander Pope gibi [sözgelimi “Büyük
(Dere, tarla ve orman tanıktır buna) zekayla delilik elbette bağlaşıktır / İncecik bölmeler ayırır on-
ların sınırlarını” (Schopenhauer, 2009, ss. 136) ya da Nico-
Işığın yolunu bulmamda yararı dokunmayan, las Chamfort gibi [sözgelimi “Kolay şey değildir mutluluk /
Kendimizde bulmak çok zor / Başka yerde bulmak imkânsız-
O budala kafalardan kaçarak.” dır” (Schopenhauer, 2017, ss. 1) pek çok şâirden daha alıntı
(Petrarca’dan akt. Schopenhauer, 2017, ss. 139). yapar.

Bütün bu şiirler ve şâirler Schopenhauer felsefesi için olduk- Bu; keyif verici, ilgi çekici ve bir o kadar da aydınlatıcı bir
ça mühim ve merkezîdir ve fakat bir başka şâir daha vardır okumadır. Arthur Schopenhauer’un şâirleri üzerinden; yani
ki, Schopenhauer eserlerinde en sık onunla karşılaşırız. Bu Horatius’tan, Petrarca’dan, Silesius’tan, Goethe’den, Shakes-
şâir, Schopenhauer’un çağdaşı ve ilişkide olduğu Alman bil- peare’den, Goldsmith’ten, Pope’den ya da Chamfort’tan doğ-
ge Johann Wolfgang von Goethe’dir. Ona neredeyse bütün ru bir Schopenhauer felsefesi… Elbette daha fazlası; antik
Schopenhauer eserlerinde rastlarız ve bu rastlamalar hiç de tragedya yazarları, Voltaire ya da Georg Christoph Lichten-
boşuna değildir. Sözgelimi şurada: berg… Schopenhauer ile poetik bir yolculuk.

“Sürerek karanlık geceyi sevecen yeryüzüne Felsefe, her zaman daha fazlasıdır.

Güneşin parlayan ışığı okyanusa battı Not: Elbette tanımış olsaydı, Schopenhauer; Arthur Rimba-
ud’yu, Gottfried Benn’i, Georg Trakl’ı ya da Sergey Yesenin’i
Ve - Yel usulca esiyor bulutsuz göklerden de pek severdi.

Uzun, sessizce yükseliyor, mersinle defne” Kaynak Eserler:

(Goethe’den akt. Schopenhauer, 2009, ss. 181). SCHOPENHAUER, Arthur, İsteme ve Tasarım Olarak Dün-
ya, Çeviren: Levent Özşar, Biblos Yayınları, 2009 (2. Basım).
Ya da şurada:
SCHOPENHAUER, Arthur, Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforiz-
“Düşmanlarından ne yakınırsın? malar, Çeviren: Mustafa Tüzel, İş Bankası Kültür Yayınları,
Senin olduğun gibi oluşunu 2017 (17. Basım).

Sessizce, sonsuz bir suçlama olarak gören SCHOPENHAUER, Arthur, Aşkın Metafiziği, Çeviren:
Veysel Atayman, Ayrıntı Yayınları, 2018.
Dostların gibi mi olsalardı?”

(Goethe’den akt. Schopenhauer, 2017, ss. 73).

45
Ah, bu boşluk! Göğsümdeki bu korkunç
boşluk! Yalnızca bir kez, yalnızca bir kez
yüreğime bastırabilsem onu.

Johann Wolfgang Von Goethe


1749-1832

46
Bizimle İletişime Geçin: Bize Eser Gönderin:
henidikdergi@gmail.com Gelecek sayının konusu;
henidikdergi.com Sevinç, Cesaret ve Spinoza
twitter.com/henidikD Yazı alımı için son tarih;
instagram.com/henidik 10 Mayıs 2020.
facebook.com/henidikdergi henidikdergi@gmail.com

Abonelik:

Özgecan Şekerci adına, Henidik Ormanı Büyüyor!


İş Bankası, IBAN:
TR640006400000142220908770 Bir ayda abonelerimiz adına 55 fidan
hesabına abonelik ücretini yatırdıktan diktik ve dikmeye devam ediyoruz.
sonra henidiksiparis@gmail Siz de Henidik Dergi’ye bir yıllık
adresine mail göndererek abonelik abone olarak Doğa’ya
işleminizi tamamlayabilirsiniz. bir fidan bağışlayabilirsiniz.
Bir yıllık abonelik (6 sayı)
kargo dâhil 90 Lira.

47
İÇİNDEKİLER

ARTHUR SCHOPENHAUER HAKKINDA ─ JAMES WOOD


SCHOPENHAUER FELSEFESİ İÇİN BİR İZLEK: İSTENÇ, CAN SIKINTISI,
IZDIRAP, MÜNZEVÎYAT ─ HAMZA CELÂLEDDİN
ÖLÜM FELSEFESİ VE SCHOPENHAUER ÜZERİNE
SÖYLEŞİ: KAAN H. ÖKTEN
SCHOPENHAUER NIETZSCHE’Yİ NASIL ETKİLEMİŞTİ?
NEDRİP KARAKAYA
ÜRETİCİ GÜCÜMÜZÜN FELCE UĞRAMASI: CAN SIKINTISI
FİGEN AKÇAYOĞLU
KIERKEGAARD SCHOPENHAUER HAKKINDA NE SÖYLEMİŞTİ?
ÇEVİREN: ÖZGECAN ŞEKERCİ
SCHOPENHAUER’DAN MEKTUP: “ETRAFIMIZDAKİ HER ŞEY ÖLDÜ!”
ÇEVİREN: FIRAT İLİM
SCHOPENHAUER’UN KARAMSARLIĞI ÜZERİNE ─ ALPER KORKMAZ
KARAMSAR PARÇALAR ─ ARTHUR SCHOPENHAUER
ARTHUR SCHOPENHAUER FELSEFESİNDE ÜÇ MESELE: İRADE, KÖTÜLÜK,
KURTULUŞ ─ HÜSEYİN ÇEKİCİ
DİL FELSEFESİ, BAHTİN VE DİYALOJİ ÜZERİNE ─ SÖYLEŞİ: FIRAT İLİM
SCHOPENHAUER FELSEFESİ ─ CAN MURAT DEMİR
MEDYA VE HAKİKAT ÜZERİNE ─ SÖYLEŞİ: ALİ DURAN TOPUZ
SCHOPENHAUER’UN ŞAİRLERİ ─ HENİDİK DERGİ

48

You might also like