You are on page 1of 1567

TBMM Tutanakları Yıllığı: 3

KURTULUŞ SAVAŞI' NIN

ZAFER
YILI

1922
0
Cengiz ÇETİNTAŞ
cengizcetintas@outlook.com
CENGİZ ÇETİNTAŞ
TBMM Tutanakları Yıllığı: 3

KURTULUŞ SAVAŞI'NIN

ZAFER YILI
1922

cengizcetintas@outlook.com

1
TBMM Tutanakları Yıllığı: 3

KURTULUŞ SAVAŞI'NIN
ZAFER YILI
1922

CENGİZ ÇETİNTAŞ

EDİTÖR
CENGİZ ÇETİNTAŞ

ISBN 978-605-81170-5-1

1.BASKI
2019

Bu kitabın her hakkı Cengiz Çetintaş' a aittir. Bilgiler kaynak gösterilmek


koşuluyla kısmen kullanılabilinir. Ancak kitabın tümü dergi, kitap veya benzer
şekillerde yayımlanamaz.

2
İÇİNDEKİLER
TBMM TUTANAKLARI .........................................................................................11
GİRİŞ .....................................................................................................................12
OCAK 1922............................................................................................................21
2 OCAK 1922: MALİYE BAKANI HASAN BEY İÇİN VERİLEN GENSORU Ö
NERGELERİNİN GÖRÜŞÜLMESİ VE GÜVENOYU VERİLMESİ ......................21
5 OCAK 1922: KÜTAHYA MEBUSU BESİM ATALAY BEY’İN, ORDUNUN
ELİNDEKİ İHTİYAÇ FAZLASI HAYVANLARIN FAKİR KÖYLÜLERE
DAĞITILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ...........................................................32
7 OCAK 1922: BAYINDIRLIK BAKANI RAUF BEY'İN İSTİFASI VE DİYARBAKIR
MİLLETVEKİLİ FEVZİ BEY'İN BAKAN SEÇİLMESİ............................................57

7 OCAK 1922: DAVA DOSYALARI YUNAN İŞGALİ ALTINDAKİ YERLERDE


KALMIŞ OLAN MAHKÛM VE ŞÜPHELİLERLE, ÜÇTE İKİ CEZA SÜRESİNİ
DOLDURAN MAHKÛMLARIN AFFINA DAİR KANUN........................................63
13 OCAK 1922: GİZLİ OTURUMDA DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ MAHMUT
CELAL BEY' E GÜVENSİZLİK OYU VERİLMESİNE DAİR ÖNERGENİN
GÖRÜŞÜLMESİ .................................................................................................80
14 OCAK 1922: İKTİSAT BAKANI MAHMUT CELAL BEY'İN İSTİFASI VE İZMİT
MİLLETVEKİLİ SIRRI BEY'İN ATANMASI ..........................................................85
16 OCAK 1922: GİZLİ OTURUMDA MÜSTAFA KEMAL PAŞA’NIN MERKEZ
ORDUSU KOMUTANI NURETTİN PAŞA HAKKINDA BEYANATI.....................87
21 OCAK 1922: TÜRK DOSTU CLOUD FARRERE’E TEŞEKKÜR YAZILMASI
HAKKINDAKİ ÖNERGENİN GÖRÜŞÜLMESİ....................................................94
30 OCAK 1922: ALKOLLÜ İÇKİLERİN YASAKLANMASI HAKKINDAKİ
KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR GÖRÜŞME VE TASARININ
REDDEDİLMESİ .................................................................................................96

ŞUBAT 1922........................................................................................................103
2 ŞUBAT 1922: GİZLİ OTURUMDA DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN
AVRUPA’YA YAPACAĞI ZİYARET HAKKINDA GÖRÜŞME...........................103
2 ŞUBAT 1922: BAŞKUMANDANLIK GÖREV SÜRESİNİN UZATILMASI
HAKKINDAKİ KANUN.......................................................................................105
16 ŞUBAT 1922: AFGANİSTAN EMİRİ EMANULLAH HAN’IN MEKTUBU
HAKKINDA DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ MAHMUT CELAL BEY’İN AÇIKLAMASI
..........................................................................................................................112

3
20 ŞUBAT 1922: RUSYA SOVYET CUMHURİYETİ ANKARA TEMSİLCİSİ
ARALOF’UN MECLİSE GÖNDERDİĞİ MEKTUP.............................................114
20 ŞUBAT 1922: MİLLİ YÜKÜMLÜLÜK EMİRLERİNİN YÜRÜRLÜKTEN
KALDIRILMASI KARARI ...................................................................................119
25 ŞUBAT 1922: GİZLİ OTURUMDA DEMİRCİ MEHMET EFE’NİN
YAKALANMASI VE SUİİSTİMALLER HAKKINDA ESKİ GÜNEY CEPHESİ
KOMUTANI REFET PAŞA’NIN AÇIKLAMALARI..............................................123
MART 1922..........................................................................................................150

1 MART 1922: TBMM BAŞKANI MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN, 1.DÖNEM


3.YASAMA YILI AÇIŞ KONUŞMASI .................................................................150
6 MART 1922: GİZLİ OTURUMDA BAŞKOMUTAN MUSTAFA KEMAL
PAŞA’NIN GENEL ASKERİ DURUM HAKKINDAKİ AÇIKLAMALARI ..............167

6 MART 1922: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY VE HÜKÜMET


HAKKINDA VERİLEN SORU ÖNERGELERİNİN VE GENSORUNUN
GÖRÜŞÜLMESİ ...............................................................................................172
13 MART 1922: GİZLİ OTURUMDA VEKİLLER HEYETİ REİSİ FEVZİ PAŞA’NIN,
LONDRA SEYAHATİ İLE İLGİLİ TUTANAKLARIN YAYINLANMASININ GEÇİCİ
OLARAK ERTELENMESİNE DAİR BEYANATI................................................193
18 MART 1922: GİZLİ OTURUMDA YOZGAT İSYANINDA SUİİSTİMAL YAPTIĞI
İDDİASI İLE ESKİŞEHİR MİLLETVEKİLİ HÜSREV SAMİ BEY HAKKINDA
HAZIRLANAN TESKERENİN GÖRÜŞÜLMESİ................................................197
24 MART 1922: GİZLİ OTURUMDA İTİLAF DEVLETLERDEN GELEN ATEŞKES
TEKLİFİNİN VEKİLLER HEYETİ REİSİ FEVZİ PAŞA TARAFINDAN
AÇIKLANMASI VE GÖRÜŞÜLMESİ.................................................................206
27 MART 1922: ADALET BAKANLIĞINDAKİ USULSÜZLÜKLER HAKKINDA
ADALET BAKANI REFİK ŞEVKET BEY İÇİN VERİLEN GENSORU
ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ VE GÜVENOYU VERİLMESİ......................223

30 MART 1922: İTİLAF DEVLETLERDEN GELEN BARIŞ TEKLİFLERİNE DAİR


NOTA’NIN, DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ MAHMUT CELAL BEY TARAFINDAN
GİZLİ OTURUMDA OKUNMASI .......................................................................279
NİSAN 1922 .........................................................................................................286
1 NİSAN 1922: İTİLAF DEVLETLERİ TARAFINDAN YAPILAN ATEŞKES
TEKLİFİNİN KABUL EDİLMEMESİ HAKKINDA YURDUN ÇEŞİTLİ
YERLERİNDEN GELEN TELGRAFLAR...........................................................286

4
1 NİSAN 1922: BASINDA UYGULANAN SANSÜR HAKKINDAKİ SORU
ÖNERGESİNE İÇİŞLERİ BAKANI ALİ FETHİ BEY’İN CEVABI........................289
4 NİSAN 1922: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN BARIŞ
GÖRÜŞMELERİ HAKKINDAKİ BEYANATI VE BARIŞ KONFERANSI İÇİN
HAZIRLANAN KARŞI NOTANIN GÖRÜŞÜLMESİ...........................................295
8 NİSAN 1922: ELAZIĞ VE DERSİM'DEKİ YOLSUZLUKLAR HAKKINDA
İÇİŞLERİ BAKANI ALİ FETHİ BEY İÇİN VERİLEN GENSORU ÖNERGESİNİN
GÖRÜŞÜLMESİ ...............................................................................................314
10 NİSAN 1922: CENOVA KONFERANSINA TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİNİN DAVET EDİLMEMESİ HAKKINDAKİ SORU ÖNERGELERİNİN
GÖRÜŞÜLMESİ ...............................................................................................331
18 NİSAN 1922: ASKERİ ULAŞTIRMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ KANUNU ................336
20 NİSAN 1922: TERK EDİLMİŞ AZINLIK MALLARININ İDARESİNE DAİR
KANUN..............................................................................................................388
22 NİSAN 1922: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN BARIŞ
GÖRÜŞMELERİ HAKKINDAKİ BEYANATI VE BARIŞ KONFERANSI İÇİN
HAZIRLANAN KARŞI NOTANIN GÖRÜŞÜLMESİ...........................................403
22 NİSAN 1922: MALİYE BAKANI HASAN BEY' İN İSTİFASI VE YERİNE
GÜMÜŞHANE MİLLETVEKİLİ HASAN FEHMİ BEY' İN SEÇİLMESİ ...............413
27 NİSAN 1922: İKTİSAT BAKANI SIRRI BEY HAKKINDA VERİLEN GENSORU
ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ, GÜVENSİZLİK OYU VERİLMESİ VE YERİNE
TRABZON MİLLETVEKİLİ HASAN BEY’ İN SEÇİLMESİ .................................418
29 NİSAN 1922: EDİRNE MİLLETVEKİLİ ŞEREF BEY' İN DİN İŞLERİ VE VAKIF
SORUNLARI HAKKINDA VERDİĞİ SORU ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ.445
29 NİSAN 1922: HACIBEKTAŞ ŞEYHİ MUSTAFA EFENDİ' NİN ŞIKAYET
DİLEKÇESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ VE DİN İŞLERİ BAKANI MUSTAFA FEHMİ
EFENDİ' NİN İSTİFASI, YERİNE ESKİŞEHİR MİLLETVEKİLİ ABDULLAH AZMİ
EFENDİ' NİN SEÇİLMESİ..................................................................................448
MAYIS 1922.........................................................................................................460
6 MAYIS 1922: BAŞKUMANDANLIK GÖREV SÜRESİNİN UZATILMASI
HAKKINDAKİ KANUN.......................................................................................460
11 MAYIS 1922: İTALYANLARIN SÖKE’DEN ÇEKİLMELERİ VE İTALYA İLE
İLİŞKİLER HAKKINDA VERİLEN SORU ÖNERGELERİNE DIŞİŞLERİ BAKANI
YUSUF KEMAL BEY’İN CEVABI ......................................................................517

5
11 MAYIS 1922: GİZLİ OTURUMDA MOSKOVA TÜRK BÜYÜKELÇİLİĞİNİN
RUSLAR TARAFINDAN ARAMASI HAKKINDA VERİLEN SORU ÖNERGESİNE
DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN CEVABI......................................521

15 MAYIS 1922: İZMİR’İN İŞGALİNİN ÜÇÜNCÜ YILI İÇİN ANKARA’DA


YAPILAN MİTİNG HAKKINDAKİ GÖRÜŞME ...................................................540
HAZİRAN 1922 ....................................................................................................542

3 HAZİRAN 1922: HAKKARİ MİLLETVEKİLİ MAZHAR MÜFİT BEY’İN YUNAN


ZULMÜNÜN İTİLAF DEVLETLERİNE BİLDİRİLMESİNE DAİR ÖNERGESİ ..542

4 HAZİRAN 1922: BAKANLARIN SEÇİMİNDE ADAY GÖSTERME YÖNTEMİ


HAKKINDA YAPILAN GENEL GÖRÜŞME .......................................................554

8 HAZİRAN 1922: TRABZON MÜDAFAAYI HUKUK CEMİYETİ HAKKINDA


İÇİŞLERİ BAKANI ALİ FETHİ BEY İÇİN VERİLEN GENSORU ÖNERGESİ ..569

10 HAZİRAN 1922: PONTUS MESELESİ HAKKINDA İÇİŞLERİ BAKANI ALİ


FETHİ BEY İÇİN VERİLEN GENSORU ÖNERGESİ .......................................634

10 HAZİRAN 1922: MARAŞ MUTASARRIFI HAKKINDA İÇİŞLERİ BAKANI ALİ


FETHİ BEY İÇİN VERİLEN GENSORU ÖNERGESİ VE GÜVENOYLAMASI .682
TEMMUZ 1922.....................................................................................................688

3 TEMMUZ 1922: İÇİŞLERİ BAKANI ALİ FETHİ BEY' E İKİ AY İZİN VERİLMESİ
VE YERİNE VEKÂLETEN NİĞDE MİLLETVEKİLİ ATA BEY' İN ATANMASI ..688

8 TEMMUZ 1922: İCRA VEKİLLERİNİN SEÇİMLERİNE DAİR KANUN...........691

10 TEMMUZ 1922: FEVZİ PAŞA BAŞKANLIĞINDAKİ ÜÇÜNCÜ TBMM


HÜKÜMETİNİN İSTİFASI..................................................................................723
12 TEMMUZ 1922: SİVAS MİLLETVEKİLİ RAUF BEY'İN BAŞKANLIĞINDA
DÖRDÜNCÜ TBMM HÜKÜMETİNİN KURULMASI..........................................727

15 TEMMUZ 1922: TBMM HÜKÜMETİNİN GÖREV VE SORUMLULUKLARINA


DAİR KANUN TASARISI...................................................................................734

20 TEMMUZ 1922: BAŞKUMANDANLIK GÖREV SÜRESİNİN UZATILMASI


HAKKINDAKİ KANUN.......................................................................................752

27 TEMMUZ 1922: PONTUS İSYANI NEDENİYLE AMASYA'YA İSTİKLAL


MAHKEMESİ KURULMASININ KABUL EDİLMESİ VE ÜYE SEÇİMİ .............760

31 TEMMUZ 1922: İSTİKLAL MAHKEMELERİ KANUNUNUN


DEĞİŞTİRİLMESİNE DAİR KANUN.................................................................788

AĞUSTOS 1922 ..................................................................................................830

6
14 AĞUSTOS 1922: ROMA' DA GÖREVLİ OLARAK BULUNAN ADALET
BAKANI CELALETTİN ARİF BEY'İN İSTİFASI VE YERİNE KAYSERİ
MİLLETVEKİLİ RİFAT BEY'İN ATANMASI .......................................................830
14 AĞUSTOS 1922: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY'E HASTALIĞI
NEDENİYLE ÜÇ AY İZİN VERİLMESİ VE VEKİLLER HEYETİ REİSİ RAUF
BEY'İN BAKAN VEKİLİ OLARAK GÖREVLENDİRİLMESİ...............................835
26 AĞUSTOS 1922: PONTUS İSYANI HAKKINDAKİ ÖNERGELERİN VE
KANUN TASARISININ GİZLİ OTURUMDA GÖRÜŞÜLMESİ ..........................839
26 AĞUSTOS 1922: GİZLİ OTURUMDA VEKİLLER HEYETİ REİSİ RAUF
BEY’İN, BÜYÜK TAARRUZ'UN BAŞLADIĞINA DAİR AÇIKLAMASI ...............930
28 AĞUSTOS 1922: AFYONKARAHİSAR’IN YUNAN İŞGALİNDEN
KURTARILDIĞININ DUYURULMASI ...............................................................932
EYLÜL 1922 ........................................................................................................934
2 EYLÜL 1922: ESKİŞEHİR VE UŞAK’IN YUNAN İŞGALİNDEN
KURTARILDIĞININ DUYURULMASI ...............................................................934
4 EYLÜL 1922: ÜSTÜN HİZMETLERİ GEÇEN BAZI KOMUTANLARA
TAKDİRNAME VERİLMESİ HAKKINDA BAŞKOMUTANLIK TESKERESİ .....936
4 EYLÜL 1922: KÜTAHYA MİLLETVEKİLLERİ RAGIP BEY VE BESİM ATALAY
BEY’E İŞGALDEN YENİ KURTARILAN MEMLEKETLERİ UŞAK’A GİTMELERİ
İÇİN İZİN VERİLMESİ.......................................................................................950
6 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA GARP CEPHESİNDEKİ ASKERİ
HAREKATIN BAŞARI İLE DEVAM ETTİĞİ HAKKINDA GELEN TELGRAFIN VE
HÜKÜMET TESKERESİNİN OKUNMASI ........................................................952
7 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA İTİLAF DEVLETLERİ TARAFINDAN
GÖNDERİLEN BARIŞ TEKLİFİNİN GÖRÜŞÜLMESİ......................................954
11 EYLÜL 1922: İZMİR VE BURSA'NIN YUNAN İŞGALİNDEN KURTARILDIĞI
HAKKINDA TELGRAFLARIN OKUNMASI .......................................................959
18 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN HÜKÜMETİ
İZMİR’E DAVETİNE DAİR HÜKÜMET REİSİ RAUF BEY’İN ÖNERGESİNİN
GÖRÜŞÜLMESİ ...............................................................................................961
18 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA SİYASİ DURUM HAKKINDA VERİLEN
SORU ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ VE DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL
BEY’İN AÇIKLAMALARI ...................................................................................973
23 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ DR. RIZA NUR
BEY’İN DIŞ SİYASET HAKKINDA BEYANATI..................................................977

7
25 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA VEKİLLER HEYETİ REİS VEKİLİ
ABDULLAH AZMİ EFENDİ’NİN VE DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ DR. RIZA NUR
BEY’İN DIŞ SİYASET HAKKINDA BEYANATLARI ..........................................991
27 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA TÜRK ORDUSU İLE İNGİLİZ
KUVVETLERİNİN ÇANAKKALE'DE KARŞILAŞMALARI HAKKINDA MUSTAFA
KEMAL PAŞA’DAN GELEN TELGRAFLARIN GÖRÜŞÜLMESİ ......................998
EKİM 1922 .........................................................................................................1004
4 EKİM 1922: İZMİR'DEN ANKARA'YA DÖNEN BAŞKOMUTAN MUSTAFA
KEMAL PAŞA’NIN ASKERİ HAREKAT HAKKINDAKİ BEYANATI.................1004
4 EKİM 1922: GİZLİ OTURUMDA İTİLAF DEVLETLERİNE VERİLECEK CEVAP
NOTASININ GÖRÜŞÜLMESİ VE MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN AÇIKLAMALARI
........................................................................................................................1022
7 EKİM 1922: GİZLİ OTURUMDA MUDANYA ATEŞKES KONFERANSI
HAKKINDA DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN AÇIKLAMALARI ...1036
9 EKİM 1922: GİZLİ OTURUMDA MUDANYA ATEŞKES KONFERANSI
HAKKINDA DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN AÇIKLAMALARINA
DEVAM ETMESİ VE MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN AÇIKLAMALARI ...........1052
10 EKİM 1922: GİZLİ OTURUMDA MUDANYA ATEŞKES KONFERANSI İÇİN
HÜKÜMETE İMZA YETKİSİ VERİLMESİNE DAİR GÖRÜŞME......................1078
11 EKİM 1922: MUDANYA KONFERANSI BAŞ DELEGESİ İSMET PAŞA
TARAFINDAN İMZALANAN ATEŞKES ANLAŞMASI’NIN GENEL KURUL’DA
OKUNMASI .....................................................................................................1094
18 EKİM 1922: GİZLİ OTURUMDA BARIŞ KONFERANSINA KATILACAK
DELEGELER HAKKINDA VERİLEN ÖNERGENİN GÖRÜŞÜLMESİ VE
HÜKÜMET REİSİ RAUF BEY’İN AÇIKLAMALARI..........................................1100
18 EKİM 1922: AVRUPA BASININDA YER ALAN HABERLER İLE RUMELİ VE
ONİKİ ADALARDA TÜRKLERE YAPILAN ZULÜM HAKKINDA DIŞİŞLERİ
BAKANI YUSUF KEMAL BEY’E VERİLEN SORU ÖNERGELERİ .................1106
19 EKİM 1922: KASTAMONU MİLLETVEKİLİ ABDÜLKADİR KEMALİ BEY VE
ARKADAŞLARININ, MECLİSİN ANKARA’DAN BAŞKA BİR YERE TAŞINMASI
HAKKINDA VERDİKLERİ ÖNERGE...............................................................1114
21 EKİM 1922: KÜTAHYA MİLLETVEKİLİ RAGIP BEY’İN, İŞGALDEN
KURTARILAN YERLERDE YAPILAN İHMAL VE YOLSUZLUKLAR HAKKINDA
ÖZEL BİR KOMİSYON KURULMASI İSTEĞİ.................................................1121
26 EKİM 1922: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN İSTİFASI VE İSMET
PAŞA’NIN DIŞİŞLERİ BAKANI SEÇİLMESİ ...................................................1130

8
30 EKİM 1922: ASKERİ GÖREVLERİ SONA EREN İSMET (İNÖNÜ) VE KAZIM
(KARABEKİR) PAŞALARIN BEYANATLARI......................................................1136
30 EKİM 1922: OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN VE HİLAFET MAKAMININ
GELECEĞİ HAKKINDA YAPILAN GÖRÜŞME...............................................1142
KASIM 1922.......................................................................................................1173
1 KASIM 1922: SALTANAT İLE HİLAFET’İN BİRBİRİNDE AYRILMASI VE
SALTANATIN KALDIRILMASI KARARI..........................................................1173
2 KASIM 1922: LOZAN BARIŞ KONFERANSINA DAİR HÜKÜMET
TESKERESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ VE HÜKÜMET REİSİ RAUF BEY’İN
AÇIKLAMALARI..............................................................................................1187
3 KASIM 1922: LOZAN BARIŞ KONFERANSINA GİDECEK DELEGELERİNİN
SEÇİMİ VE BAŞ DELEGE İSMET PAŞA’NIN AÇIKLAMALARI......................1209
3 KASIM 1922: DİN İŞLERİ BAKANI ABDULLAH AZMİ EFENDİ'NİN İSTİFASI
VE KONYA MİLLETVEKİLİ MEHMET VEHBİ EFENDİ'NİN SEÇİLMESİ........1227
6 KASIM 1922: GİZLİ OTURUMDA İSTANBUL HÜKÜMETİNİN İSTİFASI
HAKKINDA GÖRÜŞME VE HÜKÜMET REİSİ RAUF BEY’İN AÇIKLAMALARI
........................................................................................................................1231
6 KASIM 1922: MİLLİ EĞİTİM BAKANI MEHMET VEHBİ BEY'İN İSTİFASI VE
MERSİN MİLLETVEKİLİ İSMAİL SAFA BEY'İN SEÇİLMESİ..........................1246
18 KASIM 1922: GİZLİ OTURUMDA HALİFE VAHDETTİN’İN YURT DIŞINA
KAÇIŞININ GÖRÜŞÜLMESİ VE ABDÜLMECİD EFENDİ’NİN HALİFE
SEÇİLMESİ.....................................................................................................1250
20 KASIM 1922: İŞGALDEN KURTARILAN YERLERDE MENHUBAT
KOMİSYONLARI KURULMASINA DAİR KANUN TASARISININ
GÖRÜŞÜLMESİ VE KABULÜ ........................................................................1274
22 KASIM 1922: GİZLİ OTURUMDA İSTANBUL’UN DURUMUNA VE REFET
PAŞA’NIN İCRAATINA DAİR HÜKÜMET İÇİN VERİLEN GENSORU
ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ ...................................................................1309
25 KASIM 1922 YUNAN İŞGALİNDEN KURTARILMIŞ YERLERDE TERK
EDİLMİŞ MALLAR ÜZERİNDE YAPILAN SUİSTİMALLER HAKKINDA,
KÜTAHYA MİLLETVEKİLİ RAGIB BEY’İN KONUŞMASI ...............................1357
27 KASIM 1922: YUNAN İŞGALİNDEN KURTARILMIŞ YERLERDEKİ TERK
EDİLMİŞ MALLAR HAKKINDA MALİYE BAKANI HASAN FEHMİ BEY'İN
KONUŞMASI ..................................................................................................1382
27 KASIM 1922: AMASYA İSTİKLAL MAHKEMESİNİN KAPATILMASI ........1393

9
29 KASIM 1922: HÜKÜMET REİSİ RAUF BEY’İN LOZAN BARIŞ
KONFERANSINA DAİR AÇIKLAMALARI.......................................................1395
29 KASIM 1922: TERK EDİLMİŞ AZINLIK MALLARI VE REJİ İDARESİ
HAKKINDA MALİYE BAKANI HASAN FEHMİ BEY İÇİN VERİLEN GENSORU
ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ VE GÜVENOYLAMASI.............................1404
ARALIK 1922.....................................................................................................1448
2 ARALIK 1922: İŞGALDEN KURTARILAN YERLERDE GEÇİCİ CEZA
MAHKEMELER KURULMASINA DAİR KANUN ............................................1448
4 ARALIK 1922: İŞGALDEN KURTARILAN YERLERE İSTİKLAL
MAHKEMELERİ GÖNDERİLMESİNE DAİR KANUN TEKLİFİ ......................1462
9 ARALIK 1922: CEBELİBEREKET MİLLETVEKİLİ FAİK BEY’İN BATI
TRAKYA’DAKİ YUNAN ZULMÜNE DAİR TELGRAFININ GÖRÜŞÜLMESİ...1486
13 ARALIK 1922: HALİFE ABDÜLMECİT EFENDİ’Yİ ZİYARET EDEN MECLİS
HEYETİ ADINA KIRŞEHİR MİLLETVEKİLİ MÜFİT EFENDİ’NİN BEYANATI.1493
13 ARALIK 1922: DEMİRYOLLARI İŞLETMESİ HAKKINDA BAYINDIRLIK
BAKANI FEYZİ BEY İÇİN VERİLEN GENSORU ÖNERGESİNİN
GÖRÜŞÜLMESİ VE GÜVENOYLAMASI .......................................................1498
16 ARALIK 1922: HÜKÜMET REİSİ RAUF BEY’İN LOZAN BARIŞ
KONFERANSINA DAİR AÇIKLAMALARI.......................................................1521
25 ARALIK 1922: GİZLİ OTURUMDA HÜKÜMET REİSİ RAUF BEY’İN LOZAN
BARIŞ KONFERANSINA DAİR AÇIKLAMALARI ...........................................1529
30 ARALIK 1922: İKTİSAT BAKANI MAHMUT ESAT BEY'İN İŞGALDEN
KURTARILMIŞ YERLERİN İKTİSADİ DURUMU HAKKINDAKİ BEYANATI..1547

10
TBMM TUTANAKLARI
Tarih yazmak için çeşitli kaynaklardan yararlanılır. Arkeolojik buluntular, yazılı
eserler, çeşitli yerlere çizilmiş resim ve gravürler vb gibi çeşitli kaynaklar vardır. Ta
rih'in veri kaynaklarından biri de tutanaklardır. Bu tutanaklar zamanının siyasi, sos
yal, ruhsal, ekonomik, dini ve etnik durumunu en iyi yansıtan tarihi belgelerdir. Ya
şadıkları dönemde toplantıya katılanların ağızlarından çıkan gerçek sözler, ifadeler
bu tutanaklarda yer alır. Sonradan kurgulanmış, değiştirilmiş ifadeler değildir bunlar.
Dobra, dobra, konuşmacının gönlünden nasıl geçiyorsa öyle dile gelmiş olan ifade
lerdir.
Günümüzde Büyük Önder, Başkomutan, Başöğretmen Mustafa Kemal Ata
türk’ün ve onunla birlikte Kurtuluş Savaşını zaferle sonuçlandıran, Cumhuriyet'i ku
ran ve Anadolu'da yeniden aydınlanma dönemini başlatan milletvekillerinin, bir ta
kım yanlışlıklara saplanmadan, saptırmadan, gerçek anlamda kim olduklarını ve
neleri ne şartlarda başardıklarını, bu tutanaklar sizlere en iyi biçimde sunar.
Doksan yılı aşkın bir süreden beri TBMM Genel Kurul tutanaklarını yazan,
dergi haline getiren, onları bugüne kadar saklayan ve günümüzün teknolojik imkan
larından yararlanarak dijital ortamda yayınlayan binlerce Meclis çalışanının ve de
ğerli Meclis başkanlarının üstün çabaları sayesinde bu tutanaklar günümüze kadar
ulaşmıştır. Onlar sayesinde dijital ortamda Meclis Genel Kurul tutanaklarını bir tık
kadar yakın mesafede ulaşıp o günlerde neler olduğunu, neler konuşulduğunu,
hangi kararlar alındığını ve hangi kanunlar çıkartıldığını öğrenebiliyoruz. Milletvekil
lerinin kişiliklerini, tartışmalarını, kavgalarını, uzlaşmalarını, ülkeleri için yaptıkları
özverileri ve her şeyi öğreniyoruz.
Ancak dikkat etmemiz gereken şey, o dönemin koşullarında söylenenleri bugü
nün değer yargılarıyla yorumlamamaktır. O dönemdeki sosyal, siyasal, ekonomik ve
etik değer yargıları elbette bugünküne benzememekteydi. O nedenle Mustafa Kemal
Atatürk'ü ve o dönemin bakanlarını, milletvekillerini bugüne göre değerlendirmemiz
onlara büyük haksızlık olur. Onlar bugün yaşasalardı, söylem ve davranışları elbette
daha farklı olurdu. Ancak farklı olmayacak şeyler de vardı, ülkelerini koruma içgüdüsü,
azim ve irade, fedakarlık, çağdaş uygarlığa erişme isteği.
Arşivin tozlu raflarında duran tutanakların kimseye bir yararı yoktur. Benim
yaptığım iş, dijital ortamdan yararlanarak onları arşiv raflarından alıp çıkarmak, gü
nümüzün anlaşılır Türkçesi ile kamuoyuna sunmaktır. Bu işi yaparken, kendimi dok
san yıl öncesinin Meclis Genel Kurul salonunda stenograflara ayrılmış masada otu
ruyor hissediyorum. Meclis kürsüsünde ağızlardan çıkan her sözü not alıyor, temize
çekiyor, derliyor ve o dönemin en önemli kitle iletişim aracı olan telgraf ağıyla sizlere
ulaştırıyorum sanki. Bu müthiş bir düş, keyif verici bir haz ve çok önemli bir toplum
hizmetidir, benim için.

11
GİRİŞ
Ankara Meclisi ve Hükümeti Milli Mücadelenin başından beri devam eden
felaketler zincirine 1921 yılında da göğüs gererek direnmiş ve Sakarya Zaferi ile
makus talihini yenmiştir. Viyana bozgunundan beri üç asırdır devam eden geri
çekilme Sakarya'da durdurulmuştur. Yunanlar için geri dönmek haricinde başka
bir seçenek kalmamıştı. Yunan Ordusu, Eskişehir'in doğusunda Afyonkarahisar'ın
doğusunda ve güneyinde savunmaya elverişli mevziler seçerek yerleşti. Türk Or
dusu ise yeni bir ciddi savaşa sebep olmayacak bir uzaklıkta Yunan Ordusunun
karşısına yerleşti. Meclis biraz soluk alma imkanı bularak 1922 yılı başından itiba
ren iç sorunları halletmek için çalışmalara başladı.
1922 yılına girerken cephenin iki tarafında da sessizlik hüküm sürüyordu.
Yunan işgal bölgesinde, küçük ölçekte olaylar oluyordu, fakat Yunanlılar tarafın
dan acımasızca bastırılıyordu. Uzaktan Anadolu’ya bakanların, bir savaşın varlığı
nı anlamaları bir hayli zordu. Halbuki işgal altındaki Ege Bölgesi gizli bir yara ha
linde içten içe kaynayıp durmaktaydı ve buralar kurtarılmadıkça bir barış söz ko
nusu değildi. Bu nedenle böyle uzaktan değil de durumu yakından bakanlar, bu
huzur uyandıran sessizliğin yanıltıcı olduğunu bilmekteydiler. Her iki ordu pek de
rahat değillerdi. Karşılıklı cephelerde mevzilenmiş iki ordunun askerleri, her an
kopması olası bir kızılca kıyametten tedirgin, her an birbirinin üzerine atılmaya
hazır bir gerilim içindeydiler.
Bu arada siyasi gelişmeler de hızlı bir seyir takip etmeye başladı. Müttefikler
özellikle İngiltere, Ankara hükümetine karşı oyalama siyaseti uyguluyordu. Ankara
Hükümeti bir yandan askeri hazırlık yaparken diğer yandan da barış için diploma
tik girişimlerde bulunuyordu. Bunun için Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey, görüş
meler yapmak için Londra ve Paris'te temaslara başladı. İngiltere, Fransa, İtalya
22 Mart 1922 günü yaptıkları toplantıda ateşkes ve barış şartlarını kararlaştırdılar,
Türkiye ile Yunanistan’a birer nota ile bildirdiler. Yunanistan ateşkes teklifini derhal
kabul etti. Ankara Heyeti ise, bu konuda kendisini yetkili görmediğini belirterek
Ankara'ya döndü. Türk Hükümeti, İtilaf devletleri notasına karşı bir cevap notasını
hazırladı ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sundu. Bu karşı notada, ateşkesin
kabul edildiği ancak Yunanlıların dört ay içinde Anadolu'yu boşaltmalarının şart
olduğu yazıldı.
Bu arada Türk Ordusu, 1922 yılı yaz mevsimi başında, gittikçe hızını artıran
bir tempo ile kaderini belirleyecek büyük güne hazırlanıyordu. Kağnı tekerleğinin
her dönüşünde, çarıklı ayağın her adım atışında cepheye yeni bir kan, yeni bir can
gelmekteydi. Sakarya’dan gelen Ordunun, Yunan Ordusu ile eşit bir duruma gele
bilmesi için, asker sayısını en az üçte bir, tüfek sayısının üç kat, makineli tüfek ve
top sayısını da iki kat artırmak gerekirdi. Her şeyden önce, böyle büyüyecek ordu
nun bakılıp, beslenmesi gerekliydi. Ordu yaza kadar tüm kaynaklar kullanılarak,
gerek asker sayısı bakımından, gerekse silah ve cephane bakımından, aşağı yu

12
karı Yunan ordusu düzeyine ulaştırıldı. Hepsinden önemli olarak da ordu iyi eğitim
görüyordu. Sakarya Savaşı öncesinde on, on beş günlük bir eğitimin yeterli gö
rülmesine karşın, şimdi bol zaman vardı ve erler değişik eğitim merkezlerinde altı
ay eğitim görerek yetişiyorlardı. Ayrıca birliklerde kurslar açılıyor, sık sık tatbikatlar
ve manevralar yapılıyor, askerlerin morali gün geçtikçe düzeliyordu. Çünkü gide
rek asker daha iyi yiyor, daha iyi giyiniyor, daha iyi bakılıyordu. Denilebilir ki Kurtu
luş Savaşı başladığı günden beri, ordu denilebilecek bir kuvvete ilk defa Büyük
Zafer’den önce kavuşulmuştu.
Sakarya yenilgisinden sonra Yunan Küçükasya ordusu da boş durmuyor
du. Kuşkusuz bu yenilgi hatırı sayılı ölçüde moral çöküntüsü yaratmıştı ama ordu
büyük bir kayba da uğramamıştı. Sakarya’dan, Eskişehir-Afyonkarahisar hattına
çekilmesi de hiçbir zaman bir kaçış şeklini almamıştı. Bu nedenle şimdiki mevzile
rine rahatlıkla yerleşmiş, Yunanistan’dan gelen asker, silah ve cephane ile Sakar
ya Savaşı’nın kayıplarını gidermişti. Bu arada cephesini tel örgülerle, hendeklerle,
engellerle kuvvetlendirmiş, eğitimine de ayrıca önem verilmişti. Yunan askerleri ve
yerli Anadolu Rumları da olası bir Türk taarruzunun durdurulup, geriye atamazlar
sa, başlarına ne gelebileceğinin bilincindeydiler. Her ne kadar bahar ayları gelip
geçti ve hatta yaz da neredeyse sona ermek üzere olduğu halde, Türklerin bu tür
bir saldırıya cesaret edememesi kendilerine güveni artırıyorsa da yine de moralleri
iyi sayılmazdı. Sakarya yenilgisinden sonra, Yunan tarafında hem siyasi ve hem
de askeri kadrolarda önemli değişiklikler oldu. Sakarya Savaşına isteksiz olarak
başlayan, ama savaş kararı verilince istifa etmeyip görevine devam eden Küçük
asya Ordusu Komutanı General Papulas istifa etti. Yerine General Hacıanesti
atandı. Hacıanesti, ordu karargahını Eskişehir’den İzmir’e taşıttı. Yunan Başkomu
tanı birlikleri denetlemek üzere Haziran ayında cepheye geldi. Afyonkarahisar,
Kütahya ve Eskişehir’de askeri birlikleri ve cephede alınan önlemleri denetledi.
Denetlemeler sırasında tümen komutanları, Hacıanesti’ye özel olarak giydirilmiş
ve araç-gereci kusursuz birlikleri gösteriyorlar ve askerlerin morallerinin iyi oldu
ğunu, Türklerle savaşmak için sabırsızlandıklarını belirterek göze girmeye çalışı
yorlardı. Hacı Anesti'ye göre cephenin tahkimatı göğsü kabartacak bir mükemmel
likteydi. Türklerin bu cephe tahkimatını yıkıp geçmesi mümkün görmüyordu. Yu
nan ordusunun asker sayısı, eğitim, silah, araç-gereç üstünlüğü karşısında, Türk
taarruzunun kesin olarak yenilgiye uğrayacağı düşüncesi, yalnızca Hacıanesti’nin
değil Yunan kolordu ve tümen komutanlarının değişmez bir düşüncesi idi. Denet
lemeler on beş gün sürdü. Bu uzun denetlemeler sonunda, kimilerince disiplinli ve
iyi bir asker olduğu öne sürülen Hacıanesti’nin edindiği izlenim, madalyonun diğer
tarafını görememenin verdiği yanılgı ile olumlu idi. İzmir’e döndüğü gün gazeteci
lere, bütün cepheyi dolaştım Mustafa Kemal adında bir komutana rastlamadım,
diye demeç verdi.

İtilaf devletleri ile TBMM Hükümeti arasında iki buçuk ay boyunca devam
eden görüşmelerden ateşkes ve barış ile ilgili olumlu bir sonuç çıkmadı. İtilaf dev
letlerinin teklifine göre Yunan işgali Batı Anadolu ve İzmir’de son buluyor, fakat

13
Trakya’nın boşaltılması kabul edilmiyordu. Doğu Anadolu’da Ermeni devleti ku
rulması isteniyordu. Kabul edilmesi imkansız olan bu öneriler sulandırılmış Sevr
Antlaşması idi. Cephede bulunan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, barıştan
umudunu kesmiş olmalı ki Ankara’ya gelerek ordunun hazır olduğunu Meclise
bildirdi. Türk Hükümeti de tavrını netleştirdi. Ateşkes için ön şart olarak Yunanlıla
rın Anadolu’yu derhal boşaltmalarını istedi. Hükümet bu şartını İtilaf devletlerine
göndereceği cevap notasında da belirtti ve Meclisin tam desteğini aldı.
Meclis Başkanı olan Mustafa Kemal Paşa, hem yasama organının, hem
de yürütme organının başı durumundadır. Ayrıca Başkumandanlık Kanunu ile
Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları baş
kumandanı seçilince askeri kuvvetlerin de başı olmuş ve Meclis geçici de olsa
bütün yetkilerini Mustafa Kemal Paşa'ya devretmişti. Fakat 1922 yılında Meclisteki
gruplaşmaların daha belirgin bir şekilde ortaya çıkması ve Meclis içi muhalefetin
artması ile bazı mebuslar bu durumu Meclisin yetkilerine bir sınırlama getirilmesi
şeklinde yorumlamaya başlamışlardır. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, her üç
aylık sürenin dolmasından önce, yetkisinin sona ereceğini bir genelge ile gerekli
yerlere tebliğ etmekte, hemen arkasından bir kısım milletvekilince, kanunun tekrar
yürürlüğe girmesine ilişkin teklifler sunulmaktadır. Kanunun her gündeme gelişin
de, gittikçe şiddetlenen, kırıcı tartışmalar yapılmakta, kanuna muhalefet edenlerin
çoğaldığı görülmektedir. İtirazın genelde, Mustafa Kemal Paşa'ya değil, verilen
yetkiye olduğu belirtilmektedir. Mayıs ayında Başkomutanlık süresinin uzatılması
konusunda Mecliste ipler iyice gerilmiş, Mustafa Kemal Paşa’nın gayretiyle sorun
çözülmüştü. Barış umutları azalınca, askeri hareketlilik arttı. Mecliste gruplar, Yu
nan zulmünü Avrupa kamuoyuna bir daha hatırlatmak için uzlaştı ve birleşti.

Bütün barış yolları denenmiş, fakat bir sonuç alınamamıştı. Artık savaşa
adım adım yaklaşılıyordu. Yunan zulmüne dair gönderilen son notanın cevabı bile
beklenmeden taarruz için son hazırlıklara başlandı. Bir buçuk ay süren taarruz
hazırlıklarının tamamlanmasından sonra Başkomutan Mustafa Kemal Paşa 17
Ağustos 1922 günü, kimseye haber vermeden, gizlice karayolu ile Tuz Gölü kıyı
sını takiben Konya’ya hareket etti. Gazi’nin hareketi çok gizli tutuldu. Onun hare
ketini bilen çok az sayıdaki görevli, o Ankara’daymış gibi davrandılar. Hatta yolcu
luk günü onun Çankaya’da bir çay ziyafeti verdiği de gazetelerde yayımlandı. 20
Ağustos 1922 günü kimseye görünmeden Konya’dan Akşehir’e Garp Cephesi
Karargahı’na gitti. Fevzi Paşa Akşehir’e bir hafta önce gelmişti. Öğleden sonra
Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet paşalar kısa bir toplantıdan sonra, birliklerin yürü
yüş ve yerleşmelerinin üç dört gün içinde tamamlanacağı anlaşıldığı için, taarruz
tarihini 26 Ağustos 1922 günü olarak kararlaştırdılar.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 25 Ağustos 1922 günü akşamı Anado


lu ile dış dünya arasındaki bütün haberleşmelerin kesilmesi emrini verdi. Başko
mutanlık ve Garp Cephesi karargahları Şuhut Kasabası yakınlarındaki dağlık yö
reye, oradan da Kocatepe’nin arkasındaki bir yamaca taşındı. Güneş battıktan

14
sonra birlikler taarruz mevzilerine doğru ilerlediler. Gece yürüyüşleri tam bir ses
sizlik ve düzen içinde yapılıyordu. 26 Ağustos 1922 günü sabah saat üçte Mustafa
Kemal, Fevzi ve İsmet paşalar karargahları ile birlikte atlarına bindiler ve ağır ağır
Kocatepe’ye doğru yola çıktılar. Saat beşe doğru gün ışımaya, sis dağılmaya ve
tepeler yavaş yavaş belirmeye başladı. Saat beş buçukta Başkomutan Mustafa
Kemal Paşa’nın onayıyla Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa kolordu komutanla
rına ateş emrini verdi. Bu emirle Türk Ordusunun yüzden fazla topu düzenleme ve
hazırlık ateşine başladı. Sabahın sessizliğinde aniden patlayan top sesleri sanki
birbiri peşinden sürüklercesine bütün cepheye yayıldı.
Hazırlanmış ateş planına göre Türk topçusu Yunan mevzilerini, makineli
tüfek yuvalarını, tel örgüleri, Yunan toplarını ateş altına aldı. Ortalık toz dumandı.
Tepeler yanıyor, kamyonlar uçuyor, toplar parçalanıyordu. Bu cehennemlik ateş
yirmi dakika sürdü. Topçu ateşi biter bitmez piyadeler açılan gediklerden hücuma
kalktılar. Topçu ateşi ile yıkılmayan tel örgüler makas ve kancalarla, hatta kol gü
cüyle yıkılıyordu. Bütün tepeler üstünde, Yunan siperleri içinde süngü süngüye
kıyasıya bir mücadele vardı. 26 Ağustos 1922 günü sabahleyin, Fahrettin Paşa
komutasındaki Süvari Kolordusu Ahır Dağı’nı aşmış ve Sincanlı Ovası’nın kena
rında toplanmıştı. Bu sıralarda bulundukları yerin batısından, asıl taarruz yerinden
top sesleri duyulmaya başladı. Bunun üzerine süvariler saat ona doğru Sincanlı
Ovası’nda at koşturmaya başladılar. Bir gecede Sincanlı Ovası’nda beliren binler
ce Türk süvarisi, Yunan askerleri arasında müthiş bir etki yarattı ve Yunan geri
bölgesinde yer yer paniğe neden oldu.
27 Ağustos 1922 Pazar gecesi bütün hazırlığını tamamlayan Birinci Ordu,
sabahın ilk ışıklarıyla birlikte hınç ve şiddetle Yunan Ordusunun üzerine atıldı ve
süngü hücumuyla Yunan askerlerini mevzilerinden sökerek Sincanlı Ovası’na
doğru sürdü. Ağır kayıplar veren Yunanlılar Sincanlı Ovası’ndan daha kuzeye
kaçtılar. Sürekli ve şiddetli Türk taarruzu karşısında geri çekilen Yunan kuvvetleri
dağlık ve sarp arazide tekrar mevzilenmeyi başardılar. Ama bir süre sonra bu
mevzide de tutunamadılar ve saat on birden itibaren kuzeye doğru geri çekilme
yeniden başladı. Saatler ilerledikçe Birinci Ordu kuvvetleri adım adım siperden
sipere, kuzeye doğru önlenemez bir güçle ilerliyor, cephenin çatırdamaya başladı-
ğı hissediliyordu. Sonunda cephe yarıldı ve Yunan direnek merkezleri arka arkaya
düşmeye başladı. Saat 15.30’da Türk kuvvetleri Afyonkarahisar’ı koruyan son
Yunan mevzilerini de ele geçirmiş ve Kente doğru ilerlemeye başlamıştı. Bu saatte
Afyonkarahisar yanıyordu ve Yunanlıların Kenti acele boşalttıkları görülüyordu.
Sonunda Türk askerleri 27 Ağustos 1922 Pazar günü saat 17.30’da yer yer yan
makta olan Afyonkarahisar’a girdi. Böylelikle Kent bir yıldan fazla süren Yunan
işgalinden ikinci defa kurtulmuş oldu.
Kocatepe’ de 28 Ağustos 1922 gece yarısı, Başkomutan Mustafa Kemal
Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa,
genel bir değerlendirme yaptılar. Trikopis birliklerinin Kütahya-Eskişehir doğrultu

15
suna değil, İzmir doğrultusuna çekildikleri anlaşıldı. Bu nedenle yapılacak en doğ
ru hareketin, Birinci Ordu ile Yunanlıların gerisini keserek İzmir’e doğru çekilmele
rini önlemek, İkinci Ordu ile kuzeyden ilerleyerek Kütahya-Eskişehir yönünü ka
pamak olduğuna karar verdiler. Kaçan Yunan askerlerinin bir bölümü düzenli bi
çimde mücadele ederek geri çekilecekleri yerde, yolları üstündeki köyleri yıkıyor,
yakıyor, yağmalıyor, önüne gelen köylüleri hunharca öldürüyorlardı.
29 Ağustos 1922 sabahı erken saatlerde iki taraf da ayaklandı. Trikopis
Grubu bir an önce batıya, Dumlupınar’a çekilmek, Birinci Ordu ise onların önünü
kesip yakalayabilmek için daha güneş doğmadan harekete geçmişlerdi. Görünüşe
göre Türk kuvvetleri daha hızlıydı. Üç parçaya bölünen Yunan Küçükasya Ordu
su’nun parçaları, 29 Ağustos 1922 gecesi birbirinden biraz daha kopmuş ve ayrıl
mıştı. Ortadaki en büyük parça olan Trikopis Grubu Dumlupınar mevzilerine çeki
lememiş ve Franko Grubu ile birleşip yeni bir savunma hattı oluşturamamıştı.
Trikopis, Çalköy’de geceledikten sonra kuzeybatıdaki Kızıltaş Vadisi’nden geçerek
İzmir istikametine çekilmeyi düşünüyordu. Trikopis Grubu çembere alınmak üze
reydi. Yalnızca Murat Dağı’nın kuzeyindeki dar Kızıltaş Vadisi açıktı. Yani torbanın
ağzı hemen hemen büzülmüş gibidir. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genel
Kurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa 29/30 Ağus
tos 1922 gecesi Afyonkarahisar’da belediye binasında bulunuyorlardı. Mustafa
Kemal Paşa ve Fevzi Paşa odalarında istirahat ediyorlar, İsmet Paşa ise alt komu
tanlıklardan gelen son durum raporlarını inceliyordu. İsmet Paşa raporları okuyup,
haritayı inceledikten sonra heyecan ve sevinçle, Yaveri Tevfik Bey’den bunları
Mustafa Kemal Paşa’ya göstermesini istedi. Başkomutan haritayı inceledikten
sonra hemen Fevzi ve İsmet paşaları odasına çağırttı. Birlikte raporları tekrar oku
yup, haritayı tekrar incelediler ve kesin sonucun yarın, yani 30 Ağustos 1922 günü
kesinleşeceği yönünde görüş birliğine vardılar. Mustafa Kemal Paşa, kendisinin
Birinci Ordu karargahının bulunduğu Dumlupınar’a, Fevzi Paşa’nın İkinci Ordu
karargahının bulunduğu Altıntaş’a gitmelerini, İsmet Paşa’nın da Afyonkara
hisar’da kalıp harekatı buradan yönetmesini istedi. Garp Cephesi Komutanı, ordu
lara gönderilmek üzere bir cephe emri hazırladı. Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi
Paşa bu cephe emrini ordu komutanlıklarına götürmek üzere yanlarına aldılar. 30
Ağustos 1922 günü sabahleyin saat 06,30’da Fevzi Paşa İkinci Ordu karargahına
doğru hareket etti. Daha sonra saat yediye doğru Mustafa Kemal Paşa’nın otomo
bili Birinci Ordu karargahına doğru yol almaya başladı. Otomobil, Yunan Ordu
su’nun enkazıyla ve Türk Ordusu’nun ulaştırma kollarıyla dolu olan yol üzerinde o
günün koşullarında mümkün olan en son süratle ilerledi.
Öğleden sonra Karatepe’ye (Zafertepe) ulaşıldı. Mustafa Kemal Paşa, da
ha sonra “Başkomutan Dumlupınar Meydan Savaşı” adı verilecek olan “Büyük
Zafer” i bu tepeden komuta etmeye başladı. Saat 17.00’de Türk piyadeleri, dağı
nık Yunan kuvvetleri üzerine iyice yaklaştılar. Başkomutan, süngü hücumunun
başlamasını ve Küçük Adatepe’nin zapt edilmesini emretti. Bu emir ağızdan ağza
bütün birliklere yayıldı. Yarım saat sonra Küçük Adatepe Türk askerinin eline geç

16
ti. Yunan subayları birliklerine hakim olmakta güçlük çekiyorlardı. Panik başlamış,
düzen ve disiplin kaybolmuştu. Saat 18.30 sıralarında Yunan topçusu tamamen
sustu. Bu da Yunan askerlerinin moralini büsbütün bozmuştu. Trikopis birliklerine,
hava kararıncaya kadar savunma yapmalarını ve sonra Kızıltaş Vadisi üzerinden
Banaz’a çekilmelerini emretti. Ama Türk taarruzlarının şiddetle devam etmesi,
canlarını kurtarabilenlerin çekilmesini paniğe dönüştürdü. Yunan askerleri yığınlar
halinde kaçıyordu. Dağılan Yunan askerleri bütün motorlu ve atlı taşıtlarını, topla
rını, cephanelerini ve savaş malzemelerini terk ettiler. Böylece Başkomutan Mey
dan Savaşı büyük bir zaferle sonuçlanmış oldu. Bu Türk Ordusu için Büyük Zafer,
Yunan Ordusu için ise Büyük Felaket’ti.
30 Ağustos 1922 günü akşamüzeri karanlık basmak üzereyken, Çalköy
Karatepe’de (Zafertepe) bulunan Mustafa Kemal Paşa, geceyi geçirmek üzere
Dumlupınar’a gitti. Başkomutan, Türk Ordusu’nun elde ettiği zaferi milletine de bir
bildiri ile duyurdu. Bu bildiri Dumlupınar’dan Kars’a kadar bütün Anadolu’da büyük
bir coşku ve sevinç yarattı. Henüz daha işgalden kurtarılamamış İzmir, Manisa,
Balıkesir, Bursa, Çanakkale, İstanbul gibi yerlerde ise, gizli çalışan Ankara Hükü
meti’ne bağlı örgütler tarafından halka duyuruldu.
1 Eylül akşama doğru Yunan askerlerinin yakarak ve yıkarak terk ettikleri
Uşak ve çevresi bir mahşeri andırıyordu. Öğleden beri yanmakta olan Kent, koyu
bir duman ardında kaybolmuş, çevresindeki köyler yer yer yanıp kavrulmuştu.
Birinci Kolordu’nun süvarileri, bu cehennem sıcağında akşam saat 18.00 sırala
rında Kente girdiler. Uşak kurtulmuştu ama harabe ve bir yığın külden başka bir
şey değildi. 3 Eylül 1922 günü öğleden sonra Mustafa Kemal Paşa, esir edilen
Trikopis’i Uşak’ta kabul etti. 9 Eylül 1922 sabahı süvariler Karşıyaka ve Bornova
üzerinden, piyadeler de Nif (Kemalpaşa) üzerinden İzmir’e girdiler. Yunan kuvvet
leri gece boyunca hiç durmadan çekilmeyi sürdürdü. İzmir’e girmeden Balçova
üzerinden Çeşme Limanı’na ve oradan da gemilerle Sakız Adası’na kaçtılar. Böy
lece Türk Ordusu, Başkomutanları Mustafa Kemal Paşa’nın gösterdiği hedefe,
yani Akdeniz’e (Ege Denizi) ulaştı. Dumlupınar Başkomutan Meydan Savaşının
büyük bir zaferle sonuçlanması, dört yıldan fazla süren Türk Kurtuluş Savaşına
son noktayı koymuştu. On beş gün içinde işgalci Yunan Ordusunun büyük bir
kısmı imha edilmiş ve geri kalanı da Anadolu'yu terk etmişti.
Dört ay önce Nisan ayı sonunda, İtilaf devletlerinin barış teklifine karşı,
Ankara Hükümeti Anadolu ve Trakya’nın derhal boşaltılması şartıyla ateşkesi ka
bul edeceklerini bildirmişti. Zafer kazanıldı, Yunan kuvvetleri dağıtıldı. İtilaf devlet
lerinin İzmir’de Mustafa Kemal Paşa’ya yaptıkları ateşkes teklifi üzerine, Başko
mutanlık adına Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın başkanlığında askeri bir
heyet Mudanya’ya gitti ve görüşmelere başladı. Konferans 3 Ekim 1922 günü
Mudanya'da başladı ve bir hafta süren çetin pazarlıklardan sonra 11 Ekim 1922
tarihinde sona erdi. Müttefik hükümetlerin hazırladıkları sözleşme metnini İsmet
Paşa derhal Ankara’ya gönderildi. Hükümet projeyi Meclise sundu ve imza yetkisi

17
aldı. Askeri Anlaşma metni, İsmet Paşa ve Müttefik devletler baş delegeleri tara
fından 11 Ekim 1922 günü sabahleyin imzalandı. Yunanistan temsilcisi metni im
zalamaktan kaçındı. Ancak İngiliz temsilci General Harington'un, Anlaşmanın Müt
tefiklerce uygulanacağını açıklamasından üç gün sonra, İstanbul'daki Yunan
Temsilcisi bir dilek ileri sürerek, Yunanistan'ın da anlaşma metnini imzalayacağını
Ankara Hükümetine bildirdi. Böylece Türk, Yunan savaşı sona ermiş oldu. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Mudanya Ateşkes Anlaşması ile Milli Misak'ın
önemli bir maddesi olan Doğu Trakya'yı savaşmadan kazanmış oluyordu. Osman
lı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı sonunda imzaladığı Mondros Ateşkes Anlaş
ması, Mudanya Ateşkes Anlaşması ile artık geçerliliğini kaybetti. Ateşkes anlaş
masını imzalamakla Anadolu üzerindeki emellerinden vazgeçen İngiltere, yeni
Türk devletini de tanımış oluyordu.
Mudanya Ateşkes Anlaşması imzalanmasıyla artık silahlar susmuştu. Sıra
barış için atılacak adımlara gelmişti. Bu, bir barıştan çok bir hesaplaşma idi. Türki
ye Büyük Millet Meclisi, bütün Osmanlı tarihinin hesabını vermek gibi ağır bir gö
revle karşı karşıya bulunacaklardı. Artık tek söz sahibi Ankara'daki Hükümeti idi.
Müttefik hükümetlerle başlayan temaslarda ilk gündeme gelen konu görüşmelerin
nerede yapılacağı ve ne zaman başlayacağıydı. TBMM Hükümeti daha Mudanya
görüşmeleri devam ederken İtilaf devletlerine verdiği bir nota ile barış konferansı
nın 20 Ekim 1922 tarihinde İzmir’de toplanmasını teklif etmiştir. Ancak Müttefikler
bu teklife sıcak bakmamışlardır. Sonuçta barış konferansının 13 Kasım 1922 tari
hinde Lozan’da toplanması konusunda fikir birliğine varmışlar ve bir nota ile de
kararlarını hem Ankara Hükümeti’ne, hem de İstanbul Hükümeti’ne bildirmişlerdir.
Konferansa hem TBMM Hükümeti’nin, hem de Osmanlı Hükümeti’nin davet edil
mesi yeni bir sorunu ortaya çıkarmıştır. Başkomutan ve Meclis Başkanı Mustafa
Kemal Paşa'nın TBMM Hükümetinin tek temsilcisi olduğunu açıklamasına rağ
men, İstanbul Hükümeti Sadrazamı Tevfik Paşa, bu yaklaşımı görmezlikten gelmiş
ve konferansta izlenecek ortak ilkeleri tespit etmek amacıyla bir telgraf çekmiştir.
İstanbul Hükümetinin Konferansa katılmak istemesi ve elde edilen askeri
ve siyasi zafere ortak olmak girişimlerinde bulunması, Saltanat Makamının varlığı
nı tartışılır hale sokmuş ve Mecliste bir heyecan ve tepki dalgası yaratmıştır. Mus
tafa Kemal Paşa, Meclis’te Osmanlı Hükümetine karşı doğan bu tepkiyi iyi kullan
mış ve sorunun tümden çözümü için Saltanatın kaldırılmasını gündeme getirmiştir.
1 Kasım 1922 tarihinde Meclis’te yapılan oylamayla Saltanat kaldırılmış ve Os
manlı hanedanının egemenliğine son verilmiştir. İstanbul'da Osmanlı Saltanatına
son verildiğine dair kararı haber alır almaz Sadrazam Tevfik Paşa Kabineyi topladı
ve bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra Padişah'ın huzuruna çıktı ve kararı
ona bildirdi. Vahdettin her zaman olduğu gibi sadece onu dinledi, hiç bir şey söy
lemedi. Tevfik Paşa daha sonra İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığına gitti. İngiliz
ler de çok şaşkındı. Ankara'nın böyle bir karar alarak İstanbul Hükümetini Lozan'-
da saf dışı bırakacaklarını hiç düşünememişlerdi. Osmanlı Sadrazamı İngilizlere
ne yapılması konusunda fikir almaya gelmişti. Ancak İngiliz Yüksek Komiseri

18
Rumbold bunun Türkiye'nin bir iç meselesi olduğunu ve karışamayacaklarını bil
dirdi. On gün önce Ankara Hükümeti ve Başkomutanlık adına Trakya’yı teslim
almakla görevlendirilen Refet Paşa İstanbul’da halkın coşkun gösterileri ve sevinç
gözyaşları içinde karşılanmıştı. Henüz Trakya'ya geçmemişti ve müttefiklerin işgali
altında bulunan İstanbul'daydı. İstanbul'daki resmi kurumlar teker teker Refet Pa
şa'ya gelerek Ankara'nın emrine girdiklerini bildiriyorlardı. Babıali'nin hiçbir otorite
si kalmamıştı. 4 Ekim’de görevlerine devam imkanı olmadığı gerekçesiyle Sadra
zam Tevfik Paşa istifasını Padişah'a sundu. Aynı gün, üst düzey devlet görevlileri
de Ankara Hükümetinin emrinde olduklarını bildirdiler. Artık Vahdettin'in padişahlık
unvanı elinden alınmış ve o sadece Halife idi.
Sırada Barış Konferansına gönderilecek Delege Heyetinin kimlerden olu
şacağı ve bu Heyetin başkanının kim olacağı konusu vardı. Heyet başkanlığı için
Vekiller Heyeti Reisi Rauf Bey başta olmak üzere Yusuf Kemal Bey, Fethi Bey ve
hatta Kazım Karabekir Paşa gibi isimler kulislerde dile getiriliyordu. Mondros Ateş
kes Anlaşmasını imzalamış olan Rauf Bey açısından Lozan’a heyet başkanı ola
rak gitmek son derece önemli bir olay haline gelmişti. Rauf Bey barış konferansına
katılarak hem geriye dönük eleştirilerden kurtulabilecek hem de daha önce mağ
lup taraf olarak muamele gördüğü batılılarla hesaplaşma imkanını bulabilecekti.
Bütün bunlara karşın Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında çok farklı
bir isim vardı. Bu isim Mudanya görüşmelerinden başarıyla çıkan ve hemen her
konuda Mustafa Kemal Paşa’nın güvenini kazanmış olan İsmet Paşa idi. Ayrıca
Meclis’teki muhalif İkinci Grupla dirsek teması içinde bulunan Rauf Bey’in Mustafa
Kemal Paşa’ya bu yönde güven verdiğini söylemek mümkün değildi. Ayrıca İsmet
Paşa, Osmanlı diplomasi geleneğinden gelmeyen yeni tip bir devlet adamıydı.
Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat ve Fevzi paşalarla, Yusuf Kemal Bey, Rauf Bey ve
İsmet Paşa’nın da görüşlerini aldıktan sonra İsmet Paşa’nın Delege Heyeti Baş
kanı olması ile ilgili kararını açıklamıştır. Delege Heyetinin kesinleşmesinden son
ra Lozan’da ele alınması gereken konular üzerinde çalışmalara hız verilmiş ve
Türk tezinin özeti şeklindeki on dört maddelik talimatname Hükümet tarafından
heyete verilmiştir. Lozan Barış Konferansı 13 Kasım 1922 günü başlaması gere
kirken, İngiltere’deki sorunlar ve Müttefikler arasındaki görüş ayrılıklarının gideri
lememesi nedeniyle bir haftalık bir gecikme ile 20 Kasım 1922 günü başlamıştır.
Törenlerin tamamlanması, yöntem ve şekil sorunlarının belirlenmesinden sonra
Lozan Konferansı Uşi Şatosu’nda 22 Kasım 1922 günü çalışmaya başlamıştır.
Görüşmelerde İngiltere, Lord Curzon, Fransa Bareré, İtalya ise Garroni başkanlı
ğındaki heyetler tarafından temsil edilmişlerdir. Bunun yanı sıra Yunanistan
Venizelos, Boğazlarla ilgili görüşmelere katılmak için Lozan’a gelen Sovyet Heyeti
ise Çiçerin başkanlığında temsil edilmişlerdir. Ayrıca ABD' de gözlemci sıfatıyla
konferansa katılmıştır.
17 Kasım 1922 sabahı son Osmanlı Padişahı Vahdettin, ailesiyle birlikte
Dolmabahçe Sarayından bir kayığa binerek bir İngiliz zırhlısı ile Malta’ya gitti. Böy
lece Türkiye'de iki buçuk yıl devam eden ikili iktidar mücadelesi de sona ermiş

19
oldu. Saltanat kaldırmış ama Halifelik Makamına dokunmamıştı. Zaten o günlerin
siyasi koşullarında bu mümkün değildi. Ama Halifenin siyasi yetkisi elinden alın
mıştı. Vahdettin'in Türkiye'yi terk etmesi, halifelik konusuna yeni bir boyut kazan
dırdı. Meclis olağanüstü bir hızla hareket etti. Mustafa Kemal Paşa, tartışma ve
kargaşaya mahal vermek istemedi ve bu çok hassas konuda inisiyatifini hemen
kullandı ve 18 Kasım 1922 tarihindeki oturumda Osmanlı soyundan Abdülmecit
Efendi Meclis tarafından Halife seçildi.
1922 yılının sonuna gelindiğinde zafer kazanılmış, işgalci Yunan Ordusu
Anadolu'dan atılmış, silahlar susmuş, Doğu Trakya kurtarılmış, Osmanlı Saltana
tına son verilmiş ve barış görüşmelerine başlanmıştı. Fakat İstanbul hâlâ Müttefik
askerlerinin işgali altındaydı. Yeni Türk Devletinin temeli atılmıştı,
Gelecek yıllarda
ama yönetim
biçimi belirsizdi. Osmanlının bütün yasaları yürürlükteydi. köklü
değişiklikler olacağı kesindi.

20
OCAK 1922

2 OCAK 1922: MALİYE BAKANI HASAN BEY İÇİN VERİLEN GENSORU Ö


NERGELERİNİN GÖRÜŞÜLMESİ VE GÜVENOYU VERİLMESİ
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 138.Birleşim, Gündem: 8/1)

Sakarya Zaferinden sonra, Yunan ordusunu Anadolu'dan çıkarabil


mek için, en az o ordunun gücüne yakın bir güce sahip olmak gerektiği
anlaşılmıştı. Bunun için de Türk ordusunun mevcut insan ve ateş gücünün
iki kat artırılması gerekiyordu. Oysa, Anadolu'nun tüm kaynakları Sakarya
Savaşı öncesinde son kuruşuna kadar tüketilmişti. Her milletvekili nasıl
tasarruf yapılacak da bu mali kaynak sağlanacak diye kafa yoruyordu.
Bunun için haklı veya haksız gensoru önergelerini Meclise sunuyorlardı.
(Bir ay önce, 5 Aralık 1921 tarihindeki oturumda...)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Yozgat Mebusu Süleyman Sırrı Bey'in aşar
mültezimlerinin1 mağdur edildiklerine dair Maliye Vekaletine gensoru önergesi var,
okutuyorum.
TBMM Başkanlığına
Bu sene aşar vergisi toplayan mültezimlerin, toplanan mahsulün yüzde
kırkını milli yükümlülük olarak ve yüzde altmışı da satılarak ellerinden alındığı
için satın alınan mahsulün aşar borçlarına mahsup edilmesi ve bu mahsup mu
amelesi icra edilmemesi ve ellerinde satacak mahsulün de mevcut olmaması
yüzünden mal ve mülklerinin Düyunu Umumiye İdaresi tarafından haczedilmesi
ne karar verilmiştir. Haciz muamelelerinin tehir edilmesi lüzumuna dair her taraf
tan ve bilhassa seçim mıntıkamdan Maliye Vekaletine müracaatlar yapılmakla
beraber müspet bir cevap dahi verilmemiştir. Hem topladıkları yüz binlerce liralık
aşar vergisinin tamamen ellerinden almak ve aynı zamanda da bedellerini ödemek
imkanı kalmayan bu aşar vergisi yüzünden birtakım kimselerin mal ve mülklerine
haciz muamelesi yapılması gibi adil olmayan ve insafa uymayan bu muamelenin

1 Aşar (öşür) vergisi, Osmanlı vergi sisteminde köylülerden ürettikleri tarım ürünleri
için %10 oranında alınan vergidir. Aşar vergisi iltizam yöntemi ile tahsil ediliyordu. Bu
yöntem, modern devlet sisteminin yeterli ölçüde gelişmediği bir ortamda, köylünün artı
ürününe doğrudan vergi memurları aracılığıyla el koymak yerine, vergi toplama hakkının
şahıslara açık artırma yöntemiyle devredilmesi anlamına geliyordu. Aşar vergisinin iltizam
yöntemiyle toplanıyor olması köylüyü mültezimlerin istismarına maruz bırakıyor ve vergi
yükünü daha da katlanılmaz hale getiriyordu. Aşar vergisi, 17 Şubat 1925 tarihinde çıkarı
lan bir kanunla kaldırılmıştır.

21
Maliye Vekaletinden gensoru olarak sorulmasını teklif eylerim. 5 Aralık 1921
Yozgat Mebusu
Süleyman Sırrı
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun efendim, oylarınıza arz ede
ceğim. Bu gensoru önergesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edildi.
1
Maliye Vekâletine gönderiyoruz.

(Yirmi beş gün sonra, 31 Aralık 1921 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Isparta Mebusu Nadir Bey'in, mali işlere
dair yedi madde üzerine Maliye Vekaletine gensoru önergesi var.

TBMM Başkanlığına
Milletin canından ve kanından çıkarılan paraların lüzumsuz yere sarf edil
mesine mani olunması bütün iş başında olan memurların başta gelen vazifesi
olduğu halde, bir zamandan beri Maliye Vekaletinde devam eden israf ve daha
doğrusu suiistimaller düşünülenden çok fazla olmuştur. Bu israf ve suiistimallerin
bazılarını Yüce Meclisin dikkatini çekmek maksadıyla bunları aşağıda arz etme
ye mecbur oldum.
1. Halen Maliyenin Umumi Vezne Kaleminde on bir memur bulunmaktadır. Bun
lardan dördü eski hesapların tetkikini diğerleri de günlük işleri yapmaktadır. Ka
lemin her günkü işine bu yedi memur belki fazla olduğu halde güya gündüzleri
işe yetişilmiyormuş gibi bir de gece mesaisine kalarak her birine birer buçuk lira
fazla mesai ücreti verilmekte ve vezne müdürüne de güya bunlara reislik ediyor
diye ona da her gece için iki lira verilmektedir. Halbuki bunların hepsinin gördük
leri hizmet tetkik olunduğunda birkaç memurun hizmetine nihayet verilmesi lazım
geleceği gibi geceleri de fazla mesaiye ihtiyaç olmadığı görülecektir.
2. Maliye Vekili Hasan Bey'in elinde devlet parasıyla hem de yüksek fiyatlarla altı
beygir ve üç araba vardır. Bunlara bakmak için de doksan lira aylıkla arabacı ve
seyis istihdam olunmakta ve bu hayvanların beslenmeleri millettin hazinesinden
karşılanmaktadır. Bu beygir ve arabaların masrafı Maliyeye üç yüz liraya mal
olmaktadır. Güya bu arabaların biri Vekil Bey'in şahsına ve ikisi yabancı misafir
lere ayrılmış. Yabancı misafirlere araba lazım olduğunda kira arabası bulmak
mümkün ve tasarruflu iken bu bahane ile Vekil Bey'e bu altı beygir ve üç araba
ve arabacı ve seyislerin masrafını hazineden almak suretiyle arabaların tamamı
nı keyif ve hevesi için kullanmaktadır.
3. Maliye müsteşarı Zekayi Bey iki bin beş yüz lira avans alarak Maliye Vekili

1
TBMM Zabıt Ceridesi (5 Aralık 1921), 1.Dönem, c.15, s.32-33, http://www.tbmm.gov.tr/
22
tarafından İstanbul 'a gönderilmiş ve güya otomobil ve araba almak için de Os
manlı Bankası vasıtasıyla on bin lira gönderilmiştir. Bundan başka İnebolu Şu
besi vasıtasıyla yirmi bin lira daha gönderildiği haber alındıysa da bunun henüz
olduğuna dair malumat alınamamıştır. Eğer bu yirmi bin lira da gönderilmişse
Maliye Vekili elbette söyleyecektir. Yüce Meclis ordunun acil ihtiyaçları için kıv
randığı bir sırada Maliye Vekilinin bu gibi lüzumsuz masraflara keyfince millet
hazinesinden para çıkarması her halde uygun olmasa gerektir.
4. Maliye mütehassıslarının yer aldığı Hususi Maliye Tahsisatı Dairesinin idari ve
askeri kısımlarında bir komisyon vardır. Maliyede bulunan müdürler üye olarak
bu komisyona devam ederler. Halbuki müdürler bazen komisyona devam eder,
bazen hiç gelmezler. Mesela bir ayda bir komisyon on defa toplanırsa bu toplan
tılarda kimler bulunmuşsa yalnız onlara yevmiye verilir. Bulunmayanlara veril
memesi lazım gelirken her toplantıda bulunmuş gibi bütün müdürler devamlı
yevmiyelerini almışlardır ki bu açıktan suiistimaldir. Her toplantıda kimler bulun
muşsa kararlarda yalnız onların imzası vardır. Bulunmayanların imzası yoktur.
Binaenaleyh kararlarda imzaları olmayanlar da yevmiye almışlardır.
5. Maliye Vekâletinin bütün levazımı, Levazım Müdürü Faik Bey'in elindedir.
Mesela bu müdür veya memurları vasıtasıyla bir tüccar veya esnaftan bin kuruş
luk bir eşya satın alınmışsa o tüccar veya esnafa beş bin kuruşluk ve daha fazla
miktar bir senet mühürlettirilmektedir ve mahsup pusulası da böylece yazılmak
tadır. Evvela bu gibi masraf senetleri almalı ve altında mührü bulunan şahıstan
bedeli sorulmalıdır. Suiistimal tabiatıyla meydana çıkacaktır.
6. Maliye dairelerinin yakacak hesabından şimdiye kadar elli, altmış bin kuruş
vezneden çıktığı halde, halen Maliye odalarında odun yoktur. Bu miktar para ile
bahara kadar yetecek odun tedarik olunabilirdi. İşte Maliye levazımının suiistima
line bundan açık bir delil olamaz.
7. Sakarya Muharebesi esnasında memurlar Kayseri'ye gittiği zaman Maliye
Müsteşarına bin lira avans verilmiş, Kayseri'ye gideceğim diye birçok memur
harcırah almış, sonra da Kayseri'ye gitmemişlerdir. Bu avans ne oldu ve nerelere
sarf edildi? Harcırah alıp gitmeyen memurlardan bu harcırahlar geri alındı mı?
Zannediyorum ki geri alınmamıştır.
İşte Maliye Vekaletinde görülen israf ve suiistimallerin bir kısmını yukarıya
yazdım ve Yüce Meclise arz eylerim. İcap ederse başka tafsilat da verilecektir.
Binaenaleyh Maliye mütehassıslarından ve Yüce Meclisten seçilecek bir teftiş
heyeti tarafından tetkiki halinde bu hususların ortaya çıkacağını ümit ederim ve
usulüne göre gensoru olarak sorulmasını teklif eylerim. 26 Aralık 1921
Isparta Mebusu
Mehmet Nadir

NADİR BEY (Isparta): Reis Bey, daha vereceğim tafsilat vardır.

23
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Maliye Vekaletinden evvelce gündeme
alınmış bir gensoru önergesi vardır. Tabii Maliye Vekili bizzat ona cevap verecek
tir. Binaenaleyh onunla birleşsin o da bununla beraber hallolur, gider.
BİR MEBUS BEY: Hayır o başka, bu başkadır.
NADİR BEY (Isparta): Reis Efendi, daha vereceğim izahat var, söz ver bana.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu gensoru önergesinin gündeme alın
masını kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edildi.

(İki gün sonra, 2 Ocak 1922 tarihindeki oturumda, iki gensoru


1 önergesi tekrar okundu ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Buyurun Hasan Bey.


HASAN BEY (Maliye Vekili): Efendim Yozgat Mebusu Süleyman Sırrı Bey'in aşar
mültezimlerinin ellerinden alınan aşar bedellerinin aşar taksitine mahsup edilmesi
hakkında bir gensoru önergesi var. Milli yükümlülük emirleri verildiği zaman ordu
muzun yiyecek ihtiyaçlarının karşılanması maksadıyla aşar mültezimlerinin elinde
ki hububat aşarından da yüzde kırk alınmasına karar verilmişti. Mültezimlerden
alınacak yüzde kırk miktarındaki hububatın mültezimlerin aşar taksitine yüzde kırk
nispetinde mahsubunun yapılması Maliye memurlarına Maliye Vekaletince tebliğ
edilmişti. Zaten yüzde kırkının mahsup edilmediğinden şikayet eden yok. Süley
man Sırrı Bey'in önergesinde buyuruyorlar ki bazı yerlerde mültezimlerin elindeki
aşarın yüzde kırkı alındıktan sonra taksitler de mahsup edilmiştir. Her hangi birinin
fuzuli olarak yapmış olduğu işten dolayı Maliye Vekaletinin mesul tutulması ve
neticesini Maliye Vekaletinin temizlemesi kabul edilecek olursa, vaziyeti Maliyenin
düzelmesinin imkanı kalmaz. Bu hususta mültezimlerin elindeki hububatın yüzde
kırktan fazla yüzde altmışının da satın alma suretiyle alındığı yerler pek az olduğu
gibi bunların yekunu da mühim bir miktar değildir. Yüzde kırktan başka ikinci parti
olarak askeriye tarafından yüzde altmış derecesinde alınıp daha sonra satın al
maya çevrilen mültezimlerin borçlarına mahsubu bundan on sekiz gün evvel yazı
ile bildirilmişti. Binaenaleyh ortada şikayet edilecek hiçbir vaziyet kalmamıştır. Bu
mesele hakkında söyleyeceğim bundan ibarettir.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Bu son söylediğinizi anlamak istiyorum. Bazı
tüccarlar aşardan evvel verdikleri eşyaya karşılık aldıkları mazbataları depozito
karşılığında Duyunu Umumiye'ye emanet bırakarak aşar almışlar ve şimdi bunla
rın borca mahsup edilmeleri lazım gelirken, işittiğime göre Vekil Beyefendi galiba
beşte birinin mahsubu için emir vermiştir. Ben bunu anlayamadım.
HASAN BEY (Maliye Vekili): Efendim aşar vermek isteyenler tarafından ellerinde
teminat olarak bu mazbatalar gösterildiği takdirde bir kolaylık olmak üzere, bu

1
TBMM Zabıt Ceridesi (31 Aralık 1921), 1.Dönem, c.15, s.271-272, http://www.tbmm.gov.tr/
24
mazbataların depozito ve teminat yerine kabulüne Hükümet karar vermiş ve bu bir
yazı ile duyurulmuştur. Bu kısım mültezimler münhasıran ellerindeki mazbataların
miktarına göre aşara talip olmuşlardır. Aşar borcu, yani aşarın yekun miktarı elle
rindeki mazbatanın miktarına eşittir. Bu vaziyet ortaya çıkınca bunların da umum
borçlarının kapanması için yazı gönderilmiş ve muamele bu şekilde yapılmıştır.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Bir şey, soracağım. Dün aldığım telgrafta yine aynı bu mese
le için ellerindeki hatta son taksit makbuzlarının mahsup edilmediği hususunda
şikayet ediyorlar.
HASAN BEY (Devamla): Efendim, yazı yazılmıştır, umumidir. Arzu buyurursanız
daireye gelir görürsünüz. Her yere yazılmıştır. Eğer yazı zamanında gitmediyse ve
telgraf hatlarının bozuk olması itibariyle bir gecikme varsa bunu ayrıca tahkik eder
ve arz ederim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, meselenin bu kısmı zannederim
hallolundu.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Hasan Beyefendi diyor ki zahire sahiplerinden alınan
zahire miktarında kendilerine aşar vergisi alındığı ve kendilerinden depozito alın
dığını söylüyor. Fakat aşar alındıktan sonra da zahiresi alınmış olan yok mu,
efendim?
HASAN BEY (Devamla): Olur efendim; mani değildir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Öyle ise mesele değişiyor.
HASAN BEY (Devamla): Mesele iki kısımdır.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Ne demek istediğimi arz edebildim mi?
HASAN BEY (Trabzon): Anladım efendim, hem eski satın almadan elinde mazba
tası vardır, hem de elinde stok bulunmak itibariyle milli yükümlülük usulüyle vermiş
olduğu yüzde kırkın bedeline karşılık mazbata vardır. Milli yükümlülük herkesin
kendi malının yüzde kırkını mazbata karşılığında vermeye davet eden bir emir, bir
kanundur. Halbuki mültezimlerin elinde bulunan devletin kendi malıdır. Mültezim
kendi mal sahibi değildir. Arz edebildim mi, efendim? Bir kere tüccarlarla mültezim
leri ayırmak ve mazbatası bulunanla mazbatası olmayanları ayrı tutmak lazımdır?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Nadir Bey'in gensoru önergesine cevap
verecekler. Önerge evvelce okunmuştu.
HASAN BEY (Maliye Vekili): Nadir Beyefendinin önergesindeki birinci madde,
gece mesaiye kalan memurlar hakkındadır. Efendiler, vezne muamelelerinin ta
mamlanması için bir müddetten beri, yani yakın zamandan beri, bazı memurları
gece çalıştırmak mecburiyeti olmuştur. Yalnız şunu hatırlatmak isterim ki Bütçe
Komisyonu, benim tasarruf fikrime son derece taraftar olmam itibariyle, tabii mu
vafakatimle bütçe yapmıştır. Yalnız Maliye'de 1.274 memuru bütçeden çıkardık.

25
Zannederim, diğer vekaletlerden çıkartılan memurlar bu kadar değildir. Bugün
vezne vazifelerini yapan memurlar bu işin altından kalkacak bir vaziyette midir,
değil midir? Bunun cevabını arkadaşlarım versinler. (doğru sesleri) Bilindiği gibi
Sakarya Muharebesi esnasında memurlar Kayseri'ye nakledilmişlerdi. Burada ben
üç ay, dört beş memurla kaldım. Vekil, bir müdür, muhasebeden biri, vezneden bir
kişi, dört beş kişiyle kaldım. Ben o zaman levazım memurluğu da yaptım, daktilo
memurluğu da yaptım, katiplik de yaptım, hiç vazifem olmadığı halde beş kişi ile
çalıştım. İstanbul'da bin kişi ile burada yüz yirmi altı kişi ile çalışan bir vekaletin
bütün muamelelerinin günü gününe olması mümkün müdür? Yeniden memur al
maktansa, mevcut memurlara Nadir Bey'in dediği gibi mesai haricinde ücret vere
rek, yevmiye vererek, çalıştırmayı tercih ettim. Şimdiye kadar çalışan adamlara
ayrı ayrı verilen mesai parasının yekunu 267 liradır. Bunu başka türlü de yapabi
lirdim. Verdiğiniz salahiyet gereği vezneye birkaç memur alarak yığılan isleri yaptı
rıp, ertesi günü kovmak kolay bir keyfiyet değildir. Bir defa memur almak kolaydır.
Fakat ertesi günü kovamazın. Maliyeye şu zamanda büyük bir yük yüklemekten
se, mevcut memurlara bu vazifeyi gördürmeyi daha uygun gördüm. İkinci soru,
Maliye Vekili Hasan Bey'in elinde devlet parası ile ve yüksek fiyatlarla alınmış altı
beygir ve üç araba var. Efendiler ben yalnız bir araba satın aldım. O da yabancı
misafirlere tahsis edilmek üzere Dışişleri Vekaletinin ve Meclis Reislik Makamının
gösterdiği lüzum üzerine, bu misafirlerin piyasadaki sürücü arabalarıyla gezdiril
mesinin Hükümetin şeref ve haysiyeti itibara alınarak, bir güzel araba satın aldım.
Herkes de bilir ve gider görür. Bunun bedeline bin beş yüz lira verdim. Benim satın
aldığım budur.
1
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Istablı Amire'ye mi?

HASAN BEY (Devamla): Yüce Heyetinizin verdiği karar gereğince vekaletlere


birer araba tahsis buyurmuşsunuz. Arabayı ve atlarını Hükümet satın almıştır. On
bir adet arabayı alan ben değilim. Şehrin sokaklarının gayet fena olması yüzün
den, az bir zaman sonra arabalar kırılıyor, parçalanıyor. Güzel bir araba altı ay
sonra, kullanılamaz bir hale gelir. Bazı vekaletler son zamanda arabaları geri iade
etmişlerdir. Bir arabayı, adamını, atını beslemek imkanı olmamış ve bazı vekiller
arabaya lüzum kalmamış olduğunu söyleyerek iade etmişlerdir. Maarif Vekili Bey
arkadaşımız vekaletinin üçüncü günü arabayı kendisine lüzumu olmadığından
dolayı iade etmiştir. Adalet Vekaleti bir müddetten beri arabasını iade etmiş ve
başka bir vekalete verilmiştir. Eskiden alınmış ve Hükümetin malı olduğu halde,
bakılmamış ve şurada, burada kalmış ve çürüğe çıkmış birkaç araba ve bir iki çift
hayvan vardır. Maliye Vekaleti, devletin malı olan her şeyi muhafaza etmek mec
buriyetinde olduğundan bunları topladım, hayvanlarını besledim, kırılmış olan

1 Osmanlı sarayında, padişah ve yakın hizmetinde bulunan kimselerin atlarının bulunduğu

ahırlara verilen ad. Saray ahırı.

26
arabaları açık artırma ile sattım ve o arabalar da zannederim mebus arkadaşları
mızın eline geçmiştir. Üç kırık arabayı elimden çıkarttım. Elimde son bir kırık ara
ba daha var, bunu da satmak istedim, yeterli fiyat vermediler. Bu da Hükümet
binasının altında duruyor. Mevcut hayvanlardan elimde bir çift hayvan kalmıştır.
(kafi sesleri)
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Arkadaşımız, Vekil Bey'den önceden anlasa,
sonra gensoru önergesi verseydi daha iyi olurdu. (kafi sesleri)
CELAL NURİ BEY (Gelibolu): Bu gibi şeylere cevap vermek lüzumsuzdur.
HASAN BEY (Devamla): Efendim bana bugün Hazinenizi emanet ettiğiniz halde,
bu gibi hasis şeylerden dolayı cevap vermeyi biraz ağır görüyorum. Ne çare ki
soru olduğu için cevap vermek mecburiyetindeyim. Hulasa efendim, elimde ya
bancı misafirler için bir araba var. Bir de Dışişleri Vekaletinin bir müddetten beri
kırık olan arabasından başka araba yoktur. (kafi sesleri)
VEHBİ EFENDİ (Konya): Bu bir gensoru önergesidir. İki söz söylemekle neresi
kafidir? Rica ederim. (müzakere kafidir sesleri)
HASAN BEY (Devamla): Ne yazık ki Yüce Heyetiniz bu gensoru önergesini gün
deme almayı kabul etmiştir ve ben de pek müteessirim. Bugün Hazinenizi emanet
ettiğiniz bir adamın bir çift kırık araba, bir hayvan için huzurunuzda cevap verme
sini teessürle kabul ettim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Şereftir, efendim.
HASAN BEY (Devamla): Sonra efendim Maliye Müsteşarı Zekayi Bey yirmi beş
bin lira avans alarak, İstanbul'a gönderilmiş deniyor. (bunun müzakeresine lüzum
yok sesleri) Bunu gönderen ben değilim, Sağlık Komisyonu göndermiştir. Sebebini
arz edeyim. (lüzumu yok sesleri) Yalnız şunu söyleyeyim ki efendiler, Zekayi Bey
'e verilen bu para burada bulamayıp yüksek fiyatlarla burada satın alınmak mec
buriyetinde bulunduğumuz kırtasiyenin alınması için Zekayi Bey'e verilmiş ve gön
derilmiştir. Şimdiye kadar benim memurlara verdiğim başka hiçbir avans yoktur.
Halbuki diğer vekaletlerde bazı avanslar mevcuttur ve hâlâ hesapları verilmemiş-
tir. Onları da takip ediyorum. Bu işin içerisinde otomobil meselesi de var. Başku
mandanlığın cephede iken gösterdiği lüzum üzerine bir otomobil bulunmadığın
dan, ne yapılıp yapılarak alınması gerek Maliye Vekaletine ve gerek Milli Savun
ma Vekaletine çekilen telgraflar üzerine Zekayi Bey'e değil, efendiler İstanbul'da
öteden beri devletin mutemedi olan bir vazifelimiz vasıtasıyla alınmasına teşebbüs
edilmiştir. Gönderilmiş bir para vardır. Otomobilin benimle bir alakası yoktur. Veri
len emir gereğince ve mevcut tahsisata göre, en ucuz olan bir yerden satın alın
masına teşebbüs edilmiştir ve Meclis Reisliği içindir. Sonra emeklilerin evraklarını
tetkik ve tahsis için bir komisyon vardır. Bu komisyon muhtelif vekaletlerin müdür
lerinden meydana gelmiştir. Üye olan adamlar komisyona hiç gelmediği ve vazife
yapmadıkları halde yevmiyelerini alıyorlar, deniyor.

27
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Gelenlere vermiyorsunuz ki gelmeyenlere veresiniz.
HASAN BEY (Devamla): Onu arz edecektim. Gelmişlere hâlâ yevmiyelerinin yarı
sından çoğu verilmemiştir. Bunlar her gün toplanmazlar, haftada bir veya iki defa
toplanırlar. Onlara da tasarruf olsun diye huzur ücreti tarzında birer lira yevmiye
verilir, efendim. Bu münasebetle tetkik ettim, Komisyona iştirak etmemiş olduğu
halde yevmiye alan hiçbir adam yoktur. Sonra efendim, Maliye Vekaletinin Leva
zım Müdürü Faik Bey için...
NAFİZ BEY (Canik): Burada müdafaa hakkı bulunmayan bir adamı bahis mevzu
etmek ayıptır, isim verilmesin.
HASAN BEY (Devamla): Şunu söylemek isterim ki odun meselesi de vardır. Onu
da arz edeceğim. Odun meselesi, yalnız Maliyenin değil, bütün devlet dairelerinin
yakacak ihtiyacı için sarf edilmek üzere biliyorsunuz bir iki ay evvel bir müzakere
açtım. Beş yüz bin kilo odun almak istedik, ilan olundu. Nihayet kilosu kırk beş
paraya istasyonlarda teslim edilmek şartıyla, nakliye ücreti Hükümete ait olmak
üzere, kırk beş paraya kilosu ihale edildi. Bu odunun trenlerle nakliyesi geciktiği ve
kış mevsimi bastırdığı için odun ihtiyacını temin edemedik. Mecbur olduk otuz dört
bin kuruşluk odun satın aldık. Levazım Müdürünün bu sene satın aldığı odunun
bütün fiyatı bin üç yüz küsur liradır. Çok üzülerek arz ediyorum, hiç şüphesiz na
muslu bir memur olduğunu tanıdığım bir memur hakkında adeta hırsızlık yapmış
gibi bir yanlış anlamaya düşülmesi her halde doğru değildir. (hayır sesleri) Şüphe
siz bütün bunların nereden çıktığı bence malum olmuştur. Nadir Beyefendiye istir
ham ederdim, çok memnun olurdum, evvela gelip bu şahsi mesele hakkında bir
kere beni dinleseydi acaba ben kendisini tatmin etmez miydim? Acaba suiistimal
mevcut ise lazım gelen muameleyi yapmaz mıydım? İstirham ederim, Nadir Beye
fendi bu meseleden haberdar olduğu halde, bana neden bu meseleyi söylemek ve
emretmek lüzumunu hissetmedi? (kafi sesleri)
CELALETTİN ARİF BEY (Erzurum): Maliye Vekilinin koltuğunu kuvvetlendirmek
için yapmışlardır.
NADİR BEY (Isparta): İnşallah öyle olur.
HASAN BEY (Trabzon): Samimi olarak arz ediyorum, bu gensoru önergesini Yüce
Heyetinizi saatlerce işgal edecek bir önerge olarak görmemekteyim. Mesele bun
dan ibarettir. Şunu da rica edeceğim, Hükümetin kuruluşundan beri bütün mali
hesapların tetkikini, tatbikini, teftişini bir heyete verdiniz. Ben de bu heyetin bir an
evvel gönderilmesini şükranla rica ettim. Böyle küçük meseleler için töhmet altında
kalmak doğru bir şey değildir. Bu heyet bir an evvel teşrif buyursun, ne gibi mese
leler varsa önüne atayım. İcap eden tahkikatı icra buyursunlar, eğer bir şey varsa
hakkımda ne gibi kanuni muamele yapılacaksa, ben hazırım. (bravo sesleri)

28
NADİR BEY (Isparta): Arkadaşlar, ben de Hasan Bey'in verdiği bu izahattan
memnun oldum, inşallah sorduklarımın aksi sabit olsun. Madem ki Vekil Bey de
böyle bir heyeti Maliyeye gönderilmesini temenni ediyor...
HASAN BEY (Devamla): Memnuniyetle.
NADİR BEY (Devamla): O halde maksadım hasıl oldu. Yalnız bu önergemde sor
duklarımdan başka kendilerinden bazı şeyler soracağım (yeniden gensoru veriyor
sesleri)
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Nadir Beyefendinin soracakları sorulara cevap
vermek için, Vekil Bey hazırlanmamıştır. Binaenaleyh teşekkül edecek heyete bu
soruları versinler.
NADİR BEY (Devamla): Cevabını sonra versin, efendim.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Nadir Bey muvafakat ettiler. Gönderilecek Heyete veril
sin, o vakit maksat yerine gelir, efendim.
NADİR BEY (Devamla): İlave vardır efendim. Maliye Veznesinden 10 Ekim 1921
tarihinde 1.561.390 kuruş Rus altını olarak, Osmanlı Bankasına verilmiş ve aynı
günde bu parayı almak için, müteahhitlerden birine bir çek verilmek suretiyle bu
para santimi santimine o şahsa verilmiş. Bu para niçin Maliye veznesinden veril
memiş ve bankaya yatırıldığı gün tekrar niçin müteahhide verilmiştir?
CELALETTİN ARİF BEY (Erzurum): Siz ne tahmin buyuruyorsunuz?
NADİR BEY (Devamla): Ben bundaki sebebi, Maliye veznesinden böyle yüklü bir
para çıktığını göstermemek maksadından olduğuna hükmediyorum. Çünkü elinde
ödeme emirleri mevcut birçok müteahhitler var. Onlara verilmeyerek, bir adama
verilmesindeki mana nedir? Benim verdiğim mana budur. Yine 6 Ekim 1921 tari
hinde yirmi beş milyon kuruşluk Rus altını bankaya verilmiş, bu paradan üst tarafı
kağıt para olarak altı milyon kuruşa tamamlanarak yine bankadan birine verilmiştir.
Binaenaleyh Hazinenin mevcudu, alacak sahiplerine eşit olarak verilmesi lazım
gelirdi. Bunun böyle olmaması hem Hazinenin itibarını zedeler, hem de birçok
suiistimallere sebebiyet verir.
HASAN BEY (Maliye Vekili): Müteahhitlerin isimlerini biliyor musunuz?
NADİR BEY (Devamla): Hayır, vekiller Hükümet adına doğrudan doğruya bu Mec
listen karar ve izin almadıkça zannediyorum ki hiçbir tarafa borç alamazlar. Maliye
Vekili Hazretleri bilmem ne gibi salahiyete dayanarak Osmanlı Bankasından rehin
karşılığında iki yüz bin lira borç almışlardır. (avans mı, borç mu sesleri) Bundan
Yüce Meclisin haberi olması gerektir efendim. (avanstır o sesleri) Yüzde dokuz
faiz ile almıştır.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Keşke varsa, bir daha alsa.

29
NADİR BEY (Devamla): Rusya'dan ne kadar altın gelmiş? Bunun miktarı nedir?
Bunların ne kadarı, ne miktarda ve kaç kuruş bedelle sarf edilmiştir? Bunun bir
hesabı yoktur.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Maliye Vekiline söyle, daha iki yüz milyon lirayı yüzde
dokuz faiz ile alsın.
NADİR BEY (Devamla): Şimdiki halde benim aldığım malumat bundan ibarettir.
Mesele sadece Maliyeye aittir. Bu ise Hükümetin ruhu demektir.
HASAN BEY (Maliye Vekili): Efendim, Nadir Beyefendi arkadaşımız bir milyon
küsur kuruşun vezneden altın olarak bankaya teslim edildiğini ve sonra bir müte
ahhide altın olarak verildiğini söylediler. On beş bin altı yüz on üç liralık mesele
hakkında malumatım yok, tetkik edeceğim. Fakat diğer 6 Ekim tarihi ile bankaya
gönderilen yirmi beş milyon kuruşluk altın para efendiler, artık mahremiyetine lü
zum yok söyleyeceğim; Çünkü bir sır değil, resmi bir muameledir. Acil ve mühim
miktarda cephane ve top satın alınması için Milli Savunma emrine beş yüz bin lira
yatırılması lazım gelmiştir. Bunun iki yüz elli bin lirası Rus altını olarak elimizdeki
mevcuttan vermişsizdir. Aynı günde bankaya yatırılan para elli milyon kuruşluktur.
(alkışlar) Borçlanma meselesi diyorlar, ben tamamen Nadir Bey'in fikrindeyim.
Eğer Hükümet bir borçlanma yapmak isterse, elinde bir kanun tasarısı ile Yüce
Heyetinize gelip o kanunu kabul ettirdikten sonra borçlanmak mecburiyetindedir.
Fakat Nadir Beyefendi unutuyorlar ki Hükümet öteden beri para kasası vazifesi
yapan Osmanlı Bankasıyla avans mahiyetinde bir anlaşması vardır ve faiz diye bir
para koymuşlar ve bu parayı da Yüce Heyetiniz kabul etmiştir. Her avans için ay
rıca bir muamele, bir borçlanma kanunu yapılmaz efendiler. (kafi sesleri) Sonra
Rusya'dan ne kadar altın gelmiş, ne miktarı, ne fiyatla tedavüle çıkarılmış, buyu
ruyorlar. Bunları Yüce Heyetiniz huzurunda evvelce yapılan bir müzakerede bir
gensoru dolayısıyla tamamıyla arz etmiştim. Arzu buyurursanız yine evrakımı alıp
getireyim. (hayır sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğine dair önergeler
vardır. (kafi, kafi sesleri) Müzakerenin yeterliliğini kabul edenler. Kabul edilmiştir.
Önergeleri okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Her iki gensoru önergesi hakkında Maliye Vekili Hasan Beyefendinin ver
diği izahat gayet emin ve kafi olduğundan kendisine güvenoyu verilerek günde
me geçilmesini teklif ederim. 2 Ocak 1922
Lazistan Mebusu
Osman Nuri

TBMM Başkanlığına
Maliye Vekili Hasan Beyefendinin verdiği izahat kâfidir. Gündeme geçil

30
mesini teklif ederim.
Karesi Mebusu
Hasan Basri

TBMM Başkanlığına
Mesele anlaşılmıştır. Yanlış bir hareketi olmadığı anlaşılan Maliye Vekili
Hasan Bey'e güvenoyu verilmesini ve gündemin müzakeresine geçilmesini teklif
ederim. 2 Ocak 1922
İzmit Mebusu
Hamdi
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Trabzon Mebusu Recai Bey'in, Cebelibe
reket Mebusu İhsan Bey'in önergeleri de aynı manadadır. Maliye Vekiline güveno
yu verilmesini teklif ediyorlar.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Reis Bey benim önergem başka bir noktayı da ihtiva
ediyor.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Nadir Bey'in gensoru önergesinin Sarfiyatı Tetkik Heyetine
havalesi ile Maliye Vekiline güvenoyu verilmesini teklif eylerim. 2 Ocak 1922
Bitlis Mebusu
Yusuf Ziya
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Esasen Meclisin bir Tetkik Heyeti vardır efendim.
HASAN BEY (Maliye Vekili): Efendim ben de o heyetin gelmesini arz ediyorum ve
hatta hemen talep ediyorum.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Önergelerin hangisini kabul ediyorsunuz
Hasan Beyefendi.
HASAN BEY (Maliye Vekili): Sınırlı güvenoyu olmaz efendim. Osman Bey'in öner
gesini tercih ediyorum.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Osman Bey'in önergesinde yazıldığı gibi
Hasan Bey'e güvenoyu verilip gündeme geçilmesini kabul edenler lütfen ellerini
1
kaldırsın. Çoğunlukla güvenoyu verildi. Beş dakika teneffüs.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (2 Ocak 1922), 1.Dönem, c.15, s.296-303, http://www.tbmm.gov.tr/
31
5 OCAK 1922: KÜTAHYA MEBUSU BESİM ATALAY BEY’İN, ORDUNUN ELİN
DEKİ İHTİYAÇ FAZLASI HAYVANLARIN FAKİR KÖYLÜLERE DAĞITILMASINA
DAİR KANUN TEKLİFİ
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 124.Birleşim, Gündem: 5/2)

O yıllarda ordunun en önemli ulaşım aracı hayvanlardı. Atlar süvari


birlikleri tarafından kullanılırken, güçlü öküzlerden taşıma işlerinde ya
rarlanılıyordu. Bir yandan yoksul köylüler çekim hayvanı bulamazken,
milli yükümlülük emirleri ile ordu için toplanmış olan binlerce zayıf hay
van askeri birliklerde hiçbir işe yaramıyordu. Besim Atalay Bey bu atıl
varlıktan yararlanmak için bir kanun teklifi verdi. Ne var ki Meclisin çok
fazla olan iş yükü yüzünden bu teklifin kanunlaşması zordu.

(Besim Atalay Bey’in bu kanun teklifi, iki ay önce, 28 Kasım 1921 günkü oturumda gün
deme alınmıştı.)

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Kütahya Mebusu Besim Atalay Bey’in, aske
riyede bulunan zayıf hayvanların fukara köylüye verilmesine dair kanun teklifini
Tasarı İnceleme Komisyonuna gönderiyoruz.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Komisyona gitmesin, yazıktır, günlerce sürükle
nir. Acilen görüşülmesini teklif ediyorum.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, teklif sahibi aciliyet teklif ediyor.
Kanun teklifi olduğu için önce aciliyeti reyinize arz ediyorum. Aciliyeti kabul eden
ler lütfen ellerini kaldırsınlar. Aciliyet kabul edildi, fakat kanun teklifi olduğu için
1
tabii komisyona gönderiyoruz.

(O gün kanun teklifi acilen görüşülmesi kaydıyla Tasarı İnceleme Komisyonuna gönderil
di. Komisyon da acilen teklifi görüşerek bir hafta içinde Genel Kurula gönderdi ve 5
Aralık 1921 günkü oturumda görüşülmeye başlandı, ama…)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Besim Atalay Bey’in, zayıf öküzler
hakkındaki teklifinin görüşülmesinin uygun olduğuna dair Tasarı İnceleme Komis
2
yonunun raporu var. Milli Savunma ve Maliye Komisyonlarına gönderiyorum.

BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Acil olarak Reis Bey.

(Bu defa da kanun teklifi, acil olarak incelenmesi kaydıyla Milli Savunma ve Maliye ko
misyonlarına havale edildi. Teklif bu komisyonlarda görüşülürken, İstanbul Milletvekili
Ali Rıza Bey ve arkadaşları da üç gün sonra, 8 Aralık 1921 günkü oturumda tekrar gün
deme alınması için bir önerge verdiler.)

1 TBMM Zabıt Ceridesi (28 Kasım 1921), 1.Dönem, c.14, s.362, http://www.tbmm.gov.tr/
2
TBMM Zabıt Ceridesi (8 Aralık 1921), 1.Dönem, c.15, s.63-64, http://www.tbmm.gov.tr/
32
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Çok imzalı bir önerge var, okunacaktır.

TBMM Başkanlığına
Ordudaki zayıf hayvanların köylerdeki fukaraya dağıtılması hakkında
Kütahya Mebusu Besim Atalay Bey tarafından verilen kanun teklifinin, Maliye
ve Milli Savunma Komisyonlarınca yarın akşama kadar incelenmesini ve
aciliyet kararıyla görüşülmek üzere Perşembe günkü gündeme dahil edilmesini
teklif ederiz.
İstanbul Mebusu
Ali Rıza ve 70 arkadaşı
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurunuz, bu kanun hakkında
aciliyet kararı var.
ALİ RIZA BEY (İstanbul): Reis Bey bu gayet mühimdir. Bugün görüşülmesini teklif
ederim.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, zaten aciliyet kararı vardır. Tekrar
karara lüzum yoktur. Komisyonlar bu kanunu hazırladılarsa, gündeme alalım. Ha
zır mı?
YAHYA GALİB BEY (Kırşehir): Komisyonun ne lüzumu var, efendim? Komisyon
dan çekilir, burada görüşülür.
ALİ RIZA BEY (İstanbul): Bu hayvanlar telef olmasın.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Tabii komisyonsuz bir karar alınamaz. Mec
lis ya bu kanunu alır doğrudan doğruya kendisi görüşür veya… (en iyisi budur,
sesleri) Müsaade buyurunuz, efendim. Bu kanunun komisyon incelemesi yapıl
maksızın gündeme alınmasını kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Gündeme alın
dı, efendim. Sırası geldiği zaman müzakere edilecektir.
1
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Reis Bey şimdi görüşülsün.
(O günkü oturumda yetmiş imzalı bir önerge ile acilen görüşülmesi kabul edilen kanun
teklifi gündeme alındı ve sırasını beklemeye başladı. İki gündür de görüşülemedi. İki
gün sonra, 10 Aralık 1921 günü teklif sahibi Besim Atalay Bey, oturduğu yerden Genel
Kurula teklifini hatırlattı.)

BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Ordudaki zayıf hayvanların köylerdeki fukaraya


dağıtılmasına dair olan teklifim vardır. Bu meseleyi bitirelim. Öküzler bir taraftan
ölüyorlar. (gürültüler)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (8 Aralık 1921), 1.Dönem, c.15, s.63-64, http://www.tbmm.gov.tr/
33
(O gün de hiç ilgilenilmedi. Bir hafta daha geçti. Genel Kurul her gün saatlerce çalışı
yordu ama bu kanun teklifine hâlâ sıra gelmiyordu. 17 Aralık 1921 günü teklif sahibi
tekrar feryat ile bağırdı.)

BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Reis Bey öküzler ölüyor. Zayıf öküzlerin bedava
olarak köylülere verilmesine dair bir teklifim vardı. Bunu Yüce Meclis gündeme
alınmasını kabul ettiği halde hâlâ gelmedi. Bunların halka, verilmesi uygun ise
gelsin. Yok, eğer bunların öldürülmesi daha uygun ise lüzumu yok ben vazgeçtim.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Besim Atalay Bey’in bahsettikleri
mesele gündemimizdedir. Fakat üç günden beri tamamlanamayan bu meseleyi
tamamlayalım. Daha sonra onun görüşülmesine geçelim. (bu mesele diğer mese
1
leden daha mühimdir sesleri)
(Sözü edilen mesele üç gündür tamamlanamamıştı ama Besim Atalay Bey’in kanun teklifi
üç hafta önce Genel Kurul gündemine girmişti. Nihayet 20 Aralık 1921 günü görüşülme
ye başladı.)

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Milli Savunma Vekaletine ait olup ta istifade
edilemeyen öküzlerin çiftçilere dağıtılmasına dair bir teklif vardır. Acilen gündeme
alınması istenmişti. Uygun bulursanız onun görüşülmesine geçiyoruz.

TBMM Başkanlığına
Memleketimiz ziraat diyarı olduğu gibi ziraatımız da öküzlerin omuzları
üzerine dayanıyor. Anadolu'da fazla bir öküzün olması, bir avuç fazla ekinin
üretimi demektir. Halktan, askeri malzemenin nakliyesi için toplanılan öküzler
her gün gözümüzün önünde kırılıp gidiyor. Maalesef bunlara ciddi bir çare bu
lamıyoruz. Bu sebeple aşağıdaki kanun teklifinin görüşülmesini rica ederim.
26 Kasım 1921
Kütahya Mebusu
Besim Atalay
Madde 1. Askeriyede bulunan cılız ve dermansız öküzler bedelsiz olarak fakir
köylülere verilecektir.
Madde 2. Bu kanunun yürürlülüğü Milli Savunma Vekaletine aittir.
Madde 3. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.

TBMM Başkanlığına

1
TBMM Zabıt Ceridesi (17 Aralık 1921), 1.Dönem, c.15, s.121-122, http://www.tbmm.gov.tr/
34
Askeriyede bulunan cılız ve dermansız öküzlerin bedelsiz fakir köylülere
dağıtılması hakkında Kütahya Mebusu Besim Atalay Bey’in acil olarak görü
şülmesi kabul olunan kanun teklifi, Komisyonumuzda görüşüldü ve incelendi.
Kanun teklifi bütünü itibariyle uygun görülmüş ve maddelerinde bazı değişiklik
ler yapılmıştır. Kanun teklifinin aşağıdaki şekliyle kabul edilmesi arz olunur.
Maliye Kok. Bşk. Üye Üye
Reşat Ali Cenani Şükrü
Üye Üye Üye
Mustafa Kemal Ali Rıza Sırrı

MADDE 1 Askeriye emrinde bulunan cılız hayvanlar bedelsiz muhtaç ziraatçı


lara verilecektir.
MADDE 2. Dağıtım hükümet mülki amirleri tarafından yapılmak üzere hayvan
lar en yakın bir merkezde mülki amirlere teslim edilecektir.
MADDE 3. Bu dağıtımın yapılması için Hükümetçe bir yönetmelik çıkarılacaktır.
MADDE 4. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren geçerlidir.
MADDE 5. Bu kanunun yürürlülüğü Milli Savunma, Maliye, İçişleri ve İktisat
vekillerine aittir.

SELAHATTİN BEY (Mersin): Askeriye bu meseleyi yapıyor.


BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Bu işin en nihayet görüşmeye konduğundan
dolayı Cenabı Hakka elhamdülillah diyeceğim. Günlerce çağırdım, bağırdım. Ni
hayet elde öküz kalmadı. Ondan sonra kanunun görüşülmesi kabul edildi. Bilirsiniz
ki pek eski ve kökleşmiş bir itikat vardır. Yeryüzü öküzün boynuzunda durur diye.
Bu, boş söz değildir. Arkadaşlar hele bizim gibi çiftçilerin dünyasını tutan şüphesiz
öküzlerdir. Bizim elimizden öküzlerimizi alırsanız aç ve çıplak kalırız. Köylü çiftini
onunla sürer. Köylü nakliyatını onunla temin eder. Köylünün elinden öküzünü al
mak için bir hafta gidip köyde oturmak lazımdır. Öküzsüz köylünün hayatı müm
kün değildir. Köylünün ellerinden öküzünü aldık, bakamadık, imha ettik, düğeninin
üzerinden öküzünü aldık, buraya getirdik.dünyadaçarekalmadı.
Gözümüzün Şimdi
önünde ölençıktı. Bu öl
öküzleri
mekten men edemeyen bizler, acaba hangi inkılabı yapacağız. Çok at
mayalım. Gözümüzün önünde ölen öküzlere bulamayan acaba daha büyük
dertlere çare bulabilecek mi? Seferberlikte adam Delicesine o cephede,
bu cephede bu memleketin evladını israf ettik, adam bırakmadık. de öküz
bırakmıyoruz. Arkadaşlar biliyorsunuz ki bir hayvan hastalığı ortaya has
talığın sebebi öküzlere bakılmamaktan ibarettir. Dünyanın öbür tarafından otomo
billeri için benzin getirenler acaba iki saatlik yerden saman getirtemediler mi? (al
kışlar) Almakta çok yiğidiz, tahripte çok yiğidiz. Fakat tamirde hiçiz efendiler. Böyle

35
gözlerinin önünde öküzlerinin mahvolduğunu gören halk acaba bize ne demiyor
lar? Ben utanıyorum. Bunu Yüce Meclis takdir buyursun.
HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara): Efendiler öküz meselesinde, Besim Bey’in
söylediklerine tamamen mutabık değilim. Fakat bütün, bütün reddetmek de iste
miyorum. Şimdi bu öküzlerde malumunuz, inek vebası vardır. Bu öküzlerin köylere
dağıtılacak olunması, geride kalan öküzlerimizin de imhasına sebep olacaktır.
Binaenaleyh evvela baytarlar bunları iyice muayene etsin, vebadan salim olduğu
kati olarak anlaşılsın, ondan sonra kime verilecekse verilsin. Ahırlarda öküz kal
mamasına sebep olmuştur. Bunun sebebini pekala biliyorsunuz, açlık, bakımsız
lık, gıdasızlık. Ne için bakılamıyor? Neden bakılamıyor? Bir türlü aklım ermiyor.
Bizim subay evlatlarımız, ben onlara bir şey diyemem, muharebede gösterdikleri
kahramanlığın ve idarenin yüzde birisini bu geri hizmette gösteremedi. Yalnız
gösterdikleri bir şey varsa o da fukara köylüye karşı baskıdır. Başka türlü değil.
CEMİL BEY (Kütahya): Kılınçlar Yokuşu iaşeden geçilemiyor.

HACI MUSTAFA EFENDİ (Devamla): Bunlara niçin bakılmıyor? Hanlara varırsa


nız görürsünüz. Bir kilo arpa verilmiyor. Efendiler bundan iki ay evvel Milli Savun
ma Vekaletine müracaat ettim.
ABDÜLGAFUR EFENDİ (Karesi): Hoca efendi biz biliyoruz. Dediğinize iştirak
ediyoruz. Fakat kim dinliyor? (Milli Savunma Vekili yok sesleri)

HACI MUSTAFA EFENDİ (Devamla): Ben bir kere söyleyeyim. Canı isteyenler
dinler, istemeyen dinlemez. Biz müracaat ettik. Bunlara birer kilo arpa veriliyor.
Öküz, arpa yemez. Yerse de arpalar ezilmeden yemez. Bunun için müracaat ettik.
Belki iki buçuk ay oldu. Arpa bütün girdi, bütün çıktı. Sonra, saman verirler. Onu
da yere dökerler, yazık efendim. Bir kere düşünün. Bunun üzerindeki, teğmen
yahut yüzbaşı yahut çavuş velhasıl hiç birisi üzerine almıyor, hepsi tamamıyla
lakayt. Bu hastalığın menşei budur. Bakılmaya bakılmaya nihayet hayvan hasta
oluyor. Köylere de nakliye dolayısıyla uğrayarak, köyleri de mahvettiler, bitirdiler.
Lakin benim başka arz edeceğim vardır. Bu öküzlerle köylüden, alınmış birtakım
kağnı arabaları vardır. Bunlar yağmur altında kar altında çürüyüp gidiyor. Yahut
da yakıyorlar. Bunların mühim bir kısmını cepheye gönderdiler onların hiçbirisi
gelmedi. Bunları inceleyerek cepheye arabası gidip de geri gelmeyen fukara köy
lülere bu arabalarını dağıtılmasını rica edeceğim. Böyle bir önerge verdim. Müna
sip görürseniz.
VEHBİ EFENDİ (Konya): Efendim, gerek Besim Atalay Bey ve gerekse Hacı Mus
tafa Efendi, her ikisi de boşa yoruldular. Çünkü ortada öküz yok bitmiştir. (var ses
leri) Efendiler Hacı Mustafa Efendi hastalık vardır diyor. Hastalık olmasa dahi bu
karasığır Eylülden sonra dışarıda yatmayı bilmez. Dışarıda yatarsa her halde ölür.
Onun için köylülerin başını ayrı bir derde uğratmayalım. Yalnız Hacı Mustafa
Efendi diyor ki, efendim bunlara bakılmıyor. Ne için bakılmıyor? Bilmiyorum neden
bakılmıyor? Ben biliyorum. Çünkü mal sahibi değiller, ciğerleri sızlamıyor. Bedava
36
geldi. Nereden geldiğini o efendi bilmez. Sonra bir kağnı meselesi buyurdular. Bu
pek doğrudur. Öküzden hayır yoktur, öküzden vazgeçilmeli. Yalnız neden bakıl
madığını ilgililere sormalı. O başka bir meseledir. Yalnız kağnı meselesi pek mü
himdir. Efendiler şurada Tahtakale Çarşısının kenarında elli, yüz kadar araba var.
Bir buçuk aydır, duruyor. Bir biçare asker onu bekliyor. Geçen gün Milli Savunma
Müsteşarı Beyefendiye bunu söyledim. Dedi ki,
-Hoca efendi, o durur gördüğün kağnılar durmuyor.
-Ya ne yapıyor beyefendi?
-Onlar işe gidiyor, bir kısmı dinleniyor, sen onu o zaman görüyorsun.
...dedi. Ben şimdi buna merak ettim. Beyefendinin bu sözüne dikkat ettim. Geldim
kağnının başına. Bir asker nefercik bekleyip duruyor.
-Oğlum, bu kağnılar bir tarafa gitmiyor mu?
-Öküz yok ki kağnı bir tarafa gitsin, Hoca Efendi.
-Ne zamandan beri burada duruyor.
-İşte bir buçuk aydan beri biz bunu burada bekliyoruz.
...dedi. Halbuki beyefendi bana harıl, harıl anlatıyor, mütemadiyen söylüyor. Hoca
Efendi sen görmüyorsun. Bir kısmı gidiyor, bir kısmı geliyor. Sen gelenleri görü
yorsun, diyor. Öküz yok ki gelen gitsin. Efendiler hepimiz görüyoruz. Ayağımızın
altında, şuradadır. Eğer arkadaşlardan dikkat etmeyenler varsa geçerken dikkat
buyursun. Yüz kadar araba haydi diyelim, bir buçuk aydan beri burada duruyor.
Bunlar zayi olmadan köylülere verilse pek iyi olur. (onlar satıldı sesleri) Sonra
beyefendiler hepimizin az ve çok alakası vardır, biliyoruz. Bir köylü o bir kötü ara
ba ile o iki öküz ile on dönüm ziraat yapar. Onun malı, mülkü serveti, samanı odur.
Öküzü, kağnıyı almak kolaydır. Ama onları yerine koymak için o köylünün ömrü
nün nihayetine kadar çalışması lazımdır. Bu iyi bilinmeli. Sonra efendiler, bu mü
nasebetle hatırınıza bir şey daha getireceğim. İktisat Vekili Beyefendinin kulakları
çınlasın (amin sesleri) Efendiler gelecek seneye hasılat yoktur. (pek doğru, sesle
ri) Gelecek seneye ekecek olamadığı gibi ekilecek bir şey de yoktur. Buna karşı
ne yapılacaktır? Acaba İktisat Vekili serum şeylerini meydana getirip de buna bir
çare düşünüyor mu?
VEHBİ BEY (Maarif Vekili): Efendim zannedersem burada, görüşülen Besim Ata
lay Bey’in teklifi, bir aydan evvel yapılmış bir teklif. Acaba şimdiye kadar verilecek
hayvan kalmış mı? Kalmamış mı? Diğer taraftan biz köylüye nakliye vasıtaları
temini için de ayrıca ne düşünüyoruz. Binaenaleyh Vekil Bey’in bu husustaki ko
nuşmasını dinleyelim de ondan sonra izahatta bulunulsun.
SIRRI BEY (İzmit): Bunu Maarif Vekili sıfatıyla mı, yoksa bir mebus sıfatıyla mı
söylüyorsunuz?

37
VEHBİ BEY (Devamla): Hangi sıfatla söylersem söyleyeyim, nasıl kabul ederseniz
ediniz.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim şimdi başka bir teklif ortaya çıktı.
Karesi Mebusu Vehbi Bey, konu ile doğrudan ilgili olan Milli Savunma Vekilinin
bulunmasıyla görüşmenin devamını teklif ediyorlar.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, bu meseleye cevap olmak üzere mü
saade buyurunuz. Milli Savunma Vekili Bey, ölen öküzlere ne yapacaktır. Bu öküz
ler ölmüş, bitmiştir. Bu hataya ağlamak yanlıştır. Buna bir daha meydan verilme
mek için görüşme devam etmelidir.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Milli Savunma Vekilinin bulunmasıyla görü
şülmek üzere görüşmenin ertelenmesini isteyenler lütfen el kaldırsın. Kabul edil
medi, efendim. Görüşmeye devam edeceğiz.
(Kanun teklifinin görüşülmesi gene tehlikeye girmişti. Söz alan milletvekilleri sığır ve
basından sonra bir de kağnı meselesini ortaya çıkarttılar. Konu iyice dağıldı. İktisat
Bakanı Mahmut Celal Bey Hükümet adına eleştirileri cevapladı.)

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, görüşmenin yeterliliği hakkında bir
önerge vardır. (mesele aydınlanmadı sesleri) Efendim, bu bir tekliftir. Oylarınıza
sunuyorum. Görüşmeyi yeterli görenler lütfen el kaldırsın. Görüşme yeterli görül
medi.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, gerek Besim Atalay Bey kardeşimizin
ve gerekse Efendi Hazretlerinin buyurdukları gibi mesele evvelinden düşünülmek
lazımdı. Yani, İktisat Vekili Beyefendi bu vahim işi evvelden düşünmeli ve köylü
nün elinden alıp öküzlerini öldürmemeli idi. Vekil Bey Memleketin iktisadiyatının
neye uğrayacağını Hükümette bulundukları zaman durumu Yüce Meclise ihbar
edeceklerdi. Maalesef bu devlet iktisadının temeli olan ziraatın bu hayvanlarının
ölmesi bizi vahim neticeye götürecektir. Ordunun dayanağı onlardır. Memleketin
dayanağı onlardır. Makinemiz yoktur. Kuvvetlerimiz bütün ondan başka bir şey
değildir. Bütün üretimimizin tek amili olan bu hayvanların alınarak israf dilmesine
meydan vermesi dolayısıyla İktisat Vekili Bey vazifesini yapmamıştır.
MUSTAFA BEY (Tokat): Ne yapacak!
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ne yapacak? İstirham ederim. Böyle mühim iş
lerde daha evvelden dikkatli davransınlar. Orduya nakliye vasıtaları lazımdır. Ona
dikkat etseydiler. Kırk, elli binini birden alıp da açlıktan öldüreceklerine ihtiyaç
nispetinde alsaydılar. Buyuruyorlar ki Milli Savunma Vekaleti para verecek nakliye
vasıtaları nakliye alınacak. Öküzler öldükten sonra mı alacak? Hükümet hikmeti
bu mudur rica ederim, ilkbaharda ziraat yapılamayacaktır. Çünkü hayvan yoktur.
Ziraat yapılmazsa ordu olmaz, millet olmaz. Anadolu'da oturan bir milletin zahire
sinin Avrupa'dan gelmesinden daha büyük bir ar olamaz. Böyle kıymetli bir arazi

38
ye sahip olan bir millet hariçten zahire almak ihtiyacını duymamalıdır. Şimdi dikka
te almışlar. Öküzler bakılamamış, ölmüş, çünkü kayıkçı, arabacı ölmüş. Milli Sa
vunma Vekili ile haberleşmede imişler. Maliye Vekili para verecek, hayvan alına
cak, öküzler ne olacak? Esasen öküz kalmamış. Yalnız düşünüyorum ki ordu ya
rın ihtiyaç karşısında kaldığı zaman köylünün elinde kalmış olanlara, müracaat
etmeyecekler mi? Hastalık gayet büyüktür, ihmal edilecek bir mesele değildir.
Ordunun hayatını teşkil ediyor, milletin hayatını teşkil ediyor.
VEHBİ EFENDİ (Konya): İş işten geçtikten sonra.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): İktisat Vekilinin buradaki projelerine hayali derim.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, mevzuu müzakere olan şey
hakkında söyleyiniz.
(Daha onlarca dakika, milletvekilleri görüşlerini ortaya koydular. Kanun teklifinin görü
şülmesi bir kenara bırakılmış, ziraat ve hayvancılıkla ilgili başka başka sorunlar konuşu
lur olmuştu.)

TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Beyler hangi bakış açısından olursa olsun, sözü edilen
konuya belki bir noktayı ilave edebilirim. O da şimdi Sırrı Bey'in dokunduğu esasa
bağlıyor. Bir önerge takdim ediyorum. Her nerede olursa olsun, ordu hayvanlarının
telefine sebebiyet vermiş olanların cezalandırılması. Fakat neticeden Meclisin
haberdar edilmesi, yani Meclise bilgi verilmesini teklif ediyorum.
RAGIP BEY (Kütahya): Hakikaten şu hayvanların çiftçilere dağıtılmasına ait olan
teklif münasebetiyle memleketin en canlı bir yarasına temas edilmiş bulunuyor.
Efendiler tahminime göre yirmi bin çift hayvan gereksiz yere, fuzuli olarak öldürül
müştür. Bunlar bizim gözümüzün önünde böyle öldürülüp dururken, bizim şimdiye
kadar ruhsuz kalışımız bizim için affolunmaz bir günahtır. Binaenaleyh bir taraftan
hayvanların bu suretle halka dağıtılması görüşülürken, diğer taraftan da bunun
sorumlularından hiç değilse, birkaçı bulunarak Meclisin kapısı önünde asılmalıdır.
(bravo sesleri) Zira yalnız memleketin ziraat hayatı, iktisadi hayatı değil, doğrudan
doğruya ordunun da kuvvetine büyük bir darbe indirilmiştir. Bu hayvanların böyle
öldürülmesi binaenaleyh her kusur affolunsa, her kusura şu Mecliste müsamaha
edilse bile, bu kusura zerre kadar müsamaha edilmemelidir. Sebep olanların ceza
landırılması zerre kadar tehir edilmemelidir. Yapılan fenalıklar, yolsuzluklar gayet
açıktır. Hayvanlar gereksiz yere, fuzuli olarak, göz göre göre öldürülmüştür. Ben
şunu teklif edeceğim, Bizzat bir meclis araştırması yapılsın.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendim, insanlar da ölüyor. Onlara da acıyalım. Yal
nız öküzlere değil.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, görüşmeyi kafi görenler lütfen el
kaldırsın. Kafi görüldü. Maddelere geçilmesini kabul edenler lütfen el kaldırsın.
Maddelere geçilmesine karar verildi.

39
SALİH EFENDİ (Erzurum): Reis Bey müsaade buyurursanız bir şey arz edeyim.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Erzurum Mebusu ile Ertuğrul Me
busu Kemal beylerin serum hakkında önergeleri vardır. Halbuki görüşülen kanun
teklifinde serum ile ilgili bir şey olmadığı için bunları değişiklik önergesi değil, baş-
ka bir önerge şeklinde kabul ve ayrı bir mesele olmak üzere bir teklif şekline koya
rız. Efendim, ayrıca bu meselenin bir komisyon kurularak incelenmesini isteyen iki
önerge, değişiklik önergesi olmadıklarından işleme alınmamıştır. Şimdi birinci
maddeyi okutuyorum.

Madde 1. Askeriye emrinde bulunan cılız hayvanlar bedelsiz olarak muhtaç


ziraatçılara verilecektir.

ALİ RIZA BEY (İstanbul): O birinci maddede, efendim. Askeriyede bulunan cılız
hayvanlar ücretsiz olarak muhtaç ziraatçılara verilecektir, deniliyor. Halbuki yalnız
cılız hayvanlar tahsis ediliyor. Ordunun gerisinde ve memlekette dahilinde birtakım
yerler var ki üzerinde işleyen birçok hayvanlar var. Bu hayvanlardan yolların ol
mamasından dolayı hali hazırda orduca katiyen istifade temin edilemiyor. Eğer biz
o gibi hayvanları da sağlam olduğu halde bu maddeye ilave eder, bunların da
köylüye verilmesini kabul edecek olursak, daha büyük menfaat temin etmiş oluruz.
Bizce bu hayvanlardan maksat iş gördürmek ve ordunun nakliye ihtiyacını temin
ettirmektir. Yolların bozuk olmasından dolayı bu maksat husule gelmiyor. Bundan
dolayı cılız hayvanlar gibi, ordu tarafından istifade edilmeyen sağlam hayvanları
da bunun haricinde tutmak doğru değildir. Bu itibarla ben bunların da köylüye ve
rilmesini teklif ediyorum ve kabul buyrulursa ona göre kanunun bu maddesi değiş
tirilir.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Esas mesele ordunun elinde bulunan nakliye
vasıtalarını almak meselesidir. Daha sonra ait olduğu vekil hazır bulunsun, öyle
görüşülsün.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu teklif iki defa oya kondu, kabul
edilmedi.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim, benim araştırmama göre, sevkiyat ve nakliyat
komisyonu bu hayvanları veya ordu dairesi bu hayvanları üçe ayırıyor. Birincisi en
zayıflar, bunları köylere tevzi ediyor. Diğer kısmı ki bir derece etli olanları, kesip
orduya yiyecek oluyor. Diğer üçüncüsü ki tamamıyla zindeleridir. Bunları da ordu
nun nakliye vasıtaları kullanıyor. Şimdi birinci kısım ki en zayıf olanları, ordudan
büsbütün harice çıkarılarak, halka bugün dağıtılıyor. Fakat bakınız nasıl dağıtılı
yor? Nasıl ayrılıyor? Belediye emrine halka dağıtılmak üzere elli öküz, beş manda
seçilip tebliğ ediliyor. Belediye bir iki gün zarfında derhal memurları tayin ve tesel
lüm için depoya gönderiyor. Depoya vardığı vakitte, bu hayvanlar depodan çık
maz, işte gelin alın, bu ahırda teslim edelim, alın gidin, diyorlar. Pekala, buradan

40
çıkmazsa nasıl alınır. İki gün zarfında bu hayvanlar tamamen telef oluyor. İki gün
sonra tekrar elli öküz, beş manda hazırlıyorlar. Gelin teslim alın, diye belediyeye
haber gönderiyorlar. İkinci defa belediyeden tekrar memur gidiyor. Bu elli öküzle
beş mandayı ahırdan çıkaramıyorlar. Üç yüz sekiz öküz Sivrihisar'a gönderiliyor.
Oranın ahalisine dağıtmak üzere, buradan Sivrihisar'a gidinceye kadar yüz altmış
bir hayvan kalıyor. Bunlar Sivrihisar Kaymakamlığına teslim ediliyor. Diğerleri ta
mamıyla yolda ölüyor. Bu hale göre Sivrihisar Kaymakamının bu yüz altmış bir
hayvanın ne kadarını köylülere teslim ettiğini siz düşününüz.
ALİ RIZA BEY (İstanbul): Teslim müddetine kadar tabii hayvanlar oruç tutuyor.
RAGIB BEY (Devamla): Sonra yine o havalide Mihalıççık kazasına teslim edilmek
üzere üç yüz hayvan ayırıyorlar ve Hayvan Sevkiyat Dairesine malumat veriyorlar.
Üç yüz hayvan hazırdır, diye. Sevkiyat Dairesi on bir gün hayvanları tesellüm ve
sevk edecek memuru seçip tayin etmiyor. Bu hayvanlar da on bir gün mütemadi
yen aç kalıyor. Yani diğerlerine bir avuç saman, yarım kilo saman veriliyorsa, bun
lar güya hesaptan çıkarılmış gibi aç bırakılıyor. Bu hayvanlar tamamen telef olu
yor. Telef olduktan sonra yine depodan üç yüz hayvan daha zayıflarından ayırıyor.
O üç yüz gidiyor. Artık o ikinci üç yüzün ne vakit teslim edilip edilmediğini, ne ol
duğunu bilmiyorum. Çünkü ikinci üç yüz benim tahkikatımdan hariç kalmıştır. 30
Kasımda burada depoda dört yüz beş hayvan mevcuttu. Efendiler iki yüz on beş
hayvan da Çorum'dan ve Kırşehir'inden o gün gelmiş. Dört beş günden beri bunlar
açtır. Bunlar o gün güya istihkaka dahil olmamış. Fakat ne eskisinin ve ne de ye
nisinin istihkakını almak imkanı yokmuş. Depoda memuruna sordum. Bunları ya
rında mı iaşe edemezsiniz? Hatta diğer gün de, daha diğer gün de alamayız, dedi.
Şimdi efendiler, bu kanun maddesi görüşülürken, bunun dağıtım şekli de düşünül
sün. Çünkü bu işin başında bulunan adamlar öküzden daha öküz ve zerre kadar
merhametleri yok. Gözlerinin önünde kağnılarla, arabalarla saman geçiyor. Bir
araba saman alıp ta orada ölmek üzere bulunan hayvanların önüne dökmüyorlar.
CEMİL BEY (Kütahya): Anana, babana rahmet!
RAGIP BEY (Devamla): Onun için bu hayvanların sevk ve dağıtımını da Yüce
Meclis düşünerek, etraflı tespit etmelidir. Bilhassa bu tespit edilmek üzere bu ka
nun Komisyona gönderilmelidir. Zira bu kanunu bu suretle çıkarırsanız hakikaten
öküzler halka dağıtılmak üzere ayrılıyor, fakat halkın ellerine varmaksızın yollarda
ölüyor. Onun için Yüce Meclise tarihiyle ispat ediyorum. Bakınız Sivrihisar'a ayrı
lan hayvanlar teslim edilmemiştir. Mihalıççık'a ayrılan hayvanlar teslim edilmemiş-
tir. Hatta çeşitli defalar ayrıldığı halde tamamen ölmüştür. Hatta Ankara Belediye
sine iki defa teslim için ayrıldığı halde, hayvanlar ahırdan çıkarılamamıştır. Bu
şartlar dahilinde eğer elde beş on hayvan kalmışsa, dağıtımına başlanacaksa bu
şekilde hiçbir fayda hasıl olamaz ve bu kanun da hiçbir fayda temin etmez. Onun
için dağıtım şeklini de tespit etmelidir. Milli Savunmanın kafasına vurarak al böyle
dağıt ve teslim ettir denmelidir.

41
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat) Efendim, ben bu maddenin aleyhindeyim. Çün
kü bu öküzler zayıf, köye gitmeden telef olacaktır. Aynı zamanda vebaya yaka
lanmışlardır. Bunlar bütün hayvanlara hastalığı bulaştıracaklardır. Bunları ziraata
dağıttığımızda, bir hayvan dört araba saman ile yaza çıkar. Bir araba saman ise
on lira. Demek ki kırk liralık saman yedirecek. Halbuki yaz mevsiminde kırk liraya
sağlam bir öküz alınır. O halde çiftçi bu öküzleri almayacaktır. Şuraya vardıktan
sonra kesip ayağına çarık yapacaktır. (doğru sesleri) Bu suretle hastalığı her tara
fa bulaştıracaktır. Bunun için bana kalırsa, bunu bu suretle elden çıkarmaktansa,
ordunun çarığı için fazla, fazla para vermektense, kesip derisini alarak, bazı fenni
muamele ile terbiye ettikten sonra askere vermek daha iyidir. Şayet Yüce Meclis
bunda ısrar ederse, bunu bir kanun halinde değil, bir defaya mahsus olmak üzere,
bir kararla Milli Savunmaya emretmek daha doğrudur.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Efendim, benim zayıf hayvanları halka dağıtmayı
teklif etmeme sebep, diğer sağlam hayvanların askeriyenin işine yaradığını zan
nettiğimden idi. Rıza Beyefendi buyurdular ki bazı yerlerde yolsuzluktan dolayı bu
sağlam olan hayvanlar da işe yaramıyor, bunlar da hasta olacak. Bunların da da
ğıtılması lazımdır. Ben biliyorum ki halkın elinde bir öküz bulunması, on dönüm
den fazla ekin ekilmesi demektir. Sonra veba hastalığı varmış. Açlıktan ortaya
çıkan bu veba hastalığına yakalanmış her öküzün dağıtılmasını ben de istemem.
Tabii hiç birimiz istemeyiz. Baytarlar muayene eder. Sağlıklı ve sağlam olanlar
halka dağıtılır. Sonra bir talimat ile tevzi edilmesini isteyen arkadaşlarım oldu. Bu
doğru. Fakat elimizde vakit olmak şartıyla doğru. Talimat yapacaksak tekrar Mec
lise gelecek, bilmem ne olacak, dersek öküzler de gidecek. Irak'tan panzehir ge
linceye kadar yılan sokmuş olan adam çoktan ölür, gider. Ben buna acilen bir çare
bulunmasını teklif ediyorum.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Birinci madde hakkında görüşmeyi kafi gö
renler lütfen el kaldırsın. Görüşme kafi görüldü. İstanbul Mebusu Ali Rıza Bey’in
değişiklik önergesini okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Birinci maddenin aşağıda yazılı olduğu gibi değiştirilmesini teklif eylerim.

"Madde 1. Ordu ve cephe gerisinde bulunan her türlü cılız hayvanlar ve yolların
bozuk olmasından dolayı halen kullanılamayan kağnı arabaları, Milli Savunma
Vekaletinin menzillerde toplanarak, bedelsiz olarak muhtaç ziraatçılara ve ter
cihan istiladan zarar görmüş köylülere verilir."
İstanbul Mebusu
Ali Rıza

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, birinci madde olmak üzere bu de
ğişikliği kabul edenler lütfen el kaldırsın.

42
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bedelsiz yanlıştır.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): İşe yararsa Milli Savunma Vekaleti kullanır.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Değişikliği dikkate almayanlar lütfen el kal
dırsın. Değişiklik dikkate alınmıştır.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bu meseleler üzerinde öküzle veya öküzcülükle alaka
dar olmayanların görüş bildirmeleri doğru değildir; Milli Savunmaya tebliğ edelim
ona göre.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Maddeye geçildikten sonra artık lüzum kal
mıyor oya sunmaya. Bursa Mebusu Operatör Emin Beyin önergesi. Öküzler mua
yene edilsin, hastalık olmadığı takdirde halka dağıtılsın, diyor. Maddeye böyle bir
fıkra ilavesini teklif ediyorlar.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Bu önerge hakkında söz istiyorum. Müsaade
buyurun mesele şudur. Bugün mevzu olan hastalık inek vebasıdır. Binaenaleyh bir
tek hayvanın hasta olup olmadığı önemli değildir. Mıntıkada hastalık olup olma
ması da önemli değildir. Binaenaleyh onun için bazı mıntıkalar ayrılmalıdır. Çünkü
zaten hayvanlar çok az kaldı. Bir de hastalıklı mıntıkadan hastalıksız mıntıkaya
hayvan göndererek, elimizde kalan birkaç hayvanı da öldürmeyelim. Bu fukara
halka yazıktır.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu değişikliği dikkate alanlar lütfen
el kaldırsın. Değişiklik dikkate alınmıştır. Ankara, Mebusu Hacı Mustafa Efendi'nin,
mahvolmuş kağnıların da dağıtılması hakkında önergesi var. Rıza Bey’in önerge
sinde çoğunluk bunu kabul etti. O önergeyi de diğerleriyle beraber Komisyona
veriyoruz. İkinci, üçüncü maddeler ise birinci maddenin aldığı şekle göre görüşü
lecek. Kalıyor, hayvanların telef olmasına sebebiyet verenler hakkında Vekalet
tarafından inceleme veya soruşturma yapılmasına. Tunalı Hilmi Bey’in önergesi
Vekalet tarafından inceleme veya soruşturma yapılmasına dairdir. (gürültüler,
hayır sesleri) Müsaade buyurun efendim, iki önerge var. İkisi de soruşturma yapıl
sın diyor. Birisi diyor ki ait olduğu Vekalet yapsın, cezasını versin, diğeri diyor ki,
Meclisten üç üye seçilsin. (meclisten sesleri) İkisini de oylarınıza sunacağım. Mü
saade buyurunuz, efendim.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Ben de ona taraftar oluyorum. Önergemi geri alıyo
rum.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Pekala, Mersin Mebusu Selahattin Bey’in
önergesini okuyalım.

TBMM Başkanlığına
Gerek memlekette ve gerek orduda zayi olan hayvanlar hakkında, ya
Sağlık Komisyonundan veya Meclis üyelerinden veya bu işin uzmanlarından iki

43
kişinin seçilerek inceleme yapmasını ve neticesini Meclise sunmalarını ve ka
nunun bir an önce kabulünü teklif ederim.
Mersin Mebusu
Selahattin
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Bu önergeyi kabul edenler lütfen el kaldırsın.
Esas itibariyle kabul edildi. (üç kişi olsun sesleri) Efendim, üç kişi olmasını kabul
edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edildi, efendim. Seçilmeleri Meclisten mi olsun?
Yoksa. (Meclisten sesleri)
NAFİZ BEY (Canik): Biri Mili Savunmadan, Sağlıktan, biri de Adliyeden üç zat
olsun.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, uygun bulursanız bir gün sonra
yapacağımız toplantıda seçim yaparız.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Komisyonlara bu yetkiyi verelim, bir an evvel seçim
yaparlar, seri olur.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim on beş komisyon bu seçimi yapa
maz. Bu mesele son buldu.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Bu kanun çıkıncaya kadar belki telef olacak
1
hayvanlar vardır. Bunlara güzel bakılması tembih edilsin.
(On beş gün sonra 5 Ocak 1922 tarihindeki oturumda...)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Diğer bir kanunun görüşülmesine geçiyo
ruz. Geçen gün değiştirilmek üzere, Komisyona vermiştik. Bugün geldi.

TBMM Başkanlığına
Askeriyeden muhtaç ziraatçılara dağıtılacak inek ve öküzlere dair kanun
teklifi, mevcut verilen önergelere göre değiştirilerek yeniden hazırlanması için,
Meclis Umum Heyeti tarafından 20 Aralık 1921 tarihinde Milli Savunma Komis
yonuna havale buyrulmuştu. Bu kanun teklifinin birinci ve ikinci maddeleri Ko
misyonumuzun 25 Aralık 1921 tarihli toplantısında aşağıdaki şekilde değiştiril
miştir.
Milli Savunma Kom.Bşk. Raportör Üye Katip Üye
Ömer Lütfi Hüsrev Memduh Necdet

Madde 1. Ordunun cephe ve gerisinde bulunan bütün cılız inek ve öküz ile
çeşitli sebeplerden dolayı kullanılmayan ve lüzumsuz oldukları Milli Savunma
Vekaletince tespit edilecek olan memleket içindeki ordu nakliye merkezlerinde
mevcut olan hayvanlar ve fazla kağnı arabaları bedelsiz muhtaç ziraatçılara ve

1
TBMM Zabıt Ceridesi (20 Aralık 1921), 1.Dönem, c.15, s.173-185, http://www.tbmm.gov.tr/
44
tercihan düşman istilasından zarar görmüş yerlerdeki ziraatçılara verilir.
Madde 2. Hayvanların, muayene ve tedavileri veterinerler tarafından yapıldık
tan sonra dağıtım hükümet mülki amirleri tarafından yapılmak üzere en yakın
bir merkezde mülki amirlere teslim edilecektir. Şu kadar ki dağıtımın sonuna
kadar bakım ve beslenmeleri ordu tarafından yapılacaktır.

VEHBİ EFENDİ (Konya): Efendim, burada bir şey unutulmuş zannediyorum. Zayıf
öküzlerden ordunun istifade edemeyeceği aşikar olduğu gibi ordunun istifade
edemeyeceği merkepler vardır. O merkeplerden de işe yaramayacakları ayrılıp
dağıtılırsa fena olmaz zannederim. (pek uygun sesleri) Binaenaleyh bu da nok
sandır.
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Muhterem arkadaşlar ordunun millete karşı olan bu
lütfüne çok müteşekkirim. Bir defa zaten ordu bunları milletten almıştır. Cılız, hiçbir
şeye yaramaz ve hiçbir iş görülmez bununla. Sanki bu bir lütuf mudur? Rica ede
rim. (lütuf olduğunu siz söylediniz sesleri) Fakat bu lütuf vereceği kadar almak
üzere galiba, yani şu kadar verdim. Şimdi yine getirin eğer bu böyle ise ben şimdi
den bunu reddederim. Zararı yok, orduda kalsın. Şimdiye kadar geberttiği gibi yine
gebertsin. (alkışlar)
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Efendim, Muhterem Heyetinizce kabul edilmiş bir
önergem vardı. O da hasta olmayan öküzlerin dağıtılmasına dairdi. Komisyonun
tespit ettiği maddede zannederim buna dair bir kayıt yoktur. Onun için açıklamada
bulunuyorum. Hasta olan hayvanlar katiyen dağıtılmasın bu bir, ikincisi kağnı ara
balarını dikkatinizi çekeceğim. Kağnı arabaları, buradan Doğu hududumuza kadar,
her yerde küme küme terk edilmiştir. Memleketlerine iade edilecek binlerce muha
cirlerimiz vardır. Geçen sene zannediyorum Sağlık Vekaleti araba tedarikinde çok
müşkülata maruz kalmıştı. Bugün böyle hazır arabalarınız varken ne için muhacir
lere tahsis etmiyorsunuz. Bunlar yalnız gitmez, öküzünü de tedarik eder. Muhacir
lerin sevkine başladığınız zaman elinizde para dahi olsa araba bulamayacaksınız.
Binaenaleyh Sivas ve daha ilerde bulunan arabaların hepsini muhacirlere tahsis
edilmesini teklif ederim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bu kanunun verdiği miktar, yani Milli Savunma
Vekaletinde ne kadar araba ve ne kadar zayıf hayvan vardır? Bunları nasıl anla
yacağız? Bu takdir edilecek bir meseledir.
RİFAT BEY (Tokat): Arkadaşlar, seçim bölgemden gelirken, Çorum'a uğramıştım.
Çorum'da Hususi Kalem Müdürüyle görüşürken,
-Emir aldım, burada iki bin kağnı ve dört bin öküz depo edilmiştir. Ayda dört yüz
ton saman veriyorum. Fakat her halde baharda bir tanesi kalmaz.
...dedi. Mamafih bahara, çıkacağını ümit etmem. Ben defalarca yazdım, bir cevap
çıkmadı. Rica ederim, siz bu vaziyeti söyleyin, anlatın. Ya öküzleri köylüye versin

45
ler veyahut yemlerini temin etsinler. Tekâlifi Milliyenin arpalarını tamamen yedir
dim. Bundan sonra yedirecek arpa, falan da yoktur. Saman almak mecburiyetinde
kalacağım, diyordu. Birazını da meccanen beslemek üzere köylülere dağıtmış.
Sonra Kılınçlar Hayvan Hastanesinde de dört yüz at, hastane namına diye oraya
doldurulmuş, memurları diyorlar ki,
-Bizim bu atlara saman ve arpa getirmek için vasıtamız yoktur. Bazen köylüden
araba alıp arpa, saman tedarik ediyoruz. Bazen de yiyecekleri tükeniyor ve vesait
buluncaya kadar da hayvanlar aç kalıyor. Bunlar bu suretle hep ölecektir.
...diyorlar. Muhterem Heyetinizden rica ederim. Kılınçlar Hayvan Hastanesinde
bulunan bu atları da köylülere dağıtsınlar.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Çokları sakattır. Sağlamlarını da berbat
eder.
RİFAT BEY (Devamla): Sakat olmayanları da var. Her halde bu cılız tabiri de kal
dırılırsa daha iyi olur. Çünkü diğerleri de yarın cılız olacak. İstisnasız hepsi verilsin.
ALİ RİZA BEY (Milli Savunma Komisyonu Üyesi): Efendim, Vehbi Efendi Hazretle
rinin merkepler hakkındaki teklifini Komisyonca da muvafık buluyoruz. Merkeplerin
de tabii cılız hayvanların yanında ziraatçılara dağıtılması hususunu tensip ve te
min edeceğiz. Cılız hayvanlar meselesi tabii ki Milli Savunma Vekaleti veterinerle
rince muayene neticesinde tezahür edecek meseledir. Veterinerler Heyeti hangi
hayvanların cılız olduğuna dair rapor verirse tabii bu kanunun hükümleri o hayvan
lar hakkında tatbik olunur. Yoksa Heyet raporuna istinat ettirilmeksizin şüphesiz
dağıtım yapılmaz. Sonra hali hazırda veba hastalığına yakalanan hayvanların
dağıtılması meselesi ileri sürülüyor ki bu hayvanlar zaten tecrit edilmiştir ve bunla
rın tecrit müddeti bitmedikçe dağıtılması mevzuu bahis olamaz. Bundan dolayı bu
kanuna böyle bir kayıt ilavesine lüzum yok gibidir. Komisyonun görüşü bundan
ibarettir. (cılız atlar hakkında sesleri) Bu da Komisyonca kabul olunabilir.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim Milli Savunma Vekili Paşa Hazretleri de burada
dır ve zannediyorum ki esasen Milli Savunma Vekaletince bu hayvanların ahaliye
dağıtılması başlamış ve belki iki aydan beri de ahaliye ücretsiz dağıtılıyor. Bana
kalırsa müzakere edilmesi gereken mesele bu değildir. Milli Savunma Vekaleti
emrinde bulunan diğer hayvanlar da günden güne cılızlaşıyor ve beslenmeleri
layıkıyla temin edilemiyor. Binaenaleyh zaten cılız olan hayvanlar, Milli Savunma
Vekaletince dağıtılmakta olduğundan, bari bugün elde bulunan hayvanların yarın
cılızlaşmamasını temin için Meclis bir çare düşünmelidir. Yoksa Milli Savunma
Vekaleti zaten ücretsiz cılız hayvanları dağıtmaktadır.
ALİ BEY (Karahisar): Zaten hayvanları cılız olduğu için eğer daha uzak kazalara
sevk edecek olurlarsa her halde yarısından fazlası da elden çıkar. Nitekim hay
vanlar baştan toplanırken de aynı hal vaki olmuştur. Esas birtakım hazırlıklar ya
pılmadığı halde hayvanları topladılar. İdare edemeyecek ehil olmayan ellere verdi

46
ler ve yemleri de layıkıyla temin edilemediği için ilk toplandıkları günden itibaren
bu hayvanlar zayıf düşmeye başlamıştır. Şimdi de bu zayıf hayvanları yeniden
aynı şekilde birkaç askerin eline angarya olarak uzak kazalara dağıttıracak olur
sak, yarısından fazlası da yollarda zayi olacaktır. Onun için orduda bulunan zayıf
hayvanların bilhassa orduya yakın kazalara dağıtılması daha uygun olacağı fikrin
deyim.
ALİ RIZA BEY (Milli Savunma Komisyonu Üyesi): Komisyon bu sebepten dolayı o
kanun maddesine bir kayıt koymuştur ki o da tercihan istila görmüş yerler ahalisi
ne verilecektir, kaydıdır. Yani uzak kazalara dağıtmak mecburiyetinde olmamak için
bu esas kabul edilmiştir.
DURSUN BEY (Çorum): Efendiler bugün cephede ve cephe gerisinde bulunan
gerek bu hayvanlar, malumunuzdur ki tekalifi milliye suretiyle ve alındı belgesi
mukabilinde ahaliden alınmıştır. Binaenaleyh bu toplanılan hayvanların bir kısmı
cephe gerisinde, öbür kısmı da bulunduğu memleketlerde askeriyenin elindedir.
Kanunda da deniliyor ki bu hayvanlar muhacirlere ve muhtaç olanlara verilecektir.
Halbuki bunlar mahallinde, zaten muhtaçlardan alındı ve ihtimal ölmeyen ve sağ
kalan hayvanların sahipleri de oradadır. Bana kalırsa eğer cephe gerisinde bu
hayvanların hakiki sahiplerini bulmak mümkün ise bu hayvanları onlara vermeli.
Aksi takdirde muhacirlere dağıtılmalı. Ne hakla, sen kimin malını kime veriyorsun?
ALİ RIZA BEY (Milli Savunma Komisyonu Üyesi): Teklifiniz iyi bir temennidir, fakat
tatbik mümkün değildir.
DURSUN BEY (Devamla): Bunun için ne kanun yapılacak? Bunun makbuz muka
bilinde bedeli verilmiş değildir. Askeriye onu toplamıştır. Binaenaleyh şuna buna
ve muhtaç olanlara vereceğiz demek, bir haksızlıktır. Bunların hakiki sahipleri
duruyor, onlara verilmelidir. Eğer sahibi bulunmuyorsa onu da malları kaybolan
köylüler vardır ki onlara vermeli ve Hükümet bu suretle borcunu ödemelidir. Sonra
bu hayvanlardan cephe gerilerinde, Rıfat Bey biraderimiz anlattı, dört bin kadar
hayvan Çorum'da duruyor. Bunlar hep kötürüm, işe yaramıyor. Kırk elli asker onla
rın muhafazasına memur. Her gün üç beş bin kilo arpa, o nispette saman beyhude
heder olup gidiyor. Bunları acilen sahiplerine vermeli ve bu meseleyi kapatmalı.
Dağıtım esnasında bir de komisyon teşekkül etmeli, sahiplerine belge mukabilinde
verilmelidir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bir şey arz edeceğim. Müsaade buyrulursa. Dur
sun Bey’in sözleri belki arkadaşlarımıza tesir etmiştir. Efendim malumunuz hay
vanlar alınırken yüzde yirmisi alındı. O zaman alınırken iki çift öküz alınmış ise
bütün köylü onun parasını toplamış, vermiştir. Halbuki bu sefer sahibine verilirse
cılız hayvanları dağıtma işinin içinden nasıl çıkılır?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim mesele aydınlandı. Müzakerenin
yeterliliğini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir efendim. Efendim dört
önerge var. Hoca Vehbi Efendi, merkeplerin ilavesini teklif ediyor. (kabul sesleri)

47
Komisyon da kabul ediyor. Sonra Rıfat Efendi de cılız atların da ilavesini teklif,
ediyor ve Komisyon da muvafakat ediyor. Bursa Mebusu Operatör Emin Bey’in de
kağnıların tercihan muhacirlere verilmek ve bedelleri sonra mahsup edilmek üzere
Sağlık Vekaleti emrine verilmesine dair teklifi var.
BİR MEBUS BEY: Efendim cılız hayvan kelimesine merkep ve deve de dahil değil mi?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): İnek ve öküz tabiri var, efendim.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Reis Bey inek ve öküz tabiri kalksın da hayvanlar
denilsin.
ABİDİN BEY (Lazistan): Efendim benim önergem var.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim bir teklif var. Cılız hayvan tabiri
ile yetinerek merkep, at, sığır hepsi içine alınsın deniliyor. Bu teklifi kabul edenler
lütfen el kaldırsın. Kabul edildi. Efendim bunların muhacirlere verilip verilmemesi
meselesi yahut Sağlık Vekaletine devri hakkında Operatör Emin Bey’in bir öner
gesi var okunacak.

TBMM Başkanlığına
Birinci Maddeye aşağıda yazılı fıkranın ilavesini teklif ederim.
5 Ocak 1921
Bursa Mebusu
Operatör Emin
Madde 1 (ek): Kağnı arabaları ile hasta olmayan ve ordunun işine yaramayan
her nevi hayvanlar, öncelikle Doğu vilayetleri muhacirlerinin nakledilmeleri için
Sağlık Vekaleti emrine verilecek ve takdir edilecek bedelleri muhacir ödeneğin
den mahsup edilecektir.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu önergeyi kabul edenler lütfen ellerini
kaldırsın. Kabul edilmemiştir. Efendim bir önerge daha var, Abidin Bey’in. Diyor ki
bu kadar hayvan orduda mahvolmuştur. Ahalinin işine yaramayacaktır. Yine ordu
da kalsın diyor. (ret sesleri) Efendim birinci maddeyi değiştirildiği şekliyle oya arz
edeceğim.

Madde 1. Ordunun cephe ve gerisinde bulunan bütün cılız hayvanlar ile çeşitli
sebeplerden dolayı kullanılmayan ve lüzumsuz oldukları Milli Savunma Vekale
tince tespit edilecek olan memleket içindeki Ordu Nakliye Merkezlerinde mev
cut olan hayvanlar ve fazla kağnı arabaları bedelsiz muhtaç ziraatçılara ve
tercihan düşman istilasından zarar görmüş yerlerdeki ziraatçılara verilir.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Maddeyi bu suretle kabul edenler lütfen
elini kaldırsın. Kabul edilmiştir, efendim. İkinci Maddeyi okutuyorum.
48
MADDE 2. Hayvanların, muayene ve tedavileri veterinerler tarafından yapıldık
tan sonra dağıtım hükümet mülki amirleri tarafından yapılmak üzere en yakın
bir merkezde mülki amirlere teslim edilecektir. Şu kadar ki dağıtımın sonuna
kadar bakım ve beslenmeleri ordu tarafından yapılacaktır.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): İkinci maddeyi kabul edenler lütfen elini
kaldırsın. Madde aynen kabul edilmiştir.

Madde 3. Bu dağıtımın yapılması için Hükümetçe bir yönetmelik hazırlanacaktır.

(bu maddeye lüzum yoktur sesleri)


MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu maddenin kaldırılmasını kabul edenler
lütfen elini kaldırsın. Kaldırılması kabul edilmiştir. Efendim dördüncü madde,
üçüncü madde oluyor.

Madde 3. Bu Kanun, yayınlandığı tarihten itibaren geçerlidir.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu maddeyi kabul edenler lütfen elini kal
dırsın (kabul sesleri) Kabul edilmiştir. Efendim beşinci madde, dördüncü madde
oluyor.

Madde 4. Bu kanunun yürütülmesi Milli Savunma, Maliye, İçişleri ve İktisat


vekaletlerine aittir.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Maddeyi kabul edenler lütfen elini kaldır
sın. Kabul edilmiştir. efendim, Kanunun tamamını kabul edenler ellerini kaldırsın.
1
Kabul edilmiştir.

ORDUNUN ELİNDEKİ İHTİYAÇ FAZLASI HAYVANLARIN FAKİR KÖYLÜLE


RE DAĞITILMASINA DAİR KANUN
Madde 1. Ordunun cephe ve gerisinde bulunan bütün cılız hayvanlar ile çeşitli
sebeplerden dolayı kullanılmayan ve lüzumsuz oldukları Milli Savunma Vekale
tince tespit edilecek olan memleket içindeki Ordu Nakliye Merkezlerinde mev
cut olan hayvanlar ve fazla kağnı arabaları bedelsiz muhtaç ziraatçılara ve
tercihan düşman istilasından zarar görmüş yerlerdeki ziraatçılara verilir.
Madde 2. Hayvanların, muayene ve tedavileri veterinerler tarafından yapıldık
tan sonra dağıtım hükümet mülki amirleri tarafından yapılmak üzere en yakın

1
TBMM Zabıt Ceridesi (5 Ocak 1922), 1.Dönem, c.15, s.326-329, http://www.tbmm.gov.tr/
49
bir merkezde mülki amirlere teslim edilecektir. Şu kadar ki dağıtımın sonuna
kadar bakım ve beslenmeleri ordu tarafından yapılacaktır.
Madde 3. Bu kanun, yayınlandığı tarihten itibaren geçerlidir.
Madde 4. Bu kanunun yürütülmesi Milli Savunma, Maliye, İçişleri ve İktisat
vekaletlerine aittir.

5 OCAK 1922: UKRAYNA HÜKÜMETİ İLE İMZALANAN DOSTLUK ANTLAŞMA


SI HAKKINDA DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN BEYANATI
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 140.Birleşim, Gündem:6/1)

Aralık ayında Ankara’ya gelen Ukrayna Elçisi Frunze ve heyeti ile


Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey Başkanlığındaki Türk heyeti arasında
Ukrayna-Türkiye Konferansının görüşmelerine başlanır. 2 Ocak 1922
günü taraflar arasında Türkiye–Ukrayna Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması
imzalanır. Bu Antlaşma ile Türkiye, Ukrayna’yı bağımsız ve egemen bir
devlet olarak tanıdı. Ukrayna da Türkiye ile Kafkas - Sovyet devletleri
arasındaki her anlaşmayı tanıyacağını bildirdi.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey Antlaşma
hakkında malumatta bulunacak. Buyurun, Efendim.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Ukrayna Heyetiyle Büyük Millet Meclisi
Heyeti delegeleri arasında müzakere edilen ve Hükümetimizle bu Cumhuriyet
Hükümeti arasında imzalanmış olan Antlaşmayı malumat olmak üzere, Yüce Mec
lisinize okuyacağım. Şüphesiz bu metin Dışişleri Komisyonuna gidecek, sonra
Yüce Meclisinizde tasdik için lazım gelen müzakere yapılacaktır. Okuyorum.

TÜRKİYE-UKRAYNA DOSTLUK VE KARDEŞLİK ANTLAŞMASI


Milletlerin yardımlaşma esasını ve halkların kendi mukadderatlarını ser
bestçe tayin etmek hakkını tanımakta olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükü
metiyle Ukrayna Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti Hükümeti, genişleme ve istila
siyasetine karşı olan mücadelelerindeki dayanışmalarını ve iki milletten birinin
başına gelecek olan kötülüğün diğerinin vaziyetini de tesir edeceğini düşünür
ler. Aralarında daimi münasebetlerin ve her iki milletin karşılıklı menfaatlerine
dayanan devamlı dostluğun yerleşmiş olmasını görmek arzusuyla, Karade
niz’deki yakın komşuluklarını itibara alarak, aralarında mevcut mükemmel ve
kalbi münasebetlerin ve sadık dostluğun adına, samimiyetle sağlamlaştırmaya
ve bu gayeye ulaşmak maksadıyla bir Yardımlaşma ve Dostluk Antlaşması
imzalamaya karar vermişlerdir.
Bu husus için Ankara Şehrini mahalli müzakere yeri olmak üzere tespit
etmişler ve salahiyetli delegeler olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti
Kastamonu Mebusu ve Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey’i, Ukrayna Sosyalist

50
Sovyet Cumhuriyeti Hükümeti Sovyet Merkezi İcra Komitesi ve Halk Komiserle
ri Meclisi Üyesi, Başkumandan, Kızılbayrak nişanı sahibi Frunze Mişel'i tayin
etmişlerdir. Bu delegeler kâfi ve usulüne uygun olarak, tanzim edilmiş bulunan
salahiyet yazılarını teati ederek aşağıda yazılı maddeleri kararlaştırmışlardır.
MADDE 1. Tarafların her biri tarafından diğerine zorla kabul ettirilmek istenilen
hiçbir sulh antlaşmasını veya diğer hiçbir milletlerarası anlaşma ve sözleşmeyi
tanımamayı esas olarak kabul ederler. Ukrayna Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti
Hükümeti, Türkiye Hükümeti tarafından tanınmamış Türkiye'ye ait hiçbir sulh
antlaşmasını veya diğer hiçbir milletlerarası anlaşma ve sözleşmeyi tanımama
yı kabul eder. Bu Andlaşmada yazılı “Türkiye” terimi ile 28 Ocak 1920 günü
İstanbul’da toplanan Milli Meclisin kabul ettiği Milli Misak’ta ifade edilen toprak
lar anlaşılmaktadır. Ukrayna Hükümeti 16 Mart 1921 tarihinde imzalanmış olan
Türkiye - Rusya Dostluk Antlaşmasının birinci ve üçüncü maddeleri ve eklerin
de tayin olunan Türkiye hudutlarını tanır. Bundan başka Ukrayna Hükümeti,
Kars Konferansında Türkiye ile Kafkasya Sovyet Cumhuriyetleri arasında imza
lanan Antlaşma hükümlerini tanımayı taahhüt eder.
MADDE 2. Türkiye, eski Rus İmparatorluğu arazisi üzerinde Ukrayna ile mütte
fiki Rusya Cumhuriyeti ve bütün hudut devletler arasında imzalanmış antlaş
malarla tespit edilmiş hudutlar dâhilinde Ukrayna işçi ve köylülerinin iradesiyle
kurulmuş olan Ukrayna Sosyalist Sovyet Cumhuriyetini bir bağımsız devlet
olarak tanıdığını beyan eder.
MADDE 3. Taraflar, Türkiye ile eski Rus İmparatorluğu ve Türkiye ile Ukrayna
arasında 16 Mart 1921 tarihine kadar imzalanmış olan bütün antlaşmaların
hakiki menfaatlerine uygun olmadığını tasdik ederler. Binaenaleyh bu antlaş
maların yok hükmünde olduğu hususunda taraflar aynı fikirdedir. Eski Rus
İmparatorluğu içinde yer almış olan Ukrayna, Türkiye ile Çar Hükümeti arasın
da evvelce imzalanmış milletlerarası senetlere dayanan mali ve diğer her çeşit
taahhütlerden kendisine karşı Türkiye'nin beri olduğunu bilhassa beyan eder.
MADDE 4. Boğazların bütün devletlerin ticaretine açılması ve geçiş serbestliği
nin sağlanması için taraflar, Karadeniz ve boğazların bağlı olacağı rejimin kesin
şekilde hazırlanması işinin, kıyı devletlerinin temsilcilerinden kurulmak üzere,
daha sonra yapılacak bir konferansta alınacak kararların Türkiye’nin istiklaline
ve Türkiye ile onun Başşehri olan İstanbul’un güvenliğine hiç bir zarar getir
memesi şarttır.
MADDE 5. Taraflar Karadeniz’e sahilleri olması itibarıyla, bu denize dökülen
nehirlere dair hiçbir milletlerarası usule karar verilemeyeceğini tesbit hususun
da aynı fikirdedirler. Bu husustaki haklarının tanınması için birlikte çalışmaya
ve birbirlerine yardım etmeye hazırdırlar.
MADDE 6. Taraflar, toprakları üzerinde, karşı taraf ülkesinin ya da ona bağlı

51
topraklardan birinin hükümeti rolünü üstlenmek iddiasında bulunan örgüt ve
grupların kurulmasını ya da yerleşmesini ve öteki ülkeye karşı harp etmek
amacında olan grupların yerleşmesini hiç bir zaman kabul etmemeyi kabul
ederler. Şurası belirlidir ki işbu Maddede söz konusu olan “Türkiye toprakları”
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin doğrudan doğruya sivil ve askeri
idaresi altında bulunan topraklardır.
MADDE 7. Taraflar, içlerinden birinin öteki ülke topraklarında oturan vatandaş
ları için En Çok Gözetilen Millet tatbikine izin verirler. Bu Madde Sovyetler
Cumhuriyetlerinin kendi topraklarında Ukrayna'nın müttefikleri olan Sovyet
cumhuriyetleri vatandaşlarına tanıdıkları haklar ile Türkiye tarafından kendisi
nin müttefikleri olan Müslüman devletlerinin vatandaşlarına tanınan hakları hiç
bir zaman kapsamaz.
MADDE 8. Taraflardan birinin, öteki taraf topraklarında oturan vatandaşları,
yerleşmiş oldukları ülke kanunlarından doğan hak ve vazifelere uygun biçimde
işlem görmekle birlikte, milli savunmayla alakalı kanunlardan muaf tutulup,
onlara uymaları istenilmeyecektir. Aile, veraset hakları ile ehliyete ilişkin işlerde
de tarafların vatandaşları işbu Madde hükümlerinin dışında kalacaklardır. Bu
konular bir özel anlaşma yapılarak çözümlenecektir.
MADDE 9. Ukrayna, kapitülasyon usulünün yok hükmünde olduğuna ifade
eden, 16 Mart 1921 tarihli Türkiye - Rusya Dostluk Antlaşmasının yedinci mad
desi hükmüyle, 13 Eylül 1921 tarihli Kars Antlaşmasının üçüncü maddesi hük
münü tamamıyla kabul ve tasvip edildiğini beyan eder.
MADDE 10. İmkân olur olmaz, telsiz telgraf haberleşmesi de dâhil olmak üzere
bir posta ve telgraf sözleşmesiyle, bir elçilik ve konsolosluk anlaşmasının imza
lanmasına karar verilmiştir.
MADDE 11. Onuncu maddede ifade edilen elçilik ve konsolosluk anlaşmasının
imzalanmasına kadar taraflardan her biri diğer tarafın her hangi bir temsilcisinin
kabul edeceği şehir ve limanlarıyla, ticaret mevkisine tayin edilecek konsolos
vekilleri imtiyazlı olarak muamele göreceklerdir.
MADDE 12. İki memleket arasındaki münasebetin kesilmemesi için taraflar
süratle deniz, demiryolu, telgraf ve diğerlerinin muhafaza ve gelişmesi ve iki
memleket arasında yolcu ve eşya nakliyesi için lazım olan tedbirleri almayı
taahhüt ederler. Taraflar bu hususta Rusya ve Kafkasya Sovyet cumhuriyetleri
ile icap eden teşebbüsleri icraya başlayacaklardır. Ticaret hakkında bir anlaş
ma veya sözleşme imzalanıncaya kadar yolcuların ve ticari eşyaların nakliye
sinde taraflardan her birindeki kanun ve nizamlar harfiyen tatbik edilecektir.
MADDE 13. İktisadi, mali ve diğer mukavelelere ait hususlara mümkün olduğu
kadar kısa bir zamanda başlanacaktır.

52
MADDE 14. Taraflar mümkün olan kısa bir süre içinde Karadeniz’deki kendi
limanlarında tatbik edilecek sağlık tedbirlerine ait yönetmelikleri yapmayı taah
hüt ederler.
MADDE 15. Tarafların hükümetleri bu Antlaşmanın imzalanmasından sonra
derhal diplomatik münasebetlere başlayacaklardır. Milli bayrak ile devlet arma
larının vasıflandırılması ve resimlerini o zaman taraflar birbirlerine ulaştıracak
lardır.
MADDE 16. Bu Antlaşma tasdik muamelesine tabi tutulacaktır. Tasdik evrakları
Antlaşmanın imza edildiği tarihten itibaren üç aylık bir müddet zarfında
Harkof‘ta teati edilecek ve teati edildiği gün Antlaşma yürürlüğe girecektir. Yu
karıda yeralan maddeler Türkiye ve Ukrayna delegeleri tarafından kendi elleri
ile imza edilmiştir. Bu Antlaşma Fransızca olarak Ankara'da 1922 Ocak Ayının
ikinci günü tanzim ve imza olunmuştur.
Yusuf Kemal Fronize
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Dışişleri Vekâletine birkaç soru önergesi
verilmiş. Görüyorsunuz ki şu günlerde meşguliyetim pek fazladır. Bugün beni ma
zur görülmenizi rica ederim. (pekâlâ, doğrudur sesleri)
(On sekiz gün sonra, 23 Ocak 1922 tarihindeki oturumda...)
1
SALİH EFENDİ (Erzurum): Sana ve Ukrayna heyetine teşekkür ederim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Ukranya Temsilcisi Frunze'nin Trabzon'
dan çektiği telgraf var, okunacak.

Büyük Millet Meclisi Reisi Mareşal Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine


Bizim için pek aziz olmuş olan Türk Milletinin topraklarını bugün terk
ederken şahsında bu Millete ve kahraman Ordusuna bir kere daha selamlarımı
göndermek istiyorum. Türkiye, Ukrayna, Rusya ve Kafkasya işçi kütleleri ve
hükümetleri arasındaki kardeşlik bağını takviye yolunda başladığımız işin ya
kında bu halkların ve hükümetlerini hayatın bütün sahalarında daha sıkı ve
kuvvetli münasebetlerin kurulmasına sevk edeceğine inanıyorum. Reisi oldu
ğunuz Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin başladığı işlerde tamamen
muvaffak olmasını hararetle temenni ederim. Önümüzdeki harp hedefleri me
sut bir şekilde neticelendiği zaman, bu Sayın Türk halkıyla, Hükümetin maddi
ve manevi mesuliyet yoluna ulaşacağından eminim. Türk halkına daima takdir
hislerimle bağlı olduğumu ifade ile sevgi ve muhabbet eylerim.
Fronize

1 TBMM Zabıt Ceridesi (5 Ocak 1922), c.15, s.316-317, http://www.tbmm.gov.tr/


53
1
(alkışlar)
(Antlaşmanın imzalanmasından bir buçuk ay sonra, 16 Mart 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Ukrayna Antlaşması hakkındaki


Kanun Tasarısının müzakeresine başlıyoruz.

TBMM Başkanlığına
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Ukrayna Sosyalist Sovyet
Cumhuriyeti arasında imza olunan Dostluk ve Kardeşlik Antlaşmasının, Türkiye
Büyük Millet Meclisince kabul ve tasdiki hakkında olup Hükümetin 22 Ocak
1922 tarihindeki toplantısında kabul edilen Kanun Tasarısı ektedir. Lazım gelen
muamelenin yapılmasını istirham eylerim, Efendim. 22 Ocak 1922
Vekiller Heyeti Reisi ve
Genel Kurmay Reisi
Fevzi
TÜRKİYE-UKRAYNA DOSTLUK VE KARDEŞLİK ANTLAŞMASI HAKKINDA
KANUN TASARISI
MADDE 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Ukrayna Sosyalist Sovyet
Cumhuriyeti Hükümeti tarafından 2 Ocak 1922 günü Ankara'da imza olunan
Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması, Büyük Millet Meclisince kabul ve tasdik olun
muştur.
MADDE 2. Bu kanunun yürütmesi Hükümete aittir.

TBMM Başkanlığına
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Ukrayna Sosyalist Sovyet
Cumhuriyeti Hükümeti arasında Ankara'da imza olunan Dostluk ve Kardeşlik
Antlaşması ve hakkındaki Kanun Tasarısı, Komisyonumuzda müzakere edile
rek oybirliği ile kabul edilmesi uygun bulunmuş olmakla, Genel Kurulun tasvibi
ne arz olunur, Efendim.13 Mart 1922
Dışişleri Komisyonu Bşk. Raportör ve Kâtip Üye Üye
Yunus Nadi Ziya Hurşit Abdullah Azmi

TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Reis Bey usul hakkında, Efendim bu Antlaşma
metni bir bütündür ve madde, madde müzakeresine lüzum yoktur. Tamamı hak
kındaki beyanat kâfidir.

1 TBMM Zabıt Ceridesi (23 Ocak 1922), c.16, s.133, http://www.tbmm.gov.tr/


54
MAHMUT CELAL BEY (Dışişleri Vekâleti Vekili): Efendiler, bu gibi muamelelerin
müzakeresinde iki taraf arasındaki siyasi vaziyet hakkında beyanatta bulunmak
teamül haline geldi. Fakat bendeniz, bilhassa bu Antlaşmada buna lüzum görme
diğim için kısaca malumat etmek istiyorum. Ukrayna Dostluk ve Kardeşlik Antlaş
ması da Yüce Meclisinizin evvelce oybirliği ile tasdik ettiği, Rus Sovyet Antlaşma
sının hemen aynı esaslarını ihtiva etmektedir. Binaenaleyh vaziyetin ve takip etti
ğimiz esasların aynı olmasına binaen bu Antlaşmayı da biran evvel tasdik buyur
manızı istirham ediyorum.

İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Arkadaşlar, bugün 16 Mart’tır. 16 Mart tarihi, siyasi
tarihimizde hem elim ve hem de hayırlı bir devrin başlangıcıdır. Yani 16 Mart 1920
tarihinde İngilizler İstanbul'da haince bir darbe ile bizi kahretmek istediler, lakin
bizim için bugün kurtuluş günü olmuştur. Pekâlâ, hatırlarsınız ki ingilizler bugün
İstanbul'daki Meclisi dağıttılar, mekteplerimizi kapattılar ve askerlerimizi öldürdü
ler.

ZIYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, Kanuna dair söyleyin, rica ederiz. (mad
deye dair söyleyin sesleri)

İSMAİL SUPHİ BEY (Devamla): Maddeye geliyorum. Büyük Millet Meclisinin bu


rada toplanması 16 Mart İngiliz darbesinin bir neticesidir ve Büyük Millet Meclisinin
burada toplanmasından sonra, henüz bir sene geçmeden kocaman Rusya Devle
tiyle bir Antlaşma imzaladık. Bu Ukrayna Antlaşması da bu milli azmin harikulade
bir neticesidir. Binaenaleyh Büyük Millet Meclisinin ve bununla beraber onun tem
silcisi olduğu Büyük Türkiye Milletinin bu gibi antlaşmalarla mevcudiyetinin takviye
edilmesi, sizin ve Milletin sarf ettiği mucizenin inanılmaz derecede ve az zaman
zarfında kazanılmış parlak neticesidir. Bundan dolayı sizi resmen tebrik etmekle
bahtiyarım. (alkışlar) Türkiye ile Ukrayna, Karadeniz'de birbirleriyle karşı karşıya
oldukları halde aramızı kapayan husumet perdesi hiçbir zaman birbirimizi tanıma
ya mani olamamıştır. Binaenaleyh bugün Karadeniz'in kuzeyinde bulunan Ukray
na'nın, yani Küçük Rusya'nın Türkiye ile elele vererek böyle bir Antlaşmayı imza
laması, elbette siyasi tarihimizde bizim adımıza da o büyük Millet adına da bir
uğurdur. Bazı arkadaşlarım bana şimdi söyleme dediler. Fakat bunu da söyleme
den geçemeyeceğim. Bizim siyasi tarihimize iki üç asır evveline kadar bir bakınız.
Elimize böyle hayırlı antlaşmalar ancak iki defa olarak geliyor. Birisi Kırım Harbini
netice veren Paris Antlaşması, bir de Yunan Harbini neticelendiren Antlaşma.
Binaenaleyh bin türlü zorluklar içerisinde bulunan Yüce Meclisinizin böyle antlaş
malar imzalamaya muvaffak olması, bizim her şeye rağmen ve bütün Dünyanın
düşmanlığına rağmen, maksadımıza yavaş, yavaş varmakta olduğumuza delildir.
Bu Antlaşmanın hususiyetlerine gelince, bilhassa bazı maddelerdeki ifadeler büs
bütün yeni şeylerdir ve bunları emperyalist Batı’ya karşı Doğu kendi antlaşmalarını
yapmakla elbette hayırlı bir şey yapmıştır. Mesela taraflar zoraki kabul ettikleri
antlaşmaları katiyen tanınmamaları ve şimdiye kadar emperyalistler arasında im
zalanmış antlaşmaların devletlerin haritalarından silinmesi ve sonra kapitülasyon

55
ların kaldırılması gibi maddeler bizim için iftihardır. Burada Batı Dünyasının Wilson
prensipleri adı altında ortaya attığı, fakat tatbikine muvaffak olamadığı hususları
size hatırlatmak mecburiyetindeyim. Binaenaleyh bizim bu imzaladığımız Antlaş
mayı Doğu’nun Batı’ya bir şan ve üstünlük vesikası olarak düşünebilirsiniz. Yalnız
efendiler bizim komşumuz olan milletlerle dostluk esasına tamamıyla taraftar ol
makla beraber, ben isterdim ki bu Antlaşmada daha bazı maddeler bulunsun. Yani
iki millet arasında ileriye ait hiçbir pürüz kalmasın. Bizim vatandaşlarımızın Ukray
na'da büyük menfaatleri vardı ve Çarlık Rusya'sının Dünya Harbinde ve sonra
ihtilâlların netice olarak büyük zararlara maruz kalmışlardır. Ben isterdim ki vatan
daşlarımızın bu zarar ve ziyanı aynı ehemmiyetle, aynı samimiyetle düşünülsün.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Yalnız vatandaşlarımız mı, bunu hangi zihniyetle
söylüyorsunuz?
İSMAİL SUPHİ BEY (Devamla): Müsaade ediniz, tarafların dostluğu bahis mevzu.
Ben Rusya'nın dostluğuna şiddetle taraftarım. Eski Çarlık zamanında bize karşı
yapılmış olan bazı zararların ileride tatminine dair konsolosluk ve iktisadi anlaşma
lar görmek isteriz. Biz isterdik ki bizim memleketlerimizde bilhassa zalim Çarlık
tarafından kaldırılmış olan bazı tarihi eserlerin bize iadesi yapılsın. Bunları söyle
dikten sonra bu Antlaşmanın derhal kabulünü teklif eylerim. (müzakere kâfi sesle
ri)
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Arkadaşlar iki kelime söyleyeceğim. Rusya İnkı
lâbı sebebiyle hiçbir kimse zarar görmüş değildir. İnkılâba düşman olan mürtecile
rin inadı yüzünden memlekete zarar gelmiştir. Hükümetten ricam, iktisadi müna
sebetlerin biran evvel başlatılmasını talep ederim. (bravo sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğine dair önerge yok,
fakat umumi arzuyu o merkezde görüyorum. Binaenaleyh oylarınıza arz ediyorum.
Müzakereyi kâfi görenler lütfen el kaldırsın. Müzakere kâfi görüldü. Önce Kanun
Tasarısının maddelerini oya koyuyorum. Efendim, 1.Maddeyi kabul edenler lütfen
el kaldırsın. Kabul edilmiştir. 2.Maddeyi kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul
edilmiştir. Tasarının tamamını ad okuyarak oya sunuyorum. Kabul edenler beyaz,
etmeyenler kırmızı rey pusulası kullansınlar.

(Oylar ad okunarak kullanılır. Oy pusulaları sayılır ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Türkiye-Ukrayna Antlaşması


hakkındaki Kanunun oylamasına iştirak eden 178, 1 ret oyuna karşı 177 oyla Ant
1
laşma kabul edilmiştir. (alkışlar)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (16 Mart 1922), 1.Dönem, c.18, s.242-259, http://www.tbmm.gov.tr/
56
7 OCAK 1922: BAYINDIRLIK BAKANI RAUF BEY'İN İSTİFASI VE DİYARBAKIR
MİLLETVEKİLİ FEVZİ BEY'İN BAKAN SEÇİLMESİ
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 141. Birleşim, Gündem: 2/2)

Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından o sırada boş bulunan


Bayındırlık Bakanlığına aday gösterilmişti. 17 Kasım 1921 tarihinde,
hastalığı nedeniyle Genel Kurul çalışmalarına katılamadığı sırada az bir
oy farkıyla Bayındırlık Bakanı seçildi. Ancak oylamada aldığı oy miktarı
Rauf Bey'i memnun etmemiş ve istifa etmişti. 21 Kasım 1921 tarihinde
yapılan oturumda istifası kabul edilmemiş ve tekrar yapılan oylamada
daha yüksek bir çoğunlukla güvenoyu alarak görevine devam etmişti.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Nafıa Vekili Rauf Beyin istifa dilekçesi
okunacaktır.

TBMM Başkanlığına
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Nafıa Vekaleti vazifesini, sağlık
vaziyetimin müsaadesi endişesine rağmen Yüce Meclisin bu vazifeyi teveccühü
olarak ve muvaffak olmak ümidiyle kabul etmiştim. O zamandan beri geçen
müddet içinde sağlık vaziyetim ümit ettiğim şekilde hizmete mani olduğunu gör
düğümden Vekaletten istifa ediyorum. İstifamın kabulünü rica ederim ve Yüce
Meclisin hakkımda gösterdiği itimat ve teveccühe bu vesile ile bir kere daha te
şekkür eylerim, efendim. 7 Ocak 1922
Sivas Mebusu
Hüseyin Rauf

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Rauf Beyefendi söz talep etmiş bulunu
yorlar, buyurun efendim.

RAUF BEY (Sivas): Arkadaşlar, bu maruzatımın samimiyetine itimat edeceğinizi


ümit ederim. Şu veya bu şekilde yorumlamayacağınıza kanaat ediyorum. Ben, ne
düşünüyorsam onu söyler bir adamım. Bana itimat buyurun, rahatsız olduğumu
bilerek bu vazifeyi kabul ettim. Fakat vazifeyi üzerime aldığımdan bugüne kadar
son dirhem azmime rağmen yapamıyorum. Günden güne sağlığım daha fena bir
şekilde kötüye gidiyor. Yapamayacağım bir işi size yaparım diyecek bir adam de

57
ğilim. Size hakikati arz ediyorum. Bunu iyi niyet olarak kabulünüzü rica ederim.
Yanlış anlamayınız, hakikati arz ediyorum.
1
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bravo, Rauf Bey'in aramızda bulunmakla...
(Beş gün sonra, 12 Ocak 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Nafıa Vekaleti seçimine dair
Reis Paşa Hazretlerinin aday tezkereleri vardır.

TBMM Başkanlığına
Rauf Beyefendiden boşalan Nafıa Vekaletine aşağıda isimleri yazılı aday
lardan birinin seçilmesi hakkında lazım gelen muamelenin yapılmasını rica ede
rim, efendim.
Feyzi Bey (Diyarbakır) İsmet Bey (Çorum)
Sırrı Bey (İzmit)
TBMM Reisi
Mustafa Kemal
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Cumartesi günü seçim yapmak
2
üzere celseyi tatil ediyorum.
(İki gün sonra, 14 Ocak 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Nafıa Vekili seçimi yapılacaktır.
Oy pusulalarınızı hazırlayınız.

SIRRI BEY (İzmit): Arkadaşlar, tarihi şahsiyetlerimizden Rauf Beyefendinin hakiki


bir mazeretle Nafıa Vekaletinden çekilmesi bizi cidden üzmüştür ve müteessir
etmiştir. Her dakika kendilerinin sağlığını kazanmasını ve afiyet etmelerini temenni
ederiz. Kendilerinden boşalan makam için Meclis Reisliğinden gönderilen listede
benim ismim de vardır. Malumunuzdur ki bizde vekillerin ifa ettikleri vazifeler yal
nız kendi içtihatlarının mahsulü değildir. Bütün siyaset Yüce Meclisinizde kararlaş
tırılır. Binaenaleyh sandalye üzerinde bulunan şahısların siyasi kanaatleri pek
mühim değildir. Onun için orada yapılacak değişikliklerin ehemmiyeti pek yoktur.
Ancak oraya geçecek şahsın Meclisin büyük çoğunluğu ile oraya seçilmiş olma
sında pek büyük fayda olacağını düşündüğümden bu hakkımdan feragat ederek
benim lehimde oy verecek olan arkadaşlarımdan diğer adaylara oy vermek sure
tiyle onların daha fazla kuvvetlendirilmesini bilhassa temenni ederim.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Reis Bey söz söyleyeceğim.

1 TBMM Gizli Celse Zabıtları (7 Ocak 1921), 1.Dönem, c.2, s.588, http://www.tbmm.gov.tr/
2 TBMM Zabıt Ceridesi (12 Ocak 1922), 1.Dönem, c.16, s.42, http://www.tbmm.gov.tr/
58
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Salih Efendi söz yok.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Arkadaşlar dinler misiniz? (dinliyoruz sesleri, gürültü
ler) İsterseniz dinlemeyiniz. Ad okunarak oylama yapılmasını teklif edecektim.
İsterseniz dinlemeyiniz.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): İsimler okunuyor, oy kullanmaya başlayınız.
(Ad okunarak oylama yapılır. Ara verilir, oylar sayılır ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim celseyi açıyorum. Nafıa Vekâleti
ne ait oylamanın neticesini arz edeceğim. 214 üye oylamaya iştirak etmiş, 25 çe
kimsere karşı 173 oy ile Diyarbakır Mebusu Feyzi Bey Nafıa Vekâletine seçilmiştir.
(alkışlar, Allah muvaffak buyursun sesleri)
FEYZİ BEY (Nafıa Vekili): Muhterem efendiler, Yüce Heyetinizin hakkımdaki iti
matlarından dolayı teşekkür ederim. Milli emeller dairesinde ve Yüce Heyetinizin
itimadı devam ettikçe vazifeye bütün gayretimle çalışacağım. Muvaffakiyet Cenabı
1
Allah'tandır. (alkışlar)
(Dört buçuk ay sonra, 3 Haziran 1922 tarihindeki oturumda...)

RAUF BEY(Başkan Vekili): İzinli bulunan Nafıa Vekili Feyzi Bey'in yerine Nafıa
Vekaleti Vekilliği seçimi için Reis Paşa Hazretlerinden gönderilen aday tezkeresi
vardır, okunacak.

TBMM Başkanlığına
İzinli olarak seçim mıntıkasına gitmiş olan Nafıa Vekili Feyzi Beyefendinin
dönüşüne kadar Nafıa Vekaletini vekaleten idare etmesi için aşağıda isimleri
yazılı adaylardan birinin seçilmesini rica ederim.
Adnan Bey (İstanbul) Muhittin Baha Bey (Bursa)
Tahsin Bey (İzmir) Ferit Bey (Çorum)
Dr. Refik Bey (Beyazıt) İbrahim Süreyya Bey (Saruhan)
Operatör Emin Bey (Bursa) Mustafa Necati Bey (Saruhan)
Osman Nuri Bey (Bursa)
TBMM Reisi
Mustafa Kemal
SALİH EFENDİ (Erzurum): Reis Beyefendi bu seçim dolayısıyla bir şey arz ede
yim. Arkadaşlar teamül mü diyelim, usul mü diyelim, bazen vekillerden birisi içi
mizden ayrılırken Hükümet kendi aralarından birisini o işe vekil tayini için Meclise
müracaat ediyor. Ben bunu biraz lüzumsuz görüyorum. Teklif ediyorum ki Yüce

1
TBMM Zabıt Ceridesi (14 Ocak 1922), 1.Dönem, c.16, s.48-49, http://www.tbmm.gov.tr/
59
Meclis bu tür seçimlerle ile uğraşmasın. (hayır, hayır sesleri) Mevcut vekillerden
bir diğeri, mesela İktisat Vekili bu işe baksın, bir imza işidir o yapsın. Bu lüzum
suzdur, Yüce Meclis bunlarla meşgul olmasın, rica ederim.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): İktisat Vekili iktisat meseleleri ile meşguldür.
Nafıa işleriyle meşgul olamaz. Nafıa Vekaletine vekaleten bir vekil seçmek şarttır.
RAUF BEY(Başkan Vekili): Efendim, bu hususta Yüce Meclisin kararı vardır, se
çim yapılacak. Bu hususta müzakere açmaya lüzum yoktur, zannederim. Binaena
leyh seçim yapılacak.
İBRAHİM SÜREYYA BEY (Saruhan): Efendim, oyların dağılmaması için ben
adaylıktan affımı istirham ediyorum.
RAUF BEY(Başkan Vekili): Oylamayı ad okumak suretiyle yapıyoruz ve Gümüş
hane'den başlıyoruz. Oylarınızı kullanmaya başlayınız.
(Ad okunarak oylama yapılır, oylar sayılır ve...)

RAUF BEY(Başkan Vekili): Efendim, Nafıa Vekaleti vekilliği için yapılan oylamaya
iştirak eden 174. Dr. Adnan Bey 56, Ferit Bey 33 oy almışlardır. Diğer arkadaşlar
da oy almışlar ise de karar yeter sayısı yoktur. Binaenaleyh tekrar seçim mecburi
yeti vardır.
(İkinci defa oylama yapılır. Oylar sayılırken diğer gündem maddeleri görüşülür ve...)

RAUF BEY(Başkan Vekili): Efendim, Nafıa Vekâleti için yapılan ikinci oylamada
da karar yeter sayısı yoktur. 69 oy Adnan Bey, 54 oy çekimser, 48 oy Ferit Bey, 4
oy Emin Bey almışlardır. (gülüşmeler) Yarın saat bir buçukta toplanmak üzere
1
celseyi tatil ediyorum.
(Bir gün sonra, 4 Haziran 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendim dün Nafıa Vekaleti Vekili için
oylama yapılmış ve karar yeter sayısına ulaşılamamıştı. Binaenaleyh vaktin geç
olması dolayısıyla bugün müzakeresi münasip görülmüş ve tehir edilmişti. Evvela
gündeme buradan başlıyoruz. hususta söz isteyen var mı?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Neyi müzakere edeceğiz?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Nafıa Vekaleti Vekili seçimi meselesi
ni, buyurun Hüseyin Avni Bey.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (3 Haziran 1922), 1.Dönem, c.20, s.127-141, http://www.tbmm.gov.tr/
60
(Meclis oturumunu yöneten Mustafa Kemal Paşa, Bayındırlık Bakanlığına Vekalet için
yapılacak oylama hakkında görüşme açınca, aday gösterme yöntemi tartışılmaya başladı.
Daha çok muhalif milletvekillerinin konuştuğu görüşme iki saate yakın sürdü.)

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendim, vekillerin seçimini kanun


mutlak çoğunlukla, İç Tüzük ise salt çoğunlukla diyor. Onun için müsaade buyuru
nuz efendim. Uzun müddet cereyan eden müzakerenin neticesini oylarınıza arz
ediyorum. Nafıa Vekaletine vekâlet edecek olan üyenin seçilmesinde salt çoğun
luğun kafi olmasını kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Kabul edilmemiştir. Bu
halde mutlak çoğunlukla seçilmesi kabul edilmiştir. Bunun için rica ediyorum, yok
lama yoklama yapacağız.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Kaç adede kadar gidecek bu...
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Mutlak çoğunlukla seçilesiye kadar
yapılacaktır.
FERİT BEY ( Çorum): Beyefendiler, şimdiye kadar cereyan eden müzakere neti
cesinde verilecek kararı bekledim. Üç defaki oylamalarda seçilemeyen ve dördün
cü oylamada mutlak çoğunluğu alabilen birinin geçici olarak vekalet edebilmesi
bile büyük bir cürettir. (bravo sesleri) Binaenaleyh Yüce Meclisin gayet serbest ve
istediği gibi istediği üyeyi seçebilmesi için ben adaylık hakkımı terk ediyorum. Rica
ederim bana rey vermeyiniz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Oylamaya başlıyoruz.
(Ad okunarak oylama yapılır. Ara verilir. Bu arada Mustafa Kemal Paşa başkanlık göre
vini Meclis Reis Vekili Rauf Bey'e bırakır.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, celse açıldı. Nafıa Vekaleti Vekilliği oylama
sı neticesinde oylamaya iştirak eden 178. Bu vaziyette karar yeter sayısı vardır.
İstanbul Mebusu Adnan Bey 97 oyla Nafıa Vekaleti Vekilliğine seçilmiştir. (Allah
muvaffak etsin sesleri)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Bey, çekimser ne kadardır?
1
RAUF BEY (Başkan Vekili): Altmış iki çekimser vardır, efendim.
(Üç gün sonra, 7 Haziran 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Nafıa Vekâleti Vekili): Muhterem arkadaşlarım, Yüce Meclis
ben bulunmadığım bir esnada Feyzi Bey'in yerine Nafıa Vekaletine vekil olarak
beni seçtiğini dün akşam haber aldım. Gayet samimi olarak arz ediyorum. Gerek
oylamayı, gerekse seçilme şeklini ben pek kuvvetli bulmuyorum. Bilhassa bir aday

1
TBMM Zabıt Ceridesi (4 Haziran 1922), 1.Dönem, c.20, s.146-163, http://www.tbmm.gov.tr/
61
arkadaşım adaylıktan istifa ederken, bu şekildeki seçimden sonra vekaleti kabul
etmek için pek çok cüretkar olmak lazım geldiğini söylemiş. Ben cüretin fazlasını
meziyet ve fazilet sayacak değilim. Eğer hakkımda Yüce Meclisinizin bir itirazı
yoksa ve bana bu vekaleti kabul ettirmeyi arzu buyuruyorsanız, bu arzuyu tekrar
gösterdiğiniz takdirde vekaleti kabul ederim. Çok istirham ederim, bu mesele hal
lolunsun.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, burada bir gün ve hatta iki gün bu se
çim için uğraşıldı. Kanunun hükmü ve arkadaşlarımızın kanaatleriyle seçime de
vam edildi ve nihayet gereken çoğunluk elde edildi. Çoğunluk bir oy fazla olsa da
tabii Adnan Bey meşru bir vekildir. Bu seçim şekline muhalif olmamla beraber yine
bu hakikati inkar edemem. Sonra Büyük Millet Meclisini inkar etmiş olurum. Hepi
miz onu meşru bir vekil tanımaktayız. Binaenaleyh vazifelerine devam için bir ma
ni yoktur. Ferit Beyefendinin söyledikleri ise şahsi bir kanaattir. Adnan Bey'in bu
hususta tereddüt göstermesini ve bizden ayrıca oy talebini uygun bulmuyorum.
Hepimizin kendilerine itimadımız vardır. Allahtan muvaffakiyet temenni ederiz.
DR. ADNAN BEY (Nafıa Vekâleti Vekili): Müsaade buyurursanız Hüseyin Avni
Bey'in sözlerine bir şey ilave edeyim. Yüce Meclisinizin bu yolda teamülü vardır.
Biliyorsunuz ki daha ilk toplantılardan birinde Rıza Nur Bey de böyle bir zayıf bir
çoğunlukla Maarif Vekâletine seçilmiş ve Meclis daha sonra o seçimi teyit etmişti.
Binaenaleyh teyidi istemek hakkımdır. Çünkü Vekalete vekalet de olsa üç ay da
olsa, üç gün de olsa vekalet bana göre o kadar yüksek, o kadar büyük bir ma
kamdır. Hüseyin Avni Bey'in tekrar oy istemeye hakları yoktur ifadelerini tamamen
tasdik ederim ve onun için tekrar oylama yapılmasını talep etmedim. Fakat Yüce
Meclis her hangi bir şekilde olursa olsun, güvenoyu vermesinin şahsıma karşı
itirazı olmadığını karar buyursun. (kimsenin itirazı yok sesleri)
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Efendim, meselenin mahiyeti anlaşılsın.
Eğer Hüseyin Avni Bey arkadaşımızın buyurduğu gibi olsaydı ona ben de muhalif
tim. Bu seçilmiş bitmiş, meşruiyetini almış bir şeydir. Binaenaleyh içimizde her
hangi bir arkadaş kanaatinde serbesttir. Fakat bir vekil de istediği vakit Meclisten
güvenoyu istemekte serbesttir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim iki gündür devam eden seçimin ne kadar
safhalar geçirdiği malumdur. Üyelerden bir kısmı çekimser kalmıştır. Bu bir pren
sip meselesidir. Adnan Bey'in şahsı itibariyle değildir. Mademki Meclisin verdiği bir
kararla seçime devam edilmiş ve Adnan Bey seçilmiştir. Şimdi Adnan Bey için ben
de oy vereceğim. Çünkü prensip meselesi ortada kalmıştır. Yalnız tekrar oy iste
mek için de bir sebep yoktur. Ben çekimserlerin hepsine tercüman olarak söylemi
yorum. Kendi kanaatimi söylüyorum. Belki onlar da bana iştirak edeceklerdir.
Prensip meselesi kalkınca bugün ben de Adnan Bey'e güvenoyu veririm. Fakat
seçimde çoğunluk olmuşken tekrar Adnan Bey'in güvenoyu talep etmesini ben
uygun görmüyorum.

62
ABDULLAH EFENDİ (İzmit): Bunun emsali vardır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müsaade buyurun Vekil Beyefendi şahsı
na bir güvenoyu talep ediyor. Meclisin itimadını veya her ne şekilde olursa olsun
bir tezahüratını istiyor ve bunun emsali olduğunu arkadaşlar söylüyorlar. İşaret
oyuyla Adnan Bey'e itimat güven oylaması arz ediyorum. Adnan Bey'e güvenoyu
verenler lütfen el kaldırsın. Büyük çoğunlukla güvenoyu verilmiştir. (alkışlar)
DR. ADNAN BEY (Nafıa Vekâleti Vekili): Muhterem arkadaşlar, bu oylarınızla
anladım ki şahsıma hiçbir itirazınız yoktur. Ben de bu büyük çoğunluğun teveccü
hüne dayanarak iki ay, üç ay, ne kadar müddet olursa Meclisin gayesi dairesinde
vazife yapmayı vaat ediyorum.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Usul hakkında söz istiyorum.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Reis Bey söz vermezseniz çekimserliğin kıy
meti kalmıyor.
RAGIP BEY (Kütahya): Mesele kapanmıştır.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Reis Bey evvelce söz istedim vermediniz. Bu
1
teamül oluyor.

7 OCAK 1922: DAVA DOSYALARI YUNAN İŞGALİ ALTINDAKİ YERLERDE


KALMIŞ OLAN MAHKÛM VE ŞÜPHELİLERLE, ÜÇTE İKİ CEZA SÜRESİNİ
DOLDURAN MAHKÛMLARIN AFFINA DAİR KANUN
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 140.Birleşim, Gündem: 8/10)

Sakarya Zaferinin yarattığı olumlu hava ile vatana ihanet suçlularının


bir kısmı affedildikten sonra diğer suçların da kısmi olarak affına sıra gel
mişti. Ayrıca Kütahya-Eskişehir Savaşı sonunda geri çekilen Ordunun ya
nında sivil idare teşkilatı da geri çekilmişti. Bu sırada tutuklu ve mahkûm-lar
da iç kesimlere taşınmıştı. Ancak tonlarca dava dosyalarının ve resmi bel
gelerin taşınamaması mahkemelerden karar çıkamamasına sebep olmuş
ve bu nedenle bu mahkûm ve tutukluların da affı gündeme gelmişti.

REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Efendim, Yüce Heyetiniz tarafından aciliyet
kararıyla müzakeresi teklif edilmiş bir kanun tasarısı vardı. O da işgal edilen yer
lerden Ordumuzun geri çekilmesi esnasında birlikte getirilen ve dava dosyaları
kaybolmuş olan zanlı ve şüphelilerin ve üçte iki ceza müddetlerini dolduran mah

1
TBMM Zabıt Ceridesi (7 Haziran 1922), 1.Dönem, c.20, s.213-214, http://www.tbmm.gov.tr/
63
kûmların affı hakkındaki kanun tasarısıdır. Rica ederim bunu müzakere edelim.
(uygundur sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Adalet Vekili Bey, af kanununun
müzakeresini teklif ediyor. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. (kabul sesleri) Kabul
edilmiştir.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Bu değil efendim, Reis Beyefendi Hazretleri bu
değildir mesele.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Birleştirilmiştir.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Birleştirilmez, karışır mesele. Birisi umumi,
diğeri hususidir. Rica ederim, mesele karışır.

TBMM Başkanlığına
İşgal edilen yerlerden dâhile sevk edilen mahkûmlar hakkına kaleme
alınarak İcra Vekilleri Heyetinin 27 Ekim 1921 tarihindeki toplantısında kabul
olunan kanun tasarısı ekte takdim kılınmıştır. Müzakere edilerek kabulünü ve
neticesinin müsaade buyrulmasını rica ederim, efendim. 27 Ekim 1921
Vekiller Heyeti Reisi
Fevzi

VEKİLLER HEYETİ KARARI


İşgale uğrayan Kütahya, Eskişehir; Karahisar ve diğer yerlerin hapishane
lerinde bulunan mahkûmların dâhile sevkleri yapılabilmiş ise de bunlara ait dava
dosyaları ve kayıtlarının bir kısmı nakledilemediği gibi bir kısmı da nakil esnasın
da her nasılsa zarara uğradığı ve binaenaleyh dâhilde muhtelif yerlerde hapisha
nelere sevk edildikleri tarihe kadar hüküm verilememiştir. Bu mahkûmlar için bir
kanuni muamele yapılmasına esas olabilecek derecede resmi evrak halen elde
mevcut olmaması, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri dairesinde mu
amele yapılamaması sebebiyle bu gibilerin işgali nihayetine kadar muhakemele
rine başlanamayacağı bellidir. Bu sebeple idam ve müebbet hapis cezası olan
mahkûm ve şüphelilerin haricinde hükümleri kesinleşmeyen diğer cinayet mah
kûm ve tutuklularının bazı kayıt ve şartlar esas kabul edilerek tahliye edilmelerine
dair beş maddelik bir kanunun teklif edilmesine mecburiyet hâsıl olmuştur. 27
Ekim 1921
Vekiller Heyeti Reisi Din İşleri Vekili Milli savunma Vekili
Fevzi Fehmi (vazifeli izinli)
Adalet Vekili İçişleri Vekili Dışişleri Vekili
Refik Şevket Ali Fethi Yusuf Kemal

64
Maliye Vekili Maarif Vekili Nafıa Vekili
Hasan Hüsnü Mehmet Vehbi Hüseyin Rauf
İktisat Vekili Sağlık ve Sos. Yar. Vekili Genel Kurmay Reisi
Mahmut Celal Dr. Refik Fevzi

DAVA DOSYALARI İŞGAL SAHASINDA KALAN MAHKÛM VE ŞÜPHELİLER


HAKKINDA KANUN TASARISI
Madde 1. İşgale uğrayan yerlerden içerilere nakledilen cinayet şüphelileri ile
zanlılarına ait evrak ve kayıt vesaire nakledilememiş veya nakil esnasında
zarara uğramış ise bu gibiler imkân dâhilinde takibatları tehir olunmak üzere
bulundukları yerler istinaf mahkemelerince takdir edilecek kefaletle tahliye olu
nurlar. Kefalet miktarı iki yüz lirayı geçemez. Suç mahiyeti idam ve müebbet
hapis cezası ise bu gibi şüpheli ve zanlılar bu tahliyeden istifade edemezler.
Madde 2. Bir cinayet suçundan mahkûm olup da dosyası işgal mıntıkasında
kalması sebebiyle haklarında hüküm verilmemiş olanlar mahkûmiyetlerinin
beşte birini geçirmiş iseler imkân dâhilinde takibatlarının tehir edilmesi ve daha
sonra muameleleri tamamlanmak üzere bulundukları yerler istinaf mahkeme
since takdir edilecek kefaletle tahliye olunurlar. Kefalet miktarı beş yüz lirayı
geçemez. İdam ve müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar bu tahliyeden
istifade edemezler.
Madde 3. Cinayetten şüpheli olarak tutuklu olanlar veya mahkûm edilip de
haklarındaki hüküm katileşmemiş bulunanlar bulundukları yer bidayet mahke
mesince derhal ve kefaletsiz olarak tahliye olunurlar.
Madde 4. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 5. Bu kanun Adalet Vekili tarafından yürütülür.

TBMM Başkanlığına
Üçte iki ceza müddetlerini tamamlayanların affı hakkında olup İcra Vekil
leri Heyetinin 11 Aralık 1921 tarihindeki toplantısında kabul edilen kanun tasa
rısı ekte takdim kılınmıştır. Müzakere edilerek kabulünü ve neticesinin müsaa
de buyrulmasını rica ederim, efendim. 11 Aralık 1921
Vekiller Heyeti Reisi
Fevzi

VEKİLLER HEYETİ KARARI

Birçok yerlerden gelen müracaatlar ve bu müracaatlar üzerine yapılan

65
tahkikat ve tetkikat neticesinde çeşitli suçlardan mahkûm bulunanlardan çoğunun
ıslah olduklarına kanaat getirilmiş ve bu kanaat üzerine mevcut teamüle göre bu
gibi mahkûmlardan üçte iki ceza müddetlerini tamamlayanların affı uygun görül
müştür. Böylece aftan faydalanacakların harbe dâhil olmak suretiyle Devletin
maddi kuvvetini artırmalarına gaye edinilmiştir. Ancak ırz, zina, cinayet, hırsızlık
ve rüşvet mahkûmlarının affedilmeleri Milletin meşru kanaatine uygun görülme
diğinden bu kısım suçlar istisna edilmiştir. 11 Aralık 1921
Vekiller Heyeti Reisi Din İşleri Vekili Milli savunma Vekili
Fevzi Fehmi (vazifeli izinli)
Adalet Vekili İçişleri Vekili Dışişleri Vekili
Refik Şevket Ali Fethi (vazifeli izinli)
Maliye Vekili Maarif Vekili Nafıa Vekili
Hasan Hüsnü Mehmet Vehbi Hüseyin Rauf

Mahmut
İktisat Vekili
Celal Sağlık ve
Dr.
Sos.
Refik
Yar. Vekili Genel Kurmay Reisi
Fevzi

ÜÇTE İKİ CEZA MÜDDETİNİ TAMAMLAYANLARIN AFFI HAKKINDA KANUN TA


SARISI
Madde 1. Irz, zina, cinayet, hırsızlık ve rüşvet mahkûmları istisna olmak üzere
üçte iki ceza müddetini tamamlayanların geri kalan ceza müddetleri affedilmiştir.
Madde 2. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 3. Bu kanun Adalet, İçişleri ve Milli Savunma vekilleri tarafından yürütülür.

TBMM Başkanlığına
Üçte iki ceza müddetini tamamlayanlardan ırz, zina, hırsızlık ve rüşvet
mahkûmları istisna olmak üzere diğerlerinin affına ve işgale uğrayan yerlerden
dâhile sevk edilen mahkûm, şüpheli ve zanlıların kısmen cezalarının affıyla
kısmen de haklarındaki takibatın teciline dair Vekilleri Heyetince kaleme alınıp
tasdik edilmek üzere Meclise takdim kılınan iki kanun tasarısı Adalet Vekilinin
de hazır olduğu halde Komisyonumuzda tetkik olundu. Bu her iki kanun tasarı
sı birleştirilerek tek bir kanun haline getirildi. Komisyonumuz üçte iki ceza müd
detini tamamlayanların affını esas itibariyle uygun görmüş olmakla istisnanın
yalnız ırz suçları olmasını ve diğerlerinin de affedilmesine karar vermiştir. İşgal
edilmiş yerler ahalisinden olup da dâhile naklolunan mahkûmların dava dosya
ları olmayanlarının kefaletle tahliyesine uygun görülememiş ve fakat bunlardan
üçte iki ceza müddetlerini tamamlayanların da 1.Maddedekiler gibi aftan istifa
de etmeleri için 3.Madde yazılmıştır. Komisyonumuzda bu şekilde hazırlanan

66
kanun tasarısının Yüce Heyete arzına karar verilmiştir. 26 Aralık 1921
Adalet Komisyonu Reisi Raportör Üye Kâtip Üye
Celalettin Arif Müfit Hamit

ÜÇTE İKİ CEZA MÜDDETLERİNİ TAMAMLAYAN MAHKÛMLARIN AFLARINA


VE İŞGAL OLUNAN YERLER AHALİSİNDEN MAHKÛM VE ŞÜPHELİ OLAN
LARIN DAVALARININ TECİLİNE DAİR KANUN
Madde 1. Irz mahkûmları istisna olmak üzere üçte iki ceza müddetini tamamlayan
bütün mahkûmların kalan ceza müddetleri affedilmiştir.
Madde 2. İşgalden evvel bulundukları yerlerde haklarında adli tahkikat ve taki
bat başlayıp da dava dosyaları elde bulunmayan bütün şüpheli ve zanlıların
haklarındaki tahkikat ve takibat imkân olduğunda tekrar başlamak üzere tecil
edilmiştir. Bu şüpheli ve zanlıların halen hapis bulundukları yerlerdeki istinaf
mahkemelerince iki yüz liraya kadar kefalet ile veya kefalet veremeyenler zabı
ta nezareti altında bulunmak üzere tahliye edilirler.
Madde 3. İşgal atında kalmış yerlerdeyken mahkûm edilip de işgal dolayısıyla
dâhile naklolunan ve fakat dava dosyaları elde bulunmayan ırz ve zina mah
kûmları haricindeki mahkûmlar 1.Maddedeki aftan istifade ederler.
Madde 4. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 5. Bu kanun Milli Savunma, Adalet ve İçişleri vekilleri tarafından yürütülür.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu kanun tasarısının müzakeresi için


aciliyet kararı alındığından doğrudan doğruya maddelere geçiyoruz.

Madde 1. Irz mahkûmları istisna olmak üzere üçte iki ceza müddetini tamamlayan
bütün mahkûmların kalan ceza müddetleri affedilmiştir.

ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Söz istiyorum.


MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Kanunun tamamı hakkında mı?
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Hayır...
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): 1.Maddeyi aynen kabul edenler lütfen el
kaldırsın. Kabul edildi.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Şuraya bir kelime ilavesini rica ederim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): İkinci müzakeresinde teklif eder.
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Aciliyet kararı vardır.

67
CELALETTİN ARİF BEY (Adalet Komisyonu Reisi): Birinci madde kabul edilmiştir.
(kabul edilmiştir sesleri)

Madde 2. İşgalden evvel bulundukları yerlerde haklarında adli tahkikat ve taki


bat başlayıp da dava dosyaları elde bulunmayan bütün şüpheli ve zanlıların
haklarındaki tahkikat ve takibat imkân olduğunda tekrar başlamak üzere tecil
edilmiştir. Bu şüpheli ve zanlıların halen hapis bulundukları yerlerdeki istinaf
mahkemelerince iki yüz liraya kadar kefalet ile veya kefalet veremeyenler zabı
ta nezareti altında bulunmak üzere tahliye edilirler.

MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Efendiler bu madde hakkında birkaç söz


söylemek isterim. İşgal olunan yerlerden gelen, bu suretle hapishanede bulunan
tutuklular ne yazık ki şimdiye kadar pek perişan bir tarzda kalmışlardır ve bakıl
mamışlardır. Bunların içinde bir aya mahkûm olanlar bir senedir yatıyorlar ve bun
lar her gün açlıktan, sefaletten eksiliyorlar, ölüyorlar. Binaenaleyh bu madde çok
doğrudur. Bir de kefaletle tahliye meselesi vardır. Bunlar malumunuz muhacirdirler
ve esasen tutuklu olarak gelmişlerdir. Bu kaydı koyacak olursanız kimse emniyet
ve itimat edemez. Bu kayıt dâhilinde hiçbirisi kalmaz. Nezaret altında bulunmak
şartıyla tahliyeleri doğru olur. Kefaletle olursa hiç kimse çıkmayacaktır. Maddenin
bu şekilde düzeltilmesini teklif ederim.
AHMET NAFİZ BEY (Adalet Komisyonu Üyesi): Efendim, müsaade buyurursanız
Komisyon adına iki kelime söyleyeceğim. Maddede evvela kefaletle tahliye sonra
kefalet vermeyenlerin zabıtanın nezareti altında bulunmak üzere tahliyesidir. Yani
tahliye mutlaktır. Malumunuz parası bulunan ve zabıta nezareti altında kayıt ve
şarttan kurtulmayı arzu eden bazı müstesna şahıslar olabilir.
DR. ADNAN BEY (İstanbul): Öyle şey olamaz.
AHMET NAFİZ BEY (Devamla): Ben kefalet vereceğim bir tarafa gitmemek için,
fakat zabıtaya ikide birde gelip kendimi göstermektense ben size kefalet verece
ğim, benim yakamı bırakınız, der. Yani mutlaka kefalet lazım değildir. Mahkûmla
rın lehinedir. İsterseniz kabul edin, isterseniz etmeyin.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Köylü olursa ne yaparız?
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Kefalet veremediği takdirde zabıtanın nezareti
altına alınır.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Felakettir.
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Hiç de felaket değildir, efendim. Bunlar esa
sen işgal edilmiş yerlerin ahalisindendir. Yalnız ben bir şey daha arz edeceğim. Bu
zabıta nezareti altında bulunacaklar hem cinayet ve hem de diğer suç işleyenler
dir. Ben diğerlerinin bu kayıttan serbest kalmaları taraftarıyım.

68
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Şimdi buldun adaleti işte.
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Nitekim bizim teklifimizde öyledir. Bunu Ko
misyon değiştirmiş. O halde kefalet meselesi cinayet suçlularına ait olsun, fakat
diğer suçlular bu kaydın altına girmesin (doğru sesleri)
MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Efendim, esasen bunların hangi suçla tutuklu
oldukları hakkında hiç bir evrak yoktur. Mesele onların şahsi itiraflarına kalır. Bi
naenaleyh bu itibarla bunları ayırmak doğru olamaz. Sonra kefalete bağlamak da
doğru olamaz. Çünkü içinde bir haftaya mahkûm, kefil veremediği için zabıta ne
zareti altında kalacaktır. Mesela birisi belki beş seneye mahkûm olacaktır. Evrakı
eksik olduğu için kefalet verecek ve zabıta nezaretinden kurtulacaktır. O itibarla
kefalet meselesini kaldırmak lazımdır. (pek doğru sesleri)
BEHÇET BEY (Çankırı): Efendim, tanzim edilen bu kanun bir af kanunudur. Fakat
bunun içine sonradan ilave suretiyle bir ceza kanunu olmuştur. Zabıta nezareti
altında bulunmak bizim hukuki mevzuatımıza göre cezadır. Cezaya müstahak
olmayan kimseler için ceza olarak zabıta nezareti tayin ediliyor. Binaenaleyh bu af
denilen şey aynı zamanda cezadır. Binaenaleyh zabıta nezareti kaydının ilavesi
bu kanunda doğru değildir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili):Efendim, madde hakkında başka söz iste
yen var mı? (kâfi sesleri)
AHMET NAFİZ BEY (Adalet Komisyonu Üyesi): Müzakere bitince Komisyon adına
cevap vereceğim. Başka söz alan yok. Behçet Beyefendi zabıta nezaretini bir
cezadır, buyurdular. Ben bunu kabul edemem. Zabıta nezareti diye kanunda hiçbir
ceza yoktur.
KADRİ BEY (Diyarbakır): Suçtur.
AHMET NAFİZ BEY (Devamla): Ne suçu, efendim? Bir ceza olmadığına göre bu
şekilde tahliye edilen şüphelilerin zabıta nezaretinden de kurtulması ne gibi mah
zurları olacağını müsaadenizle arz edeyim. Meselâ işgal edilmiş vilayetlerin bazı
larından gelen tutukluların evrakı diğer işgal edilmeyen yerlere nakledilmiştir, hâ
kimleriyle beraber. Mesela Karahisar'ın evrakı Aksaray'a nakledilmiş ve Aksaray'-
da halen davalara bakılmaktadır. Karahisar'da bir suç işleyen bir adamla Eskişe
hir'de aynı suçu işleyenin evrakı oradaki hâkimin evrakını kaçırmamasından dola
yı, her birinin ayrı muameleye tabi olması lazım geliyor. Birisi zabıta nezareti ile
oluyor, diğeri de muhakeme edilip neticede ceza görüyor.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Bunlar tecil edilmiştir. Sonra yine cezasını
görecektir.
AHMET NAFİZ BEY (Devamla): Binaenaleyh yapılan kanun adaleti verebilmek
için davaları tecil edilen şahısları yine az çok kayıt altında bulundurmak adalet
kaidesine uygundur. Esasen de bu şekilde bırakılan şüphelilerin yarın Antalya'

69
dan, İnebolu'dan vapura binip firar etmek ve o şekilde bütün bütün takibattan kur
tulmak ihtimali vardır. (seyahat vesikası lazımdır sesleri)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Cümlesine Allah selamet versin.
AHMET NAFİZ BEY (Devamla): Seyahat vesikası hiçbir kayıt altında bulunmayan
kimselere verilmemek olmaz. İşte buna binaen böyle nezaret altında bulunanlara
seyahat vesikası verilmez. Bu memleketin haricine Hükümetin müsaadesi olmak
sızın gidemez, bir şüpheli bırakılamaz.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Hürriyetini tahdit eder mi, etmez mi?
AHMET NAFİZ BEY (Devamla): Şüphesiz tahdit eder. Zaten bu kimseler tamamen
ıslah edinceye kadar hürriyetleri tahdit edilir.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): O halde cezadır?
AHMET NAFİZ BEY (Devamla): Hayır ceza değildir. Zaten bunlar tamamıyla be
raat etmiş değildirler.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakereyi kâfi görenler lütfen el kaldırsın.
Müzakere kâfi görüldü. Değişiklik önergelerini okutuyorum ve oya koyuyorum.
(Beş değişiklik önergesi okundu, oylandı ve hepsi de reddedildi.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Sivas Mebusu Mustafa Taki Efendi'nin
önergesini okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Aşağıdaki ifadenin 2.Maddenin sonuna bir fıkra olarak ilavesini teklif
ederim.
1
"Ancak cünha şüphelileri kefaletten ve zabıta nezareti altında bulunmaktan
istisnadırlar."
Sivas Mebusu
Mustafa Taki
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul
edilmiştir.
MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Efendim, evrakı yok, cünha, cinayet hangisi
olduğu belli değil.

1
Kabahatten ağır ve cinayetten hafif olan suç.
70
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Reis Bey, Necati Bey yanılıyorlar. O adamlar
tutuklu olarak nakledilmişlerdir ve hapishanenin gardiyanının defterinde vardır.
Yalnız evrakları yoktur.
MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Kendim Kastamonu'da gördüm. Ne kaydı
var, ne evrakı hiçbirisi yok.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Mustafa Taki Efendi'nin önergesi
kabul edilmiştir. 2.Maddeyi bu kabul edilen önergeye göre bir daha okuyorum.

Madde 2. İşgalden evvel bulundukları yerlerde haklarında adli tahkikat ve taki


bat başlayıp da dava dosyaları elde bulunmayan bütün şüpheli ve zanlıların
haklarındaki tahkikat ve takibat imkân olduğunda tekrar başlamak üzere tecil
edilmiştir. Bu şüpheli ve zanlıların halen hapis bulundukları yerlerdeki istinaf
mahkemelerince iki yüz liraya kadar kefalet ile veya kefalet veremeyenler zabı
ta nezareti altında bulunmak üzere tahliye edilirler. Ancak cünha şüphelileri
kefaletten ve zabıta nezareti altında bulunmaktan istisnadırlar.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili):Efendim maddenin aldığı şekil okundu.


Binaenaleyh 2.Maddeyi bu şekliyle kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiş-
tir. Efendim, 3.Maddeyi okuyoruz.

Madde 3. İşgal atında kalmış yerlerde iken mahkûm edilip de işgal dolayısıyla
dâhile naklolunan ve fakat dava dosyaları elde bulunmayan ırz ve zina mah
kûmları haricindeki mahkûmlar 1.Maddedeki aftan istifade ederler.

MUSTAFA TAKİ EFENDİ (Sivas): Efendim, bunlar buralara getirilirken birçok sefa
letlere maruz kalmışlardır. Onun için oların da üçte iki ceza müddetini tamamla
yanlar affolunmalıdırlar.
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Üçte iki ceza müddetlerini tamamladıklarını ne
reden bileceğiz?
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar, bu hususta ırz ve namus meselesine itiraz
edeceğim. Tamamıyla yüzde yüz mahkûm olmayanlar ileri sürülüyor. Olabilir ki
böyle bir suçu olan tutuklu beraat kazanacaktır. Belki iftiradır. Binaenaleyh bu
kaydın bu maddeden kaldırılmasını teklif ediyorum.
AHMET NAFİZ BEY (Adalet Komisyonu Üyesi): Efendim bu maddede bir eksiklik
vardır. Bir cümle unutulmuş, iki kelimeden ibarettir, "fakat dava dosyaları bulun
mayanlar" ifadesi.

71
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Kanunu yaparken iyi düşünmek lazımdır.
ABDÜLGAFUR EFENDİ (Karesi): Hükümetin teklifinde 1.Maddede ırz ve namus
suçları var. Komisyon ise yalnız ırz suçunu göstermiş. Lütfen düzeltilsin.
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Efendim bir defa bu 1.Maddenin müzakeresi
geçmiştir. Sonra anlaşılır bir şey, zina kelimesinin eksikliğinden başka bir mana
çıkarmanın imkânı yoktur, zaten aynıdır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, iki önerge var. Önergelerle birlik
te 3.Maddeyi Komisyona iade edelim ve on dakika teneffüs edelim. Bu on dakika
içinde Komisyon bunu değiştirsin. On dakika teneffüs.
(Ara verilir. Aradan sonra...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Celseyi açıyorum. Adalet Ko


misyonundan değiştirilerek gelen 3.Madde okunacaktır.

Madde 3. İşgal atında kalmış yerlerde mahkûm olup da hükümleri henüz veril
memiş olan ve işgal dolayısıyla dâhile naklolunup dava dosyaları elde bulun
mayan ırz mahkûmları haricindeki mahkûmların ceza müddetlerinin yarısı affo
lunmuştur.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, madde hakkında söz isteyen var
mı? (yok sesleri) Maddeyi aynen oya arz edeceğim. Maddeyi kabul edenler lütfen
ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.

Madde 4. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): 4.Maddeyi kabul edenler lütfen ellerini
kaldırsın. Kabul edilmiştir.

Madde 5. Bu kanun Milli Savunma, Adalet ve İçişleri vekilleri tarafından yürütülür.

MUSTAFA TAKİ EFENDİ (Sivas): Reis Bey, Milli Savunma Vekiline lüzum yok.
CELALETTİN ARİF BEY (Adalet Komisyonu Reisi): Askeri hapishanelerinde de
mahkûm çoktur efendim, lazımdır.
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Milli Savunma Vekiline lüzum var, fakat İçiş
leri Vekiline yoktur.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Reis Efendi Hazretleri, daima dikkat olunursa
kanunlarda falan vekâlet, falan vekâlet diye yazılıyor. Binaenaleyh işin içinden
çıkılmıyor. Bütün kanunlara Meclis tarafından yürütülür demeli ve mesele halle
dilmelidir.

72
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Bu vekâlet isimlerinin kullanılması Devlete
telgraf parası olarak çok masraf oluyor. Memurlar bana sorup duruyorlar. Rica
ederim böyle birtakım isimleri kaldıralım.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, şimdi muhtelif teklifler vardır.
Birisi İçişleri Vekâletini kaldıralım diyor. Bir teklif daha var, bütün vekâletleri kaldı
ralım. (hayır, hayır sesleri) O halde oya koyuyorum. "Milli Savunma ve Adalet
vekilleri tarafından" denilmesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edil
miştir. Kanunun tamamı hakkında ad okunarak oya konulması teklif ediliyor. Ka
nunun tamamını ad okuyarak oya koyuyorum. Oylarınızı kullanmaya başlayınız.
(Ad okunarak oylama yapılır. Oylar sayılırken gündemin diğer maddeleri görüşülür ve
oturumun sonunda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Deminki oylama neticesinde karar yeter
sayısı olmamıştır. On dokuz arkadaşımız komisyonlardan gelerek oya iştirak ettiler.
Hâlbuki bu arkadaşlar gelmezden evvel maaş kesim cezası hususunda karar vardır.
Binaenaleyh bu on dokuz arkadaşın isimleri mevcuttur. Bunlar hakkında maaş ke
sim cezası verilmemesini kabul edenler lütfen elini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Cu
1
martesi günü saat bir de toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum.

(İki gün sonra, 7 Ocak 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, geçen toplantıda Af Kanunu var
dı. Karar yeter sayısı olamamıştı. Tekrar oya koyacağız. Yoklama suretiyle ola
caktır. Kabul edenler kabul, reddedenler ret diyecektir.
(Ad okunarak oylama yapılır. Oylar sayılır ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, oylamaya iştirak eden 193 oldu
ğuna göre karar yeter sayısı tamamdır. Kabul 156, ret 22, çekimser 15 oy vardır.
2
Af Kanunu 156 oyla kabul edilmiştir.

ÜÇTE İKİ CEZA MÜDDETLERİNİ TAMAMLAYAN MAHKÛMLARIN AFLARINA


VE İŞGAL OLUNAN YERLER AHALİSİNDEN MAHKÛM VE ŞÜPHELİ OLAN
LARIN DAVALARININ TECİLİNE DAİR KANUN
Madde 1. Irz mahkûmları istisna olmak üzere üçte iki ceza müddetini tamamlayan
bütün mahkûmların kalan ceza müddetleri affedilmiştir.
Madde 2. İşgalden evvel bulundukları yerlerde haklarında adli tahkikat ve taki
bat başlayıp da dava dosyaları elde bulunmayan bütün şüpheli ve zanlıların

1 TBMM Zabıt Ceridesi (5 Ocak 1922), 1.Dönem, c.15, s.317-326, http://www.tbmm.gov.tr/


2 TBMM Zabıt Ceridesi (7 Ocak 1922), 1.Dönem, c.16, s.5, http://www.tbmm.gov.tr/

73
haklarındaki tahkikat ve takibat imkân olduğunda tekrar başlamak üzere tecil
edilmiştir. Bu şüpheli ve zanlıların halen hapis bulundukları yerlerdeki istinaf
mahkemelerince iki yüz liraya kadar kefalet ile veya kefalet veremeyenler zabı
ta nezareti altında bulunmak üzere tahliye edilirler. Ancak cünha şüphelileri
kefaletten ve zabıta nezareti altında bulunmaktan istisnadırlar.
Madde 3. İşgal atında kalmış yerlerde mahkûm olup da hükümleri henüz veril
memiş olan ve işgal dolayısıyla dâhile naklolunup dava dosyaları elde bulun
mayan ırz mahkûmları haricindeki mahkûmların ceza müddetlerinin yarısı affo
lunmuştur.
Madde 4. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 5. Bu kanun Milli Savunma ve Adalet vekilleri tarafından yürütülür.

12 OCAK 1922: MİLLİ SAVUNMA BAKANI REFET PAŞA'NIN İSTİFASI VE KA


RESİ MİLLETVEKİLİ KASIM PAŞA'NIN ATANMASI
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 143.Birleşim, Gündem: 2/2)

Refet Paşa, Mustafa Kemal Paşa'nın Başkomutan olduğu 5 Ağustos


1921 tarihinde İçişleri Bakanlığı görevine ek olarak Milli Savunma Bakanlığı
görevini de üstlenmişti. Refet Paşa, cepheden uzak kaldığını öne sürerek
Milli Savunma Bakanlığı ile Genel Kurmay Başkanlığının birleştirilerek
kendisine verilmesini istedi. Mustafa Kemal Paşa bu isteğini uygun bulmadı.
Ayrıca Refet Paşa, milli yükümlülük çerçevesinde toplanan hayvanların telef
olması gibi bazı uygulamaları nedeniyle Mecliste eleştirilmeye de başlandı.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): İzmir Mebusu Refet Paşanın Milli Savun
ma Vekaletinden istifa dilekçesi vardır, okunacak.

TBMM Başkanlığına
Lumbago hastalığından dolayı vazifeme devam edemeyecek derecede
muzdaripim. Doktorların raporunu da takdim edeceğim. Bir müddet tedaviye ve
istirahata muhtaç olduğumu anlıyorum. Milli Savunma Vekaletinden affımı istir
ham ve Yüce Heyetinize saygılarımı arz eylerim. 10 Ocak 1922
İzmir Mebusu
Refet

SELAHATTİN BEY (Mersin): Reis Bey, bu hususta arkadaşların bir önergesi var
dır. O önergede benim de imzanı vardır. Okunmasını teklif ediyorum.

TBMM Başkanlığına

Milli istiklalimizin en temiz elemanlarından biri bulunan Refet Paşa Hazret

74
lerinin uzun müddet yorgunluklarından dolayı rahatsızlıkları sebebiyle Milli Sa
vunma Vekaletinden istifalarından Yüce Meclis müteessirdir. Yakın zamanda
sağlığına kavuşarak iş başında görmeyi temenni eder ve hizmetlerine müteşek
kir bulunduğumuzun kendilerine tebliğini temenni ve şimdiye kadar muharebe
meydanlarında ve muhtelif vekaletlerde müstesna bir fedakarlık ve samimi bir
kanaatle çalışan Refet Paşa Hazretlerine Yüce Meclis tarafından bir takdirname
ile taltif edilmesini arz ve teklif ederiz.
Mersin Mebusu
Selahattin ve 44 arkadaşı

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Refet Paşa Hazretlerinin fevka
lade hizmetlerine karşılık Meclisçe bir takdirname ile taltifini kırk, elli arkadaş teklif
ediyorlar. (gürültüler)
MUSTAFA BEY (Tokat): Efendim bu takdirname hangi hizmete karşılık oluyor?
Öküzleri öldürdüğüne karşılık mı takdirname vereceğiz?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurun. Teklif oya
konulduğunda ya kabul veya reddedilir. Refet Paşa Hazretlerinin bir takdirname ile
taltifini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Çoğunlukla kabul edilmiştir. (alkışlar)
Efendim, Milli Savunma bütçesinin tetkiki için Milli Savunma Komisyonundan mü
tehassıs bir üyenin vazifelendirilmesine dair Hükümetten gönderilen kararname
okunacaktır.

TBMM Başkanlığına
Milli Savunma bütçesinin tetkik edilmek ve bir şekil verilmek üzere Milli
Savunma Komisyonundan mütehassıs bir üyenin alakadar vekaletlerle birlikte
çalışmak üzere vazifelendirilmesi hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisli
ğine arz edilmesine, İcra Vekilleri Heyetinin 11 Ocak 1922 tarihli toplantısında
karar verilmiştir.
İcra Vekilleri Heyeti Reisi ve
Genel Kurmay Reisi
Fevzi

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim; Milli Savunma bütçesini tanzim
etmek üzere bir heyet isteniyor. Bu üyelerin adedi malum değildir. Bu üyelerin
adedini tespit etmek için bu hususta müzakere edilmesi arzu ediliyor mu?
BİR MEBUS BEY Efendim, Milli Savunma Komisyonunda tetkik edilsin.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Milli Savunma Komisyonuna havale edi
yoruz. Reis Paşa Hazretlerinin bir tezkeresi vardır.

TBMM Başkanlığına

75
Milli Savunma Vekaletinden istifa etmiş olan Refet Paşa Hazretlerinin ça
lışmalarını takdir etmek için kendilerine Yüce Meclis tarafından bir takdirname
verilmesi hakkında bazı üyeler tarafından verilen önerge Umumi Heyetiniz tara
fından kabul edilmiştir. Büyük Millet Meclisi takdirnamesiyle taltif hakkındaki Ka
nun gereği Meclis takdirnamesinin verilmesi için icap eden şartlar tespit edilmiş
olup, bunun yalnız meydan muharebelerinde ateş altında vazife edenlere muha
rebenin yer ve tarihini belirtmek şartıyla ve Başkumandanlıkça verilmesi müm
kün olacağı ifade edilmektedir. Bu sebeple Yüce Heyetinizin bu husustaki kara
rının Meclis Reisliği makamı tarafından Refet Paşa Hazretlerine bir teşekkür
yazılması tarzında telakki edildiğini arz eylerim, efendim.
TBMM Reisi
Başkumandan
Mustafa Kemal

YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Efendim, Yüce Meclis takdirnameyi kabul etmiştir. Ka
bul haricinde böyle iş olmaz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Reis Bey, bir kelime söyleyeceğim. Yüce Meclis
kanun koyucudur. Teşekkür de olabilir. Müstesna olarak bundan başka da daha
büyük bir takdir de yapılabilir. Meclis aciz değildir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Müsaade buyurun, Yüce Meclis bir önerge kabul
etti. Bu Yüce Meclise aittir. Teşekkür de olur, taltif de olur. Alakadar olanlar itiraz
ederlerse, açıklama için buraya gönderebilirler. Meclis bunu kabul etmiş bunun
yorumunu yapmak, bugün burada bahis mevzu etmek doğru değildir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim kafidir. Kabul edilmiştir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, müsaade buyurunuz. Açıklamaya lü
zum yok zannederim. Yüce Meclis bir önerge ile bir hüküm kabul etmiş. Meclis ne
kabul etmiştir? Meclis itiraz etmezse demek odur. Bu açıklama geçersizdir. Açık
lamaya lüzum yoktur. Kararın icrasından alakadar olanlar itiraz ederse açıklama
da Meclise aittir, Meclis Divanına ait değildir. Mesele gayet açıktır. Şüphe edilen
husus varsa bir komisyona verilir, o açıklama yapar. Halbuki bu mesele daha teb
liğ edilmemiş ve hiç kimse itiraz etmemiş, binaenaleyh bugün bu açıklama lüzum
suzdur. Bizzat Meclis kendisi her şeyi yapmaya muktedirdir. Kudretine hakimdir. O
buyurdukları talimatı veren de Meclistir, o açıklama yapar. Daha tebligat yapılma
dan, tutanağa geçmeden veya hiçbir taraftan bir talep olmadan böyle telakki et
mek doğru değildir.
HÜSREV BEY (Trabzon): Sözleriniz manasızdır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Herhalde sizin sözlerinizden daha manalıdır. Mec
lis böyle bir şeyle kayıtlı değildir. Buyurdukları talimatı da veren Meclistir. Meclis
bizzat salahiyetini kullanarak buna karar vermiştir. Bu tezkerenin reddini teklif ediyo
rum ve okunmasını Meclisin şerefiyle mütenasip görmüyorum. (bravo, sesleri)

76
İHSAN BEY (Cebelibereket): Kanun var, efendim.
ATIF BEY (Beyazıt): Kanunu yaparız da, bozarız da.
HÜSREV BEY (Trabzon): Teşekkür yazılır, mesele biter.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Meclis takdirnameyi kabul etmiştir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Söz istiyorum, efendim. (müzakereye lüzum yok ses
leri, şiddetli gürültüler)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Milli Savunma Vekaleti seçimine
dair Reis Paşa Hazretlerinin aday tezkeresi vardır.

TBMM Başkanlığına
Refet Paşa Hazretlerinden boşalan Milli Savunma Vekâletine aşağıda
isimleri yazılı adaylardan birinin seçilmesi hakkında lazım gelen muamelenin
yapılmasını rica ederim, efendim.
Kazım Paşa (Karesi) Fahrettin Paşa (Mersin)
TBMM Reisi
Mustafa Kemal
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Cumartesi günü seçim yapmak
üzere celseyi tatil ediyorum.
(İki gün sonra, 14 Ocak 1922 tarihindeki
1 oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Milli Savunma Vekili seçilecek.
Liste okunuyor, oylarınızı kullanmaya başlayınız.
(Ad okunarak oylama yapılır. Ara verilir, oylar sayılır ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim celseyi açıyorum. Milli Savunma
vekaletlerine ait oylama neticesini arz edeceğim. Oylamaya 221 üye iştirak etmiş,
muamele tamamdır. 27 çekimsere karşı 147 oy ile Kazım Paşa Milli Savunma
Vekaletine seçilmiştir. (Allah muvaffak buyursun sesleri)
(Üç gün sonra, 17 Ocak 1922 tarihindeki oturumda...) 2

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Milli Savunma Vekili Paşa Haz
retleri Mecliste hazırdırlar, buyurun Paşa Hazretleri.

1 TBMM Zabıt Ceridesi (12 Ocak 1922), 1.Dönem, c.16, s.41-42, http://www.tbmm.gov.tr/
2 TBMM Zabıt Ceridesi (14 Ocak 1922), 1.Dönem, c.16, s.48-49, http://www.tbmm.gov.tr/

77
KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Muhterem arkadaşlar, hakkımda göstermiş
olduğunuz itimada teşekkür ederim. Vazifeye başlamadan evvel Yüce Meclisinize
karşı beslediğim hürmet hissini bildirmeyi bir vazife sayarım. Ordunuzun, asker
evlatlarınızın, kumandan ve subay kardeşlerinizin arasından geliyorum. Onların
hürmet ve selamlarını Yüce Meclisinize arz ediyorum. (teşekkür ederiz sesleri,
alkışlar) Ordunuz, Yüce Meclisinizin arzusuna tamamıyla uygun ve mutabık bir
şekilde vazifesini ifa etmektedir. Buna emin olunuz ve daha mühim olan asıl vazi
fesini de her zaman ifaya hazırdır. İnşallah zamanı gelince ki o da yakındır, bunu
da ispat edecektir. Bana düşen vazife, Yüce Meclisinizin itimadına sahip oldukça
ve bu itimat devam ettikçe çalışmaktır. Çalışmak ve gayret bizden ve muvaffakiyet
Allah'tandır. (alkışlar)
MUSTAFA BEY (Giresun): Hizmet edenler için bu Meclis her zaman bütün mev
cudiyetiyle kendilerine yardımcıdır. Ordumuzun bu gibi şahsiyetler vasıtasıyla
yücelmesini temenni eyleriz. Kendilerinin şevklerinin bir kat daha artmasını te
menni ederim, efendim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Tunalı Hilmi Bey'in, Karadeniz Ereğlisi
Askerlik Şubesince suiistimal yapıldığına dair önergesi vardır. Milli Savunma Ve
kaletine havale ediyoruz.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Okunsun rica ederim. Cenabı Haktan dilerim şu daki
kada Milli Savunma Vekaletini eline alan zat bir daha bu gibi suiistimallere mey
dan vermez. (inşallah sesleri)
MUSTAFA BEY (Giresun): Meclis üyeleri tarafından verilen her önergenin okun
ması lazımdır. Okunduktan sonra kabul veya reddi ancak Meclise aittir. Meclis
Divanı hiçbir zaman bir önergeyi tehir edemez.

TBMM Başkanlığına
Ereğli Kömür Havzasında madenci olanlar askerlik yaşı geldiğinde tecile
tabidirler. Madenci olmayanlara da madenci göstermek için Karadeniz Ereğlisi
Askerlik Şubesi hem sahte, hem de açık vesika ticareti şubesi halini almıştır.
Nitekim Askerlik Şubesi simsarları vasıtasıyla satılabilmek üzere boş, fakat alt
tarafı şube mühürü ile mühürlü askerlikten tecilli vesikası satın alacak olan asker
firarileri isimlerini dolduracaklardır. Bu şubenin, devletin askeri kuvvetlerini azal
tıcı olan icraatları hakkında misaller, deliller vermeye hazırım. Hatta yine bu şube
evvelce bedel vermiş olan kimseleri yakalayarak askere sevk etmekle de şahsi
ticarete, umumi iktisada bile darbeler vurmuştur. Yine bu şube, tevkif ettiği tüc
car, memleketin menfaatlerine hizmet eden evladı Hamitoğlu Ahmet Efendinin
hapsedilmesi neticesinde vefatına sebebiyet vermiştir. Bu haber beni, merhumun
pek yardımsever bir Türk olması itibariyle hatta ağlatmıştır. Tevkif edilenlerden
tüccar Ali Rıza ve Yakup efendilerin bana müracaatları üzerine Milli Savunma
Vekaletine bir soru önergesi vermiştim. Alakası sebebiyle bu önergeme İçişleri

78
Vekaleti cevap verdi. Lakin asıl mesul olan Milli Savunma Vekaleti hâlâ cevap
vermedi. Böyle mühim bir zamanda Milli Savunma Vekaletini tenkit etmeye vic
danım ne derecelere kadar müsaade etmezse, Ereğli Askerlik Şubesi hakkında
da sessiz kalmama o derecelerde manidir. Binaenaleyh bu şubeye dair bir kere
daha dikkat çekmiş olmak üzere bu önergemin Milli Savunma Vekaletine havale
edilmesini ve bu vesile ile Kastamonu İstiklal Mahkemesinin de Ereğli Kömür
havzası askerlik şubeleri hakkında pek harekete hazır ve süratli bulunmasını
teklif ederim. 14 Ocak 1922
Bolu Mebusu
Tunalı Hilmi

TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar, önergemi izah edecek değilim. Yalnız
eklemiş olduğum vesikanın nasıl bir vesika olduğunu iyice göstermek isterim.
Resmi bir kağıt, üstü damgalı, aşağısında askerlik şubesinin resmi mührü var.
(imza var mı sesleri) Efendim, imza yok. Yalnız bunu imza eden şahsın imzasını
gördüm. O kadar basit ki bir çizgiden ibaret bir şey, herkes taklit edebilir. Şunu
nakledeyim ki bu işi yapan adam düğünden, düğüne, meclisten, meclise giderek
şunu, bunu eğlendiren bir çalgıcıyı bile madenci diyerek askerlikten tecil ettirmiştir.
(çok şey sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bu önergeyi Milli Savunma Ve
kaletine havale ediyoruz. Milli Savunma Komisyonundan gönderilen Milli Savunma
bütçesinin tetkikine vazifeli heyete dair bir rapor var, okunacak.
TBMM Başkanlığına
İcra Vekilleri Heyeti Reisliğinin Komisyonumuza havale edilen tezkeresi
üzerine Milli Savunma Vekaleti bütçesinin tetkik ve bir şekil vermek üzere alaka
dar vekaletlerle birlikte çalışmaya Komisyonumuz Raportör Üyesi Vasıf, Amasya
Mebusu Ömer Lütfü, İstanbul Mebusu Rıza ve Karahisar Mebusu Ali beylerin
vazifeli oldukları takdim kılınmıştır. 17 Ocak 1922
Milli Savunma Komisyonu Reisi Raportör Üye Kâtip Üye
Cemal Kara Vasıf Memduh

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bundan sonra celse gizli devam
1
edecektir. Misafirler salonu tahliye etsinler.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (14 Ocak 1922), 1.Dönem, c.16, s.48-49, http://www.tbmm.gov.tr/
79
13 OCAK 1922: GİZLİ OTURUMDA DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ MAHMUT CELAL
BEY' E GÜVENSİZLİK OYU VERİLMESİNE DAİR ÖNERGENİN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 7.Birleşim, Gündem: 2/1)

Bir yıl boyunca İktisat Bakanlığı görevini yürüten Mahmut Celal Bey
bu görevinden istifa ettikten sonra, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey
Avrupa’da temaslarda bulunduğu için Dışişleri Bakanlığı görevini vekâle
ten yürütmekte idi. Yusuf Kemal Bey Avrupa’ya İstanbul üzerinden geç
miş ve İstanbul’a başta Padişah olmak üzere çeşitli temaslarda bulun
muştu. Yusuf Kemal Bey hakkında verilen gensoru önergesi güvenoyu ile
sonuçlanınca muhalefetin hedefi bu defa Mahmut Celal Bey’di.

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Erzurum Mebusu Salih Efendi'nin Hüküme
tin düşürülmesine dair önergesini ve Mersin Mebusu Selahattin Bey'in Dışişleri
Vekâleti Vekili Mahmut Celal Bey'e güvensizlik oyu verilmesine dair önergesini
okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Fevzi Paşa Hazretlerinin beyanatı ve Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey'in
Avrupa'dan gönderdiği malumatla anlaşılmıştır ki bugünkü Hükümetin siyaseti,
Yüce Milleti idare etmede gaflet içinde bulunmuşlardır. O halde böyle bir heye
tin mevkide bulunması Millete faydalı olamayacağından Hükümetin düşürülme
sini teklif eylerim.
Erzurum Mebusu
Salih

SALİH EFENDİ (Erzurum): Reis Bey önergemi izah edeyim.

TBMM Başkanlığına
Milletin kürsüsünden Memleketin yüksek menfaatlerine uygun olmayan
sözler söyleyen Dışişleri Vekâleti Vekili Celal Bey'e güvensizlik oyu verilmesini
teklif ederim.
Mersin Mebusu
Selahattin

SELAHATTİN BEY (Mersin): Önergemi izah edeceğim.


HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, önergeler güvenoyu meselesini
ihtiva ediyor. (gürültüler) Efendim müsaade buyurun. Bir gensoru mevzuu olmadı
ğı için evvela bu önergelerin oya konulup, konulmamasını oylarınıza arz edece
ğim. Şey olursa müzakere açarız. Şimdi bu önergelerin oya konulmasını kabul
edenler lütfen el kaldırsın. (ret sesleri) Efendim çoğunlukla reddedilmiştir.

80
SELAHATTİN BEY (Mersin): Reis Bey, o halde ben de aleni celsede söyleyece
ğim, müsaadenizle. Bu Hükümetle sokağa bile çıkılmaz, sokağa. (şiddetli gürültü
ler)
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin açılmasını ve oyla
nıp, oylanmamasını oya koydum. (ayrı ayrı oya koymak icap eder sesleri)
SALİH EFENDİ (Erzurum): Reis Bey, usul hakkında bir şey arz edeceğim.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim; Dışişleri Vekâleti Vekili Celal Bey’e
dair olan önergenin muameleye konması için müzakere açılmasını kabul edenler
lütfen el kaldırsın. Ellerinizi indiriniz. Müzakere açılmasını kabul etmeyenler lütfen
el kaldırsın. Efendim, çoğunluk aksi fikirdedir. Yani önergeler müzakereye konu
lamaz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): İç Tüzük buradadır. Bu suçu…
LÜTFİ BEY (Malatya): Müzakere açılmasında çoğunluğa ihtiyaç vardır.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun, mevzu bitmiştir.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, burada İç Tüzük lüzumlu değilse, yırtalım
efendim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim oya koyma usulünde yanlışlık vardır. İç
Tüzük açıktır. İki defa aksi oya konmaz.
BİR MEBUS BEY: Şimdiye kadar yüz kere kondu, niçin söylemediniz?
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, hissi hareketlerle Meclis idare
olunmaz. Ad okuyarak oylama yapacağım. Ben vicdanımı şey edemem. Hisleriniz
le hareket ediyorsunuz.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Reis Bey, usul hakkında söyleyeceğim. Rica ederim,
Kanunun aksine nasıl muamele yapılır? (şiddetli gürültüler)
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Oylamaya başlıyoruz. Dışişleri Vekâleti Ve
kili Celal Bey hakkında güvensizlik oyu verilmesini isteyen önerge hakkında mü
zakere açılmasını isteyenler beyaz, istemeyenler kırmızı...
LÜTFÜ BEY (Siverek): Meseleyi uzatmayınız. Güvenoyu olarak oya koyunuz Reis
Bey.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Rica ederim, bunda yanlışlık olacaktır.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, güvenoyu yapınız diyorlar, hâlbuki
böyle bir mevzu yoktur.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Aynı şey hakkında ben de istedim neden vermediniz?

81
İSMET BEY (Çorum): Arkadaşlar; biz yasama salahiyetimizi muayenen hudutlar
dâhilinde takip etmezsek işte bunun gibi işlerimizi bir mevzu yokken müspet bir iş
göremeyiz. Eğer Celal Bey hakkında güvensizlik olacaksa gensoru önergesi veri
lir. Bunun müzakeresini hepimiz kabul ederiz. Ortada bir gensoru önergesi yok
ken, mevzu yokken bu nasıl olur? (şiddetli gürültüler, isimleri okuyunuz sesleri)
HAKKİ HAMİ BEY (Sinop): Efendiler, bütün bu gürültülerin yegane sebebi ne ya
zık ki İç Tüzük hükümlerine riayet edilmemesindendir. Arz edeyim, her hangi bir
şeyi işaret oyu ile oylamaya konduğu zaman eğer tereddüt hâsıl olursa ikinci defa
ayağa kalkmak suretiyle oylama yapılır. Yine tereddüt hâsıl olursa o vakit ad oku
narak oylama yapılır.
BİR MEBUS BEY: Şimdiye kadar yüz defa olmuştur, neden itiraz edilmedi?
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Efendim, ben İç Tüzükten bahsediyorum. Açar
bakarsınız. Reis Bey İç Tüzüğü tatbik etmeyerek tarafsızlığını muhafaza edeme
miş ve taraf tuttuğunu ispat etmişlerdir. (hayır sesleri) Bu itibarla bu meselenin
müzakeresinde Reis Beyin bu makamda bulunmaları doğru değildir. İşte ben bunu
söylüyorum.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Evvela rica ederim, yerlerinize oturunuz.
Yüce Meclisin şeref ve haysiyetiyle uygun hareket edelim. Efendim, ben Hakkı
Hami Bey’in İç Tüzüğü tatbik edilmedi yolundaki mütalaasına cevap vermek istiyo
rum. Malumunuz Mecliste her zaman ad okuyarak oylama mümkün olmadığına ve
bir saat, yarım saat kayıp edildiği dikkate alındığı için muayyen bazı meselelerde
İç Tüzükte açıklık vardır. Bazen öyle zaman oluyor ki ekseriyetle öyle bir bakışta,
iki bakışta anlamak azim müşkül ve tereddütlü oluyor. Bunun için İç Tüzük Divan
kâtiplerinin dördünün mevcut olarak çoğunluğun takdiri hususunda Reisle istişare
ile Reis tereddüt ederse müracaat etmeyi de emretmiştir. Bu meselede ben oya
arz ettim. Meseleyi bir defa arz ettikten sonra tatbiki hususunu açıklayacağım.
Oya koyduğumda kâtiplerden Sait Bey’e oyları saydırdım. Merkez sol cenah mer
kezde elli bir oyun önergenin müzakeresine taraftar olduğu ve bu tarafta belki on
beş yirmi kadar oy bulunduğu fikrinde idi. Fakat bu tarafı da Ziya Bey’e saydırdım.
Binaenaleyh Ziya Bey neticeyi ifade etmeden çoğunluk var dedi. Ben şüphelen
dim, aksini oya koydum. Aksini oya koyduktan sonra Sait Bey’le yine müşavere
ettim. Evet, yine çoğunluk olmadığını yalnız Ziya Bey çoğunluk evvelkinde idi dedi.
Şimdiki kanaatim ikinci defa ikinci defa oya koymaktır. Tabii ihtilaf olursa ikinci
defa oya konur. Hakkı Hami Bey İç Tüzük itirazı hususunda haklıdır. Fakat Reisin
takdir hakkı da unutulmamalıdır. İsterseniz Reisin o husustaki salahiyetini, yani
takdir hakkındaki mutlakıyetini kabul buyurursanız bir daha koymayız. Fakat be
nim şahsi kanaatime göre Divan Reisliğinde bulunan ve müzakereyi idare eden
arkadaşınıza bir itimadı tanımınız vardır ki müzakereyi onun ellerine verdiniz. Fa
kat böyle olmakla beraber dimağın yorulmasında, vücudun yorulmasında, gürültü,
uğultu içerisinde üç saat, beş saat işledikten sonra elbette o da bir müşkülata dü
şer. Aksini oya koymak hakikatin tecellisine daha hizmet eder mi, ermez mi? (eder
82
sesleri) Eğer hizmet etmez derseniz, yapmayın derseniz, yapmayız. Fakat olabilir
ki tereddüt ettiğimiz şeyler olabilir. Sizin lehinize ve oylamanın hakiki olarak tecel
lisine hizmet eden bir usuldür.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, Meclis Divanındaki şahıslara hürmet
edilmesi, itibar edilmesi esastır. Geçen sene de bahis mevzu olduğu üzere Diva
nın tarafsız olabilmesi ve kalbimizde dert kalmaması için... Celseyi idare eden reis
fikirlerden sıyrılır ve Allaha kalbini bağlar. Hiç bir tesire kapılmaz. Biz böyle kutsal
makamda... Hasan Bey size namusumla temin ederim ki bilerek bu kürsüde sizin
tarafınızdan defalarca olmuştur.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): O şahsi düşüncenizdir. Ben de size Hüseyin Bey
namusumla temin ederim ki bilerek insan hatadan uzak değildir ve kasten hiç bir
şekilde Yüce Meclisin çoğunluğunun arzusuna muhalif hiç bir karar neticesi tebliğ
etmediğimi namusumla temin ederim. Mademki samimi görüşüyoruz. Biz de siyasi
bir parti yoktur, mevcut değildir. Bir siyasi parti vardır, o da Milli Misaktır.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Hepimiz de onun üyesiyiz.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Bu Milli Misakın etrafında toplanan da bu Meclis
te bulunan üyelerin tamamıdır. Grup meselesi, sırf müzakere şekline ait bir heyet
ten ibarettir. Ben Hüseyin Bey’e şu hususu hatırlatırım ki Avrupa'da hiç bir parti
yoktur ki gerek meclis reisleri, gerek devlet ricali hiç bir partiye ait olmasın.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Büyük Millet Meclisi bu hatadan kendisini tenzih
eder.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Bizde gerçi İstanbul Meclisimizde o vakit muhtelif
kanaatler üzerine kurulmuş iki parti vardı. Meclisimizin reisleri görünüşte müzake
relere iştirak etmezlerdi fakat daima hiç şüphe yoktur ki siyasi partiler teşekkül
ettiği vakitte Meclisin reisleri o partinin gelecektir. Fakat bizde öyle şey yoktur.
Eğer şurada açık olan sırf idare şeklinde, yani gündemin tanzimi hususunda fikir
alış verişinden başka bir şey olmayan o gruba Meclis Divan Heyetine dâhil olanla
rın devamını münasipEfendim,mesele
görmüyorsanız devam etmeyiz. Çünkü feda edilecek bir
esas kanaat yoktur. bir önerge müzakeresine devam olunup
olunmaması hakkındadır. Bu oya konacak. Aynı zamanda bir kaç arkadaşlarım
müzakere usulü hakkında söz istediler. Yalnız söz söylemek için kürsüye davet
ediyorum. Esas hakkında söylenecek söz yoktur. Oya konacaktır. Buyurun Ziya
Hurşit Bey, müzakere usulü hakkında.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, şimdi benim söylediğim hayret bir iş oldu.
Benim kanaatim, Yüce Meclisin her tarafındaki üyelerin hepsi önergeyi anlamadı
lar. Çünkü ilk defa oya konulduğunda kanaatim vardır ki Mahmut Sait Bey de şa
hittir ki çoğunluk vardı. Aksi reye konulduğu zamanda yine çoğunluk vardı. Hem
kabulünde çoğunluk var, hem de reddinde çoğunluk var. Bu çok hayret verici oldu.
Sait Bey rica ederim, söyleyiniz. (olamaz sesleri) Birincide aksi reye konmayıp da

83
çoğunluk var denseydi kabul edilirdi. Fakat ikincide, aksinde yine çoğunluk vardı.
Önerge kâfi derecede herkesçe anlaşılıp oya konulmadı. Zannederim Sait Bey de
aynı kanaattedir. Bendeniz bunu arz edecektim.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Müzakere usulü hakkında söz isteyen arka
daşların hepsine söz verdim. Artık söz isteyen kalmamıştır zannederim.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Söz istiyorum.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, siz esas hakkında söz istedi
niz. Efendim müzakerenin yeterliliğine dair Yozgat Mebusu Süleyman Sırrı Bey’le
Malatya Mebusu Feyzi Efendi’nin önergeleri var. Müzakerenin yeterliliğini kabul
edenler lütfen el kaldırsın. Oy birliği ile kabul edildi efendim. Uzun müzakere oldu,
leh ve aleyhte söylendi. Edinilen kanaat, ad okunarak bu hususun müzakere edilip
edilmemesinin tayini lazım gelir. Bu hususta müzakereyi kabul buyuran üyeler
beyaz, müzakereyi kabul buyurmayan üyeler kırmızı oy pusulası verecekler. Anla
şıldı mı efendim. Yanlışlık olmasın. (anlaşıldı sesleri)
(Ad okunarak oylama yapıldı. Oylar sayıldı ve…)

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim oylamanın neticesini tebliğ edece
ğim. Lütfen yerlerinizi ve hem de sükûneti muhafaza buyurunuz. Efendim oylama
ya iştirak eden 187, bahis mevzu olan önergenin müzakeresini kabul edenler 49,
arzu etmeyenler de 131. Yedi de çekimser vardır. Şu halde efendim, müzakerenin
devamı kabul olunmadı.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Reisi taraf olmakla itham eden arkadaşlara Allah
insaf versin.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim; kapıları kapatınız, müzakere gizli
olarak devam ediyor. Şimdi gelen bir istifa dilekçesini okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Yüce Heyetinize önergemle arz ettiğim kanaatime dayanarak Dışişleri
Komisyonunda hizmet etmeye imkân göremediğimden affımı rica ederim.
Mersin Mebusu
Selahattin
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Gizli celsede okunmasını arzu buyurdular,
1
arz ediyorum. (sebebi nedir sesleri)

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (13 Ocak 1922), 1.Dönem, c.3, s.49-59, http://www.tbmm.gov.tr/
84
14 OCAK 1922: İKTİSAT BAKANI MAHMUT CELAL BEY'İN İSTİFASI VE İZMİT
MİLLETVEKİLİ SIRRI BEY'İN ATANMASI
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 144.Birleşim, Gündem: 2/2)

TBMM'nin ilk hükümetinde ticaret, sanayi, ziraat, orman, veteriner


ve madenlerle ilgili işleri yürütmek üzere İktisat Vekaleti kurulmuştu. Ku
rulduğundan itibaren İktisat Vekaleti ekonomi ile ilgili bir çok kanunun
çıkmasını sağlamışsa da ekonomi üzerindeki etkisinin sınırlı kaldığı gö
rülmektedir. Bunun nedeni ise bütçeden Vekalete ayrılan payın iktisadi
politikaları yönlendirmede yetersiz kalmasıdır. Bu nedenle Vekaletin ka
patılarak bir genel müdürlüğe dönüştürülmesi gündeme gelmiştir.

(İki gün önce, 12 Ocak 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, İcra Vekilleri Heyeti Reisliğinin
tezkeresi var.

TBMM Başkanlığına
Rıza Nur Beyefendinin 29 Aralık 1921 tarihli telgrafı üzerine Sağlık ve Sos
yal Yardım Vekaleti vazifesinin İktisat Vekili Mahmut Celal Beyefendi tarafından
vekaleten idare edileceği arz olunur efendim. 5 Ocak 1922
İcra Vekilleri Heyeti Reisi ve
Genel Kurmay Reisi
Fevzi
1
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Yüce Heyetinize arz olunur.

(İki gün sonra, 14 Ocak 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim İktisat Vekili Celal Bey'in istifa
dilekçesi var, okunacak.

TBMM Başkanlığına
İktisat Vekaletinden af buyrulmamı istirham ederim efendim.
Saruhan Mebusu
Mahmut Celal

(ret sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim istifa etmişlerdir. Bizce yapılacak
1
başka muamele yoktur.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (12 Ocak 1922), 1.Dönem, c.16, s.41, http://www.tbmm.gov.tr/
85
(İki gün sonra, 16 Ocak 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): İktisat Vekaletine bir üyenin seçilmesine
dair Büyük Millet Meclisi Reisliğinin tezkeresi var.

TBMM Başkanlığına
Boşalmış olan iktisat Vekaletine uygun bir üyenin seçilmesini rica ederim.
Meclis Reisliğince bütün üyeler aday olarak telakki ve arz olunur. 16 Ocak 1922
TBMM Reisi
Mustafa Kemal
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim bundan sonraki celsemiz gizli
2
olarak yapılmak üzere teneffüs.
(Üç gün sonra, 19 Ocak 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, İktisat Vekaleti için seçim yapacağız.
VEHBİ EFENDİ (Konya): Efendim, İktisat Vekaleti seçiminden evvel bir iki söz
söyleyeceğim. Oylamanın usulünü tayin edecek değilim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Nedir efendim, nasıl olur?
VEHBİ EFENDİ (Konya): Seçim bir iki gün tehir olunsun, diyeceğim belki Meclis
kabul eder, efendim. Mevcut vaziyetimiz dolayısıyla iki senedir İktisat Vekaletin
den beklenen fayda görülememiştir. Bu vaziyetimizin düzelmesine kadar bu Veka
leti götürmek de mümkün değildir. Binaenaleyh Hükümette bu hususun kararlaştı
rılması için bir önerge veriyorum. Lütfen önergemi dinleyiniz, kabul veya ret size aittir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Vehbi Efendi Hazretlerinin teklifleri bir kanun
teklifidir.
VEHBİ EFENDİ (Konya): Hayır kanun teklifi değildir. Hükümete havale olunmak
üzere bir önergedir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun, efendim. Kanunen kurulmuş
bir vekaletiniz vardır. Önergeniz Hükümete ait kanunun bir maddesini değiştiriyor,
İktisat Vekaleti bir umum müdürlük olarak bir vekalete bağlansın deniyor. Bununla
vekil seçimi arasında ne münasebet var?
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Bilakis beş müsteşarlığa taksim edilmelidir.

1 TBMM Zabıt Ceridesi (14 Ocak 1922), 1.Dönem, c.16, s.49, http://www.tbmm.gov.tr/
2 TBMM Zabıt Ceridesi (16 Ocak 1922), 1.Dönem, c.16, s.70, http://www.tbmm.gov.tr/
86
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurunuz, rica ederim. Efendi Haz
retlerinin önergesi tabii bir kanun teklifi şeklinde olduğundan Tasarı İnceleme Ko
misyonuna havale edebiliriz.
VEHBİ EFENDİ (Konya): Rica ederim, Hükümete havale edilsin ve önergem bir
defa okunsun, efendim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Olmaz ki Hükümetin yapacağı bir şey değildir.
Mevcut bir kanunun değiştirilmesine dairdir. Burada yapamayız ki...
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Bey bizim bir önergemiz vardı. Niçin okun
muyor? Yoksa sansüre mi tabi tutulacak? Evvelki gün Musa Kazım Efendinin reis
liği zamanında verilen bir önerge okunmuş idi.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bugün verilen önerge ertesi gün okunur, usul
dendir. Hem Meclisin ortasında böyle söylemenizi uygun bulmuyorum. Efendim
İktisat Vekaletinin oylamasına başlıyoruz. İsimler okunmaya başlansın.
(Ad okunarak oylama yapılır, ara verilir, oylar sayılır ve...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim İktisat Vekaleti için yapılan oylamaya
213 üye iştirak etmiş, 15 çekimsere karşı 107 oyla İzmit Mebusu Sırrı Bey seçil
miştir. (alkışlar, Allah muvaffak etsin sesleri)
SIRRI BEY (İktisat Vekili): Muhterem Heyetinizin hakkımda gösterdiği itimat ve
teveccühe teşekkür ederim. Bu teşekkürü ne eda edeceğimi burada söyleyeceğim
söz ile değil, göstereceğim faaliyetlerle ispat edeceğim. Cenabı Hakkın yardımla
1
rını temenni ederim. (alkışlar)

16 OCAK 1922: GİZLİ OTURUMDA MÜSTAFA KEMAL PAŞA’NIN MERKEZ OR


DUSU KOMUTANI NURETTİN PAŞA HAKKINDA BEYANATI
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 145.Birleşim, Gündem: 2/1)

29 Ekim 1921 tarihli gizli oturumda Nurettin Paşa’nın Dersim ve


Samsun’daki faaliyetleri dile getirildikten sonra Meclisin kararı doğrultu
sunda, Hükümet Paşa’yı görevinden almış ve muhakeme edilmesine
karar vermişti. Nurettin Paşa, yaptıklarının ayaklanmaları bastırmak
amacıyla haklı olarak yapılan askeri harekâtlar olarak değerlendirdi ve
bu şekilde kendini savundu. Mustafa Kemal Paşa’da konunun Meclis
tarafından tekrar ele alınmasını istedi.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (19 Ocak 1922), 1.Dönem, c.16, s.89-90, http://www.tbmm.gov.tr/
87
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerelere başlıyoruz. Nurettin Paşa’
nın evrakı okunacaktır.

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Efendim, hatırınızdadır ki sabık Mer


kez Ordusu Kumandanı Nurettin Paşa, Samsunda bazı kimselerin seyahatlerine
mani olduğundan dolayı arkadaşlardan birisinin bir önergesi vardı. Aynı zamanda
Nurettin Paşa’nın bu hareketini kanunsuz gördüğü için oradan alınmasını İçişleri
Vekâleti tebliğ etmişti. Bu mesele Mecliste müzakere edildiği sırada Merkez Ordu
sunun salahiyetleri Nurettin Paşa’dan alındı. Nurettin Paşa hakkında bazı şeyler
söylendikten sonra, muhakemeye alınması için Yüce Meclis tarafından bir karar
alındı. Alınan bu karar Hükümet tarafından yerine getirilmiştir. Kendisi işten el
çektirilmiştir ve muhakeme edilmek üzere Ankara’ya çağrılmıştır. Kendileri buraya
geldikten sonra Başkumandan sıfatıyla bendenize müracaatı vardır. Diyor ki “Yüce
Meclisin hakkımda vermiş olduğu kararın teferruatını burada tamamen öğrendim.
Ancak bu kararın neden verildiğini, yani gerekçesini tamamen anlayamadım. Rica
ederim bu kararın sebepleri hakkında beni aydınlatınız.” Yüce Heyetinizce kabul
edilmiş olan sebepler ve mütalaa, Muhakemat Şubesine havale edilmiştir. Bu ha
vale olunan hususları bendeniz de incelettirdim Yüce Heyetinize karar verdiren on
muhtelif sebep vardır. Biri Samsun'da bazı kişilerin Samsun dışına çıkmalarının
yasaklanmasıdır. Nurettin Paşa bu on sebebe dair birer, birer teferruatlı bir yazı
yazmış ve bendenize göndermiş. Bu yazıda yer alan itiraz ettiği sebepleri baştan
nihayete kadar okudum ve Hükümete takdim ettim. Onlar da baştan nihayete ka
dar okudular. Bu yazı muhtelif meselelere de temas ediyor. Bu meselelerin hepsi
de mühimdir, başlı başına mühimdir, Pontus meselesi gibi. Benim edindiğim ka
naat şudur ki Yüce Heyetinizce verilmiş olan bu karar biraz ağır bir karar olmuştur.

EMİN BEY (Erzincan): Nurettin Paşa'nın muhakemeye alınması benim bir öner
gemle açılan müzakere neticesindedir. Bu önergemin müzakeresi İçişleri Vekilinin
güvenoyu alması ve Nurettin Paşa’nın azledilerek muhakemeye alınması ile neti
celenmiştir. Nurettin Paşa Merkez Ordusu Kumandanlığından azledilmiştir. Şimdi
muhakeme meselesi kalıyor. Başkumandanlık Makamına soruyorum, bu karar
ağır mıdır? Eğer ağır ise ve bunu Başkumandanlık bize izah ederse tabiidir ki
yapılacak teklif Meclisçe kabul olunabilir.

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Efendim, bendeniz Nurettin Paşa’nın yazı


sını tetkik ettikten sonra Tahkik Heyeti ile de müzakere ettim. Onlara bu husustaki
kanaatlerini sordum, onlar da bu kararın ağır olduğunu söylediler. Binaenaleyh
Yüce Heyetinize arz ederim ki bu karar ağırdır. Nurettin Paşa vazifeden azlettiril
miştir, bütün kararlarınız tatbik edilmiştir. Mamafih bunu adaletli bir şekilde değiş
tirmek de yine Yüce Heyetinizin elindedir. Nasıl münasip görürseniz öyle yaparsı
nız. Müsaade buyurursanız bir şey daha arz edeyim. Mevzubahis olan mesele,
Pontus meselesi vesairedir. Bu, adeta bir tarihçe oluyor. Zannederim Tetkik Heye
tinin raporları da tetkikten geçirilirse münasip olur zannederim.

88
VEHBİ BEY (Karesi): Düşmanlarımızın fitnelerine karşı gayet mühim vesikalar
vardır, kitap tarzında yayınlanıp dağıtılmalıdır.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Gazetelere tebliğ edilmiştir.
BİR MEBUS BEY: Mademki mühim meseleler vardır, okunsun.
YUSUF İZZET PAŞA (Bolu): Pontus Tahkik Heyeti adına söz isterim. Arkadaşlar,
ben dâhil beş kişiyi Koçgiri Tahkik Heyeti olarak oraya gönderdiğiniz malumdur.
Heyetimiz oradaki vazifesini tamamlayarak tahkikatımızın neticesini tespit ettik.
Fakat daha henüz raporumuzun esası hazırlanmamıştır. Heyetimizin diğer iki üye
si buraya gelir gelmez raporumuzu takdim edeceğiz. Ancak şimdiden iki cümleden
ibaret bir hulasa arz edebilirim. Nurettin Paşa Hazretleri esasen Hükümetten aldığı
fevkalade salahiyet ile hareket etmiştir. Vazifesi ayrıca aldığı emirleri yapmaktan
ibarettir. Benim bu söylediklerimin takdiri Yüce Heyetinize aittir.
EMİN BEY (Erzincan): Usule ait bir şey arz edeceğim. Kendisine olan itimadımız
var olmakla beraber, zannederim bu yazının kendisi tarafından mütalaası doğru
olmaz. Çünkü müştekilerden birisi de Ziya Bey’dir. Dikkatinizi çekerim.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Nurettin Paşa Hazretlerinin verdiği yazının tetkik için
Tetkik Heyetine verilmesini rica ederim.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bendeniz de usul hakkında bir şey arz etmek istiyo
rum. Nurettin Paşa hakkındaki söylenenler ya doğrudur veya değildir. Binaenaleyh
Nurettin Paşa hakikaten namuslu bir askerdir, geçmişi de düzgündür. Hakkında
yapılacak tahkikatın iyi bir şekilde yapılmasını istirham ederim. Ben kanaatimi arz
edeyim. Nurettin Paşa’nın Samsun mıntıkasındaki harekâtından dolayı askerlik
vazifesinden dolayı muhakemesi icap ediyorsa muhakemesinin Askeri Harp Diva
nında yapılması lazımdır. Bu yazı da gayet uzundur. Bu yazıyı ilk defa Milli Sa
vunma Komisyonuna havale edelim. (gürültüler, okuyacağız sesleri) Okunmasın
demiyorum, yani okunduktan sonra Komisyona gitmesi lazımdır. Bunu onlar tetkik
etsinler.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, birçok söz isteyen arkadaşları
mız var. Yazı okunduktan sonra müzakereye devam edelim.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Müsaade buyurun efendiler, görüyorsunuz ki bu
yazı burada okumakla bitecek bir iş değildir, kanaatindeyim. (şiddetli gürültüler)
Bunu Komisyon okusun, bir rapor yazsın, ondan sonra buraya gelsin. Eğer burada
okumak lazım geliyorsa, mesele karanlık kalacak.
VEHBİ BEY (Karesi): Biz Nurettin Paşa hakkında karar verirken arkadaşlarımız
dan edindiğimiz malumata göre kararımızı verdik. Efendiler bir adam dinlenmeden

89
asılmaz, neden bunu dinlemeyelim. Her ne ise bu yazıyı bir kere okumak lâzımdır.
1
Bir kere mahkum ettiğimiz adamın cevabını dinleyelim.
(Nurettin Paşa’nın savunma niteliğinde olan yazısı okundu. Bu yazı tutanakta yer alma
maktadır. Daha sonra oturuma son verildi. Bir gün sonra 17 Ocak 1922 tarihinde yapılan
gizli oturumda görüşmeye devam edildi.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Merkez Ordusu Kumandanı Nurettin Pa


şa ile alakalı mevzu üzerindeki müzakereye devam ediyoruz. Nurettin Paşa'nın
cevabı okundu, birçok vesikalar daha var, onları da okumaya lüzum var mı?
OSMAN NURİ BEY: Hepsi okunsun.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): 30 arkadaş söz aldı. Leh veya aleyhte
olanları ayırırsak iyi olur.
EMİN BEY (Erzincan): Evvela, isimleri geçen arkadaşlara söz vermek uygun olur.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Bendeniz meselenin içinde olduğum için söyleyeyim,
Yüce Heyetin fikrine uygun olursa bu mesele ile lüzumsuz yere günlerce uğraş
maya meydan kalmaz. Müdafaa hakkına hürmetim vardır. Efendiler dünden beri
Nurettin Paşa’nın müdafaasını dinliyoruz. Yüce Meclis tarafından tahkikat için
vazifelendirilmiş bir heyet var. Tahkikatını tamamlamış ve Nurettin Paşa’ya ve icap
eden diğer kişilere sorular sorarak tahkikat yapmıştır. Her şahsın müdafaa yap
maya hakkı var. Bendeniz arzu ederdim ki bu müdafaa yazısı Tetkik Heyetine
verilir, Heyet bunları tetkik ve raporunu tanzim eder. Dün bunu Yüce Heyetinizden
istirham ettim. Dün bu yapılmadı ve bir gün kaybettik. (münakaşalar, gürültüler)
Bununla vakit geçirmekte bir fayda yok.
EMİR PAŞA (Sivas): Koçgiri'ye ait meselede Hakkı Hami Bey’in dediği doğrudur.
Fakat Samsun meselesi tahkik edilmiş değildir. Benim bir önergem var, on beş
günden beri duruyor, okunmamıştır. O önergem okunsun.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Arkadaşlar Nurettin Paşa hakkında
muhakemeye sevk kararı verilmiştir. Önce bu kararı değiştiriniz ve sonra yine bu
yazıları Tahkik Heyetine havale ediniz. (gürültüler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hükümetin iknası üzerine bunları yaptım diyorsa,
evvela Hükümeti muhakemeye alırız, sonra onu bırakırız.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Hükümetin teklifi yalnız bir noktaya aittir,
yani Samsun'daki seyahatlerine mani olunan kişilere aittir ve İçişleri Vekilinin Yüce
Heyetinizden talebi, Nurettin Paşa’nın işten el çektirilmesine aittir. Bu da yapılmış
tır. Nurettin Paşa’nın muhakemeye alınmasının on sebebi vardır. Bu on madde,

1
TBMM Gizli Celse (16 Ocak 1922), 1.Dönem, c.2, s.622-624, http://www.tbmm.gov.tr/
90
müzakere esnasında söylenmiştir ve Yüce Heyetiniz de bu on madde üzerine
böyle bir karar almak mecburiyetinde kaldı. Binaenaleyh İçişleri Vekiline ait olan
meselede, İçişleri Vekili haklı olabilir. İçişleri Vekili isterseniz...
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Memleket halkına namussuzlukla itham var.
(gürültüler) Ben de varım... (gürültüler)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Oturunuz, konuşalım. Zannederim Efendim,
bu iş olunurken yanlış anlaşılmış olacak. Nurettin Paşa şöyledir, böyledir deme
miştir.
“Şöyle ve böyle istihbarat vardır, bu şekilde birçok şeyler isnat ettiler, bunları da
işittikten sonra meseleye temas etmek ve tahkik etmek mecburiyetini hissettim,
fenalıkların kime ait olduğunu anlamak için, meydana çıkarabilmek için tahkikata
lüzum gördüm ve bu tahkik esnasında da o kişilerin seyahatlerine mani oldum”
...demiştir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Söz istiyorum. (oya sesleri, gürültüler)
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Samsun'da seyahat hürriyetleri kısıtlanmış olan elli
altı kişinin bu şekilde bir baskı altına alınması hakkında bir soru önergesi verilmiş-
ti. Bu önergenin müzakeresinde bendeniz dedim ki Nurettin Paşa’nın yaptığı bu
muamele keyfidir ve kanunsuzdur. Bu keyfi ve kanunsuz muamelesini düzeltmesi
ni kendisinden rica ettim. Fakat düzeltmedi. Bunun için Hükümete vazifesinin de
ğiştirilmesini talep etmiştim ve bunun üzerine mesele Mecliste söz konusu oldu ve
malum olan hararetli münakaşa neticesinde Nurettin Paşa’nın azliyle beraber mu
hakemeye alınmasına dair karar verildi. (gürültüler) Nurettin Paşa'nın bu muame
le üzerine yazdığı yazıyı okuduk. Çeşitli mevzulardan bahisle birer, birer ve tefer
ruatlı cevap veriyor. Bunun yanında bendenizin ileri sürdüğüm seyahat hürriyeti
meselesinde görürsünüz ki bu yapılan muameleyi daha ileriye götürüyor. (alkışlar,
bravo sesleri) Orada bulunan ahaliyi şahıs, zaman ve mekan tayin etmeksizin
Rum muhbiridir bunlar menfaatleri için Vatanı satarlar, şahsi menfaatleri için Rum
ların arkasından giderler veya Rum Pontus Hükümetinin lisanında Türkçe lisanı
dahi kabul edilmesinin bahsederler gibi umum ve gayet ağır ithamlarda bulunmak
bir kumandanın zannedersem liyakatine uygun değildir. Bu Mecliste hazır bulun
mayan ve haklarında böyle umumi şekilde ithamlarda bulunulan şahısların hakla
rını İçişleri Vekili olarak müdafaa etmek ve onlar hakkında söylenen ve bu kadar
vesika göstermekte iken yalnız şahsi ifadeyle... (bravo sesleri, alkışlar) Koca bir
memleket halkına, müftüsüne eşrafına ve itibarlı kimselere ağır surette leke sür
mek uygun değildir. Binaenaleyh meseleyi bir kere daha tetkik edelim. Samsun'da
ve bütün Karadeniz sahilinde bulunan bütün Rumların iç mıntıkalara sevk edilme
leri için Hükümetten karar alınmış ve bu karar kendisine tebliğ olunmuştu. Bu bü
tün Rumlar ifadesinden istifade ederek kadın, çocuk ve ihtiyarları da sevk etmek
zannederim Hükümetin kararına muhalif bir hareket olur. Merkez Ordusu Kuman
danı, Rum kadınları, çocukları ve ihtiyarları sürgün edince, tabii haklı olarak orada
91
bulunan ahali memlekette karışıklık olacağını, hatta Yunan donanmasının oraya
gelerek bombardıman edebileceğini ve bu şekilde memleketin harap ve perişan
düşeceğini zannetmişlerdir. Onlar Hükümetten rica etmişler, bir telgraf göndermiş
ler, bu telgraf dikkate alınmış ve Samsun'da bulunan kadın ve ihtiyarların sevkin
den vazgeçilmiştir. Bu telgrafı imza edenler elli altı kişidir. Bu telgraf yazıldıktan ve
Samsun'da bulunan Rum ve Ermeni ihtiyar ve kadınları yerlerinde bıraktırdıktan
sonra Nurettin Paşa birtakım hatalara düşmüş ve tahkikata başlamıştır. Bu telgraf
gönderen adamları takip etmeye teşebbüs etmiştir. Buradaki izahatında ifade ettiği
bunların Rum muhbirleri olduğu ve hatta Pontus Hükümetinin danışmanlığını ifti
harla kabul ettiklerini ileri sürmüştür. Şimdi bir defa tetkik etmek lazım gelir ki bu
hareketleri Nurettin Paşa bu telgrafın Hükümete yazılmasından sonra mı yaptı,
daha önce mi yaptı? Sonra yaptı ki yalnız telgrafı imza edenler hakkında takibat
yapmıştır. Bunlar sıkıyönetim kararnamesine muhalif olarak bir şeyler yapmışlarsa
onlara ceza vermek lazım gelir. Yahut Pontusçuluk edenler varsa onların cezasını
vermek lazım gelir. Yoksa Hükümete telgraf çekme suçundan dolayı elli altı kişiye
Şehirden dışarı çıkmayacaksınız gibi kanunen yeri olmayan bir cezayı tatbik et
mek doğru değildir. Rum kadın ve çocukları meselesi bundan ibarettir. Kendileri
diyorlar ki bu salahiyetim dâhilindedir. Bendenize kalırsa hiç bir sebep olmadan,
hiç bir kanuna dayalı olmayarak, sıkıyönetim kararnamesine göre karar almadan
böyle alelade yalnız telgraf imza ettiklerinden dolayı bu adamların böyle suçlan
ması uygun olamaz. Böyle hudutsuz bir salahiyet kimseye verilmemiştir. Eğer
salahiyeti varsa, o da ancak bir sebep üzerine ve bir suç üzerine Memleketin
mevcudiyetini tehlikeye düşürecek bir şey üzerinedir, yoksa telgrafı imza ettikle
rinden değil. Ancak kendileri diyorlar ki ben orada bulunan sıkıyönetim amiri ve
ayrıca harp mıntıkası kumandanı idim ve bütün tedbirleri almak hususunda kanuni
salahiyetim vardır ve bu salahiyete dayanarak bu adamların bir müddet seyahatle
rine mani oldum. Nurettin Paşa’nın bu hareketi kanunsuz olmakla beraber, bana
göre kendisinde mevcut olduğunu sandığı salahiyeti kullanmış olmasından ileri
geliyor. Bu hususta kendisine ihtar da yaptık. Bu hareketinde ısrar etti. Bu adamla
rın seyahat hürriyetini kısıtladığı için bendeniz azledilmesini talep ettim. Diğer
hususlar hakkında Yüce Heyetinizin kanaati nedir bilmiyorum. Yine bu noktada
düşüncem aynıdır ve bundan dolayı Kumandanı muhakemeye almak doğru mu
dur, değil midir, burasını... (gürültüler, Meclis karar verdi sesleri) Gelelim Ordu
Mutasarrıfı iken Samsun Mutasarrıflığına tayin ettiğimiz Faik Bey hakkında Nuret
tin Paşa’nın Rum muhbiri dediği meseleye. Bu Mutasarrıf burada mevcut olmadığı
için onu müdafaa ve bu husustaki hakikatleri söylemek hakkımdır, vazifemdir. Faik
Bey bugün mevcut olan idarecilerimizin en namuslusu ve işinin ehlidir, doğru olan
larından birisidir. Kendisi Ordu'da iken bizzat tehciri kendisi yapmıştır. Rum kadın
ve çocukların sürülmesi meselesine itiraz etmiştir. Eğer ısrar edecek olursanız ben
size istifamı veririm demiştir. Yoksa Rum tehcirine muhalifmiş ve Rum muhbiriy
miş, bunların hiç birisinin asıl ve esası yoktur. Bu Mutasarrıfın oraya tayin olundu
ğundan beri oradaki iyi idaresinden ve Rum eşkıyasına karşı gösterdiği şiddeti
tavrından ben Vekâletim adına kendisine müteşekkirim ve bugün orada isteyen

92
Rumları, kendi teklifleri üzerine bizzat sevk etmektedir. Bu adam Rum muhbiri
olsa idi, Rum taraftarı olsa idi, bugün bu tedbirleri alamazdı. Bu kişi hakkında da
Nurettin Paşa’nın ifadesi mübalağalıdır. Şimdi efendiler, diğer hususlar hakkında
Yüce Heyetinizin oraya gönderdiği bir tahkik heyeti vardır. Bu heyet tahkikatını
yapmıştır. Raporunu da takdim etmek üzeredir. Binaenaleyh o hususta bendeniz
söz söylemeyeceğim. Tahkikatı bizzat yapan arkadaşlar buradadır. Benim şikayet
ettiğim mesele Samsun'daki elli altmış kişi meselesidir. Onlara keyfi bir muamele
de bulunulmuştur. Bunun düzeltilmesini rica ettiğim halde, Nurettin Paşa yapmak
ta ısrar etmiştir. Bundan dolayı bir Ordu kumandanını muhakemeye almak uygun
mudur, değil midir?
LÜTFÜ BEY (Malatya): Bu kişilerin seyahatlerine mani olunması ister kanuna
muhalif, ister uygun olsun. Lakin siz Koçgiri hadisesi üzerine Elazığ ve Malatya
mıntıkalarındaki seyahatlere niçin mani oldunuz.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Tarafımdan hiç bir kimsenin hiç bir seyahatine mani
olunmamıştır. Bu hususta seyahat talimatnamesi hükümlerinden başka hiç bir şey
tatbik olunmamıştır.
HOCA ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Hükümet, seyahat vesikasını kaldırdığı halde
hala harp mıntıkasında bulunan birtakım köylülerin seyahatlerine mani olunuyor.
Bunlar kanuni midir?
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Eskişehir) Tahkikat evrakını Heyet istiyor, ben tahki
katı tamamlayacağım, diyor. Reis Paşa Hazretlerinin teklifleri de verilen muhake
me kararını kaldıralım ve neticeye kadar böyle kalsın, şeklindedir. Binaenaleyh
müzakerenin buna göre yapılması lazımdır. Eğer müzakereyi başka noktalardan
açarsak dağılır. (gürültüler)
EMİR PAŞA (Sivas): Hoca Efendinin şahsına dokunmadığı için öyle söylüyor.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Arkadaşlar, iki fikir ortaya çıkmış olu
yor. Bu evrak, Tahkik Heyetine verilsin, Heyet tetkik etsin. Arzu buyrulursa yazılar
Yüce Heyetiniz tarafından okunduktan sonra oraya verilebilir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Ancak bu meselenin tetkiki için geçecek
zamanı bilemiyoruz. Bu süre içinde muhakeme kararını değiştirebiliriz. Arkadaşlar,
bir şey daha arz edeyim. Bu evrak içinde önergeler var ve bunları verenler de
Hafız Mehmet Bey’le, Emin Bey’dir. Bunların her vakit söz söylemek hak ve sala
hiyetleri saklıdır. Onlar tabii önergelerini müdafaa edebilirler. Diyorlar ki neticede
bu muhakeme kararının değiştirmek taraf tutarlılık olur. (gürültüler, oya sesleri) Bu
1
önergeleri kabul edenler, kabul edilmiştir.

1
TBMM Gizli Celse (17 Ocak 1922), 1.Dönem, c.2, s.627-630, http://www.tbmm.gov.tr/
93
(Mustafa Kemal Paşa, “Meclisin askerlik görevine son verilmesi kararının çok ağır oldu
ğunu” belirtmesi üzerine, Nurettin Paşa cezalandırılmamıştır. Sadece Merkez Ordusu
Komutanlığından alınmış ve yeni bir görev verilmediği için Kastamonu Taşköprü’de bulu
nan kızının yanına gidip Batı Cephesi Birinci Ordu Komutanlığına tayin olduğu güne kadar
orada kalmıştır.)

21 OCAK 1922: TÜRK DOSTU CLOUD FARRERE’E TEŞEKKÜR YAZILMASI


HAKKINDAKİ ÖNERGENİN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 148.Birleşim, Gündem: 7/1)

Fransız yazar Cloud Farrare sık sık Türkiye’ye seyahat eden Türk
Dostu bir şahsiyetti. Kurtuluş Savaşı sürecinde, Türkiye'ye cephe alan
kendi ülkesi Fransa'ya karşı, Türkiye'yi destekleyen yazılar yazdı. Türk
lere olan sevgi ve ilgisiyle, İstanbul Hükümetine karşı Ankara’yı ve Mus
tafa Kemal Paşa’yı destekledi. Yunan Ordusunun Batı Anadolu’da yap
tığı zulmü ve vahşeti yazılarıyla Dünya’ya duyurdu. Fransız yazar
Claude Farrere, Türk Milletini Avrupa’da devamlı desteklemiştir.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, arkadaşlardan kırk imzalı Geli
bolu Mebusu Celal Nuri Bey ile arkadaşlarının önergesi var.

TBMM Başkanlığına
Türklerin soylu dostu Fransız yazar ve düşünürü Cloud Farrare Hazretle
rinin yayınladığı müthiş makalesi bütün kalplerimiz üzerinde büyük bir tesir
bırakmıştır. Bu Türk Dostu, Hıristiyan ve mutaassıp Avrupa'nın Türkleri müda
faa ettiğinden dolayı Nobel Mükâfatının neden Piyer Loti’ye verilmediğini ve
bunun sebeplerini pek kahramanca bir lisan ile Avrupa âlemine yayınlamıştır.
Bu hizmetinden dolayı Yüce Meclis adına teşekkür edilmesi için Paris Temsil
cimize emir verilmesini ve pek ağır hasta olduğunu duyduğumuz fahri hemşe
rimiz Piyer Loti Hazretlerine de Temsilcimizin bizzat giderek geçmiş olsun ziya
retinde bulunmasını teklif ederiz. 21 Ocak 1922
Gelibolu Mebusu
Celal Nuri ve 40 arkadaşı

94
CELÂL NURİ BEY (Gelibolu): Efendiler geçen gün elime Cenevre'de yayınlanan
Jurnal de Jenevr Gazetesinde yayınlanan bir makale geçti. Bu gazetede başında
diyor ki Fransa’nın ünlü düşünür ve yazarlarından Cloud Farrare’in makalesini aşa
ğıda sunuyoruz, fakat biz yazarın bu fikrine iştirak etmiyoruz. Çünkü o Türklerin
pek dostudur. Yalnız üstat pek büyük bir yazar olduğundan makalesini yayınla
mamak da elimizden gelmez, diyor. Makaleyi okudum. Hulasası şudur, Efendim.
Bir parça okumama müsaade buyurunuz. Bir Nobel Mükâfatı var, bu Dünyanın en
büyük edebiyatçılarına, fen icatçılarına, sanatkârına verilir. Birkaç senede beri
veriliyor ve mükâfat dehşetli bir yekûn teşkil ediyor. Bunu Bakü ile ticaret yapan
Nobel isminde İsveçli bir adam vermektedir. Bunları birkaç edebi ve ilmi heyetler
toplanarak seçerler. Bugün Dünyanın en büyük edebiyatçıları olan dostlarımızdan
Anatol Frans ile fahri hemşerimiz Piyer Loti’dir. Mösyö Piyer Loti şimdiye kadar
lehimizde birçok yazmıştır. Cloud Farrare diyor ki “Hıristiyan Âlemi Hıristiyanlar
tarafından teşkil edilmiş olan bu mükâfat birtakım hurafe ve batıl Hıristiyan itikadı
nın tesirinde bulunan Avrupalılarca, hak sahibi olan Türklere yardım eden Piyer
Loti'ye verilemezdi.” Çünkü bütün Hıristiyan Âlemi bir çember gibi bunun etrafını
sarmıştır. Fakat Piyer Loti bütün dünyevi şan ve şerefleri, payeleri ve hatta parayı
terk ederek fikrinde sabit kalmıştı. Devamlı Balkanlı hasımlarına, Bulgarlara, Yu
nanlılara ve Ermenilere karşı Türkleri müdafaa etti. Eğer Piyer Loti arzu etseydi,
bir küçük işaretle bu mükâfatı ve daha nice nicelerini alırdı. Fakat kendisi sebat
etti ve bu mükâfatı almadığı gibi, şimdi de Avrupa’da şansız ve şerefsiz bulunuyor.
(bilakis sesleri) Yani Avrupa ve Hıristiyanlık itibariyledir Efendim. Makaleyi okuduk
ve makale hakikaten kahramanca yazılmış bir makale. Biz bugün binlerce lira sarf
etmiş olsaydık, bu makalenin onda biri kadar bir propaganda yapamazdık. Bunu
da Avrupa'da yalnız Fransa'da Piyer Loti ve onun gibi seyyah, gemici ve edebiyat
çı olan Klod Farer yazıyor. Dikkat buyurunuz ki Klod Farer bin zorlukla İsviçre gibi
bir memlekette yayınlanan bir gazeteye verebiliyor ve gazete de onun fikrine ka
tılmadığını gösteriyor. Binaenaleyh Klod Farer'e bir teşekkür ve Piyer Loti’ye geç
miş olsun temennimizi takdim edelim. Piyer Loti Hazretleri hak yolunda ve Ermeni
lere karşı en sert bir lisan ile bizi müdafaa eden bir adamdır. Bu gibi kahraman
adamlara artık Dünyanın hiçbir tarafında tesadüf edildiği yoktur. Geçen günkü
müttefikimiz Almanya'da var mı, İngiltere'de var mı? Ancak General Tavshend
biraz lehimizde yazabildi. Binaenaleyh bunu bir kıymetli hatıra kabul ederek ken
disine teşekkür edilmesini kırk arkadaşım ile teklif ederim. (uygundur sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, oya sunuyorum. Önerge oybirliği
1
ile kabul edilmiştir. (alkışlar)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (21 Ocak 1922), 1.Dönem, c.16, s.96-97, http://www.tbmm.gov.tr/
95
30 OCAK 1922: ALKOLLÜ İÇKİLERİN YASAKLANMASI HAKKINDAKİ KANUNDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR GÖRÜŞME VE TASARININ REDDEDİLMESİ
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 152.Birleşim, Gündem:7/4)

Kanunun kabul edilmesinden bir buçuk yıl sonra yapılan Meclis


görüşmelerinde, yasağın etkisi ve uygulanması hakkında konuşulmuş
tur. Hükümetin getirdiği değişiklik teklifine karşı çıkanlar, aynı zaman
içki yasağının yeterince uygulanamadığından da şikayet etmişlerdir. Bu
kanun sayesinde olumlu gelişmeler sağlandığını ileri sürenler de vardı.
Bu değişiklik önerisi, uygulamada görülen aksaklıkların giderilmesi
amacına yönelik olsa da bazı milletvekillerinin tepkisini çekmiştir.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, İçkinin Yasaklanması Kanunu


nun bazı maddelerinin değiştirilmesine dair bir kanun teklifi var. Okunacak.

TBMM Başkanlığına
Alkollü İçkilerin Yasaklanması Kanununun ikinci maddesinde, “Alkollü
içkileri imal edenler, ithal edenler, nakledenler ve satanlara her okkası için elli
lira para cezası verilir” denilmekte ise de okkadan daha az elde edilecek içki
den alınacak para cezası hakkında bir kayıt ve açıklık bulunmaması, mahke
melerin uygulamalarında tereddütlere sebep olmaktadır. Bu hususta mahke
melerin bazıları ceza vermemekte ve bazıları da okkanın küsuratına göre para
cezası hükmetmektedir. Okka küsuratının cezadan muafiyeti, kanunun ruhuna
aykırı bulunduğundan dolayı, ilgili maddeye “küsur” kelimesinin ilavesi suretiyle
mesele halledilecektir.

Ayrıca birçok mazeretleri sebebinden dolayı mahkemelerin huzuruna


çıkmayan şüphelilerin gıyaben cereyan eden muhakemelerinde, savunmaları
nın alınamaması veya hakimlerden insanlık hali olarak meydana gelen yanlış
kararları düzeltecek bir üst mahkemenin bulunmaması yüzünden, hatalı karar
çıkmasına meydan vermemek üzere temyiz yolunun açık olduğuna dair bir de
fıkra ilave edilmiştir.

Kanunun ikinci ve üçüncü maddelerinde adı geçen para cezalarının tah


silinin izah edilmemesi hususu da kanunun tatbikatında intizamsızlığa sebep
olmakta ve mahkemelerden bazıları para cezası karşılığı hapis yatmak mecbu
riyetinden olan mahkumlara farklı cezalar tayin etmektedirler. Bu hususların
telafisi için aşağıdaki kanun tasarısı takdim edilmiştir. 8 Ocak 1922
İcra. Vekilleri
Fevzi
Heyeti Reisi Din İşleri
Fehmi Vekili Milli Savunma Vekili
Refet
Adalet Vekili İçişleri Vekili Dışişleri Vekili

96
Refik Şevket Fethi Yusuf Kemal
Maliye Vekili Maarif Vekili Nafıa Vekili
Hasan Hüsnü Hamdullah Suphi Ömer Lütfi
İktisat Vekili Sağlık Vekili
Mahmut Celâl Dr. Refik

ALKOLLÜ İÇKİLERİN YASAKLANMASI HAKKINDAKİ KANUNDA DEĞİŞİKLİK


YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1. Alkollü İçkilerin Yasaklanması Kanununun ikinci ve üçüncü madde
leri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Madde 2. Alkollü içkileri imal edenler, ithal edenler, nakledenler ve sa
tanlara her okkası için elli lira para cezası verilir ve ele geçirilen içkiler imha
edilir. İmhadan maksat yalnız dökmek olmayıp, içmeye uygun olmayacak bir
şekilde değiştirerek kanuni maksat meydana geleceğinden, bunlardan ispirto
imal ettirilmek üzere makbuz karşılığında Duyunu Umumiye İdarelerine teslimi
uygundur.”
“Madde 3. Aleni olarak içki içenlere veya gizli içip sarhoşluğu belli olanla
ra ya şer’i ceza veya elli liradan iki yüz liraya kadar para cezası veya üç aydan
bir seneye kadar hapis cezası verilir. Resmi vazifeli olanlar ise memuriyetten
ihraç edilirler. Bu hükümlere itiraz ve temyiz edilebilir. Verilen para cezası, Ce
za Kanununun 37. maddesi gereğince bir seneden fazla hapse karşılık olacak
miktardan fazla ise bu fazla miktar karşılığında mahkum olanın mal ve mülküne
haciz tatbik olunur.”

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Adalet Komisyonunun raporu


okunuyor

TBMM Başkanlığına
Alkollü İçkilerin Yasaklanması Kanununun ikinci ve üçüncü maddelerinin
değiştirilmesine dair Vekiller Heyetinden verilen ve Komisyonumuza havale
edilen kanun tasarısı mütalaa ve müzakere edildi. İkinci maddenin son fıkrası
madde metninden çıkarılmış ve üçüncü madde aşağıdaki şekilde değiştirilmiş
tir. Yüce Heyetin takdir ve kabulüne arz olunur.
Adalet Komisyonu Reisi Raportör Üye Üye
Celalettin Arif Nafiz Hafız Mehmet

Madde 2. Alkollü içkileri imal edenler, ithal edenler, nakledenler ve satanlara


her okkası için elli lira para cezası verilir ve ele geçirilen içkiler imha edilir.

97
Madde 3. Aleni olarak içki içenlere veya gizli içip sarhoşluğu belli olanlara ya
şer’i ceza veya elli liradan iki yüz liraya kadar para cezası veya üç aydan bir
seneye kadar hapis cezası verilir. Resmi vazifeli olanlar ise memuriyetten ihraç
edilirler. Bu hükümlere itiraz ve temyiz edilebilir, ancak istinaf edilemez.

HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendim, biz evvelce verilen hükümlerin itiraz ve
temyizi olmadığını üçüncü madde ile kabul etmiştik. Bundan maksat, bir İslam
memleketinde, bir Müslüman muhitinde şeriat hükümlerine ve kanunlara en çirkin,
en kötü, en fena şekilde karşı gelen adamlar hakkında verilecek ve bir ibret tesiri
yapacak bu hükümlerin uzun müddet sürüncemede kalmak suretiyle tesirlerinin
azalmaması içindir. Hükümler ne kadar seri olarak verilir, verildikten sonra ne
kadar seri bir şekilde tatbik olunursa, ancak o vakittir ki tesirli olabilir. Binaenaleyh
Büyük Millet Meclisi bu üçüncü maddeyi kabul ederken bu noktayı çok iyi düşün
müştür. Bu noktanın değiştirilmesine katiyen lüzum yoktur. İçkinin Yasaklanması
Kanununu çıkaran Büyük Millet Meclisi, her şeyden evvel bütün halkın memnuni
yetini kazanmış ve bu kanun memlekette mübarek bir kanun olarak tanınmıştır.
Halk Büyük Millet Meclisine cidden müteşekkir olmuştur. Bu memnuniyeti azalta
cak olan birtakım değişiklikler yapmak, evvelki düşüncelerimize muhalif tarzda
hareket etmek doğru değildir. Sonra efendiler, el konulan içkilerin imhası mesele
sine gelince, Büyük Millet Meclisi bu kanunu çıkarırken bütçesinden milyonlarca
liranın çıkmasına razı oldu. Bunun sebebi ne idi? Bunun sebebi umumi İslam ha
yatı idi, milli hayatı gerilemekten kurtarmak ve memleketin hayatına, sağlığına
hizmet etmektir. Hayat ve sağlık meseleleri öyle maddiyat ile ölçülemez, öyle para
ile mukayese edilemez. Bazılarının rivayetine göre bu kanun bütçemize iki üç
milyon liralık bir zarar açmış. Bu meseleyi Büyük Millet Meclisi bu kanunu kabul
ederken bu zarara en ufak bir nazarla bile bakmaya tenezzül etmemiştir. Binaena
leyh böyle umumu ve mukaddes olan bu kanunu kabul eden Büyük Millet Meclisi,
el konulan ufak tefek içkilerin imhasına karşı da tabii ki merhametli olamaz ve
olmayacaktır. Eğer efendiler, imhadan vazgeçip de bunların muhafazası cihetine
gidilecek olunursa, korkarız ki ve korkmaya katiyen hakkımız vardır ki memlekette
İçkinin Yasaklanması Kanunu tedrici bir şekilde kalkmaya başlamıştır.
HAFIZ İBRAHİM EFENDİ (Isparta): Şimdiden başladı bile.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Efendiler ispirto için eczanelere vermiş olduğu
muz müsaade, istihbaratımıza göre bazı eczaneleri eczanelikten çıkarmış, mey
hane yapmıştır ve bazı müesseseleri de meyhane yapmıştır. (doğru sesleri) Bina
enaleyh Büyük Millet Meclisinin, bütün halkın şükranına sebep olan bu mukaddes
kanunun değişikliğe doğru gitmesi bizim için bir geriye gidiştir. Bu geriye gidiş,
Büyük Millet Meclisinin şerefine uygun bir hareket değildir. Yalnızca okkanın küsu
ratı ile alakalı değişiklikle yetinelim. Diğer maddelerin değiştirilmesi yoluna katiyen
gitmeyelim. Gidersek yaptığımız bir işi kendi elimizle bozmuş olacağız. Söyleye
ceklerim bundan ibarettir. (doğru sesleri)

98
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Giresun): Efendim, değişiklik hususlarından en mühimi
imha meselesinin icrasıdır. Hükümet bu imha meselesini bir şekilde ifade etmiş ve
Düyunu Umumiye Dairesine teslim etmek de imhadır demiş ama Adalet Komisyo
nu raporunda bu husus yer almamış. Onun için imha ne şekilde olacaktır?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Maliye Komisyonu Reisi): Efendim, bugün kanunun maksa
dına katiyen tecavüz yoktur. Kanunun maksadına uygun olarak rakı imal edilme
yecek ve içilmeyecektir.
HAFIZ İBRAHİM EFENDİ (Isparta): Kaçamak oluyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Herkesin iyi niyetinden şüphe etmeyin rica ede
rim. Bugün rakı imal edilmeyecek ve içilmeyecektir. Efendiler yalnız şunu biliniz ki
memleketimizde ispirto imal ediliyor ve bu tıbbi bir ihtiyaçtır. Şimdi ispirto imal
edilirken memleket dahilinde her ne şekilde olursa olsun rakı çıkmış, bu elde edil
diği zaman içmeye uygun olmayacak bir hale çevrilecektir.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Onu kim yapacaktır?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Efendim müsaade buyurunuz, ya Hükümetimiz
vardır, ya da yoktur. İçki Kanununun hükümlerini kim tatbik ediyor?
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Tatbik edilmiyor, ne yazık ki.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Efendim etmiyorlarsa cezasını veririz. Memurlar
azlolunuyor, diyorlar. Bu kanunun sebebi başka, buyurduğunuz şey başka ve hiç
biri yok. Yakalanan içkiler içmeye uygun olmayacak bir hale konacak. Buna imkan
yoksa imha edilir, diye yazılmıştır. Bunun için ne yapılır? İçilemeyecek bir hale
koymak, ispirto ihtiyacını temin etmek için Düyunu Umumiyeye verirsiniz. Bugün
bu kanunun ruhu, ele geçirilen içkilerin ispirto kullanılarak yok olmamasıdır. Yoksa
şeriatın ve kanunun maksadı, rakı imal edilmeyecek ve içilmeyecektir. İçilmesine
de katiyen müsaade etmiyoruz. Sonra efendim, arz ettim ki ele geçirilen rakıları
imha etmez de ne yapacaksınız? Binaenaleyh böyle rakı dolayısıyla bu mukadde
sat yok edilemez. Her halde ordu ve askerin de bunda faydası vardır. Kabulü za
ruridir, efendim.
TAHSİN BEY (Aydın): Ordu ve askerin bundan ne şekilde istifade edeceğini izah
buyurur musunuz?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Hastanelere veriliyor, rakı ispirtoya çevriliyor ve
yaralı askerlerimiz için kullanılıyor.
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Rakıyı, içilemeyecek bir şekilde değiştirilerek
ispirto imali için Duyunu Umumiyeye teslim etmek uygundur, diyorsunuz. Acaba
böyle bir madde var mıdır ki içilemeyecek bir şekilde ispirto haline getirilsin. İspirto
olacağına dair ilmi heyetlerden malumat aldınız mı?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Aldık.
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Devamla): Yani bu hususta malumatı olanlar var mıdır ki
böyle bir esası kabul ediyorsunuz?
99
HASAN BASRİ BEY (Karesi): İçilemeyecek şekilde diyorsunuz ama kolonya içi
yorlar da bir şey olmuyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, Düyunu Umumiye Müdürü bizi ikna
ettiler. Sağlık Vekaletince tayin olunacak bir madde ile karıştırılınca ispirto olur. Bu
mümkündür.
LÜTFİ BEY (Malatya): Efendiler, içkinin her çeşidi zaten haramdır. Bu kanun yü
rürlüğe girdiğinden beri yapılan adliye istatistiklerine bakarsanız görürsünüz ki pek
çok kavgaların önü alınmıştır. Bunun yanında ne yazık üzüntü verici bir mesele
var ki bu kanun hakkıyla tatbik edilmiyor. Evet, hatta bunları mahkum edecek ha
kimler bilirim ki düğünlerde açıkça içki içmişlerdir. Bunun için evvela kanunun tat
bikini temin etmeliyiz. Efendiler, eğer itiraz hakkı ile temyiz hakkı ile işi uzatıp da
ani ve kati kararlar veremezsek, içenlere fırsat ve destek vermiş oluruz. (bravo
sesleri) Çünkü bunlar bir kere temyiz hakkını kullandıkları zaman tahliye olunacak
lar ve artık karar temyizden gelip de herifler tekrar tevkif olununcaya kadar zaten
cezanın tesiri kalmayacaktır. Kamuoyuna karşı çirkin bir vaziyette kalmış olacağız.
Kanuna temyiz hakkını koymayışımızın sebebi, ceza vermekten dolayı elde edile
cek tesiri tatmin etmek içindi. Mademki bugün o tesir kaldırılacaktır, niçin Hazine
milyonlarca liradan mahrum bıraktık? Bugün Hazine içki vergisinden alacağı mil
yonlarca lirayı ayağının altına attı ve bundan maksat milletin ahlakını temiz tutmak
içindi. Haram olan bütün içkilerin tamamen imhası içindi. Sonra ne yapıyoruz? Biz
milyonlarca içki vergisini ayağımızın altına aldığımız halde, rakıyı tekrar muhafaza
edelim de Düyunu Umumiye'ye gönderelim de bundan ispirto elde edelim diyoruz.
Yazıklar olsun, doğrusu bu hale, bu faydanın bize lüzumu yoktur. Biz yalnız rakıyı
bulduğumuz yerde imha edeceğiz. İçenler hakkında kanunu şiddetle tatbik edece
ğiz. Bu şekilde sarhoşluğun önünü alacağız. Biz bunu vaktiyle düşündük ve yap
tık. Dün yaptığımız şeyi bugün elimizle bozarsak hakikaten millet nazarında ken
dimizi küçük düşürmüş oluruz. Bunun için bu değişikliğin tamamen aleyhindeyim
ve reddine taraftarım. Rica ederim, umumiyetle İslamiyet adına bunu reddediniz.
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Arkadaşlar, bu kanunun ilk müzakereleri
yapılırken geçen heyecanlı saatleri tamamıyla hatırlıyorum. Yani bu kanunun mü
zakeresinin ne kadar nazik olduğunu tabiatıyla anlıyorum. Eğer müsaade buyurur
sanız bu kanunda böyle sarhoşları, rakı tüccarlarını içki yüzünden istifade edenleri
kazandıracak yollar olduğunu arkadaşım söyleseydi, bu kanun tasarısında mem
leketim adına düşen mütalaayı ifa ederdim. Fakat katiyen mesele sarhoşları hima
ye meselesi değildir. Küsuratla alakalı fazla söylenecek bir şey yoktur. İçkilerin
imha meselesine gelince, Adalet Vekaletine başladığım on beş veya on altıncı
günü, buradaki savcılığın deposunu gördüm. Orada yirmi dört teneke rakı vardı.
Bunlarla alakadar oldum ve bu rakıları çaya döktürerek imha ettirdim. O zaman
Sakarya Muharebesi oluyordu. Bunu Sağlık Vekili Refik Beyefendiye söylediğim
zaman dedi ki...

100
-Biz yaraları tedavi etmek için ispirto bulamıyoruz. Ne olurdu bunu bize vereydiniz
de içilemeyecek bir şekle getirip, içki olmaktan çıkarıp da hastalarımızı tedavi
etseydik.
...Efendiler her hangi bir şekilde kullanıldığı zaman zararlı iken, değiştirerek hayati
menfaatler için ondan istifade etmemek, bilmem ne derece uygundur? Sonra
efendim, bu mesele her şeyden evvel kanunun tatbikatı meselesidir. Ben Adalet
Vekili olarak arz derim ki bu kanun dolayısıyla suçlar azalmış, hatta sıfıra yaklaş
mış ve bununla beraber hakimler bu kanunu tatbik hususunda lazım geldiği kadar
salahiyetlerini kullanmışlardır. Binaenaleyh tatbik edilememesinden dolayı mesuli
yet mahkemelere ait değildir. Dünyada insanlar istedikleri kadar mükemmel olsun
lar, istedikleri kadar yüksek ahlak sahibi olsunlar, katiyen kusursuz değillerdir.
Hiçbir fert iddia edemez ki insan olduğu müddetçe benim verdiğim karar hakikidir
ve değiştirilemez, bunu diyemez. O halde efendim, sizin vicdanınıza müracaat
ediyorum. Lazım geldiği kadar anlamaksızın ve lazım geldiği kadar malumat
edinmeden sarhoş olmayan bir adama sarhoş diye hüküm vermek ve sarhoş ol
duğu halde sarhoş değil diye kurtarmak doğru mudur, efendim?
LÜTFİ BEY (Malatya): İspata gerek olmayan şeylerden bahsediyorsunuz.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): O halde Lütfi Bey ispatlamayı başka türlü anlı
yorlar. Rica ederim izah buyursunlar. Bir misal daha söyleyeceğim.
LÜTFİ BEY (Malatya): Refik Bey, sarhoş olan adamı hakim bilmez mi?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Hakimin huzuruna gelirken sarhoş gelmez ki
herif. (gürültüler)
LÜTFİ BEY (Malatya): Raporu ile beraber gelir, efendim.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Yüce Heyetinizin iki misal ile vicdanlarına hitap
etmek vazifemdir. Maraş'tan zannederim, Kara Ömeroğlu isminde birisi bize ver
diği bir dilekçede diyor ki,
-Sizin çıkartmış olduğunuz İçki Kanununun ikinci maddesi üç türlü ceza tayin et
miştir, para cezası veya hapis cezası veya şer'i ceza. Halbuki sizin hakiminiz bana
hem hapis cezası verdi, hem de para cezası verdi.
...Çünkü burada kanunu tebliğ eden telgrafçı kelimeyi yanlış yazmış, “veya” keli
mesini “ve” diyerek yazmış, hakim de para cezası ile hapse karar vermiştir. Yüce
Heyetinize soruyorum, şimdi bu hüküm temyiz edilemez mi? Bunun çaresini bul
sunlar. Yüce Heyetiniz hiçbir vatandaşın, hatta bir karıncanın haksız yere mahkum
olmamasını düşünmekle mükelleftir. Bir misal daha arz edeyim. Şüpheli, mahke
me günü hasta olmuş, gelememiş ve davetiye tebliğ olduğundan dolayı gıyaben
muhakeme edilerek mahkûmiyetine karar verilmiş. Halbuki o adam mahkemeye
gelseydi, savunma hakkını kullansaydı, belki hakimin vicdanına hitap edecek söz
söyleyecek ve iftira olduğunu meydana çıkaracaktı. Rica ederim, bu adamın hak
sız yere hapis yatmasına hangi vicdan, hangi kanun razı olur? Onun için ben in
sanların savunma haklarının ve temyiz haklarının yolunun kapatılmasını Yüce
101
Heyetinizden rica ederim. Yalnız maddelerin müzakeresinde istediğiniz kayıt ve
şartları koyabilirsiniz.
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Temyiz hakkı kanuna konulsun veya konulmasın
hususunda iki fikir var. Bana göre başka bir yol var, o da temyiz isteğinde bulunan
şüpheli hemen tahliye edilmesin. Bu hususta bir önerge veriyorum.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Kabul ederim.
ALİ SURURİ EFENDİ (Devamla): İşte bunun hal tarzı bu olur. Temyiz kapısını
büsbütün kapatmayınız.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliği hakkında
önergeler var. (müzakere kafi sesleri) Müzakerenin yeterliliğini kabul edenler lüt
fen el kaldırsın. Müzakere kafi görüldü. Değişiklik önergelerini okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Değiştirilmesi teklif olunan madde, kanunun hükmünü
gevşetmek ve daha sonra çürütmek maksadında olduğundan reddini teklif
eyleriz.
Giresun
Mustafa
Mebusu Giresun Mebusu
Vasfi

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafi, Adalet Vekaletinin takdim eylediği Kanun Tasarısının red
dini teklif eylerim.
Erzincan Mebusu
Osman Fevzi
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Önergeleri oya koyuyorum. (gürültüler)
Değişiklik tasarısının reddine ve müzakereye nihayet verilmesine dair önergeyi
oya koyuyorum.
NAFİZ BEY (Komisyon Raportör Üyesi): O önerge için Komisyon adına söz söyle
yeceğim. Yanlışlık var, küsurat meselesi gürültüye gidiyor.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Reis Bey söz söyleyeceğiz diyorlar.
Niçin müsaade etmiyorsunuz?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu Kanun Tasarısının reddini kabul eden
1
ler lütfen el kaldırsın. Kabul edildi, efendim.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (30 Ocak 1922), 1.Dönem, c.16, s.179-185, http://www.tbmm.gov.tr/
102
ŞUBAT 1922

2 ŞUBAT 1922: GİZLİ OTURUMDA DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN


AVRUPA’YA YAPACAĞI ZİYARET HAKKINDA GÖRÜŞME
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 153.Birleşim, Gündem: 2/1)

Sakarya Zaferi’nden sonra siyasi gelişmeler hızlı bir seyir takip etme
ye başladı. Müttefikler özellikle İngiltere, Ankara hükümetine karşı oyala
ma siyaseti uyguluyordu. Ankara Hükümeti bir yandan askeri hazırlık
yaparken diğer yandan da barış için diplomatik girişimlerde bulunuyordu.
Bunun için Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey, Londra ve Paris’te görüşme
ler yapmak için İstanbul üzerinden Avrupa’ya gidecekti. Altı kişilik Heyet 7
Şubat 1922 günü Ankara’dan ayrılacaktı.

FAİK BEY (Başkan Vekili): Söz Yusuf Kemal Bey’in, buyurun efendim.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim, son zamanlarda meydana gelen
olayları dikkate alarak ve bazı istihbarat bilgilerimizin bize verdiği fikirlere tabi ola
rak Roma, Paris ve Londra'ya bir heyet gönderilmesi uygun görüldü. Bu hususta
hakikaten biraz geç kalındı. Gerek Fransa'dan ve gerek doğrudan doğruya Lond
ra'dan aldığımız cevaplara göre, bunun faydalı olacağını zannediyoruz. Geç olsa
da yine faydalı olacağını zannediyoruz.
BEHÇET BEY (Çankırı): Geç mi haber alındı, geç mi düşünüldü?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim bunu yeni düşünmüyoruz, çoktan beri
düşünüyoruz. Fakat muhtelif sebepler, bugüne kadar bu işi tehir etti. Şimdi ümit
ediyoruz ki böyle bir seyahat bize fayda verecektir ve ne suretle fayda vereceğini
de pekala takdir edersiniz. Yalnız bu hareketimiz, yani Dışişleri Vekilinizin bu ha
reketi, Yüce Heyetinizin izni ile gerçekleşecektir. Benim başarım, tamamıyla sizin
ve milletimin başarısıdır. İsteğim bundan ibarettir ve rica ediyorum, meselenin
mahiyeti vesaire hakkında şimdiden münakaşaya girişmek muvafık değildir. (doğ
ru doğru sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Gayet mühim olan bu meselede arkadaşlarıma mu
vaffakiyet temenni ederim. Dışişleri Vekili Beyefendiye gösterilecek güven, Mecli
sin bu meselede başarılı olması için lazımdır. Bu güven meselesinde, birlikte
olunmasını arkadaşlardan rica ederiz. Ancak mesele üzerinde konuşmak da la
zımdır. Dışişleri Vekili Beyefendinin pek mühim olan bu seyahatlerinin bir iki ay
devam etmek ihtimaline karşı Heyete sarf edilmek üzere on bin lira ödenek ilavesi
lazım geliyor. (gürültüler, fısıltılar) Binaenaleyh aleni celsede bu para meselesini
müzakere etmek lazımdır.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Şimdi efendim, ben gidiyorum. Yanıma
buradan Dış Siyaset Müdürünü ve Hukuk Müşavirini ve iki katip alıyorum. Sonra

103
Genel Kurmaydan da bir uzman kurmay subay veriliyor, oldu beş. Buradan ileri
gittiğimiz vakit, İstanbul yoluyla geçeceğiz ve İstanbul'dan da icap edecek bir kişi
nin bana refakat etmesini rica edeceğim, oradan Avrupa’ya gideceğim. Avrupa'da
efendiler, şimdi arz ediyorum rüzgardan da istifade edeceğim. Yani orada bulunan
bütün Türklerden ve orada bulunan bütün İslam kuruluşlarından istifade edeceğim.
Daha ziyade tafsilata girişmek istemiyoruz. Orada uzmanların hepsinden istifade
edeceğim. Tekrar arz ediyorum, mesele çok münakaşaya gelir bir mesele değildir.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Yusuf Kemal Bey’in, Doğu siyasetini takip ile
muvaffak olduğu kadar Batı siyasetinde de muvaffak olacağına inancı var mı?
Çünkü Batı’da Yusuf Kemal Bey, Doğu siyasetinin uzmanı olarak tanınıyor. Bu hal
kendisinin gitmesine bir mani teşkil eder mi, etmez mi? (gürültüler)
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Tekrar tekrar Hafız Mehmet Bey arkadaşıma
teşekkür ederim. Çünkü doğrudan doğruya benim şahsımı bahis mevzuu etti.
Arkadaşlar, bu hususta düşündük, taşındık, en uygun olarak oraya, Doğu siyase
tini yapan bir adamın gitmesini uygun bulduk. (doğrudur sesleri) Doğu siyasetini
yapan bir adam, bu memlekete bir dost edindi, buraya geldi ve bunu Meclisiniz de
kabul etti ve elhamdülillah memleketi hiç bir yere esir etmedi ve etmeyecektir.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Bu hal, doğulularla olan münasebetimizi
ihlal edecek mi, etmeyecek mi diye, kıymetli zamanlarımızı boşa geçirmeyelim.
Celseyi bir an evvel aleniye çevirelim, Dışişleri Vekiline izin verelim.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Yani efendi, memleketin mukadderatı hakkında
bir mesele bahis olurken susalım, ağzımızı örtelim, kapayalım; öyle mi? Kimse
söz söylemesin mi?
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Efendim, Dışişleri Vekili Beyefendiye teşekkürlerimi
arz edeceğim. Bu seyahat geç kalınmasına rağmen her ne vakit yapılsa çok uy
gundur. Hakikati daima olduğu gibi görelim, bütün başarı ancak çalışmak sayesin
dedir. Memleketler, dâhilerin değil, âşık adamların çalışmalarıyla, vazifelerine
sarılmalarıyla kurtarılmıştır. Yalnız Dışişleri Vekili Beyefendiye refakat edecek
uzmanların yine bu Meclisin içinden çıkmasını temenni ederim.
SALİH EFENDİ (Erzurum): İlk söz benimdir, Tunalı Hilmi Bey’in teklifini kabul ede
lim, çıksın gitsin.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, TBMM burada teşekkül ederken kendi
sini süngüsüyle civar devletlere takdim etti ve dost milletlere de... Fakat bütün
milletlerin yaptığı gibi haklarını siyaseten halletmek cihetini de maalesef ihmal etti.
Yani teşekkülümüz, muhtelif yerlere birçok heyetlerimiz gidecekti ve feryatlarımızı
dinletecekti. Amerikalılar, buraya gelip giden gazetecilerinin haberlerini gazeteleri
ne sokmadılar. Çünkü Türkler vahşidir, barbardır dediler. Biz bu hususta hâlâ bu
güne kadar lakayt kaldık. Geçen sene de bize bir kapı açılmıştı. Londra bizi mü
zakereye davet etti. Diğer taraftan Yunanlıları üzerimize hücum ettirdi. Fakat biz

104
ondan istifade edecektik, maalesef edemedik. Azmimiz, Allahın yardımı ve süngü
lerimizin kuvvetiyle Avrupalılar haklarımızı tanımak istiyorlar ve Meclis bunu yapa
cak güçtedir. Bizim meşru haklarımızı süngümüzle beraber, siyasi mesai ile de
halletmek için tesirler yapacaktır. Zannediyorum ki kırk beş milyon lirayı feda eden
bu millet bu yüz altmış bin lirayı da seve seve verecektir. Yalnız temenni edece
ğim ki bu para heder olmasın ve bunun iyi bir neticesini görelim. Meclis bu husus
ta kendilerine yardımcıdır. Yalnız üzgünümdür ki gidecekleri zaman hakiki prog
ramlarını bize okuyamayacaklardır. Mesailerinde zor durumda kalmamalarını da
temenni ederim. Şunu da söyleyeceğim ki Muhtar Bey’in geçen sene Türklere ya
kışmayacak bir vesikası vardır. İşte böyle bir şey tekrar etmesin. Dışişleri Vekili Bey
inşallah zorda kalmayacaktır. Buradan çıktıktan sonra, buyurdukları gibi rüzgardan
bile olsa istifade edeceklerdir. Her ne yaparlarsa itimadımız vardır. Biz kendilerine
yardımcı oldukça mesailerinde muvaffak olacaklarına ümidimiz vardır. Bu iş de geç
kalmış oldukları halde, vazifelerini yaptıklarından dolayı teşekkür ederim.

FAİK BEY (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğini kabul edenler, etmeyenler,


kabul edilmiştir, Efendim. Dışişleri Vekili Beyefendinin izah ettikleri gibi seyahatle
1
rini kabul edenler el kaldırsın, etmeyenler, kabul edilmiştir.

2 ŞUBAT 1922: BAŞKUMANDANLIK GÖREV SÜRESİNİN UZATILMASI HAK


KINDAKİ KANUN
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 153.Birleşim, Gündem: 2/2)

1921 Ağustos ayında kabul edilen Başkumandanlık Kanunu, Ekim


ayında üç ay daha uzatılmıştı. Diğer oturumların aksine bu gizli oturum
da fazla söz alan olmadı. Sadece Hüseyin Avni Bey'in muhalefeti ile
karşılaşılır ve daha önce söylediklerini tekrarlar. Bazı milletvekillerinin,
konuya olumlu yaklaşarak, Mustafa Kemal Paşa'yı ve Meclisi, yetki alıp,
vermekten vazgeçirmek eğilimi vardır. Kanunun fazla tartışılmaması ise
Meclis'in açık oturumunda tartışma isteğinden kaynaklanmıştır

FAİK BEY (Başkan Vekili): Başkumandanlık Kanununun uzatılması ile alakalı


kanun teklifini okutuyorum.

TBMM Başkanlığına

Yüce Meclisin, milli davayı iyi bir neticeye varmak için karar verdiği mü
him tedbirlerden biri bulunan, Başkumandanlık Kanununun uzatılan müddeti 5
Şubat 1922 tarihinde son bulmaktadır. Başkumandanlık kurulması ile bu vazi

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (2 Şubat 1922), 1.Dönem, c.2, s.672-675, http://www.tbmm.gov.tr/

105
fenin Muhterem Reisimize vermemizi icap ettiren sebepler ortadan kalkmadık
tan başka, işin süratle neticelendirilmesi hakkındaki mecburiyet devam etmek
tedir. Aşağıda yazılı kanun teklifinin bugünkü gündeme alınarak aciliyet kararı
ile müzakeresini ve kabulünü arz ve teklif eyleriz. 31 Ocak 1922
Çorum Mebusu
Ferit ve 43 arkadaşı
Madde 1. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşaya başkumandanlık
verilmesine dair olup evvelce üç ay uzatılmış olan kanun, 5 Şubat 1922 tarihin
den itibaren üç ay daha uzatılmıştır.

Madde 2. Bu kanun 5 Şubat 1922 tarihinden itibaren geçerlidir.

Madde 3. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur.

FAİK BEY (Başkan Vekili): Teklif üzerinde söz isteyen var mı? Buyurun Hüseyin
Avni Bey.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim; geçen uzatma zamanı da arz ettim ki
fevkalade tedbirler fevkalade zamanlara mahsustur. Bunu niçin tekrarlıyorum.
Çünkü Yüce Heyetinizden bazı arkadaşlarımın, Paşa Hazretlerine daha önce iti
mat edip de daha sonra itimatsız olmuşlardı ve kamuoyuna karşı vazifesine bir
zaruret olarak devam etmesi kuşkusunu uyandıracak şekilde mütalaa yürüttüler.
Paşa Hazretleri başkumandanlığa birinci derecede takdir eder. Biz de o sıfatla
bakarız. O, davamızda sorumlu olan bir mevkide bulunmaktadır. Bu tarz görüşler
onu makamından indirme mahiyetindedir. Avrupa ve dünya bu düşüncede bulu
nabilir. Bize zaman zaman milli hareketimizi kıymetinden düşürmek için bu hare
kâtı yalnız Paşa Hazretlerinin şahsına atfetmek suretiyle onu kıyametten düşür
mek istediler. Paşa Hazretleri daima milletin azmi ile iftihar eder. Paşa Hazretleri
bir fert olarak İstanbul'dan Anadolu'ya geçtikleri zaman onu karşılayan yüksek bir
ruh, yüksek bir azim vardı. Onu içine aldı ve birer birer noksanını ikmal etti. Cihan
burada milletin ruhundan kopmuş bir Meclis görmek ister. Başkumandanın kudret
ve kuvveti Meclisin itimadını kazanmış olduğunu görmekle anlaşılır. Yalnız deme
sinler ki memlekette Mustafa Kemal Paşanın şahsi arzusu hükümrandır. Hayır.
Milletin arzusu hükümrandır, istediği zaman yükseltir, istediği zaman da yere vu
rur. Binaenaleyh geçen mütalaaları bugün reddediyorum. O söyleyen arkadaşlar
dan görüşlerini düzeltmelerini rica ediyorum. Biz onu başkumandan yapmakla bu
milli harekâtın lideri görüyoruz. Ancak Meclis olarak biz Paşa'nın arkasından sü
rüklenmiyoruz, onu yürütüyoruz. Meclisimiz bir kimseyi başkumandan da yapar,
nefer de yapar, mareşal de yapar. Ben Paşa'nın büyüklüğünden böyle ümit ede
rim ve böyle görürüm. İlk arkadaşı olmakla iftihar ederim. Yoksa katiyen Anadolu'-
da bulunamaz ve bugün de yaşayamazdı. Sonra efendiler, Paşa Hazretlerine biz
daha çok mesuliyetli işler yaptırırsak yıpratırız. Paşa Hazretleri yalnız cephe ile
meşgul olmalıdır dendi. Bunun hiç lüzumu olmasını, daima yaşamasını istiyorsa

106
nız daha çok olmasını isteyin. Fakat mesuliyetli işlere girdikçe yıpranıyor, bunu
zaman ispat edecektir ve ediyor. Paşa kürsüye çıkıp da bütün icraatı müdafaa
etmemeli. Kendileri de geçende buyurdular Paşa Hazretleri mesul ise ben bugün
bunu kabul etmiyorum. Müsamaha ediyorsanız vatana hıyanettir. Paşa Hazretleri
nin hatırları için vatana hıyanet... Katiyen büyük bir davadır. Paşa Hazretleri baş
kalarının mesuliyetini üstüne almamalıdır. Başkalarının idaresini üzerine almama
lıdır. Bir değirmen çarkı gibi burada söylenmeyecek sözler söylendi. Celal Nuri
Bey’in dediği gibi, burada değirmeni olarak laf halinde burada bilmem, alınan milli
yükümlülük faydalı olmadı dendi. Bu hususu açıklamak için karşımıza, hürmetle
karşıladığımız Paşa çıkınca, sustuk. Bu hürmettir, başka bir şeydir, hürmet olma
saydı, hakaret olsaydı onu da biz o vücudu yıpratmamalıyız. Cihana karşı, vata
nımızı seviyorsak, o vücudu yıpratacak, mesul edecek bir halde bulunmamalıyız.
(devam devam sesleri) Paşa Hazretleri buradan buyurdular ki Milli Savunma hu
susunda, Milli Savunma Vekilinin yavaş gittiğini söylediler. Fakat dediğim gibi,
hürmetle ve katiyen bir saniye için mesul tutmadığımız, vatanın menfaati böyle
icap ettirdiği için, vatanın menfaati böyle icap ettirmezse ben arkadaş sıfatıyla
diyorum, hakkı olur. Vatanını çok sevdiklerinden dolayı kendilerinden koymasınlar,
yani kendilerini mesul etmeden korkmuyoruz. Başkumandanlık lazımsa yine vere
lim. Biz uyurken kendileri uyumuyordu. Demek ki Paşa Hazretleri uyumadığını
şunun la ispat ettiler. İnönü muharebesinde her gün gider ve her gün müdafaa
ederdi. Mesulleri kenara çıkaracak vaziyette değil. Kaç defa efendiler bir kayma
kam meselesini burada müdafaa etmiştir. Paşa da bunu istemiyor. Paşa Hazretle
rinin vücudu lazımdır. Ona hürmetimiz var, yok, onu söylemeye lüzum yok. Paşa
hepimizi iyi tanır. Biz yine, ismine başkumandan diyelim. Sırrı Bey’e cevaben, üç
ay sonra veriyorum. İsterse ölsün, tabii öleceğiz. Faydalı ise yaşasın, zararlı ise
ölsün. Gayet samimi vicdanımla söylüyorum, memlekete menfaati olan herkes
yaşasın, karıştırıcı olan herkes ölsün. Salahiyet hususunda kendilerine istirham
edeceğim. Kürsüde geçen günkü gibi olmasın. Herhangi bir hususta diğer mesul
kimseleri biz alıp yere çakmak isteriz. Herhangi hususta müşkülata uğruyorlarsa
biz o hususta salahiyet verelim. Kendirlerine dünden daha ziyade itimadımız var
dır. Bunu daha ziyade artırmak istiyorsa, bilhassa şu kürsüden rica ediyorum,
bundan sonra hiçbir şey söylemeyeceğim.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar, Paşa Hazretlerinin başkumandanlık vesi
lesiyle, Hüseyin Avni Bey'in tekrar ettiği bu sözleri, bilhassa geçen sefer dinledik.
Onlara katiyen cevap vermiyorum. Çünkü cevapları o zaman verilmiştir. Muhalif...
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ben muhalif değilim, reddederim.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): İki esaslı nokta üzerinde cevap vereceğim. Farz
ediyorum ki birincisinde de ikincisinde de hata ettik, hatanın neresinden dönülürse
kâr oradan başlar sözü burada ihtimal dahilinde değildir. Dışişleri Vekilinin geçen
sefer bu kürsüden söylediği bir sözü hatırlatacağım. Eğer başkumandanlığa de
vam salahiyetini vermezsek acaba nasıl tesir eder? Sözü uzatmıyorum, kısa söy

107
leyeceğim. Paşa Hazretleri en büyük cezadan, en büyük cezaya müstahak... Ha
yır, arkadaşlar. (gürültüler) Kanunu münakaşasız kabul edelim.
FAİK BEY (Başkan Vekili): Kanunun tamamının müzakeresini kafi görerek madde
lere geçilmesini kabul edenler ellerini kaldırsın. Kabul edildi. Maddeleri okutuyoruz.

Madde 1. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşaya Başkumandanlık


verilmesine dair olup evvelce iki defa uzatılmış olan kanun, 5 Şubat 1922 tari
hinden itibaren üç defa daha uzatılmıştır.

FAİK BEY (Başkan Vekili): Birinci maddeyi kabul edenler. Kabul edilmiştir. (ret
sesleri, gürültüler)
SALAHATTİN BEY (Mersin): Kabul edilmiş bir kanunun lehinde ve aleyhinde söz
ayıptır.

Madde 2. Bu kanun 5 Şubat 1922 tarihinden itibaren geçerlidir.

FAİK BEY (Başkan Vekili): Kabul edenler. Kabul edilmiştir.

Madde 3. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur.

FAİK BEY (Başkan Vekili): Maddeyi oylarınıza arz ediyorum. Kabul edenler, et
meyenler. Kabul edilmiştir. Müzakere olunacak başka madde kalmamıştır. Kanu
1
nun tamamı gelecek aleni celsede oylanacaktır. Gizli celseyi nihayet veriyorum.

(İki gün sonra 4 Şubat 1922 tarihindeki oturumda)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Başkumandanlığın tezkeresi var, efendim.

TBMM Başkanlığına
Başkumandanlık Kanunu gereğince Şubatın beşinci günü başkuman
danlık sıfat ve salâhiyetim son bulacaktır. Durum orduya ve diğer ilgililere tebliğ
kılınmıştır.
Başkumandan
Mustafa Kemal
OPERATÖR EMİN B. (Bursa): Bu hususta bir önergemiz var. Reis Bey lütfen oku
tunuz.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (2 Şubat 1922) , 1.Dönem, c.2, s.675-677, http://www.tbmm.gov.tr/
108
TBMM Başkanlığına
Yüce Meclisin, milli davayı iyi bir neticeye varmak için karar verdiği mü
him tedbirlerden biri bulunan, Başkumandanlık Kanununun uzatılan müddeti 5
Şubat 1922 tarihinde son bulmaktadır. Başkumandanlık kurulması ile bu vazi
fenin Muhterem Reisimize vermemizi icap ettiren sebepler ortadan kalkmadık
tan başka, işin süratle neticelendirilmesi hakkındaki mecburiyet devam etmek
tedir. Aşağıda yazılı Kanun Teklifinin bugünkü gündeme alınarak aciliyet kararı
ile müzakeresini ve kabulünü arz ve teklif eyleriz. 31 Ocak 1922
Çorum Mebusu
Ferit ve 43 arkadaşı
Madde 1. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşaya başkumandanlık
verilmesine dair olup evvelce iki defa uzatılmış olan kanun, 5 Şubat 1922 tari
hinden itibaren üç defa daha uzatılmıştır.
Madde 2. Bu kanun 5 Şubat 1922 tarihinden itibaren geçerlidir.
Madde 3. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu hususta bir teklif daha var. Onu da
okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Büyük Millet Meclisi Ordusunun başkumandanlığını taahhüt edip sonra
düşmanı yenip geri çekilmeye mecbur eden Reisimiz Mareşal Gazi Mustafa
Kemal Paşa Hazretlerinin, düşmana tertip edip hazırladıkları son darbeyi vur
mak ve milleti mukaddes gayesine doğru ilerletmek üzere müddeti dolan baş
kumandanlığı, 5 Şubat 1922 tarihinden itibaren üç ay müddetle devam buyur
masını rica ve bu hususta aşağıdaki maddelerin kabulünü arz ve teklif eyleriz.
Giresun Mebusu
Mustafa
Madde 1. Devlet ve milletin mukadderatına el koyan Büyük Millet Meclisi Ordu
sunun kumandasına Reis Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri memur
edilmiştir.
Madde 2. Bu kanun ile verilen sıfat ve salahiyet, 5 Şubat 1922 tarihinden itiba
ren üç ay müddetle geçerlidir. Yüce Meclis lüzum gördüğü takdirde daha önce
bu sıfat ve salahiyeti kaldırabilir.
Madde 3. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur.

109
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Mana ve maksat itibariyle önergeler birleşiyor.
Evvelki okunan önerge uzatma şeklini ihtiva ediyor. Yapılacak muamele de budur.
Başkumandanlık mevcuttur. Fakat müddeti tamamlanmıştır. Uzatılması lazımdır.
Mustafa Efendi Hazretlerinin teklif buyurdukları şekil, tesis şeklidir. Onun için ev
velki önergenin oylanması lazımdır.
MUSTAFA BEY (Giresun): Benimki de tesis değil, maksadım uzatmadır. Fakat o
evvelki kanun ile şimdiki benim teklif ettiğim kanun arasında fark vardır. O farkı
dikkate almanızı rica ederim. (farkı nedir, hayır sesleri) İzahat veririm, müsaade
ederseniz. Fark hakkında izahat vereyim, efendim. Fark şundan ibaret, Paşa Haz
retlerinin kumandanlığına hiçbir muhalefet eden yoktur ve ben onu hepinizden
ziyade arzu ederim. Yalnız Meclis adına fiilen Paşa Hazretlerine izin verilmesi
hiçbir kanuna, bir hukuka dayanmaz. Muvafık değildir. Bunu iyi düşününüz ve
kendisinden de istirham ederim. Bu yoldaki taahhüdü doğru olamaz. Ama harbe
ait tedbirleri derhal Meclise emrederler. Meclis onu yapmaya mecburdur. Fakat
bütün Meclisin oyunu başkanlığa vermek kaideye, usule, hakka muvafık değildir.
Benim iddiam, farkım bundan ibarettir. Yoksa tenkit değildir. İster kabul ediniz,
isterseniz etmeyiniz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Ben bu kanunu bizim mevzuumuz ve maksadımıza
tamamıyla uygun görmekteyim. (gündeme alındı mı sesleri) Binaenaleyh öncelik
le bunu tercih ediyorum. Maksada uygundur. Kanaatim de budur. Onun için ben
bunu en iyi ve en faydalı görüyorum, çok mutedil ve maksada muvafık ve Meclisin
hikmetinin devamına uygundur. Onun için kabulünü teklif ederim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Başka söz isteyen var mı? (müzakere kafi
sesleri)
MUSTAFA BEY (Giresun): Bana söz vermiyor musunuz?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim izahatınızı dinledik. Kanunun
tamamını kabul edenler lütfen el kaldırsın. (hangisini sesleri) Uzatma hakkındaki
kanunu. Mustafa Bey’in ayrı bir teklif mahiyetinde olduğu için o Tasarı İnceleme
Komisyonuna gider.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Teklif gayet makul bir tekliftir. O halde ben bu şekilde
oya konmasına mazurum, efendim.

MADDE 1. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşaya Başkumandanlık


verilmesine dair olup, evvelce üç ay uzatılmış olan kanun 5 Şubat 1922 tarihin
den itibaren üç ay daha uzatılmıştır.

SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, müsaade buyurunuz. Bu mesele Meclisin


bütün salahiyetlerine sahip çıkacağı bir kanundur. Bu Meclisin hukuka hürmeti
olduğu bu kürsüden her zaman söylemiştir. Binaenaleyh milletin salahiyetini temsil

110
etmeyen ve yalnız ordunun emir ve kumandasını kabul ettiren bir kanun teklifi
olduğunu, kendileri de biliyorlar zannedelim. İkinci olarak oylamanın ad okunarak
yapılması lazımdır. (gündeme alındı mı sesleri)
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Reis Bey, müsaade buyurur musunuz?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Madde hakkında söz isteyen var mı ?
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, iki kanun teklifi var. Bunların her ikisi de bir
kanun teklifidir. (kürsüye, sesleri) Efendim, bunun her ikisi de birer kanun teklifidir.
Birisi beş Şubatta nihayet bulacak Başkumandanlık Kanununun uzatılmasını ve
diğeri ise o kanunun bir parça değişik bir şekilde keza uzatılmasını ihtiva ediyor.
Binaenaleyh bunlar teklif olmak itibariyle her ikisi de aynı mahiyettedir. Eğer bu
kanun tekliflerinden birisin Komisyona gitmesi lazım geliyorsa, diğerinin de gitmesi
lazımdır. Yok, eğer Komisyona gitmesi icap etmez de müzakeresi icap ediyorsa
her ikisinin de oya konulacağının Meclise bildirdikten sonra sırayla oya konması
lazımdır. Yok, Tasarı İnceleme Komisyonuna gidecekse birisini bırakıp birisini
göndermek İç Tüzüğü ihlal etmek demektir.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Meclis İç Tüzüğüne hakimdir.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Onu iddia edenler evvela İç Tüzüğü değiştirsinler. Fa
kat şahsınıza, keyfinize göre İç Tüzük değiştirilmez. Anayasa ve İç Tüzük keyfi
olarak değiştirilmez. Bir defa okuyunuz, değişiklik ne şekilde olur.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Birinci madde hakkında söz isteyen var
mı? Birinci maddeyi kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Reis Efendi resmen Meclisçe verilmiş bir unvan vardır.
Unutulmuştur. Gazi unvanı konmamıştır. İlave edilsin.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Riyaset bu meselede taraflığını muhafaza etmemiştir.
Binaenaleyh, müzakeresinde bulunamaz.

Madde 2. Bu kanun 5 Şubat 1922 tarihinden itibaren geçerlidir.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Söz isteyen var mı? Kabul edenler lütfen
el kaldırsın. Kabul edilmiştir, efendim. (anlaşılmadı sesleri)

Madde 3. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından yürütülür.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Kabul edenler. Kabul edilmiştir.


NAFİZ BEY (Canik): Cebren kabul edilmiştir.
LÜTFİ BEY (Siverek): Riyasetin istibdadı.

111
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Kanunun tamamını kabul edenler lütfen el
kaldırsın. Kabul edilmiştir. (ad okunması lazımdır, sesleri)
SALAHATTİN BEY (Mersin): Ad okunmadan oylama yapılamaz. Anayasa mahiye
tindedir, hukuk vardır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Yoktur. (teamül vardır sesleri) Ad okuna
rak oylama kaydı yoktur.
NUSRET EFENDİ (Erzurum): Bu kanunun her halde ad okunarak kabul edilmesi
lazımdır. Daha önce ad okunarak kabul edilmiş bir kanundur.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Bu kanun hakkında Umum Heyetin ittifak et
mesi lazım gelir. Böyle çoğunlukla olmaz. Zira memleketin, milletin geleceği ala
kadardır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Elimde ad okunarak oylama için önerge
olmadığından o suretle oya koymaya mecbur değilim. Binaenaleyh kanun kabul
1
edilmiştir.

16 ŞUBAT 1922: AFGANİSTAN EMİRİ EMANULLAH HAN’IN MEKTUBU HAK


KINDA DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ MAHMUT CELAL BEY’İN AÇIKLAMASI
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 160.Birleşim, Gündem: 2/1)
Bir yıl önce 1 Mart 1921 tarihinde Türk ve Afgan delegeleri Mosko
va’da bir dostluk ve yardımlaşma antlaşması imzalamışlardı. Bu ant
laşma, Ankara Hükümeti’nin hukuki olarak imzalamış olduğu ilk ulusla
rarası siyasi antlaşmadır. Türk–Afgan Antlaşması ilk bakışta önemsiz
gibi görülebilir. Ortak sınırı ve birbirine yardım edecek güçleri bulunma
yan iki ülkeye böyle bir antlaşmanın ne gibi faydalar sağlayaca-ğı dü
şündürücüdür. Bu antlaşmanın moral bakımından önemi vardır.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Afgan Emiri Emanullah Han’dan gelen
mektup münasebetiyle Mahmut Celal Bey’in beyanatı.
MAHMUT CELAL BEY (Dışişleri Vekâleti Vekili): Yüce Meclisinizin ilk açıldığı
günlerde Abdurrahman Bey isminde biri Afganistan'a gönderilmişti ve halen orada
Milli Hükümetin temsilciliği vazifesini yapmaktadır. Abdurrahman Bey bizim için
cidden çok kıymetli bir yere sahip olan Emir Hazretlerinin şahane bir mektubunu
göndermiş bulunuyorlar. Mektup iki İslam Hükümeti ve iki İslam milleti arasındaki

1
TBMM Zabıt Ceridesi (4 Şubat 1922), 1.Dönem, c.16, s.202-204, http://www.tbmm.gov.tr/
112
çok samimi münasebeti bütün açıklığıyla anlattığı için Yüce Heyetinize arz etmeyi
vazife sayıyorum ve aynen okuyorum.

Büyük ve Cesur Arkadaşım Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine


Büyük Millet Meclisi Temsilcisi olan Abdurrahman Bey Hazretleri buraya
geldi ve bu kardeş Millet ve Devlet olan Afganistan'ın uzun senelerden beri
devam eden intizarına nihayet verildi. Bilhassa Afganistan Milleti ve Devleti
hakkında malumat sahibi, münevver ve mümtaz bir şahsiyet olan Abdurrahman
Bey’in gönderilmesi memnuniyetimize sebep oldu. Muhterem Temsilci, Büyük
Millet Meclisinin ve kardeşlerim olan gayretli mücahitlerin Afgan Milleti ve Hü
kümeti hakkında yüksek ve samimi kanaatlerini söylemekle bizi bahtiyar ettiler.
Türkiye ile Afganistan arasında İslamiyetin temin etmiş olduğu bağ, bana göre
kopmayacaktır. Bu iki milletin maruz kaldıkları baskılar ve zorluklar, onların
gayelerine erişmek için bir kat daha kuvvet verecektir. Vakit vakit Muhterem
Türk subay ve komutanları buraya kadar gelerek Afgan Milletinin iyiliği için
faaliyet gösteren muhtelif idarelerinde safiyet ve samimiyetle çalışarak bu Dev
lete birçok istifadeler temin ettiler. Ümit ederim ki gitgide hepimiz Hakk’ın etra
fında toplanarak muradımıza nail olalım. Müslümanların birlik ve beraberliğinin
hayırlara ulaşması için dualar eder ve ifadelerime nihayet veririm.
Dostunuz
Emanullah Han

(şiddetli alkışlar)
HAMDİ NAMIK BEY (İzmit): Reis Beyefendi buna lütfen cevap yazılsın.
HACI TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Efendim bir Müslüman hükümetinin mübarek bir
Emiri tarafından Reisimiz ve Başkumandanımız Mustafa Kemal Paşa’ya ve Mecli
sinize İslâmiyenin hakikaten samimiyet ve dostluk aynası olmak üzere bir mektup
geliyor. Bu mektupları duydukça, gördükçe göğüslerimiz kabarıyor. Bu gerçi Mus
tafa Kemal Paşa Hazretlerinin şahsına yazılmış bir mektup ise de Meclisinize ait
ifadeler de vardır. Meclisinizden Emanullah Han Hazretlerine bir teşekkürü mektu
bu yazılmasını bendeniz teklif ediyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bey’im Reisimiz Paşa Hazretleri başka bir sıfata
sahip olmadığından, gönderilen mektup Meclisindir. Binaenaleyh bir teşekkür ya
zılmalıdır. (doğru sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Hacı Tevfik Efendi ile Hamdi
Bey’in teklifleri, bir teşekkür mektubu yazılsın yolundadır. Teşekkür mektubunun
yazılmasını kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.
EMİR PAŞA (Sivas): Yüce Heyetten bir heyetin, yazılacak mektup için seçilmesini
teklif ederim. Onu da oya koyunuz.

113
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Mektup Meclis Divanı tarafından yazılabi
1
lir.

20 ŞUBAT 1922: RUSYA SOVYET CUMHURİYETİ ANKARA TEMSİLCİSİ


ARALOF’UN MECLİSE GÖNDERDİĞİ MEKTUP
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 162.Birleşim, Gündem: 7/1)

Rusya Sovyet Hükümetinin Elçisi olarak 28 Ocak 1922 günü Anka


ra'ya gelen Aralov burada sıcak bir şekilde karşılanmıştır. Başta Musta
fa Kemal Paşa olmak üzere Milli Mücadelenin önde gelen lider-leriyle ve
milletvekilleriyle görüşmüş, halkla konuşmuş, Başkomutanla cephe
gerisinde dolaşmıştır. O günlerin siyasi atmosferinde Ankara’nın Rus
Devrimine kuşku ile baktığını bilen Aralov, temaslarında Komüniz-mi
anlatmanın yerine Batı Emperyalizminin eleştirisini öne çıkarmıştır.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Rus Siyasi Temsilcisi Aralof Hazretlerinin
bir mektubu var, okunacak.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Paşa Hazretlerine


Türkiye Büyük Millet Meclisine hitaben yazmış olduğum mektubumu
huzurunuza takdim ve bu mektubu Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün üyele
rine haberdar eylemenizi rica eder, bu vesile ile hürmet hislerimi beyan eylerim,
efendim. 7 Şubat 1922
Rus Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti
Hükümeti Türkiye Siyasi Temsilcisi
Aralof

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Pek Muhterem Üyeleri


Sizleri bütün Rusya Merkez İcra Komitesi adına ve İşçi ve Köylü Sovyet
Rusya'sı tarafından dostlar ve kardeşler sıfatıyla selamlamaya vazifelendiril
dim. Türk kurtuluş ve hürriyetini elde etmek ve istiklalini devam ettirmek mak
sadıyla giriştiğiniz muazzam mücadelenin işçi ve köylü Rusya'sı zihniyetinin
kolayca idrak edeceği bir mahiyete haizdir. Kahramanca yaptığınız mücadele
niz, Kızıl Ordu’nun her askeri, her işçi ve her köylü tarafından takip edilmekte
dir. Zaferleriniz her defasında bütün Milletimizce alkışlanmakta ve bizim ka
zandığımız zaferler olarak telakki olunmaktadır. Türk Milletinin bu büyük müca
delede tahammül ettiği zorluklar ve mahrumiyetler Rus Milleti tarafından kolay

1
TBMM Zabıt Ceridesi (16 Şubat 1922), 1.Dönem, c.16, s.282-283, http://www.tbmm.gov.tr/

114
ca anlaşılmaktadır. Çünkü Büyük Ekim İnkılâbımızın başından beri, son dört
sene içinde Rus köylü ve işçisi büyük mahrumiyetlere ve ıstıraplara katlanmış
ve kâfi derecede soğuktan koruyacak ayakkabı ve elbise yokluğuna, kıtlığa ve
soğuğa mukavemet göstererek yaşayabilmiştir. Çocuklarımız ve ailelerimiz
ıstırap çekti, acil ihtiyaçlarından tamamen mahrum oldu. Benizleri solgun ve
bedenleri halsiz, düşe kalka hareket edebilirlerdi. Nihayet birçoğu hayatından
oldu. Kanlı emperyalizm şiddeti bir abluka ile bütün Sovyet Rusya'sını çevirdi.
Soğuktan, yokluktan dolayı Rus işçi ve köylüsünün üretememesinden istifade
ederek, Sovyet Hükümetini yıkmak, Rus Milletini hâkimiyetleri altına almak,
Memleketimizde tekrar Kapitalizmi tesis ederek, saraylarını bedbaht işçi ve
köylü kütlelerinin kemikleri üzerinde yeniden inşa etmek tecrübesinde bulundu
lar. Çarlık Hükümetinin generalleri ve mürteciler Rus Milletine hıyanet ve em
peryalizm hizmetine sadakat göstererek, Batı’nın bankerleri ve ihtiras sahipleri
tarafından teşvik olunan aç bir kurt sürüsü gibi zavallı Rusya'ya hücum ve onu
her yönden parçalamaya gayret ettiler. Fakat Emperyalizmden kurtulmak, onu
tamamen imha etmek, bütün işçileri ve mazlumları kurtarmak fikri, muazzam
Rusya'nın bütün işçi ve köylülerinin kalplerine hararet ve heyecan vermiş Rus
işçi ve köylüsü pek ağır bir yükün ıstırabını çekmekle beraber Sovyet Hüküme
tinin rehberliğiyle kâti zaferi kazanmıştır.
Gece ve gündüz aralıksız devam eden hiç duyulmamış gayretler ve faa
liyetler pahasına Sovyet Rusya'nın en iyi evlatları soğuktan titreyerek ve elbi
sesiz olarak ellerinde tüfek ve süngülerle Emperyalizmin altında toplanan ve
bizi aynı zamanda kuzeyden, güneyden, doğudan ve batıdan vurmaya gayret
eden düşmanlar üzerine hürriyetin Kızıl Bayrağı gölgesinde hücum ettiler ve
bütün mazlumları kurtardılar.
Rusya'nın diğer bir kısım evlatları tezgâhların, lokomotiflerin, testere,
çekiç, saban ve orakların başına geçtiler ve inatla ve aralıksız çalışarak, baba
larının, kardeşlerinin ve çocuklarının harp meydanında zaferin kazanılmasına
yardım ettiler. “Her şey cephe uğrunda, her şeyi kan dökücü emperyalizme
karşı zafer kazanmak ve mazlumları kurtarmak uğrunda” sesleri ile Sibirya’dan
Kafkasya'ya ve Kırım'a, Büyük Okyanus’tan Baltık Denizi’ne ve Almanya'ya
kadar her yeri çınlattı. Sovyet Rusya'nın işçi ve köylüleri, düşmanlarını tama
men dağıttılar, tarlalarını tekrar ele geçirdiler, yeni ve hür hayatlarını düzeltme
ye koyuldular.
Büyük Türk Milleti keza, Batı boyunduruğu altında bulunduğundan bizim
le birleşti. Baskı ve zulümden ancak inatçı bir gayret ve şiddetli bir mücadele ile
kurtulabileceğini anladığından Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun Reisi Mus
tafa Kemal Paşa Hazretleri etrafında toplandı. Bize uyarak, müthiş azap ve
ıstıraplara katlanarak, istiklalini müdafaaya devam etti. Rus köylü ve işçisi yar
dım ellerini büyük komşularına uzatarak onlara hitaben “Cesur ol, ıstırap tanı
ma, düşman önünde başını eğme, çünkü senin için zafer mukadderdir, hürriyet

115
tamamen kazanılınca çocukların sana ebediyen teşekkür edeceklerdir. Bu
kavgada senin büyük kardeşin olan bizler hepimiz, ıstıraplarınız karşısında pek
fazla üzgün bulunuyoruz. Fakat tekrar edelim, nihayete kadar mücadele ediniz,
zira kurtuluş günü senin için yakındır. Yalnız tahammül ve cesaret, emperya
lizm hortlaklarını mahvedebilir, fakat onların aldatıcı teklileri ve şirin sözleri
koyun postuna girmiş olan kurdun sözlerine çok benzer ve bu sözlerin tek bir
kelimesine bile inanmak tehlikelidir” derler.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin pek muhterem üyeleri, siz yalnız değilsi
niz, bütün Rus Milleti arkanızda olduğu halde, mücadele ediyorsunuz. Çünkü
gayelerimiz müşterektir. Batı emperyalizmi açık bir mücadele ile Türk ve Rus
milletlerine galip gelmek ümidini kaybettiğinden, sulh müzakeresine başlamak
ta, konferanslar tertip etmektedir. Düşmanlarımız bizi birbirimizden ayırmaya
gayret etmek suretiyle daha kolayca aldatabilecekleri ve bu şekilde ezebilecek
leri için, bütün müşterek menfaatlerimiz için bu konferanslar karşısında birlik ve
beraberlik içinde bulunmamız lazımdır. Çünkü zaferlerimiz birlik olmakla müm
kündür.

Rus Sovyet Hükümeti, kardeşlerinin menfaatleri ile kalben alakadar ol


duğu için, Türk Hükümetinin Cenova Konferansına davet edilmemesini, bütün
devletlere çok şiddetli protestolar gönderdi. Rus işçi ve köylüsü, aramızda
meydana getirilmiş olan yardımlaşmadan, Türk Milletiyle iktisadi, ticari, mali ve
manevi esaslara samimi bir gaye ile istifade edecektir. Bu samimi ve kerdeşçe
temas, dostluğumuzu ebedi ve sarsılmaz kılacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri efendiler, dost ve büyük kardeş


olan siz o Meclisin Reisi Paşa Hazretleri, sizleri bir defa daha selamlar ve Sov
yet Rusya adına, bu selamı bütün Milletinize, kahramanca mücadelenizde
onun öncüsü olan Büyük Türk Ordusuna, bu Ordunun kumandanlarına, subay
ve askerlerine tebliğ buyurmanızı rica ederim. Türkiye'nin kati ve seri bir sulha
ulaşılmasını ve bütün Türk Milletinin sancağınız altında birleşmesini temenni
etmekliğimi müsaade buyurunuz. Anadolu'nun Sancağı, İstanbul ve bütün Ka
radeniz sahilleri üzerinde yükselsin ve zafere kavuşsun. Yaşasın Türk Milleti,
yaşasın Türkiye Büyük Millet Meclisi, yaşasın Kahraman Türk Ordusu, yaşasın
bütün Doğu’nun emperyalizm boyunduruğundan kurtuluşu.
Rus Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti
Hükümeti Türkiye Siyasi Temsilcisi
Aralof

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, Rus Milletini yakından tanırım. Doğulu
luk ruhu o Milletin cidden tamamıyla ruhunda mevcuttur. Bizimle mizaç, ahlak,
tavır ve hareket itibariyle ikiz gibiyiz. (çok doğru sesleri) Kendilerinin zalim tanıdığı,
insanlığın zalim kaydettiği Çarlık devrinde bile pek çok kardeşlerimiz Rusların
arasında rahat yaşamışlardır. Bütün insanlığı kavuran sermayedarın hizmetkârı

116
olan insan kütlelerini onların zulmünden, işkencesinden kurtarmak için ilk bayrağı
açan Rus Milleti oldu. İşte efendiler, bir misalini söylüyorum. İngilizler paraları ile
Yunanlıları kendilerine hizmet ettirerek sürü sürü insanları kırdırmaktadır. İşte bu
karışık tesir karşısında ilk evvela isyan eden Ruslar oldular. Ferdin haklarına hür
met etmek, zayıfları beslemek ve onları esaretten kurtarmak için insanlık için harp
ilanını ilk evvela Ruslar yaptılar. Bunların komşusu bulunan Türkler, zalim birtakım
hislerin esiri haline getirilmek istendi. Fakat Türklerin de o Doğu ruhunda, o azim,
isyan bir şekilde meydana çıktı. Türklere her taraftan taksimler, her taraftan hü
cumlar olurken, yardımcı olmayı bir insanlık vazifesi bilen bilen Rusya, Türk'e elini
uzattı. Çünkü Rusya'nın da menfaati bizimle müşterektir. Ruslar siyasi menfaatle
rinden de fedakarlık ederek bizim mukaddesatımıza hürmet ettiler ve ebediyen
hürmet edeceklerdir. Mukaddesatın en büyüğü, ferdin haklarına hürmettir. Efendi
ler, Ruslar kişilere haklarını vermek, yüksek sınıfların tahakkümünden, esaretin
den halkı kurtarmak istiyorlar. Bizim mukaddes tanıdığımız dinimiz de bunu emre
der. Binaenaleyh bizim esir olmaktan kurtulmamız için bize yardımcı oluyorlar.
Bize böyle hürmetkar oldukça fikir ve mizaç bakımından bize benzeyen bu Ruslar,
ebediyen bizlerle dost olarak yaşayacaklar ve onlar da bütün zulümlerden kurtula
caklardır. (alkışlar)

SALİH EFENDİ (Erzurum): Alkışlarla selamını karşıladığımız Aralof Yoldaş’a bizler


samimiyetle şükranlarımızı arz ediyoruz. Hüseyin Avni Bey arkadaşımız mesele
nin her tarafını söylemiştir. Ben de Rus Milleti hakkında iki söz söylemek isterim ki
üç yüz seneden beri birbirimizin atasını, babasını, cibilliyetini mertçe boğazladığı
mız, gırtlakladığımız halde Rus milleti namusludur. Nezih ve mert bir millettir.
Çünkü iki defa memleketlerimizi işgal ettikleri vakit ırza, dine tecavüzde bulunma
mışlardır. Ruslarla biz çok seneler harp ettik, fakat mertçe harp ettik. Batı komşu
larımız gibi hileyle, onun bunun malına, ırzına, namusuna tecavüz ve yağma et
mek gibi Ruslar bir maksat takip etmemişlerdir. Bundan dolayı Çar Hükümetinin
yıkılmasıyla sona eren husumet, dostluğa dönüşmüştür. Bu dostluğumuz ve sa
mimiyetimiz komşu olmak dolayısıyla ilelebet devam edecektir. Meclis adına yazı
lan bu mektup dolayısıyla, Aralof Hazretlerine biz de samimiyetle ve hürmetle
selamımızı ve şükranımızı arz ederiz.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Arkadaşlar, yeni Rus Elçisinin Milletimiz ve
Büyük Millet Meclisimiz hakkında söylediği dostça sözleri hep beraber dinledik.
Benden evvel söz almış olan Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’in sözleri çoğu
muzun düşüncelerine tercüman olmuştur. Hakikaten Rus Milleti ile Türk Milleti
arasında gayet hakiki benzerlikler vardır. Rus Milleti derin bir şekilde hak ve adale
te inanmış olan bir millettir. Rus Milleti asırlarca zulüm görmüştür. Bizim halkımı
zın asırlarca zulüm gördüğü gibi, Rusya da en eski devirlerden başlayarak en son
zamanlara gelinceye kadar kuvvetli asil ve zengin sınıflar memleketi adeta bir nevi
çiftlik halinde kullanmışlar ve bütün sınıfları kendi menfaatleri için soymaktan çe
kinmemişlerdir. Biz bugün halka doğru bir hareket yapmak iddiasında bulunuyo
ruz. Fakat zannediyorum ki samimi bir şekilde düşüncelerimizi söylemek istediği

117
miz vakit itiraf etmek lazım gelir ki halka ait olan muhabbetimiz çok derin olmakla
beraber, halkı sevmekle beraber, onların menfaatlerine uygun yaptıklarımızı tetkik
edecek olursak zannediyorum, çok iyi şeyler söyleyemeyiz. O halde Rus Milletiyle
kendi Milletimiz arasında benzerlik vardır. Rus Milleti zulme karşı isyan etmiştir.
Türk Milleti, asırlarca ezildikten sonra kendi hakkını aramaya başlamıştır, fakat
daha yolunu bulamamıştır. Halk için yapmak istediğimiz şeyler kalbimizin içinde,
fikrimizin içinde doğum halindedir. Biz onun için henüz müspet hiçbir şey yapma
dık. Bu bakımdan Rus Milletinin yaptıkları bizim için dikkat çekicidir. Fakat ara
mızda birçok müşterek noktalar mevcut olmakla beraber, ayrılık noktaları da var
dır. Efendiler, biz Rus Milletinin harekâtını tetkik edeceğiz. Rus İhtilalının kaideleri
bizim için ayrı ayrı tetkik edilmelidir. Hiçbir ihtilâl gayesine tam olarak ulaşamamış
tır. Hiçbir ihtilal başladığı noktada kalamamıştır. Her ihtilâl açlıktan doğan ihtilal
değil, askere karşı isyan değil, fakat fikirlerden doğan ihtilâl, asırların ihtiyacından
doğan ihtilâl bir kazanç temin etmiştir. Bu itibarla Fransa İhtilali asırlardan beri
tekâmülünü devam ettirdi ve bu da yeni bir Avrupa meydana getirdi. Fransız İhtilali
Doğu milletleri arasına girdi. Doğu milletlerinin üzerini kapladı ve kökünden yıkıl
maz zannedilen kuvvetleri kökünden yıkmaya başladı. Rus İhtilali de aynı şeyi
yapacaktır. Rus İhtilalı, Fransa İhtilalına nazaran çok daha samimidir. Çünkü üs
tün bir milletin kalbinden doğmuştur. Rus edebiyatını tetkik ediniz. Göreceksiniz ki
Rus edebiyatında şaheserler meydana getirmiş olan büyük yazarlar bütün Dünya
ya bir iddiada bulunmuşlardır. Rus Milleti, Dünyaya yeni bir söz söyleyecek demiş
lerdir. İşte Rus İhtilalı o yeni sözdür. Arkadaşlar, Rus Milletinin mazlum sınıfından
haykırarak çıkmış olan bir tek söz vardır. O diyor ki
-İnsanlık, sen mazlumsun, sen hakkını arayacaksın, sen baskıcı sınıfların zincirle
rini kıracaksın, sen şafaklara doğru yürüyeceksin ve haklarını elde edeceksin.
...Biz de Rus Milleti ile beraber bu yoldayız. Mazlum milletlerle beraber yürüyece
ğiz. Arkadaşlar, yine Rus Milletinin dehasını temsil eden bir ünlü Rus yazarının
yazdıklarıyla sözüme nihayet vereceğim. Bu yazar diyor ki
-Bugünkü medeniyeti göz önüne getirecek olursak ne görürüz? Tantanalı, ihtişam
lı nurlara batmış, altınlar içinde yüzen saraylar vardır. Fakat sarayların arkasında
hastaneler var. Hasta bir insanlığın doğurduğu hastaneler var. Tiyatrolar var, ipek
lere sarılmış kadınlar oturuyor. Mücevherler içerisinde tuvalet edilmiş saçlar gözü
küyor. Erkekler kadınların yanında zevk ve sefa hayatına dalmış, bu tiyatroların
arkasında askeri kışlalar var. Orada şunun bunun menfaati için harplere sürükle
nen zavallı nesiller ile dolmuş olan askerler var. Zevk ve safa yerleri var, ondan
sonra Güneşin altında pişmiş ve elleri nasırlaşmış ve alın teri döke, döke nihayet
bir kara ekmek kazanan mazlum bir insanlık var. Bugünkü insanlık ve medeniyet
sahtedir. Hakiki medeniyet azınlıkları mesut eden medeniyet değildir. Çoğunluğu
mesut eden medeniyettir.
...Bu Rus yazarın yazdıklarını göz önüne getirelim. Acaba bu azınlıkların bütün bu
mazlum kütleler üzerindeki saltanatından başka bir şey görüyor muyuz? O halde

118
biz de aynı hakikati itiraf edeceğiz. Biz de bütün Dünyaya karşı diyeceğiz ki bura
da mazlumlar haklarını alacak, refaha ulaşacak, başkalarının menfaati için çalış
mayacak büyük kütleler vardır. Demek ki emelimiz Rus Milletinin emeli ile bera
berdir. Biz Rus Milletinin temsilcisi olan Aralof’u, Memleketimizde bir devletin hasis
menfaatlerini müdafaaya gelmiş, haklarımızı koparmak isteyen, düşüncesi ve
sözleri daima Türk Milletinin elinden hakkını almak fikrini takip eden bir adam ola
rak düşünmüyoruz. Rus Milletinin Temsilcisi bugün bir fikrin de temsilcisidir. Biz
kafası olan, muhakemesi olan, hayır ve şerri birbirinden ayrı bilen bir milletiz. Evet,
Rus İnkılabı bir gaye takip ediyor. Onun sevaplarını görüyoruz, hatalarını görüyo
ruz. Hatalarının bir kısmından kendileri dönmeye başlamışlardır. O büyük İhtilâl
yalnız bizim için değil, bütün Dünya için dersler vardır. Biz istifade edeceğiz. Bir
fikir temsilcisi olan Rus Elçisini dost ve samimi bir kalp ile karşılıyor ve bize karşı
söylediği hayırlı sözlerinden dolayı teşekkürlerimizi tekrar ediyorum. (alkışlar)
DR. FİKRET BEY (Kozan): Uygun bir şekilde kendisine bir teşekkür yazılsın.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, uygun bir şey yazılması için
Selahattin Beyefendi ile bir arkadaşımızın teklifi var. Teşekkür yazılmasını kabul
1
edenler lütfen el kaldırsın, kabul edilmiştir.

20 ŞUBAT 1922: MİLLİ YÜKÜMLÜLÜK EMİRLERİNİN YÜRÜRLÜKTEN KALDI


RILMASI KARARI
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 162.Birleşim, Gündem: 3/3)

Sakarya Zaferinden sonra Milli Mücadelenin sonuna kadar yü


kümlülükler tedrici olarak yürürlükten kaldırılmıştır. Emirleri yerine ge
tirmeyenler ile bu emirlerin dışında uygulamada bulunan görevliler sert
bir biçimde cezalandırılmışlardır. Emirlere uyulmasını sağlamak için,
suçluların en sert bir şekilde cezalandırılacakları basın yoluyla da duyu
ruldu. Vatandaşların ordu için verdiklerini, kendi çıkarları için kullanan
görevlilerin cezalandırılmaları için önlemler alındı ve uygulandı.

(24 Eylül 1921 tarihindeki oturumda Ankara Mebusu Mustafa Efendi, milli yükümlülük
emirlerinin uygulanmasında yapılan yanlışlıklar hakkında bir soru önergesi verdi ve
önerge Milli Savunma Vekaletine havale edildi. Ancak bu soru önergesi daha sonraki
oturumlarda bir daha gündeme gelmedi. 30 Ocak 1922 tarihindeki oturumda milli yü
kümlülük emirlerine karşı suç işledikleri iddiasıyla haklarında idam cezası verilen üç kişi
hakkında Meclis Adalet Komisyonu tarafından hazırlanan raporun görüşülmesine baş
landı.)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (20 Şubat 1922), 1.Dönem, c.17, s.55-58, http://www.tbmm.gov.tr/

119
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Tekalifi milliye emirlerine itaat etmedikle
rinden dolayı idam cezası verilmiş olan Ergani Maden Kazasından Mehmet Ali,
Sait ve Derviş'in tahliye edilmelerine dair Adalet Komisyonu raporu var. Okuna
caktır.

TBMM Başkanlığına
Başkumandanlığın tekalifi milliye hakkındaki emirleri hükümlerinin icra
sında suiistimal yaptıkları iddiasıyla muhakeme tarafından idamlarına karar
verilen Ergani Maden Kazasından Abdullah oğlu Mehmet Ali, Sait ve Derviş
haklarındaki Ergani Bidayet Mahkemesinden gönderilen dosya tetkik ve müza
kere edildi.
Esas olan, Başkumandanlığın bir numaralı emirlerine göre hayvanlardan
yüzde kırk tekalifi milliye alınması için vazifelendirilen Mehmet Ali, Sait ve Der
viş'in beraberlerinde bulunan jandarmalar Hacı ve Zülko ile beraber Potan Aşi
retinin koyunlarını eksik sayarak bin beş yüz kuruş para aldıkları ve bu sebeple
vatana hıyanet suçu işledikleri kararı verilmiştir.
Jandarma Hacı, aşiret koyunlarının altı yüz olduğu halde, miktarı sayıl
madan yalnız kırk koyunun tekalifi milliye için alınarak geri kalanının gizlendiği
ni ve buna karşılık bin beş yüz kuruş madeni para alınarak üç memur ile iki
jandarma arasında paylaşıldığını ihbar etmiştir. Davacı olan Potan Aşiretinden
Kadı Ali ve Abdullah oğlu İsmail de hayvanların eksik sayılmasına karşılık bin
beş yüz kuruş rüşvet aldıklarını ve mahkemede rüşvet olarak değil elbise bede
li adıyla para aldıklarını ifade ediyorlarsa da diğer jandarma Zülko'nun böyle bir
para aldığından haberi olmayıp kendisi tevkif edildiğinde Başçavuş Süleyman
Faik'in kendisini baskı ve tehdit ederek, jandarma Hacı'nın ifadesi gibi ifade
vermesini ısrarla tembih ettiği halde kendisinin yalan söylemeyeceğini beyanla,
Jandarma Hacı'nın ihbarını tekzip etmiştir. Müştekilerin önceki ifadeleriyle
mahkemedeki ifadeleri arasında çelişki mevcut bulunduğu gibi şüphelilerin bu
cüreti gösterdikleri vaziyete muhalif bir şahidin şahitliğiyle ve ne de diğer se
beplerden dolayı suçların sabit olamadığı ve Mutasarrıflık makamının yazısına
göre de bu aşiretin koyunlarının çoğunun damızlık olup tekalifi milliye ise ka
saplık hayvanlardan alınacağından, alınmış olan kırk koyundan yirmisinin Hü
kümet tarafından sahiplerine iade edildiği beyan edilmiştir.
Binaenaleyh altı aydan beri hapis bulunan bu insanların idam cezasını
gerektiren bir hareketlerinin vicdani kanaat temin edecek kanuni sebepler bu
lunmadığından bu husustaki hükmün kaldırılmasıyla şüphelilerin tahliye edil
meleri lüzumunun Yüce Heyete arzına karar verildi edildi. 27 Kasım 1922
Adalet Komisyonu Reisi Raportör Üye Katip Üye
Osman Nuri Ahmet Nafiz Hamit

120
HASAN BASRI BEY (Karesi): Reis Bey, değil idam, değil başka ceza, hatta tevkif
edilmelerine lüzum olmadığı halde, bunların tevkiflerine sebep olanlara ne yapıl
ması lazım geleceğinin Meclisçe tayin edilmesini rica ediyorum.
MUSTAFA BEY (Giresun): Alakalı vekaletin dikkati çekilmelidir. (bravo sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Rapor hakkında söz isteyen var mı? (ha
yır sesleri) Mustafa Bey alakalı vekaletin dikkatini çekmek üzere teklifte bulunuyor
lar. Adalet Vekaletinin dikkatini çekmek üzere raporu kabul edenler lütfen ellerini
kaldırsınlar. Kabul edilmiştir.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Rica ederim, böyle insan hayatı ile oynamasınlar.
Bakınız ne kadar haksızlıklar meydana çıkıyor. Demek ki şimdiye kadar birçok
adamlar haksız yere idam edilmiştir.
(7 Şubat 1922 tarihindeki oturumda Konya
1 Mebusu Kazım Hüsnü Bey, tekalifi milliye
hesap raporlarının verilmemiş olması hakkında bir soru önergesi verdi ve önerge İçişle
ri ve Milli Savunma vekaletlerine havale edildi. Ancak bu soru önergesi daha sonraki
oturumlarda bir daha gündeme gelmedi. 20 Şubat 1922 tarihindeki oturumda milli yü
kümlülük tasfiye heyeti kurulması hakkında Meclis Bütçe Komisyonu tarafından hazırla
nan raporun görüşülmesine başlandı.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, tekalifi milliye takip ve tasfiye
heyeti kurulmasına dair Bütçe Komisyonunun bir teklifi var, onu okuyacağız.

TEKALİFİ MİLLİYE TAKİP VE TASFİYE HEYETİ KURULMASINA VE BU HE


YETİN VAZİFE VE SALAHİYETLERİNE DAİR
1. Tekalifi Milliye Takip ve Tasfiye Heyeti adıyla Yüce Meclis tarafından seçilen
beş üye, tekalifi milliye işlerine memur edilmiştir.
2. Heyet, tekalifi milliye adıyla alınmış olan bütün malların hesabını tetkik ile
vesikaları birleştirmek, cetvelleri toplamak ile miktarını hazırlayacakları bir ra
poru Yüce Meclise arz edecektir.
3. Heyet bu işe dair bütün muamelelerde milli, idari ve askeri alakadar bütün
makamlar ve daireler nezdinde bizzat tetkik, teftiş ve lüzum olduğu zaman
suiistimalleri görülenler hakkında istiklal mahkemelerine vermeye salahiyetlidir.
4. Merkez ve taşrada tekalifi milliye muameleleriyle meşgul idari ve askeri bü
tün memurlardan lüzumu kadarını heyet kendi emrinde istihdam edebilir.
5. Heyet, her hangi bir şekilde alakalı şahısları bulunduğu yerde tetkikat ve
takibat için birlikte çalışmaya davet edebilir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (30 Ocak 1922), 1.Dönem, c.16, s.179-185, http://www.tbmm.gov.tr/
121
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendim, bu bir kanun tasarısı tarzında Meclise
gelmiştir. Bence bu mesele hakkında bir kanun tasarısının tanzimine lüzum yok
tur. Bu iş Meclis tarafından bir tahkikat tarzında yapılacak bir meseledir. Evvelce
bazı meseleler hakkında idari bir kararla bu tahkikat işini yaptık, tatbik ettik. Ya
sama takibatı meselesi Meclis kararıyla tatbik edilmişti. Sonra Koçkiri'ye bir heyet
gönderildi. Ayrıca bir kanun çıkartılmasına lüzum görülmedi. Böyle her meselenin
1
teftiş ve tahkiki için kanun çıkartacak olursak o vakit kanunların bir kıymeti kalmaz.
(Bu teklif ile ilgili her hangi bir karar alınmadan oturuma ara verildi. Aradan sonra ve
daha sonraki günlerde bu gündem maddesi bir daha görüşülmedi. 11 Mart 1922 tarihin
deki oturumda Erzurum Mebusu Salih Efendi, milli yükümlülük hesap raporlarının Mali
ye Vekaletinden istenmesi hakkında bir soru önergesi verdi ve önerge Maliye Vekaleti
ne havale edildi. Ancak bu soru önergesi daha sonraki oturumlarda bir daha gündeme
gelmedi. Sakarya Savaşı öncesi Mustafa Kemal Paşa'nın başkumandanlık yetkilerine
dayanarak yayınladığı ve 7 Ağustos 1921 tarihinde uygulanmaya başlayan milli yükümlü
lük emirlerinin bir kısmı sürekli yükümlülükler getirmekte idi. Bir kısmı da bir defada
yerine getirilen bu yüzden de yerine getirilmesiyle birlikte bağlı oldukları yükümlülükle
ri de sonlandıran bir yapıya sahiptiler. Sakarya Savaşından sonra, 8 Ekim 1921 günü
yayınlanan emirle, milli yükümlülük emirlerinin uygulanmasına 30 Ekim 1921 tarihinden
itibaren son verileceği kararlaştırıldı. 1921 yılının sonlarına gelindiğinde iki yükümlülük
emri halen uygulanmaktaydı. Bunlardan biri olan askeri ulaştırma yükümlülüğü emri, 18
Nisan 1922 günü kabul edilen Askeri Ulaştırma Kanunu çıkartılıncaya kadar yürürlükte
kalmıştır. Demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç, araba sanatkarlarının orduda
çalışma yükümlülüğüne dair emir ise Kurtuluş Savaşı'nın sonuna kadar uygulanmıştır. Bir
buçuk yıl sonra, Ali Fethi Bey başkanlığında kurulan Beşinci TBMM Hükümetinin 5 Eylül
1923 tarihindeki oturumda okunan programında, milli yükümlülüğe dair halka olan borç
lar bir paragraf halinde yer almıştır.)

ALİ FETHİ BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Hükümet muhtelif sebep ve şekillerde mil
lete karşı borçludur. Birçoklarının elinde Hükümetten alacağına dair senetler var
dır. Eğer bu senetler için bir ödeme yapılmazsa Hükümetin dahildeki itibarı zarar
görecektir. Bu itibarı yüksek tutmak ve halkın Hükümete karşı olan itimadına zarar
vermemek için İstiklal Harbine ait milli yükümlülük ve nakliye vasıtaları borçlarını
2
ödemek vazifemizdir. Bu maksatla Yüce Heyetinizden tahsisat talep edeceğiz.

1 TBMM Zabıt Ceridesi (20 Şubat 1922), 1.Dönem, c.17, s.60, http://www.tbmm.gov.tr/
2
TBMM Zabıt Ceridesi (5 Eylül 1923), 2.Dönem, c.1, s.421, http://www.tbmm.gov.tr/
122
25 ŞUBAT 1922: GİZLİ OTURUMDA DEMİRCİ MEHMET EFE’NİN YAKALAN
MASI VE SUİİSTİMALLER HAKKINDA ESKİ GÜNEY CEPHESİ KOMUTANI RE
FET PAŞA’NIN AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 165.Birleşim, Gündem: 2/1)

Güney Cephesi Komutanı Refet Paşa'nın Demirci Mehmet Efe


çetesini çökerttiği sıra Isparta ve civarında meydana gelen olaylar bir yıl
sonra meclisin gündemine girmişti. Refet Paşa harekât sırasında eski
dostu Demirci Mehmet Efe'nin fazla zarar görmemesi için gerekli tole
ransı göstermişti. Isparta milletvekilleri, Demirci Mehmet Efe'nin halktan
gasp ettiği malların, hayvanların ve Demirci Mehmet Efe'ye ait olduğunu
öne sürdükleri para kasasının ne olduğunu sordular.

(23 Şubat 1922 günkü gizli oturumda, bir yıl önce Konya İsyanı sırasında meydana gelen
bir suiistimal hakkında hazırlanmış olan Meclis 4.Şubesinin raporu görüşülüyordu.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim bir mesele daha var. Rapor Dör
düncü şubeden geliyor. Isparta hakkında malumunuz bir mesele var.

TBMM Başkanlığına
Konya İsyanı sırasında Burdur havalisinde asilere ait oldukları sanılarak
Isparta Valiliği tarafından müsadere edilmiş olan yedi bin küsur koyundan dört
bin adedinin Isparta İstiklal Mahkemesi kararıyla açık artırma usulüyle satıldığı,
geri kalan üç bin adedinin de bir şekilde suiistimal edildiği, Isparta Mebusu
Hafız İbrahim Bey tarafından iddia edilmektedir.
Yüce Meclise yapılan bağış paralarının ve Divan kürsüsünün arkasına
asılmış olan halının parasının da bu koyun bedelinden karşılanmış olunduğuna
dair ihbar da gene adı geçen mebus tarafından yapılmıştır. Bu hususta yaptı
ğımız tahkikatta her hangi bir netice elde edilememiş, Yüce Meclis üyelerinin
ve istiklal mahkemesi üyelerinin haysiyetlerini alakadar eden böyle mühim bir
meselenin orta yerde bırakılması da uygun görülmemiştir.
Bu hususta yerinde tetkik ve tahkikat yapılması için Yozgat Mebusu Sü
leyman Sırrı Bey, Antep Mebusu Ragıp Bey ve Siirt Mebusu Kadri Bey’den
meydana gelecek bir heyetin seçilmesi keyfiyetinin Yüce Heyetinize arz ve
edilmesine karar verilmiştir. 12 Şubat 1921
Dördüncü Şube Reisi Dördüncü Şube Kâtip Üyesi
Hafız Mehmet Süleyman Sırrı

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müsaade ediniz. Rapor usulüne uygun
hazırlanmıştır. Raporun kararını kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edildi,
efendim. Şimdi diğer bir meseleye dair bir önerge aldım. Reji ambarlarında tütün

123
alınıp satılmış deniliyor. Önergede şahıslar belli olmadığı için bu önergeyi okut
mayacağım, efendim.
MUSTAFA EFENDİ (Tokat): Reis Bey, müsaade ediniz bir şey arz edeceğim.
(gürültüler) Efendiler bu tütünler Isparta Reji Ambarından çalınmış ve satılmış.
Bunu yapanlar bugün memurdurlar, isimleri lazım değil.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Hükümet izahat versin.
MUSTAFA EFENDİ (Devamla): Ben önergenin sahibi değilim. Hakikati, meseleyi
meydana çıkarmak için bu kürsüye çıktım, alay ile iş bitmez. Biz memleketin vekil
leriyiz. Bu gibi adamlar, aramızda iken adam olamayız, günahtır. Tak, tak, tak, ne
olacak bundan ne çıkacak? Rica ederim, dinleyiniz. (devam sesleri) Geçen sene
Isparta'da iki bin liralık bir hırsızlık meselesi oldu. Bazı başıbozuklar dediler ki
mebuslar hırsızlık etti. Bu benim izzeti nefsime ağır gitti. Buna dair bir önerge ver
dim, önergem kayboldu. O önergeyi bağırmak suretiyle meydana çıkarttım. Bunun
üzerine şubeler bu mesele ile uğraşıyor. Bunun yanında eski Isparta Mutasarrıfı
Isparta Reji Ambarındaki yetmiş bin batman tütün almış, o tütünler de Rumların
mış. O tütünü satmış, paraları da cebine atmış. Onun üzerine İçişleri Vekili Adnan
Beyefendiye bu mesele söylendi.
BİR MEBUS BEY: Ispartalılar çalmış kelimesini kullanmayınız. Ispartalılar çalma
mıştır.
MUSTAFA BEY (Tokat): Ispartalılar değil, efendim. Sonra bu tütünler satılıyor.
Onun üzerine Isparta ahalisi boyuna şikayet ediyorlar. Diyorlar ki tütünler satıldı,
bunların parası Hazineye girecektir. Bu tütünleri satan kim? İsmet Paşa Hazretle
rinin dayısı Doktor Refet Bey. Ben malum ya hakiki ve samimi görüştüğüm kimse
lerin sözüdür. Yani ben meseleyi bilmiyorum. Sonra Doktor bir müddet burada
kaldı. Hükümette dediler ki bu adam doktormuş ve hem de mutasarrıftır. Biz bunu
bir yere tayin edeceğiz. Hükümetten bazıları dediler ki bu adamın zamanında hır
sızlığı var, Hazineden çalınmış bir tütün meselesi var. Bu ne olacaktır? Sonra
tahkikatını yaparız, derler. Tahkikat yapılıyor. Tahkikatını da Maliye Vekilinden
sorarsınız. Maliye Vekaletinde defter halinde bulunuyormuş. Bu meseleyi Reji
Müdüriyetinden, Maliye Vekilinden sorarsınız ve bir de tahkikat yaparsanız iş an
laşılır.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): İçişleri Vekaletinde tahkikat evrakı mevcut iken,
nasıl tayin ediyorlar o adamı?
MUSTAFA BEY (Tokat). Ona evliyalar karışır, bilemem. (alkışlar)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu mesele memleket meselesidir. Önerge sahipleri
meseleyi izah ettiler. Meclis bunun hakkında malumat sahibi olmak istiyor. İçişleri
Vekili bu mesele hakkında izahat versin. (Vekil izahat versin sesleri)

124
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Arkadaşlar, malumunuz Isparta'nın koyun me
selesi Mutasarrıfla alakadar olduğu için İçişleri Vekaletinden gönderilen müfettiş
bu Mutasarrıf hakkında hazırladığı tahkikat raporunda diyor ki,
“Mutasarrıf hakkında tahkikat yaptım, fakat bu mesele ile alakası olan mebuslar
hakkında bir şey diyemem. Buna Yüce Meclis karışır”
...diye yazmış ve göndermiştir. Onun üzerine bu evrak 4.Şubeye havale edilmiştir.
Mademki böyle bir Mutasarrıfın tütünlerle alakası varmış, İçişleri Vekaleti bu Mu
tasarrıf hakkında tahkikat yaptırmalıydı. O tahkikatın bu mesele ile alakadar oldu
ğu gösterilirse, o zaman mesele de açıklığa kavuşur.
MUSTAFA BEY (Tokat): Bu mesele hakkında Müfit Efendi de izahat verirse mese
le daha iyi anlaşılmış olur. Çünkü oranın eski müftüsüdür. (gürültüler) İbrahim Bey
de malumat sahibidir, izahat versin.
İBRAHİM BEY (Karesi): Efendiler, önerge benimdir. (duymuyoruz sesleri) Isparta
Reji ambarlarında çiftçilere ait kırk bin kilo tütün ortadan kaldırılmış ve bunun ha
zineye ait aşar vergisi de içinde iken koyun meselesiyle alakadar olanlar Reji am
barlarını kırarlar. Bu kırk bin kilo tütünü kırk veya elli beş kuruşa ahaliye satarlar.
Bunun hakkında İçişleri Vekaleti Sabri Bey isminde bir müfettiş gönderdi ve bun
dan dolayı da Mutasarrıf vazifesinden alınmıştı. Daha sonra bu Mutasarrıfı Maraş
'a gönderdiler. Bu mesele bununla alakalıdır. Oraya tahkik için gidecek heyet bu
meseleyi de tetkik etmelidir.
HÜSEYİN HÜSNÜ EFENDİ (Isparta): Efendim, koyun meselesini bilmiyorum.
Fakat tütün meselesine gelince, Beyefendinin dediği doğrudur. Bu Avros Nahiye
sinin Reji ambarında mevcut çiftçilere ait tütün vardı. 1920 senesi tütünleri kısmen
sarf edildi. 1921 senesine ait tütün şimdilik duruyor. Bu tütünleri bir kaç kişi Ispar
ta’nın memuru, Mutasarrıfı dahil, dışarıdan da memur var. Mutasarrıf dahil olduğu
halde Reji ambarının kapısını kırarlar. Kırk kuruşa Antalya'da alıcı bulunduğu hal
de oraya satmazlar. Yevmiye üç lira ile iki memuru gönderirler. Kırk bin kilo tütün
den on iki bin kilosu satıldı, gerisi yok. Hırsızlar saray gibi evler yapmışlar. Ben bu
hakikatleri öğrendim, geldim İçişleri Vekâletine 1 Ocak 1922 tarihinde bir önerge
verdim. Hâlâ gündeme alınmadı nedendir bilmiyorum. Mutasarrıfa soruldu, cevap
vermedi. Şimdiki Isparta Mutasarrıfı Müfit Bey işe el koydu, tahkikatını yapıyor ve
hakikatler de meydana çıkmıştır. İkincisi, Isparta'da bulunan Müdafaa-yı Hukuk
Cemiyetini biz kurduk geldik. Demirci Mehmet Efe’ye bir defasında üç bin, sonra
yedi bin lira verildi. Demirci Efe Çetesinin dağıtılması sırasında senet alınmadı
diyerek söylenmiş ve bu paralar tamamen yağma edilmiştir. Hakikaten buradan
gidecek heyet bunu da tetkik etmeli ve bu işe el koymalıdır. Bu gibi hakikatler de
meydana çıkmalıdır. Hakikaten edepsiz adamdır bunlar. (yaşasın Müfit Efendi
sesleri)
NADİR BEY (Isparta): Efendim, koyun meselesi zaten meydana çıkacak. Şimdi
tütün meselesinin tafsilatını arz edeceğim. Gerçi söylendi, fakat eksik söylediler,

125
asıl amiri bıraktılar da memurlardan bahsettiler. Bu tütün kırk bin kilodan biraz
fazladır, sonra ahalinin malıdır. Bunların içinde hazinenin de vergisi vardı. Bunu
Mutasarrıf, arkadaşlarımızdan Hafız İbrahim Bey ve daha bazıları beraber bu tü
tünü gidelim alalım derler, maksatları Demir Alayı’nın1 masraflarını karşılamaktır.
Reji Müdürü Bahri Bey’e müracaat ederler, o muhalefet eder.
BİR MEBUS BEY: O zaman İçişleri Vekili kimdi?
NADİR BEY (Devamla): Bilmiyorum, Reji Müdürü Bahri Bey muhalefet edince,
ortada bir Nahiye Müdürü kalır. Nahiye müdürüne de bu meseleyi teklif ederler. O
da muvafakat etmez. Sonra Mutasarrıf Nahiye Müdürünü kovar. Sonra Hafız İbra
him Bey ve Mutasarrıf emrederler. Bunun üzerine ambarları kırarlar. Yevmiye üç
lira ücretle Isparta'da Hancı Rüştü Çavuşu başına koyarlar. Her ambarı oradan
satarlar. Livanın her tarafında bu tütün kaçak olarak sarf edilir. Yalvaç'a, Akşehir'e
kadar satılır. Bunun bedeli ne olduğu belli değil. Mesela Reji’nin defterinde kırk
beş bin kilo, Hafız Bey’in gösterdiği defterde on iki bin kilodur. Arada otuz dört bin
kilo fark vardır. Reji müdürü Bahri Beye...
HÜSEYİN HÜSNÜ EFENDİ (Isparta): Hafız Beyin ismi orada yoktur.
NADİR BEY (Devamla): Ben hakikati söylüyorum. Bütün memleket buna şahittir
efendim. Mutasarrıf da o da beraberdirler. Buraya geldiğimde meseleyi İçişleri
Vekaletine ve Reji Umum Müdürlüğüne haber verdim. Oraya yazdılar, evrakı bu
raya geldi. Reji ambarının tutanakları, şikayet yazıları, Hükümete yapılan müraca
at yazıları bir dosya halinde buraya geldi. Reji Umum Müdürü Mithat Bey bana
dedi ki senin dediğin miktardan fazla çıktı. Bunun için Maliye Vekilini de gördüm.
Böyle bir mesele vardır, dedim. Bunu rica ederim arayın, dedim. Şimdiye kadar
aramadılar. Reji Umum Müdürünün tahkikat dosyası buradadır, bunun hakkında
İçişlerinin de haberi vardır, dedi. İçişleri Vekilinin o zaman kim olduğunu bilmiyo
rum.

1
Isparta Milletvekili Hafız İbrahim Bey, beraberindeki milis kuvvetleriyle Ankara’dan yola
çıkıp 13 Temmuz 1920 tarihinde Eskişehir’e geldiklerinde, Çerkez Ethem kuvvetlerine
katılmak için bekleyen, başlarında Teğmen Ali Kemal’in bulunduğu Beypazarı gönüllüle
rinden oluşan Karaşar Müfrezesini de kendi birliğine katarak Isparta’ya gelir. Isparta’da
hemen hazırlığa başlanarak üç gün gibi kısa bir sürede yüz süvari ve iki yüz piyadeden
oluşan bir kuvvet meydana getirilir. Bu birliğe Demir Alay adı verilir. Alay, Yunan Kuvvetle
rinin ilerlemesini bir süreliğine durdurur. 1920 Ekim Ayı sonlarına doğru Demir Alay kuv
vetlerinin düşmanla teması yoğunlaşmıştır. Buldan, Güney, Çal ve Sarayköy dörtgeni içeri
sinde düşmana karşı duran tek kuvvet durumundaydı. Demir Alay, 2 Aralık 1920 tarihinde
39.Piyade Alayı adıyla düzenli orduya katılmış ve sonuna kadar Milli Mücadele içinde yer
almıştır.

126
TAHSİN BEY (Aydın): Halı ve koyun meselesini de izah ediniz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Demirci Mehmet Efe’nin bir de para meselesi var. Bi
razını Hoca Efendi söyledi. Hoca Efendi elli bin lira kadar bir para meselesi var
dedi. Onu tamamıyla izah ediniz.
NADİR BEY (Devamla): Efe’yi yakalamak için Refet Paşa Hazretleri Isparta'ya
gelmişler ve yakalamışlar. Efe’nin Isparta'da evi var, eşyası vardır, her şeyi ora
dadır. Orayı açmışlar. Bu arada Efe’nin eşyasının kısmen yağma edildiğini işittim.
Hatta ahaliden gasp edilmiş otuz, kırk tulum da yağ varmış. Belki otuz, kırk bin kilo
yağ eder. Esasen Efe’nin evinde ne olmaz. O zamanın bir hükümdarı. Bunları
yağma etmişler. Mevcut altınları ve paraları... (gürültüler, miktarı ne sesleri) Mikta
rını bilmiyorum, yalnız işittiğimi söylüyorum.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Nadir Bey bunları senin araban götürmüş.
NADİR BEY (Devamla): Benim arabam götürdü. Efenin evinde ne kadar para
bulunmuş ise... (ne kadar sesleri) Benim tahminime göre altın ve para olarak yüz
bin liradan aşağı olmaması lazım gelir. Bunu nereden söylüyorsunuz derseniz,
diyebilirim ki Efe’nin Milli Kuvvet Kumandanı olmak üzere Isparta ve Antalya hava
lisinde belli şahıslardan aldığı nakit altın ve paranın miktarı bellidir. Bir heyet gön
deriniz, o zaman tahkikata başlasın. Bunun ne kadar para ve eşya aldığı meydana
çıkar ve Demirci Efe uğradığı yerlerde ne kadar eşya almıştır, ne kadar yağma
yapmıştır, bunu bulmak pek kolaydır. Bunların tahkiki için beni tayin ediniz ve ya
nıma bir kaç arkadaş veriniz, gideyim bunları tahkik edeyim ve teferruatıyla her
şeyi size göstereyim. Benim arabama yüklenen para nereye gitti ise, gitti. (nereye
sesleri) Refet Paşa götürdü, nereye götürdüğünü bilmiyorum.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, ben hadise hakkında değil, hadisede mev
zu bir iki nazik nokta hakkında söz söyleyeceğim. Birinci mesele, Isparta meselesi
dolayısıyla bir arkadaşımızın, İsmet Paşa’nın ismi geçmiştir ve dayısının bu hadi
seye karıştığı iddia edilmiştir. Herhangi bir memurun herhangi bir fiili, tabii doğru
dan doğruya kendisine ait olduğundan onun şuna, buna mensup olması bahis
mevzu olamaz. Onun hadiseye karışmasının, arkadaşımıza bir tesiri yoktur. Çün
kü zannederim ki o arkadaşımız da böyle bir hadiseden haberdar değildir. Böyle
bir hadiseden eğer haberdar olmuş olsa idi onu kanuna kendi eliyle teslim ederdi.
İkinci mesele, Demirci Efe’nin teslimi hadisesinden bahis olunuyordu. Bu mühim
bir meseledir. Bu mesele hakkında Hükümet her zaman tahkikat yapabilir, yapma
lıdır. Binaenaleyh bahsedilen arkadaşımız, Refet Paşa hakkında da müracaat
ediliyorsa, onun hakkında da tahkikat yapılır. Fakat meselenin neticesinin bu şe
kilde kalması doğru değildir. Tabii hiç bir kimsenin şerefiyle oynanamaz. Bu işe
teşebbüs eden adamlar, gidip de herhangi bir eşkıyanın kesesinde bir kaç kuruş
bulacağım diye değil, doğrudan doğruya memleketin istifadesi için, ordunun te
şekkül etmesi ve eşkıya belasından kurtulmak için kafalarını ortaya atmışlardır.

127
Her halde bunun için onun bir sebebi vardır. Yoksa bile meydana çıksın. Ben bu
şekilde tahkikatın yapılmasını arzu ederim, efendim.
NADİR BEY (Isparta): Şimdi Demirci Efe’den bahisle bir mesele arz edeyim. (gü
rültüler, devam et sesleri)
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim aleyhinde veya lehinde söz söyleyecek deği
lim. Bir mebusun ismi geçti. Her hangi bir mebus hakkında tahkikat icrasına ev
velden karar verilmedikçe ve bu arkadaş burada mevcut olmadığı halde kendi
hakkında söylenilen sözlere karşı müdafaası dinlenmeksizin Yüce Heyetiniz her
hangi bir karar veremez. Efendiler bir defa sizin hakkınızda Ankara'da mevcut
olduğunuz halde Mecliste mevcut değil diye bir şey söylenir ve karar verilirse siz
müteessir olmaz mısınız? Rica ederim kuru kuruya müzakereye ne mana var.
NADİR BEY (Isparta): Rica ederim, telaş buyurmayınız. Bu tütün meselesinin
dosyasını getiriniz. Pazartesi günü olsun, acelesi yok. O vakit hepsini söylerim.
(söyle, söyle sesleri)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, burada kayba uğramış, heder olmuş bin
lerce millet malından bahsediliyor. Binlerce liradan bahsediliyor. Hükümet bu pa
rayı ne yapmıştır? Kayıp mı etmiştir? Şaibeli tayin ve aziller olmuş. Hükümetten
kimse kalkıp müdafaa etmedi, susuyorlar. Demek Hükümet vazifesini yapmıyor
demektir. Efendiler, dört, beş bin liranın gittiğine dair bu kürsüden söyleniyor. Hü
kümet adına izahat verilsin, efendim.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Efendim, bir sene evvel Isparta'da ahalinin tütünleri
kaybolmuş, bunu mebuslardan bazı arkadaşımızla Mutasarrıf yapmış diyorlar.
Nadir Bey, Refet Paşa Hazretlerinin isimlerini ifade ederek aldıkları parayı götür
dü, dediler. Mesele şimdi büyük bir vaziyet aldı. Bir sene evvel Mutasarrıf depoları
açmış, tütünleri satmış, yani tütünleri yağma etmiş, sonra vazife yeri değiştirilmiş.
İçişleri Vekili gelsin açıklama yapsın. Refet Paşa Hazretleri için parayı aldı götürdü
dediler. Bunu aklım almadı. Benim bildiğim Refet Paşa alıp götürmez. Efendiler
Refet Paşa paraya tenezzül etmez. O halde yaptı ise memleket için yapmıştır.
Nerede Hükümet, nerede İçişleri eski ve yeni vekilleri? Gelip müdafaa etmiyorlar.
Nerededirler rica ederim? Bu namusu temizlesinler. Hükümet gelsin cevap versin
efendim.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Allah beni bir vekil müdafaasından daima masun
bıraksın. Fakat gündemde belli değilken, bir vekili o dakikada burada bulamamak
tan dolayı suçlamak doğru olamaz. Bizim vazifemiz, Meclis vekili acele istiyorsa
şimdi çağırır, burada izahat verdirir. Hükümlerimizde biraz insaflı hareket edelim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): İçişleri Vekili Vehbi Bey, kendilerine ait bir
mesele olmadığı için şimdi gitti. Şimdi efendim meselenin şekli şudur, Yüce Heye
tinizin arzusu Hükümeti dinlemek yolunda olmuştur. Tütün meselesi ve diğerleri
hakkında Hükümeti dinleyelim deniliyor. Binaenaleyh bunu oya koyacağım. İçişleri

128
Vekili ve Maliye Vekillinin dinlenmelerini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul
1
edilmiştir.

(İki gün sonra, 25 Şubat 1922 tarihli toplantıda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, on beş imzalı bir önerge var. Bir
mesele hakkında gizli celse teklif ediliyor. Bu teklifi oylarınıza sunacağım. Salon
boşaltılsın, gizli celseye başlıyoruz. Önergeyi okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Konya isyanı sırasında asilere ait olduğu düşüncesiyle müsadere olunan
hayvanlar hakkında, bazı mebusların Refet Paşa Hazretleri hakkında sordukla
rı soruları cevaplandırabilmeleri için gizli celse yapılmasını teklif eyleriz.
Antalya Mebusu
Hamdullah Suphi ve 14 arkadaşı

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Gizli Celse yapılmasını kabul edenler,
etmeyenler, kabul edilmiştir. Müzakereye başlıyoruz. Cevap vermek üzere Refet
Paşa Hazretleri söz istemişlerdir. Buyurun efendim.
REFET PAŞA (İzmir): Arkadaşlar, bundan evvelki toplantıda hazır bulunamadım.
Onun için Nadir Efendi’nin hakkımda ne gibi suçlamalarda bulunduğunu çok iyi
bilmiyorum. Onun için tutanaklara müracaat ettim. Ama henüz tanzim edilmiş de
ğil. Yüce Heyetinizden istirham edeceğim. Nadir Efendi burada bulunursa daha iyi
olur. (geldi, geldi sesleri) Nadir Efendi, söylediği sözleri bir defa daha açıkça söy
lesinler. Ben de lazım geldiği kadar açıkça cevap vereyim ve cevabım eksik kal
masın. (uygundur sesleri)
NADİR EFENDİ (Isparta): Önceki gün ben başka bir mesele için bu kürsüye çıktı
ğımda bu Refet Paşa Hazretlerine ait olan şeyi sordular. Nereden ve kimin tara
fından önergenin verildiğini bilmiyorum. Yalnız ben dedim ki Demirci Mehmet
Efe’nin Isparta ve havalisinden ahaliden baskı ve tehditle topladığı para Osman
Zeki’nin evinden alınarak, benim arabamla Refet Paşa Hazretleri tarafından götü
rülmüştür. Miktarı ne kadardır bilmiyorum? Böyle söylemedim mi? (evet sesleri)
Paşa Hazretleri bu parayı ne şekilde almış ve ne nasıl harcamış ise Paşa Hazret
lerinin bu şaibeden kurtulmak için bu kürsüden bu meseleyi izah etmeleri lazımdır.
REFET PAŞA (İzmir): Nadir Efendi söylediklerinin son tarafında gizli noktasını
söyledi. Ben şaibeyi ortada, malum görüyorum. Nadir Efendi o şaibenin ya maka
mını bilmiyor veya varsa kendi kafasında vardır.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (23 Şubat 1922), 1.Dönem, c.2, s.860-872, http://www.tbmm.gov.tr/
129
NADİR EFENDİ (Isparta): Halk tarafından böyle bir şaibe olduğunu görüyorum.
Size ait bir şüphe vardır. Bu şüphenin giderilmesi ben de arzu ediyorum.
REFET PAŞA (Devamla): Nadir Efendi geçen gün bir rakamlar koymuştur. Nadir
Efendi mebustur, Isparta mebusudur ve bu para da Isparta'dan alınmıştır. Nadir
Efendi o zamanlarda aynı zamanda Isparta'da idi.
NADİR EFENDİ (Isparta): Hayır burada idim.
REFET PAŞA (Devamla): Nadir Efendi ondan sonra biliyor ki Isparta çok tehlike
geçirdi. Nadir Efendi de o tehlike içinde idi.
NADİR EFENDİ (Isparta): Memleketim o bakımdan size şükrandır.
REFET PAŞA (Devamla): Herhalde tetkik etmesi lazım gelirdi. Nadir Efendi para
nın kendi arabasıyla gittiğini bildiği halde, paranın nasıl alındığını ve ne şekilde
alındığını bilmesi de lazım gelirdi. Nadir Efendi paranın kendi arabasıyla gittiğini
bildiği halde bu paranın, Mebus olması itibariyle oranın Hükümetinden, Mutasarrı
fından nasıl alındığını, nasıl sevk olunduğunu da bilmesi lazım gelir. Mesele para
nın ne olduğundan evvel, nereden alınmıştır meselesidir ve miktarı meselesidir.
Nadir Efendi ifadesinde para için de bir miktar tayin etmiştir. Şimdi arkadaşlar
Anadolu meselesinin başladığı günden beri, Yüce Meclisin teşekkülünden biraz
evvelinden beri ben böyle birtakım maceralar peşinde, aşağı yukarı, sağdan sol
dan koştum. Hakikaten bu son seneler zarfında, bu üç senelik hayat içinde çok
koştum ve millete karşı büyük hesaplarım var. Fakat aranızda uzun boylu kalmak
fırsatına nail olamadığımdan dolayı bu hesabı vermeye muvaffak olamadım. Bu
meseleyi söylemek mecburiyetindeyim. Demirci Mehmet, Ethem meseleleri he
men aynı zamanda ve bunlar birbirleri ile alakalı idi. Aynı zamanda Yüce Heyetiniz
pekala bilir ki o zaman Hükümet henüz mevcut değildi veya ismen mevcut idi. O
zaman İçişleri Vekili olan benim emirlerimin kudreti hemen Ankara'nın dışına çık
mıyordu. Ankara dışında büyük bir anarşi vardı, her tarafta birtakım kuvvetli kuv
vetsiz topladıkları insanlar halkın başına bela oluyorlardı. Konya isyanı da çıktı.
Konya hadisesini hususi bir toplantıda arkadaşları topladım ve arz ettim. O gün
hatırıma iyi geliyor ki zannederim Nadir Efendi ilk defa benim Konya'ya giderek bu
işi bir an evvel halletmemi söyledi.
NADİR EFENDİ (Isparta): Söyledim.
REFET PAŞA (Devamla): Ben ufak bir kuvvetle Konya'ya gittim. Çorum'dan geldi
ğim zaman Yüce Heyetinizden bazı arkadaşların alkışladığı muazzam bir süvari
alayım vardı ve bu alay muntazam ufak bir süvari alayı idi. Allahıma çok şükürler,
hamdolsun bugünkü muntazam ordunun çekirdeğini teşkil etti. Ben tabii oraya
gittim, Konya İsyanı sırasında Demirci de Manavgat taraflarına musallat olmuştu.
Demirci'nin vaziyetini pekala bilirsiniz. Demirci'nin etrafında bulunanlar her türlü
emrin, nüfuzun, hükmün haricinde yaşarlar, her türlü fenalığı yaparlardı. Vaziyet o
kadar fena bir dereceye gelmişti ki bütün köylüler Antalya'ya hücum etmişlerdi,

130
ortalık yanmış mahvolmuş bir hale gelmişti. Ayrıca yeni bir isyan belirtileri
hissolunuyordu. Ben vaziyeti gördüm ve meseleyi derhal halletmeye karar verdim.
O zaman da Demirci Konya'da idi. Demirci'yi yanıma çağırdım. Demirci gelmedi,
bazı yanlış düşünceler Demirci'yi yanıma gelmekten menetti. Demirci'nin yanında
ki insanları ikna etmek istedim. Hatta Demirci'ye bir subay göndermek istedim.
Hatta ikna ve itimat için yanındaki bu adamları defedip de bu alayları namuslu
insanlardan kurulu bir asker halinde getirebilmesi ve bu kuvvetleri takip edip maki
neli tüfek göndermeye karar verdim ve yola çıktım. Yola subay çıkarmak istedim
ve bu şekilde Demirci'nin en kötü olan kuvvetlerini iyi bir hale getirmek istedim.
Maksadım bu idi. Çünkü yalnız Demirci'nin elinde bin beş yüz atlı vardı. Halbuki
ben henüz o kadar kuvvetli değildim ama kuvvetim çoğalmakta idi. Halktan ve her
taraftan, oradan, buradan nutukla, gözyaşı ile her tarafın yardımı ile benim altıla
rımın adedi artıyordu ve nihayet buradan çıktığımda benim emrimde iki yüz atlı
varken yedi yüz atlıya sahip olmuştum. Demirci'ye karşı harekete geçtiğim zaman
yedi yüz atlı olmuştu. Bunlar hep o zaman halkın imanıyla, yardımlarıyla oldu,
Hükümet parasıyla değil. Hükümetimiz zaten mevcut olmadığından doğrudan
doğruya halk tarafından verildi. Nihayet günün birinde Demirci'nin merkezi olan
İğdecik Köyüne yaklaştım. Demirci o vakit bir tarafı Eğridir, Burdur, bir tarafı da
Uluborlu olmak üzere bu mıntıka içindeki bütün köylere hakim olmuştu ve Ispar
ta'da iyi bir kuvveti vardı. Bilinen usullerle taarruz etsem, Demirci'nin çok kuvvetine
karşı muvaffak olamayacağım, memleket perişan olacaktı. Verdiğim karar doğru
dan doğruya bu geniş mıntıkanın kenarından vurmak değil, doğrudan doğruya
düşmanın göbeğine girmek ve orada bombayı patlatmaktı. Bu tehlikeli bir şeydi.
Ben düşmanın içerisine giriyorum. Eğer muvaffak olamazsam içimizden hiç bir
kimsenin canı kurtulamayacaktı. Fakat muvaffak olabilmek için başka çare yoktu
ve muvaffak olmak lazımdı. Muvaffak olamazsam bütün o havali, memleket Deniz
li'den ta Ereğli'ye kadar olan mıntıka ateş içinde kalacaktı. Çünkü Söke'den, Men
teşe'den, Antalya'dan, Manavgat'tan, Akseki'den, Seydişehir'den, Yenişehir'den,
Nevşehir'den her taraftan asiler orada toplanmıştı. Eğer ben muvaffak olamazsam
bunlar bütün memleketi ateş içinde bırakacaklardı. O halde vaziyet korkulu idi.
Vaziyeti kurtarabilmek için kendimi değil, memleketi düşündüm, şahsımı feda et
tim. Onun için bir sabah beraber doğrudan doğruya Demirci'nin merkezi olan İğ
decik Köyüne vardım. Halbuki ben o zaman oraya gitmek için sekiz saat kadar bir
mesafeyi Demirci kuvvetlerinin yerleştiği köylerin arasından geçerek gitmek mec
buriyetinde idim. Bunlar haberdar olursa meselede muvaffakiyet imkanı yoktu.
Bunun için bunların arasından, bu köylere uğramaksızın, yılanlar gibi sürünerek,
dolaşarak şafak sökerken Demirci'nin evinin önünde bulundum. Orta yerde en
mühim iki merkez vardı. Birisi Isparta, diğeri Burdur. Aldığım malumat o günlerde
Isparta'nın yağma edilmekte olduğu şeklinde idi. Hatta buna dair vesika da elime
geçti.
NADİR EFENDİ (Isparta): Servet sahibi olanların listesi, efendim.

131
REFET PAŞA (Devamla): Bunun için Isparta ve Burdur mutasarrıflarına mesele
den haberdar etmek lazım geliyordu ki her ihtimale karşı hazır bulunsunlar. Hal
buki Demirci'nin o kadar kuvveti vardı ki o kadar çok eli vardı ki ben herhangi tara
fa daha evvel bir emir versem onun kulağına geçecekti. Ben Dinar merkezinde bir
subay bıraktım ve ona iki telgraf gönderttirdim. Birisi Isparta Mutasarrıflığına, diğe
ri Burdur Mutasarrıflığına. Dedim ki,
-Demirci meselesini kati olarak halletmeye karar verdim. Meseleyi halletmek için
kafi kuvvet vardır. Silah patlamasına ihtiyaç gösterecek midir bilmiyorum. Ben bu
telgraf sizin elinize vardığı vakitte, şafak vakti Demirci'nin evinin önündeyim. Bu
telgraf size vardığı zaman top sesleri işitirseniz bu meselenin silah kuvvetiyle hal
ledilmekte olduğunu anlarsınız ve şehirlerinizin yağmaya maruz kalması gibi bir
fenalık çıkması ihtimali vardır. Onun için bu telgrafı alır almaz her türlü şeye hazır
bulununuz.
...dedim. Bu şekilde hareket edildi ve ben İğdecik'te bulunduğum zaman Isparta
ve Burdur mutasarrıfları meseleyi biliyorlardı. Ancak o zaman biliyorlardı. Ondan
evvel bilselerdi Demirci de bilecekti ve nihayet silah patlatmak lazım gelirdi ve yine
top ve tüfek patladı. Efendiler Allanın izniyle ve milletin desteği ile on dakika içeri
sinde o muazzam saltanat yıkılmış ve Demirci de kaçmıştı. Etrafındakileri bastır
dık, önümüze geleni yakaladık. Arkadaşlar bir şey daha söyleyeceğim, çünkü bu
benim içimde derttir. Çoktan beri söylemek istiyordum, fakat fırsat bulamadım.
Arkadaşlar, ordunun iyiyi kötüden ayıran bir hususiyeti vardır. Ben, ordu yanında
bulunduğum zaman hiç bir şey değilim. Ordu, arkadaşlar saftır, dilsizdir. O, etraf
tan gelecek taarruzlara, ateşlere müdafaa hakkına bile haiz değildir. Onu müdafaa
edecek olan buradaki Yüce Meclisinizin mesul olan amirleridir. Ordu kumandanı
bulunduğum zaman ben de ağzımı açma salahiyetini haiz değilim. Çünkü ağzımı
açarsam ordunun inzibat ve asayişini ihlal etmiş olurum. İşte ordunun vazife na
musu odur. Onun için ordu hesabına söylediğim zaman, çünkü oradaki insanlar,
hatta Meclisin mebusu olsa bile, ne orada ve ne de burada ağzını açma hakkını
haiz değildirler. Çünkü o vakit o ordunun inzibat ve asayişi ihlal edilmiş olur. Şah
sen tanımıyorum, Menteşe Mebusu Saadettin Bey...
SAADETTİN BEY (Menteşe): Benim efendim.

REFET PAŞA (Devamla): Teşekkürler ederim. O vakit tahminen daha o zamanlar


Saadettin Bey bu kürsüden birçok hayvanların alındığı ve bu hayvanların suiisti
mal edildiğini bana hitap ettiler. O zaman kaç at alınmıştı, Saadettin Bey?
SAADETTİN BEY (Menteşe): Denizli'de işittim, on beş at efendim.
REFET PAŞA (Devamla): On beş değil, yedi yüzdür. Demirci'nin kendisine ve
etrafındakilere mahsus tamam yedi yüzdür, on beş değil beyefendi, tam yedi yüz
dür. Yedi yüz at, yedi yüz tüfek ele geçti ve hemen mevcudum bin beş yüz kişi
oldu ve bazı arkadaşlarınız o bin beş yüz kişiyi resmigeçit halinde geçerken gör
düler.

132
ABİDİN BEY (Lazistan): Zaten bu mesele de Yüce Meclise bildirilmiştir.
REFET PAŞA (Devamla): Binaenaleyh burada bu meseleyi arz etmekle, o vakit
cevapsız kalan meseleyi ifade etmiş oluyorum. Yani benim tarafımdan yakalanan
on beş değil, yedi yüz olduğunu açıklamış oluyorum. Arkadaşlar, hiç top patlamaz,
Isparta ve Burdur mutasarrıfları da ellerinden geleni yapmışlardır. Burdur'da pek
asi kuvvet yoktu. Fakat Isparta'da asi kuvvetler vardı. Isparta'da bulunan kuvvet
ler, Isparta Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin ve bazılarının yardımı ile tesirsiz hale
getirildiler. Bilhassa ismini bu kürsüden hürmetle yâd edeceğim, bir küçük rütbeli
subay, ciddi yüzü siyah, fakat kalbi beyaz, Arap Yüzbaşı Nuri, Şimdiye kadar en
yüksek bir iman ile her türlü fedakarlığı göstermiş aç kalmış, esaret hayatı geçir
miş, her türlü fedakarlığa katlanmış, düşman peşinde yalın ayak koşmuş namuslu
bir subay, bir askerdir.
BİR MEBUS BEY: Fakat hiç bir himaye görmemiştir.
REFET PAŞA (Devamla): Ben bu kürsüden, o askere karşı olan şükran vazifemi
milletin huzurunda arz ediyorum.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Evet, çok eski bir kahramandır.
REFET PAŞA (Devamla): Bu arkadaş ki hatta bu Demirci'nin adamıdır.
ŞEVKET BEY (Beyazıt): Paşa Hazretleri, şimdiye kadar o subay terfi etmiş midir?
REFET PAŞA (Devamla): Müsaade buyurunuz, sözümü tamamlayayım. Bu su
bay, bu gönüllü arkadaş, vatanperver olduğu halde bazı zamanlarda Demirci'nin
adamıdır diye yanlış anlaşıldı, kötülüklere maruz kaldı, yine tahammül etti ve sesi
ni çıkarmadı. Hiç bir zaman şikayet etmedi ve hiç bir zaman da bir hak ve mükafat
istemedi. Bu arkadaşın yardımı ile Isparta'da Demirci'nin Vekili bulunduğu halde,
orada bulunan Demirci'nin, bazı adamlarının ve hatta Demirci çetesinden bazıları
nın da yardımı ile orada bulunanlar derlenmiş toplanmış olanların ellerinden silah
larının alınması yüzünden bir fenalığın çıkmaması da temin edilmiştir. İğdecik
Köyü meselesi öğleye kadar devam etti, oradan sonra ilk yetişeceğim bir yer var
dı. Firar edenleri tuttuk ve köylerdeki asileri takip ettik ve onları yakaladık, ellerin
den silahlarını aldık, bağladık ve hemen ilk işim Isparta'ya yetişmek oldu. Isparta
büyük bir merkez, bir askeri mevki olduğu için yapacağım işi gayet büyük düşünü
yordum. Çünkü Isparta yağma edilecekti ve benim hareketim yüzünden memleke
tin herhangi bir kısmı zarara ve hasara uğramasını istemiyorum. (Allah sizden razı
olsun sesleri) Isparta'ya koştuğum zaman oradaki vaziyeti bilmiyordum. Isparta'ya
girdim, vaziyeti öğrendim ve anladığım asiler hakkındaki vaziyet idi. İşte o zaman
mahalli idare bir şey yapmıştı. Bu hareket tabii bence yanlıştı. Demirci'nin hanımı
kocasının yanında idi ve o da kocası ile beraber kaçmıştı. Fakat çocukları evde
idi. Çocukları, kendi malı olan evden çıkarmışlar, arabacısının evine göndermişler.
Daha doğrusu sokağa atmışlar. Şimdi bu vaziyeti tersine çevirmiş, o güne kadar
Demirci'nin önünde el pençe divan duran Mutasarrıflık, vaziyet değişir değişmez,

133
eğeri döveceğine semerini dövmek türünden bir iş yapmış. Efendiler, bu hal çok
acı idi. Bana acı geldi. Tabii ki Demirci hata etti, Demirci fenalık yaptı, fakat arka
daşlar yine huzurunuzda itirafa mecburum. Demirci benim arkadaşımdır, onunla
sekiz sene gezdim. Yalnız ilk silahı beraber patlatmadık ve ben orada yoktum, ben
o şerefe dahil değilim. Fakat ilk zamanlarda kuvvetler yokken, orada kendi kuvveti
ile kendi fikri ve kendisinden hakikaten pek yüksek olan bir Türk zekası ile oradaki
işleri idare etti. Demirci'nin fenalığı da fenadır, fakat Demirci'den daha çok etrafın
da bulunan münevver insanların da kabahatleri vardır. (bravo sesleri) Demirci bu
fenalığı yaptı ise bu fenalığın çoğunu etrafındakiler yaptırdılar. Etrafındakiler bunu
kendileri kazanmak için yaptılar. Demirci'nin vatani vazifesini tarih kaydederken ki
hizmetini tarih hiç bir zaman unutmayacaktır, fenalığını da kaydedebilir. Fakat ben
iyiliklerini sayacağım. Binaenaleyh bizim Demirci'ye karşı bir vazifemiz, bir borcu
muz vardı ve o borcumuz da hiç olmazsa çocuklarını sokağa atmamaktı.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, Demirci'nin ilk başındaki vatani vazifelerini
tarih kaydedecektir, fakat fenalıklarını sayarken iyiliklerini de atmayalım, unutma
yalım.
REFET PAŞA (Devamla): Arkadaşlar, asıl meselenin en mühim noktası, işin ilk
gününde orada kendi kendilerine bu müdafaayı tertip eden insanları takdir etmeli
dir. Bunlar her kim olursa olsun belki bu gibi hatalar olabilir, fakat hepsi bence
büyük insanlardır. Çünkü onlar hatalarından evvel ve herkesten evvel düşman
karşısında müdafaayı uyandırmışlar ve düşmana karşı koymuşlardır. İşte bu se
bepten hepsine karşı bir hürmet, bir saygı beslemekteyim. Arkadaşlar Demirci
çekildi gitti. Demirci'yi şüphe etmeyiniz ki yakalayacaktım, fakat ufak bir hatamız
sebebi ile ilk silahın yanlış atılmasında Demirci derhal firar etti. Yani silah patla
madan Demirci fırladı ve yakalanamadı. Demirci oradan çıkıp gittikten sonra De
nizli taraflarını tuttu. Arkadaşlar, Demirci öyle bir adamdır ki üç beş kişi ile herhan
gi bir yerden görünse pek mühim bir tesir yapardı. Arkadaşlar, halkı titretmiş, halkı
yıldırmış, halkı korkutmuştu. Halk Demirci'nin isminden korkuyordu, şahsından
korkmuyordu.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendiler, fakat Demirci o şiddeti göstermemiş olsaydı
cephenin bugünkü vaziyeti böyle olamazdı.

REFET PAŞA (Devamla): Mesele Demirci meselesi değildir. Meselenin safhalarını


sırasıyla arz edeceğim. Demirci'nin iyilikleri yanında müthiş fenalıkları da vardır.
Demirci halkı adamakıllı korkutmuş, yıldırmıştı. Bir defa Demirci, asi olarak dağa
çıkarsa halka yapacağı zulüm çok muazzam olacaktı. Demirci'nin takip ve yaka
lanması için muazzam kuvvetler sevk etmek lazım gelirdi. Bu, Hükümete memle
kete çoğa mal olur. Denizli hadisesi gözümüzün önündedir. Demirci'nin o kadar
şiddetli hareketleri vardır ki cidden insanın tüylerini ürpertir. Demirci'nin kaçıp kur
tulması ve nihayet bir asi olarak dağa çıkması fena idi, fena olacaktı. Ben bu ha
reketinden korktum. Fakat arkasına düşüp takip etsem kuzeyde vazifem var. O
kısma girmek istemiyorum. Yani Çerkez Ethem için Kütahya mıntıkasına hemen

134
dönmek mecburiyetinde idim. Binaenaleyh yapacağım şey şu oldu, Demirci'nin
çocuklarını evine getirmek ve bakımlarını temin etmek ve Arap Yüzbaşı Nuri
Efendi’yi Demirci'nin arkasından koşturmaktı. Demirci eğer namusunca oturursa,
kanuna itaat ederse canı, malı, ırzı, namusu, hanımı benim emanetimde olacaktı,
aksi halde Demirci elimden kurtulamazdı. Demirci ve ailesinin ben bütün hayatına
kefil idim. Demirci beyaz ekmek yemeye artık alışmıştı, mecbur olmazsa dağa
çıkacak halde değildi, mecburi olmazsa dağa çıkıp da mısır ekmeği yiyecek bir
halde değildi. Binaenaleyh bu ruh halinden istifade ettim, arkasından bu haberi
gönderdim ve hatta Demirci'nin çocuğunun bir fotoğrafını da gönderdim. Arkadaş
lar, Demirci'nin evine girdiğim zaman eşya namına bir şey kalmamıştı. Eşyanın bir
kısmı da emanetmiş, o eşyaları sahipleri gelip almış, bir kısmını da hizmetçisi
vesairesini kovulduğu zaman hususi eşyaları diyerek alıp götürmüşlerdir. Silaha
ait her ne varsa bunları askeri eşya diye almışlar, depoya götürmüşler. Demirci'nin
ambarında buğday, nohut vesaire var ve bir de Demirci'nin kasası var. Ben De
mirci'nin kasasının, onu tatmin için Demirci'ye malının, namusunun, ırzının koru
nacağını anlatmak için, açılmamasını istedim ve Demirci'nin kasasını Isparta Hü
kümetine mühürlettim ve ben de mühürledim. Binaenaleyh Demirci'nin kasası
Refet Paşa tarafından açılmadı. Aynı zamanda garip tesadüf olarak, Demirci'nin
yanında bulunan bir kaç kişi ki birisi Burdurlu Fahrettin Ağa, bir diğeri de Albay
Şefik Bey ki benim emrim ile gelmişti. Fakat ben o akşam orada bulunamayacağı
nı düşünerek sabahleyin baskını yaptım. Halbuki ne yazık ki Şefik Bey orada bina
içinde idi. Kendisi ateş içinde kaldı. Demirci'nin Hanımı firar ederken bir kaç parça,
sekiz parça elmasını ki bu elmaslar köylü elması, hizmetçisine bırakmıştı. Ona bir
de beşi bir yerde altın dizisi vermiş. Şefik Bey bunları Isparta’ya getirdi ve beledi
yeye bir tutanak karşılığında teslim etti veya Müdafaayı Hukuk Şubesine teslim
etti.
NADİR BEY (Isparta): Paşa Hazretleri Demirci'nin cinayeti...
REFET PAŞA (Devamla): Nadir Efendi, mesele ona gelince bahsedeceğiz. Şimdi
para meselesinden bahsediyoruz. Ondan da bahsedeceğiz efendim. Bu paraları
Şefik Bey oraya teslim etmiş, ben de o gece Demirci'nin evinde kaldım ve ertesi
sabah her işte sürati tercih ettiğim için, acilen yetişmeye karar verdim. Ertesi gün
de Burdur'a gittim. Oradan Keçiborlu'ya gittim. Isparta’da bulunduğum gün, sıra
sıyla arz edeyim. Keçiborlu'ya geldiğim zaman artık kuzeye gideceğim, Karahisar
üzerinden Kütahya'ya, oradan da Çerkez Ethem’i takip için Manisa’nın Demirci
Kazasına gideceğim. Fakat aklıma başka bir şey geldi. Demirci her şeyden gayet
hızlı malumat alır, eli çabuk ve kendisinden istifade eden adamlar çoktu. Bu adam
kasasının Isparta'da olduğunu haber alabilirdi. Kasada ne miktarda para olduğunu
bilmiyorduk. Bir gece karanlığında üç kişi ile Demirci Isparta’ya girerse veya adam
ben Demirci'yim diye Isparta’nın yanında bağırsa veya üç dört silah atsa Isparta
yanardı, hem de Demirci kasayı alır giderdi. Demirci, İğdecik'ten firar ettikten son
ra, bana Denizli'den lanet ettiler, mademki tutamayacaktın niçin uyur yılanın kuy
ruğuna bastın, bizi yaktı yıktı, diye. Biraz da Isparta'yı yaksın yıksın, Demirci'yi

135
tekrar bizim başımıza getirdi, Allah belanı versin dedirtmek istemedim. Demirci'nin
o havalideki kudreti bugün de az değildir. Bugün hâlâ o havali ahalisi kuvvetinden
korkar. Çünkü yaptıkları dehşetin tesiri az değildir. Demirci bugünün eşkıyası de
ğildir, Dünya Harbinden beri şaki bir adamdır. Sonra arkadaşlar, Isparta Mutasar
rıflığına bir emir verdim ve dedim ki sizin emrinizde olmak üzere Kalem Reisi,
Şube Reisi, Polis Merkez Memuru, Müdafaayı Hukuktan bir üye, İdare Meclisin
den bir üye olmak üzere gidiniz, bir komisyon teşkil edip Demirci'nin kasasını açı
nız. Demirci'nin kaç parası varsa tespit ediniz. Tutanaktan birisi sizde kalsın ve
birini de bana gönderiniz. Parayı aynen bana gönderiniz ve Hanımının elmasları
belediyededir galiba, onları da bana gönderiniz ve bu işi sabaha kadar tamamla
yınız. İşte arkadaşlar ertesi günü oranın Müdafaayı Hukuk üyelerinden Posta ve
Telgraf Müdürü Mehmet Efendi ve Polis Merkezi Memuru Keçiborlu'ya geldiler ve
tutanakla paralarla elmasları bana teslim ettiler. Arkadaşlar bu kadar parayı benim
için saymak kolay olsaydı, bunları hepsini alıp heybeye koyacaktım. Yani aklıma
gelmişti ki bir gün gelip de hesap sorulacağı. Bir gün gelip de Demirci'yi kovala
yan, Ethem'i kovalayan, o havalide bu işi yapan bir adamdan bunun hesabını iste
yeceğinizi ümit etmezdim. Ben öyle zannediyorum ki bu otuz bin lirayı ben aklım
ve harcadım desem çok iyi ettin diyeceklerdi. Sonra bu kadar para saymam ve o
müddet oralarda kalmak mümkün olmadığından Karargahın baytarına saydırdım.
1.800 lira paradan 510 kuruş eksik çıktı.
BİR MEBUS BEY: Ödeyin (gülüşmeler)
REFET PAŞA (Devamla): Tutanak hazırlandı ve hepimiz imzaladık. Bu tutanağın
bir sureti Isparta'da Mutasarrıflıkta mevcuttur. Arkadaşlar bu para ne oldu? Şimdi
size arz ettiğim gibi Demirci'nin her şeyin muhafazaya aldırdım. Devesini, kereste
sini, tahtasını, halısını, seccadesini, elmasını, evrakını, parasını, masasını bilmem
nesini, her şeyini. Arz ettiğim gibi Demirci eğer sözünde durup namusu ile oturur
isyan etmezse, her şeyini iade edeceğim. Irzını, namusunu, her şeyini ben kefil
oldum. Nihayet Demirci bana müracaat etti, kendisi dağdan indi, geldi ve Arap
Yüzbaşı da yanında beraber, onun nezareti altında. İlk defa hanımını yanına gön
derdim. Daha evvel Demirci hanımı ile birlikte kaçmıştı. Hanımı iki gün sonra Is
parta’ya gelmişti. Demirci'nin hanımının Demirci üzerinde haiz olduğu ehemmiyeti
bildiğim için Demirci'nin yanına gitmesine mani oldum. Uzun müddet Isparta’da
ikamet ettirdim. Nihayet Demirci'nin artık uslandığına kani olduğum için ailesini
gönderdim. Her şeyi zamanı geldikçe verdim ve ailesine para verdim, elmaslarını
evvela ailesiyle birlikte gönderdim, para gönderdim, kıymetli eşyaları şunlardır.
Kuş şeklinde göğüs iğnesi, kuş şeklinde firkete, maakordon kadın saati, taşlı küpe
bir çift, taşsız küpe bir çift, bir Medine küpesi, kelebek küpe, muhtelif ebatta halı
seccade, kilim. Bunlar Demirci'ye ait eşyalardır ve Demirci'nin evinde bulunmuş-
tur. Menderes Grup Kumandanlığı Yaveri Raşit Altay Bey’e, böyle tedrici tedrici
her şeyi kendisine iade ettirdim. İlk evvela harçlık olmak üzere beş yüz lira, daha
sonra üç yüz lira, bu şekilde gönderiyordum. Nihayet Cenup Cephesi Kumandan
lığından ayrılmam emri geldi. Ben buraya, Ankara’ya gelecektim. Parasını kendi

136
sine iade etmek için iki taksitte olmak üzere ve evvela yarısını vermek ve biraz
daha sükunet geçsin, bir müddet sonra diğer yarısını vereceğim zaman için gelsin,
dedim. Bu parayı yanımda taşıyamazdım ve başkasına da Demirci'nin şu parasını
muhafaza et diyemezdim. Demirci de sıkıştıkça benden para istemeye başlamıştı.
Ondan evvel yazdığı telgraf ve mektuplarında arz eder, ellerinizi sıkarım, diyen
Demirci bu defa arz eder, ellerinizi öperim, diyordu. Son derece sıkıntıdayım, kafi
miktar para gönderilmesini rica ederim, on dokuz deve kendi malımdır, beş bin
banknot borç aldım, borcumu veremedim, diyordu. Sonra bir Brovnik tabanca ve
bir adet kırma çifte alınmasını ve gönderilmesini rica ederim, diye bir telgrafı var.
Bu telgraf 28 Nisan 1921 tarihinde yazılmıştı, ben de Konya'dan hareket etmek
üzere idim. Ben buraya geleceğimi yazdım ve şu suretle cevap verdim. Parayı
alelade birisiyle göndermek mümkün olamayacağı için kendinizce emin olan birini
gönderiniz, parayı ona verip göndereceğim, dedim. İkinci İnönü Zaferi günleri idi.
Onun üzerine Arap Yüzbaşının beni Karahisar'da bulacağını farz ederek gönder
miş idi. Fakat bana yetişemedi tren tabii beklemedi. Ben Ankara’ya geldim, Arap
Yüzbaşı beni takiben buraya kadar geldi. Burada bu paraları yalnız bunun içinde
Demirci'nin kasasından çıkan kırk iki adet beşi bir yerde ve karısının elmaslarıyla
beraber Isparta Belediyesine teslim olunan yirmi beşi bir yerde midir nedir, adedini
unuttum, elmasları gönderdiğim zaman parayı göndermemiştim. Yalnız elmasları
göndermiştim. İlk defa paraları göndermemiştim. Demirci'nin hanımına ait olmak
üzere ve beşi bir yerde olarak ve diğerleri de o zamana kadar muhtelif sıkıntı se
bebiyle Demirci harekâtı esnasında subaylara maaş olarak verdim, tahsil ettim,
yerine koydum, bir kaç defa bu şekilde devrettim ve nihayet bu saydığım hesap
içerisinde bir Osmanlı lirası pekala bilirsiniz beş lira idi ve bu son aylara ait bir
İngiliz lirası da zannederim altı lira hesabiyle bunları alıp verdik. Netice itibariyle
aşağı yukarı otuz bin lira kadar bir para Arap Yüzbaşı vasıtasıyla, beş yüz lira
aşağı, beş yüz lira yukarı onu kestiremiyorum, üzerine miktarını yazdım ve Demir
ci Mehmet Efe’ye gönderdim. Demirci'nin para hikayesi budur. O zamanlar Efe’nin
emrimde bir miktar asker vardı. Bunları bir süvari kıtası haline sokabilmek için
çalışıyordum. Bunun için ona subay gönderdim, makineli tüfek gönderdim. Asıl
maksadım Demirci'nin elindeki silahları almak ve onlardan istifade etmek idi. De
mirci nihayet bu fikre, kendisinin Isparta'da bulunması ve Konya'ya gelmemesi
şartıyla muvafakat eder gibi göründü. Fakat el altından çevrilen hesaplar gayet
uzundur. Ona ait bahis açmayacağım. Onlar başka bir mesele. Kumandan olarak
Arap Yüzbaşının kumandan olmasını ikimiz de kabul ettik. Çünkü Arap Yüzbaşı
nın ne kadar namuslu olduğunu ben biliyordum. Demirci Efe de buna emniyet
ediyordu. İki taraf da Yüzbaşı Nuri Efendi kumandasında bir alay teşkil edecek, bu
muntazam bir alay olacak, makineli tüfek olacaktı. İşin içyüzü, Demirci zannedi
yordu beni idare ediyor, ben de zannediyordum ki Demirci'yi idare ediyordum. İki
taraf birbirlerini aldatıyordu. Ben vaziyete hakimdim, çünkü telgrafı elimde kontrol
ediyordum. Kurulacak askeri kıta için elbise, ayakkabı, silah ve her türlü şeye ihti
yaç vardı. Demirci Mehmet Efenin tesiriyle, nüfuzu ile yirmi beş bin liralık bir para
kasa komisyonunun emrine verildi. Arkadaşlar kasa komisyonunda bulduğumuz

137
para iki bin Osmanlı altını, bin yedi yüz İngiliz altını, altı adet beşibiryerde, beş
adet yarım beşibiryerde, Nadir Efendinin arabasıyla taşınan paralar dediği şey,
1.256 gümüş kuruş, 7.142 lira. Bunlar yirmi beş bin lira kadar bir para ediyor. Bun
ların içerisinde kasa komisyonunun hesapları vardı, bunları tasfiye ettik. Isparta'-
daki ufak tefek borçlar vardı. Sonra arkadaşlar, Demirci'nin bir doktoru var, Cevdet
isminde bir gençtir. O bana geldi, dedi ki bir heybe para var ve bunun içerisinde
tahminen sekiz bin, on bin lira kadar bir banknot vardı.
HAFIZ İBRAHİM EFENDİ (Isparta): Yedi bin liralık bir banknot dedi, orada ben de
hazırdım.
REFET PAŞA (Devamla): Bu para kasa komisyonuna teslim olunmamış. Bu para
heybe içinde evde olacaktı. Bize bu paradan bahis olunmadı. Acaba çalındı mı?
Orada eşraf filan hepsi hazırdık. Mutasarrıfı davet ettim, meseleyi anlattım. İşe
ehemmiyet vermesini söyledim. Öte tarafı aradı, beri tarafı aradı, nihayet ertesi
günü Isparta’dan hareket edeceğimiz zaman merkez memuru polisler, efendim biz
Demirci'nin arabacısının köyünü bastık, yeri kazdık bu paraları çıkardık getirdik,
dediler. Bu paraları aldım, Mutasarrıfa da meseleye ehemmiyet ver, dedim. Bu
paraları her halde arabacı çaldı ise onu bulun parayı çıkartın, başkası ise yine
çıkartınız. Bilahare arabacıyı tazyik etmişler, bilmem daha ötesini berisini kazmış
lar, Demirci'nin kasasını bulan heyet. Bu para için Arap Yüzbaşı diyordu ki benim
bu paradan haberim yok. İhtimal ki bu para gelmiş, bizim kasa komisyonumuz
teslim almıştır. Cevdet bunun üzerine demiştir ki ihtimal ki teslim olmuştur. Ben
bilmiyorum, kasa komisyonuna teslim olacaktı. Para teslim olundu mu olunmadı
mı, bilmiyorum. Bunların tamamı için Isparta Mutasarrıflığına senetler verilmiştir.
Arabacı tazyik olundu, çıkarıldı mı? Bilmem ne oldu. Kasa komisyonunun bulduk
ları para yirmi beş bin liralık bir paradır. O halde kasa komisyonu adına mevcut
olan yirmi beş bin, otuz beş bin lira bir para vardı. Demirci kasasından çıkarılanlar
aynen kendisine iade olundu. Kasa komisyonundan olan parası da orada elimize
geçen yedi yüz kadar at vardı ve o miktar tüfek var. Sonra bu atları, daha tedarik
ettiğimiz atları, o sırada Ethem harekâtında yapılan masraflar için doğrudan doğ
ruya bu paradan sarf ettik. Sonra Demirci'nin kurmaya başladığı süvari kıtası bu
defa bu paraya benim daha başka bulduğum para ile bir süvari kıtası kurduk. Ar
kadaşlar Cenup Cephesinden ayrıldığım zaman, Hükümetin parasıyla değil, ancak
milletin bu şekilde ve Müdafaayı Hukuk teşkilatının verdikleri paralarla Afyon
karahisar'dan ve diğer yerlerden tedarik ettiğim hayvan, silah, at, araba, top ve
tüfeğiyle beraber oradan ayrıldığım zaman beş bin atlı bırakmıştım. Bu meydana
getirdiğim beş bin atlı birbiri üzerine iki yüz lira sayarsanız, eğer takımıyla, hayva
nıyla, teçhizatıyla, elbisesiyle, bu beş bin atlının elbisesiyle çamaşırı, üstü üstüne
hesap ederseniz bir milyon lira eder. Benim bu millete borcum yirmi beş bin liradır.
Benim meydana getirdiğim en az bir milyon liradır. Binaenaleyh Demirci'nin parası
denildiği zaman, bunun miktarı otuz bin liradır. Demirci'nin parası, arkadaşlar otuz
bin lira da aynen kendisine iade edilmiştir. Çünkü ben Demirci'nin parasını kendi
sine vermemiş olsaydım, çok fena bir şey olurdu. Hükümete çok pahalıya mal

138
olurdu ve aynı zamanda millete de çok ağır gelirdi. Ondan sonra Demirci'nin para
sını ne diye gasp edebilecektim? Demirci ile haberleşmemizi gizli tuttuk. Gazeteler
ilan etmemiştir. Demirci meselesi orta yerde geçmiş bir aile meselesi oldu. Onun
mal ve mülkünü müsadere etmek için onun hakkında hiç olmazsa bir karar vermek
lazım gelirdi. Halbuki Demirci hakkında ben kendim öyle bir karar vermek mecbu
riyetinde idim. O sırada Demirci'nin hizmeti vardı. Ondan başka Demirci’ye başka
türlü muamele yapılmış olsaydı, memleketin başına bela kesilirdi. Bizi hiç olmazsa
bir kaç ay uğraştırır ve belki bize çok pahalıya mal olurdu. Arkadaşlar bu mesele
hakkındaki söyleyeceklerim bundan ibarettir.

NADİR BEY (Isparta): Arabacının saklayıp meydana çıkardıkları para ne oldu?

REFET PAŞA (İzmir): Arabacı meselesi kasa komisyonu ile alakalıdır. Bunlar,
söylediğim gibi, beraber gitti, beraber götürülmüştür. O arabacı meselesi ve çalı
nan paralar için hâlâ bugünkü Mutasarrıf bunun tahkikatıyla meşguldür. Poliste
midir kabahat, jandarmada mıdır, arabacıda mıdır, onu takip ediyoruz.

NADİR BEY (Isparta): Arkadaşlar, Refet Paşa Hazretlerinin Demirci Efe’nin ne


şekilde yola getirdiğine ve memleketimizi nasıl kurtardığına dair beyanatı doğru
dur. Memleketimiz bundan dolayı kendisine şükran borçludur. Bunu kabul ediyo
rum. Lakin miktarını beyan buyurdukları Demirci Mehmet Efe’nin parasının onda
biri değildir. Çünkü Demirci Mehmet Efe... (öyleyse Mutasarrıf çalmıştır sesleri)
Sözümü kesmeyiniz rica ederim. Malumunuz bu adam şaki bir adam. Bu tabii
kasasına parasını koyamaz. Başka şekilde saklamaya mecburdur. Esasen Paşa
Hazretleri Isparta'ya geldiğinde kasada mevcut olan paralar bu şekilde harcanmış.
Buna karşı bir şey demedim. Fakat Demirci Mehmet'in Nazilli'den, Denizli'den
getirdiği servetinden başka sonradan Eğridir'e, Karaağaç'a, Manavgat'a kadar
gittiği zaman aldığı paranın miktarını yakın bir şekilde tahmin ediyorum. Her halde
üç yüz bin liradan aşağı değildir. (gürültüler, nasıl tahmin ediyorsun sesleri) Sö
zümü kesmeyiniz arz edeceğim. Eğridir'e gitti Hacı Devirhanzade İsmail Ağa'yı ve
tüccardan Abdullah Efendi’yi astı, bunlardan ne miktar eşya ve ne miktar para
alındığı belli. Karaağaç'a gitti, orada beş adamı astı, bunlardan aldığı para malum.
Sonra Ballı Nahiyesinden ve İbradi Nahiyesinden alınan para ve eşyanın miktarını
o memleket ahalisinden dinledik. Manavgat'a gitti Azakzadelere kağıt yazdı, beş
bin lira göndereceksiniz dedi. Bunlar Refet Paşa’nın eline geçmedi. Refet Pa
şa’nın söylediği ve gösterdiği hesap doğrudur. Fakat bu paralar aranmadı. (gürül
tüler) Birçok adamlar bu işe karıştı. (ayak patırtıları) Rica ederim arz edeyim. Re
fet Paşa Hazretleri aldı demiyorum. (gürültüler)

OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Siz Refet Paşa’dan dün bahsettiniz. Bugün de
şahsına karşı bir şey isnat etmiyorum diyorsunuz.

NADİR BEY (Isparta): Refet Paşa’yı ima etmedim. Estağfurullah, ben onu katiyen
kabul etmem efendim. Demirci Mehmet Efe’nin paralarını alıp götürdü dedim.
Bundan başka bir şey demedim. Yalnız bunda Refet Paşa’nın haberi olmadan

139
birçok suiistimal yapıldı. Isparta'da kaybolmuş paralar vardır. Herhalde bunların
tetkiki ve bu servetin meydana çıkarılması lazımdır. Benim maksadım budur efen
dim. (Gürültüler) Refet Paşa’ya ben bir şey demiyorum ve demedim ona.
KILIÇ ALİ BEY (Gaziantep): Niçin Refet Paşa Hazretlerini karıştırdınız? Namusu
ile bu kadar oynamayınız.
NADİR BEY (Devamla): Ben böyle demedim.
ATIF BEY (Kayseri): Dün pek manidardı söyledikleriniz.
NADİR BEY (Devamla): Manidar değildi efendim. Tetkikat yapılmamıştır. Ben
Refet Paşa’ya bir suçlamada bulunmadım. Fakat hakikatte kayıp vardır. Demirci
Mehmet'in servetinden kayıp vardır. Bu mevcudun dört beş misli fazla idi aransın
tahkik olunsun dedim.
HÜSEYİN HÜSNÜ EFENDİ (Isparta): Refet Paşa Hazretleri beyanatında buyurdu
lar ki ben Isparta'ya gitmezden daha evvel Demirci Mehmet Efe’nin çocuklarını
sokağa bırakmışlardı. İşte o sıralarda Merkez Memuru, Mutasarrıf filan emir verdi
ler, bunlar eldeki parayı tamamıyla kaldırdılar. Isparta'nın tahkikatı bundan ibaret
tir.
BİR MEBUS BEY: Zaten Refet Paşa’nın bir yanlışı yoktur.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, müsaadenizle ben eskiden beri ne yazık ki
bizde mevcut bulunan bir sosyal vaziyetimizi hatırlattıktan sonra icap eden iki söz
le Yüce Heyetinizi aydınlatacağım. Biz, itiraf etmek lazım gelir ki Meşrutiyetten
evvel ve sonra da mevki sahibi birisi bir hata yaparsa, onu görmemezlikten geliriz,
Ama o kişi mevkiinden ayrıldıktan sonra efendim bu şöyle yapmış, bu böyle yap
mış deriz. Rica ederim, Abdülhamit'i isyan şekline sokan ve biz bu son vaziyete
sokan efendiler menfaati etrafında koşanlar ve ancak menfaati midelerinde gören
bir takım adamlardır ve bunlar tarafından Meşrutiyet ilan edildi ve İttihat Terakki
meydana geldi. İttihadı Terakki’yi bugünkü vaziyete uğratanlar aynı şahıslardır.
Bugün İttihat Terakki iktidardan düştü, onun aleyhinde söz söyleyenler yine aynı
şahıslardır. Emin olunuz ki Refet Paşa Cephe Kumandanı iken... (gürültüler) İhti
mal ki Refet Paşa’ya benden fazla iltifat eden arkadaşlar vardı. Bugün Refet Paşa
mevkiinden düştü, bugün herkes onun için... (gürültüler) Ben iddia ediyorum, bir
sosyal hastalıktan bahsediyorum. Bugün Mustafa Kemal Paşa iktidardadır. Bütün
hal ve harekâtını görüyoruz. Maazallah bir şey olursa, emin olunuz yarın onun
tenkidine doğru gidilir ve yine tenkidine kalkışırlar. Beyefendiler, tenkit edelim,
hatalar varsa düzelttirelim. Hataları varsa gözlerinin önüne koyalım. Yoksa iktidar
mevkiinden çekildikten sonra şunu yaptıydı, bunu yaptıydı diye söylemek, bunlar
ahlaki değildir. Ben fazla söylemeyeceğim. Refet Paşa Hazretleri hakkında söyle
nen sözün ne dereceye kadar açık olup olmadığı, kendilerinin beyanatıyla anla
şılmıştır. Yalnız Nadir Beyefendi o zaman bir söz söylediler. Onu hatırlatmayı bir
vazife telakki ederim. Dediler ki Albay Şefik Bey de Demirci Efe’nin cinayet ortağı

140
dır. Mecliste bulunmayan bir şahıstan bahsetmişlerdir ve onu suçlamışlardır, bu
yanlıştır. Nadir Bey’in dün Yüce Mecliste Refet Paşa hakkında isnat ettiği şaibe
hakikat ise...
TAHSİN BEY (Aydın): Rica ederim onu karıştırmayınız.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Eğer bu hakikat ise rica ve istirham ederim ki nasıl
ki sizin hakkınızda söylenecek sözde kıskanç bulunuyorsunuz, herkes hakkında
da kıskanç olmalısınız ki hakikat meydana çıksın. Yoksa böyle dedikodu ile bu
memleketi bizler kötüye doğru götüreceğiz. Refet Paşa hakkında söylenilen sözde
ne kadar isabet varsa, bunda da ancak o kadar isabet vardır. Bunun da muhake
mesini Yüce Heyetiniz yapabilir.
TAHSİN BEY (Aydın): Refet Paşa’nın şerefinden istifade ederek söz söylemeyiniz.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Efendiler, düşman İzmir'i işgal ettiği zaman ben
Aydın'da bulunuyordum. Üzülerek söylemeye mecburum ki Aydın'ın bazı ileri ge
lenleri bir karışıklık çıkıp da servetimiz elden çıkmasın diye Rumlarla irtibat kur
muşlardır. Bunlar üç beş kişi idiler. Bütün Aydın ahalisini kastetmiyorum. Hatta
icap ederse bunların isimlerini söyleyebilirim. Bunlar düşmanı gizli, gizli davet
ederlerken, aciz arkadaşınız ben de kudretinin yettiği kadar çalışmak şartıyla ve
fakat bugün Demirci Efe’nin cinayet ortağıdır diye burada lekelemek istenilen Al
bay Şefik Bey’in Müdafaayı Milliyenin tohumunu ektiğini söylemek isterim. Sonra
efendiler, Refet Paşa cepheye gittiği vakitte görmüştür ve sonra Celal Bey de gelip
görmüştür. Kendileri oraya geldikleri zaman Hacı Şükrü Bey de Aydın Cephesi
Kumandanı bulunuyordu. O zaman Albay Şeflik Bey nerede idi? Aydın tearuzu
yapılırken harekâtı idare eden Albay Şefik Bey’di. Fakat rica ederim... (gürültüler)
Şahıslardan bahsedilmesin efendim. (gürültüler) Şefik Bey hakkında bir delil mey
danda ise o zaman söyleyebilirsiniz. Ben tamamen... (gürültüler) Bizimle hakkı
mızda tahkikat icra edilirse hepimizin bir kabahati bulunur. Efendiler, kimlerin fena
lıklarını ve kötülüklerini karşı, karşıya getirmelidir. Efendiler, bu iyidir, değildir diye
fenalığı görerek iyiliği ayaklar altında çiğnersek bu memlekette katiyen fedakar
insanlar bulamazsınız. (ayak patırtıları)
TAHSİN BEY (Aydın): Şefik Bey’in fenalığı zamanı geldiğinde meydana çıkacaktır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Müsaade buyurunuz efendiler, milletimiz kadirşi
nastır. Rica ederim Demirci Efe ve diğerleri, bir takım arkadaşlarımız bu devletin
temelini yeniden kurdular. Sonra yeniden suç işlediler. Onları suçlarından dolayı
kanun asar, fakat millet onların üzerine heykel diker, kadirşinaslık budur. Vaziyet
budur efendiler, diktiğimiz filizi bu derecelere getiren samimiyet bu idi. Düşününüz
ki gün geçtikçe aralarımıza böyle ufak tefek dedikodular giriyor. Allan korusun
hem birbirimizden ve hem de gayelerimizden bu şekilde uzaklaşıyoruz. Burada bir
aile halinde anlaşmazlıklar olur, menfaatler için kavgalar olur. Fakat efendiler,
şahıslara da hürmet lazım. Bugün para hesabına girersek, Refet Paşa Hazretle
ri’nin buyurdukları gibi, birçok bakımdan borçlu çıkarız. Fakat bu gibi şeyleri tetkik

141
ve takip etmek her mebusun vazifesidir. On paranın arkasından gezmeyen bir
kimse esasen on paralık bir adam değildir. Milletin hakkını daima böyle aramak
hepimiz üzerine farzdır. Yalnız efendiler, paraların arkasını arayınız, ama en mü
himi telafisi mümkün olmayan namusa, haysiyete tecavüz edilmemelidir. Bu Mec
lisin yegane vazifesi, bu milletin tek bir ferdinin bile zarar görmemesini temenni
etmektir. Efendiler, Demirci Efe’nin paralarını sayarken acaba Demirci Efe bu pa
raları nereden almıştı diye düşünmediniz mi? Demirci Efe eğer Refet Paşa gibi
memleketin kurtarılması uğrunda çalışmış olsaydı, hakikaten efendiler, bunların
da yaptıkları vazifeleri hürmetle karşılıyorum. Fakat bu küçük ruhlu adamlar yük
seklere çıkınca başları döndü. Maalesef çapulculuk yapmaya başladılar ve bu
şekilde kendilerini lekelediler. Düşününüz ki o anarşi devrinde hanginiz hayatınız
dan, namusunuzdan, malınızdan emindiniz? Daima titriyorduk ve her an, her daki
ka acaba hangi şaki gelip bizim evimizi basacak diye düşünüyorduk. Bunlar bu
anarşiyi yıkacak ikinci bir kademe idi. Fakat o muntazam bir kademe değildi. Zira
o askerler para ile tutulmuş, yani para ile gezen eşkıyanın ikinci bir cinsi idi. Bunlar
yavaş, yavaş doğacaktı. Bunlara bol, bol paralar verilecekti. Refet Paşa eğer suiis
timal etseydi, o gayesine ulaşamazdı. O da Demirci Efe'nin seviyesine düşerdi.
Bunun aleyhinde söz söyleyemezsiniz. Herkesin namusuna itimat edilmelidir.
Yoksa şu şöyledir diye aksini düşünmek hatadır, bizim elimize bir delil geçinceye
kadar. Refet Paşa almıştır ve bunu doğru olarak kullanmıştır. Eğer bu kanaatimizi
sarsacak yeni bir delil varsa, o vakit bahis mevzu ederiz ve içimizde lekeli insanın
bulunması katiyen uygun değildir. Burada bütün bir millet adına söz söylüyoruz.
Bu Meclis her şeyden temizlenmiş olan insanlardan kurulmuştur. Kahrolsun o
insan ki kendinde fenalık olan bir arkadaşın hatırına, bütün bir milletin şeref ve
namusunu feda eder, bunlara bin defa kahrolsun. (kahrolsun sesleri) Bunun aksini
de o şekilde söylerim. Gayemize ancak aramızdan lekeli adamları atarak ulaşaca
ğız, bu esastır. Fakat efendiler, birbirimize leke ve çamur atmak da en büyük na
mussuzluktur. Böyle yapmayalım. (bravo sesleri ve alkışlar)
REFET PAŞA (İzmir): Arkadaşlar çok söyleyecek değilim. Nadir Efendi’yi dinledi
ğim için bir iki söz söylemek hakkımdır. Arkadaşlar, ben bu yolda işe başladığım
gün apoletimi omzumdan atmıştım. Ben kolordu kumandanı ve albay idim. Ben
Samsun'da bulunuyordum. O mübarek kıtaya da İngilizler İzmir gibi asker çıkara
rak Rumlarla aynı faciayı beraber yapmak istedikleri zaman o mıntıkada yalnız
başına ve o karanlık gecelerde omzumda bir tüfek bir tek yaver ve bir emir eri ile
kaldım. Orada hiç bir şeyim yoktu. Fakat bir azim ve imanım vardı. Buralara Hali
fesi düşman, kumandanı düşman, vekili düşman, askeri düşman olan bu memle
kette bana Allah'tan bir kuvvet geldi. İngilizlerin karşısına yalnız başıma orada
dikildim, kaldım ve Allah da muvaffak etti ve İngilizleri oradan kovduk. Ben orada
kaldım. (alkışlar) Ertesi günü İstanbul beni yıktı. Gelen muhterem bir arkadaşım
benim yerime geçti ve benim vazifemi o aldı. Ben de Anadolu içerisinde İkinci
Kolordu Kumandanı Albay Refet Bey yerine, askerlikten istifa etmiş, cebinde beş
parası yok, her yerden dost kovalar, düşman kovalar bir serseri halini aldım. Bu

142
şekilde Tosya'dan Ankara'ya gelirken, beni hakim yakalamak istedi, vali ve polis
yakalamak istediler, kudurmuş bir köpek gibi her tarafta kovalanıyordum. Fakat
ben, Allah için, din için, millet için çalıştım. Buradan geri koştum ve Sivas'a yetiş
tim. (alkışlar) O zaman Konya'daki kumandan da çekilmiş gitmişti. Orada sürül
müş bir adam şeklinde dikilen bir vali zulüm ediyordu. Hiç bir kimseyi dinlemiyor,
hakkı dinlemiyor, zulme alet oluyordu. Ben Sivas'tan yalnız başıma çıktım. Efendi
ler, yanımda bir yaver, bir çavuş, bir baston ve bir ben çıkmıştım. O yolu beş pa
rasız kat etmek suretiyle geldim. Konya'ya üç kişi olarak girdim ve Konya'ya hakim
oldum. O zaman Vali Cemal Bey kaçtı ve Konya ahalisi beni selamlamaya geldi.
Oradan daha batıya yetişmeye çalıştım ve Demirci Mehmet Efe’nin yanına gittim.
O zaman İstanbul'dan Demirci'nin yanına gelen bir subay doğunun kuvvetleriyle
Demirci'nin kuvvetlerini zıt bir hale koymak istiyordu. Çünkü o zaman İstanbul,
Demirci'ye çalışınız diyor. Bunu tabii Jandarma Kumandanı olan Kemal Paşa em
rediyordu. Onun için ben mecburen başka bir yol tuttum ve bunlar da bu suretle iyi
bir yol tutmuş oldular. Yunana karşı hareket edebilirdi. Fakat Sivas'taki insanlar,
onlar kötü insanlardır, onlar ittihatçılardır, ittihatçı artıklarıdırlar, biz ne ittihatçı idik,
ne itilafçı idik, ne milliyetçi idik. Bizim etiketlimiz ve damgamız yoktu. Biz o zaman
yalnız Müslüman, yalnız vatandaş, yalnız Türk, yalnız milletsever, yalnız bir ga
yemiz vardı, bunun için her şeyi feda etmiştik. Yalnız bir gayemiz, Allahımız vardı.
Ben kolordu kumandanı iken Demirci'nin yanına tek başıma elimde tek silah oldu
ğu halde her biri binlerce kan dökmüş zeybek içerisinde onların yanıma gittim ve
oradan Demirci'ye emir subaylığı yaptım. Kolordu Kumandanı olan ben, onun emir
subaylığı vazifesini tenezzül ettim. Orada hiç bir kuvvetim olmadığı halde manevi
kuvvetimle Allahıma, Peygamberime imanımla muvaffak olacağıma emindim,
bütün manevi mesuliyeti üzerime aldım ve herhangi bir kimsenin burnu kanasa
Refet Bey niçin mani olmuyorsun, diyorlardı. O vakit Refet Bey’in nesi vardı? Re
fet Bey'in imanı vardı. Bana o zaman mebus olur musun dediler. Benim arkadaş
larım Samsun'dan beni mebus çıkarmak istiyorlardı. Selahattin Bey burada, verdi
ğim cevap, hayır istemem oldu. Hayır, hiç bir şey istemem. Ben mebus olmayaca
ğım. Bu memlekette bu vazife nihayet buluncaya kadar, gayeyi elde edinceye
kadar kalacağım ve çalışacağım, dedim. Ben askerlikten müstafi bir adam olmak
üzere Anadolu'nun her tarafında çalışacağım. Ne rütbe, ne mevki, ne de bir şey,
mebusluk da istemem. Efendiler daha sonra beni mebus ettiren his şu idi İzmir o
zaman tahtı işgalde idi. Elimizde yalnız Kuşadası vardı. Düşündüm ki bu dava
maazallah bir gün tehlikeye girerse, yalnız ben nasıl bağırabilirim. Bu biraz güç
olur. Eğer ben mebus olursam o zaman ölünceye kadar, başım teneşire girinceye
kadar İzmir, İzmir diye bağıracaktım. Bunun için ne yapmak lazım? İzmir'e mebus
olmalıyım. İşte bunun için İzmir'e mebus oldum. Efendiler ben Çorum'da iken bana
İçişleri Vekaletini teklif ettiler. Arkadaşların hepsi bilir, kabul etmedim, reddettim.
Buraya geldim. Israr ettiler kabul etmedim, reddettim. Nihayet memleketin elemli
vaziyeti, Ethem'in vaziyeti, bütün her tarafta türeyen birtakım haşerat, eline silahı
nı alan adamlar, birtakım anarşiler, bu anarşiler içerisinde yalnız memleketimde
vazifemi yapmak için ve muntazam bir hale getirmek için İçişleri Vekili oldum. O

143
vakit her sınıfı ve her mevkii kendim için değil yalnız bir vazife, bir iş görebilmek
için aldım. Muvaffak olabildiğim kadar oldum. Olamadığım zaman işten çekildim.
Çünkü efendiler, hayatımda zannettiğim ve hayatımda büyük zannettiğim birçok
işlere giriştim. Efendiler bilhassa Demirci ve Ethem meselelerinden dolayı artık hiç
bir rütbe, hiç bir makam almamak, doğrudan doğruya sinei millette en basit olarak
bir hizmette bulunmak, bir fert gibi yaşamak emelimdi. Fakat muvaffak olamadım.
Çünkü efendiler, hayatımda az çok büyük zannettiğim işler içinde en iyi işi de bu iş
telakki ediyordum. Memleket baştanbaşa ateş içinde idi. Efendiler, Antalya'dan
gelenler söylesinler, bütün halk Isparta'dan, Eğridir'den, Manavgat'tan, öteden,
beriden Efenin zulmünden, zeybeklerin şerrinden halk Antalya'ya yığılmış, Antalya
bir muhacir mahşeri olmuştu. O sırada Antalya'ya gelen Hamdullah Suphi Bey
söylüyordu, herkes hüngür hüngür ağlıyordu. Ben orada adaleti muhafaza ettim.
Ne bir ordu, ne bir kuvvetim vardı. Tek başına beş on kişi ile Demirci'ye karşı mu
vaffak oldum ve o günden beridir efendiler, emri ve hükmü olan bir idare teşekkül
etti. Bütün bu kadar temiz emellerimle, şeylerle başa çıktım. Acizane en büyük
bildiğim bir işte bana karşı, hayatını, canını, kendi ailesinin namus ve hayatının ve
Nadir Efendi gibi hak ve namusunu kurtardığım insanlardan çamurun geleceğini
ümit etmezdim.
NADİR EFENDİ (Isparta): Efendim, Demirci Mehmet Efe’nin yanındaki paraları
Refet Paşa Hazretleri bilirler, dedim. Yedi demedim. Burasını itiraf ediyorum. O
mazlumların hakları ne olacaktır? Tahkik edilsin diyorum. Bir tahkikat icra edilsin.
REFET PAŞA (Devamla): Mesele, Refet Paşa meselesi değildir. Nadir Efendi
sözlerinizi biraz dikkatli söylemek lazımdır. Nadir Efendinin dün söylediği sözleri
zannediyorum Meclis bu şekilde düşünmemiştir. Çünkü söylenilen söz biraz he
sapsız sarf olunmuştur. Efendiler birbirimizin şerefini esasen en tehlikeli zaman
larda bile muhafaza etmekle mükellefiz. Halbuki orta yerde bir şey yok.
NADİR EFENDİ (Isparta): Memleketimiz sizden her bakımdan memnun, hayatını
kurtardınız. Hiç bir şekilde sizi suçlamadım. Böyle bir şey söylemedim efendim.
REFET PAŞA (Devamla): Benim için bu kafidir. Ben burada bununla yetiniyorum.
Bana verilen iş, verilmemiş olsaydı, beni hiç kimse hiç bir şey söylemek istemez
dim.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): Müteessir olmayınız. Millet sizin bu hakkınızı kıya
mete kadar taşıyacaktır. Milli tarihimizin zafer takına adınız yazılacaktır. Buna
katiyetle emin olunuz, efendim.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Reis Bey, Hafız İbrahim Efendi hakkında da
söz söylediler, efendim.
HAFIZ İBRAHİM EFENDİ (Isparta): Efendiler asabiyete lüzum yok. Ben de konu
şacağım.

144
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Refet Paşa hakkındaki beyana
tın yeterliliği hakkında önerge var. Hafız İbrahim Efendi’nin şahsı da bahis mevzu
oldu. Bunu ona da söz vereceğim, onu da dinleyeceğiz. Beyanatımız kafidir. Paşa
hakkındaki meselenin yeterliliği hakkındaki önergeyi kabul edenler lütfen el kaldır
sın. Kabul edilmiştir.
HAFIZ İBRAHİM EFENDİ (Isparta): Efendim; yalnız bir istirhamım var. Bütün Yüce
Heyetiniz gibi haklarım mukaddestir. Hiç bir şekilde lekeyi, suiistimali kabul etmi
yorum. Yalnız sessizce beyanatımı dinleyiniz. Her vakit kürsüye çıkmam ve son
olarak çıkıyorum. Benim de şahsım bahis mevzu oldu. Evvela şu vicdani vazifemi
arz edeyim.
LÜTFİ BEY (Malatya): Ondan bahse lüzum yoktur.
HAFIZ İBRAHİM EFENDİ (Devamla): Bundan iki gün evvel bir tütün meselesi
bahis mevzu olmuş. Isparta'da çiftçilere ait depo edilen tütünlerin ne olduğunu o
kadar iyi bilmiyorum. Nadir Efendinin bu husustaki beyanatını tutanaktan okuya
madım. Bilmem bunu zannedersem Mutasarrıf satılmasına emir vermiş. Ama ba
na karşı suiistimalin ne olduğunu bilmiyorum. Onu sonunda kendine söyleyece
ğim. Şimdi tütün meselesi zihninizi işgal edecek bir mesele değildir. Tafsilatı arz
edeyim. İsterseniz asın, isterseniz ne yaparsanız yapın. İçim de dışım da bir ada
mım. Şimdi efendim, Yüce Meclisiniz henüz teşekkül etmezden evvel Isparta Mü
dafaayı Hukuk Reisi idim. O zaman Hükümet Kuva-yı Milliye’ye yardım yapamı
yordu. Biz memlekette zenginlere vergi koyduk. Bin, iki bin, beş bin lira. Bu şekilde
para alıyorduk. Bu paralarla cepheyi müdafaa ediyorduk. Bir nahiye vardır, öteden
beri tütün ziraatıyla meşgul ve pek mühim bir nahiyedir. Bu nahiyeye üç bin lira
vergi yazdık. Üç bin lirayı ahali çok dediler, biz bu parayı tamamen veremeyiz,
imkanı yoktur, dediler. Bizim tütünlerimiz var, bu tütünleri Müdafaayı Hukuk adına
teberru edelim, bunu Müdafaayı Hukuk satsın. Tütünler Reji ambarına değil, ayrı
ca bir ambara konuldu. Henüz Yüce Meclis teşekkül etmeden altı ay önce ve mik
tarı 338.000 kilodur. Şimdi efendim, buraya mebus olarak geldiğim zaman bu tü
tünler Isparta Müdafaayı Hukuk tarafından Antalya tüccarlarında Ziya Bey isminde
birine satılmak istenmiş, kilosu otuz sekiz kuruştan. Ben burada iken nihayet Ziya
Bey’in adamı gelmiş, ambarları açmışlar, adam malı beğenmemiş ve tütünleri
satın almamış. Tüccarı Isparta Müdafaayı Hukuk protesto yapmış, aralarında pro
testolar, gürültüler, bilmem neler olmuş, teslim alırdın, almazdın diye mahkemeye
düşmüşler ve bu tütünler de satılamamış. Ne vakte kadar? Ben cepheye gittim.
Yalnız şuna emin olunuz ki ve Yüce Heyetinize samimiyetle arz ederim ki Cenabı
Hak şahidimdir İzmir, Denizli mıntıkasında samimiyetle çalıştım. Ben Denizli cep
hesinde iki ay kadar müdafaada bulunduktan sonra Isparta'ya döndüm. Isparta'ya
geldiğimde Demirci Efe’nin o vakit şimdi bahis mevzuu olduğu gibi, harekâta işti
rak etmişti. Isparta Müdafaayı Hukuk kasasında on altı bin lira kadar para mevcut
olduğu halde tamamen benim adamlarıma iki ay, iki buçuk ay teşkilat yaptım. O
Demir Alayı'ndan başka Cepheyi takviye lüzumunu hissettim. Çünkü başka kuvvet

145
yoktu ve düşman bir tümeniyle taarruz ediyordu. Beş yüz küsur süvari teşkilatını
idare ettim. Namusum üzerine yemin ederim, iki buçuk ay devam etti, bir şahıstan
on para almadım. İşte huzurunuzda safiyetle arz ettim ve bana hiç bir Müdafaayı
Hukuk on para vermedi. Yalnız evvelce beş bin lira kadar bir para vardı. Hatta arz
edeceğim ki 1500-1800 mevcutlu bir alayı işte on parasız idare ettim ve kimseye
ait maddi ve manevi mesuliyetim yoktur. Efendim geldim Isparta'ya...
SALİH EFENDİ (Erzurum): Hafız Bey, bu para meselesini Hacı Bekir Efendi dinli
yor.
REFET PAŞA (İzmir): Hepsi bir arada hallolsun, Hafız Bey bir şeye tenezzül et
mez, açık söyler. Hacı Bekir Efendi de Hafız Bey de buradadır. Hafız Bey’i yalnız
tevazuuyla dinleyiniz, çünkü Yüce Meclisinizin şerefi, kutsiyeti, yüksek mevkii var
dır. Müdafaayı Hukuk o vakit mahalli idarelerin emrine verildi. Yani livalar, muta
sarrıflar, kaymakamlar, Müdafaayı Hukukun reisi oldu. Tam bu sırada, bu tütünle
rin satılması bahis mevzu oldu. Mutasarrıf Refet Bey İçişleri Vekaleti ile haberleş
miş, içişleri Vekili zannedersem Adnan Bey idi. (hayır sesleri) Müsaade buyurun
bana bir telgraf gösterdi, Adnan Bey imzalı idi. Bu tütünlerin satılmasında mahzur
olmadığı söylenmiş. Demirci'den sonra emir veriyordu ki bu tütünleri tamamen sarf
edin. Bu tütünleri, hiç olmazsa bu şekilde satarak parasından memleketin menfaa
ti olması bahis mevzu oldu. Müdafaayı Hukuktan bir üye ki Rüştü Çavuş, Düyunu
Umumiye memuru her kim Sandık Katibi, bunlar bir heyet halinde resmen tayin
edildiler. Bunlar Avros Nahiyesine gittiler, o arada ambarları açtılar, bu tütünleri
satmaya başladılar. Bunlar artık tahkikatta ne çıkarsa bilmem. Benim bildiğim
38.000 kilo tütün olacak. Şimdi bu hesapla beş, altı bin lira kadar bir para oldu. Bu
paradan Düyunu Umumiye'ye ait vergi ne ise dokuz yüz küsur lira verilmiş. Ben
makbuzunu gördüm. Üç yüz küsur lira vezneye ait çeşitli masraflar olarak yatırıl
mış, makbuzu alınmış. Bundan dört yüz küsur lira Demir Alayı askerlerine sarf
edildi. Mesela bakkaldan yağ alınmış, filandan şeker alınmış, filandan fasulye
alınmış, her ne ise, bu şekilde harcanmış. Alan adamlar senet yapmış, pul yapıştı
rılmış, mal sahipleri imza etmiş. Bunun altına Müdafaayı Hukuk Levazım Komis
yonu tasdik etmiş. Mutasarrıf da tasdik etmiş ki Müdafaayı Hukukun tabii reisi
olarak. Belki elli, altmış lira resmi senetli olarak sarf edilmiştir, sorarsınız. (tamamı
satılmadı sesleri) Hayır satılmamıştır. Bunlardan onların ifadesine göre on bir bin
kilo satmışlar. Kalan tütünden bir kısmını Reji'ye devretmişler. On bin kilo tütünün
zayi olduğunu söylüyorlardı. Bu zayiat meselesine gelince, şahıslara ait olabilir,
belki Mutasarrıf yaptı, bir şey diyemem, belki oraya giden memurlar yaptı. Belki
Müdafaayı Hukuktan yapanlar oldu, bilemem.
MUSTAFA BEY (Tokat): Yalnız ortada bir suiistimal var.
REFET PAŞA (Devamla): Onu inkar etmiyorum. On bin kilo tütünle alakalı suiisti
mali vardır. Belki de yirmi bin kilodur. Onların dedikleri otuz sekiz bin kilodan on iki
bin kilosunu sattık, kalanını Reji’ye verdik, diğeri de çürüdü filan diyorlar. Belki
yanlıştır bu iddiaları. Belki hepsini satmışlar, belki kaşaneler yapmışlar, belki yirmi

146
bin lira para almışlar. Kaşane tabirini arkadaşlarım yanlış anlamasın, bu ifade
arkadaşlarımıza ait değildir. Bunu iyi niyetle arz ederim. Bu iş de ait bir taraf varsa,
o da askerlere altı veya yedi yüz lira Müdafaayı Hukuk Heyetinin resmi senetleriy
le harcaması vardır. Gerisi Reji’ye aittir. Başka varsa hepsi cezalandırılsın. Ben
yalnız Nadir Efendi’den bir şey rica edeceğim. Bu tütün meselesinin, şekli benim
arz ettiğim şekildedir. Dünkü iddiasında bulunamadım. Eğer Hafız Bey de suiisti
mal yaptı diyorlarsa bunu karşı karşıya konuşalım.
NADİR EFENDİ (Isparta): Cevap vereceğim şimdi. Fethi Beyefendi’nin İçişleri
Vekilliği zamanında Hacı Hüsnü Efendi, Hamit Bey, ben gittik ve tütün meselesinin
hakikaten bir suiistimal meselesi olduğunu işittik ve bir önerge verdik. Mesele bu
dur, rica ederim. Demirci Mehmet meselesine gelince,
“Hafız Bey, ben bir eşkıyayım, her şeyi yapıyorum, silah omzumda dağa da çıkı
yorum, fakat sen çıkamazsın, bu tütünlere sahip çık”
...demiş. Bu tütünlerden Demirci'nin haberi yok. (gürültüler) Merhamet buyurunuz,
yani bu tütünler Hafız Bey tarafından satılmış olduğu muhakkaktır. Rüştü Çavuş
da vesairesin de tabii kendi adamlarıdır. Madem ki oraya bir heyet gidiyor, Hazi
nenin yirmi bin lira kadar bir parası ortada kayıptır. Mademki bir heyet gidiyor bu
nun hakkıyla tahkikatının yapılmasını teklif ediyorum. Ne yaparsanız yapınız.
HAFIZ İBRAHİM EFENDİ (Isparta): Bir kelime söyleyeyim, müsaade buyurursa
nız. Dinlemeyecek olursanız kürsüden ineyim. Efendiler şimdi üç bin lira meselesi
vardır. Fakat bunda Reji’nin hiç bir tasarruf hakkı yoktur.
BİR MEBUS BEY: Esasen bu tütünler kimin malıdır?
HAFIZ İBRAHİM EFENDİ (Devamla): Müdafaayı Hukuk Heyeti’nin.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Müdafaayı Hukuk Heyeti bunları nereden almıştır?
HAFIZ İBRAHİM EFENDİ (Devamla): Efendim, iki buçuk sene evvel ahalinin Mü
dafaayı Hukuka teberru etmiş oldukları tütünlerdir. Hıristiyanlara, filana, şuna buna
ait değildir. Mesele budur. Hem iki buçuk sene evvel...
NADİR EFENDİ (Isparta): İki buçuk sene evvel yoktu öyle bir heyet.
HAFIZ İBRAHİM EFENDİ (Devamla): İki buçuk sene evvel Milli Hibe vardı. Nadir
Efendi sen bilmiyor musun? Allahuekber, henüz Yüce Meclis... (devam sesleri)
Henüz Yüce Meclis teşekkül etmezden ve biz buraya mebus olarak gelmezden
altı ay evvel Arus ahalisinden istenilen üç bin lira para mukabilinde Müdafaayı
Hukuk’a, o vakit bu heyete Heyeti Milliye deniyordu, verilen depo edilen tütünler
dir. Bu tütünler Antalya'daki tüccarlara satılamadı ve tütünler çürüdü. Bu noktalar
da yapılan suiistimal varsa benim şahsıma ait midir? Mesele budur. Ben suiistimali
katiyen kabul etmem. Suiistimal eden şahıslar varsa Hükümet tahkikatını yapsın,
cezasını versin.

147
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Herhangi bir mesele üzerinde arkadaşlarımızın
hepsinin şikayet hakkı vardır. Fakat burası mahkeme değildir. Burada dedi, deme
di, gördü, görmedi, işitmedim di, rica ederim. Filan dedi, falan demedi, yazıktır,
günahtır. Gündeme geçilmesini teklif ediyorum. (gürültüler)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliği hakkında önerge
var. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Esas hakkında Isparta'ya
gönderilmesi kabul edilen bir tahkik heyeti mevcuttur. Yalnız bütün müzakere bu
önergededir. Kim almış, kim almamış, kim vermiş belli değil. Bunu reye koymak
istemem. Sonra Hafız Bey de şahsi haklarından bahsetti. Nadir Bey’in de söyledi
ği, tütün meselesinde Rüştü Çavuş Hafız Bey’in adamıdır, diyor. Bunu tahkikata
dahil ederseniz, yani bunun hakkında tahkikatı kabul ederseniz, tütün meselesinin
Hükümetin tahkikatı neticesine bırakılmasını kabul edenler lütfen el kaldırsın. Ka
bul edilmiştir.
(Bir yandan da1 Hükümetin soruşturması devam ediyordu. Bu soruşturma ile ilgili olarak
İçişleri Bakanlığı, Isparta Mutasarrıfı Refet Bey’i görevinden alıp Maraş Mutasarrıflı
ğına atadı. Refet Bey Maraş’ta görevine başlar başlamaz Maraş Milletvekili Tahsin Bey,
Mutasarrıfın Isparta’daki icraatları ile ilgili olarak 18 Mart 1922 tarihinde bir soru
önergesi verdi. Ancak bu önerge iki buçuk ay sonra, 10 Haziran 1922 tarihindeki otu
rumda görüşülmeye başlandı.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Fethi Beyefendi, Maraş Mebusu Tahsin Bey’in soru
önergesi var. Cevap vermeyi kabul buyuruyor musunuz? (önerge sahibi yok sesle
ri)
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendiler, vaktinizi fazla almamak üzere önergeyi
hem okur ve hem de cevap veririm.

TBMM Başkanlığına
Eski Isparta Mutasarrıfı olan Refet Bey, memuriyeti esnasında yaptığı
suiistimal ve yolsuzluklarından dolayı İçişleri Vekaleti tarafından vazifesinden
alınarak Maraş Mutasarrıflığına tayin edilmiştir.
1. Isparta'da yakalanan koyunlardan birkaç bin adedini menfaati adına aşırıp
mevcudunu dört bin küsur göstererek mahkemeyi aldatması, İçişleri Vekaleti
müfettişinin tahkikatıyla sabit olduğu halde, Maraş'a tayin olunmasının sebebi
nedir?
2. Isparta'da Müdafaayı Hukuk Cemiyeti adına bağışlanmış olan kırk bin kiloya
yakın tütünü, adamları marifetiyle sattırarak kazanç sağladığı halde, mazisi bu

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (25 Şubat 1922), 1.Dönem, c.2, s.874-880, http://www.tbmm.gov.tr/
148
kadar kirli ve lekeli olan bir memurun çok ehemmiyetli bir yer olan Maraş'a
mutasarrıf olarak tayin edilmesi neden icap etmektedir?
İçişleri Vekâletinden sorulmasını talep ve istirham eylerim.
Maraş Mebusu
Tahsin
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendiler, Refet Bey, Isparta Mutasarrıflığından Ma
raş Mutasarrıflığına benim İçişleri Vekaletin vazifesinden evvel tayin edilmiştir.
HASİP BEY (Maraş): Reis Bey, bu önergeye devam edeceksek bana da söz veri
niz.
RAUF BEY (Başkan Vekili): İçişleri Vekili cevap vermeye devam ediyorlar.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendiler, bu ta Ata Bey zamanına aittir. Binaenaleyh
bu soruyu Ata Bey’e sormak lazım gelirdi. Refet Bey’in Isparta Mutasarrıflığı za
manında yapılan bazı muameleler hakkında Vekaletçe tahkikat yapılmış, Dosya,
Memur Muhakeme Komisyonunda tetkik olunmuş ve bunun üzerine memuriyetten
1
azledilmesiyle, muhakemesine karar verilmiştir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (10 Haziran 1922), 1.Dönem, c.20, s.331-332, http://www.tbmm.gov.tr/
149
MART 1922

1 MART 1922: TBMM BAŞKANI MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN, 1.DÖNEM


3.YASAMA YILI AÇIŞ KONUŞMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 1.Birleşim, Gündem:2/1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi, iki yasama yılını geride bıraktı ve üçüncü
yıla başladı. Bu iki yıl içinde İnönü’ye kadar gelen Yunanlılar geri püskür
tüldü. Her ne kadar Ankara Hükümeti uluslararası düzeyde tanınmasa da,
sonuçsuz Londra Konferansında temsil edildi. Bu başarılar Yunan ilerleyi
şini durdurmaya yetmedi ve Yunanlılar Polatlı önlerine kadar sokuldu.
Yunan Ordusu Sakarya Savaşıyla gerisin geriye sürüldü. İşte Meclis bu
yüksek moral gücü ile üçüncü yasama yılına başladı.

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendiler, bu gün ikinci yasama yılı
mızı tamamlayarak üçüncü yasama yılına giriyoruz, Bu muvaffakiyetten dolayı
Cenabı Allah’a şükürler ederim. Bu geçen yıl içinde yüce Meclisçe, Milletçe ve
Ordu tarafından gösterilen özverili çalışmayı da saygı ile anarım. Pek çeşitli olay
larla dolu olan bu mücadele yılları birbirini izledikçe, asker ve Millet arasında ba
ğımsızlık ruhunun ateşli taraftarları çoğalmaktadır. Geçirdiğimiz ikinci yasama
yılının göze batan niteliği, iş ve Ordu saflarında çalışan halk ve askerlerin, daya
nılmaz baskılar altında kalarak içine zorla itildiğimiz bu kanlı maceraya alışmaları
ve buna sebep olan elim zorunlulukları anlamış bulunmalarıdır. Sözlerimin başın
da ülkenin en kutsal unsurları olan halkımız ve askerlerimizle ilgili övgülerimi tek
rarladıktan sonra, iç, dış ve genel siyasi durumumuz konusundaki görüşlerimi
açıklamaya geçiyorum. Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin içişle
rinde ve politikasındaki genel kural, Teşkilât-ı Esasiye Kanunumuzun birinci mad
desiyle Milli Misakımızın birinci ve beşinci maddelerinde kesin ve açık olarak gös
terilmiştir. Buna göre idaremiz, kayıtsız şartsız egemenliğine sahip olan halkın
geleceğini kendi eli ile ve fiili olarak yönetme esasına dayanmaktadır. Yüce Mec
lislerine sunulmuş olan umumi müfettişlik, il özel idareleri ve yasak bölgeler tasarı
ları bu ruhu kapsamaktadır, kanunlaşacaklarına inanıyorum. Bu kanunlarla birlikte
görüşülmekte olan Bakanlar Kurulunun görev ve sorumluluğu ile ilgili tasarı kanun
laştığı takdirde, idaremizde önemli açıklık ortaya çıkacaktır. Efendiler, Türkiye
halkı, ırk, din ve kültür yönünden tek vücut, birbirlerine karşı karşılıklı saygı ve
özveri dolu duyguları taşıyan ve mukadderatı ile çıkarları aynı olan bir topluluktur.
Bu toplulukta ırk haklarına, sosyal haklara ve çevre şartlarına uymak, iç politika
mızın önemli noktalarındandır. İç idaremizde bu önemli noktanın, halk yönetiminin
geniş anlamda uygun bulunan en yüksek düzeye çıkarılması, politikamızın icapla
rındandır. Ancak dış düşmanlara karşı sonsuza dek birlik ve dayanışma içinde
bulunmak zorunluluğu vardır. Türkiye halkı içinde bulunup, azınlık durumunda
olan Hıristiyan unsurların haklarının, dünyanın en medeni ülkeleri içinde yaşayan
azınlıklara da verilmesi, İtilâf devletleri ile düşmanları ve bazı ortakları arasında

150
kararlaştırılan anlaşma hükümlerinde yer alması nedeni ile diğer yabancı ülkelere
sığınan Müslüman halkın da aynı haklardan yararlanmasının sağlanmış olması en
içten dileğimizdir. Azınlıklarla birlikte bütün halkın varlık ve mutluluğunun ve ka
nunların verdiği her türlü hak dokunulmazlığının sağlanması ve memlekette kanun
hâkimiyetinin kurulması iç idare ve politikada değişmez genel kuralımız olmuştur.
Geçen yılki iç durumu özetle sunabilmek için bazı noktaları anlatmak istiyorum. Bu
yıl Ülkemizin bütün yörelerinde genel olarak bağımsız ve olaysız, sakin bir biçimde
geçmiş olup güvenlik sürdürülmüştür. Bazı aldatmalar sonucu önceki yıl Koçkiri'de
meydana gelen olay alınan önlemlerle bastırılmıştır. Aldatılanlar hakkında da,
Hükümetçe gereken işlemler adalete uygun biçimde yerine getirilmiştir. Yunanlıla
rın kışkırtması ve düzenlemesi ile ihtilale benzer girişimlerde bulunanların da
amaçladıkları olaylar sonuçsuz bırakılmıştır. İçişlerinde güvenlik yürütülmesinde
en önemli ve maddi araç olan jandarma teşkilâtı, önemli birliklerin eklenmesi ile
kuvvetlendirilmiş ve birçok jandarma okulu açılmıştır. İçişleri ile ilgili görevleri ara
sında posta ve telgraf idaresinde oluşturulan bazı yenilikler de kıvanç vericidir.
Efendiler, Milletimizi güven içinde yaşatmak amacımız olduğu gibi, onun sağlığına
özen göstermek ve imkanlarımızın elverdiği oranda sosyal acıları dindirmek de
Hükümetimizin görevlerindendir. Bu cümleden olmak üzere Ülkemizin doktor ihti
yacı imkanların elverdiği oranda karşılanmaya çalışıldı. 1920 yılında iki yüz altmış
doktor görevli idi. Bu sayı, bu geçen yıl zarfında üç yüz on ikiye yükseltildi. Elli
doktor daha bulunup, doktorsuz kazalara gönderilmeleri düşünülmektedir. Bu yıl
bulaşıcı hastalıkların yayılması önlendi, baş gösteren hastalıklar derhal sıhhi ön
lemler alınarak, bulundukları yerde yok edildi. Bulaşıcı hastalıklara karşı en kesin
önlem olan aşılar, artık tümüyle ülkemizde yapılmaktadır. Üç milyondan fazla kişi
ye yetecek çiçek aşısının Sivas'ta yapılmış bulunduğunu belirtmekle bu konuda
gerekli bilgiyi vermiş oluyoruz. Ülkenin sıtmalı bölgelerine yeterli miktarda kinin
dağıtılmıştır. Frengi hastalığının yok edilmesi için de gerekli olan para sarf edilmiş-
tir. Sosyal hastalıklar ile uğraşımızın daha etkili ve daha ayrıntılı bir şekilde yerine
getirilmesinin gereğini de belirtmek isterim. Efendiler, Sosyal yardım işlerinden de
kısaca söz etmek isterim. Dünya Savaşı sırasında, bu yörelere sığınmak zorunlu
luğunda kalan doğu illeri ve kurtarılmış halkından dörtte biri memleketlerine gön
derilmiştir. Bunların hemen yarısı yurtlarına ulaşmışlardır. Bu yıl geri kalan mülte
cilerin de iadesi kararlaştırılmıştır. Sonradan kurtarılan Adana ve Gaziantep mül
tecileri memleketlerine iade edildiler. Henüz kurtarılmayan Batı illeri mültecilerine
imkân buldukça yardıma devam olunuyor. Yurtlarına yeni dönenlere bu konudaki
kanun gereğince yemeklik, tohumluk verilmesi, ayrıcalık tanıma ve bunun gibi
kolaylıklar sağlamak suretiyle yardım edilmektedir. Göçmen ve mülteci öksüzler
için açılan yetim yurtlarının birer sanat okulu haline getirilmesine çalışılmaktadır.
Milli sınırlarımızın dışında kalan yerlerden sığınan dindaşlarımız, şimdilik yalnız
parasal yardım görmektedirler. Bu yıl bunların ve ülke içinde iskân edilmek isteyen
diğer göçmenlerin yerleştirilmesine başlanacaktır. Sağlık ve sosyal yardım konu
sunda izlediğimiz amaç şudur. Milletimizin sağlığının korunması ve kuvvetlendiril
mesi, ölüm oranının azaltılması, nüfusun artırılması, sosyal hastalıkların ve bula

151
şıcı hastalıkların etkisiz bir duruma sokulması, böylece Millet fertlerinin dinç ve
çalışmaya yetenekli kusursuz vücut yapılarına sahip olarak yetiştirilmesi... Yurtları
düşman elinde kalan vatandaşlarımıza yardım ve onların ilmi bir şekilde iskân
edilmelerine özel önem verilmektedir. Bu konuda gereken inceleme yapılmakta ve
bu amacı sağlayacak programlar düzenlenmektedir. Efendiler, Hükümet ülkede
kanun hakimiyetini kılmak ve adaleti iyi bir şekilde dağıtmakla yükümlüdür. Bunun
için adalet işi çok önemlidir. Bundan dolayı adalet politikamızı açıklamayı faydalı
buluyorum. Adalet politikamızda izlenecek amaç, önce halkı yormaksızın süratle,
kanuna uygun ve güvenli biçimde adaleti dağıtmaktır. Bunun yanı sıra sosyal ku
rullarımızın bütün dünya ile ilişkilerini sürdürmeleri de gereklidir. Bunun için, adalet
seviyemizi bütün medeni ülkelerle aynı düzeyde tutmak zorundayız. Bu amacı
yerine getirmek için, elimizdeki kanun ve usulleri bu görüşe göre düzeltiyor, can
landırıyor ve yeniliyoruz ve buna devam edeceğiz. Bu çalışmalarda Ülkemizin
genişliği, seri araçların eksikliği ve buna benzer engeller ve güçlüklerden başka,
bazı yörelerin sosyal hayatlarının özellikleri de göz önüne alınmaktadır. Efendiler,
Çağdaş gelişme, milletlerin medeni ihtiyaçlarındaki genişleme, çoğalma ve çeşit
lenme bu medeni ihtiyaçlar ile orantılı olarak medeni hakların gelişmesini gerekti
rir. Her devletin alakası olduğu sosyal hayatın medeniyet derecesine uygun, hu
kuki mevzuatı vardır. Dünyada bulunan, bütün medeni devletlerin medeni kanun
ları hemen hemen birbirlerine benzemektedir. Bizim Milletimizin ve hükümetimizin
adalet düşüncesi ve anlayışı, bu konuda hiçbir medeni milletinkinden aşağı değil
dir. Belki tarih bu noktada yüksek olduğumuza şahitlik eder. Bu sebeple hukuki
mevzuatımızın bütün medeni devletlerin kanuni mevzuatından eksik olması düşü
nülemez. Gayretli çalışmalarımızın amacı olan tam bağımsızlık kavramında adli
bağımsızlığın da bulunması doğaldır. Bundan dolayı her bağımsız devletin ayrıl
maz bir bütünü olan adalet dağıtımı görevine kimseyi karıştıramayız. (Bravo sesle
ri) Efendiler, bizim halen yürürlükte olan medeni kanunumuz Mecelledir. Bu me
deni kanun yaklaşık olarak yarım asır önce merhum Cevdet Paşa'nın başkanlı
ğındaki bir bilimsel kurul tarafından hazırlanmıştır. İşte, o mecellenin genel kura
lındaki “Zamanın değişmesi dolayısıyla hükümlerin değiştirilmesinden vazgeçile
mez” fıkıh kuralı, adli politikamızın temelini oluşturmaktadır. Bu ana kural içinde
hareket eden Adalet Bakanlığımız, mecellenin içermediği veya belirlemediği güç
ve açık olmayan durumların, uygun hükümlerle genişletilmesi ve sağlamlaştırılma
sı gereğine inanmıştır. Bu konuyla uğraşmak üzere, uzmanlardan meydana gelen
bir heyet kurulması için bir kanun önerisi hazırlamak üzeredir. Adalet Bakanlığı bu
prensip içinde çalışmalarının sonucu olarak, tek hâkim kuruluşunun hemen yüzde
doksan oranında, bütün ülkede uygulanması ve özellikle tek hâkimli mahkemeler
de yargılama usulünün sulh yargıçları usulüne uygun olarak adaletin acele dağı
tılmasının sağlanması lazımdır. Yine adli işlerin seri ve başarı ile yönetilmesini
sağlamak için on adliye müfettişliği kurulması ve suçlama işlemlerinin kaldırılması
ve adli tıp müessesesinin kurulması hususları söylemeye değerdir. Ceza muha
kemeleri usulünün düzeltilmesi, aşiret hayatı geçiren bazı bölgeler halkının doğal
ihtiyaçları ve sosyal durumları ile uygun basit bir usulde hazırlanması, cezaevleri

152
nin düzeltilmesi gibi, diğer önemli hususlar adı geçen bakanlığın yeni yıl içindeki
çalışma konularıdır. Hâkimler ve adliye mensuplarının şerefli görevlerine uygun
seçkin değere sahip bulunmaları adliyemizin kıvanç kaynağıdır. Adalet Bakanlığı
nın ve mevcut mahkemelerimizin özel niteliklere sahip hâkimlerle donatılması ve
sağlamlaştırılması için, bir hukuk fakültesi kurulmasını uygun görerek karar veren
Yüce Meclisimize teşekkür ederim. Bu yüksek kurum için 1922 yılı bütçesine ge
reken para konmuştur. Önemli bir kısım gerçekleştirilen ve diğer bölümünün ger
çekleştirilmesine çalışılan bu hususların tamamlaması, adli hayatımızın bütün
dünyaca kabul edilebilir gelişmiş bir duruma gelmesini sağlayacaktır. Efendiler,
adli politikamızdan sonra, milli hayatımızın en çok ilgili bulunduğu ekonomik du
rumumuz hakkındaki düşüncelerimi de arz edeceğim. Bu konuya girmeden önce
görüşümü açıklamak için Yüce Heyetinize ve bütün dünyaya bir soru sormama
izin veriniz. Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir? (köylüler sesleri) Bunun cevabını
derhal birlikte verelim. Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi olan
köylüdür. (şiddetli ve sürekli alkışlar) O halde herkesten çok bolluk, mutluluk ve
varlığa hak kazanan ve buna layık olan köylüdür. (sürekli alkışlar) Bundan dolayı,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin ekonomik politikası bu önemli amacının
sağlanmasına yöneliktir. Efendiler, diyebilirim ki, bugünkü felâket ve yoksulluğun
tek sebebi bu gerçeği ihmal etmiş olmamızdır.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Allah'a çok hamdederim ki, bu sözleri işitiyorum.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Doğrusu yedi yüzyıldan beri Dünya’nın çe
şitli yörelerine gönderilerek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktı
ğımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp gereksiz yere harcadığımız
ve buna karşılık daima onurunu kırdığımız ve hor gördüğümüz ve bunca özveri ve
iyiliklerine karşılık nankörlük, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna indirmek iste
diğimiz bu Ülkenin gerçek sahibi huzurunda bugün büyük utanç ve saygı ile ger
çek durumumuzu alalım. (şiddetli alkışlar)
TUNALI BEY (Bolu): Yaşa ulu ruhlu Paşam, yaşa.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Efendiler, Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilik
teki çalışmasını çağın ekonomik tedbirleri ile en yüksek seviyeye çıkarmalıyız.
Köylünün işlerinin sonucu ve çalışmasının semeresini kendi yararına en yüksek
seviyeye çıkarmak ekonomik politikamızın ana prensibidir. Bundan dolayı bir yan
dan çiftçinin çalışmasını artıracak ve verimli kılacak bilgi, araç ve fenni aletlerin
tamamlanması ve sağlanmasına ve diğer yandan onun bu çalışmasının sonucun
dan en fazla yararlanmasını sağlayacak ekonomik tedbirlerin alınması için çalış
mak gereklidir. Şimdiye kadar yolun olmaması, modern taşıma araçlarının bulun
maması, değişim usullerinin çiftçi aleyhine olması ve hükümet kanunlarının çiftçiyi
korumaması gibi engellerin kaldırılması lazımdır. Bu noktada özellikle zirai ürünle
rimizi buna benzer yabancı ürünlere karşı koruyamaz duruma düşmemizden dola
yı Milletimizi bu günkü ekonomik sefalete düşüren kaldırılmış kapitülâsyonların
feci durumunu hatırlatmadan geçemem. Bildiğiniz gibi, ülkemiz ekonomik kuruluş

153
ve çevre yönünden kuvvetli durumda değildir. Özel sektör kuruluşları da serbest
ticaret mücadelesine dayanabilecek bir güce gelmemişlerdi. Tanzimat’ın açtığı
serbest ticaret devri Avrupa rekabetine karşı kendisini koruyamayan ekonomimizi
bir de iktisadi kapitülâsyon zincirleriyle bağladı. Kuruluş ve özel sektör yönünden
ekonomik alanda bizden çok kuvvetli olanlar, Memleketimizde bir de ayrıca imti
yazlı durumda bulunuyorlardı. Gelir vergisi vermiyorlardı. Gümrüklerimizi ellerinde
tutuyorlardı. İstedikleri zaman istedikleri eşyayı, istedikleri şartlar altında ülkemize
sokuyorlardı. Bütün ekonomimizin her bölümüne bu sayede kesin olarak hâkim
olmuşlardı. Efendiler, Bize karşı yapılan rekabet gerçekten, çok gayri meşru, ger
çekten çok yok edici idi. (kahrolsunlar sesleri) Rakiplerimiz, bu davranışlarıyla
gelişmeye elverişli sanayimizi de öldürdüler. Ziraatımıza da zarar verdiler. Eko
nomi ve maliyemizin gelişmesi ve olgunlaşmasını önlediler. Efendiler, artık engel
siz ve bağımsız bir hayata atılan Türkiye için, ekonomik hayatı boğmakta olan
kapitülâsyonlar yoktur. (şiddetli alkışlar) ve olamaz. Ekonomik hayatımızın belirli
amaçlara yöneltilmesi ve süratle gelişmesi ve yükselmesi için alınacak önlemler
içine Ülkemizde Avrupa rekabeti yüzünden yok edilmiş ve şimdiye kadar geliş
memiş olan zirai sanayimizi güçlendirip, modern ekonomik araçlarla donatmayı
önemle göz önünde bulunduracağız. (inşallah sesleri) Gerek ziraat, gerek Memle
ketin varlık ve genel sağlığı konularında önemi kesin olan ormanlarımızı da mo
dern tedbirlerle iyi duruma getirmek, genişletmek ve en yüksek faydayı sağlamak
da önemli kurallarımızdan biridir. Ekonomik politikamızın önemli amaçlarından biri
de genel yararı doğrudan doğruya ilgilendirecek kurumlar ve iktisadi teşebbüslerin
mali kudretimizin ve teknolojimizin izni oranında devletleştirilmeleridir. Özet olarak,
topraklarımızın altında kullanılmadan duran maden hazinelerinin kısa sürede işle
tilerek Milletimizin faydasına sunulması da ancak bu usulle mümkündür. Bununla
birlikte, sadece ekonomik faydalanma amacı ile gerek madenlerimizde, gerek
diğer ekonomik konularda, bayındırlık hizmetlerinde çalışmak isteyen sermaye
sahiplerine Hükümetimizce her türlü kolaylığın gösterileceği şüphesizdir. Bu ser
mayelerin kanunlarımıza uygun şekilde kullanılması gereklidir. Ülkenin ekonomik
temelleri, ziraat ve zirai sanayiye bağlı olmakla birlikte, ülkede öteden beri var olan
mesela dokuma sanayi gibi kurumların korunması ve canlandırılması ve bazı böl
gelerde yeniden kurulabilecek diğer sanayinin her şartta gözetilmesi göz önünde
önemle bulundurulacaktır. İktisat Bakanlığımızın bir yıllık çalışması bu açıkladığım
görüş içinde yürütülmüştür. Özetleyecek olursak. Çalışanların rahat yaşamalarını
sağlayacak Zonguldak Amele Kanunu, Anadolu'da genel taşımacılığı kolaylaştır
mak üzere otomobil ve kamyon işletmelerine izin verilmesini sağlayan tüzük, cep
hede savaşan asker ailelerine yardım esaslarını da içine alan zirai yükümlülük
tüzüğü, Meclisçe kabul edilen tohumluk ödeneğinden ihtiyaç beliren yerlere usulü
ne uygun şekilde dağıtım yapılması, Ziraat Bankası vasıtasıyla çiftçi âletleri ve
zirai araçların uygun fiyatlarla dağıtılması ve diğer bir özel kurul vasıtasıyla da
bunların önemli miktarlarda yeniden sağlanması ve gümrüklerimizde milli üretimi
mizin saygınlığının korunması için bir tutum belirlenmesi ve bunun yürürlüğe ko
nulması hususlarını bu konu ile ilgili çalışmaların sonuçları olarak saymaya değer

154
buluyorum. Bundan sonra da genel ekonomik çalışmalarımız ve ekonomik politi
kamızın değindiğim ve gösterdiğim bu görüş içinde ve bir plan dahilinde, düzenli
bir biçimde yürütülmesi Bakanlar Kurulumuzun çabalarını bu nokta üzerinde top
laması ile sağlanacaktır. Böyle bir projemizin hazırlanmasında bayındırlık hizmet
lerinin büyük önemi vardır. Çünkü ekonomik hayatın faaliyet ve canlılığı ancak
ulaştırma araçlarının, yolların, demiryollarının, limanların durumu ve derecesiyle
orantılıdır. Efendiler, sırası gelmişken bayındırlık işleri hakkındaki fikirlerimi de arz
edeyim. İnşaat donanımı ve işletilmesi mahalli veya genel kaynaklarımızın gelirle
rinden sağlanabilecek olan bayındırlık işlerinde en önemli olan, önemli olanın
önünde tutarak, ülke ihtiyaçları giderilecektir. Ancak, inşaat donanımı ve işletilme
si, bu günkü mali imkânlarımızla karşılanamayacak büyük sermayelerle gerçekle
şebilecek bayındırlık hizmetleri, yabancı sermaye ve gerekirse yabancı uzmanlar
dan en üst düzeyde yararlanılarak ülkemizin bayındırlığını ve milletimizin mutluluk
ve refahını kısa zamanda sağlamak gereklidir. Bununla birlikte, bunda da üretici
nin ve çalışanların genel yararları gözden uzak tutulmayacaktır. Bayındırlık Ba
kanlığımızın bu yıl içindeki çalışmalarının sonucu Bakanlığın bu günkü gücü ile
uygun kabul edilebilecek durumdadır. Gerçekten sahip olduğunuz demiryolları
başarı ile işletilerek, ulaşım ve asker taşımacılığı sağlanmaktadır. Askeri harekât
sırasında düşman tarafından zarar görmüş bir kısım demiryolları ve imalat sanayi
onarılmış ve yeniden kurulmuştur. Ankara-Sivas hattında önemli bir tünelin inşaatı
tamamlanmış ve diğer tamamlanmayan iki tünel çevresinde de yol durumları de
ğiştirilerek ulaşım sağlanmıştır. Erzurum, Erzincan arasındaki demiryolu inşaatının
tamamlanması ve kükürtlü kömür madenlerine bir istasyon yapılması konusunda
önemli işler gerçekleştirilmiş ve kuruluş tamamlanmıştır. Samsun-Havza hattının
kuruluşu için gerekli konuların hazırlığına başlanmıştır. Sivas’tan Erzurum'a ve
Kastamonu'nun Koçhisar'ından başlayarak, Tosya, Osmancık, Amasya, Erbaa,
Niksar, Kelkit ve Erzincan'a kadar olan demir yollarına ait ilk araştırmalar yapılmış
ve bazı kara yolları üzerindeki bozukluklar da onarılmıştır. Efendiler, bayındırlık
işlerindeki çalışmaların sonucunun Milleti sevindirecek durumda olmadığını kabul
etmek gereklidir. Ancak devlet işleri ve işlemlerinin her bölümünde olduğu gibi,
bayındırlık işleri çalışmalarında da uygun düzeye ulaşılması mali kudretimizle
ilgilidir. Mali kudretimizin yerinde kullanılmasının önem derecesinin tespiti konu
sunda bulunduğumuz şartların ve tehlikeli yerlerin birinci derecede etkisi olduğunu
söylemek zorunluluğundayım. Bu sözlerimin amacının ne olduğu açıktır. Efendiler,
her şeyden önce hayat ve bağımsızlığımızı sağlamak demek olan milli amacımıza
ulaşmaktan başka bir şey düşünemeyiz. Bundan dolayı, bizce en önemli nokta
mali kudretimizin bunu karşılayıp karşılayamayacağıdır. 1920 ve 1921 yıllarının
canlı deneylerine, bütçemizin denk durumuna, bugünkü iç duruma ve ekonomimi
zin bu geçen iki yıla oranla, kıyas kabul etmez derecede iyi bir düzeye ulaşmasıy
la oluşan kesin ümitlere dayanarak arz edebilirim ki Ülkemizin gelir kaynakları milli
davamızın güven içinde sağlanmasına yeterlidir. (alkışlar) Mali kudretimiz, bugüne
kadar olduğu gibi dış borçlanma yapılmadan da orta halli bir düzeyde, ülkeyi yöne
tecek ve amacına ulaştıracaktır. (alkışlar) Bununla birlikte, ben yalnız bu gün için

155
değil özellikle gelecekle ilgili olarak devlet hayatı ve ülkenin refahı konularında
şimdiki ve ilerideki mali durumumuzu çok önemli bulduğumu vurgulayarak mali
yemizle ilgili endişeli görüşlerimi özetle anlatmak isterim. Efendiler, bu günkü mü
cadelemizin amacı tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın tam sağlanabilmesi ise ancak
mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin aslı bağımsızlıktan yoksun olunca o
devletin bütün hayati bölümlerinde bağımsızlık sakat durumdadır. Çünkü her dev
let organı ancak maliye ile yaşar. Mali bağımsızlığın korunması için ilk şart bütçe
nin ekonomik bünye ile uygunluğu ve denk olmasıdır. Bundan dolayı devlet yapı
sını yaşatmak için dış ülkelere başvurmadan ülkeyi gelir kaynakları ile yönetmek
çözüm ve önlemlerini bulmak gereklidir ve bulunabilir. Efendiler, milli prensibimiz
tasarruf olmalıdır. (şiddetli alkışlar) Bundan dolayı mali idaremiz, halkın baskı al
tında tutulup ezilmesinden kaçınmakla birlikte elden geldiğince dışarıya ihtiyaç
göstermeden ve gereğinden çok harcamadan mevcut gelirle yetinmek prensibine
dayanmaktadır. Şimdiki durumda faydalanılamayan gelir kaynaklarından fayda
lanmak ve halkın vergi yükünü azaltmak için bazı maddeler üzerinde tekel konul
ması gerekmektedir. Efendiler, geçmişin ve düşmanların ülke ve milletimizi bütün
medeni dünya ile birlikte gelişmeye doğru ilerlemekten yasaklamış olan zincirleri,
bugün bizi, az zamanda olağanüstü girişim ve icraata bulunmaya zorluyor. Ancak
bu zorunluluğun sağlanması ve kaybedilenlerin yerine konması bugünkü mali
kudretimizin üzerindedir. Bundan dolayı Hükümetimizin her medeni devlet gibi dış
borçlanma antlaşmaları yapması gereklidir. Yalnız alınan yabancı paraların, şim
diye kadar Babıali’nin yaptığı şekilde ödemeye mecbur değilmişiz gibi amaçsız
kullanılması ve tüketilmesine, dış borçlarımızın artırılmasına ve mali bağımsızlı
ğımızın tehlike altına sokulmasına kesin olarak karşıyım. Biz, Ülkede memuriyeti,
üretimi ve halkın refahını sağlayacak, gelir kaynaklarımızı geliştirecek yararlı borç
lanmalara taraftarız. Efendiler, buraya kadar temas ettiğim konular Milletin maddi
kudretini geliştiren, devamını sağlayan tavsiyelerdir. Bununla birlikte insanlar yal
nız maddi değil özellikle, bu maddi kudret içinde yer alan manevi kuvvetlerin etkisi
altında bulunan, ülkeler de böyledir. Manevi kuvvet ise özellikle bilim ve iman ile
yüce bir biçimde gelişir. Bundan dolayı, Hükümetin en verimli ve önemli görevi
eğitim işleridir. Bu görevde başarılı olabilmek için öyle bir program uygulamak
zorundayız ki, o program Milletimizin bugünkü durumu ile sosyal ve hayatın ihti
yaçları ile mahalli şartlarla ve çağın gerekleri ile tam anlamıyla denk ve uygun
olsun. Bunun için büyük, hayali ve anlaşılması güç görüşlerden tamamen arınarak
gerçeklere en iyi bir biçimde yaklaşmak gereklidir. Yapılacak girişimin neleri ihtiva
edeceği, ancak bu suretle kendiliğinden açığa çıkar. Efendiler, yüzyıllardan beri
Milletimizi idare eden hükümetler, eğitimi umumileştirme dileğini belirtmişlerdir.
Ancak bu dileklerine ulaşmak için Doğu ve Batıyı taklit etmekten kurtulamadıkla
rından, sonuç Milletin cahillikten kurtulamamasına neden olmuştur. Bu hazin ger
çek karşısında bizim uygulamak zorunda olduğumuz eğitim politikamızın ana hat
ları şöyle olmalıdır. Demiştim ki, bu ülkenin gerçek sahibi ve sosyal yapımızın
gerçek unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bu güne kadar eğitim nurundan yok
sun bırakılmıştır. Bundan dolayı, bizim uygulayacağımız eğitim politikasının temeli

156
ilk önce var olan cehaleti yok etmektir. Ayrıntıya girmekten çekinerek bu düşün
cemi birkaç kelime ile açıklamak için diyebilirim ki, genel olarak bütün köylüye
okumak, yazmak ve vatanını, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafya tarih, din
ve ahlâk ile ilgili bilgiler vermek ve dört işlemi öğretmek eğitim programımızın ilk
amacıdır. (bravo sesleri) Efendiler, bu amaca kavuşmak tarihi eğitimimizde kutsal
bir aşama olacaktır. Bir yandan cahilliğin kaldırılması ile uğraşırken diğer yandan
da memleket çocuklarını sosyal hayat ve ekonomide fiilen etkili ve faydalı kılabil
mek için gereken basit bilgileri uygulamalı bir biçimde vermek usulü, eğitimimizin
temelini oluşturmalıdır. Efendiler, medeni ve çağdaş bir sosyal topluluğun bilim ve
kültür yolunda yalnız bu kadarla yetinemeyeceği şüphesizdir. Milletimizin zekâsı
nın gelişmesi ve böylece uygun olan medeniyet seviyesine ulaşması, doğal olarak
yüce görevleri yürütecek elemanları yetiştirmekle ve milli kültürümüzü yüceltmekle
mümkündür. Bu, ilk ve son iki eğitim safhası arasında, orta eğitimin lüzumu tabii
dir. Orta eğitimin amacı, Ülkenin ihtiyaç duyduğu çeşitli hizmet ve sanat elemanla
rını yetiştirmek ve yüksek eğitime aday hazırlamaktır. Orta eğitimde de eğitim ve
öğretim usullerinin pratik ve uygulamalı olması temeline uymak şarttır. Kadınları
mızın da aynı öğretim safhalarından geçerek, yetişmelerine önem verilecektir.
(bravo sesleri ve alkışlar) Milli Eğitim Vekâletimiz 1921 yılında eğitim vaziyetimizi
bu görüşe göre yönlendirmek için çalışmıştır. Vekâlet girişimleri ve gelecek uygu
lamalarına temel olacak programları hazırlayıp, Yüce Meclisinize takdim ettikçe
bunların açıkladığım görüşe uygun olarak, kanunlaşıp yürürlüğe konacağı konu
sunda ümidim tamdır. Efendiler, yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, göre
cekleri eğitim sınırı ne olursa olsun, en önce ve her şeyden önce Türkiye'nin ba
ğımsızlığı için kendi benliğine ve milli geleneklerimize düşman olan bütün unsur
larla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. (alkışlar) Milletlerarası dünyanın bu
günkü durumuna göre, böyle bir savaşın gerektirdiği mücadele ruhunu taşımayan
insanlara ve bu nitelikteki insanlardan kurulu topluluklara yaşama ve bağımsızlık
hakkı yoktur. (bravo sesleri) Efendiler, bir sosyal topluluğun ortak ve genel duygu
ları ve düşünceleri vardır. Sosyal toplulukların değerleri, medenileşme aşamaları,
istek ve eğilimleri ancak bu genel duygu ve düşüncelerin belirme ve görülme de
recesiyle anlaşılır. Bir sosyal topluluğu yönlendiren ve yöneten insanlar için, sos
yal toplulukların sonu üzerinde hüküm vermek durumunda bulunan dostlar veya
düşmanlar için ölçü, bu sosyal toplulukların kamuoyundan anlaşılan yeteneği ve
değeridir. Bundan dolayı milletler kamuoyunu dünyaya tanıtmak zorundadırlar.
Bütün dünya kamuoyunun bunu öğrenmesini sağlamak ise, hayatlarının tanzimi
için şüphesiz lüzumludur. Bu konuda bilinen araçlardan birincisi ve en önemlisi
basındır. Basın, Milletin müşterek sesidir. (şiddetli alkışlar) Bir milleti aydınlatmak
ve uyarmakta, bir millete ihtiyacı olan düşünce gıdasını vermekte, özet olarak bir
milletin, amacı mutluluk olan ortak yönde yürümesini sağlamakta basın, başlı ba
şına bir kuvvet, bir okul, bir yol göstericidir. (alkışlar) Bu önem ve yüceliği ile me
deni dünyada söz hakkı kazanan basına, Hükümetimizin birinci derecede önem
vermesi, bu konuya ayıracağı zamanı Millete yapmakla yükümlü olduğu faydalı
hizmetlerin en önünde sayması, Yüce Meclisin kesin olarak isteyeceği hizmetler

157
den olmasındandır. (alkışlar) Din İşleri Vekâletimizin yıllık çalışmalarını büyük bir
önemle inceledim. Varılan sonucu takdire lâyık buldum. Teşekkür ve tebrik ede
rim. Din işlerinin yürütülmesi konusunda görüş açıklamaya aslında gerek yoktur.
Çünkü bu konu Kuran ile açıklık kazanmıştır. Yalnız akla gelebilecek olan bir nok
tayı söylemeden geçemeyeceğim. Efendiler, camilerin kutsal minberleri halkın
ruhani, ahlâki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Bu sebeple camilerin
ve mescitlerin minberlerinden halkı aydınlatacak ve yol gösterecek kıymetli hutbe
lerin muhtevasının halkça anlaşılır olmasını sağlamak Yüce Din İşleri Vekâletinin
önemli bir görevidir. (şiddetli alkışlar, bravo sesleri)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Allah razı olsun.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh
ve şuurla hitap olunmakla İslâm topluluğunun vücudu canlanır, zihni saflaşır, ima
nı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. (alkışlar)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Yaşa Ulu Gazi!
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Fakat diğer yandan, hutbeyi yapanların
sahip olmaları gereken ilmi nitelik, özel yeterlik ve Dünyadaki olayların durumunu
anlama yeteneği önem taşımaktadır. Bütün vaiz ve hatiplerin bu şuura faydalı
olacak surette yetiştirilmesine Din İşleri Vekâletinin güç harcayacağını umarım.
Vakıf meselesine gelince, bildiğiniz gibi vakıf, Ülkemizin önemli bir varlığını oluştu
rur. Bu servetten Millet ve Memleketi hakkıyla faydalandırabilmek için Din İşleri
Vekâletiyle birlikte Bakanlar Kurulumuz ve hatta Yüce Meclisin bu konuyu önemle
inceleyerek bu büyük kurumun çöküntüden kurtarılmasını ve Ülkeye faydalı bir
duruma dönüştürülmesini dilerim. Efendiler, vakıfların kuruluş sebebi göz önünde
tutulunca, bunun dini kuruluşu ile birlikte hizmet ve sosyal yardım amaçladığı orta
ya çıkar. (pek doğru sesleri) Vakıfların, hayır evleri, akıl hastaneleri ve diğer has
taneler ile misafirhaneler, kütüphaneler, kervansaraylar, hamamlar, çeşmeler,
okullar, medreseler ve diğer kültür kurumlarını ihtiva ediyor olması, vakıf mesele
sinin düzeltilmesinde uyulması gerekli olan kaideleri göstermektedir. (pek doğru
sesleri) Efendiler, bu yıl dış münasebetlerimiz sonuçlarına göre, bizce hayırlı bir
çok güzel olayla doludur. Umumiyetle dış münasebetlerimizi iki kısma ayırmak
mümkündür. Rusya dâhil Doğu devletleri ve Batı devletleri, Rus Şuralar Cumhuri
yetiyle mevcut münasebetlerimiz ve iyi bağlarımız bu geçirdiğimiz yıl içinde, ku
sursuz bir şekilde gelişmeye devam etmiştir. (alkışlar) 16 Martta Moskova'da bir
dostluk anlaşması imzaladık. Bu anlaşma ile emperyalizmin şiddetli saldırılarına
hedef olan iki devlet arasında tabii sebeplerden meydana gelen dayanışma, huku
ki bir şekilde de belirlendi. Yakında ekonomik ve ticari işler ile konsolosluk mesele
lerini düzenleyecek olan antlaşmaların imzalanmasına da karar verildi. Türkiye
Rusya anlaşması, Rusya'nın müttefiki olan diğer devletlerle yaptığımız mutlu ant
laşmaların birincisidir. Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Sovyet Cumhuriyetle
riyle Moskova Antlaşmasının esasları içinde, Kars'ta 13 Ekim tarihli antlaşmayı
imzaladık. Bu Antlaşma, Doğuda hukuki bir biçim alan fiili durumumuza Sevr Ant
158
laşmasının uygulanamaz olduğunu gösteren bir olaydır. (şiddetli alkışlar) Ermeni
meselesi denilen ve Ermeni Milletinin gerçek olmayan isteklerinden çok, Dünya
kapitalistlerinin ekonomik yararlarına göre çözülmek istenilen sorun, Kars Antlaş
ması ile en doğru şekilde çözüme ulaştırılmış oldu. (alkışlar) Yüzyıllardan beri
dostluk içinde yaşayan iki çalışkan halkın iyi ilişkileri memnuniyetle yeniden kurul
du. Ukrayna Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti ile de 2 Ocakta, Ankara'da yine Mos
kova Antlaşması esasları içinde bir antlaşma imzaladık. Bu antlaşmayı imzalamak
üzere, şehrimize gelen olağanüstü delege ve değerli asker, Frunze Yoldaşın pek
içten ve dostça davranış ve tutumuyla, aramızda ne kadar iyi bir izlenim ve hatıra
bırakmış olduğunu söylemek isterim. (alkışlar) Kars Antlaşması hükümlerine göre,
antlaşmayı yapan taraflar arasında ticari ve ekonomik ilişkilerin kurulması ve bir
konsolosluk antlaşmasının imzalanması için, Tiflis'e bir kurul gönderdik. Bu kurul
halen Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan cumhuriyetlerinin delegeleri ile gö
rüşme yapmaktadır. Tarafların yararına uygun kararlar kabul edilerek, görüşmele
rin yakında iyi bir şekilde sona ereceğini ümit etmekteyim. Rusya Şuralar Cumhu
riyetinin değerli temsilcisi olarak, Ankara'da bulunan Aralov Yoldaşın (alkışlar)
Büyük Millet Meclisine hitaben gönderdiği mektupta yer alan konulardan Memle
ketimiz hakkında beslediği sevgi ve samimi duyguları öğrenmiş oldunuz. Azerbay
can Sovyet Cumhuriyetinin sevimli temsilcisi İbrahim Abilof Bey’i ise (alkışlar)
geçen yazdan beri Ankara'da aramızda görmekle memnunuz. Rusya Sovyet
Cumhuriyetine müttefik devletlerden Buhara Halk Sovyet Cumhuriyeti de Ankara'-
ya haberciler göndererek, mevcut antlaşma bağlılığını (alkışlar) şeklen de tespitini
arzu etmiş, bu arzusunun yerine getirilmesi tarafımızdan sevinçle çabuklaştırılmış
tır. Buhara'ya bu günlerde önemli devlet adamlarımızdan bir zatın başkanlığında
bir elçilik heyetimiz gitmek üzeredir. Rusya Şuralar Cumhuriyeti ve müttefikleriyle
en iyi ilişkileri kurup, iyi bir şekilde devam ettiğimiz gibi, bizimle aynı durumda ve
dert ortağı olan Doğu İslâm devletleriyle de, mevcut iyi ilişkilerimizin kuvvetlendi
rilmesini bir amaç olarak kabul ettik. (aIkışlar) Bu amaca doğru yürürken, ilk ant
laşmayı Afganistan İslâm Hükümeti ile 1 Martta Moskova'da imzaladık. (alkışlar)
Bu antlaşmanın uygulanmasından olmak üzere, Afganistan geçen yaz Ankara'ya
bir elçi gönderdi. Bu kardeş devletin elçisi Sultan Ahmet Han (alkışlar) Ankara'da
hepimizin kalplerinin sevgilisidir. Afganistan’da bir temsilcimiz mevcuttur. Ünlü
devlet adamlarından birinin başkanlığında bir elçilik heyeti de bu gün Kâbil'e doğru
yola çıkmak üzeredir. Şevketlü, Azametli, Heybet Sahibi Afgan Emiri Hazretleri
tarafından Büyük Millet Meclisi Başkanlığına hitaben bütün Türkiye halkına gönde
rilen asillik ve içtenlikle dolu değerli ve zarif mektupların da prenslik zamanından
beri ki birkaç gün önce huzurunuzda okunup hep birlikte ve hararetle alkışlanmıştı,
Afganistan'la Türkiye arasında mevcut dostluk ilişkilerini bir kat daha sağlamlaş
tırmıştır. İran İslâm Hükümeti ile de yerleşmiş bulunan iyi ilişkilerimizi bölge barışı
ile pekiştirmek en büyük amacımızdır. İran Devleti Fahimesi, çok kuvvetli, itibar ve
nüfus sahibi Şah tarafından Ankara'ya bir elçi gönderilmiş olduğunu haber aldık.
Elçinin gelişi ile ilişkilerin sağlamlaştırılması için bütün önlemlerin tarafımızdan
alınacağı şüphesizdir. (inşallah sesleri) Sonuç olarak, Rusya ve Doğu devletleriyle

159
ilişkilerimizin bu günkü durumu, dünyanın ekonomik ve politik durumundan doğan
değişmesi mümkün olmayan birtakım tabii sebeplerin tesirinde hepimizin yararına,
emeline uygun bir biçimde gelişmekte ve sağlamlık kazanmaktadır. (sürekli alkış
lar) Bu yıl Doğu devletleriyle olan münasebetlerimizde daha önceki yıla oranla,
daha iyi gelişmeler bekliyoruz. Efendiler, Ülkemizin gerek politik gerek ekonomik
ölüm hükmünü ilan eden Sevr Antlaşmasının uygulanmasına engel olmak üzere,
Milletimizin girişmek zorunda kaldığı kararlı mücadelesi karşısında, o antlaşmanın
bize zorla kabul ettirilemeyeceğini birçok kanlı mücadelelerden sonra anlayan İtilâf
devletleri, bizi Londra'ya davet etmişlerdi. Pek az süre önce asi sayılan Hüküme
timizin böyle bir konferansa resmen davet edilmesi, Milletimiz yönünden önemli bir
siyasi başarıdır. Bu davet Sevr Antlaşmasının fiilen ve hükmen yok olduğunu gös
termesi dolayısıyla da, giriştiğimiz bu mücadele yolunda, başarıyla bir safhaya
ulaştığımızı görmekteyiz. Milli Misakımız içinde akdedilebilecek bir barışı imzala
maya hazır olduğumuzu bütün dünyaya göstermek amacıyla katıldığımız bu kon
feranstan hiçbir sonuç çıkmadı. Londra Konferansı görüşmeleri sırasında ne kadar
anlaşmaya yatkın hareket ettiğimizi hepiniz biliyorsunuz. Belki, olayı silah kuvve
tiyle çözümleyebileceğini zanneden Yunanistan anlaşmaya yanaşmadı. (kahrol
sun sesleri) Geçen yıl, Fransızlarla esirlerin değiştirilmesi hakkında başlatılan ve
iyi bir şekilde sonuçlandırılan görüşmeler, Ankara'da imzalanan Türkiye-Fransa
Anlaşması ile sona erdi. Efendiler, bu Anlaşmanın genel ve temel bir önemi vardır
ki o da bununla Sevr Antlaşmasını sağlayan İtilâf devletlerinin önemli bir taraftarı
olan Fransa'nın adı geçen Antlaşmanın uygulanmasının mümkün olmadığını fiilen
ve hukuken kabul etmiş olmasıdır. (alkışlar) Bu anlaşma ile yüksek manevi değer
taşıyan bazı haklarımızı kazanmış olmakla birlikte, Vatanın aziz bir parçasını da
kurtarmış olduk. Üç yıldan fazla süren bir ayrılıktan sonra, ana vatana kavuşan bu
bölgenin, gerçek sahibine geri verilmesini kabul edemeyen bazı düşmanlarımız
oralarda karışıklık çıkarmaya uğraştıkları halde harcadıkları çabalar tamamen
boşa çıkmıştır. Teslim etme ve teslim alma tam bir düzen içinde yapılmış ve so
nuçlandırılmıştır. Ankara Anlaşmasının ardından Fransa Cumhuriyeti ile Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümeti arasında siyasi ilişkiler kuruldu ve hükümetimizin
temsilcisi Paris'e gönderildi. İngilizlerle bu güne kadar aramızdaki tek olumlu olay
kendileri tarafından tutuklanıp Malta'ya gönderilmiş bulunan vatandaşlarımızı kur
tarmak olmuştur. İtalya hükümeti her ne kadar Ankara'ya bir görevli göndermiş ise
de, ilgili kişi resmi görüşmelerde bulunmak yetkisine sahip değildi. Efendiler, ge
çen yılın olaylarını açıklarken dış politikamızın ana hatlarını da bir dereceye kadar
açıklamış olduğumu zannediyorum. Bu hatlar basit, doğru ve açıktır. İç politika
mızda olduğu gibi, dış politikamızda da ana amacımız Milli Misak hükümlerini
ihtiva etmektedir. (alkışlar) Milli Misakı kabul ederek, maddi ve manevi alanda tam
bağımsızlığımızı kabul edenleri derhal dost kabul ederiz. Tam ve gerçek bağım
sızlığımızı açık ve samimi şekilde ilk önce kabul ederek, bize barışma elini uzatan
Rus Şuralar Cumhuriyeti ile dostluk bağlarımızın kuvvetlendirilmesi dış politikamı
zın temelidir. (sürekli şiddetli alkışlar, çok doğru, yaşasın dostlarımız sesleri) Bu
temel tam bağımsızlığımızı kabul edecek herhangi bir devletle ilişki kurmamıza

160
tabii ki engel olamaz. Efendiler, dış politikamızda dost bir devletin hukukuna saldı
rı yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, ülkemizi, namusumuzu koruyoruz ve koru
yacağız. (evet, sesleri ve şiddetli alkışlar) Medeni Dünyanın uluslararası ilişkilerde
de ortaya attığı yüce, asil düşünce ve arzunun bir özeti demek olan, her milletin
kendi geleceğine kendisinin egemen olması, hakkını biz yeryüzünde yaşayan
milletlerin hepsine tanıyoruz. Bizim de bu hakkımızın kayıtsız şartsız tanınmasını
istiyoruz. Bu meşru ve haklı isteğimizi tanımamak yüzünden akan ve akacak olan
kanların sorumluluğu şüphesiz sebep olanlara ait olacaktır. (kahrolsun sebep
olanlar sesleri) Bizi milli davamızı takip etmekten yıldıracak hiçbir araç, hiçbir kuv
vet düşünülemez. (alkışlar) Milli davamız bizim hayatımızdır. Hayatına son veril
mek istenen en zayıf yaratığın bile bu harekete karşı isyan ve nefretle, son nefesi
ne kadar kendisini korumaya çalışmasından daha tabii bir şey yoktur. (bravo ses
leri) Kaldı ki bizim Milletimizin kararlılık ve inancında, mücadele yeteneğinde ve
kudretinde en küçük bir zayıflama yoktur. (yoktur sesleri) Tam tersine, her geçen
gün sağlamlık derecesini artırmaktadır. (şüphesiz sesleri) Ülkemizin ekonomik
kaynakları bütün Dünyanın dikkatini çekecek verime ve zenginliğe sahiptir. Halkı
mızın çiftçi olması, topraklarımızın Dünyanın en bereketli topraklarından bulunma
sı, maddi hayat için korku duyulacak hiçbir konu bırakmamaktadır. Ordumuz her
gün bir kat daha gelişmekte, varlığımızı, milli bağımsızlığımızı ve ülkemizi güvenle
korumayı üstlenmektedir. (alkışlar) Düşmanlarımız bizi, zorlayıcı tedbirler uygula
yacakları tehdidi ile bağımsızlığımızı güvenceye almayan şartlar içinde barış yap
tırmaya zorlayabileceklerini sanıyorlarsa bunda çok aldanıyorlar. (alkışlar) Düş
manlarımız, Türkiye halkının kutsal varlığını korumak için giriştiği savaşta yorgun
düştüğünü sanıyorlarsa, bunda çok aldanıyorlar. (alkışlar, asla sesleri) Düşmanla
rımız, bizim şimdi ve sonra esarete düşmemize sebep olacak şart ve kayıtları
reddetmede duraksama göstereceğimizi sanıyorlarsa, bunda daha da çok aldanı
yorlar. (sürekli alkışlar) Düşmanlarımızın bu gizli arzularından henüz kurtulama
maları, hâlâ çevrelerindeki gerçekleri görememelerinden kaynaklanıyor. Efendiler,
bilirsiniz ki, kaideleri bütün dünyaca bilinen milli davamızı Avrupa'da savunmak ve
insanlıkla karşı karşıya bu davayı bir daha doğrulamak ve kabul ettirmek üzere
Dışişleri Vekilimiz, İstanbul üzerinden Avrupa'ya gönderilmiştir. Efendiler, İstanbul,
büyük Peygamberimizin özel ilgi gösterdiği, Eyüp Sultan hazretlerinin on dört yüz
yıldan beri mezarının bulunduğu ve manevi gözetimi altında tuttuğu bir şehirdir.
Beş yüzyıl boyunca Türkiye'nin başkenti olmuş bir şehirdir. (yine olacaktır sesleri)
Milletimiz bu gönül alan şehirde beş yüzyıl yüce Hilâfet Makamını korumaktadır.
İstanbul Şehri, Milletimizin sonsuz çalışma özverisi sonucu olarak elde edilen Al
lah'ın bir lütfüdür. Doğrusu Milletimizin maddi ve manevi varlığını yücelten anıtlar
ve kuruluşlar ve medeni eserler İstanbul'da yoğunlaşmıştır. Milletimiz, Ülkenin
tamamının zararına olarak, bütün varını yoğunu, en büyük çaba ve yardımlarını
can evi kabul ettiği bu Şehirden esirgememiş ve hatta gereksiz yere harcamıştır.
Bundan dolayı İstanbul, bizce çok değerlidir, çok önemlidir. Bunun içindir ki, İstan
bul Şehrinin güvenliğinin her türlü bozulmadan korunması ile ilgili ilke, Milli Misa
kımızın dördüncü maddesinde en kuvvetli amaçlarımızdan birini meydana getir

161
mektedir. (alkışlar) Bugün düşman işgali altında bulunmak felâketiyle ağlayan bu
talihsiz şehir halkının, bu bizim aziz kardeşlerimizin, milli davamıza olan ilgi ve
ilişkilerini ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine gönülden bağlılıklarını, hiç
bir kuvvetten yılmayarak açığa vurmakta ve kabul ettirmekte gösterdikleri maddi
ve özellikle manevi özveriyi takdir ederek hatırlarım. (alkışlar) Bu değerli kardeşle
re, içinde bulundukları talihsiz günlerin, uzak olmayan kurtulma günleri karşısında
sonsuzluğa dek ölüme mahkûm olacağını hatırlatırım. (inşallah sesleri) Bu nokta
da biran duralamaya mecburum. Zira bütün Millete, bütün Dünyaya gerçek olan
bir durumu bildirmek gereğini hissettim. Efendiler, Büyük Millet Meclisi Hükümeti,
Türkiye'nin ve Türkiye halkının geleceğini ve bağımsızlığını sağlamaya çalışıyor.
Çünkü Türkiye'nin asıl sahibi, meşru sahibi ve gerçek sahibi olan Türkiye halkının
arzu ve kesin iradesi bu yoldadır. (evet, evet sesleri) Bu yüce milli iradenin karşı
sında harekete cesaret gösterenler ve girişimde bulunanlar Millete karşı asi, ser
keş ve haindirler. (bravo sesleri ve alkışlar) Bu gibi günahkârlar, şimdi ve sonra
milli iradenin adaletinden kendilerini kurtaramazlar. (bravo sesleri) Bunun için,
İstanbul'da bazı devlet adamlarının ve Sarayın Türkiye Büyük Millet Meclisinin
durumuna ve çalışmalarına zarar verici ve engelleyici tutumlarından sakınmalarını
beklemekteyim. (bravo sesleri) Efendiler, Milli davamızla ilgili olması sebebiyle bu
günkü durumumuzla ilgili bulunan Balkan devletlerinden de biraz söz etmek iste
rim. Bu günkü Dünyanın genel politik durumunun etkisi altında, Bulgaristan Hü
kümetinin suskun ve hareketsiz kaldığı görülüyor. Fakat Bulgar halkının hayati
faydalarının Türkiye ile ortak olduğu şuurunda bulunduğundan eminim. Bulgaris
tan'ın şimdi veya sonra bu yakınlığın gereğini yapacağına inanıyorum. Türkiye
dostluğunun kendilerine sağlayacağı büyük faydalardan Bulgarların uzak kalacak
ları beklenemez. Arnavutluk hükümetine gelince, bu İslâm Hükümeti halkı ile yüz
yıllarca beraber yaşadık. Uzun süre kendileriyle hayatlarımızı birleştirdik ve alın
yazılarımız bir idi. Aynı dinden olan bu halk ve hükümetin, varlığını koruması ve
mutluluğunu sağlaması için bize bağlı olduğu hakikatini anlaması lazımdır. Bu
günkü güç durumlarının doğuracağı acıklı zorunlu hallerden kurtulmaları için ted
birler alınacaktır. Bunu kuvvetle ümit ederim. Dünya Savaşından sonra Yugoslav
ya devleti şekline dönüşen eski Sırbistan'da önemli bir İslâm çoğunluğu bulun
maktadır. Bundan başka, bu devletin hayati faydaları ile ilgili hedefler vardır ki bu
hedefler, bu gün bize saldıran düşmanın elindedir. İşte bu noktalar incelenmesi
lüzumlu bir durum yaratmaktadır. Bu hükümet içinde bulunan dindaşlarımızın bu
günkü durumumuza ilgisiz ve seyirci gibi kalmakta devam edecekleri beklenemez.
Efendiler, dış faaliyetler konusundaki konuşmamı tamamlamak için hepinizce du
yulan ve nitelikleri az çok bilinen birkaç umumi politik olayı yalnız hatırlatmakla
yetineceğim. Deniz kuvvetlerinin silahlandırılmasının kayıtlanması, İngiltere
Japonya Antlaşmasının feshi, Çin'de açık pazar politikasını görüşmek üzere yapı
lan Washington Konferansı, Amerika- İngiltere-Japonya ve Fransa arasında dört
ler anlaşmasına sebep oldu. Çin'de bütün devletlerin serbest ticaret yapabilecek
lerinin ilanı, çok önemli bir noktadır. Bununla Avrupa devletlerinin Uzak Doğu’da
şimdiye kadar uyguladıkları nüfuz bölgeleri ve memleket istilâsı politikalarından

162
vazgeçtikleri anlaşılıyor. Yakın Doğu'da aynı politikayı uygulamaya karar vermek
ten daha doğru bir yol olamaz. Cannes'da yapılan konferans, Avrupa'nın onarımı
ve canlandırılması adını verdikleri meselelerin çözümlenmesini ve İngiltere ile
Fransa arasında bulunan bazı meselelerin kaldırılmasını amaçlıyordu. Fakat
Fransa Cumhuriyeti Başbakanı Mösyö Brian'ın istifaya mecbur olmasıyla konfe
rans sonuçlanmadan dağıldı. Bu onarım ve canlandırma meselesinin ortaya atıl
masında İngiltere'de bulunan milyonlarca işsizin etkisi olmuştur. Bu işsizliğin do
ğuracağı bunalım sebebiyle İngiltere açık pazarlar bulmak zorundadır. Bunun için
İngiltere'nin ilk düşüncesi Almanya ve Rusya olmuştur. Bundan dolayı Almanya'-
nın ve Rusya'nın ekonomik durumları ve bu durumlarla İngiltere'nin kuracağı ilgiler
ve ilgilerin doğuracağı politik ilişkiler başlı başına görüşülmeye değer meselelerdir.
İngiltere'nin Almanya'dan faydalanma zorunluluğu, Almanlar lehinde borçların
ertelenmesi meselesini doğurdu. Bundan da İngiliz, Fransız garanti antlaşmasının
yapılması lüzumu ortaya çıktı. Borçların ertelenmesi meselesi tamamen kesin
sonuca erişmiş sayılamayacağından Cenova Konferansına ertelenmiştir. Cenova
Konferansına zaten Cannes Konferansı sebep olmuştur. Mart başlarında toplan
mak üzere davet olunacağı söylenmiş olan bu konferansa, Türkiye dışarıda bıra
kılmak üzere bütün Avrupa devletleri davet olunmuştur. Türkiye'nin katılmasını
sağlamak için Paris temsilcimiz kanalı ile girişimde bulunduğumuz gibi, dostumuz
Rus Şuralar Cumhuriyetinin de bu konuda girişimleri olmuştur. Amerikalılar katıl
mayı kabul etmemiştir. Alabildiğimiz bilgilere göre İngiltere-Fransa Garanti Ant
laşması, Almanya tarafından Fransa topraklarına kışkırtma olmadan bir saldırı
olursa, İngiltere'nin deniz ve kara kuvvetleri ile Fransa'ya yardım etmesini öngör
mektedir. Efendiler, bu anlaşma belgesindeki, kışkırtma olmadan kaydı gerçekten
varsa önemle araştırılması, incelenmesi gerekir. Çünkü dünyada, gereklilik ve
kışkırtmanın tarifi, sınırlandırılması ve nitelendirilmesi yapılmamıştır. Herhangi bir
işlem düşünceye göre olumlu veya olumsuz yorumlanabilir. Efendiler, son zaman
larda bir Doğu Sorunu Konferansı da konu edildi ve edilmektedir. Bir konferansın
ne dereceye kadar ciddi amaçlarla ve ne zaman toplanacağı hakkında henüz gü
venilir bir belirti yoktur. Doğu Sorunu Konferansı’nın toplanması için, ordularımızın
harekete geçmesinin beklenmekte olduğunu kabul etmek en ihtiyatlı düşünce olur.
(bravo sesleri) Hazır ol cenge eğer istersen sulhu salâh1 gerçeğini bir an akıldan
çıkarmamak milli davamızın arzuladığı varsayımdır. Bu görüşe dayanarak uyanık
olmak ve hazır bulunmak olan prensibimize uymaya devam edeceğiz, arkadaşlar.
Bütün bu ayrıntılardan sonra milli tarihimizin en fedakâr yüce unsuru olan kahra
man ordumuzdan söz edeceğim. (sürekli alkışlar) Doğu cephesindeki ordumuz,
birinci yasama yılı içinde Vatanın kendisine verdiği görevi özveri ile yerine getirmiş
ve gerçekleştirmiştir. Komşu hükümetlerle de arzu olunan dostça ilişkiler kurulmuş
bulunduğundan olgun ve sakin bir biçimde hazar görevini yerine getirmeyi, talim

1
Eğer barışa ulaşmak istiyorsan savaşa hazır ol.

163
1
ve eğitim ile uğraşarak sürdürmektedir. (var olsun sesleri) Elcezire Cephesiyle
merkezde ve ülkenin diğer bölgelerinde birliklerimiz verilen görevleri sükûnetle
yerine getirmektedirler. Batı cephesine gelince, geçen yılbaşlarında Birinci İnönü
Savaşından yeni çıkmış bir durumda bulunan Ordumuz, aslında düşmanlarımız
dan gizli olarak kuruluşunu genişletme ve tamamlama çalışmaları yapıyordu. Bu
sırada, Yunanlılar Londra Konferansını zaman kazanacak ve Türkleri baştan çıka
racak bir araç olarak düşünüyor, harekete geçme mevsimini bekliyorlardı. Mart
ortasında harekete geçme mevsimi geldi ve Yunan ordusunun hazırlığı bitti, artık
zamana ihtiyaçları kalmamıştı. Büyüklük taslayan bir biçimde Londra Konferansını
bir yana bıraktılar. Martın yirmi üçünde her yandan saldırıya geçerek emperyalist
lerin bir büyük sömürge içindeki harekâtına benzer biçimde Vatanımızı istilâya
başladılar. (kahrolsun sesleri) Çetin savaşlara girişildi. Sonuç olarak tarihin İkinci
İnönü Savaşı dediği bir büyük olay meydana geldi. Bu büyük olayı Dumlupınar'da-
ki taarruz harekâtımız ve başarılarımız izledi. İkinci İnönü Savaşı, milletimizin da
vasındaki lüzumu ve kutsallığı bütün Dünyaya duyurdu. Yunan iddiasındaki ger
çek olmayan durum da bütün dünyaca anlaşılmış oldu. Yine İkinci İnönü'den son
ra Yunanlılar ülkemizi yakmakla, silahsız ve silah kullanma imkânı bulunmayan
evlatlarımızı öldürmekle yaradılışlarındaki vahşiliği bütün dünyaya kanıtlamış oldu
lar. Bilecik, Bozüyük, Söğüt, Yenişehir yangınlarını ve saymakla bitmeyen namusa
saldırıları ve öldürmeleri Yunan komutanlarının emriyle ve özel olarak kurulan
timlerle yaptırdıkları, inceleme sonucunda ortaya çıkmış ve anlaşılmıştır. Yunanlı
lar, olayın sandıkları kadar basit olmadığını İkinci İnönü Savaşında anladılar. Bu
nun üzerine genel seferberlik görüntüsünde önemli önlemlere başvurdular. Bütün
ordularıyla ciddi bir sefere karar verdiler. Bir yandan bu hazırlığı sürdürürken, di
ğer yandan politik olarak bizi baştan çıkaracak ve gevşekliğe itecek siyasi propa
gandalar faaliyete geçirildi. Yunan kralı Anadolu'ya geldi. Köylerde kan dökme ve
namusa saldırı için emir veren generallerini yakından yönetti. (barbar, sesleri)
Yunan seferberlik hazırlığı Temmuz başlarında bitmiş ve saldırı harekâtı başla
mıştı. Temmuz başlarında bizim hazırlıklarımız henüz bitmemişti. Bunun için aske
ri eylemlerimizi ona göre yönetmek gerekiyordu. Yunanlılar askeri eylemlerine
başlangıç olarak, Afyon, Kütahya ve Eskişehir’i işgal ettiler. Ve bütün Dünyaya
yayımladıkları duyurularla Türkiye ordularını yok ettiklerini iddia ettiler. Akıl sahibi
ve mantıklı olanların inanmadığı bu düşman propagandalarına bizzat düşman
tarafının inanmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu düşünce ile süren askeri eylemler
Sakarya kanlı savaşlarına sebep oldu. Bu kanlı savaş sonucunda düşman ordusu
kesin yenilgiye uğradı ve sonucu bu gün bütün Dünya öğrenmiş oldu. Büyük ye
nilgiden sonra kral ve prensler tarafından verilen emirlerle Yunan Ordusu tekrar
vahşi olaylara başvurdular. Bugün bütün Dünya, yakılan köylerimizi, saldırıya uğ
rayan kadın ve çocuklarımızı ziyaret edebilir. Yunan prensleriyle generalleri özel
likle ırza tecavüz ettirmekten zevk almaktadırlar. (kahrolsun sesleri) Hâlbuki bizim

1
Mezopotamya. Dicle ve Fırat ırmakları arasındaki yerin adı.

164
Milletimizde olduğu gibi, bütün milletlerce de ırza saygı kutsaldır. Düşman, insan
lık dışı olan yıkma ve yakmaları ile namusa saldırılarını Dünya karşısında gizle
mesi ve kabul etmemesinin imkân dışı olduğunu görünce bunların galibin izlemesi
gerekli zorlaştırıcı askeri önlemler olarak ilan etti. Bu duyurunun kimse için inandı
rıcı olmadığı kesindir. İşte efendiler geçen Mart başında durumu bilinmeyen Or
dumuz bir yıl içinde sürekli olarak gelişip ilerleyerek ve birbiri ardından çetin sa
vaşlarla düşmanı sürekli olarak yenerek bu günkü büyük ve değerli duruma yük
selmiştir. (bravo sesleri, alkışlar) Bugünkü kuvvetinin derecesini gelecek olaylar
açıklayacaktır. (inşallah sesleri, alkışlar) Efendiler, Ordumuzu anarken, savaş
gücümüzün kuruluşu ve hazırlanması, noksanlıkların tamamlanması ile ilgili ça
lışmaları da kısa bir şekilde anlatmak isterim. Özellikle, savaş sanayi üretimi ya
pan fabrikaların çalışmalarını özel takdirlerimle anmayı bir vefanın icabı olarak
kabul ederim. Bu son yıl içinde bu fabrikaların eksiklikleri yavaş yavaş tamamlan
mıştır. Bugün her türlü ihtiyacın imal edilmesi mümkün bulunmaktadır. Yeni kuru
lan mermi ve fişek fabrikalarında çok miktarda topçu piyade cephanesi ile bomba
ların hazırlanması ve yapımı sağlanmıştır. Ordu saflarına telsiz telgraflarla diğer
modern haberleşme gereçleri ve istihkâm araçları gibi birçok araç ve gereç ek
lenmiştir. Elbise ve kunduranın ülke içinde yapılması ile ilgili çalışmalarımız sürdü
rülmektedir. Bu yıl içinde Anadolu'da bazı önemli kuruluşların kurulmasına karar
verilmiştir. İkinci yasama yılı içinde Ordunun sağlık durumu memnuniyet verici bir
durum göstermiştir. Ordu içindeki hastalık durumu normal zamanlarda meydana
gelen oranı geçmemiştir. Sâri hastalıklar ve bununla ilgili olanlara Ordumuzda
rastlanmamıştır. Yapılan görüşmelerde kırsal sağlık hizmetleri memnuniyet verici
bir biçimde yürütülmektedir. Milli Ordumuzun kuruluş döneminde yapılan Birinci
İnönü Savaşı’nda Ordunun sıhhi araçları dört araba, dört sedyeden kurulu küçük
sağlık birliklerinden oluşurken, bu günkü Ordumuzun hastaneler ve yaralı taşıma
birlikleri kurularak, ihtiyaç ve sağlık kuruluşları tamamlanmıştır. Bu arada Kızılay
Derneği ilgililerinin yaralı gazilerimiz için yaptıkları seçkin hizmetleri, özel olarak
övgü ile anmayı gerekli görürüm. (alkışlar) Milli Savunma Bakanlığında çalışmaya
başlayan harita dairesi, Ordunun tüm harita ihtiyaçlarını karşılamayı başarmıştır.
Bundan sonraki çalışmaları ile Ülkenin daha kapsamlı ve ayrıntılı haritalarını ha
zırlayacaktır. Kıyılarımızın genişliğine ve deniz araçlarımızın az olmasına karşılık
gayretli deniz subaylarımız hatırlanmaya değer hizmetler yapmaktadırlar. Orduya
ait açıklamalarımı bitirmeden önce savaşa hazırlanmada güvenilir kaynak olan
bunu milli vergiyle karşılama konusunda bütün halkın ve Milletin gösterdiği heye
can ve özveriyi şükranla anmayı görevim sayarım. Tarihi mücadelemizin olumlu
bir çalışma yeri olan Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti’nin bu yıl için
deki milli hizmetlerini de övgü ile anmayı bir görev sayarız. Bu kuruluşun dünkü ve
bu günkü çalışmalarında olduğu gibi, bundan böyle de yeniliklerde ve milli geliş
meler konusunda en önemli önder görevini yaparak milli yaşamımızda yüce yerine
uygun görevleri başaracağına inancım tamdır. Efendiler, Meclisimizin ikinci yasa
ma yılı içindeki çalışmalarını da özet olarak Millete arz etmek isterim. Bu gün yüce
üyelere dağıtılan yıllık çalışma cetvelinde bu açıklamalarımın ayrıntıları yer almak

165
tadır. Yüce Meclisin bir yılda yaptığı bileşim 167'dir. Bu birleşimlerde 271'i açık ve
69'u gizli ve 19'u kısmen gizli, kısmen açık olmak üzere toplam 359 oturum yapıl
mıştır. Yüce meclis bu geçen yıl içinde 177 kanun tasarı ve teklifini birinci yasama
yılından devir almıştır. İkinci yasama yılında da 355 kanun tasarı ve teklifi geldi. 10
tane de tezkere ve önerge olarak geldikten sonra kanun işlemine tâbi tutuldu.
Böylece 542 kanun tasarı ve teklifinden bu yıl içinde 94'ü kanunlaştı. 65'i reddedil
di. 30'u Bakanlar Kuruluna gönderildi. 15'i Bakanlar Kurulu veya sahipleri tarafın
dan geri alındı. 18 kadarı ilgili kanunlarla birleştirildi. 6 adedi karar şeklinde kabul
edildi ki, toplam 228 eder, 1922 yılında yüce Meclisçe işlemleri tamamlanan kanun
tasarı ve tekliflerinin toplamı budur. 106 tasarının da komisyonlarca işlemi tamam
lanmış ve Genel Kurula gönderilmiştir. Geri kalan 208 tasarı ve teklif komisyonlar
da bulunmaktadır ki, bu yıl tamamlanacaktır. Birinci Yasama Yılında olduğu gibi,
İkinci Yasama yılı içinde de Meclis üyesi bulunan bazı arkadaşlarımız Meclis dı
şında birtakım hizmetler ve önemli görevler yapmışlardır. Bu arada sayın arkadaş
larımızdan bir kısmı halen orduların ve birliklerin başında ve düşman karşısında
savaşma görevini yürütmektedirler. Bu gün Mecliste bulunan bazı arkadaşlar bile
bu bir yıl içinde yapılan savaşlara fiilen katılmışlardır. Arkadaşlardan bir kısmı
önemli politik dışişleri görevlerini yapmak üzere Doğuya ve Batıya gönderilmişler
dir. Bunlardan bir kısmı görevlerini yaparak dönmüşler, bir kısmı henüz gittikleri
yerlerde çalışmaktadırlar. İnceleme ve araştırma yapmak üzere bir kısım arkadaş
larımız Meclis tarafından Doğu bölgelerine gönderilmişlerdir. Birçok arkadaş sa
vaşlardan sonra Meclis ile Ordu arasında ilişki kurmak için uğraşmışlardır. Ordu
nun durumu hakkında Meclise bilgi vermişlerdir. Yine bazı arkadaşlarımız önemli
olayları incelemeye memur edilmişlerdir. Üyelerden bazıları yayınlarla kamuoyunu
zararlı dış propagandaların etkisinden kurtarmak için halkı aydınlatma ve yol gös
terme amacı ile Ülkede dolaşmışlardır. Ordunun geri hizmetlerini gözetme ve yar
dım görevleri ile de bir kısım arkadaş çeşitli bölgelere gitmişlerdir. Bunlardan baş-
ka, İç Tüzük dışında kurulan heyetler ve komisyonlar da Meclis görevlerinden
artan zamanda meşgul olmuşlardır. Birçok arkadaşımız çeşitli bölgelerde İstiklâl
mahkemelerini kurarak büyük bir çaba ve hizmet vererek gerek Vatan yararına
gerek halkın hukukunu korumak için ellerinden gelen çalışmayı göstermişlerdir.
Arkadaşlar, geçen yılbaşında 350 üye ile işe başlamıştık. Bunlardan dört kişi, gö
rülen lüzum üzerine istifa ederek Meclisten ayrıldılar. Mevcut açıklar nedeni ile
usulüne uygun olarak yapılan seçimler sonucunda yıl içinde aramıza dokuz yeni
arkadaş katıldı. Yine yıl içinde sayın arkadaşlarımızdan sekiz kişi hayatlarını kay
bederek (Allah rahmet eylesin sesleri) bu kutsal mücadele sırasında yüce savaş
cennetliği oldular, bu şekilde üçüncü yasama yılına 347 üye ile başlıyoruz. Geçen
yıl Malta'da bulunan arkadaşlarımızın da bu yılbaşlarında aramızda olmalarını bu
arada özel olarak vurgulamak isterim. Yıl içinde vefat eden merhum kardeşlerimi
zin adlarını da burada saygı ile anıyorum. İsmail Fazıl Paşa (Yozgat), Hamza Ha
yati Bey (Menteşe), Hasan Tahsin Bey (Mardin), Cemalettin Çelebi Efendi (Kırşe
hir), Murat Bey (Kastamonu), Fuat Bey (Çorum), Selahattin Bey (İstanbul), Hacı
Hayali Efendi (Urfa). Bu yüce arkadaşlarımızla birlikte bağımsızlık uğrunda cephe

166
lerde şehit olan bütün arkadaşlarımızın ruhlarına ayakta fatihalar hediye edelim.
(hep birlikte ayakta Fatiha okundu) Muhterem ve aziz arkadaşlarım, Meclisin ve
Milletin dayanışması için yeni işlerin ve olayların yükleyeceği özverileri kabulde
göstereceğimiz istek ve heyecan son başarı için gerekli bulunmaktadır. Efendiler,
geçen iki yılın yavaş yavaş fakat emin sonuçlarını önümüzdeki çalışma dönemi
için ölçek yaparsak kurtuluş günlerini elde etmemizin uzakta olmadığını görünür.
Bu yeni yıla her zamandan çok emin, her zamandan çok rahatlamış, ağır başlı ve
temkinli olarak giriyoruz. (inşallah sesleri) Bezginlik ve uyuşukluktan arınmış ola
rak giriyoruz. Sonsuz bir azim ve imanla dolu olarak giriyoruz. Bizim için hayat
ateşi, gelecek nesiller için kurtuluş ümidi olan kutsal amacımıza boyun eğmeden
yürüyeceğiz ve Allah'ın yardımı ile ne yapıp yapıp başaracağız. (sürekli alkışlar,
bravo sesleri)
“Ölmez bu vatan farzımuhal ölse de hatta.
1
Çekmez kürenin sırtı bu tabutu cesimi.”

(yaşa sesleri ve sürekli alkışlar)


TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Paşa, Paşa sen köylünün huzurunda bizim nam ve
2
hesabımıza diz çöktün ve bil ki bu köylü kalktı ve bu Millet kurtuldu.

6 MART 1922: GİZLİ OTURUMDA BAŞKOMUTAN MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN


GENEL ASKERİ DURUM HAKKINDAKİ AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 3.Birleşim, Gündem:2/1)

Sakarya Zaferinden bu yana altı ay geçmişti. Bir yandan Türk Ordusu


ileride yapacağı taarruz için hazırlanırken, diğer taraftan Ankara Hüküme
tinin Dışişleri Heyeti Avrupa’da barış kapılarını aralamaya çalışıyordu.
Meclis ise çok hareketli toplantılarla mesaisini sürdürüyordu. Başkomutan,
bu hareketli ortamda cepheye gidip, bizzat ordunun durumunu yerinde
görmek istemişti. Ankara’dan ayrılmadan önce Meclis Genel Kurulunda
gizli oturumda ayrıntılı bir durum değerlendirmesi yaptı.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Buyurun Paşa Hazretleri.


MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Arkadaşlar, bu akşam cepheye hare
ket edeceğim. (Allah selamet versin sesleri) Yüce Heyetinize veda etmek üzere
geldim. (Allah muvaffakiyet versin sesleri) Bu münasebetle askeri vaziyet hakkın

1 Mithat Cemal Kuntay'ın şiirinden bir mısra, “Ölmüş gibi düşünsek bile bu Vatan ölmez,
zira Dünya’nın sırtı bu tabutun büyüklüğünü çekemez.”
2 TBMM Zabıt Ceridesi (1 Mart 1922), 1.Dönem, c.18, s.2-16, http://www.tbmm.gov.tr/

167
da bilgi arz edeceğim. (teşekkür ederiz sesleri) Bilindiği gibi Sakarya Meydan Mu
harebesinden sonra ordumuz düşmanı batı istikametinde takibe başlamıştı. Bu
takip harekâtı Eskişehir, Seyitgazi ve Afyon hattının doğusuna kadar devam etti.
Takip harekâtını yapan kuvvet ordumuzun tamamı değildi. Bazı süvari birlikleri
mizle, onlara destek olan birliklerden ibaretti. Bu hattan sonra taarruz hareketini
durdurduk. Bunun sebebi de hepinizce şimdiye kadar bilinmektedir. Taarruza de
vam edebilmek için yapılması zaruri olan birtakım noksanımız vardı. Onu ikmal
etmeden taarruza devam etmeyi uygun bulmadık. 10 Ekim 1921 günü durum böy
le idi. Düşmanın Söğüt, Eskişehir arasında bir tümeni bulunuyordu. Eskişehir'in
doğusunda, güneyinde ve Seyitgazi’de dört tümeni bulunuyordu ve onun daha
güneyinde iki tümeni vardı. Afyon'un doğusunda üç tümeni vardı ve güneyinde de
diğer kuvvetleri vardı. Yani düşman Eskişehir civarında bir grup yapmıştı, Afyon'-
da bir grup yapmıştı ve bu iki grup arasında bazı birlikler mevcuttu. Biz de ordu
muzu bu düşman cephesinin tamamen karşısında olmak üzere doğudan güneye
doğru ve denilebilir ki Eskişehir-Afyon demiryolu hattı ile Afyon-Eskişehir-Ankara
demiryolu hattı ve Afyon-Konya demiryolu hattı arasındaki sahada bulundurmuş
olduk. Yine biliyorsunuz ki bizim vermiş olduğumuz karar daima taarruz kararı idi.
Duraklamamız ancak taarruz için muhtaç olduğumuz vasıtaların tedarik edilmesi
ile ilgilidir. Onun için acil ve zaruri ihtiyaçların sağlanması için taarruz harekâtı
durduruldu. Garp cephesindeki ordularımız tamamıyla Afyon'un doğusunda ve
güneyinde, yani Afyon ve Konya demiryolu hattında yoğun olarak bulunuyordu.
Tabii ki Eskişehir'in doğusunda ve diğer cephelerde de lüzumu kadar kuvvet bu
lundurulmakta idi. Bildiğiniz gibi kış mevsiminin gelmesi ikinci bir acil ihtiyacı orta
ya çıkardı. Bu ihtiyaç, elbise ihtiyacıdır. Arzu edilen zamanda, arzu edilen derece
de sağlanamamıştır. Bundan dolayı taarruz harekâtını devam etmeyi ertelemek
durumunda kaldık. Ordumuz bu vaziyette iken düşmanın vaziyetine bakacak olur
sak o da üç tümeniyle Eskişehir ve Seyitgazi hattında bulunuyordu. Bir tümeni
İznik civarına göndermişti. Afyon'da beş tümen vardı. Bunun iki tümeni Uşak'ın
doğusunda Dumlupınar'la İslamköy arasında ve bir tümeni de Çivril taraflarında
olmak üzere bulunuyordu. Yani büyük bir bölümü Afyon'da ve Dumlupınar'da gö
rülüyordu. İkinci derecede bir yoğunluk Eskişehir ve Seyitgazi hattında görülüyor
du. İki taraf bu vaziyette olduğu halde 15 Şubata kadar vakit geçti. Yani bundan
yirmi gün öncesine kadar taraflar bu vaziyette bulunuyordu. 15 Şubat 1922 tari
hinde aldığımız yeni bilgilere göre düşmanın durumunda dikkat çekici bir değişiklik
meydana geldi. Düşman öteden beri Eskişehir'de üç tümen bulundururken buraya
bir tümen daha yanaştırdı. Düşman bu askeri vaziyeti aldığı günlerde İstanbul'da
ve Avrupa'da birtakım siyasi cereyanlar ve birçok siyasi fikirler oldu. Şark mesele
sini halletmek için girişimlerde bahis olundu, konferanstan bahis olundu, birçok
şeylerden bahis olundu. Binaenaleyh derhal akla gelebilir ki düşman bizim lehi
mizde olduğunu düşündüğü Avrupa kamuoyunu kendi lehine çevirmek, Türkiye
ordularına karşı şimdiye kadar gösterilen emniyet ve itimadı, kendi ordularının
kıymet ve kudreti olduğunu cihana göstermek için siyasi bir hareket yapabilir. Fil
hakika harita üzerinde bu durum mütalaa olunursa, hükmolunabilir ki düşman

168
Eskişehir'de toplamış olduğu bu kuvvetlerle doğrudan doğruya Sakarya istikame
tine, yani Ankara istikametine seri bir baskın hareketi yapacağı düşünülebilir. Af
yon'da tel örgülerle tahkim etmiş olduğu bir hat vardır. Orada daha az kuvvet bu
lundurmak suretiyle müdafaada kalır. Düşman böylelikle Ankara'yı velveleye ver
mek ve belki piyade kıtaatına mevcut süvarisini de katmak süratliyle böyle manevi
bir tesir yapmak, kamuoyunu yanına çekmek arzu ediyor olabilir. Binaenaleyh
takriben yirmi gün evvelki askeri durumun mütalaasından tahminler bu noktada
ortaya çıkmıştır. Biz düşmanın böyle bir hareket yapacağını kendi aleyhimizde
olduğu halde kabul edebiliriz. Binaenaleyh buna karşı yapılacak çeşitli planlarımız
vardır. Lakin biz yapacağımız harekâtı düşmanın arzusuna tabi kılmaktansa, şim
diye kadar yaptığımız gibi fırsat bulursak biraz daha bekletmek ve henüz muhtaç
bulunduğumuz eksiklerimizi tamamladıktan sonra daha esaslı bir harekâta geç
meyi tercih ettik. Onun için yine bu ihtimali göz önünde bulundurmakla beraber
düşmanı küçük dahi olsa hiç bir başarıyı elde etmemesi için tedbirler aldık ve
düşmanın böyle Ankara’ya doğru sarkma hareketine karşı koyabilecek gücümüz
vardır. Belki de böyle bir hareketi düşmanın aleyhine neticelendirmek kuvvetle
söylenebilir. (inşallah sesleri) Fakat biz düşmanın bu muhtemel olan harekâtına
karşı tedbirlerimizi aldıktan sonra, 15 Şubattan bu güne kadar geçen günler zar
fında düşman durumunu değiştirmek mecburiyetinde kalmıştır. Düşmanın en son
vaziyetini harita üzerinde görecek olursak bunu anlarız. Bizim almış olduğumuz
vaziyet belli başlı bir noktada yoğun ve toplu halde bulunmaktır ki bu taarruza
karar verdiğimiz zaman o kadarı kolaylıkla tatbik edecek bir vaziyettir veya düş
manın muhtemel olan hareketine karşı, istediği bir noktadan taarruzuna karşı iste
diği yerden taarruz edebilir. Ona karşı da kolaylıkla karşı koyabiliriz. Düşmanın
taarruzla başlayacak bir hareketline karşı, bizim karşılığında vermiş olduğumuz
karar yine taarruzla cevap vermektir. Belki düşmanın müstahkem mevzilerinden
çıkıp ilerleyerek çıkması bizim için faydalı olabilir. Bu vaziyetleri alınırken elde
etmiş olduğumuz birçok bilgi vardır ki bunların hepsi düşmanın taarruzu bizlemek
niyetinde olduğunu gösteriyor. Bu bilgilerle beraber, cepheden bize iltica eden ve
bazı esir düşman askerlerinin ifadeleri bu almış olduğumuz bilgileri doğrulamakta
dır. Bu bilgilerin bazılarının özetlerini Yüce Heyetinize okuyacağım. Bir fikir verebi
lir. Şubat sonunda İzmir'de yapılan Harp Şurasında Yunan Ordudaki siyasi akım
ların önlenmesi ve birlik bütünlüğün sağlanması ile ilgili neler yapılması gerektiği
üzerinde durulmuştur. Ayrıca şimdiye kadar dökülen kanların daha dökülmemesi
için harbe devam edilmemesi ortaya sürülmüştür. Neticede bir karar verilmeksizin
dağılmışlardır. İkinci toplantıya kolordu kumandanları ve Trakya Kumandanı da
katılmıştır. Bu toplantıda ordu mensupları arasındaki siyasi görüş ayrılıklarının
ortadan kaldırılmasıyla ordunun harp kabiliyetinin yükseltilmesi ve en nihayet baş
ka bir çare olmadığına kanaat getirilerek harbe devama karar verilmiştir. Sonra
İngiliz kaynaklarından İstanbul’dan alınan istihbarata göre, Yunan makamları hü
kümetleri değişse bile harbe devamdan yana olduklarını ve Anadolu Ordusunu
ezmekten başka bir yol olamayacağını ifade ediyorlar. Yine aynı kaynaklardan
alınan bilgiye göre Yunanlılar Çivril ve Çal’dan taarruz edecekler ve on beş saat

169
mesafeye kadar gideceklermiş. Uşaktaki malzeme ve otomobiller yürüyüşe hazır
bulunuyormuş. Bir gizli ajanımızın 13 Şubat tarihli haberine göre Gunaris'in milli
davalarını ihanet ettiği, hatta Anadolu'nun tahliyesini bile kabule yanaştığı hakkın
da İzmir'de ortaya çıkan fikir üzerinde şiddetli bir galeyan başlamış ve ordu safla
rında böyle bir karara karşı koyma eğilimi varmış. Subaylar arasında bu yolda
imzalanan protokol dağıtılmış. Şubatta Sandıklı veya Dinar'a üzerinden taarruz
edecekler, Afyon'daki kıtaatımızın arkasına düşecek surette bir hareket yapacak
larmış. Uşak tarafından getirdikleri askerle birlikte Burhaniye ve Sarayköy istika
metinden Yunanlıların bir taarruzu olabilir. Yunandılar Bolvadin tarafına asker
sevkine başlamışlar. Çivril mıntıkasına da bu maksatla kuvvetler sevk ediyorlar
mış. İzmir'den alınan 14 Şubat tarihli bir habere göre Yunan subaylarının çoğun
luğunu teşkil eden Venizeloscular, Kral'a aleyhtar olmakla beraber ordularının
başarısı için çalışacaklarını belirtiyorlarmış. 27 Şubatta alınan bir haberde 24 Şu
batta İzmir'e gelen İstanbul İngiliz İşgal Ordusu Kumandanı Albay Repin’in de
katıldığı bir toplantıdan sonra olağanüstülük görülmeye başlandı. Aynı tarihli diğer
bir haberde düşmanın evvelce Elvanlı İstasyonuna topladığı kuvveti Çivril ve Çal
mıntıkasına nakle başladığı bildirilmektedir. Üçüncü Kolordu Kumandanı General
Minakos'un İstanbul’da izinli bulunan yaverinden alınan bilgiye göre Yunanlılar
Kuzey cephesinden bir Türk taarruzuna maruz kalacaklarından korktuklarından bu
cepheyi güçlendirmişlerdir. Buradan taarruza geçilebilecek gibi de yapmışlardır.
Generallerden kurulan bir mecliste Yunan Ordusunun Konya üzerine taarruza
geçmesi karar altına alındığı bildirilmekte ve bu taarruzdan maksadın da Konya
ahalisinden istifade olduğu ilâve olunmaktadır. 22 Şubatta Söke’den alınan bir
raporda, Yunanlıların bu hafta zarfında cepheye vagonlarca harp malzemesi sevk
edikleri, üç günden beri Uşak hattında asker sevkline başladıkları, son zamanlar
da İzmir’e fazla miktarda vasıta ve bunlarla beraber köprücü takımları ve tombaz
lar getirdikleri ifade edilmektedir. Hülasa olarak düşman Şubat Ayında mühim
miktarda mühimmat ve malzeme toplamış ve silahaltına aldığı yeni askerleri kıta
larına göndermiştir. Alınan bilgilerin başlıcaları bundan ibarettir.
CEMAL PAŞA (Isparta): Paşa Hazretleri müsaade buyrulur mu? Bu şerit gibi alı
nan vaziyet son vaziyet midir? Bunun tahkimatı Afyonkarahisar’dan başka Uşak
tarafında da, Eskişehir’in önünde de var mıdır?
MUSTAFA KİEMAL PAŞA (Ankara): Eskişehir doğusunda, Seyitgazi doğusunda
da tahkimat vardır.
CEMAL PAŞA (Isparta): Bu alınan vaziyetle bu onların aldıkları şerit gibi vaziyet
nasıl tayin ediyorsunuz?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Efendim bu son vaziyet bizim aldığımız
vaziyet üzerinedir. Bizim aldığımız vaziyeti şu suretle ifade edeyim. Bunlar iki grup
halinde böyle toplandığı zaman biz Afyon karşısında icabında müdafaada kalmak
ve icabında vuku bulacak taarruzu kuvveti bir taarruzla önlemek ve mukabil taar
ruza karşı koyabilecek kuvvetli bir grup kurduk. Münasip olan bir yerde düşman
170
vaziyeti görünce bizim taarruza geçeceğimizi düşünmüş. Evvela müdafaayı kabul
etmek gibi bir vaziyet düşünülebilinir. Şimdi demek ki bizden taarruz vuku bulaca
ğını zannederek bir vaziyet almışlardır.
CEMAL PAŞA (Isparta): Eğer taarruz edeceklerse demek, değiştirecek şimdi yani
dağılımı değiştirmek lazımıdır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Yani herhalde bu son aldığı şerit halinde
doğuya doğru alınan bu vaziyetle hiç bir taarruz hareketi yapamaz. Taarruz için
herhalde yeni bir vaziyet alması lazımdır. Efendiler, düşman Sakarya'dan sonra
zayiatını, insan zayiatını malzeme zayiatını ikmal etmiştir ve düşmanlarımızın,
bilhassa İngilizlerin azami derecede yardım ve teşvikleri olmuştur ve olmaya de
vam etmektedir. (Allah kahretsin sesleri) Avrupa'da şark meselesini sulh yoluyla
halletmek hususunda yapılan görüşmelerine tabi ki bizce itimat edilemez. Elham
dülillah ordumuz şimdi düşmanın her türlü harekâtına kuvvetle cevap verecek
kuvvet ve kabiliyettedir. (inşallah sesleri) Biraz önce arz ettiğim gibi geçen her gün
zarfında ordumuza mühim bir şeyler ilave etmekteyiz ve bu ilaveler düşman ordu
sunun seviyesine değil, onun da üstüne çıkmak içindir. (inşallah sesleri) Ama he
men bugün yarın taarruza geçmek için artık her şeyimizin ikmal etmiş olduğumuzu
söylersek doğru değildir. Taarruz için daha yapacak çok şeylerimiz vardır ve onla
rın ikmali için uğraşmaktayız. Efendiler, düşmanlarımızın ne mahiyette olduklarını
ve bu düşmanların Türkiye üzerindeki hırslarının ne kadar ezeli olduğunu açıkla
yabilmem için müsaadenizle buna dair bir kaç söz söyleyeceğim. Hepiniz bilirsiniz
ki Avrupa'nın en mühim devletleri Türkiye'nin zararı ile Türkiye'nin gerilemesiyle
meşguldürler. Eğer kuvvetli bir Türkiye mevcut olsaydı denilebilir ki İngiltere'nin
bugünkü siyasetti mevcut olamayacaktı. Türkiye Viyana'dan sonra Peşte ve Belg
rat’ta mağlup olmasaydı Avusturya ve Macaristan siyaseti işitilmeyecekti. Fransa,
İtalya, Almanya’da da aynı aynı olacaktı. Efendiler bir şeyin zararıyla bir şeyin
gerilemesiyle yükselen şeyler tabii ki o şeylerden zarar görenlerin nazarında al
çaktır. Avrupa'nın bütün ilerlemesine karşı Türkiye gerilemiş ve sukut vadisinde
yuvarlana durmuştur. Türkiye'yi imhaya teşebbüs edenler, Türkiye'nin imhasında
menfaat görenler birleşmişlerdir. Bunun neticesi olarak birçok zekalar, hisler, fikir
ler Türkiye'nin imhası noktasında birleşmişlerdir. Bu asırlar geçtikçe adeta tahrip
kar bir anane halini almıştır. En nihayet Türkiye'yi ıslah etmek gibi bir takım sebep
ve bahanelerle Türkiye’nin idaresine, maliyesine nüfuz etmişlerdir. Bunların tesi
rinde olan bazı devlet adamlarının düşünceleri tamamen bozulmuştur. Artık hayat
bulmak için, ıslahat etmek için, insan olmak için mutlaka Avrupa'dan nasihat al
mak, bütün işleri Avrupa'nın isteğine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan al
mak gibi bir takım zafiyetler olmuştur. Halbuki hangi istiklal vardır ki yabancıların
planlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir hadise kaydetmemiştir. Tarih böyle bir
yolla istiklali arayanları görmüştür. İşte Türkiye de bu fikirlere, bu zihniyete sahip
olan bir takım kimseler yüzünden her saat, her gün, her asır biraz daha çok gerili
yoruz ve daha çok bozuluyoruz. Efendiler bu bozulma, bu çöküş yalnız maddiyatta
olsaydı hiç bir ehemmiyeti yoktu. Maalesef Türkiye ve Türkiye halkı ahlak olarak

171
da çöküyor. (bravo sesleri) Bu böyle devam ederse görülür ki Türkiye Doğu ma
neviyatı ile başlayan ve Batı maneviyatı ile son bulacak olan bir yolun üzerinden
geçiyor. Düşmanlarımız aramızda vukua gelen en ufak bir söz ihtilafından bile
istifade etmek çarelerini arıyorlar. Bugün Dışişleri Vekaletinin dosyalarını dolduran
birçok raporlar vardır ki düşmanlarımız bu gibi adi vesilelere dayanarak tahammül
etmek için, devam etmek için kendi ellerindeki aletleri ve kendi ellerindeki yardım
cıları, uşakları ile sürüklemek hususunda istifade edebiliyorlar. Katiyetle söylerim
ki düşmanlarımız içeriden yardım görmeselerdi, hiç şüphe etmeyiniz ki şimdiye
kadar mesele bitmiş olurdu. Fakat üzülerek söylüyorum ki bunun önüne geçilemi
yor. İşte bunun için Yüce Heyetinizden belki bir ay ve belki daha fazla, cephede
bulunacağımdan arkadaşlarımdan uzak kalacağım. (Allah muvaffak etsin sesleri)
Bu müddet zarfında bilhassa orduda subayların ve kumandanların hissi fikirleri
üzerinde ve herhangi bir münakaşadan uzak kalmanızı bilhassa Yüce Heyetiniz
den rica edeceğim. Ordunun maneviyatına suni tesir yapacağını zannettiğim bazı
şeyler vardır ki ayrılırken bu meseleleri Yüce Heyetinize arz edeceğim. Efendiler,
konuşmama son verirken, hepinize dostlukla ve samimiyetle veda ederim. (Allah
muvaffak buyursun sesleri) Düşmanın taarruz etmesi, düşmanın taarruz fikrinde
ısrar etmesi, bizim maddi olmaktan ziyade, manen kuvvetten düştüğümüzü kati
yetle kabul etmesine bağlıdır. Elhamdülillah öyle değiliz ve şimdiye kadar olduğu
gibi bundan sonra meydana gelecek harplerde de inşallah muvaffak olacağımıza
dair imanım kuvvetlidir. Ancak benim bu mücadeleyi başaracağımızdan, Yüce
Heyetinizin ve temsil buyurduğunuz bütün milletin, hakkımda olan emniyet ve
itimadınızdan ve bunun devam edeceğinden zerre kadar şüphem yoktur. Hakkım
1
daki itimadınızın devamı temennisiyle veda eylerim. (alkışlar)

6 MART 1922: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY VE HÜKÜMET HAK


KINDA VERİLEN SORU ÖNERGELERİNİN VE GENSORUNUN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 3.Birleşim, Gündem:8/1)

Yusuf Kemal Bey ve beraberindeki Heyet, 15 Şubat 1922 günü İstan


bul’a gitti. Haydarpaşa Garı’nda kalabalık bir halk tarafından coşkuyla
karşılandı. Ertesi gün İstanbul Hükümeti Dışişleri Nazırı Ahmet İzzet Paşa
ile ve İtilaf devletlerinin temsilcileriyle görüştü. Padişah Vahdettin ile bir
görüşme yaptı. Bu görüşmede Padişah’a Türkiye Büyük Millet Meclisini
tanımasını istedi. Ama Padişahtan bir cevap alamadı. Yusuf Kemal Bey’in
bu görüşmesi Meclis’te gerilime neden oldu.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (6 Mart 1922) , 1.Dönem, c.3, s.2-12, http://www.tbmm.gov.tr/

172
(Yirmi gün önce Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ve beraberindeki heyet barış için te
maslarda bulunmak üzere Avrupa’ya giderken 15 Şubat 1922 günü İstanbul’la gelmişti.)

MAHMUT CELAL BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Yusuf Kemal Bey’den yakında
malumat aldık. Kendisi 15 Şubat'ta İzmit’e varmış, saat ikide Haydarpaşa'dan
gönderilen hususi bir trenle, bir karşılama heyeti refakatinde İstanbul'a gitmişlerdir.
Treni denizden bir torpido refakat etmiştir. (ne torpidosu sesleri) Fransız bayrağını
olan bir torpidodur, efendim. Yalnız şunu arz ederim ki cidden bir milli gurur hisse
diyorum, Heyetimizin güzergahında ahali oluk oluk yollara dökülerek Milli Misakın
şiddetle müdafaasını talep etmişlerdir. (şiddetli alkışlar) Şimdiki halde aldığımız
malumat bundan ibarettir. Bundan sonra alacağım malumatı Heyetinize arz et
1
mekle hepinizi haberdar edeceğim. (teşekkür ederiz sesleri)

(Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ve beraberindeki Heyet üç hafta kadar İstanbul’da
kalmış, Padişah dahil olmak üzere çeşitli resmi temaslarda bulunmuş ve sonra Avrupa’ya
gitmiştir. 6 Mart 1922 tarihli oturumda...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Buyurun Celal Beyefendi.


MAHMUT CELAL BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Be
yefendinin İstanbul'dan geçerek yaptığı Avrupa'ya seyahati hakkında muhterem
arkadaşlarımızın soru önergeleri vardır. Önce onları okuyorum.

TBMM Başkanlığına
Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey’in Padişahı ziyaret ettiği doğru mudur?
Doğru ise Veliaht’ın tebrik mektubuna nezaketen olsun cevap yazılmasını uy
gun görmeyen Büyük Millet Meclisinin kararlarına uygun hareket etmek mecbu
riyetinde bulunan Hükümet bu ziyarete müsaade etmiş midir? Eğer Yusuf Ke
mal Bey Hükümetten habersiz bu ziyareti yapmış ise bunun hakkında ne dü
şünmüş ve ne gibi bir muameleye yapılmıştır? Bu hususların acilen Hükümet
tarafından açıklanmasını teklif ederiz. 27 Şubat 1922

Sivas Mebusu Kütahya Mebusu Van Mebusu Bolu Mebusu


Ziyaettin Cemil Hakkı Şükrü

Giresun Mebusu Kırşehir Mebusu Aydın Mebusu Genç Mebusu


Mustafa Yahya Galip Tahsin Celal

Isparta Mebusu Isparta Mebusu Biga Mebusu Kayseri Mebusu


Remzi Mehmet Nadir Mehmet Osman

1
TBMM Zabıt Ceridesi (16 Şubat 1922), 1.Dönem, c.16, s.283, http://www.tbmm.gov.tr/

173
Gaziantep Meb. Gaziantep Meb. Bitlis Mebusu
Ragıp A.Lami Yusuf Ziya

TBMM Başkanlığına
Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Beyefendi Avrupa’ya gitmek üzere İstanbul
varmıştır ve yirmi güne yakın bir zamandan beri orada ikamet etmektedir. Bir
huzura çıktığını haber aldım. Bu bir hakikat midir? Hakikat ise hangi sıfat ve
salahiyetle o huzura çıkmıştır? Yüce Meclisin izni alınmadan Hükümet böyle bir
salahiyet vermiş midir? Öğrendiğime göre Yusuf Kemal Beyefendi Tevfik, İzzet
paşalarla huzura çıktığı zaman Padişah, arzunuz gibi sizi bir tebaa olarak kabul
ediyorum diye iltifatta bulunduğu doğrumudur. Büyük Millet Meclisinin istiklal ve
hakimiyetini ihlal eden bu müessif hal ne ile telafi edilecektir? Bu tarzda mua
meleye uğradıktan sonra Yusuf Kemal Beyefendinin Avrupa'ya gitmesine lü
zum kalmamıştır. Bu sorularımın Hükümet tarafından açıklanmasını arz ede
rim. 1 Mart 1922
Diyarbakır Mebusu
Hacı Şükrü
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Reis Bey, usul hakkında söz isterim. (usul, usul, ne
olacak, istemez sesleri) Söz istiyorum, usul hakkında, hakkımdır.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Meclis Dışişleri Vekiline söz verdi. Bitirmeden nasıl
usul olur? (sonra söylesin sesleri)
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Efendim, malumunuz gensoru önergelerini
oya koymak icap eder ve kabul edildikten sonra müzakere açılır. Bir defa oya ko
yunuz. Meclis kabul ediyor mu? Soru önergeleri de öyledir.
MAHMUT CELAL BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Karesi Mebusu Abdülgani efen
dinin soru önergesini okuyorum.

TBMM Başkanlığına
Dışişleri Vekilimiz Yusuf Kemal Beyefendinin reisliğindeki heyetin Avru
pa'ya doğru yola çıktığı bir sırada İstanbul hükümeti Dışişleri Nazırı Ahmet
İzzet Paşa’nın da bir heyet ile Avrupa' ya gideceğini gazetelerde yazdı. Fakat
bu seyahatten ne maksat ve ne mana olduğu açıkça anlaşılamamıştır. Dışişleri
Vekaleti Vekili Celal Beyefendinin bu hususta Meclisi aydınlatmak üzere iza
hatta bulunmasını arz ve teklif eylerim. 5 Mart 1922
Karesi Mebusu
Abdülgafur

MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Şunu ilave etmek istiyorum ki Tahsin Bey'in...

174
TAHSİN BEY (Aydın): Gensoru önergesinin Meclisi Âlice kabul edilip edilmeyece
ğinin evvela oya konmasını teklif ederim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurun. Gensoru önergeleri hak
kında malumatınız oldu. Mesele fevkalade mühim olduğu için aleni celsede müza
keresini Divan mahzurlu buldu. Dış Vekaleti Vekili Beyefendi de aynı noktadan
mahzurlu gördüler. Bu önergelerin gündeme alınmasını oya arz ediyorum. Kabul
ile Dışişleri Vekili Celal Bey tarafından cevap verilmesini kabul buyuranlar lütfen
ellerini kaldırsın. Çoğunlukla kabul edildi. Buyurun Celal Bey.
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Yusuf Kemal Bey hareketlerinden evvel Yüce
Heyetinize seyahati hakkında izahat verdiği gibi Avrupa'ya gitmesinin asıl maksa
dı, oradaki siyasi havayı anlamaktır. Buna ilave edebilecek bir şey varsa o da
İngilizlerle Fransızların arası açılmıştı ve bu açıklıktan istifade edip etmemek im
kanı olup olmadığını anlamaktır. Yusuf Kemal Bey bu izahatı esnasında İstanbul'-
dan Avrupa'ya gideceğini Yüce Heyetinize söylediğinde, sizlerin itimadını da almış
olduğunu ilave ve kaydetmek isterim. Verilen soru önergelerinin özeti, Yusuf Ke
mal Bey İstanbul'a niçin gitmiştir ve İstanbul ile temasına Hükümet salahiyet ve
izin vermiş midir? Bu hareket tarzı bizim siyasetimiz üzerinde kötü olmuş mudur?
Benim anladığım bunlardan ibarettir. Evet, efendiler Hükümetiniz Yusuf Kemal
Bey’in İstanbul üzerinden Avrupa'ya geçmesini ve arz edeceğim sebep dolayısıyla
Padişah ile görüşmesini uygun bulmuş ve kendisine salahiyet vermiştir. Bunun
sebebini de biraz geçmişe doğru giderek aramak lazımdır. Biliyorsunuz ki İstan
bul'da bir Damat Ferit Paşa Hükümeti vardı. O Hükümetin çıkardığı ve kendisinin
sadaretine ait olan fermanı, şu anda Hilafet Makamını işgal eden zatın çıkardığı
fetvaları hatırlatmak isterim. Onlar bütün milletin birbirine karşı kılıç çekerek kanını
heder etmesini mubah kılıyordu. Tabii ki böyle bir Hükümet yaşayamazdı ve yaşa
yamadı. Onu bugünkü kabineyi teşkil elden Tevfik Paşa Hükümeti takip etti. Bu
heyetin fikir ve siyaseti üzerinde en kuvvetli ve tedbirli görülen isim İzzet Paşa’dır.
Bugün memleketin hayat ve istiklali adına bir rol oynamaya başladığı tarihten beri
icraatı incelenecek olunursa, kendisinin kuvvetli bir iman, bir düşünce ve sağlam
bir zihniyet sahibi olmadığı görülür. İzzet Paşa ve çevresi, başından beri düşman
larımızın memleketimiz hakkında besledikleri emel ve maksadı kolaylaştırıcı, bir
dağılma sebebi olan Sevr Antlaşmasına karşı açtığımız mukaddes mücadeleyi de
zorlaştırıcı hareketler içinde olmuşlardır. İzzet Paşa’nın bu suretle vazifesine baş
lamasını takiben, İstanbul'da Anadolu ile temas etmek arzuları da ortaya çıkmıştır.
Evvela telgrafla ve daha sonra bizzat karşı karşıya gelmek suretiyle meydana
gelen bütün temaslarda, memleketin kurtuluşu düşüncesiyle Sevr Antlaşmasını
çaresiz kabul etmekten başka bir yol olmadığını öne sürmüşlerdir. İzzet Paşa,
yalnız bu zaafını hissettirmekle kalmamış, Anadolu'ya da telkin etmeye başlamış
tır. Sevr Antlaşmasına göre çizilen hudutlar dahilinde bir Hükümet teşkil ettirilecek
tir, demekle bize bu antlaşmanın bir hak bahşetmiş olduğunu tasvir ediyor. Efendi
ler, buna imkan var mıdır? Bunun aksine dış düşmanlara karşı istiklal müdafaası
ile başlayan mücadelemiz, hakiki bir inkılap ile devam etmiş ve milletimizin vicda

175
nından kanıyla mühürlenmiş yeni bir Türkiye vücuda getirmiştir. Yeni prensipler
milletimizin iç ve dış tam istiklalini ortaya koymuştur. Biz onda ve çevresinde gör
düğümüz bu zaafı gidermek ve kuvveti bir iman hasıl etmek isterken, İzzet Paşa
tarafından Anadolu'ya bir heyet kabul edilmesini müsaade etmemiz talep olundu.
26 Kasım 1920 tarihinde bir cevap yazıldı. Kendisiyle ve Salih Paşa ile Bilecik'te
görüşülmesinin mümkün olduğu tebliğ edildi. Bunun üzerine İzzet ve Salih paşa
lar, Cevat Bey ve Fatin Hoca’dan meydana gelen heyet Bilecik'e geldiler. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ile İsmet Paşa daha
sonra benim de dahil bulunduğum Meclis üyelerinden bir heyet onlarla görüşme
lerde bulunduk. İzzet Paşanın göndermiş olduğu ilk muhtırasındaki kalp zaafını
burada da şahit olmuştuk. Bilecik'e kadar gelmek suretiyle zahmet ettiklerini ve
kendilerinin görüşme talebimle bulunmakla bizde memleket için hayırlı olacak bazı
düşünceler elde ettikleri düşüncesine kapıldığımızı söyledik. Sevr Antlaşması
hakkındaki görüşlerimizi izah ederken, bir vaat almadıklarını ve katiyen de bu
antlaşmanın değiştirilmesinin mümkün olmadığını söylediler. Bu heyetin, Sevr
Antlaşmasını kabul etmemiz için bizi ikna etmeye çalışmak üzere geldikleri anla
şılmış bulunuyordu. Bütün arzu ve teklifleri, yapılacak bir şey yoktur Sevr Antlaş
masının kabul edilmesi lazımdır, cümlesiyle özetlenebilirdi. Zaten İzzet Paşa daha
sonra gazetecilerle görüşmesinde bunu teyit etmiştir. Mukaddes davamızın da
yandığı bütün hayati esasları ve istiklalimizi temelinden sarsan bu teklife karşı
bütün düşüncelerimizi, Doğu ve Batı’ya ait siyasetimizin kaidelerini izah ettik. Bu
meselede müzakere ve münakaşanın istifade olacağından bahisle kendilerini ser
best ve açık kalple görüşmeye davet ettik. Epeyce devam eden görüşmeden son
ra bizim hareket tarzımızı ve siyasetimizi haklı bulduklarını, kendilerinin hatalı
düşündüklerini, tuttuğumuz yolda yürümeye devam edebileceğimizi ve bizimle
hemfikir olduklarını söylediler. Biz de madem ki bizimle hemfikirsiniz ve madem ki
İstanbul'da bir iş görmeniz mümkün değildir, o halde burada kalınız dedik ve bu
rada alıkonuldular. Ankara’da milli kaidelerimizi teşkil eden fikir cereyanlarını ya
kından takip ettiler. Milli Misak ile muayyen olan gayemizin elde edilmesi uğrunda
sarf edilen fedakarlığı, iman ve heyecanı gördüler. Buna rağmen verdikleri muhtı
rada, beş senelik bir devre sonunda referanduma müracaat olunarak İzmir ve
çevresinde bir özerk hükümet teşkili gibi fikirlere tesadüf ettik. İstanbul'dan gelen
bu heyet burada bulundukları müddetçe fikir ve maksatlarına göre tesir ve propa
ganda yapmaktan da geri kalmadılar. Kendileriyle son defa yapılan bir görüşme
de, İstanbul'da sadece hususi ve ailevi işleriyle uğraşacaklarını, hiçbir hizmet ka
bul etmeyeceklerini, Hükümetimiz huzurunda şifahi olarak ve İstanbul'a gider git
mez istifa edeceklerini de 7 Mart 1921 tarihli bir vesika ile söz verdikleri için ser
best bırakıldılar. Hakikaten bu efendiler İstanbul'a vardıktan sonra, burada verdik
leri taahhütlerine riayet etmiş olmak için istifa ettiler. Fakat bu durumu kurtarmak
için başvurulmuş bir hileden başka bir şey değildi. Çünkü bu istifa üzerine teşkil
edilen kabineye girmekte tereddüt etmediler. Kabineye bu suretle tekrar girdikten
sonra İzzet Paşa'dan Yunan taarruzunun arifesinde bir telgraf aldık. Şimdi o telg
rafı okuyorum.

176
Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Şu son zamanlarda siyasi durumumuzun ortaya koyduğu vahamete ve
İtilaf devletlerince Yunanistan'a yardım emrindeki temayülün bütün memleket
ve bilhassa İstanbul hakkında da olacağı tehlikeye binaen, istisnasız her taraf
tan vaki olan ısrar ve baskı üzerine, Dışişleri Nazırlığı vazifesini kabul ettim. Bu
günlerde siyasi vaziyet şu şekilde bulunuyor. İtilaf hükümetleri ve tarafsız hü
kümetler tarafından hayırlı bir kabul ve telakkiye sahip olunduğu gibi, iki gün
den beri Avrupa kamuoyunda bir sükunet ve yeniden lehimize ve kurtuluşumu
za doğru bir eğilim olduğu görülmektedir. İzmir'in Yunanlılar tarafından boşal
tılması hususunda iyimser bir hava var.
Dışişleri Nazırı
Ahmet İzzet

MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Buna mukabil kendisine Mustafa Kemal Paşa
Hazretleri adına cevap verildi. Bunu aynen okuyorum.

Ahmet İzzet Paşa Hazretlerine


Telgrafınızı Zonguldak İstihbarat Müdürü vasıtasıyla aldım. Salih Paşa
Hazretleriyle birlikte vermiş olduğunuz sözlere uymadığınızı anladım. Yalnız bir
nokta lehinizde tereddüdümü mucip oldu. O da şudur, vazife kabul etmekle
hakikaten millet ve memlekete karşı yapılması düşünülen bir fenalığın önüne
geçmiş olmanız ihtimalidir. Çünkü Ankara'yı teşrifinizden evvel hüsnüniyetle ve
Memlekete faydalı olabileceğiniz ümidiyle vazife kabul etmiş olmanızı istinat
ettirdiğiniz sebeplerin ne kadar zayıf olduğunu ilk mülakatımızda takdir ve itiraf
buyurmuştunuz. Telgrafınız, sizi bu yeni vaziyete sevk eden sebepleri kafi bir
açıklıkla göstermiyor. Tavsiye buyurduğunuz hususlardan millet ve memleket
menfaatlerine ve Milli Misakımıza uygun olanları, esasen dikkatte alınmakta
inanılmaktadır. Binaenaleyh umumi vaziyet ve zatıalinize telkin edilmiş olan
düşüncelerle, evvelce olduğu gibi bu defa da aldatılmış olmanızdan korkuyo
rum. Bu tahmin ve şüphelerimizi gidermek için daha fazla izahat alırsak çok
bahtiyar olacağımızı arz ederim, Efendim.28 Kasım 1921

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi


Mustafa Kemal

MAHMUT CELAL BEY (Devamla): İstanbul'da Dışişleri Nazırlığı vazifesini ifa


eden bu zatın bize yazdığı telgrafta söylemiş olduklarının tam tersi, az zaman
sonra Yunan taarruzu ile pek güzel ve açık bir şekilde kendini gösterdi. Biz İstan
bul'dakilerin perişan fikrinin, tahakküm ve esaret havası içinde her an kararsız bir
vaziyet aldığını pekiyi biliyorduk. İstanbul'da hüküm süren bu kararsız vaziyeti
dikkate alarak, son defa olmak üzere kendilerine vatana vazifeye ve vicdanlı ol
maya davet etmeyi, Meclisin meşruiyetini ve teşebbüslerini engellememelerini

177
ihtar eylemeyi Hükümetiniz uygun gördü. Binaenaleyh milli davamızın meşruiyetini
ispat etmek üzere, Avrupa'ya giden Yusuf Kemal Beyefendiye İstanbul üzerinden
geçerek icap edenlere bunları anlatması ve düşmanlarımızın aleti olmaktan ka
çınmaları lüzumunu, ciddi ve hakiki arzu görüldüğü takdirde Hilafet Makamı ile
temasa geçmeleri salahiyeti verildi. Çünkü efendiler, biz Hilafet Makamını tanıyo
ruz ve tanımakta da devam edeceğiz. Ancak Hilafet Makamını işgal eden zatın da
bütün mahiyetiyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisini tanıması da şarttır. Binae
naleyh Yusuf Kemal Bey İstanbul'da bu kişilerle temas etmiş ve birlikte hareket
etmek lüzumu karşısında, memlekette yegane meşru bir kuvvet olan Büyük Millet
Meclisi Hükümetinin temsilcisi sıfatıyla Avrupa'daki seyahati esnasında Milli Misak
dairesinde yapacakları teşebbüslerinin engellenmemesi istemiştir. İzzet Paşa 20
Şubat 1922 tarihinde akşamüzeri saat beş buçuk sıralarında Yusuf Kemal Bey'i
ikamet ettiği yeri ziyaret ederek, Padişahın kendisini görmek istediğini söylemiştir.
İzzet Paşanın gerek bu görüşme esnasındaki ifadeleri ve gerek görüşmeden son
ra Yusuf Kemal Bey’e verdiği cevaplardan, yalan söylemiş olduğu anlaşılmıştır.
Yusuf Kemal Beyefendi, Hilafet Makamını işgal eden zata, Türkiye Büyük Millet
Meclisi ve Hükümeti, takip ettikleri esaslar icabı makam olarak sizlere bağlılığına
devam etmekte ve Meclisimizin de tarafınızdan tanınmasını talep etmektedir, de
miş ve maalesef olumlu veya olumsuz bir cevap alamamıştır. Bu mesele üzerine
Yusuf Kemal Beyefendi tarafından İzzet Paşa’ya yazılıp gönderilen mektubu ay
nen okuyorum.

Ahmet İzzet Paşa Hazretlerine

Türkiye Büyük Millet Meclisine ve onun takip ettiği mukaddes davaya


dışarıdan bakarak sadık bulunduğunuz zannı ile zatıalinizi memleket ve millete
karşı borçlu bulunduğunuz vazifeyi yerine getirmeyi davet ettim. Maalesef be
yanatınızdan ve Saray mülakatını tertip etme tarzınızdan, bilhassa bizim Avru
pa'da bulunacağımız zamanda sizin de Avrupa’ya ziyaret etmek için seyahate
kalkışmanız, bu suretle düşmanlarımıza Türkiye'de Büyük Millet Meclisince
istenilen şartlardan başka sulh yapacak bir heyet mevcut olduğu ümidini vere
cektir. Bu durum milli taleplerimizin tahakkukunu tehir etmekten ve içinde İs
tanbul halkı da dahil olduğu üzere bütün milletin istediği kurtuluşun, sırf sizin
tarafınızdan ihlal edildiğini göstermekten başka bir şeye yaramayacak olduğu
nu bu hareketiniz ispat etmiştir. Ben Hilafet Makamını işgal eden zata, ancak
onun ciddi ve samimi talebi vukuunda hakikatin açıklamasını vermek için gö
rüşmeye gönderildiğimi sanmıştım. Zatıalinizin adamlarınızla beraber beni
müracaatçı vaziyetinde göstermiş olduğunuzu daha sonra anladım. Bu görüş
me Padişahın hakiki niyetinin ve düşüncesinin tarafımızdan anlaşılmış olması
itibariyle iyi de olmuştur. Pek açık olarak anlaşıldı ki milletin hakiki temsilcisi
olan Türkiye Büyük Millet Meclisini tanımaktan uzaksınız ve kuvvetinizin hülya
sıyla avunmakta devam ediyorsunuz. Binaenaleyh bizimle olan her türlü tema
sınızın, durum ve hareketlerinizin millet ve memlekete uygun olmadığını Türki

178
ye Büyük Millet Meclisi Hükümetine arz ettim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Dışişleri Vekili
Yusuf Kemal
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Yusuf Kemal Bey bu mektubu Kızılay memur
larından biri vasıtasıyla gönderiyor. Bundan sonra milletin taleplerinin gerçekleş
mesi için Dışişleri Vekiliniz Yusuf Kemal Beyefendi mesai sarf ediyor. Bunlar Av
rupa'da Milli Misakımızın Yusuf Kemal Bey tarafından müdafaası için istedikleri
şeyleri yapacağız, yapmak istiyoruz, konuşuyoruz, konuşacağız suretinde bir çok
zaman içinde mecbur ettikten sonra ve en nihayet kendilerinin de Avrupa'ya gide
ceklerini ve binaenaleyh Yusuf Kemal Bey'in talebinin verilemeyeceğini söylüyor
lar. Şurasını arz etmek isterim ki bu meselede de Yusuf Kemal Bey bunların ya
lancılıklarını yakalıyor. Son defa olarak Tevfik Paşa'yı ziyareti esnasında, Tevfik
Paşa İzzet Paşanın ifadesine göre General Pelle ile mülakatında Pelle'nin İzzet
Paşanın Avrupa'ya seyahatini uygun gördüklerini ve hareket etmeleri lüzumunun
söylendiğini Yusuf Kemal Bey'e anlatıyor. Yusuf Kemal Bey bu vaziyeti garip bu
luyor. İzzet Paşa, Tevfik Paşa'nın yanından çıktıktan ve Yusuf Kemal Beyefendi
bunu Tevfik Paşa'dan işitip çıktıktan sonra Tevfik Paşa İzzet Paşa'yı aratıyor ve o
esnada İzzet Paşa İngiliz temsilci ile görüşmek üzere olduğu cevabını alıyor. Yu
suf Kemal Bey Pelle'yi ziyaret ediyor ve bundan kendisine bahsediyor. General
Pelle şaşırıyor ve hayret ediyor. Bundan bizim çıkarttığımız mana, bunlar bütün
milletin haklarına ve mukadderatına temsilci olan meşru bir heyetten korkmuş
bulunuyorlar ve en nihayet Yusuf Kemal Bey'le teması keserek arz ettiğim bu
mektubu göndermek suretiyle İngilizlerin bir vapuru ile doğru Marsilya'ya hareket
etmiş bulunuyorlar. Geçen Cumartesi günü izzet Paşa Hazretleri de Yunan ordu
sunun müsaadesiyle Yunanlıların işgal sahası olan Edirne'den Avrupa'ya gitmiş
bulunuyorlar.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Cehennemin dibine gitsinler.
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Zannediyorum ki hakikati Yüce Heyetinize arz
edebildim. Şurasını ilaveye mecburum ki Hükümetiniz İstanbul'a karşı bu kadar
meşru ve bu kadar fedakarlık içinde çırpınan bu memlekettin, bu milletlim yegane
talebi olan istiklal meselesini kendilerine teklif ettikleri zaman da bunun reddi ile
mukabele göreceğini hiç bir zaman hatır ve hayallerine getirememiştir ve arkadaş
larınız meseleyi bu kadar vatansever düşünmüşlerdir ve fakat maruz kaldığınız
mesele budur. Yusuf Kemal Bey bunu olduğu gibi Avrupa kamuoyuna bildirecektir.
Biz de bundan sonra kendilerine arz edeceğiz, bunların mahiyetini olduğu gibi
millete bildireceğiz ve aleni celsede münasip bir lisanla malumat arz edeceğiz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Yanlıştır fikriniz, çok aceledir, bomba olur millete bu.
Her şeyin bir sırası vardır.
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Milletten hiç bir hakikat gizlenemez.

179
SELAHATTİN BEY (Mersin): Daha çok söylenecek var, fakat onları saklıyorsunuz.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Evvela Paşa Hazretleri teşrif etmeden evvel beyanat
ları esnasında söz alan arkadaşlarımız vardır. Ondan sonra devam edeceğiz.
TAHSİN BEY (Aydın): Söz söylemek hakkımdır.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Evet efendim, hakkınız saklıdır. Dışişleri Vekili Beye
1
fendinin beyanatının müzakeresine aleni celsede devam edeceğiz.

(Gizli oturuma, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın askeri durum hakkında verdiği
açıklama ile devam edildi ve daha sonra açık oturuma geçildi. İstanbul Hükümeti Dışiş-
leri Nazırı İzzet Paşa ile yapılan telgraf haberleşmesi tekrar okundu ve...)

MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Yusuf Kemal Bey bu suretle yaptığı muhtelif
görüşmeler neticesinde, İstanbul'dakilerin bizimle birlikte hareket etmek istemedik
lerini anlamış ve Tevfik Paşa ile son bir görüşmeyi yaptıktan sonra, üzücü bir ma
nevranın daha gerçekleştiğine şahit olmuştur. İzzet Paşa Avrupa’ya doğru seya
hatine devam ediyor. Yunanlıların müsaadesiyle Yunan işgali altında bulunan
araziden Yunan süngülerinin himayesi altında geçerek ve Yunan bayrağı altındaki
trenle seyahatine devam ediyor. (kahrolsun sesleri) Yusuf Kemal Bey de Pire Li
manına uğramayacak bir gemi ile denizden seyahatine devam etmektedir. İstan
bul'un pek az sayıda ve haris bazı hükümet adamları tarafından müşkülata uğra
nılmak maksadına ait olan bu hareketler bizi maksadımızın gerçekleşmesine doğ
ru metin ve azimkar yürümekten hiçbir surette alıkoyamayacaktır. Cenabı Hakkın
lütuf ve yardımıyla mukaddes gayemizin elde edilmesi uğrunda dökülen şehit kan
larının mükafatsız kalmayacağına kainiyiz. Hedef ve gayemize her ne pahasına
olursa olsun erişmek azminde bulunduğumuzu bir kere daha bu kürsüden ilan
etmek isterim. Milletimiz zulüm ve kötülüklere maruz kalırken, evlatlarını kaybeden
anaların gözlerinden kanlı yaşlar akarken, bütün bunlara karşı hissiz ve ruhsuz
arkasını çeviren mahdut ve bedbaht gafil bir zümrenin akıbetini tarih kaydedecek
ve millet hükmünü tabii ki ona göre verecektir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurun, Mecliste çoğunluk yoktur.
Böyle mühim ve hayati meselenin acilen bir karara bağlanması doğru değildir. Bu
husustaki görüşmelerin bir sonraki oturuma tehir edilmesini teklif ederim, diye
Mersin Mebusu Selahattin Bey’in bir teklifi vardır. (kaç adam var, sayınız sesleri,
gürültüler)
MAHMUT CELAL BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Celse açılırken çoğunluk vardı,
şimdi çoğunluk yoksa bile müzakereye devam hakkı kanunen vardır.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (6 Şubat 1922), 1.Dönem, c.3, s.14-22, http://www.tbmm.gov.tr/
180
SELAHATTİN BEY (Mersin): Vekil Beyefendi, evvela zatıalinize itimadım olmadı
ğını beyan ederim. Okuduğunuz maskaralık nedir? Söz söyleyeceğiz.

TBMM Başkanlığına
Mecliste toplantı yeter sayısı kalmamış ve müzakere mevzuu ehemmi
yetli olduğundan müzakerenin yarın saat bire tehir edilmesini teklif ederim.
Mersin Mebusu
Selahattin
RAUF BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun önergeyi oya koyacağım. Bu teklifi
kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmedi. (anlaşılmadı sesleri) Diğer
önergeleri de ayrı ayrı oya koyuyorum. (yoklama lazım sesleri)
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Yoklama yapılsın itimat oyu vereceğiz, mutlaka
çoğunluk olmalıdır. Yoklama ile oylamak lazım gelir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): İcap ederse onu da yaparız. Bu husustaki müzakere
nin gelecek güne terk edilmesi hakkındaki bu önergeyi kabul edenler lütfen el
kaldırsın. (anlaşılmadı sesleri) Efendim, anlaşılmayacak bir şey yoktur. Çoğunluk
yok diye demin Selahattin Beyefendinin okuduğum önergesini aynen oya koydum.
Zannedersem anlaşılmıştır. Yani önerge kabul edilmedi. Tevfik Rüştü Bey'in bir
müracaatı vardır.

TBMM Başkanlığına
Dışişleri Vekili Bey'den başka bir hatip söz almadan evvel meselenin
aydınlanması için sessizlikle geçiştirilen bir noktayı sual edeceğim. Sualime
müsaade buyrulmasını rica ederim.
Menteşe Mebusu
Dr. Tevfik Rüştü
RAUF BEY (Başkan Vekili): Şu halde çoğunluğun mevcudu iddia ediliyor ve mü
zakereye devam arzu olunuyor. Bazı üyeler de çoğunluk yoktur, yoklama yapılsın
diyor. (yoklama lazımdır sesleri) Yoklama yapacağım, efendim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Müzakere usulü hakkında söz söyleyeceğim.
Çoğunluk olmadığı halde de müzakereye devam olunur. Yalnız kararda çoğunluk
aranır. (doğru sesleri)
HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara): Efendim, yanlış yola gittik. Evvela gizli celse
deki müzakerenin yeterliliğini ve bu meselenin aleni celsede müzakere olunup
olunmamasını oya koymadınız. (konuldu sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Koydum, efendim. Aynı meselenin aleni celsede mü
zakere edileceği bildirildi ve bunu Yüce Meclis kabul etti. (doğru, doğru sesleri)

181
Efendim, bu müzakerenin devam veya devam etmemesi hakkında iki vaziyet
meydana geldi. Birisi karar alamayacağız, çoğunluk yoktur, yoklama yaparız. Fa
kat müzakerenin devamı uygundur. Karar zamanı yoklama yaparız.
HAFIZ MEIIMET BEY (Trabzon): Müzakere usulü hakkında, efendim. Söz evvela
önerge sahiplerine aittir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Gensoru önergesini veren Tahsin Bey'dir.
TAHSİN BEY (Aydın): Efendiler, ben Dışişleri Vekili Beyefendinin burada verdiği
beyanatına dayanarak evvela Hükümetin bu hususta vazifesini iyi ifa etmediğini
ispat edeceğim. Malumunuzdur ki siyasi her bir teşebbüste bir gayeye dayanılır ve
onda da bir netice elde etmeye teşebbüs etmek lazım gelir. Bundan bir müddet
evvel Veliaht Abdülmecit Efendi'nin Sakarya Zaferimizi tebrik için yazmış olduğu
telgrafa Hükümet bir cevap hazırlamış ve bunun da gönderilmesine...
RAUF BEY (Başkan Vekili): Tahsin Bey evvelce gizli celsede bahis mevzu olan
mesele burada tekrar edilmez.
ŞEREF BEY (Edirne): Müzakere usulü hakkında iki kelime söyleyeceğim. Milli
Meclisimizde, dünyanın her tarafında, her meclisinde de dış siyaset bahis mevzu
olduğunda o kayda tabidir. İşte İç Tüzüğümüz de o kaydın haricinde umumi mü
nakaşa yapılamaz, demektedir. Yüce Meclis kanaatlerini o meselede pekala tespit
etmiş ve Hükümete bir yol tayin etmişti.
TAHSİN BEY (Aydın): Müsaade buyurunuz efendiler, Yunanlıların memleketimize
ayak bastıkları günden beri, bir taraftan Yunanlıların, bir taraftan Müslümanların
birbirini kırmak suretiyle belki bir buçuk milyon Müslümanın mahvolmasına ancak
Sultan Mehmet Vahdettin denilen adamın Hilafet bayrağını Yunanlılar eline teslim
edip bizim üzerimize saldırmasından ve Müslümanları yekdiğeri aleyhine isyan
ettirip Milli Hükümeti onlarla mücadeleye mecbur etmesinden doğmuştur. Tasav
vur buyurunuz efendiler, düşününüz efendiler. Bu adam her vakit bu hıyanetinin
mesuliyetinin ve millete karşı bunun hesabını vermek mecburiyetini düşünmekten
bir an hali kalmayacaktır. Bu ihanette ve bu zihniyette bulunan bir adama hitap
etmek ve onunla anlaşmaktan bir netice elde etmek düşünülebilinir mi? İşte Hü
kümetin birinci hatası buradadır. Acaba Milli Hükümetin, Milli Meclisin, milletin
fikrini almak mecburiyeti yok mu idi? Bizi kıyamete kadar, Hükümetin bu gibi uy
bir diğericraatlarıyla
gunsuz hataya bir nihayeti
birtakım yok mudur?Malumunuz
emrivakiler karşısında bırakmasına devamlı sabrede
cek miyiz? Bu sabrın siyasi meselelerde hata
sebep olur. İşte, ikinci hata da yine Dışişleri Vekili Beyefendinin
beyanatına dayanarak arz ediyorum. Ahmet İzzet Paşa'nın ahlaki mahiyeti ve
onun ruh hali, fikri buraya yaptığı ziyaretinde pekala belli olmuştu. Halbuki benim
fikrime göre, Ahmet izzet Paşa'nın buraya gelirken o sırada Milli Hükümetin Rus
larla müzakereleri sırasında, İngilizlerin maksadına alet olmak için o siyaseti kul
lanmıştır. Çünkü Dışişleri Vekilinin beyan ettikleri gibi ne Avrupa hükümetlerinden
bizim Hükümetimizin maksadı lehine bir tebliğ almış ve ne de bize tebliğ edecek,
182
yalnız ve yalnız muvaffakiyetimizi hazır bir hale koyacak şartlar meydana gelmişti.
Bundan tamamen anlaşıldı ki maksadı Rusları vesveseye düşürmek ve aramızda
cereyan eden müzakereleri neticesiz bırakmak için yine İngilizlerin melanetine alet
olmuşlardı. Milletin yüz binlerce nüfusunun kanını dökmek suretiyle bir gayeyi
neticelendirilmek için siyaset takip eden bir adamla anlaşmak için Dışişleri Vekili
mizi Hükümetimizin vazifeli etmesi, esasen bir hatadır. Sonra onun vasıtasıyla
anlaşmak için Sultan Mehmet Vahdettin'e onu göndermesi, temas etmesi için izin
vermesi aynı hatadır. Sultan Mehmet orada bir esirdir. Kabul ettiğimiz kaide budur.
Bir esir alınmak istenildiği zaman onunla mı pazarlık edilir, yoksa efendisi ile mi?
Yani orada Amiral Harrington ile mi anlaşır? Sultan Mehmet'i almak isterse ona
gider. Onunla anlaşmak lazımdır. O bir esirdir. Onun efendisi Harrington, onun da
efendisi Lloyd George... Binaenaleyh İstanbul'da Sultan Mehmet'le müzakere
etmesi doğru olur mu? Bu böyle, sonra Dışişleri Vekilinin hatta Sultan Mehmet'le
zaten halledilmesi imkansız bir meseledir. Tasavvur buyurunuz ki Sultan Mehmet
bugün yüz binlerce Müslümanın kanının dökülmesine sebep olmuştur. Bunların
hesabını vermek mecburiyetindedir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Mevzuya gel beyefendi.
TAHSİN BEY (Devamla): Mevzu budur, Reis Bey.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Mevzu bu değildir. (tamamen mevzudur sesleri)
TAHSİN BEY (Devamla): Bu böyledir. Bu adamın mutlaka mevkiinde bulunmak ve
tutunmak için her vaziyette İngilizlere dayanma mecburiyeti vardır. İngilizler, Arap
ların başına Emir Faysal'ı, Mekkelilerin başına Şerif Hüseyin'i musallat ettikleri
gibi, bizde de milletle saltanat arasına bir fitne ocağı bulundurmak için daima onu
başımızda bulunduracaklardır. Bugün izzet Paşanın da yine Harrington'un tavsi
yesi üzerine Londra'ya gitmek istemesi, orada kendisini hakiki temsilci göstermek
için olup, bu da aramızda bir ikilik yaratacaktır. İngilizler cihana diyeceklerdir ki
bunlar kendileriyle anlaşması mümkün olmayan bir millettir. Bundan bir müddet
evvel Tevfik Paşanın eseriyle ortadan kaldırılan ikiliğin bugün yine karşısında ka
lacağız. İşte bu hatalar, bu vaziyetler beyefendiler, Hükümetin vazifesini kavraya
mamasından ve bu gibi meselelerde de Milli Meclisin iradesini lüzum görmeme
sindendir ve bunu defalarca yapıyor. Biz de tahammül ediyoruz. Binaenaleyh İzzet
Paşa gibi mayası belli olan bir adamla, Milli Hükümetin Dışişleri Vekili sıfatıyla
milletin mukadderatına el koymuş bulunan ve milletin haklarını muhafaza etmek
için Avrupa'ya kadar anlaşmaya giden bir adam, İzzet Paşa gibi bir adama karşı
daha İstanbul'da aldanmaya başlarsa ben onun geleceğinden doğrusu korkarım.
Korkarım ki o da bize Bekir Sami Bey gibi birtakım emrivakiler getirirse onları da
bertaraf etmek için aylarca uğraşacağız. Binaenaleyh bundan evvel de arz etmiş
tim, biz daima silahla kazandığımızı kalemle kaybederiz. Binaenaleyh bu gibi va
ziyetlere düşmemek için, Dışişleri Vekilinin hem geriye davet edilmesini ve hem de
Hükümetin artık devrilmesini talep ederim.

183
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, gensoru sahibi söylemiştir. Buyurun Şeref Bey.
ŞEREF BEY (Edirne): Efendiler, Dışişleri Vekilimizi burada dinlediğim vakit, gözle
rimin önünden bin üç yüz senelik bir tarih geçti. Düşündüm, bir hikmet olarak do
ğan İslam'ın bütün dünyaya saadet getireceğini iman eyleyen halifeler birer birer
gözlerimin önünden geçti. Baktım ki bütün İslam alemi bir mihraba doğrulmuş,
kalbini, fikrini, nesi varsa hepsini ona bağlamış, başta Halife olmak üzere, dört yüz
milyon Müslüman bunun arkasına düşmüş, bir varlık gösteriyor. Fakat öyle halife
ler geçti ki bütün varını yoğunu hepsini, nesi varsa yalnız İslam'ın şeref ve ihyası
na sarf etmiş, taşa yaslanmış, toprağa düşmüş fakat İslam'ın ihyasına çalışmıştır.
Yine gözlerimin önünden öyle geçti ki Ulu Hakan, Ulu Türk Hakanı Yavuz Sultan
Selim'e hatip minberde ilk defa olmak üzere Hadimül Haremeyniş Şerifeyn1 der
ken başından sarığını, altından seccadesini atarak toprağa kapanan ve Allah'ına
secde eden o büyük Padişahtı. Şimdi ise bir sarayın kapalı köşesine sığınan şah
siyetin, didişen, çalışan, çırpınan, yaşamak isteyen koca bir milleti ne hale getirdi
ğini düşündüğüm zaman, Allahım büyüktür, ama kahredenler, senin ilahi kuvvetin
le mahvolacaktır, dedim. (inşallah, sesleri) Efendiler, bütün Müslümanların imanı
na, vicdanına müracaat ederim. Sağ elinizi göğsünüze koyunuz, hiçbir Müslümanın
kalbinde Hilafet makamına saygıdan, hürmetten başka bir his yoktur. O makam ne
kadar büyükse, o makama gelen bir şahsın karakteri pek çok alçak olabilir. Fakat o
makamın ulviyetini onun fenalığı katiyen örtemez. Çünkü makam kutsaldır. Ben
hatırlıyorum ki ilk defa olmak üzere Ateşkesin imzalanmasından sonra İngilizlerin
İstanbul'u işgal ettiği zaman, işte ben o vakit ağladım. Gördüm ki memleketin için
den birçok evladını İngilizler topluyor. Düşman bunları sürüyorken padişah da
sarayında kahkahalarla gülüyordu. Yalnız efendiler, o gün bir faciaya rast geldim.
Vaktiyle millet elinden almış olduğu hususi emlakinin senedini alması için Refik
Bey'i Tapu Dairesine göndermişti. İyi hatırlıyorum ki Meşrutiyetin ilanında ve şimdi
içimizde bulunan ve üyelerimizin baş tacı olan Rıza Nur Beyefendinin, "Serveti
Şahane ve Hakkı Millet" diye yazmış olduğu bir kitap üzerine millet hakkını ara
mış, emlakini almış ve milletin hazinesine teslim etmiş iken, işte en son şimdiki
sefil şahsiyet bundan istifade ederek o emlaki kendi üzerine çevirmiştir. Efendiler,
işte düşününüz ki bir millet yaşamak için çırpınırken, uğraşırken Ateşkes denilen
kara bela üstüne çöktüğü dakikada ben milletin reisi bulunduğum diyen zat, kendi
şahsi menfaatini temin için üç beş parça binanın, beş on parça tarlanın tapu se
nedini çıkarmakla meşguldür. Efendiler, ben isterdim ki Ahmet Celayiri'yi Timur

1
Halife olmaları nedeniyle Osmanlı padişahlarına verilen bir unvandır. Haremeyn Mekke
ile Medine'ye denilir. Haremeyn'in Hadimi anlamına gelen bu ifade ise ilk defa Yavuz
Sultan Selim hakkında kullanılmıştır. Yavuz Sultan Selim Halep'i fethettiği haftanın ilk
cuma namazını Melik Zahir Camiinde kılarken, hatip hutbede "Malikül Haremeyniş
Şerifeyn" şeklinde adını anar anmaz, Yavuz Selim derhal yerinden kalkarak Haremeyn'in
maliki olmak ne haddimdir. Ben Haremeyn'in hizmetkarı olmakla iftihar ederim, demiştir.

184
lenk'e teslim etmektense, koca muazzam bir saltanatın tarumar olmuş enkazı
üzerine kapanan Yıldırım Beyazıt'ın halefi bu mal kadar alçalmasın. (alkışlar)
Efendiler, Sakarya vadilerinde son kanını dökerek milletin namusunu, al sancağını
asırlardan beri şerefini, nihayet İslam'ın mihrabını, Kabesini yoktan varlığını, mü
dafaa eden Mehmetçik, bütün cananıyla didişirken, efendiler saray ve saltanatta
bulunan şahsiyet, Halife ise genç, müstesna bir kadınla evlenmekten vazgeçme
miştir. (Allah kahretsin sesleri)

SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendiler, bu perdeler çok çirkin perdelerdir. Bunlar


açılmamalıdır. (doğru sesleri, gürültüler)

HAŞİM BEY (Çorum): Ben de şapkalı olarak fotoğrafım çıkaracağım.


ŞEREF BEY (Devamla): Efendiler, açılmasın denilen perdeyi bir defa daha aça
yım. İyi dinleyiniz, şimdiki Halifenin ayağına Milli Meclisten ve Temsil Heyetinden
dört, beş üye gitmişti ki o arkadaşlar içinizdedir. Padişahın kendisine mevcut vazi
yeti tamamıyla anlatmış ve kendisine demişti ki sen altı asrın şehnamesini taşıyan
bir varlığın başında bulunuyorsun, buyurun milletin başına, demişlerdi. Efendiler o
şahıs sarayın kapısından çıkarken, Papaz Fru1 huzura kabul olundu. (pek doğru
sesleri) İşte bir tarihi vaka, binaenaleyh benim kendisinden hiçbir ümidim yoktur,
yalnız hiçbir şahıs ve şahsiyetle de alakam yoktur. Arkadaşlar, milli davada iki
senedir gösterdiğiniz azim ve metanetin büyüklüğünü görüyorsunuz ve neticesini
de idrak ediyorsunuz. Belki biraz yıkacak ve belki biraz devireceğiz. Belki azap
çekeceğiz. Belki aç kalacağız, fakat efendiler, davada zayıflık yok, onun için bu
Yüce Meclis zayıflığı kabul etmez. Bu Meclis halk meclisidir. Millet kararını vermiş
tir, millet her vakit Hilafet makamını takdir ediyor ve kalbinde saklıyor. Balkan faci
asını müteakip ordumuz Edirne'ye doğru ilerlerken Midye ve Enez'i işgal edeceğiz
dedikleri vakitte, şimdi Dışişleri Vekilimizin sıfat ve samimiyetini suiistimal eden
İzzet Paşa ordu kumandanı idi ve katiyen bugün Sevr Antlaşmasında dediği gibi o
gün de bizim bütün hayat hakkımız ve istiklalimiz, yaşamamız ancak İngilizlerin
dediği noktadadır, demişti. Onlar bize Midye-Enez hattını gösterdiler, fakat işte
bütün Anadolu'nun, Rumeli'nin uyanık evlatları onun bu sözünü çiğnedi ve onu
önüne katarak aldı götürdü ve Rumeli'yi eline aldı. Eğer onu dinleyeydiler bugün
kendilerini pek iyi tanırım, o kadar iyi tanırım ki bu şahıs İslam ve Türk dostu ol
maktan ziyade biraz Alman dostluğunu çok şeye tercih eder. Kendisi Şam'da
Menfa'da kolağası iken oraya gelen heyete iltica ederek, Padişahtan af dileyen ve
o sayede kendisinin rütbesini terfi ettiren ve nihayet mensup olduğu milletin na
musunu, istiklalini müdafaa edeceği yerde gidip de bir dilim ekmeğe tamah eyle
yen bir adamın bu milletle alakası yoktur.

1
Robert Frew, İngiliz Ordusunda görev yapan papaz (rahip) ve misyoner. Birinci Dünya
Savaşı sonrasında 1919-1920 yıllarında İngiliz casusu Sait Molla ile birlikte Kuva-yı Milliye
aleyhinde iç isyanlar çıkarılması için çalıştı.

185
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Bu, Hükümetçe malum değil miymiş evvelce?
ŞEREF BEY (Devamla): Müsaade buyurun, binaenaleyh milli menfaatleri temsil
eden koca bir Mecliste yekdiğerimizle beraber yürüdükçe, bu paşalarımızın, bü
yüklerimizin Avrupa'ya gidip bir iş yapmasının ihtimali yoktur. Fakat şu kadarını
bilelim ki Hükümeti tenkit ederken biraz düşünelim. Hükümetin bir zaaf göstermiş
olduğunu kabul etsek, acaba İzzet Paşa'yı bilmiyorlar mıydı? Hayır efendiler, Yu
suf Kemal Bey buraya geldiği vakitte bütün imkanlardan istifade edeceğim, demiş
ti. Biz de oybirliğiyle evet her imkandan istifade edebilirsin, dedik. Hatta her esen
rüzgardan da istifade edeceğim demişti. Biz de kayıtsız şartsız kendisine itimat
etmiştik. Yalnız halledilmesi gereken bir nokta var. Hükümet gelip Meclisin oyunu
almamıştır. İşte bu husustan dolayı Hükümeti tenkit ediyorum. Fakat bir de insaf
etmeli ve düşünülmelidir ki İstanbul'da Yusuf Kemal Bey'i aldatan heyet acaba
kazandılar mı? Katiyen. Benim katiyen imanım vardır. Hiçbir şey kazanmadılar.
Efendiler, zannetmeyiniz ki bugün Avrupa İstanbul'da beş on şahısla sınırlı kalan
bir heyete, evet orada dört duvar arasına saklanmış bir şahıs ile onun etrafına
toplanmış beş, on dalkavuğa Hükümet adını veriyorlar? Hayır efendiler, eğer ver
miş olsaydılar yaptıkları Sevr Antlaşmasını tatbik ederlerdi. Demek onu tatbik et
mek için kendilerinde hiçbir kudret yoktur. O halde kudret ve kuvvet yalnız ve yal
nız milleti hakkınca temsil eden işte bu meşru hükümettedir. Yusuf Kemal Beye
fendinin bu bulaşık paçavrasını Büyük Millet Meclisi adına onların suratına atması,
aynen milli davamıza karşı işte bu haince emelleri besleyenlerin suratına bütün
milletin attığı bir darbedir. Artık düşününüz efendiler. Bir Müslüman çocuğu tasav
vur ediniz ki bütün Türk'ün abidelerini yaşatan Trakya'nın ortasından Yunan bay
rağının altında bir trenle geçerken, iki tarafta boynunu bükmüş, mazlum bir İslam
kütlesi var ki bütün kalbini işte bu Meclise, işte burada çarpışan şanlı orduya bağ
lamış, ondan imdat isterken, trenin içinde Yunan bayrağı altında millete esaret
getirmeye giden İzzet Paşa'yı görünce orada bulunan mümin kardeşlerimiz ona
lanet etmekten başka ne yaparlar? (şüphe yok sesleri) Yunan'ın himayesinde
Avrupa'ya giden İzzet Paşa emin olunuz ki utancıyla dönerken, Büyük Millet Mec
lisi Hükümetini temsil eden vekiliniz bütün işlerinde muvaffak olarak gelecektir.
Çünkü davamız haktır. Allah bizimle beraberdir. (alkışlar) Bu tarih yaşayacaktır ve
sonsuza kadar yaşayacaktır. (alkışlar)

MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Şeref Bey'in pek parlak nutkundan sonra
uzun söz söylemeye lüzum yoktur. Yalnız dikkate alınacak iki nokta vardır. Efendi
ler, gerek İzzet Paşa'nın ve onun dahil olduğu heyetin ve gerek Saray'ın, milli da
vamıza karşı yaptıkları hıyanet herkesçe malumdur. Bilhassa Hükümetçe daha
evvel sabit olmuş bir hakikattir ki biz onları vaktiyle kulaktan kulağa işitirken, on
larca bu bir hakikat belli idi. Böyle hüviyetleri, mahiyetleri ve milli davamıza karşı
bugüne kadar yaptıkları rezillikler ve dalavereler belli iken, bu yollardan istifade
etme için Yusuf Kemal Bey'i İstanbul'a sevk etmek ve bunu karara almak basiret
sizliğini göstermek doğru mudur? Ben buna basiretsizlik diyorum. Çünkü bunlarla
temastan bir netice çıkmayacağı malum iken ve Saray'ın İngiliz'lerin esaretinde

186
olduğunu ilan ederken, İngilizlerin hakimiyeti altında bulunan bir yerden menfaat
çıkarmak ümidini beklemek, affınıza sığınarak söyleyeceğim, basiretsizliktir. Bu
basiretsizliğin gösterilmesi ve onun neticesi, memleket dahilinde milletin birliğini ve
itimadını bozmak için düşmanların ekmeğine yağ çalmak olmuştur. Bunun neticesi
budur. Bunu burada söylememek ve bunu Yüce Meclisten gizlemek en büyük
hatadır. Efendiler, mesul olacak orta yerde yalnız Hükümet vardır, işlemiş oldukla
rı siyasi suçun günahını çekecek yalnız Hükümettir? Çünkü mahiyetleri bugüne
kadar yapmış oldukları cinayetleriyle belli olan şahıstan istifade etmek hevesine
düşmüşlerdir. İşte Yüce Meclisinizin soracağı, hesaba çekeceği şey budur? Yapı
lan her suçun hesabını sormak vazifesiyle mükellef olan ve bilhassa ferdi işlerden
dolayı sabırsızlık gösteren Yüce Meclisinizin, bütün cemiyetimizi, bütün milletimizi,
rahatsız edecek olan bu hadiseden dolayı bunların istiklal mahkemesine verilme
lerini teklif ve talep ediyorum.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Arkadaşlar, İslamiyet şahsa bağlı olmaktan
çok uzaktır. Hilafet makamının kutsallığını hepimiz tasdik ediyoruz. O makamı
işgal eden şahıs hakkında şeriat mahkemesi hükmünü elbette verecektir. Fakat
zannedersem o zaman henüz gelmemiştir. Birtakım sebepler bu hükmün tehirini
zaruri kılmaktadır. Milli emelimizin zarureti bunu icap ettiriyor. Biz bir halk hüküme
ti ilân ettik. Halk bir taraftan adına dua ederken, bize bu kürsüde şahıslarla oyna
mak icap etmez. Bizim gibi dinini, vatanını kurtarmak için kalbi çırpınan mebuslara
düşen şey, ağırkanlılıktır ve zannedersem bu hususta biraz iyi lisan ile edep ve
milli terbiye ve dinimiz gereğidir. Bunu söylemekle hiçbir vakit onun müdafaasını
yapmadığımı da arz etmek isterim.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Arkadaşlar, ben huzurunuza bu maksatla çıkmak
istemezdim. Biliyorsunuz ki bir büyük seyahatten döndüm. Ben sizi o seyahatime
dair tetkikatımı arz ederken selamlamak isterdim. Maalesef veya çok şükür ki milli
dava uğrunda bugün sizin huzurunuza daha evvel çıkıyorum. Deminden beri size
nakledilen maceradan anladınız. Yusuf Kemal Bey bir acayip entrika içinde kalmış
ve onun üzerine vazifesini yapmış olan Yusuf Kemal Bey, Avrupa'ya giderken milli
davanın müdafaası uğrunda uzun bir seyahate çıkmış bulunurken, bizim de vazi
femiz bugün Yusuf Kemal Bey'in arkasında olduğumuzu cihana göstermektir.
Yusuf Kemal Bey bizim temsilcimizdir. Biz onu tutuyoruz ve bütün entrikalara
rağmen tutuyoruz. Şimdi bir arkadaşımız, Hoca Efendi buyurdular ki bir şahıs ile
uğraşmak doğru değildir. Fakat o şahıs bizim milli davamız uğrunda yürüdüğü
müz, mücadele ettiğimiz zaman, ayağımıza takılmamak suretiyle bize engel ol
mamak şartıyla biz ondan bahsetmemeyi kabul ediyoruz. Halbuki daima bize, milli
davamıza engel olmak istemişlerdir. Arkadaşlar, Ateşkesten beri cereyan eden
şeyleri birer birer gözünüzden geçiriniz. Ateşkesten sonra İttihat Terakki Kabinesi
düştüğü zaman, bu memleket yalnız ve yalnız o bir noktaya gözünü dikti. O da
Saray idi. Acaba Saray'dan bir ümit ışığı çıkar mı acaba başsız kalan millet ora
dan bir hayır görür mü fikri herkesin kalbinde biraz yer tutmuştu. Pekala biliyorsu
nuz ki Saray'dan ancak ve ancak Sultan Abdülhamit'in otuz, kırk yılda tesis ede

187
bildiği istibdadı, iki yılda, bir yılda tesis etmek için birtakım entrikalar çıktı. Efendi
ler, unutmayınız ki nerede köşede kalmış tozlu eski devlet adamları varsa onları
çıkardılar. Kambur İzzetler, Nemrut Mustafalar, İçişleri Nazırı Cemaller, bilmem
Mustafa Sabriler, nereden çıktı bunlar? Sultan Abdülhamit'in otuz senede tesis
edebildiği istibdadı bir yılda tesis edebilmek için unutmayınız arkadaşlar, İzmir
işgali üzerine Saltanat Şurası diye bir şey tesis ettiler. O Şura'da ben de bulun
dum, bir komediden ibaretti. Perde açıldı, bir şahıs çıktı. Bir çeyrek saat sürmeyen
üç beş kelime söyledi ve ondan sonra Damat Ferit ayağını ayağı üzerine attı. On
dan sonra bir şey okudu. Ondan sonra kimseye soru ve cevap hakkı vermediler.
Yalnız herkes fikrini söylesin, dediler. Netice sıfırdan ibaret kaldı. Oraya biraz ümit
ile gidenler, Saray'ın kapısından çıkarken, başları önlerine eğilmiş biçare, ümitsiz
nereye müracaat edeceklerini bilmiyordular. Hepimiz ağlıyorduk, kalben ve haki
katen. Bundan sonra pekala biliyorsunuz, daha pek çok entrikalar geçti. İşte Az
navur hadisesi, Balıkesir'i arkasından vurmak isteyenler, işte İzmir cephesini kah
pece arkasından vurmak isteyenler. İşte Bolu hadisesi, işte Konya'yı iğfal edenler,
işte Yozgat hadisesi, bunları kimler yaptı efendiler? Rica ederim, bunları elbette ve
elbette söylemeye mecburuz. Biz şahıs ile uğraşmıyoruz, fakat bizi zorlamasınlar.
Arkadaşlar, ben uzak diyarlardan geliyorum. Her yerde ve her yerde sizin teşkil
ettiğiniz, yoktan vücuda getirdiğiniz mucize Hükümetin her yerde İslam, Hıristiyan,
Türk, Mecusi, anlayan, anlamayan herkes takdir ediyor. Herkes size duacı oluyor.
Bir millet ki bütün dünyaya karşı istiklalini müdafaa için mucizeler yaratmıştır, her
kes onu takdir eder. Fakat İstanbul'da bulunan üç, beş rezil bunu anlamaktan,
anlayabilmekten acizdir. Yılan giresi yürekleri, soğukkanlı yürekli harekete gel
mekten acizdir. Onlar kahpedirler, alçaktırlar. (bravo sesleri) Arkadaşlar, ben bu
defa İstanbul'a uğradım, ailemi görmek için. Koyun tüccarı sıfatıyla uğradım. İs
tanbul'dan Boğaziçi'nden geçerken feci bir hüzün duydum. Saray'ın karşısında bir
Yunan bayrağı çekiliyordu. Yunan bayrağının her gün bir silah atılarak selamlan
maktan ar hissetmeyenler, acaba zannediyor musunuz ki efendiler, Saray denilen
şeyden insanlara saadet gelmiş midir? Tarihi şahit gösteririm. Her memlekette
ekseriya saraylar milliyetsiz, mezhepsiz, rezil menfaatperestlerin yuvasıdır, muh
tekirlerin yuvasıdır. İşte Rusya sarayı, ben Moskova'da Petrograt'ta çarların saray
larını gezdim. Oralarda ne kadar feci entrikalar olmuş. Karanlık köşeler ve nihayet
akıbetlerini bulmuşlar. Adalet onlara çarpmış. Alalım Buhara'yı, Harzem Sarayını.
Buhara Emiri, Harzem Hanı ne yapmışlar? Huzurunuzda söylemeye utandığım
şeylere dair fetvalar çıkarmışlar ve sonra halkı kendilerine sağmalı koyun belle
mişler. Yemedikleri melanet kalmamış. Türkistan'ın Ahmet Mithat Efendisi Behbud
1
Efendi'yi katlettirmişler. Bir Türk albayını katletmişler. Bu saray, sonra bir kütüp

11918 yılında bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ilk içişleri bakanıdır.
1920 yılında Azerbaycan’ın Ruslar tarafından işgali sonrası İstanbul’a gelmiş ve ailesiyle
beraber Pera Palas Oteli’ne yerleşmiştir. Bu tarihlerde Osmanlı Devleti, Birinci Dünya
188
haneye gidip de bir kitap istediğiniz zaman yenilikçi diye bizi idam ederler. Bu,
saray numunesidir. Aynı hali Harzem'de sarayda gözünüzün önündedir. Rica ede
rim arkadaşlar, sözü uzatmak istemiyorum, ben Yusuf Kemal Bey'in saraydan ne
kadar entrika karşısında kalmış olsa yine bizim kuvvetimiz arkasında olduğu için
elbette Avrupa'ya giderken, elbette İzzet Paşa'yla kıyas edilemez derecede bir
mevki ve kuvvet sahibi olarak gittiğine eminim. Bütün dünya Yusuf Kemal Bey'in
Büyük Millet Meclisinin hakiki temsilcisi olarak ve bu toprakların hakiki temsilcisi
ve bu halkın temsilcisi olduğuna ve binaenaleyh bir adalet davasının hakiki sahibi
olduğuna şahittir. Binaenaleyh saray bu entrikasını yanlış çevirmiştir. Saray gibi
rezil, milliyetsiz, mezhepsiz, menfaatçi, aşağı, benim azmimi her vakit ispat etmiş
olan milletimin davası her zaman yukarı. (alkışlar)
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Efendim, ben meseleyi üç şekilde düşünüyorum.
Hükümet Yüce Meclisin malumatı olmaksızın Dışişleri Vekilini Padişah'la görüş
meye memur edebilir mi, edemez mi? Bununla görüşmekte fayda var mı, yok mu?
Zarar mı var, fayda mı? Bu meseleleri müzakere edelim, kararlaştıralım. Yüce
Meclis kendi salahiyetini, haklarını tabiidir ki böyle, yani Halife ile Padişahla gö
rüşmeye muhatap olup olmadığını kararlaştırmak Yüce Meclisin hakkıdır. Buna
Yüce Meclis muhtaç mı, değil mi? Buna kendisi mi, karar verebilir. Yoksa Hükü
met hiçbir vakit Yüce Meclisin meşruiyetini, Hükümetinin meşruiyetini tasdik etme
ye ihtiyacı olduğuna karar veremez.
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Öyle bir şey yoktur. Böyle bir karar olamaz.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Dışişleri Vekilinin beyanatında vardır. Arz ede
ceğim, efendim. Biz Müslümanız, Hilafet makamına bağlılığımız mutlaktır. Buna
şüphe yok. Fakat benden evvel konuşan üyelerin ifade ettikleri birçok faciaya se
bep olanların ve kendi şahsi menfaatini milletin ve işgal ettiği Hilafet makamının
menfaatlerinin de üstünde tuttuğunu ispat eden Padişah'ın şahsına karşı, bizim
bağlılığımızı muhafaza ettiğimizi dünyaya göstermemizde zarar mı var, menfaat
mi var? Çünkü bütün İslam alemi nazarında ve insaniyet alemi nazarında şöyle bir
itham altında kalacağız. Bize birbirimizi katletmeye teşvik eden, birçok ayrılıklara
sebep olan, aramıza girip İslam kanına giren, fetvalarla, mahkemelerle birçok
devlet adamlarımızı mahkum eden, fetvalar çıkarıp bizi asi diye ilân eden... (iftira
dır sesleri) Halbuki bizim maksadımızın, gayemizin kutsallığını inkar iken, bizi bu
suretle asi diye üzerimize ordu sevk ettiği halde bugün yine ona sarılmak ve onun

Savaşından yenik ayrıldığı için İtilaf devletlerinin baskısı altındadır ve İstanbul’da gayri
resmi bir işgal vardır. Behbud Han Cevanşir, Ermeniler tarafından kendisine bir suikast
yapılacağı endişesi taşımaktaydı. 18 Temmuz 1921 tarihinde Ermeni terörist Misak
Torlakyan tarafından şehit edilmiştir.

189
la barışmak ve onlardan bizim mevcudiyetimizin tasdikini istemekle, zannediyorum
ki bütün İslamiyet alemi ve insaniyet nazarında acil düşeceğiz. Binaenaleyh bu
suretle bizim hiçbir menfaatimiz olmadığı kanaatindeyim. Zararlarına gelince, arz
ettiğim gibi bir kere Türkler kendi milliyetlerine, kendi benliklerine sahip değillerdir,
mutlaka Padişah'ın esiridirler, Türkler hiçbir vakitte kendi milliyetlerine ve kendi
varlıklarına sahip değildirler, diyecekler. Burada iki seneden beri bu kürsüde, Rei
simizin ve diğer hatiplerin bağırdıkları nutukların, feryatların hepsinin hava ve hep
sinin yalan olduğunu bütün insaniyet alemine karşı ilan ediyoruz. Çünkü filimiz,
halimiz hilafıdır. Bu kadar sözler söylendikten sonra bu hükümetin harekatını tas
vip etmek demektir, bu doğru değildir. Bunun hakkında ikinci bir şey kalır, Hükü
meti düşürmek, Padişahı da hal... Fakat hal hakkındaki kararımızın tatbik kabiliye
tini düşünüyorum. Tatbik kabiliyeti olmaması sebebiyle bu teklifimi geri alıyorum.
Buna göre Meclis vaziyetini tanzim eder. Her halde Hükümetin düşürülmesi lazım
gelir. Bu Meclis mevkiini muhafaza edecektir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, daha çok söz alan arkadaşlarımız var. Mü
zakerenin yeterliliğini istiyorlar. (hayır sesleri)
FEVZİ PAŞA (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Yusuf Kemal Bey’in İstanbul'a uğ
raması ve İstanbul'da Padişahla görüşmesi Yüce Heyetinizin malumatı haricinde,
Hükümetin verdiği karardan dolayı tarafınızdan tenkit ediliyor. Bilindiği gibi Yusuf
Kemal Bey Avrupa’ya sadece milli maksadımızı, Milli Misakımızı açıklamaya git
mişti. Bu Milli Misak dahilinde İstanbul'da bizim kabul ettiğimiz bir Hilafet Makamı
vardır. Oraya uğramaksızın sıvışıp gitmek, doğrudan doğruya bizim kuvvetsizliği
mizi dünyaya ilan etmek demektir. Zaten bu hareketimizle Avrupa’da, bizim aley
himizde düşmanlarımızın yapmakta oldukları propagandaları doğrudan doğruya
aşmak ve bilhassa İstanbul'daki halkın doğrudan doğruya ruhen bizimle birlikte
olduğunu ispat etmek istiyorduk. Bilhassa İstanbul'a gittik, ispat ettik. Sonra efen
diler, oradaki heyet bizi ikilik çıkartıyoruz diye gösteriyordu. Halbuki biz onu kabul
etmiyorduk. Yalnız siz, bizi tanıyacaksınız, eğer Padişah isterse ona da gideceğiz,
bu teklifimizi söyleyeceğiz, dedik. Bununla ispat etmek istedik ki biz Türkiye’nin
yegane hükümetiyiz ve İstanbul bizim emrimize tabi olacaktır. Fakat bu vaziyetten
acaba muvaffak olduk mu, olmadık mı diyerek düşünmek uygun değildi. Biz doğ
rudan doğruya hakkımızı dünyaya ispat ettirmek için gidiyoruz, orada gördüğümüz
muamele, İstanbul'daki heyetin, düşündüğümüz gibi yabancı bir baskı altında
olduğunu gösterdi. Bundan kuvvetsizliği değil, daha ziyade kuvvet kazandığımızı
anladık. Mamafih Yüce Heyetiniz hakemdir. Meydana gelen muameleyi açık seçik
tetkik edersiniz, bu Hükümetin yaptığı bir harekettir. Şimdi bundan sonra da iyi bir
netice hasıl olacağına inanıyorum.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Geçen sene ocak veya şubat içerisinde olacak, bu
yolda İstanbul'dan Avrupa'ya bir davet olmuştu. Bu esnada bir karar verilmiş ve bir
tebligat yapılmış, böyle bir kararın Yüce Meclisin bilgisine evvela arz ile daha son
ra görüşülmesini bazı üyeler teklif etmişlerdi. Ben de onlar gibi bu teklife imzamı

190
koymuştum. Bu kürsüde uzun münakaşalar olmuştu ve bazı arkadaşlar bu cere
yanı başka taraflara çevirmişti. O zaman Hükümet, bir daha Yüce Meclis karar
almadan kendisi karar vermeyeceğini burada söylemiştir. Bu Hükümet bu defa
buraya başka bir çehre ile geliyor, bunu sorarım.

FEVZİ PAŞA (Vekiller Heyeti Reisi): Yusuf Kemal Bey Avrupa'ya gideceği sırada
Meclise geldi ve size izahat verdi. Her bir kuvvetten istifade edeceğini söylemişti.
Bu hususta lazım gelen malumatı vermişti.

SELAHATTİN BEY (Mersin): Paşa Hazretleri, siz Hükümetin reisisiniz. Size sora
cak sualimiz tabii çoktur.

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Efendiler, bahis mevzuu olan mesele


de tenkitlerin yöneldiği noktaya dair ben de iki kelime söylemek istiyorum. Hükü
metin Dışişleri Vekiliniz Yusuf Kemal Bey’e, İstanbul'da ifa edeceği vazife ve ver
miş olduğu talimat, tamamen yetkisi ve izni dairesindedir. Çünkü Yüce Meclisinizin
bütün milletle beraber takip etmiş olduğu esaslardan biri de Hilafet Makamını mu
hafaza etmektir. Evet, bağlıyız çünkü Hilafet Makamı ve Saltanat her hangi bir
şahsın değildir. Doğrudan doğruya bütün İslam alemi ile beraber Türkiye hakkın
dadır. O makam bizimdir, muhafaza ettik ve nihayete kadar muhafaza edeceğiz.
(alkışlar) Binaenaleyh o makamda millet tarafından, Yüce Heyetiniz tarafından bir
hüküm vermekten uzak olan bu zat, Meclisin teşebbüslerine, kararlarına, milletin
isteklerine uygun hareket edeceğini söylemek üzere ciddi ve hakiki arzu ve talep
de bulunursa, o Hilafet Makamına bağlıyız, müracaat edebilirsin, böyle bir mülakat
yapabilirsin demek, hepimizin salahiyeti dahilindedir. Hükümetinizin de tamamen
salahiyeti dahilindedir. Binaenaleyh Yusuf Kemal Beyefendi bu noktada almış
olduğu talimatı tamamen tatbik etmiştir. Ancak kendisine davet vuku bulduğu anda
bu daveti yapanlar ve yaptıranlar adi bir surette entrika yapmışlarsa, bunda Yusuf
Kemal Bey'in ne kusuru olabilir? Bununla birlikte Yusuf Kemal Bey yine görüşmeyi
yapmakla kendisine verilen vazifeyi yapmış bulunuyor. Bilhassa İstanbul'dan ay
rılmadan evvel bütün vaziyeti açıklayan mektuplar, bu vazifesini iyi bir şekilde ve
muhataplarının durumunu tamamen ilan etmiş bulunuyor. İstanbul'da Hükümet
olarak meşru bir şey olmadığı halde, onlara karşı insani vazifeye, vicdani vazifeye
ve yardım etmeye davet etmek için Dışişleri Vekiline yetki vermek tabii ki Hüküme
tin yapabileceği ve yapmakla mükellef olduğu vazifedir. Böyle bir talimat verdiğin
den dolayı Hükümeti zannederim ki tenkit etmek, isabetli bir iş değildir. Efendiler
İstanbul'da birtakım adamlar vardır ki hareketleriyle ikiyüzlüdürler. Dünyayı aldat
maya gelmişlerdir ve bugün dahi aldatmaktadırlar. Binaenaleyh her nasılsa şöhret
sahibi olmuşlar ve kendilerini hamiyetli ve vatansever tanıtmış olan bu insanların
içini bizim okuduğumuz kadar, bütün milletimizin ve bütün İslam aleminin okuma
sının imkan ve ihtimali yoktur. Kazanabilmiş oldukları makamlarının vermiş olduğu
yetkilerle dünyayı aldatmaktadırlar. Biz böyle insanların iç yüzünü göstermek vazi
fesiyle mükellefiz. Binaenaleyh Yusuf Kemal Bey bu hakikatin tecellisine pek bü
yük hizmet etmiştir. Binaenaleyh Hükümetimizin hareketi bence doğrudur. Binae

191
naleyh Yüce Heyetinizin yapacağı şey, İstanbul'da bulunanların teşebbüslerinin
hiçbir kıymeti ve ehemmiyeti olmadığını bu kürsüden bütün dünyaya ilan etmektir.
(alkışlar)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Müzakereyi kafi görenler lütfen el kaldırsın. Büyük
çoğunlukla müzakere kafi görüldü. Bir önerge var.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Verilen izahata göre hadise, Yusuf Kemal Bey’in İstan
bul'da bir entrikaya maruz kalmış, bunun üzerine yapılması lazım gelen vazife
nin tamamıyla yapılmış olduğu anlaşılmıştır. Binaenaleyh gerek Hükümete ve
gerek Dışişleri Vekilimiz Yusuf Kemal Bey’e itimat beyan olunarak, verilen gen
soruların reddine karar verilmesini arz ederiz.
İzmir Mebusu İstanbul Mebusu Çorum Mebusu
Yunus Nadi Arif Sıddık
RAUF BEY (Başkan Vekili): Bu önergeyi oylarınıza arz ediyorum. Kabul edenler
beyaz, etmeyenler kırmızı rey verecekler. Oylarınızı kullanmaya başlayınız.
(Oylar kullanıldı, pusulaların sayımı yapılırken başka bir gündem maddesi görüşüldü ve...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Hükümete itimat beyan edilmesi ve gensorunun red
dedilmesine dair önergeye 5 ret, 10 çekimser oya karşı 102 evet oyu verilmişse de
oylamaya katılanlar yeter karar sayısını bulmadığından salı günü yapılacak celse
de tekrar oylama yapılacaktır. Şimdi celseyi kapatıyorum.
(Bir gün sonra, 7 Mart 1922 günü Genel Kurulda yeniden oylama1 yapıldı. Oylama sonunda
6 ret, 27 çekimser oya karşı 156 evet oyu ile gensoru reddedildi.)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (6 Mart 1922), 1.Dönem, c.18, s.60-74, http://www.tbmm.gov.tr/
192
13 MART 1922: GİZLİ OTURUMDA VEKİLLER HEYETİ REİSİ FEVZİ PAŞA’NIN,
LONDRA SEYAHATİ İLE İLGİLİ TUTANAKLARIN YAYINLANMASININ GEÇİCİ
OLARAK ERTELENMESİNE DAİR BEYANATI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 7.Birleşim, Gündem:2/1)

Meclis İç Tüzüğü gereğince gizli görüşme tutanakları on yıl sonra ve


açık görüşme tutanakları ise hemen yayınlanır. Geçen hafta yapılan açık
oturumda İngiltere aleyhine konuşmalar yapılmıştı. O günlerde de Dışişle
ri Bakanı İngiltere’de bulunuyordu ve İngiliz Hükümeti ile görüşmeler ya
pıyordu. Hükümet İngiltere aleyhine yapılan konuşmaların yer aldığı Mec
lis tutanağının yayınlanmasının bir süre ertelenmesi için istekte bulundu.
Mecliste bir süredir yaşanan gergin hava iyice gerginleşti.

FEVZİ PAŞA (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, bazı hususlarda Yüce Heyetinize
açıklamalarda bulunmak istiyorum. Dışişleri Vekilimiz Yusuf Kemal Bey Londra'ya
ulaştılar. Yusuf Kemal Bey’in İstanbul'dan geçtiği zamanda yaptığı görüşmelerle
ilgili olarak Meclisimizde kısmen gizli, kısmen de aleni oturumlarda görüşmeler
cereyan etmiştir. Açık oturumlarda İngilizler hakkında şiddetli eleştirilerde bulu
nulmuştur. Bunlar Meclis tutanaklarında yayınlanacaktır. Fakat bu tutanaklar sü
ratle düşmanlarımızın eline geçerek, süratle Londra'ya gönderilerek ve oradaki
Heyetimize müşkülat yaratacaktır.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Hükümetin aklı nerede idi.
MUSTAFA BEY (Tokat): Dinleyelim bir kere, efendim.
FEVZİ PAŞA (Devamla): Bunun için efendiler, bu tutanakların Meclisimiz bu ko
nuda görüşmelerde bulunduğu müddetçe yayınlanmasının ertelenmesini Yüce
Heyetinizden istirham ediyorum. (pek uygun sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Reis Paşa Hazretlerinden sual soracağım. Madem ki
benim işittiğime göre, Hükümet bu meseleyi kendi arasında uzun uzadıya düşün
müş, İstanbul meselesini bir gizli celsede müzakere olunmasını ve yalnız maluma
tın Meclise arzını kararlaştırmıştır. Fakat buraya geldiği zaman bu meselenin yine
gizli celsede kalıp harice çıkmaması hususunda da bazılarımız ve ben teklifte
bulunmuştum. O zaman Hükümetten hiç birisi kalkıp da evet memleketin menfaati
bunu gerektirir ve biz zaten buna karar vermişizdir, demediler. Bu vaziyete mey
dan verdiler. Bugün diyorlar ki bu böyle olmaz. Dışişleri Vekaleti Vekili Celal Bey
aleni olmasını talep etmiştir. Paşa Hazretleri bugün gizli olmasını talep ediyorlar.
Yüce Heyetinizin dikkatini çekerim, memleketin menfaati böyle mi idare olunur?
(gürültüler, devam devam sesleri)
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim; sualin cevabı verilsin ondan sonra
sual sorarsınız.
FEVZİ PAŞA (Devamla): Efendim, bu görüşmelerin şüphesiz gizli yapılması lazım
gelirdi ve biz böyle karar vermiştik. Aynı zamanda İstanbul'da İngilizlerin teşvikiyle

193
vukua gelen durumun her halde bir aleni celsede izahı lazım geliyordu. Onun için
Hükümette ne yolda açıklama yapılacaksa o tespit olundu ve Celal Bey onu kağıt
üzerine kaydettiler. Buraya geldikten sonra müzakere bir müddet gizli cereyan etti
ve biraz sonra oturuma ara verilmek üzere aleni celseye geçilmesi arzu olundu.
Aleni celseye geçilmekten maksat tespit edilen görüşlerin yayınlanması içindi.
Fakat söz alan arkadaşlar gizli söylenmesi icap eden şeyleri aleni celsede söyle
dikleri için bu suretle bu mesele ortaya çıkmıştır. Gerçi bunun yayınlanması ve
hakikatten ibaret olan bu konuşmaların herkes tarafından bilinmesi lazım gelir.
Ancak bugün Londra'da bulunan Heyetimizin ve Dışişleri Vekilimizin görüşmeleri
ne zarar vermemek üzere yayınlanmasının ertelenmesini istiyoruz ve bundan
düşman istifade etmesin, diyoruz.
SALAHATTİN BEY (Mersin): Reis Bey, sual soracağım.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Olmaz.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Hükümetin Reisidir, memleketin menfaatlerinden
bahsediyorlar, sual sormayalım mı?
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Sonra sorarsınız, buyurun Şükrü Bey.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Efendiler, Paşa Hazretlerinin beyanatından
bir şey anlamadım. Geçenlerde gizli celsede aramızda mevzuu olan bu meselede
üyelerden bir kısmı ve ben de dahil olduğum halde bunun gizli celsede konuşulup
aleni celseye geçmemesini teklif etmiş ve bunun da memleket menfaati icabından
olduğunu ifade etmiştim. Fakat maalesef Hükümet adına söz söyleyen Celal Bey
arkadaşımız, hayır aleni celse olmasını kabul ederiz, dediler. Aleni olarak celsenin
devamı arzu edilmediği halde aleni oldu. Sonra aleni celsenin müzakerelerini ga
zetelere geçirmeyecek kadar da hatamızı daha o günden anladık ve bugün onun
itirafını burada dinliyoruz. Paşa Hazretlerinin bugünkü beyanatı o hatanın itirafıdır.
Efendim, başka bir şey değildir. Karşımızda görüyoruz ki Hükümetin sabit, kararlaş
tırılmış bir kanaati yok. Hükümetin siyasi kanaati de belli değildir. Doğu'ya mı gide
cek, Batı'ya mı gidecek, Doğu siyasetini mi takip edecek, İngilizlere mi yanaşacak,
bunu da tayin etmiş değildir. Bunu da bugünkü beyanatı ile açıkça söylemektedir.
Bir memleketin siyaseti tespit edilmez, böyle günün esen rüzgarlarına, cereyanları
na tabi olacak olursa böyle devlet idaresi olmaz, buna devlet idaresi denilemez.
Efendiler, tayin edilmelidir ve Hükümetinizin siyaseti Doğu mudur Batı mıdır? Bunu
anlamak isteriz, bunu burada dinlemek isteriz. Bunu her halde bilmeliyiz. Bunu bil
dikten sonra, siyasetimizin cephesini tayin ettikten sonra ona göre hareket etmek ve
yürümek lazımdır. Yoksa Londra konferansına giderken bir türlü, Doğu'ya giderken
bir türlü, Batı'dan esen bir rüzgarla tutanakların yayınlanmamasını talep etmek bir
türlü. Yazıktır bu memleketin siyasetine. Alt üst oluyor, kötü olmaktadır.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, mevzuu tutanakların yayın
lanmasının ertelenmesidir. (oya koyunuz sesleri)

194
TAHSİN BEY (Aydın): Efendiler, tutanakların bir müddet için yayınlanmaması,
talep olunan müzakeredeki önergelerde benim de imzam vardır. O önergenin baş
tarafında sorulan hususun gizli celsede müzakere edilmesi şartı tarafımdan beyan
edilmişti. Hal böyle iken o soru önergelerinin neticesi olarak icap eden müzakere
nin aleni olmasını Meclisçe verilen karar üzerine Celal Bey bunun aleni olmasına
lüzum görmüş, karar vermiştir. Fakat bugün Londra'da İngilizlerle müzakerede
bulunmak vazifesini gören Dışişleri Vekilimiz, Londra'da bulunurken tabii ki İngiliz
lerin aleyhinde cereyan eden müzakerenin yayınlanması doğru değildir. Bunu
kabul ederim, daha bundan evvelki böylesine hatalarıyla beraber bir hesap sor
mak, onlara yumruğumuzu göstermek şartıyla kabul ederim.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Arkadaşlar, zannederim siyasette en mühim ve
lazım olan şey hislerimizi gizlemektir. İçerisinde olan şeyi gizlemektir. Biz bilakis
kendi aramızda olan şeyleri gizleriz. Dostuz, düşman görünürüz, düşmanız dost
görünürüz, kötüleriz, methederiz. Sonra siyasete geldik mi Don Kişot'çasına yürü
rüz, kainatı fethederiz. (bravo) Aleme harp ilan ederiz. Yahu rica ederim, ne yap
tık. Üç seneden beri bütün kuvvetimizle hücum ettik İngilizlerin aleyhine, bu mille
te. Fakat arkadaşlar hislerimizi biraz gizlememiz icap eder. Daha bugünkü gazete
Hakimiyeti Milliye’nin ki Hükümetin yarı resmi bir gazetesidir, makalesine bakınız.
Ne kazanacağız bunu yayınlamaktan. Millet biliyor. Arkadaşlar İngilizler Müslüman
aleminin, Türk aleminin düşmanıdır, canavarıdır. Biz bunu biliyoruz. Fakat bunu
her gün gazetelere yazmakta ne mana var? Sonra...
BİR MEBUS BEY: Orada yazılan şahsi bir görüşten ibarettir. Ne çıkar ondan?
BESİM ATALAY BEY (Devamla): Müsaade buyurun efendim, Hükümetin yarı
resmi gazetesidir. Şimdiye kadar bizim bunlara karşı olan husumetimizi, kinimizi
karnımızda saklamakla beraber, yapacağımız işi ona göre yapsaydık herhalde
daha fazla kazanacaktık. Her halde daha faydalı şeyler kazanmış olurduk. Bu bir
hatadır. Gerek bizim, gerek Hükümetin hatasıdır. Şimdi hata üzerine bir hata daha
yapıyoruz. Hükümet bunu burada açıkça müzakere ettirdi. Şimdi de yayınlanma
masına karar vermiş, geldi burada söylüyor. Şimdiye kadar birçok şeyler yaptınız.
Bizim haberimiz olmadı bunu da bizim haberimiz olmadan yayınlamayınız. Buraya
kadar geldikten sonra ben korkarım her halde işitilecektir. (zaten işitilmiştir, haber
gitti, sesleri)
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim; söz alan daha yedi arkadaşımız
vardır. İki de yeterlilik önergesi var. Binaenaleyh müzakereyi kafi görenler lütfen el
kaldırsın...
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): En esaslı işlerde müzakerenin yeterliliğine dair
önerge verilir mi?
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, susunuz.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Müzakere usulü hakkında söyleyeceğim.

195
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Müzakereyi kafi görmeyenler lütfen el kal
dırsın. Efendim, müzakere kafi görülmüştür.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Reis Bey, bir kişinin söz söylemesine İç Tüzük
müsaade eder, İç Tüzük açıktır.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Olamaz.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Hakkımı veriniz. Kabul etmiyorum.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Müsaade buyurun söylesin.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim Şükrü Bey susunuz, söz alma
dınız. Efendim karar vermeden evvel yalnız bir kişiye söz verilir. Fakat karar ver
dikten sonra söz verilmesi yoktur.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Devamla): Gayet iyi söyledin, teşekkür ederiz. Hakkımız
yoktur böyle şeylerde.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim önerge, tutanakların geçici bir
müddetle yayınlanmaması reye konularak gündeme geçilmesine dairdir.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Tutanakların geçici bir zaman ertelenmesini ve gün
deme geçilmesini teklif ederiz. 13 Mart 1922
Malatya
Feyzi
Mebusu Kozan Mebusu
Dr. Fikret
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim; Kozan Mebusu Dr. Fikret ve Ma
latya Mebusu Feyzi beylerin önergesini reyinize arz ediyorum. Kabul edenler,
1
etmeyenler, kabul edilmiştir.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (13 Mart 1922), 1.Dönem, c.3, s.47-49, http://www.tbmm.gov.tr/
196
18 MART 1922: GİZLİ OTURUMDA YOZGAT İSYANINDA SUİİSTİMAL YAPTIĞI
İDDİASI İLE ESKİŞEHİR MİLLETVEKİLİ HÜSREV SAMİ BEY HAKKINDA HA
ZIRLANAN TESKERENİN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 10.Birleşim, Gündem:2/1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra, Yozgat’ta Çapaoğlu


Ailesinin öncülüğünde bir isyan patlak vermiş, isyancılar üzerlerine gönde
rilen düzenli ordu birliklerini de yenip Yozgat’ı işgal etmişlerdi. Batı Cep
hesinden çağrılan Çerkez Ethem, isyanı kısa bir süre içinde bastırdı.
Ancak Çerkez Ethem’in Kuva-yı Seyyare kuvvetleri isyanı kendi yöntemle
rini kullanarak bastırdıktan sonra Yozgat’ı yağmaladılar. Bir buçuk yıl son
ra bu yağma olayı Meclis gündeminde milletvekilleri tarafından tartışıldı.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Hüsrev Sami Bey hakkında 4.Şube rapo
ru var, okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Tokat Mebusu Mustafa Bey tarafından Yüce Meclise verilen ve 25 Ocak
1922 tarihinde tetkik için Şubemize havale olunan önergede, Yozgat'ta Çapa
noğlu İsyanı sırasında Kuva-yı Milliye kurulması için Hükümet tarafından vazi
feli olarak gönderilen Eskişehir Mebusu Hüsrev Sami Bey’in, Yozgat’a vardı
ğında hiçbir iş yapmadan 800 kilo afyon, 18 araba halı, kilim ve seccade topla
yıp, hastalığını ileri sürerek, üç gün sonra Ankara’ya geri döndüğü, getirdiklerini
on sekiz bin liraya sattığı iddia edilmektedir.
Dosya üzerinden yaptığımız tahkikatta iddia edilenlerin doğru olup olma
dığı anlaşılamamıştır. Yozgat ile haberleşmenin zorlukları göz önünde bulun
durulmakla birlikte, iddiaları mahallinde tahkiki lüzumu zaruri görülmüş ve o
esnada Akdağmadeni’nde izinli bulunan Yozgat Mebusu Rıza Efendi vasıtasıy
la lazım gelen tahkikat yaptırılmıştır. Rıza Efendi’nin tahkikatına göre, isyan
hadisesi esnasında Yozgat'ın Rum mahallesinden Kuyumcuoğlu Yuvan'ın ceb
ren mağazası açtırılarak 480 kıyye afyon, 2 balya kösele, bir sandık şeker, 30
kıyye kahve, 50 kıyye kalay, 200 adet tiftik çuvalı, 5 balya manifatura, 15 parça
halı, kilim, 50 adet asker kaputu, Abdullah Efendizade Osman Efendinin dük
kânının kepeneğini kırarak eşyasının yağma edildiği ve Mandacızade Mehmet
Ağa’nın Kuva-yı Milliye’nin Kako Mehmet Bey müfrezesinden bir kaç çetenin
hanesine gelerek kendisini ölümle tehdit ve birçok para, altın ve eşya ile üç
başlığı gasp ettikleri ifade ve iddia olunmuştur.
Bu şekilde memleket dâhilinde gerek asilere ait olup müsadere edilen ve
gerek masum ahaliye ait gasp edilen eşyalardan, Hüsrev Sami Bey’in halı,
kilim, kösele ve afyonu arabalarla Ankara'ya getirttiğini, bazı şahitler ifade et
mişlerdir. Fakat bazı şahitler de Hüsrev Sami Bey’in bu yağma ve gasp hadise
lerine iştirak edip etmedikleri hakkında malumatları olmadığını ifade etmişlerdir.

197
Yozgat Mutasarrıflığı tarafından yapılan tahkikatı evrakının İçişleri Vekâletine
gönderildiği öğrenilmiş ve bu evrak da incelenmiştir. Bu dosyada mevcut olan,
Polis Memuru Şevket ve eşraftan Tunusluzade Asım Efendi’nin ifadeleri de
aynı şekildedir. Hakkında Şubemiz tarafından tahkikata başlandığı sırada izinli
olarak memleketine gitmiş bulunan Hüsrev Sami Bey’in ifadesine başvurula
mamıştır. Bu meselenin bir hayli zaman daha sürüncemede kalmaması için
biran evvel tahkikatımızı neticelendirmek istedik.
Vicdani kanaatimize göre Hüsrev Sami Bey’in, gerek Yozgat asilerine ve
gerek masum ahaliye ait olan bir hayli kilim, halı kösele, afyon ve diğer eşyala
rı, vazifesinden ayrılarak beraberinde Ankara'ya getirdiği anlaşılmıştır. Hüsrev
Sami Bey’i mahkemeye havale edilmek üzere bu fezleke tarafımızdan tanzim
edilerek, tahkikat dosyası ile birlikte Yüce Heyetinize arz ve takdim kılınmıştır.
28 Şubat 1922
4.Şube Reisi Raportör Üye Üye Üye
Hafız Mehmet Süleyman Sırrı Atıf Âlim
Üye Üye Üye Üye
Mustafa Naki Haydar Mehmet Necati Rıza
Üye Üye Üye Üye
Mustafa Sabri Mehmet Kadri Ragıp Salih
Üye Üye Üye Üye
Halil Hulki Ahmet Hamdi Celal Hasan Hüsnü
Üye Üye Üye Üye
Hüseyin Mustafa Hulusi Vasfi Hasan Tahsin
-Tahkikat ifadesine muhalifim. (Hafız Mehmet)
- Hüsrev Sami Bey’in ifadesi alınmadığı içim muhalifim. (Vasfi)
-Evrak tamamlanmadığından dolayı muhalifim (Hüseyin)
-Tahkikat ve fezlekenin Yozgat Mebusu Süleyman Sırrı Bey tarafından hazır
landığı ve Hüsrev Sami Bey’in ifadesi alınmadan istisnai muamele yapıldığı için
muhalifim. (Hasan Tahsin)

SÜLEYMAN SIRRI BEY (Raportör Üye): Raportör olmam dolayısıyla ilk söz be
nimdir.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Süleyman Sırrı Beyefendi geçen gün bu kürsüde
hem hâkim ve hem savcı olunamaz demişlerdi. Binaenaleyh o raportör de olamaz.
HÜSREV SAMİ BEY (Eskişehir): Rica ederim, bırak söylesin.

198
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Raportör Üye): Karşıda bir arkadaşımın haysiyeti ve
ortada binlerce kişinin namusu ve ırzı berbat olmuş bir ahali vardır. Allah aşkına
olsun bir parça sessizce dinleyiniz. Hüsrev Sami Bey bana bir hıyanet isnat etti.
Ben ona karşı vermiş olduğu önerge sebebi husumet olarak gösterdiği üç madde
ye cevap vereceğim. Ben dedim ki Hüsrev Sami Bey hakkındaki bu rapor, Yozgat
meselesi hakkındadır. Ben ise Yozgat'ın bir mebusuyum, memleketimin haklarını
müdafaaya mecburum ve bu bakımdan savcı da olurum. Binaenaleyh bu sebep
ten dolayı tahkikata gitmem doğru olamayacaktır. Bu dakikadan itibaren istifa edi
yorum dedim. Sözüm budur. Muhterem arkadaşlar, bu sene başında geçen sene
den bizim 4.Şubeye devredilmiş evrak arasından birisi, Askerlik Şubesi Reisi Bin
başı Hüsnü Bey’in cebren gasp edilen beş bin lirası hakkındaki tahkikattı. İkincisi
Isparta'daki asilere ait sanılarak satılan yedi bin koyun hakkındadır.
HÜSREV SAMİ BEY (Eskişehir): Bu kimin hakkındadır, düzelt.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Devamla): Bu, Hafız İbrahim Bey, İstiklâl Mahkemesi
heyeti ve Hüsrev Sami Bey’in kardeşi Eyüp hakkındadır. Üçüncüsü, Yozgat hadi
sesine ait olup şimdi okunan rapordur. Hüsrev Sami Bey geçen günkü önergesin
de bendenize üç sebepten dolayı husumet iddia ediyordu. Yani ben kendilerine
hasım olduğum için bu tahkikatı yapamazmışım. Bendeniz müsaadenizle şimdi
bunlara cevap vereceğim. Hüsrev Sami Bey Isparta'da suiistimal edilen koyunlar
hakkında benim önerge verdiğimi ve bunu 4.Şubeye havale ettirdiğimi söylediler.
Malumunuz bu mesele hakkında Hükümet tahkikat yaptırmıştı.
HÜSREV SAMİ BEY (Eskişehir): Mesele böyle değildir.
CELAL BEY (Genç): Böyle karşılıklı konuşulmaz Reis Bey.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Devamla): Bununla beraber asıl sebep olarak bendenize
hıyanet etti diyorlar. Yozgat hadisesinde Çapanoğulları tarafından fetva okunurken
bendeniz fetvayı dinlemişim ve Kuva-yı Milliye gelince bunu görmüşler, deniliyor.
Beni asiler cezalandırırken, mebus sıfatım buna mani olmuş ve hayatımı esirge
mişlerdir. Bendeniz o fetvanın okunduğu vakitte Akdağmadeni’nde kardeşim ko
yun gibi kesiliyordu, milli harekât taraftarı olması itibarıyla ve ben de hapishanede
ömrümün nihayetine beş saat kaldığını düşünüyordum. Efendiler, ben bu Vatana
midemle, menfaatimle bağlı değil, ailemle, kanımla, hayatımla bağlıyım. (bravo
sesleri) Ben nasıl bu Vatana hıyanet ederim? Arkadaşlar, Yozgat’taki tahkikatın
esası olmak üzere Mutasarrıflığa verilen yazı buradadır. (gürültüler) Dinleyelim
rica ederim, telaş buyurmayın, bir Millet Vekilinin ağzından çıkan bir sözdür. Ben
denizin bu husumeti iddia olunan muameledeki alakamı arz ediyorum.
HÜSREV SAMİ BEY (Eskişehir): Bu rapor kimin tarafından veriliyor?
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Devamla): Komiser Şevket tarafından veriliyor. Bendeniz
hapishaneden çıktıktan sonra Ankara'ya geliyordum. Malumunuz hapishaneden
çıkar çıkmaz hayatımın kurtulduğunu Yüce Meclisinize arz etmiştim. Meclis Divan

199
Reisliğinde şahit sıfatıyla bana soruldu, işte cevabım buradadır. Ankara'ya gelmek
üzere Yozgat'tan çıktık. Bir saat beride Yozgat Mutasarrıfının ve Vergi Başkâtibi
nin ailesi geliyorlar. Kuva-yı Milliye’den yaralı bir kaç asker de beraberlerinde.
Saydım 18 araba, bu arabalardan aileye bir kaç araba müstesna olmak üzere
diğer arabalarda muhafız askerleri var, hepsi eşya dolu. Hüsrev Sami Bey arka
daşımız buradan giderken atla gitmişti. Gelirken yaylı arabaya sığmıyordu. Boru
gibi ayakları dışarıda idi ve oradan gelirken birçok atları beraberinde getiriyordu.
Bu atları nereden aldı? Efendiler, Millet hayatıyla uğraşırken, can çekişirken sana
pazarlık yapan, sana bal satan kimi buldun? Hüsrev Sami Bey!
SALİH EFENDİ (Devamla): Şahsiyet...
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Devamla): Şahsiyete ait ne var?
HÜSREV SAMİ BEY (Eskişehir): Muhterem arkadaşlar, 4.Şube tarafından aleyhi
me tanzim edilmiş olan bu raporda, evvela Yozgat'ta Çapanoğlu hadisesini bas
tırmak için bendenizin Kuva-yı Milli kurmaya gittiğim söyleniyor. Hâlbuki ben Kuva
yı Milliye kurmaya gitmedim. Bendenizi başka vazife ile memur ettiler.
CELAL BEY (Genç): O vazife nedir Efendim, izah buyursunlar Reis Bey.
HÜSREV SAMİ BEY (Devamla): Söyleyeceğim efendim, hiç bir hakikat meçhul
kalmayacaktır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Kesmeyiniz. Rica ederim. Sonra söz alır
söylersiniz. Dinleyelim rica ederim.
HÜSREV SAMİ BEY (Devamla): Fezlekede, vazifemi yapma yerine, bilmem ne
kadar araba, halı, kilim topladığım yazılmış. Bu da yalandır. Sonra hastalığı baha
ne etmişim, Ankara’ya dönmek için. Bu da yalandır efendiler. Üç gün sonra değil
brş gün sonra döndüm. Kendisine verilen harcırah nispetinde vazife görsün, deni
yor. Rica ederim, aldığım harcırah İçişleri Vekâletinde bellidir ve aldığım harcırah
da elli liradır, efendiler. Aldığım paraya karşı iş görmemişim, deniyor. İşimi zanne
derim ki çok güzel görmüşümdür. (ooo sesleri, gülüşmeler) Esasa girecek olursak
eğer, bendenizin çok söyleyeceklerim var. Benim bütün davam 4.Şubede yazılan
şu fezlekede benim malumatıma müracaat edilmemesidir. Bunu da arz etmek
istiyorum ve benim bu söyleyeceklerimde birçok hakikatler var. Yüce Meclisiniz
bunu öğrenince, benim masumiyetimi tasdik edecektir. Beni dinlememişlerdir. Ben
Kuva-yı Milliye kurmak için Yozgat’a gitmedim.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Efendim, Hükümetten gelen yazıda öyle diyor.
HÜSREV SAMİ BEY (Devamla): Hükümetten gelen yazı da yanlıştır. (ooo sesleri,
gürültüler) Benim aldığım vazife böyle değildir. Sonra Efendim, tahkikatı hep birlik
te yapması lâzım gelen bir şube, tahkikatı oraya girdiğimiz zaman orada bulunan
Süleyman Sırrı Bey ve izinli olarak orada bulunan Rıza Bey gibi arkadaşlarımıza

200
havale etmiştir. Arzu eder misiniz ki bir mebus her hangi bir mebusun aleyhinde
Yüce Heyetinizin kararı olmadan tahkikat yapsın? Kim tahkikat yapabilir?
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): O da fetvayı dinleyenlerdendir.
HÜSREV SAMİ BEY (Devamla): İşte böyle bir fezleke çıkmış ortaya. Fakat benim
Yozgat’ta birçok öğrendiklerim vardı. Bunları söyledim. Benim de ifadelerime mü
racaat buyurun. Süleyman Sırrı Bey’in bilmediği daha birçok hakikatler var. Onun
için tahkikatın derinleştirilmesini istiyorum Efendim. Bendenize Isparta İstiklal
Mahkemesine ait bir soru soruldu. Beni Antalya'da zannediyorlardı. Bu soruları
Antalya'ya göndermişler. Bendeniz Mersin'de bulunduğum vakit oraya gelmiş. O
vakit Adnan Bey’in bir telgrafını aldım. Bu telgrafında 4.Şube tarafından sorulan
sorulara cevap veriniz, deniliyor. Bu telgraf 4 Şubat’ta geldi, 5 Şubat’ta cevap ver
dim. Ben orada iken bana Yozgat'a ait bir soru sorulmadı. Sonra Meclis Divanın
dan 4.Şube tarafından ifadeniz alınacağı için geliniz, diye telgraf aldım. Ben de
4.Şubenin telgrafına 5 Şubat’ta cevap verdim, eğer bu cevaplar kâfi değilse he
men geleyim, dedim. Zira ailemin taşınması ve yerleştirilmesi ile meşgulüm. Bana
cevap veriniz, diyorum. Meclis Divanından bana hiçbir cevap gelmiyor. Bendeniz
altı gün sonra kalkıp geliyorum. Yüce Meclisin Yozgat İsyanı hakkında aydınlan
ması lazımdır. Bu tarihe geçen bir hadisedir. Bütün faciaları arz edeceğim. Bütün
şeyleri bendeniz sizden daha fazla biliyorum. On araba halı, seccade değil, efen
diler. Onları da arz edeceğim. Daha büyük şeyler vardır. Rica ederim, bunların
tahkiki lâzımdır. Herhalde istirham ederim bunu araştırınız, bu hakikat tarih naza
rında çirkin kalmasın. (söyleyin sesleri, gürültüler) Şimdi Efendim, malumunuz Milli
Meclisimiz açıldığı günlerden biraz evvel veya biraz sonra birtakım isyan hadisele
ri oldu. Bu isyanların en müthişi Yozgat İsyanı idi. Çünkü doğu ile batıyı ayırıyor,
doğudan gelen bütün silah, cephane ve askerin yolu kapıyordu.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, müsaade buyurur musunuz? Müzakere
usulü hakkında söyleyeceğim. (hayır, sesleri) Mesele karışacaktır.
HÜSREV SAMİ BEY (Devamla): Efendim, dinlemezseniz söyleyemem. Efendi,
burası engizisyon mahkemesi değil. Herkesin müdafaa hakkı vardı. Yozgat İsya
nını bastıracak olan Ethem kuvvetlerini Hükümet buraya getiriyor Efendim. Bunlar
burada bir iki gün kaldıktan sonra Yozgat'a sevk edileceklerdi. O aralık kendilerini
salimen Yozgat'a gönderecek bir kılavuz arıyorlardı. O vakit İsmet Paşa Hazretleri
Genel Kurmay Reisi idi. Hiç unutmam, bayram günü idi. Arkadaşlarımızla bir yer
de otururken ben Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinden bir yazı alıyorum. Diyorlar
ki derhal Genel Kurmay Reisine müracaat ederek hareket ediniz. Bendeniz kalkı
yorum bayram günü gidiyorum İsmet Paşa’ya, bana diyor ki Yozgat'a gitmeniz
icap ediyor. Ben de dedim ki gitmemde ne fayda vardır, ben mebusum, gitmemde
Hükümetçe ne gibi menfaat var? Dediler ki; orada vaktiyle bulundunuz. Oraların
arazisini biliyorsunuz, bir müfreze yanlış bir yere sevk edilecek olursa felaket olur.
Keskin’e kadar hadise büyümüştür, binaenaleyh sizin oraları bilmeniz dolayısıyla
götürmeniz lazım gelir, dedi. Verilen vazifenin birincisi bu idi. İkincisi, bu Ethem

201
kuvvetleri ötede beride, mahkeme etmeksizin adam idam etmektedirler. Senin
vazifen, bir Harp Divanı teşkil ediyoruz ve bu mahkemenin kararı olmadan katiyen
adam asılmayacaktır, dedi. Bunu bendenizin yapabileceğini zannetmiyordum.
Çünkü mesuliyeti olmayan bir kuvvet üzerinde benim ne hâkimiyetim olabilirdi.
Bunu düşündüm efendiler ve uzun uzadıya düşündüm ve dedim ki vaktiyle Yoz
gat'ta tehcirinden dolayı orada Ermeni kesti diye benim eniştemi Yozgatlılar mah
kûm etmişlerdi ve akın akın İstanbul mahkemelerine giderek şahitlik etmişlerdi.
Oradaki Mutasarrıf Kemal Bey’i Yozgatlılar idam ettirmişlerdi. Binaenaleyh benim
oraya gidişim, onların intikam fikriyle gelir derler. Yozgat'ın toprağından, taşından
Çapanoğlu çıkar dedim. (gürültüler) İsmet Paşaya söyledim efendiler.

SITKI BEY (Malatya): Mutasarrıf Kemal Bey milletin kalbinde ölmemiştir.


HÜSREV SAMİ BEY (Devamla): İsmet Paşa dedi ki gütmeniz şarttır ve lazımdır.
Ben bu memleketi iyi tanırım, bana birçok şeyler isnat ederler, dedim. Hayır dedi,
Memleketin menfaati için gideceksin. Bir fedakârlık olarak bunu kabul ettim efendi
ler, atıma bindim ve o kahramanlarla beraber gittim. O Ethem’in adamları o zaman
giderken kahramandılar. Gittik Efendim, daha Keskin'e varınca oradaki bütün ahali
heyecanla asileri bekliyordu. Yola devam ettik ve Yozgat'a akşamüzeri vardık.
Bendeniz planı yapmıştım ve güzelce her tarafı sardık. Saat on buçuk idi müfreze
kumandanına, içeriye bir teslim komisyonu gönderelim, teslim olsunlar, dedim.
Vakit geçtir, müsademe olursa ne yapacağız dediler. Ben o halde bir top atalım,
onlar da çıksınlar, dedim. Bir top Nohut dağına doğru atılmıştır. Bunun üzerine bir
müfreze içeriye gönderildi. Müfreze Yozgat kenarına girer girmez karşıdan ateş
edildi. Bendeniz topçu mevziinde bulunuyordum, tabii müfrezeler içeriye girmeye
başladı. Ethem Bey’in ağabeyi Tevfik Bey içeriye girdi. Müfreze içeriye girer gir
mez asiler tabii her tarafa dağıldı. Çünkü öyle bir dağdır ki birçok çukurlar vardır.
Biz görüyorduk otuz oraya, öteye yirmi süvari kaçıyordu. Tüfek sesli kesilmiyor,
mitralyöz sesli kesilmiyordu. Nihayet akşama doğru asiler bizim bulunduğumuz
Soğukluk Tepe’den, dağın içindeki ormanlardan bizi yarmak istediler. Müsademe
gece saat bir buçuktan ikiye kadar devam etti. Oradaki müfrezemiz sıkışmıştı.
Bereket versin müfreze ile verilen 80 adam ile oraya gittik ve orada bir kısmı vu
ruldu, bir kısım da öldü. Biz gece saat üçte şehre girdik. Belediyeyi, mektebi, Hü
kümeti falan işgal ettik. Fakat kısmen Hıristiyan mahallelerinden tüfek sesi çıkı
yordu. Öncelikle bu tüfek sesini kesmek icap ediyordu. Yozgat'ın kadınları, bizim
müfrezenin adamları, hepsi Rum ve Ermeni mahallesini yağma ediyorlar ve Er
meni mahallesi yandı. Birçok ölü vardı. Bunu huzurunuzda itiraf ediyorum. Mikta
rını Allah bilir. Nihayet bir ev vardı ve orada müsademe devam ediyordu. Orada
Ermeniler yedi evladımızı şehit ettiler ve o ev de yakıldı. Sonra sıkıyönetim ilan
ettik, Yozgat'ın alındığını buraya bildirdik ve bir Harp Divanı kurduk. Süleyman
Sırrı Bey arkadaşımız da fezlekede diyorlar ki yazdıkları gibi, bendeniz bu işi yap
tım. Ben hiç görmeden Ethem’le müşterek hareket ediyordum ve Süleyman Sırrı
Bey biran hayatımızı kurtardınız diye minnet, şükran göstermişlerdir. Şimdi Efen
dim Harp Divanı kuruldu, asileri aradık. Sonra birer birer Hükümetin tahkikat ve

202
takibatı ile yakalanan dört kişi oldu. Zannederim orada Hilafet Ordusu kumandan
larından dört kişiyi Harp Divanına verdik. Orada on, on bir kişiden fazla asılmamış
tır. Efendiler bu Harp Divanını teklif eden Hükümettir. Bendeniz yalnızca Harp
Divanı tarafından karar verilmesine nezaret ediyordum. Katiyen kararı olmadan
astırmıyordum. Hatta efendiler, bir subayı idam ediyorlardı, sehpaya koymuşlardı
ve ipini de çekmiştiler. O sırada efendiler pencereden bağırmak suretiyle onu kur
tardım. Çünkü kardeşi gitti geldi ve bağırdı, dedi ki mahkeme edilmeden asılıyor.
Onun üzerine pencereye çıkarak bağırdım. Onlar da hayret ettiler ve herifi kurtar-
dılar. Bunu da Yüce Heyetinize arz ediyorum.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Biçare bir Erzurumlu dükkânından evine giderken tut
tunuz ve astınız ve sonra da beş yüz lira para verdiniz. (hah hah sesleri)
HÜSREV SAM l BEY (Devamla): Ben kanunsuz hiçbir ferdi idam etmedim. Ben ne
adam idam etmeye memurum ne de edilmesine müsaade ettim. Fakat kanunsuz
hiçbir adam idam edilmemiştir. Çatışmada vurulmuştur. Bendeniz Yozgat mesele
sinin tasfiyesinden mesul değilim efendiler. Ben bana verilen vazifeyi arz ediyo
rum. Kılavuzluk yaptım ve harp divanı kurularak muhakeme edilmeden hiç bir fert
idam edilmeyecek dedim ve idam edilmemiştir. Sonra benim buraya dönüşüm
meselesi, Yozgat'a girdiğimiz zaman hain düşman tam karşısından çekilmiş olan
Kuva-yı Seyyarenin yokluğundan istifade Salihli'ye ve Alaşehir'e doğru hareket
yaptı ve Yozgat asilerinin asıl hıyaneti buradadır. Yani Yozgat isyanını asıl meşru
gösteren arkadaşlara karşı derim ki Yozgat isyanında Yunanlılar tarafından bazı
yerler elimizden çıkmıştır
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Yozgat isyanı meşru değil, fakat masumdur.
HÜSREV SAMİ BEY (Devamla): Şimdi Efendim, Yozgat içerisine Ethem’in müfre
zeleri girdiler ve sabaha kadar yağma ettiler ve bazılarını katlettiler. Ne buldularsa
Rumlardan, Ermenilerden yağma ettiler, bazılarını da katlettiler ve yaktılar. Bunları
gayrı ihtiyari ve şuursuz olarak yaptılar. Efendiler, ihtilal içinde şuursuz kuvvet
bunu yapabilir. Süleyman Sırrı Bey kardeşimize derim ki gördüğü şeyler azdır.
Yalnız arabalarla olabilir. Binlerce koyun, araba, sığır getirilmiş ve burada Meclisin
bir kilometre aşağısında satılmıştır. Efendiler rica ederim hakikati görünüz. Hükü
met o zaman bu Ethem’in kuvvetine karşı bir şey yapamıyordu, acizdi. Bunu itiraf
edelim. Şimdi efendiler, bendeniz bu izahattan sonra diyorum ki 4.Şubede bir de
Haydar Bey vardır. Haydar Bey’le bizim geçmişte bir husumetimiz de vardır ve
Haydar Bey bunu beş ay evvel bu kürsüden Yüce Meclisinize itiraf etmiştir. Arka
daşlar, benim hiçbir mahkemeden korkum yok. Vicdanım açıktır. FUAT BEY (Bo
lu): Haydar Bey, benim Hüsrev Sami Bey’le bir husumetim var diye mütalaamı
almayarak karar veriniz dedi ve toplantıda bulunmadı. Bunu arz etmeyi uygun
buldum.
HÜSREV SAMİ BEY (Devamla): Pekâlâ Efendim, benim haberim yoktur. Şimdi bu
fezleke için dışarıdan herhangi birini tutuyorsunuz, yani falanca kişi senin hakkın

203
da şunu şunu söylemiştir, diyorsunuz. Efendiler, benim en mukaddes hakkım mü
dafaa hakkımdır. Birçok hakikatler daha çıkacaktır. Sonra diyorlar ki bu Efendiyi
çağırdık gelmedi diyorlar. Bu doğru değildir. Şimdi Efendim onu da arz edeyim,
diyorlar ki ben on sekiz araba ile gelmişim. Bu da yatandır. Bendenizin at ile dö
necektim. O gün sıcak bir Ağustos günü idi. Ancak o gün yola çıkmaya müsaade
edildi. O gün Mutasarrıfın ailesi, bir muallim ailesi, iki araba da yaralılar vardı. Ben
de bir araba buldum. Kendime ait olmak üzere o arabaya on beş liraya bindim ve
bu araba ile geldim. Bu araba ile buraya geldiğimi gören ve bilen arkadaşlarım
vardır. Buna yalnız iki kişinin şahitliği kâfi değildir. Bunu bilen ve gören arkadaşla
rımız vardır. Onların da ifadesi alınmak ve onlara sorulmak lazım gelir. Bunu arz
etmek istiyorum.
BİR MEBUS BEY: On sekiz araba yoktur.
HÜSREV SAMİ BEY (Devamla): Değildir Efendim. O yollardan her şey gelmiştir.
O yollardan afyon, halı, koyun ve her şey gelmiştir. Fakat bana ait olarak değil
Efendim.
ŞEREF BEY (Edirne): Efendiler bendeniz meselenin leh ve aleyhinde değil, bir
memlekette canlar yakılmış, mallar alınmış, birçok şeyler olmuş, diğer taraftan da
bunu yapmış bir arkadaşımız var. İtham edilen bir arkadaşı dinlerken, onu sessiz
ce dinlemek borcumuzdur. Çünkü bir hüküm vereceğiz. Hüküm vermek için, ma
lumunuzdur ki her halde gayet tarafsız olmak lazımdır. Arkadaşımız diyor ki tahki
kat noksandır. Evet, tahkikat noksandır efendiler. 4.Şubenin maksadı işin hamını
alarak hazırlamak ve hükmetmek değildir. Yani şu iş tahakkuk etmiştir, diyemez.
Şube delilleri toplar, kanaatini açıklar, raporunu buraya arz eder.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Muhterem arkadaşlar, bu hususta hepimizin
asabı bozulur. Sizin bunu sakince tetkik etmeniz lazımdır. Yüce Meclisinizin daha
önce işlemiş olduğu bir hata vardır. Onun tekrar etmemesi lâzımdır ve bu Meclisin
manevi şahsiyet üzerinde tekrar etmemesi lazımdır. O hata bir zamanlar benim
üzerime işlenmişti. Efendiler, bilirsiniz ki hiç bir şubede hiç bir yerde hakkımda hiç
bir tahkikat cereyan etmeden Yüce Meclisiniz beni İstiklal Mahkemesine verdi.
(yalnız sen değilsin sesleri) Fakat bunun bir daha tekrar etmemesi lazımdır. Bu
gün bu arkadaş olduğu gibi yarın her arkadaşımıza da olacaktır. Ağızlarınıza birer
tıpa tıkatmak için yapılacaktır, uyanık olmak lazımdır. Yine aynı hataya düşmemek
için, bu bizim için bir farz, bir vazifedir. Ben demiyorum, bu arkadaş şöyle olsun.
Ben de sizinle beraberim. Bu cinayetler bizim memleketimizde yapılmıştır. Evet,
ben de davacıyım. Pekâlâ, bilirsiniz ki bu koyunlar sokaklarda, bizim huzurumuzda
bizim gözümüzün önünde satılmıştır. Aranacak şeylerimiz vardır. O gün ara ya
madık. O gün belki zayıftık. Belki o gün bir mesele çıkarmamak için öyle yapmak
mecburiyetinde idik. Fakat dün olduğu gibi her yapılan hatayı örtmek uygun değil
dir. Bugün olsa da arayacağız, yarın olsa da arayacağız. Bunların mesullerini icap
ederse asacağız. Hak ile asacağız, kanun ile asacağız, fakat kanunu tatbik ederek
asacağız. Şunun bunun keyfi için asmayacağız.

204
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Keyif için asılanlar da var.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Binaenaleyh arkadaşlar, bu arkadaşımıza
isnat edilen suç tahkik edilmelidir. Ondan sonra Meclise gelmelidir. Bunun aksine
verilecek karar kanunsuz bir dava olacaktır. (bravo sesleri)
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Arkadaşlar, Hüsrev Sami Bey Kuva-yı Seyyare
ile Yozgat’a geldiği vakit etrafa mitralyözleri, topları yerleştirdiklerinde, asilerin
karşılık verdiğini beyan ettiler. Bendeniz hapishanede idim, top atıldı. Bütün ha
pishanedekiler firar ettiler. Hatta kendi oğlum geldi. Kimse kalmadı, sizin de ha
pishaneden çıkmanıza bir mani yoktur, dedi. Asiler firar ettiler, katiyen karşılık
vermediler. Hıristiyan evlerine gelince, yağmaya koyuldular. Herifin hayatı, malı
gidiyor. Pencereden bomba attılar. İçinde gavurları yaktılar. Memlekette silah pat
lamadan asiler hep firar etmişlerdir. Bununla beraber bendeniz Ethem'e söyledi
ğim vakit, nedir bu yağmacılık derken, siz asilere rahmet okuttunuz, Efendi bu bir
tufandır, dedi. Bunun güzergâhına kim gelirse söker götürür, bunun önüne geçil
mez. Bunu söylememek için, bunu yapmamak lâzım gelir. Evet, Yozgat’ta geçici
bir idare kurdukları doğrudur. Kuva-yı Seyyare çeşitli silah depolarını kırmışlar,
yağma etmişlerdir. Hapishanenin kapısını kırarak 370 hapis tahliye ettirmişler,
Ziraat Bankasını basmışlar, elli bin lira almışlar ve yemişlerdir. Yine arz ettiğim
gibi, cezasını çekenler üç beş arkadaştır. (gürültüler) Sonra Hüsrev Sami Bey,
getirilen eşyayı kendileri de itiraf ettiler. Şube tahkikatında kendisini dinlememişse,
mahallinde yapılan tahkikattan istifade etmiştir. Hüsrev Sami Beyefendinin buyur
duğu gibi, Yozgat masumdur. İsyan eden Çapanoğullarıdır. Evet, Batı Cephesini
zayıflatan, o mukaddes Bursa'nın düşmesine sebep olarak kürsüye şu siyah bezi
örttüren yine onlardır.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendiler, Hüsrev Bey’e çeşitli suçlar isnat ediliyor.
Bunlardan biri Isparta'ya aittir ve oraya da bir heyet gönderilmek üzeredir. Bir di
ğeri de 4.Şubeden gelmiş ve fakat henüz kendisi dinlenmemiştir. Mademki arka
daşımız hakkındaki tahkikat halen devam etmektedir. Mutlaka bunları birleştirme
miz lazımdır. Bendeniz onun için söylüyorum ki bu hususta bu dosyaların birleştiri
lerek aynı şubeye havalesi lâzım gelir. Bu tarzda muamele için karar alınmasını
rica ederim.
CEMİL BEY (Kütahya): Reis Bey söz istiyorum.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Rica ederim oturunuz.
CEMİL BEY (Kütahya): Eğer şahsa göre söz veriyorsanız öyle olmaz. Ben de
mebusum. Protesto ediyorum. Siz İç Tüzüğe muhalif hareket ediyorsunuz.
ABDÜLGAFUR EFENDİ (Karesi): Reis Bey Kütahya mebusu olması dolayısıyla
bazı meselede alakadardır, kendisi.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Meselenin esasına geçmiyoruz.

205
CEMİL BEY (Kütahya): Bazı arkadaşlar dediler ki Yozgat Mebusu Süleyman Sırrı
Bey hem savcıdır, hem hâkim. Efendiler yine arz ediyorum. Yine Yüce Heyetinize
arz ediyorum, 4.Şube yalnız Süleyman Sırrı Bey’den ibaret değildir. Orada öyle
mebuslar var ki hiçbir vakit Süleyman Sırrı Bey’in oyu ile hareket etmezler. Bunun
için böyle söylenilen sözleri söyleyenlere karşı şiddetle reddederim. (bravo sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim meselenin esasını müzakere
etmek için birçok söz alan arkadaş var. Ancak usul hakkında, şüpheli mevkide
bulunan arkadaşımızın ifadesi alınmamış bulunmasıdır. Isparta, Kütahya, Yozgat
hadiselerinde üç suç isnat ediliyor. (gürültüler) Müsaade buyurunuz. Ben bir defa
izah edeyim. Bir önerge var, birleştirilerek tahkikat icra edilmesi için. Bir önerge de
yedi kişilik bir heyette muhakemesini Yüce Meclis tarafından yapılması rica edili
yor ki bunu şimdi oya koymayacağım. Çünkü bu lüzumu muhakeme kararından
sonradır. Bunu şimdilik ayırıyorum. Dosyanın Şubeye iadesi için bir önerge var,
okuyorum.

TBMM Başkanlığına
Hüsrev Sami Bey hakkındaki dosyaların birleştirilerek tahkikatının ya
pılması ve ifadesinin alınması için Şubeye gönderilmesini teklif ederim.
Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Önergeyi kabul edenler. Kabul edilmiştir.
Neticede Hüsrev Sami Bey hakkında diğer dosya ile birleştirilip tetkiki için ve ifa
1
desi alınmak üzere evrakın Şubeye iadesi kabul edildi.

24 MART 1922: GİZLİ OTURUMDA İTİLAF DEVLETLERDEN GELEN ATEŞKES


TEKLİFİNİN VEKİLLER HEYETİ REİSİ FEVZİ PAŞA TARAFINDAN AÇIKLAN
MASI VE GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 14.Birleşim, Gündem:3/1)

İngiltere, Fransa, İtalya 22 Mart 1922 günü yaptıkları toplantıda


ateşkes ve barış şartlarını kararlaştırdılar, Türkiye ile Yunanistan’a birer
nota ile bildirdiler. Bu sırada Paris’te bulunan Dışişleri Vekili Yusuf Kemal
Bey bu notayı telgrafla hemen Türkiye’ye gönderdi ve Heyeti ile birlikte
Meclisin ve Hükümetin görüşlerini almak üzere yola çıktı. Cepheyi teftişe
çıkan Mustafa Kemal Paşa Sivrihisar’da iken telgrafı aldı. Hükümeti ve
komutanları hemen orada topladı ve bir durum değerlendirmesi yaptı.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (18 Mart 1922), 1.Dönem, c.3, s.85-95, http://www.tbmm.gov.tr/

206
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Fevzi Paşa Hazretleri gelmişlerdir. Oylarını
za sunuyorum. Ateşkes meselesinin evvela müzakeresini kabul edenler lütfen el
kaldırsın. Kabul edilmiştir.
FEVZİ PAŞA (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim 22 Mart’ta Paris’te İtilaf devletleri
dışişleri nazırları toplanmışlardır. Bu konferansta bizimle Yunanistan arasında bir
ateşkes teklifine karar vermişler ve İstanbul'daki komiserleri vasıtasıyla doğrudan
doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine notalarını tebliğ etmişlerdir. Bu
teklifi aynen arz edeceğim. Bundan evvel Hükümetin ne yaptığını ve ne mütalaada
olduğunu arz etmek isterim. Hükümet bu teklifi aldıktan sonra toplandı. Öncelikle
bu ateşkes teklifine cevap vermek hakkının doğrudan doğruya Büyük Millet Mecli
sine ait olduğunu ve müzakere ettikten sonra lazım gelen teklife cevap verileceği
düşünüldü. Ancak malumunuzdur ki ateşkes meselesi doğrudan doğruya orduyu
alakadar eden bir meseledir ve orduya ait bazı şartları da vardır. Şimdi okunacağı
gibi bunun için Başkumandanlığın mütalaasını da almak lazım gelir. Ancak verile
cek kararın doğrudan doğruya Yüce Meclisinizin düşüncelerine uygun olabilmesi
için istişari mahiyette olmak üzere Yüce Heyetinize müracaata lüzum gördük. Kar
şı teklifimiz Yüce Heyetinize arz edilip burada kati karar verildikten sonra cevap
verilecektir. Ancak bu müddet zarfında malumunuz ateşkeslerden bizim milletin
ağzı yandığı için, ordunun daha fazla bu gibi asap gevşetici haberlerden müteessir
olmaması için Ordu Kumandanı da orduya gizli bir talimat yayınlamıştır. Bunu da
yine gizli olarak Yüce Heyetinize okuyacağız. (gürültüler)

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurun, yapılan teklif
okunuyor. Rica ederim dinleyiniz. (gürültüler)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Paşa hazretleri,i bunu yarın gazetelere verecek
misiniz?
FEVZİ PAŞA (Devamla): Hayır, karar verildikten sonra.

MÜTTEFİK DEVLETLER DIŞİŞLERİ NAZIRLARININ PARİS’TE HAZIRLADIK


LARI VE TÜRKİYE İLE YUNANİSTAN HÜKÜMETLERİNE SUNULACAK
ATEŞKES ŞARTLARI NOTASI
Sulhu iade etmek ve yeniden can ve mal kaybına mani olmak gayesiyle
Küçük Asya’nın tahliyesi için teklifte bulunabilmek maksadıyla Paris'te toplan
mış olan Müttefik devletler dışişleri nazırları, ilk vazifelerinin alakadar olan hü
kümetlere ateşkesin derhal tesisini tavsiye etmek hususundan ibaret olduğunu
takdir etmektedirler. Teklif olunan ateşkes şartları aşağıdadır.
1. İki taraf arasındaki silahlı mücadeleler ................. tarihinde gece yarısından
itibaren sona erecektir.
2. Hâlâ iki taraf orduları tarafından işgal edilmiş olan yerler muhafaza edilmekle
beraber, Müttefik subaylarıyla beraber Yunan ve Türk kumandanlarının temsil

207
cilerinden meydana gelen mahalli komisyonların verecekleri kararlara göre iki
cephe arasında askersiz on kilometre genişliğinde bir mıntıka olacaktır.
3. Ateşkesin devamı sırasında orduların insan ve mühimmat itibariyle hiç bir şekil
de takviyesi yapılmayacaktır. Orduların mevcut durumları muhafaza edilecektir.
4. Müttefik subayların idaresi altında vazife yapan komisyonlar, ordulardan her
birine nezaret edileceklerdir. Bu komisyonlar, orduların her birine ateşkes şart
larının tatbikini denetlemeye ve meydana gelecek hadiseleri mani olmaya sa
lahiyetli olacaklardır. Bu maksatla işgal altındaki yerlerdeki halkın ve malların
korunmasını temin etmeye ve işgal kuvvetlerini müdahale etmeye salahiyetli
olacaklardır.
5. Yunan orduları ve Türk orduları kumandanlıkları Müttefik komisyonlarının
hakemliğini samimiyetle kabul etmeyi taahhüt ederler.
6. Ateşkes üç ay müddetle tatil edilecek ve sulhun kabulüne kadar bu üç aylık
müddet kendiliğinden uzatılacaktır. Taraflardan birisi bu ateşkesi uzatmadığı
takdirde, diğer taraf İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerine ateşkes müddetini
sona erdireceğini hiç olmazsa on beş gün evvel bildirecektir.
FransaPuancare
Dışişleri Nazırı İngiltere Dışişleri Nazırı İtalya Dışişleri Nazırı
Curzon Şanze

MAHMUT CELAL BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Efendim, notanın verildiğinden


sonra bazı ajansların bu meseleye ait yayınları ve hususi istihbaratımızı aynen...
VEHBİ BEY (Bitlis): Yusuf Kemal Bey’den bu hususta bir haber yok mu efendim?
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Var efendim, oraya da geleceğim. Bu nota
hazırlandıktan sonra bu meseleye dair Avrupa ajanslarının bazı haberleri var.
Bizim de bazı istihbaratımız var. Tabii bunlar gayrı resmi haberlerdir.
RAGIP BEY (Amasya): Yusuf Kemal Bey’den resmi bir şey varsa evvela onu
okursanız daha iyi olur. (gürültüler)
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Efendiler, kavga edeceksek, hiddetli olan ar
kadaşlarıma söylerim ki eğer bu yapılmak isteniliyorsa, ben de kavga ederim.
Fakat malumatımı arz etmek istiyorum. Evvela müsaadenizle Yusuf Kemal Bey’le
Ferit Bey’den aldığımız telgrafları okuyacağım. Yusuf Kemal Bey’den şimdiye
kadar iki telgraf aldık. Ancak bu telgraflarda kelimeler ve cümleler çok karışık,
hiçbir şey anlaşılmıyor. Bazen İstanbul'a posta ile ve İstanbul'dan bize telgraf ola
rak geliyor. Fakat bu aldığımız telgrafların hepsinin de ayrı ayrı metinlerini istedik,
geldiği vakitte halledeceğiz. Binaenaleyh vaziyet bundan ibarettir. Size telgrafın
okunabilen yerlerini okuyorum. Puankare Ankara Antlaşmasının harfiyen tatbiki
lüzumundan bahisle, bunun iki memleket arasındaki ananevi dostluğun fevkalade
önemli olduğunu ifade eylemiştir. Sonra Antep ve Mersin'de Fransız Hıristiyanları

208
na tecavüz olmuş ama bunlar halledilmiştir. Puancare, Ankara Anlaşması madde
lerinin Sulh Antlaşmasına dahil olması lazım geleceği ifade etmiş. İzmir Şehrinde
Rum çoğunluğun olduğunu beyan etmiş. Yusuf Kemal Bey bunu şiddetle reddet
miş ve İzmir’in Türkiye'den ayrılması Anadolu'nun boğazlanması olacağı yolundaki
beyanatta bulunmuştur. İkinci telgraftan çıkarabildiğimiz şeyler, İngiltere'de siyasi
tavır yavaş yavaş lehimize dönmektedir. Lord Curzon ile iki defa görüşmüş. Bize
karşı tutumunda geçen seneye göre yumuşama varmış. Kemal Bey, Curzon ile
yaptığı ilk mülakatında sulhun esas prensipleri ile milli taleplerimiz arasında büyük
farklar olduğunu, yazıyor. Anadolu'nun tahliyesi esas itibariyle kabul edilmiş. Ferit
Bey’in telgrafında okuyabildiğimiz kadarıyla, Yunan askerleri tahliye olunmadıkça
ateşkes mümkün değildir, demiş. Ferit Beyin telgrafından aldıklarım bundan iba
rettir. Ajans Havas'ın bu ateşkes teklifine ait bir haberi var. Efendiler bunun tercü
mesini aynen okuyorum.
“Ateşkes teklifi Yunanlılar ve Türkler tarafından kabul edildiği takdirde, Türk ve
Yunan kumandanlıklarının temsilcileri ile İtilaf devletleri subaylarından meydana
gelecek bir ateşkes komisyonu İstanbul'da toplanarak Batı Anadolu’nun Yunanlılar
tarafından tahliyesi şartları kararlaştıracaktır. Tahliye üç ay devam edecektir. Da
ha sonra sulh konferansı İstanbul'da derhal başlayacak ve İtilaf devletleri İzmir'in
idaresini kararlaştıracaklardır. Türklere İzmir tekrar iade edilecek, fakat Vali İtilaf
devletleri veya Milletler Cemiyeti tarafından tayin edilecektir.”
...Bu, resmi olmayan Ajans Havas’ın haberidir. İstanbul'da bizim işlerimize bakan
Hikmet Bey ismindeki arkadaşımızdan gelen telgrafta, ateşkes teklifinin kabulü
halinde Anadolu'nun müdafaa gücünün azalacağı, kabul edilmemesi halinde ise
mesuliyetin Ankara'ya yükletileceğini duyduğu, bunun bir tuzak olduğu ve sulh
şartlarının önceden tayin ve tespit edilmesi lazım geldiği, yazıyor.
TAHSİN BEY (Aydın): Lütfen bir daha okunsun.
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Efendim, bunlar hususi mahiyette malumattır.
Geçen akşam Atina telsizinin bir tebliğini bizim telsiz almıştır. Onun tercümesini
okuyorum. Bu mesele hakkında Yunan Hükümetinin düşüncesini bize gösterebilir.
“Sulh şartlarının müzakeresi için toplanan İtilaf dışişleri nazırlarının ateşkes teklifi
ni, mantıki olarak Yunanistan kabul edecektir. Ajanslar ve gazeteler ateşkes tekli
fine dair yazılarında umumiyetle Yunanistan'ın bunu kabul etmesi lüzumunu be
yan etmişlerdir, fakat bazı gazeteler ateşkes şartlarını ihtiyatla karşılayacağımızı
da yazmaktadırlar. General Papulas buraya çağırılmıştır.”
...Bu kadar efendiler. İstanbul'da hususi istihbaratımıza göre üç dışişleri nazırı azın
lıkların himayesi meselesi üzerinde çalışmaktadırlar. Türklerle Yunanlılara teklif
olunacak tekliflerde anlaşma olmuştur. Bu anlaşmanın tatbiki halinde Milletler Cemi
yeti bu hususta çalışmaya davet edilecektir. Diğer bir malumat da efendim, Paris'ten
geliyor. Bilhassa ahalinin karışık bulunduğu mahallere komiserler göndereceğini ve
bu komiserlerin azınlıklar meseleleri hakkında rapor göndereceklerdir. Ermeni me

209
selesi hakkında İtilaf nazırları, Ermeniler için de yerli bir yurt düşünmektedirler. Bu
nun için Kilikya teklif edildi. Fakat Puankare'nin karşı çıkması üzerine Kilikya'dan
vazgeçildi. Puankare daha çok Sevr Antlaşmasının değiştirilerek sunulması fikrinde.
Bu mesele etrafında şimdiye kadar alabildiğimiz malumat bundan ibarettir. İsmet
Paşa Hazretlerinin bu ateşkes teklifi üzerine orduya bir beyanname göndermişlerdir.
Müsaade buyurursanız onu malumat olarak okuyayım ve gizli olarak okuyorum.

Garp Cephesi Ordu Kumandanlıklarına


İtilaf devletleri dışişleri nazırlarının konferansı Paris'te toplanmıştır. Avru
pa'da bulunan Dışişleri Vekilimizin münasebetlerine dair açık haberler yoktur.
Yalnız Dışişleri Vekilimizin bu seyahati, daima lehimize devam eden Fransa ka
muoyunu açık bir vaziyete getirmiş ve İngiliz kamuoyunun da bir kısmını lehimize
çevirmiş olduğu resmi demeçlerden anlaşılmıştır. İngiltere Kabinesinde Hindistan
Nazırı olan Montagu istifa etmiştir. Yunanlıların siyasi vaziyetinde intizamsızlık
vardır. Bunun Yunan Ordusuna da aksetmesi Yunanistan ve İngiltere'yi düşün
dürmekte devam ediyor. Yunanistan idaresini ve kuvvetlerini takviye ederek
aleyhimizde bir vaziyet için zaman kazanmak düşmanlarımızın yaptığı tedbirler
arasındadır. Nitekim bir ateşkes teklifinde bulunacakları haberi alınmıştır. Bu
hususta bir, iki güne kadar daha açık malumat alınacaktır. Düşmanlarımızın ga
yesi, ordumuzda ve milletimizde gevşeklik yaratarak tedbirlerini almaları mümkün
olacağını düşünmemiz lüzumludur. Her türlü hazırlıklarını yapan ve tedbirlerini
alan ordumuz, düşmana fırsat vermemek için münasip zamanı terk etmeyecektir.
Buna göre bütün kumandanların, subayların ve askerlerimizin her an harekete
hazır ve her an hazırlıklı bulunmaları tavsiye olunur.
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Fevzi Paşa Hazretlerinin ifade ettikleri gibi tabii
bu ateşkes notasına cevap verilecektir. Bu notaya cevap verilirken ordunun da
kanaatini anlamak en birinci vazifemizdir.
EMİN BEY (Erzincan): Şimdiki halde Hükümet ne düşünüyor?
ZÜLFİ BEY (Diyarbakır): Efendim, bu ateşkesi bize teklif eden hangi vasıta ile
kimdir?
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Hakikaten arkadaşımızın sorusu mühimdir. Af
buyurunuz, Dışişlerindeki arkadaşlarımla biraz meşgul olduğum için bu notanın ne
şekilde geldiğini göremedim. Nota 24 Mart tarihlidir ve Fransız, İngiliz ve İtalyan
baş tercümanlıklarından Doktor Hikmet Bey almıştır.
BİR MEBUS BEY: Kızılay’dan değil mi?
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Evet efendim.

210
EMİN BEY (Erzincan): Bizim resmi memuru muzdur?
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Fahri bir memurumuzdur. Bizim adımıza orada
hareket etmektedir.
BİR MEBUS BEY: Beyefendi, bu meseleye ait Yusuf Kemal Bey’den bir şey geldi mi?
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Yusuf Kemal Bey’den maalesef gelmemiştir.
Ondan değil Avrupa'daki temsilcilerimizden, hiç birisinden bir şey gelmemiştir.
ABDULLAH EFENDİ (İzmit): Reis Bey, Avrupa'da bizim temsilcilerimiz var, ama
onlardan cevap alamıyoruz, deniliyor. Ne biçim bir iştir, bir telgraf alamıyoruz.
YUSUF ZİYA BEY (Mersin): Acele etmeyelim, Hoca Efendi Hazretleri.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim karşılıklı konuşmayalım.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hükümet bunun hakkında ne düşündü? Hüküme
tin düşüncesi belki burada epeyce münakaşa edilir. Ne vakit görüşmüş ve yanlış
düşünmüştür? Belki de doğru düşünmüşlerdir, kararı Yüce Heyet verecektir. Mec
lisin kanaat belli olduktan sonra Hükümetin evvelce verdikleri karar zaten hüküm
süz olur. Ne düşündülerse düşündüler. Hakim Yüce Meclistir. Şimdiki fikirleri bizce
bir mana ifade etmez. Belki boş bir münakaşaya sebebiyet verir.
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Ben de Hüseyin Avni Bey’in fikrine iştirak edi
yorum. Hükümet tarafından verilmiş bir karar yoktur ve olamaz. Yalnız bu notayı
nasıl düşündük onu arz edecektim. Bu belki benim fikrim olabilir. Düşüncemiz
herhalde bu notayı böyle ortaya atmak suretiyle bilhassa İngilizler pek mühim bir
rol, pek mühim propaganda yapmış olabilirler. Fakat bunu doğrudan doğruya red
detmenin de büyük mahzurları vardır. Bu bir siyasi hile olabilir. O siyasi hileye
karşı düşünerek akıllıca hareket etmek lazımdır. Getireceğimiz şekli bunu tatmin
ve temin eder bir şekilde görürseniz tasdik edersiniz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Ordunun ruhunu, vaziyetini Başkumandan bilir. Hükü
met olarak bu mesele hakkında bir kaç gündür aranızda konuştunuz. Bu şekil
üzerinde ne kararınız varsa onu dinleyelim. (daha kararları yok sesleri)
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, ilk olarak sözü Milli Savunma ve
Dışişleri komisyonları raportörlerine veriyorum.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Usul hakkında bir şey arz edebilir miyim?
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Usul hakkında Ali Şükrü Bey söyleyecekler.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, Hükümet Reisi Paşa Hazretlerinin ifadele
rinden anladığıma göre, bu nota hakkında biz müzakere yapacağız. Sonra kanaat
lerimiz askeriyeye haberdar edilecek. Bunun üzerine bir formül hazırlayacaklar,
bize getirecekler. Şimdi ben anlıyorum ki iş ters tarafından yapılıyor. Bizim burada
iş görebilmemiz için önce asıl ordunun mütalaasını almak lazımdır.

211
RIZA NUR BEY (Sağlık Vekili): Efendim, beyefendi buyurdular ki bugün mesele
burada konuşulamaz ve karar verilmez, dediler. Zaten Hükümetin bu meseleyi
bugün halletmek ve karar almak fikri yoktur. İki senedir takip ettiğimiz bir mukad
des gayenin halledilme zamanı gelmiştir. Öyle mühim bir andayız. Bunda hiç şüp
he yoktur. Bunda elbirliğiyle çalışacağız ve salimen bir karar vereceğiz. Zaten
Hükümet bu meseleden dün haberi olmuştur. Haberi olduğu andan itibaren saba
ha kadar müzakere edilmiş, fakat bir kararı alınmamıştır. Her şeyi Yüce Meclisini
ze arz etmek mecburiyeti de Hükümetin vazifesidir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): İstişari mahiyette dediler de.
RIZA NUR BEY (Devamla): Efendim Yüce Meclise arz etmektir. Kati karar alınmı
yor ve biliyorsunuz ki Başkumandan Paşa Hazretleri de burada değildirler. Arz
etmek isterim ki ordunun başından katiyen ayrılması da doğru değildir. Olur ki
bunlar başka türlü bir şey olur, rehavete düşülür. Bakarsınız orada taarruz olması
gerekir. Mühim anlardır ve mühim devrelerden geçiyoruz. Felakete de varabilir bir
meseledir. Onun için Hükümet buradaki müzakereleri cepheye gider görüşür, ora
da görüştüğünü de getirir Yüce Heyetinize arz eder.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Şunu arz edeyim ki söz alan arkadaşlarım
daha evvel söz alabilmek için usul hakkında deyip ısrar ediyorlar. Usul hakkındaki
sözleri burada bitirelim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ben o sahtekarlığı kabul etmem.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Hayır efendim, sizin için söylemiyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Benim sözüm üzerine söylediniz.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Hayır efendim, sizin için söylemedim. On
arkadaş usul hakkında söz aldılar. Bunun için daha iyisi komisyonlar söylesin.
VASIF BEY (Milli Savunma Komisyonu Raportör Üyesi): Şimdi biz Komisyon ola
rak toplanıp görüşmedik. Binaenaleyh Milli Savunma Komisyonu Raportör Üyesi
sıfatıyla konuşmuş olmayacağım. Bir asker sıfatıyla söyleyeceğim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Söz istiyorum, usul hakkında.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Dışişleri Komisyonunun bir sözü
var mıdır?
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Buyurun Cemil Bey.
CEMİL BEY (Kütahya): Benim söyleyeceğimi Selahattin Bey’le Şükrü Beyefendi
söylediler. Binaenaleyh ben de vazgeçtim.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Buyurun Hüseyin Avni Bey.

212
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, usul hakkında arz edeceğim mesele
şudur. Ben de Yüce Heyetin hakim olmasını tabii biliyorum. Bugün bizi tatmin
edecek haberler almamız lazımdır. Dışişleri Vekaleti Vekilimiz burada notalarını
okudular. Fakat bir arkadaşımızın işaret buyurduğu gibi Avrupa'da pek mühim bir
vazife ile dolaşan Dışişleri Vekilimizden bu husus hakkında esaslı bir malumat
almak lazımdır. Bugün esas hakkında Yüce Heyetiniz bir karar vermek için epeyce
düşünecek ve bir şey yapamayacaktır zannediyorum. Bugün yapabileceğimiz bir
iş varsa o da efendiler, işte biz gösterdiğimiz birlik ve iman azmi sayesinde Cena
bıhak geçen sene düşmanlarımızın vermiş olduğu kararların aksine olarak bu
sene bir oyun şeklinde olsa bile bizim hakkımızı tasdik etmektedirler. (aldanmaya
lım sesleri) Evet efendim, biz bunu bugün bir hile diye kabul ederek memleketin
içerisinde ruhu öldürecek bir morfin olmasın demek isterim. Herhalde faydası ka
dar tehlikesi de vardır. Gerek ordu ve gerek halk arasına bir uyuşukluk verdirme
yelim. (bravo sesleri) Efendiler ben de arkadaşlarımın fikrindeyim. Bu ateşkes
notası hakkındaki fikirlerimizi ordudan alacağımız malumat üzerine söyleyelim.
EMİN BEY (Erzincan): Şunu arz etmek istiyorum ki ordunun vaziyeti hakkında
malumat almak da Yüce Meclise uyuşukluk verecek bir meseledir. Biz bu işe baş
ladığımız zaman hiç bir gün, hiç bir dakika ordunun vaziyetini ve bu işi becermek
için paranın mevcudiyetini dikkate almadık. İlk işe sarıldığımız zaman imanımızla,
azmimizle yürüdük. Elhamdülillah öyle bir muvaffakiyete nail olduk ki bu benim için
bir muvaffakiyettir. Bu ateşkesi kabul etmek vallahi halkın üzerinde en fena tesiri
yapacak ve emin olunuz sizi buradan sopalarla kovalayacaktır. Halkı tetkik ediniz,
hatta mahalle kahvelerine kadar gidiniz. Halkın ağzından işiteceğiniz söz, bu ka
dar muvaffakiyetten sonra, kati netice elde edilmedikten sonra, katiyen silahları
bırakmamaktır. İşte umumiyetle halkın lisanında dönebildiği kadar söylediği sözler
bunlardan ibarettir.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim bütün söz alan arkadaşların fikirlerine ben de
iştirak ediyorum. Elimizde malumat olmadıkça bu kadar mühim bir mesele hakkın
da fikir yürütmek uygun olamaz.
RIZA NUR BEY (Sağlık Vekili): Efendim, malumat isteniyor. Mesele gayet büyük
tür. Şimdi bir karar alınmayacak. Zaten Hükümet de henüz bir karara ulaşmamış
tır. Onun için bugün elde bir teklif mevcuttur. O teklif hakkında acaba ateşkes tekli
fini kabul etmek mi etmemek mi milletin, memleketin menfaatine uygun mudur?
Bunlar uzun uzadıya müzakere olacak şeylerdir. Bugün elimizde bulunan teklif
hakkında bizim Avrupa'dan hiç bir malumatımız yoktur. Dışişleri Vekilimiz bu işle
meşgul olmak için gitmiştir. Ondan gelen malumat eksiktir.
BİR MEBUS BEY: Cevap için bir zaman tayin ediyorlar mı?
RIZA NURİ BEY (Devamla): Zaman tayin etmiyorlar. Fakat diyorlar ki en kısa
müddette şartını koymuşlar.

213
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, daha müzakerenin esasına gire
medik. Usule ait müzakere devam ediyor. Bir kaç önerge var. Söz alan da yirmi
arkadaşımız var.

TBMM Başkanlığına
Son sözü Yüce Meclisin diyeceğine ve Yüce Meclisin vereceği karar
değiştirilmeyeceğine göre, Hükümetin askeriyeden malumat alarak Meclise
gelmelerini ve meselenin o zamana kadar tehir edilmesini teklif eylerim.
Bitlis Mebusu
Yusuf Ziya

TBMM Başkanlığına
Yapılan müzakerede iki fikir ortaya çıkmıştır. Bu fikirlerden birisi ordunun
mütalaası alındıktan sonra Meclis tarafından enine boyuna müzakere edilerek
karar verilmesi, diğeri de Hükümetin fikridir ki şimdiden Meclisin fikir ve mütalaa
sını alarak ordu ile görüşüldükten sonra neticenin tekrar Meclise arz edilmesi
şeklindedir. Binaenaleyh bu iki fikrin ayrı ayrı oya konulmasını teklif eylerim.
Yozgat Mebusu
Süleyman Sırrı
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim arkadaşlar, şimdi iki senedir
milletin çektiği sıkıntının ve döktüğü kanın hesabını görüyoruz. Okunan önergeleri
dinleyecek kadar bile sabredemiyorsunuz. Sabrediniz, çok istirham ederim sessiz
ce dinleyelim.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Bu önergeler aleyhinde söz istiyorum.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Sizden önce söz alan daha yirmi arkadaşı
mız vardır. Uygun görürseniz müzakereye biraz daha devam edelim. Ondan sonra
eğer esas hakkında müzakereye geçmeye lüzum görmez de neticeyi Başkuman
dan Paşa’nın beyanatından sonraya tehir ederseniz, o zaman bir karar veririz.
VEHBİ BEY (Karesi): Efendim Meclisin yürütme salahiyeti vardır. Farz ediniz ki
Hükümet bütün aldığı malumatı Yüce Heyetinize arz etti. Sonra gene Yüce Mecli
sin kararına ihtiyaç vardır.
HAFIZ MEHMET BEY(Trabzon): Yani Hükümet mesuliyeti üzerine almayacak mı?
VEHBİ BEY (Devamla): Alacak beyim alacak. Buraya gelip malumat verilmeseydi
ve Hükümet doğrudan doğruya ordu kumandanlarıyla müzakere ettikten sonra
Meclise gelseydi, o vakit de burada neden Meclis boş oturuyor, Meclis bostan
korkuluğu mudur, denilecekti.

214
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Arkadaşlar, Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey bize kafi
hizmet etmiyor ve etmeyecektir. (ne biliyorsun sesleri) Muhterem arkadaşlar, Bal
kan Harbi zamanında İtalya’da bulunuyordum. Tebdili kıyafetle gittim. Ben orada
iken İtalyanca hiçbir şey bilmiyordum. Fakat orada İtalyan telsiz telgrafını yüz elli
liraya satın almış ve kullanmıştım. Arkadaşlar, biz Yusuf Kemal Bey’e yüz altmış
bin lira verdik ve kullanınız dedik. İşte arkadaşlar Şanzelize merakı olanları gönde
rirseniz hiçbir iş yapamayacaklardır. (Şanzelize ne demek sesleri) Yani Paris’teki
güzel sokaklara ve güzel yerlere...
BİR MEBUS BEY: Reis Bey, mevzuya gelsin.
DR. ABİDİN BEY (Devamla): Arkadaşlar, eğer bu arkadaşımız arzu etmiş olsaydı
her nerede olursa olsun bize haber, malumat gönderebilirdi. (kafi sesleri) Kafi olup
olmadığını kendim bilirim. Ben istişari olarak ordu kumandanları ile görüşmek
taraftarıyım. Fakat karar, emir yine Yüce Meclisindir. ordu mecburdur harp etme
ye, mecburdur ileri gitmeye. En son kararı yine biz veririz. Çünkü biz burada top
landığımız zamanda onlar yoktu. Hiçbir şey yoktu. Yalnız biz kendi kendimize ve
onlar bizim etrafımıza toplanmış idi. Genel Kurmay Reisine de Başkumandan’a da
biz emir veririz. İşgal et, yürü deriz yürür. Kanaatim budur. Ben Yusuf Kemal Bey
gibi, yani İstanbul'dan gelenler bizim kanımız değildir. İçimizden değildir. O kan
asıl kanımızdan bizden ayrılanlar ve bizim itimat ettiğimiz yüz altmış bin lira verdi
ğimiz şahsiyetler bize, buraya haber bildirmeli. Ondan sonra biz girişebiliriz.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Muhterem arkadaşlar, İtilaf devletlerinden bekle
diğimiz ateşkes teklifi pek de düşündüğümüzün haricinde olmadı. Bize elbette
Lord Curzon'la Lloyd George'un kötü ruhlarının yaşadığı bir siyasi meclisten bun
dan başka bir şey çıkmazdı. Pekala bilirsiniz ki onlar Türk düşmanları, hatta Müs
lüman düşmanlarıdırlar. Kendilerinin velinimeti olan, Londra’yı yapan, İngiltere’nin
deniz gücünü meydana getiren, servetini veren Hindistan için daha bir hafta evvel
bir gazetede Curzon'un ifadesini okudum. Diyordu ki,
“Bizden altı bin kilometre uzakta olan bir milletin sözü ile hareket edemeyiz.”
...Efendiler Hint Müslümanlarının istediği şey, Müslümanlığın haklarının muhafaza
edilmesi, silahına sarılmış namusunu haysiyetini kurtarmak isteyen bir Türk Mille
tinin yaşamasını temin etmektir. Efendiler, hepimiz okuduk ve hepimiz dinledik,
notada bizim lehimize tek bir cümle değil, tek bir kelime yok. Efendiler, biz Yunan
lıları atarız, fakat onları atmak için yeni bir harp hazırlamak lazım. Elimizle İtilaf
temsilcilerini memlekete sokup ta tekrar onları çıkarmak için mi uğraşacağız? Bi
zim durmaya müsaademiz, tahammülümüz yoktur. Efendiler, bizi esir edecek olan
bu ateşkes kabul edilmeyecektir. (alkışlar) Eğer Milli Savunma Vekili Kazım Paşa
ile Genel Kurmay Reisi Fevzi Paşa Hazretleri bugün gelip de efendiler çalıştık,
çabaladık ama Yunan Ordusunun ayakları altında bu kadar felaketlere sürüklendi
ğimiz, evladından, çocuklarından, babasından ayırdığımız bu askerlerimizi çiğ
netmeceğiz, artık bir şey yapamayacağız derlerse, onların bu Mecliste yeri yoktur.
Tarihte de yeri yoktur. (alkışlar) Bundan da eminim ki hiçbir zaman bu paşalar da

215
böyle demeyeceklerdir. Hepimiz diyoruz ki Yunan Ordusu Anadolu'yu tamamen
tahliye edecektir. Ateşkes ancak böyle kabul edilebilir. Beyefendiler hulasa etmek
istersem, benim için bu ateşkes teklifi bizi uyuşturmak isteyen bir tekliftir. Binaena
leyh esas itibariyle kabul edilemez.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Efendiler, biz hâlâ ateşkes içindeyiz, Mondros Ateşkesi.
İtilaf Devletleri bizimle bir ateşkes imzaladı, hâlâ mürekkebi kurulmamıştır. Bunla
rın ateşkesine itimat ederek ordularımızı terhis ve silahlarımızı teslim ettik. Sonra
Fransa, Kilikya, Urfa, Maraş’a hücum etti, Yunanı bir taraftan üzerimize saldırdılar.
Biz bunların artık hangi teminatına itimat edip de bu tekliflerini kabul edeceğiz?
(alkışlar) Biz bu ateşkes teklifini kabul edecek olursak, bizim için intihardır. Ma
demki bu intiharı kabul edecektik, bunların teklifine karşı baştan niçin hayır, dedik.
Binaenaleyh vatanın, milletin dökülen kanı heder değildir ve hiçbir vakit de heder
edilemez. Yunan Ordusunu bir kere Anadolu'dan tamamıyla çeksinler, Trakya'dan
çeksinler, sonra bize yapacakları sulh şartları ne ise onu biz kabul edebileceğimi
zi, edemeyeceğimizi o vakit düşünebiliriz. Bu teklifi katiyen kabul edemeyiz.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Biliyorsunuz ki Mondros Ateşkesinden sonra
İngilizler Anadolu’nun her tarafına temsilciler ve askerler gönderdiler. Ermenilerin
haklarını, Rumların emellerini tatmine çalıştılar. En nihayette İzmir'e Yunanlılar
saldırdılar. İmzaladıkları Sevr Antlaşmasının bir cinayet aleti olan Yunan canavar
ları Anadolu'ya saldırdılar. Bizim hakiki düşmanımız bizim karşımızda davacımız
ve uğraştığımız, Yunan değildir, o bir alettir, benim bildiğim İngiltere’dir. Geçen
sene Londra müzakereleri devam ederken, İkinci İnönü taarruzu ile karşılaştık.
Efendiler eğer o vakitte Allah göstermesin ordumuz muvaffak olmasaydı, Yunanlı
ların Londra’daki delegelerimize ve bize dikte ettireceği şeyler belli idi. Bugün ha
zırlanan başka bir komedi var. Doğu ile münasebetimizi kesmek ve bizi böyle
açıkta ve yalnız bırakmak, kendi eksiklerini de tamamladıktan sonra günün birinde
bizi bir darbe ile paçavra gibi almak istiyorlar. Artık biz aldanmayacağız ve çok
aldandık, çok cezasını çektik, bundan sonra aldanmayacağız, inşallah. Sonra bu
teklifleri sadece Batı Anadolu içindir. Trakya ne olacak. Sonra diyecekler ki bu
ateşkes sadece Anadolu içindi, bunun içinde Trakya yoktu.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): İstanbul bile yok efendiler.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Böyle bir ateşkesi biz böyle günde düşüne
meyiz. Evet, bizim de istediğimiz şeyler vardır. Davamızı kazanmak istiyoruz.
Memleketi kurtarmak, Yunan canavarlarını İzmir'den çıkarmak, Anavatan’da düş
man bırakmak istemiyoruz. Demek ki bunlar artık zayıflamışlardır, kanaatlerinden
de davalarından da vazgeçiyorlar. Biliyorsunuz ki Fransızlarla yapılan Ankara
Anlaşmasında az çok prensiplerimizden, Milli Misak’tan şöyle böyle fedakarlık
eder gibi olduk. Fakat hiç şüphesiz ve hiçbir vakit davamızdan feragat eder bir
şekil göstermiyordu. Fakat bizim dostlarımız üzerinde, Rusya’da bir tesir yaptı,
Dediler ki acaba bunlar milli menfaatlerinden vazgeçip de Batı’ya yanaşıyorlar mı
diye. Derhal bize yardımları kesintiye uğradı. Böyle yine davamızdan vazgeçecek

216
bir mahiyette ateşkesi kabul edecek olursak, bizi yaya olarak ortada bırakmaya
azmeden bir İngiliz melanet ve şeytanı görüyorum. (bravo sesleri) Kumandanların,
ordunun, Hükümetin, Dışişleri Vekilinin hakiki malumat ve kanaatlerini dinleyelim.
Bizi aydınlatacak, belki kanaatlerimizi değiştirecek şeyler olabilir. Eğer siz hakika
ten Doğu’da hakiki bir sulh temin etmek istiyorsanız, Yunan kuvvetlerinin, Yunan
canavarlarının Anadolu’yu tahliye etmesi şarttır. Bu esası kabul ediyorsanız Do
ğu’da hakiki sulh yapmak için görüşebiliriz, deriz. Bugünden ordumuzun içine ve
ordunun sinirlerini gevşetecek, harekâtını ihlal edecek bir tarzda bu fikri sokarak
böyle üç ay orduyu geriye çekip, rahat edip, asalar gevşedikten sonra, harekete
getirebilmek ve ordunun tekrar kuvvetini temin etmek güç olur. Bugünden benim
düşündüklerim budur, efendim.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Hiç şüphesiz bizim için mühim tuzaklar kurulmuş
olan bu ateşkes notası bir afettir. Şüphe yok ki bunun tamamını okuyan her arka
daş, iki tarafı keskin olan bu kılıcı derhal görmüştür. Kabulü bir felaket, düşün
meksizin reddinin ise pek mühim mahzurları vardır. Pek çok teşekkür ediyorum ki
nihayet İtilaf devletleri Batı Anadolu’nun tamamıyla bize ait olduğunu anlamış ve
onun tahliyesi lüzumunu sulhun esası saymıştır. Bunu itiraf eden bu cümleyi kabul
ediyorum. Acaba bize kim temin edebilir ki ateşkesi kabul ettikten sonra Yunan
orduları yalnız tahliye edilsin değil, terhis de edilsin. Fakat ona karşılık Anadolu
Ordusu da terhis edilsin. Sulh müzakereleri konuşulacağı zamanda bizim elimizde
hiçbir şey bulunmamış olsun. Biz arkadaşlar, sulhu kabul ediyoruz, ateşkesi kabul
ediyoruz, fakat Batı Anadolu’nun ve Doğu Trakya'nın kayıtsız ve şartsız tahliyesi
olmak üzere kabul ediyoruz. Verilecek cevapta tahliye esası kabul olunsun, ondan
sonra ateşkesi kabul ederiz demek vardır. Söz söyleyebilmek için hakikaten ordu
nun kanaatinin bilinmesi lazımdır. Netice itibariyle de ikisi aynı yola gidiyor. En
nihayet telgrafta üç imza bulunmasına karşılık Paris'te yapılan konferansın dört
Hükümetten ibaret olduğunu öğreniyoruz. Yani İngiltere ile beraber Japonya'nın
da bulunduğu söyleniyor. Bilmem burası doğru mudur? Müsaade ederlerse bu
hususu anlamak isterim. Eğer bu dört kişilik konferansta Japonya da bulunmuş ise
sebep göremiyorum ki neden Rusya ve Amerika da bulunmasın.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Celal Beyefendi, Japonların bulunup bulun
madığı soruluyor.
MAHMUT CELAL BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Konferans üç devletin Dışişleri
nazırlarından mürekkeptir.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Devamla): Yani Japonya Dışişleri Nazırı bulunmuş diye
malumat vardır.
MAHMUT CELAL BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Malumatım yoktur.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Devamla): Bir an evvel bizi ne kadar üzdüğünü görüyorum
da her halde buradan Hükümet tarafından bir kurye çıkarılmasını ve Avrupa'da
bulunan arkadaşlarımızın da Büyük Millet Meclisi Hükümetine birbiri ardı sıra her
günün hadiselerini bize yetiştirilmesini ve bunun devam etmesini temenni ederim.

217
Avrupa’nın notası bize geldiği vakit, Yunan ajansı onun kabul edildiğini söylüyor.
Acaba nasıl kabul ettiğini bilmiyoruz. Bugün zannederim Ali Şükrü Bey’in elinde
gördüğüm gazetede yazıyor. Yunanlılar ateşkesi kabul etmişler. Hemen bizden
kabul bekliyorlarmış. Yani kabul etmemek bir günah imiş, bir kusur imiş gibi şimdi
den bir propaganda var.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Efendiler benim nazarında üçler konferansının bize
vaki olan bu teklifi kaba Türkçe ile bir ışıldak mahiyetindedir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Ne... Ne... Kaba Türkçe mi?
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Kaba Türkçe demek, edebi olmayan halkın konuş
tuğu lisan demektir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Katiyen, en mukaddes lisandır Türkçe.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): En mukaddes lisan olduğunu ben de tasdik ederim.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Halk dilini ne zaman öğrenecek olursak o zaman kur
tulacağız.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Rica ederim, rica ederim, senden daha evvel ben
Türk’üm. Onu biraz dikkate alınız. Evet, halkın görüştüğü lisanda ışıldaktır. Işıldak
ancak vahşilere ve çocuklara gösterilir, aldatmak için. İngilizler Afrika sahillerinde
herkesin elinden altınlarını almak için nasıl yeşil boncuklar götürürlerse, mavi bon
cuklar götürürlerse bize de öyle yapmak istiyorlar. Fakat bilmiyorlar ki bizim başı
mızdan bir Trablusgarp Harbi geçmiştir. Bir Balkan Harbi geçmiştir. Koca bir
Mondros Ateşkesi vardır. Bizim ağzımız sütten yanmıştır, yoğurdu üfleyerek yeriz.
Binaenaleyh biz bu tekliften ne seviniriz, ne yeriniriz. Ordumuz elimizin altındadır.
Yeni bir istihbarat gelirse, yeni haberler gelirse, Başkumandanlığın da düşüncesini
öğrenirsiniz, ona göre bir kararınızı verirsiniz. Arkadaşlar bir meseleye daha Hü
kümetin dikkatini çekerim. Bu resmi tebliğ Avrupa'da yayınlandı, bizim haberimiz
olmasa bile. Diyor ki,
"Ermenistan meselesi masanın üzerine konacak. Ey Türkler gözünüzü açınız.
Mesele İstanbul'da müzakere edilecek. Fransızlar tarafından gelmiş bir imayı dos
tane olarak kabul ediyorum. Ey Türkler gözünüzü açınız, sizin aranıza komisyon
sokacağız, Milletler Cemiyetini karıştıracağız, her işinize müdahale edeceğiz.
...diyor. Binaenaleyh Ajans Havas'ın bu tebliği yayınlamasını, bize bir ikaz mahiye
tinde olarak alıyorum. Pekala bilirsiniz, İngiltere’nin iktisadi vaziyeti kötüdür, fabri
kalar kapanmıştır, iki milyon işsiz vardır. Binaenaleyh milletleri kaldırmalı, milletleri
yükseltmeli ki onlar işleyebilsin. Milletleri kaldırmanın noktası da Türkiye'dir. Coğ
rafi vaziyeti itibariyle, Müslümanlık itibariyle, dünyada mühim mevki işgal eden
Türkiye sulha girmedikçe ne fabrikalar işleyebilir, ne de milletlerin işleri düzelebilir.
Ancak şu noktayı unutmayalım ki bu mesele Yunan Ordusu aleyhindedir de Yu
nan Ordusu bu kadar kan dökmüştür, birtakım hayallere kapılmıştır, bu hayallerin
buz gibi eridiğini görünce ve kendisine yardım eden İngilizler tarafından bu teklifin
yapıldığını görünce, elbette Yunanistan'ın maneviyatı berbat olacaktır. Biz bunu
218
kendi hesabımıza kabul ve kaydederiz. Binaenaleyh ben burada bir mesele hak
kında Hükümetin dikkatini çekeceğim. Paris Temsilciliğimizden gelen bir telgrafta
Paris Konferansının toplanmayacağı ifade edilmişti. Celal Bey, fakat ne olursa
olsun istihbaratta bu hata olur şey değildir. Koca üçler konferansı göz önünde
Paris'te toplanıyor, bizim Temsilciliğin haberi yok. Hiç olmazsa biraz kulağını çek
mek lazımdır.
İLYAS SAMİ BEY (Muş): Efendiler bu ateşkes teklifi siyasi bir meseledir. Maddi
taarruzdan evvel bir siyasi taarruzudur. Çünkü siyasi taarruzlarda silahlar kadar
siyasetler de mühim safhalar geçirir. Bu bir siyasi hileden ibarettir. Efendiler şunu
evvela hatırınıza getirmeye müsaade buyurun ki Batı’nın hile ile aleyhimize çevir
miş olduğu, üzerimizde şimdiye kadar doğrulttuğu silahlar iflas etmiştir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): İnsanların bazısı harp, bazısı da sulh taraftarıdır. Ben
sulh taraftarı değilim. O melun İngiliz’i de Fransız’ı da İtalyan’ı da domuz oğlu
domuzlar, bizim yanmış ocağımıza sulh kovasıyla su döküyorlar. Zaten bize olan
olmuş, gelen gelmiş, yanan köylerimiz yanmış, geride kalmış çıplak dağlar. Bu bir
melanet, bir hınzırlıktır. Teklifi birden bire reddetmekte akıl kârı değildir. Ben son
söz olmak üzere arz ediyorum ki Hükümet eğer düşmanlarımızı işgal ettikleri yer
lerden çıkarır da ateşkesi yaparlarsa bu olur. Eğer İzmir mıntıkasına kadar düş
man çekilir de ateşkes olursa, bunu kabul edelim. Allah düşmanın da belasını
versin, teklif edenlerin de belasını versin. İnşallah bir gün Cenabı Allah bu Müslü
manların intikamını bu hınzırlardan alacaktır.
FEVZİ PAŞA (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Hükümetiniz burada söz alan arka
daşların sözlerinden istifade etmiştir. Verilen önergelerin bize verilmesine karar
verirseniz onları da dikkate alırız. Bu gece cepheye gideceğiz, orduda da müzake
re ederek bir şekil tespit edip onu Yüce Heyetinize getirelim.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, şimdilik müzakerenin yeterliliğini
oylarınıza arz ediyorum. Müzakereyi kafi görenler lütfen el kaldırsın. Müzakere
kafi görüldü. Efendim, zaten bugün karar vermeyeceğiz. Cepheden geldiği zaman
yeniden müzakere açacağız. Şimdi, Divana verilmiş önergeleri okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
İtilaf devletleri tarafından verilen ateşkes teklifinin maksadı belli olmuştur.
İtilaf devletleri ateşkesi, Yunanistan'ın Batı Anadolu’dan tahliyesini teklif ede
bilmek için vermiş bulunuyorlar. Neticesi belli olmayan, şüpheli bir maksadı
olan, ikinci bir üç ay için yenilemesi ve uzatması muhtemel olan bir tahliye ol
duğu için, ateşkesi bu şekliyle kabul etmemizin tabii ki imkanı yoktur. Bizim için
Milli Misak gaye olduğuna göre, ateşkes teklifi ancak Türk topraklarının tahliye
sinin kabulü ile ve ateşkesin imzalanmasından itibaren tahliyeye başlanacağı
nın taahhüt edilmesiyle itibara alınabilir. Bu şekliyle bile ateşkes müddeti en
fazla bir ay için kabul olunabilir. Bu önergemizin Hükümete havalesini talep

219
ederiz.
İzmir Mebusu Çorum Mebusu Eskişehir Mebusu
Yunus Nadi Ferit Celal Abdullah Azmi

TBMM Başkanlığına
Ateşkes meselesi, devletlerarası harp hukukuna dair bir meseledir. Yu
nanistan, aslında bizimle harp eden bir devlet olmadığı halde, İstanbul Hükü
metinin Mondros Ateşkesini imzaladığı zaman haksız olarak memleketlerimizi
adeta eşkıyalıkla işgal ve tecavüz etmiştir. Bundan dolayı yapılacak muamele,
zulüm ve haksızlığa nihayet vermek üzere Yunanistan'ın topraklarımızı terk
etmesidir. Başka bir muameleye imkan yoktur. Ateşkes teklifi, eşkıyalık ve te
cavüzden ibaret olan bir meseleyi resmi bir şekle sokmak için entrika mahiye
tindedir. Binaenaleyh bu hususun reddedilmesini teklif ederim.
Isparta Mebusu
İbrahim

TBMM Başkanlığına
Ateşkes meselesinin evvela Başkumandanlığın ve Hükümetin mütalaası
alındıktan sonra müzakeresine devam edilmek uygun olacağını arz ve teklif
eylerim.
Tokat Mebusu
İzzet

TBMM Başkanlığına
Ateşkes teklifi hakkında Doğu müttefiklerimizin düşüncelerinin ne oldu
ğunu Dışişleri Vekillimiz izahat vermemiştir. Bu noksanın giderilmesi gerekmek
tedir. Ayrıca ateşkes teklifi sadece Batı Anadolu içindir. İstanbul, boğazlar ve
sevgili Trakya’mız Milli Misakımıza dahil vatan parçalarıdır. Bu sebeple teklifin
reddi hususunun ve önergemin Hükümete havalesini talep eylerim.
Muş Mebusu
Mahmut Esat

TBMM Başkanlığına
İtilaf devletleri dışişleri nazırlarının Paris’te toplanarak hazırladıkları
ateşkes teklifinin şartlarını bugün öğrendik. Bu şartların herhalde bir tuzak ma
hiyetinde olduğu ihtimal dahilindedir. Fakat şunu da anlıyoruz ki sırf İngiliz ve
Yunan menfaatleri için yapılan bu tuzakta diğer iki devletin de bariz menfaatleri
olduğunu zannetmekteyiz. Bu vaziyette ateşkes şartlarının hemen kabul edil

220
mesi, kanaatimize göre uygun değildir. Bu ateşkes teklifinin hemen reddini de
vatanın yüksek menfaatlerine uygun bulmuyoruz. Binaenaleyh arzu edilen
sulhun, Milli Misak dairesinden çıkmamak şartıyla şimdiden tespit edilerek da
ha kısa müddet zarfında bir ateşkese taraftar olduğumuzun cevap olarak bildi
rilmesini teklif eyleriz.
Lazistan
Necati
Mebusu Bursa Mebusu
Şeyh Servet

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim iki önerge de evvelce okunmuştu.
Binaenaleyh ateşkes meselesi hakkında kati kararın daha sonra Yüce Meclis tara
fından kabul edilmek üzere, şimdilik bu önergelerin Hükümete gönderilmesini ka
bul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edildi.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Önergeler kabul edilmedi, Hükümete havalesi kabul edildi.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Zaten önergelerin havalesini oya koydum.
Şimdi de Mersin Mebusu Selahattin Bey’in önergesini okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Aşağıda takdim ettiğim maddelerin mütalaaya alınmasını ve bunlar hak
kında bazı değişiklikleri de mümkün görebildiğimi arz eylerim.
1. Evvela Batı Anadolu’da sulhu temin için İtilaf devletlerinin yaptığı teşebbüse
şimdiden teşekkür edilmelidir.
2. Sekiz senedir istiklalimiz adına en zor şartlar altında harp eden milletin toprak
larına sahip olmak hususundaki haklarının İtilaf devletlerince tanınmış olması
gerekirken, yalnız Anadolu'da bir tahliye teklifi yapılması ve bunun da altı ay
müddetle tehir edilmesinin insafsızlık olacağı İtilaf devletlerine tebliğ edilmelidir.
3. Ateşkesin, Anadolu'nun tamamen tahliyesi esasına ait olduğunu Hükümet
senet olarak kabul etmeli. Bu senedin samimiyetini öğrenmek isteyen ve Yunan
lıların Anadolu'daki haksız işgallerini teessürle düşünen milletin ve Hükümetin
ateşkes sebebiyle altı ay daha bu vaziyeti katlanması düşünülemez. Hiç olmazsa
ilk ateşkes teklifine esas olarak, Yunan Ordusunun geçen 1921 Temmuz’daki
vaziyete olsun aldırılmasını ve Türkiye Ordusunun da bu tarihteki vaziyetini ala
rak, demiryolu hattına sahip olmasını İtilaf devletlerinin adaletinden ümit eder.
4. Teferruatın daha sonra tespit edilmesi vaziyetinde Türkiye Büyük Millet Mec
lisi Hükümeti, Yunan Ordusuna karşı harekâtını üç ay müddetle tehir edebile
ceğini tebliğ eyler.
Mersin Mebusu
Selahattin

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, uygun bulursanız bu önergeyi de


Hükümete havale edelim.

221
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bir noktayı Hükümetin dikkatine arz etmek istiyorum.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurun şimdilik bu iş
bitti. Geldiği vakitte tabii olarak tekrar müzakere açacağız.
(Bu oturumdan sonra Fevzi Paşa ve bazı bakanlar, Cephede bulunan 1 Mustafa Kemal Paşa
ile bir toplantı yapmak için Sivrihisar’a gittiler. Üç gün sonra 27 Mart 1922 tarihli gizli
oturumda...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Vekiller Heyeti Reisi Fevzi Paşa Hazretleri
nin Sivrihisar'dan çektikleri bir telgraf var. Yüce Heyetinize arz edilecektir.

TBMM Başkanlığına
Bu akşam Başkumandan Paşa Hazretleri ve Garp Cephesi Kumandanı
İsmet Paşa Hazretleriyle, bazı AvrupaHeyetinin
devletlerinden
katılması gelen ateşkes notasına
verilecek cevap hakkında Vekiller ile geç vakte kadar mü
zakere olunmuştur. Başkumandan Paşa Hazretleri, Sivrihisar'a teşrif etmezden
evvel cephede bulunan ordu ve kolordu kumandanları ile bu husustaki görüşle
rini birer birer öğrenmiş bulunuyorlardı? Yapılan müzakerede, gerek Büyük
Millet Meclisi tarafından beyan olunan görüşlerin, gerek Hükümetin fikir ve
görüşlerinin ve gerek ordu kumandanlarının mütalaalarının hemen aynı nokta
lar üzerinde birleşilmiş olduğu anlaşıldı. Bu noktalar, işgal altında bulunan yer
leri tahliye ettirmek, sulh şartlarını tespit etmek, sulh görüşmeleri ile birlikte
tahliyenin de gerçekleşmesini sürdürmek, ne ordumuz ve ne de memleketimiz
dahilinde yabancı devletlerin kontrolünü kabul etmemek, müttefik devletlerin
nezaret ve kontrolünde yapılacak tahliyenin mal ve kişi güvenliğinin sağlanma
sı gibi hususlardan ibarettir. Yusuf Kemal Bey’den bu gece kendisinin cuma
günü Burgaz-İnebolu yoluyla izahat vermek üzere yola çıktığı ve gelmesinden
önce cevap verilmemesi lüzumundan bahis bir telgraf alınmıştır. Görüşmeleri
mizin geç vakte kadar devam etmesi hasebiyle bugün öğleden sonra Meclise
yetişemeyeceğimizden görüşmelerimizin özetini bu şekilde arz eyledik. Yusuf
Kemal Bey geldiğinde ondan alınacak malumata göre mesele tekrar bahis
mevzu olacaktır, efendim.
Vekilleri Heyeti Reisi
Fevzi
2
(çok iyi sesleri)

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (24 Mart 1922), 1.Dönem, c.3, s.117-142, http://www.tbmm.gov.tr/
2
TBMM Gizli Celse Zabıtları (27 Mart 1922), 1.Dönem, c.3, s.148-149, http://www.tbmm.gov.tr/
222
27 MART 1922: ADALET BAKANLIĞINDAKİ USULSÜZLÜKLER HAKKINDA
ADALET BAKANI REFİK ŞEVKET BEY İÇİN VERİLEN GENSORU ÖNERGESİ
NİN GÖRÜŞÜLMESİ VE GÜVENOYU VERİLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 15.Birleşim, Gündem: 3/1)

Sakarya Savaşı sonrasında Kütahya, Afyon, Eskişehir henüz kurtarı


lamamışken, Doğu’da Kars, Ardahan, Artvin, Güney’de Çukurova, TBMM
Hükümetinin egemenlik alanı içine girmişti. Bir yandan Batı Anadolu’dan
göç eden adalet mensupları diğer yerlere yerleştirilirken, bir yandan da
kurtarılan yerlere adalet teşkilatları kurulması gerekliydi. Ankara Hükümeti
nin dördüncü Adalet Bakanı, memurlarının tayin ve nakillerinde çok zorlanı
yor ve bazı milletvekillerinin eleştirilerine hedef oluyordu.

(Dokuz gün önce, 18 Mart 1922 tarihindeki oturumda…)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Lazistan Mebusu Ziya Hurşit Bey ve arka
daşlarının Adalet Vekâleti için verdikleri on sekiz maddelik gensoru önergesi var.
Okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Kanuni mevzuata ve yürürlükteki kaidelere uymayan aşağıdaki muame
lelerden dolayı, Adalet Vekâletine gensoru önergesi ile güven oylaması talep
eyleriz.
1. Şikâyet ve tahkikat üzerine muhakemeye alınmış Elazığ Bidayet Savcısı
Mustafa Efendi’yi, muhakemesi esnasında iki derece terfi ettirilerek Beyazıt
İstinaf Savcılığına,
2. Memuriyet müddeti zarfında verdiği hükümlerin çoğu Temyiz Mahkemesi
tarafından eksik olan ve Adalet Müfettişliği tarafından muhakemeye alınması
rapor ile bildirilen Ergani Bidayet Ceza Reisi Salih Efendinin beş derece terfi ile
Elazığ Adalet Müfettişliğine,
3. Çemişgezek Bidayet savcılığından azlolunan diğer Salih Efendi’nin dört de
rece terfi ile Elazığ Merkez Bidayet Savcılığına tayin edilmeleri.

4. Namus ve kudretiyle bilinen Başsavcı Osman Bey’in derecesi indirilerek


Temyiz Mahkemesi üyeliğine nakliyle, yerine İstanbul'dan İhsan Bey adında
birini tayin edilmesi ve ailesiyle beraber harcırah verilmesi.
5. Azil ve derece indirme muameleleri mahalli adalet komisyonlarına ait iken,
Rize Şer'iye Mahkemesi Başkâtibi Osman Efendi’nin tahkikat yapılmadan azlo
lunması.
6. Gümüşhane stajyer üyeliğine tayin olunan Trabzon Bidayet yedek üyesi
Mehmet Temel Efendi’nin raporla bir buçuk ay izin talep etmesi üzerine ceza

223
landırılarak altı ay memuriyetinden uzaklaştırılması.
7. Devamlı veya geçici olarak memuriyetten uzaklaştırma cezasının mahkeme
kararıyla verileceği kanun gereği olup Adalet Vekâleti bir mahkeme makamı
olmadığından hüküm verme salahiyeti olmadığı halde bazı memurları üç ve
bazılarını altı ay memuriyetten uzaklaştırma cezasına mahkûm etmesi.
8. Hiçbir gerekçeye dayanmaksızın Mihalıççık Hâkimi ve Merzifon Savcısı ile
Kalecik Sorgu Kâtibini azletmesi.
9. Münferit Hâkim Kanununun 2.Maddesinde her bidayet mahkemesinde bir
hâkim bulunacağı açıkça yazılı iken biri hukuk diğeri ceza hâkimi olmak üzere
iki hâkim tayin ederek hem Kanunu ihlal ve hem de böyle bir sırada bütçeye
fazladan bir masraf yüklenmesi.
10. Adliye memurlarına şahsi maaş verilmesi hakkında teklif eylediği kanun
tasarısı reddedildiği halde bazı hâkimlere memuriyetinin üstünde maaşlar vere
rek hazineye zarara uğratması ve ehliyet ve kıdem emsaline sahip olan birçok
hâkimin şevk ve gayretini kırmaya sebep olması. Hizmeti henüz sekiz seneye
varmayan ve hâkim hususiyetlerine uymaya vaziyetinden dolayı Çankırı hâkim
liğinden azlolunan Ertuğrul Efendi’yi üç bin kuruş maaş ile Lazistan İstinaf
Mahkemesi Reisliğine ve Erzurum Bidayet Mahkemesi Savcısını iki bin beş yüz
kuruş maaş ile yedek üyeliğe tayin edilmesi buna misaldir.
11. Hâkim ve adliye memurlarının azil ve tayin ve terfileri kanunen bir hususi
komisyon tarafından yapılması gerekirken bütün azil, tasdik ve terfileri resen
yapılmaktadır.
12. Düzce Savcısı iken ehliyeti vazifesini yapmaya yeterli olmasından dolayı
sorgu kâtipliğine indirilmekle beraber ceza olarak maaşından iki yüz kuruş kesi
len Muharrem Efendi bu karara muhalif olarak Kırşehir İstinaf Mahkemesi ye
dek üyeliğine tayin kılınmıştır.
13. Kırşehir Savcılığından başka yere tayin edilen ve hatta muhakemeye alın
mış olan Nail Efendi henüz muhakemesi bitmeksizin sınıf ve maaş terfi edilerek
yine Kırşehir İstinaf Reisliğine tayin olunmuştur.
14. Üçte iki ceza müddetlerini cezaevlerinde tamamlayanların kalan cezalarının
affına dair olan Kanun hükümlerini, cezaları kesinleşmemiştir diye bu Kanun
hükümlerini uygulamamıştır.
15. Yetim sandıklarına1 borçlu olup da askerde bulunanlar hakkında istisnai
muamele yapılacağına dair kanunda bir açıklık olmadığı halde bu gibi borçların

1Osmanlı Devletinde yetimlerin mal ve paralarının korunması ve değerlendirmesi için kurul


muş olan teşkilat.
224
tecil edilmesi için emir vererek yetimlerin haklarını ve kanunun hükmünü ihlal
eylemiştir. Mühim bir kısmı şehitlerin çocukları olan yetimlerin vaziyeti hiç dik
kate alınmamıştır.
16. Hâkimlerin sebepsiz yere tayin edilmeleri kanunen uygun olmadığı ve buna
bütçenin de tahammülü bulunmadığı halde bu gibi tahkikatsız ve sebepsiz
tayinler yüzünden Hazine binlerle lira zararlara uğramıştır. Ankara İstinaf Mah
kemesi üyelerinin tayinleri buna misaldir.
17. Bütün adliye teşkilatında meydana gelen kanunsuz icraatlar sayılamayacak
kadar çoktur. Gensorunun müzakeresi esnasında tafsilatlı olarak arz olunacak
tır.
18. Trabzon'da avukatlık yaparken Elazığ Adalet Müfettişliğine tayin edilen
dostlarından Halil Bey’e maaş temini için, Trabzon'da adalet müfettişi bulundu
ğu halde Trabzon İstinaf Mahkemesini teftişini emretmişlerdir. Halil Bey adliye
müfettişi olduktan sonra iki ay kadar yine Trabzon'da avukatlık yapmasına mü
saade edildikten sonra Kars İstinaf Reisliğine tayin olunmuştur. Bu sırada gı
yaben altı ay hapis cezasına mahkûm olan bir Rum'un davasını almıştır. Mu
hakeme sırasında yazılı ve şifahi olarak müvekkilinin sürgün edildiğini iddiası
ile bunun tehir edilmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme hadiseyi tahkik ede
rek müvekkilinin sürülmediğini ve Halil Bey’in mahkemede hakikat dışı ihbarla
suç işlemesinden dolayı hakkında kanuni takibata geçilmiştir. Kendisinin adalet
müfettişi olması sebebiyle tabii mahkeme tesir altında kalarak suçlu olmadığına
karar vermiştir.
Lazistan Mebusu
Ziya Hurşit ve 16 arkadaşı
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Kâtip Bey, işitemiyoruz, yüksek sesle oku.
(oylansın sesleri) Müzakere olmaz zaten.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bu gensoru önergesinin günde
me alınmasını kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.

(Beş gün sonra, 23 Mart 1922 tarihindeki oturumda…) 1

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Adliye Vekâleti için verilen gensoru önerge
sinin müzakeresine başlıyoruz.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Reis Bey, evvela önerge sahibi izahat versin.
MUSTAFA BEY (Giresun): Efendim, İç Tüzük evvela vekil söyler diyor.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Etendim, önergelerini izah edeceklerdir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (18 Mart 1922), 1.Dönem, c.18, s.270-272, http://www.tbmm.gov.tr/
225
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): İç Tüzüğe göre önerge sahiplerinin söz hakkı
saklıdır. Ben cevap verdikten sonra söylerler. (hayır, hayır sesleri) Efendim, bir
defa gensoru önergesi veren arkadaşlarım arasında bazen dedikoduya sebep
olan hususları izah etmeye vesile olduklarından dolayı kendilerine teşekkür ede
rim. İkinci olarak Yüce Heyetinizden şunu rica ederim ki bir vekilin geçmiş ve gele
cek hayatı ve devletteki vazifelerini iyi veya kötü yapması hakkında bir kati hükmü
verilebilecek olan bu davada beyanatım esnasında sözümün kesilmemesini rica
ederim. (pekala sesleri) Evvela şunu söyleyeyim ki sorulan maddeler on sekiz
tanedir. Her bir maddeye dair dört dakika söz söylemek lazım gelirse mutlaka bir
saat devam etmek icap eder. Bundan dolayı sabırsızlık gösterilmemesini bilhassa
rica ederim. İzahata yardımcı olmak üzere her maddeyi tekrar okuyayım ve ondan
sonra cevap vereyim.
“1. Şikâyet ve tahkikat üzerine muhakemeye alınmış Elazığ Bidayet Savcısı Mus
tafa Efendi’yi, muhakemesi esnasında iki derece terfi ettirilerek Beyazıt İstinaf
Savcılığına,”
…Burada iki itham vardır. İtham demeyelim, itiraz diyelim. Birisi, muhakemede
iken memur tayin edilmiş, ikincisi terfi ettirilmiştir. O memur muhakemede iken terfi
ettirilmiş değildir. 12 Eylül tarihinde itham eden heyet tarafından muhakemesine
lüzum yok kararı verilmiş ve 16 Ekim tarihinde tayin olunmuştur.
RIFAT BEY (Kayseri): Vazifesine iade kararı almış mı?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Evet almıştır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Ne vakit almış?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): 12 Eylül ile 16 Eylül arasında.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Dört gün arasında...
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Müsaade buyurursanız münferit hâkim teşkilâtı
nın eski teşkilat üzerinde yaptığı tesirleri bazı üyeler iyice kavrayamadı. Münferit
hâkim teşkilatından evvel otuz iki tür adliye memuriyeti var idi ve her birisinin de
ayrı ayrı vazifeleri ve hatta nevileri vardı. İstinaf savcılığı birinci sınıf, ikinci sınıf
olarak aynı maaşla iki kısım idi. Ben bunları hesap ettirdim. Adetleri seksen dörde
kadar çıkıyor. Mustafa Bey Merkez Bidayet Savcısı idi. İki bin beş yüz kuruş maaş
alıyordu. Aynı maaşla Beyazıt Savcısı olmuştur. Derece meselesine gelince, Yüce
Meclisin müsaadesiyle yapılmış bir iştir. Binaenaleyh derece meselesi burada
bahis mevzu olamaz.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Nasıl olamaz?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendim, bu Yüce Heyetinize arz edilmiş ve bu
şekilde yapılmış ve halen memuriyet on üçe inmiştir. Eski şekildeki kaza savcılığı,
liva savcılığı, merkez savcılığı sırf makam düşkünü olanlar için birer vazife olarak

226
ihdas edilmiştir. Vazifenin bir olduğu dikkate alınarak halen bir bidayet savcısı ve
bir istinaf savcısı olduğu gibi bunların vaziyetine göre ancak maaşları farklıdır.
İstinaf savcılığına gelince, ehliyet ve kıdem itibariyle farklıdır. Eskisi gibi liva savcı
lığı kalmamıştır ki bidayet, istinaf savcılıkları gibi birtakım vaziyetler olsun. Bu,
yayınlanan teşkilat kanununun tabii neticesinden başka bir şey değildir. Adalet
Nazırının şahsi tesiriyle, keyfiyle değiştirilen hâkimlerin haklarını muhafaza için
yapılmıştır ve bu hâkimlerin haklarının muhafazası şerefi de bana aittir. İnşallah
yine Yüce Heyetinizin yardımıyla herkese derece itibariyle ve herkese ehliyeti ile
uygun vazifeler verecek olan Komisyondaki kanun, bu Memleketin yaralarından
en mühimini tedavi edecektir. Efendim ikinci maddeye geçiyorum.
“2. Memuriyet müddeti zarfında verdiği hükümlerin çoğu Temyiz Mahkemesi tara
fından eksik olan ve Adalet Müfettişliği tarafından muhakemeye alınması rapor ile
bildirilen Ergani Bidayet Ceza Reisi Salih Efendinin beş derece terfi ile Elazığ Ada
let Müfettişliğine,”
…Bir defa memur hakkında müfettişin rapor yazması o memurun muhakemeye
alınması demek değildir. Sonra böyle müfettiş raporu katiyen yoktur ve sonra ver
diği hükümlerin kâmilen kaldırıldığına dair de işaret yoktur. Bundan başka kendisi
ne cezayı gerektiren ufak bir idari işaret de yoktur. Bilakis ismi geçen Salih Sıtkı
Efendi’nin terfii hakkında muhtelif imhalar vardır. Eğer bu şahsin vaziyetini okuya
rak meşgul etmek lazım gelse okurum. Yalnız arkadaşlarım iddia ediyorlar ki
Temyiz Mahkemesince hükümleri bozulmuştur, hâlbuki bozulmamıştır. Sonra
efendim en ehemmiyetli olmak üzere bahis mevzu olan mesele beş derece terfi
meselesidir. Terfi ve derece hakkında verdiğim izahat bugünkü teşkilata göre eski
tüzüğü tamamen ihlâl etmiştir. Binaenaleyh istinaf mahkemeleri birleştirilmiştir.
Livalarda bir türlü, kazalarda bir türlü, vilayetlerde bir türlü bidayet mahkemesi
usulleri kaldırılmıştır. Hepsi birleştirilmişlerdir. Ankara Livası Müfettişi Reşit Bey’i,
benden önceki Vekil arkadaşım Hafız Mehmet Beyefendi tayin etmişlerdir ve cid
den kıymetli bir müfettiştir. Hafız Mehmet Bey, bu müfettişi tayin ederken acaba
tüzüğün gösterdiği şartları aramış mıdır? Arayamamıştır ve arayamaz. (aramak
mecburiyetinde idi sesleri) Müsaade buyurunuz, aynı zamanda Hakkâri Livasına
tayin olunan Hayri Bey, evvelce buraya gelmiş ve daha evvel Muhtar Bey, tarafın
dan müfettiş tayin edilmiştir. Hayri Bey Hakkari Livası Reisi iken Ankara Adalet
Müfettişi olmuştur ve Salih Sıtkı Efendi hakkında da aynı noksan mevcuttur. Yüce
Heyetinize...
ZIYA HURŞİT BEY (Lazistan): Asıl işte bu noksan.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Adliye Vekâletinin elinde bir hukuk kaidesi olan
tüzük ile Yüce Meclisinizden çıkan Kanun dehşetli çatışıyor. Arz edeyim, Temyiz
Mahkemesi kurulması hakkındaki kanunun bir maddesinde Temyiz Mahkemesi
Başsavcı Muavini kimler olabilir? Liva savcıları ve liva istinaf mahkemelerinde
bulunanlar, diyor. Şimdi bu kanun gereğince bir adam ki liva mahkeme reisliği
yapmıştır, liva savcılığı yapmıştır ve istinaf mahkemesi üyeliği yapmıştır. Temyiz

227
Mahkemesinin beş bin kuruş maaşlı Başsavcı Muavini olabilecektir. Fakat bu vazi
feleri ifa ettiği halde Başsavcılık Muavinliğinden belki dört, beş derece aşağıda
bulunan üç bin kuruşlu birinci veya ikinci sınıf adalet müfettişi olmuştur. Tekrar
itiraf ediyorum ki gerek Hafız Mehmet Bey, gerek Muhtar Bey ve gerekse ben, bu
tüzüğün icap ettirdiği şartlarda kusur etmiş olabiliriz.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Refik Şevket Bey, Reşit Bey ben tayin etmezden
evvel ne idi?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Sonra üçüncü maddeye geliyorum, efendim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Kanun ile tüzük birbirine uymazsa hangisine riayet
lazım gelir?
RAUF BEY (Başkan Vekili): Sözünü kesmeyiniz, efendim.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Sonra üçüncü maddeye geliyorum.
“3. Çemişgezek Bidayet savcılığından azlolunan diğer Salih Efendi’nin dört derece
terfi ile Elazığ Merkez Bidayet Savcılığına tayin edilmeleri.”
…Bir defa Çemişgezek'te Salih Efendi isminde bir kimse yoktur. Böyle bir ismi
tanımıyoruz. Ancak olabilir ki Merkez Savcılığına tayin olunan şahsın ismi Hakkı
Bey olması ihtimali vardır. Efendim, bu Hakkı Efendi adliyemizin cidden iftihar
edeceği gençlerimizden birisidir. Kendisi Çemişgezek Savcılığından evvel, benim
vekâletimden evvel başsavcılığa tayin olunmuş. Belki iyi hatırlayamıyorum, hatı
rımda kaldığına göre faziletini takdir edilerek, tercihen Merkez Başsavcılığına iki
bin beş yüz kuruşla tayin etmişimdir. Binaenaleyh, diğerleri gibi burada da derece
meselesi çarpışır. Çünkü maaşı iki bin beş yüz olmuştur. Efendim, ortada münferit
hâkim teşkilatının tatbikatından başka bir şey yoktur. İki bin beş yüz kuruş maaşla
kalmaz, burasını bahis mevzu edeceğiz.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Kalır mı, kalmaz mı onu arz edeceğim.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendim, dördüncü maddeye geliyorum.
“4. Namus ve kudretiyle bilinen Başsavcı Osman Bey’in derecesi indirilerek Tem
yiz Mahkemesi üyeliğine nakliyle, yerine İstanbul'dan İhsan Bey adında birini tayin
edilmesi ve ailesiyle beraber harcırah verilmesi.”
…Yüce Heyetinizden son derece istirham ederim, adalet mevkiinde bulunan bir
şahsın aleyhine söz söylemek vaziyetinde bulunmayalım ve çok rica ederim. Ada
let Komisyonundan, oradaki arkadaşlarımdan bir heyete dosyayı arz edeyim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Hayır, İç Tüzük hükümleri açıktır.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Çünkü efendiler, kendisini burada müdafaa
edemeyecek bir kişi hakkında söyleyeceğiniz sözler tutanağa geçtikten sonra
bunun düzeltilmesi imkân dâhilinde değildir. Bunu çok rica ederim, kendimizi kur

228
tarmak için diğer birinin adını ebedi olarak tutanaklara geçirmek vaziyetinde bu
lunmayalım.
ZİYA HÜRŞİT BEY (Lazistan): Bu kürsüde mebus susturulamaz, her şey söylene
bilir.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Azil sebebini söylemeyeceğim, efendim. Fakat
Temyiz Mahkemesi hakkında söylenecek sözler adliye siyaseti için en tesirli şey
dirler. Memleketin adliyesine, Memleketin umumi siyasetine tesir edecek sözleri
rica ederim, muhafaza ediniz. Bunun için bana güvensizlik oyu veriniz, fakat beni
zorlamayınız.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Temyize ait değildir, şahsa aittir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Müsaade buyurursanız bu mesele hakkında
Vekil Beyefendi aleni celsede söz söylemek istemiyorlarsa, yalnız bu maddeyi gizli
celsede müzakere edebiliriz. Bu da çok doğru olabilir. Yalnız bu maddeyi hafiyen
müzakere edeceğiz. Adliye Teşkilatının en son derecesinde bulunan bir adama ait
bir meselenin böyle alenen müzakeresi de doğru bir şey olamaz, zannederim.
Gizli olmasında bir sakınca yoktur. (hayır, gizli celsede olmaz sesleri)
LÜTFÜ BEY (Malatya): Temyiz Mahkemesi üyelerinden birinin şahsi fenalığı ne
den gizli celseyi alakadar ediyor?
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Önerge sahipleri olarak bu mesele hakkında gizli
müzakereyi kabul ettik.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Vekil Bey ve bu gensoru önergesi sahiple
rinden olan Necati Efendi bu meselenin gizli celsede müzakeresini teklif ediyorlar.
Kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Efendim rica ederim, kabul buyuranlar lütfen
ayağa kalksınlar. Kabul edilmiştir, müzakerenin sonunda bu madde için gizli celse
yapacağız. Vekil bey cevap verecekler.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Bey, İç Tüzük ihlâl edilmiştir. Hakkımız saklı
dır. Henüz karar verilmemiş sayılıyor.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, gizli celse kabul buyruldu.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Evvela dinleyiciler tahliye edilir, ondan sonra gizli
celse oya konulur. İç Tüzükte açıklık vardır.
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Beşinci Madde,
“5. Azil ve derece indirme muameleleri mahalli adalet komisyonlarına ait iken,
Rize Şer'iye Mahkemesi Başkâtibi Osman Efendi’nin tahkikat yapılmadan azlo
lunması.”
…Osman Efendi hakkında tahkikat vardır. Tahkikat dosyası mevcuttur. Bu vazi
yette azline doğrudan doğruya Vekâlet Makamı salahiyetlidir ve buna dayanılarak

229
işten el çektirilmiştir. Buna karşılık bu şahıs hakkında yeniden tahkikat yapılması
için bir müfettiş gönderilmiştir. Müfettişin tahkikatı neticesinde yeniden tayin olun
muştur. (gürültüler)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): İkazdan sonra...
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Yani tamamlanmış tahkikat vardır.
“6. Gümüşhane stajyer üyeliğine tayin olunan Trabzon Bidayet yedek üyesi Meh
met Temel Efendi’nin raporla bir buçuk ay izin talep etmesi üzerine cezalandırıla
rak altı ay memuriyetinden uzaklaştırılması.”
…Müsaade buyurursanız bunu yedinci madde ile birleştireceğim. Çünkü ikisi birbi
rinin aynıdır.
“7. Devamlı veya geçici olarak memuriyetten uzaklaştırma cezasının mahkeme
kararıyla verileceği kanun gereği olup Adalet Vekâleti bir mahkeme makamı olma
dığından hüküm verme salahiyeti olmadığı halde bazı memurları üç ve bazılarını
altı ay memuriyetten uzaklaştırma cezasına mahkûm etmesi.”
…Arkadaşlar bizim bütün memurlarda muayyen bir hastalık vardır. Küçük yerler
den büyük yerlere gitmek, terfiyi daima muhitte değil, merkezde aramak, hemen
bütün vekâletlerin tanzim ettikleri tüzüklerde maalesef bu hastalığı meydana çı
karmıştır. Bin iki yüz kuruş maaş alan bir hâkime üç yüz kuruş zam verdiğiniz za
man livaya gitmesi gerekir. Beş yüz kuruş zam verdiğiniz zaman da artık onun
gideceği yer vilayettir. Bilakis vilayetten livaya, livadan kazaya birisini tayin ettik mi
hakikaten büyük bir tesir icra ediyor. Hâlbuki terfileri mekân ile değil, nere olursa
olsun hâkimin haiz olduğu ehliyet ve vazifeye göre yaptığımız gün Memleketin
Hanya'sı ile Konya'sı eşit olacaktır. Onun için efendiler en iyi hâkimler, dikkat edi
niz, vilayetlerde bulunuyor.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Bunu tenkit eden yok, bu mevzuumuz harici. (mev
zu harici sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim söz isterseniz veririz. Onun için rica ederim,
hatibin sözünü kesmeyiniz.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Lazım olan ehliyete sahip olmayanlar ufak yer
lerde bulunduruluyor.
LÜTFÜ BEY (Malatya): O gibileri hiç kullanmamalı.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Hâlbuki efendiler, Memlekette kaç şehir vardır,
kaç kaza ve nahiye vardır? Milletin çoğu ufak yerlerdedir. Oraların ahalisinin mu
amelelerini görecek adliye memurlarının tamamıyla vazifelerini idrak etmeleri icap
eder. Memlekette İstanbul ilerler, İzmir ilerler, Bursa ilerler. Çünkü orada bütün
hâkimler iyi olur. Fakat Memleketin uzak yerleri katiyen bundan mahrum kalıyor.
Maalesef mevzuatımız buna manidir. Ben yaptığım Kanun gereğince bunu Yüce

230
Heyetinize tamamıyla arz ettim. Yapacağım teşkilatta size hâkim tasarruf edece
ğim dedim, bu hâkimleri merkezden alıp taşraya göndereceğim dedim, bunu kabul
ettiniz ve bu sayede Türkiye Adliyesinde ne kadar büyük bir değişiklik olduğunu
şimdi arz edeceğim. Vilayetten kazaya, livadan kazaya gönderilecek bu memurla
rın tayinleri sonrasında bir izzeti nefis meselesinin meydana çıktığını gördüm.
Trabzon'da oturmuş bir hâkimi, Temel Efendi hakkında söylüyorum, Gümüşhane'-
ye tayin ettiğim zamanda bu ve benzeri müracaatlarla mağdur oldum, haksızlık
ettiniz, bilmem ne diye şikâyette bulunuyorlar. Ben, onlara verdiğim emirde, Mem
leketin her tarafında adalet ihtiyacı aynıdır, Memleketin her tarafında kanun birdir,
her tarafında millet aynı millettir, şehir ve kasaba yoktur dedim. Fakat efendiler.
Devamlı telgraflarla bu müracaatlar hakikaten tahammül edilmez bir şekil aldı. Ben
de mecbur oldum ve dedim ki her kim tayin olundukları mahallere gitmezse müs
tafi sayılmakla beraber kendisine altı ay memuriyet verilmeyecektir. (kanun mudur
bu sesleri) Efendim bu bir kanun mahiyetinde değildir. Bir karar mahiyetinde de
olamaz. Fakat ruhi vaziyet üzerinde daima bulunduğu yeri muhafaza etmek iste
yenlere karşı bir idari tesirdir. Nitekim ben altı ay memuriyet vermeyeceğim dedi
ğim halde daha sonra görülen lüzum üzerine birçok memurlara memuriyet verdim.
Fakat bu tedbir işe yaradı. Bütün memurlar tamamıyla yerlerine gitmiştir ve bu
şekilde mesele hallolunmuştur. Sonra bir misal arz edeceğim. Yürütme vazifesin
de bulunanların bu zarureti hissettiklerine ve bundan daha şiddetli hissettiklerine,
müsaade ederseniz bir misal getireceğim. Buna dair benden önceki Vekil Beye
fendinin aynı mesele hakkında yine bu meseleye ait olmak üzere verdiği bir telgra
fı vardır.
EMİN BEY (Erzincan): O zamanki Vekile ait olan bir meseleyi burada izaha lüzum
yoktur.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): İzah etmek için misal getirmeye mecburum.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Adalet Vekilisiniz, kanunların tatbikine memursunuz. (gü
rültüler)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, rica ederim Meclisin intizamını ihlal buyur
mayınız.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendim ilk defa rica etmiştim, kabul buyurmuş
tunuz. 16 Mart 1921 tarihinde Hafız Mehmet Bey yazmış olduğu emirde benden
daha şiddetli davranmışlardır. Demişlerdir ki tayin olundukları mahallere sebepsiz
yere gitmeyenler müstafi sayılacaklar ve ikinci bir memuriyete tayin olunmamak
suretiyle adliyeye hizmetten mahrum bırakılacaklardır. Buna karşılık Hafız Meh
met Bey böyle yapmış mıdır? Fakat bunun idari tesiri inkâr edilemez. Birbirimizden
haberimiz olmaksızın bunu yapmışız. Çünkü bir mecburiyetten yapmışız. Temel
Efendi altı ay müddetle müstafi sayılmış, diyorlar. Hayır, Temel Efendi 30 Ekimde
kendisi istifa etmiştir. 28 Şubatta Adana'ya sorgu kâtibi olarak tayin olunmuştur.
Binaenaleyh altı ay dolmuş değildir. Yozgat Sulh Hâkimi Mithat Bey Mecidiye'ye

231
tayin olunmuştu, istifa etti. Fakat kıymetli bir adamdır, kendisini kaybetmemek için
bir ay dört gün sonra Mersin'e tayin ettim. Çünkü bu verilen emrin hususi tesiri
muvakkat olmuştu. Efendim sekizinci maddede,
“8. Hiçbir gerekçeye dayanmaksızın Mihalıççık Hâkimi ve Merzifon Savcısı ile
Kalecik Sorgu Kâtibini azletmesi.”
…Beni burada en çok şaşırtan mesele önergenin altında bizim Çankırı Mebusu
Tevfik Efendi’nin imzası bulunmasıdır. Çünkü yakın olmak dolayısıyla Kalecik
Savcısıyla Sorgu Kâtibi hakkında bütün şikâyeti bildiren o arkadaşım idi. Diğer
maddeleri tabiatıyla kabul ediyorum, fakat bu Kalecik Savcısını işten el çektirmek
zannederim ki benim vicdanınızdan doğan sese tercüman olmaktan başka bir şey
değildir. Hiçbir gerekçeye dayanmıyor, diyorlar. Tahkikat yapılmıştır ve tahkik ev
rakı görülmüştür. Kabahatleri cezayı gerektirir görülmüş, sebep anlaşılmış ve işten
el çektirilmişlerdir. (sebep nedir) Sebep anlaşıldıktan sonra ceza işinden sonra
sorguya gider, sonra Heyeti savcıya gider, ondan sonra mahkemeye gönderirler.
Bu üç kişi hakkında rica ederim, bununla yetininiz. Yapılan muamelede kanun
harici bir şey yoktur. İşte efendiler bütün bu on sekiz maddenin birbirlerine bağlı
bir gensoru içerisinde mesleki münakaşaya sebep olacak bir mesele varsa bu
dokuzuncu meddedir. Diğerlerinde yapılan işlerin uygun olup, olmadığına dair
birtakım içtihat farklılıkları var. Yüce Heyetiniz hakemidir, ya orası haklı veya ben
haklıyım. Dokuzuncu maddeyi okuyorum, efendim.
“9. Münferit Hâkim Kanununun 2.Maddesinde her bidayet mahkemesinde bir hâ
kim bulunacağı açıkça yazılı iken biri hukuk diğeri ceza hâkimi olmak üzere iki
hâkim tayin ederek hem Kanunu ihlal ve hem de böyle bir sırada bütçeye fazladan
bir masraf yüklenmesi.”
…Efendiler, burada bana yüklenilmek istenilen kanunu ihlal ve bütçeye masraf
suçunu asla kabul edemem. Bu kadar nazırlar, vekiller geldiği halde yapamadığı
bir meseleyi, Memlekette mütehassıs hukukçular yetiştirmek usulünü, ben kanun
ların içinden çıkardım ve tatbik ettim. Bunu da arz edeceğim. Eğer şeref ise bana
aittir. Mesuliyet ise rica ederim, onu da şerefle kabul ederim. Her bidayet mahke
mesinde bir hâkim bulunacaktır, denildiği vakitte bu ne demektir? Hangimizin liva
sında bidayet hukuk mahkemesi, bidayet ceza mahkemesi yoktu. Yoktur diyen
varsa meydana çıksın. Lüzum olunca bir kazada bile birkaç bidayet mahkemesi
açılabilecektir. Bidayet mahkemesi açıldığı zaman acaba bidayet hukuk mahke
mesine bidayet ceza mahkemesi diyebilir miyiz? Bilhassa Hafız Mehmet Bey’e şu
kanunları hatırlatıyorum. 11 Ağustos 1919 tarihli kanunun 5.Maddesi bidayet
mahkemeleri birden fazla olacağı gibi her mahkeme için ayrıca savcı ve sorgu
kâtibi tayin olunacaktır. İkinci bir kanun daha arz edeyim, 1920 tarihli Kanun işi
çok olan kaza bidayet mahkemeleri iki daireye taksim edilerek üye adedi ona göre
dörde çıkarılabilir. Bu dairelerden maksat nedir? Bir kazada ceza ve hukuk bidayet
mahkemelerinin artması kabul ettikten sonra o mahkemelere hukuk hâkimi, ceza
hâkimi tayin etmekle bu kanunlardan başka ne tatbik edilmiştir. Rica ederim, aksi

232
ni her hangi bir arkadaş iddia ederse ispat etmesini rica ederim. Bunun en büyük
faydası ihtisastır. Bunu İstanbul Adliye Nezareti de benden evvel gelen vekiller de
tatbik edememişlerdir. Fakat ben bu kanunlardan istifade ettim. Bundan sonra
hukuk meselelerine alışmış hâkim yetişecektir. Şimdiye kadar yetişemezdi efendi
ler. Savcılıktan yetişmiş bir adamı istinaf reisi, bilmem ne hâkimi yapmak, öyle
karışık mesai ile iştigal ettirmektense bundan sonra temyiz mahkemesinin ceza
dairesine, hukuk dairesine kadar geçecek mütehassıs ceza hâkimleri, hukuk hâ
kimleri yetişecektir. Kanun dairesinde hâkim yetiştirmek meselesi itiraz edilebilir
mi? Arkadaşlar bana belki birçok hatalar yüklenebilir, fakat bundan dolayı hatayı
asla kabul edemeyeceğim, şimdiden arz ederim. Bu münasebetlerle, hâkimlerin
fazlalığı münasebetiyle masraf meselesini müsaade buyurursanız beş dakika son
ra arz edeceğim. Onuncu maddeye geçiyorum, efendim.
“10. Adliye memurlarına şahsi maaş verilmesi hakkında teklif eylediği kanun tasa
rısı reddedildiği halde bazı hâkimlere memuriyetinin üstünde maaşlar vererek
hazineye zarara uğratması ve ehliyet ve kıdem emsaline sahip olan birçok hâki
min şevk ve gayretini kırmaya sebep olması. Hizmeti henüz sekiz seneye varma
yan ve hâkim hususiyetlerine uymaya vaziyetinden dolayı Çankırı hâkimliğinden
azlolunan Ertuğrul Efendi’yi üç bin kuruş maaş ile Lazistan İstinaf Mahkemesi
Reisliğine ve Erzurum Bidayet Mahkemesi Savcısını iki bin beş yüz kuruş maaş ile
yedek üyeliğe tayin edilmesi buna misaldir.”
…Ben de böyle bir söz işittiğim takdirde her hangi bir kimsenin hakkında vereceği
hüküm bunun hata olduğunu itilaftan ibarettir. Bu maddenin dayandığı birinci fıkra
ihtimal dâhilinde değildir. Hâkimlerin maaşı hakkında teklif etmiş olduğum kanun
reddedilmiş değildir, Adalet Komisyonundadır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Yani kanun çıkmamıştır.
KADRİ BEY (Siirt): Neden tatbik ettin.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Bilhassa Kadri Bey arkadaşım bu gibi müzake
relerde sabırsızdır. Sabretsinler, cevap verilmedik bir nokta bırakmayacağım. Eğer
Hafız Mehmet Bey ve diğer önerge sahibi arkadaşlar, bu işin başına geçti, teşkilatı
karman çorman etti, demeden evvel bu meseleye ait müzakere tutanaklarını bir
kere okumak lütfünde bulunmuş olsalardı bu sözü söylemezlerdi. Zannederim ne
bunları yazmak için bu kadar zahmete mecbur kalır, ne de benim böyle uzun ce
vap vermeme lüzum kalırdı. Efendim, Yüce Heyetinize verdiğim izahatı müsaade
buyurursanız, aynen okuyacağım.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Kanun şeklinde bir şey çıkmış mı? Onu söyle.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Hulasa olarak şu idi efendiler. Bana şu kanunu
verirseniz bir ay sonra inşallah arzu ettiğiniz gibi teşkilatı tamamlayacağım. Sonra
tasarruf ettiğim kadrolar sayesinde teşkilatı noksan kalan kaza ve livalara mevcut
hâkimleri göndermek suretiyle onların ihtiyaçlarını temin edeceğim. Bir livayı vila

233
yete bağlayan teşkilatı kaldırarak liva muamelelerini livada tamamlamak imkânını
bulacağım, demiştim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Kanun kabul edildi mi? Onu söyle.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Trabzon, Kastamonu ve Erzurum istinaf ve bi
dayet muhakemelerinden, Yüce Meclisten aldığım bu izin üzerine kazandığım
kadrolarla sizin memuriyetiniz derecesinde bir memuriyet açılıncaya kadar bekle
yiniz demek mi daha uygundur? Yoksa o adamlara kanuni hakkınız olan maaşınız
ve kıdeminiz saklı kalmak şartıyla filan yerde bir açık kadro var, gidiniz demek mi
uygundur? Böyle bir memuru mesela Erzurum'da bin kuruş maaşlı açık bir memu
riyete maaşıyla göndermek, onu bekletip de bir istinaf üyesi yapmaktan daha iyi
değil midir? O memlekete hâkim gönderip de o halkın haklarını temin etmek daha
uygun değil midir? İşte maaş meselesi budur. Bundan maksat herkesi haiz olduğu
maaşlarıyla açık memuriyetlere tayin etmek ve kendilerinden istifade etmektir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Kim muvafakat etmiş? Rica ederim söyleyiniz,
karar var mı? Lütfen izah buyurunuz kanunsuz nasıl muvafakat olunur?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Böyle bir istinaf reisini filan yere tayin edeceksin
ve bir istinaf reisini filan yerde istihdam edemezsin ve bir bidayet üyesini filan yer
de istihdam edeceksin diye bir kanun beklenmez, kanunun gerekçesi kabul edil
memiş olsaydı, o kanun meydana gelir midi?
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Gerekçe ne demek? Kanunsuz gerekçe yeni gö
rülmüştür. Adalet Vekilinin ağzından işitiyoruz.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Bu şekilde yapılan teşkilat sayesinde nelere
muvaffak olduğumu birazdan arz edeceğim? Türkiye adliye teşkilatı hemen he
men mali bir yük getirmeden ileri bir dereceye gelmiştir. Bir düşünceyle bu tabiri
kabul ediyorum, isteksizlik ve gayretsizlik oldu, deniliyor. İsteksizlik ve gayretsizlik
meselesinde ben istinaf üyesiyim kaza hâkimi olur muyum, diye manasız bir zihni
yetin bendeniz tamamen aleyhindeyim efendim. Ben vilayet istinaf üyesi oldum
diye koltuk düşkünü olmakla, münferit olarak hükmetmek zevki ve o zevkin altın
daki mesuliyet arasında hiçbir fark yoktur. Mevki düşkünü olmaktan çok, ben hu
kukçuyum, her hangi bir vazifeyi görürüm, manevi zevkini itibar edelim. Yoksa
filan sorgu kâtibi, filan istinaf savcısı gibi mevkilerin verdiği rekabet, hukukçular
arasından kalkmalıdır. Büsbütün kalkması mümkün değilse de ben en altında
bulunan bir adama otuz iki kilometre daha uzak mevkiye göz dikmek mecburiyetini
kaldırdım. Onun için en mühim mesele, adliyeci adliyecidir. Adliyenin hâkimliği,
savcılığı, reisliği hepsi kanun tatbik etmekte birdir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Komünizm usulü gibi...
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Ben istinaf savcısı iken hâkim oldum. Sulh hâ
kimi iken münferit hâkim oldum gibi adli zihniyetle alakası olmayan şeyler isteksiz
liğe ve gayretsizliğe sebep oluyorsa, katiyen hakikate, mantığa uygun değildir.
234
RIFAT BEY (Kayseri): Üye iken stajyer olduysa...
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Cevap vereyim efendim, bilhassa bunu Rıfat
Bey’den işitmek isterim. Çünkü kendileri bu mesleğin idari teferruatını daha iyi
bilir. Yalnız rica ederim sözümü kesmeyin. Not ediniz, ayrı ayrı cevap vereceğim.
Gelelim Lazistan Reisi Ertuğrul Efendi’ye, zannederim ki eski Vekil Hafız Mehmet
Bey bunun hakkındaki muameleyi unutmuşlar. Çankırı hâkimliğinden azlolunmuş
ve Erbaa hâkimliğine nakledilmiştir.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Erbaa hâkimliğine gitmiştir, evet doğrudur.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): O halde hâkimlik sıfatına yakışmayan hususlar
dan dolayı azil tabirini kendileri değiştiriyorlar. Bu şahıs Lazistan'a tayin olunma
mıştır. Erzurum Sulh Hâkimliğine tayin olunmuştur. Erzurum Sulh hâkimliğine
kadar fevkalade mali imkânsızlıklardan bahsederek kendisine harcırah vermedik.
Oraya gitti. Orada teşkilat münasebetiyle ceza hâkimi oldu. Daha sonra ceza hâ
kiminin iş azlığı dolayısıyla Lazistan İstinaf Reisliğine maaşı ile naklettim ve
Lazistan İstinaf Reisliği maaşını tasarruf ettim. Binaenaleyh Ertuğrul Efendi hak
kındaki soruya da bu şekilde cevap verilmiş oluyor. Sonra efendim, Erzurum Bida
yet Savcısının iki bin beş yüz kuruş maaşla yedek üyeliğe tayin edilmesi doğru
değildir. Erzurum Bidayet Savcısının maaşı iki bin kuruştur. Sonra bu şahıs maaşı
ile ve teşkilat esnasında Bidayet Savcısı olarak kaldı. Fakat bu şahıs 1858 do
ğumludur, ihtiyardır, bu vazifeyi ifa edemiyor. Uygun bulursanız mağdur da olma
sın, kendisinin de muvafakati var, yedek üyeliğe tayin edelim diyor. Bunun üzerine
1858 doğumlu emektar olan bu adamı yedek üyeliğe tayin ettik ve halen vazifede
dir.
MAHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Daha bir senesi var.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Altmış beş yaşındaki bir adam ancak yedek
üyelik yapar, daha başka bir şey yapamaz. Efendim, on birinci madde,
11. Hâkim ve adliye memurlarının azil ve tayin ve terfileri kanunen bir hususi ko
misyon tarafından yapılması gerekirken bütün azil, tasdik ve terfileri resen yapıl
maktadır.

…diyor. Malumunuz Sakarya Muharebesi zamanında Ankara'dan Kayseri'ye nakil


meselesi esnasında Devletin bütün muameleleri durdurmuştu. Müdürler bütün
vekâletlerde olduğu gibi, gitmişlerdi. Ben de komisyonun toplanması imkânsızlığı
na dayanarak bu vaziyette memur azil ve nakillerini yaptım ve yapmak mecburiye
tindeydim. Çünkü Yüce Heyetinize karşı buradan bu vekiliniz sıfatıyla verilmiş bir
sözüm vardı. Sonra komisyon mutlaka böyle yaptı diye vekil itaat etmek mecburi
yetinde değildir. Memurların tayin hakkı kendisinde olduğundan ve ancak teferruat
ile uğraşmaya kendisinin vakti olmadığından bu sebeple iş komisyonlara havale
olunabilir. Mamafih komisyonlar elbette lazımdır ve hatta komisyonların bazen
vekillere karşı olması lazımdır. Benim arzularıma bile muhalefet etmeleriyle iftihar

235
ederim. Zaten bu vaziyet ancak Sakarya Muharebesi zamanında olmuştur ki o
zaman burada müdüriyetlerin üç buçuk ay kadar memuriyetlerinde ara olmuştur.
Bundan ne evvel ve ne de sonra bir böyle bir şey olmuş değildir ve olamaz. Eğer
olmuş ise arkadaşlarımın göstermesi lazım gelir, efendim.
12. Düzce Savcısı iken ehliyeti vazifesini yapmaya yeterli olmasından dolayı sorgu
kâtipliğine indirilmekle beraber ceza olarak maaşından iki yüz kuruş kesilen Mu
harrem Efendi bu karara muhalif olarak Kırşehir İstinaf Mahkemesi yedek üyeliği
ne tayin kılınmıştır.
…Efendim, bu şahıs Düzce'de savcı idi. Bir jandarma kumandanı ile savcılık hu
susiyetlerine uymayacak bir şekilde kavgasından dolayı her ikisi de oradan alın
mışlardır. Bundan dolayı idari ve adli vazifesi olan savcılık makamında duramaya
cağından ve müstakil hâkimlik yapamayacağından dolayı sorgu kâtipliğine gönde
rilmiştir. Sonra buraya geldi, kendisiyle görüştüm. Oldukça mektepli ve biraz da
emektar olduğu için kendisinden beklenen kıymeti, ilmi hususiyetleri…
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Lütfen, bir şey sorabilir miyim? Oldukça mek
tepli dediniz, bu nedir?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendim kendisi ile bu münasebetle temas ettim.
Temasım bana evraklar üzerine, mahallinin söyledikleri ile verilen malumattan
daha yakın bir malumat verdi. Bin iki yüz kuruş maaşını kesmek suretinde kendi
sini Kırşehir yedek üyeliğine tayin ettim.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Biz memnunuz, çok isabet etmişsiniz efendim.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Gelelim on üçüncü maddeye,
13. Kırşehir Savcılığından başka yere tayin edilen ve hatta muhakemeye alınmış
olan Nail Efendi henüz muhakemesi bitmeksizin sınıf ve maaş terfi edilerek yine
Kırşehir İstinaf Reisliğine tayin olunmuştur.
…Efendim, Nail Efendi tayin edilmiş, istifa etmiş ve memuriyeti esnasında vazife
sini ihmal meselesinden dolayı hakkında tahkikat yapılmış, muhakemeye verilmiş
ve 10 Ağustos tarihinde beraatına karar verilmiştir. 16 Kasım tarihinde de Kırşehir
İstinaf Reisliğine iki bin kuruş maaşla tayin edilmiştir. Kendisi mektepten pekiyi
derecede mezundur ve mektebi 1909 senesinde bitirmiştir. Yani bugün on üç se
nelik memurdur. Mekteplerdeki derecenin pek çok ehemmiyeti vardır. Binaenaleyh
kendisi muhakemede iken tayin olundu diye yapılan itiraz yanlıştır. Çünkü tayini,
muhakemesi bittikten sonra olmuştur.
14. Üçte iki ceza müddetlerini cezaevlerinde tamamlayanların kalan cezalarının
affına dair olan Kanun hükümlerini, cezaları kesinleşmemiştir diye bu Kanun hü
kümlerini uygulamamıştır.

236
…Eğer böyle bir mesele olmuşsa, Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkartılan
Kanunu tatbik etmeyen bir vekilin bilmem cezası ne olabilir? Meseleyi Yüce Heye
tinize şöyle açıklayayım. Üçte iki ceza müddetini tamamlayanların affı hakkındaki
Kanun, hüküm giymiş olup da cezaları belli olanlar için geçerlidir. Hâlbuki bazıları
vardır ki muhakemelerin uzaması dolayısıyla mahkûm oldukları müddetlerin üçte
ikisi geçiyor. Fakat kendileri hakkındaki karar kati değildir. Bunların hakkında ne
muamele yapacağız, diye savcılıklardan gelen sorulara verilen cevabı müsaade
buyurunuz, okuyayım. Yalnız şurasını izah etmek istiyorum ki bana gelen sorular,
kanunun hükümleri hükmü kesinleşmemiş olanları ihtiva etmez, demişim. Rica
ederim şimdi hakem olunuz okuyorum.
-Dosyaları Temyiz veya İstinafta bulunması şartıyla hükümlerinin katiyet ettiği
bilinemeyen ve fakat kanunun yayınlandığı tarihte cezalarının üçte iki müddetini
tamamlamış bulunan mahkûmlar hakkındaki hükümler, gerek bu tarihten ve gerek
daha sonra kesinleşmiş olsun hemen tahliyeleri icap eder.
…Benim bu şekilde yapmış olduğum genelge Türkiye Adliyesinde teamül haline
geldiğini arz ederim ve Adliye Nezaretinin aynı meseleye dair olmak üzere Umumi
Kararlar Mecmuasına müracaat etmelerini arkadaşlarıma tavsiye ederim. Yalnız
bir hukuki mesele var. Bir adam üçte iki ceza müddetini tamamlamışken ya tasdik
olunuverirse, fazla yattığı müddet ne olacak gibi bir tereddüt vardır. Efendim, tas
dik olunuverirseyi düşündüğümüz gibi, berat ediverirseyi de düşünmemiz lazımdır.
Çünkü cezaların affı yalnız cezayı kaldırır, fakat suçu kaldıramaz. Bu adamı bir
daha mahkemeye çağırıp muhakeme etmek ve ilelebet yakasında mahkûmiyet
damgasını bulundurmak doğru olamaz. Her hangi bir hüküm gerek suç mahiyeti
itibarıyla ve gerek tatbikatında isabetsizlik noktasından yok hükmünde olursa,
bunun temin edeceği kanuni faydayı dikkate almamak mümküm müdür? Binaena
leyh esaslı sosyal faydası bakımından ve bilhassa mahkûmun bizzat hayati fayda
sı bakımından beş, on gün fazla hapis kalmasında tereddüt edilecek derecede
mahzur kalmaz. Şurasını da söyleyeyim, Temyiz Mahkememizde eski İstanbul
Temyiz Heyeti gibi muhakemeler gecikmiyor ve inşallah onların da izahatını vakti
geldiğinde vereceğim. Beş, on gün gibi basit ve az bir müddet içinde neticelenme
si ile zannederim ki bir kanuni menfaati muhafaza etmiş oluyoruz.
15. Yetim sandıklarına borçlu olup da askerde bulunanlar hakkında istisnai mua
mele yapılacağına dair kanunda bir açıklık olmadığı halde bu gibi borçların tecil
edilmesi için emir vererek yetimlerin haklarını ve kanunun hükmünü ihlal eylemiş
tir. Mühim bir kısmı şehitlerin çocukları olan yetimlerin vaziyeti hiç dikkate alın
mamıştır.
…Yani hulasa ben emir vermiştim ve demişim ki her hangi bir asker size borçlu
ise bunlardan tahsil etmeyiniz, askerlikten gelinceye kadar borçlarını tecil edin
verilemez.
demişim,
Vekâletinde
öyle
Sonra
yetimlerin
mi? efendiler,
Evvela
haklarını
şunu
huzurunuzda
söyleyeyim.
muhafaza şunu
Böylearz
bir emir yoktur, verilmemiştir
benim. Evvelce Yeve
ile uğraşanedeceğim
yalnız ki TürkiyeAdalet

237
timler Umum Müdürlüğü vardı, fakat atıl vaziyetteydi. Birkaç yerden para getirmiş
ler, İstanbul'u taklit ederek para borç vermişler, dört beş memur birbirlerine kefil
olmuşlar. Buradan borç almışlar. Bu şekilde on beş bin lira almışlar. Şimdi bunla
rın geri alınması için, sırf yetimleri hakları adına uğraşan benim. (Allah razı olsun
sesleri) Maalesef bunun için çok müşkülat çekiyoruz. Merkezdeki memurlar çok
dağılmışlardır, bazıları Moskova'lara, Batum'lara, bilmem Adana'lara kadar gitmiş
lerdir. Bunlara yazmak mecburiyetinde kalıyoruz. Bu hususta katiyetle uğraşıyo
rum. Bu şekilde dağıtılan on beş bin liradan, zannederim dört, beş bin lira kalmış
tır. Bunları da alacağım. Geldikleri yere iade edeceğim ve böylece yetimlerin hak
larını muhafaza edeceğim. Sonra efendiler, şurasını da söyleyeyim ki birkaç yerde
yetimlerin parasının suiistimal edildiğini meydana çıkardım. Dört beş bin lira kadar.
Ankara başta olmak üzere, bu para meydana çıkmıştır. Çorum'un hesapları gör
düm. Müfettişlere verdiğim talimatın birinci maddesi her halde, her raporda mutla
ka yetim sandıklarından bahis olunmuştur. Bana iki ay evvel göndermiş oldukları
raporda tahsil olunması mümkün olmayan hesaplar vardır. Benim baskımla tahsil
olunamaz diye gösterilen paralar tamamen ve bir kuruş kalmamak üzere tahsil
edilmiştir. İsterseniz bunların tafsilatlı listesini verebilirim. (hacet yok sesleri) Ye
timler umum müdürlüğü teşekkül edeli iki sene olmuştur. Fakat onun merkez ve
taşra muamelelerine ait olmak üzere bir kaydı yoktu. Ben bu kayıtları tutturdum,
hesap verecek bir vaziyete getirdim. Onun için yetim haklarının ihlal sözünü kati
yen kabul edemem. Yetim haklarını muhafaza için çalıştım ve çalışıyorum. Yalnız
bu emri okuyacağım, müsaade buyurursanız. Bahsettikleri emir şudur. Taşradan
müracaat olmuştur, diyorlar ki,
-Bazı borçlular vardır, askerdir. Bunların da menkul ve gayrimenkul malları vardır,
satalım mı, satmayalım mı?
…Bir defa mesele hakikatte vicdani bir meseledir. Cephede Vatan müdafaası için,
davamız için uğraşan adamın otuz, kırk liralık senet karşılığında bulunan tarlasını
veya diğer malını satmak vicdan itibariyle her halde doğru değildir. Fakat gelelim
kanuni mevzuata. Yetimler Tüzüğünün tatbikine dair olan talimatnamenin yirmi
üçüncü maddesini aynen okuyorum.
“Menkul ve gayrimenkul mal karşılığında borcun anapara veya taksitleri vadelerin
de ödenmediği takdirde Sandığın mali vaziyetine göre taksiti tahsil veya tecil et
mekte yetim sandık idareleri salahiyetlidir.”
…diyor. Ben de bu maddeyi aldım, aynen bu maddeyi yazmakla beraber şunu da
yazdım.
“Salahiyetli bulunmasına binaen silah altında bulunanların borçları bu maddeye
göre tecil edilir.”
…Rica ederim, bunda kaybolmuş yetim hakları var mıdır? (çok uygun sesleri)
Bunun takdiri Yüce Heyetinize aittir.

238
16. Hâkimlerin sebepsiz yere tayin edilmeleri kanunen uygun olmadığı ve buna
bütçenin de tahammülü bulunmadığı halde bu gibi tahkikatsız ve sebepsiz tayinler
yüzünden Hazine binlerle lira zararlara uğramıştır. Ankara İstinaf Mahkemesi üye
lerinin tayinleri buna misaldir.
…Zannederim bugünkü vaziyette Hazine zararını düşünmeyecek kadar lakayt
gösterilmem beni cezalandırmak için kâfidir. Başka şekilde kusur aramaya hiçbir
lüzum yoktur. Eğer bu sabit olursa, huzurunuzda bu ispat edilirse, diğer maddele
rin hepsinden vazgeçerek bundan dolayı güvensizlik oyuyla yetinmeyip, Devleti
böyle buhranlı bir zamanda zarar vermekten dolayı verilecek cezayı ayrıca veriniz,
bilhassa rica ederim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Onu da yapacağız.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Vereceğim malumat karşılaştırmalıdır ve rakam
dır. Aksini ispat etmek için rakam ve mukayese isterim. (mantıki söylüyor sesleri)
Efendiler, üç devre vekâletin tayin, nakil ve terfilerini mukayese ettim, Muhtar Be
yin zamanı, Hafız Mehmet Beyin zamanı ve benim zamanım
MUSTAFA BEY (Tokat): Celalettin Arif Bey zamanı yok mu?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Muhtar Bey’in vekâleti 155, Hafız Mehmet Bey’in
102 gündür ve benim bugüne kadar 305 gündür. Bu müddetler içinde, Muhtar Bey
202 tayin yapmış, on sekiz saatte bir memur tayin etmiş. Hafız Mehmet Bey 175
memur tayin yapmış, on dört saatte bir memur tayin etmiş. Ben ise 365 memur
tayin yapmışım ki izahatını ayrıca vereceğim, yirmi saatte bir memur tayin etmi
şim. Nakillere geliyorum. Muhtar Bey yirmi saatte bir memur, Hafız Mehmet Bey
ise on yedi saatte bir memur nakil yapmış.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Bir tane gösterirseniz ben buradan istifa ederim.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Bunlar misal olamaz. (gürültüler)
MUSTAFA BEY (Tokat): Anlaşılsın diye söylüyor, devam.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Ben ise yirmi iki buçuk saatte bir memur naklet
mişim. Terfi meselesine gelelim. Muhtar Bey yirmi altı saatte bir memur, Hafız
Mehmet Bey on dokuz buçuk saatte bir memur, ben de altmış bir saatte bir memur
terfi ettirmişim. Efendiler, Yüce Heyetinize bir şey hatırlatmak isterim. Rica ederim,
her biriniz kendi seçim mıntıkalarınızı düşününüz. Benim vekâletimden evvelki
zamandaki mevcut adliye memurları ile şimdiki adliye memurlarını gerek oturdu
ğunuz ve gerek oturmadığınız yerleri lütfen bir dakika için muhakeme ediniz rica
ederim. Hiç olmazsa bir zat veya iki zat istifade etmeyen yer kaldı mı efendim?
Ondan sonra Yüce Heyetinize arz ediyorum, İzmit'i kurtardık. Orada kazalarda
mahkemeleri tam kadro olarak teşkil ettim. Mersin'de adliye teşkilatı yaptım. Ada
na'da adliye teşkilatı yaptım. Cebelibereket'in kurtarılan kısmında adliye teşkilatı
yaptım. Bir gün olsun Yüce Heyetinize geldim ve bu yeni yerler için tahsisat iste

239
dim mi efendiler? (hayır sesleri) O halde efendiler bütün bu memurlarla oralara
tayin ettiğim memurlar son teşkilattan istifade ederek bu tayin ve nakiller içerisine
dâhildir. Yani yekûnun belki kabarık görünmesi bundandır. Son teşkilatta ettiğim
tasarruflar sayesinde tayin ettiğim memurların yekûnunu arz edeceğim. Fazla
olarak, yani bütçedekinden fazla olarak 9 kadı, 2 ceza hâkimi, 4 hukuk hâkimi, 6
hukuk hâkim muavini, 60 bidayet hâkim ve reisi, 6 bidayet hâkim muavini, 63 sav
cı, 43 sorgu kâtibi, 2 istinaf üyeliği tasarruf ettim. Bunların tamamı195 tir ve bunla
rın bir aylık maaşları 2.627 lira eder ve bunların bir senelik yekûnu 149.056 kadar
lira yapar.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Başkasının hakkını vermişsiniz.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Yalnız şurasını hatırlatmak isterim ki Eskişehir,
Afyonkarahisar, Bilecik hâkimleri tasarruf edilerek tayin edilmiş değildir. Onların
kadrosu mevcuttur ve bütçededir. Bu şekilde efendim, senede yüz kırk dokuz bin
lira Türkiye Hazinesine para tasarruf ettirmekle iftihar etmeye zannederim hakkım
vardır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Parayı nereden bulmuşsunuz?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Para, memurlardan tasarruf edilen paradır, isti
naf üyeliklerini kaldırdığım gibi filan yere tayin edilen savcı para istemez mi, bir
kazaya bir derecelik savcıya para istemeyecek miydik?
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Buna tasarruf denilmez.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Oradaki ihtiyacı defetmek demek ne demektir?
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Bütçenizden aşağı tasarruf mu yaptınız? Ona ta
sarruf denilmez.
REFİK ŞEVKET BEY: (Davamla): Efendim harcırah meselesine geliyorum. Harcı
rah için Yüce Heyetinize açık hesap veriyorum. Hafız Mehmet Bey zamanında…
(gürültüler) 102 gün içinde 38.938 lira harcırah havalesine imza edilmiştir. Bende
nizin zamanında, rakamı söylemeden evvel sebebini söyleyeyim. Ben Vekâlete
geçtiğim zamanda müfettişlik miktarı dörttü. Oldu on altı müfettiş. Farkı bir, Bilecik,
Kütahya, Eskişehir, Karahisar adliye memurları ve kâtipleri dâhil olduğu halde
tamamen buraya göç ettiler ki harcırahları verildi. İki, İzmit, Adana, Mersin, Cebe
libereket adliye teşkilatlarını yaptık ve harcırahlarını verdik. Üç, Merkez memurları
Kayseri'ye gitti, geldi. Dört, Kars'a tayin edilen ve Hafız Mehmet Bey tarafından
imza olunan
da harcırahı
yazıyı benemirleri Hafızve buradan Kars'a giden memurlar da vardı ki
tatbik ettim
onların gibi, benim on ay içerisinde sarf ettiğim paranın tamamı
82.500 liradır. Ödeme Mehmet Bey tarafından verilmiş 12.000 lirayı
çıkarınız, 70.000 bin lira kalır. Bu kadar sebepten dolayı ve bu kadar şeyler olmak
la beraber şimdiye kadar 70.000 lira sarf etmişim ve bugün daha havalesi tanzim
edilen iki üç bin lira kadar para vardır. Bu kadar göçler ve şeyler olduğu halde
bugün henüz daha bütçemde havalesi verilmek üzere harcırahım var. Hesap ettim
240
efendim, Hafız Mehmet Bey zamanında günlük 329,5 lira harcırah verilmiş. Benim
zamanında 229 lira para verilmiş. Rica ederim efendim, Meclisin tasarruf fikrine
riayet, bilmem tasarruf ne derece olabilir?
EMİN BEY (Erzincan): İftihar edilecek bir vaziyet değildir. Yanlış misal, misal ola
maz da onun için.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): iyilik, kötülük benzetmedir. Biz de tekemmül
iddia etmiyoruz.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Biz mükemmelini istiyoruz.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): On yedinci maddeye geliyorum.
“17. Bütün adliye teşkilatında meydana gelen kanunsuz icraatlar sayılamayacak
kadar çoktur. Gensorunun müzakeresi esnasında tafsilatlı olarak arz olunacaktır.”
…Efendim, bu madde hakkında cevap vermeyeceğim. Müzakere esnasında söy
lesinler, ondan sonra cevap vereceğim. On sekizinci madde uzun olduğu için
okumayayım, efendim.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): En mühimi odur.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Öyle ise okuyayım.
“18. Trabzon'da avukatlık yaparken Elazığ Adalet Müfettişliğine tayin edilen dost
larından Halil Bey’e maaş temini için, Trabzon'da adalet müfettişi bulunduğu halde
Trabzon İstinaf Mahkemesini teftişini emretmişlerdir. Halil Bey adliye müfettişi
olduktan sonra iki ay kadar yine Trabzon'da avukatlık yapmasına müsaade edil
dikten sonra Kars İstinaf Reisliğine tayin olunmuştur. Bu sırada gıyaben altı ay
hapis cezasına mahkûm olan bir Rum'un davasını almıştır. Muhakeme sırasında
yazılı ve şifahi olarak müvekkilinin sürgün edildiğini iddiası ile bunun tehir edilmesi
talebinde bulunmuştur. Mahkeme hadiseyi tahkik ederek müvekkilinin sürülmedi
ğini ve Halil Bey’in mahkemede hakikat dışı ihbarla suç işlemesinden dolayı hak
kında kanuni takibata geçilmiştir. Kendisinin adalet müfettişi olması sebebiyle tabii
mahkeme tesir altında kalarak suçlu olmadığına karar vermiştir.”
…Netice şu oluyor, Trabzon'da bir avukat varmış, adı Halil Bey’miş, benim ahba
bımmış, ben onu maaş alması için Adliye müfettişi yapmışım. Ben Trabzon'da
Halil Bey diye bir avukat tanımıyorum. Yalnız, Bitlis İstinaf Reisliğine tayin olundu
ğundan dolayı mağdur olduğunu söyleyen ve kendisine münasip bir memuriyet
talep eden eski Bitlis İstinaf Reisi Halil Bey’i tanırım. O Halil Bey gibi muhterem
kimselerin ahbaplarım arasında olmasını temenni ederim. Fakat öyle zannederim
ki hayatımda kendisiyle bir defa konuştuğumu hatırlayamıyorum. Yalnız İzmir İda
disinde 1899 senesinde o şahıs mektebin son sınıf talebesiyken ben de o mekte
be ilk girmiştim. On üç yaşımda birinci sınıf talebesiydim. Bir defa kendisiyle mü
nasebetim yok ve bir defa görüştüğümü hatırlamıyorum. Binaenaleyh oradaki dost

241
ifadesi çok fuzulidir. Maaş teminine gelince, Halil Bey müfettiş unvanıyla bulundu
ğu zamanda on para maaş, harcırah ve ikamet yevmiyesi almamıştır, verilmemiş
tir. Halil Bey’e oranın mahkemesini teftiş için emredilmiştir. Fakat Halil Bey kendisi
yücelik göstererek yazmış olduğu yazıda diyor ki ben evvelce burada İstinaf Sav
cılığı yaptım. Hâkimlerin her biriyle ayrı ayrı münasebetim vardır. Bu işi benden
alınız, diye müracaat etti.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Kendi ifadesi...
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Dosyası vardır. Sonra Halil Bey’in Kars İstinaf
Mahkemesi Reisliğine tayini bilmem kabahat midir? Çünkü kendisi Trabzon İstinaf
Reisliğine tayin edilmiş, sonra oradan istifa etmiş ve Celâlettin Arif Bey zamanında
Bitlis'e gönderilmek istenmiş fakat gitmek istememiştir. Sonra Adliye Müfettişi
olmuş, daha sonra Kars İstinaf Mahkemesi Reisliği teklif edilmişti. Bu memuriyet
ler derece itibariyle aynı olmakla beraber, maaşları da aynıdır. Hatta müfettişlik
için belki para da almış değildir. Çünkü gitmedi, ailesi hastaymış. Binaenaleyh biz
de para vermedik. Sonra benim anlayamadığım avukat olarak bir Rum'un davası
nı almasını müfettişken müsaade etmişim. Rica ederim, benim yerine her hangi
biriniz olunuz, hiç müsaade edilmesi imkânı var mıdır? Hem adliye müfettişi olsun,
hem de avukatlık yapsın. Avukatlık yapmasına müsaade etmek olur mu efendim?
İşittiğimiz vakit tabii ki mani olurdum. İşitmedim, esasen maaş almamış ki. Sonra
mahkeme üzerinde tesir yapmış, diyorlar. Ne iyi olurdu, bilhassa Hafız Mehmet
Bey arkadaşımız Trabzon Mebusudur. Tesir yapılan meseleyi bize haber verseydi
ne iyi olurdu. Bu adliye müfettişinin kanun tatbik edilmediğinden dolayı avukatlık
yaptığını bize haber verseydi. Ben bu Halil Bey hakkında söylenen sözler için artık
fazla söylemeyeceğim. Söyleyeceklerim bu kadar. Tabii arkadaşlarım da söyleye
ceklerdir. Burası imtihan meydanıdır. Her şeye cevap vermek vaziyet ve vazifesini
kabul eden arkadaşlarınızdan biriyim. Mesuliyet varsa, kafamıza vurmalıdır. Sonra
yalnız şunu temenni ederim, bütün bu sorular şunu şöyle yaptın, bunu böyle yap
tın ve şunu niçin böyle yapmadın, şeklinde ifade ediliyor. Şunu itiraf edeyim arka
daşlar, bu şekilde tüzükler bulundukça ve hâkimlerin haklarını muntazam ve kati
şeklini temin eden ve vekillerin keyfine tabi kılmayan bir kanun çıkarmadıkça bu
gün ben, yarın sizler aynı şekilde ve aynı mevkide buraya düşeceksiniz. (kanun
var sesleri) Hâkimlerin şahsi haklarını, maaş ve terfi usullerini ihtiva eden bir ka
nun yapmadıkça bu hatalar devam edip gidecektir. Yalnız bir şey daha rica ede
ceğim. Ne olurdu, bu sorular içerisinde,
-Ey Adliye Vekili, biz istiklal için çalışan bir heyetiz. Binaenaleyh istiklal içerisinde,
adli istiklal de bahis mevzudur. Avrupa’ya delegeler gönderiyorsunuz. Yarın sulh
olursa, adli istiklalimizi temin için ne düşündünüz ve ne düşünmediniz?
…diye müspet bir soru sorulsaydı. Ben de o sorunun azabı ve ağırlığı altında
ezilmiş olsaydım. O zaman, o dehşetli bir kuvvet ve hakiki bir soru olurdu. Öyle
Ahmet'in, Mehmet'in azli tayini ve terfisi bir meseledir. Nizam olursa elbette onu da

242
düşünmek lazımdır. Davanın büyüklüğüne ait olmak üzere de gaye ve işlerimiz
vardır. Onların vakti geçiyor, efendim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Adalet Vekâletine sorduğumuz maddeler okundu.
Hepiniz malumat sahibi oldunuz. Adalet Vekili bütün bu soruların cevabını verdi.
Fakat Yüce Heyetinize dikkat buyurmuşlardır, bütün söyledikleriyle kendi iddiaları
nı çürütmüştür. İspat edeceğim. Bir kere bizim gensorumuzun mevzuunu teşkil
eden neydi? Kanun ve mevzuatın aksine Adalet Vekâletinde meydana gelen yol
suzluklardı. Adalet Vekili kendi sözleriyle burada teyit ve itiraf etmiştir. Birer birer
ispat edeceğim. Şikâyeti üzerine muhakemeye alınmış olan Elazığ Bidayet Sav
cısı Mustafa Efendi’yi muhakemesi esnasında ve muhakemeden sonra iki derece
terfi ettirmiş. Vekil Bey kendi ifadesinde diyor ki,
-Bu şahıs hakkında 12 Eylülde muhakemeye lüzum yok kararı verilmiştir. Bizim
malûmatımız yoktur.
…Buna inandım. Muhakemesi olan bu kişi 16 Eylülde tayin ediliyor. Beyler, bunun
kararı telsiz telgrafla mı verilmiştir?
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): 16 Ekim dedim.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Hem o şahsa Elazığ’da Adliye Müfettişi, Elazığ
mebusları biliyorlar ki dokuz kıta rapor yazmıştır. Dosyada vardır. Bu raporları
aldıktan sonra nasıl hareket ettirdiniz? Sonra şayet müfettişlik raporları hakikat
dışıysa nasıl bir muamele yaptınız? Mustafa Efendiye kendi imzanız altında yaz
dığınız mektupta dediniz ki,
-Merak etme, böyle şeyler olur. Sizin muhakemenize lüzum yok kararı verdirir ve
tayin ettiririm.
…(alkışlar) İki derece terfi meselesine gelince; Adalet Vekili bu kürsüden açıkça
şunu demiştir,
-Bu mesele içtihat meselesidir. Ben böyle yapıyorum. Kanunu ben böyle yorumla
dım.
…Şu itirafı vardır ki şayet noksansa ben bunu yaptım diyor. İki derece veya üç
derece yaptım diyor. Adalet Vekili hiç bir kanuna tabi olmazsa tabii keyfi muamele
yapmıştır. Birisi beş derece terfi etmiştir, öteki yerinde kalmıştır. Bu haksızlık Yüce
Meclisin bu kürsüsünde bizzat kendisi tarafından itiraf ediliyor. İkinci ve üçüncü
maddeleri bu şekilde cevapladı ve kendileri ben böyle yaptım dedi ve kanunu ben
böyle yorumladım dedi çıktı. Namus ve iktidarıyla bilinen Osman Bey hakkında
cereyan eden meseleye gelince, bu şahıs hakkında aleni celsede beyanatta bulu
namam dedi, gizli celse istedi ve onu Yüce Meclisiniz kabul etti. Fakat dikkat çeki
ci bir mesele vardır ki aleni celsede diğer hâkimler hakkında birçok şeyler söylen
di. Adalet Vekili dikkat buyurmadılar. Fakat öteki hâkimlerden devamlı bahis bu
yurdular. Beşinci madde, azil ve tayini mahalli komisyonlara ait olan Rize Şer'iye

243
Mahkemesi Başkâtibi Osman Efendinin tahkikatsız azlolunması meselesi, efendi
ler. Bir memur ya idareten azlolunacak veya kanunen bir suç işlerse muhakemeye
alınacak. Bir adamın azil ve tayini mahalline ait olur ve o adam kanunsuz hareket
ten veya idareten azledilecekse onu mahalli komisyon yapar. Bu böyle olmamıştır.
Katiyen bir resmi makam kendisini şikâyet etmemiştir. Rize'de bunu bir kaç adam
şikayet etmişler, bir hükmü keyfi alabiliriz ümidiyle doğrudan doğruya Kazım Ka
rabekir Paşaya müracaat etmişler. Fakat Kazım Karabekir Paşa hak ve adalete
riayet ederek,
-Böyle şey olmaz. Bunu mahalli komisyon tetkik eder. Bunu onlar yapar.
…demiş. Fakat maalesef Büyük Millet Meclisi kanunlarını tatbike memur olan
Adalet Vekili bu keyfi hükmü vererek derhal azletmiştir. Bunu neticesi olarak Mu
tasarrıf ve mahalli adliye komisyonu kendilerine şikayet etmişler ve kendisine hak
kınız olmadığı halde azlediyorsunuz, demişlerdir. Adalet Vekili bu ikazdan sonra
tekrar tayin ediyor.
ŞEVKET BEY (Beyazıt): Bu da iyi niyete delalet eder.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Gümüşhane yedek üyeliğine verilen Trabzon Bi
dayet yedek üyesi Mehmet Temel Efendi’nin raporlu olarak bir buçuk ay izin talep
etmesi üzerine cezalı olarak altı ay memuriyetten mahrum edilmesi, bu meselede
kanuna karşı bir darbe olmadığını ispat ederek burada bir hukukçu varsa çıksın
söylesin. Rica ederim bir adam memuriyetinden istifa ettiği zaman bu adama sen
istifa ettin diye bir ceza verilemez. Bu mesele tamamıyla başka türlü olmuştur.
Trabzon'da bulunan Temel Efendi’yi Gümüşhane’ye tayin ediyor. Temel Efendi o
esnada tahtı tedavide olduğundan dolayı doktorun raporunu buraya göndermiştir.
Bu raporda tedavi müddeti için en az bir buçuk ay müddete ihtiyacı olduğu tasdik
edilmiş ve bu tabip raporu burada başka bir tıbbi heyet tarafından bozulmamıştır.
Mademki Adalet Vekili kanuna bağlı değildir. Kendisi de burada itiraf ettiler. Cevap
veriyor. Sen memuriyetinden müstafi sayılmışsın ve altı ay memuriyetten mahrum
edilmişsin. Aynı vakitte Trabzon'da birisi de başka bir yere tayin olunuyor, bir isti
naf reisliğine. O ise biraz iltimaslı olduğu için şayet tabip raporu varsa o adam
Trabzon'da kalabilir deniyor. Bakınız muamelenin ikiliğine ve bunun Memlekette
ne şekilde tezahür ettiğine. Efendiler, biz burada büyük bir Hükümet kurduk. Türk
leri Avrupalılar iktidarsızlıkla ve bir Hükümet kuramazlar diye itham ettikleri halde
Yüce Heyetiniz bu Hükümeti kurmakla bütün cihanı utandırdı. Fakat adliye işlerin
de böyle yolsuzluklar olursa bütün cihana karşı utanırız. Adli istiklalimizi müdafaa
etmek için ve en iyi çalışmak için Adalet Vekâleti bir şubedir. Bu böyle olduğu
halde, Adalet Vekilinin bir haksız muamelesi nasıl gazete sütunlarına geçti? Bu
haksızlıktan dolayı hem de Adalet Vekiline hitap olunuyor. İşte, gazeteyi okuyo
rum.
“Adalet Vekilini adil görmek isteriz. Adalet Vekilinin haksız bir muamelesine, Adli
yeden emektar bir memurun haksız yere mağdur etmek istediğini haber aldık.”

244
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Rica ederim, gazete sütunu orada okunmaz.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Davasını, gensorusunu takviye için okuyabilir.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Bu asri medeniyette, içimizde basının bir kuvvet
olduğunu kabul etmeyen var mıdır? (devam sesleri)
“Bu haksızlığın, hakkın, kanunun ne demek olduğunu şüphesiz herkesten daha iyi
bilen ve adaletli bir şekilde dağıtmaya vazifeli olan bir vekâletin amirinden çıkmış
olmasına doğrusu fazla müteessir olduk.
…Bu adliye memuru, yeni memuriyete tayininden evvel sağlık vaziyeti sebebiyle
tedavide bulunmakta olduğu için vazifeye gitmeye vaziyeti müsaade etmemiş ve
merkez tabipliğinden aldığı bir raporla tedavisinin tamamlanması için bir buçuk ay
müddetle izin talep eylemiştir. Adalet Vekili Refik Şevket Bey, bu talebi kabul et
mediği ve doktorun en az bir buçuk ay tedaviye muhtaç olduğuna dair raporunu
itibara almadığı gibi, müstafi sayarak Temel Efendi’yi altı ay memuriyetinden mah
rum etmek gibi fuzuli ve manasız bir ceza ile cezalandırmıştır. Zaten kendisi de
burada dedi ki ben kanuna bağlı değilim. Bir adamı altı ay müddetle memuriyetten
mahrumiyetle cezalandırmaya salahiyeti var mı? Bu muamele kanuna aykırı değil
mi? Bunun aksini Yüce Heyetiniz içerisinden kim söylüyor, böyle değildir diye?
Kendi kararıyla kanunda bulunmayan bir cezayı bir memuruna veriyor. Seni altı ay
müddetle memuriyetten mahrum ettim diyor. Adalet Vekâletinin bütün muamelesi
nin kanunlara uygun olarak cereyan etmesi lazım gelirken, Adalet Vekili olan zat
bunu yapıyor. Halbuki aynı vekâlet Temel Efendi gibi başka bir yere tayin edilip de
hastalığı sebebiyle gidemeyeceğini bildiren istinaf üyelerinden bir hâkim hakkında,
hastalığı rapora dayalıysa bir ay izinlidir tarzında evvelki muamelesiyle ve hareketi
ile zıt bir emir vermiştir. Şimdi bu nedir, diğeri nedir? Aynı şehirde yapılıyor.
BİR MEBUS BEY: Keyfi muamele böyle olur.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Bir vekil kanunlara uymazsa yapacağı iş böyle olur
ve Yüce Heyetiniz de bunun mesulüdür. Vekil olan zat nazır değildir. Bizim adımı
za vekâlet ediyor. Bu Meclisten kanunsuz, kararsız bir şeyin yapılmasına hangimiz
müsaade ederiz? Diğer mesele ise daha çok dikkat çekicidir. Kanuni bir surette
yapamadıkları bir şeyi ananevi bir şekilde yapmak için Kazım Karabekir Paşa’ya
müracaat ediyorlar. Paşa reddediyor. Adalet Vekili ise kanunla beraber yürümek
lazımken onların sözlerini tutuyor. Keyfi bir şekilde o şahsı azlediyor. İşte bunları
Yüce Heyetinizin vicdanına arz ediyorum. (bravo sesleri) Sonra dokuzuncu mad
de, kanunun ikinci maddesini hukukçu arkadaşlarımız müdafaa etsinler. Adliye
memurlarına şahsi maaş verilmesi hakkındaki sözlerini not ettim. Dediler ki,
-Her şey kanunla olmaz.
…Burada söyledi. Tutanaklara bakınız, orada mevcuttur. Fakat karar şeklinde bir
şey çıktı mı?

245
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Gerekçesini söyledim.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Söyledin. Fakat kanun çıkmadı, rica ederim. Bu
kanunu muhafaza ile mükellef bu Hükümet bu sözünü ihmal ederse daha bu Hü
kümetin cihan nazarında ne kıymeti kalır? Adalet Vekili diyor ki…
YUNUS NADİ BEY (İzmir): Kanun çıkmıştır, beyefendi.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Hayır, çıkmamıştır.
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Ne kanununu söylüyorsunuz?
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Şahsi Maaş Kanununu...
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Şahsi Maaş Kanunu reddedilmemiştir, Ko
misyondadır dedim.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Tasdik ettiniz- dediniz. İspat edeceğim efendiler.
Bu dünyada nizam denilen bir şey vardır. Bundan hiçbir şey ayrı kalamaz. Geçen
gün Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin, burada söyledikleri bir askeri felsefe var
dır, herkes çalıştığı nispetinde mükafat bulur? Bu madde askeri felsefe değil, ilmi
ruh halini bilenlerce malumdur ki herkes çalıştığına göre mükafatını görmek ister,
mevkiini görmek ister, ve mevkiine göre adam olmak ister. Adalet Vekilinin hare
ketlerinin Memleketi karışıklığa götürdüğüne şunlar delalet eder ki birçok yerlerde
istinaf üyeleri mesela Mersin'de bin iki yüz kuruş maaş alıyor. Sonra oraya yedek
üye olarak birisini tayin ediyor ve ona bin beş yüz kuruş maaş veriyor. Bu hangi
kanunla oluyor? Kanun çıkmadan Vekil Bey bunu tatbik etmiş, fakat kendi hayret
verici bir şekilde müdafaa etmiş ve demiş ki ben bunu filan vakitte söyledim. Bura
dan her söylenen söz Yüce Meclisin tasdikine bağlı değilse bu bir kanun mahiye
tinde midir? Rica ederim, öyle ise hepimiz buraya çıkalım ve kanun yapalım. Son
ra şahsi maaş meselesinde, şahsi maaş verdiğine göre ehliyetli memur bulsa ney
se, fakat buldukları adamlardan bir numune göstereceğim. O da kendi memleke
time ait olduğu için söyleyeceğim. Kendisi de itiraf edecektir. Tahkikata adliye
müfettişi göndermiştir. (gürültüler) Bir memlekette kanunu hâkim kılabilmek için
bütün hukukçuların düşündükleri şey şu kürsüden her şeyin serbestçe söylenme
sidir. (bravo sesleri) Efendiler hizmeti sekiz sene olmayan Ertuğrul Efendi, Çankırı
mebusları, Amasya mebusları şahittir. Bu şahsın kötü ahlakını açıktan söylüyo
rum. İsterse namus ve şeref davasını açsın. İşte, Amasya Mebusu Ali Rıza Efendi
ile Çankırı mebusları şahittirler ve bunun tahkikat dosyası Amasya'dadır. Sekiz
senelik memur iken üç bin kuruş maaşla gönderiyor. Efendiler, bunun Rize'de
yaptıkları işten size bir şey arz edeyim.
BİR MEBUS BEY: İcap etmez, efendim.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Efendiler bir mahkûmu sarhoş olarak muhakeme
ettiği için mahkûm adam,

246
-Ben bu kararı tanımam. Çünkü bu karar sarhoş kararıdır.
…demiştir. Sonra bu mahkûmun hükmünü tasdik etmiştir. Üyelerden ikisi suça
iştirak etmiştir diye mahkûm etmiştir.
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Bu meseleler mevcut ve o şahıs bu vasıflar
da olduğu ve hakikaten mesuliyet hali olduğu halde ve onu bildiğiniz halde çok
rica ederim niçin şimdiye kadar Vekâlete haber vermediniz?
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Dinlemiyorsunuz beyefendi, ben nasıl söyleyebilirim
ki bu adam böyledir diye? Kendisi hâkimlerin içinden seçiyor ve buna fazla maaş
vererek taltifle gönderiyor. Şimdi böyledir diye söylersem reddedecektir. İki kişiyi
mahkûm ediyor. Suça teşvik ediyor diye üç seneye ve bu kararı bildirdikten sonra
Temyize gönderiyor. Sonra ne yapıyor? Bir gün üyeler dışarıya çıkarıyorlar. O
alıyor başkâtibi, sorgu kâtibini, yedek üyeyi, üç seneye mahkûm olan adamları faili
müstakildir, diye eski kararın evrakını iptal ediyor. On beş sene veriyor. Müfettiş
gitmiş, fakat bu kadar söylendikten sonra da kendisine de söyledim. Adliye Vekâ
leti sizin zamanınızda olduğu gibi bu kadar fena bir şekil aldığı görülmemiştir. Yal
nız bizim Rize'de değil her tarafta böyledir. Cihana tamamıyla adalet dağıtan bir
Vekâletin neden bu derece karmakarışık olduğuna aklım ermiyordu. Fakat şimdi
aklım erdi. Çünkü keyfi ve kanunsuz bir şekil ile hareket olunuyor. Kendisi kanunla
alakalı olmadığını bu kürsüden itiraf ediyor. Sonra bütçe tasarruf meselesine ge
lince, bu esnada bütün Millet ve milletvekilleri olan bizlerin düşündüğümüz şey şu
davayı, şu mücadeleyi ilerletmek için mümkün mertebe harbin başlıca kuvveti olan
parayı tasarruf etmektir. Binaenaleyh hissiyatınızı okşamak için söylediği söz, ben
bütçede tasarruf ettim, sözü doğru değildir. Biz kedisine bir bütçe verdik. Beş yüz
bin lira sarf edebilirsiniz dedik. Kendisi demedi ki, ben bunu üç yüz bin lira ile idare
ettim. Böyle yapmadı, ötekinin parasından kesti, berikine verdi, diğerlerini attı,
başkalarını aldı. Mahkemenin birçok memurlarını açığa çıkardı. İdareyi karışıklığa
soktu. Bu nasıl tasarruf? Beş yüz kuruşluk bir adamı attı bir köşeye, diğerinin ma
aşını iki bin beş yüz kuruş yaptı. Buna tasarruf denilmez. Tasarrufu ancak bu şe
kilde yaptı. Ne kadar para aldıysa onu aynen sarf etti. İki kişiye vermedi de üç
kişiye verdi. Hakikat budur.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Buna ahbap idaresi derler.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Sonra efendim, Vekil Beyefendinin hiç şimdiye
kadar bir tarafta görülmemiş zihniyetleri ve buna dair emirleri vardır. Okuyacağım,
efendiler. Burada istinaf üyelerinden birinin maaşı iki bin kuruş iken bunu Çorum'a
bin beş yüz kuruş maaşla tayin ediyor. Tabii bir adamın iki bin kuruş maaşından
tasarruf böyle oluyor. Bakınız tasarruf nasıl yapılıyor? Diyor ki bu adamın babası
zengin imiş veya kendisi zengin imiş. O para ile idare edermiş. Tabii bu bir haksız
lıktır. Halbuki biz Adalet Vekilini adil görmek isteriz. Adalet Vekilinin haksız bir
muamelesine, emektar bir memura haksız yere mağdur etmek istediğine şahit
olduk ve bu haksızlığın, hakkın, kanunun ne demek olduğunu şüphesiz herkesten

247
daha iyi bilen Adalet Vekilinin yapmış olmasından fazlasıyla müteessir olduk. Mil
letin haklarını en ufak bir kuruşuna kadar müdafaada Milli Meclisin ne derece ha
raretli bir şekilde galeyan ettiğini görmekle hepimiz ve Millet iftihar ediyor. Fakat
böyle bir muamele hangi kanunda, hangi nizamda yer bulmuştur? Bu adamın,
zengindir diye, maaşını iki bin kuruştan bin beş yüz kuruşa indirmek hangi kanun
ve hangi nizam ile mümkün olabilir? Cezalandırılacak bir hali varsa azleder veya
muhakemeye alır. Dikkat çekici beyanatından biri de bütçede tasarruf yaptığıdır.
Adalet Vekili adeta bir komünizm meydana getirmiştir, bu muhakkak. Çünkü bir
mahkemede amir az maaş alıyor diğeri çok. Mahkemelerde büyük bir karışıklık
ortaya çıkmıştır. Her şeyde nizam, intizam ve disiplinin tercih edildiğini artık yir
minci asırda tekrar etmeye hacet yoktur.
ALİ RIZA EFENDİ (Batum): Bu zihniyeti taşıyan bir vekil hiçbir zaman Türkiye
Büyük Millet Meclisini temsil edemez. Mamafih bu harekâtına inanmıyorum.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Trabzon'da efendiler, avukatlık yapan Halil İbrahim
Efendiye gelince, bu adam terfi veya taltif etmiştir diye bir iddiada bulunan yoktur.
Bu şahıs Trabzon Savcısı Temyiz Mahkemesi üyeliğine seçildiği halde Trabzon'-
dan ayrılmak istemediğinden dolayı gitmemiştir. Bu adamın belki hususiyetleri
vardır. Fakat bu adam Elazığ’a Adliye Müfettişi tayin edilmiş, yine gitmemiştir. Bu
şahsı Vekil Bey, Trabzon Mahkemesinin teftişine memur etti. Biz burayı anlamak
istiyoruz. Bu şahıs Trabzon'da avukatlık yaparken müfettiş tayin olunuyor. Rica
ederim, bunu kim uygun görür? Niçin hemen oradaki bir avukatı alıp Trabzon
Mahkemesinin teftişini emrediyor? Trabzon müfettişliğine tayin edilen bu şahıs bir
Rum’un vekili olmuş diyor ki bu Rum yakalanmış ve defedilmiştir. Halbuki mahke
me Rum’un Trabzon'da bulunduğunu ispat ediyor. Mahkeme bakıyor ki hakikat
dışı beyanatta bulunmuş. Bunun kanunen cezası var. Mahkemeye avukat olarak
sokulmayan bir adam mahkemeye müfettiş oluyor. Bugün herkesin, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Hükümetinin mahkemelerine karşı itimadının tam olabilmesi için,
mahkemelerde dağıtılan adaletin iyi olabilmesi için, onların reisi bulunan şahsın
kanun gibi bir amirden korkması lazımdır. Şimdi bu şahıs açıktan açığa benim fikir
ve kanaatim budur diye, bu kürsüden söz söyleyip ve bu tutanağa geçiyor diye
Yüce Meclisçe kabul edilmiş bir kanun mahiyetindedir diye tatbik etmeye kalkışır
sa bu Memlekette mahkemelere kimin emniyeti kalır? Mahkemelere emir verdiği
muhakkaktır. Mesela Ankara'da yapılan muhakemeden dolayı mahkemeye yazılı
emir vererek bu muhakemenin gizli yapılmasını ve salahiyetinin haricinde olduğu
nu beyan etmesini ayrıca bildirmiştir. Mahkemelerden keyfi emir ile karar çıkartırsa
hangi yabancı bizim mahkemeleri-mize adam göndermek ister.
MUSTAFA BEY (Tokat): Zaten mahkeme yok bizde.
ZİYA HUEŞİT BEY (Devamla): Efendiler Adliyemizi ıslah ettikten sonra cihana
meydan okumalıyız. Biz Avrupa’ya meydan okuduğumuz zaman hep sözle mey
dan okuduk. Böyle yaparız, şöyle yaparız dedik, İstanbul'da yüz elli tane cemiyet
teşkil olundu. Hiçbiri yaşamadı. Ne zaman ki Anadolu'da bu muhterem Hükümeti

248
teşkil ettik. Ordumuzu düşmanın karşısına dikerek fiilen meydan okumaya başla
dık, bugün bizi tasdik ediyorlar. Adliye de böyle tasdik olunur. Evvelâ yapılır, tatbik
olunur, söylenilir. Kanun hâkim kılınır, ondan sonra hak müdafaa edilir. Yoksa
böyle karışıklıklarla, iki günde bir hâkimleri değiştirmekle mahkemeyi komünizme
etmekle ve mahkemelerden istediğini çıkarmakla elbette senin mahkemene kimse
emniyet etmez ve bu hakkını sen hiçbir yerde müdafaa edemezsin. Buraya kadar
yaptığım beyanatımla işin ehline verilmediğini ispat ettim. Tasarruf meselesine
gelince, onu da gördük ki birisinin parası kesiliyor, diğerine veriliyor. Fakat bir taraf
mağdur bırakılıyor. Dünyada görülmeyen haksızlıklar yapılıyor. İzmit Ceza Reisi,
Ankara Ceza Reisiyle yer değiştirmeyi arzu ediyor. Bu adam buraya geliyor. Tabi
idir ki kendileri becayiş arzu ettiklerinden harcırah verilmeyecek. Ben sizi memnun
edeceğim diyor ve harcırah veriyor. Ankara istinaf Reisini İzmit'e gönderiyor, ona
tasarruf yapılmıştır. Fakat hakkını başkasına vermek suretiyle tasarruf yapılmıştır.
Adliye Vekilinin yaptıklarının ne kadar çürük olduğunu ispat için bir şey arz edece
ğim. Mesul makamda olan bir adam, öyle sorulan sualler haricine çıkmaz. Onlara
karşı böyle yaptım demesi lazım gelirken, halbuki kendisi birçok yerlerde böyle
yapılacaktı, bilmem ne idi, filan diyerek adeta mesul mevkiinden diğer mevkiye
geçmek istediler. Şimdi Yüce Heyetiniz bu kadar malumat sahibi olduktan sonra
benim kendi şahsi kanaatim Adalet Vekili buradaki müdafaasıyla, kendi iddialarını
çürütmüştür. Sözümde ısrar ediyorum. Rica ederim, işte her şey meydandadır.
Bunlar tarihe geçecek, bu zabıtlar her yerde okunacaktır. Bugünkü Hükümet şek
limizde bu Yüce Heyet burada dururken Adalet Vekili buradan müsaade almadan
karar verip tatbik etmeye nasıl cüret eder? Bilhassa Komisyondan henüz çıkma
yan bir kanunu tatbike kalkışmak, Yüce Heyetin burada lüzumu olmadığına ka
naati var demektir. Eski sözümde ısrar ediyorum. Bütün cihan devletlerinin tarihle
rini açıp okuyunuz. Alman imparatoru Sedan Muharebesini kazandıktan sonra
demiştir ki,
-Şimdi askerlik bitti. Bundan sonra adaleti tatbikle dünyaya biz de böyle numune
olacağız.

…Biz bir hükümet kurduk. Muazzam bir Ordumuz vardır, haklarımızı müdafaa
ediyor. Fakat şahsın, Milletin aklarını müdafaa için ve muntazam bir adliyeye sa
hip olmak için bu zihniyeti taşıyan bir Adalet Vekilini Yüce Meclisiniz Hükümette
tutmamalıdır. (alkışlar)
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Aslında gensoru önergesine imza atmamın se
bebi oradaki maddelerin hakikat olduğuna inandığım içindir. Söz söylemeye niye
tim yoktu. Fakat Refik Şevket Bey arkadaşımız kendisini müdafaa ederken ben
den de bahsetmiştir. Tabii bu hususta birkaç söz söylememe müsaade buyura
caksınız. Malumunuz bizde Adliye teşkilatı alakalı Kanun ile tespit edildi ve mah
kemeler iki dereceye ayrıldı, bidayet ve istinaf diye. Hâkimlerin vasıfları da yine bu
Kanunla tayin edildi. Hâkimlerin tayinleri için de yine o Kanunda bir madde ile bir
Komisyon kuruldu. Bu Komisyonun üyeleri hâkimler ve idare memurlarıdır. Bu

249
Kanunu bütün nazırlar, vezirler kendilerinin üstünde bildiler ve bu Kanuna riayet
ederek hâkimlerin tayinlerini daima o Komisyona bıraktılar ve buna katiyen karış
madılar. Hakikaten bu tayinlerde idarenin buna karışması lazım gelir mi, gelmez
mi? Bu ayrıca bir meseledir. Fakat bir kanun tanzim edilmiş olduktan sonra artık o
kanunun mahzurları ve faydaları hakkında mütalaa beyan edilemez. O yürürlükte
olduğu müddetçe mutlaka tatbik edilir. Binaenaleyh, eğer bunun mahzuru var ise
değiştirilmesine teşebbüs edilir. Meşrutiyet İnkılabından sonra İstanbul'da nazır
lardan birisi bu Kanununa muhalif olarak bir tüzük yapmak istedi, Meclis feryat etti.
Döndü, tekrar bir kanun yaptı. Yani şimdiye kadar hâkimlerin tayinleri o kanunla
tespit edildi. Refik Şevket Bey burada hâkimlerin tayini salahiyeti doğrudan doğru
ya kendi salahiyetinde olup Komisyonun kararlarını ancak kendisine yardımcı
olduğunu söylüyor ki bunda çok aldanıyorlar. Büyük Millet Meclisi Hükümeti te
şekkül edip de Temyiz Mahkemesi Sivas'a nakledilince bu Kanununun hükümleri
ne riayet mümkün olamayacağından burada bir tüzük ile müdürlerden meydana
gelen bir komisyon teşkil edildi. Bu geçici bir zaman için olduğundan böyle bir
muamele yapılabilir. Fakat esas itibariyle o tüzük o kanunun yerine olduğu için
hiçbir zaman o kanuna, o kanunun ruhuna tecavüz Adalet Vekilinin katiyen hatırı
na gelemezdi. O Komisyonun kararı olmadan Adalet Vekilinin kendi kendine yap
mış olduğu tayinler hiçbir mazeret kabul edilmez. Bu hareket kanuni değildir ve bu
katidir. Efendim Adalet Vekili Refik Şevket Bey buradan bahsederken liva mah
kemelerini istinaf mahkemeleri yaptım dediler. Esasen şurada arz edeyim ki bida
yet ve istinaf hâkimlerinin maaşları kanunda gösterildiği gibi bunlar bellidir. Liva
mahkemeleri, bidayet ve istinaf mahkemeleri ve bunların maaşları hepimizin ma
lûmudur. Livalarda maaş bin beş yüz kuruştan bin altı yüz kuruşa kadardır. İstinaf
mahkemesine gelince üç bin beş yüz kuruşa kadar maaş veriliyor. Bu maaşlar
şahsi değil, makamlarına mahsustur. Refik Şevket Bey kardeşimiz son zamanda
bir kanun tasarısıyla geldi. Fakat Adalet Komisyonunda yaptığımız münakaşa
neticesinde kendisi de bu kanunun doğru olmadığını kabul etti ve en sonunda dedi
ki hâkimlerin terfileri için bir kanun yapalım. Esas itibariyle şahsi maaş verilmesi
kabul edilmemiş ve Meclisten böyle bir kanun geçmemiştir. Binaenaleyh kendi
kendine bazı liva mahkemelerine üç bin kuruş ve bazılarına bin beş yüz kuruş,
ötekine iki bin kuruş vermesi kanun aleyhindedir. Hakikaten hâkimler arasında
hayal kırıklığına sebep olan bir haldir. Buna şüphe yok. Liva mahkemelerini, istinaf
mahkemesi yaptım, dedi. Evet, eğer bir Felemenk taşına pırlanta demekle pırlanta
olursa, onun dediği de bu da olur. Çünkü istinaf mahkemesi teşkili için o kanuni
vasıflara haiz hâkimlerden olması lazımdır. Yoksa, bidayet mahkemelerindeki
hâkimler altı, yedi senelik memurdurlar. Onlar liva bidayet mahkemesinde bulun
duğu için orasını istinaf mahkemesi addedince, istinaf reisi makamına geçiyor ki
kendisinden on beş, yirmi sene evvel mektepten çıkmış bir hâkim halen vilayet
merkezinde bidayet hâkimi veya savcısı olarak bulunuyor. O liva reisi terfi etseydi,
liva merkez bidayetinde bidayet savcısı, sonra ceza reisi, ondan sonra istinaf sav
cısı, ondan sonra istinaf reisi olacaktı. Halbuki bu birden bire istinaf reisi oldu.
Vakıa orada maaşı bin altı yüz kuruştu. Ama bu her yerde böyle değildir. Mesela

250
Lazistan'a gönderdiğine üç bin kuruş vermiş, Mersin'e üç bin kuruş vermiş, sonra
başka yere bin beş yüz veya üç bin altı yüz kuruş vermiş, bunu da itiraf ettiler.
Aslında bu da bir sanattır. Bizde, adliyede maaş şahsi değildir, yalnız makama
verilmiştir ve o da sanattır. Başka devlet dairelerinde şahsi maaş verilebilir. Fakat
adliyede bu olamaz. Hâkimler kanunların tatbiki ile mükelleftirler. Bir bidayet hâki
minin hak ettiği kanuni maaşından fazla mesleki hususiyetleri fazla olsa da onun
maaşına zam etmek doğru değil. Onun ilminden faydalanmak için onu terfi ettir
mek ve ondan sonra maaşını vermek lazımdır. Zeki bir adam üç senede, beş se
nede iyi bir idare memuru olabilir. Fakat imkanı yoktur ki, iyi bir hâkim olamaz.
Çünkü hâkimlik bir meslektir, bir sıfattır, bir ilimdir. O ancak hem ilmi tetkik ve hem
tecrübeyi bir araya getirip o zaman yükselebilir. Onun için hâkim yetiştirmek…
(gürültüler, mevzua gel sesleri) Müsaade buyurun, şimdi bundan sonra oraya ge
leceğim. Hâkimlerin yetiştirilmesi için Mahkeme Teşkilatları Kanununun esaslarını
Refik Şevket Beyefendi kendi kendilerine liva mahkemelerini bir istinaf mahkemesi
yapmakla yıkmıştır. Bütün meslektaşlarımızın bu husustaki kanaatlerini burada
söylemesi lazım gelir ve söylemedikleri takdirde vazifelerini ifa etmemiş oldukları
kanaatindeyim. Sonra askerde olanların yetim borçlarını tecil etmedim diyor. Yine
okuduğu emirle gördünüz ki tecil etmiştir. Yani rehinde olan mallarını satmaktan
menetmiştir. Eğer borçlular asker olmak dolayısıyla borçlarını vermemeleri ve
bunun tecili icap ediyorsa Meclise gelip bir kanun alması lazım gelirdi.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Talimatname var.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Talimatname kafi değildir. O başka şeyden
bahsediyor. Sonra benden bahsettiler ve üç mesele gösterdiler. Elhamdülillah
memuriyet hayatımı tetkik etti, bula bula bu üç meseleyi buldu. Diyor ki Reşit Bey’i
sulh hâkimi yaptı, ben de adliye müfettişi yaptım. Reşit Bey sulh hâkimi idi ki sulh
hâkimleri istinaf savcılarına denktir ve yaptığı bidayet mahkemesi reisidir. Benim
yaptığım sulh mahkemesi reisidir. Sonra tayin ettiklerinden gitmeyenlere şöyle
yaparım, böyle yaparım dedi. Bu ileride yapılacak bir şeydir ve gitmeyenlere teh
dittir. Fakat efendiler onunla ben bunu altı ay ceza ile mahkûm ettim, altı ay me
muriyetten mahrum ettim, demek arasında fark vardır. Birisi hükümdür diğeri bir
tehdittir.
LÜTFÜ BEY (Malatya): İkisi de hüküm mahiyetinde değil midir?
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Müsaade buyurun, birisi tehdittir, yaparım de
mek, öteki de yaptım demek hükümdür.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): İkisi de caiz mi?
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Bence tehdit caizdir, gitmeler için caizdir. Fakat
benim zamanında olup olmadığını bilemiyorum. Binaenaleyh sizlerin başını fazla
ağrıtmak istemiyorum. Maddeler üzerinde Ziya Hurşit Bey lazım gelen izahatı
verdi. Diğer meslektaşlarımız da bu hususta lazım gelen izahatı verirler.

251
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Hepimiz kanunun Memlekette hâkimiyetini
istediğimiz halde, hepimiz kanunsuzluktan şikayet ettiğimiz halde, Memlekette
lazım gelen cesareti gösteremiyoruz. Kanunu hâkim kılmak arzusunu, yalnız Ada
let Vekili Refik Şevket Bey hakkında değil, her hususta istemeliyiz. Adalet Refik
Şevket Bey hakkında yapılan gensoru müzakeresini hepimiz dinledik ve Ziya Hur
şit Bey arkadaşımız da iddialarını hakikaten iyi izah ettiler. Buna karşılık muhte
rem Adalet Vekili de hepimizi aydınlatacak bir şekilde gayet tafsilatlı cevap verdi
ler. Bu müzakereden anladığımız bir hakikat varsa o da Refik Şevket Bey zama
nında değil, ta Adalet Vekâleti teşekkül ettiği andan itibaren bu kanunsuzluk baş
lamıştır ve o günden beri devam edip geliyor. İşte Adalet Vekili Refik Şevket Bey
de onu biraz daha karıştırmak suretiyle devam ettirmiştir.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Onu sen söylüyorsun.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Evet beyefendi onu ben söylüyorum. Evet ben
iddia ediyorum ve her zaman ispata hazırım.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): İspat etmek lâzımdır.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Evet, işte ispat ettiler beyefendi. Sizi yerinize
Vekil olan arkadaşınız istatistikle gösterdiler.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Ne gösterdi rica ederim? Anlamak isterim.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Ben onları zikretmek istemem. Burada uzun
uzadıya dinlediniz. Binaenaleyh bu gensorunun içinde cidden çok mühim olan,
Refik Şevket Bey’in söylediği bir mesele vardır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Yalnızca bir mesele mi var?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): O da Salih Efendi isminde bir adamın dört,
beş derecede terfi ile müfettiş yapıldığı. Binaenaleyh bu baştan beri böyle olmuş-
tur. Bu terfiler memurların vaziyetleri dikkate alınarak yapılmış değildir. Kim göz
önünde, kim göze çarpmış ise o terfi etmiştir. Eğer bu listeler üzerinde biraz tetki
kat yapacak olursak görürüz ki efendiler, daima bu tayin edilen adamlar terfi et
miştir. Bir kısım adamlar vardır ki hiç yerinden oynatılmamış, terfi edememiş, on
beş senedir, yirmi, otuz senedir, yerinde duruyor. Yalnız onun kabahati hakkını
istememesi, alçakgönüllü olmasıdır. (yaşa Şükrü Bey sesleri) Hafız Mehmet
Bey’in gösterdiği şeyi ben de takdir ederim. Hafız Mehmet Bey’in terfi ettirdiği Re
şit Bey cidden namuslu bir efendidir. Fakat efendiler, bu Celalettin Arif Bey zama
nında bir istinaf üyesi olarak gelmişti. Sonra savcı olmuş, iki üç gün sonra da sulh
hâkimi olmuştur. Beş on gün sonra beyefendi tarafından müfettiş yapılmıştır. Yal
nız bu adam dikkati edebildiği için birkaç ay içinde beş altı derece birden terfi et
miştir. Efendiler başkaları yok muydu? Vardı, fakat vekillerin kabahatleri, adliyede
terfiler yapılırken herkesin vaziyetini bir defa dikkate alınmamasıdır. Malumunuz
adliyenin terfileri bir tüzüğe tabidir. Her vekil daima hâkimlerin izzeti nefsiyle, me
muriyetiyle istediği gibi oynamıştır. (İstanbul'da da böyleydi sesleri) İstanbul'da
252
olmuşsa, burada daha çok olmuştur. İstanbul’da bir Komisyon vardı ve hâkimlerin
tayinlerini onlar yaparlardı. Onun için yolsuzluklar, kusurlar bu kadar çok ve seri
olamazdı. Burada tayinler, terfiler doğrudan doğruya vekil ile onunla birlikte çalı
şan müdürler komisyonu vasıtasıyla yapılıyor. Buradakiler hâkim değildir. Onlar
hâkimlerin hususiyetlerini bilmezler. İşte bugünkü karışıklıklar bugünün mahsulü
değildir. O da Temyiz Mahkemesinin burada ve Adalet Vekâletinin olduğu yerde
değil Sivas’ta bulunmasından ileri gelmiştir. Temyiz Mahkemesi burada olmuş
olsaydı, tüzük gereğince Temyiz üyeleri, Başsavcı ve diğerlerinden kurulu bir ko
misyon olacaktı ve o komisyon terfileri yapacaktı. Tabii onlar kolay kolay tesire
kapılmayacaklardı. Sonra bu Salih Efendi meselesinde kusurunu itiraf ederek
kendisini mazur göstermek için Refik Şevket Bey arkadaşımız, Hafız Mehmet
Bey’in yaptığı şeye geçti. Fakat Hata misal olamaz. Efendiler birinin yaptığı bir
hatayı o yapmış ise hatadır. Diğeri yapmış ise o da hatadır. Yani birinin yapmış
olduğu hatayı diğerinin tekrar etmesi uygun değildir. O da bunu tekrar etmiş olu
yor. Sonra burada kendisini daha fazla müdafaa edebilmek için Başsavcı muavin
leri, Yüce Meclisinizin kabul ettiği Temyiz Mahkemesi Kanunu gereğince liva baş
savcılarından, liva reislerinden de olabilir. Efendiler biz bunu mecburiyet karşılı
ğında kabul ettik. Yani Temyiz Mahkemesine iyi hâkim bulabilmek için o vakitler
malumunuz dar bir zaman idi. Mevcut bidayet hâkimleri içinden en kıymetlilerini
seçebilmek için yalnız Temyiz Mahkemesine ait kalmak üzere bir kanun yaptık.
Ben de onun için yaptım diye bunu bu şekilde söylemek çok fenadır. Refik Şevket
Bey budayandılar ki bu doğru değildir. Bu hususta Ziya Hurşit Bey’in itirazı haklı
dır. Lafı fazla uzatmamak için mühim olmayan noktaları geçiyorum. Memuriyetten
azil meselesini Vekil Beyefendi izah ederlerken maksatlarının bir mahkûmiyet
olarak değil, bir tehdit olduğunu ve bunları vazifelerine sevk edebilmek için yapıl
mış idari tedbirden ibaret olduğunu söylediler. Evet böyle olmuş olsaydı hiç şüp
hesiz cezalandırma olmazdı. Yani tarzı da böyle olmaması lazım gelirdi. Zaten
elinde idi. Hüküm suretiyle onlara yazı yazmak veya emir vermek elbette doğru
değildir. Yalnız ne yapabilirlerdi? Bu gibi vazifelerine gitmeyenleri tayin hususunda
tehir göstererek bir şey yapabilirdi. Sonra münferit hâkim yanında kanun gereğin
ce diğer bir hâkimin bulunması. Bu doğrudur. Mahkemeler Teşkilatı Kanunu gere
ğince bu mahkemeler iki daireye taksim olunur, ceza ve hukuk diye. Lüzum oldu
ğu yerlerde lüzumuna göre hukuk hâkimleri de ceza ve hukuk dairesi reisidir.
Bundan dolayı Adliye Vekilini tenkit etmek doğru değildir. Sonra şahsi maaş veril-
mesi meselesine gelince efendiler, böyle şahsi maaş meselesi bahis mevzu oldu
ğu günden beri cidden adliye teşkilâtımızda büyük bir karışıklık meydana gelmiştir
ve hâkimlerde büyük bir hayal kırıklığı olmuştur. Bu gibi bir maaş meselesi hiç
şüphesiz doğrudan doğruya bir Adalet Vekilinin yapacağı bir mesele değildi. Efen
diler Yüce Meclisinizin bu hususta bir kadro kabul etmesi ve hiç olmazsa yapıla
cak bu gibi tayin meselesi hakkındaki kanun gereğince Adalet Komisyonuyla da
istişare etmesi zannederim daha iyi olurdu. Ziya Bey pek güzel söylediler, bütçede
tasarruf değil, birisinin hakkını diğerine vermek veya birisinden kesip diğerine
vermekten ibaret kalıyor. Bu tasarruf olmuyor. Bu da Adliyede bir karışıklık mey

253
dana getirmiştir. Hâkimlerin ehliyet ve kıdemleri dikkate alınarak ayrılsaydı bu
karışıklık bu derece de olmazdı. Hâkimlerin azli ve tayini bir komisyonda yapılması
lazım gelirken, Vekil Bey buna verdikleri cevapta, yalnız Sakarya Harbi sırasında
yapılmış olduğunu söylediler ve bunu tabii kabul ederiz. Esasen bu işler gerek
şahsen yapılmış olsun, gerek komisyon tarafından yapılmış olsun, bunun ehem
miyeti yoktur. Komisyonun başında Refik Şevket Bey’in bulunması, bunların yalnız
kendisi tarafından yapılmış olması ile aynıdır. Çünkü komisyondaki müdürler onun
emir ve idaresi altında ve onun elleridir. Onun oyu haricine çıkmaları nadiren ola
bilir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliği hakkında önergeler
var. (kafi sesleri) Yüce Heyetinizin evvelce verdiği karar gereğince gensoru öner
gesinin dördüncü maddesi başlı başına izah edilmek üzere gizli celseye bırakıl
mıştı.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): O da ayrıca yapılır.
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Reis Bey benim cevap vermem lazım gelen
bazı noktalar var.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Söylediler efendim, cevap verdiler.
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Ziya Hurşit Bey’le Hafız Mehmet Bey ve
Şükrü Bey tarafından verilen izahata kısaca cevap vereceğim. İzahatımı tekrar
etmeyeceğim. Salih Sıtkı Efendi hakkında rapor var, diyorlar. Ben onun olmadığını
söylüyorum.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Elazığ Adliyesi hakkında, rica ederim.
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Belki vardır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Ne yaptınız?
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Elbette muamele görmüştür. Katiyen evrak,
kalmamıştır. Sonra Mustafa Efendi sizi muhakemeye lüzum yok kararı verdirdim
demiştir, diyor. Size bu kararı verdirdim diyecek birini ben değil, Meclis arasında
veya artık bilmem bunun üzerine söz söylemeye utanıyorum. Bunun imkanı yok
tur. Ziya Hurşit Bey’e ihbar eden adam ya garezi vardır veya yalan söylemiştir.
Çünkü böyle bir şey yoktur. Nasıl böyle bir şey denebilir, efendim? Sonra terfi
dereceleri hakkında ben kanunu yorumladım, demişim. Rica ederim sözlerim bel
lidir. Yüce Heyetinize teşkilat neticesi açıkta kalacakları açık yerlere tayin edece
ğim dedim. Tutanaklarda aynen vardır. Temel Efendi meselesini arz ettim. Diğer
üye zannederim, ismi Rasih mi nedir? Böyle bir adamcağız hakikaten ihtiyar ve
hayatının büyük bir kısmını sakat olarak geçirmiştir. Bu adam şimdi emekliye sevk
edilmiştir.

254
EMİN BEY (Erzincan): Niçin siz emekli tüzüğüne muhalif harekette bulundunuz?
O halde altmış beş yaşını tamamlamışsa emekliye sevk edilmesi icap ederdi.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Etmemiştir efendim, etmiştir demedim. Şahsi
maaşı hakkında Ziya Hurşit Bey bahsettiler. Bu şahsi maaş meselesini Yüce He
yetinize arz ediyorum. Mesela Erzincan kadısı iki bin beş yüz kuruş maaş alıyor.
Sonra Gümüşhane kadısı üç bin kuruş alıyor. Şimdi bunlar tayinen giderlerse tabii
maaşlarıyla gideceklerdir. O halde maaş şahsidir. Sonra Mersin'deki üyenin maaşı
bin iki yüz, yedek üyenin bin beş yüz olduğuna dair benim malumatım yoktur. Rica
ederim Ziya Hurşit Bey’e öyle bir şey yoktur.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Yok mudur böyle başka yerlerde?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Yoktur. Ertuğrul Bey hakkında sekiz senelik
adliyecidir dediler. On üç senelik adliyecidir, efendim. Bahsettikleri hususa dair
arkadaşlar bana malumat verselerdi, mutlaka hakkında bir şey olacaktı.
EMİN BEY (Erzincan): Her gün verdik malumat, rica ederim. İmzalı malumatlar
verdik, yine anlamadınız.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Ziya Hurşit Bey, tasarruf ederken zabıt kâtipleri
nin maaşlarını şöyle kesti, böyle kreşti diyor. Efendiler, zabıt kâtiplerini ben hiçbir
zaman çıkarmadım. Bütün memurlarının faaliyetlerine dair malumat istedim. Bize
iki üç yüz kadar cevap geldi. Her taraf eğer bizden iş isterseniz mübaşirlik yapınız,
dediler. Hesap ettik efendim, bilmem hatırımda kalmadı, belki Şükrü Bey hatırlar
lar, altı yüz küsur mübaşire ihtiyaç var. Bunun parasını Meclisten istemek mümkün
değildi. Yazı yazdık, dedik ki süvari mübaşirliği için para yoktur. Yalnız siz kendi
kadronuz dâhilinde tasarruf edebilirseniz bana bildirin. Her tarafta komisyonlar
toplandı. Bize şu hademe lazım değildir, şu mübaşir lazım değildir, şu kâtip lazım
değildir diye bildirdiler. Bunların tamamının verdiği raporları topladım. Dört yüz on
üç süvari mübaşirine ait tahsisatın karşılığını buldum. İki yüz küsur daha mübaşir
eksik geliyordu. Yani benim istediğim mübaşir miktarından iki yüz küsur noksanını
temin ettim. Gittim, jandarma dairesiyle, İçişleri Vekâletiyle çalıştım, her taraftan
istenilen kadar süvari jandarmasının adliye emrine süvari mübaşiri gibi kullanılma
sını temin ettim ve kullandım. Efendiler, mahkemelerde istenilen sürati temin için
sulh hâkimleri hakkındaki kanunu tatbik etmekle sürati temin ettiğim gibi ve inşal
lah size iyi bir hesap vereceğim. Sulh hâkimlerinin tebligattan dolayı gecikmelerini
bu şekilde hallettim. Bazı memurların maaşından kesilip diğerlerine verildi denildi.
Böyle bir şey olmamıştır. Münferit hâkim teşkilatından başka tasarruf edilen kı
sımdan kaza üyelerinin maaşı vardır. Ankara'daki istinaf üyeleri meselesi, Anka
ra'daki istinaf üyelerinden İhsan Efendi cidden kıymetli bir şahıstır. Kendisi ileride
adliyemizde iyi bir hâkim olmaya adaydır. Fakat Ankara Adliyesinde ve bir heyette
üye oldukça kendisinden lazım geldiği kadar istifade olunamaz. Bunu tamamıyla
faal ve müstakil çalışmak üzere doğrudan doğruya şahsen olan münasebetim ve
itimadım dolayısıyla uygun bir yere getirmeyi düşündüm ve kendinden bu şekilde

255
istifade ediyoruz. Bir de maaşından beş yüz kuruş tasarruf ediyoruz. Onu iki bin
kuruş maaşla oraya, Çorum'a göndermek imkânı yoktur. Çünkü oranın istinaf reisi
bin altı yüz kuruş alırken istinaf savcısının iki bin kuruş alması çok münasebetsiz
bir şey olur.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Kayseri'de var beyim. Şimdi Kayseri istinaf
reisi bin altı yüz kuruş alıyor. Bidayet hâkimi iki bin kuruş alıyor.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Şükrü Bey, Karahisar bidayet reisi o kadar mü
him vazife ile uğraşırken bin altı yüz kuruş alıyordu, o zaman sulh hâkimi acaba
ne alıyordu?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): İki bin kuruş alıyordu.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Sulh hâkimi iki bin kuruş alıyordu, evet. Bu da
bir münferit hâkimin iki bin kuruş alması ile kabili kıyas değildir ki. Binaenaleyh bu
bakımdan yapılmıştır ve ben kendim itiraf ediyorum ki İhsan Bey’in bu meseleyi bu
kadar büyüteceğini zannetmezdim. Bana Genç Mebusu Celal Bey geldi, bu zatın
üzüntüsünü anlattı.
-Üzülmesin kendisine teminat vereyim, kendisinin hal ve vakti vardır dedim.
…Genç Mebusu da böyle güven verici bir cevap verilmesinin onun ruh hali üzerin
de iyi tesir yapacağını söyledi ve Çorum'dan gelecek hâkim gelmezse kalıp, kala
mayacağını benden sordu. Ben de o kâğıdı yazdım. Bu meseleyi sonra düşünü
rüm dedim. Bu inkâr edilecek bir şey değildir efendim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Fakat çiğnenen kanunlar...
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Adliye derecelerini kaldırırım demişim. Adliye
dereceleri kalkmış değildir. Yalnız otuz iki çeşit memurluk kalmamıştır ve on üçe
inmiştir. Bu da teşkilatın zaruri bir neticesidir. Ankara mahkemesine gizli muhake
me emri vermişim. Efendiler, malumunuz burada bir arkadaş hakkındaki bir mese
le gizli celsede müzakere edilsin diye karar verildi. Müzakerede söylenecekleri
dikkate alırsanız Devlete tesir edecek bir meseledir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Onu mahkeme takdir eder. (gürültüler)
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Ben mahkemenin takdir edeceğini unutmuş
değilim. Meselenin gizli cereyan etmesinin uygun olacağı mütalaasını ifade etmi
şimdir. Hiçbir zaman da hâkimin bu emirle karar vereceğine ve tahammül edece
ğine dair de bir kayıt yoktur, efendim. (bu mahkemeye tesirdir sesleri) İçinde bu
lunduğumuz siyasi meseleleri idare eden adam mahiyetinin vaziyetini dikkate al
makla mükelleftir. (gürültüler) Sonra ben doğrudan doğruya hâkim ile görüşmüş
değilim. Benimle görüşen istinaf savcısıdır ve talep ona aittir. (farkı yok sesleri)
Sonra Hafız Mehmet Bey’in beyanatına gelince, efendim Hafız Mehmet Bey istinaf
hâkimlerinin hususiyetlerinin o mesleğe uygun olmasını söyledi. Ben de bunun

256
taraftarıyım. Yalnız bidayet mahkemesi hâkimi olduğundan dolayı hususiyetleri
uygun değildir diye nasıl söyleyebilirim?
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Mahkemelerin istiklali lazımdır Refik Şevket Bey.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendim, yetim meselesindeyse genelge olarak
emir yoktur. Burada okudum, katiyen emir yoktur. Yalnız bu emre göre muamele
olunması, demişimdir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): O emir mahiyetindedir.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendim, usulümüz dairesindedir. Reşit Bey sulh
hâkimiydi. Buna cevap verdiler. Artık tekrar etmeyeceğim. Çok iyi ve sevdiğim
biridir. Hâkimlerin tayini meselesinde lazım olduğu şekilde, tayin ve terfi hususla
rında dikkat edilemediğini itiraf etmek lazım gelirse, bunun başlıca sebebi bizde
sicil muamelelerinin yeni teşekkül etmesidir. Herkesin kendi eliyle verdiği kendine
ait malumatlardan istifade ediyorduk. İstanbul'dan hususi olarak hâkimlerin sicille
rini getirttim ve onlardan ara sıra istifade ediyoruz. Sicil muamelelerinde öyle zor
luklar vardır ki yeni tedbirler aldım ve öyle zannediyorum bundan sonra kıdem ve
ehliyet hakkında kati kararlar vermek esası temin edilmiş olacaktır. Sonra efen
dim, Temyiz Heyeti Kanununu arz ederken kanunun tüzük ile ne kadar ters oldu
ğunu göstermek istedim. Sonra memurların bir emirle memuriyetten mahrumiyet
meselesini arz ettim efendim, tekrara lüzum yoktur. Emir verilmiş, neticesi yerine
getirilmiştir. Sonra kadrolar üzerinde oynanmışsa bir defa oynanmıştır. O da Yüce
Heyetinizden alınan müsaade ile olmuştur ve hiçbir zaman da Bütçe Komisyonu
nun muvafakati olmaksızın ne kimseye kadrosundan fazla maaş verilmiş ve ne de
kimse yeniden kadro harici tayin olunmuştur.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Bütçe Komisyonu kadrolara hâkim midir?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Her şeye hâkim olduktan sonra tabii ona da
hâkimdir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Mecliste toplantı yeter sayısı kalmadığından Cumar
tesi günü saat birde toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum. (sözlerimiz saklıdır
sesleri)

(Dört gün
1 sonra, 27 Mart 1922 tarihindeki gizli oturumda…)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Adalet Vekili Refik Şevket Bey’in gizli celse
de izahını arzu ettikleri gensoru önergesinin dördüncü maddesine aittir. Bu madde
hakkında kendileri izahat verecekler.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (23 Mart 1922), 1.Dönem, c.18, s.340-368, http://www.tbmm.gov.tr/
257
MAHMUT SAİT BEY (Muş): Usule ait söyleyeceğim var. Aleni celseye ait kısım
müzakeresinin yeterliliği hakkında henüz bir karar verilmedi. Şimdi de gizli celseye
geçersek tekrar bu meseleyi aleni celsede müzakere etmek doğru değildir. (hayır
sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Geçen günkü celsede dördüncü maddenin müzake
resinin gizli celsede yapılmasına karar verildiği zaman, münakaşa devam ediyor
du. Müzakere kesintiye uğrayacaktı. Binaenaleyh İç Tüzüğün açık olan maddesine
göre bu meseleyi yeniden oylarınıza arz edeceğiz. Adalet Vekili Beyefendinin gizli
celsede izahını arzu buyurdukları maddenin gizli celsede izahını kabul edenler
lütfen ellerini kaldırsınlar. Çoğunlukla kabul olundu. Mahmut Sait Bey’in de bir
teklifi var.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Mahmut Sait Bey’in teklifine karşı usul hakkında maru
zatım var. Mahmut Sait Bey’in bu mesele hakkındaki mütalaaları varit değildir.
Çünkü gensorunun bundan evvel aleni celsede cereyan eden kısmının müzakere
sine karar verip de mutlaka neticesinin gizli olarak tamamlanması lazımdır. Çünkü
gizli ve aleni kısımlar yekdiğerine bağlıdır. Ancak Vekâlet alenen söylemesini arzu
etmediği bir şeyi gizli celsede söylemeyi münasip gördü. Gizli kısım bittikten sonra
aleni celse tabiatıyla devam edecek ve güvenoyu ile neticelenecektir. (doğru ses
leri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Adalet Vekili Beyefendinin şimdi gizli celsede
dördüncü madde hakkında gizli beyanatta bulunmasına muvafakat edenler... (ka
rar verdik sesleri) Gizli celseye karar verildi. Fakat itiraz oldu. Efendim, gizli cel
sede beyanatta bulunmasına muvafakat edenler ellerini kaldırsınlar. Kabul edildi
efendim. Buyurun efendim.
MEHMET ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Efendim gizli celsede söylemeyi lüzum
gördüğüm mesele, büyük bir mevkide bulunan bir şahsın, en büyük adli mevkide
bulunan bir şahsın iktidar, ehliyet ve idaresizliğine dair vesika ve malumatı söyle
mektir. Sonra bu şekilde vaziyeti görünen birinin o büyük mevkide bulunmasının
uygun olamayacağına dairdir. Nitekim şimdi vereceğim izahat Osman Bey’in Baş
savcılık makamında idare tarzı itibarıyla vazifesini iyi bir şekilde ifa edemediğine
dair kendi eliyle yazılmış ve yekdiğerine ters olan vesikalara dairdir. Efendim Os
man Bey Başsavcı iken Sivas'ta bir hadise meydana geldi. Belki Sivas mebusu
arkadaşlarımız bilirler. Hafız Mehmet Bey’in zamanında olmuştu. Temyiz üyelerin
den Asım Bey’le Galip Bey oranın Defterdarıyla bir evde oturmuşlar ve güya içki
içmişler. Bunu haber alan Vali Cemal Bey bunları yakalatmak için bir tuzak kur
muş. Bunlar çıkarken yakalanmışlar diye buraya malumat geldi. Hafız Mehmet
Bey bu malumatı alınca derhal şu telgrafı çekiyor.
-Temyiz Mahkemesinden iki üyenin böyle bir hadiseye karışmaları katiyen doğru
değildir. Haklarında lazım gelen muameleyi ve tahkikatı çabuk yapınız.

258
…diyor. Başsavcı Osman Bey Vekâlet Makamının verdiği bu emre gerek vazifesi
olması ve gerek Temyiz Mahkemesinin ve neticede Türkiye adliyesinin haysiyetiy
le alakadar olması sebebiyle meseleye derhal sarılmak lazım gelirken verdiği ce
vapla her ikisinin aleyhinde bulundu. 23 Mart 1921 tarihlinde Asım ve Galip beyler
hakkında malumat istemiş ve 7 Nisan 1921 tarihinde verilen cevapta,
-Asım ve Galip beylerle Defterdar Faik Bey, daima birlikte şahsi münakaşalara
karışma itiyadında bulunup memurlar arasındaki nifaka da müdahale ederek resmi
sıfat ve haysiyete aykırı vaziyetler meydana getiriyorlar.
…diye cevap gelmiş ve 7 Nisan 1921 tarihinde çekilen cevap telgrafında,
-Tahkikatın tamamlanması ile evrakının hemen gönderilmesi ve tahkikat neticesine
göre Vekâletçe haklarında verilecek karara ve muameleye kadar kendileri izinli sa
yıldıklarından vazifelerine devam etmemeleri lüzumu tebliğ olunur.
…diyor. Fakat Hafız Bey'in bu kadar şiddetli verdiği bir emre rağmen, Başsavcı
bunu itibara almıyor. 13 Nisanda verdiği cevapta bu emrin Temyiz Mahkemesinin
haysiyetine zarar vereceği, bundan vazgeçilmesi ve ancak şimdilik müfettişlik gibi
münasip bir memuriyete geçirmek suretiyle Temyiz Heyetinin mevki ve haysiyetle
rinin muhafazası ve cezalandırmanın tehir edilmesini ve bunlar hakkında yapacak
ları tahkikatın uygun bulunduğu bildirilmiştir.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Pek güzel cevap vermiş.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Fakat Hafız Mehmet Bey bunu uygun bulmuyor
ve gayet doğru olarak bana 16 Nisanda tamamıyla vazifesini müdrik bir Adalet
Vekili olarak verdiği cevapta işin farkına varınca tahkikat yaparak bize bildiriniz,
emrini Başsavcı takip etmiyor. Ben Adalet Vekili olunca meselle ile alakadar ol
dum. On altı, on yedi gün sonra bu tahkikatı ne yaptınız diye, sordum. Bana veri
len cevapta, vakit geçmiş olması sebebiyle tahkikattan bir netice alınamadığı ifade
olunmuştur. Fakat ben ısrar ettim ve bunun üzerine bu şahıs tahkik evrakını gön
derdim, dedi. Galip Bey hakkındaki muameleyi tespit etti. Tahkikat evrakını bu
takibat üzerine tamamladı. Bu takibat üzerinle raporda Galip Bey’in ve Asım
Bey’in aleyhinde lazım gelen delilleri gösterdi. Asım Bey kuvvetli değildir. Şahsen
o adamın biraz gücenmişliği var. Fakat Galip Bey hakkındaki beyanatında rakı
içtiği sabit olmamakla beraber, Galip Bey’in karakola polislerle gittiğini ve orada
ifadesi alınmakta iken kaçtığı gibi bir takım vaziyeti... Artık Galip Bey’in hukukçu
sıfatıyla uygun olmadığını ben takdir ettim. Asım Bey hakkında bir muamele yap
madım. Zaten onun hakkında Osman Bey’in delilleri kuvvetli idi. Öteki hakkında
deliller kuvvetli idi. Galip Bey zaten evvelce kendisi adliye müfettişliği istiyordu.
Adliye müfettişliğine tayin ettim. (mesele nedir sesleri) Yani Osman Beyin vazife
sindeki lakaytlığına ve gerek Hafız Mehmet Bey tarafından ve gerek vaki olan şeyi
bendeniz tarafından ifa etmemek üzerine şeye misalidir. Birinci misali efendim,
Osman Bey’in maliyetine iki muavin tayin olunmuştur. Birisi yine Hafız Mehmet
Bey zamanında terfisi indirilerek tayin olunan Halil Bey Temyiz üyesi iken oraya

259
Başsavcı muavini oldu. Diğeri de Kastamonu'da İstinaf Reisi iken Başsavcı mua
vini oldu.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Şimdi bu muavinler nerededir?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Oradadırlar efendim. Efendim şu kısmı, evvela
gayrı resmi yazdı. Malumunuz Vekâlette her hâkim olanın bir dosyası var. Mektup
lar resmi olursa dosyaya konur. Şimdi Osman Bey’in Şükrü ve Halil beyler hakkın
da bize yazıları var. Diyor ki,
-Ben ses çıkarmamaya kastetmiştim. Artık sessiz kalamayacağım. İyi niyetine ve
samimiyetine inandığım selefiniz Hafız Mehmet Bey bize iki memur hediye etti ki
şimdiye kadar görülen halleri beni çok üzdü. İzah olunduğu gibi birisi Şükrü
Bey’dir. Bildiğime göre Kastamonu’da anlaşılan aczi sebebiyle kabul etmez de
istifa eder ve adliyeyi kurtarırız düşüncesi ile Temyiz muavinliğine tayin edilmiş.
Hâlbuki Şükrü Bey alelacele geldi. Ben de terfiini rica ettim. Artık buna çare bulun
sun. Bu işe yetersizlikleri sizce de malum olup bunların her ikisinin bu vaziyetin
den başka, iş gören ve Elazığ Merkez Savcılığına terfi ettirilen Hakkı Bey’i de el
den kaçırmakla şimdi bütün yük şu ihtiyar arkadaşınızın tahammül edilemez bir
şekilde üzerinde kaldı. Bu sebeple Muavin Şükrü Bey’in münasip bir istinaf mah
kemesi reisliğine, Muavin Halil Efendi’nin evvelce pek kolay kazandığı istinaf sav
cılığına tayinleriyle, Hakkı ve Cezaevi Müdürü İbrahim beylerin nakilleri… Muavin
Şükrü ve Halil beylerin tayinleri mümkün olamazsa bunların Temyiz Mahkemesi
üyeliklerine nakilleri daha ehven kalır.
…diyor. Bilhassa burasını dikkatinize arz ederim. Efendim, bu şekilde aleyhinde
bulunduğu ve aczini itiraf ettiği ve aczinden dolayı terfi indirimini teklif ettiği bu
şahsı kendisinin mahiyetinden alınsın diye Temyiz Mahkemesi koltuk sandalyesi
ne koymanın manası nedir? (ne yapsın sesleri) Başsavcının 12 Haziran tarihli
resmi telgrafının baş tarafını okumayacağım.
-Kıdemli adliye memurlarından olan Başsavcılık muavinlerinden Şükrü Efendi’nin
terfian Temyiz üyeliğine tayinini teklif etmiş ilken tayini…
…Yani bundan iki mana çıkıyor. Birisi, Temyiz Başsavcısı olan şahıs bulunduğu
mevkiin şerefini layık olduğu derecede kavramış değildir. (elbette sesleri) Sonra
ikinci bir mesele vardır. Başsavcı Osman Bey nitekim gerek resmi telgrafta oku
duğum ve gerek şifahi verdiğim izahatta söyledim, Muavin İbrahim Ethem Bey’i
tekrar istiyor.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Sebebi ne?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendim bence hiçbir sebep yoktur. 13 Haziran
da Şükrü Bey’in terfisini ve İbrahim Bey’in eski vazifesine iadesini istiyor. Sebebi
budur. Bunda her iki şekil hatıra gelebilir. Ya kendisi üzerime bir tesir yapılmış
olabilir veya onun usulünü kendisi takdir etmiş olabilir. Bu telgraf 13 Haziranda
gönderilmiş, ben 19 Haziranda aldım. Yani o zaman Osman Bey’le aramızda res
260
mi bir münasebet bile olmamıştı. Sonra bu olsa olsa kendisinin yanıma almayı
arzu etmediği şahsın muavin olarak geldiğini görünce iş yapmadıklarını görünce
daha iyi iş yapan kişiyi tercih etmesidir. Meselle bundan ibarettir. Yani buna başka
mana verilemez.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Hafız Mehmet Bey de zorla ve bin rica ile gönder
di.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Sonra efendim Osman Bey’i ben İzmir’den tanı
rım. Eski adliyecilerdendir, emektardır. Fakat bu şahıs devlete hizmette bulunma
sının kendisine bahşettiği hürmet derecesinde fevkalade zeki değildir. Binaena
leyh bu hususiyeti kendisinin bu muavinlerin oraya gelmesiyle vaveyla ve ferya
dımdan anlaşılabilir. Çünkü Elazığ Savcısı olan Hakkı Efendi hakikaten çalışkan
bir zattır Ethem Bey de gece gündüz çalışan bir çocuk. Aynı zamanda Diyarbakır
İstinaf Savcısı olan Nusret Efendi o da çok zeki ve malumatlı bir çocuktur. Gidip
de yerine kendisinin yerinde bulunan kimselerde görülmesi lazım gelen faaliyeti
göremeyince Osman Bey apıştı kaldı ve ondan dolayı bu lazım gelen faaliyeti
gösterebilmek ve Vekâlet Makamına birbirine uymayan ifadelerde bulunmak için
ve bilhassa iki şahsın dehşetti zıddiyetinden her vesileden istifade yazar, yazar,
durur. Bu hal dedikodu sahası olmuştur. Bilmem Sivas’tan geçen arkadaşlardan
bu lafları işitmeyen kaç kişi oldu? Temyiz Mahkemesi üyeleri birbirlerinin aleyhine,
hatta son zamanda grup bile teşekkül etmişler. Onum için, ben bu Başsavcıyı bu
sebebe dayanarak Başsavcılık yapamayacağını anlayarak üyeliğe indirdim ve işin
en dikkat çekici tarafı aczinden dolayı terfi indirme teklif ettiği şahsı bir sandalye
işgal etsin diye en büyük adli makama getirdi.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Kendisini de öyle yapmışsın, efendim.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Hayır, efendim hayır. Başsavcılıkla üyelik ara
sında katiyen bir fark yoktur; Osman Bey hakkında söyleyeceğim budur.
SITKI BEY (Malatya): Efendim, ben işittim ki...
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, buyurun.
SITKI BEY (Malatya): Vekâlete geçtikleri zaman Başsavcı Osman Bey ismini söy
lediğiniz şahıslardan birinin bu vazifeyi ifa edemeyeceğini buraya yazmış ve bize
burada okudunuz.
REFİK ŞEVKET BEY (Adliye Vekili): O şahıs kim efendim, ismini söyleyiniz.
SITKI BEY (Malatya): Efendim, Ceza İşleri Müdürü İbrahim Bey. Hakikaten zeki,
muktedir bir zat olduğu anlaşılıyor. Siz Vekâlete geçtikten sonra İbrahim Bey’i
Ceza İşleri Müdürlüğüne alıyorsunuz ve Başsavcıya diyorsunuz ki sizin istidatsız,
iktidarsız gördüğünüz İbrahim Bey’i ben Ceza İşleri Müdürlüğüne tayin ettim. Ze
kidir, faaldir, muktedirdir diye yazmışsınız. Sizin oraya yazmanız üzerine Başsavcı
Osman Bey de mademki muktedirdir, o halde Ethem Bey’i tekrar memuriyetine

261
gönderiniz diye yazmış. Onun üzerine siz kıdemini indirerek Temyiz Mahkemesine
üye yapmışsınız.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Arz edeyim efendim, ben bu Ceza İşleri Müdürü
Ethem Bey’i yanıma almazdan evvel kendisi hakkındaki dosyayı tetkik ettiler. Baş
savcı Osman Bey’e yazdım ve dedim ki,
-Senin muavinin olan İbrahim Bey’i Ceza İşleri Müdürlüğünde istihdam edeceğim,
mütalaanız nedir?
…Yani oradaki mesaisi, ahlakını, lazım olan hususiyetlerini sordum. Başsavcı
bana yazıyor efendim. Bu şahıs için diyor ki,
-Bu şahıs gayet çalışkandır, gençtir. Yalnız genç bir adamın böyle bir mevkiye
geçmesi dikkat çeker.
…Yani bu kusuru buluyor. Esasen bu hata Temyiz Heyeti Kanununda, malumu
nuz geçen sene biz bu Temyiz Heyeti kurulurken adam arıyorduk. Liva muavinle
rini başsavcı muavini yapıyorduk. Sonra tespit ettik. Halbuki bu liva reisi idi. Tuttuk
efendim, kıdemine bakmaksızın bu başsavcı muavini yapıldı. Benim zamanında
değil.
BİR MEBUS BEY: Müdürler Komisyonu yaptı.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Hiç de değil efendim. Dışarıda bir şey işittim.
Osman Bey’den bir telgraf gelmiş, onlar cevap verecek. Bir defa ben bu yeni Baş
savcı İhsan Bey’in şahsen Türkiye'de sayılabilecek hukuk âlimlerinden biri oldu
ğuna inanıyorum. Ben inanmakla beraber, Türkiye Adliyesinde mümtaz bir mevkii
bulunan Hukuk İşleri Müdürü Tevfik Nazif Bey, gerek kadılıkta ve gerek adliyede
ihtisas ve iktidarı bulunan Ankara Kadısı İsmail Hakkı Efendi ve Türkiye'nin en iyi
hukukçularından biri olan Müsteşarım Tahir Bey ittifak ettiler. Ben bu İhsan Bey
hakkında onlardan toplamış olduğum malumatı oradaki Temyiz Heyetinin de ka
naatini alıp Yüce Heyetinize nasıl bir cevap verebileceğime yardımcı olmak üzere
Sivas Valisi Haydar Bey’e bir telgraf çektim. Efendim, müsaade buyurunuz aynen
okursam mesele hallolunur.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Temyiz Mahkemesini yalancı şahitliğe davet ediyor.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendim, karşınızda bulunan zat bir arkadaşınız.
Her şeyden evvel şahsi haysiyetinden başka, Hükümet ve Devlet haysiyetine de
sahip bir adamdır. Temyiz Mahkemesinin mevkiini takdir edemediğinden dolayı bir
adamı küçük düşürürken Temyiz Mahkemesi şey etmiştir gibi yapılacak olan isna
dı rica ederim, evvela siz tekzip ediniz. Biz sizinle iki seneden beri arkadaşız. Bir
birimizin kanaat, vicdan ve vaziyetini yakinen biliriz. Ben izahat veriyorum, rica
ederim, beyim. Başsavcı İhsan Bey’in...

262
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Ne zaman, gensoru önergesi verildikten sonra
değil mi?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendim, evet izah edeceğim. Başsavcı İhsan
Bey’in iktidarı ve ilmi malumatı hakkında yarın Meclisi aydınlatmak ihtiyacı saklı
dır. Temyiz Heyetinin dört reisini lütfen karşınıza davetle beraber gayet mahrem
olarak bu husustaki kanaat ve malumatlarını alınız. Rica ederim, yüksek adli mev
kilerde bulunanların haysiyetini rencide etmeyiniz.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Yani gensoru önergesi verildikten iki gün sonra
telgraf çektiniz. Bu emre ne cevap verdiler.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Dikkat buyrulursa görülür ki verilen cevaplar
Temyiz Heyeti üyelerinin ne kadar yüksek mevkide bulunduğuna gayet büyük
delildir. Rica ederim.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Emrine gelen cevap nedir Beyefendi?
RAUF BEY (Başkan Vekili): Söz alırsınız, sorarsınız.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Cevabı okuyorum,
-Azil ve tayin hakkı makamınıza ait olduğundan bu hususta hiçbir mütalaada bu
lunmayacağım.
…Kendisinin bu hususta çekimse olduğunu ifade etmiştir. (aferin sesleri) Binaena
leyh demin aferin demiyordunuz. Şükrü Bey, Şeriye ve Dilekçe daireleri reisleri
Kamil ve Nazif beyler gerek ilmen, gerek ahlaken efendim muktedirdirler. Ancak
Osman Bey’in sebepsiz yere terfi indirimi ve diğer Temyiz üyeleri hakkında da
geçmiş muameleden üyelerin müteessir bulunduğu, diğer Temyiz Heyeti meselesi
buna ait değildir, Halil Bey’in üye muavinliğine indirilmesi meselesidir. O da bana
ait değildir. Hukuk Dairesi Reisi Abdullah Bey, yalnız şuna dikkat isterim ki Temyiz
Heyeti üyeleri içtihatlarında serbesttir. Temyiz üyeleri gayet muktedir gayet muhte
rem adamlardır ve mütalaalarında serbest adamlardır. Bazı arkadaşların fikirlerine
karşı söylüyorum.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Mahkemelerin hepsi öyledir.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Hukuk Dairesi Reisi Abdullah İhsan Bey’in liya
kat ve iktidarı takdir edilmekle beraber Osman Bey’in vaziyet ve rüyetçe üstünlü
ğünü dermeyan etmişlerdir. Sonra Vali kendi en son mütalâasında İhsan Bey’in
Aydın Vilayetinde şöhret ve fazileti derin bir hürmet uyandırmış olmakla hakkında
söyleyecek başka söz bulamam. Osman Bey de cidden teveccühe layık bir genç
tir, diye tasvir ediyor. Şimdi efendim netice ne olmuştur efendim? Bu telgrafı çek
mekle Yüce Heyetinize bütün Meclis adına yargı vazifesi yapan şahıslar hakkında
lazım gelen malumat verilmiştir. Bunu emir falan telakki etmek doğru değildir.

263
FEYYAZ ALİ BEY (Kayseri): İhsan Bey buraya İstanbul'dan nasıl gelmiştir, efen
dim?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): İstanbul’da Temyiz Mahkemesi üyesiydi.
FEYYAZ ALİ BEY (Kayseri): Oradan izinli olarak mı geldi?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Hayır, buradan tayin olundu ve geldi.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): İstanbul'dan izin alarak gelmiş buraya.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Hayır, katiyen tekzip ederim, efendim. Tebliğ
olunmuştur, gelmiştir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Tehcir Umum Müdürlüğü yapmış mıdır?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Benim bunun hakkında malumatım yoktur.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Ferit Paşa zamanında...
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Kimin?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): İhsan Bey’in ve şahsen yalnız... Başka sorula
cak bir şey var mı efendim?
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim gensoru önergemizin dördüncü maddesi,
Başsavcı Osman Bey’in Temyiz üyeliğine nakli ve yerine İstanbul Temyiz Mahke
mesi üyesi İhsan Bey’in tayini idi. Vekili Beyefendi Hazretleri Başsavcı Osman
Bey’in rütbe indirimi sebebi diye burada birçok hususi mektupları okudu. Benim
kanaatime en uygun olan şey Sıtkı Beyefendinin buyurdukları gibi vaktiyle onun
maiyetinde bulunduğu zaman, yani savcı muavinliğinde bulunduğu zaman onunla
iyi geçinememiştir. Oradan ayrılarak Refik Şevket Beyefendinin zannederim ah
baplarından olduğundan dolayı Ceza İşleri Müdürü olan şahsın tesir yapmasından
bu adam birçok gayrı kanuni harekâtını gördüğü için kendisi de şey ederek, yani
belki bundan biraz korkarak kendisinin böyle birbirine uymayan bir mektup yaz
masına sebebiyet vermiştir. Hakikat budur zannederim. Yoksa resmi bir muamele
bu Osman Bey hakkında Temyiz mahkemesinde Asım ve Galip beylerin hakların
da geçen bir muameleden dolayı o meselenin olmayacağı aşikârdır. Sonra asıl
Yüce Meclisin her vakit söylediği ve her vakitte ve her vekile bu münasebetle hü
cum ettiği bir mesele var, İstanbul'dan memur getirmek meselesi. Bu İhsan Bey
İstanbul'dan getirilmiştir. Vekil buyurdular ki İstanbul'dan buraya doğrudan doğru
ya tayin etmiş değil, oradan istifa ederek gelmiştir buyurdular. Hâlbuki Osman Bey
izin alarak geldiğini söylüyor. Yine İstanbul'daki vazifesine devam edebilecektir.
Yani ne derece bağlı olarak geldiğine bu kâfi bir delildir. Ben onun hukuki iktidarı
hakkında söyleyecek hiç bir şeyim yoktur. Yalnız birçok muhterem arkadaşlar
buyuruyorlar ki Ferit Paşa zamanında tehcir mesailinden dolayı savcılık yapmış
biridir bu şahıs. (hayır, evet sesleri) Efendim arz edeceğim. Sonra Vekil Bey’e
burada gensoru önergesi verildikten sonra orada bir Başsavcı Osman Bey mese

264
lesini görür görmez, kendisini haklı göstermek için, yani kendisine Yüce Mecliste
bir hak temini için derhal Sivas Valisine telgraf göndermiştir. Acaba tarihte böyle
numunesi var mıdır? (alkışlar) Vali Temyiz Mahkemesini toplasın da telgrafa ce
vap versin. Hiç işitilmiş midir? Yani bu sırf kendi şahsı içindir, kendisini temize
çıkarmak içindir. Meclisi aydınlatacağım diyor. Hiç şimdiye kadar işitilmemiştir ki
bir Vali Temyiz Heyetini toplayarak Adalet Vekilinin Mecliste maruz kalacağı soru
ları orada düşünerek telgrafla buraya, oradan Meclise göndersin. Şimdi bakınız,
Başsavcı Osman Bey ne ifade ediyor? Evvela telgrafı okuyayım. Bu Yüce Mecliste
birçok kimseye çekilen telgrafın suretidir. Temyiz Heyeti üyesi Osman imzasıyla,
yani eski Başsavcı Osman Yüce Meclisi aydınlatmak üzere, efendim gensoru
önergesi verildikten sonra ifade isteme var yani gensorudan evvel Vekil Bey’in
böyle bir şey hatırından ve hayalinden geçtiği yoktu. İş gensoruya kaldıktan sonra
bunu düşünüyor. Adalet Vekili her memlekette bir idare memurudur, her memle
kette böyledir. Adliyenin en büyük adamı aranınca Temyiz hâkimleri gösterilir ve
bugün birçok memleketlerde birçok devletlerde protokole bakarsak en başta Tem
yiz Mahkemesi Reisi gelir. Amerika'da bile Cumhurreisi Temyiz Mahkemesi reisle
rindendir. Binaenaleyh Temyiz Reisleri ile böyle eğlenilmez. Onlara karşı, Mecliste
benim için gensoru önergesi verildi, benden böyle bir mesele soruldu. Bu mesele
hakkındaki fikrinizi yazınız ki Meclisi aydınlatayım, demek ve onları toplamak ka
dar onların kadir ve haysiyetlerini düşüren hiçbir şey yoktur. Temyiz Heyetini top
luyorlar ve onlara diyorlar ki bu meseleyi söyleyiniz. Rica ederim o Reis o üyeler ki
az evvel böyle mektup geldi falancanın aleyhinde bulundu, falancanın aleyhinde
yazdı diye bu Memlekette aksini iddia eden bir adam yoktur. İktidar ve namus
sahibi bir adamın derhal Başsavcılıktan makam indirerek Temyiz üyeliğine nakle
dildiğini ve kanunsuz ve keyfi bir şekilde, tabii ne suretle cevap yazacağını biliyor
lar, fakat üyeler bu meselede cesaret göstererek keyfi ve kanunsuz görülen mua
meleyi bu Memleketin adliye tarihinde yetişen insanlar yakından kavrayarak bil
dirmişlerdir. Yüce Heyetinizin burada göreceği bir şey var. Bir kere Adalet Vekili
burada gensoruyu öğrendikten sonra kendi kanaatine güvenemeyerek, yani ben
kendim Meclisi ikna edemeyeceğim, ona güvenemeyerek kendisine imdatlar ara
ması ve bunun için de efendiler, adliyenin namusunu temsil eden Temyiz Mahke
mesini kendisine ortak görmesidir. Yani bu işi Temyiz ile izah edecektir. Efendiler
bu iş buraya gelmeseydi bu telgraf buraya gelmeyecekti ve burada okunmayacak
tı. Temyiz üyeleri ile Başsavcı ile oynanılmaz. Onun vaktiyle muavini olan böyle bir
zatın kendi aleyhinde burada söylediği sözlerle o ne tenzil edilir, ne taltif edilir.
Şayet diğer temyiz üyeleri Galip ve Asım beyler meselesinde ise o sırf memuriyete
ait meselesidir şayet suiistimal varsa sade üyelikle oradan oraya gönderilmez.
Buna her üyenin yüreği titrer ve hepimiz, adalet ve vazife adına onların haklarını
müdafaa ile mükellefiz. Bunu müdafaa eden kimse her mebus kendisini bu vazife
den ayrı tutamaz. İşte kendisi de burada beyan ettiler. Ne kadar küçük bir sebeple
bir Başsavcı tenzil ediliyor ve sonra kendisini haklı göstermek için ne şekilde
Temyiz Heyeti ortak gösterilmek isteniliyor. Bunlar Vali tarafından şahit göstermek
isteniliyor. Bir Temyiz Heyetinin Valinin huzuruna gelmesi ve bunlar sırf Vekil

265
Bey’in Meclisi ikna etmesi için hususi, mahrem telgraflara yazılıyor. Artık bunun
takdirini Yüce Heyetinize bırakıyorum. (müzakere kâfi sesleri)
EMİN BEY (Erzincan): Ben Refik Şevket Beyefendinin medeni cesaretinden bek
lerdim ki kendilerine ne kadar soru sorulursa sorulsun göğsünü gere gere bu kür
süden cevap vermeleri lazım gelirdi. Fakat gerek geçen günkü müzakerede ve
gerek bugünkü müzakerede kendilerine bir hak temin edebilmek için daima eski
usulsüzlüklerden bahsetmeleri zannederim ki kendilerinin zaafına delalet eder.
Tehcir sorgularında bulunan, tehcir savcılığında bulunanlar Ferit Paşa zamanında
tayin edilenler, hatta bunlardan İhsan Bey de tehcir savcısı olarak İzmit’te buluna
rak birçok zavallıları tehcir ederek sırf Ferit Paşanın emriyle ve Ferit Paşanın tali
matıyla gelmiş bir adamdır. Böyle bir adam Temyiz Mahkemesi gibi mühim bir
mevkide liyakati var mıdır? Böyle tehcircilerden birisi de bizim başımızda beladır.
Onun hakkında aleni celsede izahat vereceğim ve o adamın bizim Memleketimize
ne kadar bela olduğunu arz edeceğim. Refik Şevket Beyefendinin vicdanına,
imanına, dinine ve milli gaye uğrundaki fedakârlığına itimat ettiğini temin ettirece
ğim. Binaenaleyh bunu aleni celsede söyleyeceğim sözüm saklı kalsın.
ZÜLFÜ BEY (Diyarbakır): Muhterem arkadaşlar, Yüce Heyetiniz müsaade ederse
Adalet Vekili Bey’den iki şey soracağım. Birisi sınıf tenzili değil, bugüne kadar
Temyiz Mahkemesinde tutması, diğeri de Osman’ı isabet ederek buraya getirme
sidir. Çünkü Osman Bey vaktiyle polislikten yetişmiş ve Tırnova'da polislik etmiş,
hukuk mektebinden çıkmış, İngilizlere alet olmuş ve İstanbul Polis Müdürü Halil
Bey’le çalışmış ve işkencesiyle ün salmış bir insandır. Bunu bütün vicdanınıza
havale edeceğim ve Yüce Heyetinizin vicdanını hakem tutacağım. Osman Bey
böyle bir insan olduğu halde, böyle Yüce Meclis adına hüküm veren Temyiz Mah
kemesinde istihdam edilmesine çok üzülüyorum. Hepinizin de teessüf edeceğinize
eminim. İhsan Bey’e gelince o da Ferit Paşa zamanında Temyiz Mahkemesi üye
liğinde bulunan ve Yüce Meclisinizin meşruiyetini kabul etmeyen ve hatta beyanat
ta bulunarak Yunanlılar inşallah bunları mahveder diye beyan eden ve Adalet
Nezaretinde Ali Rüştü’nün bu adamı getirip istinaf üyeliğine tayin etmiş olduğu
öyle renksiz, seciyesiz adamları Temyiz Mahkemesinde üye görmek nasıl olur
efendiler. (bravo sesleri) Bunları tetkik ediniz. Böyle seciyesiz renksiz adamdan bu
Memleket istifade edemez.

MUSTAFA BEY (Tokat): Allah razı olsun.


REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Efendim bilhassa en son sözü söyleyen Zül
fü Bey’in sözleri hakikaten hepimizin vicdanları üzerinde esaslı bir surette tesir
yaptığını inkâr etmek mümkün değildir. (Meclisin meşruiyetini tasdik etmeyen ses
leri) Söylenen sözler, bizim meşruiyetimizi tasdik etmeyen bir şahsı Adalet Vekili
nin tayin etmesi söylenen sözler elbette bizim bugünkü milli vicdanımıza uygun
işler değildir. Bu inkâr edilemez. Fakat efendiler, bir mesele vardır ki tehcir savcılı
ğı yapmak bir suç değildir. Mutlaka bir suç değildir. (mutlaka cinayettir sesleri,
gürültüler) Tehcir savcılığında bulunan çok namuslu adamlar vardır.

266
LÜTFÜ BEY (Malatya): Tehcir bir cinayettir. Bu söz bu Millete darbedir, efendim.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Mutlaka ifadesini kullandım. Rica ederim açıkça
söyledim. Kullandığım kelimeyi söyleyeyim de kendi seçim mıntıkalarınızda da
görmüşsünüzdür. Efendim öyle adamlar vardır ki tehcir savcılığı yaparken istika
metlerinden dolayı şüpheli olmuş ve tehcir esnasında Müslümanlara yol göstermiş
savcılar da vardır. (o da var sesleri)
EMİN BEY (Erzincan): Terfi eden varsa nasıl ikisini istihdam ediyorsunuz?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Tehcir hâkimliğinde, tehcir savcılığında fedakâr
lık edenlerin hakkını da vermekle mükellefiz. Mutlak iyi değildir. Fakat mutlak da
fena değildir.
EMİN BEY (Erzincan): Yine o zaman da terfi etmişse.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Şimdi İhsan Bey meselesine gelince...
YAHYA GALİB BEY (Kırşehir): Kaç ihsan var. Yalnız adliyedeki ihsan Bey mi var?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Arz ediyorum ki İhsan Bey’in tehcir savcılığında
bulunduğundan katiyen haberdar değilim. Fakat bu kadar haber aldıktan sonra...
BİR MEBUS BEY: Bu kadar tahkik ettiniz de bunu anlayamadınız mı?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Bu kadar malumat aldıktan sonra elbette bu
vazifesi esnasındaki muameleyi bütün teferruatıyla öğrenmek benim vazifemdir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Geçmiştir o!
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Sonra efendim, gelelim Ziya Hurşit Bey’in beya
natına. Şimdi ben isterdim ki Ziya Hurşit Bey’in Başsavcıyı müdafaa ederken,
onun diyor çelişkili yazı yazmasına, diyor. Belki adliye müfettişi Ethem Bey’in Ada
let Vekili üzerinde yaptığı tesirden korkarak yapmıştır, diyor.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Fakat Beyefendi daha sonra söylediğimi söyleyiniz.
Efendim, kanunsuz muameleleriniz numunedir.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Eğer öyle bir zihniyet varsa tamamıyla vazife
sinden uzak ve idareyi maslahata âşık olduğuna delâlet eder. Bir adam ki bir gün
böyle söyler, diğer gün başka söyler. En büyük adli mevkiden beri olmadığını Ziya
Hurşit Bey’in beyanatı...
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim karşılıklı konuşmaya müsaade etmiyorum.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Sonra efendim, İhsan Bey izinli olarak gelmiştir,
hayır gelmemiştir, gibi sözlerle Adalet Vekilinin muhakemesi icra ediliyor vaziye
tindeyim. Ben diyorum ki izinli olarak gelmiştir. Hayır Osman Bey böyledir diyorlar.
Rica ederim bu Adalet Vekili ile Osman Bey’in meselesi midir? Yoksa Devlet ve
Millet bahis mevzu mudur? Bunu ayırmak lazımdır.

267
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): İkisi de müdafaaya layık insanlar değildir.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Ziya Hurşit Bey diyor ki burada fazla itimat al
mak için ve kendinizi müdafaa etmek için telgrafı yazdınız. Bunun hakkında lazım
gelen cevabı verdim. Aldığım malumat Yüce Heyetinize lazım gelen cevaptır. Bi
naenaleyh gensoru önergesi verildikten evvel ve sonra olması yine size aittir.
Başsavcının kendisinden soramazdım. Çünkü Başsavcının kendisinden yukarısı
vardı. Vali’nin Hükümetin temsilcisi olması ve daima iyi münasebette bulunan
muhterem bir kimse olması dolayısıyla mesele istişari bir vaziyette arkadaşımla
görüşmekten ibarettir. Nitekim mektubu aynen okudum. (gürültüler)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Adliye Vekilinin izahatını ben bile işitemiyorum. Rica
ederim oturunuz.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Binaenaleyh bu hususta bilmem İhsan Bey’i
doğrulayınız gibi bir işaret kaydı olmadığını yazdığımı aynen okumakla gösterdim.
Binaenaleyh bir mebus arkadaşının ve mesul vekilin beyanatına kanaat etmeye
rek, ehemmiyet vermeyerek Osman Bey’in ifadesiyle beni yalanlamaya kalkışmak
bilmem ne derece doğru olur?
KADRİ BEY (Siirt): Siz mebusların sözüne ehemmiyet veriyor musunuz?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Hangi sözünüze ehemmiyet vermedim? Rica
ederim Kadri Bey, söyleyiniz.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Mahkemeye emir vermek kâfidir efendim.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendim; Erzincan Mebusu Emin Bey benim
verdiğim cevapta evvelkilerle mukayese etmek zaafa işaret eder diyor. Vaziyetin
iyi veya kötülüğünü anlayabilmek için kendi mevkiimde bulunmuş arkadaşların hal
hareketleriyle mukayese etmeyi vazife bilirim. Bundan benden evvelkilerin aley
hinde bulunmak manasını göstermedim. Bunda ne için zaaf alameti olsun. Eğer
kuvvetli isem sayenizde kuvvetliyim. Değilsem yine sayenizde zayıfım. Bu benim
için hiçbir vakit zaaf değildir. Ancak mukayesenin vereceği neticeyi Yüce Heyetini
ze arz etmekti maksadım. Sonra tehcircileri himaye eder dendi. Himaye etmek
sözünü katiyen kabul etmem. Tehcirciler bu memleketin aleyhinde bulunanlarla
mesai ettiklerinden dolayı hepinize nasıl menfur iseler, bence de menfurdurlar.
Sonra Emin Bey’in de bu sözünü katiyen kabul etmem. (kâfi sesleri)
TAHSİN BEY (Aydın): Siz Temyiz Mahkemesi Başsavcılığı gibi en mutena bir
makama ve on beş milyon nüfusun haklarının savunucusu olan bir makama bir
şahsı tayin ederken onun siyasi kanaatini öğrenmek mecburiyetinde değil misiniz?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Öğrendim.
TAHSİN BEY (Aydın): Fakat burada diyorsunuz ki bundan sonra haberim oldu.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Şimdi işittim, efendim.

268
TAHSİN BEY (Aydın): Bu bir hata değil midir?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendim; Hukuk İşleri Müdürü Tevfik Bey İzmir
mıntıkası Adliye Müfettişi idi. İşte İzmir mıntıkası Adliye Müfettişi olan Tevfik Nesip
Bey’in bu şahıs hakkında bana bütün teferruatı ile hayat hikâyesini verdikten son
ra bu şahsı tayin ettim.
HAKKI BEY (Ergani): Yanlış söylemiştir. Yalan söylediğinden dolayı onun da azli
lazım gelir.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Yalan söylemek başkadır, bilmemek başkadır.
Herkesin her şeye malumatı bir olmaz. Demin de isimlerini verdiğim kimselerden
aldığım malumat üzerine ve bu adamın ehliyeti, liyakati, dirayeti ve ahlakı istika
meti dolayı geldi. Bu bir meseledir. Bu meseleye lakayt kalmak doğru değildir.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): İhsan Bey vaktiyle İzmir'in işgalinde İzmir'de bulun
muş muydu?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Hayır efendim.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): Buraya gelmeden tebdilihava geçirmiş mi?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Hayır efendim. Bu şahıs buraya gelmeden evvel
yani 1914 senesinde İzmir'de idi.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): 1919 senesinde nerde idi?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): 1914 senesinde İzmir'de İstinaf Reisi idi. Yine
1914 senesinde İzmir'in Hukuk Ticaret Reisi. 1915 senesinde Temyiz Mahkemesi
Başsavcı muavini idi.
NUSRAT EFENDİ (Devamla): Buraya nereden gelmiş idi?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): İstanbul'dan.
NUSRAT EFENDİ (Devamla): Kim tayin etti.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Ben tayin ettim.
NUSRAT EFENDİ (Devamla): Adalet Müsteşarı Tahir Bey’le münasebeti var mı?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Hayır efendim. Tahir Bey’in münasebeti olduğu
nu bilmiyorum. Tahir Bey bu şahsın muktedir, faziletli olduğuna şahadet etmiştir.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Efendim, Kırşehir Savcılığına tayin edilen Salih Bey
Yozgat isyanından dolayı zanlıdır.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, gizli celsede izah edilen mesele ile alakadar
değildir.

269
FEYYAZ ALİ BEY (Devamla): Gizli celse ile alâkadardır. Efendim Kırşehir Savcılı
ğına tayin olunan Salih Bey halen Kayseri İstiklal Mahkemesince mahkûmdur.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Ben tanımıyorum, yeni tayin olunmuş.
FEYYAZ ALİ BEY (Devamla): Bu Yozgatlı Çapanoğullarından Salih Bey’dir.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Benim haberim yoktur. Böyle bir şeyden malu
matım yoktur. Tabii tahkikat yaparız. Kırşehir Savcısı Salih Bey isminde böyle biri
olduğunu bilmiyorum.
TAHSİN BEY (Aydın): Bunları tanımadan nasıl tayin ediyorsunuz?
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, önergeler var.

TBMM Başkanlığına
Gizli celse müzakeresi kâfidir. Aleni celseye geçilmesini, eğer müzakere
kâfi görülürse güven oylamasının yapılmasını teklif eylerim.
Kayseri Mebusu
Osman

TBMM Başkanlığına
Gizli celse kâfidir. Gensoru önergesinin müzakeresine aleni celsede de
vam edilmesini teklif ederim.
Burdur Mebusu
İsmail Suphi
RAUF BEY (Başkan Vekili): Gizli celsenin yeterliliğine muvafakat edenler lütfen
ellerini kaldırsın. Büyük çoğunluk ile kabul edilmiştir.
(Ara verilmeden açık oturuma geçilir.) 1

RAUF BEY (Başkan Vekili): Adalet Vekâleti için verilen gensoru önergesinin mü
zakeresi devam ediyor. Söz Erzincan Mebusu Emin Bey’in.
EMİN BEY (Erzincan): Efendim, bir sözümü tekrar ederek söze başlamak istiyo
rum. Aynı zamanda da Adalet Vekili Refik Şevket Bey’in cevaplarına ben de ce
vap vermek istiyorum. İddia ederek söylüyorum, bugüne kadar hiçbir vekil selefleri
zamanındaki vaziyeti mukayese ederek cevap vermiş olsunlar. Bunun zayıflık
olduğunu iddia etmiştim. Ben yokken cevap vermişler. Bunun zayıflık olduğunu
ispat etmek gayet kolaydır. Acaba selefleri zamanındaki, Mesela Muhtar Bey za
manındaki hususları dikkate aldılar mı? Muhtar Bey zamanında memurların yüzde

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (27 Mart 1922), 1.Dönem, c.3, s.150-161, http://www.tbmm.gov.tr/
270
yüzünün değiştirilmesi icap ediyordu. Çünkü Hükümet yeni teşekkül etmiş, birta
kım imanı zayıf olan adamlar memuriyet hayatında büyük mevkilerde bulunuyor
du. Bunlar doğrudan doğruya Ferit Paşa’nın emellerini ve fikirlerini halka telkin
eden adamlardı. Bunları azlederek yerlerine milli gayeyi tamamıyla kabul etmiş
şahısları göndermek lazım geliyordu. Muhtar Bey’in vermiş olduğu harcırahın yine
Refik Şevket Bey zamanındaki verilmiş olan harcırahtan pek az fazla olması Muh
tar Bey’in milli gaye uğrunda daha fazla çalıştığını ispat etmekten başka hiç bir
netice vermez. Bütçedeki tasarruf meselesine gelince, evet bütçede tasarruf yaptı
lar fakat ne şekilde yaptılar? Acaba Yüce Meclisin vermiş olduğu parayı tamamıy
la sarf etmeyerek ve adaleti Memlekette tamamıyla tatbik ederek mi tasarruf yaptı
lar? Hayır, efendiler öyle yapmadılar, altmış bin nüfuslu bir livayı adliyesiz bıraktı
lar. Elli, altmış bin nüfuslu Genç Livasını Ergani'ye bağladılar ve Diyarbakır ara
sındaki mesafeyi maalesef haritada bile ölçmeye tenezzül etmediler. Bugün Genç
'ten kalkan bir adamın Diyarbakır'a gelmesi için kışın altı ay yol yürümesi lazımdır.
(abartma sesleri) Buyurun efendim, abartma değildir. İşte yaptıkları tasarruf, her
kim Bitlis'e gitmiş ise kış günü oradaki yoldan geçilmenin mümkün olmadığını bilir.
HİLMİ EFENDİ (Niğde): O kadar da abartma olmaz.
EMİN BEY (Devamla): Hilmi Beyefendi itiraz ediyorlar, itiraz etmesinler. Orası
Niğde ile Ulukışla arası değildir.
TEVFİK BEY (Dersim): Ben de itiraz ediyorum. Altı ay değil, altı gündür.
EMİN BEY (Devamla): Siz de Dersim hududunu bilirsiniz beyefendi, Erzincan'ı
bilemezsiniz. (devam, devam sedaları) Sonra efendim, bizim önergemizin birinci
maddesine pek muğlâk ve meçhul bir cevap verdiler. Efendiler, Elazığ meselesin
de bir tane haksız vardır. Ya oradaki adliye müfettişi haksızdır veya doğrudan
doğruya oradaki hâkim heyeti haksızdır. Orada adliye müfettişi tahkikat yapıyor,
göndermiş olduğu raporlar tetkik edilecek olursa hâkim heyetinin eler tutar yeri
kalmıyor. Sonra Muhterem Vekilin iddiası gibi farz edelim ki oradaki hâkim heyeti
temize çıkıyor. Acaba Adalet Vekili Beyefendi adliye müfettişine ihtarda buluna
maz mıydı ki yaptığınız tahkikat gareze dayalıdır diye? Bilâkis o adliye müfettişini
Kars'a reis yapıyorlar. Bu iki haksızlıktan birisinin tahakkuk etmesi lazım gelirdi.
HÜSEYİN B.EY (Elazığ): Bir şey soracağım.
EMİN BEY (Devamla): Siz soru soramazsınız. Sonra efendim, Refik Şevket Beye
fendi, bir hâkim meselesi burada bahis mevzu olduğu zaman ya Ziya Bey’e veya
Hafız Mehmet Bey’e buyurdular ki bu adamın fenalığını bana niye bildirmediniz?
Eğer bunu bana bildirmiş olsaydınız o anda azleder, tahkik eder, tayin ederdim.
Efendiler rica ederim, fenalığı tamamıyla müspet ve milli gayenin aleyhinde çalı
şan ve memleketi aldatmaya devam eden şahıs ki Refik Şevket Beyefendiye hitap
ederek söylüyorum, vicdanında, namusunda zerre kadar şüphesi varsa o milli
gaye uğrunda beraber çalışmıştır. İddialarını tamamıyla reddedeceğim. Bir resmi
makam ikazda bulunuyor ve diyor ki bu adam iyi niyet sahibi değildir. Bu adam

271
Erzurum'da tehcir savcılığında bulunmuştur. Bu tehcir savcılığında bulunduğu
zaman birçok zavallı halkın tehcirde alakadarsın diye birçoklarını cezalandırdığın
dan dolayı Ferit Paşa bunu iltifat olmak üzere benim seçim mıntıkama terfi ile
göndermiştir. Bu adamın fenalığını defalarca kendisine söyledik. Fakat azil ve
tayin et, demedik. İşte dün aldığım cevapta diyorlar ki ben ne yapayım? Komisyon
müfettiş de gönderdi, tayin etmedi. İşte efendiler bu kadar fenalığı sabit olan, sabit
olan demeyeyim, Memleket için zararlı olduğu bir makamı resmî tarafından ihbar
olunan bu adam hakkında müfettiş tarafından ne tahkikat ve ne de tetkikat yapıl
mamış. Bu adam Ferit Paşa tarafından taltif edilmişti. Bilmem ne için tayin edilmi
yor? Zannederim ki meselede artık uzun boylu izah edilecek bir şey kalmamıştır.
Gerek söz alan arkadaşların ve gerekse Vekil Beyefendinin kendi itirafları ile me
sele hallolmuştur. Bunun için şimdiden ben kendi hesabıma güvensizlik oyu beyan
ettiğimi arz eder ve sözüme nihayet veririm.
HAKKI BEY (Ergani): Biz de öyle efendim, biz de öyle.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Mesele anlaşılmıştır, sözümden vazgeçtim.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Dün müzakerenin yeterliliğine dair bir önerge
vermiştim. Artık oya koyunuz efendim.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, gensoru önergesinin leh ve aleyhinde söz
alanların sırasıyla beyanatı İç Tüzük hükümlerindendir. Eğer lehinde mütalaada
bulunacak bir arkadaş varsa lütfen söz ona verilsin. Eğer yoksa üç günden beri
devam eden bu müzakere zannedersem yeter derecede Yüce Heyetinize her şey
izah edilmiştir. Artık diğer meselelerle ilgilenelim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin yeterliliğine dair bir önerge var.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Efendim, tutanağa geçmiş adliye memurlarının
aleyhinde bir söz var. Bu hakikat değildir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Söz mü istiyorsunuz?
MUHİDDİN BAHA BEY (Bursa): Adliye memurlarının haysiyetine dair bir söz var.
Buna dair söyleyeceğim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Buyurun.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Refik Şevket Bey hakkında verilen gensoru öner
gesi müzakere edildi. Ben buna ait söz söyleyecek değilim. Üyelerden biri Refik
Şevket Bey’i tenkit ederken Adliyemizi de bilhassa yabancılara karşı fena göster
miştir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): İzah edeceğim.

272
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Bu, tutanağa geçmiştir, meydandadır. Burada
olan arkadaşlar da işitmiştir. Bunu benim düşündüğüm gibi başkalarının böyle
düşünmeyeceğini ümit etmiyorum. Dediler ki,
-Adalet Vekilinin emriyle hareket eden hâkimler mevcut oldukça bu Memleketin
adliyesine kim emniyet edebilir? Adalet Vekili böyle emirler verirse, biz kapitülas
yonları nasıl kaldırabiliriz?
…Efendiler, Adalet Vekili, bir yazı yazmış olabilir. (nasıl yazar sesleri, şiddetli gü
rültüler) Rica ederim, ben Türkçe söylüyorum. Adalet Vekili yazı yazabilir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Nasıl olur? Mahkemelerin bağımsız olması nerede
kaldı?
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Adalet Vekili tezkere yazabilir. (şiddetli gürültü
ler, yazamaz sesleri) Efendim yazması muhtemeldir. Hata olsun, sevap olsun, ben
onu demiyorum. Fakat kabahat olarak, hata da olarak Adalet Vekili böyle bir yazı
yazabilir. Fakat yazması doğru mudur, değil midir? Buna dair bir şey demiyorum.
Fakat bu yazılan yazı üzerine bir adliye memuru, her hangi bir hâkim böyle bir
yazı ile hareket edebilir, bu da olabilir. Fakat o hâkim bütün adliye memurları nez
dinde kötüdür. Adliyenin haysiyetini lekeleyen bir memurdur. Efendiler, yalnız
kendi muhitimizde değil, bütün dünya muhitine haykırabiliriz ki dünyadaki adliye
memurlarından, bizimkilerden daha namuslu hareket eden hiçbir adliye memuru
yoktur. Refah ve saadet içinde yaşayan bir hükümetin memurlarının bile irtikâp
ettiği pek çok şeyler vardır. Efendiler, bizim memurlarımız tahammüllüdür, sabırlı
dır, kanaatlidir, her türlü ihtiyaca rağmen namuslarını muhafaza etmektedirler.
Onlara hürmet edelim. (alkışlar) Binaenaleyh her hangi bir yabancı bizim mahke
memize gelirse emin olunuz ki en kuvvetli bir adalet görür. İslam'ın, Türk'ün eğil
mez bir adaletini, namusunu görür. (alkışlar)
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Efendim, Erzincan Mebusu Emin Bey arka
daşımızın yürüttüğü mütalaa hakikat dışıdır, mantık dışıdır. Bir nispet kuruyor.
Yüzde yüz memurların tayin edilmeleri lazım gelirdi, diyor. Bunun daha çok olması
esaslı bir delil olamaz. Yalnız şurasını arz etmek istiyorum ki hâkimlere dair verdi
ğim malumat izaha muhtaçtır. Başka bir şey söylemeyeceğim. Sonra bazı livaların
adliyesinin civar livalara bağlanması meselesini bahis mevzu ettiler. Burada bulu
nan arkadaşlarıma sormadan hangi livanın adliyesini bir taraftan diğer tarafa nak
lettim.
EMİN BEY (Ergani): Sormadın.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Sordum, rica ederim. Sorduğuma gayet eminim.
Eğer hatırıma gelseydi, şu ve şu arkadaşlarımın mütalaalarını aldım demek lüzu
munu evvelce hissetseydim isimlerini kaydederdim. Rica ederim bu arkadaşlardan
ki sorduğumu söylesinler. Ergani'nin adliyesini Diyarbakır'a bağladım. Ergani‘nin
istinaf mahkemesinde kaç dosya vardı? Kaç iş vardı?

273
EMİN BEY (Erzincan): Elli senelik Ergani adliyesi nasıl lağvolunur?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): O mahkemedeki dosya otuz beştir efendim.
(maşallah sesleri) Aksaray'ın, yalnız Aksaray'ın iki kazasıyla sekiz yüz işi vardı.
Binaenaleyh Yüce Meclisinizin tasarruf maksadına uygun ve elbet yine arkadaşla
rımızın isimlerini şimdi hatırlayamıyorum, Ergani mebuslarından bazılarının muva
fakatiyle yapılmıştır. (hiç kimse yoktur sesleri) Bir vekilin haiz olduğu salahiyete
göre yapılmıştır ve burada yapılan kanuni muamele muvafıktır. Sonra efendiler,
eğer Adalet vekilleri her adliye müfettişinin yaptığı tahkikatın muhakemeye sevk
olduğuna kani olacaksa o halde Ceza Kanununun bu husustaki hükümlerine hiç
lüzum yoktur.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Öyle ise müfettişe de lüzum yoktur.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Müfettiş tahkikatını yapar, muhakemeye lüzum
olduğunu görür, fakat hâkim heyeti bütün bunları menedebilir. Bundan dolayı ben
karışmam. Bu vazifeler bana ait değildir. Binaenaleyh bunlar kanuni meselelerdir.
Bunda Emin Bey zannederim, ihmalkârlık buyurdular. Efendiler, Erzincan Reisi
İbrahim Efendi’den bahis buyurdular. Bahis buyurdukları Zühtü Bey gayet sevdi
ğim ve ihtiram ettiğim bir arkadaşımdır. Cidden memleketin iftihar edebileceği bir
şahıstır.
EMİN BEY (Erzincan): Memleket de iftihar ediyor.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): O şahıs bana bu Reisin tayin edilmesi için husu
si ve resmi yazdı. Ben de Memur Tayin Komisyonuna havale ettim ve ısrar ettim.
Hatta dikkat buyrulursa dosyamda mevcuttur. Komisyondaki bazı arkadaşların
dediği gibi emirle hareket ettiği zannolunan Komisyon demiştir ki bir yazı ile hiçbir
hâkimi tayin edemeyiz. Tayin gerekçesini bulmak için her halde bir müfettiş gön
derilmesi lazımdır. Sivas'ta bulunan müfettiş Galip Beyi gönderecektik ve kendisi
ne de yakında söylemiştim. Gürün’den gelirse Erzincan'a gönderece-ğim. Hatta
yalnız şunu hatırlatmak isterim, Emin Bey’e demiştim ki bunun hakkında maddi
deliller ne varsa bunları bana getiriniz. Bunu söyledim. Emin Bey’den kaç defa
istediysem bugün evde mektubu unuttum, yarın şöyle oldu dedi. Yalnız dedi ki bu
adam memleketi çorba ediyor. Başka bir şey demedi. Rica ederim, bir adam mem
leketi çorba ediyor diye başına pilav geçirmek doğru mudur? Sonra efendim, Ferit
Paşa tarafından taltif edilmiş diye ben Erzincan Reisini himaye ediyormuşum. Rica
ederim böyle itirazın bilmem ne şeysi olabilir? Yani cevap vermeye ne kadar liya
kati olur?
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Zaten çoğu cevapsız kaldı.
REFÎK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendiler, çok isterdim ki Ziya Hurşit Bey arka
daşımız bu gençliği ile aklının ve zekâsının hararetiyle biraz da hukuk meseleleri
ile iştigal etsin ve kürsüye çıktığı zaman araştırmalarının verdiği kuvvetle konuşun.
Fakat hariçten edindiği geçici malumat ile burada söz söylemesin.

274
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): O senin hüsnü kuruntun.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendiler, Muhittin Baha Bey’in buyurdukları
gibi…
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Onu ispat edeceğim kürsüde. Göreceksin hangimi
zin nasıl araştırdığımızı.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendim, ben Ziya Hurşit Beyefendinin hukuki ve
kanuni malumattı olmasını temenni ederim. (önerge ver sesleri) Şimdi bir nokta
var efendim, Muhittin Baha Bey hakikaten bu Memlekette adliye olmadığını ve
adliye olmadıkça kapitülâsyonları kaldıramayacağımıza dair olan yine Ziya Hurşit
Bey arkadaşımızın itiraf buyuracağı sözüne itiraz buyurdular. Efendim, ben içiniz
de Memleketin istiklaliyle her biriniz kadar alakadarım ve Memlekette harici tesir
ve nüfuzun kaldırılması için hepimizin aynı hararetle çalışmasını arzulayan bir
arkadaşınız sıfatıyla söylerim ki Memlekette hâkimlerin vicdan, kanaat ve idarele
rine tesir etmek imkânı hiçbir ferdin elinde yoktur, edilmemiştir ve böyle bir emir
verilmemiştir. Verilmek imkânı da yoktur. Yüce Heyetinizden çok rica ederim, mu
haliflerim eğer bunu, bir hâkime emir verildiğimi ispat ettikleri takdirde vekilin vazi
yeti ne olacaksa, ispat edemedikleri takdirde de mebusun vaziyeti o olsun. (şüp
hesiz sesleri)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Kürsüde ispat edeceğiz, efendim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun efendim, bu gensoru hakkında
evvelce isimlerini kaydettiren arkadaşlar var. Aynı zamanda müzakerenin yeterlili
ğine dair önergeler var.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Reis Bey, hep aleyhinde söylediler. Ben lehinde
söyleyeceğim, istemez misiniz? (isteriz sesleri)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, ben müzakerenin yeterliliği aleyhinde söz
söyleyeceğim. Muhittin Baha Beyefendiye çok teşekkür ederim. (müzakerenin
devamı hakkında söyle sesleri) Rica ederim, ben gensoru önergesinin sahibi ol
duğum halde Refik Şevket Bey altı kere kürsüye çıktı, söz söyledi. Ben ancak, bir
kere çıktım. Şahsım aleyhinde söylenmiştir, müdafaa edeceğim. Baha Bey’e çok
teşekkür ederim. Geçen gün söylediğim söz yanlış anlaşılmış, onu müdafaa ede
ceğim ve ispat eyleyeceğim. Refik Şevket Beyefendinin geçen ki sözleriyle açıkla
yacağım. Yalnız sükûnetle dinleyiniz, efendim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, Ziya Hurşit Bey, müzakerenin yeterliliği
hakkında söyleyiniz. Müdafaa hakkında size söz vermedim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, hasmım sekiz defa kürsüye çıktı. Ben bir
kere söyledim. (şiddetli gürültüler, hasım yok sesleri) Hasım sözünü geri aldım,
efendim.

275
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, hasım sözünü geri aldı. Müzakerenin yeterli
liği aleyhinde söyleyiniz. Efendim müzakerenin yeterliliğini oya koyacağım.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, nasıl müdafaa edebilirim? Meseleyi açık
lanmadıkça ne söyleyebilirim, efendim? Mutlaka söylemeliyim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, diğer arkadaşların da hakkına riayet etmeli
siniz, sizden evvel daha on kişi var.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Peki efendim, mahkemeye emir verilmesi hakkın
daki sözlerimi yanlış mütalaa ettiler. Binaenaleyh ben diyorum ki Yüce Heyet mü
zakereyi kâfi görmesin. Aksini ispat edeceğim. Önergenin sahibiyim ve söz istiyo
rum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Şimdi efendim, İç Tüzük açıktır. Müzakerenin yeterlili
ği hakkında önergeler vardır. Söz vermeden beyanatta bulundular. Müzakerenin
yeterliliğini oylarınıza arz ediyorum.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Olmaz efendim, olmaz.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, bir şey arz edeceğim. Ziya Hurşit Bey’in mü
zakerenin yeterliliği aleyhindeki sözü ne oldu? Müzakerenin yeterliliği aleyhinde
söz söylemek, bunu demeyeceksin, şunu demeyeceksin denilmez. Binaenaleyh
Yüce Meclisinizce henüz aydınlanmamış bazı meseleler varsa o meseleler meç
hul kalmıştır. Bunların açıklanması arzu olunuyorsa söz alan şu ve şu meseleler
meçhul kalmıştır der. Yüce Heyetiniz bunu kabul ederse müzakereyi kâfi bulmaz.
Bunu arz etmek istiyorum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Ziya Hurşit Bey müzakerenin yeterliliğinin aleyhinde
söz istediler.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Bir şey söylemedim. Söz vermediniz, efendim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Kendimi müdafaa edeceğim, dediler. Sözleri müzake
renin yetersizliği aleyhinde söylemek içindi. O hususta söylediler ve işaret ettiler,
dediler ki bazı sözlerim vardır, Yüce Heyetinizi ikna edeceğim. Ziya Hurşit Bey’in
kendisini müdafaa etmesiyle, Adalet Vekili Bey’in altı defa kürsüye çıktı, ben de bir
defa çıktım, daha söz söylemeye hakkım vardır, demesi arasında çok fark vardır.
Bu itibarla zannederim ki mesele anlaşılmıştır. Yalnız İhsan Beyefendi diyor ki
birçok üye Vekil Bey aleyhinde söylemiştir. Eğer Yüce Heyetiniz kabul ederse
yalnız İhsan Bey lehte söylesin, efendim. Oya koyuyorum, İhsan Bey’in Adalet
Vekâleti meselesinde söz söylemesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. (ret,
ret sesleri) Efendim, müsaade buyurursanız uygun bulanlar lütfen ayağa kalksın.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Bey, müsaade buyurunuz bir şey arz ede
ceğim. Bunu oya koymak doğru değildir.

276
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, İhsan Bey’e söz verme hususunda çoğunluk
olmadığı için müzakerenin yeterliliğini oya koyuyorum. Müzakereyi kâfi görenler
lütfen ellerini kaldırsın. Çoğunlukla müzakerenin yeterliliği kabul edildi. Şimdi bu
hususta verilen önergeler oylarınıza arz edilecektir.
(Verilen yedi önerge okundu ve…)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Ergani Mebusu Hakkı Bey’le on sekiz arka
daşının bir önergesi var. Ad okunarak güvenoyu verilmesi hakkındadır.

TBMM Başkanlığına
Adalet Vekili Refik Şevket Bey hakkındaki güven ve güvensizlik oylaması
nın ad okunarak yapılmasını teklif eyleriz. 23 Mart 1922
Ergani Mebusu
Hakkı ve 18 arkadaşı
RAUF BEY (Başkan Vekili): Adalet Vekili Refik Şevket Bey, bu önergelerden han
gisini kabul ediyorsunuz?
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Efendim, ad okunarak güvenoyu verilmesi
önergesinin oya konmasını istiyorum.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Bey, önergemi izah edeceğim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Evvela müzakerenin yeterliliğiyle gündeme geçilmesi
ni arzu eden önergeyi oya koymak lazım geliyordu. Fakat şimdi Adalet Vekili
Bey’in istediği önergeyi oya koyuyorum.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Reis Bey gerekçeli önerge vardır.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim teklif usulündedir. Kimsenin buna itirazı yok
tur. Kimse söz söyleyemez. Adalet Vekili şimdi Yüce Heyetinize arz ettiğim önerge
gereğince muamele yapılmasını kabul ettiler. Binaenaleyh güvenoyu verecekler
beyaz, vermeyecekler kırmızı pusula versinler. Lütfen oylarınızı kullanmaya baş
layınız.
EMİN BEY (Ergani): Reis Vekili Hasan Fehmi Bey, bana beyaz ver diyor. Böyle
olmaz, Reis Vekili gelip de şöyle oy verin diyemez.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Sen de vermezsin, mesele hallolur. Ne oluyorsunuz yahu?
(Ad okunarak oylama yapılır. Ara verilir, oylar sayılır ve…)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim oylama neticesini arz edeceğim. Oylamaya
iştirak eden 186, güvensizlik oyu veren 58, çekimser 16, güvenoyu veren 112. O
halde 112 oy ile Adalet Vekiline güvenoyu verilmiştir. (sol taraftan alkışlar)
LÜTFÜ BEY (Malatya): Meclis iftihar etsin.
277
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Rica ederim Reis Bey, söz istiyorum. Efendim
malumunuz müzakerenin sonunda, oylar kullanılmaya başlandığı sırada arkadaş
lar fikirlerini istedikleri kadar açık söyleyebilirler. Hatta ben açıktan açığa önerge
verdim. Refik Şevket Bey’e güvenoyu verilmesini arkadaşlara teklif ettim ve okun
du. Arkadaşlar bana ne veriyorsun, demediler. Benim beyaz veriyorum yolundaki
ifademe hiçbir şekilde hiç bir şey mani olamaz. Bütün arkadaşların üzerinde bu
hak vardır, mevcuttur. Yalnız celseyi idare eden Meclis Reisi veya vekili bunu
yapamaz. Aşağıda bulunan arkadaşların birbirlerine kanaatini kabul ettirmek zaten
vazifenin hakiki esasını teşkil eder. Arkadaşlar bu hususta yanlış anlamaya kapıl
masınlar. Nasıl takririmle açıktan açığa güvenoyu teklif ettim ise, her arkadaşa
herkesin söylediği gibi ben de söyleyebilirim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Yarın saat bir buçukta toplanmak üzere celseyi tatil
1
ediyorum.

30 MART 1922: İTİLAF DEVLETLERDEN GELEN BARIŞ TEKLİFLERİNE DAİR


NOTA’NIN, DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ MAHMUT CELAL BEY TARAFINDAN
GİZLİ OTURUMDA OKUNMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 17.Birleşim, Gündem:2/1)

Mustafa Kemal Paşa henüz cepheden Ankara’ya dönmemişti. Dışiş


leri Bakanı barış
Yusufşartları
Kemal Telgraf
Bey, müttefik dışişleri bakanlarının Paris’te ona
sundukları ile ilgili notayı almış Türkiye’ye dönüyordu. Her
şey çok hızlı gelişiyordu. ile Ankara’ya ulaşan nota, Meclis Genel
Kurulunda yapılan gizli oturumda Dışişleri Bakan Vekili Mahmut Celal Bey
tarafından okundu. Bu notada yazılanlar, Sevr Antlaşmasının biraz yumu
şatılmış halinden başka bir şey değildi.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Gizli celseyi açıyorum. Söz Dışişleri Vekaleti Vekili
Mahmut Celal Bey’indir.
MAHMUT CELAL BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): İtilaf devletleri tarafından verilen
sulh şartlarına dair nota broşürü basıldı ve sizlere dağıtılacaktır. Efendiler, geçen
lerde Yusuf Kemal Bey’in gönderdiği notadan başka, 28 Mart tarihli diğer bir teklif
karşısında bulunmuş oluyoruz. Bu teklif İstanbul'da Paris Sulh Konferansı adına
General Pelle tarafından bizim işlerimize bakan Doktor Hikmet Bey’e İstanbul’da
resmi olarak vermiştir. Sulh şartlarına ait olan bu notayı tamamen ve aynen oku
yacağım. İstanbul, muameleye aracılık edeceğini ve hızlandıracağını vaat etmiştir.
Yalnız Ferit Bey’den acele kayıtlı bir telgraf aldık. Fakat o telgrafı okumaya lüzum
görmüyorum. Çünkü bu kadar tafsilat karşısında Ferit Beyin verdiği malumat an

1
TBMM Zabıt Ceridesi (27 Mart 1922), 1.Dönem, c.18, s.378-386, http://www.tbmm.gov.tr/
278
cak bir fihrist mahiyetindedir. Yanıma almadım. (gürültüler) Arzu ederseniz ayrıca
onu getirtiriz onu da okuruz. Yusuf Kemal Bey çarşamba günü İnebolu'da olacağı
nı bildirmiştir. Şimdi notayı okuyorum.

TBMM Hükümeti Dışişleri Vekaletine


Doğu Konferansının Hükümetinize teklif edilmesi için, Paris'te toplan
mış olan müttefik devletler dışişleri nazırları, Puankare, Lord Curzon ve
Şanzer'in Ankara Hükümetine gönderdikleri mektup Dr. Hikmet Bey’e teslim
edilmiştir. Bilgilerinize sunulur. 28 Mart 1922
Fransa Cumhuriyeti
İstanbul Fevkalâde Komiseri
Pelle

TBMM Hükümeti Dışişleri Vekaletine


Biz müttefik üç devletin, Büyük Britanya, Fransa ve İtalya'nın Dışişleri
Nazırları Paris’te toplanarak Yakın Doğu’daki vaziyeti, orada yeniden intizamın
ve sulhun hakim olduğunu görmek samimi arzusu ile durumu görüştük. Bu
görüşmemiz sonunda kararlaştırdığımız tekliflerin mükemmel bir özetini gerek
çeleri ile birlikte, ekte size tebliğ ediyoruz. Temsilcilerinizin, kararlaştırılacak bir
yerde bizim temsilcilerimizle birlikte bu teklifleri müştereken tetkik etmelerini
temenni ederiz, Zaten İstanbul’daki Fransız, İngiliz ve İtalyan fevkalade komi
serlerine, ilgili taraflar temsilcileriyle birlikte hazır bulunmaları için talimat veril
miştir. Gecikme menfaatlerimize uygun bulunmadığından, bu konferansların
başlama gününü bu mektubun tarihinden üç hafta sonra için kararlaştırabilmeyi
arzu ederiz. 26 Mart 1922
İngiltereCurzon
Dışişleri Nazırı FransaPuancare
Dışişleri Nazırı İtalya Dışişleri Nazırı
Şanzer

MÜTTEFİK DEVLETLER DIŞİŞLERİ NAZIRLARININ SULH ŞARTLARI NOTASI


Müttefik Fransa, İngiltere ve İtalya devletlerinin Dışişleri Nazırları, Türki
ye ve Yunanistan'ın temsilcileriyle görüştükten ve müzakerelerinin her safha
sında bu maksatla davet olunan askeri ve mali uzmanlarla istişare ettikten son
ra, Yakın Doğu’daki durumu beş gün boyunca incelemiş ve tartışmıştır. Yakın
Doğu meselesine ait aşağıda yazılı tekliflerini taraf devletlere gönderme husu
sunda mutabık kalmışlardır.
Müttefik devletler…
1. Türkiye ve Yunan orduları arasında sulhu sağlamayı, bununla birlikte her iki
taraf hakkında insaf ile hareket etmeyi arzu ederiz. Tarihi ve şöhretli payitahtla
rı İstanbul merkez olarak, Türkiye'nin kuvvetli ve bağımsız bir milli mevcudiyete

279
tekrar sahip olabilmesini müsaade edecek kuvvetiyle Türk Millet ve Devletini
kendilerine ait olacakları toprakları tekrar iade etmeyi arzu edeler.
2. Müslümanların en insaflı bir idare tarzı temin etmelerini ve Türkiye Sultanının
cismani ve dini otoritesini sağlamasını arzu ederiz. Yunan Milletine de harp es
nasında müttefiklerin davası için kabul ettikleri fedakarlıklar için bir taviz vermele
rini, milli ve iktisadi ilerlemeleri için serbest hareket verilmesini arzu ederler.
3. İki milletin birbirlerine temas ettikleri, halklarının birlikte yaşadıkları yerlerde,
istikbalde itimat, şeref ve haysiyet içinde karşılıklı şartlar altında yaşayabilecek
bir hale koymayı arzu ederiz.
4. Gerek Avrupa'da, gerek Asya'da daha ehemmiyeti siyasi ve ırki zümreler
arasında mevzu bulunan gerek Müslüman, gerek Hıristiyan yahut herhangi ırk
ve mezhepten muhtelif azınlıkların emniyet ve himayesi için tedbirler alınması
nı arzu ederler.
5. Önceden harp halinde bulunmuş olduğu devletler ile Türk Milletli arasında
bir silahlı ihtilafın sona ermesini arzu ederler.
6. Bir hal çaresi teklif ederken, iki taraftan hiçbirinin tarafında olmadıklarını,
fakat her ikisi arasında teraziyi dengeli tutmayı arzu ederler. Bu maksatla dışiş
leri nazırlarımız sulh meclisinin muvaffakiyetine ve uzlaşmaya dayanan bir
neticenin alınmasını kolaylaştıracak bir şekilde, Asya'da düşman ordular ara
sındaki mücadelenin sona ermesini ilk hedef tayin etmişlerdir. Şimdi Türkiye ve
Yunan Hükümetlerine her iki taraf için gayet insaflı bulunan şartları teklif ettiler.
7. Yunan Hükümeti bu teklifi kabul ettiğini bildirmiştir. Türkiye'nin kararı bek
lenmektedir. Ateşkes teklifi, Yunan kuvvetleri tarafından Asya'nın tahliyesini ve
bu yerlerin Türk hakimiyetine iadesini temin etmek niyeti ile yapılmıştır. Yunan
kuvvetlerinin tamamen geriye alınması için gerekli zamanın dört ayı biraz ge
çeceği hesap olunuyor. Şurası düşünülmelidir ki bu teklif iki taraf tarafından
kabul edildiği takdirinde, milli isteklerin başlıcasını teşkil ettiği bilindiği gibi,
Türkler yeniden
ceklerdir. can vemuvaffak
Eğer bunda mal kayıpları vermeden
olunursa ordularının tekrar
Yunan Anadolu'yu şerefleele geçire
çekilmesi
icra olundukça Akdeniz'den Karadeniz'e ve Boğazlara ve Kafkasya’ya, İran'a
ve Mezopotamya hudutlarından Ege Denizi’ne kadar Asya'da Türk hakimiyeti
tamamen temin edilmiş olacaktır.
8. Gerek Türk vilayetlerinde, gerek Avrupa'da Yunan arazisinde bazen pek
karışık bulunan ırki ve dini azınlıkların, din ve ırk farkı olmaksızın himaye altına
alınmaları için bir sıra tedbir teklif ederler. Bu tedbirler aynı zamanda yürürlükte
bulunan anlaşmalara, ilgili memleketlerin kanunlarına ve dini esaslara uygun
olacaktır. Bundan ayrı olarak her iki memlekette alakadar cemaatler hakkında
yapılacaklara nezaret etmekle görevli komiserler tayini suretiyle bu programla
ra yardımcı olmaları için Milletler Cemiyetini davet etmeye karar vermişlerdir.
9. Ermenilere karşı Müttefik devletlerin harp esnasında alınan taahhütleri ve bu

280
milletin çektiği feci ıstırap dolayısıyla milli bir yurt teşkili hakkındaki emellerini
tatmin için yukarda bahsedilen şartlar ile azınlıklara verilecek himayeden fazla
olarak Milletler Cemiyetinin yardımı aranılmıştır.
10. Sulhun menfaati ve istikbalin emniyeti için 1914 senesinde ve sonrasında
boğazların kapanması suretiyle Avrupa'nın kendisine yüklenmiş olan zararlar ve
fedakarlıklara bir daha hiç maruz olmamasını kati surette talep ettirmektedir. Bu
yerlerde feda olunan sayısız insan hayatları ve sarf olunan büyük fedakarlıklar
boşu boşuna sarf edilmiş olmamalıdır. Türkler askerden arındırılmış geniş bir
mıntıka tesisi sayesinde bu havalide Çanakkale Boğazının Asya sahiline tekrar
kabul olunacaklardır. Fakat boğazlarından serbestçe geçiş temini için Gelibolu
Yarımadasına müttefik işgal kuvveti konulmalı ve orada kalmalıdır. Boğazlardan
geçişler evvelce teklif olunduğu gibi bir Türk'ün başkanlığında milletlerarası bir
komisyonun nezareti altına yapılacaktır. Karadeniz boğazının Asya sahilinde
askerden arındırılmış mıntıka şimdiki tarafsız mıntıka olacaktır. Çanakkale Boğa
zının haricinde İmroz, Bozcaada, Limni, Semadirek ve Midilli adaları ve Marmara
Denizinin bütün adaları da askerden arındırılmış yerler olacaktır.
11. Marmara Deniziyle Çanakkale'nin Avrupa sahiline gelince üç devletin dışiş
leri nazırları, Doğu Trakya'nın çözülmesi zor meseleleriyle karşılaşmıştır. Bir
taraftan şimdiye kadar izah edilmiş olan sebeplerden dolayı Gelibolu Yarıma
dasının Türkiye’ye tekrar verilmesini kabul edememişlerdir. Diğer taraftan İs
tanbul'un kuzey ve batısında Türkiye'nin Avrupa'daki arazisiyle Yunanlılar tara
fından işgal edilmiş olan Doğu Trakya arasında şimdiye kadar teklif olunan
hudutlardan bazılarının, İstanbul’un gelecekte ya bir askeri istilaya maruz kala
bileceği düşünülmüştür. Bu tehlikeler en etkili bir surette şu tarzlarda önlenebi
lecektir. Hududun İstanbul’dan kafi bir mesafeye kadar uzaklaştırılması veya
hududun haricinde arazinin tarafsızlaştırılması olabilir.
12. Bundan başka nazırlar şu andaki durumun inkar edilemeyecek hakikatleri
ile karşı karşıya kalmışlardır. Doğu Trakya'nın, uygulanmayan Sevr Antlaşması
ile Yunanlara verilmesi kabul edilsin veya edilmesin, Yunan kuvvetleri bu mın
tıkayı işgal etmişlerdir ve Yunan Hükümeti tarafından çok miktarda Yunan aha
lisi bulunan bu arazinin idaresi uzun zamandır ellerindedir. Bu şartlar altında üç
dışişleri nazırı, 1919 senesinde İzmir'i işgale devletler tarafından davet edilmiş
olan Yunanistan'a, yalnız Anadolu'nun tahliyesini değil bundan başka bir de
Doğu Trakya'nın tamamen tahliyesini teklif etmek mesuliyetini isteyemezler.
Dışişleri nazırları Doğu Trakya sınırı için askeri uzmanların görüşlerini almış
lardır. Bu uzmanlar Istranca dağlarının batısından itibaren bir hattın çizilmesini
tavsiye etmişlerdir. Bu hudut Yunan beldesi olan Tekfur Dağı'nı Türkiye'ye
bırakacaktır. Babaeski ve Kırklareli Yunan tarafında olacaktır. Bu hudut tabii bir
set olacak ve böylece Yunanlar İstanbul'u tehdit edemeyeceklerdir. Türkler
Yunanlılara hücum edemeyeceklerdir. Bu mıntıkanın ve askerden arındırılacak
olan diğer mıntıkaların geçici olarak teftişi Gelibolu Yarımadasındaki müttefik
askerleri tarafından yapılacaktır. Edirne Şehri için hususi bir çözüm olup olma

281
dığı tetkik edildi ve Doğu Trakya'nın arazisinden ayrı tutulamayacağı kabul
edildi. Türkiye'ye verilecek olan İzmir ile Yunanlılar tarafında kalacak olan Edir
ne, oldukça eşit bir vaziyette bulunmaktadırlar. Üç nazır Türk ve Yunan Hükü
metleriyle iki şehrin, İzmir’de Türk olmayan ve Edirne’de Yunan olmayan halk
larının, idareye iştiraklerini temin edecek çözümler bulabilirler. Üç nazır Trakya
meselesinin bu sureti halli için iki tarafın hiçbirine hararetle karşılanacağını
düşünmek iddiasında değildirler. Bu mesele o kadar kolay tarzda halledilemez.
Yalnız kendilerince adalet ve meselenin malum noktalarına en muvafık görü
nen bu teklifi tavsiye edebilirler.
13. İstanbul'a gelince, üç hükümet, Başşehirlerinin Türklere iadesinden sonra
fedakarlık olunabileceği hakkında Sevr Antlaşması projesinde mevcut tehditten
vaz geçmek hususunda evvelce beyan etmiş oldukları niyetlerini teyit etmeyi
arzu ederler. Bu şehrin Padişahın Hükümetinin tam hüküm ve iktidarına iadesi
ni teyit ederler. Bundan başka sulh antlaşmasının tasdikinden sonra İstanbul'u
işgal eden müttefik askeri tamamen çekmeyi taahhüt etmeyi düşünmektedirler.
Türk Hükümeti Sevr Antlaşmasında düşünülen daha ehemmiyetli bir kuvvet
teşkil edecek olan bir garnizonu şehir dahiline bulundurmaya davet olunacaktır.
14. Türkiye'nin gelecekte sahip olacağı askeri kuvvetle elde edeceği mali istik
lali neticesinde, yabancıların istifade ettikleri kapitülasyon hakları kaldırılacak
veya değiştirilecektir.
15. Türkiye'nin askeri kuvvetlerine gelince, müttefik hükümetler diğer savaşan
devletlerle yapmış olduğu benzer antlaşmalardaki prensipleri terk edemezler.
Bu halde asker alma usulünün devamını kabul edemezler. Bununla beraber üç
nazır Türk Hükümeti ile dostane fikir alış verişi yaparak bu hususta bir süre
kararlaştırabilirler. Bu sürenin sonunda gönüllü kaydı suretiyle asker istihdamı
gerçekleşebilir. Türk Ordusunun sayısına gelince, nazırlar Sevr Antlaşmasında
mevcut olan veya daha sonra 1921 senesinde Londra'da teklif edilen miktarın
bir miktar üzerinde kuvvet bahşetmeyi teklif ederler. Jandarma 45.000 kişi,
muntazam ordu 40.000 kişi yani toplam 85.000 kişi ki Sevr Antlaşmasında
tayin olan miktarı üzerinde bir miktardır. Eğer Türk Hükümeti jandarma teşkilatı
için yabancı subayların yardımını arzu ederse ki bu durumda miktar ziyadesiyle
çoğalacaktır, nazırlar onları Türkiye'nin emrine vermeye hazırdırlar.
16. Sevr Antlaşmasının mali şartları Türkiye'nin hakimiyetini müttefiklerin ikti
sadi menfaatleriyle ve harpten evvelki Türk borçlarının ve Türk'lerin ödeyebile
cekleri bir tazminatın müttefiklere
beraber ödemesini
evvelki temin için lazım gelen denetleme
Mevcut
tedbirleri ile telif etmekle Maliye Komisyonunun teşkilinden vazgeçile
cek surette tadil olunacaktır. Harpten borçlar komisyonu duracak ve bir
hususi tasfiye komisyonu da teşkil edilecektir. kapitülasyon usulüne
gelince, bu maksatla üç ay zarfında İstanbul'da Britanya, Fransa, İtalya, Ja
ponya ve Türkiye mümessillerinden kurulan ve kapitülasyonlardan istifade
eden diğer devletleri temsil eden danışmanların katılmasıyla kapitülasyon şart

282
larını yeniden hazırlamak için bir komisyon teşkiline hazırdırlar.
17. Adli kapitülasyonlara gelince, müttefik devletlerin nazırları geçici olarak
devam edecek olan kapitülasyon usulü yerine geçecek bir adliye ıslahat planını
hazırlamak için aynı müddet zarfında bir komisyonun kurulması hakkında teklif
lerini tekrar ederler.
Sonuç olarak, hükümetleri adına hareket eden üç devletin dışişleri nazır
larının birlikte karar verdikleri teklifler bunlardır. Bu teklifleri önce doğrudan
doğruya iki taraf devletin, daha sonra ikinci derecede muhatap devletlerin bilgi
lerine sunulur. Şurasını ilaveye hacet yoktur ki taraf tutacağımız endişesiyle
bunları reddedecek olan millet veya hükümet, şayet böyle bir felaketi tekrar
ederse, çok ağır bir mesuliyeti kabul edecektir. İki kıtayı şimdiye kadar derin
surette alt üst eden, tekrarı yeni tahribat, yeni harabeler meydana getirecek
bulunan, Yakın Doğu’daki milletler ve dinler arasında daimi bir nefret meydana
getirecek olan bir mücadeleye tekrar başlamak mesuliyetini yüklenecektir.

MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Burada açık bir vicdan azabı hissediyorum.
Aslında Düyunu Umumiye demiyorlar, fakat o olması lazım. Başka borcumuz yok
tur. Daha öncesinin tekrarıdır, efendim.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Ferit Bey’in telgrafından bahsetseniz.
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Yanıma almadım. Müsaade ederseniz ikinci bir
toplantıda Ferit Bey’in telgrafını da okurum. Ferit Bey bunların baş cümlelerini
almıştır. Şu mesele şöyle ve bu mesele böyledir diyor. Efendiler şurasını da ilave
ye mecburum ki Hükümetiniz Yusuf Kemal Bey’in dönüşünden sonra notaya veri
lecek cevap hakkındaki karar üzerinde çalışmaktadır.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Arkadaşlar müsaade buyurursanız bir iki söz
söyleyeyim. (müzakere yok sesleri) Yani müzakere yok diye bu paçavrayı olduğu
gibi kabul etmek mi gerek. (hayır sesleri) O halde... (gürültüler, devam sesleri)
Memleketin en ciddî bir meselesinde de bir arkadaşınızı dinlemek lütfünde bulun
mak istemez misiniz?
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Efendim Yusuf Kemal Bey’i dinlemedikten sonra kim
seyi dinlemek istemiyoruz.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Devamla): Allah'a minnetle söylüyorum ki bu Yüce Mecliste
bulunan mebuslar okuduğu bir şeyi anlayabilecek derecededir. Yusuf Kemal Bey
gelip de malumat verdiği vakit müzakeremize devam ederiz. Benim söylemek
istediğim mesele daha önceki teklife cevap verilmemek yüzünden bir anda elimiz
de bulunan ikinci mesele ile birleştirmek doğru değildir. Ateşkes teklifi başka, bu
mesele başkadır. Pek çok temenni ederdim ki keşke Yusuf Kemal Bey ve biz her
hangi taraftan ateşkes teklifinden haberdar olup ta verebileceğimiz cevabı bunun
gelmesinden evvel verebilseydik, hiç şüphesiz daha iyi olacaktı. Fakat kaybolan
bu fırsatı kaybettik. Şimdi ise yeni bir hataya düşmek doğru değildir. Birinci isteğim

283
şudur ki ateşkese cevap hakkında Meclisin verdiği kararda şüphesiz bunun mev
cudiyeti itibara alınarak ve bir mesele addedilerek evvelki verdiğimiz kararda sebat
etmeliyiz ve bunu ayrıca müzakereye koymalıyız.
HÜSREV BEY (Trabzon): Müzakere usulü hakkında söyleyeceğim. Arkadaşlar bu
gayet mühim bir notadır. Hemen bunu okur okumaz görüş açıklamak çocukluktur.
(bravo sesleri) Sonra zaman da bizi iki ayağımızı bir pabuca sokuyor değildir.
Allah ordumuza muvaffakiyet versin, yerinde duruyor. Soğukkanlılığı muhafaza
edecek bir zamandır. Yusuf Kemal Bey de yoldadır ve Hükümet çok doğru yap
mıştır. O gelmeden cevap vermeyecek. Zaten biz ateşkesten tahliyeyi bekliyoruz,
harp istemiyoruz. Böyle ise yapacağımız iş bunları koynumuza koruz ve okuruz.
Fakat hariçte kimseye söyleyemeyiz. Kendi kendimize okuruz. Aramızda görüşü
rüz. Cumartesi günü toplanırız. Meclis, görüşlerini birer birer izah eder. Hükümet
bunları dikkate alır. O zamana kadar Mustafa Kemal Paşa da belki döner, Meclis
Reisi olmak sıfatıyla. Yusuf Kemal Bey de o vakte kadar gelir. Bu mesele bir şekle
girer, makul bir şey olur.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Büyük Millet Meclisi Hükümetine İtilaf devletleri tara
fından verilen nota üzerine ki Dışişleri Vekilimiz aynen okumuşlardır bazı üyeler
söz aldılar. Meclise hitap etmek istiyorlar.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Bey, söz isterim. Esas hakkında değil, usule
dair. Efendiler, benden evvel arkadaşlarım da bu hususta mütalaada bulundular.
Bir kere Sevr Antlaşmasını, bundan bir sene evvel haber türünden gelen Sevr
Antlaşmasını elimize alalım. Bir de şunu elimize alalım. Efendiler her ikisinin de
sebeplerini aramak lazımdır. Bunun için beklemek şarttır. Olduğumuz yerde de ne
oldum diye çıldırmamalı. Bugün Avrupa'daki görüş nedir? Bunları hangi fikir hangi
zaruret doğuruyor? Bunu imza edenler Sevr Antlaşmasını teklif etmişlerdi. Acaba
bunun sebebi nedir? Türkiye Büyük Millet Meclisi düşmanının vaziyetini bilmeden
bizim karşımızda biliyorsunuz Yunan değildir efendiler, Yunan'ı İngilizler getirmiş
tir. Dava İngiliz davasıdır. Geri çekilenler İngilizlerdir. Bu çekilişin sebepleri nedir?
Biz ne dereceye kadar ısrar edeceğiz? Daha ne gibi faydalar koparmak ümidi
vardır. Yusuf Kemal Bey de ben gelmeden cevap vermeyin demesinin sebepleri
vardır. Bu sebepleri anlayalım. Bunu soğukkanlılık ile anlayalım. Madde madde
Sevr Antlaşmasını karşılaştırarak okumalı. (bravo sesleri) Ondan sonra bunun
müzakeresi açılabilir.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): Hüseyin Avni Bey, burada yazılanlar Sevr Antlaş
masının tersidir. Doğrusu bunu reddedelim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bununla onun arasında farklar vardır. Allah'a
şükredelim. Bu bizim hepimizin ve arkadaşlarımızın birlikte ve müştereken vatan
düşüncelerini düşünmelerinin mükafatıdır. Günden güne artacaktır. Soğukkanlılık
la münakaşa ederek bunu derinlemesine müzakere edelim.
ŞEREF BEY (Edirne): Aziz arkadaşlar, bugün milletin hesap günündeyiz. Yani
bütün millet bugün bizden bir şey istiyor. Hiç acele etmeyelim. Ben bir şey rica

284
edeceğim. Sinirlerimizle değil kafalarımızla düşünelim. Çok rica ederim arkadaşlar
Avrupa'nın bütün bağırıp çağırdığı azınlıklar meselesi dediği işleri mühim bir iş
sayıyorum. Novy, Versay, Saint German antlaşmalarını tetkik edelim. Sonra da
Sevr Antlaşmasını tetkik edelim. Çok rica ederim, bunları dördüncü bir yere getire
lim, mukayese edelim. Emin olunuz milli istiklâlimizin en mühim noktasında bulu
nuyoruz. O Saint German Antlaşmasının sebepleri ne idi? Sonra efendiler çok rica
ederim, azınlıklar meselesine dikkat ediniz. Onun için çok rica ederim. Yavaş ya
vaş, ağır ağır, düşünelim. Acele etmeyelim, Dışişleri Vekâletinden rica ederim,
öteki antlaşmaları da bastırıp, dağıtsın. Bunların hepsini elimize alalım. Aklen ve
mantıken müzakere edelim. Çok rica ederim. Acele etmeyelim. Zararı yok. Cuma
günü toplanırız. Kafa kafaya vererek düşünürüz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim ben de bir nokta için Dışişleri Vekâletinden
rica edeceğim. Bu antlaşmanın ve bu ateşkesin esas olacağı sulh maddeleri var.
Bunlar da azınlıklar, boğazlar ve saire denilmiştir. Bunlar için Avrupa şimdiye ka
dar diğer devletlere teklifte bulunmuştur. Bunların hepsi Dışişleri Vekaletinde
mevcuttur veya bulunması lazımdır. Bunlar arkadaşlarımızca ve hepimizce bilin
melidir. Bilahare bu mütarekenin müzakeresi için buradan gidecek arkadaşlarımı
zın elinde bulunması lazım gelen malumatı şimdiye kadar elbette Dışişleri Vekaleti
hazırlamıştır. Bunlardan basılıp lazım gelen yerlere dağıtılmalı ve ait olduğu ko
misyonlarca böyle yavaş yavaş incelenmelidir. Bize öyle esaslar veriliyor ki bu
esaslar üzerinde şimdiden kolumuzu sallayarak İstanbul'a veya her hangi bir yere
boş gidilirse gayet fena bir vaziyette kalırız. İki seneden beri Dışişleri ne hazırla
mıştır, şimdi onu soruyorum. Bakalım vazifesini yapmış mı?
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey’in bir önergesi var.

TBMM Başkanlığına
Mesele gayet mühim ve tetkiki lüzumludur. Yusuf Kemal Beyefendinin
gelişine kadar mebus arkadaşların bize ulaşan teklifler hakkında fikir beyan
etmemelerini, bu hususta müzakere açılmamasını ve müzakerenin tehir edil
mesini teklif eylerim.
Bitlis Mebusu
Yusuf Ziya

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin tehir edilmesi teklif edilmekte
1
dir. Kabul edenler, etmeyenler, kabul edildi. Gizli celse nihayet bulmuştur.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (30 Mart 1922), 1.Dönem, c.3, s.164-170, http://www.tbmm.gov.tr/

285
NİSAN 1922

1 NİSAN 1922: İTİLAF DEVLETLERİ TARAFINDAN YAPILAN ATEŞKES TEKLİ


FİNİN KABUL EDİLMEMESİ HAKKINDA YURDUN ÇEŞİTLİ YERLERİNDEN GE
LEN TELGRAFLAR
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 18.Birleşim, Gündem: 5/1)

Halk on yıl boyunca süren savaşlardan bıkmıştı. İtilaf devletlerinden


gelen ateşkes ve barış teklifleri Anadolu’da büyük bir heyecan yarattı.
Ancak Mondros Ateşkesinden sonra, ateşkes şartlarına aykırı yapılanlar
da unutulmamıştı. Bu nedenle halk arasında barış için bir umut doğ
muştu ama derin bir kuşku da vardı. O günlerin en önemli medya aracı
olan telgraf ile yurdun çeşitli yerlerinden Ankara’ya bu kuşkular iletildi.
Meclisin bu uyarıları dikkate almaması mümkün olamazdı.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Ateşkes teklifine ait muhtelif yerlerden gel
miş telgraflar var, okunacak. (lüzum yok, okunsun sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, Yüce Meclis ile Hükümetin, milletin menfa
atlerine uygun bir sulhun imzalanması için çalıştıklarına emin olsunlar. O yolda bir
cevap yazılmasını teklif ederim.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Okunsun efendim, onlar okunsun diye yazmışlar.

TBMM Başkanlığına
Mondros Ateşkesinin sebep olduğu vaziyetten dolayı milletimiz tamamen
müdafaa ve mukavemetten alıkonulmuştur. Bu Ateşkesi imzalatan Avrupa dev
letleri, zalim ve fırsatçı bir düşmanı üzerimize musallat ederek milli hayatımız ve
istiklalimiz kast olunmuştur. Bu defa da teklif edilen bu ateşkes, yine aynı meşum
maksadı hedeflemekte, her türlü mahrumiyetlere rağmen ilahi ruh ve kudretin
ortaya çıkması, istiklal, müdafaa ve vatan uğrunda arzu ve istekle kanlarını akı
tan milletimizin mağlubiyetinin sebebi olan siyasi tuzaklar ihtiva eylemektedir.
Milli Misakımız dairesinde her türlü müdahaleden uzak tam bir istiklali
temin ve tatmin etmeyen ateşkes ve silah bırakma adı altında her hangi bir
teklife muvafakat buyrulmaması gerekir. Bu mukaddes maksat uğrunda kanla
rını akıtan mübarek şehitlerimizin ruhlarının incinmemesi ve organlarından bir
kısmını kaybetmek suretiyle sabır ve azamet ile mesut neticeyi bekleyen başı
mızın tacı ulu gazilerimizin, din ve memleketin istiklali uğrunda evlatlarının
şahadeti şerefiyle müşerref olduğuna iman eden şehit babalarının, şehit anala
rının ve harp meydanında babalarının yerlerini doldurmak için hazırlanan şehit
evlatlarının gücendirilmemesini gerekir.
Hükümetin bu hususta vaki olacak her türlü emir ve tekliflerini yerine
getirmeye söz vermiş olan muhterem halkımızın, bu hususta muhterem vekille
rine yardımcı olacaklarını bir defa daha arz eyleriz. 31 Mart 1922

286
Ankara Müdafaayı Hukuk Reisi, Ankara Belediye
Müftü Reisi
Rifat Ali

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi, Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazret
lerine
Ajansların verdiği ateşkes haberlerinin Milli Misak dahilinde yapılacak
sulha esas olacak mahiyette görülememesinden dolayı Cemiyetimize müracaat
eden halkın arzularına uyularak büyük bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantıda,
her türlü milli emeli yerine getiren Hükümetimizin şerefli bir sulha esas olacak
ateşkes şartlarını temin etmeye muvaffak olacağına emin bulunulduğu beyan
edilmiştir. Toplantıya katılan ahali, düşmanımız topraklarımızı terk etmedikçe
Hakkın yardımlarıyla silah bırakmayacaklarını ve istiklalimizi temin edecek olan
milli birliğimizin bu gibi tekliflere karşı evvelkinden daha sağlam bir şekilde
idamesini en büyük prensip bileceklerini arz etmeye heyetimizi vazifelendirmiş-
lerdir. Mevcudiyet ve istiklalimizi borçlu olduğumuz kıymetli hizmetlerinizin mu
vaffakiyet duasını tekrar ile arz eyleriz.

Elazığ Müdafaayı Hukuk


Cemiyeti

TBMM Başkanlığına
Gizli maksatları milletin gözünden kaçmayan silah bırakılması teklifi,
gönüllerimizin derinliklerine bir hançer daha soktu. Biz Türkler, sulha herkesten
daha fazla arzulu ve istekliyiz. Mevcut Milli Misak dairesinde hakkımızı temin
edecek her hangi bir teklifi sevinçle karşılarız. Ancak yapılan bu teklifi itibara
alabilmemiz için, evvela işgal altındaki mıntıkaların tamamen tahliyesi ve daha
sonra da sulh şartlarının Milli Misak dairesinde olacağı temin edilmelidir. Yoksa
Milli Misak haricinde her hangi bir teklifi katiyen kabul edemeyeceğiz ve böyle
bir teklifi kabul edecek Hükümeti asla tanımayacağız. Çünkü biz harbe ancak
ve ancak milli haklarımızı muhafaza mecburiyeti karşısında girdiğimiz için bunu
temin etmedikçe silahımızı asla bırakmayacağımızı ve bir fert kalmayıncaya
kadar çalışacağımızı, kasaba ve köylerden şimdi toplanan binlerce halk ara
sında bir daha yemin ettiğimizi arz ederiz. 28 Mart 1922

Arapkir Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Reisi


Hacı Hüseyin

287
TBMM Başkanlığına
Paris'te toplanan Müttefik dışişleri nazırlarının hiçbir mana ve kıymeti
olmayan ve hiçbir şey ifade etmeyen ateşkes teklifine, Bolu ahalisi Anadolu
Ajansı vasıtasıyla haberdar olmuştur. Doğu’da sulh ve ateşkesin tesisini sami
miyetle arzu eden Müttefik hükümetleri, bu arzularını haydut ordusunu milli
hudutlarımız dışına çıkarmakla daha iyi ispat edebilirler. Türkler sulha hazırdır
lar. Ancak mevcudiyet ve istiklalinin teminatı olan Milli Misakın çizdiği hudutlar
dan düşmanların defolup gitmesi şartı esasıdır. İstiklali yolunda bir tek askeri
kalıncaya kadar ölmeye yemin etmiş olan Türk Milleti, Avrupa'nın yaldızlı ya
lanlarına katiyen inanmayacaktır. Yapılan bu sulh ve ateşkes teklifinin reddini
vekil ve temsilcilerimizden istirham ederiz. 26 Mart 1922
Bolu Müdafaayı Hukuk Reisi Vekili Bolu Belediye Reisi
Mehmet Hakkı
Dertli Gazetesi
AliMüdürü
Saip Dava Vekili Gençler Derneği Reisi ve Türkoğlu
Gazetesi Sahibi Mithat Akif

TBMM Başkanlığına
Teklif olunan ateşkesin şartları, bizim yok olmamızı istemek ve bu uzun
müddet zarfında Yunanistan’ın iç siyasi vaziyetinde ortaya çıkmış olan karışık
lıkların düzeltmesini temin etmeye çalışmaktan başka bir şey değildir. Böyle
hilelere başvurmak, akrep yuvasına tekrar parmak sokmak demektir. Kazılmış
mezarın hazır cenazesi olmaktan uzak duralım. 28 Mart 1922
Niğde Eski Mebusu
Muhittin

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Selahattin Beyefendinin teklif ettiği
gibi münasip cevaplar yazılır.
HACI TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Bunlara cevap vermekle beraber, bu telgrafların
1
gazete ve ajanslara verilmesini teklif ederim.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (1 Nisan 1922), 1.Dönem, c.18, s.437-439, http://www.tbmm.gov.tr/
288
1 NİSAN 1922: BASINDA UYGULANAN SANSÜR HAKKINDAKİ SORU ÖNER
GESİNE İÇİŞLERİ BAKANI ALİ FETHİ BEY’İN CEVABI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 18.Birleşim, Gündem: 6/2)

Anadolu'da Milli Mücadelenin ilk gazetesi Sivas’ta yayınlanan İrade


yi Milliye Gazetesidir. Sivas Kongresi topladığı sırada Kuva-yı Milliye
sözcülüğünü yapmak ve kurtuluş hareketiyle ilgili düşüncelerini yaymak
amacıyla yayınlanmaya başlamıştı. Fakat Sakarya Savaşından sonra
bu gazetede çıkan bazı yazılar Hükümetin tepkisini çekti. Mecliste san
sürün tartışılması, Milli Mücadelenin o günlerdeki olağanüstü koşulları
içinde, demokrasinin olağan bir doğum sancısı olmuştur.

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Buyurun Hüseyin Avni Bey.


HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim geçenlerde bir sansür meselesinden
dolayı acilen İçişleri Vekâletine bir soru sormuştuk, henüz cevabı gelmedi. O da
bu İnkılâbın ürünü olan İradeyi Milliye Gazetesinin sansüre tabi tutulmasıydı. Ha
ber aldığıma göre sansür edilen, Milli Yükümlülük tatbikine dair bir makaledir. İçiş
leri Vekâletinden sormuştum ki bu sansür edilen hangi kısımdır. Zannediyorum
sansür edilen cümle şu idi “Milli Yükümlülük iyi tatbik edilmedi, zenginler himaye
edildi, fakirlere daha çok yükletildi.” Bu gazetenin böyle bir iddiasından dolayı mü
kâfat edilmesi lazım gelirken, her nasılsa Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapmak
istediği inkılâbı, memurları kavrayamıyor, zihinlerine sokamıyor. Onların ki Büyük
İskender gibiler. Bir nahiye müdürü bütün kudretini bir hükümdar gibi icra etmek
istiyor. Efendiler diktatör memurların artık bu Memlekette yeri yoktur ve yaşaya
mayacaklardır.
MUSTAFA BEY (Tokat): Yaşayamaz, yaşayamaz adalet yaşar. (gülüşmeler)
HÜSEYİN AYNİ BEY (Devamla): Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendi vazifesini
kontrol ve tenkit edenlerden memnundur. Büyük Millet Meclisini kim tenkit ederse,
en muhterem adam onlardır. Çünkü Büyük Millet Meclisi hatasız olamaz. Bir me
selede belki yanlışlık yapmış olabiliriz. Efendiler bu, Milletin çığlığıdır. Bu Memle
kette dört gazete çıkıyor. Milliyetçi kimseler sağa, sola kaçırılıp kovulduğu zaman,
sadece üç dört gazete bu Millete haykırdı. Millete hakikati gösteren, vaziyetin va
hametini anlatan bunlar olmuştur. Efendiler, bu inkılâbın başlangıcında bu gazete
lerin feryadı inkılâpçılara kuvvet veriyordu. Memleketin içerisinde, herkes harpten
bıkmış bir hale gelmiş, yorulmuştu ve Millet bin türlü hile, bin türlü desiselerle kan
dırılmak isteniliyordu. Fakat bu gazeteler halkın arasına girdi. Kendi şahsiyetlerinin
itimat olması dolayısıyla herkesi etrafına topladılar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
teşekkül etti. Bu hizmetlerine karşılık oların nasibi bu mudur? Efendiler, reva mıdır
ki bunlar meydana bembeyaz sayfalarla çıksın? Bu, ne büyük lekedir. Efendiler,
geçen sene bu kürsüde bunun bir misali daha geçti. O da Albayrak Gazetesinin
sahibi ve yazarı Mithat Bey meselesiydi. Burada o makale okunurken, gizli celse
de alkışlandı. Çok şükür böyle fedakâr evlâtlar vardık, diye gözlerinizden sevinç

289
gözyaşları akıyordu. Efendiler, o gazete hâlâ kapalıdır. Mithat Bey yedi ay hapis
yatmıştır. Büyük Millet Meclisinin vicdanına arz ediyorum. Yine efendiler, tekrar
ediyorum ki Türkiye Büyük Millet Meclisi bundan sonra memurlardan hizmet isti
yor. Memurlar millete hadim (hizmetçi) olsunlar. Efendim, biz başımıza efendi
veya amir istemiyoruz. Memurun Milletine hadim olması lazımdır. Büyük Millet
Meclisi de Milletine hadim olmakla iftihar ediyor.
LÜTFİ BEY (Malatya): Millet hâkim olursa, memur hadim olur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Sonra tenkit hakkının en büyük salahiyeti feda
kâr gazetecilerimizindir. Çünkü onlar hiçbir zaman Memleketin felâketi olacak söz
yazamazlar. Çünkü Memlekette revaç bulamaz. Onlar her halde Milletin arzu ettiği
şeyleri yazıyorlar. Asıl en hakiki söz sahipleri onlardır. Hiçbir makam keyfi olarak
onlara müdahale edemez, kanunlar vardır. Kanunla hareket edilmelidir. Efendiler
rica ederim, tarihi bir gazete, mukaddes bir dava için ortaya atılmış bir gazete, bu
hakaretlere maruz kalıyor. Millet parasını memura, kendisinin haber alması için,
saadet ve selameti için, kendi hürriyeti için veriyor. Yoksa memurların tenkitlerden
uzak olması için değildir. (doğru sesleri) İçişleri Vekili cevap versin, işte gazetenin
sansürlenmiş beyaz kısımları, suçüstü olarak arz ediyorum.
ALI RIZA BEY (Kars): Gazete yüzünün akıyla çıkmış.
MUSTAFA LÜTFÜ BEY (Siverek): Mürekkebi tükenmiş.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Hükümet nasıl basın hürriyetine mani olur? İlim,
irfan, fazilet bu mudur? Rica ederim nasıl nefestir ki Milletin sesi kesilir, boğazı
sıkılır? Bu kâfi gelmiyormuş gibi gazetenin sahibini bir de o memuriyetten azledi
yorlar. Sebebi de kendisinin memur olması, gazete sahibi olmasına mâni imiş.
Onu memuriyetten azletmek suretiyle de o gazetede ilan ediyorlar.

Vilayet İdare Meclisi Başkâtibi Selahattin Efendiye


Gazetecilik ve siyasetle uğraştığınızdan dolayı memuriyetten azledildiğiniz
tebliğ olunur.
Sivas Valisi
Ali Haydar
(haklıdır sesleri)
LÜTFÜ BEY (Malatya): İmza Ferit Paşa’nın mı?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): İmza Vali Ali Haydar Bey’in. Sonra efendiler,
elimde Dilek Gazetesi var. Vali Ali Haydar Bey’in fikrinden istifade edilmesine mu
halif değilim. Ancak onun fikirleriyle, onun makaleleriyle bu gazete doludur. Eğer
memur olanların gazetecilik yapmaması lazım geliyorsa, ilk evvela kendisi istifası
nı vermesi lazım gelir. Vali Haydar Bey, siyaset ve gazetecilik yapıyorsunuz diye

290
azledildiniz, diyor. Gazeteci olan kişi, asıl imtiyaz sahibi cevap veriyor. Size gaze
teden cevabını aynen okuyorum.

Valilik Makamına
İradeyi Milliye Gazetesinin imtiyaz sahibi olarak, İdare Meclisi Başkâtipliği
vazifesini yapmamın kanunen mümkün olmadığını ve memur olarak siyasetle
münasebetim olması dolayı, ikisinden birisinin tercihi ve diğerini terk etmem
hakkındaki emirlerinizi tebellüğ ettim. Malumunuz olduğu üzere gazete sahibi
olmamın mülk edinme hakkına dair bulunduğu ve memuriyete mani bir tarafı
bulunmadığı Basın, Yayın Kanununu hükümlerindendir. Aynı zamanda. İradeyi
Milliye Gazetesi, Milli Hükümetin ilk çekirdeği olan Anadolu ve Rumeli Müdafa
ayı Hukuk Cemiyetleri Temsil Heyetinin ve Sivas Merkez Heyetinin gazetesi
olarak şerefli bir yere sahip olmuştur. Böyle tarihi bir kıymete sahip olan bu
Gazetenin sahibi bulunmak, benim için her bakımdan iftihar vesilesidir. Bu da
mevcut Milli Hükümetimiz tarafından bilinmekte ve kabul edilmektedir. İradeyi
Milliye Gazetesi ilk çıkmaya başladığı günden bu ana kadar bu tarihi ve şerefli
vazifesini yerine getirmiş ve Vatan mücadelesinde hizmet etmiştir.
Memurların siyasetle ilgilenmeleri elbette yasaktır. İşte bendeniz de buna
riayet ettiğim için Gazetenin yazı işleriyle doğrudan alakadar olmuyorum. Esa
sen Gazetenin her türlü yazı ve haberlerinden mesul olan yazı işleri müdürü
vardır. Eğer Gazete kanunlara aykırı bir muamelede bulunmuşsa bu müdür
hakkında kanuni takibat yapmak elinizdedir.
Gazetenin imtiyaz sahibi bulunmam memuriyete mani bir hizmet ve
meşguliyet değildir ve bu sebeple resmi vazifeme mani olmayan bir kanuni
hakkımdan vazgeçme mecburiyeti görmediğimi cevaben arz ve bu hususta
mazur görülmemi istirham eylerim. 17 Mart 1922
Vilayet İdare Meclisi Başkâtibi
Selahattin

HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Büyük Millet Meclisinin kudretine, kuvvetine ne


den tecavüz ediyorlar? Vekiller Meclis huzurunda titrediği halde üçüncü, beşinci
derecede olan kumandan ve valiler henüz bu büyüklüğü takdir etmek istemiyorlar.
O Vali Bey bu salahiyeti nereden aldı? Hâlâ Büyük İskender fikri mi burada hüküm
sürüyor? Bunlar Büyük Millet Meclisinin kuvvetini, kudretini neden takdir etmiyor
lar? Büyük Millet Meclisi idaresi bugün birtakım ahaliyi kendine kul, köle ettiren
kumandanların, valilerin elindedir. Fakat biçarelerde zihniyet değişmiyor. Yalnız
sandalye değişiyor. Sonra bunlar birbirlerine istibdatlarını firavun postu olarak
devrediyorlar. İdarenin bundan yüz sene evvelkinden hiçbir farkı yoktur. Evet,
efendiler demokrat, halkçı bir hükümetin, bir milletin tarihine bakın ve mukayese
ediniz. Milletimiz, inkılâpçı, tarihi bir millettir. Bu inkılâpçı, tarihi milletin memurları
na bakın efendiler, birinci işleri inkılâpçı bir gazeteyi kapatmak oluyor. Bu gibi ida

291
reciler ya istibdatlarından, ya bizden vazgeçmelidirler. İçişleri Vekâletinin bu hare
ketine karşı diğer tarafını da siz takdir ediniz, efendiler.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Hüseyin Avni Bey arkadaşımız Sivas'ta Vali’nin bir
gazeteye yaptırdığı sansürden şikâyet ettiler. Fakat bu meseleyi ikiye ayırmak
lazım gelir. Biri sansür meselesi, ikincisi de siyasetle uğraşan memurların azli
meselesidir. Gazeteleri sansür etmeye kimsenin hakkı yoktur ve böyle bir sansür
kanunsuz bir harekettir. Yalnız gazeteleri sansür etmek değil, hatta bütün mektup
lar hakkında sansürü bile biz kaldırdık. (var, var sesleri) Kaldırdık, yoktur.
SELAHATTİN BEY (Mersin): İspat ederiz.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): İspat edecek olursanız ve ben de o memuru derhal
azledip cezalandırmayacak olursam o zaman şey edersiniz. Malumunuz ateşkes
teklifi üzerine bir müddet İstanbul gazetelerinin Anadolu’ya sokulmaması için bir
karar alınmıştı, tekrar müsaade edilmiştir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Mebusların bu gazeteleri okumaktan mahrum edil
mesi doğru mudur?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Bendenize kalırsa doğru değildir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): O halde niçin yapıyorlar?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Yapılmış... (gülüşmeler) Sansür meselesinde Hüse
yin Avni Bey’in hakkı vardır. Vali bu noktada haksızdır. Lakin siyasetle uğraşan bir
memuru azletmek hususunda Vali’nin de yerden göğe kadar hakkı vardır. Hakika
ten gazetenin imtiyaz sahibi, Vali’nin kendisine gönderdiği emri gazetesine yazıyor
ve yayınlıyor. Fakat onun altına da uzun uzadıya cevap yazıyor. Bu şekilde Va
li’nin emrini tenkit ediyor, itiraz ediyor, şikâyet ediyor. Birtakım siyasi ifadelerde
bulunuyor ki bu münasebetle memuriyetle alakası kesilmiştir. Tabii ki böyle bir
memur yerinde kalamaz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Siyasetle uğraştığından dolayı değil, gazetenin
imtiyaz sahibi olduğundan dolayı azledilmiş.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Gazetenin imtiyaz sahibi olması dolayısıyla azledil
diğini şimdi okudunuz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Vali kendisini müdafaa etmek için o tarzda hare
ket etmiştir. Valinin sansür yapması katiyen doğru olamaz.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Memur da mahallinde gazete ile yazamaz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): O, istibdat düşüncesidir.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Yazarsa ne olur? Varsın herkesi aydınlatsın.

292
ALİ FETHİ BEY (Devamla): O zaman amirle memur arasında olması lazım gelen
itaat tamamen bozulur, efendiler.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Fakat mektuplar da sansür ediliyor. Hepimizin
cebinde vardır. Demokrat Hükümetin, demokrat kumandanı olacaktır. Gaddarca
ve haksız olarak bir memurun azli, bu bizim için bir leke teşkil eder. Albayrak ga
zetesinin kapanması hakkında bir şey söylemediniz. Sonra Ankara’ya gelip de
burada beraat eden Albayrak’ın sahibi Mithat Bey Erzurum'a geri dönerken Erzu
rum’a girememesi gibi bir hareket üzerine onun hakkını nasıl aradınız? Biliyorum,
Paşa Bayburt'tan ben bunu memlekete sokmam dedi. Bu benim şeref ve haysiye
timi ihlâl eder dedi. Siz cevaben bu hususta o günahsızdır, Memleketine gidecek
tir, diye ısrar buyurdunuz ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından
sorulacak bir şey bulamadık ve utandık, mahiyetindeki iddianızla, memlekette
herkes seyahat hürriyetine sahiptir kararıyla gitti. Bu adamın haksız ısrarına, diğe
rinin altı ay mağduriyetine ve sekiz ay hapis olunmasına, gazetenin kapanmasına
karşı Hükümet ne yaptı? Sonra buyurdunuz ki Vali Beyefendi haksız sansür yaptı.
Memuru azletmekte haklı olduğunu beyan buyurdunuz. Vali Beyefendi Hazretleri
hırsına binaen bunu yapmıştır. Efendiler, bu adam altı aydan beri gazetecilik yapı
yordu, Vali ile yarışa çıktıkları zaman mı farkına vardılar? Hırs uğruna azlettikleri
memurlara karşı beyan buyurduğunuz gibi sansür bir cinayettir. Böyle bir cinayeti
işleyenler hakkında ne yaptınız? İstirham ederim, Kanunu Esasiye’ye tecavüz
edenlerin cezası nedir?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Albayrak gazetesi sahibi hakkında buyurduğunuz
şeyi ilk defa işitiyorum. Bunun hakkında katiyen haberim yok, nedir mesele bilmi
yorum, şimdi işittim. Tesadüfen şimdiye kadar böyle bir kelime işitmedim.
HÜSEYİN AVNİ BEY. (Erzurum): Mithat Bey’e emir veren siz değil misiniz?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Evet, bendeniz emir verdim. Kendisi beraat etmiş
olduğundan istediği yerde oturabilirdi.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Beraat değil, soru sorulmak ayıp olduğundan.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Bendeniz beraat biliyorum. İstediği yere gitmekte
hür ve serbesttir. Kanuni bir mani olunamaz dedik. Hakkında başka bir şey yoktur.
Bendeniz tarafından bunun hakkında başkaca yapılmış bir mesele yoktur. Gelelim
sansür meselesine, sansür hakkında Sivas Valisi ihmalkârlık etmiştir. Siz de itiraf
ettiğiniz gibi ilim ve dürüstlük sahibi olan Sivas Valisi buna birçok hususi sebep
bulmuştur. Sivas Valisi güçlü bir idarecidir, Sivas Vilayeti kendisinden pek çok
memnundur. Maarif itibariyle ve diğer şeyler itibariyle hakikaten değerli bir memu
rumuzdur. Bu ufak husustan dolayı kendisini azletmeyi ve cezalandırmayı uygun
sebep bulmuyorum. Bu hususta yapılacak muamele kendisine üzüntü beyan et
mekten ibarettir ve bu kadardır. Çünkü ufak bir kusurla bir vali azlolunacak olursa
bu idare makinesi işlemez.

293
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bir daha yaparsa ona ne diyeceğiz?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Bir daha yaparsa o zaman değiştirilir.
EMİR PAŞA (Sivas): Sansür meselesinde, Erzurum meselesinden dolayı haberi
niz yoktur. Fakat bugün kürsüden gösterilen gazete makalesini sansür etmekten
ileri gelen mesuliyeti de Sivas Valisinin ilim ve dürüstlüğüne bağışlıyorsunuz.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Bağışlamıyoruz Efendim. Bir daha yaparsa, ken
disinin azlolunacağını bildiririz.
EMİR PAŞA (Sivas): O yine sansür yapacaktır ve o memuru da haksız olarak
azletmiştir.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Öyle bir şey vali için ağır meseledir. O memur da
azledilmiştir.
EMİR PAŞA (Sivas): Bir neticeye varmadan bu sansür meselesini aradan çıkardı
nız. Aynı zamanda bu adamı da azlettiniz.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Rica ederim, memurlar siyasetle uğraşamazlar.
Siyasetle uğraşan memurları azlettiğinden dolayı ben Valiyi suçlu göremem. Bu
1
hususta Vali doğru hareket etmiştir ve yaptığı şey kanunidir.

4 NİSAN 1922: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN BARIŞ GÖRÜŞME


LERİ HAKKINDAKİ BEYANATI VE BARIŞ KONFERANSI İÇİN HAZIRLANAN
KARŞI NOTANIN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 20.Birleşim, Gündem: 2/1)

İtilaf devletleri dışişleri bakanları Paris'te toplandılar, Türkiye ve


Yunanistan'a birer nota ile ateşkes teklifinde bulundular. Yunanistan ateş
kes teklifini derhal kabul etti. Ankara Heyeti ise, bu konuda kendisini yetki
li görmediğini belirterek Ankara'ya döndü. Türk Hükümeti, İtilaf devletleri
notasına karşı bir cevap notasını hazırladı ve Türkiye Büyük Millet Mecli
sine sundu. Bu karşı notada, ateşkesin kabul edildiği ancak Yunanlıların
dört ay içinde Anadolu'yu boşaltmalarının şart olduğu yazıldı.

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, söz Dışişleri Vekili Yusuf Kemal
Beyefendinin.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Arkadaşlar, Yüce Heyetinizin müsaadesi
üzerine yaptığım seyahat, hakikatte bir aydınlanma seyahati oldu. Yani milli da

1
TBMM Zabıt Ceridesi (1 Nisan 1922), 1.Dönem, c.18, s.441-443, http://www.tbmm.gov.tr/
294
vamız hakkında Avrupa'ya yakından malumat vermek ve onların bizim hakkımız
daki doğru ve eğri fikirlerini mümkün olduğu mertebe anlayabilmek idi. Vazifemin
birinci kısmı hakkında söz söylemeye lüzum yoktur. Çünkü neler diyeceğimi bir
buçuk, iki seneden beri Yüce Meclisiniz adeta benim kafam gibi söylemiştir ve ben
de sizlerin düşüncelerinizi aynen söyledim. Milli Misaka elimizden geldiği kadar en
gizli noktalarına kadar Avrupa'ya sokmaya çalıştık ve zannederim muvaffak olduk.
Bugün vereceğim malumatımda, İstanbul meselesini ve İstanbul'da geçirdiğim on
beş gün zarfında İstanbul adamlarıyla temasımı, İzzet Paşa’nın Avrupa seyahatini
ve İzzet Paşa ile cereyan eden sözleri bütün teferruatıyla arz etmek istiyorum. İşe
vakit olsaydı oradan başlamak isterdim. Fakat sulha dair istediğim şeyleri ve öğ
rendiğim şeyleri öncelikle arz etmek ve bugünkü vermek istediğimiz cevabı takdim
ediyorum. Madem ki burada bahis mevzu olmuş ve tekrar ediyorum, madem ki
benim gıyabımda bahis mevzu olmuş şiddetle arzu ettiğim birinci meseleyi bütün
açıklığıyla bahis mevzu etmek isterim. Binaenaleyh pek teferruata girişmeyece
ğim. Yani Ankara'dan İstanbul'a varıncaya kadar ve İstanbul ahalisi de dahil oldu
ğu halde milletten gördüğüm harekâtı size ayrıca arz edeceğim. Yalnız bunu mü
saadenizle bir kelime ile ifade edeyim. Onların da Meclisin lisanını kullandığını
gözümle gördüm. Onların verdiği mülakatlar İngiliz gazetelerinde yayınlandı. İs
tanbul'da İtilaf devletlerinin komiserleriyle görüştüm. İngiliz ve İtalyan komiserleriy
le ve kendi tarafından vuku bulan davet üzerine Japon Komiseriyle görüştüm.
İstanbul'da aşağılı yukarılı bizim hakkımızda neler düşünüldüğü anlaşılıyordu.
Yani hulasa edilecek olursam, hükümetlerinden aldıkları talimattan ve istihbarat
neticesinde hükümetlerine arz edeceğini bildiren İngiliz komiseri Rumbold ile mü
lakatım sırasında aşağı yukarı sulh şartlarının ne olacağı onun lisanından biraz
dökülüyordu. Bu sırada İngiliz Komiseri Rumbold bir sual sordu.
"Bir şey imza etmeye salahiyetin yok mu?"
...dedi. Ben de evet yok dedim. Bunun üzerine Rumbold,
"Sulha bir an evvel kavuşmak istiyoruz. Biz komisyon kurmaya hazırız, sizi mem
nun etmek için sulh yapılacaktır, bunu istiyoruz."
...dedi. Sonra Fransız komiseri ile görüştüğüm sırada dediler ki,
"Ankara Antlaşması hükümlerine göre hareket edeceğiz. Şimdi bu zihniyetle hare
ket edilirse gayet iyi olacaktır."
...İtalyan komiseriyle görüştüğüm zaman ben dedim ki,
"Tamamıyla çoğunluğu Türk olan yerleri istiyoruz ve iktisadi, idari, siyasi istiklali
mizi istiyoruz."
...dedim. Bizim hangi yolda hareket edeceğimizi sordu. Ben de,
"İtalya'ya uğrayacağız, sizde kabine buhranı var, dönüşte görüşebiliriz, vapur te
darik edemediğimizden daha bir kaç gün burada kalacağız."

295
...dedim. Bunun üzerine İtalya komiseri, bize vapur bulmaya çalışacağını söyledi
ama bulamadı. Fransız komiseri bizim İtalyan vapurlarıyla hareket edemeyeceği
mizi anlayınca Bahriye Nezaretine yazayım, bir zırhlı ile göndereyim dedi. Yunan
lıların işgal ettiği araziden geçilecekti ve oradan geçmek bizim için mümkün değil
di. Bu hadise üzerine İngilizler ve İtalyanlar hiçbir hareket göstermediklerinden biz
İstanbul'da bu yüzden on beş gün kalmaya mecbur olduk. Sonra buradan Paris'e
hareket ettik. Bizi rıhtımda bir yetkili karşıladı ve aynı zamanda Franklin Bouillon
geldi ve bizimle görüştü. Paris'e gittiğimizde tabii ilk ziyaretçiler gazetecilerden
oldu. Onlarla ve bazı dostlar geldi, onlarla görüştük. Fransızlarla görüştüğümüzde
söylediğim şeyler Franklin Bouillon ile görüşülen ve anlaşılan şeylerden başka bir
şey değildi. Bunlar bana dediler ki,
"Mösyö Puankare her şeyi ben hallederim fikrinde bulunan bir adamdır, belki sizi
kabul ettiği vakit soğuk davranacaktır. Fakat buna ehemmiyet vermeyiniz."
...İki gün sonra Puankare ile görüştüm. Puankare öyle onların dediği gibi beni
soğuk kabul etmedi. Pek şen ve samimi olarak kabul etti. Mülakata başladığımız
zaman da Fransızlarla yaptığımız Ankara Antlaşmasının bazı maddelerinin tatbik
edilmediğini ve gümrük meselesini görüştük. Sonra Puanlkare umumi meselelere
girişti ve biz bu hususta sizinle hemfikirim dedim ve adli, mali meseleleri görüştük ve
kendisine Boğazlar meselesini de söyletmeğe çalıştım. Bunun üzerine dediler ki,
"Şimdi bu zihniyetle hareket edildikçe gayet iyi tesir hasıl edecektir ve Türk dava
sını müdafaa edeceğiz."
...Ben Puakare'ye dedim ki,
"Bizim Milli Misaka ait taleplerimizden ibarettir ve istediğimiz bir adalet sulhudur ve
devamlı bir sulhtur."
...Aynı zamanda Boğazların beynelmilel ulaşımında Karadeniz devletlerinin alaka
dar olduğunu söyledim ve azınlıklardan bahsettim. Yapılacak sulhun devamlı bir
sulh olmasını söyledim. Bunun üzerine adamakıllı bir cevap veremediler. Madem
ki sulh teklifi ile gelinmiştir ve açıkça bunu istiyorsunuz, fakat çoğunluk ve azınlık
tespitinde görüş ayrılığı olabilir. Mesela İzmir şehrinde Müslümanlar azınlıktadır,
dedi. Dedim ki farz ediniz ki İzmir'de azınlık Müslümanlardadır. Fakat yalnız ora
dadır ve orası civarı ile beraber Türk’tür dedim. Fakat biz bunu müttefiklerimizle
halledeceğiz, dedi. Bu suretle müttefiklerine karşı olan bağlılık derecesini anlarsınız.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Uygun bulursanız Vekil Bey Dışişleri Komis
yonuna karşı izahatta bulunsunlar. Yoksa bunu kabul edeceğiz veya reddedece
ğiz, bu mevzuu bahis değildir. (Müzakereye devam edeceğiz sözleri)
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Bu beyanatı Dışişleri Komisyonu dinlemiştir.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Devam ediniz, efendim.

296
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Puankare ile olan görüşmemizin tafsilatına pek
lüzum yoktur. Özet olarak Fransızlar bizim haklarımızın müdafaası yapacaklardır.
Puankare bana bu hususta teminat verdi.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, bütün suallere Puankare tarafından
verilen cevaplar bunu müttefiklerimizle görüşeceğiz tarzında imiş.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, suallerinizi not alır, sonra sorarsınız.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Hatta diyebilirim ki burada bunlarla beş altı saat
ten fazla görüşemedim. Fransa'da milletvekillerinden birinin bana dediği gibi,
"Anadolu'da çoğunluk Müslümanlardadır, farz ediniz ki İzmir'de çoğunluk Hıristi
yanlardadır, fakat Müslümanlarla karışık olmak dolayısıyla İzmir'i herhangi bir
surette Anadolu'dan ayırmak doğru değildir."
...diyordu. Onlar bize Anadolu'nun tahliyesinden bahsediyorlardı. Ben de ona mu
kabil Milli Misakımızı müdafaa ettim. Yani İzmir'in Anadolu ile olan münasebetini
dikkate almak kuvvetli bir delildir. Bu hususta Fransa bunu tamamıyla müdafaa
edecek değil mi, yani Fransa bunu kabul edecek değil mi dedim. Yani İzmir'in ayrı
bir idareye tabi kılınmasının Anadolu'yu boğazlamak olduğunu söyledim ve ben de
sizin karşınızda sizinle beraber sulh yapacak devletlerden biri bulunuyorum. Sonra
Puankare'nin müsteşarıyla görüştüm. Müsteşar ile daha açık bir surette görüştüm.
Onunla meselenin biraz teferruatına giriştik. Uzun uzadıya ordu meselesini, kapi
tülasyon meselesini, Trakya meselesini görüştük. Kapitülasyonların adli, mali ta
raflarını görüştük ve boğazlar meselesinde onu söyletmeye çalıştım. Boğazlar
meselesinde şimdilik biz bir şey söyleyemezdik. Yani İstanbul'un emniyeti temin
edilmek şartıyla biz, boğazları herkese açmak durumunda bulunduruyorduk. Aynı
zamanda boğazlar hususunda Karadeniz’e sahili olan devletlerin de söz söyleme
si lazım gelirdi. Fakat bu umumiyet içerisinde muayyen bir şekil olmak üzere biz
boğazlara şu şekli veririz diye geldik. Müsteşar bana bir cevap veremedi ve sonra
uzun uzadıya Mösyö Berti ile görüştüm. Görüşmenin benim üzerimde ne tesir
yaptığını sorduğu zaman, fena tesir yaptı dedim. Ne için fena bir tesir yaptı diye
sordu. Dedim ki,
"Biz buraya Fransa'dan pek fazla ümit besleyerek geldik. Halbuki biz Puankara'ye
ne sorduksa ben bunu müttefiklerimle halledeceğim."
...dedi. Binaenaleyh sözleriyle müttefikleriyle hemfikir olduğunu söyledi. Müttefikler
içerisinde bizim lehimize hareket edecekler yoktur. Bu suretle pek memnun olma
dım. Sonra bana İzmir'de bir Rum çoğunluğundan bahsetti. Bu bahis beni müte
essir etti ve bu beni büsbütün şüphelendirdi. Puankare bana teminat verdi ve
ümitsiz olmayın dedi ve aynı zamanda Fransa'nın da halledilecek meseleleri oldu
ğunu unutmayınız, dedi. Fakat Fransa'nın sizin haklarınızı müdafaa edeceğinden
emin olunuz dedi. Ayrıldık. Fransa'da, Paris'te pek çok kimselerle görüştüm. Bazı
zamanlar görüşmelerimiz gecenin ikisine kadar devam ediyordu. Bu suretle gece

297
leri altı saatten fazla uyku uyuyamıyorduk. Bunun da sebebi müracaatlar çok fazla
oluyordu. Bilhassa gazetecilerin müracaatlarını reddedemiyordum. Sonra oradan
Londra'ya gittik. Londra'ya vardığım zaman şüphesiz gazetecilerin hücumuna
uğradım. Bunlar tabii fırsattı. Onlardan alabildiğime istifade ettim. Teşekkür ederiz
ki gazeteciler de çok iyi hareket ediyorlardı. Bizden duyduklarını yazıyorlardı. Bu
rada bir heves gördüm. Yani Türk dostluğu burada yeni uyanıyor. Orada Türk
dostluğunu kazanmak için Türkleri kendi taraflarına çekmek arzusu uyanıyordu.
Bu görünüyordu. Bizim hakkımızda yazan gazeteleri topladık ve buraya getirdik.
Onları isteyen, istedikleri gibi görebilir. Londra'ya gittiğim vakit Lord Curzon hasta
idi. Lloyd George'da Londra'da yoktu. Montagu hadisesi yeni çıkmıştı. Montagu
hadisesini de tabii biliyorsunuz. (hayır sesleri) Arz edeyim, Hindistan'ın muhtelif
eyaletlerinin valilerinin onayları alındıktan sonra Hindistan Hükümeti, Hindistan
Nazırına bir telgraf çekiyorlar ve Hintliler bu telgrafta diyorlar ki,
"Türkiye ile olan harbi biz kazandık. Bu harp için biz kanımızı akıttık. Binaenaleyh bu
hususta söz söylemeye biz yetkiliyiz ve bu hakkımızdır. Binaenaleyh biz Hindistan
namına söylüyoruz ki Trakya, İstanbul Türklere verilmelidir ve Türklerin Hilafet Ma
kamı ile münasebetleri kesilmemelidir. Anadolu'nun teklifi kabul edilmelidir."

...Yani Hindistan bunlar sulh şartlarıdır dediler. İngilizler de bu telgrafı yayınladılar


ve bu telgraf müthiş bir tesir yaptı. Lord Curzon ile Montegu’nun araları bilhassa
bundan dolayı açıldı. Gayet kaba tabirlerle aralarında mektuplar teati edildi. Sonra
Montegu gitti, istifa etti. İstifasından sonra seçim bölgesine gitti. Orada pek acı ve
pek fena bir nutuk söyledi. İngiliz hükümetini hayrette bırakacak birtakım imalı
sözler söyledi. Yani fena ithamlarda bulundu. Mesela para oyunları ve daha buna
ait birtakım fena sözler söyledi. Bir fırtına koptu. Biz o sırada oraya vardık. Arz
ettiğim gibi Lloyd George yoktu. Lord Curzon da hasta idi. Paris'ten Nihat Reşat
ve Reşit Sait Bey’i beraber alarak götürmüştüm. Bir gün sonra Nihat Reşat Bey’i
temas için gönderdim. Ben, Nihat Reşat Bey’i Dışişlerine gönderdiğim sırada Dı
şişleri Nazır Vekili Ryan idi. Ryan'la görüştük. Bu zat İstanbul'da tercüman idi. Bu
memlekete yapmadığı fenalık kalmamıştır. Ryan'la görüştüğüm şeyleri burada
uzun uzadıya anlatmama lüzum yok. Yalnız Ryan'ın vaktiyle yaptığı şeyleri bir
memur olarak yaptığı için mazur görülmesi icap eder ve Sevr Antlaşması bize
hayat hakkı veriyorsa da istiklal vermemekte olduğunu, bugün ise bizim istiklal
istemekte olduğumuzu, söyledim. Buna mukabil bunu istemediklerini, fakat öyle
de olsa bugün durum değişti, dediler. Fakat bunun sebebini izah etmediler. Efen
dim, Paris'te toplanan konferans sulh konferansı olmayıp üç dışişleri nazırının
yaptıkları bir konferanstır. Ben Paris'te gitmezden evvel bana bunu Pelle tebliğ
etti. Dedi ki,
"İngilizler şüpheleniyorlar, çekiniyorlar. Onun için Puankare de sizin konferans
esnasında Paris'te bulunmanızdan çekiniyor. Paris'in civarında bir yerde oturma
nızı istiyor"

298
...Öyle olduğu halde konferans sırasında ben Paris'te bulundum ve hatta
Puankare de benim Paris'te bulunmamı istiyordu. Bizim ateşkes teklifi üzerine
gösterdiğimiz vaziyetten sıkılmış idi. Puankare, git Versay’da otur dediği halde
daha sonra Dışişlerinden birisi gelerek otelde oturmamın daha iyi olduğunu söyle
diler ve burada kalırsanız bile ehemmiyeti yoktur dediler.
BASRİ BEY (Karesi): Benim sualim notaya ait değildir. Avrupa'da bir gazeteye
verdiğiniz beyanatınızı buradaki bizim gazeteler yazdılar. Türkiye Hükümetinin
yeni birtakım hukuk ile yeni bir şekilde yürüdüğünü, kanunların Avrupa'dan alındı
ğını ve alınacağını, Türkiye'de muhafazakarlığın hiç bir yeri olmadığını beyan
buyurmuşsunuz. Bundan maksat nedir? Eğer tatmin ise acaba bu sözlerin sami
miyetine mi yoksa milli mahiyetimizin renksizliğine mi vermeli?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim, bu şeyi bahis mevzu eden Daily Telg
raf Gazetesinin diplomasi muhabiridir. Bu suali sordu. (cevap istemez sesleri)
Müsaade buyurunuz cevap vereyim. Basri Beyefendi bunu okuduğu vakitte yanın
daki adama, ben Yusuf Kemal Bey'in takip ettiği siyasetin taraftarı değilim demiş.
Bu adam bana orada dedi ki siz azınlıkları himaye edeceğinizden bahsediyorsu
nuz. Ben de teokratik tabiri bizim Müslümanlıkça olmaz. Bu söz Hıristiyanlığa,
Papalığa ait bir şeydir. İslami hukukta, teokratik değildir. Teokratik tabiri sizin Hı
ristiyanlıkta Papalık makamı, Papalık sıfatıdır. Bana dedi ki siz teokratik bir Hükü
metsiniz. Ben dedim ki hayır teokratik bir hükümet değildir. Müesseselerimiz milli
olacaktır, dedim. Biz kanunları fıkıhta buluruz, oradan alırız, Batıda buluruz ora
dan alırız, dedim. Sonra yazıp da bunları bana imza ettirmedi. Gitti ve o Türk
düşmanı olan adam böyle yazdı. Ryan'a ayrılırken dedim ki Lord Curzon'la ne
vakit görüşeceğiz? Şimdi gideceğim, haber alacağım size malumat vereceğim,
dedi. İki gün sonra Lord Curzon tarafından kabul edildim. Lord Curzon vaktiyle
bize bir sulh teklif edildiğini, geçen sene sulh için teşebbüste bulunduklarını ve
bunun Yunanlıların yanlış hareketleriyle geri kaldığını, Paris Konferansına gitmek
istediğini ve bu Konferansa gitmezden önce bizimle görüşmeye nail olduğundan
bahtiyar bulunduğunu söyledi. Sonra sizi dinlesem memnun olurum dedi. Kendisi
ne bizim yaptığımız harbin nasıl bir harp olduğunu, yani müdafaa harbi olduğunu,
söyledim. Neticede Büyük Millet Meclisinin beni Avrupa'ya bilhassa sulh için Avru
pa kamuoyunun ne düşündüğünü anlamak için gönderdi, dedim. Lord Curzon,
Müslümanların haklı olmadığını, Hindistan'da nazır olduğu zaman Müslümanlara
dürüst hareket ettiğini ve bizim memleketi bir kaç defa ziyaret ettiğini, hatta bir
defa Çanakkale'de kaldığını, söyledi. Durumun değiştiğini ve bilhassa İngiltere'de
mühim bir kısmın sulh istemekte olduğunu, harp istemediğini, harpten bıktığını ve
biran evvel sulha kavuşmak istediğini ve bizim Rusya ile olan münasebetlerimiz
den endişe duyduklarını, bizim Rusya'dan mühimmat, para almakta olduğumuzu,
bu aldığımız para ve mühimmat ile Musul'da harp yapmak üzere bulunduğumuzu
ve bunun kendilerini endişelendirdiğini, söyledi. Ben kendisine karşı dedim ki, biz
bir müdafaa harbi yapıyoruz. Müdafaa harbi yapan bir millet her şeye müracaat
eder. Siz milli isteklerimize uygun bir sulh yaparsanız, endişelere de lüzum kal

299
maz, dedim. Dedi ki sorduğum suale doğrudan doğruya cevap vermiyorsunuz,
dolaşıklı cevap veriyorsunuz. Lord Curzon benden bir şey almak istiyordu. Fakat
ben onu veremezdim. Sonra Paris konferansına gitmek istediğini ve benden evvel
İzzet Paşa ile görüştüğünü ve İzzet Paşa’ya Paris konferansında takip edeceği
esasların neden ibaret olduğunu söyledi, onun tutanağını okutturacağını söyledi
ve okuttu. Lord Curzon diyor ki evvela azınlık haklarından bahsediliyor. Bunlar
mutlaka temin olunacak. Sonra Anadolu tahliye olunacaktır. Fakat İzmir hususi bir
usule tabi olacaktır. Marmara'nın iki sahiline sahip olmayı katiyen hatıra getirme
yiniz. Kapitülasyonlar meselesinde, iktisadi kapitülasyonlarda birtakım şeyler
yapmakla beraber adli kapitülasyonlar için başka türlü hareket yapmak imkanı
olmadığını, ordumuzun artık bundan sonra zorunlu askere alma değil, gönüllü
askerlerden teşekkül edeceği lüzumundan bahsediyordu. Bu mülakat tabii bir bu
çuk saat kadar sürdü ve dedi ki başka mülakatımızda da sizi dinlerim. Pekala de
dim. İkinci bir mülakata kadar biz burada bazı kimseleri gördük. Bundan anladık ki
Avrupa'da bizim aleyhimize düşmanların kullanabileceği en büyük silah bu azınlık
lar silahıdır. Binaenaleyh ben ikinci gün kendisine gittim ve ilk evvel kendisine
azınlıklardan bahsettim ve bunu ikiye ayırdık. Rum azınlıkları için mübadele esa
sını teklif ettim ve dedim ki biz devamlı bir sulh istiyoruz ve bunun için bu suretle
bizi onlardan, onları bizden emin kılmaktır. Bundan sonra bizde kalacak Rumlarda
bir fikir vardır. Bir gün Türkiye'yi parçalayacağız, burayı Yunanistan’a bağlayaca
ğız. Buraların Türkiye'de kaldığı sabit olmalıdır ki birbirimizin elini tutalım. Birbiri
mizle iyi geçinelim. Bundan iyisi ise onları rahat yaşayabilecekleri yerlere gönder
mek ve Müslümanları da rahat yaşayabilecek bir yer açmak lazımdır. Binaenaleyh
bu suretle bu meseleyi bir surette halletmek demektir. Emin bir esas koymaktır ve
Doğu’da böyle Müslümanlarla Hıristiyanların münasebeti iyi olur dedim. Biz, bunu
diğer bir şey olmak üzere teklif etmiyoruz. Nitekim Yunanlılar, Bulgarlarla bu hu
susta bir antlaşma yapmışlar ve biz de vaktiyle Venizelos'la bir mukavele imzala
dık ve bunun için İzmir taraflarında Muhtar Bey’in başkanlığı altında bir komisyon
teşekkül etmişti. İşte bunun halli için size ilk teklifimiz budur. Bunun üzerinde dedi
ler ki Türkiye'de bulunan Hıristiyanları kaldırıp da Yunanistan'a göndermek pek
güçtür. Ben de dedim ki fakat ilk önce İzmir civarında bulunan Rumlarla yapalım.
Bizim Millet Meclisimiz Teşkilatı Esasiye Kanunu yapmıştır. Bunda vilayetlerde
halk idaresini kabul etmiştir. Vilayetler meclisleriyle idare olunmaktadır. Nahiyeler
de nahiyeler kendi kendini idare edecektir. Bunların muhtariyet kabul edilmiştir.
Eğer bir nahiyenin ahalisi Rum ise bunlar kendi kendilerini idare edeceklerdir.
Bunların üçü de teminattır. Birisi bizim teminatımızdır. Biz onu size sormadan
yapmışızdır. Diğeri mübadele esasıdır ki meseleyi esasından halleder. Üçüncüsü
de; başkalarının kabul ettiğini biz de kabul ediyoruz ve biz istiyoruz ki bize diğer
Avrupa milletlerinden ayrı bir muamele yapılmasın. Biz yeni Türkiye, yeni esaslar
istiyoruz. Eski Osmanlı İmparatorluğu’nun miraslarını istemiyoruz. Bunun üzerine
azınlıklar meselesinde, mübadele meselesinin tatbikinde müşkülat vardır ve kıs
men de halledilebilir, dediler. Bu biraz akla yattı. Ben zaten öbür görüştüğüm
adamlara bu hususu söylemiştim ve Curzon'la onların vasıtasıyla görüşüyorum.

300
Bu bizim mübadele esası onların üzerinde iyi tesir yapmıştı ve dedik ki biz kuvvetli
bir Türkiye istiyoruz. Sonra ordumuzun gönüllülerden teşkil edilmesine dair olan
teklifine karşı dedim ki bir defa gönüllülerle ordu teşkiline maliyemiz müsait değil
dir. Sonra Türk ruhen askerdir. Her vakit askerdir. Binaenaleyh bu, abesle iştigal
etmek demektir. Sonra coğrafi durumumuzu, yani hudutlarımızı düşünelim. Şimdi
elde bulunan ordu ile hudutlarımızı mukayese edecek olursak bu asker, belki kafi
gelmeyecektir dedim. Sonra o Marmara meselesi ile diğer meseleler hakkında
umumi bir surette kendisine cevap verdim. Affedersiniz orayı unuttum. Birinci mü
lakatımızda bana dedi ki Anadolu’yu tahliye ettireceğiz ve Yunanlılara kabul ettire
ceğiz. Bu benim elimdedir. Yalnız bana bir imkan veriniz ve bir ateşkes kabul edi
niz dedi. Siz o zaman buna cevap vermediniz dedi. İkinci mülakatımızda Hüküme
te yazdın mı dedi? Yazmadım dedim. Ne için dedi? Çünkü teklif adaletli bir teklif
değil dedim. Geçen Martta bizim Delege Heyetimiz geldiği vakit bu ateşkes teklifini
yapmadınız, onlara bu ateşkesten bahsetmediniz ve bunu manalı söyledim ki belki
kulaklarına başka bir şey söylemek istediğimi ima ettim. Bu sene ise ateşkes teklif
olunuyor. Ateşkes Anadolu'yu tahliye ettirmek içindir. O halde bunu ortaya korsu
nuz ve Anadolu'nun tahliyesine karar verirsiniz. Yunanlılar bunu kabul edecek ise
eder ve bu suretle mesele hal olunmuş olur, dedim. O halde sulh şartlarının bizim
tarafımızdan kabul veya reddine dair bir şey söylemeyeceğim. Dedi ki sen herhal
de Hükümetine yaz, bize oradan bir haber getir. Şayet biz konferansta iken muha
rebe başlarsa iş neticelenmez. Başlamazsa konferansın beş gün zarfında bitece
ğini söyledi. Ben dedim ki bunları umumiyetle bizim Genel Kurmayımız bilir. Yalnız
zannetmem ki bu beş gün zarfında Türk toplarının sesini işitesiniz. Bundan ötesini
bilmem. Israr etti. Yaz Hükümetine bir cevap getir. Lord Curzon'un ısrarı üzerine
ben bunu size yazıyorum diye buraya yazdım. Yalnız ayrılırken bir daha tekrar
ettim dedim ki İngiltere Hükümetinin Türkiye ile anlaşmak için söyleyeceği şeyler
varsa onları da dinlemeye hazırım. Lord Curzon hiç bir şey söylemedi. Lord
Curzon'un Özel Kalem Müdürü, İngiltere Dışişleri Nezaretinde yüksek bir mevki
sahibi ve bizim işlerimizde fevkalade uzman bir kişi. Zaten tutanak katipliğini o
yapıyordu. Şunu da arz edeyim ki Lord Curzon ile ilk görüşürken Fransızca konuş
tuk. Bilahare Türkçe konuşuldu ve ben de Türkçe cevap verdim. Kendisiyle olan
mülakatlarımızdan bir şey çıkıyordu. İngiltere Dışişleri Nezaretinde hususi olarak
görüştüğümüz bu kimselerde sulhu yapmak arzusu var mı? Evet, var idi. Lord
Curzon’da da bu arzu vardı. Dedim ki işittiğimize göre, Yunanlılarla büyük, büyük
taahhütlere girişilmiş, bilmiyorum samimi değil mi? İzmir tarafında bulunan maden
lerin, yolların, akarsuların, bilmem nelerin imtiyazları ötekine berikine vaat edilmiş-
tir. Bunlar Lord Curzon'la görüştüğümüz resmi şeyler. Gayri resmi olarak görüştü
ğümüz şeyler ise İngiltere kamuoyu lehimize dönüyor ve bunu bizim orada bulun
duğumuz zamanda İngiliz gazetelerinde gördüm. Muhafazakar adamlarla görüş
tüm. İşçi Partisinden olan adamlarla görüştüm. Gördüm ki İngiltere bu muharebe
münasebetiyle mahrum olduğu ticareti anlamaya başlamıştır. Vaktiyle İzmir'den
bu kadar demir eşya gelirmiş ve İngiltere'den oraya birçok, eşya gidermiş. Şimdi
onlardan mahrumiyetini takdir etmeye başlamışlardır. Hatta İngiltere'nin kuzeyin

301
den gelen bazı adamlarla görüştüm. Bize ihracat yaparlarmış. Onlar, şiddetle an
laşmayı arzu ediyorlar. Sonra Hindistan meselesinin elbette ve elbette tesiri olu
yor, İslâm aleminin tesiri oluyor. Mareşal Lione ile görüştüğüm zaman dedi ki Fas
Sultanı Hilafet iddia ediyor ve ben de halifeyim diyor. Fakat buna mukabil bütün
Faslıların gözü Anadolu’dadır. Kendi menfaatleri yani ticaret menfaati başta olmak
üzere İslâm aleminin de tesiri olmuştur. Burada Yüce Meclisinizin göstermiş oldu
ğu gayret ve himmet boşa gitmemiştir. Büyük eserler vücuda getirmiştir. Belki
hatırlarsınız, burasını ümitle söyleyebilirim ben Asya’ya ilk defa gidip geldiğim
zaman ümidimizi kesmeyelim, orada bir İslam alemi var demiştim. Bu sefer de
Avrupa’ya gidip geldikten sonra da diyorum ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin tut
tuğu yolu ve gayret ve fedakarlığımızı Avrupa tasdik ve takdir etmiştir. Bunlar he
der olmamıştır. Ben bunu gözümle gördüm, hatta elimle de tuttum. Bizim orada
yedi günlük münasebetimiz çok tesir yapmıştır. Bunun mesuliyeti doğrudan doğ
ruya bana aittir. Hakkınız var. Doğrudan doğruya ben de gözümle gördüm. İngilte
re'de şimdiki Hükümetin durumu sallantıda. Muhtelif taraflardan aldığımız haberle
re göre gerek Lord Curzon, gerek Lloyd George’un günleri artık sayılıyor diyorlar
dı. Muhafazakâr Parti Lord Curzon'a bundan sonra destek olmayacağı kararını
almıştır. Eğer bu Cenova konferansı olmamış olsaydı zannederim şimdiye kadar
Lloyd George istifa ederdi. Lloyd George istifa edecek olursa yerine Muhafazakar
lardan bir hükümetin gelmesi muhtemeldir. Onun için Muhafazakar Partinin en
yüksek adamlarından biri olan ve bu defa kendisine Hindistan Nezareti teklif edilip
de onu kabul etmeyen ve gelecek hükümette ya başvekil veya dışişleri nazırı ol
ması kuvvetle muhtemel bulunan Lord Derbi’dir. Lord Derbi bize karşı iyiniyet bes
liyor. Yalnız konuşmamız esnasında boğazların bize karşı kapanmasına razı ol
mayız. Buna katiyen emin olunuz. Bir daha bize karşı Boğazları kapamanıza ta
hammül yoktur. Trakya meselesi biraz güçtür dedi ve Trakya'nın haritasını aradı.
Bir harita bulduk. Harita üzerinde Trakya'yı tetkik ettik ve kendisine lazım gelen
izahatı verdim. En son yine boğazlar meselesinde dediğim gibi söylediler ve Trak
ya meselesinde bir az fikrini değiştirir gibi oldu. Fakat boğazlar meselesinde sabi
tim, dedi. Yalnız size hususi olarak ve mahrem olmak üzere size şunu söylüyorum
ki ben Türk dostu ve Yunan düşmanıyım, dedi. Binaenaleyh icabında benimle gelir
görüşürsünüz, dedi. Maksat bu son sözü almaktı. Çünkü ne olur ne olmaz gelecek
kabinede bir başvekil veya dışişleri nazırı olarak gelirse onunla münasebet kur
mak maksadıyla ve milli arzularımızı ona bildirmek muvafık olacağını düşündüm.
Onun için kendisine müracaat ettim. Aynı zamanda şüphesiz Canterbury Başpis
koposu ile de bir görüşme düşündüm. Yalnız onun verdiği zamanla, Lord Derbi'nin
verdiği zaman birbirine çakıştığı için ben gidemedim. Reşat Hikmet Bey’i lazım
gelen sözleri söylemek için gönderdim. Bilirsiniz ki İngiltere'de Hıristiyanlara böyle
yapılıyor, şöyle yapılıyor diyen ve İngiltere'nin en büyük makamını işgal eden
adamlardan biridir. Söylediğimiz söz, yani ben bir tarafı dinliyordum, diğer tarafı
hiç dinlememiştim, dedi. Bazı sözlerin kendisine pek büyük tesir yaptığım gördüm.
Bu suretle Londra'dan kısa bir zaman zarfında ayrılmağa mecbur oldum. Yoksa
Londra'da çok kalmak lazımdı. Orada çok çalışacak işler var. Yani orası herhalde

302
faydalanılacak, çalışılacak bir yerdir. Düşmanlarımız yok değil, dostlarımız yok.
Maalesef Hintlilerden kimse yok. Yalnız Ağa Han Hindistan'a gitmişti. Sonra bir
İngiliz var. Marka Diktavore denilen ki bu, ben Paris’te iken beni gördü ve Hilafet
Komitası tarafından gizli yazılmış bir kağıt verdi. Adeta ültimatom şeklindedir. Bu
nu yapmayacaksınız diyor ve son cümlesinde diyor ki bizce Hilafetten maksat
Büyük Millet Meclisidir. Onun için orada Hintlilerden yalnız Seyyit Emir Ali vardı.
Onunla görüştüm. Seyyit Emir Ali faydalı bir teşebbüste bulunuyor. Bizim muvafa
katimiz olup olmayacağını sordu. Teşebbüsü İngiltere'deki Ermeni Komitesi, yani
Britanya Ermeni Komitesidir. Yani demiş ki biz sizin ile birleşip de Türklerle Erme
niler arasındaki husumetini kaldıracak bazı tedbirler alamaz mıyız? Yani bizim
vilayetlerde Hükümetin müsaadesiyle Ermenilerden ve Müslümanlardan karma
cemiyetler teşkil ederek oralarda bulunacak Ermenilerle halk arasındaki husumeti
ortadan kaldıracak birtakım tedbirleri Hükümet müsaade eder mi diye Seyyit Emir
Ali bana sordu ve daha muhtelif sualler sordu. Dedim ki,
"Biz böyle cemiyetleri biliriz. Bu cemiyetler teşekkül eder etmez türlü, türlü şeyler
yaparlar. Onun için yabancı bir heyetin, bir komitenin işimize karışmasını isteme
yiz. Sonra ne isteyeceksiniz, siz de Ermeni yurdu mu isteyeceksiniz."

...dedim. Hayır dedi. Uzun uzadıya görüştük ve dedi ki,


"Biz Hintliler gerek Lord Curzon’a ve gerek Lloyd George verdiğimiz kağıtlarda ve
diğer icap edenlere verdiğimiz kağıtlarla Türkiye'de muhtariyeti kabul edemeyece
ğimizi bildirdim. Ne Ermeni, ne Rum muhtariyetini kabul edemeyeceğiz. Binaena
leyh bu yapacağımız teşebbüs sırf Türkiye'de Ermenilerle Müslümanlar arasındaki
husumeti kaldırmak için bir teşebbüstür. Bu, ancak bir müddet için olacaktır ve bir
netice çıkmayacağı da meçhuldür. Bunu kabul ve tasvip eder misiniz?"
...dedi. (anlayamadık sesleri) Yani Fransa'da olsun, İngiltere'de olsun Ermenilere
bir yurt sağlamak hususunda bir tedbir olmak üzere istediler. Ben de arz ettiğim
şekilde tekrar kendisine cevap verdim. Neyse, İngiltere'den kalkarak Fransa'ya
geldik. Ha, Lord Curzon'a Fransa'da dedim ki,
"Ermeni meselesi üç suretle düşünülüyor veya nazarı itibara alınıyor. Birisi Erme
nilere Kars ve Ardahan sancaklarının verilmesi, ikinci mesele kalan Ermeni'lerin
azınlık teşkil etmeleri itibariyle haiz oldukları haklar, üçüncüsü de Adana'da Erme
nilere bir yurt tesisi. Biz, evvela Ermenilerle bir Gümrü Antlaşması yaptık. Bu Ant
laşma bir galibin bir mağluba kabul ettireceği bir antlaşmadır. Sizin kabul ettirece
ğiniz antlaşma da ondan başka bir şey değildir. Sonra biz kendiliğimizden bu ant
laşmanın şartlarının yumuşatılmasını istedik. Ermenilerin içişlerine müdahale et
memek lazım olduğunu takdir ettik. Ermenilerle dostça Kars Antlaşmasını imzala
dık. Kars Antlaşmasında Ermenilerle bizim aramızda halledilmemiş olan ve halle
dilmesi lazım gelen şeyler halledilmiştir. Hatta Antlaşmanın maddelerinden birinin
hükmüne göre, altı ay zarfında 1918, 1920 seneleri muharebeleri mültecileri hak
kında bazı hükümler karar altına alınmıştır. Ermeni Milletiyle münasebetimiz gayet

303
iyidir. Ermeni Hükümeti kendi işine karışılmasını arzu etmiyor. Hatta biz Ermenile
re zaman oluyor buğday, tuz gönderiyoruz ve bu suretle Ermenilerle bizim ara
mızdaki mazideki husumeti kaldırmak ve bunlarla iyi yaşamak istiyoruz. Kars ne
hakla, ne suretle Ermenilere verilmektedir? Bir defa Ardahan'ı bir tarafa bırakalım.
Kars'ta nüfusun yüzde elli yedisi Müslüman’dır. Sonra bu ne hakka binaen isteniyor?
Tarihi bir halkları mı var, yoksa bizi mağlup ettiler de onun için bir hakları mı var."
...dedim. Bunun üzerine Lord Curzon'un suratında bir değişiklik husule geldi.
"Adana'da Ermenilere yurt tesisini anlamıyoruz. Bu katiyen olamaz. Hiçbir yer
yoktur ki çoğunluğun olduğu bir yerde azınlığa ait bir yurt verilsin. Ermenilerin bu
defa Adana'da ne kadar nüfusu olduğu fiilen sabit oldu. Adana'da dört yüz küsur
bin Müslüman vardır. Bu katiyen olamaz. Fakat siz ciddi ve samimi olarak azınlık
ların meselesini halletmek istiyorsanız bunun için tek bir çare vardır, o da mübade
ledir. Başka bir çare yoktur."
...Bunun üzerine bana cevaben dedi ki,
"Ermeni Hükümetiyle sizin aranızdaki hissiyatın bu derecede bulunduğunu işit
mekten pek ziyade memnun oldum. Bu sözlerinizle Ermeniler hakkında iyi mua
mele edeceğinizi anlıyorum. Yalnız Kars'tan, Ardahan'dan bir şey vermezseniz
belki başka taraftan bir şey isterler."
...dedi. Başka türlü teferruata girmiyorum. Sonra efendim, oradan kalktık Paris'e
geldik. Ben Lord Curzon'dan bir gün evvel geldim, İngilizlerin ateşkes teklifi yapa
caklarını biliyordum. Bu teklif, Londra'da verilmedi çünkü durumları sarsılmıştı.
Lloyd George ateşkesi hazır olarak getirmiştir ve bu tahliye ve ateşkes teklifinin
olacağını Puankare'ye bildirmiştik ve bunun kabulü ile iki tarafa tebligatta bulu
nulması için söyletilmişti. Sonra Puankare de bunu kabul etmiş. Yalnız Puankare
tahliye teklifini mümkün kılmak için falan diye o tabiri koyabilmiş, İtalya Dışişleri
Nazırı da bunu kabul etti. Ben bunun üzerine bir harekette bulunmak istemedim.
Orada yanımda bulunan arkadaşlarımla istişare ettim ve artık Paris'i terk etmeye
karar verdik ve zaten konferans esnasında Paris'te bulunmamamı Puankare söy
lemişti. Ateşkesin akşamüzeri tebliğ edildiğini öğrendik. Ben bir şey açmak iste
medim. Benim bu hareketim Paris'te top gibi patladı. Her taraftan adamlar gelme
ye, telefon, telefon üstüne gelmeye başladı. Bütün dostlarımız istiyordu ki biz git
meyelim. Ben ise çabuk gitmek için emir var, onun için gidiyorum, dedim. Fakat bu
haberimiz Fransa mebuslarından ve askerlerinden birçokları Puankare'ye hücuma
vesile oldu. O akşam biri geldi. Puankare sizi görmek istiyor dedi. Sabahleyin
Puankare ile görüştüm. Puankare, neden memnun olmadınız dedi. Bir kere ateş
kes teklifine lüzum yok. Maksat tahliyedir. O halde doğrudan doğruya benimle
karar verin, dedim. Halbuki görüştüğümüzden bir gün evvel olan tebliğde, tahliye
şartları ile beraber bahis mevzu oluyor diyordu. Uzun uzadıya konuştuk ve ben bir
az sertçe davrandım. Zira sertçe davranmak lazım geliyordu. Dedim ki,
"Biz Fransa'nın bize karşı olan taahhütlerinin icrasını bekliyoruz."

304
"Biz bütün kuvvetimizle onu yapacağız."
"Ateşkesin bir şartı vardır, bizim ordunun içerisine sizden de bir komisyon memur
ediliyor. Ona ne lüzum vardır. Sonra bir taraftan sulh istiyorsunuz, diğer taraftan
sulh şartlarının aylarca devam edeceğini farz ediyorsunuz. Eğer başka suretle
başa çıkamadığınız Türk Ordusunu kontrol suretiyle yavaş, yavaş satmak fikrine
düşüyorsanız bunu katiyen yapamayacaksınız. Bunu ne Meclis ve ne de ordu
kabul eder. Biz ateşkesin esasına karşı değiliz, yalnız öyle bir ateşkes olmalıdır ki
tahliyeye de karar verilmelidir."
"Mademki siz gidiyorsunuz, biz de her türlü vasıtaya müracaat ederiz. Yalnız siz
de gidin, orada görüşün ve şu suretle cevap vermeğe hazırlanın."

...dedi. Fakat o sırada gördüm ki Puankare hakikaten sıkışmış bir halde idi.
Puankare azametli bir adamdı ve her şeyi ben yaparım diyen Puankare düşünü
yordu. Zira Hükümeti düşürmekle tehdit ediyorlardı. Fransa'da hakikaten bizim için
çalışan birtakım kimseler vardır. Tan Başyazarı Mösyö Herbetin Büyük Millet Mec
lisi mebusundan farkı yoktur. Biz ayrıldığımız gün bilhassa boğazlar hakkında
yazdığı şey Rusya'nın reyini tatmin edecek bir şekildi. Yani Rusya'nın reyi olmak
sızın boğazlar meselesi hallolamaz diyordu. Bu suretle bir Fransız gazetesi
Puankare'ye şiddetli hücum yaptıktan sonra artık bizim Paris'te kalmamız doğru
değildi. Kendileriyle görüştüğümde şimdiye kadar bir şeye karar verilmedi, dediler.
O halde verilen kararları bildiriniz, dedim. O sırada buraya tebliğ etmişler. Tabii
sulh şartlarını okuduğunuz zamanda mantıklı bulamadınız değil mi efendim? Bu
neden gelmiştir? Bu zamana kadar bizim milleti mahvetmek itibariyle şaheser
denmeye layık olan Sevr Antlaşması gibi antlaşma yazanlar, Versay gibi eserleri
meydana koyanlar, bunu da ortaya koymuşlardır. Daha pek çok tafsilatı arz ede
ceğim. Daha dün akşam geldik. Arkadaşlarla görüştük. Diğerlerini gerek hususi ve
gerek ayrıca bir celsede arz edeceğim. Şu ve şu maddi sebeplerden dolayı Paris'-
ten ayrılacağımın tahakkuk etmesi üzerine Ferit Bey vasıtasıyla Kont Isforçiya ile
ve Celalettin Arif Bey vasıtasıyla Şanzery ile görüştüm. Şanzery ile görüştüğümde
bana dedi ki,
"Biz İstanbul Hükümeti ile bazı şeyler hakkında görüştük. Onları sizlerle de görüş
türelim. İzzet Paşa buradadır. Onların bir suretini isteyiniz, bunun için akşama saat
beşte katibi gönderirim."

...dedi. Fakat akşam saat beşte katibi gelmedi ve o saatte konferans devam edi
yordu. Ertesi sabah Mösyö Tuğare, siz İstanbul'dan ne istiyorsunuz, İstanbul'un
yaptıkları şeylerin tesiri nedir, bunları bana sordu. Dedim ki siz bunlara ne karışı
yorsunuz, siz bizimle münasebette bulunuyorsunuz, ona uyunuz dedim. Ertesi
günü Şanzery, İstanbul ile bir şey yapmışlar da onu muteber kıldırmak istedi. Ben
de dedim ki bu gibi imtiyaz hakkında İstanbul'un yaptığı her şey hükümsüzdür,
ehemmiyeti yoktur. Arz ettiğim gibi birinci konferans olduktan ve ateşkes kararı
teklif olunduktan sonra ikinci günü bu iki adam bize geldiler. Dediler ki biz üç taraflı

305
antlaşmadan vazgeçebiliriz. Bunu hiç bahis mevzu bile etmeyeceğiz. Puankara
bunu kabul etmemiş, binaenaleyh Şanzery’in bu teklifi suya düşmüştür. Mamafih
ben de ne istiyorsanız bize bildiriniz, Muhtar Bey’i memur edeyim, onunla görü
şün. O bize bildirir ve eğer Büyük Millet Meclisi uygun bir karar verirse size yaza
rım. Dediler ki biz size Marki Garoni vasıtasıyla tebliğ ederiz ve aynı zamanda hiç
olmazsa bunlar hakkında bize bir mektup veriniz dediler. Ben de dedim ki size
böyle bir mektup vermekte bir fayda yoktur. Çünkü bizim Meclis Bekir Sami Bey
hadisesinden sonra pek şüphelenmiştir dedim ve mektup vermedim. O gün Muh
tar Bey’le görüştüler. İtalya ile olan şeylerimiz budur. Böyle bir şey yaptınız mı,
yapmadınız mı demişler. İzzet Paşa demiş ki biz konuştuk. Fakat imza edilmemiş.
Sonra Van’da Bitlis taraflarında petrol imtiyazı istediler. Kabul etmedik ve aramız
da katiyen imza edilmiş bir şey yoktur. Garip olan şurasıdır ki benim gönderdiğim
adam İzzet Paşa ile görüştükten sonra o akşamı bize geldiler. Aramızda imza
edilmiş bir şey yoktur dediler. Mamafih bir liste verdiler. Şöyle tetkik edeceğiz de
miştir ve dedik ki İtalya bize bunun hakkında ne gibi teminat verebilir? Bunu yapa
cağınızı bizim nazarımızda ispat ederseniz biz de o zaman mesuliyeti üzerimize
alarak bazı şeyler söyleyebiliriz dedik. Bu olmadıkça o yola gidilmesinin muvafık
olup olmayacağını zannetmiyorum. Şimdi Efendim asıl imtiyazlar meselesine geli
yoruz. Efendim, İhsan Bey soruyorlar ki, İngilizler bizden ne istiyorlar? Curzon
cevap vermediyse diğer hususi yerlerden de buna dair cevap almadın mı diyorlar.
Hususi bir yerden İngiliz Dışişleri Nezareti memurlarından biriyle görüştük. O me
mur Paris'e mütehassıs olarak da geldi. Dedi ki bunu istemekle bizden fazla emni
yet istiyorsunuz, fakat onun daha zamanı geldi mi? Ben de dedim ki o emniyeti
isteyemez miyiz? Zamanı geldi mi diye cevap verdiler. Şimdi efendim, iki teklif
karşısında kaldık. Birisi ateşkes teklifi, diğeri kendilerinin sulh antlaşması teklifidir.
Bu ateşkes ve sulh teklifine tarafımızdan tabii cevap vermek lazım gelirdi. Bu ce
vap iki, hatta üç suretle olabilirdi. Birisi ateşkes teklifine cevap vermek, diğeri hem
ateşkes hem de sulh şartlarına cevap vermekti. Ben buraya geldim. Arkadaşlarla
görüştüm. Dün akşam bunun hakkında arkadaşlarla beraber görüştük. Ufak bir iki
değişiklik yapmak suretiyle ben de arkadaşlara iştirak ettim. Bugün bu şekli Yüce
Meclisinize arz ettik. Bunu cevap olarak gönderdim diye arz ediyoruz. Bunda sulh
şartları hakkında cevap vermiyoruz. Onun münakaşasına girişmiyoruz. Yalnız
ateşkesin tahliye anında başlamasının bizim reyimize de muvafık olduğunu söylü
yoruz. Bu kabul edildiği takdirde Delege Heyetimizi göndereceğimizi bildirdik. Bi
naenaleyh bugün Yüce Heyetinize arz olunan şey budur. Bilmem okuyalım mı?
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Usulen okunsun, muamele noksan kalma
sın, tutanağa geçsin.

(Hükümetin hazırladığı cevap notası okundu.)

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Şimdi efendim benim Avrupa'daki seyahatimden


edindiğim kanaate ve Fransa'da bazı dostlarımızın verdiği bilgilere göre, evvela
hakikaten dünya sulh istiyor. İngiltere de hakikaten sulh istiyor. Buna binaen birinci

306
noktaya mukabil olmak üzere bizim tarafımızdan harbi devam ettirecek her türlü
harekâttan uzak durmak lazım gelir. Yani düşmanlarımızın harbi devam ettiren
Türklerdir diyerek aleyhimizde neşriyat ve propaganda yapacaklardır. Bunun önü
nü almak lazım gelir. Bu surette cevabımızda bu noktaya dikkat etmek lazım gelir
ki arkadaşlarımız yazdıklarıyla buna tamamıyla dikkat etmişlerdir. Sonra bizim
ateşkesi, tahliye olunmaksızın kabul etmememiz lazımdır. Evet, Avrupa sulhu
istiyor. Bütün mazi, bu sulhu isteyenler içinde bulunan İngiltere'nin bizi zaman
zaman bu gibi tatlı ümitlere kaptırarak diğer tarafı takviye etmesiyle doludur. Bina
enaleyh bu hususta da daima dikkatli davranmak lazım gelir. Bilmiyorum, onun
için kendi hesabıma zannediyorum ki tahliyesiz bir ateşkese gitmek muvafık ol
maz. Nitekim ben Lord Curzon'un yanından çıkıp ta onun yardımcısına dedim ki
ne için bu tahliye teklifini kabul etmiyorsunuz? Tahliye teklifi, bir kere ateşkes tekli
fine bir hazırlıktır. Doğrudur dedi. Onun üzerine dedim ki o halde siz ateşkes tekli
fiyle zannederim Yunanlılarla muharebeyi dikkate alıyorsunuz dedim. Hayır dedi.
Binaenaleyh tahliyeyi kabul edecek olursanız evvela Büyük Millet Meclisine karşı
ve Türk Milletine karşı kendinizin hakikaten sulh yapmak iyi niyetinde olduğunuzu
göstermiş olursunuz. Yunanlıları da şerefiyle çıkıp gitmiş olurlar. Bugün sulhu
isteyen dünya ve İslam kamuoylarına karşı da memnuniyet vermiş bir harekette
bulunmuş olursunuz, dedim. Düşündü, bunu bir daha Curzon'la görüşeyim dedi.
Fransa'da tahliyeyi bahsettiğimiz zaman Puankare de içinde olmak üzere hiç bir
kimse tahliyenin üzerinde durmadı. Onun için benim takdirime göre bu hareket
belki İngilizlerce kabul edilmeyecektir. Çünkü gayet tatlı sözlerin altında tahliye
teklifi öyle ümit ediyorum ki Fransa kamuoyu üzerine gayet güzel bir tesir yapa
caktır. Gelirken bana verdikleri sözlerde dururlarsa her taraf hazırlanmıştır. Bizim
cevap gelir gelmez aralarında bizim lehimizde bir fırtına kopacaktır. Onun için
böyle demişler ve bu tabiri kullanmışlardır. Fransa dahi buna dayanarak bizim
hukukumuzu müdafaa ederse ki İngiltere belki bunlar sulh şartları hakkında bir şey
söylemediler. Bunun kabulü ihtimali de vardır, reddi ihtimali de vardır. Reddedile
cek olursa dünya kamuoyuna karşı bu bize oyun oynatacak bir şekilde değildir.
Onlar malumunuz ki bunu reddedecek taraf dünya kamuoyuna karşı sorumlu olur.
Harp halinde bulunan bir millet şimdiye kadar Milli Misak diye bağıran bir milletin
hiç ondan bahsetmeksizin yalnız tahliyeyi talep etmesi zannederim bizim aleyhi
mizde bir şey teşkil etmez. Kabul olunacak olursa tabii güzel bir şeydir. Ben kendi
şahsım itibariyle bunu yazan arkadaşlarıma müteşekkirim. Çünkü ben de geldiğim
zaman bu teklifi yapacaktım. Hatta şurasını da arz edeyim ki benim orada söyle
diğim şeyleri işittiler. Bu teklifi aldıkları vakit hayret edeceklerdir. Çünkü benim
söylediğim sözlere karşı Meclis kabul eder mi, etmez mi diye soruyorlardı. Şimdi
bu zihniyetle hareket ettiğimiz gayet güzel tesir meydana getirecektir. Burada
Edirne meselesi dahil değildir. Şimdi Dışişleri Komisyonundaki arkadaşlarla bunu
görüştük. Onlar da aynen kabul ettiler. Artık o bir tarafını bilecek, takdir edecek
Yüce Heyetinizdir. Ben başka açıklanacak noktalar varsa sorunuz cevap vereyim.
Soru şeklinde kısa izahatlar alalım.

307
(Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey, milletvekillerinin sorularını tek tek cevapladı. Daha
sonra Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa, ateşkes ve Yunan Ordusu’nun Anadolu’yu tahli
ye ile ilgili açıklamalarda bulunmak üzere söz aldı.)

FEVZİ PAŞA (Genel Kurmay Reisi): Geçende yapılan gizli celsede, Meclisin te
mayülünü anladıktan ve verilen önergeler üzerine Meclisin kararı alındıktan sonra
Hükümet Başkumandan ile görüştü. Başkumandan, cephe ve ordu kumandanla
rıyla görüştükten sonra Hükümet ile toplantı yaptı. Ateşkesin olduğu gibi kabulü,
bizim için gayet kötü olacağı gibi, ordunun da aynı fikirde olduğu anlaşıldı. Bu
sebeple ateşkesin mutlaka tahliyeileberaberolmasıhakkında fikir birliği oldu.
Başkumandanlığın Hükümet huzurundakibeyanatınagöre ordumuz düşmanların
her türlü tecavüzüne karşı vazifesinitamamıylayapacak bir haldedir. Bu suretle
bu şekil hasıl oldu. Avrupa'da meydanagelenkamuoyu,bizim bu şeklimizle tatmin
edeceği anlaşıldığından o dabizeiltihaketmiştir.Siyaseten kuvvetli olduğumuz
kadar ordumuzca da kuvvetli olmak lazımdır. Siyasi kuvvet harp değildir, sulhse
verliktir. Biz bunu şimdiye kadar gösterdiğimiz gibi bundan sonra da sulhsever
görünmeyi en büyük kuvvet addediyoruz. Ateşkes ile beraber tahliyenin de derhal
başlaması lazımdır. Avrupa eğer cidden sulhu arzu ediyorsa Yunanlılar üzerine bir
baskı ile ya çekilecekler veyahut reddedecekler. Reddederlerse bütün medeniyet
alemi karşısında sulh istemedikleri görülecektir.
BİR MEBUS BEY: İlk on beş gün zarfında Yunan Ordusu çekilebilir mi? Bir kere
bu ateşkesi kabul ettiğimiz zaman bunu Avrupa Hükümetleri görüşerek Yunan
Ordusunu on beş gün zarfında tahliye yapabilirler mi?
FEVZİ PAŞA (Devamla): Efendim, bu on beş gün müddet ateşkesin kabulünden
itibarendir. Onlar kabul ettikten sonra arzu ediyorlarsa o müddete kadar tahliye
için komisyonlar hazırlanır ve Yunanlılar da ona göre çekilirler. Bizim arzumuz,
demiryolunu bir an önce ele geçirmektir. Ondan sonra Yunanlılar zaten duramaz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu daha iyidir bizim için, şüphesiz ben de bunu kabul
ederim. Hükümetin de düşünmesini temenni ederim. İkinci şık, şayet Yunan Ordu
su Avrupa'nın verdiği kararı kabul etmezse bir hafta yahut on beş gün sonra ma
lumunuz Yunan Ordusuna taarruz ederiz. Şimdi efendim bulunduğumuz vaziyet
bizim aczimizi göstermez. Fakat bu hattın düşman elinde bulunması düşmana
kuvvettir. Bunu kabul ettikleri gün Yunan çekilecektir. Fakat bizim için bu olmuş,
olmamış zararı yok. Bizim ordumuz lüzumu kadar düşmanın karşısında hazır bu
lunuyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim bu bizim aczimize gösterir.
FEVZİ PAŞA (Devamla): Zannetmem.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Dışişleri Komisyonu adına mütalaa var, söy
lesinler.

308
(Dışişleri Komisyonu Raportör Üyesi Veli Bey söz aldı ve Komisyonun görüşlerini açıkla
dı. Milletvekilleri ona da sorular yönelttiler. Soruların bir bölümünü Veli Bey, bir bölü
münü de Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey cevapladı.)

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, birçok söz alan arkadaşlar var.
Müzakerenin yeterliliği hakkında da birçok önergeler vardır.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): (şiddetli gürültüler) Arkadaşlar, hangi gün için, hangi
ay için… (gürültüler, ayak patırtıları) En büyük ve mukaddes vazife için... (gürültü
ler) Bugün için arkadaşlar diğer vazifeler, diğer meşgaleler hep tarihte… (gürültü
ler) tali derecede kalır. (ayak patırtıları) Arkadaşlar vicdanınıza müracaat ediyo
rum. Kalbiniz, vicdanınız titresin. Arkadaşlar, bu kürsüye çıkarım, hin bir kelime
telaffuz ederim. Fakat bir kelime telaffuz ederim. Olabilir ki o kelime ileride pek
büyük menfaat teminine yardım eder, binaenaleyh söz söylemek isteyen her ar
kadaş katiyen söylemelidir.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliği hakkında…
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Tarihi vazifeyi çok güzel takdis ediyoruz.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim, gerek Ali Şükrü Bey’in ve gerek
dolayısıyla Şeref Beyefendi’nin sorduğu sorulara cevap vermek istiyorum. Benden
sonra orada bu vazife ile ilgilenecek arkadaş bıraktı mı, diye soruyorsunuz. Lond
ra’da bu işlerden çok iyi anlayan ve Londra'yı pek güzel tanıyan Dr. Nihat Reşat
Bey’i vazifelendirdim. (çok iyi sesleri)
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Müzakereyi kafi görenler el kaldırsın. Müza
kere, çoğunlukla kafi görüldü. Şimdi verilen önergeleri okutuyorum.
(Milletvekillerinin önergeleri tek tek okundu. Bu önergeler çoğunlukla Hükümetin hazır
lamış olduğu ve İtilaf devletlerine gönderilecek cevap notasının değiştirilmeden kabul
edilmesi yönünde idi. Bazı önergeler de bir takım değişiklikler öneriyordu. Önergeler
1
okunduktan sonra gizli oturuma son verildi ve açık oturuma geçildi.)

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Sulh antlaşması teklifine karşı Hükümet
tarafından hazırlanan cevap notası müsveddesi okunacaktır. Dışişleri Komisyonu
nun da mütalaası alındıktan sonra şimdi müzakere edeceğiz.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (4 Nisan 1922), 1.Dönem, c.3, s.172-196, http://www.tbmm.gov.tr/
309
SULH KONFERANSI İÇİN İTİLAF DEVLETLERİNE GÖNDERİLECEK CEVAP
NOTASI:
Yakın Doğu’da sulhu iade etmek ve yeniden mal ve can kaybetmeden
Türkiye topraklarını tahliye ettirmek, insani maksatlarla Paris'te toplanmış olan
İngiltere, Fransa ve İtalya dışişleri nazırlarının ilk vazife olarak düşmanlığın
derhal tatili hakkındaki ısrarlı tavsiyelerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Hüküme
tinin ehemmiyetle incelediğini bildirmekle şeref duyarım.
İzmir'e çıkan Yunan Ordusunu, dünya medeniyetinin malumu olduğu
üzere sayısız İslam kanını heder etmek, nihayetsiz tahribata sebep olmak su
retiyle sürdürdüğü istila harbine nihayet vermek maksadı, sulhsever İtilaf dev
letleri dışişleri nazırlarının yaptıkları çalışmalara karşı Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümeti şükran ve minnet hisleriyle doludur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türk topraklarını tahliye ettirmek
açık niyetiyle teklif olunan ateşkesi kabul eder. Ancak düşmanımızın bütün
dünya nazarında kınanmış olan istila harbine yeniden ve taze kuvvetlerle baş
laması ve bu suretle bir taraftan Türkiye'yi yeni fedakarlıklara mecbur etmesi,
diğer taraftan da sulh ve rahatın ihlal edilmesi için ateşkesin kendisine fırsat
vermesini destekler. Hükümetimin bu husustaki mazeretini haklı gösterecek
sebep, İtilaf devletlerinin de malumu olduğu gibi eksik değildir. Aslında 1921
senesi Mart ayında Londra'da İtilaf devletlerinin sulh için teşebbüslerine Kral
Konstantin’in Yunan Hükümeti, ordusuna muvaffakıyetsiz bir taarruzu emret
mek suretiyle cevap verdiği gibi aynı sene Haziran ayında Paris'te İtilaf devlet
lerinin dışişleri nazırlarının sulh tekliflerine Kral Kostantin fatih tavrı ile İzmir'e
çıkarak birçok kan, can ve mal pahasına ordusunu sonuçsuz bir taarruza sevk
etmekle mukabele etmiştir. Bu misaller karşısında Hükümetim ateşkes için
esas şart olarak tahliye işine başlanmasını lüzumlu bulmaktadır. Halbuki 23
Mart tarihli notayla tebliğ olunan ateşkes şartları tahliyeyi ve harbin yeniden
başlamamasına kefil olmadığı gibi böyle bir ihtimal karşısında ordumuz için
uzun müddet devam edecek bir kontrol neticesiyle vatanımızın meşru müdafa
asına müsait olmayan şartlar altında yeniden girişmek mecburiyeti vardır. Diğer
taraftan Avrupa ve Amerikalı heyetlerin tarafsız olarak incelemeleriyle sabit
olduğu üzere işgal altındaki yerlerde üç seneden beri tahammül edilmez bir
baskıya maruz olan ve bilhassa ateşkes teklifinden beri şiddetli katliamlar, tah
ribatlar, zulümler ve facialar olmakta ve Müslüman ahalinin bir an evvel bu iş
kencelerden kurtarılmasının İtilaf devletlerince de istendiğine güvenimiz tamdır.
Zaten ateşkes teklifi Yunan kuvvetleri tarafından Batı Anadolu’nun tahliye
sini ve bu havalinin üzerinde Türk hâkimiyetinin iadesinin tesisini temin etmek
niyeti ile yapılmış olduğuna güre Hükümetimizin tahliyenin ateşkesle beraber
başlamasının İtilaf devletleri tarafından da kabul edileceği kanaatindeyiz. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümeti ateşkes müddetinin Anadolu'nun tahliye müddeti

310
olan dört aydan ibaret olmasını teklif ve tahliye sonunda sulh görüşmeleri netice
lenmiş olursa ateşkesin kendiliğinden üç ay daha uzatılması uygundur.
Tahliyenin yapılış şekline gelince, Hükümetimiz ateşkes başlangıcından
itibaren ilk on beş gün içinde Eskişehir-Kütahya-Afyonkarahisar hattından ve
dört ay içinde de İzmir dahi dahil olduğu halde işgal edilmiş yerlerden tamamen
tahliye edilmiş bulunmasını zaruri görmektedir. Tahliye ve teslimde müttefik
askerleriyle Türk ve Yunan kumandanlıkları mümessillerinden kurulacak ko
misyonlar tarafından İtilaf devletlerinin nezareti altında yapılmasını Hükümeti
min kabul edeceğini beyan ederim. Türkiye Büyük Millet Meclisinin sulha istekli
olduğunu dünya kamuoyuna duyurur ve İtilaf devletleri tarafından bu istekleri
miz kabul edildiği takdirde üç hafta zarfında kararlaştırılacak bir şehre gönder
meye hazır olduğumuzu arz ile kesbi şeref eylerim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Dışişleri Vekili
Yusuf Kemal
VELİ BEY (Dışişleri Komisyonu Raportör Üyesi): İngiltere, Fransa ve İtalya devlet
leri tarafından Büyük Millet Meclisi Hükümetine yapılan ateşkes teklifine dair Hü
kümet tarafından hazırlanan cevap notası Komisyonumuzca incelenmiştir. Komis
yonumuz kendisine havale edilen bu metni Büyük Millet Meclisinin milli haklarını
müdafaa hususunda gösterdiği ve göstereceği azim ile medeniyet alemine karşı
sulhsever olduğunu göstermiştir. Bu sebeple metnin aynen kabulüne ve Yüce
Heyetinize sevke karar verildi.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Arkadaşlar, Avrupa'da milli davamızı daha
yakından lazım gelen gayretle müdafaa etmek ve mümkün olduğu mertebe ora
lardaki gerek hükümetler gerekse kamuoyunun bizim hakkımızda neler düşündük
lerini öğrenmek üzere bana Avrupa'da bir seyahat icrasına Yüce Meclisiniz müsa
edilecek bir dava benim tarafımdan
ade etmişti. Avrupa'da müdafaa edeceğimiz O düşünülerek,
gerekçeler bulunularak müdafaa değildi. dava Türkiye halkının
dökülmesiile
istiklal ve hürriyeti davası idi. Bu davanın müdafaası elbette sözden ziyade, zavallı
Türk kanının oldu. O mübarek kanlar döküldü. O davayı müdafaa
eden tabii bu idi. Fakat bize de söz söylemek lazım geliyordu. Bu bir vazife idi. O
vazifeyi Yüce Meclisin bana verdiği talimat ve emirler dahilinde mümkün olduğu
kadar yapmaya çalıştım. Söylediğim sözler, hepsi Yüce Meclisten, daha doğrusu
milletten bana emredilen şeyler idi. Ankara'dan İstanbul'a kadar yollarda ufak ufak
çocuklara varıncaya kadar bütün ahaliden işittiğim sözler, İstanbul halkı da içinde
dahil olduğu halde, bana Milli Misakın müdafaasını emrediyorlardı. Ben de bu
hususa çalıştım, bunun hakkında uzun uzadıya izahat vermeye lüzum yoktur. Bu
malum idi. Avrupa’ya seyahatimde bir şey gördüm. O da diyebilirim ki bütün Avru
pa, bütün Amerika kamuoyunda, bilhassa benim seyahat ettiğim yerlerde Türk
davasının haklı olduğuna yavaş yavaş düşmanlarımızın bile inanmaya başlamala
rı hakikati idi. Yani iki seneden beri akan mübarek Türk kanlarının heder olmadığı
311
sabit oluyordu. Büyük Millet Meclisinin tuttuğu yolun doğru bir yol olduğu anlaşıl
mıştı. Avrupa'da gördüğüm şeylerin hülasası bunlardır. İki seneden beri azimle,
metanet ile Türkiye halkı Türkiye Milleti haklarını elde etmek için çalıştığı artık
sabit olmuş bir hakikat hükmüne girmişti ve bu milletin mukadderatının bu Meclisin
elinde bulunduğu ve milletin mukadderatına ancak bu Meclisin hakim olduğu da
sabit olmuştur. Arkadaşlar, başka taraflardan vaktiyle çevrilmek istenilen entrikala
rın bu milletin azmi önünde tamamıyla suya düşeceği ve hiçbir tesir hasıl etmeye
ceği de sabit olmuştur. Onun için şunu söylüyorum. Avrupa’dan size yalnız bir şey
getirdim. O da tuttuğumuz yol doğrudur. Akıttığımız kan boşuna gitmiyor. Metin
olalım ve azimli olalım. Bu azim ve metanetle devam edelim. Medeniyete diyelim
ki biz sulh istiyoruz. Biz müdafaa harbi yapıyoruz. Kimsenin ne malında, ne arazi
sinde gözümüz yoktur. Biz ancak kendi arazimizde kendi topraklarımızda kendi
mülkümüzde kendi anayurdumuzda müstakil ve hür yaşamak istiyoruz. (alkışlar)
Şimdi gördüklerime binaen diyebilirim ki Avrupa kamuoyu söylediğimiz sözleri
takdir ediyor. Avrupa kamuoyunun gözünde artık Ankara'da toplanmış üç beş
çeteci değildir. Ankara’da muntazam bir Hükümet, milletin haklarını müdafaa eden
kuvvetli bir ordu olduğuna kanaat gelmiştir. Arkadaşlar temenni ederiz ki, medeni
yet dünyası bu kanaatin fiiliyatını da göstersin temenni ederiz. Avrupa halkı ve
Avrupa milletleri kendi hükümetleri üzerine tesir ederek her milletin olduğu gibi
Türkiye halkının da hakkını kafi derecede versin. (alkışlar)
VEHBİ BEY (Karesi): Tanısın.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Yani kendi hükümetleri üzerine baskı yaparak,
kendi hükümetlerine hakkın teslimi için lazım gelen teşebbüslerde bulunarak, bi
zim haklarımızın da teslim olunmasını istesinler. Belki versin sözü yanlış olarak
ağzımdan çıktı ve bu itiraz da pek yerinde oldu. Dünya şahit olsun, Meclisimiz
versin sözünü bile kabul etmiyor. Buraya dönüşümden önce bir ateşkes teklifi
geldi. O teklife ne suretle cevap vereceğimizi burada görüşüyoruz. Bugün Yüce
Heyetinize işte onu arz ediyoruz. Bu cevap okunduğu vakitte görülecek ki biz sulh
tan başka bir şey istemiyoruz. Biz o yüksekten uçan, o söyledikleri sözlerin nereye
varacağını bilmeyen kimseler değiliz. Biz burada haddince uyanık, ağır başlı hare
ket eder kimseleriz. Biz cihana söz söylediğimiz vakitte cihanın anlayacağı bir
surette en ziyade mütevazı bir ifade ile söylüyoruz. Fakat bu tevazuumuz, elbette
ve elbette hakkımız ve güvenliğimiz ile alakalıdır. (bravo sesleri) Diyoruz ki bizim
topraklarımızı tahliye edin ve bunu ancak bugün yapınız. O toprakları vaktiyle
istilaya müsaade eden kimseler tarafından da onun haksız bir şey olduğu tasdik
olunduktan sonra, teslim olunduktan sonra söylüyoruz. Diyoruz ki bizim toprakla
rımızın istilası haksızdır. O haksızlığı giderin diyoruz. Demek oluyor ki ortada bir
ateşkes yoktur. Mesele iki taraf her hangi bir meşru sebeple harbe girmiş de o
harbe nihayet veriliyor şeklinde değildir. Silahlarımız alındıktan, biz hakkımızı mü
dafaa edebilecek bir halden çıkarıldıktan sonra topraklarımıza sevk edilen ve bu
gün haksız olduğu kabul edilen kimselerin çıkartılmasını istiyoruz. Yani yanlış
gidilmiş bir yoldan geri dönülmesini istiyoruz. Yanlış verilmiş bir kararın geri alın

312
masını istiyoruz. Başka bir şey istemiyoruz. (bravo sesleri) Onun için medeniyet
alemi bizim ateşkes teklifine verdiğimiz cevabı olduğu gibi takdir edecektir. Yani
diyecektir ki artık Anadolu'da zulme nihayet verelim. (bravo sesleri) Haksız bir
hareket elbette ve elbette zulümdür. Ateşkes teklifine verdiğimiz cevap ancak ve
ancak zulüm giderilmesidir. Zulmün önlenmesi her millete her hükümete vaciptir.
(şüphesiz sesleri) Binaenaleyh teklifimizin, cevabımızın mahiyeti bundan ibarettir.
Temenni ediyorum ki karşımızda bulunan devletler bunu kabul edeceklerdir. Te
menni ediyorum ki onlar da bize, bizim kamuoyumuza, bizim Meclisimize karşı
sulh hislerini beslediklerinin bir delilini iyi niyetlerinin bir delilini ibraz edeceklerdir.
Çünkü Anadolu'nun tahliyesini kabul etmek, bunu bize karşı göstermek demektir.
Bize karşı biz de sulh istiyoruz ve kuvvetli bir Türkiye istiyoruz. Adaletli bir sulh
istiyoruz. Devamlı bir sulh istiyoruz. Ümit ederim ki karşımızdaki devletler bu delili
bize göstermekten çekinmeyeceklerdir. Bütün iyi niyetimizi, sulha karşı bütün his
lerimizi göstermek için medeniyeti alemine karşı diyoruz ki biz düşmanlığı redde
diyoruz. Biz düşmanlığı bırakma teklifini kabul ediyoruz. Fakat bizce düşmanlığı
bırakmak demek, düşmanın topraklarımızdan bir an evvel çıkarılması demektir.
Başka bir şey değildir. Aksi takdirde bu haksızlık devam ettikçe adil bir sulhtan ada
let dairesinde bir sulhtan bahsetmek mümkün değildir. Çünkü haksızlıkla adalet bir
araya gelmez. Dışişleri Komisyonunun muhterem Raportörü arkadaşımız, cevap
notamızın aynen kabulünü Yüce Meclisinize teklif ve arz etti. Ben de Dışişleri Vekili
olarak, Hükümet adına bunun böylece kabulünü teklif ediyorum. (kabul, sesleri)

(Milletvekilleri de sulh konferansı için hazırlanan ve İtilaf devletlerine gönderilecek


cevap notası hakkında görüşlerini açıkladılar.)

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim beş önerge vardır. Müzakerenin yeterliliği
ne ve Dışişleri Komisyonu tarafından tasvip edilen cevap notasının tasdikine dairdir. Ce
vap verilecek mi? (hayır sesleri) O halde oylarınıza arz ediyorum. Kabul buyuranlar lütfen
1
el kaldırsın. Büyük çoğunlukla kabul edildi.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (4 Nisan 1922), 1.Dönem, c.18, s.518-523, http://www.tbmm.gov.tr/
313
8 NİSAN 1922: ELAZIĞ VE DERSİM'DEKİ YOLSUZLUKLAR HAKKINDA İÇİŞ
LERİ BAKANI ALİ FETHİ BEY İÇİN VERİLEN GENSORU ÖNERGESİNİN GÖ
RÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 22.Birleşim, Gündem: 6/1)

1921 yılında çıkan Koçgiri isyanının bastırılması için görevlendirilen


Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa ve takviye milis gücü olarak
çetesiyle orduya yardıma giden Topal Osman’ın bölgede uyguladığı
yanlış uygulamalar, o zaman Mecliste tartışma yaratmıştı. İsyanın bastı
rılmasından sonraki bir yıl içinde etnik ve mezhep farklılıklarının da
körüklediği bazı yerel olaylar nedeniyle Dersim milletvekillerinin tepkisi
İçişleri Bakanı hakkında verilen bir gensoru önergesiyle dile getirildi.

(Üç hafta önce, 16 Mart 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey'in, Ela
zığ eski Valisi Abdülkadir Bey'le Jandarma Alay Kumandanı Hamdı Bey'in bazı
yolsuz icraatlarına dair dokuz maddelik gensoru önergesi.

TBMM Başkanlığına
Eski Elazığ Valisi Abdülkadir Bey'le Alay Kumandanı Hamdi Bey'in, baş
başa vererek yaptıkları kanunsuz ve keyfi muameleler o havalide kötü tesirler
bıraktığından, bu gibiler şimdiye kadar mesul tutulmadıklarından aşağıdaki mad
deleri İçişleri Vekaletine gensoru olarak talep ederim.
1. 1920 senesinde Dersimliler tarafından iltizam edilen Harput Kazasının Çöhnek
ve diğer köylerinin aşar vergisinde yapmış oldukları yolsuzluktan dolayı Vali
Mazhar Müfit Bey tarafından azledilen Harput Kazası Kaymakamı ve Dişili Nahi
yesi Müdürü'nün, Vali Abdülkadir Bey tarafından tekrar aynı mahallerde vazife
lendirilmelerinin sebebi nedir?
2. Dişili Nahiyesi Jandarma Takım Kumandanı Abdülaziz Efendi, tanzim ettiği
sahte bir evrakla Dersimlilerle haberleştiği bahanesiyle Harput'un Hozik Köyü
İmamı İsmail Efendi'yi, darp ederek otuz lira rüşvet talep etmesi ve talebin red
dedilmesiyle yegane ve henüz buluğa ermemiş çocuğunu babasının gözü önün
de darp ve işkence ettiğinden evladının acısına tahammül edemeyen İsmail
Efendi köy kadınlarından toplamış olduğu otuz adet kulplu Osmanlı altınını vere
rek çocuğu işkenceden kurtarmıştır. Daha sonra İsmail Efendi Harput'a gelerek
ettiği şikayet üzerine Takım Kumandanı Abdülaziz Efendi'nin suçu sabit olduğu
halde Alay Kumandanı Hamdi Bey, Takım Kumandanının yarı fiyatla satın aldığı
veya parasız aldığı bir hayvanın hatırı için Aziz Efendiyi silah ambarı memuru
sıfatıyla Alay merkezine aldığı ve meselenin kapatılması için takım kumandanlı
ğına tayin ederek İmam İsmail Efendinin parası iade edilmediği gibi Abdülaziz
Efendi'yi cezalandırmamasının sebebi nedir?

314
3. O havalide namusluluğu ile bilinen Elazığ Jandarma Bölük Kumandanı Ali
Niyazi Efendi'yi kanuni bir sebep gösterilmeden Abdülkadir ve Hamdi beylerin
yalan haberler yayarak Suruç'a naklettirilerek yerine kötü halinden on ay açıkta
kalan daha sonra Suruç'a tayin edilen, memuriyetine gitmeyen, bahane uyduran
ve hasta olduğunu beyan eden, Yüzbaşı Ali Rıza Efendi'nin tayin edilmesinin
sebebiyle, Yüzbaşı Ali Niyazi Efendi'nin Suruç'a tayin edilmesinin sebebi nedir?
4. Namusuyla vazifeye devam eden Elazığ Polis Müdürü Ahmet Bey'in, Vali
Abdülkadir Bey tarafından ne sebeple işten el çektirildiği?
5. Elazığ'a üç kilometre mesafede bulunan Hasibek Köyünü yurt edinmiş Kiği
muhacirlerinden Ali Ağaoğlu Hasan ile Jandarma Halil arasında basit bir su kav
gasından dolayı Yüzbaşı Fuat Efendi'nin kumandasında elliden fazla atlı jandar
ma ile Ali Ağa'nın evi abluka altına alınarak kadınlarına varıncaya kadar bütün
çoluk çocuklarının götürülmek istenildiği meselesinden dolayı Hasan'ın biraderi
Mehmet Emin Efendi'nin şikâyetine siyasi renk verilerek Abdülkadir ve Hamdi
beyler adliyeyi tesir altına alarak Hasan iki ay haksız yere tevkif edilmiştir. Daha
sonra serbest kalmasına mecbur kaldıklarından Hasan'ın açmış olduğu hukuk
davasını bastırmak için Elcezire Cephesi kuvvetiyle Elazığ havalisini Dersimlilere
bildirmek bahanesiyle tahliyesinden birkaç gün sonra Merkez Ordusu Kuman
danlığından harp divanına havale edilmek için Sivas'a götürülmüş. Üç ay kadar
Sivas'ta hapis kaldıktan sonra hiçbir muamele yapılmadan harp divanı tarafından
memleketine gitmesine izin verilmiştir. Haksız yere Elazığ'da iki ay ile Sivas'ta
süründüğü üç ayda ticaretinden alıkonulduğu ve Sivas'a gidip gelmesi yüzünden
bin beş yüz lira masrafa mal olmuştur.
6. Palu Jandarma Bölük Kumandanı Mehmet Efendi haksız yere açığa alınarak
yerine çeşitli defalar kötü halinden dolayı emekliye sevk edilmiş olan Hikmet
Efendi'nin tayin edilmesi. Mehmet Efendinin de uzun süre Elazığ'da süründükten
sonra emekliye sevk edilmesi. Harput Bölük Kumandanı Ali Rıza Efendi Keban'a
nakledilerek yerine Hükümet hakkında kötü sözler söylediği için dosyası olan
Rüştü Efendi'nin nakledilmesi ve Ali Rıza Efendi'nin daha sonra emekliye sevk
edilmesi. Arapkir Bölük Kumandanlığına tayin edilen Yüzbaşı Ethem Efendinin
kumandanlık yapamayacağına dair harp divanı kararı olduğu halde Alay Ku
mandanlığınca istihdam edilerek sebepsiz yere Arapkir Bölük Kumandanı Hay
rettin Efendi'nin Çemişgezek'e nakledilmesi. Eğin Bölük Kumandanı Şükrü Efen
di sebepsiz yer açığa alınarak yerine kendi adamlarından Üsteğmen İbrahim
Efendi'nin tayin edilmesi. Hakları ellerinden alınan mağdurların bu keyfi azil ve
tayinleri ile Hazinenin vermeye mecbur kaldığı harcırahlara karşı sessiz kalmala
rına sebep olunması.
7. Yirmi dört adam öldürme, haneye tecavüz, ve yağmacılıktan adliye tarafından
tevkif edilen Palu'nun Ohi Köyünden Necip Ağa ile kardeşleri ve adamlarının Vali
Abdülkadir Bey tarafından adliyeye baskı yapılarak, himaye edilerek tevkif edil
meyip kasabalarda serbest gezdirilmeleri. Mağdur olan Dersimlilere karşı kul

315
lanmaları fikriyle devletin şu zamanda en fazla muhtaç olduğu binden fazla tüfek
ve o nispette kendilerine cephane verilmesi ve halen bu silahların ve cephanenin
kendilerinde bulunması.
8. Bu gibi kanunsuz muamelelerden ve daha başka birçok amir ve memurları
keyfine uygun olmadığından değiştirerek Hazineyi lüzumsuz yere birçok harcı
rahların verilmesine mecbur kıldığından aleyhinde şikayetlerden dolayı yine az
ledilmeyip adeta vatana birçok hizmetlerinden dolayı yorgun düşenler gibi istira
hat buyrulması için altı ay evvel hizmetten affedilen Abdülkadir Bey, bu müddet
boyunca halen Musul Valiliği unvanıyla birinci dereceden maaş almaktadır. Ela
zığ'da ikamet ettirilmekte ve Elazığ'da diğer bir valinin tayin edilmemesinden
mağdur olan bütün memurlara tahakküm eylediği gibi ileride teşekkül edecek
müfettişliklere tayin edileceğinden birkaç vilayete birden hükmü geçeceğinden
bahsederek adamları vasıtasıyla kendisine aleyhtar bulunanları tehdit etmekte
dir. Bu gibi tehditlerine göz yumulmasıyla beraber Elazığ'da ikametine müsaade
edilmesindeki hikmet nedir?
9. Elazığ'ın Hulunun Köyünde bulunan Yüzbaşı Ali Niyazi Efendinin kardeşinin
evinin içki aramak bahanesiyle jandarmalar vasıtasıyla aranması sırasında para
ve eşya olarak beş yüz liralık eşyasının gasp edilmesi. Yüzbaşı Ali Niyazi Efen
di'nin bu husustaki iddiası üzerine Ali Niyazi Efendi'yi Alay Kumandanı Hamdi
Bey tarafından tevkif ettirmesi ve halen tahliye edilmemesinin sebebini acilen
gensoru olarak teklif ederim. 13 Ocak 1922
Dersim Mebusu
Hasan Hayri
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu gensoru önergesinin gündeme alın
masını kabul edenler ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. İçişleri Vekaletine tebliğ
ediyoruz.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Nasıl kabul edilmiştir?
1
LÜTFÜ BEY (Malatya): Edilmiştir, edilmiştir.

(Üç hafta sonra, 8 Nisan 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Evvelce Yüce Heyetinizin kabulüne karar
verilen Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey'in İçişleri Vekaleti için verdiği gensoru
önergesinin müzakeresini Vekil Bey bugüne tehir buyurmuştu. Fethi Beyefendi,
bugün cevap verecek misiniz, efendim?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Hay, hay efendim.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (16 Mart 1922), 1.Dönem, c.18, s.237-238, http://www.tbmm.gov.tr/
316
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Reis Bey, müsaade ederseniz müzakere usulüne ait bir
iki söz söyleyeceğim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakere usulünden çıkmamıştır.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): İstirham ederim, buradan söyleyeceğim. Bu önergenin
tarihi çok eskidir. Hatta bir vakit bu önerge Meclise soru tarzında gelmişti. İçişleri
Vekili buna cevap vermek üzere kürsüye gelmişti. Fakat önerge sahibi burada
olmadığından öyle kalmıştı. Geçen gün tarihi tetkik edilmeksizin gensoruya çevril
di. Daha başka söyleyeceklerimi de sonra söylerim.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey arka
daşımızın vermiş oldukları bu gensoru önergesi çok maddeli olduğu için ezberden
bunların cevaplarını vermek biraz zor. Bilhassa benim vekaletimden evvel olduğu
için yazılı bazı şeylerini arz etmek istiyorum. İcap eden yerlerini de şifahen söyle
rim. Birinci madde, Dersimdiler tarafından Harput Kazasında iltizam edilen bazı
köylerin aşar vergisinde yolsuzluk sebebiyle azledilmiş memur yoktur. Harput
Kaymakamı Rüştü Bey, Elcezire Cephesi Kumandanlığından gösterilen lüzum
üzerine Devrek Kaymakamlığına tayin edilmiş, daha sonra aynı kumandanlık tara
fından dürüst ve çalışkan memur olması sebebiyle o mıntıkadan çıkmasının kayıp
olacağı beyanı ve Elazığ Vilayetince de teyit olunmakla eski yerine iade edilmiştir.
Dişili Nahiyesi Müdürü İsmail Efendi ise ne azledilmiş ve ne de tayin edilmiştir,
bulunduğu yerde kalmıştır. İkinci maddeye gelince, Dişili Jandarma Takım Ku
mandanı Aziz Efendi'nin sahte evrakla Dersimlilerle haberleştiği bahanesiyle Har
put'un Hozik Köyü imamını ve oğlunu darp ve kendisinde otuz madeni lira aldığı
hakkındaki şikayet üzerine gereken tahkikat yapılmış ve halen gerek bu meselenin
ve gerek abartılan diğer suiistimaller hakkındaki tahkikat devam etmekte olup
neticesine göre lazım gelen muamele yapılacağı, mahallinden bildirilmiştir. Aziz
Efendi'nin bu haliyle vazifeye devamı uygun bulunmayarak açığa alınması emre
dilmiştir. Efendim tahkikata devam edilmektedir. Gerek bunun ve gerek Jandarma
Alay Kumandanı hakkında tahkikat yapılmaktadır. Üçüncü madde, Elazığ Jan
darma Bölük Kumandanı iken Suruç Bölüğü Kumandanlığına nakledilen Yüzbaşı
Ali Niyazi Efendi Elazığ'da hizmet edemeyeceğinden Elcezire Cephesi Kuman
danlığının talebi ile sağlık sebebiyle yer değiştirmesi lüzumu sebebiyle Suruç
Bölük Kumandanıyla yer değiştirilmiştir. Dördüncü maddeye cevap veriyorum,
Elazığ Polis Müdürü Ahmet Bey vazifesindeki kayıtsızlığından dolayı valiliğin isteği
üzerine tayin edilmiştir. Efendim bu şahsın çeşitli defalar azil ve nakli buradan
Valiliğe tebliğ edilmiş. O zaman orada Vali bulunan Abdülkadir Bey buna devam
için ısrar etmiştir. Bilmiyorum, benden önce olmuş. Belki bazı müracaatlar üzerine
olmuştur. (ne gibi bir şey olmuştur sesleri) Sonra oradaki Vali vazifesinde kayıtsız
lık görmüş, azil hakkında Vekaletin çeşitli defalar vaki olan şeysini hatırlatmış ve
bu defa Vekalet tarafından azledilmiştir. Mamafih şimdiye kadar bu Ahmet Bey
hakkında aldığım malûmata göre kendisi hakikaten ilim sahibi, sağlam ve değerli
bir memurumuzdur. Kendisinin uzun müddet açıkta kalmasına ben de razı değilim.

317
Bir yer açıldığı zaman tercihan oraya tayin etmek isteriz. Beşinci maddeye cevap
olarak, Kiği muhacirlerinden Ali Ağa'nın oğlu Hasan ile Halil arasındaki su müna
kaşasında Vali vazifesini yapmış sayılır. Adliye tarafından tahliyelerinden sonra,
Merkez Ordusu Kumandanlığından kendilerinin harp divanına sevk meselesi Milli
Savunma Vekaletine sorulması icap eder. Valinin bu işte yaptığı mesele su kav
gasından dolayı asayiş olacak bir vaziyet alan münakaşayı bastırmak için kuvvet
sevk etmesinden ibarettir. Altıncı maddeye cevap olarak diyorum ki burada Meh
met Emin Efendi'den bahsediyorsunuz. Mehmet Emin Efendi Jandarma subayını
küfretmiş ve darp etmiştir. İfade tutanaklarıyla birlikte jandarma tarafından savcılı
ğa gönderilmiş ve adli takibat yapılmıştır. Palu Jandarma Bölük Kumandanı Yüz
başı Mecit Efendi, askerlerin maaşlarından ve yakacak odun paralarından zimme
tine para geçirmesinden, köylülerden ücretsiz odun ve kömür naklettirmesinden,
jandarma hayvanları için getirtmiş olduğu ot ve samandan bir kısmını kendi evine
göndermesinden ve akrabası olan bir başçavuşun suiistimallerine göz yummasın
dan dolayı açığa alınarak hakkında tutulan tahkikat evrakıyla mahkemeye veril
miştir. Yerine Hikmet Efendi gönderilmiştir. Hikmet Efendi gerçi daha evvel emek
liye sevk edilmişse de daha sonra mahkemece berat etmesinden sonra tekrar
hizmete alınmış genç ve dinç bir subaydır. Buyurduğunuz kadar ihtiyar bir subay
değildir. Harput Bölük Kumandanı Ali Rıza Efendi'nin Keban Bölük Kumandanı
Rüştü Efendi ile yer değiştirmeleri ise Rüştü Efendinin altı seneden beri bulunduğu
Keban'da ahaliyle hususiyet derecesine varan içli dışlı münasebeti neticesinde
vazifesine kötü tesir edeceği düşüncesiyle valilikçe gösterilen lüzum üzerine icra
edilmiştir. Rüştü Efendi'nin Hükümet aleyhine konuştuğuna dair olan ihbarın da
tetkik neticesinde sabit olmadığı anlaşılmıştır. Ali Rıza Efendi kadro ayarlaması
muamelesine tabi tutularak emsali bir kadroya sevk edilmiştir. Yüzbaşı Hayrettin
Efendi Kürtçe bilmesi ve o havaliyi iyi tanıması sebebiyle Çemişgezek Bölük Ku
mandanlığına nakledilmiş ve açık kalan Arapkir Bölük Kumandanlığına Yüzbaşı
Ethem Efendi tayin edilmiştir. Yüzbaşı Ethem Efendi'nin bölük kumandanlığında
istihdam edilmemesi için bir harp divanı kararı yoktur. Eğin Bölük Kumandanı Şük
rü Efendi bazı kötü icraatlarından dolayı işten el çektirilerek merkeze alınmış ve
yerine alay kaleminden İbrahim Efendi gönderilmiştir. Şükrü Efendi de vilayet ida
re komisyonunca tetkik olunan tahkikat dosyası üzerine istihdama mani bir hali
olmadığına karar verilmesiyle daha sonra başka bir yere tayin edilmiştir. Bu da
Vali Abdülkadir Bey'in memuriyetinden evvel olmuş bir meseledir. Yedinci madde
ye cevap veriyorum, Ohi Köyünden Necip Ağa ile kardeşleri hakkında Malazgirt
adliyesinde başlanılan tahkikat Temyiz Mahkemesi kararıyla Erzincan'a nakledil
miş ve orada tahkikat yapılmaktayken, bunların seferberlik esnasında gösterdikleri
sadakat ve hizmet sebebiyle haklarındaki tahkikatın teciline Hükümet tarafından
karar verilmiştir. Silah ve cephane meselesi ise cephe kumandanlığının salahiyeti
dahilinde bir şey olup vilayetçe buna dair hiçbir muamele yapılmamıştır. Bunu Milli
Savunma Vekaletinden sormak icap eder. Yüzbaşı Niyazi Efendi Elbistan'a tayin
olunmuştur ve memuriyetine gitmemiştir. Umum Kumandanlık, memuriyetine git

318
mesini emretmiş bu emri tebliğ ettiği esnada Hamdi Bey birkaç kişi huzurunda
serkeşlik göstermiş ve harp divanı on beş gün hapsine karar vermiştir.
HASAN HAYRİ BEY (Dersim): İçişleri Vekili Fethi Beyefendi o kadar malumat
alabilmiştir. Tabii kendi vekaleti zamanında olmayan hadiselerdir. Bu malumatı
aldığını söylüyor, fakat bütün yanlış almıştır. Çünkü bütün bu malumatı tamamen
yanlıştır. Şimdi zannederim 1920 senesi Dersim, Harput aşar vergileri hakkında
geçen sene, 1921 senesinde de biz burada İçişleri Vekili ve Maliye Vekili beylere
gensoru önergesi verdik. Dediler ki,
-Bazı mültezimler aşar alıyorlar, fakat para vermiyorlar. Dersimdiler alıyorlar da
ölçüyorlar, para vermiyorlar. Aynı zamanda ahaliden fazla ürün alıyorlar, zulmedi
yorlar. Onun için biz bunu köy ahalisine devrettik.
...dediler. Bazı arkadaşlar hatırlarlar. Bunun üzerine ben gittim, tahkik ettim. O
aşarı alanlar on beş, yirmi seneden beri aşar iltizam eden mültezimlerdir ki hiç on
para borçları yoktur. En medeni yerlerin yüzlerce, binlerce borçları olduğu halde
Dersimlilerin hiç on para borçları yoktur. Sonra efendim, Aşar köylülere devredil
miş, deniyor. Halbuki bu aşar köylülere verilmemiş. O aşar Kaymakam Rüştü Bey
'in kayınpederi olan işinden kovulmuş bir hakime verilmiştir. Köylülere verdik de
mek bir entrikadır. Hakikatte Rüştü Bey'in kayınpederine verilmiştir. Sonra bunun
yüzünden Elcezire Cephesi Kumandanından yapılan şikayetler üzerine Vali dahil
olduğu halde, bunlar işten el çektirilmiş ve Mazhar Müfit Bey bu yüzden azledil
miştir. Dolayısıyla bu aşar Kaymakam Bey'in kesesine giriyor, Kaymakam yine
aynı yerde istihdam ediliyor. Mesele budur. (gürültüler) Beyefendi Kaymakamın
kayınpederine gitmiştir bu aşar. Efendim, Dersimlilerin ocağında birtakım arazi
vardır Harput'ta. O araziye gelip yerleşmişler. Nahiye Müdürü İsmail hakkı Efendi
adında biri, bir Hıristiyan kızı almış gelmişler, orada yerleşmişler. Daima
Dersimliler buraya gelsin, burada bulunsun diyorlar. Onlara hakaret etmek, hatta
kovmak için. Hatta bu yüzden geçen sene Allah göstermesin az kaldı büyük bir
vukuat çıkacaktı. Nahiye Müdürü yok değil ya başka bir nahiye müdürü gönderil
sin. Bu adam üzerinde ısrardan maksat nedir? Sonra Takım Kumandanı Aziz
Efendi'nin meselesini Vekil Beyefendi aynen söylediler ve tahkikat da aynen öyle
cereyan etti. Fakat Elazığ Jandarma Bölük Kumandanı Ali Niyazi Efendi diyor ki
doğum yeri olması itibarıyla bu havalide bu adam memurluk yapamaz. Bir kere
Elazığ'a tayin edilmezden evvel Elazığ Kasabası ne haldeydi? Elazığ bir eşkıya
yatağıydı. Bu adam Merkez Bölük Kumandanlığına tayin olunduğu zaman, Ela
zığ'da hırsızlık hadiseleri bitti. Elcezire Cephesi Kumandanı buna lüzum göstermiş
ve bu değiştirilmiştir. Beyefendi, bu katiyen böyle değildir. Buna lüzum gösteren
Elcezire Cephesi Kumandanı değildir. Bu Elazığ Jandarma Kumandanlığı dosya
sında mevcuttur. Bu dosyada,
-Dersim Mebusu Hayri Bey'in tarafına mensuptur ve onun tesirindedir. Bundan
dolayı Dersim aşiretlerini teşvik etmesi ihtimali vardır. Bunun burada bulunması
uygun değildir.

319
...diye yazıyor. Burası da tutuyor bunu valilikten soruyor. Vilayet de evet doğrudur
diyor ve azlediyorlar. Şimdi maksat budur, efendim. Dersim Mebusu Hayri Bey'in
tarafına mensuptur diye tayin edilmiştir.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Mensup mudur?
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Mensuptur, yani oranın yerlisidir.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Öyle bir şey yoktur.
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Vardır, işte mebus arkadaşlarımı da şahit tutuyo
rum. Kendim jandarma kumandanının dosyasını okudum. Kendim bizzat okudum
ve gördüm. Efendim, benim akrabam olduğu için azlediliyor. Benim bir kabahatim
varsa, benim elim varsa meydana konsun. Çünkü başka bir sebep gösteremiyor.
Başka sebep varsa göstersin. (devam sesleri) Şimdi bu çocuğun azli de bu yüz
dendir, efendim. Sonra Ahmet Bey meselesi var, efendim. Ahmet Bey hakkında
ne gibi bir muamele cereyan ettiğini ben bilmiyorum, Vekil Bey'den yeni işitiyorum.
Yani bu adamla benim münasebetim yoktur. Fakat işittiğime göre orada bulunan
Harput uleması bir zaman Vali Bey'le uğraştılar. Bu da tabii o memleketli olduğu
için o ulema ile arası iyidir. Bir zaman olmuş ki güya bu ulema Dersimlilerle şey
ederek Kürtlerle beraber Kürdistan Hükümeti ilan edeceklermiş. Bu sözleri söyle
mişlermiş. Bu adama bundan dolayı bir jurnal verilsin de bunlar bu yüzden büsbü
tün baskı altına alınsın, denmiş. Bu adam bunu kabul etmemiş. Ben böyle jurnal
yapmam, iftira yapamam dememişse de bunu ima etmiştir. Bunun için bu adam
azledilmiştir. Bu mesele de böyle cereyan etmiştir. Sonra Hasibek Köyü meselesi,
Vekil Beyefendi aldığı malumat üzerine buyuruyorlar ki evet orada bir hadise ol
muştur. Silahlı bir kuvvet gitti, bunu halletti. Halbuki efendiler böyle bir şey yoktur.
İki şahıs tarlada kavga etmişler. İki şahıs, başka kimse yok. O onun kafasını kır
mış, o da onun kafasını kırmış. Daha başka bir vukuat yok ki efendim. Otuz tane
atlı binmiş, gitmişler. Mehmet Efendi ve Ali Ağa'nın tarlasını abluka etmişler. Oğlu
dışarıya çıkmış ve aralarında şöyle bir konuşma geçmiş.
-Ne istiyorsunuz? Buyurun bir kahve için.
-Hayır şimdi sizi bağlayıp götüreceğiz. Çıkınız dışarı.
-Neden çıkarıyorsunuz? Eğer kardeşimle jandarma Hasan birbiriyle dövüşmüşler
se al götür. Hepimizi alıp götürmeye ne hakkınız var?
-Yok, hepinizi götüreceğim.
-Hepimizi götüreceksen Vali Bey'den, Jandarma Kumandanından bir karar varsa
bize gösteriniz de biz de emre itaat edelim. Keyif için bizi çoluk, çocuğumuzla niçin
götürüyorsun? Al kardeşimi götür.
-Yok hepinizi götüreceğim.
-Beni götüremezsin, ben atıma binip kendim gideceğim.

320
-Yok yayan gideceksin.
-Ben kendim seni şikayete gidiyorum. Sen bana kanunsuz olarak muamele yapı
yorsun. Alay Kumandanına ve Vali'ye şikayete gidiyorum.
...Müfreze kumandanı silahını doğrultuyor Mehmet Efendi'ye. Bu sırada hepsi de
şahittirler,
-Beni vur.
...diyor, Mehmet Efendi. Orada hepsi görüyor. O sırada köylü dağılır. Bırakmazlar
zabiti bırakmazlar vursun diye. Atla gönderip Vali Bey'e ve Jandarma Kumandanı
nın yanına gitmezden evvel bunu içeri tıktırıyor. Üzerine kapıyı kapıyor. Silah me
selesinde diyor ki güya Mehmet Efendi subayı tahkir etmiş. Yani,
-Bu Hükümeti tanımam, bu kanunu tanımam, böyle bir Hükümet bize lazım değil
dir. Böyle kanunu ben tanımam, bu Hükümet Hükümet değildir.
...demiş, öteki de,
-Ben de bu Hükümeti tanımayan adamı Hükümetin silahıyla vururum.
...diye o yolda bir tutanak uydurmuşlar. Bu adamı adliyeye havale ettiler. Bundan
maksat nedir? Bunun sebebi nedir? Bunlar vesile oldu. Zaten bunlar bu Mehmet
Efendiyi ezmek, daha doğrusu sürmek niyetindedirler. Dersim'de birtakım şeyler
çevirmek istiyorlardı. Ben Mehmet Efendi'yi Dersim'e nasihate gönderiyordum.
Onlar orada mani oldular. Bu yüzden bu çocuk bunların gözlerine diken olmuş ve
bunu ezip bunun elinden kurtaralım demişler. Bu da benim yüzümden olmuştur.
Anladınız mı efendim? Sonra bu çocuğu mahkeme etmeden iki ay yatırdılar. Son
ra tuttular, sahte bir evrak yaptılar. Harput havadisini Elcezire cephesine bildirmiş
ler. Sanki Dersim yabancı bir memleketmiş de bu adam casusluk ediyor. Merkez
Ordusuna yazmışlar. Bunu haydi yallah, Merkez Ordusu harp divanına sevk edi
yor, ne evrak var, ne ispat var. Üç ay Sivas'ta süründü. Harp divanı dedi ki haydi
oğlum gidiniz. Bunun üzerine çıktı geldi. Bunun meselesi de budur. Sonra jandar
ma subaylarının tayini meselesi, benim orada tahkikatım var. Orada yapılanı ben
öyle anladım. O yolda malumat aldım. Vekil bey de öyle cevap verdiler. Ne bilelim
ki bu doğru mudur, değil midir? Ben orasına pek bilemiyorum. Her halde bazıları
haksız yere tayin edilmişler ve boşu boşuna harcırah verilmiş. Mesela Şükrü
Efendi Eğin'den alınmış, mecburen buna harcırah verilmiş. Şükrü Efendi'yi ben ne
bilirim, ne tanırım, bu çocuk oradan aldırılmış, mağdur edilmiş. Diğerine harcırah
verilmiş. Dosyasını tetkik etmiş de bunun bir kabahati çıkmamış. Ah, niçin böyle
oluyor, efendim? Sonra efendim bu şey meselesi, yedinci madde ki Palulu Necip
Ağa meselesi. Bu adam, memlekete hizmet etmiş bir adamdır. Bunu hakikaten
ben bilirim. Hanedandandır ve vatana hizmeti belli bir adamdır. Ben bunu tasdik
ederim. Fakat bu zavallı bazılarının fikirlerine alet oluyor. Geçen sene Palu Kay
makamı bir yazı yazmış, altı bin lira gönderirseniz ben Dersim aşiretlerini birbirine

321
vuruştururum. Tahsisatı mestureden1 altı bin lira istiyor, aşiretleri birbirine vuruş
turmak için. Bakınız, bir kaymakam böyle yazıyor. Vali Mazhar Bey bunu haber
alıyor ve kaymakamı azlettiriyor. Böyle adamların fikirlerine alet olmuş bir adam
tutuyor, Dersim'den Harput'a giden iki adamı da öldürtüyor. Sonra, bir Kürt oradan
geçiyor, o da öldürülüyor. Aşiretler birbirine tutuşur, sen bırakıp gidersin. Sonra
bunlar kucak kucağa giderler. Efendim, yapan Necip Ağa değildir, yaptırıyorlar.
Sonra aynı zamanda silah, cephane veriyorlar. Silah, cephane vereceğinize mek
tep açın, muallim gönderin, onları ıslah edin. Öyle değil mi efendim? Sonra efen
dim, yirmi dört cinayet meselesi. Bu meselede ölenler Dersimli olduğu için affedili
yorlar. Yoksa bu af Necip Ağa'nın hizmetlerine vesairesine değil. Hizmetlerine
mükafat olsa bile başka şekilde taltifi lazım gelirdi. Mirimiranlık2 var, rütbe var,
para mükafatı var, her bir şey var. Bu sırf Dersimlileri öldürdüğü içindir. (kötü niyet
var, yok sesleri) Yok değil efendim, başka türlü taltif yok mudur? Peki bu suçlular
neden affediliyor? Ölen Dersimliler için mi affediliyor?
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Kim öldürmüş? Meydanda katil yok.
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Yirmi dört tane katil var.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Sizin söylediğiniz bence duyulmuş değildir.
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Senin söylediğin ise bence hiç duyulmuş değildir.
Herkes sözünü bilir anladın mı?
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Peki hangi tarihte öldürülmüştür.
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Hangi tarihte olursa olsun. Bilmiş olmalı ki bütün
işler milletin nazarında meçhul kalıyor. Oradan çekilen telgraflar Yüce Meclisin
nazarında meçhul kalıyor. Hiçbirisi Yüce Mecliste okunmamıştır. Rica ederim,
Koçgiri hadisesi çıkmazdan evvel ben birçok telgraflar yazdım. Hangisi ehemmiye
te alındı? Hangisi okunmuştur? Hiçbir şey okunmamıştır. (bu meselenin tarihi
nedir sesleri) Bu, efendim muhtelif tarihlerde olmuştur. Sekizinci maddeye gelince,
Abdülkadir Bey her ne hal ise valilikten alınıyor, ama yine Musul Valiliği unvanıyla
altı ay maaş aldı.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Esasen Musul Valisidir. efendim.
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Efendim, kadromuzda Musul Valiliği yoktur. Tah
sisatı da yoktur. (kadro vardır sesleri) Kadroda varsa da ona dair tahsisatımız
yoktur. Ne vakit vali vazifesini görürse o vakit tahsisatını alabilir.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Abdülkadir Bey'e valiliği çok mu görüyorsunuz?

1 Örtülü ödenek.
2
Osmanlı devletinde 1843 yılından itibaren askeri paşa rütbesine karşılık olarak sivil yöneticilere verilen unvan.

322
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Evet, ben çok görüyorum. Ama kim az görürse
görsün. Sonra efendim, altı ay tahsisat verildi. Bu tahsisatın kesilmesini rica ede
rim. Dokuzuncu madde, Elazığ'a iki saat mesafede çiftçi bir Ermeni'nin arazisini
yüzbaşı Ali Niyazi Efendi almış. Oraya jandarmalar gitmiş. Bu çiftçinin evini içki
imal ediliyor diye darmadağın etmişler. Ne kadar para varsa almış götürmüşler.
Yüzbaşı Ali Niyazi Efendi gitmiş şikayet etmiş. Demiş ki,
-Jandarmalar gitmiş, evi arama bahanesiyle bütün eşyasını yağma etmişler, verin.
-Sen burada ne duruyorsun git.
-Efendim, bunu ver de ben gidip gitmeyeceğimi biliyorum.
...diyor. Sonra bu adam Umum Jandarma Kumandanına şikayet ediyor. Ben, diyor
alay kumandanı ile harp divanı olacağım, beni muhakeme ediniz. Benim bu
adamda haklarım vardır. O itibara almıyor ve birkaç defa da istifasını vermeye
çalıştı o tutuyor, bu çocuğu hapsediyor. On beş gün sonra tahliye ettiler. Sonra
burada bir mesele vardır. Müsaadenizle burada beş on dakika vaktinizi alacağım.
Benim meselem, benim hakkımda yanlış anladıklarından dolayı hakikaten teşek
kür ederim. Benim namusum Büyük Millet Meclisinin huzurunda ispat edildi, geçen
sene ben bir önerge verdim. Benim hakkımda bu yolda ihbarda bulunuyorsunuz.
Bunu ispat ediniz. İspat edemediğiniz halde bu gibi ihbarlarda bulunanları ceza
landırınız diye. Bu önergeyi Paşa Hazretleri müzakereye koymadı, Hükümete
havale etti. Onlar da şöyle yaparız, böyle yaparız, diye vakit geçirdi. Sonra iş bu
raya dayandı. Mesele nedir efendim? Bu şahısların benim hakkımda iftirada bu
lundukları meselesidir. Müsaade ederseniz 1916 senesinden beri olan hayatımı
arz edeyim ki mesele oradan çıkar.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, gensoruya dair söyleyiniz.
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Efendim, asıl buradan çıkıyor mesele. Birtakım
kimseler benim yüzümden azledilmesin, bana yapılsın ne yapılacaksa.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Hayri Bey'e mensup olduğundan dolayı azledildi
diye söylemedim.
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Beyefendi doğrusunuz, bunlar vekaletiniz zama
nına ait değildir.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Bu husus sizin kuruntunuzdan ileri geliyor. Yoksa
size mensup olduğundan dolayı kimse azledilemez.
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Dosyayı okudum, Dersim Mebusu Tevfik Bey'le
beraber gördük ve okuduk. Jandarma dairesine gittik orada okuduk. Ali Niyazi
Efendinin dosyasını getirdik, ikimiz gördük, öyle yazıyor. Jandarma Alay Kuman
danı yazıyor, diyor ki,

323
-Ali Niyazi Efendi, Hayri Bey'e mensuptur. Bunun Dersimlileri teşvik etmesi ihtimali
vardır. Onun için bunun, bu muhitte ikameti uygun değildir. Bunu başka bir yere
naklediniz.
...Sonra Umum Jandarma Kumandanlığı vilayetten soruyor. Vilayet de onu uygun
görüyor. Onun üzerine tayin ediliyor. Ben bunu iddia ediyorum. Bu Polis Müdürü
Mehmet Efendi, sonra Hatipoğullarından Ali Rıza Efendi ki emekliye sevk edilmiş,
bilmem Rüştü Efendi tayin edilmiş. Rüştü Efendi beş altı seneden çok ahali ile
beraber bulunmuş, arkadaş olmuş da onun için Harput'a nakledilmiş. Harput'a
nakledileceğine Palu'ya nakledilsin. Orası birbirine bitişiktir, başka yer yok mu?
Sonra Ali Rıza Efendinin tayin edilmesi hep benim yüzümdendir. Dersim'e gidiyo
rum, kış vakti birden bire hayvan bulamadım. Bana hayvanını gönderdi, bin de git
diye. Bu çocuğun bu hayvanı bana göndermesi kendisi için kabahat olmuştur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bunları nasıl anlıyorsunuz?
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Tahkikatla anlıyorum. Birincisi dosya, işte dosya
meydandadır. Sonra efendim, ben bu hatayı Jandarma Kumandanında ve
Abdülkadir Bey'de buluyorum. Çünkü onlardan kuvvet almasalar cesaret edip de
böyle bir şey yapamazlar. Onların kabahati nedir ki? Evet, yalnız benim hakkımda
yazıldı ise onlar benim vaziyetimi görüp ona göre hareket etselerdi. Maksat budur.
Biz ki burada toplanmışız, vazifemiz milletin emellerine hizmet edip bu vatanı kur
tarmaktır. İstirham ederim ki bu milletin emellerini gözetmeli ve buradan gidecek
memurlar da daima dikkat etmeli. Bunu istirham ediyorum.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Efendim, Hayri Beyefendinin gensoru önergesine
İçişleri Vekili beyefendi gayet ikna edici izahat verdiler. Ben de gensorunun iki
maddesinde bahis mevzu edilen iki vatansever hakkında izahat vereceğim. Bu iki
şahıstan birisi Ohili Necip Ağa'dır. Bu Necip Ağa, gayet namuslu dürüst, faziletli
bir aşiret ağasıdır. Dünya Harbinde Erzurum'un düşmesinden sonra Ruslar Ma
mahatun'a geldiği vakit Dersim aşiretlerinin bir kısmı isyan etmiş, Çapakçur ve
Palu boğazlarını tutmak üzere yürümekte bulunmuş oldukları bir zamanda Necip
Ağa kendi aşiretiyle bunları durdurmaya gelmiş ve bu esnada Necip Ağa'nın dört
köyü Dersimliler tarafından yakılmıştır. Daha sonra bir ay sonra Osmanlı Ordu
sundan oraya gönderilen 13. Tümen Dersimlileri yenmiş ve Dersim'i düşmanın
istilasından kurtarmıştır. Bu silahlar işte o zaman Necip Ağa'ya verilmiştir. Efendi
ler fakat o zaman kendisine verilen bu silahlarla Necip Ağa memleketin namusu
nu, memleketin ismetini müdafaa ve muhafaza etmiştir. Ohili Necip Ağa o zaman
dan bu ana kadar ve Milli Hükümetin kurulduğundan beri vatanına hizmetten baş
ka hiçbir şey yapmamıştır.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Fenalık yapmak imkanı da yoktur.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Bilakis bu Hükümete daima bağlı kalmış, vatan için
çalışmış bir insandır. İkinci şahsa gelince, o da Harput eski Valisi Abdülkadir Be

324
yefendidir. Abdülkadir Beyefendi her bakımdan dürüst ve Hükümet memurlarının
en faziletlilerinden biridir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Hep öyle işittik, tasdik ederiz.
ŞEVKET BEY (Beyazıt): Böyle şahıslardan bahsetmek doğru mudur?
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Madem ki bahis mevzu oldular hakikat bilinmelidir.
Aleyhindeki sözleri dinleniyor, lehindeki sözleri de dinlenmelidirler.
RASİM BEY (Elazığ): Burada söylenen sözleri onun adına reddetmek yine mebus
arkadaşların vazifesidir ve bizim de dinlememiz lazımdır. (devam sesleri)
HACI ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendiler, sizi temin ederim ki Abdülkadir Beyefen
di o havalide en müşkül vazifeleri yerine getirmiş ve vazifesini daima namusuyla
ifa etmiştir. Harput mebuslarını şahit gösteriyorum ve soruyorum, Abdülkadir Bey
orada bulunduğu zamanlarda Harput asayişi nasıldı? (pek güzeldi sesleri) Binae
naleyh Dersim Mebusu Hayri Beyefendiden rica ederim, bu iki şahıs hakkında
verdikleri önergenin onlar hakkındaki maddelerini geri alsınlar. Bu kendileri için en
büyük bir fazilettir.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Efendim, arkadaşım meseleyi iyi öğrenmemiş. Hasan
Hayri Bey Harput'un aşar vergisinden bahsediyor. Harput'ta birtakım köylerin
aşarını alıyorlar da bir kişi yerine yirmi kişi getiriyorlar. Bu vesile ile etraftaki köy
lerde çapulculuk etmek için, birinin yerine yirmi kişi getirmişlerdir. Harput ahalisi
umumiyetle kendi mebuslarına müracaat ettiler. Biz birleştik Maliye Vekaletine,
İçişleri Vekaletine gittik ve dedik ki
-Dersimlilerin birden aşar vergisi toplamamalarını temin ediniz, çünkü çapulculuğa
kapı açıyorsunuz. Bunlara aşarı vermemekle bu kapıyı kapatacaksınız.
...Onlar da bir emir verdiler ve bu aşarı vermeyin, dediler. Bu aşar meselesi böyle
olmuştur. Sonra gelelim bu Necip Ağa'ya asker ve silah verilmesi meselesine.
Zannedersem hatırınızdadır 1915 senesinde Dersimliler isyan ettiler.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Dersimlilerden bazıları deyiniz.
HÜSEYİN BEY (Devamla): Efendim hangilerinin isyan ettiğini biz de biliriz, önerge
sahibi de bilir.
HASAN HAYRİ BEY (Dersim): Hepsini bilirim.
HÜSEYİN BEY (Devamla): Efendim Çar, Sancak, Mazgirt, Nazimiye doğrudan
doğruya bu kazalardaki memurları korudular. Mazgirt Kaymakamını ve kamilen
ailesini kestiler. Bunu zannedersem hepiniz işitmişsinizdir. Bunun üzerine isyan
ettiler. Bir taraftan da Ruslar geliyordu. Hükümet emrivaki karşısında kaldı. Ne
yapmak lazımsa onu yapmaya mecbur oldu? Etraftan birtakım aşiret ağalarına
müracaata mecbur kaldı. Aşiretlerin her birisi bir tarafa gittiler, birer mevki tuttular.

325
İşte bu Necip Ağa o zaman çok büyük hizmetler yapmıştır. Dersim'in yolunu tut
muş ve bunları kımıldatmamıştır. Hakikaten çok fedakarlık etmiş ve bunları dur
durmuştur. Mesele böyle olmuştur.
HASAN HAYRİ BEY (Dersim): Gülerim.
HÜSEYİN BEY (Devamla): Arkadaş hakikati değiştirerek söyleme. Meclis hiçbir
zaman ne senin ve ne de benim sözüme tabi olamaz. Sonra beyefendiler Vali
Abdülkadir Bey bahsine gelince, birçok arkadaşlarımı şahit gösterebilirim bizim
vilayete gittiği günden itibaren asayişi temin etmiştir. Biz bu adamı hürmetle yad
ederiz. Hakkında başka bir şey söyleyemem.
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Muhterem arkadaşlar, ben Vali Abdülkadir Bey'in
Elazığ'da vali bulunduğu zaman oradaki icraatını tabii bilmiyorum. Çünkü oraya
gitmedim ve tetkikat yapmadım. Yalnız şunu samimiyetle ve büyük bir vicdanla
söylerim ki Abdülkadir Bey, bugünkü Abdülkadir Bey değildir. Meşrutiyetin ilk kah
ramanlarından ve hakikaten bu millet uğruna canını vermeye azmetmiş bir şahsi
yetti. Arkadaşlar böyle şahsiyetler hiçbir vakit kinle, taraf tutarak hareket edemez
ler. Çünkü onların seciyeleri buna manidir. Arkadaşlar gayet kısa, çok kısa söyle
yeceğim. Jandarma Kumandanı Ali Niyazi Efendi'yi Vekil Bey çok güzel bahsettiler
ve Hasan Hayri Bey'in akrabası olup olmadığını bahsetmeyerek yalnız jandarma
kumandanı diyerek geçtiler. Hasan Hayri Beyefendi hazretleri kendi üzerine aldı
ve dediler ki akrabamdır, binaenaleyh benimle zıt gittiklerinden dolayı bunu tayin
etmişlerdir. Arkadaşlar ben bunu inkar ederim, yani Abdülkadir Bey bunu yapa
maz. Çünkü seciyesini daha evvel size izah ettim. Abdülkadir Bey bu milletin istik
lali için uğraşanların en başında bulunan şahıslardan biridir. Binaenaleyh Hayri
Beyefendiden bir ricam var, kendisine çok hürmet ederim. Hacı Şükrü Bey'in de
diği gibi bu önerge ancak bir soru önergesi olabilir, yoksa bir gensoru mahiyetinde
olamaz. Ben de çok istirham ederim, bu önergelerini geri alsınlar.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Arkadaşlarımız şahsi meseleden bahsetmesinler.
Mesele Abdülkadir Bey, Necip Ağa meselesi değildir, mesele kanunsuz bir hare
ket var mıdır, yok mudur? Arkadaşımız olduğunu iddia ediyor. Vekil Bey de çıkar,
ya var der, ya da yok der. Varsa cezalandırılmasını isteriz.
HASAN HAYRİ BEY (Dersim): Bizim Hacı Şükrü Bey'le Doktor Bey'e cevap vere
ceğim. Efendiler ben Necip Ağa'nın fenalığından, namussuzluğundan filan bah
setmedim. O adamın asaletine karşı ben de hürmetkarım. Necip Ağa'ya yaptıran
vardır. Ben demedim ki yapıyor, yaptıran vardır. Necip Ağa akıllı adamdır, candan
adamdır, hakikaten ismi gibi. Fakat yaptıran vardır. (yaptıranların ismini söyleyiniz
sesleri)
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Çok rica ederim söyleyin, istirham ederim.
HASAN HAYRİ BEY (Dersim): Pekala söyleyeyim efendiler. Meşrutiyetin ilk ila
nında Avrupa devletleri baktılar ki Türkler meşrutiyeti ilan ettiler. Bunlar adam

326
olacaklar. Bunların üzerindeki hükmümüz kaybolacak dediler. Tuttular propaganda
yaptılar. İngilizler ve Rus Çarlığı propaganda yaptılar.
ŞEVKET BEY (Beyazıt): Mesele biraz mühimdir, bunun gizli celsede olması daha
uygundur.
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Bunlar Osmanlı kitlesini, bu İmparatorluğu parça
lamak için araya fesat tohumunu saçmaya başladılar, Arnavutlukmuş, Türklük
1
müş, Araplıkmış, Kürtlükmüş gibi. Sonra Kırım'da İsmail Gaspıralı'yı elde ettiler.
Derken efendim meydana bir milliyetçilik meselesi çıktı. Biz de ilerisini, gerisini
düşünemeyerek ne hale geldiğimizi biliyoruz. (gürültüler) Ben söylemek istemiyo
rum.
ŞEVKET BEY (Beyazıt): Meclisin muvafakatiyle söylüyor.
MUSTAFA LÜTFÜ BEY (Siverek): Kırımlı İsmail Gaspıralı vefat etmiştir. O adam
millete kırk sene hizmet etmiştir. Katiyen İngilizlerin kandırmacasına kapılamaz ve
kapılmamıştır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Hayri Bey mevzuun haricine çıkmayın.
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Sonra efendim, 1915 senesinde...
SALİH EFENDİ (Erzurum): Hayri Bey, sizden çok istirham ederim, hemşerilik adı
na isim vermeyelim. Dava şudur, yapılan şudur, filan şudur, demeli. Yalnız şahsi
yetten bahsetmeyiniz efendim.
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Yalnız efendim, Hüseyin Bey'e karşı cevap vere
ceğim. 1915 senesi Mart ayında Dersim'de... (gürültüler, usul haricine çıkıyor
sesleri) Bir hadise oldu. Necip Ağa'nın orada işi yok. Bütün alay Dersim'e gitmişti.
Dersim önünde durmadı efendim. Yüzbaşı Niyazi Efendi kendi bölüğüne bir tane
Palulu sokturmadı, efendim. (ayak patırtıları) Hatta bu yüzden kendisine iki sene
kıdem verildi. Yüz elli lira da para mükafatı gönderildi. O havalide Dersimlilerin
çiğnendiği kadar hiç kimse çiğnenmedi. Sonra efendim, Dersimliler Malazgirt
Kaymakamını çoluğu ile çocuğu ile kestiler diyorlar. Evet doğrudur efendiler.
Dersimliler her ne kadar vahşi iseler de ben bu sözden sakınırım. Kaymakamı
niçin kestiler? Bunlar heyecana gelmişler, Kaymakamı çağırmışlar, beraber konu
şalım demişler. Bunun üzerine Kaymakam beş altı kişi geliniz de konuşalım diyor.
Bunlar ayrılıp Hükümet Binasına giderken, kendilerine ateş edilince onlar da kay
makama hücum ediyorlar. Bu esnada ahaliden beş altı kişi öldüğü gibi onlar da
Kaymakamı öldürüyorlar. Yapılan bir yanlışlık meselesidir. Sonra efendim Ali Ni

1
İsmail Gaspıralı (Gasprinskiy) (1851 - 1914) Kırım Türklerinden fikir adamı, eğitimci ve
yazar ve yayıncı. Gaspıralı, Rus İmparatorluğu'nda Türk ve İslam toplumlarının eğitim,
kültür reformu ve modernleşmeye ihtiyacını betimleyen Müslüman aydındır.
327
yazi Efendi ile benim meselem, bu efendim İstanbul Mebusan Meclisi açıldığı sı
rada mebus seçimleri zamanında Vali Bey beni seçtirtmemek için... (gürültüler)
Büyük Millet Meclisi teşekkül ettiğinde Harput'ta birtakım çeteler teşkil ettiler. Eş
kıyalık türettiler. Maksat nedir? Büyük Millet Meclisi dahilindeki ahali dağılıyor, bu
Meclis dağılsın, durmasın. Bunların Harput Ovasındaki yaptıkları adilikler sonra
Dersim'e sıçradı. Ben o sırada Vali'ye gittim ve dedim ki,
-Beyefendi, bu Kasaba dahilinde hırsızlık, eşkıyalık yaptırılıyor. Rica ederim, bunu
Dersim'e sıçratmamak için bunu bastırınız.
-Ben çare araştırıyorum, bastıramıyorum.
...diye cevap verdi. Halbuki Vali Bey'in öyle bir şeyi var ki...
ARİF BEY (Bitlis): Reis Bey, Dersim'in tarihini mi yapacağız?
ALİ ŞEVKİ BEY (İçel): Hasan Hayri Bey, size dair bir mesele yoktur. Niçin bunlar
dan bahsediyorsunuz?
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Gensoruya ait mesele bundan çıkacaktır, azizim.
Sonra efendim Vali Abdülkadir Bey hakkında ben fena, kötü demedim. Güçlü
adamdır, iyi adamdır, tecrübe görmüş bir validir. Fakat Abdülkadir Bey oraya gider
gitmez Dersim ile taban tabana zıt gitti. Daima ezmek taraftarı idi. (gürültüler, ayak
patırtıları) Sonra efendim, Dersim'de şey etmemek için... (devam sesleri, ayak
patırtıları) Sonra Dersim'de bunu öyle şey altına almıştı ki bir kimse Dersim'e girse
otuz, kırk bin lira Dersim'e girse, Dersim kendi yağı ile kavrulur, idare edilebilir.
Bunlar orada bir alay teşkil ettiler, bir alay Erzincan'dan teşkil ettiler, Elazığ'da
efendim üç tabur; üç bölük Eğin, Çemişgezek kasabalarına şey ettiler. Bunlar
sade süvari alayını teşkil etme bin lirayı oralara vereceklerine Dersim'in maarifi
uğruna sarf edilmiş olsaydı daha iyi değil mi idi? Efendim, bunları abluka altına
alıyorlar, sıkıştırıyorlarvebuaçlık üç senedir devam ediyor. Kazadan kazaya bı
rakılmıyor, gidilsin. (kafi artık sesleri) Siz arazi gösteriniz bakalım giderler mi, git
mezler mi? (doğru sesleri) Arazi var efendim, verin Dersim bu açlığı altı yüz sene
dir çekiyor. Dersim'de arazi var mıdır? Gidiniz, bakınız, ahalisi dağdan dağa ge
zer. Arazi gösterin bakalım. (doğru sesleri) Sonra beyefendiler, oraya giden me
murlar yanlış fikirler vermişlerdir onlara. Şimdi efendim, Koçgiri hadisesi vardır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, mevzudan harice çıkmayınız.
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Müsaade buyurun, efendim. Koçgiri hadisesi
bundan çıkmıştır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Hasan Hayri Bey mevzu haricine çıkma
yınız. Önergenin mevzusu ne ise o mevzu dahilinde söyleyiniz. Mevzu haricine
çıkarsanız sizi konuşmaktan menederim, efendim. (gürültüler)

328
HASAN HAYRİ BEY (Devamla): Beyefendi kimseyi konuşma hakkından mene
demezsiniz... (kafi sesleri) Ben ancak milleti tanırım, kimseyi tanımam...
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, mevzu haricine çıkan her mebu
su konuşmaktan menetmek Meclis Divanının hakkıdır, dedim. Ben menederim
dedim, menettim demedim, buyurun söyleyin. (müzakere kafi sesleri) Müzakereyi
kafi görenler lütfen el kaldırsın. Müzakere kafi görüldü.
HASAN HAYRİ BEY (Dersim): Millet kendi hakkını alacaktır. (gürültüler, sözünü
geri alsın sesleri)
TAHSİN BEY (Aydın): Efendim, müzakerenin yeterliliğinden sonra bir kişinin söz
söylemek hakkı vardır.
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Eskişehir): Sözünü geri alsın. (sözünü geri alsın ses
leri)
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Hasan Hayri Bey, bu kürsüye gelip sözünü geri al.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Hacı Şükrü Bey ben size söz vermedim.
(gürültüler)
ŞEVKİ BEY (İçel): Millet diyor efendim. Dersim demiyor yahu, bu haksızlıktır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Söylediği söz ehemmiyetli değil, arkadaşlarımız
anlamadı.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim susunuz, rica ederim. Bir yanlış
anlama var.
HASAN HAYRİ BEY (Dersim): Efendiler, Dersim lafı kullanmadım, niçin Dersim
diyorsunuz? Ben millet diyorum. Millet denince Hükümete karşı değildir. Efendiler
ben millet dedim ki Hükümette fesat yapan memurlara karşıdır. Yoksa başka bir
şey demedim. Hükümet milletindir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, mesele kalmamıştır. Beş önerge
vardır.
TAHSİN BEY (Aydın): Müzakerenin yeterliliğinden sonra bir kişi söz söyleyebilir,
efendim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakere kafi görüldü. Müzake
renin yeterliliğine karar verildikten sonra bir kimse söz söyleyemez. Yedi önerge
var. Üçü müzakere kafidir, gündeme geçilmesini teklif ediyor. Dördü de izahat
kafidir, İçişleri Vekiline güvenoyu... (güvenoyu bahis mevzu değil sesleri)
HASAN HAYRİ BEY (Dersim): Güvenoyundan bahsetmiyorum. Sadece bir haki
kati söyledim.
ŞEVKİ BEY (İçel): Gensoru önergeleri güvenoyu ile neticelenir.

329
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, önerge sahibi sorduğu sorulardan dolayı
dolayı bana itimat etmiyorsa ve söylediğim sözlerden dolayı güvensizlik fikrini
edinmişse, evvela kendisinin oyunu soruyorum. O zaman Yüce Meclisinizden
güvenoyu talep ederim. Yalnız şunu hatırlatmak isterim ki bu hadiselerin ekserisi
iki seneden beri olan şeylerdir. Eğer kendilerinde böyle bir fikir yoksa gündemin
müzakeresine geçmek suretiyle yetinelim.
HASAN HAYRİ BEY (Dersim): Bu hadiselerin ekserisi ve hatta hepsi Fethi Beye
fendinin zamanından evvel olmuştur. Bundan maksat güvenoyu meselesi değildir.
Ancak bunları düzeltmeleri için rica ediyorum.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Gündemin bundan sonraki maddesinin
müzakeresine geçilmesini kabul edenler, lütfen el kaldırsın. Büyük çoğunlukla
1
kabul edilmiştir.

10 NİSAN 1922: CENOVA KONFERANSINA TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİ


SİNİN DAVET EDİLMEMESİ HAKKINDAKİ SORU ÖNERGELERİNİN GÖRÜ
ŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 23.Birleşim, Gündem: 4/5)

İtalya'da İtilaf Devletlerinin Dışişleri Bakanlarının katılımıyla 10 Nisan


1922 tarihinde Cenova Konferansı toplanmıştı. Konferans Avrupa'nın
yeniden yapılandırılması için gerekli mali ve iktisadi politikaların belirlen
mesi ve Sovyetler Birliği ile Almanya sorunlarının görüşülmesi amacıyla
otuz dört ülkenin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Sovyetler Birliğinin bütün
çabalarına rağmen Türkiye Avrupa devleti değil, Asya devleti sayıldığı için
Konferansa davet edilmemiştir.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Cenova Konferansına Büyük Millet Mec
lislinin davet edilmediğinden dolayı protesto mahiyetinde bir önerge var, okunacak
Efendim.

TBMM Başkanlığına
Bugün Cenova'da Dünyanın İktisadi perişanlığına çare olmak üzere mil
letlerarası bir konferans toplanıyor. Bu konferansa Türkiye hariç olarak bütün
milletler davet edilmişlerdir. Gerek harpler, gerek inkılâplar tesiriyle ve gerek
istilacı siyasetler eseri olarak yeryüzünde en fazla tahribata maruz kalan ve
bulunduğu coğrafyanın ehemmiyeti sebebiyle asla ihmal edilemeyecek bir
hammadde satıcısı ve büyük bir iktisadi varlığı olan Türkiye, bu konferansa

1
TBMM Zabıt Ceridesi (8 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.60-72, http://www.tbmm.gov.tr/
330
davet edilmemiştir. Bu, Türkiye'nin haiz olduğu mühim iktisadi vaziyetini ve
istiklalini hakkıyla ispat etmiş bir milletin haklarına tecavüzdür. Ayrıca
Cenova'da yapılmak istenilen iktisadi iyileştirmelerin yarım kalmasına ve me
deni milletlerin karşılıklı menfaatler temin edilememesine de sebep olacaktır.
Doğu kapılarında pek mühim bir mevki işgal eden Türkiye'nin bu konferansa
davet edilmemesini şiddetli protesto etmek hususunun Hükümete havalesini
teklif ederim. 10 Nisan 1922
Burdur Mebusu
Soysallı İsmail Suphi

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, buna dair bir önerge daha var.
TBMM Başkanlığına
1.Bugün toplanacak olan Cenova Konferansına, coğrafi vaziyetimiz bakımın
dan Dünya iktisadi hayatına alakadar bir devlet sıfatıyla davet edilmemiz husu
sunda Dışişleri Vekilimiz ne gibi teşebbüste bulunulmuş ve ne gibi sebepten
dolayı katılmamız temin olunamamıştır?
2.Aylardan beri yapılan hazırlık toplantıları sırasında, bu Konferansa kabulü
müzü temin için Dışişleri Vekâleti ne dereceye kadar alaka göstermiştir?
3. Rusya Sovyet Hükümeti delegeleri tarafından Cenova Konferansına verilen
teklif listesinde, İstanbul’un emniyeti için boğazlar meselesinin de dâhil edilerek
bizim de bu Konferansa katılmamız lüzumu ifade edilmişti. Bu kabul edilmeyin
ce, Sovyet Hükümeti ile imzaladığımız Moskova Antlaşması hükümlerine göre
bunu Rusya'nın itiraz ederek Konferanstan ayrılması gerekirdi. Bu hususta Rus
Sovyet Hükümetine herhangi bir teşebbüste bulunulmuş mudur? Bulunulmuşsa
bu bapta ne gibi bir cevap ve teminat alınmıştır?
4. Konferansa Türkiye Hükümetinin davet edilmemesi sebebi hakkında Fransa
Parlamentosunda sorulan bir soruya Fransa Başvekili Puankare “Türkiye bir
Asya devletidir” diye cevap vermiş. İstanbul'un Avrupa kıtasında bulunduğu ve
Japonya'nın da bir Asya devleti olduğu halde Konferansa kabul edildiği yolunda
karşılık verilmesi üzerine, Puankare’nin “Türkiye ile henüz sulh imzalamadık”
diye cevap verdiği doğru mudur? Eğer bu doğru ise Dünya Harbinde İngiltere
ve Fransa devletlerinden başka Konferansa dâhil bulunan diğer devletlerin
hiçbiriyle aramızda harp hâli yoktur. Fransa ile de Ankara Antlaşması ile ara
mızda sulh imzaladık. Sadece Yunanistan ile hali harp halindeyiz ve onlar da
Konferansa davet edilmişlerdir. Bu vaziyette bizim de Konferansta bulunmamız
gerekirdi. Otuz dört devletten yalnız İngiltere ile henüz sulh imzalamadık. Bu
sebeple Fransa Hükümeti nezdinde bir müracaat ve teşebbüste bulunulmuş
mudur?

Bu sorulara verilecek cevapların aynen Meclise sunulmasını teklif ede


rim. 10 Nisan 1922

331
Aydın Mebusu
Tahsin

SOYSALLI İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Arkadaşlar, bir mühim mesele hakkında
bugün derhal müzakere edip karar vermemiz lazım geliyor. Çünkü bugün Cenova
Konferansı toplanıyor. Malumunuz Cenova Konferansı, binden fazla delegenin bir
araya geleceği milletlerarası bir kongredir. Bu kongrede bütün milletlerin, bilhassa
Avrupa'nın iktisaden kurtarılması konuşulacaktır. Bilirsiniz ki Dünya Harbinden
sonra Avrupa devletleri iktisadi olarak çok kötüleşmişlerdir. Avrupa'yı bulunduğu
vaziyetten kurtarmak, milletler arasında İngiliz Başvekili Lloyd George'un ifadesiy
le hiç olmazsa on beş senelik bir sulh vaziyeti temin edebilmek için bu Konferansı
topluyorlar. Bu konferansa biz davet edilmedik. Konferansın ehemmiyeti çok bü
yüktür, çünkü Avrupa'yı yeniden kurarken Avrupa'nın iktisaden kalkınması lazım
dır. Bunun için elbette Türkiye'nin sözü dinlenmesi lazımdır. Bizim davet edilme
memiz, halen sulhsever cereyanlara rağmen Avrupa'da halen bağnaz kamuoyun
da değişmeyen bir fikir mevcut olduğunu gösteriyor. Biz bu hakkımızı istemeliyiz.
Bu konferansın ehemmiyetini hatırlatayım. İngiltere Kralı bu sene Şubatta diyordu
ki “Ben Doğu meselesinin halledilmesini adeta heyecanlı bir şekilde bekliyorum.
Keza İngiltere'de olan milyonlarca işsizlere iş bulunmasını ve Avrupa'nın yeniden
kalkınmasını düşünecek olan Cenova Konferansının hayırlı bir netice vereceğini
ümit ediyorum.” Bunlar gayet mühim sözlerdir. Avrupa’nın siyaset adamları, Avru
pa basını son zamanlarda bu işle çok meşgul oldular. Bunlar sulh için karar ver
mezlerse, birbirlerine destek olmazlarsa Avrupa'nın iktisaden kalkınması mümkün
olamaz. Hâlbuki biliyorsunuz ki biz Yakın Doğu’da bulunuyoruz. İstanbul Boğazı,
Çanakkale boğazı gibi ve keza Küçük Asya gibi bütün Dünyanın en mühim bir
coğrafi mevkiinde bulunuyoruz. Türkiye'nin her hangi şeyi bahane edilerek bu
Konferansa davet edilmemesi doğru değildir. Bu üç seneden beri istiklalini müda
faa eden ve bugün kendisini her tarafa tanıtan Türkiye'nin haklarına tecavüzdür.
Türkiye şayet bu Cenova Konferansında temsil edilmezse orada verilecek kararlar
eksik ve tatbiki zor olacaktır. Hatta yakın zamanda bunun bir delilini gördük. O
delil de bize karşı son notalarda kullandıkları gayet iltifatlı lisanıdır. Bu lisan kolay
elde edilmemiştir. Bu lisanı kullandıran sebep, iktisadidir. Binaenaleyh Türkiye göz
ardı edilecek bir memleket değildir. Türkiye göz ardı edilirse, bütün kuvvet ve kud
retiyle bağıracaktır ve diyecektir ki bütün milletlerin davet edildiği bu Konferansta
benim de diyeceğim var, siz beni bu Konferansa çağırmazsanız kurmak istediğiniz
şeyler tamamıyla suni olacaktır, kıymetsiz olacaktır. Bu itibarla Yüce Heyetinizin,
bu Konferansın daha başında protesto etmesini teklif ederim. Bunu Hükümete
havale buyurursunuz. Hükümet de gayet tafsilatlı bir şekilde hakkımızı bütün Dün
yaya haykırır. Bu öyle bir konferans ki orada bizim ile hiçbir husumeti olmayan
milletler arasında sulhseverliğin esaslı bir şekilde ve mühim bir kuvvetli mali bir
disiplinin kurulmasını isteyen uzmanlar vardır ve onlar bizim tarafımızdadırlar.
Konferansa davet edilen Rusya şüphesiz bizim bulunmamamızı tenkit edecektir.
Bu itibarla hemen Hükümet derhal protestosunu çeksin. (uygundur sesleri)

332
TAHSİN BEY (Aydın): Benim Dışişleri Vekilimizden sormak istediğim şey, bilhassa
Vekilimizin Avrupa'yı dolaşmış oldukları bir sırada bütün Avrupa devletlerinin bu
konferans meselesi ile ilgilenmekte olduğu halde, bu Konferanstan hariç tutulma
mızın sebebi ne ise gelsin cevap versin. Kendisi neler yapmış da bu Konferans
için çalışmaya vakit bulamamış ise gelsin bize izah etsin. Böyle dünyada hiçbir
misali olmayan muazzam bir konferansa karşı gözü yumulmuş ise bundan büyük
bir hata düşünülemez. Binaenaleyh bendeniz Dışişleri Vekilinden soruyorum, gel
sin buraya cevap versin, izah etsin. Yoksa vazifesini iyi yapmamış demektir. Bizi
emrivaki karşısında bırakmıştır. Buna tahammül olunmaz. Binaenaleyh kendisine
hesap soruyorum.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Davet edilmeyen yere gidilmez. Dışişleri Vekili bu
hususta haksız değildir.
TAHSİN BEY (Devamla): Nasıl olur Efendim? Bu Memleketin hayati meselesidir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakere yok Efendim.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Önergelerin aleyhinde söyleyeceğim, ehemmi
yeti olmadığını ispat edeceğim. Mesele burada söylendiği kadar ehemmiyetli de
ğildir.
TAHSİN BEY (Aydın): Söz söylesin, cevap vereceğim.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Arkadaşlarımın çok haklı olan protestolarına
katılıyorum. Fakat bu konferans o kadar ehemmiyetli bir şey değildir. Arkadaşlar,
Cenova Konferansı şimdiye kadar yapılan ve Dünya Harbinden beri devam eden
birçok konferanslardan başka bir şey değildir. Dünyanın yularını elinde tutmak
isteyen ve milletlerinin menfaatine hizmet etmek istemeyen siyaset adamlarının
son günlerinde koltuklarında tutunabilmek için yaptıkları hile de budur. Göreceksi
niz ki bu Konferans da hiçbir şeyden başka şey olamayacaktır. Çünkü orada Doğu
temsil edilmedikten başka, kredi musluklarını elinde tutan Amerika da bu Konfe
ransa katılmamıştır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim iki mesele var, birisi Tahsin
Bey’in önergesi ki Dışişleri Vekâletine tebliğ edelim, yarın gelir cevabını verir. Di
ğeri protestoya aittir. Hükümete verilsin deniyor. İsmail Suphi Bey’in önergesini
Hükümete protesto etmesi için kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiş
tir, Efendim.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Protesto edilmek üzere mi?
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Hükümet tarafından dikkate alınmak üzere denmişti.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu hususta Hükümet belki teşebbüste bulunmuştur.
Onun için dikkate alınmak üzere Hükümete gönderiniz.

333
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, dikkate alınmak üzere gönderi
1
yoruz.

18 NİSAN 1922: BAŞKOMUTAN GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’ NIN BARIŞ


GÖRÜŞMELERİ HAKKINDA BEYANATI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 30.Birleşim, Gündem: 6/1)

İtilaf devletleriyle iki buçuk ay boyunca devam eden görüşmelerden


ateşkes ve barış görüşmeleri ile ilgili olumlu bir sonuç çıkmadı. Yunan
işgali Batı Anadolu ve İzmir’de son buluyor, fakat Trakya’nın boşaltılması
kabul edilmiyordu. Doğu Anadolu’da Ermeni devleti kurulması isteniyordu.
Kabul edilmesi imkansız olan bu öneriler sulandırılmış Sevr idi. Cephede
bulunan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, barıştan umudunu kesmiş
olmalı ki Ankara’ya gelerek ordunun hazır olduğunu Meclise bildirdi.

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Muhterem arkadaşlarım, cümlenizi


istek ve muhabbetle selâmlarım. (teşekkür ederiz, safa geldiniz sesleri) İtilaf dev
letleri, ordumuzu uzun müddet kontrol altında tutmayı icap ettirecek şartları ihtiva
eden bir ateşkes teklifinde bulunmuştur. Ondan sonra ordumuzun nitelik ve niceli
ğini değiştirerek ve bu suretle milleti, memleketi müdafaadan, hayatımızı muhafa
zadan alıkoyacak şartları ihtiva eden ikinci notası alındıktan sonra malumunuz
olduğu üzere Hükümetiniz bunlara, cevaben bir nota vermiştir. Bu notada Anado
lu'nun tahliyesinin esas şart olarak ateşkese ve sulh görüşmelerine girişmeye
meyilli olduğumuzu bildirmiştir. Bu cevap notasını İtilaf devletleri üçüncü bir notay
la karşıladılar ki muhteviyatı hepinizce malumdur. İtilaf devletleri bu son notaların
da, ateşkesi ve sulh görüşmelerine başlamayı kabul etmekle beraber Yüce Heye
tinizin esas aldığı tahliye meselesini tehir etmiş bulunuyorlar. Dikkat çekicidir ki
İtilaf devletlerinin birinci notasında Yunanlıların Batı Anadolu’yu tahliye etmeleri
asıl hedefti. İkinci notalarında da pek açık ve katı lisanlarla Batı Anadolu’nun Yu
nanlılar tarafından iyilikle tahliyesini temin etmek niyetinde olduklarını beyan edi
yorlardı. Üçü birden mütalaa olunursa, birinci ve ikinci notalarda İtilaf devletlerinin
Batı Anadolu’yu Yunanlılar tarafından iyilikle tahliye etmelerini isterlerken, son
notada tahliyenin tehir edildiği görülmektedir. Ben bu anda bu tezadın açıklaması
na girişmeyeceğim. Sulhun ve bunun şartlarının Türkiye ile doğrudan doğruya
İtilaf devletleri arasında hallolunacak bir mesele olduğunu ve Yunanlılarla hiçbir
alaka ve münasebeti olmadığını izaha lüzum görmem. Yunanlıların memleketi
mizde yapmakta oldukları tahribata nihayet vermek ve milletimize zarar vermeye
devam ettiklerinden bunu bir an evvel mani olmak hususuna layık olduğu merte
bede ehemmiyet etmek mecburiyetindeyiz. İşte arkadaşlar, ben bu son nota üze

1 TBMM Zabıt Ceridesi (10 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.104-107, http://www.tbmm.gov.tr/

334
rine Başkumandan sıfatıyla ordunun görüşünü Hükümete arz ve izah etmek üzere
buraya geldim. Tabii ki Hükümetle fikir alışverişinde bulunacağım ve lüzum olursa
Yüce Heyetinizle de görüşeceğim. Bir buçuk ay kadardır cephede bulunduğum
hepinizce malumdur. Düşman vaziyetini yakından tetkik ettim. Ordularımızı baştan
nihayetine kadar teftiş ettim. En büyük kumandalılarından, erlerine varıncaya ka
dar hepsinin Yüce Heyetinize karşı itimat, muhabbet ve sarsılmaz irtibatını, hür
metkar selamlarıyla beraber arz ederim. (alkışlar) Emin olabilirsiniz ki ordumuzun
bir eri bile eksik olmamak üzere tamamı takip ettiğimiz mukaddes davayı tama
men idrak etmiştir. Ordularınız Türkiye'nin düşmanlarını anlamıştır, dostlarını da
tamamen anlamıştır. Ne için muharebe ettiklerini biliyor ve hangi neticeye ulaşın
caya kadar muharebe zorunda olduğunu takdir ediyorlar. (alkışlar) Arkadaşlar,
Yüce Meclisinizin, bilinen güçlükler içinde yaratmayı başardığı ordular, gerçekte
Viyana surlarına dayanan eski Osmanlı ordularından biri değildir. Ancak kendisin
de bulunan yüksek insani ülkü bakımından, onlardan daha üstün nitelikte ve de
ğerde bir çelik parçasıdır. (yaşasın sesleri, şiddetli alkışlar) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümetinin ordusu, topraklar ele geçirmek, ya da devletler yıkmak, devlet
kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aracı olmaktan arınmıştır. (alkışlar) İnsan
ca ve bağımsız yaşamaktan başka gayesi olmayan milletin, aynı amaçla ve yalnız
onun emrine tabi ve sadık öz evlatlarından kurulu muhterem ve kuvvetli bir güçtür.
(alkışlar) Efendiler, yakından temas ve tetkikime dayanarak emniyetle arz edebili
rim ki ordularımızın kudreti, ordularımızın durumu, pek yüksek ahlak ve maneviya
tı, milletin hakiki emeline, hakiki menfaatine muvafık olarak başarmakla mükellef
tir. (sürekli ve şiddetli alkışlar) Binaenaleyh ordu adına Yüce Heyetinize başka
1
maruzatım yoktur. (sürekli ve şiddetli alkışlar)

18 NİSAN 1922: ASKERİ ULAŞTIRMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ KANUNU


(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 30.Birleşim, Gündem: 7/1)

Başkomutanlık Kanunu'nun kabulü ve milli yükümlülük emirleri ile


halktan ve tüccardan alınacak mal ve malzemelerin ordunun ihtiyaç
duyduğu yerlere ulaştırılması sorunu ortaya çıkmıştı. Büyük Taarruz
öncesinde ordunun sınırlı sayıdaki ulaştırma birliği ve ulaştırma için
çıkartılan yükümlülük emirleriyle Anadolu'nun tamamından toplanacak
malzemenin taşınması mümkün olamamıştır. Bunun üzerine halkın
taşıma yükümlülüğünün geçici bir vergi ile alınması yoluna gidilmiştir.

(Bir ay önce, 14 Mart 1922 tarihindeki oturumda...)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (18 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.296-297, http://www.tbmm.gov.tr/

335
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Milli Savunma Vekili Paşa Haz
retlerinin bir teklifi vardır. Ordunun nakliye ihtiyacının temini maksadıyla hazırla
nan, Milli Savunma ve Bütçe komisyonlarınca kabul edilen kanun tasarısının bu
günkü gündeme alınarak şimdi müzakeresini teklif ediyor. Bu, Askeri Nakliye Mü
kellefiyeti Kanunudur. (pek uygundur sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, nakliye için bütçede kafi miktarda para
vardır. Bu acil bir şey değildir. Bundan daha mühim kanunlar vardır. Bunun başka
bir zamana tehirini teklif ediyorum.
KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Efendim bunun bütçedeki karşılığı acilen ele
geçecek bir para değildir. Halbuki malumunuz harp devam ettikçe askeri nakliyat
devam ediyor. Tekalifi milliye emirleriyle1 arabalarını, hayvanlarını kullandığımız
fukara ahali, günbegün sıkıntı çekiyor, ücretleri verilemiyor, hayvanları ölüyor.
Bunun için bu teklif edilen kanun fukara ahalinin bunca zamandır yüklenmekte
olduğu sıkıntıları biraz hafifletmek içindir. Bunun tehiri fukaranın ve köylünün zara
rınadır. Bu kanun tasarısı acilen görüşülür ve bugün karara alınırsa daha uygun
olur ve o vakit bu zorluklar giderilmiş olur.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, Paşa Hazretleri tekliflerinde, taleplerinde
haklıdırlar. Fevkalade vaziyet her an için muhtemeldir. Harpte askeri nakliyatımı
zın daha fazla artması her zaman mümkündür. Gerçi bütçemize icap eden tahsi
sat konmuşsa da doğrudan doğruya gerçekleştirmek için bu kanun rehber olacak
tır. Bu kanun, köylülerin yüz kilometre tekalifi milliye için yapmakta oldukları hiz
meti ortadan kaldırarak, bunun ücretini vermek suretiyle memlekette köylüyü ra
hatlatacak bir kanundur. Gerek bir kaynak temin etmesinden ve gerek köylünün
üzerine devamlı binmekte bulunan tekalifi milliyeden köylünün kurtarılması ve
nakliye hizmetinin umum halkın üzerine yüklenmesi için az ve çok muayyen esas
gözetilerek yapılmış olan bu kanun Yüce Heyetinizden çıkarsa fukara halk kurtu
lacak ve adalete doğru gidilecek, askeri nakliyat da emin ve kuvvetli bir esasa
dayanmış olacaktır. Bu, adalete doğru iyi bir adımdır. Bir an evvel müzakere edile
rek bitirilmesini teklif ederim. (uygundur sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Kanunun bugünkü gündeme alınıp müza
keresini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.

17 Ağustos 1921 tarihinde "Orduya Yardım İçin Emir" başlığı altında 5 numaralı Milli Yü
kümlülük Emri yayınlanmıştı. Bu emir, ulaştırma araçlarının sahipleri her ay ordu malze
mesinden bir kısmını kendi araçları ile yüz kilometrelik bir mesafeye ücretsiz olarak taşı
yacaklar, bu yükümlülüklerden kaçanlar veya bu yükümlülüğü uygulamada gevşekliği
görülenler, vatan hainliği ile cezalandırılacaklar, şeklindeydi.

336
TBMM Başkanlığına
Harp hali dolayısıyla bütün masrafların muntazam olarak ödenmesi ve
askeri nakliyatın her şeye tercihan temini şarttır. Gerçi devletin gelirlerinden
zamanında istifadesi hususunda teşebbüsten geri durulmamakta ise de acil
ihtiyaçların karşılanmasının kafi gelmemesi sebebiyle bir defaya mahsus olmak
üzere askeri nakliye mükellefiyeti adıyla halkı ezmeyecek, fakat Hükümete pek
büyük menfaatler temin edecek küçük bir vergi alınmasına mecburiyet hasıl
olmuştur. Bu hususta hazırlanan kanun tasarısı ekte takdim kılınmıştır.
7 Mart 1922
VekillerFevzi
Heyeti Reisi Genel Kurmay Vekili Din İşleri Vekili
Fevzi Fehmi
Milli Savunma Vekili Adalet Vekili İçişleri Vekili
Kazım Refik Şevket Mehmet Fethi
Dışişleri Vekaleti Vekili Maliye Vekili Maarif Vekili
Mahmut Celal Hasan Hüsnü Mehmet Vehbi
Nafıa Vekili İktisat Vekili Sağlık Vekili
Feyzi Sırrı Dr. Rıza Nur

ASKERİ NAKLİYE MÜKELLEFİYETİ KANUNU


Madde 1. Askerler ile harbeden kıta subayları ve maluliyetini raporla ispat
edenler istisna olmak üzere Osmanlı memleketinde yaşayanlar on sekiz yaşın
dan altmış yaşına kadar olanlar askeri nakliyat ile mükellef olup bu mükellefiyet
para olarak tahsil edilir.
Madde 2. Birinci madde gereğince toplanacak olan bu vergilerden, kullanılacak
askeri nakliye vasıtalarının ücretleri ödendikten sonra geri kalanı ile ordu ve
Hükümete nakliye vasıtaları alınacaktır.
Madde 3. Mahalli bedellerine göre ücreti verilmek şartıyla Hükümet, lüzum
göreceği yerlerdeki nakliye vasıtalarını kullanır ve yetmemesi halinde yakındaki
yerlerden de nakliye vasıtalarını kullanır.
Madde 4. Birinci maddeye göre, köylerde emlak, arazi ve hayvanları için yirmi
liraya kadar vergi verenlerden altmış ve yirmi liradan daha fazla vergi verenler
den yüz kuruş alınır.
Madde 5. Şehirlerde emlak, arazi ve hayvanları için altmış kuruştan iki bin ku
ruşa kadar vergi verenlerden yüz, iki bin kuruştan dört bin kuruşa kadar iki yüz,
dört bin kuruştan sekiz bin kuruşa kadar dört yüz, sekiz bin kuruştan daha fazla
vergi verenlere her iki bin kuruş için iki yüz kuruş alınır.

337
Madde 6. Resmi ve hususi maaş alanların bir aylık maaş ve tahsisatın iki gün
lüğü ve günlük ücret alanların iki günlük ücreti alınır.
Madde 7. Dördüncü, beşinci maddeler gereğince vergi mükellefi olmayan bü
tün amele, arabacı, kayıkçı, seyyar satıcı ve bunun gibi ticaretlerle meşgul
olanlar, her nevi ticarethanede çalışanlardan yüz kuruş alınır.
Madde 8. Bu askeri nakliye yükümlülüğü bir defada alınır, vermekten kaçınan
lar hakkında Kamu Alacakları Kanunu tatbik edilir.
Madde 9. Bu kanun 1922 senesine ait olup yayınlandığı tarihten itibaren yürür
lüğe girer.
ne
Madde
aittir.10. Bu kanunun yürürlülüğü Maliye, Milli Savunma, İçişleri vekaletleri-

TBMM Başkanlığına
Harp hali dolayısıyla askeri nakliyatın muntazaman temini maksadıyla
Hükümet tarafından hazırlanan ve Yüce Meclise takdim edilen, 9 Mart 1922
tarihinde Milli Savunma ve Bütçe komisyonlarına havale buyrulan Askeri Nakli
ye Mükellefiyeti Kanun Tasarısı her iki komisyonun müşterek toplantısında,
Maliye ve Milli Savunma vekillerinin katılmasıyla mütalaa ve tetkik olundu.
Harp halinin zorlamasıyla memlekette daimi bir mesele olan ve her gün
de artarak ehemmiyet ve aciliyet gösteren askeri nakliyat işleri, şimdiye kadar
ve bilhassa askeri menzil merkezlerinde 1 hemen tamamen köylü ahali ve köylü
vasıtaları üzerinde kalmıştır. Askeri nakliye vasıtalarının çoğalmasına kadar
her işten evvel yapılması gereken, bu nakliye yardımlarının böyle devamlı köy
lü tarafından yapılması insaflı ve adaletli görülemediğinden, bu teklif esas itiba
riyle kabul ve acilen müzakere edilmiştir.
Giriştiğimiz bu kurtuluş ve istiklal mücadelesinde ihtiyacımız olan büyük
fedakarlıkların bugün en mühimini teşkil eden bu askeri nakliyat işlerinde köylü
halka göre büsbütün geride kalmış sayabileceğimiz şehir ahalisine bu tasarı ile
daha fazlaca vergi yüklenilecektir. Elde edilecek olan bu gelirlerle nakliye vası
talarının ücretleri ödendikten sonra geri kalanıyla orduya nakliye vasıtaları alı
nacaktır. Bu kanun ile gerek toplanacak verginin ve gerek yaptırılacak nakliya
tın muntazam bir şekilde icrasının temin ve teftiş edilmesi için kanun hükümle
rini yürütmeye vazifeli olan vekaletlerce açık ve ve kati hükümleri olan müşte
rek bir tüzük hazırlanması gereklidir. Binaenaleyh bu kanun tasarısının Yüce
Heyete arz edilerek acilen müzakeresi ve neticelendirilmesi istirham olunur.

1
Ordunun cephe gerisindeki her türlü taşıma işlerinin yapıldığı merkezler.

338
11 Mart 1922
Milli Savunma
Cemal
Kom. Reisi Bütçe Komisyonu Reisi Raportör Üye
Reşat Vasıf
Raportör Üye Katip Üye Katip Üye
İsmet Yusuf Ziya Reşat
ASKERİ NAKLİYE MÜKELLEFİYETİ KANUNU
Madde 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti dahilinde on sekiz yaşından
altmış yaşına kadar yaşayanlar askeri nakliyat ile yükümlü olup bu yükümlülük
para olarak tahsil edilir. Aşağıdakiler bu yükümlülükten istisnadır.
a) Askerler ve harbeden kıta subayları.
b) Bedenen malul olup da bu yükümlülüğü para olarak ödemeye imkanı olma
yanlar.
Madde 2. Hükümetçe lüzum görülecek yerlerde mahalli ücretine göre ve peşin
olarak bütün nakliye vasıtaları kullanılacağı gibi yetmemesi halinde civar olan
yerlerdeki nakliye vasıtalarına da müracaat olunur.
Madde 3. Nakliye vasıtaları, askeriyenin miktar bildiren yazılı teklifi üzerine
valiliklerce evvela nakliyata uygun vasıtalardan başlanılmak şartıyla sağlanır.
Madde 4. Nakliye ücretleri, en büyük idare amirinin reisliği ile toplanacak bele
diye meclislerince tespit edilir. Bu toplantıya ticaret odası heyeti de katılır.
Madde 5. Nakliye yükümlülüğü götürü ve nispi olmak üzere iki kısımdır. Götürü
kısım, her fert için eşit olup köylerde elli, şehir ve kasabalarda yüz kuruştur.
Nispi kısım, götürü verginin ilavesiyle ve arazi, gelir ve hayvan vergilerinin mik
tarlarına göre aşağıdaki nispetlere göre tespit edilir.
a) Köylerde:
101 kuruştan 1.000 kuruşa kadar her 100 kuruş ve küsuru için % 10,
1.001 kuruştan 2.000 kuruşa kadar her 100 kuruş ve kusuru için % 15,
2.001 kuruştan 3.000 kuruşa kadar her 100 kuruş ve küsuru için % 20,
3.001 kuruştan daha fazla kuruşa kadar her 100 kuruş ve küsuru için % 25.
b) Şehirler ve kasabalarda:
51 kuruştan 100 kuruşa kadar % 20,
101 kuruştan 1.000 kuruşa kadar her yüz kuruş ve küsuru için % 25,
1.001 kuruştan 2.000 kuruşa kadar her yüz kuruş ve küsuru için % 30,
2.001 kuruştan 5.000 kuruşa kadar her yüz kuruş ve küsuru için % 35,
5.001 kuruştan 8.000 kuruşa kadar her yüz kuruş ve küsuru için % 40,
8.001 kuruştan 10.000 kuruşa kadar her yüz kuruş ve küsuru için % 45,
10.001 kuruştan daha fazla kuruşa kadar her yüz kuruş ve küsuru için % 50.
c) Birinci maddedeki istisnalar nispi vergi mükellefiyetini kapsamaz.

339
Madde 6. Bütün maaşla çalışanların bir aylık maaş ve tahsisatın iki günlüğü ve
günlük ücret alanların iki günlük ücreti alınır. Resmi dairelerle hususi ve bütün
şirketlerle ticarethaneler ve acentelerdeki çalışanlar dahildir.
Madde 7. Bu askeri nakliye vergisi bir defada alınır, vermekten kaçınanlar hak
kında Kamu Alacakları Kanunu tatbik edilir.
Madde 8. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce askeri malları taşıdıkları
halde, Hükümetten halen alacağı bulunanların alacaklarını bu kanunla doğacak
yükümlülüklerden düşebileceklerdir.
Madde 9. Bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra Türkiye Büyük Millet Mec
lisi Hükümeti dahiline gelecek olan kişiler de bu kanun çerçevesinde askeri
nakliye yükümlülüğüne tabidirler. Ancak bunlardan Hükümetle anlaşması bulu
nanlardan taahhüt ettikleri miktarın yüzde biri nispetinde vergi alınır. Hükümetin
yardımına muhtaç olan mülteciler hariç olacaklardır.
Madde 10. Bu kanun haricinde hiçbir kimse ücretsiz nakliyat yapmaya mecbur
tutulamaz. Aksine hareket edenler kanuni takibata tabi tutulurlar.
Madde 11. Bu kanunun vergiye dair hükümleri 1922 mali senesine ve bir defa
ya mahsus olup yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 12. Bu kanunun yürürlülüğü Maliye, Milli Savunma, İçişleri ve Adalet
vekaletlerine aittir.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Kanun tasarısının tamamı hakkında söz
isteyen var mı?
SALİH EFENDİ (Erzurum): Kanunun tamamı hakkında ilk önce Yüce Meclisin
şefkat ve merhametine dikkat çekiyorum. Bu teklif bir teklif değil, kanun değil, ade
ta bir zorlama mıdır? Ne olduğuna dair hayret içindeyim. Bir insan bir koyunu ke
serken kaç tane derisini çıkarır? Mesela bir insan bir hayvan keserken kaç yerin
den keser? Biz çeşitli gelir vergileri, harp kazançları vergisi, arazi vergisi, hayvan
vergisi, bilmem ellerinde bulunan ticari eşyayı, yapağısını, yününü her şeyini aldık
tan sonra, arabasını da aldıktan sonra...
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Alacağız ve neticesinde istiklalini kazandıracağız.
SALİH EFENDİ (Devamla): O zaten veriyor, fakat günahtır. Yalnız şunu teklif ede
rim ki muntazam bir bütçemiz vardır. Bu nihayet bir milyon liralık bir meseledir.
Hükümet bir milyon lira için kanun yapmaya, vergi teklifine kalkışmasın. Bir nakliye
vasıtaları komisyonu kurarak bu işi muntazam yaptırsın. Milleti başka şekilde bu
naltıp çeşit çeşit, sebeplerle ahaliyi ezmeye lüzum yoktur.

340
1
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Salih Efendi, Memiş Çavuş'un aleyhinde söylüyorsun.
HACI TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Efendim eski Osmanlı Maliye nazırları şimdiki
Maliye vekilleri gibi ufak, tefek şey ile halkın gözünü dolduracak böyle ufak, tefek
şeyleri teklif etmezlerdi. Parayı hissettirmeden alırlardı ve sızlanma yaratmazlardı.
Biz ise her gün azar azar bir yükümlülük kanunu çıkarmakla ahaliyi de bunalttık.
Maliye Vekilinin de vekalete dair hiçbir ilmi haysiyeti kalmadı. Maliye vekilleri öyle
savurgan bakkallar gibi olmamalı, sermayesini azaltmış bir bakkal fasulyeye zam
eder beş kuruş, başka şeye zam eder üç kuruş. Maliye vekilleri halkın hissetme
yeceği derecede vergiler düşünmelidir. Memlekette birçok kaynaklarımız vardır.
Onlardan istifadeye çalışmalıdırlar.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Sayınız, ne gibi?
HACI TEVFİK EFENDİ (Devamla): Ormanlarımız var, madenlerimiz var. Avrupa
ile, Amerika ile ticari münasebetler kurar, bu şekilde her şey yapılabilir. Nitekim
birtakım bahanelerle Samsun tütünlerini mahvettik, binlerce lira zarar ettik. Onun
için böyle bir fazla yekun teşkil etmeyecek, hem ahalinin üzerinde başka yapacak
şeyleri teklif etmemeli. Biz de kabul etmeyelim. Çünkü hayvanlardan alacaksınız
efendiler, bir hayvan yaza yüz kuruşa çıkar. Kırk kuruş da hayvan vergisi aldınız.
Bundan da yirmi, otuz alacak olursanız ve yüzdesinde de on alırsanız halkın gö
zünde gayet büyür. Bir kötü tesir yaratır. Ben bu kanunun reddi taraftarıyım.
EMİN BEY (Erzincan): Halka vergi alacak olan Maliye Vekili meydanda yok.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Efendim, ben kanunun lehinde veya aleyhinde söz
söylemeyeceğim. Fakat bu kanunun müzakeresine girmezden evvel ve eğer gire
ceksek maddeler arasında biraz çelişki görüyorum. Mesela birinci maddede on
sekiz yaşından altmış yaşma kadar denmiştir, ikinci maddede bedenen malul olup
da vergi veremeyecek derecede mağdur olanlardan alınmaz. Bu madde ile malul
ler demek ki para vermeyecekler. Fiilen muktedir olanları verecek, olmayanları
vermeyecek manası çıkıyor.
İSMET BEY (Çorum): Reis Bey, maddelere geçilmiş ise biz kanunun tamamı hak
kında söz söyleyeceğiz.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Maliye Komisyonu burada kraldan ziyade kral taraf
tarı olmuştur. Hükümetin teklifini yedi sekiz misline çıkarmıştır.

1
Tunalı Hilmi Bey, Memiş Çavuş adlı bir halk kahramanı üzerine bir dizi tiyatro oyunu
yazmıştır. Bu oyunlar tiyatro bakımından ve şiir yönünden zayıf olmakla birlikte Ankara
Hükümetinin ilk yıllarının coşkunluğuna güzel birer belge özelliği taşımaktadır. Oyunların
ortak noktası, köylünün devlet yönetimine katılması ve halkçılık ilkesidir.
341
HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara): Efendim şimdi bir Hükümetin teklifi var, bir de
Hükümet ile beraber komisyonun bir teklifi var. Gerekçelerinde köylü kayırılıyor
sanılıyor. İlk bakışta hakikaten köylü bu nakliye işinden kurtarılmış gibi. Kimden
nakliye vasıtası alacak olurlarsa parayı verecekler. Halbuki meselenin böyle ol
madığı görülüyor. Madem ki bu tasarıda hayvan miktarına göre vergi var, efendi
onu bir kere düşünün. Hakikaten ahali biraz fazla eziliyor. O harp kazançları vergi
si siz zanneder misiniz ki birkaç müesseseye dairdir. Bütün memlekete o kadar
tesir yaptı ki olur şeylerden değil. Sonra ilk mektep vergisi bugün asıl verginin
üzerine on misli olarak hiç adalet olmadan iki senedir tahsil ediyoruz. Hakikaten
ben bunu iki sene evvel buradan söylemiştim. Biz gayeye ulaşıncaya kadar her
şeyi bırakalım. Tabii bu millet üzerine iki günde bir böyle vergi ile gelecek olursa
nız, halk bu yükü çekemez, götüremez. Zira Sivas'a kadar memleket Rus istilası
ile mahvoldu. Haymana'ya kadar da Yunan tarafından işgal edildi. Şurada iki bu
çuk vilayet var, onların da çetelerle ve bizim birtakım suiistimallerimiz yüzünden
ne kadar zedelendiğini pekala bilirsiniz. Bu vergileri verecek olanlar şurada iki
buçuk vilayettir. Binaenaleyh bunu iyi düşünüp bir şey yapmalı. Çünkü herifin bir
keçisi var, kırk kuruş vergi verecek. Yirmişerden kırk kuruş da çoban parası var,
eder seksen kuruş. Efendiler, bu köylüyü kayırmak değil, halka doğru değil, bunun
neticesi halkı imhaya doğrudur. (gürültüler) Köylü bugün her şeyini verdi ve köylü
nün hiçbir borcu kalmadı. Binaenaleyh Komisyonun bu teklifinin reddinin, Hükü
metin teklifinin kabulünün taraftarıyım.
ZÜLFÜ BEY (Diyarbakır): Efendim Hükümetin gerekçesine göre, Askeri nakliye
yükümlülüğü adıyla halka yüklenen vergi, Hükümete pek çok fayda temin eden bir
tekliftir. Maliye Vekili Bey'den sorarım, bu küçük vergi dediği ne kadar vergidir
acaba? Bunu tespit etmeden böyle en ağır vergiyi yükleyip milleti ezmek zanne
dersem doğru değildir. İkincisi, Bütçe Komisyonu raporunda,
-Askeri menzil merkezlerinde hemen tamamen köylü ahali ve köylü vasıtaları üze
rinde kalmıştır. Askeri nakliye vasıtalarının çoğalmasına kadar her işten evvel
yapılması gereken, bu nakliye yardımlarının böyle devamlı köylü tarafından yapıl
ması insaflı ve adaletli görülemediğinden,
...deyip geçiyor. Çok teşekkür ederim ki köylü bu kadar ezildiği halde, köylüyü
buna dahil etmemişlerdir. Bugün ne kadar vasıta alınmış ise hep köylülerden
alınmıştır, şehirlilerden alınmamıştır. Eğer şehirlilerden alınmış olsaydı, bunu ifti
harla kabul ederdim. Köylünün hiçbir şeyi kalmadı, hayvanları kalmadı, yine ağır
yükü köylünün üzerine yüklüyoruz. Hükümet düşünsün, iyi bir kanun getirsin, onu
müzakere edelim.
RAGIP BEY (Amasya): Efendim, ben bu kanunun bir taraftan aleyhinde bulun
makla beraber bir taraftan da lehinde bulunacağım. (hiç bulunma sesleri) Hayır
efendim, doğrudan doğruya fukarayı kurtarmak için lehinde bulunacağım. Milli
Savunma Vekili Paşa Hazretlerine sorarım, bundan altı ay evvel ne kadar hayvan
alınmıştır? Şimdi ne kadar elde kalmıştır? Bunun hesabını verebilirler mi? Efendi

342
ler, milyonlarca mal alınmış, bugün hiçbir şey kalmamıştır. Sonra efendiler, yü
kümlülük dolayısıyla birtakım nakliye vasıtalarını kullanacağız, bunlar kimlerdir?
Bir defa düşünelim, iki üç yüz lira parası olan, o para ile bir araba alan ve ailesinin
geçimini bununla temin edecek olan bir adamı alırız, cepheye göndeririz. Diğer
taraftan milyonlarca parası olan adamlar hiç bununla yükümlü değillerdir. (pek
doğru sesleri) Efendiler, para verileceksek verelim, fakat suiistimalin önünü alalım.
Efendiler, nakliye kollarının bugün hiçbir kıymeti yoktur. Size bir hesap arz ede
yim. Samsun'dan on dört sandık şişe sevk ediliyor. Bunlar Amasya'ya geliyor. On
dört sandık, her sandıkta yüz şişeden bin dört yüz şişe. Bunun için yirmi araba
alınıyor ve her birisine bir sandık konuluyor. Altısına da bunların erzakı yükleniyor.
Bunlar iki günlük mesafeyi sekiz günde gidiyorlar. Efendiler sekiz günde sekiz
manda ölüyor. Ellişer liradan dört yüz lira eder. (daha fazla sesleri) Bin dört yüz
şişenin kıymeti ise onar kuruş olsa, yüz kırk lira eder. Bunları bırakalım bugün
herkes mecburdur, muntazam iş görelim. Efendiler, Samsun'dan dört arabaya mal
teslim olunuyor. Arabalar üç günde Çorum'a geliyor. Çorum'a geldikleri zaman
hangi makama teslim edecek, bunu katiyen bulamıyorlar. Çünkü birçok makamlar
var. Sonra para da yoktur.
ALİ RIZA BEY (Batum): Sonra teslim edilecek yer bulunuyor mu?
RAGIB BEY (Devamla): Evet nihayet bulunuyor. Teslim alınız diye müracaat ettik
lerinde iki araba yolda, onlar da gelsin birlikte teslim alalım, diyorlar. Altı gün de
böyle geçiyor. İşte nakliyatımızın vaziyeti böyledir. Ben bu kanunun reddine taraf
tarım. Efendim seyyar posta müfettişi Çorum'a geliyor. Bir çift posta hayvanını
kendi arabasına koşup, gidiyor. Hayvanlar hala o adamda.
HAMDİ BEY (İzmit): Şahsi bir suiistimal.
MUSTAFA BEY (Tokat): Bakan, eden yok.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Buyurun Behçet Bey.
BEHÇET BEY (Çankırı): Efendiler askeri nakliyat şüphesizdir ki lüzumludur. Fakat
bugün biz bir askeri devirdeyiz ve bugün bütçemizbuna mahsustur, bütçemiz
doğrudandoğruya
Hükümetinteklifi
edemeyeceğibir
askeri bütçesidir. Bu teklif halkın tahammül tekliftir. Akıl ve man
tığa uymayan bir tekliftir. (bravo sesleri) ile Komisyonun teklifi
arasında ne kadar fark var? Hükümet herkesi bu nakliyata
mecbur tutuyor. Komisyon ise bunda farklı düşünüyor. Kim ne kadar vergi veriyor
sa, o kadar yükümlü olsun, köylüleri bugün bu yükümlülükten kurtarmak istiyoruz,
diyor. Halbuki söylediği gibi değildir ve daha çok yük köylünün üzerinedir. Millet
harp malzemelerini şimdiye kadar omuzlarında götürmek suretiyle taşımıştır. Nak
liye vasıtalarını da vermiştir ve alınan hayvanlar da gevşeklik ve kötü idare yüzün
den telef olmuştur. Binaenaleyh bugün halka bu şekilde bir yük, bir teklif daha
yükletmek ihtimali kalmamıştır. Hulasa ben bu kanunun reddi taraftarıyım. (pek
doğru sesleri)

343
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Malumunuz tekalifi milliye emirleri yayınlan
dıktan birkaç ay sonra yürürlükten kaldırıldı. Fakat nakliye vasıtalarına dair tekalifi
milliye emirleri hala bugüne kadar devam ettiği gibi bundan sonra da devam etme
mecburiyeti vardır. Samsun'dan Ankara'ya, İnebolu'dan Ankara'ya, bu iki güzer
gah ile harp cephesi arkasında nakliye vasıtalarının sahiplerine yüklenen bu teka
lifi milliye, memlekette yaşayan insanların bir kısmına ait olmak üzere ne kadar
mecburi olursa olsun adaletsiz olarak yüklenilmiş bir külfettir. Bu külfeti harbin
nihayetine kadar yalnız onların üzerinde tutmak bilmem ne dereceye kadar doğru
olabilir? Bunlar her ay yüz kilometre ücretsiz nakliyata mecbur tutuluyor. Yüz kilo
metreyi tamamladıktan sonraki günler için de askeri nakliye tarifesine göre saatte
pek az bir nakliye ücreti veriliyor. (saman parası değil sesleri) Buna karşılık bu
ücret, ya emir veriliyor veya memurun cebinde kalıyor veya iki, üç ay sonra verili
yor veya hiç verilmiyor. Efendiler, işi olduğu gibi görelim, memlekette bir ihtiyaç
vardır. Askeri nakliyat bizim için hayati bir meseledir. Fakat bunu yalnız bir sınıf
halkın üzerinde tutmak doğru değildir. Bunu mümkün olduğu kadar bütün memle
kete yaymak lazımdır. Adalet bunu ister. Bu itibarla bu kanunun lehindeyim. Fakat
bazı maddelerde birçok şeyler var, bilhassa 4, 5, 8 ve 11. maddelerin üzerinde
esaslı değişiklik yapılamasına taraftarım. Evet bu kanunu çıkartmasak da mecbu
riyet bilirsiniz ki her şeyin üstündedir. Bundan evvel Sakarya muharebesi yapılır
ken böyle bir kanunumuz mevcut değildi, fakat mecburiyet bunu yaptırdı. Ancak,
buna karşı bugüne kadar halka, bilhassa cepheye yakın olan memleket halkına ne
temin ettik ve ellerine ne verdik? Rica ederim, bir usule ve kaideye uygun olmak,
memleketin tamamına ait bulunmak üzere münasip bir miktarda bir para toplasak
da bu halkın da bir dereceye kadar ihtiyacını temin etsek ve bunların eline birkaç
kuruş versek adalete daha uygun olmaz mı?
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Bütçedeki buna dair tahsisata ne oldu?
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Onu Milli Savunma Vekili Paşa Hazretlerinden
sorarsınız. Bütçedeki rakam para ifade etmez. Yalnızca harcanmasına izin ver
meyi ifade eder ve şunu da arz edeyim ki bazı zaman olur para dahi olsa icabında
memleket belli ve geçici bir zaman için köylünün, ahalinin elindeki bütün nakliye
vasıtalarından azami derecede istifadeye mecbur kalır. Harbin içinde bazen öyle
günleri olur ki memleketin adeta bir kısmını öyle bir hale getirir ki ve bunu hepimiz
bildiğimiz halde memleketin yüksek menfaatlerini göz önüne getirerek o gün için
onu mazur görürüz. Fakat bunu mümkün olduğu kadar kısa bir süre için devam
ettirmek ve bir dereceye kadar makul bir şekle koymak için böyle bir kanuna ihti
yaç ve lüzum vardır. Köylüyü nakliye yükümlülüğünden istisna edelim veya etme
yelim. Bunu maddelerin müzakeresinde söyleriz. Benim arz edeceğim diğer sözler
maddelere aittir. Çok rica ederim, kanun gayet esaslı bir kanundur, binaenaleyh
maddelerin müzakeresine geçelim. Neticede aldığı şekil hoşumuza gitmezse red
dederiz. Bunu bugün reddedersek, bir kısım halk üzerine yüklenen bu berbat bas
kının nihayete kadar devamını kabul olursunuz. O halde bu kanunu reddetmekle
tekalifi milliye...

344
LÜTFİ BEY (Malatya): Bütçede tahsisatı var.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Müsaade buyurun Bey'im, tekalifi milliyenin nak
liye emrini geri alabilir misiniz? (alırız sesleri)
ŞEVKİ BEY (İçel): Efendim, beş yüz hayvan öldü, neden öldürdüler?
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Efendim, hayvan öldü, hayvan şöyle öldü, buna
bakmayanı ve öldüreni cezalandırmak başkadır, memleketin bugün muhtaç oldu
ğu ordunun harp levazımını nakletmek başkadır. Bu hayvanları tamamıyla öldür
seler bile, yine bu nakliye işlerinin çaresini düşünmek Yüce Meclisin borcudur,
esas vazifesidir. Hayvanlara bakmayan ve öldürenleri cezalandırmak ayrı bir me
seledir.
OSMAN BEY (Kayseri): Askeri menzil teşkilatını lağvedersek köylü bunu daha iyi
bir şekilde yapabilir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar, bu tasarıda ilk gözüme çarpan şey, halkın
gelirine göre vergi nispetinde artan rakamları oldu. Bu usulün hiç olmazsa Meşru
tiyetin ilk gününden beri kabul edilmesi lazım gelirken maalesef kabul edilmemiş
tir. Hükümetin ve Komisyonun bu esası kavramış olması dolayısıyla tebrik ederim.
Tebrik vazifesini yaptıktan sonra, ikinci bir vazifeyi daha yerine getiriyorum ki o da
Hasan Fehmi Bey'in burada söylediklerinden dolayı kendilerine teşekkür ederim.
FEYZİ EFENDİ (Malatya): Hilmi Bey, teşekkürleri sonra yaparsınız. Evvela fikrinizi
söyleyiniz.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Efendim, en birinci düşünülecek nokta, harp cep
hesinden yavaş yavaş uzaklaşarak en ücra, en uzak noktaya gidiniz. Bir nokta
cepheye ne kadar yakınsa filan ve filan köy ordunun daima hizmetiyle meşgul
oluyor. Fakat daha uzaklarda bulunan bir köy ve bilhassa kasabalar katiyen bu
nakliye vazifelerinin en azını ve en hafifini bile yapmıyor.
EMİN BEY (Erzincan): Çok fazla yardım yapan uzak yerler var.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Müsaade buyurun, mesela Diyarbakır'ı alalım. Ben
oradaki halk harp ve istiklal vazifelerini yapmıyorlar demiyorum. Fakat bir nispet
vardır.
LÜTFİ BEY (Malatya): Daha fazla efendim, daha çok hizmet ediyorlar.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Olabilir efendim, fakat nispet olarak düşünecek
olursak elbette cepheye yakın yerler daha fazla meşgul oluyorlar.
LÜTFİ BEY (Malatya): Onlar da meşguldür.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Efendiler, kanunun ruhunu teşkil eden madde
ikinci maddedir. Kanunun ruhundan bahsediyorum. Biz bu kanunu kabul etmekle
bu maddenin ruhunu kabul ediyoruz ki o da zavallı Ayşe Kadının zavallı Mehmet

345
çiğin geride beli bükülmüş biçare ihtiyar dedesinin eline beş on kuruş vereceğiz.
Bakınız burada peşin kaydı vardır.
EMİN BEY (Erzincan): Bir hayrın var mı?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Emin Bey, hatibin sözünü ne hakla kesi
yorsunuz? Rica ederim, muhatap mısın sen?
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Olabilir ki bu kanunun teselli veren bu ruhu belki
tatbikat itibariyle o kadar ortaya çıkmayacak olabilir. Fakat iyi bir şekilde tatbikatı
na gayret edelim. Yalnız Hasan Fehmi Bey'in dedikleri gibi, bu kanunun maddele
rine geçelim. Yine sizin tetkik ve tenkitleriniz sayesinde gayet mükemmel bir ka
nun olacak ve emin olunuz arkadaşlar, fukara için bilhassa o zavallı köylüler için
en mükemmel bir kanun olacaktır.
OSMAN BEY (Kayseri): Köylü mahvolacaktır. Böyle mi Memiş çavuşları müdafaa
ediyorsun?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, on imzalı bir önerge var, gizli
celse yapılması teklif ediliyor. Oylarınıza arz edeceğim. Onun için katipler salonu
tahliye buyursunlar.
(Gizli oturuma geçilir.)
1

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Kanun tasarısının müzakeresine devam


ediyoruz. Buyurun İsmet Bey.
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Efendim kanunun tamamı hakkında be
yanatta bulunan arkadaşlarım kanunun aleyhinde bulundular. Halbuki biz kanunun
gerekçesini yazarken yalnız kanunun ehemmiyet ve ivediliğinden bahsettik, sebe
bini gizledik. Tabii hatiplerin kanunun hakiki sebebi izah edilmeden kanun lehinde
mütalaa etmelerine imkan yoktur. Bundan dolayı gizli celse teklifine mecbur kal
dık. Çünkü bazı üyeler Milli Savunma bütçesinde kafi miktarda nakliye tahsisatı
var diye düşünüyorlar. Halbuki tahsisat rakamdır. Bunların karşılığında gelir olma
yınca bu rakamın ne tesiri olabilir? 1922 senesinde mali vaziyetimiz bütün çıplak
lığıyla muhterem üyelere arz edildi. Umumi gelirlerimiz otuz beş milyondan ibaret
tir. Zaruri olarak yapacağımız harcamalarımız ise seksen milyonu geçiyor.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Elbette kafi gelmez. Nafıa daireleri, iktisat daireleri...
İSMET BEY (Devamla): Onlar olmadan Milli Savunma bütçesi altmış milyon iken,
Bütçe Komisyonu en son inceleyerek elli beş milyona indirmiştir. Halbuki Başku
mandanlık Kanunu ile Başkumandanlığa verilen salahiyet üzerine, tekalifi milliye

1
TBMM Zabıt Ceridesi (14 Mart 1922), 1.Dönem, c.18, s.223-230, http://www.tbmm.gov.tr/
346
emirleri ile bu memlekette nakliye işleri, zirai vasıtaları olan köylü halka yüklenmiş
tir. Yani bir sınıfa yüklenmiştir ki o sınıf memleketin hayatını idame eden sınıftır.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Eziliyor, eziliyor.
İSMET BEY (Devamla): O sınıf ki bizi besleyen sınıftır. İşte kanunun sebebi, bu
yükümlülüğün yalnız bir sınıfa yüklenmesine mani olmaktır. İşte ortadan o mecbu
riyeti kaldırmak ve köylüyü bu tahammül edilemez olan vaziyetten kurtarmak için
yapılacak çarelerdir, efendiler? Bunun çaresi bu yükümlülüğü bir sınıftan kaldır
mak, bütün halka vermektedir. Bu nasıl nasıl olabilir efendim? Elinde imkanları
olanlara bu vazife verilir. Adeta elinde nakliye vasıtaları olanlar büyük günah işle
miş oluyorlar. (pek doğru sesleri)
NECİB BEY (Ertuğrul): Gizli celse teklifinin gerekçesini söyle.
İSMET BEY (Devamla): Bu yükümlülüğü kaldırabilmek için bütçeye konulan tahsi
sat rakamlarının karşısına gelir koymak lazımdır. Yani o rakam orada hiç bir mana
ifade etmiyor. Hükümet arzu etse dahi, nakliyatı ücretli olarak yapacağına söz
verse dahi karşılığı yoktur, para yoktur. Bunu yapamaz. Şu halde mecburiyeti
kaldırabilmek için bunu paraya, vergiye çevirmeliyiz. Böylece zirai vasıtalar kurta
rılmış olur. Bundan dolayı Hükümet bize Askeri Nakliye Kanunu getirdi. Komisyon
bunu kabule neden mecbur oldu? Elbette biliyordu ki o rakamların karşılığı yoktur.
Karşılığı olmazsa tabii Başkumandanlığın emri devam edecektir. Böylece nakliye
meselesi bitecek, köylü de bitecek ve bu istiklal mücadelemizin gayesine doğru
giderken Hükümet Allah korusun fena bir vaziyete düşecektir. Efendiler bunlar
aleni celsede de söylenebilir. Fakat aleni celsede bunları söyleyebilmek için efen
diler, memleketin mali vaziyeti şöyledir, bütçedeki o seksen milyonluk tahsisat
rakamlarının karşılığı yoktur, dersek bütün cihan, düşmanlarımız bize ne derler?
Onun için, bunları söylemek için gizli celse teklif etmeye mecbur olduk. Bundan
sonra isterseniz aleni celseye geçebilirsiniz. Bizim kanaatimize göre ve mesele
budur.
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Efendim benim ilave etmek istediğim bir hu
sus var ki biraz önceki konuşmamda söylemeye çekindim, katiplerin duymamaları
için. Bence bu kanunun hakiki bir ihtiyacı vardır. O da malumunuz Mersin Limanı
açıldığı zaman, daha doğrusu açıldıktan sonra bize büyük bir ümit gelmişti ki as
keri nakliyatı Mersin'den demiryolunu istifade etmek suretiyle nakliyatımızı temin
edebiliriz. Biliyorsunuz ki bir defa tecrübe yapıldı. Karadeniz iskelelerinden Fransız
vapuru ile yapılacak olan nakliyata Yunanlılar tarafından mani olundu. Son za
manlarda gazete haberlerine göre Yunan donanması faaliyet halindedir. Yine biz
bu sebeple Mersin yolu açılmakla beraber, yine yapılan nakliyatımızı Samsun ve
İnebolu yollarından getirmeye mecburuz. Ama bunun için kafi miktarda nakliye
vasıtalarımız yoktur. Kış zamanında hayvanların bir tarafa gidememesi, dağa ba
yıra sevk edilememesi dolayısıyla, yeterince istifade edileceği zamanlar da temin
edilmediğine göre ilkbahar ki bundan sonra verilen bu beş para ile nakliyeyi bu iki

347
yol üzerinde yapmanın imkanı yoktur. Bunu yapmak paraya dayanır. Bu kanunu
kabul etmenin lüzum ve ihtiyacı karşısındayız. Kabul etmediğiniz takdirde nakliye
ciler üzerinde on aydan beri devam eden tekalifi milliye emrinin yine devamına
sebebiyet vereceğiz. Fakat yapamayacağız, çünkü bahar gelmiştir, nakliye vasıta
ları yoktur ve bu ücretle işlemeyecektir. En acıklı bir günde elim bir vaziyet karşı
sında kalacağımızdan korkarız, Allah esirgesin.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliği hakkında bir öner
ge var. (çoğunluk yok sesleri) Efendim kanunun tamamının müzakeresinin yeterli
liğini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. (sekiz el sesleri)
EMİN BEY (Erzincan): Efendim, bu nasıl oya sunulur. Bir şeye karar vermek için
karar yeter sayısının olması icap eder. Şurada yüz kişi yoktur.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim çoğunluk vardır.
EMİN BEY (Erzincan): Burada mı çoğunluk vardır?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Celseyi çoğunlukla açtık, çoğunlukla de
vam ediyoruz. (gürültüler) Efendim, gizli celse kafi midir? (kafidir sesleri) Aleni
1
celseye geçilmesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.
(Açık oturuma geçilir.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendi aleniye celseye geçtik ve kanunun
tamamının müzakeresinin yeterliliği hakkında da bir önerge var. Müzakereyi kafi
görüp maddelere geçilmesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Maddelere
geçilmiştir, efendim.

ASKERİ NAKLİYE MÜKELLEFİYETİ KANUNU


Madde 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti dâhilinde on sekiz yaşından
altmış yaşına kadar yaşayanlar askeri nakliyat ile yükümlü olup bu yükümlülük
para olarak tahsil edilir. Aşağıdakiler bu yükümlülükten istisnadır.
a) Askerler ve harbeden kıta subayları.
b) Bedenen malul olup da bu yükümlülüğü para olarak ödemeye imkanı olma
yanlar.

MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Birinci maddede on sekiz yaşından altmış


yaşına kadar, deniliyor. On sekiz yaşında bulunan biri ya mektep talebesidir veya
hayatını kazanamayan, ele bakan bir çocuktur.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Askere almıyor.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (14 Mart 1922), 1.Dönem, c.3, s.67-69, http://www.tbmm.gov.tr/
348
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Ne demek efendim? Yirmi yaşında almıyor.
Daha on yedililer alınmamıştır. 1922 senesindeyiz, rica ederim.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Çocuk mudurlar onlar? Rica ederim.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Binaenaleyh bunun yirmi yaşında olmasını
teklif ederim.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Bir de en mühim, yirmi yaşında olanları askere alıyorlar.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): İyi efendim, olsun askerlik hizmeti ile yükümlü
olursa vazifesini yapar. Onlar ikinci maddede istisnadır. Daha ne istiyorsunuz?
Askere giden istisnadır. Sonra bunun bütün halka yükümlü olması köylüye haksız
lıktır. İnsaf edelim efendiler, bu memleketin bütün yükü bu zavallı köylünün sırtına
çökmüştür, öküzleri öldü, mahvoldu. Tekrar bunları nakliyata sevk etmek veya
bunlardan para almak biraz haksızlık olacaktır. Ben şehirlilerden alınmasını itiraz
edecek değilim. Biz şehirliler verelim. İtiraf edelim ki bizim omzumuza yüklenen
yükler onların yüklerinden çok hafiftir. Fakat onların yükleri artık omuzları çekeme
yecek dereceyi buldu.Bu hepimizin kalbini sızlatan, ağlatan bir meseledir. Bunun
için buraya bir istisna kaydı konulmasını, köylülerin bundan istisna edilmesini teklif
ederim. (doğru, doğru sesleri)
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Komisyon bazı istisnaları kabul etmek
için uzun uzadıya düşünmüştür. Hakikaten menzil yolları üzerinde olan köylüler o
kadar çok nakliyat yapmıştır ki bunları tekrar nakliyatla mükellef tutmak yanlıştır.
Fakat bu teklif yalnız yüz kırk kuruştur. Yani o kadar büyük fedakarlığı yapan köy
lüyü bundan istisna etmeyi Komisyon köylünün şerefine, haysiyetine, bu memle
kete yaptığı fedakarlığa karşı uygun görmemiştir. (maşallah sesleri) Sonra izah
edeyim efendim, köylülerin hepsi nakliye vasıtalarına sahip değildir. Köylünün bir
kısmı hayvan sahibi, arazi ve emlak sahibidir. Bunların nakliye vasıtaları olmadı
ğından dolayı tekalifi milliyede yükümlü tutulamamışlardır. Bundan dolayı Komis
yonumuz bu istisnayı uygun bulmadı. Bir de uygun bulmamak için bir sebep daha
vardır. Çünkü bu istisnayı kaldırmak için göz önüne aldığımız rakam iki milyon
liradır. Yani iki milyon lirayı temin etmeyince kendi kendimizi aldatmış olacağız.
Onun için istisna kabul etmemiştir.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, eğer köylülere nakliye mükellefiyeti vergisi
adı altında her ne miktar olursa olsun toplanacak para ile tamamen tekalifi
milliyeden köylüyü kurtulabileceğimize inansam, bunu kabul ederim. İsmet Beye
fendi, köylüye yüklenecek vergi yüz kırk kuruştur, buyurdular. Köylülerin şu iki
sene içinde yapmış oldukları fedakarlıkların miktarını Hükümet ve Komisyon dü
şünmüş müdür? Efendim, köylüleri niçin böyle bir şereften mahrum bırakalım,
deniliyor. Güya köylü şimdiye kadar bu şerefi ile yapmamış gibi, şimdi kasaba ve
şehir ahalisine bu vergiyi yüklerken köylüyü istisna etmek, güya vatan müdafaası
emrinde köylüleri böyle bir şereften mahrum bırakmaktır. Binaenaleyh bu uygun
değildir, diyorlar. Köylüler, nakliyat hususunda öküzlerini, arabalarını, beygirlerini

349
hatta en zayıf merkebe varıncaya kadar hepsini feda ederken şehirlileri bu şerefe
iştirak ettirmemek suretiyle onları vatan müdafaası şerefinden menediyoruz. Bina
enaleyh onlara da şimdiye kadar bir vergi konulmamış da şimdi zavallı köylüler şu
vergiden istisna edilmiyor. Ben katiyen eminim ki köylüden beş lira dahi alsanız,
köylünün yine öküzü, atı alınacaktır. Pek yakın bir günde bunu ispat edeceğim.
Yine alınacaktır. Evvelce Nakliye Vasıtaları Kanunuyla herkes yüz kilometrelik bir
yer nakliyat yapacaktır, denildi. Mesela birisi Sivas'tan çıkarak ta Ankara'ya kadar
geliyor. Sivas'tan burası yüz kilometre midir? Sonra buradan efendim Yahşıhan'a
sevk olunuyor. Bu sefer giderken gördüm adam diyor ki,
-Allah aşkına öküzlerimden, arabamdan vazgeçtim, beni bırakın.

...Efendiler köylüler bu fedakarlığı yaparken, acaba birçok servete sahip olan diğer
ahali nakliyat adına ne yapmışlardır? Sonra efendiler, Maliye Vekili Beyefendiye
sorarım. Gelir miktarını artırmak, boş kasaları doldurmak için yalnız rakamları
kabartmak kafi midir? Sorarım size, geçen sene tekalifi milliye ile bütçeye koydu
ğunuz elli milyon liradan kaç milyonunu tahsil edebildiniz? Yani zavallı halkın za
ten kazanıp veremeyeceği bir vergiyi daha ilave etmekle halkı Hükümetten so
ğutmak, memleket dahilinde isyan temellerini kurmak için mi böyle hareket ediyo
ruz? Böyle bir hareketle memlekete fenalık mı yapmak istiyoruz? Efendiler bir
memleketin ahalisini isyan ettirmek için en büyük çare yükümlülükleri devamlı
artırmaktır. Bu umumi bir infilaka sebep olur. Rica ederim biraz da memleketin
iktisadi vaziyetini düşünelim. Maliye Vekiline tekrar soruyorum, ne kadar vergi
tahsil etmiştir? Niçin vergi toplayamıyorlar? Acaba vergi veremeyen ahaliden ye
niden bir vergi daha alabilecek midir? Alamayacaksa şu halde kitap üzerine geçe
cek olan rakamlar nakliyeyi temin edebilecek midir? Edemediği halde ki ben ede
meyeceğine inanıyorum, efendiler yine köylülerden nakliye vasıtası alınacaktır. O
halde niçin bunları bir de borç altına alalım? Hükümete bu kanunu verdiğimiz tak
dirde nakliye için köylüler üzerinden angarya usulünü kaldırabilecekler mi? Müm
kün değil onun önüne geçemezler. Geçemedikleri halde ne olacak? Bu bir vergi
dir. Bu vergiyi niçin böyle nakliye yükümlülüğü adı altında alıyorlar? Buna başka
bir isim versinler. Ben iki üç senedir ve daha öteden beri hiçbir vakit Hükümeti
görmedim ki Mecliste, umum serveti artırmak için şu çareleri düşündüm, desin.
Memleketteki şu madenleri işletiyorum, desin. Buna karşı bir tedbir düşündüm, bir
vergi çıkarttım, desin. Bu yok. Her vakit efendim bana elli milyon lira lazım. Bunun
için de gelir vergisini artırıyorum, diyor. Rica ederim, Hükümet demek eğer bu
demekse, Hükümetin lüzumu yoktur, lağvederiz onları. Rica ederim ne istiyorsu
nuz? Yüz bin lira. Halka yüz bin lira vereceksin deriz, mesele biter. Hükümetin
vazifesi mevcut vergileri her gün artırmaktan mı ibarettir? Hükümet, memlekette
mevcut altın yuvaları hakkında ne düşünüyor?
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Birinci maddeye dair mi söylüyorsunuz?
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Birinci maddeye dair söylüyorum.

350
HASAN BEY (Maliye Vekili): Bu hususta başkasını kandırırsın, söyleyeceğini söyle.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Sözlerim birinci maddeye dairdir. Binaenaleyh emin
olunuz efendiler, bu kanunun birinci maddesini kabul etmekle beraber ben bir defa
daha kati olarak söylüyorum, köylülerin istisnasını teklif ediyorum. Şehirlilere ge
lince böyle görünüşe bakıp aldanmayım. Harp vergisi, bilmem ne vergisi diye şe
hirlilerin de bir çokları ticarethanelerini kapatmak mecburiyetinde bulunuyorlar.
HASAN BEY (Maliye Vekili): Allah Allah!
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Beyefendi, Allah Allah demeyiniz size soruyorum.
Niçin memlekete para sokmuyorsunuz? Hükümetin vazifesi, milletin elinde on
para varsa onu almak değildir. Memlekete para sokmalıdır. Memleket dahilinde
yirmi milyon lira varsa bu yirmi milyonu kırk milyon yapmaya çalışınız. Hükümetin
vazifesi budur. Marifet o parayı Avrupa'ya, şuraya, buraya gönderip milleti mete
liksiz bırakmak değildir. Hakikat böyledir. Eğer bilmiyorsanız lütfen memleketi bir
defa geziniz ve hakikati görünüz. Efendiler, bu kanun maddeten bir fayda temin
etmeyecektir. Yalnız temin edeceği bir şey varsa, Hükümete karşı mevcut halkın
muhabbetinin bir kısmını azaltmaktan başka bir şey olmayacaktır. Eğer Yüce He
yetiniz uygun görüyorsa birinci maddeyi kaldırırsınız. O gittiği gibi öbürlerini de
götürür, bu böyledir. (gülüşmeler)
HASAN BEY (Maliye Vekili): Efendim, ben birinci maddeye ait olan ifadelerden
köylü sınıfının istisna olmasını anladım. Hakkı Hami Bey'e müsaade ederseniz bir
cevap vereyim. Hakkı Hami Bey birinci madde dolayısıyla öteden beri Hükümetin
faaliyet ve icraatını takdir etmediklerini ve birçok bakımdan tenkit ettiler. Ben derim
ki mevcut hal ve şartlar içerisinde Hükümet, memleketin ihtiyaç, refah ve ilerleme
sini sağlamak üzere memleketi idare etmiş olma iddiasında değildir. Biz bu kadar
idare edebiliyoruz. Daha uygun şekilde idare etmek isteyen, daha iyi şekilde idare
etmek iktidarında bulunanlara istirham ederek yerimizi terk ederiz, buyursunlar.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Bu evvelce yapılmalıydı.
HASAN BEY (Devamla): İşin daha başlangıcında olduğumuzu unutmayalım.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Üç senedir ne yaptınız?
HASAN BEY (Devamla): Üç senedir bu mevkide duranlara söyleyiniz. Efendim, bu
verginin esası şahsi yükümlülüktür. Malumunuz vilayet hususi idarelerine ait bir
yol bedeli de vardır. Bütün şahıslar için belli bir miktar dahilinde verilen vergidir.
Sınıf üzerine yükümlülük usulü yoktur. İster köylü olsun, ister şehirli olsun belli
şartlar dahilinde istisnalar vardır. Sonra köylü diyoruz. Köylü denince kanunen
hatıra ne gelir? Elinde kazma ve küreğiyle şehirlerde meşgul olan bir adamın nü
fusu köyde bulunması dolayısıyla her hangi bir vergiden muafiyetini istemek doğru
mudur rica ederim? Şehirlerde bulunan, bir servet sahibi olmayan, geçimini bede
niyle kazanmakta olan amele sınıfı, fukara halk sınıfı acaba köylüden daha fazla
mı zengindir? Binaenaleyh vergide köylü ve şehirli diye kısımlar ayrılarak, köylüyü
351
istisna, şehirliyi yükümlü tutmak gibi bir muameleye imkan yoktur. Yükümlülük
umumidir. İstisna edilmesi lazım gelenlere gelince, benim biraz da köyle alakam
var, köy hayatını biraz bilenlerdenim. Köylüler de bazı vergiler vermektedir. Fakat
arkadaşlara sorarım. Bizim bildiğimiz köylüler içerisinde bilinen vergilerden, aşar
vergisi dışında iki bin kuruş vergi vermekte olan kaç kişi vardır? (hayvan vergisi
var sesleri) Müsaade buyurun efendim, onu da arz edeyim. Hayvanlar zannedil
mesin ki köylünün malıdır. Hayvan sürülerinin yüzde yirmi beşi ancak köylüye
aittir. Yani fakir olan çiftçiye aittir. Bu sürülerden bir kısmı zengin olan ve çoğu
şehirde bulunanlarındır. Köylünün şahsına ait bulunan üç beş koyununu zaten
köylü göstermez ve yazdırmaz. (gürültüler)
EMİN BEY (Erzincan): Hasan Bey, bu sizin dedikleriniz hayvan tüccarlarıdır.
HASAN BEY (Devamla): Binaenaleyh vergi nispetini görerek köylünün ağır vergi
ye tabi tutulduğunu iddia buyurmayın, bu hayalidir. Bu nispetler dahilinde vergi
veren köylü bulamazsınız. Geride elli kuruş kalıyor. O da on sekiz yaşından altmış
yaşına kadar sağlam olan köylülerden bir defaya mahsus olarak alınacaktır. Ben
bunun köylüye ağır olduğunu kabul etmiyorum. Binaenaleyh birinci madde gere
ğince köylü sınıfının istisnasına imkan yoktur. Çünkü arz ettiğim gibi köyde köylü
nüfusuna kayıtlı olduğu halde şehir ve kasabalarda yaşayan halktan çok rahat
hayat yaşayan halk vardır. Böyle ayırmanın imkanı yoktur. Ben istirham ediyorum,
madde böyle kalsın.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Hasan Beyefendi, müsaade buyrulursa askerler ve
harbeden kıta subaylarından maksat nedir? Rica ederim bunu izah ediniz.
HASAN BEY (Devamla): Bu ifade Komisyonda uzun uzadıya müzakere edilmiştir.
Cephede bulunan subaylar mı diyelim, yoksa geride bulunan subaylar mı diyelim,
diye münakaşa ettik. "Harbeden" kelimesini daha uygun gördük. Çünkü cephe
denilince geri hizmetinde bulunan birtakım subaylar vardır ki bunların istisnadan
istifade etmemeleri için böyle dedik. İşte bundan maksadımız harp halinde bulu
nan kıtaların subaylarıdır.
NEBİL EFENDİ (Karahisar). Levazım ve askerlik şubelerinin subayları demek
dahil değildir?
HASAN BEY (Devamla): Dahil değildir.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Maksadım bunu zapta geçirmekti. Onun için sordum.
HASAN BEY (Devamla): Bilinen ihtiyaçlarımız dolayısıyla Yüce Heyetinizden bu
nun acilen müzakeresini istirham ediyorum. Bu kanun mali kanunların ne birincisi,
ne onuncusudur. Bunun gibi daha on beş kanun vardır. Yani vaziyet budur. Bunu
da arz ediyorum. Eğer köylüler hakkında beş, on hayvanı sebebiyle vergiye tabi
olmamalarını arzu buyurursanız ben buna karşı değilim. Bugün hayvanları kanun
dan çıkararak diğer vergilerden alınmak tabirini kabul ederim. Bilhassa beş on

352
hayvan sahibi olup da yükümlü bulunanlar için kabul ederim. Sürü sahipleri için
olmamak şartıyla, esasen sürü sahipleri köylü değildir.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Arkadaşlar nakliye vasıtaları meselesi adeta bir
ateş, devamlı istiyor, yiyor, yakıyor, yandıkça yanıyor, bir volkan gibi. Ne araba
bıraktık, ne öküz bıraktık. Son zamanda merkepleri topluyoruz. Koyun pazarına
gidiniz. Yalnız Bala Kazasından yüz elli merkep gelmiş. Bunları da gebertiyorlar,
bu yetmiyor. Tekrar talep ediliyorlar. Ben bu kanunun lehindeyim. Şu maddedeki
on sekiz yaşı Şükrü Bey kardeşimiz itiraz ettiler. Dikkat ediniz, çarşılarda on sekiz
yaşındaki çocuklar çalışıyorlar. Bunları istisna edersek zaten on sekiz yaşından
daha yaşlıların büyük bir kısmı silah altında bulunuyorlar. Kimlerden vergi alaca
ğız? Bunlardan almayalım da kimlerden alalım? On sekiz yaştakilerden vergi al
mak uygundur. Bunlar mektep talebesidir dedi. Efendiler hepimiz biliyoruz. Şu, bu
memlekette kaç mektep var, okuyanlar kaç yaşındalar ve kaçı on sekiz yaşında
lar? On sekiz yaşındaki şehir çocuklarından vergi alalım rica ederim. Onlar büyük
ticarethanede çalışıyorlar. Halbuki ta Kütahya'dan birtakım kadınlar nakliye için
vazifelendirildiler ve halâ Eskişehir'de sürünüyorlar. Aileleri orada kalmış, kendileri
burada kalmış ve kağnılarıyla sürüklenip duruyorlar. Neden onları böyle sürüklen
dirirken şehir çocuklarından vergi almayalım? Bu bir bir volkan gibidir. Arkadaşlar,
ben buraya ilk geldiğim zaman bunları söyledim. Fakat zayıf imanla itham edildim.
Arkadaşlar biz ne yapacaksak kendi kuvvetimize göre yapalım. Alay alay yazarlar
geliyor, alay alay şairler geliyor, dedim bana güldünüz. İşte bol bol maaş vermenin
neticesi budur, gücümüze göre kendi kuvvetimizi tartmamanın neticesi budur.
Daha bundan büyük teklif karşısında kalacağız, ceza bizimdir.
BİR MEBUS BEY: Söylenen sözler Meclis çatısının altında kalıyor.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendim çok şükür ki köylünün müdafaası son za
manda Mecliste adeta moda oldu. Biz artık köylülükten çıktık. Birçok köylüler var,
hamdolsun köylünün hakkını müdafaa ediyorlar, bu hakikaten şükran sebebidir.
Efendiler acaba tekalifi milliye emirleri tatbik edilirken aklımız nerede idi? Bugün
karşımıza, bir kanun geliyor, bir vergi alınmak isteniyor. Niçin çağırıp bağırıyoruz?
Acaba bunun çaresi nedir? Niye söylemiyoruz? Bu Meclis hep menfi vaziyetler
karşısında mı kalacaktır, rica ederim? Bugün düşmanın Eskişehir'de olduğunu
unuttuk mu? Para kalmamış, insan kalmamış katiyen böyle değildir. Bugün mem
leketin gücü kuvveti mevcuttur, ölmemiştir. Ölmüş diyenler ölmüştür, ötekiler kati
yen sağdır. Mübalağa yapalım derken adata büyük bir fenalık oluyor. (bravo sesle
ri) Maliye Vekili Hasan Bey'in buyurdukları gibi kanuni bir tarzda, meşru mahiyette
herkes memleketin tamamını bu mukaddes cihada iştirak ettirmek için karşımıza
getirilen bu kanun tasarısı zannederim ki şayanı kabul edilebilir, sayanı riayet edi
lebilir, hürmet edilebilir mahiyettedir. Köylülerin istisnasına gelince efendiler, köy
lünün bir avuç tuzu bir hayrın içinde bulunmazsa o hayırdan fayda beklemeyiniz.
Eğer yalnız şehirliye kalsın derseniz, netice sıfırdan ibarettir. Fakat köylü bundan
sonra hizmetini kanuni olarak yapacaktır. Şimdiye kadar imanı ile yapmıştır. Yine

353
kendi imanıyla ve kanuni olarak yapacaktır. Onun için köylü, şehirli diye birtakım
sınıflar ortaya çıkarmayalım. Sınıflar diye beyhude yere müzakereyi uzatmayınız.
Köylüye zaten bunda isabet edecek iştirak hissesi gayet azdır ve köylüyü ezecek
bir halde değildir. Birinci maddenin aynen kabulünü teklif ediyorum.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, daha konuşacak dört arkadaşı
mız var. Müzakerenin yeterliliği hakkında da bir önerge var. Bir de muhtelif deği
şiklik önergeleri var. Sinop Mebusu Hakkı Hami Bey'in birinci maddenin kaldırıl
masına ait önergesi var.
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Efendim, maddenin yazılış tarzı sakat. Arz ede
ceğim mühim bir nokta var, müsaade buyrulursa arz edeyim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Önerge veriniz.
ALİ SURURİ EFENDİ (Devamla): Önergem var, hepsi yazılamaz, uzun olur. Onun
için şifahen söylemek istiyorum.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, birinci maddenin müzakeresinin
yeterliliğini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Müzakere kafi görülmüştür. Deği
şiklik önergelerini okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Askeriye Nakliye Mükellefiyeti Kanununun birinci maddesinin kaldırılma
sını teklif eylerim. 14 Mart 1922
Sinop Mebusu
Hakkı Hami

TBMM Başkanlığına
Birinci maddenin aşağıdaki gibi değiştirilmesini teklif eylerim.
"Madde 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti dahilinde yirmi bir yaşından
altmış yaşına kadar şehirlerde yaşayanlar askeri nakliyat ile yükümlü olup bu
yükümlülük para olarak tahsil edilir. Aşağıdakiler bu yükümlülükten istisnadır."
Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü

TBMM Başkanlığına
"Madde 1. Şehir ve kasabalarda on sekiz yaşından altmış yaşına kadar yaşa
yanlar askeri nakliyat ile yükümlü yükümlüdürler ve yüz kuruştan ibarettir."
Birinci maddenin yukarıdaki şekilde kabulünü ve beşinci ve altıncı mad
delerin kaldırılmasını teklif ederim.

354
Saruhan Mebusu
Ömer Lütfi

TBMM Başkanlığına
Birinci maddedeki on sekiz yaşının yirmiye çıkarılmasını ve altmış yaşı
nın da elli beşe indirilmesini teklif eylerim.
Bitlis Mebusu
Hüseyin Hüsnü

TBMM Başkanlığına
Tasarının birinci maddesinde bahis mevzu olan askeri nakliye mükellefiye
tinden istisna olanlar hakkındaki A ve B fıkralarının yeri beşinci maddedir. Şifa
hen arz ettiğim sebepten dolayı bu istisna kayıtlarının birinci maddeden kaldı
rılmasını teklif ederim.
Giresun Mebusu
Ali Sururi
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Birinci maddenin yazılışında sakatlık vardır. Bi
rinci maddede askeri nakliyeden istisna ettikten sonra beşinci madde o istisnayı
da istisna ediyor. Rica ederim. Böyle kanun olmaz. Sonra birinci maddenin B fık
rasında anlayamadığım, bir hükmü daha var. Bedenen malul olup da bu yükümlü
lüğü para olarak ödemeye imkanı olmayanlar, deniliyor. Rica ederim teklifin aslı
zaten para olaraktır. Anlayamadığım şey, para veremeyecek olanların istisnası
zaten vardır. (bravo sesleri) Maluldür ama parası vardır ondan vergi alalım. Ver
miyorsa istisna edelim. Böyle mantıksız şey olmaz rica ederim.
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Beşinci maddede maluliyet kaydı ola
maz, çünkü servete dair maddedir. Fakat B fıkrasındaki yanlışlığı Komisyon da
iştirak ediyor. Yalnız bedenen malul olup da...
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Mutlak malul denilirse, servet ister olsun ister
olmasın, hepsinin istisna olması lazımdır.
İSMET BEY (Devamla): Müsaade buyurun, yalnız bedenen malul olursa ve para
verme gücü varsa istisna yoktur. Malul olan ve yükümlülüğü vermeye gücü ola
mayan bir adamı yükümlü tutabilir miyiz? Bunda çelişki yoktur.
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Yükümlülük para ile mi, beden ile mi?
İSMET BEY (Devamla): Beden ile değil, para ile.
ALİ SURURI EFENDİ (Devamla): Peki vücudu sağlam olup da şu parası olmayan
lardan alabilecek miyiz?

355
İSMET BEY (Devamla): Ne gibi anlayamadım.
ALİ SURURI EFENDİ (Devamla): Bedeni sağlam, fakat bu vergiyi vermeye gücü
yok, ne olacak?
İSMET BEY (Devamla): Bu gibi bedeni sağlam olup çalışanlar yükümlüdür.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, önergeler okundu. Yalnız bir
önerge var. Birinci maddenin ad okunarak oylanması teklif ediliyor. Fakat ben
tereddüt ediyorum.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Efendim, İç Tüzük açıktır, her ne zaman on beş imzalı
bir önerge verilirse o oya sunulur. İç Tüzük değiştirilmişse o başka.
HASAN BEY (Maliye Vekili): Bir kanun maddesinin ad okunarak oylanması müm
kün olur mu? Bunlar yeni icatlardır.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Sizin kanununuz yeni olduğu için biz de bunu icat edi
yoruz.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bir de birinci maddenin tasarıdan çıkarıl
ma teklifi vardır. Maddenin kalmasını kabul edenler beyaz, çıkarılmasını isteyenler
kırmızı oy verecektir. Fakat Mecliste toplantı yeter çoğunluğunu göremiyorum.
1
Binaenaleyh Perşembe günü toplanmak üzere celseyi kapatıyorum.
(Dört gün sonra 18 Mart 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, nakliye vasıtaları yükümlülüğü


hakkındaki kanunun birinci maddesine dair değişiklik önergeleri okundu.
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Efendim, Komisyonumuz Ali Sururi
Efendi'nin birinci madde hakkında beyan ettiği yanlışlığı itibara alarak maddeyi
yeniden yazmıştır. Madde şöyle olmuştur.

Madde 1. 1922 mali yılına ve bir defaya mahsus olmak üzere aşağıdaki mad
delere göre, askeri nakliye vergisi adıyla bir maddi yükümlülük konulmuştur.

İSMET BEY (Devamla): Daha önce birinci maddede yer alan istisna fıkraları altın
cı ve yedinci madde olarak aşağıya nakledilmiştir. Ayrıca beşinci madde, ikinci
madde olacaktır. Binaenaleyh birinci madde bu şekli aldıktan sonra zannediyorum
ki ad okunarak oylama yapılmasını teklif eden üyeler ısrar etmezler.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Reis Bey birinci maddenin kaldırılması teklif edilmiştir.
Bu teklifin ilk önce oya konulması hakkında İç Tüzükte açıklık vardır. Başka bir
şeye lüzum yoktur.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (14 Mart 1922), 1.Dönem, c.18, s.223-230, http://www.tbmm.gov.tr/
356
İSMET BEY (Devamla): Birinci maddenin reddedilmesi demek, kanunun tamamı
nın reddi demektir. Şunu arz edeyim ki bugün vatanın üzerine müthiş bir düşman
oturmuş, kemiriyor. Yarın onu mahvetmek için taarruz edilecektir. Efendiler, o
zaman Başkumandanlık kayıtsız ve şartsız memleketin bütün nakliye vasıtalarına
el koymaya mecbur kalacaktır. Eğer bu kanunu çıkartmazsanız bu düşmanı Eski
şehir'den atamazsınız ve emin olunuz ki bu milleti kurtuluşa götüremezsiniz.
(Bir süre usul tartışması yapılır. Önce birinci maddenin tasarıdan çıkarılmasının oylan
ması istenir. Sonra oylamanın ad okunarak yapılmasında ısrar edilir.)

FEVZİ PAŞA (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, bu kanunun teklif edilmesinin sebe
bi şimdiye kadar ordunun gerisinde hizmet eden nakliye vasıtalarının sahiplerini
bu yükten kurtarmak içindir. Şimdiye kadar ordunun gerisinde ve menzil yolları
üzerindeki ahali bütün imkanlarıyla orduya yardım ediyor. Fakat diğer ahali yardım
etmiyorlar. Biz bunlarında bu işe katılmalarını ve şimdiye kadar eziyet altında bu
lunan ahaliyi kurtarmak istiyoruz. Onun için bunun kabulünü rica ederim.
RAGIP BEY (Amasya): Paşa Hazretleri, şimdi bu kanunun üçüncü maddesiyle bu
yükü hafifletmiyoruz, bilakis artırıyoruz. Hem para alıyoruz, hem aynı tekalifi
milliyedeki yükümlülüğü devam ettiriyoruz. El konulan bütün nakliye vasıtalarını
Hükümet serbest bırakıyorsa bu parayı verelim. Fakat hem parayı alıyor ve hem
de ahalinin vasıtalarını kullanıyoruz.
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Peşin para ile.
RAGIP BEY (Amasya): O halde o maddeye lüzum yoktur, çıkarılsın memnuniyetle
müzakeresine geçeriz.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bir önerge daha geldi.

TBMM Başkanlığına
Birinci madde maksada ve adalete uygun olmadığından kanundan çıkarıl
masını ve ad okunarak aleni oya konulmasını teklif eyleriz.
Kastamonu Mebusu
Hulusi ve 16 arkadaşı

OSMAN BEY (Kayseri): Bu Kanun milletin aleyhindedir. Adamakıllı bir kanun geti
rirlerse ne alâ, değil ise bunu kimse kabul etmez.
ŞEVKİ BEY (İçel): Komisyon bunu geri alsın, Reis Bey.
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Birinci madde bir yükümlülüğün konul
ması hakkındadır. Diğer maddeler hakkında ne kadar değişiklik teklifleri verilirse
Komisyon kabul eder. Kanunun geri alınmasına lüzum yoktur.

357
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim bu önergeyi ad okuyarak oyları
nıza arz ediyorum. Oylarınızı kullanınız. Birinci maddenin kanundan çıkarılmasını
kabul edenler beyaz, kabul etmeyenler kırmızı pusula vereceklerdir.
(Ad okunarak oylama yapıldı, oylar sayıldı ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim oylamaya katılan üye 153, 119
kırmızı, 31 beyaz, 3 çekimser var. Birinci maddenin kanundan çıkarılmasını iste
yen önerge reddedilmiştir. Toplantı yeter sayısı yoktur. Binaenaleyh Pazartesi
toplanmak üzere...
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Efendim biraz önce yoklama yapıldı ve top
lantı yeter sayısı tespit edildi. Ondan sonra başka bir şey müzakere edilmeksizin,
doğrudan doğruya bu maddenin oylamasına geçildi. Rica ederim, böyle beş daki
ka içinde çoğunluk nasıl kaybolur? Demek ki arkadaşlarımızın bir kısmı salondan
ayrıldılar. Kontrollü yoklama yapıldıktan sonra muamele tamamdır. Eğer bu kapıyı
açarsanız üç, beş arkadaşımız daima memleketin menfaati hakkında çıkarılacak
olan bir kanunun müzakeresini ihlal için salonu terk ederler. Bu usulü Meclise
sokmayınız.
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Efendim önergenin ad okunarak oya konması
esas itibariyle İç Tüzüğe aykırıdır. Fakat arkadaşlarımızın ısrarlarına binaen Mec
lis Divanı bunu ad okuyarak oyladı. Hasan Fehmi Beyefendinin buyurdukları gibi
iki, üç dakika evvel toplantı yeter sayısının olduğu yoklama ile anlaşılmıştır. Bina
enaleyh üç, beş arkadaş mazeretsiz olarak dışarıda bulunmak ve oy vermemekle
milletin en titiz ve en mühim bir emelini alakadar eden bir kanunun müzakeresini
tehir etmek olur mu? (olmaz sesleri) Sonra ad okuma talep eden arkadaşlarımızın
da maksatları hasıl oldu. Yani Meclisin temayülünün hangi yönde olduğu yüz bil
mem kaç oya karşı otuz oy ile anlaşıldı.
RAGIP BEY (Amasya): Toplantı yeter sayısı yoktur, devam olunamaz. Dışarı çı
kanlar Mecliste müzakerenin tıkanmasını istedikleri için çıkmışlardır. Demek ki
engelleme yapıyorlar.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Yüz şu kadar oya karşı otuz kişi madde kaldı
rılsın diyor. Demek ki çoğunluğa karşı otuz kişinin tahakkümünü kabul etmek,
Meclisin mevcudiyetini inkar etmek demektir. (tahakküm yok sesleri) Otuz kişi
diyor ki toplantı yeter sayısı yok. Halbuki celse açıldığı zaman çoğunluk vardı.
Binaenaleyh müzakere devam eder.
YUNUS NADİ BEY (İzmir): Efendim, bahis mevzu olan kanun memleketin hayati
menfaatlerine ait olan, yarın patlayacak silahların arkasını getirecek olan ve bina
enaleyh bizim toplanmamızın sebebi olan, yani Büyük Millet Meclisinin mevcudi
yetinin sebebi bulunan bir kanundur. Birinci maddesi için talep olunan ad okunarak
maddenin kaldırılması teklifi, kanunun müzakeresi yapılmaması gayesiyle yapılan
bir şeydir. Arkadaşlar müzakere etmeyelim demek istediler veya ettirmemek iste

358
diler. Otuz bir oy maddenin kaldırılması taraftarı olmuş, ben kabul ediyorum. Ka
bulde otuza ilave ediyorum. Yüz altmışa varmak için ne kadar oy lazımsa ben
onları da kaldırılma taraftarı olarak kabul ve otuza ilave ediyorum. Fakat memleke
tin hayati menfaatleri buna feda edilemez. (doğru sesleri) Eğer edilecekse işte ben
yirmi oy daha veriyorum, yine bu kanun müzakere olunacaktır. Bu kanunun birinci
maddesini müzakere etmeden evvel kaldırmak istiyoruz. Sonra tamamını tekrar
ad okuyarak oya koyacağız. Bugün daha müzakere edilmeden ve içindeki hüküm
ler anlaşılmadan kanunu ortadan kaldırmak fikri ortaya konsun ve bu madde kabul
edilmesin, bu husus bilmem ne derece makul olabilir? Binaenaleyh kanun müza
kere edilecektir. Rica ederim arkadaşlar, memleketin yüksek menfaatleri ortadadır.
Kanunun müzakeresine devam edelim. (uygundur sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakereye devam etmeyi ka
bul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Büyük çoğunluk ile kabul edildi. Komisyonun
değiştirerek ikici defa verdiği birinci maddeyi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın.
Kabul edilmiştir.
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Efendim, ikinci, üçüncü ve dördüncü
maddeler dokuz ile onuncu maddeler arasına alınmıştır. Şimdi ikinci madde olarak
beşinci madde okunacaktır.

Madde 2. Nakliye yükümlülüğü, götürü ve nispi olmak üzere iki kısımdır. Götü
rü kısım, her fert ve şirket için eşit olup köylerde elli, şehir ve kasabalarda yüz
kuruştur. Nispi kısım, emlak, arazi, gelir ve hayvan vergilerinin miktarlarına
göre aşağıdaki nispetlere göre ilaveten tespit edilir.
a) Köylerde:
101 kuruştan 1 000 kuruşa kadar her 100 kuruş ve küsuru için % 10,
1.001 kuruştan 2.000 kuruşa kadar her 100 kuruş ve kusuru için % 15,
2.001 kuruştan 3.000 kuruşa kadar her 100 kuruş ve küsuru için % 20,
3.001 kuruştan daha fazla kuruşa kadar her 100 kuruş ve küsuru için % 25.
b) Şehirler ve kasabalarda:
51 kuruştan 100 kuruşa kadar % 20,
101 kuruştan 1.000 kuruşa kadar her yüz kuruş ve küsuru için % 25,
1.001 kuruştan 2.000 kuruşa kadar her yüz kuruş ve küsuru için % 30,
2.001 kuruştan 5.000 kuruşa kadar her yüz kuruş ve küsuru için % 35,
5.001 kuruştan 8.000 kuruşa kadar her yüz kuruş ve küsuru için % 40,
8.001 kuruştan 10.000 kuruşa kadar her yüz kuruş ve küsuru için % 45,

359
10.001 kuruştan daha fazla kuruşa kadar her yüz kuruş ve küsuru için % 50.
c) Birinci maddedeki istisnalar nispi vergi mükellefiyetini kapsamaz.

HASAN BEY (Maliye Vekili): Hayvan vergisi çıkmıştı.


ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Efendim, halktan vergi almanın usulleri vardır. Ma
lumunuz alınacak vergiler daima herkesin refahı ve kazancı nispetinde alınır. Bi
zim memleketimizde ne yazık ki vergi kazanç, refah, servet ve emek nispetinde
alınmamıştır. Mesela, Amasya ile Samsun sancaklarını ele alalım. Samsun sahil-
dedir, daha zengin olması lazım gelir. Amasya'dan alınan gelir vergisi altmış dört
bin, Samsun'dan alınan kırk altı bindir. Aslında Samsun'un gelir vergisi daha çok
olmalıdır. Çünkü ticareti çok olmakla beraber nüfusu da çoktur. Bu misali verdikten
sonra esasa geçeceğim. Hükümetin teklifi kısmen iyi bir bir tekliftir. Burada Ko
misyon Hükümetin istediğinin yedi, sekiz, on misline çıkmıştır. Halbuki her memle
kette daima hükümetler isteyici, meclisler vermeyicidir. Hükümetler çok ister, mec
lisler az verir. Hükümet bugün bizden bir milyon liralık bir para istiyor, biz ise onla
ra üç milyon liralık bir proje veriyoruz ve sekiz, on misli bir vergi koyuyoruz. Eğer
Komisyon Hükümetin bu teklifini böyle artırmaktan maksatları daha sonra gelecek
olan yükümlülük tasarılarını ret ve iade etmek ise, ben bunu millet adına kabul
ediyorum. Halbuki pekala biliyoruz ki on dört, on beş tane daha tasarı gelecektir.
O halde Komisyonun telaş ve acelesi nedir? Binaenaleyh Yüce Heyetinize bir
teklif yapıyorum, yirmi dört saat içinde Komisyon ve Hükümet birleşerek bu nispet
leri müzakere ve ikinci maddeyi o şekilde değiştirsinler ve ona göre teklifte bulun
sunlar. (pek uygun sesleri) Zannederim bu aceleye gelmiş, bunu bir daha tetkik
etsinler.
HASAN BEY (Maliye Vekili): Ömer Lütfi Beyefendi livalar itibariyle tahakkuk eden
gelir vergilerini alarak vergilerinde livalar arasında, servetler arasında katiyen bir
adalet olmadığını iddia ettiler. Ben de iddia etmiyorum ki her livada muhtelif ka
nunlarla mevzu olan vergiler o yerin mali vaziyetiyle tamamen mütenasiptir. Bir
livada bulunan bir adam verginin birinden az bir mükellefiyete tabi olduğu halde
buna karşılık diğer bir vergiden ağır bir miktara tahammül eder. Bu şekilde biri
diğerini telafi eder.
ÖMER LÛTFİ BEY (Amasya): Maddeye yalnız emlak vergilerini koyalım, gelir
vergisini koymayalım.
(Maliye Vekili ve Komisyon Raportörü ikinci madde hakkında bir takım sayılarla ayrıntılı
bir açıklamada bulunmuşlar ve bazı milletvekilleri de genel vergi mevzuatı hakkında
eleştirilerde bulunmuşlardır.)

360
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Toplantı yeter sayısı kalmamıştır. Pazar
tesi günü toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum.

(İki gün sonra 20 Mart 1922 tarihindeki oturumda...)1

RAUF BEY (Başkan Vekili): Askeri Nakliye Mükellefiyeti Kanununun ikinci mad
desinin müzakeresine devam ediyoruz. Hakkı Hami Bey, söz sizindir.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Ben Komisyonun teklif ettiği şekilde verginin umuma
yayılmasından ziyade hiç olmazsa köylülerin bir kısmının istisnası taraftarıyım.
Köylünün bir kısmının hiçbir şeyi yoktur. Binaenaleyh hiçbir şeyi olmayan bir kim
seden elli kuruş değil, elli para istemek fazla bir şeydir. Maddenin bu şekilde de
ğiştirilmesine dair ayrıca bir teklif vereceğim. Efendiler bizim memleketimizde bil
hassa köylerde emlak ve arazi vergileri fiilen kullananların üzerinde değildir. Me
sela ben filan yerdeki tarlayı veya evi tapusuz olarak kullandığım halde hakikatte
bunun sahibi başkasıdır. Hatta öyledir ki emlak on ele geçmiştir. Her nedense
tapu muamelesi yapılamamış ve sahipleri Hükümete müracaat ederek bu muame
leyi tamamlamamışlardır. Bu itibarla maddeye bir fıkranın ilavesi lazımdır. Bir de
hayvan sürüleri de böyledir. Bir köyde bir adamın beş, diğerinin on, ötekinin yüz,
böyle bütün hayvanlar köyde iki kişinin üzerine yazılır. Binaenaleyh bu husus dik
kate alınarak buraya bir fıkra ilave edilmeyecek olursa birçok köylü mağdur ola
caktır. Kim mağdur olacak? Aslında sürü sahibi olmayan, hiçbir hayvanla alakası
olmayan ve ancak diğer bir zavallı nasılsa üç, beş koyununun kendi üzerine kayıtlı
olmasından dolayı fuzuli olarak para verecektir. Onun için de bir değişiklik önerge
si takdim edeceğim. Her iki şekilde kabulü halinde bir dereceye kadar servet sahi
bi olmayanların böyle bir vergiye tabi tutulmaktan istisna edilmesi uygun olacaktır.
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Ben bu maddedeki şirketin manasını anlamıyo
rum. Şimdi her şahıs fert olarak yükümlü olmuş iken iki kişinin şirket kurarak bir
dükkanda oturmalarından dolayı tekrar bir kat daha yükümlü mü olacaklardır?
Şehirlerden iki misli vergi alınması iyidir. Şimdiye kadar yüzde doksan altı denile
cek kadar köylülere yükleniliyordu ve şehirliler istisna kalmıştı. Onun için o haksız
lığa bir dereceye kadar olsun mani olmak üzere her halde şehirli bir adamla köylü
bir adam arasında böyle bir nispet aramak lazımdır. Efendiler biliyorsunuz ki köy
lüler esasen arazisinden hiçbir şey istifade edemez. Köylünün emeğini sonra buğ
day ve arpanın fiyatını itibara alınız, eline geçecek hiçtir. Bir parçacık istifade edici
bir şey varsa o da hayvanlarıdır. Şimdi, hayvanları da bu yükümlülüğün içine dahil
ederseniz köylüyü niye mağdur bırakmış olacaksınız.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Yüce Meclisin toplanma sebebini hatırlayınca
düşünüyorum ki vazifemiz memleket dahilindeki düşmanı kovmak ve memleketin
hakimiyetini bir an evvel temin etmektir. Bu memleketi daima idare edecek, mem

1
TBMM Zabıt Ceridesi (18 Mart 1922), 1.Dönem, c.18, s.273-282, http://www.tbmm.gov.tr/

361
leketin sosyal vaziyetini dikkate alınarak yapılacak kanunları biz düşmanları kov
duktan ve memlekette milletin hakimiyetini temin ettikten sonra gelecek olan Mec
lise ait bir vazife olarak düşünüyorum. Çünkü tarih şahittir ki bizim gibi toplanmış
olan meclislerin mukadderatını onların en iyi niyetlere dayanarak yaptıkları kanun
lar değil, hücum eden düşman ile cephelerdeki mücadelesi tayin eder. O halde her
şeyden evvel bu teklifi geçici bir kanun gibi bugünkü ihtiyaca cevap veriyor mu,
vermiyor mu diye düşüneceğiz. Demek istiyorum ki köylüler için burada yüz bir
kuruştan değil, hiç olmazsa iki yüz birden başlamalıdır. Demek istiyorum ki üç, beş
koyun sahibi olan adamların yükümlülüğe dahil edilmesi doğru değildir. Çünkü
onlar hakikaten cephe ve harp mıntıkasında dahil iseler biz bu kanuna koymasak
bile bu işi onlar kendilerine öyle vazife biliyorlar ki bütün vücutlarıyla, bütün malla
rıyla, her şeyleriyle yapmaktadırlar.
TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Eğer koyunlara vergi koyacak olursak sonra Avrupa'-
dan et getirirsiniz.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Devamla): O halde benim fikrime katılıyorsunuz. Yalnız
burada binaenaleyh kanun ihtiyacı karşılamayacaktır.
ŞEVKET BEY (Beyazıt): Eğer hayvanlar için de vergi koyacak olursak gelecek sene
Hükümet hayvanlardan on para vergi alamaz. Bu gelir tamamen kaybolacaktır.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim bu Madde hakkında on kadar arkadaş söz
söyledi. Müzakerenin yeterliliği hakkında iki önerge vardır. Müzakerenin yeterliliği
ni kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kafi görüldü, Değişiklik önergelerini okuta
cağım.
(Verilen on beş değişiklik önergesi tek tek okundu.)

İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Evvela Hasan Fehmi Bey'in hayvan ver
gisinin çıkarılması hakkındaki sözlerine cevap vereceğim. Komisyonumuz da Ha
san Fehmi Bey'in bu izahatından başka türlü düşünmemiştir. Hakikaten efendiler
iktisadi varlığımızın en mühim kısmından birisi de hayvan varlığımızdır. İktisat
hakikaten insanlığın refahının esası olmakla beraber iktisat edecek zihniyetin de
emniyeti, hürriyeti, istiklali lazımdır. Bugün milli hayatımızın, milli hakimiyetimizin
istiklali uğrunda açılan mücadelenin büyüklüğünü dikkate almak suretiyle bu ver
giyi düşünmek gerekir. (hulasa sesleri) Müsaade buyurun hulasa efendim, geçen
lerde arz ettiğim gibi bugün bir müthiş hakikat karşısındayız. Müthiş hakikate karşı
bütün İslam alemi cihat halindedir ve biz doğrudan Hıristiyanlığın son imha darbe
sini karşılıyoruz.
RİFAT BEY (Kayseri): Haçlı harbi değildir, ilmi mütalaanızı söyleyiniz.
ABDULLAH EFENDİ (İzmit): Komisyon okunan önergeler için düşünecek, not
edecek, ona göre cevap verecektir. Hıristiyanlık filan demeyin. Bu kanun müzake
re ediliyor. Şu verilen önergeler hakkında ne diyorsunuz?

362
İSMET BEY (Devamla): Efendiler rica ederim, bu kanun bir defaya mahsus olmak
üzere fevkalade olarak yapılmış bir kanundur. Fakat bu ihtiyacın mahiyeti anlaşıl
madan, nispetler üzerinden... (gürültüler, biz bilmiyor muyuz sesleri) Rica ederim
müsaade buyurunuz. Bu kanun fevkalade bir ihtiyaç için yapıldığı için bence bu
nun hakkında değişiklik tekliflerinde bulunmadan evvel o ihtiyaçların hakiki mahi
yetlerini anlamak lazımdır. (şiddetli gürültüler, ayak patırtıları)
LÜTFİ BEY (Malatya): Kabul edemeyiz, mektep talebesi değiliz. İktisat dersi de
okuyacak değiliz.
İSMET BEY (Devamla): Komisyonun kanaatini dinlemiyorsanız....
ABDULLAH EFENDİ (İzmit): Dinlemiyoruz. Hükümetin teklifini komisyon niye ka
bul etmedi?
İSMET BEY (Devamla): Bu kanun tasarısı hakkındaki bu değişiklik tekliflerini dik
kate alacaksanız, yani bu kanunu bir manasız bir hale koyacaksanız, Komisyon
ne mesuliyet alır ve ne de müdafaa edecek bir kimse vardır.
(Değişiklik önergelerinin on biri oylandı ve reddedildi. Dört önerge kabul edildi...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Bey'in önergesini
tekrar okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfidir. ikinci maddeden "hayvan vergisi" ifadesinin kaldırıl
masını teklif ederim.
Gümüşhane Mebusu
Hasan Fehmi
RAUF BEY (Başkan Vekili): Bu önergeyi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın.
Kabul edildi, efendim. Muş Mebusu Hacı Ahmet Hamdi Efendinin önergesini tekrar
okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
İkinci maddenin son fıkrasındaki "nispi kısım" ifadesinden sonraki "nis
petlere göre ilaveten" ifadesinin kaldırılmasını teklif eylerim.
Muş Mebusu
Ahmet Hamdi
RAUF BEY (Başkan Vekili): Bu önergeyi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın.
Kabul edildi, efendim. Giresun Mebusu Ali Sururi Efendi'nin önergesini tekrar oku
yoruz.

363
TBMM Başkanlığına
1. Vergi miktarının artması, nakliye yükümlülüğü nispetinin artmasını icap et
tirmez. Binaenaleyh ikinci maddenin "a" fıkrasının, "a) Köylerde 101 kuruştan
itibaren her 100 kuruş ve küsuru için yüzde 10 kuruştur." şeklinde ve "b" fıkra
sının "b) Şehirler ve kasabalarda 101 kuruştan itibaren her 100 kuruş ve küsu
ru için yüzde 20 kuruştur." şeklinde değiştirilmesini teklif ederim.
2. "c" fıkrasının maddeden çıkartılmasını teklif ederim. 18 Mart 1922
Giresun Mebusu
Ali Sururi

RAUF BEY (Başkan Vekili): Bu önergenin birinci fıkrasını kabul edenler lütfen el
kaldırsın. Kabul edilmiş ve dikkate alınmıştır. İkinci fıkrasını kabul edenler lütfen el
kaldırsın. Dikkate alınmıştır, efendim.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Rica ederim Reis Bey, bu hayvan vergisi ifadesi kal
dırılmış mıdır, kaldırılmamış mıdır? (evet, hayır sesleri) Karmakarışık oluyor, ka
nunda hiçbir şey kalmıyor. (hayvan vergisi çıkarılmıştır sesleri)
OSMAN BEY (Kayseri): Çıkarılmıştır ve bu tutanağa da geçmiştir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Ali Sururi Efendi'nin önergesinin "c" fıkrası
nın maddeden çıkartılmasını itibara alanlar lütfen ellerini kaldırsın. (anlaşılmadı ki
neyi kaldıralım sesleri) Dikkate alınmadı. Bolu Mebusu Şükrü Bey'in önergesini
tekrar okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Aşağıda yazılı ifadenin, ikinci maddeye ilavesini teklif eylerim.
"Vergilerin miktarı mevcut menkul servete göre yükümlülük derecesinden
aşağıda olan varlıklı şahısların emsallerine göre noksan yükümlülükleri ticaret
odaları bulunan yerlerde odalarca ve bulunmayan yerlerde belediye heyetlerin
ce seçilen üç üyenin katılmasıyla kurulan vergi komisyonları tarafından takdir
ve yükümlülük nispetleri tespit olunur."
Bolu Mebusu
Şükrü
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Efendim önergem hakkında izahat vereyim. Mesela bir hane
sahibi olup da yirmi beş kuruştan fazla vergi vermeyenler ve fakat aslında serveti
olan ve faizcilik edenler vardır. Bunlar köşe ticaretçileridir ve işlerini evlerinde ya
parlar. Bunların da yükümlülüğe katılmalarını istiyorum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Bu önergeyi itibara alanlar lütfen ellerini kaldırsın.
İtibara alınmıştır. Efendim, dikkate alınan önergeleri ve yeniden yazılması için
ikinci maddeyi Komisyona vereceğiz.
364
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Reis Beyefendi hayvan vergisinin çıkarılması hakkın
daki önerge kabul edilmiştir. Kati olarak kabul edilmiştir.
MEHMET EMİN BEY (Ergani): Bir kere oya konmuş çoğunlukla çıkarılması kabul
edilmiştir. Öyle Maliye Vekilinin sözüyle aksi bahis mevzu olamaz.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, teklifler usulüne göre Komisyona gitti. Ko
misyon bunlara göre ikinci maddeyi tekrar yazar, yoksa kabul edilen bu önergeler
hakkında katiyen değişiklik yapamaz. (doğru sesleri) Efendim, şimdi üçüncü mad
deye geçiyoruz.
MESUT BEY (Giresun): İkinci madde gelsin, ondan sonra.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Hayvan vergisinin kaldırılmasına dair önerge neden
Komisyona gidiyor. O önerge değişiklik önergesi değil.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Komisyondan geldikten sonra münakaşa ederiz.
HACI TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Maddeden çıkarılması kabul edilen şey Komis
yona gidemez. Meclis Divanı manevra yapıyor.
1
RAUF BEY (Başkan Vekili): On dakika teneffüs etmek üzere celseyi tatil ediyorum.
(Aradan sonra gizli oturuma geçilir ve diğer gündem maddelerinin görüşülmesine başla
nır. Bir ay sonra, 17 Nisan 1922 tarihindeki oturumda...)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Askeriye Mükellefiyet Vergisi
Kanununu müzakere ediyoruz. İkinci maddesi dikkate alınan önergelerle Komis
yona gitmişti. Madde değiştirilerek Komisyondan geri geldi, onun müzakeresine
başlıyoruz. İkinci madde okunacaktır.

Madde 2. Nakliye yükümlülüğü, götürü ve nispi olmak üzere iki kısımdır. Götü
rü kısım, her şahıs için eşit olup köylerde elli, şehir ve kasabalarda yüz kuruş
tur. Nispi kısım, emlak, arazi ve gelir vergilerinin zamlarıyla birlikte ulaştığı
miktara göre aşağıdaki nispetler dahilinde tespit edilir götürü kısma eklenerek
alınır.
a) Köylerde: 101 kuruştan başlayarak her 100 kuruş ve küsur için yüzde on,
b) Şehir ve Kasabalarda: 101 kuruştan başlayarak her 100 kuruş ve küsuru için
yüzde yirmi.

HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Efendim, Yüce Heyetinizce itibara alınan


önergelere göre Komisyon değişiklikleri yapmış. Bence tekrar müzakereye lüzum
yoktur, zannederim. (oylansın sesleri)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (20 Mart 1922), 1.Dönem, c.18, s.295-304, http://www.tbmm.gov.tr/
365
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu maddenin evvelce esasen müzakeresi
kafi görülerek dikkate alınan önergelerle Komisyona gitmişti. Komisyon da bu
önergeler gereğince düzeltme yapmıştır. Oylarınıza arz ediyorum. ikinci maddeyi
bu şekliyle kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir, efendim.

Madde 3. Emlak, arazi ve gelir vergilerinin miktarının azlığından dolayı mevcut


menkul servete göre emsallerinin yükümlülük derecesinden aşağıda olan var
lıklı şahısların emsallerine göre noksan yükümlülükleri, ticaret odaları bulunan
yerlerde odalarca ve bulunmayan yerlerde belediye heyetlerince seçilen iki üye
ile mahallin en büyük mal memurundan meydana gelen bir komisyon tarafından
tespit ve takdir ile götürü ve nispi yükümlülüklerine ilaveten tespit olunur. Bu
Maddenin hükümleri köy ve kasabalarda bulunan varlıklı şahısları da kapsar.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, üçüncü madde hakkında söz
isteyen var mı?
RAGIP BEY (Amasya): Bu maddede komisyonlar tarafından tespit olunur denili
yor. Bu öyle bir şey ki komisyonların vereceği kararın temyiz olamaz. Bunlar hak
kında yapılacak itirazları tetkik edecek bir yer göremiyorum. (bir defaya mahsustur
sesleri) Bir defaya mahsus olsun, yüz lira vermeye gücü olan bir adama, bin lira
yükletilirse bu adam bunu hemen vermeye mecbur tutulacaktır. Bunun düzeltilme
si lazımdır.
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Bu maddeyi Komisyon Bolu Mebusu
Şükrü Bey'in kabul edilen önergesine göre tespit etti. O sebeple bu madde Yüce
Heyetin onayı ile bu şekli almış olduğundan tekrar müzakeresine lüzum yoktur.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Komisyondan gelen bir madde sonradan müzake
re edilmez mi? Hangi kaideye göre müzakere edilmeyecekmiş?
SALİH EFENDİ (Erzurum): Maddenin son fıkrasında, köy ve kasabalarda bulunan
varlıklı şahıslar, diyor. Bugün Anadolu'yu baştan aşağı dolaşırsak köy ve kasaba
larda en zengin bir adamın evinde, nihayet bir çift, iki çift öküzü kalmıştır. Eğer biz
bunları varlıklı şahıslar diye yükümlülüğe tabi tutarsak büyük günah işlemiş oluruz.
Binaenaleyh bir sene değil, hatta iki senedir devamlı bu nakliyatı köylüler kafi de
recede yapmışlardır. Köylülerin zengini de fakiri de vazifesini yapmıştır. Bu son
fıkranın maddeden çıkarılmasını teklif ediyorum.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Ragıp Bey'in teklifi gayet mühimdir. Zengin olanların
şu nispetten daha fazla para vermeleri icap ettiği takdirde, teşekkül edecek komis
yon bir iki kişiye fazla vergi tahakkuk ederse ne olacak? Bu adalet midir? Binaena
leyh buna da bir fıkra ilave etmek suretiyle adaleti tecelli ettirmek lazım gelir.
REŞAT BEY (Komisyon Reisi): Bu komisyon iki meclis tarafından seçilecektir. Her
tarafta ticaret odaları bulunmadığı için metni bu şekilde yazmaya mecbur olduk.

366
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Aman beyim, servet takdir etmek çok mühimdir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim söz alan başka arkadaşımız yok
tur. Maddenin müzakeresinin yeterliliğini oya arz ediyorum. Müzakereyi kafi gören
ler lütfen el kaldırsın müzakere kafi görülmüştür. Değişiklik önergeleri var, onlar
okunacaktır.
(Verilen on dört değişiklik önergesi tek tek okundu. Dokuz önerge reddedildi. Beş
önerge kabul edildi...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Giresun Mebusu Ali Sururi Efendi'nin
önergesini tekrar okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Üçüncü maddenin metni ile Bütçe Komisyonu Reisinin izahatı arasında
tezat vardır. Binaenaleyh "Ticaret odaları bulunan yerlerde odalarca ve bulun
mayan yerlerde belediye heyetlerince seçilen iki üye ile..." ifadesi yerine "İdare
ve belediye meclisleriyle, bulunan yerlerde ticaret odası tarafından seçilecek dört
üye ile..." ifadesi şeklinde değiştirilmesinin kabulünü teklif ederim. 17 Nisan 1338
Giresun Mebusu
Ali Sururi
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Reis Bey bir şey arz edeceğim. Efendim, teklifim
iki şeyden ibarettir. Komisyonu ben beş kişi olmak üzere teklif ediyorum. Binaena
leyh seçilecek üye dört olmalıdır, mal memuru ile beş eder. İkincisi, ticaret odala
rının seçime katılmaları kaydıyla teklif ediyorum. Bulunmayan yerlerde idare ve
belediye meclisleri kafidir.
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Uygundur efendim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu önergeyi Komisyon da kabul ediyor.
Oylarınıza arz ediyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.
CEMİL BEY (Kütahya): Mustafa Kemal Bey'in önergesi ile benim de önergem var.

TBMM Başkanlığına
Üçüncü maddenin başına "On beş gün itiraz hakları saklı olmak üzere"
cümlesinin ilavesini teklif eylerim. 17 Nisan 1922
Kütahya Mebusu
Cemil

367
TBMM Başkanlığına
"Bu komisyon tarafından alınan karar seçilen umumi heyet tarafından on
beş gün zarfında itirazen tetkik edilir." şeklinde ilavesini teklif, eylerim.
Ertuğrul Mebusu
Mustafa Kemal
CEMİL BEY (Kütahya): Efendim malumunuz kasabalarda birbirlerini çekemeyen
tüccar çoktur. Gerek idare meclisi ve gerek belediye üyelerinden iki üye olacak.
Bu iki üyenin takdir edecekleri nispet değerini diğeri kabul etmezse bunun her
halde bir tetkik mercii olmalıdır. Bunun için bendeniz düşündüm ki idare meclisi
veya belediye meclisi bu itirazları da tetkik etsin. Ticaret odası varsa bu oda, yok
sa belediye ile idare meclisi bu itirazları tetkik etsin. (hayır olmaz sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Kütahya Mebusu Cemil Bey'le,
Ertuğrul Mebusu Mustafa Kemal Bey'in takrirleri aynı mevzudadır. On beş gün
içinde itiraz hakkı veriliyor. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Dikkate alınmıştır.
Siirt Mebusu Mustafa Sabri Efendi ile Erzurum Mebusu Salih Efendi'nin önergele
rini tekrar okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Üçüncü maddenin "Bu maddenin hükmü köy ve kasabalarda bulunan
varlıklı şahısları içine almaz" şeklinde değiştirilmesini teklif ederim.
Siirt Mebusu
Mustafa Sabri

TBMM Başkanlığına
Nakliye Mükellefiyeti Kanununun Üçüncü maddesinin son fıkrasından
"köy" kelimesinin çıkartılmasını teklif ederim.
Erzurum Mebusu
Salih

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu iki önergeye göre maddenin son fıkra
sının "içine almaz" şeklinde olmasını kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın.
Kabul edilmiştir, efendim. Efendim üçüncü maddenin şeklini değiştirmek üzere
maddeyi ve kabul edilen önergeleri Komisyona gönderiyoruz. Dördüncü maddenin
müzakeresine geçiyoruz.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Bu Madde, Meclisin rızasıyla değil, sizin rızanızla
Komisyona gitmiştir.

368
Madde 4. Askeri personel, ertelenenler hariç ikinci maddedeki yükümlülüğün
her iki kısmından istisnadır.

(Kabul sesleri)
(Dördüncü madde hakkında kısa bir görüşme oldu. Değişiklik önergesi verilmedi ve
madde aynen kabul edildi.)

Madde 5. Aşağıdakiler yalnız götürü kısımdan istisnadır.


a) Harbeden kıtaların subayları,
b) Nispi kısım ile yükümlü olmayıp, götürü yükümlülüğü dahi ödeyecek gücü
olmayanlar,
c) 18 yaşından aşağı ve 60 yaşından yukarı olanlar.

(Beşinci madde uzun uzun tartışıldı. Değişiklik önergeleri verildi, fakat hepsi reddedildi
ve aadde aynen kabul edildi.)

Madde 6. Askeri nakliye vergisi bir defada tahsil edilir. Ödemekten kaçınanlar
hakkında Mal Tahsili Kanunu tatbik olunur.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Madde hakkında söz isteyen var mı?
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Bu paranın bir defada tahsili mümkün değildir.
Bir ay evvel kabul ettiğimiz kanunla hayvan vergisini, gelir vergisini bir defada
alacağız. Bu paraları kimden alacağız? Rica ederim bunu taksitle alalım.
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Alırız efendim.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul). Alamazsın. Hayvanını, malını haczederek
alırsın.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Ona ne şüphe...
ŞEVKİ BEY (İçel): Efendim, böyle ansızın kanunlar yaptığımız zaman tahsile mu
vaffak olamıyoruz. Martta hayvan vergileri tahsili edilecekti, Nisan da bile tahsil
edemedik. Böyle tatbik imkanı olmayan kanunlar yapılmasın.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir). Bir ayda yükümlülerin isimleri bile yazamazlar.
ŞEVKİ BEY (Devamla): Ahaliden telgraflar vardır efendim, mebuslara çekiyorlar.
Hayvanlar pazarlarda bekliyor alan yoktur, diyorlar. Rica edelim bunu imkanı ola
cak bir tarzda yapınız.

369
LÜTFÜ BEY (Malatya): Efendiler, milletin halini hiç düşünmüyoruz. Yoktan ne
alacaksın?
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Vardır, herkes verebilir arkadaşlar. Binaenaleyh ben
bunun aynen kabulünü teklif ederim. (ret sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Maddenin müzakeresinin yeterliliği hak
kında bir önerge var. Altıncı maddenin müzakeresini kafi görenler lütfen el kaldır
sın. Müzakere kafi görülmüştür. Değişiklik önergelerini okutturuyorum. Rica ede
rim, dinleyiniz.
(Verilen beş değişiklik önergesi tek tek okundu. üç önerge reddedildi. İki önerge kabul
edildi...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Antalya Mebusu Mustafa Bey ve iki arka
daşının önergesi ile Kütahya Mebusu Cemil Bey'in önergesini tekrar okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Altıncı maddenin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini teklif eyleriz.
"Askeri nakliye vergisinin bir defada tahsil edilir. Götürü kısmı bir defada
nispi kısmı üç ayda üç taksitle tahsil edilir.
Antalya Mebusu
Mustafa ve 2 arkadaşı

TBMM Başkanlığına
"Askeri nakliye vergisi, biri Mart, diğeri Ağustos aylarında olmak üzere iki
taksitte tahsil olunur." şeklinde maddenin değiştirilmesini teklif eylerim.
Kütahya Mebusu
Cemil
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Mustafa Bey'in önergesini oylarınıza arz
ediyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Cemil Bey'in önergesi
de aynı husustadır. Binaenaleyh önergeyi oylarınıza arz ediyorum. Kabul edenler
lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Efendim kabul edilen önergelerle birlikte değiş
tirilmesi için maddeyi Komisyona veriyoruz. Geldiğinde müzakere ederiz. Yarın
1
toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum.
(Bir gün sonra, 18 Nisan 1922 tarihindeki oturumda...)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (17 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.253-269, http://www.tbmm.gov.tr/
370
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Nakliye vasıtaları mükellefiyeti hakkındaki
Kanun Tasarısının üçüncü ve altıncı maddeleri Komisyona gitmişti. Değiştirilip
gelmiştir. Bunlar okunacak.

Madde 3. Emlak, arazi ve gelir vergilerinin miktarının azlığı dolayısıyla büyük


servet sahiplerinin yükümlülüğü, benzerlerine göre az olacağından, bunların
eksik sayılan yükümlülükleri, idare ve belediye meclisleriyle, bulunulan yerlerde
ticaret odası tarafından birlikte seçilecek dört üye ile mahallin en büyük mal
memurundan meydana gelecek bir komisyon tarafından tespit ve takdir ile
götürü ve nispi yükümlülüklerine eklenecektir. Bu komisyonun kararlarına tebliğ
tarihinden itibaren on beş gün içinde itiraz olunabilir. İtirazlar her üç meclisin
umum heyetince bir hafta içinde tetkik edilir ve karara bağlanır. Umumi Heyetin
kararları katidir.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, evvelce itiraz müddeti tayin ede
lim denmişti. Komisyon bunu tetkik etmiş ve on beş gün itiraz hakkı teklif ediyor.
Madde evvelce kabul edilen önergelere göre Komisyon tarafından yeniden yazıl
mıştır. Üçüncü maddeyi bu şekilde kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiş
tir. Altıncı madde de Komisyona gitmişti. Değişiklik önergelerine göre tekrar yazı
larak gelmiştir, okunacaktır.

Madde 6. Askeri yükümlülük vergisinin götürü kısmı bir defada, nispi kısmı
taksitle ödenecektir. Ödemekten kaçınanlar hakkında Mal Tahsili Kanunu tatbik
olunur.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Altıncı maddeyi oylarınıza arz ediyorum.
Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.

Madde 7. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce askeri malları taşıdıkla


rından dolayı Hükümetten halen alacağı bulunanlar alacakları bu kanunla do
ğacak yükümlülüklerden düşülür.

YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Efendim, bir kanunda alacak, vereceğe dair bir
madde bulunması yanlıştır. Hükümet alacağında ne kadar faal ise vereceğinde de
o kadar faal olmalıdır. Şimdiye kadar nakliyattan dolayı alacağı olanların borcu
mahsup edilecekmiş. Tabii edilecek, fakat sorarım kimin elinde senet vardır? Nak
liyattan dolayı birçoklarının Hazineden alacağı vardır. Köylüler, kadınlar nakliyatta
istihdam edildi, hangisine senet verildi? Hususiyle bizim gibi ve halk hükümeti
olduğunu her zaman ilan eden bir hükümet için uygun değildir. Bunun için bu
maddenin tamamen kaldırılması taraftarıyım.
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Efendim, bu hususta Yahya Galip Bey'in fikir
lerine katılmıyorum. Gerçi diğer bazı kanunlarda takas ile mahsup edilmesine dair

371
bir kayıt yoktur. Fakat aksine hükümler mevcuttur. Nakliyattan dolayı Hazineden
alacağı olanlar 1920, 1921, 1922 senelerindendir. Sakarya Muharebesi sırasında
Ankara ve civarında paralı parasız birçok nakliye işleri yapılmıştır. Bunların tahak
kuk etmiş kısımları da mevcuttur, etmemiş kısımları da vardır. Halkın vereceği elli
kuruş nakliyat vergisine karşılık bin kuruş alacağı varken, bu dursun da sen vergi
ni ver, demek zannederim doğru değildir. Mükellefinin Hükümetten alacağı miktar
ne ise o kadar kuruş bu vergisinden bırakılması lazımdır. Bunun için teklif ediyo
rum ki 1920, 1921, 1922 senelerine ait alacaklıların mahsup edilmesi uygundur.
Bu hususta bir önergede veriyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim geçen sene bir müzakere esnasında
Milli Savunma Vekili Paşa Hazretleri buyurdular ki yaptığımız nakliyatı para ile
yapsaydık iki milyon lira ederdi. Bu geçmiştir efendiler. Fakat bundan sonra ücret
siz taşıtmazsanız ben köylü adına eski hakları helal ediyorum. Yalnız bundan
sonra yapacağımız nakliyatı angarya suretiyle yaptırmayınız ve bu kudreti elinizde
tutunuz. Köylü alacaklarının hepsini helal eder, ve eski hakkından bin defa vazge
çer. (kimin adına helal ediyorsun sesleri) Halkın vekaleti adına söylüyorum. Hepsi
adına söz veriyorum. Yalnız bu paranın sadece nakliye işlerinde sarf edilmesi la
zımdır. Bu para yine Hazineye girip de yine köylü bu angaryanın altında ezilecekse
yazıktır. Bizim mani olacağımız şeyler, köylerde erkeksiz kalan kadınları, öküzünü,
hayvanatını bırakıp kaçan insanları bu baskıdan kurtarmak maksadına aittir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliği hakkında
iki önerge vardır. Yedinci maddenin müzakeresini kafi görenler lütfen ellerini kal
dırsınlar. Müzakere kafi görüldü. Verilen değişiklik önergeleri okunacak.
(Verilen üç değişiklik önergesi tek tek okundu. iki önerge reddedildi. Diğer önerge
kabul edildi...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Hasan Fehmi Bey'in önergesini tekrar
okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Yedinci maddeye, "alacakları bulunanlar, alacakları 1920, 1921 ve
1922 yıllarına ait ise" ifadesinin eklenmesini teklif eylerim. 18 Nisan 1922
Gümüşhane Mebusu
Hasan Fehmi
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Komisyon bunu kabul eder. Eğer bu
öneri kabul edilirse yedinci madde, şöyle olacaktır, efendim.

372
Madde 7. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce askeri malları taşıdıkla
rından dolayı Hükümetten halen alacağı bulunanlar, alacakları 1920, 1921 ve
1922 yıllarına ait ise bu kanunla doğacak yükümlülüklerden düşülür.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, maddeyi bu değiştirme ile kabul
edenler lütfen ellerini kaldırsınlar. Yedinci madde değiştirilerek kabul edilmiştir.

Madde 8. Bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra Türkiye Büyük Millet Mec


lisi Hükümeti dahiline gelecek olan kişiler de bu kanun çerçevesinde askeri
nakliye yükümlülüğüne tabidir. Ancak bunlardan Hükümetle taahhüdü bulunan
lardan taahhüt miktarının yüzde biri alacaklarının tediye ödenmiş olan miktarı nis
petinde kesilir. Hükümetin yardımına muhtaç olan mülteciler hariç olacaklardır.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Sekizinci madde hakkında söz isteyen var
mı? Maddeyi oya arz ediyorum. Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsınlar. Kabul
edilmiştir.

Madde 9. Hükümetçe lüzum görülecek yerlerde o yerlerdeki rayice göre ve


peşin ücretle nakliye nakliye vasıtaları kullanılacağı yeterli olmaması halinde
civar olan yerlerdeki nakliye vasıtalarına da müracaat olunur.

ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Efendim, peşin ücretle vasıta tedarik edileceğinden bahsedi
liyor. Peki, ücret peşin verilmediği takdirde ne yapılacak? Hükümet eline bir senet
verecektir, değil mi? Ben, ücreti peşin verilmediği zaman bir ikinci taahhüt yapıla
maz, şeklinde maddenin değiştirilmesini teklif ediyorum.
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Nakliye yükümlülüğü için bir vergiyi tahakkuk
ettirdikten sonra nakliye vasıtası olanları, gerek kendi rızası ile ve gerek olmadan
peşin para ile dahi olsun, nakliyata mecbur etmek onlara ikinci bir yükümlülüğe
mecbur etmek demektir. Görünüşte biraz fazla ve belki adaletten uzaklaşır gibi
görülürse de hakikatte pekala görüyoruz ki biz motorlu vasıtalara sahip olmadığı
mızdan dolayı bütün muharebelerde orduların nakliyatını temin eden nakliye vası
talarına sahip olan halktır. Hatta hatırlarsınız ki Sakarya Zaferini kağnının otomo
bile galibiyeti şeklinde diye tarif etmiştiniz. Bu itibarla ahalinin haklarını temin ede
bilecek şekilde bir hüküm tespit etmek her halde daha uygundur. Bunun içinde bir
önerge veriyorum.
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Ben de bu maddenin kabul edilmesi taraftarıyım.
Köylünün askeriyeye verdiği hayvanlar vazifeye vazifeye başlamadan ölmüştür.
Tetkikatını ben yapıyorum, Yüce Heyetinize de getireceğim, göreceksiniz, hayret
edece kesiniz. Üç gün sonra yem verildiğinden dolayı o zavallı fukara köylünün
hayvanları ordu istifade etmeden elden çıkmıştır.

373
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, bu maddede zorlama vardır. Parası
peşin verilecek olursa köylü Bağdat'a kadar gider. Fakat parası peşin verilmeye
cek olursa belası peşin verilecek. Köylerden toplanacak, üç gün köylünün öküzü
aç, kendisi sefil. Böyle bekler. Kağıtları imzalanmadı derler, iki gün daha bekler.
Zavallı köylü bir toplanma noktasında beş gün bekler. Parası verilmezse yine an
garya olur.
OSMAN FEVZİ EFENDİ (Erzincan): Her zaman cepheye yakın olan yerler diğer
yerlerden daha fazla harbin sıkıntısını çekerler. Belki bu kanunla onların yaptığı
hizmetlerin birçoğu diğer yerlerle paylaşılacak. Bunun tedbirleri bu madde ile
alınmalıdır. Cepheye yakın yerler hep ezilmiştir ve ezilmektedir. Onlara bir parça
kolaylık yapılması lazımdır.
EMİR PAŞA (Sivas): Efendim, bu nakliye yükümlülüğünü azaltmayı anlamıyorum.
Asker ne vakit nakliye vasıtasına lüzum görürse, salahiyeti olsun olmasın, istediği
kadar alır ve kullanır. Bu Dünya Harbinden beri gözümüzün önünde cereyan eden
bir meseledir. Böyle birtakım işlerle uğraşılacağına, ücretleri peşin olarak verile
cektir diyelim. Peşin para verilirse hangi saatte götürürlerse götürsünler, köylü
yem alacak, hayvanını besleyecek, öküzünü besleyecektir. Hayvanlar zaten acın
dan ölüyor. Beş saatlik diye, on beş, yirmi saatlik yere götürüyorlar.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliği hakkında
önerge var. Müzakereyi kafi görenler lütfen el kaldırsın. Dokuzuncu maddenin
müzakeresi kafi görülmüştür. Değişiklik önergelerini okuyoruz.
(Verilen üç değişiklik önergesi tek tek okundu. iki önerge reddedildi. Üçüncü önerge
kabul edildi...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Bey'in
önergesini tekrar okuyorum.

TBMM Başkanlığına
"Madde 9. Lüzumlu görülen menzil mıntıkalarında belirli bir müddet için
Hükümet kararı ile, o yerdeki rayice göre ve peşin ücretle bütün nakliye vasıta
ları kullanılabileceği gibi, bunların kafi olmaması halinde, menzil hududuna en
fazla 50 kilometre mesafeye kadar civar mıntıkalardaki nakliye vasıtalarına da
müracaat olunur."
9.Maddenin yukarıda yazıldığı gibi değiştirilmesini teklif eylerim. 18 Nisan 1922
Gümüşhane Mebusu
Hasan Fehmi
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Efendim, Hasan Fehmi Bey'in önergesi
nin bir kısmı maddenin tafsilatına dair olduğundan dolayı bunu Komisyon kabul
eder. Yalnız bir noktayı arz edeceğim. Menzil hattının tabiatıyla belli bir uzaklığı

374
vardır. Elli kilometreden sayılıyorsa buna da muvafakat etmek tamamen doğrudur.
Hatta azdır bile.
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Reis Bey, ben İsmet Beyefendinin izah edil
mesini teklif ettikleri şeyi anlamadım. Menzil hududu yüz kilometre denince yirmi
saatlik saha demektir.
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Efendim, menzil hattı yalnız bir yol, bir
istikamet değildir.
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Benim bu tekliften maksadım, menzil hattına
elli kilometredir. Başka türlü izahı kabul etmiyorum.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Hasan Fehmi Bey'in önergesini oya arz
ediyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edildi. Madde bu değişiklikle şu
şekli almıştır.

Madde 9. Lüzumlu görülen menzil mıntıkalarında belirli bir müddet için Hükü
met kararı ile, o yerdeki rayice göre ve peşin ücretle bütün nakliye vasıtaları
kullanılabileceği gibi, bunların kafi olmaması halinde, menzil hududuna en fazla
elli kilometre mesafeye kadar civar mıntıkalardaki nakliye vasıtalarına da mü
racaat olunur.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim bu maddeyi bu şekliyle kabul


edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.

MADDE 10. Nakliye vasıtaları, askeri makamlarca miktarı tespit edilerek yazılı
istekte bulunulacak ve o yerdeki idari makamlar tarafından evvela nakliyata
uygun vasıtalardan başlanılmak şartıyla temin edilecektir.

HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Efendim buraya bir cümle ilavesi lazım. O da
"Dokuzuncu madde gereğince temin edilecek nakliye vasıtaları" desek daha iyi
olur. Çünkü dokuzuncu maddenin şekli değişti.
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Pekala uygundur.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Hasan Fehmi Beyefendinin bu teklifini
kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. O zaman onuncu madde şöyle
oluyor.

Madde 10. Dokuzuncu madde gereğince nakliye vasıtaları askeri makamlarca


miktarı tespit edilerek yazılı istekte bulunulacak ve o yerdeki idari makamlar
tarafından evvela nakliyata uygun vasıtalardan başlanılmak şartıyla temin edi
lecektir.

375
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Onuncu
madde kabul edilmiştir.

Madde 11. Nakliye ücretlerinin rayici, en büyük mülki memurunun katılmasıyla


toplanacak belediye meclislerince takdir olunur. Bu meclise, bulunan yerlerde
ticaret odası heyeti de iştirak eder.

HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Efendim bu rayiç meselesi her gün değişir.
Belki altı ay için, belki bir sene için bir rayiç takdir edilir. Tatbikat böyledir.
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Yaz başka, kış başkadır efendim.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla). Bunun az olması veya fazla olması ihtimali var
dır. Olabilir ki belediye heyeti fazla bir fiyat takdir eder. Milli Savunma veya Maliye
Vekaleti buna itiraz etmek mecburiyetinde kalır. Bir itiraz olduğunda bu askeriye
nakliye tarifelerini, İktisat, Maliye ve Milli Savunma Vekaletinin nakliyat umum
müdürlüğünden diğerleri gibi birer memur gönderilmeli ve ancak bu memurlar bu
itirazı tetkik etmelidir. Onun için ben maddenin sonuna bir ifade daha ilavesini
teklif ediyorum.
EMİN BEY (Erzincan): Arpa ve saman fiyatları zamana göre değişir. Sonra araba,
tamir ücretine bakar, sonra kışın bir mahalden diğer bir mahalle arabanın gitmesi
başkadır. Yazın gitmesi başkadır. Bunları nazarı dikkate alarak rayiç tayin olunur.
Onun için her halde her on beş günde bir defa rayiç anlamak mecburiyeti vardır.
Onun için ben ayda bir defa rayiç takdir olunmasını daha uygun görüyorum.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Nakliye ücretinin takdiri belediyelere bırakılsın.
Belediyeler bu gibi rayiçleri takdirde zaten salahiyetlidirler. Yalnız burada dikkate
alınması icap eden iki nokta vardır. Nakliye ücretleri mevsime ve bir de hayvanatın
yem fiyatlarına tabidir. Kış nakliye ücretleri başkadır. Yaz nakliye ücreti başkadır.
Bunun için takdir olunan ücret altı ayda bir gözden geçirilmelidir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Askeri nakliyatın ehemmiyeti hepimizce bilinmektedir.
Nakliye vasıtalarının yüzde yetmiş beşi her halde askere tahsis edilmelidir. Bu
mesele üzerinde çok oynamayalım. Halk arabasını kerhen satıp kaçmasın. Piya
sada bugün bir tüccar kaç kuruşa bir yerden diğer bir yere yükünü naklediyorsa
bunlara da ona göre para verelim. Mesela Ankara ve civarında beş yüz araba
askeri nakliyede kullanılacak. Bunlar için jandarma veya polis birdenbire hareket
geçerse memlekette derhal bir buhran ortaya çıkar. Mevcut vasıtaları hiç olmazsa
münavebe ile alalım.
ALI SURURİ EFENDİ (Karahisar): Vilayet idare meclisine reislik eden en büyük
idare memuru valinin ayrıca belediye meclisinin toplantısında hazır bulunmasına
lüzum yoktur gerek yoktur.

376
İSMET BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Bu hususun değiştirilmesini teklif eder
seniz Komisyon kabul eder. Bu maddeden en büyük mülkiye memuru kaydının
çıkarılmasını arzu ediyorsanız Komisyon kabul ediyor. Yani maddeyi şöyle kabul
ediyor. "Nakliye ücretlerinin rayici belediye meclislerince takdir olunur."
HASİP BEY (Maraş): Müzakere kafidir, efendim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliğine ait
önergeler vardır. Müzakereyi kafi görenler lütfen el kaldırsın. Müzakere kafi gö
rülmüştür. Madde için değişiklik önergeleri var, okunacaktır.
(Verilen altı değişiklik önergesi tek tek okundu. Beş önerge reddedildi. Bir önerge kabul
edildi...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Erzincan Mebusu Emin Bey'in önergesini
tekrar okuyorum.

TBMM Başkanlığına
On birinci maddenin sonuna aşağıdaki ifadenin ilavesini teklif eylerim.

"Takdir olunan ücrete itiraz olunursa idare meclisleri anlaşmazlığı kati bir
şekilde halleder."
Erzincan Mebusu
M. Emin
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Emin Bey'in önergesinin bu cümlesini
kabul edenler ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmiştir. Ali Sururi Efendi'nin bir teklifi
vardır ki Komisyon da bunu kabul ediyor. Ali Sururi Efendi, "En büyük mülkiye
memurunun katılmasıyla" ifadesinin maddeden çıkarılmasını teklif ediyor. Kabul
edenler ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmiştir. On birinci maddenin değiştirilmiş şek
lini okuyoruz.

Madde 11. Nakliye ücretlerinin rayici, belediye meclislerince takdir olunur. Bu


meclise, bulunulan yerdeki ticaret odası heyeti de katılır. Takdir olunan ücrete
itiraz olunursa idare meclisleri anlaşmazlığı kati bir şekilde halleder.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): On birinci maddeyi bu şekliyle kabul eden
ler ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmiştir. On ikinci maddeye geçiyoruz.

Madde 12. Bu kanun haricinde hiçbir kimse parasız nakliyat yapmaya mecbur
tutulamaz. Aksine hareket edenler hakkında kanuni takibat yapılır.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler ben bugüne kadar Hükümetin, ahalinin
nakliye vasıtalarını fuzuli olarak kullanmasına angarya diyorum ve bunda zanne

377
derim hepimiz müttefikiz. Kalplerimizi sızlatan kışta, soğukta ve çamur içerisinde
zavallı köylü kadınlarının sırtlarında çocukları, arabaları önünde, nakliye vasıtaları
arkasında koştuklarını her gün gördük. Efendiler, bu koşan insanlar elli, yüz veya
bin kişidir. Rica ederim, bu milletin mukadderatı ve bu milletin hayatı yalnız bu
zavallıların ve bu bedbahtların üzerine mi yüklenilmelidir? Hayır, bu hizmete vazi
fesi nispetinde herkes iştirak edecektir. Bu kanunla, artık bu gibi angaryalara
meydan verilmemesi için hükümler konulmalıdır. Ben kanunu bu şekilde, ceza
hususunda noksan gördüğümden bu madde hakkında önerge verdim.
RİFAT BEY (Kayseri): Kanunu Esasi'yi (Anayasa) ihlal edenlere ne yapıyoruz,
efendim? (gülüşmeler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, bu para fuzuli gider ve yine her şey
yapılır, zulüm yapılır ve biçare kadınlar da buradan geçer görürsünüz. Bu hale
tekrar meydan vermemek için istirham ediyorum, teklifimi kabul ediniz.
DR. SUAT BEY (Kastamonu): Ben bir önerge takdim ettim. On da diyorum ki her
vilayet mevcut vasıtaların yüzde yirmi beşi o vilayetin ihtiyacı için kullanılsın. Yüz
de yetmiş beşi askeri nakliye hizmetinde istihdam edilsin.
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Eskişehir): Efendiler, bu madde bu kanunun yaptırı
mına dairdir. Binaenaleyh açıklık lazımdır. Ne gibi ceza tayin edileceği de tespit
edilmelidir. Ceza Kanununda angarya hususunda bir madde vardır. Şimdi her
kanunda ayrı ayrı ceza koymaktansa ve onları ayrı ayrı münakaşa etmektense
Ceza Kanununun bur maddesine atfetmek daha uygun olacaktır. Bununla alakalı
ön önerge veriyorum.
CAVİT BEY (Kars): Efendim, nakliye vasıtalarının para verilmeden kullanılması
meselesi Dünya Harbinin başından beri adet olmuştur. Gerek jandarmalar ve ge
rek askeri nakliye kolları yolda arabaları kırılınca doğruca köye gider,oradan at,
araba alırlardı. Şimdiye kadar yedi senedir memleketimizde bu şekilde hareket
etmiş ve ceza almış askerler var mıdır? Ben işitmedim. Bu kanun bu şekilde kalır
sa yine yapılacaktır. Efendiler, ne kadar para verirseniz veriniz buna mani ola
mazsınız. Çünkü, kumandanların malumatları olmaz, bunu çavuşlar yapar. Köylü
de bunu şikayet edemez. Efendiler, köylü kaza merkezine gidecek benim bir ara
bamı aldılar diye gelip şikayet edecek, yarın gel öbür gün gel diyecekler, on gün
köylü oralarda dolaşacak, boşuna masraf edecek. Onun için bu suçun cezası ga
yet ağır olmalıdır. Binaenaleyh fuzuli olarak zorla nakliyat yaptırmak vatani ihanet
suçu olmalıdır ve istiklal mahkemelerine verilmeleri lazımdır.
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Arkadaşlar, hafif bir ceza verecek olursanız, bu fakir
halk bu iş için vilayete veya kazaya gidip gelecek, sonunda arabasından da, ca
nandan da, hayvanından da vazgeçecek. (bravo sesleri) Mülkiye müfettişleri bu
hususta işe karışmalı ve salahiyetli olmalıdırlar. Arkadaşlar, kanunun aksine hare
ket edenler, bir ibret olmak üzere idam sehpasına götürülmelidir. (alkışlar, bravo
sesleri)

378
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Efendim, bu kanunun müzakeresi son bulmak
üzeredir. Bu kanunla milletin üzerinden büyük bir yükü kaldırmış olacağız. Evvelki
gün ben bir arabacıya tesadüf ettim. Bana bir vesika gösterdi. Malumunuz vasıta
lar her ayda yirmi saat mesafeye, yani yüz kilometreye yük götürüyor. Bu adam
Mart yükümlülüğünü tamamlamış, bu defa Nisan ayına mahsup olmak üzere yü
kümlülük istiyorlar.
-Koynumda on para yok. Bu defa gittiğimde de ihtimal Mayıs ayına mahsup olmak
üzere yine sevk edecekler. Mebus Bey, rica ederim, Meclisten bir kanun çıkarı
yormuş, bir an evvel çıkarınız da biz de kurtulalım.
...diye bana yana yakıla anlatıyordu. Yani bu kanun milletin üzerindeki yükü her
halde azaltacaktır. Kuvvetli bir ceza verilmesi için bir önerge veriyorum. Halka
angarya yükleyenler vatana hıyanet ile mahkeme edilmeliler.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir). Yandı zavallı asker, yandı.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Efendim ben de Süleyman Sırrı Bey'in kanaatine tamamıyla
iştirak ediyorum. Hakikaten buna dair Başkumandanlık tarafından çıkarılmış olan
emirler yürürlüktedir. Onun için,
"Başkumandanlık tarafından yayınlanmışmış olan askeri nakliye yükümlülüğü emri
artık tatbik edilmez."
...diye maddeye bir kayıt ilavesi lazımdır. Aksi takdirde bu kanunun faydası yoktur.
(gürültüler)
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): O kaldırılmıştır efendim, kaldırılmıştır.
ALI SURURİ EFENDİ (Giresun): Şimdi bu kanun çıktıktan sonra parasız nakliye
yaptıran bir memur hakkında ceza muamelesi yapılabilir mi? Memur Hazineden
nakliye ücretini alıp da ona vermezse yahut eksik verirse tabii ceza tatbik olunur.
Ya böyle olmayıp da para Hazineden çıkmaz ve ahali de mecburen parasız nakli
ye vazifesine gönderilirse,
bu maddenin
bu memur hakkında nasıl
Zaten
ceza tatbik olunabilir? Buna
imkan yoktur. Sonra yazılmasından maksat, şimdiye kadar olduğu
gibi parasız kimse nakliyede vazifelendirilmesin. vazifelendirilmez efendim.
Çünkü esasen bu para Hazineden çıkacaktır. O halde parasız nakliyede vazife
lendirmekten memur nasıl istifade eder? Hiçbir şey kazanmamış olur. (gürültüler)
Hazine'de para bulunmaz ve askeri nakliyat yapılması da bir zaruret olursa rica
ederim Hükümet memurları acaba ne yaparlar, efendim?
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Öyleyse bu kanunun ne lüzumu var?
ALİ SURURİ EFENDİ (Devamla): Ücretini vermek üzere ahalinin rızası ile tahsil
olunursa bir şey lazım gelmez. Hükümetin mali vaziyeti her zaman ve her dakika
peşin ücret vermeye müsait olamaz.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): İşte onu bu kanun temin etmiştir.

379
ALİ SURURİ EFENDİ (Devamla): Etmez, bu kanunun beş misli daha tahsisat ve
rilse yine idare etmez.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Reis Bey, bu gerekçe oluyor. Tam suiistimale yol açı
lacak bir şey söylüyor.
ALİ SURURİ EFENDİ (Devamla): Affedersiniz Beyefendi, ben ağzımdan çıkan
sözü bilir de söylerim.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bilirsin, ama diyorsun ki yapsınlar.
ALİ SURURİ EFENDİ (Devamla): Sizin ihtarınıza ihtiyacım yoktur. Ben kanuncu
yum, kanunun hükmünü ve halin icaplarını söylüyorum.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Yanlıştır efendim, gerekçe oluyor ve böyle yapın diyor
sunuz.
ALİ SURURİ EFENDİ (Devamla): Düşüncelerimden dolayı beni tenkit edemezsi
niz. Kanunu müeyyidesiz bırakmak da doğru olamayacağı için Komisyonun teklif
ettiği maddeyi ben de pek uygun buluyorum. (katiyen muvafık değil sesleri) Mese
la zorla bu nakliyat yaptırılır, arada da bir darp olursa, şekil başkalaşır. Bunu an
cak Ceza Kanunu tayin eder. O halde Komisyonun teklifi gayet doğrudur.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin kafi olduğuna dair önerge
var, oya arz ediyorum. Müzakerenin yeterliliğini kabul edenler lütfen ellerini kaldır
sın. Müzakere kafi görülmüştür. Değişiklik önergeleri okunacak, efendim.
(Verilen yirmi değişiklik önergesi tek tek okundu. On yedi önerge reddedildi. Üç önerge
kabul edildi...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Çorum Mebusu Sıddık Bey'in önergesini
tekrar okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
On ikinci maddenin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini teklif eylerim. 18 Nisan 1922
"Madde 12. Bu kanun haricinde hiçbir kimse nakliyat yapmaya mecbur ola
maz. Aksini hareket edenler derhal istiklal mahkemesine verilir.
Çorum Mebusu
Sıddık
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bu önergeyi kabul edenler lütfen
ellerini kaldırsın. Efendim, istiklâl mahkemesine sevki kabul edilmiştir.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Her yerde istiklal mahkemesi yoktur.
BİR MEBUS BEY: Artık diğer önergelere lüzum kalmadı. Ceza belli oldu.

380
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, mahkemenin ne olduğu tayin
edildi, ceza belli olmadı. Erzurum Mebusu Nusret Efendinin önergesini okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
On ikinci maddedeki, "Kanuni takibat yapılır." yerine "Vatana hıyanet
suçuyla cezalandırılır." ifadesinin konulmasını teklif eylerim.
Erzurum Mebusu
Nusret

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Nusret Efendinin önergesini


dikkate alanlar lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Bitlis Mebusu Resul Bey'in
önergesini okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
On ikinci maddeye "İstiklâl mahkemesi bulunmayan yerlerde umumi
mahkemeye verilirler" ifadesinin ilavesini teklif eylerim.
Bitlis Mebusu
Resul
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Vatana hıyanet suçu kabul edilmiştir ve
İstiklal mahkemelerine verilmesi de kabul edilmiştir. İstiklal mahkemesi olmayan
yerlerde umumi mahkemeye verilsin deniyor. Bunu kabul edenler lütfen el kaldır
sın. Kabul edilmiştir. On ikinci maddeyi kabul edilen önergelere göre yeniden tertip
ettik. Maddeyi okuyoruz. (Komisyona gitsin sesleri)
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Reis Bey, bunu Komisyona gönderelim. Orası
tespit etsin, getirsin. Böyle burada alelacele olmaz.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Maddeyi Komisyona gönderiyoruz, efendim.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bu Kanunun maksadı, ordunun kuvvetini azaltmadan
nakliyatı yapmak olduktan sonra artık nakliye yükümlülüğüne lüzum yoktur. Bu
yükümlülükte gayet acayip ve garip dolambaçlı işler de vardır. Bunda suiistimaller
de vardır. Madem ki bugün Askeri Nakliye Kanunu yapıp halktan bir vergi alaca
ğız, nakliye yükümlülüğünü kaldırmalıyız, buna hiç lüzum kalmıyor. (çok doğru
sesleri)
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Efendim, Yüce Meclisin kararı vardır. Bundan
sonra nakliye yükümlülüğü olmayacaktır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu teklif bir kanun teklifi şeklindedir. Bura
ya ilave edilemez. Tasarı İnceleme Komisyonuna gönderiyoruz. (bu kanuna aittir
sesleri)

381
KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Efendim, şimdi birçok yerlerde silah ve cep
hane yığılmıştır. Bunları peyderpey naklediyoruz. Böyle birdenbire hepsini kaldı
rırsak hepsi olduğu yerde kalır. Halbuki bugün bunları acilen lazım gelen yerlere
sevk etmek mecburiyetindeyiz. Bundan sonra tedrici bir şekilde bunları kaldırırız.
Yoksa birdenbire olmaz, efendim.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendim, kanun yapıyor, milletten para alıyoruz. O
halde yükümlülüğe lüzum kalmayacaktır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, on ikinci madde Komisyondan
geldi, okunacaktır.

Madde 12. Bu kanun dışında hiçbir kimse parasız nakliye yapmaya zorlana
maz ve aykırı davranışlarda bulunanlar, vatana ihanet suçu işlemiş sayılarak
istiklal mahkemesine ve olmayan yerlerde umumi mahkemeye verilirler.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): On ikinci maddeyi bu şekliyle kabul eden
ler ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmiştir. On üçüncü maddeye geçiyoruz.

Madde 13: Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): On üçüncü maddeyi kabul edenler lütfen
el kaldırsın. Kabul edilmiştir.

Madde 14: Bu kanunu yürütmeye Millî Savunma, İçişleri, İktisat ve Adalet veka
letleri memurdur.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, on dördüncü maddeyi kabul


edenler lütfen el aldırsın. Kabul edilmiştir. Efendim, kanunun tamamını ad okuya
rak oya sunuyorum. Lütfen oylarınızı kullanmaya başlayınız.
(Ad okuyarak oylama yapılır. Oylar sayılır ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Askeri Nakliye Mükellefiyeti Kanunu hak
kındaki oylama neticesini bildiriyorum. Oylamaya iştirak 191, çekimser 10, kabul
1
158, ret 23. Kanun kabul edilmiştir. Celseyi tatil ediyorum.

ASKERİ NAKLİYE MÜKELLEFİYETİ KANUNU


Madde 1. 1922 mali yılına ve bir defaya mahsus olmak üzere aşağıdaki mad
delere göre, askeri nakliye vergisi adıyla bir maddi yükümlülük konulmuştur.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (18 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.273-299, http://www.tbmm.gov.tr/
382
Madde 2. Nakliye yükümlülüğü, götürü ve nispi olmak üzere iki kısımdır. Götü
rü kısım, her şahıs için eşit olup köylerde elli, şehir ve kasabalarda yüz kuruş
tur. Nispi kısım, emlak, arazi ve gelir vergilerinin zamlarıyla birlikte ulaştığı
miktara göre aşağıdaki nispetler dâhilinde tespit edilir götürü kısma eklenerek
alınır.
a) Köylerde: 101 kuruştan başlayarak her 100 kuruş ve küsur için yüzde on,
b) Şehir ve Kasabalarda: 101 kuruştan başlayarak her 100 kuruş ve küsuru için
yüzde yirmi.
Madde 3. Emlak, arazi ve gelir vergilerinin miktarının azlığı dolayısıyla büyük
servet sahiplerinin yükümlülüğü, benzerlerine göre az olacağından, bunların
eksik sayılan yükümlülükleri, idare ve belediye meclisleriyle, bulunulan yerlerde
ticaret odası tarafından birlikte seçilecek dört üye ile mahallin en büyük mal
memurundan meydana gelecek bir komisyon tarafından tespit ve takdir ile
götürü ve nispi yükümlülüklerine eklenecektir. Bu komisyonun kararlarına tebliğ
tarihinden itibaren on beş gün içinde itiraz olunabilir. İtirazlar her üç meclisin
umum heyetince bir hafta içinde tetkik edilir ve karara bağlanır. Meclis Umum
Heyetinin kararları katidir.
Madde 4. Askeri personel, ertelenenler hariç ikinci maddedeki yükümlülüğün
her iki kısmından istisnadır.
Madde 5. Aşağıdakiler yalnız götürü kısımdan istisnadır.
a) Harbeden kıtaların subayları,
b) Nispi kısım ile yükümlü olmayıp, götürü yükümlülüğü dahi ödeyecek gücü
olmayanlar,
c) 18 yaşından aşağı ve 60 yaşından yukarı olanlar.
Madde 6: Askeri yükümlülük vergisinin götürü kısmı bir defada, nispi kısmı
taksitle ödenecektir. Ödemekten kaçınanlar hakkında Mal Tahsili Kanunu tatbik
olunur.
Madde 7. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce askeri malları taşıdıkla
rından dolayı Hükümetten halen alacağı bulunanlar, alacakları 1920, 1921 ve
1922 yıllarına ait ise bu kanunla doğacak yükümlülüklerden düşülür.
Madde 8: Bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra Türkiye Büyük Millet Mec
lisi Hükümeti dahiline gelecek olan kişiler de, bu kanun çerçevesinde askeri
nakliye yükümlülüğüne tâbidir. Ancak bunlardan Hükümetle taahhüdü bulunan
lardan taahhüt miktarının yüzde biri alacaklarının tediye ödenmiş olan miktarı nis
petinde kesilir. Hükümetin yardımına muhtaç olan mülteciler hariç olacaklardır.
Madde 9. Lüzumlu görülen menzil mıntıkalarında belirli bir müddet için Hükü
met kararı ile, o yerdeki rayice göre ve peşin ücretle bütün nakliye vasıtaları
kullanılabileceği gibi, bunların kafi olmaması halinde, menzil hududuna en fazla
50 kilometre mesafeye kadar civar mıntıkalardaki nakliye vasıtalarına da müra

383
caat olunur.
Madde 10. Dokuzuncu madde gereğince nakliye vasıtaları askeri makamlarca
miktarı tespit edilerek yazılı istekte bulunulacak ve o yerdeki idari makamlar
tarafından evvela nakliyata uygun vasıtalardan başlanılmak şartıyla temin edi
lecektir.
Madde 11. Nakliye ücretlerinin rayici, belediye meclislerince takdir olunur. Bu
meclise, bulunulan yerdeki ticaret odası heyeti de katılır. Takdir olunan ücrete
itiraz olunursa idare meclisleri anlaşmazlığı kati bir şekilde halleder.
Madde 12. Bu kanun dışında hiçbir kimse parasız nakliye yapmaya zorlana
maz ve aykırı davranışlarda bulunanlar, vatana ihanet suçu işlemiş sayılarak
istiklal mahkemesine ve olmayan yerlerde umumi mahkemeye verilirler.
Madde 13: Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 14: Bu kanunu yürütmeye Millî Savunma, İçişleri, İktisat ve Adalet veka
letleri memurdur.

(Dört buçuk ay sonra, 4 Eylül 1922 tarihindeki oturumda...)

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Tekalifi Milliye'ye ait olan Askeri Nakliyat Mükelle
fiyeti Kanununa dair Kayseri Mebusu Hilmi Bey'in İçişleri Vekaletine soru önergesi
var. İçişleri Vekili Ata Bey, cevap vermek isterseniz buraya buyurunuz.

TBMM Başkanlığına
Askeri Nakliyat Mükellefiyeti Kanunu müzakere olunurken evvelce alın
makta olan yüzde yirmi verginin Tekalifi Milliyeden sonra alınmayacağı, İçişleri
Vekaleti tarafından açıkça beyan edilmişti. Fakat halen İçişleri Vekaletinin vası
talardan yüzde yirmi alınması hakkında tebligat ve takibat yapmakta olduğunu
müracaatlardan anlıyorum. Halkı haksız yere rencide edecek olan ve tahsili
ağır olduğu kadar suiistimallerin devam etmesine sebep olacak bulunan bu
yüzde yirmi meselesi hakkında, İçişleri Vekaletinin ısrar edip etmeyeceğinin ve
Askeri Nakliyat Mükellefiyeti Kanununun müzakeresi esnasında teminatını
niçin muhafaza etmediğinin bu Vekalete sorulmasını arz ve teklif eylerim.
19 Ağustos 1922
Kayseri Mebusu
Ahmet Hilmi
ATA BEY (İçişleri Vekili): Efendim, Askeri Nakliyat Mükellefiyeti Kanununun yayın
lanmasından sonra daha önce Tekalifi Milliyeye göre alınmakta olan yüzde yirmi

384
1
verginin alınmayacağına dair Vekalette bir muamele kaydı yoktur. Binaenaleyh
soru sahibinin sorusu gayet doğrudur. Tekalifi Milliye suretiyle nakliye vasıtalarının
yüzde yirmisinin alınması hakkında Askeri Nakliyat Mükellefiyeti Kanununun ya
yınlanmasından sonra Başkumandanlığın bir tebligatı vardır. Yüce Meclis Başku
mandanlığa bu hususta salahiyet verdiği zaman bazı yerler bunu, yani yüzde yir
miyi alamamıştı. Askeri Nakliyat Mükellefiyeti Kanununun yayınlanmasından son
ra da bu miktarın tahsili lazım geleceği ve tahsiline devam edilmesi Milli Savunma
Vekaletinden tebliğ olunması üzerine vilayetlerde tahsilata devama başlamış,
binaenaleyh her taraftan tahsil edilmekte bulunmuştur. Aynı zamanda her taraftan
da bu tahsilat aleyhinde müracaatlar olmuştur ve müracaatlar gayet doğrudur.
Askeri Nakliyat Mükellefiyeti Kanununun yayınlanmasından sonra Tekalifi Milliye
olarak vaktiyle takdir olunup da her nasılsa tahsil edilememesinden dolayı, ahali
den alınamamış olan bu miktarların da alınması istenmesi pek güçlerine gitmiş,
tahammül edememişler, bundan dolayı ağır bir teklif olmuştur ve ilgili makamlara
müracaat ve şikâyet etmişlerdir. İçişleri Vekaleti bunun sebebini araştırmış, kalan
yüzde yirmilerin alınamayacağına dair bir madde ve hiçbir karar olmadığından
dolayı meseleyi Milli Savunma Vekaletinden sormuştur ve takip etmiştir. Milli Sa
vunma Vekaleti de bize takibata devam olunacağına dair cevap vermiş ve yalnız
Adana ve havalisinde bu Tekalifi Milliyenin alınmayacağına dair vaktiyle Harp
Komisyonunun bir kararı vardır, demiştir. Binaenaleyh İçişleri Vekaleti kendisine
açık bir tebligat olmadığından ve Milli Savunma Vekaleti de takibata ve tahsilata
devam edilmesi lazım gelecektir diye yazmasından dolayı valiler mecburen aksine
bir emir vermemiştir. Ahmet Hilmi Bey'in buyurdukları gibi o zaman bu kanunun
müzakeresi anında bu mesele bahis mevzu olduğunda Meclisçe bir karar verildi
ğini ben bilmiyorum. İhtimal olarak bu mesele konuşulduğu zaman, o zaman ki
Vekil Bey bunun alınmaması lazım geleceği hakkında belki beyanatta bulunmuş
lardır. Yani aksine bir muamele olup olmadığını bilemem. Vaziyet bundan ibarettir.
Binaenaleyh aksine muamele olmadığından İçişleri Vekaleti vilayetlere aksi bir
tebligatta bulunamamıştır.
AHMET HİLMİ BEY (Kayseri): Efendim şimdi Yüce Meclisin evet veya hayır de
mesiyle bu mesele hallolunacak. Ben şöyle hatırlıyorum ki Askeri Nakliyat Mükel
lefiyeti Kanununun müzakeresi esnasında birçok arkadaşlar o vakit İçişleri Vekale
tinden,

1
7 Ağustos 1921 tarihinde Başkomutanlık tarafından yayınlanan Milli Yükümlülük emirle
rinin onuncu maddesinde, "Halkın elinde bulunan dört tekerlekli yaylı araba, dört teker
lekli at ve öküz arabalarıyla, kağnı arabaları, bütün takım ve hayvanlarıyla beraber binek
ve top çeker hayvanları, katır ve yük hayvanları, deve ve eşeklerin yüzde yirmisi ordu adı
na alacak ve bütün bu alınanlar için sahiplerine belge verilecektir." denilmektedir.

385
-Bundan sonra Tekalifi Milliyeye borcu olanların borçları, yani yüzde yirmiler tahsil
edilecek midir, edilmeyecek midir?
...diye sormuşlardı. İçişleri Vekili ve zannediyorum ki Milli Savunma Vekili de,
-Tahsil edilmeyecektir. Bu kanunu çıkarmakla şimdiye kadar alınan Tekalifi Milliye
tahsilatını bir kanun ve intizam altına almak istiyoruz.
...dediler ve bu husus kanun da var. Hatta şunu da hatırlıyorum ki şayet alınacak
olursa alan amir ve memurlar istiklal mahkemesine sevk olunacaktır, tarzında bir
cümle de denilmişti. Binaenaleyh bu paralar alınmayacaktı, Yüce Meclis evvelce
kanaatini söylemişti ve bu mesele tutanaklarda mevcuttur. (evet sesleri) Yalnız bir
karar altında olmadığı için Vekalete tebliğ edilmemiş ve Vekalet de bunun takiba
tını devam edip gidiyor. Bunun devamında birçok mahzurlar vardır. Bir defa pek
çok suiistimal olacak ve bu tahsilat jandarmanın elinde suiistimal için bir vesile
olacaktır. Yüzde yirmiler alınmak için halka baskı edilecek fakat ele bir şey geç
meyecektir.
ATA BEY (İçişleri Vekili): Efendim bir kanun kabul ettik ve o kanunu kabul etmekle
halkın elinden zaten alacağımızı alıyoruz. Rica ederim, Yüce Meclis bu yüzde
yirmiler için de ya evet veya hayır desin ve alınmayacaksa İçişleri Vekaleti de
bilsin, bu hususta alınmasın diye emir versin. Millet de beyhude baskıdan kurtul
sun. Esasen İçişleri Vekaleti de Hilmi Beyefendinin fikriyle beraberdir. Yani Askeri
Nakliyat Mükellefiyeti Kanununun yayınlanmasından sonra Tekalifi Milliye olarak
istenilen yüzde yirmiyi istemek doğru bir muamele değildir ve insaf ve adalete
uygun olamaz. Binaenaleyh Yüce Heyetiniz alınmayacağına dair bir karar verirse
biz de onun gereğince hareket ederiz.
KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Efendim malumunuz Sakarya Taarruzuna
başlamadan evvel ordu birçok şeylere muhtaçtı. (harp raporu okunsun sesleri)
Efendim müsaade buyurursanız şimdi aldığım bir şifreyi arz edeyim. Eskişehir'den
Bursa istikametine geri çekilen düşman kuvvetlerini kıtalarımız İnönü'de sıkıştır
mış ve yakalamıştır. Muharebe etmişler, muharebede düşmanı perişan bir şekilde
bozmuşlar, düşman iki koldan firar etmeye başlamıştır. Kıtaatımız da bunların
1
arkasını kesecek tertibatı almışlardır. Belki de arkaları kesilmiştir.

MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Demek düşmana kurtuluş yok.


KAZIM PAŞA (Devamla): Bu şekilde düşman kolları tepelenmiş oldu.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Paşa, süvariler Salihli'ye girmişler mi?

1
30 Ağustos 1922 günü Dumlupınar Başkomutan Meydan Savaşı ile üç parçaya bölünen
Yunan Ordusunun Eskişehir'de bulunan kısmı Bursa'ya doğru kaçmaya başlamış ve 2 Eylül
1922 günü Eskişehir kurtarılmıştı.
386
KAZIM PAŞA (Devamla): Yalnız İnönü hakkında malumat geldi. Başka yerlerden
henüz resmi bir şey gelmedi. Müsaade buyurursanız nakliye vasıtaları hakkında
izah edeyim. Ordunun kafi miktarda nakliye vasıtalara sahip olmadığını evvelce
arz etmiştim. Orduya nakliye vasıtaları sağlanması için malumunuz olduğu üzere
bir kanun var. Nakliye Vasıtaları Tedarik Etme Kanunu ki bu eski bir kanundur. O
kanuna göre hayvan tedarik etme usulü var. Bir de bu yüzde kırklar, yüzde yirmiler
tarzında vaktiyle yapılmış şekiller var. Yüzde yirmileri henüz vermemiş olanlardan
mesela Adana civarında olanlar tarafından bir müracaat olmuş, onun üzerine,
oradan alınmasın diye bir karar verilmiş, Tabii bu karara göre diğer taraflardan da
alınmasın manası çıkmazdı. Bu şekilde diğer taraflardan almaya devam ettiler.
Askeri Nakliyat Mükellefiyeti Kanununun müzakeresi sırasında bahis mevzu olan
nakliyat mecburiyetinin ki herkes ayda yüz kilometre kadar nakliyat yapacak diye
bundan böyle yapılmayacağını evvelce arz etmiştim, o tarihten beri yapılmıyor.
Fakat yüzde yirmiler toplanmaktadır. Halen de İçişleri Vekaleti bunları topluyor.
Ordunun yük ve binek hayvanı ihtiyacı var. Eğer Yüce Meclis elde mevcut olan
Nakliye Vasıtaları Tedarik Etme Kanununa göre muamele yapılmasını emrederse
ona göre muamele yaparız. Takdir Yüce Meclisinize aittir.
AHMET HİLMİ BEY (Kayseri): Efendim mesele belli olmuştur.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim mesele anlaşılmıştır. Zaten soru öner
gesi olduğu için müzakere yoktur. Buna ait bir önerge var, onu okuyacağız.

TBMM Başkanlığına
Askeri Nakliyat Mükellefiyeti Kanununun yayınlandığı tarihten önce Baş
kumandanlık emrince alınan yüzde yirmilerin tahsil edilmemesi lüzumunun
Hükümete havalesini teklif ederiz.
Yozgat
Feyyaz
Mebusu
Ali Gaziantep Mebusu
Yasin

HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim Tekalifi Milliye emriyle alınması icap
eden kasaplık hayvan, buğday, arpa ve buna benzer eşyadan Başkumandanlık
Kanununun ikinci maddesinde yazılı salahiyet gereğince yine Başkumandanlık
tarafından verilen ikinci bir emir üzerine onların alınmasından tamamıyla vazge
çilmiştir. Yalnız Sakarya Muharebesi esnasında nakliye vasıtalarından ve hayvan
larından tahakkuk edip alınmayan kısmının alınmasını devam ediliyordu. Şimdi
Yüce Meclisin alınmamasına arzu buyurduğu kısım sadece bundan ibarettir. Ma
mafih bunun bütçe üzerinde bir tesiri de yoktur. Çünkü elde yine Askeri Nakliyat
Mükellefiyeti Kanunu adıyla daimi bir kanun mevcuttur. Binaenaleyh Tekalifi Milli
ye olarak alınan yüzde yirmilerden vazgeçilmesi hususuna Yüce Meclis karar ve
rirse maksat hasıl olur.

387
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim bu önergeyi kabul edenler ellerini kaldır
1
sın. Kabul edilmiş ve Hükümete havale olunmuştur.

20 NİSAN 1922: TERK EDİLMİŞ AZINLIK MALLARININ İDARESİNE DAİR KANUN


(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 31.Birleşim, Gündem: 5/1)

Sakarya Savaşından sonra Ordusunun gücünü kanıtlayan Ankara


Hükümeti dış politikada da üstün duruma gelmişti. İtilaf devletleri barış
şartlarını içeren bir nota gönderdiler. Bu arada Doğu Anadolu Ermeni
lerden temizlenmiş ve Ankara Antlaşması ile Güneydoğu Anadolu ve
Çukurova'dan Fransız kuvvetleri çekilmişlerdi. Buralardan yurt dışına
kaçmış olan, çoğunluğu yerli Ermeni vatandaşların terk ettikleri taşınır
ve taşınmaz mallar için yasal bir düzenleme gerekiyordu.

(Dört gün önce, 16 Nisan 1922 tarihindeki oturumda...)

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Terk edilmiş malların idaresine dair olan
Kanunun müzakeresine başlıyoruz.

TBMM Başkanlığına
Kurtarılmış yerlerden firar eden veya kaybolan ahalinin taşınır ve taşın
maz mallarının idaresi hakkındaki kanun tasarısı Komisyonumuzda Maliye
Vekilinin de hazır bulunmasıyla tetkik ve mütalaa olundu. Düşman istilasından
kurtulan yerlerde sahiplerinin firar etmeleri veya kaybolmaları sebebiyle sahip
siz kalan taşınır ve taşınmaz mallar ile ekili dikili araziler bazı kimseler tarafın
dan gasp edilerek tahrip ve imhalarına ve sahiplerinin zarar görmelerine sebe
biyet vereceği ve geri dönecek olanların bu malların iadesi bahis mevzu olaca
ğı için bu kanun lüzumlu görülmüştür. Binaenaleyh tespit edilen maddeler aşa
ğıdadır.
Adalet Komisyonu Reisi Raportör Üye Kâtip Üye
Abdullah Azmi Mehmet Şevket Neşet

Madde 1. Düşman istilasından kurtulan yerlerde sahiplerinin firar etmeleri ve


kaybolmaları sebebiyle sahipsiz kalmış olan taşınır mallar Hükümetçe usulüne
göre müzayede ile satılır ve taşınmaz mallar ile araziler keza Hükümetçe idare
edilerek kıymeti, kira bedeli ve hasılatı masraflar düşüldükten sonra emanet
hesabına kaydedilmek üzere mal sandıklarına havale olunur. Ancak bunlardan
dönenlerin taşınmaz malları ile emaneten mal sandığına teslim edilmiş olan

1
TBMM Zabıt Ceridesi (4 Eylül 1922), 1.Dönem, c.22, s.484-486, http://www.tbmm.gov.tr/

388
miktar kendilerine iade olunur.
Madde 2. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten evvel tanzim edilen vekaletna
melerde istisnai olarak usul ve teamül dairesinde yer almış olan şartlar muteber
olup kanunun yürürlük tarihinden itibaren bu şartlardan doğan haklar ile bu şart
lara görev vekalet vazifesi Hükümete intikal etmiştir.
Madde 3. Sahipsiz mallara ve arazilere fuzuli el koyanların ellerinden idareten
alınır ve haklarında kanuni takibat yapılır.
Madde 4. Bu kanunun hükümleri harp veya siyasi sebeplerle başka yerlere firar
edenlerin veya kaybolanların taşınır ve taşınmaz mallarıyla arazileri hakkında
da tatbik edilir.
Madde 5. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 6. Bu kanunun yürürlülüğüne Maliye, İçişleri ve Adalet vekilleri vazifelidir.

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, söz isteyen var mı?
1
FAHRETTİN BEY (Kars): Efendiler, bu mesele Elviyei Selase'ye dair olduğu için
ben birkaç söz söyleyeceğim. Taşınır mallar memleketimiz düşman elinden kur
tulduktan sonra tabii alınan alındı, satılan satıldı. Bu hususa dair bir şey söyleme
yeceğim. Yalnız binalar kalmıştır ki Hükümet bunları kiraya veriyor, kiralarını alı
yor. Taşınmaz mallardan bizde iki yüz elli köy var. Buralar da Ruslar, Ermeniler,
Rumlar yaşıyordu. Rumlar zaten göç etmişler gitmişler, Tesalya kıtasına. Ermeni
ler de komşularını katletmişler ve gitmişler, Revan'daki kuvvetlerine iltihak etmiş
lerdi. Şimdi o taraftaki Müslümanlar göç ederek geliyorlar ve bu köylere yerleşiyor
lar. Bizim Elviyei Selase'de bulunan arazi mülk değil, bunlar Hazinenin malıdır.
Son Rus Harbinde Elviyei Selase rehin olarak Ruslar tarafından alındığı vakitte
göç eden Müslümanların arazilerini Ruslar almış, parasını vermiş ve yine Türki
ye'den giden Rumlara, Ermenilere taksim etmiş bunlar da şimdi bu arazileri terk
edip çıkıp gitmişlerdir. Bizim arazilerde alım satım yoktur. Ama Revan tarafından
üç yüz köyün ahalisi göç ederek gelmiş ve bu köylere yerleşmişlerdir. Onların
arazileri kıymetli araziler, Ruslar onları başka suretle idare ediyorlardı. Çünkü
İranlılardan alınmış, Ruslar kendi taraflarına ilhak etmişler, orayı başka kanunla
idare ediyorlardı. Elviyei Selase emanet olduğu için yalnız koçanlarını eline ver
mek suretiyle vergilerini vererek Hazineye mal etmişler. Zira bu rehin olarak bıra
kılan arazinin müddeti bittiğinde Osmanlı Hükümeti bunu geriye istediği vakit işte
halkın elinden aldığı koçanları ile mülklerini satmışlar, Hazineye de mal olmuştur
diye bunu bir vesika olmak üzere tutmuştur. Şimdi bu arazi bu tarafta kaldı. O
taraftan göç eden ahali iskan ediliyor. Şimdi o tarafta onların kalan arazilerinde

1 Üç vilayet; Kars,Ardahan, Batum


389
Ermeniler oturmuşlar, bunların buradaki kalan arazisine Hükümet kira ile verirse
doğru olamaz. Her halde rica ediyorum ki bu kanun Elviyei Selase halkına tatbik
edilmesin.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Reis Bey müzakere usulü hakkında, bu mese
leyi Bütçe ve Adalet komisyonları müştereken müzakere edip bir karar versin ve
ondan sonra müzakere edilsin.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): Efendim, evvelce bu mesele bundan yedi sekiz ay
evvel Yüce Mecliste bahis mevzu olmuştu. Bu mesele gayet mühim bir meseledir.
Din İşleri Komisyonunu alakadar eden tarafı vardır. Adalet Komisyonunu da ala
kadar eden tarafı vardır. Kurtarılan vilayetlerde bulunan emlak ve arazi yani Er
menilere ait olan kısım tamamen Hazinenindir. Yani ahalinin hakkı kalmamıştır.
Çünkü bunlar hep birlikte göç etmişlerdir. Toplu halde Türkiye Hükümetine alenen
harp ilan etmişlerdir ve şimdi bu adamlar halen Revan'da bulunuyorlar. Binaena
leyh bu yapılan kanun tasarısı Kars Antlaşmasına da aykırıdır. Çünkü Ermenilere
altı ay müddet verilmişti. Altı ay sonra artık bunlar mallarına sahip olamayacaklar
dır. Bu Ermeniler ne firaridir, ne de kayıptır. Bunlar bizimle harp ettiler. Doğrudan
doğruya Ermeni ordularına Ermeni kıtaatına iltihak ettiler. Şimdi o taraftaki Müslü
manlar bu tarafa geliyorlar. Ermeniler bizim vatandaşlığımızdan çıktılar. Binaena
leyh milletlerarası hukuk kaidelerine göre bunlar arazilerinden, mal ve mülklerinden
vazgeçmiş sayılırlar. Nitekim Balkanlarda bulunan hükümetler bize aynen bu mua
meleyi tatbik etmişlerdir. Biz de aynısını yapacağız ve yapmaya mecburuz.
LÜTFİ BEY (Malatya): Efendim, taşınmaz malların kira bedelinden bahsediliyor.
Kira bedelleri bugünden elde olmadığı gibi meydanda hiçbir şey yok. Bundan bah
setmekte mana yok, sonra bunlar bizim aleyhimize bir delil teşkil edecektir. Biz
buradan kaybolanların harmanlarına el koymuşuz ki bunları tespit edip de sahiple
rine iade edeceğiz dememiz yanlıştır. Bu mesele bir kere Dışişleri Komisyonuna
da gitmeli, oranın mütalaası alındıktan sonra bu kanun müzakere edilmelidir.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Etendim, malumunuz geçen sene terk edilmiş
birçok evler, bağlar kiraya verildi ve istifade edildi. Bu kanun çıkmadığı için Hükü
met geçen sene bu gibi terk edilmiş mallara karışmadı. Bunlara Hükümetin müda
hale etmediğini görenler de bir bağ kiralamışsa, yanındaki bağı da kiraladım diye
rek birçok haksız işgallerde bulunuldular. Binaenaleyh bu kanun teklifinin diğer
komisyonlara gitmesi lazımdır diyerek, tam kiralama mevsiminde tehir edilmesi
doğru değildir. Hükümet terk edilmiş mallardan istifade etmiyor. Birtakım haksız
işgal edenler bundan istifade ediyor. Boyuna mahvediyorlar.
EMİR PAŞA (Sivas): Efendim, bu terk edilmiş mallardan Hükümet şimdiye kadar
istifade edememiştir. Hükümet istifade edemediği gibi ahali de istifade edemiyor.
Bu mallar pejmürde bir halde kalıyor, bunun böyle olması doğru değildir. Fakat
bunları meşru ve siyasetimize yakışır bir şekilde idare etmeliyiz ve aynı zamanda
diğer işgal altında olan yerlerdeki Müslümanlara tatbik olunan birtakım muamele

390
ler vardır. Onların malları her şeyi mahvedilmek derecesine gelmiştir. Biz başka
yerlerdeki Müslümanların haklarının çiğnendiğini görürken bunları bu halde bırak
mamız doğru bir şey değildir. Bu malların böyle pejmürde bırakılması da doğru
değildir. Lütfi Bey arkadaşımız söyledi, bu kanunu müzakere etmeden evvel Dışiş
leri Komisyonunda da bir kere mütalaa edilsin.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Çok doğrudur, efendim. Ben bunun reddi taraftarı değilim,
her halükarda bunun Dışişleri Komisyonuna gitmesi taraftarıyım.
OSMAN FEVZİ EFENDİ (Erzincan): Emir Paşa'nın dediği gibi ben de bu fikirdeyim.
Bu kanunun Dışişleri komisyonunda siyaseten bir mahzuru olup olmadığı tetkik edil
melidir. Daha sonra da Din İşleri Komisyonuna havale olunmasını teklif ediyorum.
CAVİT BEY (Kars): Efendim, bizim memleketimizde bir şey yapacağımız zaman
bir adet var, acaba yabancılar ne derler? Böyle düşünmekle yapacağımız işten
çekiniriz. Halbuki bizim düşmanlarımız memleketimizi işgal ettiler, Anadolu'muzun
bir kısmını, Trakya'mızı işgal ettiler, hiç böyle bir şey düşünmediler. Bugün benim
Edirne'deki evim terk edilmiş mallar olarak idare olunuyor. Bana on para verme
dikleri gibi benim vekilime de vermiyorlar. Aydın ve İzmir havalisinin ne halde ol
duğu malum. Eskiden Ermeni Hükümetinin elinde kalan arazi ve emlak da malum.
Düşmanlarımızın bunların hakkında hiçbir şey düşündükleri yok.
ABDÜLHAK TEVFİK BEY (Dersim): Efendim ben de hakikaten Cavit Beyefendinin
mütalaasına iştirak ediyorum. Mesele açıktır ve aynı zamanda uzun münakaşaya
değmez. (işitemiyoruz sesleri) Binaenaleyh şunu da ilâve etmek isliyorum, Hükü
metin şimdiye kadar ileriye sürdüğü kanunlar içinde bundan daha mühim daha
mükemmel bir teklif olamaz. Çünkü halkın haklarını muhafaza ediyor. Hem öyle
bir muhafaza ki efendim, düşman istilası dolayısıyla şuraya buraya mecburi olarak
gitmiş, açıkta kalmış kimselerin haklarını muhafaza etmek için Hükümet bu kanun
teklifini Meclise sevk ediyor.
MUSTAFA TAKİ EFENDİ (Sivas): Efendim, Türkiye'de ikamet eden Rum, Ermeni
ahali Türkiye'ye itaatinden çıkmışlardır. Gerçi bizim kitabımızda, filanımızda İslam
hakimiyetinde yaşamayı kabul eden gayrimüslimler hakkında hükümler var ise de
fakat bu şimdi tatbik edilemez bir hale gelmiştir. Çünkü onlar bütün bu hükümlere
itaatten vazgeçmişlerdir ve istiklallerini ilan edip yaşamak istemişlerdir. Avrupa'ya
gitmişlerdir. Türklerden ayrılmak için siyasi teşebbüslerde bulunmuşlardır, Hatta
Ermenistan'ı bile teşkil etmişlerdir. Hatta bugünkü Yunanistan bile bizden o şekil
de ayrılan bir heyetten ibarettir. Onun için bunlara şöyle böyle demek zanneder
sem bence boştur. Yalnız bir mahzur vardır Rumlar, Ermeniler bizim içimizde
oturdukları halde haklarında ne muamele olacaktır? Yabancı muamelesi mi ola
cak? Bu, ileride bir sulh olursa azınlık hakları adıyla ortaya çıkar. İşte o zaman bu
belli olacaktır. O vakte kadar bunların malları muhafaza edilmelidir. Yani bütün
bütün Hazine'ye verilemez. Çünkü ne olacağı belli değildir.
MEHMET BEY (Biga): Fazla hak bahis mevzu değil.
391
MUSTAFA TAKİ EFENDİ (Devamla): Bahis mevzu değil ama emaneten muhafaza
edilsin. O sebeple kanunun kabulünü teklif eylerim. Yalnız geri dönenlerin...
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Maddelerde söylersiniz onları, efendim.
LÜTFİ BEY (Malatya): Efendim, bu kanun lüzumsuzdur. Zira elimizde bulunan
kanunlara göre Hükümet bir şahsın mallarına el koymak salahiyetine sahiptir. Her
şey için ayrıca kanun çıkartmak bizim için bir hususiyet midir? Binaenaleyh bu
kanunun reddini teklif ediyorum.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim bu kanun zannediyorum ki teamüle uygun
bir kanundur. Yunanlılar da böyle yapıyor, her tarafta böyle yapılıyor. Binaenaleyh
bu kanunun kabulü lazım gelir. Kanunu esas itibariyle kabul ediyorum. Yalnız bir
hatırlatmak üzere bir şey söylemek istiyorum. Yunan istilâsı altında bulunan arazi
yi bugün onlar idare ediyorlar. Bizim bunu yapmak hakkımızdır ve zaten teamüldür
demiştim. Fakat biz bunu yapacak olursak halen Yunan işgali altında bulunan
İzmir, Bursa, Balıkesir ve diğer yerler var. Acaba bu adamlar oradaki kardeşlerimi
ze başka türlü zulüm etmezler mi? (zaten ediyorlar sesleri) Mallar itibariyle diyo
rum rica ederim. Ben bunu hatırlatmak üzere söylüyorum. Böyle bir mahzur var
ise şimdi Yunan elinde arazisini bırakıp buraya kaçmış vatandaşlarımız içimizde
yani memleket dahilindedir. Bunlara zararı olur.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Zaten benim bir şeyim kalmadı.
ALI ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurun efendi, kalmadı değil ben biliyo
rum ki halen oradaki arazisinden kira alan ve faydalanan adamlar var. Benim tanı
dığım bir kişi Manisa'daki çiftliğinden kira alıyor. Fakat sonra alamaz. Binaenaleyh
kanunun aleyhinde olmadığımı söyledim. Teamül de böyledir. Bunu da söyledim.
Bu adeta firar edenlerin haklarını muhafazadan ibarettir. Fakat bunun meşru oldu
ğunu itibara almayacak derecede kahpe bir düşman vardır karşımızda. Bu düş
man bize daha fazlasını yaparsa ben bundan korkuyorum. Biraz daha tehir ede
lim. Benim düşüncem budur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, burada dikkate alınacak bir şey vardır.
Bir kere kaybolanlar hakkında bizim şer-i hükümlerimiz bu hususa kefildir. Yani
Hükümet böyle kaybolan şahısların mallarını muhafaza etmekle mükelleftir. Diğer
taraftan efendiler, bizim memleketimizden firar edenler hangi sebeple firar ediyor
lar? Nusrat Efendi Hazretleri demin buyurdular ki Doğu vilayetlerine döneceklerin
içinde eli kansız, cinayetsiz hiçbir fert yok. Bunlar böyle Devlete ihanet etmiş,
komşusunu kesmiş kimselerdir. Kesmemişler varsa gelsinler efendiler, başımız
üzerinde yerleri var ve bütün mallarını verelim. Biz kimsenin mallarını gasp etmek
istemiyoruz, kimseye haksızlık yapmak istemiyoruz. Bu kanunun mahiyeti yanlış
tır. Efendiler memlekete ihanet etmiş, komşusuna, vatan kardeşine hıyanet etmiş,
Devletin bünyesini sarsacak ihanette bulunmuş kimselerin bu memlekette yeri
yoktur. Fakat diğer taraftan her ne sebeple kaybolmuş, şeran ihanet etmemiş olan
kimselerin haklarını kimse alamaz. Onu muhafaza etmekle mükellefiz efendiler.
392
Vekâletin şekline gelince, bizim memleketimizden ayrılmış bir kimse nereden ve
kâletname gönderecektir? İstanbul'da ki makamlardan verilecek kararnameleri
hükümsüz saydıktan sonra bunları neden edemeyeceğiz ? İşte efendiler verece
ğiniz kararlar bu olacaktır. Memleketimize ihanet etmiş olan bir kimsenin buradaki
mallarının böyle gayrimeşru vekiller tarafından idare edilmesi katiyen kabul edile
mez. Fakat ticaret için, bilmem ne için gidenler tabiatıyla mazurdur. Yani kayıp
birinin mallarına bugün Hükümet vaziyet etmiştir. Fakat benim bu yaptığım hare
ket kanuna mı şeriata mı uygundur diye tereddüde düşülüyorsa, Yüce Heyetinize
zannediyorum ki yerden göğe kadar onların haklarını muhafaza için Hükümete
müsaade eder. Bunun için bir kanuna lüzum yoktur. Şer'i mahkemelerin de bu
hususta salahiyetleri vardır. Şimdiye kadar fakirlerin, kayıpların, mücrimlerin,
mecnunların malları Devlet tarafından muhafaza edilmiştir. Bizim memleketimiz
den ayrılıp da daha sonra gelecek olan kimselerin bu memlekette ne mal ve ne de
vatandaşlık hakkı olmadığından bu mallar üzerinde ne tasarruf hakkı olabilir? Ka
nun bu mahiyette doğru değildir. Büyük fark vardır, adaletsizlik olur efendiler.

HASAN BASRİ BEY (Karesi): Bu tasarının bir maddesinde işgalden kurtarılmış


mıntıkalar haricinde bulunan yerlerde de aynı muamelenin tatbik olunacağı yazılı
yor. Bu tatbikata başlanır başlanmaz zaten Yunanlıların zulmü altında inleyen
memleketimizde pek meşru olarak tatbike başladığımız bu muameleden dolayı
daha fazla zulüm yapmaları ihtimali vardır. O halde bu yasarının biraz daha tehir
olunarak işgal altındaki yerlerin kurtarılması zamanında çıkartılmasını daha uygun
görüyorum.İşgal altındaki yerlerden göç etmemiş birçok kardeşlerimiz var, birçok
dindaşlarımız var. Bunlar hakkında esasen birtakım kanunsuz muameleler tatbik
olunuyor. Hatta ailelerine tecavüz edilmek suretiyle birçok hakaretler ve zulümler
yapılıyor. Bu vesileyle de Yunanlıların daha fazla zulüm yapmak ihtimali vardır.
Bunu bu kadar söylüyorum. Aleni celse olduğu için fazla söyleyemem. Binaena
leyh bu tasarının tehirini teklif ediyorum.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Arkadaşlar, beni iyi dinlemenizi rica ederim. Erzurum,
Van, Bitlis hatta kısmen Trabzon'da bulunan bazı Hıristiyan vatandaşlar Dünya
Harbinde şehirlerin istilası dolayısıyla birçok kan döktükten sonra insaniyet gördü
ğü, efendilik gördüğü Müslüman kardeşlerinin evlerini, mallarını yaktılar. Şehirlerin
kurtarılması dolayısıyla da kaçtılar. Hatta Erzurum merkezi dahilinde Hüseyin Avni
Bey'in söyledikleri gibi Hıristiyanlar pek çok evlerde insanları yakmıştırlar ve ço
cukları adeta duvara mıhlamış oldukları halde Ordumuz gidip kurtarmıştır.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): Bu şekilde şehit edilen on beş bin kişidir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Hükümet o vakit bu hususu tetkik edip hemen Erzu
rum'un üçte ikisi Ermeniler tarafında olduğu için bir şer'i hükümle ve kanunla zu
lüm yapan, Müslümanların mallarını yakarak onları katledenlerin evleri ahaliye
taksim etmelidir diye emrederek taksim etmişlerdir ve satılacak hiçbir şey kalma
mıştır. Bu adamlar teslim aldıkları tarlaları nadas ve evleri imar ederek içerisine
sokulduktan sonra, tekrar İstanbul'un ve Yüce Meclisin vermiş olduğu bir kararla,

393
bu haneler tekrar alınarak kiraya verilmiştir. Erzurum'da mesele böyle olmakla
beraber...
İSMAİL BEY (Erzurum): Hatta tamirat bedeli de vermediler.
SALİH EFENDİ (Devamla): O evin bedelinin bir mislini de tamire sarf ettiği halde o
adamların ellerinden aldılar ve bugün kötü bir vaziyettedirler. Erzurum böyle ol
makla beraber bütün Osmanlı tarihini ve Rus tarihini şahit olduğu gibi Van Vilaye
tinde bütün Ermeniler Müslüman mahallelerini yaktılar ve harap ettiler. Hatta bütün
dünya bunu bilir. Ruslar bunun üzerine harp tarihlerinde bunu yazmışlar ve Erme
niler Van'da, Erzurum'da şöyle şöyle zulüm yaptılar, demişlerdir.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Maddelerin müzakeresine girmeyelim. Esas
üzerinde söyleyin.
HAKKI BEY (Van): Van'da da tek Müslüman evi kalmamıştır.
SALİH EFENDİ (Devamla): Hükümet bu gariplerin haklarını muhafaza için bu mal
ların muhafazasını talep ediyor. Başka bir fikir düşünmüyor ve bu teklifi veriyor.
Tabii Hükümet bundan başka maksat takip etmiyor. Bundan en fazla zarar gören,
evleri,malları yanan, yakılan o fukara halktır. Çünkü o evler esasen başka bir vazi
yette harap bırakıldığı halde sonra bunlara büyük tamirat yaptıktan sonra tekrar
alınmak isteniliyor. İkinci hususa gelince, bunu açıkça kabul edelim ki bu mühim
bir meseledir. Fark gözetmeksizin cins ve mezhep hükümet şekli altında yaşayan
her hükümet ve her millet için hakların kullanılması en büyük bir meseledir. Yani
bunu bir dereceye kadar ince düşünmek lazımdır. Sonra Trakya'da ve başka yer
lerde arkadaşlarımızın bildirdikleri gibi birçok Müslümanlar vardır. Onlar zulüm
gördükleri için oradan göç edip buraya gelmişlerdir. Şimdi sulhun neticesindeki
hükme ve sulh şartlarına dahil olması lazım gelen bu mesele üzerinde bir karar
verirsek, bu malları her hangi bir ferde devredersek ve hatta o adam bedeli karşı
lığında alsa dahi yine o adamın ikinci bir zarara uğrayacağı muhakkaktır, efendim.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Kanunda bunlar yoktur efendim. Olmayan
şeyler üzerine söz söylemeyin.
SALİH EFENDİ (Devamla): Sonra efendim, bu mesele hakkında ne gibi muamele
yapılması icap ederse bu evvela Din İşleri ve Adalet komisyonlarına gidip, bilhas
sa Din İşleri Komisyonunca buna ne gibi bir fetva ve ne gibi şer'i hüküm vermek
icap ederse o tatbik edilsin.
HAMİT BEY (Biga): Malumunuz olduğu üzere bu gibi terk edilmiş malların idaresi
hakkında evvelce tanzim edilmiş bir kanun vardı. Fakat o kanun Hükümete tasar
ruf hakkı vermiyordu. Hükümet tarafından bunlara tasarruf hakkı temini zaruridir.
Binaenaleyh bu kanunun ne devletlerarası hukuka ve ne de şer'i hükümlere aykırı
lığı vardır. Binaenaleyh bu kanunun kabulünü teklif ederim. (müzakere kafi sesleri)

394
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, kanun tasarısının tamamının mü
zakeresi hakkında önergeler aldım. Müzakereyi kafi görenler lütfen ellerini kaldır
sın. Müzakere kafi görüldü. Maddelere geçilmesini kabul edenler lütfen el kaldır
sın. Maddelere geçilmesi kabul edilmiştir. 1.Maddeyi okuyalım.

Madde 1. Düşman istilasından kurtulan yerlerde sahiplerinin firar etmeleri ve


kaybolmaları sebebiyle sahipsiz kalmış olan taşınır mallar Hükümetçe usulüne
göre müzayede ile satılır ve taşınmaz mallar ile araziler keza Hükümetçe idare
edilerek kıymeti, kira bedeli ve hasılatı masraflar düşüldükten sonra emanet
hesabına kaydedilmek üzere mal sandıklarına havale olunur. Ancak bunlardan
dönenlerin taşınmaz malları ile emaneten mal sandığına teslim edilmiş olan
miktar kendilerine iade olunur.

LÜTFİ BEY (Malatya): Hükümette soruyorum, şimdiye kadar terk edilmiş mallar
hakkında ne muamele yapmıştır? Hangi salahiyete dayanılarak yapılmıştır? Eğer
kanuna göre yapılmışsa o halde bu kanuna ne lüzum vardır? Yok eğer bir kanuni
salahiyete göre yapılmamışsa, neye göre yapılmıştır ? (pek doğru sesleri)
ZEKAYİ BEY (Maliye Vekaleti Müsteşarı): İtiraz etmeyenler hakkında Hükümet
amme menfaati olarak muamele yapmıştır. İtiraz olduğu zaman mahkemeye mü
racaat ettiğimizde mahkeme amme menfaati muamelemizi tanımamıştır. Bunlar
şurada, burada kalmıştır.
LÛTFİ BEY (Malatya): Efendim, bu amme menfaat salahiyetini size veren kimdir?
ZEKAYİ BEY (Devamla): Şer'i hükümlerdir.
LÜTFİ BEY (Malatya): Evet şer-i hükümlerdir. O şer'i hükümleri tanımayan mah
keme varsa onu yıkmalıdır.
ZEKAYİ BEY (Devamla): Diğer mahkemelerdendir.
LÜTFİ B. (Malatya): Bütün mahkemeler şer'i hükümlere bağlıdırlar.
MUSTAFA TAKİ EFENDİ (Sivas): Efendim, şeriat bu salahiyeti kadılara vermişti
ve onun için bunu mal memurlarına vermemiştir. Mal memurları zor vaziyette kalı
yorlar. Mahkeme huzuruna varınca onun bir mevkii ve sandalyesi yoktur. Onun
için buna bir çare olarak hatırıma geliyor ki bu amme menfaati salahiyetini Maliye
Vekiline versek daha iyi olur. Mesela bir şahıs hakkında firari olduğunu veya kay
bolduğunu mahkemede ifade etse ve onların mallarını müsadereye bir salahiyet
versek acaba nasıl olur? Bunda bir mahzur var mıdır? Bu hususta ulema arkadaş
larım lütfen söz söylesinler. Bir de efendim, mademki maddelere geçilmiştir.
1.Maddede bir istisna vardır ki geri dönenlerin emaneten mal sandığına teslim
edilmiş olan malları kendilerine iade olunur, diyor. Bunları şimdiden vaat etmeye
lim. Şimdiden ellerine senet olmasın. Sonra memleketimize ne şekilde dönüyor
larsa milletlerarası usullere göre veya bizim vereceğimiz şekle göre haklarında bir

395
muamele yapılır. Onun için şimdiden bunlara vaat etmeyelim. Bu sebepten dolayı
bu ifadenin çıkartılmasını teklif ederim.
HAMİT BEY (Biga): O ifade meşruiyeti teminden ibarettir. Düşmanlarımız bu kaydı
görsünler.
EMİR PAŞA (Sivas): Efendim, bu madde aynen kabul edilemez. Çünkü Taki
Efendi Hoca'nın dediği gibi burada bir vaat var, döndüklerinde malları kendilerine
verilecek diye. Halbuki Hükümet şimdiye kadar vazifesini yapmış değildir. Eğer
yapmış olsaydı zora düşmeyecekti. Hükümet şimdiye kadar düşünüp bu gibiler
hakkında iki üç ay için bir müddet tayin ederek bir kanun teklif etmiş olsaydı esa
sen maksat yerine gelecekti.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Başka söz alan yok. Müzakereyi kafi gören
ler lütfen el kaldırsın. 1.Maddenin müzakeresi kafi görüldü. Değişiklik önergeleri
var.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Reis Bey, bir şey arz edeceğim efendim. Bu kanun
kabul edilecekse büyük bir çoğunluk ister. Bu kanun tasarısını bir komisyon istiyor.
Bunu vermek kanunidir.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Basri Bey, rica ederim müzakere kafi görül
dü.
OSMAN FEVZİ EFENDİ (Erzincan): Reis Bey, söz isterim.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Nasıl müsaade edeyim? Meclis müzakereyi
kafi gördü.

TBMM Başkanlığına
1.Maddenin, şeriat hükümleri ile alakası itibariyle Din İşleri Komisyonuna
havalesini teklif eylerim. 16 Nisan 1922
Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): 1.Maddenin Din İşleri Komisyonuna havale
sini teklif ediyorlar. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Efendim 1.Maddeyi Din İşleri
Komisyonuna göndereceğiz.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Acililiyetle.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim kanunun aslında zaten aciliyet ka
rarı vardır.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): O halde diğer maddelerin müzakeresinin tehiri
zaruridir. 1.Madde gelsin de diğer maddelerle birlikte müzakere edilsin.

396
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Meclis 1.Maddenin Komisyona
havalesini kabul etti, 2.Maddeyi Komisyon talep ederse ondan sonra onu da veri
riz. Yarın uygunsa öğleden sonra saat bir buçukta toplanalım. Yarın saat bir bu
1
çukta toplanmak üzere müzakereyi tatil ediyorum.
(Dört gün sonra 20 Nisan 1922 tarihindeki oturumda...)

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Terk Edilmiş Mallar Kanununun 1.Maddesi
Din İşleri Komisyonuna gönderilmişti, geldi. Onu müzakere edeceğiz.

TBMM Başkanlığına
Komisyonumuza havale edilen 1.Maddede şer'i hükümlere muhalif bir
kayıt görülmediğinden tasvip edilerek Meclis Umum Heyetine havalesine karar
verilmiştir.
Din İşleri Komisyonu Reisi
Ali Rıza

(1.Madde hakkında beş milletvekili söz aldı ve bir saate yakın konuşmaları sürdü. Deği
şikli önergesi verilmedi. Maddenin kanundan çıkartılmasına dair iki önerge verildi ve
ikisi de reddedildi ve Komisyondan geldiği şekliyle değiştirilmeden kabul edildi.
2.Madde okundu ve kısa bir görüşme oldu. Bir değişiklik önergesi verildi ve reddedildi.
2.Madde de Komisyondan geldiği şekliyle değiştirilmeden kabul edildi.)

Madde 3. Sahipsiz mallara ve arazilere fuzuli el koyanların ellerinden idareten


alınır ve haklarında kanuni takibat yapılır.

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): 3.Madde hakkında söz isteyen var mı?
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Reis Bey, Komisyondan bir şey soracağım. Bu
rada idareten alınır ne demektir? Lütfen gelip cevap versinler.
HAMİT BEY (Adalet Komisyonu Raportör Üyesi): İdareten noktasından aldığı ka
rarı... (işitemiyoruz sesleri) Müsaade buyurun efendim. Bir taşınmaz mal tasarru
fundan dolayı iş mahkemeye aksederse, hüküm verilmeksizin idare meclislerin
resen salahiyetleri vardır. Binaenaleyh bu madde bu maksatla böyle yazılmıştır.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Rica ederim bu hak idare meclislerine verilmez.
Bunun birtakım usulü vardır. Bunda zulüm kokusu var. Tekrar söylüyorum, ben
bundan zulüm kokusu alıyorum.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (19 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.215-227, http://www.tbmm.gov.tr/
397
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ben de fikirlerine iştirak ederim. Yani şimdiye
kadar o gibi malları işgal edenler fuzuli olarak işgal ettiklerinden dolayı bunlar hak
kında takibat hukuki mi olacaktır? Yoksa gasp muamelesi mi olacaktır?
HASAN BEY (Maliye Vekili): Efendim, maksadımız açıktır. Kanunun yürürlülüğüne
dair salahiyet Hükümete verilmiyor. Hükümetin amme haklarını muhafaza etmesi
sebebiyle men ve haklarında kanuni takibat ifa olunur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bunun hakkında ne muamele cereyan edecek
ise Adalet Komisyonu bunu yazmalıdır. Bu madde noksandır.
HAMİT BEY (Adalet Komisyonu Raportör Üyesi): Ceza Kanununda bunun hak
kında ceza tayin edilmiştir. Binaenaleyh bu fıkra bu gibiler hakkında, bu husus
hakkındaki cezanın bu madde ile tespit ve tayininden ibarettir. Binaenaleyh elde
mevcut kanun ile bunun arasında bir ihtilaf yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hükümetle Komisyon arasında ihtilaf vardır. Çünkü
Hükümet bu takibat hukukidir, Komisyon da cezaidir diyor. Bundan zulüm çıkar
zannediyorum. Böyle açık kapı bırakırsak çok fena olur, beyefendi.
HAMİT BEY (Adalet Komisyonu Raportör Üyesi): Ben bu hususta Komisyonun
kanaatini söylüyorum. Maliye Vekili Hükümetin fikrini söylemiş olabilir.
ÖMER VEHBİ EFENDİ (Konya): 3.Maddede efendim fuzuli müdahale edenler var.
Anladığıma göre mesela kaybolan şahsın evine bir adamı oturtmuş, sen burada
otur, muhafaza et denmiş. Buna emaneten derler. Şimdi hükümet bu emaneten
oturan şahsa sen burada nasıl oturdun, diye soracak. Şayet bir vesika ibraz ede
meyecek olursa fuzuli işgal diye çıkaracak. Bundan bu anlaşılıyor. Halbuki hükü
met tarafsızdır. Hükümetin teşekkül maksadı mazlumun hakkını zalimden almak
tır. Böyle dava eden olmadan kendi kendine Hükümetin varıp da sen burada neye
göre oturursun, diye sormaya salahiyeti yoktur.
MUSTAFA HİLMİ EFENDİ (Niğde): Yani bir adamın elinde senedi bulunmadığı
zamanda fuzuli tasarruf demek olur. Fuzuli tasarruf ise mahkemeye gerek kal
maksızın asıl mal kimin adına ise onu tanıyarak diğerinin idareten menedilmesi
mahkemelerin salahiyeti icabındandır. Bu fuzuli müdahale edenlerin doğrudan
doğruya haklarında kanuni takibat yapılmasıdır ki, bu kanuna usule uygundur. Ben
kabulünü teklif ederim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, bu madde ile pek çok suiistimale kapı
açarız ve pek çok kimseleri de belki zarara uğratırız. Bugüne kadar malı kime
teslim edeceğini bilmeyen bir adam için fuzuli filan denemez. Binaenaleyh netice
itibariyle bu şekil her halde halka bir zulüm teşkil edecektir. Doğru bir şey değildir.
Bu meselenin halline gidersek, suiistimale kapı açmamış oluruz.

398
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Bu madde hakkında müzakereyi kafi gören
ler lütfen ellerini kaldırsınlar. Müzakere kafi görüldü. Değişiklik önergelerini okutu
yoruz.

TBMM Başkanlığına
3.Maddenin aşağıdaki gibi değiştirilmesini teklif ederim.
"Madde 3. Sahipsiz mallara ve arazilere fuzuli el koyanlar hemen Hükümete
teslim etmeye mecbur olup, bu kanunun yayınlandığı tarihten bir hafta sonraya
kadar Hükümete teslim etmeyenler hakkında kanuni takibat yapılır."
Erzurum Mebusu
Hüseyin Avni
(bir ay olsun sesleri)
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Hüseyin Avni Bey'in önergesini oyla
rınıza arz ediyorum. Dikkate alanlar ellerini kaldırsınlar. (bir ay kaydıyla sesleri)
Efendim önerge dikkate alındı. Müddetin bir ay olması için ayrıca teklif ister.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Beyefendi, Yüce Heyet bir ay derse ben de
bunu kabul edebilirim.
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Eskişehir): İdareten kaydı, maddede vardır. Hüseyin
Avni Bey'in kabul edilen önergesinde maddenin neresine yakıştırıyorlarsa oraya
koysunlar.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, idareten kelimesinin, kabul edilen
Hüseyin Avni Bey'in önergesine ilavesini kabul buyuranlar ellerini kaldırsınlar.
Kabul edildi. Komisyon bu önergeye göre 3.Maddeyi değiştirsin. Efendim
4.Maddeye geçiyoruz, ama evvela Saruhan Mebusu Reşat Bey 4.Madde olmak
üzere ayrıca bir teklifte bulunuyor, o okunsun.

TBMM Başkanlığına
"Madde 4. Terk edilmiş mallardan gizli kalmış olanlarını ihbar edenlere
meydana çıkan malın bedelinin yüzde onu ihbar olarak verilir."
Yukarıdaki maddenin 4.Madde olarak kabulünü teklif eylerim.
Saruhan Mebusu
Reşat
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu önerge hakkında söz isteyen
var mı? (yok sesleri) Efendim, Saruhan Mebusu Reşat Bey'in şimdi okunan öner
gesini 4.Madde olmak üzere kabul buyuranlar ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmiştir.

399
Önergede yazılı olan madde, 4.Madde olarak kabul edilmiştir. Efendim, 4.Madde
5.Madde oluyor.

Madde 5. Bu kanunun hükümleri harp veya siyasi sebeplerle başka yerlere firar
edenlerin veya kaybolanların taşınır ve taşınmaz mallarıyla arazileri hakkında
da tatbik edilir.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, bu 5.Maddede gayet muğlak ve mühim


bir nokta var. Bu kayıpların ve firarların mahiyetini idareten mi anlayacağız? Eğer
idareten anlayacak olursak bu gayet tehlikeli bir madde olur. Bu çok muğlaktır.
Siyasi vaziyeti nasıl anlayacağız, bu ne demektir? Yani vatana dair suç işlemiş
olanlara ait ise her halde bu izah edilmelidir. Aksi takdirde suiistimale bir kapı
açarsak herkes istifade eder, bu yanlıştır.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Maliye Vekiline bir soru soracağım. Memleketimizde
iktisadi hayatımızı elde etmiş olan Ermeniler bizden imzalı senetlerle resmen al
dıkları paralarla ticaret yapıyorlar. Hatta Erzurum'dan firar edenlerden bir kısmının
İki yüz yirmi bin lira tahakkuk etmiş tüccara, sermayedara borçları vardı. Cibril
Efendi adında birisi bana iki bin altın borçludur. O adam da firar etti ve o adamla
beraber bu gibi pek çokları da firar ettiler. Şimdi böyle birçok alacak sahipleri var
dır. Biz elimizdeki paralarla ticaret yapmıyorduk, fakat paralarımızı senetle Allah
rızası için yüzde iki faizle bu adamlara veriyorduk, bunlar ticaret yapıp para kaza
nıyorlardı. Ne yaptılarsa Müslüman paralarıyla yaptılar. Rica ederim, bu paraları
ne olacaktır? Bunları düşünmek lazımdır.
HASAN BEY (Maliye Vekili): Ben zannediyorum ki Salih Efendi Hazretlerinin fikri
kanun ile de haklıdır. Gerek hususi vekalet ve gerek umumi vekâlet itibariyle Hü
kümet davaya taraf olsun. Burada bulunmayan ve mallarının muhafazası Hükü
metin mesuliyetinde olan malların sahipleri aleyhinde bir kimsenin alacak davası
varsa bu amme davasına istinaden Hükümetin o adam adına müdahil bulunması
lazım gelecektir ve o şahsın borçlarını ödemek mecburiyetindeyiz.
BEHÇET BEY (Çankırı): Bu tahkikatın cereyan ettiği zamanda davaya gelen kim
se davasını ispat edemediği ve Hükümetten yemin istendiği takdirde Hükümet
yemin edebilecek midir?
HASAN BEY (Maliye Vekili): Hükümete yemin ettirilir mi, ettirilmez mi onu bilmiyo
rum. Bu hususta hukuk mütalaa versinler.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Müzakereyi kafi görenler lütfen el kaldırsın.
Kafi görüldü. Değişiklik önergeleri okunacak.

(Altı değişiklik önergesi okundu. Önerge sahipleri açıklama yaptılar. Önergeler oylandı
ve hepsi reddedildi ve...)

400
TBMM Başkanlığına
5.Maddenin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini teklif ederim.
"Madde 5. Bu kanunun hükümleri harp veya siyasi sebeplerle memleket harici
ne firarları veya kaybolmaları hükmen sabit olanların taşınır ve taşınmaz malla
rıyla arazileri hakkında da tatbik edilir.
Erzurum Mebusu
Hüseyin Avni

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Hüseyin Avni Beyin önergesini dikkate alan
lar lütfen el kaldırsın. Efendim, önerge dikkate alınmıştır. 5.Maddeyi önergeyle
birlikte Komisyona veriyoruz. 3.Madde Komisyondan gelmiştir. Yeni şeklini okuya
cağız.

Madde 3. Sahipsiz mallara ve arazilere fuzuli el koyanlar bu kanunun yayınlan


dığı tarihten bir hafta sonraya kadar Hükümete teslim etmeye mecburdur.
Teslim etmeyenler idareten menedilir ve haklarında kanuni takibat yapılır.

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): 3.Maddeyi Komisyonun tespit ettiği şekilde
kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmiştir. 5.Madde dikkate alı
nan önergeye göre değiştirilerek Komisyondan gelmiştir, okunacak.

Madde 5. Bu kanunun hükümleri, harp veya siyasi sebeplerle diğer yerlere firar
ettikleri veya kayboldukları hükmen sabit olan şahısların taşınır ve taşınmaz
mallarıyla arazileri hakkında da tatbik edilir.

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): 5.Maddeyi Komisyonun tespiti gibi kabul
edenler lütfen ellerini kaldırsınlar.
ALİ SÜRURİ BEY (Karahisar): Firar veya kaybolma olacak.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Evet, firar veya kaybolma yazıyor. Yanlışlık
olmasın. Kabul edilmiştir.

(6. ve 7. maddeler okundu, söz alan olmadı ve bu maddeler aynen kabul edildi.)

HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Kanunun tamamını ad okuyarak oya arz
ediyorum. Kabul edenler beyaz, etmeyenler kırmızı oy versinler. (ad okumaya
lüzum yok sesleri) On yedi imza ile bir önerge verilmiştir. Efendim, on beş dakika
teneffüs.
(Oylar sayılır. Oturuma tekrar başlanır ve...)

401
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Celse açıldı. İşgalden kurtarılmış yerlerden
firar edenlerin mallarının idaresi hakkındaki kanunun oylamasında oya iştirak eden
üye 178, karar yeter sayısı vardır. 37 ret ve 26 çekimsere karşı kanun 115 oyla
1
kabul edilmiştir.

İŞGALDEN KURTARILMIŞ YERLERDEN FİRAR EDEN VEYA KAYBOLAN


AHALİNİN MENKUL VE GAYRIMENKUL MALLARININ İDARESİ HAKKINDA
KANUN
Madde 1. Düşman istilasından kurtulan yerlerde sahiplerinin firar etmeleri ve
kaybolmaları sebebiyle sahipsiz kalmış olan taşınır mallar Hükümetçe usulüne
göre müzayede ile satılır ve taşınmaz mallar ile araziler keza Hükümetçe idare
edilerek kıymeti, kira bedeli ve hasılatı masraflar düşüldükten sonra emanet
hesabına kaydedilmek üzere mal sandıklarına havale olunur. Ancak bunlardan
dönenlerin taşınmaz malları ile emaneten mal sandığına teslim edilmiş olan
miktar kendilerine iade olunur.
Madde 2. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten evvel tanzim edilen vekaletna
melerde istisnai olarak usul ve teamül dairesinde yer almış olan şartlar muteber
olup kanunun yürürlük tarihinden itibaren bu şartlardan doğan haklar ile bu şart
lara görev vekalet vazifesi Hükümete intikal etmiştir.
Madde 3. Sahipsiz mallara ve arazilere fuzuli el koyanlar bu kanunun yayınlandığı
tarihten bir hafta sonraya kadar Hükümete teslim etmeye mecburdur. Teslim et
meyenler idareten menedilir ve haklarında kanuni takibat yapılır.
Madde 4. Terk edilmiş mallardan gizli kalmış olanlarını ihbar edenlere meydana
çıkan malın bedelinin yüzde onu ihbar olarak verilir.
Madde 5. Bu kanunun hükümleri, harp veya siyasi sebeplerle diğer yerlere firar
ettikleri veya kayboldukları hükmen sabit olan şahısların taşınır ve taşınmaz
mallarıyla arazileri hakkında da tatbik edilir.
Madde 6. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 7. Bu kanunun yürürlülüğüne Maliye, İçişleri ve Adalet vekilleri vazifelidir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (19 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.215-227, http://www.tbmm.gov.tr/

402
22 NİSAN 1922: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN BARIŞ GÖRÜŞME
LERİ HAKKINDAKİ BEYANATI VE BARIŞ KONFERANSI İÇİN HAZIRLANAN
KARŞI NOTANIN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 32.Birleşim, Gündem: 2/1)

Dört gün önce Başkomutan Mustafa Kemal Paşa cepheden Anka


ra’ya gelmiş ve Mecliste yaptığı konuşmada ordunun savaşa hazır oldu
ğunu bildirmişti. Çünkü İtilaf devletlerinin barış görüşmeleri bahanesiyle
oyalama siyaseti güttükleri belliydi. Türk Hükümeti de tavrını netleştirdi.
Ateşkes için ön şart olarak Yunanlıların Anadolu’yu derhal boşaltmalarını
istedi. Bu şartını İtilaf devletlerine göndereceği cevap notasında da belirtti
ve Meclisin tam desteğini aldı.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Yüce Heyetiniz münasip görürse bir taraftan
cevap notası burada müzakere edelim, diğer taraftan da Komisyon bu nota hak
kında tetkikatını yapsın. Uygun ise, Komisyona havale edelim. Müzakeresini buyu
ranlar lütfen el kaldırsın. Kabul edildi, efendim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Müzakere usulü hakkında bir şey arz edeceğim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Buyurun.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, şimdi elimize verilen şu cevap notası
dört beş sahifeden ibaret bir şeydir. Bunu okumak, bunun inceliklerine vakıf ol
mak, Hükümet bunu bir haftada işleye, işleye çıkardı. Bunun hakkında alelacele
olsun söz söylemek için zannediyorum ki iki saat olsun düşünmek lazımdır. Bunu
layıkıyla tetkik etmek için müsaade ederseniz lütfen müzakeresini iki saat sonraya
bırakalım. Zannediyorum ki efendiler, buna cevaben Hükümet çıkıp diyecek ki bu
cevap geç kaldı, her halde bu akşam gitmesi lazımdır, demesinler. Şimdiden em
rivaki yapmayalım da yarın müzakere edelim. Onlar bir hafta tuttular biz de bir gün
tutalım, yarın birden bire bunun müzakeresine geçeriz. (yarın tatildir sesleri) Yani
yarın 23 Nisanıdır, tatildir, bir sonraki güne kalsın. Her halde böyle birden bire
cevap vermeyelim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurunuz. Başkanlığımızın vazifesi Hükü
metin teklif ettiği ve Yüce Heyetinizin gizli müzakeresini kabul ettiği nota suretini
öncelikle arz etmektir. Budan sonra müzakerenin ertelenmesi talep edilir, kabul
edilir o başka şey. Şu halde öncelikle notanın metni Yüce Heyetinize arz edilecek
tir ve edilmelidir. O halde buyurunuz, efendim.

403
SULH KONFERANSI İÇİN İTİLAF DEVLETLERİNE GÖNDERİLECEK İKİNCİ
CEVAP NOTASI:
Türkiye Büyük Milet Meclisi Hükümeti, 5 Nisan 1922 tarihli notasına ce
vaben Fransa, Büyük Britanya, İtalya hükümetleri tarafından gönderilmiş olan
15 Nisan 1922 tarihli müşterek notayı aldığını beyan ile teşekkürlerini sunar.
Üç devletin dışişleri nazırları, sıcak ve samimi surette Batı Anadolu’da
sulhun teessüsü arzusunu beyan eylediler ve diğer taraftan ateşkes teklifinde
de bulundular. Ancak ateşkes istenirken Batı Anadolu’yu iyilikle tahliye ettirmek
maksadıyla yapıldığına göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tahliyenin
ateşkesle birlikte yapılması lüzumunu 5 Nisan 1922 tarihli nota cevabımızda
bildirmişti. Harbin tekrar başlamasını önlemek maksadını takip eden İtilaf dev
letleri bu durumu değerlendirmişlerdir herhalde. Hakikaten 23 Mart 1922 tarihli
ateşkes notasında üç devlet dışişleri nazırları harbin derhal sona ermesini tav
siye ederken sulhu iade etmek ve yeniden can ve mal kaybına meydan verme
den Batı Anadolu’nun tahliyesi için teklifte bulunabilmek maksadını takip eyle
diklerini beyan ediyorlardı. 26 Mart 1922 tarihli sulh notasında da Yunan kuv
vetleri tarafından Batı Anadolu’nun tahliyesini ve bu havalinin tamamı üzerinde
Türk hakimiyetimin tesisini temin etmek niyeti açıkça zikredilmişti.
Bunlara ilaveten Lord Curzon teklif edilen ateşkesin kabul edildiğini, ateş
kesi takiben Yunan Kuvvetlerinin tedricen Anadolu’yu tahliye edeceklerini, 30
Mart 1922 tarihinde Lordlar Kamarasında beyan etmiştir. Bu beyanatı dikkate
alan Türkiye halkı ateşkes ile beraber Anadolu'nun tahliyesinin de başlayacağını
ümit etmekte iken, ne yazık ki 15 Nisan 1922 tarihli tebliğ sonrasında İtilaf devlet
leri ateşkes ile beraber derhal tahliyeyi kabul edemeyeceklerini ve tahliyeyi sulh
konferansında yapılacak olan görüşmelere tehir ettiklerini bildirmişlerdir.
Yunan Hükümetinin sulh müzakerelerinden önce tahliye şartını kabul
etmemesi ve harbin Trakya'da yeniden başlaması ihtimali gibi İtilaf devletlerinin
sıcak ve samimi sulh arzularına karşı olan bu hareket tarzı ve dünya kamuoyu
karşısında ağır ithamları davet edecek olan bu durumu Hükümetimiz uzak du
rur. Her halde belirtilen sebepler, tahliye hususundaki Türk tezinin sulha ve
hakka ne derece uygun olduğunu ispat etmektedir. Yalnız Hükümetim şurasını
ilaveye lüzum görür ki bir zamanlar pek zengin ve mamur olan işgal altındaki
yerleri Yunan Ordusu her gün geçtikte şimdiye kadar yaptığı yangınlara, tahrip
lere ve dökülen masum Müslüman kanları ile harabeye çevirmiştir. Yunan işga
linin Türk topraklarında yaptığı harabeler ve refah içindeki Müslüman halka
tatbik ettikleri zulmü, İzmir ve havalisini ziyaret eden bütün tarafsız yabancılar,
Kızılhaç görevlileri şahittirler. Hıristiyan azınlığı himaye etmek hususundaki
insani gayretleri malum olan İtilaf devletlerinin, Yunan işgali altında inleyen
Müslüman çoğunluğa hiçbir gayret göstermemelerini ve uzaktan seyirci kalma
larını Hükümetim inanmak istemez. Bu ümit ile İtilaf devletleri dışişleri nazırları

404
nı insani hislerine müracaat ederek talihsiz ve masum Müslüman kardeşlerimizi
bir an evvel düşmanın tahammülsüz ve zalim idaresinden kurtarmalarını ye
kendi niyet ve maksatları üzere ateşkesi tahliye ile takip ettirmelerini Hüküme
tim ısrarla rica eder.
Vatandaşlarını bir an evvel düşmanın zulüm pençesinden kurtarmak
azim ve iradesiyle heyecan içinde olan Türkiye halkının, tahliyenin sulh görüş
melerine tehir edilmesini uygun görmemekte ne derece mazur olduğunu, İtilaf
devletlerinin isteğimizi dikkate alacağını, Hükümetim kuvvetle ümit eder.
Hükümetimin tahliye hususundaki isteği kabul olunduğu takdirde 26 Mart
1922 tarihli notadaki davete katılacağını ve Delege Heyetimizi göndermeye
hazır olduğunu bildirmek şerefini ihraz etmiştim. Ancak belirtilmiş şartlar ara
sında, Büyük Britanya Başvekilinin 1918 senesinde Türkiye'yi Başşehrinden ve
çoğunluğu Türk olan Trakya ve Batı Anadolu’nun zengin arazisinden mahrum
etmek için harp etmiyoruz, yolundaki resmi ve aleni teminatına ve İtilaf devlet
leri dışişleri nazırlarının fikirlerine daima hazır bulundurdukları prensiplere uy
mayan taraflar vardır. Mamafih Türkiye'nin kuvvetli ve bağımsız milli mevcudi
yetine tekrar kavuşabilmesine müsaade edecek kuvvet ile Türk Milletini ve
devletini kendilerine ait topraklarını tekrar iade etmek ve Müslümanlara en
rahat bir idare tarzı temin eylemek gibi 26 Mart 1922 tarihli notada ifade edilen
prensipler Türkiye halkının gayelerden ayrı bir şey olmadığına göre bu prensip
lere uymayan sulh şartlarının ona göre düzeltileceğinden ve mutabakat sağla
nacağından Hükümetim ümitsiz kalmak istemez.
Türkiye halkı kendine ait topraklarda bağımsız ve emniyet içinde yaşa
maktan ve şimdiye kadar serbestçe gelişmesine mani olan siyasi, adli ve ikti
sadi zincirlerden kurtulmaktan ve Hıristiyan milletlere tabi olan haklardan Müs
lüman olduğu için mahrum edilmemekten başka bir şey arzu etmediğini Hükü
metim bir defa daha tekrara müsaadenizi rica eder.
Filhakika Dünya Harbine girmek yüzünden mağlup devletler arasında en
ağır cezaya uğrayan Türkiye halkının meşru olan gayeleri İtilaf devletlerince
esas itibariyle kabul edilmiş iken, tahliyeyi sulh konferansına tehir etmenin kon
ferans için geçecek aylar zarfında düşmana Anadolu’daki iktidarını devam et
tirme fırsatı vermekten ve her türlü tecavüzleri altından İslam namusunun, kan
ve malının heder olmasına fırsat eylemekten başka bir netlice vermeyeceğine
Hükümetim kanidir.
Şurasını da beyana lüzum görürüm ki İtilaf devletleri sulh şartlarının ta
mamından hangilerini hususi telakki ettiklerini izah etmemekle Hükümetimi
tereddüde düşürmüşlerdir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, tahliye hususundaki esas talebin
büyük kabul görmesi hakkındaki beyanattan müteşekkir olmakla beraber, ateş

405
kesin ve tahliyenin aynı zamanda başlanması lüzumunu tekrara kendini mec
bur görmüştür. Haberleşme ile geçecek zamanların yeniden mal ve can kaybı
na sebep olacağından, sulha erişmek için ileri sürülen görüşleri doğrudan doğ
ruya anlaşabilmek maksatlarıyla evvela görüşmek uygundur. Uzlaşma zemini
bulunduğu takdirde derhal sulh müzakerelerine başlamak üzere tespit oluna
cak bir tarihte İzmit Şehrinde salahiyet sahibi delegelerinizle buluşmaya hazır
olduğumuzu Hükümetim adına arz ederim. Bu teklif kabul edildiği takdirde de
legelerinizin isimlerini bildirmenizi rica ile kesbi şeref eylerim. 21 Nisan 1922
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Dışişleri Vekili
Yusuf Kemal

RAUF BEY (Başkan Vekili): Dışişleri Komisyonu raporu geldi, o da okunacak.

TBMM Başkanlığına
Hükümet tarafından hazırlanan ve Dışişleri Komisyonuna havale olunan
cevap notası incelenmiş ve hakkındaki önerge değişikliği ile Komisyon çoğun
luğu tarafından kabul edilmiş olup Meclis Umum heyetine arz ve takdim kılın
mıştır.
Dışişleri Kom.Başkanı Raportör Üye Üye
Cemal Veliyettin Vasıf

RAUF BEY (Başkan Vekili): Dışişleri Vekili Beyefendi bu hususta söz söylemek
istiyorlar. (müzakere açmıyoruz sesleri) Dışişleri Vekili Beyefendi cevap notası
taslağını Meclise arz ettiği zaman Yüce Heyetinize tebliğ ettim ve müzakeresi için
karar verdiniz. Hüseyin Avni Bey ertelenmesini talep etti, fakat henüz okunmamış
tı, okunduktan sonra müzakerenin devam etmemesine dair bir karar verilmediğin
den Divan aksi karar verinceye kadar devam eder. O itibarla Dışişleri Vekili izahat
verecek ise buyursun.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Dışişleri Vekili Bey benim teklifime karşı söz
söyleyebilir, yoksa nota taslağı hakkında söyleyemez.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Nota taslağı hakkında da söyleyebilir, sizin teklifiniz
hakkında da söyleyebilir. Zatıalinizin teklifi vardır, Yusuf Kemal Bey beyanını açık
ladıktan sonra sizin teklifinizi de oya koyarız.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Hükümet tarafından tanzim edilmiş olan
nota Yüce Heyetinize okundu. Nota gayet izahatlıdır. Bunda takip edilen maksatlar
aşikar görülüyor. Onun için zannetmem ki uzun uzadıya başınızı ağrıtmaya ihtiyaç
olsun. Esas maksat tahliyede ısrar, tahliye talebinde ısrar ederken İtilaf devletlerin
notalarındaki tutarsızlıkları göstermek ve tahliye geciktikçe Müslümanlar üzerinde
meydana gelecek zararları ortaya koymaktır. Daha doğrusu düşmanlarımızın bize

406
karşı insani hisleri tahrik için kullandıkları silaha mukabil biz de pek haklı ve pek
makul olarak silah kullanmak istemek, birinci nokta budur. İkinci nokta, sulh yap
mayı kabul etmiş oldukları için o noktayı da alıp sulh şartları hakkında sözler söy
ledik. Fakat dikkat buyrulursa söylenilen sözler umumidir. Yani söylediğimiz sözle
re bakılacak olursa Milli Misak esas itibariyle hemen tekrar ediliyor. Onların bize
sulh şartları üzere teklif ettikleri şeylere yine esas itibariyle cevap veriliyor. Bir
nokta belki biraz gizli kalıyor. Fakat o noktayı da bir kelime ifade eder. Yani ordu
muzun meselesi, orada da Türkiye halkının kendine ait topraklarda emin ve müs
takil yaşamak ve o sözü hem boğazlar meselesine karşı bir sözdür, hem de ordu
ya ve kuvvetimize karşı bir sözdür. Çünkü ordumuz olmazsa, bir kuvvetimiz bu
lunmazsa orada serbest bulunmazsak elbette ve elbette bu memlekette serbest
yaşayamayız. Onun için arz ettiğim gibi kendilerinin ortaya koydukları şartlara
mukabele ediliyor. Sonra bu mukabele deniliyor ki siz verdiğiniz sulh şartları nota
sında gerek arzu olarak, gerek prensip olarak şunu, şunu soyuyorsunuz. Şunu
istiyoruz, şunu istemiyoruz diyorlar. Eğer bu istediklerine bakacak olursa Yunanlı
lara ait kısmın harice bırakınız, öbür tarafta hemen bize de sorsalar biz de bunu
istiyoruz. Malumunuz kuvvetli bir Türkiye'ye ait olan topraklarda kuvvetli bir Türki
ye istiyorlar. Sonra bizimle onlar arasında tekrar münasebetin başlamamasını
istiyorlar. Bunlar bizim de arzularımızdır. Fakat bu arzulardan netice olarak çıkart
tıkları şartlar hiç uymuyor. Onun için kendilerine diyoruz ki prensipleriniz bizim
prensiplerimize uyuyor. Onun için karşı karşıya gelip de konuşacak olursak ve
böyle notalarla değil, serbestçe konuşacak olursak bizim arzularımız sizin arzula
rınızdır. Bu itibarladır ki zaruri olarak İzmit'te karşı karşıya konuşma istiyoruz. Ko
nuşma neticesinde anlaşma hasıl olacak olursa sulh şartlarına geçeriz. Anlaşma
hasıl olmayacak olursa artık böyle notalarla vesaire ile vakit geçirmeğe hacet kal
maz. Allah ne takdir ettiyse, ne yapılmak lazım geliyorsa yapılır. Notanın ruhu
budur. İcap ederse diğerlerine cevap veririm.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, şu nota okunurken pek zayıf yazılmış
ve bütün isteklerimiz inceden inceye göstermiş gibi görünüyor, efendim. Ben de
min de arz ettiğim gibi böyle siyasi kelimelerin altında mana ve mefhum itibariyle
açıklaması lüzumlu şeyler vardır. Biz de buna nüfuz edelim. Mesela başlangıç iyi
gitmiş, kendi düşünceme göre, son notada İzmit'te görüşelim deniyor. Zannederim
bu evvelki notanın kuvvetini kudretini düşürüyor. Binaenaleyh bunun Meclisçe de
münakaşası lazımdır. Bizim evvelki notayı ve Avrupalıların notalarını karşı karşıya
koyarak onlar ne demek istiyorlar, biz ne diyoruz? Bunu münakaşa etmemiz la
zımdır. Zannederim Hükümet içindeki arkadaşlarımızın nüfuz edemediği noktalara
içimizde nüfuz edecekler bulunur. Çünkü içimizde onlardan daha siyasi düşünceli
arkadaşlarımız vardır. Onların da fikirlerini alalım, acele etmeyelim. Millet hayatıy
la, mukadderatıyla, tarihiyle oynarken çocuk mektepte yazı okur gibi bir okuma ile
bunu demek istiyoruz demeyelim. Bunun hakkında enine boyuna düşünmek la
zımdır. Yüce Heyetinizden istirham ediyorum, bu müzakereyi tehir edelim. Gece
veya münasip zamanlarda arkadaşlarınız üçü beşi oturur onlar da Hükümet gibi

407
birer birer grup teşkil ederler. Ya tasvip ederler veya şu, şu şekillerde daha iyi olur
diyerek bizi aydınlatırlar. Daha iyi olur. İstirham ederim bunun müzakeresini bir
gün daha tehir edilsin. Siyaset böyle göründüğü gibi değildir. Ben bunun içerisinde
pek incelikler görüyorum, bunlara nüfuz etmek isterim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Hüseyin Avni Beyin bir teklifi ve Çorum Mebu
su Dursun Bey'in aynı manada bir önergesi vardır. (yarın olmaz, diğer gün sesleri)
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim, fevkalade ehemmiyetli bir işte
Yüce Meclisiniz istediği gibi mütalaa etmesi tabii lazımdır. Yalnız öbür güne kadar
ertelemede zannederim mahzur vardır. Mademki yarın 23 Nisan’dır, toplantı yok
tur, onun için uygun bulursanız bir saat veya iki saat sonra toplanırız. (çok doğru
sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Çorum Mebusu Dursun Bey’in önergesi,
Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’in teklifine karşı dışişleri Vekili Beyefendi iki
saat veya bir saat tatili münasip görüyorlar ve bunu teklif ediyorlar. Bu teklifi kabul
edenler lütfen ellerini kaldırsın. Çoğunlukla bir buçuk saat müzakerenin tehiri mü
nasip görüldü. Bir buçuk saat sonra toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum.
(Oturum açıldıktan sonra milletvekilleri gönderilecek cevap notası hakkında söz aldılar
ve eleştirilerini yaptılar. Eleştiriler genellikle nota tasarısındaki kelime ve cümlelerin şu
ya da bu şekilde kullanılmasına dairdi.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Dışişleri Komisyonunun bu hususta mütalâa


sı var mı?
VELİ BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Komisyon adına aynen kabul ediyoruz.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Dışişleri Komisyonu aynen kabul ediyor ve
bu hususta raporunu Meclise arz ediyor. Dışişleri Vekili Bey konuşan üyelerimiz
tarafından yapılan eleştiriler hakkında malumat verecektir.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim, arkadaşlardan biri, Hıristiyan
azınlıkları himaye etmek hususundaki insani meseleler, cümlesinden insani keli
mesinin kaldırılmasını, bir diğer arkadaşımız, mahrum edilmek suretiyle mağlup
devletler arasında en ağır cezaya, cümlesinden, cezaya kelimesi yerine zarara
kelimesinin konulması hususunu teklif etti. Eğer Dışişleri Komisyonu bunun değiş
tirilmesini uygun görürse biz bunda Hükümet adına bir mahzur görmüyoruz. Sonra
Ömer Lütfi Beyefendinin fikirlerinden Delege Heyetini yalnız hususi noktaların
tefriki için istiyorlarmış gibi bir şey anladım, halbuki bizim maksadımız o değil.
Malumunuz okunduğu vakit görünüyor, biz diyoruz ki siz böyle bir şey istemiştiniz
ve bize sulh şartlarını kabul ettiğiniz anda tahliyeye başlattıracağız diyorsunuz.
Fakat aynı zamanda hususi noktaların münakaşası mahfuz kalmak üzere diyoruz.
Burada anlaşılmayacak bir şey yapılmamıştır.

408
(Milletvekillerinin bu şekildeki düzeltme ve ekleme istekleri devam etti. Dışişleri Vekili
her bir soruya ve eleştiriye tek tek cevap verdi.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, cevap notasının tamamını oylarınıza arz
etmeden evvel Dışişleri Vekili, masum olan İslam kanlarını yeni kurbanlarla ço
ğaltmaktadır, cümlesinden sonra, son günlerde İtalyanların tahliye ettiği Söke
taraflarında köyleri yakmak, ahaliyi katletmek suretiyle yaptıkları zulüm bu iddia
mızın bir delilidir, ifadesinin eklenmesini istiyor.
HASAN BEY (Trabzon): Reis Bey, Yunanlılar kelimesini ilave edelim. Yunan Or
dusunun yaptıkları zulüm demek lazım gelir. (doğru sesleri)
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Pekala, doğru.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Yunan Ordusunun son günlerde İtalyanların tahliye
ettiği Söke taraflarında, köyleri yakmak, ahaliyi katliam etmek suretiyle iddia etti
ğimiz zulmün yeni bir delilidir, cümlesinin ilavesini teklif ediyor, Dışişleri Vekili.
Kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Kabul edildi. Efendim, müzakerenin yeterliliği
ne dair önerge var, değişiklik teklifleri de var. Öncelikle müzakerenin yeterliliğini
oylarınıza arz edeceğim. Müzakereyi kafi görenler lütfen el kaldırsın. Müzakerenin
1
yeterliliği çoğunlukla kabul edildi. Önergeleri okutuyorum, efendim.

(Verilen önergeler tek tek okundu. Bazı önergeler görüşmenin yeterliliğine ve cevap nota
sının kabulüne dairdi. Bazıları da değişiklik önergeleri idi. Önergelerin görüşülmesi ve
oylanmasından sonra gizli oturuma son verildi ve açık oturuma geçildi. Gizli oturumda
okunan cevap notası taslağı düzeltmeler ve değişiklikler yapılmış şekliyle yeniden okundu.)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, Dünya Harbi üzerine Avrupa siyaseti,
bize layık görmedikleri memleketimizi almak ve milletimizi amele gibi çalıştırmak
ve şerefli bir maziye sahip olan milletimizin tarihini kapamak ve şerefli, rahim, şefik
olan sancağını gömmek istiyorlardı. Efendiler, dünya gördü ki bizim köylümüz,
halkımız, yaratılıştan bütün dünyadaki insanlardan fazla idrake, bütün insanların
cesaretinden fazla cesarete ve fedakarlığa sahiptir. Bu hakikatler huzurunda kısım
kısım hak diye iddia ettikleri maksattan feragat ettiler, işte biliyorsunuz ki bir za
man hasta adam politikası vardı. O zaman Türkiye üzerinde yeni yeni boyalar
kabul etmişlerdi. Bir kısım kuvvetler, zulmüne güvenen milletler, bizi esir etmek
için çalıştılar. Fakat milletimiz bu boyaları kendi sancağının rengi ile değiştirdi. Bir
zamanlar, bizim hükümet teşkili kabiliyetinde olmadığımızı ve içerimizde yaşamak
ta olan milletlerin daima zahmet içinde olduklarını bahane ediyorlardı. Fakat bu
millet, çektiği zahmet, felaket ve sefaletin kabahati kimde olduğunu fiilen gösterdi
ve bu aldatıcı politikacılara karşı elimizi, ayağımızı bağladınız. Fakat bize vurdu
ğunuz zincirleri işte kırıyoruz diye feryat etti. Kendi üzerine yürümek isteyen kütle

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (22 Nisan 1922), 1.Dönem, c.3, s.274-292, http://www.tbmm.gov.tr/
409
lere hücum etti ve onları memleketinden kovdu. Gitgide efendiler hakkımızı teslim
zamanı da geliyordu ve zaten milletimiz bir şey istemiyordu. Kendi köyünde ve
kendi evinde, diğer milletler gibi müstakil ve hür yaşamak istiyordu. Milletin bu tabii
hakkı karşısında bütün dünya baş eğdi ve artık tecelli eden Türk Milletinin hakları
karşısında haksızsınız diyen kimse yoktu. Bize efendiler, haklısınız, yaşamak
hakkınızdır, ilminiz, irfanınız, meziyetiniz ve kendinizi idare edecek kadar kabiliye
tiniz vardır, diye itirafta bulundular. Daha önce gelen notaya cevaben verdiğimiz
notamızda da pek bariz olarak Misakı Millimizle feryat ettik. Sizden bir şey istemi
yoruz, sizden zincirlerimizi kırmanızı istiyoruz, başka bir şey istemiyoruz, bu da
hakkımızdır. Bu hakkımız bir dereceye kadar teslim olunmakla beraber, hâlâ birta
kım kaçamaklı yollardan geçiyorlar. Bizi ve memleketimizi Yunan kuvvetiyle tehdit
etmek, arzu ve emellerini bize kabul ettirmek istiyorlar ve bunda ısrar ediyorlardı.
Fakat efendiler her şeyden büyük olan hakkın huzurunda o Yunan da çürüdü.
Bunun da bir kuvvet olmadığını anladılar. Bugün ikinci defa iddiamızda biz ne
diyoruz? Biz sizden bir şey istiyoruz. Memleketlerimizi tahliye edin, sizinle insani
münasebete girişelim. Madenlerimiz varsa ilminizden, irfanınızdan istifade edelim.
Onları işletelim. Fakat biz bir şeye tahammül edemeyiz, o da mukaddes tanıdığı
mız hakimiyetimize ve bunun muhafazasının muhtaç olduğu iktisadi istiklalimize
kimsenin elini sürdüremeyiz. Muhterem tanıdığımız sancağımızı katiyen kimsenin
eline veremeyiz. Biz, her millet gibi bunları namus biliyoruz, biz buna hiçbir vakit
hiçbir kimseyi tecavüz ettiremeyiz, işte bizim feryadımız budur. Başka bir şey de
ğildir, işte bu ikinci defa tertip ve komisyonca da tasvip olunan ikinci cevap nota
mızla gayet meşru davamızı bir defa daha tekrar ediyoruz. Emeliniz bizimle iyi
geçinmek mi? O halde alem refah ve saadet içerisinde yaşarken bizi şu memleket
içerisinde tabii hakkımızdan mahrum etmeyiniz. Bizi top, bomba ve tüfekler, yan
gınlar içerisinde Allah aşkına bırakmayın diyor ve feryat ediyoruz. Efendiler, bu
hakkımızı bugün teslim etmezlerse yarın beşeriyet mutlaka teslim ettirecektir. Bu
millet kimsenin hakkına, hukukuna taarruz ve tecavüz etmek için harp etmiyor.
Eğer öyle bir gaye gözetiyorlarsa Avrupalılar gelsin baksınlar, içimizde azınlık
denilen kısım çoğunluktan daha refah içinde değil midir? Bunları memleketimizde
efendiler gibi başımız üzerinde yaşatıyorduk ve yaşatacağız. Milli ve dini vicdanı
mız bunu icap ettiriyor. Yalnız burada bir şeyi kıskanıyoruz. Milli şerefimizi, insani
şerefimizi kıskanıyoruz. İşte kati ve son sözümüz budur. Bunun aksini zannetmi
yorum ki yeni bir mücadeleye kapı açsınlar. Bu millet şerefine tecavüz ettirmez,
bunun imkanı yoktur. Milletin bunun aksine hareket edecek Hükümeti yoktur. Av
rupalılar bunu iyi bilsinler, akıllarına böyle bir şey getirmesinler. Biz son fedakarlı
ğımızı yapmışızdır. Biz içimizdeki azınlıklara hürmet ediyoruz, haklarını veriyoruz.
Avrupalılar da bizi hür ve serbest bıraksınlar. Bu millet onların başkalarına verdiği
vaatleri yaptı. Daha evvel hatta dindaş olan azınlıkların bizzat mukadderatlarına
hakim olup bu suretle gelişmelerine müsaade ederek Milli Misakın haricinde tuttu,
biz onların refahını temin etmekten başka bir şey yapmıyoruz. Yaptığımız bu mü
cadele ise bizi bekleyen zulüm ve işkence altında inleyen biçarelerin imdadına
koşmak, onları kurtarmak, onları yardım etmek, hayatlarını muhafaza eylemekten

410
başka bir şey değildir. Buna ne hak ile mani olmak istiyorlar? İşte son sözümüz
budur. Hakkımıza riayet etsinler şayet haksızlıklarında ısrar ederlerse mutlaka
zulüm de nihayetsiz olmaz. Onların akıbeti de fena olur. (bravo, şiddetli alkışlar)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Söz Dışişleri Komisyonu Raportör Üyesi Veli Beye
fendinin.
VELİ BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Efendim, Yüce Heyetinizin malumudur ki
İtilaf devletleri tarafından bize gönderilen son notaya dair Hükümetin tanzim ettiği
ve tetkik için Dışişleri Komisyonuna havale buyrulan cevap notası Komisyonumuz
tarafından incelendi. Komisyonun da tasvip ettiği bazı ufak kelime değişiklikleriyle
notanın şu metin halinde aynen kabulüne gelindi. Büyük Millet Meclisi Hükümeti
Yüce Heyetinizin ve milletin tercümanı olarak bu cevap notasında milletimiz bir
harp istemediğini ve bir sulhu devam etmek arzusunda bulunduğunu bir kere daha
insanlık alemine karşı ispat etmek gayesini takip etmektedir. Bunun için de İtilaf
devletlerinden bu cevap notamızda istediklerimizi kabulünden başka bir temenni
miz yoktur. Binaenaleyh bu cevap notasının arz ettiğim değişiklikler ile Yüce He
yetiniz tarafından aynen kabulünü Dışişleri Komisyonu adına rica ederim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Ali Şükrü Bey buyurun.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler cevap notasının muhteviyatı hakkında hiçbir
şey söylemeyeceğim. Bence birkaç zamandan beri alınan verilen notalar sırf haki
katin sevki ile meydana gelmiş bir takım hadiselerin şekil ve vesaitinden ibarettir,
başka bir şey değildir. Bu notamız ihtimal kabul edilir, ihtimal kabul edilmez, bence
bu kıymeti değildir. Bence en mühim kıymeti haiz olan şey, ifade tarzı olan notala
rın gelip gitmesidir. Sevr Antlaşmasıyla hayat hakkı ve istiklalimizi mahvetmek
isteyen düşmanlarımızın o zaman bize karşı takınmış oldukları vaziyet ve sarf
ettikleri sözleri dikkate alacak olursak ve o vaziyetle bu notaların gerek mana ve
gerek ifade itibariyle olan halini bir mukayese edecek olursak büyük bir hakikate
ulaşmış oluruz. O da hakkın tezahür etmeye başlamasıdır. Çünkü biz milli dava
mıza başladığımız zaman hakkın bizim tarafımızda olduğunu biliyorduk. O vakit
zafer sarhoşu olan düşmanlarımız kendilerini bütün dünyanın hakimi sayarak ve
bizi hiç yokmuş gibi bütün dünyayı kendi arzularına göre taksim ve idare etmek
istiyorlardı. Bu arzularını her türlü hareketlerinde görüyorduk. Fakat orta yerde bir
hak vardı ve o hak gittikçe kuvvetlendi ve kendisini görmek istemeyenlere bile
kendisini gösterdi. Netice olarak adım, adım düşmanlarımız geri çekilmeye başla
dılar. Bu notalar işte bu çekilmenin alametidir, birtakım basamak taşlarıdır. Birer,
birer geliyor. Hüseyin Avni Bey arkadaşımız benden evvel vaziyeti gayet güzel
izah ettiler. Efendiler bizim istediğimiz, Milli Misakımızın çizmiş olduğu çerçeve
dahilindeki haklarımızdır. Fakat ben zannediyorum ki bütün arkadaşlar bana işti
rak ederler. Bizim arzularımız daha geniş, daha yüksektir. Fakat dünyanın o gün
yani Milli Misakımızın çerçevesini çizdiğimiz günkü vaziyeti bize hakikaten notada
yazıldığı gibi mütevazı bir şekilde bir Milli Misak çerçevesini çizdirmiş idi. Fakat
bununla beraber ben hiçbir vakit bugüne kadar ve bugün dahi Osmanlı Sancağı

411
nın dalgalandığını unutmadım ve unutamayacağım. Bugün Hindistan'da ve diğer
İslam memleketlerinde bizim hesabımıza ve kendi hesaplarına çalışan dindaşla
rımızın arzuları bizim bu asgari olan arzularımızın kat, kat üstündedir. Bunların
talebi kraldan ziyade kralcı olmak değildir. Bunlar bir hak görüyorlar ve o hakkı
talep ediyorlar. Biz o hakkı görmedik mi? Gördük. Fakat Milli Misak çizildiği zaman
ben İstanbul'da idim ve itiraz etmiştim. Sebebi, çünkü dünyanın bu büyük badire
den sonra geçirmekte olduğu inkılap elbette hakkın tezahürüne hizmet edecek ve
hak tezahür ettiği zaman ise herkes hak ve hürriyetini elde edecektir. Binaenaleyh
bizim bu yerler için ayrıca uğraşmaya kendimce lüzum görmediğim içindir ki itiraz
etmeyerek kabul etmiştim. Efendiler bugün dünya o kadar muazzam bir inkılap
geçiriyor ki bu inkılap hepimizin vakit, vakit gazetelerde gördüğümüz şekilde Avru
pa idarecilerini vaziyete çare bulmak için birtakım neticesiz konferanslara sevk
ediyor. Nitekim bugün Cenova Konferansı diye bir konferans teşekkül etmiş bulu
nuyor. Bu konferanslar hiçbir netice vermedi ve veremez. Ta ki insanlığın hakkı
olan hürriyetleri kabul edilinceye kadar. Görüyoruz ki düşmanlarımız içerisinde
bunu tatmış olan ve tatmak üzere bulunan bir kısım var ve bunların içerisinde en
inatçı bir düşmanımız var. Onun da geri çekilmiş olduğunu gösteren şu notalar
bize pekala anlatıyor ki bu inkılabın tesiri altında onun da bu hakkı tanıması pek
yakındır. Bu itibarla ben Dışişleri Komisyonu Raportör Üyesi Bey'in talebi gibi ce
vap notasının aynen kabulünü teklif ediyorum. Çünkü evvelce de arz etmiştim ki
bu nota düşmanlarımızca kabul edilmiş olsa da olmasa da kıymeti yoktur. Çünkü
hak yürüyor ve yürüyecektir ve gayesine ulaşacaktır.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, görüşmenin yeterliliğine dair önergeler var.
Müzakereyi kafi görenler lütfen ellerini kaldırsın. Müzakere kafi görülmüştür. Dışiş
leri Komisyonunun teklifindeki değişiklikleri oylarınıza arz ediyorum. Değişiklikler
ile birlikte bu cevap notasını kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın. (oybirliği ile
1
sesleri) Oybirliği ile kabul edilmiştir, efendim.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (22 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.348-353, http://www.tbmm.gov.tr/

412
22 NİSAN 1922: MALİYE BAKANI HASAN BEY' İN İSTİFASI VE YERİNE GÜ
MÜŞHANE MİLLETVEKİLİ HASAN FEHMİ BEY' İN SEÇİLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 32.Birleşim, Gündem: 2/1)

Maliye Bakanı Hasan (Saka) Bey, Büyük Taarruz öncesinde Ordu


nun ihtiyaçlarını karşılayabilmek için yoğun çaba sarf etti. Bu amacı doğ
rultusunda oldukça fazla eleştirilere de uğradı. Fakat yılmadan görevine
devam etti. Onun ekonomiyi düzeltmek için çok önemli gördüğü tedbirler
den birisi de beş senelik arazi vergisinin bir defaya mahsus olmak üzere
peşin olarak alınması, sonradan da bu verginin kaldırılması idi. Bu teklif
Mecliste milletvekilleri tarafından çok sert eleştirilere uğradı.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, gündemimizde bulunan Arazi Vergisinin beş
seneliğini bir defada toptan ödeyenlerin artık bu vergiden muafiyetine dair Kanun
Teklifinin müzakeresine başlayacağız. Teklifi okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Harp vaziyeti sebebiyle askeri masrafların muntazaman ödenmesi lüzum
ettiği için, vergi mükellefleri hakkında büyük menfaatler temin etmek gayesi itiba
ra alınarak beş senelik Arazi Vergisini bir defada toptan ödeyenlerin artık bu
vergiden muaf olacaklarına dair tanzim olunan Kanun Teklifi ekte takdim kılın
mıştır.
Maliye Vekili
Hasan Hüsnü

(Daha sonra Kanun Teklifi okundu ve Maliye Bakanı Hasan Bey teklifin gerekçesini ay
rıntılı biçimde sunarak bir konuşma yaptı ve teklifin kabul edilmesini istedi. İlerdeki
günlerde Maliye Bakanı seçilecek olan Gümüşhane Milletvekili Hasan Fehmi Bey ise
Kanun Teklifinin aleyhinde bir konuşma yaptı. Başka milletvekilleri de genellikle aleyhte
konuştuktan sonra verilen on dokuz önerge okundu. Önergelerin bir bölümü teklifin
reddi yönündeydi, bir bölümü ise Bütçe Komisyonuna gönderilmesi hakkındaydı.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, önergelerden haberdar oldunuz. Bunlardan


başka Bütçe Komisyonu adına İsmet Beyefendi, bu Kanun Teklifinin Komisyona
iadesini teklif ettiler. (ret, ret sesleri) Evvela bunun Komisyona iadesini oylarınıza
arz ediyorum.
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Reis Bey, müzakere usulü hakkında arz ede
ceğim. Efendim her hangi bir kanun teklifinin tamamı kabul edildikten sonra mad
delere geçilir. Maddelerde değişiklik önergesi verilirse o zaman komisyona havale
edilir. Fakat henüz bu teklifin tamamının müzakeresi kabul edilmemiştir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Bütçe Komisyonunun iade talebini oylarınıza
arz ediyorum. Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Oy birliği ile kabul edilmedi,
efendim. O halde arazi vergisinin beş seneliğinin birden tahsili hakkındaki kanu

413
nun tamamının kabulü ile maddelere geçilmesini oylarınıza arz ediyorum. Kabul
buyuranlar lütfen el kaldırsın, oybirliği ile reddedildi, efendim. (alkışlar, gülüşmeler)
HASAN BEY (Maliye Vekili): Efendim Vekilinizin kanaat tarzı ile Yüce Heyetiniz
arasında bu meselede ihtilaf ortaya çıkmıştır. (gürültüler, ayak patırtıları) Binaena
leyh vekaletin diğer bir arkadaşa verilmesini rica ediyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, müsaade buyurursanız Hasan Bey'in
böyle bir istifa fikri varsa bu hiçbir zaman doğru bir şey değildir ve bu vesile ola
maz. Yüce Heyetiniz, değil Hasan Bey'in Allahtan başka kimsenin tesiri altında
değildir. (bravo sesleri ve alkışlar) İstirham ederiz, Hasan Bey'in istifasını yersiz
görmekle beraber vazifeden çekilmesi Yüce Heyetin kararından vazgeçirmesi icap
etmez. Gidenlere uğurlar olsun. (bravo sesleri, alkışlar)
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Efendim, bu kanun teklifi Hükümetin müşterek
mesuliyeti altında bir tasarı ile gelmiş olsaydı Maliye Vekili Bey'in istifada ısrarı bahis
mevzu edilebilirdi ve bunu baştan söylemesi lazımdı. Halbuki bu Trabzon Mebusu
Hasan Bey'in teklifidir. Maliye Vekaletinin teklifi değildir. (gürültüler) Müşterek tasarı
olmadıkça müşterek mesuliyet yoktur. Binaenaleyh istifası mümkün değildir.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Maliye Vekili sıfatıyla müdafaa etti.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): İstifanın sebebi bu değildir. İstifaya başka bir
sebep vardır. (gürültüler)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, üyelerden tekraren rica ediyorum. Söz ver
meden, söylemesinler.
MUSA KAZIM EFENDİ (Konya): Efendim, ben kanunun tamamının reddinin istifa
için bir sebep teşkil etmeyeceği kanaatindeyim. Şimdiye kadar defalarca Hüküme
tin müştereken verdiği kanun tasarıları Yüce Meclisinizce reddedilmiştir ve istifaya
sebep olmamıştır ve olamaz. Bu gibi halleri istifa sebebi olarak görürsek o za
man vekillerden hiçbirinin yerinde durmaması lazım gelir.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Meclis vekaletten almamıştır, kendisi istifa etmiştir.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Efendim, Maliye Vekilinin istifası icap eder mi,
etmez mi? Biz bunu düşünmeye mecbur değiliz. Canı istemiş istifa etmiş, ederse
eder. (bravo sesleri) Efendiler, bu kanun teklifi de diğer kanunlar gibi Hükümetin
tasarısı olarak gelmesi icap ederdi. Şundan bu da anlaşılıyor ki Hükümetin de bu
teklif hakkında muvafakati yokmuş. O halde Hasan Bey istifa edermiş, etmezmiş
diye bunun için müzakereye yer yoktur.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Efendim, müzakere başka vadiye sapmıştır. Rica
ederim, bu Meclis hem yasama hem yürütme kuvvetlerine sahiptir. Hükümet teklif
etsin, vekillerden birisi teklif etsin, bunların mutlaka kabul edilmeleri mecbur değildir.

414
LÜTFÜ BEY (Malatya): Efendim, kanun teklifinin reddi suretiyle biz Hasan Bey'i
vazifesinden affetmedik. Hasan Bey kendisi istifa etmiştir. Binaenaleyh ısrara bir
mecburiyetimiz yoktur.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendim, Hasan Fehmi Bey bu teklifin yalnız Hasan
Bey'in imzasıyla geldiğini söylediler. Ben diyorum ki Hükümetin tamamının imzasıy
la gelse de reddedilse, Meclis elbette ret ve kabule hakkı vardır. Herkesin kanaati
her zaman doğru olamaz. Kanaatlerde de hata olabilir. Eğer herkesin kanaatini mut
laka kabul edilmek lazım gelseydi, Anadolu'nun göbeğinde üç yüz üyeli bir meclise
lüzum kalmazdı. Binaenaleyh mesele bir incir çekirdeğini doldurmayacak kadardır.
Demek ki istifaya vesile aranıyordu. Bunu böyle düşünmek lazım gelir. İstifaya bir
sebep yoktur. Kendileri istifa etmiş olduktan sonra tabii biz de kabul ederiz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim benim arz edeceğimi Basri Bey söyledi
ler. Hasan Fehmi Bey dahi kanun tasarısı olarak Hükümetten gelmemiştir buyur
dular. Nereden gelirse gelsin ve her ne olursa olsun, çekilmeleri lazım gelirmiş gibi
anlaşılmasın.
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Hayır efendim, o mahiyette söylemedim. Usu
lüne göre bir mebus teklifi mahiyetinde olduğunu söyledim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Vekillerde olsa yine onlar Büyük Millet Meclisinin
kanunlarını icra etmekle mükelleftirler. (gürültüler)
SALİH EFENDİ (Erzurum): Ben bu istifa meselesi hakkında müzakereye iştirak
etmiyorum. Yalnız müzakere usulü hakkında arz ediyorum ki bu teklifler içerisinde
Arazi Vergisinin kaldırılmasına dair teklif vardır. Bu teklifin oya konması her halde
icap eder. (ne teklifi sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliğiyle gündeme geçil
mesine dair bir teklif var. Oylarınıza arz ediyorum. Kabul edenler lütfen ellerini
1
kaldırsın. Kabul edilmiştir.

(İki gün sonra, 24 Nisan 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Paşa Hazretlerinin Maliye Vekaleti için
aday tezkeresi vardır, okunacaktır efendim.

TBMM Başkanlığına
Hasan Beyefendinin istifası üzerine açık kalan Maliye Vekaletine usulüne
göre aşağıda isimleri yazılı adaylardan birisinin seçilmesi için lazım gelen mua
melenin yapılmasını rica ederim, efendim. 24 Nisan 922

1
TBMM Zabıt Ceridesi (22 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.338-346, http://www.tbmm.gov.tr/
415
HasanBey
Reşat Fehmi
(Saruhan)
Bey (Gümüşhane) İsmet Bey (Çorum)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi


Mustafa Kemal
İSMET BEY (Çorum): Efendim aday gösterilmemi tabii teveccüh ve teşekkür ede
rim. Fakat ben bu milletin emellerinin gerçekleşmesine kadar arkadaşlarımın ara
sında çalışmaya karar verdim ve arkadaşlarımın arasından ayrılamam. Özür dili
yorum. Diğer adaylara oy verilmesini rica ederim.
REŞAT BEY (Saruhan): Efendim ben bu işin eri ve ehli olmadığım gibi her şekilde
bu vazifeyi görmekte kafi değilim. Halimi arz ediyorum. Yüce Heyetinizden istir
ham ediyorum. Bana da oy vermesinler.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler üç aday gösterilmiş, ikisi mazeret bu
yurdular, bir kişi kaldı. Bu da usulüne aykırıdır. Seçim yapılamaz. Geçen gün İkti
sat Vekaleti seçiminde Yunus Nadi Bey adaylıktan çekildiği halde yine seçime
başlanmıştır. Bugün de yine bir yanlışlığa meydan verilmemesini arz ediyorum.
YUNUS NADİ BEY (İzmir): Efendim ben yapamam demiştim. Arkadaşlarım da
aynı şeyi söylüyorlar. Şurası muhakkaktır ki Meclis adaylardan istediğini seçer.
Seçim yapıldıktan sonra istifa bahis mevzu olur. (tabii sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bu tayin olur efendim. Arkadaşlarımız adaylıktan
çekildiklerini beyan ettikten sonra onları zorla seçmek yanlıştır. Bu tayin olur. Tu
tanaklarda, ben Türkiye Büyük Millet Meclisinin tarihinde böyle oyuncaklar görmek
istemem.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim adaylar birden fazladır. Seçime
başlıyoruz, Oylarınızı kullanmaya başlayınız, efendim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Benim teklifimi oya koyunuz. Meclis çocuk oyun
cağı değildir. Rica ederim oya koyunuz efendim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Aday göstermek kanuna uygundur. Kanu
nen o hak Meclis Reisine verilmiştir.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Reis Beyefendi, bunlar müzakereye muhtaçtır.
Herkes kanaatini söylesin rica ederim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim isimler okunuyor. Oy pusulaları
nızı atmaya başlayınız.
(Ad okunarak oylama yapılır. Bu arada diğer gündem maddelerinin görüşülmesine geçilir.
Oyla sayılır ve bir süre sonra...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili):Müsaade buyurun, efendim. İstifa eden


Hasan Beyefendinin yerine Maliye Vekaletine seçilecek vekil hakkında verilen oy

416
pusulalarının neticesini Yüce Heyetinize arz ediyorum. Oylamaya katılan üye sa
yısı 191. Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Bey 129 oy ile Maliye Vekaletine
seçilmiştir. (alkışlar, Allah muvaffak etsin sesleri)

HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Arkadaşlar, yirmi dört ay içinde tekraren hak
kımda gösterdiğiniz itimat ve teveccühün şükranıyım. Bu defa da beni Maliye Ve
kaletine tayin ettiniz. Bu vazifenin ehemmiyet ve büyüklüğünü takdir etmekle be
raber evvela Cenabı Hakkın yardımlarına güvenerek ve sonra arkadaşlarımın ve
Meclisin hakkımda Meclisin ilk açılışından bugüne kadar beslemiş oldukları tevec
cüh ve itimadın bana verdiği bir kuvvetle bu vazifeyi üzerime alıyorum. (alkışlar)
Bugüne kendi kanaatime ve vicdanıma göre evvela dikkate aldığım, sizin kanunla
rınız ve kararlarınız, ondan sonra vicdanımın bana telkin ettiği şeylerdir. Bundan
sonra da hakkımda itimadınız, emniyetiniz devam ettiği müddetçe yardımlarınızı
1
rica etmekle beraber vazifeye başlayacağım. (alkışlar)

27 NİSAN 1922: İKTİSAT BAKANI SIRRI BEY HAKKINDA VERİLEN GENSORU


ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ, GÜVENSİZLİK OYU VERİLMESİ VE YERİNE
TRABZON MİLLETVEKİLİ HASAN BEY’ İN SEÇİLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 35.Birleşim, Gündem: 2/1)

TBMM Hükümeti ilk oluştuğunda İktisat Vekaleti adında bir bakanlık


kurulmuştu. Tarım, hayvancılık, ormanlar, madenler, ticaret ve sanayi
faaliyetleri bu Bakanlığın görevleri arasındaydı. Doğrudan Hazinenin
gelir kaynakları ile ilgili olan bu Bakanlıkta son günlerde, liyakatsiz kim
selerin istihdamı, kereste tüccarları ile yapılan sözleşmelerde suiisti
mal iddiaları, Bakanlar Kurulu kararına uymayan maden ruhsatı verme
suçlamaları, Meclis gündeminde tartışılmaya başladı.

(Beş gün önce, 22 Nisan 1922 tarihindeki oturumda...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Karahisar Mebusu İsmail Şükrü Efendi'nin, on bir
madde üzerine İktisat Vekili için verdiği gensoru önergesi var. Onu Yüce Heyetini
ze arz edeceğiz.

TBMM Başkanlığına
1. Memlekette zirai faaliyetlerin çoğaltılması ve bütün üretimin artırılması çalış
malarını yapmaya mecbur olan İktisat Vekaleti gayesinin aksine hareket etmiştir.
Gerek Hükümet, gerekse Büyük Millet Meclisi harp iktisadi faaliyetleri ile meşgul
bulunduğu şu sıra bu Vekalet, Komisyon kararlarının aksine kendi kendine fidan

1
TBMM Zabıt Ceridesi (24 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.377-387, http://www.tbmm.gov.tr/

417
lık tesisine teşebbüs etmiş, mevsiminin menfi şartları sebebiyle binlerce lirayı
heder etmiştir.
2. Ankara'da tayin ettiği Ticaret Umum Müdürü Vehbi Bey’e İstanbul'da tayin
etmiş gibi İstanbul'dan Mersin yoluyla Ankara'ya kadar iki yüz yetmiş lira aile
harcırahı kanuna uygun olmayarak verilmiştir.
3. Memuriyeti esnasında suiistimal ederek azledilen İnegöl Orman Fen Memuru
Fazıl Efendi, kanuna uygun olmayarak Ilgaz Fen Memurluğuna tayin edilmiştir.
4. Fenni malumatı şöyle dursun en iptidai malumata bile sahip olmayan eski
Adapazarı Süvari Tahsildarı Hafız Osman Efendi, fen memuru tayin edilmiştir.
5. Antalya tüccarlarından Mehmet Nevres Efendi’nin sözleşmesi feshedilerek
teminat kaydedilmiş ve orman içinde bulunan 41.669 parça kerestesi Hazine
adına müsadere edilerek açık artırmaya çıkarılmışken, 20/22 Şubat tarihlerinde
bu kerestelerin Mehmet Nevres Efendi’ye teslim edilmesine emir verilmiştir.
6. Silifkeli Hacı Hulusi Efendizade Mehmet Efendi’nin katibi Basri Efendi’nin Ka
raman Kazası ormanlarına dair kereste sözleşmesi feshedilerek depozitosu gelir
kaydedilmiş olduğu halde, şimdi süre uzatarak depozitonun iadesine teşebbüs
edilmiştir.
7. Antalya'nın Kalkan İskelesi tüccarlarından Koca Mustafa Efendi’ye ait kereste
sözleşmesi kanunen kabul edilen sebeplere göre feshedilerek teminatı gelir kay
dolunduğu halde bunun iadesine teşebbüs olunmuştur.
8. Safranbolu kereste tüccarlarından Mehmet Fuat Efendi’ye Ardıçbaşı Orma
nından yirmi bin metre küp kerestenin açık artırmasız ihale yapılmasına teşeb
büs olunması sebebiyle yüz elli bin lira kadar Hazine zarar etmiştir.
9. Ilgaz Dağı Altın madeninin Arif Oruç Bey’e verilmesine teşebbüs olunmuştur.
10. Fransız uyruklu Mösyö Groen Pland’a Hükümetin kararına rağmen Türkiye'-
nin her tarafında maden arama vesikası verilmiştir.
11. Cide kereste tüccarlarından Necip Efendi, kereste sözleşmesine mahsuben 15
Mayıs 1920 tarihinde, yani Milli Hükümetin Ankara'da teşekkülü ile milletin mukad
deratına el konulduğu tarihten bir ay sonra 5.363 lirayı İstanbul'da teslim etmiş ve
İktisat Vekaletince geri alınmamış ve bu para verilmediği takdirde sözleşmenin
feshedileceğinin kendisine tebliğ edilmesi Kastamonu Orman Müdüriyetine yazıl
mıştı. Bu defa bu paranın tüccardan alınmaması için iki defa telgraf yazılmıştır.
Netice olarak bu on bir maddeyi ihtiva eden suiistimallerle milletin Hazinesi
iki milyon lira zarara uğradığından dolayı İktisat Vekaletinden gensoru olarak
sorulmasını teklif eylerim. 22 Nisan 1922
Karahisar Mebusu
İsmail Şükrü

418
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Karahisar Mebusu İsmail Şükrü Efendi’nin
İktisat Vekaleti için verdiği bu gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul
buyuranlar lütfen ellerini kaldırsınlar. (ret, ret sesleri) Efendim çoğunlukla kabul
1
edilmiştir.

(Üç gün sonra, 25 Nisan 1922 tarihindeki oturumda...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Karahisar Mebusu İsmail Şükrü Efendi tarafından
İktisat Vekaleti için bir gensoru önergesi verilmişti. İktisat Vekili Beyefendi bugün
cevap vereceğini Yüce Meclise bildirmiş ve bugünkü gündeme alınmıştır.
SIRRI BEY (İktisat Vekili): Bir kelime ile cevap vereceğim efendim. Yapıldı denilen
maddeler tamamıyla kanuna uygundur. Onun için hatalarımızın neler olduğu söy
lenmedikçe cevap vermem mümkün değildir. Bu cevabım kafi görülürse mesele
bitmiştir. Kafi görmezlerse maksatlarını beyan buyursunlar.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Efendim ben önerge sahibiyim. Sırrı Bey, on
bir maddeli önergeme kanuna uygundur tarzında bir kelime ile umumi bir cevap
verdi. Bu doğru değildir. Maddeler açıktır. Falan filan meselelerde şu yolda kanun
suzluk yapıldığını beyan ediyorum. Şu mesele hakkında şöyle yaptım demesi
lazımdır. Ben de ondan sonra mütalaamı arz edeceğim.
SIRRI BEY (İktisat Vekili): Efendim birinci maddede fidanlıklar tesis edilmiş olun
duğundan bahsedilmiştir. Bu, Vekaletin sahip olduğu salahiyete uygun olarak
yapılmıştır. İkincisi Vehbi Bey’e iki yüz yetmiş lira harcırah verildiği söyleniyor. Bu
da tamamen usulüne uygundur. Üçüncüsü, vazifesini suiistimal eden bir memurun
kanuna aykırı olarak bir yere tayin edilmiş olmasıdır. Yapılan muamele tamamen
doğrudur. (nasıl sesleri) Beşinci madde…
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Dördüncü maddeyi geçtik.
SIRRI BEY (Devamla): Af buyurun geçmişim. Dördüncü madde Adapazarı Süvari
Tahsildarı Hafız Osman Efendi’nin liyakatsizliğine rağmen memuriyete tayin edil
miş olduğu söyleniyor. Halbuki bu da usulüne uygun tayin edilmiştir. Beşinci mad
de, Antalya tüccarlarından Mehmet Nevres Efendi hakkında. Bu da doğrudur ve
kanuna uygun olarak bunu yaptım. Altıncı madde, Silifkeli Hacı Hulusi Efendizade
Mehmet Efendi’nin, keza yedinci madde de Antalya'nın Kalkan İskelesi tüccarla
rından Hoca Mustafa Efendi’ye aittir. Doğrudur ve kanuna uygundur. (gürültüler)
Sekizinci madde, Safranbolu'da kereste tüccarlarından Mehmet Fuat Efendi'ye
yirmi bin metre küp kereste verildiği söyleniyor. Doğrudur ve kanuna uygundur.
(gülüşmeler) Dokuzuncu madde, Bulgar Dağı madeninin Arif Oruç Bey’e verildiği
söyleniyor. Doğrudur ve Hazinenin menfaati bunu icap ediyor. Onuncu madde,
Mösyö Groen Pland adında birisine her tarafta maden arama vesikası verildiğini

1 TBMM Zabıt Ceridesi (22 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.347-348, http://www.tbmm.gov.tr/
419
söylüyor. Yalnız bu doğrudur. Fakat iddia ettikleri doğru değildir, benim yaptığım
muamele tamamen usulüne uygundur. On birinci madde, Cide kereste tüccarla
rından Necip Efendi adında birisinin taksiti olan 5.363 liranın kendisinden aran
maması hakkında mahalline emir verdiğimi söylüyorlar. Fakat mesele böyle değil
dir. Hazinenin menfaati ve bir şahsa karşı adaletin icap ettiği muameleyi yerine
getirmek için böyle emir verdim ve böyle yaptım. (kafi sesleri)
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Arkadaşlar, İktisat Vekili Beyefendi on bir
maddelik gensoru önergemin hemen tamamına bir kelime ile cevap vermiştir.
Doğrudur ve kanuna uygun olarak yaptım demiştir. (aksini ispat ediniz sesleri) O
halde kanuna uygun olmadığını ispat etmek bana düşüyor. Birinci mesele binlerce
liranın fidanlık tesisi suretiyle israf edildiği meselesidir. Vekil Beyefendinin söyledi
ğine göre bütçeden ayrılmış olan parayı sarf etmiş. Benim sorum ise para israf
edilmiştir, sarf değildir. Bakınız efendiler mesele nasıl cereyan etmiştir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): İsraf sarf etmenin bir parçasıdır, Hoca Efendi.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Bir kere her vekil bütçesine ait parayı sarf
ederken ne gibi bir hisle sarf etmelidir? Gerçi bu mesele gayet basit gibi görünür.
Fakat bunu açarsak üç safha vardır. 1920 senesinde fidanlıklar için meyve fidanla
rı için bütçede 480 lira var. 1921 senesi bütçesinde Hükümetin teklifi yirmi bin lira,
ama bunda Bütçe Komisyonu kendisine bir direktif vermiştir. İşte Komisyonun
tayin ettiği yol haricinde bu para sarf olunmuştur. Komisyon diyor ki bu parayı sarf
edebilmek için fidanlık tesisi hakkında bir kanun teklif et, o kanunla bu parayı sarf
edebilirsin. 1921 bütçesi Yüce Meclise nasıl gelmiş, ve nasıl geçmiş malumunuz
dur. Bunu izah etmek istemem. Esasen bu para bütçeye konduğunda o kadar iyi
bir maliyemiz yoktu. Harp iktisadıyla meşgul olduğumuz bir sırada sizin Vekiliniz
gayenin aksine bu parayı sarf etmiştir. (sarf eden Maliye Vekilidir) Maliye Vekilini
de mesul tutmak icap ederse ayrıca mesul edersiniz. Meselenin üçüncü safhası
bu para sarf olunduğu vakit fidan dikme zamanı geçmiştir. Ben çiftçiyim, ziraatın
ilerlemesi, üretimin artırılması için itiraz etmek şöyle dursun, yapmıyor diye tenkit
etmem lazım gelir iken huzurunuzda bu para sarf ediliyor diye şikayet etmemin
sebebi lüzumsuz yer sarf edilmesindendir. Yirmi bin lira heder olmuştur.
CELAL BEY (Genç): Kesesine mi girmiştir?
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Ben de bilmiyorum, sorarsınız. Yapılmıştır
diyen Vekilinizin ispat etmesi lazımdır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Öyle şey mi olur? Siz ispat edeceksiniz.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Şu şekilde sarf edilmiştir diyor. İkincisi, Tica
ret Umum Müdürü Ankara'da iken İstanbul'dan tayin olunmuş gibi kendisine iki yüz
yetmiş lira harcırah verilmiştir. (emsali çoktur sesleri) Emsali çok ise bu para ka
nunsuz sarf olunmuştur. Vekil kanuna uygundur diyor. Burada bulunan ve burada
tayin olunan bir adamın İstanbul'dan itibaren aile harcırahı almak hakkı var mıdır,

420
sorarım? (var sesleri) Kendisini mazur göstermek için diyor ki diğer vekaletler
yaptı ben de yaptım. Hangisi yaptı ise birer, birer mesul edilmelidirler. Bu milletin
dişinden tırnağından aldığımız parayı keyfi olarak sarf etmek zannederim ki Yüce
Meclisinizce müsamaha ile geçiştirilecek bir mesele değildir. Bu meselenin düzel
tilmesi icap eder ve kendisi itiraf etmiştir. Tazmin edeceğim demiştir. (nerede itiraf
etti sesleri) Nerede olduğunu söylerim, Müdafaayı Hukuk Grubunda bu mesele
bahis mevzu olmuştur.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Grupta gensoru konuşulmaz.
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Grup meselesi buraya gelmez.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Rica ederim itirafını duyduğunuz zaman
birden itiraz fırlatıyorsunuz. Arkadaşlar sizi adalete davet ediyorum, insafa davet
ediyorum. 270 lira harcırah alan Ticaret Umum Müdürü Vehbi Bey, bu adam ev
velce istihbarat kaleminde bir vazife ile çalışmak üzere İstanbul'dan gelmiştir ve
burada harcırah almıştır. Bir müddet burada o vazife ile çalıştıktan sonra tekrar…
(İstanbul'a gitmiştir sesleri) Hayır efendim, İstanbul'a gittiği yok, İstanbul'dan tayin
olunmuş gibi harcırah almıştır. Bu ise kanuna aykırıdır. (tahkikat yapılmalı sesleri)
Hayhay, onu Yüce Meclisiniz lüzum görürseniz tahkik ettirirsiniz. O halde bu ikinci
maddeye karşı usulüne göre yaptım demesini hayretle dinledim. Büyük Millet
Meclisi böyle bir usul koymuş mu? Siz vekillerinize böyle bir yol, böyle bir usul
verdiniz mi?
CELAL BEY (Genç): Usulü yanlış anlamışsınız. Dediğiniz gibi olmuyor.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Dediğimiz gibi olmadığını nasıl bildiniz. Söz
alınız da öyle söyleyiniz, sözümü kesmeyiniz. Üçüncüsü efendim, İnegöl Fen Me
muru Fazıl Efendi hakkında Vekil beyin cevabı nedir? Tamamen kanuna uygundur
diyor. Rica ederim, bu kanun nerede? Bu adam bir kere makbuzu teslim edilmiş
gibi Hazineye teslim etmeden ağaç damgalamış ve müteahhitlerden para almadan
milletin parasını heder etmiştir. Bir işte hem müracaat edenlerden, hem Hükümet
ten harcırah almış. (kim sesleri) Fazıl Efendi isminde bir fen memuru, Orman mu
hafaza memuru tarafından taahhüt dışı kesilen ağaçların bedellerinin alınması
hakkında vermiş olduğu raporu çekmecesinde aylarca saklamıştır. İhbar edildikten
sonra rapor çekmecesinden çıkıyor. Bu üç sebeple azledilip muhakemeye alınan
bir fen memuru müracaat ediyor. Evrakı Eskişehir'in işgali dolayısıyla orada kaldı
ğı için beratı mümkün olamıyor. Vekalet emir veriyor. Diyor ki bu adama bir fen
memurluğu kadrosu bulunuz ve tayin ediniz, ileride evrakı bulunduğunda muha
keme ederiz.
CELAL BEY (Genç): Adalete uygundur.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Evrakı bulunup muhakemesinden sonra
şayet açığa çıkarılması icap ederse o zaman çıkarırız diyor. Bir kere mahkemeye

421
sevk edilmiş olan bir adam mahkemeden bir berat kararı almaksızın kanunen
istihdamı mümkün olmadığı halde bir memuriyete tayin ediliyor.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Daha büyük emsali var.
CELAL BEY (Genç): Hayır, mahkemeye sevk edilmemiş efendim.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Azledilmiş ve mahkemeye sevk edilmiştir.
Ona aracılık eden zannedersem sizsiniz. Fakat bilmiyorsunuz.
CELAL BEY (Genç): Evet benim. Adalet yaptım.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Sözümü kesmeyin rica ederim. Çıkınız bura
da söyleyiniz. Bunda efendim fazla izahata lüzum görmüyorum. Fakat bazı arka
daşlarımız bunu himaye tarzında ifadede bulunurlarsa bu meseleyi olanca çıplak
lığıyla meydana koyacağım. Bundan evvel kürsüde kanunun hakim olmadığı bir
memlekette asayiş ve adalet bulunmaz diyorsunuz. Büyük Millet Meclisinin gayesi
kanunu memlekette hakim kılmaktır, diyorsunuz ve böyledir. Sizin bir vekiliniz
kanunlarınızı ayak altına almış bulunuyor. Beni müteessir eden bundan başka bir
şey değildir. (haşa sesleri) İşte teşekkür ederim bu hissinize. Böyle bir histe olan
bir Meclis böyle bir vekili vekalette tutamaz. Haşa diyerek feveran ediyorsunuz.
Demek ki hakikaten kanunlarımız ayak altına alınmıştır. Siz de buna fazlaca taraf
tarlık ediyorsunuz. Buna da teşekkür ederiz. (gürültüler, sözünü geri al sesleri)
ŞEVKİ BEY (İçel): Yüce Meclise tecavüz ediyorsunuz.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Meclis kanunlarına karşı muhafazakardır.
Müdafaa eder, bu geri alınacak söz değildir. Evet bunun aleyhinde bir kimse var
sa… (şiddetli gürültüler, devam sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, bunda geri alınacak söz yoktur. Şükrü Efen
di açıkça kanunlara taraftarlık etmiştir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Senet olmak üzere bu şekilde tutanağa geçsin.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Aynen tutanağa geçer benim sözlerim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Sizin değil, Reis Bey’in sözlerini senet olsun diyorum.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Gensorumun dördüncü maddesi, en iptidai
malumata bile sahip olmayan Adapazarı Süvari Tahsildarı Hafız Osman Efendi
Ilgaz Fen Memurluğuna tayin edilmiştir. Efendiler, buna karşı Vekil Bey evet tayin
ettim dediler. Bu Hafız Osman Efendi'yi ben tanımıyorum. Hafız olduğu için bence
muhteremdir. (gülüşmeler) Efendim arz edeceğim bir nokta var, bunun dilekçesini
aynen nakledeyim, aynen okuyorum. (gürültüler)
“Acizleri İzmit Vilayetinin Kandıra Kazası Süvari tahsildarlığında mal memurluğun
da bulunarak daha sonra Adapazarı Maliye Süvari tahsildarlığına geçmiştim. Bu
kere düşman taarruzundan dolayı bu tarafa çekilerek buraya geldim ve şimdilik

422
açıkta bulunduğumdan açık olan orman fen memurluklarından birine tayin buyrul
malığım hususunu Cenabı Hazreti Vekaletpenahilerinden arzı istida eylerim,
olbapta 20 Şubat 1922 Hafız Osman”
…İmla aynen yazılmıştır. Dört yerinde imla hatası var. Dilekçenin havalesi şöyle…
“Ben bu adamı çok iyi tanırım. Arzusunun yerine getirilmesi emelimdir. 22 Şubat 1922”
…Sonra Orman Müdürü alıyor, şaşıyor. (gürültüler) Müsaade buyurun asıl mesele
burada. Şimdi bu adam bir kere hayrete düşüyor. Bu nasıl tayin edilir? Yüksek
tahsil görmüş bir adama ait bir vazifenin böyle dilekçesinin dört yerinde imla hatası
olan birine verilmesini müdür arzu etmiyor. Fakat ne yapsın zavallı. Hakkında
yazılan bir şeyi size okuyayım.
«Dilekçe sahibi Osman Bey üçüncü sınıf fen memurluğunu talep ediyor. Kendisi
nin tayini Vekil Bey tarafından istenmektedir. Yapılan imtihanda liyakati kafi gö
rülmemiş ve Vekil Bey’e vaziyet arz edilmiş ise de birkaç müddet kendisine mua
melelerin gösterilmesi ve talim ettirilmesini emir buyurdular. Dairenize devam etti
rilerek kendisine fen memurluğunun öğretilmesi Vekil Bey’in arzu ve talepleri üze
rine tavsiye olunur, efendim.”
…(Kim yazıyor sesleri) Müsaade buyurun efendim. Üç gün sonra, 20 Şubat 1922
tarihinden sonraki üç günde bu adam bir orman fen memuru olmuş. (gülüşmeler)
Efendiler, gülmeyelim rica ederim. Ben tahtından indirilmiş Sultan Abdülhamit'e
affolunmuş Hakan diyeceğim. Allah rahmet eylesin. Şimdiye kadar ne yaptı ise yaptı.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Aferin Hocam. Ölenleri hayırla yad edelim.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Rica ederim, o sözlerin burada alakası yoktur.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): İstibdadın hüküm sürdüğü zamanda...
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Onların hepsi de istibdat yapmıştır ve yine de
yapıyorlar.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Rica ederim, sözümü kesmeyiniz. İstibdadın
hüküm sürdüğü zamanda bile bir adam kayrılmak lazım gelse, böyle bir tahsildar
üst mevkide bir memuriyete tayin edilmezdi.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): O zamanlar aşçıların vali olduğunu da gördük.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Bu devirle o kadar aşağılık olan bir devrin bu Mecliste
mukayesesi doğru olamaz. (bravo sesleri)
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Arkadaşlar, mesele Hilmi Bey’in düşündüğü
gibi değildir. Yüce Meclisinizin böyle bir suiistimali kabul etmeyeceğini biliyorum.
Böyle suiistimalleri yapanları sevmeyeceğini de biliyoruz. Fakat böyle fenalıklar
oluyor ve sizin adınıza yapılıyor. Yani bunları sizin dikkatinizi çekmek için arz ediyo
rum. Ben İktisat Vekili adayı değilim ve hiçbir zaman için olamam. (o başka sesleri)

423
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Kabahati olup olmadığını takdir bize aittir.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Takdir size aittir, onu biliyorum. Beşincisi,
Antalya tüccarlarından Mehmet Nevres Efendinin sözleşmesi feshedilmiş, 44.669
parça kerestenin Hazineye gelir kaydına Hükümet karar vermiştir.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Ne şekilde karar vermiş?
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Müteahhidin kanuna uymayan hareketi ve
yahut taahhüdünü yerine getirmemesinden dolayı Hükümet fesheder. Sözleşmeyi
feshettikten sonra bu kararı vermiş, sonra eski Vekil Celal Beyefendi zamanında
açık artırmada alan bulunmamış, parça parça satılmasına dair emir verilmiş.
Tahminen altmış bin liralık kerestenin, ben altmış bin lira tahmin etmiştim sonra
arkadaşlarımdan birisi bir milyon lira tahmin etti. Ben bunu mübalağalı gördüm.
(gülüşmeler) Açık artırmaya verileceği bir sırada Vekiliniz Mehmet Nevres Efendi
ye bu kerestenin iadesi hakkında iki defa telgraf çekiyor, bu telgrafların suretleri
elimdedir. İşte burada tahminen Hazine altmış bin lira kadar bir zarara uğruyor.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Keresteler verilmiş mi?
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Verilmiş mi, verilmemiş mi, meselesi şurada
dosyadaki evrakta verilmesine emir veriliyor. Mutasarrıflığa teslim edip bir mukave
leye bağlayın deniliyor, bu uzun meseledir. Sonra ben bu gensoru önergemi Meclise
verdikten sonra, vermeyin diye emir veriliyor. Fakat evvelce verilmesine teşebbüs
olunmuş. Burada Lütfü Bey arkadaşımız teşebbüs diye bir şey haykırmıştır. Bu te
şebbüse karşı ben bir şey arz etmek isterim efendiler, bizim Hükümetimizin teşekkü
lü itibariyle müşterek mesuliyet mi, mutlak mesuliyet mi, hangisi vardır?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): İcabına göre ikisi de…
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Kabine usulünü andıran her usulü Meclis
burada reddediyor.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Reis Bey, mevzuya gelsin.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Malumunuz kabine usulüyle çalışan hükü
metler bile… (mevzuya gel sesleri) Size cevap vermek istiyorum, dinlemek istemi
yorsunuz. (bu bize cevap değil sesleri) Biz Meclisin vekilini, kanunumuzun, usu
lümüzün aksine bir şeye teşebbüs derecesinde olsa bile biz ona karşı itiraz fışkırtı
rız, onu işten menederiz. Bu Meclisin vazifesi, teamülü budur. Buna karşı en de
ğerli bir arkadaşımız teşebbüs diye ehemmiyetsiz bularak bana cevap vermek
istemesine karşı kendisine teessüf ederim. Efendim sekizinci meseleye geliyorum.
Altıncı, yedinci meseleler keza bu türdendir. Sözleşmelerin feshedilmesiyle gelir
kaydedilen depozitoların iadesine teşebbüs edilmiştir. Bu da teşebbüs derecesin
dedir. Binaenaleyh dün Hazineye gelir kaydettiği feshettiği bir sözleşmeyi bugün
tekrar ortaya çıkartmak bir şaibedir. (doğru sesleri) Safranbolu kereste tüccarın
dan Mehmet Fuat Efendi’ye Ardıçbaşı ormanlarından yirmi bin metre küp kereste

424
nin açık artırma yapılmadan ihalesine teşebbüs edilmiştir. (yine teşebbüs sesleri)
Teşebbüsü arz edeceğim efendiler, bu Safranbolulu Mehmet Fuat Efendi bundan
bir sene evvel buraya gelmiştir. Burada bu ormandan açık artırmasız kendisine şu
kadar metre küp kereste ihalesi için teşebbüste bulunmuş, ama bir sene evvel
reddedilmiş ve demiş ki,
-Parça, parça bu ormanı taksim ederek satışa çıkartırsanız beş bin lira rüşvet vaat
ediyorum.
…Rüşvete bir şahıs tavassut ediyor, o şahıs doğrudan doğruya beş bin liralık çeki
alıyor ve çekmecesine kilitliyor. Çekmecesine kilitledikten sonra diyor ki,
-Bana rüşvet ver diye sana kim söyledi? Git, edepsizlik etme. Ben devletin malla
rını zarara uğratacak işlerle uğraşmam, Hazineyi zarara uğratmam.
-Aman efendim, beni affet hata ettim, kusuruma bakma. Beş bin lirayı aynen sana
vereyim.
-Mademki bu kadar yalvarıyorsun, işi resmiyete dökmem, git defol.
…diyor. Efendim, arzu ederseniz bu çek size gösterilir, ayrıca bu mesele bir he
yette tetkik edilir. Biraz kapalı geçeceğim, bundan fazla söylemeyeceğim. (kimin
zamanında olmuş sesleri) Celal Bey zamanında.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Celal Bey nezih bir adamdır.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Rica ederim, Celal Beyefendi ile alakası yok
tur. Bu mesele Celâl Bey zamanında reddolunmuştur. Celâl Bey için bir şereftir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Mahkemeye verilmiş midir bunlar?
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Heyetiniz bir mahkemedir...
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Neye verilmemiş?
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Neye verilmediğini ve bu muamelenin nasıl
cereyan ettiğini ben de bilmiyorum.
MAHMUT CELAL BEY (Saruhan): Talep uygun olmadığından dolayı kati surette
reddedilmiştir. Lakin ne reddederken ve ne de reddettikten sonra bu beş bin lira
nın bahis mevzu olduğunu asla işitmedim.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Size duyurulmamıştır ve siz milletin menfaa
tine ve devlet hazinesine zararlı olduğundan dolayı bunu reddetmişinizdir. Olamaz
demişsinizdir. İşte Sırrı Beyefendi bu meselede ihtimal ki çok aldatılmıştır belki.
Yani bu mesele hakkında kanundan bahsediyorlar, kanuna uygun diyorlar. Bu
adam beş bin lirayı verirken denmiştir ki ben eğer beş bin lira ile bu ormanı alabi
lirsem elli bin lira istifade edeceğim. Bu şahsın teşebbüsü gibi yeniden dilekçe
verilmiş ve Hükümete sevk edilmiş. Ben bunu duyduğum için gensoru önergesi

425
verdim. Sırrı Bey bunu uygun bulmuş, fakat bu mesele de yanlıştır. Bu kanunun
baştan tatbikinde efendiler hata edilmiş, o kanunda hata ettiğini ben meydana
koymak ve Hazineyi zarardan kurtarmak için bu önergeyi verdim. Burada hataya
teşebbüs edilmiştir. Mesele Hükümettedir. Sonra dokuzuncusu madde, Bulgar
Dağı altın, gümüş madeni Arif Oruç Bey'e verilmiştir. Buna karşı Vekil Bey, doğru
dur, Hazinenin menfaatinedir, diyorlar. Rica ederim, Hazinenin menfaati için bir
madenin doğrudan doğruya talep edene verilmesi mi, yoksa ihale ile kim fazla
verirse ona verilmesini mi gerekir? Zannedersem kim fazla verirse ona verilmesi
Hazinenin menfaatinedir. Rica ederim, böyle bir salahiyet verilmiş midir? Sonra
Fransız uyruklu Mösyö Grain Pland’ın memleketin her tarafında maden araması
için eline ruhsat verilmiştir. Hükümetin mıntıka tayiniyle usulüne göre maden ara
ması yapabilir tarzındaki kararına rağmen İktisat Vekili her yerde maden aranma
sına doğrudan doğruya müsaade vermiştir. Artık bilmem ne diyeyim buna. Bahşiş
kabilinden verilen kapitülasyonları andırır, doğrudan doğruya bir Fransız'a Türki
ye'nin her tarafında maden araması için açık bir bono vermenin ne kadar uygun
olduğunu size havale ediyorum. Bu hususta başka bir şey söylemeyeceğim. Şayet
inkâr edilirse...
SALİH EFENDİ (Erzurum): Yemine çekeriz, yemine... (gülüşmeler)
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Zaten elimizde vesika vardır efendim. Sonra
efendim on birinci madde, Necip Efendi meselesi. Vekil Bey, emir verdim mesele
öyle değildir, adaletin gereğidir, diyor. Evvela adaletin gereğinin ne olduğunu ken
disinin izah etmesi lazım gelir ki sonra ben cevap vereyim. Çünkü böyle muğlak
bir söze karşı adaletin gereğinin ne olduğunu bilmediğim için buna cevap vereme
yeceğim. Sonra bu on bir mesele haricinde bir mesele daha arz edeceğim. (gen
soru haricinde olmaz sesleri) Ayrıca haberdar olduğum bir meseleyi daha arz
edeceğim. Kamyon, otomobil işletme hakkı yalnız Osmanlı vatandaşlarına ait
olduğu yapılan tüzükle belli iken bir Fransız'ın ki Celal Bey zamanında uygun bu
lunmamış olan bir meseleye muvafakat edilmiş ve otomobili gümrükten vergisiz
olarak geçirilmiştir. Vergi vermeden gümrükten geçirmek Osmanlı vatandaşlarına
mahsustur. Yapılan tüzük hükümleri aksine bir Fransız'ın kamyonları, otomobilleri,
benzinleri gümrükten vergisiz geçirilmiştir. Bu şekilde gümrük vergisi olarak Hazi
neyi zarara uğratmıştır. Gümrük gelirleri heder edilmiştir.
SIRRI BEY (İktisat Vekili): Efendim Hoca Efendi Hazretleri böyle memleketin pa
raya muhtaç olduğu dakikalarda fidanlık tesisi vesilesiyle fuzuli olarak yirmi bin lira
bir paranın heder edildiğini beyan buyurdular. Halbuki bu maksat için sarf edilen
para bu miktar değildir.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Ne kadardır efendim?
SIRRI BEY (Devamla): Tabi söyleyeceğim. 1921 bütçesinde bu maksadın temini için
yirmi bin lira mevcuttur, ama biz onun yalnız beş bin yüz otuz lirasını sarf edebildik.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Bir defada mı?

426
SIRRI BEY (Devamla): Hayır efendim, sözüm resmi kayıtlara göredir ve cevabı
mın da resmi kayıtlara dayalı olması lazım gelir. Çok üzgünüm ki bu paranın ta
mamını sarf edecek kadar zamana sahip olmadım. (bravo sesleri) Sonra bu para
nın havaleleri mahallerine verilmiş olmakla beraber bu beş bin liranın ne yazık ki
tamamı sarf edilememiştir. Çünkü biz bu havaleleri vermeye başladığımız zaman
bazı mahallerde mevsim icabı olarak ekim zamanı geçmiş idi. Oralarda sarf edi
lemedi. Para Hazinede kaldı. Mamafih yine arzu ediyorum ki verdiğim havale on
paraya kadar sarf edilmiş bulunsun.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Havaleyi vakitsiz verdiniz.
SIRRI BEY (Devamla): Şükür ki bir hadise huzurunuzda yaptığım beyanatımı teyit
ediyor. 24 Nisan tarihli Erzurum'dan bugün aldığım bir telgrafta bizden hâlâ oranın
mevsim ve iklimi müsait olduğu için fidanlık tesisine ait paranın gönderilmesini
istiyorlar.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Tam zamanıdır, bizim memlekette.
SIRRI BEY (Devamla): İşte heder edildi denilen para, böyle bir hayırlı maksadı için
ve memlekete menfaat verecek bir emel için sarf edilmiştir. Tekrar ederim ki çok
üzgünüm, zaman müsait olup da bütçede olan bu yirmi bin lirayı tamamen sarf
edemedim. Yalnız bir nokta var, Komisyon kararları aksine kendi başıma fidanlık
tesis etmişim. Bana tebliğ edilmiş böyle bir Komisyon kararı yoktur. Bilmiyorum ve
ben Yüce Heyetiniz tarafından tasdik edilen bütçeyi tatbike mecburum. Ancak bu
tarzda hareketim ile Yüce Heyetinizin Vekili olduğumu ispat edebilirim. (bravo
sesleri) İkinci madde, Ticaret Umum Müdürü Vehbi Bey buradan tayin edildiği
halde İstanbul'dan gelmiş gibi kendisine iki yüz yetmiş lira harcırah verilmiş olma
sı. Vehbi Bey’i Vekalete getirmek bir vekil için şereftir. İftiharla söylerim ki Vehbi
Bey hakkında gösterilen kadirşinaslık hissi benden evvelki muhterem Vekil Celal
Bey’e aittir. Vehbi Bey benden evvel tayin edilmişti. Vehbi Bey ailesini almak için
Berlin'e gitmişti. Dönerken Vekalette vazife değişikliği oldu. İstanbul'da iken ben
den sordu. Vekil değişikliği olması sebebiyle vaziyetinin ne olacağını sordu. Ben
kendisine sevinerek, iftiharla gel dedim. Arkadaşlar eğer Vehbi Bey bana Berlin'-
den geleyim mi diye sormuş olsaydı o zaman da kendisine gel diyecektim ve Ber
lin'den buraya kadar yaptığı yol masrafını verecektim. (bravo sesleri) Vehbi Bey
hamiyet etmiştir ki Berlin'den buraya ailesini getirmiş olduğu halde emsali gibi
mesafe itibariyle harcırah istememiştir. Yalnız İstanbul'dan buraya gelinceye kadar
kat ettiği mesafe için harcırah istemiştir. Üçüncü madde, vazifesi esnasında suiis
timal eden bir memuru tekrar tayin etme meselesi. Efendim bu memur için Umum
Müdür diyor ki vazifesi esnasında suiistimal ettiği dosyasında yazılıdır. Hadise
Eskişehir İdare Meclisine sevk edilmiştir. Malumunuzdur ki bir memur hakkında
yapılan tahkikat evvela mensup olduğu daire reisi tarafından yapılır. Şunu söyle
mek isterim ki bu tahkikat evrakı henüz Eskişehir İdare Meclisinde tetkik edilme
miştir. Henüz bu evrakın leh ve aleyhinde söz söylememiştir. Binaenaleyh...

427
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Azledilmiştir değil mi efendim ?
SIRRI BEY (Devamla): Evet efendim.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Mesele orada....
SIRRI BEY (Devamla): Azledilmiştir, dairesi tarafından tahkik evrakı mensup ol
duğu yere gönderilmiştir. Bu doğrudur, tamamen doğrudur. Ancak bana, sizin
Vekilinize kanunun vermiş olduğu salahiyete binaen bunun hakkında yapılan mu
amelenin ben doğru olmadığına kani oldum. (gürültüler) Rica ederim. Sözüm ha
vadan alınmış değildir. Kanuna dayanarak söylediğimi ispat edeceğim. Memurla
rın Muhakemesi Kanununun 16.Maddesini aynen okuyorum.
“Tahkik memurlarının tahkikatı veya ilk tahkikat evrakının İdare Meclisince tetkikatı
esnasında kafi deliller mevcut olursa ve lüzum görülürse o memur usulüne göre
kefalete alınır.”
…(O başka sesleri) Söyleyeceğim sabrediniz, istirhamım budur. Bundan anlaya
cağımız bu adamın serbest gezmekte olması ve yaptığı fiili ne mahiyette görmekte
olduğuna delil sayılır. (doğru sesleri) Çünkü bu adama isnat olunan fiil bunun tevkif
edilmesini gerekli kılardı. Sonra aynı kanunun 12.Maddesini okuyorum.
“Aleyhinde ilk tahkikat icrası yapılan memurlar lüzum görülürse memuriyetleri ve
kaletle idare ettirilmek üzere işten el çektirilirler ve muhakeme edilmeleri lüzumuna
karar verilen memurların memuriyete devamı mahzurlu görüldüğü takdirde işten el
çektirileceği gibi azilleri cihetine de gidilebilir. Berat veya mahkumiyet halinde hak
larında alakalı kanun dairesinde muamele olunur.”
…Bir memurun işlediği her hangi bir fiilden dolayı onu azletmek hakkı kendi amiri
ne ait olduğu gibi o suçun mahiyetine göre tahkikat esnasında vazifesi, başında
bulundurulup bulundurulmaması o dairenin reisine aittir. Eğer İnegöl şimdi bizim
elimizde olmuş olsaydı ve benim tetkikimden bu evrak geçmiş olsaydı ben haiz
olduğum salahiyete göre takdir hakkımı kullanarak, efendi sen git vazifen başında
otur. Hakkındaki tahkikat neticesine göre ceza görürsün, derdim. Şimdi ne yazık
ki İnegöl elimizde olmadığı için bu memuru benzer bir yerde istihdam ettim.
ŞEVKET BEY (Beyazıt): Memuriyeti nedir?
SIRRI BEY (Devamla): Fen Memurluğu.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Suçu sabit olsa bile bir aylık maaş cezası ile yine istih
dam edebilirsiniz.
SIRRI BEY (Devamla): Suçun mahiyetine göre bu adam hakkında yapılacak mu
amelenin takdiri amirine aittir. Ben de o takdir hakkımı kullanarak kendisine me
muriyet verdim. Eğer tahkikat evrakı tasdik edilirse bu memur mahkemeye sevk
edilecektir. Halbuki hakkındaki tahkikat henüz tasdik edilmemiştir. En fazla cezası
bir aylık maaş kesiminden ibaret olan bir suç için bir memurun aylarca açıkta kal

428
ması elbette Yüce Heyetinizin his ve merhametine de uymaz. (tabii sesleri) Ben
ancak Yüce Meclisinizin verdiği salahiyete göre bu muameleyi yaptım ve kanuna
uygun hareket ettiğime de vicdanen inanıyorum.
MUSTAFA LÜTFİ BEY (Siverek): Pek iyi yapmışsınız, meşru hakkınızdır.
SIRRI BEY (Devamla): Dördüncü madde, fenni malumatı olmayan Hafız Osman
Efendi’nin fen memurluğuna tayini meselesi. Efendim Orman Kanunu gereğince
iki türlü fen memurluğu vardır. Birinci kısım fen memurlarının vazifesi, ormanların
haritalarını almak, hesaplarını yapmak ve daha bazı şeyler. İkinci kısım memurla
rın vazifeleri, yalnız ormanların alanlarını, ağaçların yüksekliklerini, yaşlarını tayin
eder ve bu kısım memurların asıl ismi ağaç ölçü ve hesap memurluğudur. Bazı
sebeplerden dolayı daha sonra bunların ismi fen memurluğu olmuştur. Bu vazifeyi
okuyup yazması olan bir adam iki saatte öğrenebilir. Şu kadar ki o adam mektep
görmüş olsun. Ben sokaktaki bir hamalı getirip de buna iki saatte bu vazifeyi öğre
teceğim dersem siz bana inanmayabilirsiniz. Fakat mektep görmüş, tahsildarlık
etmiş, hafız bir adamın bu vazifeyi öğrenememesini zannetmem. Hatta bunun gibi
bir fen memurunu kaleme katip tayin ettim ve emir verdim, yakında gelecektir.
1
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Hayyealassala

ŞEVKET BEY (Beyazıt): Bunların maaşları kaç kuruştur.


SIRRI BEY (Devamla): Altı yüz kuruştur ve bizim dairemizde bu gibi memurlar pek
çoktur. Allah söyletmiş olacak ki benim bildiğim bir hakikati Hoca Efendi Hazretleri
burada ifşa buyurdular. Ben yaptığım muamelenin selametinden ve kanuna uygun
olduğundan emin olduğum için bu hususta fazla tetkikata lüzum görmedim. Kendi
leri bir şey okudular, bu şahsın vaziyeti vekilce de kafi görülmüştür, dediler. Evet o
adamı yanıma çağırdım ve ben de imtihan ettim. Hakikaten liyakati sabit olmuş
tur. Belki daha evvelce bu vazifeyi bilmezdi. Fakat bu vazifeye dair malumat iki saat
içinde öğrenilecek olduğu için benim verdiğim emirle bu vazife talim edilmiş ve öğre
tilmiştir. İşte bundan dolayı izah ettiğim tarzda bu vazife bu adama öğretilmiş ve
ondan sonra da imtihan edilmiş ve usulüne göre tayin ve terfi ettirilmiştir. Zaten ya
pacağı vazife de ağacın yüksekliğini ve devresini alıp yazmaktan ibarettir. Beşinci
maddeye geldik, yani Hazinenin bir milyon lira zararına sebep olan meseleye...
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Altmış bin lira Sırrı Bey. Bir milyon lira diye
arkadaşlarımdan birisi tarafından söylenmiştir.
SIRRI BEY (Devamla): Bu meselenin bütün safhalarını arz edeyim. Henüz Yüce
Meclis açılmadan evvel, bütün Anadolu İstanbul'la alakasını kestikten sonra Hü
kümet teşekkül edemediğinden dolayı bir müddet için vilayetlerle münasebet ke
sintiye uğramıştı. O vakit memlekette yegane kuvvet olan Temsil Heyeti ve Reisi

1
Buyurun namaza
429
bu meseleyi dikkate alarak memleketi karışıklıktan kurtarmak için Hükümete ait
olan salahiyetleri valiliklere, mutasarrıflıklara, mahalli memurlara terk ederek, Hü
kümet kuruluncaya kadar bu gibi vazifeleri siz görünüz emrini vermişti. İşte bu
müddet içinde Antalya'da kontrat müddeti sona ermiş olan Mehmet Nevres Efendi,
benim kontratımın müddetini uzatınız dedi. O vakit sekiz bin küsur lira kadar da
taksitlerden borcu varmış. Mutasarrıflık bu parayı kendisinden ister, haiz olduğu
salahiyete binaen Liva İdare Meclisinden bir karar alır ve bu adamın aynı şartlarla
kontratının müddetini beş sene uzatılır. Mesele böylece devam ediyordu. Anka
ra’da Hükümet teşekkül ettikten sonra bu gibi meseleler Ankara’ya arz edilmeye
başlandı. Bunun üzerine Vekalet Mutasarrıflığın bu kararını tanımadı ve yok saydı.
Madem ki vaktini geçirmiştir ben bu kontratı feshediyorum, depoziti Hazineye gelir
kaydedin demiş.
BİR MEBUS BEY: Bu muamele Celal Bey zamanındadır, değil mi?
SIRRI BEY (Devamla): Evet efendim.

MAHMUT CELAL BEY (Saruhan): Ben yaptım. Arzu ederseniz izah edeyim.
SIRRI BEY (Devamla): Teşekkür ederim. Bunun üzerine menfaatine dokunulan
müteahhit tabiatıyla mahkemeye başvurdu. Mahkemeden Orman idaresi aleyhine
karar çıktı. İlk defa ben de bu meseleyi duyduğum zaman mahkemenin salahiyeti
dışında buna karar verdiğini düşündüm. Çünkü orman meseleleri idari olarak hal
ledilir. Acaba bu mesele mahkemeye niye düştü diye tereddüde düştüm. Sonra
dan anladım ki mahkeme Antalya Mutasarrıflığını demin arz ettiğim meseleden
dolayı salahiyetli görerek salahiyeti dahilinde yapmış. Şimdi vaziyet değiştiğinden
dolayı evvelce salahiyetine binaen yapılan muamelenin iptali doğru değildir. Bu
iddiada karşı taraf bu bakımdan haklıdır, Vekalet haksızdır. Müddetin uzatılması
lazım gelir, diye karar çıktı. (doğru sesleri) Bu kararı Orman İdaresi İstinaf Mah
kemesine götürdü. İstinaf Mahkemesi de Orman İdaresi aleyhine karar verdi. Ke
restelerin müteahhide teslimine dair idari muamelenin durdurulmasına karar verdi.
Bu karar Vekalete aksetti ve buradan bu kararının durdurulması için Adalet Veka
letine yazı yazıldı.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Yazıyı siz mı yazdınız?

SIRRI BEY (Devamla): Hayır, meseleyi teslim aldığım zamanı söyleyeceğim. İstir
ham ederim sabır buyurunuz. Adalet Vekaleti, mahkemelerin kararlarını idari ted
birlerle durduramaz. Bunun için başka icap eden vazifeler vardır, onlara başvuru
nuz ve hakkınızı müdafaa ediniz, dedi. Fakat evvelce daha mahkemeye müracaat
etmezden evvel Mutasarrıflık kerestelere el koymuş, müteahhidin depozitini gelir
kaydetmişti. Mahkemeden çıkan karar üzerine bu idari karar yok hükmünde kaldı.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): İdari muameleyi durdurma kararı nasıl kaldı
rılır? Bunu siz kaldırıyorsunuz.

430
SIRRI BEY (Devamla): Hayır, haddim değil idari muameleyi durdurma kararını
feshetmek. Onu ancak Yüce Heyetiniz yapabilir, ben yapamam, haddim değil.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Demek Yüce Heyetin haddine.
SIRRI BEY (Devamla): Burada kerestelerin tamamına müşteri bulunmadı. Parça
parça satalım dendi, ona da müşteri bulunmadı. Tamamını bir araya toplayın,
dedik. Dediler ki bize üç bin lira para yollayınız. O da buradan gönderilmedi ve işte
gönderilemediği sırada beni Vekil yaptınız. Bir telgraf geldi,
-Bu keresteler çürümeye mahkumdur, müşteri bulunmuyor. Zaten hakkında icra
kararı vardır. Bunları müteahhide usul ve kanun dairesinde verelim.
…diye mutasarrıfın isteği vardı. Tabii tetkik ettik. Dedik ki temyiz olunması lazım
dır. Fakat demin buyurduğunuz gibi muamele, gensoru önergesinin verildiği tarih
ten evveldi, açıkça arz ediyorum. Bu önerge verilmezden evvel bu iş yapılmıştı.
Temyiz meselesi bizim masamızın üzerindeydi. Sonra yazdık,
-Kendisine söyleyin. kendi işini kolaylaştırmak isterse ilamını alsın, bize tebliğ etsin.
…dedik. Aldı, ilamı bize tebliğ etti, biz de temyiz ettik. Temyiz mahkemesinden
çıkacak kararın mahiyetine göre...
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Mesele tamamen muhtelif safhada cereyan
etmiştir.
SIRRI BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz arz edeceğim. Açık artırma yapıldığı
zaman orada tanesine ancak on kuruş para verilmiştir. Bunu içimizde bilen arka
daşımız da vardır. Eğer muamele icra kararı üzerine yapılmayıp da adaleti çiğne
mek suretiyle Mutasarrıflık bir şey yapmış olsaydı, buna ancak altı bin lira bir be
del vermek lazım gelirdi. Bize yazılan telgraftan anlaşılıyor ki hiç müşteri çıkma
mıştır. Fakat Mutasarrıflıkta sözleşme yapıldığı sırada bunlara on beş bin lira kıy
met takdir etmişti. İşte bu adamdan on beş bin lira üzerinden kefalet alınmış. Tak
dir edilen bedelin mahiyeti bundan ibarettir. Bir milyondan ibaret değildir.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Büyük bir ağacın kıymeti on kuruştan on
beş bin lira ederse bu yanlıştır. Daha fazla olması lazım gelir. On kuruşa tabii bir
ağaç verilmez.
SIRRI BEY (Devamla): Bu mesele Antalya'da cereyan etmiştir. Orada resmi daire
mevcut, mahkemeler var. İşte bu meselenin bütün safhaları bundan ibarettir. Ben
kanun hükümlerini yerine getirmekten başka bir şey yapmadım ve başka türlü bir
muamele yapmak imkanı da yoktur. Eğer ben bunun aksine bir şey yapmış olsay
dım Yüce Heyetinizin bana vermiş olduğu itimadı suiistimal etmiş olurdum. Ancak
bu şekilde sizin itimadınıza layık olduğumu ispat ettim. Mesele bu şekildedir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): On kuruşa nasıl kereste verilir? Kereste dağda mıdır?

431
SIRRI BEY (Devamla): Dağda efendim. Gelelim altıncı ve yedinci maddelere,
deniyor ki iki kişinin kontratları fesih ve depozitleri gelir kaydolunduğu halde ben
onların yeniden iadesine teşebbüs etmişim. Çok doğrudur. Orman meselelerinde
demin arz etmiştim, mercii idaredir. İstanbul'da olsaydı, o zaman böyle her hangi
bir müteahhit Şurayı Devlet'e müracaat edilirdi. Burada ise bu gibi meseleleri
Hükümete görmekte olduğu için bu iş müracaat üzerine yapılmıştır. Teamül, usul,
kanun bu merkezdedir. Ben de harekâtımı tamamıyla teamüle, usul ve kanuna
göre tatbik ettim. Hem bakınız arkadaşlar yazdığım yazıda şu vardır.
-Bunlar bizim yaptığımız muameleye itiraz ediyorlar, mukavelelerinin müddetinin
uzatılmasını istiyorlar. Ancak evvelce bunlara mesela otuz kuruştan kereste ihale
edilmişse, bugünkü tarife fiyatı yüksektir. Eğer bugünkü tarifeden, yani yüz elli
veya yüz yetmiş kuruştan bunu kabul ederlerse o vakit uzatabiliriz.
…dedik. İşte kabahat olmak üzere iddia olunan muamele budur ve bu da hakika
ten teamüle uygundur ve Hazine haklarının muhafazasına ait bir tedbirdir. Seki
zinci maddeye geldik efendim. Orman Kanununa göre bazı mıntıkaların ihale aç
madan talep edenlere verilmesi mümkündür. Ben vekalete başlamazdan evvel bu
adam müracaat etmiş. Mahalli idare meclisinden şöyle bir karar çıkıyor.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Beş bin lira meselesi mi?
SIRRI BEY (Devamla): Evet, Safranbolu İdare Meclisi kararını arz ediyorum.
“Safranbolu orman müteahhitlerinden Değirmencizade Mehmet Efendi ve ortakla
rının istekleri mütalaa ve tetkik edildi. İstek sahipleri birçok fedakarlık ve masrafla
bir fabrika tesisine teşebbüs ve bu teşebbüsünü fiiliyata geçirerek makine, alet ve
edevatını almış ve fabrika binasını inşa etmeye başlamışlardır. Ancak fabrikanın
hazırlanması için lazım olan hammaddeyi şimdiden temin edemeyecek olurlarsa,
fabrikanın tesisinden ümit edilen ve kısmen bu müracaatta yer almış bulunan ikti
sadi faydaların temin edilemeyeceği ve bu yüzden gerek müracaat eden müte
şebbislerin ve gerek o civar kereste işleriyle meşgul olan ahalinin zararına olacağı
tabii görülmektedir. Bu sebeple halen Vilayet Orman Müdürlüğünde mevcut bu işe
dair evrakın gereğinin yapılması arzusuyla bu kararımız Kastamonu Vilayetine arz
ve takdim kılındı.”
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Herifin amma sıkı iltiması varmış. Ben olsam yapmam.
HASİP BEY (Maraş): Celal Bey'in bu husustaki muamelesini söyleyiniz.
SIRRI BEY (Devamla): Söyleyeceğim efendim. Bu müdürün mütalaasıdır. Müdü
rün mütalaasında Celal Bey’in bunu reddettiğine dair tabii kaydı olamaz. (gürültü
ler, devam sesleri) Buraya müracaat olduğunda o vakit böyle yirmi bin metre küp
kerestenin bir adama ihalesini uygun bulmayarak beşer bin metre küp olarak tak
sim edelim ve bundan muhtelif adamlar faydalansınlar denildi ve böylece reddetti
ler. Bu meselenin böyle reddi üzerine tekrar müracaat oldu. O vakit denildi ki biz
bunu reddettik, tekrar yapacak olursak doğru olmaz. Bunu Hükümete sevk edelim.
432
O sırada Sakarya Harbi üzerine evrak Kayseri'ye gitti. Kayseri'den evrak gelinceye
kadar vakit geçti ve tabii muamele görülmedi. Daha sonra Celal Beyefendi Veka
letten ayrıldılar ve ben başladım. Bana yapılan müracaat üzerine Umum Müdürü
me bu meselenin tetkikini emrettim. Umum Müdürün bana yazdığı fezlekeyi arz
ediyorum. Ne bir kelime çıkartmışım ve ne de ilave etmişim. Bu muamelenin hüla
sası gensoru önergesinde mevcuttur. Burada da tıpkı mahalli Orman Müdürünün
mütalaasına dayanarak memleketin iktisadına faydalı olmak üzere bunun tesis
ettiği fabrikayı öldürmemek, hayatını idame ettirmek için bu miktar kerestenin ken
disine verilmesini istedi. Hatta diyor ki bu ormandaki kerestelerin paraya çevrilme
si suretiyle Hazineye faydası olacağına binaen ki bu tamamen akla, mantığa ve
Hazinenin menfaatine uygun bir ifadedir. Biz bu talebi resen kabul edemezdik.
Elimizdeki Kanunun beşinci maddesi aynen şöyle söylüyor.
“Devlete ait ormanlardan bazılarının pazarlık suretiyle ihalesi Hazineye faydalı
görüldüğü takdirde bu kanuna göre Hükümet kararına bağlıdır.”
… Bu maddeye göre bu talebi reddedemedim, reddedemezdim. Benim selefim, bu
ormanların parça parça verilmesi hakkında kanaate sahipti. Ben bu kanaatte deği
lim ve kanunun verdiği salahiyeti kullanırım. Kanunun verdiği salahiyete binaen bu
evrakı Hükümete sevk ettim. Zaten başka türlü muamele yapamazdım ve başka
türlü yapmanın imkanı yoktu. Kanun müsaade etmezdi. Ben kanunun emri dahi
linde hareket ettim ve yine kanunun bu husustaki salahiyeti gereğince salahiyetli
olan Hükümete meseleyi sevk ettim. Henüz tetkik edilmemiş ve bir karara bağ
lanmamıştır. İşte efendim, Safranbolu ormanlarından verildiği iddia olunan mesele
de budur. Meselenin tamamen cereyanını arz ettim. Hükümetimiz ne karar verirse
muamele de o şekilde olacaktır.
MAHMUT CELAL BEY (Saruhan): Açık artırma yapmadan orman ihale olunabil
mesine dair kanun, Amenajman Kanunudur. O kanun, orman yapanlara ait bazı
vazifelere dairdir. Bu şahsın müracaatı üzerine açık artırmasız ihale olunan or
manlar, İstanbul'da Macar Şirketinin malum olan takibatı esnasında müracaat
üzerine verilmiş şeylerdir. Eğer ben de Sırrı Bey arkadaşımızın beyan buyurdukla
rı gibi meseleyi anlamış olsaydım, bu şahsın hakkını gözetirdim.
SIRRI BEY (Devamla): Ben sizi kastetmedim. Şunu arz ediyorum ki yarım saat
mesafede olan kesim yerlerindeki müteahhitlere metre küpü otuz, otuz beş kuruş
üzerinden kereste verilmişken, bu adam yüz kırk, yüz yetmiş kuruşa alacaktı. Bi
zim bu ormanı verirken ne dereceye kadar Hazinenin hakkını düşünmekte oldu
ğumuzu bu husus teyit eder. Şimdi efendim, dokuzuncu maddeye geldik. (kafi
sesleri) Efendim, Bulgardağı madeninin Arif Oruç Beye verilmesi, zannederim
başka yerdeki müsveddesinde, kapatmak suretiyle verilmesi ifadesi vardı, nasılsa
buradan çıkmış…
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Açık artırmasız...

433
SIRRI BEY (Devamla): Evet efendim, bunu hikaye edeyim. Geçen sene bu made
ni işletmek için müteşebbislere on bin lira avans vermeyi Vekalet teklif etmiştir.
Vekalet talip olanlara peşin on bin lira avans vereceğim, bunu sermaye yapsınlar,
işe başlasınlar dedi. Bu nasılsa geçen sene neticelenmemiş. Geçen sene mahalli
maden mühendislerinin yaptığı tahkikata göre müteşebbislerine on bin lira serma
ye vermek şartıyla elli dirhem altın ve dört yüz bin dirhem gümüşü Hükümet, dört
milyon sekiz yüz altmış kuruşa satın alacaktı. Bu miktar altın ve gümüş üretirseniz
sizin müşteriniz benim, dedi. Şayet müşteri bulamazsanız şimdiden müşteri bula
bilir miyim diye şüpheye düşmeyiniz. Şimdiden hem size avans veriyorum, hem de
ürettiğinizi satın alacağımı şimdiden size taahhüt ediyorum, dedi.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Elbette şimdiye kadar ona talip çıkardı.
SIRRI BEY (Devamla): Bundan tabii ben haberdar değildim. Yani böyle bir mesele
cereyan ettiğinden haberdar değildim. Vekalete geçtiğimden birkaç gün sonra Arif
Oruç Bey tarafından bu müracaat yapıldı. Dedi ki ben avans istemiyorum ve aynı
miktardaki cevherler için bin altı yüz lira tenzilat yapıyorum. Rica ederim, bu teklif
karşısında her hangi bir vekil ne yapabilir? Geçen sene alınan kararın mahiyeti ile
bu seneki teklifin mahiyetini göz önüne getirince benim, yapacağım şey, bu teklifi
aynen Hükümete arz etmektir ve ben de bunu böyle yaptım. Meselenin mahiyeti
bundan ibarettir. (kafi sesleri) Hükümet henüz leh ve aleyhinde karar vermemiştir.
Eğer muhterem Hoca Efendi bana diyeydi ki sen bu teklifi reddet. Ben o vakit ken
disine derdim ki hayır reddedemem. On ikinci madde, Fransız uyruklu Groen
Pland’a maden arama vesikası verilmesidir. Yanlış anlaşıldı, eğer hakikati Hoca
Efendi Hazretleri bilmiş olsalardı bu maddeyi önergeye ilave etmezlerdi. Bu gibi
yabancı şirketlerin temsilcileri buraya müracaat ettikleri zaman ne gibi muamele
gördüğüne dair makbuz yerine geçen bir kağıt alırlar. İşte bu şahıs da bana müra
caat ettiği zaman diğerlerine verilmesi adet olduğu ve diğer vekaletlerde yapıldığı
gibi benden bir makbuz kağıdı talep etti. Ben bunun müsveddesini kendi kalemim
le yazdım. Daha evvel sureti Hoca Efendi benden sorduğu zaman böyle bir müs
vedde yapıp yapmadığımı hatırlamamıştım. Fakat bugün aynen huzurunuza geti
riyorum. Fransız diyor ki ben eğer memleketinizde maden arayacak olursam bana
müsaade eder misiniz? Buna verdiğim cevabı aynen okuyorum.
“Her türlü müracaatınız Büyük Millet Meclisi Hükümeti İktisat Vekaleti nezdinde
memnuniyetle karşılanmaktadır. Jeoloji ilmi esaslarına uygun olarak yapacağınız
aramalara müsaade olunabilir. Ancak o muhitte başkaları da arama yapabilirler.
Maden aramaya başlamak size hiçbir rüçhan hakkı vermez.”
…(alkışlar)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Birçok yerlerden bu gibi profesörler çağıralım.
SIRRI BEY (Devamla): Hükümetin kararı dahilinde benden bir şey talep etmedi ki
ona cevap vereyim. (kafi sesleri) Rica ederim bir şey daha söyleyeyim. (kafi, kafi
sesleri)

434
SALİH EFENDİ (Erzurum): Anadolu'da serbest dolaşması için nasıl vesika veri
yorsunuz?

SIRRI BEY (Devamla): Onu İçişleri Vekaleti verir. Şimdi dahası var, efendim. On
gün evvel bir Fransız heyetine Doğu’da petrol araması için müsaade ettik. Ruslara
da müsaade ettik. Bu arama meselesi kanunen bir hak temin edemeyeceği için ait
olduğu vekaletler bunu yapmaktadır. Bizim memleketimizin topografyasını ilmi ve
fenni olarak meydana çıkartmak için onlara müsaade ediyoruz. Onların verecekleri
raporlarla bizim iktisadımızın ne şekilde büyüyeceğini aleme böyle ilan edeceğiz.
Şimdi efendim, on birinci maddeye geldik. Necip Efendi adında birisinden 5.363
lira para alınmaması ve taahhüdün feshi için emir vermişim. Çok doğrudur. Bu
şahsın tam burada Hükümet kurulduğu bir zamanda taksit müddeti dolmuş bulu
nuyordu. Tam bugünlerde İstanbul'da müracaat edilir. İstanbul Nezaretine yazıldı
ğı için taksiti kendisinden alınır. Çünkü bu adam muteber, zengin, hakkını, vazife
sini tanır, güçlü bir adam olduğu için tam zamanı geldiği vakit beş bin şu kadar
lirayı İstanbul Hükümetine verir. Fakat haber almamıştır ki henüz burada Hükümet
teşekkül etmiştir. Çünkü bu on gün zarfında yapılmıştır. Burada hükümet teşekkül
etmiş ve burada bir karar verilmiştir ki İstanbul'la yapılan muameleler durdurul
muştur. Halbuki diğer taraftan Kastamonu Valiliği bu muameleyi hükümsüz saydı
ğı için bu parayı bize vereceksin, vermeyecek olursan sözleşmeyi feshederiz ve
depoziti Hazineye gelir kaydederiz, der. O zat der ki efendim ben verdim, kaç defa
vereyim? Ben bu emri haber almamıştım. Biz senin haber almadığını bilmeyiz,
bize parayı ver derler. Bunun üzerine bu adam taahhüdünü feshetmemek için bu
parayı tekrar hükümete verir. Fakat sonra adam müracaat eder,

-Benden iki defa para aldılar, ben muameleyi durdurmamak ve taahhüdümü fes
hettirmemek için bu parayı tekrar verdim. Fakat bu günahtır. Fuzuli olarak para
veremem. Bunu gelecek borçlarıma mahsup ediniz.

…der. Bu mesele burada tetkik edilir. Nihayet bir dilekçe gelir. Yüce Meclise mü
racaat eder, dilekçe İktisat Komisyonuna havale edilir. O vakit benden ne yapaca
ğız diye müdür sorar. Tabii mesele Komisyona verilmiş şu birkaç gün içinde leh
veya aleyhinde şüphesiz bir karar çıkacaktır (çıkmıştır sesleri) Belki çıkmıştır bil
miyorum. Şimdi bu müddet içinde mesele tetkik edilirken körü körüne nasıl diyebi
lirim ki bu adam taahhüdünü yerine getirmemiştir? Binaenaleyh mukaveleyi fes
hediniz, hızarını kapatınız, depozitini gelir kaydediniz. Ben bunu yaptığım dakika
da, öyle zannediyorum ki Yüce Heyetiniz bir dakika olun bana itimat etmemelisi
niz. (alkışlar) Çünkü en belirgin bir hakkı iptal etmiş olurdum. (alkışlar) Arkadaşlar
benim bütün beyanatım bundan ibarettir. Ben Allah'a ve tarihe karşı söz söyledim.
Siz de kendinizi Allah'a ve tarihe karşı çevirerek hakkımda layık olan muameleyi
ifa ediniz. (şiddetli alkışlar)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Vekil Beyefendinin izahatını dinlediniz. Müzakerenin


yeterliliğine dair elli imzalı bir önerge var. (şiddetli gürültüler ve ayak patırtıları)

435
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Müzakere usulüne dair bir şey arz edeceğim.
(hayır sesleri, gürültüler)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurunuz efendim. Bir kere Yüce Heyetini
ze tebliğ edeyim de sonra söylersiniz. Efendim biri elli imzalı ve bir imzalı diğer
önerge de müzakerenin yeterliliğine dairdir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Yeterliliğin aleyhinde söz söylemek isteyen varsa...
(gürültüler)
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Eskişehir): Usul hakkında söyleyeceğim. Efendim, İç
Tüzük bu hususta açıktır. Meselenin lehinde ve aleyhinde söz söylendikten sonra
müzakerenin yeterliliği oya konur.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Meclise İç Tüzük hakim olamaz.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Mesele belirsiz olursa?
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Eskişehir): Biri gensoru önergesini izah etti ve diğeri
cevap verdi. Henüz lehinde aleyhinde söz söylenmemiştir. Binaenaleyh kafi gö
rülmek, lehinde ve aleyhinde söz söylenmek suretiyle olur.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Şükrü Efendi müzakerenin yeterliliğinin
aleyhinde söyleyecekler.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Müzakerenin yeterliliğine dair önerge verildikten
sonra Abdullah Azmi Efendi söz söylediler.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Arkadaşlar ümit ederim ki Sırrı Bey'in söyle
dikleri hakkın tezahürüne yardımcı olsun. Rica ederim evvelce toptan bir cevap
verdiler. Benim cevap vermeme meydan bırakmadılar. Sonra tafsilat verdiler, fakat
cevapları noksandır. Bazı meseleler vardır ki eğer bu izahat ve beyanatını evvelce
vermiş olsaydı ben de birtakım hakikatlerin üzerine çektikleri perdeyi yırtardım.
Bunun için sizden vakit istiyorum. Bazı hakikatleri... (şiddetli patırtılar) Efendiler
ben henüz cevap vermeden nasıl müzakerenin yeterliliğine taraftar olursunuz?
Birtakım hakikatler gizli kalacaktır. (gürültüler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Usul hakkında söyleyeceğim, müsaade buyuru
nuz Reis Bey. Efendim, Şükrü Efendi Hazretleri Vekil Bey'in beyanatı arasında
hakikat dışında gördüğü şeyi izah etsinler, yoksa sözünü geri alsınlar. Rica ederim
Mecliste yekdiğerimize karşı hürmet etmekle mükellefiz. Şükrü Efendi Vekil Bey'in
hakikat dışında beyanatta bulunduğunu iddia ediyorlarsa, o hususları burada izah
etmelidirler ve biz de bilmeliyiz. (izah ettirmiyorlar sesleri) Hakkın meydana çık
ması için hakikat olmayan noktaları dinlemeye Yüce Heyetiniz mecburdur. Bu
hususu Divan Makamından ve Yüce Heyetinizden istirham ediyorum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Şükrü Efendi'nin müzakerenin yeterliliği
aleyhindeki ifadelerini ve Abdullah Azmi Efendinin de usul hakkındaki sözlerini

436
dinlediniz. Bu meselede daha on bir arkadaşımızın söz söylemek hakkı vardır.
Aynı zamanda müzakerenin yeterliliğine dair, arz ettiğim gibi önergeler de vardır.
Ben vazife olarak evvela müzakerenin yeterliliğini oya koymak mecburiyetindeyim.
(hakkınızdır sesleri)
ABDÜLGAFUR EFENDİ (Karesi): İç Tüzüğün 118.Maddesinde Hükümet tarafın
dan verilen izahat ve mebuslar tarafından karşılık verildikten sonra, deniyor. Yal
nız önerge sahibi tarafından değil.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Abdülgafur Efendi arkadaşımızın da söyledi
ğini duydunuz. Şükrü Efendi mebustur ve gensoru önergesini izah etmiş, Vekil
Bey de cevap vermiştir. Usulü hakkında söylenen sözleri de dinlediniz.
ABDÜLGAFUR EFENDİ (Karesi): Arz edemedim efendim. 118.Maddede Hükümet
tarafından verilen izahat ve mebuslar tarafından karşı ifadelerden sonra... (müza
kerenin yeterliliği önergesi var sesleri)
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Müsaade buyurunuz efendim. Önerge sahibi
orta yere öyle bir kelime atmıştır ki Hüseyin Avni Bey'in kanaatine iştirak ediyo
rum. Sırrı Bey Yüce Heyeti aydınlatmaya mecburdur. Söylesinler ve söylesinler
bunlar nelerdir? Gizli olan şeyler nelerdir? Yoksa işi kapatıp da vekalette oturma
nın imkanı yoktur.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): O sizin kanaatiniz.
SIRRI BEY (İktisat Vekili): Rumuzlu olarak söylemiş oldukları sözü lütfen izah
etsin Şükrü Efendi hocamız...
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Vekil Bey müphem görünen noktanın izahını
teklif ediyor.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, yeterlilik önergesi verildikten sonra bir kişi
aleyhinde söz söyleyebilir. Fazla kimse söz söyleyemez. Şükrü Efendi Hazretleri
yeterliliğin aleyhinde söz söylerken şahsi bir meseleyi ortaya attılar. Şahsi mesele
yeterliliğin müzakeresinde takdim olunamaz. Binaenaleyh müzakerenin yeterliliği
ne karar verildikten sonra şahsi meseleden dolayı söz ister. Reis de söz verir.
Binaenaleyh o rumuzlu sözü Şükrü Efendi Hazretleri izah mecburiyetinde değildir.
Yüce Meclis çoğunluğunu kimse tahakküm edemez. Binaenaleyh müzakerenin
yeterliliği hakkında önerge takdim edilmiştir. Bu önergeyi Divan oya koyar. Zaten
leh ve aleyhte söz söylenmiştir. Müzakereyi kafi görmeyenler ellerini kaldırmazlar.
Mesele bundan ibarettir. Şahsı alakadar olanlara celsenin sonunda söz verilir,
haklarını müdafaa ederler. Mesele budur, efendim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Konya): Efendim Ziya Hurşit Bey’e cevap vereceğim.
Müzakerenin yeterliliğine dair önerge verildiğinde bir adam aleyhinde söz söyler.
Müzakere yoktur ki... (izahat kâfi sesleri) Efendiler mesele izahat değildir, müzake

437
renin yeterliliğidir. O aleyhte söylenen sözlerdir. Müzakerenin yeterliliği hakkında
söz yoktur.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Emsali var efendim. Geçenlerde Maliye Vekili Beyefen
di için gensoru verildi. Maliye Vekili cevap vermekle beraber müzakerenin yeterlili
ği oya arz edildi.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Efendim, Efendi Hazretleri söz söylerken Sırrı
Beyefendi izahat verdikten sonra bazı vesikalar okuyacağını, bazı şeyler söyleye
ceğini söylemişlerdi. Ne imiş bunlar? Söylesinler de lütfen dinliydim. (şiddetli gü
rültüler)
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendiler gensorular meclislerin en mühim, en hür
ve en mukaddes vazifeleridir. Rica ederim müzakere henüz nihayete ermemiştir.
Önerge sahibi ile gensoru verilen Vekil karşılaşmış, beyanatta bulunmuştur. Bina
enaleyh bunun haricinde müzakere cereyan etmemiştir. Hikmet de, mantık da,
tabiidir ki bunu icap eder. Hakkın, hakikatin tamamıyla tayini gayemizdir. Rica
ederim neden telaş ediyoruz? Hakikat meydana çıksın. (hakikat meydana çıkmış
tır sesleri) Efendiler ben oyumu verirken bende hakiki ve tam bir kanaat hasıl ol
ması lazım değil midir? Binaenaleyh İç Tüzük açıktır, müzakere devam eder, yok
sa karar noksan kalır efendim, zayıf bir güvenoyu olur.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Arkadaşlarımızdan bazıları önergeler veriyor. Oya
konduğu vakit, müzakere kafi midir, değil midir, o vakit anlarız. Ne demek, bazı
arkadaşlarım gensoru sahibi bütün bildiklerini söylemezse Vekil yerinde oturamaz,
diyor. Onun demesiyle, benim dememle olur mu bu? Meclisin istemesiyle yerinde
oturabilir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Meclisin Vekil Bey’in verdiği izahatı kafi görür ve ka
naat getirir de fazla zaman işgal etmemek için bir yeterlilik önergesi verirse bunu
oya koymakta ne mahzur var? Çoğunluk kabul ederse müzakere kafi olur.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğinin leh ve aleyhinde izahat
verildi. Elimde de müzakerenin yeterliliğine dair önergeler var. Bir tane de müza
kerenin yeterliliği aleyhinde bir önerge var. Yüce Heyetiniz hakemdir, efendim.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Efendim, söz söyletmiyorsunuz ki...
RAUF BEY (Başkan Vekili): İsteyen söyledi, efendim. Müzakerenin yeterliliğini oya
koyuyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Müzakerenin yeterliliği çoğunlukla
kabul edilmiştir. Şimdi önergeleri okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Bahis mevzu olan meselenin tamamı Vekaletin salahiyeti
dahilinde olmasına ve vekil için mesuliyeti gerektiren bir hal isnat etmeyeceğine
binaen İktisat Vekili Sırrı Bey’e güvenoyu verilerek gündeme geçilmesini teklif

438
eyleriz. 25 Nisan 1922
Bitlis Mebusu
Yusuf Ziya ve 44 arkadaşı
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Bey, bu ad okunarak oya konmalıdır.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim bu önergenin ad okuyarak oylanması arzu ve
teklif ediliyor.
SIRRI BEY (İktisat Vekili): Efendim güvenoyunun ad okunarak yapılmasını talep
ediyorum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Vekil Bey ad okuyarak oylanmasını talep
ediyor. Binaenaleyh ad okuyarak oya koymaya mecburum. Oylarınızı kullanmaya
başlayınız. Güvenoyu verecekler beyaz, vermeyecekler kırmızı pusula verecekler.
Liste okunuyor.
(Ad okunarak oylama yapılır. Oylar sayılır ve…)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim salt çoğunluk 161 olduğuna göre oylamaya
iştirak eden maalesef 149 dur, muamele tamam değildir. 7 çekimser, 44 güvensiz
lik oyuna karşı 98 güvenoyu vardır. Tekrar oya koymak mecburiyeti vardır.
ALI ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Yoklama yapılsın, bulunmayanlardan yevmiye kesim
cezası icra olunsun.
OSMAN BEY (Kayseri): Mecliste karar yeter sayısı vardı. Fakat oylamaya iştirak
edilmediği için böyle oldu.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Reis Bey, böyle şeyler çok fenadır. Yoklama yapılsın
ve olmayanlardan yevmiye kesilsin.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Oylamayı aleni istiyoruz, efendim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, yoklama ile oya koyacağım.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): İç Tüzüğü ortadan mı kaldırıyoruz? (gürültüler)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, arkadaşınızın sözü vardır, dinleyiniz.
(şiddetli patırtılar) Söz hürriyetiniz saklıdır. Çok rica ederim, mebusların sözleri
kesilmesin.
ADÜLGAFUR EFENDİ (Karesi): Meclisin nezaketine katiyen muhaliftir. Bir söz
söylendiği zaman ayak patırtıları ile karşılanıyor. Bu Türkiye Büyük Millet Meclisi
nin nezaketine katiyen uygun değildir. Bu Yüce Meclis için züldür, zül.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Meclisten alkışları da kaldırınız. Meclis pek küçük düşü
yor, efendim. (onu da kaldıralım sesleri)
ABDÜLGAFUR EFENDİ (Karesi): Her ikisini de kaldırınız. Meclis pek küçük düşüyor.

439
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): İç Tüzüğe göre bir mesele oya konduğu zaman
karar yeter sayısı olmadığı zaman gelecek celsede ikinci defa oya konur. (çoğun
luk var sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, gürültü etmeyiniz. Efendim, arkadaşlar
oy kullanmaktan kaçınmışlardır. İç Tüzüğe harfiyen uyabilmek için evvela yoklama
yapılacak ve ona göre hareket edilecektir. Yoklama yapıp çoğunluğu anladıktan
sonra oy pusulalarını toplayacağız.
(Yoklama yapıldı ve…)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, yoklama neticesinde mevcut üye adedi 119
olduğu anlaşıldı. Bu halde karar yeter sayısı gene yoktur. Tekrar oya koymak im
1
kânı da yoktur. Efendim, Perşembe günü toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum.
(İki gün sonra 27 Nisan 1922 tarihindeki oturumda…)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, geçen günkü celsede İktisat Vekaletine gü
venoyu meselesi oylarınıza arz edilmişti. Fakat karar yeter sayısı olamadığından
muamele tamamlanamadı. Bugün yapacağız. (yoklama ile sesleri) İsimleri okunan
üyeler lütfen oy pusulalarını sepete bıraksınlar.
(Ad okunarak oylama yapılır. Oylar sayılır ve…)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, İktisat Vekaletine ait güven oylamasının
neticesi, oylamaya iştirak eden 180, karar yeter sayısı vardır. 24 çekimser, 78
güvenoyuna evet, 78 de hayır oyu var. Eşitlik var. (reis hangi tarafta sesleri, gürül
tüler)
(Oyların eşit çıkması Genel Kurulda başka bir tartışmaya neden oldu. Usul hakkında on
altı milletvekili konuştu ve bir saate yakın bir süre usul tartışması sürdü. Sonunda usul
tartışmasının yeterliliğine karar verildi. Usul hakkında verilen yedi önerge okundu. Bu
defa da önerge sahipleri söz alarak önergelerini açıkladılar ve…)

RAUF BEY (Başkan Vekili): O halde efendim oylarda eşitlik vardır. Tekrar oylama
yapılmasını isteyenler lütfen el kaldırsın. Efendim müsaade buyurun, iyi anlaşıl
madı. Evet diyenler lütfen ayağa kalksın. Efendim tekrar oylama yapılması çoğun
lukla kabul edilmiştir. Tekrar güvenoyu muamelesini başlatıyorum. Bazı arkadaşlar
oy kullanılırken salonu terk ediyorlar. Pek fena bir şey hasıl oluyor. Yoklama yapa
rak oy pusulalarını toplayacağız. Üyeler isimleri okundukça kürsü önüne gelerek
lütfen oy pusulalarını atsınlar.
(Ad okunarak oylama yapılır. Oylar sayılır ve…)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (25 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.394-415, http://www.tbmm.gov.tr/
440
RAUF BEY (Başkan Vekili): Rey verme muamelesi tamam olmuştur. Efendim,
İktisat Vekiline güvenoyu meselesine iştirak eden üye 199, çekimser 25, güvenoyu
verenler 85, vermeyenler 89. Bu halde az bir farkla güvensizlik oyu beyan edilmiş
tir. Efendim on dakika için celseyi tatil ediyorum.
(Aradan sonra gizli oturuma geçilir. Gizli oturum tamamlandıktan sonra tekrar açık
oturum devam edilir.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim celsemiz alenidir. İktisat Vekili Sırrı Bey’in
istifa dilekçesi var, okunacak.

TBMM Başkanlığına
Büyük Millet Meclisince hakkımda verilen güvensizlik oyu kararına binaen
usulen istifa eylediğimi arz ile hürmet eylerim, efendim. 27 Nisan 1922
İktisat Vekili
Sırrı
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Bu istifa tutanağa geçemez Reis Bey. İstifa gü
venoyu alırsa olabilir. Yoksa şimdi olamaz.
CEMİL BEY (Kütahya): Ciddiyetle veriliyorsa tutanağa geçer, efendim.
1
RAUF BEY (Başkan Vekili): Takdir Yüce Heyetinize aittir.
(İki gün sonra 29 Nisan 1922 tarihindeki oturumda…)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim İktisat Vekaleti adayları hakkında Reis Paşa
Hazretlerinin tezkeresi var, okunacaktır.

TBMM Başkanlığına
Sırrı Beyden boşalmış olan İktisat Vekaletine aşağıda isimleri yazılı aday
lardan birinin seçilmesini rica ederim, efendim. 29 Nisan 1922
Hasan Bey (Trabzon) Mahmut Celal Bey (Saruhan)
Mustafa Bey (Kozan)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal
MAHMUT CELAL BEY (Saruhan): Efendiler, ben biliyorsunuz ki epey zamandan
beri İktisat Vekaletinden çekildim. Hasan Bey bu ehliyeti tamamen haizdir. Bana
oy vermek lütfünde bulunacak arkadaşlarım ihtimal ki vardır. Binaenaleyh Hasan
Bey’e oy verilmesini istirham eder ve beni şimdiden affınızı rica ederim.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (27 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.423-433, http://www.tbmm.gov.tr/
441
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, İktisat Vekaleti seçimine başlıyoruz. Lütfen
oylarınızı kullanınız.
(Ad okunarak oylama yapılır. Ara verilir, oylar sayılır ve…)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Celseyi açıyorum. İktisat Vekaleti seçimine katılan
üyeler 169. Karar yeter sayısı vardır. Celal Bey 25, Hasan Bey 57 oy almışlar.
Ayrıca 87 çekimser oy vardır. Hiç bir aday karar yeter sayısına ulaşamamıştır.
(çekimser kaç sesleri) 84 çekimser vardır. (alkışlar)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, Yüce Heyetiniz sistemimiz hilafında
Hükümet üyeleri arasında birlik bulunması için Hükümet Reisimizin aday göster
mesi usulünü kabul etmişti. Bugün ortaya çıkmış olan bir hakikat vardır ki o kanun
bugün resmen düşmüştür. O kanunun yürürlükten kaldırılmasına razı olmayanlar
vasiye muhtaç iseler kendilerine vasi tutsunlar. Büyük Millet Meclisi kendisi için
den vekillerini seçebilir. Aday gösterilmesine lüzum yoktur. Artık Meclis bu kanunu
yırtmıştır.
ŞEVKİ BEY( İçel): Mustafa Kemal Paşa Hazretleri zaten Ankara Mebusu imzasıy
la bu kanunun değiştirilmesi için önerge vermiştir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Paşa Hazretleri de Komisyonda bu hususu kabul
buyurmuştur. Rica ederim, Büyük Millet Meclisi aklı başında ve reşittir. Vekilini
seçmekte hür ve serbesttir. Her halde şimdi seçim yapılmasını teklif eylerim.
CEMİL BEY (Kütahya): Efendiler, şimdi yapılan İktisat Vekaleti seçiminde 87 çe
kimser bulunması zannediyorum ki bu Vekaletin lüzumsuz olduğunu gösterir. Ben
bu Vekaletin umum müdürlüğe çevrilmesini teklif ediyorum. Bu hususta bir de
önerge veriyorum. (doğru sesleri)
OSMAN BEY (Kayseri): Reis Beyefendi, aynı hususta benim de bir önergem var.
Onun da okunmasını emir buyurunuz.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun efendim, şimdi iki önerge var. Biri
Osman Bey ve arkadaşlarının, diğeri de Cemil Bey’in.
1

(Önergeler okundu ve kısa bir tartışmadan sonra Tasarı İnceleme Komisyonuna sevk
edildi. On gün sonra 9 Mayıs 1922 tarihindeki oturumda…)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Boş bulunan İktisat Vekâletine evvelce seçim yapıldı
ğımda karar yeter sayısı bulunamamıştı. İkinci defa oya konulacak.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bu mesele üzerine söz söylemek istiyorum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Buyurun efendim.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (29 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.441-442, http://www.tbmm.gov.tr/
442
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendiler, Yüce Meclisin hini teşekkülünden bugüne
kadar her birimiz çeşitli tecrübelerle anladık ki İktisat Vekâleti memleketimizde
hiçbir hizmette bulunamamıştır. Bunun imkânı olmadığını da kıymetli Celal Bey
tecrübesiyle burada ispat etmiştir. Eski Vekil Celal Bey bunda hiçbir fayda yoktur
demişti. Biz de bunu tecrübemizle anlamışız, tahakkuk ettirmişiz. Binaenaleyh
Vekâletin şimdilik bir umum müdürlük ile idaresi daha doğrudur. Bunu teklif ediyo
rum. (gürültüler)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Salih Efendinin kürsüden beyanatı Teşkilâtı Esasiye
Kanunu ile alakadardır. Bunun için söz söylenmekten çok bir teklif olur ve muame
le görür. Kabul edilir, reddedilir. O başka mesele.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Malumunuzdur ki daha önce birkaç arkadaş aday
gösterilerek yapılan seçimde karar yeter sayısı sağlanamamıştı. Şimdi de aynı şey
olacak. Seçimden anlamak istediğim şudur ki bunu Yüce Meclis mi seçecek?
Adaylar haricinde bir kimseyi seçmekte Meclis serbest midir? (hayır sesleri) O
halde Mecliste oya sunulan arkadaşlarımız her halde az oy aldıktan sonra herkes
kanaatini muhafaza edeceğine inanıyorum. O arkadaşlarımızdan Celal Bey bura
da kabul etmediğini beyan buyurmuştu. Diğer arkadaşlarımızdan rica ederim,
arzuları yoksa adaylıktan çekilsinler. Onlar üzerinde zannederim ki bu iki üç gün
içinde kanaatini değiştirecek bir sebep yoktur. Bu halledilmeden seçime geçmek
doğru değildir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Malumunuz aday göstermek hakkını Yüce Meclis
kendi Reisine vermiştir.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Efendim, İktisat Vekâletinin umum müdürlüğe
çevrilmesi hakkında bir fikir vardır. Ben bu teklifi uygun bulmuyorum. Öyle yapsa
nız da bu teşkilatı muhafaza etmek mecburiyetindesiniz. Bakınız arz edeyim, tica
ret, ziraat, orman bunlar vaktiyle ayrı ayrı birer nezaret idiler. Sonra biz bunları
birleştirdik, Vekalete verdik. Bu Vekalet yapılmasa idi iyi idi. Ayrı ayrı umum mü
dürlükler teşekkül ederdi. Şimdi bunu tekrar lağvederek bir müdürlük yapmak işleri
karıştıracaktır. Sonra İktisat Vekaletini idare edecek mütehassıs yoktur buyruldu.
Acaba bizde hangi vekaleti idare edecek hakiki bir mütehassıs vardır? Hepimiz
birbirimizi biliriz. Fakat rica ediyorum, senelerden beri az çok bununla meşgul
olmuş, iyi kötü idare etmiş ve iktisadi meseleler hakkındaki bir fikir edinmiş bir
şahıs yok mudur? Pekala vardır. Celal Bey'e bu kürsüden bir kaç defa hücum
ettim. Riyakarlık etmiyorum, hücum ettim ve yine de ederim. Fakat hakkı söyle
mek lazım gelirse pekala o mevkii idare edebilecektir. Bu kanunu kaldıracak bir
kanun çıkarmadıkça adaylık usulünü kabule mecburuz.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, İktisat Vekâletine gösterilen adaylar, Trab
zon Mebusu Hasan Bey, Saruhan Mebusu Celal Bey, Kozan Mebusu Mustafa
Bey'dir. Lütfen efendim oylarınızı kullanmaya başlayınız.

443
(Ad okunarak oylama yapılır. Ara verilir, oylar sayılır ve…)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Biraz evvel yapılan İktisat Vekaleti seçiminin neticesi
ni Yüce Heyetinize arz ediyorum. Oylamaya iştirak edenler 188, Hasan Bey 69,
Celal Bey 55 oy almıştır. 59 çekimser vardır. Bu halde muamele tamam değildir.
1
Bir daha oylama yapılacaktır.

(Bu oylama ile birlikte Din İşleri Bakanlığı ve Sağlık Bakan Vekilliği için de oylama ya
pılmıştır. O oylamalarda da karar yeter sayısına ulaşılamamıştır. İki gün sonra 11 Mayıs
1922 tarihindeki oturumda...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim bundan evvelki celsede İktisat Vekaleti se
çimi için toplanan oy pusulalarının tasnifinde karar yeter sayısı olmadığı anlaşıldı.
Üçüncü defa oya konacaktır. Lütfen oy pusulalarınızı hazırlayınız ve isminiz okun
dukça kutuya oylarınızı atınız. Efendim bazı üyeler İktisat Vekiliyle Din İşleri Vekili
oylamasının aynı zamanda icrasını teklif ediyor. Ayrı ayrı oy pusulaları üzerine
yazılarak ayrı ayrı kutulara atılmak üzere yapılacaktır. Kabul buyuranlar lütfen
ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmiştir. O halde efendim, İktisat ve Din İşleri vekilleri
adayları malumdur. Bir daha okutturmayacağım.

(Ad okunarak oylama yapılır. Oy pusulaları sayılırken diğer gündem maddelerinin görü
şülmesine geçilir. Bir süre sonra...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim İktisat Vekaleti için yapılan oylamanın neti
cesini arz ediyorum. Oylamaya katılan üye 201, Karar yeter sayısı vardır. Trabzon
Mebusu Hasan Bey 106 oyla İktisat Vekaletine seçilmiştir. (Allah muvaffak buyur
2
sun sesleri)

29 NİSAN 1922: EDİRNE MİLLETVEKİLİ ŞEREF BEY' İN DİN İŞLERİ VE VAKIF


SORUNLARI HAKKINDA VERDİĞİ SORU ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 36.Birleşim, Gündem: 6/1)

İlk TBMM Hükümeti ile birlikte kurulan ve o zamanki adı Şer'iye ve


Evkaf Vekâleti olan Bakanlık, büyük ümitler vaat ediyordu. Halkı dini ceha
letten kurtarmak, açık ve anlaşılır dini bilgiler kazandırmak, harabe haline
gelmiş ulu mabetleri içinde bulundukları acıklı vaziyetten kurtarmak, cami
lerde görev yapacak yetkin din hizmetlileri yetiştirmek ve bunun gibi re
formlar amaçlanıyordu. Bir yandan Ordu Büyük Taarruza hazırlanırken,
Mecliste bazı milletvekilleri bunlarla ilgili teşebbüslerini sürdürüyorlardı.

1 TBMM Zabıt Ceridesi (9 Mayıs 1922), 1.Dönem, c.20, s.3-11, http://www.tbmm.gov.tr/


2
TBMM Zabıt Ceridesi (11 Mayıs 1922), 1.Dönem, c.20, s.23-26, http://www.tbmm.gov.tr/

444
RAUF BEY (Başkan Vekili): Edirne Mebusu Şeref Bey'in, Din İşleri ve Vakıflar
meselelerine dair 12 maddelik Din İşleri Vekâletine soru önergesi var.
ŞEREF BEY (Edirne): Reis Bey üç ay evvel Din İşleri, Maarif, Adalet, Dış işleri
vekâletlerine sorduğum sorular vardır. Üç aydır cevap verilmemiştir. Binaenaleyh
bunlar tekrar edilsin ve cevaplarının verilmesini rica ediyorum. Cevapları geldiyse
neden okunmuyor? Meseleler hususi değil, umumidir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim zannederim cevaplar geldi, fakat Yüce He
yetinizin bir kararı vardır. Bütçe müzakereleri yapılacağı esnada bu soruların ce
vapları verilecektir.
ŞEREF BEY (Edirne): Benim Din İşleri Vekâletine sorduğum sorular bütçe ile ala
kası olmayan meselelerdir. Okunursa Yüce Meclisiniz takdir buyuracaktır. Meclisin
adaletine sığınarak arz ediyorum. (okunsun sesleri) Üç aydır cevap verilmiyor.
Cevaplar geldiyse okunsun.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Din İşleri Vekâletinden gelen cevabın bu
gün okunmasını kabul edenler...
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bunu oya koymaya hacet yoktur, efendim. (gürültüler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Acaba Din İşleri Vekâleti bütçesi kaç ay sonra
müzakere edilecektir ki bu cevaplar o zaman okunacaktır? En mühim hakkımızı
kullanamazsak, biriktirirsek doğru bir şey yapmamış oluruz.
ŞEREF BEY (Edirne): Efendim, bazen emrivakiler çok şey yapar. Din İşleri Vekâ
letine bazı sorular sordum. (işitmiyoruz, yüksek sesle söyleyin sesleri) Din İşleri
Vekâletine bazı sorular sordum efendim, şimdi Yüce Meclisinize okuyacağım.
Eğer okuduğum sorular esasa dair değilse o zaman siz takdir hakkınızı kullanırsı
nız.

TBMM Başkanlığına
Aşağıya naklettiğim hususları Din İşleri ve Vakıflar Vekâlete soru olarak
takdim ediyorum. Lütfen cevap verilmesini teklif eylerim?
1. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin bir İslam Devleti olması ve eskiden
beri dini esasları mevcut bulunması sebebiyle din siyaseti hakkında ne gibi esas
lar tespit edilmiştir?
2. Türkiye'de iskân etmiş olan İslam halkının dini terbiyesi hususundaki vaziyet
meydandadır ve bugün dini zaruretleri bilmeyenler yüzde seksenden fazladır.
Bunlar hakkında Din İşleri Vekâleti ne gibi bir teşebbüste bulunmuştur? Aslında
Maarif Vekâleti, mektepleri vasıtasıyla dini terbiyeyi ifaya vazifeli ise de Din İşleri
Vekâleti de müftüleri, köy imamları vasıtasıyla daha tatbiki bir şekilde dini zaru
retleri ifaya mecbur olduğundan bu hususta neler yapmıştır?

445
3. Allahın birliğini, Peygamberimizin pak ismini, İslam'ın şartlarını ve imanı bil
meyen pek çok halk, derin bir gaflet denizine düşmüşlerdir. Köylerimizdeki cami
lerin hemen hemen hepsinin harabe haline gelmesi, köylerde düzgün olarak
ayetleri okumaya ve usulü dâhilinde namaz kıldırmaya muktedir imamların bu
lunmaması sebebiyle her gün biraz daha artan bu gafletin önüne geçmek için,
Din İşleri Vekâleti ne gibi tedbirler almaktadır?
4. Türkiye Büyük Millet Meclisi İslam Hükümetinin, Allah'ın birliğine iman etme ve
iki âlemde Kuran hükümlerine hâkim kılma hakkında Din İşleri Vekâletinin İslami
teşkilat ve teşebbüsleri nedir?
5. Maddi hakikatlerin tetkikiyle çeşitli ilimlerin alakadar olması itibariyle bunlardan
meydana gelen itikatla alakalı kanaatlerdeki çelişkiler ve şimdiki Türkiye Müslü
manlarının birbirlerinden ayrıldığı hususlar, asla esası alakadar etmemek-tedir.
Bununla beraber bunların her halde birliği temin edemeyecek derecede çeşitli
olduğu da meydanda bulunmaktadır. Mezhepleri birleştirmek değilse bile tek ve
bölünmez olan iman ve İslam hakkında Allahın birliğini kabul edenlerde esas
ayrılıkları ve zıtlıkları gidermek için Din İşleri Vekâleti bazı faydalı teşebbüslerde
bulunmuş mudur?
1
6. Selefi Salihin'in terbiyesiyle kurulmuş olan mevcut tarikatların tekke ve der
gâhların şimdiki vazifeleri tamamıyla perişan ve metruk haldedir. Oralarda itikat
ve tasavvuf esasları ile alakalı olmayan birçok rivayet ve biat fikirler birer kaide
olarak yerleşmiştir. Bu yerlerin meydana çıkmasındaki ulu maksada doğru hayırlı
bir devreye geçmeyi Din İşleri Vekâleti yol göstermiş midir?
7. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin Din İşleri Vekâleti, İslam Âlemi için
bir bütün olması bakımından fikirler üzerinde bu kadar büyük bir inkılâp meydana
getirdiği halde görülüyor ki yaradılışın sırrından uzaklaşan insanlık nihayet temiz
leme ve sadeliğe doğru dönmekle hayatının saadetini ancak bunda görmeye
çalışmaktadır. Bunlar, Allah'a minnet olsun ki tamamıyla Hazreti Kuranı Hakkın
içinde bulunduğundan, o halde hak ve batılı ayıran yeni mübarek esasları açık
lıkla sağlamlaştırarak İslam'ı bilinen aslına, büyüklük ve ulviyetine ilan için Din
İşleri Vekâleti bir teşebbüste bulunmuş mudur?
8. İlmin büyük yolu, bir salahiyet ve şeref meselesidir. O halde ulemada bulunan
ümmetin hayırlı mevkii ve yüksek hürmeti arasında terfi için Din İşleri Vekâleti bir
hususi usul tespit etmiş midir?
9. Türkiye'de yedisi istisna olmak üzere 1975 vakıf mevcuttur. Bunlar hakkında
asıl tescilleri hakkında kayıtlar, Vakıflar Vekâletinde mevcut mudur?

1
İslamiyetin ilk çağında yaşayan Müslümanlardır. Bunlar inanç, ibadet ve diğer yaşantıla
rıyla bütün sapık ve bidat sayılabilecek düşünce ve davranışlardan uzak kimselerdir.

446
10. Vakıfların devamlı olması için bu yerlere sarf olunmuş gelir getiren binalar ve
intikal gibi aslen vakıf şartlarına taalluk etmeyen sonradan çıkartılan kaidelerle
vakfın lehine sarf edilmesi hakkında faaliyeti var mıdır?
11. Vakıflara ait evrak ve kayıtların 1844 tarihinden beri cereyan eden suiistimal
lerine Vakıflar Vekâleti Türkiye Büyük Millet Meclisinin şanına layık bir şekilde
nihayet vererek vakıftan bizzat maksat olan husuları hazır ve icra eylemiş midir?
12. İlmi medrese ve dergâh vakıflarını tespit ederek bunları harap ve perişanlık
tan ne dereceye kadar muhafaza edebilmiştir?
Edirne Mebusu
Şeref

ŞEREF BEY (Devamla): Hulasa, Din İşleri Vekâletine bu soruları sormuştum.


Şimdi Yüce Meclisinize soruyorum, bunlar cevaba layık mıdır, değil midir?
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu soruların cevapları gelmiştir. Fakat büt
çenin müzakeresi mani olmuştur. Perşembe günü işimiz çoktu. Binaenaleyh arzu
ederseniz ikinci celsede okuyabiliriz.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Efendim, bu sorulara cevap verilmişse, bugün
için yapılacak bir şey kalmamış demektir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, bugün cevapların okunmasını kabul edenler
lütfen el kaldırsın. (anlayamadık sesleri) Cevapların Perşembe günü okunmasını
1
kabul edenler lütfen el kaldırsın. Perşembe günü okunmasına karar verildi.

29 NİSAN 1922: HACIBEKTAŞ ŞEYHİ MUSTAFA EFENDİ' NİN ŞIKAYET DİLEK


ÇESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ VE DİN İŞLERİ BAKANI MUSTAFA FEHMİ EFENDİ'
NİN İSTİFASI, YERİNE ESKİŞEHİR MİLLETVEKİLİ ABDULLAH AZMİ EFENDİ'
NİN SEÇİLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 36.Birleşim, Gündem: 2/1)

İkinci Mahmut, 1826 yılında Yeniçeri Ocağı ile birlikte Bektaşi tekkeleri
ni de kapatmış ve bazıları Nakşibendi tarikatı mensuplarına verilmişti.
Hacıbektaş’taki Alevi tekkesinin yanına cami yaptırılarak burası Nakşı
tekkesine dönüştürülmüştü. Yüzyıllardır varlıklarını sürdüren Alevi dedeleri
ve mensupları ile Nakşı şeyhleri arasındaki sürtüşmeler TBMM Hükümetle
rinin en önemli sorunlarından biri olmuştur. Din İşleri Bakanlığı Nakşı Şey
hi'ni görevden alınca Meclis bu işe müdahil oldu.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (29 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.438-442, http://www.tbmm.gov.tr/
447
(Beş gün önce, 25 Nisan 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Hacıbektaş Şeyhi Hasan Efendi
hakkında Dilekçe Komisyonunun bir raporu var, okunacaktır.

TBMM Başkanlığına
Sünni mezhebinden olan Hacıbektaş Şeyhi Hasan Efendi, İran Kürdis
tanı'nın Şeyhülislamı iken Musul'un İran hududundaki Osmanlı Askeri Kuvvet
Kumandanı Ferik Mehmet Fazıl Paşa'nın ısrarıyla onun maiyetine geçerek Sina
Eyaleti'nin Osmanlı hududuna katılması hususunda Mehmet Fazıl Paşa'ya fiilen
hizmet ve yardımda bulunmuştur. O sırada Meşrutiyetin ilanı üzerine İstanbul'a
gelerek Osmanlı tabiiyetine girip bin kuruş maaş ve üçüncü rütbe Mecidi nişanı
taltif edilmiş olan ulemadan ve Nakşibendi halifelerinden Şeyh Hasan Efendi
Kerbela ve Necid Şii müçtehitleriyle1 münasebet tesis etmek üzere 1910 sene
sinde iki bin kuruş maaşla Irak Umum Vaizliğine tayin olunmuştur. 1916 sene
sinde Şeyhülislamlığın emir ve tensibiyle Dördüncü Ordu Kumandanı Cemal
lisi2
Paşa'nın maiyetine verilmiş ve 1918 senesinde son teşekkül eden Meşayih Mec
üyeliğine getirilmiştir. Yine aynı sene içinde Hacıbektaş'ı Veli Dergahının
Nakşibendi Şeyhi makamına getirilmiştir.
1921 senesinde Din İşleri Vekâletinin Kırşehir Mutasarrıflığı vasıtasıyla bir
sureti de kendisine tebliğ olunan bir yazıyla, Dergahın ileri gelenlerinden olan
babalarla geçimsizliği ve ahengi ihlal eylemesi sebebiyle azledildiği bildirilmiş ve
böylece şeyhliği kaldırılmıştır. Vekaletin bu muamelesine karşı Büyük Millet Mec
lisinin adaletine müracaat etmiş ve o husustaki dilekçesi Yüce Meclis adına ha
reket eden Komisyonumuza havale buyrulmuştur.
Komisyonumuz Meşayih Meclisi Tüzüğünün 214.Maddesine göre cinayet
veya namusa dokunan bir suç ile mahkum ve tutuklu olanların haklarındaki hü
küm Temyiz Mahkemesinin tasdiki ile katiyet kesinleşmedikçe bir kimsenin üze
rindeki unvanın ve makamın kaldırılamayacağı kanaatindedir. Ahengin ihlali
hususunun Şeyh Hasan Efendi uhdesindeki unvan ve makamı kaldıracak dere
cede olmadığı için hakkındaki kararın geri alınmasına dair 9 Mart 1922 tarihinde
Din İşleri Vekaletine arz etmişti. 15 Mart 1922 tarihinde gelen cevap yazısında
Şeyh ile babalar arasındaki ihtilafın başlıca sebepleri şu şekilde yazılmıştır. Şey

1
Ayet ve hadislere dayanarak yargıya varan, karar veren din düşünürü.

2 Osmanlı Devleti'nde tarikatları denetleyen kurumdur. Tekkelere şeyh atama ve mali

durumu kontrol görevleri vardı. Şeyhülislamlığa bağlı bu kurum 1902 yılında kapatılıp on
altı yıl sonra tekrar açılmış, 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla tamamen
ortadan kaldırılmıştır.

448
hin hücresine giden misafirlerin masraflarının karşılanmasından istifade etmek
istemesi ve babaların muhalefeti üzerine Vakıftan alınacak yiyecek bedellerinin
makbuzlarını imza etmemek suretiyle zorluk çıkarmıştır. Bir senelik hayvan ver
gisine ait on bin kuruşu Mucur Vakıflar Dairesinden alınıp kasaya teslim etmeye
rek zimmetine geçirdiği ve dergah kasasından yüklü bir miktar para aldığı iddia
edilmektedir. İzinsiz Ürgüp'e giderek günlerce kaldığı yazılmıştır. Para yüzünden
babalarla aralarındaki ihtilaf ağız kavgasına kadar ilerlemiştir. Bu sebeplerden
dolayı Şeyhi azledilmesiyle bu meselelere nihayet verilmiş olduğu gelen yazı ile
ifade edilmektedir.

Şeyh'in müdafaasına gelince, babalarla ihtilafın esası, Dergah Kileri Baba


sı Salih Niyazi Efendi, Dergah'ın fakirlerin doyurulması için ayrılanlarla içki imal
ettirdiği Kırşehir Vakıflar Memurluğundan öğrenilmesi üzerine, böyle bir dini mü
essesede dinen ve şer'an kötü olan ve kanunen yasaklanmış bulunan rakının
imalatına sarf edilmiş olduğu 19 Şubat 1922 tarihli tetkikat ile resmen ihtar edil
miştir. Dergah'ta resmi sıfatı olmayan baba ve dervişlerin kendi kendilerine tür
bedarlık ve saire gibi birtakım unvanlar takınarak Dergah'ın işlerine müdahale
den vazgeçmeleri ve tarikatlara muhalif ve ehlisünnet cemaate aykırı harekette
bulunanların Dergah'tan ihraç edilmeleri hakkında Meşayih Meclisince alınmış
olan kararın bir suretinin tebliği ve tatbikinin emretmiştir. Babalara ara sıra nasi
hatte bulunmuş ve Salih Niyazi Baba'nın türbedarlığa talip olması üzerine türbe
darların orada yatanların ruhu için Kuran okuma ve dini malumat bakımından
noksan bulunduğundan dolayı türbedarlığın Şeyh Hasan Efendi tarafından ya
pılması Mucur Vakıflar Memurluğunun yazısı ile bildirilmekle türbe anahtarlarının
Baba'dan istenmiş olmasından ileri geldiğini beyan etmiştir. Diğer mesele, Ür
güp'e gidip gelmesi dört günden ibaret olup Mucur Kaymakamlığına verdiği izin
dilekçesi üzerine Kaymakam beş günden ibaret olan salahiyeti ile izin vermiştir.
İzin yazısı bu raporun ekindedir. Dergah kasasından zimmetine para geçirmek
meselesine gelince, vazifede olduğu on dokuz ay içinde dergahın yirmi binden
otuz bin liraya kadar olan gelir ve hasılatı tamamen babalar tarafından sarf edile
rek kasaya hiçbir miktar para konulmamıştır ve binaenaleyh kasanın ikinci anah
tarını kendisine vermek suretiyle talimatın tatbikatına bir şekil vermekten ibaret
bulunduğu ve iki yüz altmış lira kadar para alıp deftere masraf kaydolunmuştur.

İşte Şeyh'in kanunen bir maddi suç teşkil edecek bir hareketi sabit olmadı
ğı ve olsa bile adalet yoluna sevk edilmesi lazım gelirken böyle Dergâh'ın ahen
gini tesis adına kanun hakimiyetini ihmalden başka bir şey değildir. Binaenaleyh
Şeyh Hasan Efendi'nin haiz olduğu Nakşı Postnişinliğinin sebepsiz yere kendi
sinden alınma teşebbüs gibi kanun dışı muameleden vazgeçilerek vazifesine
iadesi ve yaptıkları bir suç teşkil ediyorsa hakkında usulüne göre mahkeme mu
amelesinin yapılması lüzumuna olan kati kanaat icabındandır. 6 Nisan 1922

Dilekçe Komisyonu Reisi Raportör Üye Katip Üye


Lütfü (Hasta, katılamadı) Hüseyin Hüsnü

449
LÜTFÜ BEY (Dilekçe Komisyonu Reisi): Efendim esasen Şeyh'in kim olduğundan
bahsetmeye lüzum yoktur. Bu adam Meşayih Meclisi üyesi iken Hacıbektaş Der
gahı Nakşi Şeyhliğine getirilmiştir. O vakitten şimdiye kadar kaidelere göre Dergah
kasasının anahtarının biri orada bulunan Nakşi Şeyhinin kendisinde bulunacak, bir
anahtarı da oradaki Bektaşi Babası Efendide bulunacak. Şimdi bu adam, on do
kuz aydan beri bu vazife kendisine verilmiş, Dergahın hasılatından Bektaşi baba
ları kasaya bir şey koymamış, yalnız anahtar bu adamda kalmış. Yalnız Hükümet
ten alınacak parayı Şeyh'in de mühürlemesi lazım geliyor ya. Şeyh bundan imtina
etmiş. Esasen şeyhlerle babalar arasında meydana gelen ihtilaf, Şeyh'in bu mü
hürlemeden imtina etmesinden ileri geliyor. Zaten Şer'iye Vekili tarafından yazılan
mesele de budur. İkincisi, zikir için oraya gelen ziyaretçiler, babalar tarafından
yatırılıyor, yediriliyor. Bunların masrafları Bektaşi babaları tarafından karşılanıyor.
Bu adam aldığı parayı senetle alıyor. Çünkü paralar kasaya girmediği için paralar
babaların eline kalıyor. Kasadan alamıyor. Babalardan alıyor. Aldığı para şimdiye
kadar on dokuz ay içinde iki yüz altmış liradır. Halbuki Dergahın yiyecek masrafı
yirmi, otuz bin liraya kadardır ve bu kadar da geliri var. Biz Komisyon olarak mese
leyi tetkik ettik. Gerçi kasaya para koymadılar ama babaların da bir suiistimal yap
tıklarını bilmiyorum. Yalnız Mucur Vakıflar Müdürü bu Şeyh'e bir yazı yazıyor ve
diyor ki,
-Şer'an yasak olan içki takımı yaptırmak için Dergahın yiyecek parası olan gelir
lerden bir kısım masraf yapılmış ve bir hayli para verilmiş. Buna sen niçin müsa
maha ettin?
...diyor. Nakşi Şeyhi'ni Mucur Vakıflar Memuru o yolda resmi bir yazı ile dikkatini
çekiyor. Bu resmi yazı dosyada var. Bu aldığı resmi yazı üzerine Şeyh tabii olarak
Bektaşi babalarına nasihatte bulunmuş. İşte Din İşleri Vekili tarafından bu adamın,
Dergahın ahengini ihlal ettiğinden dolayı azletmesinin sebebi budur.
SÜLEYMAN SUDİ BEY (Beyazıt): O halde orası Dergah değil, meyhane... (gü
lüşmeler)
LÜTFÜ BEY (Devamla): Zaten zikir için gelen adamların da Bektaşi babalarının
sofralarına gitmemelerinin sebebinin bundan dolayı olduğu anlaşılıyor. Şimdi Der
gahın kasasına hasılatın girmemesi meselesine gelince, Şeyh Efendi buna karşı
sessiz kalmak mecburiyetinde kaldı. Babalar tarafından senet karşılığı verilmiş
paralar
rını zimmetine
deftere geçirmesi
masraf olarak
teşkilgeçirilmiştir.
ediyor ki bundan da azil sebebi de şey
Bir diğer geçilmemiş
Dergahın malla-
ait olmaküzere alınmak zimmetine bir
tir. Son yüz on beş liralık bir havale üzere babalar tarafından senedi ya
pılmış kendi masrafına kendisine verilmiş iken bu parayı Kırşehir'-
den almak üzere bulunduğu anda azil haberi kendisine gelmiş ve o defteri Kırşehir
Vakıflar Müdürüne bırakmış, Mutasarrıfa da malumat vermiştir. Aldığı bütün para
iki yüz altmış liradır. Şimdi bu Dergahta bulunan Salih Niyazi Baba, orada yatan
Hacı Bektaşi Veli Hazretlerinin türbedarlığını ben ifa edeceğim, demiş. Zaten
anahtar Salih Baba'da olduğu için Şeyh Efendi aralarında bir münakaşaya sebebi

450
yet vermemek için anahtarı ondan almaz. Sonra Mucur Vakıflar Memuru mesele
den haberdar olmuş. Buna resmen bir yazı yazmış. Yazıda,
-Türbedarlık vazifesini ifa eden kişi her gün orada yatan zatın ruhu için Kuranı
Kerim okumaya mecbur ve mükelleftir. Bir de gelen misafirlere orada yatan zatın
hal tercümesini ve bütün hizmetlerini dini lisan ile ifa etmek vazife ve mükellefiyeti
dahilindedir. Salih Baba bu vazifenin ifasına muktedir değildir. Başkaca da türbe
dar tayinine de lüzum yoktur. Bu vazife her halde yine Nakşı Şeyhi tarafından ifa
edilecektir. Sen hem Kuran okumakla mükellefsin ve hem de gelen misafirlere bu
şekilde bu vazifeyi ifa edeceksin.
...diye yazıyor. Böyle resmi bir yazı aldığı zaman anahtarı Salih Baba'dan istemiş,
Baba da anahtarı vermiş. Daha sonra anahtarın kendisinde bulunması babalarla
aralarında şiddetli bir münakaşaya sebebiyet vereceğinden dolayı tekrar anahtarı
iade etmiş. Yine vazifesini ifa ediyor, Hatmi Şerifi kendi okuyor. Velhasıl Komisyo
numuzca yapılan tetkikatta Nakşı Şeyhi'nin Dergahın ahengini, intizamını ihlal
değil, Dergahta bulunan Bektaşi babalarının birçok fenalıklarına ses çıkarmama
sıdır. Bektaşi babaları onun orada bulunmasını istemediklerinden dolayı meseleyi
bu şekle dökmüşler ve onu Vekalete şikâyet etmişlerdir. Şimdi meselenin esasına
gelince... (gürültüler, gülüşmeler) Müsaade buyurun efendim, netice efendim, za
ten bitti. (gürültüler) Dinlemeyecekseniz bırakayım, efendim, neticeyi arz ediyo
rum. (devam sesleri) Efendim, Nakşi Şeyhi'ne bu vazife padişah fermanı ile veril
miş bir vazifedir. Bu vazifenin alınması için kanunen bu Şeyh'in ya cinayete veya
namusla alakalı bir suça mahkum olması gerekir. Şimdi bu adamın hakkında esa
sen Din İşleri Vekilinin Komisyonumuza beyan ettiği sebepler ne derseniz deyin,
kanunen suç teşkil edecek mahiyette değildir. Sırf şahsi idare ile yapılmış bir mu
ameledir. Bunun için Komisyonumuz bu kararı vermiş ve Yüce Meclisinize sevk
etmiştir. Arzu ederseniz kabul edersiniz. Arzu etmezseniz reddedersiniz.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Reis Bey, usul hakkında bir şey arz edeceğim. Ar
kadaşlarımızdan bazıları bu raporun Din İşleri Vekaletine gönderilmesini istiyorlar.
Halbuki mesele bu Vekaletin muamelesi hakkında şikayetten başka bir şey değil
dir. (gürültüler) Mesele şikayet meselesidir. Burada tetkik edilmesi lazımdır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Bey, usule ait müsaade buyurun bir şey arz
edeceğim. Bu Vekaletin bir hatasıdır. Şimdi Dilekçe Komisyonu bu dilekçeyi tetkik
etmiştir. Burada şahıs bahis mevzu değildir. Acaba Vekalet bunu reddedecek bir
kanuni sebep söyleyebilecek mi? Söyleyemeyecek ise bunu tabiatıyla kabul ede
riz. Uzun uzadıya müzakereye lüzum yoktur.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Yalnız ben şurasını arz edeyim. Bu mesele hakkında
bizzat Kayseri'ye, Sivas'a gidip gelirken bunun üzerinde uzun boylu tetkikat yaptık
ve çok arkadaşlarımızla bu meselenin ruhuna vakıfız. Vekalet bu meselede hata
lıdır. Eğer bu adam padişah fermanıyla tayin edilmiş bir memursa, Yüce Meclis o
salahiyeti bugün kendi üzerine almıştır. Din İşleri Vekili Hazretleri nasıl kendi ken

451
dine bunu azlediyor ve bunu nasıl yapabilir? Bu Meclisin salahiyetine bir tecavüz
dür, kanunu çiğnemektir ve bu bir haktır. Hakkı kullanmak lazımdır.
HAYRİ BEY (Vakıflar Umum Müdürü): Efendim, Şeyh Efendi hakkındaki şikayet
bir buçuk seneden beri devam etmektedir. Şikayetin hakiki sebebi belki Bektaşi
babalarıyla arasında birtakım ihtilaftan çıkmış olabilir. Fakat şikayet muhakkaktır
ve acı acı şikayetler vaki olmuştur. Şikayetler arasında Vakıftan zimmetine para
geçirmek meselesi vardır. Gerçi bunun için deniyor ki bu kendi odasına gelen
misafirlere ikram için sarf edilen paradır. Bu da Dergahın parasından sarf edilmiş
bir şeydir. Buna babaların da muvafakati vardır. Bunda ne babaların muvafakati
kafidir ne de Şeyh Efendi'nin. Çünkü oradaki paraların harcanması bir talimatna
meye dayalıdır. Öyle denildiği gibi Dergahın otuz bin lira geliri Bektaşi babalarının
kesesine giremez. Çünkü Dergahın otuz bin lira geliri yoktur. Bu gelirin bir kısmı
çelebilere verilir, bir kısmı da tamirat masrafı olarak alıkonulur. Fakirlerin doyurul
ması için de iki bin, üç bin lira tutar. Bu paraların harcanmasında Bektaşi babala
rının muvafakati olsun, odasında ikram etsin, nerede ederse etsin, bir kere bu
parayı almaya hakkı yoktur. Bu anlaşmasızlık arz ettiğimiz gibi bir buçuk senedir
devam ediyor. Hatta bu itilaf Hükümetin vaktiyle dikkatini çekmiş ve bu adam Der
gahtan alınmış, Kırşehir de aylarca ikamete mecbur edilmiş.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Onu izah edeceğim, Kırşehir Mebusu olma sıfatıyla.
HAYRİ BEY (Devamla): Bu hale göre Din İşleri Vekaleti gerek o zimmet mesele
sinden, gerek bu geçimsizlik meselesinden bu halin uzun boylu devamına izin
veremezdi. Hatta bu meselenin kavgaya kadar varması sebebiyle adeta orası bir
tulumbacı koğuşuna dönmüştür.
LÜTFÜ BEY (Komisyon Reisi): Kavga olmuş mu? (devam sesleri)
HAYRİ BEY (Devamla): Binaenaleyh bu şekilde o adamda haysiyet kalmamıştır.
Deniyor ki Meşayih Meclisi Tüzüğü gereğince şu şekilde muamele yapılmak lazım
gelirdi. O maddenin üst tarafında bir madde daha vardır ki orada bir şeyh kendi
vazifesini terk ile lüzumsuz yere öteye beriye gittiği zaman azlolunur diyor. Mah
kemeye falan müracaata lüzum göstermiyor.
HAMİT BEY (Biga): Ne kadar giderse azledilir?
HÜSEYİN HÜSNÜ BEY (Isparta): Kaç ay gidebilir?
HAYRİ BEY (Devamla): Birçok defalar gitmiş, gelmiş efendim, ayı mayı yok. Bu
adam lüzumsuz yere öteye beriye gitmiş, gelmiş ve bu hususta bağlı bulunduğu
daireye malumat vermemiştir. Bu gibi sebepler yüzünden bu adamın azledilmesiy
le meseleye nihayet verilmesine lüzum görülmüştür.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bu vaziyetin müştekisi kimdir? Kimler tarafından şika
yet edilmiştir.

452
HAYRİ BEY (Devamla): Birçok şikayetler olduğu gibi, memurlarımız tarafından da
tahkikat yapılmıştır.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Mahkeme şikayetler üzerine bir tahkikat yapmış mı?
Sonra bir tulumbacılık meselesi isnat buyruluyorsa, tulumbacılık vazifesini bu şa
hıs mı yapmıştır? Yoksa Bektaşi babaları mı? Meselenin diğer safhası var. Onu
da şimdi ben kürsüden açacağım.
HAYRİ BEY (Devamla): Mesele budur, efendim. Şikayet muhtelif yerlerdendir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Kimlerdendir?
HAYRİ BEY (Devamla): Şikayet muhtelif yerlerdendir ve memurlarımız tarafından da
çeşitli malumatlar vardır. Tabii biz memurlarımıza itimat etmek mecburiyetindeyiz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Benim sorum, esasen bu adamdan davacı kimdir?
HAYRİ BEY (Devamla): Çeşitli yerlerden şikayet vardır ve memurlarımız tarafın
dan da tahkikat yapılmıştır.
SÜLEYMAN SUDİ BEY (Beyazıt): Bir şey soracağım. Dergahta zannederim,
ahenk mahenk filân olmamıştır. Biz Bektaşi babalarının kötü hallerini işitiyoruz.
HAYRİ BEY (Devamla): Onlar hakkında da tahkikat yapılıyor. (gürültüler)
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Efendim, bu mesele hakkında Dilekçe Komisyonu
nun tetkikatı yerinde yapılmıştır ve hakkıyla tetkikat yapılmıştır. Ben Kırşehir Mebu
su olmak sıfatıyla kendilerine teşekkür ederim. Şeyh Hasan Efendi'nin, Hazreti Bek
taşi Veli Dergahından azledilmesi haksızlık ve garazkarlıktır. (bravo sesleri) Şeyh
Hasan Efendi'yi ilk defa Kırşehir'e aldıran benim. O vakit burada vali idim ve siyasi
sebepler dolayısıyla aldırmış idim. Şeyh Hasan Efendi'nin pek çok hizmetleri olmuş
tur ve bu millete hiçbir şekilde fenalık etmemiş bir adamdır. Sonra ahenk olmuyor,
deniliyor. Sorarım size Bektaşi babalarıyla, Nakşi şeyhleri ne şekilde ahenk kurabilir
ler. Birisi sofu, diğeri içki içer. Birisine de ah çektirmek istemiş Şeyhülislam Efendi...
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Muameleye dair söyleyiniz, rica ederim.
YAHYA GALİP BEY (Devamla: Muameleye dair söylüyorum. Onun için bu mese
lede haksızlık vardır ve bunu da Yüce Meclis düzeltmelidir. (sözünü geri al sesleri)
Efendim, ben bir şey söylemedim. Dem çeker, içki içer dedim efendim. Dem çek
mek fena bir şey midir efendim? Bu mesele kainatın bildiği bir şeydir.
HAMDİ BEY (Biga): Nefes almak demektir. (gülüşmeler)
YAHYA GALİP BEY (Devamla): Bunu bilmeyen bir fert yoktur ki ben iyi bir şey
söyledim, fena bir şey söylemedim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Yahya Galip Bey, sözünüzü geri alın.

453
ABDÜLGAFUR EFENDİ (Karesi): Şeyhülislamlık Makamının kutsiyet ve ulviyeti
vardır. Binaenaleyh sözünüzü geri alın...
YAHYA GALİP BEY (Devamla): Efendi hazretlerine teşekkür ederim. Meclisin
kutsiyeti daha büyüktür. Sözümden yanlış mana çıkıyorsa geri alıyorum. Sonra
türbedarlık meselesine gelince, türbedarlığı oradaki Bektaşi babası yapar, başka
kimseye yaptırmaz. Bunun için ne Şeyh Efendi ben yapacağım demeli ve ne de
Din İşleri Vekili ben falana yaptıracağım, demeli. Eğer oradaki Nakşi Şeyhi'nin
lüzumu yoksa büsbütün kaldırılmalıdır. Eğer lüzumu var da başka bir şeyh gönde
rilecekse bu adam yerine iade edilmelidir. Mesele bundan ibarettir ve benim kana
atim de budur. Ben Vekil Efendi'ye bazı arkadaşlarımla gittim, rica ettim. Bana
dediler ki bunda siyasi bir mesele vardır. Ben böyle bir mesele bilmediğim gibi
arkadaşlarım da bilmiyorlar. Böyle siyasi hiçbir mesele yoktur. Belki bu şahsın
yerine iade edilmesi bir adalettir. Meclisinizden adalet temenni ederim.
MUSTAFA TAKİ EFENDİ (Sivas): Efendim, bu Dergahta Şeriat harici bir hareket
olmasın ve Dergahın muameleleri meşruiyetle yapılsın maksadıyla oraya ulema
dan Nakşibendi Tarikatına mensup bir şeyhin gönderilmesi, bundan otuz kırk sene
evvel olmuştur. Bu hususta bir talimat yazılmış ve o talimata göre bu Şeyh Hasan
Efendi de son zamanlarda bir berat ile oraya tayin olunmuş. Berat ile tayin olunan
bir şahsın vazifeden alınması ancak bir cinayetle mahkum edilmesi neticesinde
olur. Vakıflar Umum Müdürü Beyefendi azil sebebi olarak üç mesele gösteriyor.
Birisi zimmetine tekkenin sandığından iki yüz altmış lira geçirmesidir. Beyefendi
itiraf ediyorlar ki bu para fakirlerin doyurulmasına mahsustur, yalnız kendi odasın
da yediremezmiş. Kendi odası neresi, yine tekkenin içi. Şu odada yenmemiş de
bu odada yenmiş. Neresi olursa olsun, nerede yenirse yensin, yine dergahın için
dedir. Bektaşi babalarıyla iyi geçinememesi meselesine gelince, babaların misafir
leri ile Nakşibendi misafirlerinin ahenk içinde olamaması yüzünden Şeyh kendi
misafirlerini kendi odasında ikrama mecbur kalmış. Buna babalar da muvafakat
etmişler. Birkaç gün böylece misafirlerine yemek yedirmiş ve iki yüz altmış liranın
hepsi de yenmemiş ve yenen kısmı da dergahta yenmiş. Bu da evrak ile sabittir.
Gelelim Bektaşi babalarına, onların bu dergahta zaten resmi sıfatları yoktur, efen
dim. Dergah, Çelebi Efendi Hazretleriyle Nakşibendi şeyhine verilmiştir. Ne ise
oraları bırakalım.
TAHSİN BEY (Aydın): Birkaç yüz bin halk oraya... (gürültüler)
MUSTAFA TAKİ EFENDİ (Devamla): Oralar bahis mevzu değil. Biz bu adamın
azil sebebini arıyoruz. Sebep olarak bir de izinsiz başka taraflara birkaç defa git
miştir deniyor. Halbuki mütalaa ettiğimiz evraka göre izinsiz birkaç defa gittiğine
dair bir şey yoktur. Birkaç gün için bir defa gitmiş ve bu da Mutasarrıfın izniyle
olmuştur. İzinsiz olarak vazifesini terk edip de başka bir yere gittiğine dair bizim
baktığımız evrakta bir şey yoktur. Varsa ibraz etsinler. Bir de ahengi bozmak me
selesi var. Ahenk bozmak meselesini ben anlayamıyorum. Çünkü bu şahıs oraya

454
meşruiyeti muhafaza için gitmiştir ve elbette bu bakımdan vazifesini yapacaktır.
Vazifesi, ahenk bozmak değil, ahenk yapmaktır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliğine dair üç
önerge var. (kafi, kafi sesleri)
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Reis Bey, bir de azlin lehinde söylensin müsaade
buyurun. Üç milyon insanın oylarını düşününüz, hata yapacaksınız rica ediyorum.
(gürültüler)
ALİ RIZA EFENDİ (Amasya): Ne demek? Yine bomba koyuyorsun.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Arkadaşlar işi başka safhaya sokuyorsunuz,
(gürültüler) arkadaşlar işi başka safhaya döküyoruz. Burada ne Nakşi Şeyhi'nin ve
ne de baba efendilerin meselesi yoktur. Bunu bu safhaya dökecek olursak mem
leket için faydalı olmayacağı kanaatindeyim. Binaenaleyh bir adam azledilmiş, bu
adam bu azlin doğru olmadığından, bizim tanıdığımız ve kanunların hükümlerine
muhalif hareket yapıldığından şikayet ediyor. Nereye? Büyük Millet Meclisine ev
velce alakalı makamına şikayet etmiş oradan bir şey çıkaramamış. Biz her vakit
buradan iddia ediyor ve bağırıyoruz ki biz halk arasında adaleti temin edeceğiz,
Memlekette kanunu hakim kılacağız. Memlekette, yapılan şikayetler buraya gelmi
yor. Üç seneden beri bir şikayet tetkik ediyoruz onda da bir asabiyet gösterecek
olursak ve asabiyetle tetkik edecek olursak milletin şikayet ümidi de mahvolmuş
olacaktır. Binaenaleyh bizim yapacağımız şey, gelen bu şikayeti tetkik etmektir.
Kanuni midir, değil midir? Babalarla ister ahenk içinde olsun, ister olmasın, biz o
ahengi ait olduğu makama veririz. Şimdi tetkik edilecek şey, bu azlin mevzuata
uygun olup olmadığı meselesidir. Kanun tatbik etmek sizin vazifenizdir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendiler sükunetinizi muhafaza ediniz.
Müzakerenin yeterliliğini oylarınıza arz ediyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın.
Kabul edilmiştir. Müzakere kafi görüldü. Dilekçe Komisyonunun raporunu oylarını
za arz ediyorum. (ret sesleri) Rica ederim, daha önergeleri oya koymadım.
TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Efendim önergeleri oya koymak Din İşleri Vekaletine
güvensizlik oyu vermek demektir. (hayır sesleri)
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Kanunu muhafaza etsin. Evet, güvensizlik oyu verile
cektir.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Dilekçe Komisyonunun raporunu oya koyarak gündemin
müzakeresine geçilmesini teklif eylerim.
Biga Mebusu
Hamit

455
TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Hükmün kaldırılmasını teklif ederim. 24 Nisan 1338
İçel Mebusu
Şevki

TBMM Başkanlığına
Komisyon raporuyla kanuna aykırı olduğu anlaşılan ve azline gerek bu
lunmayan Şeyh'in vazifesi başına iadesini teklif eyleriz.
Kırşehir
YahyaMebusu
Galip Erzurum Mebusu
Salih

TBMM Başkanlığına
Alevi Bektaşi Tarikatı merkezinde bir Nakşibendi postu bulunması yanlıştır.
Lağvedilmesi teamüle uygundur. Nakşî Şeyhliğinin lağvını teklif ederim.
24 Nisan 1922
Kütahya Mebusu
Besim Atalay

TBMM Başkanlığına
Bugün ve istikbalde bu gibi münakaşaların çıkmasına meydan verilmemek
için Bektaşi Vakfı üzerindeki istisnai muamelelerin kaldırılmasıyla, bunların ida
resinin Vakıflar İdaresine devredilmesini ve bütün muamelelerin buradan yapıl
masını teklif eylerim.
Erzurum Mebusu
Nusrat

NUSRAT EFENDİ (Erzurum): Efendim, Bektaşi Vakfı üzerindeki istisnanın kaldı


rılması ile Hükümete iadesini teklif ediyorum. Yani Hükümetin zapt etmesini talep
ediyorum. (o sonraki iştir, şimdi zamanı değil sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Nusrat Efendi'nin önergesi hak
kında zaten Komisyonda bir mesele var, bugün burada halledilmeyecektir. Dilekçe
Komisyonu raporunun kabulü ile bu raporun Din İşleri Vekaletine havalesini kabul
1
edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (24 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.369-376, http://www.tbmm.gov.tr/
456
(Beş gün sonra, 29 Nisan 1922 tarihindeki oturumda...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, bir istifa dilekçesi var. Bursa Mebusu Musta
fa Fehmi Efendi Din İşleri Vekaletinden istifa etmiştir. O okunacak.

TBMM Başkanlığına
Büyük Millet Meclisinin geçen Pazartesi günkü toplantısında Hacı Bektaşi
Veli Hazretleri türbesinin postnişinliğinden azledilen Hasan Efendi'nin memuriye
te iadesi hakkındaki Dilekçe Komisyonu raporu Meclis Umumi Heyetince müza
kere olunarak kabul edilmiştir. Meselenin bu şekilde halledilmesi, Yüce Heyetin
şimdiye kadar hakkımda gösterdiği itimadın zayıfladığını gösteriyor. Binaenaleyh
Din İşleri Vekaletinden istifa ediyorum. Kabulünü rica ederim. 27 Nisan 1922
Bursa Mebusu
Mustafa Fehmi
1
RAUF BEY (Başkan Vekili): Yüce Meclisin malumatına arz edilmiştir, efendim.
(On gün sonra, 9 Mayıs 1922 tarihindeki oturumda...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Din İşleri Vekaleti adaylarını Yüce Heyetinize arz
edeceğim. Fakat uygun görürseniz teneffüs için celseyi tatil edelim veya seçime
devam edelim. (devam, devam sesleri) Adayların listesini arz ediyorum.

TBMM Başkanlığına
Mustafa Fehmi Efendi Hazretlerinin istifalarıyla boşalan Din İşleri Vekaleti
için aşağıda yazılı adaylardan birisinin seçilmesi için lazım gelen muamelenin
yapılmasını rica eylerim, efendim.
Abdullah Azmi Efendi (Eskişehir) Musa Kazım Efendi (Konya)
Hacı Süleyman Efendi (İzmir)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal
MUSA KAZIM EFENDİ (Konya): Efendim, çok istirham ediyorum. Ben bu vazifeyi
katiyen yapamam, mazurum. Bana verilecek oylar diğer arkadaşlara ve münasip
lerine verilsin. Çok rica ederim, istirham ederim, efendim.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Ben de rica ederim bu şekilde seçim için Yüce Mec
lise teklif yapılacak adaylar kimlerse onları bilelim ve oyları ona verelim, efendim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Oylamaya başlıyoruz. Oy pusulalarınızı isimler okun
dukça atınız, efendim.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (29 Nisan 1922), 1.Dönem, c.19, s.438-442, http://www.tbmm.gov.tr/
457
(Ad okunarak oylama yapılır. Ara verilir. Oylar sayılır ve...)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Din İşleri Vekaleti seçiminde oylamaya iştirak eden
186, Hacı Süleyman Efendi 79, Abdullah Azmi Efendi 78 oy almışlardır. 18 çekim
1
ser vardır. Bir netice hâsıl olamamıştır. İkinci defa olarak oya arz edilecektir.
(Bu oylama ile birlikte İktisat Bakanlığı ve Sağlık Bakan Vekilliği için de oylama yapıl
mıştır. O oylamalarda da karar yeter sayısına ulaşılamamıştır. İki gün sonra 11 Mayıs
1922 tarihindeki oturumda...)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, bazı üyeler İktisat Vekiliyle Din İşleri Vekili
oylamasının aynı zamanda icrasını teklif ediyor. Ayrı ayrı oy pusulaları üzerine
yazılarak ayrı ayrı kutulara atılmak üzere yapılacaktır. Kabul buyuranlar lütfen
ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmiştir. O halde efendim, İktisat ve Din İşleri vekilleri
adayları malumdur. Bir daha okutturmayacağım.
HACI SÜLEYMAN EFENDİ (İzmir): Efendiler, bana karşı göstermiş olduğunuz
samimi teveccühe teşekkürler ederim. Şer'iye Vekaleti gibi mühim, müşkül, her iki
dünyada da sorulara sebep olacak bir vazifeyi yürütmem için adaylığımı kabulü
nüz, hakkımda olan itimadın büyük delilidir. Ancak bu ihtiyar yaşımın böyle kutsi
bir hizmeti ifaya müsait olmadığından adaylıktan istifamın kabul buyrulmasını bü
tün mevcudiyetimle istirham ediyorum. (olmaz, hayır sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Meclise vazife kalmıyor.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Adaylığı kabul etmediğini söylüyor, kendi istifa ediyor.
Siz ister kabul edersiniz, ister etmezsiniz. Kabul buyurmazsanız oy veriniz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Usul hakkında söz istiyorum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Buyurun.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, Şer'iye Vekâleti benim itikadımca memle
ketimizin Hilafet Makamını da içine alan bir İslam Hükümetinin en büyük idari ve
ilmi makamıdır. Bu bakımdan bu seçim için çok büyük itinaya ve bilhassa her iki
dünyanın vebali için fevkalade büyük düşünmeye ihtiyaç vardır. Mevcut olan aday
listesinden iki üye çekildi, bir üye kaldı. Ben mevcut adayın namusunu ve ilmini
bahis mevzu etmiyorum. Fakat ben bunun şeklini anlamıyorum. Bu noktada mev
cut vaziyeti müşkül görmekteyim ve kendi kanaatimce Meclisin kendi kanaatini,
serbest seçim yapabilmesini bilhassa lüzumlu buluyorum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Kanun gereğince aday gösterme hakkı Meclis Reisliği
ne terk edilmiş kanuni bir haktır. Şer'iye Vekaletine Abdullah Azmi Efendi, Musa
Kazım Efendi, Hacı Süleyman Efendi aday gösterilmişlerdir. Bunlardan ikisi affedil
meleri için Yüce Heyetinize maruzatta bulunmuşlardır. Oylarınızı kullanmakta ser
best ve hürsünüz. Mesele Selahattin Beyefendinin buyurduğu gibi değildir. Üç aday

1
TBMM Zabıt Ceridesi (9 Mayıs 1922), 1.Dönem, c.20, s.5-6, http://www.tbmm.gov.tr/
458
vardır, oylarınızı kime arzu ederseniz ona verirsiniz. Oy verme muamelesine başlı
yoruz. İktisat ve Din İşleri vekilleri adayları malumdur. Bir daha okutturmayacağım.
(Ad okunarak oylama yapılır. Oy pusulaları sayılırken diğer gündem maddelerinin görü
şülmesine geçilir. Bir süre sonra...)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Din İşleri Vekaleti için yapılan oylamada
oylamaya iştirak eden üye 210. Karar yeter sayısı vardır. Abdullah Azmi Efendi
Hazretleri 116, Hacı Süleyman Efendi 79 oy almışlardır. Bu halde Eskişehir Me
busu Abdullah Azmi Efendi Hazretleri 116 oyla Din İşleri Vekaletine seçilmişlerdir.
(Allah muvaffak buyursun sesleri)
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Din İşleri Vekili) Efendim, Hükümetin idaresinde en
temel makam olan bir makamın yükünü zayıf omuzlanma yüklüyorlar. Bu yükün
altından kalkmak, mesuliyet ve vazife bakımından hem Meclise karşı, hem Şeriata
karşı ve hem de Şeriatın sahibine karşı bu mesuliyetten bir dereceye kadar kurtu
labilmek için Meclisi teşkil eden üyelerin bu hususta yardımlarına ve desteğine
ihtiyaç vardır. Bir iki asırdan beri bu makamın bir tarihi yadigar olmak üzere muha
faza edildiğini görüyorum. Vaktiyle Kanunu Esasi salnamelerin baş tarafında yazı
lır ve muhafaza edilirdi. Bu kutsi makamın da bir asırdan ve belki bir buçuk asır
dan beri böyle muhafaza edilmekte olduğunu görüyorum. Halbuki bütün devlet
daireleri kendisinden doğmuştur. Bunu ihmalden fazla imal edebilmek Meclisiniz
den verilecek salahiyete, yani o makinenin işletecek teşkilata bağlıdır, efendim. O
teşkilat öyle katipler teşkilatı değildir. İlim erbabını vücuda getirmekten ibarettir. O
makamın bugün Hükümet dairelerinin her birine karşı bir müdahale hakkı vardır.
Bunu kullanabilmek için birtakım teşkilata ihtiyaç vardır. Böyle yalnız başına idare
ye memur olan bir Şer'iye Vekilinin yapacağı bir iş değildir. Hükümetimiz, yani
Büyük Millet Meclisi Hükümeti her manasıyla ve tamamıyla bir İslam Hükümetidir.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Yaşa...
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Devamla): Eğer böyle bir zamanda, biz o makamı
kullanamazsak, hiçbir zamanda kullanamayız. (çok doğru sesleri) Binaenaleyh
Meclisten yardım gördükçe gücüm, kuvvetim kadar orada çalışmaya gayret ede
ceğim. Yardımlarınızın kesildiği gün, çünkü o makam hem Şeriat'a, hem Şeriat
sahibine ve hem de Meclise karşı mesul olduğu için, beni de oradan çekilmiş gö
receksiniz. Ancak yardımlarınızın manası itimat manasında değildir. Yani Vekalet
olarak yapacağımız tekliflerimize karşı yardımlarınızın çekildiği gün beni oradan
çekilmiş göreceksiniz. Binaenaleyh zayıf omuzlanma yüklediğiniz bu yükü beraber
taşıyacağız. Çünkü bu ikinci mesuliyet ki doğrudan doğruya Şeriat'a ve Şeriat
1
sahibine karşı mesuliyettir. (alkışlar, Allah muvaffakiyet versin sesleri)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (11 Mayıs 1922), 1.Dönem, c.20, s.23-26, http://www.tbmm.gov.tr/
459
MAYIS 1922

6 MAYIS 1922: BAŞKUMANDANLIK GÖREV SÜRESİNİN UZATILMASI HAK


KINDAKİ KANUN
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 39.Birleşim, Gündem: 2/1)

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, her üç aylık sürenin dolmasın


dan önce, yetkisinin sona ereceğini bir genelge ile gerekli yerlere tebliğ
etmekte, hemen arkasından bir kısım milletvekilince, kanunun tekrar
yürürlüğe girmesine ilişkin teklifler sunulmaktadır. Kanunun her günde
me gelişinde, gittikçe şiddetlenen, kırıcı tartışmalar yapılmakta, kanuna
muhalefet edenlerin çoğaldığı görülmektedir. İtirazın genelde, Mustafa
Kemal Paşa'ya değil, verilen yetkiye olduğu belirtilmektedir.

(İki gün önce, 4 Mayıs 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, on beş imzalı önerge okunuyor,
dinleyelim.

TBMM Başkanlığına

Başkumandanlık Kanunu müzakeresinin gizli celsede yapılmasını teklif


eyleriz.
Sivas Mebusu
Hüseyin Rauf ve 14 arkadaşı

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, buradan panorama gibi kanunlar çı


kamaz. Aleni bir kanunun gizli müzakeresinin manasını arkadaşlarımdan sorarım?
Bir Başkumandanlık Kanunu var, bir takım salahiyetler veriyoruz. Bu salahiyetler
hakkında, aleyhinde konuşmak yasak mıdır? Millet konuşulanları duymalı, demeli
ki ben vazifemi şu şartlar altında şu adama veriyorum. Bunun gizli celsede yapıl
ması, öteden beri takip edilen sakat bir siyaset mahsulüdür, bundan artık vazgeçi
niz. Efendiler Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının başkumandanı olmak üzere,
kendi tarafından birisini tayin ederken ve bunun hakkında müzakere edilirken ben
haykırarak diyeceğim ki efendiler, bu şartlar dairesinde yetkinin şu kısmını ben
vermeyeceğim. Bunun hakkında söylenen sözlerin gizli celsede söylenmesinin
manası nedir, efendiler? Ben efendiler, bu kanunların, bir millet olarak, bir milletin
tercümanı olarak, mebusu olarak, milletin bütün hukukunun sahibi bulunan bir
mebus sıfatıyla çıkıp burada diyeceğim ki efendiler, ben şu hakkımı vereceğim,
hakkımın bu kısmını vermeyeceğim, şu yapılacaktır, bu yapılmayacaktır. Bunları
böyle gizli celsede oyuncak şeklinde müzakere etmenin manası nedir, efendiler?
Ben bunun gizli celsede müzakeresini katiyen münasip görmüyorum. Her mebus
kendi kanaatini, fikrini tanımalıdır.

SELAHATTİN BEY (Mersin): Millet de anlasın.

460
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Millet de bilsin ki batağa giderken de hesap so
racaklar. Binaenaleyh gizli celseler, mühim meselelerde olur. Gizli celsenin mahi
yeti başkadır. Açıklanması zararlı olan meseleler hakkındadır. Yoksa bir adam
hakkında, yirmi adam hakkında, elli adam aleyhinde söz söylenecek imiş. Bunlar
efendiler en meşru haktır. Millet, herkesin vicdanını tanımalıdır. Rica ederim böyle
panoramalardan vazgeçin. Her şey açık ve serbest olmalıdır ve gayet serbest
konuşulmalıdır. Bu gibi meseleler böyle kapalı celselerde müzakere olunamaz.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim bence gizli celse için verilen bu önerge
yerinde değildir, sırasızdır. Çünkü ortada müzakere edilecek bir kanun olur ve o
zaman o kanunun müzakeresi için gizli celse istenir. İç Tüzük gayet açıktır. Ka
nunlar evvela usulen Tasarı İnceleme Komisyonuna gider, oradan gelir, gündeme
alınır ve ondan sonra müzakeresine geçilir. Müzakerenin gizli veya aleni olacağı,
kanunun gündeme girmesinden sonra anlaşılacak bir iştir. Hüseyin Avni Bey ar
kadaşımızın da buyurduğu gibi Meclis, bu işe bir fevkaladelik verip de kendi pren
sibini katiyen bozamaz.
CEMİL BEY (Kütahya): Efendiler, bu kanun ilk defa müzakereye konulduğu va
kit… (hangi kanun, kanun yoktur sesleri) Başkumandanlık kanunu… (öyle şey yok
sesleri) Bu kanun müzakereye konulduğu zaman ben memnun oldum. Fakat ne
zaman memnundum. Meclisin manevi şahsiyeti olan başkumandanlık, Reisimiz
Paşa Hazretleri de başkumandan vekili olacak diye, memnun olmuştum. Sonra bir
hükümdarın hakkı olan başkumandanlık vazifesinin Reisimize verilmesinin doğru
olmadığını düşündüm ve o vakit muhalefet oyu verdim. Çünkü bu kanun ananemi
ze, teamülümüze uygun değildir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Anane yok efendim, hepsi Meclis.
CEMİL BEY (Devamla): Milli anane vardır. Fakat bugün arz ediyorum ki Paşa
Hazretlerine verilmiş olan bu yetkinin geri alınması zararlıdır. Hatta üç ay değil altı
ay uzatalım ki düşmanlarımız da bizim tamamıyla hazırlanmış olduğumuza ve her
şeyi gözümüze almış olduğumuza kani olsun.
HULUSİ BEY (Karahisar): Başkumandanlıkla, çünkü düşmanı kovduk?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim Başkumandanlık Kanununun ilk defa müza
kere edilip kabul edilmiş olan gizli celsesini hatırlatmak isterim ve o zamanı gözü
nüzün önüne getirmenizi rica ederim. Düşmanın ne tarafta olduğunu ve vaziyetin
o zamanki buhranını düşünelim. O buhran tahtında bile şu Meclis milli hukukunu
son demine kadar müdafaa etmeyi düşünmüş, düşman orada dururken ve Hükü
met Ankara'yı terk etmeyi teklif ederken, bu Meclis yine salahiyetlerinden bir kıs
mını öyle gelişi güzel vermemiştir. O vakit zannediyorum ki Meclisin yasama sala
hiyetlerinden bir kısmının başkumandanlığa verilmesi gayet lüzumlu idi. Ben o
noktaya dayanarak kabul oyu vermiştim. Fakat o kanuna bugün bu şekilde ihtiyaç
olmadığına kaniim. (hiç lüzum yok sesleri) Böyle bir kanunla yani Meclisin böyle
bir devirde yasama salahiyetini ufak bir nebze bile olsa gasp ve tahdit edecek bir
461
kanuna bugün lüzum yoktur. Fakat o gün lazım idi. O zaman başkumandan olan
zat demişti ki bugün kapımıza gelmiş olan düşmanın kovulmasını arzu ediyorsa
nız, bunun kovulması için bazı fevkalade tedbirlere lüzum vardır. Eğer lüzumlu
kanunları Meclisten çıkarmaya kalkarsak çok zaman geçecektir, zaman yoktur
binaenaleyh bazı acil kanunları çıkarmayalım demişti. Biz de bunun doğru olma
dığını bilerek fakat zaruret itibariyle kabul etmiştik. Nitekim biliyorsunuz ki milli
yükümlülük gibi bu Meclisin hakkına ait olan kanunlar başkumandanlık imzasıyla
yapılmıştır. Fakat efendiler bugün vaziyet değişmiştir, bugün zor bir devirde deği
liz. Binaenaleyh Meclisin kendi hak ve salahiyetine tam olarak sahip olması za
manıdır. O zamana mahsus olan bu hakkın geri alınması için bu kanunun yeniden
müzakere edilmesi ve sırf bir Başkumandanlık Kanunu olarak kalması lazımdır.
Bunun için de zannediyorum gizli müzakereye lüzum yoktur. Müzakere aleni olma
lıdır, gizli nedir efendiler, kimden gizliyoruz? Bunu Avrupalılardan gizlemek, onla
rın alakası yoktur. Harici bir şey olsa siyasetimiz değişir diye korkardık. Bu dahili
bir meseledir. Dahili bir mesele için gizli yapmak, milletten korkmak demektir. Mil
letten korkacağımız bir işi yapmamak daha doğru olur.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Bey bir şey öğrenmek isterim. Bu kanun gün
demimizde var mıdır, yok mudur? Gündemimizde yoksa, Meclisi beyhude işgal
etmek günahtır.
TAHSİN BEY (Aydın): Efendim zannediyorum ki müzakerenin aleni olmasına ta
raftar olacak adam varsa ben, birinci olarak kendimi görüyorum. Fakat öyle zan
nediyorum ki bugünkü vaziyette...
HULUSİ BEY (Karahisar): Vaziyette bir şey yoktur, efendiler. Hiç bir şey yoktur
Karamsar bir şekilde göstermeyin. Onlar kuru gürültüdür.
TAHSÎN BEY (Devamla): Kuru değil, şimdi bir takım sulh görüşmeleri...
HULUSİ BEY (Karahisar): Başkumandan olmazsa, millet var.
TAHSİN BEY (Devamla): Bütün Avrupalılar işin iç yüzünü gördüğümüz gibi bil
mezler. Bizim kuvvetimiz, milletin başkumandan ve Meclis reisliği etrafında müthiş
bir kitle olarak bulunması ile tecelli eder.
HULUSİ BEY (Karahisar): Unvanla birleşme olmaz.
TAHSİN BEY (Devamla): Binaenaleyh bugün başkumandanlık salahiyetinin de
vamı veya kaldırılması hakkında vuku bulacak müzakerenin aleni olması hiç bir
vakit uygun olamaz. Buna karar verelim. Olabilir ki başkumandanlığın kurulması
ve bu kumandanlığın Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine verilmesi zamanındaki
şartlar değişmiştir. Fakat yine başkumandanlığın devam etmesi mutlaka lüzumlu
dur. Ben iç meselelerden dolayı değil, dışarıya karşı müzakerenin gizli olması
taraftarıyım. Bu hususta cereyan edecek müzakerenin gizli olmasını Yüce Heyeti
nizden istirham ederim.

462
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Arkadaşlar, ben de Ali Şükrü Bey biraderimi
zin fikrine tamamıyla iştirakle beraber gizli celseye lüzum görmemekteyim. Çünkü
malumunuz bugün Başkumandanlık Kanunu bitmiştir. Bu kanundan bahsetmek
doğru değildir. Müddeti dolmuştur, kanun yoktur. Bugün akşamüzeri bitecektir.
Binaenaleyh bugünden itibaren kanun yoktur. O kanunun üç beş saatlik ömrü
kalmıştır. Yeniden başkumandanlığa lüzum var mıdır, yok mudur? Meclis, başku
mandan seçecek ise Paşa Hazretlerini mi seçecek? Başkasını mı yapacak? Ne
salahiyetle yapacak? Bunlar ayrıca birer meseledir. Binaenaleyh zaten bu gibi
meseleleri görüştüğümüz zaman evvela gizli celsede görüşüyoruz, sonra aleni
celseye geçiyoruz. O kanunu orada müzakere ediyor ve kabul ediyoruz. Milletten
hakikati ve mebuslarının söylediği sözleri saklıyoruz. Ne yabancılara karşı ve ne
de başkalarına karşı gizli bir tarafı yoktur. Ancak bizi seçenlere karşı sözlerimizi
saklamış oluyoruz, mesele bundan ibarettir. Çünkü kanunu gizli celsede müzakere
ediyor, aleni celsede kabul ediyoruz. Ne için efendiler, aleni celsede bir komedya
oynuyoruz? Bunun mahiyeti bir komedyadan ibarettir. Ne için gizli celsede görüş
tüğümüzü, aleni celsede kabul ediyoruz. Komedyadan vazgeçelim. Gizli celseye
lüzum yoktur.
TAHSİN BEY (Aydın): Evet, bütün dünyanın kabul ettiği bir usuldür.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Dünyanın daha iyi usulleri vardır.
HULUSİ BEY (Karahisar): Kahrolsun bu dünyanın usulleri.
YUNUS NADİ BEY (İzmir): Efendim, evvela gizli celse yapılsın mı, yapılmasın mı
meselenin halli lazım gelir. Şimdiye kadar söylenilen sözler kafi derecede ispat
etmiştir ki bu başkumandanlık gibi en nazik bir meseleyi bu şartlar dâhilinde aleni
olarak müzakere etmek uygun değildir. Müzakere kafidir zannediyorum. Evvela
gizli müzakere edelim, sonra aleniye geçelim. Müzakere kafidir. Bu hususta diye
cek başka bir şey yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bizde mukaddes şahıslar yok, lehinde de söyle
riz, aleyhinde de söyleriz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Arkadaşlar, hakikaten milletin başına yapacağımız bir
ameliyatı gizli surette yapmanın yanlış olduğunu bilirim. Bu gafil Hükümet, fakat
bu sizin beğendiğiniz ve iyi takdir ettiğiniz gafil Hükümet bugün ticaret temsilcisi
veya başka emellerle memleketin içerisine şapkalıları doldurdular. (mevzua gel,
sesleri) Mevzuu budur, efendim. Bu Hükümet bunları zannediyor ki ticaret, ilmi
inceleme için geziyorlar, halbuki it oğlu itler casus olarak geziyor. Hatta bu gafil
Hükümet Fransızlarla bir sulh yaptı.
HAFIZ HAMDİ BEY (Biga): Salih Efendi, mevzua gel azizim. (devam sesleri)
SALİH EFENDİ (Devamla): Mevzudur efendim. Bir dakika müsaade buyurun be
yefendi. Hükümet Fransızlarla bir sulh yaptı.

463
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Efendim mevzu harici söylerse, Divan ihtar eder.
Arkadaşların söz kesmeye hakları yoktur. (doğrudur sesleri)
SALİH EFENDİ (Devamla): Fransızlarla bir sulh yaptılar. Halbuki bugün Fransız
Genel Kurmayı ta Pozantı'dan itibaren demiryolu hattını işletiyor, yani bu dehşetli
bir inceliktir. (gürültüler) Bunu Hükümet bizden saklıyor. Onun için her ne olursa
olsun ben de kanunu aleni görüşmeyi arzu edenlerdenim. Fakat Meclise karşı bu
Hükümetin tutumuna karşı, bu işi bir kere gizli konuşalım, ondan sonra kabul ede
ceksek edelim. (gürültüler) Efendiler, müsaade buyurun bizden bir hak gasp et
mek ise, Mustafa Kemal Paşa bizden o hakkı gasp etmek istiyorsa kendisini kü
çültür, biz de hakkımızı vermeyecek iken verirsek aptalız. Bu işi halledelim sonra
başka safhasına geçeriz. (oya sesleri)
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, ben esas meseleye girişmeden evvel,
Erzurum Mebusu Muhterem Salih Efendi arkadaşımızın Hükümete mevzu dışı söy
lediği hakarete varan gafil sözünü müsaadenizle reddetmek isterim. Efendiler...
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Buna bütün Hükümet vekilleri de iştirak
ediyor.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendiler, Hükümeti tenkit lazım geliyorsa soğukkanlı
lıkla, madde zikretmek suretiyle nezaket ve incelik dairesine tenkit olunabilir, bizim
de haysiyet ve şerefimiz vardır. Şimdi Başkumandanlık Kanunu bahis mevzu iken
gafil Hükümet diye mütemadiyen tekrar etmek ve söylemekte ne mana vardır, ne
de başka bir hikmet vardır. (doğru sesleri) Sonra gafil olduğunu ispat yolunda
söylediği sözlerde güya şapkalı birtakım adamlar geldiği söyleniyor. Efendiler,
onların hepsi dışarıda bulunan temsilcilerimizin tavsiyesiyle gelmiş adamlardır,
haklarında tahkikat yapılmıştır. Lehimizde Avrupa gazetelerinde neşriyatta bulun
muş adamlardır, gelişigüzel getirilmiş adamlar değillerdir. Sonra Matbuat Müdür
lüğü bunların her yazdıklarını inceliyor ve filhakika Milli Hükümetimizin ve Yüce
Meclisimizin azim ve meramını bunlar gayet açık ve anlaşılır bir surette Avrupa
kamuoyuna tebliğ ediyorlar. Öteden beri Hükümete yüklenen bir kusur vardır. O
da Hükümet layığı gibi Avrupa'da propaganda yapamaz. Efendiler, böyle ayağımı
za gelmiş olan adamlar bilhassa masrafsız gelen adamları bu kadar güzel propa
gandalar yaparken böyle denildiği gibi bunların memleketimize kabulünü, gaflet
demek zannederim ki bunların faydasını kabul etmemek demektir. Bundan başka
bunların içerisinde memleketimiz için gayet uygun mali ve iktisadi tekliflerde bulu
nanlar var, efendiler. Memleketimiz bu halde kalamaz, biz isteriz ki bir an evvel
yollarımız yapılsın, limanlarımız yapılsın, memlekete servet girsin, biraz da refah
ve saadet hasıl olsun. Bu da en uygun şartlar altında bize yapılan tavsiyeler üzeri
ne buraya kabul edilmişlerdir. Bu şartlar kabul edilmezden evvel Yüce Heyetinizde
uzun uzadıya tetkik ediliyor. Kendileriyle görüşebilmek imkanını temin edebilmek
için de kendilerinin buraya gelmesi lazım oluyor. Bunda Salih Efendi gaflet yoktur,
hizmet vardır. Vatana hizmet vardır, vatana aşk ve bağlılık vardır.

464
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendim, yanlış anlaşılma var, yanlış düşünülüyor.
Müsaade buyurun, sizi alay maksadıyla değil. Gaflet demekten maksadım, Hükü
met bazen uyuyor.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Siz de uyuyorsunuz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Evet ben de uyuyorum. Gaflet bir şey değildir. Hatta
gaflet Peygamberlerde de olur. Bunu kınamak ve hakaret düşünmemelisiniz.
FUAT BEY (Bolu): Birini tamir etmek isterken, ikinci bir hatada bulunuyorsunuz.
(gürültüler)
SALİH EFENDİ (Devamla): Beyefendi, Zatıaliniz de vekil olmak arzu buyuruyor
sanız o başkadır. Lâhmi ilâhmike, cismi cismike. (onlar kendilerine ayrılık veriyor
larsa ayrı değildirler)
ALİ FETHİ BEY (Devamla): O halde siz de dahilsiniz, kendinize de gafil deyiniz.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Meclis gafildir, deyiniz.
HULUSİ BEY (Karahisar): Bunu Meclis kabul etmez. (gürültüler)
SALİH EFENDİ (Erzurum): Hayır Meclis gafil değildir, ben gafilim diyorum.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Salih Efendi Meclis gafildir deyiniz ki Yusuf Kemal
Bey’in hoşuna gitsin.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendim, öğrendiğim bazı şeyleri gelip Dışişleri Vekili
nin anlatması lazım gelir. Yusuf Kemal Beyefendi bu Pozantı'da Fransız Genel
Kurmayının işlettiği tren meselesini anlatsın. Buyursun izah etsin, ben gaflet atfedi
yorum. Söylediklerim hakiki değilse, hakkımda verilecek cezayı da kabul ediyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, şimdi gafil meselesini bırakalım da bu
elimizdeki işi çıkaralım. Ondan sonra bunlar hallolunsun.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bu meseleyi izah etsin, ondan sonra Söke meselesini
soracağım.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim, Hükümete karşı veyahut filan,
filan vekile karşı bu vekil şu kabahati yapmıştır, şu vekil şunu yapmıştır demek
lazım gelir iken bunları ayırmayıp Hükümete gafildir denirse bu doğru değildir.
Gaflet kelimesinin altında başka mana varmış. Bilhassa şu sırada gaflet, hıyaneti
akla getiriyor. Başka bir şey değildir. Bu söz söylendiği zaman kendimi müdafaaya
niçin müsaade etmiyorsunuz. Rica ederim şimdi müsaade buyurunuz. Zaman
oluyor ki... (gürültüler) Mesele daha hususi bir safhaya intikali etti. Dışişlerine ait
bütün soracağınız suallere Dışişleri Vekaleti şimdi cevap vermeye hazırdır. Söke
meselesi hakkında Sırrı Bey’den bir sual aldım. Söke meselesi hakkında Dışişleri
Vekaleti ne zaman cevap almıştır diyor. Dışişleri Vekaleti, şu tarihte cevap almış
tır. Bu tarihte cevap yazılmıştır, demeye hazırdır.

465
LÜTFİ BEY (Malatya): Biz neyi müzakere ediyoruz. Gizli celseyi ne için yaptık,
müzakere nedir? (şiddetli gürültüler)
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Hükümet buna cevap vermeye mecburdur. O vakit
gülüyorduk, orada iftihar ediyorduk. Eğer Hükümet gafil ise sen de ben de gafiliz,
Mecliste gafildir. Gafleti görmemekte gaflettir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): O halde Karahisar’ı ne için bıraktın geldin, eğer Hükü
met gafil değilse...
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Evet, ben bugün senden fazla kalbim yaralı.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Malum, malum!
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Bittabi gafleti görmemek, gaflettir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, müzakere mevzuu bir kanun teklifinin gizli
veya aleni celsede müzakeresi meselesidir. Arkadaşlarımızdan bir zatın buyurdu
ğu gibi ortaya gelen bir kanun teklifidir veya bir kanunun yürürlülük süresinin uza
tılması hakkında gelen bir kanundur. Bunun Meclisin kaidesi mucibince Tasarı
İnceleme Komisyonuna gitmesi lazımdır. Amma, bugün sonuncu üçünde günü imiş, ayın
dördü imiş, bunu vaktiyle vereceklerdi. Dördünde yerine, vermek lazımdı.
Binaenaleyh, bu kanun teklif usulüne göre Tasarı İnceleme Komisyonuna gider,
oradan Meclise gelir, ondan sonra müzakeresini ister aleni, ister gizli yaparız,
efendim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliği hakkında
bir önerge var.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Elde ve meydanda bir kanun yok iken Divan
müzakerenin yeterliliğini reye koyuyor. Binaenaleyh aleni ve gizli olarak neyi mü
zakere ediyoruz. Evvela, Divanın böyle bir teklif var mı bunu haber versin.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Başkumandanlık Kanununun
yürürlüğünün uzatılması hakkında bir kanun teklifi vardır. Şimdi efendim, üç şık
vardır. Birisi kanunun aleni, diğeri gizli, üçüncü şık ta Tasarı İnceleme Komisyo
nuna gitmesi şeklindedir. Binaenaleyh müzakereyi kafi görenler... (gürültüler)
TAHSİN BEY (Aydın): Efendim, bir kişinin söz söylemek hakkı vardır. Bunun gizli
veya aleni olması hakkında Dışişleri Vekili görüşünü beyan etmesi lazımdır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğini kabul edenler
lütfen el kaldırsın. Müzakere kafi görüldü. Efendim, bu teklifin Tasarı İnceleme
Komisyonuna gidip gitmemesini oya sunuyorum. (şiddetli gürültüler)
BİR MEBUS BEY: Reis Bey, celsenin şekli belli olsun.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Celsenin gizli olarak devamını kabul buyu
ranlar lütfen el kaldırsın. Efendim, celsenin gizli olması çoğunlukla kabul edilmiştir

466
Efendim, arkadaşlarımdan birisi çoğunluğa şüphe etti. Diğer bir arkadaşım ise
şüphe etmiyor. Binaenaleyh, meselenin ehemmiyetine binaen tekrar oya sunaca
ğım. Başkumandanlık Kanununun gizli celsede müzakeresini kabul edenler lütfen
ellerini kaldırsın. Efendim, büyük ekseriyet ile kanunun gizli olarak müzakeresi
kabul edilmiştir. Kanunu okutuyorum.

BAŞKUMANDANLIK KANUNUNUN YÜRÜRLÜLÜĞÜNÜN ÜÇ AY DAHA


UZATILMASINA DAİR KANUN
Madde 1. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa'ya başkumandanlık
verilmesine dair olup evvelce iki defa üçer ay uzatılmış olan kanun, üç ay daha
uzatılmıştır.
Madde 2. Bu kanun 5 Mayıs 1922 tarihinden itibaren geçerlidir.
Madde 3. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur.

SELAHATTİN BEY (Mersin): Reis Bey müzakere usulü hakkında bir şey arz et
meye müsaade eder misiniz? Efendiler, geçen sene burada bu kanun müzakere
edilirken bunun lüzumunu... Anlamayanlar ise kendi düşüncelerine göre gidiyorlar.
Esasen geçen sefer bu kanun nereye gitti? Doğru Tasarı İnceleme Komisyonuna.
Pekala, bu niçin gitmiyor? Başkumandanlık Kanununun uzatılmasının gerekçesi
nedir, onu görelim, ona göre bunu düşünelim. Sonra böyle bir mevzunun münaka
şası apansızın insanın karşısına çıkarılmaz. Onun için ben bunu milletten mal
kaçırmak gibi bir şey addediyorum. Böyle şahsen kendimize verilmeyen bir hakkı,
devren böyle başkasına vermeyi manasız görüyorum. Fakat başkumandan olan
zat, başkumandan olarak vazifesini yapar. Yani başkumandanlık sıfat ve salahiyeti
ile vazife ifa eder. Fakat Yüce Meclise ait olan hak ve salahiyetiyle vazife yapma
sını ben anlamıyorum. Rica ederim, bu milletin buhranlı anında fevkalade yapılmış
bir fedakarlıktır. O zaruret bittiğine göre bunun hükmü yoktur. Malumunuzdur ki
Sakarya Harbinde zaruret böyle bir kuvvetin yani fevkalade bir surette memleketin
ve milletin kuvvetli bulunduğunu göstermek için başkumandanlık makamının veka
let tarzında bir muameleye lüzum görülmüştü. Ondan sonra hiç bir sebep olduğu
na kani olmadığım için müteaddit defa vaki olan uzatma tekliflerinde demiştim ki
yeni bir taarruz icra etmek mi istiyorsunuz? O zaman pekala, hatırlarsınız ki taar
ruz yapacağız dediler. Bir buçuk ay sonra yapacağız dedi. Ben de yapamayacak
sınız, dedim. Dediklerim oldu. Bir buçuk ay sonra geldiler, yapamayacağız dediler.
İki üç defa yapamayacağız dediler. İşin şekli başkadır. Bizim en büyük vazifemiz
siyasi meselelerde memleket ve milleti selamete götürecek bir hareket tarzıdır.
Ben arzu ederim ki Meclis Reisi Meclisteki vazifesine daha ziyade vakit ayırsın.
Hamdolsun ordumuz kuvvetlenmiştir. Çok iyi kumandanlar vardır. Vaziyet iyidir.
Ordu yanındakiler orduyu idare edebileceklerdir. Bizim en büyük vazifemiz siyaset
olmalıdır. Milleti yaşatacak yalnız harp değildir, memleketin idaresidir. Bu nokta

467
üzerinde halkın hoşnut olacağı şeylerle uğraşılmalıdır, hakka doğru yürüyelim.
Bilemem ki dünyada fert yoktur, millet vardır. (bravo sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Memleketi yaşatmak için yapılanların hepsine
hürmet ederim. Herkes bir şekilde memleketin yaşayacağını hisseder. Memlekete
her kim ayağını basmışsa imkanı nispetinde o insan o memleketin muhafazası için
çalışmaktadır. Ben şahsi mücadelemi kimseye vermem. Başka arkadaşlarımız da
kudretimin üstünde kudretler tasavvur ve tahayyül ederek kendi salahiyetlerini...
(burada biçare yok sesleri) Ben size demiyorum, ben varsayımdan bahsediyorum.
(söyle sesleri) Ben insanlık nazariyesinden bahsediyorum.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Efendim, bunu üzerinize almaya mahal yok,
yani aldatanlar diyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Bunları düşünenler affedersiniz, salahiyetini
başkalarına verenler diyorum. (gürültüler)
DR. MUSTAFA BEY (Kozan): Benim itikadıma hürmet etmelisin ve senin kadar
herkes vicdanlıdır. Bunu böyle söylemekten maksadın nedir?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Hürmet ediyorum efendim. Seninkine de hürmet
ediyorum.
NURİ BEY (Bolu): Kim diyor beni sana biçare diye.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Düşünceniz yanlıştır efendim, maksadımı bir
daha arz edeyim. Her insan ayağının bastığı yeri muhafaza etmek için çırpınır
diyorum. Bazılar kendisinde bu kudreti görür, bazı insanlar ise bu kudreti kendile
rinde göremez, diyorum. Rica ederim siz neye kendinize alıyorsunuz? (doğru ses
leri) Her insan Hindistan'da da var İran'da, Çin'de de var, her yerde var. Herkes
kendi oyu önünde çırpınır. Ben diyorum ki burada bir salahiyeti üzerine aldı. O da
memlekette kanunu hakim kılmak ve milletin bana verdiği vazifeyi ifa etmektir.
Benden istediklerinden bir şeydir. Haklarını kimseye vermemektir. Efendiler milli
yükümlülük diye Büyük Millet Meclisinin salahiyetini kullanacak bir şahsı dünyada
görmek istemem. Bu benim insani hakkım ve insani şerefim. Bu benim mebusluk
şerefim. Bundan vazgeçmem. Binaenaleyh ben kendi salahiyetim içerisinde çırpı
nırım, kendimden başkasının... (kışkırtıyorsun sesleri)
NURİ EFENDİ (Bolu): Saygısızlık yaptı.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Efendim saygısızlık yoktur, arz edemedim. (say
gısızlık yoktur sesleri) Efendiler, ben yapacağım şeyi bana verilen şeyi ben kimse
ye veremem. Ben herkesten bu hakkı kıskanırım. Bu benim insanlığımın icabıdır.
Eğer kendi şuuruma, aklıma itimat etmediğim gün namus benim için istifa etmek
tir. Başkasına vermek değil, başka yola gitmek değildir. Ben ki o kudreti kendimde
görüyorum ve namusum üzerine milletin vekaletini, yasama hakkımı elimde tuta

468
cağım. Onun hukukunu başımın üzerinde tutmak için tırnaklarım varken başkala
rına verip de heder ettirmeyeceğim.
HACI MUSTAFA EFENDİ: Geçen sene neye ettirdin?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Geçen sene ben Bolu'da idim. Velev ki bir zaru
retle kabul etsem bile bugün o zaruret yoktur. Benim kanaatim budur. Siz de bu
nun aksinde söz söyleyiniz, dinlemezsem namerdim. Siz de deyiniz ki benim kud
retim kafi gelmiyor, benim aklım kafi gelmiyor, ben kanun yapamam, sen de benim
için yap diyen mebus varsa bana söyleyin efendiler. Herkesin kanaatine hürmet
ederim. İsterse aciz olsun. Kendi nefsime hakimim. Başkalarının hukukuna teca
vüz etmeye hakkım yoktur. Ben kendi nefsimden mesulüm. Bu efendiler üç, dört
defa tekrarlandı. Halbuki salahiyet hakkındaki kanun henüz gelmedi, bunda niçin
çırpındınız? Hangi millet size salahiyet veriyor ki hakkınızı kendiniz kullanmayınız,
başkalarına verin diye kim söyledi?
EMİN BEY (Bursa): Verdikleri fevkalade salahiyette bu da var idi.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Hayır efendiler, millet fevkalade salahiyet ver
medi. Böyle mebus tanımam, millet hakkını kullanmak için salahiyet verdi, yoksa
lüzumsuz yere herkese devretmek için vermedi.
RAGIP BEY (Amasya): Vekalette devir yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Yoksa efendiler, yasama hakkının ne demek
olduğunu ilan için insanlık binlerce, yüz binlerce sene böyle miskin adamlar, böyle
musibet adamların elinde inleye, inleye denizler kadar kan döktü. Siz zorla kafese,
1
pençelere girmek istiyorsunuz, siz milleti rezil edeceksiniz. Milletin böyle salahiye
tini devretmenize imkan yoktur. Öyle mebus görmek istemem, herkes düşüncele
rini burada benim gibi söylesin. Ben de sizin gibi burada dinlerim. Tabii ben kendi
kanaatimi söylüyorum.
EMİN BEY (Bursa): Biz de omuz silker geçeriz.
HÜSEYİN AVNÎ BEY (Devamla): Ben size söylemiyorum, ben hakikati söylüyo
rum. Ben mebusluğa söylüyorum. Burada kimse bahis mevzu değil. İnayet buyu
run Paşam ben mebusluğu böyle tanıyorum, siz de kendi gönlünüzle böyle söyle
yin beyefendiler. Onların gözlüğü başkadır, herkese hürmet ediyorum. Memleketin
durumu göz önüne alarak bir haftada on türlü yükümlülük kanunu çıkarıyor. Hangi
mecburiyettir ki Büyük Millet Meclisinin yasama ve yürütme salahiyetinin mühim

1
Hüseyin Avni Bey’in söylediği bu sözler, Kırkıncı Oturumda Mustafa Kemal Paşa tarafın
dan sorulduğunda, Hüseyin Avni Bey’in bu yolda beyanatta bulunmadığını söylemesi
üzerine, Mustafa Kemal Paşa tutanaktan çıkarılması lüzumunu beyan etmiş ve bu ifade
Başkatip tarafından tutanaktan çıkarılmıştır. (TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.3, s.317)

469
bir kısmını böyle gelişi güzel, bir kısım alıp ta kim olursa olsun bir başkasına ver
sin, ben akıl, dirayet itibariyle Büyük Millet Meclisinin üstünde bir kudret göremem.
Binaenaleyh maksadımız, gayemiz düşmanı kovmaktır. Burada çırpınan kalplerin
hepsi o gaye içindir. Hiç bir fert tasavvur etmem ki suiistimal etsin. Fakat milli yü
kümlülük gözümüzün önünde bariz bir hakikat olarak parlıyor. Demek ki insanların
suiistimal edebileceği salahiyet ve kudret verilebiliyor. Herkesin yutacağı bir lokma
vardır. Bir adama bin iş verilmez efendiler, hakkınızı kıskanınız. Efendiler seçmen
lerimizin vermiş olduğu hakkı kullanma çarelerini bulalım. Ben bunu, bu kanunu o
gaye ile mütenasip bulmamaktayım. Emir ve kumanda lazım ise o başka bir ka
nundur. Fakat bu kanunun mahiyeti itibariyle büsbütün başkadır. Gayemiz, gözü
müz memleket menfaatidir. Yoksa başka bir gaye yoktur. Hepimiz aynı gayedeyiz.
Ancak salahiyetimizi kıskanır ve kimseye vermeyiz. Ben yine vermiyorum. Salahi
yetimi, yasama vazifemi ben kendim burada namus bildim. Bunun için ebediyen
haykıracağım. Efendiler, hiç olmazsa düşüncelerimi reddetmeyiniz. Ben sizin dü
şüncelerinize hürmet ediyorum, hakkımızı kendimiz kullanalım. Başkumandanlığa
lüzum varsa ayrı bir kanun yapalım. Kanunlarımız Büyük Millet Meclisinin arasın
da da böyle farklı şeyler hasıl olmasın. O günün ihtiyacı kaybolmuştur. Bugün ona
göre kanun yapalım. Biliyorsunuz ki Büyük Millet Meclisinin karşısında hiçbir kim
se yok, istediğini kaldırıyor ve istediğini indiriyor. Avrupa, dünya, milletlere hürmet
ediyor, şahıslarda değil efendiler. Şahıslardan beklediğiniz hürmet kalıcı olmaz.
Kudretlerimiz bizimle bir olursa sulhu da biz yaparız. Milli kudret olursa harbi de o
yapar efendiler. Yoksa şahıslar, fertler İlkçağ’a ait bir takım zihniyettir, onlar öl
müştür. İnsanlık onlardan ayrılmış ve çıkmıştır. Bunları yeniden icat etmeyiniz.
Yeniden halkı zincirlere sarmayınız. Efendiler, yüzde kırk milli yükümlülük alındığı
zaman içimiz sızlıyor. Fakat ne yapalım verdik diyordunuz, işte bugün vermeyiniz.
Efendiler bir daha tekerrür etmesin benim davam budur.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Hüseyin Avni Beyefendi, zatıalinizin bu düşün
cesine hürmet vazifemdir. Fakat zatıalinizin bir kanun var, teşkilatta Meclisin haiz
olduğu salahiyeti haiz, teklif etmiştiniz. Bununla onun ne farkı vardır?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, benim teklifim milletin menfaatinedir.
Fakat bu teklifler milletin zararınadır, kendi kanaatimce. Ben onu bir zaruret olarak
kabul ediyorum ve diyorum ki milletin üzerinde ağır yük var. Verilen paralar heder
ediliyor. Bunu bu milletin üzerinden silkin, atın dedim ve kanaatimi arz ettim. Her
halde kabul edin demedim.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Başkumandanlık Kanununun gündeme ilave
edildiğinden bahsedildi. Böyle bir muamele olmamıştır. Yüce Heyetinize karşı
ifade buyrulurken bana öyle geldi ki güya Divan gündemini tanzim eden Reis Veki
li bunu da tabiri caizse bir parlamento oyunu yaparak emrivaki halinde Meclise
getirdi hissine düştüm. Fakat belki böyle değildir. Bir kere bu teklif gündemin gelen
evraklarındandır. Teklif meselesine gelince, bu başkumandanlık müddetinin sona
ermekte olduğunu işitince ben şahsen endişe etmişimdir. Başkumandanlık maka

470
mının kesintiye uğramasının, memleket menfaatine zarar vereceğini görenlerde
nim. (doğru sesleri) Böyle hayati meselede bazı üyeler ihtimal ki buhranlar devresi
geçmiştir, tehlike kalmamıştır, diye düşünüyorlar. Sıradan yapılacak işlerle mese
leler halledilir zannedenler de bulunuyor. Fakat efendiler bence memleket en buh
ranlı zamanındadır. En hayati andadır. (doğru sesleri) Başkumandanlık Yüce Mec
lisinizce hayati bir anda bugün başkumandan olan zata verilmiştir, ben burada
yoktum, ondan sonra üç defa uzatılmıştır. Fakat Tasarı İnceleme Komisyonuna
gönderilmemiştir. Burada Meclis Umum Heyetinde müzakere edilmiştir. O halde
şimdiye kadar yapılan muameleden fazla bir muamele yoktur. Ben zannediyorum
ki bu kanunun Meclise sevkinde iyi niyetten başka bir fikir olmamıştır. Ben Sivas
Mebusu olarak bu kanunun bir an evvel uzatılmasına taraftarım.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Aynen mi uzatılmasına taraftarsınız?

RAUF BEY (Devamla): Ben aynen uzatılmasını teklif ediyorum. Çünkü efendiler
affınıza sığınarak şunu arz etmek istiyorum, müsaadenizle ve hepinizin şahısları
na hürmetim vardır. İkinci maddeye itiraz buyuruyorsunuz, eğer muvaffakiyetle
idare edilirse hacet yoktur, zaten elinizdedir istediğiniz gibi yapabilirsiniz. Tetkik
buyurursunuz, isterseniz yaparsınız, isterseniz yapmazsınız. Allah onu bize gös
termesin kötü netice verirse zaten kanunlardan ziyade silah... Çok rica ederim
bugün ikinci maddeyi kaldırırsanız itimatsızlık olmuş olur. Bunun için çok rica ede
rim asker arkadaşlarımdan da. Hayati bir zamanda orduyu idare eden zata itimat
etmemek içeride ve dışarıda ne tesir hasıl eder? Benim kanaatim budur, benim
düşüncem böyledir. (doğru sesleri)

MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Başkumandan meselesi bahis mevzuu değildir.

RAUF BEY (Devamla): Efendim, başkumandanlığa verilmiş bir salahiyettir. Sala


hiyetini almak demek, vazifeni iyi yapamadın demektir, sana itimadımız yoktur
demektir. Zaman, bunu kaldıracak zaman değildir. Benim hürmetle arz ettiğim
kanaatim budur.

ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, müzakere usulü hakkında söyleyeceğim.


Bugün benim kanaatimce riayete mecbur olduğunuz İç Tüzük ihlal edilmiştir. Çün
kü kanun teklifleri ister değişiklik mahiyetinde olsun, ister uzatma mahiyetinde
olsun Tasarı İnceleme Komisyonuna gitmesi gayet açıktır. (gürültü, patırtı) Rica
ederim dinleyiniz. Gizli celseden maksat müzakereyi gizli tutmaktır değil mi efen
dim? Müzakere gizli olmak için müzakere yapılmadan oya konurdu. Binaenaleyh
ben diyorum ki mebus arkadaşlarımızdan birisi bu kanunun aleni celsede müzake
resi esnasında söz alır da istediğini söylemek isterse onu nasıl menedebilirsiniz?
Mebusluk parti üyeliğine benzemez. Partide gizli konuşulur, gizli yapılır, sonra
toptan karar verilir. Halbuki mebusluk böyle değildir. Her mebusun seçmenlerine
karşı bir borcu vardır. Mebus kürsüde oyunu kullanır, ifadeleri tutanağa geçer.
Demek istediğim nokta gizli celseye ait sözleri mebus aleni celsede de söyler ve
katiyen menedilemez, şimdiden söylemek isterim.

471
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Arkadaşlar, Başkumandanlık Kanununu do
ğuran hadise cümlemizce malumdur. Hatırlarız ki Paşa Hazretleri Başkumandan
lık vazifesini kabul etmediği halde Meclis kabulü hususunda ısrarda bulunuyordu.
Bu suretle kabul edilmişti. O günkü zaruret de meydandadır. Çünkü o gün düşman
ta Ankara önüne gelmiş, Hükümet bize bir haftaya kadar Kayseri'ye nakletmek
lazımdır diyordu. Halbuki Meclis de lazım değildir, Meclis ordunun arkasında Ge
nel Kurmay vazifesini görecektir ve ordunun arkasında burada çalışacaktır, kara
rını vermiştir. Binaenaleyh burada lazım gelen tedbirleri almak için sekiz on gün
mütemadiyen toplanılmış ve Başkumandanlık Kanununu yaparak işe başlatmıştır.
O gün bu kanun çıkarmak müşkülatı dikkate alınmak suretiyle Meclis yasama ve
yürütme salahiyetini Başkumandan Paşa Hazretlerine vermiştir. Hatta o hususta
birçok müzakere de cereyan etmiştir. Tabii burada bulunan arkadaşların malumu
olduğu için onları izah etmek lazım değildir. Bugün o zaruret mevcut mudur? Mü
saadenizle tetkik etmek lazımdır. Ben öyle anlıyorum ki cepheden gelen arkadaş-
larımızdan anlıyorum ki bugün o zaruret mevcut olsa bile dünkü kadar mevcut
değildir ve belki de yoktur. Bugün Meclis en mühim kanunları, en mühim teklifleri
üç gün zarfında çıkartmaktadır ve milletin sırtına üç gün zarfında çıkardığımız
kanunlarla yüklediğimiz yükler meydandadır. Fakat o günler bunlar yoktu, bugün
vardır. Paşa Hazretlerinin yayınladığı bir beyanname veyahut bir kanunla milli
yükümlülükler çıkmış ve halkı ne kadar zora soktuğu ve ne kadar suiistimal yapıl
dığı hepinizin gözlerinizin önündedir. Ben Kayseri'den buraya kadar gidip geldiğim
zamanda belki otuz kırk kişinin itirazına uğradım. Nasıl bu salahiyeti verdiniz buna
bir mebus sıfatıyla cevap vermek müşkül oluyor. Çünkü millet bu salahiyeti kişiye
herkese vermiş değildir. Millet bunu bütün mebuslara vermiştir. Yoksa bu salahi
yeti diğer bir şahsa devretme salahiyetini vermemiştir. Amma zaruretler vaktiyle
yaptırmıştır. Amma zaruret vaktiyle yaptırmıştır diye bunu... Yalnız bir şey var ki
başkumandanlık vazifesinin bugün dahi devamı zaruri ise, bu kanaatte bulunuyor
sak Meclisin çalışmasına ters düşüyor. Meclisin çalışmasına ters düşen ve ara
sıra Meclisin yasama ve yürütme salahiyetlerinin bir kısmını kaldırarak, Başku
mandanlık Kanunu kaldırılmıştır demek, Meclisin yasama ve yürütme vazifeleri
Reis Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine verilmiştir demek lazımdır. Yine başka
türlü ters düşüyor ve Meclisin yasama ve yürütme salahiyetlerini akamete mah
kum kılıyor. Binaenaleyh bundan bu defalık olsun eğer zaruret varsa, eğer bu
kanaatte bulunuyorsak ki o kanaatte bulunan arkadaşlarımızın bizi ikna edecek
surette izahat vermesi lazımdır. Başkumandanlık kurulduğu günden beri, rica ede
rim bize layığı gibi ordunun vaziyeti hakkında kaç kere izahat verilmiştir? Ben din
lemedim, bilmem siz dinlediniz mi? Binaenaleyh bunun lüzum ve lüzumsuzluğunu
anlamak için bizim aydınlanmamız lazımdır. Sonra Giresun Mebusu Mustafa Bey
arkadaşımızın bu hususta bir teklifi varmış. O teklif benim düşünceme muvafık bir
tekliftir. Neden o teklif çıkmamıştır? Binaenaleyh o teklif de bugün çıkarak müza
kere edilsin.

472
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, lüzumsuz münakaşanın büyük bir kısmı
üzülerek söylüyorum anlaşamazlık yüzündendir. Bir kısmı başkumandanlık kaldırı
lıyormuş, yani lüzum yokmuş, öyle hareket ediyorlar ve öyle söyleniyor zannedi
yorlar. Bir kısmı da hakikaten başkumandanlık lazım mıdır, değil midir? Bu müza
kere edilsin diyor. Birisi başkumandanlığın bugün için devamı lazım mıdır, değil
midir? Bu açıklığa kavuştuktan sonra, Başkumandanlık Kanunun ilk kabul edildiği
vakit salahiyetine haiz olarak mı başkumandanlık olmalıdır? Yoksa Yüce Meclis o
verdiği yasama salahiyetini geri mi almak lazımdır?
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Alınamaz, doğru değildir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Şimdi benim kanaatimce, ihtimal ki arkadaşlarım
vaziyeti izah eder ve belki de beni ikna ederler. Bilmiyorum fakat benim kanaatim
ce henüz başkumandanlığa lüzum vardır. Başkumandanlığa lüzum yoktur diye
mem, zaten hiçbir ordu başkumandansız olamaz. (gürültüler) Müsaade buyurun
şimdi efendiler, başkumandanlık lazımdır ve başkumandanlık da malumunuz bir
makamdır. Şahıs ile daim değildir ki bence Reis Paşa Hazretlerinin de başkuman
danlıkta kalması lazımdır. Yalnız benim bunda düşündüğüm bir şey vardır ki en
dar bir zamanda iktidara getirmişizdir. Başkumandan yapmışızdır ve bir gayeye
erişmek maksadıyla, maalesef o gayeye vasıl olamadık. Binaenaleyh onu geri
çekmemiz başka birisini onun yerine getirtmemiz onun o işini başkasına vermemiz
caiz değildir. Binaenaleyh sonuna kadar yani Yunanlılar denize dökülünceye ka
dar başkumandanlığın devamı icap eder. Şimdi gelelim şu kanun meselesine.
Arkadaşlarım bu hususta izahatta bulundular. Ben de o vaziyette izahatta bulu
namayacağım. Bilhassa Rauf Beyefendi başkumandanlık lazım mıdır, değil midir?
Bence lüzum vardır, dediler. Ben de lüzumuna kaniim. Fakat efendiler ikinci nok
taya iştirak edemeyeceğim. O da mutlaka ikinci maddenin de kalması zaruridir,
çünkü itimatsızlık ortaya çıkar buyurdular. Katiyen efendiler. O vakit başkuman
danlığın Meclise itimadı yok demektir. Yani çıkaracakları kanuna itimadı yok de
mektir. Öyle midir efendiler? Ne o vardır ve ne de o vardır. Bir defa bu yanlış ve
yalnız Başkumandanlık Kanununda o ikinci maddenin kuvvetlenmesindeki maksat
dar bir zamanda Meclisin fevkalade tedbirler alınması için kanun çıkaramayaca
ğından dolayı o başkumandanın acil vazifesi karşısında bir an evvel işe başlaması
ve bir iş yapabilmesi için Yüce Meclis böyle bir salahiyet vermiştir. Binaenaleyh
demin arz ettiğim gibi Meclis o kadar kıskanç davranmıştır ki o zaman kendisinin
teklifiyle bir madde ilave olunmuştu. Meclis istediği zaman geri alabilirdi ve Baş
kumandanın bunu teklifinde yapması Mecliste gördüğü haleti ruhiye üzerine idi.
Bunu hepimiz biliyoruz. Binaenaleyh o zaruret hamdolsun bugün kalkmıştır. Yani
efendiler bugün tehlike yok mudur? Tehlike yine vardır. Belki daha fazladır. Fakat
bugün bizim burada yani ordunun ihtiyacı için lazım gelen kanunları yapmaya
vaktimiz vardır. O zaman vaktimiz mevcut değildi. Vaktimizin mevcut olmadığı
Hükümetimizin bize sekiz güne kadar Ankara'yı terke mecbursunuz demesiyle
sabittir. Binaenaleyh o vakit mecburduk. Fakat efendiler bugün o vaziyette değiliz,
bunu geri almakla itimatsızlık yapmış olmayız. Fakat bunun diğer bir şekli de var

473
dır. Başkumandan Paşa Hazretleri buraya gelir de o zaruret kalmamıştır, ben or
dunun başkumandanıyım binaenaleyh Meclise salahiyeti geri verdim derse o za
man itimatsızlık nerede kalır efendiler ve zannederim Başkumandan Paşa Hazret
leri de takdir buyururlar, kanunları çıkarmak için herhalde Meclis müsait zamanın
da müteaddit kanunlara muhtaçtır. Hatta mali kanunları on günde çıkardık. Binae
naleyh Mustafa Bey’in verdiği bu kanun, bu itibarla, belki ben bilmiyorum, burada
yoktum, bu ikinci maddenin değiştirilmesi veyahut kaldırılması ile alakalı ise bu
teklif müzakere edilmelidir ve zaruret de yoktur. Çünkü Meclis artık zaruret zama
nında ve muvakkaten vermiş olduğu yasama salahiyetini geri almalıdır. Hakkımız
dır binaenaleyh bu hakkı bize millet vermiştir. Bizim değil milletin hakkıdır. Bugün
zaruret ortadan kalkmıştır, binaenaleyh o hakkımızı geri almamız lazımdır. (pek
doğru sesleri)
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Mani ortadan kalkınca yasak geri döner.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Efendim, Hüseyin Avni Beyefendi yasama hakkı
nın pek kıymetli olduğundan bahisle bunu bir namus vazifesi olduğunu söylediler.
Bunu takdir etmemek mümkün değildir. Fakat Hüseyin Avni Bey’in bunu şahsına
ait olarak düşünmesi de yanlış ve nezakete uygun olmayan bir şeydir. Şimdi efen
dim birbirimizi lakırdılarla yanıltmaya zannediyorum ki lüzum yoktur. Hüseyin Avni
Bey arkadaşımız dediler ki ben Başkumandanlık Kanununu kabul etmek suretiyle,
yasama hakkımı başka bir kimseye veremem. Bu vermem demesi, bence bir na
mus vazifesi ve şereftir. Benim kabul etmediğim ve Şükrü Bey’in iddia ettikleri
sözün aksi de var ise ve makul ise başkumandanlığa oy verenler, bunu kabul
edenler, yasama haklarını başkalarına devretmiş olanlar, binaenaleyh onlar na
mus vazifelerini ifa etmemiş oluyorlar. Ben böyle anlıyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Yanlış anlıyorsun.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): O halde mesele kapanmıştır. Bence Hüseyin
Avni Beyefendi kendi vazifelerini hakkıyla yapmaya muktedir oldukları için hiçbir
haklarını, hiçbir kudretlerini başkalarına veremeyeceklerini söylediler. Ben kendi
hesabıma arz ediyorum. Hüseyin Avni Bey arkadaşımız gibi her şeyi yapmaya
muktedir adam değilim. Binaenaleyh ben bazı haklarımı kendimden daha iyi idare
edeceklere veriyorum. Fakat nefsime itimat ederek denetleme hakkımı hakkıyla ifa
ederek veriyorum.
LÜTFİ BEY (Malatya): Bu da başka bir düşünce tarzı.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Fakat efendiler bu hak, yani milletin bana ver
miş olduğu hak sizin bildiğiniz gibi değil, milletin menfaatine, vatanın emrettiği,
siyasi ve askeri icapların emrettiği hakkı vermektir. Efendiler burada bizim, suiisti
mal eden bir adamı devirmek ve ondan verdiğimiz hakkı geri almak, doğru olanı
yapmak hakkımız ve vazifemiz vardır. Eğer bunda itimadınız yoksa ve tereddüdü
nüz varsa o başka. Hüseyin Avni Bey daima kendi vazifesini iyi bir şekilde ifa etti
ğinden bahsederken...

474
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hayır…
MUHİTTİN BAHA BEY Kendi(Devamla): Ben öyle zannediyorum ki, Hüseyin Avni Bey
de birçok zaaf vardır. nefsine itimat eden, vazifesini hakkıyla ifa ettiğine
emin olan, fakat lüzumunda şahsi düşüncelerle değil, vatanın menfaatleri emrettiği
zamanlarda denetleme vazifesini hakkıyla ifa etmesini bilen adam, vazifesini baş
kalarına vermekte tereddüt etmez zannediyorum. Efendiler verdiğiniz salahiyet ilk
defa...
HÜSEYİN AVNİ BEY: Yasama salahiyeti...
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Müsaade buyurun. İlk defa yani başkumandan
lık vazifesini Reis Paşa’ya verdiğiniz zamanı takip eden on, on beş gün zarfında
bir defaya mahsus olmuştur. Ondan sonraki yasama vazifesini buyuruyorsunuz.
Devrettiğiniz salahiyetin, düşüncenizin aksine olarak suiistimal edildiğini hiç bir
kimse burada söylemedi.
LÜTFİ BEY (Malatya): Öyle suiistimal bahsi yok.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Ondan sonra sizin isteğinizin dışında bir hare
ket vaki olmamıştır ki bunu burada tekrar bahsediyorsunuz. Şimdi efendim dokuz
aydan beri devam eden bir vazifenin bir kısmının geri alınması, Rauf Beyefendinin
ifade buyurdukları gibi başkumandan hakkında bazı tereddütlere sebep olacak bir
haldir. Bunun dahildeki, ordudaki, bilhassa dışarıdaki tesirlerini ben Hüseyin Avni
Beyefendi gibi düşünmüyorum. Bunun fevkalade kötü olacağı kanaatindeyim.
LÜTFİ BEY (Malatya): O da başka bir kanaat.
MUHİTTİN BEY (Devamla): Evet, bu da benim düşüncemdir. Şüphesiz Hüseyin
Avni Bey’in düşüncesi nasıl ki ona göre uygun ise benim de düşüncem de o kadar
muhteremdir.
LÜTFİ BEY (Malatya): Hay, hay hepsine riayet ederiz.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Ziya Hurşit Bey, gizli celsede verilen kararların
aleni celsede uyulamayacağını, burada başkumandanlık seçimi aleyhinde bulu
nanların aleni celsede söz söylemek hürriyetlerini muhafaza edeceklerini iddia
ettiler. Meclisin ekseriyetle verdiği karara uymak lazım gelir ve gizli celsenin...
LÜTFİ BEY (Malatya): O nereden çıktı. Biz bu zihniyeti kabul edemeyiz. (şiddetli
gürültüler) O başka zihniyet, dediğiniz gibi Meclisin kararına uyulur. Şu halde kim
se içtihada sahip değildir. Herkes kendi oyuna sahiptir.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Şüphesiz efendim. Bu müzakerenin gizli celse
de yapılması lazım geldiğine Meclis çoğunlukla karar vermiş midir, vermemiş mi
dir? Bu işin aleni celsede müzakere edilmesinin sebebi nedir? Bunun gerek dahil
de ve gerek hariçte yanlış anlaşılacağı, çoğunluğun kanaatidir. Çoğunluk diyor ki

475
bu aleni olarak müzakere edilemez. Çünkü bu gerek dahilde ve gerek hariçte yan
lış tesir yapacaktır ve zatıalileri kabul ederek oturuyor ve hakkını muhafaza ediyor.
LÜTFİ BEY (Malatya): Öyle olursa itiraz hakkı da düşer. (gürültüler)
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Rica ederim, burada söz söylemeye hakkım
vardır. Canım efendim, hemen olmadı ya benim söylediklerim. Siz iddia ettiğiniz
şeyi yapmıyorsunuz. Bırakınız benim söz söyleme hürriyetim vardır. Siz de çıkın
aleni celsede söyleyiniz. Ben bunun meşruiyetine, doğruluğuna inanıyorum.
ABDULHAK TEVFİK BEY (Dersim): Hulasa...
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Sonra beyefendiler, başkumandanlık...
ABDULHAK TEVFİK BEY (Dersim): Beyefendi hulasasını söyleyiniz.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Ben yapamıyorum. Siz teşrif buyurunuz da
söyleyiniz.
ABDULHAK TEVFİK BEY (Dersim): Tafsilat, gürültüye sebep oluyor.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Ne yapalım, teklifim zamanınızı alıyor, bu ka
nunun kabulünü teklif ediyorum.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim, bir iki telgrafı arz edeceğim, belki
bu meseleye tesir eder ve bu mesele üzerinde fikirlerinizde, oylarınız üzerinde bir
tesiri olur. Yalnız Hüseyin Avni Bey’in farz ettiği arkadaşlardan biri olurum diye
evvela bu teklifin kabulünden evvel mi sonra mı arz edeyim, onu anlamak istiyo
rum. (sonra sesleri, şimdi sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Telgrafların şimdi okunmasını kabul eden
ler lütfen ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmiştir.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim, şimdi okuyacağım telgrafta Yunan son
derece ani bir kararla harp yapmak istiyor. Bu telgrafı okurken Dışişleri Vekili,
Başkumandanlık Kanunu oylamasına tesir ettirmek içindir diye hatıra bir şey gel
memesini zikrederim. Arkadaşlar, bu telgrafı şimdi bir saat evvel aldım. Yunanis
tan'dan gelen son haberler, Yunan Hükümetinin son günlerde Anadolu'nun tahliye
edilmemesi ve binaenaleyh muharebenin devamına karar verdiği merkezindedir.
Bu suretle Yunan Hükümeti, İzmir'deki yerli Rumların milli teşkilatına lüzum kal
masın, yani teşebbüs kendi ellerinde bulunsun istiyorlar. Yunan Hükümetinin bu
kararını, Rumların kurduğu bu milli teşkilatın ortaya çıkmamasını isteyenler de
vardır. Rum Milli Teşkilatının, Yunan Ordusunu karıştırarak Yunan idaresinin yeri
ne geçmesi korkusu var. Yunan Hükümetinin verdiği karar Yunanistan'ın her tara
fında, köylerde papazlar politika işleriyle meşgul olanlar vasıtasıyla tebliğ edildi.
Venizelistler de bunlara yardım ettiler. Bu sayede Yunanistan'ın şurasındaki, bu
rasındaki firarilerden birçoğu müracaatla cepheye dönmüşler. Şehrimizdeki, yani
İstanbul'daki Yunan çevresindeki dünkü ve bugünkü istihbaratımıza göre, Yuna

476
nistan'ın sulha temayül eden siyasetinin, harp siyasetine dönüşmesine müsait
olduğu şeklindedir. Mamafih Yunan Başbakanı Gunaris'in İngiliz telkinlerine tabi
bulunması ihtimalini de göz önünde bulunduruyorlar. Atina'dan şehrimize gelen
son hususi haberlerden birine göre Gunaris, Cenova'da iken Lloyd George'dan
Yunanistan harbe devam etsin, bir faaliyet gösterdiği takdirde Trakya meselesiyle
İzmir'in özerklik meselesinde muvaffakiyet olacağı vaadini almıştır. Mamafih bu
haberin doğruluğu iddia edilemez. Sonra nota hakkında Paris'teki Ferit Bey’den şu
telgrafı aldım.

Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Beyefendi Hazretlerine


Fransa'nın teşebbüsü üzerine İtalya, teklif dairesinde müzakereye razı
olmuştur. İngiltere cevabı ret vermiştir. Son nota muhteviyatında asla değişiklik
yapılmayarak evvela ateşkesin kabulü ve sonra sulh müzakerelerinin başlaması
esaslarında ısrar etmiştir. Bunu müşterek bir ültimatom, ihtarname halinde bize
bildirilmesini talep etmiştir. Dışişleri pek şiddetli bir şekil alan Cenova Konferan
sıyla meşgul olduğu için henüz verilecek cevabı hazırlamamıştır. Yeni bir cevap
için teşebbüs edeceğimi ve alacağım malumatı hemen bildireceğimi arz ederim.
Ferit

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): İstanbul'dan da buna benzer istihbarat gelmiştir.


Bunlar gazetelere verilmiş şeyler değildir, bunlar tahmindir efendim.
VASIF BEY (Sivas): Efendiler, Ferit Bey’den gelen telgraflarda Tan Gazetesinin baş
makalesinden gazetelerde çıkmayan bazı haberler vardır ki buna benzer şeylerdir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin yeterliliği hakkında
dört, beş önerge var. Sonra söz alanlar da var.
SELAHATTİN BEY (Mardin): Vasıf Bey’i dinleyelim efendim, askerdir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, ben görüşlerimi beyan ettim. Fakat bir
asker ağzından da şurada ifade ediliyor. Ben yasama salahiyetimi kimseye ver
meyelim diyorum. Bugün o başkumandanlığın faydası var mı, yok mu? Bunun
müzakeresini yapalım. Ali Şükrü Bey’in mütalaası diye müzakereyi çabuk kapat
mayalım. Mütehassıs zevat söylesin ve mesele aydınlansın. Ondan sonra kararı
mızı verelim.
EMİN BEY (Bursa): Müzakere usulüne dair buradan arz edeceğim. Hüseyin Avni
Bey’in söylediği olabilir. Müzakerenin yeterliliğini oya konduktan sonra bir müte
hassıs müzakerenin yeterliliği aleyhinde söz söyleyebilir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakere kafi görüldüğüne göre mesele
yoktur. Müzakerenin kifayeti hakkındaki önergeleri okutuyoruz.
(Görüşmenin yeterliliğine ait üç önerge okundu.)

477
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim bu önergeler müzakerenin yeter
liliği hakkındadır. Müzakereyi kafi görerek maddelere geçilmesini kabul edenler
lütfen ellerini kaldırsınlar. (hayır hayır sesleri, kabul kabul sesleri) Efendim müza
kere çoğunlukla kafi görüldü. (karar yeter sayısı yok sesleri)

Madde 1. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşaya başkumandanlık


verilmesine dair olup evvelce iki defa üçer ay uzatılmış olan kanun, üç ay daha
uzatılmıştır.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim birinci madde hakkında söz iste
yen var mı?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, Başkumandanlık Kanununun ihtiva ettiği
sakıncalar anlaşılmadı deniyor. Ben bundan ne gibi sakınca çıkacağını iki kelime
ile söylemek isterim. O da bugünkü askeri masrafın ordunun tahammül edeme
mesindeki Hükümetin aleyhine tetkik edememesidir. Efendim, çünkü buna elimizi
uzattığımız gibi başkumandanlık salahiyetidir diyorlar. Efendiler, bugün vaziyeti bir
facia ile tasvir etmek lüzumu yok, biliyorsunuz bunları. Bu vaziyeti devam edebil
mek için memleketin kudreti yok. Bu aynen görünüyor. En uzak noktalara ellerimi
zi uzatarak topladığımız paralarla, toplanabilecek iki üç parayı bir araya getirmek
istiyor. Acaba Meclis bu eline geçirebildiği paralar ile ne kadar müddet ordusunu
tutabileceğini zan ve tahmin edebilmektedir. Niçin bu konuşulmuyor, neye konu
şamıyoruz? Neye tetkikat yapamıyoruz? Çünkü önümüze bir duvar çekiyor, hak
kınızı verdiniz bunu soramazsınız diyorsunuz, Başkumandana aittir deniyor. İşte
efendiler asıl mühim olan ve korktuğumuz nokta Meclis müşahede ve serbestisini
ve tetkik edebilmek ve serbest görüşmek için bu serbestinin hiç bir sınırlayıcı ka
nunun geçmemesi lazımdır. Ben meseleyi şahsi olmaktan bir kere uzak tutarım
kendi şahsıma. Fakat bunun bir şahsi mesele olduğunu gördükçe müteessir olu
rum. Ben kanaatimin aksine mütalaa beyan eden arkadaşlarımın fikirlerini kendile
rine ait görmekle beraber doğru olmadığını açıkça görmek, söylemek isterim. Or
dunuzda tasarruf yapabilirsiniz. Mali vaziyeti idare edebilirsiniz. Memleketler üze
rine vaki olan vaziyetlerde kanun angaryayı yasaklar. Angarya yaptırıyorsunuz,
doğru mudur? Hususi mahkemeler teşkil olunuyor. Bu doğru mudur? Rica ederim,
size bu salahiyeti verenler, bunu devredin diye mi verdi? Orduda bir şey var ki
belki hiç kimsenin şeysi olmaksızın ve lazım olan vaziyet devam edip gidiyor. Bu
fesada doğru gider.1 Yanlış olan şeyi ortadan kaldırmak lazımdır. Yoksa burada

1 “Orduda” kelimesi asıl tutanak müsveddesinde “ortada” olarak yazılmıştır. Bu durum


düzeltilmiştir. Kırkıncı Oturumda Selahattin Bey, “Fesada doğru gider” cümlesini söyle
mediğini belirtmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa, tutanaktan çıkarılması lüzumunu beyan
etmiş ve Başkatip emriyle tutanaktan çıkarılmıştır. (TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.3, s.323)

478
herkesin birbirinden şüphe etmeye müsaade yoktur. Efendiler, ben şahıs mesele
sini sıfır görürüm. Orta yerde tarih ile Hükümet ve millet vardır. Binaenaleyh şahıs
kuvvetini gözümüzün önünde hedef tutmayalım. Yalnız kendimizin hakkını ve
kendimizin çabamızı artıralım. Bütçe üzerinde, memleket idaresi üzerinde sıfat ve
salahiyeti bir yüktür. Bu ikinci madde oldukça ben bunun muhalifiyim. İkinci madde
lağvedilirse bu şekil belki yaşayabilir ve bir zaruret halinde devam ettirilebilir. İkinci
madde kaldıkça katiyen oy vermem ve doğrusunun da bu olduğunu arz ederim.
Bu mesele şahıs meselesi olmadığını tekrar arz ediyorum. Usul meselesidir, usul
meselesi üzerinde münakaşa için Meclisin serbest çalışabilmesi lazımdır. Bu ka
nun onu kaldırıyor, ne derseniz deyiniz. Efendiler diğer meseleleri bırakınız. Esas
mesele üzerinde yapacağımız işler için çalışabilmek için ben diyorum ki karşımız
da mesul bir şahıs görelim, mesul olmayan bir sıfatı haiz bir şahsiyeti karşımızda
görürsek münakaşa edemiyoruz. Sebebi belidir. Arkadaşlar, bu meseleyi hallede
lim ve bu bizim ordumuz yegane kuvvetimizdir. Onun için ben Yüce Meclisin kendi
istediği gibi müzakere ve münakaşa edebilmesini isterim. Yalnız bu nokta askeri
yededir. İdari teferruata gelince, sizin için malumdur. Angarya vesaire ile maliyeye
müdahale vardır, yoktur. Bütün bunlara Başkumandanlık Kanunu söz konusu
olunca ellerinizi bağlıyorsunuz, susuyorsunuz. Her ne olursa olsun haysiyetli bir
yasama itibariyle de yanlış görüyorum, Efendim. İkinci madde olmamak şartıyla
birinci madde kabul edilebilir, efendim. İkinci madde üzerine ilave olunmamak
şartıyla kabuldür. Benim fikrim budur.
KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Efendim, Milli Savunma bütçesine ait arz
edeceğim. Malumunuz Vekalet bütçesini yapar, komisyonlar tetkik eder ve nitekim
öyle olmuştur. Bunu Yüce Meclisiniz tasdik ve kabul eder ve bu bütçe esastır.
Bunda emin olabilirsiniz ki bunun mesuliyeti de Yüce Heyetiniz tarafından bana
verilmiştir. Bunda yapılacak tasarrufu ben düşünüyorum. Heyetinize karşı ben
mesulüm. Başkumandan Paşa'nın bütçeye müdahalesi olmamıştır. Milli Savunma
Komisyonunda incelenecek olan bütçeyi Yüce Heyetinize getireceğim. Kabul
ederseniz tatbik edeceğim. Binaenaleyh bu hususta müsterih olmanızı rica ede
rim. Bu hususta müdahale olamaz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Paşa Hazretlerinin bu ifadelerine karşı benim arz
ettiğim görüşlerimi koruyorum. Bizim tetkikimiz tabii Milli Savunmanın geri hizmet
lerini ihtiva eder. Fakat bizim tetkikimiz ufak tefek teferruata ait kalıyor. Fakat Yüce
Meclisiniz bunu münakaşa edecek mi ve kendisinin karşısında mesul bir zat göre
cek mi? Görürse acaba bunu müzakere eder ve muvafık bir dereceye varabilir mi?
Bu durumda mesuliyetli bir Hükümeti karşımızda görmek isterim. Paşa'nın şahsi
yeti bahis mevzu değildir. Maksadım budur.

479
1
KAZIM PAŞA (Devamla): Arz edeyim. P teşkilâtına ait meselede ihtilafımız vardır.
Bazı arkadaşlarınız bunun kaldırılmasını söylediler. Fakat Milli Savunma bunun
kaldırılmasını zamansız ve mevsimsiz buluyor. Yüce Meclisiniz halledecektir. Büt
çe buraya geldiği zaman bu şekilde muhafazası şeklinde biz arzu edeceğiz ve
Meclis de bu şekilde muhafaza edilmeyip de kaldırılmasını lüzum göstersinler.
Milli Savunma Bütçesinin mesulü Yüce Meclisinize karşı benim.

ŞEREF BEY (Edirne): Efendiler, gizli celse talebine ben de imza attım. İlk defa
olarak söz istedim. Fakat maalesef müzakerenin yeterliliğine karar verdiniz. Ben
aleni celsede vicdani kanaatimi bildireceğim. Bakalım benim sözümü kim mene
decek? (yaşa sesleri, alkışlar) Gizli celseyi istememizin sebebi, bırakınız herkes
kendi düşündüğünü kendisi söylesin. Ondan sonra kanaatler ortaya çıksın. Ma
demki siz kanaatlerimi gizli celsede söyletmediniz, şimdi ben aleni celse geldiği
zaman bütün kanaatlerimi olanca çıplaklığı ile anlatacağım ve hiç bir kimse beni
bundan menedemeyecek. Sonra tam müzakere cereyan ederken hiç bahis mevzu
edilmeyen bir meseleyi Dışişleri Vekilinin burada bahis mevzu etmesi de hiç kabul
edilmez bir meseledir. Çünkü bahis mevzu olan Başkumandanlık Kanunu mesele
si idi. Yoksa şey değildi. Şimdi ben sözlerimi aleni celseye bırakıyorum ve orada
tamamen söyleyeceğim. İkincisi...

HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Hayır efendim, bu madde bütün sözlerinizi söy
lemeye müsaittir.

ŞEREF BEY (Devamla): Müsaade etmediniz ki aleni celsede söyleyeceğim. Efen


diler, aleni celsede söylemeniz doğru olmaz diyor Hafız Mehmet Bey. Nerede
duydunuz efendiler. Meşrutiyetten bugüne kadar bütün çarpışan fikirlerin neden
ibarettir biliyor musunuz? Azınlığın da sesini işittirmeye çalışmaktan ibarettir. (söy
leyiniz sesleri) Rica ederim efendiler, dünyanın hangi anayasasında, hangi meşru
tiyet kanununda gördünüz ki azınlığın söz söyleme hakkı yoktur. (çoğunluğun
sözü var sesleri, o burada yok sesleri, gürültüler) Efendiler, Türkiye Büyük Millet
Meclisi siyası parti meclisi değildir. Herkesin söz söyleme hakkı vardır. Şu halde
ben aleni celsede lazım gelen tenkitlerimi yapmak üzere şimdi yalnız bir noktaya
ilişiyorum.

1 1920 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın talimatıyla Fevzi Çakmak Paşa’nın kurduğu askeri
istihbarat servisidir. Kısa adı "P" dir. Açılımı ise, Askeri Polis Teşkilatıdır. Bütün ajanları
askerlerden oluşmakta, başında Binbaşı İsmail Hakkı Bey bulunmaktadır. Amacı, İngiliz
ajanları ve propagandalarını ortadan kaldırmaktır. Ancak ajanlar sadece İngilizleri izle
mekle kalmaz, aynı zamanda milletvekillerini de izlemeye başlarlar. 1 Nisan 1921 tarihin
de bu teşkilatın faaliyetlerine son verilir ama bir kısım şubeler kendilerini bir süre daha
lağvetmezler.

480
İHSAN BEY (Cebelibereket): Mevzu haricinde söylediğin için ne bildiğin varsa onu
söyle, dinleyeceğiz bakalım. (mevzu dahilindedir sesleri)
ŞEREF BEY (Devamla): Mevzu dahilinde söyledim, mevzu haricinde söylemedim.
(gürültüler, devam devam sesleri) Azınlığın haklarını muhafaza et…
HASAN BEY (Elazığ): Yalnız bugün mü aklına geldi?
ŞEREF BEY (Devamla): Her gün gelir ve hatta senden pek çok evvel. (gürültüler)
Hatta doğduğum günden evvel, pek çok evvel gelebilir. Efendi, ben çok evvel bu
memleketle alakadarım, senden pek çok, senden pek çok evvel. (alkışlar) Efendi
ler, hiç bir vakitte, hiç bir zamanda ordu kumandansız kalmaz. Biz ölüm kalım
davasına girişmiş bir milletiz. Karşımızda en büyük düşman var. O düşman İngilte
re'dir. Ben Yunan demiyorum, Yunan çok geri kalır. Okuyunuz, tetkik ediniz. İngil
tere hükümeti Türkiye'nin imhasını kastetmiştir. O halde bir ordu meydana gelmiş
tir ve orduyu idare için bir kumandana ihtiyaç vardır. Dünyanın hiç bir tarafında
ordu kumandanının salahiyeti tahdit edilmez. Onun askeri salahiyeti sonsuzdur,
ona karışamayız. Karışırsak ne olur? Mesela ne gibi, beni götürüp ordu kumanda
nı yapmak gibidir. İsterseniz beni ordu kumandanı yapınız ve bir tümeni batırmak
isterseniz beni kumandan tayin ediniz.
HULUSİ BEY (Karahisar). O da oluyor.
ŞEREF BEY (Devamla): Onu bilmem. Onun için rica ederim, Başkumandanlık
Kanununu tamamıyla kabul etmek lazımdır. Başkumandanlık Kanunu lazım değil
mi? Ali Şükrü Bey'in dediği gibi lazımdır. Demin Şükrü Bey’in ispat ettiği Başku
mandanlık Kanunu lazımdır. İkinci derecede...
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, kanunun tamamına dair söz
söylemeyiniz, maddeye dair söyleyiniz.
ŞEREF BEY (Devamla): Başkumandanlık Kanunu lazımdır. Kalanını aleni celsede
söyleyeceğim, efendim. (hakkın yok sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, malumunuzdur ki müzakere edilen
başkumandanlık salahiyeti kanunudur. Bu bir kanun olarak müzakere edilemez,
bu kanunun müzakeresi yanlıştır. Bu maddenin müzakeresi, eğer Yüce Heyet o
kanunu yeniden kabul etmek istiyorsa yanlış yoldan gidiyoruz. Madde bir, başku
mandanlığa şu, şu salahiyet verilmiştir, diye bugünden kabul etmek zarureti vardır.
Yoksa o kanun kabul edilmiştir diye geride kalan bir kanunun kabulü yanlıştır.
Kabul edeceğimiz salahiyet ne ise o kanun müzakere ediliyor, bu tekliftir, bir te
mennidir. Bununla o kanun yenilenmez, yanlıştır efendim, bu müzakere de yanlıştır.
Eğer bunu kabul etmek istiyorsanız Başkumandanlık Kanunu son bulmuştur, açar
sınız yine o maddeleri müzakere ile kabul edersiniz, böyle kanun kabulü yanlıştır.
ABİDİN BEY (Lazistan): Efendim, şimdi arkadaşlarıma söyleyeceğim iki şey var,
fikrimi ve kalbimi söyleyeceğim ve kendime aittir biraz. Malumunuz hani yılan hi

481
kayesi gibi bir zaman bizi hayvan tetkikine memur etmiştiniz ya. İki arkadaşım
çekildi, ben kaldım, ben tahkikatımı yaptım adam akıllı. Fakat arkadaşlar, bana
müsaade edin o kağıtları tamamen yırtayım, çünkü altında çapanoğlu çıkıyor en
sonra. (gülüşmeler) Askeriye bir zamana kadar istemediler bana versinler tahkika
tı. Ben onlara askerce sual sordum, suallerimin cevabını neticede aldım. Fakat
ben o zavallılara da acırım, çünkü neticede Levazım Reisine sordum ki bu yüzde
yirmi veya yüzde kırk toplanan hayvanların toplandığı zamanda iaşesi ne idi ve siz
incelediniz mi? Başkumandan sizi çağırdı mı ki sizin ne kadar iaşeniz var, hayvan
topladınız? Ben bu kadar hayvan toplayacağım.

YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Bolşeviklik yapıyorsun.

ABİDİN BEY (Lazistan): Affedersin, ben hiç bir vakit Bolşevik olmadım. Lanet ol
sun, kahrolsun diyen. (bravo sesleri, alkışlar) Bir kaç kişinin aleti olamam. (alkış
lar) Arkadaşlar ben en sonra Levazım Reisine sordum. Dediler ki bu hayvanları
nereden aldınız, nasıl aldınız? Dedi ki başkumandanlığın on numaralı emriyle
aldık. Pekala, siz almadınız, başkumandanlık bu emri verdiği vakit, sahra kuman
danı ordu kumandanının müşaviri abisidir, siz de askeri müşavirsiniz. Bunu müşa
vire sordunuz mu, sen ne kadar ay idare edebilirsin? Hayır, doğrudan doğruya
emir verildi ve alınmıştır. Efendiler, bu hayvanlar tamamıyla ölmüştür ve ben bun
ları verirsem bütün arkadaşlar mesul olmak lazım gelir, halbuki bu emir başku
mandanlıktan verilmiştir. Onun için ona göre düşünmek ve salahiyet vermek la
zımdır.

VASIF BEY (Sivas): Efendim, Başkumandanlık Kanunu her orduda bir başkuman
dan bulunuyor, ayrıca bir kanun yoktur. Dünyanın hiç bir tarafında bulunmaz. Baş
kumandanların vazifesi diğer kumandanların vazifesi gibi değildir. Onun dışında
fazla şey yapmak lüzumu yoktur. Bugün Yüce Meclisten bir kolordu kumandanının
salahiyetine dair bir kanun çıkmadı ve çıkmasına lüzum yoktur. Bu böyle olduğu
gibi ordu kumandanlığının da böyle, hatta başkumandanlığın da böyledir. O halde
bu kanun bir fevkaladeliği gösteriyor ki o fevkaladelik birinci maddesinde değil
ikinci maddesindedir. Yani büyük bir salahiyet veriyor. Tabii bu büyük salahiyete
lüzum var mı? Sakarya Muharebesinde ordu büyük bir buhran geçirdiği için seri
bazı tedbirler almak üzere başkumandanlığa böyle bir salahiyet verilmesi lüzumu
bu kanunun esas sebebi olmuştu. Büsbütün reddedilecek bir şey olmamakla be
raber bu müthiş buhranlar gibi buhranları Fransız Ordusu da geçirdi, Alman Ordu
su da geçirdi, Rus Ordusu da geçirdi. Fakat efendiler, başkumandanlık için yeni
salahiyetler, hususiyetler icap ettirmedi. Yasama meclisleri kendi haklarını verme
diler. Bilakis içlerinden heyetler ayırdılar. Ordunun içine soktular. (bravo sesleri,
alkışlar) Askeriyenin icabı budur, değildir diye cesarette bulunacak bir arkadaşımız
bulunursa mutlaka hata etmiş olacaktır. Bunun icabı bu, bu icaba, sonra yasama
hakkına da rağmen ki salahiyetimizi devretmek hakkını haiz diyebilirsek bu ikinci
maddeyi biz kaldırabiliriz. O halde hepimiz milletin selameti ve onun için iyi niyetle
çalışmak istiyoruz. O halde milletin haklarını muhafazaya memur olduğumuz hak

482
kımızı suiistimal etmeyelim. Zira bu kanun çok mühimdir. Cepheye memur olan bir
başkumandan ordunun gerideki ihtiyacına kumandan değildir. Ordunun noksanla
rını ikmal gibi vazife buna ait en ağır işleri yapmak mümkün müdür? Değildir. Za
man bize gösterdi. Biz yedi aydan beri yani Sakarya Muharebesinden sonra işte
hâlâ kıpırdayamadık ve kıpırdayamayacağız. (bravo sesleri, alkışlar) Bir teması
mız da kalmadı, olamadı ve olamayacak, zannederim ki bunun sonu gelmez, iyi
düşünelim, fırsat elimizde iken selametle düşünelim. Vicdani bir surette düşüne
lim, bu ikinci madde fazladır, kaldıralım efendim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, benim arzu ettiğim izahatı Vasıf Bey arka
daşımız bir asker sıfatıyla söylediler. O da başkumandanlığın tabii olarak lüzumu
na kanidirler. Bu husustaki düşüncemi biraz evvel izah etmiştim. Yalnız bu nokta
da bir şey arz etmek istiyorum. Şimdi orta yerde ikinci madde meselesinde atılan
fikirler ikidir. Birisi mesela deniliyor ki Sakarya Muharebesinden beri Başkuman
danlık Kanununun ikinci maddesinden başkumandan hangisinden istifade etmiştir.
Fiilen hangi meseleden istifade etmiştir diyorlar, yani etmemiştir demek istiyorlar.
Etmemiştir demek ki lüzum yok. İkincisi deniliyor ki şimdi bu salahiyetleri geri al
mak bir itimatsızlık olur diyorlar. (hayır hayır, katiyen sesleri) Ben kendi kanaatim
ce varit değildir diyorum, fakat bu hususta bazı arkadaşlarımın kanaati belki varit
tir. Bu itibarla ben diyorum ki biz bu kanunu şimdi müzakere edip ikinci maddeyi
lağvedersek fena bir iş yapmış oluruz. Her halde ikinci maddeyi ben rica ediyorum
ki Başkumandan Paşa Hazretleri mademki kullanmıyor ve istifade etmedi. Bu
salahiyeti kendi arzusuyla, kendi talebiyle Meclise versin, böyle olmadığını farz
edelim. Ben Meclisin selameti adına söylüyorum ve bu kanun zayıf bir çoğunlukla
kabul edilirse demin hissedilen itimatsızlık bunda mevcut değil midir? Binaenaleyh
şimdi hepimizin düşüncesi birdir, bir iyiliğe doğru gitmek istiyoruz. Her halde arka
daşlardan bir kısmının kanaati, diğer kısmının kanaatine tamamıyla zıttır. Bunun
ortasını bulmak daha uygun arkadaşlar. Çünkü şekil itibariyle bir tarafın Meclis
salonunu terk etmesi yahut oy vermemesi, çekimser olması veya on, on beş, yirmi
yahut kırk oy ile kabul edilmesi, itimatsızlığa sebep olur. Bu uygun değildir efendi
ler. Bir başkumandan Meclisin tamamının itimadını haiz olmalıdır? İş böyle görü
lür, böyle olmazsa iş göremez, bir birimizi şöyle böyle çarpıştırmak suretiyle değil,
uzlaşmak suretiyle, başkumandana oy vermek suretiyle iş görelim efendiler. Bu
nun için Başkumandan Paşa Hazretleri mademki bu salahiyeti bizzat kullanmıyor
lar ve bu salahiyetler yasama ile alakalı salahiyetleridir, buna lüzum yoktur, ben
bunu size verdim desinler, bitsin.
LÜTFÜ BEY (Siverek): Diyemez.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Her Başkumandan haiz olduğu salahiyetle, Heyeti
mizin itimadına mazhar olsun.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Bu verilir mi, alınır mı?

483
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz efendim, alınmakta sizinle müt
tefikim, fakat diyorum ki...
MEHMET ŞÜKRÜ BEY {Devamla): Yani nereden alacağız?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Almak ta vermekle olur, fakat bu Meclisin düşüncede
zıt olan iki kısım arasında fikren fena bir çarpışmayı mucip olacak, ben istiyorum ki
her işte olduğu gibi Mecliste bu işte de bir birlik tecelli etsin. Benim fikrim budur
efendiler, benim bulduğum çare budur, bu husus için siz başka çare bulabilirseniz
memnuniyetle kabul ederim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakere yeterliliği hakkında
önerge var, mesele anlaşılmıştır, birinci madde hakkında müzakere yeterliliğini
oylarınıza koyuyorum.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu madde hakkında bir önerge var, o önergeyi mü
saadenizle izah edeyim, isterseniz okunsun ondan sonra izah edeyim. Başku
mandanlık Kanununun ikinci maddesinin kaldırılması ve kanunun ad okunarak
oylanmasına dairdir.
FEVZİ PAŞA (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, bu kanun kabul edildiği vakitte or
dumuza maddi ve manevi bir kuvvet vermek maksadı, gayesi takip edilmişti. Şimdi
malumunuz gerek giriştiğimiz siyasi müzakerede, gerekse Yunanlıların yaptıkları
harp hazırlıklarında daha büyük kuvvetli bir cephe göstermek lazım gelir. Vaktiyle
verdiğimiz salahiyetlerden bir kısmını almak başkumandanlığa bir zayıflık verir.
Rica ederim evvelce verdiğimiz salahiyetten hiç bir şey kısmayalım, bu suretle
kuvvetli olarak siyasi müzakereye girişelim. Ordu’ya bu zarar vermesin.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Paşa, kuvvet Başkumandanlık Kanununda değil
dir, milletlin azim ve imanında, süngüsündedir. Kuvvet milletin rüştünü ispat etme
sindedir, kuvvet hak ve hakimiyetimizi...
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Soru mu soruyorsunuz?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Evet efendim, sorudur. Sizi Genel Kurmay Reisi
yaptık, sizi Vekil yaptık, orduların başına koyduk. Siz düşmana cevap vereceksi
niz, ordu burada aklı eren bir insan kitlesi, aklı eren bir yüce kuvvet görmek ister.
Başkumandanlık Kanunu ile ise vay halimize. Böyle anlayışın yoksa arz ediyorum
ki o kuvvet değildir. Paşam, biz o kuvvetti burada görmüyoruz. Avrupalıların naza
rında burada reşit bir millet görmek istiyoruz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, ben Paşa Hazretlerinden soracağım nokta
arkadaşlarımızdan Rauf Beyefendi ile Muhittin Baha Bey’in buyurduğu şeydir, yani
her şeyi olduğu gibi bırakmak. Bunun zararının dokuz aydan beri çekilmediği ka
naatinde iseler bize muzafferiyet irade etsinler, dokuz aydan beri yapılan şeyde.
Binaenaleyh ben diyorum ki neden acaba hem başkumandanlığın salahiyetini

484
muhafaza edelim hem de Yüce Meclisin yasama hakkını muhafaza edelim. Bunu
neden istemiyorlar, bana cevap versinler.
FEVZİ PAŞA (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, bir ordunun idaresinde birlik ve ku
mandanın büyük tesiri vardır. Hüseyin Avni Bey arkadaşımız buyurdular ki Genel
Kurmay Reisi yaptık ve ona kuvvet verdik. Halbuki malumunuz Genel Kurmay’da
bu kuvvet var iken Başkumandanlık Kanunu kabul edildi. Demek ki Milli Savunma
ve Genel Kurmay’dan mürekkep kuvvetler bir elde tutulmak istenildi. Bundan daha
basit bir şey yoktur. Sonra efendim, daima böyle işlerde büyük kuvvetleri bir ele
vermek her halde daha doğrudur. Bu hususta kuvvet vardır, zaaf yoktur.
ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Başkumandanlığın lüzumuna hepsimiz kaniiz ve lüzu
muna kani bulunurken Meclis kendi salahiyetini ve kendisinin orduyu takviye için
salahiyeti almak isterse, başkumandanlığın salahiyetini takviye mi eder? Yoksa
zafiyete mi sebep olur? Çünkü bu kanunu Meclis yapıyor ve Meclis yaparsa güçlü
olur. Paşa bir emirle yaparsa zayıf olur. Zayıf ta olmuştur.
FEVZİ PAŞA (Devamla): Ben demin de arz ettiğim gibi Meclis bunu lüzumlu görüp
salahiyeti aldığı gibi Başkumandanlığın nüfuzu düşmüş demektir. Hem ordunun
morali hem de ordunun hareket şevki.
VASIF BEY (Sivas): Rica ederim, ordunun sevk ve hareketi esasen dünyanın her
tarafında başkumandanlıkla onun karargahını teşkil eden Genel Kurmaydır. Bun
lar cephe otoritesidir. İç otoriteyi teşkil eden Milli Savunma başkumandanlığa bağlı
değildir. Harbe hazırlanmak lazım geliyorsa başkumandanlıkla görüşürler. O harp
otoritesi değil iç otoritedir. Adeta İçişleri Vekili ne ise o da iç otoritedir. Siz içeriye
karışmazsınız. Sizin vazifeniz doğrudan doğruya cephedir. Cephe ile meşgul olur
sunuz ve o zaman doğrudan doğruya ihtiyacınızı istersiniz, vatan da sizin ihtiyacı
nızı gönderir.
FEVZİ PAŞA (Devamla): Başkumandanlık da öyle yapıyor efendim. Başkuman
danın yaptığı işte budur, iki kuvvet birleştirilmiştir.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Vasıf Beyefendi mühim bir meseleden bahsettiler
ki hakikaten gayet mühim bir meseledir. Dediler ki yedi aydan beri, Sakarya Muha
rebesinden beri ordu nitelik ve nicelik olarak bir adım ileri gitmemiştir, işte başku
mandanlığın yaptığı bundan ibarettir. Bu hususta Meclis aydınlatılsın.
FEVZİ PAŞA (Devamla): Her halde Sakarya Muharebesinden sonra ordu nitelik
ve nicelik bakımından pek çok ilerleme kaydetmiştir ve daima muvaffakiyet için
uğraşıyor ve buna emindir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin yeterliliği hakkında
bir önerge vardır. Söz alan arkadaşımız da yoktur. Önergede deniliyor ki mesele
anlaşılmıştır, müzakere kafidir. Birinci Maddenin müzakeresini kafi görenler lütfen
ellerini kaldırsın. Müzakere kafi görüldü. Efendim on yedi imzalı bir önerge var,
Selahattin Bey’le arkadaşlarının önergesi.
485
TBMM Başkanlığına
Süresinin uzatılması teklif olunan Başkumandanlık Kanununun ikinci
maddesi, Yüce Meclisin yasama salahiyetini mani olmakta ve bu salahiyeti
ortadan kaldırmakta olduğundan, bu maddemin kanun metninden çıkartılması
nı ve ad okunarak oya konulmasını teklif eyleriz.
Mersin Mebusu
Selahattin ve 16 arkadaşı
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, sonra bu teklifin hiç oya konmasına
lüzum kalmaz. Evvelce konması lazımdır. Çünkü kanun bir maddeyi ihtiva ediyor.
Eğer bu önerge reddedilirse o vakit oya konur. Bu teklifimiz maddenin içindedir,
efendim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim on yedi imzalı önerge ki Başku
mandanlık Kanununun ikinci maddesinin metinden çıkartılması hakkında ve ad
okunarak oylanması talep edilen önergeyi oya koyuyorum. İkinci maddenin kanun
metninden çıkartılmasını kabul edenler beyaz, etmeyenler kırmızı pusula atsınlar.
(gürültüler, anlaşılmadı sesleri) Tekrar edeceğim efendim, müsaade buyurun.
İkinci maddenin kanun metninden çıkartılmasını kabul edenler beyaz, etmeyenler
kırmızı pusula atsınlar. (gürültüler)
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Canım bu ad okunarak oya konamaz.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Efendim ad okunarak oylanamaz. Gizli celsede
yoklama olmaz.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendiler oylama bitmiştir. Oylarını kul
lanmayanlar varsa lütfen kullansınlar. Oylar sayılıncaya kadar on dakika teneffüs
etmek üzere celseyi tatil ediyorum, efendim.
(Ara verilir. Oylar sayılır. Oturum tekrar açılır.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Celseyi açıyorum. Efendim, Başkuman


danlık Kanununun ikinci maddesinin kanun metninden çıkartılmasına dair olan
teklife iştirak eden 176 üye katılmış, 11 oy çekimser, 73 oy beyaz, 91 oy kırmızı
dır. Binaenaleyh önerge reddedilmiştir. Madde kanun metninde kalmıştır. Başku
mandanlık Kanununun müzakeresi kafi görülmüştür. Birinci maddeyi oylarınıza arz
ediyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. İkinci maddeyi okutu
yorum.

Madde 2. Bu kanun 5 Mayıs 1922 tarihinden itibaren geçerlidir.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): İkinci madde hakkında söz isteyen var
mı? (yok sesleri, karar yeter sayısı yok sesleri) Şimdi yoklama oldu efendim, ço

486
ğunluk vardır. İkinci maddeyi kabul edenler lütfen el kaldırsın. Çoğunlukla kabul
edilmiştir. Üçüncü madde.

Madde 3. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Üçüncü madde hakkında söz isteyen var
mı? (hayır, sesleri) Üçüncü maddeyi kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edil
miştir. Kanunun tamamını reyinize arz ediyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın.
1
Kanunun tamamı da kabul edilmiştir.

(Gizli oturuma son verildi ve açık oturuma geçildi. Başkumandanlığın üç ay daha uzatıl
masına dair kanun tasarısının açık oturumda görüşülmesine devam edildi. Kanun tasarısı
tekrar okundu.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Kanunun tamamı hakkında söz isteyen
var mı? (Yok, sesleri) Kanunun tamamını kabul edip maddelere geçilmesini iste
yenler lütfen el kaldırsın. Maddelere geçilmiştir. Birinci madde hakkında söz iste
yen var mı?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Bey söz isterim. Efendim düşman, muhtelif
hamleleri neticesinde Sakarya önüne kadar gelmişti. Tabiidir ki bu Genel Kurma
yımızın bir manevrası neticesi olmuştur. Bu esnada Konstantin Eskişehir'de çadı
rını kurmaya maalesef muvaffak olmuştu. Bu, Meclisin asabiyetine dokunarak
bizzat hepimizin harp hattının gerisine gitmek isteği mevcut idi. Evet, o gün, gö
zümün önünden gitmez bir andı. Geceleri bile arkadaşlarımızın birçoğu burada
fevkalade galeyan göstererek toplantıda bulunuyorlardı. Halkta büyük bir asabiyet
ve düşmanın böyle muvakkat ve hayali olarak kendisince galibiyetini kıracak ted
birler düşünüyorduk. İşte bu tedbirlerin neticesi cümlesinden olmalıdır ki Reis ki
askeri liyakati malum ve hepimizce bilinir, ordunun başkumandanlığına getirildi.
Biz düştüğümüz şu vaziyet dolayısıyla mehmetçiğin kalbinde de yaşayan Büyük
Millet Meclisinin ruhunun bir timsalini göstermek zarureti vardı. Maalesef ki Yunan
lılar gibi Padişahımız ki bugün artık şahsının önemi kalmamıştır, İstanbul'da Yu
nanlılarla birlikte hareket ediyordu. Bu zaruret dolayısıyla ona karşı bir vaziyet
almak için Büyük Millet Meclisinin manevi şahsiyetini temsil etmek, askerin kalbin
de Meclisin ruhunu yaşatmak için Reisimize başkumandanlık rütbesini vererek
orduya göndermiştik. Bunun büyük neticesini daha sonra gördüğümüzü tarih yaz
mıştır. Paşa, askeri mahareti ile kumanda etti. Bütün kumandanlarla beraber bü
yük ve şanlı bir muzafferiyet elde ettiler ve tarihimizde şanlı bir sayfa daha açtılar.
Bu büyük ve kudretli silahı geçici bir zaman için kullanmaya karar verdiğimiz, o
kanunda da açıkça vardır. Dünya biliyor ki şartlar ve vaziyet lehimizde. Artık fev

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (4 Mayıs 1922), 1.Dönem, c.3, s.315-331, http://www.tbmm.gov.tr/

487
kalade vaziyete lüzum ve ihtiyaç kalmamıştır. Fevkalade tedbirler, fevkalade za
manlar için alınır. Bizim bu fevkalade şartları terk etmemiz zamanının da geldiğine
kaniim. Başkumandan Paşa Hazretleri Mecliste hazır olsaydılar kendilerinden
burada açıktan soracaktım. Acaba Büyük Millet Meclisinin kendilerine verdiği sa
lahiyetin artık devamına lüzum var mıdır? Ben kendi kanaatimce artik buna lüzum
kalmamıştır, diyorum. Yüce Heyetinizin çoğunluğunun kararı benim bu fikrimi doğ
rulayacaktır. Var mı, yok mu? Buna seçiminiz karar verecektir. Benim kendi kana
atime göre bunun devamına lüzum yoktur. Şayet lüzum varsa, biz Başkumandan
lık Kanunuyla ordunun harp kabiliyetini kuvvetlendirmek için, bir an için, acil daha
birtakım tedbirler alması hususunda kendilerine salahiyet vermiştik. Başkuman
danlığa, gerek milli yükümlülükler ve gerekse yasama hakkı hususunda verilen
salahiyetin ve bu gibi hakları kullanmasının lüzumu olmadığına ve artık mevsimi
nin geçtiğine kaniim.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Cenabı Hakkın yardımıyla inşallah sulhu imzalarsak o
vakit...

HÜSEYİN AVNI BEY (Devamla): Efendiler, Milli Savunma salahiyetleri başku


mandanlığa verildiği zamanın nezaketi acil olmuştur. Bugün Meclis bütün mevcu
diyetiyle mesaisini oraya vermiştir. Her halde ordunun levazım ihtiyaçlarının bol
bol ifa ettiğine kaniim. Ordusunun levazımını vererek cephede yaşayan
mehmetçiğin ihtiyaçlarını temin etmekten başka bir vazife görmüyor. Reis Pa
şa’dan ikinci maddenin devamına lüzum kalmayacağını öğrenerek kendilerinden
bilhassa istirham eylerim. Buna artık lüzum kalmamıştır, ben de devamına kani
değilim, desinler. Lüzum varsa izah buyururlar. Biz artık büyük bir sulh devresine
giriyoruz. (ne sulhu sesleri) Şükürler olsun ki bizi sulha kavuşturan düşmanlarımız,
meşru hakkımızı tanıdılar ve bizi davet ediyorlar efendiler. Her halde evvel Allah,
sonra süngümüzdür bizi sulha götürecek. Tabii sulh için harp ediyoruz. Hakkımızı
tanıttırmak için harp ediyoruz. Biz cenkçi millet değiliz. Hakkımızı tanıtmaya çalışı
yoruz. Neden sulh deyince çekiniyorsunuz, ürküyorsunuz? Efendiler milli istiklali
mizi Allah'ın yardımıyla ve mehmetçiğin süngüsü ile tanıttırmıştır ve onlar da bunu
itiraf etmiş, sulh müzakeresine kapılarını açmışlardır. Kim tanımıyor?
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Niye memleketimizi tahliye etmiyorlar?

HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Tahliye etmiyorlarsa tahliye ettiririz. Rica ederim,
arkada Büyük Millet Meclisi, ordusunun hazırlığıyla meşguldür. Düşman tahliye
etmezse ettiririz, efendiler.
HÜSREV BEY (Trabzon): Efendim, Başkumandanlık Kanunu tekrar müzakereye
geldiği zaman her nedense aynı şeye maruz kalıyor. Bilmiyorum ne gibi hususta
suiistimal edilmiş ve neden dolayı bizlerde bir endişe vardır?
HÜSEYİN AVNI BEY (Erzurum): Öyle bir şey söylenmedi, o kendi yanlış düşün
cenizdir.

488
HÜSREV BEY (Devamla): O, zatıalinizin de kendi yanlış düşüncenizdir. Binaena
leyh bunların bahis mevzuu olmasında da bir mana yoktur. Kanun aynen kabul
olunursa mesele biter.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ben bu töhmeti kendilerine reddederim. Ben
Meclisin çoğunluk kararlarına baş eğerim.
HÜSREV BEY (Trabzon): İçtihat yoktur. Sizin ne olduğunuz malumdur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Çok güzel fakat yaya kalırsınız.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakereyi kafi görenler lütfen
ellerini kaldırsın. Müzakere kafi görülmüştür, efendim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Bey, bana niye tecavüz ediyorlar? Hakareti
reddederim. Benim şahsiyetim malum imiş, benim şahsiyetim ne gibi malum imiş?
HÜSREV BEY (Trabzon): Evet malumdur.
HÜSEYİN AVNI BEY (Erzurum): Tabii olduğum gibi... Başka isnat kabul edemem
Hüsrev Beyefendi.
(Görüşmenin yeterliliğine karar verildi. Maddeler tek tek tekrar okundu ve kabul edildi.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, kanunun tamamının ad okuna


rak oylanması hakkında on beş imzalı bir önerge var.

TBMM Başkanlığına
Başkumandanlık Kanununun süresinin uzatılması hakkında bazı üyeler
tarafından verilen kanun teklifinin ad okunarak oylanmasını teklif eyleriz.
Mersin Mebusu
Selahattin ve 17 arkadaşı
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Lütfen imzalarını okuyunuz.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Önerge on sekiz imzalıdır. Divan olarak
önergeyi kabul ediyorum. Kanunu kabul edenler beyaz, reddedenler kırmızı oy
verecekler, lütfen oylarınızı vermeye başlayınız. (oy pusulaları toplanmaya baş
landı) Efendim, oy kullanmayanların bir günlük maaş kesme cezası verilmesine
dair Erzurum Mebusu Salih Efendi’nin bir önergesi var.

489
TBMM Başkanlığına
Meclisin düzenini temin maksadıyla, oylamaya katılmayanlara bir günlük
maaş kesme cezası verilmesini teklif eylerim.
Erzurum Mebusu
Salih
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Yoklama neticesinde oy kullanmayanlar
hakkında bir günlük maaş kesme cezası verilmesini kabul edenler lütfen ellerini
kaldırsın. Kabul edilmiştir.
(Ad okunarak oylama yapıldı. Oyların sayımı için ara verildi. Oylar sayıldı ve oturum
tekrar başladı.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Mecliste karar yeter sayısı bu
lunmadığından, Kanun teklifinin oylaması yapılamamıştır. Cumartesi günü top
1
lanmak üzere celseyi tatil ediyorum.

(İki gün sonra, 6 Mayıs 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Buyurun Paşa Hazretleri.


MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Efendiler, Başkumandanlık Kanunu
nun uzatılması münasebetiyle Perşembe günü cereyan eden müzakerede, rahat
sızlığım münasebetiyle bulunamamıştım. Fakat cereyan eden müzakere hakkında
neticesi itibariyle bilgi sahibi oldum. Neticesi, yani muamelesi tamamlanmamış
olması, beni müzakerenin nasıl yapıldığını araştırmaya sevk etti. Bu münasebetle
o müzakerede söz söylemiş olan arkadaşların bütün sözlerini gözden geçirdim,
verilen oyları dahi tetkik ettim. Binaenaleyh Mecliste bulunmuş kadar vakıf oldu
ğumu zannederim. Efendiler, Başkumandanlık Kanununun yapıldığı günü hep
beraber aklımıza getirelim. Yunan orduları bazı muvaffakiyetli harekâttan sonra
Ankara istikametinde yürümekte idi. Ordumuz Sakarya gerisine kadar gelmiş idi.
Yüce Meclisiniz bu düşman ordusunu bertaraf etmek ve umumi vaziyeti düzeltmek
için çare ve tedbirler düşünmek mecburiyetini hissetmişti. Bunun neticesinde baş
kumandanlık kuruldu ve ona kafi salahiyet verildi. Başkumandanlık Kanunu yapı
lırken bu kanunun üç aydan fazla olmamasını Yüce Heyetinize teklif eden doğru
dan doğruya bendim. Bu kanunla ortaya çıkan başkumandanlık vazifesini yaptık
tan üç ay sonra kanunun uzatılması veya kaldırılması yine Yüce Heyetiniz huzu
runda münakaşa edildi. Başında olduğu gibi bu münakaşa neticesinde de Yüce
Heyetinizin çoğunluğu ile bu kanunun uzatılmasına karar verildi. Ondan sonraki
tedbirler de bu suretle neticelendi. Ancak başından beri bugüne kadar daima bu
kanunun lüzumu olmadığından yahut değiştirilmesinden bahseden ve başkuman

1
TBMM Zabıt Ceridesi (4 Mayıs 1922), 1.Dönem, c.19, s.519-522, http://www.tbmm.gov.tr/
490
danlığın mevcudiyetinden rahatsız olanlar vardı. En başında olduğu gibi bugün de
aynı şikayetçiler yüzünden başkumandanlık sıfat ve salahiyeti hakkındaki müna
kaşalar malumunuz olan son manzarayı ortaya çıkarmıştır. Ben lüzumsuz bir
mevkiin, bir makamın mutlaka devam etmesinin taraftarı değilim. Sonra herhangi
bir makamın, sorumsuz olacak salahiyetleri temin edecek kanunların da devam
etmesi taraftarı değilim. Ancak bu makamın ve bu makama ait olan kanunun lü
zum ve lüzumsuzluğunu düşündüğümüz zaman, kendi fikirlerimi açık söylemek
mecburiyetinde bulunuyorum. Fakat müsaade buyurursanız son sözümü söyle
meden evvel, meselenin mahiyetini açıklamak için sohbet tarzında bir kaç söz
söyleyeyim ve bu makamın lüzumsuzluğuna dair söz söylemiş olan üyelerden ve
onların bazı sözlerinden de bahsedeyim. Mesela Salih Efendi, söylediği sözlerde,
bir hakkın gasp edilmesinden bahsediyor.
-Mustafa Kemal Paşa bu hakkı bizden gasp etmek istiyorsa kendisini, küçültür ve
biz de o hakkımızı vermeyeceğiz, verirsek aptalız,
...diyor. Efendiler, Başkumandanlık Kanununun yapılması bahis mevzu olduğu ilk
gün bu kürsüde söylenilen sözleri hatırlayalım. Ben hiç kimseye beni başkuman
dan yapınız demedim, hiç bir kimseye bu salahiyeti bana veriniz demedim. Bilakis
bütün Meclis bana hemen başkumandan olacaksın dedi. Bugün en şikayetçi olan
arkadaşlarım bu kürsüden feryat ettiler dediler ki başka yapacak çare yoktur, Rei
simizi başkumandan yapalım. Onunla beraber, ordumuzla beraber zafere gidelim.
(doğru sesleri) Binaenaleyh benim hiç bir vakit hatırıma gelmedi ki Yüce Meclisin
tamamen, kısmen salahiyetini gasp edeyim ve böyle bir düşünce benden uzak
olsun. Arkadaşlar, açık ifademden beni mazur görünüz. Her birinizin fevkalade
salahiyet ile seçilmiş olunmasına ve fevkalade salahiyet ile burada bütün memle
ketin mukadderatına el koymanıza, herkesten ziyade ben çalışmışımdır. (doğru
sesleri) Bunun için pek çoklarınız bilirsiniz ki en yakın arkadaşlarımla fikir mücade
lesi yapmışımdır ve bunu temin edebilmek için bütün hayatımı, bütün mevcudiye
timi, bütün şeref ve haysiyetimi en zor tehlikelere atmışımdır. Binaenaleyh, bu
benim eserimdir. Ben herkes gibi eserimi yıkmaya değil korumaya mesulüm. (te
şekkür ederiz sesleri) Fakat daima kraldan ziyade kral taraftarıyım. Onun için rica
ederim, Salih Efendinin hiç olmazsa beni de kendisi kadar bu Meclisin haklarıyla
alakadar biri olarak farz etsin.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Daha büyük bir mevkiiniz var.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Binaenaleyh, Meclisin bir hakkını gasp et
mek sözünü tamamen Salih Efendi'ye iade ederim. Böyle bir şey bahis mevzuu
değildir. Efendiler, Başkumandanlık Kanununun veya meselesinin bahis mevzuu
olması lazım geldiği zaman bu meselenin gizli celsede müzakeresinin münasip
olacağına dair bir önerge verilmiş, bu önerge bir çok suretlerle tenkide uğramış ve
meselenin açık celsede olması hususunda söz söylenilmiştir. Bu hususta
Karahisar Mebusu Mehmet Şükrü Bey bazı sözler söylemiştir. Yani gizli celse ile
hakikati milletten gizlemek hususunda bir temayül ima etmiştir.

491
-Milletten hakikati ve mebuslarının söylediği güzel sözleri saklıyoruz.

...demiştir. Efendiler, bir defa Yüce Meclisiniz alelade yasama meclisi değildir, bir
mebuslar meclisi değildir. Yürütme salahiyetline de haiz ve tamamı ile bir hükü
mettir. Dünyanın neresinde görülmüştür ki bir memleketi, bir devleti idare eden
hükümet bütün gizliliğini alenen ortaya koysun. Bu dünyada mevcut değildir, bu
olamaz. Binaenaleyh, bu bakımdan Yüce Meclisin yapacağı öyle müzakereler
vardır ki bunları derhal millete söylemek derhal dünyaya ilan etmek uygun olamaz.
Bu pek mantıki ve pek makul bir şeydir. Başkumandanlık Kanununun aleni celse
de bahis mevzuu olmayıp da gizli celsede bahis mevzuu olmasının sebebi ise pek
serinkanlılıkla mütalaa olunabilir. Takdir buyurursunuz ki başkumandan olacak
kişinin ordu üzerinde ve bilhassa ordunun karşısında bulunan düşman üzerinde
hükmü, nüfuzu çok büyük görülmek lazım gelir. Binaenaleyh, haysiyeti çok büyük
olmak lazımdır. Halbuki kim olursa olsun, bir adam bir memuriyete tayin olunurken
onun aleyhinde söz söylenince onun, tesirinden hakikaten bir şey kaybolması
imkan ve ihtimali vardır. Nitekim biliyorsunuz bir valinin tayininde bile, bir mutasar
rıfın tayininde bile, bir zamanlar burada münakaşa olmuştu. Buraya gelsin biz
tayin edelim. Buna sebep ne idi. Çünkü filan adam şu, şu noktalarda şöyledir,
böyledir, yapar, yapamaz, eder, edemez derseniz ve bu suretle görürseniz tabii
oradaki hüküm ve tesiri az çok zayıflar. Nerede kaldı ki bir dava takip eden, bir
ihtilal yapan, bir inkılap geçiren bu millet düşman karşısındaki ordulara başku
mandan tayin ederken düşmanlara karşı bizim başkumandan yapar yapamaz
yaptı, yapamadı diye münakaşa eder. İşte bu vaki olmamak için, bu mahzur vaki
olmamak için aleni celsede değil, gizli celsede münakaşa edilmesi tercih edilmek
lazımdır. Mamafih bizim Meclislimiz dünyanın en demokrat bir meclisidir. Ben
vicdanen arzu ediyorum ki, Yüce Meclisimizi teşkil eden üyelerin her biri bütün
fikirlerini söylesin, bütün tenkitlerini yapsın, bütün gördükleri mahzurları ifade et
sin. Binaenaleyh aleni celse talep etmek demek arkadaşlarımızı bu vicdan, fikir ve
hürriyetten menetmiş oluyoruz. Biz bunu istemediğimizden dolayı mı şey ediyor
sunuz. Uzun münakaşa gizli celsede yapılmış olmakla beraber, az bir kısmının
aleni celsede yapılmış olması bile yine bir mahzurdur. Mesela Hüseyin Avni Bey
benim burada rahatsızlığımı bahis mevzuu etmesi bile doğru değildir. Benim ra
hatsızlığımı burada ifade etmiş olması dahi mahzurludur. Benim hastalığımı bura
dan ilana lüzum var mı? Belki düşman benim rahatsızlığımı işitir ve üç beş gün
sonra taarruza geçer. Benim hastalığımı düşmanın işitmesi doğru mudur? Biz
kralın hastalığını işitmek için casus kullanırız. Binaenaleyh bu bile hatadır. Yoksa
Mehmet Şükrü Bey’in dediği gibi hiç bir vakit şu kürsüden söylenecek sözlerin,
yapılacak tenkidin milletten gizlenmesi mesele değildir. Bilakis düşmanlarımızdan
gizlemektir. Yoksa burada söylenecek sözleri millete işittirmek lazım gelseydi ve
bunda menfaat olsaydı, bir fayda bulunsaydı ve ben çok tercih edecektim ki bura
dan söz söylesin ve ben de Mehmet Şükrü Efendi’nin sözlerindeki manaya cevap
vereyim. (bravo sesleri)

MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Varsa söyleyiniz, Paşam.

492
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Şükrü Efendi bilin ki millet onun gibi düşün
müyor. Şükrü Efendi’nin dediği gibi komedya oynatmıyoruz ve biz buraya komed
ya oynatmak için toplanmadık. Efendiler komedya oynatmak isteyenler varsa ken
disidir. Fakat efendiler emin olsun ki biz o komedyaya kapılmayacağız. (bravo
sesleri) Şükrü Efendi’nin, oynamak ve oynatmak istediği komedi neticesinde ka
pıldığı kanun pençesinden ne kadar aşağılandığını unutabilecek kadar çok zaman
geçmemiştir. (doğru sesleri)
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Estağfurullah, serbestçe söz söylemek bu
mudur Paşa Hazretleri?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Şükrü Efendi diyor ki,
-Cepheden gelen arkadaşlardan yaptığım tahkikata göre başkumandanlığa lüzum
yoktur, olsa bile evvelki kadar değildir.
...Efendiler, başkumandanlık lüzumunun ve lüzumsuzluğunun Şükrü Efendi ve
arkadaşlarının takdirine ihtiyaç yoktur. Şükrü Efendi ile arkadaşları, ordunun yal
nızca dağılmasına yardım eden kuvvetlerdir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Estağfurullah Paşam, estağfurullah.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Cephe arkadaşlarımızdan kimler var, Paşam?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Siz değilsiniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Arkadaşlarımın hepsi de muhteremdir. Böyle
şeyler...
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Paşam itham altında bırakmayın, ne varsa
hepsini söyleyin.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Mehmet Şükrü Bey diyor ki başkumandanın
yaptığı kanunlar şöyle oldu, böyle oldu. Efendiler ben kanun çıkarmadım. Başku
mandanlar kanun yapmaz. Başkumandanlar emir verir ve ben emir vermişimdir,
kanun yayınlamadım. Benim yayınladığım emirlerin tatbikatında suiistimal olduğu
söylenmiştir. Bu olmamıştır diyemem. Fakat yalnız benim emirlerimin tatbikatında
suiistimal vardır demek uygun değildir. Belki bütün kanunların, bütün emirlerin
tatbikatında onu tatbik eden memurların hataları, suiistimalleri olabilir, bu her za
man olur. Binaenaleyh bu gibi suiistimal yapanları cezalandırmak Hükümete ve
neticede Yüce Meclise ait bir meseledir ve bir vazifedir. Binaenaleyh Yüce Meclis
te hiç bir zaman bu gibi suiistimalleri göz yuman kimse bulunmamıştır. Sonra Şük
rü Bey diyor ki,
-Başkumandanlığa başladığınızdan bugüne kadar ordu hakkında hiçbir izahat ve
malumat verilmemiştir veya kaç defa verilmiştir.

493
...Ben zannediyorum lüzum ettikçe Yüce Heyetinize ordumuzun vaziyeti hakkında,
mesela cepheye giderken ve hatta beş on gün evvel de cepheden geldiğim vakit
beyanatta bulundum. Eğer bu beyanat kendilerini tatmin etmiyorsa, beyanat icat
etmeye muktedir değilim. Abidin Bey de kendisinin bir hayvan tetkikine memuriye
tinden bahsettiği sırada suiistimal vaki olduğundan ve suiistimal olduğunu ima
eder sözler söylemiştir. Kendisini tahkikattan menetmişler, hayvanlar ölmüş vesai
re... Efendiler, kendisini vazifeden meneden kimse olmamıştır. Hayvanlar ölmüşse
bilmiyorum hangi hayvanlardır. Fakat cümlenizin malumu olduğu üzere sığır ve
bası vardı. Yalnız Abidin Bey’in tetkikine memur olduğu hayvanlar değil birçok
yerlerde bile köylünün de ordunun da böyle hayvanları ölmüştür. Yani kendisi
ifadesine göre, karıştırırsak bir çapanoğlu çıkarmamıştır. Çapanoğlu çıkan bir
meseleyi neden şimdiye kadar söylemedi ve şimdiye kadar hepinizi ve herkesi
böyle altında çapanoğlu bulunan bir mesele karşısında uyutmuş oldu? Bundan
dolayı kendisini vazifesini ifa etmemiş olmakla itham ederim. Efendim, Hüseyin
Avni Bey, kanun aleyhinde konuşurken birçok telaşlı sözler söylemiştir. Bilhassa
bu sözler arasında benim dikkatimi çeken bir iki nokta vardır ki onu burada tekrar
etmek mecburiyetindeyim.
-Yüce Meclise hitaben diyorum, bu hareket tarzı sebebiyle siz milleti rezil edecek
siniz.
...sözü.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hayır Paşam, öyle bir ifadem yoktur.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Tabii Yüce Heyet bunu işitmiştir. Tutanak
burada olsaydı, gösterirdim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Öyle bir sözüm yoktur, yanlıştır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Öyle ise tesadüfen tutanakta böyledir. Son
ra, miskinler sözü ve siz milleti rezil edeceksiniz sözü vardır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hayır yoktur. Bir arkadaş duymuş ise söylesin.
(hayır, sesleri)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Şimdi efendim, Hüseyin Avni Bey diyor ki,
-Vazifeler şahıslarla olmaz. Binaenaleyh, şahıs, fert yoktur, millet vardır.
...Evet, yani bir Hükümetin umumi kuvveti, Yüce Heyetinizin kahramanlığıdır. Her
yerde böyledir. Fakat fertler vardır. Çünkü bu heyetler bütün memleketlerde bu
işleri fertlerle ve şahsiyetlerle yapmaktadır. Bugün İngiltere’de Devleti Lloyd
George eline almıştır, öteki Puankare almıştır, öteki bir Şanzer eline almıştır, diğer
öteki Lenin almıştır. Bunlar birer ferttir ve milletlerin fertten müteşekkil olduğunu
düşünürsek, fertle olmadığı sözünün doğru olmadığı anlaşılır. Ferdin mevcudiyeti

494
ni inkar etmek bu noktadan da uygun değildir. Fertler vardır efendiler ve bunları da
sözlerle inkar etmenin imkanı yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Müsaade buyurunuz, efendim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Dur efendim, ne zırzır ediyorsunuz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Zırzır kelimesini kabul etmem.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Zırzır yapıyorsun ya.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): İstirham ediyorum Paşam, sözünüzü geri alınız.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Mahalle kahvesi midir burası?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Milletin Kabesidir.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Öyle ise riayet ve hürmet ediniz Kabe’ye.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ben hürmetkarım.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Efendiler, söz söyleyen bir zat da Selahattin
Bey’dir. Selahattin Bey sözlerinin başında bize taarruz edip etmeyeceğimizi sor
muş, biz de edeceğiz demişiz ve kendisi de edemeyeceksiniz, demiştir. En niha
yet edememişiz, kendi sözü olmuştur. Halbuki zannediyorum, taarruzun tehir
edilmesinin sebebini Yüce Heyetinizin huzurunda bir vesileyle gerek ben ve gerek
asker arkadaşlarım, yani Genel Kurmay Reisi, Milli Savunma Vekili defalarca söy
ledik. Tekrar edeyim, Sakarya Harbini müteakip taarruza devam edemeyecek bir
halde idik. Bu esnada kış bastı, kış basınca ihtiyaçlarımızı temin edemedik. Bu
sebeple taarruz harekâtına başlayamadık. Bunu gizli olarak arkadaşlarıma ifade
ettiğimi zannediyorum. Fakat tabii bunu bütün dünyaya ilan edemeyiz efendiler.
Lakin tekrar ediyorum, kararımız taarruz etmektir. Düşmanı vatanımızın üzerinden
atmaktır. (inşallah sesleri) Bu kararımızda sabit bulunuyoruz ve bunda tereddüt
etmeye hiçbir sebep yoktur. Selahattin Bey, başkumandanlığın lüzum ve lüzum
suzluğunu söylerken diyor ki ordu kurulmuştur ve mükemmeldir. Evet, ordumuz
mükemmeldir, fakat itiraf ederim henüz tam mükemmel değildir. Binaenaleyh, bir
asker arkadaşımızın Yüce Heyetinize ordumuz mükemmel olmuştur diye beyanat
ta bulunması için ordunun içyüzünü bilmesi lazımdır. Halbuki diğer taraftan işte
salahiyet sahibi olan Genel Kurmay Reisi ve Milli Savunma Vekili bu fikirde değil
dirler. Ben diyorum ki ordunun her şeyi tam değildir ve bunun için uğraşıyoruz.
Genel Kurmay Reisinden başlayınız, ta ordu kumandanlarına kadar, kolordu ku
mandanlarına kadar böyle demiyorlar. Onlar diyorlar ki bunu sen idare edeceksin,
sen kumanda edeceksin bize. Senin kumanda etmene ihtiyacımız vardır. Bunlar
çok namuslu ve çok iyi bir kalp ve akla sahip insanlardır ve bunu vicdani kanaatleri
itibarıyla itiraf ediyorlar, kumanda etmek zaruretindesin diyorlar, bana. Onun için
bu doğru değildir. Bundan sonra Selahattin Bey diyor ki,
-Bizim en büyük vazifemiz siyaset yapmaktır.

495
...En büyük vazifemiz siyaset yapmak değil, en büyük vazifemiz topraklarımızda
bulunan düşmanı defetmektir. Bir dakika için Selahattin Bey’in sözlerini kabul ede
lim. Ben mani miyim yahut başkumandan mani midir? Bu sözün Başkumandanlık
Kanunu ile ne alakası vardır? Efendiler, bugün milleti yaşatacak harp değildir di
yorlar. Efendiler, bugün milleti yaşatacak yalnız harptir, başka bir çare yoktur. Bu
sebeple, onun için bütün kudretimizi, bütün varlığımızı orduya vereceğiz ve harp
yapacak bir iktidarda olduğumuzu dünyaya tanıtacağız ve ancak ondan sonra
milleti insan gibi yaşatmak mümkün olacaktır. (çok doğru sesleri) Sonra Selahattin
Bey diyor ki,
-Bugünkü askeri vaziyetin mal olduğu masrafı tetkik etmek için başkumandanlığın
mevcudiyeti bir engeldir.
...Efendiler, bu doğru değildir. Başkumandan Yüce Heyetinizi, maliyeyi ve bütçeyi
tetkikten ne vakit menetmiştir? Bu mümkün olmayan bir iştir. Bu bütçemiz ile ne
yapabileceğimiz hakkındaki endişe, herkesten ziyade belki bizim kafalarımızdadır.
Nitekim geçen gün Harp Komisyonunda bunu tetkik ettik. Paramız nedir ve ne
yapabiliriz? Ben bir defa daha rica ettim arkadaşlarıma ki tetkikat yapınız, köylerde
ve her yerde ne kadar tasarruf yapmak mümkün ise onları da yapalım, ancak
mevcut olan paramızla gayeye doğru yürüyelim. Bunu arzu eden benim ve bu
arzumu için çalışan arkadaşlarımla yine Yüce Heyetiniz içinde bazı mebus arka
daşlara müracaat etmek suretiyle bunlar yapılmaktadır. Selahattin Bey diyorlar ki,
-Acaba Yüce Meclis eline geçirebileceği para ile ordusunu ne kadar müddet tuta
bilecektir? Bunu görüşmek ve tahmin etmek lâzımdı.
...Efendiler, tabii Yüce Heyetinizi bunun hakkında görüşmekten alıkoyan bir kuvvet
yoktur. Yalnız ben zannediyorum ki bunu birçok defalar görüşmüş bulunuyorsu
nuz. Eski Maliye Vekilinin bu kürsüden resmi ve hususi Yüce Heyetinize mali hu
susta verdiği izahat ve tafsilat kulaklarımızı doldurmuş bir haldedir. Binaenaleyh
mali gücümüzü tahmin etmeyen, takdir etmeyen hiç bir arkadaşımız yoktur. Yalnız
ben buna bir şey ilave etmek istiyorum, biz ordumuzun mevcudiyetini mevcut pa
ramızla mukayese edemeyiz. Paramız vardır ordu yaparız, paramız bitti ordu bitti,
benim için böyle bir mesele yoktur. (alkışlar) Efendiler, para vardır, para yoktur,
ister olsun, ister olmasın, ordu vardır. (alkışlar) Bunu bir misal ile arz etmek iste
rim. Ben ilk defa bu işe başladığım zaman, en akıllı ve bilgili arkadaşlarım bana
sordular,
-Yahu paramız var mıdır?
-Yoktur.
-Silahımız var mıdır?
-Yoktur, yoktur.
-Ne yapacaksın.

496
-Ordu olacak ve bu millet istiklalini kurtaracaktır.
...dedim. Binaenaleyh, hepsi oldu ve daha olacaktır. (şiddetli alkışlar) Bunun için
ordumuzun mevcudiyetinin daha ne kadar para ile devam edebileceğini ölçemeyiz
efendiler. (bravo sesleri) Kanunun memlekette angaryayı menettiğinden bahsedi
yorlar. Doğrudur efendiler. Fakat tehlike, ihtiyaç bize her şeyi meşru göstermekte
dir. Eğer ordumuzun ihtiyacı, millete angarya yaptırmayı da lüzum edecek olursa
bunu da yapacağız ve en doğru kanun bu olacaktır. Binaenaleyh kanun buna
manidir diye, milletin ve ordunun mağlup olmasına mani olacak, lüzum eden ted
birleri almakta tereddüt etmeyeceğim. Selahattin Bey en son sözlerinde diyorlar ki,
-Orduda bir kışkırtma var, ordu fesada doğru yürüyor.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Hayır Efendim, böyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Üzgünüm ama böyle bir kelime vardır.
-Orduda bir şey var ki belki hiç kimsenin şeysi olmaksızın ve lazım olan vaziyet
devam edip gidiyor. Bu fesada doğru gider.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Yoktur efendim, benim ağzımdan bu gibi bir söz
çıkmamıştır. Duyan arkadaşımız varsa söylesin.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Yoksa pekala... O halde tutanaktan çıkması
lazım gelir. Ne yazık ki tutanakta vardır. Efendim, Vasıf Bey sözlerine şöyle başlı
yor. Diyorlar ki,
-Her yerde başkumandan vardır. Fakat başkumandanlık için ayrıca bir kanun yok
tur. Mevcut askeri kanunlar her kumandanın olduğu gibi başkumandanın da vazife
ve salahiyetini tayin eder.
...Efendiler, malumunuzdur ki devletler muhtelif şekillerdeki hükümetlerle idare
olunurlar. Şekillerine göre başlarında imparatorlar, krallar, çarlar, padişahlar bulu
nur ve bazılarının başlarında da reisicumhurlar vardır. Bizim Hükümetimiz bugün
için bunların hiç birisine uymayan hususi bir şekilde meydana gelmiştir. Her dev
lette şekle göre başkumandan imparatordur, padişahtır, çardır veyahut reisicum
hurdur. Bu gibi memleketlerdeki mevcut olan meclislerde yalnız yasama salahiye
tine haiz meclisler vardır ve bu isimlerini saydığım adamlar da en büyük yürütme
salahiyetine sahip insanlardır. İşte başkumandanlık o insanların mesuliyetindedir.
Bizim şeklimizde ise başkumandanlık sıfatı ve salahiyeti Yüce Meclisinizin manevi
şahsiyetindedir. Bir muayyen şahıs yoktur. Başkumandanlar sulh zamanında as
keri faaliyette bulunmazlar. Fakat harp ilan olunduğu zaman nasıl ki ordu seferber
liğe başlarsa, başkomutan da askeri vazifeye başlar. Başkumandanlığın mevcudi
yeti hakkında kanun yoktur dediğimiz zaman, işte budur. Meclis bir başkumandan
tayin etmişse onun ifadesi kanundur. O halde kanun vardır. Tayin etmemişse, bir
zat kendi kendini tayin etmişse veyahut herhangi birini vekaleten tayin etmişse o
irade etmiştir. Onun için kanun vardır ve mevcut Askeri Ceza Kanunu, İç Hizmet

497
Nizamnamesi, kumandanların ve biraz daha büyük kumandanların salahiyetlerini
bu iki kanun tayin etmiştir. Şu kadar ceza verir, şu kadar izin verir, vermez bu icra
ve salahiyeti tayin eden bu iki kanunu ben biliyorum, başkasını bilmiyorum. Fakat
başkumandanların her memlekette, daima vaziyetleri belirtilmemişse, gayri muay
yen olduğu içindir. Vasıf Bey’in bunu tespit etmesi başka mahiyettedir. Askeriye
ilmi, başkumandanlığın salahiyetini ifade etmez, başkumandanlığın salahiyetini
tayin etmez efendiler. Halbuki bizim mevcut olan kanunumuzda da sanata müteal
lik bir şey yoktur. Bunlara lüzum yoktur galiba. Eğer o hususlarda kanun yapmaya
niyet edilse idi bunun lüzumu olmazdı. İtiraf ederim ki kanuna lüzum olmadığını
ben de bilmiyordum. İlk defa Başkumandanlık Kanununu burada yapmak lazım
geldiğini ve bunu ben hiç tasavvur etmemiştim. Yani bir kanun lazımdır, ben bunu
hiç tasavvur etmemiştim. Bu benim hatırımdan geçmemişti. Baktım ki arkadaşlar,
bir kanun yapmak lüzumundan bahsediyorlar, ben dedim, lüzumu yoktur. Lüzumu
vardır dediniz, hayır olmaz kanun yapacağız. Meclis tayin edecektir ve Meclis sizi
tayin ettiğine kani olacaktır dediniz ve işte bunun ismine kanun derler. Ben bilmi
yordum, itiraf ederim. Vasıf Bey diyorlar ki,
-Bu gibi fevkalade vaziyetler Fransa'da, Almanya'da dahi olmuştur. Fakat hiç bir
vakit böyle bir tedbir almaya ve başkumandanlığa bazı bir hususiyetler vermeye
lüzum görülmemiştir.
...Fransa'da ve Almanya'da ve İngiltere'de bilmiyorum, Vasıf Beyin anlattıkları
fevkaladelikler eğer Dünya Harbi içindeki fevkaladelikler ise arz ettiğim gibi bu
memlekette başkumandanlığı alan kişi esasen bir meclis tarafından o salahiyeti
almış değildir. Bir reisicumhur tarafından, bir kral tarafından almıştır ve bunu alır
ken tabii bir iradeye bağlı almıştır. Burada da onların salahiyeti hakikaten bir baş
kumandanda bulunması lazım olan salahiyet mahiyetinde olduğuna şüphe yoktur.
Fakat Fransa'da ve sair milletlerde inkılap zamanlarda bu gibi şeylere lüzum gö
rülmedi denecek olursa efendiler, doğru değildir. Milletlerde her hangi bir adam
başkumandanlığı almışsa ve o bunu kendiliğinden almışsa ve onun hakkında bir
kanun yoksa onun adına diktatörlük derler. Yok, o adama o salahiyeti bir meclisçe
vermişse salahiyeti tam olsun, sınırlı olsun o vazifeyi kendisi yapmamıştır. Ona
vazifeyi veren meclis yaptırmıştır. Binaenaleyh meclisin vermiş olması kanundur.
-Çok teessüf ederim ki bunun aksini iddia etmiş olan kimse mutlaka hata etmiş
olur.
...demiş. Ben diyorum ki ben bunu hata olarak değil, sevap olarak söylüyorum ki
bu, böyledir. Sonra diyorlar ki,
-Cepheye memur olan bir kumandan cephe gerisindeki işlere kumandan değildir.
Ordunun gerideki ihtiyacına hakim değildir.
...diyorlar. Cepheye hakim olan veyahut cepheye hakim olmak zaruretinde bulu
nan bir adam, bir başkumandan o cephenin gıdasıyla cephenin kıyafetiyle ve o
cephenin silah ve cephanesiyle, geriden bütün cephenin harekâtıyla alakadardır.

498
Bu hangi kitapta, hangi sahada, hangi fiiliyatta görülmüştür? Kumanda edecektir
ve kumanda eder. Dünyanın her yerinde ordunun noksanlarını ikmal gibi bir vazife
ve buna imkan var mıdır, en ağır işleri yapmak mümkün müdür, diyor. Fakat ben
ce bu mümkündür. Her şey yapılır. Başka türlü bunu yapmanın imkanı yoktur.
Şüphe yok ki kumandan yapar dendikten sonra kendisi kalkıp da bir defa oraya
gider, iaşe işini yapar, bir defa oraya gider kumandanlık yapar, değildir. Yaptırır
demektir ve yaptırılır. Efendiler, hakiki bir misal olarak bir şey arz edeceğim ve
bunu da dünkü bir işi yapmamış, yapamamış olan insanlar kendilerinin göremedik
leri bir işi, kendi yapabildikleri küçük işler gibi yapabileceklerini düşünürler. Çok
tesadüf etmişim. Mesela yeni kolordu kumandanı olan tümen kumandanı, ben
burada mı bulunacağım, orada mı bulunacağım? Hayır, ne orada bulunacaksın,
ne burada bulunacaksın ve öyle bir yerde bulunacaksın ki hepsini idare edecek
sin. E ben o zaman göremem. Tabii göremezsin, gözlerinle göremezsin, akıl ve
zihninle göreceksin. O tepeyi al bu tepeyi de al, bu tepeye ait olan kuvvetleri de al.
Vasıf Bey bundan sonra bir sözünde diyor ki,
-Biz bundan sonra, Sakarya Muharebesinden sonra işte hâlâ kıpırdayamadık ve
kıpırdayamıyoruz.
...Bundan dolayı bravo sesleri ve alkışlar işitiyorum, bundan dolayı çok müteessir
oldum. Yine tekrar olsa da söylüyorum, çok hicap duyuyorum. Ordunun kıpırda
mamasını, kıpırdamayacağını alkışlamak ve bunu alkışlayacak olan insanların
alkışlamış olması cidden çok gariptir. Bunu yine burada gömelim, kimse işitmesin.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Sebebi ne ise sorulsun.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Sus efendim.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Nasıl susayım.
HAMDİ BEY (İzmit): Ne söylüyorsan sonra söylersen (Siz susunuz sesleri, gürül
tüler) Sonra çıkar söylersin, ne söz söylüyorsun herif.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Sonra efendiler, soru tarzında söz söylerken
diyorlar ki başkumandanlık cephe otoritesidir. Bu utanılacak sözü alkışlamak dahili
otoritedir. Ben itiraf ederim ki bunun manasını iyi anlayamadım. Fakat kendileri
diyorlar ki, Milli Savunma Vekaleti, İçişleri Vekaleti gibi bir şeydir. Benim düşün
cem böyle değildir. Hakikat de böyledir. Milli Savunma Vekaleti ile İçişleri Vekaleti
hiç bir vakit birbiriyle mukayese olunur şey değildir. Malumunuz, Milli Savunma
Vekaleti ordusunun yiyeceğini, giyeceğini, ihtiyaçlarını düşünen ve ordulara ku
manda eden insanın hareket tarzına göre hareket eden bir vekalettir. Binaenaleyh
onunla alakası yoktur demek, o başka bir şeydir demek doğru bir şey değildir. Bir
misal arz edeyim. Milli Savunma Vekaleti mutlaka başkumandanın hareket tarzına
göre hareket etmek mecburiyetindedir. Ben istiyorum ki filan gün Sivrihisar'da
manevra şu harp, şu şey ve şu, şu... Milli Savunma Vekili, Maliye Vekili, Meclisle,
Hükümetle müzakereye başlar da benim filan gün dediğim beş gün sonra olursa

499
ve beş gün içinde düşman taarruz ederse ve benim beş günde olmasını istediğim
şeyin olmamasından dolayı bir ordu mağlup olacak olursa Yüce Heyetinizin ve
memleketin hali ne olur? Bu kadar muazzam bir meselede ben Milli Savunma
Vekili benim hareket tarzımdan farklı hareket etsin, muvafakat edebilir miyim ve
siz muvafakat edebilir misiniz? (hayır hayır, sesleri) İşte efendiler, başkumandan
lığın lüzumsuzluğuna ve bu husustaki kanunun verdiği salahiyetin lağvını ispat
etmek için söylenilen sözlerin esası bundan ibarettir. Benim bu sözlere karşı ya
pabileceğim izahat bundan ibarettir. Artık siz alt tarafını muhakeme buyurabilirsi
niz. Belki ben zannediyorum ki mesele bunda değildir, mesele bu değildir. Ben hiç
şüphe etmem Yüce Meclisi teşkil eden her arkadaş mutlaka başkumandanlığın
lüzumuna inanır ve mutlaka benim başkumandanlıkta muvaffak olmamı temin
etmek için her fedakarlığı ifaya hazırdır. Arkadaşların böyle yapacağına eminim.
Fakat bu emniyetime rağmen bütün ve hakikate rağmen bu tecelli ve tezahür edi
yor. Yani nedir bu tecelli ve tezahür eden şey? Ben görüyorum ki Mecliste muhtelif
istikamette birbirine zıt, birbirine muhalif bir takım tezahürat vardır. Bu tezahürata
lazım olan muhalif hissiyat hiç bir maddeye dayanmadığı halde hissiyatın verdiği
heyecanla her şeyi unutturabilecek kadar bir meseledir. Bunun neticesi de ne
oluyor? Bunun neticesinde başkumandanlık makamı bir gün ve yahut iki gün orta
da kalıyor. Ordu kumandansızdır, ordu bu dakikada kumandansızdır. Eğer ben
orduya kumanda ediyorsam kanunsuz olarak kumanda ediyorum. Çünkü derhal
kumandadan ayrılmak isterdim. Yüce Meclisin tezahüratı üzerine Genel Kurmay
Reisliğine ve Milli Savunma Vekaletine dedim ki başkumandanlığım bitmiştir. Der
hal bana Genel Kurmay Reisi Paşa dedi ki benim de beraber bitmiştir. Ordu ku
mandansız mı kalacak, ne olacak? Binaenaleyh bırakamam ve bırakmayacağım.
Fakat bu muhalefetin tezahüratı beni iki günden beri kanunsuz başkumandanlık
yapmaya sevk etmiştir. Bu yapılan tezahüratın neticesi yalnız başkumandanlık
meselesinde değil efendim, o tesadüf etti, o oldu. Eğer başka bir şey tesadüf et
miş olsaydı zannedersem aynı şeye maruz kalacaktım. Malumunuzdur ki birçok
zamandan beri, ben her hangi bir vekalet için aday gösteriyorum. Yetmiş kişi Çe
kimser kalıyor. Bu neden ileri geliyor? Evet, bu husustaki mevcut kanunun aley
hinde olabilir. Fakat her halde mevcut bir Hükümeti de idare etmek lüzumu vardır
ve yapılan muamele doğrudur. Çünkü bir kanun vardır ve iddia ediyor ve bağırıyo
ruz ki biz kanun adamıyız, biz herkesi ve her şeyi kanuna uygun yapacağız. O
halde bütün bu ısrarla gitmek için herkesten evvel kendimizin kanun adamı olma
mız lazım geliyor. Ben Yüce Heyetinizin bahşetmiş olduğu salahiyeti kullanıyorum,
kanuna uygun hareket ediyorum. Siz o kanuna karşı o kanunu tanımıyorsunuz, ne
demektir. O halde bana emniyetiniz yoktur. O da caiz değildir. O halde yapılabilen
şeylerin iki şeyden biri evvela lazımdır. Ya ben evvela vazifeden alınırım, benim
yerime diğer bir zat gelir ve onun göstereceği aday üzerine devam edilir ve yahut
evvela o kanun kaldırılır. Hiç olmazsa bir satır kaldırılmıştır. Bu da yapılmadığı
halde yapılan şey Hükümeti tembelliğe mi mahkum etmektir, durdurmak mıdır?
Yani içinizde böyle bir adam tasavvur etmiyorum. (hayır, hayır sesleri) Halbuki bu
nedir efendiler? Hayır, sen aday gösterdin, benim hoşuma gitmedi. Efendiler, ya

500
bana itimat vardır yahut yoktur. Ben bir aday gösterirken zannolunabilinir mi ki
kendi keyfime, kendi hissime göre adam seçiyorum? Bu hiç bir vakit de böyle ol
mamıştır. Ben herhangi bir adayı gösterirken emin olursunuz ki sizden, hepinizden
belki daha çok düşünüyorum. Birçok münakaşalardan, birçok düşüncelerden son
ra kendi vicdanıma, kendi mantığıma göre, muhakeme ve kani olarak bu daha iyi,
bu ve bu ehvendir ve yahut en iyidir, kanaatime göre arz ediyorum ve size gösteri
yorum. Ben de vicdanımın, akıl ve muhakememin haricinde hareket eden adam
lardan değilim efendiler. Sonra hangi bir meselede oy verilmiyor veya çekimser
kalınıyor. Halbuki mebusların en birinci vazifesi evvel emirde oyunu kullanmaktır.
Neden oyunuzu vermekten çekiniyorsunuz? Menfi kullanınız. Efendiler, kimden
çekiniyorsunuz? Oy kullanılmayınca müspet veya menfi bir netice hasıl olmaz.
Halbuki netice lazımdır. Bir memleket, bir ordu, bir millet duramaz, tereddüt içeri
sinde duramaz. Şu veya bu diye oy göstermek lazımdır. Binaenaleyh oy göster
memek yüzünden Hükümet atıl bir hale gelmiştir. Bütün bu beyanattan sonra son
söz olmak üzere şunu söylemek istiyorum ki Hükümet idare edilemez, devlet idare
edilemez, ordu sevk edilemez, tembelliğe mahkûm olur. (pek doğru sesleri) Tehli
ke muhakkaktır efendiler. Çocuk oyuncağı yapacak zamanda değiliz zannediyo
rum efendiler. Bir celsede Genel Kurmay Reisi size vaziyeti çok güzel izah etmiş
olacaktır ve yahut Dışişleri Vekiline gelmiş olan telgraflarda vaziyet ne olduğunu,
askeri vaziyeti, siyasi vaziyeti pekala biliyorsunuz ve sonra inceleyiniz ve sonra da
vaziyetin ne olduğunu düşününüz efendiler. Emin olunuz Sakarya sonrasından
daha tehlikeli bir zamanda bulunuyoruz, daha tehlikelidir. Yani muvaffak olduk ve
neticeyi de elde tutuyoruz dediğiniz gün belki muzafferiyet elinizden uzak kaçabilir.
Sizden onun için çok büyük ümitle çalışmak lazımdır. Binaenaleyh arkadaşlar, bu
keşmekeşe, bu anarşiye derhal bir nihayet vermek lazımdır, böyle yürüyemeyiz,
böyle yürünmez ve millet böyle yürümek için sizi buraya göndermemiştir. Millet
buna razı değildir efendiler. Söyleyeceklerim bundan ibarettir.
FEVZİ PAŞA (Genel Kurmay Reisi): Efendiler, Başkumandan Paşa’nın uzun iza
hatından sonra benim söz almam sırf Hükümete ait hakikati söylemek içindir.
Başkumandanlık Kanunun ilk kabul olunduğu sırada bunun maddi, manevi duru
mu düşünülerek gizli celsede görüşüldü ve bazı arkadaşlarımız sekiz, dokuz rey
zannediyorum, pek iyi bilemiyorum, muhalif kaldıktan sonra karar verildi ki başku
mandanlık böyle muhalefete tahammül edemez. Dışarıya karşı gayet kuvvetli
görünmek lazım gelir, oybirliği ile bunun kabulü tercih olundu. Gizli celsede bir kaç
arkadaşımız muhalif olduğu halde aleni celsede oybirliği ile kabul edilerek gizli
celsede de oybirliği ile kabul olunmuş gibi gösterildi. Bu neden böyleydi efendiler?
Başkumandanlığın, imparatorluk, krallık derecesinde büyük haklara sahip bir
adamın memleket dahilinde muhalefete maruz kalacağı fikri olmasın içindi. Bu fikir
ufak bir miktarda zihinlerde mevcut oldukça gerek içeride, gerek orduda, gerek
dışarıda ondan beklediğimiz tesir mutlaka menfi olacaktır. Bu sebepten son mü
zakerede ben bu başkumandanlığın lüzum ve devamını müdafaa ettim ve burada
oylamada çoğunluk fikrimize iştirak etti. Ne oluyordu aleni celsede? Tabii evvelki

501
kararlarımız gibi başkumandanlığa muvafık bir karar almak lazım gelirken, muha
lefet edildi ve yine alınan oylarda efendiler, çoğunluk Başkumandanlık Kanununa
muvafık olduğu halde bazı arkadaşlarımızın engellemesi dolayısıyla kanun kabul
edilmedi. Bu kanunun gecikmesinin dışarıya, orduya ve memlekete yankıları bü
yük bir sarsıntı teşkil etmek demektir. Bu vaziyette başkumandanlığın lüzumuna
kani olan bir adam başkumandanlığın kalkmasıyla beraber yerinde durmaz idi.
Başkumandan çekilir çekilmez ben de çekilmek mecburiyetindeyim. (katiyen ola
maz sesleri) Efendiler, engelleme yapılabilir, fakat bizim burada toplanma sebe
bimiz nedir, maksadımız nedir? Memleketi kurtarmak. Onun temeli de ordudur.
Orduya lazım olan kuvveti, maddi ve manevi kuvveti vermedikten sonra buraya
niçin toplandık? Efendiler, nasıl muvaffak olacağız ve nasıl düşmanları kovaca
ğız? Bu engelleme en ruhi, en hayati bir meselede tatbik olunursa sonra Hükümet
nasıl iş görecektir? Efendiler, ben şunu Yüce Heyetinize arz edeceğim, böyle ha
yati meselelerde parlamento oyunu tabir olunan bu gibi şeyler yapılırsa, artık Hü
kümet vazife göremez. Yalnız bizim Hükümet değil hiç bir hükümet vazife edemez
ve Hükümet, Meclis, her şey son bulur ve ordu da dağılır. Onun için bundan sonra
böyle parlamento usulü engellemeler katiyen tatbik edilmemelidir. Her halde me
tanetle hareket etmek lazım gelir. Bunu ben Hükümet ağzından resmen ve vicda
nen söylüyorum. Burada, gizli celsede her şey olur, fakat aleni celsede kuvvetli bir
cephe göstermek lazım gelir. Üç dört ay evvel söyledim, karanlık ufuk hâlâ aydın
lanmamıştır. Efendiler doğudan, batıdan çevrilen çember gevşememiştir. Efendi
ler, İngilizlerin gösterdiği siyasi hile tamamıyla ortaya çıkmıştır. Efendiler, biz an
cak muvaffakiyetimizi Meclisimizde, ordumuzda göstereceğimiz betonarme cephe
ile göstereceğiz ve muvaffak olacağız. Başka türlü olamayız efendiler. (alkışlar)
HOCA ABDULLAH EFENDİ (Bolu): Efendiler, Paşa Hazretlerinin bir sözü dikkati
mi çekti. Molla Cemi Hazretleri, Nasayıhı Muhtasara isimli kitabında diyor ki,
“Sanat çoktur, ilim çoktur, ömür kısadır, vakit müsaadesizdir, zaman acı lezzettir,
suç tehlikelidir. Kısa ömürde tecrübeye kalkmak, gayet zor olduğundan tarihçiler
tarihi yazdılar. Geçmişte meydana gelen meseleleri, kendileri hakkında tecrübe
etsinler, ya kendilerini o zamanda farz etsinler yahut da o zamanda kendilerini
zannetsinler de yapacağı işlerde uyanık olsunlar.”
...Bu kaideyi temin için tarih de diyor ki Abbasi halifelerinin en kuvvetli hükümdar
larından Harun Reşit ömrünün sonuna doğru bir muharebede hastalandı ve
Haşimoğulları Kabilesi mensuplarını huzuruna çağırarak kendilerine şu yolda na
sihat etti.
“Herkes, her genç ihtiyarlayacaktır, her ihtiyar ölecektir. Binaenaleyh dünyanın kim
seye vefası, sebatı, devamı yoktur. Bundan sonra size üç şey vasiyet ediyorum.
Birincisi, yapmış olduğumuz anlaşmalara katiyen sadakatten ayrılmayınız. İkincisi,
Halifenize karşı hürmetten ayrılmayınız. Üçüncüsü, birlikten vazgeçmeyiniz. Birlikten
ayrılırsanız, içinde bulunmuş olduğunuz o muazzam hükümet perişan olur.”

502
...diye nasihat etmiş ve iki gün sonra vefat etmiştir. Şunu demek isterim ki Yüce
Meclisin açıldığı günlerden bugüne geldiğimizdeki halimiz hepinizce malumdur, ne
gibi ümitsizlik ile geldiğimiz malumdur. Yalnız bizde görüyorum ki bir noksan var
dır, bu noksanı muhataplarımıza yüklemek ve muhataplarım hakkında söylemek
için değil kendimde de vardır. Sizin hiç birinizde kabahat yoktur. Kendime kabahat
bulmak isterim. Mesela bir efendi çıkar kürsüden bir söz söyler, tabii kendi vicda
nında hakikat ve doğru zannediyor. O ya kabul edilir, ya edilmez. Eğer hakka,
hakikate muvafık ise onu hepimiz kabul ederiz, hakka muvafık değilse kabul et
meyiz. Bu bir gerginliği mucip olmamalıdır. Gözümüzün önünde yok olduğunu
bildiğimiz Bizans Devleti fikir ayrılığı yüzünden sona erdi. Abbasi Hilafeti beş yüz
sene kadar öyle kuvvetli bir hükümet olduğu halde fikir ayrılığı yüzünden sona
etmiştir. Bundaki sebebi arayalım.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin kafi olduğuna dair
iki önerge var.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bir nokta arz edeceğim.


HÜSEYİN RAUF BEY (Sivas): Usul hakkında arz edeceğim, efendim, Başkuman
danlık Kanunu müzakere edilmişti ve üyeler müzakere esnasında söz söylemiş
lerdi. Başkumandan Paşa Hazretleri rahatsızlıkları sebebiyle gelmemişlerdi, bura
da bulunamamıştı. Geldiler, muhterem üyelerin sözlerine karşılık verdiler. Bu iki
türlü yorumlanır. Yüce Heyetinizce biri düşüncelerini söyledi diye düşünebilinir
yahut buna karşı söylenecek cevap vardır, buna cevap verecek şahsi mütalaa
vardır. Şahsi mütalaa yürütmek isteyen arkadaşlarımıza söz verilir, müzakere
açılır. Ben bunun halledilmesinin muvafık olacağını Yüce Heyetinize arz ediyorum
ve bir an evvel oylamaya geçilmesini rica ediyorum.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Sohbet esasen...
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, Rauf Beyefendinin mütalaaları gayet müm
kündür. Ben de kendileriyle bir noktada hemfikirim, böyle muazzam meselenin
üzerinde uzun uzadıya dedikoduya lüzum yoktur. Meseleyi kısa kesmek lazımdır,
bunu anlarım. Yalnız bir nokta var, onu arz etmek istiyorum. Böyle Meclisimizde
zaman zaman ortaya çıkan fikir ayrılıkları hakkında Paşa Hazretleri mütalaada
bulundular. Bunun da bir hikmeti vardır ki bunu örtmek doğru mudur? Deşip de
meseleyi burada halledip bitirivermek mi daha doğrudur? Ben bu hususta onu
demek istiyorum ki Meclisin kanaati üzerinde biraz aydınlanırsak mesele daha
güzel olur, iyi bir kanaat hasıl olur ve illa bu gecikirse diğerleri gibi geçilmiş olur,
adeta mesele kapatılmış demektir. Halbuki kapatmak doğru değildir. Anlaşılmayan
nokta nedir? Mesela ben Başkumandanlık Kanununun esasına yahut ikinci mad
desine muhalif olmuşum, buna sebep nedir? Benim şüphe ettiğim bir nokta var,
mesele belki anlaşılır. Bir iki şahsi mesele varsa burada şahsi olacak meseleleri
bahis mevzu etmeyelim, fakat biraz istirahat ederiz. Beş on dakika ilmi mesele
üzerinde biraz münakaşa edelim ve zannederim ki faydalıdır. Buraya toplanan

503
arkadaşlarımızın hepsi vatan müdafaasında birleşmişlerdir. Acaba bu fikir ayrılığı
neden oluyor? Binaenaleyh aydınlanalım ve onun kürsüsü de burasıdır. Celseye
beş on dakikalık bir tatilden sonra bu husus üzerinde konuşulmasını bu Meclisin
sükun ve saadeti ve tekamülü adına lazım olan meselelerin anlaşılması, şahsı
olan meseleler için bugün konuşulmamasını rica ederim. İyi niyeti kabul ederler,
yani esas üzerinde, madde üzerinde, anlaşırsak hayırlı olur. Bu da zannederim ki
hayırlı ve doğrudur. Onun için bunun kabulünü rica edeceğim. Esasen ve zaten
biliyorsunuz ki efendiler geçen sene de başkumandanlık meselesinde onu ona
bırakmış idik. Binaenaleyh bu nokta üzerinde biraz konuşursak hakikaten anlaş
mak lazım gelir.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Bunu başka güne bırakalım.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Faydası olmaz ve çünkü doğrusu efendiler madem
ki söylenmek için, bugün müzakeresi bunun için açılmıştır, kapanmasın müzakere
cereyan etsin.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, müzakere etmek Başkumandanlık Ka


nununa lüzum var mı, yok mu? Bunu anlamak. Reis Paşa Hazretlerine gerek yan
lış haber dolayısıyla, gerek ben burada zırlamak deninceye kadar hiddet buyur
muşlardır ve böyle bir şey varsa sakin olmak lazımdır. Ortada ihtilafımız yoktur.
Paşa Hazretlerini teskin olması için diyebilirim ki düşündükleri gibi böyle bir gaye
de bir adam yoktur. Hepimiz bir gayedeyiz. Böyle yanlış düşünceler Meclisin ru
huna girmemeli. Buyurdukları hususları burada birer birer teyit ederiz, gayet açık
layıcıdır. Yalnız kendilerine cevap olarak arz edeceğim mesele, burada grup var
mıdır? Hayır yoktur. Burada Yunan'ı isteyen var mıdır? Yani bu gibi yanlışlıklar
vardır. Bunları birer birer ortaya koyalım. Arzularımız her halde belli olsun. Baş
kumandan Paşa da emniyetle işine gitsin. Yoksa bunun altında bomba var diye
düşünmeden önce, kabul buyrulursa ben birer birer meselenin ruhunu arz eder ve
kendilerini ikna ederim.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Efendim, ayrıca müzakere açmak lazım.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Açılsın efendiler, belki yanlış düşüncelerimiz
vardır. Her hakikat ortaya çıkmalıdır ve bunu teferruatıyla ve isimleri geçen nedir,
onu anlatmayalım. Paşa Hazretlerinin şahsiyetini inkar değil, içimizden çıkması
dolayısıyla iftihar etmesi ve bizim de iftihar etmemizi bu suretle her şeyi arz ede
ceğim. Büyük Millet Meclisinin o eski zihniyete veda ettiğini beyan etmiş ve İlk
çağ’da olduğu gibi, semavi kudret gibi, kendilerini milletler üzerine hakim addeden
şahıslar gibi, şahsiyetleri kabul etmediğimizi ve bugün bu fikirleri takip eden kuv
vetlerle kainat alay etmekte, hatta Lloyd George’da adeta bu cümledendir. Halbuki
Paşa Hazretleri Büyük Millet Meclisinin ruhundan çıkması dolayısıyla fert olabilir,
şahsen semavi fert olamaz. Yani benim maksatlarım başkadır. Arz edeceğim bu
gibi noktalar vardır, efendim.

504
HÜSREV BEY (Trabzon): Efendim, zannediyorum ki Başkumandanlık Kanunu
meselesi enine boyuna münakaşa olunmuş ve artık bunun üzerinde söz söylemek
lüzumu kalmamıştır. Fakat yalnız bazı arkadaşlarımız şahısları itibariyle bazı yan
lış anlaşılmaları gidermek maksadıyla, tutanakta söylediğim gibi değil, başka türlü
söylemedim gibi, maksadım bu idi gibi söz söylemek isterler ki işte bunu söyle
memeleri lazımdır. Başkumandanlık Kanununun izahı ve müzakeresi bitmiştir.
Artık bunlar için zaman yoktur.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, usul hakkında gerek Rauf Beye
fendinin, gerek Hüseyin Avni Beyefendinin fikirlerini dinledik. Başkumandanlık
Kanununu dün dört buçuk saat müzakere ettik ve bugün de Paşa Hazretleri müta
laalarını açıkladılar. Yalnız Salih Efendi, Selahattin Bey, Vasıf Bey, Mehmet Şükrü
Bey bunlar cevap vermek istiyorlar. Müzakere açmak isterseniz çok arkadaşları
mız vardır. Muhittin Baha, Yusuf Kemal, Rıza Nur beyler daha birçok arkadaşları
mız vardır. Müzakere açmaya lüzum var mı, yok mu? Müzakerenin açılması hak
kında iki önerge vardır.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Müzakere açılmasın, yalnız söylenilen sözler yanlış ve
kötü anlaşılmıştır ve yahut başka türlü anlaşılmıştır, yanlış düşünülmüştür veya
tutanaklara yanlış geçmiştir. Elbette benim iki dakikayı geçmemek üzere söz söy
lemek hakkım vardır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Müzakere açılmadan müzakere usulü hakkında
önerge verilemez. Müzakere açılmasını lütfediniz de ondan sonra...
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakere kafidir.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Reis Bey, hem birlikten bahsediliyor, hem de kim
seye söz söylettirilmiyor.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Efendim, bazı arkadaşlar sözlerinin yanlış
anlaşıldığını beyan ettiler. Bu mümkündür ve bunu söylemekle zaten ifademdeki
maksadım belli olmuştur. Fakat diğer taraftan Hüseyin Avni Bey arkadaşımızın
aklında birtakım düşünceler ve şüpheler varsa bunları gidermek için de samimi bir
müzakere açmak lazım gelir diyorlar. Eğer uygun ise ben de bunu muvafık bulu
rum. Ancak bunu müzakere ile Başkumandanlık Kanununa ait olan meseleyi be
raber yürütmek, yani bu vaziyeti düzelttikten sonra belki faydalı olur. Bu münase
betle biraz önce söylediklerime bir cümle ilave etmek istiyorum. Başkumandanlı
ğın muhafazası ve devamı o kadar çok lüzumlu demiştim ki bunu bırakamam de
miştim. Yani Yüce Meclisiniz bu lüzumu hemen anlamıştır ve bana bunu bıraktır
maz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Yalnız bana yapılmış olan bu hakareti geri alınız
ve istirham ederiz ki bize hakaret etmeyiniz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Hakaret fikriyle değildir efendim, hakaret fik
riyle değildir.
505
YUSUF KEMAL BEY (Kastamonu): Arkadaşlar müsaade ederseniz Paşa Hazret
lerinin söyledikleri sözlerden bir cihetini müsaadesiyle hukuken açıklamasını arz
edeceğim. Buyurdular ki bir iki günden beri kanunun haricinde olarak başkuman
danlık ediyorum dediler. Halbuki malumunuz Yüce Meclisten çıkan kanun üç ay
müddetledir, 5 Şubat’ta başlamıştır. Hukukta bir umumi kaide vardır ki her ne za
man tayin olunursa o mehilde ilk gün ile son gün dahil değildir. Binaenaleyh, Paşa
Hazretlerinin başkumandanlıkları kanuna uygundur. (alkışlar)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakeresi tamamlanmış bir
kanun vardır. Bugün Paşa Hazretlerinin izahatı üzerine arkadaşlardan bazıları
şahıslarına ait olması itibariyle yanlış anlaşılmayı gidermek için…
SALİH EFENDİ (Erzurum): Elbette söyleyeceğiz.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Ayrıca bir sohbet yaparız. (gürültüler)
SALİH EFENDİ (Erzurum): Burada söylenmiş bazı sözler vardır ki yanlış telakki
edilmiş ve yahut yanlış mana verilmiş. Her hangi bir ağızdan çıkan söz bazen
sıcak, bazen soğuk çıkar ve çıktığına göre de herkes kendi kendine göre bir mana
çıkarabilir. Ben bir hakkın gaspını burada sarf etmişim diye Paşa Hazretleri emir
buyurdular. Paşa Hazretleri bu meselenin bir bağ olduğunu ben bilirim ve kendisi
de vicdaniyle bilir ki bende üç yüz küsur şifresi vardır Paşa Hazretlerinin bende.
Yalnız tek ben kalmışımdır. İşte Erzurum mebusları bilirler ki bütün arkadaşlarım
içinde ben kalmışımdır ve bunu da Paşa Hazretlerine kati surette bir gasp vardır.
Yani bu zat başkumandanlığı gasp etmiştir dememişimdir. Peşinen şunu arz ede
yim ki Başkumandanlık Kanununun birinci maddesinin bütün her şeyi doğrudur, bu
madde doğru ve hakikattir. İkinci maddeye gelince…
ALİ VEFA BEY (Antalya): Kanundan bahsedilmeyecekti. (gürültüler)
SALİH EFENDİ (Devamla): Müsaade buyurun, madde hakkında bir şey söyleme
yeceğim. İkinci maddede ben öyle düşünüyorum ki kati surette kalması faydalıdır.
Başkumandan Paşayı yormayacaktır. Meselenin birisi budur ki her halde ya tuta
naktan veya bir uyduran...
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Mesele halledilmiştir.
SALİH EFENDİ (Devamla): Gaye üzerinde söylüyorum. Paşa Hazretleri emir bu
yurdular ki muhalefet yapılıyor. Paşa Hazretleri bilirler ki ben muhalefet yapmam,
ben bu Meclise de muhalif değilim. Gaye üzerinde hiç muhalefet yapacak yoktur.
Yalnız Paşa Hazretleri emir buyurdular ki Anadolu'da yalnız bu işi ben yaptım,
öyle ise bizi neye karıştırdınız. Yalnız bu işi ben yaptım, öyle ise bizim ne kıyme
timiz kalmıştır. Benim evim, ailem dağılıp gitti. Ya benim ne işim vardı. Sonra gi
deyim de diyeyim ki Meclise iş yapmaya gittim. Fakat ben ne yaptım burada senin
önünde ilk önce ölen biziz. Paşa Hazretleri sen bir kere bizi tecrübe et Allah’ını
seversen.

506
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Erendiler, bir kere Yüce Mecliste yanlış, taban
tabana zıt öyle sözler işitiyorum ki ben de nefret ederim. Paşa Hazretlerinin bu
yurdukları bu benim gayemdir. Fevkalade salahiyeti haiz olarak burada toplan
mamıza ben sebep ve saik oldum. O gayeyi erişinceye kadar vücudumu harcadım
ve harcayacağım. Paşa Hazretlerinin fedakarlığının derecesini bilmeyen kimse
yoktur. Paşa Hazretleri bilsinler ki kendileri bir baş ise vücudunu teşkil eden bizle
riz. Sonra çizdiğimiz gaye itibariyle efendiler iman azmimiz bir ise yüz oldu birinci
gününden. Şüphe ile geldiğimiz günlerin semeresini görerek imanımız arttı. Gaye
de şüphesi olan, bu gayenin aksini düşünen namussuz, bu Meclise giremez ve
bunun elde edilmesi için de azami kuvvetin ne suretle sarf edileceği lazım gelirse
onu da sarf etmek vazifemizdir. Biz zihniyet inkılabı yapıyoruz. Bize hakim olacak
bir şey var. Bağlı olduğumuz Kitap ve sonra Allahın en büyük hediyesi olan aklı
mız. Beni seçerken rastgele seçip göndermediler. Bende bir kudret gördüler, hak
larımızı şu şekilde müdafaa ediniz diye bizi seçtiler. Vekiller yanlış düşündüyseler,
Paşa'yı da biz yanlış seçtik, diye hiç kimse iddia edemez. Paşa Hazretlerini Temsil
Heyetine gönderdim. Alem Malta’ya sürgüne giderken, Paşa memleketini yaşat
mak için bizim içimize geldiği zaman kamilen kendisine düşman idi. Paşa'nın bu
fedakarlığının şahidiyim. Paşa da daima şunu kalben bilir ki o geldiğinde içimize
girdi. Fakat sinemize girdiği zaman hançeri ile değil gülleri ile kabul ettik. Paşayı
bu şekilde kabul ederiz. Geçen gün burada arz etmiştim ve daima burada çıkıp ta
itiraf ettiği gibi bütün kudretin Yüce Heyete ait bulunması ve kendisi ancak bir üye
kudretine malik bulunduğunu iftiharla tekrar ederim. Fakat efendiler, maalesef pek
çok görüyorum. Biliyorum ki Paşa bu gibi şeyleri istemez. Fakat Paşa'ya her ne
söylersem buradan ve mert bir şekilde, açık bir lisanla haykırırım ve söylediğim
her sözümden Paşa Hazretlerinin memnun olduğuna kani bulunuyorum. Ben her
gördüğüm hakikati başka suretle hareketi vicdanım kabul etmez. Karakterim buna
müsait değil. Paşa'nın karakterini de ben böyle biliyorum. Bununla beraber bir gün
için tenezzül edip böyle makamına giderek hakikate aykırı olarak Paşa’nın kulağı
na söylemeyi asla kabul edemem. Bu ayıptır ve alçaklıktır. (bravo sesleri) Paşa
Hazretlerinin gidip kulağına söyleyenler olursa o da onlara tokat vurursa büyük
vazifesini yapar. Orada açıkça her şeyi söyledim, yine söylüyorum, yasama sala
hiyetimize Paşa hürmetkar olmaya mecburdur. Ben de biliyorum ki Başkumandan
lık Kanununu zorla Paşa Hazretlerine verdik. Diyordum ki Meclisten istirham edi
yorum. Meclis başında verdiği bu salahiyeti pek fazla vermiştir. Hatta kendilerine
misal olarak, Paşa Hazretlerinin buyurdukları gibi biz Cengiz, Petro, Napolyon gibi
böyle efsaneleri içimizden çıkarmak istemiyoruz. Milletin büyüklüğünü, kudretini
temsil eden büyük Millet Meclisinin Reisliğini vazife etmekten büyük makam ne
olabilir, efendiler. (bravo sesleri) Efendiler, Paşa herkesin kalbine bir giriyor, kalbi
ne girerken hançer nedir efendim, manevi hançeri, benim salahiyetimi alır, ihata
eder. Böyle fevkalade salahiyetleri kullanmak pek doğru olmaz. Çünkü o da in
sandır. Belki çok iş alırsa yorulur. Ben az iş verin yıpratmayın derim. Ben Paşa'nın
maharetine, kudretine, iman azmine belki arkadaşlarımdan daha iyi kaniim, ço
ğundan daha evvel şahidim. Paşa’yı size ben tavsiye ettim birçok arkadaşlara.

507
Paşa’nın aleyhinde burada kimse bir şey söylemedi. Şahsiyet yoktur. Yalnız vere
ceğim salahiyetin derecesini, hazmedeceği lokmayı orada tartıyoruz, ölçüyoruz.
Niçin her gün gizli şikayetler ediyorsunuz. Milli yükümlülük suiistimal oldu. Efendi
ler bu paralar milletin parasıdır. Yarın bunlar sizi boğar. Verdiğiniz salahiyetler
budur, efendiler. Paşa Hazretlerinin kendileri ikinci defa cesaret edip alamıyor,
kendileri de bunu anlamıştır ve bu suiistimale şahit olmuştur. Binaenaleyh her
zaman dediğim gibi Avrupa, cihan biliyor ki akıllı bir millet inkılaba adım atmış,
asırların zihniyetini ayağının altına alacaksınız. Paşamız bunun bayraktarı olmakla
iftihar etsin. Paşa'yı biz yaşatacağız. Kendi yaşamaya kalktığı gün yaşatmazlar.
Bizi de yaşatmazlar. Biz kadirşinasız, biz Paşa'yı düşürmek isteyenlerden değiliz.
Çok iş verirseniz yıpranır, düşürmek istemeyiz ve bugün düşmanlara karşı düşür
mek istemeyiz. Bugün Venizelos ölürse ben sevinirim, Mustafa Kemal Paşa da
ölürse Yunanlı sevinir. Ben Yunanlılarla hemfikir olamam. Bu Mecliste de öyle bir
fikir taşıyacak kimse yaşayamaz ve yoktur ve bu fikri kimse taşıyamaz. Paşa Haz
retlerinin bazı hareketleri kanaatimize göre yanlış bile olsa onun yanlışlarına mü
kellefiz. Ben gizli celseyi istedim, benim hem gizli ve hem de aleni celsede ifadem
vardır, rica ederim bir kere okuyunuz. Aleni celsede de olduğu gibi söylemek iste
rim. Ben bunda hata mı ediyorum? Gizli celse ile aleni celse bir midir? Efendiler
belki ben Paşa hastadır diye buraya gelmedi dedi isem bundan maksadım buraya
gelmediğini anlatmak içindir. Belki bunda hata yapmışımdır, efendiler. Biz buna
arz ettiğim gibi Paşa’ya vereceğimiz lokmayı tartmak istiyorduk. Paşa’ya verece
ğimiz salahiyetleri not ediyorduk. Ben diyorum, yanlış anlaşılıyor. Bundan Paşa
memnun olmalıdır. Paşa da kalkıp benim böyle vicdanını vardır demelidir.
BİR MEBUS BEY: …
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): İnayet buyurun, Paşa’nın memnuniyetiyle ben
iftihar etmiyorum, isterse etmesin.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Akşama kadar seni mi dinleyeceğiz? (gürültüler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Davamla): Paşa Hazretleri de iftihar etmeliler ki bize tevcih
edecekleri vazife ile didiniyorlar, çırpınıyorlar. Bunun kıymeti vardır. Böyle başku
mandanlık başka meclisler gibi oyuncak değil, onunla iftihar etsin. Böyle bir oyun
cağın kuvvetli olması mı iyi yoksa gırtlak gırtlağa girmesi mi? Fevzi Paşa Hazretle
ri buyurdular ki biz muhalefetteyiz. Cihan da bilsin ki Başkumandanlık Kanununun
ikinci maddesini Meclis fazla görüyor. Bunda ne var? Efendiler, biz göstermişiz ve
daima gösteririz. Avrupalılar bin defa girdi ve girmek istedi. Tattı, tattı nihayet elini
çekti. O ihtilaf, o casusluk, o bilmem ne bizim memleketimizde gitmiyor, yürümü
yor. Erzurum'a İngilizler Paşa Hazretlerinden evvel geldi. Acaba ahaliden yüzde
kaçı iştirak etti efendiler, acaba yanında bir fert bulabildiler mi? Binaenaleyh bu
Mecliste öyle bozguncular yoktur, Meclis herkes birliktir, Meclis daima kendisinden
şüphe edilmemesini istiyor. Evet, ihtilaf istenmiyor. Neden ihtilaf vardır? Evet,

508
ihtilaf icat edilmiştir. Geçen sene grup teşkil olunmuştur, bir kısmı hariç bırakıla
rak.1 Biz de içinde olarak. (bravo sesleri) Bu ihtilafı kim yaratmış, kim icat etmiştir?
Ben bunu o gün burada bağırmıştım, bu yok yanlıştır. Oy toplayın, biz size oy
veririz. Kalbimize giriniz. Eğer Paşa şüphe ediyorsa kendi çekilsin. Biz maharetini
takdir ediyoruz. Bizde de izan var, akıl var. Herkesin kudretine göre işi tartarak
veririz. İşte bizde ihtilaf bundan doğmuştur. Namzetlik diye gösterilmiştir. Ben Pa
şa Hazretlerinden rica ediyorum, herkesin kalbine nüfuz etsinler. Salahiyetini hu
kuken menediyorsa reddetsinler. Kendilerinin şerefini, bizim muhabbetimiz artırır.
İşte ihtilafların sebebi burasıdır. Namzetliği bıraksın, ikinci madde ise yine atsın
efendim. Atmakla Meclisin şerefine veyahut başkumandanlık şerefine bir şey gel
mez, artar Meclis alıp veriyor. Meclis kendisini gösterir. Meselede ihtilaf falan yok
tur, mesele bundan ibarettir ve böyle bir fikir taşıyan da yoktur.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, bahis mevzu olan meselede benim zihni
min takıldığı nokta nedir? Bunu açıklamak isterim. Yüce Meclisin hissiyatına değil,
mantığına müracaat etmekteyim. Bu nokta üzerinde belki aydınlatabilirim, belki
edemem. Yani bu hususu Yüce Heyetinize arz etmek isterim. Efendim, benim
düşündüğüm nokta şudur ki biliyordunuz Başkumandanlık Kanunu denilen şeyin,
yani memleketin en müşkül en tehlikeli bir anında müdafaasını bir elde ve Yüce
Meclis tarafından tutularak kendi reisi vasıtasıyla kolaylaştırılması lüzumunu Yüce
Heyetinize bir fayda olarak arz edenlerden birisi de benim. Bu lüzumun Yüce He
yetiniz tarafından da kabul olunarak hasıl olan mesut netice gözümüz önündedir.
O zaman ki kanunun müzakeresinde, yani bir gün sonra benim bu kanunun tenkidi
hakkındaki söylediğim sözler de aklımdadır. Her şeyi vermek gayet doğrudur.
Fakat salahiyeti devretme noktasına ben kuşkuluyum. Zihnim niçin saplanıyor,
ben diyorum ki bu salahiyeti devretmeye biz yetkili miyiz, değil miyiz? Fakat her ne
olursa olsun bir kere fikrimi söyleyeyim. Yasama ve yürütme salahiyetlerimizi baş
kasına devretmeye iznimiz var mı? Bu halde milletin mukadderatına seyirci gibi mi
kalınacak? Benim düşündüğüm şudur ki bizim bir başkumandanlığa ihtiyacımız
vardır ve hali hazırda idare edildiği gibi yani şimdiye kadar orduları idare eden
kuvvet şimdiden sonra da orduyu idare etmelidir. Yalnız bu kuvvet yasama ile
beraber bulunursa bana öyle geliyor ki bir Hükümet, bir daha bunu anlayamamak
tayım. Bu şekli arz ettiğim gibi ben kendi kanaatime ve kendi mantığıma sığdıra
mıyorum. Asıl düşündüğüm nokta, biz ordumuzun menfaati için çalışırken ordu
muzun başkumandanının hak ve salahiyetinin yüksekliğinden dolayı birçok hak ve
meselede kendisiyle münakaşa etmek istiyoruz. Yani bu vaziyet gayri müsait geli
yor. Onun için bunu esaslı bir surette münakaşa edebilmek için karşımızda bu
lunmak istemiyoruz. Maddeten zaten kullanılmayan bu ikinci madde bence bir
itibardan ibaret kalmaktadır. Biraz fazlaydı, belki üç ay için lazımdı. Fakat ondan
sonrası için lüzum kalmamıştır. Ufak tefek şeyler için bir şey demek istemiyorum.

1 Müdafaayı Hukuk Grubu.

509
Binaenaleyh hiç bir kimse yani herkes kendi mantığını, idrakini bilir, bu bir görmek
meselesidir. Binaenaleyh idare edenler, edilenler veya etmeye hevesli olanlar
birbirlerini ararlar ve birbirlerinden aydınlanmak isterler. Bence Meclisin, memleke
tin, herkesin aydınlanabilmesi asıldır. İhtilaf anlaşamamaktan ileri gelmektedir ki
bu mesele Yüce Meclis için ıstırap olmaktadır. Ben bunu bir buçuk senedir göre
göre anladığım nokta budur. Acaba neden? Ben diyorum ki anlaşamamak için
mevcut manialar ortadan kalkmalıdır. Bu manialar kimler tarafından konulmuştur.
Müsaadenizle söyleyeceğim ve arkadaşlar müsaade buyursunlar, çoğunluk grubu
demek olan ve Mecliste yoktan icat edilmiş olan grubun iyi idare edilememesinden
ileri geliyor diyeceğim. Bununla çok rica ederim, idare edenlere bir kasıt yoktur.
Yalnız bir umumi mahiyette bu anlaşmazlığın nereden ileri geldiğini göstermekte
dir. Mesela geçenlerde bir seçim meselede ad okunarak oylama yapılmayacağını
öğrendim ve bir zamanı geldi kullandım. Yani görüyorum ki Meclis içerisinde mev
cuttur. Anlaşmak için gayret edenler var, etmeyenler var. Halbuki ortada bir şey
yok. Bence ortada bir emniyetsizlik yoktur. Bir meselede aydınlanmak için muhalif
olarak oy veren kimseler aydınlanmaya muhtaçtır, aydınlanmalıdır ve binaenaleyh
mesele itimat meselesidir. İlmi konuşacağız ve burada, bu hususta arkadaşlarım
dan biraz geniş olmalığımızı temenni ederim. Efendiler, herkes bir değildir ve böy
le olmadığı için milletler böyle gelmiştir. Ben esasen bir milletin bir kimse tarafın
dan idaresi lazım gelirse meşrutiyetin olmadığına kaniim ve milleti idare eden kuv
vetlerin birer parça kuvvetle karşı karşıya anlasa, iş görmesi meselesini esas alı
rım. Biz bu mevkide miyiz? Değiliz, bu mevkie gelemedik. Başka bir şekildeyiz.
Fakat aşağı yukarı ifade serbest olmalı. Efendiler, bu Meclise politikacılık girme
miştir. Ufak tefek fikirlerde birtakım şey dolaşıyor. Evet, efendiler bunlar yalnız bir
şey üzerindedir. Bu noktaları da uzatmayacağım. Namzet meselesi mesela buyu
ruyorlar ki namzetlerde çekingenlik vuku buluyor. Sebebi şudur, ekseriyet bunu
bilir. Bu kanun varken biz bunu yapmaya mecburuz. Ben diyorum ki kendileri bu
kanundan vazgeçmek, yani teklif etmek, bunlar öyle noktalardır ki beyhude uza
makta olan bir meseleyi kısa kesmek de çok iyi olur, uzayıp gitmesi de iyi olmaz.
Bir kimse de düşünemez, fakat bu işleri düşünecek içimizde, Mecliste bir ekseriyet
vardır.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): O vakit ben Genel Kurmay Reisi olurum.
SELAHATTİN BEY (Devamla): O arkadaşlarımız birlikte çalışmalıdırlar. Olmazsa
o zaman derler ki bu adamlar Meclisten bir iş çıkarmak istemiyorlar. Fakat zanne
diyorum ki Mecliste bütün arkadaşlar memlekete faydalı olacak icraatta birlik ol
muştur ve bu nokta üzerinde dün bazı münakaşalar olmuştu. Burada çoğunluk
grubundan hiç bir arkadaş çıkıp da bize bilgi vermemiştir. Bir iki arkadaşımız söy
ledi, fakat aydınlatılmadık efendiler. Hatta Hükümetin izahatı da aydınlatacak ma
hiyette değildir. Binaenaleyh başka söyleyecek bir sözüm yoktur. Şahsiyet, hissi
yat meselesi belki insanların kalbinde biraz yer tutabilir. Ben de insanım. Fakat
esas itibariyle bunların o kadar zayıf olduğunu görüyorum ki daha büyük kabahat
birbirimizi anlamaya gittiğimizde bir tarafın uzakta durması ve diğer tarafın hiç bir

510
şey dinlemek istememesi, bu doğru değildir. Binaenaleyh kabahat bir noktadan
gelmiyor. Kendini bilenler biliyor. Fakat memleketin büyük bir kuvveti toplanırlar,
arkadaşımız o büyük kuvvetle biraz daha müsamahakar ve biraz daha geniş ol
malıdırlar. Efendiler, her şeyi birleştiren ihtilafın esası da meseleyi geniş düşün
mektedir. Bununla meseleyi izah ettim zannındayım. Hususi meselelerimi bırakı
yorum, çünkü ben söylediğimi bilirim ve onları bahsedecek adam ben değilim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Efendiler, Selahattin Bey’in vicdani
endişesine sebep olan nokta üzerinde bir vesikayı göstermek istiyorum. Kendileri
Başkumandanlık Kanununun ikinci maddesine göre yasama salahiyetini devretmiş
olmasının muvafık, olup olamayacağı hususunda tereddütlüdürler. Benim düşün
ceme göre bu kanunsuz vaziyet değildir ve Meclis yasama salahiyetinin tamamını
başkumandana terk etmiş vaziyette değildir. Malumunuz olduğu üzere ikinci mad
de, hatırımda kaldığına göre, başkumandan ordunun maddi ve manevi sevk ve
idaresindeki mukavemeti idare etmek için icap eden kuvveti Meclis adına fiilen
kullanmaya izinlidir. Yoksa kanunlar yapmak için filan izin verilmemiştir. Fakat
istediği dakikada tabii o izin alınabilir. Yasama salahiyetinin tamamına sahip olan
bu itibarla Meclis bir şey vermiş değildir, vermiş ise kendisi vermiştir, kanun yap
mış vermiştir. Binaenaleyh kendisi için verilen bütün şeref, bütün asıl olan salahi
yeti muhafaza etmektir. Fakat doğrudan doğruya Yüce Meclisiniz gibi yasama ve
yürütme salahiyetleri müşterek bir Meclis değil, sadece yasama salahiyetine sahip
bir Meclis düşünelim. Acaba bu Mecliste, yasama salahiyeti kısmen değil, tama
men bir adama yahut üç, beş kişiye verebilir mi? Bir de bu noktadan düşünelim.
Bunlar olmuştur ve daima dünyada olan hadisedir. Mesela elime geçen vesika
şudur, 1916 Yılında Fransa Meclisi 26 Haziran 1916 celsesinde, şu yolda salahi
yet vermiştir. Meclis, Hükümete vatanı kurtaracak olan harbin iyi bir şekilde idare
sini temin için bu yolda salahiyet vermiştir. Demek ki her şeyini veriyor. Yeter ki
vatanı kurtaracak olan harpte iyi neticeye mazhar olabilsin. Bunu Meclisin 440
üyesi vermiştir ve tamamen kontrolsüz olarak bu heyet vazife yapmıştır. Sonra
mesela İngiltere'de 1916'da otuz vekilden meydana gelen bir kabinenin içinden
yalnız beş vekil her türlü mesuliyeti alarak bütün bakmışlar ve kanun dahi yapmış
lardır. Hatta Meclis bu kanunları tekrar mütalaaya bile lüzum görmemiştir ve bun
dan dolayı Times Gazetesinde tebrik yayınlanmıştır. Binaenaleyh efendiler, vata
nın selameti için, milletin selameti için, hatta icap ederse bir meclis bütün yasama
salahiyetini verebilir. Halbuki Yüce Meclisiniz bu vaziyette değildir. Yani bence
Selahattin Bey’in hakiki ve samimi olduğu anlaşılan bu endişesine mahal yoktur.
Asli hakim olan Yüce Meclisinizdir. Hiç bir zaman başkumandanlığa vermiş oldu
ğunuz salahiyeti, başkumandan mesuliyetsiz bir vaziyette bulunduramaz.
VASIF BEY (Sivas): Efendim, bence Yüce Meclisiniz için bir hata vardır, onu dü
zeltmeye çalışacağım. Fransa Ordusu felakete uğradığı zaman çekildiler. Birçok
felakete uğradılar. Fakat orada başkumandanlık salahiyeti artırılmadı. Oraya Mec
listen bir heyet soktular, beraber çalışmışlardı. Onun üzerine Meclisi alkışlamış idi.
Yoksa bizim ordumuz kıpırdanmadı, kıpırdatamadılar. Binaenaleyh bu doğrudan

511
doğruya aciz değildir, Meclis aczi alkışlamamıştır. Zannediyorum, eğer söylediğim
doğru ise tutanakta hatalar vardır. O tutanağın düzeltilmesini teklif ediyorum. Yal
nız Başkumandanlık Kanununa lüzum olmadığına dair Paşa Hazretleri de beya
natta bulundular ve misal olarak bizi ayırmaya sebep olarak bir vaziyet gösterdiler.
Avrupa ordularında hükümdarlar, ordularının kumandanıdır ve başkumandanıdır.
Bunların lüzumu kadar salahiyeti vardır. Fakat hükümdarla idare edilmeyen bizim
şu vaziyetimizde başkumandana nasıl bir salahiyet verilmelidir? Bu şekil doğrudur
efendiler. Şimdi asıl bahis mevzu olan ikinci madde ordunun takviyesi yani ordu
nun noksanlarını ikmal etmek ve orduya istediğimiz kudreti vermek meselesi. Bu
harp kudretini vermek için bir salahiyet ister. Pekala bu kudreti askeri kanunlar
verir. Çünkü hepsi para ile alakalıdır. Kanun buna dair olarak yapıldığı zaman
onun altına başkumandan diye imza koymuyor, altına ya Kayzer veya Kral diye
imza koyuyor. Yani başkumandan olduğu için değildir. Zaten o salahiyet hüküme
tindir. Hatta terfi meselesinde bile başkumandan diye imza koymuyor. İmparator,
kral diye imza koyar. Askeri harekata ait emirler başkumandanlığa ait emirdir diye
imzalanır, diğerleri imparator ve hükümet emridir diye neşredilir. Sonra başku
mandan cepheye hakimdir, geriye hakim değil meselesi. Geriye hakim değil der
ken maksat şudur, orduyu sevk ve idare ediyor, geriye gelince, onları başkuman
dan yapmıyor. Ordunun ihtiyaçlarını başkumandan tayin etmiyor. Esas ordunun
seferberlik planlarını Genel Kurmay hazırlıyor. O başkumandanlığın eline teslim
ediliyor. Onlar sonra orduyu takviye filan lazımsa başkumandan teklif ediyor.
Memleketin maliyesi, şusu, busu müsait ise Hükümet ile müzakere ediyor ve kabul
edilecekse ediyorlar ve derhal yapıyorlar. Milli Savunma Vekaleti bu itibarla zaten
başkumandanın her dediğini yapmakla mükelleftir. Fakat Milli Savunmanın amiri
değildir. Her yerde ve her zaman çok şeyi oraya arz eder. Genel Kurmay ile Milli
Savunmanın bir elde bulunması için Fevzi Paşa Hazretlerinden sorduğum şeye
cevap olarak da evet İçişleri Vekaleti nasıl dahili bir otorite ise Milli Savunma Ve
kaleti de öyledir. Çünkü burada başkumandanlık olmaz. Cephede muharebe baş
lar, cephededir. Ankara’nın bugünkü vaziyeti ile burada bulunmak müstesna bir
vaziyettir. Yarın inşallah İzmir elde edilirse burada katiyen kontrol edemezler, ora
ya gideceklerdir. Pekala o zaman orada bulunan başkumandan aynı zamanda
burada bulunan Milli Savunma vazifesini yapabilecekler mi, yoksa ben bunu iste
rim, şunu isterim, çabuk gönderiniz emrini mi vereceklerdir? Milli Savunma Veka
letinin vazifesi, harp başladığı andan itibaren dahilde ordunun ihtiyacını karşıla
makla meşguldür. Çünkü o dahili otoritedir ve daima ordunun ihtiyaçlarını temin
için kabine ile müştereken çalışır. İşte meselenin, yanlış anlaşılmış noktaları bu
dur. Burada bir maksat ve bir şahsiyet yoktur. Onun için yanlış anlaşılmaya mahal
kalmamak için ve yine kanaatimi söylüyorum ki ikinci madde acilen orduyu icap
eden bir hale getirmek gibi tedbirler için konulmuştur. Esasen orduya yiyecek ye
mek parası ile erzakı bulsak, parasız bile alsak günlerce nakledemiyoruz. Yemek
derhal bulunmaz ki ordunun hazırlanması, onun için üç gün müzakere cereyan
ederse veya bir gün kabinede müzakere cereyan ederse vakit kaybı olmasını ica
betmiş olmaz. Onun için çok rica ederim, esas kanunun yahut bu maddenin aley

512
hinde bulunmakla zannedilmesin ki Başkumandan Paşa Hazretlerinin biz salahi
yetlerinden şikayet eder vaziyetteyiz. Hayır, ben şahsım için çok şey söylemeye
ceğim, beni en çok kendileri tanımaları lazım gelir. Bir şeye muhalefet edersem
veya muvafakat edersem, ne gibi bir şeye muhalefet ve muvafakat edeceğimi ve o
uğurda nasıl çalışacağımı ve hatta hayatımı bir tek dakika bile çekinmeyeceğimi
Paşa Hazretleri en iyi takdir ederler. (bravo sesleri, alkışlar)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Vasıf Bey arkadaşımızın söyledikleri sözlerin
hepsi doğrudur. Fakat bütün bu hakikatler bize göre sebepler değildir. Yani benim
düşüncem böyledir. Orduya bir takım heyetler göndermek suretiyle şöyle oldu,
böyle oldu. Efendiler, malumunuz bizim Meclisimiz de orduya heyetler göndermiş
tir. Avrupa’da da gönderilen heyetler, sizin göndermiş olduğu heyetler gibidir. Yok
sa bu heyetlerle ordunun sevk ve idaresine, tanzimine müdahale vaki olmuş de
ğildir. Yalnız Rusya'da müdahale olmuştur. Orada hakikaten ordunun başına bir
takım heyetler gönderilmiştir. Hatta Rusya'ya giden arkadaşlarımız bana bunu
fevkalade lüzumlu bir şey olmak üzere tatbikine tavsiye etmişlerdir. Ben de kıtala
rımızın başında bu heyetler vardır. Kimler demişlerdi? Kumandanların kendileri ve
maiyetleridir dedim ve yaptığımız münakaşanın rengi şu idi, bir millet, bir meclis ve
hükümet ordusunu kendisinden bilirse ve ona emniyet ve itimat ederse bir takım
kontrol heyetleri bulundurmaya lüzum yoktur. Çünkü onların bulunduğu kontrol
heyetlileri başka maksatladır. Yoksa bir memleketin müdafaası ile meşgul olan bir
ordu içinde heyetler dolaşmamalıdır. Heyetlerin dolaştığı orduda nizam, intizam
yoktur. Biz böyle bir ordu vücuda getirmek istemiyoruz. Sonra tabii pek samimi
olarak düşünüyorlar ki maksat, tabii hepimiz ordunun mevcudiyeti için çalışalım.
Bu Başkumandanlık Kanunu hiç bir zaman bu meseleden men etmez, bilakis
memnun olur. Ne vakit Yüce Meclisiniz, ordunun nakliyesi için müzakere ve mü
nakaşa ettiniz de başkumandan hayır bunu ben düşünmedim, böyle bir şey de
medim ve denilmez dedi. Pek çok rica ederim ordunun ihtiyacını tatmin ve temin
için ne düşünülmek lazım ise düşününüz ve bulacağınız tedbirleri hep beraber
tatbik edelim. Yine Vasıf Bey buyuruyorlar ki diğer devletlerde başkumandan arzu
ettiği şeyi bildirir, hükümet derhal yapar. Hükümetten para ister, derhal hükümet
parayı verir. Doğrudur, fakat burada ne yazık ki bizim şartlarımız öyle değildir
efendiler. Hükümet derhal veremeyecek derecede bulunmayabilir. Nitekim şimdi
telgraf başına çağırmışlardı, Garp cephesi Kumandanı diyor ki bu haftalık yiyecek
parası henüz gelmemiştir, telgraf başında cevap bekliyorum. Ne yapayım şimdi
ben? Şimdi nerede para bulursam derhal göndereceğim, ordu bir hafta aç dura
maz. Maliye Vekili para bulacak diye bekleyecek miyim? İşte ani bir şey, getiriniz
telgrafı okuyunuz. Sonra buyurdular ki hiç bir yerde Harbiye Vekili doğrudan doğ
ruya başkumandanlığın emrinde değildir. Fakat her yerde olduğu gibi burada da
değildir. Binaenaleyh ben kendisine bir emir verirsem ve onu yaparsa, kendi aklı
na, kendi mesuliyetine sığdırdığı bir şeydir. Eğer böyle değil ise yapamam der ve
gelir Yüce Heyetinize der ki başkumandan bana bunu emretti, fakat ben bunu
yaparsam, yapmaktan hasıl olacak mesuliyeti kabul edemem der. Halbuki Dünya

513
nın hiç bir yerinde Başkumandan ve Genel Kurmay Reisi beraber olamaz. Fakat
burada her ikisi de birdir. Demek oluyor ki banim askeri harekatım bile sınırlıdır.
Yani başkumandan makamı bu kadar sınırlıdır. Sonra buyuruyorlar ki ordumuz
şuraya, buraya veya İzmir'e giderse tabii başkumandan burada oturamaz. Bu bir
meseledir, Eğer ordu İzmir'e gitse bile başkumandan için orduların peşinde do
laşmaya ihtiyaç yoktur. Ankara'dan da sevk ve idare olunur, Eskişehir'den de,
şuradan, buradan da sevk ve idare olunur. Farz edelim ki İzmir'e gitsek bile bura
da bulunan başkumandanın burada kalmaya mecbur olan bir Milli Savunma Veki
lini veyahut da geri hizmetlere hakim olması için mutlaka orada bulunması demek
değildir. Binaenaleyh Vasıf Beyefendi arkadaşımızın söylediği sözler esasen olan
şeylerdir. Lakin bu meselelerin mahiyeti ile ve mahiyetinin değişmesi ile bence
alâkadar olamaz. Bunlar başka şeydir. Bahis mevzuu olan şey ise büsbütün başka
şeydir. (kafi sesleri)
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Şimdiye kadar bahis mevzu olan meseleler
den uzun uzadıya bahsetmeyeceğim. Paşa Hazretleri.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Bahsedin de ne olacak?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Yani asabiyetler.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Asabiyet filan yok, haydi, haydi.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Asabiyetle karşıladılar. Halbuki benim maksa
dım, aleni celsede olmasını söylemekti, aleyhinde bir itimatsızlık değil.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Aleyhinde kelimesine tenezzül etmem. Aley
himde bulunursan ne olacak?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Müsaade buyurun, aleni celsede olsun de
mem kanunun uzatmanın lüzum ve lüzum olmadığı bahsedilsin maksadına dairdi.
Zaten kanun esasen aleni celsede kabul ediliyor, gizli celsede konuşuluyor. Gizli
celsede konuşulmakla, aleni celsede söylemekte fark yoktur.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Hakikaten senin için yoktur.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Lüzumsuzluğu aleyhinde söz söyleyecek olan
arkadaşlar zaten sözlerini ordunun başkumandanlığının iktidarına, şeysine getir
meyecektir. Onun için böyle söylemiştim, yanlış anlaşılmasın.
ABİDİN BEY (Lazistan): Muhterem arkadaşlar, başkumandanlığa kumanda etmeyi
şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra ve hatta İstanbul da alındığı halde yine
lüzumu vardır. Binaenaleyh başkumandanlığın makamında kalması taraftarıyım.
(gülüşmeler) Ben bunun için hiç bir zaman fenalık düşünmedim. Vicdanım buna
tahammül etmez. Fakat yalnız şunu söylerim ki ve pek yanık söylüyorum, evet
ben bir hayvanat tetkikatı yaptım, ben ve iki arkadaş da dahil olduğu halde tetkik
ettik.

514
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Başkumandanlığın ne kabahati var?
ABİDİN BEY (Lazistan): Başkumandanlık Kanunun ikinci maddesi gereğince bir
çok hayvanlar toplanmış, fakat yiyecek yok. Ben bunun için şey ettim. Sonra arka
daşlar, bir şey daha söyleyeceğim, ben gruba dahildim ve grubun en samimi bir
arkadaşı idim. Baktım ki grubun vapurlar veyahut deniz sahilindeki fenerler gibi
dön bu tarafa, dön o tarafa, dön bu tarafa, dön o tarafa... (alkışlar, gülüşmeler)
Binaenaleyh dedim ki pekala böyle fenerler gibi dönelim. Neticede bir diğer grup
tan, diğer bir kuvvet benden daha cesur, benden daha mert bir kuvvet çıkmış. O
da bir umumi selamet ve beni çevirmek için tekrar bir kuvvet. Mutlaka bir vakit ben
çekiliyorum, ben bunu Paşa Hazretlerinden sorarım. Bundan bir buçuk sene evvel,
bu grup ortada yok iken ve hiç bir şey yok iken birlik, beraberlik tam idi ve hepsi de
beyaz vermek lazım gelirse beyaz, kırmızı vermek lazım gelirse kırmızı verirlerdi
ve ben bu kanaatte idim. Arkadaşlar, başkumandanlığın devam etmesi lazımdır.
Zira General Papulas’ı, Kral Konstantin’i yıkacak yine bu kuvvettir. (bravo sesleri)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bir kaç arkadaşımızın sözü vardır. Müza
kerenin yeterliliğine dair de önerge vardır, Müzakerenin yeterliliğini kabul edenler
lütfen el kaldırsın. Efendim, büyük çoğunluk ile kafi görüldü. Efendim, önergeler
den biri müzakerenin yeterliliğinden sonra aleni celseye geçilmesini teklif ediyor.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Reis Bey, önergemi izah edeceğim.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim, ben de usul hakkında gayet mühim ve nazik bir
noktaya temas edeceğim. Malumunuz geçen gün bir önerge ile maaş kesim ceza
sı kabul edilmişti. Onun üzerine bazı arkadaşlarım, mevcut iken dışarı çıkmak
istedikleri halde çıkmadılar, oylarını da kullanmadılar. Sonra muamele tamamlan
madı diye celse tatil edildi. Halbuki burada usule muhalif ve zaten Meclisimiz çok
zamanlar teamül Meclisi oldu. Böylece bir teamül olursa maazallah Meclisi bir
uçuruma sürükleyecek duruma gelinecektir. Bakınız efendim, geçen celsede 144
arkadaşımız oylamaya iştirak etmiş, yirmi arkadaşımız da mevcut demiş. Şu halde
171 mevcut var iken muamele tamam değildir diye kabul edildi. Tasavvur buyurun
ki herhangi celsede 162 arkadaşımız vardır, bunlardan ikisi oylamaya iştirak et
mezse, 16 kişinin oyu tekrar sayılmalı mı? Bu gayret çirkindir. Onun için bu mese
le halledilmelidir. Geçen celsede muamele temam olunduğu halde Meclisin yaptığı
doğru bir şey değildi, usule muhalifti. Bu hem teamül olmamalıdır. Bu meseleyi
Yüce Meclis herhalde halletmelidir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Ragıp Bey'in mütalaası, mevcut
olup ta oyunu kullanmayanların çekimser olarak telakki edilmesi şeklindedir. İç
Tüzükte bunlar mevcuttur. Böyle teklifler oya konulmaz. Oy yalnız aleni celsede
vardır, başka müzakerede yoktur. Binaenaleyh gizli celseden aleni celseye geçil
mesini teklif ediyorum,
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Efendim, ben bu önergemde diyorum ki gizli celseden
sonra yapılacak olan aleni celse tutanağının yayınlanmamasını teklif ediyorum.

515
Şimdiye kadar cereyan eden müzakereye ait olan mücadelede bunun dışarıya
duyurulması demek değil, yani bu memnuniyetsizliğin dışarıda yapacağı tesiri
takdir ettiniz ve bu tesir dolayısıyla bu celse müzakerelerinin yayınlanmamasını
rica ediyorum.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Perşembe günkü aleni celse
tutanağı yayınlanmasın diyor. (o mesele başka sesleri) Efendim, aleni celseye
geçiyorum.
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Eskişehir): Efendim, teamül olmamak için bir noktayı
arz edeceğim. Efendim, mevcut olup ta oy vermemek çekimser olmaktır. Fakat
Divan muamele tamam değildir diye tebliğ etti hüküm de tebliğdedir. Mademki
böyle tebliğ edilmiştir, aleni celseye geçilecek ve tekrar oylar toplanacaktır. Fakat
bu teamül olmasın, Hata olarak tebliğ edilmiştir.
1
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, şimdi celse alenidir.

(Gizli oturuma son verildi ve açık oturuma geçildi.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Gündemde Başkumandanlık Kanununun


ikinci defa oylanması vardır. Ad okunmak suretiyle ret ve kabul suretinde reye
sunuyorum.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Ad okunarak oylamaya lüzum yok, doğrudan doğruya
reye koyunuz.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Yoklama ediyoruz. Lütfen oylarınızı kulla
nınız.
(Ad okunarak oylama yapıldı. Oy sayımı için ara verildi. Oylar sayıldı ve oturuma tekrar
başlandı.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Başkumandanlık Kanununun oy


lama neticesini arz ediyorum. Başkumandanlık müddetinin 5 Mayıs 1922 tarihinden
itibaren üç ay daha uzatılmasına dair kanunun oylamasına iştirak eden üyeler 203
2
tür. 11 ret, 15 çekimsere karşı 177 kabul oyu ile kanun kabul edilmiştir.

(Başkomutanlık süresinin uzatılması konusunda Mecliste ipler iyice gerilmiş ve uzunca


süren iki günlük oturumların sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın gayretiyle sorun çözül
müştü. Mecliste iktidar ve muhalefet grupları sürdürdükleri tartışmaları bir yana bıra
karak, Yunan zulmünü Batı kamuoyuna bir daha hatırlatmak için uzlaştı ve birleşti.)

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (6 Mayıs 1922), 1.Dönem, c.3, s.334-354, http://www.tbmm.gov.tr/
2 TBMM Zabıt Ceridesi (6 Mayıs 1922), 1.Dönem, c.19, s.527-530, http://www.tbmm.gov.tr/

516
11 MAYIS 1922: İTALYANLARIN SÖKE’DEN ÇEKİLMELERİ VE İTALYA İLE
İLİŞKİLER HAKKINDA VERİLEN SORU ÖNERGELERİNE DIŞİŞLERİ BAKANI
YUSUF KEMAL BEY’İN CEVABI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 42.Birleşim, Gündem: 2/1)

İtalyanlar, Mondros Ateşkesinden sonra, Antalya’dan başlayarak


Güneybatı Anadolu’yu Kuşadası’na kadar işgal etmişlerdi. İtalyanlar
işgallerini herhangi bir mukavemetle karşılaşmadan yapmışlar, halka iyi
davranmışlar, işgalleri altındaki Türkleri Yunanlılara karşı korumuşlardı.
Ancak İtalya’da meydana gelen iç karışıklıklar ve hükümet krizi nedeniy
le İtalyan askerleri Anadolu’dan ayrılmak zorunda kaldılar. Bunu fırsat
bilen Yunanlılar Söke ve Kuşadası’nı işgalleri altına aldılar.

RAUF BEY (Başkan Vekili): İzmit Mebusu Sırrı Bey’in soru önergesini okuyoruz.

TBMM Başkanlığına

Dışişleri Vekaletimiz Söke'nin İtalyanlar tarafından tahliyesini ne vakit


haber almıştır ve bu tahliyede İtalyanların ne gibi bir siyasi maksadı olabilir?
Acilen Dışişleri Vekaletinden sorulmasını teklif ederim.
İzmit Mebusu
Sırrı

RAUF BEY (Başkan Vekili): Yusuf Kemal Bey buyurun.

YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Söke ve havalisinin İtalyanlar tarafından


tahliye edileceği haberini, 13 Nisan 1922 tarihinde Basın Yayın Umum Müdürlüğü
vasıtasıyla Söke İstihbarat Memurumuzdan aldık. Sonra 17 Nisan 1922 tarihinde
İtalya’da bulunan Hamit ve Celalettin Arif beylerin telgraflarından haber alınmıştır.
İtalyanların ne siyasi maksadı olabilir? Ne maksatları olduğuna dair tabii kati ma
lumat verilemez, tahminidir. İtalyanların burayı tahliye sebebi, son sulh teklifinin
icabındanmış. Çünkü sulh şartlarından biri Anadolu'nun tahliyesidir. Sonra bize
karşı dostluklarını göstermek filan vesaire de var. Aldığımız haberlerde bizim tara
fımızdan tahliye etmeyiniz gibi zannederim bir müracaat bekliyorlardı. Milliyetçi
Büyük Millet Meclisi Hükümeti, toprağını hangi şekilde olursa olsun tahliye edil
memesini isteyemez.

BİR MEBUS BEY: Kaç gün evvel Söke Yunanlılar tarafından işgal edildi, Beye
fendi?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Bir soru önergesi ile lütfen sorarsanız yine cevap
veririm efendim, o zaman arz ederim. Şimdi sorulan şeylere cevap veriyorum.
Birçok meselede olduğu gibi bu meseleyi de çok uzatmayalım.

517
TBMM Başkanlığına
Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey, geçen günkü gizli celsede Avrupa'da
İtalyan Dışişleri Nazırı ile yapılan görüşmeden üstü kapalı olarak bahsetmişti.
İtalyan taleplerine dair Ahmet Muhtar Bey’e bir liste verilmesini söylediğini ifade
etmişti. Bu hususta Dışişleri Vekaletinin teferruatlı cevap vermesini teklif eyle
rim. 10 Nisan 1922
Antalya Mebusu
Mustafa

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Ben Avrupa'da, Londra'da bulunduğum zaman


gerek Celalettin Arif Bey’e, gerek Ferit Bey'e telgraf çekerek o sırada Paris'e gel
mek üzere bulunan İtalya Dışişleri Nazırı Şanzer ile buluşmamak için mazeret
beyan etmiştim. Ferit Bey’e, benim Roma’ya ne için gitmediğimi, ne için gidemedi
ğimi ve başka mana vermemelerini izah etmesini kendisine yazdım. Bundan sonra
Paris'e geldik. Orada Şanzer görüşmeyi arzu etti, gittim, görüştüm. Malumunuz ne
zaman İtalya Devleti ile konuşursanız size başlangıç olarak mutlaka Dünya Har
binden cebi boş çıktıklarını, diğer müttefiklerinin cepleri dolu olduğu halde İtalyan
ların cebi boş çıktıklarını söylerler. Şanzer de bunu söyledikten sonra İstanbul ile
bir anlaşma yaptıklarını ve bunu biz de yapacak olursak sulh konferansı esnasın
da bize yardım edeceklerini söyledi. Şanzer dedi ki,
"Bu anlaşma metnini İzzet Paşa'dan alsanız da görseniz ve buna da bir şey deseniz."
"Bir anlaşma yaptık diyorsunuz. Bunu siz bana gönderseniz daha iyi olur."
"Pekala, bu akşam katibimle göndereyim."
...dedi. Daha bazı şeyler görüştük. Mesela sulhun lehimizde cereyan ettiğine dair
şeyler görüştükten sonra ayrıldım. O akşam katip gelmedi. Ertesi günü, hayır o
gün İstanbul Elçiliği Müsteşarı geldi ve İstanbul ile hiç bir şey yapmadıklarını söy
ledi. Görüşme sırasında bizimle İstanbul'un anlaşması lüzumunda şiddetle ısrar
etmişti. Ben şüphe etmiştim, bu neden, neden bu? Bu benim dikkatimi çekti. Bu
çok ısrar etti. Fakat İstanbul ile ne yaptıklarını söylemedi. Müsteşar İstanbul ile bir
şey yaptık, siz de İstanbul ile birleşirseniz bizim İstanbul ile yapmış olduğumuz
şeyi siz de kabul etmiş olursunuz tarzında fikrimi anlamak maksadını takip ediyor
du. Ertesi günü Şanzer'in katibi yine gelmedi. Daha ertesi günü Elçilik Müsteşarı
bizi görmeye geldi.
"Şanzer ile görüşmüşsünüz, size bir şey gönderecekmiş, dün konferansta meşgul
olmaları dolayısıyla gönderemedi. Bunun için biz geldik, o meseleyi görüşmeye."
...dedi. Ben kendilerine dedim ki,
"Konferans müzakereleri ilerliyor, siz bize yardım edeceğinizi söylemiş olduğunuz
halde diğer müttefiklerle beraber ve yahut bizim aleyhimize hareket etmekte olan

518
devletle beraber ateşkes teklifini imza ettiniz. Bizce katiyen kabul edilemeyecek
olan bir ateşkes teklif ettiniz. Binaenaleyh, zaman ilerliyor. Halbuki siz, bizim siz
den istediğimiz şeyleri vermemekte devam ediyorsunuz. Onun için görüşülecek bir
şey yoktur. Tabii diğer şeylerin ne kabul, ne de reddi hususunda Büyük Millet
Meclisinden bir salahiyet almam gerekir. Fakat ben katiyen bu hususta sizinle
müzakereye giremem, burada anlaşacak bir şey yoktur demek de uygun değildir.
Siz bizden neler istiyorsunuz, onları bize bildirin, ama bir nüfus mıntıkası fikri üze
rinde ısrar etmeyin. Çünkü bu Hükümet, bu Devlet nüfus mıntıkası ifade eden bir
şey üzerinde katiyen görüşmez, katiyen bunu reddeder."
...O zaman Elçilik Müsteşarı bize, ben Hükümetime izahatta bulunayım dedi. Son
ra dediler ki biz size yazılı bir şey verelim. Ertesi günü Paris'ten ayrılacaktım ken
disine dedim ki o yazıyı getirirsiniz, Muhtar Bey’e verirsiniz. Çünkü İtalyan Elçilik
Müsteşarının ve yanındakinin ellerinde salahiyet belgeleri yoktu, benim de yoktu.
Muhtar Bey’e de yazıyı alır ve onları yalnızca dinlersin diye talimat verdim. İtalyan
lar bizden üç şey istiyorlar. Birisi Ereğli kömür havzasının imtiyazı, ikincisi Bitlis,
Van taraflarında petrol arama imtiyazı, üçüncüsü de Menderes Vadisinde zirai
faaliyetlerde bulunmak istiyorlar. Binaenaleyh, İtalyanların bizden istediklerini
muhterem mebus arkadaşımızın sorduğu soruya cevaben arz ederim. Bunları tabii
ki Dışişleri Vekaleti, doğrudan doğruya ait oldukları vekaletlere arz etti. Vekaletler
mütalaalarını bildirecekler, Hükümet de bir karar verecek ve sonra Yüce Heyetini
ze arz edilecektir.
ŞEVKET BEY (Beyazıt): Efendim, İtalya'da dört yüz esir subayımız var. Onlar için
bir teşebbüste bulundunuz mu?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Evet, onun için teşebbüste bulunduk. Kızılhaç’ın
1
verdiği cevaplara göre zannederim alacağız.

(Bir hafta sonra, 18 Mayıs 1922 tarihindeki gizli oturumda...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): İzmir Mebusu Mahmut Esat Bey’in Dışişleri Vekaleti
ne bir soru önergesi var okunacak.

TBMM Başkanlığına
Aşağıdaki sorulara Dışişleri Vekaletinin cevap vermesini rica ederim
efendim.
1. İstanbul Hükümeti tarafından İtalyan Devletine Anadolu'da demiryolu ve
maden gibi imtiyazların verildiğine dair çeşitli kaynaklardan teyit olunan haber
lerden Dışişleri Vekaletinin haberi var mıdır?

1 TBMM Gizli Celse Zabıtları (11 Mayıs 1922), 1.Dönem, c.3, s.356-359, http://www.tbmm.gov.tr/

519
2. Haberler doğru ise Dışişleri Vekaleti bu meseleyi İtalya Devleti nezdinde
protesto etmiş midir ve böyle bir anlaşmanın milletlerarası hukuk bakımından
yok hükmünde olduğunu diğer dost devletlere bildirmiş midir?
3. Milletin kanunları ve Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince memleketin mu
kadderatı hakkında hiç bir şekilde söz söyleme ve taahhütte bulunma hakkına
sahip olmayan ve hukuki bir hakkı bulunmayan Babıali’ye Hükümetimizce bu
meseleden dolayı ihtarda bulunulmuş mudur?
Dışişleri Vekaleti lütfen bunları açıklar mı? 18 Mayıs 1922
İzmir Mebusu
Mahmut Esat

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Dışişleri Vekili bu soru önergesini kabul etti,
cevaplarını vereceklerdir.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Birinci soruda haberdar mıdır diyorlar, evet
haberdarım. Yani haberdar sözü Babıali tarafından bize yazılmış veya İtalya Hü
kümeti Dışişleri Nezareti tarafından temsilcimize yazılmış şekilde değildir. İstan
bul'da bulunan memurumuz bize bu meseleyi yazmıştır.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Size mi yazmışlardır?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Yani evvelce İstanbul ile İtalya Hükümeti arasın
da bazı müzakereler yapılmış ve bize Paris'te iken haber İtalya ile Babıali arasın
da bahis mevzu olan noktaların bir listesini vermişlerdi. Onu da tabii geçen gün
uzun uzadıya okudum. Haberdarız. İkinci soruya gelince, İtalya’daki temsilcimize
emir verilmiştir. Fakat bunu protesto ediniz şeklinde emir verilmemiştir. Çünkü
Büyük Millet Meclisinin kanunları İtalyanlar tarafından bilinmektedir. Biz İtalyanlar
la görüştüğümüz zaman, biz kabul etmiş olmaksızın İstanbul'un yaptığı anlaşma
ların yok hükmünde olacağını kendileri de biliyorlardı. Mamafih temsilcimize bu
nokta söyletildi. Yalnız bizim anlatmak istediğimiz nokta, İtalya öteden beri bizimle
münasebette bulunduğu ve öteden beri İtalya Büyük Millet Meclisi Hükümetine
hayırlı işler yaptıkları iddiasında bulunduğu halde, halen İstanbul Hükümetiyle bu
gibi şeylere teşebbüs etmesi ve kalkışması bizce üzüntü verici oldu. Sonra aynı
zamanda İtalya sizinle de yapalım diyor ve ısrar ediyor. Sonra önergede diğer
devletlere bildirilmiş midir buyuruyorlar. Bu usulü henüz tesis etmedik. Doğru,
bildirmek lazım gelir. Fakat şu sırada ortada Büyük Millet Meclisinin kanunları
varken, ortada Teşkilatı Esasiye Kanunu varken bunu diğer devletlere de resmen
tebliğ etmek lazım idi. Sonra diyorlar ki herhangi bir hakkı bulunmayan Babıali’ye
Hükümetimizce ihtarda bulunulmuş mudur? Hükümetimizce Büyük Millet Meclisi
yalnız bir mesele için ihtarda bulunmadı, Büyük Millet Meclisi İstanbul'da bulunan

520
heyetin vaziyeti ne ise onu verdi ve o esasta devam edip gidiyor. Bilmem kafi mi
1
dir? (kâfi sesleri)

11 MAYIS 1922: GİZLİ OTURUMDA MOSKOVA TÜRK BÜYÜKELÇİLİĞİNİN


RUSLAR TARAFINDAN ARAMASI HAKKINDA VERİLEN SORU ÖNERGESİNE
DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN CEVABI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 42.Birleşim, Gündem: 2/3)

22 Nisan 1922 günü Moskova’daki Türk Büyükelçilik memurlarının


kaldığı ev Sovyet Polisi tarafından basılarak arama yapılır, bir çantaya
el konulur ve kimi personel sınır dışı edilir. Bu baskının nedeni bazı
personelin casusluk yaptığı iddiasıdır. Diplomatik kurallar çiğnenerek
yapılan bu baskın Ankara’da büyük memnuniyetsizlik meydana getirir.
Ali Fuat Paşa, Sovyet yetkililerinin görüşme isteğini reddederek Mosko
va’dan ayrılır ve Ankara’ya döner. İlişkiler bir anda gerginleşir.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Amasya Mebusu Ali Rıza Bey’in Moskova Elçiliği
hakkındaki soru önergesini okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Rusya'daki Elçiliğimiz Rus Hükümeti tarafından aranmış mıdır, arandıysa
sebebi nedir ve ne gibi şeyler alınmıştır? Hükümetimiz bu hale karşı ne hare
kette bulunmuştur? Bu soruların Dışişleri Vekili tarafından acilen cevap veril
mesini teklif ederim.
Amasya Mebusu
Ali Rıza

YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Şimdi bu sorulara hadisenin başından so


nuna kadar arz etmek veya hülasa etmek vardır.
ALİ RIZA EFENDİ (Amasya): Hadise henüz kapanmamıştır.

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz ben arz edeyim de ondan
sonra arzu ederseniz hülasa arz edeyim. Yok, arzu ederseniz bütün dosyayı arz
edeyim. (hülasa sesleri)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Yusuf Kemal Bey, hangisi daha münasipse onu söy
leyiniz.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (18 Mayıs 1922), 1.Dönem, c.3, s.365-366, http://www.tbmm.gov.tr/

521
ALİ RIZA EFENDİ (Amasya): Dış siyasi vaziyet için bir fena tesir varsa, şimdilik
sorumdan vazgeçiyorum.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Hülasa olarak arz etmek istiyorum. Müsaade
buyurunuz hadise kapandığı zaman da tafsilatlı olarak arz ederim. Moskova Elçili
ğimiz aranmamıştır. Elçiliğimizin Askeri Ataşeliği silahlı Sovyet ajanları tarafından
basılmış ve orada çalışan katiplerimizden bazılarının üzerleri aranmıştır.
LÜTFÜ BEY (Siverek): Sebebi nedir?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Sebebi nedir bilmiyoruz. Ne gibi şeyler alındı, bir
telgraf şifresi alınmıştır. Hükümetimiz bu hale karşı ne gibi harekâtta bulunmuştur,
dost bir devlete karşı riayet etmek icap eden her türlü hususa riayet etmekle bera
ber, devletlerarası hukuka göre bu hareketten dolayı haysiyetini muhafaza ederek
ne gibi tedbir alınması lazımsa onu Hükümetiniz yapmıştır. Şimdi vaziyet nedir?
Bundan üç gün evvel Rus Elçisi Aralof Dışişleri Vekâletine gelerek dostluğumuz
hakkında her türlü teminatı vermiştir. Aralof mesele hakkında Moskova’dan tafsilat
alacağını söylemiştir. Ali Fuat Paşa dövülmüştür gibi birtakım sözler söylenmiştir.
Bunların aslı yoktur, katiyen doğru değildir. (ya ne olmuştur sesleri) O halde biraz
tafsilat verelim öyle ise. Efendiler hadise şöyle olmuştur. 21 Nisan 1922 günü
1
ÇEKA memurları bizim kâtiplerden İdris Çora Bey’in oturduğu ve Ziya Bey, Saim
Bey, memur Emin Efendinin hazır bulunduğu odaya gelmişler. Onlar gelmezden
evvel vaktiyle Rus Harbiye Mektepleri müdürlerinden olan ve bizim elçilik memur
larına Mekteplerini gezdirmeyi vaat eden ve ondan biraz evvel İdris Çora Bey ile
görüşmek isteyen Aljasker adına bir adam da orada bulunuyormuş.
BİR MEBUS BEY: ÇEKA memuru ne demek?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): İhtimal emniyet memurları olabilir. Girmişler,
memurlarımızın üzerlerini aramışlar ve bir telgraf şifresi bulmuşlardır. Sonra bazı
resmi evrakı çantaya koymuşlar, bizim memurlarımız ve onlar tarafından çanta
mühürlenmiş, Emin Efendi’ye vererek doğruca ÇEKA Merkezine götürmüşler.
Fuat Paşa bunu haber almış, derhal protesto etmiş, çantayı iade ediniz ve Emin
Efendiyi de gönderiniz demiş. Sonra Sovyet Dışişlerinden Paskof adında bir mü
dür Emin Efendi’ye çantayı vermesini istemiş ve hapis ile tehdit etmiş. Emin Efen
di çantayı vermemiş. Sonra Paskof oradan çıkmış, altı kişi gelmiş, Emin Efendi’nin
elinden çantayı zorla almışlar. Bu esnada Emin Efendi dayak yemiş ve Fuat Pa
şanın verdiği malumata göre, Fuat Paşanın Rusya hükümetine gönderdiği resmi
kağıtta Emin Efendi’nin elinde yaralanma varmış. Hadise bu şekilde cereyan et
miştir. Binaenaleyh mesele ehemmiyetsizdir ve biz burada ancak istiklal ve haysi

1
Çeka, Sovyet Devletinin ilk güvenlik kurumu olan teşkilattır. Sovyet rejiminin ayakta kalma
sı için hayati önem arz eden bir siyasi ve askeri kuvvet haline gelmiştir. Bütün Rusya'nın
Karşı Devrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü Komisyonu adının kısaltılmışıdır.
522
yetimiz için bulunuyoruz. Başka bir şey değil. Bizim davamızın başında hürriyet ve
istiklal var. Bizi sevenler elbette ve elbette bu gururlu, bu haysiyetine aşık Milletin
hislerine riayet ve hürmet edeceklerdir. Onun için şimdi burada müzakereye lüzum
yoktur. Hadise bundan ibarettir. Fuat Paşa 3 Mayıs’ta Rusya’dan çıkacağım diyor
du. Çıktı mı, çıkmadı mı haber almadım şimdiye kadar. Kendisinden özür dilenildi
mi, yoksa özür dilenmediğinden dolayı yola çıktı mı? Henüz haber almadım. Fakat
buradaki Rus Elçiliği her türlü teminatı veriyor. Hatta meselenin buradan halline
taraftarlar. Fakat tabii Hükümet nasıl icap ediyorsa öyle yapacaktır. Ümit ediyorum
1
ki inşallah vereceğimiz karar sizi memnun edecektir.

(Bir ay sonra, 15 Haziran 1922 tarihinde yapılan gizli oturumda, bu konu hakkında karşı
lıklı olarak gönderilen notaları okumak ve gelişmeler hakkında bilgi vermek üzere Dışiş
leri Bakanı Yusuf Kemal Bey söz aldı.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Dışişleri Vekili Beyefendi, bugün için pek
mühim olan bir meseleyi Yüce Heyetinize gizli oturumda arz etmek istiyor. Buyu
runuz Yusuf Kemal Bey.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Arkadaşlar, bir ay kadar önce Moskova'da
Elçiliğimize ve dolayısıyla Hükümetimize karşı bir üzücü bir hadise meydana gel
diğini arz etmiştim. O hadisenin olduğu zamandan beri, gerek dostumuz bulunan
Rusya'dan Elçimiz orada iken doğrudan doğruya, gerekse burada Rusya Elçisi
vasıtasıyla bu hadise hakkında birtakım notalar teati edildi. Hadise hemen hallo
lunmuştur. Hallolununcaya kadar, bir şekil alıncaya kadar Yüce Meclisinize arz
etmeyi uygun görmedim. Şimdi zaman geldi ve Yüce Meclisinize şimdi arz ediyo
rum. Bizim ilk verdiğimiz nota, 3 Mayıs 1922 tarihlidir.

Ankara’daki Sovyet Rusya Elçiliğine


Moskova Elçimiz Ali Fuat Paşa tarafından bildirilen aşağıda yazılı hadi
seyi üzülerek size ihbar etmek mecburiyetindeyim.
20 Nisan 1922 tarihinde ÇEKA’nın silahlı bir kıtası, Türkiye' nin Moskova
Elçiliğine ait bir binada tahribat yapmışlardır. Elçiliğimiz memurları hüviyetlerini
gösterdikleri halde, tehdit edilerek üzerleri ve binanın içi aranmış, bulunan bir
telgraf şifresi ile bazı resmi evrakı bir çantanın içine koyarak mühürlemişler ve
memurlarımızı ÇEKA merkezine götürülmüşlerdir. Elçimiz Ali Fuat Paşa, dev
letler hukukuna aykırı olan bu harekâtı öğrenir öğrenmez, Dışişleri Komiserliği
Vekili Karahan'a Birinci Kâtibini göndererek çantanın açılmadan Elçiliğimize
iadesini talep etmiş ve bu talebi reddolunduğu takdirde Moskova'yı terk etmek
mecburiyetinde kalacağını beyan etmiştir.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (11 Mayıs 1922) , 1.Dönem, c.3, s.359-360, http://www.tbmm.gov.tr/
523
Bu talebinin kabul edileceğine dair söz verildiği halde, Dışişleri Komiser
liğinden ÇEKA’ya giden bir memur çantayı elinde bulunduran memurumuzu
tehdit ederek, zor kullanarak kapı dışarı etmiş ve çanta gasp edilmiştir. Bunun
üzerine Moskova'da kalamayacağını beyan eylemiş olduğu halde, Ali Fuat
Paşa’nın bu isteği cevapsız kalmış ve dört gün sonra Karahan onu Dışişleri
Komiserliğine davet ederek meselenin halledileceğini ifade etmiştir. Ali Fuat
Paşa, bu daveti kabul etmemiş ve 3 Mayıs’a kadar kendilerine özür dilenmediği
takdirde Moskova'yı terk etmeye karar vermiştir.

Rus memurları tarafından yapılan bu harekâtın, yabancı temsilciler hak


kında her zaman yürürlükte bulunan kaidelere ve devletler hukukuna karşı bir
tecavüz olduğu sizce de bilinmektedir. Bilhassa bu hadise olduktan sonra, Ali
Fuat Paşa’nın Moskova'yı terk etmek hususundaki kararını bildirmiş olmasına
rağmen, çantanın derhal iade edilmeyip, memurumuz tehdit ederek, zor kulla
narak kapı dışarı edilmesine karşılık olarak, çok şiddetli bir tepki vereceğimizi
siz de takdir edersiniz.

Hükümetim, bunun üzerine Elçisinin Moskova'da kalmasını uygun bul


mamış ve kendisine özür dilenmediği takdirde Moskova’yı terk etmek husu
sundaki kararını vermiş olduğunu bildiririm. Hükümetim, bu harekâtı yapan
bütün memurları tesirli şekilde ve ibret için cezalandırılmalarını talep etmekte
ısrarlıdır. Bu vaziyet derhal düzeltilmediği takdirde, Rusya'nın, Türkiye'ye karşı
dostluk siyasetine nihayet vermek düşüncesinde olduğu neticesine varılacak
olan bu vahim hadiseden dolayı, size Hükümetimin kati protestosunu tebliğ
ederek, Rus Hükümetinin bu mesele hakkındaki cevabını Hükümetimin sabır
sızlıkla beklediğini ilave ederim. Saygılarımla. 3 Mayıs 1922
TBMM Dışişleri Vekili
Yusuf Kemal

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Bu nota, daha Fuat Paşa Hazretleri buraya gel
meden ve ondan fazla malumat alınmadan verilmiştir. Yani pek az malumat alın
dığı bir sırada yazıldı. Rus elçisi, bu notaya 23 Mayıs’ta cevap verdi. Şimdi o ce
vabı okuyorum, Efendim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey’e,
3 Mayıs 1922 tarihli notanızı aldım. Notanızda beyan olunan haberlerle,
bende mevcut olan haberler arasında uyuşmazlık olduğunu belirtmek mecburi
yetindeyim. Moskova ile haberleşme çok zor olduğundan, Elçiniz Ali Fuat Paşa
ile orada meydana gelen hadiseler hakkında bir fikir edinmek imkansızdır. Bu
hal benim için olduğu gibi sizin için de söz konusudur. Mesele ancak aradan bir
kaç zaman geçtikten sonra anlaşılabilir. Her halde, her ne meydana gelmiş
olursa olsun, Ali Fuat Paşa ile olan hadise tamamıyla şahsi ve hususi bir mese
le olduğundan, Rus Federatif Sosyalist Sovyetler Cumhuriyeti ile bağımsız

524
Anadolu Türkiye’si arasında uzun zamandan beri mevcut olan samimi dostluğa
hiç bir şekilde tesir edecek mahiyette olmadığından en küçük bir şüphe bile
yoktur.
Hükümetimden aldığım talimata dayanarak, yukarıda beyan olunan ha
disenin hiç bir şekilde münasebetimize ve dostluğumuza zarar vermeyeceğini
kati olarak beyan eder, dostluğumuzun ve dayanışmamızın değişmez olduğu
nu, Moskova Antlaşmasına ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin Milli
Misakına esas teşkil eden prensiplere sadık olduğumuzu Hükümetim adına
resmen teyit eylerim.
Dostluğumuz o kadar kuvvetli bağlara dayanmaktadır ki Sovyet Rusya'-
nın Büyük Millet Meclisi Türkiye'sine karşı dostane siyasetine nihayet vermek
niyetinde olduğu düşünülemez. Cenevre Konferansından sonra, hakiki dostla
rın dostluklarının faaliyetini ve takviyesini, şiddetli sömürgecilik arzularına karşı
istiklalleri için mücadele etmekte olan Doğu memleketleri üzerinde tepkide
bulunmak için her türlü yola müracaat etmek arzusunda bulunan emperyalist
âlemi karşısında, bir defa daha teyit etmek lazım olduğu bir sırada böyle bir
şey, ne Türkiye ve ne de Rusya için faydalı değildir. Saygılarımla. 23 Mayıs
1922
Rusya Sovyetleri Hükümeti
Ankara Elçisi
Aralof

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): İmza kimin, Efendim?


YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Rus Elçisi Aralof Yoldaşın, Efendim. Biz bu no
tayı aldıktan sonra Fuat Paşa Hazretleri gelmek üzere idi. Onun gelmesini bekle
dik. O sırada Rus Elçisinden, ikinci bir nota daha geldi, o da şudur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey’e,
23 Mayıs 1922 tarihinde gönderdiğim notada söz konusu olan hadise
hakkında, Hükümetimin teşebbüslerini ve kanaatlerini bildireceğimi vaat ettiğim
gibi, Moskova'dan ilaveten alınan malumatı aşağıda arz eylerim.
1. Başkâtip hiç bir küfür ve saygısızlığa maruz kalmamıştır.
2. Elçilik memurları hakkında hiç bir sert muamele olmamıştır.
3. Devlet Siyasi İdare memurlarının harekâtı gayet dürüst olmuştur.
4. Tahkikat ve arama bir apartmanda ikamet eden ve bunun iki odasını kirala
mış olan Türk elçilik memurlarının ikametgâhında yapılmıştır.
5. Arama sırasında Devlet Siyasi İdare memurları tarafından telgraf şifreleri
zapt edilmiştir, ama bu şifrelerin Türk Elçiliğine ait olduğu memurlar tarafından

525
düşünülmemiştir. Çünkü şifreler Elçilikte muhafaza edilerek, Elçinizin tasarru
funda bulunur ve hususi bir ikametgâhta bulunmaz.
6. Devlet Siyasi İdare memurları, memurlarınızın ikametgâhına girdiklerinde bu
memurlar Rus subayları görmüşler ve bu subaylar birinin çantasında Türkçe bir
metin ile birlikte Rusya'da ve Kafkasya'da bulunan Rus ordularının haritaları
bulunmuştur. Elçiniz alelacele hareket ederek çantanın açılması esnasında
hazır bulunmak için memur göndermek hususunda hiç bir teşebbüste bulun
madığından dolayı, çanta şimdiye kadar kapalı kalmış olduğu için size bu hu
susta daha teferruatlı malumat veremeyeceğim.
7. Ali Fuat Paşanın, Sovyet Hükümeti tarafından Türk Elçiliğine karşı dış mem
leket imtiyazı ihlal edilmiştir iddiasıyla Moskova’dan ayrılmış olması, bir esasa
dayalı değildir. Çünkü yukarıda beyan edildiği gibi memurlarınız tarafından
kiralanmış olan apartman bir hususi ikametgah olup, dış memleket imtiyazına
haiz değildir. Türk Elçilik binasına gelince, devletler hukukuna göre dış memle
ket imtiyazına sahiptir ve öyle de kalacaktır. Rus Sovyet Hükümeti kanunlarına
göre her türlü dokunulmazlıktan istifade eden bir yabancı heyete ait Elçilik bi
nasında hiç bir kimse ne izinsiz girebilir ve ne de arama yapabilir.
8. Hadisenin izahında Fuat Paşa tarafından verilen malumat ile Hükümetimden
henüz aldığım malumat hiç bir şekilde uyuşmamaktadır. Menfaatlerimiz sebe
biyle gayet samimi bir şekilde birbirimize bağlı olup, aramızdaki dostluğu ihlal
için çalışan ve emellerine muvaffak olmaları halinde Doğu halklarını ezmek ve
bunlar üzerindeki baskılarını artırmak için bu dostlukta mahirce bir manevra ile
aykırılık meydana getirmeye çalışan düşmanlarımıza karşı birlikte mücadele
eden iki memleket arasındaki sabit ve açık olan bir dostluğa dayanarak, kar
deşçe münasebete uymayan ve bununla beraber tamamıyla yeteri kadar anla
şılmamış olan bir hadise yüzünden zarar görmesini kabul etmek her halde
mümkün değildir.
9. Moskova'da meydana gelen hadisenin gayet kısa bir müddet içinde halledil
mesi ve neticelendirilmesi mümkün değildir. Bu mesele hakkında tam olarak
yapılacak tahkikata iştirak etmek ve bu şekilde bu üzücü hadiseden mesul olup
dostça münasebetimizi ihlal etme ihtimali olan hareketleri yapan şahısları mey
dana çıkarmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin, Türk Elçiliğinin
Moskova'da kalmış olanlardan birisini Elçi tayin etmesi hususunda emir verme
sini lüzumlu sayıyorum.

Bu hassas ve nazik devrede, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tara


fından bu hususta alınacak tedbirlerden bizi vaktiyle haberdar edeceğinize
inanıyorum. Saygılarımla. 3 Haziran 1922
Rusya Sovyetleri Hükümeti
Ankara Elçisi
Aralof

526
(Gürültüler)
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Rica ederim, hepsine ayrı ayrı cevap vereceğim, içeri
sinde bazı noktalar var ki onlara da cevap vereceğim. Biz, bu notaya şu cevabı verdik.

Ankara’daki Sovyet Rusya Elçiliğine


Moskova Elçiliği hadisesi hakkında gönderdiğiniz notaları aldığımı beyan
ederim. Moskova Elçimiz Ali Fuat Paşa ahiren Ankara'ya gelmiş ve hadiseye
dair evrak ve malumat bizce tamamlanmıştır. Sizden de kâfi malumat edinilmiş
tir. Binaenaleyh bir an evvel meselenin müzakere edilmesi icap etmektedir.
Bunun için de evvela hadisenin meydana gelmesine sebep olan şeyleri
ortaya koymak gerekiyor. Elçimizin verdiği malumata göre, en başında Askeri
Mektep Umum Müfettişliği tarafından Türk Elçiliği mensuplarından bazılarına
Mektebi ziyaret ettirmek için vazifelendirilen Rus memurlar, 20 Nisan 1922
tarihinde Elçiliğimiz memurlarından İdris Bey’le Askeri Ateşe Muavini Ziya Bey’i
Bolsaya Dimürofka Sokağında 16 numaralı apartmanlarında ziyaret etmek
istemişlerdir. Ziya Bey vazifeli memurları kabul etmek istememekle beraber,
ısrar üzerine nezaketen ertesi günü yani 21 Nisanda ziyaretlerini kabul edece
ğini bildirmiştir.
21 Nisan akşamüzeri saat altıda Rus memurlar apartmana gelmişler ve
Askeri Ateşe Muavini Ziya Bey, Elçilik ataşeleri İdris Cevat ve Saim beylerle
Esir Mübadele Komisyonu üyesi Emin Efendi onları kabul etmişlerdir. Emin
Bey, kendilerine bir kurmay subay arkadaşını takdim etmek istediğini söylemiş
ve odadaki telefon işlemediğinden yakında ikamet eden kurmay subayı bizzat
alıp gelmek üzere dışarı çıkmış, bir kaç dakika sonra arkadaşıyla birlikte gel
miştir. Bu arkadaşı çantasını koridorda bırakmış ve her ikisi girdikten biraz
sonra apartmanın kapıları silahlı ÇEKA mensupları tarafından zorlanmış ye
bunlardan yedisi apartmana girerek diğerleri merdivenlerde ve binanın kapı
sında kalmışlardır.

Haydutları yakalamak vazifesiyle mükellef olduklarını beyan eden bu


şahıslar odada oturanlara kımıldanmamalarını ihtar etmiştir. Elçilik memurları
nazikçe diplomatik dokunulmazlıkları olduğunu beyan etmişler ve kimliklerini
göstermelerine rağmen ağızlarını açmamaları kendilerine hiddetle ihtar olun
muştur. Saat altıdan ertesi günü saat ikiye kadar bu muamele devam etmiş
gerek elçilik memurları ve gerek apartmanın her tarafı aranmıştır. Arama sıra
sında memurların şefi Rus Dışişleri Komiserliği ile muhabere etmiş, memurla
rımızın hakikaten diplomatik kimliğe sahip olup olmadıklarını sormuştur. Me
murlarımızın Elçiliğimiz ile haberleşmesi ise menolunmuştur.
ÇEKA memurları çantada buldukları bir umumi Rusya haritasıyla Kaf
kasya haritası çıkarmışlar ve bu haritaları Askeri Ataşe muavinine göstermiş

527
lerdir. ÇEKA memurları apartmanda buldukları evrak ve şifre ile memurlarımı
zın ve Rus subaylarının üzerinde buldukları evrakı aynı çantanın içine koymuş
lardır. Bu çanta Türk ve Rus mühürleri ile mühürlenmiştir. Rus memurları yaz
dıkları tutanağı Ziya Bey’e imza ettirmişler çanta ile beraber Elçilik memurları
mızı da götürmek istemişler, nihayet yalnız Emin Efendiyi götürmekle yetinmiş
lerdir.
Bu tutanakta 21 Nisan 1922 tarihinde apartmanda arama yapıldığı, bazı
eşya ile evrakın alındığı, Türk memurlarından yalnız Ziya, Saim ve İdris Cura
beylerin serbest bırakıldıkları ve diplomatik kimliklerinin ellerinde bırakıldığı,
arama esnasında bunların diplomatik temsilciler olduklarının itibara alınmaksı
zın arandıkları ve vesikalarının alıkonulduğu için beyan ile şikayet ettikleri ya
zılmaktadır. Memurların taşıdıkları ve Dışişleri Komiser Vekilinin imzasına sa
hip bulunan diplomatik kimliklere sahip olan memurların Rusya Sosyalist Fede
ratif Sovyet Cumhuriyetinde siyasi temsilcilerin haiz oldukları bütün haklardan,
dokunulmazlıktan faydalanırlar.
Apartmanın aranması son bulduktan sonra haberdar olan Türk Elçisi 12
Nisan gününün sabah saat üç buçuğunda başkâtibi vasıtasıyla Dışişleri Komi
serliğine şikayet ederek çantanın Emin Efendi ile birlikte iadesini talep etmiştir.
Dışişleri Komiseri Mösyö Karahan telefonla Başkatibe, vakit geç olduğundan
ertesi günü saat on bire kadar müsaade edilmesini ve meselenin Türk Elçiliği
nin arzusuna uygun hallolunacağını bildirmiş ve iş ertesi güne kalmıştır.
Mösyö Karahan'ın sözünün yerine getirilmediğini gören Elçimiz, ertesi
günü Dışişleri Vekâletine yazılı olarak müracaat etmiş ve çantanın halen iade
edilmemesini protesto etmiştir. Saat bire doğru Emin Efendi polis dairesinde
tutuklu bulunduğu odadan telefonla Elçiliği arayarak, kendisine çantayı bıraka
rak serbest kalabileceğinin, aksi takdirde hapsedileceğinin tebliğ edildiğini ha
ber vermiş, Elçimiz de kendisine çantadan ayrılmamasını emretmiştir.
Altı kişi çantayı bırakmasını Emin Efendi’ye tekrar ihtar etmişler ve kabul
etmemesi üzerine cebren ve bilekleri bükülmek suretiyle elinden çantayı almış
lardır. Elçimiz aynı gün hadisenin tafsilatını uzun bir nota ile protesto ederek bu
hadiseye mesul olanların cezalandırılmalarını talep etmiştir.
25 Nisanda Mösyö Karahan Elçimize şahsi müzakere ile ihtilafın hallolu
nabileceğini, hasta olduğundan kendisini daha evvel davet edemediğini ve aynı
gün veya ertesi gün Dışişleri Komiserliğine gelmesini yazmıştır. Elçimiz rahat
sızlığı itibariyle gelemeyeceğini bildirmiştir. Mösyö Karahan 28 Nisan tarihli
notasında, Elçimizin hastalığı sebebiyle meselenin Ankara'da müzakere edil
mesini Mösyö Aralof'a havale edildiğini, Türk memurlarına ve vesikalara ait
diplomasinin ihlali hususundaki beyanat hiç bir esasa dayanmadığı, bilâkis
Devlete karşı idare edilen bir casusluğa iştiraklerinden dolayı İdris, Ziya, Saim
ve Emin beylerin diplomatik haklarını ihlâl ettiklerini, Devletin hürmet ve riaye

528
tinden mahrum olacaklarını ve Devletin emniyeti muhafaza edilmek için bazı
tedbirlere müracaat olunabileceğini, Devletler Hukukuna tamamen uygun olan
bu tedbirler sırasında Rus memurlarının hareketinin gayet dürüst olduğunu ve
bu memurların memleketten çıkmalarını talep etmiş ve Türk Elçiliği memurları
nın casusluk etmelerine karşı üzüntülerini bildirmiştir.
Bu notaya Elçimiz 1 Mayıs tarihinde delilleriyle ve ispatlayarak cevap
vermiştir. Yukarıda ifade edilen hususlar hulasa olunursa, her iki tarafça belli
olması itibariyle anlaşmak mümkün değildir.
1. Rus memurları, Hükümetleri tarafından resmi olarak bilinen ve Türk Elçiliğin
de çalışanların evin zorla girmişlerdir.
2. Rus memurları, Türk Elçilik memurlarını hakimiyetleri altına alarak üzerlerini
ve çantalarını aramışlar, resmi evrakı ve bazı eşyaları almışlardır.
3. Apartmanı işgal eden Rus memurları, arama sırasında orada bulunan Dışiş
leri Komiserliği memurunun talimatı ile hareket etmişlerdir.
4. Esir Mübadele Temsilcisi Emin Bey saat ikiye kadar tutuklu kalmıştır.
5. Türk Elçiliğinin devamlı ve kati protestolarına rağmen çanta iade edilmemiş,
özür dilenilmemiş, mesul olan Rus memurlar cezalandırılmamıştır.
Şu beş noktada hulasa edilen ve taraflarca inkârı mümkün olmayan ve
hadiselerin tespiti için bir tahkikat komisyonu kurulmasına lüzum bulunmayan,
bu fiili durum hakkında devletler hukukunun verdiği hükümler gayet yerindedir.
Devletler Hukuku tarafından kabul edilen hükümlere göre yabancı elçiliklerde
çalışan şahıslar ve ikametgâhları dokunulmazdır. Bunlar, memleketine kabul
edildikleri Devlet tarafından her türlü emniyet tedbirinden muaf tutulurlar. Dip
lomasi memurlarının haiz olduğu imtiyaz ve dokunulmazlık herkesin haiz oldu
ğu dokunulmazlık değildir. Her hükümet aleyhine fitne tertip eden bir siyasi
memuru memleketine göndermek hakkına sahiptir. Fakat hiçbir siyasi memur
şiddetle ve elindeki silah ile fiiliyata varmadıkça, devletler hukukunun himaye
sinden hariç tutulamaz.

Bütün bu beyan edilenler, Rus memurları tarafından Türk Elçilik Heyeti


ne ait dokunulmazlığın teessüf edici ve iki devlet arasındaki anlaşılan münase
bet ile uygun olmayacak bir şekilde ihlal edilmiş olduğunu ispat etmektedir.
Acaba Türk Elçilik Heyeti tarafından bir kanuni olmayan bir hareket olmuş mu
dur? Olmuş ise bu hareket silahla, fiili olarak veya Rus Devletinin emniyeti
aleyhinde fitne tertiplemek gibi, dokunulmazlığı kötüye kullanma mıdır? Türk
memurları, Rusya Devleti aleyhinde hiç bir fiili harekete ve hatta dostane olma
yan bir hareket yapmamışlardır. Bizzat Rusya Dışişleri Komiserliğinin istinat
temek istediği fiil, casusluk veya casusluğa iştiraktir. Aşağıda izah olunacağı
gibi, Rus subaylarının baskın esnasında Türk Elçilik memurlarına ait apart

529
manda bulunmaları 20 Nisanda askeri okulu ziyarette ısrar etmesi ve bunların
gelmesiyle beraber apartmanın basılması itibara alınırsa, işin tamamıyla tertip
olduğuna inanmak gerekir. Türk subaylarının Rusya hakkında malumat alması
için Rus subaylarıyla görüşmüş oldukları farz edilse bile bunun casusluk teşkil
edeceği iddia olunamaz.

Malum olduğu gibi casus, kıyafet ve hüviyet değiştirerek düşman lehinde


malumat almak üzere bir memlekete girmiş olan şahıstır. Aralarında dostluk
olan iki Hükümetten birine mensup memurların diğerlerinin memurlarıyla, hatta
onların talebi üzerine görüşmesi hiç bir şekilde casusluk olmaz. Rus kanunları
da devletler hukukunun hükümlerini teyit etmekte ve yabancı siyasi temsilcile
rin dokunulmazlığını kabul etmektedir.

3 Haziran tarihli notanızda arama yapılan apartmanın hususi ikametgâh


olduğu, Türk Elçiliği binası olmadığı, yoksa resmî elçilik binalarının Rusya'da
her türlü taarruzdan uzak bulunduğu ve hiç kimsenin buralara giremeyeceği
beyan olunmaktadır. Apartmanın hususî ikametgâh olması meselesinde ısrar
edilmezse, Elçiliğimizin beyanatı hakikaten devletler hukukuna ve Rus Kanun
larının hakiki ruh ve manasına uygun olduğunu kabul etmenizi isterim. Binae
naleyh Rus memurlarının girdiği apartmanın hususî apartman olması düşünce
si doğru değildir. Ne devletler hukuku ne de Rus kanunları bu hususta Elçilik
binası ile diğer yabancı temsilcilerin kaldığı binalar arasında bir fark gözetme
mektedir.

Bütün bu üzücü hadisede Türkiye Büyük Millet Meclisinin üzüntüsünü


hafifletecek bir nokta varsa, o da ÇEKA memurlarının muhabere evrağını gör
müş ve Türk Hükümetinin Rusya'ya karşı münasebatındaki samimiyeti anlamış
olmalarından ibarettir. Devletler hukukuna ve Rus kanunlarına muhalefeti olan
hareketlerinden dolayı Rus memurlarının cezalandırılmaları ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Hükümetinin ihlâl edilen haklarının ve yapılan tecavüzün tamiri
için, usulüne göre icap eden özür ve teminatın beyana ve iki memleket arasın
daki hakiki yardımlaşma, dostluk ve kardeşlik anlaşmasına göre Büyük Millet
Meclisince bilinmesini istirham ederim. 11 Haziran 1922
TBMM Dışişleri Vekili
Yusuf Kemal

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Bu notaya karşılık şu cevabı aldık.

Vekil Beyefendi,

11 Haziran 1922 tarihli notanıza cevaben, bu hadiseye ait bende bulu


nan bütün evrak ve vesikaları tetkik ve mütalaa ederek tamamıyla hususi bir
mahiyete haiz bir mesele karşısında bulunulduğunu malumat olarak arz ede
rim, efendim. Gerek siz ve gerek bence malum olan ve hiç birimiz tarafından
inkârı mümkün olmayan devletler hukuku hükümlerine göre münakaşa edilecek

530
hiç bir husus yoktur. Münasebetlerimiz bizim için daima sarsılmaz bir şekilde
eskiden olduğu gibi öylece devam edecektir.
Elçiliğiniz memurlarından birinin kaldığı apartmana Rus Hükümeti me
murlarının girmesi meselesine gelince, son zamanlarda Moskova'da ortaya
çıkan haydutluk hadiseleri sebebiyle Şehrin bütün mahallelerinde aramalar
yapılmaktaydı. Adı geçen apartman da diğer yerler gibi aranmış olmalıdır. Rus
memurları o apartmanda da diplomasi dokunulmazlığını dikkate almayarak, hiç
bir ayrım gözetmeyerek bu yeri de ziyarete karar vermişler ve orada hiç bekle
medikleri bir vaziyette Elçiliğiniz memurlarının misafiri olan Rus subaylarıyla
karşılaşmışlar ve bu subaylardan birini evvelce mahkûm edilen bir suçlu olarak
derhal tanımışlardır. Bu durum Rus memurlarının dikkatini çekmiş ve şüphe
sebebiyle arama yapılmasına karar verilmiştir. Arama esnasında Rus memurla
rı Dışişleri Komiserliğiyle telefonla müzakeratta bulunduktan ve Komiserliğe bu
apartman sakinlerinin üzerlerinde bulunan diplomatik kimliklerin hakikaten sa
hibi olup olmadıklarını sorulduktan sonra, diplomatik dokunulmazlığı olan kim
seler karşısında bulunduklarına inanabilmişlerdir.
Fakat ilk intiba sebebiyle ve bu esnada ellerinde bulunan Rusya'nın ve
Kafkasya'nın harp haritaları gibi vesikaların ehemmiyetinin tesirinde olarak
aramaya devam edilmiştir. Hadise bundan ibarettir. Meydana gelen bu hadise
hakkındaki üzüntülerimi tamamıyla resmi bir şekilde ve Hükümetim adına size
beyan ederim ve lütfen kabulünü ve Hükümetinize tebliğini sizden rica eylerim.
Vekil Beyefendi, Elçiliğiniz memurlarından bazılarının casusluk işlerine
karışmış oldukları şüphe götürmez şekilde sabit olduğundan dolayı Rus me
murlarının yaptıkları, Türkiye ve Moskova Elçiniz hakkında hiç bir düşmanca
hareket olarak görülemeyeceğini beyan ve ilân etmeyi vazife bilirim. Bu husus
ta Sovyet Rusya'sının vaziyeti değişmeden devam etmekte ve yalnız vaziyet ve
yapılan işler itibariyle de sadakati ve samimiyeti Moskova Dostluk Antlaşmasıy
la Milli Misaka dayandırmaktadır. Bundan fazla olarak Sovyet Rusya ile bağım
sız Türkiye’yi birleştiren tarihi bağların kuvvetleneceğine inanıyoruz. Bunu müş
terek mazi ve ileride yapılacaklar emretmektedir. Bu teminat şundan ileri gel
mektedir ki iki büyük milletin münasebetleri ve dostluğu şahısların iyi niyetine
olduğu gibi, bilhassa zamanımız tarihi ve istiklâlleri ve mazlum milletlerin saa
deti için emredilmiş bir lüzuma dayanmaktadır.

Bizzat esas meseleye gelince, alınan malumattan sonra Memleketim


aleyhine tertiplenmiş harekâtın tesirli mahiyetini teslim etmek icap eder. Ziya
Beyi ziyarete gelen ve çantasında harp haritası bulunan Olşefki vatandaşa
önce bir kere daha ifade edildiği üzere casusluk suçuna mahkûmdur. Bu daki
ka Olşefki ve Türk memurlarından bazıları tarafından tertip edilen işin ne oldu
ğunu bilmek zordur. Bunun katiyetle tayini ancak arama esnasında elde ettiği
miz çantanın içindeki evraklar tetkik edildikten sonra mümkün olacaktır. Neti
ceyi evvelden tahmin etme iddiasında değilim. Fakat Doğu’daki sömürgecilik

531
siyasetinden ellerini boşaltmak için iyi münasebetlerimizi imha için Türkiye ile
Rusya arasındaki iyi münasebetlere mani olmaya çalışan ve İtilaf devletleri
tarafından tertiplenen bir iş olarak kabul ediyorum. İtilaf devletlerinin bilhassa
Cenevre Konferansı sırasında bu münasebetlerimizi bozmak için fevkalade
alakadar oldukları dikkate alınırsa, böyle bir düşünce o kadar mümkündür.
Eğer bu teşebbüsleri arzu edilen neticeye varsaydı, bunun Rusya'ya ve zama
nımız Doğu meselelerinde bir kuvvet merkeziye olan Türkiye'ye karşı vaziyetle
rini sağlamlaştırmış olacaklardı. İster Rus vatandaşı olsun ve ister Türk Elçiliği
memurlarından olsun, bu hadisede Rus ve Türk dostluğunu tehdit edecek bir
tehlike yaratan şahısların şiddetle cezalandırılma-larının Hükümetim içinde
tereddüde yer kalmaz.

Bu maksatla Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti temsilcileriyle birlikte


çantayı açabilecek ve bu hususta dostane bir iştirakle tahkikat icra edebilece
ğinin lüzumlu olduğuna inanıyorum. Bildiğim nezaketinize binaen bu mektupta
ifade ettiğim mesele hakkında alacağımız tedbirlerin şahsıma vaktinde haber
dar etmekten imtina etmeyeceğinize inanıyorum. Saygılarımın kabulünü rica
ederim Vekil Bey. 13 Haziran 1922
Rusya Sovyetleri Hükümeti
Ankara Elçisi
Aralof

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Yani Elçilik memurlarımızın kabahatli olduklarını kabul
etmemiz isteniyor. Aralof’un bu son notasına karşı bizim verdiğimiz nota da şudur.

Ankara’daki Sovyet Rusya Elçiliğine

13 Haziran 1922 tarihli notanızı aldığımı beyan ederim. Meydana gelmiş


olan hadiseyi tamamıyla resmi ve Hükümetiniz adına ifade ettiğiniz üzüntüleri
nizi Hükümetime arz edeceğim. Rus memurlarının devletler hukuku hükümleri
ne göre riayet etmeleri gereken ve notanızda sizce de kabul edilerek Büyük
Millet Meclisi Hükümetinin haklarına tecavüz olarak meydana gelen hareketle
rinden dolayı Rusya Hükümeti tarafından ifade edilen üzüntülerinizi, Hüküme
tim memnuniyetle karşılamakla beraber üstü kapalı teessüfün prensibe de
dahil olup olmadığında tereddüt etmiş ve bu husus anlaşılmamıştır.

Casusları arama işi ile meşgul olan zabıta memurlarının Elçiliğimiz me


murlarından bazılarının kaldıkları apartmana girdikleri ve memurlarımızın dip
lomatik kimliklerini göstermeleri ve Komiser Simirnof’un Dışişleri Komiserliği ile
telefonla görüşmesi üzerine memurlarımızın hüviyeti belli olunca Komiser
Simirnof tarafından da diplomatik dokunulmazlığı olan kimseler oldukları sabit
olduğu notanızda iade edilmektedir. Simirnof’un dokunulmazlığa riayet ederek
derhal memurlarımıza karşı yapılan aramanın durdurulması gerektiği ve bunun
tersi hareket edildiği sizce de ifade olunmuştur. Bahsettiğiniz Rusya ve Kafkas

532
ya ordularının haritasının bulunması ise bu aramaya devam içim hiç bir maze
ret teşkil edemez. O haritaların Olşefki’nin çantasından çıkmış olduğu yine
notanızda bildirilmekte ve binaenaleyh Elçiliğimiz memurlarımızla hiç bir alaka
sı olmadığı bilinmektedir.

Diğer taraftan Türk Rus Esir Mübadelesi Anlaşması hükümlerince aynı


diplomatik dokunulmazlığı olması lazım gelen Emin Efendi zabıta memurları
tarafından şiddete maruz kalmış ve dövülmüştür. Binaenaleyh prensip itibariyle
de şekil itibariyle de teessüf verici olan bu hadisenin amili olan Rus memurları
nın cezalandırılmaları icap edeceği noktasında mutabık kalacağımız-dan şüp
he etmem. Hükümetlerimiz arasındaki münasebete dair olan beyanatınızı
memnuniyetle kaydeder ve Hükümetimizin de aynı hissiyatla mütehassıs oldu
ğunu bir kere daha ifade ederim. Düşmanlarımızın Türk Rus dostluğunu ihlal
için her tarafa pek çok mesai sarf ettikleri bizce de malum ve hükümetlerimizin
dikkati sayesinde bu mesenin onlara hiç bir sermaye vermeyeceği hakkındaki
itimadımız tamdır. Fakat bu hadise evvelâ Olşefki'nin vaktiyle Rus Hükümeti
tarafından Elçilik memurlarımıza Rus askeri mektebini gezdirmek üzere tasar
lanmış olması, sonra Ziya Bey 20 Nisanda kendisini kabul edemediği halde
ısrarı üzerine 21 Nisan için sözleşmesi ve bilhassa notanızda da beyan ettiği
niz gibi haritaların Olşefski'nin cüzdanında bulunması, bahsettiğiniz hadiseye
bizim memurlarımızın katiyen iştirak etmemiş olduğunu ispat eder. Alıkonulan
çantanın içinde ne olduğuna gelince, bizim memurlarımız aleyhinde töhmete
sebep olacak bir şey çıkarılamayacağı bellidir. Binaenaleyh bu husufta yapıla
cak şey, yalnız çantada mevcut olup bizim memurlarımıza ait olan evrakın bir
an evvel bize iadesidir.
Türk Rus dostluğunun daha fazla kuvvetle düşmanlarımıza gösterilmesi
lazım gelen bugünlerde bu üzücü hadiseden bir an evvel hiç bir eser kalmama
sını benim kadar sizin de arzu ettiğinize emin olarak uygun bir cevap verilece
ğini ümit eder ve bu vesile ile saygılarımın kabulünü rica eylerim, efendim.

TBMM Dışişleri Vekili


Yusuf Kemal

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Meydana gelen hadise budur Efendim. Son
gönderdiğimiz şeyde budur.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakereyi idare edebilmek için Dışişleri
Vekilinin beyanatına karşı söz isteyen arkadaşlarımız sözlerini söylesinler. Daha
sonra Dışişleri Vekili Bey cevap versinler.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Şimdi efendim, ben cereyan eden hadisele
ri aynen arz ettim. Bu, ya Yüce Meclisinizce kabul olunur veya reddolunur. Reddo
lunursa Dışişleri Vekili gider. Münakaşa edilecek bir şey yok. Sorular soruluyor,
istediğiniz kadar cevap veririm.

533
RAUF BEY (Başkan Vekili): O halde efendim, söz söyleme şeklini gensoru şeklin
de Dışişleri Vekili kabul etmiyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Dışişleri Vekili aleyhinde söz söyleyeceğimizi
nasıl bildiler. Belki lehinde söyleyeceğiz. İyi bir lisanla söz söyleyecektik, neden
alınganlık gösterdiler?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Hayır Efendim, meselenin ehemmiyetini hepiniz
benden daha iyi bilirsiniz. Malumat arz ediyorum. Ona göre umumi bir karar verir
siniz. Ya kabul etmiyoruz dersiniz, yoksa söz söylenmesini arzu etmiyorum. Soru
larınızı sorduktan sonra fikrinizi beyan edersiniz.
HAMDİ BEY (Biga): Daima böyle oluyor, söz söyletmiyorsunuz, Meclise hiç gel
meyin bari.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Neyi münakaşa edeceğiz efendim, ben de Dışiş
leri Vekiliyim. Bende sizin vekilinizim. Münakaşalar ne olacak. Bunlara iyi yapma
mışsınız diyeceksiniz, iyi yazmışsınız diyeceksiniz. Fakat rica ederim eğer bazı
noktalar hakkında izahat istiyorsanız onu arz edeyim. Fakat tekrar tekrar arz edi
yorum, mesele doğrudan doğruya Türkiye Rusya dostluk meselesine aittir ve bu
arada müessif bir hadise cereyan etmiştir. Takdir size aittir. Ben sorularınıza ce
vap veririm. Siz yine bir karar verirsiniz. Nihayet olacak şey o karara uymaktır,
başka bir şey değildir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Söz söyleme hakkımıza mani olamazsınız. Belki
aleyhinde söz söyleyerek Rus münasebetinin kesilmesine hüküm verebiliriz.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Dışişleri Vekili Beyefendi, malumat edinmek
isteyen arkadaşlarımız varsa cevap vermeye hazırım diyorlar. Yoksa uzun uzadı
ya münakaşasında mahzur vardır, diyorlar. Müsaade buyurun Efendim. Dışişleri
Vekilinin teklifi şeklinde, açıklama şeklinde müzakereyi kabul edenler lütfen el
kaldırsın. Açıklama istemek şeklinde soru sorulması kabul edilmiştir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Üzücü bir bir hadise olmuş, Elçiliğimizin usulü daire
sinde çantanın iadesi talebine dostumuz olan Hükümetin Dışişleri Vekâletinin ver
diği cevap, gösterdiği hareket tarzı, dostluğa uygun bir şekilde mi olmuş, yoksa
değil midir? Anlayamadığım bir nokta var, Karahan'ın vermiş olduğu cevap deva
mına arzu olunan dostluk ile katiyen uygun olmayan bir cevaptır. Anlaşılmamış,
karanlık bir nokta vardır.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Yani Karahan'ın vermiş olduğu nota mı efendim?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Yani Karahan'ın hareket tarzı, bu meselede göste
rilmek istenilen siyasi esasa katiyen uygun değil ve binaenaleyh bu nokta üzerinde
Hükümetimizin daha iyi anlaması lazım gelir. Fakat esas hallolunmamış zannın
dayım. Hallolunmuş kanaatinde misiniz?

534
YUSUF KEMAL BEY (Devamla) Soru değişti efendim, hangisini soruyorsunuz?
Mösyö Karahan'ın ilk günü Elçimize geliniz, bu meseleyi görüşelim. İkinci günü
Karahan'ın verdiği soruya cevap mı istiyorsunuz? Yoksa onun için ne sorusu so
ruyorsunuz? Sizin memurların isnat ettiğiniz şu, şu harekâtı müdafaa için memur
larınız da şunu şunu yapmışlardır diyorlar. Fakat notalar gittikçe başka başka şe
killere giriyor.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Onu bilmiyorum ve onu sizden soruyorum. Siz bunu
yani bütün hadisenin hallolunduğu kanaatinde misiniz?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Rica ederim, açık konuşalım, bu Memleketin
menfaatinin muhafaza eden memur sadece ben değil, siz de müdafaa ve muhafa
zaya memursunuz. Rica ederim açık konuşalım. Evvela sorularla işin içerisine
başka şeyler giriyor. Yani burada başta bir devletin dışişleri vekili hakkında şahsi
bir soru soruluyor.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Müsaade buyurunuz, maksadımı iyice arz edemedim
zannederim.
HİLMİ BEY (Bolu): Selahattin Bey soru için söz alır fakat nutuk verir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Üçüncü nota şahıslar üzerindeki muameleyi hallet
miş görünüyor ve bu bir adımdır. Meselenin cereyanı hakkında söyleyeceğim bir
şey yoktur. Hükümetin çalışmasını da takdir ediyorum. Yalnız benim maksadım bu
değildir. Yani biz bir oyun karşısındayız gibi geliyor
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Şimdi Efendim, arada cereyan eden müessif
hadisenin ve edilmiş ve edilecek notaların halli ile meşgulüz biz. (hallolunmamış
mıdır sesleri) Hayır onu siz takdir edeceksiniz, yani Yüce Meclisiniz şimdi karar
verecektir, benim notamı kabul edip etmemeyi. Bakınız tekrar ettim son söylenilen
söz budur. Şimdi esas meseleye gelelim. Bu ne için yapılmış, Rusya ile bizim
dostluğumuz samimi midir, değil midir? Sorular buralara gidiyor. Rica ederim,
buralara girişecek isek istirham ederim ayrı bir umumi müzakere açalım. Anlama
dım, rica ederim, anlayın ona göre cevap vereyim, yani maksadınız nedir?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Zannediyorum ki arz edemedim.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Siz de çok kapalı söylediniz anlayamadım,
SELAHATTİN BEY (Mersin): Beyefendi aynen ifadeleri alıyorum. Kısa not tuttum.
Size diyorlar ki Elçinizin ifadesi yanlıştır, esassızdır.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Beyefendi, ister biz olalım veya siz olunuz, buna
karşı ne tavsiye ediyorsunuz? Kendileri bizim Elçimizin Rusya’dan ayrılması için
bir harekette bulunmuş olsalardı, rica ederim kendilerinden ne istiyorduk?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Buna lüzum yoktur.

535
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Neye lüzum yoktur.
SELAH ATTİN BEY (Mersin): Bu tarza lüzum yoktur. Yaptıkları yanlıştır.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Ne yapayım, Dışişleri Vekiliniz ne yapsın? (anla
şılmadı sesleri)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Esas anlaşılmadı.
LÜTFİ BEY (Siverek): Kapalı geçildi.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Açık sorunuz Efendim, rica ederim kapalı hiç bir
şey yoktur. Her şey açıktır.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Usul hakkında söz istemiştiniz, Ali Şükrü Bey buyu
run.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, resmi bir şekilde Rusya'da bir hadise olu
yor. Bu hadiseler üzerine notalar okundu. Tabii bunun üzerine bizim netice çıkara
cağımız noktalar yoktur. Çünkü bizim başka haber kaynağımız yoktur. Mesele
böyle olmuştur deniyor. Böyle olmamıştır denemez, çünkü bilmiyoruz. Binaena
leyh bu hususta şöyle yapılmış, böyle yapılmış diye bir şey demeye hakkımız yok
tur. Sonra, Dışişleri Vekili Beyefendinin okudukları şeyler üzerinde onu tenkide
bizim hakkımız yoktur. Çünkü alınan malumat üzerine yapılan iş gayet doğru ve
uygundur. Yalnız bir mesele var, bu meseleyi bıraktığınız için söylüyorum. Her
halde bu hadise bir üzücü hadisedir ve Rus Elçisinin vermiş olduğu notalar içinde
bizim için dikkat çekici noktalar vardır. Zannediyorum ki Ruslarla bizim dostluğu
muzun kıymeti gayet büyüktür ve bu zayıflamamalıdır. Onun için böyle hadiselerin
tekrarına mani olacak bazı şeyler düşünülebilir. Hatta açık söyleyeyim Dışişleri
Vekâletini bu hususta, belki bazı noktalarda da ikaz edebilirim. Onun için böyle
soru olmaz, niçin böyle sormadınız denemez. Yalnız bu bundan ibarettir denebilir.
Bunun için söz verilirse bazı şeyler hakkında söz söylenebilir. Tekrar ediyorum,
meseleyi biz kabul ediyoruz ki Dışişleri Vekilimize de itimadımız vardır, ne varsa
onu bize söyler. Zaten beyanatını kâğıt üzerine yazmıştır. Yalnız Rus Elçisinin
vermiş olduğu notalarda ki ben kendi hesabıma söz itibariyle şüpheli görüyorum.
Belki arkadaşlardan görenler de vardır. Onun için bu hususta söz verilmelidir.
Yoksa mesele Ruslarla dost olalım mı, olmayalım mı değildir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Şimdi Efendim, bir kere Yüce Heyetinize açıkça arz
ettim, söz vereyim mi, vermeyeyim mi diye? Yüce Heyetiniz karar verdi, söz ver
mek bahis mevzu değildir, diye. Soru meselesine gelince, Dışişleri Vekili Beyefen
di notaları okurken bazı arkadaşlar dediler ki bazı noktaları anlamadık. Ben de
yalnız bu böyle midir, değil midir diye kısa sorular sorulabilir, dedim. Soru ile açık
lanacak meseleler var ise Dışişleri Vekili Beyefendiye o tarzda sorular sorabilirsi
niz. (mesele anlaşılmıştır sesleri) Fevzi Efendi bir soru soracaktınız, buyurun.

536
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Müsaade buyururlar mı efendim? Tabii vekillerin
mebuslara soru sormak hakkı yoktur. Fakat bana soru sorsalar da ben o vasıta ile
öğrenmiş olurum. Ali Şükrü Beyefendi dediler ki Rus Elçisinin yazdığı notalar içe
risinde bazı noktalar var, onlar hakkında belki Vekilin dikkatini çekmek icap ederse
ikaz ederiz, buyurdular. O noktaları bize soru tarzında sorsalar da ben anlamış
olurum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Vekil Bey diyorlar ki soru sorsalar da cevap
veririm ve sorarlar.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Reis Bey ben de soru için söz istemiştim.
FEVZİ EFENDİ (Batum): Bu meselede de bize komşu olan hükümetler işe karış
mış mıdır? Yani bir tesir yapmış mıdır, yapmamış mıdır? Eğer tesir yapılmamış ise
ve yalnız Rusya ile bizim aramızda bir hadiseden ibaret ise, Batum'da bazı Müs
lümanlar hakkında zulüm yapılıyor, bunu Gürcüler Ruslarla aramızdaki münase
beti bozmaya çalışıyorlar. Bu hususta Dışişleri Vekâleti ne düşünüyor?
RAUF BEY (Başkan Vekili): Batum meselesi ayrıca görüşülür, bu mesele ile alâ
kadar değildir.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla). Efendim, dediniz ki Ermenilerle Gürcüler Ruslar
la bizim aramızı açmak isterler, değil mi Efendim?
FEVZİ EFENDİ (Batum): Evet
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Aramızı açmak isteyebilirler, fakat ben burada
filan Gürcü, filan bilmem ne Ruslarla bizim aramızı açıyor diyemem.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, bir defa anlamak istediğim bir şey var. Bu,
Esir Mübadele Komisyonu Reisi Emin Bey kimdir?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Komisyon Reisi değil.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Bu şahıs kimdir, hüviyeti sizce biliniyor mu?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Ben bilmiyorum, Fuat Paşa Hazretleri buradadır
lar, onlar söyleyebilirler.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Azerbaycanlı Mehmet Efendi adında biri var?
ALİ FUAT PAŞA (Ankara): Hayır, hayır o değil efendim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Peki efendim, eğer o ise meselenin rengi değişirdi.
Sonra bir nokta var ki şifre Elçilik kâtibinin elinde bulunur, dediniz. Bence bu dikkat
çekici bir meseledir. Şifrenin Elçilik haricine çıkması uygun mudur, değil midir?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Şifrelerimiz tamamıyla Elçilik kasalarında saklı
dır. O vakit katip kendisi rahatsız imiş ve üzerindeki şifrede kullanımdan kaldırıl
mış. Elçiliğin verdiği malumat bu merkezdedir.

537
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Yani mesele yok.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Yok efendim.
TAHSİN BEY (İzmir): Kullanımdan kaldırılırsa, imha edilir.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Zaten kullanımdan kaldırılmıştır, imha edilmiştir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Sonra efendim, İtilaf devletlerinin Rusya ile bizim
aramızı açmak isteyecekleri gayet belli bir şeydir. Esasen bunun belirtilerini de
gazetelerde görüyoruz. Yalnız ne dereceye kadar açık olduğunu ve hangi merkez
lerden yapıldığını bilmiyorum.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Öyle şey olur mu?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurun, öyle şey de olur efendim. Çünkü
her gün hepimiz bazı dedikodular duyuyoruz ki bunların nereden geldiğini bilmiyo
ruz. Zira kulaktan kulağa gelmiştir, bunun kaynağını bulmak imkanı yoktur ve bil
dikten sonra söylemekte hiç bir sakınca yoktur. Benim kulağıma geldi ve anlaşılan
birçok kimseler de işittik ki benden soranlar da oldu. Güya Ruslar hakikaten bu işi
tertip etmişler. Fakat Türk memurları böyle bir şey ile meşguller mi, değiller mi?
Yani bizim bu işle meşgul olduğumuzu bilerek değil imtihan ve tecrübe için yap
mışlar ve bu şekilde meydana getirmişler. Bunun için de evvelce orada bulunan
Askeri Ateşe muaviniyle görüşmüşler, ona da gelin görüşelim demişler, şeklinde.
Ruslarla konuştuğu içindir ki Ruslar yakalamışlar, esasen bizim memurumuz, bu
şekilde bir şey yapmamış, fakat sırf tecrübe için, acaba Türkler bu gibi işlerle uğ
raşıyorlar mı diye Rusların böyle bir imtihan yapmak istedikleri hakkında bir dedi
kodu vardır. İhtimal oradan çıkmıştır. İhtimal başka yerlerden çıkmıştır. Fakat her
halde bu dedikoduyu Meclis koridorunda işittim, binaenaleyh bu hususta sizin de
malumatı var mıdır?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Azizim uzun boylu söyledim, bizim memurların
sizin adınıza olarak yani sizin vekiliniz olarak her türlü mesuliyeti üstlenerek çalış
tıklarını ve bizim memurlarımızın katiyen kabahati olmadığını iddia ederim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Yani bu dedikoduyu işittiniz mi?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Ben bu dedikoduyu değil kırk bin türlüsünü işit
tim, daha neler işittim Beyefendi.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Hüseyin Avni Bey hem sıra size gelmiştir, hem de
müzakere usulü hakkında söz istiyordunuz, buyurun.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): İkisini birden hulasa edeceğim, Efendim. Yapıl
ması icap edenler gayet güzel yapılmıştır. Gerek Elçimiz Paşa Hazretlerinin ve
gerek Dışişleri Vekâletinin yaptıkları takdir edilecek işlerdir. Bu mesele, derin bir
meseledir. Eğer biz bunu karıştırır da altından başka şey araştırırsak zannederim
bizim menfaatlerimize uyun olmaz. Çünkü Ruslar da açıktan açığa demin arka

538
daşlarım buyuruyorlar ki kabahat yok, Ruslarda casusluk işi var mı, yok mu bunu
tetkik ediyorlar.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Bu müzakere usulüne dair mi efendim?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): İkisini de hulasa ediyorum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Hayır efendim, yalnız birisini söyleyiniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim ikisine birden söz verdiniz, usul hakkın
da efendim, bunun sebebini aramaya lüzum yoktur. Bu mesele de malum notalar
devletler hukuku kaidelerine uygun bir tarzda verilmiş ve mesele neticelenmiştir.
Bu şekli burada bırakalım, eğer başka bir sebep arıyorsak o sebebi ayrı bir celse
de yaparız. O vakit o bizim dahili bir meselemiz olur, bu mesele Rus meselesidir
ve kurcalayıp yarayı iyice açmayalım, tedavi edelim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Usul hakkında olmayan sözünüzü söyleyin.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Onu da Yüce Heyete bağışlıyorum. (gülüşmeler)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Ragıp Bey’den başlayarak on kadar arkada
şımızın soruları var. (müzakere kâfi sesleri) Müzakerenin ve bu meselenin yeterli
liği hakkında da önergeler var. Oylarınıza arz edeceğim. Sorulan sorular hakkında
müzakereyi kafi görenler lütfen el kaldırsın. (kafi sesleri) Büyük çoğunlukla müza
1
kere kafi görüldü.

15 MAYIS 1922: İZMİR’İN İŞGALİNİN ÜÇÜNCÜ YILI İÇİN ANKARA’DA YAPILAN


MİTİNG HAKKINDAKİ GÖRÜŞME
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 43.Birleşim, Gündem: 8/1)

İzmir, üç yıl önce 15 Mayıs 1919 günü, Mondros Ateşkes Anlaşması


hükümlerinde yer almamasına rağmen Yunan askerleri tarafından işgal
edilmişti. Burayı basamak yapan Yunan Ordusu dalgalar halinde Ankara
kapısına dayanmış ve Türk Ordusu tarafından Sakarya Zaferi ile geri
atılmıştı. İtilaf devletleri, Yunanlıların Batı Anadolu’yu ve İzmir’i terk etme
leri için barış görüşmelerine başladılar. İzmir’in işgalinin üçüncü yılında
büyük bir umutla Ankara, zafer öncesi son mitingini yapıyordu.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): İzmir'in işgalinin üçüncü yılı münasebetiy
le Miting Heyetinin aldığı kararlar okunacaktır.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (15 Haziran 1922), 1.Dönem, c.3, s.434-450, http://www.tbmm.gov.tr/
539
TBMM Başkanlığına
İzmir'in işgal faciasının üçüncü senesi olan 15 Mayıs münasebetiyle milli
üzüntümüzü tekrar hatırlamak için Ankara'da, Büyük Millet Meclisi önünde top
lanan binlerce halk adına alınan ve aşağıya yazdığımız kararları arz ederiz.
1. İzmir, büyük bir nüfus çoğunluğu ile hakiki bir emlak ve arazi mülkiyeti, şanlı
bir tarih ve mazi itibarıyla tamamen Türk'tür. İzmir Anadolu'nun kalbidir. Milli
mevcudiyetimizin en sağlam dayanağıdır. Yunan gibi medeniyet için ayıplı olan
zalim bir milletin zulmünde aziz İzmir'in inlemesini kabul edecek hiçbir Türk
yoktur.
2. Milli Mücadelemizin en bariz ve esaslı hedeflerinden biri olan İzmirimiz üze
rindeki hakimiyetimizin tam ve hakiki bir şekilde tekrar iadesi temin edilinceye
kadar Anadolu’nun fedakarca mücadelesi devam edecektir.
3. İtilaf devletlerinin son kararlarından dolayı Yunanlılar yaratılışlarındaki vah
şet sebebiyle son zamanlarda baskıları artmaya başlamışlardır. İzmir'deki
bahtsız kardeşlerimizin geçirdikleri hüzünlü dakikalara bir an evvel nihayet
vermek lazımdır.
Bunu Hükümetimizden talep ve rica ederiz.
Miting Tertip Heyeti adına
Mahmut Celal
(Hükümete havale sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim söz isteyen yok. Hükümete tebli
ği talep ediliyor.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendim söz istenmemesi, o kararların Büyük Millet
Meclisinin de gayesi olduğundandır ve Büyük Millet Meclisi de tamamen bu fikir
dedir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu milli bir matemdir. Buna herkes iştirak eder ve
inşallah neticenin elde edilmesine kadar azim ile gidilecektir. Kararlar Hükümete
gönderilmelidir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bu hususta Hükümet, millet, Meclis, herkes müttefiktir.
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Muhterem Büyük Millet Meclisi, İzmir'i bizden almadı
lar ve biz de vermedik. Fakat çaldılar ve çaldırdılar. Efendiler, çalanlar bütün her
şeyiyle meydanda, çaldıran da kahpe Saray’dır. Efendiler, Basri Bey’in dediği gibi
bütün bu miting kararları, tamamen kalbimizdedir ve yerine getirilecektir. Daha
büyük bir şekilde icra edilmek için de bütün varlığımızla çalışacağız. (bravo sesle
ri) Çalışacağız ve çalışmaktan bir dakika da geri durmayacağız. (alkışlar) Muhte
rem arkadaşlar, bizde İzmir yok ise, bizde İzmir olmaz ise, Türkiye'de yoktur, fakat

540
vardır ve olacaktır. (bravo sesleri, alkışlar) Efendiler, biraz önce mitingde Yunus
Nadi Bey konuşurken, o kadar coşmuştum ki Başkumandan Paşaya ve Büyük
Millet Meclisine diyecektim ki hepimizi burada silahlandır ve cepheye gönder.
(bravo sesleri)
BİR MEBUS BEY: Bir bölük talimsiz asker oluruz.
DR. ABİDİN BEY (Devamla): Talimsiz olsun, ne olursa olsun, fakat bir gün gele
cektir ki Avrupalılar bizi o kadar öfkelendirmesinler, biz İzmirsiz yaşayamayız ve
yaşamak da imkan haricindedir. Efendiler, tıpta hayat düğümü denilen bir nokta
vardır ki o noktaya dokunulduğu vakitte insanlar ölümüne karşı koyarlar. İşte bizim
İzmir’imize dokunulduğu takdirde her türlü teşebbüse müracaat edeceğiz ve bütün
engelleri parça parça edeceğiz. (bravo sesleri) Efendiler, başta fedakar kuman
danlarımız olduğu halde ve bu Büyük Millet Meclisi olduğu halde bütün engelleri
kıracağız ve kıracağız. İzmir iktisaden bizim memleketimizin en büyük bir yeri, bir
Türk yeri olan burayı işgal edeceğiz. (geri alacağız sesleri) Yalnız mücadeleye
devam. İzmir'in terk edilmesine dair her bir sulh kahrolsun, kahrolsun ve olamaz.
(bravo sesleri, alkışlar)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, miting kararlarının Hükümete
havalesini kabul edenler lütfen el kaldırsın. (oybirliğiyle sesleri) Hükümete havalesi
1
oybirliğiyle kabul edilmiştir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (15 Mayıs 1922), 1.Dönem, c.20, s.56-57, http://www.tbmm.gov.tr/
541
HAZİRAN 1922

3 HAZİRAN 1922: HAKKARİ MİLLETVEKİLİ MAZHAR MÜFİT BEY’İN YUNAN


ZULMÜNÜN İTİLAF DEVLETLERİNE BİLDİRİLMESİNE DAİR ÖNERGESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 46.Birleşim, Gündem: 7/2)

Bir buçuk ay önce İtilaf devletlerine, Ateşkes için ön şart olarak


Yunanlıların Anadolu’yu derhal boşaltmalarını isteyen bir cevap notası
gönderilmiş, fakat herhangi bir cevap alınmamıştı. Bu arada Başkomu
tanlık süresinin uzatılması konusunda Mecliste ipler iyice gerilmiş, Mus
tafa Kemal Paşa’nın gayretiyle sorun çözülmüştü. Barış umutları azalın
ca, askeri hareketlilik arttı. Mecliste gruplar, Yunan zulmünü Batı kamu
oyuna bir daha hatırlatmak için uzlaştı ve birleşti.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Yunan zulmü hakkında Hakkari Mebusu
Mazhar Müfit Bey tarafından verilen bir önerge var.

TBMM Başkanlığına
Gazetelerde yazılanlara ve duyduklarımıza göre, Yunan vahşileri son
zamanlarda işgal altında bulundurdukları yerlerde zulüm ve cinayetlerini son
haddine kadar götürmüşlerdir. Sadece malını mülkünü soymak değil, Milletimi
zin istikbalini söndürmek için binlerce eşraf ve münevver sebepsiz yere tevkif
edilmiş ve güya harp divanı adıyla bir de vahşet divanı teşkil ederek, çeşitli
bahanelerle bazılarını idam etmişler, bazılarını da muhtelif cezalarla aylarca
mahkum tutmuşlardır. Binaenaleyh bu zulüm ve facia hakkında, öteden beri
insaniyet perdesi arkasına gizlenen İtilaf devletleri nezdinde teşebbüste bulu
nulmasının Meclisçe karara alınarak Hükümete tebliğini talep ederim.
Hakkâri Mebusu
Mazhar Müfit
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkâri): Efendim, Yunan zulmü hakkında malumat ver
meyi aslında lüzumsuz görürüm. Çünkü Yüce Heyetiniz tatbik edilmekte olan zul
mü öteden beri biliyorsunuz fakat bugünlerde oralardan gelen bazı kişilerden aldı
ğımız malumata göre Yunan zulmü tahammül edilemez bir hale geldiği gibi yalnız
Balıkesir’de muallimlerden, ulemadan, münevverlerden bin kişi tevkif edilmiştir.
Mesela bunların içerisinde Hacı Faik Bey gibi memlekette namusuyla bilinen biri
vardır ki hatırımda kaldığına göre bu kişi Maarif Vekili Vehbi Bey’in kayınpederidir.
Gerek o gerekse muallim Ragıp Bey...
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): İsim vermeseniz iyi olur. Kulaklarına giderse daha
çok zulmederler, çünkü bunlar vahşidir.

542
MAZHAR MÜFİT BEY (Devamla): Pekala isim vermeyeyim. Zaten yapıyorlar ya
mal, can ve ırz ve namusa tecavüzde had safhasına gelmişlerdir. Malumunuz
Dışişleri Vekaleti birçok protestolarda bulundu. Benim bu önergemden maksadım,
Dışişleri Vekaletinden doğrudan doğruya protesto değil, bu defa Meclisin kararıyla
protesto edilsin ve bu kararı Dışişleri Vekaletine tebliğ edelim, Dışişleri Vekaleti de
Meclisin kararı ile protesto yapsın. Yani şimdiye kadar Hükümet yapıyordu. Şimdi
eğer Yüce Meclisi kabul ederse, karar verirse, Meclis artık bu zulmün tahammül
edilemez bir hale geldiğine kanidir, artık tahammülü kalmamıştır. Bunu Meclis
adına ve Meclis kararına atfen İtilaf devletleri temsilcilerine yazsınlar, o devletlerin
millet meclislerine, nereleri muvafık görürseniz oralara yazsınlar. Zira bu mesele
de zannediyorum ki benim kanaatinde farklı düşünen hiçbir arkadaş yoktur.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Bu mesele hakkında gizli bir müzakere açı
lırsa çok söyleyeceklerimiz vardır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, Mazhar Müfit Bey arkadaşımızın öner
gesi cidden kalplerimizi sızlatacak bir muameleye karşı yapılmış bir teşebbüstür.
Dünya medeniyeti bu iğrenç manzarayı bir daha görsün, insaniyet namına çalı
şanlar, beyhude yere kan akıtıp da bizi yok etmek isteyenler gitsinler de yandaşla
rı olan dostlarının yaptığı zulmü iyi görsünler. Efendiler onların hedefleri orası
değil, bizleriz. Oralarda ellerine geçen biçare masumlara, bizimle irtibat ve alakası
olanlara, milli hareket ile alakası olanlara, çalışanlara en çok işkence yapıyorlar,
en çok kötülük yapıyorlar. Türkiye’de tahkikat yapmak, Hıristiyanların refahını
aramak için bir heyet göndermek istiyorlar. Türkiye’nin tarihi meydandadır. Açsın
lar, okusunlar. Efendiler Türklerin en son devirlerini, yedi yüz senelik Osmanlı
Tarihi göstermektedir. Okusunlar. İçerisinde görecekler ki Türkiye Hıristiyanlığın,
herkesin din ve vicdan hürriyetine hürmet etmiştir. Türkler hem ırki ve hem dini
olan milletlerin iman ve vicdanlarının duygusundan ziyade, Hıristiyan vatandaşla
rının dinlerine ve her türlü duygularına fazlasıyla hürmet etmiş ve imtiyazlar ver
miştir. Eğer efendiler, heyet göndermek, tahkikat yapmak istiyorlarsa tarihimizi
okusunlar. Sulh yapıldıktan sonra da gelsinler. Efendi gibi yaşayan Hıristiyanlara
baksınlar. Bizim milli ve dini hususiyetlerimiz onu ebediyen öyle yaşatacaktır.
Dünya medeniyetine karşı ebediyen bununla iftihar edeceğiz. Biz, her ne millet
olursa olsun, herkesi kardeş biliriz ve onları hür yaşatmak, vicdanlarına katiyen
tecavüz ve müdahale etmemektir. Bunu yaptık ve yine yapacağız. O vahşiler, o
barbarlar bizi olanlardan mesul tutuyorlar. Ben o biçarelere gülerim. İnsanlık uyu
muyor efendiler. Bu mukaddes hisler yarın fışkıracak, birtakım gaddarları boğa
caktır. İşte bunların önderi Yüce Heyetinizdir. Başladığınız kuvvetle çelik gibi onla
rın karşısında duruyorsunuz. Kahpe Yunanlılar, işgal altında bulundurdukları o
biçareleri öldürmek nedir? Hüner midir? İtilaf devletleri bizi mi tetkik ediyor? Rica
ederim. Sorarım insanlık adına, adaletten bahseden adamlara, zavallı Aydın ve
havalisinde Yunanlıların yüz yetmiş bin insan kestiklerine dair raporları niçin kasa
larına koydular? Onları çıkarsalar ya meydana, işte meydan efendiler. Bugün kü
me küme insanlarla hapishaneleri doldurdular, yaktılar, yıktılar, öldürdüler, öldürü

543
yorlar. Efendiler Türk’te artık intikam hissi fışkıracaktır, intikam hissi. Bu intikam
hissi bunların intikamını alacaktır. Gaddarlar bunların hesabını bilmelidirler. Bütün
mevcudiyetini, canını, varlığını ancak şerefi uğruna affedici vicdanına bırakmış
olan şu milletten korkmalıdırlar. Çünkü yegane dayanağımız hak ve hakikattir.
Bunun şahidi bütün insanlıktır. Bizde haksızlık arayan hükümetler, kendi icraatla
rını saklayamazlar. Biz Hindistan'a heyet göndermiyoruz. Bizdeki Hıristiyanların
çoğu kendi ırktaşımızdır, aramıza soğukluk sokanlar Avrupalılar olmuştur. Artık
bilmelidirler ki kendilerinin entrikalarına alet olarak zihinlerini yoracak Hıristiyan,
memleketimizde kalmamıştır. Herkes hakikati anlamıştır. Gölge etmesinler. Hıris
tiyanlar da ihsan istemiyorlar. Zannetmesinler ki o yoğun halk kütleleri, o bir avuç
entrikacı, politik, zalim insanların her gün aldatıcı, haşmetli sözlerini dinleyecektir.
Hayır, efendiler zulüm deva kabul etmez, mahvolurlar. Pek yakında geberecekler
dir. (bravo sesleri) Milli Hükümet, bu milletin feryadını o zalimlere bir daha işittirsin,
zalimlerden ben yardım beklemiyorum. Onun içerisinde akıllı muhterem milletlere
hitabetsin, başınızda taşıdığınız ve sizi temsil eden canavarlarınız, sizin kanaati
nizle hareket etmiyor. O adamlar adalet adı altında insanlık vicdanının kabul et
meyeceği gaddarlıklar yapıyorlar. Biz feryat ediyoruz, hakikati anlatmak istiyoruz,
merhamet istemiyoruz. Esir düşen kardeşlerimizi, kızlarımızı, çoluk çocuğumuzu,
ihtiyarlarımızı öldürmeyiniz ve bu biçarelerin ırzlarına tasallut etmeyiniz. Ben de
insanlığın vicdanına haykırıyorum, bize iftira ediyor ve yalan söylüyorlar. İşte
meydanda Türk’ün Tarihi, işte İslam’ın dini, efendiler var mı bir şey? İşte onların
yaptığı zulümler, binlerce insanları yaktılar hâlâ bunlar Yunanlıların yaktığı yangın
larda ısınıyorlar. İşte başlarında milletimi temsil ediyorum diyenler onları dolandır
dı. Aldandıklarını bir daha ilan ediyorum. Yüce Heyetiniz insanlığa ilan etsin. Ben
de Mazhar Müfit Bey’in önergesine iştirak ediyorum. Hey semavi kuvvetle milletle
rin başlarına bela olan entrikacı hükümetler, sizden insaf beklemiyorum, sizin gibi
entrikacılardan bir şey istemiyorum. Ben milletleri tanıyorum. Biz başımızda öyle
rastgele hükmeden fuzuli insanları atmış, onlardan bıkmışızdır. Biz milletin ruhun
dan kopmuş her türlü zulüm, işkence, azap, istibdat zincirlerini kırarak coşmuş,
galeyana gelmiş bir milletin ruhunun tercümanı olmuşuzdur. Bizim hitabımız öyle
entrikacı serserilere değildir, milletleredir. Gaddarları görmüyorum efendiler. Gad
darlar bu milli coşkudan korkmalıdırlar. (bravo sesleri, alkışlar)

ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler Yunanlıların zulmünden, hunharlığından


bahsetmeyeceğim. Çünkü o, bir tarihi hakikattir. Bugünkü hükümetlerini zulüm
üstüne kurmuşlardır. Bunun en birinci şahidi Mora'da ve Tesalya'da bugün bir tek
Müslüman kalmamasıdır. Yalnız bizim bu Yunan zulmü karşısında bir vazifemiz
vardır. Ben Hükümeti suçlamıyorum. Bu itibarla, hatta Meclisi de kendim de dahil
olduğum halde, pek tembel duruyoruz. Anadolu köylüsü, ihtiyarı, kadını, çocuğu
yalınayak başı çıplak şu atıldığımız mücadelenin neticesine ulaşmak için fedakar
lık gösteriyor ve neticesini elde edeceğimize hiç şüphe yoktur. Zannederim yine
Avrupa'nın bir entrikasına kurban oluyoruz. Bütün dünya müthiş bir inkılap geçiri
yor. İngiltere bu harpten galip çıktığından dolayı kendice bütün dünyanın hege

544
monyasını elde etmek istiyordu. Fakat ümit etmediği birçok şartlar meydana çıktı.
Onun isteklerini altüst etti. Fakat İngiltere'nin politikacıları henüz emellerine veda
etmiş değillerdir. Bunlar bugünkü buhranı geçici bir buhran sanıp zaman kazan
mak istiyorlar. Efendiler hepiniz bilirsiniz, meşhur sözdür. “Demir tavında iken
dövülür.” Düşman entrikası anlaşıldıktan sonra buna karşılık vermek şarttır. Düş
manlar öteden beri bütün mesailerini, zaman kazanmaya ve bizi oyalamaya ayır
mışlardır. Efendiler, bir ateşkes ve sulh konferansı komedyası oynandı ve oynanı
yor. Bugün kendileri bize vermiş oldukları notada, şu kadar zaman dahilinde ce
vabınızı verin, diyorlardı. Biz cevabımızı verdik ve gayet açık bir tarzda verdik.
Hiçbir siyasi entrika yapmadık. Fakat onlar hâlâ cevaplarını vermediler, vermiyor
lar ve biz de bekliyoruz, sonsuza kadar bekleyecek miyiz? Elimiz bağlı mı duraca
ğız? Bu kadar emekler boşa mı çıkacak? Mazhar Müfit Bey’in beyan buyurmuş
oldukları biçarelerin, Yunan zulmü, işkencesi altında tamamıyla ezilip mahvolma
ları mı beklenecek? Efendiler, biliyorsunuz ki ikinci bir mesele daha meydana çı
kardılar. Pontus'ta şurada burada Hıristiyanlara birtakım zulümler yapılıyormuş.
Bunların vaziyetini tetkik etmek için bir heyet göndereceklermiş. Efendiler size bir
tarihi hadiseyi hatırlatmak isterim. İngilizler İstanbul'u işgal etmek için işgalden
evvel yine birtakım katliam hikayesi çıkarmışlardı. Maraş mezalimi. Maraş'ta otuz
bin Ermeni kesilmiş diye ortaya bir mesele çıkardılar. Bunun hakkında parlamen
tolarında birçok müzakereler, propagandalar yaptılar ve neticede kendilerini güya
dünya kamuoyu karşısında mazur göstererek İstanbul'u işgal ettiler. Ben korkuyo
rum yine İngiltere'nin bu tahkikatından maksadı, başka bir melanetin başlangıcı
olabilir. Onun için biz Avrupalıların tuzağına düşmeyelim. Bizim zamanlarımız
gayet kıymetlidir ve zamanlarımızdan azami istifade etmeye ve gayemizde süratle
yürümeye bakmamız lazımdır. Avrupalılar Hıristiyanlara karşı yapmış olduğumuz
zulümleri inceleyeceklermiş, hacet yok, bütün insanlık tarihini açsınlar baksınlar.
İslam milletlerinin sahip bulundukları dinin ulvi icaplarından olarak, değil Hıristiyan
lara, başka dinlerden olanlara ne gibi muamele ettiklerini görsünler. Efendiler bun
ların Hıristiyanlıklarının en koyu bir zamanında engizisyon zulmünden kaçan Ya
hudilere biz kucak açtık, bunu kendi tarihlerinde de görebilirler. Efendiler, Fransız
lar Cizvitleri kovdular, hiç kimse kabul etmedi. Biz kabul ettik. Bu tarzda daha bir
çok tarihi misal gösterebilirim ki Avrupalılar kendilerinin istemedikleri dinlerin men
suplarını kovmuşlardır. Onları hiç kimse kabul etmemiştir. Ancak biz kabul etmişiz
ve bizim sancağımız altında huzur bulabilmişlerdir ki bu bir tarihi hakikattir. Sonra
idare meselesi diyorlar. Efendiler İngiltere'nin hepiniz biliyorsunuz ki İrlanda adı
altında bir çıbanı vardır ve bu altı yüz senelik bir çıbandır. Altı yüz seneden beri
İrlanda'da kan dökülmedik gün yoktur. İngilizler de Hıristiyan, İrlandalılar da Hıris
tiyan. Yalnız biri Protestan, diğeri Katolik, aralarında yalnız bir mezhep farkı oldu
ğu, aynı lisanı kullandıkları ve aynı dine sahip bulundukları halde, İngilizler bir
İrlandalıları şimdiye kadar idare edememişlerdir ve halen de edemiyorlar. Halbuki
biz altı yüz seneden beri burada muhtelif milletleri, muhtelif din ve mezhep sahip
lerini muvaffakiyetle idare etmişizdir ve bunun sebebi, bizim dinimizin icabından
olan birtakım şartlardır. İngiltere, idare itibariyle bütün devletlerin örnek alacağı bir

545
devlettir deniliyor. Belki maddi olan idare şekli itibariyle böyledir. Fakat nerede
kaldı İngiltere'nin o örnek alınacak olan idaresi ki bir avuç İrlandalıyı altı yüz sene
den beri bir gün olsun idare edememiştir, İrlanda sokaklarında sel gibi kanlar akı
yor. Efendiler bugün İrlanda'da dört milyon, en fazla dört buçuk milyon nüfus kal
mıştır. Fakat bugün Amerika'ya iltica etmiş olan İrlandalılar altı, yedi milyona
ulaşmıştır. İngilizler inceleme yapacaklarsa gitsinler evvela kendilerinin burunları
önünde yapılan zulmü incelesinler. (bravo sesleri) Ondan sonra efendiler, azınlık
lar meselesi deyip azınlıkların haklarından bahsediyorlar. Efendiler, ben İngiltere'-
den azınlıkların haklarını soruyorum. İki yüz, üç yüz milyon Müslüman’ın bugün ne
şekilde idare edildiğini soruyorum. (bravo sesleri) İngilizler son zamanlarda Hindis
tan'ın Malabar havalisindeki halkın maruz kaldıkları müthiş baskı üzerine yapmış
olduğu bir ihtilâl hadisesinde bütün köyleri, kasabaları tayyarelerle, bombalarla
paramparça etmişlerdir ve o kadar ki en ufak bir misal söyleyeyim. Çünkü başınızı
ağrıtmak istemiyorum. Vakit de müsait değildir. Madras'tan diğer bir noktaya gön
dermek istedikleri biçare Hintlileri hayvan konan bir vagona seksenini birden koy
muşlar, kaçmasınlar diye vagonun her tarafını kapamışlardır. Bu kadar zulüm ve
vahşet, İngilizlerin idaresinde cereyan ederken hangi yüzle, altı yüz seneden beri
emniyet içinde burada yaşamış bulunan ve hatta iktisaden bizden yüksek derece
de bulunan vatandaşımız Hıristiyanlar hakkında inceleme yapmak istiyorlar?
Efendiler, Hıristiyanlara hepiniz biliyorsunuz ki gerek iktisadi gerek sosyal olarak
bizden yüksek ve birçok imtiyazlar verilmiştir. Fakat bilir misiniz efendiler? İngiltere
yapmış olduğu bir kanunla Hindistan'a halkın aydınlanmasına ait hiçbir kitap ve
basılı eşya sokmaz. Fakat bir İngilizce, bir Fransızca, bir Almanca kitabın Hıristi
yanların eline geçmesini yasaklayan bir Türk Hükümeti görülmüş müdür? Bizim
Hükümetimiz hiçbir vakit böyle bir kanun yapmamıştır. İşte medeniyet iddiasında
bulunan İngilizler, Hintliler dünyayı anlamasınlar, hürriyet cereyanlarına kapılma
sınlar, yani dünyadaki inkılaptan habersiz kalsınlar diye birtakım eseri, hatta Jan
Jak Russo'nun bilinen kitaplarını bile Hindistan'a sokmamışlardır. Bunu hususi bir
kanunla yasaklamışlardır. Kendisinin beş, on misli fazla nüfustan mürekkep biri
insan toplumunu, bir millete karşı bu muamelede bulunan İngilizler nasıl olur da ve
hangi bir yüzle bizden azınlıkların haklarını sorabilirler? Bu meseleden bu şekilde
kısaca bahsettikten sonra asıl noktaya geliyorum. Ben tekrar ediyorum ve iddia
ediyorum ki biz bir İngiliz entrikası karşısında bulunuyoruz. İngilizlerin bütün gaye
si zaman kazanmaktır. Onlar kazanacakları zamandan belki bir fırsat elde edebili
riz ümidindedirler. Bunu kırmak için fırsat elde iken ne yapmak lazım gelirse yap
malıyız. Doğrudan doğruya cevap istemek şeklinde bir ültimatom vermeliyiz. Ga
yemize doğru korkusuzca yürümeliyiz. Kan ağlayan ve her gün mahvolan kardeş
lerimizi kurtarmalıyız.
CEMİL BEY (Kütahya): Efendiler, Yunanlılar Mudanya'da, Bursa'da, Kütahya'da,
Karahisar'da, bedbaht vatanımızın her yerinde her türlü zulüm, her türlü cinayet
icra ederken ve yine bu vahşi sürüleri bizim can evimiz olan güzel İzmir'imizde, biz
bunlara karşı lakayt kalamayız, kalmamalıyız. Hükümetimiz bu hususta neden

546
faaliyet göstererek bu zulmü insanlık alemine sık sık ne için duyurmuyor? Binae
naleyh efendiler, Hükümet emin olmalıdır ki bu hususta Meclis bütün ruhuyla ken
dilerine yardımcıdır ve kendilerinden de bu hususta her zaman faaliyet bekleriz.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Uzun uzadıya konuşmayacağım. Yalnız muhte
rem Heyetinize bir şey soracağım. Vakit, vakit yapılan zulümlere ait önergeler
Dışişleri Vekaletine havale edildi ve protestolar yapıldı. Şimdiye kadar ne gibi bir
netice alınmıştır ki yeniden bir protesto daha vereceğiz rica ederim? Biz işgal edi
len yerlerin mebusları bunun karşısında adeta isyan edecek hale geliyoruz. Açıkça
söylüyorum, insan ne kadar faziletli olursa olsun, ekseriya hissi hareket etmek
mecburiyetinde kalır. Binaenaleyh biz de insanız. Bir dereceye kadar tahammülü
müz vardır. Yani yapılacak protesto, yalnız protesto mahiyetinde kalmamalıdır.
Benimle hemfikir olan birçok arkadaşlarım vardır. Eğer bu zulüm böyle devam
ederse, ilk önce ben silahlanacağım ve elimden geldiği kadar misilleme yapaca
ğım. Asıl o zaman Avrupa görsün ki Türkiye'de azınlıklara zulüm mü yapılıyor,
bilmem ne yapılıyor görsün. Halbuki bugün hiçbir şey yapılmadığı halde Avrupa'da
yaygaralar koparılıyor.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Cepheye, cepheye.
OPERATÖR EMİN BEY (Devamla): Cepheye de gittik beyefendi. Siz burada otu
rurken kaç defa cepheye gittik, bomba ateşi, top ateşi altında çalıştık. Binaenaleyh
Hükümetten şunu istirham ederim, yapılacak şey şu tarzda yapılmalıdır. Eğer
bunun önüne geçilecek tedbirler düşünmezlerse, biz de buradaki Hıristiyanlara
misilleme yaparız. (olmaz, bizim dinimize uygun olmaz sesleri)
MAHMUT CELAL BEY (Saruhan): Yunanlıların bu günlerde yaptığı zulmün yeni
den canlı şahidini göz önünde bulundurmuş oluyoruz. Yunanlıların zulmünü, Yüce
Meclis bildiği kadar, bütün millet, bütün Doğu ve hatta Avrupalıların vicdan sahibi
olanları dahi bilmektedir. Yunanlıların zulmü, İzmir'in Kordonuna ayak bastıkları
andan itibaren feci bir surette devam etmektedir. Avrupa düşünmelidir ki Yunanlı
ların zulmüne feryat yükselirken bunun müsebbibi kimdir? Buna sebebiyet veren
kimdir? Şüphesiz efendiler, Yunan Milletinin yaptığı zulmün sorumlusunu araya
cak olursak doğrudan doğruya Avrupa diplomasisini görmeliyiz. Ellerinde satırla
rıyla Müslümanları kesmek için Yunan Ordusunu İzmir'e Avrupa çıkardığı vakit
verdiği notada, tevazu ve huşu gösteriyordu ve diyordu ki Ateşkesin bilmem ka
çıncı maddesine dayanarak sadece askeri harekat noktası olan İzmir Kalesini
işgal edeceğiz. İkinci gün bir adım daha ileriye gittiler ve bu İzmir şehrine de ait ve
ihtiva ediyor, dediler. Netice böyle oldu efendiler. Yunanlılar, Anadolu'nun her
sahasına doğru koştular, zulümlerini, cinayetlerini yangınlarını yaydılar. Bunun
karşısında soruyorum, Avrupa’nın vicdanı ne yaptı? (hiç, sevindi sesleri) Sustu,
Avrupa'nın o vicdanı sustu. Fakat onların diplomasisi Yunanlıları cesaretlendirdi.
Efendiler hepimiz biliyoruz ve bu kürsüden defalarca söylenmiştir ki Avrupa Yu
nanlıların bu zulmüne susamayacak, hakikatleri gizleyemeyecek bir hale geldiği
zaman, başta Amerika'nın halkını temsil eden iyilik sahibi Amiral Bristol ve inkıla

547
bını bize karşı haşmetle temsil etmek iktidarında bulunan Fransız temsilci ve onun
uydusu olan İtalya ve İngiliz generalleri geldiler. İşgal mahallerinde inceleme yaptı
lar ve o incelemenin neticesini hepimiz biliyoruz. Dediler ki Yunan Ordusu buraya
kesinlikle haçlı muharebesi açmak için gelmiştir. İşgal sahası baştanbaşa bir katli
am ve facia sahnesi haline gelmiştir. Soruyorum efendiler, bu kadar kuvvetli bir
raporun karşısında Avrupa diplomasisi ne yaptı? O raporu hasıraltı etmek suretiy
le insanlığa karşı alçaklığını gösterdi. Efendiler bu mevzu burada konuşulduğu
zaman tekrar ettiğim yegâne bir söz vardır. Biz Avrupa'nın resmi lisanından hiçbir
şey beklemiyoruz ve katiyen beklemeyeceğiz. Ancak milletlerin kalbi ve milletlerin
hissi, milletlerin mantığıdır ki her şeyde hakim ve adildir. Biz ancak hitabımızı mil
letlerin vicdanına söyleyeceğiz ve biz diyoruz ki Türk ve Müslümanlar kesilmiştir
ve kesilmekte devam ediliyor ve Yunan Ordusunun elinde satırla memleketimize
saldırdıklarından beri bu katliam, bu zulüm devam etmektedir. Onların sorumlusu
da onlara boyun eğen diplomatlardır. (kahrolsunlar sesleri) İkinci bir şahit, elimizde
pek kuvvetli bir vesika daha var efendiler. Venizelos'un veledi, Sultan Osman'ın
Türbesi üzerine mağrurane eğilerek, “Kaldır Türk, başını” dediği zaman efendiler,
arkasında bütün Türk ve Müslüman köyleri yanıyor ve yıkılıyordu ve o biçare din
daşlarımızın, o muhterem ırkdaşlarımızın cesetlerine saygı bile gösterilmiyordu ve
ortada köpekler çekiştiriyordu. Efendiler bu esnada Bursa'nın içerisinde Avrupa'-
nın medeniyetini temsil eden temsilciler bulunuyordu. Siz zanneder misiniz ki
efendiler, Londra'da oturan Lord Curzon Harput'ta katliam hayali görürken ve bunu
bütün dünyaya ilan etmeye yeltenirken, Bursa'nın bu biçare halkının satır altında
inlediğinden haberdar değildi. Bunu kabul ediyor musunuz, efendiler? (asla sesle
ri) Bir milletin fertleri öldürülür, malı çalınır, fakat efendiler, milletin en mukaddes
bir şeyi vardır ki o da maneviyatıdır. Bizim maneviyatımızla da alay edildi, padi
şahlarımızın türbesi hakaret gördü. Ertuğrul'un mübarek türbesine bombalar atıldı.
Bu hiç bir milletin talihinde olmuş değildir, efendiler.
YAHYA GALİB BEY (Kırşehir): O padişahın veledi görmemiş mi acaba?
NUSRET EFENDİ (Erzurum): Fatih'in vermiş olduğu imtiyazlara mukabil!
MAHMUT CELAL BEY (Devamla): Evet efendiler, bu sözünüzün önünde hürmetle
eğilirim. Belki bu asil İslam Ümmeti vaktiyle yaptığı büyüklüğün cezasını çekiyor.
Onu bilmem, belki tarih onu ileride tenkit eder. Türk hiçbir zaman elinde silahı
olmayan bir adama karşı yürümeye tenezzül etmemiştir ve hatta tokat bile vur
mamıştır. Türk, hamasetini, kuvvetini ancak karşısına silahla çıkanlara göstere
cektir. (bravo sesleri) Netice, ben mağdur bir halkı aranızda temsil eden bedbaht
bir mebus olmak sıfatıyla arz etmek isterim ki her hangi bir şekilde, bütün dokü
manlarıyla Avrupa'nın gözü önüne sereceğimiz vesikaların pek kıymeti yoktur.
Efendiler, doğrudan doğruya asıl kütleye, asıl kısma ineceğim. O da biraz önce
söylediğim gibi asıl olan bir milletin vicdanıdır. O da yalnız Avrupa'nın vicdanı
değildir, emin olunuz. Pek muhterem arkadaşım tekrar ettiler. Bunlar da bizim
kadar mağdur olan milletlerdir. Onlardan bir tanesi Hindistan'dır efendiler, onlar

548
dan bir tanesi Mısır'dır, onlardan bir tanesi hatta bugün bile esir olduğu söylenilen
Sudan'dır. Biz burada Avrupa'nın önemli bir yerinde kapı vazifesini görüyoruz.
Fakat arkamızda Doğu milletleri ırkdaşlarımız, dindaşlarımız bizimle birlikte bulu
nuyorlar ve onlara hitap edebiliriz. Diyebiliriz ki biz kapınızı tutmuşuz, biz burada
size hürriyet ve istikbal sağlamak için kanlarımızı heder ediyoruz, fakat bunun
pahasına olarak zalimler tarafından silahsız hemşerilerimiz memleketimizin silah
sız evlatları katliama uğruyor ve buna medeni denilen Avrupa gözünü yumuyor ve
belki teşvik ediyor. Şu halde efendiler, biz onlara bunları söylerken diyeceğimiz bir
söz daha vardır. Efendiler bize yapılan haksızlığa karşı nefret etmek, onu tahkir
etmek hakkınızdır ve bunu talep etmek de bizim hakkımızdır. Şu halde şuna mü
racaat vardır. Elimizde muhtelif imkanlar mevcuttur. Biz bu milletin bugün uğradığı
zulmü Avrupa'dan daha çok Doğu’ya duyurmalı ve göstermeliyiz. Avrupa zalimdir,
Avrupa barbardır, Avrupa bencildir ve Avrupa'nın resmi bir vicdanı ancak kendisi
için kan ve irin toplamaktadır. Bunun karşısına çıkan her şeyi yok etmek emelin
dedirler. Hulasa efendiler bu da bizi tatmin etmez, bu bizi ancak teselli eden bir
ruh halidir. Asıl can alacak nokta olarak arz ediyorum ki bugün Ertuğrul Gazi Türbe
sinden beyaz kefenlere bürünerek yükselmiş ve Osman Gazi, hakarete uğramış
türbesinden başını kaldırmış bize, milletim ilerleyiniz, sizin için kurtuluş Akdeniz’in
dalgalarındadır, diyorlar efendiler. Bu milletin gözyaşı silinir ve bu yakındır. (alkışlar)
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Avrupa denildiği vakit benim nazarımda İslami
yet’in imhası için çalışan bir kütle anlaşılıyor. Efendiler, ben Avrupa'nın ne lisanına
vakıfım ne de kendileriyle temas etmiş bir Türk'üm. Fakat ben öyle görüyorum ki
Avrupa'nın Türkiye'ye karşı hiçbir anlayış ve şefkati yoktur. Milletler hakkında hiç
kimse bir söz söyleyemez. Fakat nasıl oluyor Avrupa'nın hükümetleri Müslümanla
rı aşağıladıkları zaman milletlerinden bir itiraz çıkmıyor. Demiyorlar ki siz bu milleti
ne hak ile tahkir ediyorsunuz? Yunanlılar zulüm yapıyor, Yunanlıların zulmünü
Avrupa'da öyle zannederim ki bilmedik bir çocuk bile yoktur. Ne için bu zulme
karşı gelinmiyor? Zannederim İzmir'de yapılan inceleme bütün Avrupa gazetele
rinde yayınlandı. Onların gazeteleri bizim gazeteler gibi sansüre tabi değildi, bizim
o İstanbul'daki biçare gazeteler milletin bir hakkını bile müdafaa etmek hakkına
haiz değillerdir. Demek oluyor ki Avrupa bunu biliyor. Avrupa'nın kastı demek doğ
rudan doğruya İslamiyet’edir. Yunanlıların zulmünü bildikleri halde düşünüyorlar.
Şayet bu zulme Türkler de karşılık verirlerse, Hıristiyanlardan eser kalmaz diyerek
bizi tehdit için inceleme yapacağız diyorlar. Biz Hıristiyanlara fenalık yapıyorsu
nuz, sözünden korkmuyoruz. Eğer bizim dinimiz menetmemiş olsa idi Osmanlılar
içerisinde ilaç için bir tek Hıristiyan bulamazlardı. Hıristiyanları biz diniyle, milliye
tiyle muhafaza ettik ve halen de muhafaza ediyoruz. Fakat onlar bize ne yapıyor
lar? Bugün Hıristiyan eline geçmiş Müslüman diyarlarından bize kaç tane Müslü
man gösterebilirler? Hepsini imha ettiler, hepsini mahvettiler. Hatta Yunanlıları bu
katliama sevk eden de İngiliz kabinesidir. Lloyd George denilen o hain heriftir.
Başka kimse değildir efendiler, bunlardan hayır beklemeyiniz, Avrupa'dan hayır
beklemeyiniz. Onlardan hayır beklediğiniz gün mahvolduğunuz gündür. Efendiler

549
bize fenalık yapacaklar, sonsuza kadar yapacaklardır. Onlarda insaniyet vardır
diyorsunuz. Bundan muradınız nedir? Medeniyet alemi, insaniyet alemi bizim ale
mimizdir. Başka alem değildir. Başka alem olsa idi buna karşı kayıtsız, ilgisiz ol
mazlardı. Efendiler, geçenlerde gazetelerde bir şey gördüm. İngiltere Hükümeti
diyor ki Kıbrıs halkı hiçbir hükümete ne malen ne bedenen hizmet edemez. Utan
madan, arlanmadan işgal ettiği İstanbul'da, Patrik vasıtasıyla ne rezaletler yapı
yor, ne salahiyetle devletin vatandaşı olan bir ferdi Yunana hizmet etmek için sevk
ediyor? Hangi kanuna, hangi hukuku dayanıyor? Demek oluyor ki bunlar rezildir
ler. Efendi, bizi kendimiz kurtaracağız, bizi süngümüz muhafaza edecek. Efendi
ler, İngiliz Kralı çıkıyor, Belçika denilen yerde ölen İngiliz askerlerinin kabirlerini
ziyaret ediyor. Bizim İstanbul'da, bizim değil ya kimin ise Padişah denilen adam ne
yapıyor, biliyor musunuz? Yunanlıların generalleriyle konuşup anlaşıyor. Kimi
kime şikayet ediyorsunuz? Efendiler sizi kurtaracak kendi silahınız, kendi azminiz,
kendi idareniz, kendi dininizdir. Allah onları ebediyen lanet etsin.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim Mazhar Müfit Beyefendi arkadaşımızın
Yunan zulmüne dair vermiş olduğu önergeden dolayı bu yolda bir müzakere açıl
dı. Bence bu önergeden istifade ederek, Yunanlıların zulmünü Dışişleri Vekaleti
bütün hükümetlerin dışişleri nezaretlerine protesto eder. Dışişleri nezaretleri hü
kümetlerinin temsilcileridir. Halbuki Avrupa kamuoyunun ve milletlerinin birer milli
meclisleri vardır. Bizim Milli Meclisimiz, doğrudan doğruya Avrupa meclislerine bu
Yunan zulmünü anlatan beyannameler göndersin. Böyle daha iyi olacaktır. Bugün
birçok siyasi yollar vardır ki asrımızda biz bunlardan her halde geçmek mecburiye
tindeyiz. Bir millet ne kadar kuvvetli olursa olsun, yani ordusuna, donanmasına ne
kadar itimat ederse etsin, asrımızda bu yollardan geçmek mecburiyetindedir. Gö
rüyoruz ki asrımızda kendi başına bir şey yapılamıyor. Evvela kamuoyu kendi
memleketinde hazır hale getiriliyor. Sonra işler yapılıyor. Bütün dünyada İngilizler
bile en zor işlerini soğukkanlılıkla kitaba uydurarak yapmak istiyorlar. Bizim Türk
Milletinin ne derece iyiliksever olduğunu bütün dünya artık takdir etmeye başla
mıştır. Fransa'da ve Avrupa'nın birçok yerlerinde bizim haklarımızı takdir eden
birçok sesler yükselmeye başlamıştır. Biz bunlardan istifade edeceğiz. Eğer bun
lardan istifade etmeyecek olursak fazla şey etmiş oluruz. Bunun için kelime bula
mıyorum. Bunlardan istifade etmek mecburiyetindeyiz. Geçen Yunan zulmü mü
nasebetiyle Altıntaş ve Kütahya muharebelerinden evvel Fevzi Paşa’nın burada
beyanatı vardı ve çok iyi tesir bırakmıştı. Fevzi Paşa Hazretleri demişti ki Yunan
Birinci İnönü'nde beş bin, İkinci İnönü'nde yirmi bin kadar zayiat verdiği zaman bu
aciz ve hatta alçak millet daima cephe gerisinde silahsız kimselerden, kadınları
mızdan ve çocuklarımızdan intikam almak istedi. Biz Türk Milleti ecdadımızdan
gelen ve dinimizin bize telkin ettiği esaslar dairesinde yalnız harp meydanında
elimizde silah olarak duruyoruz ve onu atacağız ve onu ve atacağımıza dair hepi
mizde itimat hasıl olmuştur. Efendiler Maraş'ta İngilizler sözde bir Ermeni katliamı
diye bir şey ortaya attıkları zaman hemen hemen bütün dünyayı inandırmışlardır.
Fakat bugün Harput'ta bir katliam var diye bir yalan ortaya atılmasıyla ötede beri

550
de protestolar başladı. Bütün kamuoyu buna hayır dedi. Hatta Avrupa'da birçok
gazeteler dediler ki bu zulüm Doğu Anadolu’da değil, asıl İzmir ve Trakya'da var
dır. Orada da anket yapacağız. Demek ki bizim haklarımızı dinletmek için müsait
bir zemin hazır olmak üzeredir. Bu müsait zemini hazırlayan nedir? Bu da kendi
haklarımızın yüceliği, bir de ordumuzun kudret ve kuvvetidir. Bunu yeniden ortaya
çıkarmak için hiçbir mahzur yoktur. Bunu teklif ediyorum. Doğrudan doğruya bu
milletin temsilcisi olan Yüce Meclis, bu Yunan faciasını ve zulmünü Avrupa hükü
metlerine değil, doğrudan doğruya, bu zulmü anlatacak protesto telgraflarını, ilk
defa Meclisimizde okunduktan ve kabul edildikten sonra, onların meclislerine gön
derilmelidir. Bu da öteden beri yapılan usullerdendir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar icap eden sözleri söylediler. Ben tekrar
edecek değilim. Ali Şükrü Bey, bütün fikrimin, ruhumun en büyük bir noktasına
dokundular. Derdine dokundular ve bu nokta bugün Millet Meclisince takip edilme
lidir. İngiliz, İngiliz, İngiliz! (bravo sesleri) Arkadaşlar bir teklifim var. Amerika Baş
kanı Warren Harding, Başkan seçilmeden önce Hindistan’a gidiyor. Bir makale
yayınlıyor. Yirmi dört sahifelik bir yazıdır. Dört buçuk ay zarfındaki incelemelerini
yirmi dört sayfaya sıkıştırıyor. Kitabın adı, Hindistan Usulü Sömürge’dir. Bu yazıda
diyor ki, İngiliz sömürgeciliğini Hindistan'da görüp de bu usulü tel'in etmemek
mümkün değildir. Binaenaleyh bu yazının ruhu ele alınsın. Meclis ele alsın. Dışiş
leri Vekaleti vasıtasıyla Amerika Başkanı Harding dostluğu diyerek Amerika ka
muoyuna bir açık mektup yayınlanması bence muvafık olur. Yani Harding'in beya
natı, Amerika kamuoyuna ve bütün Batı halklarının yüzüne, suratına çarpılsın ki
sizin bizzat başınızda bulunan reisiniz zaten bu faciayı, bu zulmü yıllardan beri
biliyordu, denilir. Zannımca bunun son derecede iyi tesiri olacaktır. Yalnız sağlam
olarak şunu tekrar ederim ki mutlak surette o yazının ruhu yazılmalıdır.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Efendim, önergem hakkında izahatta bulunurken
demiştim ki Hükümet şimdiye kadar defalarca bu protestoları yapmıştır. Bu defa
uygun görürseniz Meclisçe milletlere karşı bir protesto yapılsın, demiş olduğumu
zannediyorum. Yoksa ben de biliyorum ki ilmiyle, irfanıyla alimleriyle, hatta edebi
yatıyla ünlü, güya medeniyet sahibi olduğunu iddia eden Avrupa ve hatta insaniyet
için hayvanları bile himayesine alacak cemiyetler teşkil eden Avrupa, Doğu mese
lesi bahis mevzuu olunca, mesele bize intikal edince Ortaçağ’da, belki engizisyon
devrinde bile yapılmayan zulmü uygulamaya tereddüt etmiyor. Onu hepimiz biliyo
ruz ve ben de öyle biliyorum ve çok korkarım. Avrupa'nın o kongre sözü başladı
mı, Doğu’da zulüm hemen hazırdır. Bunlar perdedir efendiler, bizim için yegane
çare efendiler, Cenabı Hakkın şu emrine uymaktır, “Hepiniz birlikte Allahın İpine
Sarılınız.” Buna sarıldık mı, hepsi budur. Üst tarafı yoktur efendiler. İslam şeriatına
yapıştık mı efendiler, Avrupa bizden titresin. Emin olunuz hiç korkumuz yoktur.
Şimdi yapılacak iş budur. Yoksa muhterem arkadaşlarımın çok güzel sözlerle
söyledikleri gibi, ben o kadar açık ve güzel söz söylemek kudretine sahip değilim.
Şimdi Ziya Hurşit Bey’in teklifi ile benim teklifim arasında hiçbir fark yoktur. Denili
yor ki Meclis, milletlere hitabetsin. Muhterem Celal Beyefendinin buyurdukları gibi

551
resmi hükümetlerde malum, diploması denilen dipsiz kuyunun içinden bir şey çık
mayacağını biliyorum. Mamafih şimdi yapılacak iş, Yüce Meclisin Avrupa'daki
millet meclislerine hitaben yapılan zulmü anlatmak. Dışişleri Vekaleti de lazım
gelen yerlere göndersin.
MAHMUT CELAL BEY (Saruhan): Avrupa ve Asya'ya.
MAZHAR MÜFİT BEY (Devamla): Evet efendim, medeniyet alemi denilen yerler
neresi ise oralarda. Tunalı Hilmi Bey arkadaşımız hakikaten mühim bir fikir söyle
diler. Zulüm hakkında bir bildiri yayınlansın. Hakikaten şimdiye kadar zulüm hak
kında kitaplar yayınlandı. Zannederim İstanbul'da siyah kitap, kara kitap, diye
birçok şeyler basıldı ama kara kitap, mavi kitap bunların tesiri olmadı. Efendiler,
bence kara kitaba sarf olunacak kırk lira ile kırk tane daha kurşun almak daha
faydalıdır. Bence bu böyledir. Bu gibi bildirilere vereceğimiz parayı kurşuna ver
meliyiz. Kuvvetin var mı? Hak da senindir. Her şey de senindir. Kurşunun yok mu,
tüfeğini atamıyor musun, ötesi boş şey. Zulüm de olur, her şeyde olur. Binaena
leyh Hilmi Beyefendinin teklifleri gibi, alakadarlar toplansınlar, General Harding'in
yazısına benzer bir yazı hazırlasınlar. (açık mektup sesleri) Ne ise açık mektup,
kapalı mektup, zaten sansür onu açıyor, merak etmeyin.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Mazhar Bey önergenizin esası nedir?
MAZHAR MÜFİT BEY (Devamla): O geçti, demin söyledik beyim. Şimdi efendim
Hilmi Bey'in teklifi yapılsın, fakat benim acilen teklif ettiğim nokta, Yüce Meclisçe
tasvip ettiğiniz milletlere hitaben bir telgraf mı yazacağız, ilan mı edeceğiz, her ne
ise böyle bir şey yapılsın ve bu kararımızı biz Dışişleri Vekaletine tebliğ edelim ve bu
kararımızı yaz diyelim. Diplomasi denilen o dipsiz kuyuyu da elden bırakmayalım.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Mazhar Müfit Bey’in teklifi ile Ziya Hurşit
Bey’in teklifleri arasında bir noktada fark vardır. Mazhar Müfit Bey’in önergesi,
ister hükümetlere, ister milletlere hitap edilsin. Ziya Hurşit Bey’in önergesi ise,
milletlere hitap edilsin deniyor. Fark buradadır. Mamafih ikisi de birleşebilir.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Birleştik, birleştik.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim önergeler okunuyor.

TBMM Başkanlığına
Yunanlıların fuzuli olarak halen işgalde bulundurdukları arazimizdeki
dindaşlarımıza yaptıkları zulmü, medeni dünyaya arz olunmak üzere Büyük
Millet Meclisi tarafından bütün dünya milletlerine gönderilmesinin karara alın
masını teklif eylerim.
Lazistan Mebusu
Ziya Hurşit

552
TBMM Başkanlığına
Yunanlıların işgal ettikleri yerlerde yapmış oldukları zulmün, bütün millet
lerin parlamentoları nezdinde Meclisçe protesto edilmesine karar verilmesini
teklif eylerim.
Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü

TBMM Başkanlığına
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Warren Harding’in “Hindistan'da
İngiliz Usulü Sömürge” adıyla yayınladığı yazının ruhundan bahsedilerek, Ame
rika halkına bir açık mektup yayınlanmasını teklif ederim.
Bolu Mebusu
Tunalı Hilmi
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Mazhar Müfit Bey’le Ziya Hurşit Bey’in teklif
leri birleşti. Binaenaleyh Mazhar Müfit Bey’le Ziya Hurşit Bey’in önergelerini oyla
rınıza sunuyorum. Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsınlar. Oybirliği ile kabul edil
di. Hilmi Bey’in önergesi de bir açık mektup yazılmak ve mektubun ruhu da
Harding'in “Hindistan'da İngiliz Usulü Sömürge” adlı yazının ruhundan bahis olmak
şeklindedir. Hilmi Bey’in önergesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul
edilmiştir. Saruhan Mebusu Reşat Bey’in önergesi vardır. Okunacak.

TBMM Başkanlığına
Ordu’ya müracaat edilmesini teklif ederim.
Saruhan Mebusu
Reşat
(bravo sesleri)
KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Bu Yunanlıların zulmüne karşı Yüce Meclisi
nizin yapmış olduğu tedbir lazımdır ve muvafıktır. Bu işin yine ordumuz tarafından
neticelendirileceği hakkındaki arkadaşlarımızın sözleri de aynı hakikattir. Ordu
hakkında söz söyleyen arkadaşlar orduya olan itimatlarını göstermişlerdir. Bu
itimadın devamını rica ederim ve ordunun bu işi yapacağına emin olunuz. (Allah
muvaffak etsin, sesleri) Ordu Yüce Meclisin arzularını ve maksadını inşallah ya
kında yerine getirecektir. (inşallah sesleri, şiddetli alkışlar)

553
RAUF BEY (Başkan Vekili): Yarın saat bir buçukta toplanmak üzere celseyi kapa
1
tıyorum.

4 HAZİRAN 1922: BAKANLARIN SEÇİMİNDE ADAY GÖSTERME YÖNTEMİ


HAKKINDA YAPILAN GENEL GÖRÜŞME
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 47.Birleşim, Gündem: 2/1)

Meclis açıldıktan dokuz gün sonra o zamanki adı İcra Vekilleri Heyeti
olan Bakanlar Kurulunun kurulması hakkındaki Kanun kabul edilmiş ve buna
göre Meclis Başkanının göstereceği adaylar arasından bakanlar seçmeye
başlanmıştı. Seçimler her bakan için ayrı ayrı yapılıyordu. Bazen çekimser
oyların fazlalığı seçim yapılmasını zorlaştırıyordu. Böyle olunca muhalefet
milletvekilleri aday gösterme yöntemini Meclisin seçme hakkına tecavüz
olarak yorumluyorlar ve değiştirilmesini istiyorlardı.

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendim dün Nafıa Vekâleti Vekili için
oylama yapılmış ve karar yeter sayısına ulaşılamamıştı. Binaenaleyh vaktin geç
olması dolayısıyla bugün müzakeresi münasip görülmüş ve tehir edilmişti. Evvela
gündeme buradan başlıyoruz. Bu hususta söz isteyen var mı?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Neyi müzakere edeceğiz?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Nafıa Vekaleti Vekili seçimi meselesi
ni, buyurun Hüseyin Avni Bey.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, bu mesele gayet basit, münakaşa ve
müzakereye sebep olacak hiçbir şey değildir. Karışıklığa meydan verilmesin diye
adaylık usulünü kabul etmişiz. Aday gösterme hakkını Yüce Heyet Meclis Reisine
vermiştir. Bunun iki şıkkı var, ya Yüce Heyetiniz serbestçe vekil seçme hakkını
kullanabilir veya kullanamaz. Ben daima iddia ediyorum Türkiye Büyük Millet Mec
lisi, salahiyetlerini sınırlama ve baskı kabul etmez bir kuvvettir. Bu ittifakla kabul
edilmiş bir meseledir. Karışıklığa sebep olmasın diye Meclis Reisi, mizacını tetkik
ve Millet Meclisinin itimadına sahip kimseleri araştırarak Meclise takdim etmekle
mükelleftir. Yüce Meclis serbesttir, hatta bu gösterilen adaylar haricinde diğer
birini seçebilir. O Adaylık Kanunu yürürlükte kalmakla beraber, yine meşru hakkı
nızı kullanmış olursunuz. Bu öyle bir kanun ki efendiler sizin seçmiş olduğunuz
Reis'e bu imtiyazı vermek, kudretinizle tezat teşkil eder. Yüce Meclis her şeyi ya
pabilir, fakat kendi kudretini imtiyaz şeklinde kimseye veremez. Buna hiçbir suretle
salahiyetli değiliz. Yani Yüce Heyet imtiyaz vermemiştir. Bu işi daha kolayca ifa
edebilecek bir yol bulunur. Buna göre efendiler Yüce Heyetiniz arzu ederse aday

1
TBMM Zabıt Ceridesi (3 Haziran 1922), 1.Dönem, c.20, s.131-140, http://www.tbmm.gov.tr/

554
lar haricinden onlar kadar aynı kudrete haiz bir vekil seçebilir. Hukuk ilmi bunu
emreder ve Meclisin...
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Müsaade buyurur musunuz Reis Bey, usule dair söy
leyeceğim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Müsaade buyurun...
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Şimdi efendiler elde mevcut olan bu kanun ge
reğince gösterilen listedeki adaylar Yüce Heyet tarafından seçilememiştir. Yüce
Heyete hiçbir kuvvet hakim olamaz ve mecbur tutamaz. O kanun hakimiyeti eli
mizden alamaz. Yüce Heyet serbesttir. Esasen İç Tüzük gereğince üçten fazla
aday gösterilemez. Ya adaylar değiştirilir yeniden burada oylama yapılır veya Yü
ce Meclis Adaylık Kanununu itibara almayarak doğrudan doğruya seçimini yap
mada serbesttir. Yalnızca Allah ile vicdanının tesiri altındadır. Onu baskı altına
alacak kudret ilahidir. Onun dışında hiçbir tesir yoktur. Hiçbir şey bunu elimizden
almaya salahiyetli değildir. Bu seçim şekli milli hakimiyet ile tenakuz teşkil eder. O
zaman bu Yüce Heyetin hiçbir manası kalmaz. Yüce Meclisin hakimiyet sıfatı yok
edilemez. Bu imkansızdır ve böyle düşünenler hukuktan uzak kimselerdir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Reis Bey, bu usulün burada bahis mevzu olamayacağını
arz ediyorum. (gülüşmeler)
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Arkadaşlar, vekillerin seçilmesine dair olan
kanun açıktır. Dünkü arz ettiğim gibi İç Tüzüğün seçimlerin şekline ait maddesi de
açıktır. Ancak madem ki ortada bir hukuki mesele var, Meclis bu işi evvela Anaya
sa Komisyonuyla, Adalet Komisyonuna havale etmelidir. Böylece Meclisin kıymetli
vakti boşa geçmiş olmaz.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Mevcut Kanuna göre Yüce Meclisin seçmesi
için adaylar gösterilmiş ve üç defa yapılan oylamada bu adaylardan hiçbirisi seçi
lememiştir. Binaenaleyh bu adaylar artık bahis mevzu değildir. Çünkü üç defa
tekrarlanan oylamalarda hiçbirisi Nafıa Vekaleti makamı için Meclisin çoğunluk
oyunu alamamıştır. Mutlak çoğunluğun oyunu alamayan bir vekil, salt çoğunluk ile
gidip sandalyeye oturamaz. O halde saltçoğunluk meselesi bahis mevzu değildir.
İcra Vekillerinin seçilmesi hakkında yaptığımız kanunda mutlak çoğunlukla tayin
olunur kaydı da bunu açıkça göstermektedir. Bu kanuna göre gösterilen adayların
kuvvet ve kudretlerinin vekil seçilmeye sahip olmadıkları yapılan yapılan üç oyla
ma neticesinde anlaşıldığından, yeniden aday gösterilmesi lazım geliyor. Şimdi
acaba yeniden gösterilen adaylar seçilebilecekler midir? Acaba hastalık burada
mıdır? Ne şekilde düşünürseniz düşününüz. Zaman zaman Meclis bunu oylarıyla
ispat etmiştir. Zaman gelmiştir çoğunluk vekil adaylarına karşı çekingenlik göster
miştir. Bu vaziyet gösteriyor ki Meclis hakkına, seçme kudretine kendisi hakim
olmak istiyor. Aday gösterilmesini istemiyor ve esasen böyle olması lazım gelir.
Seçme hakkına sahip olan Meclis vesayet altına giremez. Binaenaleyh bu mese
leyi esaslı bir şekilde halletmek için bence bugünden itibaren yapılacak bir şey
555
vardır. O da aday gösterilmesi hakkındaki kanunun kaldırılmasından ibarettir. Bu
yapılacak olursa mesele esaslı bir şekilde halledilmiş olur. Bu yapılmadıkça görü
yoruz ki hem Meclisin mevkii sarsılıyor, hem Hükümetin ve hem de Reis Paşa
Hazretlerinin mevkii sarsılıyor. (hiç de sarsılmaz sesleri) Bizim her zamandan
daha kuvvetli bulunmamız, hepimizin, Hükümetin, Meclisin, Reisinin birleşmiş bir
kütle halinde bulunmamız lazım gelirken ihtilaf var gibi gözüken bu meselenin bir
an evvel halledilmesi lüzumuna inanıyorum
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Kimse inanmıyor.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Geçenlerde de arz ettiğim gibi bu işi kitaba bırakırsak
kitabın halledemeyeceği birtakım meseleler meydana gelecektir. Meclisimizin
kıymetli vaktini böyle lüzumsuz birtakım hukuki meseleler meydana atarak boşa
harcamakta hiçbir mana yoktur. Madem ki adaylar üzerinde bir ittifakı sağlanamı
yor, o halde mevcut vekillerden biri Feyzi Bey izinden dönünceye kadar vekalet
eder. Esasen Nafıa Vekaletinde bir iş yoktur, yapılan yol yoktur. Beş günde bir
evrak imza edilecektir. Bu hususta bir önerge takdim ediyorum.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Bununla mesele halledilmiş olmaz ki.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Efendim, Yüce Meclisiniz herkesten çok, her şeyden
evvel kabul etmiş olduğu kanunların hükümlerine şiddetle riayet etmekle mükellef
tir. Yüce Heyet bu kanunun hükümlerine de riayet etmek mecburiyetindedir. Elde
bulunan bu kanun gereğince Meclis Reisi açık olan bir her hangi bir vekalete mü
nasip olanları tetkik ederek aday gösterir. Kanun aday gösterme hakkını Meclis
Reisine vermiştir. Nafıa Vekaleti için de Meclis Reisi on arkadaşı bu sıfatla müna
sip görmüş ve Yüce Heyetinize takdim etmiştir. Yüce Heyetiniz gösterilen bu
adaylar hakkında oyunu kullanmaya mecburdur. Ben kanunlarımıza fevkalade
riayet etmeye mecbur gördüğüm için Hüseyin Avni Bey'in, gösterilen adaylar hari
cinde de oy vermeye salahiyetliyiz, ifadesine katılmıyorum. Karahisar Mebusu
Şükrü Bey'in, adaylar Meclisin çoğunluk oylarına muhalif olduğundan dolayı onla
ra oy verilmemiş ve bundan dolayı çoğunluk olamamıştır, sözüne de katılmıyorum.
Çünkü kırk çekimser vardır. Onları istisna edecek olursanız büyük bir çoğunluk
oyunu kullanmıştır. Binaenaleyh Meclis vazifesini yapmıştır, fakat mutlak çoğunluk
elde edilememiştir. Azınlığın oyu ile vekalet olamaz. Nafıa Vekâleti vekili seçimi
için yapılan birinci ve ikinci oylamalarda mutlak çoğunluğu elde edememişsiniz.
Üçüncü defa oylamada da yine mutlak çoğunluk bulunamamış ve demişsinizdir ki
mutlak çoğunluğu bulmak için dördüncü oylamada salt çoğunluk aranır diyorsu
nuz. Bence yanlışlık
Madem ki kafi dört yaparsınız,
işte buradadır. Böyle yapmakbeşiçinİşte ilim ve
hangi mantık.
hukuk kaidesine
dayanıyorsunuz? biri görmediniz iki yaptınız, ikiyi kafi görmediniz üç
yaptınız, o halde üçü de kafi görmez yaparsınız. İlim istemiyor
musunuz efendiler, mantık istemiyor musunuz efendiler? Şimdi
ne denecek? Dördüncüyü de, beşinciyi de yaptık, yine mutlak çoğunluk olamadı.
Ben bunun affınıza sığınarak tatbikatta pek o kadar mümkün olmadığına inanıyo
rum. Bir kere hiç şüphem yoktur ki Yüce Heyetiniz Hükümet çarkını çalıştırmaya
556
cak vaziyeti arzu etmezsiniz. O halde ikinci bir husus var, dünkü celsede mazeret
leri sebebiyle bulunamayan birçok arkadaşlarımız bugün buradadırlar. Yüce Heye
tiniz pek muhtemeldir ki dördüncü, beşinci oylamalarda buna son verirsiniz ve
mahzur ortadan kalkmış olur.
MUSA KAZIM EFENDİ (Konya): Meclise dair olan seçimlerde birinci ve ikinci oy
lamaların mutlak çoğunlukla, üçüncü oylamanın salt çoğunlukla yapılacağı İç Tü
zükte açıkça yazılmıştır. Fakat Vekiller Heyetinin Seçimi Kanununda vekillerin
mutlak çoğunlukla seçilmeleri gerektiği vaziyeti bir dereceye kadar muğlak bir şekil
almıştır. Ben Adaylık Kanununun leh ve aleyhinde söz söylemeyeceğim. Her han
gi bir usule sırf şekil itibariyle, iyi veya fenadır denemez. Fakat Yüce Heyetiniz
tarafından usulü dairesinde kabul edilmiş bir kanun mevcuttur. Bu kanunu usulü
dairesinde kaldırmak veya değiştirmek Yüce Heyetinizin her zaman hakkıdır. Fa
kat yapılan oylamalarda çekimser üyelerin çok olmasının sebebini kanuna yükle
mek doğru bir şey değildir. Ben öyle zannederim ki çekimser olan üyelerin bazısı
nın oyu vekalete, bazısı da adaylara ait olabilir. O halde bu ortaya çıkan vaziyet
karşısında ne yapmak lâzımdır? Meseleyi komisyonlara vermeyelim. Adaylık Ka
nunu görüşüldüğü zaman, leh ve aleyhte misal göstermek üzere ayrıca görüşebili
riz, mütalaa beyan edebiliriz. Fakat şimdilik bu bahis mevzu olmamalıdır. Bir an
evvel seçime başlamayı teklif ediyorum.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim mesele iki şekilde tahlil edilmelidir. Birincisi, hu
kuk usullerine ve elimizdeki mevcut olan kanuna göre tahlil etmek, ondan sonra
ikincisi de Adaylık Kanununu ele alıp onun üzerinde onu hallettikten sonra bu
meseleyi halletmektir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, arkadaşlarımın her birisi kendi kanaatlerine
göre fikirlerini söylediler. Yalnız orta yerde bir kanuni açıklık bulunmadığı içindir ki
herkes kıyas yolunu müracaat ediyor. Musa Kazım Efendi Hazretleriyle ondan
evvel söz söyleyen İhsan Bey meseleyi bir noktaya kadar gayet güzel izah ettiler.
İç Tüzükten ve Adaylık Kanunundan bahsedildi. Reis Paşa Hazretlerinin göster
dikleri adaylar üzerinde oylamalara devam edelim. Bu doğru bir fikirdir. Fakat ben
ce bunda bir mahzur vardır. Şimdi bu adaylardan ikisi üzerinde ısrar etmek de
mek, muhtelif adaylara oy vermiş olan diğer üyelerin oylarını almak demektir.
Şimdi acaba bu da hukuk itibariyle doğru bir şey midir? Bana kalırsa doğru değil
dir. Reis Paşa Hazretlerinin belli olan adaylardan vazgeçerek yeni adaylar gös
termesi lazım gelecektir. Fakat seçim bir iki gün sonra olacakmış, ne yapalım,
böyle yapacağız.
CEMİL BEY (Kütahya): Yine o netice meydana gelir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): O zaman kanunu değiştiririz. Başka şekilde yapama
yız, ne yapalım?
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Efendim, ben burada nasıl bir mevzudan bahsedileceğine
dair söz istemiştim. Fakat esasen usulden bahis olunuyor denildi. Fakat Hüseyin
557
Avni Bey arkadaşımızdan istirham ederim, Meclisin karşılıklı beklediği hürmeti
daima hatırlarında tutsunlar. Ben bu Adaylar Kanunu yapılırken Meclis kayıt altına
alamaz. Meclis dışarıda uzlaşır, aralarında adaylar tespit edilir dedim, kabul etme
diniz. Ben bu kanaatte olduğum halde çoğunluğun yapmış olduğu bu kanuna ria
yet ediyorum. Binaenaleyh bu kanunun daima aleyhinde bulunmak, temcit pilavı
gibi daima aleyhinde bulunmak ve ondan bahsetmek katiyen bu Meclise hürmet
etmemek demektir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hüseyin Avni onu size iade eder. Çünkü Meclise
hürmetkardır.
ZİYA HURŞIT BEY (Lazistan): Efendim, Büyük Millet Meclisinin teşekkülü ve bu
Meclisten geçen nutuklar, gerek Paşa Hazretlerinin nutuklarıyla ve gerekse bütün
cihana ilan ettiğimiz Teşkilatı Esasiye ile gösterdiğimiz ifadelerle iddia ediyoruz ki
hakimiyet milletindir ve bu Meclis her bir hareketini millete dayandıran bir Meclis
mahiyetindedir. Halbuki ben görüyorum ki millete hakimiyet vermek değil, dünya
nın en mutlak meşrutiyetlerinde bile bu halin olmadığını iddia edeceğim. Dünyanın
en mutlak meşrutiyetiyle idare olunan imparatorluklarında imparator nazırları ken
disi tayin eder. Tabii nazırı doğrudan doğruya hemen tayin etmez. Evvela siyasi
partilerle görüşür, Meclis reisleriyle görüşür. O nazır Meclise gelir, gidip sandalye
ye oturamaz. Meclisten güvenoyu ister. Meclis güvenoyu vermedi mi o adamı bir
daha o imparator da aday gösteremez. O nazır da bir daha katiyen bu sandalyeye
oturamaz. Düşününüz, dünyanın en mutlak meşrutiyetiyle idare olunan memleket
lerinde böyledir. Yani Rusya Çarı Nikola, Almanya İmparatoru memleketlerini böy
le idare ederlerdi. Bugün bu Adaylık Kanunu vardır diyoruz. Meclisin hakimiyetini
kısıtlayacak bir kanun tabiaten bahis mevzu olamaz. Çünkü o zaman hakimiyet
kayıtsız ve şartsız milletindir diyen Teşkilatı Esasiye Kanununun manası kalmaz.
Şimdi bu Adaylık Kanununa göre, gösterilen adaylardan hiçbirisi ilk oylamada
katiyen seçilemedi. Bu ne demektir? Üyeler bu adaylardan hiçbirisine itimat etme
diler. Bunlara itimat ettirmek için zorlayacak bir kuvvet var mıdır? Yani bu milletin
vekillerini kanaatleri haricinde oy verdirecek bir kuvvet var mıdır? Yoktur. İlla bu iki
kişiye oy veriniz denilemez ve bu olamaz. Binaenaleyh artık benim kanaatimce
birinci oylamadan sonra ikinci oylamaya lüzum yoktur. Fakat ikinciden sonra
üçüncü de oldu. Bahis mevzu olan Nafıa Vekaletidir. Ondan evvel Meclisimizin
gündeminde İcra Vekilleri Heyetinin seçilmesine dair bir kanun tasarısı vardır.
Bence Nafıa Vekaleti İçişleri Vekâletinden daha mı mühimdir? İçişleri Vekili Beye
fendi Samsun'a gittikleri vakit Maarif Vekili Bey kendisine vekalet etmiştir. Yine
vekiller birini aralarında vekalet verebilirler ve Meclis de kabul eder.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Bu usule itiraz eden sizdiniz.
ZIYA HURŞİT BEY (Lazistan): Ben söylemedim. O zamana kadar bu kanun teklifi
buraya gelir ve buna nihayet veririz. Bu mesele dolayısıyla öyle bir mesele ortaya
çıkmıştır ki bugün vekil beyler acaba Meclisin güvenine layıklar mıdır, değil midir?
Bu, şüphelidir. (gürültüler) Müsaade buyurun, vekillerden hiçbirisi programlarını

558
okuyarak güvenoyu almamıştır. Nafıa Vekâleti vekilliği için on aday vardı, işin
içinde sınırlama olduğu için neticelenemedi ve zannederim ki fena bir numune
oluyoruz. Döne döne birinci bir adaya birinci oylamada 50, ikincide 60, üçüncüde
80 oy verirsek buna alem ne der? Bu ne biçim oylamadır? (gürültüler) Müsaade
buyurun, Yüce Meclis içinde çamaşır değiştirir gibi iki günde fikrini değiştirecek
üyeler var mıdır? Bu ne demektir? Rica ederim 50 oy alan bir üye daha sonra 100
oy alacaktır. Bu ne demektir? Memleket dışında nasıl düşünülecektir? Hangi sihir
bunları birleştirdi de elli oy yüz oy oldu, denmez mi? Binaenaleyh verdiğim önerge
de bu mahiyettedir. Nafıa Vekaleti vekilliğini şimdilik vekil arkadaşlarımızdan birisi
bakar. Demin de arz ettiğim gibi böyle mühim bir zamanda Mecliste bu gibi yolsuz
luklara meydan verilmemek üzere derhal Vekiller Heyetinin Seçimi hakkındaki
kanun tasarısı acil kaydıyla gündeme alınır, iki gün içerisinde çıkarmaya çalışılır
ve mesele bu şekilde halledilmiş olur. Buna dair önerge de verdim. Mesele artık
bitsin, efendim.
FETHİ BEY (İstanbul): Efendim, Lazistan Mebusu Ziya Hurşit Beyefendi bu seçim
meselesi dolayısıyla bütün vekillerin güvene nail olamadığını, şüphe altında kalın
dığını beyan buyurdular. Kendilerinin güvenine sahip olmadığımı biliyorum. Kendi
leri öteden beri muhalefet yolunu tutmuşlar, devamlı Hükümete karşı güvensizlik
oyu beyan ediyorlardı. Fakat... (gürültüler, muhalefet yoktur sesleri)

HACI AHMET HAMDİ EFENDİ (Muş): Hükümete karşı Mecliste muhalefet yoktur.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Fakat Ziya Hurşit Beyefendinin Meclis çoğunluğu adı
na söz söylemek için bir salahiyeti olup olmadığını bilmiyorum. (yoktur sesleri)
Binaenaleyh Meclisin vekillerine karşı güven veya güvensizlik beyan etmek için
meşru sebepleri ve yolları vardır. Bunun için Meclisin çoğunluğu Ziya Beyefendiye
fikir beyan etme vekaleti vermedi. Değil mi Ziya Hurşit Beyefendi? (hayır sesleri)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Demagoji oluyor.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Bu hususta gayet meşru yollar vardır, onlar da soru ve
gensoru önergeleridir. O zaman her hangi bir vekile veya Hükümetin tamamına
karşı güvenoyu istenebilir. Burada lüzumlu veya lüzumsuz güven beyan etmek,
Hükümetin memleketteki kuvvetine ve kudretine zarar vereceğini düşünüyorum.
Gelelim mevcut olan oylama meselesine, mevcut adaylar arasında bir ikisi üzerin
de karar yeter sayısına ulaşılamadı. Böyle bir Mecliste efendiler, bu kadar adaylar
gösterildiği zamanda muhtelif şahıslar üzerine oyların dağılmasından daha tabii bir
şey yoktur, düşüncesindeyim. Oylamaların devamından Meclise karşı bir baskı ve
Meclisin haklarına karşı tahdit gibi bir şey bahis mevzu olamaz. Böyle göstermek
te hiçbir hikmet, hiçbir mana yoktur, diye düşünüyorum. Vekil arkadaşların her biri
hepimizce güvene layıktırlar.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Şimdi size kim vekalet verdi, Fethi Bey?

559
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Ben kendi adıma söylüyorum. Hepimiz güvene layı
ğız. Burada mevcut olan bir meseleyi söylemedim. Siz Meclis adına Hükümetin
güvensizlik zannı altında kaldığını söylediniz. Bu seçim meselesinde tercih mese
lesi bahis mevzuudur. Kimisi bir arkadaşı tercih eder, kimisi diğer arkadaşı tercih
eder ve bu şekilde bu mücadele esnasında seçim uzayacak olursa herkes kanaa
tinden biraz fedakarlık eder ve memlekette Nafıa Vekaleti gibi bir vekaletin uzun
müddet boş kalmasından idare makinesi zarar görmemesi gerekir. Oylamaların
üçe kadar olacağına ve daha fazla olmayacağına dair kanunda hiçbir sınırlama
yoktur. Amerika'da Devlet Reisi seçileceği zaman kırk defaya kadar oylama yapıl
dığını gazetelerde gördüm. Binaenaleyh böyle üçten fazla oylama yapılırsa Mecli
sin haklarına, hürriyetine kayıt konulacakmış gibi şeyler bahis mevzu değildir.
Bunda Meclisin baskı altına alınacağına dair bir şey görmüyorum. Fikrimce oyla
malar üçe kadar devam ettiği gibi dörde, beşe kadar da devam eder. Madem ki
bunlar üzerinde oylar birileri üzerinde toplanmaya başlamıştır, göreceksiniz ki bir
saat sonra bir kişi üzerine toplanarak mutlak çoğunluğa ulaşılacaktır.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Fethi Beyefendi, şahsınız adına mı söylüyorsunuz,
Hükümet adına mı?
FETHİ BEY (Devamla): Hayır, şahsım adına söylüyorum.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bir soru soracağım.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendim hatip sözünü söyledi. Beya
natı Hükümet adına değildir. Kendisi müsaade etmeyince soru soramazsınız.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Hükümet adına mı, şahsı adına mı söylüyor? (kendi
adına sesleri) Kendisi cevap verecek beyefendiler, siz bilmiyorsunuz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendim rica ederim kendi adına söy
ledi.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Hükümet adına yahut şahsım adıma söylüyorum diye
kendisi söyleyecektir, efendim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendim kendilerine İstanbul Mebusu
Fethi Bey diye söz verdim. Ben öyle söyledim.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Beyefendi siz söyleyemezsiniz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Salih Efendiyi sözden menediyorum.
İhtar ediyorum.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Hayır beni konuşmaktan menedemezsiniz, usul vardır.
Hatip sözünü bitirmiş, ben de soru soruyorum.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): İhtar ediyorum, iki defadır söz vermi
yorum.

560
SALİH EFENDİ (Erzurum): Hacı Şükrü Bey'e, benim seçim mıntıkam adına söz
söyleyemezsin. Sen ne karışıyorsun? Resmen müracaat ediyorum ve millet kür
süsü adına soruyorum beyefendi.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Hangi maddeye dayanarak soruyorsunuz?
SALİH EFENDİ (Erzurum): Milletin kuvveti ve Meclisin... (gürültüler, devamlı ayak
patırtıları) Reisin müsaadesiyle söylüyorum.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Salih Efendi sükûnetinizi muhafaza
ediniz, tekrar ediyorum size ihtar ediyorum.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Reis Beyefendi tekrar ediyorum, Meclis yoktur.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Büyük Millet Meclisi vardır ve ilelebet
kalacaktır. (alkışlar)
SALİH EFENDİ (Erzurum): Meclis tehdit altındadır. Söz söyletmiyorsunuz (şiddetli
gürültüler)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendiler Meclisin umumuna arz edi
yorum, Erzurum Mebusu Salih Efendi Meclisin müzakeresini ihlal ediyor. Meclis
ten on beş gün ihracını talep ediyorum. Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsınlar.
Büyük çoğunluk ile kabul edilmiştir. On beş gün Meclise gelemeyecektir. İdare
memurları efendiler neredeler?
SALİH EFENDİ (Erzurum): Tahakkümünüz anlaşılsın. Çok teşekkür ederim, iste
diğinizi yaptınız ve yapıyorsunuz zaten. Bu benim için bir şereftir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu mesele hem gayet mühimdir ve hem de gayet
basit telakki olunabilir. Meclisi mi kısıtlamak lazımdır, yoksa muayyen salahiyetleri,
muayyen verilen hakları mı kısıtlamak lazımdır? Mesele budur. Muhtelif hatip ar
kadaşlarımın ifadeleri o kadar açık ve nettir ki tekrara lüzum yoktur. Onun için
müzakere bu mesele için kafidir, önergeler okunsun. Efendiler güven denilen şey
çoğunluğun oylarına dayanır ve bunun aksine dünyada bir şey olamaz. Binaena
leyh mutlak çoğunluk meselesi olmayınca hiçbir şey makbul değildir. Buna karşılık
Meclis Reisliğinin ve bazı arkadaşlarımızın teklifi oylamaları devam ettirmektir.
Efendiler bunu devam ettirmek mi doğrudur, yoksa umum Meclisin kabulüne uy
gun bir şekil bulmak mı daha doğrudur?
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Kanunu mütalaa edelim.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Efendim, kanun meselesinde Tunalı Hilmi Bey
arkadaşımıza kendi sözleriyle cevap vermek isterim. O kanunu müzakere edebilir
siniz. O kanun çıkıncaya kadar Nafıa Vekaleti meselesi uzatıp gidecektir. Bunu
uzatmaya mahal yoktur. Kanun müzakere edilip neticelendirilinceye kadar geçici
olarak Nafıa Vekaletini bir vekil arkadaş idare etsin. Çünkü bunun birçok emsali
olmuştur, işi böyle bitirmek doğrudur.

561
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Adaylık Kanunu kaldırılmış veya değiştirilmiş
değildir. Bu kanunun esasen yanlışlığı, aday seçmeye salahiyetli olan Paşa Haz
retleri tarafından verilen önergeyle de sabittir. Kendileri o kanunun değiştirilmesini
istemişlerdir. Bu kanun tasarısı Yüce Heyetin gündemindedir. Bence bu müzake
reyi o zaman yapsak daha uygun olur. Sonra efendiler, bir de Hükümet meselesi
çıkarıyorlar. Bu kürsüden defalarca ifade olundu. Hükümet, Büyük Millet Meclisin
manevi şahsiyetidir. Daima vazifesini ifa ediyor. Vazife yapmıyor, bilmem ne oldu,
hayır öyle değildir. Bizde vekiller kanaat ve fikirlerine göre çalışamazlar. Onlar
Büyük Millet Meclisinin gösterdiği yol ve kaideler dairesinde hareket ederler. Bu
sözü reddederim. Bir daha söylemesinler. Filan kısımda bilmem ne imiş, devletin
çarkı dönüyormuş, vekilini üç gün seçememiş, beş gün yine seçemez, kime ne?
Meclis, Hükümet vazifesini bizzat kendisi yapıyor. Hükümetin kendine mahsus
siyaseti yoktur ve olamaz. Kendi fikriyle çalışan vekiller vazifesini tecavüz etmiş
olurlar ve buna tabii cesaret edemezler. Bizim arzumuz aksine hareket ederlerse
gayrimeşrudur, salahiyetleri yoktur. Bu sözler bir daha burada söylenmesin. Hatta
bir gün vekillerin seçimindeki gecikmeden dolayı anarşi bile denmiştir, reddederim.
Bütün herkese ilan ediyorum ki Büyük Millet Meclisi vazifesini ifa ediyor. Anarşi
sözü Yüce Meclisin mukaddes sıfatına uyan bir söz değildir. Bu sözleri söyleyen
kimseler milletine hürmetsizlik etmiş olur ve kendileri aynı sıfatı alırlar. Binaena
leyh Büyük Millet Meclisinin siyaseti vardır. Kurulan çark dairesinde vazife yapıl
maktadır ve her gün de yapılmaktadır.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Şimdi bir kere İç Tüzük teamülümüz, bir
kere de Meclisin çıkardığı kanun vardır. Meclis henüz çıkardığı kanun bazı nok
sanlık dolayısıyla değiştirilmeye muhtaç görülebilir. Bu kanun, yani Meclisin çıkar
dığı her kanun gibi dürüsttür ve tamamdır veya noksandır diyemem. Meclis nok
sanı görür ve düzeltir. Fakat Meclis çıkardığı kanunun noksanını tamamlayıncaya
kadar ona riayet mecburiyetindedir. (şüphesiz sesleri) Meclis, bu adayları kabul
etmemiştir, ikinci bir aday daha göster demelidir. Ben bu hususta bir önerge hazır
ladım. Başka bir şık kalmamıştır. Bunun kabulünü rica ederim. Yalnız şunu arz
edeceğim ki tekrar aynı adayları göstermekte Meclis Reisliğinin hakkı yoktur.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Aday meselesini beğenmediğimiz halde ne yazık ki
her meselede aday usulünü koyuyoruz. Bir heyet seçmek lazım geliyor, şubelere
havale ediyoruz, aday gösteriniz diyoruz. Orada aday usulünü kabul ediyoruz,
burada bu aday usulünü kabul etmiyoruz. Olabilir ya onun tamamını Meclis kabul
etmeyebilir. Bir kanun yapılır. O yeni kanun yürürlüğe girdikten sonra tabii bunun
hükmü kalmaz. Şimdi madem ki bu kanun yürürlüktedir buna uymak zaruridir. Bu
geçen vakitlerimize acıyorum.
HACI AHMET HAMDİ EFENDİ (Muş): Efendim bu mesele etrafında bu kadar söz
söylendiğine ben acıdım. Meclis açıldığında aday meselesi ortada yoktu. O zaman
bütün üyeler aday idi. Bu Adaylık Kanunu şimdi mevcuttur ve yürürlüktedir. Bunu
diğer bir kanun ile kaldırmadıkça bu kanuna uymak mecburiyetindeyiz. Meselenin
nihayet bulmasını rica ederim.

562
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Bu mesele üzerinde başka söz iste
yen yoktur. (kafi sesleri) Bazı üyeler önergeler vermişlerdir. Yüce Heyetinize arz
edeceğim. Bundan sonra da Meclis Reisliğinin kanaatini de izaha mecburum.

TBMM Başkanlığına
Yüce Meclisin ilk teşekkülünde bütün üyeler vekaletlere aday idi. Bu usul
karışıklığa sebep olduğu için şimdiki Adaylık Kanunu kabul edildi. Buna riayet
şarttır. Binaenaleyh gösterilen adaylar arasında en çok oy alan iki aday vardır.
Diğerleri madem ki az oy almışlardır, adaylıkları bitmiş demektir. En çok oy
alan iki adaydan birinin seçilmesi lazımdır. Bu iki aday için oylama yapılırsa
karar yeter sayısına ulaşılır ve karışıklık ortadan kalkar. Bu sebeple dördüncü
defa olarak oylamanın yapılmasını teklif eylerim.
Muş Mebusu
Ahmet Hamdi

TBMM Başkanlığına
Nafıa Vekaleti Vekili için teklif edilen adaylarla dördüncü oylamanın ya
pılması lüzumunu arz ve teklif eylerim, efendim. 4 Haziran 1922
Genç Mebusu
Hamdi

TBMM Başkanlığına
İcra Vekillerinin Seçilmesi Hakkındaki Kanunda vekillerin mutlak çoğunluk
ile seçilmeleri ve oylamanın adedi hakkında İç Tüzük ve diğer kanunlarda bir
kayıt ve mani mevcut bulunmaması sebebiyle oylamaların devamına karar
verilmesini teklif ederiz.
Musa
Konya
Kazım Cebelibereket Mebusu
İhsan

TBMM Başkanlığına
İcra Vekillerinin seçilmesine dair Anayasa Komisyonunda hazırlanan ka
nun tasarısının acilen müzakeresine karar verilmişti. Vekillerin aday meselesi
bu tasarıda halledilmiş olduğundan bu kanun çıkarsa, zorluk çıkan Nafıa Veka
leti Vekili meselesi halledilmiş olacağından bu teklifimin kabulünü arz ve teklif
eylerim. 4 Haziran 1922
Giresun Mebusu
Mustafa

563
TBMM Başkanlığına
Adaylık meselesinin Yüce Mecliste benimsenememesi dolayısıyla sık, sık
meydan gelen vaziyetlerin önüne geçilmek için İcra Vekilleri Heyeti Seçimine
dair olan kanun tasarısının acilen müzakeresini ve bunun kabul edilmesine
kadar Nafıa Vekâletinin Hükümetteki vekil arkadaşlarımızdan biri tarafından ifa
edilmesini teklif ederim. 4 Haziran 1922
Lazistan Mebusu
Ziya Hurşit

TBMM Başkanlığına
Yüce Meclisin kıymetli vaktini, vekilin vekili seçilmesi suretiyle boşa har
camamak üzere izinli bulunan Nafıa Vekili Feyzi Bey'in izni bitesiye kadar yeri
ne Yüce Meclisin kararıyla Maarif veya İktisat Vekilinin vekaleten bakmasının
karara alınmasını teklif eylerim.
Erzurum Mebusu
Salih

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Nafıa Vekaleti Vekili seçimi sebebiyle ortaya çıkan vazi
yet için ne yapılacağının Anayasa ve Adalet Komisyonlarına havalesini teklif
eylerim.
Menteşe Mebusu
Tevfik Rüştü

TBMM Başkanlığına
Nafıa Vekaleti Vekilliğine yeniden başkalarının aday olmak üzere Meclis
Reisliğine müracaat etmenini teklif eylerim.4 Haziran 1388
Karahisar Mebusu
İsmail Şükrü

TBMM Başkanlığına
Yüce Mecliste zaman zaman meydana gelen münakaşalar güven veya
güvensizlik şeklinde olmayıp doğrudan doğruya Adaylık Kanununun ıslaha
muhtaç bir halde olduğunu göstermektedir. Adaylık Kanunu tetkik ve tekrar
müzakere olunmak üzere bu hususun Anayasa ve İç Tüzük komisyonlarına
havalesini ve halen yürürlükte olan Adaylık Kanunu hükümlerine göre Nafıa
Vekâleti Vekili için son defa olarak yeniden oylama yapılmasını teklif eylerim.

564
Ertuğrul Mebusu
Mustafa Kemal

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendim, malumunuz Divan Reisliği


Yüce Heyetinizce kabul edilen kanunların hükümlerine riayete mecburdur. Yüce
Heyetinizin kabul ettiği Vekiller Heyeti Seçimi Kanununda açıklık vardır. Birçok
üye vekiller mutlak çoğunluk ile seçilir, bazı üyeler de ifadelerinde Meclis baskı
kabul etmez, buyurdular. Meclisçe kabul edilen kanun gereğince hareket edilmek
le Meclis baskı altına alınmış olmuyor zannederim. Bu, baskı yapmak manasına
gelmez. Kanunu kabul etmek ve hükümlerini icra etmek demek, Meclisi baskı
altına almak manasını ifade ettiğini ben kani değilim. Mutlak çoğunluk, İç Tüzükte
açıkça geçmektedir. İki defa karar yeter sayısı bulunmazsa yine oylama yapılır. Bu
hususta münakaşa cereyan etti. Azınlığın oylarıyla vekil seçilmez, dendi. Bazı
üyeler de oylamayı tehir edelim, kanun komisyondan gelmiştir, onu müzakere
edelim, buyurdular. Diğer bazı üyeler de Yüce Heyetin vereceği karar geçerlidir,
kanunu kaldıralım ve bir karar ile birini seçelim, diyorlar. Ben bu hususta şu nokta
yı arz etmek istiyorum ki Yüce Heyetinizin kararı kanun mahiyetinde olamaz, bu
pek muhterem ve ehemmiyetlidir. Bir kanunun kaldırılması usul iledir. Uzun uzadı
ya müzakere lazımdır. Yalnız bir kararla bir kanun yürürlükten kaldırılamaz. O
halde efendim, Meclis Reisliği iki teklifi oya koymak zaruretini hissediyor. Birisi, İç
Tüzüğün mutlak çoğunluk hakkındaki maddesinin açıklığını kabul buyuran ve iki
veya üçüncü oylamada en çok oy alan adayın vekil seçilmesidir. Bu kabul edilme
diği takdirde Adaylık Kanununun açıkça ifade ettiğine karşı mutlak çoğunluk bu
luncaya kadar oylamaya devam etmektir. (oya sesleri) Yüce Heyetinizin arzusu
üzerine Divan müzakere açtı. Fakat bu demek değildir ki kanunların yürütme sala
hiyetini Meclis Divanına verdiniz. Divan, Yüce Heyetinizin kabul ettiği kanunları
yürürlükten kaldırmak salahiyetini kendinde göremiyor. (oya sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Benim de sormak istediğim buydu. Buyurduğunuz
doğrudur, kanuna riayet mecburiyetindesiniz, bu çok doğrudur. Ancak ikinci bir
husus var, o da elde bir kanun vardır, komisyondan gelmiş ve hazırdır. Bu kanun
ele alınsın, kanun çıkarılıncaya kadar eskiden emsali olduğu gibi bir vekil arkada
şımız Nafıa Vekaletini idare etsin yolunda bir teklif vardır. (doğru olmaz sesleri) Bu
da kanunsuz bir teklif değildir fikrindeyim. Ben bunu dikkate alın diyorum. Yüce
Heyet kabul ederse eder, etmezse etmez.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Selahattin Beyefendi, esasen bu ka
nunun acilen müzakeresi dünkü celsede kabul edilmişti ve Meclisin gündeminde
dir. Diğer hususa gelince, vekiller arasından birisinin bu vazifeyi ifa etmesidir.
Efendim aynı zorluğun bunda da meydana gelmesi kuvvetle beklenir. Bir de efen
dim, kanunun verdiği salahiyete dayanarak bir liste Yüce Heyetinize arz edilmiştir
ve kanunun muamelesi bitmemiştir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Osmanlı memleketlerinde, yani bizim Büyük Millet
Meclisinin hudutları dahilinde vekillerden birisi bir yere giderse teamül nedir ve ne
565
yapılırdı, rica ederim? Bu teamülde memleket haricine çıkan arkadaşlardan birisi
nin yerine birisi vekalet eder. Neden bu teamül söylenmedi? Binaenaleyh bu şe
kilde buna riayet olunmuyor da diğerine riayet olunuyor? Berikinin üzerinde ısrar
olunuyor? Anlamadığım nokta budur.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Cevabını Yüce Heyetinize arz ede
yim. İçişleri Vekili Fethi Beyefendinin Samsun'a gitmesi üzerine bu mesele enine
boyuna müzakere edildi asabi münakaşalar oldu. Neticede bir vekaleten bir vekilin
Yüce Heyetinizce seçilmesi kararlaştı. Yüce Heyetinizin bana bahşettiği salahiyet
ve itimatla bunun haricinde hareket imkanını göremiyorum.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Nafıa Vekili izinlidir, vazifeli olarak gitmemiştir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim müsaade buyurursanız ben İç Tüzük itibarıy
la bir noktaya ilişmek isterim. İç Tüzüğün ellinci maddesi,
"Reis Mecliste leh ve aleyhte söylenen sözleri hulasa ederek Meclise açıklar ve
hiçbir vakit kanaatini ifade edemez. Eğer kendisinin de bir kanaati varsa, söylenen
sözlerden dolayı birisine cevap verecekse o vakit Divan kürsüsünü terk eder."
...diye yazar. Zannediyorum Meclis Reisi bu meselede İç Tüzüğe aykırı olarak
kanaatini ifade etmiştir. (gürültüler) Müsaade buyurun, ben öyle anladım. Benim
kafam kalın, öyle anladım. Başka türlü anlayan varsa söylesin rica ederim. Ortada
iki, üç önerge vardır. Bu önergelerden ikisini Reis Beyefendi kendi kanaatine uy
gun bulmuştur ve diğerlerini oya koymayacağım demiştir. Ben zannediyorum ki
Meclis Reisinin bu salahiyet yoktur ve İç Tüzükte de böyle bir şey yoktur. Eğer
kanaatini söylemeyi arzu ediyorsa, tabii kendisi de mebustur İç Tüzük gereğince
Divan Makamını terk eder, kürsüye gelir, kanaatini ifade eder. Ben bunun yanlış
bir şekil olduğu kanaatindeyim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Şükrü Bey'in ifade etmek ettiği arzu
olabilir. Yüce Heyetinizin salahiyetine hürmet etmek benim için bir vazife olduğun
dan oylama yapılırken celseyi idare etme vazifesini başka birine bırakmayı mem
leketin, milletin adına uygun bulmuyorum. Bir tarafa veya diğer bir tarafa taraf
tutma yoktur, efendim. Ben verilen önergeleri arz ve izah ettikten sonra Meclis
Reisinin kanunlara uymak mecburiyetinde olduğunu ifade ettim. Malumatım oldu
ğu kadar izaha çalıştım. Ne şu taraf için ve ne de bu taraf için kanunun haricinde
oyumu açıkladımsa o zaman söylediğiniz bahis mevzu olur. Bütün hatipler söz
aldılar ve söylediler. Onların sözlerini hülâsa ettikten sonra Meclis Reisinin vazifesi
olarak düşündüğüm bir kanun meselesini Yüce Heyetinize arz ettim ve başka türlü
hareket edemeyeceğimi söyledim. (oya sesleri)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Müsaade buyurursanız izah edeyim. Yanlış anlaşılmış.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Sizden evvel söz alan Hüseyin Avni
Bey var. Sonra size söz veririm.

566
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, bizim müzakereye nasıl başladığımızı
hatırlamak lazım. Bu hatırlanırsa Divan Reisliğinin de böyle müşkül bir mevkide
kalıp kalmadığı belli olur. Dün yapılan oylama ile bir hukuki mesele ortaya çıkmış
tı. Gösterilen adaylar üzerinde kaidemize, teamülümüze, İç Tüzüğe göre mutlak
çoğunluk elde edilemedi. Şimdi müşkül bir mevkide kaldık. Acaba Yüce Meclis bu
adaylar üzerinde ısrar edilecek, bunların üzerinde mi oylama devam edecek?
Yoksa o Adaylık Kanununun aksine yeni bir hareket mi yapacak? Buna ait müza
kerenin açılmasını gereksiz görüyorum efendiler, eldeki mevcut kanunlara itaat
edilmesi mecburi ise oylama devam etsin denecektir. (olamaz sesleri) Buna göre
Reis Bey'in şimdi buyurduğu gibi mesele kanuna muhalefet edemeyiz şekline
döndüyse, Şükrü Bey haklıdır. Onun için cereyan eden müzakeredeki kanaatler
den, verilen önergelerin sırayla oya konması zarureti doğuyor. Kabul edip etme
mek Yüce Heyetin elindedir. Yüce Heyet yaptığı kanunu bu şekilde kaldıramaz
mı? Nitekim Adaylık Kanunu iki saat içerisinde çıkmıştır. Bu da iki gün içerisinde
çıkabilir. Evvela kanunun hükümlerine itaat ediyor muyuz, etmiyor muyuz? Ediyor
sak tabii bunu oya arz etmek Meclis Divanı için zaruridir.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Yüce Meclisin bir kararla bilmem
mevcut olan bir kanunu değiştirmek salahiyetine sahip midir? Meseleyi bu bakım
dan tetkik ederek ben ancak ve ancak kanuna uygun olan bir şekilde meseleyi
halledebileceğimi söyledim. Bunu oylama öncesi kanaat ifade etme olarak kabul
etmiyorum ve bunu evvela oylarınıza arz edeceğim. Yani Meclis Reisliği vazifesini
tarafsız olarak ifa ettiğim kanaatindedir. Aksini iddia eden varsa buyursun.
ALÎ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, zannediyorum ki demin İç Tüzüğü kastede
rek söylediğim sözler Reis Paşa tarafından yanlış anlaşılmış veya ben anlatama
dım. Bir defa ben taraf tutuyorsunuz demedim. Reislik Makamının tarafsız olduğu
na en fazla inananlardan birisiyim. Binaenaleyh taraf tutma meselesi bahis mevzu
değildir. Yalnız ortada bir mesele vardır ki o da üç muhtelif kanaate göre yazılmış
önergeler var. Reis Beyefendi buyurdular ve şimdi izah ettiler ki bir kanun Meclisin
bir kararıyla yürürlükten kaldırılamayacağı için üçüncü önergeden başka önergele
ri oya koyamayacağım. Ben bunu oylamaya istikamet verme mahiyetinde düşün
düm. Çünkü o önergeleri oya koymamak, önerge sahibi olan arkadaşların kanaa
tini iptal etmektir. Şimdi Reis Beyefendinin kanaati, Meclisin yaptığı bir kanun bir
kişinin kanaatiyle kaldırılamaz. Benim kanaatim de kaldırılabilir merkezindedir.
Demek ki bu kati bir mesele değildir ve bunun emsali de vardır. Hakikaten burada
ve bizim tatbik etmekte olduğumuz idari kararlar mevcuttur ve onlar kanun mahi
yetinde olarak belki iki üç seneden beri tatbik olunmaktadır. Şimdi bu, yoruma
muhtaç bir meseledir. Şimdi benim maksadım kanaatimi arz etmektir. Reis Bey
istediği tarzda kendi kanaatini oya koyar, fakat benim de kanaatimi, evvelki yanlış
dahi olsa ve Yüce Heyet kabul etmese bile, söylemeye mecburum ve bunun da
taraf tutma olarak anlaşılmasını katiyen kabul edemem. Çünkü Reis Bey'in katiyetle
tarafsız olarak vazife yaptığına inananlardanım.

567
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Müsaadenizle tekrar ediyorum. Gü
veninizle Yüce Meclisinizin Reisliğini idare etmekte olduğumdan kanaatimde ısrar
ediyorum. Meclisin kararı kanunları yürürlükten kaldıramaz ve bunu açıklanmaya
muhtaç bir şey diye düşünmem. (hayır sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ne üzerine müzakere olunursa karar o hususta
kanundur.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Hayır efendim, usulüne göre müzake
re edilmeden ve madde gösterilmeden Meclise arz edilen hususlar kanun olarak
kabul olunmaz. Efendim vekillerin seçimini, İcra Vekilleri Seçimine dair Kanun
mutlak çoğunlukla, İç Tüzük ise salt çoğunlukla diyor. Onun için müsaade buyuru
nuz efendim. Uzun müddet cereyan eden müzakerenin neticesini oylarınıza arz
ediyorum. Nafıa Vekaletine vekalet edecek olan üyenin seçilmesinde salt çoğun
luğun kafi olmasını kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Kabul edilmemiştir. O hal
de mutlak çoğunluk ile seçilmesi kabul edilmiştir. Bunun için rica ediyorum, yokla
ma yapacağız. Oylarınızı kullanmaya başlayınız.

SELAHATTİN BEY (Mersin): Kaç oylamaya kadar gidecek?


MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Mutlak çoğunluk bulununcaya kadar
1
yapılacaktır. İntihaba başlıyoruz. Lütfen oylarınızı kullanmaya buyurunuz.

8 HAZİRAN 1922: TRABZON MÜDAFAAYI HUKUK CEMİYETİ HAKKINDA İÇİŞ


LERİ BAKANI ALİ FETHİ BEY İÇİN VERİLEN GENSORU ÖNERGESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 50.Birleşim, Gündem: 7/1)

Karadeniz kıyılarında Rum Pontus Devleti kurmak için çalışan çete


lere karşı Trabzon ve çevresinin haklarını korumak üzere Trabzon Mü
dafaayı Hukuk Cemiyeti 1919 yılında kurulmuştu. Bu Cemiyetin yardım
larıyla Pontus isyanı bastırıldı. Ancak Kayıkçılar Kahyası Yahya’nın
Limana giren ve çıkan mallardan vergi alması ve bu paraların yolsuzluk
konusu olduğu suçlamaları üzerine Cemiyet hakkında soruşturma açıl
dı. Bu durum Mecliste muhalefetin tepkisini çekti.

(Yirmi gün önce, 18 Mayıs 1922 tarihindeki gizli oturumda soru önergesi okunmuş ve
gündeme alınması kabul edilmişti.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey ve arkadaş
larının İçişleri Vekaleti tarafından cevaplanmasını istedikleri bir gensoru önergesi
var. Bu önergenin bazı maddelerinin bugün aleni celsede okunmasında belki milli

1
TBMM Zabıt Ceridesi (4 Haziran 1922), 1.Dönem, c.20, s.146-163, http://www.tbmm.gov.tr/
568
menfaatlerimizi ihlal eder mahiyette bazı ifadeler var kanaati hasıl oldu bende.
Aynı zamanda Şükrü Beyefendi de celsenin kısmen gizli, kısmen aleni olmasını
istedi. Önerge bir kere gizli celsede okunsun ve sonra Yüce Heyetiniz gizli veya
aleni celse olmasını karar versin.

TBMM Başkanlığına
Kanaatime göre İçişleri Vekili Fethi Beyefendinin memleketi iyi bir şekilde
tanıyamaması, halkın ruh halini bilmemesi ve hatta uzun müddet dışarıda bu
lunması dolayısıyla milli teşkilâtımızın teferruatını kavrayamamış bulunması
yüzünden, bugüne kadar müsamahası önünde cereyanına müsaade ettiği ka
nunsuz, yolsuz ve istiklal mücadelemizin ruhuna uymayan icraatın bir müddet
daha devamını milli menfaatlerimize aykırı gördüğümden aşağıdaki on bir
maddenin acilen cevaplandırılmasını teklif ederim.
1. Seçim bölgemin merkezi olan Trabzon Şehri ile havalisi askeri kumandanı
nın keyfi icraatı neticesi olarak, kanunsuz tevkif, hapis, meskene tecavüz, halkı
silahla tehdit ve belli zamanlarda umumi ve hususi yolları kapatmak suretiyle
gerek şehir içinde ve gerek şehir ile köyler arasındaki gidiş gelişi yasaklaması
na misal olarak şunlar tespit edilmiştir.
-Yomra Nahiyesinin Şana Köyü Muhtarı Aziz Çavuş’un kanunsuz olarak tevkif
edilerek kalede hapsedilmesi, daha sonra yaptığım teşebbüs üzerine sivil ida
reye teslimi ve savcılığın tahliye kararına rağmen tekrar Kumandanlık tarafın
dan tevkif edilerek ve kalede hapsedilmesi.
-Meskene tecavüze misal olmak üzere üyelerimizden Trabzon Mebusu Celalettin
Bey’in evine subayların girmesini, Oğlu Bedri Efendi’nin tehdit edilmesini ve
Yomra Nahiyesi köylerinden bir çoğunda girilmedik ev kalmadığını ifade ederim.
-Değirmendere'de bir bakkaldan piyasanın aşağısında bir fiyatla şeker almak
isteyen bir subayın, bakkalın muvafakat etmemesi üzerine bakkalı tehdit etme
si ve ağız münakaşası üzerine getirdiği dört silahlı askeri siperlere yatırmak
suretiyle silahla tehditte bulunması.
-Şehir dahilinde hüviyet yoklaması bahanesiyle öğle vakti bütün alış verişin tatil
edilmesi.
-Trabzon-Erzurum karayolunu uzun müddet kapatması.
2. Bütün bu yolsuz ve halkı ezici muameleler neticesi olarak yaptığımız şikayet
üzerine Trabzon'a gönderilen tahkik heyetinin tahkikatından henüz bir netice
çıkmaması.
3. Erzurum, Sivas kongreleri kararlarına göre seçilmiş olan ve memlekete yap
tıkları hizmetler herkesçe bilinen Trabzon Heyetinin faaliyetlerinin kanunsuz

569
olarak Hükümet tarafından tetkik ettirilmesi.
4. Milli cemiyetler, bilhassa bugünkü teşkilatımızın temelleri olan Müdafaayı
Hukuk cemiyetleri, elde mevcut mevzuata göre doğrudan doğruya kongrelerine
karşı hesaplarını mahkemeye arz mecburiyetinde bulundukları halde, Trabzon
Müdafaayı Hukuk Cemiyetinden Hükümetçe usule ve kanuna aykırı hesap
istenilmesi.
5. Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin hesaplarını tetkike memur edilen
Heyetin ard niyetli olduğunu fark eden Cemiyet Reisi ve üyeleri pek buhranlı
geçen şu son seneler içinde yaptıkları hizmetlere karşılık haysiyet kırıcı mua
mele üzerine derhal istifa ettikleri halde, istifaları kabul edilmemiştir. Aylar son
ra ortada mevcut mevzuatın açıklığına rağmen Vali Vekili tarafından teşkil edi
len bir müteşebbis heyete devrine zorlanmaları ve hatta Müdafaayı Hukuk He
yetinin hiç bir sıfat ve salahiyeti kalmadığı yolunda karakollara kadar emirler
vermek, ilanlar yapılmak suretiyle memleketin bu güzide, vatanperver ve hami
yetli evlatları tahkir edilmiştir.
6. Özellikle Trabzon meselesi adı altında hiç yoktan ortaya çıkartılan mesele ile
şahsen alakadar olan Tümen Kumandanı başka bir yere tayin edildiği ve yerine
başka bir kumandan gitmiş olduğu halde, Vali Vekili sıfatıyla hâlâ Trabzon'da
bırakılmıştır. Kendisi hakkında belki de pek açık bir şekilde şikayet etmiş olan
Müdafaayı Hukuk üyelerinin yine bir kumandan vasıtasıyla manen ezdirilmek
istenilmesi.
7. Bir siyasi lüzum üzerine sahillerden iç mıntıkalara nakilleri emredilen Hıristi
yanlardan asıl tehlikeli olan bazı kimselerin Trabzon'da alıkonulmaları ve bazı
larının da İstanbul'a gitmelerine müsaade edilmesi. Merkezden verilen emre
göre Akçaabat Kazasından içerilere sevk edilmek istenilen ve kardeşi Amasya
İstiklal Mahkemesince idama mahkum edilmiş bulunan Enfiyecioğlu, Vali tara
fından kafileden alınmak suretiyle ve Akçaabat ahalisinin itirazlarına rağmen
Trabzon'da alıkonulmuştur. Mondros Ateşkesinden sonra Trabzon'da görülen
bir mahkeme sırasında, şimdiden sonra Türklerin buralarda hayat hakkı yoktur,
buraları Pontus Hükümetine aittir diyen ve bu ifadesi mahkeme kayıtlarında
bulunan genç bir komiteci Dava Vekili Akrididi’nin İstanbul'a gitmesine müsaa
de edilmiştir.
8. Hükümet, yine bir siyasi lüzum üzerine bugüne kadar Rumların dışarıya gitme
lerine müsaade etmediği halde, son zamanlarda Samsun'a giden İçişleri Vekili
Bey’in bir hayli Rum ailelerinin İstanbul'a gitmelerine müsaade etmesi ve müsaa
de edilen ailelerin Yelkencioğulları, Andavallıoğulları ve Enfiyecioğulları gibi hem
pek zengin, hem de Pontusculuğun öncüleri olan ve bir kısmının Amasya İstik
lal Mahkemesinde ihanetleri kesinleşip, cezalarını çeken ailelerden olması.
9. Trabzon'da meydana gelen hadiseleri yakından tetkik etmek üzere Trabzon

570
'a giden İçişleri Vekili Beyefendinin, halk ile zerre kadar temasa lüzum görmek
sizin yalnız Vali Vekili olan Kumandanla görüşmekle yetinmesi.
10. Bilhassa Pontusçu Rum eşkıyasının yakalanması maksadıyla Canik hava
lisine gitmiş olan İçişleri Vekili Beyefendinin dönüşünde o havali mebuslarına
ancak sekiz yüz kadar ve çeşitli mahallere dağılmış Rum eşkıyası mevcut ol
duğunu söylemesine rağmen, Tokat havalisinde ve hatta Tokat şehrine iki üç
saat mesafede bulunan bir çok Müslüman köylerinin bu eşkıya tarafından ya
kılması ve halen bu şakilerin Erbaa ve Samsun havalisinde, hatta Samsun'a
girmeye göze aldıracak derecede cüretli bir şekilde eşkıyalığa devam etmeleri.
11. Canik havalisindeki eşkıyalığa mani olmak maksadıyla o havaliye seyahat
etmiş olan İçişleri Vekili Beyefendinin icraatı hakkında şimdiye kadar Yüce
Meclise izahat vermemesi.
Trabzon Mebusu
Ali Şükrü ve 16 arkadaşı

ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Benim evvelce verdiğim önerge iki kısımdı. Yedinci
maddeye kadar olan maddelerin müzakeresinin aleni celsede olması ve milletin
duyması lazım idi. Geri kalan maddelerin, yani Pontus’a ait meselenin de gizli
celsede müzakeresini talep etmiştim. İki şekil olmaz denince ben onları silmiştim.
Zaten soru önergemi de şimdiye kadar tehir etmemin sebebi memleketin selameti
için idi. Rica ederim eğer önergem kabul edilecek olursa, yine evvelce arz ettiğim
gibi bu açık olan kısmının aleni ve geri kalan kısmının gizli celsede müzakeresini
rica edeceğim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, gensoru önergesinin ne gibi hususlara dair
olduğu belli oldu. Tamamı aleni celsede okunacak ve oya konacaktır. Kabul eden
ler lütfen ellerini kaldırsın. (anlaşılmadı sesleri) Tamamını aleni olarak kabul eden
ler... (gürültüler) Gensoru önergesinin kabul edilmesi için aleni celse olması la
zımdır. Kabul edilmezse gizli celsede okunması lazımdır. Şimdi aleni celsede ta
mamının okunmasını kabul edenler.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurun efendim. Olmaz Reis Bey, rica
ederim, lütfen ikiye ayırınız.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun o arzunuzu da tatmin etmek için de
oya koyacağım. Tekrar önergenin aleni celsede okunup, gizli celsede müzakere
sine taraftar olanlar lütfen ellerini kadirsin. Bu usul kabul edilmedi efendim. Şimdi
önerge sahibi teklifinde ısrar ediyor ve diyor ki bir kısmının yani yedi maddesinin
aleni celsede okunup aleni celsede müzakere edilmesini ve diğer kısmının, yani

571
Pontus meselesinin gizli celsede okunup gizli celsede müzakere edilmesini kabul
edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.

(8 Haziran 1922 tarihindeki oturumda İçişleri Vekili


1 Ali Fethi Bey gensoru önergesini
cevaplamak üzere söz aldı.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): İçişleri Vekili Bey için verilen gensoru önergesinin
müzakeresine başlıyoruz. Buyurun, Fethi Beyefendi.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, muhterem arkadaşımız Ali Şükrü Beye
fendi Hazretlerinin kanaatine göre, ben uzun müddet memleketten uzak kalmış
olmam ve memleketin ruh halini bilmemem sebebiyle, memlekette birçok kanun
suz ve uygun olmayan vaziyetlere göz yummuşum. Bir an evvel buna çare bulun
masını rica ediyor. Hakikaten ben de bu kadar kanunsuzluk göstermiş olan bir
vekilin bir an bile makamında kalmaması icap eder kanaatindeyim. Adeta kendi
kendimden şüphe etmeye başladım ve nasıl olmuşta bu kadar fenalıklar benim
zamanımda olmuş diye telaşa düştüm. Fakat bütün bu icraatın mühim kısmı doğ
rudan doğruya benim vazifeye başlamamdan önce olmuştur. Ali Şükrü Beyefendi
Hazretlerinin bana mesul tutabileceği iki nokta kalabilir, biri Trabzon Müdafaayı Hu
kuk Cemiyetinin hesaplarının tetkik edilmesi ve o Cemiyetin yeniden seçilmesi için
teşebbüste bulunulması. İkincisi de Vali Vekili olarak orada bulunan Tümen Kuman
danı Sami Sabit Bey’in henüz memuriyetine nihayet verilmemiş olmasıdır. Buraya
gelmezden evvel önergede ifade edilen meseleleri, Vekalette tetkik ettim ve tek tek
bunları not aldım. Kanunsuz yere hapis, halkı tehdit, çeşitli zamanda umumi ve hu
susi yolları kapatma gibi fenalıkları sizinle birlikte gözden geçirmek istiyorum. Öner
gede diyor ki,
"Yomra Nahiyesinin Şana Köyü Muhtarı Aziz Çavuş’un kanunsuz olarak tevkif
edilerek kalede hapsedilmesi, daha sonra yaptığım teşebbüs üzerine sivil idareye
teslimi ve savcılığın tahliye kararına rağmen tekrar Kumandanlık tarafından tevkif
edilerek ve kalede hapsedilmesi."
...Malumunuz geçen sene Yunan donanmasının Karadeniz sahillerini bombala
ması üzerine o mıntıkada harp hali ilan olunmuş ve sıkıyönetim ilan edilmişti. Ora
daki sıkıyönetim, ben İçişleri Vekili olduktan sonra Hükümet tarafından kaldırıldı.
Şana Köyünde Muhtar Aziz Çavuş hakkında yapılmış olan bu muamele sıkıyöne
tim zamanında, 11 Kasım 1921 tarihindedir. Trabzon'da bulunan ve Hükümetçe
yakalanmasına emir verilen bir şahsın Şana Köyüne gittiği görülmüş. Bunun üze
rine bir müddet sonra Şana Köyü muhtarı Aziz Çavuş’un bir kaç hayvan ile birlikte
Trabzon'a geldiği görülmüştür. Bunu gören Tümen kumandanı, Aziz Çavuş’un
Hükümetçe aranmakta olan şahsa yataklık etmekte olduğundan şüphe ederek,
kendisinden bu hayvanları nereden getirdiğini sormuştur. Hayvanlara yolda rast

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (18 Mayıs 1922), 1.Dönem, c.3, s.362-365, http://www.tbmm.gov.tr/
572
geldiğini ve bir kiraladığını ifade etmiş ve kimden kiraya alındığı sorulduğu zaman
bilmediğini bildirmiştir. Halbuki tahkik edildiği zaman hayvanların esasen aranıl
makta olan şahsa ait olduğu anlaşılmış ve bunun üzerine kendisinin Hükümetçe
aranılmakta olan şahsa yataklık etmekte olduğuna kanaat getirilerek tevkif olun
muştur. Sıkıyönetimin kaldırıldığına dair Trabzon'a tebligat yapılması üzerine der
hal Tümen Kumandanı bunu sivil idareye teslim etmiştir. Aziz Çavuş mahkeme
edilmiş, neticede beraatına karar verilmiş ve tahliye edilmiştir. Tümen Kumandanı
bunu tekrar hapsetmiş ve sonra kefalete tahliye edilmiştir. Hadise bundan ibarettir.
Binaenaleyh Ali Şükrü Bey’in kanunsuz tevkif ve hapis dediği mesele bu şekilde
cereyan etmiştir.
SAMİ BEY (İçel): Efendim, bu noktayı açıklasınlar da anlaşılsın.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim not alırsınız, sonra sorarsınız.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): İkinci mesele, meskene tecavüz meselesidir.
"Meskene tecavüze misal olmak üzere üyelerimizden Trabzon Mebusu Celalettin
Bey’in evine subayların girmesini, Oğlu Bedri Efendi’nin tehdit edilmesini ve Yomra
Nahiyesi köylerinden bir çoğunda girilmedik ev kalmadığını ifade ederim."
... Bu hadise de şu şekilde cereyan etmiştir. Azerbaycan’ın Gence ahalisinden
olup devlet hizmetini kabul etmiş süvari üsteğmeni Hududad Efendi adında bir
subay, kıtasına katılmak etmek üzere Trabzon'a gelir. Bu subay, Tümen Kararga
hından bir arkadaşı ile beraber bir odada beş on gün kaldıktan sonra kiralık ev
bulmak için Tümen civarında bir bakkala müracaat ederek o civarda kiralık bir boş
ev olup olmadığını sorar. Bakkal da...
-Bilmiyorum, sorunuz belki vardır,
...der. Onun da o sıralarda gözüne kestirdiği büyük bir ev, tesadüfen Mebus Cela
lettin Bey'in evini görür. Evin kapısını çalar, kapıyı açarlar, içeriye girerler, orada
havluda bir çocuk oynuyormuş. Subay çocuğa, burada kiralık oda var mı, der.
Onun üzerine Celalettin Bey’in Oğlu Bedri Efendi...
-Ne istiyorsun.
-Kiralık ev istiyorum.
-Hayır, burada kiralık ev yoktur, dışarı çık.
-Böyle beni kovamazsın,
...der. Aralarında münakaşa olur. O esnada subayın arkadaşı derhal onu kolundan
tutar dışarı çıkarır. Mesele bu şekilde cereyan eder. Hadise bir subayın hatası
dolayısıyla her hangi bir eve izinsiz girmesinden ibarettir. Bunun için de Subay
bellidir, her şey meydandadır, müracaat edilir, hakkında lazım gelen ceza verilir.
Binaenaleyh bu hususta bana isnat edilen mesuliyeti anlamıyorum. Bir subay bir

573
eve girebilir, nitekim Ankara'da birçok misali olmuştur. Fakat bunun için mahkeme
kapıları açıktır. Kimin evine böyle tecavüz olursa onun mahkemeye müracaat
etmesi ve o kişinin cezalandırılmasını talep etmesi bir haktır. Bu tecavüzden dola
yı İçişleri Vekiline ne gibi bir mesuliyeti olduğunu bir türlü anlamıyorum. Eğer bizim
tarafımızdan verilen bir emirle bu tecavüz teşvik edilseydi o zaman mesuliyeti bize
atabilirlerdi. Böyle bir şeyin aslı esası yoktur. Önergede, Trabzon’un Yomra Nahi
yesi köylerinden birçoğunda girilmedik ev kalmadığı ifade edilmiştir. Efendim,
Trabzon'a civar olan bu Yomra Nahiyesi iki yüz haneli bir yerdir. Bu Nahiyede
katiller, kaçaklar, asker firarileri, eşkıyalar ve bazı fenalıklar yapmış olan kimseler
dolaşmakta imiş. Arama yapılmış, bunların büyük bir kısmı yakalanmış, hapsedil
miş ve bu sayede Trabzon Şehri ile havalisinde asayiş tamamıyla temin edilmiş.
Bunların yakalanmalarından dolayı ahali memnundur ve asayiş mükemmeldir. Bu
eşkıyaları yakalamak maksadıyla yapılan bu hareketten dolayı şikayetçi olunacak
yerde müteşekkir olmak lazım gelir. Şurasını da arz etmek isterim ki efendiler,
bütün bu askerlerden şikayetler arz ettiğim gibi, kasım ayı içinde olduğu için, o
zaman Genel Kurmaya ve Başkumandanlığa şikayet edilmiş ve Genel Kurmay da
bunları tahkik etmiştir. Benim bu söylediğim şeyler, o tahkik raporundan alınmıştır.
"Değirmendere'de bir bakkaldan piyasanın aşağısında bir fiyatla şeker almak iste
yen bir subayın, bakkalın muvafakat etmemesi üzerine bakkalı tehdit etmesi ve
ağız münakaşası üzerine getirdiği dört silahlı askeri siperlere yatırmak suretiyle
silahla tehditte bulunması."
...Tahkik heyeti bunu da tetkik etmiştir. Değirmendere'de böyle bir bakkal vardır.
Adı Kenanoğlu Temel'dir ve Tahkik Heyeti kendisinin ifadesini almıştır. Cevaben
diyor ki,
-Benim dükkanıma ne yüzbaşı, ne de silahlı asker gelerek, ne bana ve ne de oğ
luma bir şey söylememiştir ve yapmamıştır. Bu sözü kim uydurdu bilemiyorum.
-Oğlum, doğrusunu söyle.
-Ben Allah'tan başka kimseden korkmam. Her şeyin doğrusunu söylerim. Bana bir
fenalık eden yoktur. Ben Müdafaayı Hukuk adamlarını bilmem ve onlara gidip de
şikayet etmedim. Bunu nereden uydurduklarını bilemiyorum.

...cevabını vermiş. Temel'in bu ifadesi Müdafaayı Hukuk Heyetine gösterilir ve ne


için bu adamın hakikati söylemediği sorulur. Müdafaayı Hukuk Reisi de der ki,
-Bunun oğlu askerlik yaşındadır. Eğer size hakikati söyleyecek olursa belki asker
likten dolayı baskı olabilir diye düşünmüş ve hakikati saklamış, size söylememiştir.
...demiştir. Bunun üzerine tekrar tahkikat yapılmış ve bu Temel'in oğlunun daha iki
sene sonra askerlik yaşına gireceği anlaşılmıştır. Binaenaleyh bu itibarla bu mese
lede şüphe görülmüştür. Fakat meseleyi bir de biz tetkik edelim dedik. Bir yüzbaşı
bir bakkala gitmiş, piyasadan daha az fiyatla şeker almak istemiş, bakkal da ver
memiş, bunun üzerine yüzbaşı dört asker getirmiş ve bakkalın etrafına siperler
574
yapmıştır ve siperler arasında bakkalı tehdit etmiş. Bu efendiler biraz benim aklı
ma göre ihtimal haricinde bir şey gibi görünüyor. Eğer yüzbaşı bakkalı tehdit ede
cekse askerleri dükkan içerisine sokar ve o şekilde tehdit eder. Ben de bunu biraz
hakikaten uzak görüyorum ve bakkal çeşitli zamanlarda verdiği ifadelere rağmen
böyle bir şeyden haberi olmadığını beyan etmiştir.
"Şehir dahilinde hüviyet yoklaması bahanesiyle öğle vakti bütün alış verişin tatil
edilmesi."
...Efendiler bu, bazı şahısların bazı yerlere nakli için alınmış bir tedbir olduğu için
müsaade buyurursanız buna dair cevabı ve tafsilatlı malumatı başka bir celsede
arz edeyim. Burada bahis mevzu etmeyelim.
"Trabzon-Erzurum karayolunu uzun müddet kapatması."
...Yollardaki eşkıya ve asileri takip edip, yakalamak maksadıyla alınmış tedbirden
ibarettir. Yomra'daki eşkıyanın, katillerin ve asker kaçaklarının yakalanması için
jandarma sevk edilmiş, bu mıntıka ablukaya alınmıştır. Her halde abluka olmazsa
o zaman eşkıya istedikleri gibi firar ederler ve bu yorgunluktan da hiçbir maksat
elde edilmez. Senelerden beri ahaliyi ezen bu şakilerin yakalanmaları maksadıyla
alınan yirmi dört saatlik ablukanın şehirlerarası nakliyata mani olduğu kabul edilse
bile, elde edilecek olan gayeye göre mazur görmek lazım gelir. Bu icraat üzerine
gerek Vilayet idaresine ve gerekse Tümen Kumandanlığına Trabzon'dan ve etra
fından teşekkür yazıları alınmış ve asayiş bu şekilde sağlandığından ahali cidden
rahat etmiş, serbestçe Trabzon'a girip çıkmaya başlamıştır. Çünkü o zamana ka
dar ahali elinde silah olarak, hatta Şehir dahilinde bile silahla geziyorlarmış. Onun
üzerine eşkıyalar yakalandıktan sonra ahali büyük bir nefes almıştır. Efendiler,
Müdafaayı Hukuk meselesini de arz edeyim. Müdafaayı Hukuk Cemiyeti adıyla
her yerde olduğu gibi Trabzon'da da bir heyet vardır. Bu heyet 2 Ağustos 1920
tarihinden 31 Ocak 1921 tarihine kadar vazife yapmış ve Müdafaayı Hukuk hissesi
adıyla ahaliden birçok harç ve vergiler tahsil etmiştir. Bu tahsil ettiği para, şimdi
göreceğimiz gibi, gayet ağır olduğundan ahaliden şikayetler olmuştur. Bunlar hak
kında hatta mahkemeye müracaat edilmiş ve bunun kaldırılması talep olunmuştur.
HASAN SIDDIK BEY (Van): Soyguncu heyet.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim arkadan birisi bu heyetlere soyguncu he
yet diye söylediler.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Kimdir o efendim?
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Van Mebusu Sıddık Bey.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Van Mebusu Hasan Sıddık Bey, Müdafaayı hukukçu
ları soyguncu heyet diye söylemiştir. Sözünü geri alsın.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Ben işitmedim.

575
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Söylemiştir, hepimiz işittik. Sözlerini ya geri alsınlar
veya izah etsinler.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Ahali tarafından seçilmiş olan bir heyete soyguncu
demek bir memlekete hakarettir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Vekil Bey’in konuşmasının neticesinde me
seleden bahsedersiniz. (gürültüler)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Fethi Beyefendinin izahatından sonra gelirler, bu
rada bu sözünü ispat ederler. Yoksa kendisi soyguncu olur.
HASAN SIDDIK BEY (Van): Reis olan Kayıkçıbaşı Yahya için söyledim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Nasıl olur da mahkemede beraat etmiş olan bir
adam için söz söylüyor? Sözünü geri alsın.
HASAN SIDDIK BEY (Van): İspat edeceğim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Ziya Bey konuşmanın neticesinde meseleyi bahis
mevzu edersiniz.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Bunun üzerine bu alınan harç ve vergiler ahaliye fev
kalade yük teşkil ettiği için şikayetler üzerine ben bir defa bu paraların alınmama
sını rica ettim. Sonra alınmış olan paraların harcanmasına dair şikayetler oldu
ğundan bu cemiyetin hesaplarını tetkik etmek için emirler verdim. Ali Şükrü Bey
arkadaşımızın, milli cemiyetler ve bilhassa bugünkü teşkilatımızın temelleri olan
Müdafaayı Hukuk Cemiyeti elde mevcut bulunan mevzuata göre doğrudan doğru
ya kongrelerine karşı mesul ve kongrenin tasvibine arz mecburiyetinde bulunduk
larına dair malumatı nereden aldıklarını bilmiyorum. Fakat müsaade buyurursanız
benim elinde bir Cemiyetler Tüzüğü var. Bu Tüzüğe göre cemiyete ait gelir ve
giderler için defter tutmak, adliye ve idareden her ne zaman talep edilirse göster
mek şarttır, diyor. Görülüyor ki kanunen gayet açık olan bu hükme göre şikayetle
rin önünü almak için ben Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin hesaplarını tetkik
için emir verdim, bu doğrudan doğruya kanunidir ve salahiyetim dahilindedir. Fa
kat bu Tetkik Heyetini teşkil ederken fevkalade itina ettim. Çünkü itiraz edilecekti,
yok kindarlık yapıldı, yok tarafsız değildi, diye birtakım sözler söylenecekti. Onun
için hiçbir tarafın, hiçbir şekilde taraf tutmayacağı birini aramak için çalıştık. O
esnada Malta'dan yeni gelmiş olan Sait Paşa vardı. Belki tanımazsınız, kendisi
Meşrutiyetin ilanından sonra Yemen'e gitmiş, uzun müddet orada vakit geçirmiş
ve orada vazife etmiş bir askerdir. Dünya Harbinde kolordusuyla beraber Aden'-
den gelen düşman tecavüzüne karşı Anavatan'dan her türlü münasebeti kesik
olduğu halde, dört sene kadar harbi kendi başına devam ettirmiş, gayet cesur,
gayet dirayetli kumandanlarımızdan birisidir. Siyasetle, particilikle ile hiçbir alaka
ve münasebeti olmayan askerler arasında birisini göstermek lazım gelirse ben
evvela onu göstermek mecburiyetindeyim. Ondan sonra Mısır'da esir kalmış, bir
müddet esaretten sonra İstanbul'a dönmüştür. İstanbul'da İngilizler, Aden harbin
576
de onu yenemedikleri için kendisine karşı intikam besledikleri için evini basmışlar
ve oradan cebren zavallıyı almışlar ve doğru Malta'ya sevk etmişlerdi. Bu kişinin
tarafsızlığından ve vicdanına emin olduğumuz için kendisini Tahkik Heyetine kattık
ve Vali’yi de Tahkik Heyetinin Reisi yaptık. Trabzon Müdafaayı Hukuk Heyeti hak
kında yapılan tahkikata bunların yanında Gümüşhane Maliye Muhasebecisini de
ilave ettik. Valinin işleri çok olduğu için Sait Paşa bu işle daha fazla meşgul olmuş
ve bir ay kadar bu meseleyi tahkik etmiş, sorulmadık hiç bir şey bırakmamış, ga
yet mükemmel bir rapor meydana getirmiştir. Bu raporu arzu buyurduğunuz za
man sizlere gösterebilirim. Kırk sekiz sayfadır. Bu rapor üzerine olan tetkikatı arz
edeceğim. Bu rapor diyor ki...

Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti, 2 Ağustos 1920 tarihinden Ocak


Ayı sonuna kadar 61.570 lira para toplamış, 42.840 lira da harcamıştır. Buna
göre Cemiyet kasasında 18.730 lira mevcut olması gerekir. Halbuki hiçbir para
mevcut değildir. Bu paranın 17.800 lirası Kahya Yahya Efendi’de, 930 lirası
Cemiyet Reisi Hacı Ahmet Efendi’de olması lazım gelir. Bu para nasıl toplan
mıştır? Toplanan paranın kırk küsur bin lirası kırk gün içinde her koyundan
ikişer ve her sığırdan beşer lira Müdafaayı Hukuk Cemiyeti hissesi adıyla tahsil
edilen paradan toplanmıştır. Tabii bu kadar ağır vergiyi ödemek ahaliye fevka
lade zor geldiği için ahali de şikayete başlamıştır. Bu şikayetler üzerine Heyet
bu verginin kaldırılmasına karar vermiştir. Lakin bu karara rağmen Müdafaayı
Hukuk Reisi ile Kahya Yahya, kayıkçılardan Müdafaayı Hukuk hissesi adıyla
tahsile devam etmişlerdir. Hükümete vergi verildikten sonra ayrıca Müdafaayı
Hukuk Cemiyetine de bir vergi verilmesi dedikoduya sebep olmuştur. Trabzon'-
da ayrıca İskele Hükümeti mevcuttur diye sözler söylenmeye başlamıştır. Ce
miyetin bu parası şuralara harcanmıştır. Cemiyetin katip ve müstahdem harcı
rahlarına, ziyafetlere, Teşkilatı Mahsusa’ya, Azerbaycanlının birine, bazı borç
lara, Halil Paşa’ya, Nuri Paşa’ya, Küçük Talat’ta ve kız kardeşine, telgraf ücret
lerine ve diğer çeşitli yerlere harcanmıştır. Vatan hizmetine sarf edilen parayı
tetkik edecek olursak, 6.780 liradır ve bu para ile silah ve cephane alınmış,
Temsil Heyetine gönderilmiş, Ruslardan keten bezi alınmıştır. 13.000 lira da
askeriyeye verilmiştir. Diğer harcamalara ait gider evrakı mevcut değildir. He
sap defterinin Heyet tarafından tetkikinde dikkat çekici bir şey görülmüştür.
Malumunuz bir buçuk seneden beri kullanılan Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin
defterinin eskimesi, yıpranması lazım gelir. Halbuki gayet yeni bir defter ve tek
bir kalem ile bir cins mürekkep ile baştan nihayete kadar yazılmış bir defterdir.

ALİ FETHİ BEY (Devamla): Tahkik Heyetinin kanaatine göre, hesap defteri iste
neceği düşünülür düşünülmez, sonradan tanzim edilmiş bir defter olduğu kanaat
vermiş oluyor. İşte efendiler, Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin hesaplarının
tahkikatı diye mevcut olan mesele bundan ibarettir. Ali Şükrü Bey’e bilhassa ve bu
münasebetle teşekkür ederim ki Yüce Meclisinizi de aydınlatmış oluyorum. Sonra
bu Heyetin tahkikatını art niyetli yaptığını iddia ediyor. Heyet katiyen art niyetli bir
577
tetkikat yapmamıştır. Gayet inceden inceye ve gayet dikkatle hesap istemiştir,
vesika istemiştir, makbuz istemiştir. Mesele bundan ibarettir. Hakikaten ben de
vatana hizmette bulundukları kanaatine iştirak etmek isterim. Böyle bir heyetin
yaptığı icraatı meydana koyan evrakı gizlemesinde bir mana göremiyorum. Ma
dem ki bu kadar hizmet ifa etmiştir ve bunu rakamlarla ispata hazırdır, hatta bu
hesapları iftiharla kendisi göstermesi lazım gelirdi. Yaptıklarından emin olan ve
vatanın menfaatine uygun olduğuna kanaat eden bir adam, yaptıklarını saklamak
mecburiyetinde değildir. Ben bir şeyden korkuyorum, şayet halkın bütün bu ferya
dına, şikayetlere rağmen ve İskele Hükümeti adıyla halktan alınmakta olan vergi
lerin alınmasına göz yummuş olsaydım ve bunlardan katiyen hesap istememiş
olsaydım, o vakit Yüce Meclisiniz tarafından bana sorulacak olanlardan korkardım.
Şimdi yaptığım hareket nedir? Halkın kesesinden alınmış olan paranın hesabını
istemektir. Bu hareketim de kanuna tamamen uygundur. Bundan dolayıdır ki me
sul olacağımı hatıra getirmiyorum, aksinden hesapların tetkikini istedim ve bunla
rın yaptıklarına nihayet verilmesini de emrettim. Heyetin bunun üzerine istifa etmiş
olması ve bu istifanın kabul edilmemiş olması, aylarca sürüncemede kalmış olma
sı meselesi, zannedersem İçişleri Vekaletine ait değildir. Malumunuz olduğu üzere
Müdafaayı Hukuk cemiyetlerinin istifalarını kabul etmek İçişleri Vekaletine ait bir
şey değildir.
HASAN SIDDIK BEY (Van): Böyle mi beraat etmişler, Ziya Hurşit Bey!
RAUF BEY (Başkan Vekili): Hasan Bey sessiz olmaya davet ediyorum.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendiler, Müdafaayı Hukuk şubelerinin müteşebbis
heyet meselesi de var. Bu mesele hakkında da uzun uzadıya bir şeyler söylendi.
Bu mesele, Müdafaayı Hukuk heyetlerinin yeniden seçilmesine Ankara’daki Müda
faayı Hukuk Grubu tarafından karar verilmiş, bu seçimlerin ne şekilde yapılacağı
na dair bir talimat hazırlanmış ve bu talimat bana İçişleri Vekili sıfatıyla tebliğ edil
mişti. Bu talimatta deniliyor ki,
“Müdafaayı Hukuk heyetleri yeniden seçilirken, itimat olan heyetler yerlerinde kal
mak ve itimat olmayanlar da itimat edilen kimseler tarafından seçilmek üzere mü
teşebbis heyetler marifetiyle yeniden seçimler yapılır”
...deniliyordu. Bu talimatı lazım gelenlere gönderdim ve Trabzon'a da tebliğ ettim.
Fakat düşündüm ki Trabzon meselesi dikenli bir meseledir. Birçok itilafa ve birçok
dedikodulara sebep olacaktır. Bu hususta tamamen tarafsızlığımı göstermek için
ayrıca Trabzon için bir emir yazdım ve dedim ki teşkil edilecek olan müteşebbis
heyeti, benim fikrime göre belediye heyetinden ibaret olması münasiptir. Belediye
heyeti, ahalinin itimadına sahip bir heyet olduğu için ve bunların bu işi yapmaları
daha uygundur. Ali Şükrü Beyefendinin dediği gibi, müteşebbis heyeti belediye
heyetinden ibaret bulunmuştur. Efendiler, bundan daha tabii bir şey düşünemem.
Bunda hata olup olmadığını, Meclisinizin vereceği oylar gösterecektir. Trabzon
meselesi adıyla ortaya çıkan bir meseleyi her halde ben yaratmadım. Malumunuz

578
Trabzon Valisi tahkikata gönderilmiştir. Tahkikatını da bitirmek, üzeredir. Şimdi
Artvin'de bulunuyor. Onun vereceği rapora göre orada bazı şeyler yapacağız. İşte
uzun müddet Trabzon Vilayetinin boş kalmaması için oraya Trabzon'da Tümen
Kumandanı olan Sami Bey, Vali Vekili olarak bırakılmıştır. Sami Bey, evvelce de
arz ettiğim gibi, gerek Yomra’nın eşkıyadan temizlenmesi ve gerek Lazistan San
cağında ve diğer yerlerde asayiş ve inzibat hususundaki tedbirleri ile halkın mühim
bir kısmının teveccüh ve itimadını kazandığı kanaatindeyim. Binaenaleyh Vali
Hazım Bey gelinceye kadar vazife yapacaktır ve sık sık adam değiştirmek de uy
gun değildir. Ali Şükrü Bey bundan evvel de hemen bu adamın oradan alınması
için bana müracaat etmişti. Tabii kendisine hayır cevabını verdim. Kanunsuz ola
rak, sebep gösterilmeden bir adamı bir vazifeden alamam, dedim. Bunun üzerine
bu gensoru önergesini verdiler. Niçin kaldıracakmışım? Kabahati ne imiş? Onu
görmek isterim. Binaenaleyh Vali Hazım Bey gelinceye kadar Sami Bey’e yerinde
vazife ettirmek mecburiyetindeyim. İşte efendiler Ali Şükrü Bey’in, benim memle
ketten uzak bulunmam ve acemi olmam dolayısıyla hata ettiğime dair iddiasının
hulasası bundan ibarettir. Bunu size açıkça arz ettim ve bundan sonra hüküm ve
karar vermek Yüce Meclisinize aittir. Yalnız şurasını hatırlatmak isterim ki ben
memleketten bir müddet uzak kaldım. Fakat o mecburi bir uzaklık idi. Ben İstan
bul’da evimde rahat oturmakta iken İngilizler geldiler evimden Malya’ya götürdüler.
Bu şekilde bir müddet memleketten uzakta kaldım. Gerek esaret hayatıyla ve ge
rekse memleketten uzak bulunmam dolayısıyla muzdarip olan benim. Fakat bu
husus, elimde olmayan bir meseledir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler, İçişleri Vekili Beyefendinin almış olduğu
malumat üzerine gayet ehemmiyetsiz olarak gösterdiği hadiseler bence gayet
mühim göründüğü için bu gensoru önergesini verdim. Hatta bu önergeyi Trab
zon'dan dönüşümden itibaren vermek istiyordum. Fakat birçok dedikodulara mani
olmak istediğim içindir ki bugüne kadar tehir ettim. Fakat gördüm ki mesele Müda
faayı Hukuk meselesi olmaktan çıktı ve bu kürsüden efendiliği ilan edilen halk ile
Hükümetin münasebeti meselesi oldu. İhtimal ki öyle vurucu, kırıcı değil, fakat bu
mesele ruhen gayet derindir. Ben hadiselerin başından nihayetine kadar Trab
zon'da bulunuyordum. Gensoru önergelerine Hükümet cevap verirken, taşradaki
memurlar meselenin bütün teferruatın yazarlar, oradaki memurların verdiği tarihle
re ve malumata göre cevaplar verilir. Bu meselede de yine aynı şekilde hareket
edilmiştir. Zannediyorum ki yine oradaki Vali Vekili olan Tümen Kumandanının
verdiği cevaplar üzerine, elde bulunan rapor üzerine beyanatta bulunulmuştur.
Eğer ben Vekil Beyefendinin hadiseleri tarih sırasıyla bahsedeceğini bilmiş olsay
dım bütün hadiseleri tarih sırasıyla tespit ederdim. Ne yazık ki tespit etmedim.
Fakat Vekil Beyefendinin tarihlerde aldandığını da şu misal ile söyleyeceğim.
Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin almış olduğu vergiyi ben kaldırdım, diyor.
Sonra da bu hadiseler benim vekalette bulunduğum zamandan evvel olmuştur,
diyor. Halbuki ben Trabzon'a gittiğim zaman vergi alınmıyordu ve İçişleri Vekili de
Fethi Bey idi. Fethi Beyefendinin bu hususta aldatıldığını görüyorum. Hadiselerin

579
canlı şahidiyim ve orada bulunuyordum. Yine birçok izahatı ve beyanatı arasında
Fethi Beyefendinin nasıl aldatıldığını, tenakuza düştüğünü ispat edeceğim. Yom
ra'ya bağlı Şana Muhtarı Aziz Çavuş, daha evvel aranan bir adamla birlikte görül
müş, ifadesi alınmış ve hapsedilmiş. İçişleri Vekili Beyefendinin ifadesine göre bu
kişi, Trabzon’da sıkıyönetim kaldırıldıktan sonra sivil idareye devredilmiş, berat
etmiş, sonra yine Kumandana teslim edilerek ifadesi alınmış, hapsedilmiş ve son
ra kefalet alınarak tahliye edilmiş. Vekil Bey’in ifadesine göre bu meselenin cere
yanı kanuni imiş. Mahkemenin bırakmış olduğu, yani kanunun salıverdiği bir kim
seyi Kumandan nasıl olur da müdahale eder? Bu ufak izahat bile, Vekil Beyefen
di’nin meselenin ruhundan habersiz olduğunu gösterir ki bu da aldatıldığına bir
misaldir. Efendiler ben buradan hareket ettiğim anda Trabzon'da ne Müdafaayı
Hukuk meselesi, ne de askeriyenin böyle bir idari suiistimali meselesi yoktu. Bura
dan giderken Samsun'a uğradığım sırada eski vali Naci Bey’i gördüm.
“Haberin var mı Kahya dağa çıkmış, bak sözümü dinlemediler”
...dedi. Trabzon İskele Kahyası Yahya Efendi’nin dağa çıkmış olduğunu ilk defa
Samsun'da haber aldım. Samsun’da az kaldığım için Naci Bey’le fazla görüşeme
dim. Efendim, ben öyle zannediyorum ki Fethi Beyefendi zamanında değil, evvel
ce oraya gönderilen Vali bir hususi vazife ile gitmiştir ve Trabzon'da ikilik yaratmak
istemiştir. Kendisinin Samsun'da “Şimdi görsünler günlerini” şeklindeki ifadesi o
Vali’nin Trabzon'da ikilik yapmak istediğini meydana koymuştur. Trabzon'a gitti
ğimde haber aldım ki Kahya Yahya kaçmış ve saklanmış. Tabiidir ki ondan sonra
memleketin mebusu olduğum için birçok yerlerden şikayet edildi. Bunun üzerine
meseleyi tetkik etmeye mecbur oldum. Bana ilk şikayet edilen mesele, Şana Köyü
muhtarı Aziz Çavuş’a yapılan muameledir ve Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin de bu
şikayette yerden göğe kadar hakkı vardır. Bu adam Trabzon'da yüz asker yok iken
beş yüz adamıyla, İngiliz donanmasının muhtemel asker çıkarma hareketine karşı
siperlere girmiştir. Bu Aziz Çavuş’un Hükümetten ve milletten beklediği bir şey
yoktur. O yalnız halkın seçtiği bir muhtardır. Ben de bu adamın o zamanki feda
karlığını bildiğim içindir ki bu meseleyi takip etmek mecburiyetinde kaldım. Bana
meseleyi anlattılar. Müdafaayı Hukuktan ve daha başka beni tanıyanlardan bu işi
tahkike başladım. Vekil Bey'in ifadesine göre bu adam Yahya Kahya at ile gider
ken, beraber gitmiş ve bunu görmüşler. Gören kimmiş? Neden o zaman tevkif
edilmemiş? Madem ki Kahyanın bununla gittiği biliniyordu o halde Çömlekçi Ma
hallesine yüz altmış kişinin süngü ile saldırması sebebi ne idi?
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Hücum taburuyla.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Acaba evvelce şehirden çıktığı bilinen, görülen şahsı
tekrar bulmak için mi? Evet hem hücum taburuyla. Bu hadise bütün Trabzon'un
gözü önünde cereyan etmiştir. Eğer Kahya'nın Trabzon'dan çıktığı görüldü ise
Kahya'yı şehirde aramamak, yani bu tarzda mahalleleri askerlerle sarmak suretiy
le aramamak lazımdı. İçişleri Vekilini aldatmışlardır. Hadise şu şekilde cereyan
etmiştir. Aziz Çavuş Trabzon'a geliyormuş, yedeğinde bir boş at olan bir çocuğa

580
rast gelir. Çocuğa para vermiş ve ata binmiş Trabzon’a gelmiş. Sonra bu at Kah
ya'nın atı olmuş. Güya Kahya kaçarken bir kır ata bindiği görülmüş ve Aziz Çavuş
'un bindiği at da kır imiş. Bu itibarla bu atı Kahya'nın zannetmişler. Bu adam tevkif
edildiği zaman Trabzon'da sıkıyönetim yoktu. Dediler ki bu adam yirmi gündür
kalede suçsuz yere yatıyor, bunun hizmetini siz de biliyorsunuz, günahtır, yazıktır,
bunun icabına bak. Tümen Kumandanı Bey’e gittim. Kendisini evvelce tanımıyor
dum. Bu meseleyi kendisine anlattım. Bana söylediği söz...
-Yanlış olmuştur. Şimdi emir vereceğim ve sivil idareye devredeceğim,
...şeklindedir. Tabii memnun oldum ve yanından ayrıldım. Akşam dediler ki,
-Seni aldattılar, bu adam hâlâ kalede hapistir.
...Tahkik ettim halen kalede olduğunu öğrendim, bulunduğum yerden telefonla
sordum.
-Kumandan bey, siz bana Aziz Çavuş’u adliyeye teslim edeceğinizi söylemiştiniz,
halbuki bu adam halen adliyeye teslim edilmemiş, kalede yatıyor.
...dedim. Bunun üzerine,
-Emrimi yanlış anlamışlar, şimdi göndertirim.
...dedi. Hakikaten ertesi günü adliyeye gönderildi. Savcı Bey işe el koydu ve hiçbir
şey olmadığına kanaat getirerek tahliyesine karar verdi. Savcının vermiş olduğu
bu karar üzerine Vali bu adamın serbest bırakılması için tahliye emrini veriyor.
Bunun üzerine Jandarma Kumandanı,
-Bu adam bize askeriyeden gelmiştir. Gerçi adliye bunu tahliyeye karar verdi. Fa
kat bir defa Kumandana soralım.
...diyor. Uzun müddet çeşitli yerlerde valilik yapan Vali Hazım Bey,
-Bir defa Kumandan Bey’e sorunuz.
...diyor. Kumandan Bey’e soruyorlar, maalesef kumandan Bey,
-Getirin tıkın içeri.
diyor. Ben evvela inanmadım. Fakat gittim gördüm, kalede tekrar hapsetmişler.
İşte cereyan eden muamele budur. Aziz Çavuş’un kalede hapsedilmesi bahsinde
Vali Bey’in gösterdiği zaafı işaret etmek istiyorum. Rica ederim dikkat buyrulsun.
Ben bunu haber aldıktan sonra Vali Bey’e gittim. Vali Beyefendi gayet namuslu bir
idare adamıdır. Fakat zannediyorum ki son gördüğü felaketler ondaki idare kabili
yetini ne yazık ki azaltmış. Ben oraya gittiğim zaman Müdafaayı Hukuk Reisi Hacı
Ahmet Efendi, altmış yaşında muhterem bir ihtiyar, bu mesele üzerine oraya git
miş, Vali Bey’le görüşüyordu, ben söze karışmadım. Efendiler, Hacı Ahmet Efendi

581
hak ve hukuku bilir ve kendisini seçen halkın haklarını muhafaza eder bir ihtiyar,
bir vatansever sıfatıyla Vali’ye diyordu ki,
-Beyefendi Hazretleri, siz Valisiniz, Trabzon’da Hükümetin Reisisiniz, kanunun
tahliye ettiği bir adamı siz nasıl oldu da tekrar askeriyeye teslim ettiniz? Tümen
Kumandanının makamı, kanunun makam ve nüfuzundan fazla mıdır?
...Buna karşı efendiler aynen söylüyorum, pek uygun değildir ama arz ettiğim gibi
mühim bir mesele olduğu için söylüyorum Vali Bey demiştir ki,
-Ben Sivas'ta iken birisiyle uğraştım. Birçok masrafla ailemi Sivas'a getireli on iki
gün olduğu halde oradan ayrılmak mecburiyetinde kaldım. Bunlarla uğraşayım da
buradan da mı ayrılayım? Ben bir şoför maaşı alıyorum.
...Bu, şoför maaşı sözü dillerde destandır. Vali Bey bu ifadeyi birçok kimselere
söylemiştir. Benim maaşım seksen lira, yani bir şoför maaşıdır, demiştir. Vali Bey
önceleri pek güçlü bir vali idi. Fakat bugün aynı Vali, maaş bakımından ve dara
ğacına gitmesine ramak kalacak şekilde gördüğü birçok felaketler dolayısıyla zan
nediyorum ki kabiliyetini kaybetmiştir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Dayanağı çürük, ne yapsın Vali?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Şimdi bu hususu arz etmekten maksadım, Vali’nin
zihniyetini ortaya koymaktır. Çünkü Vali Bey, ahaliye ve o ahalinin seçmiş olduğu
Müdafaayı Hukuk Reis ve üyelerine karşı müşkül bir vaziyette kaldığı için, kendi
sini manen ezenler hakkında demiştir ki,
-Bunlar Hükümete müdahale ediyorlar. Bunları ezmek lazımdır.
...Sırası geldiği vakit kime söylediğini söyleyeceğim. Efendiler bu Şana Köyü Muh
tarı meselesini burada bırakıyorum. Bu Muhtar, Tümenin henüz yalnız adı mevcut
iken orada silah ile iş gören insanlardandır. Trabzon'da İngilizler, Fransızlar ve
hatta Yunan polisleri mevcut iken, depoları delerek geceleri sırtında cephane kaçı
ranlar bu gibi fedakarlardır. Eve girmek meselesine gelince ben Mebus Celalettin
Bey’in evine girilmesi meselesini bir misal olmak üzere söylemiştim. Efendiler, bir
eve değil belki yüz eve girilmiştir. Fakat İçişleri Vekili Beyefendi bir meselenin
izahını başka bir celseye bıraktı. Ben de bu eve girmek meselesini başka bir cel
seye bırakacağım. Vali Bey’e verilen dilekçe adliyeye havale edileceğine, Tümen
Kumandanlığına havale olunuyor. Tümen Kumandanlığının dilekçeye yazdığı notu
inşallah size okurlar. Çünkü yanlarındadır. Görürsünüz ne gibi bir zihniyet mevcut
tur. Celalettin Bey kendisine ait olan meseleyi söyleyebilir. Sonra, İçişleri Vekili
Bey bu noktada gayet mühim mütalâada bulundular ve dediler ki adliye açıktır,
adliyeye müracaat etsinler. Bu pek doğru. Tabii lazım gelen makama müracaat
edilmiştir. Fakat verilen bütün dilekçeler Tümen Kumandanlığına havale edilmiştir.
İşte dilekçedeki Kumandanlığın notu mevcuttur. Bilirsiniz ki bir yerde valinin hü
küm ve nüfuzunu eline alan bir şahıs mevcut olursa, orada adliye filan mevcut
olamaz. Yomra meselesine gelince, Yomra'da birçok evlere girilmiştir, dedim.
582
Vekil Bey buna cevaben, Yomra'da Tümen Kumandanı bey birçok eşkıyayı yaka
lamak için askeri harekât yapmış ve bu sebeple evlere girilmiştir, dediler. Böyle mi
olmuştur? Hayır efendiler. Gerçi Kumandan birtakım asker firarisini ve bazı eşkı
yayı yakalamıştır. Bundan dolayı kendisine hakikaten müteşekkirim. Fakat askeri
müfreze Yomra'ya sadece asker firarisini ve eşkıyaları toplamak için gitmemiştir.
Kahya Yahya’yı aramak için gitmiştir. O eşkıya şakilik yaparken Kumandan Trab
zon'da idi. Fakat o zaman kimseyi göndermemişti. Bu harekât, Kahya meselesin
den sonra yapılmıştır. Sırası geldiğinde bunu da arz ederim. Fakat her hangi bir
yere gidildiği zaman, masum halkın evlerine girmek, sandıklarını kırmak ve içinde
bulunan kıymetli eşyalarını yağma etmek mi lazım gelir? Efendiler, müsaade bu
yurun şunu okuyayım. Efendiler, mesele yalnız ev meselesi değildir. Hatta takibat
ta kır meselesi de mevcuttur. Bizdeki takibatın ne demek olduğunu hepiniz pekala
takdir edersiniz. Evet, eşkıya takip edilsin ve cezalandırılsın, hatta asılsın, fakat
aynı zamanda masumlara ilişilmesin. Burada, bir büyük makama yazılan şikayet
dilekçelerinden bazı parçaları okuyorum.
"Yomra Nahiyesine bağlı Arşen Köyünden Ustanın oğlu Hafız’ın elli koyunu alın
dığı gibi, kendisine de elli değnek vurulmuş ve on yedi gün kalede hapsedilmiştir.
Subay İhsan Bey’in emriyle, Değirmendere'de değirmenci Ömer'in değirmen kapı
sı zorla kırılarak işgal edilmiştir. Değirmenci Ömer Hükümete müracaat etmiş ve
dilekçesi Alay Kumandanına havale edilmiştir."
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendim, memleketin asayişinden İçişleri Vekaleti
mesuldür. Bunlar askeriyeye ve valiliğe müracaat etmişlerdir. Fakat bir fayda çık
mamıştır. Hiçbir muamele yapılmamıştır. Efendiler Yomra'da hadiseler herkesin
gözünün önünde cereyan etmiştir. Müdafaayı Hukuk Cemiyeti salonunu dolduran
kadın ve erkek şikayetçiler, ziynet altınlarının alındığından, çalındığından bahse
den kadınları görüp de ağlamamak imkansızdı. Ben bunları gözlerimle gördüm.
Sonra Değirmendere'de meydana gelen hadiseye, İçişleri Vekili Beyefendi bakka
lın bunu inkar etmiş olduğunu söylediler. Efendiler doğrudur, bakkal bunu inkar
edebilir. Fakat bakkalın yanında bulunan ve hadiseyi gören halk inkar etmez. Tah
kik Heyeti yalnızca bakkala soracağına diğer halka niçin sormamış? Bakkal, gayet
tabii olarak inkar eder. Çünkü kanunun serbest bıraktığını Kumandan yakalayıp
hapsediyor. O adamcağız nasıl söyleyebilir? Eğer kendim bizzat orada olmamış
olsaydım, itimat ettiğim şahısların sözlerini işitmemiş bulunsaydım, Tahkik Heyeti
nin raporuna inanabilirdim. İçişleri Vekili, güya askerler bakkalı tehdit için siper
kazıp içine girmişler, dediler ve vaziyeti gülünç buldular. Efendiler Trabzonlular
haklarını muhafaza etmeyi bilirler, fakat Trabzon tarihinde isyan yoktur. Mukayyet
değildir. Bu bakkal Müslümandır ve adı Zifonoslu Temel’dir. Bu bakkalın dükkanı
na gelmişler, istedikleri şeyi bakkal vermeyince yaka paça kavga, etmişler. Bakkal
hakkını kullanarak dükkanına zorla giren bu adamı dışarı atmıştır. Sonra o subay
intikam almak için askerini almış gelmiştir. Bu askerler gelip siper aldıkları zaman,
-Haydi oğlum ayıptır, kalkın,

583
...diye etraftaki halk gidip yalvarmış ve askerleri kaldırmışlardır. Bu hadiseye şahit
olanların ağızlarından kulaklarımla işittim. Bakkal ihtimal ki hakikaten inkar etmiştir
doğrudur. İtimat edeceğim bir makam olmazsa ben de korkarım, çünkü adliye
bana bakmazsa, kanun beni muhafaza etmezse, ben nasıl hakikati söyleyebilirim
efendim? Değirmendere'de yolun kesilmesi, Yomra'daki eşkıya meselesini hallet
mek içinmiş. Efendiler soruyorum, eşkıyayı yakalamak için yol mu tutulur, yoksa
dereler, derbentler, geçitler mi tutulur? Trabzon-Erzurum karayolundan hangi eş
kıya gelip geçebilir? Esasen mesele Yomra'daki eşkıyayı tutmak meselesi değildir,
mesele başkadır.
MUSTAFA VASFİ BEY (Tokat): Nedir o mesele?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Sırasıyla geleceğim. Mesele gayet derindir. Vekil
Bey’in ifadesine göre bu ıslahattan sonra hatta Şehir dahilinde bile silahla gezdik
leri görülen birçok adamların artık silahsız gezdikleri görülmüştür. Trabzon yoluyla
seçim bölgelerine giden birçok mebuslar var. Kendilerinden soruyorum. Trabzon
mebusları da dahil olduğu halde soruyorum, Trabzon'da askerden başka hiçbir
ferdin silah omzunda gezdiğini görmüşler mi diye. Efendiler ben görmedim. Evet,
Ankara'da olduğu gibi orada da tabanca ile gezenler vardır. Fakat silahı omzunda
hiçbir kimsenin gezdiğini görmedim. Evet, itiraf ederim ki Trabzon'da herkesin
birer silahı vardır. Fakat onlar kullanacakları zamanı bilirler. Hatta son zamanlarda
Trabzon'da kafi miktarda asker mevcut değilken kullanmaya hazırlanmışlardı.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Asker de onlardır. Başka yerden gelmedi.
ALI ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Tabii, yani o zaman muntazam asker yoktu demek
istedim. Binaenaleyh bir İçişleri Vekili makamına geçtiği zaman, o makamın geç
mişine, bugününe ve hatta geleceğine ait bütün muameleleri kavramak mecburi
yetindedir. Düzeltilecek bir muamele devrolunmuş ise tabii onları düzeltmesi icap
eder. İçişleri Vekili Bey, Ali Şükrü Beyin asıl gayesi Müdafaayı Hukuk meselesini
ortaya çıkarmak istiyor, diyor. Burada alenen söylüyorum, evet bu haksız ve ka
nunsuz muameleyi söylüyorum. Başka hiçbir gayem de yoktur. Biliyorsunuz ki
Anadolu'da milli harekât İzmir'in işgalinden sonra başlamıştır. Bu harekât 28 Hazi
ran 1918 tarihinde ilk Balıkesir Kongresiyle başlamıştır. İzmir'in işgali 15 Mayısta
olduğu halde efendiler, bugün suçlanan bu adamların öncülüğündeki harekât İzmir
işgalinden beş ay evvel Trabzon Kongresi ile başlamıştır. Daha henüz Paris Kon
feransında İtilaf devletlerinin delegeleri, Trabzon'u Pontusçulara ve Ermenilere
hediye etmek isterken, biz canımızla, kanımızla muhafaza ederiz, vermeyiz diye
meydana atılanlar bu kahramanlar idi. Daha ortada hiçbir şey yoktu. Efendiler,
bunlar meydana çıktıkları zaman Trabzon'da Yunan polisleri de vardı, İngiliz ve
Fransız memurlarından başka. Milli harekâtta bu kadar bir kıdem sahibi olan ve
her birisi servet sahibi olan bu insanlar, kalpleri vatan hissiyle çarpmamış, memle
ket aşkıyla yanmamış bulunsaydı, bu insanlar paraları sayesinde her yerde rahat
ça yaşayabilirlerdi. Bu adamlar servet, mülk ve zenginliği hiçbir şeye değişmemiş
lerdir. Onlar memleketlerinin istikbalini tehdit eden kararları görerek ona göre, o
584
vakitten beri, lazım gelen tedbirleri almışlardır. (Allah razı olsun sesleri) Batum
Mebusu Edip Beyefendi pekala bilirler, Batum'da milli teşkilatı yaptıran yine bu
adamlardır. Bugün hırsız ve namussuz denilen, resmî raporda öyle denilmiştir, işte
bu vatanseverlerdir. Onun içindir ki hakikaten benim gayem, bu adamların hakla
rını muhafaza etmektir ve onları kurtarmak, haklarını muhafaza etmek benim için
bir borçtur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hepimiz için borçtur.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Trabzon meselesi zorla ortaya çıkarılmıştır. Trabzon'
da son zamana kadar hiçbir mesele mevcut değil idi. Trabzonlular, şu milli heye
can devresinde, hiçbir zaman, hiçbir şeyden, hiçbir fedakarlıktan geri kalmamıştır.
Onlar böyle çalıştığı bir sırada siyasilerin bazılarının fikirlerinde doğabilen bir ku
runtu ne yazık ki ikilik sokacak bir mahiyet arz etmiştir. Bu hiç istenilmeyen bir
zamanda olmuştur. Trabzon'da şimdiki Kumandanı Sami Sabit Bey’den evvel
şimdi Kars'ta bulunan Rüştü Paşa Hazretleri Tümen Kumandanı olarak bulunuyor
lardı. O zaman Trabzon'da Hürriyet ve İtilafçı Galip Bey Vali idi. Trabzon'da İngiliz
ler, Fransızlar ve Yunan memurları da mevcut idi. Tümenin yüz kadar asker mev
cudu vardı. Erzurumlu olan Tümen Kumandanı o Muhterem Rüştü Paşa Hazretle
ri, bu kahramanlarla el ele vermiş, onların yardımlarıyla henüz daha İzmir işgal
olunmadan evvel hapsedilen Muhtar Aziz Çavuş gibi kahramanlarla sahilleri tut
muşlar ve yine bu gibi kahramanlarla sahilde bulunan gerek Ruslara ve bizim or
dumuzdan kalan birçok silah ve cephaneyi içerlere taşımışlardır. Hatta toplar da
dahil. Bundan sonra Yarbay Ali Rıza Bey Kumandan olmuştur. O da bu kahra
manlarla samimiyetle çalışmıştır. Ali Rıza Bey, Batum'u işgal eden Çoruh Grubu
Kumandanıdır. Ali Rıza Bey bugün cephededir, sorabilirsiniz. Batum üzerine yü
rümek emrini alan bu Grubun Trabzon'dan yirmi dört saat içinde çıkabilmesi için
bir taraftan elbise, bir taraftan çizme, çapula1 yapılmış, kadınlar çalıştırılmış ve
neticede maksat elde edilmişti. O esnada Müdafaayı Hukuk Cemiyeti binası adeta
büyük bir fabrika halini almıştı. Ali Rıza Bey'den sonra Nuri Bey gelmiştir. Onunla
da birlikte çok iyi işler görmüşlerdir. Sorarım efendiler, daha Trabzon'a geleli üç
gün olduğu halde bu halkın hususiyetlerini, ruh halini anlamış olan yeni Kumandan
Sami Sabit Bey, bu şahısların fena olduklarına derhal hükmetmiş ve haklarında
hemen hüküm vermiştir. Soruyorum efendiler? Bu isimlerini saydığım kumandan
lar haksız mı imiş? Uzun müddet beraber çalıştıkları bu adamların fena, hırsız ve
namussuz olduklarını anlayamamışlar mı? Üç gün içinde Sami Sabit Bey hangi
usul, hangi kudretle o halkın ruh halini anlamıştır? Böyle bir kabiliyeti düşünebilir
misiniz? İmkanı yoktur efendiler. Diğer bir meseleye geliyorum, fakat derinine
inmeyeceğim, çünkü lüzumlu ve faydalı görmüyorum. Yahya Kahya’yı bir kuşku
üzerine diyorum, iyi adamdır, fena adamdır, o bahis mevzu değildir. Ben milli bir

1
Kaba deriden yapılmış ucu sivri ve kıvrık ayakkabı.

585
meseleden bahsediyorum. Evet Yahya Kahya’yı bir kuşku üzerine tevkife etmek
istemişler ve o da kaçmıştır. Bundan sonra Kahya’yı bulacağız diye arz ettiğim
kanunsuz ve yolsuz işler yapılmıştır. Efendiler, Kahya’yı yakalamadan evvel kar
deşi Zekeriya'yı ve daha beş altı kişiyi yakalamışlardır. Bu yakalama işi hakikaten
iftihar edilecek bir iştir. Onları Değirmendere yolunda tevkif ederken dükkandan
evine giden bir ihtiyarı da tesadüfen orada bulunduğu için tevkif etmişlerdir. Bir de
bahriyeli bir askeri tevkif etmişlerdir. Limandan dairesine giden bir askerin acaba
ne kabahati varmış? Bu biçareler de Kars'ı boylamışlar, oradan Erzincan'a ve
nihayet Sivas'a gelmişler. Sonra efendiler, söylemeye dilim varmıyor, utanıyorum,
bu medeniyet asrında, hayır yanlış söyledim. Biz elhamdülillah Müslümanız, bizim
medeniyetimiz daha yüksektir. Hiçbir medeni memlekette yapılmayan bir muamele
bu adamlara yapılmıştır. İhtiyaçlarını gidermek için bile arabadan inmelerine mü
saade edilmemiştir. Bunlar mendillerini kullanmışlardır. Efendiler, gerçi iğrençtir,
fakat söylemeye mecburum. Çünkü tevkif edilenlerin ruh hallerini anlatmak istiyo
rum. Bu kadar sefalet çeken bu zavallılar nihayet mahkemeye sevk edilmişler ve
mahkeme de banları beraat ettirmiştir.
1
OSMAN BEY (Kayseri): Elhakkı yalû velâyu'lâ aleyh.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Evet ama Kars'ı boyladıktan sonra. Kışta, kıyamette
Erzincan üzerinden Sivas'a gittikten sonra.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hürmet etmek vaciptir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendim Yahya Kahya’yı aramak bahanesiyle yapı
lan bu kanunsuz işler üzerine gayet haklı olarak Müdafaayı Hukuk Cemiyeti şika
yet etmiştir ve işte bütün fenalıkları, bütün kabahatleri budur. Haksızlığa karşı
susmayıp şikayet etmeleridir. Bunun üzerine Trabzon'dan Müdafaayı Hukuk hak
kında şikayet olmuş, arıyorum ve soruyorum, kim şikayet etmiştir? Tahkik Heyeti
raporunu okumak şerefine eremedim. Fakat arkadaşım Hafız Mehmet Bey o oku
muş. Hafız Mehmet Bey demişti ki raporda bir şahın şikayetinden bahsediliyor,
kimdir o. Türkoğlu bilmem ne adında biri şikayet etmiş imiş. Efendiler, Trabzon'da
böyle bir adam tanımıyorum ve arkadaşlarım da tanımıyor. Herkesçe bilinen feda
karlıkları yapan adamların karşısında bu şikayet eğer varsa, gizli olarak yapılmış
tır. Ben zannediyorum ki imzasını saklayan veya adını gizleyen bir adamın yazdı
ğını yırtıp suratına atmak lazımdır. Başka bir yol yoktur. Fakat bir şahsın bile kabul
etmeyeceği böyle imzasız bir şikayeti bir Hükümetin kabul etmesine benim aklım
ermiyor. Fakat hakikat böyle değildir. Ben Müdafaayı Hukuk binasında otururken
Yahya Kahya’nın ailesi geldi.
-Bunlar ne istiyorlar? Eğer Hükümet istiyorsa Kahya teslim olmaya hazırdır.

1
“Her durumda Hak galip ve yüksektir” anlamında bir hadis.
586
...dediler. Daha evvel de Kahya’yı tevkif için Çömlekçi Mahallesini askerle sardık
ları zaman Kahya’yı bulamamışlar. Ertesi gün ailesi Kumandana,
-Eğer Kahya’yı istiyorsanız veya Kazım Karabekir Paşa istiyorsa, gelsin teslim
olsun.
...demişlerdir. Buna cevaben,
-Hayır yanlışlık oldu, Kahya’yı aramıyoruz,
...denilmiştir. Fakat yine askerlerle mahalleleri sarıp aramaya devam etmişlerdir.
Demek ki Kahya kanuna teslime hazır olduğu halde, kendiliğinden teslim olmasına
razı olmamışlardır. O halde maksat halka korku salmaktan başka ne olabilir? Yüz,
yüz elli süngü ile bir şahsı tevkif etmeye çalışarak halka gözdağı vermekten başka
nedir? Tehdit ve korkutma bu şekilde olur. Başka türlü olmaz. Ailesinin şikayeti
üzerine ben de olduğum halde Vali’ye gidildi. Vali Bey’e ben aracı oldum.
-Yahya Kahya askeriyeye teslim olmaktan çekiniyor, adalete teslim olmak istiyor
muş. Eğer Vali Bey beni askeriyenin muamelesinden kurtarıp adliyeye teslim
ederse teslim olurum, diye ailesiyle haber göndermiş.
...dedim. Efendiler size ilahi birlik üzere yemin ederek söylüyorum ki Vali Bey ay
nen,
-Daha vakit var. Şimdi söz veremem, kefil olamam.
...demiştir. Yani kanunun bu adamı muhafaza edeceğine söz verememiştir. Ben
ondan sonra kendi ailemi görmek üzere köyüme gitmiştim. Trabzon'dan yirmi dört
saatlik bir mesafededir. Ben köyden dönünceye kadar Kahya’nın ailesine haber
vermişler, evde mi imiş, yanındaki evde mi imiş, bilemiyorum.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Vali niye Kahya’yı tevkif etmemiş acaba? Demek ki
ödeşmişler.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Onu bilmiyorum, efendim. Ben Trabzon'a geldiğim
gün Kahya’nın serbest gezdiğini haber aldım. Tahkik Heyeti Reisi Ali Sait Paşa
serbest bıraktı, dediler. Adliyece işine bakılıyor dediler. Güya Kahya birisine bir
mektup yazmış, Savcı eline alır almaz, bu mektubun sahte olduğu anlaşılmış.
Çünkü imza kendisinin değilmiş. İşte bu sahte mektup veya mektuplar bütün say
dığım kanunsuz muamelelere esas teşkil etmiş. O akşam Kahya tekrar tevkif edil
di. Bir akşam, sanki Trabzon halkı Hükümete karşı ayaklanıp Kahya’yı Hükümet
elinden alacak imiş gibi büyük bir otomobiller içinde silahlı askerler ile alelacele
mendireğe götürülmüştür. Limanda mevcut bir vapura atılmış ve derhal vapur
hareket ettirilmiştir. Bu kadar mühim bir adam Samsun'a geldiği zaman Samsun
Mutasarrıfı ne kadar gafil davranmış olmalı ki Kahya’yı serbest bırakmış. O da
kaçmamış, bir gün sonra ben Samsun'a geldiğim vakit Kahya Samsun'da serbest
geziyordu. Birkaç gün sonra yanında hiçbir muhafız olmadığı halde Sivas'a kadar

587
da gitmiştir. Bir defa Trabzon'daki müthiş vaziyete bakınız, bir de Samsun'daki
hale. İşte bu mukayeseden, iki yerdeki ruh hali arasındaki farkı gayet açık bir şe
kilde görebilirsiniz, efendim. Şimdi Tahkik Heyeti meselesine geliyorum. Trabzon
Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin suiistimalini tahkik için Trabzon'a bir heyet gelmiş
tir. Fakat bu heyet alelacele hemen orada yapılmıştır. Zaten bu heyet Fethi Beye
fendi Hazretlerinin söylediği gibi Kars ve Artvin'de tahkikat icra etmek üzere gidi
yormuş. Ben Heyet Reisi Sait Paşa Hazretleriyle Trabzon'da görüştüm. Ali Sait
Paşa Hazretleri Müdafaayı Hukuk hesaplarını tetkik için İnebolu'dan ayrılırken
emir almış. Vekil Beyefendi Hazretlerinin Ali Sait Paşa Hazretleri hakkındaki ifade
lerine tamamen iştirak ederim. Kendisini ben de tanırım. Melek gibi bir kimsedir.
Ne yazık ki melek gibi biri olduğu için yanılmıştır. Ali Sait Paşa Trabzon'a geldiği
zaman Müdafaayı Hukuk Heyetinden hesapları istemiştir. Müdafaayı Hukuk Heye
ti kanuni gerekçe ile hesap vermemek istemiştir. Bu heyete yaptırılmak istenilen
tarzdaki bir tetkik ve tahkik, Cemiyetin tüzüğüne göre kongrelerine aittir. Cemiyetin
dayandığı o kanun da bu Hükümetin esasını kuran milli hareketlerin doğurduğu
kanundur. Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti bu kanuna ve tüzüğe dayanarak
hesap vermek istemiyordu. Onları ben ikna ettim. Yoksa onlar reddedeceklerdi.
-Hesaplarınızı verin, bu tahkikat meselesi sizin şikayetleriniz üzerine meydana
çıkarılmıştır. Heyet sizin hesaplarınızı değil, başka bir şeyleri arayacaktır, verin,
...dedim. Bunun üzerine onlar da defterlerini teslim ettiler. Efendiler Tahkik Heyeti
hesapları tetkik etti. Birçok sorular sordu, cevaplarını aldı. Fakat tahkikat ve tetki
kat bir türlü son bulmuyordu. Çünkü başka şeyler aranıyordu. Tahkikat bittiği ve
sorulacak bir şey kalmadığı halde Tahkik Heyeti zannediyorum ki Trabzon'da bir
ay daha kaldı. Kahya’nın verdiği defterdeki miktar, onların vergi ve karantina ida
relerinden aldıkları miktarın üstünde idi. Bir hayli uğraştıkları halde buldukları mik
tarı bir türlü Kahya’nın defterindeki yekuna çıkaramıyorlardı. Kahya hapis iken
defter yokmuş deniliyor. Halbuki Kahya evine haber gönderilip defter istenmiştir.
Bundan sonra bilir misiniz ne olmuştur? Bu Müdafaayı Hukuk hesapları için bakkal
bakkal, tüccar tüccar dolaşılmıştır.
-Efendi sen ne verdin, sen ne verdin?
...diye sormuşlardır. Zannediyorum ki bu acayip tahkikten de bir şey çıkmamıştır.
Çünkü parayı veren Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin üyeleridir. Efendiler Trabzon'a
Tahkik Heyeti geldiği zaman gayet acı ve feci bir şey gördüm. Sait Paşa Hazretle
rini evvelce tanıdığım için kendisini ziyarete gittiğim zaman yanında bazı kimsele
rin mevcut bulunduğunu haber aldım. Gerçi söylemek istemiyorum, belki de söy
lemek uygun değil, fakat ne yapayım ki mecburiyet hasıl oldu. Efendiler Trabzon'u
İstanbul idaresine bağlamak isteyenleri, hatta şehir yanmasın diye İngilizlere tes
lim etmeyi düşünenleri, Paşa’nın yanında gördüm. Bir aralık İngiliz donanması
şehir önünde bulunduğu zaman fetvahanede toplanıp şehrin yakılmaması için
müzakerede bulunanları, Sait Paşa Hazretlerinin yanında gördüm. (onlar Trabzon
lu mudur sesleri) Ne yazık ki Trabzonlular. Efendiler her memlekette iyi de bulu
588
nur, fena da bulunur. Fakat Trabzon'da fenalar, yani muhalif olanlar azınlıktadır.
Trabzon halkının büyük çoğunluğunun iyi olduğu, şimdiye kadar Trabzon'un yap
tığı hizmetler ile sabittir. Diğer azınlıkta olanlar, milli teşkilatın kurulmaması için
ellerinden geleni yapmışlardır. Fetvahanede toplananlar, şahsen iyi ve namuskar
insanlardır. Lakin ya düşünce ihtilafı dolayısıyla yahut mal ve mülklerinin yanma
sından korkarak teslim olma fikrine temayül etmişlerdir. Sonra efendiler, yine o
azınlıkta kalanlar, hepinizin bildiğiniz gibi, Padişahın Hacı Hamdi Bey’i bir derece
terfi ettirerek Trabzon'a Vali tayin ettirilenler ve karşılayanlar onlardır. Kovanlar da
diğerleridir. Yani Müdafaayı Hukukçulardır. Mukayese edin efendiler, Tahkik Heye
tinde söz sahibi olanların bu muhalif azınlık olduğunu görmek beni çok üzmüştür.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Şimdi devir döndü, öyle icap etti, politikanın oy
nak olduğunu bilmez misin?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Eğer Vekil Beyefendi Müdafaayı Hukuk’un fenalıkla
rını birer birer sayarken, şöyle ufak bir hizmet de ifa etmişlerdir, demiş olsaydı
vallahi tallahi bu lüzumsuz sözleri söylemezdim. Ben de bir kısım hemşerilerimin
bana karşı buruk olacağını bildiğim halde yine hakikati gördüğüm ve tahkik ettiğim
gibi bu kürsüden söylemek mecburiyetindeyim. Efendiler Trabzon Müdafaayı Hu
kuk’unun Tahkik Heyetinin raporuna göre Müdafaayı Hukuk’un on yedi bin lirası
Kahya'da imiş ve bu parayı kayıkçılardan toplamış. Efendiler benim Fethi Beye
fendiye çok hürmetin vardır. Tabii kendisinin Malta'ya gittiğine çok müteessir ol
muştum. Siz de müteessir olmuştunuz. Ben diyorum ki Fethi Beyefendi Malta'da
bulundukları için Milli Mücadelenin başında burada cereyan eden hadiseleri ta
mamıyla bilmemektedir. Efendiler bu tarzda vergi almayan, harç almayan hangi
Müdafaayı Hukuk Cemiyeti vardır? (hepsi almıştır sesleri) Bir tane gösterebilir
misiniz efendiler? Zannedersem gümrük vergisi diye Bursa'da her ay yüz bin lira
alınıyordu. (doğru sesleri) Pekala efendiler orta yerde hiçbir teşkilat yok, Hazine
yok, millet kendi başına kalmış, zenginlerin birçoğu İstanbul'da. Teşkilat yapmak,
memleketi kurtarmak için para bulmak ve tabii bu çaresizlik ile de vergi, harç al
mak icap etmiştir. Efendiler Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin koymuş oldu
ğu bu verginin, ancak kırk gün kadar devam ettiğini Vekil Beyefendi buyurdular ki
gayet doğrudur. Bu vergi Trabzon'un arkasında bulunan Anadolu halkını ve bizzat
Trabzonluları hiç müteessir etmemiştir. Koyun ve diğer hayvanların ihracatından
vergi alınmıştır. İthalattan alınmamıştır. Fakat daha garibini söyleyeyim. Bilir misi
niz ki Müdafaayı Hukuk bu vergileri almaya başlamazdan evvel Şark Cephesi
bunu Trabzon'dan istemiştir. Efendiler, bu vergiyi alanların cezalandırılmaları icap
ediyorsa, Tahkik Heyeti Reisi Sait Paşa Hazretleri gitsinler Şark Cephesini ceza
landırsınlar. Evet efendiler, bu vergiyi alma emrini ilk evvel Şark Cephesi emir
vermiştir. Hayır öyle değil derlerse ispat ederim. Esasen bu meseleyi Trabzon'da
kime sorsanız tasdik eder. Bu bir suçsa, memleketin her tarafındaki Müdafaayı
Hukuk Cemiyetlerinin de yapmış olduğu suçtur. Efendiler hesapların tetkiki sadece
Müdafaayı Hukuk şubelerinin suiistimallerini bulmak fikri ile olsaydı, diğer Müdafa
ayı Hukuk cemiyetlerinin de hesaplarına bakılırdı. Daha ileri gideceğim, Meclis

589
açılmadan önce Temsil Heyeti hesap vermiş midir? Sonra Beyefendi Hazretleri
diğer bir liste okudular, bağış tarzında Halil Paşa’ya altı yüz lira verilmiş. Efendiler
asıl hesapları tetkik etmenin ruhu buradadır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Trabzonlulara Halil Paşa’yı çıkar dendi, çıkarma
dılar. Onun için söz tutmayanların hali budur.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendiler o kadar zorlanıyorum ki memleket hesabı
na daha ileri gitmek istemiyorum. (söyle söyle sesleri) Efendiler Halil Paşa evet
Trabzon'a gelmiştir. Fakat o zaman Halil Paşa Hükümetin itimat ettiği bir adam idi
ve öyle kabul edilmişti.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Azerbaycan'a yaptığı hizmetleri nasılsa unutulmuş.
ALI ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Bir vakit Halil Paşa’nın memleketten çıkması isten
miştir. Hükümet emretti diye Müdafaayı Hukuk da bu hususta Hükümete yardımcı
olmuştur. Fakat efendiler size soruyorum. Halil Paşa bu memleketin bir generali
dir. İyi adam, fena adam, bence bahis mevzu değildir. Bu adam gelmiş, Tümen
Kumandanının karşısına,
-Ben Rusya'ya gideceğim fakat cebimde on param yoktur, ailem de yanımda, aç
kalacağım,
...diyor. Ne yapacaksınız? Hükümetin itimadı olan bir Tümen Kumandanı da,
-Benim param olsaydı verirdim, fakat maalesef yoktur. Hacı Efendi siz verir misiniz?
...diyor. Bunun üzerine Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Halil Paşaya altı yüz lira verirse
cinayet mi yapmış olur? Sonra efendiler Nuri Paşa’nın adamına da para verilmiş.
Efendiler Nuri Paşanın adamını ben de gördüm. Kahraman bir Azerbaycanlı fena
ve perişan bir halde Trabzon'a düşmüş, buna üç yüz lira para vermişler, günah mı
etmişler. Mesela Dağıstanlı muhterem bir aileye de para vermişlerdir. Şeyh Şamil
'in soyundan bir kişi.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum) : Onun büyüklüğünü kimse takdir edemez.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendiler, İçişleri Vekili Beyefendi Hazretlerinin iza
hatındaki en canlı nokta, Trabzon Müdafaayı Hukuku sekiz yüz, bin lira kadar bir
paranın makbuzlarını verememiş. İşte bu da yine, memleketin o zamanki vaziyeti
ni bilmediklerinden ileri gelir. Efendiler, benim bildiğim o günlerde çok defa Hükü
met bile kasa mevcudunu dağa çıkarmıştır. Vekil Beyefendi Malta'da iken de
Trabzon'un kaç defa bombardıman edildiğini elbette işitmişlerdir. Boztepe'deki
büyük topların İngilizler tarafından tahrip edildiklerini işitmişlerdir. Rica ederim,
normal günlerdeki gibi, bir banka muamelesi tarzında muamele yapıyormuş gibi
bunlardan makbuz isteyebilirler mi? Öyle günlerde acaba para, makbuz düşünüle
bilir mi? O gibi fevkalade günlerde onların yegane düşündükleri silahları ve mem
leketleri idi. Silahları omuzlarında gezen, evlat ırz ve namusunu muhafaza etmek

590
için memleketlerinin düşman ayağı altında çiğnenmesini görmemek için benim
gözümün önünde bu adamlardan, düşman eline kalmaması ve memleket müdafa
ası uğrunda kendilerine ayak bağı olmamaları için ailelerini kendi elleriyle öldür
meyi bile düşünen bu adamlardan usulü dairesinde makbuz istemek ne kadar
doğrudur? Efendiler ben Milli Hükümetimizin ilk teşekkülü senesine ait hesaplarına
ait bu tarzda muntazam ve usulüne uygun olmayan hesapları Maliye Vekaletinde
bile belki bulabilirim. Sonra efendiler, arz ettiğim gibi kendilerinin telgraflarını da
okuyacağım. Defter, evrak, makbuz hususunda neden dikkatli olsunlar? Paraları
toplayıp, harcayan heyet kime hesap vermeyi düşünecek? Kendi verdiği paranın
hesabını ne hakla başkasına verecek? Yani rica ederim bunlardan kim hesap
soracak? Bu heyet, Hükümetin tayin ettiği bir komisyon mudur ki Hükümetin ken
dilerinden ince bir hesap isteyebileceğini düşünsünler ve ona göre muntazam
defter tutmaya lüzum görsünler?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Dava eden var mı?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Göstersinler birisini ben de anlayayım bari.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hükümet manevrasıdır bunlar, zamanında Ba
bıali de böyle yapardı.
ALI ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendiler, Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti hesap
larını tetkik eden Heyette en istekli Vali Beyefendi olmuştur. Vali Beyefendi çok
muhterem, çok namuslu bir idareci olmakla beraber yaşının ilerlemiş olmasıdır. Bu
sebeple kendisinden haklı olarak Milli Hükümetin nüfuzunu muhafaza etmesini talep
edenlerin vehmiyle hareket etmiştir. Binaenaleyh, bu rapor öyle bir zihniyetle yazıl
mıştır. Heyet Reisi Ali Sait Paşa ile görüşmüş olduğum hususları açıkça söylemek
için kendilerinden izin almadığım için söyleyemeyeceğim. Yalnız şunu ifade edeyim
ki Ali Sait Paşa Hazretleri bu adamlar için, hizmetlerine ve vatanseverliklerine ta
mamıyla kanaatleri olduğunu bana birkaç defa söylemişlerdir. Yalnız demiştir ki,
-Ali Şükrü Bey, size bir teklif yapacağım, eğer becerebilirsen çok iyi olur. Onlar
hakkında lazım gelen tahkikatı yaptım. Yalnız madem ki Hükümetçe böyle bir
mesele olmuştur, bu işe girişilmiştir, her halde tarafları tatmin edecek bir şekilde
bir çare bulmak lazımdır. Bunun için de ben bir çare hal düşünüyorum. Şimdiki
Müdafaayı Hukuk Heyeti istifa etse de yerine yine onlardan bir heyet getirseniz.
Mesela Hacı Ahmet Efendi istifa etse de yerine oğlu Faik Efendi geçse. Zeki ve
daha faal bir gençtir. Buna karşılık benim yapacağım da Tümen Kumandanını
buradan göndermeyi tavassut etmektir.
...dedi. Efendiler dikkat buyurunuz, Paşa Hazretleri bu teklifi Hükümeti tatmin için
yapıyordu. Müdafaayı Hukuk Heyetine, uygun gördükleri bir zamanda istifa etme
lerini tavsiye ettim ve kabul ettiler. İşte Heyetin istifa sebebi budur. Yoksa zannet
tikleri gibi korku değil,ayevvel Kumandan
hakikat budur. bir subay mertlik
Ali Sait Paşa da hakikaten gönderilmiştir.
etti ve
bundan bir, bir buçuk Kars taraflarında bir yere tayin edildi.
Yerine de Muğlalı Mustafa Bey adında diğer muhterem
591
Efendiler, mesele böyle cereyan etmiştir. Yani istifa meselesi de budur. Fakat
sonra Müdafaayı Hukuk Heyetinin istifasını kabul edecek bir makam bulunamadı.
Çünkü evvelce Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Cemiyetleri Temsil Heyeti vardı ve
Reis Mustafa Kemal Paşa idi. Malumunuz şimdi yoktur. Şimdi Temsil Heyetinin
yerine her nasılsa Müdafaayı Hukuk Grubu bakıyormuş, fakat ben bilmiyorum.
(haksız tecavüz sesleri) Yalnız benim bildiğim, Grup bu meseleye evet veya hayır
diye bir şey söyleyememiş. Fakat başka bir yere tayin olunan Tümen Kumandanı
yine Trabzon'da kalmış ve şimdi Vali Vekili olarak vazife yapıyor. Bu Kumandanın
bundan sonra ne tarzda hareket edeceğini sizler takdir buyurunuz. Kumandanının
ilk yaptığı iş, Trabzon’da yapılan iyi işlere muhalif olan bir gazeteye yardım edil
mesini Belediyeye tavsiye etmiştir. Sonra efendiler bu Vali Vekili ayrıca tutmuş
yeni bir gazete çıkartmıştır. Bu gazeteyi işinden çıkarılmış bir memur çıkarıyor
muş. Ben buradayım, tafsilatını bilmiyorum. Güzel Trabzon diye bir gazete çıkı
yormuş. Tabii Müdafaayı Hukuk Cemiyetine hücuma başlamış. Trabzon bilhassa
birkaç gazeteyi besleyecek kudrette değildir. Bir gazetenin masrafını birkaç kişi
üstlenirse o gazete çıkarılabilinir. Efendiler başmakalesinin yalnız ufak bir kısmını
okuyacağım. Bilirsiniz ki belli bir zümreye hitap eden bu gibi gazeteler belli yerler
den direktif alırlar. Herif, affedersiniz biraz hata ettim, kaba konuştum, gazeteci
efendi diyeyim, Trabzon Müdafaayı Hukuk Şubesine hücum edeyim derken gaye
sini saklayamamış, belki de gayrı ihtiyari olarak Müdafaayı Hukuk cemiyetlerinin
hepsine hücum etmiştir. Çünkü onun veya arkasında bulunan zümrenin gayesi,
bugünkü teşkilata esas olan bu cemiyetlerdir. Bakınız gazeteci Bey Müdafaayı
Hukuk cemiyetleri hakkındaki sözlerine...
-Hükümetin ve milletin kuvvetinden fayda uman bazı zümreler...
...diye başlıyor. Şimdi benim bildiğim, Müdafaayı Hukuk hareketi bu vaziyeti doğu
ran Teşkilatı Esasiyedir. Halbuki bu adamın kanaatince Müdafaayı Hukuk cemi
yetleri gayri tabiidir. Bu manasız bir laftır. Şimdi efendiler, hariçten bakılırsa, iç
yüzü bilinmezse Trabzon iki büyük gruba ayrılmış gibi görünür. İki gazete bir taraf
ta, iki gazete de diğer tarafta birbirine hücum ediyor. Görünürde kuvvetli iki zümre
birbiriyle çarpışıyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ferit Paşa ile bizim gibi.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Fakat hakikatte o gazetenin takipçi kitlesi adeta bir
sabun köpüğüdür. Taraftarları ancak üç, beş kişidir. Çünkü o taraftarlar Trab
zon’da söz sahibi olmuş olsalardı, belki bu milli teşkilatın o civara ait kısmı eksik
kalırdı. Efendiler bunun ikinci bir safhasını arz edeyim. Trabzon'dan ben bir telgraf
alıyorum. Bu telgraf Meclis Divanına çekiliyor ve bir sureti de bana gönderiliyor.
Telgrafın bahsettiği mesele o kadar mühim görülmüş ki Anadolu Ajansı bile tekzip
ediyor. İstanbul'daki bir gazete Trabzon hususi muhabiri adı altında bir mektup
yayınlamış. Bugün Trabzonlular, Trabzon'daki gazetelere soruyorlar, bu muhabirin
kim olduğunu arıyorlar, fakat o adam meydana çıkmıyor. Efendiler Trabzon'da
öyle bir mektup yazacak bir Trabzonlu yoktur. Çünkü bir Trabzonlunun bunu yap

592
masının imkanı yoktur. İstanbul'a gönderilen bu mektup Yeni Şark Gazetesinde
yayınlanıyor. Bu gazeteyi Trabzon'da okuyan arkadaşlarımız, yukarda bahsettiğim
telgrafı çekiyorlar. Müsaadenizle okuyacağım. Çünkü gazeteler bu telgrafı aynen
yayınlamadılar.

Trabzon Mebusu Ali Şükrü Beye


İstanbul'da çıkarılan Yeni Şark Gazetesinin 13 Mayıs 1922 tarihli sayı
sında bir mektup yayınlandı. Trabzon hususi muhabirinin gönderdiği ifade edi
len bu mektup, Müdafaayı Hukuk Heyeti aleyhinde ise de dolayısıyla Trabzon’u
da lekeliyor. Trabzon'u Ankara'ya yüz çevirmiş gibi gösteriyor. Trabzon Müda
faayı Hukuk Cemiyeti, Millet Meclisinin en ateşli taraftarıdır. Seçilmiş Milli Mec
lisin teşekkülüne ait şartların hazırlanmasına imkan hazırlayan Trabzon'da, ona
yan bakacak bir Trabzonlu düşünmek, kötülüklerin en büyüğü, hain nazarların
en canisidir. Bu iftiraları bütün mevcudiyetimizle ve şiddetle reddeyleriz. Mahi
yeti Ankara tarafından da malum bulunan bu gazetede bu kadar çirkin bir mek
tubun İçişleri Vekaletinin, Vali Vekilinin, Vergi ve Düyunu Umumiye müdürleri
nin resimleri ile yayınlaması başka maksatlarla alakalı görülmektedir. Dışarıda
vatanın mukadderatıyla alakalı propagandaların bu hararetli devirlerinde, bu
mektup memleket için büyük bir ihanet teşkil eder, İçişleri Vekilinin seyahatin
den, Vali Vekili’nin icraatından memleket için refah neticeleri beklenirken, aksi
ne onların resimleri altında mektup adıyla böyle tuzaklar görmekten dolayı
üzüntülerimizi arz eyleriz. Bu gibi alçakça yalanların resmi olarak tekzip edil
mesini ve bunu yapanların otaya çıkartılarak cezalandırılmalarını hürmetle
istirham eyleriz, efendim. 24 Mart 1922
Trabzon
Mehmet
Mebusu Lazistan
MehmetMebusu
Necati Vilâyet
Muharrem
M. Üyesi Ticaret Odası Üy.
Fazıl

ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Yeni Şark gazetesinin o sayısını aradım, bulamadım.
Mektubun hulasası bu imiş efendim. Trabzon öteden beri Ankara'ya muhalif imiş
de bunu düzelten de Tümen Kumandanı imiş. İçişleri Vekili Bey de gitmiş mesele
yi halletmiş. Trabzon'un bu telgrafla tekzip ettiği işte bu mektuptur. Bu aslında çok
fazla ehemmiyetli bir mesele değildir. Çünkü Trabzon'un başından beri olan vazi
yeti herkesçe bilinir. Fakat beni sesim kısılacak derecede bağırmaya mecbur eden
şey, ne yazık ki Trabzon'da böyle kötü neticeler verecek bir tohumun ekilmiş bu
lunmasıdır. Trabzon'un siyasi ve coğrafi ehemmiyetini izaha katiyen ihtiyaç yoktur
efendiler. Kısa kesmek için bir iki noktayı daha arz etmek istiyorum. Efendim, ben
ce mesele gayet nazik görünüyor. Derin bir meseledir. Bu itibarla başınızı ağrıt
tımsa bilmem. (devam sesleri) Daha henüz hiçbir yerde Müdafaayı Milliye teşkilatı
mevcut değil iken teşkilat yapmış ve bu teşkilatla, memleketine hizmet etmiş olan
lar hakkında yine kendileri tarafından yapılan bir şikayet üzerine tetkikata gelen bir
heyetin yazdığı raporda, hiç olmazsa insaf edilip de biraz da hizmetlerinden bah
sedilmiş olsaydı, bu kadar uzun söz söylemeye lüzum görmezdim. Raporu ben

593
görmedim ve okuyamadım. Fakat gören ve okuyan bir arkadaşım söyledi, bu ra
porda siyaset bakımından söylenmesi uygun olmayan birtakım şeyler de varmış.
Yani Tahkik Heyeti, bu meseleyi tetkik edecektik, fakat vakit bulamadık, demişler.
İsteyen bu raporu okuyabilir, meseleyi meydana koyabilir. Fakat ben bunun uza
tılmasının taraftarı değilim, çünkü o vakit yalnız Trabzon'a değil Ankara'ya kadar el
uzatmak icap eder. Ben burada bulunduğum için tabii Trabzon’dan bana gelen
telgraflardan malumat alıyorum, İşte o telgrafları aynen okuyorum.

İçişleri Vekili Ali Fethi Bey’e

Heyetimizin kötü icraatları olduğunu öne sürerek yerimize bir müteşebbis


heyet meydana getirdiğiniz hakkında Valiliğe emir verdiğiniz anlaşılmıştır. Şim
diye kadar en zor anlarda ve en zor şartlar altında bugünkü milli teşkilatın esa
sını kuran ve memlekete yaptığı hizmetleri eldeki vesikalarla ispat etmiş bulu
nan bir heyet hakkındaki takdirlerimizin bir delili olan bu memlekette namus ve
haysiyetine ufak bir leke sürülmemiş ve iki büyük kongrenin itimadını kazanmış
vatanın fedakarlığına havale edilmiş çok ağır bir muamele şeklinde düşünerek
şiddetle reddederiz. Eğer kötü bir icraatımız mevcut ise bizi mahkemeye sevk
etmeyerek, büyük suçlamalara maruz bırakılmamızı en büyük teessüflere layık
görürüz. 1 Mart 1922
Trabzon Müdafaayı Hukuk
Reisi ve üyeleri

Ankara’da Trabzon Mebuslarına

Halk Hükümetinin İçişleri Vekaleti tarafından Valiliğe gelen ve tarafımız


dan gererinin yapılması ilavesiyle tebliğ edilen telgrafın ve verilen cevapların
suretleri ektedir. Milli davamıza bu derece yapılan taarruz hakkında icap eden
muameleleri tatbik buyurmanız, umumi arzunun isteğidir.

Trabzon Müdafaayı Hukuk


Reisi ve üyeleri

Tüccardan Barutçuzade Hacı Ahmet Efendiye

İçişleri Vekaletinden alınan telgrafın sureti aşağıdadır. Hareketinizin ona


göre icrası ve vaziyetin arkadaşlarınıza da tebliğ edilmesi temenni olunur.
3 Mayıs 1922
Trabzon Vali Vekili
Sami

594
Trabzon Valiliğine
Hakkı olmadığı halde kendisine Müdafaayı Hukuk Reisi unvanını ver
mekte olan Hacı Ahmet Efendi ve arkadaşlarının, Tahkik Heyeti raporuyla aşi
kar olan uygunsuz halleri ortada iken, zimmetlerinde kalmış olan parayı bir an
evvel iade etmeyi gayret edecekleri yerde, düşmanca ve pervasızca ifadeler ile
hakikati örtmeye teşebbüs etmelerinin, neticeye götürmeyeceği için, münasip
gördüğünüz takdirde kendisine ve arkadaşlarına vaziyeti tebliğ edebilirsiniz.
İcabında mahkemeye verilmelerinde Hükümetin tereddüt göstermeyeceğini
ilâve etmek de faydalı olur. 3 Mayıs 1922
İçişleri Vekili
Ali Fethi

Ankara’da İçişleri Vekaletine


Telgrafınızı Valilik vasıtasıyla aldık. Müdafaayı Hukuk Reisliğini ve üyeli
ğini fuzuli değil milletin seçimi ile kazanmış bulunuyoruz. İstifa etmiş olmakla
beraber, yeni bir heyet gelinceye kadar geçici olarak vazife yapmayı düşünüyo
ruz. Zimmetimizde para bulunduğu iddiasını ve pervasızca tabirini reddederiz.
Aslında Müdafaayı Hukuk gelirlerinin üçte ikisini üyelerin bağışları teşkil eder.
Bir cemiyetin üyelerine karşı zimmet sözünü kullanmak ağırlığından çok zayıf
lığını görür. Hüküm ve takdirinizi vatan hizmetinin bir karşılığı olmak üzere
mahkemeye gitmeyi şeref sayacağımızı ve ilave olarak Halk Hükümetinin İçiş
leri Vekili olduğunuzu hatırlatmayı da faydalı buluruz.
Trabzon Müdafaayı Hukuk
Reisi ve üyeleri
(alkışlar, bravo sesleri)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendim, İçişleri Vekili Beyefendi Hazretleri, çekmiş
oldukları telgrafta Tahkik Heyeti raporuyla aşikar olan uygunsuz halleri sübut bul
muştur, diyor. Ben hukukçu değilim. Fakat soruyorum, bir heyet raporu kanuni
muamelelerden geçmeden sabit olur ve kati bir mahiyet alır mı bilmiyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Şerefini rencide edecek iftira olur.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): O halde nasıl olur da mahkeme olmadan bir heyete
veya bir adama sen suiistimal yapmışsın, hırsızsın, deniyor. Nasıl olur efendim,
sen hırsızsın denir? Bir tahkik heyeti raporunda mevcut mütalaa belki doğrudur,
belki yanlıştır. İnsanlar melek değildir. Hayatımda vazifesine tamamıyla bağlı olan
iki kişi tanıyorum. Birisi Donanma Cemiyeti Reisi merhum Şefik Bey, diğeri de
şimdi hırsız denen Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Reisi Hacı Ahmet Efen
di’dir. Donanma Cemiyeti Reisi Şefik Bey İstanbul'un en büyük tüccarlarından biri
idi. Fakat Donanma Cemiyeti Reisliğine seçildiği günden itibaren mağazasını ka

595
pamış, ticaretini bırakmıştır. Ölünceye kadar gece gündüz büyük bir aşk ile Do
nanma Cemiyetinde çalışmıştır. Hatta son zamanlarda vefatından biraz evvel
diğer milli cemiyetler gibi Donanma Cemiyetini de kapatmak isteyen Ferit Paşa ve
adamları ile devamlı boğuşmuştur. İşte Hacı Ahmet Efendi de tıpkı Şefik Bey mer
hum gibi Milli Teşkilata başlanıldığı günden beri ticaretle uğraşmamıştır. Hacı
Ahmet Efendi Memleketin büyük tüccarlarındandır. Bu kişi bazıları gibi, yani şimdi
gözde olanlar gibi Trabzon'da kalmışlardan değildir. Belki ellerinde silah olduğu
halde istila orduları önünde memleketi adım adım müdafaa ederek çekilen feda
karlara mensuptur. İstila esnasında bu kişi de diğerleri gibi birçok zararlar görmüş
tür. Birçok mal ve mülkünü kaybetmiştir. Rus işgalinden sonra Trabzon'a geldiği
zaman ilk işi ticarete sarılmak ve kaybettiği paralan kısmen telafi etmek için fırsat
tan istifade etmek olduğu halde, bu adam mağaza açmamıştır, efendiler. Müdafa
ayı Hukuk’un başına geçmiş, altmış beş yaşındaki bu ihtiyar bugüne kadar arka
daşlarıyla birlikte çalışmıştır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Felaketli günlerde yine çalışacaklardır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Elbette çalışacaktır. Şimdi bu mesele üzerine, Mal
ta'da bulunan zavallılardan eczacı Mehmet Efendi ile ortak olmuş ve yeniden tica
rete başlamıştır. Yani ihtiyarlığı ticaret yapmasına mani olmamıştır. Onu evvelce
ticaretten alıkoyan, vatanı kurtarmaya çalışmak hususundaki aşkıdır. Zararını
telafiye çalışması icap eden o günlerde bazı mallarını satmak suretiyle geçinmiş
ve yine milli vazifeden ayrılmamıştır. Ticaretle uğraşmayan bir adam havadan
geçinemez. Mecbur olmuştur. Ailesi kalabalıktır. Böyle bir kişiyi yalnız Tahkik He
yetinin raporuna dayanarak, sen hırsızsın, demeyi tasdik için ben kelime bulamı
yorum, siz takdir buyurun.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Milletini tanımamak, memleketini bilmemek de
mektir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Şimdi efendiler, Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti,
okuduğum telgraflardan anlaşılacağı gibi istifa etmiştir. Fakat istifa arz ettiğim
şekilde olmuştur. Fakat tabiatıyla bir heyet, kendisinin yerine geçecek bir heyet
gelinceye kadar beklemeye mecburdur. Ama İçişleri Vekili de, Trabzon Vali Vekili
de onların hiçbir vazifesi kalmamıştır, şimdiden sonra onları tanımayacaksınız,
şeklinde ilan yapmıştır. Hükümet Trabzon Müdafaayı Hukuk Heyetine, Cemiyeti
müteşebbis heyete devrini yapmasını tebliğ etmiştir. Müteşebbis heyetindeki kişi
ler de pek muhteremdir. Fakat yapılan iş, yani müteşebbis heyetin kuruluşu kanuni
değildir. Ben burada Müdafaayı Hukuk Grubunda bazı teşebbüslerde bulundum
ve onlar da haklı buldular. Yapılacak mesele doğrudan doğruya bunların hesapla
rını tetkik etmek, kabahatleri varsa mahkemeye verdirmek ve seçecekleri heyete
vermekten ibaretti. Bundan başka çare yoktur. Fakat bu verilen emrin de doğru
olmadığı daha sonra anlaşılmış olacak ki müteşebbis heyet yerine, seçimi Beledi
ye heyetine devreden yeni bir emir verilmiştir. Efendiler, bu emir de kanunsuzdur.
Çünkü yine gaflet diyeceğim, vaziyeti bilmemektir diyeceğim. Belediye heyetleri
596
hangi şehirde seçilmişse ancak o şehri temsil eder. Binaenaleyh bütün Trabzon
Vilayetini temsil edecek bir heyetin seçimini kontrol ve idare edemez. Salahiyeti
yoktur. Binaenaleyh asıl yapılacak iş, Hükümetin yapacağı şey, olsa olsa bir be
yanname ile Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti üyelerinin istifalarını bildirmek ve
Vilayet Kongresini toplantıya davet etmekten ibarettir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hükümet yapamaz, kendi yapar.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla). Şimdi efendim, meselenin ruhu, şuradadır. Müdafa
ayı Hukuk cemiyetleri Erzurum ve Sivas kongrelerinden başlayarak bu Hükümetin
temelidir diyorum. Hükümet onlardan çıkmıştır. Hükümet onlara kendi idareleri için
emredemez. Onlar Kongre kararlarına göre faaliyet yaparlar ve ancak kongreleri
ne karşı mesuldürler. Hükümetin karışması fuzuli bir müdahaleden başka bir şey
değildir, iddiamız da budur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Babıâli zihniyeti, üstü açık komitecilik, halkçılığın zıddı.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendim, sözlerime son vermek için bir telgraf daha
okuyacağım.

Ankara’da Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’e


Seçme hakkının milletin tabii hakkı olduğu, kanuni mevzuat ile kayıtlı bu
lunduğu halde, Müdafaayı Hukuk Heyetinin seçimi için müteşebbis heyet tayin
etme emri vererek seçime müdahale edilmesi için İçişleri Vekaletinin Vilayet
Makamına emir vermesi ve bu emrin gazeteler ile ilan olunması hükmü kanuna
ve seçme hakkına açık bir tecavüzdür. Teşkilatı Esasiye Kanununu ve idari mev
zuatı hazmedemediği gibi, milli kuvvetlerin lüzumlu olmadığına iddia ile ve mev
cut Hükümetin teşekkül ve faaliyeti için çalışanların birer bahane ve iftira ile hay
siyetlerini hiçe sayması ve saray terbiyesiyle büyümüş olduğundan Vali Vekili
Sami Sabit Bey’in hareketlerini tasvip eden İçişleri Vekilinin Hükümette yer alma
sına Büyük Millet Meclisinin müsaade etmeyeceği kanaatindeyiz. Hükümet aley
hinde bir teşkilat olmadıkça cemiyetlerin hesaplarını tetkik ve usulsüz harcamala
rından dolayı mesuliyetlerini iddia etmek ancak alakalı cemiyetin kongresine ait
olup, Hükümetin böyle müdahalesi Kanunu Esasi ve Cemiyetler Kanununa aykı
rıdır. Bu sebeple İçişleri Vekilinin, Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin hesap
larını tetkik için bir Tahkik Heyeti gönderilmesi ve Cemiyetimizin teşekkülüne
karşı olan şahıslar ile çalıştırılarak takdim edilen taraflı raporlara dayanarak ken
disini iktidara getiren kuvvetlerin hizmetkarlarına tehditkar bir vaziyet takınan
İçişleri Vekili gibi mevki ve sandalye için değil, sadece vatan ve millet için müca
deleye atılan kimseler hakkında tahkikat icrasını ancak Meclisten seçilecek bir
heyetin gönderilmesini istirham etmekte olduğumuzu, bu telgrafımızın aynen
Yüce Mecliste okunmasını temenni eyleriz. 21 Mayıs 1922
Barutçuzade Ahmet Hafız Mahmut Mehmet Salih

597
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Bir fıkrası fazladır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Fazla değildir iddiasında değilim. Fakat yukarıdan
beri hikaye ettiğim vaziyete getirilenlerin bu hatasını değil, bundan daha fazla
hatalarını da mazur görmek lazım gelir. Şimdi efendim yalnız son olarak şunu
söyleyeceğim. Orada meydana gelen bazı garip hadiseleri, yani Sami Sabit Bey
geldiği zaman, belki daha evvelce de vardı, fakat ben burada idim bilmiyorum,
idare şekli hakkında, arz edeceğim bir misal ile ufacık bir fikir vermek isterim. Ba
sın Yayın Umum Müdürü olan Ağaoğlu Ahmet Bey Kars, Erzurum yoluyla Trab
zon'a geldiği zaman, Müdafaayı Hukuk Cemiyetinde bana demiştir ki,
-Ali Şükrü Bey, sen Enver Paşa’ya bir mektup yazmışsın. Yalnız sen değil, birkaç
arkadaş. Bu arkadaşların isimlerini söylemek istemiyorum.
...dedi. Güya biz Enver Paşaya demişiz ki,
-Bu işin ehli sensin. Er geç sen geleceksin. Mustafa Kemal Paşa Hazretleri de
bunu istiyor. Fakat şimdi zamanı değildir. Hudut boyunda senin dolaşman uygun
değildir. Binaenaleyh huduttan uzaklaşmanızı rica ederim.”
-Bunu kimden işittiniz.
-Kazım Karabekir Paşa Hazretlerine Trabzon'dan çekilmiş bir telgrafı kendim okudum.
-Efendi ben şimdiye kadar Enver Paşa ile görüşmedim ve hakikaten kendisinin
hudut boylarında dolaşmasından ben de rahatsızım. Onu hudut boyundan uzak
laştırmak için böyle bir mektup yazılması gerekiyorsa, yazar ve imza ederim.
-Yalnız bu da değil, daha başka telgraflar da çekilmiş. Altmış kişilik bir ziyafette siz
ve diğer bir mebus arkadaşınız, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri aleyhinde söz
söylemişiz.
...dedi, Ağaoğlu Ahmet Bey. Evet efendiler, böyle bir ziyafet oldu. General
Fronze'nin şerefine Trabzon’da Kumandanın ve Valinin mevcut bulunduğu bir
ziyafettir. Böyle söylemek icap etseydi bile orası yeri mi idi? Yabancılar mevcut
iken, o tarzda bir şey söylemek lazım olsa bile caiz midir? Söylemekte fayda nedir
efendiler? Bunu anlamayacak kadar kafasız mıyım? İşte memleket böyle idare
ediliyor. Bütün hadiseler bu tarzda yapılan şikayetler üzerine meydana geliyor. Bu
celsede söyleyeceğim sözler bunlardan ibarettir. Eğer söylediğim sözler üzerine
konuşulursa, cevap vermek hakkını muhafaza ediyorum.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendiler, İçişleri Vekili Beyefendiyi ve Ali Şükrü
Beyefendiyi burada dikkatle dinledik. Her iki ifadeyi mukayese ederek elbette biz
de de bir kanaat hasıl olmuştur. Ben kendi şahsım adına arz edeyim bu mesele
için hiç söz söylemeyecektim. Fakat bilmediğimiz, işitmediğimiz, hiçbir taraftan
öğrenmediğimiz birçok hakikatler öğrendik ki bu hakikatler karşısında susmak
mümkün değildir. Rica ederim öteden beri ittifakıyla, ittihadıyla, diniyle, bütün me

598
ziyetleriyle, Müslümanlığıyla tanınmış olan koca bir vilayette bugün arzu edilme
yecek fena bir şeyler dönüyor, koca vilayet bugün elim bir devir geçiriyor, ikiye
ayrılıyor efendiler. Rica ederim, Büyük Millet Meclisinin gözünün önünde devam
eden bu haller bizim için pek elimdir. Pek ağırdır ve artık yaşamayalım bu haller
karşısında, bu nedir Allah aşkına?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim Basri Bey arkadaşımızın pek çabuk hü
küm verdiğini heyecanlı beyanatından anladım. Fakat zannedersem bir de benim
tarafımdan verilecek cevapları dinlemek lazımdır. (bravo sesleri) Zan ve şüphe
altında vazifeye devam edecek vekillerden değilim. Her ne kadar Ali Şükrü Beye
fendi ve onu müdafaa edenler benim sandalyeye ve mevkie bağlı olduğumu zan
netmişlerse de bunda hata etmişlerdir. Ben böyle sandalyeye tabi olan vekillerden
değilim. İcabında da göreceksiniz.
CELALETTİN BEY (Trabzon): Bir subayın evime izinsiz girmek için bu cesareti
nereden aldığını arz etmek isterim. Oğlum hadiseden sonra vaziyeti bir dilekçe ile
Vilayet Makamına şikayet ediyor. (işitilmiyor sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Rica ederim sessiz olunuz. Hatip sözünü işittirmek
istiyor.
CELALETTİN BEY (Devamla): Vilayet de dilekçeyi Kumandanlığa havale ediyor.
Bakınız subayı hapsettiğini söyleyen Kumandan Sami Bey, bugün Vali Vekili ola
rak bulunuyor, dilekçeye verdiği cevapta ne gibi bir muamele yaptığını söylüyor.
-Hüdadat Efendi Tümenimizin en yüksek tahsil görmüş subaylarından birisidir.
Azerbaycanlı olduğu için memleketin sosyal vaziyetini pek iyi bilmemekten dolayı
ve müsamaha edilebilecek bir hata ile Celalettin Bey’in evine girmesi üzerine,
küfürlerle karşılanmış, kendisi hiçbir şekilde karşılık vermemiş, bilakis ev sahibi
tarafından hakaret edilmiştir. Bu vaziyet karşısında subayımızın dava açması
mümkündür. Böyle vaziyet karşısında herkese karşı iyi muamele yapılması lüzu
munun dilekçe sahibi tarafından bilinmesini rica ederim.
...diyor. İmza sahibi Sami Sabit. Güya böyle evlere hırsızca girilen yerler de var
mış. Bu cevaba göre subay tebrik edilirken, oğlum kınanıyor. Bunubir dava sebe
bi yapmak istemiyorum. Bu Kumandan halen Trabzon'da Vali Vekili olarak bulu
nuyor. Oğluma kin bağlamış. Bakınız bunu da arzedeyim. Oğluma yaz münase
betiyle yaylaya çıkmalarını buradan yazmıştım. Trabzon'da Soğucak’ta bir ev, bir
Rum evi kiralamış. Buradaki evlerin çoğu Hıristiyanlarındır. Bir müddet sonra eş
yayı nakletmek üzere oraya gider. Kapıda bir asker vardır. Asker oğluma,
-Kumandan burasını başka birisine vereceğinden dolayı bu ev kimseye verilmeyecektir.
...Oğlum karşılık vermenin iyi olmayacağını bilir ve geri çekilir. Ev sahibine gider
sorar. O da der ki,

599
-Ben bu evi size kiraladım, fakat sen bilirsin. Sen beni araya katma, sonra bu
adam bana bir iş yapar.
...Oğlum bana,
-Baba ben bu işi resmiyete dökecektim. Fakat akrabalarım, amcalarım mani oldular.
...İşte Kumandan Sami Bey’in hareketlerinden bir numune. Şimdi Yüce Heyetiniz
buna hüküm veriniz. Bugün bana olursa, yarın size olur. Bunda huzur olmaz, ayrı
lık olur. Şu sırada ve bilhassa iyi bir idare için, fevkalade iyi bir kimse Trabzon’da
Vali Vekili seçilmelidir.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): İçişleri Vekili Fethi Bey buyurdular ki Aziz
Çavuş Yahya Kahya'ya yataklık ettiği için tevkif edilmiş, sıkıyönetim kalktıktan
sonra mahkemeye havale edilmiş, beraat etmiş, daha sonra Kumandan tekrar
hapsetmiş, bu olur şeydir, ehemmiyetsizdir, demek istedi. Halbuki Tümen Kuman
danı kendisini adliyenin üstünde göstermiştir ve buna karşı İçişleri Vekaleti sessiz
kalmıştır. Evvelce muhterem Vekilin bir icraatını hatırladım. Samsun Müftüsü ve
birkaç arkadaşının seyahatine mani olduğu için bir kumandanın azledilmesine
lüzum göstermişti. Kanunsuzluk yapmış denmişti. Bunu haksız gösterdiği halde,
Meclisi hatalı bir karara sevk ettiği halde, bugün birtakım adamların evleri basılı
yor, giriliyor, eşyası çıkarılıyor. Bu Ankara'da da olur şeydir, diyor. Bu ehemmiyet
siz midir efendim? Acaba Vekil Bey’in eski kanaati değişmiş midir? Bence bu zih
niyette bulunan bir şahıs, kanaatini hadiselere göre değiştiren bir şahsiyet, Büyük
Millet Meclisinin vekili olamaz. Bence bu mesele dolayısıyla İçişleri Vekili Ali Fethi
Bey’e güvensizlik oyu vermek lazımdır. Ali Şükrü Bey bu meselede benim kanaa
time göre haklı çıkmıştır. Bir de yalnız ufak bir şey daha söyleyeceğim. Müdafaayı
Hukuk teşkilatının nasıl teşekkül ettiğini zannedersem İçişleri Vekili Fethi Bey iyice
tanımıyor. Bu hadiseyi Cemiyetler Tüzüğüyle ölçmek istiyor. Şurayı hatırlatmak
isterim ki o Tüzük nasıl yapılmıştır ve Müdafaayı Hukuk cemiyetleri bu Tüzük ile
ölçülebilir mi, ölçülemez mi? Efendiler, takdiri Yüce Heyetinize havale ederim.
Müdafaayı Hukuk teşkilatı milli coşku neticesinde kendiliğinden teşekkül etmiş ve
bizi buraya getirmiş olan cemiyetlerdir. O Cemiyetler Tüzüğü, İttihat ve Terakki
Cemiyetinin bir müddet kendisinden başka bir cemiyet bulundurmamak için yaptığı
bir tüzüktür. (bravo sesleri) Rica ederim, milli coşku ile teşekkül eden bir heyete
böyle bir muamele neden yapılıyor, anlamıyorum? Bu Trabzon Müdafaayı Hukuk
Heyeti diyor ki bizi mahkemeye sevk edin, bizi tahkik için mebuslardan seçilmiş bir
heyet gönderin. Bizim namusumuz lekelenmek isteniliyor. Buna karşı kayıtsız
kalan bir İçişleri Vekiline güvensizlik oyu vermek için Meclis haklıdır ve şarttır.
Fazla söylemeyeceğim, çünkü gensoru sahibi tamamıyla meseleyi anlatmıştır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, gayet mühim bir şekilde teşekkül eden
ve büyük işleri elinde tutan bu Müdafaayı Hukuk cemiyetleri, Hoca Efendi Hazret
lerinin buyurdukları gibi mühimsememek daima öteden beri hükümetlerin yaptığı
iştir. Bir adamı aşağılayacakları zaman ona bin türlü ufak ufak fenalıklar yüklerler.

600
Efendim, bu meseleler böyle ama memleket ayrılıklar yüzünden batar. Efendiler,
biz bu işe başlarken gayet samimi başladık. Bütün millet yedi yaşından, yetmiş
yaşına kadar birlikte çalıştı ve gaye ulaşmak da bu şekilde olacaktır. Fakat efendi
ler, maalesef bunun kutsallığını geç takdir ettiler. Meclisin arasına soğukluk sok
mak, Meclisin arasına ikilik sokmak gibi ufak zihniyetlerle bu meseleyi idare ede
meyeceklerdir. Her şeyi açık söylemek lazımdır. Erzurum’da Doğu Anadolu Müda
faayı Hukuk Kongresi toplandığı zaman, şahıslar elinde oyuncak olmamak için
çırpınıyordu. Salahiyeti kimseye vermemek için ikinci ve hakiki bir kongre ile vazi
yetin tayin edileceği heyecanla kararlaştırmıştı ve Sivas'ta Kongre toplanırken bu
hak gayet ciddi olarak söylenmiştir. Orada bir Temsil Heyeti kurulmuştu, fakat o
Heyetin bir gayesi vardır. Biz öteden beri adam büyütmek için manevra yapmıyo
ruz. Bizim memleketimize göz dikmiş bir Ermeni gayesi var sönmemiştir. Efendiler
o gayenin yanında bir de Pontus gayesi var. Biz bunun önüne geçmek için çalışı
yoruz. Sonra bizi zayıflatan saraylar, saltanatlar, paşalar, yaverler, bilmem neler,
bunlardan da artık yakamızı sıyıracağız. Dünyada bütün insanlığa hakkımızı tanı
tarak biz de herkes gibi yaşayacağız, diye isyan ettik. İşte benim ruhum, içim bu
dur. Fakat bugün o cemiyetler, kişilerin düşüncelerine hizmet ettirilmek isteniyor.
Bakınız Meclisin tamamına bağlı olması lazım gelen Müdafaayı Hukuk Cemiyetine
yalnız bir kısım arkadaşların imzaları ile deniyor ki Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükümeti dahilindeki Umumi Kongrenin toplanmasına kadar, Anadolu ve Rumeli
Müdafaayı Hukuk Merkez Heyetini teşkil eden arkadaşlarımızdan meydana gelen
Müdafaayı Hukuk Grubunda bile müzakere edilmeden, beş arkadaş bu Cemiyeti
eline alacaktır. Halbuki bunlar bize, yani Yüce Meclise bağlıdır. Bu Heyet, onların
gayesine hedef olacak değildir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bravo, bravo. (bravo sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Onlar yine bize yardımcı olacaklar, biz de alnı
mızı onlara açık ve samimi bulundurmakla gayemize ulaşmak için yaşayacağız.
Yoksa öyle bazı şahısları büyütmek ve onları gösteriş, tantana içinde yaşatmak
için vekillerin emrine tabi olmak isteyen bir millet yok efendi.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Meclisin emrine de tabi olmayacak, demek.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Her gün Meclistesiniz, bize bildirseydiniz o vakit.
Fakat Fethi Bey’in, Ahmet Bey’in kanaati bu memlekette temelli olamaz ve hiçbir
zaman hakim olamaz. Teşkilatı Esasiye Kanununa uygun olarak ve meşru bir
şekilde vaziyet alsanız millet size uyar. Biz diyoruz ki istikamet almayan vekilin her
hareketi gayrimeşrudur. Sonra Müdafaayı Hukuk cemiyetlerine bir vaziyet veril
mek lazım gelirse o da Meclisin vazifesidir. Bu vazife, gelişi güzel filan vekilin, filan
paşanın, filan beyin değildir. Biz size o salahiyetleri vermedik. Bu şekilde milli he
yecana mani olamazsınız. Burada üç yüz kişi bu gayenin kurbanıdır. Hepimiz
idama mahkum ve hepimiz milli şeref uğrunda hayatımızı vermeye hazırız. Binae
naleyh üç adam, beş adam bunu kendi başına yapamaz. Beş, altı adam yaparsa
Meclisin manası kalmaz. Herkesin kendi manevi şahsiyetini temsil edecek kudreti

601
vardır. Vekilin salahiyetini biz tayin ederiz. Aksi takdirde benim Müdafaayı Hukuk
üzerindeki kontrol hakkım ne olur? Siz hangi salahiyetle diyorsunuz ki Kumandan
Bey şunu yapmış, şöyle söylemiştir, diye. O Kumandan kim imiş? Trabzon gibi o
muazzam ruhu bastıracak bir kumandan düşünemem. Ona hakim olacak, onu
oyuncak yapacak, o hırsızlık yapmış denilen adamların her birisi, o Kumandanın
ağırlığı kadar bu memlekete mali olarak fedakarlık etmiştir. Onların yüzüne hırsız
lık mı sığar? Asla! (hırsızsınız diyen kim ki sesleri) Felaketli günlerde bunların
hiçbiri yoktu, onlar vardı. Sonra gelenler şimdi bizi mi kovuyorlar? Efendiler, bazı
kimselerin düşüncesine göre ben de Müdafaayı Hukuk Grubu haricinde gösteril
dim. Fakat o düşünceler benim için şereftir. Benim vicdanımı bilmeyen biçareler
beni Müdafaayı Hukuk haricinde düşünmüşlerdir. Fakat hüküm verecek millettir ve
benim vicdanımdır. Beni milletim tanıyor, beni vicdanım tanıyor, başka hiç kimse
ye tanıtmak istemiyorum. Beni Allahım tanıyor. Binaenaleyh öyle oyunlarla, entri
kalarla adam lekelemek ile cemiyetlere hakim olmak için salahiyetiniz yoktur, ve
killer. Ancak buradan alacağınız talimatlar geçerlidir. O vakit millet size itaat eder.
İç ve dış siyasetteki şahsi kanaatleriniz hiçbir zaman hakim olamaz. Bu şekilde
vazife yapacaksanız yapınız. Şayet vaziyeti kavramıyorsanız, eğer maksadınız
istibdat ise ya bize veda ediniz veya istibdadı bırakınız. İstibdat isteseydik, fuzuli
emir ve fermanlara boyun eğseydik, Padişahın istibdadını çekerdik. Altı yüz sene
lik zulüm, işkence ve istibdat yüzünden tarihini çiğneyen bir millet, imkanı yoktur
kimseye boyun eğmez. Bunu arzu edenler, bu milleti temsil hakkına layık değildir
ler, aldanırlar. (bravo sesleri, alkışlar)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim Ali Şükrü Bey meseleden kafi derecede
bahsettiler. Ben meselenin teferruatına girişmeden evvel Hükümetin bu hususta
takip ettiği hareketi biraz izah etmek istiyorum. Müsaade buyrulursa birtakım mi
saller de arz edeceğim. Malumunuz İstanbul'da Damat Ferit Hükümeti gibi satıl
mış bir kabine meydana geldiği zaman, her tarafta birçok Müdafaayı Hukuk cemi
yetleri teşekkül etti ve Anadolu dahilinde de bir Anadolu-Rumeli Müdafaayı Hukuk
Grubu kuruldu. Hepsinin hesabı kitabı vardı. Bu hesaplardan hiçbirisine daha ba
kılmadı ve ilk defa olarak Trabzon Müdafaayı Hukuk Şubesinin hesaplarına bakıl
mak istenildi. Bu Cemiyetin hesapları her nedense her şeyden evvel ele alındı.
Evvela bunu, bu noktayı tetkik edip, Hükümetin fikrini anlamak lazımdır. Efendiler
biz burada birçok misallerle gördük ki değil Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyetine
ait ve güzelce tatbik ettirilmeyen usullerle tahakkuk ettirilmiş on sekiz bin liralık bir
mesele, yüz binlerce, iki yüz binlerce liralık hesaplar biliyoruz ki biz burada, Anka
ra'nın içinde, şurada ve burada henüz tahkik edilmemiştir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bravo!
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Bu hesaplar, kitaplar nerededir ve yalnız neden
Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin on sekiz bin liralık meselesini, Hükümet
dikkate almış ve tahkik ettirmiştir? Vekil Beyefendinin burada beyanatta bulunur
ken, ara sıra üstü örtülü olarak, bazı sebepler dolayısıyla, bazı gayrimeşru hare

602
ketler dolayısıyla, bazı öteberiye para vermek suretiyle, tarzında açık olmayarak
ifade etmek istediklerini ben azıcık izah etmek isterim. Ali Şükrü Beyefendi de pek
güzel anlattılar ki Trabzon'da vaktiyle bulunan tümen kumandanları ki onlar da
vaktiyle bu memleketin muhterem kumandanları, askerleri idiler, Trabzon Müdafa
ayı Hukuk Cemiyetinde bir şaibe sezmediler ve Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemi
yeti ile pekala beraber birçok mühim hizmetlerde bulundular. Yalnız nasılsa Trab
zon'da bir şeyden şüpheleniyor. Halil Paşa ve Küçük Talat Bey Trabzon'da iken
bunların birtakım propagandalar yaptığından ve birtakım işlerle meşgul olduklarına
dair bir kuşku oldu ve işte bu kuşku dolayısıyla bu adamlara hücum edilmek iste
nildi. Şayet bu adamlar bundan dolayı kuruntu altında iseler ve bu bir kanuni suç
ise veya vatana hıyanet suçu işledilerse, şanlarına layık olan, bunlara doğrudan
doğruya cepheden taarruz etmek idi. Hayır, böyle yapılmadı, dolambaçlı işler ya
pıldı. Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin, Hükümetin bazı hareketleri hakkın
da bazı şikayetleri de buna katıldı ve neticede güya Trabzon 'da bir vaka varmış
gibi, orada birtakım harekâta teşebbüs olundu. çeteler kanunu tatbik edildi, köyler
arandı. Sonra memleketin hudutlarını muhafaza ve müdafaa için hazırlanmış olan
bir hücum taburu yine memleketin evlatları aleyhinde tahrik edildi. Zırhlı miğferle,
silahlı taburlar mahalleleri sardılar, bazı adamları tevkif etmek istediler. Bu adam
lar birçok yerlerde dolaştırılarak en nihayet sevk edildikleri mahkemede beraat
ettiler. Vekil Beyefendi beyanatta bulunurken, Vali Vekili olan Tümen Kumanda
nından da bahis buyurdular ve bunun yalnız Trabzon'da değil, Lazistan ve diğer
yerlerdeki asayiş ve inzibatı temin hususundaki hizmetinden malumat verdiler.
Halbuki ben Vekil Bey’e söylüyorum. Tümen Kumandanı Sami Bey Trabzon'a
gelmeden evvel Lazistan'da bir tek şaki kalmamıştı, hepsi hapishanede idi. Vekil
Bey notlarını açsınlar, tarihine baksınlar, bu hizmet Sami Sabit Bey’in hizmeti de
ğildir. O zaman memleketin vaziyeti üzerine, Hükümete yardım etmeyi yalnız
memleketin okumuşları değil, hatta dağdaki şakiler bile, bu lüzumu anlayarak gelip
hapishanelere girmişler, bu yüzden hiç kimsenin kanı akmamış ve burnu kana
mamıştır. Bunun aksini kimse iddia edemez. Bizim oralarda mesele böyle olmuş
tur. Hükümetin bir jandarmasına bile tüfek çevrilmemiştir. Tümen Kumandanı Sa
mi Sabit Beyefendi hâlâ Trabzon'da ve şimdi de bu meselelerden sonra aynı za
manda Vali Vekili olarak bulunuyorlar. Halbuki bu kişinin zihniyetini Ali Şükrü Bey
pek güzel anlattı. Fakat iyi işitebildiniz mi bilmem Vali Vekili, Celalettin Bey’in oğ
lunun dilekçesine verdiği cevapta diyor ki Azeri subay memleketin sosyal vaziyeti
ni bilmediğinden bu eve girmiştir. Acaba Beyefendi hangi memleketin vaziyetinde
bir evden içeriye sallanarak girmek vardır. Bunu Hotanto'lar bile yapmazlar. Sonra
böyle bir adamı kendisi takdir ediyor. Ben Trabzon'da Değirmendere'deki hadise
de bulunamadım ve onu da Ali Şükrü Bey anlattılar. Fethi Bey dediler ki bir adam
için böyle beş altı süngülü olmaz. Halbuki ben şahidim, Trabzon'dan kalkan bir
vapura giden bir adam kayıkla vapurdan geliyor. Ona illa sen bu iskeleye çıkacak
sın diyorlar o da başka bir yerden dışarı çıkıyor. O adam vapura kaçmıyor, o
adam tek bir adamdır ve şayet o adamın kaçmak arzusu olsaydı vapurdan şehre

603
gelmezdi. Efendiler, bu adamı tevkif etmek için on beş süngülü askerle iki subay
birden gittiler, ben de gözümle gördüm.

ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Kimdir o?

ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Kahya Yahya Efendi’dir ve üzerine giden de P


Teşkilatından Binbaşı İzzet Bey’dir. Sonra Trabzon Müdafaayı Hukuk hesaplarını
tetkik etmek istediler. Düşününüz ki bizim Yüce Meclisin hesaplarını tetkik edecek
olan Hesap Tetkik Komisyonu bile daha henüz bir rapor yapıp bize verememiştir.
Burada şu on beş bin, on sekiz bin lira meselesinde neden bu kadar asabiyet gös
terildiğini anlayamıyorum. Isparta meselesi için tetkikat yapıldı ama henüz bir neti
ce alınamadı ve daha böyle birçok meseleler var ve bunların hiçbirisi aranılmıyor
da yalnız Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyetine ait aslı olmayan on beş, on sekiz
bin liralık hesap meselesi mi kalmıştır? Yalnız benim anladığım, bu iş adalet me
selesi değil, baskı meselesidir. Hükümetin, halkın biraz hakkını söylemesine razı
olmamasıdır. Sonra biraz da kuşkudur. Orada İttihatçı Halil Paşa’nın ve başkaları
nın yapacağı propagandalardan filan Trabzon'da bir fikir vardır diye bir kuşku ve
bir şaibe altında bulundurmaktır. Trabzon halkı, Halil Paşa’ya yaptığı fedakarlığa
karşı misafirperverlik gösterdi. Bundan bütün Trabzonlular iftihar hisseder. Açıktan
söylüyorum bütün Trabzonlulara teşekkür ederim. Trabzonlular misafirperverliği
yalnız Halil Paşa’ya yapmamıştır. Ne kadar Azerbaycan ve başka yerlerden gelen
ler varsa hepsine yapmıştır. Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Ankara'dan aldı
ğı emirleri o zamana kadar dikkat ve saflıkla tatbik ettiği halde, üç dört seneden
beri, daha bu Hükümetin teşekkülünden evvel, bu gaye için çalıştığı halde, bu
hizmetleri unutularak, henüz İstanbul'dan henüz yeni gelen bu tümen kumandanı
na vali vekilliği unvanı verilmiştir. Artık bu hususta Yüce Heyetiniz kanaatini açık
lamalıdır. Van Mebusu Hasan Sıddık Bey şimdi burada yoktur. Kendisi Trabzon'-
dan Kayıkcıbaşı Yahya Kahya’nın ismi burada söylendiği sırada soyguncu demiş
ti. Soyguncu denilen bu kişi bir kere beraat etmiştir. Bu beraat etmese bile Hasan
Sıddık Bey sözünü geri almalıdırlar. Bu soyguncu dediği şahsın Dünya Harbi sıra
sında ne kadar hizmet ettiğini, Çanakkale'de harp edenlere ne kadar torpil taşıdı
ğını ve Milli Mücadelede de ne kadar cephane yetiştirdiğini görmüşlerdir. Hasan
Sıddık Bey o zamanlar kime hizmet ediyordu? Onu söylesin, Dünya Harbinde
hangi saflarda hizmet ediyordu? (bravo sesleri)

HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendiler, bir buğday ambarındaki numune, bir avuç
buğday tanesinden ibarettir. Gerek Ali Fethi Beyefendiyi ve gerek ondan sonra
söz söyleyen arkadaşları her tarafımız kulak kesilmek suretiyle dinledik. Açık söy
leyeyim, ben gayet açık ve samimi bir kimseyim. Fethi Bey’e karşı fevkalade hür
metim vardır. Fakat efendiler bu memleketin menfaatlerini, bu memleketin hayatı
nı, her halde sevdiklerimizden daha fazla sevmek mecburiyetindeyiz. Efendiler
ben Ali Şükrü Bey’in üstüne bastığı bir noktaya işaret etmek istiyorum. Milli heye
candan, milli isyandan doğan Müdafaayı Hukuk cemiyetlerini muhakeme ederken,
o zamanın milli coşkularını, milli heyecanlarını, duymak, hissetmek ve o zamanın

604
kafasıyla düşünmek lazımdır. Efendiler burada ismi defalarca tekrarlanan Tümen
Kumandanını tanımıyorum. Fakat rica ederim, Türkçemizde bir söz vardır,
“Dağdan gelmiş bağdakini kovuyor.”
ALİ BEY (Karahisar): Sözünüz doğru değil, ordunun bir kumandanıdır.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Ben tanımıyorum.
ALİ BEY (Karahisar): Öyleyse, öyle söylemeyiniz.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Ben Kumandanın şahsını tanımadığımı söyledim.
Ama Ali Bey’e itimadım vardır. İyi bir adamsa sözümden vazgeçiyorum.
ABDÜLGAFUR EFENDİ (Karesi): Atasözlerinde şahıslar bahis mevzu olmaz.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Bu atasözünü bu şahıs hakkında kullanmaktan
vazgeçiyorum. Fakat Ali Beyefendiye soruyorum, İzmir'in işgali sırasında milli
feveran ve galeyandan doğan milli hareketlerin temel taşını koyan ve ilk kurşunu
nu atan Müdafaayı Hukuk gurupları bugün hakaret görsün diye mi attı? Elbette Ali
Bey bunlara katiyen razı değildir.
ALİ BEY (Karahisar): Ordunun bir kısmı olduğundan dolayı ordu namına söylüyo
rum. (ordu mevzu değil sesleri)
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Efendiler, gensoru önergesindeki en hafif mesele,
her hangi bir arkadaşımızın, kardeşimizin, vatandaşımızın haksız yere tevkif
olunması meselesidir. Hatta bu itiraf edilmiştir. Fakat bu itirafın tabii neticesi olan
mesuliyet, bir kimse hakkında tatbik edilmiş midir?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Kumandan hâlâ mevkiinde kumandan ve hâlâ Vali
Vekilliği devam ediyor.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Efendiler evimiz kalemizdir. Dokunulmazlığımız
bizim mücadele ettiğimiz ve uğrunda hayatımızı feda etmeyi göze aldığımız gaye
lerden biridir. Rica ederim her hangi bir adamın, her hangi bir vesile ile bir başka
adamın evine girmesini hiç kimse kabul etmez. Hoca Şükrü Efendi Hazretlerinin
buyurdukları gibi, milli heyecandan doğan Müdafaayı Hukuk cemiyetlerini, dar bir
Cemiyetler Tüzüğü ile ölçmek hatadır. Efendiler bu tüzük memleketi kurtarmamış
tır, memleketi yıkmıştır. İşte misali İttihat ve Terakki Cemiyeti.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Onlara sorunuz, Müdafaayı Hukuk Cemiyeti
Tüzüğü diğer Cemiyetler Tüzüğüne uygun mudur ki, tanınmıştır?
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Acaba Müdafaayı Hukuk cemiyetleri hangi bir
tüzük ile teşekkül etmiştir? Efendiler Müdafaayı Hukuk cemiyetlerinin teşekkülün
de Hükümet acaba taraf olmuş mudur? Müdafaayı Hukuk cemiyetleri acaba bu
Cemiyetler Tüzüğü ile doğmuş bir müessese midir? Kongrelerde tespit edilen
şartlara göre istikametini tayin eden Müdafaayı Hukuk cemiyetlerinin ne gibi şart

605
lar seçilecekleri açıktır. Milli mahiyet arz eden kongrelerin kararları, Hükümetin
elini süremeyeceği kadar yüksek ve Hükümetin müdahalesinin çok üstündedir.
Trabzon'a verilen emirle, Belediyenin bu işe memur edildiği söylendi. Rica ederim,
bu memuriyet değildir, bu tayin değildir, bu bir seçim işidir. Bu Hükümet değildir,
millettir, bu resmi değildir, millidir, efendiler. Vekil Beyefendinin sözünü aynen not
ettim, sebepsiz yere hiç kimseyi vazifeden almadım ve almam, dediler. İstirham
ederim. Trabzon'da cereyan eden acıklı vaziyet, acaba sebep olanların vazifeden
alınmaları için kafi bir sebep teşkil etmez mi? Acaba koca bir memleket bazı şa
hısların zihniyetine kurban edilmek mi isteniliyor? Efendiler ben, maalesef bugün
düşman ayağı altında çiğnenen bir seçim mıntıkasının bedbaht bir mebusuyum.
İnşallah işgalden kurtaracağız ve memlekete gideceğiz. Eğer Trabzon'dan gelen
bu telgraflar, bugün bizim memleketimizden gelseydi, göğsüm iftiharla kabarırdı ve
böyle telgrafların gelmesini isterdim. Hakkını müdafaa eden bir millet yaşamak
hakkına sahiptir. Efendiler İslam’ı düşününüz. Bu Hükümet bir İslam hükümetidir.
Dört Halife devrinde,
-Ben haksızlık edersem ne yaparsınız,
...diyen bir Halifeye karşı diğer bir Halife diyor ki,
-Senin eğriliğini şu kılıcımla düzeltirim.
...Efendiler, Meşrutiyette hürriyet esastır ve milletin hür olmasını temin etmek bir
vazifedir. Bağırmak da milletin en basit ve en iptidai, en esaslı bir vazifesidir, rica
ederim. Bu vazifeye hürmet edelim. Ben Hükümetteki vekillerden hiçbirinin, bil
hassa İçişleri Vekili Ali Fethi Beyefendinin memleketin bu hale gelmesine bilerek
sebep olduğunu hiçbir zaman iddia edemem ve bunu hatırıma bile getirmem. Fa
kat rica ederim, iyi niyet bir memleket idaresi için yalnız kafi bir esas mıdır? Fethi
Bey’i başımıza taç yapmalıyız, Fethi Bey bu inkılabın en kuvvetli kahramanların
dandır. Fakat bugünkü vaziyet gösteriyor ki İçişleri Vekaleti bu şartlar altında
memleketi idare edemeyecektir. Kendilerinden istirham ediyorum, esasen yaptık
ları gayet büyük ve yüksektir. Artık müzakerenin burada bırakılmasını samimi
olarak söylüyorum. Müzakerenin burada yeterliliğini kendileri teklif etsinler. Artık
kati neticeye varılsın. Ne olacaksa olsun, oylama yapılsın.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendiler, eğer asılsız ithamlar altında kalmamış
olsaydım ve eğer Yüce Meclise yaptığım izahatı hakkıyla yapamamış olsaydım,
şimdi derhal Basri Beyefendinin arzularına uyarak müzakerenin yeterliliğini teklif
ederdim. Hakikaten İçişleri Vekaleti güç bir vekalettir ve kabul ettiğim zaman, bu
nun zorluklarını takdir etmiştim. Fakat memlekete hizmet etmek şerefini kaçırmak
istemediğimden, bütün zorluklarına rağmen ve sizin de itimadınızı alarak şimdiye
kadar bu vazifeyi yapmaktan dolayı vicdanen rahatım. Umumi olarak şunu arz
etmek isterim ki en fazla münakaşa, Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti hesapla
rının tetkik için istenilmesi hakkında olmuştur. Tek bu meseleyi ele alacak olursak,
eğer siz İçişleri Vekaletinin memleket dahilinde bulunan cemiyetlere müdahalesine

606
mani olursanız, kendi müdahalenizi ve kendi nüfuzunuzu da mani olacağınızdan,
ben bunu hata olarak düşünürüm. Benim hatalarım büyük olabilir, ama Hükümet
sizin elinizde daima kontrol edilen, denetlenen bir vasıtadır. Onu istediğiniz gibi
yapabilirsiniz. Fakat Hükümetin haklarını elinden alırsanız ve memleket dahilinde,
Hükümet içinde hükümet, yani Trabzon'da olduğu gibi bir de iskele hükümeti tesi
sine teşebbüs ederseniz, zannederim neticesi milletin, memleketin menfaatine
uygun olmaz. Esas meseleyi bu şekilde cevap verdikten sonra teferruata girişmek
istiyorum. Aziz Çavuş önce harp divanına verilmişken telgraf gelir gelmez askeri
yeden alındı ve adliyeye teslim edildi. Daha önce de söylediğim gibi Tümen Ku
mandanlığı tarafından tekrar askeriyeye alınmış ve hapsedilmiştir. Tümen Ku
mandanı diyor ki mesele istiklal mahkemesine ait olduğu için ve istiklal mahkeme
lerinin bulunmadığı mahallerde vazifenin harp divanına ait olduğu için... (hayır
sesleri, gürültüler) Müsaade buyurunuz, ben onun söylediğini söylüyorum, Ku
mandanı müdafaa etmiyorum. Nemlizade Celâl Bey veya diğer birinin kefaletiyle
tahliye edilmiştir. (Sabri bey sesleri) Efendiler, ben Tümen Kumandanının Vali Vekili
sıfatıyla işlerinden ve benim emrim dahilinde yapacağı işlerden mesulüm. Fakat
Tümen Kumandanının bütün icraatından beni mesul edecek olursanız, o halde Milli
Savunma Vekaletinin mesuliyetleri nerede kalacak? Fırka Kumandanı sıfatıyla
yapmış olduğu bir muameleyi İçişleri Vekaleti üzerine yükletmekte bir mana yoktur.
Fakat Vali Vekili sıfatıyla yaptığı icraattan tamamıyla mesuliyet kabul ederim.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Hadise İçişleri vazifesi sırasında cereyan ediyor.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Fakat İçişlerindeki her hadisenin burada alakalı veka
letleri vardır. Onların da ayrıca vazife ve mesuliyetleri vardır ve ayrıdır. Ondan
sonra Ali Şükrü Bey, Vali Bey’in gayet muhterem bir kişi olduğundan, fakat nasılsa
son hadisede dirayetini ihlal ettiğinden ve maaşına son derece bağlı olduğundan
bahsederek birtakım beyanatta bulundu. Netice olmak üzere demek istiyor ki Vali
vazifesinden fazla paraya ve maaşına bağlı bir adamdır. Binaenaleyh bu maaşı ve
parasını kurtarmak için icabında vicdanına ve kanaatine aykırı bir harekette bulu
nabilir. Ben bunu kabul etmiyorum. Vali Hazım Bey memleketimizin en tecrübeli
idarecilerindendir. Bu kadar zamandan beri Hazım Bey çeşitli valiliklerde bulun
muştur, iyi idaresiyle bilinen bir kişidir. Böyle bir valinin beş on kuruş yüzünden
vicdanını ve kanaatini feda edeceğine katiyen ihtimal vermiyorum ve bunu redde
diyorum. Ondan sonra Tahkik Heyeti Reisi Sait Paşa hakkında ifadelerine tama
men iştirak etmekle beraber Sait Paşa’nın da garazlı rapor yazdığını söylüyorlar.
Bu kadar mükemmel, iyi ahlak sahibi, düzgün ve vatansever, kahraman bir aske
rin de sonra kendi tabirleri gibi hiç tanımadıkları bir yerde yapacakları böyle bir
tahkikatta garazkarlık yapacağına ihtimal vermiyorum.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Garaz demedim, aldatılmıştır, dedim.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Evet, önergede garazca denmiştir. Garaz değildir.
Sonra bütün kabahatler hep Kumandan Sami Beyin’dir, oradan alınması lazımdır,
deniyor. Efendiler, ben Sami Sabit Bey hakkında kanaatimi söyleyeyim.

607
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Yüce Heyet isterse rapor okunsun, efendim.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Binaenaleyh efendiler, bütün bu işler Sami Bey’e da
yanıyor. Ali Şükrü Bey’e göre Sami Bey o kadar müthiş bir adamdır ki Vali’yi nüfu
zu altına almıştır, kendisinden daha yüksek rütbe ve mevkide bulunan Sait Paşa’yı
da derhal nüfuzu altına almıştır Gayet güçlü bir adamdır ki ben oraya gider gitmez
bu
beni de nüfuzuSamialtına almıştır.
SabitBey,
yoktur. Binaenaleyh
Halbuki ben adamı derhal oradan uzaklaştır
maktan başka çaresi Sami Sabit Bey hakkındaki kanaatimi
söyleyeyim. ordumuzun en tecrübeli ve kahraman subaylarından
birisidir. Bundan önce kendisiyle Trablusgarp'ta beraber bulunduğum bir adamdır.
Sabit Paşa’nın oğlu Sami Sabit Bey’dir. Kendisi de babası gibi Yemen'de bulun
muştur. Babası kurmay paşadır, Yemen'de hizmet etmiştir. Sami Sabit Bey Dünya
Harbinde muhtelif cephelerde ve bilhassa Irak cephelerinde fevkalade hizmeti
olmuştur. Binaenaleyh, Sami Sabit Bey hakkında kötü düşünülmemesini pek rica
ederim. Tahkik Heyeti raporu Trabzon Müdafaayı Hukuk Heyeti için suiistimalleri
var diye söylendiği zaman neden bir mahkemece mahkum olmayanlara suiistimal
etmiş diyorsunuz, diyorlar. O halde henüz bir tahkikat yapılmamış olan Vali Vekili
Sami Sabit Bey hakkında bu kadar fazla ileri gidilmemesi gerekir. Madem ki kanun
ve adalet arıyorsunuz. Her iki taraf hakkında da taraflı hareket etmemek lazımdır.
Sadece Sami Sabit Bey hakkında iyi diyen ben değilim, bizzat Trabzon ahalisi de
bu iyi olduğunu söylemiştir.
NECİP BEY (Ertuğrul): Maksat başka, yapılan iş başka.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Trabzon’un ileri gelenlerinin imzalarıyla gelen bir telg
rafı müsaadenizle okuyayım.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Padişah’a çekilen telgrafların altında da aynen bu
imzaları görürsünüz. Müsaade ederseniz telgrafları göstereyim.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Bir beldenin müftüsü, belediye reisi, Kızılay reisi, vali
vekili fena olur da yalnız sizin müdafaa ettiğiniz şahıslar mı iyi olur? Bu da tuhaf
bir şeydir. Telgrafta şöyle.

Ankara’da İçişleri Vekaletine


Bilhassa geçen senenin kasım ayından beri Vilayetimizde emniyet ve
asayişin sağlanması ve halkın da Hükümete karşı hürmet ve muhabbetini te
min için mahalli idaremizin ve askeriyemizin icraatındaki iyileşme sebebiyle
Milli Hükümetimize, Vilayetimiz adına teşekkürü vazife biliriz.
Trabzon
Mahir
Müftüsü Trabzon
Reisi Hüseyin
Belediye Kızılay Cemiyeti Ticaret Odası
Reisi Sabri Reisi Cami
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Bunlar Vilayetin büyükleridir. Bunlara itimat edilmeyip
de yalnız bir tarafı mı kabul etmelidir? Eğer mesele mebusların itimat meselesi

608
olmuş olsaydı zerre kadar tereddüt etmez ve kendilerine hak verirdim. Mebusların
da yanılacağı olur. Fakat mesele hakikati kabul etmeme meselesidir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): İsmet Bey, sen de meseleyi biliyorsun. Hükümetçilik
olur ama bu kadar da olmaz. Rica ederim hakikati gizleme.
CEMİL BEY (Kütahya): Telgrafın tarihi nedir?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Meseleyi işitmişler de bu telgrafı yazıyorlar. Tarihi
yenidir Efendim. Burada muhterem arkadaşımız Ali Şükrü Beyefendi diyor ki Yal
nız bir eve girilmemiştir, yüzlerce eve girilmiştir. Çok rica ederim, bu eve girildiği
gibi daha hangi eve girildiğini de açıklasınlar. Yalnız buradan söylemek kafi değil
dir. Geçenlerde burada bir polis memurunun rakı sattıklarını söylemişlerdi. Rica
ettim, isimlerini henüz söylememiştir. Lütfen ismini söylesinler. Şimdiye kadar
bana bildirmediler. Onu da bekliyorum.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Başka bir celsede söyleyeceğimi arz etmiştim.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Çünkü beni muhatap tutuyordunuz. Sonra eve girmek
meselesi tekrar tekrar burada bahis olundu ve benim Ankara'da da böyle şeyler
oluyor, dediğim itham olundu. Efendiler niçin olmasın? Benim kendi kontratım
altında bulunan bir eve bir subay kış ortasında zorla girmiştir ve ben de bunun
hakkında mahkemeye müracaat etmekten başka bir şey yapmamışımdır. Elbette
böyle şeylere maruz kalanlar mahkemeye müracaat edecek ve hakkını isteyecek
tir. Elli koyun sürüldüğünden bahsediyorlar ki eğer bunu da evvelce haber almış
olsaydım tahkik ederdim. Sonra bakkalın korktuğunu ve bundan dolayı hakikati
söylemediğini ısrarla ifade ettiler. O halde muamele yapmaya kanuni imkan gör
müyorum. Bakkal kendisi şikayet etmediğini beyan ederse, o halde yapılacak bir
muamele kalmamıştır zannederim. Bakkalın kendisinin iddia etmesi lazımdır. Baş
ka türlü kanuni muamele olamaz. Efendiler ben Yomra eşkıyalarının yakalanmala
rı sebebiyle Trabzon'da asayişin sağlandığını söylediğim zaman, öyle bir şey yok
tur dediler. Ben Trabzon'a gittiğim zaman bütün Belediye üyelerinin ve hatta Mü
dafaayı Hukuk üyelerinin hazır bulundukları bir toplantıda bir kişi bu ifadeyi aynen
bana söylemiştir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): İsmini söyler misiniz ?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): İsmini bilmiyorum, sakallı biri idi.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Ha! O Hüseyin Efendi’dir. Oğlu şu dakikada Yunanlı
lar hesabına çalışıyor.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendim, bu kişi Kumandanın asayiş hususunda gös
terdiği gayretten dolayı teşekkür etmiş ve daha önce Trabzon’da silahlı adamlar
gezdiğini ifade etmiş ve kimse tarafından da tekzip olunmamıştır. Efendiler, Trab
zon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti üyelerinin hizmetlerini inkar etmek veya onlara
leke sürmek benim aklımdan geçmemiştir. Kendileri vatansever adamlar olabilir

609
ler, fakat hesaplarını yanlış tutmuşlardır. Makbuz gösteremiyorlar, birtakım vergi
almışlar, bu vergiler bazılarının zimmetinde kalmıştır. Yoksa hırsızlık ettiklerini
söylemedim. Bir paranın zimmette kaldığını söylemek başka mesele, hırsızlık
yaptılar demek ayrı meseledir. Zimmetinde kalan para bir gün geri verilir, ama
hırsızlık öyle değildir. Fakat şurasını da itiraf etmek mecburiyetindeyim ki Müdafa
ayı Hukuk Cemiyetinin bütün üyeleri aynı kanaat ve aynı fikirde değildirler. Her
koyun başına iki lira ve her sığır başına beş lira vergi almak hususundaki karar
kırk gün devam ettikten sonra kaldırılmıştır. Ama kaldırıldıktan sonra da bu iş,
Kahya Yahya tarafından devam ettirilmiştir. Diğer üyelere bu sorulduğu zaman,
onlar da hayret etmişler ve bu hususta malumatları olmadığım söylemişlerdir. Ali
Şükrü Bey Müdafaayı Hukuk Heyetini kurtarmak istiyor. Evet hepimiz kurtarmak
isteriz, Fakat hesap sormak ayıp mıdır, hesap vermek ayıp mıdır? Hesap verdi
ğinden dolayı istifaya mecbur olmak ne demektir? Binaenaleyh bu kadar hizmet
etmiş, halkın bu kadar teveccühünü kazanmış olan bir heyet yeniden seçilebilir.
Bundan korkulacak bir mesele yoktur. Kendileri istifa etmişler, kendileri çekilmiş
lerdir. Buna karşılık Belediye Heyeti muvakkat bir heyet teşekkül ettirmiştir. Mese
le bundan ibarettir. Müdafaayı Hukuk cemiyetleri eziliyor, baskı altında bulunduru
luyor gibi göstermekte bir mana yoktur. Şüphe yok, bu adamlar büyük hizmetler ifa
etmişlerdir ve muvaffak olmuşlardır.

ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Şüphesiz.

ALİ FETHİ BEY (Devamla): Şunu da arz etmek istiyorum ki bunların harekâtından
şikayet edenler de Trabzon ahalisidir. Bunların şikayetlerini itibara almamak ve
yalnız bu heyetleri müdafaa etmek, halkçılık bu mudur efendiler? Bu halkçılığın
manasını anlamıyorum. Halk Kahya’nın yakalanmasına teşebbüs edildiği zaman
Vali’nin huzuruna çıkmışlar ve iskelede yapılan bu kanunsuzluklardan dolayı şika
yet etmişlerdir. Bu toplanan paraların nerelere gittiğini sormuşlardır. Bu sorulara
karşı biz kayıtsız mı kalmalıydık, efendim? Eğer bu sorulara karşı ve halkın hakları
arandığı zaman, siz İçişleri Vekili bütün Müdafaayı Hukuk cemiyetlerini ayak altına
alıyor, diye söyleyecek olursanız tabii ben sizin fikrinize karşı gelirim. Çünkü vazi
fem, nereden gelirse gelsin bütün şikayetleri tetkik etmek ve kanuna göre hareket
etmekten ibarettir. Sonra deniliyor ki Müdafaayı Hukuk teşkilatı gibi gayet büyük
bir cemiyet nasıl olur da Cemiyetler Tüzüğüne tabi tutulur? Fakat bu bir fikirdir.
Şimdiki halde bu bir cemiyettir ve bu cemiyet de Cemiyetler Tüzüğüne tabidir.
Eğer Cemiyetler Tüzüğüne tabi değilse neye tabi olacaktır? Bu Tüzüğün Müdafa
ayı Hukuk cemiyetleri hakkında tatbik olunmayacağına Yüce Meclisinizden bir
karar almadım. Hüseyin Avni Bey arkadaşımızın dediği gibi, Yüce Meclisinizin
aldığı kararların aksine vazife yapamam. Trabzon'da Kahya için Trabzon’da fevka
lade tedbirler alınmış, Samsun'a gelir gelmez serbest bırakılmış, deniliyor. Efendi
ler, bunlar her mahalli idarenin yapabileceği tedbirlerdir. Kahya’nın Samsun gibi
kendisine yabancı olan memlekette Trabzon'dan daha serbest bırakılması zanne
derim her halde tabii bir harekettir. Dediler ki yalnız Trabzon hakkında tahkikat
yapılmıştır ve diğer Müdafaayı Hukuk şubeleri hakkında tahkikat yapılmamıştır.

610
Eğer şikayet edilen diğerleri hakkında tahkikat yaptırmayacak olursam o zaman
beni mesul tutabilirsiniz. Şimdiye kadar diğer Müdafaayı Hukuk şubelerinin hesap
meselesine dair şikayet olmamıştır.
HÜSEYİN HÜSNÜ EFENDİ (Isparta): Isparta'da oldu.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Isparta'da olan şikayet üzerine derhal müfettiş gönde
rilmiş ve tütün meselesi tahkik ettirilmiştir. Bu hususta sizden aldığım cesaret üze
rine şimdiye kadar doğru yaptığımı zannediyordum, şimdi doğru yapıp yapmadı
ğımı göstereceksiniz. Eğer doğru yaptığıma siz de emin olursanız her hangi bir
Müdafaayı Hukuk heyetinden bu şekilde şikayet olursa, şikayet edenlerin ne dere
ceye kadar haklı olduğunu aramak ve halkın haklarını korumak benim borcumdur.
Vazifeme de bu şekilde devam ederim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Lâğvetmeli, zulüm ve istibdada sebep oluyor.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendim, siz burada yoktunuz, size cevaben söylemek
isterim ki istibdat yoktur. Birtakım adamların halka karşı yaptıkları zulme mani
olmak istibdat değildir. Siz her mevzudan istifade ile Mecliste istibdattan bahsedi
yorsunuz. Fakat zannederim, bir çeşit liman hükümeti kurmuş olan, iskele hükümeti
adıyla halkın üzerine istibdat kuran bir heyetin istibdadını kabul etmiyorsunuz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Meclis bilir efendim, istibdadın nerede olduğunu.
Meclis pekala bilir, istibdat yapılanlarla ortadadır. Onların yaptıkları vatanın hayrı
na değilmiş.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Hüseyin Avni Bey, rica ederim sessiz olunuz.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendiler ben de itiraz etmedim. Trabzon ahalisi bazı
adamlara üç yüz lira, altı yüz lira vermişler ve bu hususta iftihar ediyorlar. Hakika
ten yardım için para vermek hususuna bir diyeceğim yoktur. Fakat bunu gayet az
bir miktar olarak gösteriyorlar ki bu doğru değildir. Dediler ki ben kendilerini istifa
ya mecbur ettim ve buna karşılık Tümen Kumandanını buradan tayin ettireceğim,
diye Sait Paşa söz vermiş. Bunun ne dereceye kadar doğru olduğunu bilmiyorum.
Sonra dediler ki bundan bir buçuk ay evvel Tümen Kumandanı Kars'a tayin olun
muştur. Şurasını arz ediyorum ki Sait Paşa şubat başında Trabzon'dan hareket
etmiştir. Bugün haziranın sekizi olduğuna göre, bu zaman zarfında Vali Vekaleti
hizmeti yapan Tümen Kumandanı Sami Sabit Bey, Trabzon'daki Tümenin de Ku
mandanı idi. Kendisinin ne şekilde değiştirilmiş olunduğuna dair hiçbir malumatım
yoktur. Sonra kendileri bir telgraf okudular ve ajansta kırpılmış olduğundan bah
settiler. Ajansta kırpılmış olduğundan İçişleri Vekili olarak katiyen malumatım yok
tur. Benim tarafımdan kırpılmamıştır. Dışişleri Vekaleti tarafından hiç zannetmiyo
rum ki kırpılmış olsun. Yalnız Trabzon'dan bir muhabir Yeni Şark gazetesine bir
mektup yazmış. Bu mektubun altında da benim, Tümen Kumandanı, Gümrük Mü
dürü, Belediye reisi ile beraber resmimizi koymuşlar. Bu, İçişleri Vekaletinin aley
hinde bir cinayet gibi sayılmış ve her tarafa telgraflar yazılmış. Trabzon'da bulu

611
nan muhabirin ve onun mektubunu yayınlayan Yeni Şark Gazetesinin bu yaptıkla
rından zerre kadar mesuliyet kabul edemem. Efendiler, bunlar yanlış yazmışlarsa
mesuliyet tamamen onlara aittir ve yanlış olanları tekzip etmek de bize aittir. Nite
kim ertesi gün bu yayını tekzip ettik. Yoksa bununla bizi itham etmek insafsızlık
olur zannederim. Bir muhabir Trabzon'dan Yeni Şark Gazetesine benim resmimi
göndermiş, gazete de yayınlamış. Binaenaleyh İçişleri Vekaletinin de bu işte par
mağı var demek istiyorlar. Bu dereceye kadar da taraflı olmak zannederim doğru
değildir. Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyetine yazdığım telgrafta bir kindarlık
kelimesi vardır, diyorlar. Efendim, bu kelimede yanlışlık vardır. Bu bir telgraf hata
sıdır. Ben yazdığım şeyde, kendini beğenmezlik ve pervazsızlık demiştim. Yoksa
kindarlık demedim. Bu telgrafın çekilmesi sırasında yapılmış bir hatadır, yoksa
benim kalemimden çıkmamıştır. Evvelce de söyledim, bu defa da tekrar arz ediyo
rum ki İçişleri Vekiliniz sizin vekiliniz olmak dolayısıyla pek de Trabzon Müdafaayı
Hukuk üyelerinin şahsiyetlerine dokunur harekette bulunulmamıştır. İçişleri Vekili
nin mevki ve koltuk için çalıştığı sözünü şiddetle reddederim. Ben memleketime
hizmet etmek isterim. Meclisinizin güveni devam ettikçe de hizmet etmeyi arzu
ederim. Ağaoğlu Ahmet Bey tarafından kendisine bir şeyler söylenmiş ve birtakım
telgraf ve haberleşmelerden bahis olunmuş. Bunların İçişleri Vekaleti ile hiç alaka
sı yoktur. Ağaoğlu Ahmet Bey şöyle dedi, ben de böyle dedim, bunlar hiç bana ait
olmayan meselelerdir. Efendiler, Karahisar Mebusu Şükrü Efendi, evler zorla gir
mek meselesinden bahsettiler. Zannederim ki bir kimse hırsızlık eder veya birisi
nin cebinden para çalarsa derhal mahkemeye müracaat etmek o adamın hakkıdır.
Ben milli heyecan neticesinde teşekkül etmiş olan Müdafaayı Hukuk cemiyetlerine
hürmeti ederim. Fakat bu mesele, arz ettiğim gibi iskele hükümeti meselesi şeklin
de olduğu için, burada toplanan vergilerin ne şekilde harcandığına dair tahkikat
yaptırmayı vazifem ve salahiyetim dahilinde olduğunu düşünüyorum. Bu mesele
ayrıdır. Bunu, bu kadar mukaddes hizmetler yapan Müdafaayı Hukuk cemiyetleri
ne bir taarruz şeklinde göstermek zannederim yanlıştır. Hüseyin Avni Bey arkada
şımız Meclisin arasına ikilik sokmak isteyenlerin böyle bir şeyi icat ettiklerini söy
lediler. Hakikaten Meclisin arasına ayrılık sokmak isteyenler varsa, İçişleri Vekaleti
katiyen bunların arasında değildir. Trabzon Kumandanı kimdir, vekillerin müdahale
salahiyeti yoktur, diyor. Zannederim o zaman Hükümet yoktur demektir. Bu mem
leketi kim idare edecek? Halkın haklarını kim muhafaza edecek? Ben müdahale
etmezsem, niye müdahale etmediniz, diyorsunuz. Müdahale edersem, niçin mü
dahale ettiniz, diyorsunuz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Vekiller Meclisten yol, yordam almalıdır.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Meclisten karar alınmadan hareket ediyor, dediler.
Yapılan hareket kanuna, nizama uygun bir hareketten ibarettir. Bu yaptıklarımızın
Cemiyetler Kanununa uygun olmadığını söylesinler. Birtakım esassız ithamlarda
bulunmakta da mana yoktur zannederim. Ziya Hurşit Bey de dediler ki diğer Mü
dafaayı Hukuk şubelerinin meseleleri tahkik edilmiyor. Teşekkür ederim Hüsnü
Efendi arkadaşımıza, Isparta'da Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin tütün meselesi

612
şikayet edilmiş, emir vermişim, tahkikat yapılıyor. Bize yapılan şikayetleri derhal
tahkik ettiriyoruz. Basri Bey Müdafaayı Hukuk cemiyetlerinin iftiralara uğradığından,
Tümen Kumandanın şahsı hakkında birtakım ifadelerde bulundular. Bunlara ait
cevapları arz etmiş olduğumdan tekrarına lüzum görmüyorum. Trabzon'da acıklı
vaziyet vardır, Trabzon ahalisi bu hale tahammül edemeyecektir, buna çare bulu
nuz, diyorlar. Efendiler Trabzon'da acıklı vaziyet yoktur, Trabzon ahalisi bu değişik
liklerden bana göre memnundurlar. Binaenaleyh telaş ve heyecana lüzum yoktur.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Yangın olmayan yerden duman çıkmaz. (gülüşmeler)
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Duman çıkabilir. Söyleyeceğim sözler bundan ibarettir.
RAGIP BEY (Amasya): İçişleri Vekaleti, bu Müdafaayı Hukuk Cemiyetini kendi
emrinde bir resmi daire olarak mı sayıyor? Bunu izah buyurunuz.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendim umumi menfaate hizmet eden cemiyetler
vardır ki bunlar kamu hukukuna dahildir. Ben bunları hiçbir zaman resmi daire
olarak görmedim.
RAGIP BEY (Amasya): O halde madem ki size bağlı değildir, bunların suiistimal
veya her hangi bir suç olacak faaliyetlerinde işi savcılara havale edip, onlar vası
tasıyla takibat yaptırmanız Cemiyetler Tüzüğü hükümlerindendir. (gürültüler, ka
nun var sesleri)
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Suiistimal olup olmadığını önce tahkik etmek ve ondan
sonra savcılara havale etmek lazım gelir. Yoksa derhal mahkemeye verilemez.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Efendim Ali Şükrü Bey iddia ediyorlar ve di
yorlar ki böyle bir şikayetin aslı yoktur, biz şikayet eden bir adam bilmiyoruz. Siz
verdiğiniz cevaplarda, hayır şikayet vardır, diyorsunuz. Her halde şikayet eden
adamın belli olması lazımdır. Çünkü Müdafaayı Hukuk Heyetinden Trabzon olarak
zarar gören adam kendi ismini vererek şu, şu suiistimaller vardır, biz şöyle zülüm
görüyoruz, der ismini saklamaz.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendim, ahaliden birçoğu zulüm gördüklerini Hükü
mete şikayet etmişler, gerek kayıkçılardan ve gerekse diğer kimselerden almalı bu
paraların gittiğini öğrenmek istediklerini beyan eylemişlerdir. İsimlerini bilemiyo
rum. Fakat şurasını da söylemek isterim ki doğrudan doğruya Müdafaayı Hukuk
cemiyetleri aleyhinde dava etmiş adamlar vardır.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Muhterem Fethi Bey, bu müzakerelerden benim
anladığım netice, Hükümetin memlekette bütün cemiyetlere teşkilat üzerinde idare
ve baskı kuramayacağı meselesidir. Buna Meclis bugün karar vermekle gayet
esaslı ve mühim bir meseleyi halletmiş olacaktır. Benim anlamak istediğini bir şey
vardır. Eğer onu anlarsam mesele üzerine bir karar verebilirim. O da her hangi bir
fert veya her hangi bir cemiyet hakkında bir mahkemeye gitmek lazım değil midir?
Yahut elinde bir dilekçe ile gidip bir delil göstermeye, bir şey söylemeye her Os

613
manlı hak sahibi değil midir? Binaenaleyh sizin buradaki ifadelerinizden anlaya
madığım şey budur. Mahkemeye gitmeyip de hükümetler canlarının istediği yerde
baskı ile millet ve fertler üzerinde ısrar edecek midir? Hal böyle ise memleketi
yıkarsınız. Çünkü meselenin çivisi budur. Suiistimalleri anlamakta hakkınız vardır.
Asıl esas mesele budur. Mahkemeler varken neden Hükümet bu işi üstüne alıyor
ve alırsa doğru mudur?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendim, bu şekilde yapmış olduğumuz tahkikatın
bütün Müdafaayı Hukuk cemiyetleri için düşünülmemesi lazım geldiğini burada
çeşitli şekillerde beyan ettim. Trabzon'da bir kayıkçılar meselesi vardır. Ahali Va
li’ye şikayette bulunmuştur. Vali de bize bildirmiştir. Hükümetin gözünün önünde
cereyan etmiş bir meseledir. Evvelce de burada arz etmek istedim. Hükümetin bu
işte bir izahat alması lazımdır. Biz bu işte ilgisiz kalamadık, kanunun verdiği salahi
yete göre bunu tetkik ettik ve bu rapor bugün elimizde bulunmaktadır. Bu rapor Mü
dafaayı Hukuk Grubuna verilmiştir. Hakkında lazım gelen tahkikatı onlar yapsınlar.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Beyefendi düşünceniz gayet güzeldir. Fakat ben
bunun meseleyi halletmeyeceğine inanıyorum. Bu müracaat üzerine Vali bu tahki
katı kendisi yapacağına savcıyı çağırıp neden yaptırmadı? İşte benim korktuğum,
bu usulün bu memlekette Hükümetin müdahalesini bir usul haline koymasıdır.
Yoksa tahkikat yaptırılması iyidir, fakat bu şekilde olmamalıdır, mahkeme marife
tiyle yapılmalı idi.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Ben bu düşünceye katılmıyorum. Bugün ben Millet
Meclisi adına iş yaparken yanlış hareket ediyorsam, Millet Meclisiniz beni aşağıya
alıp başka birisini yerime koyar. Hükümet millettir. Başka bir şey değil. Hükümet
ile milleti ayrı ve Hükümeti güya milletin üstünde düşünmek gibi bir şeyi kabul
edemiyorum. Hükümet millettir. Benim vazifem sizin elinizdedir, derhal kırmızı oy
verirsiniz mesele biter, gider. Mesele budur, ya tasvip edersiniz yahut reddedersi
niz. Kırmızı oy verirsiniz ve milletin hakimiyetini derhal gösterirsiniz.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliğine dair önergeler var.
Şükrü Bey önergeler aleyhinde beyanatta bulunmak istiyor.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Usul hakkında bir şey söyleyeceğim. Şimdi leh ve
aleyhinde söylenildi. Fakat bence açıklanması lüzumlu şeyler var, Fethi Bey’in
verdiği cevaplarda.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Bundan sonra bir celse daha yapacaksınız ve ondan
sonra meseleyi halledeceksiniz.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): İhsan Bey’in buyurdukları mesele doğrudur. Hakika
ten diğer bir celsede bunun yapılması lazımdır. (gürültüler)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, çok rica ederim.

614
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Yüce Heyetiniz ne karar vereceğini bilir. Yalnız şunu
rica edeceğim ki İçişleri Vekili Fethi Beyefendinin söylediklerinde cevap verilmesi ge
rekli noktalar var. Vekil Beyefendi benim vermiş olduğum izahat üzerine tekrar izahat
buyurdular. Benim de hiç olmazsa beş on dakika cevap vermem icap edecek. (gürül
tüler) Ben cevap vermezsem noksan kalır zannederim. Gayet kısa söyleyeceğim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Şükrü Bey ifadelerini Yüce Heyetinize arz ettiler. Mü
zakerenin yeterliliğine dair önergeler var.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Efendim aleyhinde söyleyeceğim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Bir kişi aleyhinde söyledi.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Rauf Beyefendi ister bu celse devam etsin, ister baş
ka bir celseye bırakılsın, ben sözlerimi söylemek istiyorum. Arz etmek istediğim
mesele budur. Yani aleyhinde söylemedim.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Efendim müzakere kafi değildir. Çünkü gerek
gensoru sahibi, gerek İçişleri Vekili bazı hususların beyanını başka bir celseye
tehir ettiler. Ben bu celsenin nihayetinde şu meseleleri söylemek isterim, dediler.
Başka daha mühim hususlardan bahsedeceklerini anlattılar. O günkü celsede bu
gürültüye gitmesin. (hayır, hayır, sesleri)
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Usul hakkında söyleyeceğim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, usul hakkında söylendi, rica ederim. Müza
kerenin yeterliliği hakkında İçel Mebusu Naim Efendi’nin önergesi var. Sonra Ah
met Hamdi Bey’in önergesi var.

TBMM Başkanlığına
Yüce Meclis bu hususta malumat sahibi olduğundan ve mesele anlaşıl
dığından, İçişleri Vekili Bey’in söylediklerini kabul ederek neticeye bağlanması
nı teklif eylerim. 8 Haziran 1922
İçel Mebusu
Naim

TBMM Başkanlığına
Mesele anlaşılmıştır. Müzakerenin yeterliliğini teklif eylerim.
Muş Mebusu
Ahmet Hamdi
RAUF BEY (Başkan Vekili): İçişleri Vekili Bey dinlenmiştir. O halde şimdiye kadar
cereyan eden müzakereyi kafi görenler... (gürültüler) Efendim, Trabzon Müdafaayı
Hukuk Cemiyetine ait şimdiye kadar cereyan eden müzakereyi kafi görenler lütfen

615
el kaldırsın. (hayır, hayır sesleri) Efendim rica ederim yerlerinize oturunuz. Anla
yamıyorum, karar yeter sayısı var mıdır, yok mudur? Trabzon Müdafaayı Hukuk
1
Cemiyetine ait müzakereyi kafi görenler ayağa kalksınlar. Kâfi görülmüştür.

(Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in, İçişleri Bakanına cevap vermek istemesi üzerine,
10 Haziran 1922 tarihindeki oturumda önergenin görüşülmesine yeniden devam edildi.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Geçen günkü celsede Ali Şükrü Bey, İçişleri Vekili
Fethi Bey’e cevap vermek istemiş, ancak Yüce Meclis müzakerenin yeterliliğine
karar vermişti. Ali Şükrü Bey’in kısaca cevap vermesini kabul edenler, kabul edil
miştir. Buyurun Ali Şükrü Bey.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler, vermiş olduğumuz gensoru önergesine
karşı İçişleri Vekili Beyefendi geçen gün cevap vermişlerdi. Şimdi de ben bu ce
vaplar hakkında konuşacağım. Trabzon'dan bugün almış olduğum bir telgrafı oku
yacağım. Üç dört telgraf daha var. Zulmün Yomra'da halen devam ettiğini göste
receğim. İçişleri Vekili Beyefendinin geçen celsede okumuş olduğu telgrafla her
tarafın güllük gülistanlık olduğu iddiasına karşı, bir kaç çaresizin şikayetlerini de
ben size okuyacağım.

Ankara’da Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey ve Arkadaşlarına,


İçişleri Vekilinin izahat hakikat olmadığı için hakikati açıklamak mecburi
yet hasıl olmuştur. Vekil Bey’in iskele hükümetinden bahsetmesi, bir İçişleri
Vekilinin ağzına yakışmamıştır. Bu söz esasen Trabzon Vali Vekili Sami Bey’
indir. Onun Yahya Kahya’ya isnat ettiği on bir maddelik suçlamaların arasında
bu da vardı. Fakat Sivas Mahkemesinde ithamların hiçbiri sabit olmamıştır.
Vergi meselesine gelince, bunu Müdafaayı Hukuk Cemiyetinden evvel Şark
Cephesi almıştır. Aynı zamanda o zamanki Tümen Kumandanı, Müdafaayı
Hukuk Teşkilatına gizli ve gayet mühim talimat ile askeri harekatı idare için
paraya ihtiyaç olduğu emirlerini vermiştir. O devirde hangi milli teşkilat bu şekil
de para almamıştır? O vakit memleket lafla idare olunmuyordu. Anadolu ve
Rumeli Müdafaayı Hukuk Temsil Heyetine nereden para yetiştirilecekti. Bunun
la beraber alınan otuz yedi bin liranın yirmi dokuz bin lirasını yine Trabzon Mü
dafaayı Hukuk Heyeti vermiştir. İngilizlerin limanımıza gelerek toptan imha
maksadıyla şehre asker çıkardıkları o zamanlarda, Müdafaayı Milliyeciler Trab
zon’daki Tümen ile cephe almış iken, şimdi İçişleri Vekilinin Vali Vekili lehinde
okuduğu telgrafta imzaları bulunanlar, İstanbul'a bağlılık kaygısında idiler. On
lara kolaydı, Trabzon bugün İzmir gibi işgal edilecekti. Müdafaayı Milliciler ol
masaydı Trabzon, kuzeydoğusundan geçen tehlikeler altında çoktan ezilmiş
olacaktı. Bu paraların alınması yasaklandıktan sonra tekrar vergi alındığına ve

1 TBMM Zabıt Ceridesi (8 Haziran 1922), c.20, s.260-305, http://www.tbmm.gov.tr/


616
bundan üyelerin bir kısmının haberdar olmadığına dair Fethi Bey’in beyanatı da
doğru değildir. Çünkü yasaklandıktan sonra vergi alınmamıştır. Yalnız iskele
deki kayıkçılar yardımda bulunmuşlardır. Kumandan Sami Bey’in lehinde ola
rak Fethi Bey’in okuduğu telgrafta imzası bulunanlar, üyelerin haberi olmadan
Vali Vekilinin talep ve ısrarı üzerine o telgrafı imzalamışlardır.

ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Trabzon Müdafaayı Hukuk Heyeti üyeleri de bir telg
raf göndermişledir. Müsaadenizle şimdi onların telgrafını okuyacağım.

Ankara’da Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey ve Arkadaşlarına,


İçişleri Vekilinin Mecliste okuduğu telgrafa imza edenlerin arasında Müftü
Mahir ve Belediye Reisi Hüseyin efendilerin de bulunmasını hayretle karşılıyo
ruz. Çünkü bu iki şahıs vaktiyle Saray’a bağlılık telgrafı çekenlerden oldukları
gibi, Müftü Mahir Efendi Anadolu'nun o zamanki fetvasına imza atmamıştır.
Bunlar bugün hücuma uğrayan Müdafaayı Milliyecileri hakir görmüşlerdir. Kızı
lay ve Ticaret Odası reisleri ise pek zavallıdır. Onun için o telgraf çekilmiş değil,
Vali Vekili tarafından onlara çektirilmiştir. İçişleri Vekili, şikayet olunduğumuz
dan bahsetmiştir. Halbuki kalpleri vatan aşkı ile çarpan hiçbir memleket evladı
yoktur ki bizimle beraber olmasın. Yalnız bizim dünkü ve bugünkü muhalifleri
miz o Ferit Paşa taraflarıdırlar ve Vali Vekilinin bugün körüklediği maskeliler
bunlardır. Hamdi Bey’i buraya Vali yapmak isteyen, fakat Müdafaayı Hukukçu
lardan yüz bulamayanlardır. Bunların şikayeti bizim için övünme vesilesidir.
Bence alınan para, hemen dörtte üçünü kendi vermiş olan Müdafaayı Hukuk
Heyetinin uydurulmuş hesaplar yapmaya ve makbuz tanzim etmeye tenezzül
etmeyeceğine göre asıl uydurulmuş sayılması lazım gelen sözler İçişleri Vekili
nin bu husustaki ithamları olacağını beyan eyleriz.
Ne olursa olsun bizdeki vatan aşkı, her hangi bir kasıt ve tecavüze karşı
hayatımıza da mal olsa bile azalmaz. Bu aşk ve imanın yegane dayanağı an
cak ve ancak Büyük Millet Meclisimizdir. Bu aşkımızın kabesi olan Yüce Mecli
sinize karşı bu sarsılmaz ve yıkılmaz hakiki bağlılığımıza dair yeminimizi bir
daha arz ve tekrar ederek bu yazdıklarımızın Yüce Meclisimizde okunmasını
rica eyleriz, efendim.
Müstafi Müdafaayı Hukuk Reisi
Ahmet

ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, müsaade buyurur musunuz? Ben Yüce
Meclisinize karşı mesulüm ve Yüce Meclisinizin yapacağı tenkitlere birer, birer
cevap vermek mecburiyetindeyim. Fakat dışarıdan böyle telgraflarla adıma tenkit
yapılmasına katiyen razı değilim. (Doğru, sesleri)
BİR MEBUS BEY: Halka karşı böyle şey yapamazsınız.

617
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Bu münakaşanın burada yapılmasını isterim. Yoksa
telgraflarla her tarafa dağılmasına razı değilim. Çünkü onlara ben cevap vermek
tenezzülünde bulunamam. Ben yalnız size karşı cevap vermek mecburiyetindeyim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Müsaade buyurunuz. Halk da millettir. Halkın şikayet
hakkı İçişleri Vekilinden değil, mebusun kendisinden bile olabilir. Eğer bu hakkı
inkar ediyorsak zannederim ki doğru bir şey yapmıyoruz. Milletin bütün haklı veya
haksız olan feryatlarını dinletmek için, bu kürsü gayet serbest bir kürsüdür.
BİR MEBUS BEY: Hakimiyeti kayıtsız, şartsız milletindir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Milli hakimiyet budur, efendiler. Ben İçişleri Vekili
Beyefendinin sözlerini asabiyetine veriyorum. Yoksa Beyefendinin böyle şikayetle
ri dinleyecek kadar hür fikirli biri olduğuna inanıyorum. Çünkü bu adamlar kötü bir
şey söylemiyorlar. (gürültüler) Müsaade buyurun, Trabzon'da çıkan bir gazetenin
buradaki muhabiri gazetesine geçen celsede konuşulanları bildirmiş, onlar da
gazeteden görmüşler. Onun üzerine haklarını müdafaa için bu telgrafı çekmişler.
Elbette bu onların hakkıdır.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Tahkik etmeden söz söyleniyor.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Reis Bey katiyen bu telgraflar okunmaz. (gürültüler)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Telgraf zaten okundu bitti, efendim. Eğer hata oldu
ise düzeltmek bana aittir. Çünkü onlar beni mebus seçenlerdir. Bu itibarla ben
onları müdafaaya mecburum. Yedi imzalı Ticaret Odası üyelerinin bir telgrafı var
dır. Bunun da okunması zarureti vardır, zannedersem bunu siz de istersiniz.

Ankara’da Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey ve Arkadaşlarına,


Sebepsiz yere Trabzon’dan çekildiğini haber aldığımız bir telgrafta, hiçbir
alakası olmadığı halde Ticaret Odası Reisinin de imzası bulunduğu anlaşılmış
tır. Ticaret Odası üyelerine haberdar etmeksizin bu telgrafı imzalayan Trabzon
Ticaret Odası Reisinin bu imzasının Odamıza değil, şahsına ait olduğunun
bilinmesini arz eyleriz, Efendim. 8 Haziran 1922
Ticaret Hakkı
Odası Üyesi Ticaret
Mehmet
Odası
Salih
Üyesi Ticaret Odası Üyesi
Mustafa
Ticaret Odası Üyesi Ticaret Odası Üyesi Ticaret Odası Üyesi
Kasımzade Vahit İskenderzade Osman Yunuszade Ziver
Ticaret Odası Üyesi
Subaşızade İhsan
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Etendiler, rica ederim bu usulleri pek iyi biliriz. Ge
çen celsede Fethi Beyefendinin okuduğu telgrafı orada yazan her kim ise çok iyi
düşünmüş. Ticaret Odası deyince tabii üyeleri de arkasındadır diye düşünülür.

618
Belediye’den de bir telgraf gelmiş, henüz o telgrafı almadım. Sonra efendim, bir de
İçişleri Vekili Fethi Bey’in beyanatı arasında Hüseyin Avni Efendi adında sakallı
birisinin Belediye’de Vali Vekilinin ortalığı güllük, gülistanlık olduğunu ve hiçbir şika
yet olmadığını, söylemesine geliyorum. Şimdi efendim, Yomra güllük ve gülistanlık
deniyordu. Bugün Yomra'ya ait iki telgraf aldım. Müsaadenizle onları okuyayım.

Ankara’da Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey ve Arkadaşlarına,


Rum eşkıyasını takip emrini alan ve köylerimizde dolaşan jandarma müf
rezeleri, Rumları takip değil, Müslümanlara zulüm ve işkence yapmakla meş
guldürler. Bunların köyümüzde soymadıkları Müslüman evi kalmadı. Kızgın
demir sokmak suretiyle işkenceler yapılıyor. Memarka Köyünde Karslıoğlu
Mehmet Ali’ne böyle yapıldı. Cuşve Köyünden Botuloğlu Halil Çavuş’un jan
darmalar tarafından dövüldüğü tabip raporu ile sabit olduğu halde bunu yapan
jandarmalar serbest gezmektedir. Hükümete müracaatlarımız neticesiz kalmış
tır. Derdimizi dinletemiyoruz. Büyük Millet Meclisimizin adaletine sığınıyoruz.
Memarka Köyü Muhtarı
Karslıoğlu Şükrü
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Yazdıkları yalan ise asmalı efendiler. Bakınız güllük
ve gülistanlık denen Yomra'da neler oluyor.
YUNUS NADİ BEY (İzmir): İdamı gerektiren bir sebep değildir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Azami cezası ne ise veriniz. Bunlar uydurma değil
dir. Müsaadenizle diğer bir telgraf var onu da okuyacağım.

Ankara’da Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey ve Arkadaşlarına,


Nahiyemizde asayiş kalmadı. Birkaç gün önce amcamın oğlunu camiden
gelirken öldürdüler. Vali Vekiline müracaatımızdan bir netice alınamadı. Bu gibi
hadiselere takip müfrezeleri bakmıyor. Bu yüzden köyde rahatımız kalmadı.
Köyden ayrılmaya mecbur kalacağımızdan, bu vahim vaziyetimizi kederler
içinde ifade eder, merhamet ve adaletinize sığınırım. 9 Haziran 1922
Dirude Köyünden
Hacı Hamzaoğlu İsmail
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Ben Yomra'ya telgraf çekmedim. Bunlar ancak ev
velki günkü müzakerelerin oradaki yankılarıdır. Efendim ben bu telgraf çekenleri
tanımam, hatta köylerinin ismini bile tam olarak okuyamadığımı gördünüz. Binae
naleyh İçişleri Vekili Beyefendinin sözlerini katiyen kabul etmem. İçişleri Vekili
Fethi Beyefendi buyurdular ki Hükümetin cemiyetlere müdahale etmesi milli hakla
rın muhafazadır, şöyledir, böyledir. Hakikaten bunlar alkışlanacak sözlerdir. Efen
diler zannediyorum ki Milli Mecliste mebus bulunan en aciz bir fert, memlekette bir

619
şahsın başıboş gezmesine sorgu, sualsiz iş görmesine taraftar olamaz. Ben buda
la değilim ki bir cemiyetten sorgu sual olmasın, bir şahıstan sorgu sual olmasın,
diyeyim. Binaenaleyh herkes hesap vermek mecburiyetindedir. Fakat her hesabın
bir şekli, bir tarzı vardır, bir kanunu vardır. Fethi Beyefendinin burada okumuş
olduğu Cemiyetler Kanununun yedinci maddesini, bugünkü Hükümetimizin Adalet
Vekili olan Beyefendi müdahale için müsait göremedi. Fakat kendisi Hükümetin
müdahale edebileceği kanaatinde olduğu için kanaatini teyit edecek diğer bir
madde aradı, aradı bulamadı.
REFİK ŞEVKET BEY (Adalet Vekili): Müsaade buyurun söz istiyorum, Reis Bey.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurun, ben sözlerimi bitireyim de ondan
sonra. Fethi Beyefendiye başından beri söylediğim gibi garazım değil, bilakis mu
habbetim vardır. Bu vermiş olduğum gensoru bir hakikatin, bir hakkın ortaya çık
ması içindir. İçişleri Vekili Beyefendi kendileri de itiraf buyurdular ki askeriyede de
ihraç edilen hayvanlardan vergi almıştır. Vergi alınmadan evvel koyun ihracı Şark
Cephesi Kumandanlığının emri ile yasaktı. Zavallı halkın koyunları ellerinde kalı
yordu. Sebebini ben tabii bilemem. Daha sonra her nasılsa Şark Cephesi Kuman
danlığının telkini üzerine olmalı ki o zamanki Tümen Kumandanı acaba hayvan
ihracına müsaade edilse bize bir menfaat sağlamaz mı diye sormuştu. Efendiler
hayvanlardan ihracat vergisi alınmasında bir yanlışlık varsa, bu o zaman başlıyor.
Efendiler, telgrafta okuduğum gibi o zaman memleketin paraya büyük bir ihtiyacı
vardı. Memleketin içinde İngilizler dolaşıyordu. Hatta Yunanlılar da bulunuyordu.
Öyle bir sırada para bulmak istilaya uğramış, harap olmuş ve servetleri mahvol
muş insanlarla dolu olan Trabzon'da pek zor bir mesele idi. Fakat memleketin
müdafaası lazım ve zaruri idi. Bunun için de para bulmak icap ediyordu. Bursa'da
ve diğer yerlerde yapıldığı gibi Trabzon'da da para bulmak için çareler aranıyordu.
Bu sırada pek doğru olarak askeriye yukarda arz etmiş olduğum ihracat vergisini
düşündü ve tatbik etti. Sonra nasıl oldu bilemiyorum. Bunu ihracat vergisi toplama
işini Müdafaayı Hukuk Cemiyetine devretti. Bu böyle kırk gün devam etti ve sonra
vergi alma işine son verildi. Yalnız bundan sonra efendiler, bazı esnafın olduğu
gibi kayıkçıların da bir loncası vardır, bu loncada kayıkçılar lüzum gördükleri karar
ları alırlar ve tatbik ederler. Loncanın kendisine mahsus bir kasası da vardır. O
andan itibaren Müdafaayı Hukuk Cemiyeti ihracat vergisi olarak on para almıştır,
diye bir kayıt yoktur.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Vardır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz almamıştır. Nasıl olduğunu arz
edeceğim. İskele Kahyası Yahya, evvelce alınan ihracat vergisi kadar kayıkçıların
parasından bir miktarını ayırıp biriktirmeye başlamıştır. İhtimaldir ki iskele hükü
meti adı bundan çıkmıştır. Biliyorsunuz ki efendiler, Samsun'a çıkan yolcular
adam başıma iki lira, üç lira ve hatta zaman olur ki beş lira verirler. Tabii havanın
haline göre, Trabzon'da da vaziyet böyledir. Memleketin nakliye vasıtalarının ne
kadar pahalı olduğunu biliyorsunuz. Binaenaleyh kayıkçılar hakikaten iyi para

620
alırlar. Yahya Kahya, arkadaşlarının taşıdıkları hayvanlardan eski vergiden daha
az bir miktarda parayı almaya devam etmiştir. Sadece kayıkçıların aldıkları ücret
ten teberru ettikleri bir miktarı toplamıştır. Efendiler Müdafaayı Hukuk Tüzüğünde
“Cemiyetin gelirleri, istiklalin kıymetini takdir eden her şahsın vereceği teberrular
dır” der. Efendiler parayı kayıkçılar teberru ediyorlar, veriyorlar. Verme mi diye
ceksiniz? Ne hakla! Burada kayıkçılar aldıkları ücretten bir miktarını teberru etme
leri için fazla ücret aldıkları iddia edilebilir. Fakat efendiler ücret meselesi Belediye,
Ticaret Odası ve Kayıkçılar Cemiyeti üyelerinin ve hatta Liman Reisinin de katıl
malarıyla teşekkül eden bir komisyonda tespit olunur. Kayıkçılar aldıkları ücretin
hepsini verseler, bizim ne gibi bir müdahale hakkımız olabilir. Teberruda bulunmak
kabahat midir? Efendiler memleketin böyle bir devresinde bu kayıkçılar o kadar
büyük hizmet etmişler, o kadar fevkalade fedakarlık etmişlerdir ki askeri bedava
taşır, kömürü bedava çıkarır, nakliyatını bedava yaparlar. Bu gibi fedakarlıkları
bütün kayıkçılar yapmaktadır. Sen herkesin kazandığı paradan yaptığı teberrua
karışmak hakkına haiz değilsin. Buna kimse karışamaz. Trabzonlular gayet sami
mi ve açık kalplidirler. Yahya Kahya’nın bu parayı aldığını ve böyle bir defterin
mevcut olduğunu resmi olarak kimse bilmiyordu. Evet orta yerde hiçbir şey yoktur.
Eğer Fethi Beyefendi bana o vakit defter olmadığını ve sonradan hazırlandığını
ispat ederse, ben bütün davayı kaybederim. Bu teberrular Loncanın kasasında
kalır ve icap ettiği vakit Müdafaayı Hukuk, askeriyeye şu lazım şunu verin, şeklin
de bir karar verir. Yahya Kahya da parayı verir. Müdafaayı Hukuk kendi defterlerini
verdikten sonra, bizim hesabımız budur fakat bundan başka bir defter daha vardır.
Bu defterde milli işlerde harcanmak üzere kayıkçıların teberru ettikleri paraların
hesabı vardır. İşte bu defteri de aldık, takdim ediyoruz, buyurun demişler. İşte
samimiyet buradadır. Kendilerine ancak dolayısıyla ait olan bu defteri kendilerin
den talep edilmediği için isteseler vermezlerdi. Efendiler ben orada iken Tahkik
Heyeti bir ay kadar uğraştı, uğraştı, fakat Müdafaayı Hukuk’un verdiği defterlerdeki
miktarın üstünde bir şey bulamadı.
(Ali Şükrü Bey, iki gün önceki konuşmasında öne sürdüğü iddiaları uzun bir konuşma ile
gene tekrarladı.)

BİR MEBUS BEY: Yetişir efendim. Hep aynı şeyleri söylüyorsunuz.(yetişir sesleri)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Vaktin gecikmesi itibariyle devam etmek istemiyor
sanız karar verilir, yarın devam ederiz. Beni hakkı ve hakikati söylemek ve müda
faa etmek için buraya gönderdiler. Vazifem budur. Başka hiçbir işim yoktur. Ben
Trabzonluyum ve Trabzon Mebusuyum. Tabii ben isterim ki Trabzon'da bulunan
her hemşerim kanaatleri itibariyle bana muhalif dahi olsa ve nitekim muhalif olan
lar da vardır. Benden hiçbir zaman dargın olmasınlar. Siyasi kanaati bana muhalif
dediğim şahıslar gayet namusludurlar. Ama İçişleri Vekili Beyefendinin okuduğu
bir telgraf sebebiyle, Trabzon’daki siyasi vaziyetin aydınlanması için bir şahıs üze
rine bazı şeyler söyleme mecburiyet hasıl olmuştur. Efendiler Vekil Bey,

621
-Vali Vekili Sami Sabit Bey’in icraatından bütün Trabzon halkı memnundur.
...buyurdular. Telgrafta imzası bulunan ve ismi Hüseyin Avni Efendi olan şahıs,
Belediye Meclis üyesidir, benim hemşerimdir ve iyi bir kişidir. Fakat siyasi kanaati
bizimle taban tabana zıttır. Bu şahsın oğlu Milli Hükümet tarafından mahkum
edilmiştir. Şimdi Trabzon'a gelemez. Bu şahsın damadı Balıkesir'de İrşat Gazete
sini çıkarmıştır, değil mi Balıkesir mebusları?
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Evet
ABDÜLGAFUR EFENDİ (Karesi): Evet, ismi Ömer Fevzi.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler size sorarım, oğlu buraya gelemeyen, da
madı buraya giremeyen bir şahıs elbette babalık hissi dolayısıyla, onları Trabzon’a
sokmayan Müdafaayı Hukuk teşkilatına nasıl uygun davranabilsin?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Nasıl oluyor da Belediye Meclis üyesi olabilmiş?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Ben de aynı şeyi soruyorum efendiler, nasıl olur da
bizim tarafımızda olabilir? Bunda bir çelişki yok mudur? Bir hata da olsa, nüfuzunu
kullanarak oraya girse bile, şu hakikat karşısında bu şahsın Sami Sabit Bey lehin
deki ifadesi ki Müdafaayı Hukuk aleyhinedir, ne şekilde düşünülebilir. Bu şahıs
Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin faal bir muhalifi olmayabilir, fakat hiç ol
mazsa hissi muhalifidir. Şimdi müsaadenizle, korkmayınız uzun okumayacağım.
Selamet Gazetesinin bir başmakalesini okuyacağım. Bu makale, ismi geçen şah
sın bulunduğu yer için bir vesikadır ve yine ilave edeyim ki siyasi kanaati bizimle
beraber olmamakla beraber, muhterem ve namuslu bir şahıstır.
"Bugün Erzurum Kongresi’ni, Mustafa Kemal Paşanın ve eski Bahriye Nazırı
Hamidiye Kruvazörü Kaptanı maceracı Rauf Bey’in idare etmeleri ve geçmişte
Enverlerin, Talatların baskı ve idarelerinde bulundurdukları Mebusan Meclisinde
milletin kara günlerine ait kararları kabul eden aynı mebusların bu defa da Mustafa
Kemal Paşa’nın ve Rauf Bey’in etrafına toplanmaları, orada yarın başımıza patla
yacak yeni bir cephane hazırlığı içinde olunduğu kanaatini vermektedir. Bu cep
haneyi hazırlamakta, Trabzon'un o geçmişin mesuliyeti omuzlarında olan bir kısım
delegeleri, bilerek veya bilmeyerek bu şahısların aldatıcı sözlerine kapılan ve aynı
şekilde Erzurum'un bu gibi bir kısım delegeleri pek büyük bir cüretle hareket et
mişlerdir. Halkın haberi olmadan, ilmi kaideleri göz önüne getirmeden, bir emriva
kiin girdabına sürükleyecek düşünce ve hissiyata kapılmışlardır. Bu feci kararların
şekil ve mahiyeti arasında, geçici bir Hükümet ilanı ve Şeref Sokağına benzer bir
şekilde kabul ettikleri yeni Cemiyetin Temsil Heyeti adına bu beylere vekilleri seç
me hakkının, verilmesi şeklinde olacaktır."
...Bundan sonrası daha ağır şeylerdir.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Rauf Beyefendi, Ali Şükrü Beyefendinin be
yanatını kesmek için müsaade buyurun. Beyefendi, Müdafaayı Hukuk Cemiyeti ve

622
mazisi hakkında birçok şeylerden bahsediyorsunuz ve bunu İçişleri Vekili Beye
fendi için verdiğiniz gensorunun müzakereleri sırasında yapıyorsunuz. Zannediyo
rum ki Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti meselesi hakkında pek çok şeyler
anlatmak istiyorsanız, gensorunuzu benim için vermeliydiniz. İçişleri Vekili Beye
fendiye karşı yaptığınız ithamlar arasında hesapların kontrolü meselesi de var.
Elde mevcut olan kanunla onların hesaplarını tetkik etmek için İçişleri Vekaletine
izin var mıdır, yok mudur? Yalnız bu mevzu bahis olacak. Fakat bizi o tetkikata
mecbur etmiş başka sebepler de vardır.
ALI ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Ben Meclis Reisi’ne gensoru önergesi verme hakkı
mızın olduğunu bilmiyorum. Bilseydim...
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Orduda Tümen Kumandanlığı yapmış olan
namuslu bir kumandandan, deminden beri bahsediyorsunuz. Ben de Başkumanda
nım. Başkumandan sıfatıyla benim için de gensoru önergesi verebilirdiniz. Orduda
Tümen Kumandanlığı yapan dirayetli bir askeri, paçavra gibi tahkir ediyorsunuz.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Katiyen ne namusundan bahsettim ne de askerliğin
den. Yalnız idaresinin aleyhinde bulundum. Bugünkü idaresi, Vali Vekilliğidir,
efendim. Askerliğinden bahsetmedim, Paşa Hazretleri. Ben de askerim ve askere
karşı nasıl davranılacağını bilirim. Paşa Hazretlerinden, Başkumandan sıfatıyla
gensoru önergesi veremem. Bu mesele askerliğe ait bir mesele değildir.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Kumanda üzerinde bulunan bir askere karşı
bu kadar söz söylenmez.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Fakat bugün Vali Vekaletinde bulunuyor. (gürültüler)
Efendim, söylemem arzu edilmiyorsa söylemeyeyim.
ZİYA HURŞİD BEY (Lazistan): Bir Trabzon meselesi bahis mevzudur bir de kuman
dan. Koca Trabzon'u bir kumandana teslim mi edeceğiz? Devam Ali Şükrü Bey.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Konuşmacının sözünü kesmeyin rica ederim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Her şeye rağmen Vali Vekili olarak tutulan ve tutul
makta ısrar edilen Kumandan Beyefendinin idaresi hakkında iyidir diyen şahısların
hepsinden bahsetmeyeceğim. Ben Belediye Meclis Üyesi Hüseyin Efendiyi takdir
ederim. Çünkü oğlunun ve damadının Trabzon’a gelmesine mani olan Müdafaayı
Hukuk Heyetinin elbette pek de lehinde bulunamaz. Fakat onun Müdafaayı Hukuk
aleyhinde fikir beyan etmesi sebebiyle tarafsız olduğunu düşünemem. Yüce Heye
tiniz nasıl düşünürse düşünsün, o bana ait değil. Efendiler, Trabzon'da bir mebu
sun evine girilmesi ile Ankara’da bir eve girilmesi, her ikisi de fenalıktır. Her yerde
fenalıktır ve nasıl ki İçişleri Vekilinin evine girildiyse...
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, mahkemeye müracaat etsin.

623
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendim, onu ben daha önce izah etmiştim. Bizim
halkımızın bildiği, bulunduğu yerin mülki amirine müracaat etmesidir.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Olmaz.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Olmazsa olmaz. Efendim, halkımızın dirayeti bu
merkezdedir. Binaenaleyh Hükümete de müracaat etmişlerdir. Fakat Hükümet de
evvelce arz ettiğim dilekçeyi şikayet ettikleri makama havale etmekten başka bir
şey yapmamıştır. Sonra efendiler, en mühim bir nokta Müdafaayı Hukuk üyelerinin
hizmetleri varsa neden korkuyorlar? Halk kendilerini tekrar seçer, deniliyor. Pek
doğru. Fakat bizim istediğimiz de seçime Hükümet müdahale etmesin, serbest
seçim yapılsın, diyoruz. Zaten benim önergemin mühim esaslarından biri de bu
dur. Yani Hükümetin seçime fuzuli müdahalesidir. Bu müdahaleyi kanunsuz görü
yorum ve itiraz ediyorum. Diyorum ki eğer Hükümet seçime müdahale etmezse,
halk elbette bunları ya seçer veya seçmez. Bunda korkacak ben değilim. Korku
varsa, her halde seçime müdahale etmek isteyenlerde ve bunları her halde seç
tirmemek için hareket edenlerdedir. Bütün Trabzonlular ayak altına alındıktan
sonra netice ne olacak?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, Hükümet müdahale etmemiştir. İşi Bele
diye meclisine vermiştir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Buna geçen sefer cevap vermiştim. Ben Hükümet
müdahale etmiştir, kanaatindeyim. Başında doğrudan doğruya Vali Vekiline bir
geçici Müdafaayı Hukuk Heyeti kurulması için emir verilmiştir. Sonra yapılan itiraz
üzerine seçimi Belediyeye devredilmiştir. Daha sonra yeni Tümen Kumandanı
Mustafa Bey’in Vali Vekiliyle bu hususta beraber çalışmaları düşünüldü ve zanne
derim ki bu yolda emir de verildi. Hükümet bu mesele hakkındaki kanaatinin doğru
olduğuna kendisi de inanmış değildir. Mademki millet hakimdir, o halde milleti
serbest bırakın, kendi haline bırakın seçimini yapsın, neden korkuluyor? Efendim,
ben iki gün önce esas mesele olarak, İçişleri Vekili Beyefendiye,
- Müdafaayı Hukuk Cemiyetini Trabzon'dan kim şikayet etti?
... diye sormuştum. O da,
-Trabzonlular şikayet etti.
...demişti. Sonra da Vekil Bey,
-Vali tahkikatı yaptı, buraya bildirdi ve onun üzerine Tahkik Heyeti gönderildi.
-dedi. Öyle değil mi Efendim? Hayır efendim, mesele bu şekilde değildir. Tahkik
Heyeti Reisi Sait Paşa Hazretleri tahkik emrini İnebolu'dan hareket ederken almış
tır. Sait Paşa Hazretleri yalan söyleyecek bir adam değildir. Demek oluyor ki tah
kikat meselesi, Trabzon'dan yapılan şikayet üzerine olmamıştır. Ancak resen Hü
kümet tarafından düşünülmüş ve meydana atılmıştır.

624
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Zaten böyle bir şey söylemedim. Dedim ki Yahya
Kahya'nın tevkifine teşebbüs olunması ve kendisinin saklanması üzerine, ahaliden
ve kayıkçılardan bir kısmı el birliğiyle şikayete gitmişler ve bu alınan gümrük ver
gisinden feryat etmişler ve bu paranın nereye sarf olunduğunu öğrenmek istedikle
rini söylemişlerdir. Başka bir şey söylememişlerdir.
ALI ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Şimdi sıra Trabzon'daki Yahya Kahya meselesine
geldi. (ooo, kafi sesleri) Dinlemeyecekseniz bırakınız, gidiniz. (gürültüler) Efendim,
Trabzon'da bir iskele hükümeti mevcut olduğunu buyurdular. Bu tabiri de kimin
icat ettiğini biraz sonra görürüz. Eğer efendiler, Trabzon'da bir iskele hükümetinin
mevcut olması yalnız Yahya Kahya'nın orada bulunması ile oluyorsa, bugün Kah
ya yine Trabzon'dadır. Ama iskele hükümeti yıkılmış. Yıkılan nedir? Anlamıyorum.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): İhracat vergisidir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Kayıkçılar kendi aldıkları ücretten muayyen bir mik
tarını teberru ediyorlardı. Evet, ben iskele hükümetinin yıkılmasını şu şekilde anla
rım. Kış, kıyamette evvela Trabzon'dan Kars'a, sonra Erzurum'u, Erzincan'ı do
laşmak suretiyle de Sivas Mahkemesine sevk edilen iskele hükümetinin reisi Yah
ya Kahya ve arkadaşları, hiç olmazsa on beşer seneye mahkum edilselerdi, orta
da bir iskele hükümeti mevcut olduğuna inanırdım. Aleyhindeki on bir maddelik
suçlamaların hiçbiri sabit olmayan ve nihayet mahkemece beraat ettirilip, tahliye
sine karar verilen Kahya'nın, bugün Trabzon'a gitmesiyle bellidir ki iskele hükümeti
filan yoktu. Efendiler yalnız Kahya'nın Milli Harekattan evvelki haline göre bugün
kü halinde bir başkalık mevcutsa ve bu başkalık fena bir şeyse, bundan yine Hü
kümet mesuldür. Görüyorum ve anlıyorum ki dinlemeyeceksiniz. Çünkü vakit çok
gecikti. Yalnız müsaade buyurunuz, bazı mühim noktalara hafifçe bir temas ede
yim. Tahkikat raporu gayet taraflı yazılmıştır. Hatta Tahkik Heyeti, sorulması kati
yen caiz olmayan bazı şeyleri de sormaya yeltenmiştir. Tarafsız bir heyet bir tara
fın fenalığını uluorta söylerken hiç olmazsa şu kadarcık da bir iyilikleri vardır, de
mesi lazım gelir. Acaba Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin bu memlekete
ufacık bir iyiliği, hizmeti olmamış mıdır? Bizim bildiğimiz bir tahkik memuru hiçbir
vakit raporunda lehte veya aleyhe bir en ufak bir imada bile bulunamaz. Onun
vazifesi hak ve hakikat neyse onu söylemek, tespit etmektir. Kanaat ve hüküm
mahkemeye aittir. Sonra efendim, Halil Paşa’ya ve başkalarına verilen yardım
paralarından bahsettiğim zaman, Fethi Bey buyurdular ki pekala olmuş, verilmiş,
dedi. (bunu da söylediniz sesleri, gürültüler)
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Biraz kısa kesin yahu! Rica ederim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Vallahi, yemin ediyorum ki birçok maddeleri atladım.
(gülüşmeler) Suphanallah, yapmayınız efendiler, zannetmeyiniz ki benim İçişleri
Vekilinin mevkiinde gözüm vardır. Varsa lanet olsun. En ufak bir yerde bir gözüm
yoktur. Ben bir mebusum. Buradan kovulmazsam, hak hakikat için devamlı uğra
şacağım ve uğraşıyorum. (mebus kovulmaz sesleri, gürültüler) Efendiler insaf

625
ediniz, yorulan benim, burada nefes tüketiyorum. Arz ettiğim bu mültecilerin, din
daşların beslenmesinden o zaman Hükümet para bulamamıştı. Bunun üzerine
Tümen Kumandanı Müdafaayı Hukuk Heyetini çağırmışlar ve bu zavallı dindaşlara
bakmalarını rica etmişler. Onlar da kabul ederek bakmışlardır. İşte Vekil Beyefen
dinin dediği para, bu gibi yerlere sarf edilen paralardır. Hatta bu hususa ait Trab
zon Müdafaayı Hukuk Heyetinin parası kafi gelmediği içindir ki ben Ankara'ya
dönerken rica etmişler ve Giresun'da bulunan Topal Osman Ağa ile görüşerek bir
kısım mültecilerin de Giresun'a aldırılmalarını talep etmişlerdi. Ben Giresun'da
Osman Ağa ile görüşerek meseleyi hallettim ve telgrafla Trabzon'a bildirdim. Bi
naenaleyh bu hususta birçok parayı da Giresun Müdafaayı Hukuku Heyeti sarf
etmiştir. Bu uğurda sarf edilen para öyle zannedildiği gibi yirmi bin değil, belki kırk
bin liradır. Bu mesele de bundan ibarettir. Efendiler, biliyorum ki, yoruldunuz, kısa
kesmemi istiyorsunuz. Cevap vermek mecburiyetinde bulunduğum daha beş on
madde var. Fakat hepsini söylemeyeceğim. Çünkü, yorgunluktan olacak, asabiyet
var ve hak da veririm. Netice itibariyle hulasa, orta yerde kabul edilmiş bir Teşkilatı
Esasiye Kanunu var. Halk Hükümeti denilen bir Hükümetimiz var ve halkın da
memleketin efendisi olduğu bu kürsüden ilan edilmiştir. Şimdi bir tarafta Trabzon
Vilayetinin halkı, diğer tarafta Hükümet var. Bugün Trabzon Müdafaayı Hukuk
Heyetinin ne şartlar altında işe başladıklarını, hatta İzmir hadisesinden, Erzurum
ve Sivas kongrelerinden evvel işe başlamış olduklarını izah etmiştim. Halkın seçti
ği ve onların temsilcisi olan bu kişiler halen Müdafaayı Hukuk Cemiyeti üyeleridir.
Bu şahıslar, şimdiye kadar Trabzon'a gelip giden birçok valilerle, kumandanlarla
beraber çalışarak memlekete hizmet etmişlerdir ve bunlar tarihin malıdır. Ne kadar
inkar edilse de Güneş balçıkla sıvamaz.
MAHMUT CELAL BEY (Saruhan): Fakat tarihe ait olduğu için söylüyorum ki ifa
deniz doğru değildir. İzmir hepsinden mukaddestir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Belki, fakat İzmir gizli yapmıştır. Bunlar, yani Trab
zonlular aleni 5 Şubat 1919 tarihinde Kongre yapmışlardır. (gürültüler)
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Hepsinden Allah razı olsun.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler, ben İzmir'in vatanseverliğini inkar etmiyo
rum. Trabzon'da meydana gelen bir mesele üzerine veya bir kuşku üzerine, hak
sız yere tetkikat yapılmış ve bu tetkikat esnasında da birtakım idari yolsuzluklar
olmuş ve halka zulmedilmiştir. Benim iddiamdaki esas, halkın cemiyet kurmasında
ve o cemiyeti idaresinde tamamıyla hür ve serbest olmasıdır. Binaenaleyh halk
hür ve serbesttir.
BESİM BEY (Kastamonu): Öyle şeyin aslı yoktur.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Aslı yok mu, var mı, bilmiyorum. Bugün halka kendi
kendini idare etmek için Hükümetin elinde bulunan yürütme salahiyetlerinden bir
kısmını vermeyi vaat ettiğimiz bir sırada kalkar da eski bir Hükümetin, eski bir
sistemin yapmış olduğu bir Cemiyetler Kanunundaki bir maddeye dayanarak bu

626
tarzda hareket edersek samimiyetimizi halka nasıl inandırabiliriz? Halk, hakikaten
bu Mecliste yaptığımız vaatleri, taahhütleri, kanunlar üzerine kendisinin sahibi
zannettiği, bildiği haklarına sahip olabilecek mi, olamayacak mı? Yüce Meclisinizin
bu akşam vereceği karar, bu mühim ve ruhi noktayı halledecektir. Benim kanaatim
budur. Kanaatimin haricinde tabii bir şey söylemedim. Bütün bu gensoru müzake
releri esnasında eğer arkadaşlarımdan veya hariçten birisini farkında olmayarak,
yani gayriihtiyari gücendirecek şekilde bir şey söylemişsem af buyurmalarını da
bilhassa istirham eylerim. Çünkü şahsi olarak hiçbir kimseye garez ve kinim yok
tur. Bütün emelim hak ve hakikate ve halka hizmettir.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Reis Beyefendi müsaade buyurun efendim, soru
değil, fakat anlamak için soracağım.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Öyle ise söz yok. Kısa bir soru sorabilirsiniz.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Efendim gayet kısa bir noktayı soracağım, kabul
ediyorlarsa.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Hay, hay
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Efendim Yomra'dan telgrafların bugünkü tarihle
geldiği anlaşılıyor. Ajansların bile bir şehre beş on günde yetiştirmediğini düşüne
rek kendimce nasıl olur da bu telgraflar buraya yetişti. Yoksa buradaki gensoruyu
haber alan bir heyet düğmelere basıp her taraftan telgraf mı yetiştiriyor? Bu husu
su anlamak isterim, efendim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Müsaade buyurunuz, efendim. Sorduğunuz soru,
seçim mıntıkam halkının ne kadar açıkgöz, açık fikirli ve haklarını muhafazaya
azim ve hazır oluğunu gösterdiğinden dolayı bahtiyarım. (alkışlar) Müsaade buyu
run, telgrafhaneler buradadır. Belki başka türlü anlaşılır. Ben Trabzon'a tek bir
kelime bile çekmedim. Yalnız buradaki müzakerenin hulasasını Trabzon'daki İs
tikbal Gazetesine verilmiştir. (gürültüler) Bu gazeteden haber almışlardır. Binaena
leyh benim seçmenlerim her türlü vasıtaya müracaat eder ve hatta mümkünse
telsiz kullanır, buraya maksatlarını yine bildirirler. Efendim, bu da hemşerilerimin
ne kadar ruhlu ve uyanık olduklarını gösterir.
ALİ BEY (Karahisar): Trabzon Müdafaayı Hukuk Heyeti, verdiği hesapta masraf
olarak bir iki mebusa da bir, iki yüz lira verdikleri görülüyor. Bunun hakkında da
biraz izahat verilir mi efendim?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim bu gensoru müzakerelerine başlamadan
evvel muhtelif yerlerden kulağıma imalı bir şekilde gelen bir soruyu hamdolsun Ali
Beyefendi sordular. Cidden çok memnun oldum.
ALİ BEY (Karahisar): Büyük teşekkürler ederim. Biz de aydınlanmış oluruz.

627
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Bırakın artık teşekkürü filan, kafamız patladı.
Bitirin artık, ne söyleyeceksen söyle artık, usandık.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Evet usandınız ve hakkınız var, çünkü saat on bir.
Bazı arkadaşlar samimiyetlerinden dolayı gelip bana söylediler. Ali Şükrü Bey bu
gensoruyu vermeyiniz. Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin verdiği hesapta, dört yüz lira
da sana verildiği ifade edilmiş dediler. Evet efendiler öyledir. Para verdikleri diğer
mebus da Hafız Mehmet Bey arkadaşımızıdır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bana da ziyafet verdiler.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Evet vermişlerdir. Onlar pek cömert, pek misafirper
verdirler. Zannederim ki birçok mebus, Müdafaayı Hukuk cemiyetlerinin paralarıyla
buraya gelmişlerdir. Bu paralar harcırah sayıldığı için iade edilmemiştir. Benim
aldığım para ise, senet vererek aldığım ve ödemek mecburiyetinde bulunduğum
dört yüz liradır. Nitekim yüz lirasını da ödedim. Şimdi üç yüz lira borcum vardır. Bu
borç da Müdafaayı Hukuk Cemiyetine değil, Müdafaayı Hukuk üyesi tüccardan
Mehmet Salih Efendi’yedir. Yalnız şunu söylemek istiyorum ki Ali Beyefendiyi kati
yen kastetmiyorum, bunu bana evvelce ima eden veya ettirenlere soruyorum ki
mademki bu tarzda bir borç almak fena bir şeydi, neden şimdiye kadar resmi ola
rak bir teşebbüs yapılmadı.
ALİ BEY (Karahisar): Biz Merkez Heyetinden olduğumuz için sormak vazifemizdir.
Af buyurunuz.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Müsaade buyurun efendim. Daha evvelce başka
yerlerden kulağıma geldi de onun için söylüyorum. Cep defterimde iki bin lira daha
borç göstermekle iftihar ederim.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Borçtan dolayı iftihar edilmez.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Evet borçla iftihar edilmez, fakat memleket uğrunda
yapılan borçla ben iftihar ederim. On dört sene kadar serbest çalıştığım bir za
mandaki emeğimin karşılığı olan matbaamın dörtte üçünü sattığım halde bu uğur
da yine borçluyum ve iftihar ederim. Binaenaleyh ben borç almışımdır ve gücüm
yettiği zaman da ödeyeceğim. Hatta yüz lirasını da ödemişimdir. Kalanını da öde
mek mecburiyetindeyim. Borç para almak günah mıdır, yoksa suiistimal midir?
ALİ BEY (Karahisar): Müsaade buyurun efendim, eğer senetle borç alsan da san
dık mevcudu göstermek lazım.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Ben şahsıma ait olan bu meselede biraz izahat ver
mek mecburiyetindeyim. Trabzon tüccarından Hacı Ali Hafızzade Mehmet Salih
Efendi’ye verdiğim bir senet karşılığında dört yüz lira aldım, diyorum. Eğer şu an
da senet mevcut değilse, bunun on mislini Kızılay’a hediye etmeyi huzurunuzda
taahhüt ediyorum. (gürültüler) Fakat efendiler, bu para Müdafaayı Hukuk hesabın
da niçin gözüktü? Gerçi buna ben de hayret ettim. Fakat daha sonra arkadaşım

628
Celalettin Bey’in ve benim aldığım mektup üzerine hatırladım. Ben bu parayı aldım
ve Meclisten alacağım tahsisatımın ilk taksitinden tamamıyla ödeyecektim. Fakat
biliyorsunuz ki Trabzon'dan geldiğim zaman tahsisat maaşa döndürüldü. Binaena
leyh gücüm ödemeye yetmedi. Sonra da Sakarya Harbi ve ailelerin Kayseri’ye
nakli meselesi araya girdi. Bu aralık Trabzon Müdafaayı Hukuk üyeleri bizlere bir
telgraf gönderdiler. Telgrafta,
-Siz şimdiye kadar birçok telgraflarımıza telgrafla cevap verdiniz ve veriyorsunuz.
Sizin vermiş olduğunuz bu cevap telgrafları tabii şahsınıza ait olmadığından sizin
dar olan bütçenizi zorluyordur. Binaenaleyh şimdiye kadar yazdığınız ve yazaca
ğınız telgrafların makbuzlarını saklayın ve bize gönderiniz.
...diye yazıyordu.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Efendim, Müdafaayı Hukuk heyetlerinden para
alan on bin kişi var. Yalnız sen almadın ya.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Benim haberim olmaksızın doğrudan doğruya böyle
bir şey düşünülmüş. Bana telgrafla soru soran seçmenlerim kim olursa olsun,
verdiğim cevap telgrafları için kendi bütçemi kullanmak mecburiyetindeyim. Eğer
onlar bana hediye etmek istemişlerse, ben kabul etmiyorum ve kendilerine bu
şekilde yazdım da efendiler. Mesele budur. Müsaade buyurun, yalnız şu noktayı
da izah etmem icap ediyor. 1920 yılında buradan altı ay izinle seçim mıntıkama
gitmiştim. O zaman Bolşeviklik meseleleri, birtakım siyasi partiler bahis ediliyordu.
Ben yakından vaziyeti gördüğüm için bana dediler ki,
-Rica ederiz, izniniz bitmeden Ankara'ya gitseniz ve oradaki mebuslara açıklama
larda bulunsanız, memleket için çok hayırlı olur.
-Param yok, açık söylüyorum İstanbul'dan para bekliyorum. Matbaamın bazı ma
kinelerini satacağım, para bekliyorum.
...dedim. Bunun üzerine, Mehmet Salih Efendi,
-Bir senet yaz ben para vereyim.
...dedi. Bir senet imza ettim. Mehmet Salih Efendiye verdim. Ben o anda yola çık
tım. Fakat kar yolları kapatmıştı, iki ay Samsun'da kaldım. Sonra Süleyman Bey
de biliyorlar, kendisiyle beraber buraya geldim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, böyle meselelerin burada konuşulması
hiç doğru değildir. Arkadaşımız töhmet altında ise bu celse gizli yapılmalıdır. Böyle
milli vazifesini yapan bir kimse için, bundan dolayı mesul ve muhatap olup da se
simi boğdurmayı katiyen mebusluğa yakıştıramıyorum. İstirham ederim efendiler,
ben suçlu olabilirim. Fakat beni memleketime, milletime ve milli vazifeme karşı
hiçbir kimse ayıplayamaz. Burada arkadaşımızı karalamak katiyen doğru değildir
ve uygun görmüyorum.

629
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, bu bir borç meselesidir. Yüz karalamakla ne
alakası vardır? Benim de aksi şekilde iddia edebileceğim, ortaya atabileceğim
birçok mesele vardır. Fakat ben bunu yapmam ve yapmayacağım.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Beyefendinin buyurdukları gibi iş icabı alınmış bir
paradır. Biz burada Trabzon Müdafaayı Hukuk Heyetinin hesabını görmüyoruz,
Türkiye Milletinin İçişleri Vekili için verilmiş olan gensoruyu müzakere ediyoruz.
Efendi, sen söz söylüyorsun ama, sen nasılsın? Benim şahsım fenadır. Fakat mil
letim adına her şeyden masumum. (pek doğru sesleri) Eğer ben başka şekilde suçlu
isem, Ali Bey’den rica ederiz bir önerge verir ve arkadaşımızın şaibesi vardır, deme
lidir. Yoksa burada bu karalamayı ortaya atmak, gensoruyu boğmak ve milletin se
sini boğmak demektir. Bunun burada konuşulması kalbime bir yara olmuştur.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Milletin sesi boğulmamıştır. Burada serbestçe söyle
niyor.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Teşebbüs edilmiştir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Teşebbüse bile tahammülümüz yoktur. Burada mille
tin mebusları serbestlik içinde mütalaalarını beyan ederler ve etmeye devam ede
ceklerdir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ebediyen efendim. Ya ederiz veya ölürüz. Bizi
hiçbir kimse ve hiç bir kudret baskı altına alamaz. Biz milletten böyle oy aldık ve
böyle çalışacağız. Millet ölürse, biz ölürüz. Yoksa millet ölmeyince bizi öldürecek
hiçbir kuvvet ve kudret yoktur. (alkışlar)
İHSAN BEY (Cebelibereket): Muhterem efendiler, gensoru sahibi Trabzon Mebu
su Ali Şükrü Bey arkadaşımızın uzunca ve birkaç defa tekrarladığı beyanatını
dinledim. İçişleri Vekili Ali Fethi Bey’in de buna karşı verdiği cevapları diledim. Her
hangi bir meseleye hüküm vermek mecburiyetinde bulunan bir heyetin, yani Yüce
Meclisin önce siyasi kanaatlerinden ve şahsi hislerinden ayrılması lazım gelir. Aksi
takdirde ne kadar doğru söylense de insanlık halidir, yanlış kararlar alınır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Bu gayet yanlış bir düşüncedir.
İHSAN BEY (Devamla): Hadiselerin içinde bulunan ve bir taraf ile iyi münasebetleri
olduğunu sözleriyle beyan eden Ali Şükrü Bey’in, mantıktan çok kendi hislerine göre
neticeler çıkardığını ve hükümlerinde hata ettiklerini zannediyorum. Bundan başka
efendiler, her hangi bir davayı yürütmek mecburiyetinde bulunan bir şahsın...
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): İhsan Bey, müzakere usulü hakkında mı söylüyor,
Reis Bey?
RAUF BEY (Başkan Vekili): Hayır Efendim, söz verdim.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Söz aldım efendi, söz. Otur yerine, gürültü etme.

630
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Bey’e hitap ediyorum, efendim.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Otur yerine. (gürültüler)
ZIYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Bey'e söylüyorum. Sen ne karışıyorsun? (gü
rültüler)
İHSAN BEY (Devamla): Efendiler bir hatibin sözünü yaygara ile kesmek isteyenle
rin kullandıkları silah, acizlik silahıdır. Mantığa mantıkla, ilme ilimle karşılık verilir.
Yoksa şarlatanlıkla değil. Efendiler her hangi bir davayı müdafaa eden birinin,
hakimin hissiyatını ve dava mahiyeti ile alakadar olduğu takdirde heyecana düşü
rerek yanlış bir hüküm almak istediği zaman, belki o hareketi bir maharet olabilir.
Fakat hakikatte bir hatadır ve doğru bir hareket değildir. İnsanlarda da mantığa
dayanmayan ve nereden geldiğini kendisinin der bilmediği bazı sabit fikirler hasıl
olur. Bu sebeple ben Yüce Heyetinizin böyle bir hisse kapılmamasını rica ederim.
Benim kanaatime göre baştan aşağıya kadar Büyük Millet Meclisine sadık ve va
tansever bir Trabzon Vilayeti var. Vilayet ahalisinin içerisinde, bugün Ankara Bü
yük Millet Meclisine ve Hükümetine muhalif bir fikir besleyecek, muhalif bir hare
kette bulunacak veya şununla, bununla, bizimle harp halinde bulunan bir hükümet
le beraber olacak ve ona meyil gösterecek bir Trabzonlu olduğunu düşünemiyo
rum. Belki Milli Mücadelenin başında, bu işle başa çıkılamaz, memleket harap
olur, fikrine düşen olur ve yanlış olarak hareket etmiş kimse bulunabilmiştir. Fakat
bu düşünce bugün Anadolu'da kalmamıştır. Bunun için efendiler, ben Trabzonlu
olmadığım halde ismi okunan şahıslar için şöyle yapmışlar, böyle yapmışlar diye
Trabzon Vilayetinin bir kısım halkı üzerine sürülmek istenilen şaibeyi kendi adıma
reddederim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Kimseye şaibe sürülmemiştir. Onu izah etmiştim.
İHSAN BEY (Devamla): Efendiler Trabzon'da bir Müdafaayı Hukuk Heyeti var,
bütün Türkiye’de de Müdafaayı Hukuk Merkez Heyeti var. Bugün Trabzonluların
yardımlarıyla, Ali Şükrü Bey’in beyanatında söylediği gibi, bu heyet büyük fedakar
lık yapmış, cansiperane fedakarlıkta bulunmuş, Memleketi istiladan kurtarmış ve
memleketin istiklalini muhafaza etmek için çalışmıştır. Diğer yerlerdeki Müdafaayı
Hukuk heyetleri de aynı muvaffakiyeti göstermişlerdir. Bu fedakarlıkların netice
sinde Büyük Millet Meclisi, Müdafaayı Hukuk Teşkilatından doğmuştur. Bundan
sonra Müdafaayı Hukuk Teşkilatının vazifesi, milletin azim ve iradesini takviye
edecek meseleler olmuştur. Hatırımda kaldığına göre bazı arkadaşlarımız,
-Bu Hükümeti doğuran ve bu Meclisi doğuran Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin işine
kimse müdahale edemez.
...buyurdular. Efendiler kati surette Hükümetin resmi şekli haricinde, Hükümete
müdahale edecek bir kuvvet yoktur. O devir artık ölmüştür ve buna tahammül
edecek bir Anadolu yoktur. O İttihat ve Terakki’nin Umumi Meclisleri, o Umumi
Merkezleri ölmüştür. Efendiler, yalnız Hükümet vardır, başka bir şey yoktur. Efen

631
dim bu Müdafaayı Hukuk Cemiyeti, bir cemiyet olmak sıfatıyla kanunlara muhalif
hareketleri olduğunda Hükümetin tetkikatına tabidir. Muhterem Trabzon halkından,
birtakım düşünceler sebebiyle vergi alınmıştır. Geçen sene Maliye Vekili Ferit
Bey’in zamanında, Müdafaayı Hukuk heyetlerinin fuzuli olarak Hükümetin aldığı
vergilerden başka vergi topladıkları hakkında, Yüce Heyetinizdeki pek hararetli
müzakere neticesinde aldığı karar neticesinde, bu cemiyetlerin vergi toplamalarına
nihayet verilmişti. Buna karşılık Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti vergi topla
maya devam etmiştir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Hayır Efendim, hayır.
İHSAN BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz, halbuki kendilerine söyleyeceğim.
Bunu evvela kendileri buyurdular ve söylediler. Ziya Hurşit Bey arkadaşımız da
dışarıda hususi olarak konuşurken bana,
-Kayıkçılar, koyun ihracatından aldıkları paranın bir kısmını Trabzon Müdafaayı
Hukuk Cemiyetine verdi.
...dediler. Efendiler hepiniz bilirsiniz ki bu şekilde vergi alınmadı sözü, vergi alındı
sözünün itirafından başka bir ifade tarzı değildir. Bunu hepiniz bilirsiniz. Binaena
leyh Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti vergi almaya devam etmiştir. Bir kısım
halk demiştir ki hani vergi alınmayacaktı, bir taraftan Hükümete vergi verelim,
diğer taraftan buraya verelim. Bu para ne oluyor, nereye sarf ediliyor? Hükümet
kendi hesabıma takdir ve tebrik ederim. Hükümet, Trabzon Müdafaayı Hukuk Ce
miyetinin hesaplarını tetkik için lazım gelen işe başlamıştır. Ben bilmiyorum, yalnız
İçişleri Vekilinin okuduğu deftere göre on sekiz bin lira açık çıkmış. Ben müsaade
leriyle kendilerine bir soru soracağım. Bu on sekiz bin liranın açık kaldığı mesele
sini nasıl neticelendirdiler? Bu para kimin zimmetinde kalmıştır ve ne şekilde açık
çıkmıştır? Bu hususta mesul olanlar hakkında ne gibi bir muamele yapılmıştır?
Trabzon Müdafaayı Hukuk Heyetinin üyelerini değiştirmek Hükümetin hakkı mıdır,
değil midir? Bu vatan meselesidir, vatan işidir. Evet Müdafaayı Hukuk umumi bir
kongre toplasın ve bu cemiyete ait işleri halletsin. Fakat Büyük Millet Meclisi on
sekiz bin lirayı suiistimal eden ve Büyük Millet Meclisinin kararına rağmen vergi
alan bir heyetin vazifesine devam etmesini kabul edemez, biz buna taraftar ola
mayız. Meselenin birinci kısmı bu. İkinci kısmı, bir bakkal var, bir zabit gitmiş şeke
ri kaça verirsin demiş. Şeker pazarlığında anlaşamamışlar ve bakkal subayı dışarı
fırlatmış. Gücü yetmediğinden gururu kırılan subay gitmiş ve bölüğünden birkaç
asker getirmiş, bir arbede çıkmış. Benim anladığım bir mesele var, İçişleri Vekili
Fethi Beyefendi İçişleri Vekaletine geçmekle, Yüce Heyetiniz Hükümeti Ankara'ya
getirmekle ve bazı kanunları çıkarmakla, memleketin ahlakını düzeltmiş değilsiniz.
Ahali ile subay arasında çıkan anlaşmazlıkları halledecek olan yer Meclis değildir,
Meclisin kürsüsü değildir ve İçişleri Vekilini bu hususta alakalı görmüyorum. Nasıl
oldu da bu hadise gensoru önergesinin içinde yer alır. Buna benim aklım ermiyor.
Bir diğer mesele, Hükümet tarafından sıkıyönetim ilan edilmiş ve bir yerde Hükü
metçe şüpheli sayılmış bir şahıs varmış. Adı Kahya mı imiş, ne imiş bilmiyorum.
632
Tutmuşlar bu adamı mahkemeye sevk etmişler. Mahkeme bunu beraat ettirmiş.
Madem ki mahkeme beraat ettirmiş, o halde bu adam suçlu değilmiş ve Hükümet
neden tutmuş? Tutan memurları cezalandırmak icap edermiş. Bu, emniyet kuvvet
lerinin elini, kolunu bağlamaktır. Bu nasıl bir bir zihniyettir ki efendiler, Hükümetin
her yakaladığı ve şüpheli olarak mahkemeye verdiği şahsın mutlaka mahkûm mu
olması icap eder? Bunu yakalayan adamın, bunun mahkum olmamasından dolayı
mesul mü olması icap eder?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Ben öyle bir şey söylemedim ve iddia etmedim.
İHSAN BEY (Devamla): Söylediğiniz sözlerden o çıkar. Sonra Yomra’da silahlı
olarak asayişi ihlal eden bazı adamlar varmış, Hükümet kuvvet sevk etmiş, bunları
bulacağım, diye. Bu Hükümet kuvveti evleri aramış ve hakikaten bulmuş. Beee...
Neden evleri aramış efendiler? Bilir misiniz ki kötü bir adamı yakalamak için evleri
aramak icap eder. Bu evi niçin aradı, demek doğru mudur? Sonra asayiş ve huzur
nasıl sağlanabilir? Binaenaleyh....
SAMİ BEY (İçel): Kanuni mevzuattan bahset.
İHSAN BEY (Devamla): Kanuni mevzuattan bahsediyorum. Silahlı adamlar yaka
lanmıştır, efendiler. Evleri aramadan hiç kimseyi yakalayamazsınız. Mesele bir
komite meselesidir, benim anladığım Hükümetin icraatına, zabıtasına dair bir me
sele değildir. Mesele bir komite meselesidir, mesele parti meselesidir. Ben mese
leyi öyle görüyorum. Memleket iki taraf olmuş. Bir kısmının taraftarı olan şahıs
içinizde bulunuyor, diğer kısmın adamı yok. Ortada bir Hükümet var, her iki tarafa
eşit şartlarda bakıyor ve kanunlara göre hareket ediyor. Bu iş bir tarafın işine gel
miyor ve tenkit ediyorlar. Bu sebeple efendiler, böyle zihniyetlerle memleketi idare
edemezsiniz. Binaenaleyh bütün şahsi hislerden sıyrılarak İçişleri Vekili Bey’i teb
rik ve takdir etmek, meseleyi itimatla neticelendirmek ve artık bu müzakereye ni
hayet vermek lazımdır. (müzakere kafi sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, söz İçişleri Vekili Fethi Bey’in. Fethi Bey söz
söylemekten vazgeçerlerse müzakerenin yeterliliğini oya koyarım.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, vakit gecikti. Sonra, verdiğim izahat ile
Yüce Heyetiniz az çok malumat sahibi oldu. Az çok Yüce Heyetinizde bir kanaat
olduğu için o kanaate de tesir etmek istemiyorum. Binaenaleyh konuşmaktan vaz
geçiyorum. (teşekkür ederiz sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakereyi kafi görenler lütfen ellerini kal
1
dırsınlar. Müzakere kafi görülmüştür.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (8 Haziran 1922), 1.Dönem, c.20, s.260-305, http://www.tbmm.gov.tr/
633
(Diğer iki gensoru önergesinin görüşmeleri de tamamlandıktan sonra, 10 Haziran 1922
tarihinde yapılan oylamada İçişleri Bakanı Ali Fethi Bey'e güvenoyu verilmiştir.)

10 HAZİRAN 1922: PONTUS MESELESİ HAKKINDA İÇİŞLERİ BAKANI ALİ


FETHİ BEY İÇİN VERİLEN GENSORU ÖNERGESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 51.Birleşim, Gündem: 2/1)

1904 yılında kurulan Rum Pontus Cemiyeti, Anadolu'nun düştüğü


kötü durumdan faydalanarak harekete geçmişti. İtilaf Devletleri'nin Yu
nanlıları desteklemesinden cesaret alan Rum çeteleri, Anadolu'nun
kuzeyinde Türkleri yok etmeye başlamışlardı. Samsun, Merzifon, Tokat,
Vezirköprü, Çarşamba, Terme, Ladik ve Amasya yörelerinde Rumlara
karşı mücadele için yeterince kuvvet ayrılamaması nedeniyle isyanın
bastırılması gecikmiş ve Mecliste sert tartışmalar yaşanmıştı.

(Yirmi gün önce, 18 Mayıs 1922 tarihindeki gizli oturumda gensoru önergesi okunmuş
ve gündeme alınması kabul edilmişti.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey ve arkadaş
larının İçişleri Vekâleti tarafından cevaplanmasını istedikleri bir gensoru önergesi
var. Bu önergenin bazı maddelerinin bugün aleni celsede okunmasında belki milli
menfaatlerimizi ihlal eder mahiyette bazı ifadeler var kanaati hasıl oldu bende.
Aynı zamanda Şükrü Beyefendi de celsenin kısmen gizli, kısmen aleni olmasını
istedi. Önerge bir kere gizli celsede okunsun ve sonra Yüce Heyetiniz gizli veya
aleni celse olmasını karar versin.

(Ali Şükrü Bey'in gensoru önergesi,1 o tarihteki gizli oturumda okundu. Yirmi gün sonra,
8 ve 10 Haziran 1922 tarihlerindeki oturumlarda önergenin Trabzon Müdafaayı Hukuk
Cemiyeti hakkındaki ilk altı maddesi görüşüldü. Sonra gizli oturuma geçildi ve...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey ve arkadaş
larının İçişleri Vekâleti hakkında verdiği ve 8 Haziran 1922 tarihinde gündeme
alınan gensoru önergesinin Pontus meselesi ile alakalı kısmının müzakeresine
başlıyoruz. Bu önergenin Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti ile alakalı olan ilk
altı maddesinin müzakeresi bugünkü aleni celsede tamamlandı. Şimdi
7.Maddeden itibaren diğer maddelerini müzakere edeceğiz.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Reis Bey, usul hakkında söz söyleyeceğim.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (18 Mayıs 1922) , 1.Dönem, c.3, s.362-365, http://www.tbmm.gov.tr/
634
RAUF BEY (Başkan Vekili): Hatırlanması için önergenin Pontus meselesiyle ala
kalı maddeleri okunsun da ondan sonra, Efendim.

TBMM Başkanlığına
Kanaatime göre İçişleri Vekili Fethi Beyefendinin Memleketi iyi bir şekilde
tanıyamaması, halkın ruh halini bilmemesi ve hatta uzun müddet dışarıda bu
lunması dolayısıyla milli teşkilatımızın teferruatını kavrayamamış bulunması
yüzünden, bugüne kadar müsamahası önünde cereyanına müsaade ettiği ka
nunsuz, yolsuz ve istiklal mücadelemizin ruhuna uymayan icraatın bir müddet
daha devamını milli menfaatlerimize aykırı gördüğümden aşağıdaki on bir
maddenin acilen cevaplandırılmasını teklif ederim.

(Bu gensoru önergesinin ilk altı maddesi Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti hakkın
dadır.)

7.Bir siyasi lüzum üzerine sahillerden iç mıntıkalara nakilleri emredilen Hıristi


yanlardan asıl tehlikeli olan bazı kimselerin Trabzon'da alıkonulmaları ve bazı
larının da İstanbul'a gitmelerine müsaade edilmesi. Merkezden verilen emre
göre Akçaabat Kazasından içerilere sevk edilmek istenilen ve kardeşi Amasya
İstiklâl Mahkemesince idama mahkum edilmiş bulunan Enfiyecioğlu, Vali tara
fından kafileden alınmak suretiyle ve Akçaabat ahalisinin itirazlarına rağmen
Trabzon'da alıkonulmuştur. Mondros Ateşkesinden sonra Trabzon'da görülen
bir mahkeme sırasında, şimdiden sonra Türklerin buralarda hayat hakkı yoktur,
buraları Pontus Hükümetine aittir diyen ve bu ifadesi mahkeme kayıtlarında
bulunan genç bir komiteci Dava Vekili Akrididi’nin İstanbul'a gitmesine müsaa
de edilmiştir.
8.Hükümet, yine bir siyasi lüzum üzerine bugüne kadar Rumların dışarıya git
melerine müsaade etmediği halde, son zamanlarda Samsun'a giden İçişleri
Vekili Bey’in bir hayli Rum ailelerinin İstanbul'a gitmelerine müsaade etmesi ve
müsaade edilen ailelerin Yelkencioğulları, Andavallıoğulları ve Enfiyecioğulları
gibi hem pek zengin, hem de Pontusçuluğun öncüleri olan ve bir kısmının
Amasya İstiklal Mahkemesinde ihanetleri kesinleşip, cezalarını çeken aileler
den olması.
9. Trabzon'da meydana gelen hadiseleri yakından tetkik etmek üzere Trabzon
'a giden İçişleri Vekili Beyefendinin, halk ile zerre kadar temasa lüzum görmek
sizin yalnız Vali Vekili olan Kumandanla görüşmekle yetinmesi.
10.Bilhassa Pontusçu Rum eşkıyasının yakalanması maksadıyla Canik havali
sine gitmiş olan İçişleri Vekili Beyefendinin dönüşünde o havali mebuslarına
ancak sekiz yüz kadar ve çeşitli mahallere dağılmış Rum eşkıyası mevcut ol
duğunu söylemesine rağmen, Tokat havalisinde ve hatta Tokat şehrine iki üç
saat mesafede bulunan bir çok Müslüman köylerinin bu eşkıya tarafından ya

635
kılması, ve halen bu şakilerin Erbaa ve Samsun havalisinde, hatta Samsun'a
girmeye göze aldıracak derecede cüretli bir şekilde eşkıyalığa devam etmeleri.
11.Canik havalisindeki eşkıyalığa mani olmak maksadıyla o havaliye seyahat
etmiş olan İçişleri Vekili Beyefendinin icraatı hakkında şimdiye kadar Yüce
Meclise izahat vermemesi.
Trabzon Mebusu
Ali Şükrü ve 16 arkadaşı

RAUF BEY (Başkan Vekili): İçişleri Vekili Ali Fethi Beyefendi hakkında Tokat me
busları Rıfat ve Hamdi beylerin de aynı meseleye dair önergeleri var. Bunları da
okutuyorum.
(Bu önergeler tutanakta bulunmamaktadır.)

ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, gensoru önergemi Yüce Heyetinize takdim
ettiğim gün iyi hatırlarsınız ki Pontus meselesi ayrılmış değildi. Yalnız bendeniz
Pontus meselesinin bilhassa şu zamanda aleni celsede müzakere edilmesini uy
gun görmediğimi arz ettim. Geçen gün aleni celsenin nihayetinde demiştim ki İçiş
leri Vekili Beyefendinin Trabzon Müdafaayı Hukuk Cemiyeti hakkında verdikleri
cevap üzerine benim de beş on dakikalık sözlerim vardır, bu itibara alınsın ve söz
verilsin demiştim. O zaman daha sonraki celsede konuşursun denildi. Karar Yüce
Heyetinize aittir. Zannediyorum ki karar da bu şekilde verilmiştir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Ali Şükrü Bey, Perşembe günü bazı ifadeleri olduğu
nu söylediler ve İçişleri Vekili Beyefendinin sözlerine cevap olmak üzere söz söy
leyeceğini ifade etmişti. Bu ifadelerini tekrar ifade ediyor. Ali Şükrü Bey'in ilave
beyanatını aleni celsede söylemesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul
edildi. Şimdi gizli celsede İçişleri Vekili Beyefendinin beyanatıyla müzakereye
başlıyoruz.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendiler, önergelerde yer alan ithamları tek tek
tahkik ettim. Bunları sırasıyla Yüce Heyetinize arz edeceğim. Evvela Tokat Mebu
su Rıfat Bey’le Hamdi Bey’in Pontus meselesine dair vermiş oldukları gensoru
önergelerinde diyorlar ki...
"Rumları yeniden artan bir öfke ve kin ile Müslümanların başına bela etmelerinin
sebebini Vekil Bey’den sorarız."
...Bundan maksatları anlaşıldığına göre, bendeniz Rumları yeni baştan bu Milletin
başına bela etmek istediğimi, söylemektir. Eğer münakaşayı bu yola dökmek isti
yorlarsa bunu itiraf etmeye mecburum ki bu bir demagojiden ibarettir. Fakat de
magoji ile davanın kazanılamayacağını iddia ediyorum. Cenabı Hakka şükrederim
ki kendileri de önergelerinin metninde sözlerini birkaç defa yine kendi yazılarıyla
tekzip etmişlerdir. Demişlerdir ki Dünya Harbi başladığından beri bu Pontus eşkı
yalarının Müslümanlara yapmakta oldukları zulümlere nihayet vermek maksadıyla

636
üç liva mebusları toplanmışlar ve bazı kararlar almışlardır. Binaenaleyh bendeniz
Rumları bu Milletin başına bela etmedim ve edemezdim. Böyle ağır ve ikiyüzlü bir
ithamda bulunmak zannederim vicdani olmasa gerek. Bu arkadaşlara şunu hatır
latmak isterim ki o zamandan şimdiye kadar sekiz sene geçmiştir ve orada bulu
nan Rumların adedini yalnız Samsun livası dahilinde seksen beş bin Rum vardır.
Binaenaleyh sekiz seneden beri Memleketin başına hakikaten bela olmuş olan bu
Rumları biran evvel temizlemek için bendeniz zannediyorum ki şimdiye kadar
yapılmış olanların en tesirlilerini ben yaptım ve şimdi ispat edeceğim ki bu hususta
hamdolsun bir dereceye kadar muvaffak oldum. Bu bahse geçmeden evvel Ali
Şükrü Bey’in vermiş olduğu önergesinde gizli celsede müzakere edilmesi lazım
gelen maddelere temas etmek isterim. O maddelerden birisi de geçen gün Yüce
Meclisinize söz vermiştim. Samsun'da bazı sebeplerden yüzünden sokakların
gelip geçmeye kapatıldığı hakkında bir madde vardı. Bunu aleni celsede arz ede
rim. Trabzon'da da vardır. Efendiler, bu muamele geçen senenin Temmuz ayında
yapılmıştır. Binaenaleyh, bendeniz henüz Ankara'ya gelmediğim bir zamanda
olmuştur ve henüz Ankara'da değilken meydana bu gibi meseleleri bana yükleme
sinler. Ali Şükrü Bey’in önergesinin 7.Maddesindeki iddialardan biri şöyledir.
"Bir siyasi lüzum üzerine sahillerden iç mıntıkalara nakilleri emredilen Hıristiyanlar
dan asıl tehlikeli olan bazı kimselerin Trabzon'da alıkonulmaları ve bazılarının da
İstanbul'a gitmelerine müsaade edilmesi. Merkezden verilen emre göre Akçaabat
Kazasından içerilere sevk edilmek istenilen ve kardeşi Amasya İstiklal Mahkeme
since idama mahkum edilmiş bulunan Enfiyecioğlu, Vali tarafından kafileden alınmak
suretiyle ve Akçaabat ahalisinin itirazlarına rağmen Trabzon'da alıkonulmuştur."
...Malumunuz geçen senenin Haziran ayında Yunan gemileri Karadeniz'de bazı
limanlarımızı topa tutmuştu. Bunun üzerine Hükümet sahilde bulunan Rumlardan
15 - 50 yaş arasında bulunanlardan eli silah tutanların iç kısımlara nakilleri için bir
karar aldı. Bu karar Temmuz ayında Şark Cephesi Kumandanlığı tarafından Trab
zon Tümen Kumandanlığına tebliğ olundu. Bunun üzerine Tümen Kumandanı bu
tedbirleri almak için bazı ihtiyatlara müracaat etmiştir. O vakit Tümen Kumandanı
Albay Seyfi Bey idi. Bu meseleyi büyük bir şehirde tehcir şekline sokmamak için
Tümen Kumandanı bir tedbir düşünmüş. Askerlik Kanunu gereğince Müslüman ve
Hıristiyan askerlik yaşına gelmiş bütün erkekleri Trabzon'da bir hafta içinde, köy
lerde on beş gün içinde askerlik şubelerinden askeri vesika almalarını ve aksi
takdirde vesika almayanların kaçak sayılarak vesikasızların Tümenin en uzak
noktalarına sevk edileceği ilan olunmuş. Bundan maksat da bu şekilde vesika
almayacak olan Hıristiyanları uzak yerlerde tutmaktır. Bu ilan yapıldıktan sonra
Trabzon'da vesika alanlar almış, fakat alanların miktarı çok az olmuştur. Tümen
Kumandanı Hıristiyan mahallerinde vesika kontrolü yaptırmış ve vesikası olma
yanları da derhal uzak yerlere sevk ettirmiştir. İşte mebus arkadaşlarımızın şikayet
ettiği muamele bundan ibarettir. Esas itibariyle takdir edilecek bir tedbir olan bu
muamele, benim Ankara’ya gelmemden önce olmuştur. Esasen buna cevap ver
mek mecburiyetinde olmamakla beraber, Yüce Meclisinizi aydınlatmak için arz

637
ettim. İşte bu şekilde Trabzon’un Hıristiyan mahallelerinden 439 Hıristiyan askere
alınmış, 256 kişi kamyonlarla, 173 kişi de yaya olarak sevk edilmiştir. Mesele bun
dan ibarettir. Bir siyasi lüzum üzerine sahilden içerilere sevk edilmelerine karar
verilen Hıristiyanların asıl tehlikeli olan bir takım tahsilli kimselerin Trabzon'da
alıkonulmaları ve diğerlerinin İstanbul'a gitmesine müsaade edilmesi ve buna
benzer olarak Enfiyecioğlu adında birinin de Akçaabat Kazasının itirazına rağmen
Trabzon'da alıkonulmasıdır. Bu muameleden zerre kadar haberim yoktur. Yalnız
Trabzon'dan aldığım telgrafta, Enfiyecioğlu Mardıros'un diğerleri gibi içerilere sevk
edildiği, yazılıyor.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Tarihi kaç Efendim?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): 3 Nisan 1922 tarihlidir. Kafileden alındığına dair ma
lumatı da sordum. Telgrafta diyor ki Enfiyecioğlu Akçaabat Kazasında Dünya Har
bindeki Rus istilasında Müslüman ahalinin pek çoklarına yardım ettiğinden dolayı,
onların müracaatları üzerine evvela Vali Hazım Bey tarafından alıkonulmuştu,
sonra da diğerleri gibi 24 Nisan tarihinde sevk edilmiştir. Kış esnasında sevkiyata
ara verilmişti. Yollar karla kaplı olduğu için nakliyat yapılamamıştı. İnsani olarak
sevkiyat ilkbaharda tekrar başlamıştır. İşte ilkbahardaki sevkiyat sırasında
Enfiyecioğlu da diğerleri gibi nakledilmiştir. Önergenin 7.Maddesindeki bir diğer
iddia da şudur.
"Mondros Ateşkesinden sonra Trabzon'da görülen bir mahkeme sırasında, “Şim
diden sonra Türklerin buralarda hayat hakkı yoktur, buraları Pontus Hükümetine
aittir” diyen ve bu ifadesi mahkeme kayıtlarında bulunan genç bir komiteci Dava
Vekili Akrididi’nin İstanbul'a gitmesine müsaade edilmiştir."
...Efendiler, bence Mondros ateşkesinden sonra her Hıristiyan’ın ne dediğinin ve
ne gibi harekâtta bulunduğunun hepsini bilmek imkan haricindedir ve bilemem.
Yalnız Trabzon Valisinden Kasım ayında şu telgraf alınmıştı.
“Osmanlı Bankası Trabzon Şube Müdürlüğü tarafından bazı işleri halletmesi için
İstanbul’a gönderilmesini istedikleri Bankanın Hukuk Müşaviri Akrididi İnsitat
Efendi’ye izin istenmiş ve tarafımızdan izin verilmiştir.”
...İzin o zamanki Vali Hazım Bey tarafından veriliyor. Tabii o yerin valisi, bu ada
mın dediğini ve hayatının ne şekilde olduğunu herkesten çok daha iyi tahkik etme
si ve bilmesi lazımdır. Böyle seyahat müsaadelerini Müsteşarımız olan Hamit
Bey’e havale etmiştim. Hamit Bey Trabzon Valiliğinde bulunmuş ve Trabzon’un
vaziyetini bilen biridir. Hamit Bey benim adıma bu Akrididi Efendi’ye İstanbul'a
gitmesi için müsaade etmiştir. Bu şahsın vaziyetini Müsteşar bilmez ve Trabzon
Valiliğinde bulunan Hazım Bey de bilmez ise bu hususta bana yüklenecek bir ku
sur yoktur ve olamaz. Müsteşar da, Vali de o zaman beni ikaz etmemişlerdir. Son
ra şunu arz etmek isterim ki Osmanlı Bankası bugün Memleketimizde bir büyük
bir mali müessesedir. Zannederim ki Maliye Vekâleti bu Bankanın yardımlarından
istifade etmektedir. Osmanlı Bankasının isteklerini karşılamak ve kolaylık göster
638
mek için Maliye Vekâletinden bize tavsiyeler vardır. Bankanın Hukuk Müşaviri
sıfatıyla bazı mali ve hukuki muameleleri halletmesi için İstanbul'a gitmesi isteni
len bu Afrididi'yi bu sıfatla bize ve Bankaya yardımcı olmak üzere gönderdik. Bize
düşmanca bir vaziyet almış olan bu adamı kasıtlı olarak İstanbul'a gönderilmiş
şeklinde göstermek, hakikati başka bir şekilde göstermek demektir ki bu doğru
değildir.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Sonra gelmiş mi, gelmemiş mi?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Bilmiyorum, İçişleri Vekâleti artık bu adamın hal ve
harekâtını devamlı takip edecek mi? 8.Maddeyi okuyorum.
"Hükümet, yine bir siyasi lüzum üzerine bugüne kadar Rumların dışarıya gitmele
rine müsaade etmediği halde, son zamanlarda Samsun'a giden İçişleri Vekili
Bey’in bir hayli Rum ailelerinin İstanbul'a gitmelerine müsaade etmesi ve müsaade
edilen ailelerin Yelkencioğulları, Andavallıoğulları ve Enfiyecioğulları gibi hem pek
zengin, hem de Pontusçuluğun öncüleri olan ve bir kısmının Amasya İstiklal Mah
kemesinde ihanetleri kesinleşip, cezalarını çeken ailelerden olması."
...Şurasını arz etmek isterim ki siyasi lüzum üzerine Hıristiyanların seyahatleri için
bazı şartlar vardır. Fakat hiç bir Hıristiyan’ın dışarıya gitmesine mani olacak bir
kayıt yoktur, bu husustaki itirazları katiyen doğru değildir ve bu doğru bir hareket
olamaz. Pekala bilirsiniz ki pek çok arkadaştan bu hususta bazı müracaatlara
yapılmıştır. Bazı Hıristiyanların fakirliklerinden dolayı başka yerlerde çalışmak
istemeleri üzerine, bunların Ankara'dan İstanbul'a veya başka bir yere gitmesine
dair bir çok müracaatlar vardır. Bu müracaatların hepsini dikkate almaya mecbu
ruz. Hakikaten hastalığından dolayı tedavi veya ameliyat için İstanbul'a gitmesi
lazım olan bir adam varsa, İstanbul'a gitmesine mani bir hal yoksa, bu adamın
polisçe şüpheli bir hali mevcut değilse, bu adama izin verilmemesine ben vicda
nen razı değilim. Böyle adamları da göndermek mecburiyetindeyim ve bunun ak
sini söylemek insani değildir. Avrupalıların bizim hakkımızda Hıristiyanlar için,
ithamlarına maruz kalırız. Binaenaleyh polisçe vaziyeti tetkik edilerek ve gitmele
rinde bir mahzur olmadığı bilinen, özellikle hamile kadınların bazıları bu söyledik
leri aileler içinde İstanbul'a gitmelerine zaruret varsa, bazı kadınların gitmeleri ve
bu da mahallinin gösterdiği lüzum ve icap üzerinedir. Bendeniz Samsun'da iken
müsaade ettim ve burada iken de bu gibi vaki olan müracaatlara da halen müsaa
de etmekteyim. Çünkü bunun aksine bir hareketi, hem vicdanca ve insaniyetçe
aykırı bulurum. İzin verilenlerin Andavallıoğulları gibi bir takım ailelere mensup
oldukları söyleniliyor. Kocasının veyahut erkeklerinin yapmış oldukları suçlardan
dolayı bunların ailelerini cezalandırmak zannederim uygun değildir.
SÜLEYMAN BEY (Canik): Mebus arkadaşlardan tavassutta bulunanlar var.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Süleyman Beyefendi Hazretleri, siz dört Ermeni’nin
İstanbul'a gitmesi için bendenize müracaatta bulundunuz ve ben bunları İstanbul'a
gönderdim. Şimdi bunların neden İstanbul'a gönderildiklerini soruyorsunuz ve
639
önergeye imza atıyorsunuz. Sizin bu tarzdaki hareketiniz ne kadar uygun ve mak
bul ise tabii diğer arkadaşların da tavassutları o kadar uygundur zannederim.
(bravo sesleri)
SÜLEYMAN BEY (Canik): Rica ederim, nasıl müracaat ettiysem ayrıca söyleye
ceğim.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Ali Şükrü Bey, gensoru önergesinin 9.Maddesinde
şöyle diyor.
"Trabzon'da meydana gelen hadiseleri yakından tetkik etmek üzere Trabzon'a
giden İçişleri Vekili Beyefendinin, halk ile zerre kadar temasa lüzum görmeksizin
yalnız Vali Vekili olan Kumandanla görüşmekle yetinmesi."
...Bu katiyen doğru değildir. Bendeniz Trabzon'a gittiğim zaman Trabzon’un hami
yetli ahalisi beni çok iyi karşıladılar ve Belediyeye gittim. Belediyede memleketin
eşrafı ve ileri gelenleri ile görüştüm. Ahali ile temas etmek için başka bir yol yoktur
zannederim. Belediyede herkesi kabul ettim ve Hükümete geçtim. Orada bana
müracaat eden herkesi kabul etmekten başka, halkla temas için başka bir yol bil
miyorum. Dükkan, dükkan gezip herkesin hatırını sormak da zannederim bir İçişle
ri Vekili için mümkün değildir. Burada kendilerinin kastettikleri Müdafaayı Hukuk
Reisi Hacı Ahmet Efendi ile Belediye dairesinde görüştük. Belediye Reisine müte
şekkirim, bana evlerine aldılar. Onun evinde bir saat kadar görüştüm. Beni Müda
faayı Hukuk Cemiyetinde bir ziyafete davet ettiler. Düşündüm ve bu daveti kabul
etmemek için kendimce bir mazeret buldum. Çünkü bu ziyafetin masrafı Müdafaa
yı Hukuk Cemiyetinin bütçesinden karşılanacak ve hesap defterine İçişleri Vekili
için ziyafet masrafı diye yazılacaktı. Ben bunun için kabul etmedim. (alkışlar) İşte
halk ile temas etmemek meselesi, bu ziyafeti reddetmem yüzünden çıkmıştır.
Mekteplerine gittim, Müftü Efendiye gittim, resmi dairelere gittim, Vilayette ilan
ettim ve kim arzu ederse bana gelsin ve halini arz etsin dedim. Halkla temas için
başka ne yapacağımı bilmiyorum, bir çare varsa lütfen bildiriniz de şayet başka bir
maksatla seyahate çıkarsam o şekilde hareket edeyim. Şimdi gelelim Pontus me
selesine. Bendeniz İçişleri Vekili olduğum zaman Merkez Ordusu Kumandanı
Nurettin Paşa vardı ve doğrudan doğruya mesul olan makam orası idi. Merkez
Ordusunun eşkıya takibi salahiyeti sivil idareye devrolunduktan sonra gayet itinalı
bir şekilde bu işle meşgul oldum. Askerlerin azlığından bahsedildi. Oradaki askeri
kıtaları takviye edilecek ve bunların giyecek ihtiyaçları mahalli idareler tarafından
karşılanacak diye karar alındı. Eşkıyanın takibi yaprak mevsiminden itibaren, or
manların yapraklanması mevsiminden itibaren başlanacaktı. Bendeniz sekiz se
neden beri devam eden Pontus vahşetinin imhası için gösterdiğim itinayı göster
mek için Ocak ayı sonunda seyahate karar verdim. Merkez Ordusuna emirler ve
rildi. Ne yazık ki ben Keskin'e vardığım zaman, takviye edilecek yeni askerlerin
silah altına alınmadığı ve buna Merkez Ordusunca lüzum gösterilmediğini anladım
ve bunu Genel Kurmaya bildirdim. O andan itibaren yeni askerler silah altına
alınmaya başlanmıştı. Merzifon ve Havza'ya vardığım zaman Merkez Ordusunun
640
bu işi bir haysiyet meselesi haline koydukça bu işin doğru gitmeyeceğini söyledim.
Orada gerek ahalinin ve gerek askerin itimadına sahip olan bir şahsın Tümen
Kumandanı unvanıyla tayin olunmasını ve Merkez Ordusu teşkilatının lağvedilme
sine lüzum gösterdim. Zaten evvelce de Merkez Ordusu teşkilatına nihayet ver
mek Yüce Meclisin arzusu olduğundan Merkez Ordusu kaldırıldı ve Cemil Cahit
Bey Tümen Kumandanlığına tayin olunmuştur. İşe Cemil Cahit Bey’in Tümen Ku
mandanlığına tayininden itibaren başlamıştır. O zamana kadar hep zorlukla mü
cadele etmeye mecbur kaldım. 22 Şubat 1922 tarihinde umumi harekâta başlandı.
Evvela Rum eşkıyanın en çok oyalandığı Noyan Dağına hareket yapıldı ve bu
hareket tekrar edildi, bir daha tekrar edildi, ondan sonra diğer mıntıkalarda da
hareket yapıldı. Ondan sonra Tavşan Dağı istikametinde harekât yapıldı. Halen
askeri harekât devam etmektedir. Bendeniz Rum eşkıyalarını bu Milletin başına
musallat etmedim, aksine askeri kıtalarımızı onların başına musallat ettim. Merkez
Ordusunu 1.588 eşkıyayı tesirsiz hale getirdiği halde, 15.340 kişi de bendenizin
zamanına aittir. Efendiler on beş bin kişinin elde edilmesi büyük bir meydan muha
rebesidir. Bizim orada bulunan Tümenimiz devamlı gece ve gündüz demeyerek,
dağ, dere demeyerek, kış, yağmur demeyerek Rum eşkıyasının arkasını bırak
mamış ve takip etmiştir. Bizden de tabii zayiat olmuştur. Bizden zayiat bu nispette
değildir, gayet azdır. İşte efendiler, bendeniz bu şekilde eşkıyayı bu Milletin başına
musallat ettim. Yaptığımız takip esnasında erzak depolarını tamamen tahrip ettik.
Onlar kendilerine güzel barakalar kurmuşlardı ve rahat, rahat yaşamakta idiler.
Hatta etrafında ziraat de yapıyorlardı. Şimdi bunlara hiç bir erzak bırakılmamış ve
bunları aç bir halde bıraktık. Aç bırakmak en tesirli bir tedbirdir. Fakat bu tedbirin
mahzurlu tarafları da var. Aç kalan bu adamlar etrafa saldırmakta erzak tedarik
etmek için tecavüzler yapmaktadır. Fakat şu fark ile ki bundan evvelki tecavüzler
de köyler tamamıyla yakılır ve köyün dahilinde bulunan hayvanlar, buğdaylar götü
rülürdü. Şimdi ise eşkıyanın tecavüzleri ahali tarafından şiddetle karşı konulmak
tadır. O taraflarda öteden beri eşkıyalık eden Hasan Çavuş adında bir şaki vardır.
Bu adam son zamanlarda şiddetli bir takibata maruz kaldı ve otuz sekiz adamıyla
beraber Hükümete teslim oldu. Orada bulunan Jandarma kumandanı ile uzun
boylu görüşmüştür ve bazı tekliflerde bulunmuştur. Hasan Çavuş’un Rumlar üze
rinde bir nüfuzu olduğunu, bunlara karşı aldığı vaziyetlerden anladım. Onun ve
adamlarının yardımıyla dağa çıkmış olan Rum eşkıyaları takip edilmiştir. Hasan
Çavuş'un söylediğine göre bir iki köy teşkil edecek Rum eşkıyası kadın ve çocuk
ları ile dağdadır ve teslim olmak istiyorlardı. Bunların vaziyeti hakkında Hasan
Çavuş diyor ki,

-Hükümet Rumları iskana müsaade ettiği takdirde Çete başları Pandelli, Aristo,
Sokrat ve adamları ile birlikte teslim olacaklardır.

...Bu Rum milleti kamilen açtır ve bunlardan teslim olup gelmiş olanların ifadeleri
bunu tamamıyla teyit etmektedir. Bunlar dağlarda uzun müddetten beri otla ve
yabani meyvelerle beslenmişlerdir. Hatta teslim olanlara Amerikan Yardım Heyeti
tarafından Samsun'da sıcak çorba veriliyor. Bunlar hayli zamandır otlarla beslen

641
meye alıştıkları için çorba, ekmek, yemek yediklerinde hasta oluyorlar ve günde,
görenler söylüyor, otuz kırk kişi ölüyor. Eli silah tutanlar ise çalıp götürebildikleri bir
kaç koyun sürüsü ile beslenmektedirler. Bunların miktarı hakkında bilgim yoktur.
Komisyon bunların miktarlarını yedi, sekiz yüz kişi kadar olduğunu yazıyordu.
Samsun Mutasarrıfı, Rum asilerin kâfi miktarda yakalandığını ve bu mıntıkada
kalan Rumların yüzde beş ve hatta bundan da az olduğunu beyan ediyor. Bundan
evvelki nüfusu evvelce arz ettiğim gibi Samsun Livası dahilinde seksen beş bin
kadar Rum vardı. Şimdi yüzde beşe indiğini yazıyor. Demek ki yaptığımız askeri
harekât neticeler vermiştir. Fakat diyorlar ki bu eşkıya bitmedi, niçin bitirmediniz?
Ali Şükrü Bey’in önergesinin 10.Maddesini okuyorum.
"Bilhassa Pontusçu Rum eşkıyasının yakalanması maksadıyla Canik havalisine
gitmiş olan İçişleri Vekili Beyefendinin dönüşünde o havali mebuslarına ancak
sekiz yüz kadar ve çeşitli mahallere dağılmış Rum eşkıyası mevcut olduğunu söy
lemesine rağmen, Tokat havalisinde ve hatta Tokat şehrine iki üç saat mesafede
bulunan bir çok Müslüman köylerinin bu eşkıya tarafından yakılması, ve halen bu
şakilerin Erbaa ve Samsun havalisinde, hatta Samsun'a girmeye göze aldıracak
derecede cüretli bir şekilde eşkıyalığa devam etmeleri."

...Efendiler, benim vazifem eşkıyayı bitirinceye kadar takibe devam etmektir. Şim
diye kadar aldığım tedbirlerde ne gibi kusur olmuştur ve şimdiye kadar iyi netice
vermemiş midir, vermeyecek midir? İyi netice verecektir ve inşallah bu şekilde
devam edecek olursa bunları tamamen imha edeceğiz. Fakat bunun pek çabuk
bitmeyeceğini bu işi bilen arkadaşlar pekala bilirler ki bir çete bile senelerce takip
edildiği halde yakalanamaz. Değil ki böyle dağlarda ve ıssız mıntıkalara dağılmış
olan bir eşkıyalar iki, üç ay zarfında tamamen oraları taramanın imkanı yoktur.
Benim vazifem bana verilmiş olan kuvvetlerle eşkıyayı takip edip yakalamaktır. Bu
hususta kusur ve ihmal gösterenleri şiddetle cezalandırmaktır. Zannederim bu
hususta kusur etmedim. Her nerede kusur etmiş isem lütfen söylensin. Efendiler,
bu takipler neticesinde şimdiye kadar eşkıyanın hepsi yakalanamamıştır ve yaka
lanamaz da. Eşkıya bu üç livaya dağılmış, gayet sarp ve dağlık mıntıkada bir ta
kım ormanlara ve mağaralara gizlenmiştir. Bütün eşkıyayı ben iki ay içinde yaka
layamam. Bu hususta ümit besleyenler varsa fazla ümitlere kapılmış olacaktır.
Fakat şunu da ifade ederim ki aldığımız tedbirler gayet tesirlidir. Yalnız Tokat civa
rında bir dereceye kadar bu tedbirler fazla netice verememiştir, onu da itiraf etmek
mecburiyetindeyim. Oraya gönderdiğim Mutasarrıftan memnun olmadım ve oraya
şimdi daha dirayetli bir mutasarrıf gönderiyorum. Bu mutasarrıfın hatasını tamir
ettirmek için elimden gelen tedbirleri de müracaatta kusur etmedim. Tümen Ku
mandanına rica ettim ve kendisi bizzat oraya gitti ve takip neticesinde iyi neticeler
alındı. Tokat’taki takipte gerek mağaralarda ve gerek diğer yerlerde 726 asi tesir
siz hale getirilmiştir. Püskürtülen ve dağıtılan asilerden kaçmaya muvaffak olabi
lenlerin takip ve yakalanmaları için Piyade Kumandanı Zühtü Bey’in emrindeki
müfreze takibe devam etmektedir. Bu sırada Subay Vekili Sivaslı İsmail Hakkı
Efendi ile Üsteğmen Abdüsselam Efendi ile birlikte 25 asker şehit olmuştur.

642
19.Süvari Alayından Asteğmen İskender Efendi ile birlikte 54 yaralı vardır. İşte
efendiler, eşkıya takibi bu şekilde yapılıyor. Şimdi bu kadar şehit vermiş olan ve
bu kadar eziyete katlanmış olan kıtalarımızın verdikleri raporlar sahtedir, yalandır
diye bir takım ithamlar altında kalmalarını hiç bir zaman kabul etmem ve bunu
şiddetle reddederim, efendiler. Hiç bir zaman düşmanla çarpışmaktan ve bu hu
susta kanını dökmekten çekinmeyen subaylarımızın ve askerlerimizin, yalan ve
sahte raporlar göndererek sizleri aldatacaklarına ihtimal veremiyorum.

MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar) Buna ihtimal veren var mı Efendim?

ALİ FETHİ BEY (Devamla): Gensoru önergelerine göre ihtimal verenler vardır.
Efendiler diyorlar ki bir takım ihtiyarlar ve kadınlar Hükümete sığınmıştır, fakat
diğerleri dağlardadır. Bizim askerlerimizi şehit edenler ve yaralayanlar Rum ihti
yarları ve Rum kadınları mıdır? Ama onlarında bu işlerde rolü vardır. Rica ederim
ihtiyar ve kadın deyip geçmeyiniz. Bilhassa bu üç liva mebusları pekala bilirler ki
vaktiyle bu köylere yapılmakta olan tecavüzlerde, Rum eşkıyasının bir hareket
tarzı vardı. O da işgal etmek istedikleri ve silahla basmak istedikleri köyü derhal
ablukaya alırlar, ansızın gayet şiddetle bir yaylım ateşine maruz bırakırlar, zavallı
ahali birden bire telaşa düşer, bu telaştan istifade ederek bunların beraberlerinde
getirdikleri ve aciz dedikleri kadın ve silahsız bir takım erkekler derhal evlerin içe
risine girerler, ne kadar mal, erzak varsa sırtlarına yükleterek giderler. Bundan
başka gizli ve sapa yerlerde eşkıyanın yiyeceği buğday için tarla sürmek, tarla
yetiştirmek için hep bu aciz kadınlar denilenler tarafından yapılır. Bunların teslim
olmasına eşkıya mani oluyor ve bunları kurşunla tehdit ediyordu. Çünkü bunlar
işlerine yarıyor. Hatta misal olmak üzere Bafra civarında bir mağara vardır. Zan
nedersem Asacık isminde bir mağara. O mağaraya çıkılması gayet zordur. Yirmi,
otuz metre yüksekte, sarp bir kayanın içerisine açılmış bir deliktir. Kendileri iple
çıkıyorlarmış. O mağaranın içerisinde silahlı eşkıya ile beraber silahsız bir takım
kadın ve çoluk, çocuk ve erkek vardır. Bunların teslim olmaları için ikaz ettik. Esa
sen daha önce yapılan takiplerde bu mağaraya girilmeye çalışılmış ve neticede
yorgunluk olduğu için bırakıp gidiyorlarmış. Bunlar da eskisi gibi gelip gidecektir
düşüncesiyle teslim olmadılar ve hiç bir kimsenin teslim olmalarına müsaade et
mediler. Hatta bir kaç defa gel, gel teslim olacağız diye söz vermelerine rağmen
gene de teslim olmadılar ve kurşun attılar. Bu defa mağarayı eşkıya teslim olun
caya kadar başından ayrılınmamasını emrettik. Kırk gün sonra teslim olmaya
mecbur oldular ve bunların içinde kadın, çoluk, çocuk ve erkek vardı. Eğer bunlar
kendi arzuları ile bu kadın ve çoluk, çocukları teslim edecek olsalardı, hemen tes
lim ederler ve mağaradaki erzakları da kendilerine daha fazla yeterdi. Neticede
tamamen teslim oldular. Muhterem arkadaşımız Ali Şükrü Beyefendi Hazretleri
Ilgaz hadisesinden bahsettiler. Samsun ve Bafra taraflarındaki eşkıya takibimiz
sırasında bir Rum çetesi ya ölüm veya kurtuluş diyerek silahlarıyla ve iki papazın
da beraber olduğu halde Kızılırmak’ı geçmişler, Ilgaz Dağı’na çıkmışlar. Orada
ufak bir çatışma oldu. Eşkıyadan dört kişi öldürüldü ve bizim jandarmalardan da
dört kişi şehit oldu. Bunun üzerine derhal Kastamonu Jandarma Alay Kumandanı

643
Üsteğmen Tevfik Bey’i takip kumandanı yaptım ve civarda ne kadar jandarma
kuvvetimiz varsa hepsini bu çetenin arkasına saldırdım. Yedi defa çatışma olmuş
ve neticesinde eşkıyadan elli kişi öldürülmüş ve sekiz jandarma kayıp verilmiştir.
Biliyorsunuz ki Ilgaz Dağ silsilesi Karadeniz sahiline paralel uzanır ve sarp bir dağ
sırasıdır. Eşkıya daima ormanlarda saklanırlar ve askerle temas ettikleri vakitte bir
iki kurşun atıp derhal kaçmaktan başka bir şey düşünmüyorlar. En sonra tamamıy
la imha etmeye muvaffak olunmuşsa da bunlardan firar edenlerin izleri takip edil
mektedir. Yolunu şaşıranlar teslim olmuşlardır, bir çokları da ölmüşlerdir. Bunlara
mensup Vezirköprülü Dimitri yaralı olarak yakalanmıştır. Dimitri’nin ifadesine göre
3 Mayıs 1922 tarihinde Karadere'nin Erenler mevkiinde müfrezelerimizle çatışma
dan sonra arkadaşlarını kaybetmiş ve tek başına kalmıştır. Arkadaşlarının da
tamamen dağılıp buluşamadıklarını ve altısı silahlı, ikisi kadın, ikisi papaz olmak
üzere on dört kişi olduklarını ve kendilerinin on dört gündür ot yiyerek karınlarını
doyurdukları ve iki gün evvel Karadere'de kestikleri bir manda ile beslendiklerini
söylemiştir. Dimitri yaralarına aldığı iltihaptan dolayı ölmüştür. 5 Mayıs sabahı da
dağılan eşkıyadan iki silahlı ve diğer ikisi silahsız olan eşkıyanın dolaştıkları haber
alınması üzerine müfrezemiz tarafından ikisi ölü, ikisi yaralı ele geçirilerek Bolu'ya
sevk edilmiştir. Karadere'nin Erenler mevkiinde müfrezelerle çatışırken yollarını
kaybetmiş ve Karadeniz mıntıkasındaki gayet kesif ormanlıklarda oyalanmakta
olan asileri müfrezelerimiz şiddetle takibe devam etmektedir. Efendiler, işte bu
çete arz ettiğim gibi elli kişi kadar takip olunmuştur. Geri kalanı da yollarını şaşır
mış, ormanlarda otlarla beslenmeye mecbur olmuşlardır. Pekala biliyorsunuz ki
böyle dağlık mıntıkada bir çeteyi tamamen istediğiniz anda imha etmek güçtür.
Burada şehit ve yaralı olan subay ve askerlerimizin kahramanca mücadelelerini
yad etmek ve gösterdikleri gayret ve faaliyeti takdir etmek lazımdır. Yoksa böyle
teessüf etmek lazım gelmez. Evet kıtalarımızın karşılaştıkları zorluklardan bahse
deyim. Kastamonu Takip Alayı Kumandanı diyor ki,
-Bize teslim olan asilerin paraları olsa bile, civar köylerin fakir olması sebebiyle
yiyecek bulma hususunda zorluk çekilmektedir. Askerlerimizin de beslenmesi çok
zordur.

...Binaenaleyh, biz de bunun için Milli Savunma Vekâletine müracaat ederek as


kerlerin yiyecek ihtiyaçlarını temine çalıştık. Binaenaleyh, bu kadar zorluklarla
çalışmakta olan askerlerimizin muvaffakiyetlerini teessüf ile değil, takdir ve şükran
yad ederim. Bu hususta ne yazık ki önerge sahiplerinin fikirlerine katılamıyorum.
Başka efendiler Pontus meselesine ait hatırıma cevap olarak başka bir şey gelmi
yor. Söz alarak fikirlerini beyan edecek arkadaşlarımın sorularına cevap vermeye
hazırım, Efendim.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Yakalanan bu çetelerin bir kısmının dağlarda
otlamak suretiyle perişan olduğunu söylüyorsunuz, bir kısmının da Yunan Ordu
suna katıldıklarını söylüyorlar.

644
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Bu malumatınızı nereden aldığınızı sormak istiyo
rum?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar) Şuradan, buradan.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): O halde yanlıştır. Size şimdi Takip Kumandanının
yazdığı raporu okudum.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Söze başlarken İçişleri Vekili Fethi Beyefendi, Pontus
meselesi Dünya Harbi zamanından beri olan bir meseledir ve tabii onların hesabı
nı ben veremem, demiştir. Evet efendiler, bu acı Pontus meselesi o zamandan
beri devam edip gelmektedir. Fakat o zamanlar Pontus, Pontusçuluk ne olduğu o
zamanın hükümetince anlaşılmamıştır. Fakat bizim zamanımızda Milli Hükümeti
miz zamanında bunların hepsi anlaşılmış ve bütün mahiyetiyle meydana çıkmıştır.
Binaenaleyh, yara tetkik edilip, teşhis edilip meydana çıktıktan sonra tedavi tatbik
edilir. Ne olduğu belli olmayan bir hastalığa tatbik olunacak tedavi o zaman yapıl
dığı gibi bir takım ara sıra yapılan ve esaslı şekil tatbik edilmeyen bir çok tedbir
lerdir ve şimdiye kadar da böyle olmuştur. Fakat zannediyorum ki yaranın mahiyeti
tamamen anlaşılmıştır, ne gibi bir gayeye çalıştıkları öğrenilmiştir. Bunların Avru
pa'daki destekçilerinin kimler olduklarını ve nasıl çalıştıklarını biliyoruz. Binaena
leyh bunlarla mücadele için bizim yapacağımız gayret o zamanki hükümetlerin
yapacağı gayretin iki misli olması lazım gelir. Çünkü o zamanki vaziyetimiz daha
elverişli idi. O zaman bizim arkamızda olan Almanya bize her istediğimizi veriyor
du. Fakat şimdi biz kendi yağımızla kavruluyoruz. Evvelce de burada İçişleri Vekili
Beyefendi tarafından ilkbahar gelmeden evvel Pontus eşkıyalarının imhası hak
kında söz verilmiş idi. Öyle zannediyorum buna karşı kâfi kuvvetimiz yok. Çoğu
kuvvetimizi Garp Cephesine gönderdik, nasıl yapalım demişlerdi. Hatta bu celse
de Genel Kurmay Reisi Fevzi Paşa Hazretleri de bulunmuştu. Fevzi Paşa Hazret
leri itiraz etmişler, kâfi askerimiz yoktur, paramız yoktur, demişlerdi. O mıntıka
ahalisi elbiseleri biz vereceğiz demişler ve yalnız Samsun yirmi bin lira vermiştir.
Kendi asayişleri için ve zulümden kurtulmak için cebinden, varından, yoğundan
artırılmış ve verilmiş şeyler ne için verilmiştir? Bu mesele ilkbahardan evvel basıl
ması için verilmiştir.
BİR MEBUS BEY: Daha evvel de kırk bin lira verilmiştir.

ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Hükümetin umumi bütçeden harcayarak bu işi bas
tırmak vazifesinde iken, cephede uğraşması ve bir çok mesele ile uğraşması se
bebiyle ahali kalkmış kendi ihtiyacını düşünmüş, tabii ki kendi huzur ve asayişini
temin için Milli Yükümlülük için verdiklerine ilave olarak büyük fedakarlık etmiş, bu
parayı çıkarmış vermiş ve kırk bin lira Samsun vermiş, bu parayı. Tabii ilkbaharda
bir çok ev yanmasın ve tarlasında mahsul yanmasın diye vermiştir. Bu olmamıştır
efendiler ve Pontus felaketi halen devam etmektedir.
EMİN BEY (Canik): Onu bendeniz izah edeceğim.

645
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendiler, evet eşkıyanın sığındığı mıntıka gayet
geniştir ve dağlıktır. Fakat herkes bilir ki dağlarda gizlenen eşkıyayı takip etmek
için yaprakların olmadığı zaman aranır. O zaman da asker Ilgaz'dan Mudurnu'ya
kadar, bilmem nereye kadar gider.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Gider amma telef olur.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Telef olur benim nazarımda tek bir askerin kıymeti
vardır. Hükümet vazifesini yapsaydı, biçare jandarmalar da şehit olmazdı, eşkıya
vaktiyle imha edilmiş olsaydı. Efendiler, benim için tek bir askerin bile kıymeti var
dır. Düşman karşısında Vatan vazifelerini yaparken şehit olan kahramanların,
idaresizlik yüzünden telef olmaları çok üzücüdür. Trabzon’dan dört yüz kilometre
lik bir mesafeden batıya geçecek kadar bir gevşek idareden istifade eden bu
adamların gelip burada cepheye gitmeleri lazım gelen bir çok askerimizi şehit
etmeleri çok üzücüdür. Yoksa müfrezelerin kahramanlığını Fethi Bey kadar ben
deniz de biliyor ve fevkalade takdir ediyorum. Mesele bu değildir. Benim önerge
min yedinci addesine geliyorum. Burada demiştim ki efendiler,
"Bir siyasi lüzum üzerine sahillerden iç mıntıkalara nakilleri emredilen Hıristiyan
lardan asıl tehlikeli olan bazı kimselerin Trabzon'da alıkonulmaları ve bazılarının
da İstanbul'a gitmelerine müsaade edilmesi."
...Geçen ki izahatta Fethi Beyefendiye bir soru sormuştum, Fethi Bey’den sonra
bendeniz de izah etmiştim. Fethi Bey demişlerdi ki, eğer malumatım olmuş olsaydı
koymazdım. Her halde Fethi Bey zannediyorum, bu umumi izahat üzerine kimler
gitmiş diye sorar ve anlayabilirdi. Bendenizin önergeye koyduğum iki misal bu
tarzda yapılan suiistimallerin bir numunesi olarak konulmuş idi. Tabii bir gazete
gibi yazamazdım. Fethi Beyefendi bendenizin tahsilli ve tehlikeli Rumlar dediğim
kimlerdir ve bunlardan Trabzon'da kimler vardır, kimler yoktur diye bir kere sor
muşlar mıdır? Bendeniz diyorum ki öteden beri Pontusçulukla canımızı almak için
uğraşan bu adamlardan bir kısmı hamdolsun elimize geçip, Amasya İstiklal Mah
kemesi tarafından bu cezalarını görmüşlerse de bunlardan daha kötüleri halen
orada oturmaktadır. Efendiler, evet iç kısımlara sevk olunanlar vardır. Duvarcı
Dimitri, Kiryaku bilmem ne gibi tahsilli Rumlar tarafından oynatılan cahil sersem
lerdir. Yani dünyadan habersiz, hayvan gibi insanlar ve yalnız idare olunan insan
lardır. Asıl imha edilecek olanlar sahillerde kalmıştır. Asıl imhadan maksat, onların
akıl hocalarıdır. Eğer Yüce Heyetiniz arzu buyurursanız isimlerini birer, birer oku
yabilirim. (hay hay sesleri) Efendiler, bilirsiniz ki siyaset âleminde en büyük rol
oynayanlar gazete ve matbaa sahipleridir. Size soruyorum, Serasoğlu Dimitri ile
Serasoğlu Yorgaki gibi gazeteciler halen matbaalarıyla meşgul olmaktadırlar. Fa
kat şeklin bu vaziyete geleceğini bilseydim, bunların bastıkları ve dağıttıkları be
yannameleri buraya getirirdim ve siz de ne şekilde çalıştıklarını anlardınız. Sonra
Yuvanidi, Andon Pandeli Trabzonlular bunun ne olduğunu bilirler, Dişçi Başeroğlu
Manunuki Avrupa'da tahsil etmiştir komiteci değildir Vaftalioğlu Vasil, Çekiloğlu

646
İlya, Veled Kamzam ve Kirsaoğlu Hacı Panayuti Pançu halen Belediye Meclis
üyesidir ve devamlı Vali Beyefendiye ziyafetler vermektedir.
MAHMUT CELAL BEY (Saruhan): Bunu Belediyeye kim seçmiştir?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Onu arz edeceğim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, hatibin sözünü kesmeyiniz, bana söyleyiniz.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Anastas Kiryaku, Nikolaki Mihaildi, Simonoğlu
Anastas, Camcı Vasil, Eftiyadi ve Kokidi asılmıştır. Kokidi'nin damadı Kosti Kokidi
gençtir ve halen Trabzon'dadır. Bendeniz Trabzon'da iken Kosti Kokididi’nin
Pontus Cemiyetinin hukuk müşaviri olduğunu işitmiştim. Bu adam bugün Trab
zon'da hala oturmaktadır. Efendiler rica ederim, bendeniz burada, Trabzon'da
tahsilli Rumların alıkonulduğunu söylemiştim. Zannediyorum ki İçişleri Vekili Beye
fendi bunların orada niçin alıkonulduklarını sorması icap ederdi. Şunu da arz ede
yim ki Trabzon’da sokakların neden yasak edildiğini, İçişleri Vekili Beyefendi tabii
oradan aldıkları malumata dayanarak, şüphesiz bu Rum tehciri ile alakadar bulu
yor ve bu hali de tebrik edilecek bir tedbir olmak üzere Yüce Heyetinize arz edi
yordu. Efendim, belki bunların tehirci sırasında böyle tedbirler alınmıştır. Fakat
bendenizin söylediğim, kendimin de orada bulunduğum zaman, maksatsız olarak
yapılmış ve hatta bir kaç kişiyi yakalayıp para sızdırmak için yapılmış bir şeydir.
Bunu Kumandan yapmamıştır, o da başka meseledir. Filan ve filan yerde birtakım
asker kaçakları vardır diyerek onları aramak Hükümetin vazifesidir. Fakat asker
kaçağını arayacağım diye koca bir memleketin bütün bir sokakları kesilemez ve
ticari hayatı biran için olsun durdurulamaz. Efendiler, kendim orada iken, olmuş bir
vaka ki Trabzon Mebusları da nasıl muhterem bir adam olduğunu pekala bilirler,
Trabzon ulemasından Müderris Ruşen Efendi bu yüzden camii şerife girememiştir.
Şadırvanda abdest aldıktan sonra camiye sokmamışlardır. Mesele bu kadar şid
detli olmuştur. Efendiler, tabii İçişleri Vekili Beyefendinin sorduğu soru üzerine
orası, mesele böyle olmuştur, şöyle olmuştur diyecek. Meselenin asıl ruhu, genso
ru icap ettiren sebep kimlerse, hangi makam ise bu soruları onlara sorması ve
onlardan aldığı malumatı Meclise arz etmesidir, başka bir şey değildir. Mesela
bendeniz, Trabzon Tümen Kumandanı Sabit Bey’in yapmış olduğu şeylerden şi
kayet etmiştim ve bu şahıs şimdi de orada Vali Vekili bulunuyor. Bu işler Vali Veki
linden soruluyor. İçişleri Vekili Bey ondan aldığı telgrafları, cevapları burada oku
yor.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Bendeniz bu meseleleri kendilerinden sormadım.
Oraya bir Tahkik Heyeti gitmiştir. O heyetin tahkikat raporuna dayanarak bunları
arz ediyorum. Bu tahkikat raporu, müştekilerin ifadeleri üzerine yapılmış bir rapor
dur. Yoksa Vali Vekilinin sözleri üzerine yapılmış bir rapor değildir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendim, ne demek istediğim anlaşılmadı. Değir
mendere'deki bakkal meselesini, Beyefendi Hazretleri kime sormuşlardı? Onu da

647
sorarım, demiştiniz, demek ki sordunuz. Eğer koyunlar meselesinin de sorulmuş
olduğunu söylemiş olsaydılar.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Koyunlar meselesi tahkikat raporunda var mı, yok mu,
iyice bilmiyorum.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): İşte sorulan sorular, asıl işle alakadar olanlardandır.
Yalnız İçişleri Vekili Beyefendi geçen de ve bugün de ısrar ettiği bir nokta vardır ki
benim zamanıma ait olmayan işleri bana yüklüyorlar, ben bunlardan dolayı katiyen
mesul değilim, diyorlar. Bendeniz de geçenlerde bu nokta hakkında izahat vermiş
tim. Makam makamdır, şahıs katiyen bahis mevzu değildir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): A! ne demek? (ne demek sesleri)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Resmi muamele yazıldığı zaman İçişleri Vekâletine
diye mi yazılır, İçişleri Vekili filan beyefendiye diye mi yazılır? İçişleri vekili filan
beye diye doğrudan doğruya yazılmaz.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Gensoru Vekil için verilir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Affedersiniz öyle ise anlayamamışsınız. Bir vekil, bir
vekâleti devraldığı zaman tabiidir ki bütün muameleleri de devralır ve onların içeri
sinde fenaları varsa onları düzeltmek vazifesidir. Binaenaleyh, o fenalıkları dü
zeltmezse o mesuldür. Evet İçişleri Vekili Bey, Tümen Kumandanının yaptığı fena
lıklardan dolayı mesul değildir. Fakat o Kumandanın yaptığını arz ettiğim suiistimal
hakkında arz ettiğim noktalar açık ise o Kumandanı halen orada Vali Vekili olarak
bırakmak elbet bir kabahattir. Fakat suiistimal kendi zamanlarında olmuştur, tarih
ile ispat edeceğim. Tarih olmasa bile, mademki Tümen Kumandanının yaptığı işler
bir çok şikayete sebep olmuştur, o Kumandanının bugün İçişleri Vekili Beyefendi
nin itimadını kazanmış bir Vali Vekili olarak çalıştırılması sebebiyle onun yaptığı
işlerden İçişleri Vekili mesuldür. Silah kullanabilecek olan Rumların İç mıntıkalara
sevk edilmeleri için emir verildiğini ve Trabzon büyük olduğu için mahallelerin
arandığı hakkında filan da izahat verdiler. Maalesef Trabzon o kadar büyük değil
dir, çünkü büyük kısmı yanmıştır. Efendiler, hepiniz de bilirsiniz ki taşradaki şehir
lerde Rum mahalleleri ayrıdır. Müslüman mahalleleri ile bir değildir, ayrıdır. Rum
mahallelerinde arama yapılması sırasında şehrin tamamında yolları kesmeye
lüzum yoktur. Bendeniz değil tehcir, nakliye vasıtaları tedarik etmek için bile yolla
rın kesildiğini görmüşümdür. Yani halk bir koyun sürüsüdür. Trabzon dahilindeki
Rumlar zaten bir yere gitmemiştir. İsimlerini okudum, en fenaları bile gitmemiştir.
Binaenaleyh, zaten böyle Rumları sevk etmek için fevkalade tedbir almaya lüzum
yok idi. Asıl bendenizin söylediğim, kendim orada bulunduğum için, güya saklan
mış olan Yahya Kahya’yı bulmak için şehrin yollarını kapatmak meselesidir. Efen
dim, Enfiyecioğlu 24 Nisan tarihinde İçerilere sevk edilmiştir, diye İçişleri Vekili
Beyefendi cevap almışlar. Efendim, Enfiyecioğlu’nun biri Amasya'da asılmıştır. Bu
Enfiyecioğlu oraya henüz gelmiş olan Vali’nin değil, Akçaabat Kaymakamın gös
terdiği lüzum üzerine sevk edilen elli altmış kişilik bir kafileyle sevk edildiler. Bu

648
Enfiyecioğlu Trabzon'a geliyor, kafilenin diğerleri kış olmasına rağmen sevk olu
nur. Enfiyecioğlu kışın şiddetine maruz kalmasın diye insani hislerle gönderilmiyor.
Enfiyecioğlu kürklü bir insandır, kışın çıplak ve yalın ayak diğer halkı gönderme
mek lazım gelecekti. Trabzon gazeteleri yazmıştır, burada da Yenigün Gazetesi
yazmıştır. Bunlara rağmen yine gönderilmemiştir. Bu Enfiyecioğlu’nun ne kıymeti
vardır bilmiyorum. Bendeniz bunu anlayamadım. İstanbul’a giden Akrididi’ye de
zannederim iki veya üç ay izin verilmiştir. O vakitten beri beş altı ay oldu, gelme
miştir. Akrididi bugün Pontusçuluk için bir mağaza açmıştır. Kimin kefaletiyle git
miştir? Efendim, onu da arz edeceğim. O zamanki Trabzon Valisi Hazım Bey’in
hanımı Hıristiyan’dır. Tarih kadın parmağıyla dönen yolsuzlukların, bir çok hadise
lerin şahididir. Bundan on sene evvel, beş sene evvel Trabzon Valisi Hazım Beye
fendi henüz o kadar zaafa düşmemişti ve o kadına hâkimdi. Fakat bugün ona
mahkumdur. İşte Enfiyecioğlu’ nu kurtaran da o kadındır. Diğer adamların gitme
mesine sebep olan da yine o kadındır. Kadın kendi hesabına gayet iyi yapmıştır,
çünkü onlar kendi dinindendir. Acaba Vali Bey kadın nüfuzuna kapılarak bu işi bu
şekilde yapması doğru olmuş mudur? Bendenizce doğru olmamıştır. Doğru olma
dığını da inşallah ispat edeceğim. Valiyi gönderen kim olursa olsun demin de arz
etmiştim, bugün ondan mesul olacak o makamda İçişleri Vekilidir. Efendim, İçişleri
Vekili Beyefendinin ifadelerindeki tenakuzu işaret ederek geçeceğim. İçişleri Vekili
Beyefendi, Enfiyecioğlu’nun Akçaabat kazasından sevk edildiği zaman kış mevsi
mi idi, sert hava şartları itibariyle ve insani bir his ile...
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Öyle demedim, öyle bir şey demedim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Yani kış münasebetiyle ilkbahara bıraktım dediniz,
bende öyle kaydettim. Demedinizse o başka. Fakat şunu arz ediyorum ki bu insani
histen o kafile faydalanamamıştır, yalnızca Camcıoğlu balosunda bulunan bu
Enfiyecioğlu faydalanmıştır. Yani o akşam müştereken bir balo vermişlerdi. Vali
Bey hanımı ile oraya gitmiştir. Vali Beyefendinin yani açık söyleyeyim, para filan
aldı demiyorum, bu hatırımdan bile geçmez. Yalnız zaafından dolayı ve hanımı
için bu işi yapmıştır. Şikayetler ve gazetelerde çıkan feryatlar ve buradan yaptığı
mız itirazlar dolayısıyla bu adamı nihayet göndermiştir. Akrididi meselesine gelin
ce, Akredidi Trabzon'da bulunduğum bir sırada izin almıştır. Vapura binerken ha
ber alınmıştır. İçişleri Vekâletine telgraf çekilmiştir. O vapura binerken gidişine
mani olmak için Vali’yi görebilecek kadar vakit bulamamıştır. Gümrükten mal kaçı
rır şeklinde izin alması, gitmesi falan bir anda olmuş ve vapura atlamıştır. Efendi
ler, hakikaten doğrudur, bize yeteri kadar yardım eden Osmanlı Bankası’na bizim
de bazı kolaylıklar sağlamamız icap eder. Bu siyaset meselesidir. Fakat Akrididi
gibi Avrupa'da Yunanistan'da tahsil görmüş, devamlı Pontus komiteciliği ile meş
gul olmuş ve hatta o kadar büyük cesaretle hareket etmiştir ki Trabzon’da bir Türk
mahkemesine,
-Buralarda sizin bulunmaya hakkınız yoktur.

649
...demiş ve ifadesi tutanağa geçmiş bir alçaktır. Efendiler böyle bir hain İstanbul'a
giderse, zannederim bize rahmet okumaz. Orada onların ne yaptıklarını görüyo
ruz.
NURİ BEY (Bolu): İstanbul'da zaten öyle alçak çok, bir de o katılsın ne olur?
ALİ ŞÜKRÜ BEY Trabzon): O halde hepsini de bırakınız, hepsi de gitsin. Akrididi
geçici olarak bir mesele için, mahalli bir meselenin halli için izin istemiştir. Bu
adamın ne işle meşgul olduğunu sormuştum, bu hususta aldığım telgrafları kay
bettim. Gelen telgrafta filan yerde yazıhane açmıştır, arı kovanı gibi işletmektedir
diye. Bunu İstanbul gazetecileri de yazmışlardır. Ona da geleceğim. Pontus’a
hizmet edenlerle birlikte çalışmaktadır. Bu adam bizim aleyhimizde halen propa
ganda etmektedir ve buna da İçişleri Vekâleti izin vermiştir. Şimdi Efendim, İçişleri
Vekili Beyefendi buyurdular ki,
-Hıristiyanların dışarıya gitmesi meselesi, esas itibariyle kati bir karara ait değildir,
karar idari...
...filandır diye bir şeyler söylediler, söylediklerini tam kaydedemedim. Efendiler,
şimdi Samsun mebuslarını şahit gösteriyorum. Bilhassa bırakınız alelade zaman
larda yaptıklarını, bu inkılap zamanında para olarak epeyce yardım eden
Nemlizade Celal Bey’e kulağını tedavi ettirmek için İstanbul’a gitmesine izin ver
mediler.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Ben Akrididi’ye de izin vermedim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Siyaset sebebiyle dediniz. Avrupa'da tahsil gören
Nemlizade Celal Bey adındaki genç bir kişi sol kulağını kaybetmiştir. Çünkü izin
alamamıştır. Sağ kulağını kurtarabilmek için çeşitli ricalar neticesinde izin alabil
miş ve şimdi İsviçre'dedir. Efendiler, Samsun'daki bu adamların gitmesi gazetelere
geçmiştir ve icap ederse okuyacağım ve gazetelerde başmakaleler de bunlar üze
rine yazıldı. Efendiler, propagandanın büyük bir silah olduğunu hepimiz takdir
ediyoruz ve yapamadığımıza üzülüyoruz. Efendiler, propaganda iki çeşittir, lehte
ve aleyhte. Aleyhte olan aksi propagandadır. Biz kendimizin iyi adam olduğumuzu
ve ne kadar doğru olduğumuzu ispat etmek için ne kadar çalışırsak aleyhimizde
bulunacakları o kadar mani olmaktır. Hükümetin ister kati, ister idari ve siyasi bir
mahiyette bir kararı olsun. Buradan Hıristiyanların Avrupa'ya gitmemesi gayet
doğru bir siyasettir ve takdir edilir. Binaenaleyh, zaten aleyhimizde bir propaganda
yapıp zaten bir dereceye kadar öteden beri yapılan propagandalarla Avrupalıların,
güya yeni birtakım efsaneler ve hikayelerle Avrupa kamuoyunu doldurmak doğru
değildir ve Hükümetin bunları göndermemek hususunda aldığı karar gayet doğru
dur, efendiler. Herkes bilir ki geçen gün bir mebus arkadaşımız söylemiştir, Sam
sun'da da ve diğer bazı yerlerde bazı Rum aileler vardır ki kişi başı için bin, iki bin
lira para verip gitmek isteyenler vardır. Fakat Hükümet bu hususta sert şekilde
davranacağını bilen memurlar, suiistimal yapıp kimseyi gönderemiyorlar. Fakat
isimlerini saydığım ve adetlerini bildirdiğim zannediyorum ki on beş aile, tabii ade
650
dini Samsun mebusları daha açık söyleyeceklerdir, burada da izahat verecekler
dir, Şekuroğlu gibi aileler öteden beri o kadar can atıkları halde, memurlar cesaret
edip İstanbul'a bunları gönderememişlerdir. Fakat Fethi Beyefendi Hazretleri
Samsun'a gittikleri zaman o ailelere müsaade etmiş ve o aileler gitmiştir. Diyebili
rim ki Pontusçulukla alakası olduğundan dolayı bu ailelere mensup yakalanan
asiler idama mahkumdur, idam edilmiştir. Efendiler, hepiniz insansınız, hislerinize
sorarım. Bu tarzda bir aile İstanbul'a giderse, Dünya’nın neresine giderse gitsin ne
yapar? Oğlunu kaybetmiş, damadını kaybetmiş, evladını kaybetmiş, eşini kaybet
miş bu aile gider de rast gelenin ayaklarına kapanır da hallerini anlatırsa...
EMİN BEY (Canik): Nitekim öyle yapmışlardır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): İstanbul gazeteleri Pontus aileleri diye yazmış ve
bizim gazeteler de kısmen bunlardan almıştır. Efendiler, Pontus asilerinin takibi iki
üç seneden beri devam ediyor. Mektupla haber vermek imkanı her zaman mev
cuttur. Çünkü sahilimiz geniştir. Çarşamba Irmağı ağzına Alda Vapuru yanaşmış
ve belki de cephane çıkarmıştır. Sonra yine aldığım bir mektupta bir arkadaşım
yazmıştır. Samsun'da on beş gün evvel Balık gölü önünde, Bafra limanında on
beş gün kadar açıkta bir gemi bekliyordu. Efendiler, zannediyorum ki o gemiden
sahile inenler olmuştur ve bir şeyler almışlardır. Bilmiyorum, inşallah almamışlar
dır.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Ne zaman?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Bombardımandan on beş gün evvel. Gidip, gelen
kayıkçılar vardır, bunlar görmüşlerdir. Geceleri sahile inen adamlar varmış. Deniz
ler elimizde değildir, ne yazık ki. Doksan bin Rum’un kesilmesi iddiası, bu Rum
ailelerin İstanbul'a gittikleri tarihten sonra ortaya çıkmıştır. Eğer Times Gazetesine
Pontus katliamı diye mektup yazan bir Rum olduğunu duymuş olsaydım, derdim ki
bunlar mutlaka gönderilen ve daha evvelce gönderilmiş olan adamlardan birisidir.
Gazete elimde yoktur. Bilmiyorum, çünkü buraya gelmiyor. Sonra İstanbul gazete
lerinde görülmüştür. İstanbul gazeteleri yazmıştır ki gelen bazı Rumlar burada
Pontusçuluk propaganda yapmaktadırlar. Bunu yapanlar buradan giden Rumlardır
ve bu Rumların Trabzon'dan çıkmasına müsaade edenlerdir. Yalnız Vekil Beye
fendi hastalık dolayısıyla, insani bir hisle diye söylediler, yani hastalık için gönderi
yoruz dediler. Efendiler, bendeniz Vekil Beyefendiye söylerim ki o şekilde hasta
olanlar, ihtiyar olanlar vardır, onlar da gitmek isterler. İdama mahkum edilmeyen
bir çok adamlar da vardır. Abanozların anneleri 75 yaşındadır, İçişleri Vekili Fethi
Beyefendi’den bilhassa izin istemiştir ve vermemiştir. Telgrafı aradım, bulamadım.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Öyle bir şey yoktur.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): O halde bendeniz bir telgraf çekerim ve cevabını alır,
Yüce Heyetinize arz ederim.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Kati olarak tekzip ederim.

651
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Hatta Hafız Mehmet Bey’e gelen mektupta yazıyor,
vereme yakalanmış bir genç kıza müsaade edilmemiştir. Belki İçişleri Vekili Bey’in
malumatı yoktur.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Hayır Efendim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Beyefendi siz söylediniz. Herkes gelip doğrudan
söylemez, bir ricacı vasıtasıyla.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Hükümetten başka bir aracı kabul etmem. Kim o
aracı?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Mutasarrıftır efendim. Bu ailelerin hepsi hastalıklı
mıdır, orasını bilmiyorum. Yalnız şurasını ilave etmek isterim ki efendiler, köyler
de, şehirlerde bulunan halk yığın, yığın camilere doldurulup yakıldığı bir sırada
masumların ırzları ........... edildiği bir zamanda, Vatana hıyanet edenlere benim
insani hislerim mevcut değildir, efendiler. Hastalıktan geberseler bile zerre kadar
üzülmem. Bizim bu tarafta Müslümanlar mahvolmaktadır. Efendiler, benim bu
insani hislerim yoktur. Açık ve aleni olarak söylüyorum. Fakat İçişleri Vekili Beye
fendi ihtimal daha fazla merhametlidir, yufka yüreklidir. Bendeniz de böyle bir kalp
yoktur. Bu cinayetleri işleyenlere, melanete ortak olanlara, bizi imha etmek iste
yenlere karşı merhamet hissi besleyemem, Efendim.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir) Siyasi meselelere aileler karıştırılmazsa daha iyi
olur.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): İçişleri Vekili Beyefendi, şu son zamanlarda köy
yanmamıştır, dediler. Yanmıştır efendiler, binlerce Müslüman sürülmüştür, efendi
ler, yine şehit edilmiştir. Bugün elimde iki raporum vardı, fakat kaybettim, ne ol
muştur bilmiyorum. Fakat bugün evrakım kaybolmuştur, o rapor da onların içinde
idi. Bunların birisinde diyor ki efendiler...
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Hangisi ise söyleyin, takdim edeyim. O kadar tela
şa lüzum yok.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Pontus teşkilâtına mensup olan Rumlara kati takip
yapılsa bunların bir tanesi kalmaz. Arkadaşlarımın arzu ettiği şekilde ve halka
yaptırdıkları fedakarlık şeklinde şiddetle takip yapmış olsalardı zannederim ki ilk
bahar geldiğinde bugünkü vaziyet olmayacaktı. Yine o raporlara istinaden söylü
yorum ki bizim gensoru önergemizi verdikten sonra yedi yüz kişi ölmüştür. Yani bu
önergeyi takdim ettiğim zamandan sonraki raporlardan birisinde gördüm. Gelen
raporlardan bunu hepiniz biliyorsunuz ve bunu ben açıkça söylüyorum.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Doğru değildir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Ben öyle söylüyorum, siz de cevap verirsiniz. Bizim
istediğimiz şey şu zamanın icabına göre seri ve kati icraattır. Çünkü bunda hakkı

652
mız vardır, çünkü Hükümet ne istemişse verilmiştir. Bunun için devamlı takibat
lazımdır. On sene sürse bile devam edilir. Efendiler, bendeniz siyaset meselesin
de her türlü ihtimalin dikkate alınması kanaatindeyim. Ilgaz Dağı Garp Cephesine
yakındır. O sahadan kalkıp düşmana katılabilirler. Sonra bendeniz İçişleri Vekili
Beyefendinin bilhassa Trabzon'a gittiği zaman yalnız Vali Vekili olan Tümen Ku
mandanı Bey'le temas etmekle yetindiğini ve halkla temas etmediğini söylemiştim.
Vekil Beyefendi de temas ettim ve hatta bazı ahali tarafından da alkışlandım, dedi
ler. Efendiler, bu gayet tabiidir. İçişleri Vekili gibi memleketin büyük bir makam
adamı bir yere giderse halk akın, akın gelir. Trabzonluların esasen âdeti böyledir.
Vekil Bey’in söyledikleri doğrudur, gitmiştir efendim. Bendenizin bahsettiğim me
sele, o halk meselesi değildir. Orada mesele vardır, onu tahkike gitmiştir. Burada
bendeniz, icap eden şey nedir? Ne olduğunu söyledim. İçişleri Vekili Beyefendinin
bizzat görüp geldikten sonraki icraatını görmek mecburiyetindeyiz demişlerdi.
Zannederim bu işi yakından görmek üzere gitmiştir. Rica ederim memleketin en
büyük reisinin bir tahkikat için bir yere gitmesi o meselenin ehemmiyetini gösterir.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): O mesele ne imiş?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Oraya tahkikata giden bir İçişleri Vekili Beyefendi...
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Ne imiş o mesele?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): İşte bu Trabzon meselesidir, bildiğinizi söyleyiniz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Meselenin askeri mahiyetini söyleyiniz de
ondan sonra izah ediniz, Efendim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Bendeniz neticesini arz ettim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Hepsini söylemeli, burası Millet kürsüsüdür.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Bendeniz hepsini söyledim. Eğer noksan kalmış ve
izah edilecek bir şey varsa, onları da izah ederim, onları da söylerim. Yani Trab
zon meselesini, Müdafaayı Hukuk meselesini askeriyenin yapmış olduğu yolsuz
lukları evvelce izah ettim. Diğer meseleleri yakından tahkik yapmak üzere Sam
sun'dan oraya gitmişlerdir. Binaenaleyh bendenizin halk ile temas etmemiştir de
diğim bu mesele ile alakası bulunanlarla temas ve tahkikat icra etmek meselesidir.
Binaenaleyh, bunları yalnız Tümen Kumandanının kendisiyle görüştüğü şahıslarla
görüşmüştür. Ben bilmiyorum ne olduğunu memleket uyumaz. Böyle şahıslar
memlekete geldiğinde memleket bilir. Yani memleket uyumaz, iftihar etmelisiniz,
gaflet içinde değildir. İçişleri Vekili Beyefendi Trabzon’da ahalinin bir kısmını din
lememiştir ve hiç görüşmemiştir. Evet Hacı Efendi gidip görüşmüştür. Bu sırf
memlekete gelen büyük muhterem bir memuru nezaket icabı hoş geldiniz demek
için gitmesinden ibarettir. Vazifemiz hoş geldiniz diye gelmektir. Onun için zanne
diyorum ki memleketi iyi tanıyan bir adam bir yere gittiği vakit, yani vilayetin mer
kezine gitmiştir, vilayetin yalnız merkezini değil bilhassa vilayetin her tarafına git
melidir. Maalesef görüşmesi lazım gelirdi, görüşmemiştir. Yani bendenizin söyle
653
miş olduğum temas bu idi. Yoksa kendilerinin buyurdukları gibi bakkala, çakkala
gidip de görüşmesi değildir. Ben bunu kastetmedim. Trabzon ahalisini tamamını
temsil eden Vilayet Meclisi üyeleriyle görüşmemiştir. Sonra efendiler, üzüldüğüm
bir cihet vardır ki Trabzon'u tanıyanlar Trabzon halkının ne kadar misafirperver
olduğunu bilirler. İçişleri Vekili Beyefendiye verilecek ziyafetin bin misli büyüklü
ğünde bir ziyafeti burada bulunan vatandaşlar masrafını karşılayabilirler. Vekil
Beyefendi yapılacak masrafın nereden verileceğini nereden biliyordu ki verilmeyen
bir ziyafetin masrafının nereden verileceğini düşünmüş ve o ziyafete gitmemiş.
Belki Ahmet Efendi kendi kesesinden o ziyafeti veriyordu. Trabzon'da verilen ziya
fetler için Müdafaayı Hukuk binasından elverişli bina yoktur. Hükümetten gelirler,
Tümenden gelirler ve orada ziyafet verirler. Efendim, müsaade buyurun, gelen
misafirin şekline ve mahiyetine göre Müdafaayı Hukuktan da verilirdi, Tümenden
de verilirdi, şahsen de verilirdi. Müsaade buyurun, rica ederim bunu adi ve şahsi
bir mesele saydınız. Ben buna mühim olarak bakıyorum, en mühim bir mesele
sayıyorum. Çünkü bu kürsüden, halk efendidir, denilmiştir. Efendiler, bu teşkilatın
esasını kuran Erzurum ve Sivas kongrelerinde uzun müddet çalışarak namusu ile
takdir edilmiş ve Kongre tarafından Müdafaayı Hukuk Cemiyetine üye seçilmiş ve
memlekette on beş sene Belediye Reisliği yapmış bu kadar muhterem bir şahsın,
Hacı Ahmet Efendi’nin davetine icabet etmemiştir. Efendiler, bendeniz Halk Hü
kümetinin İçişleri Vekili olduğunu hatırlatmak isterim. Binaenaleyh, mesele görüş
mek meselesidir, ziyafet ve yemek meselesi değildir. Binaenaleyh Vekil Beyefen
dinin kendileriyle görüşmediklerinden dolayı halk buruk olmuştur. Binaenaleyh,
kürsüde söylenilen ve hepimizce tasdik edilen kaidelere uymadığı için söylüyorum.
Yanlış gördümse kabahat bana aittir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, söz Rıfat Bey’indir.
RİFAT BEY (Tokat): Efendim, bu Samsun. Amasya, Tokat sancaklarında yayılmış
olan Rum eşkıyalarının biraz tarihçesini anlatayım da Yüce Meclis bu meseleyi
anlasın. Dünya Harbinin ilk senesi sonunda, malum ya o zamanlarda Rumlar da
askere alınmışlardı. Bu askere alınanlar Rumların tamamı firar ettiler ve geri geldi
ler. Karadeniz sahillerinin Ruslar tarafından işgali üzerine Çar Hükümeti bunlara
silah dağıttı. Bu firariler ta Samsun ile Çarşamba arasından Yeşilırmak’a ve To
kat’a kadar bütün arazi ormanlık bir dağlıktır. Bu mıntıkada yetmiş, seksen bin
nüfusa sahip Rum köyleri vardır. Bunlar tamamıyla silahlanmışlardır, bomba bile
vardı. Bunlar hırsızlık yapıyorlardı. O zaman Müslüman köylerinde de asker ka
çakları vardı. Bazı asker kaçakları bunlara karşı köylerini koruyorlardı. Ara sıra
çatışma da oluyordu ve birbirlerini öldürüyorlardı. Sonra efendim, Mondros Ateş
kesi oldu. Bundan sonra bu Rumlara karşı gayet ihmalkar bir siyaset takip edildi.
Rumlara ilişilmeyecek, denildi. Rumlara ilişilirse Hükümet zarar görecek, denildi.
Rumların yaptığı cinayetleri Hükümet bu sebeple görmemezlikten geldi. Bunlar
Hükümetin bu zaafından faydalandılar. Ötede beride, artık Dünyada bir insan nasıl
öldürülürse, kazıklamak, ağaca bacağından asmak, yakmak, türlü, türlü işkence
lerle kıyıda, bucakta öldürdüler. Ne bir savcı gidebilir, ne bir jandarma gidebilirdi.

654
Orada ölenler toprak yüzü görmemişlerdir, toprağın üzerinde çürümüşlerdir. Hele
Yeşilırmak’a atılan Müslümanların sayısını Allah bilir. Yani bu zulüm o kadar çok
tur ki Hükümet bilmiyor, Efendim. Bendenizi Rum meselesiyle alakadar olmak
üzere Erbaa Kaymakamlığına gönderdiler. Mutasarrıf ile Jandarma Kumandanı
oturuyorlardı. Dediler ki,
-Rumların yaptığı cinayetleri biraz görmeyiver,
-Niçin,
-Öyle siyasetimiz var,
...dediler. Rumların yaptığı hırsızlıktan, cinayetten dolayı bir çok Müslüman'a iftira
edilmiş ve bu Müslümanlar Rumların yerine hapsolmuşlardır. Ferit Paşa Hükümeti
zamanında böyle bir şeydi. Müslüman ahali daha önceleri Boyalarcık Dağı’ndan
odun keserlerdi, hayvanlarını otlatırlardı. Beş senedir oradan ne bir hayvan otlatı
labildi, ne bir odun kesilebildi. 23 Mayıs tarihli aldığım mektupta yine bir kaç köyü
soymuşlar, kadınları kesmişler. Sonra Serpin köyü var bu dağlar içinde yüz elli
hanelik bir köy. Bunlar askerden kaçırdıkları Rum delikanlılarla bu köyü beş saat
tir zapt etmişler, Köyün etrafına siper kazmışlar. Geçen gün geldiler, Köyün beş
yüz hayvanını aldılar, götürdüler. İşte bu şekilde bütün köylerde, ne kadar köy
varsa, bu Dağdan mahrum kaldılar, istifade edemediler. Niksar'a giden bir yol
vardır. İçişleri Vekili Beyefendi sorsun, bu yolun üzerinden beş senedir insan
geçmemiştir, ot bitmemiştir, devletin postası üzerinden geçmemiştir. Yani bu yol
halen bugün açılmamıştır. Rum meselesi bitmemiştir, efendiler. Fethi Bey buyuru
yorlar ki iki köy kalmıştır. Daha Tokat'ın bir deresinde yedi yüz ölü var. Üç sancak
ta sekiz yüz silahlı Rum eşkıya kaldı, diyor. Yalnız Tokat'ta yedi yüz ölü, yüz elli
yaralı var. Bir köyden sekiz yüz elli asi adam tutulursa, bunu siz hesap ediniz.
Bunu arz etmekten maksadım, Yüce Heyet meselenin ehemmiyetini anlasın diye
dir. Efendiler biliyorsunuz ki Ateşkesi takip eden zamanlarda Hükümet gayet zayıf
tı. Biz şimdi zannediyoruz ki artık bu Rumların takip edileceği zamanlar gelmiştir,
Ordumuz hamdolsun kuvvetlenmiştir. İçişleri Vekili Beyefendi ile Genel Kurmay
Reisini buraya çağırdık, kendilerine mesele budur, halkın artık çekecek hali kal
mamıştır, dedik. Emniyet yok, asayiş yok, köyden köye kimsenin gitmesinin imka
nı yok, bu ne olacak dedik. Sonra Fethi Beyefendi kendileri buyurdular, bizzat
gidip kendim bu harekâtın başında bulunacağım, dedi. Dedik ki bunların herhalde
Marttan evvel işlerinin bitmesi lazımdır. Marttan sonraya kalırsa her taraf ormanlık
tır, onun için her halde Marttan evvel bitsin dedik. Hay, hay buyurdular. Eğer böyle
dememiş olsaydılar biz başka bir tedbir düşünürdük, veya yağmur duasına gider
gibi bir dağın başına çekilir dua ederdik, başımızdan şu Rum eşkıyasını kaldır
Allahım, diye. (gülüşmeler) Ne diyelim, güvendiğimiz bir Hükümet var, o da bak
mazsa bizim işimiz duaya kalır. Sonra Fethi Beyefendi, Merkez Ordusu meselesi
var, o engel oluyordu, dediler. Halbuki Merkez Ordusu lağvedildi ve eşkıya takibi
mutasarrıflıklara verildi. Bundan sonra ona göre hareket edin denildi. Şimdi diyor

655
ki bu Merkez Ordusu meselesi engel oldu, bunu hallettim ve şu kadar uğraştım ve
bu işi üzerime aldım, diyor.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Başka şey söyledim Efendim, anlayamamışsınız.
RİFAT BEY (Devamla): Dağa çıkan Rumlarda iki kısım aile vardır. Birisi, o Rumla
rın içerisinde silahlı olanların aileleri, diğer aileler de silahlı kocası, kardeşi bulun
mayan aileler. Silahlı Rumlar, diğer aileler gitsin, dediler. Çünkü onlar hem ayak
bağı oluyorlar ve hem de yiyeceklerine ortak oluyorlardı. İşte o aileler dağdan
indiler ve bize sığındılar. Teslim olmasalardı açlıktan öleceklerdi. Silahlı Rumlar
onları atınca, ayakları serbest kalınca, kimisi ormana, kimisi şu, bu dağa dağıldı
lar. Takibat da Samsun'dan başladı. Fakat burada verilen kararda harekâtın her
yerde birden başlaması idi. Samsun'da daha önce başlamıştır. Tokat’a iki yüz
askeri olan bir tabur geldi. Tokat Mutasarrıfı Fethi Bey’e yazdı, bu tabur gitmesin,
burada kalsın dedi. bu tabur on dört gün orada kaldı. Harekât her yerde birden
başlayacaktı. Birden başlamadığı için bu takibatta hata oldu ve Rumların da o
ayak bağı olanları teslim oldular. Bütün eşkıya serbest kaldı. Serbest kalınca fazla
bir kin ile bize musallat olmaya başladılar. Eğer onlar teslim olmamış olsalardı,
ihtimal ki on beş, yirmi gün sonra açlıktan silahlı olanlar da teslim olacaklardı. Ben
Tokat'taydım, Rum aileleri teslim almayacaktık. Ekmek yedirmeden başka bir şeye
yaramazdı çünkü. Daha Rumların ne yapacağını ileride göreceksiniz. Bugün o
Rumlara yakın olan bütün köylüler kaçıyorlar. İçişleri Vekili Fethi Bey, bu harekâtın
başında bizzat bulunacaklarını vaat ettikleri halde niçin bulunmamışlardır? Eğer
vaat etmeselerdi yağmur duasına çıkardık. Askeri harekât mıntıkanın her nokta
sından birden başlayacaktı, neden aynı anda başlamadı? Askerin miktarı da ona
göre tespit edilecekti, niçin ona göre hareket edilmedi? Bu bir kaç gün içerisinde
Sabri Deresinde yedi yüz kadar Rum'un öldürüldüğünü söylediler, silahlı mı idi
yoksa silahsız mı idi? Bunlardan silah elde edilmiş midir? (gürültüler, ayak patırtı
ları) İneyim mi aşağı? (devam sesleri) Benim için iş kolay. Duadan başka ne yapa
lım. Hükümet dinlemez, Meclis de dinlemezse başka kim dinleyecektir Efendim.
Mustafa Bey, benim dediğimde Hükümetin resmi raporlarına inanmayınız diye
hem doğru insanlardan sana yazdılar, götür de göster diyen sen değil misin? To
kat Mutasarrıfı telgraf haberleşmesi neticesinde defalarca istifa etmiş, istifasında
ısrar etmiş ve kabul edilmiştir.
MUSTAFA VASFİ BEY (Tokat): Şimdi ben de söz isterim, sırası geldi.
RİFAT BEY (Devamla): Mutasarrıfın istifasının sebebi nedir? Bunları soruyorum.
Başka söyleyeceğim bir şey yoktur.
SÜLEYMAN BEY (Canik): Efendiler, bendeniz Samsun'un Mebusuyum. Buradan
Fethi Beyefendi ile beraber gittim. Biraz önce Samsun’da kendisine yaptığım mü
racaatımın ne olduğunu söylemesini rica ettim, fakat söylemediler. Bendeniz söy
leyeceğim. Bendeniz Fethi Bey’in şimdiye kadar sağlam bir İçişleri Vekili olduğunu

656
zannederdim. Şimdi efendim, buradan Samsun'a vardıktan bir kaç gün sonra
Rumlar bendenize geliyorlar.
-Aman İstanbul’a gitmek için bize müsaade alınız.
-Ben böyle işe karışmam,
...dedim. Tekrar geldiler, birisi ihtiyardı. İstanbul'dan bir sene misafir olarak evvel
gelmişler, sonra yollar kapanmış, bunlar orada kalmışlar. Yine bir gün geldiler,
ağladılar. Aldık biz bunların isimlerini, Vekil Beye müracaat ettik,
-Bunlar gelmişler, ağlıyorlar, müsaade istiyorlar.
-Süleyman Bey, böyle diyenler çok oluyor, çok doğrudur,
...dedi. Fakat işitiyorum ki bir günde on kişi gönderilmiştir. Orada bendenizi hep
tanıyorlar, Ermeniler tanıdığı gibi Rumlar da beni tanıyorlar.
ağlayarak
Her gün müracaat
oluyor. Hatta Helvacıoğlu Vasilaki isminde ihtiyar bir adam gelmiştir,
-Benim oğlum Venizelos'un oğlu değil, torunu değil, Lloyd George'un yeğeni değil.
Bunun ne kabahati vardır? Buraya bir çok kimseler geldi bu, niçin gelmiyor,
-demiştir. Ona yine ret cevabı vermiş, buna izin verdirmemiştim. Sonra buraya
geleceğimiz gün canım sıkıldı. Çünkü Pontusçuluk yapan Yelkenci Yani filan, bun
lar izin alıp gitmişler. Buraya geleceğim gün, Fethi Bey’e dedim ki,
-Bendeniz bu memleketliyim. Sizin yüzünüze ufacık bir leke gelmesini istemem.
Eğer ufak bir şüpheniz varsa hakkımda tetkikat yapınız. ben ne beyden, ne paşa
dan şahsıma hiç bir şey beklemek ümidiyle bu Meclise gelemedim Hiç bir siyasi
fırkaya bağlı değilim. Meclise hepimizin toplanmaktaki gayemiz milli gaye içindir.
Beni bir yere mutasarrıf yapınız dersem beni kovunuz. Pontusçu ailelerden hasta
olanlara merhamet ve şefkatten dolayı müsaade edilir mi, buna müsaade edildik
ten sonra memnuniyetin manası nedir?
...dedim. Buna sinirlendiler. Memleketimizde çocukların gözleri oyuldu, hayvan
gibi boğazlandı, yüz kişi hükümet önüne getirilip fotoğrafları çıkarıldı. Sonra
Pontusçu ailelerden birisine müsaade ederlerse, bu kadarcık bir soruyu sormaya
hakkım yok mu idi? Rica ederim, fakat yine kendilerine hak veriyorum. Kendilerine
söyleyeceklerim bundan ibarettir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Buyurun, Muhittin Baha Bey.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Trabzon Müdafaayı Hukuk meselesi aleni celsede
tekrar müzakere edileceği için, ona dair söz hakkımı muhafaza ediyorum. Evvelki
günden devam eden gensoru meselesinde başlıca dikkatimi çeken üç nokta var.
Biri Trabzon Müdafaayı Hukuk Heyetinin haklarına taarruz edilmesi meselesi. Bu,
aleni celsede müzakere edilecek.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Bey, onun müzakeresi kâfi görüldü.

657
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Diğeri Pontus meselesi. Fethi Beyefendi Samsun
'a gittikleri zaman hasta olan bazı Rum kadınlarının İstanbul'a gitmesine müsaade
ettiklerini söylediler. Bunların İstanbul'a gitmesiyle İstanbul'da Pontus meselesi
ortaya mı çıkmıştır? Bu kadınların İstanbul'a gitmesi Memleket için felaket mi ol
muştur. Eğer hakikaten böyle ise, ben de Fethi Beyefendiye gensoru önergesi
verenlerle, onun hakkında iyi, kötü söz söyleyenlerle beraberim. Hiç de böyle de
ğildir, Pontus meselesi çok önce çıkmıştır ve Avrupa, Amerika her yer bu işle ala
kadardır. Binaenaleyh, bu kadınların İstanbul'a gitmesi başlı başına bir suç değil
dir. Bu, olsa, olsa bir icraat hatasıdır. Ben öyle düşünüyorum. Eşkıya meselesine
gelince, Fethi Bey’in burada okuduğu liste aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir. Bu
liste lazım geldiği gibi dinlenmemiştir. Buna ilave edecek bir şey bulamıyorum.
Efendiler, Fethi Bey’i ben Mecliste bir veya iki defa görmüş ve konuşmuş bir ada
mım. Fakat Fethi Beyefendinin şahsiyetlini çoktan beri tanıdığım için bir vicdani
vazife olarak söyleyeceğim. Fethi Bey, Memlekete fenalığı dokunacak bir şey
yapmaz. Efendiler, herhangi bir hatadan dolayı şu veya bu adamı batırmak ve
öldürmek istiyorsak, bunu icap edecek harekâtı yapmayı uygun görüyorsak, yarın
bu Memlekette iş görecek adam kalmayacaktır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Asıl o zaman iş göreceğiz.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Şahıslara ayrı, ayrı hepimizin hürmet etmesi
lazımdır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Memlekete hürmetsizlik değil, bu.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Demek istiyorum ki gensoru niçin verilmiştir?
Bir hata vardır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Bilmeyerek yapılmıştır.
MUSTAFA BEY (Tokat): Dinleyiniz yahu!
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Sert ifadeler kullanmak, sonra Trabzon'dan
gelen her hangi bir telgrafın sandalye kavgası şeklinde burada okunması, belki
yanlış anlamalara sebep olmuştur. Bendenizce Fethi Bey’in yaptığı bir icraat hata
sıdır ve bundan dolayı memlekete zarar da gelmiş değildir. Bu zararlar zaten var
dı, eşkıya meselesi, Pontus meselesi zaten biliniyordu ve İçişleri Vekâleti bunu
takip ediyordu. Memleketin bugünkü şartlarına göre ancak bu kadar yapılabilirdi.
Bundan fazla bir şey yapılamazdı. Bu jandarma ile, bu kuvvet ile bu kadar yapılır
dı. Binaenaleyh, bu yapılanların haricinde şey istemek hiç olmazsa adalete uygun
değildir. Ben kendi hesabıma İçişleri Vekili Fethi Bey’e verilen gensorunun redde
dilmesi taraftarıyım.
HALİL İBRAHİM BEY (Antalya): Efendim, bendenizin söyleyeceğim sözler de
aleni celseye aittir. Fakat Muhittin Baha Bey’in kanaatine katılamıyorum. Şunu arz
etmek isterim ki herhangi bir Vekile itimat etmekle beraber yine itimadımız yok
olabilir. Ama ona karşı hürmetimiz baki kalmalıdır.
658
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Ağır bir sözüm varsa ben şimdiden geri alıyorum.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): İçişleri Vekili Beyefendiye öteden beri olan
hürmetim, şu bir iki günkü beyanatları karşısında bir kat daha artmıştır. Kendisinin
güçlü bir adam olduğuna dair olan kanaatim de kaybolmamıştır. Yalnız bir iki nok
tayı işaret etmek isterim. Bendeniz anladım ki şu zaman için Büyük Millet Meclisi
nin, İçişleri Vekâletinden yerine getirmesini istediği vazifeler için maalesef Ali Fethi
Bey’in gücü yetmez.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Bu Vekil kim olabilir Hoca Efendi?
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Müsaade buyurun, bir mebus olmam sebe
biyle Vekil Bey’in tabiidir ki bilmeyerek yapmış olduğu hataları söylemek bendeni
ze büyük bir borçtur ve vazifedir. Önerge sahipleri adına Ali Şükrü Bey de İçişleri
Vekili Ali Fethi Bey de kendi kanaatlerini Meclise haklı göstermekte büyük bir ma
haret gösterdiler. Bu vaziyette bunların arasında hakem vazifesi yapmak bize
düştü. Yalnız bu vesile ile bu mühim mesele hakkında bir iki soru sormak isterim.
Enfiyecioğlu evvela tehcirden muaf tutulmuş ve sonra tehcir edilmiş. Acaba bunun
sebebi ne idi? Bu Hükümetin hatası mıdır, yoksa Trabzon Valiliğinin hatası mıdır?
Her iki vaziyette de Vekil Bey’in mesul olması lazım gelir. Yalnız bu mesuliyetin
derecesi, vekillik makamından ayrılmasını gerektirir mi gerektirmez mi? İkincisi
efendim, Osmanlı Bankasının Hukuk Müşaviri olan o komiteci Rum’a İstanbul’a
gitmesi için müsaade edilmiş, ona müsaade edilirken düşünülmesi icap ederdi.
Vekil Bey bu kusurun kendisinde olmadığını beyan ederken bir şey söylememişti.
Ben bu vazifeyi Vali Hamit Bey’e havale ettim dediler.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Kusur varsa bendedir. Hamit Bey’e yüklemek için
söylemedim.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Şunu arz etmek isterim ki maiyetindeki me
murların hata yapmış olması, kendisini temize çıkarmaz. Yoksa filan yerde filan
şey olmuş, alelade olan şeylerdir, demesi bendenizce uygun değildir.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Yalnız Müdafaayı Hukuk için olursa mesul değilim,
çünkü geçen siz öyle buyurdunuz.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Geçen gün ben Müdafaayı Hukuk tarafını
müdafaa etmedim, yani taraf tutmadım. Onlar kontrol edilsin, yalnız onların haysi
yetlerini rencide edecek şekilde kontrol edilmemesi taraftarıyım, dedim. Çünkü
onların Vatana yaptıkları hizmetleri düşündüm. Yoksa Müdafaayı Hukuk cemiyet
leri ne yaparsa yapsın demek istemedim. Bendeniz o meselede Fethi Beyefendiye
iştirak ederim ve hiç bir kimse kendisini kanuni mesuliyetten kurtaramaz. Yalnız bu
meselede kendisinde bir hatası olmakla beraber, bendenizin kanaatime göre,
kendisinin hatası o kadar fazla değildir. Asıl hatayı bendeniz, isyan mıntıkası için
deki birtakım Rum kadınlarının hastalık sebebiyle İstanbul’a gitmelerine izin ver
miştir. İnsaniyetin de bir derecesi vardır. Bu hareket siyasi bir zarar vermemiş olsa

659
da ihtimal dahilinde olduğu için büyük bir hatadır. Deniliyor ki böyle her icraat ten
kit edilecek olursa, Mecliste bu işleri yapacak adam bulunamaz. Eğer her vekâle
tin hatasına görmemezlikten gelirsek de Memleket harap olur, Memleket çöküşe
gider. Bugün hatalar bu kürsüden söylenmelidir.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): İcraat hatası dedim.
İSMAİL ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Hiç kimse Fethi Bey bilerek bunu böyle yapmış
tır, demiyor. Ben de diyorum ki içtihat hatası olarak bunu böyle yapmıştır. Kendile
ri insani muamele, dedi. Burada bir tezat yaptı ve dedi ki bu kadınların böyle na
muslu olduklarına kanaat getirilmiş, müsaade edilmiştir. Bunu derken iyi düşünme
liydi. On sekiz senelik bir faaliyete sahip Pontus eşkıyaları var. Anadolu'da şimdi
ye kadar böyle bir eşkıya teşkilatı doğmamıştır. Böyle on sekiz senelik bu isyana,
kadınların, çocukların da karışmadıklarını kim söyleyebilir? Orada Vali bulunan bir
memurun bunu düşünmesi ve anlaması lazımdır. Biz ne zamanda yaşıyoruz? Bu
zamanda daima tedbirli ve dikkatli olmalıyız. Bu zamanda her adama istediği yere
seyahat etmesine, mektupların sansürsüz gönderilmesine Hükümet müsaade
edecek olursa bu memleketi harap olur. (hayır sesleri, gürültüler) Gürültü yapabi
lirsiniz arkadaşlar. Benim düşüncelerim sizlere ters gelebilir. Gerçi bir mebusun
mektubu sansür olamaz.
BİR MEBUS BEY: Fakat bir Pontusçunun olur.
İSMAİL ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Evet bir Pontusçunun ve daha bilmem hüviyeti
meçhul adamların mektupları sansür ediliyor diye Hükümeti tenkit etmek doğru
olamaz. Arkadaşlar, bu yarım adalet değildir. (bravo sesleri) Burada muhterem
Fethi Beyefendi dedilerdi ki asiler bir köyü bastıkları vakit yağma için silah atıyor
lar, kadınları da evleri soyuyorlar. Demek ki benim bu kanaatimi kendisi ispat
etmiş oluyor. O halde bunlara karşı kararlı olsalardı, kendi ağızları ile itiraf etmiş
oldular.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Hayır, hayır. O Aziz Çavuş...
İSMAİL ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Pontusçulara yapılan insani muamele, Aziz Ça
vuş’a da yapılmalıydı. Burada diyor ki İçişleri Vekili, Aziz Çavuş’u askeriye hapset
ti, ben mesul değilim. (alkışlar) Hayır, İçişleri Vekili mesuldür. Hükümet Pontus
meselesinden biran evvel kurutmak mecburiyetindedir. Sadece mesuliyet İçişleri
Vekilinin değil, ona istediği kuvvetleri vermeyen diğer vekâletlerin de mesuliyeti
vardır. Şimdi burada bir şey daha arz edeceğim. Buyuruyorlar ki Merkez Ordusu
zamanında şu kadar bin hane yanmıştır. Fakat ben idareyi aldığım zamanda beş
yüz küsur hane yanmıştır, diyor. Rica ederim, fark zamanlarla ölçülecek olsaydı,
Anadolu'da bir tek köy kalmazdı.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Zaten kalmadı.
İSMAİL ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Elbette o asiler kendi bulundukları mıntıkaların
civarını yakacaklar da, sonra uzak yerleri yakmayacaklar mı? Eğer bunu kendisi
660
nin başarılarına bir delil şeklinde gösteriyorsa bu, hatadır. Meclis bunu kabul et
mez ve yutmaz. İşte insani muamele, binlerle haneleri söndüren Pontusçulara ve
mensuplarına yapıldı. İnsani muameleyi asıl Müslüman ahaliye tatbik etmek lazım
idi, niçin yapılmadı? Çünkü birtakım Müslümanların rencide edildiği söyleniyor.
İçişleri Vekili, azınlıkları her birinin fikrini bilen bir adam olması lazım gelir. Maale
sef iyi niyetine, iyi idaresine rağmen, Fethi Beyefendinin azınlıkların vaziyetlerini
bilmediğini bu mesele göstermiştir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Görünen köy kılavuz istemez, Hocam.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Sonra efendiler, bendeniz nasıl görmek iste
rim, İçişleri Vekili Anadolu’dan dışarıya bir kuş uçurtmasın, hiç bir haber dışarıya
çıkartılmasın. Maalesef böyle olmuyor, efendiler.
ALİ BEY (Karahisar): Mümkün mü?
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Gazetecilerin cepheye gitmelerine izin verili
yor. Onlar da casusluk yapıyorlar. Bendeniz cepheyi çok kıskanırım. İstanbul' dan
bir gazeteci geliyor, cephe gezdiriliyor efendiler, ben buna razı değilim. Gizli cel
sede bu kadar söyleyeceğim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): O gazeteciye ben dedim cepheye gideceğiz,
diye. Bunda İçişleri Vekiline ait bir şey yoktur.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Yalnız burada Öğüt Gazetesinde çalışan bir
gazeteciye müsaade ediliyor, gidiyor İngilizlere casusluk ediyor. Bendenizce Ana
dolu'ya giren bir daha dışarıya çıkmamalıdır. İstanbul'a gidip gelmek en namuslu
tüccarlara bırakılmalıdır. Çünkü iktisadi vaziyetimiz için lazımdır. Hatta bunların da
şeytanlıktan, fesatlıktan uzak bulunanlarına müsaade etmelidir. Bendenizin ka
naatime göre İçişleri Vekili Meclisin itimadını kaybetmiştir. (gürültüler)
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Osmanlı Bankasının memurlarına lazım ge
len yardım ve kolaylıkların sağlanması için Maliyeden devamlı yazı yazıldığını
Fethi Beyefendi buyurdular, hakikaten doğrudur. Malumunuz Osmanlı Bankası
Devletin resmi bir bankasıdır ve hatta Hazinesidir. Ondan başka da bugün imtiyaz
lı devlet bankası adıyla başka bir müessesemiz yoktur. Malumunuz Memleketi
mizde para havaleleri yapılacak, Osmanlı Bankasından başka bir müessesemiz
yoktur. Trabzon'da, Erzurum'da bulunan bir parayı lüzumu anında Ankara'ya veya
Garp Cephesine nakledebilmek için, postalarımıza kalırsa bir buçuk ayda havale
etmenin imkanı yoktur. Halbuki mali vaziyetimizi biliyorsunuz ki her yerde mevcut
olan paramızdan yirmi dört saat evvel istifade etmek mecburiyetindeyiz. Bunun
için Anadolu dahilinde bulunan banka şube müdürlerinin cesaretiyle havale ve
avans muamelelerinde yardımlarda bulunuyorlar. Tüccarlarımıza yaptıkları yar
dımlar da başkadır. Onun için Osmanlı Bankası şubelerinde çalışan, Vatana hıya
net faaliyeti olmayan ve siyasetle meşgul olduklarına dair elimizde bir şüphe bu
lunmayan memurları hakkında lazım gelen kolaylıkların sağlanması için diğer

661
vekaletlere yazılar yazılmıştır. Hatta bu ricamı bugün de tekrar ederim. Banka
müdürleri, müdür yardımcıları, veznedarları, muhasebecileri Dünya Harbinden
bugüne kadar askerlikten tecil edilmişlerdir. Müsaadenizle bir iki noktaya daha
temas edeyim. Trabzon'da kalan Rumlardan Panço’nun Rus işgali zamanında
Müslümanlara nasıl yardımcı olduğunu Trabzonlular çok iyi bilirler. Panço orada
belediye meclis üyesi seçilmiştir. Fakat Rumlar ayaklandıkları vakit Panço da yerin
dibine girmiş olmalıdır. Panço, bu meselelerle alakadar olacak bir şahsiyet değil
dir. Belki bütün Müslümanların Rus istilası zamanında emniyet ve itimadını ka
zanmıştır. Rus istilası zamanında Rumları teşvik edenlerle, Pontusçuluğu musallat
edenlerle açıktan açığa mücadele etmiş bir şahsiyet idi. Trabzon'a gittiğim zaman
gördüm ki bütün Müslümanlar Panço'nun hizmetlerini takdir ediyorlardı. Trab
zon’dan İstanbul'a Hükümetin izni ile gidenlerin sayısı, firar ederek gidenlerin bin
de ikisi kadardır. Karadeniz’de düşman donanması bulunduğu müddetçe yalnız
Rumların İstanbul'a firarı değil, gümrükten çok şeyler kaybediyoruz. Müsaadenizle
bir parça da Pontus meselesine temas edeceğim. Mondros Ateşkesinden sonra
her tarafta, bilhassa Karadeniz sahilinde Rumların yoğun olduğu mahallerde,
Trabzon, Samsun ve kısmen Giresun’da siyasi bir teşkilatın silahlanarak dağlara,
kırlara çıktığını hepimizin biliyoruz. Bu Pontus çetelerini temizlemek için Yüce
Mecliste çok konuştuk. Ama o zamanlar onların üstüne gönderecek kafi miktarda
kuvvet bulamadık. Nihayet münasip bir zamana tehir edelim kararını biz verdik.
Hatta Hasan Basri Beyefendi, Balıkesir'den Bursa'dan aldıkları mektupların tesiri
altında bir gün bu kürsüde o kadar üzülmüşlerdi ki Rumluk adı altında ne varsa
imha edelim, demişti.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Şimdi de aynı kanaatteyim.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Ben zannediyorum ki Meclisimizde Rum dostlu
ğunu, hatırından ve hayalinden geçiren bir arkadaşımız olduğunu düşünemem.
Ermeni tehciri yapıldığı vakitteiçin
Memleketin
Ermeniler dört tarafı muazzam ordularla çevrilmiş
ve tehcirin ne demek olduğunu bilmediğinden, birden tatbik edilmişti.
Pontus meselesini halletmek Hükümetimiz karar verdiği vakit iki sene evvelin
den Rumlar silahlanmış, dağlara, kırlara yayılmışlardı. Biz müdafaa vaziyetinde
idik. Yani diğer tehcirler gibi ani ve birden yapılacak bir vaziyette değildik.
BİR MEBUS BEY: İyi idare etseydik olurdu.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Fethi Beyefendi Samsun'a giderken o havali
mebuslarından olduğum için kendilerinden rica ettim.
-Burada bu iş için silah altına davet edilen yeni askerlerin bu işe kâfi gelip, gelme
yeceğine ben şahsen şüpheliyim, icap ederse Şark Cephesinden kuvvet nakledil
mesi için Genel Kurmaydan talepte bulunalım,
...dedim. İçişleri Vekili Fethi Bey buna teşebbüs ettiler. Zaman ve hadiseler benim
bu fikrimin icrasına elvermedi. Yani Pontus meselesini daha ani ve seri olarak
halledebilmek için bir çare bulunamadı. Genel Kurmay bu fikrimi uygun bulmadı

662
ve bulamazdı da. Bendenizce Pontus meselesinin bugüne kadar neden halledile
mediğini değil, bugün çaresi nedir, bunu düşünür lazım gelen kati kararı verirsek
daha hayırlı bir iş yapmış oluruz. Bu mesele, Dünya Harbinde bir tümenimizi o
mıntıkada zapt etti ve zaman oldu ki bir alayımız bir yerden bir yere gidemeyecek
bir hale geldi. Ateşkesten sonra da Pontus asileri o mıntıkaya adeta hâkim olacak
bir vaziyete geldiler. Bunun için, bu işi esasından halletmek için çare nedir ve ne
lazımdır, para hususunda ve asker hususunda ne yapmalıdır, ne gibi tedbirlere
ihtiyaç vardır, bunlara karar verirsek, bu meseleyi kökünden halletmiş oluruz. Son
zamandaki vaziyet, altı ay evveline göre her halde yüzde seksen azalmıştır. Fakat
neden yüzde yirmisi kalsın? Bunu tamamen halletmek için her ne lazımsa düşün
memiz lazımdır. (bravo sesleri) Bendenizce lazım olan tedbirlerin ne olduğunu bir
tarafa bırakıp da bir şey yapıldı, yapılmadı gibi müzakereler faydasızdır. Tenkit
hakkımızdır, fakat fazlası Memleket için faydalı bir netice vermez. Gensoru öner
gesinde en dikkat çekici noktalardan birisi, Pontus meselesinin biran evvel tamam
lanamadığı, bir diğeri de İstanbul'a bazı Rumların nasıl gittiklerine dairdir. Bende
niz de diyorum ki kaçarak, firar ederek, denize giren ve yüzerek yabancı vapurla
rına binen ve bu şekilde İstanbul'a kaçan, oradan vekaletname gönderip Sam
sun'daki beş yüz bin liralık malını mülkünü Amerikalılara bilhassa sattıran Rumlar
mevcuttur. Bunlar kimin izin vesikası ile gitti, rica ederim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): İzin verilenlerden bahsediyoruz.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Trabzon'da müstakil olarak yalnız iki Rum mahal
lesi vardır, diğerleri karışıktır. Yani şehirde her hangi bir sebeple arama yapılacak
olsa, şehrin Kavak Meydanına ve Değirmendere’ye nöbetçi koymadıkça arama
yapılmasına imkan yoktur. Çünkü öyle bazı şehirlerde olduğu gibi, Trabzon, Rum
Ermeni mahalleleri karışıktır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Mahalleler semt, semttir. Memleketimi sizden daha iyi
bilirim.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Rica ederim Şükrü Bey, mesele memleketi iyi
bilip bilmemek meselesi değildir. Her halde Trabzon'u ben de çok iyi bilirim. Deni
zin kıyısında müstakil iki Rum mahallesi vardır. Fakat o da yine Müslüman mahal
leleri ile çevrilidir ve diğer mahalleler karışıktır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Yani mahalleler karışıktır, evler karışık değildir,
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Bazı mahallerde hatta evler de karışıktır.
NUSRET EFENDİ (Erzurum): Arama meselesine bendeniz de vakıfım. Trabzon'a
geldiğim akşam Değirmendere'ye giden yol üzerinde bulunan askerlerin oraya
giden mahalleri abluka altına aldığını gözlerimle gördüm.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Sen de yanlış söylüyorsun, Hocam.

663
RAGIP BEY (Amasya): Efendim, bendeniz seçim mıntıkama ait bazı şeyler söyle
yeceğim. Vekil Bey, vazifeye başladığı zaman toplu olarak köyler yakılmamıştır,
tek tük haneler yakılmıştır, dediler. Halbuki Vekil Beyefendi Amasya'dan ayrıldık
tan sonra Abacı Köyü iki yüz, üç yüz kişilik bir Rum kafilesi tarafından basılarak
yakılmışmış, bir kaç şehit verdirilmiş ve hayvanların tamamı götürülmüştür. Bu,
kendi ifadeleri ile tezat teşkil ediyor. Halbuki bu köyde de asker mevcutmuş. Asker
mevcut olduğu halde yatıp uyuyormuş. Yani eşkıya, Hükümeti uykuda bulmuş.
Yine kırk, elli kişilik bir çete Kınacak Köyünü basınca, ahali tarafından gördükleri
karşılık üzerine ve daha sonra asker de yetişerek çeteler köye girememişler, fakat
köyün yayılan bütün hayvanlarını almışlar ve götürmüşlerdir. Yine bu sene Rama
zan içerisinde Gümüşhacıköy Kazasının Çat Köyünü basmışlar, oradan da olduk
ça ehemmiyetli miktarda hayvan sürülerini alıp götürmüşlerdir. Bunlar, Vekil Beye
fendi buraya teşrif ettikten sonra olmuştur. Sonra Beyefendi, sekiz yüz kadar silah
lı eşkıya kalmıştır, dediler. Bendeniz buna karşı bir hikaye nakledeceğim. İçişleri
Vekili Ali Fethi Beyefendi, Merkez Ordusu Kumandanı Nurettin Paşa vazifede iken
sormuş,
-Ne kadar Rum eşkıyası kalmıştır?
-Silahlı olarak Pontus mıntıkasında sekiz yüz kadar silahlı eşkıya kaldı,
...demiş Nurettin Paşa.
-Pekala sekiz yüz eşkıya nerede, hangi yerlerde tespit edebiliyorsunuz,
-Bunlar göçebe halinde dolaşıyorlar, yerleri bilinmiyor,
...diye cevap almış. Yine bugün buyuruyorlar ki sekiz yüz eşkıya kalmıştır. Demek
oluyor ki sekiz yüz eşkıyadan, Vekil Beyefendinin burada beyanatta bulunduğu
zamana kadar, hiç bir kimse öldürülmemiştir.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): O zaman söylediğimi tekrar ettim.
RAGIP BEY (Devamla): Şimdi ne kadar kalmıştır, Beyefendi?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Bilmiyorum, nereden bileyim.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Eli ile saymadı ya, bunu ne bilsin.
RAGIP BEY (Devamla): Arz edeyim Efendim, bundan bir ay evvel seçim mıntıka
sından dönmüş olan bir arkadaşımız, bu eşkıyayı takip eden Kumandan, silahlı
eşkıyayı iki bin tahmin ediyorum, demiştir. Sonra ben bugün iddia ediyorum ki, iki
bin değildir, dört bindir. Çünkü, bunun safhaları pek uzundur, her Rum’un elinde
bir silah değil iki silah mevcuttu. Acaba üç aydan beridir kaç silah almışlardır. Bu
kadar eşkıya yakalanıyor, yok ediliyor, ama eşkıyanın silah mevcudu eksilmiyor.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Sopa ile harp ediyorlar.

664
RAGIP BEY (Devamla): Demek oluyor ki miktarını tayin ve tespit edemiyor. Beye
fendi yalnız kendisine verilen malumata göre hareket ediyorlar. Yozgat'tan telgraf
la Erbaa eşrafını, Müftüsünü isim vererek Amasya’ya gelmelerini emrediyorlar.
Bunlar Amasya'ya geliyorlar, Vekil Bey de Havza’da olduğu için oraya gidiyorlar,
görüşüyorlar. Daha sonra Erbaa'ya uğrayacağına söz veriyor. Sonra oraya uğra
mıyor. Bu eşkıyanın takibinde o mıntıkanın vaziyetini bilen adamların mütalaaları
nı almak için oraya gitmezse bu iş olmaz. Bendenizin kanaatim budur. Vekil Bey
Erbaa’ya gitmeyi tenezzül etmemiştir. İş bundan ibarettir.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Arkadaşlar, bu dakikaya kadar söylenilen sözleri
dinledim. Hiç bir vekile bu kadar hak vermemiştim. İçişleri Vekilini haklı görüyo
rum. (gürültüler) Denildiği gibi Pontus meselesi mühimdir, büyüktür ve bunun he
men halledilmesi lazımdı. Bu, cidden doğru bir şeydir. Biz meseleleri muhakeme
ederken o andaki istek ve ihtiyacımızı değil, zaman, mekan ve imkanları göz
önünde bulundurmalıyız. İhtiyaç için elden gelen yapılabilir. Bizim İzmir'e kavuş
mamıza da çok ihtiyacımız vardır. (gürültüler) Biz onların karşısında ancak zaman,
mekan ve imkanı gösterip, onların bize verdiklerini iyi kullandığımızı gösterebilir
sek alnımız açık olarak çıkarız, gösteremezsek hatalı, alnımız yere düşmüş olarak
çıkarız. Bu memlekette eşkıya takibi hususunda en salahiyet sahibi bir kaç kişi
varsa, biri de Fethi Bey’dir. (gürültüler) Rica ederim dinleyiniz. Bugün hala mevcut
Pontus meselesinin devam ettiği hakikattir. Ama bunun üstesinden zamanı, me
kanı ve imkanı gelmeden baş edilemez. Bu tabii kanunlara karşı koyacak kuvvet
yoktur. Eğer olsaydı bu kadar kuvvet toplayan Avrupa milyonlarla kuvvetleri cep
helere sevk edebilir ve gönderebilirdi. Trabzon’daki bazı Rumlara İstanbul’a gitme
leri için izin verilmesi meselesine gelince. Bu yapılan elbette uygundur. Biz Os
manlılar olarak kuruluşumuzdan beri Hıristiyan azınlıkların haklarına o kadar riayet
ettik ki bugün Avrupa'ya karşı alnımız açık bulunuyor ve her azınlığa haklarını
verdiğimizi iddia edebiliyoruz. (gürültüler) Müsaade ediniz, size şahidi olduğum
hadiseyi söyleyeyim: Rus Elçisi Aralof cepheye gitmiş ve orada Paşa Hazretlerine
tesadüf etmiş. Ona anlattığı hikayelerden bir hadise çok dikkatimi çekti. O hadise
sebebiyle Milletlimle iftihar ettim. Bilmem Konya taraftarında bir yerde vaktiyle
Çarlığın zulmünden kaçmış Rus muhacirler dinini ve ayni zamanda lisanını muha
faza etmek şartıyla bugüne kadar yaşamışlar ve yaşıyorlarmış. Aralof bunun için
bütün Anadolulara minnettar kalmış. Biz bu akıldan dönmeyiz. (gürültüler) Fena
adamları kaçırmak, tıpkı iyi adamlara zulmetmek kadar suçtur. Eğer bugün fena
lıklardan bahsedenler varsa bunların fenalıklarını neden şimdiye kadar haber
vermediler.
EMİN BEY (Canik): Gavurların içinde suçsuzlar varsa.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Devamla): O vakit bir şey demem. Bugün izin verilip gönde
rilenler içinde fenalığı olmuş kimse yoktur. Ben herkesin kalbinden geçen şeyleri
bilemem. Yoksa kuşkulanmaya lüzum yoktur. Söylenenleri dinledim ve anladım ki
Fethi Bey İçişleri Vekaletine getirilmemiş olsaydı, Samsun bombardıman edilirken

665
biz çok acı şeyler görmek üzereymişiz. Onları öğrendim ve bir defa daha İçişleri
Vekili Fethi Beyefendiye teşekkür ediyorum.
EMİN BEY (Canik): Muhterem arkadaşlarım, arkadaşım Tevfik Rüştü Bey’in par
lak beyanatından sonra benim konuşmam pek sönük olacaktır. Yalnız aramızda
şu fark olacaktır ki ben vesikalara dayanarak Pontus meselesini izah edeceğim ve
herhalde benimki kuvvetli olacaktır. Muhterem arkadaşlarım, 1915 tarihinden beri,
yani mektepten mezun olduğumdan beri, Rumluk meselesini içinden bugüne gel
dim. O tarihten beri ve kanunun bana verdiği salahiyetle Amasya İstiklal Mahke
mesinde şimdiye kadar maalesef bunların hakkında tatbik edilmeyen kanun hü
kümlerini tatbik ederek, dört yüze yakın Pontus üyesini idama mahkum etmiş biri
olmam sebebiyle, herhalde Pontus meselesini çok iyi bildiğimi takdir edeceksiniz.
(tabii sesleri) Muhterem arkadaşlarım, Fethi Beyefendinin buradaki beyanatını
duyduktan sonra hatırıma ne geldi bilir misiniz? Memleketim Rum asilerinden kur
tulmuş da benim haberim yok, ben duymamışım. Halbuki maalesef hakikat böyle
değildir.

ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Memlekette asi kalmamıştır, demedim.


EMİN BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz Efendim, ben sizi hürmetle dinledim.
Gösterdiğiniz yazılara göre kalmamış demektir. Bendeniz sizleri çok üzmek iste
mem. Derin, büyük ve elim bir mesele üzerinde tamamıyla hakikati olduğu gibi
göstermek için Pontus meselesi hakkında izahat vereceğim. Bazı arkadaşlar me
selenin hakikatini bilmedikleri için, gayet tafsilatlı olarak bu meselenin tarihçesini,
maksat ve gayesini, iç ve dış teşkilatını, bu teşkilatla alakadar olanların kimler
olduğunu anlatacağım. Anlatırken de elimde bulunan üç yüze yakın vesikadan
bazılarının, bazı kısımlarını okuyacağım ve İçişleri Vekilinin beyanatına cevap
vereceğim. Muhterem arkadaşlarım, Paris'te Umum Merkezi bulunan Pontus Ce
miyetinin basıp dağıttığı ve Karadeniz mıntıkasındaki her Rum’un evine bir tane
gönderdiği şu haritada gördüğünüz gibi Pontus, Zonguldak'tan başlayarak
Batum’a kadar olan mıntıkaya verilmiş olan bir isimdir. Zonguldak, Sinop, Sam
sun, Trabzon, Gümüşhane livaları ve içeride Yozgat, Çorum, Amasya, Tokat ve
Sivas’ı ihtiva etmek üzere şu haritayı yapmışlar ve bu gaye uğruna çalışmak üzere
faaliyete başlamış bir teşkilattır. Arkadaşlarım pek güzel buyurdular, bu teşkilat
faaliyete 1914 yılından itibaren başlamıştır. Bu yerlerde aynen bizim Müdafaayı
Hukuk Cemiyetini kopya ederek bilhassa Mondros Ateşkesinden sonra livalarda
heyet merkezleri, kazalarda idare heyetleri, İstanbul'da temsil heyeti olmak üzere
teşkilatlarını tamamlamışlardır. Bu teşkilatın ehemmiyet ve büyüklüğünü göster
mek için müsaadenizle bir şey okuyacağım.
HACI TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Müsaade buyurunuz Efendim, bugün vakit geçi
yor, rica ederim. İçişleri Vekilini mesul edecek ne ise beyanatınızı ona göre veri
niz, rica ederim ve daha iyi olur zannederim. (devam sesleri) Bunu gazetelerde de
okuduk.

666
EMİN BEY (Devamla): Efendim, müsaade buyurun. (devam sesleri) Yani Hoca
Efendi maneviyatımı kırdı, Hoca efendi sizden beklemezdim. Efendim, mesele
gayet basittir. Bu meseleyi dinlemeyen ve buna ehemmiyet vermeyen arkadaşlar
lütfen dışarı çıkar ve dinlemeyebilir. Fakat buna ehemmiyet verenler, Vatanın bir
ismini alakadar ettiği için burada dinleyebilirle.
HACI TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Okuyabilirsiniz Efendim. Fakat bunun aslını ga
zetelerde gördük, vaktimizi boşa harcamayalım.
ALİ VASAF BEY (Genç): Biz bu meseleler için buraya geldik, kanun filan yapmak
için gelmedik (devam sesleri)
EMİN BEY (Devamla): Peki Efendim, okuyorum.

Pontus Cemiyeti önce her bir liva ve kaza için bir amir seçecektir. Bu
amirin reisliğinde Cemiyetin Umum Merkezi ile doğrudan doğruya temas etme
yecek ve Umum Merkezin Reis ve üyelerini tanımayacak olan liva ve kaza
idare heyetleri teşkil edilecektir. Bu idare heyetleri Umum Merkezin mühürü ile
mühürlenmiş ve gönderilmiş emirleri yerine getireceklerdir. Şayet liva veya
kaza amiri diye seçilmiş olan şahıs Cemiyetten ayrılacak olursa, Umum Merkez
bunun yerine başkasını seçecek, şayet idare heyetindeki üyelerden bir kaçının
değiştirecekse, o zaman reis onları seçilecektir. Her liva ve kaza heyeti, bir
toplantı ile o yerdeki Rum nüfusuna göre onbaşılar seçecek ve bunların isimle
rini Umum Merkeze bildirecektir. Cemiyetin içinde haberleşme, Umum Merke
zin mühürü olan mektuplarla yapılacaktır. Her onbaşı bulunduğu mahalle veya
köyden on Rum genci seçecektir. Bu gençler o onbaşının bölüğü olacak ve
bulundukları mahallenin veya köyün emniyetini sağlayacaklardır. Umum Mer
kezin emrini yerine getirmeyenler, Umum Merkez tarafından cezalandırılacak
lardır. Bütün üyeler İncil üzerine yemin edeceklerdir. Yemin şöyledir.
“Hazreti İsa adına, sır tutacağıma ve verilen emirleri harfiyen yerine geti
receğime, milletimin müdafaasını memnuniyetle yapacağım, hatalarım yüzün
den veya vazife yapmamam yüzünden tayin olunacak cezayı şimdiden kabul
ettiğime, yemin ederim.”
Gizli sırları ifşa edenler veya yeminden dönenler, ihanet edenler kurulan
mahkemelerde cezalandırılacaklardır. Gizli mahkemeler, Umum Merkez tara
fından tayin olunmuş bir reis ve dört üyeden teşekkül edecektir. Yirmi yaşından
itibaren her Rum genci silahlandırılacaktır. Bu Rum gençleri de şöyle yemin
edeceklerdir.
“Milliyetimizin fikirleri ile alakalı olan vazifeleri, sadakatle, itaatle, ölmeyi
göze alarak ve sır saklayarak yerine getireceğime ve yapmadığım takdirde
vereceğiniz cezayı tereddütsüz kabul edeceğime, Teslis adına yemin ederim.”

667
Maksat ve gayesini biraz evvel arz ettiğim gibi bu mübarek Vatanımızın bu mıntı
kasında bir Rum cumhuriyeti kurmak için çalışan bir teşkilat mevcuttur. Bu teşkila
tı, her yerdeki Metropolitlerin ruhani liderleri idare ediyorlar. Buna bir misal vesika
yı okuyorum.

Samsun'da Muhterem Peder İskopos Efendi Hazretlerine,


Şerefli Efendim, çeteler diyorlar ki paramız da yoktur, bize lazım olan
cephaneyi gönderiniz. Vaziyetten yüce şahsınızı haberdar ederim.

Bunun gibi vesika pek çoktur. Bunun altında mühürü, imzası mevcuttur. Bunlar
aynı zamanda dışarıdaki teşkilata da ehemmiyet veriyorlar. Bunun da merkezi
Atina’dır.
HAKKI BEY (Van): Haberleşme Rumca mıdır?
EMİN BEY (Devamla): Rumcadır Efendim. Bu teşkilat herhangi bir şekilde, bizim
zayıf olduğumuz bir zamanda bize hücum ederek derhal Yunanistan’a ilhak etmek
gayesine göredir. Bunun için de bir çok vesika var, okumak istemiyorum.
EMİR PAŞA (Sivas): Rica ederim, bir tanesini okuyun, canım.
EMİN BEY (Devamla): Okuyayım Paşam.

Trabzon Metropoliti Hazretlerine,


Pontus’un istilası hakkındaki emirlerinizi sabırsızlıkla bekliyoruz. Emrini
zin gecikmeyeceği kanaatindeyiz. Atina bölükleri toplanmış vaziyettedir. Bunla
rın arasında bizim Yorgi de vardır ve tam bir asker sıfatıyla mevcuttur. Askeri
vazifesini çok iyi yaptığı için liyakat nişanı almıştır.

Aynı zamanda kendilerinin kuvvet ve kudretiyle belki muvaffak olamayacaklarını


düşündüklerinden bazı Müslümanlardan da yardım ve destek görmek ümidiyle
beyannameler dağıtıyorlar. O beyanname burada mevcuttur.

Karadeniz'deki Türk Hemşerilerimize,


Sizler İstanbul Hükümetinden yıllardır zulüm gördünüz? Halbuki bizim
emelimiz yine Türk ve Rum hakimiyetidir. Kuracağımız devlette Reisicumhur
bizden olacak, yardımcısı sizden olacaktır. Binaenaleyh İstanbul Hükümetiyle
münasebetinizi kesiniz. Ankara Hükümeti de sizi mahvetmek istiyor. Halbuki
bizim maksadımız Memleketimizi kurtarmaktır. Gelin beraber çalışalım.

Buna dair de birçok vesika vardır. Aynı zamanda yabancılara kendilerinin kuvvet
ve kudreti hakkında malumat verebilmek için muntazam programlar yapıyorlar.
Size bunların birini okuyayım.
668
Hiriyantüs Efendiye,
Amerikalılar sizinle temas ediyor, geliyor, görüyorsunuz. Onlarla temas
etmekten çekinmeyiniz. Onlara vaziyetinizi gösteriniz ve kuvvetlerinizin miktarı
nı da söyleyiniz. Onlar bize düşman değildirler. Bizim kurtuluşumuzu istiyorlar.
Fakat bugünkü günde vaziyetleri itibariyle bir şey söyleyemiyorlar. Sizin gayre
tiniz, faaliyetiniz devam ettikçe ki mutlaka bir gün buna ulaşacağız. Binaena
leyh teşkilatımız hakkında onlara malumat verebilirsiniz.

Bu ve buna benzer üç yüz küsur vesikadan anlaşılıyor ki hayatımıza, dinimize,


namusumuza ve mevcudiyetinize olan kasıtları pek müthiştir beyefendiler. Bunları
okuyup da titrememek ve bunları şimdiye kadar anlayamamak mümkün değildir.
Muhterem arkadaşlarım, çok temenni ederim ki bir heyet kurulsun, bu vesikalar
basılsın ve dağıtılsın. Bu yapılırsa çok iyi olacaktır.
HAMDİ BEY (Genç): Tabii bunları işittiğimiz için memnun olduk. Fakat şimdiye
kadar neye haberdar edilmedi. Bunu bu kadar geciktirdiğiniz için teessüf ederim.
EMİN BEY (Canik): Benim elimde değildir efendim, niçin böyle dersiniz. Bunu
Hükümet yapacak.
HAMDİ BEY (Genç): Eğer daha önceden bildirseydiniz iyi olurdu. Böyle bir senedir
gecikmemeliydi.
EMİN BEY (Devamla): Şimdi efendim, Vekil Beyefendi ile bir noktada ayrılıyorum.
Bendeniz de Samsun'da nüfus kaydından anladığıma göre 229.857 Müslüman,
93.176 Rum vardır. Vekil Bey seksen bin filan diyorsunuz. Buna göre Rum nüfusu
üzerine dikkatinizi bilhassa çekerim. Bunun üzerinde mukayese yapacağım. Ben
deniz Memleketimin bugünkü vaziyetine tabii ki çok üzülüyorum ve bunun devam
etmemesi için yine çırpınırım. Vekil Beyefendinin şahısları katiyen bahis mevzu
değildir. Onun zamanında olmuş, olmamış diye katiyen düşünmüyorum. Şimdi
Efendim, Samsun Livası dahilinde Mondros Ateşkesine kadar öldürülen Müslü
manların sayısı 588, yakılan ev sayısı 760.
FERİT BEY (Çorum): Ne vakitten beri?
EMİN BEY (Devamla): 1914'den beri. Eşyası gasp edilerek yakılan çiftlikler 19'dur.
Eşyası gasp edilen ve tamamen yakılan köyler 11, eşyası gasp edilerek kısmen
yakılan köyler 21, yağma olunan ev 145’dir ve bunlar resmi kayıtlardır. Oradaki
Jandarma Kumandanlığının ve Hükümetin resmi kayıtlarıdır. Gasp edilen para
110.190 lira, merkep 906, manda 1.788, öküz 1.337, sığır 2.476, koyun 9.036,
mısır ve arpa 1.800.000 kilo, at 487 adetten ibarettir. Yani 1914 yılından Ateşkese
kadar kayıp listesi budur. Belki bundan fazlası da olmuştur. Çünkü bu ancak Hü
kümetin resmi kayıtlarıdır. Benim bildiğim Ateşkes imzalandığı zaman Samsun ve
civarında eşkıyalık yapan dört bin Rum vardı. Bu malumatı bizim o zaman orada

669
bulunan Rum hafiyelerimizden aldık. Bildiğimiz gibi Hükümetçe görülen lüzum
üzerine Rumlar iç kısımlara nakledilmeye. Bu nakil sırasında görülen bazı idare
sizlikler sebebiyle, bunları güya bizim tamamıyla imha edeceğimiz kanaatini verdi.
Kadın, ihtiyar ve çocuklarıyla birlikte Rumlar dağlara kaçtılar. Hükümetin resmi
kaydıyla arz ediyorum, Giresun, Ordu livalarındaki Rumlar da dahil olmak üzere iç
kısımlara naklolunan Rumların miktarı kırk beş bin kişidir. Şimdi Samsun'da ihti
yar, kadın ve çocuk beş bin nüfus Rum vardır. Bafra’da kalmamıştır. Diğerleri ya
içerilere naklolunmuştur, ya da dağlara kaçmıştır. Dağlarda altı bin silahlı Rum
vardır geri kalanı silahsızdır. Beyefendiler İçişleri Vekili Beyefendinin dedikleri gibi
dağlarda çatışmalar vardır. Fakat dağlarda bulunan Rumların yüzde doksan doku
zu silahsızdır. Yakalanan eşkıyaların çoğunda silah alınamamıştır. Çünkü Apostol
öldürülmüştür veya yakalanmıştır, fakat silahını Nikola almıştır. Halbuki biz onların
ellerinden silahını almak suretiyle bu işi halledebiliriz. Beyefendiler, bu mücadele
sekiz seneden beri devam ediyor. Fakat bilhassa bir seneden beri şiddet en son
noktasına gelmiştir. Yalnız sekiz seneden beri verdiğimiz kayıplar yetmemiş gibi
bugün de böyle giderse sizi elemle, hüzünle söylerim ki Samsun Livası dahilinde
tek bir Müslüman kalmayacaktır. Buralarda taarruza maruz kalmamış, hayvanları
gasp edilmemiş ve yakılmamış bir tek Müslüman köyü yoktur ve bu ahalinin zen
ginleri daha içerilere girmektedirler. Biz sekiz seneden beri devam eden eşkıyalı
ğın bilhassa son devrinde aldığı şekil itibariyledir ki İçişleri Vekiline bu hususta
gensoru önergesi verdik. Ben de biliyorum ki mücadele devam ediyor ve kuvvetle
rimizin başında bulunan Kumandan pek muhterem, namuslu ve çok çalışmış bir
askerdir. (kimdir o sesleri) Cemil Cahit Bey. İçişleri Vekilinin zamanında yakılan
köyler şunlardır, Esenler, Ortaklar, Abacı, Kabaceviz, Canikli, Ayazma. Bu köyler
nüfusça da kayıp vermişlerdir. Daha umumi söylemek için şunu arz edeyim ki
Bafra Kazasının yakınından geçen Kızılırmak’ın sağ sahilinde yalnızca Gazibey
Köyü kalmıştır, başka hiç bir Müslüman köyü kalmamıştır.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Yani Kızılırmak’ın sağ sahilinde hiç Müslüman
köyü kalmamış mı diyorsunuz?
EMİN BEY (Devamla): Üç, dört kalmıştır.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Ben gördüm, vardı.
EMİN BEY (Devamla): Siz Gazibey’den geçtiniz. Dört köy kalmıştır.
BİR MEBUS BEY: Tamamı kaç köydür?
EMİN BEY (Devamla): Otuz beş. Rica ederim, bu meseleye daha fazla bir ehem
miyet verilseydi, bir iki tümenimiz gelip cepheyi takviye etseydi olmaz mı? Oradaki
ahali ziraat edemez, aç kalırsa devlete vergi veremez. İçişleri Vekili Beyefendi
buyuruyorlar ki herhalde şimdiki hal eskisinden daha iyidir. Hayır beyefendiler,
hayır. Size Samsun'dan aldığım mektuplarla ispat ederim ki bugün vaziyet dünden
daha kötüdür. Mektuplarında bize soruyorlar, mebus efendiler ne yapıyorsunuz,
ne uyuyorsunuz, biz boğazlandıktan sonra mı uyanacaksınız? Yarın veya bir son
670
raki gün sizlere Bafra Bidayet Mahkemesinin Bafra Rumları hakkındaki ifadelerini
bilhassa arz ederim, duyarsınız ve zaten biz onları biliyoruz. Rumlara niçin teslim
olmuyorsunuz dediğimiz zaman,
-Biz hiç bir vakitte teslim olmayız. Bizim ölmekten başka bir gayemiz yoktur.
...demişlerdir. Bunlar teslim olmaz ve olmayacaklardır. Sonuna kadar devam edi
yorlar ve edecekler. Bunu bana binlerce Rum cesaretle söylemiştir. Vekil Beye
fendi dediler ki aldığımız tedbirlerle bu işi bitireceğim. Hayır Beyefendiler, bu ted
birler kâfi değildir. Bu iş biter, fakat o havalide de bir tek Müslüman ve Müslüman
köyü kalmaz. Halbuki asıl maksadımız bu değildir ve kendileri de bunu takdir eder
ler zannederim. Beyefendiler, buraya fazla bir kuvvet gönderip işi bitirmek daha iyi
değil midir?
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Bu bir Hükümet meselesidir.
EMİN BEY (Devamla): Bendeniz de zaten onu söylüyorum.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Çok güzel. O halde önce umumi bir hükümet
sistemi, idare mekanizması kuralım.
EMİN BEY (Devamla): İçişleri Vekili dediler ki raporlar sahte olamaz. Benim de
gönlüm sahte demeye razı değildir. Fakat beyefendiler, mesela bundan evvel
Samsun'da Tümen Karargahında nöbet bekleyen bir asker dağdan inen asiler
tarafından öldürülmüştür. Fakat raporda denilmiştir ki tüfeğiyle oynarken kazaen
ölmüştür.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Ne zaman oldu?
EMİN BEY (Devamla): İki ay evvel.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Hayır, çok eski bir hadisedir. Kumandan İsmail
Hakkı Bey zamanındadır.
EMİN BEY (Devamla): Ama hadise böyledir.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Rapor Fethi Bey’in değildir.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): İki ay evvel böyle bir hadise olmamıştır, eskidir.
EMİN BEY (Devamla): Yani sizin zamanınızda değil mi?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Evet.
EMİN BEY (Devamla): İşte maksat da budur. Maksadım bazen böyle oluyor de
mekten ibarettir. Beyefendiler Amasya İstiklal Mahkemenin, Samsun'daki Pontus
Merkez Heyeti üyeleri oldukları için idama mahkum ettiği bazı ailelerin İstanbul'a
gitmesi meselesine gelelim. Beyefendiler bu aileler içinde şüpheli olan ve herhangi
bir mahkemeye sevk edilmeleri lazım gelen bazı kadınlar mevcuttur. Bunu bizim

671
mahkememiz yapacaktı. Dosyalar Amasya’da olduğu için size o kadınlarla alakalı
vesikayı gösteremiyorum.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Niye mahkum etmediniz?
EMİN BEY (Devamla): Arz edeyim, biz vesikaları tasnif edip, dosya açıyor ve sıra
sıyla muhakemelerini yapıyorduk. O dosya en sonraya kalmıştı. Ne yazık ki
Amasya İstiklal Mahkemesi kapatıldığı zaman o dosyalar Hükümete devredilmiştir.
Beyefendiler, bir defa şu noktayı bilhassa kaydetmek isterim, mahkemeden daha
evvel gördüklerim, bildiklerim bana göre mahkemeden daha iyi netice verdiği için
ve meselenin vaziyetini vesikalardan daha iyi anladığım için buraya geldiğimde
muhterem arkadaşlarıma, Amasya, Samsun, Tokat’ın vaziyetini izah ettim ve buna
biran evvel çare bulunması lüzumu hakkındaki kanaatimi arz ettim. Zaten onlar da
o kanaate sahiptiler ve arkadaşlarımın çok güzel izah ettiler. Hükümetimizin İçişle
ri Vekili sadece bu işi halletmek için o havaliye gidince, halkın maneviyatını boz
muş olur. İçişleri Vekili bu işi bitirmek imkanını görmüyorsa idi gitmemeleri icap
ederdi. Bugün maalesef Samsun ve havalisinde, Rum çetelerini İçişleri Vekili bile
geldi halledemedi, deniliyor. Bu iyi bir kanaat değildir. (çok fena sesleri) Amasya
İstiklal Mahkemesindeki dosyalarda bir çok mektuplar var. Misal olarak bir mek
tupta şöyle diyor.
"Rum aileleri İstanbul’a gitmeye devam ediyorlar. Fakat on beş günden beri şimdi
lik giden yoktur. Yalnız bendenizin bildiğim, yeniden Rum ailelerinden altı, yedi
aile İstanbul’a gitmek için çalışıyor. Bakalım bunlara izin verilecek mi? Bu Rum
ailelerden duyduğuna göre beş altı yüz liradan üç bin liraya kadar rüşvet alınıyor
muş. Burada bir iki kişi varmış, bir iki kişi de Ankara'da varmış. Para alındıktan
sonra buradan Ankara'ya yazılıyormuş. Bunların gerek mebuslardan, gerekse
Hükümetten nüfuzları varmış. Bu şekilde bazı Rum ailelerine şöyle izin alıyorlar
mış. Bu adamlar, mebus veya Hükümetteki idareciye diyorlar ki Rum ailelerinden
burada sizi bilen filan İstanbul’a gidecektir. Bu kişi Millet ve Hükümet aleyhinde
bulunmamıştır, buna izin almanızı rica ederim, diyormuş. Bu söze itimat eden
mebus veya idareci, İçişleri Vekiline, böyle bir kadın var, bunun İstanbul’a gitme
sinde mahzur yoktur, buna müsaade ediniz, diyor. Parayı buradakilerle Ankara'-
daki adamlar taksim ediyorlarmış."
...Bu işten ne Hükümetin, ne de mebusların haberi var. Beyefendiler, müsaade
ediniz, şimdiye kadar ben herhangi bir Rum’a iyilik yapmış bir insan değilim ve
buna yeminliyim.
İHSAN BEY (Cebelibereket): İfadeleriniz bunu anlatıyor.
EMİN BEY (Devamla): Hayır müsaade buyurun arz edeyim. Samsun mebuslarına
hitap değildir. Bunun İstanbul’a gitmesinde bir mahzur yoktur deniliyor ve sonra
müsaade olunuyor. Bu vaziyette ben o Rum kadınından beş yüz lira almış oluyo
rum. (izah ediniz sesleri)

672
BİR MEBUS BEY: Mebus dediniz, izah ediniz.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Ne mebusların haberi var, ne de Hükümetin.
EMİN BEY (Devamla): Mesela burada bir şirket var. Buraya Rum kadınları geliyor,
pazarlık yapıyorlar. Mesela... (gürültüler, devam sesleri) Mesela herhangi birine
yazılıyor.
HAŞİM BEY (Çorum): Yazanlar kim, buradaki muhatap kim?
EMİN BEY (Devamla): Mesele bundan ibarettir. Bundan sizin katiyen malumatınız
yoktur. Esasen buna tenezzül etmezsiniz. İstanbul'a izin alıp gitmek isteyen bazı
Rumların müracaatları dikkate alınmıştır. Fakat buna bazı arkadaşlar tavassut
etmişlerdir. Kim bu Rum'lar için müracaat etmişse o arkadaşlar izah etsinler.
Samsun'da tanıdıkları ve samimiyetine güvenerek bu gibilerin İstanbul'a gitmeleri
ne tavassut edenleri tahkik ederler. Kimin müracaat ettiğini Vekil Beyefendi tahkik
etsin. Bu ailelerin gitmesine içimizde tavassut eden varsa işte arkadaşlarımızın
namusuyla oynanmıştır. O arkadaş müracaat edip tahkik etsinler. Mesele basittir.
Muhterem arkadaşlar, İçişleri Vekili bilmiyorum biraz fazla olur, fakat herkes hissi
yatını söylüyor. Ben kendilerine hürmet ederim. Maksadım şahsi değil, Memleket
tir. Memleketim dünden daha fenadır, aldığım mektuplardan anlıyorum. Rica ede
rim, bu Pontus belasını başımızdan defetmek ve buna biran evvel çare bulmak
lazımdır. Bugüne kadar bir takım idaresizlikler olmuştur.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Ne gibi idaresizlikler, Efendim?
EMİN BEY (Devamla): Dedikoduya meydan verilmiştir.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): İdaresizlik hususunda mı söylüyorsunuz?
EMİN BEY (Devamla): Bir tanesini söyledim, Beyim.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Eşkıyayı takip hususunu söyleyiniz.
EMİN BEY (Devamla): Daha fazla kuvvet gönderilseydi tabii iş bu dereceye gel
mezdi. Binaenaleyh bendenizin söyleyeceklerim şimdilik bu kadardır.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Buyurun Fethi Bey. (müzakere kafi sesleri)
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendiler, Canik Mebusu Emin Bey’in son temas
ettiği hususa cevap vermeden geçmek istemiyorum. Çünkü gayet yumuşak bir
lisan ile gayet ağır ve o kadar namus ile alakası olan bir meseleden bahsettiler ki
buna cevap vermek mecburiyetindeyim. Kendileri Samsun'dan aldıkları miş mış ile
filanla ve Türkçesi pek kuvvetli olmayan mektup okudular. Uzun müddetten beri
Amasya İstiklâl Mahkemesinin Reisi olarak bir çok şahısların hak ve hukuku ile
alakadar olan Canik Mebusu Emin Beyefendi Hazretlerinden, gerek bazı mebus
arkadaşlarımı ve gerekse benim şahsımı ve Samsun'da bulunan hayali bir şirketi
zan altında bulunduracak bir vesikayı, böyle Millet Meclisi kürsüsünden okunma

673
sını kendisine yakıştıramadım. Kendileri Samsun Mebusudurlar, her vakit işi tah
kik edebilirler, meseleyi tahkik edeceğim demişlerdi. Bu meseleyi derhal tahkik
etmeleri ve ondan sonra namusa ait bu meseleyi burada söylemeleri daha uygun
olurdu. Öyle zannederim, öyle bir şirket var mıdır, bilmiyorum, katiyen yalandır
efendiler. Bana hiç bir kimse kesinlikle filan adamı gönderiniz, falan adamı gönde
riniz diye müracaat etmemiştir. Hepinizin tanıdıkları vardır, size de müracaat edili
yor, sizler de bana müracaat ediyorsunuz. Fakat bir şirket varmış ve Samsun'da
bir şubesi varmış gibi, her gidenden şu kadar para alınıyormuş, diye birtakım ağır
ithamlarla bu Meclisin kürsüsünden ileri sürmek doğru değildir.
EMİN BEY (Canik): Bunları ben uydurmadım, Beyefendi.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Siz uydurmadınız, fakat mektubu yazan adam uydur
muş ve bu mektubu tahkik etmeden burada bu sözü söylemeniz doğru değildir.
Bunu, siz benden daha iyi bilirsiniz zannederim.
EMİN BEY (Canik): İsim vermedim, Beyefendi.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Bendenizi kastetmediniz, teşekkür ederim. Şahsıma
karşı hürmet beyan ettiniz, minnettarım. Fakat bugün herkesin ne düşüneceğini
bilmiyorum. Uzaktan olsa da üzerime bir şüphe yüklenmesini kabul edemem. Her
kes memleketine olan sevgi ve bağlılığı ile iftihar eder. Ben de hislerimi o uğurda
feda etmek isteyen bir adamım. (şiddetli alkışlar) Yoksa öyle Rumların paralarına,
filanlarına tamah edecek bir adam değilim.
EMİN BEY (Canik): Size değil Beyefendi. Sizi kastetmedim, rica ederim.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Ben ne böyle bir şeyi kabul ederim ve ne de gayri
meşru emeli olan şahısların elinde oyuncak olurum. Onu da size temin ederim.
Evet geçen gün de yani bundan evvel de arz ettim. Muhterem arkadaşım Süley
man Beyefendi bir kaç kişi için müracaat etti, ondan sonra sizin de pek çok sevdi
ğiniz bazıları müracaat ettiler. Bir kısmını ret, bir kısmını da kabul etmeye mecbur
olunması
kaldım. Çünkü bunların elinde getirdiği vesika tabip raporuna dayalı hastalık, te
davi veya ameliyat için İstanbul'a gitmesini lüzum gösteriyordu. Binaena
leyh, bu arkadaşlarımın hiç birisine zerre kadar bir leke sürdürülmesine razı deği
lim, Emin Beyefendi.
EMİN BEY (Canik): Müsaade buyurun Beyefendi, bir şey arz edeyim. Sizden bah
setmedim. Samsun'da bunu bilmeyen yoktur. Böyle bir fikir vardır, tahkik buyurur
sunuz. Yalnız bir mektupla olsa bendeniz okumazdım. Fakat beş, altı mektupla ve
gazetelerde tekrar ediliyor. Rica ederim, bunu tahkik buyurunuz.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Meseleyi gayet imalı bir tarzda söylediniz de onun
için.
EMİN BEY (Canik): Hayır, vallahi billahi, namussuzum Beyefendi, öyle bir şey
hatırıma gelmemiştir. (mesele kalmadı sesleri)

674
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Bu bahse burada nihayet verdikten sonra, şimdiye
kadar söz almış olan muhterem arkadaşların sözlerine birer birer cevap vermek
istiyorum. Muhterem arkadaşımız Ali Şükrü Bey dediler ki,
-İlkbahardan evvel neden eşkıyayı tamamıyla imha etmediniz.
...Buna Canik Mebusu Emin Beyefendi de iştirak ettiler ve dediler ki,
-Tedbirsizlik olmuştur, eşkıya takip edilmemiştir, daha fena olmuştur.
...Bu soruların cevabı, kuvvet meselesidir. Evet, eşkıyayı takip edip, yakalamak
için müracaat edilecek çare kuvvetten başka bir şey değildir. Fakat efendiler, bu
gün biz kuvvetimizi Ege’de Yunan cephesi karşısında mı bulunduracağız, yoksa
Memleketin içerilerine mi göndereceğiz? Her halde bu hususta daha salahiyetli
olarak söz söyleyeceklerin hakkına tecavüz etmek istemiyorum. Fakat bugün be
nim bildiğime göre, Memleketin istikbali ve kurtuluşu bugün Garp Cephesinde
hallolunacaktır ve Cepheyi bugün herhangi bir şekilde zayıf düşürmek katiyen
uygun değildir. Genel Kurmay bu hususta azami fedakarlığı yapmıştır ve bize bir
kaç süvari alayı tahsis etmiştir. Bunun haricinde ayrıca cepheden Pontus eşkıya
sını yok etmek için bir kuvvet istemeye bendenizin cesaretim yoktur. Yarın, bir şey
olursa, Allah korusun fena bir hal olursa o vakit diyecekler ki harp sanatı gereğin
ce bütün kuvvetlerimizi en ehemmiyetli yerlerde bulundurmak lazım iken, İçişleri
Vekilinin talebi üzerine kuvvetlerimizi parça, parça dağıttık, bunun için bu mesele
böyle oldu, diyecekler. Ben böyle maddi ve manevi bir mesuliyetin altında kalabi
leceğim. Genel Kurmay Reisi Paşa Hazretleri tarafından eşkıyanın takibi için veri
len kuvvetleri bendeniz teşekkürle karşılamak mecburiyetindeyim. Fakat imkan
müsait oldukça bu kuvvetleri artırmak için çalıştım ve gördüm ki bundan fazlasının
imkanı yoktur. Onun için bununla yetinmeye mecbur oldum. Sadece mesele
Pontus meselesi olsaydı ve yalnız bu eşkıyaları yakalamak için bütün kuvvetleri
kullanabilseydik, elbette o zaman dedikleri doğru olurdu. Fakat Yunan karşımızda
dururken, neden Garp Cephesinden kuvvet almadınız, eşkıyayı bugüne kadar
niçin yok etmediniz demek bugünkü vaziyete göre doğru olmaz zannederim.
RİFAT BEY (Tokat): Oradaki kuvvet çok azdır.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Beyefendi, galiba benim söylediklerimi anlamadınız.
Bendeniz dedim ki ne tedbir tavsiye ediyorsunuz? Dediler ki kuvvet. İşte kuvvet
tedbirine karşı da arz ettiğim bundan ibarettir. Efendiler, bendeniz mevcut olan
kuvvet ile elde edilen neticeyi şükranla kabul ederim. Şimdiye kadar elde ettiğimiz
netice, on beş, on altı bin kişi eşkıyayı tesirsiz hale getirdik. Eğer sizler bunu kâfi
görmüyorsanız, bu kadar kuvvetle daha parlak netice alınır diyorsanız, derhal
kararınızı veriniz ve daha iyi iş görecek bir arkadaşı İçişleri Vekâletine getiriniz.
Ben de ona makamımı terk etmeye derhal hazırım ve bu şekilde yükten kurtulmuş
olurum. Onun için lütfen siz kararınızı veriniz. Fakat doğrusunu söylemek lazım
gelirse, bendeniz bu kadarını yapabildim ve zannederim ki bugünkü kuvvetle bun
dan fazlası da yapılamaz. Ali Şükrü Bey arkadaşımız,

675
-Ilgaz meselesinde en üzücü olan şey, orada yedi kişinin kaybıdır,

...dediler. Hakikaten çok az da olsa kayıp, fevkalade üzücüdür. Fakat silahlı eşkı
yayı takip ederken kayıp vermemenin imkânı var mıdır? Eğer bir çare bulan varsa
veya Ali Şükrü Bey’in aklına gelmişse söylesinler, o çareyi tatbik edelim ve kayıp
vermeyelim.

RAUF BEY (Başkan Vekili): İçişleri Vekilinin söylediklerini çok yakın olmama rağ
men bazen duyamayacağım kadar gürültü oluyor, rica ederim dinleyiniz.

ALİ FETHİ BEY (Devamla): Ali Şükrü Bey, tahsilli olup da Trabzon'da kalmış, içe
rilere gönderilmemiş olan Rumların isimlerini okudular. Onlardan birisi hakkında
Trabzon’u iyi bilen Maliye Vekili Hasan Beyefendi burada lazım gelen malumatı
verdi. Bir matbaacıdan bahsettiler. Hakikaten şimdiye kadar ben öyle zararlı bir
adamın orada kalmasını, bendeniz kendilerinden duymadım. Hakikaten zararlı ise
bunu bir dakika bile Trabzon'da tutmakta bence katiyen hiçbir fayda yoktur. Derhal
içeriye sevk etmek lazımdır. Binaenaleyh bunları ben orada bırakmak ve himaye
etmek maksadında değilim. Gelelim Efendim ziyafet meselesine. (gürültüler) Mü
saade buyurun. Trabzon’a gittiğimde Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin ziyafetini ka
bul edecek bir vaziyette değildim. Bunu isterdim, çünkü güzel tatlılar ve börekler
yiyecektim ve sonra da burada Ali Şükrü Bey’in bu sorusuna cevap vermekten
kurtulmuş olacaktım. Fakat ne yapayım ki ziyafeti veren heyet hakkında tahkikat
yapılmaktadır. Hükümetin haysiyeti ve şerefi adına bu ziyafete katılmayı münasip
görmedim. Şunu söylemek istiyorum ki Şükrü Beyefendinin halk ile temastan
maksatları, yalnız Müdafaayı Hukuk üyesi olan dört beş kişi ise bendeniz o kana
ate katılmıyorum. Halk dediğimiz zaman, bir takım eşrafı ve bir takım adamları
saymıyorum, asıl halkı sayıyorum. (bravo sesleri, alkışlar) Bu vesile ile kendileri
ne hatırlatmak istiyorum ki vekiller bütün halkın vekilleridir. Halk, yalnız Müdafaayı
Hukuk Heyeti değildir. Binaenaleyh bu sebeple Müdafaayı Hukuk Heyetinin ziyafe
tini kabul etmemiş isem, Halk Hükümetinin İçişleri Vekili olduğumu kendilerinden
çok hatırladığımdan ileri gelmiştir.

NURİ BEY (Bolu): İskele hükümetini de dikkate almanız lazımdı.

ALİ FETHİ BEY (Devamla): Rıfat Beyefendinin iddialarına geliyorum. Niksar ile
Tokat arasındaki yol kesilmiş, sekiz yüz silahlı demişim. Halbuki bu yanlış, tekrar
ediyorum. Efendiler, o zaman söyledim dedim ki bunu tahmin etmek güçtür. Be
nim tahminime göre bu kadar silahlı olması lazım gelir. Sekiz yüz kişi az bir kuvvet
değildir. Bu bir tahminden ibarettir. Her gün eşkıyalar yakalanıyorlar, öldürülüyor
lar, biz nasıl tahmin ederiz. Bunların içerisinde silahlı olanlar azdır. Fakat bunlar
ötekilere yardımcı olarak bulunuyordu ve birinin silahı düşecek olursa diğeri alıyor
ve karşı koyuyor. Sonra ele geçen silahların bir kısmı, biliyorsunuz ki ahalimiz de
alıyorlar. Herkes silahı kendine alıyor. Askerlerden de ellerine geçen silahları ya
para ile yahut hediye olarak arkadaşlarına veriyorlar. Binaenaleyh, resmi makam
lara gelmekte olan silahların miktarı gayet azdır. Rıfat Beyefendi,

676
-Marttan evvel bu eşkıya yakalayacağınızı vaat etmiştiniz,
...dedi. Eşkıyayı bitirmek için çalışmayı vaat ettim ve çalıştım. Yoksa kim vaat
edebilir ki ben Marttan evvel, filan müddete kadar tamamen imha edeceğim, diye.
Ben böyle vaat etmedim. Samsun'da iken bir beyanname yayınladım ve dedim ki,
-Bir hafta içinde Hükümet eşkıyaya karşı askeri harekata başlayacaktır. Hüküme
te teslim olacaklar varsa, derhal teslim olsunlar.
...Bunun üzerine bazıları teslim oldular. Bunların bazıları iç mıntıkalara sevk edildi
ler, bir kısmı da şurada, burada yerleştirildi, bundan ibarettir. 14 Martta oradaki
taburun devamlı harekâtta bulunmasını emrettim. Bir tabur Sivas'tan getirttik. On
dan evvel iki yüz kişilik bir jandarma kuvvetini de Sivas'tan getirtmiştik. Ondan
sonra devamlı Erbaa'ya emirler verdirdim. Yalnız Marttan evvel verilen emirler
değildir, ondan evvelki emirleri bilmiyorsunuz.
RİFAT BEY (Tokat): Ondan evvel emir verilmemiştir.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Yanlıştır efendim. Bundan sonra diyorlar ki Marttan
sonra bir daha harekât yapılamaz ve bir faydası yoktur, ağaçlar yapraklanacak.
Fakat biraz düşünseydiniz, şu son Mayıs ayı içinde takip ve imha edilenleri, bu
sözleri söylemezdiniz. Rıfat Bey, benim niçin harekatın başında bulunmadığımı
sordu. Ben müfrezenin veya tümenin kumandanı olarak bulunamam. Bendeniz
takip harekâtına istikamet vermek için gittim. Mesuliyet benim üzerimdedir ve bu
gün yine benim üzerimdedir. Bütün müfrezelerin başında İçişleri Vekilinin bulun
masının imkanı yoktur ve bunda bir fayda da yoktur. Samsun'a gideceğim zaman
Hüseyin Avni Bey ile münakaşa yaptığımı biliyorsunuz. Uzun uzadıya Samsun'a
gitmem ve Vehbi Beyefendiye vekâlet vermem tenkit edilmiş ve derhal vekillik
vazifemden ayrılmam teklif edilmişti. Ben eşkıya takibi için Samsun'a gittiğim hal
de, burada Hüseyin Avni Bey’in tenkitlerine hedef olmuştum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Sevdiğimizdendir.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Çok teşekkür ederim. Bu sevginize bir parça da başka
arkadaşlarınız katılsın. (gülüşmeler) Samsun'da meşgul olacaktım ve arzunuza
göre Tokat'a, Erbaa'ya gitmeyi ben de arzu ederdim ve oranın ahalisiyle de mü
şerref olmak isterdim. Fakat yolda iken Vehbi Beyefendi bana telgraf gönderdi ve
dediler ki,
-Aman biran evvel geliniz İçişleri Vekâleti bütçesi reddolunmak üzeredir, İçişleri
Vekili geldikten sonra müzakere edilecektir diyorlar, her şeyi bırakınız geliniz.
...Bu, benim kabahatim değildir, Meclisin kabahatidir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Meclisin asabiyetidir.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Evet efendim, Tokat'a gitmek isterdim, hatta daha ileri
gitmek isterdim. Amasya'da bir gün kalmıştım, Mutasarrıfın ısrarı üzerine. Ne ya

677
payım başka vaktim yoktu. Ancak bir gün kalabildim. Askeri harekât meselesinde
diyorlar ki neden harekâta her yerden başlanmadı? Bu da bir fikirdir. Fakat bu
hususta askeri uzmanların fikrine daha fazla inanırım. Uzmanlar,
-Daima kuvvetlerinizi daha tehlikeli yerlere sevk ediniz ve onları mahvettikten son
ra diğer tarafa gidiniz, yoksa bütün kuvvetinizi parça, parça dağıtacak olursanız
her yerde zayıf düşersiniz ve hiç bir netice elde edemezsiniz,

...diyorlar. Biz bu askeri uzmanların fikirlerine göre hareket ettik. Kuvvetlerimizi


topladık ve evvela Bünyan gibi ve sonra yerlere ve sonra diğer mıntıkalara kuvve
timizi sevk ettik. Yoksa kendilerinin zannettikleri gibi öyle parça, parça yüzer, iki
yüzer kişilik müfrezelerimizi sevk etmiş olsaydık bu neticeyi elde edemezdik.
Pontus meselesine ait vesikaları toplayıp yayınlayınız, deniliyor. Bu hususta ya
zılmış bir kitap vardır. O kitabı Fransızcaya tercüme ettirmek için iki buçuk ay ev
vel İstanbul'a gönderdik, orada hazırlanıyor. Sonra İçişleri ve Dışişleri vekâletleri
nin müştereken kurduğu bir komisyon, bütün vesikaları toplamakla meşguldür.
Emin Beyefendiye rica ederim, ellerinde daha çok vesika varsa onları da bize
versin. Bunu da bittiği zaman kitap halinde basıp, dağıtacağız. Tokat Mutasarrıfı
nın istifasının sebebi soruluyor. Tokat Mutasarrıfı hastalığı sebebiyle bana istifası
nı göndermiştir. Bundan başka bir şey varsa bilmiyorum, resmi olarak böyledir,
başka bir şey yoktur. Muhterem arkadaşımız Karahisar Mebusu Şükrü Efendi
hakkımda müspet ifadelerde bulundular. Kendilerine müteşekkirim. Bu hususta
affedemeyeceği bir takım hatalarımı da söylediler, o da Enfiyecioğlu meselesidir.
Yani Enfiyecioğlu adındaki Rum kafileden ayrılmış, dediler. Müsaade buyurun arz
edeyim. Valinin ifadesine göre, Akçaabat Kazasına müracaatı üzerine kafileden
ayrılmıştır. Valinin bu husustaki sözlerine itimat etmek mecburiyetinde-yim. Ondan
sonra Trabzon Valisi Hamit Bey mesuldür demişim. Hayır, katiyen böyle bir şey
olmamıştır, bu hatırımdan bile geçmemiştir. Bütün mesuliyeti bana aittir. Bu adam
eğer fena adam olsaydı Hamit Bey’in izin vermemesi lazım gelirdi,dedim. Bir de
İstanbul'a Pontuscu ailelerin gitmesi meselesidir. Hükümete resmen yapılan mü
racaatlar üzerine bazı şahıslara verilmiş izinler vardır. Eğer binlerce müracaatların
hepsine izin verseydik, aleyhimize bir cereyana ve propagandalara vesile olurduk.
Akrididi adında bir Rum’a izin vermişiz de Aziz Çavuş’u hapsetmişiz. Efendiler
böyle bir mukayese yanlıştır. Biz Müslüman ahaliye izin vermekte zerre kadar
zorluk çıkarmadık ve bu gibilere tamamen izin veriyoruz. Aziz Çavuş’un bir hadi
seye karışması ile Akrididi'nin İstanbul'a gitmesi ayrı meselelerdir. Eğer Müslüman
birini İstanbul'a izin vermiyorsak o zaman onu söylemeye hakkınız vardır. Sonra
dediler ki binlerce ocağı söndüren Pontusçulara böyle muamele etmişiz. Yaptığı
mız muamele, bize silah çekenlere silahla karşılık vermemizden ibarettir? Fakat
hasta ve zayıf bir iki kadına yapmış olduğumuz muameleyi, bütün Rumlara yapıl
mış olarak düşünmek doğru olamaz. Emin Bey,
-Dağlarda altı bin, sekiz bin kadar silahlı asi var, fakat hep silahsızlar yakalanıyor.

678
...diyor. Peki Efendim, öyle ise bunun silahlıları nereye saklanıyor ve bu yaralılar
neredeler? Bu düşüncenin inceliğini bendeniz pek anlamıyorum.
EMİN BEY (Canik): Öyle demedim ki.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Silahsızlarla oluyor dediniz.
EMİN BEY (Canik): Hayır Efendim öyle demedim, Apostol'un yerine Nikola silahı
alıyor dedim.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Çok rica ederim siz Amasya İstiklal Mahkemesi Reisi
olduğunuz zaman bunlara cezalarını vermeliydiniz ve böyle yanlış hareketlere
sevk etmemeliydiniz.
EMİN BEY (Canik): Çok güzel cevap verdiniz. Vazifeyi size devrettik Beyefendi.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendiler, Pontus meselesinde izin verilmiş olan bazı
şahıslara dair vaziyet bundan ibarettir. Bugünkü kuvvetlerle ve şartlarla en iyi bir
şekilde vazife yapılmıştır. Fakat efendiler, herkes kendi gücünde iş yapabilir.
Karahisar Mebusu Şükrü Beyefendinin buyurdukları bu yük ağırdır. Rica ederim
daha güçlü birini bulursanız derhal kırmızı oy veriniz ve bendenizi lütfen kurtarınız.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliğine dair önergeler var.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim icap derse üç gün daha devam edeceğiz.
(gürültüler)
BASRİ BEY (Karesi): Gürültü yapılacaksa biz de yapalım, Reis Bey.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler dün şurada bir karar verdiniz, dönüyor mu
sunuz kararınızdan, soruyorum?
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurun, gizli celsenin yeterliliği
hakkında önergeler var.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Müsaade buyurun Efendim söz söyleyeyim. Efendiler
burada İçişleri Vekili Beyefendi bir çok söz söyledi ve herkese tek, tek cevap ver
di. Şimdi efendiler, bendeniz herkes cevap versin demiyorum. Fakat bazı hususla
rı eksik söylediler ve bazı ithamlarda bulundular. Aleyhinde bulunanlardan birisinin
söz söylemesi lazım mıdır, değil midir? Artık siz takdir buyurun. Vekil Bey, bu kür
süden burada soruyorum, diye bendenize soru sordular. Benim de buna cevap
verme hakkım var. Bendeniz diyorum ki bu mesele hakkında bu itibarla müzakere
kâfi değildir. (kâfidir sesleri) Rica ederim hak ve hakikat meydana çıkmalıdır. Eğer
bu müzakereye kâfi denecek olursa bu iş kalır. (şiddetli gürültüler)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Gizli celsedeki bu müzakerenin yeterliliğini kabul
edenler lütfen ellerini kaldırsınlar. Çoğunlukla gizli müzakere kâfi görülmüştür. Şu
noktayı da arz etmek isterim ki gizli celse de bahis mevzu olan ve müzakerenin
yeterliliği ile neticelenen hususlar, aleni celsede bahsedilemez. Böyle olduğu za

679
man her türlü salahiyetimi kullanarak konuşana mani olurum. Bu hususta arkadaş
larımın dikkatli davranmasını rica ederim. Efendim gizli celseye nihayet verilmiş ve
aleni celseye geçilmiştir.

(Ara verilmeden açık oturuma


1 geçilir. Önce gündemde bulunan başka iki madde görüşü
lür ve...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey ve arkadaşlarının
İçişleri Vekili hakkında vermiş oldukları gensoru önergesinin müzakeresine devam
ediyoruz. Önergeler var okutacağım.

TBMM Başkanlığına
İzahat kafidir. İçişleri Vekiline itimat oyu vererek gündeme geçilmesini
teklif eyleriz. 10 Haziran 1922
Karahisar Mebusu
Ali ve 15 arkadaşı

TBMM Başkanlığına
Mesele anlaşıldığından müzakere kâfidir. Her iki gensoru meseleleri
hakkında haklı olan İçişleri Vekili Fethi Bey hakkında itimat oyu verilmesini
teklif eylerim. 10 Haziran 1922
Genç Mebusu
Hamdi

TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfidir. İçişleri Vekili Fethi Beyefendinin verdiği izahat kâfi
olmakla kendilerine itimat oyu verilmesini teklif eylerim. 10 Haziran 1922
İzmir
MahmutMebusu
Esat Saruhan Mebusu
Avni

TBMM Başkanlığına
İki günden beri devam eden müzakere kâfidir. Yomra hakkında Ali Şükrü
Bey’in okuduğu telgraf yeni bir hadisedir. Bunun ayrıca tahkiki şartıyla İçişleri
Vekili Ali Fethi Bey’e itimat oyu verilmesini teklif ederim. 10 Haziran 1922
Bursa Mebusu
Operatör Emin

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (10 Haziran 1922), 1.Dönem, c.2, s.368-412, http://www.tbmm.gov.tr/

680
TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfidir. Gensoru önergesine karşı verilen izahat, meseleyi
tamamıyla açıklamıştır ve İçişleri Vekâleti hakkındaki itimadı takviye etmiştir.
Binaenaleyh gündemin müzakeresine geçilerek İçişleri Vekili Fethi Bey’e itimat
oyu verilmesini teklif eylerim.
Muş Mebusu
Ahmet Hamdi

TBMM Başkanlığına
İçişleri Vekili Fethi Beyefendinin gensoru önergesi için verdiği izahat
kâfidir ve kanaat hasıl olmuştur. Kendilerine itimat oyu verilerek gündemdeki
maddelerin müzakeresine geçilmesini teklif eyleriz.
Kütahya Mebusu
Cevdet ve 4 arkadaşı
RAUF BEY (Başkan Vekili): Fethi Beyefendi bu önergelerden hangisini tercih edi
yorsunuz?
ALİ FETHİ B. (İçişleri Vekili): Efendim, son okuduğunuz önerge hariç hepsinin
manası zannederim aynı. Kütahya Mebusu Cevdet Beyefendinin verdiği önergeyi
kabul ediyorum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, bir önerge daha var. Ad okunarak oylama
yapılsın deniliyor. Kabul edenler, kabul edilmiştir Efendim. İçişleri Vekili Fethi Be
yefendiye itimat verecekler beyaz, vermeyecekler kırmızı oy pusulası bırakacak
lardır. Oylamaya başlıyoruz.
(Ad okunarak oylama yapıldı. Oylar sayıldı ve...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, 163 üye oy kullanmıştır. 56 kırmızı, 11 çe


kimsere karşı 117 beyaz oy kullanılmış ve İçişleri Vekili Ali Fethi Bey’e itimat edil
1
mesi kabul edilmiştir. (alkışlar)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (10 Haziran 1922), 1.Dönem, c.20, s.333-336, http://www.tbmm.gov.tr/
681
10 HAZİRAN 1922: MARAŞ MUTASARRIFI HAKKINDA İÇİŞLERİ BAKANI ALİ
FETHİ BEY İÇİN VERİLEN GENSORU ÖNERGESİ VE GÜVENOYLAMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 68.Birleşim, Gündem: 2/1)

Bir buçuk ay sonra gerçekleşecek olan Büyük Taarruzun hazırlıkları


son hızla devam ederken, Mecliste milletvekilleri her şeyden habersiz
geciken taarruzun kızgınlığıyla bakanlar hakkında gensoru üstüne gen
soru vermekle meşgullerdi. En çok gensoru da İçişleri Bakanı hakkında
verilmişti. İki gün içinde biri Trabzon Müdafaayı Hukuk Teşkilatı ve
diğeri de Pontus Sorunu hakkında verilen gensoru önergelerinin görüş
meleri sona ermiş ve sırada diğer bir önerge vardı.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Fethi Beyefendi, Maraş Mebusu Tahsin Bey'in genso
ru önergesi vardır. Ona da bu arada cevap vermeyi kabul buyuruyor musunuz?
(önerge sahibi yok sesleri) Fakat efendim, önerge usulen Meclise mal olmuştur.
İçişleri Vekili Bey cevap vermek istiyor. (başka bir gün sesleri)
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Usulen önergeyi müdafaa edecek biri lazım
dır. Varsa o zaman İçişleri Vekili Beyefendi çıkıp söylesin. (yoktur sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, önerge gündeme alınmıştır ve İçişleri Vekili
Bey cevap vermek için gelmiştir. Önergeyi Yüce Heyetinize okuruz, karar verirsi
niz, efendim.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendiler, vaktinizi boşuna harcamamak ve asabi
yetinizi artırmamak için gensoru önergesini hem okur ve hem de cevap veririm.

TBMM Başkanlığına
Eski Isparta ve şimdi Maraş Mutasarrıfı olan Refet Bey'in memuriyeti es
nasında vukua getirdiği kötülükler ve yolsuzluklarından bahisle tarafımdan tak
dim olunup 9 Mart 1922 tarihli celsede İçişleri Vekaletine havale edilmiş olan
soru önergesine bir haftadan fazla zaman geçtiği halde halen cevap verilmemiş-
tir. Mutasarrıf Refet Bey hakkında da bir muamele yapılmamış olduğundan, soru
önergemin gensoru önergesi olarak müzakere edilmesini teklif ederim.
Maraş Mebusu
Tahsin

ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, şimdi soruları madde madde okuyup
cevap vereceğim.
"1.Isparta'da yakalanan koyunlardan birkaç bin adedini menfaati adına aşırıp
mevcudunu dört bin küsur göstererek mahkemeyi aldatması ve Demir Alayı1 men

1
Milli Mücadelenin ilk döneminde Isparta'da kurulan Kuva-yı Milliye kuvveti.
682
suplarıyla hırsızlığa cüret etmiş olduğu mülkiye müfettişinin tahkikatıyla sabit ola
rak azledildiği halde istihdama müsaade kararı alınmadan azlinden bir ay sonra
Maraş'a tayin olunmasının sebebi nedir?"
...Efendiler, Maraş Mutasarrıfı Refet Bey, Isparta Mutasarrıflığına 9 Ağustos 1920
tarihinde tayin edilmiş, aynı sene Aralık ayında azlolunmuştur. Maraş Mutasarrıflı
ğına 23 Haziran 921 tarihinde tayin olunmuştur. Bunlar benim vekalet vazifemden
evvel cereyan etmiştir. Efendiler, bu muameleler Ata Bey zamanına aittir. Binae
naleyh bu soru vaktiyle Ata Bey'e sorulmalıydı.
"2.Isparta'da Müdafaayı Hukuk Cemiyeti adına halk tarafından teberru edilmiş
olan kırk bin kiloya yakın tütünü adamları marifetiyle sattırarak kazanç elde ettiği
halde mazisi bu kadar kirli ve lekeli olan bir memurun ehemmiyetli bir mevkide
bulunan Maraş'a tayin edilmesi ve halen orada istihdam edilmesi neden icap et
mektedir?"
...Refet Bey'in Isparta Mutasarrıflığında yaptığı bahsedilen bazı muameleler hak
kında Vekaletçe tahkikat yaptırılmış ve tahkikat dosyası Memur Muhakeme Ko
misyonunda tetkik olunmuş ve bunun üzerine azledilerek muhakemesine karar
verilmiştir. Bu kanuni muamelenin tamamlanmasından sonra dosyası ait olduğu
mahkemeye verilecektir.
"3. Bu defa Maraş'tan göç eden Ermenilerin her birinden otuz madeni liraya yakın
vesika bedeli alınarak seyahat belgesi verildiği ve Maraş Şark Halı Kumpanyası
Müdürü Rum Aşil'den kıymetli halı karşılığında onu muhafızlarla Halep'e gönderip
kazanç elde ettiği Vekalete tarafımdan ihbar ve soru önergesiyle beyan ettiğim
halde bu ihbar ve müracaata neden dolayı sessiz kalınmıştır?"
...Refet Bey'in Maraş'ta yaptığı hal ve harekâtı hakkında hemen tahkikata teşeb
büs olunması için derhal mülkiye müfettişlerine emir verilmiştir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Manasız bir cevap.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Ne yapayım efendim? Devamlı verilen gensorular
altında ezilemem. Binaenaleyh bu müfettişin vereceği rapor üzerine beyan olunan
suiistimal sabit olursa tabii hakkında kanun muamele icra edilecektir.
"4. Kendi keyfi için rakı imal ettirdiği, bütün vaktini kumarhanelerde geçirerek vazi
fesini şunun ve bunun ellerine terk ettiği, alkolün dimağında meydana getirdiği
hastalık sebebiyle hiç bir işte muvaffak olamadığı, hal ve idaresinde takip ettiği
şuursuz ve mantıksız hareketleri olduğu, İçişleri Vekaletine bütün tafsilatıyla bildi
rildiği halde Vekil Bey'in buna karşı lakayt kalmasının sebebi nedir?"
...Efendim, bütün bu ifadelerin bir dereceye kadar mübalağalı olduğunu zannedi
yorum. Beyan olunan vaziyeti mükemmelen tahkik ve tetkik ettirmek üzere mülki
ye müfettişine emir verdim. Alacağım rapora göre muamele yapacağım.

683
"5. İsmi geçen Mutasarrıf, Maraş'taki şahsi kötülüklerin amillerinden olan Jandar
ma Kumandanı ve Mutasarrıf Vekili İbrahim Ethem Efendi'nin birçok kötü halini,
Jandarma Umum Kumandanlığına ve İçişleri Vekiline resmi olarak bildirdim. İbra
him Ethem Efendi hakkında bazı makamlardan vaki olan yazılar üzerine hakkında
fena bir Hükümet adamı olduğu tahakkuk etmiş ve bunun üzerine de vazifesinden
alınmış ve tahkikatı Antep Jandarma Kumandanlığına havale edilmiş olduğu halde
evvelce tahkikatına memur edilmiş olan Kozan Jandarma Kumandanının İbrahim
Ethem Efendi'nin hemşerisi ve mektep arkadaşı olmasından dolayı yapacağı tah
kikatta tarafsız olamayacağı Vekalete ve Jandarma Umum Kumandan Vekili Refet
Bey'e defalarca söylendiği ve bu müracaatım da haklı görülerek Kozan Jandarma
Kumandanının tahkikatı tehir etmesi kararlaştırılmış olduğu halde Vekalet makamı
aldatılarak Kozan Jandarma Kumandanının daha evvelce hareket etmiş olmasın
dan bahisle Antep Jandarma Kumandanının tahkikat yapmasından vazgeçilmiştir.
Bu vesile ile Maraş Jandarma Kumandanının kötülük yapmasının devamı için
meslek gayretkeşliği ile zavallı ve masum halkın feryat ve şikayetlerinin şahsi te
sirler altında imha edilmek istenilmesine ve Antep Maraş'a daha yakın bir liva
olduğu halde az masrafla yapılması mümkün olan bir tahkikata daha uzak bir me
safede bulunan Kozan Jandarma Kumandanının gönderilmesi suretiyle Hazinenin
zarara uğratılmasına İçişleri Vekaletinin sessiz kalması idare haysiyeti ile izah
edilebilir mi?
... Evvelce arz ettiğim gibi bunları mükemmel bir şekilde tetkik ve tahkik için mülki
ye müfettişine emir verdim. Alacağım raporlara göre hareket ve muamele yapaca
ğım, efendim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Hasip Bey, bu mesele hakkında söz istiyordunuz. (ne
söyleyecek sesleri)
İSMET BEY (Çorum): Önergeye sahip çıkmak istiyorsa onun üzerine söyleyebilir.
HASİP BEY (Maraş): Bu gensoru hakikat dışı yapılmıştır, onu söyleyeceğim. Refet
Bey Isparta Mutasarrıflığında bulunduğu zaman Tahsin Efendi de orada mahkeme
üyeliğinde bulunuyordu. Tahsin Bey buraya gelmekle beraber Refet Bey de Ispar
ta'dan azledilmiş idi. Biz de muvafakat ettik. Bu mesele Fethi Bey'e ait değil. Son
ra Maraş'ta kötülükler yaptığından bahsediliyor. Halbuki ben Maraş'tan geleli iki ay
olmuştur. Böyle bir şey de yoktur. Maraş'ta böyle bir muamelesi işitilmedi.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim gensoru önergesinin tarihini Vekil Bey
den anlamak istiyorum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Vekil Beyefendi önergenin tarihi nedir, diyorlar.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): 18 Mart.
RAUF BEY (Başkan Vekili): 18 Marttır efendim.

684
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Yalnız Vekil Bey'den soracaktım, burada birtakım
suçlamalar vardır. 18 Martta ihbar oluyor, tabiidir ki Vekil Beyefendinin ihbar üze
rine hemen cevap verebilmek için tahkikata başlaması lazımdır. Vekil Bey niçin
zamanında teftiş ettirip de bu meselenin doğru olup olmadığını tahkik buyurma
mışlar?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Arz edeyim efendim. Müfettişlik için bütçemizde
tahsisat yoktu. İçişleri bütçesinin tasdikinden sonra müfettiş gönderdim. Başka
imkanı yoktu.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu hususta başka söz isteyen var mı? O
halde Maraş Mebusu Tahsin Bey'in vermiş olduğu gensoru önergesi hakkındaki
müzakereyi kafi görenler lütfen el kaldırsın. Büyük çoğunluk ile müzakere kafi
görülmüştür. Şimdi efendim bundan evvel Trabzon ve Tokat mebusları Ali Şükrü
ve Rıfat beylerin vermiş oldukları gensoru önergelerine İçişleri Vekili cevap verdi.
Bazı arkadaşlar da söz söylediler ve bazı söz söyleyecek arkadaşlar da vardır.
Bundan evvelki gensoru önergelerinin müzakeresinin kafi olup olmadığını oya
koymak mecburiyetindeyim. Binaenaleyh müzakerenin yeterliliğini kabul edenler
lütfen el kaldırsın. (kabul sesleri) Büyük çoğunluk ile müzakere kafi görüldü. Şimdi
önergeleri okutacağım.

TBMM Başkanlığına
İzahat kafidir. İçişleri Vekiline itimat oyu vererek gündeme geçilmesini
teklif eyleriz. 10 Haziran 1922
Karahisar Mebusu
Ali ve 15 arkadaşı

TBMM Başkanlığına
Mesele anlaşıldığından müzakere kafidir. Her iki gensoru meseleleri
hakkında haklı olan İçişleri Vekili Fethi Bey hakkında itimat oyu verilmesini
teklif eylerim. 10 Haziran 1922
Genç Mebusu
Hamdi

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. İçişleri Vekili Fethi Beyefendinin verdiği izahat kafi
olmakla kendilerine itimat oyu verilmesini teklif eylerim. 10 Haziran 1922
İzmir
MahmutMebusu
Esat Saruhan Mebusu
Avni

685
TBMM Başkanlığına
İki günden beri devam eden müzakere kafidir. Yomra hakkında Ali Şükrü
Bey’in okuduğu telgraf yeni bir hadisedir. Bunun ayrıca tahkiki şartıyla İçişleri
Vekili Ali Fethi Bey’e itimat oyu verilmesini teklif ederim. 10 Haziran 1922
Bursa Mebusu
Operatör Emin

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Gensoru önergesine karşı verilen izahat, meseleyi
tamamıyla açıklamıştır ve İçişleri Vekaleti hakkındaki itimadı takviye etmiştir.
Binaenaleyh gündeme müzakeresine geçilerek İçişleri Vekili Fethi Bey’e itimat
oyu verilmesini teklif eylerim.
Muş Mebusu
Ahmet Hamdi

TBMM Başkanlığına
İçişleri Vekili Fethi Beyefendinin gensoru önergesi için verdiği izahat
kafidir ve kanaat hasıl olmuştur. Kendilerine itimat oyu verilerek gündemdeki
maddelerin müzakeresine geçilmesini teklif eyleriz.
Kütahya Mebusu
Cevdet ve 4 arkadaşı
RAUF BEY (Başkan Vekili): Fethi Beyefendi bu önergelerden hangisini tercih edi
yorsunuz?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, son okuduğunuz önerge hariç hepsinin
manası zannederim ayrı. Kütahya Mebusu Cevdet Beyefendinin verdiği önergeyi
kabul ediyorum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, bir önerge daha var. Ad okunarak oylama
yapılsın deniliyor. Kabul edenler, kabul edilmiştir efendim. İçişleri Vekili Fethi Be
yefendiye itimat verecekler beyaz, vermeyecekler kırmızı oy pusulası bırakacak
lardır. Oylamaya başlıyoruz.
(Ad okunarak oylama yapıldı. Oylar sayıldı ve...)

686
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, 163 üye oy kullanmıştır. 56 kırmızı, 11 çe
kimsere karşı 117 beyaz oy kullanılmış ve İçişleri Vekili Ali Fethi Bey’e güvenoyu
1
verilmesi kabul edilmiştir. (alkışlar)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (10 Haziran 1922), 1.Dönem, c.20, s.331-336, http://www.tbmm.gov.tr/
687
TEMMUZ 1922

3 TEMMUZ 1922: İÇİŞLERİ BAKANI ALİ FETHİ BEY' E İKİ AY İZİN VERİLMESİ
VE YERİNE VEKÂLETEN NİĞDE MİLLETVEKİLİ ATA BEY' İN ATANMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 68.Birleşim, Gündem: 2/1)

Mustafa Kemal Paşa, bir taraftan Ordunun taarruz için hazırlıklarını


başlatmayı uygun bulurken, diğer taraftan da barış girişimini başlatmayı
uygun bulmuştur. Bu iş için İçişleri Bakanı Ali Fethi Bey'i görevlendirir.
Ali Fethi Bey'e, sağlık sorunları nedeniyle Avrupa’ya gitmesi için
TBMM’den iki aylık izin izin verilir. Ali Fethi Bey’in Avrupa seyahati için
en uygun yol, deniz yoludur. Bu nedenle özellikle İtalyanların kontrolün
deki Antalya limanından ayrılarak Roma’ya doğru hareket eder.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim İçişleri Vekili Fethi Beyefendi izin talep edi
yorlar. Okunacaktır.

TBMM Başkanlığına
Sağlık mazeretim dolayısıyla tedavi için Avrupa'ya gitme ihtiyacında
bulunduğumdan iki ay müddetle izin verilmesi hususunu arz ve istirham eyle
rim, efendim.
İçişleri Vekili
Ali Fethi
RAUF BEY (Başkan Vekili): Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Büyük çoğunlukla
1
kabul edilmiştir, efendim.
(Beş gün sonra, 8 Temmuz 1922 tarihindeki oturumda...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, izin almış olan İçişleri Vekili Ali Fethi Bey'in
yerine vekâleten bir vekil tayin edilmesine dair Büyük Millet Meclisi Reisliğinin bir
tezkeresi var, okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
İçişleri Vekili Fethi Beyefendi Yüce Meclisten aldığı izinle geçici olarak
vazifesi başında bulunamayacağından vekâleten bir vekil seçilmesini rica ede
rim. 8 Temmuz 1922
TBMM Reisi
Mustafa Kemal

1
TBMM Zabıt Ceridesi (3 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.21, s.242, http://www.tbmm.gov.tr/
688
SELAHATTİN BEY (Mersin): Pekala ilk celsede yaparız, efendim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, İçişleri Vekili malumunuz izinli olarak ayrıldı
lar ve vazifesi başında değildirler. Bugün yapılan İcra Vekillerinin Seçimine Dair
Kanun Tasarısının müzakeresinde Yüce Heyetinizin bu noktaya fazlasıyla dikkat
ettiği anlaşılıyor. Yarın Pazardır. Bugün Yüce Heyetinizin aldığı karar gereğince
yarın toplantı yoktur. Tabii ki bir vekâletin günlerce boş kalmasına Yüce Heyetiniz
zannedersem razı olmaz. Bunun için bugün vaktimiz de vardır. Seçim yapılmasını
zaruri görüyorum ve Yüce Heyetinize teklif ediyorum. Aksini söyletecek varsa
söylerler. Yüce Heyetiniz ne karar verirse o yapılır.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendiler şimdiki kabul ettiğiniz Kanun gereğince aday
lık usulü kaldırılmıştır. Fakat bu Kanunun bir maddesinde diyor ki bu Kanun yayın
landığı tarihten itibaren yürürlüğe girer. Binaenaleyh Kanun bu gece Resmi Gaze
teye verilir, ilan edilir ve yarın Meclis Kanunun hükümlerini icra eder. (bravo sesle
ri)

(Bu sırada Rauf Bey Divan Başkanlığı görevini Vehbi Efendi'ye bırakır.)

ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, Hükümetin seçilme tarzına ait olan bu Ka
nun bugün müzakere ediliyordu ve zannediyorum ki İçişleri Vekili de dün hareket
etmişti. Binaenaleyh bu Kanun bugün neticelendirilmemiş olsa idi ne olacaktı?
Tabii ki Pazartesiye kalacak idi. Böyle alelacele daha Kanun yayınlanmadan bizim
böyle bir seçim yapmamız doğru değildir. Onun için Pazartesi günü yaparız.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ben arkadaşlarımın fikirlerini kabul edemiyorum.
Kanunun Resmi Gazetede yayınlanması, o kanuna uymak ile mükellef olan kim
selerin haberdar olması içindir. Bu kanun halkın icra edeceği bir kanun değildir.
Bunu tasrih etmekle beraber Büyük Millet Meclisinin bu Vekilin vazifesinden ayrıl
mış olduğuna dair malumatı vardır ve böyle bir teklif de yersizdir. Yüce Meclisi
Vekilin vazifede olmadığını bildiği gibi her zaman yerine seçim yapabilir. Binaena
leyh ister bugün, ister yarın, isterse yarın gece toplanmak üzere karar verebiliriz.
(gürültüler) Her halde bunları yapabilmek için hiç olmazsa anlaşmak lazımdır.
Arkadaşlarımızla görüşmek, danışmak lazımdır. Bu hususta daha münasibini
aramak lazımdır. Böyle hazır adam çıkarılmaz, efendim. Evet, biraz düşüneceğiz.
Arkadaşlarımızla müzakere edeceğiz ve ehlini arayacağız.
RAUF BEY (Sivas): Bugün kabul edilen bu Kanun hemen Meclisimiz tarafından
tatbik edilecek bir kanundur. Ali Şükrü Bey arkadaşımızın ifadesiyle acaba bu
kanun kabul edilmemiş olsa idi o zaman ne olacaktı? O zaman seçim yapılabilirdi.
Bugün İçişleri Vekâletinin boş olduğu bilinmektedir. Bu bilindikten sonra karar icra
olunacaktır.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Usul hakkında müsaade buyruluyor mu?
Muhterem arkadaşlar, eğer biz burada bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren iki
ay sonra yürürlüğe girer dememiş olsaydık, ne olacaktı? Binaenaleyh bu kanun

689
yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer, denilince Kanunun hükümleri o za
mandan itibaren geçerlidir. Eğer bu Kanun karar verildiği andan itibaren yürürlüğe
girer denmiş olsaydı, bu seçimi bugün yapabilirdik.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Beyefendiler dinleyin, iki fikir var, birisi İçişleri
Vekâleti Vekilinin seçim bugün yapalım. Diğeri de bugün birbirimizle bu mevzuyu
görüşüp danışamadık. Yarın danışalım, görüşelim ve Pazartesi günü yapalım
merkezindedir. (hay hay sesleri) Bu mevzuda bir önerge var, onu okuyorum.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfidir. İçişleri Vekâleti Vekili seçiminin Pazartesi gününe tehir
edilmesini teklif eylerim.
Malatya Mebusu
Reşit
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Bu önergeyi kabul edenler lütfen ellerini kaldır
sınlar. Çoğunlukla kabul edilmiştir. Pazartesi günü aynı saatte toplanmak üzere
celseyi tatil ediyorum.
(İki gün sonra, 10 Temmuz
1 1922 tarihindeki oturumda...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Bugünkü gündemimizde, bundan evvelki celsede


Yüce Heyetinizin kararı gereğince izinli bulunan İçişleri Vekilinin vazifede olmadığı
müddet içinde kendisine vekâlet edecek birinin seçimi vardır. Evvela onu yapalım.
Lütfen reylerinizi gizli olarak kullanınız. İsimleriniz okundukça oy pusulalarını kutu
ya atınız.
(Ad okuyarak oylama yapılır. Ara verilir. Oylar sayılır ve...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Celse açıldı. Mezun bulunan İçişleri Vekili Fethi Bey'e
vekâlet edecek üye için yapılan oylama neticesinde oya iştirak edenler 188. Karar
yeter sayısı vardır. 160 oyla Niğde Mebusu Ata Bey, Fethi Bey'e vekâlet etmek
üzere İçişleri Vekâleti vekilliğine seçilmiştir. (alkışlar)
ATA BEY (İçişleri Vekâleti Vekili): Efendiler, Yüce Heyetin bana gösterdiği mu
habbet ve teveccühten dolayı şükranlarımı arz eylerim. Verdiğiniz bu müşkül vazi
feyi ben de Yüce Heyetinizin itimadına dayanarak yerine getireceğim. Yardım
Allah'tandır ve ben de kuvvetim miktarında çalışacağım. (Allah muvaffak eylesin
2
sesleri)

1 TBMM Zabıt Ceridesi (8 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.21, s.338-340, http://www.tbmm.gov.tr/


2
TBMM Zabıt Ceridesi (10 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.21, s.349-351, http://www.tbmm.gov.tr/
690
8 TEMMUZ 1922: İCRA VEKİLLERİNİN SEÇİMLERİNE DAİR KANUN
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 69.Birleşim, Gündem: 7/1)

1920 yılı şartları göz önüne alındığında, İstanbul Hükümeti'nin Hila


fet ve Saltanat kurumları halinde bulunuşu ve uzun süre bundan vazge
çilmeyişi, hukuken bir devlet başkanlığının kurulamamasına sebep
olmuştur. Bu nedenle iki yıl boyunca Ankara Hükümeti vekillerinin se
çimleri bir düzene girememiş, hatta hükümet yerine İcra Vekilleri Heyeti
tabiri kullanılmıştır. Bu konuda yapılan görüşmelerde genellikle millet
vekilleri arasında devamlı tartışmalar çıkmıştır.

(İki gün önce 6 Temmuz 1922 tarihindeki oturumda Kanun Tasarısının görüşül
mesine başlandı.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Vekiller Heyetinin seçilmesine dair olan
kanun tasarısının müzakeresine başlıyoruz.

TBMM Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin seçimine dair olup 2 Mayıs
1920 tarihinde kabul olunan ve ikinci maddesi 4 Kasım 1920 tarihinde değiştiri
len kanunun değiştirilmesine dair, Ankara Mebusu Gazi Mustafa Kemal Paşa
arkadaşları tarafından Meclise takdim olunan 3 Aralık 1921 tarihli kanun teklifi
aynı gün yeni bir kanun tasarısı kaleme alınmak üzere Komisyonumuza havale
edilmişti.

Bu teklifi esas itibarıyla tetkike uygun gören Komisyonumuz, bir kanun


tasarısı hazırlamıştır. İcra Vekilleri Heyetinin teşekkül ve seçilmesi hakkındaki
bu kanun tasarısının bazı kısımları asrımız medeni devletleri arasında halkçılık
ilkesini en iyi tatbik eden İsviçre Devleti Anayasasının bazı maddeleriyle ben
zerlik arz etmektedir. Ancak bu benzerlik birçok kanunlarımızda olduğu gibi
doğrudan bir taklit olmayıp memleketimizin Meşrutiyet hayatında yapılan yenilik
ve ıslahatın ve bir tekemmülü şeklindedir. Tarihi görülmüş olan hükümet dikta
törlüğüne mani olunması için Büyük Millet Meclisinin açılışından beri tatbik ve
kabul edilmiş olan usule devam edilecektir. Dünya Harbi sonrasında bazı dev
letler de bu usulü tercih etmişlerdir. Bu usul, milli saltanatın sahibi bulunan
halkın iradesinin tecellisine yardımcı olduğu kadar, sebebi millet dahilinde ol
mayan suiistimallerin de önünü alabilecek iyi bir usuldür.

İşte bu gibi esasları ve bilhassa memleketin ihtiyaçlarını itibara alan Ko


misyonumuz, Türkiye halkının mukadderatına bizzat doğrudan elinde tutması
na kafi olacağına kanaat ettiği bu kanun tasarısının Yüce Meclise arz ile kabu
lünü rica ve teklif eyler.

Hususi Komisyon Reisi Raportör Üye Kâtip Üye


Yunus Nadi Mahmut Esat Ragıp

691
İCRA VEKİLLERİNİN SEÇİMLERİNE DAİR KANUN TASARISI
Madde 1. Büyük Millet Meclisi Reis ve reis vekilleriyle, devlet teşkilatına ait Din
İşleri, İçişleri, Dışişleri, Adalet, Milli Savunma, Maliye, İktisat, Nafıa, Maarif,
Sağlık ve Sosyal Yardım komisyonları üyelerinden ve İcra Vekilleri Reisinden
meydana gelen bir heyet, her vekalet için müzakere ettikten sonra Meclis üye
lerinden en az üç üyeyi vekil adayı olarak teklif eder. Meclis bunlardan birini
seçer.
Madde2. Vekaletlere aday teklif eden heyete mevcut İcra Vekilleri de iştirak
ederek İcra Vekilleri Heyeti Reisliği için gerek icra vekilleri arasından ve gerek
Meclisten en az iki aday teklif ederler. Meclis bunlardan birini seçer.
Madde 3. Aday tespiti ile mükellef heyet, üyelerin üçte iki çoğunluğu ile toplanır
ve gizli oylama ve salt çoğunluk ile karar verir.
Madde 4. İcra Vekilleri Reisi, icra vekilleri içinden seçildiği takdirde vazifeli ol
duğu vekâletin vazifesini de Meclis kararıyla devam etmesi uygundur.
Madde 5. İcra vekillerinden birinin her hangi bir sebeple vazifesi başından ay
rılması icap ettiği takdirde vazifeye dönesiye kadar yerine Büyük Millet Mecli
since bir geçici vekil seçilir. Bu geçici vekil de vekilin vazife ve salahiyetine
sahiptir ve vekil gibi mesuldür. Seçim, vekil seçimi usulüne göre yapılır.
Madde 6. Bu kanuna aykırı olan hükümler geçersizdir.
Madde 7. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 8. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından yürütülür.

BU KANUN TASARISI KABUL EDİLDİĞİ TAKDİRDE TEŞKİLATI ESASİYE


KANUNUNUN 9.MADDESİNİN ALACAĞI ŞEKİL
Madde 9. Büyük Millet Meclisi Umum Heyeti tarafından seçilen Reis, bir seçim
devresi boyunca Büyük Millet Meclisi Reisidir. Bu sıfatla, Meclis adına imza
etmeye ve Hükümet kararlarını tasdike salahiyeti vardır. Büyük Millet Meclisi
Reisi, aynı zamanda Hükümetin de tabii reisidir.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Söz Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in, buyurun efendim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, Raportörün evvela izahat vermesi lazım.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, zannederim Hükümetin de burada hazır
bulunması lazım gelir. Bu kanunun hususi bir ehemmiyeti vardır. Tatbik edecek
olan heyet de hazır bulunmalıdır.

692
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, bu kanunun Hükümete dair bir tarafı
yoktur. Vekiller Heyeti Büyük Millet Meclisinin yaptığı kanunları tatbik etmeye
mecburdur. Meclis kanaatine göre kanun yapar. Bu kanunu kanaatine muhalif
gören vekil çekilir. Binaenaleyh Hükümet üyelerinin Büyük Millet Meclisinin huzu
runda vekil sıfatıyla bulunup söz söylemelerine lüzum yoktur. (doğru sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Komisyon Raportörü Bey, izahat vermek için kürsüye
buyurunuz.
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Efendim Raportör Bey biraz rahatsızdır.
Fakat Anayasa Komisyonu Reisi buradadır. Lakin zannederim rapor anlaşılmıştır,
izaha lüzum yoktur.
YUNUS NADİ BEY (Anayasa Komisyonu Reisi): Efendim, raporumuzda kafi dere
cede izahat verilmiş olduğundan bir iki noktayı arz edeceğim. Bu kanun tasarısı
vekillerin seçimine dair olan eski bir maddenin değiştirilmesinden ibarettir. Büyük
Millet Meclisi açıldığı zaman kendisinde olan yürütme salahiyetinin tatbikatta ne
şekilde kullanılacağı düşünülmüş, 360 kişilik bir heyetin yürütme faaliyetlerini
yapması mümkün olamadığından kendi arasından bazı üyeler seçilmişti. Ancak bu
tatbikat bir müddet gittikten sonra 360 kişilik bir heyetin seçim yapmasının çok zor
olduğu görüldü ve başka bir şekil düşünüldü. Büyük Millet Meclisi Reisi tarafından
gösterilecek adaylar arasından seçim yapmak esası kabul edildi ve halen bu şe
kilde seçim yapılmaktadır. Ancak bu şekle karşı da bir kişi tarafından aday gösteri
leceğine başka bir şekil bulunsa daha uygun olur tarzında bazı düşünceler ifade
edilmeye başladığı zaman, Büyük Millet Meclisi Reisi Paşa Hazretleri ve arkadaş
ları tarafından verilen bir önerge ile bu aday tespiti vazife ve salahiyeti meselesinin
tetkik edilmesi ve lüzum görülürse değiştirilmesi hususu bizim Komisyonumuza
havale olunmuştu. Komisyonumuz Büyük Millet Meclisi arasından seçilecek olan
vekillerin bazı vasıf ve şartlara sahip olması lazım geldiği düşüncesindedir. Şimdi
ye kadar bunun yapılmamış olması pek hatadır. Bunu takip edecek olan ikinci bir
tasarıda bu husus ele alınacaktır. Şurası muhakkaktır ki Büyük Millet Meclisi, üze
rine aldığı vazifenin iyi bir şekilde yapılmasını arzu eder ve yine şurası muhakkak
tır ki Büyük Millet Meclisi yapacağı hizmetlerin bazı hukuk nazariyelerine kurban
edilmesine razı olmaz. Binaenaleyh Büyük Millet Meclisi milli menfaat ve mesele
lerin en iyi şekilde yapılması nasıl mümkün ise o onu yapmakta tereddüt etmez.
Bunu düşünen Komisyonumuz vekillerin seçim işlerini mütalaa ederken bir iki
hususu düşünmüştür. Bunlardan birisi, Büyük Millet Meclisinin ilk defa tatbik ettiği
mebusların kendi arasından seçme usulüdür. İkincisi, şimdiye kadar tatbik edil
mekte olan aday gösterme usulüdür. Binaenaleyh seçim meselesinde şekil ikidir,
denebilir. Üçüncü bir şekli de Büyük Millet Meclisi kendi arasından birini Vekiller
Heyeti Reisi olarak seçer ve o kişi itimada mazhar olduğu müddetçe vazife yapar.
Biz bir maksat için hükümet teşkil etmek istiyoruz. Üç yüz altmış kişilik bir heyete,
filan vekalete bir adam seçiniz demek, içinde parti ayrılıkları olmayan bir heyettir.
Bu Yüce Meclisin tamamı bir vatan partisidir denilebilir. Binaenaleyh daha uygun

693
olan filan, filan ve filanda ittifak olamayacağına Komisyonumuz kanaat getirmiştir.
Tam ittifak ancak bir ilahi ilham ile olur ve bu da maalesef biz fani kullara her za
man nasip olur bir şey değildir. Binaenaleyh ikinci olarak düşündüğümüz, yani
aday gösterilme meselesinde daha çok isabet olacağına kanaat getiren Komisyo
numuz bu hususta Yüce Meclisin temayüllerini tatmin edecek bir çare düşünmüş
ve bu tasarıda gösterilen şekli bulmuştur. O da devleti temsil eden Meclis komis
yonları ile Büyük Millet Meclisi Reisi ve reis vekillerinden ve İcra Vekilleri Reisin
den meydana gelen bir heyetin aralarında müzakere ederek çoğunlukla seçecek
leri üç üyenin Yüce Heyete aday gösterilmeleri şeklindedir. Meclis komisyonları,
Büyük Millet Meclisinden ayrılmış parçalarıdır. Onun için devleti temsil ederler.
Hulasa olarak Yüce Meclisin bugünkü temayüllerini dikkate alan Komisyonumuz
bunun en iyi usul olduğuna kanaat getirmiş ve bu şekli tespit ederek Yüce Heyeti
nize teklif eylemiştir. Üçüncü bir şekil olarak kabine sistemi vardır ki evvelce bura
da bahis mevzu olmuş ve kabul edilmemiş olduğu için müsaadenizle şimdi onun
üzerine konuşmayacağım.

SELAHATTİN BEY (Mersin): Biraz açıklarsanız istifade ederiz.


YUNUS NADİ BEY (Devamla): İcap ederse daha sonra söyleyeyim. İşte efendim,
tasarının belli başlı esasları bundan ibarettir. Bunda yeni olarak bir nokta vardır ki
o da Vekiller Heyetine, Yüce Meclis tarafından seçilen bir reis koymaktan ibarettir.
Bununla, müşterek vazifeye sahip olan Vekiller Heyetinin, toplu ve muntazam bir
hükümet haline bulunması düşünülmüştür.
ALI ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Meclisimizin açılışından bu ana kadar tabii birçok icra
heyeti iktidarda bulunmuş ve Mecliste birçok seçimle yapmıştır. Bu yaptığımız
seçimler bugüne kadar mevcut olan kanunlara göre yapmıştır. Meclisin bazı ka
nunları, zaman zaman tatbik esnasında göstermiş olduğu bazı eksiklikler ve yan
lışlıklar sebebiyle değiştirilmiştir. İşte bu kanun da bunlardan biridir. Eğer bu eli
mizde müzakere ettiğimiz kanun sadece adaylık usulüne dair bir kanun olmuş
olsaydı, ben doğrudan doğruya adaylık usulünün kaldırılması lazımdır deyip bu
kürsüden inecektim. Fakat bu kanunda daha başka hususlar da vardır. Hepiniz
biliyorsunuz ki Meclisin ilk başlarında Vekiller Heyeti kimse tarafından aday göste
rilmeyerek doğrudan doğruya seçiliyordu. Hakikaten bu seçim usulünde bazı yan
lışlıklar meydana geliyordu. Çünkü ben de mebus arkadaşlardan birçoğunun ismi
ni bile öğrenememiştim. Meclis üçüncü yasama yılında bulunuyor. Şimdiye kadar
her halde birbirimizi yeterince tanımış, anlamışızdır. Artık o zaman ihtimal ki bir
mecburiyetle Adaylık Kanununu kabul etmiştik. Bu kanun tasarısıyla adaylık usu
lünün yeniden tatbik edileceğini ve yalnız şeklinin değiştirileceğini anlıyorum. Ko
misyon Reisinin beyanatı beni ikna edememiştir. Yani orta yerde icap ettiren bir
sebep yok iken biz bunu kabul ettik, niçin, çünkü evvelki çürüktür. Zannediyorum
ki bir kişinin seçtiği adaylık usulü esasen çürük ise on beş kişi tarafından seçile
cek olan da çürüktür. Meclisimizin hiçbir şekilde sınırlama ve yasaklama kabul
etmeyen bir hakkı vardır ki oda seçme hakkıdır. Efendiler bu Meclis burada top

694
lanmış ve tabi buraya millet tarafından gönderilmiştir. Milletin bütün işlerini idare
etmek için kendisinde bir kudret görmüş ve işe başlamıştır. Binaenaleyh Meclis
reşittir. Meclis bir koruyucuya muhtaç ise onu kim yapabilecek ise onu getirip bu
raya oturturuz. Binaenaleyh bütün milletin işlerini idare etmek salahiyetini kendin
de gören bir Meclis, nasıl olur da alelade bir seçim yapmak için ben reşit değilim,
desin? (bravo sesleri) Bunun imkanı yoktur efendiler, Meclisimiz ya reşittir, ya reşit
değildir. Reşit değil ise çekiliriz. Yerimize milleti idare edebilecek olan reşit vekiller
gelir. (alkışlar) Binaenaleyh ben bu şekli, haklarımızı kısıtlama mahiyetinde bulu
yorum. Adayları seçecek olan bu on beş kişi de bu Meclisin içinden çıkmışlardır.
Esas kuvveti, esas kudreti yine buradan almışlardır. Binaenaleyh bu on beş kişi
reşit oluyor ve yaptığı makbul ve muteber oluyor da Meclis nasıl reşit olmuyor?
Ben bunu anlamıyorum. Binaenaleyh bu mesele hakkında uzun uzadıya söz söy
lemek istemiyorum. Çünkü mesele gayet basittir, Komisyonun korkmuş olduğu
karışıklık asıl Adaylık Kanunu devam ettiği zamanlarda olmuştur. Hatta hatırlat
mak isterim, birçok zamanlar bir vekilin seçimi dört beş celseyi işgal etmiştir. Bi
naenaleyh bu adaylık usulü evvelce arz ettiğim gibi, fiilen kendiliğinden geçersiz
olmuştur. Adayı ister bir kişi göstersin, ister on beş, ister elli kişi göstermiş olsun,
bu doğrudan doğruya Meclisin en tabii ve en esaslı hakkını kökünden iptal eden
bir meseledir. Adaylık usulü güya vekiller arasındaki birlik ve uyumun teminini icap
edecektir, deniliyor. Efendiler Vekiller Heyeti arasında uyumun temini arzu edili
yorsa, doğrudan doğruya kabine usulüne doğru gitmek lazımdır. Fakat bu, bugün
uygun mudur, değil midir? İnşallah bunu Vekiller Heyetinin vazife ve mesuliyeti
hakkındaki kanunu müzakere ederken uzun uzadıya müzakere ederiz. Memleket
hakkında hangisi en hayırlı ise onu o zaman tespit ederiz. Vekiller arasında birlik,
o heyeti teşkil edecek olan arkadaşların fikir birliği neticesidir. Bu fikir birliği her
halde ayrı ayrı yapılan seçimler neticesinde daimi şekilde gerçekleşeceğine ben
de inanmıyorum. Şimdi deniliyor ki Vekiller Heyeti Reisi de heyete katılacak ve bir
aday seçeceklerdir. Vekiller Heyeti Reisinin orada bulunması, hakikaten seçilecek
adayın kendisi ile çalışabilecek bir mahiyette bulunmasını tayin edecek midir? O
Vekiller Heyeti Reisinin o heyette oyu ancak on beşte bir nispetindedir. Vekiller
Heyeti Reisi azınlıkta kalır ve çoğunluk kendisinin kabul etmediği bir adayı seçer
lerse o zaman Vekiller Heyeti Reisinin vaziyeti ne olacaktır? Şimdiki idare şeklimiz
mevcut kaldıkça Meclis reşittir. Arkadaşlar birbirini şu iki buçuk sene içinde layıkıy
la tanımıştır. Binaenaleyh kendisine vazife verilecek arkadaşlarını doğrudan doğ
ruya seçebilirler kanaatindeyim. Yüce Heyetiniz başka şeylerde adaylık usulünü
kabul etmiştir. Mesela Memurların Muhakeme İşlerini Tetkik Komisyonuna üye
seçilmesi için zannederim şubeler aday gösteriyor. Bunlar kanunla olmaz.
YUNUS NADİ BEY (Anayasa K. Reisi): Mevcut kanun var efendim, Büyük Millet
Meclisi yapmıştır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurun efendim. Evet, kanun vardır.
Efendiler, ben de bu Yüce Heyetin en aciz bir ferdi olmak itibariyle aleni söylüyo
rum. Dar ve zaruri bir zamanda, yoktan bir Hükümet burada kurulduğu zaman
695
elbette noksan birtakım kanunlar yapılabilir ve tatbikat itibariyle bu kanunların
eksikleri görüldüğü vakit onları değiştirmek, doğrusunu kabul etmek bizim için
büyük bir meziyettir. Hatada ısrar uygun değildir. Binaenaleyh bir kanun vardır.
Fakat bu kanunun tatbikatında muvaffakiyet olamadığı görülmüştür ve işte bu
kanunun değişikliğini müzakere ediyoruz bugün. Efendiler, milli hakimiyetten bah
sediyoruz. Milli hakimiyet demek milletin kendi hakkını doğrudan doğruya kullan
ması demektir. Fakat buna imkan olmadığı içindir ki millet, her hangi bir seçim
usulü ile idare için bir meclisi toplar ve onlara der ki benim işimi görünüz. Zaten
böyle olunca milli hakimiyet biraz olsun kısıtlanmaktadır. Bu Meclisi bu adaylık
usulüyle tekrar ve bir kat daha kısıtlamış bulunuyoruz. Ben diyorum ki milli hakimi
yetin hakiki mefhumunu şu Meclis bile tamamıyla tatbik edemezken, nerede kaldı
ki bu Meclisin içinden seçilmiş olan on beş kişiye, ufak bir heyete bunun verilmesi.
Zannederim ki bu milli hakimiyeti ikinci defa olarak bir defa daha kısıtlamak de
mektir. Ben bu hususta son söz olmak üzere söyleyeceğim ki Komisyon Reisi
Beyefendi, 365 kişinin seçiminde isabet olması için Rabbani ilhamı olması lazım
gelir, buyurdular. Hayır efendiler, aklıselim ve üç senelik tecrübe, bu Heyetin se
çimine muvaffak olmasını temin edecek en iyi bir vasıtadır. Aklıselim olduktan
sonra, üç senelik tecrübe göz önünde tutulduktan sonra zannederim ki Meclis
Yüce Meclis vazifesini hakkıyla ifa eder. Rabbani ilhamı ancak bu suretle tecelli
eder. Son sözüm budur efendiler.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim söz almaktan maksadım uzun uzadıya müza
kereye lüzum olmadığını arz etmek ve maddelere geçilmesini teklif etmek içindir.
Çünkü Yüce Heyetiniz bu Adaylık Kanununun tatbik imkanı olmadığını gördükten
sonra birtakım önergelerle, hatta o önergelerden biri bu kanunun tatbikine memur
Reis Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin de imzası ile mesele Komisyona gitmişti.
Bu bakımdan birinci maddeye geçildiği zaman mütalaamı arz edeceğim ve tasarı
nın tamamı hakkında müzakerenin yeterliliğini teklif ediyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, Komisyonda azınlıkta kalan kısım var.
Bunu izah edeceğim. (maddelerde söylerdin sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim kanunun ehemmiyeti hepimizce bilinmekte
dir. Birçok arkadaşlarımız söz almıştır. Bunlardan da yalnız iki arkadaş söz söyle
miştir. Bir de tamamının müzakeresinin yeterliliği teklifi vardır. Oya koyuyorum.
Kanunun tamamı hakkındaki müzakereyi kafi görüp maddelere geçilmesini kabul
edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmemiştir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim bu kanun tasarısında benim de imzam
var. Fakat maalesef koyduğum muhalefet şerhi rapora yazılmamıştır. Ben de Bü
yük Millet Meclisinin her türlü kısıtlamadan muaf olarak hakimiyetini kullanması
için bunun yazılmasında ısrar etmiştim. Arkadaşlarımız bunun tersinin düşünül
mesinin mümkün olmadığını beyan buyurdular. Türkiye Büyük Millet Meclisini
kısıtlama imkanı olmadığından Komisyonda çoğunluğu teşkil eden arkadaşlarımız
ittifak ederek bunu yazmayı bile abes görürüz, dediler. Maalesef arkadaşlar, ko

696
nuşmalar bunu başka şekilde tecelli ettirdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi kaydı ka
bul etmezken bu kanun da diğer kanunlar gibi düşünülerek bu kürsüde aksi icra
edildi. Her halde bu tespit edilmeli, çoğunluğu teşkil eden arkadaşlarımızın kanaati
de bu şekilde takviye edilmelidir. Her nasılsa rapora bu husus yazılmamıştır. (an
laşılmadı sesleri) Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi kanunen mecburdur kaydını
fazla görüyoruz, mecbur değildir. Efendiler, şimdi tahlil ettiğimiz zaman, demin
Şükrü Bey’in güzel buyurdukları gibi, biz iptidai bir hal geçiriyoruz. Çünkü efendi
ler, biz böyle sık sık kanunlarımızı değiştirmek mecburiyetinde kalıyoruz. Bu, her
millette bu, dünyanın her yerinde böyle olmuştur. Çünkü, biz diğer devletlerin ka
bul ettiği esaslara riayet edemiyoruz, hususi vaziyetimiz bizi bundan menediyor.
Çünkü biz, bir icadımızı tatbikat sahasında muvaffak olup olamadığımıza göre
değiştiriyoruz. Buna tekamül dersek tekamül değildir. Türkiye Büyük Millet Mecli
sinin kabiliyetinden bahsetmeyi ben lüzumsuz görürüm. Onun manevi şahsiyeti
her türlü mükemmeliyet ile vasıflandırılır. Bu milletin mukadderatı için onu kısıtla
yacak vicdan... Bu tesirden başka her türlü tesirden uzak olan Meclis, vazife ifa
ederken kendisine ait hususlarda kendisine vekil seçeceği insanı seçerken doğru
dan doğruya oyunu kullanması zaruridir. Buna muhalefet etmek, tabii kanunlara
mani olmak demektir. Bizi reşit görmeyenler kimlerse, rica ederim kendileri reşit
olup olmadıklarını ispat etsinler.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bravo.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Raportör Bey bir Hükümet teşkil ediyoruz, dedi
ler. Yine bir Hükümet teşkil ediyoruz, dediği zaman zannederim diğer milletlerin
kanunlarına zihni saplandı, çünkü herkeste icat fikri olamaz. Çünkü, Raportör Bey
şimdiye kadar ne öğrenmişse odur. İcat ettiğini iddia etseler böyle diyemezlerdi.
Efendim biz bir hükümet teşkil ediyoruz ifadesi onu kabine sistemlerine doğru
kendini sevk etmiştir. Biz kabine sisteminin zararlı olduğunu ve bizim bu hususta
bir noksanımız olduğunu biliyoruz. Biz her halde, mevcut kanunlara göre fazla bir
uyum arıyorsak ilk evvela Meclis içerisinden bir üye seçelim, giden üyeler arasın
da uyum arayalım, efendiler. Bu seçim usulü meselesi değildir. Efendiler, uyum
demek, orada yeni bir kudret, kuvvet aramak demektir. Çünkü kabine usulü, veçhe
meselesini biraz başkalaştırır. Binaenaleyh niçin uyum arayayım, bu şekle göre?
Çünkü veçheyi Yüce Heyetiniz vekillere ayrı ayrı verecektir, İktisada ait veçheyi
Dışişlerine vermiyorum...
RAUF BEY (Başkan Vekili): Veçhe’nin Türkçesi nedir?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Veçhenin tam Türkçesini bilmiyorum. Yol gös
termek manasına olabilir. Şimdi efendim, komisyonların ve Meclisin reisleri aday
gösterecekler. Görülüyor ki burada bir hüküm var, mutlaka bu gösterilen üç üye
den birisini seçmek mecburiyetindeyiz. En az üç, bunun en çoğu da üç yüz altmış
beş olması lazım.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Üç yüz kırk yedi.

697
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Buyurdular ki vekil olacakların bazı vasıflara
sahip olması gerekir. Biz de vekil yapacağımız arkadaşımızın liyakatini, gayretini
ve istidadını her halde arayacak kadar kudrete sahibiz. Çünkü adayları gösterecek
olan Meclis reisleri ile komisyon reislerini seçenler bizleriz. Eğer isabet yoksa
Meclis ve komisyon reisleri de kendilerinin meşru olduklarını iddia edemezler.
Onları kim seçti? Elbette biz seçtik. Geçen sene bu kanun yapılırken bir şahsa,
sen bize aday göster dedik. Öyle bir kimse ki kendisini biz seçmiştik, bizden kuv
vet alan ve bizim takdir eden insanlar olduğumuzu reisliğe kabul olununca bunları
söyleyen şahıs, bende bu noksanı tasavvur edemez.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bravo, bravo... (alkışlar)
YUNUS NADİ BEY (Anayasa Komisyonu Reisi): Reisiniz ne iş görecektir ve hangi
mesuliyete sahiptir?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Reisimiz Meclisi idare edecek ve kanunlara göre
iş görecektir. Reis seçiminde bize kimse aday göstermiyor ki. Yani kendi reisini
seçme hakkına sahip olan bir Meclis, tabiidir ki her halde daha münasip olarak
vekillerini de seçer ve sonra yine kendi seçtiği reisinin katiyen fikri altına giremez.
Bu kanunun müzakeresinde de görülüyor ki tezattan çıkamıyoruz. Komisyon yine
bunun müzakeresi esnasında bu tezadın içerisine girmiştir. Bir taraftan uyum arı
yor, birlik arıyor, diğer taraftan da aday seçimi esnasında Vekiller Heyeti Reisi
gelecek, içimizden adam arayacak. Burada da tezat vardır. İcra Vekilleri Heyetinin
bir reisi var, burada on beş oy var. Komisyon bu tezatla buraya gelmiştir, işte bu
nazariye ile bu kanun noksandır. Bu nazariyeye göre bizim için en evvel adaylık
denilen bu usulünün bütün bütün kaldırılmasını teklif ediyorum. Bu olmaz, böyle
kayıt olamaz. Bana isterse yüz tane aday gösterilsin, ben yine bildiğim şahsı seçe
rim. Bunda kısıtlama kabul etmem. Kısıtlama olursa seçilecek hükümeti meşru
değildir, efendiler.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Muhterem arkadaşlar, gerek Ali Şükrü Bey ve
gerek Hüseyin Avni Bey’in beyanatlarından sonra adaylık usulünün devamı hak
kında söylenecek bir kelime yoktur. Yalnız ben şurasını arz etmek isterim ki yap
mış olduğumuz Teşkilatı Esasiye Kanununun birinci maddesi Adaylık Kanunu ile
taban tabana zıttır. Orada hakimiyet kayıtsız, şartsız milletindir dedikten sonra
seçilen reis ve diğerlerinin vekillerin seçiminde aday göstermeleri olamaz. Çünkü
hakimiyeti kayıt altına almak olmaz ve kabul edemeyiz. Çünkü milletten alınan
vekalet kayıt altına alınamaz, o mutlaktır. Reisin aday göstermesi ile on beş, yirmi
kişilik bir heyetin aday göstermesi arasındaki fark aynıdır. Sonra deniliyor ki uyum
aramak için Vekiller Heyeti Reisi de beraber bulunacaktır. Onun oyu da alınacak
tır. Vekiller Heyeti arasında uyum aramak lazım ise o Reis ile komisyonların üyele
rinden bazı kimselerden kurulacak bir kabine meydana gelir ki o da mevcut Teşki
latı Esasiye Kanununun ilgili maddesi değiştirilmedikçe mümkün değildir. Komis
yon Reisi Bey, Mecliste zaman zaman görülen aksaklıklar münasebetiyle bu ka
nunda değişiklik yapılması şart oldu. Başta Reis Paşa Hazretleri dahil oldukları

698
halde, bütün Meclis üyelerinin hemen bildiği bir meseledir. Bu değişiklik lüzumu
hissedildiği halde bir şey değiştirilmiş olmuyor efendiler. Komisyon o hakkı bir
kişiden alıyor, on beş kişiye veriyor. Bunun neticesi birdir. Binaenaleyh ben de
sözü uzatmayarak, arkadaşlarıma iştirak ederek adaylık esasının tamamen reddi
ni teklif ederim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin yeterliliğine dair önergeler var.
Tasarının tamamı hakkındaki müzakereyi kafi görüp maddelere geçilmesini kabul
edenler lütfen ellerini kaldırsın. Çoğunlukla kabul edilmiştir efendim. Maddelere
geçilmiştir.
REŞİT AĞA (Malatya): Müzakere usulü hakkında bir şey söyleyeceğim. Müsaade
buyurunuz.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Buyurun efendim.
REŞİT AĞA (Malatya): Efendim, bir önerge takdim edeceğim. O okunsun, eğer
kabul olunursa müzakereye lüzum kalmaz, kabul etmezseniz istediğiniz kadar
müzakere edersiniz. (maksadınızı söyleyin sesleri) Vereceğim önergede de izahat
ettiğim gibi benim anladığım seçimden maksat her fert kendi oyunu, kanaati daire
sinde istediğine verebilir. Seçimden benim anladığım budur. Fakat bu kanun da
her nasılsa yapılmıştır ve zannederim ki böyle bir kanun hiçbir Hükümette yoktur.
Evet, seçimde propaganda usulü vardır. Lakin böyle şarta dayalı olarak bir seçim
usulü de hiçbir hükümette ve hiçbir yerde yoktur. Bunun için arz ettiğim önerge
okunsun, kabul olunursa müzakereye lüzum yoktur. Çünkü seçimden maksat bu
değildir. Böyle seçim bir emrivakidir. Milleti seçim filan diye aldatmayalım. Öner
gem okunsun.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Reşit Ağa bir kanun teklif ediyor. Her halde
Tasarı İnceleme Komisyonuna gitmesi lazımdır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan) Maddeye aitse efendim, Komisyona gitmesi lazım
gelir. (şimdi müzakere olunsun sesleri)
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Usul hakkında söz istiyorum. Efendim önergelerin oya
konmasında da bir usul vardır. Ona dair söyleyeceğim. Efendim, eğer bu önerge
birinci maddenin değiştirilmesine dair ise madde hakkında müzakere yapılıp, ye
terliliği karar verildikten sonra oya konur. O zaman önerge kabul edilir ve Komis
yona gitmesine lüzum görülürse Komisyona gider, kabul edilmezse reddedilir.
Daha maddenin müzakeresine başlanmadan, onun değiştirilmesine dair bir öner
ge nasıl oya konabilir?
RAUF BEY (Başkan Vekili): Hakkı Hami Bey, önerge birinci maddenin kaldırılma
sına dairdir. Bu önergeyi okuruz, kabul edilirse ne âlâ, edilmezse maddeyi oya
koyarız.
HAKKI HAMİ BEY(Sinop): Oya konamaz Efendim.

699
RAUF BEY (Başkan Vekili): On beş dakika teneffüs.
(Aradan sonra, Rauf Bey yerine diğer Meclis Başkan Vekili Vehbi Efendi oturumu yö
netmeye başlar.)

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, celse açılmıştır. birinci madde okunacak.

İCRA VEKİLLERİNİN SEÇİMLERİNE DAİR KANUN TASARISI


Madde 1. Büyük Millet Meclisi Reis ve reis vekilleriyle, devlet teşkilatına ait Din
İşleri, İçişleri, Dışişleri, Adalet, Milli Savunma,
üyelerindenMaliye, İktisat, Nafıa, Maarif, Sağ
lık ve Sosyal Yardım komisyonları ve İcra Vekilleri Reisinden mey
dana gelen bir heyet, her vekalet için müzakere ettikten sonra Meclis üyelerinden
en az üç üyeyi vekil adayı olarak teklif eder. Meclis bunlardan birini seçer.

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, söz Ziya Hurşit Beyefendi’nindir.


ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Komisyon, her vekil için doğrudan doğruya yapıla
cak seçim karışıklık getirecektir, diyor. Seçimler yalnız meclislerde olmaz. Meclis
haricinde de seçim usulleri vardır. Şayet böyle aday gösterilmeden doğrudan doğ
ruya yapılan seçimler mahzurlu ise şimdiye kadar yapılan seçimlerin her birisinden
şüphe edilmek lazım gelir. (gülüşmeler) Bir kere Yüce Meclis ilk toplandığı zaman,
Meclis Reisi seçildi. Her devletin meclisinde bu böyle yapılır. Bu hususta hiç aday
meselesi yoktur. Bilhassa Komisyon Raportörünün şimdiye kadar yazmış olduğu
yazılarını okuyoruz. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir, cümlesindeki kayıtsız
şartsız ifadesine dikkat buyurunuz. Milletvekilleri her hangi bir şahıs hakkında
oylarını serbestçe veremezlerse bugünkü hakimiyet nerede kalır? Yüce Meclis
bugün vatanı kurtarmak için buraya toplanmıştır, bunu kimse inkar edemez. Bu
hakikat herkesin gözünün önündedir. Bizim için bir gaye vardır. Fakat memlekette
hakiki vaziyet kurulduktan sonra bu böyle kalamaz. Birçok siyasi düşünceler su
yüzüne çıkacak ve mücadele edilecektir. Memlekette birinin daha çok grubu ola
cak, diğerinin daha çok olacaktır. Adayları gösteren ister on beş kişilik bir heyet
olsun, isterse bir adam olsun, fark yoktur. Komisyon, vekillerin uyum içinde çalış
malarından bahsediyor. Mustafa Kemal Paşa, bir beyanatında buyurmuşlardı ki,
"Orada sizin vekilleriniz doğrudan doğruya sizden emir alarak hareket edecekle
rinden, onların arasında uyuma lüzum yoktur, Meclis kendi arasında uyumlu olsun
yeter."
...Binaenaleyh bu sözü de bugünkü şeklimize göre itibara almalıyız. Komisyon
bunu itibara almamıştır, buna dikkat etmemiştir. Meclis ve komisyonların müzake
relerini idare edecek reisler aday gösterilmedikleri halde seçilmişlerdir. Ben kendi
şahsıma en bariz olan bu hakkımı on beş, yirmi kişiye terk edemem. Bence bunun
imkanı yoktur. (biz de bırakamayız sesleri) Binaenaleyh sen benden daha iyi se
çersin, benden daha iyi aday gösterebilirsin, benden daha iyi bilirsin, diye bir hakkı

700
daha üstünlük veremeyiz. Şayet Meclisin çoğunluğu bu yirmi kişinin gösterdiği
adaydan başkasını seçemezse, Meclisin çoğunluğunun dediği mi, yoksa bu yirmi
kişinin dediği mi olacaktır? Seçim esnasında herkes fikrini ileri sürebilir, propa
ganda yapar, gazete ile adaylığını ilan eder, tahtaya da yazar. Onun adaylığı için
değil yirmi kişi, yüz kişi de çalışır. Fakat bunlara oy vermeye mecbur edilemez.
Değil on beş kişi, hatta Meclisteki çoğunluk grubu bile, hiçbir kuvvet bile, Meclisi
filancaya oy vereceksiniz diye mecbur tutamaz. Bunu kabul edecek olursak istib
dada doğru giden en büyük yoldan yürümüş oluruz. Bu usul, dünyanın en mutlakı
yetle idare olunan hükümetlerinde bile yoktur. Kral, imparator, veya cumhurreisi
istediği bir adamı kendiliğinden, vekil veya başvekil yapamaz. Biz ki mutlakıyeti
bırakınız, meşrutiyete çoktan geçtik. Serbest irademiz ile oy vereceğiz, illa bir
çerçeve içinde kalacaksınız, her halde bunlara oy vereceksiniz, demekle artık
mebusluğun hiçbir manası kalmamış olur. Devletin umumi siyasetini idare edecek
vekiller, yirmi kişi tarafından seçildikten ve bunlara oy vereceksiniz denildikten
sonra benim bu memleketteki millete ait vekaletim kalmaz zannediyorum. Binae
naleyh bu düşüncelerime ve ifadelerime göre Komisyonun teklif ettiği bu birinci
maddenin reddini teklif ediyorum.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Aydın Mebusu Tahsin Bey’in bir ertele
me talebi var, oya koymaya mecburum. (gürültüler) Efendim, müsaade buyurun
Tahsin Beyefendi diyor ki bu kanunun, İcra Vekillerinin salahiyetine ait olan kanun
ile alakası vardır. (hayır sesleri) Efendim, rica ederim müsaade buyurun, ister
kabul edersiniz ister etmezsiniz, ben oya koymak mecburiyetindeyim. (gürültüler)
Rica ederim sessiz olunuz, bir arkadaşımız bir şey söylüyor. (gürültüler) Dinleyi
niz, kabul etmezseniz etmeyiniz.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Reis Bey doğru ama, bu kanunun müzakere
edilmesi kabul edilmiştir. Meclisin bu hususta kararı vardır.
YUNUS NADİ BEY (Anayasa Komisyonu Reisi): Reis Bey, konuşan arkadaşların
tenkitlerine cevap vereceğim. Efendiler, Yüce Meclisin oy vermek hakkı ve salahi
yeti kısıtlı değildir. Yüce Meclis büyük bir işi idare etmekle mükellef olduğunu
unutmasın.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Zaten unutmuyor.
YUNUS NADİ BEY (Devamla): Yüce Meclis o büyük işi yürütmek için çare ararsa
zannederim fena yapmaz, iyi yapmış olur. Efendiler, bu adaylık meselesi, yeni
mesele bir değildir. Yüce Meclisin üyelerinin seçiminde de bu tecrübe edilmiştir.
Bir kişi ile de tecrübe edilmiştir. Komisyon şu veya bu şekil altında Meclisi bir ve
sayet altına sokmak için böyle bir tasarı yapmadığına emin olabilirsiniz. Komisyon
vazife ve mesuliyet meselesini tetkik ettiği zaman bu Yüce Meclisin salahiyeti al
tında bulunan yürütme işinin İcra Vekilleri Heyeti denilen heyet marifetiyle görül
düğüne vakıf olmuştur. Efendiler, o heyetin en emin ve en mükemmel bir şekilde
seçilmesi lazım geldiğine bu Yüce Meclis lüzum görülmüştür. Binaenaleyh Vekiller

701
Heyetinin en iyi bir şekilde çıkabilmesi içindir ki Komisyon böyle on beş kişilik bir
heyetin aday göstermesini kabul etmiştir. Bunda hiç bir vesayet düşüncesi yoktur.
Siz, milletin işinin böyle vesayetsiz görüleceğine kani olursanız, hiçbir kayıt koy
madan kanun yapmış olursunuz. (bravo, bravo sesleri) Efendiler, bunda kısıtlama
yoktur. Vekiller Heyeti öyle bir kanun teklif etse, Yüce Meclis bir anda reddedebilir.
Efendiler bu kudretleri kendisinde toplayan Yüce Meclis...
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): O halde kanunun hiçbir manası yoktur.
YUNUS NADİ BEY (Devamla): Meclis bu kanunu, kendi haklarını kısıtlayacak bir
mahiyette görüyorsa kabul etmez. En az üç aday gösterilir, diyoruz. En azı budur,
en çoğu da Yüce Heyetinizdir. Efendiler hoşunuza gitmeyen bir vekili düşürmek de
elinizde, seçmek de elinizde olduğu halde nasıl olur da kısıtlama denilir? (kısıtla
ma vardır sesleri) Maksadımız bu memleketin mühim ve milli gayeyi halletmeye
niyetli, sağlam, uyumlu bir Vekiller Heyeti meydana getirmektir. Efendiler, bu ka
nunun Vazife ve Mesuliyet Kanununa kadar ertelenmesini arzu eden arkadaşın
çok hakkı vardır. Ben de çok arzu ederim ki bu kanun müzakereye konduktan
sonra siz Vazife ve Mesuliyet Kanununu evvela müzakere edesiniz ve göresiniz ki
görülen işler ne kadar mühimdir. Meclisin hudutsuz olan salahiyetini kısıtlayan var
mıdır? O zaman nasıl hükümet yapılmak lazım geldiğini anlar ve zannederim, o
zaman bu sözleri söylemez, başka türlü düşünürsünüz. Bu kanunun, hakimiyet
kayıtsız şartsız milletindir esasına taarruz ettiğini bir arkadaş söyledi. Hakimiyet
kayıtsız şartsız milletindir. Mamafih mebuslar buraya iki dereceli seçimle gelmiştir.
On, on beş milyon halka 335 kişi vekalet etmektedir. Eğer hakimiyet kayıtsız şartsız
milletin deyince on beş milyon halk kendi kendisini idare etsin diye... (gürültüler)
SELAHATTİN BEY (Mersin): O halde birinci madde sakattır.
YUNUS NADİ BEY (Devamla): Hulasa efendiler, Yüce Meclisin haklarını kısıtla
mak meselesi yoktur. Yüce Meclisin haklarına taarruz etmek Komisyonumuzun
hatırından geçmez. Bize böyle iftiralar yüklemek de uygun değildir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Komisyon milli hakimiyeti on beş kişiye mi
vermek istiyor? Komisyona bunu sormak istiyorum.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendiler, Yunus Nadi Beyefendinin şimdiki beyanatı
hazırladıkları kanun tasarısını teyit eder bir mahiyette olsaydı, ben bu tasarıyı
alkışlayan arkadaşlardan birisi olacaktım. Fakat Yunus Nadi Beyefendinin huzuru
nuzda söyledikleri sözlerle, tasarının gerekçesi ve maddeleri arasında katiyen
münasebet yoktur. Yüce Meclisin yürütme salahiyetinin üstünde hiçbir kuvvet yok
tur derken, diğer taraftan da diyorlar ki Meclisin komisyonlarından ve Vekiller He
yetinden yirmi kişi tarafından üç seçilir ve bunların arasından birisi vekil olur diyor
lar. Meclis bu üç kişiden hiç birini seçmediği zaman ne olacak?
YUNUS NADİ BEY: Kanunu lağvedersiniz.

702
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Rica ederim, on dört senedir bu zavallı milletin si
nesinin tecrübe tahtası olduğu yetmedi mi? Bundan sonra yazı yazılacak yeri de
kalmamıştır. Bana öyle geliyor ki milletin sinesini tecrübe tahtası yapmaktan yedi,
sekiz sene evvel vazgeçmek lazım gelirken, ne yazık ki hâlâ vazgeçmedik. Bizim
cehaletimizi itiraf etmek lazımdır. Bütün harekâtımızı hukuk esaslarına uydurmaya
uğraşmak yüzünden memleketi yıktık, bu hale getirdik. (bravo sesleri, alkışlar)
Rica ederim istediğimiz zaman hukuk böyledir, kanun şöyledir diyerek ve istediği
niz zaman nazariyata bağlı olarak memleketi bu şekillere sokmak kadar dünyada
mantıksızlık olamaz. Bu şekilde hiçbir iş çıkmaz ve çıkarılması doğru değildir.
Bundan dolayı yapılacak her şeyi hukukun esaslarına uyduramıyorsak, bilenleri
getirelim ve onlardan öğrenelim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): O zaman Meclisin hayat hakkı kalmaz, millet bizi
burada bir gün yaşatmaz.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Evet Millet Meclisinin salahiyeti hudutsuzdur. Meclis
bu milletin üzerinde bulundukça Meclisin çıkardığı kanunlara, verdiği emirlere
itaate herkes mecburdur. Meclis bunu ifa ettiremediği zaman Meclis yoktur, millet
başının çaresine bakar. Efendiler, bu tasarı idari bir mahiyette olsaydı bunu her
halde İçişleri Komisyonuna havale ederdik. Biz bir Hususi Komisyon teşkil ettik.
Bununla da yetinmedik ve iki komisyonu birleştirerek daha muazzam bir Hususi
Komisyon vücuda getirdik. Halbuki bu şekilde havale ettiğimiz halde maalesef
İçişleri Komisyonunun yapacağı bir kanun mahiyetinde bir tasarı meydana çıka
gelmiştir.
YUNUS NADİ BEY: Siz olsaydınız nasıl yapardınız?
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Siz de benim mütalaamı aklınıza göre reddedebilir
diniz. Ben bir şey diyemem. Hatırınızdadır ki Yüce Meclis ilk teşekkül ettiği zaman
kabine usulü kabul edilmemiştir. O zaman öyle bir şeyle eğer bu devlet makinesi
nin döneceğini Yüce Meclisiniz bilseydi, buna kanaat getirmiş olsaydı, bunu bir
buçuk sene evvel yapardı. Pek meşru olan salahiyetinizi yirmi arkadaşın eline
verdikten sonra, bu salahiyeti onlardan geri almak için her halde iki sene daha
uğraşmanız lazımdır. (gülüşmeler)
YUNUS NADİ BEY: Yüce Meclis bunu yapmaktan aciz midir?
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Beyefendi müsaade buyurunuz, adaylık usulünün
yanlışlığını bu Yüce Meclis öğreneli altı ay olmuştur ve değişiklik teklifi Komisyona
gitmiştir, gelmiştir, hâlâ bu usulü değiştiremedik. Binaenaleyh yirmi kişi aday seç
meye salahiyetli olduktan sonra, bu sefer de iki buçuk senede komisyona gidip
gelecektir. Biz geçmişte düştüğümüz tehlikelere bir daha düşmek istemiyoruz.
Milletin tahammülü kalmamıştır. Millet iyi bir idare istiyor. Yoksa burada toplanarak
şekil ve tecrübe ile uğraşılmasını istenmiyor. Ben arkadaşlarımın söylediklerini
tekrar etmek istemem. Tutanaklar açılırsa Yüce Meclisin ilk Vekiller Heyetinin pek
kolay bir şekilde seçilmiş olmadığı görülür. Aday usulü kabul edildiği günden beri
703
bu şekil eskisinden daha fena çıktı. İtiraf etmek lazımdır ki bu aday usulünü kabul
ettiğimiz tarihten itibaren çoğunluk kazanarak vekil olan arkadaşlar pek azdır.
Mesela bazıları bir, iki, hatta beş seçim yapılmış, gene de kazanamamışlardır. En
nihayet kendisine güvenoyu verilmek mecburiyetinde kalınmıştır. (Allah Allah ses
leri) Allah Allah değil efendiler. Tutanakları açarsanız, orada görürsünüz. (gürültü
ler) Şimdi efendiler, bu yeni gelen şekil eski şekilden belki daha fena tarzda tan
zim edilmiş bir şeydir. Madem ki Komisyon Reisi Yunus Nadi Beyefendi arkada
şımız, hakikaten Meclisin haklarını hiçbir kimseye tecavüz ettirmemek lazım oldu
ğunu şu kürsüden söylemiştir. O halde kabul edeceğimiz usul ancak ve ancak
eskisi gibi vekillerin aramızdan seçilmesi usulüdür. Bu şekilde seçimler pek kolay
yapılacaktır. Vaktiyle birbirimizi tanımazken, bugün hepimiz birbirimizi tanıyoruz.
Arz ettiğim gibi Mecliste birlik ve dayanışma olduktan sonra, Vekiller Heyetinde de
her zaman için dayanışma ve uyum olabilir. İşte Yüce Heyetinize arz edilen bu
tasarı, Yunus Nadi Bey’in mütalaaları ile de belli oldu ki pek sakat ve pek kabul
edilemeyecek bir tasarıdır. Binaenaleyh ben Yüce Heyetinize bir şekil arz ediyo
rum, vekiller ve onların reisi, Büyük Millet Meclisinin gizli oyu ile ayrı ayrı seçilme
lidir. Malumunuz olduğu üzere İcra Vekillerine bir reis seçeceğiz ve bu reise de bir
vazife ve mesuliyet vereceğiz. Elbette o oraya gidip bir bekçi gibi oturacak değildir.
Zaten bunu Komisyon da kabul ediyor. İcra Vekilleri Reisini aramızdan seçtikten
sonra, diğer vekillerin aramızdan seçilmemesine ben bir türlü akıl erdiremiyorum.
Yani bu hukuka uygun değildir. Yani tatbik kabiliyeti olmayan bir şeyi tekrar kabul
edeceğiz. Mazi bizim için güzel bir dersi ibrettir. Bu itibarla birinci maddenin yerine
geçmek üzere tanzim ettiğim bu önergemi takdim ediyorum. Milletin sinesinin tecrü
be tahtası olmaktan artık kurtarılmasını Yüce Heyetinizden rica ediyorum, efendim.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendiler, 4 Kasım 1920 tarihinde karşımıza çıkan
Adaylık Kanunu müzakere edilirken bu kanunun aleyhinde, bu usulün aleyhinde
maruzatta bulunmak üzere kürsüye çıktığım zaman maruz kaldığım ayak patırtıla
rını düşünerek, şimdi şu kürsüye gelirken kalbim çarpmaya başladı. (korkma ses
leri) Efendiler haklarımızı ve salahiyetimizi kısıtlayan her türlü teşebbüse karşı
masum milletin bize verdiği vekalet adına fevkalade kıskanç olmak lazımdır. Mü
zakere edilmeden kabul edilen adaylık usulü gördünüz ki iki seneden beri memle
kete hakim oldu. Bu usul Meclisin salahiyetini kıskıvrak bağlamak suretiyle şimdi
ye kadar devam etti. Bu tasarının kısmen İsviçre usulüne benzediğini söylüyor.
Dünyanın en medeni, en gelişmiş bir milleti olan İsviçre usulüne benzediğinden
bahseden Komisyon maalesef iki seneden beri bütün mahzurları kendilerince de
malum olan adaylık usulünden hâlâ vazgeçemiyor. Bu adaylık usulüne karşı gös
terilen alaka nedir, bilmiyorum?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Gayet kerametlidir, ben biliyorum.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Vekiller Heyetinin en kıdemli vekillerini biz adaylık
usulünden çok zaman evvel seçtik. O seçimlerde hiçbir karışıklık, hiçbir ihtilaf,
hiçbir acemilik çıkmamıştır.

704
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bilakis bu adaylık usulü çıkarmıştır.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Sakarya Muharebesi zamanında Meclisin seçtiği
Vekiller Heyetinin ne büyük ve tarihi bir heyet olduğunu ve bu heyetin milli tarihi
mizde ne yüksek hizmetler ifa ettiğini hatırlamak icap eder. Yüce Meclis o vakit
hiçbir vasinin vesayetine, hiçbir delilin delaletine ihtiyaç duymaksızın beş dakika
içerisinde Vekiller Heyetini seçmiş ve cepheye göndermiştir. Adaylık usulünün
hata olduğu sabit olduktan sonra, hatada ısrar etmek iki misli hatadır. Ben bugün
kü usul ile dünkü usul arasında mühim bir fark görmüyorum. Dün adayları yalnız
bir şahıs gösteriyordu, bugün on beş şahıs gösterecek. Aradaki fark, tehlikeli bir
manivelanın bir şahsın elinden çıkıp on beş şahsın eline geçmesinden ibarettir.
Deniliyor ki komisyonların tamamı, Meclisin tamamıdır. Hayır efendiler, öyle değil
dir ve bu ispata lüzum görülmeyecek kadar belli bir hakikattir. Efendiler, hiç kim
senin şüphesi yoktur ki Meclis üyelerinin hepsi milli gayede birliktir. Bu gayeden
sapan bir arkadaşımız yoktur ve bu Meclis baştanbaşa bir Müslüman Meclisidir.
Ancak gayedeki bu birliğimizin, esasta görülen bu birlikteliğimizin, teferruata, yol
larda ayrılmamıza mani değildir. Gayeye gidilecek olan yollar başka başka olabilir.
Peki böyle olmakla, Meclisin Vekiller Heyetinde birlik olmak mı lazım gelir? Eğer
meşrutiyet hakiki meşrutiyet ise, eğer meşrutiyeti hakiki meşrutiyet olarak tanıyor
sak, Büyük Millet Meclisinde gayelerin bile gayet serbest bir surette hür olarak
meydana atılması lazımdır. Halbuki biz yalnız istiklalin kurtarılması gayesini hedef
tuttuğumuz içindir ki hepimizde gayet samimi ve gayet sağlam ve sarsılmaz bir
ittihat vardır ve inşallah bu birliğimiz gayenin elde edilmesine kadar sarsılmaya
caktır. (inşallah sesleri) 2 Mayıs tarihli kanunun dördüncü maddesinde, “İcra Vekil
leri arasındaki ihtilafı Büyük Millet Meclisi halleder” denilmiştir. Demek ki bu ihtilafı
Yüce Meclis meşru görmüştür ki böyle bir madde kabul etmiştir. Eğer aynı kafa ile
yürüyecek ve aynı zihniyet ile düşünecek insanlardan bir Vekiller Heyeti istiyorlar
sa, seçime lüzum yoktur. Tutarlar getirirler, Meclisten de öyle heyet seçilmez. Dün
en geniş bir hürriyeti müdafaa eden beyefendilerin, bugün kısıtlamaya taraftar
olmaları gariptir.
YUNUS NADİ BEY: Değişen bir şey yoktur.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Efendiler Komisyon Reisi Beyefendi, istediğiniz
zaman bu kanunu kaldırabilirsiniz, buyurdular. Efendiler, iki senedir bizim teklifle
rimiz komisyondan komisyona dolaştı. Bizim bütün çırpınmalarımız faydasız kaldı.
Biz artık bu mesele Yüce Mecliste müzakere edilirken, bu meseleyi ikinci bir tec
rübe devresine sokmak istemeyiz. Her halde bu mesele bugün şimdi burada hal
ledilmesi lazım gelir. Arkadaşlar, gözümüzü açalım. Ben kendi nam ve hesabıma
salahiyetimin değil bir kısmını, hatta bir zerresini bile fedaya katiyen razı değilim.
(bravo sesleri)
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Arkadaşlar, her yaşayan canlı gibi, her yaşayan
müessese gibi bizim şu Vekiller Heyeti Kanunu da tekamül etmektedir. Eksikleri
tamamlanıp olgunluğa doğru gidiyor. İki devre geçirdik. Üçüncü devreye girmek

705
üzereyiz. Birinci devrenin noksanlarını gördük. Beni seçin diye kürsülerin, sıraların
arasında dolaşanları görmedik mi arkadaşlar?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): O dolaşanları seçtik mi?
BESİM ATALAY BEY (Devamla): Seçtik efendim. Beni seçiniz, bu bize mensup
tur, bu bizim tarafta bulunmuştur, diyenleri görmediniz mi?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Başkasının söylediğini mi seçeceğiz?
BESİM ATALAY BEY (Devamla): Yine mi bunları icat etmek istiyoruz? Sonra bu
usul...
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): İzahat mı veriyorsun, ne söylüyorsun? Anlamadık.
BESİM ATALAY BEY (Devamla): Hayır, tarihten bahsediyorum. Ben sizi hürmetle
dinledim. Siz de beni dinlemeye borçlusunuz.
BİR MEBUS BEY: Maarif Vekili olacaksın zannederim.
BESİM ATALAY BEY (Devamla): Olmam efendim, bakkal olacağım, alnımın teriy
le çalışacağım.
HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara): Tüccarsın sen, bakkal değilsin.
BESİM ATALAY BEY (Devamla): Elhamdülillah tüccarım. Efendim birinci devrenin
bozukluklarından, noksanlarından bahsettim ki vekiller için aday gösterilmemesi,
bu Meclis içinde birbirine bağdaşmaz grupların doğmasına, istiklal grubudur, şu
grubudur, yok bu grubudur diye birtakım grupların ortaya çıkmasına sebebiyet
verdi. Tecrübe edilmişi tekrar tecrübe etmek pişmanlıktan başka bir şey getirmez
arkadaşlar. Dünyada bunun misali hiç yoktur diyen, arkadaşlar, eğer hukukçu
iseler hukuk sahasında söylerler. Fakat ben bildiklerimi arz ediyorum. Bizim bu
günkü Meclisimize tamamıyla benzeyen, aynı usulle seçilen bir hükümet yaşadı,
aynı suretle hareket eden milletler geçti ve bu usul sayesinde asırlarca yaşadılar,
işte Venedikliler. (onlar öldüler sesleri) Hayır ölmediler efendiler, ölmemişlerdir.
Onları öldüren sebepler başkadır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Venedik usulünü anlatır mısınız, Beyefendi?
BESİM ATALAY BEY (Devamla): Bunlar yüzlerce üyeden müteşekkil kişiler tara
fından idare
gördüler. Ziyaolunuyorlardı.
Hurşit Beyefendi
Fakat
Edmond
doğrudan
de doğruya in1 eserlerini
Moulins’ idare etmeninokuyunuz.
imkânsızlığını
On
dan sonra bana anlat diye söyleyiniz. İçlerinden kırk kişi seçiyorlar, siz de Hükü
meti seçiniz diyorlardı.

11852-1907 yılları arasında yaşamış Fransız pedagog, “Anglo-Saksonlar'ın Üstünlüklerinin


Sebebi Nedir?” adlı eserin yazarı.
706
BİR MEBUS BEY: O zaman adaylık kanunu var mıydı?
BESİM ATALAY BEY (Devamla): Kanun aynen bu idi, efendi.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Bugün İsviçre böyledir.
BESİM ATALAY BEY (Devamla): Yanlış söylemekten sıkılırım, bilmediğim şeyi
müdafaadan utanırım. Venedikliler seçimi bu surette yapıyorlardı. Hatta hükümet
reisi seçiminde yetmiş, seksen oturum yapıyorlardı. Bizim bir iki oturum yapmamız
neden çok görülüyor? İstirham ediyorum, asırlarca yaşayan Venedik Devleti gö
zünüzün önünde olduğu halde, meclisleri çorba gibi olan ve meclislerinde ufak bir
veto demekle her ferdi doğrudan doğruya ret hakkına sahip bulunan Polonya Mec
lisinin içlerinden hafiyeler mi çıkmadı? Kendilerini Ruslara mı satmadılar? Kendile
rini mahveden yine onların, Polonya’nın Meclisidir. Fakat Osmanlıların, dünyayı
titreten müthiş kuvvetine karşı, Venedik'i asırlarca yaşatan kuvveti ne idi? Meclis
idi efendiler, Venedik'in o Meclisi idi. Maziden ibret alalım diyen Hakkı Hami Bey
acaba bunları görmüyor mu idi, bilmiyor mu idi? Sonra birinci sene yapılan seçim
de kürsünün altında gezinenleri, beni seçin diyenleri görmüyor mu idi? Basri Bey
arkadaşımız, Sakarya Harbi zamanında millet şöyle serbestti, böyle seçtik, dedi.
Evet, biz hükümet seçtik, gönderdik, fakat o zaman kuvvetin yine bir elde bulun
masını istediğimizden dolayıdır ki Başkumandanlık Kanununu kabul ettik. Arka
daşlar, arz ettiğim gibi eğer Polonya Meclisi gibi işi karıştıracak, çorba haline geti
receksek isek kabul etmeyelim. Yoksa ben kabulü taraftarıyım. Efendiler, bu milli
hakimiyeti katiyen engellemez. Rica ederim hangi arkadaşımız inkar eder ki seçim
bölgesinden yeterli oyu toplamış da gelmiş, onun diğer oyları nereye gitti? Ona rey
vermeyenlerin hakkı ne oldu? Ona hakimiyeti temin etmedik mi? Bu milli hakimiye
ti sınırlama değildir. Bu, itidaldir efendiler. İtidal, işi tamamıyla bir şahsın eline
koymaktan ve tamamıyla Meclise bırakarak ufak tefek cereyanlara kapılmaktan
menedecek olan bu orta yoldur. Huzurlu ve mutlu olmanın yoludur.
ALI ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler, Besim Atalay Bey kardeşimiz pek canlı bir
surette nutuk verdiler, istifade ettim. Elimden geldiği ölçüde ona cevap vereceğim.
Hükümeti teşkil eden vekiller mutlak çoğunluk, salt çoğunluk ile seçilirler, diye bir
kanun maddemiz var…
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Nazım Bey ne oldu?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Siz konuşurken ben size hücum etmedim, Besim
Atalay Bey. Lütfen dinleyiniz. Efendim, müsaade buyurun vekiller oylamaya katı
lan üyelerin yarısından bir fazla oy ile yani salt çoğunluk ile seçilirler, diyor kanun.
Efendiler, şimdi bu teklif edilen şekilde adaylık usulünü kabul edilecek olursak,
mesela üç aday gösterilecek. Bu üç adaydan biri seçilemezse, ortaya koyacağım
ihtimal itibariyle söylüyorum...

707
(Bu sırada Kütahya Milletvekili Besim Atalay Bey ile Siverek Milletvekili Mustafa Lütfi
Bey arasında fiili mücadele ve şiddetli gürültüler meydana geldi. Ortalık yatıştırıldıktan
sonra Ali Şükrü Bey konuşmasına devam etti.)

ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendiler milli menfaatler adına müzakere ediyoruz.
Bu gibi şeyler olur. Şahsi gürültünün ehemmiyeti yoktur. Eğer bu adaylardan hiçbi
risini kabul etmeyip de Meclis Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince adayların hari
cinde diğer bir şahsı seçerse vaziyet ne olacaktır? Bu Yüce Meclisin madem ki
salahiyeti sınırsızdır, hiçbir kısıtlamayı kabul etmez. Adayların haricinde bir kimse
yi seçerse vaziyet ne olacak, efendiler? Adaylık Kanununa riayet etmedi diye diğer
mebuslara ceza mı vermek lazımdır? Efendiler, mantıksızlığa lüzum yoktur. (gü
rültüler) Bir vekalet için mesela üç aday gösteriliyor. Adaylardan birisi geliyor beni
mazur görün diyor, diğeri gelir o da mazeret bildiriyor, kalıyor bir aday. Neticede o
bir kişi seçiliyor. Fakat bu seçim değil, tayin oluyor. Adaylık eğer hakikaten lazım
ise bir kanuni kayıt ile olamaz, biz kimi istersek onu seçeriz. Besim Atalay Bey’in
izahatına geliyorum efendiler. İlk evvel buyurdular ki birinci şeklin fenalığı anlaşıl
mış, ikinci şekil yapılmıştır. Ben birinci şeklin fenalığını görmedim, ikinci şeklin ne
gibi fenalıkları olduğunu da şimdi de biraz izah ettim. Yalnız bir şey buyurdular ki o
zaman arkadaşlar, beni seçin, beni seçin, diye söylemişler. Efendiler, ben şimdiye
kadar söylemedim ve söyleyenleri bilmiyorum. Belki bunlar olabilir, bulunabilir.
Bulunsa bundan ne çıkar? İş görmek kabiliyetini ben kendimde görür ve kendimi
aday korsam hata mı ederim efendiler?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Beni aday gösteriniz demek daha büyüklük.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Sonra efendiler grup bahsini kapatıyorum, söylemi
yorum, bu acıklı bir meseledir. Belki zamanı gelirse ondan da bahsederiz. Sonra
efendiler, Venediklilerden bahsettiler. Spartalılar da
ilebir Epey
nutuk böyle idi, Atinalılar da böyle
zaman
idi, bizim gibi idi. Fakat efendiler hepsi öldü. evvel Hamdullah Suphi
Beyefendi bir münasebetle burada güzel atıyorlardı. Bir buçuk asır, iki
asır evvel Napolyon Rusya İmparatoru müzakere ile meşgul iken Sultan Se
lim’in şehit edilmesi üzerine demiş ki eyvah Türkiye öldü. Fakat Türkiye öldü diye
daima beklerken ne mutludur ki Türkiye halen yaşıyor. Mondros’tan sonra bile
Türkiye öldü dediler, fakat ne mucizedir ki Türkiye hâlâ yaşıyor, dediler. Efendiler
o vakit ben sormak istemiştim. Onu yaşatan sebep nedir, diye. Fakat derhal kür
süden alkışlar içerisinde inmişlerdi. Efendiler bu mucize nedir rica ederim? Birçok
fenalıkların içerisinde çırpman bu zavallı milleti Avrupa çok defa ölüyor ve ölmek
üzeredir zannetmişlerdir. Fakat onlar öldü, ölüyor dedikleri halde biz hâlâ yaşıyo
ruz. Acaba bunun hikmeti nedir? Bizi öldürmeyen sebep nedir? Efendiler, bu hik
met, bu sebep, İslami hükümlere dayanarak kabul ettiğimiz Teşkilatı Esasiye Ka
nunudur. (bravo sesleri, alkışlar) Sonra efendiler, İsviçre böyle yapıyormuş, denil
di. Be de biliyorum, acizane İsviçre tarihini okumuşumdur. Fakat orada adaylık
usulünün olduğunu ben bilmiyorum, gelsinler bana şu kitapta vardır, diye göster
sinler. Binaenaleyh adaylık usulünün tamamıyla kaldırılmasını teklif ediyorum.

708
Arkadaşlarım da buna dair bir önerge vermişlerdir. Bunun oya konmasını teklif
ediyorum.
MAHMUT ESAT BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Muhterem efendiler, bu kanun
üzerinde yürütülen mütalaalar benim kanaatime göre hayli yayıldı ve çok dağıldı.
Birçok sözler söylendi, bu sözler kıymetli olmakla mevzu haricinde sözlerdir. Ko
nuşan arkadaşların bu kanunu uygun bulmamalarına belli başlı sebep, benim
anladığıma göre, milli hakimiyet meselesidir. Efendiler, Türkiyelilerin hakimiyetini
bütün dünyaya, karşı tecelli ettirmek için burada toplanan bu Mecliste, hiç şüphe
yok ki bu hakimiyete darbe vuracak bir arkadaşınız bulunabilsin. Bizim en büyük
şerefimiz, bu son milli hareket, tarihinin en büyük emeli, cephede dövüşen Meh
metçiklerle beraber kendi kendilerini idare edemeyeceği zannedilen Türkiye’nin,
dünyanın en ileri, en medeni milletlerine karşı milli hakimiyeti gösterir bir kanunla
buraya gelip bu kanunu bütün dünyaya karşı çıkarmış olmalarındadır. Buraya her
yan bakan gözü, Türkiyeliler her zaman çıkarabilirler. (alkışlar) Binaenaleyh efen
diler, muhterem arkadaşlarımdan çok rica ederim Komisyondaki arkadaşlarınızı
bu Meclisin milli hakimiyetini ihlal etmek gibi bir maksatla itham etmesinler. Onla
rın içinde bu milletin hakimiyeti için her gün malını, mülkünü ve bütün hayatını
fedaya hazır, pek çok arkadaşlar vardır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Ben de hepsini öyle kabul ediyorum.
MAHMUT ESAT BEY (Devamla): Gelelim esas meseleye, milli hakimiyet demek
milletin doğrudan doğruya siyasi ve idari mukadderatını doğrudan idare etmesi
demektir. Bütün dünya bunu böyle kabul etmiştir. Fakat ne yazık ki şiir ve güzel
söz halinde çok büyük manalar ifade eden ve dünyada büyük büyük ihtilallara
meydan vererek milletlerin sevine sevine kan dökmelerine sebep olan bu milli
hakimiyeti, kanunlarla bir çok kayıtların altına girmiştir. Bu milli hakimiyet o kadar
güzeldir ki onun aşkıyla tatbiki için onun arkasından koştuğunuz zaman bir serap
arkasından koşar gibi olursunuz. Milli hakimiyet kayıt altına girmedikçe hiçbir ma
na ifade edemez? Memleket anarşi haline girer efendiler. Bütün dünyanın emeli
hiç şüphesizdir ki milli hakimiyeti ve mutlak hürriyeti meydana getirmektir. Fakat
maalesef nazariyatta çok güzel bir mevki işgal eden bu fikirler, tatbikat sahasına
geldiği zaman yine milletlerin selametleri için lüzum ve zaruret derecesinde olmak
şartıyla kendi manalarından parça parça kısımları terk etmek mecburiyetinde kalı
yorlar. Efendiler, İsviçre'de böyledir. Yalnız Ali Şükrü Beyefendinin buyurdukları
gibi aday gösterilmez, doğrudan doğruya Meclis seçer. İsviçre Kanunu buradadır.
Arzu buyurduğunuz takdirde okurum. (hayır sesleri) Binaenaleyh birçok yerlerinde
İsviçre Kanunu Esasisi ile bizim Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun benzerlikler arz
etmekte olduğunu Komisyon da söylemiştir. Yoksa tamamen aynı değildir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Arkadaşlardan birisi öyle söylemişti, aynıdır demişti.
MAHMUT ESAT BEY (Devamla): Efendiler bütün milletler için çok aziz olan bu
milli hakimiyetin, bazı memleketlerde tamamen tatbik edilmek istenmesi o memle

709
ketleri mahvolmasına sebep olmuştur. Buna misal olarak önümüzde Polonya'nın
hazin ve elim bir tarihi vardır. Polonya milli hakimiyetini tamamen tatbik edebilmek
için Rus Çarlarının elinde esir kalmış ve milli hakimiyetini elde etme yolunda haya
tını feda etmiş ve bu şekilde asırlarca esaret altında inlemiştir. Burada da tarih
vardır, fakat Yüce Meclis böyle ilmi meselelerin münakaşa edileceği yer değildir.
Onun için ben de umumi olarak söylüyor ve geçiyorum. Fransız tarihini tetkik etti
ğimiz zaman, Polonya'yı öldüren sebebin milli hakimiyeti mutlak surette tatbik
etmek isteyen Meclisi olduğu görülür. Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi de o
yolda koşarak Türk Milletinin ölümüne sebep olamaz.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Teşkilatı Esasiye Kanununda, hakimiyet kayıtsız şart
sız milletindir, diyor. Ona ne cevap vereceksiniz?
MAHMUT ESAT BEY (Devamla): Cevap vereceğim efendim. Efendiler bir ricam
var, ben bütün arkadaşlarımın vatanseverliğine, milliyetçiliğine inanmış olanlarda
nım ve onların benim kanaatime sözlerini, hürmetle dinledim, ben de hürmetle
dinlemenizi isteyemem ve bunu diyemem. Yalnız çok rica ederim sözümü kesme
yin ki bir hakikate varalım. Şüphesizdir ki hakikat nerede ise, hep oraya yürüyece
ğiz. Efendileri Teşkilatı Esasiye Kanununun birinci ve ikinci maddeleri milli hakimi
yeti mutlak surette millete vermektedir, bunda şüphe yoktur. Fakat, bu ne derece
ye kadar mutlaktır ve ne dereceye kadar kayıt altındadır. Bir kere bunu düşünme
nizi rica ederim. Bunu Yunus Nadi Beyefendi biraz işaret buyurdular. Ben biraz
daha işaret edeceğim. Efendiler milli hakimiyetin tamamıyla tatbik edilmesini arzu
ediyorsak, bu işlerin başına doğrudan doğruya milletin gelerek kendi kendini idare
etmesi lazımdır. Bu meseleden bahseden Jean Jacques Rousseau, milli hakimi
yetin sınırlı olduğuna üzülüyor ve fakat başka türlü idare etmek imkânı yoktur,
diyor. Binaenaleyh milletin buraya doğrudan doğruya gelmesi imkanı olmadığın
dan mecburen Yüce Meclis onun yerine gelmiş ve onun mukadderatını bugün
idare etmekte bulunmuştur. İslam Hukukunda hiç şüphesiz büyük bir meşrutiyet
manası, büyük bir milliyetçilik, hürriyet manası, bir milletin hakkını gözetmek ma
nası vardır. Fakat zannederim muhterem arkadaşlarımızdan Ali Şükrü Beyefendi
ve pek çok itimat ettiğim Basri Beyefendi de pek iyi bilirler ve tasdik buyururlar ki
bu milli hakimiyet meselesi şeraitte de mutlak değildir. Çünkü bunun mutlak şekil
de icrasına imkan yoktur.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Bu sözü senet tutacağız.
MAHMUT ESAT BEY (Devamla): Hay hay, ben kanaatimi söylüyorum, buradan
bir sıra mantık yürüterek gidersek görürüz ki burada kayıt var, şurada kayıt var,
sonra meclislerin içerisine geliriz. Efendiler, her meclis kendi manasından, kendi
memleketinin muhitinden, sosyal hayatının içinden ve kendi varlığından çıkar ve
ona göre memleketine karşı tavırlar alır. Bizim Hükümetimizin bugünkü teşekkü
lünde de hiç şüphe etmem ki adaylık meselesini ortaya koymakla milli hakimiyeti
kayıt altına almış bulunsun. Meclisin hakimiyeti pek az bir şekilde sınırlıdır ve fakat
buna mecburiyetler vardır, efendiler. (o mecburiyetler nedir sesleri) Efendiler, bizim

710
Meclisimiz şükürler olsun ki bu milli kavga içinde bir particilik hayatı yaşamamaktadır
ve yaşamayacaktır. Binaenaleyh particilik hayatı yaşamayan meclislerde...
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ya grup1 hayatı...
MAHMUT ESAT BEY (Devamla): Grup, siyasi parti değildir. Grubun ne olduğunu
hepiniz bilirsiniz. (gülüşmeler) Particilik hayatı yaşamayan meclislerde vekil seç
mek pek güçtür. Bir mecliste üç dört parti bir arada olduğu zaman bunlar uyuşabi
lirler. Vekillerini kolayca seçerler. Yalnız bu Meclisin içerisinde değil, bütün dünya
daki meclislerde üyelerin tamamını elinin içine alarak, emirlerini diktatör gibi yaptı
ran partiler için bu gibi adaylar göstermeye lüzum yoktur. İsviçre'de mesela doğ
rudan doğruya vekilleri Meclis seçer. Fakat zannediyor musunuz ki efendiler, ken
diliklerinden seçerler? Orada bileği demir gibi bir parti vardır. Bizim Mecliste siyasi
parti bulunmadığına göre... (hah, hah sesleri) Resmen yoktur. (gülüşmeler, alkış
lar, gürültüler) Bizim Mecliste umumi ve resmi şekilde parti bulunmadığına göre
adayların seçilmesi imkanı çok zordur. Binaenaleyh aday kolayca seçilemeyecek,
memleket hükümetsiz kalmak tehlikesine, zaruretine mahkum olacaktır. Memleket
hükümetsiz kaldığı zaman da efendiler, bu memlekete karşı vermek mecburiyetin
de bulunduğumuz büyük hesabın ağırlığı altında inim inim inleyeceğiz. Arkadaşlar
sonra uyum meselesine temas ettiler. Bazı arkadaşlar bunun hiç ehemmiyeti yok
tur, uyum meselesi kabine sistemine aittir, dediler. Çok doğrudur. Kabine siste
minde birlik ve uyuma çok ihtiyaç vardır ve bunun içindir ki aday seçme heyetinin
içine Vekiller Heyeti Reisini de koyduk. Fakat unutulmamalıdır ki memleketin mu
kadderatını ellerine verdiğimiz insanlar Meclisin istediğini kabul etmeye mecbur
dur. Bunlardan sonra arz etmek istediğim bir husus daha var, efendiler. Elinizdeki
Vazife ve Mesuliyet Kanun Tasarısını lütfen mütalaa buyrulursa görülür ki Vekiller
Heyeti Reisi her iki ayda bir davet edilmeksizin buraya mutlak surette gelecek ve
izahat verecektir. Bununla beraber elimizde gensoru önergeleri vardır. Elimizde
bundan en büyük silah olarak arz ettiğim yol gösterme hakkı var. Biz bunları iste
diğimiz zaman kullanabiliriz ve işimize gelmeyen bir vekili istediğimiz zaman, bir
dakika bile durmaksızın düşürebiliriz. Binaenaleyh bu kanunla temin etmek istedi
ğimiz tek gaye, memleketin şu partisiz zamanında memleketi hükümetsiz bırak
mamaktır. Bunun için milli hakimiyet bir nebze kısıtlanıyorsa efendiler, memleketin
selameti içindir. Bu milli hakimiyeti ve memleketi kurtarmaya dair bir iştir. Milli ha
kimiyetin maksadı da memleketi kurtarmaktır, o halde o gaye hasıl oluyor demek
tir. Efendiler, son sözümü söylerken şurasını hatırlatmak isterim ki siz Osmanlı
tarihine layık bir sıfatla, bütün dünyanın önüne dikildiniz ve Türkler yaşamak hak
kına sahip değildir, diyen dünyaya karşı en medeni milletlerin kabul ettiği sistemde

1
Demokrasilerde farklı görüşlerin temsil edilmesi zorunluluğu olmasına karşın TBMM'de
farklı siyasi partiler yoktu. Çok partili hayata geçiş uzunca yıllar mümkün olmasa da ilk
Meclisten itibaren farklı görüşlere sahip milletvekilleri farklı gruplar oluşturmuşlardı.
711
milli hakimiyeti tecelli ettirecek bir kanunla karşılarına çıktınız. Türk Milletini birleş
tirdiniz ve önünüzdeki düşmanı da ezmektesiniz. Bu küçük kaydı bu kanuna ilave
etmekle hiçbir şey kaybetmeyeceksiniz. Bunun aynen kabulünü rica ediyorum.
Gelecek haleflerimiz bunu beğenmezlerse değiştirirler.

MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim, bu kanun tasarısının birinci maddesi hakika


ten pek çok düşünülecek ve ilmi, şer’i, hukuki esaslardan birlikte meydana getirile
cek bir maddedir. Mahmut Esat Bey’in güzel ve açık ifadeli nutuklarından istifade
ettiğim bir şey varsa o da mutlak hakimiyetin doğrudan doğruya millette olmayıp,
akıl ve şeriatta olduğunu ispat ve kabul edilmesidir. (bravo sesleri) Bilirsiniz ki
mutlak hakimiyet, vücuttaki akıl gibidir. Yani insanlığı vücuda benzetecek olursam
o vücutta hakim olan ancak akıldır. Ondan sonra gelen diğer organlar alettir. Bi
naenaleyh tek vücut olan Türk Milletinin kendisinde de hakim olan doğrudan doğ
ruya aklı, şeriatı, mantığıdır. Mahmut Esat Bey’in Komisyon adına söylediklerin
den anladığım bir nokta varsa o nokta da vekillerini seçim işlerinin değiştirilmesin
de Yüce Meclisin bir nevi kısıtlamaya maruz kalacağının kendilerinin de itiraf et
mesidir. Bu kısıtlamanın zaruretini ispat etmek istediler. Şimdi bu zarureti burada
bulunan ve Türk Milletini temsil eden bu Yüce Meclis karar verecektir ki bana göre
bunda zaruret yoktur. Mahmut Esat Bey’e sormak isterim ki bu kürsüde kendileri
ile beraber münakaşada bulunduğumuz zaman kamu hukuku şahsi hukuk kanun
larıyla ispat edilemez, buyurmuşlardı. Ben de bugün kendilerine teşekkürümü arz
ederim ki şahsi hukuktan olan kamu hukukunu yine kendi ağzıyla ispat etmek
istiyor. Öyle ise şahsi hukuk kanunları ile ispat edilmek istenen bu maddeyi elimi
ze aldığımız zaman Medeni Kanunumuzun Kitabülvekâle1 hükümlerini tetkik ve
gözümüzün önüne getirmek lazımdır efendiler. (bravo sesleri) Şimdi Kitabülvekâle
hükümlerine göre vekiller, müvekkillerinin yapabileceği işi yapmakta vazifelidirler.
Şimdi Vekiller Heyetinin seçilmesi hususunda adayları Yüce Meclisi yapamıyor ve
yapamadığından dolayı bu vazifeyi başka vekillere veriyor. Müvekkilinin yapama
dığı bir işi acaba vekilin yapmasına ne gibi bir esas yardım edecek? (bravo, alkış
lar) Efendiler, biz müvekkiller vekilleri seçmek salahiyetine sahip olduğumuz halde
bu salahiyeti diğer bir vekillere verilmek nazariyesi ortaya çıkacaktır. Şimdi bizim
yapacağımız seçim işi, bizim tayin edeceğimiz vekillere...

YUNUS NADİ BEY (Komisyon Reisi): Komisyonların vazifesi kalmaz o halde.

MÜFİT EFENDİ (Devamla): Orayı arz edeyim, bizim seçeceğimiz vekiller hakkın
da şunların içinden birini seçeceksiniz diye aday gösteriliyor. Bilirsiniz ki kanuna
uymayanlar suç işlemiş olurlar. Bunun misalini İç Tüzük ile ispat edeceğim. İç
Tüzüğe göre, müzakereyi ihlal edenler hakkında bir ceza var mıdır, yok mudur?

1
Medeni Kanun çıkmadan önce yürürlükte olan Mecelle'nin vekalet işlerini düzenleyen
maddelerinin bulunduğu bölüm.

712
1
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Salih Efendi'ye sor. (gülüşmeler)

MÜFİT EFENDİ (Devamla): Öyle ise İç Tüzükle kendimize verdiğimiz bu ceza gibi,
Komisyon da böyle adaylar gösterildiği halde bunun haricinde hareket edenler
olursa Meclisten bir ay ihraç edilirler gibi bir madde daha koymuş olsaydılar, o
zaman her halde bu kanunun bir faydası olabilirdi. Bu kanunun emrettiği meseleyi
yapmak için bir kuvvet istiyorum. Halbuki bu tasarıda o kuvvet yoktur. Yüce Mec
listen çıkacak olan kanunların tatbik kabiliyeti olmalıdır. Tatbik imkanı ve bir kudre
ti olmayan kanunları yapmak, yalnız sahifeler doldurmak ve Yüce Meclisi saatler
ce oyalamaktan başka bir şey teşkil etmez. Ancak düşünelim, ben de düşündüm.
Bu birinci maddenin altına bir fıkra ilave etsek ve desek ki adaylardan başkası da
seçilebilir. O zaman böyle bir maddeye lüzum kalmaz. (doğru, doğru sesleri) Aca
ba adaylık usulünü kabul etmediğimiz zaman aday gösterilmiyor mu? Bunu dü
şündüğümüz zaman itiraf ederiz ki aday gösteriliyor. Hatta bazen yirmi kişi fikirle
rini bir araya toplamak maksadıyla filan olsun, diye aday gösteriyorlar. Hatta bilir
siniz efendiler, mebus seçiminde bile adaylığını ilan edecek olan adam fikrini,
mesleğini, yapabileceği hizmetleri memlekete ilan ederek mebus olur. Ben de öyle
bir bir düşünce karşısında arzu ediyorum ve düşünüyorum ki bize vekil olacak
şahıs çıkmalı ve ben filan vekaleti istiyorum, demelidir. (bravo sesleri)

HASAN BEY (İktisat Vekili): O zaman kimin sözü süslü ise o kazanır.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Binaenaleyh Hasan Bey’in söylediği olabilir. Kimin
çenesi kuvvetli ise, kimin sözü süslü ise, bu kürsüde kim kandırabilir ve oy alabilir
se o vekil olur. Artık arkadaşlarımızın kantarı cebinde. Herkesi ölçmüşler, her biri
lerini tetkik etmişler, istediğini seçecek ve bundan sonra oyunu öyle verecekler.
(alkışlar) Binaenaleyh arkadaşlar, ben de meseleyi doğrudan doğruya vicdanınıza
havale eder ve bu meselede Meclisin ve milletin kısıtlama olmaksızın serbest
olduğunuzu arz eylerim. (kısıtlama istemiyoruz sesleri)
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurun, önergeler var.

TBMM Başkanlığına
İzahat kafidir. Müzakerenin yeterliliğiyle birinci maddenin reddini teklif
eylerim. 6 Temmuz 1922
Tokat Mebusu
Hamdi

1 4 Haziran 1922 tarihindeki oturumda oturumu yöneten Mustafa Kemal Paşa'nın teklifiy
le Erzurum Mebusu Salih Efendi, Meclisin müzakeresini ihlal ediyor gerekçesiyle on beş
gün oturumlara katılmama cezası almıştı.

713
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim evvela müzakerenin yeterliliğini oya
koyuyorum. Müzakereyi kafi görenler lütfen el kaldırsın. Müzakerenin yeterliliği
çoğunlukla kabul edilmiştir. Sonra efendim, birinci maddenin kaldırılmasını oya
koyuyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Çoğunlukla kaldırılması kabul edil
miştir.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Adaylık usulü lağvedildi diye tutanağa geçsin, Reis Bey.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Cumartesi günü... (değişiklik teklifleri var sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, değişiklik teklifleri var.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Bunun yerine konacak bir madde teklifi vardı.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Canik Mebusu Emin Bey'le arkadaşları
nın bir önergesi var. Okunacak.

TBMM Başkanlığına
Bahis mevzuu birinci maddenin aşağıdaki gibi değiştirilerek kabulünü
talep ve teklif eyleriz.
Canik Mebusu
Emin ve 9 arkadaşı
Madde 1. İcra Vekilleri reisi ile vekiller, Büyük Millet Meclisinin mutlak çoğunlu
ğuyla ve gizli oylama ile aralarından ayrı ayrı seçilirler.

SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu adaylık usulü yerine geçecek bir maddedir. Reis
Bey. (Madde kaldırılmıştır sesleri)
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Madde kaldırılırsa artık değişiklik olunmaz.
MAZHAR BEY (Aydın): Kaldırıldıktan sonra değişiklik teklifi okunmaz. Önergelerini
geri alsınlar.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Bey, daha önce değişiklik önergelerinin oya
konması lazımdı. (madde kaldırılmıştır sesleri) Maddenin kaldırılması kabul edil
mekle adaylık usulü reddedildi, efendiler. Fakat bu, adaylık usulünün kaldırılması
mıdır, değil midir? (gürültüler) Bu hususta oylarımızı bin defa kullanmakta hür ve
serbestiz.
YUNUS NADİ BEY (Komisyon Reisi): Adaylık lağvedilmemiştir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Nasıl lağvedilmemiştir? Birinci madde kaldırıldı,
efendim.
HÜSEYÎN AVNİ BEY (Erzurum): Evvelki madde yerine geçmek üzere bir madde
var. Divan onu oya koysun. (gürültüler) Efendiler, oylarımızı kullanmada hür ve
serbestiz. Oya konsun, mesele halledilir. (şiddetli gürültüler)

714
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Cumartesi günü toplanmak üzere celseyi tatil
ediyorum.

(İki gün sonra


1 8 Temmuz 1922 tarihindeki oturumda Kanun Tasarısının görüşülmesine
devam edildi.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakere edilecek mevzu, İcra Vekillerinin
seçimine dair olan kanundur. Devam ediyoruz.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Yalnız Reis Raportör Bey söylesinler, ondan sonra
söyleyelim.
RAGIP BEY (Komisyon Katip Üyesi): Efendim, birinci maddenin kaldırılmasından
sonra ikinci madde hakkında Komisyonun söyleyecek bir şeyi yoktur.
HAKKI HAMİ BEY (Devanla): Efendim, ben Komisyon tarafından malumat veril
mesini teklif ediyorum. Tabii onu anladıktan bizim konuşmamız daha uygundur.
Komisyon birinci maddenin kaldırılması ile artık kanunun diğer maddeleri hakkın
da icap eden kararın Yüce Meclise ait olduğunu söylediler. Birinci ve ikinci madde
ler zaten birbirine bağlıdırlar. Perşembe günü uzun uzadıya cereyan eden müza
kereden sonra, birinci maddenin kaldırılması ile neticelenen müzakerenin göster
diği neticeye bakılırsa, Yüce Meclis aday esasına asla taraftar olmadığını göste
rilmiştir. Maalesef İç Tüzüğe riayet edememesi neticesi olmak üzere değişikliğe
dair önergeler oylamaya konulmamıştır. Efendiler bir madde hakkında kaldırılma
sına dair önerge verme işi İç Tüzükte yoktur ve manasız bir iştir. Fakat Yüce He
yetiniz kabul ettikten sonra buna bir şey denilemez. Bizim verdiğimiz ve oya ko
nulmayan değişiklik önergesi yalnız birinci maddeye ait değil, ikinci maddeyi de
içine almaktadır. Birinci madde kaldırılsa bile, evvela değişiklik önergelerinin oya
konması zaruridir. Binaenaleyh iki gün önce takdim ettiğimiz değişiklik önergesinin
İç Tüzük dairesinde oya arz olunmasını teklif ediyorum.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Birinci madde tasarıdan çıkarılmıştır. Üzerinde müza
kere edilecek bir vaziyet kalmamıştır.
VASIF BEY (Sivas): Birinci maddenin reddinin sebebi, Meclisin vaziyetinde pek iyi
görüldüğü gibi aday usulünün reddi idi. Yoksa kanunun reddi değildir. Zaten bu
kanun, aday usulünün iyi neticeler vermemesi üzerine yapılmış bir kanundur.
Efendiler biz iki, üç senedir aday usulünü tecrübe ettik. Bu Mecliste birçok defa
seçim yapıldı. Mecliste iki, üç, beş defa oylama yapıldığı halde aday olan kişi üze
rinde çoğunluğun toplanamadığını gördük Fakat neticede bir kişi kazandı. Ma
demki bir şey münakaşa ediliyor. Tabii orada muhtelif fikirler hasıl olabilir. Nitekim
bizde de her hangi bir kanunu dünyanın her yerinde olduğu gibi münakaşa eder
ken birçok fikirler söylenir. Sonra mesele uzar, fakat nihayet bir noktada anlaşma

1TBMM Zabıt Ceridesi (6 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.21, s.278-291, http://www.tbmm.gov.tr/


715
olur. Bu, her yerde daima böyle olmuştur. Bu bizim için büyük bir mahzur değildir
ve büyük mesele de değildir. Son bir söz olarak bu kürsüden ayrılmadan evvel
gerek ilmine ve gerek şahsına çok hürmet ettiğim aziz arkadaşım Mahmut Esat
Bey’e bir şey söyleyeceğim. Polonya’nın düşüşünü söyleyerek bizi aday usulüne
adeta davet buyurdular. Ben bundan dolayı bir işaret alıyorum, belki yanılıyorum.
Polonya'da seçim nasıldı, Hükümet nasıldı, ben uzun uzadıya bahsedecek deği
lim. Lehliler şahısların peşine düştüler. Düşman ordusunun başına geçerek mem
lekete gelen heriflerin bile peşine düştüler ve birbirini yediler. Biz ise bilakis bizi
birbirimize yedirmek için çalışan düşmanların bütün entrikalarını kırarak elhamdü
lillah milleti bir noktaya getirebildik, efendiler. (bravo sesleri) İnşallah daha iyi gün
leri de idrak edeceğiz. (inşallah sesleri) Onlar, Lehliler birbirlerinden ayrıldılar, biz
bilakis birleşip birbirimize sarılıyoruz. Binaenaleyh rica ederim, Lehlilerin o vaziyeti
ile bizim vaziyetimiz arasındaki büyük farklar dikkate alınsın. Biz kazanmak için
çalışıyoruz ve yine kazanacağız. Binaenaleyh ikinci maddenin kabul edilmemesini
rica edeceğim ve bunun yerine bir teklif takdim ettim. Aday usulü olmaksızın Vekil
ler Heyetinin gerek reis ve gerek vekillerini doğrudan doğruya Yüce Meclisin seç
mesi lazımdır. Fakat Meclis arzu ederse ve diğer işlerde yaptığı gibi aday göster
mesini bir komisyona verebilir. Ne yaparsa yapar. Ona kimsenin bir diyeceği yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Komisyon Raportörü Mahmut Esat Bey’in geçen
beyanatı arasında benim de açıklamasını istediğim hususta, bize açıkça bugünkü
harekâtımız için bu hatadır, gittiğiniz şu yol hatalıdır demediler. Umumi ve ilmi
beyanatla filan milletler şöyle yapmıştır, dediler. Biz diyoruz ki Büyük Millet Meclisi
doğrudan doğruya vekillerini seçsin, elde mevcut bir kanun var. O ise bu madde
dolayısıyla bazı fedakarlıklar tavsiye ettiler. Bu fedakarlık kime karşı olacak? Bu
madde ile kazanılacak maddi menfaat nedir? Bunları söylemediler. Neticede dedi
ler ki bu tasarının kabulünü isteriz. Şimdi umumi bir hususu mütalaa ederken,
hususi bir şekil olan bu adaylık meselesinde sözlerine bu suretle nihayet verme
sinde her halde bir mutabakat göremedim. Belki o kadar idrake sahip değilim. Ben
de istirham ederim ki bu hususta da bizi aydınlatarak bu husustaki cehaletimizi
gidersinler.
MAHMUT ESAT BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Estağfurullah, efendiler, Hüse
yin Avni Bey arkadaşımızla ilim ve irfanına pek ziyade hürmetkar olduğum Vasıf
Beyefendi’nin sordukları sorulara müsaadenizle bir iki noktadan cevap vereceğim.
Yalnız her şeyden evvel şunu arz edeyim ki birinci maddeyi Yüce Meclis bir kara
rıyla kaldırmıştır. Bu karar hepimizce muhteremdir. Yalnız maddenin müzakeresi
sırasında söylenen sözler, Meclis tutanaklarında Türk ve İslam tarihinde yerini
almıştır. İnşallah gelecek nesiller Yüce Heyetinizin kararında isabet ettiğini gösterir
ve bununla iftihar ederiz. (inşallah sesleri) Ben vatanıma ve milletime karşı vicdani
vazifemi ifa etmek için buraya çıktım, kanaatimi söyledim ve buna emin olmanızı
rica ederim. (şüphesiz sesleri) Muhterem arkadaşım Vasıf Beyefendi Lehistan'dan
bahsettiler ve mahvolmasında birçok sebepler mevcut bulunduğunu söylediler. Bu
çok doğrudur. Fakat efendiler, Lehistan'ın batmasına ve Rus çarlarının istilasına

716
düşmesine en büyük sebep, bütün tarih kitaplarında ve bütün hukuk kitaplarında
mevcut olan bir kayıttır ki o da Lehistan'ın Anayasası, Lehistan'ı Rusların eline
teslim etmesidir. Oradaki meclisler Lehistan'da milli hakimiyetin tamamıyla tatbiki
ni istiyorlardı ve diyorlardı ki Meclis çoğunlukla karar veremez. Büyük çoğunlukla
da karar veremez. Mutlak her karar hakkında oybirliği lazımdır. Halbuki bütün
kararları oybirliği ile çıkarmak imkanı olmadığından, Rus çarları bundan istifade
ettiler. İşlerin durgunluğundan istifade geldiler, Lehistan'ı taksim ettiler. Biliyorsu
nuz, Lehistan Almanya'nın, Avusturya'nın ve Rusya'nın istilası altına düştü. Fakat
Türkiye hiçbir milletin istilası altına düşemez. Ben buna inanıyorum. Bu sebepledir
ki birinci madde üzerinde ısrar etmiştim. Hüseyin Avni Beyefendiye cevap verece
ğim. Umumi mütalaa verdikten sonra, birinci madde hakkındaki kati kanaatimi
söylemediğimden bahsettiler. Birinci madde hakkında kanaatimi tamamen söyle
dim. Dedim ki uyum meselesi, her hangi bir şekilde olursa olsun, ister kuvvetler
ayrılığı sisteminde olsun, ister bizim sistemimizde olsun, katiyen ihmal edilemeye
cek bir noktadır. En küçük bir misal ile izah edeyim. Bugün gezmeye giderken bir
arabaya bindiğiniz zaman mutlaka en sevdiğiniz bir arkadaşı beraberinizde ister
siniz, uyuşmak anlaşmak istersiniz ve o şekilde rahat rahat gidebilirsiniz. Bu nok
talara ilişerek birinci maddenin lüzumuna inandım ve kanaatlerimi tarih önünde
söyledim. Ben bu kanaatteyim ve tarihe karşı bu şekilde borcumu ifaya çalıştım.
Ben esas itibariyle adaylığın, dün arz ettiğim sebeplere dayanarak taraftarı olmak
la beraber, mecburiyeti hususunda taraftar olmadığımı da beyan etmiştim. Fakat
her vaziyette adaylık usulünün taraftarıyım ama gösterilen adayların mecburi olup
olmamasında da ısrarcı değilim. (bravo sesleri) Faydası şudur ki karışıklık ve
uyumsuzluk hükümetsizlik meselesidir. Öyle zamanlar gelir ki kimi seçelim diye
uzun uzadıya düşünmek mecburiyetinde kalınır ve memleketin bu zor günlerinde
hükümetsizliğe tahammülü yoktur. Onun için gösterilen adaylar o kargaşa içinde,
o karanlık içinde fener vazifesini yapar. Fakat Meclis istemezse onları seçmez.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Mahmut Esat Bey’in ilmine, irfanına hürmet ede
rim. Uyum hususunda kendileri imkanı yoktur, çünkü o on beş kişinin de oyu vardır.

MAHMUT ESAT BEY (Devamla): Arz edeyim efendim, kanaatime göre uyumu
temin edebilir. Çünkü bir aday komisyonu teşkil ediyoruz. Şayet vekil adayı göste
rilecek ise Vekiller Heyeti Reisi geliyor ve bu husustaki fikrini söylüyor ve arkadaş
larıyla görüştükten sonra hiç şüphe yoktur ki orada hazır bulunan üyeler onun
fikrini dinlememek gibi bir şey yapmazlar herhalde. Vekiller Heyeti Reisini seçer
ken de bütün vekilleri topluyoruz ve onlar da başları olacak adam hakkında fikirle
rini söylüyorlar. Bu da uyumu tamamen temin edemez. Fakat efendiler, bizim sis
temde de tamamen isabet aramak, ortaya bir arkadaşlar Hükümeti vücuda getir
mek demektir. (bravo sesleri) Binaenaleyh o Hükümeti vücuda getirmek için de
Meclisin terazisini ağır tutmak lazımdır. Uyum lazım, fakat uyum lazımdır diye
büsbütün bu uyumu da diğer tarafa devretmek de doğru değildir. Biz bu suretle
ikisinin ortasını bularak bir yol aradık.

717
TAHSİN BEY (İzmir): Beyanatınız Komisyon adına mıdır?
MAHMUT ESAT BEY (Devamla): Bazı noktaları şahsım adına, bazı noktaları Ko
misyon adına söylüyorum, efendim.
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Perşembe günü bütün bir gün süren müza
kerelerden elde edilen netice, adaylığın lüzumunu kaldırmış ve aksini ispat etmiş
değildir.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Şimdi belli olur.
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Devamla): Şimdi belli olur demekle arkadaşım ispat
etmek istiyorlar ki hazırlanmış ve dinlemeden hükmedip oy verecek arkadaşlar
vardır. Bundan Meclisi tenzih ederim. Meclis, benim sizi dinlediği gibi dinler ve
hangi tarafı haklı görürse ona oy verir. Uyum kelimesi üzerinde Mahmut Esat Bey
biraz durdu. Fakat ben daha çok duracağım. Uyum meselesi öyle alelade ihmal
edilecek bir iş değildir. Bir devletin idaresinde bulunan ve onun mukadderatını
ellerinde tutan adamların birbirleriyle beraber yürümesindeki menfaati inkar ede
bilmek mümkün değildir. Binaenaleyh her ne şekil hükümet olursa olsun, daima
hükümet makinesini işletmekle mükellef olanların arasında iyi münasebetlerin
bulunmasını insanlar daima istemişlerdir. Salahiyetin kısıtlanması, tecrübe önünde
veya Yüce Heyetin vermiş olduğu karar önünde yanlış olduğu anlaşılırsa, adaylı
ğın lüzumu her gün cereyan ermekte olan ihtiyaç önünde kendisini göstermiştir.
Hatta Komisyon bu tasarıyı hazırlarken vekil arkadaşlarımızın bir çoklarıyla sohbet
etti. Hepsi ile diyemem ve icap ederse hürmet edilen bazı arkadaşların isimlerini
de verebilirim.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Hepsi hürmet edilen değil mi?
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Devamla): Hepsi hürmet edilendir. Fakat gördüklerim
den bahsediyorum. Bu sohbet sırasında vekiller arasındaki uyumun lüzumunu pek
çok ısrar ederek anlatmışlardır. Onların da tecrübelerinden istifade etmek lazım
dır. Netice adaylık lazımdır, kötü değildir, hakları kısıtlayıcı değildir. O halde deni
lebilir ki bu kanunun manası nedir? Ona karşı şu cevap verilir. Birçok memleketler
ananeleriyle hareket ederler. Fakat birçok memleketlerde de bu anane ile değilse
bile bazı usul ve kaideler konulmuştur. Madem ki bizde bugüne kadar böyle bir
teamül yerleşmiş değildir... (öldü sesleri) Müsaade buyurunuz, vekil seçiminde bir
veya iki defa olan şey teamül değildir. Biz her seçim işinde birbirimizle sohbet
eder, konuşur, görüşür ve dertleşiriz. Halbuki Vekiller Heyeti Reisi gelip de bir
kısım mebuslarla görüşmesi uygun olamaz. Meclisin tamamıyla görüşecek ve
onun üzerinde karar verecek demek ne demektir?
bulunduğum için, HakkıBunuHamimanası aday gösterecek
demektir. Komisyonda üye Hami Bey’in beyanatının şah
sıma ait olan kısmına cevap vermek istiyorum. Hakkı Bey buyurdular ki ikin
ci madde hakkında Komisyonun fikri nedir? Tasarının en mühim, en esaslı mad
desi olan birinci madde kaldırıldıktan sonra Komisyon mütalaa beyan edebilmek
için hiç olmazsa onu alıp bakmalıydı. Biz kati kararı Meclise bıraktığımızdan, Mec

718
lisin müzakeresini aşkla, hararetle arzu ettiğimizden dolayı mı Hakkı Hami Bey bizi
hatalı buluyor? (hayır, öyle değil sesleri) Yoksa ne şekle girdiğini bilmediğimiz şey
üzerinde ezbere mütalaa vermemizi mi bizi mecbur etmek istiyor? (estağfurullah
sesleri) Biraz insaf isterim ve netice olarak şunu da arz ederim ki Komisyondaki
arkadaşlarımız kendilerine havale ettiğiniz vazifeyi ellerinden geldiği kadar yaptı
lar. Birbirimizi alaya almayalım, küçük düşürmeyelim. Bu Meclise yakışmayan ve
hiç de uygun olmayan sözlerin söylenmesi milli hakimiyeti temsil eden bu Meclisin
içine yanlış anlaşılmalara sebep olur ki onun neticesi milli hakimiyeti rencide et
mektir. (hâşâ, hâşâ sesleri)
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Ben öyle zannediyorum ki ikinci ve üçüncü mad
deler teferruattır. Geçen celsede söylenilen sözler bugün yine tekrar ediliyor. Mü
saade buyurursanız maddeler birer birer okunsun. Ya kabul veya reddedilir.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin yeterliliği hakkında önergeler
vardır. İkinci madde hakkındaki müzakerenin yeterliliğini kabul edenler lütfen elle
rini kaldırsın. Çoğunlukla kafi görülmüştür. Önergeleri okuyoruz.
(İki değişiklik önergesi okundu, oylandı ve reddedildi. Sıra üçüncü önergeye geldi...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Sivas Mebusu Vasıf Bey’le arkadaşlarının önergesini
okuyorum.

TBMM Başkanlığına
İkinci maddenin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini teklif ederiz.
Sivas Mebusu
Vasıf ve 90 arkadaşı
Madde 2. İcra Vekilleri Reisi ile icra vekilleri, Büyük Millet Meclisi tarafından
gizli oy ile ve mutlak çoğunlukla, Meclis üyeleri tarafından ayrı ayrı seçilirler.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Bu önergeyi de oylarınıza arz edeceğim. Bu önergeyi


kabul edenler lütfen el kaldırsın. Çoğunlukla kabul edilmiştir.
(İki gün önceki oturumda ikinci maddenin kanun metninden çıkartılması ve bu oturumda
da ikinci maddenin değiştirilerek kabul edilmesi, uzun bir süre usul tartışmasına neden
oldu. Sonunda...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim biraz önce çoğunlukla kabul edilen ikinci
madde, daha önceki celsede tasarı metninden çıkarılan birinci, ikinci ve üçüncü
maddelerin yerine geçiyor ve birinci madde oluyor. (evet sesleri) Yüce Heyetinizce
o şekilde kabul ediliyor, itiraz eden de yoktur. O halde Tasarının dördüncü mad
desi de ikinci madde oluyor. Şimdi efendim, yeni birinci maddeyi okuyoruz. Söz
isteyen var mı efendim? (hayır sesleri)

719
Madde 1. İcra Vekilleri Reisi ile icra vekilleri, Büyük Millet Meclisi tarafından
gizli oy ile ve mutlak çoğunlukla, Meclis üyeleri tarafından ayrı ayrı seçilirler.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Birinci maddeyi bu şekilde kabul edenler. Çoğunlukla
kabul edilmiştir. Tasarının dördüncü maddesi, ikinci madde oluyor, okuyoruz.

Madde 2. İcra Vekilleri Reisi, icra vekilleri içinden seçildiği takdirde vazifeli ol
duğu vekaletin vazifesini de Meclis kararıyla devam etmesi uygundur.

TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Efendim ifadede imla hatası var. “Reisi” yerine “Reisi
nin” denilmesi icap eder. Böyle denilirse Türkçemize daha uygun olur. (önerge ver
sesleri)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): İmla hocası
RAUF BEY (Başkan Vekili): Madde hakkında değişiklik önergeleri var. Okuyor ve
oya koyuyorum.
(Altı değişiklik önergesi okundu, oylandı ve reddedildi.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Bu maddeyi aynen kabul edenler lütfen el kaldırsın.
Çoğunlukla kabul edilmiştir. Üçüncü maddeye geçiyoruz.

Madde 3. İcra vekillerinden birinin her hangi bir sebeple vazifesi başından ay
rılması icap ettiği takdirde vazifeye dönesiye kadar yerine Büyük Millet Mecli
since bir geçici vekil seçilir. Bu geçici vekil de vekilin vazife ve salahiyetine
sahiptir ve vekil gibi mesuldür. Seçim, vekil seçimi usulüne göre yapılır.

RAGIP BEY (Komisyon Katip Üyesi): Komisyonun ufak bir düzeltmesi var. Onu
arz edeceğiz. Maddeye son fıkra olarak şunu ilâve ettik, “Ancak vekil, çeşitli vazi
feden dolayı veya her hangi bir mazeretle vazife başından geçici olarak ayrıldığı
takdirinde, Meclisçe yerine bir vekil vekili seçilinceye kadar vekillerinden biri Vekil
ler Heyeti tarafından tayin olunur.”
NECİP BEY (Ertuğrul): Efendim vazifenin başına bir müddet koymak icap eder.
Mesela bir vekil bir yere gidecek. Bir hafta mı, on gün mü?
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Komisyonun bu husustaki ifadesinin değiştirilmesine
lüzum yoktur. Bundan dolayı ben bu ilave ile birlikte aynen kabulünü teklif ediyorum.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Efendim, Farsçadaki “her” Türkçedeki “bir” kelimesine
karşılıktır. “her hangi bir” denmez, “hangi bir” veya “her hangi” denilir. Binaenaleyh
ikisinden birinin kaldırılmasını teklif ediyorum.

720
(Milletvekilleri söz alarak madde hakkındaki görüş ve önerilerini bir süre daha bildirdi
ler. Bu arada oturumu yöneten Başkan Vekili Rauf Bey, salon kapısında konuşan bir grup
milletvekilini uyardı.)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendiler, müzakere orada cereyan etmiyor, kürsüde
cereyan ediyor. Birkaç yerde müzakere cereyan edemez. Rica ederim müzakereyi
ihlal etmeyiniz. Müzakerenin yeterliliği hakkında önerge var. Müzakerenin yeterlili
ğini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Müzakere kafi görülmüştür. Efendim bu
hususta verilen değişiklik önergeleri var. Yüce Heyetinize arz edilecektir.

TBMM Başkanlığına
Üçüncü maddenin sonuna, “Ancak vekil, çeşitli vazifeden dolayı veya her
hangi bir mazeretle vazife başından geçici olarak ayrıldığı takdirinde, Meclisçe
yerine bir vekil vekili seçilinceye kadar vekillerinden biri Vekiller Heyeti tarafın
dan tayin olunur.” fıkrasının teklif ederiz.
Komisyon Raportör Üyesi
Mahmut Esat
RAUF BEY (Başkan Vekili): Hususi Komisyon Raportörünün teklifini oylarınıza arz
ediyorum.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Müsaade buyurun efendim, karışıklık olacak.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Bu teklifi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Efen
dim anlaşılamadı. Bu önergeyi kabul edenler lütfen ayağa kalksın. Üçüncü madde
yerine Komisyon Raportörünün teklifi diye okudum. Anlamayan varsa oyunu geri
alabilir. (gürültüler) Hiçbir şey dinlemem. Efendim oya koyuyorum. Çoğunlukla
kabul edilmiştir. Efendim verilen diğer önergelerin bu madde ile bir münasebeti
kalmamıştır zannediyorum. Binaenaleyh onları oya koymaya lüzum yok.

Madde 3. İcra vekillerinden birinin her hangi bir sebeple vazifesi başından ay
rılması icap ettiği takdirde vazifeye dönesiye kadar yerine Büyük Millet Mecli
since bir geçici vekil seçilir. Bu geçici vekil de vekilin vazife ve salahiyetine
sahiptir ve vekil gibi mesuldür. Seçim, vekil seçimi usulüne göre yapılır. Ancak
vekil, çeşitli vazifeden dolayı veya her hangi bir mazeretle vazife başından
geçici olarak ayrıldığı takdirinde, Meclisçe yerine bir vekil vekili seçilinceye
kadar vekillerinden biri Vekiller Heyeti tarafından tayin olunur.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Üçüncü maddeyi bu şekliyle kabul edenler. Kabul
edilmiştir. Dördüncü maddeyi okuyoruz, efendim.

Madde 4. Bu kanuna aykırı olan hükümler geçersizdir.

721
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim bu dördüncü madde hakkında söz isteyen
var mı? Dördüncü maddeyi aynen kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul
edilmiştir. Şimdi beşinci maddeyi okuyoruz.

Madde 5. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Söz isteyen var mı efendim? (hayır sesleri) Beşinci
maddeyi aynen kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Aynen kabul edilmiştir. Altın
cı madde okunacak.

Madde 6. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından yürütülür.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Altıncı madde hakkında söz isteyen var mı efendim?
Söz isteyen yoktur. Maddeyi aynen kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Altıncı
madde de aynen kabul edilmiştir. Şimdi efendim, İstanbul Mebusu Ali Rıza Bey’le
on dört arkadaşının, kanunun tamamının ad okunarak oylanması hakkında bir önerge
leri var.
(Bu sırada Komisyon Reisi Yunus Nadi Bey, verdikleri tasarıda yer alan Teşkilatı Esasi
ye Kanununun dokuzuncu maddesinin değiştirilmesinin, bu kanun kabul edildikten sonra
şart olduğunu ifade etti. Yapılan uzun tartışmadan sonra bunun daha sonra yapılması
kabul edildi. Daha sonra usul tartışmaları yapıldı. Tartışma uzayınca...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğini oya arz ediyorum. Kabul
edenler ellerini kaldırsın. Müzakere kafi görülmüştür. On beş imzalı önerge ile ad
okunarak oy kullanılması teklif ediliyor. Kabul edenler... (oya konamaz sesleri)
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): İç Tüzük açıktır, önerge oya konamaz. Ad okuna
rak oylama yapılması teklif edilince kanunu o usul ile oya koymaya mecbursunuz.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim haklısınız, Divan yanlışlık yapmıştır ve Yüce
Heyetinizin bunu kabul veya reddetmesi hakkında oylamaya lüzum yoktur. O hal
de kanunun tamamı hakkındaki oylarınızı kullanmaya başlayınız. Kabul edenler
beyaz, etmeyenler kırmızı pusula vermek suretiyle oylarınızı kullanınız.
(Ad okunarak oylar kullanıldı, sayıldı ve...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, oylama neticesini arz ediyorum. Oylamaya
iştirak eden 184, çekimser 14, ret 46, kabul 124. Çoğunlukla İcra Vekillerinin Se
çimleri Hakkındaki Kanun kabul edilmiştir. (alkışlar)
1
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Üçte iki çoğunluk bile var.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (8 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.21, s.318-338, http://www.tbmm.gov.tr/
722
İCRA VEKİLLERİNİN SEÇİMLERİNE DAİR KANUN
Madde 1. İcra Vekilleri Reisi ile icra vekilleri, Büyük Millet Meclisi tarafından
gizli oy ile ve mutlak çoğunlukla, Meclis üyeleri tarafından ayrı ayrı seçilirler.
Madde 2. İcra Vekilleri Reisi, icra vekilleri içinden seçildiği takdirde vazifeli ol
duğu vekaletin vazifesini de Meclis kararıyla devam etmesi uygundur.
Madde 3. İcra vekillerinden birinin her hangi bir sebeple vazifesi başından ay
rılması icap ettiği takdirde vazifeye dönesiye kadar yerine Büyük Millet Mecli
since bir geçici vekil seçilir. Bu geçici vekil de vekilin vazife ve salahiyetine
sahiptir ve vekil gibi mesuldür. Seçim, vekil seçimi usulüne göre yapılır. Ancak
vekil, çeşitli vazifeden dolayı veya her hangi bir mazeretle vazife başından
geçici olarak ayrıldığı takdirinde, Meclisçe yerine bir vekil vekili seçilinceye
kadar vekillerinden biri Vekiller Heyeti tarafından tayin olunur.
Madde 4. Bu kanuna aykırı olan hükümler geçersizdir.
Madde 5. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 6. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından yürütülür.

10 TEMMUZ 1922: FEVZİ PAŞA BAŞKANLIĞINDAKİ ÜÇÜNCÜ TBMM HÜKÜ


METİNİN İSTİFASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 71.Birleşim, Gündem: 2/1)

On dört ay görev yapan Üçüncü TBMM Hükümeti, çok sayıda veri


len gensoru önergeleri ve boşalan bakanlıkların seçiminde aday göster
me sorunları nedeniyle yeterince sıkıntı çekti. İki gün önce İcra Vekilleri
nin Seçimine Dair Kanun Tasarısı görüşülerek kabul edilmiş ve Teşkilatı
Esasiye Kanununa göre Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa'ya verilmiş
olan aday gösterme hakkı geri alınmıştı. Kabul edilen bu kanuna göre
yeni hükümetin kurulması için bakanlar tek tek istifa ettiler.

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim İcra Vekillerinin Seçimine Dair Kanun müna
sebetiyle bugün Hükümeti teşkil eden vekillerin Yüce Meclise arz edilmek üzere
istifa yazıları vardır. Tek tek Yüce Heyetinize arz edilecektir.

TBMM Başkanlığına
İcra Vekillerinin Seçimine Dair Yüce Meclisçe kabul buyrulan kanun se
çim usulünü değiştirdiği için, daha önce aday usulüyle seçildiğim Maliye Veka
letinden istifamın lütfen kabul buyrulması arz ederim. 9 Temmuz 1922

723
Maliye Vekili
Hasan Fehmi

TBMM Başkanlığına
Dışişleri Vekâletine seçilmem 4 Kasım 1920 tarihli kanuna göre yapılmış
olduğu, daha sonra bu Kanun 8 Temmuz 1922 tarihli kanun ile kaldırıldığı, yeni
kanuna göre Meclis Reislik Makamından aday gösterilmeksizin doğrudan doğru
ya Büyük Millet Meclisi tarafından yapılacağı için yeni usulde seçilecek bir ar
kadaşınıza vazifeyi bırakmak üzere Dışişleri Vekaletinden af buyurmanızı istir
ham eylerim, efendim. 9 Temmuz 1922
Dışişleri Vekili
Yusuf Kemal

TBMM Başkanlığına
İcra Vekillerinin Seçimine dair kabul edilen 8 Temmuz 1922 tarihli kanun,
üzerimde bulunan Adalet Vekaleti vazifesinin sona erdiğini ihtiva eylemesi se
bebiyle, istifamı hürmetle arz eylerim, efendim. 9 Temmuz 1922
Adalet Vekili
Refik Şevket

TBMM Başkanlığına
İcra Vekillerinin Seçimine dair Büyük Millet Meclisince kabul edilen 8
Temmuz 1922 tarihli kanun gereğince İcra vekillerinin yeniden seçilecek olması
kanaatiyle İktisat Vekaletinden istifa ettiğimi arz ile teyidini hürmet eylerim.
9 Temmuz 1922
İktisat Vekili
Hasan

TBMM Başkanlığına
Nafıa Vekaleti Vekilliğine tayinim 4 Kasım 1920 tarihli kanuna göre icra
buyrulmuş olmasına ve sonra bu Kanun 8 Temmuz 1922 tarihli kanun ile kaldı
rıldığından yeni kanuna göre Meclis Reisliğinden aday gösterilmeksizin doğru
dan doğruya Büyük Millet Meclisince yapılacağı için yeni usulde seçilecek bir
arkadaşımıza vazifeyi terk etmek üzere Nafıa Vekaleti Vekilliğinden af buyrul
mamı rica ederim, efendim. 9 Temmuz 1922
Nafıa Vekaleti Vekili
Dr. Adnan

724
TBMM Başkanlığına
Din İşleri ve Vakıflar Vekaletine seçilmem 4 Kasım 1920 tarihli kanuna
göre yapıldığı ve bu kanun 8 Temmuz 1922 tarihli kanun ile kaldırılarak yeni
kanuna göre Meclis Reisliğinden aday gösterilmeksizin doğrudan doğruya Bü
yük Millet Meclisi tarafından yapılacağı için vazifeden af buyrulmamı istirham
eylerim, efendim. 9 Temmuz 1922
Din İşleri ve Vakıflar Vekili
Abdullah Azmi

TBMM Başkanlığına
İcra Vekillerinin Seçimine dair Yüce Meclisçe kabul buyrulan 8 Temmuz
1922 tarihli kanun vazifeme nihayet vermiş olacağından Maarif Vekaletinden
istifamı arz eylerim, efendim. 9 Temmuz 1922
Maarif Vekili
Mehmet Vehbi

TBMM Başkanlığına
İcra Vekillerinin Seçimine dair Yüce Meclisçe kabul buyrulan 8 Temmuz
1922 tarihli kanun vazifeme nihayet vermiş olacağından Milli Savunma Vekale
tinden istifamı arz eylerim, efendim. 9 Temmuz 1922
Milli Savunma Vekili
Kazım

TBMM Başkanlığına
İcra Vekillerinin Seçimine dair Büyük Millet Meclisince kabul edilen 8
Temmuz 1922 tarihli kanun gereğince yeniden seçim yapmak gerektiği kanaa
tiyle Genel Kurmay Vekaletiyle beraber Hükümet Reisliği vazifemden istifa
eylediğimi arz eylerim, efendim. 9 Temmuz 1922
Vekiller Heyeti Reisi ve
Genel Kurmay Vekili
Fevzi

TBMM Başkanlığına
İcra vekillerinin seçilmesine dair Büyük Millet Meclisince kabul edilen 8
Temmuz 1922 tarihli kanun gereğince vekillerin yeniden seçilmeleri kanaatiyle
Sağlık ve Sosyal Yardım Vekaleti Vekilliğinden istifa eylediğimi arz eylerim,
efendim. 9 Temmuz 1922
725
Sağlık ve Sosyal Yardım Vekaleti Vekili
Dr. Fuat

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Yüce Heyetinizce kabul edilen kanun gere
ğince Hükümet usule uyarak tek tek istifalarını takdim etmiştir. Bana göre yeniden
seçim yapılıncaya kadar memleketin hükümetsiz kalmasını tabii Yüce Heyetiniz
uygun bulmaz. Binaenaleyh seçim yapılıncaya kadar eğer münasip görürseniz
vekillerin eski vazifelerinde devamı uygundur. (hay hay sesleri) Bu hususta Erzu
rum Mebusu Hüseyin Avni Bey bir önerge vermiştir, okuyorum.

TBMM Başkanlığına
İstifa eden arkadaşlarımızın yerlerine yeni vekiller seçilinceye kadar vazi
felerine vekaleten devam etmelerini rica ederim. 10 Temmuz 1922
Erzurum Mebusu
Hüseyin Avni

RAUF BEY (Başkan Vekili): Bu da benim kanaatime uyuyor. Oya koyacağım,


zannederim Yüce Heyetiniz de bunda müttefiktir. Seçim yapılıncaya kadar istifa
buyuran vekillerin eskisi gibi vazifelerinde devam etmesini kabul buyuranlar lütfen
el kaldırsın. Vekaleten vazife etmeleri oybirliğine yakın bir çoğunlukla kabul edil
1
miştir.

12 TEMMUZ 1922: SİVAS MİLLETVEKİLİ RAUF BEY'İN BAŞKANLIĞINDA


DÖRDÜNCÜ TBMM HÜKÜMETİNİN KURULMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 72.Birleşim, Gündem: 2/1)

İcra Vekillerinin Seçimine Dair Kanun kabul edilir edilmez, Üçüncü


TBMM Hükümeti istifa edince derhal yeni Hükümetin kurulma çalışmalarına
geçildi. Bu kanunla Meclis Başkalığı ile Hükümet Başkanlığı makamları
birbirinden ayrılıyordu. Bu bir bakıma demokratik hükümetlerdeki kabine
sistemine geçişin bir adımı sayılabilirdi. Bu arada muhalefet, Hükümet
Başkanının derhal seçilmesini, çoğunluk grubu ise çeşitli temasların yapıl
ması için seçimlerin bir iki gün içinde yapılmasını istiyordu.

(İki gün önce, 10 Temmuz 1922 tarihindeki oturumda...)

RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, yeni Hükümet kuruluncaya kadar istifa buyu
ran vekillerin eskisi gibi vazifelerinde devam etmelerini kabul buyuranlar lütfen el
kaldırsın. Vekaleten vazife etmeleri oybirliğine yakın bir çoğunlukla kabul edilmiştir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (10 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.21, s.349-351, http://www.tbmm.gov.tr/

726
ALÎ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, istifa eden vekillerin yerlerine diğer vekiller
seçilinceye kadar vazifeleri başında bulunmaları gayet tabii bir vaziyettir. Yalnız
geçen gün kabul edilen bir kanunda sonradan ilave edilmiş bir vekalet vardır ki o
da Vekiller Heyeti Reisliğidir. Binaenaleyh bu esasen vekiller arasında mevcut
olmayan bir makamdır ve o makam halen boştur. Bu itibarla bugün bunun seçimi
nin yapılmasını teklif ediyorum. (bugün olmaz sesleri)
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim, Genel Kurmay Reisi Paşa Hazretlerinin aynı
zamanda Vekiller Heyeti Reisliğinden de istifası bahis mevzudur. Ben de teklif
ederken aynı vekillerin, aynı vazifeleri ifa etmesini teklif ettim ve o şekilde kabul
edilmişti.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Bey söz isterim. Efendim istifa eden vekillerin
vekaleten işe bakmaları yeni bir Hükümet kuruluncaya kadardır. Bugün Hükümet
Reisini seçecek olursak tabii makamına geçer. (acelesi ne sesleri) Tabii efendim,
bugün seçmek mecburiyetindeyiz. (gürültüler, hayır sesleri) Ne zamana kadar
seçim devam edecek? Bir an evvel Hükümet Reisini seçmeliyiz.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim zannediyorum ki bu işte savsaklama vardır.
Gerçi Hükümet Reisi ve Genel Kurmay Vekili Fevzi Paşa Hazretleri istifalarında
her iki makamdan da istifa ediyorum, diyor. Fakat Hükümet Reisliğinden istifa bize
ait değil, Hükümete aittir. Binaenaleyh bizim bu istifayı kabul edip etmememiz
bahis mevzu değildir. Şimdi zaten meselenin icabından olmak üzere...
DR. MAZHAR BEY (Aydın): Kanun icabıdır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Hükümet Reisi Fevzi Paşa Hazretleri kendi vekil
arkadaşları arasından seçilmiş bir reistir. Binaenaleyh bizim kabul ettiğimiz kanun
gereğince halen o makam müstakil bir makamdır ve o makam bugün boştur. İster
seniz Fevzi Paşa Hazretlerini tekrar o makam için seçebilirsiniz, o da başka. Yal
nız meselenin icabından olmak üzere bugün Hükümet Reisinin seçilmesinde bü
yük bir fayda görüyorum. Çünkü diğer birtakım arkadaşları da istifa ediyor. Olabilir
ki bütün vekilleri yerlerinde bırakabilir veya bazılarını değiştirebilir. Fakat bunun için
de reis olacak şahsın bugün seçilmesinde bir mani yoktur kanaatindeyim.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Efendim, Ali Şükrü Bey Teşkilatı Esasiye Kanunu ge
reğince Reislik Makamı yoktur, o yeni kanunda... (Hükümet Reisliği sesleri) Hü
kümet Reisi yoktur, diyorlar. Halbuki vardır, efendiler. Eski kanunda vekiller reisi
kendileri seçerler diyordu. Yeni kanunda Yüce Meclis tarafından seçilir diyor. Ben
nasılsa geç kaldım, İçişleri Vekaleti Vekili için oy verdim. Fakat ne düşündüm, ne
taşındım, ancak fikrime uygun buldum ve oyumu verdim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Herkes sizin gibi değil.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Binaenaleyh hiç olmazsa yarım saatlik bir istişa
reden sonra seçimi yapalım. Yoksa böyle seçime birdenbire girişmek, bir takım
tehlikeler karşısında bulunan koskoca bir milletin başına büyük bir felaketi davet
727
etmek demektir. Ateşli ateşli meydana getirilen yeni kanunun seçimi hiç olmazsa
ateşli ateşli değil soğukkanlılıkla olmalı. (bravo sesleri, gülüşmeler)
FEYZİ EFENDİ (Malatya): Böyle mühim bir seçim bir günde olmaz. Bunu çarşam
ba gününe tehir ederiz ve enine boyuna düşünürüz ve seçeceklerimizi seçeriz.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, kanun Yüce Meclisçe kabul edildiği dakikada
İçişleri Vekaletinin bir an dahi boş kalması uygun olmayacağı için bugün bir vekilin
seçilmesine lüzum görülmüştür. Nitekim Hükümet istifa etmiş ve yeni bir seçim
yapılıncaya kadar kendilerinin vazifeye devam etmelerine karar verilmiş ise de bu
Hükümetin seçilecek olan yeni Hükümet kadar kuvvetli vazife yapması beklene
mez. Sonra ben anlamıyorum, bir kanun kabul edildi niçin yeni Hükümetin seçimi
ne bugün başlanmıyor da bugün dursun deniyor. Yüce Heyetinize arz ediyorum,
ihmal ve tehir doğru değildir. Ama Yüce Heyetiniz kanaati fikrime iştirak etmez, o
başka. Binaenaleyh bu önergemi takdim ediyorum. Bugün Hükümet Reisinin he
men seçilmesini teklif ediyorum.
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Giresun): Efendim, benim anlayamadığım bir sebep dola
yısıyla bugün istifalar okundu ve Yüce Heyetiniz tarafından yeni Hükümet kurula
sıya kadar vazifeye devam etmelerine karar verildi. Bu kararda Fevzi Paşa'nın
hem Genel Kurmay Vekaletini ve hem de Vekiller Heyeti Reisliğini ifa edeceği
açıkça bellidir. Fakat Hükümet Reisliği Makamı bu dakikada boştur demek katiyen
yanlıştır. Şimdi seçime başlanıp başlanmamak meselesine gelince, beyefendiler
vekaletler ne derece mühim ise Hükümet Reisliği de o derecede mühimdir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Daha mühimdir.
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Devamla): Bugün okunan istifalar üzerine hepimiz acaba bir
fikir edinebildik mi? Hükümet Reisi olarak kimi seçeceğiz? Ali Şükrü Bey ve belki
bazı üyeler bir fikir edinebilmişlerdir ve oy verecekleri kimseleri kararlaştırmışlardır.
Fakat ben zannediyorum ki pek çok üye henüz bir fikir edinememişlerdir. Rica
ederim öyle acele ederek daha sonra mühim vaziyetlere düşmüş olmayalım.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim, Yüce Heyetinizin hemen şimdi seçime baş
lanmasını kabul etmeyeceğine emin olduğumdan, seçimin iki gün sonra, üç gün
sonra yapılmasını teklif ediyorum.
REŞİT AĞA (Malatya): Bana göre Adaylık Kanununun yürürlükten kaldırılmasının
daha önce seçilen vekillerle alakası yoktur. Bana kalırsa hepimizin eski vekillere
itimadı vardır. İstirham ederim, tekrar seçim yapmaya lüzum yoktur. Bundan dola
yı vekiller istifalarını geri alsınlar ve seçime lüzum kalmasın. Binaenaleyh Hükü
mette bulunan vekillere güvensizliğimiz değil, güvenimiz vardır. Teklifimi kabul
buyurmanızı Yüce Heyetinizden istirham ederim.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin yeterliliğine dair bir önerge var.
Müzakerenin yeterliliğini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir,
efendim. Malatya Mebusu Feyzi Efendi'nin bir önergesi var, okuyacağız.
728
TBMM Başkanlığına
Enine boyuna düşünülmek üzere İcra Vekillerinin çarşamba günü seçil
mesini teklif eylerim. 10 Temmuz 1922
Malatya Mebusu
Fevzi
RAUF BEY (Başkan Vekili): Bu önergeyi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın.
Önerge çoğunlukla kabul edilmiştir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Bey bu İcra Vekillerine aittir. Halbuki Reis
seçimi için de ayrıca önerge vardır.
RAUF BEY (Başkan Vekili): Efendim tereddüt oldu. Filhakika önergede reisten
bahsedilmemiştir. Sinop Mebusu Hakkı Hami ve Lazistan Mebusu Ziya Hurşit
beylerin de önergeleri var.

TBMM Başkanlığına
Hükümet Reisi seçimine bugün başlanmasını arz ve teklif eylerim.
Sinop Mebusu
Hakkı Hami

TBMM Başkanlığına
İcra Vekilleri Heyeti Reisi seçiminin bugün yapılmasını teklif ederim.
9 Temmuz 1922
Lazistan Mebusu
Ziya Hurşit
RAUF BEY (Başkan Vekili): İcra Vekilleri Heyeti Reisinin bugün seçilmesi hakkın
daki teklifi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmemiştir. O halde efen
dim İcra Vekilleri Reisi seçimi de vekillerin seçimi ile beraber çarşamba günü yapı
1
lacaktır.

(İki gün sonra, 12 Temmuz 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim İcra Vekilleri Reisinin seçimine
başlıyoruz. Tabii ad okunarak oylama yapılacaktır. İsimleri okumaya başlıyoruz.
Lütfen oylarınızı kullanınız.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (10 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.21, s.351-353, http://www.tbmm.gov.tr/
729
CEMİL BEY (Kütahya): Reis Bey ben hepsinin birden oylanmasını teklif ediyorum.
(hayır sesleri)
(Ad okunarak oylama yapıldı ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, oylar sayılıncaya kadar Din İşleri
Vekaleti seçimine başlıyoruz. Oylarınızı kullanınız.
(Ad okunarak oylama yapıldı ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): İcra Vekilleri Reisliği oylamasında oya
iştirak eden 204. İki çekimsere karşı 197 oyla Rauf Beyefendi seçilmişlerdir. (şid
detli alkışlar)
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Muhterem kardeşlerim, vatanımızın, milletimizin
mukadderatına yegane hakim olan Yüce Meclisinize katıldığım andan bugüne ka
dar bu aciz arkadaşınıza gücünün pek üstünde buyurduğunuz itimada karşı te
şekkür edebilecek kelime bulmakta acizim. (estağfurullah sesleri) Bu defa da ver
diğiniz vazifeyi hakkıyla ifaya Allah huzurunda yemin ediyorum. (şiddetli ve sürekli
alkışlar) Milletimizin emeli ve Şeriatı Ahmediye'nin1 gösterdiği yoldan sapmayı
Allah beni muhafaza buyursun. (amin sesleri ve alkışlar) Her hususta rehberim,
Allah'ın yardımları ve Peygamberimiz Efendimiz Hazretlerinin ruhaniyeti olacaktır.
Bu hususta her an hepinizin yardımlarından emin olarak bugünden itibaren vermiş
buyurduğunuz vazifeye başlıyorum. (Allah yardımcınız olsun sesleri) Muvaffakiyet,
hakiki hakim olan Cenabı Allah'tandır. (sürekli alkışlar)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Genel Kurmay Reisinin seçimine
başlıyoruz. Oylarınızı kullanınız.
(Ad okunarak oylama yapıldı ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Din İşleri Vekaleti oylamasının
neticesini arz ediyorum. Oya iştirak eden üye 204. Eskişehir Mebusu Abdullah
Azmi Efendi Hazretleri 186 oy almışlardır.
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Din İşleri Vekili): Yüce Meclisin ikinci defa hakkımda
gösterdiği itimat liyakatimin kat kat üstündedir. Peygamberin ruhani yardımlarının
bizimle, Meclisle beraber olduğunda asla şüphe yoktur. (alkışlar) Ben de bu yar
dımları ve muvaffakiyeti Cenabı Haktan beklerim. (Allah muvaffakiyet ihsan etsin
sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Milli Savunma Vekili seçimine
başlıyoruz. Oylarınızı kullanınız.

1
Hazreti Muhammed'in esaslarını belirlediği İslami yasa düzeni.
730
(Ad okunarak oylama yapıldı ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Genel Kurmay Reisliği için oy
lamaya 208 üye katılmıştır. 200 oyla Kozan Mebusu Fevzi Paşa Hazretleri seçil
mişlerdir. (sürekli alkışlar) Efendim Dışişleri Vekaleti seçimine başlıyoruz. Oyları
nızı kullanınız.
(Ad okunarak oylama yapıldı ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Milli Savunma Vekâleti için 203
üye oylamaya katılmıştır. 105 oyla Karesi Mebusu Kazım Paşa seçilmiştir. (alkış
lar) Efendim, Dışişleri Vekaleti için verilen oylar sayılıncaya kadar on dakika tenef
füs. (devam sesleri)
(Ara verilir. Aradan sonra...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim celseyi açıyorum. Dışişleri Veka
leti için yapılan oylamaya 203 üye katılmıştır. 198 oyla Kastamonu Mebusu Yusuf
Kemal Bey seçilmiştir. (alkışlar)
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Arkadaşlar, öteden beri hakkımda göster
mekte bulunduğunuz itimat ve teveccühün kuvvetli bir delilini daha gösterdiniz. Bu
benim hakkımda şüphesiz büyük bir lütuftur. Onun minnettarıyım. Şükranlarımı
arz ederim. (estağfurullah sesleri) Diğer taraftan Büyük Millet Meclisinin Dışişleri
Vekaletinin asıl gayesi, esas gayesi diğer devletlerden adaleti istemektir. Milletin
hakkı olduğu adaleti elde etmektir. Hakkın ve adaletin hamisi de Cenabı Haktır.
Cenabı Hakkın yardımıyla, Peygamberimizin ruhani imdadına ve sizlerin bu te
veccühüne dayanarak Dışişleri Vekaleti yürüyecek ve inşallah muvaffak olacağız.
(inşallah sesleri, alkışlar)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Maliye Vekaleti seçimine başlı
yoruz. Oylarınızı kullanınız.
(Ad okunarak oylama yapıldı ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, oylar sayılırken Maarif Vekaleti
seçimine başlıyoruz. Oylarınızı kullanınız.
(Ad okunarak oylama yapıldı ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Maliye Vekaleti için yapılan oy
lamaya 203 üye iştirak etmiştir. 179 oyla Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Bey
seçilmiştir. (alkışlar) Efendim Adalet Vekaleti seçimine başlıyoruz. Oylarınızı kul
lanınız.
(Ad okunarak oylama yapıldı ve...)

731
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Maarif Vekaleti için yapılan oy
lamaya 201 üye katılmıştır. 193 oyla Karesi Mebusu Vehbi Bey seçilmiştir. (alkış
lar)
VEHBİ BEY (Maarif Vekili): Efendiler, memleketimizin en mühim cephelerinden
birisi olan cehalet cephesine vazifelendirdiğiniz zamandan beri gerek idari ve ge
rek mali meselelerde bütün zorluklara rağmen, Yüce Heyetinizin ve hatta bütün
milletin göstermekte olduğu teveccüh ve yardımlara zaten en samimi kalp ile mü
teşekkir ve minnettarı idim. Bu defa tekrar o vazifede devamı emir buyurmakla
teveccühünüzün devamına inanarak Allah'ın yardımlarıyla vazifeye başlayacağım.
(Allah muvaffak buyursun sesleri) Bu hususta bilenle bilmeyen bir değildir, buyu
ran Cenabı Hakkın yardımlarına ve ilmi tahsil etmeyi kadın ve erkeklere farz buyu
ran Peygamberimize ve daima memlekette ilim ve irfanın himayecisi olan sizlerin
yardımlarına dayanarak işe başlayacağım. Muvaffakiyet Allah'tandır. (Allah muvaf
fak etsin sesleri, alkışlar)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim İktisat Vekaleti seçimine başlıyo
ruz. Oylarınızı kullanınız.
(Ad okunarak oylama yapıldı ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Adalet Vekaleti için yapılan oy
lama neticesinde 203 üye oya iştirak etmiştir. 96 oy Celalettin Arif Bey, 90 oy Veli
Bey almıştır. Karar yeter sayısına ulaşılamadığı için yediden oylama yapılacaktır.
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Reis Bey on iki de çekimser var.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Evet efendim, on iki çekimser vardır. Bir
iki de diğerine oy var. Muamele tamam değildir. Yeniden oylama yapmak lazım
geliyor. Efendim, Adalet Vekaleti seçimine tekrar başlıyoruz. (Nafıa'ya sesleri)
Efendim, Adalet Vekaleti seçimimi tamamlamak daha münasip olacaktır. (uygun
dur sesleri) Efendim, Adalet Vekaleti seçimine yeniden başlıyoruz. Oylarınızı lüt
fen kullanınız.
(Ad okunarak oylama yapıldı ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): İktisat Vekaleti seçimine 195 üye iştirak
etmiş ve 107 oyla İzmir Mebusu Mahmut Esat Bey seçilmiştir. (alkışlar) Nafıa Ve
kaleti seçimine başlıyoruz. (biraz teneffüs veriniz sesleri) Efendim, devam edip
etmemek Yüce Heyetinizin oyu ile olacaktır. Devamı kabul edenler lütfen el kaldır
sın. Devam edilecektir, efendim. Nafıa Vekaleti seçimine başlıyoruz. Lütfen oyları
nızı kullanınız.
(Ad okunarak oylama yapıldı ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Adalet Vekaleti için 194 üye
oylamaya iştirak etmişler ve karar yeter sayısı vardır, efendim. Celalettin Arif Bey

732
105 oyla seçilmişlerdir. (alkışlar) Efendim, Sağlık Vekaleti seçimi var. Fakat vakti
miz kalmadı. (devam sesleri) O halde Sağlık Vekaleti seçimine başlıyoruz. Oyları
nızı kullanınız.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Reis Efendi, seçim vekilin vekili mi
olacaktır? Yoksa doğrudan doğruya vekil mi seçeceğiz?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, arkadaşlarımızdan birisi Sağlık
Vekaletine seçilecek üyenin asil mi, yoksa vekile vekil midir, diye soruyor. Vekilin
vekilidir, efendim. Malumunuz olduğu üzere Nafıa Vekili istifa etmemiştir. Keza
Sağlık Vekili Rıza Nur Bey de istifa etmemiştir. Binaenaleyh, bu seçimler vekilin
vekilidir. Herkes oyunu kullandıktan sonra on dakika teneffüs edelim.
(Ad okunarak oylama yapıldı. Ara verildi ve aradan sonra...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, celse açıldı. Nafıa Vekaleti Vekilli
ği için yapılan oylamaya 181 üye katıldı. 7 oy Cemal Paşa almış, 9 çekimser var, 99
oy ile Saruhan Mebusu Reşat Bey seçilmiştir. Sağlık Vekaleti Vekilliği için yapılan
oylamaya 180 üye reye iştirak etmiş, 8 çekimsere karşı 129 oy ile Bolu Mebusu Fuat
1
Bey seçilmiştir. Yarın aynı saatte toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum.

İcra Vekilleri Heyeti Reisi Hüseyin Rauf Bey


Din İşleri Vekili Abdullah Azmi Efendi
Genel Kurmay Reisi Fevzi Paşa
Milli Savunma Vekili Kazım Paşa
İçişleri Vekili Ali Fethi Bey
Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey
Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey
Maarif Vekili Vehbi Bey
İktisat Vekili Mahmut Esat Bey
Adalet Vekili Celalettin Arif Bey
Nafıa Vekili Ömer Feyzi Bey
Sağlık ve Sosyal Yardımlaşma Vekili Dr. Rıza Nur Bey

1
TBMM Zabıt Ceridesi (12 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.21, s.358-362, http://www.tbmm.gov.tr/
733
15 TEMMUZ 1922: TBMM HÜKÜMETİNİN GÖREV VE SORUMLULUKLARINA
DAİR KANUN TASARISI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 74.Birleşim, Gündem: 5/1)

Büyük Taarruza sadece bir ay kalmıştı ve Mecliste sinirler iyice


gerilmişti. Çünkü taarruz hazırlıkları büyük bir gizlilik içinde yapılıyordu
ve milletvekilleri bu durumdan habersizlerdi. Bu durum Mecliste grup
laşmaların daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmasına ve muhalefetin
şiddetlenmesine neden oldu. Muhalif milletvekilleri Hükümetin Görev ve
Sorumluluklarına dair Kanun Tasarısını, Meclisin yetkilerine bir sınır
lama getirilmesi şeklinde yorumladılar ve şiddetli bir engelleme başladı.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim bugünkü gündemimiz, Vekiller


Heyetinin vazife ve mesuliyetine dair olan Kanun Tasarısıdır. Onun müzakeresine
başlıyoruz. Bu tasarı için teşkil olunan Hususi Komisyonun gerekçeli raporu oku
nacak.

TBMM Başkanlığına
İcra vekillerinin vazife ve mesuliyetleri hakkında hazırladığımız kanun
tasarısının, Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun ruhuna uygun olmasına bilhassa
itina gösterilmiştir. Çalışmamız iki kısma ayrılmıştır. Birincisi, icra vekillerinin
seçilmelerine dair olan kısmı, ayrı bir kanun
arz tasarısı halinde bundan evvel tak
dim olunmuş ve Yüce Heyetiniz tarafından
bir dairkanuntasarısıdır
kabuledilmiştir. İkincisi ise İcra
Vekilleri Heyetinin vazife ve salahiyetlerine ve bugün
Yüce Heyetinizin takdir ve tenkitlerine olunuyor. Komisyonumuz, bilhassa
bu defa Meclisin tamamının seçtiği Meclis Reisinin ve icra vekillerinin kendi
lerine verilen emir ve vazifeleri muntazam bir devletin ilk bakışta toplu bir sis
tem halinde temin etmiş olduğu kanaatindedir. Burada tekrar etmek lazım ge
lecektir ki icra vekillerine tek tek ve birlikte verilen vazifeler, hakimiyeti kayıtsız
şartsız millete bırakan, yasama ve yürütme gibi bütün kuvvet ve kudretleri Tür
kiye Büyük Millet Meclisinde toplayan, Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun ruhu,
hiçbir şekilde ihlal edilmemiştir. Aksine bu prensip daha da kuvvetle belirtilmiş
tir. Komisyonumuzun düşüncesini daha iyi anlayabilmek için Teşkilatı Esasiye
Kanunumuzun bilhassa maddelerini göz önünde tutmak lazım gelir. Teşkilatı
Esasiye Kanununun üçüncü maddesinde, “Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi
tarafından idare olunur ve Hükümeti Büyük Millet Meclisi Hükümeti unvanını
taşır,” denilmektedir. Hazırladığımız tasarının sekizinci maddesinde de “Her
Vekil, vekaletine ait işleri, kanunlar, mevzuat ve Büyük Millet Meclisi tarafından
gösterilen esaslar dairesinde icraya memurdur,” ifadesi yer almaktadır. Bu
ifade, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin hem alacağı şekli, hem de
faaliyetinin istikamet ve mahiyetini göstermeye kafi çok esaslı bir kayıttır. Ko
misyonumuz, vazife ve mesuliyet tasarısını meydana getirmek için, Teşkilatı
Esasiye Kanunumuzun bu ifadesi esas almıştır denilebilir. Zaten Komisyonu

734
muzun yapacağı başka bir şey de yoktur ve olamazdı.
Eğer Büyük Millet Meclisi bu tasarıyı aynen veya değiştirerek kabul
ederse, memleketimizde ilk defa olarak mesuliyetin tatbikine ait fiili adımın
atılması şerefini de kendisi almış olacaktır.
Komisyon Bşk. Raportör Üye Kâtip Üye Üye
Yunus Nadi Mahmut Esat Ragıp Behçet

İCRA VEKİLLERİ HEYETİNİN VAZİFE VE MESULİYETİNE DAİR KANUN


Birinci Bölüm: Vazife
Madde 1. Büyük Millet Meclisi, memleketin umumi siyaseti hakkında İcra Vekil
leri Heyetine umumi ve her vekalete de hususi kaideler verir. Umumi kaideler,
Dışişleri, İçişleri, Maliye, Milli Savunma, İktisat komisyonlarınca seçilen ikişer
ve diğer komisyonlarca seçilen birer üyeden meydana gelen bir Hususi Komis
yon tarafından icra vekillerinin katılmasıyla ve hususi kaideler ait olduğu ko
misyon tarafından alakalı vekilin katılmasıyla hazırlanır ve Meclise arz olunur.
Meclis lüzum gördüğünde umumi ve hususi kaideleri değiştirebilir.
Madde 2. İcra Vekilleri Reisi, İcra Vekilleri Heyeti ile Büyük Millet Meclisi ara
sındaki münasebeti yerine getirmek, lüzum olduğu zaman vekiller ile istişarede
bulunmak ve Vekiller Heyeti toplantılarını tanzim ve idaresi etmek ile vazifelidir.
Madde 3. İcra Vekilleri Heyeti;
1. Emniyet ve asayişin muhafaza ve temini,
2. Vatan içinde umumi refah ve saadetin temini için tedbirler alınmasını,
3. Devletin milletlerarası münasebetini takip ve idare,
4. Dışişleri Vekaletinin teklifiyle, elçi ve temsilci tayini,
5. Sulh gibi milletlerarası antlaşma, anlaşma ve mukavelelerin müzakeresi husu
sunda heyetler ve memurlar tayini,
6. İçişleri Vekaletinin teklifiyle vali tayin ve azletme,
7. Ordu müfettişi, ordu ve kolordu kumandanları tayini,
8. Büyük Millet Meclisinden acil karar alınması mümkün olmayan hallerde, kırk
sekiz saat içinde Meclisçe müzakeresi temin olunmak şartıyla geçici olarak
sıkıyönetim ilanı,
9. Hükümet muamelelerine ve kanunların sureti tatbikine ait yönetmelikler tan
zimi gibi,
...hususlar hakkında doğrudan doğruya karar verme ve icra salahiyetini
haizdir.
Madde 4. İcra Vekilleri Heyetinin;
1. Ateşkes ve anlaşma ve antlaşma yapma,
2. Vatan müdafaası ilanı,
3. Umumi veya hususi seferberlik ilanı,

735
4. Mükellefleri askere alma ve terhis etme,
5. Kara ve deniz kuvvetlerini artırma ve azaltma,
6. Vergi koyma ve kaldırma,
7. Borçlanma,
8. Umumi ve kısmi af ilanı,
9. Soruşturma ve tahkikat yapma, verilen cezaların infazı, tehiri veya tecili,
10. Devletlerle siyasi münasebet tesisi,
11. Geçici olarak sıkıyönetim ilanı,
12. Sıkıyönetim ilan olunan yerlerde icap eden mahkemeleri teşkili,
13. Nişan ve unvan ve rütbe ve memuriyet verme,
14. Binbaşılık ve daha yukarı askeri rütbe verme,
15. Kanun ile vilayet ve belediyelere terk olunanlar haricindeki mukavele ve
imtiyazların verilmesi ve feshi,
16. Mahkemeler ile Harp Divanında verilen ve temyiz edilmiş olunan idam hü
kümlerinin infazı,
…gibi mühim vazifeler ile bunlara benzer siyasi ve iktisadi faaliyetler hak
kında verilecek kararlar, ancak hazırlık mahiyetine haiz olup Büyük Millet Mec
lisine arz olunmaları şarttır.
Madde 5. İcra Vekilleri Heyeti, bütçe kanununu mali yılbaşından dört ay evvel
Büyük Millet Meclisine sunmaya mecbur ve her türlü kanun tasarı teklifini hazır
layıp sunmaya salahiyetlidir.
Madde 6. İcra Vekilleri Reisi, Büyük Millet Meclisine arz etme mecburiyeti ol
mayan hususlar hakkında da Meclis komisyonlarıyla istişare edebileceği gibi
Meclis Umum Heyetine de müracaat edebilir.
Madde 7. İcra Vekilleri Reisi, devletin umumi vaziyetine dair İcra Vekilleri Heye
tince alınan kararları, iki ayda bir ve lüzum ettiği zaman gerek Meclis Reisi ve
gerek Büyük Millet Meclisinin davetiyle her zaman Meclise beyanatta bulunur.
Madde 8. Her vekil, vekaletine ait kanunlara, mevzuata ve Büyük Millet Meclisi
tarafından tespit olunan kaidelere göre vazife yapmak mecburiyetindedir.
Madde 9. Her vekil, seçilmesini müteakip düşündüklerini ve yapacaklarını ilgili
komisyona beyan eder. Komisyonca değiştirilmesine lüzum görüldüğü veya
ihtilaf olduğu takdirde, durum Meclise arz olunur.
Madde 10. Mevcut kanunlara göre tayinleri milli iradeye uygun olan memurlar,
ilgili vekil tarafından tayin ve terfi ettirilir. Uygun olmayanlar azledilir. Tayinleri
milli iradeye uygun olan memurlardan üçüncü maddeye göre İcra Vekilleri He
yetine ait bulunanlardan hariç olanlar, ilgili vekilin teklifi ve İcra Vekilleri Reisi
nin tasvibi üzerine Büyük Millet Meclisi Reisinin tasdikiyle tayin edilir veya azlo
lunur.
Madde 11. Her vekil, vekaletine ait hususlarda ilgili komisyonla istişare edebi

736
leceği gibi, Meclis Umum Heyetine de müracaat edebilir.
Madde 12. Her vekil, vekaletine ait icraat hakkında ayda bir defa ve lüzum
olduğunda resen ve Büyük Millet Meclisinin talebiyle her zaman Meclise izahat
vermeye mecburdur.
Madde 13. Büyük Millet Meclisi Reisinin her hangi bir sebepten dolayı tasdikini
muvafık görmediği bir karar hakkında vekiller ile aralarında mutabakat hasıl
olmadığı takdirde durum Büyük Millet Meclisine arz olunarak ihtilafı Meclis
halleder. Vekiller arasında ortaya çıkabilecek ihtilaflar da Meclise arz olunur.
İkinci Bölüm: Mesuliyet
Madde 14. İcra vekilleri, vekaletlerine ait vazife ve icraattan kendileri, müşterek
vazife ve icraattan müştereken Büyük Millet Meclisine karşı mesuldürler.
Madde 15. Vazifelerini her ne suretle olursa olsun ihmal, tecavüz veya suiisti
mal eden icra vekilleri tek olarak veya tamamı vazifelerinden alınırlar. Lüzumu
halinde muhakemeye alınırlar.
Madde 16. Kanunlara ve memur kadrolarına muhalif olarak devlet parasına
sarfiyatta bulunan veya bulunduran vekiller mali olarak da mesuldürler.
Üçüncü Bölüm: Tahkikat ve Muhakeme
Madde 17. İcra vekillerinden birinin veya tamamının on beşinci madde gere
ğince muhakemeye alınmasına Meclis Umum Heyetince çoğunlukla karar veri
lirse şubelerden birine havale olunur. Şube tarafından tahkikat neticesinde
tanzim olunacak rapor Meclis Umum Heyetine arz olunarak gizli oylama ile
muhakeme kararı verildiği takdirde, üyelerinin dördü Büyük Millet Meclisinden
seçilen üyeler ve üçü Temyiz Mahkemesi üyesi yedi kişilik bir mahkemede
muhakeme olunurlar. Meclisten seçilen üyelerden biri mahkeme reis olur. Bu
mahkeme nezdinde bulunmak üzere Meclisçe bir üye de savcı olarak seçilir.
Madde 18. Ayrıca bir muhakeme usulü kanunu tanzim olununcaya kadar bu
mahkemede Muhakeme Usulü Kanunu ve Ceza Kanunu hükümleri uygulanır.
Mahkeme, çoğunluk ile karar verir ve hükümleri temyiz edilemez.
Madde 19. Bu kanuna muhalif kanun hükümleri geçersizdir.
Madde 20. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 21. Bu kanun, Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur.
Muhalefet Şerhleri:

Üye Mustafa Bey: Bazı hükümlerine muhalifim.

Üye Hasan Fehmi Bey: ikinci ve üçüncü bölümlere kısmen muhalifim.

Üye Hüseyin Avni Bey: Bazı hükümlere muhalifim.

737
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Ragıp Bey Komisyon adına iza
hat verecek.

RAGIP BEY (Komisyon Katip Üyesi): Malumunuz efendim, Yüce Meclis açıldığın
dan beri Hükümetin vazife ve mesuliyetine dair bir kanun lüzumlu görülmüş ve
evvelce bu işi yapacak bir Hususi Komisyon kurulmuştu. Bu Komisyonun tanzim
ettiği kanun tasarısı, Teşkilatı Esasiye Kanununun ruhuna uygun olmadığı sebe
biyle Anayasa Komisyonuna iade olunmuş ve yeniden, Teşkilatı Esasiye Kanunu
nun ruhuna uygun bir kanun tasarısı hazırlanması istenmişti. İşte Komisyonumuz
ile Anayasa Komisyonu birlikte bu kanun tasarısını uzun uzadıya çalışıp hazırlaya
rak huzurunuza getirmiştir. Her şeyden evvel şurasını arz edeyim ki bu kanun
tasarısı, Yüce Meclisin arzu ettiği şekilde yazılmış ve Teşkilatı Esasiye Kanunu
nun ruhuna uygun olarak hazırlanmıştır. Bu tasarı hazırlanırken öncelikle Hükü
metin vazifeleri düşünülmüş ve bir bölüm buna ayrılmıştır. Bu hususta Yüce Mec
lisin kuruluş gayesi de dikkate alınarak, vazifelerin Hükümete ve Meclise ait olan
ları ve Hükümetin ayrı ayrı yapacağı işler, Hükümet Reisinin göreceği işler madde
ler halinde açıkça gösterilmiştir. Vazife meselesi tespit edildikten sonra, bir de
mesuliyet bahis mevzu olarak Hükümetin siyasi mesuliyeti ve bununla beraber
mali mesuliyeti de belirtilmiştir. Malumunuz Hükümet, devlet gücü gibi muazzam
meseleden dolayı mesul edileceğine göre ve adalet teşkilatının bugünkü hali ile bu
kadar muazzam meseleyi layıkıyla yapamayacağı düşüncesiyle Hükümetin ayrıca,
devlet gücünü sağlamlaştırabilecek bir kudrette adaleti sağlama vazifesi verilmiş
tir. Komisyonumuz temenni eder ki bu kanun Yüce Meclisçe kabul buyrulsun.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Tasarının tamamı hakkında, buyurun
Mustafa Bey.

MUSTAFA BEY (Giresun): Efendim ben bu kanunun bir an evvel çıkması tarafta
rıyım. Fakat Teşkilatı Esasiye Kanununa tamamıyla uygun olmayan bazı haller
vardır. Nitekim bu kanunun sekizinci maddesinde, “Her vekil, vekaletine ait kanun
lara, mevzuata ve Büyük Millet Meclisi tarafından tespit olunan kaidelere göre
vazife yapmak mecburiyetindedir.” diyor. Bundan anlaşılıyor ki Meclisteki salahi
yetin ve Meclisteki kudretin pek büyük bir kısmı Hükümete verilmiş oluyor. Ben
diyorum ki Hükümet bu salahiyetini Meclisten alsın, kendi kendine salahiyet ver
mesin. Diğer bir husus, eski beğenmediğimiz Kanunu Esasi’de üç çeşit mesuliyet
vardı. Birincisi, şahsa ait olursa, her mahkemede muhakeme olunabilirdi. İkincisi,
vazifesindeki mesuliyetten dolayı gensoru verilebilirdi. Üçüncüsü de mebuslar
tarafından vazifesine ait husustan dolayı vekiller aleyhinde şikayet hakkı vardı.
Komisyonda tasarı hazırlandığı sırada bunları yazalım dedikse de olamadı, üstü
kapalı yazıldı.

ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Esasa girmeden evvel müsaadenizle kısa bir açıkla
ma yapmak mecburiyetindeyim Orta yerde bir Teşkilatı Esasiye Kanunu vardır. Bu
kanun sekizinci maddesi Hükümet için lazım gelen esasları ihtiva ediyor. Büyük
Millet Meclisi Hükümetinin kurulduğu vaziyeti ve zamanı hepimiz biliyoruz. O vakit

738
bu tarzda bir teşkilat kanunu veya buna benzer başka bir kanun yapmak zarureti
vardı ve bu kanun yapıldı. Fakat Hükümetin teşekkülünden ve bu kanunun kabu
lünden beri geçen uzun zamandan beri görüyoruz ki biz devamlı olarak Hükümeti
yürütmek ve memleketin işlerini en mükemmel bir şekilde görebilmek için daha
başka türlü kanunlar yapmak ihtiyacını hissettik. Hükümetin bugünkü vaziyeti,
dünkü vaziyetinden farklıdır. Bu aşağı yukarı kabine sistemine doğru bir adımdır.
Memleketin idare şekli ne şekilde olursa olsun, fakat yürütme itibariyle şimdiye
kadar dünyanın kabul ettiği yolun haricine çıkmak doğru olmadığı gibi bizim o
yoldan ayrılarak böyle bir yol takip etmemiz de doğru değildir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Allah irticadan korusun.
HASİP BEY (Maraş): İrtica sözünü geri alsın.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Ehemmiyeti yok efendim, Tunalı Hilmi Bey söylüyor,
hastadır söyleyebilir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Şahsa taarruzun ne kadar zaaf eseri olduğunu bilmeli
sin. Tunalı'nın kalbine dokunmak elinde ise alnını karışlarım. (gürültüler)
ALI ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Onu da kabul ettim. Her hangi bir kanunun uygulan
masında yanlış görüldüğü zaman lüzumsuz bir inada, bir ısrar yerine uygun ve
doğruya doğru gitmek için geri alınacak bir adımı irtica olarak düşünülürse de ben
bu adımı her vakit geri alabilirim. Halbuki işlerin yürümesine mani olan bir şekli
kaldırmak bence ilericiliktir. Bu, ne şekilde olursa olsun ilerleme eseridir, irtica
değildir. Ben Teşkilatı Esasiye Kanununun aleyhinde değilim, rica ederim. Böyle
bir mana anlaşılmasın. Fakat görüyorum ki sükun devresinde bunun üzerinde
ısrar ettik ve bunun üzerinde devam ediyoruz. Vaziyette nispi bir surette sükun
hasıl olmuştur. Bazen Jean Jacques Rousseau'nun1 eserini şahit göstermek sure
tiyle, bazen Avrupa siyasetçilerinden başka birinin eserinden faydalanmak suretiy
le görüş beyan ederek ve kendimiz için kaideler aramak mecburiyetini hissediyo

1
Cenevreli filozof ve yazar. Siyasi fikirleri, Fransız Devrimini etkilemiş, düşünceleri özellik
le ihtilaldan sonra kurulan yeni devletin kalkınmasında, toplumun sosyal yapısında ve
eğitim sisteminde etkili olmuştur. Rousseau ortak benliği, halkı, devleti yaratan bir top
lum sözleşmesini ve bu sözleşmeye toplumdaki her bireyin dahil olması gerektiğini savu
nur. Halk olmanın temelinde egemenliğin var olması gerektiğini düşünür. Yasaların olma
dığı bir yerde devletten söz edilemeyeceğini savunmuştur. Yasaların, halkın tümü için
geçerli olması gerektiğini düşünmektedir. Rousseau demokrasi, aristokrasi, monarşi şek
lindeki sınıflandırmayı benimsemiştir. Rousseau'ya göre demokrasi biçimindeki hükümet
te yönetici, halkın tamamı ya da büyük bir kısmıdır. Rousseau'ya göre yurttaşlar olmadan
erdem, erdem olmadan özgürlük, özgürlük olmadan devlet olamaz. Rousseau devletin
iktidara değil, halka ait olduğunu savunmuş ve ulus devlet anlayışını benimsemiştir.

739
ruz. Ara sıra efendiler, affedersiniz gemici tabiriyle söyleyeyim, bu hal bir fırtınaya
tutulmuş karayı kaybetmiş ve her türlü işareti kaybetmiş olan bir geminin kaptanı
na benziyor. (doğru, sesleri) Efendiler, bizim kökümüz gayet sağlamdır ve derindir.
Efendiler, Jean Jacques Rousseau'nun ifadesi, “Hakimiyet kayıtsız, şartsız mille
tindir.” Bu ifade efendiler, Avrupa düşüncesinden doğmuş bir ifadedir. Bizim dü
şüncelerimiz Avrupa’ya benzemediği için bu ifadenin bizim için bir manası yoktur.
Avrupa'da biliyorsunuz ki Fransız İhtilalından önce milletleri kasıp kavuran mutlak
idareler mevcuttu ve halk bunala bunala en nihayet bizim bir haklarımız vardır,
almak isteriz, demişler. Jean Jacques Rousseau gibiler bunu düşünmüşler, ondan
sonra ihtilal olmuştur. Burjuva sınıfı hükümdarın yetkilerinden bir kısmını aldığı
zaman bir süre bu yetkileri iyi kullanmış, fakat daha sonra kendi kanaatlerine göre
tesis etmiş oldukları kaideleri ile diğer halk üzerinde tahakküme başlamışlardır.
Bunun üzerine amele sınıfı ve fukara halkın feryadı başlamış. Biliyordunuz ki bur
juvazi hükümetine karşı sosyalistlerden daha aşırı olmak üzere en nihayet komü
nistler meydana çıkmıştır. Öyle bir sosyal müessese var ki temeli çürük ve bozuk
tur. Bir eşitlik temin edemiyor. Mutlaka hakimiyet bir şahısta, bir zümrede bulunu
yor. O sosyal sistem birçok sınıf tanımıştır. Birçok sınıf için imtiyazlar tanımıştır.
Efendiler, bugün Rusya'da komünistler fiili bir inkılap yaptılar. Amele sınıfı, iktisat
çıların, kapitalistlerin elinde fena halde eziliyordu ve hatta insan derecesinde bile
sayılmıyorlardı, Rusya'da kısmen amele adeta bir mal gibi bir alınıyor satılıyordu.
Bunlar ihtilalı yaptılar ve her gün Bolşevik gazetelerinin başında gördüğümüz gibi
Proletarya’nın diktatörlüğüdür. Yani onların hakimiyetidir. Şimdi efendiler, bir de
bize bakalım. Bizde sosyal sınıflar mevcut değildir. Bunu İslamiyet kökünden red
detmiştir. Bizim bugün siyasi ve sosyal hayatımızda hakim olan, doğrudan doğru
ya şeriat ve şeriata dayanan kanundur. Bu kanuna göre her fert eşittir, ister Padi
şah olsun. Biz Avrupa fikirleri arkasından, hayal arkasından koşmaya ve bu gibi
kanunları yapmak için Jean Jacques Rousseau'ya bakmaya ihtiyacımız yoktur,
lüzumsuzdur. Bizim bakacağımız kendi siyasi ve sosyal fikirlerimizdir. İşte bu da
hakimiyeti şer'iye ve hakimiyeti kanuniyedir. Bunun karşısında padişahı da halifesi
de birdir. Şurada bir şey hatırıma geldi. Memleketi kurtarmak isteyen bazı münev
verlerimiz biliyorsunuz ki, 1876 Kanunu Esasisini yapmışlardır. Kanunu Esasisin
de hakimiyet milletindir, diye kısmen o kanuna öyle bir kayıt koymuşlardır. Efendi
ler, bu Kanunu Esasi mevcut olduğu halde Sultan Hamit Merhum otuz üç sene
kadar büyük bir mutlakıyetle devleti idare etmiş ve ona Kanunu Esasi bir şey ya
pamamıştır. O kudret kendisinde mevcuttur. Şimdi efendiler benim sözlerimden,
milletin ehemmiyeti yoktur, millete ehemmiyet vermeyelim tarzında rica ederim, bir
mana çıkarılmasın.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Başka bir şey çıkmıyor, yani.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendiler, memlekette sosyal sınıflar mevcut olmadı
ğı için ancak kanunun hakim olması lazım gelir kanaatindeyim ve gerek halk, ge
rek fukara, gerek zengin ve herkes kanun önünde eşit olmak itibariyle adaletten
faydalanacaktır.

740
YUNUS NADİ BEY (İzmir): Hangi kanun?
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Kanunu kim yapacak?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Mütehassısları yapacak.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Millet yapacak, binaenaleyh millet hakimdir. Abdülha
mit Kuran'ı bile ayak altına aldı.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendiler millet hakimdir. Millet kanun yapacaktır
diyorlar. Fakat o kanunu Hilmi Bey’in de içinde mevcut olduğu ve bu milletin gön
derdiği vekilleri yapıyor. Yani bizler yapıyoruz. Millet yapmıyor. Binaenaleyh bir
sınıfa, yani vekiller sınıfına ihtiyaç vardır ki bizi buraya toplamışlardır.
RAGIP BEY (Komisyon Katip Üyesi): Müsaade buyurunuz Ali Şükrü Bey, söyle
dikleriniz Teşkilatı Esasiye Kanununa aittir. Şu vazife ve mesuliyet kanununa ait
düşüncelerinizi anlayamadım. Lütfen bu kanuna ait fikirlerinizi söyleyiniz.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Reis Beyefendi, milletin kabul ettiği Teşkilatı Esasiye
Kanunu aleyhinde söylenemez, efendim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz. Ben demiştim ki bu kanun
Teşkilatı Esasiye Kanununun ruhuna göre yapılmış ve o kanun da mevcuttur,
demiştim. Binaenaleyh bunun üzerinde durmak da benim hakkımdır ve bu benim
için bir vazifedir.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Ben şunu söylemek istiyorum ki fikirlerinizi açıkça
söyleyiniz. Biz de ona göre cevap verelim.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler ben zannediyorum ki açıkça söyledim. Av
rupa'nın, Jean Jacques Rousseau'nun ve diğerlerinin sözlerine göre kanun yapa
cak bir vaziyette değiliz. Bizim sağlam temelimiz vardır. Binaenaleyh sağa, sola
gitmeye hacet yoktur. Bizim için esas olan, kanunun hakimiyetidir, ferdin ve bir
sınıfın hakimiyeti değildir diyorum.
YUNUS NADİ BEY (Komisyon Başkanı): Öyle şey var mı?
VEHBİ EFENDİ (Konya): Öyle şey vardır, öyle şey vardır, Yunus Nadi Efendi.
(nedir, sesleri) Şeriat'tır efendim.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Hocam şeriatın manası ümmettir. (gürültüler)
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar): Reis Bey, Meclisi daima böyle söz kesmelere
müsaade edilecek midir?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Reis Bey rica ederim, hakkında İç Tüzüğü
tatbik ediniz.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendiler, bazı arkadaşlarımın asabileşmesine, kuş
kulanmasına bir mana veremiyorum. Ben gayet açık söylüyorum ve zannediyorum

741
ki bu kürsü herkesin kanaatini serbestçe söyleyebileceği bir kürsüdür. Söyledikle
rimin aksinde bulunanlar sözümü kesemezler, gelirler burada kendi kanaatleriyle
Meclisi de, beni de ikna ederler. O zaman müteşekkir kalırım. (devam, devam
sesleri) Neyse kısa kesmek lazım geliyor, kısa keseceğim. (devam sesleri) Efendi
ler, Teşkilatı Esasiye Kanununun sekizinci maddesine göre yapılan bu kanunda,
görüyorum ki Hükümet icraatında serbest değildir. Binaenaleyh bu itibarla bu ka
nun sakattır. Bu kanunun lüzumuna fevkalade inanıyorum, fakat noksan ve sakat
tarafları mevcuttur.
ŞEREF BEY (Edirne): Efendiler Teşkilatı Esasiye Kanununun kabul edildiği gün
den bugüne kadar cereyan eden bütün müzakereler içinde bizi sinirlendiren yega
ne nokta vardır ki o da Hükümetin, Meclisin gösterdiği istikamet dahilinde gitme
mesinden dolayı cümlemiz müteessir oluyorduk. Bunun üzerine bir Hususi Komis
yon teşkil ettik. Hükümetin vazife ve mesuliyetine dair şu kanun meydana geldi.
Efendiler, her şeyden evvel şurasını arz edeyim ki Türkiye Devleti kurulduğu gün
den bugüne kadar Mecliste kabul edilen kanunları Batı’dan almak düşünülmemiş
tir. Şimdi burada konuştuğumuz bu kanun, Batı’dan mı alınmıştır, Doğu’dan mı
alınmıştır? Bu meseleyi hallettiğimiz dakikada Ali Şükrü Bey’in bütün söyledikleri
ne cevap vermiş olacağım. Bu kanun doğrudan doğruya Türkiye halkının sinesin
den alınmış, doğrudan doğruya şeriatın kaidelerinden alınmıştır, ispat edeceğim.
Halk hükümeti demek, katiyen her ferdin, her şahsın hükümet etmesi demek de
ğildir. Halk hükümeti en sert pençeyi, en haşin yumruğu kullanan hükümettir. Halk
hükümetinde ferdin değil, sosyal vicdanın hakimiyeti vardır. Meclis, Teşkilatı Esa
siye Kanununu yaparken de böyle yapmıştır. Acaba bu, şeriattan başka bir şey
midir? Bundan bin üç yüz sene evvel, Doğu’dan doğan bu hikmet nuru tamamıyla
halk esasını tayin etmiştir. Çünkü dikkat buyrulacak olursa şura esasını kuran
kaideler İslamiyet’te vardır. O halde Teşkilatı Esasiye Kanunu da şura esasına
göre tanzim edilmiştir. Esasen efendiler, Jean Jacques Rousseau denilen mecnu
nun, bugün Batı’da bile bir mevkii yoktur. Sonra burada böyle düşüncelerle kanun
yapılmaz. Bu kanunun bence noksan olan tarafı da vardır. Bu kanun mükemmeldir
diye iddia etmenin de imkanı yoktur. İnsanlık için mutlak mükemmellik yoktur.
Fakat efendiler iyi niyetle yapılan, Türkiye halkının esasen başının bağlı olduğu
İslamiyetin şura esasına dayanan kanunlar bizce, makbul ve muteberdir. Çok rica
ederim, siz halka doğru gidiyorsunuz, Hükümeti halkın ayağına götürüyorsunuz.
Nitekim Nahiye İdaresi Kanunu da böyledir. O fikirle yapıyorsunuz. Ne derseniz
deyiniz, burjuvazi zihniyetiyle yapılan kanunlara göre mesuliyetini takdir ettiğiniz
vekillerin ayrıca bir mahkemede muhakeme edilmesi esasına ben karşıyım. Bir
hükümdarın hukuken bir çobandan farkı yoktur. Halk Hükümetini tesis eden Türki
ye Büyük Millet Meclisi, şahane hükümet sistemine nihayet vermiştir. Vatandaş
Mehmet nasıl ki suç işlediği zaman muhakeme ediliyorsa, Mehmet neyse icra
vekilleri de odur. Binaenaleyh orada ayrıca bir de Yüce Divan teşkiliyle vekillerin
muhakemesini merasime tabi tutarak mahkeme teşkil etmek halkçılığa aykırıdır.

742
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Yani savcılar, vekiller hakkında tutuklama isteğinde
bulunabilirler mi?
ŞEREF BEY (Devamla): Tabii efendim, her şeyi yapması lazımdır. Yüce Meclis
eğer bir vekili kusurlu görürse, vereceği karar üzerine savcılar bir şüpheliyi mah
kemeye vermek için ne usul takip ediyorsa, aynı usulü takip eder. Binaenaleyh
kanun tasarısının tamamı üzerine yapılan müzakereyi kafi bularak maddelere
geçilmesini teklif ederim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, yaptığımız kanun, büyük bir inkılabın
tercümanı oluyor. Şimdiye kadar yapılan müzakere kafi değildir. Efendiler biz, bir
zihniyet davası yapıyoruz ve tarihimizden ibret alarak coşuyoruz ve milletimizi de
bu coşkuya doğru koşturmak istiyoruz. Bu tasarı nereden alınmıştır? Efendiler, bu
tasarı tarihten, ihtiyaçtan alınmıştır. Jean Jacques Rousseau'nun ilmine bütün
dünya hürmet ederken, biz de ona hürmete mecburuz. (bravo sesleri) Her halde
Jean Jacques Rousseau'yu saygı göstermek vazifemizdir. (bravo sesleri)
BİR MEBUS BEY: Jean Jacques Rousseau'yu deli diyenler var.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla) Ona deli diyenlerin o söz kendilerine kalır. Herkes
bir şey söyleyebilir, o şahsi mütalaadır. Biz istersek kabul, istersek reddederiz. Ben,
reddettim. Çünkü ben, ondan birkaç kelime istifade ettim. Hazreti Ali,
1
“Men aıllemeni harfen, fakad sayyani abden”
...diyor. (Arapça da biliyormuş, sesleri) Yoksa Müslüman, Hıristiyan tefrik etmiyor.
Efendiler bana nereden geliyorsun, diye sorarlarsa onlara kanlı bir tarihten geliyo
rum, cevabını veririm. Sefaletten geliyorum, ölümden geliyorum, cehaletten geliyo
rum, idaresizlikten geliyorum, derim. Ben bir köylüyüm efendiler. Gözümü açtığım
zaman medeniyetle aramızda asırları görüyorum. Bu millet maalesef bütün varlı
ğıyla uğrunda fedakarlık ettiği ve tepeden tırnağa kadar sırmalara bürünmüş in
sanların yüzünden sefalete düşmüş bir millettir. Cihana baktığımız zaman kendi
buna karşı isyan ediyoruz. Tarihte arz ettiğim gibi bu kadar kana boğulmuş, kırk
milyon mevcudu on milyona inmiş bir millet ki sanayiden mahrum, ilimden mah
rum, maalesef pek geri bir halde yaşıyoruz. Fransızlar bundan yüz sene evvelki
mevcudiyetlerinin birkaç misline çıkmışken biz neden on milyona indik? Bu defa
isyan ettik, diyoruz ki biz kendimizi idare edeceğiz.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Vazife ve mesuliyet mevzusuna geliniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Fakat vazife ve mesuliyet vereceğim vekillerin
hangi zihniyetle karşımıza geleceğini bilmek için evvela onun felsefesini öğrenmek

1
Bana bir harf öğretenin, kölesi olurum.
743
lazımdır. Maalesef işimizin felsefesini öğrenmediğimizden dolayı daima yanlış
hareket ediyoruz. İşte bu yanlışlıkları anlatmak için buraya geldim ben.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Hiç kimsenin derse ihtiyacı yok.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): İlim adına malumat veriyorum. Buraya gelenler,
ilme arzu eden insanlardır. Yoksa arzu etmeyenler dışarı çıkar. Eğer görüş alış
verişinin lüzumu yoksa toplanmanın manası kalmaz. Birbirimize hocalık edeceğiz.
İstemeyenler dışarı çıkar, benim bu kürsüde söz söylemeye hakkım vardır. Her
arkadaşımın ilmine, hususiyetle de Refik Şevket Beyefendinin ilmine muhtacım.
Sonra, beni dinlemeye Meclisin bir de mecburiyeti vardır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Refik Şevket Bey, Meclisten çıkmadan kanun bile
tatbik etmiştir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim biraz ciddiyetimizi muhafaza
edelim.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla) Hep bize söylüyorsunuz, biraz da diğer tarafa söy
leyiniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Milletimiz ciddiyetsiz değildir. Onun azameti,
ciddiyeti karşısında titriyorum. Fakat efendiler siz lütfen onun bir mebusunu, aciz
arkadaşları dinlemekte niçin tereddüt ediyorsunuz? (devam sesleri) Eğer biz kendi
üzerimize aldığımız vazifeyi, vekillerimize havale edeceğimiz vazifeyi hazır hale
getirmeyecek olursak, o vazife rastgele bazı insanlar tarafından yapılırda, haberi
niz olmaz. Kanunun en mühim tarafını teşkil eden Teşkilatı Esasiyenin bu madde
sidir ki hangi zihniyetle yapıldığını biliyorsunuz. Onun için çok düşünmemiz lazım
gelir. Kuvvetler ayrılığını bazı kimseler ileri sürüyorlardı. Biz de diyorduk ki Meclis
bütün yasama ve yürütme kuvvetini kendinde topladı. Deniyor ki efendiler acaba
bunu yapmakla kendisini milletin başında zararlı gördüğü zaman millet mi Meclisi
defedecektir, yoksa Meclis mi lütfen çekilecektir? Bir milletin seksen türlü kanunu
olursa o millet seksen türlü yola sapar. Biz artık kendimizi bir inkılapçı olarak ta
nımalı ve yaptığımız inkılabın manasını milletimize anlatmalıyız. İnkılaplar fikirle
olur. Belki biz birçok inkılapları yaptık, fakat henüz milletimize lazım geldiği kadar
anlatamadık. Bu kanunu yaparken evvela dikkate alınacak şey, Hükümetin gele
cekte ne şekil alacağıdır. Milletin arzusu dışında devleti hükmetmek isteyen bir
kimse memlekete hakim olabilmiştir? Millet en despot hükümdarı bile zamanı gel
diği vakit tepesi üstü getirmiştir. Çünkü hakim ancak millettir.
ALİ RIZA EFENDİ (Amasya): Hakim şeriattır, şeriat.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Şeriat millete gelmiştir. Bu millet nice şakilerin,
nice çocukların, nice perdeler arkasından çıkan komedyenlerin elinde oyuncak
olmuştur. Şeriat perdesi altında nice komediler oynatılmıştır. Hükümet bugün nasıl
yaşayacaktır, yarın nasıl yaşayacaktır, nereye gidiyoruz? Bir kere millete sormalı
yız. Niçin açsın, niçin sefilsin, niçin perişansın? Her milletten daha fazla çalıştığı
744
halde refah yüzü görmez. Bunun sebebi de işte böyle rastgele yapılan vekaletler,
nezaretler, teşkilatlardır. Yarayı iyi teşhis ve iyi tedavi edelim. Yara kangren ol
muştur. Üzerine kül ekmek suretiyle tedavi edilemez. Zannetmeyin ki millete hiz
met ediyoruz. Vazife ve mesuliyet bilinmedikçe ve olmadıkça teşkil olunan ordular
zaferler kazanamaz. Bu millet cihana ilan etmiştir ki Hilafet Makamının kurtarılma
sından başka gayemiz yoktur. Rica ederim, beş on cellat gelip de bu milleti boğup
yakacak mı? Demek ki şahıslar aldatıyormuş, şahıslar hain oluyormuş, şahıslar
her şey oluyormuş. Şahıslara artık baş eğmiyoruz. Milletin kudretli vekilleri artık
her şeye hakim olacaktır. Onun için bugün yapılan kanununuz gayet noksandır.
Hilafet Makamı ehli olan bir zata verilecektir. Fakat Hilafet Makamı ordusuna ikinci
bir adam hakim ve kumandan olmayacak, Büyük Millet Meclisi hakim olacaktır.
Halk kendi hakimiyetini bilecek, bu gibi şahısların eli altında ezilmeyecek. Efendi
ler, kanunun Komisyondaki müzakeresinde denildi ki ya millet darılmaz mı Padi
şahımızın salahiyetlerini alıyoruz. Esasen Padişah efendimizin bu kadar büyük
salahiyetleri yoktur. Varsa gasp edilmiştir. Kendisi de gasp etmemiştir. Onu gasp
edenler milletin sırtından geçinmek isteyen etrafındaki birtakım haşarattır. Şahısla
rın hakim olmasının ne kadar büyük bir bela olduğunu tarihin önünde sinema gibi
gözünüzün önüne getirin. Siz yine bir şahıs oyuncağı gibi o şekilleri, o sahneleri
göstermeye alet mi oluyorsunuz? Efendiler eğer millete gaye ve ideal vermezseniz
olacağı budur. Bugün niye ezildiğinin manasını biçare halk bilmiyor. Beni bir şahıs
mahkum edecek diye korkuyor. O ruhu verecek bu kanun değildir. Bunu halk bil
meli.
ALİ RİZA EFENDİ (Amasya): Bir mersiyedir okuyup duruyorsunuz. Hangi şahsın
arkasından gidiyoruz? Onu söyleyin.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Ben ne diyorum, tamburum ne çalıyor. Affeder
sin efendi, ben bunları göstermek için ve bir şahsın arkasından gitmemek için
söylüyorum. Yoksa efendiler haddi var mıdır ki bizi arkasında sürükleyen bir kimse
çıksın. Önde ben, kaleler, ordular, her ne bela gelirse işte ben. Kimse çıkamaz,
ben imanımla söylüyorum.
ALİ RIZA EFENDİ (Amasya): Maksat nedir? Biz onu anlamıyoruz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): O göze, kafaya göre değişir. Hoca Efendi.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Pekala anlaşılıyor ne demek istediğim. Anlamı
yorsan dışarıda söyler, anlatırım.
HAMDİ BEY (Genç): Anlayan varsa buyursun.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Efendiler, millet bizi buraya inkılap vermek için
gönderdi. Yapacaksınız dedi.
HAMDİ BEY (Genç): Anlamıyoruz? Kimin arkasından gidiyoruz? (söyleyiniz, ses
leri)

745
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Hamdi Bey kardeşim istirham ederim, ben de
sizin kadar bir mebusum. Benim de sizin kadar salahiyetim var. Ben size hürmet
ediyorum. Siz de lütfen beni dinleyiniz. Kimin arkasından gittiğinizi bana değil
kendinize sorun.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Hamdi Bey, rica ederim kesmeyiniz. Son
ra size de söz vereyim. (devam sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): İşte efendiler, biz bu zihniyetle yürüyeceğiz ve
emin olunuz ki millet bizden memnun olacaktır. Ona tarihin gösterdiği musibetler,
ta gırtlağına kadar gelmiştir. Fenalık gelen yerleri kavramıştır. Esasen bu kanunun
sebebi şu idi. Sekizinci maddede Meclisin vazifesi yazılmıştır. Ben Meclisin vazife
ve salahiyetinin sayılamayacak derecede mutlakıyet içerisinde olduğunu ve arka
daşlarımızdan birisi, şeriat ile kayıtlı olduğumuzu buyurarak... (gürültüler)
DURAK BEY (Erzurum): Rica ederim, gürültü yapmayınız. Dinleyelim, hatibin
sözlerini anlamıyoruz, ne telaş gösteriyorsunuz? Mühim bir kanun müzakere edili
yor. Çok söz söylenmeye lüzum yoktur. Biraz sessiz olunuz.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Reis Bey Divan Makamını zatıaliniz işgal ediyor
sunuz. Durak Bey kim oluyor da bize ihtar ediyor?
DURAK BEY (Erzurum): Ben bu milletin vekiliyim. Sen kim oluyorsun?
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Ben de bu milletin vekiliyim. Efendim söz söyle
yeceğim.
ESAT EFENDİ (Aydın): Maşallah, maşallah. Gidin de düşmanla kavga edin. (gü
rültüler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Türk Milleti artık fertlerin, emir ve fermanların
hiçbir zaman, hiçbir suretle esiri olmayacaktır ve işte o zihniyeti yıkmış ve bugün
enaleyh
şu kanunu ihtiyacın
vücuda günden güne
getirmeye çalışmıştır. Onlar
Bugünzamanın
bu hususta arkadaşlarla gaye
itibariyle mutabıkız, muhalefetimiz yoktur. nezaketini düşünüyordu.
Ben ise bu arttığına inanıyorum ve bunu arz ediyorum. Bina
arkadaşlar maalesef şimdiye kadar esaret bizi bu hale getirdi. Artık millet
kendi hakkına sahip olmuştur. Teşkilatı Esasiye Kanununun eksik olan şu tarafını
ikmal edelim. Maddelere geçildiği zaman daha açık bir surette arz edeceğim.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Efendim bu kanun için benden evvel söz
söyleyen üyelerin konuşmalarını dikkatle takip ettim. Her iki taraf da bazen birbir
lerini sinirlendirme derecesine kadar varıyor. Ben her iki tarafa kısmen hak ver
mekle beraber her ikisinin de hak ve hakikate henüz yanaşamadığını arz edece
ğim. Bir sinirlenmedir gidiyor. Her iki taraf da bunda haklıdır. Hakimiyet kayıtsız
şartsız milletindir ve bu doğrudur, meşrudur ama nasıl doğrudur? Hürriyetin ma
nasını yanlış anladığımız gibi, birtakım arkadaşlarımız da bu hakimiyet kaidesini
de yanlış düşünüyorlar. Hani birtakım adamlar hürriyet deyince, mukaddesata

746
hücuma başlamışlardı. Onun için korkarım ki arkadaşlar hakimiyet milletindir tabiri
yanlış anlaşılmasın. Hakimiyet milletin olunca, millet başına ister bir hakimi mutlak
hakim getirir, isterse bir meşruti hakim getirir, isterse dünyadaki bazı milletler gibi
başlarına bir reisicumhur getirir. Zannedersem Teşkilatı Esasiye Kanununu yapar
ken bu madde ile ne istenildiği düşünmemiş. Ben burasının adamakıllı müzakere
edilmemiş olduğunu zannediyorum. Bakın milletler istediği şekilde hükümet yap
makta serbest değillerdir. Her milletin sosyal vaziyetleri, ananeleri, tarihleri vardır.
Bir şeriata, bir dine bağlı olan millet hakim olduğu vakit o millet hakimdir demek, o
millete hakim olan dindir, demektir. Şu halde esas itibariyle de kayıtsız, şartsız
millet hakim olamıyor. Komisyon diyor ki biz Teşkilatı Esasiyenin ruhuna tamamıy
la riayet etmeye dikkat ettik. Hakikaten dikkat etmişler, ben de takdir ederim. Ko
misyon demek istiyor ki vekiller seçim kanununu müzakere edilirken, hakimiyet
kayıtsız, şartsız milletin olamaz demişti. Bu açıkça söylense idi daha iyi olurdu.
Sizin böyle bir çelişkili kanununuz var. Evvela bunu düzeltiniz demeli idi.
YUNUS NADİ BEY (Komisyon Başkanı): Hayır, Komisyon öyle bir şey söylemiyor.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla) :Ben öyle anladım. İşte bu noktada çelişki
vardır. Hakimiyet, esas itibariyle milletin olsa bile, yine kayıtsız, şartsız olamaz.
İleride büyük bir fenalıklar ortaya çıkar. Mesela Büyük Millet Meclisi Hükümetinin
mahvolmasına ve dağılmasına sebebiyet verir, Allah korusun. Mesela ne gibi? Biz
halkın dinen mecbur olduğu ilahi emirlerden birisini kaldırırsak... (gürültüler)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Rica ederim susunuz, lütfen hatibin sözü
nü dinleyiniz.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Biz bunda ısrar edersek millet bizi buradan
kovup çıkarmazı mı? Bu söylediklerim gerçi bugünkü Meclisin zihniyetinden çok
uzaktır. Fakat yarın bir meclis gelir de maazallah bundan istifade etmez mi? Siz
de diyeceksiniz ki bizim bir maddemiz vardır. O maddeniz de lastiklidir. Halka
uygun diye mi yapılmıştır? Sonra Teşkilatı Esasiyenin dokuzuncu maddesi midir,
nedir? O da lastiklidir. Teşkilatı Esasiye Kanununun ruhuna uygun tanzim olunan
bu kanunun Büyük Millet Meclisinin ruhuna uygun olmadığını maalesef görüyo
rum. Arkadaşlar, şurasını size hatırlatırım ki 23 Nisan 1920 tarihinde burada top
landığımız vakit bizde ne ruh vardı? Ne için buraya toplandık? Ne için bu esası
kabul etmiştik? Bunu düşünecek olursak şu iki nokta arasındaki gerginlik kalkar.
Bu kanun şeriat esaslarından alınmıştır. Edirne Mebusu Şeref Bey arkadaşımızın
dediği gibi şeriat, zaruret zamanında mahzurlu olan şeyleri mubah kılar. Halbuki
biz bir zarar, bir tehlike, bir çökme karşısında başsız kalmamak için geçici bir süre
ile bu hükümet şeklini kabul ettik. Büyük Millet Meclisi hiçbir zaman demez ki...
YUNUS NADİ BEY (Komisyon Başkanı): Hayır, hayır…
SELAHATTİN BEY (Mersin): Evet, evet öyledir. (bravo, sesleri)

747
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Rica ederim, biz bu esas kabul edilirken
burada idik. Büyük Millet Meclisi bu hükümet şeklini en iyidir demiyor. Eğer öyle
olsaydı, bu kanunu geçici olmasaydı, söyleyeceğim sözler pek çok idi. Fakat bu
kanun dikkat ederseniz zaruretten doğmuş bir kanundur. Büyük Millet Meclisi ga
yesine ulaşıncaya kadar. Gayeye ulaştıktan sonra şekil elbette başka olacaktır.
Çünkü arkadaşlar, eğer bunu daimi bir kanun olarak kabul ediyorsanız, bakınız
bizim burada ilk yeminimiz vardır. Size hatırlatıyorum, Hilafet ve Saltanat Maka
mının kurtarılması üzerine yemin ettik. Bizim teşkilatımızda biz bu esası kurduk,
gayeye ulaşıncaya kadar. Gayeye ulaştıktan sonra mesele değişir. Biz bunun
için...
OSMAN BEY (Kayseri): 1920 senesinin ilk ay tutanakları bunları gösterir, buyur
duğunuz tamamıyla doğrudur.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Şeref Bey arkadaşımız, halka doğru yürüyo
ruz, buyurdular. Maalesef biz bu zihniyetle halktan uzaklaşıyoruz. Fazla bir şey
söylemeyeceğim. Bence bu şartla, geçici olmak şartıyla Vazife ve Mesuliyet Ka
nunu pek doğrudur.
NUSRET EFENDİ (Erzurum): Efendim buradan bazı dini sözler söylendi. Ben
yalnız bu sözlerle alakalı konuşacağım ve önce şu ayeti okuyacağım.
“Bu kainatta mutlak hakim olan Allah'tan başka bütün mevcut olanlar mesuldür."
...Şimdi biz bunu kabul ettikten sonra bütün insanlar ve bütün Müslümanlar Allah’a
karşı mesuldür. Şimdi bu kanunda bahsedilen mesuliyet hem kullara, yani millete
karşı bir mesuliyettir, hem de Allaha karşı bir mesuliyettir. Binaenaleyh bu kanun
bizim için lazımdır. Şer'an da lazımdır, aklen de lazımdır. Fakat teessüf ederim ki
iki seneden beri bu kanun henüz bu kürsüye gelip çıkamadı. Eğer iki sene evvel
biz bu kanunu yapmış olsaydık, büyük faydalar elde edecek idik. Şimdi mesuliyet
tarafına gelelim. Cenabı Allah diğer bir ayetinde,
”Ey insanlar, ben sizi böyle başıboş mu yarattım.”
...buyuruyor. Yani siz hürriyetinize sahip değilsiniz. Her insan bir vazife mesuldür.
Öyleyse Halife de mesuldür, Meclis de mesuldür, Hükümet de mesuldür ve herkes
de mesuldür. Ben bu kanunu iki bakımdan noksan görüyorum. Birisi yalnız Hükü
meti mesul tutuyoruz. Hayır, Meclis de mesuldür.
RAGIP BEY (Komisyon Katip Üyesi): Fakat kanunun metni, yalnız Hükümet me
suldür diyor, Meclis mesul değildir.
NUSRET EFENDİ (Devamla): Madem ki yasama ve yürütme kuvvetleri bu Meclis
te toplanmıştır ve Hükümetin siyasetini tayin ediyor. Binaenaleyh Meclis de me
suldür. Meclis mesul olduğu gibi Hükümet de mesuldür. Şimdi bu iki mesuliyeti
birleştirmek lazımdır. Onların mesuliyeti ne kime karşı? Bizim mesuliyetimiz kime
karşı? Kanuni Esaside bir madde vardır.

748
“Padişahın kendi nefsi mukaddestir ve mesul değildir.”
...Bu söz açıkça Hıristiyanlığa ait bir fikirdir. (bravo sesleri) Halife de mesuldür.
Eğer Halife mesul olmasaydı, Hazreti Ömer'in başında bulunan müsteşarları Haz
reti Ömer'e karşı kılıç çekmezlerdi. Madem ki bugün Halife bir şahıstır ve Meclis
onun yerine geçmiştir, binaenaleyh bu Meclis mesuldür. Meclisin tayin ettiği Baş
kumandan da mesuldür. Başkumandanın mesuliyetine ait de bir kanun yapmak
lazımdır. Çünkü bugün bu Hükümet de Başkumandanın idaresi ve emri altındadır.
Mesul olmayan bir şahıs mesul olan bir heyete nasıl emir verebilir? Efendiler bun
dan kırk üç sene evvel Galatasaray'ında eski Kanunu Esasiyi kaleme alan Mithat
Paşa merhum Allah rahmet eylesin, Galatasaray'ında Sururi Hoca’nın teşkil etmiş
olduğu mahkemenin huzuruna gittiği zaman şu sözleri söylemiştir.
“İşte ben bir Başvezir olduğum halde, sizin huzurunuzda mahkum olarak ve mesu
liyet sandalyesine gelip oturmuş olmam, hürriyet yolunda bir büyük adımdır.”
...İşte biz kırk üç sene sonra ikinci büyük adımı atmış bulunuyoruz. İnşallah bu
adımda muvaffakiyet elde edersek, millet de selamet bulacak, Meclis de selamet
bulacak ve bütün İslam alemi de selâmet bulacak. Allah cümle Müslümanlara
selamet ihsan etsin.
HASİP BEY (Maraş): Reis Bey müzakere kafidir.
YASİN BEY (Gaziantep): Reis Bey ben müzakere usulü hakkında söz istemiştim.
Buradan söyleyeceğim. Bu kanunun çıkmasına Meclisin çoğunluğu taraftardır.
Şimdi bütün yapılmış olan mütalaalar maddelere ait mütalaalardır. Eğer efendiler
maddelere geçmiş olsaydık belki şimdiye kadar birinci maddeyi çıkarırdık. (hayır,
sesleri)
RAGIP BEY (Komisyon Katip Üyesi): Efendim, ilk söz alan Giresun Mebusu Mus
tafa Efendi buyurdular ki dördüncü maddeye ait olan cevabımız bittabi madde
geldiği zaman olacaktır, dediler. Sonra yine Mustafa Efendi, vekiller hakkında
şikayetlerden bahis buyurdular. Filhakika bu mesele Komisyonda bahis mevzu
oldu ve bunun İç Tüzüğe ait bir mesele olduğu kanaati ile müzakeresini oraya
bıraktı. Ali Şükrü Bey arkadaşımız uzun mütalaasıyla, Vazife ve Mesuliyet Kanu
nuna değil, doğrudan doğruya Teşkilatı Esasiye Kanununa hücum ettiler. Onun
için Komisyonun, Ali Şükrü Bey'in sözleriyle zerre kadar alakası yoktur. Ancak Ali
Şükrü Beyin kullandığı silah, bu kanunun da aslı olan Teşkilatı Esasiye Kanunu
aleyhinde bir silah olduğundan dolayı Komisyon bu noktayı büsbütün sessiz kala
rak, müsamaha ile de geçiştiremez. Çünkü Ali Şükrü Bey buyurdular ki Jean
Jacques Rousseau'ların, filanların icat ettiği, yazdığı şeylerin bize lüzumu yoktur.
Bizim için bin üç yüz senelik şer'iye kanunumuz vardır, biz bunları almalıyız. Yani
Teşkilatı Esasiye Kanunu şeriata muhaliftir, demek istediler. (hayır sesleri) Efendi
ler, müsaade buyurunuz aynen notları vardır. Jean Jacques Rousseau'yu da yüz
kere tekrar buyurdular. Teşkilatı Esasiye Kanunu da Jean Jacques Rousseau'nun
yazısıdır, dediler. Efendiler, yalnız bir şey arz edeceğim, Teşkilatı Esasiye Kanu
749
nunu Yüce Meclis kabul etmiştir. Bir kere bu hususta söz yok, ama yalnız şunu
ilave edeyim ki Teşkilatı Esasiye Kanununu Jean Jacques Rousseau yazmamıştır.
Kendilerinin de dahil bulundukları halde Meclisin bütün üyeleri, dini bütün Müslü
manlardan olan Türkiye Büyük Millet Meclisi şer-i hükümlere de dayanarak kabul
etmiştir. Binaenaleyh, şeriata muhalif değildir. Bu husustaki mütalaalarını başka
suretle izah etmiş olsalardı belki Komisyon başka suretle müdafaa ederdi.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Reis Bey bu söze karşı bir şey soracağım. Müsaade
buyrulur mu?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, konuşmasını bitirsin de ondan
sonra.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Reis Bey ben de söz istiyorum. Bir şey soracağım.
RAGIP BEY (Devamla): Sonra efendim, Meclis yönlendiremez, dediler. O yolu,
yönü başka kimse veremez. Ancak Meclis'te kabul edilmelidir de ancak Meclis
vermelidir. Zaten maddede kayıt vardır. Ancak yolun, yöntemin katiyet kazanması
Yüce Meclisten geçtikten sonra olur. Hüseyin Avni Bey arkadaşımızın da mütalaa
ları doğrudan doğruya Teşkilatı Esasiye Kanununa ait idi. Bahsettikleri şeyler dev
let şekli, Hilafet ve Saltanat Makamı doğrudan doğruya Teşkilatı Esasiye Kanunu
na ait bir bahistir. Komisyonda yapılan müzakere esnasında çoğunluk demiştir ki
Teşkilatı Esasiye Kanununu değiştirmeye salahiyetli değiliz. Bize verilen iş bu
kanunu Teşkilatı Esasiye Kanununa uygun olarak yazmaktır, ancak onu yapabile
ceğiz. Karahisar Mebusu Şükrü Bey halka doğru gitmek lazımdır, dediler. Çok
doğrudur, hakikaten gitmek lazımdır. Komisyon da bu kanaattedir. Yöntem mese
lesi çok iyidir ve çok doğrudur, dediler. Hakikaten Komisyon da çok doğru ve iyi
gördüğünden dolayı bu mühim maddeleri kanuna koymuştur. Hoca Nusret Efendi,
Allah’tan gayri herkes mesuldür buyurdular. Komisyon tabii ki bunu bu şekilde
düşündüğünden dolayıdır ki doğrudan doğruya Vazife ve Mesuliyet Kanunu diye
bir isim koymuştur. Ancak buyurdular ki Meclis de mesul olmalıdır. Ama yapılan
kanun Meclise ait değildir, ancak Hükümete ait bir kanundur. Konuşmaların mü
him bir kısmı Teşkilatı Esasiye Kanununa ait olduğundan dolayı Komisyonumuz
bunlara cevap vermeye lüzum görmüyor. Ancak bu kanunu müdafaaya lüzum
gördü ve cevap vermeye mecbur oldu. Çünkü bu kanun Vazife ve Mesuliyet Ka
nunudur. Bu kanunun aleyhinde ise hiçbir arkadaşımız mütalaa etmemişlerdir.
Yalnız bazı arkadaşlarımız bunun noksan olduğundan bahsetmişlerdir. Komisyon
da bu kanunun, Vazife ve Mesuliyet Kanununun en mükemmel bir kanun olduğu
kanaatinde değildir. Bu Vazife ve Mesuliyet Kanunu yapıldığı vakitte, bunun mu
hakeme usulü yazılmamıştır ve bu zaman meselesidir. (geri alın öyle ise sesleri)
Geri alınmaz efendim...
SALİH EFENDİ (Erzurum): Neden geri alınmaz? Onu izah buyurun.
RAGIP BEY (Devamla): Hayır efendim, başka suretle ikinci defa yazılamaz. Bir
Muhakeme Usulü Kanunu var, muhakemelerin şekli ehemmiyetli bir surette, yani

750
en iyi bir surette. Komisyon çıkarmaya girişseydi bunu bir iki senede çıkaramazdı.
Halbuki bu kanuna bugün şiddetle lüzum ve ihtiyaç vardır ve acilen çıkması icap
eder. Onun için bir iki noksan yerleri vardır. Daha ziyade münakaşaya lüzum yok
tur. Hakikaten bunun maddelerinde bazı değişiklikler için Meclis Umum Heyetinin
temayülü üzerine Komisyonda muvafakat eder. Bugünkü Hükümetimizin şekli ile
bu kanun tamamıyla mutabıktır. Binaenaleyh maddelere geçilerek bir an evvel
müzakeresinin Komisyonumuz rica eder.
SALİH EENDİ (Erzurum): Yüce Meclis Hükümete, bir bakıma yol gösteren oluyor.
Meclis yanlış bir yol gösterirse nasıl olacaktır?
RAGIP BEY (Devamla): Arz ediyorum efendim, bu kanun Meclisin mesuliyet ka
nunu değildir. Yalnızca Hükümetin Vazife ve Mesuliyetine dair bir kanundur. Eğer
Meclisin mesuliyet esası kabul buyrulacaksa onu ayrıca emredersiniz ve Komis
yon yapar, getirir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Komisyon Reisi buna bir cevap versin.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, teklif buyrulan kanunla istenilen maksat,
şurada Meclisin Reisi ile Hükümetten ibarettir ve bu kanunun ruhu bunda hulasa
edilmiştir. Sorarım bundan önceki komisyonun teklifi bu teklif arasındaki fark ne
dir? Binaenaleyh esas üzerinde bir ihtilaf görmüyorum ben. Oradaki komisyon ne
düşündü ise sizin Komisyon da aynı şeyi düşünmüştür, ufak bir şekilde fark ol
muştur. Binaenaleyh eski esas ile bu esas üzere itilaf gösteriyor mu?
RAGIP BEY (Devamla): Eski Komisyonun getirdiği raporun bir maddesinde diyor
du ki Meclis, Hükümetin Reisini de seçer. O da diğer arkadaşlarını kendisi seçerek
Hükümeti teşkil eder. Burada ise vekilleri ayrı ayrı Meclis seçer ve Reisi de Meclis
seçer. Binaenaleyh kabine sistemi ile bu sistem arasındaki fark çoktur ve pek çok
büyüktür. Kabine sistemi ile bu sistem arasındaki daha başka farklar da vardır.
Selahattin Bey’in sordukları sual arasında hiç münasebet yoktur. Selahattin Beye
fendinin itirazları İcra Vekillerinin Seçimine dair Kanununun birinci maddesinedir
ve o da üç gün önce kabul edilmiştir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Maksadım itiraz değildir. Komisyon hangi zihniyetle
bu kanunun gerekçesini yazmıştır? Maksadım bunu anlamaktır. Evvelkinde ufak
bir madde farkı vardır. Acaba bu ufak maddenin farkı için mi eski kanun Komisyo
na iade edilmiştir?
RAGIP BEY (Devamla): Yüce Meclis kabine usulünü kabul etmeyerek o tasarıyı
bize geri göndermiştir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin yeterliliği hakkında
üç önerge vardır. Hükümetin Vazife ve Mesuliyetine dair Kanunun tamamının
müzakeresini kafi görenler lütfen el kaldırsın. Müzakere kafi görülmedi. Ancak

751
efendim vaktimiz kalmadı, Pazartesi günü kanunun tamamının geri kalan müzake
1
resine devam etmek üzere celseyi tatil ediyorum.
(Tasarı daha sonraki günlerde Genel Kurul gündemine alınmamış ve yasalaşmamıştır.)

20 TEMMUZ 1922: BAŞKUMANDANLIK GÖREV SÜRESİNİN UZATILMASI


HAKKINDAKİ KANUN
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 77. Birleşim, Gündem: 3/2)

Mecliste milletvekilleri, beklenen taarruza az bir zaman kaldığını biraz


sezmeye başladılar. Bu nedenle muhalif milletvekillerinin söz ve davranış
larında ılımlı bir hava oluşmaya başladı. Daha önce üç defa başkomutan
lık süresinin uzatılmasına dair kanun teklifleri Genel Kurula geldiğinde,
çok şiddetli oturumlar gerçekleşmişti. Muhalif milletvekilleri başkomutanlık
süresinin uzatılmasına şiddetle karşı çıkmışlardı. Bu defa ise Mustafa
Kemal Paşa’ya süre belirtilmeden oybirliği ile yetki verildi.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Beyazıt Mebusu Refik ile Bursa Mebusu Opera
tör Emin beylerin Başkumandanlık Kanununun uzatılmasına dair kanun teklifleri
vardır. Bugün acilen müzakeresini teklif ediyorlar okunacaktır.

TBMM Başkanlığına
Başkumandanlık Kanununun yürürlülük süresi Kurban Bayramının birinci
veya ikinci günü sona erecektir. Bu sebeple bayram tatilinden evvel bu kanu
nun süresinin uzatılmasına ait muamelenin Yüce Meclis tarafından tamamlan
ması icap eder. Başkumandanlığın devam etmesini zaruri kılan vaziyet devam
etmekte bulunduğundan aşağıdaki teklifin aciliyet kararıyla bugünkü toplantıda
müzakeresini istirham eyleriz. 19 Temmuz 1922
Beyazıt Mebusu Bursa Mebusu
Dr. Refik Opr. Emin
BAŞKUMANDANLIK MÜDDETİNİN 5 AĞUSTOS 1922 TARİHİNDEN İTİBA
REN ÜÇ AY DAHA UZATILMASINA DAİR KANUN
MADDE 1. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’ya başkumandanlık
verilmesine dair olan kanunun yürürlülük süresi 5 Ağustos 1922 tarihinden
itibaren üç ay daha uzatılmıştır.
MADDE 2. Bu kanun, 5 Ağustos 1922 tarihinden itibaren geçerlidir.
MADDE 3. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından tatbik edilir.

1 TBMM Zabıt Ceridesi (15 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.21, s.387-411, http://www.tbmm.gov.tr/

752
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu teklifin bugünkü toplantıda acilen
müzakeresini kabul edenler, lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir, efendim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Efendiler bu önerge münasebetiyle
süresinin uzatılması bahsedilen Başkumandanlık Kanunu, cümlemizin hatırında
olduğu gibi Milli Mücadelede geçirdiğimiz en buhranlı günlerin neticesi olarak orta
ya çıkmıştır. Geçen sene, Ağustosun ilk günlerinde Yüce Meclis harp halinin ihti
yaç gösterdiği en kati ve en ciddi tedbirleri alırken, bu kanunu yapmış ve bu kanu
na ilave ettiği bir madde ile milli iradenin, kendi iradesinin mühim bir kısmını şah
sıma vererek beni zafer ile vazifelendirmişti. Efendiler, dünyada hiçbir meclis yok
tur ki iki şartın tahakkukuna inanmadıkça böyle bir salahiyeti her hangi bir kimseye
versin. O şartlardan birisi, fevkalade bir halin mevcut olduğuna isabetle karar ver
mek. İkincisi de kendisine salahiyet verilecek kimse hakkında tereddütsüz emniyet
ve itimadı görmüş olmaktır. Yüce Meclisiniz bir yıl önce, 5 Ağustos 1921 tarihinde
bu kanunu kabul etmekle her iki noktayı da ispat etmiştir. Yüce Heyetinizi takdir ve
tebrik ederim, teşekkür ederim. Ancak bu maddenin ifade ettiği gibi, bahis mevzu
olan salahiyetin şahsıma verilmesinde, ordunun maddi ve manevi kuvvetini yük
seltmek ve sevk ve idaresini sağlamlaştırmak vardı. İftiharla ve büyük bir memnu
niyetle arz ederim ki bugün ordumuzun manevi kuvveti en yüksek derecededir.
(elhamdülillah sesleri) Ordumuzun maddi kuvveti de fevkaladedir. Bu sebeple artık
böyle bir salahiyetin devam etmesine lüzum ve ihtiyaç kalmadığı kanaatindeyim.
(bravo sesleri) Bugün ihtiyaç kalmadığını görmekle memnun olduğumuz bu ihtiya
cın inşallah bundan sonra da ihtiyaç olmadığını görmemekle bahtiyar olacağız,
(inşallah sesleri) Efendiler milli hakimiyetin kayıtsız ve şartsız millette olduğunu
tespit ve ifade eden Teşkilatı Esasiye Kanunu hükmünce bugünkü başkumandan
lık makamı geçicidir. Başkumandanlık sıfat ve salahiyeti doğrudan doğruya Yüce
Meclisinizin manevi şahsiyetine aittir. Böyle bir geçici makamın devam etmesi,
olsa olsa Milli Misakımızın kati neticesine varacağımız güne kadar devam eder.
(tabii sesleri) Yüce Meclisinizin ilk toplandığı günlerde kabul ettiği bir esas vardır ki
o esas, milli ananelerimizde ve dini mukaddesatımızda tamamen saklı bulundurur.
Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da o esaslara uygun hareket ederek
mutlu neticeye ulaşacağımızdan şüphe yoktur. (inşallah sesleri) O gün kıymetli
İzmir'imiz, güzel Bursa'mız, Hilafet ve Saltanat Makamı olan İstanbul'umuz, Trak
ya'mız Anavatana iltihak etmiş olacaktır. (inşallah sesleri) O mesut gün geldiğinde
bütün milletle beraber Yüce Heyetiniz ve ben de içinde bir fert ve bir mebus olarak
tabii ki en büyük saadetleri idrakle müşerref olacağız. Efendiler, Meclisinizin baş
kanlık makamında bulunmakla şeref duyduğum ben o gün iki kere mesut olaca
ğım. İkinci saadetimi temin edecek olan husus, benim bundan üç sene evvel mu
kaddes davamıza başladığımız gün bulunduğum mevkie geri dönmek imkanınım
olacaktır. (alkışlar) Hakikaten millettin sinesinde serbest bir millet ferdi olmak ka
dar dünyada başka bir bahtiyarlık yoktur. Kalp ve vicdanında manevi ve mukad
des hislerden başka zevk taşımayan insanlar için ne kadar yüksek olursa olsun,
maddi makamların hiçbir kıymeti yoktur. Sözlerime son verirken müzakere edile

753
cek kanunda bu salahiyetin kaldırılmış olmasını nazarı dikkatte bulundurmanızı
rica ederim. (şiddetli ve sürekli alkışlar)
ALİ RIZA BEY (İstanbul): Arkadaşlar Paşa Hazretlerinin teklifleri üzerine, Başku
mandanlık Kanununun alacağı vaziyetin şeklini söylemezden evvel, Paşa Hazret
lerinin beyanatındaki üç mühim noktaya işaret etmek ve o husustaki hislerimi ve
düşüncemi açıklamak istiyorum. İşaret etmek istediğim noktalardan birisi, ordunun
maddi ve manevi kudret ve kabiliyetinin artmış olmasıdır. Paşa Hazretlerinden
işittiğim bu haberi, nihai zafer için hızla ve her dakika onu bekleyen millet için bir
müjdeli bir haber sayarım. İkincisi, Başkumandanlık Kanunu ile sahip oldukları
kudret ve salahiyetin, halen devamına lüzum kalmadığını beyan etmekle millete
ve Büyük Millet Meclisine karşı gösterdikleri büyüklüğü kaydetmek isterim. Üçün
cüsü, yine aynı kanunun ikinci maddesiyle sahip oldukları salahiyetin bir kısmını
askeri ihtiyacın birkaç mecburiyeti dolayısıyla kullanarak, diğer salahiyetleri kul
lanmayacaklarını beyan etmesini, Paşa Hazretlerinin karakterindeki yüksekliğe ait
olduğunun bir delili sayarım. Efendiler, milletin ruhundan doğan şahsiyetlerin hari
cinde kalanların, bu gibi fevkalade salahiyetleri, daima milletlerin zararına kullan
dıkları tarihte çok görülmüştür. Paşa Hazretlerinin bu salahiyeti kullanmakta gös
terdikleri kıskançlık ve dikkat, milli tarihimizdeki mevkiini o kadar yükseltmiştir ki
bunun derecesini söylemekten acizim. Esas meseleye geliyorum. Bugün başku
mandanlık lazım mıdır? Başkumandanlık bugün ordumuz için vazgeçilmez bir
ihtiyaçtır, bir zarurettir, bir askeri mecburiyettir. Bu zaruret ve bu mecburiyetin
temini için tabii ki başkumandanlık lazımdır. Bu itibarla bu makama her suretle
layık olan Paşa Hazretlerini daima ordumuzun başında görmek milli gayemiz için
düşünebileceğimiz en mühim bir meseleyi teşkil eder. Bu fikrin haricinde hiçbir şey
düşünülmediğine ve hatta bütün arkadaşlarımın bu hususta, hemfikir bulundukla
rına inanıyorum. Hatta bu sözlerimle sizlerin düşüncelerine tercüman olduğuma
da inanıyorum. (hay hay sesleri) İkinci mesele, başkumandanlığın zamanla alaca
ğı vaziyet meselesidir. Halen buna ihtiyaç var mıdır? Vardır, efendiler. Sakarya
Muharebesinden önce, Büyük Millet Meclisinin manevi şahsiyetinin haiz olduğu
başkumandanlığın Meclis kendi reisini memur ettiği zaman heyecanlı günlerden
doğan ve o günlerin ilhamı olan bu Kanun Teklifini ikinci maddesiyle bütün kudret
ve salahiyeti vermiş. Benzeri görülmemiş olan ve milli tarihimizde bir harika teşkil
eden bu hadisenin ehemmiyet ve büyüklüğünü idrak eden Paşa Hazretleri derhal
söz alarak kürsüye gelmiş, verilmek istenilen kudret ve salahiyeti azaltmak gaye
siyle, başkumandanlığın zamanla kayıt ve şarta bağlanması prensibini ileriye sür
müş ve bu Yüce Mecliste uzun uzadıya müzakere edildikten sonra bu esas dahi
linde 5 Ağustos 1921 tarihinde kabul olunmuştur. Halbuki bugün Paşa Hazretleri
bu kürsüye gelerek bu kanunun ikinci maddesiyle verilen salahiyetin kullanılması
na lüzum kalmadığını teklif ediyor ve bu beyanatıyla da bu maddenin kaldırılması
nı arzu buyuruyorlar. (açıkça sesleri) Açıkça kaldırılmasını teklif etmiş bulunuyorlar.
Bu vaziyet karşısında bence başkumandanlığın salahiyetinin sınırlandırılması husu
su, milli gayenin gerçekleştirileceği zaman ile alakalıdır. Milli gayenin gerçekleşmesi

754
için sarf edilecek bu zamanın tayini ise doğrudan doğruya zaferin kazanılması ile
alakadardır. Bundan dolayı bu fikir ve mütalaanın bende hasıl eylediği kanaatle, bu
teklifi şu suretle yapmaya mecbur oluyorum. Bunu sizlere arz ediyorum.

TBMM Başkanlığına
5 Ağustos 1921 tarihli Başkumandanlık Kanununun ikinci maddesinin
yürürlükte olmasına artık lüzum kalmadığı, Reisimiz Paşa Hazretlerinin şimdi
yaptığı beyanatında ifade edilmiştir. Bu sebeple Beyazıt Mebusu Dr. Refik ve
Bursa Mebusu Operatör Emin beyler tarafından teklif ve müzakeresi Meclis
Umum Heyeti tarafından kabul olunan uzatmaya dair kanun teklifinin müzakere
sinden vazgeçilerek, Reis Paşa Hazretlerinin teklifine uygun olan aşağıdaki kanun
teklifinin derhal müzakere ve kabulünü arz ve teklif ederim. 20 Temmuz 1922
Beyazıt
Dr. Refik
Mebusu İstanbul Mebusu
Ali Rıza
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ REİSİ MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KE
MAL PAŞA HAZRETLERİNE BAŞKUMANDANLIK VERİLMESİ HAKKINDAKİ
KANUN
Madde 1. Millet ve memleketin mukadderatının yegane kuvveti olan ve üyele
rinden her birinin Kanunu Esasi ve Teşkilatı Esasiye Kanuna tabi bulunan Tür
kiye Büyük Millet Meclisi, başkumandanlık vazifesine geçici olarak Reis Müşir
Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini memur etmiştir.
MADDE 2. Meclis lüzum gördüğü takdirde bu sıfat ve salahiyeti geri alır.
MADDE 3. Bu kanun, yayınlandığı tarihinden itibaren geçerlidir.
MADDE 4. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından tatbik edilir.

(kabul kabul, sesleri)


ALİ RIZA BEY (Devamla): Halbuki Beyazıt Mebusu Refik ve Bursa Mebusu Ope
ratör Emin beyler tarafından teklif olunan kanun teklifi, eski 5 Ağustos 1921 tarihli
kanunun yürürlüğünün uzatılmasına dair olup, Paşa Hazretlerinin teklifine uygun
olamadığı için bu teklifin müzakeresini teklif ederim.
DURAK BEY (Erzurum): Arkadaşlar ben bu hususta uzun söz söyleyecek değilim.
Hulasa olarak iki söz söyleyeceğim. Biz Paşa Hazretlerini başkumandan yaptığı
mız zaman mühim ve tarihi dakikalar geçiriyorduk. Evet, o günlerin ihtiyacı, o gün
lerin zarureti bize böyle bir kumandanlık kurulmasını lüzum gösteriyordu ve Yüce
Meclis bu lüzumu görerek başkumandanlığı kurdu ve bunun için de bir kanun yap
tı. Paşa Hazretleri burada buyurdular ki ordumuzun manevi kuvveti pek yüksek ve
milli gayemizi ifa edecek kadar güçlü bir halde bulunuyor, dediler. Buna çok te
şekkür ederiz. Fakat bu henüz nazaridir. Henüz fiiliyata girmedik efendiler. İnşal

755
lah ordumuz nihai zafere ulaşacaktır. (inşallah sesleri) Buna şüphemiz yoktur.
Şimdi başkumandanlığa ihtiyaç var mıdır, yok mudur? Bunu da düşünmeye lüzum
yoktur ve düşünmek doğru değildir. Çünkü Başkumandan Paşa Hazretleri bu işe
nasıl başlamış ise, bu işi neticeye de bu suretle götürsün ve bize öyle teslim etsin.
Eğer bir yanlışlık icra eder, yanlış bir karar alarak başkumandanlığa lüzum yoktur
dersek, büyük bir hataya düşeriz efendiler. (bunları kim söylüyor, hayret sesleri)
Ben kendi kanaatimi söylüyorum. Ben dobra dobra konuşanlardanım vesselam.
Çünkü efendiler daha iş nazariyattadır, fiiliyata girdiğimiz yoktur. Yarın ters bir şey
olursa o zaman kim mesul olacak? Yarın kalkacak diyecektir ki efendiler, ben şu
nu yaptım, bunu yaptım nihai zafere ulaşacaktım, fakat elimden salahiyeti siz aldı
nız, siz yaptınız, siz ettiniz diyecektir. Bunun için efendiler iyi düşünelim, iyi taşına
lım. Bu mühim bir meseledir. Paşa Hazretlerinden çok rica ederim, ben kendi nam
ve hesabıma bu mesele neticeleninceye, kadar Paşa Hazretlerinden bu başku
mandanlığın alınması taraftarı değilim. (alan yok sesleri) Bilmiyorum efendim, siz
almıyorsunuz ama ben alırım dersem ne diyeceksiniz? Paşa Hazretlerinden çok
rica ederim, bir saat evvel işi bitirsinler ve nihai zafere bizi ulaştırsınlar. Efendiler
bundan fazla söz söylemeyeceğim.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim, geçen sene Yüce Meclis bütün İslam Milleti
üzerinde güveni tesis ederek, milli davamıza başladığımızda Allah'ın yardımıyla
karşımızda bizim mevcudiyetimizi, istiklalimizi mahvetmek isteyen düşmanlara
karşı sebat etmek üzere geçirdiğimiz tehlikeli anlar bugün ve üç gün önceki buh
ranlı bir zamanı olduğu anda bu davanın başına geçerek milletin gayesini,
İslamiyetin kıyamete kadar devamını tecelli eden bütün mebuslarla ve bütün mil
letle beraber olduğu halde üzerine alan Muhterem Reisimiz Paşa Hazretlerine,
Yüce Meclis bilfiil bir vazife vermişti ki başkumandanlık vazifesini üzerine aldığı
dakikada, zamanın icabı olarak Yüce Mecliste milletin haklarının suiistimal edil
meyeceğine kanaat edilerek ve Meclis istediği zaman almak kudretini haiz olmak
şartıyla tecellisini arzu ederek bir kanun yapılmış ve o suretle de o kanunun müd
detinin hitamında devam ettirmiş gitmişti. Maşallah bugün de yine aynı kanunun
müzakeresine başlıyoruz. Muhterem arkadaşlar, Yüce Meclisin yapmış olduğu bir
kanunla başkumandanlık mevkiinde gördüğümüz Mustafa Kemal Paşa bugün
bunda üç kelime ile bu milli davayı, Cenabı Allahın yardımıyla milli gayemize yak
laştığımızı memnuniyet ve tevazu ile söylediğine, ben bütün arkadaşlarım adına
teşekkür ederim. Ben Yüce Meclise şu istekte bulunacağım ki başkumandanlık bir
vazife olmak ve millet tarafından ve Yüce Meclis tarafından kendilerine verilmiş
olması itibariyle bir milli nimet olduğuna şüphemiz yoktur. O milli nimetin bir de
külfeti vardır. Her nimetin bir külfeti vardır. Başkumandanlık vazifesi kaldırıldığı
halde ve o kuvvet ve kudret ellerinden gitmiş olmak itibariyle o nimeti üzerinden
atmakla bir büyüklük gösteriyorlar. Ortada iki önerge vardır. Birisi kanunun eski
mahiyette kalması, diğeri de değiştirilmesi. Efendiler şimdi milli gayemizin, milli
harekatımızın bir nişanesi olmak üzere elimizde bir bayrak vardır. O elimizdeki
bayrak ilelebet omzumuzda kalacak ve ilelebet o bayrağı muhafaza etmeye mec

756
bur kalacağız ve buna yemin etmişizdir. Binaenaleyh ordumuz zafere ulaşasıya
kadar ve Cenabı Hakkın yardımlarıyla bayrağı omzumuzda tutacağımızı ve baş
kumandanlığı da Muhterem Reisimiz Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine vermek
suretiyle bahtiyar olduğumuzu arz ediyorum. Binaenaleyh birinci teklif bence dik
kate alınmayarak, ikinci teklife göre başkumandanlık vazifesinin gayenin elde
edilmesine kadar devamı suretiyle kanun teklifinin kabulünü ve acilen müzakere
sini rica ederim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğine dair bir önerge vardır.
Müzakerenin yeterliliğini oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın.
Müzakere kafi görülmüştür. Efendim, asıl kanun teklifi bugün acilen müzakeresini
kabul buyurduğunuz Beyazıt Mebusu Dr. Refik ve Bursa Mebusu Operatör Emin
beylerin teklifleridir. Bu tekliften başka bir teklif daha vardır ki değişiklik mahiyetin
de olup İstanbul Mebusu Ali Rıza Bey’indir. Binaenaleyh onun maddelerinin
okunmasını kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiş ve maddelere
geçilmiştir, efendim.

Madde 1. Millet ve memleketin mukadderatının yegane kuvveti olan ve üyele


rinden her birinin Kanunu Esasi ve Teşkilatı Esasiye Kanuna tabi bulunan Tür
kiye Büyük Millet Meclisi, başkumandanlık vazifesine geçici olarak Reis Müşir
Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini memur etmiştir.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Madde hakkında söz isteyen var mı? (hayır,
sesleri) Maddeyi aynen kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Birinci madde aynen
kabul edilmiştir, efendim. (maddeyi anlayamadık sesleri)

Madde 2. Meclis lüzum gördüğü takdirde bu sıfat ve salahiyeti geri alır.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): İkinci madde hakkında söz isteyen var mı?
(hayır sesleri) İkinci maddeyi aynen kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın. İkinci
madde de oybirliği kabul edilmiştir. Efendim, ikinci maddeden sonra üçüncü mad
de olmak üzere iki önerge vardır. Okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Aşağıdaki maddenin üçüncü madde olarak kabulünü teklif ederim.
Trabzon Mebusu
Ali Şükrü
Madde 3. Bu kanuna muhalif olan diğer kanunların ilgili maddeleri hükümsüzdür.

757
TBMM Başkanlığına
Şimdiye kadar birer kanun ile uzatılmasına karar verilen 5 Ağustos 1921
tarihli kanunun, bu kanunla hükmü kaldırılmış olduğundan aşağıdaki maddenin
üçüncü madde olarak ilavesini teklif ederim.
Saruhan Mebusu
Şevket
Madde 3. Başkumandanlık müddetinin üç ay daha uzatılmasına dair olan 6
Mayıs 1922 tarihli kanun hükümsüzdür.

ALİ RIZA BEY (İstanbul): Efendim, evvelce kabul buyrulan başkumandanlık kanu
nu zaman ile sınırlıdır. Yani bunun devam müddeti üç aydır. Bundan dolayı zaman
ile sınırlı olan bir kanun, müddetinin dolmasından sonra esasen hükümsüzdür.
Binaenaleyh, bu maddenin ilavesine lüzum yoktur.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Bir defa esasen eski kanun gereğince verilmiş
bir müddet vardır ve bu müddet henüz bitmiş değildir. Bu madde ile o müddetin de
sona erdiği tespit olunacaktır. İkinci olarak bu kanunun mahiyeti ile eski kanun
arasında fark mevcuttur. Birisinde süre sınırlaması vardır, yenisinde ise yoktur.
Ben bu kanaatteyim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, başka söz isteyen yoktur. (hayır, ses
leri) Oylarınıza sunuyorum. Üçüncü madde olarak Refik Şevket Beyefendinin tekli
fini kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.

Madde 4. Bu kanun, yayınlandığı tarihinden itibaren geçerlidir.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Dördüncü madde hakkında söz isteyen var mı?
(hayır, sesleri) Madde hakkında söz isteyen yoktur. Maddeyi aynen kabul buyu
ranlar lütfen ellerini kaldırsın. Dördüncü madde aynen kabul edilmiştir.

Madde 5. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından tatbik edilir.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Beşinci madde hakkında söz isteyen var mı?
(hayır, sesleri) Beşinci maddeyi de kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. (oybirli
ğiyle sesleri) Oybirliğiyle kabul edilmiştir. Efendim, kanunun tamamını oylarınıza
sunuyorum. Kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsınlar. (oybirliğiyle sesleri) Kanu
1
nun tamamı oybirliğiyle kabul edilmiştir. (şiddetli alkışlar)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (20 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.21, s.430-435, http://www.tbmm.gov.tr/
758
(Başkumandanlık tartışması dolaylı yoldan da olsa, Büyük Zafer'den sonra da devam
etmiştir. Önce, Başkumandan Mustafa Kemal Paşa'nın siyasi konularda İtilaf devletleri
ile ilişki kuramayacağı, sonra da askerlik görevinin sona ermiş olduğu düşüncesini, işle
rin Hükümet tarafından yürütülmesi gereğini ileri sürerek savunmuşlar, gücünü etkinli
ğini kırmak istemişlerdir. Mustafa Kemal Paşa, Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması
na kadar Başkumandanlık unvanını kullanmıştır. Başkumandanlık kanununun kaldırıldığı
hakkında bir karar alınmamıştır. Ancak, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanı ve
Mustafa Kemal Paşa'nın Cumhurbaşkanı seçilmesi ile fiili başkumandanlık yetkilerinin
son bulduğu kabul edilmiştir. 1924 Anayasasının kabulüne kadar başkumandanlık hak
kında herhangi bir karar alınmamıştır.)

27 TEMMUZ 1922: PONTUS İSYANI NEDENİYLE AMASYA'YA İSTİKLAL MAH


KEMESİ KURULMASININ KABUL EDİLMESİ VE ÜYE SEÇİMİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 80.Birleşim, Gündem: 2/1)

Yunan Ordusuna karşı bir ay sonra başlaması planlanan Büyük


Taarruzun hazırlıkları devam ederken Anadolu'nun diğer yerlerindeki
kıtaların büyük bölümü Garp Cephesine kaydırılmaya başlanmıştı. Ancak
bir türlü önlenemeyen Rum Pontus çeteleri bu yeni askeri düzenlemeyi
fırsat bilerek tekrar isyana başladılar. Hükümet derhal Amasya'ya bir
istiklal mahkemesi göndermek istiyordu, fakat bu mahkemelerin daha
önceki uygulamaları nedeniyle Meclis'te sert bir muhalefet oluşmuştu.

(Bir gün önce, 26 Temmuz 1922 tarihindeki gizli oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, gizli celse yapılması hakkında buyurunuz
Rauf Beyefendi.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Hükümet Amasya'nın hususi vaziyetini
dikkate alarak Yüce Heyetinize acilen saha ve hududu sabit olmak üzere bir istiklal
mahkemesi gönderilmesini teklif ediyor. Bu mevzuda bir tezkere vardır. Bu müzake
renin gizli celsede yapılmasını teklif ediyorum. Eğer Yüce Heyetiniz kabul ederse
gizli celsede müzakere edilsin.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun efendim, bu meselenin gizli
celsede müzakeresini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Gizli celsede müzakeresi
kabul edildi. Tezkereyi okutuyorum.

759
TBMM Başkanlığına
Amasya ve havalisinde görülen lüzum üzerine bir istiklal mahkemesi
kurulması ve muhakeme sahasının eski İstiklal Mahkemesi hududu dahilinde
bulunması hususunun arz edilmesine Vekilleri Heyetinin 18 Temmuz 1922
tarihindeki toplantısında karar verilmiştir. İcap eden muamelenin ifasına ve
neticelendirilmesinin müsaadesini istirham eylerim, efendim. 18 Temmuz 1922
TBMM İcra Vekilleri Heyeti Reisi
Hüseyin Rauf
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Buyurun Ali Beyefendi.
ALİ BEY (İçişleri Vekaleti Vekili): Samsun, Amasya, Tokat havalisinde eşkıya ol
duğu malumunuzdur. Bir çok asiler yakalanıyorlar, bunlardan bir kısmı Harp Diva
nına verilmek istenilmiş, bir kısmı diğer mahkemelere verilmek istenilmiş. (işitemi
yoruz sesleri) Bu eşkıyaların bir an evvel cezalarını görmeleri için seri bir muame
leye tabi tutmak icap etmektedir. Bu da birtakım kanuni formalitelere tabi olmayan
bir fevkalade mahkeme tarafından yapılması lazım geliyor. Bunun için Samsun
Mutasarrıfı ve Şark Cephesi Kumandanı lüzum gösteriyorlar. Tevkif edilenler ne
rede muhakeme edileceklerdir, ne gibi muamele göreceklerdir? Bunların işlerinin
görülmesi pek uzamaktadır. İmkan yok, muamele de bunu gösteriyor. Bunun için
Amasya merkezinde bu işlere bakmak üzere bir istiklal mahkemesinin bulunması
nı uygun buluyoruz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bu eşkıya hangi sınıf eşkıyadır?
ALİ BEY (Devamla): Pontus eşkıyaları. Bunu bir an evvel neticelendirmek, hakla
rında lazım gelen cezayı tatbik etmek, Amasya Şehrinde bulunmak ve sırf bu işler
le iştigal etmek üzere bir mahkemenin gitmesine lüzum görmekteyiz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Eski mahkemeyi dinleyelim, bir kanaatleri var mı?
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Eğer İçişleri Vekili Ali Beyefendi buyursalardı ki Sam
sun İstiklal Mahkemesi Pontus Cemiyetine mensup, dağlarda dolaşan eşkıyanın
evvelce yakalanmalarında bir muvaffakiyet gösterememiştir ve bundan sonra da
bunları takip edip yakalayacaktır dese idi bir jandarma mahiyetinde ona bir diye
ceğim yoktu. Fakat yakalanmış bir adamı mahkum edecek bir mahkeme yoktur,
demesini ben katiyen uygun bulmadım. Çünkü bu, kanunların mevcudiyetini inkar
mahiyetindedir. Efendiler istiklal mahkemelerinin ilk kurulduğu tarihi göz önüne
getirecek olursak yegane asker firarileri olduğunu göreceğiz. Biliyorsunuz ki Yüce
Meclisiniz burada toplandığı zaman elinde kuvvet olarak elinde beş on çeteden
başka kimse yoktu. Daha sonra Ordu meydana getirildiği zaman, yanı başında
başı bozuk bir çete istediği zaman işe giriyor, onları disiplinlerini temin mümkün
olmamakla beraber, bunların yanı başında muntazam bir kıta tutmak zor olduğun
dan şiddet göstermeye mecburiyet hissetmiştir ve bu şiddeti de kim yapabiliyor?

760
İşte kabul ettiğiniz İstiklal Mahkemeleri Kanuniyle o şiddet kayboldu. İstiklal mah
kemeleri ilk faaliyete geçtiği zaman asker firarilerinin firarına bulundukları mıntıka
larda oldukça mani olunmuş ve fayda görülmüştür. Fakat sonradan sonraya itiraf
etmek lazımdır ki onlar da maalesef hiçbir şey yapamamıştır. Yani bugün teessür
le ve teessüfle söylemek mecburiyetindeyiz ki hâlâ istiklal mahkemelerinin bulun
dukları yerlerde pek çok asker firarileri vardır. O halde istiklal mahkemelerinin
hiçbir kıymeti yoktur ve tesiri kalmamıştır.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Meğer ki jandarma da...
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Sonra efendiler, istiklal mahkemelerine zannederim
26 Ağustos 1920 tarihli ilave bir vazife daha verilmiş ve ne yazık ki mahkemeleri
en fazla başarısızlığa sevk eden sebep bu olmuştur. Çünkü o kadar gariptir ki ben
bu hususta istiklal mahkemelerini mazur görüyorum, kanun o kadar elastiki, o
kadar şümullü, o kadar yani hukuka aykırı tarzda tanzim edilmiştir ki bir hareket
olduktan sonra o hareketin failine senin yaptığın hareket bir suçtur, diyor. Canım
bu kanunda da bunun bir suç olduğu yoktur. Bilmem, şu kanun ile Meclis bana
salahiyet vermiştir. Ben diyorum ki bu bir suçtur. İstirham ederim, suç olmayan bir
hareketten dolayı beni cezalandırırsanız benim ne kabahatim vardır? Bu, devletin
manevi kuvvetine zarar verir. Binaenaleyh seni üç ay hapsediyorum, demek kadar
mantıksızlık olmaz. Böyle verilen bir ilave ile istiklal mahkemeleri maalesef tavuk
hırsızlarına kadar el uzatmış ve bu dereceye gelmesine sebebiyet vermiş ve en
nihayet kıymetlerini sıfıra indirmiştir. Yani bunu istiklal mahkemelerinde bulunan
arkadaşlarımızın kendileri de itiraf ediyorlar. Ellerindeki kanun tamamen bu vazi
yete kadar düşürmüştür. Ben bunun hakkında bir şey söylemiyorum. Şimdi istiklal
mahkemelerine lüzum var mıdır, yok mudur? Cenabı Hakka hamdederek söylerim
ki şimdilik memleketimizin hiçbir tarafında istiklal mahkemeleri, fevkalade heyeca
nı teskin için ve fevkalade ihtiyaçlar için saklanacak bir alettir. Yoksa hiçbir tesiri
olamayacaktır. Bu mahkemeleri alelade bir mahkeme gibi tutacak olursak efendi
ler, bunun hiçbir hükmü kalmayacaktır. Şimdi tutukluların süratle muhakemesi
meselesine gelelim. Efendim, diğer mahkemeler istiklal mahkemelerinden daha
elverişlidir. Bu mahkemeleri çoğaltalım, bir ise iki yapalım, iki ise üç yapalım. Sü
ratle işlerini bitirsinler. Fakat böyle mahkemeleri seksen şekle sokmayalım. Pontus
asilerinin hareketine gelince, bunların hareketi Vatana İhanet Kanununa tabidir.
Bu Kanun hükümlerine tabi olan suçları istiklal mahkemelerinden daha çok bida
yet mahkemeleri neticelendiriyor. Biliyorsunuz ki bidayet mahkemelerinde vatana
ihanet suçlularının muhakemesinin yirmi günde neticelenmesi zaruridir. Halbuki bu
suçlardan dolayı iki senedir tutuklu olanları gösterebilirim. Şimdi bidayet mahkeme
lerinde mi sürat bulunuyor, istiklal mahkemelerinde mi? Bidayet mahkemeleri yirmi
günde neticelendirmek mecburiyetinde olduğu halde, istiklal mahkemeleri hiçbir
kanunun tesirine tabi değiliz diyerek, demek ki onlar da keyfi olarak bir buçuk sene
uzatmışlardır ve zannederim ki bunu kimse inkar edemez. Bu itibarla İçişleri Veki
linin mütalaası doğru değildir, efendiler. Bir başka husus, on gün evvel idam edile
cek adamı on gün sonra idam eder. Bidayet mahkemesi, idam edilecek adamın

761
muhakemesini yirmi gün içinde hükme bağlayacakken, Samsun'dan istiklal mah
kemesinin Amasya'ya gitmesi ve gelmesiyle kırk günde neticelenecek. Suçlu ele
geçse anasının, babasının ismini sormadan maksat ipe çekmek ise istiklal mah
kemesine lüzum yoktur. Bir manga asker gönderiniz, rast geleni vursunlar, mah
kemeye lüzum yoktur. Lüzum varsa adalet bakımından bunu gösteriyorsanız
memleketin teşkilatında ve cihan nazarında adli teşkilattan olmak üzere mahkeme
gönderilir. Yoksa beş yüz tutuklu vardır, Samsun Bidayet Mahkemesi buna baka
mıyor, binaenaleyh bir istiklal mahkemesi göndereceğiz demeyi gerekçe olarak
ben uygun görmüyorum. Bu itibarla rica ediyorum. Eğer Samsun'daki Bidayet
Mahkemesi yetmiyorsa oralarda kafi miktarda bidayet mahkemesi tesis edelim.
İstirham ediyorum, istiklal mahkemelerini fevkalade hallere karşı kullanalım. Dışa
rıya karşı da terör, baskı usulünün memleketten kaldırılacak vaziyetimiz olduğu
hissini verelim. Hiç olmazsa onlar da bizimle iktisadi münasebetlerde bulunsunlar.
Efendiler istiklal mahkemeleri devam ettikçe bizimle kimse ticari münasebete giriş
mez. İtiraf etmek lazım gelir ki adeta Rusya'daki Çeka'lara1 benziyor. Neden benzi
yor? Neden benzediğini söyleyeceğim. Rusya'da, biliyorsunuz ki, herhangi bir yerde
bir fiilin suç olmadığına kanaat getirdiği halde, diğer yerde idam ediliyor. Rica ede
rim, bunlar nedir? Bu adeta Çeka mahiyetinde bir şeydir. Memleket içindeki vazi
yetin tabii hale döndüğünü gösterecek emareler gösteremezsek, Avrupalılar bizim
le gerek siyasi ve gerek iktisadi münasebetlerde bulunmazlar. Onun için çok rica
ediyorum, istiklal mahkemelerini faaliyetten alalım ve tekrar ediyorum oraya icap
ediyorsa bir iki bidayet mahkeme daha gönderelim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, ilk günden beri istiklal mahkemelerinin
aleyhindeyim. Bir kere Türkiye Büyük Millet Meclisine Allah'ın vermediği salahiyeti
kendisi başkasına verdiğine hayretteyim. Yani Cenabı Hak, bir kimseyi asmak,
öldürmek için o salahiyeti peygamberlerine bile vermemiştir. Fakat Meclis bu sala
hiyeti vermiştir. Binaenaleyh aslen batıl olduğunu iddia ederim. Sonra Amasya
meselesine gelince, biz fevkalade bir vaziyetten geçiriyoruz diye kendimize böyle
bakarız. Fransız bunu yapmıştır, filan bunu yapmıştır. Hayır efendiler onların mil
letleri bunu mecbur etmiştir. Biz her türlü harekâtı teskin ettikten sonra, her türlü
galeyanı teskin ettikten sonra asker firarileri için fevkalade bir mahkeme teşkil
ettik. Sonra şu casus geldi, bu geldi. Bugün istiklal mahkemelerinin dosyalarını
tetkik ederseniz Pontus meselesi cidden ehemmiyetli, fakat ehemmiyetten uzak
bir takım köylüler, fakirler, kalaycılar mahkemelere doldurulmuştur. Adliyemizi
faydasız bırakmış ve Adliye bunun gölgesinde istirahatla uyumuştur. Memleketin
asayiş ve emniyeti maddi ve manevi olarak artık ne kanuna girer, ne hiçbir salahi
yete. Hal böyle iken halka karşı bir itimatsızlık, uyuşmazlık. Bütün sadakatiyle bize

1
Çeka, Sovyet Devletinin ilk güvenlik kurumu olan teşkilattır. Sovyet rejiminin ayakta kalma
sı için hayati önem arz eden bir siyasi ve askeri kuvvet haline gelmiştir. Bütün Rusya'nın
Karşı Devrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü Komisyonu adının kısaltılmışıdır.

762
itaat eden, bağlı kalan haklımıza karşı itimatsızlık edip de daha doğrusu iş edin
mek, iş görüyoruz diye görünmek, tarihte gülünç bir sahife teşkil edecektir ve istik
balde bize ne iş gördünüz diye hesap sorarlarsa cevap vermekten aciz kalacağı
mıza inanıyorum. Efendiler burada adliye kuvvetimiz vardır diyoruz. Daha kendi
milletini idareden aciz olan inkılap nerede? İstanbul'dan buraya kadar geldik yine
o eski kanun, yine o millet, o insanlar. Yalnız kendimize bir fevkaladelik verdik.
Büyük bir inkılap yapıyoruz, asker topladık, bununla cepheyi tutuyoruz. Esasen
muhtemel bir tehlikeyi anlamazsak sonra bunun üzerindeki fevkaladelik nedir?
Bizde adli teşkilat yoktur demek, bu da kapitülasyonları koymak demektir. Herkes
bir his altındadır. Samimi söylüyorum. Efendiler Ruslarda görüyoruz, tarihlerinde
vardır. Fakat tarihteki bizim gibi değil. Sonra efendiler onlarda bir zaman içindi.
Memleketlerinin kabiliyet ona göre idi. Memleketimiz üç istiklal mahkemesiyle mi
idare ediliyor? Efendiler her kazada bidayet mahkemeleriniz vardır. Ağır ceza
mahkemeleriniz vardır. Memleketin bir tarafında vicdani kanaatle üç adamı idam
eder, diğer tarafında affederler. Ne güzel eşitlik, ne güzel adalet. Buna insan hay
ret eder. Bundan sonra millet bizden hesap sorduğu vakit cevap vermekten aciz
kalırız. Efendiler, üç istiklal mahkemesi midir, bu memleketi idare eden? Efendiler,
senede otuz bin firari vardır. Üç istiklal mahkemesine ne isabet eder? Biz kendi
hatalarımızı düzeltirsek daha fazla fazilet sahibi oluruz. Vatana ihanet için bir ka
nunumuz vardır, eğer mahkemelerimiz kafi değilse, bütün millet hemen yapalım.
On günde tatbik edilsin ve neticelensin. Halbuki adaleti tatbik edecekseniz böyle
mahkemeleri kaldıralım, memlekette bir adam kalmayacak şekilde hepsini öldür
mek kudretiniz varsa bunu yapabiliriz. Pontus eşkıyasından ne şikayet ediyorsu
nuz? Pontuscular hain imiş, idare edin efendiler. Siz kelleyi beyinle idare edeme
diniz, demek kabiliyet yok.
RAGIP BEY (Kütahya): Avrupa da böyle sizin gibi söylüyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Evet, ben Yunanlıyım, teşekkür ederim.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim, Pontus isyanını biz mi çıkardık?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Bunları terbiye edelim efendim, rica ederim.
RAGIP BEY (Kütahya): Kanaatinizi değiştiriniz, yanlıştır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Benim maksadım sizin düşünceniz gibi değildir.
Jandarmanı tesis et, hükümetini tesis et. Daha kendimize itimatsızlık yapıyoruz.
Adliyeye itimadım yok diyen bir millet... (gürültüler) Rica ederim, nasıl üç kişi ile bu
memleketi idare edersin?
RAGIP BEY (Kütahya): Pontus isyanının mahiyetini iyi anla.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Ben Pontus'un mahiyetini bilirim. Ermenilerin de
mahiyetini bilirim. Bu millet bütün adliyesi için iki buçuk milyon lira sarf ediyor.
Mekteplere para veriyor, mektepte okutuyor ve yetiştiriyor. Mebus olmakla her
türlü hukuk ilmi elde edilir mi rica ederim? Gelişi güzel üç kişiye kanaatinize göre
763
siz hükmü verin deyip salahiyet veren millet, ilmi inkar etmek, haklarını tepelemek
demektir. İhtilalın da bir hukuku vardır. Her milletin her zaman bir hukuku vardır.
Hüner, isyan ettirmemektedir. İsyan ettirdiği zamanda onun bir kararı vardır. Kars
'tan Ermenistan'a göç ediyorlar, beyefendi. Yarayı tedavi edin. Ben de bu milletin
bir unsuruyum. Avrupalılar da böyle diyor. Avrupalıların söylemesini ihtar etmek
lazımdır. Avrupalılara dedirtmemek hünerdir. Ali Kemal'in sözlerini tasdik ettirmeyin.
RAGIP BEY (Kütahya): Ali Kemal de sizin gibi söylüyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Ben biraz küçük kalmışım affedersiniz. İdareden
siz memnun musunuz, beyefendi? Rica ederim idaremizi düzelteceğiz. Bundan
ben de mesulüm. Yine kendinizi başka görüyorsunuz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Sen devam et canım. Seni anlamadan ne görebilecek?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Efendiler, kanun hakimdir. Büyük Millet Meclisi
Ordusunun kuvvetini suiistimal etmemelidir. Kanun hakim olmalı. Şahısların haki
miyeti devamlı olamaz. Yarın gelirler üzerimize kül ekerler. Samsun ve havalisinde
aşağı yukarı otuz kırk mahkememiz vardır. Rastgele adam seçmek, gününü yaşı
yorum zannetmek ihtilal doğurur, efendiler. İsyanı bastıracağız, cihana asayiş
getireceğiz. Hayır asayişsizlik değil, asayişe doğru gidiyoruz. Refaha da o nispette
yaklaşmış olursunuz. Düşününüz ki efendiler, Türk olarak beş milyon nüfusumuz
vardır. İslam olarak yüz milyon nüfus vardır. Onun için hedefinizi isteyin. Elinizde
bir kanun vardır, tatbik ile mükellefsiniz. İçinizde hususi emel taşıyan, Hükümetini
zi yıkmak isteyen bu gibi kimselere Ceza Kanunumuz gayet yüksek cezalar tayin
etmiştir. Millet hükümetten adalet ister. O vakit meşru vekil olduğumuzu ispat ede
biliriz. Acil olarak istiklal mahkemesini Hükümet adına şu fevkalade vaziyetten
dışarının ne dereceye kadar tesiri olacağını Dışişleri Vekaletinin neden haberi
yok? İçerideki fevkaladelik devam ettikçe bu adaletsizlik artar mı, eksilir mi? İçişle
ri Vekaleti bunu nasıl telakki ediyor? Niçin bunun farkına varmıyor? Adalet Vekale
ti neden böyle memlekette mahkemelerin kaldırılması manasında olan fevkalade
şeylere ehemmiyet vermiyor? Neden Din İşleri Vekaleti böyle meşru olmayan ve
hukuka aykırı olan muameleye mani olmuyor? Allah, peygamberlerine bile bu
kudreti vermemiştir. Siz nasıl hangi salahiyetle veriyorsunuz? Artık memlekette istik
lal mahkemelerinin vazifelerine son verilmelidir. Memlekette kanunu hakim kılmalı
yız. Bütün medeniyet alemine medeni işlerle atılarak onların bizim aleyhimizde
propaganda etmelerine, söz söylemelerine imkan ve meydan bırakmamaya gayret
ermeliyiz. Milletimizin kabiliyeti gayet yüksektir. Öyle ihtilal yapıyoruz zihniyetiyle,
kendimizi iş görüyoruz diye aldatmayalım. İş göreceksek cephede görelim. Bun
larda fevkaladelik göstermeyin. Bunlar, hem memleketin siyasetine, hem istikbali
ne büyük birer darbedir. Bu darbeler telafi edilmez, zararlar doğurur. Bu fevkala
deliğe nihayet vererek tabii hali iade kılmaya çalışılmalıdır. Bunun aksi memleket
içinde fayda yerine zarar getirir.

764
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendim, istiklal mahkemelerinin kaldırılmasını teklif
eden arkadaşlarımın ifade ettikleri bütün gerekçeleri ben de tasvip eder ve bunla
ra tamamen iştirak eylerim. Yalnız, acaba bahsettikleri diğer mahkemeler bu
memlekette meydana gelen fevkalade hadiselere karşı şimdiye kadar faydalı ola
bilmişler midir, olamamışlar mıdır? Zannediyorum ki olamamıştır. Bütün resmi
müesseselerimiz gibi Adliye teşkilatımız da baştan başa ıslah edilmeye muhtaçtır.
Fakat bunu temin edebilmek, oldukça uzun zaman alır. Bu uzun zamanı acaba
hadiseler bekler mi? Efendiler, istiklal mahkemelerinin ilk teklifi zamanında ben bu
teşkilatın ne lehinde ve ne de aleyhindeydim, çekimserdim. Bugün şunu da arz
edeyim ki istiklal mahkemeleri memlekette arzu ettiğimiz gayeyi tamamıyla temin
edememiştir. Fakat istiklal mahkemelerini bu mahzurdan dolayı kapatmak da kati
yen doğru değildir.

HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Geçici olarak efendim, tamamıyla değil.

HASAN BASRİ BEY (Devamla): Ben de itiraf ederim ki bu memleket zorla, sopa
ile yürümez. Bu memleketi hakkıyla idare etmek için memlekette yaşayan insanla
rın ruhlarına göre idareyi temin etmek ve ruhlarını kazanmak lazımdır. Bu hususta
tamamıyla arkadaşlarımla beraberim. Fakat bugün idari müesseselerimiz tama
men bozuk bir halde durup dururken bir de istiklal mahkemelerini kaldırmak, zan
nederim memleket için pek de hayırlı olmaz. Hükümet Reisi ve İçişleri Vekili diyor
lar ki memlekette ve bilhassa bahsettikleri mıntıkada istiklal mahkemesine lüzum
vardır. Bu söz zannederim ki salahiyetli kimseleri sözdür. Yürütme mesuliyetine
sahip olan Hükümet, Amasya mıntıkasında istiklal mahkemesine lüzum vardır
derse, bunun aksini daha açık ve daha kati delillerle ispat etmek lazımdır. İstiklal
mahkemeleri sürekli bir şekilde devam ederse acaba diğer mahkemelerden farkı
kalır mı? Evet, kalmaz ve nitekim kalmamıştır. Fakat istiklal mahkemelerinin tesiri
diğer mahkemelerden çok fazladır. Efendiler, köylerde bir söz vardır ve bilhassa
köy ihtiyarları söylerler. Derler ki eskiden örf mahkemeleri vardı. Örf mahkemeleri
anında cezaları verir, hainleri asar, öyle aylarca günlerce süründürmezdi. Örf
mahkemelerine karşı köylünün ruhu tamamıyla ve öteden beri alışmış ve bu mah
kemelere karşı köylü büyük bir aşk saklamıştır. Adaleti bir an evvel tecelli ettirmek
en mühim bir vazifedir ve bu mühim vazifeyi köylü her halde istiyor ve bunu iste
mekte de haklıdır. Eğer istiklal mahkemelerinde aylarca, yıllarca kalan dosya var
sa o dosyaları çıkarmayan veya insanları hapseden arkadaşlarımız varsa bunlar
hakkında bir muamele yapmak lazımdır. Eğer böyle mahkemeler varsa, heyetlerini
değiştiririz, bunlar bizim elimizdedir. Bazı yerlerdeki istiklal mahkemeleri hakikaten
iyi bir tesir bırakmıştır. Bazı yerlerde de faydalı olamamışlardır. Fakat istiklal mah
kemelerini kaldırmak lazımdır, Amasya mıntıkasında da istiklal mahkemesi lüzum
suzdur denirse, bunun aksini ve bu iddianın doğruluğunu ispat edecek kati deliller
göstermek lazımdır.

HAMDİ BEY (Biga): Hükümet, oradaki istiklal mahkemesini kaldırdıktan sonra bu


ana kadar mahkemenin lüzumu vardır diye bir teklifte bulunmamıştır.

765
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Hatibin sözünü kesmeyin, efendim.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Müsaade buyurun, hatta ben de açık söyleyeyim
kısmen istiklal mahkemelerinin aleyhinde idim. Fakat Fevzi Paşa'nın bir cümlesi
vardır .
-Ordudan bazı askerler köylere mektup yazıyorlar. İstiklal mahkemeleri kalktı mı
kalkmadı mı diye soruyorlar. Eğer kalktı ise firar için bir fırsat gözlüyorlar. Kalkmadı
ise burada kalacaklar.

...demişti. Fevzi Paşa'nın bu sözü benim hâlâ kulağımdadır ve hafızamdadır. Eğer


böyle bir mahzur varsa istiklal mahkemelerinin kaldırılmasıyla memlekete iyilik
yapacağız derken, memlekete fenalık etmiş oluruz.
RAGIP BEY (Kütahya): Usul hakkında bir şey arz edeceğim. Şimdiye kadar teske
renin aleyhinde söylendi. Bundan sonra da lehinde söylemek lazımdır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler, istiklal mahkemeleri hakkında söz isteyen
arkadaşların büyük kısmı aleyhinde ve ben de aleyhinde söz istedim. Lehinde söz
isteyenlerden yalnız Basri Beyefendi söz söyledi. Görülüyor ki esas itibariyle aykırı
bir fikirde bulunmuyorlar. Lehinde bulunan arkadaşımızın nihai isteği istiklal mahke
melerinin kaldırılma esası üzerinedir. Halbuki aleyhinde bulunanlar istiklal mahke
melerinin kaldırılmasını istemiyorlar ve ben de talep etmiyorum. Biz geçici olarak
tatil olmasını istiyoruz ve arkadaşlarımızdan bir çoğu da bu geçici tatilin icap etti
ğine dair söz söylediler. Bunlardan en mühimini inkara yer yoktur ki istiklal mah
kemelerinin bugünkü tesiri ile ilk kurulduğu zamandaki tesir arasındaki şekildir.
Çünkü bu uzun müddet devam ettiği için bununla halk alışmıştır. Bizim fevkalade
lik itibariyle edindiğimiz gayeye bugün erişemiyoruz. Kimse inkar edemez ki mem
leketin tabii hali geri gelmiştir, fevkalade tedbirlere lüzum yoktur, iddiasında bulu
nacak kimse yoktur. Yalnız fevkalade vaziyete karşı fevkalade tedbirler alınması
ve bunun tesirli olması lazımdır. Halk üzerinde icap eden tesiri yapması lazımdır.
Biz görüyoruz ki yapmıyor. Biz onun için istiklal mahkemelerini şimdilik, şöyle rafa
koymak istiyoruz. Orada dursun, inşallah lüzum olmaz. Fakat lazım olacak olursa
yeniden faaliyete getiririz. Yalnız bu hususta benim söylemek istediğim bir iki nok
ta var. Bir defa istiklal mahkemeleri sadece firariler için, yani firarın önünü almak
için teşkil edilmiştir. Eğer İstiklal Mahkemeleri Kanununun yayınlandığı zamandan
itibaren bu maksattan ayrılmayıp da kanuna sonradan yapmış olduğumuz bir ilave
ile belli olmayan bir çok vazifeleri de kendisine vermeseydik, ihtimal ki bugün istik
lal mahkemelerine lüzum vardır, yoktur meselesi bahis mevzu olmazdı. Biz vatana
ihanet suçuyla askerlerin firarını birleştirdik, istiklal mahkemelerine verdik. Efendi
ler, bu doğru değildir ve bu itibarla bir çok yanlışlıklar yapılmıştır. Üç gün evvel
şahit olduğum bir hadiseyi arz edeyim. Efendim, üç gün evvel bana zayıf, iskelet
halinde bir asker geldi. Tabii tanıyamadım ve sordum.
-Ben seni bilemedim, kimsin?

766
-Ben sizin komşunuzum.
-Bu ne haldir.
-Efendim, on bir aydır hapiste yatıyordum. Muhakeme edildim. Bu esnada hasta
oldum ve hastaneye yatırıldım.
-Oğlum hapse girmene sebep nedir?
...diye sordum. Zavallı verem olduğunu bilmiyor, ben raporunda gördüm. Şimdi
hastanede onu taburcu etmişler memlekete gidiyor. Sebebi bu adam yaralı olarak
cepheden geliyormuş. Dikkat buyurunuz, hastaneye girmiş tedaviden sonra bir
çavuş gelir, okumak yazma bilmiyor, bir dilekçe yazar mısın, der. Bu adam da
yazmış. Sonra çavuş bu tezkereyi bir liraya, fazla paraya değil başkasına satmış.
Vay sen bunun suç ortağısın diyerek bunu hapse tıkmışlar. Bu aslan gibi adam
cephede vazifesini ifa etmiş, yaralanmış, hastaneye gelmiş ve bu suçtan dolayı
verem olmuş. On bir ay hapishanede kalmış, şimdi memleketine gidiyor. Şimdi bu
doğru mudur, rica ederim?
RAGIP BEY (Kütahya): Onu hapsedeni de dinlediniz mi?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz onu da arz edeceğim.
AHMET HİLMİ BEY (Kayseri): Hangi mahkeme onu hapsetmiş?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Hüküm yoktur efendim, yatıyor. Hapis yattığı müddet
kafi görülerek tahliye edilmiş. Kim affediyor, onu da bilmiyorum. Affedenleri de
bilmiyorum. Bu meseleler bu kadar girift ve karışık oldukça ve bu yolsuzluklar
devam ettikçe bir çok gürbüz vatan evladı verem olacaklar ve hatta bir çok hasta
lıklara yakalanacaklardır. Şimdi efendiler, asıl meseleye geliyorum. Bugün Hükü
met geliyor, bize diyor ki Pontus eşkıyalarından bir kısmı yakalandı. Bunların mu
hakemelerinin süratle neticelendirilmesi lazımdır ve bunun için de Amasya'ya bir
istiklal mahkemesi gönderiniz. Pontus eşkıyasının suçu vatana hıyanet suçudur.
Bizim Yüce Meclisin kabul ettiği ikinci kanun da Vatana İhanet Kanunudur. Vatana
ihanet suçlarının mahkemesi de kazalardaki bidayet mahkemesidir ve kanuna
göre azami yirmi günde hüküm verilir, diyor. Acaba o havalide bulunan bidayet
mahkemeleri yakalanan eşkıyaların çokluğu itibariyle bunları az zamanda hükme
bağlayacak miktarda mıdır? Değilse efendiler o mahkemelerin adedini artırınız. Bir
memlekette fevkalade mahkemelerin mevcudiyeti şüphesizdir ki o memlekette
fevkalade halin devam ettiğine bir delildir. Biz bugün mesaimizi yalnız harp vaziye
tine ayırmış bulunmuyoruz. Tabii Hükümetimiz bir takım siyasi işler de görüyor ve
görmek istiyor. Hükümetin bu işlerde muvaffak olabilmesi için zannediyorum ki
memlekette fevkaladelik olması da bir engeldir. Binaenaleyh biz bu istiklal mahke
melerini devam ettirdikçe memlekette fevkaladelik olduğunu itiraf etmiş bulunuyoruz.
Sonra arkadaşlarımızdan birisinin işaret ettiği gibi memleketin iktisadi vaziyeti de
bundan zarar görüyor. Çünkü böyle fevkalade halin olduğu bilinen bir memlekette
hiçbir taraftan on para girmez, efendiler. Binaenaleyh harbin de, darbın da hepsi
767
nin temeli para olduğuna göre, bu iktisat bakımından da böyledir. Ben diyorum ki
Hükümetin bugün talep etmiş olduğu, fevkalade vaziyet için talep eylediği istiklal
mahkemesi yerine bidayet mahkemelerinin vazife etmesini kabul edelim ve böyle
yapalım. Böyle birisine bir dilekçe yazdın diye hapsedilip kalmamalıdır. Sadece
firariler için istiklal mahkemeleri olmalıdır. Geçende Mazhar Müfit Bey'in söylediği
gibi yalnız Kayseri mıntıkasında on iki bin firari sevk ettirilmiştir.

MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): On iki bin değil, yirmi iki bin.

ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Bilmem, Kastamonu'dan geçerken de on beş bin


firari sevk ettirilmiştir. Zannediyorum, bir mahkeme böyle on binlerce firarinin işine
bakacak olursa iş göremez ve zannediyorum ki bundan Milli Savunma Vekili de
şikayetçidir. Binaenaleyh teklif ediyorum. Hükümetin bu teklifine karşı bir cevap
olmak üzere derhal bidayet mahkemelerinin Vatana İhanet Kanununa göre mev
cut Pontus eşkıyasının muhakemesine bakmasını Hükümet tebliğ etsin, biz de
karar verelim. Şimdiye kadar vazifesi olduğu halde bu işlere bakmayan bidayet
mahkemelerini de bu işe bakmalarını Adalet Vekili Bey emir versin. İcap ederse
Hükümet bizden istesin, imkana göre bir veya iki bidayet mahkemesi kuralım.
RİFAT BEY (Tokat): Hepsi beraat ederler sonra. (müzakere kafi sesleri)

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, hayli zamandan beri milli harekatın
devamından itibaren memlekette bir Pontus isyanı vardır ve devam ediyor. Ara
sıra azalıyorsa da fırsat buldukça şiddetli şekilde devam ediyor. Malumunuz mem
leketin herhangi bir noktasında isyan çıkarsa her medeni memleket askeri kuvvet
lerini derhal oraya gönderir ve örfi idare ilan eder. O askeri kuvvet asileri muha
keme ederek asayişi iade eder. Daha evvel Merkez Ordusu mıntıkası denilen
yerde bir askeri idare varmış. Ben son devirlerine bile yetişemedim ve o zaman
asileri de o ordunun harp divanına sevk etmek lazım geldiği halde, aynı zamanda
bir istiklal mahkemesine lüzum görülmüş, fakat bir müddet sonra Yüce Meclisinizin
gösterdiği lüzum ve kararınızla o mıntıkadaki istiklal mahkemesi kaldırılmış. Fakat
isyan sönmüş değildir. Her ne şekilde ifade edilirse edilsin, bugün Samsun havali
sinde Pontus adı altında ve devletin hayatına kastetmiş bir güruh silahlı olarak
milletle mücadele ediyor. Devletin mevcudiyetine isyan etmiştir. O halde efendim,
İçişleri Vekili Beyefendi de izah ettiler, bugün asker asiler ile mücadele halindedir.
Asiler hakkında da bir yeni karar yoktur. Çünkü bu hususta Yüce Heyetinizin bir
kararı yoktur. İstiklal mahkemesi yoktur, harp divanı yoktur. Bidayet mahkemeleri
ifade edildiği gibi vatana ihanet suçlarıyla meşgul olamıyor. Hükümet vaziyeti eni
ne boyuna tetkik etti. Bir takım arkadaşlarımız da esas itibariyle istiklal mahkeme
lerinin bazı sebeplerden dolayı tesirlerini kaybettiğine dair mütalaalarda bulunarak
istiklal mahkemelerinin faaliyetlerinin tatil ettirilmesi fikrinde olduğu halde, bilhassa
Amasya'da bir istiklal mahkemesinin gönderilmesine Hükümetiniz lüzum gördü.
Yüce Heyetiniz aksi bir kanaatle bunların tatil cihetine giderlerse herhalde Heyeti
niz bu arz ettiğim noksanı tamamlamak için bir tedbir bulmalı, ondan sonra tatil
kararını düşünmeli. Sonra arz etiğim gibi, gelişigüzel Pontus mıntıkasında yapıla

768
cak takibat pek noksan kalır ve zannederim idare memurlarını ve takibata vazifeli
olan kumandanları üzecek bir şekil alır. Bundan başka bence Merkezde de bir
istiklal mahkemesine lüzum vardır. Çünkü vatanın müdafaası ile meşgul olan Mil
let her noktasında casusluğa ve ihanete maruz kalabilir. Bunlar hakkında casus
luk, vatana ihanet edenler hakkında tesirli ve derhal takibat yapabilmek için Anka
ra'da da bir istiklal mahkemesi lazımdır. Ben bu kanaatteyim. Benden sonra Milli
Savunma Vekili Paşa Hazretleri de Ordu hakkında izahatta bulunacaktır. Yüce
Heyetinize arz etmeye mecburum ki bu hususta Hükümette bir fikir birliği yoktur.
Dün bu meseleyi müzakere ettik. Yüce Meclisinizin alacağı karara katılacağız.
Onun için bu hususta serbest müzakereyi kabul ettik ve neticeye razı olacağız.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Hükümetteki fikirleri anlayabilir miyiz,
efendim?
RAUF BEY (Devamla): Arz edeyim, Hükümette bir kısım vekiller istiklal mahke
melerinin tatil edilmesi kanaatinde, bir kısım vekiller de mahkemeler ile fevkalade
mahkemeleri birleştirelim, diyorlar. Milli Savunma Vekili Paşa Hazretleri ve aynı
zamanda Genel Kurmay Reisliğin4 vekalet buyuruyorlar. Kendileri de bazı değişik
liklerle istiklal mahkemelerine lüzum gösteriyorlar. Ben kanaatimi de sizlere arz
ettim. Zannediyorum, dört beş kanaat vardır. Zannederim maksadımı izah ettim.
İzah edemedimse soru sormanızı arz edeyim, efendim.
OSMAN ZEKİ BEY (Kayseri): İsyan ne vakitten beri devam ediyor?
RAUF BEY (Devamla): Milli harekatın başında başlamış ve devam ediyor. Bazen
azalıyor, fırsat bulunca yine şiddetleniyor. Tamamıyla teskin edilmiş değildir.
OSMAN ZEKİ BEY (Kayseri): Bundan on beş yirmi gün evvel Ali Şükrü Bey'in
gensorusuna cevaben İçişleri Vekili Beyefendi Pontus isyanı bitmiştir, Pontus me
selesi kalmamıştır, buyurdulardı. Demek ki o vakit imha edememişler.
RAUF DEY (Devamla): Efendim, ben o vakit de Vekiller Heyeti Reisi idim. Fakat
hatırımda kaldığına göre o zamanki gensoruda deniliyordu ki Tokat veya Amasya
civarında çıkan müsademede yedi yüz küsur asinin imha edildiği söylenmiştir.
Pontus meselesi henüz bitmemiştir. Bunu Meclis takdir etmeli ve başka türlü ol
saydı Amasya İstiklal Mahkemesine Hükümetiniz lüzum göstermezdi.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu istiklal mahkemesi dünyanın her devletinde var
mı? Dünyanın her memleketi casus teşkilatına casus şebekesine karşı müdafaada
bulunmuyor mu? Onlar buna karşı nasıl bir usul kullanıyorlar? Biz o usulü kulla
namaz mıyız? Yani biz Ankara'da ve Pontus isyanı olan yerlerde örfi idare ilan
eder ve orada mahkemelere adamakıllı mütehassıslar vererek iş yapılabilir.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): İstemiyoruz, harp divanı istemiyoruz,
aleyhindeyiz.

769
RAUF BEY (Devamla): Efendiler, içeride ve dışarıda düşmanlarla hayat ve memat
mücadelesi yapıyoruz. En kuvvetli ve en yüksek düşmanlarla harpteyiz. Bütün
millet harpte olunca, mübarek vatanının tamamında örfi idare ilan edilmek lazımdır
ve buna taraftar mısınız? İngiltere, adalar tehlikededir diye vatan müdafaası yaptı
lar, mahkemeler kurdular ve bir kanunu yaptılar. O kanunla istedikleri yerlerde o
adamları mahkemeye sevk ederek onları cezalandırabilirler. Fakat bugün cepheye
bu kadar yakın olan Ankara'da bile harp divanı yoktur. Basın ve gazeteler yürür
lükteki kanunlarımıza göre vazife ediyorlar.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Öyle değil.
RAUF BEY (Devamla): Meşrutiyetin ilanından Dünya Harbi nihayetine kadar İs
tanbul da dahil olduğu halde bazı yerlerde uzun müddet örfi idare vardı. Nitekim
milletin vekili olan Yüce Heyetiniz bunu kabul etmiyor. Eğer Yüce Heyetiniz mem
leketi askeri idare mıntıkalarına ayırmak ve örfi idare ilan ederek harp divanları
istiyorsa o başka. (hayır, olamaz sesleri) Fakat halen bunun boşluğunu şimdiye
kadar düşünebildiğimiz muayyen ve zaruri görülen şeyleri istiklal mahkemeleri
vasıtasıyla muayyen bir zaman içinde vatana ihanet ve isyan suçlarını teskin eder.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Bu davaları bidayet mahkemeleri bakacağı halde bun
ları istiklal mahkemelerine vermekte acaba fayda ve o bir nispetteki zararın hikme
ti nedir? Lütfen izah ediniz.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, Müfit Efendi arkadaşımızın arzusunu tatmin
edemeyeceğimden dolayı çok üzgünüm. Çünkü hukuk meselelerinde ihtisasım
yoktur. Bu hususta ihtisası olan arkadaşlarla görüştüm. Bidayet mahkemeleri gön
dermek ve bu şekilde bu meseleyi Pontus havalisindeki suçları bir an evvel bitir
mek için bütçe eksikliğini mazeret gösterdiler. Buna imkan göremedik.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Mümkündür, derhal tatbik ederler.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, bu hususta arkadaşlarım izah ederler.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Adalet Vekili Beyefendiyi de dinleyelim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Yeni teşkilat değil beyefendi. Göndereceğiniz
yerlerde otuz kaza vardır ve otuz bidayet mahkemesi var. Bir mahkemeyi bırakıp
da otuz mahkemeyi işsiz bırakmak nasıl olur? Bunları imkanları sizin kurmak iste
diğiniz bir mahkemeden daha iyidir. Otuz mahkemeyi faaliyete getirmeli, onları
vazifelerine devam ettirmeli ve bu fevkaladelik artık sönsün meselesi vardır.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim arz ediyorum, eğer Milli Savunma
Vekili Paşa Hazretlerini dinledikten sonra Adalet Vekili kabul buyururlarsa bizce de
kabul edilir ve Yüce Heyetinizin vereceği karar bizce muteberdir.
KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Efendim, ben esasen bu mesele bahis mev
zu olmamış olsaydı, Yüce Meclise firariler hakkında istiklal mahkemelerinin değiş

770
tirilmesi şeklinde bir teklifte bulunmak niyetinde idim. Malumunuz istiklal mahke
meleri başta firariler için teşekkül edilmiştir. Ondan sonra diğer vazifeler ilave
edilmiştir. Tabii bu mahkemelerin ilk teşkili zamanında herkes bu mahkemeleri
fevkalade kararlar verirler, doğru hüküm verirler ve her suretle tesir altında kal
mazlar, bizi idam ederler, ağır ceza yaparlar diye korkmuş ve böylece firar etmek
ten korkmuşlardır. Daha sonra bu mahkemelerin tesiri azalmış olabilir. Fakat bu
gün firarilere hiç tesiri yoktur diye de iddia edemeyiz. Askerlerden bazılar cephe
den firar ediyor ve bir kısmı da köylerine dönüyorlar. Çünkü firarı sanat edenler
var. Cepheden firar edenler, Ali Şükrü Bey'in buyurduğu gibi, firar esnasında daha
birtakım kabahatler işliyorlar. Fakat firar için azami ceza verildiği için istiklal mah
kemesi ona ceza veriyor, mesela şu kadar değnek cezası ve o kıtasına gidiyor,
istiklal mahkemesi tarafından ceza gömüş olduğu için kıtasında tekrar harp divanı
tarafından muhakeme altına alınamıyor. Ben şunu rica edeceğim, istiklal mahke
melerinin şimdiki gibi vazifelerine devam ettiği müddetçe orduda firariler hakkında
cepheden soruluyor, bunlar ne yapmıştır, diye. Cephe firarilerinin cephedeki harp
divanlarında ve diğer suçluların da istiklal mahkemelerinde muhakeme edilmeleri
ni rica edecektim.

MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Hükümet teskeresinin aleyhine oldu.

KAZIM PAŞA (Devamla): Ben firariler hakkında söylüyorum. Diğer hususlardaki


fikrimi söylemeyeceğim. İstiklal mahkemeleri firarileri muhakeme etmeli ve faali
yetlerini tatil etmemelidir. Tatil ederse ne olacaktır ve neden korkuyorum? Askerler
cephede diyor ki acaba istiklal mahkemeleri var mı? Bundan korkuyorlar ve kork
tuklarına katiyen eminim. Binaenaleyh ben şundan korkuyorum ki istiklal mahke
meleri faaliyetlerini tatil etmiştir diye birden bire meydana böyle bir şey çıkarsa
bizim askerimiz malum. Biraz da propaganda görecek olursa haydi bakalım firar
edecek. Firari mahkemeleri lağvedilmiştir diye birer ikişer firar başlayacaktır. Buna
şüphe yoktur. Binaenaleyh buna sebep olmayacak bir kararın çıkartılmasını rica
edeceğim. Eğer istiklal mahkemelerinin geçici olarak faaliyetlerine tatil karar veri
lirse buna karşı ne olabilir? Cephe gerisinde harp divanları kurulabilir. Cephede
bulunan askerler orada istiklal mahkemesi vardır diye korkar, ismi istiklal mahke
mesi kalsın ve bu isim mevcut olsun, onlara bu mahkemeler kalkmış falan fikri
gelmesin. Cephe firarileri için harp divanları faaliyete geçerler, firarilerin hepsini o
mahkemelere gönderirim. Böylece suçlar hem daha teferruatına varıncaya kadar
tahkik edilmiş olur. Tasavvur edilmiş olan mahzurlar bertaraf edilebilir. Benim fik
rim budur. Esasen fazla firarlar cephe gerisinde oluyor. Cephede bulunan temasta
bulunmadığı için gidersem asarlar diye korkuyorlar. Şimdi birdenbire istiklal mah
kemeleri kalkmıştır dersek, korkarım ki arz edeceğim miktar fazlalaşacaktır. Cep
he gerisindeki firarileri istiklal mahkemelerine, cephe firarilerini harp divanlarına
verebilmek için Yüce Meclisinizin vereceği fevkalade bir karar en uygun bir karar
olacaktır. Arz ettiğim budur. Yüce Meclis bunu itibara alarak uygun bir karar verir
se bu mahkemeler münasip mahkemeler olacaktır.

771
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Paşa Hazretleri, söylediğiniz istiklal mahkemesi
olmuyor. Bunlar Milli Savunma Vekâletinin emrinde bir mahkeme oluyor. Arzu
buyurduğunuzu mahkemeye vereceksiniz değil mi efendim?
KAZIM PAŞA (Devamla): İstiklal mahkemesi firarları dava ediyor. Sen ne günü firar
ettin, nereden firar ettin, niye gittin, niye kaçtın, ne olmuş, diyor. Ya idam ediyor
veya affediyor ya da on değneğe mahkum ediyor. Bu firarinin kıtası içerisindeki
muameleye tetkike vakit bulamıyor, amirlerinden soramıyor, binaenaleyh tahkikat
noksan kalıyor.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Harp divanları var.
KAZIM PAŞA (Devamla): Kafi değildir, hem tesiri kafi değildir ve hem de nüfuzları
olamaz. Geniş salahiyetleri olursa daha iyidir. Bunlar emrimde değildir, tabii Yüce
Meclisin emrindedir. Yüce Meclisinizin yürütmeye salahiyetli vekili olduğum için
vazifeyi Meclisin adına ben ifa ediyorum. Neden emrimde olsunlar?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, bir şey soracağım. Gerideki firariler zanne
diyorum bu yollardaki sevkiyat firarisidir. Bu yollardaki sevkiyat firarisi de yollardaki
jandarmanın bilerek veya bilmeyerek menfaat veya ihmal dolayısıyla elinden çı
kardığı adamlardır. Binaenaleyh ben böyle zannediyorum ki bu firarın miktarı elli
tane de istiklal mahkemesi var deseniz yine azalmaz. İstiklal mahkemesiyle azal
mak meselesi başka bir meseledir. Böyle bir kaç mahkeme ile olamaz. Memleket
te jandarmanın ıslahı lazımdır. En yakın yerlerde davalara bakacak mahkemeler
bulunmadıkça bu iş olmaz. İstiklal mahkemelerine binlerce işler gelecek ve bakıla
mayacak. Fikir güzel olmakla beraber uygun bulamıyorum. Efendiler, bu geride firar
edenler firarı sanat edinenlerdir. Polatlı'ya kadar gidiyorlar haydi firar ediyorlar ve
jandarmayı kandırıyor veya görmeden kaçıyorlar. Cephedeki askerlerin içerisinde
firar edecek askerler korkuyorlar. Geride takibata maruz kalacaklarını sanıyorlar.
Şimdi cephede bu kadar firari azken geride firari takibatından vazgeçilmesi korka
rım ki firarı çoğaltacaktır. Benim korktuğum budur. Bana göre yine istiklal mahke
mesi ismi bulunsun, öyle asacaklar, kesecekler diye cephede bulunan askerler
korkmalıdır. Disiplinin cepheye büyük tesiri vardır, İnsanlar üzerinde elbette disip
lini sağlamanın tesiri çoktur, bir korkusu vardır.
KAZİM PAŞA (Devamla): Firar etmemesinde disiplinin tesiri varsa da bu korkuyu
devam ettirmek için bu korkunun mevcut olduğuna Yüce Meclis bir çare bulsun.
(gürültüler)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bir kaç istiklal mahkemesinin tesisini mi uygun görü
yorsunuz, yoksa jandarmanın maaşlarını muntazaman vermek suretiyle doğru iş
gördürüp askerlerden para almamayı mı uygun görüyorsunuz? Mesele budur.
Jandarmanın maaşlarını verirseniz... (Maliye Vekaletinden sorunuz sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliği hakkında önergeler
var. (kafi değil sesleri)

772
RİFAT BEY (Tokat): Efendim, müzakere kafi değil. Biz bu memleketle alakadarız,
dinleyelim. Biz de söz söyleyeceğiz. Yahu memleket kana batıyor. Harp oluyor.
Yine bize söz vermiyorsunuz, Reis Beyefendi.
BEHÇET BEY (Adalet Vekaleti Vekili): Fevkalade vaziyette fevkalade bir mahkeme
vücuda gelmiş, fakat iki üç seneden beri bu devam etmek suretiyle halkın buna
alıştığına kanaat ederim. Bir hukukçu olarak arz ederim ki memlekette daima ka
nun hükmü hakimdir. Adliye mahkemelerinin devamına taraftarım, fakat istiklal
mahkemesine taraftar olamam. Fakat istiklal mahkemesinde bir vazife daha vardır
ki bunlar gerek subaylardan, gerek jandarmadan ve gerek şube reislerinden de
derhal cezalandırmak suretiyle yalnız askere değil, o askerler üzerinde hakim
olanlar üzerinde bir hüküm yürütüyorlar. Bugün her meseleyi mahkemeye verdi
ğimiz takdirde, bunlar hariçte kalacaktır. Çünkü bir subayları muhakemesi ayrıdır
ve keza bir jandarmanın de vazifesinden dolayı muhakeme edilmek lazım gelirse
istiklal mahkemesine lüzum vardır. Şimdi Pontus meselesi vatana ihanetten farz
olununca memlekette birçok suçlar daha vardır. birçok davalara bakmak mecburi
yetinde kalacaklar, kafi olmayacaktır. Bunun için masraflar da fazla olacaktır.
Mahkemelerin çoğalması gerekir ve bütçede kabul ederseniz arzu ettiğiniz yerler
de veya İçişleri Vekilinin arzu ettiği yerlerde mahkemeleri çoğaltırsanız ben bunu
kabul ederim. Kanunen bunu kabul ederim ve kanun adına da bunu kabul ederim.
Daima kabul ettiğim, kanun hakim olsun. Fevkalade muhakemeye hiçbir vakit
taraftar değilim.
DR. MUSTAFA BEY (Kozan): Reis Bey, müsaade ederseniz bir soru soracağım.
Memlekette bugün tabii hal mi vardır, yoksa fevkalade hal mi vardır? Size Adalet
Vekili sıfatıyla soruyorum.
BEHÇET BEY (Devamla): Evvelce arz ettim, bir Adalet Vekili olarak benim temel
hareketim kanundur. Daima istediğim kanundur. Memleketin idaresini, ihtiyaçlarını
ve siyasetini de düşünmek vazifemdir. (gürültüler) Müstakil olarak kendi vazifesi
dahilinde bulunan kimselerin göstereceği sebepler üzerine fevkalade hali de kabul
etmek vazifemdir. Bunda hepimiz sizinle beraber olabiliriz.
RAUF BEY (Vekilleri Heyeti Reisi): Efendim, bir noktayı izah etmek istiyorum.
Adalet Vekili Behçet Beyefendinin kanaatini dinlediniz. Tabii hukukçu olması dola
yısıyla ve bilhassa vazifesi olmak ve ihtisası bulunmak itibariyle de kanunların
tatbikinde Behçet Beyefendinin fikirlerinin isabetine şüphe yoktur. Ancak istiklal
mahkemeleri kanuna uygun değil midir?
EMİR PAŞA (Sivas): Fevkalade kanuna uygundur.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz, İstiklal Mahkemeleri Kanunu da her
kanun gibi Yüce Heyetinizin tasvibinden geçmiş ve tasdik edilmiş bir kanundur.
(fevkalade bir kanundur sesleri) Müsaade buyurunuz fevkalade tarafına gelince,
Hükümet Reisliğine seçmek şerefine layık gördüğünüz ben vazifeme müdrik ola
rak dünya ve ahretteki akıbetimi kabul ederek diyorum ki vaziyet fevkaladedir.

773
(doğru sesleri) Yarın daha fevkalade olacaktır. Bu milletin azim ve imanı inşallah
bunu yıkacak ve nura çıkılacaktır. Bu ana gelinceye kadar, ordumuz süngüsüyle
düşmanın karnını deşinceye kadar bu fevkalade vaziyet devam edecektir ve her
yerin her noktasında fevkalade hal vardır. Kendimizi aldatmayalım. Şurada süku
net vardır, burada sükunet vardır demeyelim. Her şey vardır, fakat her şeyin üs
tünde de memlekette mali bir darlık vardır. Jandarmadan bahsediyorsunuz, se
bebi parasızlıktır. Memurlar para alamamıştır, şu olmuştur, bu olmuştur. Bunların
hepsi elim ve herkesi eritecek ıstıraptır. Fakat milletimizdeki hamiyet, azim, din
kuvveti, istikbaldeki ümidi tutuyor, bizi bir arada yürütüyor ve muvaffakiyet hakkın
daki birliği yaşatıyor ve bir olarak yürüyoruz. Bu birlikteliğimiz ta İran hududundan
Rus hududuna kadar devam ediyor. Fakat efendiler, ta Irak hududundan Rus hu
duduna kadar etrafımız düşmanlarla çevrilmiştir. Memleketin en genç kahraman
evlatları cephede çalışıyorlar. Jandarmamızın hali malumdur. Islahı için milyonlar
lazımdır. Onun için millet vereceğini vermiştir. Demek oluyor ki bugün fevkalade
olduğu gibi yarın, diğer gün daha fevkalade haller olabilir. Binaenaleyh ona göre
müdafaa lazımdır. Düşünmek lazımdır. Behçet Beyefendinin bir ifadelerinde, be
nim anlayabildiğim şekli ile kendileri Hükümette bunu muhakeme edeceklerini
beyan buyurdular. Tabii Behçet Beyefendi Hükümette muhterem bir arkadaşımız
olmak itibariyle devletin umumi siyasetini de beraber tetkik ediyoruz. O bakımdan
kanunun siyasetle telifi cihetini ifade buyuruyorlar ve buna kani oluyorlar. Tekrar
ederim, Hükümetiniz sizden kanunsuzluk talep etmemiştir ve talebinin kanuna
uygun olduğunu biliyor.
BEHÇET BEY (Adalet Vekaleti Vekili): Muhterem Rauf Beyefendi Hazretleri, ben
onları bu hususun izahı için söyledim. (oya sesleri) Aramızda ihtilaf var gibi müta
laa buyurdular. Ben mevcut bir fevkaladelik yoktur demedim ve bu fevkaladeliği
itiraf ettim. Fakat umumiyetle... (otursunlar sesleri) Söylediklerim istiklal mahkeme
lerinin lüzumuna kani olunup, olunmadığını arz ittim. Başka bir fikir beyan etme
dim. Ben bu kanunun tamamının tatbikine vazifeliyim. Eğer yüce heyetiniz bu vazi
feyi kanuni mahkemelere verirse bunu kabul edeceğim. (öteki kanuni mahkeme
değil mi sesleri) Bunun mümkün olduğunu söyledim.
HAKKI HAMİ BEY Sinop): Adalet Vekaletine dahil olmayan mahkemeleri Adalet
Vekili ne yapsın?
BEHÇET BEY (Devamla): Bu, Yüce Heyetiniz tarafından kurulmuş olan fevkalade
bir mahkemedir. Kendi kanununa göre vazife ve salahiyetleri çok geniştir. Binae
naleyh bu itibarla adliye usulü muhakeme buna müsaade edemez. Adliyede usul
vardır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Bravo Behçet Bey!
BEHÇET BEY (Devamla): Bunu onunla kıyas etmek doğru değildir. Aslında bunla
rın her ikisi de kanundur. Her ikisi de birdir ve aynı zamanda istiklal mahkemelerini
Yüce Meclis seçiyor. Her ikisi de aynı vatanın evladıdır. Fakat vazife itibariyle

774
değişir. Vazifede şiddet var, vazifede azamet var. Bu sebeple istiklal mahkemeleri
bir mevcudiyet göstermiştir. Bu bundan ibarettir. Eğer fikirlerimizde ihtilaf varsa
ben bu vazifeden affımı istirham edeceğim.
RAUF BEY (Vekilleri Heyeti Reisi): Behçet Beyefendi ile aramızda ihtilafı yoktur.
Siyasette de beraberiz. Vazifeye kendileri uygunlar, hiç şüphe yok. Ben kanuna
aykırı gibi beyan ettiler diye anladım. (hayır, hayır sesleri) Ben buna gayri kanuni
değildir diyorum. vaziyetin de fevkaladeliği geçmemiştir. Eğer Behçet Beyefendi
vaziyette sükunet vardır diyorlarsa, vaziyet fevkaladedir ve bunu söylemeyecekleri
ne inanıyorum.
BEHÇET BEY (Adalet Vekâleti Vekili): Eğer öyle demişsem affımı rica ederim, efendim.
EMİR PAŞA (Sivas): Vaziyetin fevkaladeliği olsa bile istiklal mahkemeleri fevkalade
mahkemeler olarak bilinmiştir. Fakat istiklal mahkemelerinin devam etmesi ve o
fevkalade zamanlara ait olan bu vazifeyi ifa edemeyecek bir hale gelmiştir. İşte
mesele buradadır, efendim.
RAUF BEY (Vekilleri Heyeti Reisi): Efendim, Emir Paşa Hazretlerinin ifadesine
göre istiklal mahkemeleri o vazifeyi ifa edemez bir hale gelmiştir. Zannedersem
bundan maksatlarının istiklal mahkemesinin kuvveti kafi gelmiyor gibi.
EMİR PAŞA (Devamla): Hayır efendim, devamından dolayı istiklal mahkemeleri
diğer mahkemelerin şekline girmiştir, diyorum.
RAUF BEY (Devamla): Demek tesiri azalmış buyuruyorlar. Eğer lüzumuna inan
mıyorsanız başka şekilde tedbirler düşünelim, tesiri fazlalaştıracak bir şey düşü
nünüz.
RİFAT BEY (Tokat): Efendim, müzakerenin şekli değişiyor. Efendiler değiştirmek
ifade ediyor. Bir kanun var mı, yok mu? Buna bir karar verin. Amasya'ya istiklal
mahkemesine lüzum var mı, yok mu? Bu meseleyi halledin bitsin vesselam.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Bey, vekiller kendi aralarında daha iyi düşün
selerdi iyi olurdu ve burada hep vekilleri dinledik.
YUSUF ZİYA BEY (Mersin): Bırakınız, çocukluk yapmayınız rica ederim,
ATA BEY (İçişleri Vekaleti Vekili): Efendim, memlekette tabii hal, yani sulh hali
olmadığı ve harp hali bulunduğu için görülen fevkalade lüzum üzerine istiklal mah
kemelerinin kurulduğu malumdur.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): O vakitler şartlar böyle değildi.
ATA BEY (Devamla): Binaenaleyh istiklal mahkemelerinin daimi bir şekilde kalma
sı da uygun olmayabilir. Binaenaleyh Samsun ve havalisinde takip olunmakta olan
Pontus eşkıyasının yakalananlarının bir an evvel cezalandırılmak üzere hakikaten
işi süratle neticelendirecek bir mahkemeye ihtiyaç vardır. Amasya'da, Samsun ve

775
Tokat havalisindeki Pontus eşkıyasını muhakeme etmek üzere bir mahkeme gön
derilmesi lazımdır. İstiklal mahkemelerinin memlekette fevkalade hal yoktur diye
kaldırılmalarını uygun görmüyorum. Binaenaleyh Amasya'ya bir mahkeme gönde
rilebilir ve bir de Ankara havalisinde lazım gelen hususları görmek üzere bir mah
keme kalabilir. Bir çok arkadaşlarımız bazı yerlere fevkalade mahkeme gönder
mek istiyorlar. Adana mebusları arkadaşlarımız Adana'da bazı hadiseler için fev
kalade bir mahkeme istiyorlar.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Onlar bir kaç gün için istiyorlar.
ATA BEY (Devamla): Binaenaleyh bu Pontus havalisinde bulunan eşkıya mesele
sinin halli için geçici olmak üzere bir mahkemenin gönderilmesini istiyoruz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Beyefendi Hazretleri, Pontus teşkilatının Vatana İhanet
Kanunundan evvel var olduğunu biliyorsunuz değil mi? O zamanlar bunların mu
hakemelerini orada bulunan adliye mahkemeleri yapıyordu. Binaenaleyh istiklal
mahkemeleri de bu gibi vaziyetlere mani olunması için kurulmuştu. Halbuki mah
kemeler salahiyeti haricine çıkarak bir çok işler yapmıştır. Binaenaleyh bugün
istiklal mahkemelerinin hiç birisine lüzum yoktur. (bu soru değil sesleri, gürültüler)
ATA BEY (Devamla): Efendim, istiklal mahkemelerinin kuruluş sebebini hepimiz
biliyoruz. İhtiyaca göre vaktiyle o havalideki davalara bakmak için Samsun'a da bir
istiklal mahkeme gönderilmiştir. Faydası da görülmüştür. Bu faydası görülen mah
kemenin yeniden gitmesi her halde faydalıdır. Geçici olarak gitmesini temenni
ediyoruz.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, Adliye mahkemeleri usulünü Vekalet kafi
göremiyor, sürat için. Bundan daha fazla sürati temin edecek hangisi vardır. Bunu
lütfen söylesinler. Ankara merkezindeki İstiklal Mahkemesinin devamı hakkındaki
sebebi lütfen izah buyursunlar. Hiç bir fevkalade hali buçuk senedir değiştiremeyen
bu mahkemenin devamının sebebi nedir?
ATA BEY (Devamla): Birinci sorunuzun cevabı, adliye mahkemelerinin takip ettiği
usul, bu işleri süratle neticelendiremediği meselesi izaha muhtaç değildir. Yirmi
gün içinde mahkemeyi neticelendiremedikleri için müracaat vaki oluyor. Etselerdi
zaten müracaat vaki olmazdı. Ankara ve havalisindeki istiklal mahkemenin kalma
sına lüzum ise İçişleri Vekâletine teşrif buyurursanız, Genel Kurmay Reisliğinden
aldığım malumatı ve tutulan adamları size birer birer arz ederim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliğine dair önerge
vardır. On beş, yirmi arkadaşımız da söz aldılar. Müzakerenin yeterliliğini kabul
edenler lütfen el kaldırsın. Müzakerenin yeterliliği büyük çoğunluk ile kabul edil
miştir. Önergeler olunacaktır, dinleyiniz.

(On altı önerge okundu ve...)

776
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, önergeler okundu. Önergelerin bir
kısmı Hükümeti teklifini, yani Amasya'da bir istiklal mahkemesi kurulması içindir.
Bir kısmı da Selahattin Bey'in ve arkadaşlarının istiklal mahkemelerinin faaliyetle
rini tatil etmesi ve yalnız Hükümetin teklif ettiği Amasya İstiklal Mahkemesinin
kabulüdür. Diğer önergeler de bu etrafta toplanıyor.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Reis Bey, yanlış oluyor zannederim. Ankara İstik
lal Mahkemesiyle Samsun'da bir istiklal mahkemesi kurulması hakkındaki bir teklif
vardır, onu söylemediniz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Hükümetin yazılı talebi Amasya'da bir istiklal
mahkemesi kurulması şeklindedir. Müzakere edilen odur. Binaenaleyh bunu oya
koyacağız.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Başka önergeler de verilmiştir. İstiklal mah
kemelerinin faaliyetlerinin tatili hakkında bir önerge vardır. Evvela değişiklik öner
geleri oya konur.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Evvela değişiklik önergeleri oya konur.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurun. Ben hiç bir önergeyi
daha oya koymadım.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Hükümet her hangi bir önergenin oya konmasını
talep ederse o önerge evvela oya konur. (şiddetli gürültüler, gensoru değildir sesleri)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, müsaade buyurun bu güvenoyu meselesi değil.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurun, yalnız bir önerge
vardır. Bu bir dereceye kadar bekleyen meseleyi neticelendirecek gibidir. Ama
kabul olunur, olunmaz bilmem. Malatya Mebusu Reşit Ağa'nın bir önergesi vardır.
Demek istiyor ki Başkumandanın fikri alındıktan sonra... (hayır sesleri, şiddetli
gürültüler) Meseleyi neticelendireceği için oya arz etmek mecburiyetindeyim.
Önergeyi bir daha okuyorum.

TBMM Başkanlığına
İstiklâl mahkemelerinin geçici olarak faaliyetlerini tatil eylemesine dair ve
rilmiş bir önerge mevcut olduğuna göre, Hükümetin Amasya mıntıkasında yeni
den bir istiklal mahkemesi kurulması yolundaki teklifinin bu önerge ile birleştiril
mesini ve esasen bu mahkemelere ait kanunun asker firarileri ile alakadar olduğu
için bir defa da Başkumandanlıktan malumat edinilerek ona göre müzakeresi
yapılmak üzere Cumartesi günkü gündeme alınmasını teklif eylerim.
Malatya Mebusu
Reşit

777
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edil
memiştir. Efendim, Hükümetin teklifinin değiştirilmesi ile alakalı Selahattin Bey'le
arkadaşlarının bir önergesi vardır. (kabul sesleri, gürültüler)
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim, gizli celse yapılması Hükümetin vermiş
olduğu bir teklif üzerinedir. (birleştirildi sesleri) Efendim, müsaade buyurunuz.
(önergeleri oya koyun sesleri) Bu müzakerede görüldüğü... (müzakere kafi sesleri,
gürültüler) Usul hakkında söyleyeceğim. (usul olmaz sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Söz söylenecekse önerge sahipleri söylesin.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Neyi müzakere ediyoruz ki usul hakkında söz
söyleyeceksiniz? (şiddetli gürültüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, istiklal mahkemeleri bahis mevzuu
oluyor. (oya sesleri, şiddetli gürültüler)
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, maksadımız Amasya'da bir istiklal
mahkemesi kurulmasıdır. Bunun hakkında oy kullanılacak. Arzu ederseniz diğer
mesele için ayrıca görüşürüz. (hayır sesleri, gürültüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Kayseri Mebusu Rıfat, Mersin Mebusu
Selahattin ve Sivas Mebusu Vasıf beylerin önergesini tekrar okuyorum.

TBMM Başkanlığına
Mevcut istiklal mahkemelerinin lüzumunda yenilemek üzere faaliyetlerini
tatil ve Hükümetin gösterdiği lüzuma göre şimdilik yalnız Amasya ve havalisine
bir mahkemenin kurulmasını arz ve teklif eyleriz.
Kayseri
Rıfat
Mebusu Mersin
Selahattin
Mebusu Sivas Mebusu
Vasıf
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, rica ederim. Yerinize oturun, oylama
da zorluk çekeceğiz. Belki ayağa da kalkacaksınız. Şimdi efendim oya koyaca
ğım, anlamadım meselesi olmasın. (susalım sesleri) Bu önergeyi kabul edenler...
(katiyen olmaz sesleri, şiddetli gürültüler)
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Reis Bey İç Tüzüğün tatbikini rica ederim.
ALİ BEY (Karahisar): Bu ne edepsizlik... (şiddetli gürültüler)
HAMDİ BEY (Tokat): Tahakküm mü, hâlâ tahakküm mü?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, sessiz olunuz, yoksa Meclisi tatil edeceğim.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Yeter yaptığınız. Terbiyesizlik diye söylemiştir, öyle
şey yok, sözünü geri alsın.

778
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Reis Bey, İç Tüzük hükümlerini tatbik edilmedikçe
vazifeye devam edemezsiniz. (hep beraber sesleri) Çünkü milletin haklarına teca
vüzdür.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Bey, terbiyesizlik dedi ise iade ediyorum.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Müsaade buyurun efendim, rica ederim oya koyun
mesele bitsin.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): İç Tüzüğe tecavüz olmuştur (şiddetli gürültüler, oturun
sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, bir dakika müsaade buyurun, oya arz
edeyim. Önerge iki fıkradır. Birisi, istiklal mahkemelerinin faaliyetlerinin tatil edil
mesi, diğeri Hükümetin teklifi gibi Amasya'da bir istiklal mahkemesi kurulması.
Şimdi ayrı, ayrı oya arz ediyorum. Rica ederim müsaade buyurunuz. Efendim,
mevcut istiklal mahkemelerinin faaliyetlerinin tatilini kabul edenler lütfen el kaldır
sın. Efendim, oyları saymada tereddüt ediyorum. Ad okuyarak oya arz edeceğim.
Zaten ad okunarak oylanmasına dair şimdi bir teklif verilmiştir. (hayır, hayır sesleri)
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendiler. eğer Divan şüphe etmiş ise ayağa kaldırmak
suretiyle bir daha oya koyar. Yine şüphe ederse o vakit ad okunarak oya konulur.
Bu mesele masal değildir, öyle şeyi Meclis kabul etmez ve öyle hareket etmez.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim taraflar hararetlidir, hakkı tayin için ad
okuyarak oylama daha uygundur. (teneffüs yapalım sesleri) Beş dakika teneffüs
ten sonra ad okuyarak oya koyacağım. Rica ederim usul böyledir. (doğru sesleri)

(Ara verilir. Aradan sonra...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim; celseyi açıyorum. Geçen ki celsede
önergenin oya konulması esnasında Mecliste biraz gürültü oldu. Şimdi Yüce He
yetinizden bir şey soracağım, bu esnada arkadaşlar tarafından iki önerge verildi.
Daha başka önergeler de verilmişti. Eğer uygun görüyorsanız okuyalım. (hayır
sesleri) O halde efendim önergede yazılı olan istiklal mahkemelerinin faaliyetleri
nin tatili hakkındaki fıkrayı ad okuyarak oylarınıza arz ediyorum. (ikinci fıkra ne
oluyor sesleri) İkinci fıkra kalıyor. (ikisini birden oya koyun sesleri) Müsaade edi
niz, iki fıkrayı ayırmaktan bir şey çıkmaz efendim. Önergenin birinci fıkrasını kabul
edenler beyaz...
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Yani faaliyetin tatilini kabul edenler beyaz, etmeyenler
kırmızı oy verecektir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Evet, faaliyetin tatilini kabul edenler beyaz,
etmeyenler kırmızı verecektir. Oylamaya başlıyoruz.
(Ad okunarak oylama yapıldı. Oylar sayıldı ve...)

779
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, 163 üye oylamaya iştirak etmiş, 8 üye
çekimser, 76 kabul edenler; 79 ret oyu vermiştir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Bu halde çekimserler de lehte olarak dikkate
alınacak olursa... (gülüşmeler)
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Reis Bey. bu önerge reddolundu. Benim
önergemi oya koyunuz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Mesele daha bitmemiştir, efendim.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Yüce Meclis adına vazife edecek mahkemeler üç oy
fazla ile hizmet edilebilir mi?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hayır, hayır mesele o değildir. Karar yeter sayısı
yoktur. Reis Bey müsaade buyurun, muamele tamam değildir. 163 yarısı 81 eder.
Halbuki kabul 79 dur. Önergenin bir daha oya konulması lazımdır. (bravo sesleri,
alkışlar)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, malumunuz çekimserlerin adedi hesaba
katılmaz. Hüseyin Avni Bey'in söyledikleri bu doğru değildir. (doğrudur sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, çekimserleri oyu hangi tarafa izhar
ederse o taraf kazanmıştır. (öyle değildir sesleri, gürültüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, İç Tüzüğün buna dair maddesini bu
lursunuz ve arkadaşlar ona göre söz söylerler. (çekimserleri çıkarırsınız)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Çekimserler çıkarılmaz efendiler. Çekimserler
oylarını bir tarafa izhar edecek. Yoksa çoğunluğu nasıl bulacaksınız efendiler?
(gürültüler)
YUNUS NADİ BEY (İzmir): Çekimserler bir nevi ret midir?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Ne sanıyorsunuz efendim? Ya nedir? Müsaade
buyurunuz, ikinci defa oya konur beyefendi. Onun usulü vardır.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Çekimserlerin oyu belli değildir, ne lehte ve ne aleyh
tedir. Yani oy beyan etmeyen kimselerdir. Yalnız oya iştirak edenler adedi, salt
çoğunluğu bulmuş ise muamele tamamdır. Eğer dört oy daha olsa idi karar yeter
sayısı olur ve muamele tamam olacaktı. Çoğunluk olmadığı için tekrar oya konul
ması lâzımdır ve zaruridir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Değildir.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Değilse rica ederim mahkemeleri bu kadar oy ile mi
kabul edeceksiniz?
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Efendiler, asabiyet göstermekle zannediyorum
doğru bir şey yapmış olmuyoruz. İtidal ve sükunet lazımdır. İç Tüzüğe göre çekim

780
serlerin miktarı oylamanın neticesi üzerinde tesir edemeyip bu lehte ve aleyhte
bulunanların miktarına göre belli olur. Binaenaleyh tekrar oya koyalım demek doğ
ru mudur? İç Tüzüğe göre mesele bitmiştir.
EMİN BEY (Erzincan): İç Tüzük meselesinde zannederim arkadaşımız haklıdır. Bu
meselede salt çoğunluk bahis mevzu olmaz. Basit çoğunluk ile önerge reddedil
miştir. Fakat ben zannediyordum ki bu mesele güvenoyu meselesi olmuştur. Yani
istiklal mahkemelerine itimat ve itimatsızlık meselesidir. Bunun hukuki vaziyetini
düşünecek olursak üç oy çoğunlukla hiçbir istiklal mahkemesi üyesi o vazifede
kalmaz ve istifa eder. (bravo sesleri) İdam meselesi gibi bir ferdin hayatına nihayet
verecek bir meseleyi zannetmem ki üç oy ile bir kimse veremez. Binaenaleyh ço
ğunluk yok demektir. Mutlaka bu adamlar vazifelerinde duracağız diyorlar mı
efendim, rica ederim?
YUNUS NADİ BEY (İzmir): Ben müzakerenin devam etmesinin sebebini anlaya
mıyorum. Meclis Divanı müzakereye hakim değil midir? Bunun şüphesi mi vardır?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bir mesele oya konulunca Yüce Mecliste bir
ihtilaf çıkıyor ve her zaman böyle oluyor. Şimdi efendim, salt çoğunluğun olup
olmadığında tereddüt ediyorlar. Halbuki şimdiye kadar Divan kırk defa böyle oldu
ğunu söylemiştir.
YUNUS NADİ BEY (İzmir): O halde müzakereye lüzum yoktur.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Efendiler, tarafların çok asabiyet gösterdiğini
görüyorum. Bilmem bu ne dereceye kadar doğrudur? Biz taşrada mühim vazife
verdiğimiz arkadaşlarımızı her halde müşkül bir vaziyette bırakacağız.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): İçkinin Menedilmesi Kanununun kulağı çınlasın. Bir oy
ile kazandı.
MUSTAFA DURAK BEY (Devamla): Böyle Mecliste 76 oy ile 79 rey ile karşı kar
şıya gelen iki tarafın karşısında vazife edecek bir arkadaşa acırım. Fena bir yola
gidiyorsunuz, Binaenaleyh zaten çoğunluk yoktur. Ali Sururi Efendi İç Tüzüğü
okudu. Rica ederim, çekimser olan arkadaşlar evet mi diyorlar, hayır mı diyorlar?
Hangi tarafa diyorsunuz? (gürültüler) Her halde yeniden oya koymak şarttır ve
müzakereye lüzum yoktur.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Ali Şükrü Bey'e söz veriniz Reis Bey, çünkü İçkinin
Menedilmesi Kanununu teklif eden odur. Güzel izah ederler.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Rakıyı bey yüze mi alıyor ki onun için bağırıyor?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, İç Tüzük açıktır. Rica ederim boşuna
müzakere etmeyelim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Mesele gayet yanlıştır.

781
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Böyle bir şeyde olduğunda Divan halleder. Bu
rada ihtilaf varsa Divan Reisliğine gönderelim, orası halletsin.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Size bir misal söyleyeceğim, 5 çekimser, 15 ret, 20
kabul olduğu zaman kabul mü olur? (Kabul olur sesleri, gülüşmeler) Rica ederim,
demek ki siz idam salahiyetine sahip olan bir mahkemeyi beş oy ile mi yaparsınız?
YUNUS NADİ BEY (İzmir): Evet; hatta bir oy ile.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Ben o bir oyu da vermem.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, İç Tüzük açıktır. (gürültüler) Rica ede
rim, telaş buyurmayınız.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, müzakere devam edecekse Reis oyu
nu belli etmiş ve taraf tutmaktadır. Reis değişmelidir ve bu müzakere de öyle de
vam etmelidir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Ben taraf tutmuyorum İç Tüzüğü arz ediyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): İç Tüzük gayet açıktır. Ali Sururi Bey'in misali ile
hak belli olmuştur.
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): 79'un 76'ya galibiyeti matematiğe dayalı bir haktır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum) Efendiler, elimizde bir ölçü vardır. Kararlar çoğun
luk ile alınır. Elimizde bunu değiştirecek hiç bir şey yoktur.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu şekilde katiyen bir neticeye vara
mayacağız. (gürültüler) Çok rica ederim efendim, bu iş gürültü ile hiç bir neticeye
varamaz ve bunun imkanı da yoktur.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim, mesele elimizdeki İç Tüzüğün... (gürültüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, dinleyelim ve bu işi neticelendire
lim, efendim.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Bu İç Tüzüğe uygun olsa da olmasa da, Yüce Meclisi
niz kabul etse de etmese de mutlaka kabul ve tatbik edeceğiz diye fikir mevcut ise
o mesele ayrı ve başkadır. Maalesef arkadaşlarımızdan birisi bir oy dahi fazla olsa
tatbik edilecektir, dedi. Ne demek istediler, öğrenmek isterim. Eğer Yüce Meclis
burada mevcut ise ve arz edilen şeyler salt çoğunluk ile kabul edilir. Eğer mevcut
değilse, o işi bir oy da beş oy da yapar. O zaman hükümet olmaz. Ben iddia ediyo
rum ki memlekette bir meclis mevcuttur. Bu meclis hakim oldukça, Meclisin karar
larına hürmete mecburuz. Bunun aksine hareket edenlerin verilecekleri, gidecekle
ri yer istiklal mahkemeleridir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu tarzda müzakere devam ettikçe,
öyle zannediyorum ki hiç bir neticeye varamayacağız. Şimdi ben bir şey söylemek

782
istediğimde arkadaşlar, taraf tutuyorsun diyorlar. Ne yapayım? Söyleyiniz, ona
göre hareket edeyim. Şimdiye kadar yapılan muamele böyledir. (teamül yoktur
sesleri) Teamül budur, efendim ve hep şimdiye kadar bu şekilde olmuştur.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Beyefendiler, rica ederim meseleyi sâkince muhake
me edelim. Rica ederim, biz bu iki oy üzerinde oynayacak olursak, maksat hasıl
olmaz. Kendi kanaatimi söylüyorum. Eğer bu iki oy çoğunluktur ki bence bu yok
tur, demin arz etmiştim. Eğer vardır diye karar verilirse benim yapacağım arkadaş
lar ancak kırmızı vermektir. Arkadaşlarımı bilmiyorum. (tehdit mi sesleri) Binaena
leyh çok yanlış bir iş olur. Halbuki biz de iş görmek isteriz. Efendim esas itibariyle
bu önergede kimsenin ihtilafı yoktur. Lüzumsuz yere her iki taraf da ısrar edecek
olursa, Hükümetin teklif ettiği mesele bu akşam neticelenmez ve yarın, diğer gün
de bayram tatili olacaktır. O zaman yapılamaz efendiler. Bu ise Hükümete lazım
dır. Memleketin menfaati bugün Amasya'da Hükümetin talebi üzerine bu istiklal
mahkemesini göndermek ise, her iki kanaat sahipleri de bunda birleşiyorlar ve
bunun yapalım ve fakat oy için iki taraf da ısrar ederek şöyle olsun böyle olsun
şeklinde bu işi geçirmeyelim, efendim. Bunu da bitirelim. İçki Kanununun hayırlı
neticesini de unutmayınız.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Arkadaşlar gitmeyiniz, bu meseleyi bitirmeden,
mühimdir. Arkadaşlar nereye gidiyorsunuz. Oya koyacağız efendim. (çoğunluk yok
sesleri) Mesele çok mühimdir ve meselede ihtilaf oldu. Rica ederim, diğer bir reis
gelsin, geçsin de o söylesin. (hayır sesleri) Anlamıyorum ki efendiler, o kadar
müşkül bu mevzua göre İç Tüzük açıktır. Bu meseleyi Meclis Divanı yarın toplan
sın ve o fikrini söyleyerek halletsin.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Divan kanun yapamaz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bu meseleyi Divan Reisliğine havale edelim,
neticeyi arz edelim. Bunu kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. (ikinci
fıkrayı oya koyunuz sesleri) Rica ederim, bu ikinci fıkrayı da yarın, öteki meseleye
karar verildikten sonra oya koyalım. (pekala sesleri) Efendim gizli celseye son
1
verilmiştir. Aleni celseye geçilmiştir.

(Bir gün sonra, 27 Temmuz 1922 tarihindeki gizli oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Söz Rauf Beyefendinin, buyurun efendim.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, dün yapılan müzakereden ve daha
sonra üyeler ile yaptığım temaslardan anladığıma
tetkik edilmek istendiği
göre, lüzumunu
Yüce Heyetinizce İstiklal
Mahkemeleri Kanununun bir kere daha kanaatini edindim.
Hükümet olarak Amasya'ya bir istiklal mahkemesi gönderilmesinin teklif

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (26 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.3, s.606-632, http://www.tbmm.gov.tr/
783
etmiştim. Ben bu istiklal mahkemesine üye seçiminin tehir edilmesinde bir mani
görmüyorum. Bunu Yüce Heyetinize arz ediyorum.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Dün usul noktasında bir mesele olmuştu. Bunun ilmi
bir surette halledilmesi lazımdır. Bu hususta verilmiş bir önerge vardır. Bunu ya bir
komisyona havale edin veya Divan Reisliğine havale edilsin.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Ben onu Divanı adına teklif edeceğim.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu mesele çok mühim bir meseledir. Bu meselenin
halledilmesi için İç Tüzük Komisyonuna havale edilsin ve o mesele orada uzun
uzadıya münakaşa edilir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Selahattin Beyefendinin teklifi uygun
1
mudur? Uygun görenler lütfen el kaldırsın. Uygun görülmüştür.

27 TEMMUZ 1922 TARİHİNDE KURULAN İSTİKLAL MAHKEMESİ


AMASYA İSTİKLAL MAHKEMESİ (Amasya ve havalisi)
(27.07.1922 -27.11.1922)

(On sekiz gün sonra, 14 Ağustos 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, gündeme geçmeden evvel bir şey
hatırlatmak isterim. Malumunuz İstiklal Mahkemeleri Kanununu bayram tatilinden
evvel çıkardık. Bu kanunun müzakeresine başlamadan evvel Hükümetin bir teklifi
vardı. Hükümet Amasya'ya bir istiklal mahkemesi göndermek lüzumunu görmüş
ve Meclise teklif etmişti. Halbuki bugünkü müzakeremiz Bütçe Kanunudur. Bu
bapta nasıl isterseniz o şekilde muamele yaparız. Şimdi efendim, bütçeden evvel
Amasya İstiklal Mahkemesine üye seçilmesi meselesini halledelim. Bu kabul edil
mezse bütçe müzakeresine başlayacağız.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, bayram tatilinden evvel İstiklal Mah
kemeleri Kanunu müzakere edilirken, bu müzakerenin tamamlanmasından sonra
ilk fırsatta bu mahkeme için seçim yapılacağı bahis mevzu olmuştu. Bunun bir an
evvel seçilmesini tekrar arz ediyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Amasya İstiklal Mahkemesine üye
seçiminin hemen yapılmasını kabul edenler ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmiştir. O
halde bütçeye başlamadan evvel seçimi yapacağız.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Bey, evvela oraya bir mahkemenin gidip
gitmemesi bahis mevzu olacaktır.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (27 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.3, s.634-637, http://www.tbmm.gov.tr/
784
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): O evvelce kararlaştırılmıştır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Kanunun kabulünden sonra olmamıştır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Kanunun kabulünden evvel karar verilmiştir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Hüseyin Avni Bey'in buyurduğu doğrudur.
Çünkü bu mesele kanunun kabulünden evvel olmuştu. Binaenaleyh kanunun ka
bulünden sonra tekrar oya konması lazım gelir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, mahkeme üyelerinin seçimini kabul
buyurunca mesele bitmiştir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Yeniden oya koyunuz. (olmaz sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu esasen kabul edilmiş bir şeydir.
Şimdi de üye seçimi oya konulduğu ve kabul edildiği için bu da kabul edilmiş de
mektir. Amasya ve havalisi için bir istiklal mahkemesi seçiminin yapılmasını oyla
rınıza arz ediyorum. Kabul edenler ellerim kaldırsın. Büyük çoğunlukla kabul edil
miştir. Efendim, malumunuz yeni kabul edilen İstiklal Mahkemelere Kanunu gere
ğince bir reis, bir savcı ve üç üye seçilecektir. Oylamaya başlıyoruz.
(Ad okunarak oylama yapıldı. Bu arada gündemin diğer maddelerinin görüşülmesine ge
çildi. Oylar sayıldı ve oturumun sonunda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Amasya İstiklâl Mahkemesine ait oylamaya 165
üye iştirak etmiş ve ne yazık ki hiç kimse karar yeter sayısı üzerinde oy alamamıştır.
Yeniden oylama yapılacaktır. (oylar okunsun sesleri) Reisliğe; Refik Şevket Bey
(Saruhan) 63, Emin Bey (Canik) 63, Abdülkadir Kemali Bey (Kastamonu) 15, Refik
Bey (Konya) 2, savcılığa; Abdülkadir Kemali Bey (Kastamonu) 79, Refik Bey (Kon
ya) 62, Refik Şevket Bey (Saruhan)1, Hakkı Hami Bey (Sinop) 2, üyeliklere; Hamdi
Bey (Canik) 73, Sadık Bey (Kırşehir) 69, Hakkı Paşa Niğde (69), Dursun Bey (Ço
rum) 64, Hasan Basri Bey (Karesi) 56, Ömer Lütfü Bey 40, Haydar Bey 25, Tevfik
Bey (Erzincan) 12. Bu halde efendim yeniden seçim yapmak lazım geliyor.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendim, bana oy vermişler, teşekkür ederim. Ben
istiklal mahkemesi üyeliği yapamam.
EMİN BEY (Canik): Efendim, bana karşı teveccüh buyuran arkadaşlarıma teşekkür
ederim. Fakat biliyorsunuz ki ben bu mahkemelerde iki defa bulundum. Rahatsızım
ve kabul edemem, yani hiçbir şekilde gidemeyeceğim. Beni de af buyurunuz. Diğer
arkadaşları seçiniz. (gürültüler)

785
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurun arkadaşlar istediklerini
seçerler.
(İki gün sonra,
1 16 Ağustos 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Sırada istiklal mahkemesine üye seçimi vardır.
Malumunuz bunun için geçen toplantıda seçim yapılmış ise de çoğunluk olmamış-
tır. Eğer uygun görürseniz Maliye Vekaleti bütçesine başlamadan evvel bu seçimi
yapalım. Kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. O halde Amas
ya İstiklal Mahkemesi için seçim yapılacak. Yalnız ben bir şey arz ediyorum. Eğer
uygun bulursanız iki sepet koyalım. Bir taraftan Adalet Vekaleti seçimini, diğer
taraftan da istiklal mahkemesi seçimini yapalım. Çünkü tekrar tekrar yaparsak çok
uzayacaktır. (uygun sesleri) O halde iki sepet koyalım. İsimler okundukça her ar
kadaş iki sepete oylarını atacaktır.
FEYZİ EFENDİ (Malatya): Üzerlerine birer kağıt yazılsın da bilelim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Peki efendim, üzerlerine birer kağıt koyalım.
Efendim başlıyoruz.
(Ad okunarak oylama yapıldı. Bu arada gündemin diğer maddelerinin görüşülmesine ge
çildi. Oylar sayıldı ve...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim oy sayım tutanağında yazıldığı gibi
Amasya İstiklal Mahkemesi üyelerini seçmek için yapılan oylamaya iştirak eden
164, çekimser 15. Oy alanların isimlerini okuyorum. Reislik için; Necati Bey (Saru
han) 75, Refik Şevket Bey (Saruhan) 70, savcılık için; Osman Nuri Bey (Bursa)
72, Abdülkadir Kemali Bey 68, üyelik için; Hamdi Bey (Canik) 141, Hamdi Efendi
(Diyarbakır) 74, Hakkı Paşa (Niğde) 74, Dursun Bey (Çorum) 68, Sadık Bey (Kır
şehir) 64, Nebizade Hamdi Bey 4, Mustafa Bey (Giresun) 4. Sadece üyeliğe Ham
di Bey (Canik) 141 oyla seçilmiştir. Diğerleri için tekrar oylama yapılacaktır. Bu
ikinci oylamadır ve mutlak çoğunluk aranmaktadır. Üçüncü oylamada basit çoğun
2
luk kafi olacaktır.
(Bir gün sonra, 17 Ağustos 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, gündemimiz Amasya İstiklal


Mahkemesi üyelerinin seçimi ve Maliye Vekaleti bütçesinin müzakeresidir. İstiklal
Mahkemesi seçimine mi başlayalım yoksa Maliye Bütçesinin müzakeresini mi
yapalım? (seçimi yapalım bitsin sesleri) Efendim, bir reis, bir savcı ve iki üye seçi
lecektir. İsimler okunuyor, oylarınızı kullanmaya başlayınız.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (14 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.22, s.118-161, http://www.tbmm.gov.tr/
2 TBMM Zabıt Ceridesi (16 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.22, s.171-197, http://www.tbmm.gov.tr/
786
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim, bazı arkadaşlar beni seçmek istiyor
larmış. Ben hakikaten çalışmaktan yorulmuş bir haldeyim rica ederim. Kabul ede
meyeceğimi arz ederim. Benim kadar herkes çalışsın bakalım. (kazandıktan sonra
istifa edersin sesleri)
(Ad okunarak oylama yapıldı. Bu arada gündemin diğer maddelerinin görüşülmesine ge
çildi. Oylar sayıldı ve oturumun sonunda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Amasya İstiklal Mahkemesi üye
liği için yapılan oylamanın oyları tasnif olundu. Oylamaya iştirak eden 167, karar
yeter sayısı vardır. Reis Necati Bey (Saruhan) 87, Savcı Osman Nuri Bey (Bursa)
91, Üye Hamdi Efendi (Diyarbakır) 91, Üye Hakkı Paşa (Niğde) 89. Üye Hamdi
1
Bey de dünden kazanmıştı. Allah muvaffakiyet versin.

16 AĞUSTOS 1922 TARİHİNDE MUTLAK ÇOĞUNLUK İLE SEÇİLEN ÜYELER:

Üye Hamdi Bey (Canik) 141

17 AĞUSTOS 1922 TARİHİNDE BASİT ÇOĞUNLUK İLE SEÇİLEN ÜYELER:


Reis
SavcıNecati
Osman Bey
Nuri
(Saruhan)
Bey (Bursa) 91 Üye Hamdi Efendi (Diyarbakır) 91
Üye Hakkı Paşa (Niğde) 89

31 TEMMUZ 1922: İSTİKLAL MAHKEMELERİ KANUNUNUN DEĞİŞTİRİLMESİ


NE DAİR KANUN
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 83.Birleşim, Gündem: 10/2)

11 Eylül 1920 tarihinde Cephe Firarileri Kanunu adı ile kabul edilen
kanun, istiklal mahkemelerinin kuruluş, yetki ve görevlerini belirleyen bir
kanundu. Bu kanuna göre istiklal mahkemelerine çok geniş yetkiler verilmiş
ti. İki yıl boyunca uygulamalarda görülen aksaklıklar göz önüne alınarak, bir
hafta önce Meclisin gizli oturumunda yapılan görüşmede yeni bir kanun
çıkarılmasına karar verildi. Büyük Taarruzun başlamasına bir aylık bir süre
kalmıştı ve cephe gerisi güvenliğinin sağlanması gerekiyordu.

(Dört gün önce, 27 Temmuz 1922 tarihindeki gizli oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, İstiklal Mahkemeleri Kanununa dair
bir teklif var. Müsaade buyurursanız, onu okuyayım.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (17 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.22, s.213-242, http://www.tbmm.gov.tr/
787
TBMM Başkanlığına
İstiklâl Mahkemelerine sevk edilecek davaların çeşitleri, bu mahkemelerin
tahkikat ve muhakeme usulleri, mahkemelerin muamelelerinin Meclise sevk şekli
ve mahkeme heyetlerini teşkil edecek üyelerin vazife müddetleri hakkında azami
bir hafta içinde bir talimatname hazırlamak üzere bir hususi komisyonun kurul
masını teklif ederiz.
MersinSafa
Mebusu Saruhan Mebusu
Refik Şevket
(uygundur sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bu önerge hakkında söz söyleyecekler var mı
efendim?
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim, geçen sene istiklal mahkemeleri yeni
gönderildiği zaman ben Adalet Vekili olmuştum. İstiklal mahkemeleri gönderilirken
arkadaşlara, mahkemelerin muamelelerini bir kayıt altına almak lazımdır diye ken
di hazırladığım mütalaamı beyan ederken en çok kendime tesadüf eden kısımlar
dan tabii kimin söylediğini hatırlamıyorum,
-İstiklal mahkemelerinin salahiyetini ne sıfatla tenkit ediyorsun? Adliye Vekili sıfa
tıyla söylüyorsun, ne hak ile buna dair mütalaa beyan ediyorsun?
...diye adeta tehdit altında sözler söylenmişti ve bu kürsüden inmiştim.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Tehditle kürsüden indiğinize üzüldüm, Adalet
Vekili Beyefendi. (gülüşmeler) Büyük Millet Meclisinin Adalet Vekili tehditle kürsüden
iniyor.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Tehdit kelimesi burada tenkit manasınadır. Son
ra efendim, iki günden beri ara sıra yapılan müracaattan ve Adalet Komisyonuna
bazı yazıların sevk edilmesinden ve bilhassa pek hararetli cereyan eden müzake
reden anlaşılıyor ki bu mahkemelere bir takım kaidelerin konulması lüzumu belli
olmuştur. Memleketin mukadderatı üzerinde, asayiş üzerinde, hayatı üzerinde
tesir ettirir diye kurduğumuz bu müessesenin bir önergeyle faaliyetlerine tatil edil
mesi gibi karar vermektense, hakikaten ihtisaslarına itimat ettiğimiz arkadaşlardan
bir hafta içinde bir hususi komisyonla bu işe bir şekil vermelerinde fayda vardır. Bir
hafta sonra müzakere edilmesi mümkün olan bir mesele üzerine dünkü asabiyetin
ilavesi bence lüzumsuz idi ve buna lüzum yoktur. Ben bu önergenin kabulünü arz
ve teklif ediyorum.
BİR MEBUS BEY: Bayram tatili geliyor.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Tatil zamanı toplanmaya mani değildir.

788
HÜSEYİN AVNI BEY (Erzurum): Efendim, Milli Savunma Vekili Paşa Hazretleri
dün buyurdular ki istiklal mahkemelerinin maksadı orduyu takviye etmek ve cephe
gerisindeki emniyet ve asayişi temin etmektir. Biz de şimdi bunun değiştirilmesini
istiyoruz. Bu teklif de gayet makuldür. Fakat hususi komisyon yerine bununla en
alakadar olan İçişleri, Milli Savunma ve Adalet kısımlarıdır. Halbuki bunların üçünü
de demek, hiç bir şey yapmamak, iş görmemek demektir. Bunların üçünden de bir
komisyon olunursa, alaka itibarıyla o hususi komisyon mahiyetinde olur. Mümkün
olursa bir de bunu teklif ediyorum, süratle yapalım.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Bir haftada.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Fakat bayram geliyor. Bu üç komisyondan kuru
lacak olan hususi komisyon bugünden işe başlar da yarınki cuma günü de çalışır
sa mesele bir an evvel bitmiş olur. Bu bir veya iki günde neticelenecek bir şeydir.
Müsaade buyurursanız bugünden faaliyete geçsinler. Herhalde bayrama kadar
bitsin. Samsun'da da böyle fevkalade hareket varsa, onu da düşünürüz. Bunu bir
an evvel bitirelim ve bu mesele de tatilden evvel pazar gününe kadar bitmiş olur.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, biraz evvel Amasya İstiklal Mahke
mesi üye seçiminin bir müddet tehirini arz ettiğim zaman, bayram ertesine kalma
sını ifade etmek istemedim. Yani mümkün olduğu kadar seri olmasını rica ettim.
Ben Hüseyin Avni Beyin teklifini uygun görüyorum. Arkadaşlarımızın hamiyeti
yarın için de çalışmayı kabul edecek derecededir. (hay hay sesleri) Herhalde cu
martesi günü müzakeresi imkanı olsun ve Amasya İstiklal Mahkemesi seçimi neti
celensin.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, bu mesele acilen arzu ediliyorsa hakikaten
böyle yapmak lazımdır. Adalet Komisyonu İstiklal Mahkemeleri Kanunu üzerine
epeyce uğraşmıştır. Bu hususta zaman zaman Yüce Heyetinizce tanzim edilen bir
takım tasarılar da vardır ve tabii cereyan eden müzakerelerden de bir netice çı
karmışlardır. Adalet Komisyonuna havale edilsin. Bunun için bir hususi komisyon
lazımdır.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Efendim, Hükümet Reisi Beyefendi buyurdu
lar ki bunun bir an evvel çıkması lazımdır. Bütün arkadaşlar da bu hususta aynı
fikirdedirler.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Hüseyin Avni Bey'in müzakerenin
yeterliliğine dair önergesi var.

789
TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Adalet, Milli Savunma ve İçişleri Komisyonlarından
beşer üye ile bir hususi komisyonda İstiklal Mahkemeleri Kanununun acilen
değiştirilmesiyle Yüce Heyete arz edilmesi için faaliyete geçmelerinin karara
alınmasını teklif ederim.
Erzurum Mebusu
Hüseyin Avni
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliğini kabul eden
ler lütfen el kaldırsın. Büyük çoğunluk ile kabul edilmiştir. Önergenin ikinci bir bahsi
vardır ki bir hususi komisyon kurulması teklif ediliyor.
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Verilen bu önergede beşer kişi deniliyor. Üçer
kişi olursa iyidir. On beş kişilik bir komisyon iş göremez. Üç kişi kafi. (yok sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurun, sizin teklifiniz bir
kağıt üzerinde değildir, ne yapayım? Efendim, İçişleri, Adalet ve Milli Savunma
komisyonlarından beşer üye ile bir hususi komisyon kurulmasını kabul edenler
lütfen el kaldırsın. Büyük çoğunluk ile kabul edilmiştir. Şimdiden hemen faaliyete
geçeceklerdir. Efendim, gizli celseye lüzum kalmamıştır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Bey, komisyonlar hemen seçim yapsınlar.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, gizli celseyi kafi görenler lütfen el
1
kaldırsın. Celse aleni olmuştur.

(Ara verilir. Aradan sonra açık oturuma geçilir.)

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Komisyonların yazıları vardır. Onları okuyacağız.

TBMM Başkanlığına
Yüce Meclisin bugünkü kararına göre İstiklal Mahkemesi Kanununu de
ğiştirmek için kurulacak olan Hususi Komisyona Milli Savunma Komisyonun
dan lüzum eden beş üye için gizli oy ile ve salt çoğunlukla Sivas Mebusu Vasıf,
Mersin Mebusu Selahattin, Karahisar Mebusu Ömer Lütfü, Mersin Mebusu
Yusuf Ziya, Trabzon Mebusu Ali Şükrü beylerin seçildikleri arz olunur.
Milli Savunma Komisyonu Reisi Raportör Üye Kâtip Üye
Vasıf Ali Rıza Yusuf Ziya

1
TBMM Gizli CelseZabıtları (27 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.3, s.634-637, http://www.tbmm.gov.tr/
790
TBMM Başkanlığına
İstiklal mahkemeleri Kanununun tetkik etmek ve değiştirmek için Meclis
Umum Heyeti tarafından kabul olunan Hususi Komisyona İçişleri Komisyonun
dan Durak Bey (Erzurum), Tahsin Bey (İzmir), Hamdi Bey (İzmit), İhsan Bey
(Cebelibereket), Atıf Bey (Kayseri) seçildikleri arz olunur. 27 Temmuz 1922
İçişleri Komisyonu Reisi Raportör Üye Kâtip Üye
Esat Ahmet Hilmi Hulusi

TBMM Başkanlığına
İstiklal mahkemeleri vazifelerini tetkik etmek ve teklifte bulunmak üzere te
şekkül edecek Hususi Komisyona Adalet Komisyonundan aşağıda isimleri yazılı
üyelerin seçilmiş olduğu Meclis Umum Heyetine arz olunur. 27 Temmuz 1922
Emin Bey (Canik)
Ali Sururi Efendi (Giresun)
Şükrü Bey (Karahisar)
Mustafa Kemal Bey (Ertuğrul)
Sadık Bey (Kırşehir)
Adalet Komisyonu Reisi
Emin
ALİ SURURÎ EFENDİ (Giresun): Efendim, zannediyorum ki bir nokta belirsiz kal
mıştır veya ben anlayamamışımdır. Verilen önerge istiklal mahkemeleri için bir
talimatname kaleme alınması şeklindeydi. Halbuki malumunuz yapılacak talimat
name kanunu şarta bağlayamaz. Binaenaleyh müzakere ve münakaşa ederek
yeniden lazım gelen hususları kanun şeklinde tespit ederek bir tasarı olarak Yüce
Heyetinize arz etmek lazım gelir. Bu husus belli olmalıdır.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Zaten karar bir kanun tasarısı kaleme alınmasına
1
dairdir.
(İki gün sonra, 29 Temmuz 1922 tarihindeki oturumda...)

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, istiklal mahkemeleri hakkındaki kanun


tasarısı komisyondan gelmiştir. Onun müzakeresine başlayacağız. Münasip görü
lüyor mu? (uygundur sesleri) Bugün müzakeresini kabul edenler lütfen ellerini
kaldırsın. Kabul olunmuştur. Müzakeresine başlıyoruz. (acilen olsun sesleri) Efen
dim aynı zamanda aciliyetle müzakere edilmesini teklif ediyorlar. Kabul edenler
lütfen ellerini kaldırsın. Kabul olunmuştur.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (27 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.22, s.9, http://www.tbmm.gov.tr/
791
İSTİKLAL MAHKEMELERİ KANUNU
Madde1. Hükümet tarafından gösterilecek lüzum ve Büyük Millet Meclisinin salt
çoğunluğu ile verilecek karar üzerine gerekli görülecek yerlerde istiklal mah
kemeleri kurulur.
Madde 2. Bu mahkemeler Büyük Millet Meclisi’nin salt çoğunluğu ve gizli oyla
kendi üyeleri arasından seçecekleri bir reis, iki üye ve bir savcıdan oluşur. An
cak mahkeme heyetinde bulunmayan üyelerin yerini almak üzere bir de yedek
üye seçilir.
Madde 3. İstiklal Mahkemelerinin vazifeleri aşağıdadır.
A. Muvazzaf ve gönüllü olarak askerlik hizmetine girip de firar edenler, kasıtlı
olarak veya ihmal neticesinde firarlara sebep olanlar ve firarilerin yakalanması
ve sevkinde ihmal gösterenler ve firarileri saklayanlar ve yedirip içirenler ve
kıyafet temin edenler hakkında idari ve askeri kanunlarda belirtilmiş olan ceza
ları ve suçu hafifleten ve ağırlaştıran sebepler olduğu taktirde yalnız bu fıkra
daki suçlara has olmak üzere uygun göreceği diğer çeşitli cezaları hükmetmek.
B. 29 Nisan 1920 tarihli Vatana İhanet Kanunundaki suçlar.
C. Devletin dış ve iç emniyetini ihlal edenler hakkında Ceza Kanununun birinci
bölümünün birinci ve ikinci fasıllarında yazılı olan suçlar.
D. Askeri ve siyasi casusluk, siyasi suikast ve asker ailelerine taarruz ve tecavüz
suçları.
E. Seferberlikte nakil vasıtaları sağlama komisyonlarının görevi kötüye kullanma
hakkında Askeri Ceza Kanununun 1.Maddesine karşılık gelen 2 Mart 1915 tarihli
kanunda açık bir şekilde ifade edilmiş olan olan suçlar.
Madde 4. Büyük Millet Meclisi lüzumlu gördüğü istiklal mahkemeleri için 3.
Maddede yazılı vazifelerden bazılarını kaldırabilir.
Madde 5. İstiklal mahkemelerinin idam dışındaki hükümleri kesin olup tatbik edil
mesinden silahlı ve silahsız bütün devlet kuvvetleri sorumludur. İdam hükümleri
Büyük Millet Meclisi’nce tasdik edildikten sonra infaz edilir. Acil ve mühim hal ve
zamanda idam hükümlerinin de Meclisçe tasdik edilmeksizin infazına Meclis kara
rıyla izin verilebilir.
Madde 6. İstiklal Mahkemelerinin kararlarına bu mahkemelerin savcılarının yalnız
vazife noktasında itiraz hakkı vardır. İtiraz süresi kararın verildiği günün nihaye
tinden itibaren üç gündür ve yapılan itirazla Büyük Millet Meclisince kesin olarak
karara bağlanır.
Madde 7. İstiklal mahkemeleri heyetleri her altı ayda bir seçilir ve bu sürenin niha
yetinden evvel heyet tamamen veya kısmen Meclis kararıyla değiştirebileceği gibi
kurulma sebeplerinin sona ermesiyle faaliyeti tatil olunur.
Madde 8. İstiklal mahkemelerinde haberleşme işleri, tebliğ ve tebligat savcılara

792
aittir.
Madde 9. İstiklal Mahkemelerinin emir ve kararlarını infaz etmeyenler veya in
fazında ihmali görülenler, savcıların isteği üzerine aynı mahkemeler tarafından
muhakeme edilirler.
Madde 10. İstiklal mahkemeleri, Askeri Ceza Kanununun yedinci kısmında ifade
edilen hukuki emirlerden başka şahsi haklara müdahale edemezler.
Madde 11. Her istiklal mahkemesi katip ve müstahdemin toplam maaşları yüz
lirayı geçmeyecektir.
Madde 12. Her istiklal mahkemesi, ayda bir defa Büyük Millet Meclisine baktık
ları davaların hüküm hülasalarını ve faaliyet raporlarını göndereceklerdir.
Madde 13. Firariler hakkında çıkarılan 11 Eylül 1920 tarihli Kanun, İstiklal Mah
kemeleri Kanununun 1.Maddesine ek 26 Eylül 1920 tarihli kanun ve firariler
hakkındaki 11 Eylül 1920 tarihli Kanunun 2.Maddesini değiştiren 28 Kasım
1920 tarihli Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.
Madde 14. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 15. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından yürütülür.

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurun, kanun tasarısının


safhaları sizlerce bellidir. Uygun görürseniz maddelerin birer birer müzakeresine
geçelim. Maddelere geçilmesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edil
miştir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Hayır, hayır efendim kanunun tamamı hakkında söz
söylenecek.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Madde, madde müzakeresi kabul olundu.
SELAHATTİN BEY (Mersin): O halde buna oy verilemez. Meclisin yarısı bunun
esasına muhaliftir. Binaenaleyh sözümüz vardır, söyleyeceğiz.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, kanun tasarısının tamamı hakkında söz
söyleyeceklerin isimlerini yazıyorum.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Usul hakkında söyleyeceğim. Efendim bir kanun
müzakeresinde hareketimiz her halde İç Tüzük olmalıdır. Mevcut bir kanunu gelişi
güzel beş, on arkadaşın tahta üzerinden kopya etmesi ile ehemmiyetli bir mües
seseyi değiştirmek pek doğru değildir. Binaenaleyh efendim, kaidelere riayet edil
sin. Eğer İç Tüzüğe göre hareket edeceksek hiç olmazsa bunun üzerinden yirmi
dört saat geçmesi lazımdır. İkinci nokta şayet maddelerin müzakeresine geçilmesi
hususundaki karar bahis mevzu ise ona riayet olunsun. Onun için Yüce Heyete
rica ediyorum harekâtımız İç Tüzüğe uygun olsun. Meclisin kararı bu kanunun

793
Cumartesi günü çıkarılması hususunda değildir, Cumartesine yetiştirilmesi hak
kındadır. Cumartesi gününe yetiştiren arkadaşlara çok teşekkür. Bunun pazartesi
günü müzakeresine veya yarın hususi olarak toplanıp müzakeresine ne mani var
dır, efendim?
ZİYA HURŞIT BEY (Lazistan): Başkumandanlık Kanununda böyle söyleyenlere
gürültü yaptınız.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Ben onlara dahil değilim ve hiçbir zaman yapmam.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Öyle zaman oluyor ki İç Tüzük harfiyen tatbik edilmi
yor. Binaenaleyh bence bir hadise vardır. Burada İç Tüzük bahis mevzu olamaz.
Biliyorsunuz ki bu tasarı bundan birkaç gün evvel birçok münakaşaları icap ettiren
müzakere neticesi Yüce Meclis tarafından İçişleri, Adalet, Milli Savunma komis
yonlarından seçilen beşer kişiden bir Hususi Komisyona gönderilmiş ve o Komis
yon iki, üç gün aralıksız çalışmış ve bu tasarıyı Yüce Meclise getirmiştir. Eğer
Yüce Meclisiniz bu kanunu reddetmek taraftarı olsa idi bir Hususi Komisyon kur
mazdı. Yüce Meclisinizce çoğunlukla bu kanunun maddelerine geçilmesine karar
verildiği halde bundan vazgeçilmesi İç Tüzüğe muhalefettir. Bu itibarla bu doğru
değildir. Her halde maddelere geçilmelidir. (doğru sesleri)
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendiler rica ederim, geçen perşembe günü bu
kanunun cumartesi gününe yetiştirilmesi için Meclis bir karar verdi. Kanun bugün
müzakere olunacak, bunu tekrar oylarınıza arz ettik. Bu yirmi dört saat durmalı,
kırk sekiz saat sonra gelmelidir gibi sözler de vardır. (hayır sesleri) Bununla bera
ber efendiler, maddelere geçilmesini oya koydum, kabul olundu. Fakat birtakım
arkadaşların itirazı üzerine kanunun tamamı hakkında söz söylemek için söz ala
cak isimleri yazdık. Yani Yüce Meclis hangisini kabul edecekse tespit buyursunlar.
(maddeleri müzakere edeceğiz sesleri) Bir daha oya koyuyorum, maddelere geçil
mesini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Birinci maddeyi okuyoruz.

İSTİKLAL MAHKEMELERİ KANUNU


Madde1. Hükümet tarafından gösterilecek lüzum ve Büyük Millet Meclisinin salt
çoğunluğu ile verilecek karar üzerine gerekli görülecek yerlerde istiklal mah
kemeleri kurulur.

ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, Komisyon fazla bir gayret göstermiştir.
Diyor ki salt çoğunluk ile vereceği bir karar üzerine. Büyük Millet Meclisi salt ço
ğunluk olmadan karar vermez ki. Binaenaleyh bu ifadeyi kaldırmak lazımdır.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Efendim, Ziya Hurşit Bey arkadaşımızın
söylediği doğrudur. Fakat zaman zaman bu mesele Meclisi oldukça meşgul ettiği
için Komisyon bunu açıkça yazmayı uygun gördü.

794
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim 1.Madde hakkında başka söz isteyen
yoktur. Maddeyi aynen oya koyuyorum, kabul edenler ellerini kaldırsınlar. 1.Madde
büyük çoğunlukla kabul edilmiştir.

Madde 2. Bu mahkemeler Büyük Millet Meclisi’nin salt çoğunluğu ve gizli oyla


kendi üyeleri arasından seçecekleri bir reis, iki üye ve bir savcıdan oluşur. An
cak mahkeme heyetinde bulunmayan üyelerin yerini almak üzere bir de yedek
üye seçilir.

REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim, bir reis ve iki üye diye ayırmak doğru
değildir. Mahkemeye seçilen arkadaşların kendi aralarından bir reis seçmeleri
ahenk noktasında daha uygundur. (Hükümet tayin eder sesleri) Hatta bana kalırsa
beş üye seçmeli. Bunlar kendi aralarından birini reis olarak ve birini de savcı ola
rak ayırmalıdır. Bunlardan birisi de yedek olarak kalmalıdır. Kimin daha iyi reislik
vazifesini yapabileceğini gece ve gündüz beraber çalışan arkadaşlar uyuşabilirler.
(ya uyuşulamazsa sesleri) Onun ihtimali yoktur efendim. Bu kadar zamandan beri
istiklal mahkemeleri vardır, aralarında reislik ihtilâfı olmamıştır.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Komisyon, reis ve savcıların Meclisçe
ayrı ayrı seçilmelerini istiklal mahkemesinde bulunan arkadaşların gösterdiği lü
zumu dikkate alarak teklif etmiştir. Çünkü reislik meselesinin kendi aralarında ihti
lafa sebep olduğu, istiklal mahkemelerinde bulunan arkadaşlar tarafından söylen
miştir. Bilhassa savcı olacak arkadaşların hukukçu olması gerekir. Dünyadaki
bütün mahkemelerde şimdiye kadar yalnız Rusya'daki Çeka mahkemeleri istisna
olmak üzere savcılar bulunmuştur. Bu savcıların mahkemelerde bulunması mah
kemeyle kanun arasındaki adalet ve intizamı temin içindir.
MUSTAFA TAKİ EFENDİ (Sivas): Efendim, istiklal mahkemesine reis, üye ve sav
cı olabilmek için kanuni vasıflara haiz olmak lazım gelir. Büyük Millet Meclisi üyesi
olmakla kimsenin her işi yapabilmek kudretine sahip diye dava etmek hakkı değil
dir.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Bu işi yapabileni göndeririz.
MUSTAFA TAKİ EFENDİ (Devamla): Belki ben iyi seçemem. Onun için benim
oyuma bırakmak doğru değildir. Bakınız alelade bir mahkemeye bile reis ve üye
olabilmek için kanuni vasıflar arıyoruz. Halbuki bu mahkemeler fevkalade mahke
melerdir ve idam hükümleri verecektir. Onun için elbette büyük ihtisas sahibi kim
seler aramak lazımdır. Meclisimizin içinde de ihtisas sahipleri bulunabilir.
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Arkadaşlar, savcıların Meclisten olmasına
taraftar değilim. Çünkü Meclis istiklal mahkemesi esasını kabul etmekle, şu alela
de bildiğimiz normal zamanlara ait ve bildiğimiz ihtilal ve inkılap haricindeki hukuki
esaslara ait mahkemelerin haricine çıkmıştır. Bununla asıl sosyal sebebi olan
müdafaa maksadı ve temin etmek istemiş, binaenaleyh bu üyelikleri de bizlere

795
vermiştir. Bu iş için yalnız arkadaşlarımız içinden hukukçular aransa ve bu fikir
galip gelseydi böyle bir mahkeme yapılmasına lüzum kalmazdı. Meclisin ve mem
leketin asıl maksadını temin etmek üzere geçici olarak yapılmış bir müessese
huzurunda bulunuyoruz. Orada savcılık hakkını gerek umum ve gerekse hususi
müdafaa edecek birine vermemek, müdafaa hakkı için iyi bir şey değildir. Meslek
ten insanlar ayrılmalı, yani bir askeri suçtan dolayı ise savcı orada bulunan bir
subay olmalıdır.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Efendim, bundan evvelki istiklal mahkemelerinde
üyeler içlerinden birini kendilerine reis seçerlerdi. Bu usul istiklal mahkemeleri
üyeleri arasında daima dedikoduya sebep olmuştur. Mesela Refik Şevket Bey
arkadaşımıza soruyorum, istiklal mahkemesinde bulunduğu zaman reis iken ken
dileri hakkında ne kadar dedikoduya şahit olmuşlardır? Tutanakları nasıl imzalar
lardı? Haftada bir reis değişir, sen bu hafta aşağıyı imzalayacaksın, ben yukarısını
imzalayacağım, çünkü aramızda bir fark yoktur, çünkü hepimiz mebusuz, gibi
birçok dedikodular olmuştur. Kastamonu İstiklal Mahkemesinde bulunan bir arka
daş bunu söylemişti. Bu kadar ihtilaf ortaya çıkmışken yine eski kanunu muhafaza
etmek doğru değildir.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Bu hususta dedikodu yoktu. Eşitlik vardı.
MAZHAR MÜFİT BEY (Devamla): Beyefendi buyuruyorlar ki eşitlik için yaptık.
Demek ki eski kanunda eşitlik yoktu, bu kanun eşitliği temin ediyor. (gülüşmeler)
ÖMER LÜTFÜ BEY (Amasya): Refik Şevket Bey'in fikrine iştirak edemeyeceğim.
Üyeler aynı dereceye haizdir, buna şüphe yoktur. Fakat zaten dünyada iki mahluk
yoktur ki birbirine tamamen benzesin. Buna imkan yoktur, iki parmağın çizgileri
bile birbirine benzemez. Ancak hepimiz seçilmekte eşitiz. Her halde içimizden bir
reis seçilmesi mecburidir. Bundan dolayı mahkeme reisinin Meclisten seçilmesine
taraftarım. Tevfik Rüştü Bey buyurdular ki o meslekten insanlar ayrılmalı, yani bir
askeri suçtan dolayı ise savcı orada bulunan bir subay olsun diyorlar. O halde
efendiler demirciliğe dair bir dava varsa savcıyı bir demirciden yapmak lazım gelir.
Kendilerinin bu husustaki fikrini kabul edemem.
MUSTAFA BEY (Giresun): Efendiler böyle fevkalade mahkemeler kurulması zaten
Kanunu Esasi'nin hükümlerine göre yasaktır. Fakat ihtilal harbinde olduğumuz için
bunu kabul ediyoruz. Buna peki diyelim. Fakat acaba bu mahkeme heyetinin biz
zat Meclisten olmasının ne faydası vardır? Halkı ikna için, diğer mahkemelerden
daha fazla itinalı olmak ve daha fazla hak ve adaleti gözetmek lazım gelir. Zira
halkın gözleri bu istiklal mahkemelerindedir. Bu mahkemelere üye olarak Adalet
Vekaleti Temyiz Mahkemesi üyeleri derecesinde hakimlerden seçmelidir. Rica
ederim, bu mesele pek mühimdir, bunu Meclis üyelerine vermek katiyen doğru
değildir. Hem ayıp değil ya gücenmeyelim, bu vazifeye giden mebuslar hiçbir vakit
laubali hareketten feragat etmemiştir. Çünkü mevkii sağlamdır, muhakemeye
alınmaktan korkmaz, mesuliyetten korkmaz, ne vakit oradan gelir, yine burada iki

796
yüz lira mevcuttur. Daha neden korksun? (gülüşmeler) Eğer Meclis haricinden
yaparsak onlar korkarlar, daha adaletli hareket ederler. Kırmak, dökmek, bu gibi
vazife Hükümete ait bir vazifedir. Meclis tasdik makamıdır. Ben bunu doğru bul
muyorum, hem Meclisten bir adam hiçbir zaman milleti temsil etmez, Meclisin
tamamı temsil eder. Bu doğru değildir. Bu kanunun burasını düzeltirseniz bu mah
kemelerden daha fazla istifade olunur, düzeltmezseniz işler çorbaya döner.
SALİH EFENDİ: (Erzurum): Efendim muhterem, tecrübeli Mustafa Bey'in beyana
tını tasdik için iki söz de ben söylemek istiyorum. Hiçbir hakim hiçbir vakit mesuli
yetsiz olamaz. Eğer istiklal mahkemelerini Meclis dışından muktedir, hukuk bilen
kimselerden kurursak hem Yüce Meclisten, hem vicdan mesuliyetinden ve hem
memleketin kendilerini mesul edeceğinden korkarak işi daha iyi kavrar ve her hal
de daha iyi iş görürler. Binaenaleyh ben de teklif ediyorum bu mahkemelere hariç
ten üye kabul edelim, vesselam.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, Giresun Mebusu Mustafa Bey'in teklifine
ben de tamamen katılıyorum. Yüce Meclis bu memleketteki yasama ve yürütme
vazifelerine bilhassa yargı meselelerinde fazlaca bulaştırmamalıdır. Binaenaleyh
bu memlekette en büyük mevkii olması lazım gelen Milli Meclis aleyhine sevk ve
tahrik edebilecek her türlü icraattan sakınmalıdır. Bu gibi vazifeleri başkasına yap
tırmalıdır. Kendisi hakim bir vaziyette kalmalıdır. Bu mesele, her şeyden evvel
liyakat meselesidir. Cümlemiz itiraf ve tasdik ederiz ki bir mahkemede liyakat ne
kadar yüksek olursa işler daha iyi olur. Binaenaleyh Meclisin en ehliyetli ve isabetli
arkadaşlarını şuraya buraya dağıtması suretiyle ayırması, kendisinin yasama ve
yürütme kuvvetlerini azaltır. Hulasa ben esas itibariyle fevkalade salahiyet ile
mahkeme kurulmasına taraftarım, fakat Meclisten olmasına karşıyım. Meclis ister
se savcı sıfatıyla kendisinden bir üye bulundurabilir.
MUSTAFA BEY (Giresun): Ona da hiç lüzumu yok.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Olmasa da olabilir. Binaenaleyh mahkeme üyeleri
nin memlekette en yüksek hukukçulardan olması ve Meclisin doğrudan doğruya
bu işe kendi elini sürmemesi daha doğru bir şeydir. Benim teklifim 3.Maddenin
müzakeresine geçmek ve 2.Maddeyi Komisyona havale etmektir.
HASİP BEY (Maraş): Selahattin Bey, bu kanun giderse eski kanun kalır mı?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Efendim bu mesele Komisyonda dikka
te alınarak müzakere edildi, fakat tasvip edilmedi. Sebebi istiklal mahkemelerine
verilen salahiyet gayet geniştir. Belki Yüce Heyetiniz kendi üyelerinden olmayan
birilerine bu salahiyeti vermekte biraz kıskanç olabilir.
HASAN BEY (Trabzon): Bu kanunla vermiş olduğunuz salahiyet eski kanundaki
salahiyetten daha azdır. Eski kanundaki salahiyeti verirseniz anlarım. Fakat bu
kanunla istiklal mahkemesine verdiğiniz salahiyet, diğer mahkemelerin salahiye
tinden daha dar ve daha azdır.

797
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendiler, Yüce Meclisinizin hedefini takip
edecek ancak Yüce Meclisinizin üyeleri olabilir. Dışarıdan hukukçulardan kurula
cak olan istiklal mahkemesi heyeti Yüce Meclisinizin takip ettiği siyaseti elbette
sizler kadar idrak edemez. Aksini iddia etmek, doğru olamaz. Biz her gün Mecliste
yapılan a!eni ve gizli müzakereleri dinliyoruz. Bunlardan dışarıdakilerin haberi var
mıdır? Onlar korkacaklardır, sinirlerine hakim olamayacaklar ve iş yapamayacak
lardır. İstiklal mahkemelerinin kuvvet ve kudretinin yüksek olması bu sebeptendir.
Halk üzerindeki tesiri de buradadır. Binaenaleyh Komisyonun kanaati budur.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendim, arkadaşların hepsinin kanaati esasta ay
nıdır ve istiklal mahkemelerine lüzum vardır. Fakat istiklal mahkemeleri üyeleri
Meclisten mi yoksa dışarıdan mı olsun? Ben de esas olarak bu gibi yargı vazifele
rinin Meclis haricinde kalmasına taraftarım.
SÜLEYMAN SUDİ BEY (Beyazıt): Öyle ise Hükümeti de dışarıdan seçelim.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Efendiler, Büyük Millet Meclisi bu milletin ilk ve
son dayanağıdır. Büyük Millet Meclisinin ne gibi şartlar içinde açıldığı henüz unu
tulmamıştır. Mebus arkadaşların her şeye muktedir olması lazım gelmez. Büyük
Millet Meclisi bir bütün olarak elbette büyük bir kıymete sahiptir. Fakat bilhassa
yargı gibi her halde ihtisas ve ihtisastan başka birtakım şartlar isteyen mühim bir
işe böyle kıymetli arkadaşlarımızı içimizden seçmek suretiyle Meclisi o arkadaş
lardan mahrum etmek doğru değildir. Rastgele, iyice düşünmeden her hangi birini
mahkemelere gönderirsek, Büyük Millet Meclisini temsil eden bu mahkemeler
Büyük Millet Meclisini belki iyi bir mevkide bulundurmayabilir. Yok, böyle istemi
yorsak istiklal mahkemeleri üyelerinin dışarıdan olması lazım gelir. Yalnız şunu
ilave edeyim ki yalnız istiklal mahkemesine ait olan icraat değil, idareye ait bütün
meseleler hakkında da aynı kanaatteyim. Efendiler biz büyük bir fırtına içinde çal
kanan geminin içindeyiz. Bu gemiyi kurtarmak için maharet lazımdır, ihtisas la
zımdır. Bu ihtisası dışarıda bulursak niye bu ihtisasından milleti faydalandırmaya
lım? Binaenaleyh ya dışarıdan seçelim veya içimizden yapılacak seçimde fevka
lade dikkat edelim.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendiler iki önerge var, 2.Maddenin müzakeresinin
yeterliliği hakkında. Oya koyuyorum, kabul olunmazsa yine müzakereye devam
olunur.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Efendiler, müzakerenin kafi olmadığına kana
at getirdim. Çünkü arkadaşlarımızdan bir kısmı teşkilat yapmak için bir mesele
ortaya koydular. İhtimal ki onlar da haklı olabilirler. Bilmem ki biz yeniden bir adliye
teşkilatı mı yapıyoruz, Yoksa fevkalade bir mahkeme mi yapıyoruz? (bravo sesle
ri) Yapmış olduğumuz fevkalade bir mahkemedir. Dünyanın her hangi bir memle
ketinde bu gibi mahkemeler adli olmaktan ziyade idaridir. Efendiler, rica ederim iyi
düşünelim. Acaba dışarıdan tayin edeceğiniz her hangi biri bu işi nasıl yapacak?
Memleketimizin öteden beri pek fena bir şeyi vardır. Taşradan seçeceğiniz adam

798
lar tesir altında kalırlar ve iş yapamazlar. Arkadaşlarınız ise tesirsiz iş yaparlar.
Fevkalade işlerde tesir altında kalmayacak adamları seçiniz. Dışarıdan her hangi
bir kimseyi seçersek belki gayet namuslu bir adam olabilir, fakat ne çare ki bir
memurdur. Zavallı bir kere Adalet Vekilinden korkar, Adalet Vekilinin ahbapların
dan, akrabasından birisi hakkında bir mesele olursa korkar. Vekillerin her hangi
birinin akrabasından veya tanıdığından birinin hakkında yapacağı muamelede
titrer. Halbuki bunlar doğru değildir, yapacağımız iş mühimdir. Onun için uzun
boylu düşünmeye lüzum yoktur. Komisyonun vermiş olduğu maddeyi aynen kabul
edelim.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Efendiler, Memleketin tamamını alakadar eden bir
mesele bahis mevzu olmuştur. Türkiye'nin Adliyesi hiç kimsenin nüfuzu altında
değildir, rica ederim. Adliye Teşkilatı serbesttir, kanunları tatbik etmektedir. Fena
lık yapan hakimi Hükümet azleder.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): O halde bunları mahkemeye verin.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliği hakkında üç
önerge var. Müzakereyi kâfi görenler lütfen ellerini kaldırsın. Müzakere kafi görül
müştür. Şimdi efendim, maddenin değiştirilmesi hakkında birtakım önergeler vardır.
(Verilen üç değişiklik önergesinden ikisi reddedildi ve...)

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Amasya Mebusu Ömer Lütfü Bey'in önergesini
okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
2.Maddenin son cümlesinin, "Ancak mahkeme heyeti içinde değişik se
beplerle bulunamayan üyelerin yerini almak üzere bir de yedek üye seçilir."
şeklinde değiştirilmesini teklif ederim. 29 Temmuz 1922
Amasya Mebusu
Ömer Lütfü
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Bunu biz de kabul ediyoruz.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Bu önergeyi Komisyon da kabul ediyor. Kabul
edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Müsaade buyurun, değiştirildiği
şekliyle maddeyi okutturuyorum.

Madde 2. Bu mahkemeler Büyük Millet Meclisi’nin salt çoğunluğu ve gizli oyla


kendi üyeleri arasından seçecekleri bir reis, iki üye ve bir savcıdan oluşur. An
cak mahkeme heyeti içinde değişik sebeplerle bulunamayan üyelerin yerini
almak üzere bir de yedek üye seçilir.

799
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Maddeyi bu şekliyle kabul edenler lütfen ellerini
kaldırsın. Büyük çoğunlukla kabul olunmuştur. 3.Maddeyi okuyoruz.

Madde 3. İstiklal Mahkemelerinin vazifeleri aşağıdadır.


A. Muvazzaf ve gönüllü olarak askerlik hizmetine girip de firar edenler, kasıtlı
olarak veya ihmal neticesinde firarlara sebep olanlar ve firarilerin yakalanması
ve sevkinde ihmal gösterenler ve firarileri saklayanlar ve yedirip içirenler ve
kıyafet temin edenler hakkında idari ve askeri kanunlarda belirtilmiş olan ceza
ları ve suçu hafifleten ve ağırlaştıran sebepler olduğu taktirde yalnız bu fıkra
daki suçlara has olmak üzere uygun göreceği diğer çeşitli cezaları hükmetmek.
B. 29 Nisan 1920 tarihli Vatana İhanet Kanunundaki suçlar.
C. Devletin dış ve iç emniyetini ihlal edenler hakkındaki Mülki Ceza Kanununun
birinci bölümünün birinci ve ikinci fasıllarında yazılı olan suçlar.
D. Askeri ve siyasi casusluk, siyasi suikast ve asker ailelerine taarruz ve tecavüz
suçları.
E. Seferberlikte nakil vasıtaları sağlama komisyonlarının görevi kötüye kullanma
hakkında Askeri Ceza Kanununun 1.Maddesine karşılık gelen 2 Mart 1915 tarihli
kanunda açık bir şekilde ifade edilmiş olan olan suçlar.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, bu asker firarilerinin mühim bir illeti
vardır. Her asker bir kere kıtasından ayrıldı mı onu bulmanın imkanı olmaz. O
dağlarda ve diğer yerlerde vaktini geçirir. Yakalandığı zaman da eski kıtasına
gönderilmez. Çünkü bir kıta kumandanı asker miktarı çoğalsın diye bu gibi asker
leri kendi kıtasına kabul eder. Yakalanan firari askerleri bilerek kendi kıtasında
istihdam edenler diye bir şey teklif ediyorum. İstirham ederim Komisyon bu hususu
dikkate alsın. Çünkü asker bir kıtadan firar etti mi şube onu yakalıyor, jandarma da
istihdam ediyor veya sevk olunurken başka bir vazifeye gidiyor. Derken o askerin
yaptığı vazifeden bir şey anlaşılmıyor. Bazen esir oluyor, hâlâ firar görünüyor.
MUSTAFA BEY (Kozan): Bunun hakkında usul var.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Usul var ama, o usule riayet edilmediği için
maddeye bunun da ilavesini istiyorum.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Reis Beyefendi bu madde pek uzundur. Müsaa
de ederseniz fıkra fıkra müzakere olunsun daha iyidir.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim. Bu teklifi kabul edenler lütfen el kaldırsın.
Kabul edilmiştir. Şimdi efendim A fıkrası hakkında söz isteyen var mı?
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim A fıkrasında, suçu hafifleten ve ağırlaştıran
sebepler olduğu taktirde uygun görülecek kararları vermek ifadesi bana göre yan

800
lıştır. Bütün mahkemelere takdir hakkı verilmişken siz istiklal mahkemesine böyle
yapacaksınız demek, bunların cahil olduklarını düşünüp bunu yüzlerine vurmak
gibi bir şey olur. Yani seçeceğiniz arkadaşlarınız hafifletici sebep görülmediği za
man yoktur diye kendileri ayrıca hüküm mü verecekler? Mahkeme kanunlara göre
hüküm vereceği için zaten hafifletici veya ağırlaştırıcı sebepler tayin edilmiştir.
Bunlar mevcut iken mahkemeye daha az ceza ver, daha yüksek ceza ver diye
kanunda mevcut bir şeyi tekrar etmekte fayda yoktur. Bence o fıkrayı lüzumsuz
görüyorum ve çıkartılmasını teklif ediyorum.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): A fıkrasının son cümlesinde askerin firar sebep
lerini tetkik ile gören ve anlayan hakimleri mutlaka ceza kanunlarındaki belli ceza
ları vermek azabından, mecburiyetinden kurtarmak için yani bazen bir askere
mahallinde verilecek bir nasihatin cezayı kafi olacağı için böyle yazılmıştır. Komis
yonun buradaki maksadı ceza vermemek salahiyetini de mahkemeye vermek
istemesidir. Mutlaka mahkemenin ceza vermeye değil, affetmeye de salahiyeti
olduğunu göstermek içindir.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Firar eden askerin ailesine taarruz edenlerle, asker
ailesini kaldırıp dağlarda gezdirenler de istiklal mahkemesinde muhakeme edilmeli
ve onlara da ceza verilmelidir. Bunu da teklif ediyorum.
RIZA BEY (Kırşehir): Kardeşin firar etti, amcan firar etti, diye birtakım aileleri top
layıp dağlarda, bağlarda dolaştırıyorlar ki bu gayet çirkin bir şey oluyor.
CEMİL BEY (Kütahya): A fıkrasının muhteviyatıyla asker firarileri ne kadar alakadar
ise askerlik şubeleri de zannediyorum ki daha fazla alakadardır. Efendiler, bir asker
cepheden veya cephe gerisinden firar edebilir. Lakin rüşvet alan bir askerlik şube
si reisi firar eden bir askeri orduya karşı saklayabiliyor. Bunlar sık sık görülen şey
ler değil midir? Bunun hakkında bir önerge veriyorum. Binaenaleyh uygun görür
seniz bu fıkraya ilaveyi kabul edersiniz.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): Efendim, A fıkrasının ilk cümlesinde firar edenler
deniliyor. Buraya firar edenlerden evvel "kasten" kelimesinin ilavesini teklif edece
ğim. (kasıtsız firar olmaz sesleri)
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Efendim, Hakkı Hami Bey Komisyonun
maksadını iyice anlayamamışlardır. Yani oradaki son fıkradaki kayıt askerin lehi
nedir. Hafifletici sebepleri göz önüne almadan asker firarilerini mahkum edecek
olursak, bütün hapishaneleri asker firarileriyle doldurmuş olacağız. Refik Şevket
Bey'in izah ettiği gibi nasihat kafi gelecek bir firari ise ona nasihat eder ve kıtasına
gönderir. Bunlara üç dört değnek vurmak veya üç gün hapsetmek için o salahiyet
verilmiştir.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Eğer buyurduğunuz gibi yalnız hafifletilmiş sebep tak
dirine göre ceza tayin ederler, derseniz doğru. Fakat ağırlaştırılmış sebep olduğu
takdirde ne olacaktır? Binaenaleyh bu madde Komisyonun maksadını ifade etmiyor.

801
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz, belki bu madde Komis
yonun maksadını ifade etmez. Fakat verilecek değişiklik önergeleri ile icap eden
eksiklik tamamlanabilir.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Biz bu kanunu istiklal mahkemelerinin istediği gibi
hükümler vermesine mani olmak için yapıyoruz. Rica ederim, Meclisin arzusuna
muhalif olmak üzere tanzim edilmiş bir maddede bu kayıt olmazsa, ceza takdiri
hakimin kendi takdirine kalmış olur.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Hayır, olmaz efendim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Aksi takdirde tehlikesi daha büyük olur.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz efendim, istiklal mahkemesi
böyle suç işleyenlere idari ve askeri ceza kanunlarındaki maddelere göre hüküm ve
recektir. Komisyonun maksadı budur. Bu sizi temin etmiyorsa bir önerge verirsiniz
ve madde o yolda değiştirilebilir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Suiistimale meydan verilmemeli.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Suiistimale meydan vermemek için ona meydan
vermeyecek kayıtlar teklif edersiniz, biz de kabul ederiz.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin yeterliliği hakkında önerge
vardır. Daha birçok arkadaşlarımız da söz almıştır. Oya koyuyorum. (asker aileleri
meselesi ne olacak sesleri) 3.Maddenin 1.fıkrasının müzakeresini kafi görenler
lütfen ellerini kaldırsın. Kafi görülmüştür. Efendim, şimdi 1.fıkrada bazı kelimelerin
kaldırılmasına ve bazı kelimelerin ilavesine dair önergeler var. Lütfen iyi dinleyelim.
Mesele mühimdir. Birer birer okunsun.
(Verilen yedi değişiklik önergesinden dördü reddedildi ve...)

TBMM Başkanlığına
A Fıkrasındaki "cezaları" kelimesinden sonra "hüküm" kelimesini ve "di
ğer çeşitli" kelimesinden sonra "karar vermek" kelimelerinin ilavesini teklif eyle
rim. 29 Temmuz 1922
Saruhan Mebusu
Refik Şevket
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Bunu Komisyon da kabul ediyor.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bu önergeyi Komisyon da kabul ediyor.
Bu önergeyi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir efendim.

802
TBMM Başkanlığına
3.Maddenin A Fıkrasından "kasten veya ihmal neticesinde" ifadesinden
"kasıt ve ihmal" kelimelerinin çıkartılmasını, "firara sebebiyet verenler" şeklinde
yazılmasını teklif ederim. 29 Temmuz 1922
Kırşehir Mebusu
Müfit
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Bu önergeyi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın.
Kabul olunmuştur.

TBMM Başkanlığına
3.Maddeye aşağıdaki fıkranın da ilavesini teklif eyleriz.
"Asker ailesine taarruz edenler ve dağlarda gezdirenler."
Kırşehir
Rıza
Mebusu Kırşehir Mebusu
Müfit
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Bu önergeyi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın.
Kabul olunmuştur.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Müstakil bir fıkra olarak kabul edilsin.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Muhittin Baha Bey 3.Maddeye iki fıkranın daha
ilavesini teklif ediyor. Münasip görürseniz bu maddenin fıkraları bittikten sonra bu
fıkraları okuyalım, efendim. Efendim değişiklik hakkında kabul edilen önergelerle
beraber maddeyi Komisyona veriyoruz. B fıkrası hakkında söz söyleyecek var mı?
(hayır sesleri) Söz söyleyecek yok. Fıkrayı aynen kabul edenler lütfen ellerini kal
dırsın. Fıkra aynen kabul edilmiştir. C fıkrası hakkında konuşacak var mı?
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Giresun): Hakkındaki deniliyor. Oradaki "ki" fazla olsa gerek.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Sururi Efendi "ki" yi kaldıralım diyor. Bunu kabul
edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kaldırılması kabul edilmiştir.
REFİK ŞEVKET B. (Saruhan): Efendim, Mülki Ceza Kanunu diye bir kanun yoktur.
Ceza Kanunu vardır. Binaenaleyh "mülki" kelimesini arkadaşlar münasip görürse
bu kaldırılsın.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurun, Refik Şevket Bey
şöyle teklif ediyor. Mülki Ceza Kanunu yoktur. Doğrudan doğruya ceza kanunu
diyelim diyor. Bunu kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Fıkra
şöyle oluyor.

803
C. Devletin dış ve iç emniyetini ihlal edenler hakkında Ceza Kanununun birinci
bölümünün birinci ve ikinci fasıllarında yazılı olan suçlar.

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Fıkra hakkında başka söz isteyen yok. Fıkrayı
değiştirildiği şekilde kabul edenler ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. D fıkrasına
geçiyoruz.
(D ve E fıkraları hakkında kısa birer görüşme olur ve bu iki fıkra Komisyonun teklif
ettiği gibi değiştirilmeden kabul edilir.)

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim buraya bir fıkra ilavesine dair İstanbul
Mebusu Ali Rıza Bey'in önergesi var, okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
3.Maddenin E fıkrasından sonra aşağıdaki fıkranın ilâvesini teklif eylerim.
"F. Ordunun maddi kuvvetini azaltan rüşvet ve vurgunculuğa ait suçlar."
İstanbul Mebusu
Ali Rıza
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Benim önergem daha umumidir, onu da okuyun.

TBMM Başkanlığına
İstiklal mahkemelerine ait kanunun 3.Maddesine aşağıdaki fıkraların
ilavesini teklif ederim.
"F. Vurgunculuk yapan, rüşvet alan bütün sivil ve asker memurlar ve hangi
kesimden olursa olsun bunlara katılanlar ve yardımcı olanlar."
"G. Memuriyet nüfusundan istifade ederek halka zulüm ve işkencede bulunan
sivil ve asker memurları muhakeme etmek."
Bursa Mebusu
Muhittin Baha
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Efendim, tecrübelerime dayanarak malumat vere
ceğim. Rüşvet alan ve vurgunculukta bulunan bütün sivil ve askeri memurlar ile
bunlara her ne suretle olursa olsun, iştirak ve yardım edenlerin istiklal mahkeme
since muhakemeye alınmasını teklif ediyorum. Beyefendiler, istiklal mahkemeleri
nin halk nazarında birinci derecede yeri, haysiyet ve şerefte bulunmasını temin
eden sebeplerden birisi budur. Halk, şimdiye kadar ceza görmemiş olan ve kendi
sini idare eden adamlara ceza verildiğini görünce memlekette adaletin tatbiki hak
kındaki emniyetini kuvvetlendirir. Rüşvet alanlar, vurgunculuk yapanlar emin olun
diğer mahkemelerde uzun seneler serbest kalmaktadırlar. (doğru sesleri) Konya'

804
da ve diğer yerlerde dolaştığımız zaman birçok memurların bu suçlardan dolayı
hapse atılmayarak serbest gezdiklerini gördüm. Bunların daha sonra tevkif edilme
lerini müteakip memleket dahilinde öyle fevkalade bir memnuniyet görüldü ki bu
nunla Meclis adalet tatbik ettiğinden dolayı iftihar edebilir. Antalya'da bulunduğum
zaman bir mülkiye müfettişi bana geldi,
-Bir seneden beri burada gümrükte yapılan suiistimalleri tetkik etmekteyim. On
memuru açığa çıkardım, kırk bin lira rüşvet tespit ettim. Fakat bu memurlar tevkif
edilmemişler ve bir seneden beri serbest gezmektedirler. İstiklal mahkemesi bun
ların işlerine el koysun.

...dedi. Binaenaleyh efendiler, bu izahattan sonra teklifimin kabul edilip edilmeme


si oylarınıza aittir.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): İkinci fıkraya lüzum yok.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Sonra efendim, ikinci fıkrayı arz ediyorum.
Memuriyet nüfusundan istifade ederek halka zulüm ve işkencede bulunan memur
ların muhakeme edilmesi meselesinde, halkın da hakkı vardır. Halkın da, adaletin
hızla tatbikini talep etmek hakkıdır. Binaenaleyh haksızlık eden memurları istiklal
mahkemelerince muhakemeye almak lazım gelir. (kabul sesleri)

HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Bu çeşit suçlar istiklal mahkemelerine verildiği takdirde
halk üzerinde iyi tesir bıraktığından dolayı bunun iyi olacağına inanmakla beraber,
efendiler memlekette ya Adalet teşkilatının varlığını kabul edeceğiz veya inkar
edeceğiz. Bunu kabul edersek alelade vurgun ve rüşvet gibi suçları istiklal mah
kemelerine vermek doğru değildir. (gayet doğrudur sesleri) Müsaade buyurun
beyefendiler, Ceza Kanununda bu suçlara dair hükümler bulunduktan sonra diğer
mahkemelerin vazifesi nedir? Ben anlayamıyorum. (çok vazifeleri var sesleri) Fa
kat Adalet teşkilatı vazifelerini ifa etmiyorsa, edemiyorsa onun sebebini anlamalı
ve o teşkilatı kaldırmalıyız. Yoksa diğer mahkemeler şu işi yapamıyor diyerek
şunu alalım istiklal mahkemesine verelim demek, bir iş yapmak değildir. Siz, mah
kemeler bağımsızdır, hakimler vazifelerinde hürdür dediğiniz halde ne yazık ki bir
taraftan her hangi birinin bir yazısıyla bir savcının ve diğer taraftan her hangi biri
nin işaretiyle bir mahkeme reisini oradan buraya kadar fırlatırken istediğiniz kadar
istiklal mahkemesi kurunuz, memlekete adalet getiremezsiniz. İstiklal mahkemesi
korku demek değildir, adalet demektir. Efendiler, rüşvet ve vurgunculuk suçları için
Ceza Kanununda maddeler vardır ve bu mahkemeler öteden beri bu davalara
bakıyorlar ve bundan sonra da bakacaklardır. Şunu da rica ederim ki hissi hareket
etmeyelim ve hakikatler üzerinde yürüyelim. Efendiler emin olunuz ki diğer mah
kemelerdeki hakimler de bu memleketin evladı ve bizim kadar bu memleketi se
ven ve memleketin ihtiyacını ve mukadderatını bizzat anlayan kimselerdir. Yeter ki
efendiler biz...
NURİ BEY (Bolu): Mahkemeler jandarmalara bile söz geçiremiyorlar.

805
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Efendim, mahkemeler jandarmaya bile söz geçire
miyorlarsa, rica ederim istiklal mahkemelerine verdiğiniz salahiyeti onlara da ver
seniz söz geçirirler. Bu fıkra ilave edildiği takdirde istiklal mahkemeleri vazifede
halka fenalık edecek ve yapacaktır demiyorum. Fakat efendiler bu gibi vazifeleri
de tamamen istiklal mahkemesine vermekle memlekette Adalet teşkilatının varlı
ğını inkar ediyorsunuz.

ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Yanlış anlamışsınız.

HAKKI HAMİ BEY (Devamla): İstirham ederim Abdülkadir Kemali Bey, Adliyemize
tecavüz etmeyiniz, memleketimizde bir Adliyemiz vardır, memleketimizde bir ada
let vardır diyen sizsiniz. Böyle olduğu halde nasıl olur da teklif ettiğiniz bu fıkra ile
Adliyenin varlığını inkar ediyorsunuz, rica ederim. Efendiler, Adliye ya vardır veya
yoktur. Adliye yoksa, bütün kanunların tatbikine istiklal mahkemeleri vazifelidir
diyelim ve Adliye teşkilatını kaldıralım. Yok Adliye teşkilatı varsa bu teklif doğru
değildir.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, devletin kanunlarını tatbik etmeyenler


hakkında bir kontrol lazımdır. Alakalı memurlar bu kanunları ya kasten ifa etmiyor
lar veya tatbikinde ihmal ediyorlar. Kendi ifadeleriyle arz edeceğim. Buyurdular ki
bir müfettiş rüşvet alan ve hakkında tahkikat icra ettiği bir memurun serbest olarak
dolaştığını bana söyledi. Şimdi kabahat rüşvet alan memurun ve müfettişin midir?
Yoksa mahkemenin usulünde midir? Kabahat eğer mahkemenin usulünde ise her
halde elimizde bir kanun vardır. Malumunuz böyle bir meseleden dolayı başta bir
tahkikat yapılır yapılmaz, o tahkikat Devlet Şurasına kadar yükselir. Devlet Şurası
muhakeme lüzumuna kararı verir vermez Adliyece tahkikat başlar ve sonra...

SÜLEYMAN SUDİ BEY (Beyazıt): Bu kaç sene sürer? (kaç sene sonra sesleri)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Bu kaç sene sürer diye söyleyen mebuslara
soruyorum, Süleyman Sudi Bey on iki senelik bir mebustur. Kanunun noksanı
nerede ise onu niçin şimdiye kadar tamir etmediler ve noksanlar hakkında niçin
teşebbüste bulunmadılar? Binaenaleyh tahkikat kaç sene sürerse sürsün, maksat
haklıya hakkını vermek meselesidir. Sürati düşünüyorsunuz da yatacak adamı
niye düşünmüyorsunuz? Belki kabahati yoktur veya haksız yere yatıyorsa. Efendi
ler, adalet böyledir. İlk tahkikat bir sene sürdü değil mi? Bir sene sonra da adli
tahkikat başlar ve bu başlar başlamaz hemen adamı hapse tıkarlar. Eğer adliye
mizin kudreti buna da kafi değilse o başka meseledir. Efendiler, suiistimal olmuyor
değil. Kanunun bu gibi hikmetini bilmeden ve sebebini görmeden bir adam rüşvet
aldığı halde serbest dolaşıyor diye bir anda söylemek doğru değildir. Evet, ceza
muhakemeleri usulümüz böyledir ve onun da hikmeti şudur. Bunları bir anda yık
mak kudreti elimizde ise o vakit bunu istiklal mahkemeleri yapmaz, çünkü Devletin
terazisi bozulur, sizin gördüğünüz vurgunlar sınırsız olur. Çünkü bir memlekette
kanun hakim olmaz ve o memleket mahkemelerinin de tesiri kalmazsa, o devletin
manası da kalmaz. Halbuki ben vaziyeti böyle görmüyorum. Herkes suçunun ce

806
zasını görmektedir. Rüşvet alanlar da cezasını görüyor. Bunu görmek istemeyen
arkadaşlarımız...

NURİ BEY (Bolu): Yapılan kanunlar hep Fransız kanunlarından tercümedir ve


bunlar memleketimize uymuyor, vesselam.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Nuri Bey'in mütalaası bu yoldadır, benim mütalaam
da şudur. Kanunlardan hep şikayetçiyiz. Fakat Fransız kanunları tercüme edildikten
ve bu devlet onu kabul ettikten sonra artık o Fransız kanunluğundan çıkmış ve bu
devletin kanunu olmuştur. Eğer kabahat Adliye teşkilatımızda ise onu ıslah edelim.
Öyle hafif bir histen dolayı bu yüzden umumi bir yol açarsak istiklal mahkemeleri
de bu yolda batar, kaybolur.

ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Efendim, ya istiklal mahkemelerine


ihtiyaç vardır veya yoktur. Bunun ortasını aramak ve ortasının ortasında diğer bir
şekil araştırmak beyhudedir. Eğer istiklal mahkemeleri lazımsa, bu mahkemelere
fevkalade salahiyetler de verilmelidir. Fevkalade salahiyetler verilmeyecekse diğer
mahkemeler vazifelerine devam etmelidir. Muhittin Baha Bey'in teklif ettiği fıkrayı
arzu ederim ki hukukçu olan ve pek sevdiğim kardeşim Hakkı Hami Bey memnu
niyetle kabul etsin. Bir kere adliyeciler bazı suçların Adliyeye verilmemesinden
dolayı müteessirdirler. Adliyeler memlekette mala, ırza ve cana tecavüzleri kanun
ile karşılayacak bir kuvvettir ve bunu temin etmek de bizim vazifemizdir, ihtilalın
vazifesidir. Fakat maalesef bütün gürültülere ve gazetelerde yazı yazılmasına ve
hususi görüşülmelere rağmen Vilayetler İdaresi Kanununun set çektiği adliye kapı
ları maalesef açık bulundurulamamıştır. Mesela bir posta ve telgraf memuru rüş
vet alır fakat beyler, savcının doğrudan doğruya bu mesele hakkında tahkikat
yapma salahiyeti yoktur. O tahkikatı evvela o memurun amiri kim ise o yapacak ve
neticelendirecek. Dosya vilayetin idare meclisine gidecek ve orası muhakemeye
lüzum kararı verdikten sonra o memurun muhakemesi yapılabilecek. Rica ederim
efendiler, memlekette bütün milletin arzusuna karşı olan bu hali dün düzeltemedik,
bugün de münakaşa ile vakit geçiriyoruz. Elimize bir kuvvet geçmiş, niçin bu kuv
veti lazım gelenlere vermiyoruz? Memlekette o kadar fenalık o kadar rezalet olu
yor ki çıkartılan bir kanun vatan endişesiyle değil, yalnız meslek endişesi yüzün
den birçok cinayetlerin suçlularını bir polis, bir jandarma takip edemiyor. Her hangi
bir memuru rüşvet ve irtikap suçundan dolayı takip imkanı mevcut olmuyor. Bu
imkanı bize veren bir salahiyeti ortaya atarlarsa bunu niçin reddedelim? (doğru
sesleri) Sonra memleketin düzeltilmesini arz ediyorum. Bu gayemi sekiz kere belki
burada söyledim. Benim gayem böyle olduğu gibi hepinizin de gayesi budur. Bu
memlekette mal, can ve ırz düşmanlarına niçin tecavüz ettin, diye soracak mah
kemelerdir. İhtilalın gayesi de budur, efendiler. Fakat bugün bu imkan dahilinde
midir? Bugün bunlar hakkında müzakere edildiğini memnuniyetle görüyorum.
Efendiler, istiklal mahkemelerine verdiğimiz salahiyetleri tekemmül etmiş, öyle bir
idare ile hakim olmuş değil, ilmen, ruhen ve ahlaken tekemmül etmiş bir halde

807
hakimlere bu salahiyetlerin verildiği günü gördüğümüz gün, ihtilalımızın neticesini,
semeresini elde ettiğimizi anlayacağız. (doğru sesleri)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler Abdülkadir Kemali Bey arkadaşımızın şika
yet ettiği meseleden müteessir olmayan kimse yoktur ve bunların düzelmesini
hepimiz arzu ediyoruz. Fakat bu müzakere edilen kanun dikkate alınacak olursa
istiklal mahkemelerinin diğer mahkemeler yerine geçecek teşkilat olmadığı anlaşı
lır. Bu, fevkalade vaziyet üzerine bazı mıntıkalarda yapılacak istiklal mahkemeleri
dir. Bütün mahkemeleri kaldıralım, her tarafa istiklal mahkemeleri gönderelim diye
bir şey yoktur.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Her taraf zulüm altındadır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurun efendim, bizim yaptığımız kanun
bir defa geçici olan fevkalade mahkemelerdir. Binaenaleyh Muhittin Baha Bey
arkadaşımızın teklifine samimiyetle iştirak ediyorum, fakat istiklal mahkemeleri her
suça bakamazlar. Bunun yanında Adalet teşkilatımızda değişiklik düşünelim,
memleketin her tarafına adaleti yayalım. Yoksa istiklal mahkemeleri geçici ve fev
kalade mahkemelerdir. Her şeye bakarlarsa hiç iş göremezler. Bunun için bunun
reddini teklif ederim.
VASIF BEY (Sivas): Efendim, Abdülkadir Kemali Bey'in sözünü teyit ediyorum,
fakat teklifine iştirak etmiyorum. Memlekette bu gibi suçlar için bir teşkilat vardır.
Eğer o teşkilat kafi gelmiyorsa o ıslah edilmelidir. Biz Adliye teşkilatımızı bırakıp
yerine başka mahkemeler teşkil edecek değiliz. Binaenaleyh bu kanun fevkalade
hal için, yani bizim gayemizi ve vatanın selametini sarsacak ihtilallar, ihanetler için,
bir de orduyu sarsacak firarlara karşı durabilmek için bir çaredir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Efendim, İstiklal mahkemeleri 1.Maddede
kabul ettiğimiz gibi Hükümetin göstereceği hakiki lüzum üzerine fevkalade vaziyet için
bir veya iki yerde kurulacaktır veya ani olarak Büyük Millet Meclisinin meşruiyeti aley
hine çıkacak isyanların söndürülmesi için derhal göndereceği istiklal mahkemeleri
olacaktır. O zaman onun yalnız vazifesi, o isyanı bastırmak olacaktır. Onun hari
cindeki suçlara bakmaya vakti olmayacaktır. Eğer bir memur suiistimal etmiş, rüş
vet almış diye bunlara da bakacak olursak, söndürmek istediğimiz isyanın mıntı
kası ve derecesi artar. Sonra bunların bir kısmını cennete, bir kısmını cehenneme
atmak gibi olacaktır. Bir yerde istiklal mahkemesi olacak, bu mıntıkada mevcut
istiklal mahkemesinin dahilinde bulunan memurları doğrudan doğruya istiklal
mahkemesine vereceğiz. Halbuki istiklal mahkemesi olmayan yerlerde memurlar
hakkında başka bir muamele tatbik edilmiş olacaktır. Halbuki Hükümetin vazifesi
bütün memurlar hakkında eşit bir muamele yapmaktır. Abdülkadir Kemali Bey'in
mütalaasına tamamen iştirak ederim. Memurların ayrı bir muhakeme usulüne
lüzum yoktur. Onlar da ahali gibi işlemiş oldukları suça göre muhakeme olunmalı
lar. Eğer memurlardan şikayet ediyorsak haklarındaki muhakeme usulünü değiş
tirmeliyiz. İstiklal mahkemelerinin salahiyetlerini genişlettirecek olursak bu mah

808
kemeler işin içinden çıkamayarak eski şeklini alır ve hepimizin şikayeti olacak bir
hale gelir. Binaenaleyh Komisyon bu teklifi kabul etmiyor, efendim (müzakere kafi
sesleri)
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Efendim, hakikaten hakimlerimiz muhterem ve
namusludur. Ben memurların muhakemesinin diğer mahkemelere verilmemesini
arz ederken ne onların namuslarından, ne de iktidarlarından şikayet ettim. Yalnız
hırsızların gezmekte olduklarını ve mahkemelerimizin onlara adalet elini uzatama
dıklarını söyledim. Öyle muhakeme usulleri vardır ki içinden kolay kolay çıkamaz
sınız ve bunun için beş altı ay uğraşırsınız. Binaenaleyh bugün memlekette adalet
dağıtmak ve bunu süratle yapmak isterken halkı bir tarafta, memurları ise diğer
tarafta bırakmak doğru olmaz. Bu memlekette ahali iki taraftadır. Memur gelecek
şu adam şunu yapmıştır diyecek. Bunun üzerine o adam hakkında kanunu süratle
tatbik edeceksiniz. Sonra yine o memlekette ceza gören daima hakkını müdafaa
etmek istediğimiz halktan bir adam gelecek bu memur, bu vali, bu kumandan veya
bu askerlik şubesi reisi bana fenalık etti, benden rüşvet aldı, beni kurtarın, diyecek.
Buna karşı hayır, biz bu vazife ile gelmedik, git demek, derdini Marko Paşa'ya anlat
demektir. Memleketin bir kumandanını muhakeme edecek hangi mahkeme var?
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar) Yüce harp divanı var.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Hangi harp divanı?
1
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar) Konya'daki yüce harp divanı.

MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Hırsızlık eden, rüşvet alan adam her kim olursa
olsun, istisnasız mahkemenin adaletine verilmeli. Yani Büyük Millet Meclisine ve
millete hesap vermelidir. Her zaman Büyük Millet Meclisinin kudret ve kuvvetinden
bahsediyoruz. Binaenaleyh, teklifimin kabul edilmesini memleket ve adalet adına
rica ediyorum. (kabul, ret sesleri)
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğine dair bir önerge var. Ka
bul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Müzakere kafi görülmüştür.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Rüşvete vasıta olanlar hakkında da bir kayıt ilave
edilse... (var sesleri)

1 1920 Yılında Konya İsyanı bastırıldıktan sonra kurulan Harp Divanının, gerek Konya me
busları hakkında ve gerekse isyana katılan suçluların yargılanmasında gösterdiği sert ve
acımasız tutum Mecliste tartışmalara yol açmıştı. Bilhassa sıradan gerekçelerle birçok
kişinin suçlanması, gerçek suçluların yanında, suçsuz kişilerinde tutuklanarak cezalandı
rılması gibi olaylar, verilen kararların adil olmadığı yolunda Meclis'te genel bir kanaat
oluşturmuştu.

809
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Muhittin Baha Bey'in önergesini kabul buyuranlar
lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir, efendim. Şimdi de Ali Rıza Bey'in önerge
sini oya koyuyorum.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Muhittin Baha Bey'in önergesi kabul edildikten
sonra artık buna lüzum kalmadı.
ALİ RIZA BEY (İstanbul): Benim teklifim hususidir. Muhittin Baha Bey'in teklifi ise
daha umumi olduğundan teklifimden vazgeçiyorum.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): O halde efendim, 3.Maddenin A fıkrası kabul edi
len değişiklik önergeleriyle birlikte Komisyona gönderilmişti. Bu fıkra değiştirilerek
Komisyondan geldi. Muhittin Baha Bey'in kabul edilen önergesiyle 3.Maddeye iki
fıkra daha ilave edildi. Bu haliyle 3.Maddeyi okutuyorum.

Madde 3. İstiklal Mahkemelerinin vazifeleri aşağıdadır.


A. Muvazzaf ve gönüllü olarak askerlik hizmetine girip de firar edenler ve firara
sebep olanlar ve firari yakalanması ve sevkinde ihmal gösterenler ve firarileri
saklayanlar ve yedirip içirenler ve kıyafet temin edenler hakkında Ceza Kanunu
ile askeri kanunlarda belirtilmiş olan ceza ve suçu hafifleten ve ağırlaştıran
sebepler olduğu taktirde yalnız bu fıkradaki suçlara has olmak üzere uygun
göreceği kararları vermek.
B. 29 Nisan 1920 tarihli Vatana İhanet Kanunundaki suçlar.
C. Devletin dış ve iç emniyetini ihlal edenler hakkında Ceza Kanununun birinci
bölümünün birinci ve ikinci fasıllarında yazılı olan suçlar.
D. Askeri ve siyasi casusluk, siyasi suikast ve asker ailelerine taarruz ve tecavüz
suçları.
E. Seferberlikte nakil vasıtaları sağlama komisyonlarının görevi kötüye kullanma
hakkında Askeri Ceza Kanununun 1.Maddesine karşılık gelen 2 Mart 1915 tarihli
kanunda açık bir şekilde ifade edilmiş olan olan suçlar.
F. Vurgunculuk yapan, rüşvet alan bütün sivil ve asker memurlar ve hangi ke
simden olursa olsun bunlara katılanlar ve yardımcı olanlar.
G. Memuriyet nüfusundan istifade ederek halka zulüm ve işkencede bulunan
sivil ve asker memurları muhakeme etmek.

810
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim 3.Maddeyi değiştirildiği şekliyle kabul
edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Pazartesi günü aynı saatte top
1
lanmak üzere celseyi tatil ediyorum.

(İki gün sonra, 31 Temmuz 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Gündemin müzakeresine devam ediyoruz. İstik
lal mahkemesinin hakkındaki kanunun müzakeresinin 4.Maddesinde kaldık.

Madde 4. Büyük Millet Meclisi lüzumlu gördüğü istiklal mahkemeleri için 3.


Maddede yazılı vazifelerden bazılarını kaldırabilir.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, madde hakkında söz isteyen var mı?
(hayır sesleri) Madde hakkında söz isteyen yok, maddeyi aynen oya koyuyorum.
Maddeyi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.

Madde 5. İstiklal Mahkemelerinin idam dışındaki hükümleri kesin olup tatbik edil
mesinden silahlı ve silahsız bütün devlet kuvvetleri sorumludur. İdam hükümleri
Büyük Millet Meclisi’nce tasdik edildikten sonra infaz edilir. Acil ve mühim hal ve
zamanda idam hükümlerinin de Meclisçe tasdik edilmeksizin infazına Meclis kara
rıyla izin verilebilir.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, istiklal mahkemelerinden beklediğimiz


faydanın en mühimi, muamelelerin seri olmasıdır. Şimdi bu madde idam hükümle
rinin tasdikini Meclise veriyor. Halbuki on beş seneye, yüz bir seneye, mahkum
olan bir adam hüküm anından itibaren tevkif edilmiştir. Binaenaleyh bu adam hak
kında yapılacak muamele hükmün icrasına tesir değildir. Bu kanunun hükümlerin
den biri olmak üzere her ay istiklal mahkemeleri kararları bir liste ile Yüce Heyeti
nize takdim edecektir. Bu listeleri tetkik etmek için mutlaka bir komisyon lazımdır.
Ben böyle bir komisyon kurulmasını teklif ediyorum. Bu komisyon istiklal mahke
melerinin verdiği hükümleri tetkik ve tasdik etsin ve kararları kati olsun. Artık
Umumi Heyete gelmesine lüzum kalmasın. Esasen idam dışındaki hükümlere ait
muamelelerin seri olmasında da esaslı bir fayda yoktur. Çünkü failleri zaten hapis
tedir. Fakat idam hükümlerinin muameleleri daha seri olsun diye Meclise gelmesi
gerekiyor. Bunu teklif ediyorum.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim, bu madde çıkartılan isyanların bastırılması ve
bir an evvel önünün alınması için yapılmış ve hakikaten ehemmiyeti olan bir mad
dedir. Hüseyin Avni Bey'in idam cezaları dışındaki cezaların tasdikinde acele et
meyelim fikrine iştirak edemeyeceğim. Çünkü böyle fevkalade bir mahkemenin
kurulmasından maksat, isyanların bir an evvel söndürülmesi için bu mahkeme

1
TBMM Zabıt Ceridesi (29 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.22, s.34-64, http://www.tbmm.gov.tr/

811
heyetlerinin süratle muamele görmesidir. Fakat orada diğer bir nokta görüyorum.
O nokta da acele idam hükümlerinin tasdiki gerekiyorsa Meclisçe tasdik edilmek
sizin infazına Meclis kararı ile izin verilecek. Acaba hangi idam hükmü acil, hangisi
acil değildir? Burasını ne ile anlayacağız ve (Meclis karar verecek sesleri) İdam
hükmü mahiyet itibariyle aynı iken bunun bir kısmını mahkemeye vermek ve bir
kısmını da buraya almak hususunda Komisyonun gösterdiği tenakuz kadar bir
tenakuz tasavvur edemem. Binaenaleyh mutlaka idam hükümleri Yüce Meclisin
tasdikinden sonra icra edilmelidir. Çünkü on, on beş, belki yirmi gün içinde Yüce
Meclisten tasdik için geçecek olan bir idam hükmünün sahibi o müddet içinde
hapishanede bulunacağı için bir fenalık yapamaz. Belki de idam kararının kalma
sıyla neticelenecek bir hükmün Meclisten tasdiki için on beş gün geçiyor, diyerek o
adamı derhal idam etmek kadar adaletsizliği ben hiçbir vakit düşünemem. Yüce
Heyetinizden istirham ediyorum ki idamlar mutlaka doğrudan doğruya Yüce Meclis
tarafından tasdik edildikten sonra tatbik edilsin.
HAKKI HAMI BEY (Sinop): Efendim, ben de Müfit Efendi Hazretlerinin fikirlerine
iştirak ediyorum. Yalnız bir noktada tamamen iştirak edemiyorum. Malumunuz
ihtilal başlamış olan bir mıntıkada bu ihtilal bastırılıncaya kadar yapılması lazım
gelenler şiddete dairdir. İhtilalın parlamış olduğu bir noktada şiddet icra etmek
ihtilala iştirak etmemiş olan birçoklarının ihtilala iştirakini mani olur. Böyle bir za
manda Meclis istisnai karar bir verebilir. Fakat ihtilal bastırıldıktan sonra artık bir
sebep kalmamasından dolayı tabiidir ki bunlar hakkındaki hükümlerin Meclise
gönderilmesi pek doğru ve adilce bir harekettir.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Arkadaşlar, Komisyon eğer idam hak
kının Meclisçe tasdik edildikten sonra kullanılacağına dair bir hüküm koymasaydı,
istiklal mahkemelerinin hiçbir kıymeti olmayacaktı. İdam hakkının olması istiklal
mahkemelerine bir dehşet vaziyeti veriyor. Binaenaleyh Komisyon güzel düşün
müş ve pek uygun bir madde tanzim etmiştir. Yalnız Mecliste uzun uzadıya müza
kerelerle haftalarla devam edecekse, geçecek zamanlar dolayısıyla hükmün ya
pacağı tesir gayet az olur. Hüseyin Avni Bey'in teklifi gibi bir komisyonu teşkil et
mekle istiklal mahkemelerinden gelecek evrakı diğer komisyonlara benzetmeyerek
tetkik edeceklerini mi zannediyoruz? Ben diyorum ki hayır, mevcut komisyonlara
ismen bir komisyon daha ilave etmiş olacağız. Birçok evrak sandıklar içinde mah
zende birikecektir. Binaenaleyh Hüseyin Avni Bey'in fikrine iştirak etmiyorum.
Maddenin aynen kabulünü ve ancak sürati temin için de arz ettiğim kaydın ilavesi
ni rica ediyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, idare ile adaleti karıştırmayalım. Mak
sadımız halk üzerine adaleti tatbik etmektir. Teklif ettiğim şey bir komisyon değil,
bir hakim heyetidir. Meclis içerisinden bir komisyon kurulacak, bugünkü Vatana
İhanet Kanunu gereğince istiklal mahkemeleri tarafından verilen hükümler buraya
gelmeyip orada tetkik edilecektir. Her gün burada vatana hıyanet diye istiklal mah

812
kemeleri tarafından verilmiş olan hükümlerden yüzde altmışını kaldırdığımızı
unutmayınız.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Yüzde altmış değil.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Burada defalarca hüküm değiştirilmiştir. Verilen
birçok ceza hafifletilmiştir. Adalet Komisyonu istatistiğine bakarsınız. Efendiler,
tasdik olunan hükümler yüzde kırktır. Yüzde kırk değil yüzde bir de olsa adaleti
arayacağız, efendiler. Yüz bir sene bir adamı hapsediyorsunuz. Onun ailesini,
çocuğunu çoluğunu sefalete düşüreceksiniz. Belki bunda bir hata olur. Bu hataları
düzeltmekte ne zarar var? Bence bu meseleyi idare zihniyetiyle değil, adli zihni
yetle düşünmek zorundayız.
MUSTAFA TAKİ EFENDİ (Sivas): İstiklal mahkemelerinin teşkilinden maksat sürat
ve şiddettir. (bir de adalet sesleri) Adalet diğerlerinde de vardır, adalette beraber
dir. Yani fazla olarak sürat, şiddettir. İdam hükümlerinin Meclisçe tasdiki zaten
uygun görülüyor. Fakat bunlardan bir kısmı istisna ediliyor. Bu istisnalar içinde de
bir kısmının masum olmak ihtimali mademki var. Hükümleri infazında acele etmek
zarureti varsa telgraf çekilir ve Meclis gece olsa bile derhal toplanarak bir karar
verebilir. Adaleti muhafaza etmek için, idam hükümlerinden hiçbirini istisna etme
meli. Bütün idam hükümleri derhal tasdik edilmelidir. Sonra diğer cezalara gelince,
bunlar idamdan daha fena cezalardır. İdamda adam bir defa ölür kurtulur, fakat
müebbet hapiste eceli gelinceye kadar mahkumu azap içinde bırakacak, her türlü
felaketlere maruz kalacaktır. Yani o mahkum her gün ölecektir. Birden ölmek on
dan daha iyidir. Fakat bu gibi hükümler de Meclise gelsin sonra icra olunsun teklifi
doğru değildir, diyorlar. Ya ne yapmalı? O mahkumlar hakkındaki hükmü tasdik
etmek için beş on gün geçmiş bunda hiçbir mahzur yoktur. Hiç kimse de duymaz.
Arkadaşlardan birisi dediler ki iş çoktur, filandır ve bunun altından çıkılmaz. E ca
nım, iş çok diye adaletten vaz mı geçmeli? Rica ederim biz adaletle belki bir tesir
yapabiliriz, yoksa şiddetle, süratle bir şey olmaz. Mamafih şiddetten bir şeyin ihlal
edildiği de yok. O adam yine mahkumdur, istersen ayağına zincir de tak, onun için
her halde öyle hükümler de Meclise gönderilmelidir. (müzakere kafi sesleri)

EMİR PAŞA (Sivas): Bu tekliften siz ne anladınız? Ben daha bir şey anlayamadım.
Bundan evvelki celselerde Hükümet Amasya'ya bir istiklal mahkemesi gönderil
mesi lüzumunu teklif etmişti. Bu esnada istiklal mahkemelerinin devamı, diğer
mahkemelerin lüzum ve lüzumsuzluğu ve ikisinin birlikte olup olmaması meselesi
burada uzun uzadıya müzakere edildi.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Mütalaanız kanunun tamamına aittir,
halbuki maddeler müzakere edilmektedir.
EMİR PAŞA (Devamla): Bu maddeyi anlatabilmek için biraz etraflı söylemek icap
ediyor. Yüce Heyetin, Hükümetin istiklal mahkemesi gönderileceği yerler için gös
tereceği lüzum üzerine cereyan edecek müzakere neticesinde bu maddenin mü
zakeresine lüzum olup olmadığı belli olacağından, esas kabul edildikten sonra

813
müzakere edilmek üzere yalnız bu maddenin müzakeresinin tehirini talep ediyo
rum. O vakit idam cezalarının buraya gelmesi, gelmemesi, diğer müebbet cezala
rın da icra edilip edilmemesi bahis mevzu olabilir. Çünkü bu gayet ehemmiyetli bir
meseledir. İstiklal mahkemeleri fevkalade mahkemeler ise inceden inceye tahkikat
değil, ani denecek surette hükmünü vermek ve icra etmekle vazifesini ifa etmiş
olur ve öyle olmak lazımdır.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Engizisyon mahkemesidir.

EMİR PAŞA (Devamla): Onun için diyorum ki İstiklal mahkemelerinin kabul veya
kabul edilmemesi kararından sonra bu madde müzakere edilmelidir. Ben bunu
teklif ediyorum.

MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Reis Bey müsaade buyurur musunuz?
Komisyon adına izahat vereyim. Belki o zaman söze lüzum kalmaz. Arkadaşlarım
istiklal mahkemeleri kararlarının ikinci bir derecede tetkike tabi tutulmasını adalet
bakımından lazım ve zaruri görüyorlar. Hiç şüphesiz ki böyle bir tetkik, adalet ba
kımından iyi olurdu. Fakat bu istiklal mahkemelerinin o vakit manası ne olur? Ka
nunun 1.Maddesinde kabul ettiğiniz gibi bu mahkemeleri Yüce Meclisiniz Hüküme
tin göstermiş olduğu lüzum üzerine kabul edilecek bir fevkaladelikten dolayı gön
derecektir. Zannetmem ki Yüce Meclisiniz isabetle takdir edemeyeceği bir yere
istiklal mahkemesi göndersin. Biz bu kanunu yapmakla her tarafa istiklal mahke
mesi göndermeyi kabul etmiyoruz. Fevkalade haller içinde, mesela isyanlar, ihtilal
lar gibi fevkalade vaziyet olursa onları bastırmak için örfi idare ilan etmeyelim diye
gönderecektir. Tabii o zaman bunların kararlarını ikinci derecede bir tetkike tabi
tutarsak bu mahkemelerin diğer mahkemelerden farkı kalmaz. Diğer mahkemele
rin sahip olduğu bütün salahiyet örfi idareye geçer. Örfi idarelerin de memlekette
öteden beri uzun zamanlar devamı dolayısıyla askeri mahkemelerin bu işlerde ne
dereceye kadar muvaffak olduğu hepimizce malumdur. Öyle haksızlıklara meydan
vermemek üzere Meclis kendi içinden isabetle seçerek gönderdiği mahkemelerle
bu işi temin ediyor ki istiklal mahkemelerine idam hükümlerinden başka salahiyet
verilmesi zaruridir. Çünkü zaten İstiklal Mahkemeleri Kanununu bir takım şartlara
bağlayarak yeniden yapmaktan maksat da Hüseyin Avni Bey arkadaşımızın da
şiddetle talep ettiği adaleti temin içindir. Adaleti temin için bu şartlar ve kayıtlar
konulmuştur. Maksat hem sürati, hem de adaleti temindir. Burada adaletsizlik
yoktur. Müfit Efendi Hazretlerinin beyan ettikleri hususa Komisyon da iştirak eder.
Zaman zaman meydana gelen yolsuzlukları telafi etmek üzere Yüce Meclis böyle
bir yol açmıştır. Bu itibarla idam haricindeki istiklal mahkemeleri kararlarının Mec
lisçe tetkik olmasına Komisyon taraftar olamamıştır. Zira bu taktirde istiklal mah
kemelerinin kıymeti kalmaz. Müfit Efendi Hazretlerinin ilk söylediklerinin Komis
yonla bir ihtilafları yoktur. Fakat ikinci fıkra hakkında Komisyonun maksadını pek
iyi anlayamamışlar diyeceğim. Tenakuzdan bahis buyurdular. Halbuki maddede
tenakuz yoktur. Fevkalade haller içinde Meclis, istisna olarak onlara salahiyet
verecektir. Yoksa daimi bir salahiyet verilmiş değildir. Mesela memleketin her

814
hangi bir tarafında Meclisin meşruiyeti aleyhine bir isyan çıkmış ve o isyanı derhal
bastırmak için, oraya askeri bir hareket de başlamış ve bir de istiklal mahkemesi
gönderilmiş. Orada istiklal mahkemesi işe başlamış, fakat isyanın bir an evvel
bastırılması için ani icraata lüzum vardır. Mahkemelerin ani icraat yapabilmesi için
de hükümlerin hemen infaz ve icrası lazımdır. Halbuki böyle zamanlarda mahke
menin bu husustaki hükümlerini buraya sevk etmesi ve burada tetkikten sonra
gönderilip icrasına müsaade olunması pek uzun zaman alacaktır. Burada bu vesi
le ile Mustafa Taki Efendi Hazretlerine de cevap vermiş oluyorum. İdam hükümle
rinin telgrafla bildirilmesi ile derhal tatbik edilmesi arasında bir fark yoktur. Böyle
hükümlere ait dosyalar buraya gelmeden ve burada tetkik edilmeden telgrafla
idam hükümlerini tasdik etmek manasızdır, doğru değildir. Telgrafla idam hüküm
leri tasdik edilemez ve bu kendilerinin istedikleri adalete uygun değildir. Bunun için
ikinci fıkranın her halde istisnası mevcut bulunması lazımdır ve bunu takdir de
Yüce Meclisinizin elindedir. Yani istediğiniz zamanlarda bu salahiyeti verirsiniz
veya geri alırsınız. Müfit Efendi Hazretleri, fevkalade hadiseler olduğunda zaruret
olup olmadığını söylerlerse daha isabetli mütalaada bulunmuş olurlar. Binaena
leyh bu kaydı maddeye koymakta hiçbir mahzur yoktur. Çünkü zarureti takdir ede
cek Meclistir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bu zarureti izah buyurur musunuz?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Bu zarureti izah ettim. Dinlemiş olsaydınız
anlardınız. Dinlememişsiniz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): İstiklâl mahkemeleri doğduğu günden bugüne kadar
bahis mevzu olan bu zaruret nedir?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Zaruret şudur, Memleketin her hangi bir yerinde
bir isyan çıkan yere karşı askeri harekât başlamış ve oraya bir de istiklal mahkemesi
gönderilmiş. İstiklal mahkemesi hadiseye el koymuş ve hükümler veriyor. Oradaki
isyanı bir an evvel yatıştırmak için de acilen infaza lüzum var. O zaman mahkeme
bu zaruret ile beraber vaziyeti Yüce Meclisinize bildirir. Siz zaruret vardır diye
takdir ederseniz o zaman mahkemeye hükümlerinizi derhal infaz ediniz diyeceksi
niz ve böyle bir salahiyet vereceksiniz. Çünkü idam hükümlerinin böyle birtakım
meseleler yüzünden geriye kalması doğru değildir.

HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendim, isyan başlayınca, istiklal mahkemelerinin


gönderilmesi zamanına kadar ne muamele yapılacak? İkinci sorum, verilecek
idam hükümlerinin telgrafla bildirilmesi daha faydalı değil mi?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendim, birinci sorunuz hakkında Komisyon
bir şey müzakere etmiş değildir. İkinci noktaya gelince, Meclise telgrafla idam
hükümlerinin bildirilmesi belki hadiseyi bir an evvel haberdar etmek noktasından
iyi olabilir. Fakat telgrafla bildirilen bu gibi meseleler üzerinde Meclisin karar ver
mesi doğru değildir.

815
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, Komisyon şu hususu düşündü mü?
İstiklal mahkemelerine birer savcı gönderilecek. Bu savcılar davalarda açıktan
açığa salahiyet dışında bir hüküm verildiğine şahit olurlarsa ve feryat ederse ne
olacak? Savcı zehirle ölecek mi, yoksa o feryadı dökeceği bir yer var mı?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Komisyon bunu da düşünmüştür. İstiklal mah
kemelerinde böyle kanunsuzluklar ve kanunsuz meseleler gördükleri zaman bu
yolsuzluğu denetleyerek Yüce Meclisinizi haberdar etmek için bu savcılar konmuş
tur. Savcıların müracaatı üzerine Yüce Meclisiniz böyle bir kanunsuzluğa ve yolsuz
luğa karşı salahiyetini kullanarak lazım gelen cezayı vermekte tereddüt etmezsiniz.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim acaba, hükme itiraz edildikten sonra bir hak
sızlığı savcı Meclise bildirirse, Meclis o hükmü düzeltebilecek midir?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Arz edeyim, telafisi mümkün olmayan cezalar
idam cezalarıdır. Onun için Komisyon bu cezaların tasdik hakkını Meclise vermiş
tir. Diğer cezaları düzeltmek Yüce Meclisin kudretindedir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): O halde savcılara salahiyet verin.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Gerek yok efendim. Her şey maddeye yazılmaz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin yeterliliğine dair iki öner
ge var.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Efendim, bu madde çok mühimdir, öyle kafi
deyip geçilemez. Bu madde idam cezası ile alakalı bir maddedir. Yani telafisi
mümkün olmayan bir maddedir. Bu böyle kısa bir şekilde müzakere etmekle geçi
lecek madde değildir. İyice müzakere edilmelidir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğini oylarınıza arz edeceğim.
Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Müzakerenin yeterliliği büyük çoğunluk ile kabul
edildi. Efendim değişiklik önergeleri vardır.
(Verilen üç değişiklik önergesinden ikisi reddedildi ve...)

TBMM Başkanlığına
5.Maddenin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini teklif ederim.
"İdam hükümleri, Büyük Millet Meclisince diğer bütün meselelerden önce ince
lenip tasdik edildikten sonra infaz edilir."
Çankırı Mebusu
Tevfik
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bu değişikliği kabul edenler lütfen el kaldırsın.
Kabul edilmiştir. O halde maddeyi değiştirilmiş olarak tekrar okuyoruz.

816
Madde 5. İstiklal Mahkemelerinin idam dışındaki hükümleri kesin olup tatbik edil
mesinden silahlı ve silahsız bütün devlet kuvvetleri sorumludur. İdam hükümleri,
Büyük Millet Meclisince diğer bütün meselelerden önce incelenip tasdik edildik
ten sonra infaz edilir. Acil ve mühim hal ve zamanda idam hükümlerinin de Mec
lisçe tasdik edilmeksizin infazına Meclis kararıyla izin verilebilir.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): 5.Maddeyi kabul edenler lütfen el kaldırsın.
Kabul edilmiştir.

Madde 6. İstiklal mahkemelerinin kararlarına bu mahkemelerin savcılarının yalnız


vazife noktasında itiraz hakkı vardır. İtiraz süresi, kararın verildiği gününün niha
yetinden itibaren üç gündür ve yapılan itirazlar Büyük Millet Meclisince kesin
olarak karara bağlanır.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, Komisyon bu 6.Maddede savcı yalnız


vazife noktasından itiraz hakkını kullanabilir, diyor. O sıfatla bu hususu kabul ede
cekler mi?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Komisyon diğer meseleler için itiraz
hakkı vermemiştir. Sebebi ise birçok meselelerin Meclisi işgal etmesi endişesidir.
Birçok evrakın gelmesi yüzünden Meclisin işgal edilmemesi dikkate alınarak yalnız
buna karar verilmiştir. İstiklal mahkemeleri kanunen kendilerine verilen vazife ve
salahiyetin haricine çıkacak olurlarsa, savcılar derhal Yüce Meclise haberdar et
mek suretiyle o haksızlığın önüne geçeceklerdir.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Efendim, bir istiklal mahkemesine ait
olmayan meseleyi diğer istiklal mahkemesi bakmak isterse, bu da bir salahiyet
meselesidir ve bunlara savcıların itiraz salahiyeti olmayacak ise savcı kelimesinin
ifade ettiği mana yoktur. Savcıların itiraz hakkı olarak üç gün kaydı burada gösteri
liyor ki o kayıt kafidir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): O halde yalnız vazife noktasından cüm
lesinin çıkması lazım gelir.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Savcıların yalnız mahkemeler tarafından
çıkacak kararlar için hakkı itirazları vardır ki...
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Meclis kabul ederse, Komisyon da kabul
eder.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Bu hususta birçok ihtilaflar ve müna
sebetsizlikler ortaya çıkar. İstiklal mahkemeleri arasında itilaf olan bir davaya sav
cılar karışamayacaktır.

817
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Beyefendiler, bu mahkemelerde bulunacak savcılardan
bahsediliyor. Eğer savcılara diğer mahkemelerdeki salahiyeti bu istiklal mah
kemelerinde de verecek olursak istiklal mahkemesinin kurulmasında bir mana
yoktur. Çünkü, istiklal mahkemeleri adalet temin etmekle beraber ayrıca şiddet ve
sürat için de lüzumludur. Bu sebeple rica ediyorum ki müzakere ettiğimiz kanunun
fevkalade mahkemelere ait bir kanun olduğunu göz önünde tutalım ve ona göre
müzakere edelim. Binaenaleyh savcıların bu mahkemelerde de bulunması teka
müle doğru atılmış bir adımdır. Zira evvelce hiç mevcut değildi. İşte buradaki sav
cının vazifesi bugün kabul buyuracağınız kanunun haricinde hiçbir meseleye bak
tırmamak için hakim heyetini denetlemektir, başka bir şey değildir. Binaenaleyh
eğer buna alelade mahkemelerde bulunan savcıların salahiyetini verecek olursak
istiklal mahkemelerini kaldırır ve diğer mahkemelere bu vazifeyi verir ve çıkar gi
deriz. (bravo sesleri)
HÜSEYİN AVNI BEY (Erzurum): Efendiler, istiklal mahkemesi deyince onu mem
leketin içinde bir cellat mı yapmak istiyoruz? Rica ederim, efendiler, bir mahkeme
teşkil ediyoruz ve biz bir devletiz. Biz adalet dağıtmak için mahkeme teşkil ediyo
ruz, yoksa Engizisyon zulmü işlemek için heyetler göndermeyeceğiz. O üç kişi her
zaman hata edebilir, hem de onların hataları hazmedilip yutulmaz. Eğer öyle ola
caksa buna kanun demeyin ve müzakere etmeyiniz. Savcı, devletin kanunlarına
ve bu milletin hissiyatına hürmet ederek hareket edecek olan heyetin başında
kontrolördür. Bütün devletin kudreti savcının beyninde toplanır. Bu devletin vatan
daşı olmak için bu memleketin toprağına ayak basan her hangi bir adam bu mem
lekette asayiş var mı, adalet var mı, ben haksızlık yaparsam şikayette bulunabile
cek adalet adına savcılar var mı, demez mi efendiler? Hangi kuvvet vardır ki sav
cıların haklarını tahdit etsin? Efendiler, mahkemeyi teşkilden maksadımız hayatı
mızı, istiklalimizi muhafaza etmek içindir. Efendiler, millet seni niçin seçiyor ve
sana tabi oluyor? O bize hayatının muhafazası için tabi oluyor. Onun haklarına
hürmet etmezsek manevi şahsiyetimize de hiçbir yerde hürmet göremeyiz. Savcı
ların haber alacakları her türlü haksızlıklar için itiraz kapıları açıktır. Onlar için
itiraz kapılarının kapanması imkanı yoktur. İstiklal mahkemeleri şiddet gösterecek
Engizisyon mahkemesi değildir. Biz bu mahkemeleri işlerin seri ve daha emniyetle
neticelendirilmesi için teşkil ediyoruz. Binaenaleyh savcılar itiraz mercii olan Büyük
Millet Meclisine karşı mahkeme şu noktadan adaleti tatbik edememiştir, şu kanu
nun ruhuna uygun şekilde hüküm vermediler ve benim iddiam şu oldu, diye bize
haber vermesinler mi? Yoksa istiklal mahkemelerinin kusursuz olduğunu mu kabul
ediyorsunuz?
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Giresun): Şikayet etsin.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Tabii şikayet de eder, itiraz da eder. Çünkü o da
arkadaşımızdır. Herkesin bir kanaati vardır. Ben kanaatlere hürmet ederim. Fakat
üzerime aldığım milletin haklarını da muhafaza ederim. Bunun aksine başka dü
şünceler de olabilir. İşi seri yapacağım, haksız yapacağım, şiddet yapacağım diye

818
fikirler olabilir. Fakat böyle istiklalin manası olmaz ve böyle istiklal devam edemez,
çabuk söner. Biz işlerimizi adaletle, nezaketle yapacağız. Şimdiye kadar istiklal
mahkemelerimiz yokken altı yüz seneden beri kendi memleketlerini terk ederek
aramıza girmiş olan milletleri unutmayınız. Bu ancak adaletimiz sayesindedir,
yoksa cebir ve şiddetle değildir. Efendiler, milletler de bundan böyle gelişi güzel
idare edilemez. Savcılar kanun dairesinde milletin hürriyetini, hayat hakkını muha
faza edecektir. Kendisine emniyet olunabilmek için kanunlarımızın muhafazasına
memur olan savcılara şikayet hakkı verilmelidir. Onlar gördüklerini söylemelidirler.
Sonra bunun manasına hükümet demezler. İyi düşünmüyorsunuz, efendiler?
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim, savcılar birçok haklara sahiptirler. Savcılara
verilecek vazife asıl hukuk noktasından düşünülürse istiklal mahkemesinde dava
ları görülecek şahıslardan kendi haklarını müdafaaya muktedir olmayanların mev
cudiyetini tasavvur buyurunuz. Kendi haklarını müdafaaya muktedir olmayanlar
için bir avukat tayin etmeleri kabul edilmediği cihetle savcı gerek davalının ve ge
rekse halkın ve Hükümetin haklarını muhafaza edecek kimsedir. O hale savcılar
böyle bir sıfata sahip olunca biz ona senin vazifen yalnız şu meseledir diyeceksek
ve başka bir işe karışmayacaksa o vakit savcının istişari bir mahiyetten başka
hakları yok demektir. (müzakere kafi sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müzakereyi kafi görenler lütfen ellerini kaldırsın.
Müzakere kafi görüldü. Efendim değişiklik önergeleri vardır,okutuyorum ve oya arz
ediyorum.

(Verilen dört değişiklik önergesinden üçü reddedildi ve...)

TBMM Başkanlığına
Savcıların yalnız vazife noktasına dair itiraz haklarının kayıt altına alın
ması savcılık teşkilatına fayda temin etmeyeceğinden, bu maddede yazılı olan
"yalnız vazife noktasında" ifadesinin kaldırılmasını teklif eylerim.
Muş Mebusu
Abdülgani

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Abdülgani Bey'in önergesini kabul edenler lütfen
ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Efendim 6.Madde şu şekilde oluyor.

Madde 6. İstiklal mahkemelerinin kararlarına bu mahkemelerin savcılarının itiraz


hakkı vardır. İtiraz süresi, kararın verildiği gününün nihayetinden itibaren üç gün
dür ve yapılan itirazlar Büyük Millet Meclisince kesin olarak karara bağlanır.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Maddeyi oylarınıza arz ediyorum. Kabul edenler
lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.

819
(7.Madde okundu. Söz alan olmadı. Değişiklik önergesi verilmedi ve madde Komisyondan
geldiği şekliyle aynen kabul edildi.)

MADDE 8. İstiklal mahkemelerinde haberleşme işleri, tebliğ ve tebligat savcılara


aittir.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, savcıların buradaki vazifeleri kısa ya


zılmıştır. Savcılar suç işleyenleri duyduklarında dava açarlar, sonra istiklal mah
kemesi tarafından verilen cezaları infaz ederler. Vazifeleri yalnızca tebliğ değildir.
Bunların da ilavesi lazımdır.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Bu madde 5.Maddeye göre yazılmıştır.
Yalnız vazife noktasına göredir. Binaenaleyh o madde değiştirildikten sonra Hüse
yin Avni Bey'in kanaati gayet doğrudur. Komisyon bunu kabul ediyor.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Başka söz isteyen var mı? Yalnız Hüseyin Avni
Bey'in bir önergesi var. Onu okuyacağız.

TBMM Başkanlığına
8.Maddenin aşağıdaki gibi değiştirilmesini teklif ederim.
"Madde 8. Savcılar, bu kanun hükümleriyle alakalı haber alacakları suçlar hak
kında kanuni tahkikat yaparlar. Savcıların talebi ile mahkemece tevkif yazısı
çıkartılmadıkça tevkif yapılamaz. İstiklal mahkemelerinin haberleşme işleri, tebliğ
ve tebligat savcılara aittir. İstiklal mahkemelerinin kararlarının ve emirlerinin infazı
hususunda silahlı ve silahsız kuvvetlere emir vermeye savcılar salahiyetlidirler."
Kırşehir
Müfit
Mebusu Kastamonu Mebusu Erzurum Mebusu
Abdülkadir Kemali Hüseyin Avni
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim, bu teferruatlı bir önergedir. Bunun için
de bazı noktalar vardır. Onun için Komisyon toplansın, bunun üzerinde biraz işle
sin.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun efendim, bu önergeyi dikkate
alanlar lütfen ellerini kaldırsın. Dikkate alınmıştır. Şimdi Komisyona verelim de
değiştirilsin.
(9. ve 10. maddeler okundu. Milletvekilleri maddeler hakkında kısa kısa konuşmalar
yaptılar. Değişiklik önergesi verilmedi ve her iki madde de Komisyondan geldiği şekliyle
aynen kabul edildi.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, 11.Madde olmak üzere iki teklif var. İkisini
de okutturacağım. Bunlardan hangisini kabul ederseniz onu kanuna koyacağız.

820
TBMM Başkanlığına
11.Madde olmak üzere aşağıdaki maddenin kabulünü Komisyon adına
arz ve teklif ederim.
"Madde 11. İstiklal Mahkemeleri ile diğer mahkemeler arasında meydana gele
bilecek ihtilafların çözüm mercii, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Adalet Komis
yonudur ve diğer işlerden evvel hallolunur."
Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, şimdi 11.Madde olarak bir bu var. Eğer
bu kabul edilirse diğer teklifin başka madde olması lazım gelir. Efendim, bu oku
nan maddenin müzakeresini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): İstiklal mahkemeleri ile savcılar arasında ihtilaf
olan meselenin Yüce Heyete arz edilip halledilmesi lazımdır.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): İhtilaf iki mahkeme arasında olursa?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Savcı zaten gönderecek. Yine aynıdır efendim.
RİFAT BEY (Kayseri): İhtilaf meselesi nereden çıktı? İstiklal mahkemeleri ile diğer
mahkemeler arasında ihtilaf ne demektir? İstiklal mahkemesi kendisine ait olan
vazifeyi görür. İhtilaf merciine ne lüzum vardır? Sonra haysiyeti kalmaz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim başka söz isteyen yok. Binaenaleyh
bunu 11.Madde olmak üzere oylarınıza arz ediyorum. Kabul edenler lütfen ellerini
kaldırsın. Kabul edilmiştir. Şimdi bundan sonra bir şey daha var. Hüseyin Avni
Beyin önergesi var, okunacak ve kabul edilirse 12.Madde olacak.

TBMM Başkanlığına
İstiklal mahkemelerinin, avukatları kabul etmediklerini haber aldım. Böyle
tabii bir haktan kimseyi mahrum etmeye kudretimiz olmaması sebebiyle aşağı
daki maddenin 12.Madde olmak üzere ilavesini teklif ederim.
"Madde 12. İstiklal mahkemeleri diğer mahkemeler gibi avukat kabul ederler."
Erzurum Mebusu
Hüseyin Avni
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Reis Bey bu mesele Komisyonda müza
kere edildi ve kabul edilmedi. Eğer istiklal mahkemelerine avukat kabul edecek
olursak istiklal mahkemelerine lüzum yok. Tabii maznunun da müdafaa hakkını
kabul etmek lazım gelecektir.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): Neden, söz söyletmeden mi asacaksınız?

821
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Söz söyletmeden değil. Savcılar milletin adına
da hareket edecek tarafsız memurlardır. (gürültüler) Bu itibarla Komisyon avukat
kabul etmemiştir.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Komisyon izahat versin, istiklal mahkemelerinde
gıyabi verilmiş hükümler vardır. Bu gibi dosyalar nereye devredilecek ve ne şekilde
olacaktır?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Sözünüz bu maddeye dair değildir, Durak Bey.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): O maddeye ait olduğu zaman soru soracaktım,
söz vermediniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, mahkemelerde şüphelilerin müdafaa
hakkına hiç kimse mani olamaz. Müdafaanın kutsiyetini tasdik eden her fert bunu
tereddütsüz kabul eder. Efendiler olabilir ya ben müdafaadan acizim, o zaman
vekil tayin ettiririm. Savcı kanunun vekilidir, kamunun vekilidir. Yoksa ferdin vekili
değildir. İstiklal mahkemeleri maalesef avukatları kabul etmemişlerdi. Eğer maksat
medeni haklardan vazgeçmek ise o başka. Yoksa bu hakkı kendilerinden mahrum
bırakmak Büyük Millet Meclisinin kudreti haricindedir.
REFİK ŞEVET BEY (Saruhan): Tabii haklar kabul edince böyle bir teklife lüzum yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Ben zaten böyle bir maddenin konmasını Hükü
met için ayıp telakki ederim, fakat beni sevk eden sebep Yüce Heyetiniz adına
adalet icra eden ve hükmeden istiklal mahkemelerinin milleti bu haktan mahrum
etmesidir. Bunu eğer reddeder de tahliye hakkının muhafazasını ilan buyurursanız
ben önergemi geri alırım. Benim önergemin geri alınması Büyük Millet Meclisinin
şerefini yükseltir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Komisyon kabul ediyor mu?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Komisyon fikrini söyledi.
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Giresun): Efendim Komisyonda bu mesele bahis mevzu
oldu. Her maznunun avukat bulundurması, vazgeçilemeyecek bir hakkıdır, demiş
tim. İstiklal mahkemeleri hakkında evvelce yapılan kanunda maznunlar vekil tuta
maz diye bir kanuni kayıt olmadığı için ve bu tabii hakkı kaldırmaya imkan bulun
madığından bu hak vardır. Onun için Komisyon Raportörü Şükrü Beyefendi pek
fazla sıkıştırıldığından dolayı böyle bir mütalaada bulunmuş olsa gerektir. Kanuna
böyle bir madde koymak hakikaten pek abes olur. İstiklal mahkemeleri şimdiye
kadar avukat kabul etmemişlerse büyük bir kanuni hata yapmışlardır.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Efendim, şahsi kanaatim Sururi Bey'in
kanaatiyle birleşir. Komisyonda Sururi Bey aynı mütalaada bulundular. Canik Me
busu Emin Bey buna şiddetle itiraz ettiler. Eğer istiklal mahkemelerine avukat
kabul edecek olursanız bu mahkemeleri zora düşürürsünüz, iş göremezler, birta

822
kım dolandırıcı dava vekillerinin elinde oyuncak yapacaksınız, dediler. Ben şahsi
kanaatimi değil, Komisyon çoğunluğunun kararını müdafaa ediyorum. Yüce He
yetinizin sıkıştırmasıyla aklımda herhangi bir karışıklık olmamıştır. (gülüşmeler)
Binaenaleyh ben söylediğimi bilirim, düşündüğümü bilirim. Ali Sururi Bey sözlerini
geri alsınlar.
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Müsaade buyurun, yanlış anlaşılmıştır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, sonra izah edersiniz.
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Müsaade buyurun efendim, Şükrü Bey'e kinaye
için söz söylemedim. Rica ederim, Komisyonda öyle bir karar yoktur, dedim.
MUSTAFA TAKİ EFENDİ (Sivas): İstiklal mahkemelerince avukat kabulü bir tabii
haktır, bir meşru haktır. Müdafaa maznunun bir tabii hakkıdır ve kullanacaktır.
HASAN BEY (Trabzon): Rica ederim, Yüce Heyet bunun tabii bir hak olduğunda
müttefiktir. Binaenaleyh Komisyon ister muvafık, isterse muhalif olsun, bu ehem
miyetli değildir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliği hakkında...
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Reis Bey, Hasan Bey'e nasıl söz verdiniz?
OSMAN BEY (Kayseri): Vermedi, vermeden söyledi. (gürültüler)
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Müzakerenin yeterliliği aleyhinde söz
isterim. Efendim, bu vekil avukat meselesi hakikaten mühim bir şeydir. Müzakere
nin yeterliliğine birdenbire karar vermemek lazımdır. Başımdan geçmiş bir vakayı
arz edeyim. Üç kişi yol üzerinde giderken, Pozantı'ya giderken on bir asker firari
sine rast geldik, bunlar yakalandı. Şimdi bunlara Pozantı gibi bir yerde avukat mı
araştıracağız? (bulursunuz sesleri) Rica ederim, mahkeme isterse bulundurabilir.
Mademki avukat bulundurabilmek şeyini kabul ediyorsunuz. Bunu bir madde ile
tespite lüzum yoktur. Bu hakkı kimse inkar edemez. Tutanağa geçmesi kafidir.
Bunun bir madde halinde olması gayet fenadır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliği aleyhinde söylemediniz.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): İşte bunları müzakerenin yeterliliği
aleyhinde söyledim. (gülüşmeler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin yeterliliğini kabul edenler
lütfen el kaldırsın. Kafi görülmüştür. Efendim önergeyi oya koyacağım.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Yüce Heyet bu tabii hakkı tasdik ediyorsa ben bu
önergemi geri alıyorum. (tasdik ediyor sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Hüseyin Avni Bey, Yüce Meclis eğer
istiklal mahkemelerinde avukat bulundurmayı tabii bir hak olarak kabul ediyorsa

823
önergemi geri alıyorum, diyor. (tabii sesleri) Yüce Meclis bunu tabii hak olarak
kabul ediyorsa lütfen ellerini kaldırsın. O halde önerge geri alınmıştır. Ayrıca mad
deye lüzum kalmamıştır. 8.Madde Komisyondan gelmiştir.

Madde 8. Savcılar, bu kanun hükümleriyle alakalı haber alacakları suçlar hak


kında kanuni tahkikat yaparlar. Tevkif ve tahliye kararlarında savcıların mütala
ası alınmadıkça tevkif ve tahliye yapılamaz. İstiklal mahkemelerinin haberleşme
işleri, tebliğ ve tebligat savcılara aittir. İstiklal mahkemelerinin kararlarının infazı
hususunda silahlı ve silahsız kuvvetlere emir vermeye savcılar salahiyetlidirler.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Komisyon tarafından değiştirilmiş bu


madde hakkında söz isteyen var mı? (hayır sesleri) Değiştirilen 8.Maddeyi aynen
oylarınıza arz ediyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Eski
11.Madde kanuna bir madde ilavesinden sonra on 12.Madde oldu. Onu okuyacağız.

Madde 12. Her istiklal mahkemesi katip ve müstahdeminin toplam maaşları yüz
lirayı geçmeyecektir.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, öyle memur istihdamına bir meselenin
bu kanuna girmesi doğru değildir. Bu maddenin çıkarılmasını teklif ediyorum. Esas
tahsisat yüz lirayı geçmeyecektir, ne demektir bu?
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Tahsisat meselesi hariç.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Bizim eski usul ne ise o suretle hareket edelim.
Zannediyorum ki böyle memur istihdamına dair fazla madde ilavesine lüzum yok
tur. Bu maddenin çıkarılmasını teklif ediyorum.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Komisyon Üyesi): Efendim bu eski kanunda da olduğu için
buraya koyduk.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Ben Hüseyin Avni Bey’in sözlerine
katılmıyorum. Bu maddeye lüzum var ve şiddetle lüzum var. Evvelce istiklal mah
kemelerinde istihdam edilen katiplere maaş olmak üzere yüz lira veriliyordu. Şimdi
bir de savcılık teşkilatı vardır. İstiklal mahkemelerine iyi katipler temin etmek isti
yorsak evvelce mahkemeler için verilen paralardan böyle savcılık katiplerine de
vermek suretiyle cüzi bir miktara indirmek muvafık değildir. Savcılık teşkilatını
kabul ettiniz, tabiidir ki onun katiplerini de kabul edeceksiniz. Çünkü ilk evrak sav
cılığa geliyor, savcı bunu mahkemeye sevk ediyor. Lazım gelen emirleri kendisi
yazacak değildir, onun da katipleri olacaktır. Şu halde hiç olmazsa otuz, kırk lira
daha zam zaruridir, efendim.
CEMİL BEY (Kütahya): Bundan iki sene evvel istiklal mahkemeleri teşkil edildiği
zaman arkadaşlardan birisinin bu kürsüde mahkemelerin masrafı ayda yüz lirayı
geçmeyecek diye Meclise teminat vermesini Meclis yeterli bularak istiklal mahke

824
melerinin teşkilinde öyle müsait bir vaziyet almıştır. Fakat daha sonra karar mercii
Meclis olduğu halde, Meclisin haberi olmadan Başkanlık Divanı istiklal mahkeme
leri üyelerine üçer buçuk lira ikamet yevmiyesi tahsis etmiş olduğu için Mecliste
istiklal mahkemesi üyeliğinin kıymeti arttı, herkes bu yevmiyeyi heves ederek
mahkeme üyeliği hevesinde bulundu. (kanunidir, öyle şey yok sesleri, gürültüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Cemil Bey beni dinleyiniz. Burada bahis mevzuu
olan üye tahsisatı değildir.
CEMİL BEY (Kütahya):Binaenaleyh ben de bu madde hakkında söylüyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Mevzuya geliniz.
CEMİL BEY (Devamla): Tekrar ediyorum, ben bu madde hakkında söylüyorum.
Maddeye, istiklal mahkemesi katip ve müstahdemlerinin maaşlarının yüz lirayı
geçmeyeceği kaydından sonra, istiklal mahkemesi üyeliği tahsisatından ve kanuni
harcırahlarından başka ikamet yevmiyesi gibi bir şey alamazlar, kaydının ilavesini
teklif edeceğim.
YUSUF ZİYA BEY (Mersin): Meclisin bu hususta kararı vardır.
CEMİL BEY (Devamla): 21 Aralık1920 tarihinde Trabzon Mebusu Hüsrev Bey'in
teklifi üzerine ikamet yevmiyelerinin on beş günle sınırlandırılması hakkında Mec
lisin bir kararı vardı ve böyle bir karar olduğu halde bu karar tanınmadı ve istiklal
mahkemeleri üyeleri yine ikamet yevmiyelerini aldılar ve bu kanunda böyle bir
kayda lüzum vardır. Ben bu hususta bir önerge verdim. Her şey maddelerde açık
olmalıdır. Gizlilik üzerine iş yürümez, efendim.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim bu maddenin kalmasında Hazinenin
menfaati vardır. Yalnız Abdülkadir Kemali Beyefendinin dediği gibi bir savcılık
teşkilatı olduğuna göre bu maddeyi kaldırmak değil, paranın miktarını azaltmak
icap eder. Hususi bir vazife ile taşrada bulunan, bilhassa Meclis adına doğrudan
doğruya en büyük salahiyetle vazife yapan mebusların masraflarının karşılanması
tabiidir. Bunlar hakkında ilk defa olduğu gibi merkezden hariç bir yerde bulunduk
ları vakit Harcırah Kanununun tatbikini, Meclisi teşkil eden arkadaşların haysiyeti
adına bilhassa rica ederim. Çünkü o kanunidir. Bunun hakkında birçok defa Mec
liste bazı şeyler oldu. İdari kararlar verdik, ben merkezden hariç bulundukları va
kitte onlar hakkında Harcırah Kanununun tatbikini zaruri görüyorum. (uygundur
sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, başka söz alan yok, bir değişiklik önergesi
var, okuyacağız.

825
TBMM Başkanlığına
12. Maddenin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini teklif ederim.
"Madde 12. Her istiklal mahkemesinin katip ve müstahdemlerinin maaşları yüz
lirayı geçmeyeceği gibi, istiklal mahkemesi üyelerine de mebusluk tahsisatından
ve harcırahlarından başka ikamet yevmiyesi gibi hiçbir para verilemez."
Kütahya Mebusu
Cemil
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim bu değişiklik önergesinden başka
önerge yok. Bunu oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul
edilmemiştir, Efendim. 12. Maddeyi oyluyorum. Maddeyi kabul edenler lütfen el
kaldırsın. Kabul edilmiştir.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Yüz lira ile bu iş yürümez, efendim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Şimdi 13. Maddeyi okuyoruz.

Madde 13. Her istiklal mahkemesi, ayda bir defa Büyük Millet Meclisine baktık
ları davaların hüküm hülasalarını ve faaliyet raporlarını göndereceklerdir.

CEMİL BEY (Kütahya): Efendim idare memurlarına soracak olursak, yakın zama
na kadar istiklal mahkemelerinin hesap cetvellerini alamadıklarını anlarız. (bu
hesap ile alakalı değil sesleri) Ben ona dair söyleyeceğim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Hesap meselesi değil bu. Beyefendi, 13. Maddeye
dair söyleyiniz.
CEMİL BEY (Devamla): Hem maddeye ve hem ona dair söyleyeceğim. Sonra
Başkanlık Divanına, kanunda yazılı olan hüküm karar hulasalarını göndermişler
midir? Binaenaleyh ben hem hüküm karar hulasalarını, hem de hesap cetvellerini
göndermeleri için maddeye ilave yapılmasını teklif edeceğim.
ABDULLAH EFENDİ (İzmit): Başkanlık Divanının vazifesine tecavüz ediyor. Bu
Divanının vazifesine aittir.
CEMİL BEY (Devamla): Başkanlık Divanı vazifesini yapmamıştır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Cemil Bey’in maddeye dair bir değişiklik önergesi
var. Onu okuyacağım. (geri alıyor, sesleri)
CEMİL BEY (Devamla): Hayır Efendim, geri almıyorum. Beni kanaatimden ordu
bile çeviremez. Ben tarihi ve vicdani vazifemi yapayım da siz reddedin.

826
TBMM Başkanlığına
13. Maddenin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini teklif ederim.
"Madde 13. Her İstiklâl mahkemesi ayda bir defa Meclise, hüküm karar özetle
rini ve mesai cetvellerini göndermeye mecbur olduğu gibi, her ay sonunda da
Meclis Başkanlık Divanına masraf cetveli göndermeye ve hesapları muntazam
tutmaya mecbur olup, yapmayanlar mesul tutulur."
Kütahya Mebusu
Cemil
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu değişiklik önergesini kabul edenler
lütfen el kaldırsın. Kabul edilmemiştir. 13.Maddeyi kabul edenler lütfen el kaldırsın.
Kabul edilmiştir.
(14. 15. ve 16. Maddeler okundu. Her madde ile ilgili kısa konuşmalar yapıldı. Değişiklik
önergesi verilmedi ve bu üç madde Komisyondan geldiği şekilleriyle kabul edildi.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Kanunun tamamını oylarınıza arz ediyorum.
1
Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Büyük çoğunlukla kanun kabul edilmiştir.

İSTİKLAL MAHKEMELERİ KANUNU (1922)


Madde1. Hükümet tarafından gösterilecek lüzum ve Büyük Millet Meclisinin salt
çoğunluğu ile verilecek karar üzerine gerekli görülecek yerlerde istiklal mah
kemeleri kurulur.
Madde 2. Bu mahkemeler Büyük Millet Meclisi’nin salt çoğunluğu ve gizli oyla
kendi üyeleri arasından seçecekleri bir reis, iki üye ve bir savcıdan oluşur. An
cak mahkeme heyeti içinde değişik sebeplerle bulunamayan üyelerin yerini
almak üzere bir de yedek üye seçilir.
Madde 3. İstiklal Mahkemelerinin vazifeleri aşağıdadır.
A. Muvazzaf ve gönüllü olarak askerlik hizmetine girip de firar edenler ve firara
sebep olanlar ve firari yakalanması ve sevkinde ihmal gösterenler ve firarileri
saklayanlar ve yedirip içirenler ve kıyafet temin edenler hakkında Ceza Kanunu
ile askeri kanunlarda belirtilmiş olan ceza ve suçu hafifleten ve ağırlaştıran
sebepler olduğu taktirde yalnız bu fıkradaki suçlara has olmak üzere uygun
göreceği kararları vermek.
B. 29 Nisan 1920 tarihli Vatana İhanet Kanunundaki suçlar.
C. Devletin dış ve iç emniyetini ihlal edenler hakkında Ceza Kanununun birinci
bölümünün birinci ve ikinci fasıllarında yazılı olan suçlar.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (31 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.22, s.77-103, http://www.tbmm.gov.tr/
827
D. Askeri ve siyasi casusluk, siyasi suikast ve asker ailelerine taarruz ve tecavüz
suçları.
E. Seferberlikte nakil vasıtaları sağlama komisyonlarının görevi kötüye kullanma
hakkında Askeri Ceza Kanununun 1.Maddesine karşılık gelen 2 Mart 1915 tarihli
kanunda açık bir şekilde ifade edilmiş olan olan suçlar.
F. Vurgunculuk yapan, rüşvet alan bütün sivil ve asker memurlar ve hangi ke
simden olursa olsun bunlara katılanlar ve yardımcı olanlar.
G. Memuriyet nüfusundan istifade ederek halka zulüm ve işkencede bulunan
sivil ve asker memurları muhakeme etmek.
Madde 4. Büyük Millet Meclisi lüzumlu gördüğü istiklal mahkemeleri için 3.
Maddede yazılı vazifelerden bazılarını kaldırabilir.
Madde 5. İstiklal mahkemelerinin idam dışındaki hükümleri kesin olup tatbik edil
mesinden silahlı ve silahsız bütün devlet kuvvetleri sorumludur. İdam hükümleri,
Büyük Millet Meclisince diğer bütün meselelerden önce incelenip tasdik edildik
ten sonra infaz edilir. Acil ve mühim hal ve zamanda idam hükümlerinin de Mec
lisçe tasdik edilmeksizin infazına Meclis kararıyla izin verilebilir.
Madde 6. İstiklal mahkemelerinin kararlarına bu mahkemelerin savcılarının itiraz
hakkı vardır. İtiraz süresi, kararın verildiği günün nihayetinden itibaren üç gündür
ve yapılan itirazlar Büyük Millet Meclisince kesin olarak karara bağlanır.
Madde 7. İstiklal mahkemeleri heyetleri her altı ayda bir seçilir ve bu sürenin
nihayetinden evvel heyet tamamen veya kısmen Meclis kararıyla değiştirebile
ceği gibi kurulma sebeplerinin sona ermesiyle faaliyeti tatil olunur.
Madde 8. Savcılar, bu kanun hükümleriyle alakalı haber alacakları suçlar hak
kında kanuni tahkikat yaparlar. Tevkif ve tahliye kararlarında savcıların mütala
ası alınmadıkça tevkif ve tahliye yapılamaz. İstiklal mahkemelerinin haberleşme
işleri, tebliğ ve tebligat savcılara aittir. İstiklal mahkemelerinin kararlarının infazı
hususunda silahlı ve silahsız kuvvetlere emir vermeye savcılar salahiyetlidirler.
Madde 9. İstiklal mahkemelerinin emir ve kararlarını infaz etmeyenler veya in
fazında ihmali görülenler, savcıların isteği üzerine aynı mahkemeler tarafından
muhakeme edilirler.
Madde 10. İstiklal mahkemeleri, Askeri Ceza Kanununun yedinci kısmında ifade
edilen hukuki emirlerden başka şahsi haklara müdahale edemezler.
Madde 11. İstiklal mahkemeleri ile diğer mahkemeler arasında meydana gele
bilecek ihtilafların çözüm mercii, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Adalet Komis
yonudur ve diğer işlerden evvel hallolunur.
Madde 12. Her istiklal mahkemesi katip ve müstahdeminin toplam maaşları yüz
lirayı geçmeyecektir.

828
Madde 13. Her istiklal mahkemesi, ayda bir defa Büyük Millet Meclisine baktıkları
davaların hüküm hülasalarını ve faaliyet raporlarını göndereceklerdir.
Madde 14. Firariler hakkında çıkarılan 11 Eylül 1920 tarihli Kanun, İstiklal Mah
kemeleri Kanununun 1.Maddesine ek 26 Eylül 1920 tarihli kanun ve firariler
hakkındaki 11 Eylül 1920 tarihli Kanunun 2.Maddesini değiştiren 28 Kasım
1920 tarihli Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.
Madde 15. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 16. Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından yürütülür.

829
AĞUSTOS 1922

14 AĞUSTOS 1922: ROMA' DA GÖREVLİ OLARAK BULUNAN ADALET BAKANI


CELALETTİN ARİF BEY'İN İSTİFASI VE YERİNE KAYSERİ MİLLETVEKİLİ
RİFAT BEY'İN ATANMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 84.Birleşim, Gündem: 2/2)

Birinci TBMM Hükümetinde Adalet Bakanı olan Celalettin Arif Bey,


Teşkilatı Esasiye Kanununun kabul edilmesine tepki olarak istifa etmiş ve
Erzurum'a gitmişti. Ermenistan'a taarruz hazırlıklarının yapıldığı bir sıra
da Doğu İlleri Genel Valiliği'ne atanmak istemesi ve Mustafa Kemal
Paşa'ya çektiği ültimatom gibi telgraflar Mecliste tepki yaratmıştı. 1921
yılı başında Roma Büyükelçiliği'ne atanarak Ankara'dan uzaklaştırıldı.
Buna rağmen 4.TBMM Hükümetine tekrar Adalet Bakanı olarak seçildi.

(Bir ay önce, 15 Temmuz 1922 tarihindeki oturumda...)

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim vekillerin seçimini Yüce Heyetiniz ta
mamladı. Ancak Adalet Vekaleti makamına getirilen Celalettin Arif Bey halen Ro
ma'dadır. Kendisine lazım gelen tebligatla Yüce Meclisinizin Kararı tebliğ edildi.
Henüz bir cevap alınmadı. Böyle olmakla beraber Adalet Vekaletine vekalet ede
cek biri henüz mevcut değildir. Tabii bu makamın boş kalmasını Yüce Meclisiniz
tasvip etmez. Bu itibarla Celalettin Arif Bey'e vekalet edecek bir vekilin Hükümete
dahil bulunmasını lüzumlu bulurum. 8 Temmuz tarihli kanunda memleket haricin
de bulunan veya izinli olarak seçim mıntıkasında bulunan bir vekil hakkında hü
küm yoktur. Ona göre Yüce Meclisiniz ne karar verirse o yolda muamele edilmesi
lazımdır. Fakat her şeyden evvel Celalettin Arif Bey'e vekalet edecek birinin se
çilmesi bence şarttır. Müsaade buyurursanız Kanunun bu mevzudaki üçüncü
maddesini okuyayım.
"MADDE 3. İcra vekillerinden birinin her hangi bir sebeple vazifesi başından ay
rılması icap ettiği takdirde vazifeye dönesiye kadar yerine Büyük Millet Meclisince
bir geçici vekil seçilir. Bu geçici vekil de vekilin vazife ve salahiyetine sahiptir ve
vekil gibi mesuldür. Seçim, vekil seçimi usulüne göre yapılır. Ancak vekil çeşitli
vazifeden dolayı veya her hangi bir mazeretle vazife başından geçici olarak ayrıl
dığı takdirinde, Meclisçe yerine bir vekil vekili seçilinceye kadar vekillerinden biri
Vekiller Heyeti tarafından tayin olunur."

...Bu hükmü, Celalettin Arif Bey'in bugün Roma'da bulunması vaziyetiyle mukaye
se eden üyeler var. Bu hususun açıklanması lazım gelir. Münasip buyurursanız ya
Yüce Meclisçe bir vekil vekili seçilir veya vekiller arasından biri seçilir ve Yüce
Heyetinize arz olunur.

830
VEHBİ EFENDİ (Konya): Efendim Celalettin Arif Bey gelecek olursa beş on günde
gelir. Bu beş on gün için burada bir vekil seçmektense, münasip görülürse vekil
arkadaşlarımızdan Abdullah Azmi Efendi veya Yusuf Kemal Bey bu vazifeyi ifa
etsin, daha iyi olur. (uygundur sesleri)
TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Bir saat sonra istifası gelirse aynı mesele değil mi
efendim?
FEYZİ EFENDİ (Malatya): Vekil vekilini seçme hakkı Meclisindir. Madem ki Cela
lettin Arif Beyefendi Hazretleri bugün uzak bir memlekettedir, evinde değildir yahut
seçim mıntıkasında değildir, bir aylık mesafededir. Ya kabul eder, ya etmez. Vekil
lerin tayinlerinde Hükümetin hakkı yoktur.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim, her günkü hadiselere göre bir şekil tayin etmek
zannederim, Yüce Meclis için iyi değildir. Elimizde bir kanun vardır. Kanunun bu
hususa ait olan hükmü yanlış ise ya Meclis açıklama şeklinde bir karar çıkartır
veya doğrudan doğruya Meclis birini vekaleten vekil tayin eder veya kanuna göre
Hükümet içinden birisini Celalettin Arif Bey'in yerine seçilir. Yoksa falan veya falan
kimseler olsun şeklindeki mütalaaya Yüce Meclisin tasvibi yoktur. Bu doğru değil
dir, prensip vardır, kanun vardır. Zannederim ki filanı, filanı işaret ediverelim de
mekle Yüce Meclisin hakkına tecavüz etmiş oluruz ve doğru olmaz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, o madde müzakere edilirken esasen
noksan müzakere edilmiştir. Vekillere gelişi güzel şunu yap deyivermekle olmaz.
Onlar bu milletin mukadderatı ve hayatıyla oynuyorlar. Binaenaleyh bir mesuliyet
leri vardır, rica ederim. Evvelce izinli bulunup bir iş için filan yerde bulunan vekile
vekalet edecek biri olsa bile yine mesul o vekil denilir. Şimdi Celalettin Arif Bey
Roma'da iken burada biz rastgele şu işi şöyle yapalım demek doğru değildir. Efendi
ler onun mesuliyetini Celalettin Arif Bey'e yüklemekte hiçbir mana yoktur. Ragıp
Beyefendi çok güzel işaret ettiler, böyle bu işi iyi kötü yürütsün diye bir an için ol
maz. Şayet kanun böyle bir izahata muhtaç ise Meclis o izahatı yapar ve yine o
kanun kadar kuvvetli bir karar olur. Yoksa böyle bir karar vermeden evvel tatbikata
kalkışmak gayet yanlış ve sakattır. Bunun için Meclisten seçim yapılmasını teklif
ediyorum. İster bugün için olsun, ister yarın. Milletin hayatıyla oynuyoruz, efendim.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Celalettin Arif Bey Yüce Heyet tarafından Adalet
Vekaletine seçilmiştir. Bunu ya kabul eder, ya etmez. Kabul etmezse tabii yeni bir
vekil seçilir, bunun için söylenecek söz yok. Kabul ederse ne olur. Meseleyi Roma
değil, Keskin olarak düşünelim. Şimdi Celalettin Arif Bey Keskin'de veya Kırşehir'-
de olsaydı, yerine bir vekil mi seçecektik, yoksa öyle mi bırakacaktık? Zannederim
ki yirmi dört saat için, on iki saat için başka bir vekil seçmeyiz. Kanunda, vazifesi
başından mazereti sebebiyle ayrılırsa ifadesi var ki Celalettin Arif Bey de vazifesi
başından mazereti sebebiyle ayrılmıştır. (hayır sesleri) Müsaade buyurun, burada
aklımın erdiği kadar söylemek yasak değildir ve bu kürsü kimse tarafından kira
lanmış da değildir, herkes çıkar söyler, ben de söylüyorum. Celalettin Arif Bey

831
eğer yakın bir yerde olsaydı gelip sandalyeye oturacaktı. Roma'da olduğu içindir ki
buraya gelip vazifesine başlayamamıştır. O halde mazereti sebebiyle vazifesi
başından ayrılmış değil, fakat burada bulunamıyor. Bunun yerine bence Celalettin
Arif Bey'e vekalet edecek bir vekil seçmek doğru ve zaruridir. Çünkü buraya gel
mesi belki bir ay, belki on beş gün sürecektir. Bugünkü mesele, yerine bir vekil
seçilsin ve kim seçilsin, meselesidir. Eğer bu işi, kanunu bu şekilde tetkik ederse
niz Hükümete bırakırız, vekiller aralarından birisini seçerler. Tabii Meclis hürdür,
istediğini seçebilir. O vakit de Hoca Efendi Hazretlerinin söylediği gibi burada aday
tayinine lüzum yoktur. Abdullah Azmi Efendi veya Yusuf Kemal Bey denmesine
lüzum yoktur. Meclis onları seçmek isterse seçer.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Meseleyi kolaylaştırmak için söyledi Hoca Efendi.
ÖMER LÜTFİ BEY (Devamla): Benim kendi kanaatim, Celalettin Arif Bey'in vazi
feyi kabul ederek buraya gelmesi nihayet on beş günlük bir meseledir. On beş gün
için yeni vekil seçimi ile uğraşmaya lüzum yoktur. Şayet daha evvel onun kabul
etmeyeceğine dair bir haber gelirse o zaman vekil seçilir.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Yalnız ileride münakaşaya yer bırakmamak için bunun
şimdi halledilmesi lazımdır. Vekillerden her hangi birisi memleket içinde bir yere
tahkikata gidecek olursa ki o da geçici bir zaman için gidip gelecektir, bunun yeri
ne vekil seçmeye lüzum yoktur. Binaenaleyh Hükümet vekillerin arasından birisini
vazifelendirebilir. Celalettin Arif Bey meselesine gelince, o şimdi Avrupa'dadır.
Şimdi Adalet Vekaleti için bir gensoru önergesi verilirse ve onun neticesinde gü
ven oylaması yapılacak olursa, kim mesul olacaktır. Onun için mutlaka vekaleten
birinin seçilmesi lazımdır ve kanun da bunu istemektedir. (müzakere kafi sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliği hakkında bir öner
ge vardır. Müzakerenin yeterliliğini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Müzakere
kafi görülmüştür. Önergeleri okuyoruz, efendim.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Adalet Vekaleti Vekilinin Meclisçe seçilmesi hususu
nun oya konmasını teklif ederim. 15 Temmuz 1922
Aydın Mebusu
Tahsin

TBMM Başkanlığına
Kanun açıktır. Bu hususta müzakere lüzumsuzdur. Yüce Meclis tarafın
dan bir vekil vekili seçilmesini teklif eylerim.
Erzurum Mebusu
Salih

832
TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Adalet Vekaletine tayin olunan Celalettin Arif Bey'den
cevap gelinceye kadar seçimin tehir olunmasını teklif ederim.
Gaziantep Mebusu
Şahin
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim üç önerge vardır. Bunlardan birisi
seçimin tehir edilmesi hakkındadır. Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul
edilmemiştir. Diğer önergeler seçimin yapılmasına dairdir. Binaenaleyh seçime
başlayacağız. Lütfen oylarınızı kullanınız.
(Ad okunarak oylama yapılır. Ara verilir, oylar sayılır ve aradan sonra...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Adalet Vekaleti Vekilliği seçimine
178 üye katılmıştır. 152 oy ile Çankırı Mebusu Behçet Bey Adalet Vekaleti Vekili
1
seçilmiştir. (alkışlar)
(Bir ay sonra, 14 Ağustos 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Adalet Vekaletine seçilmiş bululan Roma Tem
silcimiz Celalettin Arif Beyefendinden gelen bir telgraf var.

Dışişleri Vekâleti eliyle Büyük Millet Meclisi Reisliğine


Yüce Meclis tarafından Adalet Vekaletine seçilmiş olduğuma dair 13
Temmuz 1922 tarihli telgrafı şimdi aldım. Hakkımda muhterem üyelerin ve
şahsınızın gösterdiği teveccühe teşekkür eylerim. Makamınıza 16 Temmuz
1922 tarihinde göndermiş olduğum telgrafta, bu teveccühünüzü kabul etmemin
mümkün olamayacağını ve buradaki hizmetim Yüce Meclisin arzusu dahilinde
cereyan eylemiyorsa vazifem sebebiyle ihmal ettiğim tedavimin tamamlanma
sından sonra hareket edeceğimi arz eylemiştim. Yüce Meclisin emirlerine bir
nefer gibi yerine getireceğimi arz etmekle beraber prensibe ait bir meseleden
dolayı mazur görülmemi tekrar istirham eylerim.
TBMM Roma Temsilcisi
Celalettin Arif
2
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Yüce Meclise malumat olarak arz edilir.
(İki gün sonra, 16 Ağustos 1922 tarihindeki oturumda...)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (15 Temmuz 1922), 1.Dönem, c.21, s.380-411, http://www.tbmm.gov.tr/
2
TBMM Zabıt Ceridesi (14 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.22, s.112-113, http://www.tbmm.gov.tr/
833
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, geçen günkü toplantıda malumunuz
Adalet Vekaletine seçilmiş olan Celalettin Arif Bey'in istifası okunmuştu. Eğer uy
gun görürseniz Maliye Vekaleti bütçesinin müzakeresine başlamadan evvel bu
seçimi yapalım. Bu seçimin Maliye Vekaletinin bütçesinden evvel yapılmasını
kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Efendim başlıyoruz.

(Ad okunarak oylama yapılır. Oylar sayılırken diğer gündem maddeleri görüşülür ve bir
süre sonra...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim oylama neticesini arz edeceğim. Ada
let Vekili seçimine 162 üye iştirak etmiştir. Rıfat Bey 66, Ali Sururi Efendi 58,
Abdülkadir Kemali Bey 17, Behçet Bey 10, Refik Şevket Bey 1, Osman Nuri Bey
1, Vehbi Bey 1 oy almışlardır. Karar yeter sayısına ulaşılamamıştır. Binaenaleyh
oylamayı tekrar edeceğiz.

(Ad okunarak ikinci defa oylama yapılır. Oylar sayılırken diğer gündem maddeleri görü
şülür ve bir süre sonra...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Adalet Vekili oylamasında 165 üye oylamaya
katılmıştır. Rıfat Bey 83, Ali Sururi Efendi 59, Osman Nuri Bey 2, Abdülkadir Ke
mali Bey 11, Veli Bey 1 oy almışlardır. 8 çekimser vardır. Bu halde karar yeter
sayısı vardır. Kayseri Mebusu Rıfat Bey 83 oyla Adalet Vekaletine seçilmiştir.
1
(alkışlar)

14 AĞUSTOS 1922: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY'E HASTALIĞI


NEDENİYLE ÜÇ AY İZİN VERİLMESİ VE VEKİLLER HEYETİ REİSİ RAUF BEY
'İN BAKAN VEKİLİ OLARAK GÖREVLENDİRİLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 84.Birleşim, Gündem: 2/1)

Vekiller Heyetinin Seçimine dair Kanun, muhalefetin istediği şekilde


adaylık yöntemini kaldırmıştı ama, muhalefet her fırsatta bu kanunun uygu
lamasından doğan fırsatlardan yararlanmaya başlamıştı. Bu kanuna göre
kısa süre için görevde bulunmayan bakana diğer bakanlardan Hükümet
kararı ile bir bakan vekalet edebilecek, uzun süre görevde bulunmayan
bakanlar için ise Meclis vekaleten birini atayacaktı. Sorun işte bu süre konu
sunda çıkıyor ve Mecliste bu nedenle sık sık tartışma oluyordu.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rahatsız bulunan Dışişleri Vekili Yusuf Kemal
Bey'e dair Hükümet tezkeresi vardır, okunacak.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (16 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.22, s.171-196, http://www.tbmm.gov.tr/

834
TBMM Başkanlığına
Rahatsız bulunan Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Beyefendiden gelen ve bir
sureti ekte bulunan 3 Ağustos 1922 tarihli yazı üzerine iyileşinceye kadar ken
dilerine tarafımdan vekalet edilmesinin, İcra Vekilleri Heyetinin 3 Ağustos 1922
tarihli toplantısında kararlaştırıldığını arz eylerim, efendim.
Vekiller Heyeti Reisi
Rauf

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey, Al
lah hayırlı şifa versin, bir yazısı var. Bunu okuyacağız, lütfen dinleyiniz.

TBMM Başkanlığına
Yüce Meclisin şahsımda lütfen takdim buyurduğu iltifatlara güvenerek,
gösterdiği pek kuvvetli itimada dayanarak, vazifemi ifa etmekte iken oldukça
ehemmiyetli bir hastalığa tutuldum. Muhterem ve aziz arkadaşlarıma vermiş
olduğum sözü tutmak için sonuna kadar dayandım. Fakat öyle bir hale geldim
ki Vekaletin işlerini görmek değil yatağımda bir taraftan öbür tarafa dönmek
mümkün olmadı. Bunun üzerine Vekiller Heyeti Reisliğine müracaatla Dışişleri
Vekaleti vazifesinin bir başka arkadaşımıza verilmesini istedim ve bu isteğimin
Yüce Meclisin Reisliğine arzını da ayrıca istirham ettim. Mühim bir ameliyat
yapıldı. Şimdi onun yarasını kapatmakla meşgulüz. Allah'a şükür olsun bugün
lerde daha iyiyim. Çok zayıf düştüm. Kuvvetim yerine geldikten sonra hastalı
ğımın asıl tedavisi için ikinci bir ameliyata daha ihtiyaç var. Yüce Meclis, lüzum
görürse doktor arkadaşlarımızdan seçilecek bir heyetle bütün bu tıbbi vaziyeti
tetkik ettirebilir. Vazifelendirildiğim işi böyle bir zamanda terk etmenin, beni de
üzmekte olduğuna itimat buyrulmasını istirham ederim. Fakat ne yapayım?
Cenabı Hak böyle istiyor. Mazeretimi lütfen dikkate alarak mebusluk vazifem
için üç ay izin verilmesini ve Yüce Meclise karşı istifa kelimesini bir daha kul
lanmamaya yemin etmiş olduğum için bu husustaki vaziyetimi de takdir buyura
rak Dışişleri Vekaleti işinin nasıl arzu buyrulursa o şekilde hallini bütün arka
daşlardan hürmetle arz eylerim efendim. 14 Ağustos 1922

Not: Tabip Binbaşı Dr. Operatör Kemal Bey'den şimdi aldığım raporu aynen
ekte takdim ediyorum, efendim.
Kastamonu Mebusu
Yusuf Kemal

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim. Yusuf Kemal Bey'in hakikaten hasta
olduğunu biliyoruz. Üç ay izin istiyor. İzni kabul edildiği takdirde yerine bir vekil
seçmek lazım gelir. Şimdi mesele bundan ibarettir. Yusuf Kemal Bey'in üç ay izin
isteğini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Yerine bir vekil seçilmesi
zaten kanunen zaruridir. (vekilin vekili mi sesleri) Vekile vekil seçeceğiz. Vekil

835
istifa etmiyor. Rica ederim, kendisi arkadaşlara karşı bir daha istifa kelimesini ağ
zıma almayacağım, dedi. O halde efendim, bu işi çarşamba günü yapalım. Çar
şamba günü aynı saatte toplanacağız. Celseyi tatil ediyorum.
(İki gün sonra, 16 Ağustos 1922 tarihindeki oturumda...) 1

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Dışişleri Vekaleti Vekilinin seçimi ya
pılacak. Malumunuz evvelki günkü toplantıda Hükümetin bir tezkeresi okunmuştu
ve Rauf Beyefendinin vekalet etmesi kabul olunmuştu. Sonra Yusuf Kemal Beye
fendinin üç ay için izin isteğini kabul buyurdunuz. O halde Dışişleri Vekaleti Vekili
için seçim yapmak lazımdır.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Efendim, Dışişleri Vekilinin okunan kâğıdından
istifa olduğu anlaşılmıyor ki. (hayır sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): İzinlidir, binaenaleyh kendisine bir vekil seçmek
bahis mevzuudur.
YUSUF ZİYA BEY (Mersin): Efendim, her hangi bir vekil Meclisten izin aldığı vakit
de yerine bir vekilin kanunen Meclisten seçilmesi lazım gelir.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Efendim dün değil, evvelki gün Rauf Beyefendiyi
Dışişleri Vekaleti vekilliğine kabul ettik. Bilmem yeniden seçime lüzum var mıdır?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Efendim, seçimin yapılması lazımdır. Çünkü
Kanuna göre bir vekile üç ay izin verilince yerine Yüce Meclis tarafından vekaleten
birinin seçilmesi lazım gelir. Nitekim bundan evvel Nafıa Vekaleti için böyle olmuş
tu. Nafıa Vekili Beyefendi izinli olarak seçim mıntıkasına gitmiş ve yerine diğer bir
arkadaş Yüce Meclis tarafından seçilmiştir. Bugünkü mesele de diğerinin aynıdır.
Eğer bu da böyle bir mahiyette olmamış olsaydı, onun hastalığı da böyle uzun
müddet devam etmemiş olsaydı veya on, on beş gün izin almış olsaydı Rauf Be
yefendinin vekaleti olabilirdi. Bence Rauf Beyefendinin Dışişleri Vekaletini idare
etmesi ve bilhassa böyle mühim anlarda siyasetin faal olduğu bir zamanda Hükü
met Reisinin bir de Dışişleri Vekaletinde bulunması memleket için gayet zordur.
Bu itibarla seçim yapılması lazımdır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, bana bir dakika müsaade buyurun. İç
Tüzük açıktır, seçim deyince buraya sepet konacaktır ve oylar kullanılacaktır.
Meclis her zaman bu gibi muameleleri yapmıştır ve bu hususta söz vermeye lü
zum yoktur. Yalnız Erzincan Mebusu Emin Bey'in bir önergesi var.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (14 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.22, s.111-161, http://www.tbmm.gov.tr/
836
TBMM Başkanlığına
Dışişleri Vekaleti Vekilliğine, İcra Vekilleri Reisliği mesuliyetinde kalmak
üzere Rauf Bey'in işaret oyu ile seçilmesini teklif eylerim.
Erzincan Mebusu
M. Emin

MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Kanunun açık hükmüne karşı böyle şey olamaz.
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Efendim, benim kanaatim şudur ki Rauf
Beyefendi oybirliği ile birçok defalar olduğu gibi bugün de Meclisin hakkıyla itima
dına ve her haliyle teveccühüne sahiptir. Ancak Meclisin hatırına şunu da getirmek
isterim ki vaktiyle Roma krallarından Augustus1 bütün kitaplarda cumhuriyet ve
meşrutiyetin en büyük taraftarı tanıtılmıştı. Çünkü Augustus o kadar iyi, o kadar
teveccühe layıktı ki cumhuriyetçi olanları kendi önünde bu aşktan vazgeçire geçire
imparatorluğu kurdurmuştur. Binaenaleyh bu ve bu gibi hikayeleri hatıra getirerek
seçimin serbestçe yapılmasını ve seçimden sonra Rauf Beyefendi üzerinde Hü
kümet Reisliği ile Dışişleri Vekaletinin birlikte bulunup bulunmayacağının oya
konmasını teklif ederim. (uygudur, değildir sesleri)
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Bazı arkadaşlarımın ifade buyurdukları tevec
cühe teşekkür ederim. Tevfik Rüştü Bey'in fikrine de iştirak eylerim. Hakkımdaki
teveccühünüz bana her zaman büyük bir kuvvettir. Yüce Meclisinizin arzusu her
şeyin üstündedir. Onun için ben de Tevfik Rüştü Bey'in fikrine iştirak ediyorum.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, kanunu değiştirme mahiyetinde olan her
hangi bir teklif oya konulamaz. Eğer teklif kanun mahiyetinde ise alakalı komisyo
na gider, oya konmaz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim mesele yok, oylamaya başlıyoruz.

(Ad okunarak oylama yapılır. Oylar sayılırken diğer gündem maddeleri görüşülür ve bir
süre sonra...)

1 Roma'nın cumhuriyetten imparatorluğa geçiş dönemindeki ilk imparatoru olan


Augustus Caesar, Roma İmparatorluğunu MÖ 27 ve MS 14 yılları arasında tam kırk bir yıl
boyunca yönetti. Julius Caesar‘ın senatoda bir suikast ile öldürülmesi, Roma Senatosu
tarafından İkinci Üçlü Yönetim‘in (Triumvirate) kurulması ve Üçüncü Konsül’ün ortak
yönetimi, cumhuriyetten imparatorluğa geçişteki Roma İç Savaşı gibi Roma tarihinin en
ilgi çekici olayları onun yaşadığı dönemde gerçekleşti. Hazreti İsa‘nın bir peygamber ola
rak Hıristiyanlık dinini yaymaya başlaması gibi bir sonraki çağa damgasını vuracak olaylar
da yine onun döneminde cereyan etti. Yaptığı politik, finansal ve dinsel reformlarla refa
hı tabana yaymayı başardı ve büyük mimari atılımları da gerçekleştirdi.

837
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Dışişleri Vekâleti Vekilliği için yapılan oylamaya
157 üye iştirak etmiştir. Binaenaleyh karar yeter sayısı yoktur. Yalnız malumat için
arz edeyim. Rauf Beyefendiye 155 oy verilmiştir. (kafidir sesleri) Müsaade buyu
run ben malumat için arz ettim. Tekrar oylamaya başlıyoruz.
EMİN BEY (Erzincan): Oylama neticesi aşağı yukarı belli olmuştur. İşaret oyuyla
ve oybirliği ile seçiverelim.
(Ad okunarak ikinci defa oylama yapılır. Oylar sayılırken diğer gündem maddeleri görü
şülür ve bir süre sonra...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim oylamanın neticesini tebliğ ediyorum.
Dışişleri Vekaleti Vekilliği oylamasına iştirak eden 177, Rauf Bey 173 oyla seçil
miştir. (Allah muvaffakiyet versin sesleri, alkışlar)

(Yirmi altı gün sonra, 11 Eylül 1922 tarihindeki oturumda...)


1

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim fevkalade vaziyet Yüce Heyetinizce
malumdur. Yusuf Kemal Beyefendinin hastalığı dolayısıyla bana vermiş buyurdu
ğunuz Dışişleri Vekaletini bugüne kadar ifa ettim. Hamdolsun Yusuf Kemal Beye
fendi iyileşmektedir. Fevkalade vaziyet olması dolayısıyla vazifelerine eskisi gibi
devam edip memlekete hizmet etmelerini kendilerinden rica ettim. Kabul buyurdu
lar, yarından itibaren Yusuf Kemal Beyefendi Dışişleri Vekaletini ifa edeceklerdir.
Bu hususta bana verdiğiniz Dışişleri Vekaleti Vekilliği vazifesine yarından itibaren
2
nihayet vereceğimi arz eylerim.

26 AĞUSTOS 1922: PONTUS İSYANI HAKKINDAKİ ÖNERGELERİN VE KANUN


TASARISININ GİZLİ OTURUMDA GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 88.Birleşim, Gündem: 2/2)

Büyük Taarruz hazırlıklarının hızla devam ettiği günlerde İç ve Doğu


Anadolu'daki askeri birlikler Batı Cephesine kaydırılmıştı. Pontus İsyanın
dan henüz bir sonuç alınamamışken Orta Karadeniz'deki askeri birlikler
de gizlice Batı'ya kaydırıldı. Bundan habersiz olan milletvekilleri gizli otu
rumda önerge üstüne önerge verdiler ve Pontus İsyanı ile ilgili bir kanun
teklifi hazırlanarak görüşülmeye başlandı. Ama Büyük Taarruzun başla
dığı haberi Hükümet tarafından duyurulunca hava birden değişi.

(Bir hafta önce, 19 Ağustos 1922 tarihindeki gizli oturumda...)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (16 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.22, s.171-196, http://www.tbmm.gov.tr/
2 TBMM Zabıt Ceridesi (11 Eylül 1922), 1.Dönem, c.22, s.621, http://www.tbmm.gov.tr/
838
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Malatya Mebusu Sıtkı, Tokat Mebusu
İzzet, Tokat Mebusu Mustafa ve İzmir Mebusu Sırrı beylerin Amasya'dan gönder
dikleri Pontus teşkilatı hakkında bir şifreli telgraf aldık. Bunun aleni celsede oku
mak ve karar vermek uygun olup olmadığına dair karar vermek de Yüce Heyetini
zin hakkıdır. Binaenaleyh müsaade buyurursanız okuyalım ve burada bunu halle
delim. Uzun bir şey değil bir sahifeden ibarettir. Eğer aleni celsede okunsun der
seniz, aleni celsede okuruz. Binaenaleyh aynı telgrafı İçişleri ve Adalet komisyon
larına da göndermişler. İçişleri Komisyonu Mecliste okunsun diye bize vermişler
dir. Telgrafı okutuyorum.

TBMM Başkanlığına

Kolay ve mümkün iken lüzumlu tedbirler alınmadığı için cüret ve gaddar


lıklarını son dereceye vardıran Pontus teşkilatına mensup eşkıyanın son gün
lerde Müslüman can ve malına yaptıkları suikastlar halkın maneviyatını tama
mıyla sarsmıştır. Bir iki alay askere de karargâh olan kaza merkezlerinden
itibarlı şahısları pervasız bir şekilde dağa kaldırılmaları, Hükümeti hiçe sayma
ları, esasen müteessir olan Müslümanları üzüntüye sevk etmiştir. Köyleri baş
tanbaşa yakılan çiftçiler, çiftlikleri yağma edilen eşraf, malları gasp olunan tüc
car, velhasıl her sınıf halk artık bu işin neticeye varmasını ümit etmekten başka
çare kalmadığını söylemeğe başlamışlardır. Her türlü müdafaadan imkânların
dan mahrum, köylerin ise izlerini Hükümete ihbar ve yardım etmek ve istedikler
kışlık erzak ve levazımı hazırlamak suretiyle, ancak tecavüzlerden korunabile
cekleri zeminde maruz kaldıkları eşkıya tehdidini ister istemez kabul etmeye
başlamaları, vaziyetin ehemmiyet ve vahametini pek fazla artırmıştır. Bu facia
ları yakından gören bizler Büyük Millet Meclisinin şimdiye kadar haberi olmadı
ğı vaziyetlerden haberdar etmeyi vazife bildik. Kendi adına hareket eden kuv
vetler elinde huzur, ahalinin haklarını ne mertebe korumakta olduğunun söyle
nilmesini mebusluk vazifesi bildik. Vaziyeti doğrudan doğruya Yüce Meclise arz
ederek Pontus sahası mebuslarından bir heyetin seçilerek hemen eşkıyanın
kol gezdiği mahallere gönderilmesi lüzumu vazife bildik. Bu şekilde ısrarla iddia
edildiğine göre hadiselerin cereyanı hakikatin aksine bir mahiyette Yüce Mecli
se kandırmayı cüret edenler var ise Memlekete pek tehlikeli tesirler yapacak bu
esef verici hareketi yapanları meydana çıkarılarak, Milletin bu yüzden sıkıntıya
uğrayan hissiyatını takviye ve kuvvetlendirmek gerekir. Hükümete karşı muvaf
fakiyetle muhafaza olunan şekavet silahları tarihin her devresinde celp etmiş,
müdafaaya sebebiyet vermiş olduğundan bu meseleyi bir an evvel nihayete
erdirmek Millet ve Memleketin mukadderatını bizzat üzerine almış bulunduran
Yüce Meclisin takdirine kalmıştır. Vaziyet Yüce Meclis Reisliği ile İçişleri, Ada
let, Milli Savunma komisyonlarına ayrı ayrı arz edilmiştir. 27 Temmuz 1922

Malatya
Sıtkı
Mebusu Tokat Mebusu Tokat Mebusu İzmir Mebusu
İzzet Mustafa Sırrı

839
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Telgraftan haberdar oldunuz. (Fethi Bey'e ha
vale sesleri) Şimdi efendim, müsaade buyurun. Yüce Heyetinizin vereceği bir ka
rar var. Bir kere aleni celsede müzakeresini kabul ediyor musunuz? (hayır sesleri)
O halde gizli celsede müzakeresini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiş
tir. Malumunuz olduğu üzere evvelki gün verilen bir kararınız vardır. Asıl bugünkü
gündem bütçenin müzakeresidir. Bugün bütçenin müzakeresine mi başlayalım,
yoksa bu telgrafın müzakeresine mi? Bu telgrafın bugün müzakeresini kabul eden
ler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. O halde müzakereye başlıyoruz.
EMİN BEY (Erzincan): Bu da Amasya ve Tokat havalisinde olan Pontus isyanı
müzakeresidir. Kaldı ki bunun için Hükümetin de bir teklifi vardır, bir jandarma
kadrosu meselesi var. Bunu onunla birleştirerek müzakere edecek olursak ikisi de
birden çıkmış olur ve hem de daha iyi olur.
RİFAT BEY (Tokat): Başta jandarma mesailinin müzakere edilmesine zaten karar
verdik. Onunla birlikte müzakere yapalım.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Reis Beyefendi, müsaadenizle bir kelime söylemek
isterim. Ortada bir teklif ve arkadaşlarımızın da bir telgrafı var. Epey vakit oldu.
Bunlardan bizim malumatımız kâfi derecede yoktur. Binaenaleyh İçişleri Vekili
Beyefendi vaziyeti bize izah ederlerse, ne oluyor, ne bitiyor, onu anlarız ve ondan
sonra söz söyleriz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Tabii efendim, ilk söz İçişleri Vekili Bey'indir.
ATA BEY (İçişleri Vekâleti Vekili): Tokat'tan çekilen... (işitmiyoruz sesleri) Benim
sesim de çıkmıyor, efendim. Bu telgraftan benim anlayabildiğim, orada eşkıyalık
eden Pontus Rumlarının yapmış olduğu fenalıklar, bilmiyorum güya oradaki muta
sarrıfların Hükümete bildirilmemelerinden şikâyet ediliyor. Öyle değildir. Orada ne
olmuşsa mutasarrıflıklar olduğu gibi meseleyi bildiriyorlar. Eşkıya hakikaten pek
çok zulüm yapmıştır. Hakikaten oralardaki ahaliye fenalık yapıyorlar. Dağlarda
çalışan ahaliden fidye talep ediyorlar. Yolsuzluk vardır, intizamsızlık çoktur, fenalık
bundan ileri geliyor. O havalideki jandarma kuvveti kâfi olmadığından dolayı, mev
cut jandarma kuvvetine üç bin jandarma kuvvetinin ilavesini teklif ve talep ettim.
Eşkıyanın takibi için 10.Tümen memur edilmişti. Bu iş de hakikaten askerler ça
lışmıştır. Fakat altı aydan beri bir fayda temin edilememiştir. Biz bunları da itibara
alarak burada evvelce istediğimiz jandarma kuvvetinin verilip verilmeyeceğini bil
miyoruz. Yalnız orada üç bin askerlik bir kuvvet verilmiştir. Bu kuvvetle Amasya,
Samsun, Tokat dahilindeki eşkıyanın yakalanması için lazım gelen tedbirleri aldık
ve bunlar için lazım olan paranın verilmesine de Maliye Vekili Bey mahalline tebliğ
etti, çalışılıyor, takip ediliyor. Hükümetçe lazım gelen muamele yapılıyor ve hükü
metçe mümkün olabilen tedbir yapılmıştır.
BİR MEBUS BEY: Tokat ve Amasya'ya kuvvet sevk olunmuş mudur?
ATA BEY (Devamla): Olunuyor, ve olunmaktadır.

840
HAMDİ BEY (Amasya): Olunmaktadır değil mi efendim? Hâlbuki Rumlar altı yedi
aydan beri orada yapmadığı kötülük bırakmadılar. Bu olunuyor, olundu sözü nedir
efendim? Olundu sözünü ne vakit işiteceğiz?
ATA BEY (Devamla): Efendim, evvelce vardı. Olunuyor, olunmaktadır sözü yeni
değişiklerden ileri gelmektedir. Yani aslında vardı, orada kuvvet vardı ve bu kuvvet
de artırılmıştır.
HAMDİ BEY (Amasya): Değiştirilecek bir kuvvetle Rum eşkıyalarının takibine im
kân yoktur. Halk bitmiştir, mahvolmuştur.
ATA BEY (Devamla): Eşkıya hakikaten böyle değiştirilmiş bir kuvvetle yakalanabi
lir mi, yakalanamaz mı meselesini İçişleri Vekâleti düşünerek Yüce Meclisinize üç
bin jandarma kuvvetinin oradakilere ilavesini talep etmiştir. Takibat yapmak ve
lazım gelen yerlere karakollar teşkil etmek, sonra bir kısım kuvvetle seyyar müfre
ze şeklinde bu teklifi yaptı. Teklif kabul olunduğu surette bu üç bin jandarmayı bu
üç liva dâhilinde kullanılacaktır.
NEŞET BEY (İstanbul): İşittiğime göre Tokat ve havalisindeki kuvvetlerin bu işte
istihdamı için sizin tarafınızdan emir verilmiş ve bunun lüzum olmadığı da Jan
darma Dairesince size arz edilmiş ve bundan dolayı aranızda ihtilaf varmış. Böyle
bir şey mevcut mudur?
ATA BEY (Devamla): Hayır efendim. Nasıl olabilir?
NEŞET BEY (İstanbul): Sizin tarafınızdan oradaki kuvvetlerin işe girişmemesi için,
dağılması için emir verilmiş midir?
ATA BEY (Devamla): Neredeki kuvvetler için? Hayır efendim, böyle bir ihtilâf yok
tur. Amasya, Tokat oralardaki kuvvetler mi?
NEŞET BEY (İstanbul): Evet efendim.
ATA BEY (Devamla): Hayır efendim, öyle bir muamele yoktur. Jandarma Dairesi
İçişleri Vekâletine bağlı bir dairedir. Nasıl olabilir?
YASİN BEY (Gaziantep): İçişleri Vekili Bey, bir tümen vardır orada buyurdular. Bu
tümen kaç aydan beri vardır? Yiyecek tahsisatını kim verdi?
ATA BEY (Devamla): Efendim, bu yeni tümen İçişleri Vekâletinin emrine yeni ve
rilmiştir. Yani benim zamanımda verildi. Fakat ben vekâlete geldiğimde anladım ki
orada bir tümen vardır ve oranın muamelelerini tetkik ettiğim zaman da tümen
hareket etsin dendiğinde, tümen kumandanı yiyecek için şu kadar kuruş lazım,
verilmiyor diye söylemiş. Biz de tabii Maliye Vekâleti ile görüştük, Maliye Vekâleti
ödeme emrini verdiği halde, oranın Maliye Müdürlüğünde para yokmuş denildi.
Ona karşı Ankara'dan tekrar olmak üzere Maliye Vekâleti tebliğ etmiştir.

841
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Efendim, gerek arkadaşlarımızın bu telgrafından
ve gerek İçişleri Vekili Bey'in ifadesinden anlaşılıyor ki jandarma kuvvetinin kâfi
miktara çıkacağı anlaşılıyor. Teklif ettiği şey pek doğrudur. Evvela onu müzakere
edelim, vakit geçmesin ve bu mesele halledilsin. Yoksa günlerce müzakereden bir
fayda temin edilemez.
VEHBİ EFENDİ (Konya): Jandarmadan hiç istifade olunmaz, para boşa gider.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, iki teklif oldu. Jandarmanın artırılması
hakkındaki tasarı gelmiş, bunun müzakeresi ile beraber onu müzakere edelim.
Eğer kabul ederseniz birleştirerek müzakere ederiz. Bunu onunla beraber müza
keresini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın...
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendim, biraz müzakere edelim. Belki makul bir
teklif ortaya çıkar.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Oya koyacağım. Şimdi buradaki teklifin birleşti
rilerek müzakeresini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. O hal
de onu da beraber müzakere edeceğiz.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Reis Bey şimdi müzakere edecek miyiz, yok
sa...
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Şimdi onu söyleyeceğim, efendim.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Efendim eğer gizli celseye devam edilmeyecek
ise, para meselesini ve bugün oradaki askeri kıtaya verilmek üzere, izahatta bulu
nacağım. Onun için gizli celsede cevap vermek mecburiyetindeyim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurunuz, verilen karar
gereğince...
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Gizli celseye temas eden kısmı vardır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, şimdi karar verilen mesele üzerine biz
jandarmaya üç bin kişi ilavesine dair olan kanun tasarısının müzakeresini kabul
ettik. Bunun da şimdi müzakeresini kabul etmiştiniz. Jandarmaya ait olan Tahsisat
Kanununun da müzakeresine başlayacağız. Şimdi gizli celse de mi olsun, aleni
celsede mi olsun? (aleni olsun sesleri)
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Bu münasebetle Pontus meselesinden uzun
uzadıya bahsedilmesi tabiidir. Aleni celsede bilhassa bu zamanda teferruatı ile
Pontus meselesini bahis mevzu etmek doğru değildir. Eğer Pontus meselesi bahis
mevzu olacaksa jandarma bütçesinin de aleni celsede müzakere olunmasına Hü
kümet taraftar değildir.

842
REFET PAŞA (İzmir): Evvela bilinmesi lazım gelen bir mesele vardır. Orada bir
tümen vardır, ben Pontus meselesini biliyorum. İçişleri Vekili Bey acaba üç bin
jandarma ile yapacağını taahhüt ediyor mu, etmiyor mu?

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakere esnasında konuşacağız.

REFET PAŞA (Devamla): Efendim, bütçe meselesi değildir, jandarma meselesi


değildir. Pontus meselesidir.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaade ediniz, söz isteyenleri kay
dedeyim. Şimdi tatil etmedik, müzakere edeceğiz. Efendim jandarmaya üç bin
asker ilavesine dair olan kanun tasarısının müzakeresine başlayacağız. Bunun
gizli olması için kararınızı alacağız. Gizli olmasını kabul edenler lütfen ellerini kal
dırsın. Kabul edilmiştir. Üç bin jandarma ilavesine dair olan tasarının tamamının
müzakeresine başlıyoruz. Aynı zamanda bugünkü telgraf da müzakere edilecektir.

RIFAT BEY (Tokat): Sekiz aydan beri Pontus meselesi ile uğraşıyoruz.

HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, Samsun ve havalisindeki Pontus


meselesi, asayiş meselesi, eşkıyalık meselesi hulasa Rum meselesidir. Hatırlarsı
nız ki Dünya Harbinin ikinci senesinden başlayarak Mondros Ateşkesi devresi ve
milli teşkilatı dahil olduğu halde bugüne kadar devam eden bir meseledir. Zaman,
zaman tümenler, alaylar, mühim kuvvetler orada bulundurulmuş ve fakat tamamıy
la bertaraf edilmemiştir. Ben tahsisat hakkındaki teklife imza etmedim. Bütçe Ko
misyonunda tetkik edildiği gün hasta idim, yatıyordum ve bunun müzakeresi o
güne tesadüf etti, telefon ettiler, çağırdılar, hasta idim gelemedim. Tabi bunu tehir
etmediler, bunun için kanaatimi orada arz edemedim. Fikrimi Yüce Heyetinize arz
ediyorum ve hakem heyeti sizsiniz. Böyle mühim kuvvetlerle sekiz seneden beri
bertaraf edilmeyen bir işin, iki bin jandarma ile yapılacağına kanaatim yoktur. İkin
cisi orada daimi bir tümen kadar askeri bir kuvvet bulunduğu halde bu kuvvetin
bertaraf edemediği bir işi jandarmanın bertaraf edeceğine ben ümitli olamadım. Bir
de şekil meselesi, malumunuz bütçe bir bütündür. Gelir ile gider arasındaki açığın
nispeti daima Maliye Vekâletinin gözünün önünde bulundurabilmek için her vekâ
lete bazı salahiyetler verilmiştir. Her vekâlet masrafa ait cetvellerini bir zamanda
Maliye Vekâletine gönderir. Maliye Vekâleti onları tanzim eder ve Devletin bütçe
sini Yüce Heyete sevk eder. Bu muamelede Maliye Vekâletinin tasdiki alınmadığı
için bu kanun tasarısını imza etmedim. Orada askeri kuvvetin parasızlık yüzünden
bir şey yapmadığı yolunda bazı haberler alınıyor. Esasen asıl eşkıyalığın müzmin
olan kısmı Tokat, Amasya, Samsun, yani bu üç livadadır. Bu livaların bütçe gelirle
ri hem tümenin ve hem de jandarmanın ihtiyaçlarını temine kâfi gelmiyor. İşte
bunun içindir ki, Maliye Vekâleti orada Pontus meselesi ile meşgul olan kuvvetin
masrafları için vergi, Reji İdaresi, Düyunu Umumiye'den yapılan yardım 398.719
liradır. Garp Cephesi hesabına göre tam iki tümenin masrafına kâfi bir paradır.
İşte bu paranın miktarı da bence malum olduğu için, bu para meselesi değil, jan
darmanın azlığı meselesi değil, işi esasından halledecek esaslı bir teşkilata veya

843
daha büyük bir kuvvete ihtiyaç vardır. (doğru sesleri) İşte bu yüzden ben o tasarıyı
imzalamadım. Meseleyi esasından halletmek için iki, üç aylık bir masrafı icra edip
esasından işi halledebilecek, mümkün ise, bir tedbir düşünmek lazımdır. Çeşitli
yerlerden üç bin jandarma alarak onları Pontus mıntıkasına göndermek İçişleri
Vekâletinin salahiyeti dahilindedir ve diğer vilayetlerden de bu üç bin jandarmayı
oraya gönderebilir. Fakat ben zannediyorum ki tümenlerin yapamadığı bu iş üç bin
jandarma ile yapılamayacaktır. Eğer yapılacağı kanaati Yüce Mecliste var ise ilave
buyurun, parası için de bir çare düşünelim. Ya bir vergi koyarak veya bütçe açı
ğından, buna da kambur üstüne kambur diye koyalım. Son meselenin para mese
lesi olmadığını arz ettim.
RIFAT BEY (Tokat): Elhamdülillah sekiz aydan beri bu meseleye Meclisi alakadar
ettik. Bugün minnettar ve müteşekkirim. Söylemedik, müracaat etmedik bir yer
bırakmadık. Başkumandan'a da yazı verdik. Gruplara da yazılar verdim. Uzun
uzadıya anlattım. Niçin bu Rumlar takip edilemiyor? Fakat anlatamadım. Elham
dülillah bugün bahis mevzu oldu ve Meclis alakadar oldu, minnettarım. Rumların
zulmünden bahsetmeyeceğim. Artık bunu bütün arkadaşlar biliyor. Son aldığım
mektupta bir köyü bastırmışlar, Nahiye Müdürü de korkarak gitmemiş, şehitler
tespit edilmemiştir. Çünkü oraya gitmeye korkmuşlardır. Çünkü Rumlar bir yere
ayakbastılar mı Hükümetten hiç kimse oraya gitmez. Ne savcı, ne jandarma, kim
se gitmez, Cesetler bir yığın teşkil eder ve çürür, kimse bakmaz. Bu bugün değil,
dört beş seneden beri böyledir. Şimdi bu kadar kuvvet varken bu Rumlar niçin
takip edilemiyor? Bu kadar alaylar, tümenler, jandarmalar varken ve Millet bu ka
dar para verirken bu Rumlar niçin takip edilip de yakalanmıyor? Bunun sebebi
nedir? (gürültüler) Sebebini arz edeyim, dört arkadaşımızın Tokat'tan yazdıkları
gibi resmi makamlardan gelen raporlar yalandır. Geçen gensoru müzakeresinde
de bu raporlar yalandır, dedim. Mesela gelen bir raporda Rumlardan sekiz yüz ölü
şu kadar yaralı vardır gibi katiyen mübalâğalı şeyler vardır. Bunların aslı esası
yoktur. Ben gittiğimde kırk ölü var ve filan Rum evinde Rum ölü vardır, dediler.
Gittim baktım, ölen bir kadındır. Bu raporlar bu kadar mübalâğalı ve yalandır.
Şimdiye kadar Rumlarla çatışma olup bir bomba, bir silah atılmamıştır. Çünkü bu
Rumların takip edildiklerinden haberdar eden kimseler vardır ve bunlara erzak
filan yardım edenler vardır.

ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Müsaade buyurun efendim, biraz açıklayarak söy
leyin lütfen.
HASİP BEY (Maraş): Bu kimseler resmi vazifeliler mi, değil mi?
RIFAT BEY (Devamla): Onu sonra söylerim. Evvela bu sebepler ortadan kaldırıl
madıkça bu Rumlar katiyen yakalanamazlar. Çünkü onları takip eden kuvvetlerinin
hareketinden onlara haber verenler vardır, öteden beri haber veren vardır. Size
filan yerden şu kadar kuvvet geliyor diye haber gider. Onlar da başka yerlere gi
derler. Sonra derler ki filan mıntıkalar boştur, filan, filan evler boştur, basabilirsiniz.

844
Onlar da geliyorlar o köyü basıyorlar. Onun için onlara yardım edenler vardır. Ev
vela onlar yakalanmalıdır. Diğer meseleye gelince...
REFET PAŞA (İzmir): Bilmemiz için bunların kim olduklarını söylemeniz lazım gelir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar) Sebeplerin bilinmesi ve yaranın tedavi edil
mesi lazımdır. Celse gizlidir, kimdir onları söyleyin. (gürültüler, söyle sesleri)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Rıfat Bey söyle, gizlilik üzerine iş olmaz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim sözünü kesmeyin, karşılıklı konuşul
masın rica ederim.
RIFAT BEY (Devamla): Efendiler, bunu Mecliste söyleyemem. Bir kaç arkadaş
seçiniz, onlara söyleyeyim. (aaa sesleri) Bir kaç resmi makama söyledim, aldıran
olmadı. (korkuyor sesleri) Neden korkacağım, kâinatta kimseden korkmam. (gürül
tüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, sözünü kesmeyin. Rıfat Bey karşı
lıklı konuşmayınız. Siz söyleyiniz, onlar dinlerler.
RIFAT BEY (Devamla): Efendim, evvela Tokat'tan gelen telgrafın tahkiki için İstik
lal Mahkemesine bir suretinin veriyorum. En mühim mesele onun içerisinde. İkinci
mesele... (birinciyi anlamadık sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Söyletmek için zorlama yoktur. Deminden beri
arkadaşlarımız söylediler. Devam edin Rıfat Bey ve nutkuna devam edecektir,
tabii buyurun.
RIFAT BEY (Devamla): Bu Rum meselesi, üç livadaki bugünkü mesele değildir,
efendim. Dünya Harbinin ikinci senesinde başlamıştır. Günden güne şiddetlenerek
bugüne kadar devam ediyor. Bu böyle iken Tokat'ta silah toplamak için ilk defa
ilan ettiler ve üç defa silah topladılar. Kimin elinde silah varsa getirecek, getirmez
se idam edilecek dediler. Tümen kumandanı Cemil Cahit Bey isminde birisi, To
kat'ı müdafaa eden o milli kuvvetlerin elindeki silahları bile aldılar. Nezir Bey is
minde bir alay kumandanı, kendisi de eşkıya takibine vazifeli olduğu halde, Tokat
Sancağı dahilindeki köylerin birinde bir adet silah yoktu, gençler kollarını sallaya
sallaya geziyorlardı, Rumlar da köyleri gelip yakıp, yakıp gidiyorlardı. Bir kere
Cemil Cahit Bey ve Nezir Bey'den, niçin Tokat dahilindeki silahları aldıkları sorul
sun. Rica ederim, niçin almışlar? Yani öteki yerlerde Samsun'dan almadılar, Si
vas'tan almadılar, buradan niçin aldılar? Niçin Tokat'ta üç defa silah topladılar.
Rum çetelerini takibe vazifeli oldukları halde silah çıkanlarını idam edeceklerini
ilan ettiler. Sonra efendim, şimdi geleceğim jandarma teşkilatı meselesine. Eğer
şimdi bu istenilen üç bin jandarma yedi silsilesinde bir suçu olmayacak, mesele
bununla bitmez. Çünkü şimdiye kadar bununla bir şey çıkmadı. Yirmi beş yaşın
dan yukarı otuz beş yaşından aşağı olmayacak diye birçok kayıtlar var, efendim.
O şartlarla jandarma yapacaklarsa hiç bir şey çıkmaz. Öteden beri asker firarileri

845
takibinde kendi cesaretini göstermiş adamlardan ve memleketin eşrafından jan
darma yapılıp da bunlardan seçilirse, iyi para verilirse bu iş iki ayda biter. Yoksa
böyle Umum Jandarma Kumandanının, bilmem ne kumandanının emri altında,
bilmem ne ile yine askerle eşkıya takibi yapılmaz. Böyle boru ile moru ile Rumlar
tepelenemezler. Canım Tokat'ın içinde yüz tane silahlı Rum var efendim, fakat
bütün köyleri yakıyor, Müslümanları korkutuyorlar. Hem kasabaya bir saat mesa
fede, yarım saatlik yerlerde. Eğer bu jandarmanın da, şimdiki jandarmalar gibi altı
yüz kuruş maaşı altı ay verilmezse bu yapacağınız jandarmalar da Rumların değil
ama Milletin başına bela olur. Jandarma bir köye gitti mi efendim, bunu bir nimetini
biliyor, şunu getir diyor, bunu getir diyor, eşkıyadan daha fazla zulüm ediyor. Yüce
Meclisten istirham edeceğim ki eğer bu üç bin jandarmayı kabul edecek olursanız,
ya bankadan veya diğer yerlerden parasını temin etmeli. Bundan böyle maaşlarını
vermeyecek olursanız, diğer jandarmalar gibi olacaksa bunun menfaatinden daha
çok zararı olur. Çünkü efendiler, aç kimse ölmeye gitmez. Çünkü benim evimde
çoluk çocuğum aç olduktan sonra, silah çekte öl denirse, billahi de ölmem, tallahi
de ölmem. Niçin öleyim efendiler? Aç efendim, aç? Ha, evvela ver parayı, sonra
ver eline silahı. Bir jandarma bunun için gidip de ölmüyor. Parayı verdin mi silahı
eline verirsin gider, vurur. Böyle veresiye iş olur mu? Sonra Maliye Vekili Bey bu
yuruyor ki bu üç sancağın vergi gelirleri oraların masrafına yetmiyormuş.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Üç sancağın aşar vergisi tahsilâtı Düyunu
Umumiye İdaresinin olduğu için, Maliyeye kalan diğer gelirler masraflarına kâfi
gelmedi, dedim.
RIFAT BEY (Devamla): Bir yerde asayiş olmazsa, o memlekette para da olmaz.
Mesela odunun olduğu yerde Rumlar var. Oduncu oraya gittiği zaman merkebini
alıyor, kendisini de kesiyorlar. Bugün iki yüz kuruşa odun yok. Asayiş mevcut ol
mayınca Rumlara yakın yerlerden odun alamayacak. Çünkü odunu almak için
cesaret edilemeyecektir. Rumlar gelirleri de gasp ediyorlar. (çareyi söyle sesleri)
Çareyi söyleyeyim, efendim. Evvela amirlerin kollarını, kanatlarını kırmalı (kimdir
amirler sesleri) Söyleyemeyeceğim.
EMİN BEY (Erzincan): Azizim, açıkça söyle ki anlayalım.
RIFAT BEY (Devamla): Şimdi bu amirler, bir de yapılacak jandarmaları... (amirleri
söyle sesleri, gülüşmeler) Canım, durun efendim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Devam edin Rıfat Bey, söyleyeceğim, söyleme
yeceğim demeyin rica ederim.
RIFAT BEY (Devamla): Jandarma kanununa göre, bilmem neler olmayacak değil,
maaşlarının her ay muntazaman verilmesi ve yerli ahaliden yapılması ile olur.
Böyle olursa olur. Böyle olmayacak olursa hiç bir şekilde olmaz. Bundan başka
türlü olamaz. Sonra bu üç sancağın hatta kendi sancağımızın ne vergi vermeye,
ne de para vermeye hali kalmamıştır, bütün mahvolmuştur. Köyün çiftçileri kapı
dan dışarı çıkamıyorlar.
846
ATA BEY (İçişleri Vekâleti Vekili): Efendim, Maliye Vekili Beyefendi buyurdular ki
Adana Vilayetinde ihtiyaçtan fazla jandarmamız vardır. Buradan veya başka yer
lerden alınarak oraya verilebilir. Adana vilâyetinin jandarmasının diğer vilâyetler
den fazla olmasının esbabı cümlenizce malumdur. Oranın evvelden olan ehemmi
yetine ve nezaketine binaen fazla jandarma konmuştu. Üç bin jandarma bu işi
yapamaz buyurdular. Eğer mal vaziyet buna müsait ise beş bin jandarma verin, on
bin jandarma verin. Biz bu kadar kuvvetin ilâvesini uygun gördük. Askerin yapa
madığını jandarma yapabilir mi? Bu da bir mesele. Sonra oradaki kuvvet eşkıya
takibinde muvaffak olur mu olmaz mı buyurdular? Bunlar hakikaten tetkik oluna
cak meselelerdir. Binaenaleyh İçişleri Vekâleti, Tokat, Amasya, Samsun dahilin
deki jandarmaların oraların asayişe kâfi gelmediği için bu üç bin jandarmayı talep
etmiştir. (iş görebilecekler mi sesleri) Rıfat Bey de buyurdular ki buradaki işin bit
mesi için birtakım sebepler vardır. Onlar kalkmalıdır. Fakat o sebep olanlar kim
lerdir, onları söylemediler ki ona göre bir cevap vereyim. Binaenaleyh Vekâlet o
havalideki jandarma kuvvetinin artırılmasını ve jandarma maaşlarının bin beş yüz
kuruş olmasını talep ediyor. Jandarmaya verilen tahsisat kâfi gelmiyor. Hatta buna
ilave olmak üzere Adana ve havalisi jandarmaları maaşlarına zam istiyor. Çünkü
İskenderun'daki fazla maaş alırken, ona komşu olan bir vilayetin jandarmasının az
para ile geçinmesi katiyen mümkün değildir. Bunu da Adana, Maraş, Antep, Urfa,
Mardin havalisindeki jandarma maaşlarının gönüllü jandarma maaşı nispetinde
verilmesini Yüce Heyetinize arz ediyorum.
REFET PAŞA (İzmir): İskenderun'dakiler gibi mi?
ATA BEY (Devamla): Şüphesiz efendim. Onlara da bütçe müsait ise verilmelidir.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Yani bu üç bin jandarma ile Pontus meselesini
tamamen halledilebileceğine inanıyor musunuz?
ATA BEY (Devamla): Efendim, hepiniz de bilirsiniz ki üç bin jandarma takibatı
temin edecektir. İşe yarayacak şekilde jandarma tanzim olunursa ve maaşları
muntazaman verilirse, ehemmiyetle idare olunursa, elbette ve elbette eşkıya yok
edilecektir. Fakat jandarma gittiği yerlerde maaş alamazsa, istediği adamların
alınmasına müsaade olunmazsa biz nasıl yapalım?
İBRAHİM BEY (Karesi): Bundan bir kaç zaman evvel Amasya'dan bir adam bana
geldi ve dedi ki,
-Amasya Mutasarrıfının Pontus'çularla beraber mesai ettiğine ettiğine dair İçişleri
Vekâletine, Başkumandanlığa çeşitli telgraflar verildi. Eğer bu hususta söyledikle
rim hakikat çıkmazsa beni idam edin.
...demiş ve sesini duyuramamıştı. Bu adam istiklal mahkemesinin seçilmesinden
sonra gitti. (bu kim sesleri) Hüdaverdi isminde biridir. Bu ne oluyor?
HAMDİ BEY (Amasya): O adam alçaktır, namussuzdur, iftiracıdır.

847
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Karşılıklı konuşuluyor efendim, müsaade buyurun.
İBRAHİM BEY (Devamla): Mademki bu adam iftiracıdır, Amasya Mutasarrıfı hak
kında ifadede bulunan bu adamın cezalandırılması lazım gelir.
ATA BEY (Devamla): Bunu ilk defa işitiyorum. Yalnız bildiğim bir şey varsa Amas
ya Mutasarrıfının eşkıyanın takibinde gösterdiği gayreti diğer arkadaşlar göster
memiştir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun, daha çok sorular var.
ATA BEY (Devamla): Bu tahkik edilecek olan...
FAİK BEY (Cebelibereket): Bazı şartlar buyurdular, vekil beyefendi. Üç bin jan
darma şu şartlarda olacak olursa bu işi yaparım dediler. Halbuki bu işi yapacak
olan İçişleri Vekâletidir. Binaenaleyh şartınız efendim, para meselesidir. Yani jan
darmanın maaşı bin beş yüz kuruştan aşağı olmamak üzere verilirse bu mesele
hallolunur, diyor. Bunu taahhüt ediyor musunuz?
ATA BEY (Devamla): Taahhüt etmemek mümkün mü?
ATIF BEY (Beyazıt): Diğerlerinden bir farkı olmayacak mı? Biz onlara fazla maaş
veremeyiz.
ATA BEY (Devamla): Onu istikbal bize gösterecektir.
ATIF BEY (Beyazıt): Yalnız bu iş için mi tahsis edeceksiniz?
ATA BEY (Devamla): Evet, bu iş için.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Müsaade buyrulur mu? Efendim, yeniden asker alma
meselesi biraz zamana dair meseledir. Meselâ üç bin askerin kaydı ne kadar sü
recek? İstihdamına, toplanmasına kadar geçecek müddet epey bir zamandır. Son
ra subay bulacaksınız, bunlar memleketi iyice bir tetkik edecek ki faydalı olabilsin
ler. O subay oraları anlayabilinceye kadar üç ay geçer. Onun için bana göre bu
tedbirler faydalı bir tedbir olmakla beraber derhal netice verecek değildir. Halbuki
Ordumuz üç ay sonra oraya daha fazla kuvvetler de gönderebilir. Takip alaylarını
bir parça sıkmak sonra bu sene Ağustos nihayetinde mektepten çıkacak veya
çıkmış olan sınıf subaylar oraya göndermelidir. Evvelce bunu görüşmüştüm, gayri
mümkün değildir zannederim.
ATA BEY (Devamla): Ayırmak mümkün değildir, beyefendi.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Acaba bu şekilde şimdiden beş altı yüz kişi ayıramaz
mısınız efendim?
ATA BEY (Devamla): Ayırmanın imkânı yok, beyefendi.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Kayseri'den Giresun'a gönderilen askerler ne oldu?

848
ATA BEY (Devamla): Jandarmaya olan ihtiyacımız o kadar fazladır ki bir yerden
alırsak diğer yer boş kalıyor. Binaenaleyh böyle bir takibata üç bin askerden az
giderse, iyi takibat yapılmaz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Müsaade buyurur musunuz? Kuvvetin faydası oldu
ğunu inkar etmem. Ben öyle arzu ederdim ki Jandarma Umum Kumandanı bu
meseleler hallolunmadan oradan gelmesin. Ne işleri var? Haydi siz mühim mese
lelerden dolayı Merkezde bulunuyorsunuz ve ayrılamıyorsunuz. Fakat Umum
Jandarma Kumandanı orada asayişin teminine başında bulunması gerekir.
ATA BEY (Devamla): Beyefendi, yalnız Jandarma Kumandanının tesiri olacaksa
gitsin. İcap eden kuvvetler verilirde eğer, oradaki kumandanlar onu idare edemez
se, kumanda edemezse bizzat Jandarma Umum Kumandanı, bizzat İçişleri Vekili
gider ve gitmesi lazım gelen her fert gider. Fakat elde lazım olan kuvvet bulun
mazsa bir şahsın, iki şahsın gitmesiyle ne gibi bir şey olabilir?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, ben sizin yerinizde olsam yüz bin lira, sek
sen bin lira Meclisten kredi alırım. Bu mesele hallolunur, mesele yalnız para me
selesidir. Para ve adam meselesidir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurun, müzakere usulüne
dair bir şey arz edeceğim. Yirmi iki arkadaş daha söz almıştır. (söz söyleyeceğiz
sesleri) Müsaade buyurun efendim, söylemeyeceksiniz demiyorum. Bu yirmi iki
arkadaş söz almıştır ve altı arkadaş soru sormak için söz söylemiştir. Bu soru,
cevap meselesinde devam edip gidecek miyiz? (hayır sesleri) Yirmi iki arkadaşın
sırasını taarruz olur. Mesela, ikinci söz söyleyecek Ziya Hurşit Bey'dir. Şimdi bir
soru sorulur veya sorulmaz diye İç Tüzükte bir açıklık yoktur. Teamül olmuştur.
Söz Ali Bey'in, buyurunuz.
ALİ BEY (Karahisar): Hükümetlerin var oluş sebebi, halkın huzur, asayiş ve emni
yetini temin etmektir. Yani huzur, asayiş ve emniyet varsa Hükümet de var demek
tir. Bizim Memleketimizde halk öteden beri devamlı asayişsizlikten, huzursuzluk
tan şikayet etmektedirler. Binaenaleyh haklıdırlar. Asayişin olması için Hükümet
teşkilatının muntazam olması lazım gelir. Bir kere bizim Memleketimizde idari
taksimat gayet iptidai bir şekildedir. Yani sancaklar kazalara ayrılmış, kazalar da
büyük miktarda nahiyelere ayrılmış, nahiyeler de birçok köylerden meydana gel
miştir. Köylerde alelade ayak yürüyüşüyle nahiyelere bağlıdır. Belki Köy Nahiye
Kanununun yapılmasından sonra asayişin başka şekilde temini çaresine bakılabi
lir. Fakat hali hazırda asayişin temini için ne yapılmak lazım gelecektir? Bu husus
ta biraz tecrübe görmüş olmam itibariyle daima bu gibi işlerle uğraşmakla vakit
geçirmişimdir. Malumunuz eşkıyalık üç türlüdür, adi, adli, siyasi eşkıyalıklar. Adi
eşkıyalıkta alelade birtakım kaçakların şurada burada saklanması ve fırsat düş
tükçe vukuat yapmasından ibarettir. Bunu adi jandarma kuvvetleri yakalayabilir.
Çünkü bunlar için yataklık, kılavuzluk gibi yardım edenler bulunamaz. Bunların
yakalanmaları kolaydır. Bir de Adli, yani çeteleşmiş eşkıyalık vardır ki birçok eşkı

849
yaların onu, yirmisi, otuzu bir araya gelip eşkıyalık etmesidir. Bunların yakalanma
sı oldukça mühim bir meseledir. Çünkü bunlar her şeyden evvel hayatlarının temi
nini dikkate alırlar ve kendilerine istikamet verirler. Hayatlarının temini için evvela
emin yerler, yataklar lazımdır. Kendilerine tehlike teşkil edebileceklerin imhası için
çalışırlar. Jandarmanın, nahiye müdürünün, ağaların ve eşrafın, bu gibi kendileri
ne mani olmak isteyenlerin vücudunu kaldırmak isterler. Fakat bunlar hiç bir za
man doğrudan doğruya jandarma ile karşılaşmak, çatışmak vurmak hatırlarından
geçmez. Bunlar yalnız kendilerini koruma vaziyetinde kalırlar ve şayet mecbur
edilirlerse çatışmayı uzatırlar, fırsat bulurlarsa savuşurlar. Fırsat buldukça yol
kesmek, insanları dağa kaldırmak gibi kendilerine müsait gördükleri vukuatları
yaparlar. Bir de siyasi eşkıyalık vardır ki malumunuz bir siyasi maksadı takip ede
rek ve o siyasi maksadın temini için devamlı çalışmaktır. Bunun için de bu eşkıya
lıkla mücadelenin daha başka şekilde olması ve bunların mahiyetinin o suretle
dikkate alınması lazımdır. Bunların evvela beslendikleri kaynakları dikkate almak
lazımdır. Silah ve cephane nereden tedarik ediyorlar, yiyeceklerini nereden tedarik
ediyorlar, kılavuzları nerededirler ve nasıl yaşıyorlar, ne türlü hareket ediyorlar?
Bunlar dikkate alınır ve ona göre de bir takibat tasavvur edilir. Şimdi bu gibi siyasi
eşkıyalıkla hareket edenler için bitmek, tükenmek, nihayete ermek yoktur. Çünkü
bir taraftan bir kısmı vurulmakla beraber diğer taraftan o maksadı devam etmek
için yerine başkaları geçer ve devamlı eşkıyalık devam eder. Şimdi bizim mese
lemiz Pontus meselesi, bu üçüncü çeşit eşkıyalıktır, hususi mahiyeti vardır ve
tabiatıyla fevkaladedir. Binaenaleyh bunlarla mücadele için fevkalade tedbirler
almak lazım gelir. Şimdiye kadar dinlediğimiz ve aldığımız malumata göre Pontus
hadiseleri alelade jandarmaya ilaveten alelade askeri kıtalarla takibat yapılması
fevkalade değildir. Adeta jandarma kuvvetini bir yere kadar takviye etmekten iba
retti. Jandarmalar malumunuz bir defa çok vazifeleri vardır. Bunların idari vazifele
ri, haberleşme işleri vardır ve bilhassa Memleketimizin vesaiti az olduğu için de
vamlı bunlarla uğraşırlar ve hiç bir vakit asıl vazifeleri olan asayişle uğraşamazlar.
Asayiş meselesine Memleketimizin jandarma teşkilatı yetmez ve yetemeyecektir.
Binaenaleyh jandarmalardan böyle fevkalade vazife ile asayişin teminini beklemek
doğru değildir. Askeri kıtaların yapabileceği takibata gelince, malumunuz alay,
tabur, bölük gibi kuvvetler her hangi bir istikamete bir ormanı, bir mıntıkayı tetkik
etmek üzere keşif kolu sevk edilir, bölüklere istikamet verilir. Bir bölük veya bir
tabur bir köyden kalkıyor alelade bir yolu, muayyen bir istikameti takip ederek bir
yere varıyor. Akşam olunca tabii ya bir köyde kalacak veya bir ormanda, geceyi
geçirecektir ve ertesi gün de bir yolu takip ederek gidecektir. Diğer askeri kıta da
bu şekilde ilerliyor, yani pek açık bir şekilde kollar açık olarak hareket ediyor, eşkı
ya bundan haberdar oluyor. Belki biraz dikkatsizlik dolayısıyla bir yerde tesadüf
ederse onu vurabilmek kalıyor. Yani askerin hareketi hiç bir vakit eşkıya hareketini
tamamen mani olabilecek bir şekilde değildir. Sonra şimdiki askeri kıtalarda genç
ve daha çok acemi ve tecrübesiz subaylar vardır, asker de böyledir. Eşkıyayı takip
etmek için maharetle, dikkatle, ihtisasla hareket lazım olduğu gibi eşkıyaya tesa
düf ettikten sonra eşkıyayı öldürebilmek de ikinci bir meseledir. Çünkü eşkıya

850
daha mahir, daha uyanık ve hayatını ucuz satmak istemeyen adamlardan meyda
na gelmiştir. Binaenaleyh alelade karşısına çıkacak bir kuvvet eşkıyayı öldüremez
ve ortadan kaldıramaz. Kısa söylüyorum. Bunun için ne yapmak lazımdır? Bu
takip fevkalade bir vaziyettir. Bunun için fevkalade vaziyet almak, fevkalade tedbir
ler almak lazımdır. Bu takibatın bir merkezi, sevk ve idare edecek bir yeri olmadığı
anlaşılıyor. Bu alelade kuvvetleri sevk ve idare edebilmek için mutlaka onların
başlarına hareketlerine ve ahaliye karşı olan muamelelerine dikkat edecek ve
eşkıyaya karşı yapılacak harekâta nezaret etmek için makam ve amir lazımdır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, adam vardır.
ALİ BEY (Devamla): Bunun da olmadığı anlaşılıyor. Şimdi bir defa bu eşkıyayı
takip etmek için mütehassıs bir kuvvet ve subaylar lazımdır ve sırf eşkıya takibine
mahsus olmak üzere bir kuvvet lazımdır. O kuvvetin yanında vaktiyle Rumeli'de,
şurada burada çalışmış, bu işle tecrübe edinmiş subay ve kumandanlar lazım.
Sonra bu kuvvetleri iyi sevk ve idare edecek mahiyette bir heyet lazımdır. Malu
munuzdur ki idare amirleri ile askeri heyetleri eşkıya takibi gibi hususlarda fevka
ladede birbirleriyle anlaşamazlar. Mutasarrıf bir tarafa çeker, jandarma bir tarafa
hareket ettirir. Onun için jandarma başka türlü hareket ediyor. Onun için o mıntı
kaya memurlar ile askerlere hâkim olacak bir heyet lazımdır, bunu ben böyle dü
şünüyorum. Jandarmadan bir, idare memurlarından bir, iki üç kişilik bir kafile he
yeti teşkil etmeli. Fakat bunlar memleketin en namuslu, itimat edilir ve ihtisası olan
kimselerden ve uğraşabileceklerden kurulmalıdır.
HAMDİ BEY (Biga): Bir mütehassıs da Meclisten olursa (sözü kesme sesleri)
ALİ BEY (Devamla): Bunlar aynı salahiyet ve aynı oya sahip olmak üzere müşte
reken ve anlaşarak sevk ve idare etmelidir. Mesela Amasya' nın herhangi bir mın
tıkasından hareket eden kıtayı sevk ve idare ederken Samsun'a bir emir vermek.
Diyarbakır'a bir yere emir vermek... Yani bu üçü bir komisyon halinde tebliğ etmeli
ve o makamlar ve o mıntıkalar da bunların emirlerini kabul etmeli ve mukabil ha
rekât yapmalı. Bunlar için de bir harp divanı veya bir istiklal mahkemesi lazımdır.
Onlar doğrudan doğruya oraya bağlı olarak kanuni muamele yaptırmalıdırlar. Son
ra bazı hususlar hakkında oradan emir almalıdırlar. Sonra bunlara lazım gelen
kuvveti vermek için şimdi Hükümeti üç bin kişilik bir jandarma teşkilini istiyor. Ben
ce üç bin kişilik jandarma yerine bir alay, üç taburdan yani yedişer yüz mevcutlu
üç taburlu bir alay teşkil edilirse ve bu taburların birer bölüğü süvari, mitralyöz filan
verilmek suretiyle, yani Genel Kurmaydan veya Milli Savunmadan onun icabına
göre anlaşılarak taburlar teşkil edilir ve bunların başında da en iyi mütehassıs bir
alay kumandanı lazımdır. Yoksa başka şekilde bu jandarma ile ve diğer vasıtalarla
Hükümetin bu işi başa çıkarabileceğine inanmıyorum. Öteden beri dinliyorum ve
ısrar ediyorum. Eğer Yüce Heyetiniz uygun bulursa Hükümetin talebi Milli Savun
ma ve İçişleri komisyonlarına havale edilsin. Bu iki komisyon birleşsinler, derhal
esaslı bir teşkilat, bu arz ettiğim şekilde veya oranın vaziyetine uygun bir şekilde
bir teşkilât, yapsınlar. Fakat bu işe devam etmek şartıyla.

851
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): İçişleri Vekili, Jandarma Umum Kumandanı gittiler.
Bilmem ki ne oldu?
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim hepimizin yüreğini yakan bir Pontus
meselesi vardır. Çok şükür ki bugün bu tamamıyla açılmıştır. Fakat ihtisasa hepi
miz kanaat getirdik ki bu meselenin kökünden halledilmesi meselesi tamamıyla bir
ihtisas meselesidir. Bu mesele ihtisas meselesi olduğuna göre, bunun kökünden
koparılması ve lazım gelen hususları temin için, Ali Bey'in dediği gibi mütehassıs
ların mütalaalarına ihtiyaç vardır. Kim olabilir bu mütehassıslar? İdare memurlu
ğunda bulunanlar, askeriyede bulunanlar veya bu hususta mahalli malumatı bulu
nanlardır. Ali Bey'in teklifi gayet yerindedir, salahiyetli bir kumandan tayini lazımdır
ve tayin edelim. (yeni baştan mı sesleri) Evet, yeni baştan. Bu meselenin hallini
Milli Savunma ve İçişleri komisyonlarına havale edelim.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Reis Bey, bugüne kadar bir şey yapılmamış mıdır?
Bunları tamamıyla bırakıp yüz üstü geçeceğiz değil mi? Anlayamıyorum, bu işi niçin
bırakacağız? Sebep olanlar kimlerdir, sebep nedir? Anlayalım.
RAUF BEY (Vekilleri Heyeti Reisi): Efendim, Refik Şevket Bey arkadaşımız
Pontus meselesinin komisyonlara havale suretiyle hallini teklif ettiler. Yüce Heye
tiniz meselenin esaslı bir şekilde hallini arzu ediyorsa, Milliye Savunma Vekili Pa
şa Hazretleri ile İçişleri Vekili Beyefendi bir proje tertip etsinler, Hükümetçe düşü
nülsün. Sonra bunu Yüce Heyetinize teklif edelim. (hay hay, uygundur sesleri)
Ondan sonra icabına bakarsınız. (hayır sesleri)
DURSUN BEY (Çorum): Efendiler, Pontus meselesi olanca faciası ile bugün Yüce
Meclisinizin malumu oldu. Bu Pontus meselesi üzerinde herkes bildiğini ve husu
siyle alakadar olanlar gördüğünü burada enine boyuna söylemelidir. Komisyon mu
her ne teşekkül edecek ise ondan sonra olmalıdır. Efendiler, Pontus meselesi bir
kaç aydan beri en şiddetli bir şekle gelmiştir. İşte arkadaşlarımıza gelen mektupla
ra ve hususi istihbaratımıza göre Çorum kısmen Amasya, Tokat, Samsun livaları
ateşler içinde yanıyor. Yine bugün bir arkadaşımız meseleyi kurcalamamış olsaydı
Tokat'ta bulunan arkadaşlarımız bu meseleye dair bir ay evvel Hükümetin dikkatini
çekecek olan o telgrafı göndermemiş olsaydılar, ihtimal ki Yüce Meclis bir sene
daha Pontus meselesiyle alakadar olmayacak ve bu mesele de daha müzmin bir
halde girecekti. Şimdiye kadar bunun halledilememe-sinin sebebi jandarmaya
maaş verilememiş olduğundan, şöyle veya böyle olduğundan bahsedildi. Zanne
dersem bu maaş verilememe meselesi beş, altı aylık bir meseledir. Halbuki iki
sene evvel dolgun dolgun maaşlar verildiği, her türlü tahsisat verildiği halde yine
Pontus meselesi halledilmedi. Çünkü Hükümet bu mesele ile alakadar olmadı.
İçişleri Vekâleti iki seneden beri Memleketin asayişine karşı lakayttır. Yalnızca
hadiseler İçişleri Vekâletine ihbar edilir ve o ihbar ile bir malumat ortaya çıkar,
dosyasına girer, işte o kadar. Yakın vakitlere kadar lanetle andığımız istibdat dev
rinin iki hususiyeti vardı, birisi adliyesi, diğeri de asayişi. Bugün biz o devrin adli
yesini tesis etmek, asayiş hususundaki zihniyeti meydana getirmek için, asırlar
852
demeyeyim, senelere muhtacız. Yine istibdat devrinde Memleketin en ücra bir
yerinde, alelade bir cinayet işlenirse hemen Hükümetin haberi olurdu. Bunun üze
rine o mesele halledilinceye kadar jandarma subayları, idare memurları o mıntıka
da katiyen kasabada durmazlar, failin peşi sıra giderler ve yakalayıncaya kadar
uğraşırlardı. Acaba şimdi gerek jandarma kuvvetimiz, gerekse idare memurlarımız
ve her ikisinin alakadar olduğu İçişleri Vekâleti bu gibi meselelerde memleketin
mevcudiyeti, istikbaliyle alakadar mıdır? Yine bu kürsüden en salahiyetli olan İçiş
leri Vekili Pontus meselesini halledeceğim dedi ve gitti, aylarca oralarda dolaştı,
acaba ne yaptı?
HAMİT BEY (Trabzon): Burada yaptım demişti ve güvenoyu almıştı.
DURSUN BEY (Devamla): O İçişleri Vekiline güvenoyu verecek misiniz? (verildi
sesleri) Yine onun tayin etmiş olduğu memurları yerlerinde bırakacak mısınız?
HAMDİ BEY (Tokat): Onu bırakınız, burada mesele bitmiş, demişti.
DURSUN BEY (Devamla): İçişlerinin takip edeceği zihniyet bu şekilde devam
edecek olursa daha pek çok büyük hadiseler karşısında kalacağız. Bunun çok
uzak olmadığına inanıyorum. İşte Çankırı hadisesi. Efendiler rica ederim. Çankırı'-
ya iki üç saat mesafede yetmiş atlı eşkıya çetesi çıkıyor, yolcuları tehdit ediyor,
saatlerce tutuyor. Bu üç dört günlük bir meseledir. Orada mutasarrıf yok mu, jan
darma kuvveti yok mu? Bu yetmiş atlı nereden gelmiş ve kimlerdir ve kimlerin
hesabına geziyorlar? Acaba Pontus'taki mesele ile bu yetmiş atlının bir alakası var
mıdır, yok mudur? Bunlar anlaşılmalıdır ve bu hadiseleri tetkik etmek mecburiye
tindeyiz. Bu meselenin halline gelince, bu ne asker meselesidir, ne kuvvet mese
lesidir. Ancak bir idare ve zihniyet meselesidir. O idare, o zihniyet meselesidir ki iki
seneden beri fena yollara gittik ve bu eşkıyalara kudret ve kuvvet verdi. Eğer ba
şında bu mesele ile ve ciddi olarak alakadar bulunsaydık ve vukuat baş gösteren
yerlere de derhal ehemmiyetle kuvvetler sevk edilseydi, bundan sonra da köylerde
rahat ve sakin bulunan ve sırf köyü muhafaza için bulunan elli, altmış haneli bir
köyde üç, beş silah o namuslu ahalinin elinden zorla alınmamış olmalıydı. İşte
bunun neticesidir ki dağlarda gezen ve köylere gelemeyen eşkıya, ahalinin silahı
elinden alındıktan sonra köylere tecavüze başladı. Sonra köyler boştur, köyü mü
dafaa edecek kuvvet kalmamıştır. Silahlı, silahsız, kör, topal, fakir, genç, ihtiyar
demedik hepsini topladık Garp Cephesine gönderdik. Köylerde altmışlık, yetmişlik
bir kaç ihtiyar, sonra kadın, çoluk, çocuktan başka kimse kalmadı. Köy müdafaaya
açıktır, değil elli, altmış kişilik Rum çetesi, yirmi haneli her hangi bir köye silahlı iki
adam gelse o köyü yakar, yıkar gider. Nitekim ki böyle oluyor. Hükümet bu dahili
asayişsizliğe bu derece lakayt kalırken, öyle emin olsun ki ve bunu bilsin ki cephe
de o nispette zayıflıyor. Bendenizin cephenin kuvvetini askerin çokluğunda değil,
cephe gerisinde ailesini, çoluğunu, çocuğunu düşünmeyen ve çoluk çocuğunun
köyünde emniyet ve rahat içinde yaşayacağına emin olan askerler beklerim. Hal
buki askerler köylerde asker ailelerinin ki hepsi asker ailesidir, hiç asker vermeyen
hane yoktur, asayişin olmadığını, ailelerinin çocuklarının tehlikede olduğunu ve

853
belki de tehlikeye düşmüş olduğunu biliyorlar. Rica ederim maneviyatları bu dere
ce endişe içerisinde bulunan bir askerden ne beklersiniz? Gözü daima arkadadır.
Önündeki düşmanı görmez. Biz dahili asayişi ne derece temine muvaffak olursak,
ne derece inzibat altına alırsak o derece cepheyi kuvvetlendirmiş oluruz. Bugün
Pontus meselesi diyoruz, olabilir ki bu mesele arkadaşlarımızdan bazılarının ima
etmiş olduğu gibi daha başka hadiseler ve başa çıkamayacağınız anarşiler mey
dana getirmesin. Pontus meselesi Sivas Vilayetinin güneyine doğru yayıldığı gün
sizi pek büyük, içinden çıkamayacağınız hadiseler karşılayacaktır. Elli altmış kilo
metre kalmıştır. Oraya geçti mi başka şekil alacaktır. Çünkü Yüce Meclisiniz bu
güne kadar bile Koçgiri hadisesinin sebep ve mahiyetine vakıf değildir. O görün
düğü gibi basit bir mesele değildir. Meselenin derinliğine nüfuz edilmemiştir ve
halen de bilinmiyor.
MEHMET VEHBİ EFENDİ (Konya): Dursun Bey tahkik memurları gönderdik rapor
verecekler, okuruz.

DURSUN BEY (Devamla): Memlekette asayiş meselesini halledebilmek için ben


açık söylerim bugün Anadolu'nun son vazıyetidir, bu hali ve bu vaziyeti tutabilirsek
yaşayacağız ve bunu tutmak için de son derece çalışacağız. Bu Hükümet mesele
sidir. Bunun içinde Memlekette Milletin ruhu ile uygun bir kuvvet bir Hükümet vü
cuda getirirseniz bu halledilmez bir mesele değildir. Bu ne komisyon meselesidir,
ne de asker meselesidir. Esaslı bir Hükümet, halka dayanan bir Hükümet ve hal
ka şefkat elini uzatıp onu okşayan, zalim şeklinde değil, şefkatli bir şekilde okşa
yan bir Hükümet vücuda getirirseniz bu mesele hallolur ve siz de burada yaşar ve
ilelebet tarihin şükranına mazhar olursunuz. Aksi halde tehlike yakındır, yani uzak
değildir.
HASAN BEY (Trabzon): İzah ediniz ki anlayalım.
DURSUN BEY (Çorum): İki senelik hadiseleri takip ve tetkik ederseniz anlamış
olursunuz.
REFET PAŞA (İzmir): Benden evvel söz söyleyen arkadaşlarımın fikirlerine iştirak
ederim. Dahili asayiş meselesi cephe meselesinin esasıdır. Ben İçişleri Vekili iken
de burada söylemiştim. Cephede firar olursa, mesul, cephe kumandanı değil, Milli
Savunma Vekili değil, Başkumandan değil, benim demiştim. Çünkü cephede as
keri bağlamak hiç bir kumandanın, hiç bir subayın kârı değildir. Şimdiki muharebe
ler insanları zincirlemekle olmaz. Elverir ki asker, geride Hükümetin kuvvet ve
kudretini bilsin ve geride yaşayamayacağını, yakalanacağını anlayarak ileriye
gitsin ve elverir ki ilerideki asker geride bulunan ailesinin ırz ve namusunun, can
ve malının emniyette olduğunu bilsin ve orada dursun ve geniş bir kalp ve vicdan
la orada uğraşsın. Eğer askerin buna itimadı bulunmaz ve içeride asayiş olmazsa
cephede kuvvet kalmaz. Bu bakımdan mesul olan yalnız ve yalnız İçişleri Vekâle
tidir. Beyefendiler, orta yerde bahis mevzu olan mesele yalnız Pontus meselesi
değildir. Memleketin baştan aşağı asayiş meselesidir. Pontus meselesi alelade

854
hallolunacak bir meseledir. Evvelki gün burnunuzun dibinde Çankırı'dan buraya
gelen yolcular soyulmuştur. Ben iki defa İçişleri Vekilliği ettim ve aynı zamanda
İstanbul'da Umum Jandarma Kumandanlığında da bulundum. Şimdi Umum Jan
darma Kumandanlığı makamında bulunan ve onun etrafındaki heyet benim em
rinde idi. Umum Jandarma Kumandanlığında olan muameleleri tamamıyla bilirim.
Bu efendiler yazıcıdırlar ve yazıcıdan başka bir şey değildirler. Otururlar, yazarlar,
yazarlar, telgraf çekerler, çekerler. Nihayet sıkıldıkları zaman da bir tasarı hazırlar
lar, ne dersiniz? Bir kanun tasarısı, bir bütçe, üç bin jandarma isterler, bilmem ne
kadar para. Bilirler ki siz ne üç bin jandarma verirsiniz ve ne de para. Onları yazıp
kaydederler.
OSMAN BEY (Kayseri): Sen de yapamadın.
REFET PAŞA (Devamla): Bu üç bin jandarmayı verseniz ki bunlar bir defa altı
aydan evvel toplanamaz, giydirilemez, sevk edilemez ve bunları idare edecek
subay bulunamaz. Aynı zamanda jandarma olmaya uygun üç bin kişi de buluna
maz. Bugünkü açılan mekteplerden üç bin jandarma değil, ancak üç jandarma
çıkıyor. Bu kolay bir şey değildir ve efendiler bu meselenin üç bin jandarma ile
hallolunacağını kabul ederseniz Pontus meselesi altı ay daha uyumuştur. Beye
fendiler, Pontus meselesi bir buçuk seneden beri vardı ve efendiler Pontus mese
lesi Dünya Harbinin ikinci veya üçüncü senesinde çıkmıştır ve çıkaranlar da ora
daki Osmanlı vatandaşı Rumlar değildir. Ben Pontus mıntıkasında bulundum ve
bizzat çalıştım. Bunu burada söylemek kendimi methetmek için değildir. Bunu
çıkartanlar Türk Hıristiyanlar değildir, orada Patrikhanenin, şunun bunun eli vardır.
Fakat daha büyük sebep bizim elimizde olmuştur. Efendiler, orada benim bildiğim
mühim mevkide bulunanlar bu işin en büyük sebebi olmuştur. Çalmak, çırpmak,
ırza geçmek için her şey yapılmıştır. Bu mesele İstanbul zamanına aittir. Bizim
zamanımıza ait değildir. Sonra beyefendiler Mondros Ateşkesinden sonra Umum
Jandarma Kumandanı olduğum zaman iki meselenin karşısında idim. Birisi Balı
kesir, Bandırma meselesi, diğeri de Pontus meselesidir. Balıkesir, Bandırma me
selesi için gittim, hallettim. Pontus meselesini halletmeye hayatım müsait olmadı,
çekildim. Fakat daha Milli Mücadelenin başında kolordu kumandanı olarak oraya
gittiğimde gördüm ki har gün Sivas'tan, Samsun'dan Kavak'a giden yol üzerinde
en az kırk kişi soyuluyordu. Samsun mebusları buradadırlar, bilirler. Orada kaldı
ğım kırk, kırk beş gün içinde aldığım tedbirler sayesinde o yol üzerimde bir tek
hadise olmamaya başladı ve etrafta da aynı zamanda soygunlar kesildi. Beyefen
diler, bu hal bir sene devam etti. Bir sene içinde orada bir tek hadise olmadı. Şimdi
Pontus meselesini bu haliyle uyudu diye bırakmak doğru mu idi? Hayır bırakmak
lazım değildi, doğru değildi ve nasıl ki ben orada istifa edeceğim gün bir adım
atacak idim. Fakat vaziyet mani oldu, oradan ayrıldım yapamadım. Fakat hallet
mek mutlaka lazım idi, ama yapamadım. Zira vaziyet müsait değildi. Öpemeyece
ğin eli kes derler, kesmeye karar verdiğin zamanda da tamamıyla kes derler. Biz
kâfi kuvvetle meseleyi halletmedik, işin içine kâfi olmayan kuvvetlerle girdik ve kâfi
olmayan bir güçle hareket ettik. Uyur yılanın kuyruğuna bastık, uyandırdık ve son

855
ra nihayet günün birinde İçişleri Vekili ile Umum Jandarma Kumandanı oraya gitti.
Efendiler, zannediyorum buradaki izahatı benden iyi bilirsiniz, fakat bu izahat hiç
de doğru çıkmadı ve bu işi ben altı ay evvelinden biliyordum. Fakat vaziyet kendi
kendine açığa çıksın diye sesimi çıkarmadım. Orada ne yazık ki İçişleri Vekilinin
bulunduğu müddetçe yedi şahıs öldürülmüştür. Bunda İçişleri Vekili suçlu değildir.
İçişleri Vekili aldığı tedbirleri tetkik etseydi bu hataya düşmezdi. İçişleri Vekili aldığı
raporları buraya getirmiştir ve lüzum görmemiştir ki acaba bu raporlar ümitsizce mi
yazılmıştır, tasdik etmek lazım mıdır, değil midir diye tetkike lüzum görmemişlerdir.
İşte onun hatası bundan ibarettir.
BİR MEBUS BEY: Zaten bundan kendisi mesuldür.
REFET PAŞA (Devamla): O günden bugüne kadar hadiseler artarak devam ediyor.
Şimdi beyefendiler, altı aydan yahut sekiz aydan beri yeni bir değişiklik görmedim.
Altı ay daha bu halin devamı uygun mu değil mi? Buna siz hükmedersiniz. Mesele
iyi değildir, mesele çirkindir ve mesele her gün daha fazla büyüyor. Mesele gerile
re yayılıyor ve orası yalnız Pontus Hıristiyanları için değil, Müslümanlar için de
karışıklık yuvası oluyor. Oradan dağılan yeni kollar öteyi beriyi fesat götürüyor. Üç
bin jandarma ile bu meselenin hallolunup olunmayacağını münakaşa etmiyorum.
Zira ne vakit toplanacağını bir türlü düşünemiyorum. Aynı zamanda ben bu üç bin
jandarmanın ne şekilde istihdam edileceğini de biliyorum. Zira Umum Kumandan
lığa kadar jandarmalık etmiş bir kimseyim ve tabii bu mevzuda herkesten daha
fazla söz söyleme hakkına sahip bir kimseyim. Onun için diyebilirim ki bu kuvvetin
üçü oraya gidecek, dördü beriye gidecek, diğeri kaymakamın evine hizmetçi ola
caktır. Ondan sonra da mesele hallolunmayacak ve bu üç bin jandarma da arada
gidecektir. (çaresi sesleri) Çaresi beyefendiler, bu bir idare meselesidir. Kuvvet
bence ikinci derecededir. Belki bu adamlar silah patlatılmadan dağdan aşağı indi
rilebilirler. Fakat bu doğru değildir. Onun için benden evvel söz söyleyen arkada
şımın yalnız bir fikrine iştirak edemeyeceğim. Bu da yalnız kumanda, iştirak kabul
etmez. Böyle Ali Bey arkadaşımızın dediği gibi bir asker, bir idare memuru, bir
adliye memurundan kurulan bir heyet tarafından idare edilsin, deniyor ki bu doğru
değildir. Zira arz ettiğim gibi kumanda iştirak kabul ermez. Başkumandanlık Kanu
nunda da bağırmıştım ve kavga öyle nezaketle yürümez, kavga deli bir pençe ile
olur demiştim. Onun için ister askerden gönderin, ister idare kısmından gönderin
bu mesele da asıl iş bir hâkim ve kuvvetli bir el, kuvvetli bir zihniyet ve tamamen
itimat edilecek bir şahsiyettir. Eğer itimat edeceğiniz bir şahsiyet göndermezseniz,
arkasından üç gün sonra kuyu kazacaksınız ve burada bir istiklal mahkemesi,
hazırlayacaksınız. Onun için adam akılIı itimat ediniz, Meclis içinden veya dışın
dan bir arkadaş bulunuz. Rütbesine, kıdemine bakmayın, sivil olsun, asker olsun,
ne olursa olsun. Eğer askerden korkarsanız idare memurlarından olsun, bir adam
bulunuz ve oraya gönderiniz. Onu yalnız bir yere değil, neresini ıslah etmek isti
yorsanız oranın bir hududunu çiziniz. Mesela Amasya Samsun, Tokat sancakları
gibi isyan ocağı olan bu üç yerin idare ve askeriyesini bu şahsiyetin eline veriniz.
Beyefendiler, yaptığım işi, işleri söylemek istediğim gibi, yaptığım fenalıkları da

856
söylemek isterim. Benim bu Memlekete yaptığım fenalık şudur ki o da vaktiyle
vilayetler vardı. Bu vilayetler niçin vilâyet olmuş, ben bunu anlayamadım. İçişleri
Vekili olduğum zamanda düşündüm ki eğer biz Isparta'yı Konya'dan ayırıp başka
yere verelim dersek Konyalılar kavga edecek. Onun için her sancağı müstakil
yapmak prensibini takip ettim. Maksadım evvela her sancağı müstakil yaptıktan
sonra, makul bir tarzda bunları birleştirerek yeniden büyük vilayetler tanzim etmek
idi. Başını yaptık, fakat nihayetini getiremedik. Günün birinde buraya bir kanun ile
geldim, çabuk dediniz hemen getirdim. Bilmiyorum ben de ne oldum, buradan bir
yere gittim, bilmem nereye gittim. Bu suretle Umumilik Müfettişlik Kanunu kaldı.
Efendiler böyle bizim Memleketimiz buradan idare edilemez. Fakat İçişleri Vekâle
tini yapacak adam yoktur, bunların içinde tabii ben de dahilim. Çünkü ben de iki
defa İçişleri Vekilliği yaptım. Binaenaleyh. İçişleri Vekilliği yapmış olan arkadaşla
rım bana hiç darılmasınlar, zira kendimden de bahsediyorum. Onun için ben Van'ı
bilmiyorum, ben Bitlis'i bilmiyorum, ben Harput'u bilmiyorum, gitmedim. Benim
bilmediğim yer için benden nasıl fikir istersiniz? Bu, herhangi bir kimsenin bir dok
tora gidip de ben hastayım bana ilaç verin demesine benzer. Halbuki doktor benim
hastalığımın ne olduğunu ne bilsin. Şimdi efendiler, Samsun, Tokat, Amasya san
caklarının idari ve askeriyesinin bir ele verilmesinden bahsettiğim için bu meseleyi
bahis mevzu ettim. Bence mesele Pontus meselesi değildir, Memleketin baştan
aşağı yıkılan ve berbat olan umumi asayişidir. Bugün bir tarafa adım atamazsınız.
Asayiş o kadar berbattır. Fakat İçişleri Vekâleti ben bu işi buradan idare ederim
derse hata eder. Siz bir an evvel Memleketin muhtaç olduğu Umumi Müfettişlik
Kanununu kabul edin, taksimatını yapın. Memleketin kendine mahsus mıntıkaları
nı ayırın. Mesela Samsun, Tokat, Sivas, Çorum ve havalisinde, her nasıl taksimat
yapacaksınız, bugün elinizde bir müfettiş bulunmuş olsaydı bu iş böyle olmazdı ve
zaten o adam jandarmasını, polisini toplardı. Herhangi bir hedefe doğru kuvvetli
bir yumruk indirir ve bu işi bizden evvel görür. Biz ise burada ne yapalım diye dü
şünüyoruz. Hastalığı bilen var mı? Yoldan gelip geçen bir kaç arkadaş vaziyeti
görüp bize telgraf çekiyor. Yani Samsun'dan geçerken yolda onları görüyor. Buna
göre burada karar verebilmek mümkün müdür? Tabiidir ki değildir. Esas itibariyle
Memleketin umumi asayişini, Hükümetin kuvvetini, kudretini ve hâkimiyetini temin
etmek isterseniz umumi müfettişlik kanununu dikkate alınız. O kanun berbat olabi
lir. O kanunun kimin tarafından yapıldığını münakaşa etmeyiniz. Mesele o kanu
nun filan kişi tarafından yapılması değildir. Varsın o kanun yapılsın. Bir şey arz
edeyim ki geçen defada bunun için bozulmuş idi umumi müfettişlik veya umumi
valilik ki bu tabiri kabul ederseniz daha doğru olur. Fakat umumi valiliği içimizden
mi yapalım diye düşünülmüş ve bunun için bu kanun şimdiye kadar tehir etmiştir.
Bu bir idare memurluğudur. Nitekim orduların kumandasını alelade birisine ver
mediğimiz gibi, onlardan daha büyük olan umumi vilayetlerin idaresini de şunun
bunun eline veremeyiz. Hepimiz eşitiz amenna, fakat hakta karşı eşitiz. Ben nasıl
hukuki sahada hukuk tahsil etmiş bir kimse ile iddia edebilirim ki benim hukukta
hiçbir malumatım yoktur. Şimdi onu da dikkate alalım ve Memleketi şeyden kurta
ralım. Ondan sonra bugün için ise onları yapıncaya kadar zaman geçirmemek için,

857
oraya bir adam bulun ve gönderin? Oraya gitsin askeriyeyi ve idareyi eline alsın.
Ona geniş salahiyet verin ve kendisine itimat edin. Bu adam orada hemen işe
başlasın. Kuvvet meselesine gelince, oradaki iş üç bin kişilik asker ile belki bir
tümen ile görülebilir ve belki de bir tabur ile de olabilir. Bin asker bile bu iş için
kâfidir. Biz Rumeli'de çok vaziyetler gördük.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Paşam bunların hepsi vardı ve kuvvet de vardı.
Hatta yirmi bin kişilik bir kuvvet de vardı.
REFET PAŞA (Devamla): Evet, fakat ne yazık ki takip edilemedi. Her şey ehline
verilmelidir, ehil olmayana değil.
HAMDİ BEY (Amasya): Siz Samsun' da, Tokat'ta, Amasya'da bulundunuz, bu
meseleye vakıfsınız ve Millet bugün bu işin hallini arzu ediyor. Rica ederim bu
meseleyi siz kabul ediniz. Bu, Milletin hayati meselesidir. (bravo sesleri)
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Reis Efendi Hazretleri, bir önergem vardır. Onu lütfen
okuyunuz, çok rica ederim.
REFET PAŞA (Devamla): Teveccühünüze çok teşekkür ederim. Fakat ben çok
hastayım.
YAHYA GELİP BEY (Kırşehir): Hava değişikliği olur Paşa Hazretleri.
REFET PAŞA (Devamla): Müsaade buyurunuz sözümü tamamlayayım.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Hastalığınız burada boş durduğunuzdandır. (ka
bul buyurunuz)
REFET PAŞA (Devamla). Müsaade buyurun beyefendiler, üç bin asker mi lazım
dır, jandarma mı lazımdır? Bu ancak orada bulunup vaziyeti görmekle olur. Beye
fendiler, ben İçişleri Vekili Bey'e başka bir soru soracağım. İçişleri Vekili Bey büt
çesini yaptıktan sonra Pontus için üç bin jandarma lazım olduğunu hissetmiş ve
yeniden bir bütçeye fevkalade tahsisat konması talebinde bulunmuştur. Pontus
meselesi çıkalı, bütçe çıkalı ne kadardır? Bir buçuk seneden beri devam eden
Pontus meselesinin lüzumu halledilmesini, hazır Vekil Bey'e söylemiyorum çünkü
daha dün geldi ve yarın gidecektir. Vekil Bey esasen vekâleten dün geldi, Vekilin
vekilidir, yarın gidecektir. Fakat orada bulunan kumandanlar, memurlar bu alaka
dar olan insanların yüzünden şimdiye kadar bu işi halledemiyoruz. Bize top gön
derin, bize para gönderin. Biz de bunları gönderdiğimiz halde bir şey yapamıyo
ruz, biz aciziz iş yapamıyoruz, dediler mi? Hayıf öyle demeyip de bugün yüz, beş
yüz kişi, yarın üç yüz kişi öldürdük, bu kadar kişi kestik diye bizi aldattılarsa, bu
adamı yakalayınız, ne için yalan söylemiştir, niye Yüce Heyetinizi aldatmıştır diye
hesap sorunuz.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Güvenoyu almak için bunlar söylenmiştir. (gürültü
ler)

858
REFET PAŞA (Devamla): Bu işle alakadar ve meşgul olan kimseler var ise ne için
onlar bizi aldatmışlardır? Bizden şimdiye kadar bir şey istediler mi, yoksa şimdiye
kadar bize uzun boylu haberlerle Hükümetin resmi tebliğlerinden takip ettim her
gün astılar, her gün kestiler. Ne bitmez tükenmez adam varmış ve bu adam para
sız bir şey yapamaz, oraya gidecek adama para ister, para ister, para ister. Parayı
her şey için ister ve havale değil, boş havale değildir. Oraya gitmek için para ister,
maddi para ister. Daha buradan çıkmazdan evvel bankaya onun hesabına elli, yüz
bin lira avans koymalı ve havalesi olmalıdır ve oraya gittikten sonra Tiflis'teki Dı
şişleri Temsilcisi gibi, öteden beriden para bulmak ile uğraşmasın. O şahsa çok
rica ederim, her kim ise ister hariçten, ister Meclisten olsun, parayı bankada gör
meden adımını atmasın.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Paşa Hazretleri, kürsüden ifade ettiğim rakam
Düyunu Umumiye'den, Reji'den, vergi gelirlerinde, mal sandıklarının tahsilatından
verilen paradan başka nakit olarak verilen paradır, hakiki paradır, havale değildir.
Üç yüz seksen dokuz bin küsur liradır, Mart'tan beri.
REFET PAŞA (Devamla): Benim söylediğim sahte havale meselesi Maliye Vekili
ne ait değildir. Havaleden bahis olunduğu için havale değil, paradır dedim. Sonra
bu gibi işlerde hususi tahsisat1 kullanılır. Beyefendiler, geçen gün burada hususi
tahsisat için ağız kavgası oldu. Birisi gelip de benden beş lira mükafat aldıktan
sonra ve benden senet aldıktan sonra, bu şekilde eşkıyanın mükafatını kestirmek
istemem. Gidecek adama hususi tahsisattan para veriniz. Ne yapın, yapın, takviye
edin, meseleyi halletsin. Orada bu kuvvetini de bulur. Bence bu kuvvet az bir şey
değildir. Fakat çok da değildir. İcap ederse daha fazla kuvvet almalı, böyle üç bin
kişi ile bu meselenin hallolunacağına aldanmamalı. Oraya evvela geniş salahiyetle
bir adam göndermeli. Ondan sonra umumi müfettişlik kanununa bir netice vermeli.
Çünkü memleket baştan aşağı karışıklık içerisindedir ve mesele gittikçe artıyor
arkadaşlar.
ALİ BEY (Karahisar): Efendim, Paşa Hazretleri kumanda işinin karışılmasını kabul
etmez, bir heyetle takibat yapılmaz, dediler. Takip heyetinden maksat bütün
Pontus havalisinde olan malumatı toplamak ve o malumat dairesinde askeriyeye
bir istikamet vermektir. Böyle bir heyete ihtiyacı katiye vardır. Çünkü kumandan da
nasıl olsa maiyetinde birçok subaylar filan heyetler toplamak mecburiyetindedir.
Ondan başka heyet, daima herkesin nazarında masum kalmak için heyet lazımdır.
Çünkü görüyorsunuz, daima bu hususta söz oluyor. Bir kumandan olacak olursa
Nurettin Paşa'yı temsil edecektir, aynı şartlara sahip olacaktır. (bravo sesleri)
REFET PAŞA (İzmir): Efendim, bu meselede benim söylemek istediğim söz gayet
basittir. Askerlik hiç bir vakit iştirak kabul etmez. Başta kumanda bir olur. Onun

1 Örtülü ödenek
859
maiyetinde istihbarat heyeti de olur, başka heyetler de olur. Yalnız bir değil, daha
başka birçok insanlar bulunur. Fakat muhtelif insanların muhtelif kanaatleri içeri
sinde harekete geçmek meselesine gelince, bu tehlikeli bir şeydir.

ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler bir buçuk saatten beri bu kürsüden pek acı
hadiselerden bahsediliyor ve tabii biz bunlardan müteessir oluyoruz. Benden evvel
söz söyleyen arkadaşlar bu meselenin Pontus meselesi değil, umumi asayiş me
selesi olduğunu söylediler ve hiçbirimizden de hiç bir itiraz sesi yükselmedi. De
mek kabul edildi ki Memlekette asayiş yoktur. Binaenaleyh bu feci hal karşısında
arkadaşlarımın vicdanen müteessir olduğu kadar ben de müteessir ve azap içinde
kaldım. Yalnız memnun olduğum bir husus varsa iki gün, iki gece burada uğraşıp
söylediğim zihniyet meselesi ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı müteşekkirim. Beye
fendiler, yangın başladıktan sonra o yangını söndürmek lazımdır. Eşyasını
vesairesini araştırmak ikinci meseledir. Bunu ben kabul ediyorum. Fakat aynı za
manda sebepleri itibariyle söz söylenmeyecek olursa aynı hataya düşmemizin
ihtimali fazladır. Beyefendiler, en salahiyetli olan şahıs bu kürsüden demiştir ki
lazım gelen tedbirler bitmiş, açlıktan ölmek üzeredirler ve pek az zamanda ele
geçerler. Ben de ne zaman biter diye sormuştum.

ÖMER LÜTFİ BEY (Karahisar): Müdafaa edildi, güvenoyu aldı, beyaz kazandı.

ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz efendim, böyle dediği halde,
bugün görüyoruz ki daha bu işin başındayız ve daha feci bir şekilde. Bu mesele
yalnız Pontus sahasında değil, daha başka sahalara doğru da gitmektedir. Sonra
burada Maliye Vekili Bey'in gayet açık söylediği gibi gönderdiğiniz, bütçe dahilinde
bulunan masrafın haricinde nakit olarak da üç yüz doksan bin lira para sarf edil
miştir. Bu da heder olmuştur. Netice ne olmuştur? Sıfır. Neticede o arkadaşımız
burada güvenoyu almıştır. Söylemekten maksat efendiler, bu tarzda bir zihniyet
devam edecek olursa, o gün bir ay sonra Trabzon'da da aynı hal ortaya çıkacaktır.
Cebimde mektuplar vardır. Fakat zamanı değildir, okuyamayacağım. Çünkü arka
daşlarımdan, mebuslardandır. Hepiniz bilirsiniz orada meydana gelen bir cinayet
münasebetiyle buraya çekilen telgrafları. Bir çok arkadaşlar okumuştur. Hafız
Mehmet Bey tedbirli bir arkadaştır, namuslu bir zattır. Kendileri de şöyle iddiada
bulunmuştur ve demiştir ki bunun önünü almazsalar sonu vahimdir. Trabzonlular
vazifelerini kendileri yapmak istiyorlar. Fakat Hükümet vazifesini yapsın, dediler.
Fakat efendiler ne olmuştur? Trabzon'daki hadiseleri çıkaran zihniyetin tesiriyle
vaktiyle Trabzon'da Kuva-yı Milliye'ye hizmet eden adamlardan birçoğu dağlara
çekilmiş, neticeyi beklemektedirler, hazır vaziyetindedirler. Sonra Rizeli mebuslara
soruyorum, Mataracı Mehmet denilen adam bugün nerededir? Dağdadır. Bugün
şehre inmemektedir. Çünkü Yahya Kaptan öldürüldüğü gibi, sonra Tarsus'ta bulu
nan Rıza'nın öldürüldüğü gibi kendisinin de öldürüleceğine inanmıştır. Bu bir zih
niyet icabından sistematik bir hareket olduğuna kanidirler ve kendisini korumak,
için yanındaki adamları almış köyünde oturmuş, şehre inememiş dediler. Sonra
Trabzon'da efendiler, rica ederim, Topçu Parkı ile Kışla arasındaki karakolun ara

860
sında üç adam öldürülüyor ve her birisinin üzerinde on bin lira bulunuyor. O vakit
ten beri iki ay geçtiği halde halen bir netice elde edilememiştir. Bu ne demektir
efendiler? Bunu gören halk...
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Asker elbiseli ve maskeli adamlar, vurmuşlardır.
Vuranlar gözlerini mendil ile kapatmışlar.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurun efendim, halk bu tarzda feci cina
yeti yapanları değil yakalamak, ufacık bir iz bile elde edilemediğini görüyor. Ne
yazık ki şimdi yeni bir usul çıkmış. Adana'da da birisini öldürmüşler, katil diye oğ
lunu tutmuşlar. Burada da birisini öldürmüşler, sen öldürdün diye manevi evladını
tutmuşlar. Şimdi tahkikatı saptırmak için başka bir yoldan gitmek moda mıdır bil
mem?
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Heyetiniz ne yapıyor?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Heyetin ne yaptığını bilmiyorum.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Tahkikat marifet ve kabiliyet meselesidir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz efendiler, bugün benim korktu
ğum Pontus meselesi, bilinen bir meseledir. Fakat bu meselede Hükümetin aczini
görenler başka yerde başka meseleler çıkarmak isterler ve belki muvaffak da ola
bilirler. Şimdiye kadar söylemiyordum. Fakat ben inanmıyorum. Nereden isyan
çıkarsa Hükümetin idaresizliğinden çıkarkanaat
eğer Trabzon diyorlardı. Buna inanamıyordum. Fakat
getirdim.
bu seferki Trabzon meselesinde buna Eğer Trabzon ahalisinin
dirayeti, metaneti olmasa, ahalisinin şu Meclisin bir iş göreceğine
kanaati olmasaydı efendiler, Trabzon bugün kana boyanmıştı, yapılan idaresizlik
ler yüzünden. Fakat elhamdülillah Trabzonlular tedbirlidir, akıllıdır. Aynı zamanda
Trabzon meselesi hakkında çektikleri telgraflarla diyorlar ki,
-Büyük Millet Meclisine itimadı vardır. Her şeyi adaletle tahkik edip hakikati mey
dana çıkaracaktır.
...Şimdi efendim, zannediyorum ki bu mesele hakkında fazla söylenecek söz yok
tur. Biz hâlâ öteden beri şikâyet etmekte olduğumuz kırtasiyecilikle vakit geçirmek
teyiz. Hiç bir Vekâlet hakkıyla vazifesini düşünüp ifa etmiyor. Eline gelen evrakı
havale ile vazifesini bitmiş sayıyor. Binaenaleyh evvela bu zihniyeti kaldıralım ve
sonra Refet Paşa Hazretlerinin teklif ettiği müfettişi umumilik kanunu yapalım.
Bugünkü acil işi görebilmek için de benim aklıma gelen tedbir, ahalinin elinden
silahları almak değil, bilakis ahaliye silah vermektir. Efendiler, ahaliyi koruyamı
yorsunuz, ahalinin evini yaktırıyorsunuz, ahalinin ırzını, namusunu müdafaa ede
miyorsunuz ve ellerindeki iki üç çakıyı da alıyorsunuz. Ahali kendisini müdafaa
edemiyor. Siz herhangi bir kuvvet hazırlarsanız hazırlayınız ve ne gibi ıslahat ya
parsanız yapınız her şekilde sizin kuvvetiniz o kadar sahayı koruyacak derecede,
tamamıyla iş görecek bir halde ve mahiyette olamaz. Siz ahaliye silah vermelisiniz
ki bu köyün yanından kaçan eşkıya öteki köyün yanında da duramayacağını an

861
lamalıdır. Köylünün ve ahalinin elinde silah bulunmalı ve köyünün yanından veya
ötesinden geçecek olan eşkıyayı silahı sayesinde oradan geçirmemelidir. Eşkıya
her tarafta mevcut böyle bir tedbire kani olursa, belki teslimi tercih eder. Binaena
leyh bence eğer Hükümetin elinde ahaliye dağıtılacak silah yoksa serbest bırak
sınlar, ahali silah bulur alır. Fakat Hükümetin elinden bu silahı almayacağına emin
olmalıdır. Ahaliye bu emniyeti vermelidir ve ahali de silahlanmalıdır. Efendiler,
biliyorsunuz ki Ninsantos hayali Pontus hükümetini reisi idi, asılmıştı ve Trabzon'-
da idi. Fakat Rumlar Trabzon'da ayağa kalkıp da bir rol oynayamadılardı. Çünkü
Müslüman halk tepeden tırnağa kadar silahlı idi. Binaenaleyh ahaliden silah topla
yacağımıza ahaliye silah dağıtalım. Bir taraftan Hükümet takibatını yaparken diğer
taraftan ahali de lazım gelen yardımı yapsın. Bu itibarla bugünkü acil vaziyete
çare bulmak için ben de Paşa Hazretlerinin teklifine iştirak ediyorum. Bu havaliye
geniş salahiyetle bir şahıs gönderilmelidir ve fenalığın önüne bir an evvel geçmeli
dir. Fakat aynı zamanda bizi yalan yanlış havadislerle oyalayanlar ve Milletin hiç
olmazsa yarım milyon lirasını bu yolda heba ederek çok kan dökülmesine sebebi
yet verenler de herhalde mesul olmalıdır. Eğer bunu aramazsak biz de vazifemizi
ifa etmemiş oluruz.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendim, mesele zannederim ki oldukça anlaşıldı.
Bu meseleyi bugün de iyi bir neticeye bağlamadan bırakacak olursak, saatlerden
beri devam eden mesaimiz yine heder olmuş olacaktır. Onun için rica ederim, bu
mesele ne şekilde halledilecekse derhal bugün neticelensin. Ben şimdiye kadar
söz söyleyen üyelerden, yalnız bazılarının fikirlerine iştirak edeceğim. Refik Şev
ket Bey bu meselenin bir salahiyet ve ihtisas meselesi olduğunu söylediler. Bu
hususta bizim salahiyetimiz ve ihtisasımız yok ise de Refet Paşa Hazretlerinin
beyan buyurdukları bir mıntıkada bulunmam itibariyle ve birçok gördüklerimiz ol
duğu için onlara dayanarak burada bazı açıklamalarda bulunacağım. İçişleri Vekili
Beyefendi Pontus teşkilatını yok etmek üzere emirleri altında bir tümen bulundu
ğunu söylediler. Sonra Refet Paşa Hazretleri de salahiyetli bir kumandanın idaresi
altında olmak üzere muntazam silahlı bir kuvvetin sevki suretiyle bu derdin önüne
geçilebileceğini beyan buyurdular. Efendiler, Refet Paşa Hazretlerinin bahsettikleri
Bandırma, Balıkesir, Gönen havalisinde ve bilhassa Mondros Ateşkesinden sonra
devam eden müthiş eşkıyalık ocağını söndürmek üzere bizzat Refet Paşa Hazret
leri de Balıkesir'e kadar teşrif ettikleri ve birçok kuvvetler sevk ettikleri halde, maa
lesef hiç bir şey yapamamışlardır. Hatta ben o vakit Kayseri'de idim, belki Refet
Paşa Hazretleri adi ufak gazetelere ehemmiyet veriyorlarsa hatırlarlar ki kendileri
nin bu kürsüde söylediklerinden dolayı ben Balıkesir'de bir şey yapamadıklarına
dair gazetemde yazmıştım. Böyle tümen, jandarma bizim memlekette eşkıyayı yok
edemez. Buna imkân yoktur. Bizim havalide vaktiyle toplar vardı, mitralyözler var
dı, her şey vardı. Fakat eşkıyalığı halletmek mümkün olamamıştı. Efendiler Sam
sun. Amasya ve Tokat mebuslarının...
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Hükümetten kimse kalmadı, mızıka çalıyor,
herkes dışarıda...

862
HASİP BEY (Maraş): İçişleri Vekili yok.
EMİN BEY (Bursa): Bu mesele ile alakadar olmuyorlarsa o başka.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendim, Refet Paşa Hazretlerini severim. Fakat
hakikati daha çok severim. Refet Paşa Hazretleri Umum Jandarma Kumandanı
bulundukları zaman, maksadım kendilerini tenkit değil, vaziyeti tenkittir. Umum
Jandarma Kumandanı bulundukları zaman, Livamız dahilinde ve bilhassa Ban
dırma ve Gönen civarında şiddetle devam eden eşkıyalığı yok etmek üzere Liva
mıza bir tümen asker gönderdi. Amasya, Samsun ve Tokat mebuslarına hakikaten
çok acıyorum. Biz de o vakit İstanbul Hükümetine karşı bugünkü halden daha elim
olmak üzere yalvarıyorduk, aman bu tümeni buradan alınız diye. Anlatamadık,
dinletemedik. Bugün bundan dolayı halen İstanbul Hükümetine kinliyiz. Efendiler,
bu tümende bulunan bazı subaylar vardı ki bunlar düğün yaptılar, bütün eşkıyayı
davet ettiler. Onlar bir çok hediye getirdiler. O adamlar müthiş şekilde zengin oldu.
REFET PAŞA (İzmir): Tümenin Kumandanı kimdi?
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Tümen Kumandanı değil, subaylardı.
REFET PAŞA (İzmir): Demek ki tümenin kumandanı yoktu. Refet Paşa ile müna
sebeti yanlış anlaşılıyor.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Hayır efendim.
REFET PAŞA (İzmir): O vakit alay kumandanı idim.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Zannediyorum, Jandarma Umum Kumandanı
olduğunuz sırada idi.
REFET PAŞA (İzmir): Zan mı ediyordunuz?
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Evet kuvvetle zannediyorum. Belki sizin malumatı
yoktu. Bendeniz gizli celse olduğu için şey ediyorum. Sonra efendim, bilhassa
bizim havalide Çepniler vardır, Refet Paşa Hazretleri bilirler. Bunlar daha ziyade
eşkıyalığa eğimli adamlardır. Çepnilerin içinden şebekeler icat ve teşkil edildi. Bu
şebekeler bir taraftan eşkıyalık etti, bir taraftan zavallı masum köylüleri soydular.
Bunu Mazhar Müfit Beyefendi de bilirler. Bütün bizim Karesi mebusları bu söyle
diklerimiz tasdiki için hazırdırlar. Efendiler, bizim o vakitten beri yanan yüreklerimiz
bugün yüzde bin kuvvetle ve katiyetle iddia ediyorum ki Ali Beyefendinin tasvir
buyurdukları gibi eşkıyalığın askeriye ile yok edileceğine kani değildir. Filhakika
Millet Refet Paşanın teşriflerini âdeta bir kurtarıcının teşrifi gibi düşünüyordu. Maa
lesef o usul ile askeriye usulü ile eşkıyalığı yok etmek istedikleri vakit, Balıkesir'e
kadar teşrif buyurdular. Ben de gazeteci idim. Kendileri istasyonda bulunuyorlardı.
Tabii bizim gazete alelade bir gazete değildi. Ses Gazetesi, belki hatırlarında ufak
bir iz bırakmıştır. Bazı nüshalarını takdim ettim. O nüsha liva dahilinde devam
eden eşkıyalığa dair uzun uzadıya malumat veriyor. Fakat bu usul ile askeriye

863
usulü ile eşkıyalığı yok etmek isteyen o vaktin Umum Jandarma Kumandanı Refet
Paşa Hazretleri de muvaffak olamamışlardır. İstanbul, Balıkesir, Bandırma'da
eşkıyalık meselesi halledildi diye beyanatta bulundukları zaman, ben gazetemde
cevap vermiştim ve kendilerine de bir gazete göndermiştim. Hakikaten Refet Paşa
Hazretleri haklıydı. Eşkıyalık yok edilmiş gibiydi. Çünkü Refet Paşa Hazretlerinin
maiyetlerinde bulunan Manyaslı Hasan Bey ismindeki birinin yardımlarıyla o meş
hur eşkıya en müthiş fenalığı yapmıştı. Efendiler, bizim söyleye söyleye duyura
madığımız kati kanaatimize göre, eşkıya yalnız şekilde yok edilebilir. O da ahalinin
kuvveti vasıtasıyla, ahaliyi yardım etmesi suretiyledir. Ahaliden eşkıya yakalayan
veya öldürenlere para mükafatı vermelidir.
VEHBİ EFENDİ (Konya): En doğrusu budur, efendim.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Efendiler, soruyorum o havali mebuslarına, orada
bulunan adamlara tecavüz oluyor mu, olmuyor mu? (imkânı yok sesleri) Acaba en
çok tecavüz silahları alınmış olan masum kardeşlerimize karşı olmuyor mu? Rica
ederim ahaliyi, bilhassa o havalinin ahalisine yardım edelim, onlara salahiyet vere
lim. Eşkıyayı yok etmek mubahtır diyelim, para mükafatı verelim. Efendiler, demin
Dursun Bey pek acı bir ihtimalden bahis buyurdular. Ben de bu ihtimal karşısında
titriyorum. Bugün davanın son safhasına geçmiş olan ve Hakkın yardımıyla bu
davayı herhalde zaferle neticelendirecek olan Ordumuzun cephe gerisindeki bu
vaziyetin devamı Memleket için en büyük tehlikedir. Kuvvetli bir hükümet, zamanın
ve ihtilâlın mahiyetini layıkıyla takdir etmiş, idrak etmiş bir hükümet lâzımdır. Daha
doğrusu mevcut hükümeti tahrik etmek, faaliyete getirmek lâzımdır. Efendiler, ben
bu şartlar altında eşkıyanın öteden beri yok edileceğine inanmıyorum. Eşkıya
İlyas'ın affı müzakere olunurken ben burada söylemiştim. Böyle memleket dahilin
de eşkıyalık devam ediliyorken, Memleketi yakıp yıkarken İçişleri Vekili Ankara'da
oturamaz. Canlı bir İçişleri Vekili burada duramaz. Bunun imkânı yoktur. (berbat
etti sesleri) Ehli olmazsa hakikaten berbat eder ve öyle İçişleri Vekili varsa hemen
onu değiştirmelidir. Katil İlyas affedildiği ve kendisine tebliğ edildiği halde soruyo
rum, bu af kendisini düzeltmiş midir? Hayır, düzeltmemiştir. Efendiler biz yaşa
mamalıyız. Böyle ciğeri beş para etmeyen bir eşkıya karşısında aciz kalan Hükü
met yerinde durmamalıdır. Hatta biz de durmamalıyız. (doğru sesleri) Bazı zavallı
arkadaşlarımız bir heyet gönderin diyorlar. Rica ederim, bir çok heyetler gönder
dik. Acaba bu heyetlerin raporları burada okundu mu ve bunların gösterdikleri
lüzuma göre burada kararlar alındı mı? (hayır sesleri) Fakat efendiler, iş meydan
da duruyor. Pek mühim anlarda, mühim hadiseler olurken biz eşkıyayı affediyoruz.
Bütün sözler temenniden ibaret kalıyor. Hakiki icraat bugün fiilen Büyük Millet
Meclisinin elinde değil. Hükümetin elindedir. Refet Paşa Hazretleri üç bin jandar
ma hakkında ihtisasına dayanarak cevap verdiler. Bundan fazla cevap, verilecek
söz yoktur. Üç bin jandarmayı teşkil etmek için altı ay lazımdır dediler. Belki öyle
dir, fakat ben bu şartlar altında altı ay değil, bir seneyi bile kâfi görmüyorum. Aca
ba yarınımızın ne olacağını biliyor muyuz efendiler? Hulasa şimdiki sistemle, şim
diki zihniyetle, şimdiki şartlarla eşkıyalığın kalkacağına inanmak saflıktır. Bu şart

864
lar altında eşkıyalık kalkmaz. Bu işi ancak Yüce Meclis Hükümetten çok usta, çok
kurnazca ve çok tedbirlik bir şekilde bitirir ve Memleketi de kurtarır.
REFET PAŞA (İzmir): Bereket versin ki benim bahis mevzu olan şeyim ne Vekâle
tim zamanına ve ne de Büyük Millet Meclisi zamanına aittir. Fakat biraz bahis
mevzu edeyim. Basri Beyefendi çok iyi buyurdular. Hakikaten Dünya Harbi esna
sında pek fena bir hal alan Balıkesir ve havalisi 41.Tümene verilmişti. Ben Umum
Jandarma Kumandanı olduğum zaman bu kuvvetin yarısının eşkıyaya verilmiş ve
yarısının da dağılmış olduğunu öğrendim. Kırk kişilik bir çete İzmir ve Balıkesir
hattında Balıkesir'e gelen trenleri durdurmuş, bir kaç saatte yirmi bin lira almışlar
dı. Bu kadar bir müddet içinde yirmi bin lira alan asileri gören askerler de eşkıyalık
etmeyi tercih etmişlerdir ve onlar da eşkıyaya katılmışlardı. Tarihin meçhul kalmış
olan bir safhasına temas ediyoruz. Mondros Ateşkesine kadar Memleket makine
sini idare eden Hükümetin büyük çarklarından birisi, diğer büyük çarklardan birisi
aleyhinde Balıkesir mıntıkasında bir fırıldak döndürmek istemiştir. Bu siyasî olan
şeyin içine Reşit Bey'in kardeşi Ethem Bey girişmiş ve orada asayişsizlikler baş
göstermişti. Böyle bir zamanda orada vazifelendirildim. O zaman da Devletin elin
de tek bir asker, tek bir jandarma yoktu. Ben oraya gittiğim zaman her gün Ban
dırma'ya gelen insanlardan on kişinin kulağını kesik buluyordum. Ben bir yaver ve
bir asker ile bu şartlar dâhilinde işe başladım ve her gün dağa kaldırılmak tehlikesi
mevcuttu. Çünkü Kasabanın içinde de eşkıya geziyordu. Şahsiyetimizin tesiriyle,
nasıl ki insan şahsiyetinin tesiriyle Demirci Efe'ye hâkim olur, nasıl ki şahsiyetiyle
asi Ethem Bey'e hâkim olur, nasıl ki zihniyetiyle zeybeklere hâkim olur, ben de
yalnız yedi yüz lira sarf ederek vaziyete hâkim oldum. Dört yüz Arnavut asiyi vapu
ra doldurdum, İstanbul'a götürdüm. Belki Basri Beyefendi bunu da bilir. Ben orada
jandarma ve askerlik teşkilatı tesis edinceye kadar hiç olmazsa, insanların kulakla
rının kesilmesine geçici olarak mani oldum. Hükümete verdiğim raporda eşkıya ile
ateşkes yaptım, ateşkesten sonra harbe girişeceğiz, bana para veriniz, bana para
verip de kuvvet teşkil ve memleketin asayişini temin edeceğim bir sırada Umum
Jandarma Kumandanlığından çekildim. Mesele bu tarzdadır. Basri Bey'in bunda
kısmen değil, belki tamamen hakkı vardır. Fakat söylediğim gibi, ben işe başladı
ğım zaman, eşkıya ile ateşkes yaptım, yok etmedim. Eşkıyayı dağdan indirdikten
sonra çekildim. Basri Beyefendi bir şeyden bahsettiler, memur gönderiyoruz, tah
kikat yaptırıyoruz, raporlar geliyor, raporları okumuyoruz bile, dediler. Efendiler,
heyet raporlar yapacak, raporlar buraya gelecek, burada okunacak; sonra burada
bir şey bilmeyen bizler yanlış kararlar vereceğiz, mesele halledeceğiz. Efendiler
bu merkeziyetçilikten biraz ayrılalım. Biraz işi mahallerinde hallettirmek yoluna
ehemmiyet verelim. Gelecek raporlar üzerine bir şeyler yapmaktansa umumi mü
fettişlik kanunu gibi kanunlar kabul edelim. Bu suretle merkeziyetçilikten biraz
ayrılalım. Mahalline fazla salahiyet verelim ve Pontus meselesi için de mahallinde
iş görecek insanlar bulalım.
HASAN BASRİ BEY (Devamla): Bir cümle arz edeceğim. Evet, o Arnavutlar tekrar
eşkıyalığa başlamış ve tekrar Memleketi ateşlemişlerdir. (bu mesele geçti sesleri)

865
EMİN BEY (Erzincan): Efendim, bizim Hükümetimizin bir hususiyeti var. O da
ahaliye karşı zulüm ile muamele yapmak, zalimlere karşı hoşgörülü davranmaktır.
Efendiler, bu Meclis açılmazdan evvel ahali tamamen silahlı idi. Bunu hiç birimiz
inkâr edemeyiz. Efendiler, bizi bu Meclise onlar sevk ettiler, onlar bizi seçtiler ve
buraya gönderdiler. Biz onların nesinden korktuk ki elinden daha sonra silahlarını
toplarken neden eşkıyanın ellerinden silahlarını toplamak cesaretini göstereme
dik? İşte hastalığın en büyüğü budur. Dikkat ediniz, her nerede silah toplanmış ise
ora halın üzerine birçok eşkıya musallat olmuştur ve orada şekavet her yerden
fazla artmıştır. Fakat her nerede ahali silahlı kalmıştır, oraya bir fert tecavüz ede
memiştir. Çünkü ahali kendisini müdafaa etmiştir. Sonra eşkıyayı yok etmeye hiç
zannetmem ki muntazam kuvvetler muvaffak olabilsin. Bunu Rumeli'de tatbik et
mişler, muntazam askeri kıtalar teşkil etmişler, fakat en nihayet çete teşkilatı yap
mak mecburiyetinde kalmışlardır. Eşkıyayı yok edecek ancak eşkıyadır. Bunu da
yapabilecek olan mahallin vaziyetini bile halktır. Asayişi buradan temin etmek
iddiasından bir dakika vazgeçelim. O salahiyeti tamamıyla mahallerine verelim.
Ahalinin ellerinden aldığımız silahları kendilerine iade edelim ve ahaliyi Basri Be
yin buyurdukları gibi eşkıyayı takip vazifesi verelim. Bakınız o memlekette eşkıya
lık kalacak mıdır? Bugün buradan Kayseri'ye, Kayseri'den Sivas'a, Sivas'tan Er
zincan'a hiç kimse gidemiyor. Kimin haddine ki kafile halinde olmaksızın Sivas'tan
Harput'a veya Mardin'e gitsin. Fakat ne oluyor biliyor musunuz? Oradan birimiz
geçiyoruz, daha büyük olduğumuz halde eşkıyayı takip ederek elinden gasp etmiş
olduğu eşyayı almıyoruz, o civar halkın üzerine bir de biz musallat oluyoruz. Bir
defa da biz soyuyoruz. Bence yapılacak tedbir ne askeriye ne jandarma... Ha jan
darma meselesi efendiler, pekâlâ bilirsiniz ki Memleketin her tarafında jandarma
karakolları vardır. Fakat nedir bu jandarma karakolları bilir misiniz?
VEHBİ EFENDİ (Konya): En büyük hırsızlıklar orada oluyor.
EMİN BEY (Devamla): Efendiler, jandarmaya karakol derler, orada bir bina yapar
lar ve o binanın içerisine beş, sekiz jandarma koyarlar. Oraya gelen eşkıya ise elli
sekiz, altmış sekiz, hatta yüz elli sekizdir. O eşkıya akşam karakola gelir, selamü
naleyküm der, onbaşı veya çavuş hatta subay mecburdur ona eyvallah demeye.
Şimdi edendim, bakınız bizim jandarma nasıl eşkıya oluyor? O yüz elli sekiz kişi
açtır, onbaşı bir kaç jandarma alır, civar köye gider. Oradan on okka bulgur, beş
okka yağ, iki koyun getirir. O eşkıyanın güzelce karnını doyurur. İşte jandarma da
bir eşkıya oldu. Çünkü hiç hakkı olmadığı halde köylerden yağ, koyun topladı,
vesaire yaptı getirdi, eşkıyanın karnını doyurdu. Eşkıya karnı doyduktan sonra
oradan gider. Ertesi günü mıntıka kumandanı kazadaki jandarma kumandanına
veya livadaki jandarma kumandanına bir rapor verir.
-Hamdolsun mıntıkamda asayiş mükemmel ise de filan taraftan bir eşkıya kuvveti
nin geçtiği istihbaratı alınmıştır.
...der ve vazifesini ifa etmiş sayılır. (çare, çare sesleri) Binaenaleyh çare mahalline
salahiyet vermek, asayişi mahalline bırakmaktır. Eğer mahallinde eli silah tutacak

866
adam yoksa yine jandarmalara verip o mahallin amirinin emrine terk etmek ve işi
bitirmek lazımdır, başka çare yoktur. (müzakere kâfidir sesleri)
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Müzakerenin yeterliliği aleyhinde söz söyleyece
ğim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun, müzakerenin yeterliliği hak
kında önergeler var, oya arz edeceğim.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Müzakerenin yeterliliği aleyhinde söz söylemek
istiyorum. Müsaade buyurun, Pontus meselesi dolayısıyla haberdar olduğum bir
hakikati arz etmek isliyorum, Bundan hem Hükümet, hem de Yüce Meclisinizin de
haberdar olmasını isliyorum. Müsaade buyurursanız söylerim, müsaade etmezse
niz söylemem. (söyleyiniz sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin yeterliliğini oylarınıza arz
ediyorum.
FEYZİ EFENDİ (Malatya): Müzakerenin yeterliliği aleyhinde söz söyleyeceğim.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Memleketin umumi asayişi, ordu ve hayatı
mızla alakadar olan bir meseleyi neden iki gün müzakere etmeyelim? Bu nasıl
olur? Rica ederim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurun, önergeyi oya
koymaya mecburum. Ben vazifemi yapıyorum, kabul edip etmemek Yüce Heyeti
nize aittir. Efendim, müzakerenin yeterliliğini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Ka
bul edilmemiştir efendim. Buyurun Memduh Bey.
MEMDUH BEY (Giresun): Muhterem efendiler, vaktiyle Pontus hadisesinin olduğu
havalide üç buçuk sene kadar oldukça mühim bir kuvvet arasında mühim bir mev
kide bulunduğum için ve bu kere de seçim mıntıkamdan dönerken oradaki tahki
katım neticesi olarak, bu mesele hakkında söz söylemeğe mecbur kaldım. Orada
bulunan Pontus eşkıyasının takibi için mevcut askeri kıta kâfi değildir. Bu iş aske
rin bugünkü vaziyetiyle halledilemeyeceği gibi ileride de bu vaziyet devam ettikçe
halledilemez. Sebebi ise bir tabur asker otuz kırk kişiden ibaret olan çetelerle baş
edemez. Zira bunlar ufak ufak kıtalar halinde bulunurlar. Her tarafı kapalı arazi
dâhilinde herhangi hâkim bir noktada askerlerin harekâtını kontrol ederler. Hâlbuki
bir tabur asker harekete geçtiği zaman, yalınız patikadan ibaret olan yollardan
geçmek için o arazide bir yürüyüş koluna geçiyor ve yarım saatlik uzun bir zincir
teşkil ediyor ve bunu eşkıya her taraftan istediği gibi görüyor ve şüphesiz kaçıp
kurtuluyor. Bugünkü subay ve askerlerin vaziyeti bu işi görebilecek bir surette
değildir. Binaenaleyh bunun yerine o mahalde vaktiyle ben de bulunduğum zaman
kumanda ediyordum ve bu kuvvet azdı ve fakat o kuvvet ile bugünkü bir Tümen
Kumandanından fazla şöhretim vardı. Hatta bir Fransız subayı geldi, beni o şöhre
timden dolayı alıp Malta'ya götürmek istedi. Takibat, ufak bir kıta ile yapılmış ol
duğundan muvaffakiyet oldu. Bugün gösterecekleri fevkalade hizmetleri Yüce
867
Meclis görecektir ki bunlar yerli ahalidir. Bunlar kendi köylerinde silahlı bir çetedir.
Bunlar ırzlarını, kendilerini kendileri müdafaa ediyorlar. Milli heyecanları vardır.
Bunlar orada bir teşkilâta tabi tutulur da Pontus aleyhine takibata sevk edilirse
emin olunuz ki üç bin jandarmadan daha çok iş görürler. Sonra efendiler Giresun,
Ordu ve kısmen Tokat Livasının Reşadiye Kazası civarındaki asayişi ihlal eden bir
çete vardır. Bu çete vaktiyle Pontusçular aleyhine kullanılmıştır ve Jandarma Ku
mandanının ve o havalinin ahalisinin baskısı üzerine bu çete vaktiyle Rumlar
aleyhine çalışmış ve birçok muvaffakiyetler temin etmiştir. Bu Sonyarioğlu İzzet
Çetesi müsaade buyurunuz, ben buraya gelirken...
HAMDİ BEY (Tokat): Vazgeçiniz çete meselesinden, İzzet'i biliyoruz.
MEMDUH BEY (Devamla): Ben söyleyeyim, siz de vazgeçiniz. Neden vazgeçiyo
ruz? (gördük efendim, gördük sesleri)
HAMDİ BEY (Tokat): Gördük efendim, biliyoruz bahis mevzu ettiğiniz İzzet'i biliyo
ruz.
MEMDUH BEY (Devamla): Tanınan bu çete vaktiyle Rumlar aleyhine çalışmış,
muvaffak da olmuştur. Fakat bu adamı onlar köyüne gittiği vakit o jandarma ku
mandanı, asker kaçağı bahanesiyle bunu lüzumsuz yere baştan çıkarmış. Evinde
otururken, evini basmış, dağa fırlatmış, şimdiye kadar Rumlar aleyhinde çalışmış
ve Giresun Livasında Mesudiye Kazası vardır ki bu kaza bilhassa Pontusçular
aleyhine çalışan bir kazadır. İşte bu Mesudiye Kazası ihmal edilmiştir. Bu Kazanın
aleyhine bazı harekât almıştır. Orada bulunan bazı idare memurları Rumlara hi
maye ettiklerinden bu çetenin takibine gitmişlerdir. Bu çete oldukça mühim bir
kuvvettir. Hemen aşağı yukarı yüz elli mevcudu vardır. Binaenaleyh Hükümetin
her an için işine yarayan bir kuvvettir. Gerek bunun ve gerek o civarda bulunan
daha ona benzer üç, beş yüz kişiden o havalide yalnız firarilerin, sonra Havza,
Samsun havzasında bulunan teşkilata tutularak Pontus aleyhinde atılması fevka
lade fayda temin eder. Bir de bir mesele daha vardır. Bunların birisi de bu şaki
denilen kuvvetler iyi kumandanlar tarafından idare edilirse bunların muvaffak ol
maları mümkündür ve tedricen muntazam bir kıta halini de alabilir. Bir gün bakar
sınız ki muntazam ve bir intikam hissiyle dolu oldukları halde müthiş işler yaparlar.
Nitekim bunun için bazı tedbirler alınır ve alınmakta imiş.
BİR MEBUS BEY: Kıs gelince öyle imiş efendim.
MEMDUH BEY (Devamla): Söz söylüyorum, siz de gelin söyleyin. Bu çetelerden
birçokları Pontus çetelerine karşı kullanılmaya razıdırlar. Bugün Pontus havalisi bir
hükümet halindedir. Bunların arazisi vardır, teşkilâtı büyüktür. Bugün
Pontusçuların hududu vardır. Bunu bilmek lazımdır. Nisan dahilinde ahali kuvvet
lerini ve bu cesur kuvvetleri oraya götürüp... Asker bugün bakıyorsunuz ki hepsi
birden harekete geliyorlar, üç gün sonra eşkıya yani o hudut dâhilide istediği gibi
yiyeceğini temin ediyor, her şeyini buluyor. Binaenaleyh bir de önerge veriyorum.
Sonyarioğlu'nun ve diğerlerinin de kanun lehine dönmeleri mümkündür. Gerek

868
bunlarla ve gerek köy ağalarıyla da görüştüm, anladım ki güzel bir teşkilat yapılır
da işe başlanırsa emin olunuz ki üç bin kişilik jandarmadan daha iyi bir iş görül
müş olur.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, daha beş kişi söz almıştır. Saat altıya
1
geliyor. Pazartesi günü toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum.

(İki gün sonra, 21 Ağustos 1922 tarihindeki gizli oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Pontus meselesi hakkında


umumi müzakereye devam ediyoruz. Söz Müfit Efendi'nin.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim, Pontus meselesi hakkında birçok arkadaşlarımız
kendi malumatlarına ve idare ve emniyet hizmetlerinde çalışmış olmalarına daya
narak Yüce Meclisinize bazı beyanatta bulundular. Bunlardan Karahisar Mebusu
Ali Bey, Memleketin içerisinde daimi surette cereyan etmekte olan eşkıyalığı ilmi
olarak sınıflandırarak, bunların çareleri hakkındaki kendi kanaatlerini de Yüce
Meclisinize arz ettiler ve dediler ki,
-Eşkıyalık üç kısımdır, adi, adli ve siyasi eşkıyalık.
...Ben Ali Beyefendinin taksim etmiş olduğu bu üç kısım eşkıyalığa ahalinin hepsi
ni tesirli kılan bir meseleden daha bahisle bir şey ilave edeceğim, onun adına da
maalesef resmi eşkıyalık diyeceğim. Malumunuz adi eşkıyalık bazı ufak, tefek,
bazı eşek hırsızlarının yapmış olduğu eşkıyalıktır.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Ne İçişleri Vekili var, ne Hükümet Reisi var, Bu mevzu
Hükümete aittir.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Siyasiye eşkıyalık, doğrudan doğruya bir emel, bir
maksat takip etmek hususunda ittifak etmiş yüz, iki yüz, üç yüz kişinin daimi suret
te Devleti bunaltmak suretiyle birtakım gayelerini elde etmek için yaptıkları eşkıya
lıktır. Asıl Milletin bugün kurtulmak istediği mesele o resmi eşkıyalık meselesidir.
Bütün millet kendi askeriyle, kendi jandarmasıyla, mevcudiyeti ve varlığı ile bu
eşkıyalığı defetmek mecburiyetindedir. Çünkü kendisinin vatanından bir kısmını
ayırmak veya kendisinin istiklaline darbe vurmak veya kendisinin mevcudiyetini
sona erdirmek emelleriyle toplanmış birtakım kitlelerin takip ettikleri gayedir. Res
mi eşkıyalık hususunda arz edeceğim maddelerden biri, bugün orduyu beslemek,
memurların maaşlarını temin etmek için geceli, gündüzlü, kadınlı, erkekli çalışan,
bize paralarını veren halkın köyden şehre gelememesi, evinde ailesiyle huzur
içinde yatamaması, ondan sonra Devlete vermeye mecbur olduğu borcunu verir
ken bir de o borcu tahsil eden mültezimlerin elinde, bu halkın malı hatta ırzı, canı
daimi surette tehdit altında bulunduğunun ispatı meselesidir ki bu mesele bizi en

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (19 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.3, s.651-676, http://www.tbmm.gov.tr/
869
fazla alakadar edecek meseledir. Mesela aşar vergisinin toplama işini iltizam sure
tiyle Hükümet satıyor. Satın alan mültezim mesela bir kasabayı bin beş yüz liraya
iltizam ettikten sonra, o kasabaya aşarı toplamak için adamın kolcuları o köye
gidiyor. Halkın üzerinden bu vergiyi fazlasıyla tahsil ediyorlar. Bu şekilde köylüle
rimiz bağlarını sökmüş, ağaçlarını yıkmış, harap etmişlerdir. Bundan dolayı yapı
lan müracaatlar yine acaba o mültezimlere karşı ne gibi bir kanun hükmü tatbik
edilmiş ve halk bu gibi eşkıyalıklardan kurtarılmıştır? Almış olduğu buğdayı, arpa
sını kaldırmak ve yine Hükümete karşı borçlu olduğu miktarı seve seve evinde
bırakacağı fazla miktarı satmaya acaba neden dolayı...
YASİN BEY (Antep): Aşar meselesi müzakere edilirken bunu dinleriz.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Aşar meselesine kadar dinlemeye mecbur değilsek,
köylünün o şekilde parasını, aşarını, malını alırsak ve böyle harp ettireceğim der
sek, zulümden başka bir şey yapmış olmayız. Yalnız siyasi mevcudiyetimizi tehli
keye koyan Pontuscularla uğraşmak lazım değildir. Köylünün bütün mevcudiyetini
muhafaza etmek için, onun bütün malını, canını, ırzını muhafaza etmekle mükelle
fiz. İşte bu mesele mademki burada bahis mevzu oluyor. Mademki memleketin
emniyet ve asayişi bahis mevzu oluyor. Bu gibi meselelerle alakadar olmayıp,
köylüyü ve köylünün üzerinde sülük gibi yapışıp onların kanlarını emmek isteyen
memurlar hakkında yapılacak muameleyi yapmakta gösterdiğiniz ihmalkarlıktır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, rica ederim Pontus hakkında
söyleyiniz.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Ben maksadımı Yüce Heyetinize misallerle arz etme
yeceksem buradan ineyim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Pontus meselesi bahis mevzudur.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Rica ederim Pontus meselesi nasıl bahis mevzu ise
Anadolu meselesi de öyle bahis mevzudur. Halkın Milli Yükümlülük emirleri gereği
vermiş olduğu yüzde kırk zahirenin daha sonra mültezim tarafından köylüye mah
sup ettirmesi lazım geldiği halde mültezim ben yüzde kırk borcumu mahsup etti
remedim, diye köylüden ayrıca yüzde kırk bedel olarak köylüye zulmettiği ve köylü
Hükümete müracaat ettiği zaman köylünün müracaatı itibara alınmalıdır. Bu mah
sulü mültezim kendi alacağına mahsup ettirdiği halde köylüye katiyen mültezim
den kendisinin fazla verdiğini diyerek, köylüye fazla mahsup, zahireyi tahsil ettir
meyerek kendisinden tahsil ettirmediği halde, efendi bu zulümdür. Köylü bize itaat
etmezse hakkı var mıdır, yok mudur efendiler? (doğru sesleri) Öyle ise resmi eş
kıyalık meseleleri, doğrudan
oköylü
etmeyendoğruya, halkın
bir takımidari haklarını
gelip de sana kendilerinin eline verilen
kanun dairesinde idare ve adli memurlar tarafından mey
dana gelmektedir. Zira eşkıyaya veya Hükümete haber ver
diği zaman, köylünün malını, canını gasp ederler. Bir şey yapamazsın, sen de
böyle asayiş beklersin. Evet Pontus meselesi hakikaten mühim, bizim bütün ha
yatımıza kastedilmiş ve bizim mahvımıza çalışılmış bir mesele olduğunda hepimiz

870
müttefikiz. Bundan kurtulmak için jandarma mı, asker mi, başka kuvvet mi ne sarf
edilmek icap edecekse Hükümetin düşünmesi lazım gelir. Hükümet buraya bir
proje ile geliyor. Diyor ki bana üç bin jandarma tahsisatını veriniz, ben bu üç bin
jandarma ile Pontus denilen meseleyi halledeceğim, söndüreceğim. Bu tahsisatı,
üç bin jandarmayı istemekle beraber, Yüce Heyetiniz Hükümetin bu talebini uygun
görmeyerek diyor ki sen bu usul ile Pontus meselesini söndüremezsin. Bir arka
daşımız bir şekil gösteriyor. Diğeri başka bir şekil gösteriyor. Şimdi Hükümet diyor
ki falanın gösterdiği şekli müzakere etmek için teklifi geriye veriniz, biz alalım. Bu
neden oluyor? Doğrudan doğruya Hükümetin bu şekilde halletmeye çalıştığı bir
meseleyi ya kendisi düşünmeyerek, vakit bulmadan buraya geldi, veya bunları
kendi arasında müzakere etmeden doğrudan doğruya bir mesele olarak bize ver
diği anlaşılıyor. Böyle şeyler Hükümet meselesi olmamalıdır. Hükümet böyle bir
şeyi bahis eylediği zaman bunu kendisine mal etmemelidir. Çünkü bizimle Hükü
met arasında asla fark yoktur. Şimdi Hükümet düşüncesinde katiyen ısrar etmeli
dir. Şimdi üç bin jandarma on beşer lira maaş vermek suretiyle, acaba Pontus
meselesini Anadolu'da diğer eşkıyalık meselelerini söndürebilecek mi, söndüre
meyecek mi? Benim geçen seneden beri şahidi olduğum jandarmaların yapmış
olduğu takibat ve vaziyetleri bu işin üzerine gitmemek, gidememek meselesidir.
Yani jandarmalar gitmiyor, gidemiyor efendiler. Eşkıya bir tarafta bulunduğu za
man, jandarma diğer tarafa gidiyor. Pontus meselesinin hallini istemeliyiz. Fakat
Pontus meselesi öyle zannediyorum ki, beş günde, beş ayda halledilecek bir me
sele değildir. Bu esaslı bir teşkilattır ve senelerden beri devam ediyor. Jandarma
bu meseleyi halledemez. Gelelim diğer fikre, o da bu işi ahaliye gördürmek mese
lesidir. Ben bu meselede biraz tereddüt edeceğim. Evladının eline silah veren
baba, evlâdı ihtimal ki o silahı kullanmayı öğretmediğinden dolayı kendisini bir
tehlikeye koymak meselesi bahis mevzu olabilir. Köylülerimize vereceğimiz bu
silahlar öyle zannediyorum ki yarın karşısında husumet ettiği bir adam aleyhinde
kullanılarak başka fenalıklara sebep olabilir. Bunun kati surette aleyhindeyim.
Yalnız, ahali ile iş gördürecek dereceye kadar inmiş isek o vakit Hükümete lüzum
yoktur.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): İnmek değil, çıkmaktır o.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Eğer ahalinin bu meseleyi halledeceğini ve bu seviye
de olduğunu biliyorsan kabul ediyorum ve biz o seviyeye geldiğini kabul ediyorsak
hata ediyoruz zannediyorum. Çünkü ahaliden vaktiyle kendisinde mevcut bulunan
silahları toplamak için bu Mecliste uzun uzadıya müzakere ve münakaşa cereyan
etti ve zannediyorum ki o vakit bütün arkadaşlarımız hep birlikte düşünerek silah
ları almaya karar verdi ve gidip o silahları alabilmek ve lazım gelen nasihatleri
vermek için heyetler de çıkardık. Biz bundan iki sene evvel vaziyetimizi, halimizi
gözümüzün önüne getirirken, belki soba borularını top diye gösterdiğimiz, iğne ile
kuyu kazdığımız zamanda burada elimizde silah olmadığı bir zamanda silahlarını
toplayıp cepheye gönderilmesine karar vermiş olduğumuzu unutmayalım. O silah
ları alıp cepheye verdiğimiz halde, bugün ahaliye silah dağıtarak bu meseleyi

871
söndürmek için acaba bu fikir bize nereden geldi? Ahali iki sene içinde bu mesele
yi halletti ve Hükümetimiz bugün bütün askerini, bütün silahlarını alıp, artık bu
silahlara ihtiyaç kalmadı ise bunları sahiplerine iade etmeğe taraftarım.. Fakat bu
silahlar vasıtasıyla bunlara asayiş temin etmek noktasından biraz tereddüt ediyo
rum. Yalnız olsa olsa bizde kır bekçileri tabir ettikleri, köy bekçilerine silah veririz.
Zaten bir kanun vardır böyle iki üç tane bekçi daha ilavesi suretiyle Hükümetin
nezareti altında bir kaç adam bulundurulursa o köy bekçileri de köylerine gelen
eşkıyadan mallarını çalan hırsızlara karşı koyabilirler.
MEMDUH BEY (Ergani): Köylerde altmış, yetmiş kişi vardır.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Ben zannediyorum ki köylerde altmış kişi kalmamıştır.
Zannederim altmış kişi dediğimiz kadınlardan ibarettir.
MEMDUH BEY (Ergani): Altmış kişi firari vardır.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Eğer sen firarilerle bu memleketi müdafaa ettirmek ve
o firarilerle eşkıyayı takip ettirmek ve o firarilerle Pontus isyanını söndürmek isti
yorsan, firariler suçludurlar. Suçlu ile bir cürüm söndürülmez efendi. (bravo sesle
ri) Biz emin olalım ki bugün hizmetini, vazifesini ifa etmeyen herhangi bir sebepten
dolayı vazifesinden korkarak kaçmış olan adamlar suçludurlar. Bu suçlularla gidip
diğer suçluları yakalatmaya çalışmak gibi fena bir şeyden daha büyük bir şey ola
maz. (doğru sesleri) Bu daha büyük bir dert çıkarmak demektir.
REFET PAŞA (İzmir): Hükümet mefhumuna aykırıdır.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Şimdi efendim, bu mesele hakkında pek çok söz söy
lendiği için yalnızca muhterem üyelerden istirham edeceğim bir nokta vardır. Bu
meseleyi Hükümetin kendisinin halletmesi gerekir. Benim söyleyeceğim budur.
Bunu Hükümete terk etmeliyiz.
VEHBİ EFENDİ (Konya): Efendim Müfit Efendinin buyurduğu gibi, pek çok söz
söylendi. Yalnız benim söyleyeceğimin birincisi, bu bir şahıs meselesidir. İşinizin
başına iyi bir adam bulun ve o adam bu meseleyi halleder gelir. Öyle bir şahsiyet
bulunuz ki bu adam gitsin bu meseleyi halletsin gelsin ve o şahsiyet bunun ehli ve
erbabı olsun. Birinci mesele bu. İkinci mesele efendiler, bu gibi eşkıyalıkları asker
bastıramaz. Bunun imkânı yoktur. Çünkü dokuz taşa birden sıçrayan bir herife
karşı sağ dur, selam dur karşı konulamaz. Halbuki bu iş merasim işi değildir.
TAHSİN BEY (İzmir): Askerlik merasim işi değildir.
VEHBİ EFENDİ (Devamla): Rica ederim askerlik merasimleridir. Onun için asker
karşısında olan bu adamlara başı bozuk lafı kullanılır.
REFET PAŞA (İzmir): Bir soru soracağım. Acaba Vehbi Efendi Hazretleri Demirci
ve Ethem çetelerinin, Konya isyanını bastırmalarına ne derler? Yoksa muntazam
bir asker mi isterdi?

872
VEHBİ EFENDİ (Devamla): O başka meseledir, Paşa Hazretleri. Onlar dağa çık
mış değillerdi, karşı geliyorlardı. Bu mesele başkadır. Şimdi efendiler, jandarma
nın da bu meseleyi halledemeyeceğine kanaatim vardır. Bu da olamaz. Şimdi ne
kalıyor. O bulacağımız şahsa geniş salahiyet ve o şahsiyet teşkilât yaparak buna
karşı ne gibi tedbirler lazımsa başı bozuğu, başı bozukla karşılaşmaktan başka
çare yoktur.

ÖMER LÜTFİ BEY (Karahisar): Hiç kimse gitmez.

VEHBİ EFENDİ (Devamla): Gider efendim gider. Efendiler burada üç söz söylesek
söz tükenmez, bitmez. Bunu uygun olan ise, dünden bir arkadaşın teklif ettiği gibi,
İçişleri, Milli Savunma komisyonları birleşerek bu kürsüden söylenen sözlerden bir
hülasa alarak bir şey yapsınlar, getirsinler bize. Ondan sonra halledelim. Yoksa
böyle akşama kadar, söyleyelim. Halbuki memleketin o tarafı yanıp gidiyor. Bu
tarafı başka bir şey oluyor. Onun için bunu komisyonlara havale edelim. Bu iki
komisyonun birleşip de bunu halletmesini uygun buluyorum.

İLYAS SAMİ EFENDİ (Muş): Efendim, hep maziden ibret alıyoruz. Maalesef ölüler
dirilere daima tesirini yapıyor. Ölülerle sağlar yaşayamaz. Yeni yeni adımlar atmak
lüzumu karşısındayız. Daima günleri böyle geçirmişiz. Asıl ben ona acıyorum. Bu
kürsüye çıkanlar çareden bahsetmeliler. Mademki bu bahse girmişiz, esasa girme
li. İlk yapacağımız iş, Büyük Millet Meclisinin oradaki bütün memurların azletmek,
yapabilir misiniz? Bakınız ben bu memurların hiç birisini tanımam. Hiç birisi ile
alakam yoktur. Yüce Meclisin alakadar olduğu bu asayiş meselesiyle iki seneden
beri... (gürültüler) Asıl çare bu değildir. Asıl çareyi söyleyeceğim. Bu benim zihni
me geliyor ki iki seneden beri Meclisi bu Pontus meselesi uğraştırıyor. Hükümetin
oralarda Mutasarrıfı var mı? Var. Valisi var mı? Var. Muhtelif livalarda mühim me
murları var. Yalnız memurlar sandalyelerde oturmak için. Yoksa gel Ahmet, Meh
met şu meseleyi halledeceksin demiş de ne yaptın diye sormuş mu? Daima anane
ile yürümeği ayağımıza bağlamışız. Başka türlü hareket edemeyiz. Lakin ben asıl
çare nedir, diyorum. Ben artık on dört senedir Hükümetten bıkmış bir arkadaşını
zım. Ordu orada mukaddes vazifesini ifa ederken, bizde burada işimizi yapalım,
bu dahili emniyeti tutalım, demek için içimizde askeri teşkilatçı var, İdari teşkilatçı
var, hepsi var. Pontus bahis mevzu olduğu zaman gariptir size bir hikaye arz ede
ceğim, fakat iki kelimelik bir hikayeciktir. Bana Tunuslu bir arkadaşım dedi ki İs
tanbul'a ayağımı bastığımdan itibaren benliğimi unutuyorum. Çünkü kendi kendine
farklı farklı söz söyleyen çok. Efendim bendeniz dünden bu gün iyiyim. Ben diye
ortaya kendisini atan, ben bu işin ehliyim diyecek adam yok. Ben Yüce Meclisinize
hitap ediyorum, bir şahıs çıkıp da bir fert ki üç yüz adamı şahit gösterecek bir
adam, esiri ruha malik olmazsa işgal edemez. Bunları defterine kaydedecek adam
mesuliyet de yapamaz. Onun isteyeceği parayı vermeli, böyle bir adam ki İçişleri
Vekilinden daha fazla iş yapar. Binaenaleyh burada bu suretle halen ve gelecek
nesle tutanaklarda miras bırakacak, ben bu işi yapacağım ve şu şu şartları istiyo
rum diyecek bir adam yoksa, biz de bu davaya, bu işe paydos diyelim, gidelim.

873
EMİN BEY (Canik): Efendim, ben dertten bahsetmeyeceğim. Çünkü o kâfi dere
cede hepimize malum oldu. Beyefendiler bilir misiniz ki bu jandarma tahsisatı
Meclise nasıl gelmiştir? Demek istiyorum ki Hükümet bu mesele ile meşgul olma
mıştır ve olmuyor, olmayacaktır. Bu kanaati sizde hasıl etmek için müsaadenizle
bir iki söz söyleyeceğim. Rica ederim, arz ediyorum. İçişleri Vekili Fethi Beyefendi
gensoru müzakeresi neticesinde buradan güvenoyu aldıktan sonra, çok isterdim ki
burada bulunsunlar ve aradan yirmi gün geçtikten sonra yükselen feryatlar, müra
caatlar üzerine tekrar Amasya, Tokat ve Sivas mebusları ile toplanarak kendilerini
de davet etmişler ve lütfen gelmişlerdir. Hatta ben kendilerine söyledim,
-Olan oldu, güvenoyu aldınız, çoğunluğun vermiş olduğu güvenoyu itimattır. Bizi
de güvenoyu vermiş olarak düşününüz. Fakat güvenoyu almakla bu mesele halle
dilmiş demek değildir. Rica ederim bu mektupları sizinle biraz okuyalım ve siz de
bundan sonra olsun bir çare düşünürsünüz.
...dedim. Arkadaşlardan bir kaçının biraz asabiyetle konuşmaları üzerine bu muh
terem şahısla aramızda şöyle bir konuşma geçti.
-O halde bir daha gensoru önergesi veriniz.
-Beyefendi çok rica ederiz, gensoru falan demiyoruz. Lütfen bundan sonra Mem
leketi kurtaracak iseniz bunun hakkında bize izahat veriniz. Vazgeçtik bir ümit
vermesinden.
-Hükümet acizdir, oradaki askeri kıta alınacaktır. Yarın veya diğer gün gelecektir,
ordu kadrosuna dahildir, vaziyet budur.
-Aman Beyefendi, biz bunu bilmiyorduk, eğer askerler de oradan alınacak olursa
ne olacaktır? Bunun için bir şey düşünmediniz mi?
-Hayır düşünemeyiz. Çünkü elim, kolum bağlıdır, başka şey yapmak imkânı yoktur.
-Jandarma, vesaire ile burasını takviye etseniz nasıl olur?
-Düşüneyim bakayım, bir proje yapayım.
-Bu kadar yapılacak bir şeyi kabul ettiremezseniz, çok rica ederiz lütfen biraz ev
vel, bir hafta içinde bunu tertip ediniz, arkadaşlara rica ederiz elbette onların da
bizim kadar yürekleri sızlıyor, bu meseleye vakıftırlar.
...İşte malum olan şekilde komisyonlara gittik. Arkadaşlara rica ettik, nihayet bu
nun üzerine bir proje buraya kadar gelmiştir efendiler. Beyefendiler, eh ne yapa
cağız, her gün mektup, her gün telgraf, her gün feryat. Sonra bize diyorlar ki bizi
düşünmüyorsunuz bizim derdimize çare yok mudur? Ne yapalım, nereye müraca
at edelim, diye feryat ediyorlar ve soruyorlar. Beyefendiler acaba bu eşkıya şimdi
ye kadar niçin yok edilmemiştir? Buna dair malumatınız var mıdır? (hayır sesleri)
Binaenaleyh bunu anladıkça bundan sonra da yok edileceğine kani değilim, beye
fendiler. Benim bildiğim, malumat budur. Amasya İstiklâl mahkemesine gittiğimiz

874
günden itibaren, orada bulunan kıta kumandanı ile, mutasarrıfı ile Samsun'da keza
Mutasarrıf ile Kumandan ile müştereken Hükümete her gün müracaat ettik, arzu
buyurursanız okuyabilirsiniz. Her gün vaziyeti izah ettim, her gün şu, şu, şu yapı
lırsa önüne geçilebilir diye yazdım, hiç birisine cevap dahi alınmamıştır. Oranın
memurlarını, kumandanlarını değiştirmekle oradaki bu zaafın önüne geçebilir mi
siniz? Bu hal devam edecektir. Binaenaleyh ben öteden beri şöyle düşünüyor
dum. Oradaki kumandanın her bir söylediğini İçişleri Vekili Beyefendi her ne şekil
de olursa olsun kabule mecbur olsun. İçişleri Vekili veya Genel Kurmay Reisi bu
işin şeyini dinlemezse bundan daha büyük bir mani yoktur. Fakat acaba bugün
böyle biri oraya gitse onu kâfi olabilir mi? Olamaz Beyefendiler. Çünkü İçişleri
Vekili de gitmiştir ve giderken bu işi de bitireceğim demiştir. Halka bunu söylemiş
tir, fakat bitirememiştir. Halk ne diyor Beyefendiler, aldığımız mektuplarda ne di
yorlar, bilir misiniz beyefendiler? Biz bu meseleden ümidi kestik ve biz bu Pontus
Rumlarının kurbanı olacağız. Çünkü İçişleri Vekili dahi bunu bitirememiştir ve bu
kanaat umumileşmiştir. Efendiler bu kanaati herhangi bir kimse gitmiş olsa bunu
silemez. Binaenaleyh beyefendiler eğer böyle bir kimse bulabilir veya Yüce Mecli
siniz herhangi bir arkadaşa bu kudret ve kuvveti verebilirse ya şahsiyet sahibi olup
dinlettirebilir veya bu işe Yüce Meclisiniz bir arkadaş bulup gönderirse, bu işi halle
doğru giderse ikinci bir mesele kalıyor. O da halkın bize karşı olan itimadını tekrar
kazanmaktır. Bunu da zannımca söylemiyorum. Buraya gidecek arkadaşlar tahsi
sat ister, falan hatırıma getirmiyorum. Herhalde o muhitin mebusları da kısmen
oraya gitmelidirler. Oranın eşrafıyla, halkıyla temas etmelidirler, onlar da dört el ile
bu işe sarılabilirler. Burada Yüce Heyetiniz de o işi tamamıyla takip etsin. Ben
başka türlü hal imkânı bulamıyorum. Ben demiyorum ki mutlaka şu veya bu hal
yapılsın. Oraları Memleketimizin biliyorsunuz en güzel bir muhitidir. Bereketli, her
şeyi varken oradan maalesef ne tütün alınabilir, ne ziraat yapılabilir. Hiç bir şey
yapılamıyor. Gece halk uyuyamıyor. Her şey bütün bütün mahvoluyor. Rica ede
rim, o halde biz neyi kurtaracağız? Biz şurada ne için çalışıyoruz? Ne için burada
toplandık, rica ederim? Şurada üç buçuk Rum'u yakalayamazsak biz niçin buraya
geldik, niçin para alıyoruz, maaş alıyoruz? Rica ederim, ben bir de önerge veriyo
rum. İster komisyona gitsin, ister Hükümetten de bir iki vekilin katılmalarıyla Yüce
Meclisten üç beş üye ayırarak bir esas dairesinde bir şey halledip ve bu meseleye
her halde netice versin, çok yalvarırım.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliği hakkında
bir önerge var. (Hayır, kâfi sesleri)
REŞİT AĞA (Malatya): Beyefendiler, şimdi müzakere olunan Samsun, Amasya,
Tokat'taki Pontus meselesidir. Fakat asayişsizlik her tarafta vardır. Hatta benim
seçim mıntıkamda, Besni Kazasına yüz otuz eşkıya gelmiş, yolları kesmişti. Hü
kümet ültimatom vermişti. Yazdılar, çizdiler, şimdi orada eşkıya kalmamış, İsa

875
1
toprağına gitmiş, İsa toprağı oraya on iki saatlik, sanki Avrupa toprağına gitmiş.
Yani bunu arz etmekten maksat, bunları jandarma ile yok etmek mümkündür.
Yalnız oraya gidecek, yani bunların üzerine gidecek kumandan bilmelidir ki bu
vazifeyi ifa edemediği zaman idam olunacaktır. Bunu katiyen bilmelidir. Seferberlik
içinde beyefendiler elli kişilik çete üzerine iki tabur asker geldi, topu ile, tüfeği ile
dört ay orada oturdular, mızıkalar çaldılar, rakı içtiler ve askerler ötede beride
gezdiler, eşkıyayı yok edemediler. Şimdi efendiler hakkıyla vazife ifa edecek olur
sa bu iş olur. Yalnız İçişleri Vekili jandarmanın azaltılması için müracaat ediyor.
Yani bu işin yapılıp yapılmayacağını bilmem. Yalnız kadro noksandır, kadro nok
sanın ikmal edilmesini rica ediyor. Madem ki asayiş, inzibat kadronun noksanlı
ğından ileri geliyor. Bundan dolayı kabul buyurunuz, ama olur olmaz. Bunu bil
mem. (gürültüler) Ahalinin canını, namusunu muhafaza için üç bin jandarmanın
masrafını kabul edelim. (gürültüler)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliği hakkında söz söy
leyecektiniz. Halbuki asayişten bahsediyorsunuz.
REŞİT AĞA (Devamla): Müzakerenin yetersizliği hakkında söz söylemek için asa
yişten bahsedeceğim. (gürültüler; ayak patırtıları)
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Maksadın ne ise onu söyle.
REŞİT AĞA (Devamla): Maksadım müzakere kâfi değildir. (haa sesleri) Benim arz
ettiğim, yani bunların üzerine giden kumandanlar namuslu olmalıdır. Böyle olursa
hepsi de yok edilir. Pontus meselesi yeni çıkmamıştır, geçen sene çıkmıştır. (gü
rültüler, ayak patırtıları)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Önergeleri okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfidir. Milli Savunma ve İçişleri komisyonlarının müştereken,
Hükümetin de katılmasıyla, bu meseleyi tetkik ederek bu hususta alınacak
tedbirleri Meclise arz eylemeleri lüzumunu teklif ederim.
İstanbul Mebusu
Ali Rıza
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, ayrıca on beş kadar önerge var.
Bunların istekleri hemen hemen hepsi de birdir. Şimdi yalnız müzakerenin yeterli
liği hakkındaki fıkrayı oya koyuyorum. Müzakerenin müzakerenin yeterliliğini kabul
edenler, Büyük çoğunlukla kabul edilmiştir. Diğer önergeleri okutuyorum.

1
Kapadokya olabilir. (CÇ)
876
TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfidir. Pontus eşkıyasının tamamen tesirsiz hale getirilmesi
için Yüce Meclise teklif eylemek üzere Maliye ve İçişleri vekilleriyle Meclis üye
lerinden üç üyeden meydana gelen bir komisyon kurulmasının karara alınma
sını talep ve teklif eyleriz.
Canik
Emin
Mebusu Canik
Süleyman
Mebusu Amasya
Hamdi
Mebusu Canik Mebusu
Şükrü

TBMM Başkanlığına
Hepimizin malumu olduğu üzere ve Hükümetin de itiraf ettiği gibi Memle
ketin her tarafında asayişsizlik vardır. Bu halin devamı maazallah umumi ga
yemize zarar getireceğinden bunun bir an evvel önüne geçilmek için aşağıdaki
tekliflerimiz acilen karara alınmasını teklif eyleriz.
1. Samsun, Tokat, Amasya civarındaki asayişi temin etmek ve bilhassa bu
mesele ile alakadar olmak üzere Yüce Meclisten bir heyetin hemen seçilerek
gönderilmesi ile bu heyetin mahallinde göstereceği lüzum üzerine lazım gelen
tedbirlerin alınarak neticeye varılması,
2. Memleketin iç ve dış mukadderatıyla doğrudan alâkadar olan ve yasama ve
yürütme salahiyetlerine sahip bulunan Yüce Meclisin Memleketin her tarafına
müfettişler göndererek, yani Memleketin mıntıkalara ayrılması ile Yüce Meclis
ten üçer kişilik birer heyetin seçilmesi ve umumi huzur ve istikrarın temini,
3. Yüce Meclis tarafından gönderilecek teftiş heyetlerinin vazife ve salâhiyetleri
hakkında bir kanun tanzim tasarısı tanzim etmek üzere Milli Savunma, İçişleri
ve Adalet komisyonlarından dörder kişinin seçilmesiyle on iki kişiden meydana
gelen bir hususi komisyonun teşkili ve nihayet üç gün içinde kanun tasarısının
Yüce Heyete takdimini umumi selamet adına rica ederiz.
Erzurum Mebusu
Mustafa Durak ve 41 arkadaşı

(gürültüler)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Rica ederim mühim hususlar var. Efendim,
iyi dinleyiniz.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Önergem hakkında izahat vereceğim Reis Bey.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurun, bir kere önergeler
okunsun da söz vereceğim.

877
TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Pontus eşkıyalığının süratle yok edilmesi ve asayişin
temini için lazım gelen tedbirlerin kırk sekiz saat içinde müzakere edilmeden
tespiti ve Yüce Meclise arz eylemek üzere Milli Savunma ve İçişleri komisyon
larınca Meclis üyelerinden mütehassıs dörder kişinin seçilmesiyle sekiz kişilik
bir geçici komisyonun kurulmasını ve keyfiyetin oraya havalesini teklif eylerim.
Burdur Mebusu
İsmail Soysallı

TBMM Başkanlığına
Tokat, Amasya havalisinde Pontusçuların Müslüman ahaliye yaptıkları
feci tecavüzleri malumdur. Oradaki ahalide ise lüzumu kadar silah ve cephane
bulunamadığı için kendilerini tamamıyla müdafaa ve muhafaza edememekte
ve bu vaziyetin tesirinde köyler cayır cayır yakılmakta olduğu haber alınmıştır.
Binaenaleyh oradaki köyler için telafisi mümkün olmayan feci bir istikbal ola
caktır. Bu hale karşı eşkıyanın tecavüzlerine maruz mahaller ahalisine Hükü
met vasıtasıyla dağıtılmak üzere Meclisçe münasip buyrulacak kâfi miktar silah
ve cephanenin Milli Savunma Vekâletinden sevk edilmesinin karara alınmasını
teklif eylerim.
Mardin Mebusu
Necip

TBMM Başkanlığına
İçişleri ve Maliye vekillerinin teklifi ve beyanatıyla söz söyleyen üyelerin
mütalaalarını tetkik neticesinde yapılacak muameleyi tespit etmek ve Yüce
Meclise sevk etmek üzere müzakere olan meselenin İçişleri ve Milli Savunla
komisyonlarına havale edilmesini teklif ederim.
İstanbul Mebusu
Ali Rıza

TBMM Başkanlığına
Pontus meselesinin halledilmesi, mütehassıslar tarafından tespit oluna
cak mütalaa ile mümkündür. Meclisimiz eşkıyalığın imhasında Devlet ve Millete
hizmetler etmiş tecrübeli mütehassıslara sahiptir. Bu sebeple bu müzmin ve
Milletimiz için gün geçtikçe felaketli olan derde seri ve kati bir tedbir bulmak ve
önümüzdeki Pazartesi toplantısında arz edilmek üzere bu hususun İçişleri ve
Milli Savunma komisyonlarının toplanmasıyla müzakeresinin karara alınmasını
teklif ederiz.

878
İçel Mebusu Karahisar Mebusu Saruhan Mebusu
Ali Sabri İsmail Şükrü Refik Şevket

TBMM Başkanlığına
Pontus eşkıyası takibinde arazinin vaziyeti ve Rum eşkıyanın teşkilatı
hakkında malumat sahibi oldukları için mahallinde yapılacak çete teşkilatı daha
iyi netice verir. Binaenaleyh Pontus havalisindeki Türk eşkıyasının kullanılması
kabul edilerek, buna o civardaki silahlı firarilerin de katılmaları ile bir teşkilat
yapılmasını arz ve teklif ederim.
Giresun Mebusu
Memduh
(ret, ret, Allah göstermesin sesleri)

TBMM Başkanlığına
Pontus meselesini halletmek üzere İçişleri Vekâleti emrine
silahlandırılmış bir askeri kıta verildiği ve yüz binlerce lira masraf harcanıldığı
halde hiç bir şey yapılamamasına, bilakis Pontusçuların zulmünün pek acıklı
bir şekilde devamına sebebiyet verenlerle, eşkıyalığın yok edilmesi için icap
eden tedbirlerin İçişleri ve Milli Savunma vekaletlerinde tespit ve müzakere
edilmesini Umum Heyetinize arzını teklif ederim.
İstanbul Mebusu
Ali Rıza

TBMM Başkanlığına
Pontus meselesi hakkında Yüce Meclis esasen malumat sahibi olduğun
dan müzakerenin yeterliliğiyle, meselenin halli için tedbirlerin tespitini teklif
ederim. Milli Savunma ve İçişleri vekilleriyle Meclisten mütehassıs olmak üzere
ve eşkıya hususunda tecrübesi olan Refet Paşa Hazretlerinden bir komisyonun
üç gün içinde vereceği kararın Yüce Meclise arz edilmesi ve ona göre karar
verilmesini teklif ederim.
Lazistan Mebusu
Osman Nuri

TBMM Başkanlığına
Pontus yarasının kapatılması hakkında aşağıda yazdıklarımın dikkate
alınmasını teklif ederim.
1. Pontus haritasına dahil mahallere ait bir umumi valilik kurulması ve tam sa

879
lahiyetle münasip birine verilmesi
2. Ailelerini Rum intikamına terk etmemek gibi bir his ile son defa silahlarıyla
firar edenlerin affedilmelerini ve bunlardan kurulacak bir iki alayın mahallinde
istihdamı,
3. Pontus meselesine yardım edenlerin derhal istiklal mahkemesine verilmesi,
4. İstiklal mahkemesine salahiyet verilmesi
5. Müslüman ahaliden bazılarının kefaletle salıverilmeleri.
Bursa Mebusu
Operatör Emin
(ret, ret sesleri)

TBMM Başkanlığına
Gerek eski vaziyeti ve gerek şimdiki haliyle mühim bir askeri kuvvete
sahip olan Pontus teşkilâtının imhası için burada tedbirler alınması için gene bir
netice çıkmayacağından, yerinde tetkikat yapmak ve ne gibi tedbirler alınması
na lüzum olduğunu Meclise bir raporla bildirmek ve ona göre hareket edilmek
üzere Samsun, Tokat ve Amasya havalisine Meclis üyelerinden mütehassıs iki
kurmay asker üyenin gönderilmesini teklif ederim.
Kütahya Mebusu
Cemil

TBMM Başkanlığına
Pontus meselesinin kesin olarak halledilmesi hakkında yapılan müzake
reyi ve verilen önergeleri tetkik ve hülasa etmek ve bu hususta yapılması lazım
gelen hususları kararlaştırarak Perşembe günü Yüce Heyete arz etmek üzere
İçişleri ve Milli Savunma komisyonlarından seçilecek üçer üye ile Milli Savunma
ve İçişleri vekillerinin iştirakiyle teşekkül edecek komisyona havale buyrulması
nı teklif ederim.
Erzurum Mebusu
Hüseyin Avni

TBMM Başkanlığına
Pontus eşkıyasının tesirsiz hale getirilmesi hakkında şaki ve canilerden
kurulacak hiç bir kuvvetin hizmet edemeyeceği on senelik tecrübelerden anla
şılmıştır. Binaenaleyh bu meseleye Meclis bizzat el koyarak, salahiyet sahibi
bir kumandanın gönderilmesi lüzumunun tasvip edilmelini teklif eylerim.

880
Batum Mebusu
Edip
VEHBİ BEY (Bitlis): Efendim, hepsi aynı mahiyettedir. Komisyona gönderilmesini
teklif ediyorum.

TBMM Başkanlığına
Tokat, Amasya, Samsun havalisinde faaliyet gösteren Rum eşkıyası
bilhassa bu sıralarda kışlık yiyecek ihtiyaçlarını temin etmek için tecavüz ve
cinayetlerini iyice artırmıştır. Her gün çeşitli tecavüz ve tahribatlarıyla ocak
yakan bu eşkıya yüzünden artık Millet ve Memleketin sabır ve tahammülü kal
mamıştır. İki gündür Yüce Mecliste müzakere edilen bu husus hakkında Hü
kümetin bir karar vererek hemen fiiliyata başlamasını Memleketin selameti
adına arz ve teklif eylerim.
Tokat Mebusu
Hamdi
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, önergeler bazı farklarla iki kısımdır.
Birisi doğrudan doğruya İçişleri, Milli Savunma ve Bütçe komisyonları ile birlikte bir
heyette tayin ve tetkik etmektir. Birisi de o havali mebuslarından bazılarının malu
matlarından istifade olunmak üzere orada bulunmaları hakkındadır.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Önergemi izah edeceğim Reis Bey.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Ben evvela arz edeyim, ondan sonra izah
edersiniz efendim. Önergelerde Refet Paşa veya Ali Beyefendi gibi bazı şahıslar
da gösteriliyor ve binaenaleyh önergelerin hemen tamamı bu meselenin komis
yonlarda tayin ve tespitine dairdir. Yalnız Durak Bey'in önergesinde çok fark var
dır. Durak Bey doğrudan doğruya bugün önergeler komisyona verilmeksizin Mec
listen bir heyet seçelim, o havaliye gitsin, tetkik etsinler, icap eden tedbirleri bura
ya bildirsinler, ondan sonra karar verilsin, diyor.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Öyle değil efendim, öyle değil. Efendiler mü
saade buyurunuz izah edeyim. Kabul ve ret Yüce Heyetimizin kararına uyarız. Biz
buraya bir önerge verdik, imzamız kırk bir üye ile beraberdir. Efendiler, biz bu
Hükümeti kurduğumuz gün buraya toplandığımız gün acaba kanun hâkimiyetin
den başka bir karar aldık mı? Hayır efendiler, katiyen böyle bir karar almadık ve
böyle bir karırımız da yoktur. Memleketin inzibatından, asayişinden, iktisadından,
nafıasından, harbinden, velhasıl her şeyinden mesulüz. Bundan başka bir şey
yoktur. Padişah biz, kuvvet biz, her şey biziz. Kuvvet bizim, kudret bizim, her şey
bizim. Fakat hiç bir şey de yaptığımız yok. Burada gözlerimiz kapalı oturuyoruz.
Mesuliyetimizi idrak edelim, efendim. Affınıza sığınarak biraz da kaba olursa be
nim kusuruma bakmayınız. Mesuliyetimiz çok büyüktür. Çok büyük bir yük altında
bulunuyoruz. Fakat ne yazık ki anlayamıyorum. Mesuliyeti idrak mi edemiyoruz,

881
yoksa ediyoruz da mühimsemiyor muyuz? Nasıl oluyor da böyle oluyor? Efendiler
rica ederim. Memleketin her tarafında asayişsizlik kol geziyor. Bu, Hükümetin de
itirafıdır. Bunu inkâr edecek hiç bir tarafımız kalmamıştır. Bilhassa Pontus mese
lesi bir buçuk seneden beri devam edip gelmektedir. Efendiler, diyorsunuz ki me
sele anlaşılmıştır. Rica ederim, hanginizin esaslı malûmatı var? Çıkınız buraya da
malumatınızı söyleyiniz. Hiç birinizin yok efendiler. Eğer İçişleri Vekili Beyefendi
burada Pontus meselesi hakkında kati ve tam bir izahatta bulunursa ben suçlu
yum. Orada ne olduğunu o da bilmiyor. Bunu şimdi İçişleri Vekili de ondan evvelki
Vekil de bilmiyor. Nitekim Refet Paşa Hazretleri bu kürsüde itiraf buyurdular. Daha
evvel İçişleri Vekili Fethi Beyefendi de bu kürsüden dedi ki bin yedi yüz kişi öldür
dük. Bin bilmem kaç kişi açlıktan öldü ve bilmem ne oldu ve altı ay sonra hepsi
açlıktan ölecekler, dediler. Çelişkiye bakınız rica ederim. Hükümette bazı arkadaş
larımız bize bu gibi meselelerde göz boyuyorlar ve bizi aldatıyorlar.
HAMDİ BEY (Canik): Biz de aldanıyoruz.
MUSTAFA DURAK BEY (Devamla): Efendiler, bu dünyada da ahrette de biz me
sulüz. Allah da, kul da bunları bizden soracak.
HAMDİ BEY (Tokat): Göz boyayanlara güvenoyu verdik.
MUSTAFA DURAK BEY (Devamla): Efendiler; biz bugün çok büyük mesuliyet
altındayız. Memleketin asayişini, inzibatım, huzurunu yerine getirmek için her fe
dakârlığı, her şeyi yapacağız. Fakat biz yapacağız. Bizden başka bir kuvvet yok.
İşte efendiler; görüyorsunuz ki bu gibi işleri Hükümete havale ettiğimiz halde ya
pamıyorlar. Çok rica ederim, üç seneden beri Memlekette yapılan yolsuzluklardan
dolayı şimdiye kadar kaç kişiye ceza verilmiştir? Ceza verdikleri bir adamı gösteri
niz, meydana koyunuz. Memleket baştan ayağa kadar yanıyor. Efendiler, biz bu
radan kalkıyoruz bugün işgalimizde olan Memleketimizin yarısını kat ederek Mem
leketin ta öbür tarafına gidiyoruz. Yani memleketin hemen ikide biriyle temas edi
yoruz. Buradan kalkıp Kars'a kadar gidiyoruz. Bitlis'e, Diyarbakır'a kadar gidenler
de vardır. Efendiler, emin olunuz doğru söylüyorum. Acı gelmesin, çünkü doğru
söz acıdır. Halk bizden zarar görüyor, bir saat evvel ölüp gitmemizi istiyor. Çünkü
işe sahip değiliz, Milletin şikâyet edecek bir yeri yoktur. Bunu size ispat edeyim.
Hanginiz bir seçim mıntıkasına gitmiş olsanız ve kendilerine bir şey sormuş olsa
nız, hiçbiri cevap vermek tenezzülünde bulunmuyor, efendiler. Hanginiz Memleke
tin yarası hakkında bir şey yazmışsınız da cevabını almış mısınız? Söyleyin, halk
bağırır, memleket bağırır, mebus bağırır, belediyesi bağırır, o memleketi temsil
eden idare meclisi de bağırır, fakat buradan çıkar çıkmaz kimse cevap vermez ve
dikkate almaz. Fakat, mesuliyet bizim omuzlarımızdadır. Efendiler, Türkçede
meşhur bir söz vardır ve doğrudur, davul bizim boynumuzda, tokmak başkalarının
elindedir.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Nasıl yapalım, onu söyleyin.

882
MUSTAFA DURAK BEY (Devamla): Yapmak kolaydır. Şimdi teklif ediyorum, ka
bul veya ret Yüce Heyetinize aittir. Efendiler, bugün Memlekette bir yolsuzluk, bir
asayişsizlik görüyoruz, bilhassa Pontus meselesi. Bir buçuk senedir mutasarrıf bir
kumandan, alay kumandanları birer kumandan, bölük kumandanları birer kuman
dan, jandarma kumandanları birer kumandan, ne başı belli, ne ayağı belli. Ne
dahiliyenin haberi var, ne bilmem kumandanın haberi var. Ne kaymakamın, ne
mutasarrıfının... Ne yapmak lâzım gelir? Efendiler, çok rica ederim vazifemizi
müdrik olalım. İçimizden güvendiğimiz arkadaşlardan, itimat ettiğimiz arkadaşlar
dan üç kişi seçelim, gitsinler, bizzat orada bulunsunlar. Aynen hadiseleri takip ve
tahkik etsinler. Ne gibi tedbirlere İhtiyaç vardır, onu görsünler ve o tedbirleri orada
alsınlar. O arkadaşlarımızın buraya yazacaklarını ve orada müracaat edeceklerini
biz de itibara ve dikkate alalım. Yoksa oradan bağırsınlar, bağırsınlar; biz de ce
vap vermeyelim, sonra onlar da müteessir olsunlar ve dönüp gelsinler. Bu daha bir
meseledir. Fakat her halde mademki dışarıda yapılan her bir kötülük bizim adımı
za, Büyük Millet Meclisi adına anılıyor, Büyük Millet Meclisi bunu kanıyla temizle
melidir, böyledir başka türlü çaresi yoktur. Efendiler, jandarma teşkilâtı hakkında
üç bin jandarma alınması hakkında buraya bir kanun geliyor. Orada bir tümenimiz
var, acaba o askeriyemiz orada neden bir şey yapamıyor. İçişleri Vekili Bey buna
dair izahat versinler. Hiç bir şey yapıldığı yoktur. Yapamazsın ki herkes kendisine
bir mıntıka ayırmış, orada duruyor. Pontusçuların adedini otuz bin kişi diyen var.
Yani adedi belli değil. Ben bu miktarı biraz abartmalı görüyorum.
İSMAİL SAFA BEY (Mersin): Benim işittiğime göre Tokat havalisinde altmış kişi
varmış.
MUSTAFA DURAK BEY (Devamla): Samsun'dan geçtiğimde bununla alakadar
oldum. Hükümetin Pontusçularla bir ateşkesi vardı ve bunu orada bulunan bir
salahiyetli biri bana söylemişti. İçişleri Vekâletinde bir dosyada varmış.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): İçişleri Vekili bunu inkâr etmiyor ki.
MUSTAFA DURAK BEY (Devamla): O salahiyetli şahıs bana,
-Şimdilik Çarşamba tarafındakilerle ateşkes yaptık. İki yüz elli silahın yüz ellisini
bunlardan aldık. Geriye kalan silah bunlarda kalacaktır. Bunlar köylerine gidecek,
oturacaklar, bir fenalık yapmayacaklar. Hatta şehre gelmelerine müsaade edildi.
Jandarma nöbetçileri altında şehre geliyorlar, erzaklarını ve ihtiyaçlarını alıp köyle
rine geri dönüyorlar.
...demişti. Eğer bu resmi şahsın bana söylediği doğru ise, niçin telâş ediliyor?
Demek ki ortalıkta kimvurduya gidiliyor. Ortalıkta bir şey yoktur. Buna bir netice
verelim, üç yüz doksan bin lira sarf edilmiş. Ortalıkta fol yok yumurta yok. Bu ne iş,
bu nasıl idaredir, Allah aşkına. Evet efendiler; bu sözleri burada çok söylüyoruz.
Fakat tesiri olmuyor. Allah tesirini halk etsin. Bu kürsüden indiğimiz vakit bunu
diyoruz, sonra hepimiz gidiyoruz. Fakat halk böyle düşünmüyor; halk soruyor,
soruyor ve bizden soracaktır, neticede daha fazla soracak ve bizi mesul tutacaktır.
883
Bu işi yapalım ve bir an evvel çaresiz olalım. Önergemin ikinci kısmı Pontus hari
cinde Memleketin her tarafındaki yolsuzluklar, her tarafındaki asayişsizliğe aittir.
Bu asayişsizlik bugün, dün değil; hayli zamandan beri devam ediyorlar. Efendiler,
bizim memurlarımız yirmi seneden beri birçok inkılâplara maruz kalmış, çeşit, çeşit
hükümetlerin kudreti altında kalmış memurlarımızdır. Efendiler, bunların içinde
ihtimal iyi ve dürüst olanlar vardır. Bunlar Memlekette inzibat ve asayişi temin için
kâfi değillerdir. Bunlar memlekette vurgunculuğun ve rüşvetin önünü alamazlar.
Ekserisi hırsızdır, ekserisi namussuzdur, halkı ezicidir. Ekserisi gece ve gündüz
halkı mahvetmek taraftarıdır, ona çalışırlar. Bir köyü mahveder, fakat oradan on
kuruşluk bir menfaati kendine bilirler. Bunların yanında kontrol lazımdır. Kontrol
süz bu işi idarenin imkânı yoktur. İster istemez o şekle gireceksiniz. Bunun için
Memleketin her tarafına müfettişler gönderiniz. Çünkü halk Yüce Meclisin gönder
diği arkadaşlara itimat eder. Fakat taşradaki memurlara emniyet ve itimadı yoktur.
Çünkü çok aldanmıştır ve daima aldanıyor. Memleketi mıntıkalara ayırınız ve her
birine üçer arkadaş gönderiniz. Bunlar halk ile temas eder, memurların başında bir
kontrol olur. Halkın dertlerini anlar, şikâyetlerini buraya yazar ve mümkün olduğu
kadar dertlerine bir çare bulurlar. Efendiler, hulasa olarak şunu arz edeyim ve
sözüme nihayet vereyim. Birçok kanunlar yapmışız ki dolaplarda, köşelerde çürü
yor, fareler yiyor. Bunlarla uğraşacağımıza içimizden on on beş arkadaşımız çıksa
da Memleketin yaralarını görseler, raporlarını tanzim etse ve Meclisi de bundan
raporlarla haberdar etseler fena mı olur? Bunda fenalık var mıdır? Çok rica ede
rim, bunu itibara alınız. Bizim kurtuluşumuz buradır, başka türlü çare yoktur. Yok
sa vebali büyük olur. Vebal cümlemizin boynundadır, vesselam.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim İzmir Mebusu Tahsin Beyin bir
takriri var.

TBMM Başkanlığına
Hükümet halkın can, mal ve ırz dokunulmazlığına şiddetle mesuldür.
Gerek Pontus ihtilâlı ve gerek bütün Memleketteki asayişsizlik Hükümet için
büyük bir mesuliyettir. Mutasarrıfları dağa kaldıracak, sağlık memurlarını öldü
recek kadar her şeyi yapan eşkıyalık, Hükümet için esef vericidir. Memleketin
mukadderatına hâkim olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, köyler yanarken, köy
lünün mal ve canı yok olurken, Allah'a ve millete karşı olan vazife ve vicdani
mesuliyet dâhilinde Hükümete verdiğimiz bir ay müsaade, Pontus ve umumi
asayiş hususunda istediği salahiyeti kendisine veriyoruz. Ne yapmak lazım ise
yapıp, şu bir ay içinde Pontus meselesini bitirmez ve umumi asayişi temin et
mezse Hükümet kati olarak ve şiddetle mesul tutulacak ve cezalandırılacaktır.
İzmir Mebusu
Tahsin

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, bana da bu samimi sohbete katılma
hakkını verirsiniz. (hay hay sesleri) İki gündür devam eden bu müzakerenin esası,

884
İçişleri Vekâleti Vekili arkadaşınız Ata Beyefendinin, üç bin mevcutlu bir jandarma
kuvveti için tahsisat teklif etmesi ile başlamıştır. Üyelerin bu husustaki beyanatla
rının mühim bir kısmını dikkatle dinledim. Efendiler, Pontus havalisinde hakikaten
elim bir vaziyet vardır. Fakat bu yakın bir zamanda ortaya çıkmış bir vaziyet değil
dir. Bu havalide sekiz, on senedir devam eden ve fakat ne yazık ki bugün daha elim
bir vaziyet gösteren bir eşkıyalık, siyasi bir hıyanet ve Memleketin bir kısmını Vatan
dan ayırmaya müteşebbis bir kötülük teşkilatı vardır. Bunu hepiniz biliyorsunuz.
Fakat devam eden bu müzakeratın şekil değiştirmiş olduğunu hissediyorum. Zan
nediyorum ki ve hepimiz müttefikiz ki Memlekette bugün hakim olan şey harp hali
dir. Çalışmalarımızın yüzde yetmiş beşinin hali Vatanımızı kuvvetli bir ordu ile
istila etmeye çalışan düşmanı hak ile yeksan etmek hususunda olduğuna zanne
derim arkadaşlarım benimle müttefiktir. Harp hali devam ettikçe, Durak Bey'in, bir
şey yapamıyoruz şeklindeki ifadelerini kabul ediyoruz. Biz bir şey yapamıyoruz
efendiler, o da para yapamıyoruz.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Asayiş de yapamıyoruz.
RAUF BEY (Devamla): Asayişin de dayandığı en mühim nokta paradır. Durak Bey
arkadaşımızın ifadesindeki bazı hususları fikren iştirak ettiğimi arz ve ifade etmek
isterim.
Memleketimizde
lıkla vazifelerine
Ama Durakon aydır
çalışmaktadırlar.
Bey'in
maaş
memurlar
almayan
Bu memurların
hakkındaki
memurlar
hepsi
söyledikleri
yinehakkında
de hamiyetle
sözler ve ağırdır.
Memleketi,
çok Mille
fedakâr-

ti ezmek için çalışıyorlar demek zannederim Durak Bey'in insafıyla izah edilemez.
Memurların içerisinde böyle bir iki kişi olabilir. Fakat rica ederim Durak Beyefendi
bugün sizin Hükümetinizin, Meclisinizin memuru olarak bu vatanda fedakârca bir
şekilde çalışan memurların tamamı için Milleti eziyorlar, mahvediyorlar demek
doğru mudur? Zannederim hiç doğru değildir.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Hepsi için demedim. (çoğunu dedin sesleri)
RAUF BEY (Devamla): Hükümetiniz Pontus faciasının muhtelif safhalarını bilmektedir.
Yine Hükümetiniz, İçişleri Vekâleti Vekili Ata Bey'in teklifi üzerine üç bin kişilik bir
jandarma kuvveti ile orada mevcut kıtaların takviyesini uygun görmüş ve Yüce
Heyetinize arz etmiştir. Yine arz ettiğim gibi, evvelce orada mevcut ve daha kuv
vetli olan kıtalar kış esnasında takibat yapmış ve maalesef muvaffak olamamışlar
dır. Bugün yine tekrar ediyorum her şeyden evvel karşımızda büyük bir ordu ile
Memleketimizi istila etmek ve Memleketimizi esaret altına almak isteyen bir Yunan
düşmanı vardır, evvela ve daima dikkatte bulundurulacak o düşmandır. Asayiş
meselesine gelince, efendiler birbirimizden saklamaya hacet yoktur. Bu, para me
selesidir. Çünkü on, on iki aydır maaş alamayan jandarmamız vardır. Mamafih bu
yoksulluk nispetinde ve imkân dâhilinde gece ve gündüz çalışıldığına da ben ina
nıyorum. Eğer bunun aksine falan mutasarrıf, falan memur, falan jandarma kuman
danı vazifesini yapmıyorsa, bu dakikadan itibaren en şiddetli takibatı yapacağız.
Fakat efendiler, şahıs göstermeden umumi olarak söz söylenecek olursa, bugün
kü halin icabı olarak çok bu tutanaklarda kayıt ile kalır, ileriye geçemez. Çünkü

885
imkânsızlık vardır. Biz imkânı olan şeyleri düşünelim. Jandarmalar eşkıya ile mü
cadele etmiyor, kaçıyor, bu işi ahali yapsın diyorlar. Ahalinin eşkıya ile mücadele
edeceğini kim temin eder ve bunu ahaliden nasıl isteyebiliriz?
TAHSİN BEY (İzmir): Maliye Vekili yalnız üç yüz doksan bin lira verdim, diyor.
RAUF BEY (Devamla): Evet, müsaade buyurun o para verilmiştir ve orada kıtalara
sarf edilmiştir. Çünkü orada büyük bir kuvvet vardır.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Demek para veriliyor. Mesele o değil mi?
RAUF BEY (Devamla): Hayır efendim, orada ki takibat azami derecede yapılmıştır.
Tahsin Beyefendi, bir ay içinde bu eşkıya meselesinin halledilmesi için Hükümet
taahhüt etsin diyorlar.
TAHSİN BEY (İzmir): Evet efendim, öyle istirham ediyoruz.
RAUF BEY (Devamla): Eğer bu işi bir ay içinde bitirmeyi yapacak varsa, ben bu
işin kendilerine verilmesini Yüce Heyetinize teklif ederim. Efendiler bir kimse di
yemez ki bir ay içerisinde, iki ay içerisinde, üç ay içersinde veya muayyen bir za
manda bu işi tamamıyla halletmek mümkündür. Efendiler, Tahsin Beyefendi zan
nederim bu gibi hususlarda birçoklarından daha fazla tecrübelidir. Rumeli'de eşkı
yalık senelerce devam etti ve yüz bin kişilik bir ordu Rumeli'de bu eşkıyalıkla uğ
raştı ve bir netice alamadı. Bunu Tahsin Beyefendi pekâlâ bilirler. Bir ay içinde
Pontus meselesi halledilemez ve oradaki eşkıyalık bitirilemez.
TAHSİN BEY (İzmir): İfade gayet yanlıştır. O, eşkıyalık değil, ihtilâldır. Pontus
meselesi bir ihtilâldır. İhtilâllar da bir aydan fazla devam etmez.
RAUF BEY (Devamla): Bu hal sekiz senedir devam ediyor.
TAHSİN BEY (İzmir): Bu ihtilâldır efendim.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurun, siz de gelir buradan söylersiniz efen
dim. Bu hal Dünya Harbinin başından beri devam eden bir eşkıyalıktır, isterseniz
siz ihtilâl deyin. İhtilâlın bir aydan fazla devam etmeyeceği kaidesini ben de biliyo
rum.
TAHSİN BEY (İzmir): Fakat fena oluyor.
RAUF BEY (Devamla): Tabii fena oluyor. Fakat ne yapalım da bunu bir ay içinde
halledelim? Eğer Tahsin Beyefendi bu eşkıyalığı bir ay içinde halletmeyi yapabilir
lerse, bu hususu kabul buyurmalarını kendilerinden rica ederim.
TAHSİN BEY (İzmir): Ben Mecliste iki gündür arkadaşlarımızın geçirdiği elem ve
üzüntüleri söylüyorum.
RAUF BEY (Devamla): O üzüntüleri Hükümetiniz de bu vazifeyi başladığı andan
itibaren hissediyor.

886
TAHSİN BEY (İzmir): Hayır efendim, fakat bir şey yaptığı da yok.
RAUF BEY (Devamla): İçişleri Vekilinin fikrine Hükümetiniz de iştirak ediyor. Mali
ye Vekili Beyefendi de para yoktur diyor. İçişleri Vekili Beyefendi de bana üç bin
jandarma verin, bu hususta azami faaliyetle çalışacağım diyor. Fakat hiç bir za
man şu kadar zamanda imha edeceğim demiyor ve diyemez, çünkü imkânı yoktur.
Vaziyet budur, bunun için daha etraflı düşünelim. Bunun hakkında Yüce Heyetiniz
bir karar versin.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu kuvveti kullanacak kimdir, paşam.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz efendim, Genel Kurmay ile İçişleri
Vekâletinin görüşmeleri üzerine bu kuvvetler İçişleri Vekâletinin emrine verilmiştir,
vaziyet budur.
HAMDİ BEY (Tokat): Üç bin tane değil, beş bin jandarma verelim. Pontus mesele
sinin bir senede, iki senede arkasını alamazsınız. Yalnız bir şey olabilir. Milli bir
teşkilat yapılır, verilecek bu üç bin tüfeğin yarısı halkın namuslu kısmına dağıtılırsa
mevzii müdafaa yapılmış olur. O vakit halk da kurtulur ve zannederim Pontus eş
kıyaları bir sene içinde yok edilmiş olur.
RAUF BEY (Devamla): Halka emirlerle falan yerde, falan karakolda bekleyeceksin,
sonra taarruz edeceksin şeklinde idare edemeyeceğine Hükümet inanıyor. Sizin
söylediğinize Hükümet olarak katılamayız. Bu hususta kâfi derecede zannederim
söz söylendi. Hükümetin fikri de malumdur. Önergeler de okundu, çok rica ediyo
rum. Hükümet bu meselede aynı Yüce Meclis kadar çok müteessirdir.

TBMM Başkanlığına
Pontus meselesinin halledilmesi hakkında cereyan eden müzakereyi ve
verilen önergeleri tetkik ve hulasa etmek ve yapılması lazım gelen hususları
kararlaştırarak Perşembe günü Yüce Heyete arz etmek üzere İçişleri ve Milli
Savunma komisyonlarından seçilecek üçer üye ile Milli Savunma ve İçişleri
vekillerinin katılmalarıyla teşekkül edecek komisyona havalesini teklif ederim.
21 Ağustos 1922
Erzurum Mebusu
Hüseyin Avni
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Efendim, önergemde ifade edilmemiş olan bazı
noktalar vardır. İzah edeceğim, müsaade buyurunuz.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim; yirmi bir önerge vardır. Hepsinin
izahatına başlanacak olursa...
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Efendiler; içimizde Pontus'çuları himaye edenler
vardır. Söyletmezseniz günahı boynunuzadır. (sözünü geri al sesleri) Hayır almı
yorum, ispat edeceğim. Neden hakikatleri dinlemek istemiyorsunuz? (gürültüler,

887
devam sesleri) Arkadaşlar, sözümü gayet kısa keseceğim. Heyecanlandım, bir
şey söyledim. Şimdi ifademi düzelteceğim. Rica ederim, söylediğimi Yüce Heyeti
niz, Hükümet ve Amasya'da işe başlayacak olan İstiklal Mahkemesi lütfen dikkate
alsın. Şimdi efendim, asıl söylemek islediğim nokta, gayet ağır bir söz söylettirdi
niz, evvela onu düzelteceğim. Pontus'çuları her taraftan, dâhilden, hariçten hima
ye ediyorlar. Hariçten malumu âliniz olduğu üzere, İngilizler Samsun'dan silah
dağıtıyorlar. Dâhilden de bunların pek çok kuvvetli destekçileri vardır. Nurettin
Paşanın dosyasını tetkik etmek salahiyetini lütfen veriniz, birçok hakikat meydana
çıkacaktır. İçişleri Vekili Fethi Bey Samsun'a gittiği zaman misafir olduğu evde bir
takım Rum hizmetçi kızları varmış, hepimizin evinde olduğu gibi. (hah sesleri) Bir
hafta orada uzun uzadıya müzakereler cereyan etmiş, şuradan takibe çıkacağız,
buradan çıkacağız gibi birçok planlar tertip edilmiş, şöyle yapacağız, böyle yapa
cağız, denmiş. Hep bu planlar Rum eşkıyasına o Rum kızları vasıtasıyla gitmiş.
Sonra efendim, Samsun veya Amasya Mutasarrıfının, affediniz, Memleket işidir
1
açık arz edeceğim, hanımı bir dönmeymiş. Bu hanım vasıtasıyla her halde kendi
Rum Milletine bağlıymış ki dakikası dakikasına eşkıyaya haber verirmiş. Bunu da
Hükümetin dikkatine arz edeceğim. Sonra eşkıyadan meşhur Kör Vasil isminde bir
herif varmış. Hükümetin beyannamesi üzerine Kör Vasil'in kızı ihbar üzerine Şeh
re girdikten sonra jandarma dairesi bunu yakalamak üzereymiş. Burada bulundu
ğu için söyleyeceğim, Samsun Mebusu Süleyman Bey'in müdahalesi üzerine Kör
Vasil'in kızı jandarma dairesinden alınmış ve sonra serbest bırakılmıştır. Doğru
dan doğruya babasına gitmiş ve bütün harekâtı açıklamıştır, bu madde bir. Binae
naleyh ikinci madde, Kızılırmak Nehrinden eşkıyaya bir kayık dolusu silah gelmiş
ve jandarma tarafından yakalanmıştır. Sonra efendim, bu silahlar Müdafaayı Hu
kuk Teşkilatınındır, değildir diye birçok müzakereler cereyan etmiş, Müdafaayı
Hukuk üyelerinden birisi arkadaşlarını toplamış, aman arkadaşlar bu silahları ken
dimize mal edelim, ahalinin falan diyelim demişlerse de arkadaşları katiyen kabul
etmemişler. Yine arkadaşımız Süleyman Bey'in müdahalesi üzerine mesele öyle
ce kalmıştır. Dikkatinize arz ediyorum, ne yapmak icap ediyorsa yapınız. Eğer
fazla söyletmek istiyorsanız söyleyeyim. (söyle sesleri) Son defa Garp Cephesine
gönderilmesi sebebiyle iki alay cepheye sevk edilen askerlerden birçoğu Bafralı ve
Çarşambalı imiş. Bu adamlar bugün Pontus'çulara karşı silah kullanıyorlardı. Tabii
onların oradan ayrılmasıyla beraber en evvel Rum eşkıyasının intikam hedefi ola
caklar onların aileleridir. Şu firar halini mazur görün. Onlar hakkında bir umumi af
ilan ediniz. Bunlar yine Milli Savunma emrine verilerek yine oralarda istihdam
edilmelidirler. Sonra arkadaşlar, Refet Paşa Hazretleri dün kesemediğiniz eli öpün
demişlerdi. Bu pek doğrudur. Bu, Refet Paşa Hazretlerinin sözü değil, fakat tekrar
ettiği bir sözdür. Mebus Selahattin Beyefendi orada kolordu kumandanı idi. İşte
Selahattin Bey'in yaptığı, kesemediği eli öpmüştür. Yani teşkilatı tamamlayama
mış, müdafaa vaziyetinde kalmıştı. Sonra Nurettin Paşa'ya az veya çok salahiyet

1
Sonradan Müslüman olma.

888
verildi, işe el koydu. Pontus meselesini onun hakikaten bastıracağına imanım
vardı. Fakat her nasılsa o zaman bazı arkadaşlarımız bizi yanlış yollara sevk etti
ler, Nurettin Paşa aleyhine bir karar verdik ve o adamı ezdik. Pontus meselesi de
uyudu. Pontus meselesinde birinin, kendisi burada bulunmadığı için ismini söyle
meyeceğim, yüz bin lira vekâlet ücreti aldığı söyleniyor. Binaenaleyh o kişinin zan
altında kalması doğru değildir, binaenaleyh İstiklâl Mahkemesine tebligat yapılsın,
gerek Nurettin Paşa dosyalarını tetkik etsin ve gerek Süleyman Bey arkadaşımızı
şayet bunu bana ihbar eden yalan söylememiş ise ben de bunu Yüce Heyetinize
suçlu olarak teslim ederim ve ben de yanlış söylediğimden dolayı Yüce Heyetiniz
den af dilerim. Beni mazur görünüz. (alkışlar)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Süleyman Beyin şahsına dair söz söy
lenmiştir, söz veriyorum.
SÜLEYMAN BEY (Canik): Şimdi rica ederim, buraya geldiğim günden beri ikinci
defa kürsüye çıkıyorum. Rica ederim sessizce dinleyiniz. Şimdi bir Kör Vasil'in
kızından bahsettiler. Samsun'un Jandarma Kumandanı gayet dürüst ve namuslu
bir askerdir. Bakınız mesele nasıl olmuştur, ben buradan izinli olarak gittiğimde
ahaliyi ve askerleri dinledim. Gözümle askerin eşya sattıklarını gördüm. Bir asker
bir Hıristiyan azizin resmi almış, adi ağaç üzerine yapılmış yaldızlı ve yağlı boya
bir resim satıyor. Bunları bir Samsunlu polis ile yakaladık. İsmail Bey'e gittim. Bak
isim ile söyleyeceğim. Çünkü isim diyorsunuz, söyletmiyorsunuz. Bu bilmem nedir,
teferruattır diyorsunuz, maziye karışmış diyorsunuz, hiç bir şey söyletmiyorsunuz.
Karanlıkta hiç bir şey kalmasın. Çünkü ben gayet namuslu bir adamım.
EMİN BEY (Canik): Süleyman Bey gayet namuslu bir arkadaşımızdır. Bu mesele
hakkında Rumların aleyhine çalışanların birisi budur. Nasıl olur da böyle itham
ediliyor?
SÜLEYMAN BEY (Devamla): Tümen Kumandam İsmail Bey'e gittim. Aramızda
şöyle bir konuşma oldu.
-Memleket nasıldır, Pontus'çular ne şekildedir, dağlarda ne var?
-Bir şey yok, bir şey yok. İnşallah bir iki aya kalmaz, bitiririz.
-Ahali böyle demiyor ama.
-Emin olunuz onlar edepsizdir, yalan söylüyorlar.
...dedi. Sekiz on gün mü geçti yalan söylemeyeyim, bir akşam saat bir buçukta
Çiftlik tarafından yani Çarşamba istikametinden bir silah patırtısı duyduk. Sekiz
silahlı çete gelmiş, askeriye kapısındaki nöbetçiyi vurmuşlar ve sekiz evi yakmış
lar. Bereket versin ki o esnada Bafra'da takipte bulunanlar olmasaydı bunun önü
alınamayacaktı. Sekiz eşkıya elde edilmiştir. Sonra Müdafaayı Hukuk Reisi ile
beraber yine Jandarma Kumandanının yanına gittik.

889
-Tümen kapısında bulunan nöbetçi askeri geliyorlar, vuruyorlar. Sonra nöbetçi
silahı karıştırırken kazaen patlamış deniliyor. Bunu da siyaseten kabul edelim.
Fakat o çeteyi, o vuranı niçin tutmuyorsunuz?
...dedim. Vallahi efendim, işte böyle oldu, falan derken daha sonra Nurettin Paşa
geldi. Müdafaayı Hukuk binasında görüştük. Nurettin Paşa ile aramızda şu ko
nuşma geçti.
-Efendim, Pontus'çulara ahaliden yardım edenler var.
-Vardır, efendim.
-Nasıl olur?
-Çünkü sizin gönderdiğiniz kumandanlar eşkıyanın malını, parasını yağma ediyorlar,
ellerine geçeni alıp götürüyorlar. Bunu gören halk bunlardan bize fayda yoktur.
Nikoli benim komşumdur, onlar bana bir şey yapamaz, ne isterse veririm diyor.
...Böyle dediğim vakit Nurettin Paşa sustu. Ertesi günü gittiğimde Nurettin Paşa,
-Süleyman Bey, siz kumandanlar için şöyle böyle dediniz, isimlerini veriniz.
-Benim söylediğim bütün kumandanlar için değildir. Namus ve haysiyetiyle cephede
çalışan kumandanları biz biliyoruz. Hatta askerine varıncaya kadar. Fakat onların
muvaffakiyetlerinden kendilerine pay çıkarmak isteyen bazı namussuzlar onlara
dahil değildir. Siz benden isim istiyorsunuz, o halde buyurun size Demir Ali Bey'in
ismi veriyorum.
...dedim. Demir Ali Bey Samsun ve havalisinde almış olduğu hayvanları Ankara'ya
kadar getirmiş ve satmıştır. O vakit arkadaşım Şükrü Bey'le Fevzi Paşa'ya gittik.
On sekiz beygir de Demir Ali Bey'in yanındaydı. O taburun binbaşısı idi. Taburun
binbaşısı beni burada gördü, gel Bey, şu çavuşu görüyor musun? Bu umumi bir
derttir. Yalnız Pontus meselesi değildir. Yüz elli liraya Çarşamba'dan Kavak'a ge
lirken bir at almıştır ve bu adamın o askerlerden tanıdıkları harekette iken Tümen
Kumandanı İsmail Bey bunun tevkif emrini veriyor. Demir Ali Bey Kaymakam, gel
bizim evde yat diyor ve bu tarafa gelirken gidiyor, evinde yatıyor. Rica ederim
efendiler, hangimiz şurada yüz elli liraya bir at satın alırken düşünmeyiz. Acaba bir
çavuş bu parayı nasıl buluyor ve bu çavuşu bu adam nasıl kaçırıyor ve bu çavuş
subay olmuştur, efendiler. Şükrü Bey'le Fevzi Paşa'ya birlikte gittiğimiz vakit
Kâzım Paşa, Fevzi Paşa tevkif edelim dediler. Yok dedim, ihtimal ki bize söyledik
leri yalandır, tevkifini Samsun Tümen Kumandanlığından sorunuz ve bu adama
hissettirmeyiniz. Çünkü bu hissederse kaçar ve biraz müsamaha ederseniz Demir
Ali Bey bunu subay yapacak demiştim ve hamdolsun ki en sonunda subay olarak
ve eli kelepçeli olduğu halde Samsun'a gelmiştir. Daha sonra İstiklal Mahkemesi
adi mesele olduğundan beraat ettirmiştir. Bunu anlayamadım, hatta bu adamın
şahitleri vardır hâlâ. Trabzon Mebusunu vuranların Hasan Çavuş'un arkadaşları
olduğunu söylüyorlar. Samsun'a Fethi Bey'le gittiğimizde, baktım çarşıda biri gezi

890
yor. Ahaliden bazısı şikâyet etti. Kumandan Cemil Cahit Bey'e dedim, o da dedi
mahkemeye müracaat edin, dedi. Hiç bir yere müracaat edemezler, bu meseleyi
yapan askeridir denildi. Binaenaleyh bir mahkemeye müracaat ettiremezsek nasıl
olur dedi? Evet dedim, kendisine kefalet edildiğinden, emniyet ve itimat edildiğin
den bir de sivil muhafız veriniz, bunun üzerine haberim olmayınca bir şey daha
yapamazsın, dedi. Ben yalan soyuyorsam buradayım. Sonra Kör Vasil'in kızı me
selesini arz edeyim. (Asıl mesele o sesleri) Ben Samsun'a gittiğimde ora halkı
beni daha küçükten beri ceddimi, babamı hepsi tanır bazı adamlar var sizi görmek
istiyorlar, dediler. Bunun üzerine Halil Bey'le birlikte konuştuk gittik ve bu adamlar
la Çukurpınar mevkiinde görüştük. Yalnız gitmedim efendiler. Şimdi Adana'ya
gitmiş ismi Topçu Yüzbaşısı Cemal Beydir. Onunla birlikte gittik. Bu Efendiyi hiz
metinize alırsanız çok büyük hizmet edecektir dediğimde aman bunlar şarlatandır,
demişti. Onun üzerine rica ederim, bir de bu şarlatanı tecrübe ediniz, demiştim.
Nurettin Paşa'nın yüz altmış dört firariyi meydana çıkarttım diye iftihar ettiği mu
vaffakiyet bu subay sayesindedir. Haksızlık yapmasınlar, günahtır. Evet dikkat
buyurunuz bu da nasıl çıkmıştır? Kör Vasil meselesi, bu esasen Kör Vasil değildir.
O eşkıyanın ismi Sava'dır. Binaenaleyh o tahliye ettirilen Kör Vasil'in değil, Sava'-
nın kızıdır. Şimdi Cemal Bey'le beraber gittik. Cemal Bey sivil idi. Hatta Abdülke
rim isminde bir de emir eri vardı. O dahi sivil idi. Cemal Bey dedim, siz askeriyle
görülecek yerlere dikkat ediniz. Peki dedik ve gittik. Rum köyü Gürpınar denilen
bir dere içerisinede, bağırdık, çağırdık bunun üzerine bir kadın çıktı. Anlattılar,
görüştüler. Nihayet çetenin bulunduğu köyden üç el silah atıldı Fakat o vakit fark
ettik ki etrafımız sarılmış bulunuyordu. Bundan sonra kırk elli kişi bize doğru gel
meye başladılar, hepsi de silahlıydılar. Bizim elimizde ise hiç bir şey yoktu. Yakına
gelin, dedim. Ben sizin hepinizi biliyorum, bizim silahımız falan yoktur, dedik. O
arkadaşlara söyleyin, onlar gelmesinler. Kendileriyle görüşmeye başladık. Kandı
rıldıklarından ve Samsunlu idam edilen tüccarların bunları aldattıklarından ve o
zamana kadar rahat yaşamakta olduklarından ve buna sebep olan medeni zan
nettikleri İngilizlerin size de bize dinsizlik getirdiklerinden bahsettiler. Bunun üzeri
ne Samsun'a İngilizlerin çıktığında artık sahibimiz geldi diye Hazreti İsa'yı bile
unuttunuzdu dediğim vakitte hüngür hüngür ağladılar. Bu hali şimdi Adana'da
bulunmakta olan Cemal Bey de görmüştür. İçerisinden birisi silahını attı. Efendi
seninle ben şimdi gideceğim, dedi. Yok dedim, şimdi ben seni götüremem. Hükü
metle konuşmalıyım, oradan alınacak emri size söylemeliyim, birbirimizi aldatacak
bir şey yok, dedim. Bunun üzerine tekrar görüştük. Bunlar arkadaşlarımızla görü
şelim dediler, pekâlâ dedim. Bunları arkadaşlarınıza anlatınız, dedim. Ben de sizin
için, insaniyete hizmet için çalışacağım dedim. Bir ihtiyar ot koparmak bahanesiyle
eğildi, konuşturmuyorlar, çete reislerinden halk korkuyor dedi ve o da ağlamaya
başladı. 1879 Rus Harbinde de böyle olmuş, evvela anlamamışlar, sonra gelmiş
ler, toprağı oymuşlar. Hükümet bak bize tarla verdi, biz meydana geldik. Allah
senden razı olsun. Bir takım böyle şeyler daha söyledi. Sözünü tamamlayamadı, o
sıra birisi ne yapıyorsunuz, dedi. Demir Ali Bey işte buradan geçti. Ben şu çalının
içinde idim. Niye vurmadın dedim. Niye vurayım, kime rast gelirse ona fenalık

891
yapıyor, mal eline geçerse alıp gidiyor, dedi. Cemal Bey yanımızda olduğu halde
akşama bir Müslüman köyüne indik. O gece o köyde kaldık. İhtiyar bir adama bir
takip müfrezesi geldiğinde niçin yardım etmiyorsunuz, dedim. Ah efendi dedi, ge
lenler bize çete nerede diye sormuyorlar ki. Bize, gavurun parası var mı, kızı var
mı? Bunu soruyorlar. Baba yanımızda bir asker olsaydı bu sözü söylemezdin ya,
dedim. Allah belasını versin dedi. Sonra efendim, yine Cemal Beyle Samsun'a
döndük. Biz Rum köyünde iken Sava, Samsun'da benim kızım var, orada hiç bir
Hıristiyan bırakılmamış doğru mu, kızımın ismini yazayım arayın, dedi. Peki, yaz
bakalım, sana haber veririz dedim. İsmini yazdı, geldik Halil Beye söyledik. Bunun
üzerine kızı çağırdılar. Kadının gözüne baktığımda bakışları, tavırları hoşuma
gitmedi. Halil Bey'e bunu gönderme dedim. Ben geldikten sonra Halil Bey gön
dermiş. Halil Bey, bir gavur daha giderse gitsin ne olacak, falan demiş. Ben bura
ya geldikten sonra gönderildiğini haber aldım. Mesele budur. Daha başka bir şey
varsa söylesinler, ben buradayım.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Yüz bin lira meselesine, dava vekili arkadaşlarımızdan
biri var, ismim isteriz.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Yüzbaşıdan Hükümet izahat istesin, İstiklal
Mahkemesi izahat alsın. (bir de silah meselesi vardı sesleri)
SÜLEYMAN BEY (Canik): Silah meselesini anlayamadım, söyleyiniz.
ABDULKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Yunanlılar adına silah gelmiş, sözde
siz kurtarmışsınız.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): İbrahim Bey isminde Samsun'dan bir jandarma
subayından sorulacak. Bafra'ya gelen bir sandık silah meselesini Müdafaayı Hu
kuk vasıtasıyla bu meseleyi kapatmışsınız.
SÜLEYMAN BEY (Canik): Demek bu meseleyi ben kapatmışım.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Evet.
SÜLEYMAN BEY (Devamla): Şimdi silah meselesini size arz edeyim. Biz İçişleri
Vekili
bu
gitmiş.
adama
Fethi
Silah
izin
Bey'le
davermişler,
gelmiş
beraber
diye
Trabzon'a
gittiğimizde
bir söz olmuştur.
gidiyor
Habildiye
Ben
Beyişittim.
Tümen
isminde
Trabzon'a
Kumandanı
birisi silah İsmail
kaçırmış ve
Bey'e
deaskere
HukukReisi atıyor. değil İstanbul'a

dedim ki hadiseyi asker ahaliye, ahali Birbirlerini suçluyorlar. Ben


tetkike gideceğim, dedim.oniki hazırladıkve de benimle beraberdi. Müdafa
kişi parabulursanız
Müdafaayı
ayı Hukuk adamlarından bunlara dedim ki ne bulursanız
Müdafaayı Hukuka getireceksiniz, helal olsun. Ufak bir kurşun
kalemi de bulursanız getireceksiniz. Müdafaayı Hukukta cephane yoktu. Tümen
Kumandanı dedi ki Osmanlı silahı yok, Rus silahı vereyim dedi. Biz de pekâlâ
dedik. Batum'dan bir motorlu tekne gelmişti, cephane getirmişti. O adamları gön
derdik. Gittiler, ertesi günü de sekiz tane kestiler ve kulaklarını getirdiler. Bir iki
gün sonra, hatta birisi kolundan vurulmuştu, hastanede yatıyordu. Askeriye bunu
892
gördüğü vakit, bunu gönderdiğimiz subay odun ticareti yapıyor. O gün bir ihbar
yapar, bunlar eşkıyalık yapıyor diyerek Müdafaayı Hukuk adamlarından dört ada
ma atarlar sopayı, atarlar hapse. Müdafaayı Hukuk Reisi haber alır ve bize haber
verir. Müdahale ettik ve bıraktırdık. Bu silah meselesi bu kadardır, adi bir mesele
dir. Bunun haricinde bir şey varsa ben yine buradayım. Halil Bey Hükümet binası
nın karşısında bakkallık eden bir Ermeni, içeride hapis bulunan bir Ermeni ile bun
dan haber alır. Gardiyan yanında görüşüyor. Bir subay bunları içeri atıyor, Halil
Bey görüyor. Kanun harici hapis ve tevkifi hiç kimse yapamaz. Ben de lazım gelen
muameleyi yaptım, haydi git oğlum işine bak diyor. Giderken tekrar çağırıyor, gel
oğlum buraya diyor. Dinleyiniz ki bunlar esasa aittir. Eğer mümkün ise dağdaki
çetelere yazınız bu adamlara assınlar. Ben de kurtulmaları için gayret edeyim
diyor, yazıyor. Ermeni çetesinden bir mektup geliyor. Efendi sizi bize birisi anlattı,
emrinize amadeyiz diyor ve Ermeni çeteleri takibe hazır iken bu kere o bir taraftaki
subay diyor ki Rum çetelerine silah veren Ermeni çeteleri olduğu tahakkuk etmiş
tir. O taraftaki Rumlar gelip Çarşamba'ya teslim olmaktayken İsmail Bey bunu
haber aldığından merkezde Nurettin Paşa'ya haber veriyor. Orada askeri harekât
ta bulununuz diyor. Biz diyoruz, aman İsmail Bey. Hayır emir aldım. Mademki
teslim oluyorlar, gelsinler bana teslim olsunlar, diyor. Gelenler bakıyor ki iş berbat
tır, tekrar dağa kaçıyor ve tekrar mektup yazıyorlar. Süleyman Bey'e diyorlar ki
Süleyman Bey, eğer sen insaniyet için çalışmak istiyorsan kendi adıma size tavsi
ye edeyim...
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Kâfi efendim, kâfi. (izah etsin sesleri)
SÜLEYMAN BEY (Devamla): Ankara'ya gidiniz çalışınız, demiş. Halbuki ben O
Rumlarla görüştükten sonra demişlerdi ki Hükümet isterse Memleket haricine gi
delim.
TAHSİN BEY (İzmir): Bunları can kulağıyla dinlemek lazımdır, muvaffakiyetsizliğin
esası işte buradadır.
SÜLEYMAN BEY (Devamla): Hükümet isterse Memleket haricine gidelim. İsterse
asker olanları askere alsın ve hapis bulunanları sürgün etsinler. Hükümet bizi
kabul ederse biz teslim oluruz. Ben bunları telgrafla Yüce Meclisinize yazdım ve
cevabını Çorum'da aldım. İçişlerinin ve Hükümetin kabul edilmediğini buradan
Paşa Hazretleri bildiriyordu ve Nurettin Paşa bunların imhası lazım gelir demişti.
Ben de bunlarla o vakit görüştüğüm zaman, sulh meselesi vardı. Eğer sulh olsaydı
yanlarındaki Yunan askerleriyle bu Rumlar silah omuzda Samsun'a ineceklerdi.
(kâfi sesleri) Yalnızca Pontusçuluğu bize dayatan Emin Bey'dir. Her halde onu
iyice dinleyiniz. (gürültüler)
BİR MEBUS BEY: İsim bahis mevzu oldu, söylesin. (Şiddetli gürültüler)
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Mademki bir mesele ortaya atılmıştır. Muhak
kak bir şubeye havale edilir ve tahkikat yapılır. Başka türlü olamaz. (gürültüler)

893
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendiler; bu şekilde müzakere edilemez;
rica ederim gürültü yapmayınız.
FEYZİ EFENDİ (Malatya): Reis Efendi, müzakere kâfidir. Akşam oldu, yarın müzakere
edelim.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Reis Efendi, her halde bir şubeye havale
etmek lazımdır. Bu şube meselesidir. Şubeye verilir. Bunun için burada muhbir de
dinlenecek, hepsi de dinlenecektir.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Efendim, mesele pek çirkindir. Bir arkadaşımız
itham ediliyor. Bunun bir şubeye havalesi doğru ve lazımdır. (şiddetli gürültüler)
EMİN BEY (Canik): Arkadaşlar, rica ederim ya Canik mebuslarını buradan kovarsınız
ve yahut da bu mesele halledilecektir. Binaenaleyh ya bunu hallediniz, ya heyetten
ihraç edilelim.
MUSTAFA BEY (Dersim): Umum Milletin mukadderatıyla uğraşılıyor.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Ne bağırıyorsun be herif. Ben de bağırırım. Sen
ne oluyorsun? Susunuz. (şiddetli gürültüler)
MUSTAFA BEY (Dersim): Hiç bir Anadolulu yoktur böyle. (sürekli gürültüler)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, sükuneti muhafaza etmezseniz
celseyi tatile mecbur kalacağım. (gürültüler) Celseyi beş dakika tatil ediyorum.
(Ara verilir. Aradan sonra...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim celseyi açıyorum. Müzakereye


devam ediyoruz. Buyurun Müfit Efendi.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Beyefendiler, istirham ederim. Sohbet olarak demin de
arz ettim. Fakat şimdi resmen arz ediyorum. Burada bulunan üyeler birbirlerinden
farkı olmayan bir vücuttur. Bu bir vücuda karşı yapılan bir taarruz demektir. Eli
mizde bir kanunumuz var. Birine bir suç yüklendiği zaman, eğer ispat edecek delil
yoksa savcılar onun hakkında takibat yaparlar. Bugün burada bizim gibi muhterem
olan Emin Bey, arkadaşlarımızdan Süleyman Bey'e ve ismini vermediği bir arka
daşımıza bir suç isnat etti ki bu suç hepimize aittir. Bu arkadaşımız elindeki delille
ri Meclise arz etmelidir. Emin Bey'in suçlaması hükümsüzdür. Çünkü elinde delil
yoktur. Ancak ortada bir şey isnat eden, bir arkadaşımızı lekelemek isteyen bir
arkadaşımız vardır. Emin Bey kendisini kurtarabilmek için, bugün arkadaşlarının
haysiyetini muhafaza edebilmek için, bu davasını ispat edebilmek için bu mesele
bir şubeye verilmelidir. Rica ederim serinkanlılıkla bu teklifimi kabul buyurun da
mesele halledilsin. Her iki taraf da kendisini temizlesin.
OPARATÖR EMİN BEY (Bursa): Deminki heyecanım oldukça yatıştı. Onun için
size serinkanlılıkla izahatta bulunacağım. Bu kürsüye çıktığım zaman nasıl gürültü

894
içinde ve heyecan içinde arz etmiştim. Tutanaklarda duruyor ve okunacak kadar
zaman geçmemiştir. Söylediklerimi hatırlıyorum. Yüz bin lira vekâlet ücreti aldı
denilen arkadaşımız ve gerekse diğer arkadaşımıza yüklediğim iddialar inşallah
tahakkuk etmez. İnşallah ben de kendilerinden özür dilerim. Onları bana söyleyen
adamı da sizlere teslim ederim. İtham ettiğim yoktur. Çok rica ederim tahkikat
yapılsın. Şubede ben bu ifadelerimi tekrar edeceğim ve bir taraftan da aynı za
manda Hükümet takibatta bulunsun.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): İçimizde himaye edenler var, dedin.
OPARATÖR EMİN BEY (Devamla): Vatana ihanet eden kim olursa olsun ceza
görmelidir. Bu mesele memleket meselesidir. Eğer yaptıysa Süleyman Bey arka
daşımızın ipini ben çekerim. (değilse seni ne yapmalı sesleri) Değilse yine huzu
runuzda kendisinden özür dilerim. (şiddetli gürültüler)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müsaade buyurunuz efendim. Bu kadar
gürültü ile hiçbir iş yapmanın imkânı yok. Böyle nice celseler geçirdik. Biraz süku
netinizi muhafaza ediniz. Rica ederim, telâş buyurmayın, burada söylenenler an
laşılsın. Biliyorsunuz ki bir arkadaş, diğer arkadaş hakkında bazı beyanatta bu
lunmuş, sonra arkadaş da çıktı evet ben böyle duydum, bu tetkik olunsun diyor.
Şubeye havalesini kendisi de kabul ediyor. Hakikaten İç Tüzük gereğince böyle bir
suçlama olduğu zaman bir şubeye havale olunur. Bunun Meclis arzu ederse şube
o arkadaşları dinler, tahkikat ve tetkikatını yapar ve neticeyi bir raporla Yüce He
yetinize arz eder.
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Reis Beyefendi, imza altında bir şikâyet ol
mayınca şubeye verilemez. (şiddetli gürültüler)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Hasan Beyefendi, rica ederim susunuz.
İmza atılacak bir şikayet yoktur. Burada ağzı ile söyledi. (tutanağa geçmiştir sesle
ri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, müsaade buyurun Emin Bey bir arka
daşımız hakkında fena muamele haber veriyor. Şimdi bu arkadaşlarımız halen
mahiyeti anlaşılmadığı için o muhbirler kimse, Emin Bey'e söyleyenler hakkında
ifadeleri alınıp imzalatılmadığı takdirde, arkadaşlarımız şüphe altındadır. Bunun
aksini kimse iddia edemez. Emin Bey bu sözü söylemekle şimdi zannediyorum ki
bir mecburiyet karşısındadır. İhbar eden kim ise o adamı meydana vermelidir. O
adam hakkında tahkikat yapılacaktır. Acaba böyle bir adam mevcut mudur, yoksa
Emin Bey iftiracı mevkiine düşecektir. Emin Bey'in o adamı meydana vermesi
kendi menfaati icabıdır. Mesele böyledir. Binaenaleyh tahkikata başlayacağımız
nokta bu olacaktır. Emin Bey o adamı ya verecektir yahut iftiracı olduğunu kabul
edecektir. Süleyman Bey'e karşı Emin Bey ispat ederim demiştir. İspat etmesine
göre şimdi o adam meydana atılmalı. Emin Bey adamı meydana çıkardığı takdirde
iftiracı mevkiinden çıkar, ihbarcı olur. O adam da davasını ispat ederse kurtulur.
Veyahut da Emin Beye söylediğini ispat edemez, Emin Bey ispat edemediği tak

895
dirde bu meselenin halli budur. Şubeye gidecek adam yoktur, yalnız o adam var
dır.
ZİYA HURŞİT (Lazistan): Emin Bey'dir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Emin Bey muhbir olmak dolayısıyla...
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Muhbir değil beyefendi, muhbir değil. İçimizde
Pontus'çuları müdafaa edenler vardır, diye kanaatini söylemiştir,
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): O ikinci bir meseledir.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Açıkça söylenmiştir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bu dakikada ispat edecektir. Bu dakikada hallol
mazsa herkes ağzına geleni, işittiklerini söyleyerek, herkesi şüphe altında bırakır.
Çok hata olabilir. Belki suiistimal olabilir, belki hırsızlık olabilir. Kanuna mebuslar
için bu kaide niçin konmuş. Bence soğukkanlılıkla yapılacak budur, başka şey
yoktur.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim: söz Şükrü Beyindir.
ŞÜKRÜ BEY (Canik): Efendim, Emin Bey Süleyman Bey arkadaşımızın ismini
vererek iddialarda bulundu. Hüseyin Avni Bey'in izah ettikleri gibi, hep istirham
ederiz bu iddialarını ispat etsin. Aramızda Pontus'çuları muhafaza edenler var,
demiştir. Müslümanlar da himaye ediyorlar demiştir. Biz Samsun mebusları ta
mamıyla, katiyen temin ediyoruz. Samsun muhitinde ve İslam sıfatında bir fert
yoktur bu namussuzluğu kabul edecek. Bunu katiyen kabul etmeyiz. Yani kim
iddia edecek olursa olsun reddederiz. Sonra efendim, Emin Bey bir tahkik evra
kından bahsettiler. Eğer arzu ediyorlarsa bu bahsi tekrar edelim. Bu evrak üzerin
de Mecliste haftalarla müzakere cereyan etmiştir. Bilmiyorum şimdi zamanımız
buna müsait midir? Emin Bey bu iddialarını ispat etsinler. Kimdi, kimin tarafından
söyleniyor? Böyle ortaya çıkıp da falanca şöyle demiş, böyle yapmış olmaz Sü
leyman Bey pek namuslu ve muhterem tanınmış bir adamdır. (çok namusludur
sesleri) Buna bu kürsüden her arkadaşımı da şahit gösteririm. Bütün Samsunlular
bunu söyleyecektir. Bütün Canik ahalisi Süleyman Bey lehinde burada benim söy
lediğim sözleri söyleyecektir. Bu böyledir. Sonra efendim, Samsun veya Tokat
mutasarrıflarının birisinin dönme bir kadın tuttuğu söylenildi. Fakat her ikisi de yok.
Samsun mutasarrıfı bekardır, evli değildir. Amasya mutasarrıfının hanımı ise
Müslümandır, Samsunludur. Musa Paşa'nın kızıdır. Böyle şunun, bunun aleyhinde
söz söylemek doğru olamaz efendiler. Herkesin namusuyla, haysiyetiyle uğraşıl
masın istirham ederim.
EMİN BEY (Canik): Dün Pontus meselesi bahis mevzu olduğu esnada muhterem
Ali Beyefendiye müracaat ve istirham etmiştim. İhtiyaç görülürse, yani arkadaşla
rımız uygun görürse ve biz rica edersek teşrif eder misiniz, demiştim. Bana bir
arkadaş demişti ki Ali Bey'i mi lekeleyeceğiz? Rica ederim, pek hakları varmış. Bu

896
Memlekete hizmet edenler hep böyle mi olacak? Bu Memleketin evlatlarını daima
lekeletmek midir vazifemiz, rica ederim? Samsun'lu Süleyman Bey kendisi söyle
memiştir ve söylemez. Çünkü onun kalbi pek temizdir, vicdanı pek yüksektir. O
söylememiştir. Müsaadenizle ben söyleyeceğim. Samsun'da iken, daha Kuva-yı
Milliye teşkilatı hiçbir tarafta yok iken, Süleyman Bey çalışmış ve Süleyman Bey
Rumlar tarafından idama mahkûmdur. Bu uğurda her türlü fedakarlığı gözüne
almıştır. Bütün ticaret ve servetini bu uğurda mahvetmiştir. Böyle bir adama
Pontusçu demek nasıl olur da kabul olunabilir? Beyefendiler, cüretle söylüyorum,
eğer Süleyman Bey'e dair bir şey varsa ben istifa edip gideceğim. Bana lüzumu
yoktur bu vazifenin. Süleyman Bey katiyen temizdir. Sonra efendim Hafız Mehmet
Bey meselesi var. Rica ederim şu veya bu şahsın veya herhangi birinin dostu
vardır, düşmanı vardır. Hafız Mehmet Bey para almamıştır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): O sözü namusun kıymetini bilmeyenler söyler.
EMİN BEY (Devamla): Hafız Mehmet Bey Rumlardan on bin lira, yüz bin lira para
almamıştır. Ben daha buradan giderken bu sözü işitmiştim. Bazıları propaganda
yapıyorlardı. Ben gittim tahkik ettim, sordum soruşturdum, katiyen yalandır. Olan
ve herkesçe bilinen meseleleri burada söyleyenleri kirletmek için mi geldik bura
ya? Bu mesele halledilmelidir, ispat edilmelidir. Biz Samsun mebusları, zannede
rim, Şükrü Bey adına da söylüyorum, biz Samsun mebusları istifa edeceğiz.
BİR MEBUS BEY: Trabzon mebusları da istifa edecekler.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, mesele asabiyet gösterecek bir şekilde oldu
ğu için tabii biraz asabiyet gösteriliyor. Bu kürsüden söylenecek sözler arkadaşla
rımızdan herhangi birisinin hıyanetle itham edecek bir mahiyette söylenmeseydi
çok doğru idi ve doğrusu da budur. Gerçi bu kürsüden söylenen sözlerden dolayı
bir kimsenin mahkemeye verilmesi doğru değildir. Fakat hıyanet itham edilirken,
gerek Mecliste ve gerek hariçte Vatana Hıyanet Kanununa göre iftira edenlere
ceza verilir. Bu bir mebus olsa da suçtur ve mahkemeye gönderilmesi lazım gelir.
Bu her halde halledilecektir. Fazla vakit kaybetmek, fazla münakaşa ve asabiyet
göstermeye lüzum görmüyorum. Bunun en doğrusu bir şubeye havale etmektir.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Kimin aleyhine şubeye havale etmek?
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Müsaade buyurun efendim, Emin Bey buraya ilk
çıktıkları vakit hepiniz de dinlediniz ve tutanaklarda mevcuttur. Efendiler,
Pontus'çuları muhafaza edenler vardır, dedi. (içimizde dedi sesleri) Pontus'çuları
muhafaza etmek diye suçladığı bir Süleyman Bey, bir de Hafız Mehmet Bey arka
daşımız vardır. Onun için yapılacak en basit ve en doğrudoğru
bir şekil bunun doğrudan
itham
doğruya, kura ile bir şubeye havale edilmesidir. Doğru, değil, onu bilmem.
Benim arz etmek istediğim mesele zaman zaman birbirimizi hıyanetle etme
yelim. Sonra da efendim, itham ettim ama sözümü geri aldım şeklinde haysiyeti
mizi küçük düşürmeyelim. İstirham ederim, Reis Bey'in teklif ettiği gibi bir şubeye

897
havale olunsun. İftiracı veya ihbarcı vaziyetinde olan Emin Bey'dir. İddiasını Emin
Bey de ispat etsin.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Ben havale olunacak filan bey, filan bey
demedim. Ne olursak olalım, bu gibi meseleler bir günde, beş günde yüz elli, iki
yüz kişilik Meclisin içinde hallolunamaz.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Bir nokta hakkında söyleyeceğim. İç Tüzük gereğince
mebus arkadaşlarımız hakkındaki yapılacak tahkikat, yasama vazifesinden ibaret
tir. Emin Bey arkadaşımız doğrudan doğruya filan yerden duydum, bu böyledir
diye söylemesi itibariyle bu iddialarının sahibi olmuştur. Men sebeke men bellaga,
sana kim tebliğ ediyorsa söven odur. Başka bir şey değildir. Binaenaleyh Emin
Bey'in bu iddiasının sabit olabilmesi için şubeye gitmelidir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendiler, esasen ben bu noktayı, aynı
şeyi arz ettim.
HASİP BEY (Maraş): Müfit Efendi Hoca'nın sözüne karşıyım. Hoca Efendi Hazret
leri yahut Hüseyin Avni Bey buyurdular ki şubeye gitsin, bu mesele orada halledil
sin. Niçin beyefendi şubeye gitmeli? Emin Bey burada iddiada bulundu. İspat et
meli ki Süleyman Bey ile diğer arkadaşlar gitmelidir.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Aynı fikirdeyiz.
HASİP BEY (Maraş): Müsaade buyurun, Emin Bey davasını hiç bir delile dayan
dırmadı.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Canım, bizim söylediğimizi söylüyorsun.
HASİP BEY (Maraş): Başkalarından işittiğini söyledi.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Hasip Bey'in söylediği şeyde ayrı bir şey
yok. Aynı şeyi söylüyorlar. (gürültüler) Müsaade buyurun, rica ederim. Arkadaşla
rımız arasında böyle bir şey olmuş, bunun tahkiki lazım olduğunda herkes aynı
fikirdedir. Şimdiye kadar burada, ispat eder, etmez meselesi yoktur. Efendim, şim
di bu meselenin bir şubeye havalesini kabul edenler lütfen el kaldırsın. (Emin Bey
'in aleyhinde sesleri) Kabul edilmiştir, kurayla şubeyi tayin edeceğiz. Kura çekiyo
rum. Beşinci Şubeye çıktı. Beşinci Şubeye havale edelim, efendim.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Diğer meseleleri oya koyunuz. Asıl mesele kaldı, Reis
Bey.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, asıl mesele kaldı. Bu araya gir
miş bir mesele idi. Asıl mesele Pontus meselesi idi. Hüseyin Avni Bey'in önergesi
ni tekrar okutuyorum.

TBMM Başkanlığına

898
Pontus meselesinin halledilmesi hakkında cereyan eden müzakereyi ve
verilen önergeleri tetkik ve hulasa etmek ve yapılması lazım gelen hususları
kararlaştırarak Perşembe günü Yüce Heyete arz etmek üzere İçişleri ve Milli
Savunma komisyonlarından seçilecek üçer üye ile Milli Savunma ve İçişleri
vekillerinin katılmalarıyla teşekkül edecek komisyona havalesini teklif ederim.
21 Ağustos 1922
Erzurum Mebusu
Hüseyin Avni

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu önergeyi kabul edenler lütfen el kaldır
sın. Büyük çoğunluk ile kabul edildi. Kabul edilen bu önerge ile verilen diğer öner
gelerin de kurulacak komisyona havale edilmesi isteniliyor. Müsaade buyurunuz,
diğer önergeleri de o komisyona havale edelim. Bunu kabul edenler el kaldırsın.
1
Kabul edilmiştir, efendim.

(Beş gün sonra, 26 Ağustos 1922 tarihindeki gizli oturumda...)

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Askeri vaziyet hakkında beyanatta bulunmak


üzere buyurunuz Rauf Beyefendi.
RAUF BEY (Vekilli Heyeti Reisi): Efendim, Yüce Heyetinizce malûmdur ki geçen
sene düşmanın Hükümet Merkezimiz Ankara’yı işgal ile Ordumuzu dağıtmak kas
tıyla yapmış olduğu taarruzu, Sakarya boylarında durdurmuştuk. O günlerden
sonra bugüne kadar kati bir netice almak için Ordumuzu kuvvetlendirmek ile meş
guldük ve düşman ile yakın temas halinde bulunuyorduk. Bugün Genel Kurmay
Başkanımız Fevzi Paşa Hazretlerinden aldığım telgraftan anlaşılacağı üzere Or
dumuz bu sabah Yunan mevzilerine taarruza başlamıştır. (Allah muvaffak etsin,
sesleri) Efendiler, Milletimizin ve fedakâr halkımızın her türlü zorlukların üstesin
den gelerek ortaya çıkardığı kahraman Ordumuz, Dünyada misali bulunmayan
kabiliyetli ve fedakâr insanlardan teşekkül etmiştir. Kendilerine cevaben, Hükümet
adına ve Yüce Heyetiniz adına ve Millet adına şükranlarımızı arz ettiğim gibi, bu
taarruzlarından dolayı Millet ve Memleketin tamamıyla hemfikir olduğunu arz ede
rim. (şüphesiz, sesleri) Davamız haktır, arzumuz ilahi adaletin yerine gelmesinden
başka bir şey değildir. Milletimiz her türlü istiklale hak kazanmıştır. Derhal istiklal
hakkımız düşmanlarımızın gazabından kurtarılacaktır. Cenabı Hak her türlü takdi
rin üstünde bulunan kahraman Ordumuza her türlü muvaffakiyet ihsan buyursun.
(amin, sesleri) Muvaffak olacağız. (inşallah, sesleri) Ordumuzun, azami fedakarlık
gösteren Ordumuzun en yakın bir zamanda kati zafere ulaşmasını Cenabı Haktan
niyaz eylerim. Bu hususta dua edilmesini, yardım ve zafer için teklif eylerim. Efen
dim müsaade buyurursanız bir noktayı da Yüce Heyetinize arz etmek istiyorum. O
da Ordumuzun Allahın yardımlarına dayanarak taarruz ettiğini arz ettim. Bizim

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (21 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.3, s.679-707, http://www.tbmm.gov.tr/

899
taarruzumuzun son derece gizli tutulması askeriyenin icabıdır. Yalnız harp başla
mıştır, şeklinde dışarıya malumat verebiliriz. Bunu da Yüce Heyetinize arz ediyo
rum. (pek doğru, sesleri)
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim gizli celse bitmiştir, celse alenidir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Pontus meselesi var efendim, gizli celsede müzakere
edilecekti.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, gündemde, fakat bugün müzakere
edilmek üzere kararlaştırılmıştı, zannediyorum. O halde gizli celse devam etsin.
Pontus meselesinin müzakeresine başlayalım, uygun görüyorsanız. (uygundur
sesleri) Efendim mesele hakkında birçok sözler söylendi, başka söz söyleyecek
var mı efendim?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Kanun tasarı hakkında söyleyeceğiz, efendim.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Daha başka söz isteyen var mı? (tasarı okunsun sesleri)

TBMM Başkanlığına
Yüce Mecliste cereyan eden müzakereler ve kabul buyrulan önergeler
neticesinde teşekkül eden Komisyonumuz, Yüce Meclisin Pontus mevzuundaki
kanaatleri, önergeler ve alakalı evrakı tetkik, İçişleri ve Milli Savunma vekilleri
nin izahatları ile gereğini müzakere etti. Pek mühim masraflar harcanmış, pek
çok da emek sarf olunmuş iken eşkıyalığın senelerden beri devam edip pek
çok ailenin, evin, barkın sönmesinin ve ağır maddi zararlara meydan verilmesi
nin sebepleri enine boyuna tetkik ve tahkik edildi.
Bunun neticesinde Komisyonumuz eşkıyalığın süratle ortadan kaldırılarak,
asayiş, emniyet ve istikrarı temin etmeyi itibara alarak aşağıda yazılı Kanun Ta
sarısını hazırlayıp Yüce Meclise arz etmeyi münasip görmüştür.
Komisyon Reisi Raportör Üye Üye
Tahsin Vasıf Mustafa Durak
Üye Üye Üye
Ömer Lütfi Ali Atıf

KANUN TASARISI
Madde 1. Canik, Amasya ve Tokat sancaklarında Vatanın bölünmesi gayesi için
eşkıyalık yapan fesada mani olmaya, huzur ve asayişin temin ve istikrarına dair
işlere ve vazifelere mükellef olmak üzere "Amasya ve Havalisi Takip Kuvveti
Kumandanlığı" unvanıyla geçici olarak bir kumandanlık kurulmuştur.
Madde 2. Bu Kumandanlığa doğrudan doğruya Büyük Millet Meclisi üyelerinden
biri gizli oyla ve mutlak çoğunluk ile seçilir. Bu Kumandanlık doğrudan doğruya

900
İcra Vekilleri Reisliğine bağlı bulunur.
Madde 3. Büyük Millet Meclisi üyelerinden gizli oyla ve mutlak çoğunluk ile seçi
lecek üç üye bu Kumandanlık refakatine memur edilir. Bu üyelerin vazifeleri
aşağıdadır.
A) Eşkıyalığa mani olmaya ve asayişi sağlamaya ait tedbirleri almak, istihbarat
ve muhakemeye sevk etmek, hususlarında danışma mahiyetinde olmak üzere
Kumandanlığa fikir verme ve yardımda bulunmak.
B) Kumandanlık emir ve kararlarının tatbikine nezaret etme, takip kıtalarının ve
memurların vazifelerine ait icraatlarını denetleme ve teftiş gibi işlerde Kumandanlıkça
verilecek vazifeleri ifa etmek.
Madde 4. Takip Kuvveti Kumandanlığı emrine verilmiş vazifelerin gerektirdiği
hususi teşkilatı ve lüzumu kadar seçilmiş takip kıtaları verilir. Bu kıtaların vazi
feleri Kumandanlıkça tanzim ve Hükümetçe tasdik edilerek, ayrıca bir hususi
talimatname hazırlanır.
Madde 5. Takip Kuvveti Kumandanlığı, eşkıyalığın yok edilmesi, asayiş ve istikra
rın temini için şüpheli şahısları tek tek veya toplu olarak sürgün etmeye ve ahaliyi
eşkıyaya karşı korumak için lüzum gördüğü tedbirleri almaya salahiyetlidir.
Madde 6. Takip kuvvetlerinin kurularak acilen vazifeye başlaması için lüzumlu
olan masraflar Milli Savunma bütçesinden hemen temin olunacağı gibi, istihba
rat ve mükafat gibi bazı masrafların da münasip bir miktarı avans olarak Ku
mandanlık emrine verilir.
Madde 7. Takip Kuvveti Kumandanlığı mıntıkasında ve civarında olup eşkıya
takibi işlerine tabi bulunan liva ve kazalardaki bütün memurlar, eşkıya takibi ve
asayişin temini için Kumandanlıkça verilen emir ve kararları tehir etmeksizin
yapmaya mecburdurlar. Kumandanlık emir ve kararlarını yerine getirmede
ihmal eden, vazifede gevşeklik veya yanlış hareketi görülen memurlar Kuman
danlığın talebiyle haklarında lüzumuna göre kanuni takibat yapılmak üzere
derhal azledilirler. Kumandanlık fevkalade haller karşısında bu gibilerine derhal
işten el çektirmek salahiyetine sahiptir.
Madde 8. Kumandanlığın yapacağı vazifeleri kolaylaştırmak için lüzum görüle
cek bir talimatname Hükümet tarafından tanzim edilir ve Kumandanlığa verilir.
Madde 9. Kumandanlığın icraatına dair Hükümet tarafından Meclise her on beş
günde bir malumat raporu takdim olunur.
Madde 10. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 11. Bu kanunun yürürlülüğü İcra Vekilleri Heyetine aittir.

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Buyurun Hurşit Beyefendi.

901
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim bu mesele neden bu kadar devam etti?
Bu kangren neden üretildi? Bunda tabii mahalli idari ve askeri makamların ve
Merkezi Hükümetin birçok hataları vardır. Bunda doğrudan doğruya Yüce Meclis
de ve ben de dahil olduğum halde hepimiz müttefikiz. Pontus meselesi nasıl baş
ladı, gayesi ne idi ve ne oldu? Efendiler, Pontusçuların haritaları pek büyüktür.
Büyük bir saha dahilinde müstakil bir Karadeniz Cumhuriyeti kurmak isteyen Rum
lar 1900 tarihinden beri propagandalar, teşkilatlar, mektepler, köy taburları yaptı
lar. Bunları hepimiz biliyoruz. Bunlar o zamandan bu zamana kadar yok edilemedi.
Nihayet geçen sene bu Pontus ocağını tamamen söndürmek için işe başlanıldı.
Fakat bu Pontus köylerinin yanmasına ve Pontusçuların dağa çıkmasına rağmen
yine de Pontus ocağını Hükümet söndürememiştir. Bilakis başka bir yara açmıştır.
Çünkü Amasya, Tokat mebusları bilirler ki Samsun ve havalisinden tehcir edilen
Rumlar ve Rum aileleri Tokat ile Amasya arasında taarruza uğramışlardır. O za
man onların yanlarında malları, canları vardı. Belki kadınları falan vardı. Efendiler
bunlar otuz bin hanedirler ve sığınacak yer ararlar. Bunlar Divriği'de, Arapkir'de,
Keban Madeni'nde birleşmişlerdir. Para kazanırlar, ticaret ediyorlar. Samsun'da
ailelerine gönderiyorlar, yaşıyor ve yaşayacaklardır. Yarın harp bitince yine köyle
rinde oturacaklardır. Emin olunuz ki bunların zararlarından fazla bizim zararımız
vardır. Hükümet asıl Pontus ocağını söndürmeğe muvaffak olamamıştır, hatası
vardır. Hükümet bu ocağı söndüremedikten başka orada bir yara açmıştır. Milyon
larca lira kıymetinde Türk ve Müslüman malı ve aynı zamanda birçok Türk kanı
gitmiştir. Aynı zamanda bu mesele Avrupa'ya karşı tuhaf bir vaziyettir. Bu tehcir
neden yapılmıştır ve bu yapılan şeyler Avrupa'ya birçok yaygaralarla gitmiştir.
Aynı zamanda tehcir yapılırken Hükümet birçok masraflar harcamıştır. Sonra bir
çok asker bulunduğu halde köyler yakılmıştır. Bu yapılanlar ve masraflar ancak
Pontus ocağını söndürmek içindi. Acaba Pontus ocağı söndürülebildi mi? Sam
sunlular bilirler, 1879 Rus Harbinde Rumlar birçok şeyler yapmışlar ve kalkıp Rus
ya'ya gitmişlerdir. Bir müddet sonra gelmişlerdir ve tekrar yerleşmişlerdir. Şimdi
tehcir ettiğimiz adamlar ne oldu? Şimdi gittiler, Malatya'ya şuraya, buraya. Binae
naleyh tehcir gayet acele ve hiç bir tecrübe görmeden, tecrübesiz olarak yapılmış-
tır. Bunun mesulü ve faili kim ise bunun cezası verilmelidir. Yüce Meclis bunu
tahkik edip bu kadar yanan can ve malın yok olmasına sebep olanlar kim ise bun
ları bulup cezalandırılmalıdır. Orada yalnız bir hadise vardır. Birçok köyler yanıyor,
Rum eşkıyası taarruz ediyor. Bunu ne suretle şey edeceğiz. Göndereceğimiz tah
kik heyeti bunları yakından görüp Hükümete söylemelidir. Orada vaziyet o kadar
kolay değildir. Takiplerini gördük, kumandanlık vardı, müfrezeleri vardı ve takibat
yapılıyordu. Hakikaten buna rağmen yine muvaffak olunamamıştır. Çünkü güçtür
efendiler. Büyük ve sarp, kayalık ve dağlık bir mıntıka dahilinde malını ırzını kay
betmiş bir halk ve hayatını da her zaman tehlikede görüyor. Elinde de silâhı vardır.
Bunu öldürmek gayet güçtür. Geçen de Süleyman Bey arkadaşım anlattı. Sam
sun'un içerisine sekiz şaki girmişti. Bütün Samsun halkı uğraştı. Jandarması, polisi
hepsi uğraştı, eşkıyanın bulunduğu evlere ateşe verdiler kırk elli tane ev yaktılar,
nihayet eşkıyalar ateşin içinde yandılar. Fakat birçok Müslümanlar da öldüler.

902
Ateşler içerisinde mukavemet ediyorlar ve dehşetli bir harpcağız yapıyorlar. İrlan
da misalini görüyoruz. Efendiler, emin olunuz bir yerin nüfuzu Hükümetini tesis
eden kuvvet iyi değildir. Yani bir kazanın kırk jandarması var, kaymakamı var. Bu
sayede o kazayı idare eder. Yoksa bir kere halk artık son dereceye gelip elinde
silahıyla dağa çıkarsa artık onu bir daha mağlup etmek için fevkalade uğraşmak
lazımdır. Tarihte bütün bu misaller görülüyor. Bir eşkıya çetesinin ne kadar uzun
zamanlar şakilik ettiği görülüyor. Bu hadiseler yalnız Samsun'da bu yoktur, Gire
sun'da da vardı. Orada tehcir yapıldı. Acaba onlar dağa neden çıkmadı? İşte bunu
tahkik heyeti tahkik edip meydana çıkarmalıdır. O zaman eşkıyalığın ve yanan
köylerin sırları ortaya çıkar. Orada dağa çıkamadılar. Hepsi oradan defolup gitmiş
lerdir. Orada hiç bir Müslümanın burnu kanamadı. Samsun mıntıkasında böyle
olmamıştır. (mesela sesleri) Olmamasının sebebi kumanda edilmemesidir. Meselâ
İçişleri bir adam gönderir, mutasarrıf vekâletten bir talimat alır, bir subay Genel
Kurmay'dan ayrı bir talimat alır. Birisi çıkar ben kumandanım, benim daha fazla
salahiyetim var, ben yapacağım der. Çıkan başka bir adam bir komite teşkil eder.
Adamın biri kırk bin balya tütünü diğerlerine satış yapar, Amerika Konsolosluğu
nun önünde adam öldürür. Tabii Hükümet o zaman Hükümet olarak vazifesini
idare etmemiştir. Çete olsaydı daha iyi idare edebilirdi. Beş altı elden iş yapılırsa
işler böyle olur. Mesele meydandadır. Binaenaleyh Yüce Meclisten herhangi bir
tahkik heyetinin bu işe vazıyet etmesi lazımdır. Eşkıya takip işlerine gelince, Hü
kümet vaziyeti değiştirmelidir. Hükümet bize izah etmelidir. Bize demelidir ki şu
şekilde elimizden geldiği kadar çalışıyoruz, demelidir. Sözüm bundan ibarettir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, Hükümetin vazifesinde muvaffak ola
madığı bellidir. Şurada en çok iki, üç bin kişilik dağa fırlamış insanlar vardır. Bu
adamlar hakkında uzun müddet takibat yapıldı. Fakat maalesef muvaffak oluna
madı. Düşmanın iki üç misli kuvvet gönderildi, giden kuvvetler düşmanın tahriba
tından başka o yerleri de kül haline koydu. Hükümet bir program çizip de Meclise
gelmemiştir. Bize üç bin jandarma verirseniz, biz bu işi yapacağız mahiyetinde
dediği söz bu Meclisi ümitsiz bıraktı. Efendiler; iki üç bin adam dağa çıkmış ve
kendi ihtiyaçları için Müslümanların ırzını, malını yağma eden canavar gibi insan
lar dolaşmaktadır. Bunlar her şeyden vazgeçmiş yalnız intikam hissiyle yaşıyorlar.
Hiç bir emelleri kalmamış hatta kendileri için takip ettikleri emellerinin söndüklerine
de inanıyorlar. Orada Pontus Devleti kurmak imkân haricindedir. Şimdi böyle kim
seler dağ başında ne dereceye kadar Türk kanı içmekle yaşayabileceklerdir. Bu
gün bunlar üzerine yürüteceğimiz kuvvetler, burada fikir olarak mahalli kuvvetler
teşkil edilecektir. Biz biliyoruz ki teşkil edeceğimiz kuvvetler ne kadar intikam altı
na soksanız ölmezler. Onlar da gitse yine böyle yanmış, yakılmış insanları soyar
lar. Nitekim bunun takipte bulunan misalleri vardır. Jandarma gönderiyorsunuz
bunlar da böyle yalnız her taraftan ani bir kudretle bir hücum tertibi yapılmak için
bugüne kadar bir plân yapılmamıştır. Ufak ufak kuvvetler gittiği zaman o iki üç bin
kişi köylere dağılmış, yağmaya başlamışlar, filan işte böyle bir vaziyet. İki bin kişi
üçer yüz, beşer yüz taksim olunarak her gün on köy yakmak suretiyle bir intikam

903
hissiyle bütün insanları orada kesmektedir. Ben bugün buna inanıyorum ki bir
Rum'a karşılık iki Türk ölmüştür. Fakat böyle hakikat olduğu halde Avrupa bunu
bilmiyor, feryat ediyor. Bir heyet göndermek istiyor. Bu vaziyet karşısında Hükü
met daha fazla siyasi cereyanlardan haberdar etmelidir. Onlar bu Memlekette
yapılacak takibatta zarara meydan kalmamak için şu limanlardan şu müddet zar
fında defolup gidecekler.
HAFIZ HAMDİ EFENDİ (Biga): Onun hatasını gördük, Hüseyin Avni Bey.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Bu adamlar yine dağın başına çıkmazlar mı?
Efendiler dağlarınıza sahip olun, dağlarınızın başını serbest bırakmayın. Bir de şu
sulh anında bir avuç kalmış insanların, bir avuç kalmış insan kütlesinin Avrupa'ya
fena tesir yaparak sulhta bizim de emelimize tesir yapmasın. Bunu yapmakla be
raber bir taraftan da dört kişilik bir heyet gönderelim. Oradaki Müslüman ve Hıristi
yan köylüler arasındaki huzursuzluğu gidermek için üç kişilik bir heyet gitmiştir.
Diğeri de efendiler ister Meclis tarafından, ister Hükümet tarafından bir heyet gön
derilsin. Fakat bunda muvaffakiyet hâsıl olmadığı gün tepelerine binmek için te
reddüt edilmemelidir. İkinci husus acizler kısmıdır. Aciz ve düşkünler kısmının
benim halkımla anlaşabilmesi için aradaki huzursuzluğu söndürmek için Meclis
vaziyet etmiştir. Bu insani hizmetleri yapan heyetler gönderilmiştir. Tabii bunların
içinde papazlardan falan ikinci, üçüncü derecede adamlar olur. Bunun aciz olanlar
kısmını köylere yerleştirmek ve sonra bir Avrupa'dan bir adam geldiği zaman Müs
lümanlara karşı yapılan zulmü daha iyi anlatmak, daha iyi söz söylemek için bizim
lisanımızı serbest bırakmaktır. Asıl mesele eşkıyalığın yok edilmesidir. İnşallah
Ordumuzun yakında temin edeceği zafer bunların hepsini söndürecektir. Fakat bir
de siyasi husustur, bu da herhalde hâkimiyet iddia eden milletler için lüzumludur.
Ben hakikat adına söylüyorum iki yapacaktır. Rumlar da bu eşkıyadan usanmıştır.
Çünkü onlar da böyle usanmış, onlar da üretimden, ticaretten mahrum, yoksa
böyle hayatı bahasına Müslüman köylerini yakmak ve yağma etmekle bunun hu
dudu yoktur. Onlar da usanmıştır. Onlara yardımcı olan Rum kitleleri de usanmış
tır. Bugün dağa çıkmış insanları dağıtıp da Memleketimize ve dağlarımıza sahip
olup üçünü, beşini bir araya getirip teşkilatımızı milli gayemizi vermeliyiz. Hüküme
tin bundan sonraki yapacaklarının muvaffakiyetini bilmiyorum. Fakat bu takibat
uğrunda birçok ev ve barkın söneceğine inanıyorum. Bu herifler her gün için daha
fazla zulüm yapmayı artıracaklardır. Görüyorsunuz ki bir seneden beri üç bin deni
len şey yine bu gün beş bin üzerinde yaşıyor. Her gün bizim himayesizliğimiz neti
cesi olarak orada Müslüman kardeşlerimiz yanıp yıkılıyor ve malları gidiyor, mah
voluyor. Birçok kardeşlerimiz kesiliyor, arz ettiğim gibi buna nihayet vermenin bir
çaresine bakalım.
TAHSİN BEY (İzmir): Reis Efendi Hazretleri, Milli Savunma ve İçişleri vekilleri de
hazır bulunsalar daha iyidir, çünkü bu Hükümet meselesidir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): En mühim bir meseledir, bulunmalıdırlar.

904
TAHSİN BEY (İzmir): Esasen aleyhinde söyleyecekler de maksat üzerinde söyle
yeceklerdir. Binaenaleyh Hükümetin bulunması her halde icap eder.

YASİN BEY (Gaziantep): Reis Efendi Hazretleri, Komisyon raporu okundu. Bu


meselenin müzakeresinde en fazla alakadar olan Milli Savunma ve İçişleri vekilleri
mevcut değildirler.

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Çağrıldılar efendim.

REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim, bu kanun tasarısının bir kanun mahiye
tinde olmadığı fikrindeyim. Memlekette bir Pontus meselesi vardır. Bunun şimdiye
kadar olduğu gibi birçok misalini bildiğimiz eşkıyalıktan farkı yoktur. Arnavutluk'ta,
Arabistan'da olsun, Memleketimizin diğer kısımlarında olsun, meydana gelen eş
kıyalıktan hiç bir farkı olmadığına göre, zaten Hükümetin varlık sebebi Memlekette
inzibat ve asayişin temini olduğuna göre böyle bir kanunun aleyhindeyim. Çünkü
buna ait olmak üzere Türkiye kanun koleksiyonu, birçok tehdit edici cezalarla,
kanunlarla doludur. Bu tasarıda idari tedbirler kanun şekline sokmuştur. Bunlar
esasen Hükümetin yapması gereken vazifeleridir. Bunlar şimdiye kadar yapılmış
olduğu halde, yapılmaması meselesi kanunların noksan olduğundan değil, kanunu
tatbik edenlerin vazifelerini tam olarak yapmamış olmalarından ileri gelebilir. Son
ra efendiler, Dünya Harbinin mesuliyeti içerisinde, Türk Milletine yüklenen kaba
hatlerin en büyüğü nakil ve tehcir gibi hadiselerdir. Yüce Heyetinize arz ediyorum.
1922 senesinin Ağustosunda bulunuyoruz. Sürgün olmuyor mu, oluyor. Fakat
Meclis bundan mesul değildir. Bunu böyle bırakınız. Tarihte kendi imzamız ile
kanun mahiyetinde bunu üzerimize almayalım. Çünkü ileride bizim için mesuliyet
sebebi bir itham ve iddia olur.

HASAN BASRİ BEY (Karesi): Hem de acizlik eseri olur.

REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Evet çok büyük acizlik eseridir. Efendiler, mem
leketim hepinizin bildiği Çakırcalı Mehmet Efe'nin memleketidir. Bu sebeple muh
telif imha tedbirlerinin tatbik sahası olmuştur. Eşkıyaya yataklık edenlerin bazıları
nın mahkemeye verildiklerini, bazılarının Selanik'e sürgün edildiklerini gördük. Bu
gibi meselelerde neticeye bakılır. Netice iyi olursa o vakit aferin denilir. Netice kötü
olursa o vakit mesul olunur. Hadiseler bazen düşünemeyeceğimiz tedbirleri icap
ettirir ki elimizi kolumuzu bağlamış oluruz. Yüce Meclisin bu mesuliyeti kabul et
mesi, şahısların harekâtından ortaya çıkacak olan mesuliyeti de kabul etmek de
mektir. Yüce Meclisin yasama ve yürütme salahiyetlerinin üzerinde olması, Hükü
met işlerinin müdahalesini gerektirmez. Yani Hükümet içinde Hükümet tesisini
icap ettirmez. Efendiler hiç bir zaman o fevkalade salahiyetin içerisinde ev yak
mak, ev yıkmak, kasten adam öldürmek ve adam sürgün etmek salahiyeti yoktur.
Fevkalade salahiyet demek, en çok memurlar üzerinde azami nüfus sahibi olmak
demektir. Bunu yapmakta ne mana var? Her hangi bir kumandan kendi maiyetin
deki subayı derecesine göre açığa çıkarabilir. Keza bir vali bir mutasarrıfı, bir
kaymakamı işten el çektirebilir. Efendiler, bu kanun gereğince mutlaka işi Meclis

905
ten bir üyeye ve mutlaka Meclisten üç kişilik bir heyete havale edersek öyle zan
nediyorum ki eşit haklara sahip olan ve yekdiğeri üzerine amirlik, memurluk mevki
inde bulunmayan bu şahıslar arasında ortaya çıkacak herhangi bir ihtilafın halle
dilmesi bir Pontus meselesi kadar ehemmiyetli olacaktır. Bir tarafın verdiği, diğer
tarafın yazdığı cevaplarla meseleyi halletmekten zannederim esas davayı kaybe
deceğiz. Hâlbuki biz meseleyi kökünden bitirmek istiyoruz. Bunun için ne yapmak
lâzım? Bence Hükümetimize yol göstererek sen bu işi yapacaksın diyebilirsek,
vazifemizi yapmış ve teferruata da girmemiş oluruz. Diyelim ki bu işin imhasında
üç vekâlet alakadardır. Topu, tüfeği, harp malzemesi Milli Savunma, parası Mali
ye, sevk ve idaresi de İçişleri Vekâletine aittir. Bu üç Vekâlet bu işin halledilmesin
den müştereken mesuldürler. Bu işleri yapacak olan da Hükümettir. Bir talimatna
me ile Meclis kararnamesiyle bu kanun olamaz. Bu dava hallolunmadığı takdirde
büyük bir mesuliyetin Meclisin olacağı ve tarih nazarında mesul olacağını zanne
diyorum. Üç dört seneden beri suiistimal ede ede kaşarlandıklarını işittiğimiz
adamların suiistimallerinden dolayı ortaya çıkan bu mesuliyetin böyle Meclise
yüklenmesi endişesini doğrusu kendi hesabıma kabul edemem. Onun için Hükü
mete kati tebligat yapalım, bu işi halledecek ve halletmesi için muntazam bir prog
ram ile bize gelsinler. Üç bin jandarma ile bu işin başarılamayacağını Hükümette
anlamıştır zannederim. Gelsinler biz kendilerine para ve salahiyet verelim, onlar
da çalışsınlar. Bu tasarı bir kanun olamaz. Bunlar idari tedbirlerdir. Vazifesini
yapmasını bilen biri kumandan olsun, sivil olsun. Bunu yapabilir.

HASAN BASRİ BEY (Karesi): Hatta Meclis bundan haberdar bile olmamalıdır.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Evet efendim doğrudur. Onun için ben bir öner
ge takdim ediyorum.

YAHYA GALİP (Kırşehir): Efendim, bu meselenin lehindeyim. Bugün Milletin mu


kadderatıyla alakadar olan doğrudan doğruya Yüce Meclisinizdir. Hükümeti tayin
eden Yüce Meclisinizdir. Hatta diyeceğim ki ücra bir yerde bir fakire yapılan ufacık
bir hakaretten dolayı mesul yine Yüce Meclisinizi teşkil eden mebuslardan her
biridir. Bu Pontus meselesi pek çok evvel başlamış, fakat zannederim ki bizim
Meclisimiz ta Nurettin Paşa meselesi bahis mevzu oluncaya kadar Pontus mese
lesinden haberdar değildi ve Mecliste buna dair bir müzakere cereyan etmemişti.
Pontusçular bir teşkilat yapacaklar, bir hükümet teşkil edecekler, şunu yapacaklar,
bunu yapacaklar diye bunları işitiyorduk. Fakat tehcir meseleni işitemedik. Öyle
görüyorum ki buna Meclisin doğrudan doğruya el koymada yerden göğe kadar
haklıdır. Yalnız Komisyonun yapmış olduğu kanun tasarısının bazı maddelerini
tenkit edeceğim. Efendiler, Emin olunuz ki her ne fenalık çıkmış ise fevkalade
salâhiyet sözünden çıkmıştır. Ben anlamıyorum, bir memleketi ihya edecek o
memleketteki kanunlardır, imha edecek de kanunsuzluktur. Fevkalade salahiyet
demek, mutlaka keyfi adam asmak, beldeleri tahrip etmek, önüne gelen evleri
yıkmak, kâinatı felaket içinde bırakmak demektir. Çünkü bunu misallerini çok gör
dük. Bunlara sebebiyet veren de fevkalade salahiyettir. (aleyhinde oluyor sesleri)

906
Hayır lehindeyim efendim. Buna Meclisin vazıyet etmesi taraftarıyım. Şimdi efen
dim Kumandan Pontus'çuları takip edenlere emir veriyor. Şöyle yapmayın, böyle
yapın diyor. Halbuki burada bir İstiklâl Mahkemesi var. Bu gibi işlere o mahkeme
vazıyet etmelidir. Halbuki orada tehcir yapılıyor, ev yakılıyor. Bu neden oluyor?
Çünkü o işlerle meşgul olanlar çaldığı eşyanın hesabını vermemek için o evleri
yakıyorlar. Pontus için fenalık çıkartanlardan daha çok bizim içimizde telefat ol
muştur. Bizim kendi içimizden onların eşya ve mülklerinden on misli daha çok
gitmiştir. Pontusçuları tehcir edeceğim diyerek yanı başındaki köylerin mal ve
eşyası da gasp edilmiştir. Bu mesele mühim bir şeydir. Evet, Meclis bu işe el
koymalıdır. Meclis oraya bir heyet göndermelidir. Rica ederim takip kumandanı ve
fevkalade salahiyet ne demektir? Bunun da manası yoktur. Evet, Meclis bunu ya
içersinden seçer veya Hükümet seçip Meclisinize arz eder. Fakat bu heyette adli
ye yoktur ha. Adliyeyi katiyen bu heyete koyamayız. Zira Adliye hiç bir heyetin
tesirinde olmaz. Adliye hariç olmak üzere maliyesi, askeriyesi, polisi, jandarması
nesi varsa o heyete verilir. Bu heriflerin maksatları nedir? Mutlaka Pontus'u can
landıracağız diye mi eşkıyalık ediyorlar? Şimdiki yaptıkları vaziyet bu mudur? Ha
yır, herifler yaşayacağım diyorlar. Ölecek isem ben de karşımdakini öldüreceğim,
yaşayacaksam, karşımdakileri soyacağım, diyor. Şimdi iki husus var, ya siz bizim
le beraber değilseniz. Çünkü vatanda sizinle beraber oturuyoruz. Yahut biz sizler
gibi vatanımızı parçalayacak herifler ile birleşmeyeceğiz demeli. Vatanın menfaat
lerinde müşterekiz, namusluca oturursanız buyurun demek lazım gelir. Bunları
kabul ettikten sonra, onların kafasını kesmek alçaklıktır. Bunu Hükümet kabul
etmez. Bu işi kim yapacaktır? Bugün tamamıyla anlaşılmıştır ki İçişleri vazifesini
ifa etmemiştir. Eğer ettim der ise ben kendisine soruyorum. Bir haftadan beri bu
mesele burada müzakere ediliyor. Acaba bu müddet zarfında mahalleri ile ne şe
kilde muhaberatta bulunmuşlarıdır? Acaba Mutasarrıfın, Jandarma Kumandanının
fikri nedir? Bunu sormuşlar mı? Hayır, sormamışlar, anlamamışlar. Efendiler, ka
bahat nerededir? Kabahat amir olan şahsın güvenilir olmamasıdır. Biz ne yapar
sak yapalım bizim değirmenlerimiz kendi kendilerine dönmez. Mutlaka o el onun
sapına yapışacak ki çevirebilsin. Böyle olmadığı takdirde seksen tane memur,
doksan tane müsteşar olsun fayda vermez. Binaenaleyh netice itibariyle benim
bulduğum şekil, dört kişilik bir heyet gitsin, askeriyeden istedikleri kadar kuvvet
alsınlar, icap ederse jandarmaya müracaat etsinler. İcap ederse ahali ile tam et
sinler. Bu meseleyi her ne şekil ve suretle olursa olsun ortadan kaldırsınlar. Üç bin
jandarma isteniyor. Zannedersem bu üç livadaki köyleri tetkik edersek üç bin köy
den fazladır. Her köye bir jandarma mı konacak ki üç bin jandarma isteniyor? Ba
na öyle geliyor ki Jandarma Kumandanı üç bin jandarmaya lüzum göstermiştir?
İçişleri Vekili bu lüzum üzerine bunu takip ediyor. Oraya birisini göndermek ve ona
fevkalade salâhiyet vermeye taraftar değilim. Sonra tehcir meselesine gelince,
herkes şahit olsun ben kimsenin tehcirine taraftar değilim. Çünkü on on iki sene
kadar sürgün yerlerinde kaldım. Sürgün mıntıkaları Memleketin içine büyük bir
bombadır. Bunun asarı kötülüklerini biliyorum. Kaç sene sonra ödeyebileceğiz?

907
Ben buna katiyen taraftar değilim. Suçlu olanları da mahkeme seçmeli, masum
olanları da mahkeme seçmelidir. Benim fikrim budur.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Aleyhinde söyleyeceklere söz verdim, lehinde
söyleyeceklere de söz veriyorum. Buyurun Hakkı Hami Bey.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendiler, tehcir yapılır mı, yapılmaz mı? Tehcir yapı
labilir, fakat bizim yaptığımız gibi tehcir yapılırsa maalesef diyeceğim, bizim gibi
daima yüzü kara olur. Eğer tehcir cana kastetmek için yapılacak olursa işte efendi
ler o gayet çirkin bir meseledir. Bütün dünya nazarında bizleri lekeler. Zira o za
man Hükümet kendini müdafaa edemez. Gözümle gördüm, öyle fenalıklar yapıl
mıştır ki efendiler bugün memurlarımızın yaptığı fenalığı emin olunuz, İngiliz'ler
yapmaz. Kavaklı hadisesini biliyorsunuz. Bu hadisede yaralanmış olanlar, Sivas'a
geldiği zaman yaralılarla yaralı olmayanları bir köye doldurmuşlar. Orada bulunan
Amerikan Temsilci Jandarma Kumandanına gidiyor ve bu yaralıları, buradan alıyor
hastaneye götürüyor. Tedavi ettiriyor ve yapılan facianın fotoğraflarını eline alıyor,
Amerika'ya götürüyor. Bunu orada bulunan ve evvelki Jandarma Kumandanının
yerine geçen Kumandan söylemiştir. Sonra ben gözlerimle gördüm. Kasten yapılı
yor gibi on on beş yaşlarında ve hatta altı yedi yaşlarındakileri ayrı, ihtiyarları da
ayrı olmak üzere bütün kadınları öğle üzeri şiddetli fırtınalı, karlı, rüzgârlı havada
Osmanlı Bankası ile bizim oturduğumuz daire arasında bir çeyrek, yarım saat
durdurduktan sonra, çeşitli işkenceler yapmak suretiyle fotoğraflarını alıyorlar.
Bunu telefonla Mutasarrıfa söyledim, polis müdürüne söyledim.
-Siz İngilizler hesabına mı çalışıyorsunuz. Ne olur yarım saat rahatınızı kaybetseniz
de şafak sökmeden bunları yerleştirseniz.
...dediğim halde ne yazık ki bu hal devam etmiştir. Efendiler, isterse hepiniz oraya
gidiniz, onlarla beraber gidecek misiniz? Tabii gidemeyeceksiniz. Emin olunuz
onlar soyulacaktır, dövülecektir, her şey yapılacaktır. Irzlarına tecavüz edilecektir,
öldürülecektir. Hem de götürülüp bizim düşmanlarımızın önüne atılacaktır.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Öldüreceğiz ya, tohumluk diye mi besleyeceğiz?
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Rica ederim Hoca Efendi, ben de sizin gibi bunların
zararlı olduğunu bilirim. Fakat tahkik heyeti göndereceğiz deniliyor. Cevap veriniz,
Efendi.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Memurlar İngilizler kadar fenalık yapmış sözünü
geri alınız.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendiler, Yahya Galip Beyefendinin bir sözü var. Teh
cir yapmayalım diyor, rica ederim İstiklâl Mahkemesi var. Mahkemelerimiz var,
tehcir niye yapılır.
İBRAHİM SÜREYYA BEY (Saruhan): Hangi mahkeme kanunlarıyla?

908
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Yoksa böyle Süreyya Beyefendi sizin dediğinizi ben
de söylerim. Fakat rica ederim maziyi unutmayalım, üç yüz kişi oturup da ve hissi
yat üzerine söz söylesin, hususunu ben de sizin kadar bilirim. Fakat rica ederim
Memleketi yıkan, bu hale getiren kimseler Avrupa'da, bilmem nerelerde dolaşıyor
lar. Bu zavallı Millet onların yaptığı fenalıkları telafi için çalışıyor.
RAGIP BEY (Kütahya): Onlar öyle yapmasaydı sen bu kürsüde oturamazdın. (gü
rültüler)
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Efendiler, bu hareket tarzı Memleket için zararlıdır.
Bu benim kanaatim. Biz maziden ders almak istemiyoruz. Sizin kanaatinize de
hürmet etmek vazifemdir. Fakat efendiler rica ederim gözümüzü yummayalım.
Ben mazi üzerine söz söylüyorum.
RAGIP BEY (Kütahya): Hakkı Hami Bey, siz de maziyi kurcalamayın. Mevzuya ait
mütalaada bulununuz.
HAKKİ HAMİ BEY (Devamla): Torunlarımıza ikinci bir şey mi terk edeceğiz? Onun
için efendiler, böyle yapılacak olan bir harekâtta ne kadar itina edilse mutlaka yol
suzluk olacaktır. Meclisin bizzat el atması fenadır. Sonra kim kimi tahkik edecek?
Onun için kumandan tayin etmek ve bu hususta lazım gelen tedbirler için mevcut
kanunlar kâfidir. Bu kanunlar varken filan kanun vardır, fakat o tatbik edilmedi diye
ikinci bir kanun mu yapalım? Böyle demek kadar, bir adam tayin edin demek ka
dar, mantıksızlık olmaz. Bence bugün eminim ki mevcut kanunlar tatbik edilsin,
sizin bu kanunu çıkarmak suretiyle yapacağınız tedbirler kadar orada asayiş icra
edilir. Fakat rica ederim. Üç kişi göndereceğiz, orada ne yapar, efendim. Gönde
receğiniz bu üç kişinin hakikaten bu ateşi söndüreceğine inanıyorsanız, istirham
ederim İçişleri Vekili buradadır. O yerinde durayım diye ısrar etmiyor. İş orada
değildir. Çankırı'da, Ilgaz'da vukuat oluyor. Oraya da bir heyet gönderin rica ede
rim. Orayı söndürmeye üç kişi gönderiyoruz. Diğer tarafa da mı bir heyet göndere
lim? Beri tarafta bir şey olsa bir kumandan oraya, diğer tarafta bir şey olsa bir
kumandan oraya gidiyor. Öyle ise İçişleri Vekâletini lağvedelim, Hükümetin mana
sı yoktur, Hükümeti kaldıralım.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Hükümet Meclis'tir, Meclis...
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Beyefendi Hükümet Meclis'tir demek bir mana ifade
etmez. Hükümet varsa böyle bir kanun yapmak gerekmez. Ben bunun aleyhinde
yim. Herhangi bir vekil vazifesini ifa etmiyorsa çekil deriz. O yeri ona tapu ile ver
medik. Emin olunuz ve o işi yapacağını iktidar sahibi olan herhangi bir arkadaşı
oraya getiririz. Rica ederim
yapar.niçin asabiyet
sonra o adam yapar.SalahiyetTehcir mi lazım, nakil
gösteriyorsunuz?
mi lazım her ne icap ederse verildikten sonra içi
nizden kim olsa bunu Eğer kendi vicdani kanaati uygun görürse tatbik eder,
yapar, görmezse oradan çekilir. Yerine başkası gelir. Bu meseleyi Meclis katiyen
üzerine almasın. Hatta Komisyon bile Meclis yürütmeye karışmaz diyor. Hâlbuki
5.Madde gereğince karışması manasızdır. Yukarıda karışır diyor, aşağıda karış

909
maz diyor. Binaenaleyh maddelerde tezat vardır. Binaenaleyh Komisyon bile bu
rada beyanatta bulunan arkadaşlarla birliktedir.
TAHSİN BEY (Komisyon Reisi): Değildir.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Rica ederim, fikrindedir.
TAHSİN BEY (Komisyon Reisi): Değil, değil...
HAKKİ HAMİ BEY (Devamla): Rica ederim değil diyorsunuz, fakat yazdığınız bu
rada, yukarıda Meclisi Âli karışmaz deniliyor.
TAHSİN BEY (Komisyon Reisi): Reis Beyefendi Hazretleri, Komisyon adına ayrı
ayrı cevap vereceğim. Fakat müsaade buyurur musunuz? Şimdiye kadar olan
beyanata iki üç kelime ile cevap vermek isterim.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Hepsine bir cevap verirsiniz.
TAHSİN BEY (Komisyon Reisi): Hepsine bir vereceğim. Fakat iki üç kelime ile bir
meseleyi arz edeceğim. Bu mesele üç dört gündür burada bahis mevzu olduğu
sırada Yüce Meclisinizde başka bir ruh hali görülüyordu. Hatta doğrudan doğruya
mutasarrıfların azline kadar gidildi. Bu mesele hakkında son celsede yirmi üç
önerge verilmişti. Bu önergelerden on yedisi doğrudan doğruya Yüce Meclisin bu
meseleye el koyması hakkındadır. Bilhassa Durak Bey ve arkadaşlarının önergesi
kırk bir imzalıdır, bu hususu teklif ediyor. Meclisiniz, eğer İçişleri Vekilinin üç bin
jandarma ile bu işin üstesinden geleceği hakkındaki teklifini Yüce Meclisiniz kabul
etseydi, buyurun yapın derdi. Mesele de biterdi. Bu mesele hakkında enine boyu
na tetkikat yaparak bize bir talimatname veya bir kanun, bir şey tanzim ederek
versinler, tarzında bir teklif vardı. Biz de bunun üzerine toplandık ve bu kanun
tasarısını meydana getirdik. Hâlbuki şimdiki konuşmalardan anlıyorum ki bu iş
Hükümete verilsin merkezine dönüyor. O zaman bu işi Meclis yapacaktır. Artık
Hükümete emniyetimiz yoktur, zira şimdiye kadar bir şey yapmamıştır, demiştiniz.
Şimdi de eğer yine o fikirde iseniz bunun hazırlanması için biz de işimizi gücümü
zü iki gün bırakarak hayli uğraştık. Komisyona İçişleri ve Milli Savunma vekillerini
çağırdık, geldiler ve uzun tahkikat yaptık. Samsun'da seksen bin Rum varmış,
Tokat'ta on bir bin Rum varmış, Amasya'da şu kadar varmış, sekiz bin firari var
mış, bunun şu kadarı silahlıymış filan... Sonra 25 Ekime kadar bin beş yüz kişi
öldürülmüş, ondan sonra da beş bin küsur kişi ölü ve diri elde edilmiş dört bin dört
yüz kişi teslim olmuş ve on yedi bin kişi de bu ayaklananların arasından ayrılmış.
Bu tarzda birçok malûmat aldık ve ondan sonra bu kanun tasarısını tanzim ettik.
Eğer tekrar bu tarzın aleyhinde bir çere yan varsa beyhude yere müzakere ile
uğraşmayalım.
YASİN BEY (Gaziantep): Efendim, mesele gayet basittir. Burada ne kadar söz
söylenmiş olsa, müzakere boşunadır. Hükümet yapacağını teklif etti, Meclis kabul
etmedi. Komisyon yeni bir yol buldu. Hükümet bunu kabul ediyor mu, etmiyor mu?

910
Jandarma teklifinde ısrar ediyor mu, etmiyor mu? Bu anlaşılsın, mesele çabuk
biter.
ŞEREF BEY (Edirne): Efendiler, meşru Hükümete karşı silah elinde dağa çıkmış
bir eşkıya çetesi var, meselenin ruhu bu. Bu eşkıya meselesi memleketin asayişi
ne dair bir meseledir. Bunun için ne yapalım? Biliyorsunuz ki inşallah bu ümmetin
kurtuluş günü gelmiştir, bunu görüyorsunuz. Hesaplaşma günü geldiğinde bütün
haklarımızı alacağız, ona da şüphemiz yoktur. Hesap meydanına alnı açık çıkmak
da iyi bir şeydir. Pontus meselesini ben de işitiyorum ve işittim. Tokat, Amasya ve
Samsun'lu arkadaşlarımı ve diğer üyeleri dinledim ki o civarda kül ateş saçan bir
isyan var. Ne Müslüman köyü bırakmışlar, ne Hıristiyan köyü bırakmışlar. Lüzum
suz yere Müslümanlar durup dururken o Hıristiyanların köylerini yıkmış değildirler.
Ortada bir taarruz olmuş; Hıristiyanlar Müslümanların köylerini yakmış onlar da o
köyü yakmış, bu köyü yakmışlar. Hasan veya Hükümet yakmış yıkmış, onu bil
mem. Şimdi bilinen bir mesele varsa o da milli Hükümetin idaresinde bulunan
Pontus'ta şu kadar yıkılmış köy var, şu kadar insan öldürülmüş ve tehcir edilmiş
diye birçok lâflar var. Bütün bunlar; bu sözler bize karşı sorulacaktır. Bu sözlere
karşı bu Milletin, yani milli Hükümetin tarihi bir cevap vermek mecburiyetindedir.
Bu cevabı verebilmek için de ilk vazife vesika toplamak ve hazırlamaktır. Nitekim
efendiler misal ile arz edeyim, General Totleben1 Dağıstan köylerinden sekiz yü
zünü tıraş etmiştir. Fakat tıraşını nasıl yapmıştır? Vesika toplamıştır. Bu iş sorul
duğu zaman işte vesikası demiştir. Yine General Hofman Buhara'da binlerce Tatar
ve Kırgızları topa tutmuş, köylerini yakmış, yıkmış, fakat vesikaya bağlamıştı. Se
bebi efendiler, bir eve giren koca bir yılanı o ev halkı nasıl ezerse, böylece mem
leket içerisinde meşru bir Hükümete karşı isyan edenlerin de kafasını Hükümet
öylece ezer. Bu hususta bağışlama ve şefkatin yeri yoktur. Binaenaleyh evvela
benim Meclisten ricam, milli Hükümetin durup dururken tehcir yaptığını, evlerini ve
köylerini yaktığını göstermeyecek şekilde vesikaların hazırlanmasıdır. Bu şarttır
efendiler. Dünya kamuoyuna karşı bu meseleden dolayı biz hesap vereceğiz. Bu
hesabı verirken elimizde vesika bulunmalıdır. Eşkıyalık meselesinde en fazla fela
kete maruz kalan bizim memleketimizdir. Oradaki, memleketimizdeki eşkıyaları
takip eden, yok eden ve emin olunuz ki bu hususta büyük dirayetler, varlıklar,
büyük himmetler gösteren arkadaşlarımız içimizdedir. İşte sayıyorum, Tahsin Be
yefendi, Ali Beyefendi... İşte Tahsin Bey Nahiye Müdürlüğünden başlamış, Valili
ğine kadar eşkıya takip etmiştir, elinde silahı ve ayağında çarığı ile... Eşkıya nasıl
yakalanır onu bilirler. Şaki denilen şey efendiler, öyle konuşmayla, müzakereyle,
şöyle yapalım, böyle yapalım ile yok edilmez, böyle şaki öldürülmez. Nerede şaki
bulursan kafasını ezersin, tepelersin. Bunun ikinci bir şekli yoktur. Şimdi orada
eşkıya türemiş, bu meseleyi bitirmek İçişleri Vekâletinin vazifesidir. Evet efendiler,

1
18.Yüzyılda Kafkasya'yı işgal eden Rus Ordusunun Komutanı.

911
bakınız orada eşkıyayı takibe memur olan kumandanın burada bir arkadaşımıza
yazdığı sözleri işte aynen okuyorum,
-İçişleri Vekili benden bu iş hakkında tedbir soruyor. Ben de İçişleri Vekilinden
bunlar hakkında takip ettiği siyaseti soruyorum.
YASİN BEY (Gaziantep): O Kumandan Cemil Cahit Bey değil mi?
ŞEREF BEY (Devamla): Ben isim söylemiyorum, ben bir arkadaştan okuduğum
mektubu söylüyorum.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Allah hayırlı etsin.
ŞEREF BEY (Devamla): Efendiler, bu eşkıyalık Memlekete bir bela, Vatanın orta
yerinde alevlerini göğe saçarak çıkan bir yangındır. Bu yangını herkes gidip sopa
sı ile söndürmek mecburiyetindedir yahu. Bunun başka şekli yoktur. Sonra bu
yangın kendi kendine bırakılınca müzminleşen bir yangındır. Yangının bir elim
manası vardır ki o da yangının bir milli niyet şekline girmesidir. Milli boya altında
dış tahriklerle bir şekil altına girmiştir. Binaenaleyh bu iyi midir, fena mıdır? Bunu
bir misal ile izah edeyim ki dehşettir. Gayrovar'da yalnız bir tek ilk mektep açılmış
ve altmış iki sene sonra Bulgaristan teşekkül etmiştir. Romanya'dan yalnız bir tek
kuvvet geçmiştir. Altmış iki sene sonra bütün Bulgaristan'da milli gaye teşekkül
etmiştir. Onun için bu yangın da bir mefkûre yangınıdır. Bu mefkûre yangınını
söndürüp İslam diyarından atmalıdır. Sonra diyorlar ki bunları öldürmek ezmek
şey etmek, efendiler. General Totloben Dağıstan köylerini kuşattığı zaman topları
nı ateşlemiş üç yaşında, iki yaşında ve anasının memelinde bulunan çocuklara
kadar hepsini öldürmüştür. Keza Kırgızların içerisinde yine böyle yapmıştır. Bun
lar, tarihi hakikatlerdir. Bunları kimse soramaz hiç kimse diyemez ki bir devlete
sen bunları niçin öldürdün, diye.
SOYSALLI İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Kırgızlar hakkındaki söylediğiniz yanlıştır.
Onlar işyarı etmemişler, harp etmişlerdir.
ŞEREF BEY (Devamla): Yani yapmıştır, binaenaleyh efendiler daha ötesi şimdi
isyan etmiş bir adamı tehcir etmeyelim, öldürmeyelim, bunları ben dinlemem.
Dünya Harbinde yapılan tehcirde isyan edenlerin hepsini öldürmeliydik. Fakat
öldürdükten sonra kapılarına bir kilit koymalıydık. Neticede şöyle demeliydik ki
bunlar Hükümete isyan etmişti, işte vesikaları. Fakat iğneden ipliğine kadar malları
buradadır, demeliydik. Böyle lazımdı. O halde bu meselede biz İçişleri Vekiline mi
işi verelim, Milli Savunmaya mı havale edelim, demek manasızdır. Milli Hükümetin
İçişleri Vekili bu kürsünün üzerinden ben Pontus meselesini halledeceğim demiş
tir. Sizden tahsisat almış, oraya gitmiştir. Maiyetindeki adamlarla bu işe el koy
muştur. Fakat İçişleri Vekili ne yapmıştır? Bir şey yapmamıştır. Yaptığını da anla
yamadım. Binaenaleyh şimdi Hükümet dururken, Meclisin buna el atması doğru
mudur? Bu işin doğrudan doğruya bir kumandana verilmesi taraftarıyım. Çünkü o
kumandan demir elini bu işe koymalıdır. Fakat efendiler, Meclisin kararıyla Hasan

912
Efendi arkadaşımız, Mehmet Bey arkadaşımız gitsin demek, doğru değildir.
Umumi Müfettişlik Kanunu vaktiyle çıkmış olsaydı hiç bunlara lüzum kalmazdı.
Burada Hükümet dururken ey Hükümet sen bunu yapamıyorsun ben bunu yapa
cağım demek doğru değildir. Hükümetin bir haysiyeti vardır. Hükümetin kuvveti
vardır. Yalnız Hükümet bir programla gelir ve der ki ben bu işi yapacağım ve şu
kadar müddet zarfında bu işi şu şekilde halledeceğim, der. Biz onun tayin ettiği
yolu dinleriz. Ona yardım ederiz. Bu doğrudur. Buna sözüm yoktur. Yoksa bura
dan Hasan Bey gitsin, Hüseyin Bey gitsin. Bu doğru değildir. Buna taraftar değilim.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim, malumunuz Pontus meselesi fevkalade hadise
ler hükmüne geçmiştir. Fevkalade hadiselerde fevkalade tedbirler alınmadıkça
önüne geçmenin imkânı yoktur. Nitekim Hükümet şimdiye kadar doğrudan doğru
ya basit tedbirlerle hareket ettiğinden ve fevkalade tedbirler almadığından ancak
zaman zaman yaparak daha ilerisine gitmesinden dolayıdır ki bir iş yapamamıştır.
İçişleri Vekili Fethi Bey bizzat oraya gitmiş ve takibat ve tetkikat icra ederek bize
gelmiştir. Pontus meselesini bitiriyorum ve bitireceğim demişti. En son Pontus
meselesi cidden siyasi ve asayiş bakımından feci bir manzara almıştır. Bu fevka
lade hadiseye karşı, fevkalade tedbirler alınmazsa maalesef bu hadise cidden
beklemediğimiz bir netice verir. (ya muvaffak olmazsan sesleri) Hükümet bu hadi
seyi halletmekle mükelleftir. Yüce Meclisin bunu başkalarının üzerine atması ile bir
takım lüzumsuz ananelerle ihmal ederse, vazifenin en mühim kısmını ihmal etmiş
demektir. Çünkü hadise yalnız dâhili bir hadise mahiyetinde değildir. Aynı zaman
da Avrupa'yı da alakadar etmektedir. Bu kadar mühim bir hadise karşısında Hü
kümetin vazifesi şudur, Meclisin vazifesi şudur. Meclis tarih karşısında böyle fay
dasız ve manasız müzakereyle hadiseyi ihmal etmesi çok feci bir meseledir. Bina
enaleyh bu hadiseye karşı fevkalade tedbirler alarak bir an evvel bunun halli la
zımdır. Fakat vaziyete göre hadiseye uygun gelir veya gelmez.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Hepsine uygun gelir.
RAGIP BEY (Devamla): Hatta bu itibarla yani bu kanun tasarısı Meclisi Âlinize
geçenlerde verilen kanunların bir hulâsası olmak itibariyle müzakerat için esastır.
Ancak muhterem arkadaşlarımızdan bazıları gayet mühim bir meseleye temas
ettiler. Hükümetle muhabere vaziyeti nasıl olacaktır? Tehcir bunun içerisinde nasıl
olmalıdır? Binaenaleyh İstiklâl Mahkemesinin salahiyeti ne olacaktır? Bu kadar
fevkalade salâhiyete sahip bir kumandan gittiği için... Yani vekiller arasındaki mü
nasebat... Bunlar maddeler üzerinde münasip bir şekilde yazılabilir. Fakat öyle
zannediyorum ki bu kanun tasarısı fevkalade hadiseye karşı, fevkalade tedbirler
için lazımdır. Efendiler, bu eşkıya takibi eğer Millete dayanmazsa, Millet bu takip
kudretinin yardımcısı olmazsa, Hükümetin yapacağının ve fevkalade salahiyetli
kumandanın yapacağının zerre kadar tesiri olmaz. Sebebini izah edeyim, bugün
efendiler öyle zannediyorum ki o muhiti bilmem, fakat kendi muhitimdeki hadisele
re göre söyleyeceğim. Orada Pontus eşkıyasını muhafaza eden, onları gizleyen,
onlara ekmek veren, onları hiç sevmeyen yerli ahali ile köylülerdir. Çünkü onların

913
şerrinden korktukları için böyle yapmaya mecburdurlar. Sebebi ise Hükümetin
takibatından şimdiye kadar netice çıkmamış ve Hükümetten kâfi ümit etmiş olduk
larındandır. Bütün eşkıya mıntıkalarında da hal böyledir. Hükümetin takibatından
ümidini kesen ahali eşkıyaya yardım eder. Bugün Pontus hadiselerinin cereyan
ettiği mahallerde mesele bundan başka bir şey olmadığı kanaatindeyim. Fakat
kendileri bilirler. Binaenaleyh evvela ahaliyi tatmin ederek bu mesele ile alakadar
kılmalıdır. O zaman ahaliye emniyet gelir ki Hükümet bunları yok edecektir. O
vakit ahali onlara yardım etmez. Takip kuvvetleriyle birleşir ve bir an için bu mese
le de halledilir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Muhterem arkadaşlar, Pontus hadisesi cid
den Memleketimizin üç livasını tedirgin etmiş, ateş ve felaket içinde bırakmıştır.
Bunun içindir ki bugüne kadar oradaki eşkıyalığı, oradaki yangını söndürmek için
alınan tedbirler tesirli olamamıştır. Bunun sebebini Hükümetin bu işleri ciddiyetle
takip etmemesinde görüyorum. Yani bugüne kadar İçişleri Vekâleti bu mesele
hakkında layıkıyla malumat edinememiş ve layık olduğu derecede bu işleri takip
edememiştir. Sonra bir takım adamlar gönderiyor. O adamlar evvela keselerini
dolduruyor, yağma yapıyorlar. Sonra yapmış olduğu suçun delillerini ortadan kal
dırmak için yangınlar çıkartıyorlar. Bu fenalıkları yapan adamlar hakkında İçişleri
Vekâletine soruyorum, ne yapmıştır ve kimi mesul etmiştir? Bir zaman sormuştuk
buradan, o makamın Müsteşarı demişti ki onun hakkında biz tahkikat yapıyoruz.
Tahkikatımızın neticesinde o adamı mesul edeceğiz. Bilmiyorum, bu tahkikat nasıl
tahkikattır ki henüz bitmedi? Bugüne kadar o adam mesul edilmedi? Bu adam
gözümüzün önünde koca bir ticarethane açtı. Yani İçişleri Vekâleti fenalığı yapan
ları mesul etmemesinde aramalıdır. Fenalık yapanlar, bu memlekette mesul edil
medikçe her giden adamlar keselerini dolduracaktır. Yangın sönmeyecektir ve bu
şekilde raporlarla İçişleri Vekâleti ve biz kandırılmış olacağız. Hatırlarsınız İçişleri
Vekili Fethi Bey'in gensoru müzakeresi esnasında, edindiğiniz malumat yanlıştır,
size yalan söylüyorlar demiştim. Hayır demişti, daha sonra yalan olduğu ortaya
çıkmıştı. İşin ciddiyetle tutulmasını, bu yangının söndürülmesi için en mühim şart
farz ediyorum. Ciddi tutulmak için görüyorum ki bu işe Yüce Meclisin el atması
lazımdır. Niçin Yüce Meclis tarafından o fenalıkları yapanları mesul etmediğinden
dolayı İçişleri Vekâletine bir şey yapmamıştır? Niçin Yüce Meclisin malumatı ol
madan bir takım adamlar kesilmiş, evler yıkılmış, onun faciası karşısında hepimiz
titriyoruz. Niçin o adamları Hükümet mesul etmemiştir? Niçin biz onları mesul et
mediğinden dolayı Hükümeti mesul etmek cihetine gitmemişiz? Kim elimizi aya
ğımızı bağlıyordu? Binaenaleyh işi ciddi tutmak lazımdır. İşin ciddi tutulması için
de bu meseleye herhalde Yüce Meclisinizin el koyması icap eder. Yalnız bu bir
kanun mahiyetinde mi olmalıdır, yoksa bir talimat şeklinde mi olmalıdır? Bendeniz
kanun şeklinde olmasına taraftar değilim. Eşkıyalık gibi şeyler için Meclis kanun
yapmaz. Onun kanunları vardır. O kanunlara göre iş yapılır. Oraya bir İstiklal
Mahkemesi gönderdik, onun fevkalade salahiyeti vardır. Burada müzakere edece
ğimiz proje, Hükümete verilecek bir yol olmalıdır. Biz o projeyi müzakere etmeliyiz

914
ve tamamen o mahiyette olmalıdır. Bu şekilde hareket edeceksiniz demeliyiz.
Meclis bu hadiseyi takip için bir murakıp, iki murakıp gönderebilir. Bu murakıplar
aynı zamanda pek mühim olan bu facianın sebep ve hadiselerini takip ve tetkik
etmek salahiyetini verir. Böyle bir hazırlığa bugün olduğu kadar yarın da fevkalade
lüzum vardır. Eğer bunları bugünden hazırlamazsak yarın herhangi bir sulh masa
sına oturduğumuz zaman önümüze çıkacak meselenin bilhassa azınlıklar mesele
si olacağını bugünden görüyorum. Eğer Yüce Heyetinizce bu projenin müzakeresi
kabul edilirse bunu orada söyleyeyim daha uygun olur. Benim söyleyeceğim bu
kadardır.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bir şey rica edeceğim, evvelce Pontus
meselesi hakkında bir çok arkadaş söz söyledi. Bugün müzakere ise bu kanun
tasarısının kabul ve reddi içindir. Yoksa şu mesele şöyle gelmiş, böyle gitmiş gibi
şeyler zannederim zaten söylenildi. Bir de söylemiş olan sözlerin tekrar olunma
masını rica ederim. Çünkü biz burada günlerce vakit geçiriyoruz. Orada yangın
yanıyor. Bunun için boşa zaman geçirmeyelim.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Efendim bir kere Hükümet bu mesele hakkında fikrini
söylesin. İçişleri Vekili kürsüye çıksın. Bunu kabul edip etmediğini beyan etsin.
Beyhude yere söz söylenmesin. İçişleri Vekili ya kabul ediyorum veya etmiyorum
desin. Herkes de ona göre söz söylesin.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Sizden mütalaa istiyorlar, buyurun Ata Bey.
ATA BEY (İçişleri Vekâleti Vekili): Efendim bu mesele Yüce Meclisinizde Tokat'tan
gelen bir telgraf münasebetiyle bahis mevzu olmuştu. (daha evvel sesleri) Maksa
dım evvelden bahis mevzu olmadığını iddia etmek değildir. Yani son defa olarak
bu meselenin açılmasına bu telgraflar sebep oldu. Hususi Komisyonun hazırlamış
olduğu kanun tasarısı hakkında İçişleri Vekili sıfatıyla bu gibi vazifeleri doğrudan
doğruya Hükümet yerine getirir ve salahiyetli olan İçişleri Vekâletidir, dedim. Mec
lisin böyle bir işe el koyması doğru olmaz, dedim. Her vakit için Yüce Heyetiniz
herhangi bir şekilde tahkikat icrasını emredebilirler. Hiç bir vakit Hükümet ona
karşı değildir. Fakat asıl mesele orada eşkıyalık eden adamların yakalanması
meselesidir. Hükümet bunun için düşündüğü tedbirleri Yüce Meclisinize arz etmiş
tir. Şeref Beyefendi bir şey buyurdular. Güya oradaki kumandandan Hükümet
tedbir soruyormuş. İçişleri Vekâleti o kumandandan tedbir sormamıştır. Kumandan
tarafından da böyle bir soru sorulmuş ve telgraf da alınmış değildir. Hükümet ora
daki kumandana ki zaten bu meselenin mevcut jandarma kuvvetiyle yapılamaya
cağı için bundan bir kaç sene evvel 10.Tümen bu vazife ile vazifelendirilmiş ve
İçişleri Vekâletinin emrine verilmişti. Tümenin daha sonra değiştirilmesi, benim
Vekâlete geldiğim zamana rastlar. Orada jandarma kuvvetinin eşkıyayı yok etme
ye kâfi olamayacağını gördüğümden dolayı jandarmaya destek olacak bir kuvvetin
lüzumu hususunda ısrar ettim. Zannederim bir kuvvet bulunduracaklarını temin
ettiler. Sonra zannederim ikmal ettiler.

915
BİR MEBUS BEY: Zan ile söz söylenir mi?
ATA BEY (Devamla): Efendim, emir verilmiştir. Fakat askeri kıta bir yerden emir
verilir, hareket eder. Zannederim bugüne kadar onu ikmal ettiler. Malumunuz ol
duğu üzere bir askeri kıtanın hazırlanması bir dakika içinde olamaz. Şimdiye ka
dar yapılan takibatın acil ve kati bir netice vermemesinin araştırarak bilhassa yiye
cek meselesine ehemmiyet vererek, bu hususta haberleştim. Tümen kumandanı
na dedim ki ne kadar kuvvet veriyorsunuz diye liste istedim. İçişleri Vekâletinin
yapacağı tebligata uymalarının, o dairede hareket etmelerinin kumandanlığa tebli
ğini Genel Kurmay'dan rica ettim. Malumunuz askeri kıtalar askeri makamların
emrinde daha dikkatle vazife ederler. Böyle bir savsaklamaya mahal kalmamak
için emir verilmesini rica ettim. Emri de verdiler. Binaenaleyh Hükümetin bugüne
kadar aldığı tedbirler bundan ibarettir. Fakat hepinizin de malumudur ki askeri
kıtanın icabında kaldırılmasını düşünen İçişleri Vekâleti oradaki mıntıkayı kuvvet
siz bırakmayı hiç bir vakit istemediğinden dolayı esas jandarma kuvvetinin bir an
evvel tamamlanmasını ve üç bin jandarmanın ilaveten bilhassa Rum eşkıyası için
istihdam edilmek üzere Yüce Heyetinizden üç bin jandarma tahsisatı istedik. Bu
nun için alınması gereken tedbirleri de Yüce Meclisinize arz ettik.
RASİM BEY (Cebelibereket): Reis Bey, müsaade buyurunuz bir şey soracağım.
Bütün bu söyledikleriniz bilinen şeylerdir. Bunların hiç birisi yüreğimizi rahatlatmı
yor. Yapılan kanuni tasarısı hakkında fikriniz nedir? Yüce Meclis bunu istiyor. Bu
nu bildiriniz, yoksa söyledikleriniz masaldır. Oradaki kıtanın beslenmesi şudur,
falan budur, bunlar masaldır.
ATA BEY (Devamla): Benim söylediklerim masal değildir.
RASİM BEY (Devamla): Evet masaldır.
ATA BEY (Devamla): Reis Bey, söylediklerim masal değildir. İçişleri Vekâletinin
söyledikleri masal olamaz. Bunlar hakikate dair sözlerdir, resmidir. Eğer masal
söylüyorsam, eğer burası masal söylenecek yer ise rica ederim... (sözünü geri
alsın sesleri)
ATIF BEY (Beyazıt): Geri alıyor efendim, masaldan maksadı muamelelerdir. Yok
sa Vekil Beyin söyledikleri değil. Esasa ait sözler söyleyiniz, diyorlar.
ATA BEY (Devamla): Efendim, esasa ait sözüme başlarken ilk cümlede söyledim.
İçişleri Vekâleti, bu işin mesulü olduğundan yapabileceğine inanıyor. Bunu şimdi
de Yüce Heyetinize arz ediyorum. Yüce Heyetiniz bu tedbirleri eksik görüyorsa,
bununla bir iş görülemeyeceğine inanıyorsa ne yapılmak lazım geldiğini bir yazı ile
Hükümete bildirmesi ile ona göre hareket ederiz. Yoksa Yüce Heyetiniz herhangi
bir meseleye dair bir kanun yaparsa, bunun için ayrı ayrı tedbirler almaya kalkışa
cak olursa Hükümetin manası kalmaz, kanaatindeyim. Bunu daha tafsilatlı olarak
Hususi Komisyona arz ettim. Ayrıca Şeref Bey, bu mesele gayet mühim bir mese
ledir, buna ait vesikaları toplamalı ve yaptığı harekâtın meşruiyetini ispat etmelidir,

916
dedi. Hükümet buna dair olan vesikaları toplamıştır ve icap ettiği gibi lazım gelen
tafsilatı da bastırıp dağıtacaktır. Yani hiç birini ihmal etmemiştir. Başka söyleyece
ğim söz yoktur.
EMİN BEY (Canik): Efendim, İçişleri Vekili Beyefendi, benim teklif ettiğim üç bin
jandarma ile alakalı kanun tasarısını kabul ederseniz ben bu işi tamamlayacağım,
demek istiyor. Ben Beyefendiye, bu işi tamamlayamadığı takdirde şahsen mesuli
yet kabul ediyor mu diye soruyorum.
ATA BEY (Devamla): Efendim, hiç bir İçişleri Vekili, ben bu işi şu müddet içinde
neticelendirebilirim, diyemez. Yüce Heyetinizden tekrar tekrar rica ederim, katiyen
yanlış yola gidiyoruz. Bu mesele bir itimat meselesidir. Bu mesele hepimizi alaka
dar eden bir meseledir. Demir pençeli, kuvvetli, kudretli bir şahıs aranıyor. Anlıyo
rum ki bütün bu müzakere bunun için oluyor. Yüce Heyetin içinden gizli oyla seçe
ceğiniz kuvvetli bir arkadaş kim ise İçişleri Vekâleti makamına o şahıs getirilsin de
böyle hukuk esaslarına aykırı bir vaziyet ortaya çıkmasın. O kuvvetli arkadaş kim
ise ben şu dakikada Yüce Heyetinizden istirham ediyorum, makamımı o şahsa
terk etmekle en büyük vazifemi yapmış olurum. Buna bir karar veriniz, ne şekilde
olacak, ne olacak, içimizde en ehil kim ise rica ediyorum o şahıs gelsin bu işle
uğraşsın ve bu makama otursun. Hemen icap eden işi yapsın. İçişleri Vekilinden
sen bu işi kaç ayda yapacaksın diye sormak doğru değildir. Bir takım imkânlar
lazımdır. Evvelâ onlar verilmelidir. Gün tayin olunamaz. Bir kuvvet ile alakalı bir
meseledir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, Yüce Heyetinizin böyle bir zamanda fazla
vaktini almak istemem. Beni bu mesele için söz söylemeye ancak bir husus sevk
etti. O da bunun siyasi mesele olduğudur. Memleketimizde yüz seneden beri za
man zaman her tarafta türeyerek nihayet o yerlerin kopmasına sebep olacak hadi
selere benzeyen siyasi bir hadise gibi görünüyor, bu Pontus hadisesi. Binaenaleyh
bundan elli sene evvel Hersek için, Girit için, yüz sene evvel Mora için, kırk beş
sene evvel Epir için, Bulgaristan için, o zamanki devlet adamları neler düşündüler
ve fakat bunların hiç birisi fayda etmeyerek o kıtalar birer birer Memleketimizden
ayrıldılar. Korkuyorum ki Pontus meselesi de iki seneden beri işin müzmin bir hale
getirilmesi ve işe yalnız mevzii bir hadisedir denilerek, ne yaparsak yanımıza kâr
kalır denilmesi zannederim ki elimizden bu yeri de kaybettirecektir. Elimizde tarih
var efendiler, tarihe bakalım. Yüz elli seneden beri nerelerden kalktık, nereye gel
dik, nereye gidiyoruz. Tam bundan yüz sene evvel Epir meselesine, daha doğrusu
orada Yunanistan'a temel atılmıştır. Epir'de ortaya çıkan küçük bir fikir nüvesinin
büyüyerek bir milleti idare etmesi yüzünden bugün ortaya çıkan Yunanistan, şimdi
Anadolu'nun göbeğinde bizimle harp ediyor. Efendiler bu bizim adaletimiz ve bizim
dar zihniyetimizin sebep olduğu felaketler şimdiye kadar yalnız böyle bir Yunanis
tan vücuda getirmesi değildir. 1821 yılında Odesa'da nüvesini görüyoruz. Aynı
sene içinde Eflak'a giriyorlar. Müslüman ahaliyi katlediyorlar ve Romanya Devleti
kuruluyor. O zaman Romanya bize ait bir yerdi. Biz nereden nereye gidiyoruz.

917
Ufak bir Mısır meselesi 1831 yılında başladı. Yedi sene içinde Mehmet Ali Paşa'-
nın Mısır Ordusu Kütahya'ya kadar geldi. Az kaldı Osmanlı Hükümeti ortadan
kaldırıyordu. Bu Hükümet başka vaziyetlere yani bu tarihte pek fena vaziyetlere
girdi. 1861 yılında Hersek isyanı oldu, biliyorsunuz efendiler. Hükümet bu işi bas
tırmak için o zaman Ali Paşa, Server Paşa, Gazi Ahmet Muhtar Paşa gibi bir çok
meşhur kumandanlara sahiptik. Bunlar işin ne olduğunu biliyorlardı. Fakat nedir o
işleyen makine? Bünyemizde bir hastalık var. Tedavi edemedik, oralara hâkim
oldular. En nihayet ondan sonra başlayan Bulgar isyanı ile bu yerleri elimizden
aldı, götürdü. Yüz seneden beri zaten zayıflamış ve asri ihtiyaçlardan uzak kalmış
olan Milletimiz devamlı Avrupa'nın baskısı altındadır. Bu adamlar diyorlar ki sizden
ıslahat bekliyoruz. Bunlar bahanedir efendiler. Ben de görüyorum, fakat efendiler
istemekte haklıdırlar. Biliyorsunuz Tanzimat'ın ilanı ile ırz, mal ve namus emniyeti
1839 yılında ilan olundu. Hâlbuki bizim bin üç yüz senelik Kanunumuz var. Tanzi
mat'la kimsenin malı yağma edilmeyecek, rüşvete asla itibar olunmayacak, denil
di. Bunlar tarihimizin karşısında. Şu hakikat meydandadır ki iyi bir idare tesis
edememişizdir. 1878, 1890, 1891, 1892, bu tarihlerde Memleketin her tarafı cayır
cayır yanıyordu. Bulgaristan içinde de bu ateşler vardı, Sırbistan'da da vardı, Bos
na ve Hersek'te de vardı. Hükümet bu vaziyet karşısında Memleketi ıslah etmek
ten başka çaresi olmadığını söyledi. Memleketin ileri gelenleri evvela Kırım Har
binde buna başvurdular. Daha evvel Sultan Mahmut baş vurdu. Ordu yapmak ve
şunun bunun elinden idareyi almak ve Hükümeti kuvvetlendirmek istedi, yapama
dı. Daha evvel bir Padişah bunun için şehit oldu. Yani yüz, yüz yirmi senedir ısla
hata, ilerlemeye gitmek istendi ise de yeterli derecede idare kurulamadı. İdare
mizdeki kusur bu şekilde görüldükçe bizim üzerimize Avrupa devletleri hücum
edeceklerdir. Islah ettirmek isteyeceklerdir. Bunda hakları var mıdır? Vardır. Va
tandaş diye bize dört el ile sarılan halkın ırz, namus ve malını muhafaza hususun
da vazifemizi kâfi derece yapamamışızdır. Fenalık edenler başkadır, onları öldür
mek hakkımızdır. Efendiler, tedbirleri istediğiniz kadar alınız. Şimdiye kadar Sam
sun'da bir şey var mıydı? Ne oldu, bu kendiliğinden mi oldu? Elbette biz biliyoruz
ki bunlar Yunanlılar tarafından tezgâhlanıyor. Bunların teşkilatları, gayeleri, ideal
leri var. Dünya Harbinde, Mondros Ateşkesinde İngilizler geldi ve daha şımardılar.
Fakat sonra bunların önüne biraz geçildi. Bunlar yüz bulamıyordu ve nihayet bun
lar durdu. Bir şey yapılmıyordu. Ne oldu da bu yılan ayağa kalktı. Demek ki bunlar
kaldırıldı. Buna sebep, bunlar bilinmelidir. Acaba Büyük Millet Meclisinin arzusu
mudur ki bütün gayrimüslimler kalmasın, göğe kadar sürülsün. Dünyanın karşısın
da böyle bir vaziyette yaşar mıyız? Bu olabilir mi? Yani ben ortada hallolunacak iki
esas görüyorum. Bu işin esastan ibaret olduğu için bu esası ortaya koymak istiyo
rum. Mazur görünüz bizim milli hayatımız bu hususların halledilmesidir. Efendiler
bir Hükümet, bir İslam Hükümeti, bir Osmanlı Hükümeti, ne deseniz deyiniz, bir
Türkiye Hükümeti, kendisinin emri altında bulunan, din, cins ve mezhep ayrımı
göstermeksizin bütün vatandaşların Hükümetidir. Yoksa yalnız Müslümanların
Hükümeti midir? Biz niçin imha siyaseti ortaya koyuyoruz. Yani imha şekilde baş
ka türlü olur. Bunun şekilleri vardır. Bunların yolları vardır.

918
OSMAN BEY (Kayseri): Yağma siyasetidir, imha değil.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Efendiler, evet yağma siyasetidir. İmha siyaseti
değildir. İmha siyaseti böyle olmaz. Binaenaleyh ortada lekelenen kimdir efendi
ler? Zavallı Millettir. Bırakınız onları, bakınız işte Lloyd George'un bize karşı iddiaları
na bakınız.
-Yüz sene evvelki, iki yüz sene evvelki Türk'lerden bahsetmiyorum. Bundan yirmi,
otuz sene evvelki Türk'lerde de bir zihniyet vardır. Onların yegâne siyasetleri katli
am ve tehcirdir. Hıristiyanları bunların eline bırakamayız. İzmir'i onların eline artık
veremeyiz diyor. Yunanistan'ın Türkiye'nin İzmir'i tahliyesi hakkındaki teklife icabet
etmemesi doğrudur. Çünkü oradaki beş yüz bin Hıristiyanı kimlere bırakacak.
Yunanistan oraya kimler tarafından girmişti. Hepimizin tarafından birer heyet ola
rak girmiştir.
...diyor. Sulh için Pontus meselesinden dolayı yapılan harekâtın ortaya verdirilen
yaygarası, ihtimal ki öyle değildir. Fakat ortaya verilen yaygara ile siz orada böyle
yaptınız. Burada da böyle yapacaksınız, diyorlar. Muhtariyet mümkün müdür?
Yunanistan bunu üç yüz seneden beri niçin yapmadı. Neden onların eline bu delil
leri ve bu vesikaları verdik. Efendiler hangi milletin tarihinde öldürmek ne derece
kadar iftihar vesilesi olabilir. Bu, böyle değildir. İlimle idarenin muhtelif yolları var
dır. (Yunan da yaptı sesleri) Onlar medeni surette yapmışlardır ve böyle yağlı
boya şeklinde yapılmamıştır. Yani efendiler mesele budur ki...
TAHSİN BEY (Komisyon Reisi): Efendim, Bulgarlar, Sırplar, Yunanlılar da böyle
yaptılar.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Efendim, ben anladığım kadarını ve ileride bu hu
sustan dolayı başınıza örülecek çorabı gösteriyorum. Çünkü biz bugün sulhumuzu
kendimiz elde edeceğiz. Kendimiz yaşayacağız ve bütün asri vaziyetleri kendimiz
yaparız. Kimseyi bırakmayınız. Tamam, hepsini öldürünüz. Bunlara hiç bir diyece
ğim yoktur. Ben de size iştirak edeceğim. Ben de beraber aletiniz olacağım. Fakat
ya siz böyle değilseniz, hayatınız onların elinde ise ve sizin bütün ihtiyaçlarınız
oradan gelirse yaşamanız için, harp etmeniz için iğnenizi bile oradan alıyorsunuz.
Efendiler siz dinen, ırken, vicdanen, ilmen Avrupa medeniyetinin bağımlısı kalmış
sınız. Bu şekilde dünyadan ayrı nasıl yaşaya bileceksiniz? Etrafınızda bir Avrupa
medeniyeti gibi deniz şeridinin kenarında bir adalet Hükümeti mi kuracağız, bir
Millet mi olacağız, yoksa biz mıntıkamızda gayrimüslim olarak bir ferdi bırakmaya
rak, gayrimüslim itibariyle hepsini mahvedecek bir insan topluluğu muyuz? Binae
naleyh biz birincisini yapmak, ikincisinden sakınmak istiyoruz. İkincisinin yolunda
yapılan bu facia sizin arzunuzla, rızanızla mıdır? Değilse bu arzunuz ve rızanız
aksine olan bu hareketi kim yaptı? Mesele budur. Yüce Meclis daha bunu bilmiyor.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Hükümet bile bilmiyor.

919
SELAHATTİN BEY (Devamla): Ha demek ki kitap yazılmamıştır. Acaba bir çok
senedir, bu kitabın yayınlanmamasındaki kusur nedir? Rica ederim, bütün dünya
nın Amerikalıların raporlarıyla, onların ellerine bir çok deliller verdik. Efendiler bi
zim Memleketimiz hakkında bundan otuz, otuz beş sene evvel metot, iki usul orta
ya konmuştu. İki Avrupa devletinden biri Türkiye'yi tutmak ve himaye etmek la
zımdır demiştir. Bu zihniyet meselesidir. Hıristiyanlara bulundukları mıntıkalarda
ayrı idare vermelidir, demişti. Tarihe bakacak olursanız yüz senedir Bulgaristan'-
da, şurada, burada, ötede, beride yaptıkları şey nedir? Yarın Pontus'ta yapmak
isteyecekleri nedir? Efendiler size bu siyasi meseleyi söyleyerek, vazifemizin ne
kadar dakik olduğunu ve meseleyi ne gözle ve nasıl yapmak ve nereye gitmek
lazım olduğunu arz etmek istiyorum.
TAHSİN BEY (Komisyon Reisi): Şey tedbirini de lütfen...

SELAHATTİN BEY (Devamla): Tedbirini de söyleyeceğim. Hükümetin en esaslı


olarak bir noktayı kendi kanaatimce söylemek istiyorum. Efendim tedbir hususun
da ancak tabii elinde bulunan Meclisin kendisine verdiği vesikaların elinde olması
dolayısıyla, Komisyonun fikri olmak üzere bir kanaati esas almıştır. Ben bunu ten
kit etmeyeceğim. Yalnız bir çok arkadaşlarımızın burada söylediği gibi bir kanun
ile bir mıntıkada asayişin temini için bir Hükümetin, bir Meclisin doğru gördüğü bir
işe Hükümetin serbest hareket etmesini lüzumlu görenlerdenim. Bir de şunu dü
şününüz ki kanlı ve azacık geri bir safhadır. Bu safhaya Meclisin biraz temas et
mesi bilmem nasıl olur? Meclisin vaziyeti ne hale gelir. Avrupa yarın sulh mesele
sini müzakere esnasında delege olarak kiminle konuşacak, sizlerle mi? Hayır.
Eğer Binaenaleyh meselede Ali, Veli gitsin diye tarafınızdan tayinde isabet olabilir.
Bu isabet Hükümette de olabilir. Binaenaleyh esasta Hükümetle birleşip kendisine
yol çizebiliriz. Fakat icraatta onu serbest bırakırız. Onun için ben üç nokta üzerin
de Yüce Meclisinizin dikkatini çekmek istiyorum. Bunun için de bir önerge yazdım.
Bu işi böyle üç bin jandarma ile yapmak, meseleyi altı ay sonraya bırakmaktır.
Bunun için de vaktimiz yoktur. Hükümetin mesuliyetine verilmelidir. Yani Hükümet
bir Kumandan tayin etsin, ona muayyen bir salahiyet versin, yaptırsın. Bu mesele
nin halli yalnız kanla değil, kılıçla değil, siyasetle de olur. Mümkün olduğu kadar
Hükümet iki noktadan çalışmalıdır. Kan dökmeye meydan bırakmamalıdır. Vatan
daş kanı dökülmesin. Benim kanaatim budur. Fakat eğer bu olmazsa silah elinde
dağdan inmeyenlere süratle muamele edilsin, Bu halde Hükümet dünya kamuo
yunda da haklı gösterilmiş olsun. Yapacağı işi sonuna kadar bitirmeli ve harbin
neticesine kadar orada hiç bir şey kalmamalıdır. O halde asayiş meselesinin Hü
kümete bırakılması lazımdır. Benim bu husustaki fikrim bundan ibarettir. İkincisi,
arz ettiğim gibi jandarma ile değildir. (Hükümet jandarma ile yapar sesleri) Öyle
değil beyefendiler, izah olunan esas dairesinde olacağı açıktır. Burada kendileri
de buyurdular ki Yüce Meclis bize herhangi bir usul verir, biz onu yaparız. Filhaki
ka pek doğrudur. Yol, usul hususunda Vekillerin Yüce Meclis ile jandarma mese
lesinde hemfikir olmaları bütün bütün boş bir söz değildir. Büyük görüyoruz. Haki
katen büyüktür, benim o hareket mıntıkasında bulunan yerlerden gelen tanıdığım

920
kimseler vardır. Onlardan anlıyorum ki bakılmazsa fena olacağını açık bir surette
söylüyorlar.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Komisyon raporunda sürgün de var. Raporun
aleyhinde bulundunuz.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Fikir olarak söylüyorum. Hükümetin çekingenlik
göstermemesi lazımdır. Bu hususta çalışmalı ve mümkün olduğu kadar vatandaş
ların kanlarının dökülmesine mani olmalıdır. Binaenaleyh ancak Hükümet bu şe
kilde olursa bir şeye karar verebilir. (gerekçeyi yaz sesleri) Yani ben öyle uzun
gerekçe yazamıyorum, af buyurunuz. Gerçi buyurdular ki istihbarat dairesinde
bunun klişelerini toplamışlar, basacaklar. Efendiler geç kaldık. Bu geç kalmamızın
sebebi olarak İzmir'de bir muhtariyet teşekkül etmiştir. İyonya Devleti kurulmak
istenmektedir. Bunlar aleyhimizde böylece daha bir müddet, aleyhimizde daha
neler teşekkül edecektir? İşte sulhu tehir ettiren sebepler bunlardır. Efendiler, sul
hu daima aleyhimize yaptıracak ve azınlıklara verilecek teminat diyorlar. Burada
Lloyd George Konferansta, azınlıkları himayesine müsaade istiyoruz diyor. Yani
Memleketin bir adım daha istiklalimizin önüne set olarak atıyoruz. Kendimizi an
latmağı bilmediğimizden meseleyi karanlıkta bırakmamızdır. Biz de karanlıktayız
efendiler. Müslüman köyleri kim bilir ne olmuş, bunun hakkında ne biliyoruz? Bir
beyaz kitap, bir kırmızı kitap elimizde olsun, yani bir şey bilelim. Bu Hükümet kayıt
ile, muamele ile hiç bir iş yapamaz. Bunları bilmek isteyen ben, bunları görüyo
rum. Bunu asıl Meclis bilmeli ve anlamalıdır. İki sene evvel orada bir tavuk hırsız
lığı olmazken bu ateşi kim yakmıştır? Bunu anlamak lazımdır. Bu Hükümet niye
yapamadı? Bu meydana çıkmalıdır.
TAHSİN BEY (Komisyon Reisi): Selahattin Beyefendi, müsaade buyurunuz, Lloyd
George'un o nutku Memleketimizdeki azınlıkları himaye etmek değildir. Bu bir
kozdur. Eğer koz olmasaydı bir tarafta İzmir, Aydın havalesinde, öte tarafta, beri
tarafta, binlerce, yüz binlerce masum kanı dökülürken İngilizler de onun için bir
kelime sarf edebilirlerdi. Koz üzere konuşalım. Binaenaleyh Beyefendi bugünkü
vaziyet, o günkü vaziyet değildir. Ayrıca siz buyurursunuz ki Mora'da şöyle bir hal
vardı, dikkat edilmedi, idare edilmedi, evet efendim, Halet Efendi hınzırı o zaman
Hükümet vazifesine karışmasa Hüsrev Paşa Yunanlıları bırakıp da Tepedelenli ile
uğraşmasaydı bu hal olmayacaktı. Mısırlı İbrahim Paşa İstanbul'a gel emrini al
masaydı bu iş çabuk biterdi, rica ederim. Yani buyuruyorsunuz ki bu işler olma
saydı böyle olmazdı ve iş de bu vaziyete gelmezdi. Hiç kimse gidip de çoluk çocuk
katilliği yapmaz Beyefendi. Bugün o vaziyette değildir.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Rica ederim, benim söylediğim tarihidir. Şimdi
efendim üçüncü meseleyi nasıl idare edeceğiz. Bu Memlekette iyi bir idare tesis
meselesidir. Asıl şu üçüncü mesele en mühim ve esaslıdır. Efendim evvelce Refet
Paşa Hazretleri beyanatta bulunmuş ve meselenin en canlı noktasına temas bu
yurmuşlardı. Yüce Meclis iki üç senedir aynı fikirde olduğu halde meydana bir şey
getirilememiştir. Vekillerimizin çok meşguliyetleri vardır. Çabuk değişiyorlar, ida

921
remizde devam ve istikrar yoktur. Filhakika Amasya'da bir Kumandan bu işleri
takip ediyordu. Çektik aldık, sonra yabancı bir kimse geldi, bu işi yeteri kadar kav
rayamadı. Bir çok adamların eline bıraktı. Bu böyle merkezden idare edilemezdi.
İçişleri Vekili sonra oraya gitti, sekiz gün oturdu geldi, böyle olamaz. Bunun gitme
si ve gelmesi de hatadır. Neden biz bu işin başında bulunarak bu meseleyi halle
decek bir adam bulunduramıyoruz? Neden buraya bir müfettiş göndermiyoruz?
Bunun için uzun bir kanun çıkmasına lüzum yoktur. Benim buradaki teklifim, o
mıntıkaya nüfuz sahibi münasip bir şahsın seçilmesidir. Bu işi Hükümete bırak
mak, bir umumi müfettiş tayini ile bu salahiyeti ona bırakmak ve binaenaleyh bü
tün bu facianın ne olduğunu bütün vesikalarıyla gösterilerek yapılan icraatın ve
buna Yüce Meclisin memur edilmesi taraftarıyım ki bu şekilde sulh masasına bir
şekil hazırlayalım. Teklifimi de takdim ediyorum.
TAHSİN BEY (Komisyon Reisi): Yüce Meclis el koysun, efendim.
RAUF BEY (Dışişleri Vekâleti Vekili): Efendim, Selahattin Beyefendi arkadaşımız
kıymetli beyanatı arasında İngiltere Hükümeti Başvekili Lloyd George'un nutkun
dan bahsettiler. Dışişleri Vekâleti Vekili sıfatıyla şunu arz ederim ki o nutuk o de
rece samimiyetsiz ve o derece ihtimal haricindedir. Efendiler, Mondros Ateşkesin
den bugüne kadar Memleketimizde cereyan eden hadiselerin kaynağı zannederim
Memlekette şurada burada ortaya çıkan kötü idareden çok Memleketimizi bir an
evvel mahvetmeye çalışan yabancı tesirlerde aramak lazım gelir. İzmir de Dünya
Harbinde bile Hıristiyanlar belki lüzumundan fazla denecek derecede korunduğu
halde Ateşkes şatlarına aykırı olarak İzmir'e Yunanlıları saldırttılar. Bu sırada Müs
lümanları boğazlatan kimlerdir? Hıristiyanlar için bir tehlike mi vardı? Hayır katiyen
böyle bir şey yoktu. Bunun böyle olmadığı tarafsız temsilcilerin raporları ile sabittir.
Efendiler, Müslümanları boğazlattılar, onların namuslarına itimat eden bu millet
silahını Ateşkese koyduğu imzaya sadık kalmak için eli kolu bağlı olarak üzerine
saldırttılar. Bu Millet bu kadar faciaya şahit olduktan sonra içindeki, onların hari
cinde olduğunu bildiği insanlara karşı eli kolu bağlı olarak ırzını, namusunu teslim
edebilir miydi? Edemezdi, etmiyor ve etmeyecektir. Bundan maksadım Selahattin
Beyefendinin yapanlardan, memleket dâhilinde de yanlışlık varsa tahkikat yapılıp
sebep olanların cezalandırılmaması değildir. Söylemek istediğim, Lloyd George'un
beyan ettiği şey bir madalyonun bu bir yüzü ise öteki de diğer yüzüdür. Bugüne
kadar efendiler, Türk Milleti yalnız istiklalini istedi, yalnız ırz, namus ve mukadde
satının muhafazasını istedi ve ısrar etti. Fazla bir şey istemediği halde sulhu tehir
ettiler ve meşum vasıtalarla aramıza nifak sokmaya çalıştılar. Biliyorsunuz sükû
net arzu etliğimiz Pontus meselesinde hiç arzu etmediğimiz halde donanmalarıyla
gelip sahillerimizi bombardıman etiler. Efendiler, bu kadar kötülüğe maruz bırakıl
mak istenilen bu Millet de insandır, herhalde insan olarak muhakeme etmelidir.
Nefsini müdafaadan başka bir şey yapmıyor. Milyonlarca silahlara ve ordulara
sahip bir düşman ordusunu buraya saldırttıktan sonra hatta içerlere kadar, kalbine
kadar gönderdiği casus teşkilatıyla baskıya çalışırken tabiidir ki cebir ve şiddet
kullanılacaktır. İngiltere tarihini tetkik buyurun, medeniyet asrı denilen yirminci

922
asırda tatbik edilen Hükümet tedbirlerini göz önüne getiriniz. Efendiler Hindistan'-
daki hadiselerden bahsetmeyelim. Hemcinsleri olduğunu ve yalnız aralarında dil
farkı olduğunu iddia eden İngilizlerin İrlanda meselesini tetkik edelim. Çiftlik binala
rında birbirlerini yakıyorlar. Kiliselerini tahrip ediyorlar, herkes birbirlerini öldürüyor
ki İngilizler istiklalini muhafaza etsin ve İngiliz hâkimiyeti altında kalsın diye yapı
yorlar. Yoksa dört beş milyondan ibaret olan İrlanda'nın istiklâlini niçin vermiyor
lar? Bugün İrlandalı olarak Amerika'da on beş milyon nüfus varsa, İrlanda adasın
da dört, beş milyon insan vardır. Gerisi Amerika'ya kaçmıştır. Bu on beş milyon
neden Amerika'ya kaçmıştır, adaletten mi kaçmışlardır? Muhakkak olarak zulüm
den kaçmışlardır, imha siyasetinden kaçmışlardır. (çok doğru sesleri) İngiltere
kuvvetiyle dünyaya hâkim olmak için, bu zulmü yapması haklı görülür de biz ırzı
mızı, malımızı müdafaa için lazım olan tedbirleri almakla neden haklı olmamalıyız.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bendeniz tedbir alınması aleyhinde söylemedim.
RAUF BEY (Devamla): Size söylemiyorum. Lloyd George'un nutkuna karşı söylüyorum.

SALAHATTİN BEY (Mersin): Çok arzu ederdim ki bu beyanatınız aleni celsede


söylenmeliydi. (keşke sesleri)
RAUF BEY (Devamla): Efendim, müsaade buyurunuz. Biz inşallah gayemizi sözle
değil, fiille elde edeceğiz. (inşallah sesleri) Ordumuzun elindeki silah bu hakkı bize
verecektir. Bu hakkımızı elde ettiğimiz zaman Türk'lerin asaleti, Türk'lerin medeniyeti
hep meydana çıkacaktır. Efendiler, Allah muhafaza etsin o güne kavuşmaktan bizi
menedecek herhangi bir sebep hâsıl olmasın. Öyle bir vaziyet hâsıl olursa ne
kadar mert, ne kadar şeci ve ne kadar da adil olsak, öyle bir vaziyete düştüğümüz
zaman her türlü şey bizim aleyhimizdedir. Onun için benim arkadaşlarımdan iste
ğim şudur, birlik ve beraberliğimizi kaybetmeyerek, gayemizde tereddüt etmeyerek
yürüyelim. Ara sıra fenalık yapılmıyor değil, yapılıyor. Bu bizim aile fenalığımızdır.
Suçluları bulacağız, tepeleyeceğiz. Asıl düşmanlar ki her halde bizi yurtlarımızdan,
vatanımızdan ayırmak istiyorlar. Her türlü imkânlarla bizi yurdumuzdan koparıp
atmak, tren istasyonları boyunda hamal gibi çalıştırmak istiyorlar. Bunların sözleri
ne, telkinlerine ehemmiyet vermeyelim. Muvaffak olacağız, ondan sonra inşallah
bunu onlara ispat edeceğiz. Mazur görünüz, belki biraz uzun söyledim. Zannede
rim ki hissiyatınıza tercüman oldum. Selahattin Beyefendinin hakiki ve samimi
ifadeleri vardır, bunları da dikkate almalıyız. Vaki olmuş fenalıklar varsa bunlara
mahal vermemeliyiz. Müsebbiplerini tecziye etmelimiz. Ecnebilerin katiyen hakkı
müdahaleleri olmamalıdır. Bir noktayı daha söylediler. O da tahkikat meselesine
temas buyurdular. Efendim, tahkikat meselesinin bir başlangıcı vardır. Malumunuz
yine İngilizler zaman kazanmak ve meseleyi uzatmak siyaseti icabı konferanslar
daki neticesizlik oldukça ortaya bir mesele atarak fenalığı şey ederek ve kati neti
ceyi almaktan mahrum edilerek devam ederken, azınlık hakları bahis mevzu olur
ken, İstanbul'da, Trakya'da şikâyetler üzerine, Trakya'da tahkikat yapılsın diye
Kızılay'a bir müracaat olmuştu. Meselenin tamamı budur. Daha sonra tarafsız
devletler temsilcilerinden bir heyet göndermek efendim, Yüce Heyetinize tafsilatıy

923
la arz etmek zamanı gelince dosyası ile gelip arz edeceğim. Bunlar bazı muayyen
olan noktalarda tahkikat yapalım dediler. Bizim tarafımızdan yine temayül hisset
meyince, ondan da vazgeçtiler. Resmen tebligat yapmadılar. Binaenaleyh mese
leyi merkezi İsviçre'de bulunan Kızılhaç Merkezine havale ettiler. Bundan on gün
evvel, bu merkeze mensup bir delege İstanbul'daki temsilcimize geldi, müracaat
etti, Fakat müracaatı resmi bulmadık. Çünkü imza konmuş bir teklif mahiyetinde
değildi. Güya şifahi beyanatta bulunmuş ve güya İtalya ve Fransa hükümetleri bu
şekli kabul etmişler, üyelerinin çoğu İsveçli olmak ve içerlerinde İsveç ve Amerikalı
birer de üye olmak üzere İzmir'de, Trakya'da ve Anadolu'da tahkikat değil, mez
hep dayanışmasının tetkiki için heyet adı altında Memleketimize ve işgal edilen
araziye girmek için müracaat ettiler. Tabii bundan maksat hakiki bir rapor meyda
na gelecektir. Azınlık hakları bahis mevzu olunca tabii bu bir vesika olarak ortaya,
hakikat olarak ortaya konacaktır. Şimdi bu kabul edilmiş mi, edilmemiş mi? Daha
muamele tamam olmadığı için Hükümetin kati fikridir. Tamamıyla ve katiyetle ka
rar verilmeden Yüce Meclisinizden habersiz hareket edilemez. Muamele tamam
edilince Yüce Heyetinize arz edilecektir. Yalnız şunu söyleyebilirim ki resmi bir
tebligat gibi gösterilmiştir. Aynı temsilci Yunanistan'a da gitmiştir. Aynı teklif ile bir
malumat daha vardır. İstanbul'daki bir Cemiyetin Trakya faciasından bahsetmesi
üzerine Kızılhaç Yunanistan'a müracaat etmiştir. Yunanistan'dan olmaz cevabı
almıştır ve bunu resmi beyanat olarak yazmıştır. Tahkikat meselesi bu safhadadır.
Bunun üzerinde bundan fazla söz söylemeyi lüzumsuz bulurum. Çünkü bir fayda
tasavvur etmiyorum ve mahrem olarak arz ediyorum.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Arz ettiğim teklifi uygun buluyor musunuz? Yüce
Meclisin bu işe girmemesi, Komisyon raporunda ifade edilen asayişi Hükümete
bırakması, oraya muayyen bir salahiyetle bir müfettiş gönderilmesi ve asayiş hu
susunda bir yazının Hükümete havale buyrulmasıdır. Bu üç noktayı kabul buyuru
yor musunuz?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, bu hususta benim fikrim, Amasya'ya bir İstiklal
Mahkemesi gönderildi. Oraya varmak üzeredir zannediyorum. İstiklal mahkemeleri
bu gibi mahallin icap ettirdiği hususları tetkik salahiyetine sahiptir. Eğer ayrıca
İstiklâl Mahkemesinden başka bir heyet gönderilirse, arada vazife itibariyle zanne
derim karışıklık olabilir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Ben heyet göndermek meselesini arz etmiyorum.
Burada üç kişilik bir heyet vesika toplama, istihbarat başında bulunsun diyorum.
Bence böyle bir heyet teşkiliyle olabilir.
RAUF BEY (Devamla): O halde tahkikat heyeti değildir. Bu vesikaları toplayıp
hadiseleri tespit etmek için bir komisyon şekli verilebilir. Bence bunda bir mahzur
yoktur. Ben bunu teşekkürle kabul ederim.

924
SELAHATTİN BEY (Mersin): Asayiş meselesini Hükümetin eline bırakıyoruz. La
zım olan icraatı harbin nihayetine kadar bitirmek, meseleyi yalnız teskin değil,
tatmin etmektir.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, Hükümet mutlak ve mutlak orada önüne gelen
her insanı asidir diye tepelemek için düşünmüyor. Katiyen prensibimiz bu değildir.
Prensibimiz, milli Hükümetimize, milli teşkilatımıza silah kullanarak muhalefet ve
mukavemet eden ve vatanımızın bir bölümünü Vatandan ayırmaya çalışan bir
hizbe karşı yapacağımız bir harekâttır. Bu insanları bu Memlekette yaşatmak de
mek, Memleketin kalbinde yılan beslemek demektir. Bu da Millete ve Memlekete
hıyanet demektir. Gayemiz budur. Bunun haricinde Meclisimizin kanunlarına, Mil
letimizin ananelerine ve vatanperverlik hislerine, bizimle iştirak eden kimselere
karşı aynı muhabbeti besleriz. Bu hissi gördüğümüz zaman kendilerine silah yeri
ne kucak gösteririz. Fakat şu şartla ki arz ettiğim gibi Memleketin kanunlarına,
Milletin kendilerine gösterdiği kardeşliğe fiilen iştirak etmelidirler. Meclisten ayrıca
bir heyet seçilir, bir kumandan ve diğer biri yerine bir müfettiş verilirse zannediyo
rum ikilik husule getirir. Şunu arz etmek isterim ki Hükümet, Yüce Meclisin seçtiği
bir heyettir. Komisyonun kanun tasarısında ifade edilen heyetin Meclis üyelerinden
seçilmesini ben ikilik olarak görüyorum. Bunu Yüce Heyetinize arz etmek mecbu
riyetindeyim. Hariçten herhangi bir kumandanın icraatındaki zaafı olabilecek bir
misal teşkil eder. Nurettin Paşa hadisesini doğru veya yanlış olarak muhakeme
etmiyorum. Yüce Heyetinize teklif ediyorum, Komisyonunuz tetkik etsin, neticeyi
Yüce Heyetinize arz edelim, uygun bulursanız kabul edersiniz veya kabul etmez
siniz. Benim hülasa olarak arz etmek istediğim, Yüce Meclis bu işe vaziyet olursa
bu işten çekilmek lazım gelir. Bu gayet basit bir kaidedir.
VASIF BEY (Sivas): Beyefendi benim bir sorum var, anket meselesi. Basım
Umum Müdürlüğü bir kitap yapmak ve yayınlamak istiyordu.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, buyurduğunuz vazife Basın Umum Müdürlüğüne
havale edilmiştir. Umum Müdürlük bazı vesikaları ve fotoğrafları aldırıp kitaba
kitaba koymayı uygun görmüştür. Bunları son tahkikatım neticesi klişeleri hazır
edilmiş ve buraya gönderilmek üzere İzmit'e kadar gelmiş olduğunu anladım. Fa
kat henüz basılmaya başlanmamıştır.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Beyanatınızdan anladım ki müzakere etmekte olduğumuz
kanun tasarısına Hükümet taraftar değildir.
RAUF BEY (Devamla): Öyledir.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Ancak Hükümet Pontus meselesinin halli için Meclis
ten bir yol göstermesini istediğini hissettim. Rica ederim Pontus hakkında başka
bir yol göstermeye lüzum var mıdır? Maksat anlaşılmamış mıdır?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, malumunuz mesele, Amasya'daki üyelerimizin
çektikleri telgraf ve İçişleri Vekilinin Pontus'ta kullanmak içi üç bin jandarma iste

925
mesi yüzünden çıkmıştır. Efendim bugün mesele kuvvet ve para meselesidir. Bu
gün oraya salahiyetli ve kudretli gönderilecek şahsiyet meselesidir. Bu halde
efendim Yüce Meclisinizin bu parayı Komisyon vasıtasıyla tespit ederse ve nasıl
kullanılacağı hususunda yol gösterirse iyi olur. Eğer bunu uygun görmüyorsanız
Hükümete biz şunu şunu istiyoruz, bunu yapın dersiniz. Madem ki mesele Hükü
mete intikal etmiştir, Hükümet bunun esaslarını düşünür ve yapabileceğini Yüce
Heyetinize arz eder.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Beyefendi, bir şey soracağım fakat bu soru
ma ne siz, ne de arkadaşlarım birden bire bir heyecan göstermesinler. Fakat şunu
biraz anlamak isterim. Affınıza sığınarak soruyorum, Hükümetimizin şekli nedir,
tespit edilmiş midir?
RAUF BEY (Devamla): Hükümetimizin şekli, Yüce Meclisinizin yasama ve yürüt
me hususlarında vekillerinizdir.

MUSTAFA DURAK BEY (Devamla): Hayır, böyle değildir. Hükümetimizin şekli


meşruti midir, yoksa başka bir şekil midir? (gürültüler) Dünyanın hangi memleke
tindeki şekilde... (gürültüler, o da var sesleri) Rica ederim heyecan göstermeyiniz,
bunu anlamak istiyorum. (gürültüler) Daima Meclisten filan arkadaş, filan yere
gönderelim...
RAUF BEY (Devamla): Sorduğunuz şey Hükümetin ne sekilide olduğudur. Onu da
cevap verdim. İtimat buyurmazsanız o başka. Yüce Meclisinizin kabul ettiği bir
Teşkilatı Esasiye Kanunu vardır. O Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince Memleketi
idare etmeye imkân ve zaman buldukça çalışıyor.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Nevi şahsına münhasır.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Şimdiye kadar emsali yok bu şeyin...
RAUF BEY (Devamla): Nevi şahsına münhasır diye şimdiye kadar bir şeyden
bahsetmedik. Yalnız Yüce Meclisinizin kabul buyurduğu bir Teşkilâtı Esasiye Ka
nunu vardır. Hükümetiniz o imkân dairesinde çalışıyor.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum). Ben bu hususta bir kaç söz söylemek isterim,
müsaade ediniz.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurun beyefendiler. On iki
arkadaşımızın sözü var. Şimdi bir de Durak Bey söz istiyor, on üç. Müzakerenin
yeterliliğine dair de bir önerge vardır.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Ben bu meselenin aydınlanması için söz isti
yorum. Bu meseleyi halletmek için bir kaç söz söyleyeceğim.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Durak Bey on üç arkadaş söz istediler.
RIFAT BEY (Tokat): Efendim; müzakerenin yeterliliği aleyhinde söyleyeceğim.

926
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Beyefendiler, yeterlilik önergesi var. Müzakerenin
yeterliliği aleyhinde söz istiyorsunuz. Sonra gelen önergeler var. Olacak mesele
malumdur rica ederim. Buyurun Emin Bey.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Efendim, bu mesele için söz vermediniz mi?
EMİN BEY (Erzincan): Efendim mesele anlaşılmamıştır. Daha doğrusu neticelen
memiştir. Sebebi de şimdi elde bir kanun tasarısı var. Ben bu esas hakkında söz
söylemeyeceğim. Söz almıştım, tasarının aleyhindeyim. Bir de Hükümete havale
edelim meselesi vardır. (gürültüler) Hükümete verilmemesi sebebi de geçen gün
bahsolundu. Dediler ki üç bin jandarma birden alınmaz. Efendiler üç bin jandarma
birden alınmaz, fakat bin beş yüz ve iki bin jandarma birden alınabilir. Yani jan
darma alınmasının imkânı vardır ve mevcuttur.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliği aleyhinde söyleyiniz.
EMİN BEY (Devamla): İşte bunun için söyledim, söyleyeceğim söz budur.
RIFAT BEY (Tokat): Müzakerenin yeterliliği aleyhinde söyleyeceğim.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Yeterlilik hakkında bir kişi söyler.
RIFAT BEY (Tokat): Evvelce ben söz istemiştim.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Rıfat Bey, rica ederim.
RİFAT BEY (Tokat) : Biz bu memleketle alakadarız Hoca Efendi.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Kim söylerse söylesin, benim için bir menfaat var
mı? Senden evvel Emin Bey söz istedi.
RİFAT BEY (Tokat): Müzakere kafi değildir.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliği hakkında bir önerge var,
evvelâ onu oya koyacağım. Ondan sonra bir kaç tane önerge var. İsterseniz okut
turayım. (lüzum yok sesleri) Şimdi evvela bu müzakereyi kâfi görenler el kaldırsın.
Müzakere kâfi görülmüştür. Ondan sonra efendim bir kaç tane takrir vardır. Hula
sası Selahattin Beyefendinin beyanatı esnasında anlaşıldı. Hepsi bir manaya varı
yor ki Pontus meselesinin hallini Hükümete verelim. Meclis buna vaziyet etmesin.
Şimdi bu hususu kabul edenler el kaldırsın. Kabul edilmiştir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Başka bir husus var, Reis Bey.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): O halde bu kanun tasarısının mahiyeti kalmamış
tır. Ondan sonra Hüseyin Avni, Selahattin, Refik Şevket ve İbrahim beylerin öner
geleri var. Bunların dördü de aynı manadadır.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Mademki meselenin Hükümete verilmesine karar
verdik, önergeleri de verelim.

927
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Altı ay devam eder. Yazınız, tarihe geçsin,
Hükümet bu İşi yapamaz.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, dikkate alınmak üzere bu önergelerin
Hükümete havalesini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Efendiler
sabahtan beri siz söylüyorsunuz, Divandan da iki kelime dinleyiniz. Seferberlik
ilanında ismini unuttuğum, Avrupa krallarından birisi,
-Haydi ahali kiliseye gidiniz, kapanınız secdeye, yalvarınız Allah'a.
...demişti. Şimdi zannederim saat ona geldi. Bundan sonra başka müzakereye
bakmayacağız. Bu gizli celse başladığında Hükümet Reisi Rauf Beyefendi müjde
yi vermişti, Ordumuz taarruza başlamış. Haydin camiye gidin, kapanın secdeye,
1
Allahın yardımını isteyiniz. (alkışlar)
(Beş ay sonra, 25 Ocak 1923 tarihindeki gizli oturumda...)

ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Efendim, rica ederim müsaade buyurun. Bir
tezkere daha vardır. Bursa Mebusu Operatör Emin ve Canik Mebusu Süleyman
beyler hakkında şube raporu vardır, okuyacağız.

TBMM Başkanlığına
Bursa Mebusu Operatör Emin Bey'in 21 Ağustos 1922 tarihinde yapılan
gizli celsede, içimizde Pontusçuları himaye edenler var, şeklindeki beyanatın
dan sonra kürsüye çıkarak ve isim vererek Canik Mebusu Süleyman Bey aley
hinde yaptığı suçlama üzerine vaziyetin tetkik ve tahkiki için çekilen kurada
5.Şubeye havalesi kararlaştırılmıştı.
O günkü gizli celseye ait tutanak sureti mütalaa olunduktan sonra hadi
senin hazırlık mahiyetinde tahkik edilmesi için Şube üyelerinden Saruhan Me
busu Refik Şevket, Karesi Mebusu Ali, Gaziantep Mebusu Yasin ve Kayseri
Mebusu Ahmet Hilmi beyler bu işe memur edilmişlerdir. Bu isimler tarafından
Şubeye verilen 23 Eylül 1922 tarihli tahkikat raporu şubenin 16 Ekim 1922
tarihli toplantısında mütalaa olundu. Tahkikata göre Bursa Mebusu Operatör
Emin Bey'in söylediği veya söylemek istediği şeylerin esas itibariyle beş nokta
ya dayandığı anlaşıldı.
1. Meclis üyeleri içinde Pontusçuları himaye edenler olduğu,
2. İçişleri Vekili Fethi Bey'in Samsun'da misafir olduğu evde hizmetçi Rum kız
ları bulunduğundan, bunlar vasıtasıyla kararlaştırılan tedbirlerden eşkıyaya

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (26 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.3, s.710-744, http://www.tbmm.gov.tr/
928
günü gününe malumat gittiği,
3. Samsun veya Amasya Mutasarrıfının hanımı dönme olduğundan bunun
vasıtasıyla Pontusçulara haber gönderildiği,
4. Samsun Mebusu Süleyman Bey'in sürgün edilmesine mani olduğu Kör
Vasil'in kızının babasına giderek casusluk yaptığı,
5. Rum eşkıyasına gelen bir kayık silaha Süleyman Bey'in müdahale ettiği,
...maddeleridir. Bu maddeler hakkında Emin Bey'den alınan ifade ile Süleyman
Bey'in müdafaasından aşağıdaki netice hâsıl olmuştur.
Emin Bey'in, Süleyman Bey hakkında bazı malumatı olup bunu Mecliste
arz eylediği beyan olunmuş ve bu beyanatından başka töhmet altında bıraka
cak başka bir şey ilave edilmemiştir. Fethi Beyin misafir olduğu eşraftan birisi
nin evinde hizmetçi Rum kızları bulunduğundan bunlar vasıtasıyla eşkıyaya
haber gitmesi ihtimal dâhilinde olduğunu beyan ederek, bu kızlar hakkında
casusluk yapıldığı kesinleşmemiştir. Tutanakta ismi geçen Amasya veya Sam
sun mutasarrıfı diye bahsedilenin Samsun Mutasarrıfı olduğu ve kadının da
hanımı olmayıp, metresi bulunduğu ifade edilerek bu da tahmin derecesinde
gösterilmiştir. Canik Mebusu Süleyman Beyin, ismi Kör Vasil değil Kör Sava'nın
kızının tehcirine mani olduğu yolundaki iddiası da kanaat edinilecek bir mahi
yette görülememiştir. Silah meselesinde anlaşılır ve sağlam bir neticeye varıl
mamakla beraber eşkıyaya silâh geldiği de tahakkuk edememiştir. Süleyman
Bey'in eşkıya ile temasa gelmesi ise iyi niyetle ve alakalı makamların malumatı
dâhilinde olup, edindiği kanaatini yine alakalı makamlara bildirdiği anlaşılmıştır.
Netice olarak Şubemiz tarafından yapılan tahkikatın seyir ve cereyanına
ve Operatör Emin Bey'in tahkikat münasebetiyle verdiği izahata göre Canik Me
busu Süleyman Bey'in hakkındaki iddiaları ispatlamak için kâfi kanuni deliller
bulunamamıştır. Meclis kürsüsünde yapılan beyanatların serbestliği meşru bir
hak olduğundan Mebus Süleyman Bey'e isnat edilenlerden ve Operatör Emin
Bey'in beyanatından dolayı mahkemeye sevklerini icap edecek sebep olmadı
ğına oybirliği ile karar verilerek, Meclis Umum Heyetine arz olunur. 16 Ekim
1922
5.Şube Reisi
Mustafa

ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Efendim, 5.Şubenin Operatör Emin Bey'le Sü
leyman Bey hakkındaki raporunu kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul

929
edilmiştir. Gizli celseden aleni celseye geçilmesini kabul edenler lütfen el kaldırsın.
1
Kabul edilmiştir.

26 AĞUSTOS 1922: GİZLİ OTURUMDA VEKİLLER HEYETİ REİSİ RAUF


BEY’İN, BÜYÜK TAARRUZ'UN BAŞLADIĞINA DAİR AÇIKLAMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 91. Birleşim, Gündem: 2/1)

Türk Ordusunun aylarca süren gizli hazırlıkları sona ermiş ve o güne


kadar yalnızca üst düzey komutanların bildikleri taarruz zamanı artık gel
mişti. Bir gün önce saat 12.00 de İsmet Paşa tarafından taarruz emri
yayınlandı. Mustafa Kemal Paşa ve komutanlar sabahleyin Kocatepe’de
yerlerini aldılar ve Türk topçusunun kulakları sağır eden top atışları ile
Büyük Taarruz başladı. O güne kadar hiçbir şeyden haberi olmayan ve iç
siyasi tartışmalarla uğraşan Meclis nihayet taarruz haberini öğrendi.

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Askeri vaziyet hakkında beyanatta bulunmak


üzere buyurunuz Rauf Beyefendi.
RAUF BEY (Vekilli Heyeti Reisi): Efendim, Yüce Heyetinizce malumdur ki geçen
sene düşmanın Hükümet Merkezimiz Ankara’yı işgal ile ordumuzu dağıtmak kas
tıyla yapmış olduğu taarruzu, Sakarya boylarında durdurmuştuk. O günlerden
sonra bugüne kadar kati bir netice almak için ordumuzu kuvvetlendirmek ile meş
guldük ve düşman ile yakın temas halinde bulunuyorduk. Bugün Genel Kurmay
Reisimiz Fevzi Paşa Hazretlerinden aldığım telgraftan anlaşılacağı üzere ordumuz
bu sabah Yunan mevzilerine taarruza başlamıştır. (Allah muvaffak etsin sesleri)
Efendiler, milletimizin ve fedakar halkımızın her türlü zorlukların üstesinden gele
rek ortaya çıkardığı kahraman ordumuz, dünyada misali bulunmayan kabiliyetli ve
fedakar insanlardan teşekkül etmiştir. Kendilerine cevaben, Hükümet adına ve
Yüce Heyetiniz adına ve millet adına şükranlarımızı arz ettiğim gibi, bu taarruzla
rından dolayı millet ve memleketin tamamıyla hemfikir olduğunu arz ederim. (şüp
hesiz sesleri) Davamız haktır, arzumuz ilahi adaletin yerine gelmesinden başka bir
şey değildir. Milletimiz her türlü istiklale hak kazanmıştır. Derhal istiklal hakkımız
düşmanlarımızın gazabından kurtarılacaktır. Cenabı Hak her türlü takdirin üstünde
bulunan kahraman ordumuza her türlü muvaffakiyet ihsan buyursun. (amin sesle
ri) Muvaffak olacağız. (inşallah sesleri) Ordumuzun, azami fedakarlık gösteren
ordumuzun en yakın bir zamanda kati zafere ulaşmasını Cenabı Haktan niyaz
eylerim. Bu hususta dua edilmesini, yardım ve zafer için teklif eylerim. Efendim
müsaade buyurursanız bir noktayı da Yüce Heyetinize arz etmek istiyorum. O da
ordumuzun Allah'ın yardımlarına dayanarak taarruz ettiğini arz ettim. Bizim taarru

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (25 Ocak 1923), 1.Dönem, c.3, s.1233-1234, http://www.tbmm.gov.tr/

930
zumuzun son derece gizli tutulması askeriyenin icabıdır. Yalnız harp başlamıştır,
şeklinde dışarıya malumat verebiliriz. Bunu da Yüce Heyetinize arz ediyorum.
(pek doğru sesleri)

(Bütün milletvekilleri ayağa kalktılar ve İzmir Mebusu Süleyman Efendi tarafından dua
edildi.)

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim gizli celse sona ermiştir, aleni celseye
1
geçiyoruz.

28 AĞUSTOS 1922: AFYONKARAHİSAR’IN YUNAN İŞGALİNDEN KURTARIL


DIĞININ DUYURULMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 92. Birleşim, Gündem: 3/1)

27 Ağustos1922
Ordusunun üzerine
gecesiatıldı
Birinci
Ovası’na
Ordu,
17.30’dayer
doğrusürdü.
sabahın ilk
yerışıklarıyla
yanmakta birlikte
Yunan ve süngü hücumuyla Yunan askerlerini
mevzilerinden sökerek Sincanlı Öğleden sonra
cephe yarıldı ve Türk Ordusu saat olan
Afyonkarahisar’a girdi. Böylelikle Afyonkarahisar, bir yıldan fazla süren
Yunan işgalinden ikinci defa kurtulmuş oldu. Bu haberin duyulması,
TBMM Genel Kurulu oturumunda büyük bir sevinç dalgası yarattı.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Başkumandan Paşa'dan aldığımız telgrafı oku
yacağım, efendim.

TBMM Başkanlığına
İki gündür aralıksız devam eden muharebeler neticesinde düşmanın
Afyonkarahisar mevzilerini kaybetmiş ve Afyonkarahisar'ımız kurtarılmıştır.
Esirler, ağır ve hafif top, mühimmat ve her nevi malzemeden ganimetler çoktur.
Düşmanın çeşitli mevzilerinin her biri birkaç hattan ibaret olduğundan kıtaları
mız birçok müstahkem hatları zapt etmek mecburiyetinde bulunmuştur. Hazır
lıklarımız, her nevi fenni vasıtalarla ve tahkimatla donatılan ve takviye edilen
düşman mevzilerinin bazen bir saatten az bir zaman içinde aldığımız gibi asker
ve subaylarımızın dünyaca malum olan yiğitlikleri ve cesaretleri bu defa da
tecelli etmiş ve hakikat olmuştur. Kumandanlarımızın sevk ve idarede düşman
kumanda heyetine bariz üstünlük sağlamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi or
dularının müstesna kıymet ve kabiliyeti sebebiyle Yüce Meclisi tebrik ederim.
27 Ağustos 1922

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (26 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.3, s.710-711, http://www.tbmm.gov.tr/

931
Başkumandan
Mustafa Kemal
(Allah muvaffakiyet ihsan buyursun sesleri, şiddetli alkışlar)
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, dün ve bugün makamıma gelen Rus
ve Azerbaycan elçileri ordunun zaferinden dolayı Yüce Meclisinizi tebrik ediyorlar
ve bu hususun arzı için ricada bulundular. Yüce Heyetinize arz ediyorum. (teşek
kür ederiz sesleri)
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Reis Bey, Başkumandan Paşa'ya ve orduya
Meclis adına teşekkür yazılmasını teklif ediyorum.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Arkadaşlar, bir seneyi aşkın düşmanın küfrü
altında inleyen Afyonkarahisar'ı kurtardığı için ordumuza feyiz ve zaferler ihsan
buyuran Cenabı Hakka binlerce şükürler olsun. Bu Rabbimin bir lütfüdür. Düşma
nın saflarını yararak İslam'a has cesaret ve yiğitlikle süngüsünü düşmanın bağrına
saplayarak ileriye giden ordumuzun yüksek kumanda heyetine ve gerekse subay
larına ve gerekse dini bütün olan askerlerine Meclisimizin hürmet ve selamlarını
ve devam etmekte oldukları taarruzda Cenabı Hakkın muvaffakiyetler ihsanı için
niyaz ve duada bulunduğumuzun orduya tebliğini teklif ediyorum ve bu hususta bir
önerge takdim ediyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Mazhar Müfit Bey'in bir önergesi var
dır. Okunacak.

TBMM Başkanlığına
Cenabı Hakkın yardımlarıyla düşman saflarını yararak Afyonkarahisar'ımızı
kurtarmaya muvaffak olan şanlı ordumuzun kumandan, subay ve bütün asker
lerine hürmet ve selamlarımızın ve devam eden taarruzda muvaffakiyetlerini
Cenabı Haktan niyaz ve dua etmekte olduğumuzun bildirilmesini teklif eylerim.
28 Ağustos 1922
Hakkari Mebusu
Mazhar Müfit
(kabul, kabul sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Mazhar Müfit Bey'in teklifini kabul
edenler lütfen ellerini kaldırsın. (oybirliğiyle sesleri) Oybirliğiyle kabul edilmiştir.
Efendim, Zamir Bey'in de bir teklifi vardır. Dua edilsin, diyor.
(Kırşehir Mebusu Müfit Efendi tarafından dua okundu.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, İcra Vekilleri Reisliğinin harbin başla
dığına dair bir tezkeresi vardır. O okunacak.

932
TBMM Başkanlığına
Bugün sabahtan itibaren Garp Cephesinde muharebe başlamıştır. Kahra
man ordularımız vatanın namusunu ve istiklalini kurtarmaktan ibaret olan ulvi vazi
feyi yerine getirmek için Allah'ın yardımına dayanarak bütün cephede cani ve iş
galci düşmanla çarpışmaktadır. Hadise bu sabah Büyük Millet Meclisine arz edil
miş ve Meclisin tamamı ordularımızın zaferini Cenabı Haktan niyaz eylemiştir. Bu
milli kavgamızın başından beri kesin zafer için maddi, manevi bütün kuvvetlerini
sarf eden fedakar milletimiz için mesut günler inşallah artık yaklaşmıştır. Bütün
kumandanları, subayları ve seferleriyle evlatlarımız ve kardeşlerimizden meydana
gelen, bir kahramanlık abidesi olan ve insanlık tarihinde en lekesiz ve en mukad
des bir davanın tahakkuku uğrunda hiçbir karşılık beklemeden kanını akıtan ordu
muz için dua edelim. Bütün devlet memurlarının ve fedakar halkımızın, ordularımı
za maddeten ve manen yardıma devam eyleyerek, iftihar etmelerini rica eylerim,
efendim. 26 Ağustos 1922
TBMM Vekiller Heyeti Reisi
Hüseyin Rauf
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim bu, evvelce Hükümetçe yayınlanan
1
beyannamenin bir suretidir ve Yüce Meclise malumat için arz olunmaktadır.

(İki gün sonra, 30 Ağustos 1922 tarihindeki oturumda...)

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, dün ve evvelki gün Afganistan ve İran
elçileri beni ziyaret ederek zaferden dolayı Yüce Meclise tebriklerini beyan ettiler.
Ben de kendilerine Yüce Meclis adına teşekkür ettim, Yüce Meclisinize bu malu
matı arz ediyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Afyonkarahisar'ın kurtuluşundan dola
yı Akşehir Müdafaayı Hukuk Reisliği ile Karaağaç Belediye Reisliğinden tebrik
2
telgrafları var. Tabii Divan tarafından münasip cevaplar verilir.

(Meclis Genel Kurulunun toplantı halinde bulunduğu saatlerde, 30 Ağustos 1922 günü
Dumlupınar'da Büyük Zafer kazanılmış, Yunan Ordusunun büyük bir kısmı imha edilmiş
ve İkinci Ordu tarafından Kütahya kurtarılmıştı. Haberleşmenin kısıtlı ve kesintili ola
rak yapılabilmesi nedeniyle Meclis bu müjdeli haberleri bir gün sonra alacaktı.)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (28 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.22, s.368-369, http://www.tbmm.gov.tr/
2
TBMM Zabıt Ceridesi (30 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.22, s.408-409, http://www.tbmm.gov.tr/
933
EYLÜL 1922

2 EYLÜL 1922: ESKİŞEHİR VE UŞAK’IN YUNAN İŞGALİNDEN KURTARILDIĞI


NIN DUYURULMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 95. Birleşim, Gündem: 6/1)

Türk Ordusunun 26 Ağustos’tan beri devam eden taarruzları sonun


gaziYunan
da Ordusu
üzerinden
önce üç parçaya
boşalttıkları
gelenİkinci bölündü.
Eskişehir'e
Birinci Sabahleyin
Ordu’nun saat 10.00’da Seyit
Uşak’a girdiler.Askeri
Ordu birlikleri, Yunanlıların ve yerli Rumların
bir gün girdiler. Halk büyük bir coşku için
de Türk askerlerini karşıladı. süvarileri de Yunan asker
lerinin yakarak ve yıkarak terk ettikleri harekatın
DR. ADNAN BEY (Başkan
gizliliği nedeniyleVekili): Efendim
Meclis yeni tebrik
yeni zafer telgrafları
haberlerini almayavardır, gelen yerler
başlamıştı.

okunacak. Isparta Mebusu Hüsnü Efendi'den, Bolu Müdafaayı Hukuk Reisliğin


den, Sivrihisar Kaymakamlığından, Eskişehir Mutasarrıflığından, Konya'da Ali
İhsan Paşa'dan, Göynük Kaymakamlığından, Muş Müftülüğünden, Aydın Mebusu
Esat Efendi'den, Boyabat Belediye Reisliğinden, Darende Kaymakamlığından,
Tokat Müftülüğünden. Kendilerine münasip birer cevap yazılır, efendim. (Rauf
Bey'i dinleyelim sesleri) Telaş etmeyiniz, efendim. Ordumuz Eskişehir'e girmiştir,
müjdelerim. (alkışlar, daha var sesleri)
(Bu sırada Müfit Efendi tarafından dua edildi.)

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, şimdi Başkumandan Paşa Hazretleri
1/2 Eylül 1922 gecesi Uşak'ın da kurtarıldığının müjdesini veriyor, efendim. (şid
detli alkışlar)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim bugün biliyorsunuz ki saat üç buçukla,
dört arasında miting yapılacaktır. Onun için müsaadenizle celseyi pazartesi günü
1
toplanmak üzere tatil ediyorum.
(İki gün sonra 4 Eylül 1922 tarihindeki oturumda...)

KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Efendim müsaade buyurursanız şimdi aldı
ğım bir şifreli telgrafı arz edeyim. Eskişehir'den Bursa istikametine geri çekilen
düşman kuvvetlerini kıtalarımız İnönü'de sıkıştırmış ve yakalamıştır. Muharebe
etmişler, muharebede düşmanı perişan bir şekilde bozmuşlar, düşman iki koldan
firar etmeye başlamıştır. Kıtaatımız da bunların arkasını kesecek tertibatı almış-
lardır. Belki de arkaları kesilmiştir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (2 Eylül 1922), 1.Dönem, c.22, s.466-467, http://www.tbmm.gov.tr/
934
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Demek düşmana kurtuluş yok.
KAZIM PAŞA (Devamla): Bu şekilde düşman kolları tepelenmiş oldu.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Paşa, süvariler Salihli'ye girmişler mi?
KAZIM PAŞA (Devamla): Yalnız İnönü hakkında malumat geldi. Başka yerlerden
1
henüz resmi bir şey gelmedi.

4 EYLÜL 1922: ÜSTÜN HİZMETLERİ GEÇEN BAZI KOMUTANLARA TAKDİR


NAME VERİLMESİ HAKKINDA BAŞKOMUTANLIK TESKERESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 96. Birleşim, Gündem: 6/3)

Yunan ordusunun bir bölümü İzmir'e, diğer bölümü de Bursa istika


metine kaçarken Meclis Genel Kurulu olağan toplantılarına devam edi
yordu. Bir hafta önce, Büyük Taarruzun başladığının duyulmasıyla
Mecliste iktidar ve muhalefet iç politika çekişmelerini bir yana bırakarak
tek bir yürek halinde çalışmalarını sürdürmeye başlamıştı. Ancak bu
bahar havası fazla sürmedi. Bazı komutanların taltif edilmeleri hakkın
daki Başkomutanlık teskeresi muhalefeti tekrar harekete geçirdi.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bazı kolordu ve tümen kumandanlarının takdir
name ile taltiflerine dair Başkumandanlık tezkeresi var, okunacak.

TBMM Başkanlığına
26 Ağustos 1922 den 31 Ağustos 1922 tarihine kadar Afyonkarahisar,
Dumlupınar Meydan muharebelerinde fevkalade hizmetleri geçmiş olan aşağı
da isimleri yazılı olan komutanların alakalı kanun hükümlerine göre Türkiye
Büyük Millet Meclisi takdirnamesiyle taltifleri hususunda lazım olan muamele
nin ifa buyrulmasını rica eder ve peyderpey gelecek istekler üzerine bu husus
taki tekliflerimi ayrıca yazacağımı arz eylerim. 2 Eylül 1922
Mirliva2 Kâzım Paşa Hazretleri, Albay Alaeddin Beyefendi,
Albay Osman Nuri Beyefendi, Yarbay Ethem Beyefendi.
Albay Aşir Beyefendi,
TBMM Reisi
Başkumandan
Mustafa Kemal

1 TBMM Zabıt Ceridesi (4 Eylül 1922), 1.Dönem, c.22, s.486, http://www.tbmm.gov.tr/


2 Tuğgeneral

935
KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Afyonkarahisar ve Dumlupınar muharebele
rinde fedakarlık gösteren kumandan, subay ve askerlerin taltifleri hakkında tabii
peyderpey istek olacaktır. Bu birinci kısım. İlk defa olmak üzere Başkumandan
Paşa Hazretleri tarafından teklif edilen bazılarının takdirname ile taltifleridir. Diğer
leri de lüzum görüldükçe teklif edileceklerdir. Bu takdirname ile taltiften başka
terfileri yapılmış olanlar da vardır. Yüce Meclise arz ediyorum. Nurettin, Yakup
1
Şevki paşalar ferikliğe, İzzettin, Kemalettin, Asım Kazım, Kazım, Mürsel beyler
mirlivalığa, Naci, Halis, Salih, Halit, Derviş, Zeki, Suphi, Kemal, Naci, Zihni, Ahmet
Hulusi beyler albaylığa, Tevfik, Hüseyin, Vehbi beyler yarbaylığa, Fazıl Efendi
binbaşılığa terfi ettirilmişlerdir. Genel Kurmay Reisi Fevzi Paşa Hazretleri mareşal
liğe, Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretleri de ferikliğe terfi etmişlerdir.
Bunlar, terfian taltif edilenlerdir. Takdirname ile taltifleri teklif edilenler ise şimdi
isimleri okunanlardır. Bundan başka Fahrettin Paşa ile İbrahim ve Nazmi beyler de
vardı. Bunlar, terfi için kanunen muayyen olan bir sene müddeti tamamlamadıkla
rından ve kanunen mümkün olmadığından terfi ettirilemediler. Ancak bir sene
içinde Büyük Millet Meclisi tarafından iki takdirname alırlarsa mümkün olabiliyor.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Takdirname verelim.
KAZIM PAŞA (Devamla): O, Yüce Meclisin arzusuna aittir. Yalnız elimizdeki ka
nuna göre bir sene içinde fevkalade suretle iki defa terfi olamayacağı için başka
bir tarzda taltiflerini arz ettik. Bundan sonra teklifleri gelecek olanlar için de usul ve
kanuna uygun bir suretle muamelelerini yaparız. İnşallah ordumuz yakında daha
büyük muvaffakiyetler elde edecektir. O zaman da fedakarlık gösterenler tabii
takdir ve taltif edileceklerdir.
YASİN BEY (Gaziantep): Reis Efendi Hazretleri, bu taltifleri Başkumandanlık mı
teklif ediyor, yoksa Milli Savunma Vekaleti mi?
KAZIM PAŞA (Devamla): Teklifler Cepheden Milli Savunma Vekaletine yazılmıştır.
Şimdiye kadar teamül olduğu üzere bu terfileri Milli Savunma Vekaleti teklif eder.
İcra Vekilleri Reisliği tasvip ederek Büyük Millet Meclisi Reisliğine arz eder. Bu
şekilde terfiler de usul ve kanun dairesinde yapılmıştır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, düşmanın memleketimiz dahilinde icra
ettiği zulme nihayet vermiş olan mukaddes ordunun muvaffakiyetini ne suretle
tebrik edeceğimi bilemiyorum. Devletin hayatını temin ve muhafaza eden bu yüce
kudreti tebrik ederken, milletvekilleri herkesin hakkını vermeyi kendileri için bir
vazife bilir. Vicdanen çalışanların her halde maddi ve manevi bir mükafatı vardır.
Bunu bütün mevcudiyetimle arzu ederim. Yalnız dün Hakimiyeti Milliye gazetesin
de, filan ve falan kimselerin terfileri hakkında milli irade karar vermiştir, kaydını
gördüm ve hayretle okudum ve teessüfle karşıladım. Çünkü milli irade, milletin

1 Korgeneral

936
temsil hakkını üzerine almış, bu hakkı manevi şahsiyetinde tecelli ettirmiş ve hiçbir
suretle kimse tarafından kullanılmasına müsaade etmemiş olan Meclisindir. Türki
ye milletini temsil eden Büyük Millet Meclisinden çıkmayan sözlerin, milli irade
sözlerinin sarf edilmemesi, bu tutanaklarda zikredilmiş iken bu kelimeyi resmi bir
gazete yazmak cüreti gösterilmiştir. Tabii şaşkınım. Bu hatadan dolayı Hükümeti
tenkit etmek zannediyorum ki Yüce Heyetinizin salahiyetindedir. Sonra Büyük
Millet Meclisinin manevi şahsiyetinin ordusunda bir subayın terfii, bütün millet ira
desinin tecelli yeri olan Büyük Millet Meclisinin iradesine taalluk etmeli ki o subay
giyeceği formanın kutsiyetini anlasın ve onunla iftihar etsin. Büyük Millet Meclisi
de desin ki şu zat hizmet etmiştir, takdir benim boynumun borcudur, onun hakkını
verdim. Bu, benim kalbimden kopmalı, çoğunluğun kalbinden doğmalı ki o rütbe
nin şeref ve mahiyeti ortaya çıksın, ben müşirim diye emir vermek salahiyetine
sahip olsun. Takdir üç kişiye değil, üç yüz ve üç bin kişiye ve daha fazlasına la
zımdır. Bir zamanlar yapılmış hatalar üzerine binayı hükmetmeyelim. Evvelce
kanunun aksine olmuş ise şimdi de tekrarı doğru mudur? Fesat, fesat üzerine mi
yapacağız. Hayır, bana göre bazı kimselerin terfii düşünülmüş, Hükümet muame
lesini yaparak teklif için yazılmıştır. Bu hak, hükümranlık hakkıdır. Hükümranlık
hakkı ise yegane Millet Meclisinin manevi şahsiyetindedir. O yıldızı vermek hakkı
nı millet, yegane bu manevi şahsiyete vermiştir. Bugün hiçbir kanuni hak verilme
diği halde, başkalarının bu hakkı kullanmasına bir türlü müsaade edemeyiz. Bu
hakkı millet ancak bizlere vermiştir. Bugün ortada bir kanun yokken, hükümdarın
salahiyetini şu veya bu şahıs kullanırsa o rütbe, gayrimeşru kalır. Hiçbir subay o
rütbeyi üzerinde taşıyamaz. Milletin salahiyetine tecavüz cüretini gösteren arkada
şa hayret ediyorum. Vekil, kanun dairesinde vazife etmek mecburiyetindedir. Ben
Milli Savunma Vekili olursam, hangi kanun gereğince hareket edeceğim. Sonra en
nazik mesele hükümdarlık hakkıdır. Efendiler zaferimiz ve şerefimiz için, hiçbir
kimsenin ve hiçbir kudretin iradesine girmemek için burada çırpınıyoruz. Bizim
hakkımıza riayetkar olmayanlar milli hakimiyetinin tecellisine tecavüz etmiş olurlar.
Bunlar nazarımda Yunan'dan başka bir şey de değildir. Milletin milli irade kanunu
na hürmetkar olmayanlar en büyük düşmanımdır ve millet düşmanıdır. Çünkü milli
hâkimiyet kanununa riayet edilmiyor. Bu rütbeleri verebilmek için kanuni bir hakka
sahip olmalı ve şahsen müşirden daha büyük bir rütbeye sahip olmalı. O da Büyük
Millet Meclisidir. Kanun müşir yapıyor, en son rütbedir efendiler. Bu en son rütbeyi
verecek adam onun üstünde olmalı ve bunu yapacak bir Büyük Millet Meclisi var
dır. Bundan sonra subay milletin manevi şahsiyetinden kopan yıldızla iftihar edebi
lir ve subayın benim ve çoğunluğun kalbinden kopmuş olan o yıldızı takması la
zımdır. Yoksa o yıldız adi bir etiketten başka bir şey olamaz ve hiçbir hükmü yok
tur. Evvelce yapanlardan tazmini lazım gelir. Yanlış bir muamele yapılmıştır. O
zaman ben de ona imza eden arkadaşlar gibi bütün mevcudiyetimle bugün imza
mı koyarım. Milli irade, milletten doğacak oya bağlı olsun. Yoksa başka türlü kud
ret olamaz. O muamele yanlıştır. Bunu her kumandan bilmeli ve bildiği için o ku
mandanlar, bu formaları bir rütbedir diye almaz ve alamaz. Hükümet bugünden

937
itibaren tebliğ etsin, milletin iradesini kullansın. Ondan sonra kendilerini haberdar
etsin. Şerefle taşıyabilsinler, aksi yanlıştır, batıldır.
KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Efendim, Hüseyin Avni Bey arkadaşımızın
heyecanlı olarak söyledikleri beyanatta kanunsuz bir muamele yapılmış gibi bir
ifadede bulundular. Halbuki malumunuz olduğu gibi vekil, kendi cebinden rütbeyi
vermez. Bunu Yüce Meclisinizin vekili sıfatıyla ve Yüce Meclisinizin kabul etmiş
olduğu ve tatbikini arzu etmiş olduğu kanunları tatbik etmek suretiyle verir. Yapılan
muamelenin yapılış şeklini arz ettim. Kanunsuz bir muamele olduğuna dair hiçbir
fikrim yoktur. Yapılan muamelenin kanuni olduğunu iddia ederim. Çünkü şimdiye
kadar yapılan bütün muamelelerde, fevkalade muharebelerden dolayı terfi vardır.
Yalnız bir sene içinde iki terfi olmaz. Terfiler hakkında şimdiye kadar yapılan tarz
dan başka bir muamele yapılmamıştır. Milli irade meselesi, düşünülen ve henüz
Yüce Meclisçe kabul edilmemiş olan kanununda vardır. Yüce Meclis bunu müza
kere eder ve neye karar verirse onu kanun olarak kabul eder ve o suretle hareket
eder. Fakat bugün elimizde bir kanun varken ve o da bu tarzda yapılmışken başka
türlü hareket edilemezdi.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Fakat işin içinde mareşallik ve feriklik vardır.
KAZIM PAŞA (Devamla): Evet mareşallik askerlikte son rütbedir. Fakat mareşal
likte şöyle muamele yapılacaktır diye kanunlarımızda hiçbir kayıt mevcut değildir.
Mareşal şöyle olur, ferik şöyle olur diye elde bir kanun olmadıkça başka nasıl mu
amele yapılır? Elde mevcut kanun böyledir. Elimize başka türlü kanun verirlerse,
öylece hareket ederiz. Biz, cebimizden ne müşirlik verebiliriz, ne binbaşılık, ne de
onbaşılık verebiliriz.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Reis Paşa Hazretlerine mareşalliği Meclis vermiştir.
KAZIM PAŞA (Devamla): Meclis kime isterse verir, bugün de arzu ederse bir al
baya ferik, mareşal rütbesini verebilir, Yüce Meclis arzu ettikten sonra doğrudan
doğruya her şeyi yapabilir. Fakat biz vekiller kanunun bizi tabi tuttuğu hududun
haricine çıkamayız.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Orduyu zafere sevk eden her fert kadar bu
milletin saadet ve selameti için çalışan bazı kumandan ve subay arkadaşlarımızın
usulüne göre terfileri münasebetiyle söz söyleyen mebus arkadaşlarımızdan bir
kısmının ifadelerine geç yetişmekle beraber, hürmetle dinledim. Hüseyin Avni Bey
arkadaşımız ifadeleri arasında pek şiddetli kelimeler kullanmışlardır. Zannederim
manasını benim anlamak istediğim derecede ifade etmek istememişlerdir. Ümit
ederim ki düzelteceklerdir. Arkadaşlarımızın tarafından iktidardaki vekilleri Yunan
lılar kadar memlekete zararlı görecek olan bir mebus, o Hükümeti ve vekilleri ye
rinde tutmakla pek büyük bir cinayet işlemiş olur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Şart vardır, kanuna hürmetsizlik ederseniz, hür
met kanunadır. Milli hakimiyet nedir? Vekiller için söylemedim.

938
RAUF BEY (Devamla): Rica ederim sözümü bitireyim. Bu kürsü serbesttir. Teşrif
eder siz de söylersiniz. Memleketimizin her türlü mukaddesatına tecavüz eden,
düşman kadar fenalık etmiş olan Hükümeti yerinde tutan arkadaşlar, emin olun ki
bu memlekete Yunanlılardan daha çok fenalık etmiş olur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Teveccühünüze teşekkür ederim. Yanlış anladı
nız. Sizleri kastetmedim. Milli hakimiyeti çok kıskanırım.
RAUF BEY (Devamla): Bir nokta vardır efendim. milli iradenin suiistimal edildiğine
inanmıyorum. Hükümet, Yüce Meclisin kendisine verdiğiniz salahiyeti kullanmıştır
ve bu salahiyetin bir zerresini tecavüz etmemiştir. Terfileri icap edenler hakkında
harp sahasından teklif Milli Savunma Vekaletine gelmiştir. Muamelenin tetkiki
üzerine Milli Savunma Vekili bu teklifleri tasdik etmiş ve sonra İcra Vekilleri Reisli
ğine göndermiştir. Bunu da İcra Vekilleri Reisi tasdik etmiştir. Şimdiye kadar, her
vakit ve her tayinde olduğu gibi, Büyük Millet Meclisi Reisi de Yüce Meclisiniz
adına imzasını, koymakla bu muameleyi tasdik etmiştir. Bunun haricinde bir mua
mele bilmiyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Burası yanlış yapılmaktadır, Rauf Beyefendi.
RAUF BEY (Devamla): Başkumandan Paşa Hazretlerini mareşalliğe Yüce Meclis
terfi ettirmiştir. Evet bugün de Yüce Meclise her hangi mebus bir kimse hakkında
önerge verir, böyle bir teklifte bulunur ve Meclis Umum Heyeti de kabul ederse
buna hiç kimsenin bir diyeceği yoktur ve olamaz. Bu kabul, kanun mahiyetindedir.
Fakat filan veya filanın terfii Yüce Meclise bildirilmedi, diye şimdiye kadar yürürlük
te olan kanun ve teamülü bertaraf edip de yapılan muamele hükümsüzdür demek,
doğru değildir. Hürmetle arz ediyorum, biz mili gayenin en hürmetkar ve en itaat
kar evlatlarıyız. Milli emellerimiz aksine hareket etmek ve bilhassa gayemizi pençe
altına alarak ezmek taraftarı değiliz. Her arkadaşımız kadar onun her zaman baki
ve hakim olmasını hayatımızla, kanımızla müdafaaya hazır adamalarız. (bravo
sesleri) Yaptığımız muamele de kanunun, usulün ve teamülün haricinde bir şey
değildir. Bugün şahsen ve katiyen imanım kadar eminim ve o terfileri teklif ve tas
dik edenler de emindirler ki bu kimseler gösterdikleri hizmetin, fedakarlığın karşılı
ğında taltif edilmişlerdir. (şüphesiz sesleri)
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Onlar bahis mevzu edilmiyor.
RAUF BEY (Devamla): O halde Hükümetiniz milli iradeyi ihlal edecek bir harekette
bulunmamıştır. Yapılan muamele kanuna ve teamüle uygundur. Valiler de milli
irade ile tayin edilen memurlardır. Fakat acaba şimdi valilere valilik payesi Yüce
Meclisinizin tasdikiyle mi veriliyor?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): İmtiyaz veriyoruz, üstün vasıflar veriyoruz. (ne
demek sesleri) Verdiğimiz rütbedir. Rica ederim, alameti farika veriyoruz.
RAUF BEY (Devamla): Valilik de bu memleketin en büyük rütbesidir. Bu bakımdan
Hüseyin Ayni Bey arkadaşımızın kanaatine iştirak etmiyorum. Yüce Meclisiniz
939
hakemdir, bunu tasvip ve tasdik edenler de bizleriz. Vereceğiniz karara hürmetle
itaat edeceğiz ve vicdanım da bundan müsterihtir. Milletin salahiyetine, kudretine,
umumi arzuya ufak bir karşı gelme olmamıştır ve böyle bir şey hatırımızdan geç
memiştir. Yalnız Hüseyin Avni Bey'den bir şey rica edeceğim, buyurdukları gibi
kanuna itaatsizlik yüzünden bunu yapanlar memlekete Yunan kadar zararlıdırlar
sözünden zannederim vicdanları müteessir olur. Bu sözlerini geri alsınlar.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bu Meclisin haklarına hürmet etmeyenler, salahi
yetine tecavüz etmekle milli irade ve hakimiyeti kıranlar ve bu husustaki kanunlara
itaat etmeyen, diyorum.
RAUF BEY (Devamla): Yoktur öyle mesele.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Yoksa, mesele de yoktur. Ben diyorum ki müca
delemiz milli mücadeledir. Bunun için de her işte Meclisin manevi şahsiyetini, ka
nunu hakim kılmak lazımdır. Benim sözlerim, bu hakimiyete kimseyi tecavüz ettir
mem mahiyetindedir. Bu sözümde ısrar ediyorum ve bu hususta kendileri de be
nimle hemfikirdirler. Ben kendi hissemde sizleri de müşterek düşünüyorum. Ma
dem ki böyle bir tecavüz yoktur. O halde bir şey yoktur.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Madem ki yoktur, öteki de yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Maksat şudur ki bu terfiler milli iradeyi ihlal ede
cek mahiyettedir. Mareşal üniforması milli irade ile verilirdi. Mareşal ordunun mü
him bir kısmına hakim olacaktır.
NEŞET BEY (İstanbul): Malumunuz kaza kaymakamları da irade-i seniye1 iledir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim şimdi irade-i seniyenin yerine milli irade
geçmiştir. Yüce Heyetiniz irade-i seniyeyi reddetmiştir. Binaenaleyh kendi irade
sinden başka irade tanımaz. Bu reddinizden dönerseniz ben dönmem, efendiler.
Milli irade Meclisten çıkar. Şahısların iradesi şahsidir. Milleti temsil etmez, kanun
olmaz, meşru olmaz. Ben bütün arkadaşlarıma hürmetkarım. Bundan daha evvel
milletin tecellisi olan Meclisin haklarına taarruz ettiremem. Herkes buna, riayetkar
olsun vesselam.
RAUF BEY (Devamla): Hüseyin Avni Bey arkadaşımızın şimdiki beyanatı hakkın
sından
da müsaadenizle
2 yukarısı irade-i
birkaçseniye
söz söylemek
ile icra edilirdi.
isterim. Efendiler askeri rütbelerde kolağa

VASIF BEY (Sivas): O eski kanundur. Şimdi Teşkilatı Esasiye Kanunu var.

1
Padişah iradesi
2 Yüzbaşı ile binbaşı arasındaki rütbe.
940
RAUF BEY (Devamla): Şimdi efendiler bugüne kadar Yüce Meclisinizin tayin ettiği
binbaşılar, yarbaylar, albaylar için Yüce Heyetinizin çoğunluğuyla seçtiğiniz Reisi
nizin imzası muteber oluyor da bugün neden olmuyor? Bu itibarla da rica ediyo
rum, bu teklifi tasvip ve tasdik eden Hükümet kanuna, usule ve teamüle göre ha
reket etmişlerdir. Hüseyin Avni Bey, Yüce Meclisinize karşı kimse hıyanet etme
miştir ve kanuna karşı hareket eden yoktur. Kanuna karşı esasen hareket edile
mez ve Meclisimiz zaten her türlü vaziyete hakimsiniz ve her hususta bizleri de
netleyebilirsiniz. Kanuna karşı hareket cüretini gösterecek kimseyi tasavvur etme
yiniz, efendiler (müzakere kafi sesleri)
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Reis Bey, Hüseyin Avni Bey sözünü söylemiştir.
Hükümet de cevabını vermiştir. Hüseyin Avni Bey'le Hükümet arasında münakaşa
olmuştur. Meclis bunun hakkında fikrini verecektir. Rica edelim müzakere devam
etsin.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hüseyin Avni Meclis adına söyledi. Yani Hükü
met ile aramda ne olabilir? Mebusun sözleri... (hayır sesleri) Başkalık yoktur.
FİKRET BEY (Kozan): O söz benim kanaatim. değil ki...
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hüseyin Avni de bir mebustur. Kanaati yok mu?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurun, bugün orduda bu
lunan kumandan ve subayların yapmış olduğu fedakarlığı takdir etmeyen hiç ve
bilhassa arkadaşlarımdan hiç kimse yoktur. (tabii sesleri) O halde teklif edilen
terfilere itiraz da yoktur. Yalnız itiraz terfilerin usulü dairesinde olup olmaması me
selesidir. Mesele budur rica ederim. Efendiler bu usule dair bir münakaşadır. O
halde Hüseyin Avni Bey'in söylemiş olduğu söz usule dair birtakım şartlardır ve o
da burada mevcut değildir ve başka söz de yoktur. (gürültüler)
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Rica ederim Meclis bu cezanın altında kalmasın.
KILIÇ ALİ BEY (Gaziantep): Bu mesele müzakere edilecek.
HAMDİ NAMIK BEY (İzmit): Hüseyin Avni Bey'in, Yunanlılardan daha ziyade
düşmandır, sözünün yok sayılmasına dair önergem var efendim, okunsun.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ben öyle bir şey söylemedim. Reis Bey bu nazik
bir meseledir. Ben Meclise ve bu husustaki kanuna itaat etmeyenler hakkında
söyledim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Böyle bir şey yazılmaz rica ederim, söylemedim
diyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Meclise ve milli hakimiyete itaatsizlik eden Yunan
gibi düşmandır. Yine söylüyorum.

941
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim efendiler dinleyin. Mesele bitmiştir.
Esas meselede itiraz yoktur. İtiraz usule ait bir itirazdı. O usulü de Yüce Meclisiniz
kabul eder, mesele biter.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Reis Bey bugüne kadar mareşalliğe dair böyle bir
müzakere geçmemiştir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendiler, müzakerenin yeterliliğine dair bir
önerge var. Onu okuyacağız.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Vekiller Heyeti Reisliğince kabul ve tasdik edilen terfiler
uygundur. Gündemin müzakeresine geçilmesini teklif eylerim.
Elazığ Mebusu
Hüseyin

MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Orduya bu takdirnameler bütün milletin ru


hundan koparak gidecektir. Yüce Meclisiniz bu önergeleri kabul etmiştir. Binaena
leyh milletin ruhundan doğan hissiyata uygun olan önergeler okunsun.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Efendim, her şeyi kendi nefsimize göre yapmaya
lım. Bir usul vardır. Şimdiye kadar mareşallik Yüce Meclisi kararıyla olmuştur. Bu
sözü alıp da derhal çuvala doldurmakta bir mana yoktur. Mesele tamamıyla aydın
lansın. Ne ferikliğe itiraz eden var, ne mareşalliğe itiraz eden var. Herkes memle
ket için hayatını feda ediyor. Zaten buna itiraz eden yok ki. (oya sesleri)
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Muhterem arkadaşlar, müzakere usulü hakkında bir
şey arz edeceğim.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Müzakere usulü diye söz alıp başka şeyden
bahsetmeyiniz.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Eğer beyanatımda usule ait bir noktada aykırılık görür
sen indir aşağı. Efendiler, Hüseyin Avni Bey arkadaşımız bu Meclisten ayrı bir
arkadaşımız değildir. Bu Meclis ordusunun erinden en büyük kumandanına kadar
verilmesi icap eden, verilmesi lazım gelen kudret, rütbe, her ne varsa vermekten
çekinmeyecektir. (hay, hay sesleri) Ancak Hüseyin Avni Bey arkadaşımız beyanat
ta bulunurken bir parça sözünü ölçmesi lazımdı, ölçemedi. Yani müzakere usulü
ne dair söz söyleyeceğim deseydi, bu mesele bahis mevzu olmazdı. Yahya Galip
Bey'in buyurduğu gibi Yüce Meclis ilk defa mareşallik rütbesini, feriklik rütbesini
geçen harpte vermiştir. Hükümetiniz de diyor ki bu rütbeleri biz devamlı verdik.
Hükümetin verdiği bu kararı ve Hüseyin Avni Bey'in de iddiasını, Anayasa Komis
yonuna havale ederek bu meseleyi kapamak lazım gelir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, yapılan muamelede Komisyona gide
cek ve orada tetkik edilecek bir taraf yoktur. Bu mesele Yüce Meclisinizin hallede

942
ceği bir meseledir. Efendiler, Yahya Galip Bey'in buyurduğu gibi evvelce mareşal
lik, feriklik Meclisin kararıyla yapılmıştır. Fakat bu, birtakım,arkadaşlarımızın öner
geleriyle yapılmıştır. Halbuki bu kumandanlar bu defa muharebe meydanından
teklif edilmişlerdir. Teklif makamı da Cephe Kumandanı ve Başkumandandır. Bu
hususta kanun, usul ve teamüle tamamıyla uygun olarak muamele ifa edilmiştir.
Hükümetiniz başka türlü muamele yapamazdı. Hükümetin elindeki mevzuat belli
dir ve onları tatbik etmiştir. Ondan başka türlü hareket edemezdi ve halen de
edemez. Ta ki Yüce Meclisiniz başka bir kanunla, diğer bir tarzda bir kanunla ken
di vazifelerini tayin edebilir. Ama bugün Yüce Meclisten bu muamele yanlıştır diye
bir karar çıkarsa Hükümetiniz hakkında bugüne kadar göstermiş olduğunuz itima
da liyakati yoktur fikri ortaya çıkar. (yok yok sesleri) Tekrar ediyorum, ordumuzun
en ufak erinden en büyük kumandanlarına kadar her askerin gördükleri vazife her
türlü takdirin üstündedir. (amenna sesleri) Kendilerine yapılan bu taltif, pek büyük
takdir değildir. Bunun daha üstünde bir şey olsa da yapsak keşke. O itibarla görü
yorum ki Yüce Meclisiniz terfileri takdir buyuruyorsunuz. (hay hay sesleri) Yalnız
Hükümetin yapmış olduğu muameleyi tenkit ediyorsunuz. Çok rica ediyorum, bu
hususta kanaatinizi söyleyiniz. Eğer hata varsa biz de aklımızı başımıza alalım.
Fakat Hükümet inanıyor ki bu husustaki salahiyetini kullanarak muamele yapmış
tır. Çünkü başka türlü salahiyeti yoktur.
CEMİL BEY (Kütahya): Ben Başkumandan Paşa Hazretlerinden alınan telgrafı,
Milli Savunma Vekili Paşa'nın okumasıyla yetinilmemesini, Meclis Divanınca okut
turulmasını ve Meclise tasvip ettirilmesini teklif ediyorum. Kumandanların terfileri
hepimizce iftihar vesilesidir.

TBMM Başkanlığına
Mesele asla değil usule aittir. Müzakere kafidir. Milli Savunma Vekaletin
ce teklif edilen terfiler üzerine usulen tetkik ve tertip edilerek cansiperane har
beden bütün kumandan, subay ve askeri memurların terfilerinin tasvip edilerek
gündemin müzakeresine geçilmesinin kabulünü teklif eylerim.
Mersin Mebusu
Selahattin
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bu önergeyi kabul edenler lütfen el kaldırsınlar.
(önergede bir kaç fıkra var sesleri) Müzakerenin yeterliliğini kabul edenler ellerini
kaldırsınlar. Kabul edilmiştir.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Reis Bey, Selahattin Bey'in önergesinde tasvip
edilerek kelimesi var. Yani bundan tasvip edilmezse yapılmayacak gibi bir mana
çıkıyor. Binaenaleyh bunu oya koymayalım. Bu kanuna muhaliftir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Ben terfiler hakkında Yüce Mecliste bir tereddüt
olmadığına kanaat ettim. Eğer bu hususta Hükümet vazifesini yapmamışsa çok
rica ediyorum ve bu milletin selameti adına rica ediyorum, Hükümetinize cezanızı

943
veriniz! Yoksa böyle kelimeler üzerinde oynamayalım. Hükümetiniz böyle mühim
zamanlarda kati hareketler yapacaktır. Hükümetin bu hareketlerini kelimelerle
mani olmaya vaziyetin müsaadesi ve tahammülü yoktur.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Tasvip kelimesini, arkadaşlarımdan bazılarının dü
şündükleri gibi düşünmedim, maksadım...
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Hükümetin muamelesi doğrudur.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, önergemin mevzuu şudur, mesele asla ait
değil, usule aittir ve müzakere de kafidir. Asıl itibariyle Milli Savunma Vekaletince
muamelesi yapılmış olan şeyleri Yüce Meclis kabul etmiştir. Bu kabulünü ifade için
tasvip kelimesini kullandım. Bunun yerine kabul kelimesini koyarsanız bu değişik
liğe ben de iştirak ederim. Cephedeki arkadaşlarımızın terfii hususunda hiç kim
senin hatır ve hayaline bir şey gelmez. (kimsenin sesleri) Yalnız bu muameleler
Meclise arz edilerek mi, arz edilmeyerek mi yapılması noktasında fikir ihtilafı var
dır. Bu mesele Hükümetin mesuliyetleri hakkındaki kanunun müzakeresiyle hallo
lunabilir. Şimdiye kadar neyse olmuştur. Şimdi şekil meselesiyle uğraşmayalım.
Eğer tasvip kelimesini beğenmiyorsanız diğer bir kelime ile değiştirilmesine ben de
razıyım. Maksadım başka bir şey değildir.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): O halde bu yapılan muamele doğrudur. Kabul
edilmesi lazım gelir. Bundan sonra yüzbaşı, binbaşı olacaklar hakkındaki muame
le de buraya mı gelecek?
SELAHATTİN BEY (Devamla): Kimler hakkındaki muamelelerin buraya geleceği
bellidir. Mesele bir usul meselesidir. Usul de burada hallolunacak değildir. Yapılan
muamele Yüce Meclisçe kabul edilmiştir. Yani muamele makbuldür.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Milli irade kime veriliyor?
SELAHATTİN BEY (Devamla): Kimseye verilmiyor. Yüce Meclisin bu meseleden
haberi olmuştur. Usul hakkındaki ihtilafı yeni kanun halledecektir.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Yapılan muamele uygundur deyiniz, mesele bitsin.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Ben muamele uygundur diyorum. Benim maksa
dım usul hocalığı yapmak değildir. Usul hakkındaki ihtilafı Yüce Meclisdaha sonra
kanunla halleder. Bugün yapılan muamele doğrudur.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Efendiler hakikatten niçin ürküyorsunuz? hükümet
Reisi Bey burada diyor ki yaptığım muamele kanuna, usule, teamüle uygundur.
Buna karşılık mütalaa eden arkadaş da bunu reddedemiyor ve eski bir zihniyetle
askeri terfiler irade-i seniye ile olur ve hükümdarın salahiyeti bizdedir, bizde olma
sı lazım gelir, diyor. Hükümet Reisinin kanaatini uygun görmezseniz güvenoyu
meselesini bahis mevzu ediniz. Efendiler kaybetmeye korktuğunuz milli hakimiye
te bu kadar hürmetkar bir hükümeti nerede gördünüz? İşte, milli hakimiyet sahası
açıktır, ne korkuyorsunuz?

944
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Usule dair söyleyeceğim. Efendiler, Selahattin
Bey'in vermişi olduğu önerge hakiki bir esas ifade eden bir önergedir. Meclise
getirilmeden yapılan idari ve askeri bütün terfiler, Padişah sıfatıyla irade-i seniye
icap eden meseleler buraya gelmeyince, hükümsün manasına gelecektir ve yani
üç seneden beri yapılan muamelelerde böyle bir kararı kabul ettiğimiz takdirde
elim bir vaziyete düşmeyecek miyiz? Ondan dolayı efendiler, usul hocalığı yapmı
yorum ama bir hukuki vaziyet mevcuttur. Dikkatinizi çekerim. Mesele gayet kanu
nidir, müzakere edilecek başka bir şekil yoktur.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Milli irade nedir, söyler misiniz?
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Milli iradeyi izah etmek için bana bir salahiyet
vermediler. Böyle bir salahiyetim olsaydı lazım gelen malumatı verirdim.
ALİ RIZA BEY (İstanbul): Ziya Hurşit Bey, bunun için bir kanun yapmak lazımdır.
MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Efendiler mesele gayet basittir. Ordumuz,
zaferle ilerliyor ve Yüce Meclis bütün ruhuyla ordunun zaferlerini alkışlamaktadır.
Rica ederim, terfileri hepimiz kabul ediyoruz. (ordu meselesi yoktur sesleri) Mese
le bu terfilerin Yüce Meclisin de alkışına mazhar olmasından ibarettir. Yani Hükü
metin arz etmiş olduğu meseleyi hepimiz kabul ediyoruz. Ortada bir şey yoktur.
Kocaman bir gürültü var, fakat içi de koftur. Herkesin kalbinde orduya karşı derin
bir minnettarlık hissi ve bir hamiyet aşkı vardır. Binaenaleyh meseleyi uzatmaya
lım. Bugün zaferle ilerleyen ordu önünde bu meselenin münakaşası fena bir netice
verecektir. Ordu için hepimizin ruhu çarpmaktadır. Onun için rica ederim, bu mu
ameleyi alkışlarla bitirelim ve taltifleri kabul edelim.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendiler vaktinizi almış olmakla müteessirim.
Fakat meseleyi tekrar tekraren arz etmiş olmak için bir daha hülasa etmeye mec
burum. Terliler hakkındaki meselede münakaşaya lüzum olmadığı fikrindeyim. Bu
hususta hiçbir ihtilaf yok, bilakis ittifak var. Asıl mesele, Hükümet bu mevzudaki
salahiyetini kullanmış mıdır, yoksa salahiyetini suiistimal mi etmiştir? Müzakereyi
kafi görüyorsanız çok rica ederim, ya Hükümetin bu icraatını takdir edin, tasvip
veya reddedin, bunu rica ederim. Bunun her ikisinden birisini karar altına alınız.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, ortada yanlış anlama vardır. Siz hata
yapmadığınızı iddia ederseniz bu davayı yürütemezsiniz. (haşa sesleri) O halde
hatayı kabul ettiğiniz takdirde Büyük Millet Meclisinin emrine uymak da boynunu
zun borcudur. Bu, bir terfi olmuş ise batıldır. Batıl üzerine yaptığınız bina yanlıştır.
Hükümet ne mahzur görmüştür ki bir kanun olmaksızın böyle yapmıştır? İrade-i
seniyenin yerine, milli irade vardır. O da Meclistedir. Burada, bir şey olacaktır.
Yüce Meclis, bu mevzu için milli iradeyi Meclis Reisliğini kabul ederse pekala ben
de kabul ederim. Bunun için isterseniz bir de kanun yapınız. Fakat bugün Meclis
kendi oyunu kullanmak için kimseye müsaade etmemiştir. Bu hususta kanun yok
tur. Olduğunu iddia ediyor musunuz? Meclis bu salahiyeti Meclis Reisine vermiş
midir? Milli irade Meclis Reisi midir, yoksa milletvekilleri midir? Bu hususta kimse
ye salahiyet verilmişse, itaate borçluyum. Fakat salahiyet verilmemiştir. Yoktur
945
diyorum, yaptığınız kanuni değildir, içtihat hatasıdır. Bunu tasdik için, millet adına
konan yıldızın şerefi bu milletin iradesiyle vardır, yoksa o kumandan onu alamaz.
Benim davam budur. Buna cevap verin.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Hüseyin Avni Bey'in bu sözlerine de cevap
vereceğim ve mümkün olduğu kadar kısa söyleyeceğim. Hüseyin Avni Bey batıla
dayandırıyorsunuz buyuruyorlar, ben de diyorum ki Hakka dayandırıyorum. Çün
kü; efendiler Hüseyin Avni Bey diyor ki bu böyle olmamalıdır, Meclise gelmelidir.
Ben de diyorum ki Meclise gelmesine ait benim elimde bir kayıt ve açıklık yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): İrade-i seniye tabiri kafidir.
RAUF BEY (Devamla): İrade-i seniyeye ait hususlarda şimdiye kadar Teşkilatı
Esasiye Kanunu gereğince Yüce Meclisiniz adına Meclis Reisin imzasını kafi gör
müşsünüz. Bundan başka muamele yoktur, başka türlü bir muamele istemek için
ayrıca bir kanun teklif edip Hükümete onun tatbiki ile vazifelendirmeniz lazımdır.
Yoksa üç yüz altmış üyeli, Allah adedini artırsın, bu Mecliste her arkadaşın dü
şündüğü gibi mi Hükümet hareket edecektir? Bize verdiğiniz salahiyetle düşünebi
liriz, Hüseyin Avni Bey de böyle düşünebilir, ben de aksini düşünürüm. Ben, hakkı
tatbik ettim diyorum. Bunu, bugün de diyorum, yarın da diyorum efendiler. Vicda
nen müsterihim ve rahatım. Terfi edilenler liyakatlerinde çok az taltif edilmişlerdir,
inşallah gayeye ulaşsınlar, ilelebet payidar olacak olan bu millet tarihiyle, kasidele
riyle, destanlarıyla bu insanları takdir edecektir. (inşallah sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliğine dair olan
takriri tekrar oya koyuyorum. Müzakerenin yeterliliğini kabul edenler lütfen ellerini
kaldırsın. Müzakere kafi görülmüştür.

TBMM Başkanlığına
Yapılan terfiler usule uygun ve salahiyete dayalıdır. Yapılan müzakereye
göre terfi usulü hakkında bir müzakere zemini yoktur. Diğer meselenin müza
keresine geçilmesini teklif ederim.
Giresun Mebusu
Ali Sururi
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bu önergeyi kabul edenler lütfen el kaldırsın.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Benim de önergem vardır, Reis Bey. Bir kere
okunması lazımdır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim önergeleri birer birer okuyacağım.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Kabul edilmiş olan şey tekrar oya konulmaz. Bu
önergede çoğunluk vardır.
TAHSİN BEY (Aydın): Reis Efendi, önergeyi oya koydunuz. Çoğunluk oldu. Başka
önergelerin okunmasına lüzum kalmadı.

946
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Önergeyi oya koydum ama, daha neticeyi tebliğ
etmedim.

TBMM Başkanlığına
Yapılan terfiler kanuna aykırı olarak icra edilmiştir. Milli iradeye, yegane
Meclisin manevi şahsiyetinden kopan iradeye tabi olunacaktır. Binaenaleyh
yeniden oya konulmasıyla milli iradesinin kullanılmasını teklif ederim.
Erzurum Mebusu
Hüseyin Avni
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bu önergeyi kabul edenler lütfen el kaldırsın.
Kabul edilmemiştir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bundan sonra bu karar, kanun olmuştur. Diyece
ğim yoktur.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Ali Sururi Bey'in önergesini kabul edenler lütfen
el kaldırsın. Oybirliğiyle kabul edilmiştir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Oybirliğiyle değil, çoğunlukla.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Hayır Reis Bey, oybirliği yoktur, ben muhalifim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Büyük çoğunlukla beyefendi.
CEMİL BEY (Kütahya): Büyük çoğunluk da yoktur. (vardır sesleri)
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): İhtilâf varsa ad okunarak oya konulsun. (hayır
yoktur sesleri)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Bir şey arz edeceğim. Önergelerin oylanmasında
yanlışlık olmuştur. Bütün önergeler okunduktan sonra oya konur.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili):Hepsinin manası birdir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Biz önergelerin hepsinin ne olduklarını öğrenmek
isteriz, böyle olur mu? İç Tüzük açıktır.
HAMDI NAMIK BEY (İzmit): Hüseyin Avni Bey'in söyledikleri sözlerin tutanaktan
çıkartılması lazımdır. Büyük Millet Meclisi tutanağında böyle şey olamaz. Bu hu
susta önergem vardı.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Başkumandanlığın yazmış olduğu
takdirname ile taltif edileceklere ait tezkereyi okuduk, dinlediniz. Şimdi bunu kabul
edenler lütfen el kaldırsın. Oybirliği ile kabul edilmiştir. Şimdi gündeme devam
ediyoruz.

947
MUSTAFA BEY (Giresun): Reis Bey, bir önergemiz vardır. O da okunsun, rica
ederim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade edin, bir önerge daha var, o da oku
nacak

TBMM Başkanlığına
Mirliva Fahrettin Paşa, Yarbay İbrahim ve Nazmi beylerin terfi ettirilme
diklerine göre takdirname ile taltiflerini teklif ederiz.
Giresun
Mustafa
Mebusu Bursa Mebusu
Operatör Emin

ALİ RIZA BEY (İstanbul) — Takdirname ile taltif Başkumandana aittir.


KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Efendim, bir sene müddetleri dolmadığından
dolayı terfi edemeyecekleri Başkumandanlığa yazılan bu kişiler geçen sene Sa
karya Muharebesinde terfi etmişlerdi. Bir seneyi bitirmeye on beş günleri kalmıştır.
Müddetleri gelince terfileri icra edilir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Diğer önergeleri oya koymaya lüzum yoktur.
HASAN BASRİ BEY (Karesi): Efendim, usul hakkında...
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Mesele bitti efendim. Zafer münasebetiyle ge
len telgraflar var. Yalnız nereden geldiğine dair listesi okunacak. Trabzon'da Tah
kik Heyeti Reisi, Bursa Müftüsü Fehmi Efendi, Adana'da Amasya Mebusu Ömer
Lütfi Bey, Elazığ'da Bursa Mebus Muhittin Bey, Akdağmadeni'nde Yozgat Mebusu
Rıza Bey, Akdağmadeni Müftü ve Belediye Reisi Hacı Mahmut ve Nedim efendiler,
Genç Mebusu Şeyh Fikri Efendi, Antalya'da Türk Ortodoksları adına Ruhani Reisi,
Yalvaç'ta Isparta Mebusu Hafız İbrahim Efendi, Zonguldak Belediye Reisi Fehmi
Bey, Denizli Müdafaayı Hukuk Reisi ve Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Gaziantep
Belediye Reisi, Müftü ve Müdafaayı Hukuk Reisi beylerden, Ortepe Belediye Reis
Vekili Eşref Bey, Besni Belediye Reisi ve Müdafaayı Hukuk Reisi beyler, Kastamonu
Mektebi Sultani talebeleri adına Fikret Efendi, Şark Cephesi Kumandanı Kazım
Karabekir Paşa, Karaköse'de 11. İhtiyat Alayı Reisi Abdülmecit Efendi, Erzurum
Belediye Reisliği. Efendim Meclis Reisliğinde bunlara münasip cevap yazılır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, bir önergem var.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey'in,
Erzurum ahalisi adına Belediye tarafından çekilen tebrik telgrafının okunması için
bir önergesi vardır. Okunacak.

TBMM Başkanlığına

Yapılan şanlı ordumuzun zaferini tebrik için tertip edilen tezahürat ve mu

948
vaffakiyetin devamı hakkındaki dua ve selamlarını ordumuza bildirmek için Erzu
rum ahalisi adına Belediye Reisliğinden gönderilen telgrafı ekte takdim eyledim.
Bu hususta Yüce Heyetin delalet buyurmasını teklif ederim. 4 Eylül 1338

Erzurum Mebusu
Hüseyin Avni

Ankara'da Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey'e

Şanlı ordumuzun gerçekleştirdikleri muzafferiyetleri ve mukaddes yurtla


rımızın kurtuluşunu tebrik eder ve müjdeli telgraf ilan ettirilerek herkesin kalbine
zafer sevinçleri dolmuş ve bütün manasıyla zafer gerçekleşmiştir. Ayrıca fener
alayları yapılmış, camilerde şehitlerin ruhlarına fatihalar gönderilmiş, Mevlit
okunmuştur. Binaenaleyh milletin hakları ve istiklali uğrunda çalışlara, gazi
kumandanlarımızla, ordu kumandanlarımıza, subaylarımıza ve askerlerimize
milletin sıcak selamlarını tebliğ buyurmanızı talep ederim.

Erzurum Belediye Reisi


Nafiz

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, gündemin müzakeresine devam edi
1
yoruz.

4 EYLÜL 1922: KÜTAHYA MİLLETVEKİLLERİ RAGIP BEY VE BESİM ATALAY


BEY’E İŞGALDEN YENİ KURTARILAN MEMLEKETLERİ UŞAK’A GİTMELERİ
İÇİN İZİN VERİLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 96. Birleşim, Gündem: 4/1)

Büyük Zafer’den üç gün sonra henüz Kütahya, Afyonkarahisar,


Uşak ve Eskişehir Yunan işgalinden kurtarılmıştı. Yunanlılar ve onların
peşi sıra Rumlar hızla İzmir ve Bandırma istikametlerine kaçıyorlardı.
Kütahya Livasına bağlı olan Uşak, Yunanlılar tarafından yakıldı, yıkıldı
ve Ankara yanlısı bildiklerine ve onların yakınlarına çeşitli kötülükler
yaptılar. Ne yazık ki Besim Atalay Bey memleketinin kurtarılmasına pek
sevinemedi. Çünkü evi, işyeri yakılmış ve annesi şehit edilmişti.

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Divan'ının bir kararı var. Okunacak.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (4 Eylül 1922), 1.Dönem, c.22, s.472-483, http://www.tbmm.gov.tr/

949
TBMM Başkanlığına
Allahın yardımıyla işgalden kurtarılan ve kurtarılmakta olan yerlerin me
busları uzun zamandan beri üzgün ve endişeli oldukları için memleketlerini gör
mek, aile, akraba ve hemşerilerinin ihtiyaçlarını öğrenmek maksadı ile izin talep
etmektedirler. Münasip olan bu taleplerin yanında Meclisin hayatı demek olan
toplantı yeter sayısının da muhafazası lüzumu da bahis mevzuu olmaktadır.
Ankara'da mevcut üye sayısı iki yüz olmadıkça hiç kimseye izin verilmemesi
evvelce Reislik Divanı kararıyla arz ve Yüce Heyetinizce tasvip edilmişti. Bu se
beple vaziyetten Yüce Heyetinize bilgi vermek mecburiyeti hasıl olmuştur. Bugü
ne kadar işgalden kurtarılan Kütahya, Afyonkarahisar, Eskişehir livaların ve ileri
deki günlerde kurtarılacak olan diğer yerlerin mebuslarının sayısı elli yedi oldu
ğuna göre, bu arkadaşlara izin verildiği takdirde Meclisin toplanması mümkün
olamayacaktır. Milli mevcudiyetimizin var olma sebebi olan Yüce Meclisin bu sıra
larda mutlaka toplantı halinde bulunma zarureti vardır. Bu sebeple işgalden kurta
rılmış ve kurtarılacak yerlerin mebuslarının izinlerini için tespit edebilecek bir şeklin
Yüce Heyetiniz tarafından müzakere ile tespit buyrulmasını rica eylerim, efendim.
TBMM İkinci Reisi
Dr. Adnan
SELAHATTİN BEY (Mersin): Reis Bey, bu gayet mühim bir meseledir. Beş, on
dakika teneffüs edelim. Sonra bunun üzerinde biraz müzakere edelim, çok mü
himdir. Hatta bir gün sonra müzakere edilecek olursa daha iyi olur.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bu meselenin çarşamba günü müzake
resini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.
RAGIP BEY (Kütahya): Tarafımızdan verilen izin önergesinin Yüce Meclisinizden
geçmesi ve kabulü, bu kararın müzakeresinin neticesine bağlıdır. Ben çarşamba
gününe kadar bekleyecek miyim? Memleketim harap olmuş, yanmış, katliam ya
pılmış. Beni şimdi ailem, yakınlarım yanlarında görmek istemezler mi efendim?
(doğru doğru, sesleri) Bunun için düşüncemi söylüyorum. Eğer siz izin vermezse
niz ben de istifa eder, giderim.
FİKRET BEY (Kozan): Reis Bey, şimdi Ragıp Bey’in iznini oya koyunuz, ötekileri
sonra karar veririz.
RAGIP BEY (Devamla): Perşembe günü Divanının toplanıp, toplanmayacağını da
bilmiyorum. (doğru sesleri)
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Yalnız bir ay Ragıp Bey’e izin verelim.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, görüyorum ki bilhassa Ragıp Bey’e
Meclis on beş gün izin vermek istiyor. Efendim, Ragıp Bey’e on beş gün izin ve

950
rilmesini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. (bir ay olsun sesleri)
Efendim, on beş gün sonra yine ilave ederiz.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Reis Bey, müsaade buyrulur mu?
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Buyurun.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Üç seneden beri hasretini çektiğim memleketimin
işgalden kurtulduğunu öğrenmekle çok mutlu oldum. Orada inleyen, ağlayan kar
deşlerimiz olduğu gibi, orada seksen yaşında bir validem de vardır. Yüce Heyeti
nizden istirham ederim. Ragıp Bey’e on beş gün izin verdiniz. Bana da bir müddet
izin veriniz. Diğer arkadaşlarım Kütahya'ya bir müddet sonra gidebilirler. Fakat
bizler yanmış, yıkılmış bir memleketin evladıyız. İstirham ediyorum bana bir aylık
izin veriniz. (uygundur sesleri) İstirham ederim iki seneden beri hiç izin almadım.

TBMM Başkanlığına
Düşmandan kurtarılan yurdumuza, gitmek üzere bir ay izin verilmesini
teklif eylerim. 4 Eylül 1922
Kütahya Mebusu
Besim Atalay
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Bu izin önergesini kabul edenler lütfen el kaldır
1
sın. Kabul edilmiştir.
(Besim Atalay Bey Uşak’a gittikten iki hafta sonra, Yunan zulmünün kendisine ve ailesini
de zarar verdiğini bir telgrafla Meclise bildirmiştir.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Düşman vahşetine dair Besim Atalay Bey arka
daşımızın bir telgrafı var. Şahsına ait olduğu için dikkatle dinlemenizi rica ederim.

TBMM Başkanlığına
Alçak düşman Uşak'tan çekilirken annemi ve kız kardeşimi kurşunla
şehit etmiş, evlerimi, dükkanlarımı yakmıştır. Memleket haraptır. Namussuzlar
ancak yerlerde kül, yüreklerde kin bırakmışlardır. 17 Eylül 1922
Kütahya Mebusu
Besim Atalay
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim arkadaşımıza Divan tarafından bir
taziye telgrafı çekilecektir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (4 Eylül 1922), 1.Dönem, c.22, s.484-487, http://www.tbmm.gov.tr/
951
İSMAİL SUBHİ BEY (Burdur): Biz de buradaki Yunan esirlerini temiz yataklarda
1
yatıralım. Hamam hazırlayalım. Bu beceriksizliktir.

6 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA GARP CEPHESİNDEKİ ASKERİ HAREKATIN


BAŞARI İLE DEVAM ETTİĞİ HAKKINDA GELEN TELGRAFIN VE HÜKÜMET
TESKERESİNİN OKUNMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 99. Birleşim, Gündem: 2/1)

Üç parçaya bölünmüş olan Yunan Ordusunun Trikopis Grubu


Çalköy ile Kızıltaş Vadisi arasında imha edildi. Franko Grubu hızla İzmir
istikametine, Eskişehir’deki Sumalis Grubu da Bursa istikametinden
Bandırma’ya doğru kaçıyordu. Meclise sırası geldikçe Genel Kurmay
tarafından sınırlı ve kısa bilgiler veriliyordu. Başkumandan Mustafa
Kemal Paşa 26 Ağustostan beri bizzat ordunun başında idi. Genel Kur
may, Dumlupınar Zaferinin adını ona armağan etmeyi düşündü.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): İcra Vekilleri Heyeti Reisliği tezkeresi
okunacaktır.

TBMM Başkanlığına

Garp cephesinden Genel Kurmay Reisi Fevzi Paşa Hazretlerinden şimdi


aldığım telgraf sureti ekte takdim edilmiştir. Paşa Hazretlerinin arzularına bina
en Yüce Meclisin vaziyetten haberdar edilmesini rica ederim, efendim.

TBMM Vekiller Heyeti Reisi


Hüseyin Rauf

TBMM Vekiller Heyeti Başkanlığına

Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesinde düşman


ordusunun imha safhasını teşkil eden 30 Ağustos 1922 Muharebesi, Aslıhan
lar, Çal, Eminören mıntıkasında ve Çalköy kuzeyinde, bizzat birinci hatta,
11.Tümen harp sahasında bulunan Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa
Hazretlerinin nezareti altında sona ermiştir. Bu muharebe mukaddes davamız
lehine neticelenmiş, Trikopis ve Hacı Anesti gibi en büyük kumandanları başla
rında olduğu halde düşman ordusunun esas kısmı tarumar edilip enkaz yığını
haline getirilmiş, her taraftan kıtalarımız tarafından kuşatılarak teslim alınmıştır.
Ordularımız için bir tarihi hatıra olmak ve Başkumandanımıza muhabbetimiz,

1 TBMM Zabıt Ceridesi (20 Eylül 1922), 1.Dönem, c.23, s.108, http://www.tbmm.gov.tr/

952
bağlılığımız ve sarsılmaz itimadımıza yeni bir delil teşkil etmek üzere, 30 Ağus
tos 1922 Muharebesine Garp Cephesince Başkumandanlık Muharebesi adı
verilmiştir. Malumat verir, vaziyetten Milli Meclisimizin de haberdar edilmesini
ve bunun şimdilik yayınlanmamasını rica ederim, efendim.
Genel Kurma Reisi
Fevzi

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bunun için Diyarbakır Mebusu
Kadri Bey bir önerge veriyor. Onu da okuyalım.

TBMM Başkanlığına
Başkumandanlık Meydan Muharebesinin neticesinde düşman ordusunun
esas kısmının imha edilmiş bulunduğu Kızıltaş Deresinin isminin “Yunan Sın
dığı” olarak değiştirilmesini ve haritalarda bu şekilde yer almasını arz ve teklif
ederim.
Diyarbakır Mebusu
Kadri

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum) Efendim bu harp, akıl ile yapmıştır. Doğrusunu
söyleyince tarih kendilerini altın yazı ile yazacaktır. Bu akıl meselesidir, lütfen an
layamadım. Daha doğrusu… (bu ihtisas meselesidir, itiraz edilmesin sesleri) Ge
nel Kurmay böyle bir isim verilmesini istiyor, fakat ben bunu anlayamadım. (bir
dua edilsin sesleri)

(Bu sırada Nusret Efendi tarafından dua edildi.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakere son bulmuştur. Per
1
şembe günü toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (6 Eylül 1922), 1.Dönem, c.3, s.746-747, http://www.tbmm.gov.tr/

953
7 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA İTİLAF DEVLETLERİ TARAFINDAN GÖN
DERİLEN BARIŞ TEKLİFİNİN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 9. Birleşim, Gündem: 2/1)

Dört ay önce Nisan ayı sonunda, İtilaf devletlerinin barış teklifine


karşı, Ankara Hükümeti Anadolu ve Trakya’nın derhal boşaltılması
şartıyla ateşkesi kabul edeceklerini bildirmişti. Aylar geçtiği halde bir
cevap alınamadı. Zafer kazanıldı, Yunan kuvvetleri dağıtıldı. Bu defa
köşeye sıkışan Yunan Hükümeti hiç olmazsa İzmir ve çevresini kurtar
mak ümidiyle İngiltere’ye ateşkes için arabulucu olmasını istedi. Artık iş
işten geçmişti. Mustafa Kemal Paşa, önce İzmir kurtulsun istedi.

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Söz Rauf Beyefendinin. Buyurun efendim,


RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Milli Hükümetimiz adına İstanbul'da
vazife yapan Hamit Bey’den ateşkes meselesine dair bir telgraf aldım. Bu hususta
Yüce Heyetinize malumat arz edeceğim. Malumunuz birkaç günden beri gerek
gazetelerde ve gerek İstanbul'dan hususi olarak aldığımız istihbaratımızdan, Yu
nan Hükümetinin İngiliz'lere ateşkes teklifinde bulunduğunu, bu telgraf da teyit
ediyor. Hükümet olarak açık ve seçik tetkikat neticesinde bunu aynen, bu hususta
en fazla salahiyeti olan Ordu Başkumandanlığına naklettik. Ordunun tavrı anlaşıl
dıktan sonra, bu husus Hükümetimizde tekrar müzakere edilecek ve alınacak
karar Yüce Heyetinize arz edilecektir. Gelen telgrafı aynen okuyorum.

Dışişleri Vekaletine
Bugün saat on bire çeyrek kala bana gelen İngiliz, Fransız ve İtalyan
baş tercümanları aşağıdaki ifadelerde bulunmuşlardır.
Yunanistan, Anadolu'yu tahliye etmek şartıyla ateşkese hazır olduğunu
İngiltere vasıtasıyla İtilaf devletlerine bildirmiştir. Bu hususa dair İstanbul'daki
İtilaf devletleri ile onların hükümetleri arasında haberleşme devam etmekte ise
de vaziyete göre Anadolu'nun bazı yerlerindeki ve özellikle İzmir'deki telaş ve
heyecana, kan dökülmesine mani olmak için bu temsilciler süratle teşebbüste
bulunmak mecburiyetinde kalmışlardır. Binaenaleyh İzmit civarında tarafsız
bölge üzerinde Hükümetimizce tayin edilecek bir yerde askeri temsilcilerimizle
Yunan askeri temsilcileri arasında bir komisyon kurulmasını bu komisyondaki
müzakerede General Harington ile bir Fransız ve bir İtalyan generalin de taraf
ların ihtilaflarını çözmeye yardım edeceklerini ifade etmişlerdir. Bu tekliflerinin
en seri bir surette Hükümetimize arzı ve yine en seri bir surette cevap verilmesi
ricasına yardımcı olmamı talep ve teklif etmişlerdir. 7 Eylül 1922
TBMM Hükümeti
İstanbul Temsilcisi
Hamit

954
(gürültüler)
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Efendiler, rica ederim dinleyelim, ondan sonra
söyleyiniz.
RAUF BEY (Devamla): Efendiler, Yunanistan'ın İngiltere Hükümetine, Anadolu'-
nun tahliyesi esası üzerine ateşkes teklif ettiği muhakkaktır. Ancak bu isteğin İs
tanbul'daki İtilaf temsilcilerine de geldiği anlaşılıyor. Fakat bu temsilciler ile hükü
metleri arasında da haberleşme devam ediyormuş. Aynı zamanda bazı heyecan
lardan dolayı kan dökülmesine mani olmak için bu İstanbul’daki misafirler (hande
ler) acilen bir karar alınmasına mecbur olmuşlar. Yine haberleşmelerine devam
ede dursunlar. Kocaeli kıyılarında bir tarafsız bir yerde bir ateşkes komisyonu
teşkil edecekler ve bizim mütehassıs ve Yunan mütehassıs askerileri gidecekler.
Yine arabulucu olarak müzakere edecekler ve Anadolu'nun tahliyesi esası üzerine
bir ateşkes imzalayacaklar. Tabii ki efendiler, Cenabı Hak her türlü teşebbüslerin
de ordumuzu muvaffak etsin. Anadolu'nun kahraman ordusu yurdumuzun tahliye
sini sağlamıştır. (hamdolsun, bravo sesleri) Bugüne kadar bizdeki düşünce, ateş
kes ve barış şartlarını aşağı yukarı ihtiva etmesi meselesidir. Evvelce de arz etti
ğim gibi aynen naklediyorum. Hükümetiniz alacağı cevap üzerinde müzakere ede
cek ve neticesini Yüce Heyetinize arz edecektir. Uygun bulduğunuz takdirde karşı
cevap olarak İstanbul'a arz edeceğiz. Aynı zamanda şunu da Yüce Heyetinize arz
etmek mecburiyetini hissediyorum. Telgrafta bahsedilen heyecana ve kan dökül
mesine sebebiyet vermek ihtimalinden ordumuz bakımından endişe edilmemesini,
kahraman ordumuzun her ayak bastığı yerde asayişi temin ettiğini, bu yalan ve
uydurma sözlerin aylardan beri aleyhinde bin türlü tertibatta bulunan kaynaklardan
çıktığını ve o temsilcilere bunların bildirilmesini, Hamit Bey’e Dışişleri Vekiliniz
adına yazdım. (teşekkür ederiz sesleri) Hükümetiniz de bunu uygun gördü. Tebliğ
ettik ve icap ederse ileride Ordu Başkumandanlığı ile de haberleşiyoruz, ilan edi
lebilir. Bugün hamdolsun ihtiyacımız yoktur. Evleri yıkan, memleketleri yakan, ev
ve barkları söndüren, alçakça kaçan düşmanlarımızdır. Ordularımız nereye ayak
basmış ise can kurtarmış, mal ve mülk kurtarmıştır. Kahraman ve yiğit insanlardır.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Efendim, çabalarımızın neticelerini elde edecek
kanların aktığını görüyoruz. (müzakere yok sesleri) Tabii konuşacağız efendim.
Vaktiyle biz boğazlanırken, Rauf Beyefendi Hazretlerinin buyurdukları gibi, efendi
ler İtilaf devletleri seyirci kalmışlardı. Fakat kuvvetlendiğimiz zamanı anlayınca
hemen aracılığa kalkıştılar. Binaenaleyh hatırıma gelen bir şeyi bu münasebetle
arz edeceğim. Bugüne kadar bütün mebuslar gibi ben de hiç bir şeyden korkma
yarak, ölümü kabul ederek buraya gelmiştim ve bugüne kadar hiç bir şeyden
korkmadığım halde bugün sulh kelimesinden korkuyorum, titriyorum. İşte hileler,
oyunlar başladı. Sulhun kendisinden değil, sulhun sebep olduğu tehlikelerden
korkuyorum. Binaenaleyh uzatılacak, samimi adlar altında uzatılacak ellerden,
güzel yüzlerden çok korkuyorum. Bize bugün bir vazife icap ediyor. Biz bir Milli
Misak etrafında toplandık. Bu hususta hiç bir anlaşmazlığımız olmadı. Bugün bize

955
icap eden vazife sosyal, siyasi, ahlaki, ne derseniz deyiniz Milli Misak yapalım ve
yürüyeceğimiz yollarda doğru dürüst yürüyelim. Bu münasebetle düşünelim, taşı
nalım, bir yol ve hareket tayin edelim.

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim müzakere edilecek bir mesele yoktur.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Bey ben de bazı hususları Hükümetin dik
katine arz etmek istiyorum. (sonra sesleri) Rica ederim, bugün mühim kararlar
alınıyor. Arkadaşlarımızın hatırına gelen şeyleri arz etmesini bir vazife telakki ede
rim. Malumunuz Avrupa hilelerini ortaya çıkarmak için bin türlü yola sapmışlardır.
Biz Yunanlılarla muharebe yaptığımıza kani değiliz. Her halde bu Avrupa harbidir.
Biz çok şükür ki ordumuzu taarruz ettiği günden daha kuvvetli olarak Anadolu'nun
en batısına gönderdik. Şimdi Yunanlılar bir ateşkes istiyorlar. Bu İtilaf devletlerin
den midir, değil midir? İtilaf devletlerinden ise bize harp ilan edip memleketimizin
içine kadar işgal ettiklerine göz yuman İtilaf devletleri, hatta tarafsız mıntıkaları bile
işgal ettiler. İzmit'e bile geldiler, Kocaeli'nde kötülükler yaptılar. Bunlara da ilgisiz
kaldılar. Bunların harp maşası olan Yunanlılardır. Düşmanımız perişan oldu ve
düşmanlarımızın eğer başka kuvvetleri olsa idi her halde bir sene evvel, iki sene
evvel getireceklerdi. Düşman acz içerisindir. Böyle kan akıtmak için memleketimi
zin içerisine, bir köşesine harp gemisi göndermek veya şunu bunu göndermek bizi
vahşi tanımaktır. Biz medeni bir hükümetiz. Değil İzmir'de buradaki Hıristiyan
azınlığın hakimi ve onların hayatlarını idame ettirmekteyiz. Bunlar halk arasında,
nereye sancağımızı dikersek onların hayatlarını kurtaran bir Hükümetiz. Hüküme
tin dikkatine arz edeceğimiz bir şey varsa, o da biz İzmir'in asayişini elimize ala
cağız dedikleri zaman bizim nazarımızda İngilizlerle Yunanlıların hiç bir farkı yok
tur, demeliyiz. (bravo sesleri) Biz istiklal mücadelemizi bitirtmeden bir ateşkesten
bahsedemezler. Ateşkesten bahsettikleri zaman, o ateşkes çürümüştür. Yalnız
Anadolu topraklarını tahliye için değil, aynı zamanda İstanbul, aynı zamanda
Trakya vardır. Yalnız şunu diyeceğim ki bu adamlar bizi böyle siyasi zorluklara
sokmak isteyeceklerdir. Yarın bir ateşkes şartları koymak mecburiyetindeyiz
deyip, düşmanımız olan Yunanlıların tekrar toplanmasına, gerçi bence ihtimal
yoktur, ufak bir kuvvet hazırlamasına veya başka bir entrika çevirerek gün kazan
mak isteyeceklerdir. Tabii ki Başkumandan askeri vaziyete göre düşünür. Fakat
Başkumandanın düşünmesi kafi değildir. Meclis de karşısında kim ile uyuşulaca
ğını bilmeli ve şimdiden bunu açık ve seçik müzakere etmelidir. Meclis bugünden
kararını vermelidir. Tabii ki ordunun kuvvetine, kudretine ve Başkumandanından
alacağı haberlere göre lazım gelen malumatı bize verir. Yarın için İtilaf devletleri
nin kuracağı entrikaya, bugünden hazırlanacağız ve Hükümete bugünden bir şey
ler vermek lazımdır. Efendiler, şunu düşünmek mecburiyeti vardır. Karşımızda ya
onlar mücadele edecekler veya karşı sahile kaçacaklardır. Buna karşı Meclis,
Hükümete daima hakim bir vaziyette devam etmelidir. Hükümet cevap verdiği
zaman buna karşı Meclis de baş başa vererek kendi kararını vermeli ve Hükümet
ani cevap karşısında kaldığı bir zamanda Meclisin fikrine münasip cevaplar ver
mesi lazımdır.

956
İLYAS SAMİ EFENDİ (Muş): Ben müzakere edilecek şey olmadığını, mühür kimde
ise Süleyman o olduğunu ve meselenin ordunun süngülerine bağlı bulunduğunu
arz ederim. Hükümet Reisi Beyefendi pek güzel söylediler. Yalnız Hükümetin,
bilhassa Hükümet Reisinin dikkatini çekecek bir iki nokta görüyorum. Yunanistan
'ın ateşkes teklifinde bulunduğu laflarını birkaç gün evvel gazetelerde de görmüş
tük. Yunanistan ateşkes için Anadolu'yu tahliye etmek suretiyle İtilaf devletleri
temsilcilerine müracaat etmiştir. Yalnız böyle bir tahribat ile onlardan alınan bir
haber ile bu şekilde böyle bir şey olmamıştır. Yani Yunanın vasilik işlerinde İstan
bul'a meydan verilmemesini Hükümetin ve Yüce Meclisin dikkatine arz ederim. En
mühim şey budur.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim, ortada müzakere için hiç bir şey yoktur. Fakat
arkadaşlarımız bu hususta bazı fikirler ortaya sürdükleri için ben de Rauf Beye
fendi’nin bazı noktalara dikkatlerini çekmek isterim. Aklımda kaldığına göre Dev
letler Hukuku dedikleri bir kanun vardır. Bu kanuna göre devletler harp yaptıkları
esnada kendisini zayıf gören mağlup gören devlet diğer bir devleti aracı bularak
galip tarafa bir sulh teklifi yapar. Fakat bunda da kaide bir devletin temsilcisine
tercümanlarını göndermek suretiyle değil, onların temsilcileri ile doğrudan doğruya
veya tercümanlarıyla bizzat beraber gelerek anlatmak suretiyle olur. Binaenaleyh
böyle resmi bir mahiyette olmayan bir meseleyi gazetelere düşürüp de ilan etmek
bizim de sulha istekli olduğumuzu bildirmek yanlıştır. Bunun gazete sütunlarına
geçmemesini rica edeceğim.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim müsaade buyurursanız Müfit Efendi'-
nin sözlerine cevap vereyim. Evet, bu gibi haberlerin vakitsiz yayılması birtakım
dedikodulara sebep olur. Yalnız şunu Yüce Meclisinize arz edeyim ki gizli celse
istememdeki maksat da bu idi. Bunun duyulmasının uygun olmadığı kanaatinde
bulunduğumuz için bu müzakerenin gizli celsede olmasını muvafık gördük. Şunu
da Yüce Heyetinize arz etmiş olayım ki hamdolsun ordumuzun ve milletimizin
maneviyatı çok yüksektir. Bize düşen ise gizliliği kendi aramızda muhafaza ede
lim. Tabiidir ki gazeteciler de kendilerine düşen vazifeleri yapacaklar. Hükümet
kendisinin malumatı olduğu her şeyi Yüce Meclisinize arz etmeyi bir vicdani ve
dini vazife bilir. (müzakere kafi sesleri)

VASIF BEY (Sivas): Efendim, bu teklif bir sulha esas olmak için ciddi bir teklif de
ğildir. Bizim Dışişleri Vekaletimiz ve Hükümetimiz aynı zamanda bir hafta kadar
oluyor ki devletlere müracaat etti, Yunanlıların yaptığı zulmü protesto etti. Bunların
insaniyet adına önüne geçilmesi için teşebbüste bulundu. Fakat hiç bir cevap ala
madı. Ancak Yunanlıların bozguna uğramaları İngilizleri derhal bize böyle bir mü
racaatta ve teklifte bulunmaya sevk eden İstanbul’daki temsilcileridir. İngiliz tem
silcileri hükümetlerine müracaat etmişlerdir, talimat almak için. Şu halde hükümet
leri ne diyebilecektir? Bu bizce malum değildir. Onun için bu bizce malum olmayan
hususlar dahilinde ayırıcı hat gibi bir şeyler yapmak bizim için doğru değildir. Bu,
vaziyete tabidir. Biz buna karar veremeyiz. Ordu askeri vaziyete göre hükmünü

957
verebilir. Ayırıcı hat de bizce hükmü yoktur. Ayırıcı hat tabirini bizim kabul etme
mize imkan da yoktur. Bunu kendileri icat ermişlerdir. Biz yalnız eski bütünlüğü
müzü tanırız ve memleketimizi tam bir bütün olarak tanırız. Binaenaleyh biz bunla
rı ordudan soracağız. Ordu karar verecek ve biz de devletlerin doğrudan doğruya
müracaatlarını bekleyerek ondan sonra bir şey söyleyebiliriz. Ateşkes şartları da o
zaman düşünülebilir. Bu şimdiden düşünülecek ve kabul edilecek bir şey değildir.

RAUF BEY (Devamla): Efendim, gerek Muş Mebusu arkadaşımızın ve gerek Vasıf
Bey’in beyanatına bir iki sözle cevap vermek zaruretini hissediyorum. İtilaf devlet
lerinin tercümanlarının hareketinin, İstanbul'da Büyük Millet Meclisi temsilcisi Ha
mit Beyefendi bir İstanbul entrikası meselesi şeklinde olduğunu tasvir ediyorlar,
ihtimali vardır. Efendim, fakat takip ettiğimiz faaliyeti Yüce Heyetinizle daima isti
şare eder, gördüğünüz kusurları ikaz ettiğiniz anda hürmetle kabul ederiz. (teşek
kür ederiz sesleri) Ondan sonra buyurdukları gibi ayırıcı hat gibi böyle şeyleri ka
bul ettirilmeye çalışılan hususları da Hükümetiniz kabul edecek değildir. Allah
hatadan hepimizi tamamen muhafaza etsin. Çalıştığımız hataya sebep ve vasıta
olmamaktır. Söz hakkı ordunun olduğuna dair olan mütalaalara tamamen iştirak
ediyoruz ve bu telgrafı aynen Başkumandan Paşa Hazretlerine arz ve ordunun
düşüncelerini anladıktan sonra, Hükümetimiz düşüncelerimizi tespit edecek ve
Yüce Heyetinize, gelecektir. O itibarla başında da söylediğim gibi şimdi de tekrar
ediyorum, son söz hakkı ordunundur. Aldığımız her haberi, istihbaratı, temsilcileri
nizden gelen haberleri ve memleketin umumi vaziyetini muntazaman ordu karar
gahına haberdar ediyoruz. Onlar da bizim kadar siyasi vaziyete ve idareye vakıftır
lar. Binaenaleyh o halde itimat buyurun, Allahın yardımıyla inşallah hatasız bir
karar veririz. (inşallah sesleri)
1
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakere kafidir, gizli celse bitmiştir.

11 EYLÜL 1922: İZMİR VE BURSA'NIN YUNAN İŞGALİNDEN KURTARILDIĞI


HAKKINDA TELGRAFLARIN OKUNMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 100. Birleşim, Gündem: 3/2)

9 Eylül 1922 gecesi süvariler Manisa’dan, piyadeler de Turgutlu’dan


İzmir’e doğru yarışa başladılar. 9 Eylül 1922 sabahı Türk askerleri İzmir’e
girdiler. Böylece Türk Ordusu, Başkomutan'ın gösterdiği hedefe, yani
Akdeniz’e (Ege Denizi) ulaştı. Öncü müfrezeler 10 Eylül 1922 günü Bur
sa’ya girdiler. Yunanlılar kenti bir gün önce boşaltmışlardı. 3.Kolordu
birlikleri 11 Eylül 1922 günü Bursa’ya ulaştılar. Güvenlik nedeniyle telgraf
haberleşmesi yapılamadığı için Meclis'e haberler ancak yeni ulaşmıştı.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (7 Eylül 1922), 1.Dönem, c.3, s.750-753, http://www.tbmm.gov.tr/

958
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Reis Bey, muhterem Bursa'mızın alındığına dair
bir havadis dolanıyor. Rica ederim Milli Savunma Vekilini kürsüye davet edin, bizi
aydınlatsınlar.
KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Efendim, Bursa Cephesindeki kumandandan
Ordumuzun Bursa İstasyonuna girdiğini ve bir kıtamızın da şehrin içersindeki asa
yişi temine memur edildiğini şifreli telgrafla haber aldım. Binaenaleyh Bursa alın
mıştır, tebrik ederim.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Şehrin haline dair malûmat var mı?
KAZIM PAŞA (Devamla): Şehrin haline dair malumat yoktur. Ümit ediyorum ki bu
gece haber alınır, Kıtalarımız yetiştiler.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Paşa Hazretleri, Balıkesir hakkında bir haber var mı?
KAZIM PAŞA (Devamla): Efendim, resmi bir haber yoktur. Malumunuz bu gecik
meler haberleşme vasıtalarının bozuk olmasından dolayıdır. Bu akşam belki haber
alırız. (Biz işitemedik sesleri) (Dışarıda gezmeyeydiniz sesleri) Bursa'nın işgali
hakkında Yahya Galip Beyin bir sorusu vardı. Bursa Cephesindeki Kumandanın
şifreli bir telgrafından Bursa İstasyonunun işgal edildiği ve bir kıtalarımızın Bursa
şehrinde asayişi temine memur edildiği anlaşılıyor. Bundan biliniyor ki Bursa alın
mıştır. Hasara gelince, zannediyoruz ki mühim hasar olmamıştır. Mamafih bunun
hakkında da tahkikat yapıyoruz, inşallah bir şey yoktur.
HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara): Balıkesir için bir şey yok mu?
KAZIM PAŞA (Devamla): Balıkesir hakkında da resmi bir haber yoktur. Fakat kıtala
rımızın harekatına nazaran Anadolu dahilinde düşmanın ordu halinde değil, birer
çete halinde olduğu anlaşılıyor. Adeta hiçbir şey kalmamış gibidir. (sürekli, alkışlar)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Saruhan Mebusu Refik Şevket Bey'le
arkadaşlarının, bir önergesi var.

TBMM Başkanlığına
İzmir ve Bursa'nın kurtarılışı dolayısıyla Ordumuza ve Başkumandanımı
za milletin ebedi şükran ve minnetlerinin tebliğ edilmesini arz ve teklif eyleriz.
Muş
İlyas
Mebusu
Sami İstanbul
Ali Rıza
Mebusu Saruhan Mebusu
Refik Şevket
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bu önergeyi kabul edenler lütfen
1
el kaldırsın. Oybirliğiyle bu önerge kabul edilmiştir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (11 Eylül 1922), 1.Dönem, c.22, s.619-620, http://www.tbmm.gov.tr/
959
(Daha sonra gizli oturuma geçilir. Gündem görüşülürken bir ara...)

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Başkumandan Paşa Hazretlerinden


İzmir'in işgaline dair resmi telgrafı şimdi aldım, okuyorum.
(Telgraf tutanakta yer almamaktadır.)

SELAHATTİN BEY (İzmir): Efendim, bu telgrafa Meclis tarafından bir cevap yazıl
sın. Meclisin selamı vardı. Bu telgrafa cevaben yazılsın.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu telgrafa cevap yazılmasını kabul eden
1
ler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Efendim aleni celseye geçiyoruz.

18 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN HÜKÜMETİ


İZMİR’E DAVETİNE DAİR HÜKÜMET REİSİ RAUF BEY’İN ÖNERGESİNİN GÖ
RÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 104. Birleşim, Gündem: 2/1)

Mustafa Kemal Paşa’nın Dumlupınar’da Orduya verdiği emir yerine


getirilmişti. Artık Türk askeri Ege sahillerine ulaşmış ve İzmir işgalden
kurtarılmıştı. Sırada Boğazlar, İstanbul ve Trakya vardı. İtilaf devletleri
vakit geciktirmeksizin ateşkes teklifine giriştiler. Başta Başkomutanlık
Karargahı olmak üzere, bütün ordu karargâhları İzmir’de, Meclis ve
Hükümet Ankara’da idi. Koordinasyon ve haberleşme o günlerin şartla
rında zor sağlanıyordu. Başkomutan Hükümeti İzmir’e çağırdı.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Söz Rauf Beyefendinin, buyurunuz efendim.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim; malumunuz 10 Eylül tarihinden düne
kadar haberleşmenin imkansızlığı yüzünden İzmir’deki Başkumandanlık Karargahı
ile muntazaman haberleşemedik. Şu geçirmiş olduğumuz altı günlük tecrübe ve
harp halinin bugün devlet idaresine hakim olması, Hükümetinizin aldığı kararların
derhal ordu tarafından bilinmesi mecburiyeti yüzünden büyük zorluklara maruz
kaldık. Bu esnada Paşa Hazretleriyle umumi vaziyet hakkında görüşmek ihtiyacı
olduğunu yazdım ve bir yerde buluşarak yapılanları ve yapılacakları tetkik etmek
ve ordunun düşüncelerini anlamak istediğimizi bildirdim. Başkumandan Paşa Haz
retlerinden aldığım telgrafta, harp halinin kendilerini bulundukları yerden ayırama
dığını ve binaenaleyh kendisinin Hükümet ile fikir alış verişinde bulunmak lüzumu
nu bizim kadar hissettiklerini bildiriyorlar. Kendileri ile yüz yüze görüşmek üzere
bizim bir müddet için İzmir’e gitmemizi arzu ediyorlar. Bu vaziyeti Hükümetteki
arkadaşlarımla müzakere ettim. Kendileri de kısa bir süre için Başkumandan ile

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (11 Eylül 1922), 1.Dönem, c.3, s.766, http://www.tbmm.gov.tr/
960
görüşmek ve umumi vaziyeti tetkik edip, ona göre kararlar almak ve Yüce Heyeti
nize bu vaziyeti arz etmek hususunun mantıki olduğunu ifade ettiler. Bunun için
uygun bulursanız, geçici bir süre için gidip gelmek üzere Yüce Meclisinize arz ve
teklif ediyorum.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Efendim, yalnız siz mi yoksa vekillerle beraber mi?
RAUF BEY (Devamla): Hayır efendim, vekil arkadaşlarımla beraber. Bazı aldığı
mız istihbarata göre İtilaf devletleri, bazı hususları izah etmek için Başkumandan
lık nezdinde teşebbüste bulunmak üzereymişler. Bu yüzden bir an evvel umumi
vaziyeti tetkik zaruretini görüyoruz. (o halde Meclis’i kapatalım sesleri)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Hükümet Reisi Rauf Beyefendi gizli
celse yapılmasını talep etmişlerdi. Evvela gizli celse yapılmasını kabul edenler,
lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Şimdi söz alan arkadaşlar vardır. Buna dair
tabii müzakere cereyan edecektir.

SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, izaha lüzum olmadığı üzere, Hükümet Yü


ce Meclisinizdir. Hükümet de Yüce Meclisinizin birer vekilinden meydana gelmiştir.
Binaenaleyh görüşülecek meseleler Yüce Heyetinize ait meselelerdir. Hükümetin
görebileceği işler belli salahiyetler dahilindedir. Fakat acaba görülecek iş nedir?
Bu işi görmek için Hükümetin tamamının orada bulunmalarının sebebi nedir?
Anadolu seferi yoktur, artık bitmiştir. Bundan sonra iş memleketimize ait işlerdir.
Hükümet ise burada mevcuttur. Yalnız ikinci iş için biz iki suretle hareket edebiliriz.
Birisi kuvvetle, diğeri siyasetledir. Binaenaleyh merkez Hükümetinizdir. Kuvvetimi
ze gelince, bunu anlamak lazımdır. Bunun kullanılması icap ederse ne şekilde
kullanılacaktır? Hükümet Reisinin anlatmak istediği nokta bu ise pek güzel anlaşı
labilir bir noktadır. Bunun için Hükümetin Meclisi bırakarak oralara gidip gezmesi
bence uygun değildir. Bence bu hem manasız ve hem de asılsızdır. Ben bunun
manasını anlamıyorum. Esasen İzmir ile Ankara arasında sekiz günden beri her
nasılsa haberleşmenin kurulamaması bir mazeret değildir. Muhtelif telsiz istasyon
larımız, muhtelif otomobillerimiz, tayyarelerimiz vardır. Hükümetin ordu ile haber
leşmesinin çeşitli yolları vardır. Binaenaleyh şimdiye kadar bir iki ufak tefek firarile
rin telgraf hatlarını kesmesi veya yolda bir kaç otomobilin gasp edilmesi haber
leşmeye mani oldu ise bunlar geçicidir ve bugün doğrudan doğruya İzmir'le haber
leşme vardır. O bir kaç günlük haberleşme yapılamaması geçmiştir. Fakat bugün
vakti zamanı değildir. Hükümetin buradan gitmesine imkan yoktur. Bilhassa mey
dana getirdiğimiz Hükümetimizin kalkıp ta doğrudan doğruya yürütme salahiyetine
sahip olan Meclisin elinden mahrum etmek kadar garip bir şey olamaz. Hükümet
bizim elimiz, kolumuzdur. Bizi kollardan mahrum mu ediyorlar? Hükümet burada
işleyecektir. Kalkıp gidemez. Bir meselenin anlatılması için fikir vermeye lüzum
olur. Hükümet içinden birkaç arkadaş gider, gezer anlaşır. Esasen Anadolu mese
lesi bitmiştir. Başka meseleler vardır. Bu meseleler ancak Hükümetin merkezinde
ve ancak Hükümet ile halledilir. Yabancılar ise, onlarla temas etmek şeylerine
gelince, onlar herhangi bir yerden bir delik bulsalar, oraya girmek isterler. Fakat

961
onun yolları vardır. Telgraflar da vardır. Ben bu şeyi münasip görmemekteyim.
Başında askeri harekat esnasında Hükümet biraz sıkıştı, haberleşme yapamadı.
Pek tabiidir ki bunu mazur görürüm. Hükümet burada, bizimle bir arada gece ve
gündüz vakit kaybetmeden gelecek için esaslı hatlar çizmesi lazımdır. Kaybedile
cek zamanımız yoktur.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Arkadaşlar, Hükümeti bugün bu karara sevk
eden mühim şartlar olduğunu arz etmek mecburiyetindeyim. Bu son günlerde sıkı
temasımız olmadığından dolayı yeni meseleleri öğrenmek mümkün olmasa da her
gün gazeteleri tetkik edince, onları düşündüren sebepler ne olduğunu bugün Mec
lisin her üyesi bilmektedir. Binaenaleyh ordumuz Allahın yardımı ile galip geldi,
Anadolu Yunanlılar tarafından tahliye olundu. Gazeteler bize haber veriyor ki ta
rafsız bir mıntıka ile Elcezire gibi iki mühim mesele bizim kadar düşmanlarımızı da
alakadar edecektir. Yine şüphesiz düne kadar biliyorduk ki üç beş günden beri
ordumuzdan hiçbir haber alınamıyordu. Tabiidir ki bugün galibiyetimizle önümüze
açılan sahada her zamankinden daha çok mühim meseleler karşısında olduğu
muzu idrak eden Hükümetimiz bilhassa bu iki mesele karşısında kati kararlar
alınmasının yaklaştığını değil, geçmekte olduğunu görmekle müteessir olduklarını
zannetmekteyim. Binaenaleyh düşündüler, böyle bir karar verebilmek için Başku
mandan ile temas etmek istediler. Bugün bu noktalarda kendilerine hak veriyorum.
Aynı zamanda düşünüyorum ki bizim milletin sinesinden çıkan Milli Misak gibi bir
de Teşkilatı Esasiye Kanunumuz vardır. Buna göre Meclisin yasama ve yürütme
salahiyetlerine sahip olduğu ve Meclis ile Hükümetin bir bütün olduğu, burada
kuvvetler ayrılığı bulunmadığını herkes bilmektedir. Bana göre üç, dört vekil arka
daşlarımızın Başkumandanlığın etrafında toplanmalarını, meselenin büyüklük ve
ehemmiyeti ile mütenasip bütün malumatları toplayarak düşünmelerini ve buraya
gelip Hükümete duyduklarını, gördüklerini, anladıklarını arz ederek, yeni kararlara
nakledilerek, karar alıp Meclise sevk etmelerini pek makbul bulacaktım ve bu en
dişelerle kendilerini de tebrik edecektim. Her zaman ki tebrik ettiğim gibi. Fakat
bugün Hükümetin tamamı gidiyor. Ne oluyor? Meclis burada, Hükümet orada,
acaba ne oluyor? Yoksa acaba benim haberim olmayarak geçen gün verilen bir
önerge ile bir karar verildi de onun için mi toplanacağız? (öyle bir karar yok sesle
ri) Eğer öyle bir karar yoksa ancak Hükümetten bir kısmının gittiğini ne kadar ma
kul görüyorsam, hepsinin gitmesini de pek çok yanlış anlaşılmaya meydan vere
ceği itibariyle o kadar makul görmüyorum. Bilhassa her vakitten çok metanetimizi
muhafaza etmek icap ettiği bir zamanda harekatımızı dikkatle takip eden Avrupa'-
nın önünde bizim için fena vaziyetler icat etmekten ürkenlerdenim. Bütün bunlara
rağmen itiraf ediyorum ki Hükümet Başkumandanlıkla görüşmedikçe karar alamaz
ve almamakta haklıdır. Fakat hepsinin birden gitmesi de makul olmaz. Onun için
bir kısmı gider ve görüşülür, dönerler. O zaman icap ederse Hükümet ile yekvücut
olan Meclis de kararını verir ve hep birlikte gideriz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bundan bir hafta önce Avrupa'dan yapılan bir
müracaat üzerine Rauf Beyefendi buyurdular ki bu meseleler için en salahiyetli

962
olan Başkumandan ile anlaşmak lazım gelir. Binaenaleyh vaziyeti oraya bildirdi.
Şimdi Hükümet burada zannediyorum ki bir aracılık vazifesi yapıyor. Avrupalılar
Hükümete müracaat ediyorlar, Hükümet Başkumandanlığa tebliğ ediyor. Başku
mandanlık harbin neticelenmediği hasebiyle, fikrini buraya bildiremiyor. Avrupalılar
ta Avrupa'dan bizimle haberleşiyorlar, biz cephede Başkumandanlıkla haberleşe
miyoruz. Bu acayip bir şeydir. Medeniyetin bahşettiği telgraf ve telefon teşkilatına
sahip olduğumuz halde ve harp bundan on beş gün evvel son bulduğu halde,
Hükümet siyasi vaziyet hakkında şimdiye kadar ne gibi müracaat olmuştur ve ne
gibi cevap verilmiştir? Ortada hiç bir şey yoktur, bunları bilmiyoruz. Ben de diyo
rum ki Başkumandanlığın cephede bulunması ile burada bulunması arasında, yani
orada oturması ile burada oturmasında bir fark yoktur. Demek İzmir'de oturmak
ile Ankara'da oturmak birdir, ikisi de birdir. Bugün mühim bir karar alacaksınız.
Ordumuz Anadolu harbini bitirdi, Çanakkale'ye dayandı. Çanakkale'de veya Ko
caeli mıntıkasında karşımıza bir İngiliz jandarması çıktı. Milli Misaka kavuşuncaya
kadar, ordumuz faaliyetine devam edecek, Meclis çalışacaktır. Düşmanlarımız
bugün askeri acizlik içerisindedirler. Bunlara zaman kazandırmak doğru bir şey
değildir. Bugün Yunanlıların perişanlığından dolayı tabii bu anlar pek kıymetlidir.
Ordu İzmir'i tuttuğu gün Başkumandan burayı tutacaktı. Gelecek askeri vazifemizi
şan ve şerefle yerine getirdik, şimdi ikincisi başlıyor, diyecekti. Esasen
Karahisar'da bozulan düşman bize İzmir'in haberini vermişti. Biz İzmir'e gittiğimiz
gün Çanakkale meselesi meydana çıkacaktı. Çünkü orada bir düşman vardır,
İngiliz vardır. Biz harekatımızı, programımızı ona göre yapmalıydık. Buyurdular ki
Başkumandanlık ile devletlerin teması vardır. Olabilir, Başkumandanlık ile askeri
vaziyetler için temas olabilir. Siyasi vaziyetler için tabii ki Başkumandan Paşa Haz
retleri cevap veremez. Siyasi vaziyet hakkında İngilizler bir teklifte bulunurlarsa
diyecektir ki Dışişleri Vekaleti vardır, diyecekti. Biz dünyanın beklemediği bir suret
te şimşek gibi çaktık. Onlar birden bire sendeledi. Bunun üzerine on beş gün daha
geçerse İngilizlere yeni bir vaziyet aldırmadan, karşımıza bir kuvvet getirmesini mi
bekleyeceğiz? (çok doğru sesleri) Hükümet Başkumandanlıkla zor haberleşiyor
muş da oraya gidecekmiş. Meclisle beraber Hükümet lüzum görüyorsa oraya gi
der. Fakat bunun dışarıya yankılarının ne dereceye kadar doğru olduğunu arka
daşlarıma bırakıyorum. Hükümetin gitmesi lazım gelirse, Hükümet orada Meclis
siz, beyni olmadan bir karar vermez. Çünkü Hükümetin beyni Meclistir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Bizim beynimiz yok mu?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Hayır Efendim. Tabii ki dimağınız vardır, maksa
dım o değildir. Hükümetin beyni Meclistir, diyorum. (gülüşmeler) Karar Meclisten
çıkacaktır. Harp kararı da nota kararı da ne olursa olsun efendiler. Arkadaşlarımız
ne kadar iyi düşünürlerse düşünsünler, ne kadar vatansever olurlarsa olsunlar,
bizim düşündüğümüz kadar düşünemezler. Meclisin düşündüğü herhalde iyidir,
biz kötü düşünemeyiz. Çünkü salahiyet bizimdir. Eğer arkadaşlarımız bu salahiye
tin geçici olarak kendilerine devrini istiyorlarsa buna da biz karar veririz. Yirmi dört
saat sonra Hükümet otomobil ile gidecek, Başkumandan ile görüşecek, neticeyi

963
gelip bize bildirecek. Bu sırada buraya bir İngiliz temsilci gelirse ne olacak? Efen
dim müsaade buyurunuz, Hükümet burada yoktur mu diyeceğiz? Meclis Hüküme
te salahiyet verirse, bu olabilir. Ama bilmem ki bu salahiyeti Meclis verir mi? (verir
sesleri) Veremez, bu memleketin geleceğine dair bir meseledir. Sonra iki üç arka
daşın gitmesine bütün bütün karşıyım. Oradan haber getirmek için, buradan Dışiş
leri Vekilinin, şunun, bunun ayrılması doğru değildir, lüzum yoktur. Vaziyetin zor
luğu dolayısıyla Başkumandanlığın burada olması lazımdır. Siyasi meselelerin
halli için Paşa Hazretlerinin burayı teşrif etmeleri lazımdır.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Efendim, meseleyi uzatmadan bir karar verelim.
Benim fikrimce Hükümet gideceğim diyor, pekala git dersek ne yapacak? Burasını
müsteşarlara mı bırakacak? Hükümet oraya giderse, Mustafa Kemal Paşa ile gö
rüşecek ve neticeyi gelip Meclise arz edecektir. Hükümet dört gün içinde gider,
dört günde de gelir. Orada da iki gün görüşülür, on iki gün olur. Binaenaleyh on iki
günlük iş bir günde telgrafla yapılabilir. Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin buraya
gelmesini bilmem belki mühim vazifesi vardır. Anadolu seferi de henüz bitmemiş
tir. Arkadaşlarımızdan bazıları, Anadolu seferi bitmiştir diyorlar. Hâlbuki Üsküdar
da Anadolu’dur. Eğer oraları da kurtarılırsa, o vakit Anadolu seferi biter. Bu itibarla
Anadolu seferi bitmemiştir. En kestirme yol Hükümet buradan telgrafla haberleşir
ve Başkumandan ile meseleyi telgrafla halleder veya Meclisin hepsi kalkar gider
ve meseleyi orada halleder.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Hükümetin isteği Meclis tarafından ya kabul edilecek
ya da reddedilecek. Ben kabul edilme ihtimaline göre mahzurları arz edeceğim.
Hükümet başka bir yere gittiği zaman vekil tayini hususunda kanunlarımızda bir
açıklık yoktur. Başkumandanlık ile telgraf başında müzakere etmeye imkan var
mıdır? Yoktur. Hükümetin de hepsinin gitmesine imkan olmadığına göre bir veya
iki vekilin gitmesi olabilir. Ne Hükümet ne de Rauf Bey buradan ayrılabilir ve ne de
Meclis izin veremez. Gidecek isek de beraber, kalacak isek de beraber. Binaena
leyh gitmelerine ve gitmemize şimdilik imkan yoktur. (aferin sesleri)
VEHBİ EFENDİ (Konya): Efendim, Başkumandan Paşa Hazretlerinin bugünlerde
buraya gelmesi doğru değildir. Herhalde işler tamamen bitmemiştir. Binaenaleyh
Paşa'nın bir müddet daha orada kalması lazımdır. Şimdi kalıyor, Hükümetin Paşa
ile orada görüşmesi şarttır. Bu inkar olunur bir hakikat değildir. Hükümetin tama
mının görüşmesi, bu da kabul olunur bir mesele değildir. Şu halde demek oluyor ki
arkadaşların bazılarının dediği gibi bir veya iki vekilin gitmesi, her mevzuu açık ve
seçik görüşmeleri ve buraya gelip arz etmek suretiyle halletmek en uygun bir yol
olduğunu arz ediyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Buyurun Rauf Beyefendi.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, bundan önceki konuşmamda, Baş
kumandan Paşa Hazretlerinin askeri vaziyetten dolayı bulundukları yerden ayrıla
mayacaklarını ve dış siyasi vaziyetimizin, ordu kumanda heyeti ile görüşüp esas

964
hatları tespit etmek zaruretini Hükümetteki arkadaşlarınız hissetti, dedim. Selahat
tin Beyefendi buyurdular ki Anadolu seferi bitmiştir. Fakat efendiler elde etmek
istediğimiz Milli Misak hudutlarıdır. Bugün ordu muvaffak olmuştur. Bunu söyle
mekle Trakya'yı almakta tereddüt mü edeceğiz?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Öyle bir şey yok.
RAUF BEY (Devamla): Bu harekat böyle devam ederken belki bir takım siyasi
teşebbüslerde bulunulacaktır. Binaenaleyh telgraf hatları üzerinden açık haber
leşme ile ve belki zaman zaman kesintiye uğrayacak olan haberleşme nasıl yapı
lır? Buna ben uygun bulmuyorum. Vekil arkadaşlarım da uygun bulmuyorlar. Tev
fik Rüştü Bey Meclisin kurduğu Hükümet şeklinden başka bir şekilde görünür gibi
bazı arkadaşlara siper olduğumu söylediler. Böyle bir şey hatırlamıyorum. Vekille
rin mesuliyetleri ve salahiyetleri bellidir. Yüce Meclisinizce her zaman denetlenebi
lirler. Fakat aynı husus hakkında müştereken karar verdiğimiz zaman, benim de
bu hususta söz hakkım vardır. Bunu rica ederim başka şekilde düşünmeyiniz.
Sonra Müfit Efendi Hazretleri bana verdiğiniz makam dolayısıyla bana bazı sıfatlar
söylediler. Ben öyle düşünmüyorum. Bana verdiğiniz vazifeyi ve her mesuliyeti
müdrik olmakla beraber gayet müşkül bir vazife verdiğinizi ve Yüce Heyetinizi bu
işlerle meşgul etmemek için beni tayin ettiğinizi biliyorum.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Kanunumuz vardır, ama istemiyorsunuz.
RAUF BEY (Devamla): İstememek meselesini açmayalım şimdi. Bununla beraber
her türlü mesuliyeti üzerime alarak çalışıyorum. Onun için Sadaret kaymakamıdır,
yok Sadaret makamıdır, meselesini döküp de şekil üzerinde oynamayalım. Mesele
salahiyet makamı meselesi değil. Bu fedakar milletin verdiği vazifeyi imkan daire
sinde yapmaya çalışıyoruz. O da milletin tamamının güvenidir. Bunu siz temsil
ediyorsunuz, sizin kararlarınızı kayıtsız ve şartsız yerine getirmeye mecburuz.
Rica ederim böyle düşünelim. Sıfatlar, salahiyetler ve makamlar üzerinde, şekil
üzerinde oynamayalım. Bunlar benim aklımdan geçmemiştir. Yarın emredersiniz,
filan yerde nöbet bekleyeceksiniz dersiniz, bu emrinizi şerefle yerine getiririm.
Giderim nöbet beklerim. Rica ederim bunun için bu şekil üzerinde işi uzatmayalım.
Haberleşme meselesi tamamdır, buyurdular. Ben bundan emin değilim. Belki bir
saat için tamamdır, on beş saat sonra vaziyet değişir. Tekrar arz ediyorum. Ku
manda heyeti ile bilhassa ileriden beri bize rehberlik eden Başkumandan Paşa
Hazretleriyle görüşmek, görüş alışverişinde bulunmak zaruretini görüyorum. Baş
kumandan askeri vaziyetin zarureti dolayısıyla gelemiyorum, diyor. Ben kendimde
niçin gelemiyorsun, askeri vaziyet tehlike değildir, demeye salahiyet görmüyorum.
Binaenaleyh efendiler açık olarak arz ediyorum. Harp meselesini bitmiş olarak
düşünmüyorum. Mesele bitmemiştir. Boğazlar mıntıkasına yaklaşmış olan ordu
nun karşısına beki de daha başka vaziyetler çıkabilir. Hangi salahiyetle Başku
mandana kendisinin iş başında bulunduğu ve gelemeyecek vaziyette olduğunu
söylediği halde öyle yapma, şöyle yap diyeceğim. Ben hiç bir vakit bu kadar ağır
bir mesuliyeti üzerime alamam. Tarafsız mıntıka ve Elcezire buyurdular. Efendiler,

965
itimat buyurduğunuz Hükümetiniz vatanınız üzerinde hiç tarafsız mıntıka tanımı
yor. Vatanımız dahilinde bulunan her yer Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin
sahibi olduğu mukaddes topraklardır. Birçok yabancılar gelmişlerdir. Kendi men
faatlerine göre şurası taraftır, burası tarafsızdır, demişler. Biz hiç birisini kabul
edemeyiz. Biz gidersek vatanımıza gideriz. Fakat İstanbul Mebuslar Meclisinde
söylediğim gibi, dünyaya kılıç sallayıp da beyhude tehditlerde bulunmayacağız.
Fakat efendiler, eğer yabancılar tehditlerle bizi mukaddes memleketlerimizden
ayırmak isterlerse tabiidir ki Yüce Heyetinizin de kanaati böyledir, biz bu uğurda
öleceğiz ve fakat bundan sonra geleceklere hür ve müstakil bir memleket bıraka
cağız. Bunu kabul ettik ve bu yoldan gideceğiz. Arkadaşlardan biri de beyanatları
arasında Hükümet telaşa düştü, dediler. Efendiler Yüce Meclisiniz toplantı halinde
iken, Hükümet hiç bir zaman telaşa düşmez. Eğer dersek ki müşkülata maruz
kalmadık, bu da doğru değildir. Hakikaten müşkülata maruz kaldık. Bugün Yüce
Heyetinize müracaat ederek aynı vaziyetin tekrar etmemesine çalışıyoruz. Hüse
yin Avni Bey arkadaşımız, siyasetimiz diyorlar. Be resmi ve görülen ateşkes şart
larını Yüce Heyetinize arz etmiştim. Ondan sonra bir teşebbüs bilmiyorum. Yalnız
efendiler, biraz önce arz ettiğim gibi istihbaratımıza göre yabancı temsilcilerden
biri, Mustafa Kemal Paşa ile temas etmek ve bazı tekliflerde bulunmak istemişler.
Bu, bizce malum değildir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu mümkün olamaz.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz mümkündür, mümkün değildir mese
lesine gelince. Mustafa Kemal Paşa Yüce Meclisiniz tarafından seçilmiş Başku
mandandır ve ordu harp halindedir. Ordunun hedefi malumdur. Milli Misak hudut
larına doğru yürüyor. Bir yabancı, Başkumandan ile görüşebilir. Başkumandan
görüşmekle, karar verip neticeyi tespit edecek değildir. Hiç kimse buna tabii ki
görüşmeyeceksin diyemez. Binaenaleyh arz ve izah etmek mecburiyetindeyim ki
Başkumandanımız Milli Ordumuzun Başkumandanıdır. Herkes gider görüşür ve
kendisi herkes ile görüşür. Karar vermek Meclise aittir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Görüştüğü hususları Meclise arz eder. Bunu da
ilave ediniz, bu esastır.
RAUF BEY (Devamla): Evet, tekrar ediyorum. Efendiler, Hükümet Reisi olarak
söylüyorum. Hükümetiniz Yüce Meclise neticesini daha sonra arz etmek şartıyla,
kumanda heyeti ile görüşmek mecburiyetindedir. Hükümetteki vekil arkadaşlarınız
bunun lüzumuna inanıyor ve istiyorlar. Onların adına Yüce Heyetinize arz ediyo
rum ki bu zaruridir. Meclis vaziyete hakimdir. Fakat ben diyorum ki uzaktan haber
leşme ile bu mümkün değildir, mutlak görüşmek lazımdır.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Hükümetin Başkumandanla görüşmek üzere İzmir'e
gitmesini kararlaştırmış olduklarını evvelce Meclise söylediniz. Hükümet, vekalet
ler o müddet zarfında faaliyette bulunmayacaklar mı?
RAUF BEY (Devamla): Hayır.

966
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Hükümet İzmir'e gidince ne şekilde ve elde mevcut
Kanununun hangi maddesine göre faaliyette bulundurulacağı hakkında ne şekilde
karar verdiniz.
RAUF BEY (Devamla): Hükümetin kararı, Meclisin onayı ile yürürlüğe girer. Biz
buna lüzum gördük, Yüce Meclisinize arz ediyoruz. Kabul ederseniz gideriz, kabul
etmediğiniz takdirde mutlak yapacağız diye söylemek haddimiz de değildir. Arz
edeyim diye geldim.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Kanunun aksine, kanunu değiştirircesine Meclisin
bir karar vermesi doğru mudur?
RAUF BEY (Devamla): Kanunu değiştirecek bir mahiyette karar verilmemiştir ki
kendisinde öyle bir salahiyet görsün. Efendiler, biz İzmir’de iken mühim meseleler
yine takip edilir. Hükümetimiz geçen sene aynı vaziyetin icabı olarak Sivrihisar'a
kadar gitmiş, otuz altı saat kadar orada çalışmıştı. Ben o vakit Yüce Heyetinizin
Reis Vekilliği makamında idim. Burada kaldım, Meclis adına lazım olan temaslar
da budundum ve idareyi temin ettim. Aynı surette Reis Beyefendi, müsteşarlar,
memurlar aynı vazifeyi görürler. Mühim meselelerde yine vekaletler ile haberleş
me yapılır.
REŞİT AĞA (Malatya): Hükümet hep beraber gittiği zaman bu vazifeyi kim yerine
getirecektir? Hükümetin tamamen gitmesi dışarıda ve içeride kötü tesir yapmaya
cak mıdır?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, biz en büyük mahzurun ortadan kaldırılması için
şu tarzda düşündük, ondan sonrası teferruat. Biz esasları tespit edip sonra yine
böyle bir müşkülata maruz kalmamak için bu kararı verdik. Tabii ki içeride ve dışa
rıda de ortaya çıkacak tesirleri de düşündük. Fakat daha mühim olarak Başku
mandan Paşa Hazretleriyle toplanıp esas üzerinde bir karar vermek lüzumuna
karar verdik.
VEHBİ BEY (Bitlis): Bir kısmınızın giderek, diğer kısmınızın burada kalması olmaz mı?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, enine, boyuna düşündük. Hükümeti teşkil eden
arkadaşların salahiyetleri aynıdır. Onlar da umumi vaziyeti müştereken müzakere
ve münakaşa etmek arzusundadırlar.
(Aynı anlamdaki sorular değiştirilerek defalarca milletvekilleri tarafından soruldu. Rauf
Bey de tekrar ve tekrar aynı cevapları verdi.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili):Müsaade buyurursanız müzakerenin yeterliliği


ne dair dört önerge vardır. Oya koyuyorum. Müzakereyi kafi görenler lütfen ellerini
kaldırsın. Büyük çoğunluk ile müzakere kafi görülmüştür. Önergeler var, birer birer
okunuyor.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Biraz yüksek sesle okuyunuz.

967
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, konuşulursa işitilmez.

TBMM Başkanlığına
Başkumandan Paşa Hazretleriyle görüşmek üzere Hükümetin gitmesine
lüzum yoktur. Hükümet Reisi Beyefendi ile Dışişleri Vekili Bey’in gitmesi kafidir.
Bu suretle karar alınmasını teklif eylerim. 18 Eylül 1922
Beyazıt Mebusu
Dr. Refik

TBMM Başkanlığına
Hükümetin Yüce Meclisi terk ederek İzmir'e kadar seyahat etmesi Teşki
latı Esasiye ve Vekiller Heyeti kanunlarının ruh ve maksadına uygun olmadığı
gibi, Hükümetin şekli ve mahiyeti hakkında içeride ve dışarıda muhtelif yanlış
anlaşılmalara da meydan verebilecektir. Hükümetin Meclisten uzakta ve ayrıca
çalışmasına imkan yoktur. Hükümetin bu teklifinin reddini teklif ederiz.
Mersin
Selahattin
Mebusu Erzurum
Süleyman
Mebusu Sinop
HakkıMebusu
Hami Dersim Mebusu
Mustafa

TBMM Başkanlığına
Hükümet memleketin herhangi bir noktasında vazife yapabileceğinden,
Başkumandan Paşa Hazretleriyle fikir alışverişinde bulunmak üzere Başku
mandan Paşa Hazretlerinin yanına gitmek için verdikleri tekliflerinin kabulünü
teklif eylerim. 18 Eylül 1922
Biga Mebusu
Mehmet

TBMM Başkanlığına
Hükümetin tamamının İzmir'e kadar gidip gelmesi uygun olmayacağın
dan, yalnız Hükümet Reisi Beyefendinin Dışişleri Vekili Beyefendi ile beraber
İzmir'e kadar gidip gelmesi uygundur. Bu şekilde oya konulmasını teklif eyle
rim. 18 Eylül 1922
Kütahya Mebusu
Cemil

968
TBMM Başkanlığına
Hükümet Reisi Rauf Beyefendi ile Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey, İkti
sat Vekili Mahmut Esat Bey, Sağlık Vekili Rıza Nur Bey’in Başkumandan Paşa
Hazretleriyle fikir alış verişinde bulunmak üzere İzmir’e gitmelerine ve Avrupa'-
da bulunan Fethi Beyefendinin de İzmir yoluyla onlara katılmalarına, Hüküme
tin hepsinin birlikte Ankara'dan ayrılmalarına lüzum olmadığına ve bu suretle
karar alınmasını teklif ederim.
Menteşe Mebusu
Dr. Tevfik Rüştü

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Başkumandan Paşa Hazretleriyle ve kumanda heyeti
ile görüşmek ve onların düşüncelerini anlayıp Meclise arz etmek üzere Hükü
met Reisiyle Dışişleri Vekilinin Başkumandan Paşa’nın yanına gitmeleri husu
sunda karar verilmesini teklif ederiz.
İzmir
YunusMebusu
Nadi Burdur Mebusu
Veliyettin

TBMM Başkanlığına
Mesele lazım olduğu kadar anlaşılmıştır. Hükümetin tamamının gitmesi
yegane salahiyet sahibi olan Meclisten ayrılması uygun değildir. Ordu kuman
da heyetiyle yakından temas etmek ve düşüncelerini öğrenmek zarureti de
mevcuttur. Binaenaleyh Hükümet Reisi ve Dışişleri Vekili ve Sağlık Vekilinden
bir heyetin gitmesi şeklinde oylama yapılmasını teklif eylerim.
Beyazıt Mebusu
Dr. Refik

TBMM Başkanlığına
Hükümetin gitmesine lüzum yoktur. Hükümet Reisi Beyefendi ile Dışişleri
Vekili giderlerse kafidir.
Burdur
İsmailMebusu
Suphi Mersin Mebusu
İsmail Safa

969
TBMM Başkanlığına
Mesele anlaşıldığından müzakere kafidir. Hükümetin tamamının gitme
sinde içeride ve dışarıda mahzur olacağı için sadece Hükümet Reisiyle, Dışiş
leri ve Sağlık vekillerinin, Başkumandan Paşa Hazretlerinin yanına gitmelerini
teklif ederim.
Bitlis Mebusu
Vehbi

TBMM Başkanlığına
Başkumandan Paşa ile vaziyet hakkında müzakere etmek üzere gidecek
vekil arkadaşlarımıza Meclis üyelerinden de beş mebus arkadaşımızın seçilme
lerini teklif ederim.
Mardin Mebusu
İbrahim
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili):Şimdi bütün teklifler iki mühim noktada birleşi
yorlar. Birisi dört önergenin birleştiği bir noktadır ki Hükümet Reisi Rauf Beyefen
dinin arz ettikleri noktadır.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, bir noktayı arz etmek isterim. Hükü
met olarak vaziyeti Yüce Heyetinize arz ettim. Daha başka hususlarda izahat ver
mek isteyen vekil arkadaşlarım var. Rica ederim Yüce Heyetinizden biraz daha
vaktinizi alacağız. (müzakere kafi sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim müzakereyi kafi gördük. (hayır
sesleri) Sonra arzu buyurursanız tekrar müzakere ederiz. (hayır sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Müzakere usulü hakkında söyleyeceğim. (gürül
tüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim önergeniz olsaydı, izah edebilirdiniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hayır Efendim, Hükümete havale edelim diye
cektim. (oylamaya geçelim sesleri, gürültüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, rica ederim dinleyelim.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Bizim önergemiz o mahiyettedir. (gürültüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, rica ederim bu suretle karar vermeyi
niz. Gürültü oluyor.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Yüce Meclis bir defa Hükümetin tamamının gitmesine
taraftar değil. Bizim verdiğimiz önerge de ancak bu mahiyettedir. Ancak diğer

970
önergelerden farkı, iki kişinin gitmesini istiyor. Hükümet Dışişleri Vekilini gönderir,
Milli Savunma Vekilini gönderir yahut Maliye Vekilini gönderir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Hakkı Hami Beyefendinin demek iste
dikleri, Hükümete bırakalım diyor, yani aynı meseledir. İki kişi, üç kişi gitsin. Hü
kümete bırakıyoruz, bunu söylemek istiyorlar. Şimdi esas madde Hükümetin ta
mamının gitmesi idi. Buna dair bir önerge var. Tabii ki bunu en sonraya bırakaca
ğım. Diğerleri sırasıyla oya koyacağım.
(Beyazıt Milletvekili Dr. Refik Bey’in önergesi tekrar okundu.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Refik Bey’in önergesini oylarınıza su
nuyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Büyük bir çoğunlukla kabul edilmiştir.
1
Diğer önergelerin oylanmasına lüzum kalmamıştır.
(Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine Hükümetin topluca Meclise sunduğu İzmir’e
gitmesine dair önergesi reddedildi. Sadece Hükümet Reisi Rauf Bey ve Dışişleri Bakanı
Yusuf Kemal Bey’in, Ordu kumanda heyeti ile görüş alışverişinde bulunmak ve ortak
karar vermek için İzmir’e gitmelerine izin verildi. Rauf Bey’in yoldan çektiği iki telgraf,
2
Genel Kurulun 21 Eylül 1922 günkü oturumunda okundu.)

TBMM Başkanlığına
Bugün sabahleyin Afyonkarahisar'a vardık ve Yüce Meclisin selam ve
tebriklerini halka tebliğ ettik. Halkın, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile kahraman
ordumuza karşı minnet hislerini ifade ettiklerini arz eylerim, efendim.
20 Eylül 1922
Vekiller Heyeti Reisi
Rauf

TBMM Başkanlığına
Bugün akşamüzeri Uşak'a vardık ve Uşak halkına Türkiye Büyük Millet
Meclisinin selam ve tebriklerini tebliğ ettik. Şehrin büyük bir kısmının düşman
tarafından yakılıp, yıkılmasına ve çeşitli zulümlere maruz kalmalarına rağmen,
bugünkü mutlu neticeden büyük sevinç ve saadetler içerisinde bulunduklarını
gördük. Uşaklılar Türkiye Büyük Millet Meclisi ve kahraman ordumuza karşı
samimi olarak teşekkür ve minnet duygularını ifade etmişlerdir. 20 Eylül 1922
Vekiller Heyeti Reisi
Rauf

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (18 Eylül 1922), 1.Dönem, c.3, s.784-794, http://www.tbmm.gov.tr/
2
TBMM Zabıt Ceridesi (21 Eylül 1922), 1.Dönem, c.23, s.135, http://www.tbmm.gov.tr/
971
(Mustafa Kemal Paşa’nın Dumlupınar’da orduya verdiği emir yerine getirilmişti.
Artık Türk askeri Ege sahillerine ulaşmış ve İzmir işgalden kurtarılmıştı. Sırada Boğaz
lar, İstanbul ve Trakya vardı. İtilaf devletleri vakit geciktirmeksizin ateşkes teklifine
giriştiler. Yunan Ordusu Anadolu’dan tamamen atılmıştı, ama iki önemli sorun duruyor
du. Boğazlar ve İstanbul İtilaf devletleri tarafından tarafsız bölge ilan edilmişti ve
Türk Ordusu Çanakkale önüne dayanmıştı. Diğer taraftan Trakya hâlâ Yunan işgali al
tında idi. Bu sorunların acilen çözülmesi gerekiyordu. Barış veya savaş kapıda idi. Mec
liste de milletvekilleri çok huzursuzlardı. Türk askeri Çanakkale önlerinde gergin bir
vaziyette beklerken Fransa’dan bir nota geldi. İtilaf devletleri boğazlar ve Doğu Trak
ya’yı boşaltmayı ve Ankara Hükümeti ile derhal ateşkes ve barış şartlarını görüşmeyi
kabul ettiler.)

18 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA SİYASİ DURUM HAKKINDA VERİLEN SO


RU ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ VE DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL
BEY’İN AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 104. Birleşim, Gündem: 2/1)

Yunan Ordusu Anadolu’dan tamamen atılmıştı, ama iki önemli so


run duruyordu. Boğazlar ve İstanbul İtilaf devletleri tarafından tarafsız
bölge ilan edilmişti ve Türk Ordusu Çanakkale önüne dayanmıştı. Diğer
taraftan Trakya hâlâ Yunan işgali altında idi. Bu sorunların acilen çö
zülmesi gerekiyordu. Barış veya savaş kapıda idi. Mecliste de milletve
killeri çok huzursuzlardı. Özellikle ikinci Gruba mensup milletvekilleri
verdikleri önergelerle Hükümeti soru yağmuruna tutuyorlardı.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim henüz gizli celse sona ermemişken
bazı arkadaşlarımızın bir önergeleri var, okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
İçinde bulunduğumuz vaziyet hakkında izahata muhtaç olduğumuz için
bir gizli celse yapılarak, Hükümetin izahatta bulunmasını ehemmiyetle arz ve
teklif ederiz. 18 Eylül 1922
Erzincan Mebusu
Emin ve 15 arkadaşı
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Hükümetin bu hususta söyleyecekleri var mıdır?
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim; lütfen ne soruyorlarsa, önerge sahip
leri lütfen sorduklarını açıklasınlar, ona göre cevap verelim.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, siyasi vaziyetin malum olan ehemmiyeti ve
bu vaziyet hakkında hiç bir malumat alınamaması suretiyle Hükümetin şimdiye
972
kadar bildiklerini Yüce Meclise de bildirmelerini rica ediyoruz. Bir kere isteğimiz
umumidir. Bize siyasi vaziyeti hakkında, askeri vaziyet hakkında bize bildirilecek...
MUSTAFA EFENDİ (Siirt): Anadolu tertemizdir.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Anadolu seferi bitmiştir. Anadolu seferi İngiliz'lerin
sevk ettiği Yunan Ordusu idi. Anadolu seferi bitmiştir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Anadolu seferi denmemiştir.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Pekala efendim, ben Hükümetten bir sual sormak
istiyorum. Evvela arz ettiğim vaziyet hakkında bizi aydınlatabilirler mi? Umumi
vaziyet hakkında ne biliyorlarsa, on beş günden beri ne geçmiş olabilir. Mühim
meseleler arifesindeyiz. Bu mühim meseleler hakkında Hükümet ne gibi bir fikir
tertip etmiştir ve mesela Hükümet şimdi ordu nezdinde Başkumandanla müzakere
için bir iki arkadaşı gönderiyor. Sorulacak ve görüşülecek meseleler tespit edilmiş
midir? Bunu soruyoruz.
TAHSİN BEY (İzmir): Selahattin Beyefendi tabii ki tespit etmişlerdir ki görüşmeye
gidecek, Hükümet.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Hayır efendim, öğreneceği şeyi tespit için değildir.
İkincisi menfaatimize olan mesele, siyasi vaziyet olduğuna göre bu da doğrudan
doğruya Hükümet meselesi değil midir? Soracağım başka bir şey değildir.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim, biraz önce Rauf Beyefendinin arz
ettiği gibi şüphesiz Başkumandanlıkla görüşüldükten sonra, burada buyurdukları
sualleri inşallah ayrıntılı olarak izah edecek cevaplarla Yüce Heyetinize verilecek
tir. Yalnız müsaade ederseniz Dışişleri Vekili olmam sebebiyle şimdiden ne gibi
şeylerin bahis mevzu olacağı hakkında sizlerin de zaten malumu olan iki şey arz
edeyim. Şimdiki halde meselelerin başında tarafsız mıntıka denilen yere bizim
ordunun gidip gitmemesi meselesidir. Daha doğrusu, boğazların bundan sonra
yine Türk kuvvetiyle korunup, korunmaması meselesidir. Bu mesele malumunuz
gayet ehemmiyetli bir meseledir. İngiltere hayati ehemmiyeti veriyor. Fransa istik
balini düşünüyor. Yine belki Türkler Almanlarla birleşir ve şöyle kapatırsa, böyle
kapatırsa diye. Sonra onlara göre bu mesele ile birlikte Trakya meselesi var. Bizce
Trakya meselesi yoktur. Onlarca Trakya meselesi vardır. Fakat bizde Trakya me
selesi dendiği vakit askeri mesele var zannediyorum. Tabii Dışişleri Vekili bu nok
taların teferruatına giremez. Sonra bu hale göre devletimiz tarafından, Hükümeti
miz tarafından sulh için bir teşebbüste bulunmak uygun mudur? Yani diğer devlet
leri sulha davet etmek uygun mudur, değil midir? Yoksa onlar tarafından daveti mi
beklemelidir? Sonra Yunanistan’a karşı muamelemiz, Yunanistan'ı müstakil tanı
yarak mı hareket etmek menfaatimize uygundur? Duyduğumuza göre İtilaf devlet
leri Yunanistan'ın İstanbul'daki komiserini kabul etmemişler. Yunanistan'ın İstan
bul'daki Komiserliklerini çıkartmışlardır. Sonra bu gibi, yani Milli Misak meseleleri
ne geçmiyorum. Şimdi bahis mevzu olan meselelere geçiyorum. Sonra tabii bu

973
meselelere hazırlanarak temsilcilerimiz nezdinde teşebbüsler bulunmaktır. O te
şebbüsleri şimdi burada, şöyle böyle demek pek uygun değildir. Selahattin Beye
fendinin ikinci sualine de cevap olmak üzere, Hükümet bütün malumatı topladıktan
sonra karar verir. Bütün malumat içinde ordunun mütalaası da dahildir ve hiç bir
kimse, hiç bir fert, şimdiye kadar son kararların Meclisten hariç bir yerde karar
verdiğine dair bir söz söylememiştir, bir fikirde bulunmamıştır. Çünkü son Yüce
merci Meclisinizindir. İdari karar da Hükümetinizindir. Salahiyet dahilinde olan
hususlarda kararlar Hükümetindir. Bunlar zaten kanunlarla sabittir.
NUSRET EFENDİ (Erzurum): Beyefendi 26 Mart teklifinden İngiltere Hükümetinin
vazgeçtiğine dair bir belirti mevcut mudur, değil midir?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim, gelecek hakkında hüküm vermek doğ
ru değildir. Fakat siyaset daima bir denge gibidir. Bugün 26 Martta tanzim edilen
sulh şartları değişmiştir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Beyefendi, birinci soruma verdiğiniz cevapla şükür ki
bir şey anlaşıldı. Binaenaleyh biz de bir şey düşündük. İkincisi, soracağınız şeyler
bir Hükümet meselesi değildir, dediniz. Yani ona cevaben daha evvel karar verile
cek meseleler nedir? Pekala bizce lazım olan ne ile uğraşılıyor. Binaenaleyh biz
de bilelim. Şimdi görüyorum ki bir kere tarafsız mıntıkaya girilip girilmeyeceği me
selesi, yedi gün evvel halledilecek bir mesele idi. Çünkü ordu bugün tarafsız mın
tıkanın ya üstündedir, ya altındadır. Esasen tarafsız mıntıka hakkında Meclisin
karar vermesi lazım idi. Ordularımız muzafferdir. Çanakkale'ye, sahile yaklaşıyor
lar. Pekala gelip kolordu kumandanına diyecekler, bu bayraklardan geçmeyin
diyecekler. Ben tanımam derler ve oraya giderler. Sonra onun neticesi Allah'a
kalır. Onun için tarafsız mıntıka meselesi daha evvel halledilmeli idi. Bunun şimdi
ye kadar kalması doğru değildir. Çok geç kalmıştır. Neden müdahale etmediniz,
derseniz hakkınız vardır. Bu noktada siz beni eleştirin, ben de sizi eleştireyim.
Fakat vakit geçmiştir. Trakya'ya gelince, bu uzun bir meseledir. Yani bunun için
verilecek karar, bir askeri karardır, bir zaman meselesidir. Bugün hallolunacak
mesele değildir. Hatta bunun için askeri harekata teşebbüs etmek lazım gelir. Sulh
meselesi hakkındaki teşebbüs meselesine gelince, bu da Hükümet meselesidir.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Düşünceniz doğru, fakat zamanı geçmiştir. Hü
kümet Reisimiz Beyefendinin arz ettiği gibi biz çektiğimiz telgraflara beş gün ce
vap alamadık. Ancak dün cevap aldık. Tarafsız mıntıka meselesine gelince, henüz
biz cevap vermedik ve veremeyiz. Bugün hadise cereyan etmektedir. Bugün mü
him şeyler cereyan etmektedir. Mesele kapanmış değildir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): İşte onun için söylüyorum.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Açık bir haldedir, sonra Trakya meselesi de açık
tır. Kapanmış değildir, uzak da değildir. Size sorarım, ateşkes teklifi geldi. Ona,
ateşkes teklifine cevap veriliyor suretinde değil, devletlere cevap suretinde cevap
verirseniz. Trakya'dan bahsetmeyeceksiniz. (tabii sesleri) O halde öncelikle mü

974
zakere edilecek Trakya meselesidir. Siz Yunan Hükümeti Ordusunun himayesi
suretiyle sizden istenilen herhangi bir fedakarlığa karşı neler isteyeceksiniz? İste
yeceklerinizin birincisi, Trakya'dır. Binaenaleyh geçmiş mesele yoktur. Yani taraf
sız mıntıka meselesi, geçmiş mesele olmadığı gibi, Trakya meselesi de her za
man bahis mevzu olan bir meseledir. İlerinin meselesi değildir. Yalnız arz ettim,
bana ait bir mesele, yani benim anlayabileceğim bir mesele olmadığı için teferrua
tına girmedim. Trakya meselesi, tarafsız mıntıka meselesi, zannediyorum askeri
bir meseledir. Onun için onun tafsilatına girmiyorum. Bu hususta, bu meseleler için
bize şimdiye kadar bu iki meselenin haricinde bir müracaat olmadığı için, bu me
selelerden başka daha birçok meseleler olacaktır.
NEBİZADE HAMDİ BEY (Trabzon): Tarafsız mıntıka hakkındaki müracaatımız
resmidir. Bu ne şekilde olmuştur?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Tarafsız mıntıka hakkındaki müracaatımız res
midir. İstanbul’da İtilaf devletlerinin baş tercümanları temsilcimiz Hamit Bey’e mü
racaat etmişlerdir. Hemen aynen bu sözleri söylemişlerdir, tamamıyla hafızamda
yok, İtilaf devletleri geçen sene 19 Mayısta İstanbul ile Çanakkale'den bazı yerle
rin tarafsız mıntıka olduğunu ilan etmişlerdi. Bundan bir buçuk ay evvel bu tarafsız
mıntıkaya Yunanlılar tarafından yapılan bir taarruzda müdafaa etmek istemişlerdir.
Bundan Hükümetimizin malumatı vardır. Biz diplomatik bir lisanla bir nota yazdık.
Şimdi arz ediyorum ki bize göre tarafsız mıntıka yoktur. Yunanlılar oraya girdikleri
vakitte habersiz olarak, şaki olarak girmişlerdi. Biz ise şimdi evimize gireceğiz.
OSMAN BEY (Lazistan): Dışişleri Vekili Beyefendi buyurdular ki tarafsız mıntıka
hakkında bu dakika için bir karar veremeyiz.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Veremeyiz demedim. Tarafsız mıntıka meselesi,
Trakya meselesi, askeriyeye bağlı bir meseledir, dedim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, tarafsız mıntıkalar, Trakya meselesi
Mondros Ateşkesiyle ortaya çıkmıştır. Rica ederim, biz Milli Misak ile Mondros
Ateşkes Anlaşmasını yırttık. Her an için Trakya'yı, İstanbul'u işgal eden, İngiliz
olsun, Yunan olsun kim olursa olsun, bizimle halledecek meseleleri yoktur.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Zamanı gelir müzakere ederiz, efendim. (gürültüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurun.
FAİK BEY (Cebelibereket): Efendim, Trakya' da pek çok zulüm yapılıyormuş? Fakat
son zamanlarda iyice şiddetlenmiş. Bunun için Hükümetin ne gibi teşebbüsü var.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim, biz bunu düşündük. Buradan doğrudan
doğruya bir protesto vermeyi uygun görmedik. Çünkü şimdi bizim olan ve bizim
olacak olan şeyler hakkında karar vereceğimiz Trakya hakkında, orada şöyle olu
yormuş, böyle oluyormuş, siz bunları himaye edin diye buradan yazmayı muvafık
görmedik. Yalnız buradan, Anadolu'dan oraya kaçan Rumlar orada iskan edilme

975
ye başlanmış. Bunların Müslüman halka yaptıkları zulüm hakkında Hamit Bey’e
kendisi tarafından lazım gelen yerlere protesto etmesini söyledik.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim sorulacak meseleler bitmiştir. Gizli
celseden aleni celseye geçilmesini kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Kabul
1
edilmiştir, on dakika teneffüs.

23 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ DR. RIZA NUR
BEY’İN DIŞ SİYASET HAKKINDA BEYANATI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 107. Birleşim, Gündem: 2/2)

Ordu İzmir’e kadar ulaşınca, kuzeye yöneldi ve hızla Çanakkale’ye


doğru ilerlemeye başladı. Diğer taraftan Bursa üzerinden Bandırma’ya
ulaşan birlikler de Çanakkale’ye doğru ilerlemeye başladılar. İngilizler
boğazları tarafsız bölge ilan ettiler ve Türk askerinin buralara girmeleri
durumunda ateş edeceklerini açıkladılar. Ama Fransa ve İtalya bu şe
kilde düşünmüyordu. Onlar bir an önce ateşkes ilan edilmesini ve bo
ğazlara serbest geçiş statüsü verilmesini istiyorlardı.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, celse açılmıştır. Söz Dışişleri Vekaleti
Vekili Beyefendinindir, dinleyelim.
DR. RIZA NUR BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Efendim, yeni vaziyetten o kadar
fazla malumatımız yoktur. Çünkü telgraf hatları iyi işlemiyor, çok zaman telgraf
haberleşmesi olamıyor. Bu başlıca sebep teşkil ediyor. Onun için bizdeki şimdilik
mevcut olan bilgileri arz edeceğim. İsterseniz yarın daha tafsilatlı dosyalan tetkik
edeyim, öyle arz edeyim. (şimdiki kafidir sesleri) Bugün olanları söyleyeyim. Şim
di efendim, muzaffer ordumuz düşmanları takibe ve vatanımızın her yerinin işgal
den kurtarılmasına devam ediyor. Nihayet Çanakkale tarafından tarafsız mıntıka
denilen yere kadar vardı.
FAİK BEY (Cebelibereket): Tarafsız mıntıka yerine, idaremiz altında olmayan mın
tıka, desek daha doğru olur.
RIZA NUR BEY (Devamla): Dil alışkanlığı. Ben henüz yeni gelmiştim. Reis Paşa
Hazretleri İzmir'de bulunuyorlardı, Hükümet ile haberleşme yapılamamasından
telaşta idi. Bundan dolayı Hükümetin İzmir'e kadar seyahat etmesi fikrinde bulu
nuyordu. Nihayet Yüce Meclisin kararı üzerine Hükümet Reisi ve Dışişleri Vekili
İzmir’e gittiler. İzmir'e acele olarak General Pelle yanında bir heyet ile geldi. Fakat
bu heyetin mahiyeti, mevcudiyeti hakkında henüz açık bir malumat bizde yoktur.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (18 Eylül 1922), 1.Dönem, c.3, s.795-798, http://www.tbmm.gov.tr/
976
Orada Reis Paşa Hazretleriyle aralarında müzakere cereyan etti. Bu müzakerenin
bütün safahatını bilmiyoruz. Fakat bu hususta bazı malumat mevcuttur. Önceleri
ordumuz Çanakkale'ye yaklaştığı vakit, İngilizler bir büyük telaş ve heyecan gös
terdiler. Bu hususta aldığımız malumata göre İngiliz Kabinesinde adeta geceli
gündüzlü müzakere cereyan etti. Bir taraftan İngilizler dünya kamuoyunu kendi
taraflarına çekmek için lazım gelen her şeyi yaptılar, propagandalar yaptılar. Bü
yükelçileri vasıtasıyla öteye beriye müracaat ettiler. En çok uğraştıkları da Fran
sa'yı ve İtalya'yı kendi taraflarına çekerek, Çanakkale’de karşımıza bir kuvvet
koymaktı. Bu hususta donanmalarına emir verdiler, takviye edeceğiz dediler, alt
mış bin kişi göndereceğiz dediler. Sonra eski Sırbistan olan Yugoslavya'ya müra
caat ettiler. Boğazların statüsü serbest olsun dediler. İstanbul'daki Sırp Elçisi Hü
kümetimizin temsilcisine müzakerelerde biz de bulunmalıyız diye müracaat etti.
Ona temsilcimiz size ne oluyor diye sorduğu vakit, Tuna bizim elimizdedir dedi.
(gülüşmeler) Çin de, tabii kendine göre elbette böyle bir bahane bulabilir. Ayrıca
İngiliz'ler Romanya'ya, siz Dünya Harbinde boğazların kapanmasından büyük bir
felakete uğradınız ve kan akıtarak bunun serbest olmasını temin ettiniz. Binaena
leyh bu serbestinin muhafazası için silahınızla iştirak etmelisiniz, dediler. Açıkçası
bu tarzda birçok şeyler yaptılar. Fakat aldığımız malumat şöyle ki Fransa Hükü
meti bu işe katiyen karışmıyor. Bu mesele sulh yoluyla halledilebilir diyor ve bu
fikrinde ısrar ediyor. Bu hususta Fransa ile birtakım nota alış verişi oldu. İtalya da
böyle bir silahlı müdahaleye katılmıyor. Fakat bunların her ikisi de boğazların ser
best olmasında ısrarlıdırlar. Vaziyet bu merkezde iken Lord Curzon Paris'e geli
yor. Orada Puankare ile görüşüyor. Son aldığımız malumata göre orada Fransa'-
nın istekleri kabul edilmiş. Yani kati değil, katiye yakın bir halde ve bugün bu me
selenin sulh yoluyla halledilmesini İtilaf devletleri karar vermiş bir halde bulunuyor
lar. Hatta onlar resmi beyanatlarında, bu meseleyi sulh yoluyla halledeceğiz ve
yakında bunun için bir konferans teşkil edeceğiz diyorlar. Yine resmi kaynaklardan
öğrendiğimize göre konferansa Fransa, İngiltere ve İtalya’nın yanında Yugoslavya,
bilmem Japonya'ya kadar her devleti çağırıyorlar. (Rusya var mı sesleri) Rusya
yoktur, onların fikrince böyledir. (Yunanistan var mı sesleri) Yunanistan'dan ama
malumat yok olabilir.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Yunan'ın ne alakası var?

RIZA NUR BEY (Devamla): Onlar öyle düşünüyorlar. Fakat bir defa da Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümetinin düşüncesi önemlidir, değil mi efendim? Bir taraf
onlarsa, bir taraf da biziz. Bakalım ne diyeceğiz. Tabii onların istekleri kendilerine
aittir ve bizim tarafımızdan kabul edilmiş demek değildir. Onlar ne vakit ki bize bir
nota verecekler, ona göre elbette bir cevap verilecektir. Mesele nihayette şu vazi
yete gelmiştir. En son malumatı söylüyorum. Reis Paşa Hazretlerinin bize verdiği
malumattan anlaşılıyor ki İstanbul yoluyla Rusya'dan bizim Dışişleri Vekaletine
gelen bir takım telgraflar İstanbul tarafından tutulmuş, sansür ediliyormuş. Bu hu
susta lazım gelen tedbirleri alıyoruz. General Pelle tarafından, tarafsız mıntıkaya

977
girilmemesi tavsiyesini, Paşa Hazretleri lazım gelen cevabı pek güzel bir surette
vermişlerdir. (ne demiş sesleri)
FAİK BEY (Cebelibereket): Telgraf aynen okunamaz mı?
RIZA NUR BEY (Devamla): Hay hay efendim, zaten buraya getirdim. Yüce Heye
tinize arz edeceğim. Bir takım gazete haberleri var. Hatta bugün ordumuzun Ça
nakkale'ye girdiği ve çatışma olmadığı yazılmış. Fakat gazete haberlerine ne ka
dar itimat edilebilir bilemem. Onun için onları arz etmiyorum. Asıl elimizde temsilci
lerin resmi mahiyette haberleştikleri telgraflar var.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): İzmir'le henüz telgraf bağlantısı yok mudur ki telg
raflar İstanbul yoluyla geliyor.
RIZA NUR BEY (Devamla): Vallahi bilmiyorum.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Hakimiyeti Milliye gazetesinde bağlantı var diye
yazıyor.
RIZA NUR BEY (Devamla): Evet, ben de okudum. Bağlantı sağlandı ise dünden
beri olmuştur. Paris temsilcimiz Ferit Bey'den bir telgraf var. (Paşa’nın telgrafını
oku sesleri) O en son telgraftır, onun için şurada beş on telgraf vardır, sırasıyla
okuyayım.

TBMM Hükümeti Dışişleri Vekaletine


Boğazlar ve Trakya meseleleri hakkında Fransızlarla görüşmek husu
sundaki emirlerinize dair telgraf 15 Eylül günü elime geçti. Bu hususları Fransız
Dışişleri yetkilileri ile görüştüm. Fransa, Türkiye’nin isteklerine göre boğazlar
meselesinin halledilmesine taraftar olduğunu öğrendim. Ben de boğazlardan
serbest geçiş prensibine sadık kalmakla beraber, bu hususu Londra'ya da bil
dirdiğimi söyledim. Kendisinden her bir mesele hakkında ayrı bir açıklama iste
dim. Bu husustaki düşüncelerini konferans masasında muhafaza etmek istedik
leri ifade ettiler. Mamafih konuşmalarından anladığıma göre, boğazların Türki
ye hakimiyetinde kalmasını ama serbest geçiş hakkının devam etmesini istiyor
lar. Gelibolu'da bizim de dahil olacağımız bir askeri garnizon bulundurulması
fikrinde oldukları, boğazların tarafımızdan kapatılmaması arzusunda İngiltere
ile aynı fikirde oldukları ve bunun haricinde aleyhimizde şartlar ve tedbirler
alınması hususlarında ısrar etmeyecekleri anlaşılmıştır. Daha çok askeri kuv
veti karalarda olan Fransa'nın, boğazları deniz yolu olarak kullanmaktan çok o
mıntıkayı bir köprü olarak rakibi İngilizlerin karşısında Avrupa’yı Asya'ya bağla
yan yolu muhafaza etmek, bu sebeple boğazların bizim hakimiyetimizde olma
sını kendi menfaatleri bakımından daha çok istemektedirler. Trakya için Meriç
hududu konuşuldu. Dedeağaç Bulgarlara verildiği takdirde üzerinden serbest
transit hakkını kabul edip etmeyeceğimizi sordu. Mesela on sene sonra ilerde
bir hat yapmaları şartıyla kabul edebileceğimizi söyledim. Bu konuşmalardan

978
Fransa'nın bütün Doğu Trakya'yı Türkiye'ye iade etmek istemekte olduğu anla
şıldı. İtalyanların da bu hususta aynı fikirde olduklarını ifade etti. Gerek İtalyan
lara ve gerek Fransızlara konferans hakkında çeşitli sorular sordum. Diğer
küçük devletlerin konferansa katılmaları hususunu sordum. Bizim umumi bir
konferans yapmak istemediğimizi ve her devlet ile ayrı ayrı yapmak istediğimizi
söyledim. Küçük devletleri her şeyin alakadar etmeyeceğini ifade ettim. Çanak
kale’nin İtilaf kuvvetleri tarafından işgal edilmesi meselesini görüştüm. Başba
kan Puankare’nin Fransız askerlerinin Çanakkale’den çekilmeleri husussunda
emir verdiği Fransız gazetelerinde yazıyordu. Bunun doğru olup, olmadığını
sordum. Puankare’nin General Pelle’ye, lüzumu olmayan yerlerden derhal
çekilin emrini verdiğini öğrendim. Bu emrin katiyen işimize yaramayacağını ve
bütün sahillerimizden çekilin emri vermesi lüzumunu ifade ettim. Bu meselenin
kendisiyle son derece iyi münasebetin devamını arzu ettiğimiz Fransa ile araya
girmemesi için General Pelle'ye emir verilmesi lazım geldiği hususunda ısrar
ettim. Fransa, meselenin iyilikle halline son derece taraftar olmakla beraber,
İngilizlerin art niyetlerini üç senedir, tecrübe ettiğimizden söz ve hareketlerine
itimadımız olmadığını ve haklarımızı muhafaza zaruretinde olduğumuzu ve
binaenaleyh arazimizi işgal hakkı olmadıklarını söyledim. Bu işin sürüncemede
kalmamasını ve İngiliz siyasetini yirmi beş senedir tetkik ettiğimize göre hiç bir
şeyi süratle anlamak kabiliyetinde olmadıklarını ve fakat anladıkları dakikadan
itibaren süratle hareket etmek ve İngilizlerin anlaması zamanına kadar bırak
mak lazım geldiğini söyledi. Bugün Daily Mail Gazetesi muhabirinden naklen
Paşa Hazretlerinin beyanatlarından bu hususa ait olanı İngilizlerin anlayacakla
rı, mesela iki, üç haftalık bir müddet bekleyeceğimiz ve ondan sonra harekete
mecbur olacağımızı ve bu müddet içinde Fransız askerlerinin Anadolu sahille
rini tahliye etmelerini rica edeceğimizi bildirdim. Konuşma sırasında tarafsız
mıntıka kelimesini kullandı. Bunun nereden çıktığını, bizim böyle bir şey tanı
madığımızı, eğer devletlerin aralarındaki kararlara uymak lazım gelirse, Paris
Konferansında tarafsız bölge hükmedildiği halde Yunanlıların niçin Meriç’ten
öteye çıkarılmadıklarını söyledim. Dedi ki evet hakkınız vardır. Esasen bugün
kullandığımı tarafsız mıntıka ifadesinin bize göre hiçbir emniyeti yoktur, dedim.
Bunu İngilizlere de söylediğimizi ifade ettim. Sonra bizim Edirne’ye geçmemize
itirazları olup, olmadığını sordum. Bugüne kadar hiçbir devletten itiraz almadık
larını ve bu işin Londra’dan çıktığını söyledi. Bu anlattıklarım 17 Eylül tarihin
deki görüşmemize aittir. Bildiklerim bunlardan ibarettir, efendim.
TBMM Hükümeti
Paris Temsilcisi
Ferit

RIZA NUR BEY (Devamla): Şimdi de bazı gazete ve ajanslardan elde ettiğimiz
İngilizlere ait resmi malumatı arz ediyorum.

979
Dışişleri Vekaleti İstihbarat Raporu:
Herald Tribune Gazetesindeki resmi tebliğe göre, boğazların serbestliği
hususunda İtalya müttefikleriyle uygun hareket edecekmiş. Fakat sulha mani
olacak bir mücadelenin başlaması vaziyetinde kuvvetlerini geri çekecekmiş.
Sırpların Yunanlıları sevmedikleri, fakat kendilerinin ve Bulgaristan’ın menfaati
için Doğu Trakya’nın Yunanlılarda kalmasının münasip olduğunu yazıyor.
Routers Ajansı, İngiltere Hükümetinin boğazların serbest dolaşımında ısrarlı
olduklarını ve bütün meseleler halledildik sonra İstanbul’un Türkiye’ye iade
edileceğini açıklamıştır. Dikkatinizi çekerim işin içinde Trakya yoktur. Gene
Routers’e göre İngiltere, Fransa ve İtalya tarafsız mıntıkaya tamamen uyulması
ve boğazlardan serbest geçişi temin için İstanbul’daki komiserlerine emir verdi
ler. Bunları gazete de yazdı. İngilizlere göre, boğazlar müdafaa edilmelidir,
İstanbul'dan çıkılması büyük bir hezimet olacaktır ve Türklerin bu muvaffakiyet
leri bütün İslam dünyasını ve mağlup devletleri, harekete sevk edecektir. Bun
dan başka galip Türkler, Balkanlarda bu suretle gayet ciddi bir vaziyete sahip
olacaklardır. İhtimal ki kan dökülmesiyle neticelenecektir. Romanya boğazlarla
alakadardır. Binaenaleyh İngiltere tarafsız mıntıkanın müdafaasına bu Balkan
devletlerini de davet etmiştir, boğazları müdafaaya çağırmıştır. İngiltere'nin
İstanbul İşgal Kuvvetleri Başkumandanı General Harington’a derhal icabında
kuvvet takviye etmeye takviyeye karar vermiştir ve Generale de Türkler tarafsız
mıntıkadan Avrupa’ya geçmek isterlerse müdahale edilmesi emri verilmiştir.

RIZA NUR BEY (Devamla): Şimdi okuyacağım, 18 Eylül tarihlidir.


MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Beyefendi, bilgiler nereden geliyor, ajanstan
mı, gazetelerden mi?
RIZA NUR BEY (Devamla): Ben size resmi malumat okuyorum, dedim. Gazete
haberi okumuyorum. Resmi vesika diyorum. Ajansların bir kısmı da buna benzer.
Binaenaleyh bunlar resmi kanallardan gelen şeylerdir. Bizde de bundan başka bir
havadis yok. Okuyorum efendim.
FAİK BEY (Cebelibereket): Bu nereden bu da ajanstan mıdır?
RIZA NUR BEY (Devamla): Hayır efendim, Dışişleri memurlarımızın istihbaratıdır.
Ajans haberlerinden bahsetmiyorum. Okuyorum efendim.

Dışişleri Vekaleti İstihbarat Raporu (18 Eylül 1922)


Avustralya, Gelibolu'daki Avustralya mezarlığının Türk eline geçmemesi
için İngiltere'ye askeri yardımda bulunacağını bildirmiştir. Kanada kabinesi,
memleketin iki defa harbe düşeceğini söylemiştir. Yani onun niyeti yok gibidir.
Yeni Zelanda İngiltere ile müzakerede halindeymiş. Hindistan ve Güney Afri
ka'nın İngiltere’ye yardım etmeyecekleri gazeteler tarafından tahmin olunuyor.

980
İtalyanların, Türklere karşı hiç bir harekette bulunmayacaklarını bildiren notanın
Londra'ya gönderildiğini ajanslar yazmıyor. İngiltere ile yalnız boğazların ser
bestliği meselesinde birlikte hareket edecek olan ve bunun yalnız siyaseten
hallini isteyen Fransa, Londra'nın dün gelen harp isteyen notasından memnun
olmamıştır. Gazetelerden ve ajanslardan verilen malumat işe yarar düşünce
siyle takdim edilmektedir. Diğer taraftan gayet mühim bir yerden haber aldığı
mıza göre, İngiltere altmış bin kişilik bir ordu göndermeye karar vermiş ve
Londra'da silahaltına asker alınmaya başlanmıştır.

RIZA NUR BEY (Devamla): Bu hususta İstanbul'a ya dün, ya evvelki gün yazdım.
Dedim ki İngilizlerin muharebe hazırlıkları var mı, varsa nerede, ne yapıyorlar,
donanmaları ne haldedir? Kuvvet sevk ediyorlar mı? İstanbul ve boğazlarda vazi
yet nasıldır diye yazdım ve acilen bildirmelerini de kaydettim. Daha bir haber al
madım, şimdi 19 Eylül tarihli malumata geliyorum, okuyacağım.

Dışişleri Vekaleti İstihbarat Raporu (19 Eylül 1922)


Paris'e gelen İngiliz notası, neticesiz kalmaya mahkum gibidir. Bir resmi
memur onu gülünç diye ifade ediyor. Bu notadan İngiltere Dışişleri Nezaretinin
bile haberi olmadığını, Fransa'nın Londra Büyükelçisi bildirmiştir. Yani bu nota
yı, demek ki İngiliz kabinesinin haberi olmadan Başbakan Lloyd George kendi
kendine yazıyor demektir ve öyle de yapmıştır. Fransızlar, İngiliz Kabinenin fikri
alınmadan, yayınlanan bu şartlara iştirak edemeyeceklerini ve sulh için yapıla
cak bir mesele için bu kadar askeri hazırlıkların talep edilmesine uymayacakla
rını bildirmişlerdir. Fransa’nın fikrince Lloyd George mağluptur.

RIZA NUR BEY (Devamla): Biz zaten boğazlardan serbest geçişi kabule hazırız.
Şunu da arz edeyim ki Hükümet böyle umumi bir beyanname yayınlanmasını dü
şündü. Denildi ki zaten meseleyi sulh yoluyla bitirmek istiyorduk. Bu kadar müddet
bekledik, fakat sulh ile meselenin bitmeyeceğini anladık ve notalarla oyalandık.
Sulhun elde edilmesi başka suretle mümkün olmayacağını, anladık ve taarruzu
muzu yaptık. Bugün de boğazların serbestliği için bir takım yaygaralar koparılıyor.
Halbuki herkesten evvel bizim prensibimiz boğazların serbest olmasıdır. Bunu
tekrar ilan ediyoruz, bunu ihlal eden ise İngiltere'dir.
HACIM MUHİTTİN BEY (Karesi): Rıza Nur Beyefendi, İzmir'de neşredilen beyan
nameden Hükümetin haberi var mıdır?
RIZA NUR BEY (Devamla): Hangi beyannameden?
HACIM MUHİTTİN BEY (Devamla): İzmir'de böyle bir beyanname neşredilmiş,
Hükümetin haberi yok mudur?
RIZA NUR BEY (Devamla): Benden evvel oldu ise onu bilmiyorum ve malumatım
yoktur.

981
HACIM MUHİTTİN BEY (Karesi): Hükümetin resmi bir beyannamesinin İzmir'de
yayınlandığı söyleniyor, Bundan demek Hükümetin haberi yok.
RIZA NUR BEY (Devamla): Daha önceden de arz ettim ki haberleşme doğrudan
doğru olamıyor, vaziyet malum. Burada Reis Paşa Hazretlerinin iki telgrafı var,
okuyorum.

TBMM Hükümeti İstanbul Temsilcisi Hamit Beyefendiye


Gelibolu’da Cebelültarık gibi bir mıntıka meydana getirmemek isteyen
İtilaf devletleri temsilcilerine tekrar söylemeniz lazımdır. Esasen, boğazların
serbest geçişe açık olmasını bizden fazla taraftar olan yoktur. Fransa ve İtal
ya'nın düşüncelerine zerre kadar ihtilaf olmadığı gibi, herkes gibi boğazlarda
serbestlik isteyenler bizimle beraber olmalıdırlar. Serbestlikten bahsederek,
hakikaten boğazları ve İstanbul'u elde bulundurarak, İslam ve Türk alemini,
baskıları altında bulunduran İngilizlerin siyasetini de maskelemek, yani iç yü
zünü ortaya koymak, hükümetlerin bu siyaseti tasvip etmeyeceği ümidindeyiz.
Binaenaleyh bütün imkanları kullanarak bu hakikatleri yayınlamalıyız ve bütün
dünyaya duyurmalıyız. Bu hakikatlerle bizim sulh istediğimizi ve boğazlarda
serbest geçişlere mani olanın biz olmadığımızı ilave etmek uygundur. İngiliz
Hükümeti boğazlarda ve İstanbul'da işgali devam etmek ve bizi isteklerimize ve
milli gayemize kavuşmaktan menetmek siyaseti halde bu siyasetin bütün me
suliyetine katlanması ve fakat boğazların serbestliğine mani olunması kabul
edemeyeceğimizin bilmesi lazımdır.
Başkumandan
Mustafa Kemal
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bu neye cevaptır acaba?
RIZA NUR BEY (Devamla): Bu efendim, hepiniz biliyorsunuz ki İstanbul'daki tem
silcimiz Hamit Bey’e İtilaf devletleri komiserleri müracaat ediyorlar. Onunla temas
halindedirler. Ya kendileri çağırıyorlar, ya kendileri gidiyorlar veya adam yolluyor
lar. Paşa Hazretleri tarafından Hamit Bey’e, onlara söylemesi üzere yazılmış bir
şeydir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bir teklife veya sözlerine karşılık mıdır?
RIZA NUR BEY (Devamla): İngilizler diyorlar ki bu mıntıkaya girmeyiniz şöyle
yaparız, böyle yaparız, asker sevk edeceğiz diyorlar. Fakat şu hakikati bilmeliyiz ki
İngiltere evvela bu işe silahla karşı koymak istemiştir. Bu muhakkaktır. Fransa ve
İtalya'yı kazanmak ve ondan başka bütün dünyayı kazanmak için çalışmıştır. Fa
kat muvaffak olamadığı görülüyor. Diğer ajanslara bakacak olursanız, İngiltere
bugün sulha yanaşıyor. Müdafaa etmeyecek ve çabucak bir Konferans toplayarak,
orada bize hatta Trakya'yı da iade edebileceklerdir. Yine Hamit Bey’in bir maluma
tı vardı. İngiliz Generali Harington görüşmek üzere çağırtmış Hamit Bey’i. Demiş ki

982
sakın girmeyiniz, girerseniz harp edeceğiz, İngiltere her türlü yola başvuracaktır.
Bugün kazandığınız o şan ve şeref gidecektir. Birçok kan dökülecektir. Bu işi
yapmayınız. Pişman olursunuz demiş. O da bu tarzda ve bizim bildiğimiz esaslar
dairesinde güzel cevaplar vermiş ve ayrılmışlar. Hamit Bey oradan ayrılırken Ge
neralin kurmay subayı arkasından koşmuş, yakalamış, gel filan demiş, Odasına
sokmuş, orada tekrar demiş ki yapmayın, etmeyin. O da demiş ki nasıl olur, Milli
Misakımız vardır. Memleketimizin Yunandan temizlenmesi lazımdır. Nihayet şu
şeye varmışlar ki Hamit Bey, siz eğer İstanbul'u, Trakya'yı bizim memurlarımıza
teslim ederseniz, biz şimdiki halde tarafsız mıntıka dediğiniz yerlere tecavüz et
meyiz, demiş. Bunun için de acilen Üsküdar'da bir konferans toplansın, demiş.
Harington demiş ki bu kadar acele etmeyin bunlar olur, mümkündür. Ondan tabii
pek bir şey çıkmaz. Aldatmak için söylerler.
KADRİ BEY (Diyarbakır): Yalancı millet.
RIZA NUR BEY (Devamla): Zaten diplomaside yalan söylemek normaldir. Bilhas
sa bunlar İngiliz olurlarsa. (gülüşmeler) Hamit Bey'in diğer malumatı bu 22 Eylül
tarihlidir. (işitemiyoruz, biraz yüksek selle konuşunuz sesleri) Ben korkuyorum ki
dışarıda birtakım adamlar var, belki işitirler.

TBMM Hükümeti Dışişleri Vekaletine


Fransız General Pelle, İngiliz'lerin boğazlara doğru ilerlememizi harp
sebebi sayacaklarını, müttefiklerini de harbe sürükleyeceklerini ve Türkiye'nin
büyük bir tehlikeye maruz kalacağını ifade etmiştir. Ben de baştanbaşa zulme
maruz kalan kardeşlerimizin halen düşman elinde bulunmasına tahammül
edemeyeceğimizi, binaenaleyh Yunanlıları Edirne'ye kadar takip etmek mecbu
riyetinde bulunduğumuzu söyledim. Boğazlara gelince, bunların serbestliğinin
Fransa ve İtalya tarafından olduğu kadar, Türkiye'nin de arzu ettiğini ilan ettik.
Boğazların serbestliğini değil, bütün dünyaya karşı kapalı tutulmasını isteyen
İngiltere Hükümeti vardır, dedim. Fransa'nın ve İtalya'nın iddia ettikleri prensip,
onların bizim aleyhimize değil, bizim ile hareket etmeleri şeklindedir. Harp hali
ne gelince, biz esasen Kilikya Antlaşması gereğince aramızdaki harbin sona
erdiğini kabul etmiş olduğumuz Fransa'dan başka hükümetlerle harp halinde
bulunmaktayız. Çünkü bir şey vardı, oradaki İngilizler, İzmir'deki İngiliz Konso
losunun esir edilip, edilmediği meselesini bahis mevzu etmişti. Reis Paşa Haz
retlerine bundan çıkıyor, bu. Yani esir mi edeceğiz filan gibi? İngiltere'nin yeni
den harp halinden bahsetmesi, bizimle Fransa'yı yeniden harp haline sevk
etmek niyetinden başka bir şeye olamaz. Boğazları tutmak, İstanbul'u elde
bulundurmak ve Trakya'yı bize vermemek, kararında devam eden İngiltere,
Türkiye'yi imha etmek, fikrinden zerrece vazgeçmemiş olduğu gibi bundan,
sonra da kendimizi müdafaa etmek mecburiyetindeyiz. Binaenaleyh belki yeni
bir tehlike karşısında bulunduğumuzu zannetmiyoruz. Fakat her yerde faaliyet
aramaya ve düşmanlarımızı, sulha mecbur etmeğe çalışacağız, dedim. Gene

983
ral Pelle söylediklerimin doğru ve makul olduğunu kabule mecbur oldu.
TBMM Hükümeti
İstanbul Temsilcisi
Hamit
RIZA NUR BEY (Devamla): Vaziyet bundan ibarettir. Sonra şikayetimiz, İngilizlerin
boğazları ellerinde tutmak, İstanbul'u işgale devam etmek, Yunanlıları Trakya'da
bırakmak ve Türklerle sulh yapmayarak, imha etmek fikrinde ısrar etmektedirler.
Biz ise bir an evvel sulh yapmak istiyoruz. Bunun için ise Yunanlılarla harp etmek
sizin Trakya'nın ve İstanbul'u Türkiye Büyük Millet Meclisine teslim etmek şartıyla
Boğazların serbestliğini şimdiden katiyetle ilan ediyoruz. Herhangi devlet arzu
ederse bu serbestliğin şekli ve tarzını müzakereye başlayabilir. Türkiye harp et
meden Trakya'nın ve İstanbul'un tahliyesini ve boğazların serbestliğini temin ede
cektir. Fikrimiz bundan ibarettir. Demek ki efendim, İzmir'de şöyle bir müzakere
filan bir şey oluyor ve bir müzakere devam ediyor. Paşa Hazretleri buradan Dışiş
leri Vekaletinin Hukuk Müşavirini de istemişlerdir. O da buradan hareket etmiştir.
Bildiğimiz bunlardan ibarettir. Mesele de zannederim ki oldukça aydınlandı. Başka
bir şey arzu buyrulursa sorulsun.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Beyefendi, ben Dışişleri Vekaleti sıfatıyla
sizden bir sual soracağım. Fakat soracağım suale, arkadaşlarımın da bilhassa
dikkat etmelerini isterim. Soracağım sual şudur. Ordumuz çok şükür muzaffer bir
şekilde ilerliyor ve bugünkü ajans malumatına göre Çanakkale'ye de girmiştir.
Girmemiş ise de inşallah sabaha, akşama girecektir. Çanakkale'nin zaptı netice
sinde bizim devam edeceğimiz istikamet tabii ki İstanbul'dur. Çanakkale bizim
elimizde olduktan sonra İstanbul'a üç gün, beş gün, on gün sonra gireceğimizde
hiç şüphe yoktur. Zaten bugün cereyan eden müzakerenin neticesi de bunu göste
riyor. Şimdi ben soruyorum ki ordumuz İstanbul'a girdiği vakit Büyük Millet Mecli
sinin ve Hükümetinin vazifesi nedir? (ooo sesleri) Efendiler, ooo'yu çıkın da bura
da söyleyin. Oho diye burada araba sürmüyoruz. O ha nedir rica ederim? Ben
mühim bir meselenin etrafında dolaşıyorum, rica ederim. Dikkat edin ve hem de
bu meseleyi müzakere ve münakaşa ediniz. Beyefendi, ordu İstanbul'a girdiği
vakit, Bursa'ya girdiği gibi bir vaziyet karşısında bulunmayacaktır. İzmir'e girdiği
vakit gibi bir vaziyet karşısında bulunmayacaktır. Onun için ordumuzun muzaffer
olarak İstanbul'a girdiği gün ki inşallah pek yakındır, Büyük Millet Meclisinin, ordu
ile beraber bulunması lazımdır. Çünkü o zaman İstanbul'da hatır ve hayale gel
meyecek vaziyetler ve vakalar meydana gelecektir.
DR. RIZA NUR (Dışişleri Vekaleti Vekili): Efendim, ben Hükümetin bir vekiliyim.
Fakat bu mesele Dışişleri Vekaletinden çok Hükümetin tamamına aittir ve cidden
mühimdir. Şimdiden bunu düşünmek lazımdır. Ben şimdi Hükümet adına bu husus
hakkında bir şey söyleyemem.

984
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Ben de çok rica ederim bu mesele çok mü
himdir. Ehemmiyetini siz de takdir buyurursunuz. Bunun için Hükümette bu mese
leyi müzakere eder ve bu hususta bir şey kararlaştırır ve bizi aydınlatırsanız iyi
olur. Bunu çok rica ederim, mesele mühimdir.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Beyefendiden şunu soracağım ki acaba Hükümet
Batı Trakya ve Musul havalisi için, şayet İzmir'de görüşülüyorsa ki görüşülüyor
buyurdunuz, bir şey müzakere olunuyor mu? Malumunuz Milli Misakta bu husus
hakkında maddeler vardır. Biz Milli Misak ile Doğu Trakya'nın doğrudan doğruya
bize ait olduğunu ve Batı Trakya'da da referandum yapmaya müracaatı kabul
etmişizdir. Bu iki mesele hakkında yeni bilgi var mı?
RIZA NUR BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Hiç malumatım yoktur ve bir resmi ma
lumat da mevcut değildir.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Fakat Beyefendi, şimdiye kadar bizim tarafımızdan
ortaya konulan ifadelerde, yalnız Doğu Trakya mevzu edildiği ve Batı Trakya'dan
bahis olunmadığı için bu vaziyet zannederim bir emri vaki şeklinde düşünülür.
(yoo sesleri)
RIZA NUR BEY (Devamla): Daha resmen bir şey konuşmadık. Efendim, bir defa
sulh masasına oturalım, böyle bir emri vaki filan katiyen olamaz.
ÖMER LÜTFİ BEY (Devamla): Bu hususta teşebbüsünüz yok mu?
RIZA NUR BEY (Devamla): Hükümetçe hiç bir teşebbüs yoktur.
TAHSİN BEY (Aydın): Beyefendi siz aylardan beri siyasi bir maksatla, siyasi birta
kım vazifelerle Rusya'yı gezdiniz, dolaştınız. Zannedersem bu Meclis Rusya'daki
seyahatiniz esnasında edindiğiniz malumatı dinlemek ve öğrenmek salahiyetine
sahiptir.
RIZA NUR BEY (Devamla): Efendim, bir kere bence Yüce Meclisin bu gibi şeyleri
bilmek hakkıdır ve vazifesidir. Çünkü her şeye hakim olan odur ve onun bütün her
şeyi muhakkak surette bilmesi lazımdır, zaruridir. Rusya seyahatimde elde ettiğim
malumatı Yüce Meclise vermek istiyorum. Fakat öyle bir zaman geldi ki Eskişehir
elden çıktı, tabii her şey unutuldu. O vakit müdafaa düşünceleri her şeyin üstünde
idi. Onun için bu izahat geri kaldı. Bu sefer Rusya'da tekrar bir seyahat yaptık ve
bize bu hususta para verildi ve orada birtakım tetkikat yapıldı, birtakım işler ve
görüşmeler oldu. Fakat ben kendim doğrudan doğruya bir şey söyleyemem. Yüce
Heyetiniz bu hususta bir karar verir, bir gün tayin olunur ve ben de o gün her şeyi
arz ederim.
TAHSİN BEY (Aydın): Zannedersem bu hususta bir karara falan ihtiyaç yoktur.
Zaten Dışişleri Vekaletinin her on beş günde bir gelip, Meclise izahat vermesi
Meclisin kararı vardır.

985
RIZA NUR BEY (Devamla): Ben Dışişleri Vekâleti Vekilliğini birkaç gündür yapıyo
rum ve çok iş içindeyim, meşguliyetim pek fazladır. Rusya seyahati hakkında ve
receğim izahat da öyle beş on dakikada bitecek şey değildir. İki, üç ve belki de
dört saat devam eder. Onun için ayrı bir celse tahsis buyurur ve emrederseniz, bu
izahatı veririm.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim; müsaade buyurursanız bu meseleye
ait bir şey arz edeceğim. Tahsin Bey mühim bir meseleden bahis buyurdu. Bu
hepimizin arzu ettiği bir şeydir. Münasip görürseniz Rıza Nur Bey’i pazartesi günü
dinleyelim. (hay hay sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim; gününü kendileri tayin etsinler.
DR. MUSTAFA BEY (Kozan): Soruyu anlamadık ki.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Tahsin Bey, Rıza Nur Bey’e diyor ki
beyefendi biz size para verdik, harcırah verdik, Moskova'ya gittiniz, birçok malu
mat öğrendiniz, bizim onlardan hiçbir haberimiz yoktur. Niçin bizi malumat vermi
yorsunuz, diyor. Rıza Nur Beyefendi de diyor ki ben buna her gün hazırım. Mecli
sin arzu ettiği bir gün gelir izahat veririm. Fakat bu izahatı kısa bir zamanda ver
mek imkanı yoktur. Her halde birkaç saatlik bir celse ister diyor. Ben de arkadaşla
rıma diyorum ki münasip ise pazartesi günü kendilerini dinleyelim.
TAHSİN BEY (Aydın): Malumunuz mühim birtakım vaziyetlerin önünde bulunuyo
ruz. Belki beyefendiden alacağımız malumat, bu daha iyi bir tesir yapar. Bu izahatı
çarşambaya, perşembeye atmakta bir mana yoktur. Beyefendi teşrif edeli on gün
oldu. Halen bir şeyden malumatımız yok. Hiç bir izahatta bulunmadılar. Biz ne için
bu gaflet içinde vakit geçirelim.
RIZA NUR BEY (Dışişleri Vekâleti Vekili): Ben izahattan kaçınmıyorum, Tahsin
Bey. Bu izahatı ben kendi kendime veremem. Yüce Heyetiniz karar verir ve şu
gün izahat vereceksin derse bu olur.
OSMAN BEY (Lazistan): Ben iki sual soracağım. Birisini Tahsin Bey sordular.
Fakat ben Reis Beyefendinin buyurdukları gibi pazartesi celsesinde diye izahat
için Meclisi böyle bir gün tayin etmesine taraftar değilim. Yalnız Yüce Meclis tara
fından sizin buraya gelip, izahat vermesinin karara almasını teklif ediyorum. Çün
kü olabilir ki vereceğiniz izahat, Hükümete de ait olabilir.
TAHSİN BEY (Aydın): Onu o vakit düşünürüz.
OSMAN BEY (Devamla): Hükümet Reisi ve Dışişleri Vekili ise İzmir'deler. Onun
için Meclis yalnız, sizin izahat vermeniz hususunu karara alır. İkincisi, İzmir'e gi
den Hükümet Reisi ile Dışişleri Vekilinin ne zaman döneceklerini soruyorum. Eğer
dönüş zamanını bilmiyorsanız, en kısa zamanda dönmelerini yazınız.

986
RIZA NUR BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Efendim, ne zaman döneceklerine dair
bir haber yoktur. Fakat mümkün mertebe çabuk dönecekleri şüphesizdir. Ben
çabuk dönün diye nasıl yazabilirim. Bu benim salahiyetim dahilinde değildir ki.
OSMAN BEY (Lazistan): Mümkün olduğu derecede.
RIZA NUR BEY (Devamla): Meclis karar verirse o başka.
HACIM MUHİTTİN BEY (Karesi): Oradaki işleri, kalmalarını icap ediyorsa ne yap
sınlar.
OSMAN BEY (Lazistan): Cebren buraya gelsinler ve emir verilsin demiyoruz ya.
RIZA NUR BEY (Devamla): İzahat kafi mi efendim?
DR. MUSTAFA BEY (Kozan): Bu meseleye karşı Rusya'nın vaziyeti hakkında bir
şey söylenmedi. Rusya ne vaziyet almaktadır?
RIZA NUR BEY (Devamla): Arz edeyim efendim. Boğazların serbestliği mesele
sinde Rusya pek fazla alakalıdır. Fakat şimdiye kadar bu husus hakkında Rusya'-
dan resmi bir şey de gelmemiştir. Zaten biz Rusya ile birlikteyiz ve boğazların
statüsünde, Rusya'nın ve diğer sahil devletlerin, vaziyetleri hakkındaki vaziyet de
malumuzdur. Rusların bu sulh konferansında bulunması, bizim menfaatimize uy
gundur. Ama bunu İngilizler hesaba katmıyorlar. Bakınız beyanatlarından bu da
anlaşılıyor. İhtimal konferansta Rusların da bulunmasını teklif ettiğimiz vakit zorluk
çıkaracaklardır. Malumunuz Ruslar Cenevre Konferansına bizim de iştirak etme
miz hakkında müracaat etmişlerdi. Ondan dolayı bizim de onları davet etmemiz
lazımdır.
VASIF BEY (Sivas): Doğrudan doğruya Fransızların bir teklifi mahiyetinde buraya
intikal eden, İzmir'deki o mesele nedir?
RİZA NUR BEY (Devamla): Orada resmen bir müzakere yapıldığına dair bir şey
yoktur. Fakat General Pelle'nin İzmir'e gittiği malum ve kendisiyle görüştüğüne
dair Paşa Hazretlerinin de beyanatları vardır. Anlaşılıyor ki İzmir'de birtakım gö
rüşmeler falan oluyor. Fakat öyle resmi bir konferans mahiyetinde değildir. Öyle
olduğuna dair hiç bir malumatımız yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, Dışişleri Vekili Bey’in bir saatten beri
verdiği malumatı, dünyanın kendisiyle ve mukadderatıyla uğraşan bir milletin
emellerini tatmin edecek bir mahiyette bulmadım. Temsilcilerimizin verdiği adi
ajans ve gazete haberleri resmi mahiyette değildir. Anlaşılıyor ki Türkiye milletini
temsil eden o temsilci beylerin düşünceleri sokaklarda ve kahvelerde dolaşan
ajans kağıtları mahiyetinden başka bir şey değildir. Bizi tatmin eden şey, Paşa
Hazretlerinin İstanbul'a yazdığı bir muhtıra, bir mektup ve mahiyeti malum olma
yan bir şeydir. Siz Pelle'ye veya İngilizlere söyleyiniz ki Türkiye Büyük Millet Mec
lisi kararlarını şu suretle tespit etmiştir. Siz söyleyiniz ki biz İngilizlerin dolabına

987
düşmeyeceğiz. Bu dolaba ehemmiyet vermeyeceğiz. Bunlar bin defa söylenmiş
sözlerdir. Bunlar siyasi mahiyette sözler değildir. Sonra siyasi bir ağızdan çıkmış
sözler de değildir, efendiler. Böyle üç dört sene kan dökmüş, Allah'tan başka kim
seden imdat görmemiş...
KILIÇ ALİ BEY (Gaziantep): Dışişleri Vekili burada yok.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Dışişleri Vekili gibi bilmiyorum diyen arkadaşa
ben hiç bir şey söylemem ki. Bana gazete haberi mahiyetinde ifadelerde bulundu
lar. Başkumandanın ifadesi de Hamit Bey'den gelen bir mektup da siz şöyle söy
leyin, böyle söylesinden ibaret. Efendiler, siyaset ilminin kaideleri vardır. Sonra
efendiler, bunun binlerce şubesi vardır. Böyle gelişi güzel bir millet adına ve hesa
bına söz söylenemez. Bir millet adına kimseye tarihi vesika verilemez. Sonra in
sanlar ne kadar hayırlı iş görürse görsünler, kademe kademe, herkese bir vazife
verilmiştir. Dışişleri Vekili Başkumandan olamayacağı gibi, Başkumandan da Dı
şişleri Vekili vazifesini yapamaz. Ne kadar siyasi kudreti olursa olsun, milletin si
yasi ağzı ancak Dışişleri Vekaletidir. Dış siyaset o kanaldan idare edilir. Yusuf
Kemal Bey'e bir ordu teslim etmem. Evet, dış siyasette Paşa Hazretlerine bir söz
söylemeye müsaade ve salahiyet verilmedikçe söz söylemesi lazım gelmez. Sala
hiyet vermelidir, o vakit söyleyebilir. Bugün İzmir'de muhabere oluyormuş. İzmir'-
den buraya henüz haberleşme yapılamıyormuş. İstanbul'dan bazı telgraf ve mek
tuplar geliyormuş ve ajanslarda da şu havadisler varmış. Ey muzaffer ordu, mu
zaffer millet, bütün dünya bizimle uğraşıyor. Mehmetçiğin gücüyle kazandığı bu
zaferi, Allah korusun kaybetmeye mi sarf edeceksiniz? Kuvvet ve kudretinizi kime
verdiniz? Büyük Millet Meclisi bu şeyi tatbik etti mi? Efendiler, Büyük Millet Meclisi
için bu kafi midir? Eskiden Türkiye'de iki hükümet vardı, şimdi bugün üç hükümet
oldu. Yapılan teşebbüsler ve söylenen sözler bize daha bildirilmemiştir. Ben bilmi
yorum bir söz benim kulağıma geldiği halde Dışişleri sandalyesinde oturan bir zat
nasıl bilmiyor, Dışişleri Vekili o sandalyede nasıl oturuyor? Bir söz benim kulağıma
gelmeden, başkasının kulağına girerse ben orada oturmam. Oturursam namer
dim. Bizim Dışişleri Vekaleti böyle şeylerden habersiz mi olacak? Sonra bu zat
vazifemi yapıyorum mu diyecek?
OSMAN BEY (Kayseri): O geldiğinde söyle.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Ben Meclise söylüyorum. Yüce Meclis kudretine
sahip olsun, rica ederim. İzmir'de bir müzakere oluyormuş, Hukuk Müşavirine
çağırıyorlar da ne müzakere edildiği Meclise arz edilmiyor. Ben hayret ediyorum.
Avrupa'dan gelen adam kimdir? Bizden ne istiyor, ne söylüyor? Bu nasıl vaziyet,
nasıl siyaset? Büyük Millet Meclisi vekillerinin, siyasi vaziyetin ne mahiyette oldu
ğunu bilmiyorum demekten başka elinizden ne gelir? Efendiler, rica ederim herkes
bu memlekette haddini hududunu bilmezse iş zıvanadan çıkar. Memleketin gele
ceğini yine zora sokarız. Onun için buradan giden arkadaşlarınız bize malumat
vermek için gitti. Onlarla biz haberleşemiyoruz ama Avrupa bizimle haberleşiyor.

988
Biz İzmir'le haberleşemiyoruz. İçişleri Vekili nerede? Hani bu devletin telgraf mü
dürü (uyuyor sesleri) Devlet, ordusunu sevk ediyor da nasıl...
VEHBİ BEY (Karesi): Haberleşme başlamıştır, Hüseyin Avni Bey.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Yirmi günden beri siyasi vaziyet hakkında bize
haber yok.
REFİK BEY (Konya): İnsan bize haber yok demeye sıkılır, efendim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Hükümet Reisi bana burada ne söylerse boş.
Bugün, on beş gündür iş bitmiş, İzmir'e girilmiş ve onlar ne söylüyor, siz ne söy
lemişsinizdir diyorum. Çünkü Hamit Bey’den gelen kağıttan şu mana çıkıyor. Son
siyasi vaziyet budur, herkesin vazifesini kendisine bildirelim. Herkes kendini ve
kendi halkını düşünsün. Sonra bu zaferler sizi zora sokar. Bununla sevinmeyiniz,
Cenabı Hak herkesin hakkını verir. Fakat her şeyden mukaddes olan kendi sala
hiyetinizi...
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkâri): Kimse söylüyorsunuz, bu dertleri biz biliyoruz.
Hükümeti çağıralım da onlara söyleyelim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Emrivaki karşısında bulunmamak için bu günden
söylüyorum ve söyleyeceğim. Vazifemize müdahale ettirmeyelim. O hürmetler
tersine dönüyor.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Kimsenin verdiği yok.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Lütfen siz Dışişleri Vekiline haber verin, on beş
günlük siyasetinden bize lütfen açıklamada bulunsunlar. Ben ihmal etmiyorum.
Meclis ve bu Hükümet ihmal edilmektedir. Bunun neticesi vahimdir, bu kadar söy
lüyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurun Dışişleri Vekili
Bey’in beyanatı üzerine, Hüseyin Avni Bey burada söz aldılar. Söyledi ve tekrar
söz söylemek üzere Tevfik Rüştü Bey var, Osman Bey var, Ziya Hurşit Bey var.
Yasin Bey var. Fakat müzakere açacaksak, kime karşı? Dışişleri Vekili gitti, kime
karşı söz söylenecek? Uygun ise başka gün müzakere edelim. (Hükümet yok,
sesleri) Rica ederim beyefendi kime söz söyleyeceksiniz? Münasip görürseniz
müsaade buyurursanız iki önerge var, onları okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Böyle hayati dakikalarda her şeyi günü gününe ve hatta saati saatine
Büyük Millet Meclisinin bilmesi lazım geldiği halde, Hükümetin Reisi Paşa ile
telgraf haberleşmesini henüz temin edilemediği Dışişleri Vekaleti Vekili Beye
fendinin ifadesinden hayretle anlaşıldı. Memleketin mukadderatını elinde bu
lunduran ve hakiki yürütme makamı olan Yüce Meclisi asla karanlıkta bırakıl

989
mamak ve vazifesini ifa edebilmek üzere İzmir'le hemen ve her ne suretle olur
sa olsun haberleşmenin temini hususunun Hükümete havalesini teklif ederim.
23 Eylül 1922
Burdur Mebusu
Suphi
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim bu önergeyi Hükümete gönderiyor
musunuz? Münasip görenler lütfen ellerini kaldırsın. (gürültüler) Efendim, telgraf
hattı tesis etsinler diyor.
MUSTAFA BEY (Tokat): Hükümete havale edilsin.

TBMM Başkanlığına
İzmir'le telgraf haberleşmesi iki haftadan beri kurulamamış olduğundan,
günü gününe siyasi vaziyet hakkında Meclise malumat verilemediğinin Dışişleri
Vekaletine tebliğini teklif eylerim.
Mersin Mebusu
Selahattin
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul
edilmiştir. Dışişleri Vekaletine gönderiyoruz. Efendim gizli celse sona ermiştir,
aleni celseye geçiyoruz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Beyefendi, Dışişleri Vekili Bey geldiler, belki
dinlemek isterler.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Bir daha mı söyleyeceksiniz?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Hayır
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendiler rica ederim, gizli celsenin sona erme
1
sini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (23 Eylül 1922), 1.Dönem, c.3, s.812-822, http://www.tbmm.gov.tr/
990
25 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA VEKİLLER HEYETİ REİS VEKİLİ ABDUL
LAH AZMİ EFENDİ’NİN VE DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ DR. RIZA NUR BEY’İN
DIŞ SİYASET HAKKINDA BEYANATLARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 108. Birleşim, Gündem: 2/1)

Türk askeri Çanakkale önlerinde gergin bir vaziyette beklerken


Fransa’dan bir nota geldi. İtilaf devletleri boğazlar ve Doğu Trakya’yı
boşaltmayı ve Ankara Hükümeti ile derhal ateşkes ve barış şartlarını
görüşmeyi kabul ettiler. Başkumandan ve Hükümet Reisi ile Dışişleri
Bakanı İzmir’de, Hükümet ve Meclis Ankara’da kısıtlı haberleşme im
kanları ile bu öneriyi hemen görüşmeye başladılar. Bu gelen nota, Mec
listeki muhalefetin havasını biraz olsun yumuşattı.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Buyurun Abdullah Azmi Efendi.


ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Vekiller Heyeti Reis Vekili): Efendim, Rauf Beyefendi
nin bundan evvel iki telgrafı daha vardır. Fakat o son malumatları ile memurların
bir an önce gönderilmelerine dairdir ve kanunun da bir an evvel çıkmasına aittir.
Bunları ilgili yerlere tebliğ ettim. (işitemiyoruz sesleri) Efendim, Rauf Beyefendinin
son malumatlarına dair bir iki telgrafları vardı. Birisinde içişleri ve adalet memurla
rının bir an evvel İzmir’e gönderilmesini, diğerinde kanunun bir an evvel çıkarılma
sını yazıyor. Diğer telgrafı okuyorum.

TBMM Başkanlığına

Muzaffer ordumuz, Milli Misak ile bilinen milli gayelerimize ulaşıncaya


kadar vatani vazifesini emniyetle yerine getirmekten geri kalmayacaktır. Bu
nunla birlikte her vakit olduğu gibi bu safhada da silaha müracaat etmeksizin
sulh yoluyla milli gayelerimizi elde etmenin yolları, Başkumandanlıkça aran
maktadır. Paris'ten Başkumandan’a Franklin Bouillon imzası ile gelen telgrafta,
kendisinin iki güne kadar İzmir'e geleceği bildirilmektedir. Sulh hazırlıklarında
Franklin Bouillon’un, Paris'te Fransız Başbakan Puankere ile İngiliz Dışişleri
Nazırı ve İtalya Büyükelçisinin birlikte hazırlayacakları teklifler hakkında malu
mat vereceği tahmin olunmaktadır. Bizleri tatmin edecek bütün siyasi teklifleri
ehemmiyetle dikkate almak lazım geldiğinden, Franklin Bouillon’un getireceği
teklifler tarafımızdan dikkatle incelenecektir. Dışişleri Vekili Yusuf Kemal ve
Avrupa'da teşebbüslerde bulunmuş olan İçişleri Vekili Fethi beylerin İzmir'de
bulunmalarında zaruret hasıl olduğunu ve neticeden Yüce Meclisimize malu
mat vereceğimizi arz ederiz. 23 Eylül 1922
Vekiller Heyeti Reisi
Rauf

ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Devamla): Dün Hükümeti sabahleyin saat on birde


çağırdım, müzakere ettik. Müzakere sonunda aldığımız kararları İzmir’e Rauf Be
yefendiye telgraf başında tebliğ ettik. Bu sabah erken aldığımız cevabı da ve bizim

991
yazdığımız cevabı da okuyacağım. Dışişleri Vekili Bey’den de ayrıca Dışişleri Ve
kaletine bir telgraf vardır. Onu da Vekil Bey okuyacaklardır.
RIZA NUR BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Hükümet Reisimiz Rauf Bey’den gelen
telgrafı okuyorum.

Dışişleri Vekaletine
Vekaletiniz Hukuk Müşaviri Münir Bey, Franklin Bouillon ile yapacağımız
mülakatlarda tercümanlık yapmak ve zabıt tutmak için İzmir’e istenilmişti. Münir
Bey’in Franklin Bouillon’dan evvel burada bulunması lazımdır. Hemen hareke
tinin kendisine tebliğini rica ederim. Başkumandanlıktan icap eden yerlere emir
verilmiştir.
İstanbul Temsilcimiz Hamit Bey’den bugün Başkumandana gelen telgrafta,
Fransız askerlerinin İstanbul ve boğazlardan çekilmesi için resmen emir aldıkla
rını ve İtalyanların da aynı emri aldığını bildiriyor. Bu gibi haberleri Ankara’ya da
yazacağı tabii olmakla beraber malumat olarak veriyorum. 23 Eylül 1922
Vekiller Heyeti Reisi
Rauf

RIZA NUR BEY (Devamla): Şimdi de cevap olarak yazdığımız telgrafı okuyacağım
efendim.

Vekiller Heyeti Reisi Rauf Beyefendiye


Yabancı devletlerin temsilcileri ile yapılacak olan müzakerelerin Ankara'-
ya nakli hususunda, vekil arkadaşlarımızla birlikte aldığımız Vekiller Heyeti
kararı bulunmaktadır. Meclis’te geçen gün verilen izahat esnasında bu şekilde
ve muhtelif tarzlarda talepler de olmuştur. Diğer taraftan orada yapılacak teklif
lerin tetkiki ve bir neticeye bağlanması Hükümet kararıyla olacağından, telgraf
haberleşmesinin sık sık kesilmesi sebebiyle fikir alış verişi mümkün olamaya
cağından, Franklin Bouillon’un Ankara'ya gelerek müzakerelerin burada yapıl
ması daha münasiptir. Binaenaleyh derhal merkeze buyrulmasını, bu müzake
reler esnasında Reis ve Başkumandan Paşa Hazretlerinin de kısa bir müddet
için burada bulunmalarının zaruri olduğunu arz ederiz. Bunun yanında sulh
müzakerelerinin mutlaka İzmir'de yapılacak olması durumunda, tarafımızdan
yapılan teklifi kabul edilirse bu müzakerelerde delege olarak bulunacakların
Hükümetimizce tayin edileceği ve her vakit ki gibi Meclis tarafından karara
alınacağı ve bu vaziyetin telgrafla bildirilmesi rica olunur.

Vekiller Heyeti Reis Vekili


Abdullah Azmi

992
RIZA NUR BEY (Devamla): Yani böyle bir teklif varsa bunu telgraf başında sor
duk. Bu sabah aldığımız telgrafı da okuyacağım.

Vekiller Heyeti Reis Vekili Abdullah Azmi Efendiye


Bilindiği gibi İzmir'e hareketimizden maksat, Başkumandan Hazretleriyle
harp vaziyetini ve siyasi vaziyeti tetkik ederek Hükümete ve Meclise arz etmek
idi. Bundan önceki telgrafta arz ettiğimiz gibi buraya geldiğimiz günlerde doğ
rudan doğruya bir dost olarak Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine bir telgraf
çekmiş olan Franklin Bouillon’un İzmir'e gelmek üzere bulunduğu anlaşılmıştır.
Onun buraya gelişleri, siyasetimizle alakadar olduğundan, Dışişleri Vekili Yusuf
Kemal Bey ve Avrupa'nın son siyasi kararlarına vakıf bulunan İçişleri Vekili
Fethi Bey ile onu karşılama mecburiyeti gördük. Aksi takdirde seyahatimizin
maksadı olan şeyden istifade edilemezdi. Ancak Franklin Bouillon’un Ankara'ya
kadar seyahatinin uygun olup olamayacağı onun buraya gelişinde anlaşılacak
tır. Sulh için henüz bir taraftan teklif gelmiş değildir. Şu halde delege meselesi
bahis mevzu olamaz. Franklin Bouillon İtilaf devletleri adına bir teklifte bulunur
sa, tetkik için tabii evvela Hükümete ve Yüce Meclise arz edilecektir. Başku
mandan Hazretleri, vekil beyefendilere ve Yüce Meclisin muhterem üyelerine
kalben samimi selam ve temennilerini takdim eyler. Bir an evvel Ankara'ya
gelmek emelinde bulunduklarını, fakat bugünkü vaziyetin henüz buna müsait
bulunmadığını, inşallah Franklin Bouillon ile görüşülmesinden sonra birlikte
Ankara'ya dönmelerinin mümkün olacağını, bizim burada bulunmamızın mem
leket menfaatleri bakımından zaruri olduğunu arz ederim.
Vekiller Heyeti Reisi
Rauf
(imza kimin sesleri)
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Vekiller Heyeti Reis Vekili): İmza Rauf Bey’indir,
efendim. Zaten haberleşmemiz hep Rauf Bey’ledir. Bunları aldıktan sonra saat
11,50’de İstanbul'da bulunan temsilcimiz Hamit Bey tarafından, telsizle bir yazı
geldi. Hükümet olarak aramızda hiç bir müzakerede bulunmaksızın Yüce Meclisi
nize arz etmek üzere Vekil Beyefendi sizlere arz edeceklerdir.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Rauf Beyin bu telgrafı üzerine hiç bir müzakere
cereyan etmedi mi? Ne onun üzerine, ne de Hamit Bey’in yazısı üzerine müzakere
cereyan etmedi mi?
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Devamla): Bu sabah aldık, efendim.
RIZA NUR BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Efendim, İstanbul Temsilcimiz Hamit
Bey’den gelen yazıdan sonra, arz olunan malumatın o kadar ehemmiyeti kalmıyor.
Anlaşılıyor ki Franklin Bouillon Fransa’dan bir şey getirmemiştir, belki de hususi bir

993
temenniler getirmiştir. Bugün alınan telsizle Hamit Bey’den bir yazı geldi. Şimdi
Yüce Heyetinize arz edeceğim. Evvela okuyacağım şey Hamit Bey’dendir.

Dışişleri Vekaletine
Fransa Komiseri General Pelle'ye bugünkü notayı tebliğ eden Başbakan
Puankare'nin telgrafı ektedir. Sulh Konferansının şartlarını ve mahiyetini açık
lamak için gönderilen bu nota, Üçler Konferansı diye adlandırılan İngiltere,
Fransa ve İtalya hükümetleri tarafından hazırlandı. İstanbul'da Büyük Millet
Meclisi Hükümeti temsilcisi olarak bana verildi. Lüzum gördüğünüz takdirde bir
nüshasını da Babıali’ye yani İstanbul Hükümetine verebilirsiniz denildi. Bu nota
tarafımdan İzmir'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkumandan Musta
fa Kemal Paşa Hazretlerine de gönderilmiştir. 24 Eylül 1922
TBMM Hükümeti
İstanbul Temsilcisi
Hamit

(Telgrafın Babıali ile ilgili cümlesi okunurken gülüşmeler oldu.)

Müttefik Devletler Dışişleri Nazırlarının Barış Şartları hakkında Notası


Üç müttefik Hükümetin dışişleri nazırları, tam salahiyete sahip bir temsil
cilerini Venedik’te veya başka bir yerde yapılması düşünülen bir toplantıya
gönderip, göndermeyeceklerini hususunu bildirmelerini Büyük Millet Meclisi
Hükümetinden rica ederler. Bu toplantıda Türkiye temsilcisiyle beraber Büyük
Britanya, Fransa, İtalya, Japonya, Romanya, Sırbistan, Hırvatistan ve Çekoslo
vakya devletleri ile Yunanistan’ın delegeleri bulunacaklardır. Bu toplantı ilgili
hükümetler hazırlıklar yapılır yapılmaz en kısa zamanda başlayacaktır. Toplan
tının gayesi, Türkiye ile Yunanistan ve İtilaf devletleri arasında bir sulh konfe
ransı toplanması hakkındadır. Üç müttefik devlet, Türkiye'nin Meriç ve Edirne'-
ye kadar Trakya'yı tekrar elde etme arzusunu iyi niyetle düşündüklerini beyan
için bu fırsatı vesile sayarlar. Sulh müzakereleri esnasında İtilaf devletleri, ge
çici olarak tarafsız mıntıka ilan ettikleri yerlere Ankara Hükümetinin, ordusunu
göndermemesi şartıyla, Türkiye'ye verilmesini memnuniyetle müdafaa edecek
lerdir. Esasen şurası kararlaştırılmıştır ki imzalanacak olan sulh antlaşmasında,
Türkiye ve komşularının menfaatlerinin korunması, sulhun muhafazası için
daha sonra tayin edilecek bazı mıntıkaların askersiz bir hale getirilmesi, Türk
hâkimiyetinin yeniden kurulması, nihayet Milletler Cemiyeti himayesi altında
boğazların serbestliği ve ırk, din azınlıklarının güvenliği için maddeler buluna
caktır. Zaten üç devlet Türkiye'nin Milletler Cemiyetine katılmasını memnuni
yetle kabul ve müdafaa edeceklerdir. Sulh Antlaşması imzalanır, imzalanmaz
İstanbul'daki Müttefik askerlerinin geri çekilmesi hakkında geçen mart ayında
verilmiş olan teminatı üç Müttefik devlet tekrar ederler. Üç Müttefik hükümet,
konferansın başlamasından evvel Türk ve Yunan askeri memurlar ile İstan

994
bul’daki Müttefik generalleri tarafından tespit edilecek olan bir hat üzerine Yu
nan kuvvetlerinin çekilmesini temin etmek üzere nüfuzlarını kullanacaklardır.
Bu müdahale karşılığında Ankara Hükümeti, ne konferanstan evvel ve ne de
konferans esnasında geçici tarafsız mıntıkalara asker göndermemeyi, ne bo
ğazlara ve ne de Marmara Denizi’ne geçmemeyi taahhüt edecektir. Yukarıda
sözü edilen olan hattı tayin ve tespit için Mustafa Kemal Paşa ile Müttefik gene
raller arasında Mudanya veya İzmir'de derhal bir toplantı yapılabilir. Müttefik
hükümetler, davetlerinin kabul göreceğine ve bütün medeni dünyanın arzu
ettiği bir sulhun tesisi için müttefikleri ile olduğu gibi Türkiye ile de birlikte çalı
şacaklarına inanmaktadırlar. Paris, 23 Eylül 1922
Fransa Dışişleri Nazırı
M. Puankare
RIZA NUR BEY (Devamla): Efendim, bu henüz yeni geldi. Arz ettiğimiz gibi Hü
kümetçe bir müzakere yapılmamıştır. Tabiidir ki bir müzakere yapılacak ve Yüce
Heyetinize arz edilecektir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Hangi Hükümete? Buradaki mi, yoksa İzmir'deki mi?
RIZA NUR BEY (Devamla): Efendim, bir çaresi düşünülecek ve çalışılacaktır.
Zannederim ondan sonra müzakere olunur.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Biz Hükümeti burada kabul ederiz, başka
yerde olduğunu kabul etmiyoruz.
TAHSİN BEY (Aydın): Bugün tarafsız mıntıka denilen yerlerin Anadolu'da bulunan
kısmı bizim işgalimize geçmiş midir, geçmemiş midir?
RIZA NUR BEY (Devamla): Bu hususta bir resmi malumat yoktur. Ne durumdadır
bilmiyoruz.
TAHSİN BEY (Devamla): Bunun öğrenilmesini rica ederim.
ETHEM FEHMİ BEY (Menteşe): Çanakkale'ye mutasarrıf tayin olunduğunu bugün
gazetelerde gördük.
RIZA NUR BEY (Devamla): Yok efendim. Orası işgal olunduğundan dolayı değil,
oraya ben de bir doktor tayin ettim. Fakat eskiden de biliyorsunuz ki Çanakkale'de
İtilaf kuvvetleri vardır. Yine bizim her türlü memurlarımız vardır. O Çanakkale'de
olabileceği gibi merkezi başka tarafta da yapabilir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu mesele hakkında ne zaman müzakere yapmak
ve ne suretle müzakere edilmesini aranızda görüştünüz mü? Bunu anlamak iste
rim. Bu husus için Hükümet İzmir’de olanları davet ediyor mu? Yahut Meclisin
yarından sonra karar vermesi mi daha doğrudur? Vekiller arasında bir şey karar
laştırılmış mıdır? Bunu anlamak isterim.

995
RIZA NUR BEY (Devamla): Henüz Hükümet arasında bir fikir alış, verişi yapmak
için lazım gelen zaman bulunmamıştır, henüz yeni aldık. Notanın yarısı gelmemişti
onu tamamladık, tercüme ettik ve Yüce Heyetinize arz ediyoruz. Tabii ki evvelce
Hükümet Reis Vekili Abdullah Azmi Efendi Hazretlerinin arz ettiği gibi, buradaki
vekiller istiyor ki Hükümet tamam olsun ve bir an evvel müzakereye başlanılsın.
Onun için daha henüz ne vakit müzakere edileceği hakkında bir karar alınmamıştır.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Efendim, Hükümet gecikirse niye gecikti diye burada
çen çen ederiz. (gürültüler, çen çen nedir, geri al sesleri) Geri aldım.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, bu notanın tarihini söylemediniz.
RIZA NUR BEY (Sinop): Okudum efendim, dikkat buyurmamışsınız. Paris, 23
Eylül 1922, dedim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Franklin Bouillon’un 21 Eylül’de İzmir'e geldiğini
gazeteler yazıyor. Bugün dört gündür İzmir'de olduğuna göre, Paris'ten hareket
ettiği vakit henüz İtilaf dışişleri nazırlarının toplantısı son bulmamıştı ve bu notaya
karar verilmemişti. Bence onun tekliflerinin bir hükmü yoktur. Asıl mesele bu nota
dır, budur.
TAHSİN BEY (İzmir): Efendim, bu notada konferansta İngiltere, İtalya, Japonya,
Sırbistan, Çekoslovakya, Hırvatistan ve Yunanistan’ın bulunacağına göre acaba
Ruslar boğazlar meselesinde bahis oldu mu?
RIZA NUR BEY (Sinop): Bu tabii bahis mevzu değil. Fakat evvelce arz etmiştim.
Biz Milli Misakta boğazlar statüsünün yani şartları ne ise malum ona statü derler,
umumileşmiş bir tabirdir. Bunu bütün Karadeniz’e kıyısı olan devletler için kabul
ediyoruz. Sonra Rusya ile bir antlaşma yaptık. Rusya'nın konferansa davet edil
mesinde zaten vefa borcumuz vardır ve Hükümetimiz Rusya'nın da davet edilme
sini teklif edecektir. Ama ben şimdi zannediyorum ki onlar Rusya'nın davet edil
mesini kabul etmez. Ben cidden biliyorum ki Rusya'yı kabul etmeyeceklerdir. Fa
kat biz vazifemizi yapacağız. Nitekim bu, bize bir taraftan lüzumlu olduğu gibi di
ğer taraftan da Rusların Cenevre Konferansında bizi davet etmelerini teklif etmek
itibariyle de nezaketen lazımdır. O zaman Ruslar teklif ettiler, onlar kabul etmedi.
Şimdi de Rusları kabul etmezlerse nasıl ısrar edebileceğiz? Aynı meseledir. Fakat
davet etmeğe mecburuz ve edeceğiz.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Efendim, bu müzakereye dair bir şey arz
edeceğim müsaade buyurunuz.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Efendim, henüz müzakere etmemişler.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Efendim, daha bu nota yeni gelmiş. Vekil
Beyefendi diyorlar ki biz bunun üzerinde hiç bir müzakere ve münakaşa etmedik.
O halde bizim burada sözümüz beyhudeye gidecektir. O vakit bunu inşallah mü
zakere ederiz. Yalnız ben bir şey rica edeceğim. Şimdiye kadar gelen notalar ne

996
kadar kapalı geliyordu. Elhamdülillah bugün bir ışıklı nota gelmiştir. (ışıklı değil,
sesleri) Cenabı Hakka şükürler ederim,
BOZAN BEY (Urfa): Musul için bu notada bir şey yoktur.
DR. RIZA NUR BEY (Sinop): Şimdi efendim, Musul için bir şey yoktur, buyuruyor
lar. Bu, bizim tarafımızdan yapılmış bir şey değildir. Onlar tarafından yapılmış bir
şeydir. Fakat efendiler, buna tabiidir ki emin olunuz Hükümet her tarafı düşüne
cektir. Bu notaya verilecek cevap tabiidir ki Yüce Heyetinizden geçecektir ve arz
edilecektir. Biz yalnız ne düşündük? Şimdiden Meclisin haberi olsun diye arz ettik.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Dışişleri Vekili Bey izah ettiler efendim.
Tabii bunun için müzakereye lüzum kalmadı. (hayır sesleri)
OSMAN NURİ BEY (Lazistan): Başka bir meseleye dair bir temennimiz var.
SELAHATTİN BEY (Mersin): İzmir’dekileri bir an evvel davet etsinler. (aleni celse
ye geçilsin sesleri)
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Vekiller Heyeti Reis Vekili): Davet ettik, tekrar edece
ğiz. Çünkü mühim meseledir.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkâri): Burada müzakere edilecek, davet ediniz.
OSMAN BEY (Lazistan): O vakte kadar cereyan eden mesele için hareketlerini tehir
etmişlerdi. Bu düşünceleri makul idi. Fakat bu nota geldikten sonra Franklin Bouillon’u
beklemek için mana yoktur. Burayı teşrif etsinler, arzu ederse buraya gelir.
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Vekiller Heyeti Reis Vekili): Efendim, öyle zannediyo
rum ki bu nota aynı zamanda her iki tarafa da tebliğ edilmiştir, İzmir’de halde ar
kadaşlarımız bizim kadar düşünürler. Binaenaleyh hareket ettiklerini zannediyo
rum. Franklin Bouillon’un bu notaya karşı kıymeti kalmamıştır, efendim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim; bu mesele kapanmıştır. Gizli
1
celsenin sona ermesini oylarınıza sunuyorum. Kabul edilmiştir.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (25 Eylül 1922), 1.Dönem, c.3, s.824-829, http://www.tbmm.gov.tr/
997
27 EYLÜL 1922: GİZLİ OTURUMDA TÜRK ORDUSU İLE İNGİLİZ KUVVETLE
RİNİN ÇANAKKALE'DE KARŞILAŞMALARI HAKKINDA MUSTAFA KEMAL PA
ŞA’DAN GELEN TELGRAFLARIN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 109. Birleşim, Gündem: 2/1)
Türk Süvari Kolordusu İzmir üzerinden kuzeye ilerledi ve Çanakkale
önlerine geldi. Türk Komutan, Çanakkale'de bulunan İngiliz-Fransız
işgal kuvvetlerine bir ültimatom vererek geçit hakkı istedi. Bunun üzeri
ne bölgede bulunan Fransız birlikleri derhal geri çekildiler. İngiltere
Hükümeti ise bir bildiri yayınlayarak Türkiye'ye savaş ilan edileceğini
duyurdu. Mustafa Kemal Paşa bu durumu derhal Meclise bildirdi. Bu
haber Meclisin siyasi havasını birden değiştirdi.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Reis Paşa Hazretlerinden gelen telgraf
okunacaktır.

TBMM Başkanlık Divanına

Askeri harekatımız İzmir havalisine, Marmara sahillerine ve Boğazlar


mıntıkasına dahil olduğu günden itibaren, ciddi askeri ve siyasi harekatlar iç içe
bir vaziyete girmiştir. 9 Eylül tarihinden itibaren hemen her gün askeri birlikleri
miz İtilaf askerleriyle karşı karşıya bulunurken, bizim temsilcilerimiz İtilaf devlet
lerinin konsoloslarıyla temas etmekte ve devamlı askeri harekatımızın tehirine
dair teşebbüslere maruz kalmaktayız. Başkumandanlık bir taraftan askeri hare
katın tehiri ile kazanılan zaferlerin elden çıkması endişesinde bulunmakta ve
diğer taraftan askeri harekatımızı durdurmaya dair İtilaf devletlerinin teşebbüs
lerini mani olmaya ve her hangi bir oyuna gelmemeye çalışmaktadır. Hükümete
tebliğ olunan resmi notadan başka, Başkumandanlığa yapılan müracaatlar,
sadece askeri harekata dairdir. Askeri harekatımızı art niyetli siyasi tesirlerden
kurtarabilmek için alınan askeri kararların tehir edilmesi şu an için mümkün
değildir. Bu sebeple Hükümet Reisi Rauf Beyefendinin ve Dışişleri Vekili Yusuf
Kemal Beyefendinin bir kaç gün daha burada bulunmalarına ihtiyaç vardır. Bu
arkadaşlarımızı Başkumandanlık Karargahına göndermek suretiyle gösterdiği
niz samimi destekleriniz için de memnuniyetimi şükranlarımla ifade ederim.
Son ihtilaf notasında yer almış ve Yunan ordusunun Trakya'ya çekileceği hu
dudun tayini maksadına dair olarak Mudanya'da kumandanlar arasında yapıl
ması düşünülen askeri konferansın teferruatını bir defa da Franklin Bouillon’dan
dinlemek, askeri ve siyasi vaziyetin anlaşılması için faydalı olduğu kanaatinde
yim. Perşembe günü yapacağımız bu görüşmeden sonra Başkumandanlığın
askeri vaziyetin mütalaasında açıklık olacağından, Rauf ve Yusuf Kemal beye
fendilerin ondan sonra Ankara’ya dönmeleri uygundur. Zaferimiz hamdolsun
her gün artarak dünya kamuoyunda daha çok hürmet ve takdir edilir bir vaziyet
almaktadır. Siyasi vaziyetimizin Büyük Millet Meclisi ile onun Hükümeti tarafın
dan milli gayelerimize uygun bir surette halledileceğine ümidimiz mevcut oldu
ğunu arz ederim ve gizli celsede Yüce Meclisinizde okunmak üzere, malumat

998
için hazırlanmış olan bu yazıyı Büyük Millet Meclisi Divanına takdim ederim.
26 Eylül 1922
TBMM Reisi ve Başkumandan
Mustafa Kemal

ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Vekilleri Heyeti Reis Vekili): Efendim, Rauf Beyefen
diden de bir şey vardır. Biz geçen celseden sonra arkadaşlarımızı davet etmiştik.
Buna cevap veriyorlar.

Vekiller Heyeti Reis Vekilliğine


Mühim kararlar mecburiyetinde bulunduğumuzu biz de tamamıyla takdir
ediyor ve bir an evvel Ankara’ya dönmek istiyoruz. Fakat Puankare'nin bilgisi
dahilinde Franklin Bouillon İzmir'e geliyor. Paşa Hazretlerine çektikleri başka
bir telgrafta kendisiyle görüşmeksizin hiç bir karar verilmemesini Başkumandan
Paşa Hazretlerinden umumi menfaatlerimiz için rica ediyor. Franklin Bouillon ile
yapılacak mülakat bizi son nota hakkında aydınlatacaktır ki bunun ehemmiyeti
Yüce Heyetinizce de takdir buyrulur. Franklin Bouillon en seri vasıta ile per
şembe günü gelecek. Gelince açık açık her şeyi görüşülerek o gün akşamı,
olamazsa cumartesi sabahı hareket edeceğimizi arz ve bu suretle iki gün daha
müsaade buyrulması için Yüce Meclise bildirilmesini rica ederim.

Vekiller Heyeti Reisi


Rauf

ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Devamla): Bu ana gelinceye kadar biz üç defa telgraf
çektik. En son gelen cevap budur. Bunu Yüce Meclisinize bırakıyoruz. Çünkü baş
ka cevap gelmedi. (uygundur sesleri) Sonra Dışişleri Vekaleti Vekili Beyefendiye
gelen telgraflar da vardır.

RIZA NUR BEY (Dışişleri Vekâleti Vekili): İstihbarat olarak şöyle bir haber almıştık.

Vekiller Heyeti Riyasetine

İngiliz Komiseri General Harington'un bu sabah bana gönderdiği mektup


ta, iki bin Türk süvarisinin Çanakkale civarına ve tarafsız mıntıkadaki Erenköy’e
geldiğini ve Çanakkale'deki İngiliz kumandanı Türk kumandanına tarafsız mın
tıkadan çekilmesini teklif ettiği halde henüz çekilmediklerini, keza Biga'dan da
bin kadar Türk süvarisinin tarafsız hatta geçtiklerini beyan ile Çanakkale İngiliz
kumandanının verdiği notada Türk süvarileri geri çekilmediklerinde kara, deniz
ve hava kuvvetleri ile karşı koymak hususunda kendisine salahiyet verildiğini
bildirmiştir. 26 Eylül 1922
TBMM Hükümeti
İstanbul Temsilcisi
Hamit

999
RIZA NUR BEY (Devamla): Ondan sonra Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey’den bir
telgrafı aldım. Bu telgrafın iki eki var. Biri General Harington’dan İzmir’e Başku
mandan Hazretlerine yazılmış telgraf. Diğeri de Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin
cevabı.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine


Erenköy’ün ve Biga'nın batısına gelen süvarinizi geriye çekmeniz için
sizinle derhal haberleşmesini Temsilciniz Hamit Beyden rica ettim. Her gün bir
hadise çıkacak diye pek endişeleniyorum. Binaenaleyh sulh müzakereleri sıra
sında kıtalarınızı tarafsız mıntıka dışına çekmenizi rica ederim. 26 Eylül 1922
İngiltere Hükümeti
İstanbul Yüksek Komiseri
Harington

İngiltere İşgal Kuvvetleri Komiserliğine


Tarafsız bir mıntıkanın şimdiye kadar Büyük Millet Meclisi Hükümetiyle,
alakadar Hükümet arasında kararlaştırılmış olduğundan haberdar değilim, Sü
varilerimizin ve kıtaatımızın harekatı, mağlup Yunan Ordusunun takip hareka
tından ibarettir. Bildiğiniz gibi Anadolu'yu baştanbaşa tahrip eden, yakan ve yüz
binlerce nüfusu halsiz ve gıdasız bırakmış olan Yunan Ordusu, Trakya'da bir
taraftan aynı zulme devam ederken, diğer taraftan her geçen günden istifade
ederek yeniden teşkilatlanmaktadır. Yunan kuvvetlerinin tarafsız mıntıka dedi
ğiniz şeye riayet etmediğinin en yakın bir misali olarak, 23 Eylül akşamı Yunan
tayyarelerinin Ezine civarında Türk toprağında uçtuklarını ve Yunan donanma
sının 26 Eylülde bile İstanbul limanında demir atmış olduğunu söyleyebilirim.
Hadise çıkarmamak için bizim gayretimiz hakiki ve samimidir. Çanakkale'deki
kuvvetleriniz tarafından Erenköy ile Çanakkale arasındaki arazimiz üzerinde
tahribat yapılması, Çanakkale Kasabamız civarında binaların yıkılması, bize ait
olan silah ve mühimmatın imha edilmesi, kıtalarımız civarında top, bomba atıl
ması, Yunan Ordusunu takip ettiğimiz yol üzerinde tahkimat yapılmakta olması
ve bu tahkimatta Müslüman ahalinin çalıştırılması gibi hareketlerin sebeplerini
anlamakta cidden güçlük çekiyoruz. Türk Milletinin, boğazların serbestliğine
riayet etmeyi ilan etmiş olduğunu hatırlatır ve samimi olarak ümit ettiğimiz
müspet neticeye varmaya mani olacak vaziyetlere meydan verilmemesini zatı
devletlerinden rica ederim. 26 Eylül 1922
TBMM Reisi ve Başkumandan
Mustafa Kemal

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Burdur Mebusu İsmail Suphi
Beyin bir önergesi var. Okuyalım da eğer aleni celseye geçilsin denirse ona göre
hareket edelim.

1000
TBMM Başkanlığına
İtilaf devletleri tarafından Büyük Millet Meclisi Hükümetine verilmiş olan
sulh teklifine dair son notaya cevap verilinceye kadar bir hafta zaman geçmek
mecburiyeti olduğu görülmektedir. Halbuki İngiliz kara, deniz ve hava kuvvetle
rinin tarafsız mıntıka dedikleri boğazlar havalisinde toplanmaları devam edil
mekte olduğu gibi Türkiye'nin Başşehri İstanbul’un emniyet ve muhafazası
aleyhinde Rum Patrikhanesi başta olarak bazı müesseselerin tertip içinde ol
dukları işitilmektedir. Bu sebeple TBMM Hükümetinin cevabı varıncaya kadar
İtilaf askerleri tarafından yapılmakta olan her türlü yığınak ve tahkimattan vaz
geçilmesi ve İstanbul Şehrinin emniyet ve muhafazasına itina edilmesi hususla
rının İtilaf devletleri İstanbul temsilcilerine hemen bildirilmek üzere Dışişleri
Vekaletine havalesini rica ederim.
Burdur Mebusu
İsmail Suphi
RIZA NUR BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Efendim, önerge sahibi muhterem arka
daşlarımızın arzularını zaten yapmıştık. Bundan iki gün evvel Hükümette müzake
re edildi. Ben Hamit Bey’e şöyle bir telgraf verdim.

TBMM Hükümeti İstanbul Temsilcisi Hamit Bey’e


İngiliz İşgal Kuvvetlerinin Çanakkale ve İstanbul’da yapmakta oldukları
yığınak ve tahkimatın, arzu etmekte olduğumuz sulh faaliyetlerini zorlaştırıcı
mahiyette olduğunun İngiltere Hükümeti Temsilciliğine şifahen tebliği, yazılı ola
rak da gazetelere, Fransa ve İtalya temsilciliklerine verilmesini beyan ederim.
Dışişleri Vekaleti Vekili
Rıza Nur
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Rıza Nur Beyefendi, yalnız önergemde ikinci bir
hüküm vardır. İstanbul'da bazı müesseselerin tertip içinde olduklarını yazdım.
RIZA NUR BEY (Devamla): Şimdi biz onu da dikkate aldık ve dedik ki yığınak
kelimesi hepsini içine alıyor. Çünkü İstanbul’dan haber aldık. Resmi değildir, bun
lar ajans haberleridir. Kırk bin kadar Rum ve Ermeni’yi askere alıyorlarmış. Birta
kım tertibat, yangın, katliam ve falan yapacaklarmış. Ne dereceye kadar doğru
olduğunu bilmiyoruz. İşte bu vesile ile arz edeyim ki bunu söylemek vesile oldu.
Abidin Bey biraz itirazda bulundu. Geciktik falan denildi. Halbuki Yunan'ın Trak
ya'da zulüm yaptığı hakkındaki fikrini de önerge sahihlerine verdim. O arkadaşlar
da itiraf etsinler.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, İzmit Mebusu Hamdi Bey’in esir
ler hakkında da bir önergesi var? Uygun görürseniz aleni celse yapalım.

1001
HAMDİ NAMIK BEY (İzmit): Efendim, aleni celsede okunması icap eden bir öner
gedir, arz edeyim. Yüce Heyetiniz nasıl arzu ederse öyle olsun. Önergemi aynen
okuyorum.

TBMM Başkanlığına
Beynelmilel Kızılhaç-Kızılay Heyetinin 1907 talimatnamesine göre iki
seneden beri esir olanların memleketlerine veya tarafsız bir devlete gönderil
meleri hüküm altına alınmıştır. Bu sebeple Edirne'de esir olan ve 25 Temmuz
1922 tarihinde iki senelik müddetlerini doldurmuş bulunan, Kolordu Kumandanı
ve Edirne Mebusu Albay Cafer Tayyar Bey’le diğer subay ve askerlerimizin
terhisleri ile memleketimize iadeleri veya tarafsız bir devlete gönderilmeleri için
Yunan Hükümeti nezdinde teşebbüste bulunulması ve bu kabul edilmediği
takdirde elimizde bulunan Yunan esirlerin bir kısmıyla mübadelesi hususunun
Hükümete tebliğini teklif ederim, efendim.
İzmit Mebusu
Hamdi
HAMDİ NAMIK BEY (Devamla): Efendim, Trakya'da esir olan arkadaşlarımız 25
Temmuzda iki senelik esaret müddetlerini tamamladılar. Geçen defa Yüce Heyeti
niz tarafından bunların mübadele edilmesi tebliğ edilmişti. O zaman Hükümet Ca
fer Tayyar Bey’i, ancak bir kolordu kumandanıyla mübadele edebileceğini söyle
mişti. Halbuki bu Beynelmilel Kızılhaç-Kızılay Cemiyetinin hükümetler üzerine
manevi bir nüfuzu vardır. Binaenaleyh böyle harp eden iki hükümet tarafından bir
protokol ile teyit edilmemiş olsa bile ve Yunanistan'ın bugünkü vaziyetine göre
Hükümetimiz tarafından yapılacak bir tebliğ üzerine bunları ya memleketimize
iade eder veya tarafsız bir memleket arazisine nakleder. Binaenaleyh bu husus
İstanbul'daki İtilaf komiserleri vasıtasıyla Yunan Hükümetine tebliğ edildikten son
ra şayet bu husus kabul edilmezse, esasen oradaki esirlerimiz Yunan esirlere
göre çok az sayıda olduğundan, iki seneden beri elim bir vaziyette bulunan orada
ki esirlerimizin mübadele edilmesini teklif ediyorum. Binaenaleyh bu önergem
Hükümete gitsin.
RIZA NUR BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Bugüne kadar Yunanla harp halinde
bulunduğumuz müddet epeyce uzundur ve bugün ise sulh kapıları açılmış gibi
görünüyor. Bu iş en ziyade sulh müzakeresinde yapılacaktır. Bizim Yunanın eli
mizde bulunan esirleri sulh müzakeratı zamanında bir kuvvettir ve bunu bıraka
mayız. Sonra bu Yunan esirleri belki canidir, katildir. Belki de bunları muhakeme
edeceğiz. Bunları nasıl bırakırız? Yani bırakamayız. Yani bence de Hükümetçe de
bunları bırakamayız. (doğru sesleri) Bu bahis mevzu olamaz. (kafi sesleri)
HAMDİ NAMIK BEY (İzmit): Efendim, Rıza Nur Beyefendi yalnız bir noktasına ce
vap verdiler. Ben de kabul ediyorum. Fakat ben de diyorum ki Kızılhaç-Kızılay Ce

1002
miyetinin kararları vardır. İki sene esaret müddetini ikmal edenler salıverilirler. Hü
kümetten istirham ediyorum. Yani bir teşebbüs yapmak bir şey midir? (gürültüler)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bu önergenin Hükümete havale
sini kabul edenler lütfen el kaldırsın. (oylamaya lüzum yoktur sesleri) Kabul edil
memiştir, efendim. Aleni celseye geçilmesini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Ale
1
ni celseye geçilmiştir.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (27 Eylül 1922), 1.Dönem, c.3, s.833-836, http://www.tbmm.gov.tr/

1003
EKİM 1922

4 EKİM 1922: İZMİR'DEN ANKARA'YA DÖNEN BAŞKOMUTAN MUSTAFA KE


MAL PAŞA’NIN ASKERİ HAREKAT HAKKINDAKİ BEYANATI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 112. Birleşim, Gündem: 9/1)

İtilaf devletlerinin İzmir’de Mustafa Kemal Paşa’ya yaptıkları ateşkes


teklifi üzerine, Başkomutanlık adına Garp Cephesi Komutanı İsmet
Paşa’nın başkanlığında askeri bir heyet Mudanya’ya gitti ve görüşmele
re başladı. Mustafa Kemal Paşa da Hükümet Reisi Rauf Bey ve Dışişle
ri Bakanı Yusuf Kemal Bey ile Ankara’ya döndüler. Başkomutan Büyük
Taarruzu ve Zaferi bütün ayrıntıları ile milletvekillerine anlattı. Meclis üç
yılın en coşkulu oturumunu gerçekleştirdi.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Başkumandan Paşa Hazretleri ka


zandığımız zafer hakkında beyanatta bulunacaklar. Söz Paşa Hazretlerinindir.
(umumi ve sürekli alkışlar)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Arkadaşlar, kalbimde derin bir hasret
bırakmış olan ayrılıktan sonra tekrar size kavuştuğumdan dolayı pek mesudum.
(şükranlarımızı sunarız sesleri) Cenabı Hakka hamdolsun ki ordularımızın silahla
rına emanet ettiğiniz aziz ve mübarek maksat, arzu ettiğiniz gibi emniyet ve itima
dınızın yerinde kullanıldığını gösteren mesut bir neticeye vardı. En karanlık ve en
talihsiz günlerimizde Meclisimiz, sarp ve yalçın bir kaya gibi azim ve imanı saye
sinde, bu parlak neticeye erişmek için lazım gelen imkanları daima kullandı. Milli
meselelerde şaşmaz bir sağduyu ile daima doğruyu ve daima iyiyi bulan Meclisi
mizin, bu neticelere ermekten dolayı duyduğu saadet kadar ne düşünülebilir? Mil
letin mukadderatını doğrudan doğruya kullanarak, ümitsizlik yerine ümit, perişanlık
yerine istikrar, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık
çıkaran Meclisimizin yiğit ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve
itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğundan dolayı, bir insan kalbinin nadiren
duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. (şiddetli ve sürekli alkışlar) Kalbim bu
saadetle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı
temsil ettikleri hürriyet ve istiklal fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum. (sürekli
alkışlar) Arkadaşlar, tebrik etmek saadetine ulaştığım bu zafer izah edilemez.
Bunu anlamak, bugün değil belki yarın tarih sayfalarında açık ve seçik araştırıldık
tan sonra mümkün olacaktır. Fakat hissediyorum ki benim ağzımdan buna dair
bazı sözler işitmek istiyorsunuz. (hay, hay sesleri) Bu arzularınızı tatmin etmek
için mühim bazı açıklamalarda bulunacağım, (teşekkür ederiz sesleri) Arkadaşlar,
geçen sene herhalde Ağustos’un beşinci günü bu kürsüden beni Başkumandan
tayin etmiş olduğunuz zaman teşekkür ederken demiştim ki memleketimizi çiğne
mek üzere, memleketimize giren Yunan Ordusunu mukaddes yurdumuzda boğa
cağız. Bu sözümde hata etmemiş olduğumu meydana gelen hadiseler ispat etti,

1004
zannederim. Hakikaten Yunan Ordusu mukaddes yurdumuzda tamamen boğul
muştur. (alkışlar) Arkadaşlar, o gün bu kürsüyü terk ettikten sonra Sakarya gerile
rine kadar gelmiş olan ordumuza katılmıştım. Cümlenizin hatırındadır ki yirmi bir
gün ve yirmi bir gece devam eden Sakarya Meydan Muharebesinin son günlerin
de ordumuz düşmanın sol kanadına karşı taarruza geçti ve bunun neticesi olmak
üzere çok kuvvetli olan Yunan Ordusu mağlup ederek geri çekilmeye mecbur etti.
Ondan sonra tekrar bu kürsüye geldim ve dedim ki kararımız en son düşman as
kerini vatanımızdan kovuncaya kadar, taarruza devam etmektir, düşmanı takip
eylemektir. Bu sözümü harfiyen takip ve tatbik etmiş olduğumu, meydana gelen
hadiseler ispat etmiştir. Hakikaten o gün için, düşman ordusunu takip etmek husu
sunda verilen karar, bu zamana kadar devam etmiştir. Fakat arkadaşlar şunu itiraf
etmek mecburiyetindeyiz ki ordumuzun o günkü hali, vaziyeti, şartları ve vasıtaları
hemen uzun mesafeler üzerinde seri harekata müsait bulunmuyordu. Bu sebeple
lazım gelen her şeyi ikmal etmek için bir zaman lazımdı. Fakat hakikati kesin ola
rak herkesin bilmesi lazımdır ki bu senenin ortasında ordumuz düşman ordusunu
mağlup etmek için lazım gelen kuvvet ve kudreti elde etmiş bulunuyordu. Fakat
bütün milletimizin ve onun hakiki temsilcilerinden meydana gelen Meclisimizin
isteği, kan dökmeden, sulh yoluyla milli maksadımızı elde etmek olduğunu pek
güzel anlıyordum. Binaenaleyh efendiler, askeri gücümüzü kullanmadan önce kan
dökmeye sebebiyet vermeksizin meseleyi sulh yoluyla halletmek için teşebbüste
bulunmak da ayrıca bir vazife idi. Bu vazifeyi ifa etmek için her türlü tedbire müra
caat edildi. Bu cümleden olmak üzere, en kıymetli arkadaşlarımızdan iyi niyetleri
ne ve isabeti düşüncelerine fevkalade emniyet ve itimat ettiğimiz Hükümetimizdeki
arkadaşlarımızdan Fethi Beyefendi Hazretlerini Londra'ya kadar göndermiştik.
Arkadaşımız, gerek Londra'da ve gerek diğer büyük devletlerin başkentlerinde
siyaset adamları ile görüşmek, müzakere yapmak ve sulhun tesisi için, her şeyi
yapmak için, salahiyete sahip bulunuyordu. Fakat efendiler, Fethi Bey’in Londra'-
da karşılanış şekli ve bilhassa o günlerde İngiltere Başvekili Lloyd George'un Par
lamento kürsüsünden verdiği nutuk gösteriyordu ki bütün bu teşebbüslerimiz, göz
ardı edilmiştir. Filhakika insani düşüncelerimizin icabı olarak yapmış olduğumuz
bu teşebbüse İngiliz Hükümetinin vermiş olduğu mana, iyi niyetli teşebbüsümüzün
yanlış anlaşılmasından ibaretti. Zannettiler ki ordumuz zayıftır, taarruz etmek de
ğil, yerinden kıpırdayamayacak bir halde bulunuyor. Zannettiler ki Meclisimiz ve
Hükümetimiz zayıftır ve ümitsizdir. Şüphe yok, bütün bu noktalarda en büyük ha
taya sapmış oluyorlardı, en derin gaflet içerisinde bulunuyorlardı ve belki bazı
vaziyetler ve bazı manzaralar düşmanlarımıza bu ümidi vermiş olabilirdi. Fakat
ben düşmanlarımızın bu suretle aldanmış olduklarına üzülmedim ve aldırmadım.
Aldırmış olsaydım o anda bu yanlış düşüncelerinin, yanlış olduğunu yüzlerine
söylerdim. Fakat efendiler, bu uyarımı sözle değil, fiilen yapmayı tercih ettim. Bi
naenaleyh Fethi Beyefendi vaziyeti Hükümete bir raporla bildirdi ve dedi ki milli
maksadımıza ulaşmak ancak askeri faaliyet ile mümkün olabilecektir. Tabii ki Fet
hi Beyefendinin bu sözüne ve bu kanaatine iştirak etmek lazım geliyordu. Aynı
zamanda Avrupa'da bulunan temsilcilerimizden ve diğer siyasi memurlarımızdan

1005
da gelen raporlar, Fethi Beyefendinin sözünü, kanaatini teyit ve takviye ediyordu.
Artık anlamıştık ki askeri harekat bir zaruret haline geldi. Bunun üzerine Başku
mandanlık iyi niyet ve siyaset icabı olarak fiile koymayı tehir ettiği taarruz kararını
fiilen tatbik etmeye karar verdi. Ordumuzun kabiliyet ve kudreti hakkında ve hazır
lığı derecesine dair itimadımız tam idi. Fakat bir defa daha Genel Kurmay Reisi
Paşa Hazretleri cepheye gitti. Ben de cepheye gittim ve baştan sonuna kadar
ordumuzu tekrar gözden geçirdik. Düşman mevzileri, düşman ordusu tetkik edildi.
Bu son teftişimizin neticesi de mevcut olan kanaat ve imanımızı takviye etti ve o
zaman kati olarak taarruz hazırlığı için emir verdim. Efendiler, taarruzumuz öteden
beri Genel Kurmay Reisi Paşa Hazretlerinin pek derin ilme ve feyze dayanarak
hazırladığı plan dahilinde yapılacaktı. Bu plan düşman ordusunu kaçırmak için
değil, fakat tutup boğmak esasını taşıyan bir plandı. Bu plan dahilinde hazırlık
emri verdikten sonra, tabii maksadımızı gizlemekte fayda görüyorduk. Onun için,
evvela Genel Kurmay Reisi ve sonra ben tekrar Ankara'ya döndük. Ankara'da
Hükümet ile beraber vaziyeti bir defa daha inceledik. Umumi vaziyeti, bilhassa
siyasi vaziyeti tahlil ettik ve gördüm ki bu arkadaşlar da bütün kalpleriyle, bütün
kanaatleriyle Başkumandanlığın kararını tasvip ve takviye ettiler. Bilhassa Maliye
Vekili Beyefendinin göstermiş olduğu suhulet, Başkumandanlığın icraatında ayrıca
bir kuvvet teşkil etmiştir. Bundan dolayı kendilerine bu kürsüden teşekkür etmeyi
ayrıca bir vazife bilirim. (biz de iştirak ederiz sesleri) Hükümetteki arkadaşlarımız
da görüş birliği sağlandıktan sonra tekrar buradan ayrıldım. Konya üzerinden Garp
Cephesi Karargahının bulunduğu Akşehir'e gittim. Artık düşmanı mağlup etmek
için her şey hazır olmuştu ve düşmanın İzmir'e kadar takibi için icap eden bütün
tedbirler alınmıştı. Bunun üzerine 26 Ağustosta taarruz için emrimi verdim. 26
Ağustos günü cereyan eden taarruz harekatının anlaşılması için arzu ederseniz o
tarihteki düşman ordusunun bulunduğu vaziyeti birkaç kelime ile ifade edeyim.
Dört ila beş tümenden ibaret olan Yunan kuvveti Afyonkarahisar'da bulunuyordu.
Afyonkarahisar’ın doğusunda ve güneyinde olmak üzere takriben doksan, yüz
kilometrelik bir hat üzerinde tahkimat yapılmıştı. Fakat bu tahkimat efendiler, ale
lade değildi. Yunanlılar bir sene boyunca devamlı askerleri ve ahaliyi çalıştırmak
suretiyle fen ve tekniğin bütün vasıtalarını orada tatbik etmişlerdi. Dediğim hat,
birçok kuvvetli ve derinliğine tahkimatı ihtiva ediyordu. Yani bu mevzi tam mana
sıyla son zamanın bir kalesi olabilecek bir halde idi. Bundan başka düşmanın üç
tümen kuvveti de Eskişehir'de ve Seyitgazi'de bulunuyordu. Eskişehir ve Seyitga
zi'nin kuzeyi ve doğusu ile güneyi tıpkı Afyonkarahisar'da olduğu gibi aynı şekilde
istihkam edilmiş bulunuyordu. Bu iki grubun arasında da demiryolu ile kolaylıkla
her tarafa gidebilecek bir halde Döğer'de de düşmanın üç tümen kuvveti vardı.
Hulasa düşman ordusunun kanatlarını iki kaleye dayamış, orta yerinde kuvvetli bir
yedek grubuna sahip bir bütünlük halinde idi. Bu bütünlüğün uzak kanatlarını da
bakmak istersek, Gemlik ve İznik Gölü civarında da düşmanın iki tümenlik bir kuv
veti vardı. Eğer güneye bakacak olursak, Afyonkarahisar'dan sonra bütün Mende
res Vadisi boyunca denize kadar düşmanın birçok müstakil piyade alayları ve
süvarileri mevcuttu. Biliyorsunuz ki efendiler, Garp Cephesi denildiği zaman orada

1006
bizim iki ordumuz vardı. Orada bizim daha diğer kuvvetlerimiz de vardı. Binaena
leyh Birinci Ordu Afyonkarahisar'ın doğusunda Akarçay'dan Batıya doğru Dumlu
pınar arasında bulunan düşman mevzilerinin karşısında bulunuyordu. Bu ordu
tabii ki takviye edilmişti ve düşmanı mağlup ederek kuzeye atmak vazifesini almış
tı. İkinci Ordumuz Akarçay'dan kuzeye doğru Porsuk Vadisinin kuzeyinde Sakar
ya’ya kadar olan cephede düşmana taarruz edecekti. Düşmanın Eskişehir'de bu
lunan üç tümeni, Döğer'de bulunan üç tümeni ve Afyonkarahisar'ın kuzeyinde
bulunan iki tümeni ki toplam sekiz tümen İkinci Ordu tarafından durdurulacaktı.
Kocaeli mıntıkasında bulunan kuvvetlerimiz de karşısında bulunan düşman kuv
vetlerine taarruz edecek ve kuvvetlerin güneye inmesine mani olacaktı. Menderes
havalisinde biri süvari tümeni olmak üzere kuvvetlerimiz vardı. Bunlar da güney
den kuzeye doğru önündeki düşmana taarruz edecek, o kuvvetin de ilerlemesine
mani olacak ve aynı zamanda düşmanın İzmir'le olan bağlantısını kesecekti. İşte
bu her iki ordunun vaziyetlerine göre bütün tedbir ve tertibat alınmış ve hazırlıklar
ikmal edilmiş olduğu halde 26 Ağustos günü taarruz başlamıştır. Bu harekatı ya
kından sevk ve idare etmek şart olduğundan Başkumandanlık, Genel Kurmay ve
Garp Cephesi Kumandanlığı 26 Ağustos günü güneşin doğmasına yakın, Birinci
Ordunun gözetleme noktası olan Kocatepe'de hazır idiler. Kocatepe bilenlerce
malumdur ki ve harita üzerinde mütalaa edenlerce anlaşılabilir ki düşmanın güney
cephesine o kadar yakındır ki dürbün kullanmaya bile lüzum yoktur. Birinci Ordu
Akarçay'dan Dumlupınar'a kadar olan bütün düşman mevzilerine taarruz edecekti.
Süvari Kolordumuz bu taarruz grubunun sol tarafından gece yarısı içeri girecek ve
düşman ordusunun arkasına sarkacaktı. Birinci ve İkinci ordu ile bütün cephe üze
rinde taarruz olunacaktı, fakat ilk anda şu mühim noktalar düşünüldü. Afyon
karahisar'ın batısında Kalecik Sivrisi vardır ve onun kuzeyinde Erkmen Tepesi
vardır. Bu mevziler gayet mühimdir ve ondan başka bütün mevziin kilidi olan ikinci
mühim mevki daha vardı ki ona Tınaz Tepe denilir ve Kalecik Sivrisinin aşağı,
yukarı on iki kilometre kadar batısındadır. Burasını ele geçirmek istiyorduk. Bir de
bu iki grubun arasında bir tepe vardır ki ona Belen Tepe deniliyor. Afyonkara
hisar’ın güneyindeki düşmanın mevziine bütün topçularımız ateş altına alabilecek
mevzilere konuşlandırıldı. Arkadaşlar, topçularımız o mevzilere gece geldiler ve
karanlık içinde mevzii aldılar ve güneşin doğmasından hemen önce bütün dünya
nın gözleri açıldığı zaman ateşe başladılar. (maşallah sesleri) Takdir ve hürmetle
buradan zikretmek isterim ki topçularımızın o gün göstermiş olduğu maharet ve
muvaffakiyet, bütün dünya topçuları için, misal olacak mahiyette idi. (sürekli alkış
lar) Askerlik hayatımda bu kadar mükemmel bir topçu ve bu kadar mükemmel
idare edilmiş bir topçu ateşi nadiren gördüm. Topçularımız saat dört buçukta atışa
başladılar. Bilirsiniz ki topçulukta evvela tanzim atışı yapılır. Yarım saat zarfında
bütün bu cephe üstünde tanzim ateşi sürdü ve saat beşte şiddetli ateş başladı. Bu
topçu ateşimize maruz kalan mevzii çok kuvvetli ve zor aşılır bir mevzii idi. Bu
mevzii en son tetkik eden bir İngiliz kurmay heyetinin verdiği raporda, eğer Türkler
bu mevzii dört, beş ayda işgal ederlerse, bir günde işgal ettiklerini iddia edebilirler,

1007
diye yazılmıştı. Fakat Türkler, bu mevzii işgal etmek için, üç dört ay değil, bir gün
de değil, kendisine yalnız bir saat kafi gelmişti. (şiddetli alkışlar)
REFİK BEY (Konya): İngiliz zorbalığını da beraber işgal ettik Paşa Hazretleri.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Saat altıda Tınaz Tepe’ye hücum mesafesi
ne yaklaşmış bulunan piyadelerimiz, önlerindeki tel örgüleri kesmeye lüzum gör
meyerek, ayaklarını kaldırdılar, tel örgülerinden bacaklarını aşırarak atladılar ve
orada bulunan Yunan askerlerini süngüleri ile tamamen tepeledikten sonra, Tınaz
Tepe'yi işgal ettiler. (sürekli alkışlar, yaşasın Türkler sesleri) Ben bu manzarayı
seyrederken, bir soruyu cevap vermeyi hatırladım. Bu tel örgüleri nasıl geçebilirsi
niz, diyorlardı. Oradakilere dedim ki işte böyle ayağını kaldırır ve geçeriz. Bundan
sonra efendiler, saat dokuzda Belen Tepe ve ondan sonra Kalecik Sivrisi düştü.
Fakat bunun daha kuzeyinde bulunan Erkmen Tepesi hâlâ mukavemet ediyordu.
Bunun sebebini izah edeyim. Biz, ağır topçularımızı mevzilerine getirebilmek için
yollar yapmaya mecbur olmuştuk. Bu mıntıkayı bilenler hatırlar ki burası tekerlekli
vasıtaların hareketine müsait olmayan bir yerdir, yol yoktur. Binaenaleyh oraya yol
yapabilmek için, mutlaka düşmanla çarpışmak lazım geliyordu. Tınaz Tepe topçu
ateşimizin tesirinden uzak idi ve tekerlekli toplarımız için yol yoktu. Bu nokta o
kadar çok mühim idi ki düşman, bütün kuvvetiyle ve bütün vasıtaları ile orasını
elde tutmaya çalışıyordu. Tınaz Tepenin batısına taarruz eden kıtaatımız da bazı
mühim mevzileri ele geçirmişlerdi. En sol kanatta bulunan 57.Tümen taarruzlarını
devam ederken, kuvvetlerini biraz uzakça bulundurmuş idi. Bu itibarla düşman
üzerinde yeterince bir tazyik yapamıyordu. O Tümenin Kumandanı Reşat Bey
adında biri idi. Bu Kumandanı çok eskiden tanıyorum. Muş'ta beraber muharebe
yaptık, Suriye'de çok muharebeler yaptık. Çok kıymetli bir askerdi. Şahsen bana
çok muhabbet ve emniyeti vardı. Telefonla sordum, niçin hedefinize varamadınız
dedim. Cevaben dedi ki yarım saat sonra bu hedefe varacağız. Halbuki ne yazık ki
yarım saatte bu hedef alınamamıştı. Tekrar sorduğum, zaman, telefonda Reşat
Bey’in son olarak yazdığı bir yazıyı okudular. O yazıda diyor ki yarım saat içinde
size o mevzii almak için söz verdiğim halde sözümü yapamamış olduğumdan
dolayı yaşayamam. Bu misali, Reşat Bey’in o hareketini takdir etmek için söylemi
yorum. Tabii öyle bir muamele ve öyle bir hareket bizce uygun değildir. Yalnız
ordumuzda subayların, kumandanların kendilerine verilen vazifeyi yerine getirirler
ken gösterdikleri arzu ve namus hislerini söylemek isterim.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Türklüğünü göstermiş, Allah rahmet eylesin.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Hakikaten ordumuzdaki subay ve kumanda
heyetinin tamamı birbirlerine karşı böyle muhabbetle, hürmetle, emniyetle, itimatla
bağlıdırlar ve üst rütbelerinden aldıkları emri bir namus olarak düşünürler ve yaparlar.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Hiç şüphemiz yoktur.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Efendiler, düşman yakın takviye kıtalarını
birinci hatta sürdü ve Balmahmut üzerinden ve Afyon'dan da birtakım takviye kıta

1008
ları ve ayrıca motorlu arabalarla toplar getirdi ve bizim elimize geçen noktaları
tekrar geri almak için, karşı taarruza geçti. Bu Tınaz Tepe'nin batısında elde edil
miş olan mevzi, hemen tamamen düşman tarafından geri alındı. Tınaz Tepe üze
rine yaptıkları taarruzlar, askerlerimizin çok fazla mukavemeti ve bilhassa Belen
Tepe’ye giren kuvvetlerimizin yandan piyade ve topçu ateşleri sayesinde bir an
için durdurulabildi. Fakat düşman tekrar takviye kuvvetleri aldı. Akşamüzeri bu
Tınaz Tepe tamamen düşman eline geçti. Aynı zamanda düşman Kalecik Sivrisi
ile Akarçay arasında, Afyonkarahisar’ın güneyinden bir karşı taarruz hazırlığına
kalkıştı zannedilebilir. Hakikaten orada birtakım kuvvetler topladı ve bütün bu cep
he üzerinde, Işıklar istikametinde, gayet kesif bir topçu hazırlığına başladı. Düş
manın böyle bir hareketi çok makul ve çok muhtemel idi. O kadar muhtemel idi ki
biz bu harekata başlamadan evvel düşmanın bizim üzerimizde tesirli bir hareketi
olmak üzere, bunu hesaba katmıştık. Filhakika düşman, böylece Afyonkara
hisar'dan Akşehir istikametine yapılan bir taarruzda muvaffak olduğu takdirde
taarruz eden kuvvetlerimiz daha batıda kalmış ve diğer kuvvetlerden ayrılmış ola
bilirdi. Düşmanın bu kadar çok ehemmiyetli olan bu teşebbüsünü daha evvelden
düşünmüş olduğumuzdan, lazım gelen her türlü tedbir de alınmıştı. Onun için bu
düşman teşebbüsü bizi ürkütmedi. Mamafih bütün mevziler üzerine taarruz eden
askerlerimizin şiddetli ve kahramanca taarruzları, düşmanı bu harekete girişmek
ten alıkoydu, düşman böyle bir şey yapmaya cesaret edemedi. Tınaz Tepe'ye
düşman tamamen hakim olduktan sonra, orada bulunan kuvvetlerimizden bir alay
ki ismini hürmetle ve takdirle yaddetmek istiyorum, 57.Alaydır, düşmana ateş et
meye lüzum görmeksizin süngüsünü taktı düşman cephesine girdi. Bunun neticesi
olarak gece Tınaz Tepe tekrar elimize geçti. (alkışlar) 26 Ağustos akşamına kadar
bu cephe üzerinde cereyan eden muharebe bundan ibarettir. Yani Akarçay'dan
Tınaz Tepe'ye kadar uzayan mevzi üzerinde Kalecik Sivrisi, Belen Tepe ve Tınaz
Tepe elimize geçmişti. Daha batıda faaliyet gösterecek olan Süvari Kolordumuz,
malumunuz Afyonkarahisar'ın batısında Çayhisar vardır. Çayhisar'a kadar geldi.
Daha ileri çok kuvvet geçirmek için, henüz zaman kendisine pek müsaade etmi
yordu. Fakat süvarilerimizin burada görülmesi derhal düşmanın dikkatini çekti ve
düşman buna karşı Ayvalı-Kırka hattının kuzeyinden güneye doğru bir cephe al
maya mecbur oldu. Düşman doğuya ve güneye olduğu gibi, İzmir'e karşı, batıya
da bir cephe almaya mecbur edilmişti. Bu vaziyette düşman, kendi kendini bir kale
içerisine koymuştur. Diğer cephelerde, Afyon'un doğusundaki düşman mevzilerine
kuvvetlerimiz taarruz etmiştir ve orada bulunan düşman kuvvetlerinin güneye gelip
oradaki düşman kuvvetlerine yardım etmelerine mani olmuştur. Onun daha kuze
yinde, düşman için fevkalade ehemmiyeti olan Kazuçuran adlı bir müstahkem
mevzii vardı. Oraya bizim bir tümenimiz taarruz etti ve orasını aldı. Fakat düşman
bu noktaya çok ehemmiyet verdiğinden kuvvetlerini tekrar takviye etti, karşı taar
ruz yaptı ve bizim tümenimizi oradan attı. Fakat aynı tümen tekrar şiddetle taarruz
ederek aynı mevzii bir daha zapt etti. Bunun daha kuzeyinde hareket eden bir
süvari tümenimiz vardı. Bu da Döğer istikametine doğru yürüdü. Her önüne tesa
düf ettiği düşmana taarruz etti ve bu sayede düşmanın Döğer civarında bulunan

1009
üç tümenli ihtiyat kuvveti yerinden kıpırdayamadı. (bravo sesleri) Bunun daha
kuzeyinde Seyitgazi'ye yakın Hüsrev Paşa mıntıkası vardır. O mıntıkada bulunan
düşman kuvvetlerine taarruz eden kıtamız, aynı zamanda Eskişehir cephesine
taarruz eden kıtamız düşmanın üç tümenini durdurmaya muvaffak olmuştur ve bu
taarruz eden kuvvetlerimiz oradaki düşmana göre dörtte bir nispetinde idi. Kocaeli
Grubunda da taarruz başladı. Kıtalarımız verilen vazifeyi başarı ile yerine getiriyor
lardı. Menderes havalisindeki bütün kıtalarımız da verilen vazifeyi başarı ile yapı
yorlardı. Orada bir süvari kıtamız Uşak'ın batısına kadar ilerleyerek düşmanın
gidiş geliş yollarını kesiyordu. Binaenaleyh 26 Ağustos akşamı vaziyet bu idi. Eğer
tetkik edilecek olursa bu netice Başkumandanlıkça memnuniyet verici olarak gö
rüldü. Çünkü kuzeyde ve Menderes'te düşman kuvvetlerini tam düşündüğümüz
gibi bulundukları yerlerde durdurduk ve sonra Afyonkarahisar’ın güneyinde, cep
henin çok müstahkem bir hattında en mühim üç yer elimize geçti. 27 Ağustos için
yapılacak yeni bir şey yoktu. Kıtalarımız evvelce almış oldukları hedeflere bir an
evvel ulaşmak için taarruzlarına devam edeceklerdi. Nitekim öyle de oldu. 27
Ağustos sabahı 4.Kolordu Kumandanı Kemalettin Sami Paşa’nın gayet ustaca bir
taarruzu tertip olundu ve bunun neticesi olmak üzere Erkmen Tepesi düşmandan
alındı. Buradaki düşman mağlup ve perişan bir surette kuzeye doğru atıldı. Bu
suretle Kalecik Sivrisinden Tınaz Tepe'ye kadar on iki kilometrelik bir gedik açıl
mış bulunuyordu. Düşman cephesi burada yarılmıştır. Bunu takiben bu gedikten
geçerek düşmanı bırakmamak ve tekrar taarruz etmek üzere hareket olundu. Aynı
zamanda diğer düşman mevzilerine karşı da başlamış olan taarruzlar devam etti
ve bu netice ile artık düşman tarafında müstahkem mevzi diye bir şey kalmadı.
Filhakika biraz sonra Tınaz Tepe'nin batısında bulunan mevziler de birer birer
düşmeye başlamıştı ve Kalecik Sivrisi de alındı. Gerek bu vaziyetten, gerek
Afyonkarahisar'ın doğusuna yapılan taarruzların tesirinden, orada bulunan düş
man kıtaları da mevzilerini terk ederek, batıya doğru çekilmeye mecbur olmuşlar
dı. 27 Ağustos günü öğleden sonra, saat beşte 8.Tümenimiz Afyonkarahisar'a
girdi. Burada yirmi kadar muhtelifli cins Yunan topları alınmıştır. Afyonkarahisar'da
da belki, henüz ne kadar olduğu bilinmeyen silah, cephane ve askeri malzeme
harp ganimeti olarak alınmıştır. Yalnız düşman Afyonkarahisar'da ve ondan sonra
her yerde yaptığı gibi derhal şehri ateşledi. Kıtalarımızın hızla yetişmesi sayesinde
yangının yayılmasına meydan verilmedi ve yanan yerler de söndürüldü. Düşmanın
mühim kuvvetleri müstahkem mevkiden atıldı ve artık açık sahra muharebesine
mecbur edildi. 27 Ağustos akşamı vaziyeti şöyle mütalaa ettik. Düşmanın henüz
Eskişehir Grubu yerinde idi ve Döğer'deki Yunan ihtiyat kıtaları henüz tamamen
kullanılmamıştı. Diğer cephedeki düşmanın kuvvetleri tamamen duruyordu. Afyon
karahisar mevzilerinde mağlup ettiğimiz düşmanın kuvveti dört, beş tümenden
ibaret idi. Binaenaleyh düşman tekrar sol kanadını Eskişehir'e dayayarak tekrar
müdafaaya geçebilirdi. Zaten bu mevzide daha evvel inşa edilmiş ve tel örgülerle
takviye olunmuş kuvvetli tahkimat vardı. Onun için en düşman için makul ve muh
temel olan hareket bu idi. Binaenaleyh düşmanı bu mevzide de mağlup etmek için
güneyde bulunan Birinci Ordu, düşmanı sol kanadıyla kavrayarak, İzmir'e gitmesi

1010
ne mani olacak ve taarruza devam edecekti. İkinci Ordu ise doğudan düşmanı
kavrayarak kuzeye, Kütahya üzerine gitmesine mani olacaktı. Artık ileriye, düş
manın arkasına geçmiş olan Süvari Kolordumuz da düşman kuvvetinin tamamen
arkasından taarruz edecekti. O gece düşündüklerimizi ertesi günü Hakkın yardı
mıyla ve tamamen düşündüğümüz gibi tatbik etmek nasip oldu. (bravo sesleri)
Birinci Ordu kıtaları kuzeye doğru hareketlerinde düşmana birçok yerlerde tesadüf
etti ve her tesadüf ettiği yerlerde, çok kanlı muharebeler devam etti. Mesela
Balmahmut’un kuzeydoğusunda Köprülü vardır. Bir tümenimiz, orada düşmanın
bir tümenini yakaladı. Gayet seri bir hareket neticesinde, düşman tümenini mağlup
ederek bütün silah, cephane, motorlu vasıtaları ve üç ağır topunu terk etmelerine
mecbur etti ve perişan bir surette Cankuyu istikametinde firar ettirdi. Ondan sonra,
Balmahmut İstasyonunda yine bir tümenimiz düşmanın bir tümenini yakaladı,
mağlup etti kuzeye attı. Ondan sonra Oğlanmezarı, Başkilise, Kumarı Çiftliği,
Akçeşehir, Bakırcık, Tazılar ve Toklu Sivrisinde düşmanla temas hasıl oldu ve
buralarda, ciddi ve mühim muharebeler yapıldı. Bütün bu muharebeler olurken,
süvarilerimiz tamamen düşman kıtaatının gerilerinde olmak üzere hareket ediyor
lardı. Meselâ Olucak'ta ve Başkilise'de bazen piyade gibi ateş muharebesi yaptılar
ve fakat ekseriya dörtnala düşman safları içerisine girdiler. Arkadaşlar, süvarileri
mizin burada gösterdiği yiğitlik düşüncenin üstündedir ve kelimelerle anlatılamaz.
(şiddetli alkışlar) Henüz muharebeye girmemiş taze düşman kıtalarını görür gör
mez süvarilerimiz tahammül edemiyorlardı, bunları yakalamaya imkan yoktu ve
derhal kılıçlarını çekiyor ve düşmanın içerisine dalıyorlardı. (sürekli alkışlar) Bir
düşman kıtasının içerisine girdikten sonra, ikinci bir düşman kıtası çıkıyor, onun
da içine atılıyorlardı. (alkışlar) Bu kahramanlık sayesinde batıya doğru çekilmek
isteyen düşman kıtaları durmaya mecbur edildi. O esnada bir taraftan piyadeleri
miz ve topçularımız yetişti ve düşmanı tekrar muharebeye mecbur ettik. 28 Ağus
tos günü bu dediğim muhtelif muharebelerle geçti. Bunun neticesinde yani 28
akşamı biz vaziyeti şöyle mütalaa ettik. Düşmanın bu pek müsait olmayan mevzi
lerden arka yollara saparak, Dumlupınar mevziine gitmesi veyahut oradan Uşak
mevzilerini tutmak istemesi lazım gelir. Arkadaşlar, burada düşmanın toplam yedi
tümeni vardı. Bu Meydan Muharebesi esnasında, yalnızca iki tümenleri mağlup bir
halde Dumlupınar’ın batısına geçebilmişlerdir. Diğer beş tümen bu dediğim çerçe
venin içerisinde kaldı. Dumlupınar'a geçen bu iki tümen, henüz düşmanın batıda
taze bir halde bulunan diğer bir tümeni ile birleşti. Binaenaleyh artık yapılacak şey,
düşman kuvvetlerinin İzmir'e çekilmelerine, kuzeye ve hiçbir yere gitmelerine mani
olmak lazımdı. Bunun için verdiğimiz emre göre, Birinci Ordu artık bütün kıtalarıyla
batıya koşacak, düşmandan evvel Dumlupınar mevzilerini tutacak ve batıya çe
kilmek isteyen düşmana taarruz edecekti. İkinci Ordu da kuzeyden düşmana taar
ruz etmek üzere, ilerleyecek ve süvariler Murat Dağı ile Kütahya-Gediz yolu üze
rinde toplanacak, düşmanın kuzeybatı istikametine çekilmesine mani olmak vazi
fesine devam edeceklerdi. Döğer istikametinde bulunan Süvari Kolordumuza söy
lemiştim. O da Altıntaş'a ulaştı. Diğer cephelerde Eskişehir'de ve diğer yerlerde
bütün kıtalar verilen vazifelerinin ifasına, yani taarruzlarına devam edeceklerdi. 29

1011
Ağustos’ta Birinci Ordu Ulucak, Hamurköy, Çalköy, Aslıhanlar üzerinden Dumlu
pınar'a gitmek isteyen beş düşman tümeni ile karşılaştı ve güneyden taarruza
başladı. Dumlupınar doğusunda Kızılcaköy'den Murat Dağ’ı üzerinden, Hasande
de istikametine giden kıtamız da düşmanın Aslıhanlar'a gelmiş olan iki tümenine
tesadüf etti ve derhal taarruz etti. Bunun üzerine düşmanın Dumlupınar yolu ke
silmiş oldu. İkinci Ordu da artık muharebeye tamamen katılmıştı. Ağustosun yirmi
dokuzuncu günü bu harekata devam ile geçti. 30 Ağustosta vaziyet şöyle idi. Artık
düşmanın beş tümeninin Dumlupınar’a gitmesine mani olunmuş idi. Kütahya isti
kametinden kuzeye doğru gitmelerine de mani olunmuştu. Trikopis için tek bir
kurtuluş yolu kalmıştı. Bu yol Murat Dağı’nın kuzeyindeki Kızıltaş Deresi idi. Bu
derenin içinde sarp patikalar bulunuyordu. Yani hareket çok zordu ve bunun da
karşısında Süvari Kolordumuz bulunuyordu. Binaenaleyh düşmanın beş tümeni
artık tamamen çembere alınmıştı. Ağustosun otuzuncu günü bu çevirme hareketi
nin kati neticesini almak için, sevk ve idareyi yakından yapmak uygun görüldü.
Bunun üzerine ben güneyde Birinci Ordu karargahına gittim. Genel Kurmay Rei
simiz Fevzi Paşa Hazretleri de kuzeye, İkinci Ordu ve Süvari Kolordusu karargah
larına gitti. Birinci Ordu karargahında vaziyeti icap edenlere izah ettim ve bütün
kıtaları seri bir taarruza teşvik ettim. Oradan da Çalköy yakınında bir yere, Dör
düncü Kolordu Kumandanının yanına gittim. Burası düşmanın mevzi almak üzere
bulunduğu bir yerdi. Oradan gördüklerime göre Uşak'a gitmek isteyen düşman
kuvvetleri, doğrudan doğruya Yunan Başkumandanı Trikopis'in emrinde Çalköy’ün
batısında, Aydemir, Adatepe, Ağaçköy mevkilerinin arasında bir daire halinde idi
ve arkasını da Kızıltaş Deresine vermişti. Birinci Ordu kıtaları da, bu daireyi doğu
dan ve güneyden sarmış bulunuyordu. İkinci Ordu kıtaları kuzeyden Çalköy, Kırk
pınar ve onun daha batısından sarmış bulunuyordu. Süvarilerimize de bu çembere
alma hareketini meydana getirmiş olan kıtalarla beraber sıkıştırma hareketi yap
maları emredildi. Artık hiçbir şeyden korkmaya lüzum kalmamıştı. Bütün topçuların
mümkün olduğu kadar yakından ve hatta açık mevziden ateş etmelerini emrettim.
Filhakika, öğleden sonra bu düşman ateşten bir daire içine alınmıştı ve gözlerimle
görüyordum ki düşman şaşkınlık alametleri gösteriyordu. Kuzeye, doğuya, batıya,
güneye, her tarafa başvuruyorlardı. Her taraf ateşle kapanmıştı, aynı zamanda
piyadelerimiz ateşten vazgeçerek, süngülerini taktılar ve bir an evvel düşman
mevziine girmek için saldırdılar, (alkışlar) Bu son vaziyetten iki buçuk saat sonra
süngülerimiz düşman göğsüne girmiş ve mesele halledilmiş bulunuyordu. Aynı
zamanda gece oldu ve sanki gecenin karanlığı pek feci olan bu manzarayı dünya
nın bakışlarından saklamak için acele ediyordu. (gülüşmeler ve alkışlar) Hakikaten
arkadaşlar, bu harp cephesini ertesi günü gezdiğim zaman, üzüntümü gizleyeme
dim. Bir asker için ve her hangi bir asker için, bu vaziyet çok üzüntü vericidir. Fa
kat Allah'ın bunlara bunu mukadder etmiş olmasına göre, burada bu vaziyeti mey
dana getirenler asker olamazlar. Bunlar her halde caniler ve katillerdir. (yaşa ses
leri, alkışlar) Artık düşmanın beş tümeni, tabii ki pek çok zarara uğradıktan sonra,
geri kalanı teslim olmaya başladılar. Bu teslim alma muamelesi birkaç gün devam
etti ve sonunda şuraya buraya başvurup kurtulmak imkanını bulamayan Başku

1012
mandan Trikopis de beraberindeki askerleriyle teslim olacak adam arıyordu. Te
sadüfen oralarda bir istihkam binbaşısı vardı. Ona haber göndermiş, binbaşı bu
yursun demiş ve derhal atına binmiş birkaç askerle beraber, dereye inmiş orada
bekleyen ordu artıklarını görmüştür. Bunlar, derhal generalleri, subayları ve asker
leri ile beraber, bu binbaşımızı selamladılar ve teslim oldular. (alkışlar)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Bir komedi gibi.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Arkadaşlar, bu muharebenin bu son safhası
devam ederken, kuzeyde Eskişehir, Seyitgazi tarafından bir düşman tümeninin
güneye doğru gelmekte olduğunu gördük. Bu vaziyet o kadar heyecan verici ve
müthiş idi ki bu tümenin orada görülmesi bizi biraz heveslendirdi ve hemen buraya
gelmesini temenni ettik. Ancak bu tümen vaziyeti anlamış olacak ki yolunu değiş
tirdi ve kayboldu. Sonra anladık ki bu tümen Kütahya istikametine gitmiş ve ora
dan da Gediz istikametine doğru yol almaya başlamış. Çünkü her tarafta askerle
rimize tesadüf etmiş ve askerlerimizin taarruzuna maruz kalmıştır. Biraz orada ve
biraz burada mağlup olduktan sonra Gediz istikametine geldi ve kıtaatımız tarafın
dan yakalanarak, bertaraf edildi. (gülüşmeler) Bu tümen düşmanın 15.Tümeniydi.
30 Ağustos günü Toklu Sivrisinde bulunan düşman, oraya taarruz eden kıtalarımız
tarafından atılmış, Toklu Sivrisi ve onun civarındaki mevziler elimize geçmişti.
Fakat biraz önce izah ettiğim gibi, düşmanın o civarda bulunan diğer kıtaları ile
birleşerek tekrar karşı taarruza geçmiştir. Orada zayıf bulduğu kıtamızı biraz da
geri sürmüştü. Fakat buradaki kıtamız takviye edilerek, ertesi gün bu üç düşman
kıtaları tekrar mağlup edildi ve Uşak istikametine atıldı. Eskişehir'de bazı çekilme
vaziyetleri görünmeye başladı. Binaenaleyh Ağustosun otuz birinci günü sabahle
yin vaziyet şöyle mütalaa olundu. Düşmanın burada beş tümeni imha veya esir
edildiği gibi, düşmanın mağlup olan üç fırkası İzmir istikametine doğru çekiliyordu.
Eskişehir'deki düşman grubu, bir tümeni ayrılmış olduğu halde, çekilme hazırlıkları
yapıyordu. Binaenaleyh, Meydan Muharebesi sona ermişti. Filhakika 26 Ağustos
sabahı başlayan ve beş gün beş gece devam eden Afyonkarahisar-Dumlupınar
Meydan Muharebesi son bulmuş ve düşmanın büyük bir kısmı imha edilmişti.
Arkadaşlar, bu Meydan Muharebesinde topçularımızın, piyadelerimizin, süvarile
rimizin, makineli tüfeklerimizin, tayyarecilerimizin ve her sınıf askerlerimizin gös
terdikleri gayret ve kahramanlık her türlü takdirin üstündedir. Üstelik askerlerimizin
Yunan Ordusunun kalp ve vicdanına verdiği dehşet çok müthiştir. O korku, ürperti
ve dehşet bütün Yunan Ordusuna sirayet etmiş bulunuyordu. Bundan sonraki
harekat bunun kati şahidi olmuştur. Netice olarak arkadaşlar, Yunan Ordusunun
vicdanında ve fikrinde ortaya çıkan bu korku, bütün Yunan milletine intikal etmiştir.
(kahrolsun sesleri) O kadar ki Ege adalarında bulunan Yunanlılar, Türk Ordusu
geliyor, diye kaçmaya teşebbüs ediyorlardı. (gülüşmeler) Arada deniz olduğunu
unutuyorlardı. (gülüşmeler) Kaçamayacaklarını anladıklarından dolayı çıldıranlar
vardı. Binaenaleyh bu Meydan Muharebesi hakikaten düşmanlarımız için çok kor
kutucu, ürpertici ve dehşetlidir. Bu muharebenin neticesi Yunanlıların ve Rumların

1013
kalbini sindirmiştir. Binaenaleyh bu muharebeye “Rum Sındığı Meydan Muhare
besi” demek, çok uygun olur.

TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Darısı İngiltere’nin başına.

YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Kısmetinde varsa, kaşığında çıkar.

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Şimdi bu suretle Afyonkarahisar'dan İzmir'e


kadar dört yüz küsur kilometrelik mesafe daha önce yapılan meydan muharebele
rinde olduğu gibi ordularımız tarafından on beş günde kat edilmiş ve milli ordunun
bu müstesna hareketi bilhassa takdir edilmiştir. Meydan Muharebesinden sonra
vaziyeti şöyle mütalaa ettik. Düşmanın İzmir istikametinde çekilebilen üç tümeni
vardı. Ayrıca Eskişehir'de ve Kocaeli Grubumuzun karşısında üç, dört tümen ka
dar düşman kuvveti vardı. Bunların süratle çekilmeleri ve Mudanya'dan vapurlara
binip İzmir'e götürülmeleri pek mümkün ve muhtemel idi. Düşman için en doğru
yol bu idi. Trakya'da ve şurada burada bulunan kuvvetleri de derhal İzmir'e getir
mek mümkündü. Şöyle, böyle düşman belki, bu suretle sekiz ila on tümen kuvveti
İzmir'in kuzeyinde toplayabilirdi ve İzmir'in doğusunda hakikaten, dar, sarp ve
kuvvetli bir arazi vardı. Bu kuvvetlerle böyle bir mevzii müdafaa edebilirdi ve böyle
yapmaları lazım gelirdi. (gülüşmeler) Aklın uygun gördüğü bu şeyi Yunanlıların
yapacağını da kabul etmek lazım idi ve artık ordularımızı bu yere sevk ve idare
ediyorduk. Yani Birinci ve İkinci ordular ve Süvari Kolordusu İzmir'e kadar takibe
devam edeceklerdi. Düşmanın durmasına ve tertibat almasına vakit bırakmaya
caktı. Ordu düşmana her nerede ve her hangi bir yerde tesadüf ederse, derhal
vuracak, derhal mağlup edecekti. Ordu bu emir dairesinde yürüdü. Diğer taraftan
da Eskişehir'den ve Kocaeli Grubumuzun karşısından kurtulmuş olan düşmanın
da takip edilmesini istiyorduk. Bunun için zaten Eskişehir'den taarruz ve düşmanı
takip eden kuvvetlerimizi, Kütahya üzerinden gönderdiğimiz süvari ve piyade kuv
vetleriyle takviye ettik. Bu kuvvetler doğrudan doğruya İnönü'ye gönderildi. Orada
Eskişehir'den çekilen düşman ile temas etti ve cereyan eden muharebede düş
man mağlup oldu ve Bursa istikametine doğru çekilmeye başladı. Daha kuzeyde
de başka bir harekat vardı. Şöyle ki Kocaeli Grup Kumandanı, bizzat kendisi idare
etmek üzere tertip ettiği bir müfreze ile Gemlik ile İznik Gölü arasındaki dar ve çok
kuvvetli düşman mevziine atıldı ve mevzii parçaladı. Doğrudan doğruya Eskişe
hir'den çekilen düşman kuvvetlerinin çekilme hattı üzerine mühim bir tesir yaptı.
Bu harekata karşı, Eskişehir istikametinden gelen düşman, çekilmekten başka bir
şey düşünemiyordu. Yalnız çekilirken büsbütün mahvolmamak üzere, şurada bu
rada bilhassa Keşiş Dağı ile İznik Gölü arasında, senelerden beri mevcut olan ve
her sene biraz daha takviye ettikleri mevzie çekildi ve orada durdu. Arkadaşlar,
birçok teferruat ile sizi yormamak için İzmir istikametindeki umumi taarruzun bütün
teferruatını söylemeyeceğim. Yalnız düşman Dumlupınar'dan sonra Uşak istika
metinde, Alaşehir'de, Salihli’de Ahmetli'de, Kasaba'da ve en nihayet İzmir'in kuze
yinde Nif’te durmaya teşebbüs etti. Bir taraftan da İzmir'e hariçten kıtalar getirili
yordu. Fakat her durma teşebbüsü arz ettiğim tertibatımız sayesinde, hemen taar

1014
ruzumuzla karşılanmış, düşman her teşebbüsünde bir defa daha mağlup edilerek
çekilebilmekten menedilmiştir. Yani düşman ordusu çekilememiştir. Arkadaşlar,
muharebeyi kabul eden düşman parçaları sağa sola dağılmıştır. Çekilen kıta yok
tur. Yalnız birtakım firariler vardır. Nihayet 9 Eylül’de öğleden evvel saat onda
süvari ve piyadelerimiz aynı zamanda İzmir’e girmiştir. Biz bu manzarayı İzmir'in
kuzeyinde Belkahve vardır, belki içinizde bilenleriniz bulunur. Oradan İzmir Körfe
zini seyrettik, ertesi gün doğrudan doğruya İzmir'in içine girdik ve Hükümet kona
ğına yerleştik. (elhamdülillah sesleri, alkışlar) Diğer taraftan Bursa istikametinde
çekilen ve Keşiş Dağı ile İznik arasında tutunmak isteyen düşman da mağlup
edilmiş ve Bursa istikametinde takip edilmiştir. Orada da 9 Eylül akşamı, Bursa’nın
doğusunda müdafaa etmek isteyen düşman artçıları atıldıktan sonra, Bursa'ya
kıtalarımız girmiş bulunuyordu. Arz etmiştim ki düşmanın kuzey grubuna mensup
15.Tümeni, Gediz mıntıkasında perişan olmuştu. İzmir'e girdikten birkaç saat son
ra, Menderes civarında iki alay kadar düşman askerinin toplanmış olduğunu öğ
rendik. İzmir'in vaziyetinden habersiz olacaklar ki Seydiköy üzerinden İzmir'e geli
yorlardı. (gülüşmeler) Bunun arkasından da bizim 3.Süvari Tümenimiz takip edi
yordu. Nihayet İzmir'in civar mahallelerine girdikten sonra bizim orada olduğumu
zu haber aldılar ve derhal kısa bir muharebeyi takiben teslim olmayı tercih ettiler.
Kıta halinde düzenli çekilen düşman yoktu. Fakat firar eden düşman askerleri
vardı. Firariler İzmir'e geldikleri vakit oradaki vapurlar, vapurun içerisindekilerin
heyecanı ile olacaktır ki durmaktan vazgeçmişler ve çekip gitmişlerdir. Binaena
leyh bu zavallılar Urla yarımadasına sapmaya mecbur oldular ve bunun için de
Urla’yı, Çeşme’yi düşmandan temizlemek üzere bazı kıtalara vazife verdik. Çeki
len bu perişan askerlerin denizden Yunan donanması tarafından korunması üzeri
ne bazı yerlerde durur gibi oldular, bunlar tekrar parçalanarak, nihayet 16 Eylül’de
buradaki en son Yunan askerleri kendilerini ya denize ya vapura veya sandala
atmakla memleketimizden çekilmiş oldular. (alkışlar) Kuzeyde harekat şu suretle
devam ediyordu. Düşman doğrudan doğruya Bursa üzerinden takip eden kıtaları
mıza taarruz ediliyordu. İznik Gölü’nün batısında Mudanya istikametinde yürüyen
kuvvetlerimiz düşmanın orada bulunan düşman kıtalarına temas etti. Bu düşman
askerleri vapurlara binmenin mümkün olamayacağına kani olacaklar ki başlarında
kumandanları olduğu halde, iki yüz subay, altı bin asker, silah ve cephaneleriyle
beraber teslim oldular. Ondan sonra kurtulabilen az sayıdaki düşman askeri batıya
doğru ilerlediler. Burada işini bitiren kıtalarımız bunların da peşine düştü ve Ban
dırma istikametinde takip etti. Önce Bandırma’nın doğusunda teşebbüs ettikleri
müdafaaya muvaffak olamadılar, mağlup oldular ve çok zayiat verdiler. Nihayet
Kapıdağ Yarımadasının içine girmekle kurtulacaklarını zannettiler. Mamafih pek
azı buna muvaffak olabildi. Ayın on sekizinde bu düşman kuvvetinden yalnız iki
piyade alayı, oradaki vapurlara binebilmiştir. Arkadaşlar, imha edilen, esir alınan
ve kaçan düşman kuvveti on iki tümendir. Zaten Anadolu'da bulunan Yunan tü
menlerinin adedi de on ikiden ibaretti. Harekatın teferruat ve tafsilatına fazla gir
medim, fakat bir şeyi tekrar etmek lazım gelir. Bu düşman çekilirken, uğradığı her
yeri yakmış, yıkmış ve aciz, müdafaasız ahaliyi, kadınları ve çocuklarımızı öldür

1015
müş ve yakmıştır. (kahrolsun sesleri) Bu müthiş faciayı lanet ve nefretle hatırla
mak lazım gelir. (lanet olsun sesleri)
REFİK BEY (Konya): Üzerimize musallat edenler utansınlar.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Arkadaşlar, biz bu harekatın neticesini ta
mamen bilerek yaptık. Bütün bunlar belki bütün dünyaya hayret verecek mahiyet
tedir. Onun için, ordumuzun kudretini anlamayan veya anlamaktan aciz olanlar, bu
muazzam eseri beklenmeyen bir tesadüf eseri gibi göstermek istiyorlar. Fakat
hiçbir vakit öyle değildir. Harekat bütün teferruatına kadar tamamen düşünülmüş,
planlanmış, idare edilmiş ve tatbik edilmiştir. (sürekli alkışlar) Düşman ordusu
taarruzumuz karşısında, bu felakete uğramamak için ne yapmak lazım gelirse
hepsini yapmaktan geri durmamıştır. Hakikaten ordumuzun öyle hareket edece
ğine ve böyle bir netice alacağına benim kanaatim vardı.
DURAK BEY (Erzurum): Meclisimizin de vardı, Paşam.

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Hürmet ederek ve yücelterek söylemek


mecburiyetindeyim ki doğrudan doğruya askeri harekat ile alakadar olan ve bunu
hazırlayıp ve idare eden her üç arkadaşım da benimle tamamen hemfikir idiler.
Söylemek mecburiyetindeyim ki aynı kuvvet ve kanaat ile bana iştirak eden bu
arkadaşlarımdan birisi Muhterem Genel Kurmay Reisi Fevzi Paşa Hazretleridir.
(alkışlar) Diğeri Garp Cephesi Orduları Kumandanı İsmet Paşa ve üçüncüsü de
Milli Savunma Vekili Kazım Paşa Hazretleridir. (alkışlar) Ordu Kumandanları paşa
lar ile kolordu ve tümen kumandanları harekatı büyük bir cesaret ve maharetle
idare etmişler ve diğer bütün kumandanlar da imrendirici bir fedakarlık hissi ile
vazifelerini yapmışlardır. Bu harekata başlamadan evvel, yani en son gün başta
bulunan komutanlar ile birbirimize dedik ki taarruz edeceğiz, aralıksız takip ede
ceğiz ve düşmanı imha ederek, sonunda muvaffak olacağız. Bu kanaate sahip
olmayanlar da vardı. Arkadaşlar, bu kanaate sahip olmayanlar değil, ordumuzun
yerinden kımıldayamayacağı ve taarruz kabiliyetinden mahrum olduğu düşüncesi
ne kapılan bazı kimseler de vardı. Belki de bu kuşku ve bu sözlerin söylenmiş
olması düşmanlarımızı çok ümitlendirdi. Belki de isabet oldu. Fakat bugün elde
edilen neticenin tarihimize şerefli bir sayfa yazılmasına sebep olduklarından dola
yı, onlara da ayrıca teşekkür etmek lazım gelir. (gülüşmeler) Arkadaşlar, biraz
önce de arz ettiğim gibi biz siyasi teşebbüslerimizde son noktaya geldiğimize kani
olduktan sonra bu harekete başladık. İzmir'e vardığımızda ordu tekrar siyasi te
maslara başladı. Arzu buyurursanız, tabii ki bu mesele Dışişleri Vekaletine ait bir
meseledir, yalnız orduyu alakadar eden noktayı izah edeyim. İzmir'e girdiğimiz
zaman orada bir İtilaf donanması vardı, İngiliz amiralinin kumandasında olmak
üzere. Bunlar benimle temasa gelmediler ve gelmek de istemediler. Yalnız orada
bulunan Birinci Ordu Kumandanı ile temas ettiler ki temaslarının mahiyeti şu idi.
Onların orada vatandaşları vardı. Onlar hakkında bir emniyet elde etmek istiyor
lardı. İngiliz amiralinin, Birinci Ordu Kumandanı ile yaptığı müzakere, belki siyasi
münasebetin başlangıcı kabul edilebilirdi. Bu amiral Birinci Ordu Kumandanına şu

1016
soruyu sormuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin, Büyük Britanya Hü
kümetine karşı vaziyeti nedir, yani harp halinde midir, sulh halinde midir? Bunun
üzerine kumandanımız da şu şekilde cevap vermiştir. Bu soruya cevap verebil
mem için evvela Büyük Britanya Hükümetinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi hak
kında vaziyeti nedir? Sizin Hükümetiniz bizimle harp halinde midir, sulh halinde
midir? Amiral, aramızda siyasi münasebetin mevcut olmadığını ve önce bunun
yapılmasının lazım geldiğini söylemiş. Kumandanımız da siyasi münasebetin arzu
edildiğini, fakat bunun kurulması için bir takım formalitelerin olduğunu ve bunların
ise ancak iki hükümet arasında yapılabileceğini söylemiştir. Karşılıklı iyi niyet için
de yapılmış olan bu müzakere neticesinde, fiilen harp hali olmadığı fikrini taraflar
kabul edilmiş oluyor. Fakat ondan sonra orada bulunan bir İngiliz ki vaktiyle kon
solos imiş, beni görmek istedi. Tabii ki konsoloslarla veya konsolos gibi vazife
yaptığını iddia edenlerle, oradaki Valimiz görüşebilirdi. Fakat bu kişi mutlaka beni
görmek istedi. Ben de en nihayet kabul ettim. Kendisi birtakım teminat istemeye
kalkıştı ve aşırı birtakım tekliflerde bulunuyordu. Tabii kendisini iddia ettiği gibi
kabul edemez ve tanıyamazdım. Zira hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisince
tasdik olunmuş bir muamele yoktu. O bütün bunlardan habersiz olarak bana dedi
ki siz İngiltere Hükümetine harp mi ilan ediyorsunuz? Siyasi münasebet kurulmuş
değildi ki yeniden harp ilanı olsun. Bu sözlerin konuşulması bir yanlış anlaşılmaya
sebep oldu ve bu kişi bunun üzerine şuna, buna gitmiş ve bilhassa Amerikalılara
da harp ilanından bahsetmiştir. Daha sonra İngiliz Amiralinden bir mektup aldım.
Diyordu ki Konsolosumuzu kabul etmiş ve kendisine harbe dair sözler söylemişsi
niz, hâlbuki Birinci Ordu Kumandanınız ile aramızda buna dair bir kelime ifade
edilmemiştir, hakiki fikrinizi öğrenirsem Hükümetime bildireceğim. Ben buna cevap
verdim. Birinci Ordu Kumandanımızın sözlerine benim de iştirak ettiğimi söyledim.
Yani aramızda siyasi münasebet yoktur, kurulması arzumuzdur, dedim. Benim bu
cevabım, İngiliz Amirali tarafından memnuniyet verici görülmüş. Yalnız, ben onun
mektubunu hususi bir mektup olduğu için, ben de hususi bir cevap vermiştim. O
ise, mektubunun hususi olmadığını ve İtilaf devletleri adına olduğunu, mektubumu
götüren subaya söylemiş ve ilaveten demiş ki bunu alakadar devletlere yazaca
ğım, alacağım cevabı size bildiririm. Ondan sonra General Pelle benimle konuş
mak istedi ve İzmir'e geldi. Pelle yarı resmi bir vaziyette geliyordu. Fakat tabii Hü
kümeti tarafından gönderilmiş olduğuna şüphe yoktur. Bilhassa askeri harekatımı
zın Çanakkale ve İstanbul istikametlerinde, kendilerince tarafsız dedikleri mıntıka
ya dahil olmamasını söyledi. Halbuki şimdiye kadar Hükümetimize tarafsız mıntı
kadan bahsedilmemiş ve Hükümetimizce böyle bir mıntıka hududu kabul edilmiş
değildi. Bu itibarla ben kendisine öyle bir mıntıka bilmediğimizi ve kabul etmediği
mizi, düşmanı takip etmek için yürümeye mecbur olduğumuzu söyledim. Ondan
sonra Franklin Bouillon’dan hususi bir telgraf aldım. Franklin Bouillon benim şahsi
arkadaşımdır ve o sıfatla benimle görüşmek istiyordu. Kendisini İzmir'de görebile
ceğimi cevaben bildirdim. Filhakika İzmir'e geldi. Geldikten sonra anlaşıldı ki
Franklin Bouillon Fransa Hükümeti tarafından ve İngiltere ve İtalya hükümetlerinin
de muvafakati ile benimle görüşmeye geliyordu. Bu esnada ordularımız İstanbul

1017
ve Çanakkale üzerinden geçerek Trakya'da da düşmanı takip etmek, mağlup et
mek ve milli hududumuzun en batısına kadar ulaşmak için ilerliyordu. İtilaf devlet
lerinden Hükümetimize gönderilmek üzere bir sureti Dışişlerine, bir sureti de Baş
kumandanlığa verilen nota geldi. Bu nota, esaslı olarak, iki noktaya dairdi. Biri
askeri harekata aittir, diğeri sulha, konferansa aittir. Ben yalnız askeriyeye ait olan
kısmına temas edeceğim. Tabii Hükümetimiz bu notaya cevap verecektir. Askeri
kısmında talep olunan şey, askeri harekatın sona erdirilmesi isteniyordu. Halbuki
biz, milli hudutlarımıza kadar, işgal altındaki topraklarımızı düşmandan temizle
mek mecburiyetindeyiz. Fakat mutlaka bunu harp ve darp ile de yapmaya hevesli
değiliz. Meclisinizin ve Hükümetinizin düşüncesi mutlaka muharebe etmek, mutla
ka kan dökmek ve milli maksadımızı süngü ile elde etmek değildir. Binaenaleyh
1914 hududumuza kadar Trakya'daki düşman askerleri çıkarılırsa, fazla bir hare
kat yapmaya ihtiyaç olmaz. Boğazlar meselesine gelince, Milli Misakımızda açıkça
ifade edildiği gibi, boğazların serbestliğini talep edenlerden birisi ve belki de birin
cisi biziz. Binaenaleyh boğazların serbestliğini ihlal etmek için bir düşüncemiz
mevcut değildir. İşte bu notada zikredilen askeri konferansı, Başkumandanlık mu
vafakat etmiştir. Bu Mudanya Konferansında tespit olunacak şeyler arz ettiğim gibi
Trakya'nın tahliye olunup bize devir ve teslim edilmesidir. Buna karşı biz de ordu
larımızı boğazlardan uzak bulunduracağız. Bunun şekil ve teferruatı, Başkuman
dan adına salahiyetli olarak toplantıya gitmiş olan Garp Cephesi Orduları Kuman
danı İsmet Paşa ile diğer İtilaf generalleri tarafından tespit olunacaktır. Her halde
Trakya'nın bir an önce tahliye edilmesi lazımdır. Çünkü Yunanlılar Anadolu'da
tahliye ettikleri yerlerde olduğu gibi orada da halka eziyet ediyorlar, cinayetler
işliyorlar, tahribat yapıyorlar. Malumunuz olduğu üzere, son günlerde Yunanistan'-
da ihtilal, isyan çıkmıştır, karışıklık vardır. Binaenaleyh dindaşlarımızı bir an evvel
kurtarmak mecburiyetindeyiz. Orayı derhal teslim almak bir acil bir iştir ve İtilaf
devletlerinin de bu hususta bize yardım etmesini rica ettik. Bu esaslar üzerine
dünden beri Mudanya'da müzakereler cereyan etmektedir. Neticesini anlayacağız.
Arkadaşlar, üç seneden beridir, yolunda çalıştığımız ulvi ve mukaddes maksat,
milletin umumi ve müşterek gayret ve yardımlarıyla elhamdülillah hakikat oluyor.
(elhamdülillah sesleri)

YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Yüksek yardımlarınızla...

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Bizi isteklerimizden alıkoyacak ortada hiçbir


mani kalmamıştır. (alkışlar) Anlattığım gibi düşman ordusu tamamen imha edilmiş
tir. Yunan Ordusunun en son askeri Anadolu'muzdan temizlenmiştir. (alkışlar)
Kahraman askerlerimizin süngülerinden canlarını kurtaranlar, dünyaya karşı
utançlarından yüzleri kızararak firar etmişlerdir. (şiddetli alkışlar) Bu firariler asker
değil, fakat haydutlar, canilerdir. Biraz önce de arz ettiğim gibi, her geçtikleri yerde
müdafaasız bir halde bulunan kadınlarımızı, çocuklarımızı, ihtiyarlarımızı kesmiş
ler ve yakmışlardır. (kahrolsun, lanet olsun sesleri) Birçok köy ve kasabalarımızı
ateşlere vermişler ve harabeye çevirmişlerdir. Bu zulüm ve vahşetin tesirini, bütün
insanlık ve medeniyet ümit ederim ki hissedecektir. Arkadaşlar, Kral Konstantin'in

1018
memleketimizin en zengin ve en bayındır yerlerine dikilen gözleri, bugün yine
kendi cani askerleri tarafından atıldığı hapishanesinde kan ağlıyor. (kahrolsun
sesleri) Sevgili milletimizin hiçbir zaman zincir altına girmeyecek olan hürriyet ve
istiklaline göz diken, kasteden Yunan Milleti, bugün baştan aşağıya kadar isyan
ateşi içinde matem saatleri yaşıyor. (daha berbat olsun sesleri)
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): İstanbul'daki efendisi ne yapıyor, acaba?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Gelecek endişesi ile perişan bir haldedir.
Görüyorsunuz ki bize yapmak istedikleri bütün felaketleri, Cenabıhak onların başı
na verdi. Cenabı Allah'ın adaletinin bu kadar belli olan tecellisine hep beraber
hamdüsena edelim. (hamdolsun sesleri) Arkadaşlar bu Anadolu Zaferi, tarihte bir
millet tarafından tamamen benimsenen bir fikrin ne kadar kudretli ve ne ihya edici
bir kuvvet olduğunun en güzel misali olarak kalacaktır. (şiddetli alkışlar) Önümüze
dikilen bütün engelleri birer birer yıkıp aştıktan sonra, bugün artık Milli Misakın
çizdiği hudutlar dahilinde mesut, müreffeh ve hür yaşamak için her ne lazımsa
bunların hepsini yapacağız. (alkışlar)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Yaşa Halkçı Fatih.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Düşman elleriyle viran olmuş ve milletimiz
tarafından her köşesini kurtarmak için seve seve can verilmiş ve çocuklarımızın
kanı ile sulanmış olan yurdumuzun ufkunda artık sulhun tatlı güneşi gecikmeye
cektir. (inşallah sesleri) Arkadaşlar, milletimiz tek bir adam gibi gösterdiği sarsıl
maz birlik ve gayret sayesinde bu muvaffakiyeti ortaya çıkarmıştır. (teşekkür ede
riz, varol sesleri) Milletimizin sulh işlerinde de sulhtan sonraki işlerde de aynı da
yanışma, gayret ve birliği göstererek, bu zaferi tamamlayacağına şüphe yoktur.
(hiç şüphe yok sesleri) Bu zafer bize bir imkan sunuyor. Biz bu imkanı memleke
timizin, milletimizin münevver, mesut ve rahat geleceği için kullanacağız. (inşallah
sesleri) Arkadaşlar, sözlerime son vermeden evvel iftiharla şunu arz edeyim ki bu
hareketi yapan bir ordunun babalarından ve analarından ibaret olan milletimiz,
bütün dünyaya karşı en yüksek hürmeti kazanmıştır. Milletimiz korkmadan iftihar
edebilir. Buna hakkı vardır ve ben böyle bir milletin aciz bir ferdi olmakla en büyük
saadeti hissediyorum. (şiddetli alkışlar) Bu muharebe meydanlarında emsalsiz
kahramanlıklar göstermiş subaylarımızın, askerlerimizin ve kumandanlarımızın
her biri ayrı ayrı birer destan yaratmışlardır, hürmetle ve takdirle yad ediyorum.
(alkışlar) Bu kahramanlık meydanlarında rahmeti rahmana kavuşan şehitlerimizin
ruhlarına hep beraber fatihalar gönderelim. Arkadaşlar, en son sözüm budur. Kah
ramanlık meydanlarında ölenlerin analarına ve babalarına taziyeler değil, fakat
tebriklerimizi sunuyorum. (şiddetli alkışlar)
ŞEREF BEY (Edirne): Efendiler, Muhterem Gazi Reisimizin askeri harekat hak
kında bize söylediklerinden anladığım bir söz vardır. O da milletin azim ve imanını
temsil eden Mehmetçik süngüsünü taktı, Türk vatanına haksız saldıran alçak, cani
düşmanı denizin ötesine attı. Efendiler, üç senedir şu Meclis çatısı altında toplanıp

1019
el ele vererek acı, tatlı birçok günler geçirdik. Başkumandanımızın burada bütün
tafsilatıyla anlattıklarından ben bir şey anladım, o da Hak'tan doğan kuvvetin
önünde eğilmeyecek dünyada hiçbir şey yoktur. Biz, dünyada davaların en haklısı
olan Türk davasını müdafaa ederken, hiç kimseye taarruz etmedik, hiç kimsenin
hakkını çiğnemedik. En gür, en imanlı seslerimizle bütün dünyaya bağırmış ve
nihayet Koca Gazi’nin burada dediği gibi, İçişleri Vekilimizi sessizce Avrupa'ya
gönderdik. Kan akmamasının yollarını aradık. Bütün bu mesuliyet tamimiyle buna
sebep olanların sırtında olmak üzere harbe başladık. Allah'a hamdolsun, muzaffer
olarak gayemize ulaştık. Bunun için, benim de şahsi bir düşüncem var. Şimdi
Trakya sahillerinde, Trakya'da yürümekte olan ve orada yerleşmekte olan ordu
muzun al sancağını, Sultan Selim Camisinin üzerinde artık bir gün evvel görmek
tir. Ben hamiyet sahibi Başkumandanımızın ve şanlı ordumuzun tamamını selam
larken, efendiler Türk tarihinden örnek alırken, Koca Hızır'ın yaptığı gibi, aynen o
numuneyi temsil eden şanlı ordumuza bütün hürmetler, selamlar gönderir ve mü
barek vatan için canını veren bütün şehitlerin analarına, babalarına Başkumanda
nımızın dediği gibi hürmetler tebrikler takdim ederim. (alkışlar)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, en sevgili Reisimiz Başkumandan Pa
şa Hazretlerinden az zaman için ayrı kaldık. Fakat bu az zaman içinde bize ne
derece büyük sevinç verici müjdeler dinledik. Kendilerine en sıcak ve samimi hür
metlerimi takdim ederken, zannediyorum ki buna bütün arkadaşlarım da iştirak
ederler. (hay, hay sesleri) Efendiler, Türk köylüsü Dünya Harbinden çıkmış ve
henüz yaralarının kanları akarken, o kanlı yarasına hançer saplayan hain düşma
nın harekatını hatırınıza getirmek isterim. Milli ülkünün rehberi olan Gazi Paşa
Hazretleri bugün bu ordunun kumandanlığını kabul ettiği gibi, milli ülkünün rehber
liğini de kabul etmiştir. Kulaklarım pek alışkındı, bizim en felaketli günlerimizde
müjdeli beyanatları ile bizi sevindiriyordu. Felaketli günlerimizde kendilerinden
dinlediğim sözler ile şimdi söylenen sözler arasında hiçbir fark görmüyorum. Anka
ra'nın etrafındaki isyanlar, düşmanın azgınlıkları, İzmir yangınları karşısında ne
kadar soğukkanlılıkla beyanat verdiyse, bugün şan ve şerefle milletin gayelerine
ulaştığımız zamanda bile aynı lisan, aynı ifade var, ne büyük, ne azametli bir ruh.
İşte efendiler, milletinden aldıkları ilhamı hakkıyla göstermekle bahtiyar olduğumu
buradan bir defa daha ilaveten arz eylerim. (alkışlar) Dünya Harbinden sonra,
Türk köylüsü kılıcını bırakmış, sabanına sarılmıştı. O hiçbir şey istemiyordu. Yal
nız diğer milletler gibi, refahını temin ederek, kendi kudretiyle yaşamak istiyordu
ve medeniyetin imkanlarından istifade etmeyi hedef alarak, kendisini her türlü
baskıdan kurtarmak için feryat ediyordu. Fakat efendiler, bu millete hayat hakkı
tanımayan bazı milletler hücum ettiler. Öncü olarak Yunanlıları gönderdiler. O
kanlı ellerin, yakmadığı evler, yıkmadığı ırzlar kalmadı. Bu zavallı memleketin
işgal edildiği yerlerde işte bu milli coşku en nihayet kendilerinin zulmünü boğdu.
İşte biliyorsunuz müdafaadan mahrum olan sahillerinizi bombardıman ettikleri o
gün yine buradan arz etmiştim. Hakkın zulme karşı geleceğine ve bu zulmün ni
hayet bulacağına imanı vardı. Biz bu neticeye ulaştık. Çok güzel buyurdukları gibi

1020
bu harp sahnesi bitti. Bundan sonra yaşamak sahnesi geldi. Bir çelik çember içeri
sindeyiz. Hiçbir düşman tecavüz edemeyecek. Türk köylüsünü tebrik ederim ki
bundan sonra artık kendi sabanına sarılarak yaşamak için kendisine imkan veril
miştir. Refah kapıları açılmıştır. Evet, bugün bu zaferi bize sağlayan Başkuman
dandan rica ederim ki çiftçinin başında yine o zekaları sayesinde yine rehberlik
ederek, yine muzaffer olduğumuzu buradan bir daha hatırlatmalarını ve Cenabı
Hakkın yardımlarını temenni ederim.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar, ordu hakkında, zaferin yüceliği, büyüklüğü
hakkında, benim lisanımda hiçbir kelime yoktur ki tam bir mana ifade edebilsin.
Yalnız ordumuzun çarpıştığı ruh gibi, nur gibi uçtuğu bir günde demiştim ki yoktan
var olan ordu, Allah ordusu yürü, yürü, sen ruhsun, nursun, Cihanı bürü, bürü.
Allah'a hamdederim efendiler, bu hakikat bütün parlaklığı ile tecelli etmiştir. Efen
diler, o büyük ordunun başında bulunan o büyük insana karşı verilecek tek bir
unvan, bir sıfat vardır ki onu ne dünya ve ne Meclis ve ne de hiçbir kimse düşü
nemiyor. Arkadaşlar, düşman karşısında yalnız muzaffer bir kumandan değil, taçlı
bir zafer değil, o aynı zamanda en büyük bir unvan olmak üzere şu hakkı kazan
mıştır, Türkiye'de halkçılığın fatihi. Evet, bundan bir iki ay evvel Paşa Hazretleriyle
cepheye giderken trende bize bir projeden, bir plandan bahsettiler. Arkadaşlar, o
plan Teşkilatı Esasiye Kanununun bir müsveddesi idi. Binaenaleyh ben burada
yalnız ve yalnız en fazla bu unvan ile kendilerini acizane tebrik ederim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim daha söz alan arkadaşlar vardır. (ço
ğunluk kalmadı sesleri) Efendim beş dakika istirahat edelim.

(Aradan sonra Hükümet tarafından gizli oturum teklif edildi, kabul edildi ve başka bir
1
gündem maddesine geçildi.)

4 EKİM 1922: GİZLİ OTURUMDA İTİLAF DEVLETLERİNE VERİLECEK CEVAP


NOTASININ GÖRÜŞÜLMESİ VE MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 112.Birleşim, Gündem: 2/2)

Mustafa Kemal Paşa henüz İzmir’de iken İtilaf devletlerinin ateşkes


ve barış konferansları toplanması için hazırladıkları nota Ankara’ya
ulaştı ve Meclisin 25 Eylül 1922 günkü oturumda okundu. Bunun üzeri
ne Dışişleri Bakanlığı bir karşı nota taslağını hazırladı ve Meclise sun
du. Bazı milletvekilleri cevabın bir an önce gönderilmesini, bazı millet
vekilleri de biraz daha düşünüp tartışarak daha geç gönderilmesini
istediler. Ama Meclisin tamamı barış masasına oturmaktan yana idi.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (4 Ekim 1922), 1.Dönem, c.23, s.264-278 http://www.tbmm.gov.tr/

1021
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Celseyi açıyorum efendim. Buyurun Rauf Bey.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, bir meselenin müzakeresi için gizli
celse talep ediyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Katipler salonu tahliye etsin efendim. Devam
buyurunuz Rauf Beyefendi.
RAUF BEY (Devamla): İtilaf devletlerinin gönderdiği notaya verilecek cevap Yüce
Meclisinize arz edilecektir. Bunun gizli celsede mütalaasını talep ediyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, malumunuz celse aleni idi. Gizli cel
seye çevirdik. Bundan evvel bir kaç arkadaş Paşa Hazretlerinin beyanatı dolayı
sıyla söz almışlardı. Şimdi Rauf Bey celsenin gizli olmasını teklif ediyorlar.
BİR MEBUS BEY: Efendim, rica ederim gizli celselik bir şey yoktur.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Celsenin gizli olmasını kabul edenler. Kabul
etmeyenler. Kabul edilmiştir. Buyurunuz Yusuf Kemal Beyefendi.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim, üç müttefik devletin Hükümetimi
ze teklif etmiş oldukları 23 Eylül 1922 tarihli notaya karşılık hazırlanan cevap no
tasını Yüce Meclisinize arz ediyorum. (basıldı mı sesleri) Efendim, matbaada imiş,
şimdi basılıp, dağıtılacaktır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Beş dakikaya kadar, nota okununcaya kadar
dağıtılacaktır, efendim.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Notayı arz ediyorum efendim, okuyorum.

İTİLAF DEVLETLERİ HÜKÜMETLERİNE GÖNDERİLECEKLECEK CEVAP


NOTASI
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti üç müttefik hükümette, tebliğ ettik
leri 23 Eylül 1922 tarihli notadan dolayı teşekkür ve bu notaya mevzu olan fikri,
yani Hükümetimizin istiklal mücadelesine başladığı andan beri hazırlayıp ilan
ettiği azim ve iradeye o kadar tam bir surette uyan adil ve devamlı bir sulhun
arzusunu takdir eder.
Nota iki hususa dairdir. Şu andaki mevcut askeri vaziyet ve bir sulh ant
laşması imzalanması için müzakerelere başlanması.
Askeri vaziyet hakkındaki isteklerimiz 9 Eylül 1922 tarihli nota ile bildiril
mişti. Bu notanın neticesi olan Mudanya Konferansı 3 Ekim 1922 tarihinde
başlamıştır. Bu konferansta kabul edilecek kararları imza edecek olan hükü
metlerin, bu kararları tamamıyla uygulayacaklarına inanıyoruz.
İkinci noktaya gelince, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türkiye ile
İtilaf devletleri ve Yunanistan arasında yapılacak olan sulh antlaşmasını müza

1022
kere etmek ve imzalamak gayesiyle yapılacak olan toplantıda delegelerini gön
dermeyi kabul eder.
Hükümetim, üç müttefik hükümetin notalarında konferansın Venedik’ten
başka bir şehirde de yapılabileceğini kabul etmiş olmalarından istifade ile daha
fazla kolaylık temin edeceği için İzmir’de toplanmasını pek faydalı olarak dü
şünmektedir. Bu şehrin konferans yeri ve tarihini 20 Ekim 1922 olmasını teklif
ederiz.
Üç müttefik hükümet tarafından konferansa davet olunan devletlere ge
lince, İtilaf devletleri ile Yunanistan'dan başka iki devlet daha konferansa davet
edilmişlerdir. Bu devletler, harp eden devletler oldukları için değil, belki yalnız
sulh yapılınca hallolunacak bazı meselelerinden dolayı iştirak ettirilmek istenili
yor diye düşünüyoruz. Bu mahiyette bulunan yegane mesele ise boğazların
statüsünün ne olacağından ibarettir. Bu iki devlet sulh konferansına davet edil
dikleri halde, uzun bir sahile sahip bulunan Rusya'nın ve Ukrayna ile Gürcistan
'ın unutulmuş olmasını Hükümetim hayretle karşılamıştır. Bu devletlerin de
katılmasıyla konferansta alınacak kararların daha tesirli olacağı şüphesizdir.
Binaenaleyh İtilaf devletlerinin davete karar vermiş oldukları iki hükümet gibi bu
cumhuriyetlerin delegelerinin de konferansa davet edilmelerini Türkiye Büyük
Millet Meclisi Hükümeti kesin olarak teklif eder.
Hükümetim, Trakya üzerindeki münakaşa edilmez olan haklarımızın
teslim edilmiş olmasını memnuniyetle karşılamıştır ve bu münasebetle İtilaf
devletlerine teşekkür eder. İstanbul'da ve Marmara Denizi’nde haklarımız saklı
kalmak şartıyla boğazların serbestliğinin ve azınlık haklarının, Türkiye'nin ha
kimiyeti, istiklali ve Ortadoğu halklarına haklarının iadesi ile mümkün olacağın
da esas itibariyle ihtilaf görülmemektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Milletler Cemiyeti’ne kabulü hu
susunda vaat edilen yardımdan dolayı üç İtilaf devletine teşekkür eder ve bu
hususa dair kararımızı vakti geldiğinde bildireceğini ilave eder.
Hükümetim, Hilafet Makamı olan İstanbul'un müttefik askerlerden tahli
yesine dair teminatı büyük bir memnuniyet ile bunu bir senet olarak kabul eder.
Gene de bu vaadin bir an evvel gerçekleşmesinin ne derece sabırsızlıkla bek
lendiğini, İtilaf devletlerinin takdir etmekte olduğuna Hükümetim inanmaktadır.
İtilaf hükümetleri notasının sonunda yazılmış olan hitap, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Hükümetini şiddetle memnun eylemiştir. Meşru talepleri kabul
edilecek olan Türkiye'nin, bütün medeni dünyanın istediği bir sulhun kurulması ve
devamı hususunda her türlü yardımı yapacağına, harbin açtığı yaraları tedavi
etmek için herkesin üstüne düşen faaliyeti ve sulha olan isteği anında dürüstlük
ve doğruluk ile katılacağına bütün devletler itimat ve kanaat edebilirler.
TBMM Hükümeti Dışişleri Vekili
Yusuf Kemal

1023
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Mesele budur, ehemmiyetlidir ve acildir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, Milli Savunma Komisyonu da Paşa Hazret
lerinin bu lütfüne karşı iki kelime ile teşekkür etmek isterdi. Binaenaleyh bu hakkın
geçilmemesini rica ederim.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Şimdi arkadaşlar, İtilaf devletlerinin notasını
alalıdan beri epey vakit geçti. Cevabın bu zamana kadar tehir edilmesinin sebebi
hepinizce bilinmektedir. Araya siyasi olmaktan çok askeri mevzular girdi. Biraz
önce Başkumandan Paşa Hazretleri bunu izah buyurdular. Paris'te yapılan toplan
tıda İtilaf devletleri anlaştılar ve Fransa hususi temsilcisi Franklin Bouillon İzmir'e
geldi. Kendisi ile görüşüldü. Aynı zamanda Paşa Hazretlerinin de izah ettikleri gibi
ordumuz da Çanakkale'ye dayandı. Binaenaleyh bir an evvel Mudanya Konferan
sını toplamak, davet etmek icabetti. Başkumandanlık ordunun harekatını durdur
ma emrini vermekle beraber İzmir'den Ankara’ya Hükümete gönderdiği bir tezkere
ile Hükümetçe bu hususta yapılması icap eden şeyin yapılmasına lüzum gösterdi.
Hükümetten Dışişleri Vekaletine havale olunan bu tezkere üzerine Dışişleri Vekili
olarak ben doğrudan doğruya, Franklin Bouillon vasıtasıyla Fransa Dışişleri Neza
retine bir telgraf çektim. Aynı telgraf sureti İstanbul’daki temsilcimiz Hamit Bey
vasıtasıyla İngiltere ve İtalya temsilcilerine tebliğ edildi. Notada bahsedilen 29
Eylül tarihli notamız odur. Mudanya Konferansına İtilaf devletleri adına katılacak
generallerin isimleri bize gelmedi. Yalnız kendileri fiilen dün Mudanya'ya geldiler.
Malumunuz bize verilen 23 Eylül 1922 tarihli notada Trakya'nın bize verilmesi için
İtilaf devletlerinin Konferansta yardım edecekleri belirtiliyordu. Aynı zamanda Yu
nan askerlerinin Trakya'dan çekileceği hattı tayin için Mudanya'da veya İzmit'te bir
konferans yapılması teklif ediliyordu. Yunan askerlerinin ve ordusunun çekileceği
hattın tayininden bahsediliyordu. Fakat Trakya'nın bize tesliminden bahis olunmu
yordu. Biz ise bu ikisinin arasında bir çözüm yolu bulduk ve bunu teklif ettik. Yani
Trakya'nın teslimi konferans zamanına kalmamalıdır. Trakya derhal bize teslim
edilmelidir. Binaenaleyh Trakya bizim idaremize derhal teslim edilmelidir, dedik.
Yunan askerlerinin Trakya'da yapmış olduğu zulmü ileri sürerek bunun bir an ev
vel hallolunmasını istedik. Mudanya Konferansının derhal davet edilmesi için,
Perşembe günü öğle vakti İzmir'e gelmiş olan Franklin Bouillon’la görüşülmüş
olduktan sonra gerek Yüce Meclisinize, gerek Hükümete bu hususta uzun uzadıya
izin almak tarafına gidilemedi.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Sebep?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Arz ediyorum efendim, acildi. Çünkü askerlerimiz
İngilizlerle Çanakkale'de karşı karşıya gelmişlerdi. Çünkü İngilizlerden sert sözler
işitiliyordu. Çünkü bu vaziyet doğrudan doğruya Dışişlerine ait değildir. Doğrudan
doğruya Başkumandanlığa aittir. Kendileri de biraz önce burada fikirlerini arz etti
ler. Belki mesele bir buhranlı vaziyet almakta idi. Bu bir zarurettir ki bizi bu yola
sevk etti. Yani yapılan hareket bir zaruri harekettir. Memleket için belki bir tehlike
yaratabilir korkusu ile ve aynı zamanda işin bir an evvel önünü almak için Trak

1024
ya'mızın hiç olmazsa idaremize geçmesi için yapılmıştır. Yüce Meclisinizden hiç
bir şey saklı kalmamalıdır. Her şeyi Meclisinize arz ediyoruz. Öyle ümit ediyorum
ki bütün olanları arz edebildim. Mesele bundan ibarettir. Artık takdir Yüce Heyeti
nize aittir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Bey usule dair bir şey söyleyeceğim. Vekil
Beyefendi Vasıf arkadaşımıza bir şey soruyor ve bir önerge tanzim ediyor, benim
de kanaatime uygun geliyor. Yani şurasını izah buyururum ki bu notayı Mudanya
Konferansının neticesine kadar tehir etsek, daha uygun olmaz mı?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim, Yüce Meclisiniz öyle emrederse pekala
olur. Yalnız İngilizler bundan istifade etmek istiyorlar. Türkler notamıza cevap
vermedi, cevap gecikti diye başka bir şeyler yapma ihtimali vardır. İstanbul'dan
olsun, Paris'ten olsun, bir an evvel cevap verin merkezindedir. Zaten nota bugün
tespit edilecek olursa cevap yarın açık olarak yazılacaktır. Şimdi müsaade buyu
run gizli olarak burada sohbet havasında biraz daha konuşabiliriz. Düşünülecek
noktalar vardır. Mudanya Konferansı ya bir karara bağlanır veya bağlanmaz. Bir
karar alındığı takdirde ki ümit ediyorum mesele yoktur. Bir karar alınmadığı takdir
de artık...
SELAHATTİN BEY (Mersin): Biz de cevabı vermiş oluruz.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Başka türlü hareket etmek icap edecek. Acaba
bu hareketle beraber konferans davetini kabul etmek mümkün değil midir? Yani
konferansa katılmak bu hareketten ayrı bir şeydir. Şurayı tekrar, tekrar Yüce He
yetinizin dikkatine arz ederim ki şüphesiz takdir buyurursunuz, karşımızda üç müt
tefik devleti görmek, onlara karşı harp vaziyetine geçmek uzun uzadıya düşünüle
cek bir şeydir. Hakkımız olmakla beraber açık, seçik düşünmek mecburiyetindeyiz.
VEHBİ EFENDİ (Konya): Yusuf Kemal Bey notayı tehir edelim diyorlar. Halbuki
onlar bizim İzmit notamıza altı aydır, cevap vermediler. Biz de üç gün tehir edelim,
sonra olsun.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ben usule dair bir şey soracağım. Vekil Beyefen
di gazeteler bunu temin eder zannederim. Hükümet Meclise vermiştir diye bir haber
çıksın, iki gün geçerse emri vaki karşısında kalmayalım. İmzamızla tutulmayalım.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Reis Bey, sözler usule dair değil, bunlar mütala
aya aittir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Usule aittir, efendim.
ALİ CENANİ BEY (Gaziantep): Efendim, ben usul hakkında değil nota hakkında
söyleyeceğim.

1025
NEBİZADE HAMDİ BEY (Trabzon): Efendim, Dışişleri Vekili Beyefendi diyorlar ki
meselede bir mahzur yoktur. Halbuki benim fikrimce mahzur vardır. Sulh Konfe
ransı ne gibi şartlar altında olacaktır? Vaziyet ne suretle tespit edilecektir?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim ben mahzur vardır, yoktur diye bir şey
söylemedim. Bana bazı arkadaşlar tarafından cevap notasının gönderilmesinin
tehir edilmesi teklif ediliyor. Tehir edilmesi uygun olur. Fakat herhalde Yüce Mecli
siniz, Dışişleri Vekilinden daha fazla mahzuru daha iyi bilir. Sonra Efendim Hüse
yin Avni Bey gazetelerle duyuralım, buyurdular. Efendim karşımızdaki adamların o
gazeteleri, ajansları nasıl kullandıkları malumdur. Onlar o yolları bizden iyi bilirler.
Onun için meseleyi değiştirmez. Mecliste müzakere olursa olur. Fakat arz ettiğim
gibi bu cevap notasının gönderilmesi herhalde faydalı olacaktır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) : Efendim, baştan sona kadar Dışişleri Vekili
Beyefendinin vermiş olduğu izahatı dinleyemedim. Fakat bu notaya cevap vermeyi
Mudanya Konferansı neticesine kadar tehir etmek gibi bir temayül var. Benim
bildiğimi ve hissettiğimi arz edeyim. Bu notaya bir an evvel cevap vermek, muva
fakat vermek lazımdır. Bu notaya verilecek cevap ile Mudanya Konferansının neti
cesinde hiç bir alaka ve münasebet yoktur. Bu nota iki noktayı ihtiva ediyor. Biraz
önce de arz etmiştim, birisi doğrudan doğruya askeri harekata aittir. Bu notaya
göre İtilaf devletlerinin talep ettiği şey, Yunan Ordusunun tayin edilecek herhangi
bir hatta çekilmesi işini görüşmekten ibarettir. Halbuki biz bu teklifi fiilen kurmuş
bulunuyoruz. Bilakis Mudanya Konferansını büsbütün başka esaslar üzerinden
başlatmış bulunuyoruz. O esaslar Trakya'nın bir an evvel tahliye edilip bize teslim
edilmesinden ibarettir. Buna karşılık Çanakkale’den Trakya’ya ordumuzun geç
memesine aittir. Şimdi Mudanya konferansı ister müspet, ister menfi netice versin,
biz bir an evvel sulh masasının başına geçmeliyiz. Binaenaleyh neden dolayı çe
kiniyoruz. Biz, Mudanya Konferansı menfi çıkarsa, sulh konferansına gitmekten
vazgeçecek miyiz? O zaman bir taraftan askeri harekat devam eder, diğer taraftan
da sulh müzakereleri devam eder. Onun için tehirinde bir fayda yoktur. Sonra, dün
geceden beri İsmet Paşa ile haberleşmekteyiz. Şimdiye kadar bu müzakere edilen
maddeleri bana söylemiştir. Bizim yaptığımız teklifler onlar tarafından da bazı
yerleri aynen teklif edilmiştir. Ancak münakaşa edilecek bazı hususlar vardır. Bu
gün de o noktalar üzerinde görüşülüyor. Lakin benim gördüğüme göre onların
tekliflerini kabul etsek dahi yine bizim lehimizdedir. Bu adamlar asıl o konferansı
bunun cevabına tehir ediyorlar. Buradaki temayül onun neticesinde bunu tehir
edelimden ibarettir. Onlardaki temayül de onun neticesinde bunu tehir ediyor. Yani
biz bu cevabı tehir ettikçe onlar o konferansı tehir edecekler ve ben bunu gönder
meye ve yazmaya mecbur oldum. Hükümetçe verilecek cevap, konferansa muva
fakat edileceğine dair cevap olacaktır ve binaenaleyh ben zannederim ki bunun
hiç münakaşaya lüzumu yoktur. Buna derhal cevap vermek lazımdır.
ALİ CENANİ BEY (Gaziantep): Efendim, ben notanın tehirinden ziyade...

1026
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Bunun tehirinde zarar vardır ve bunu düşü
nürseniz başka şeyler de vardır.
ALİ CENANİ BEY (Gaziantep): Ben notanın metninden çok Hükümetten bir temi
nat almak hususunu arz edeceğim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Ben Hükümet adına vermiyorum. Ben olsa
olsa Meclis Reisi sıfatıyla Yüce Meclisin bu hususta Hükümete yön vermesini teklif
ederim.
ALİ CENANİ BEY (Gaziantep): Askeri vaziyet hakkında sulh masasına gittiğimiz
zaman beni bir parça düşündüren taraf, şimdiki halde İtilaf hükümetlerini birbirin
den ayrılmış bir vaziyette görüyorum. (işitmiyoruz sesleri) İngilizler bizim aleyhi
mizde, Fransızlarla İtalyanlar lehimizde gibi bir vaziyettedirler. Halbuki sulh masa
sına bilhassa mali hususlarda Fransızlarla fevkalade bir mücadeleye girmemiz
muhtemeldir. İşitiyoruz ki İngilizler mütemadiyen kuvvet göndermekte oldukların
dan ve gönderdiklerinden bahsediyorlar. Eğer sulh masasında anlaşmadığımız bir
zamanda bugünkü askeri vaziyetimizi muhafaza edersek notayı kabul edip sulh
masasına geçmekte elbette fayda vardır. Bir an evvel sulh teklifini kabul ederek
gitmek uygundur. İngiliz'ler durmadan kaçakçılık suretiyle veya başka suretle İs
tanbul'da birtakım tahkimat yaparak vaziyetlerini kuvvetlendirecek olurlarsa, sul
hun uzaması ihtimali vardır. Bunu Hükümetin dikkatine arz etmek isterim.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Arkadaşlar önce nota hakkındaki kanaatlerimi
arz edeceğim. Yoksa bence de hakikaten bu konferans başka, nota meselesi baş
kadır, askeri konferans büsbütün başkadır. Ancak şimdi Reis Paşa Hazretlerinin
de bize çok güzel hatırlattığı gibi o konferansın arzumuz gibi nihayet bulması ihti
maline karşı tersi de olabilir. Hakkımız olan bir şey ne kadar tekrar edilirse o kadar
faydası olur. Bu notada bir defa daha tekrarını gösteren cümlelerle dünyaya biz de
hitap etmeliyiz. İnşallah Trakya sulh yoluyla tahliye olunup da bize teslim edilecek
tir. Başkumandan Paşa Hazretlerini de bu münasebetle tebrik ederim. Fakat onun
tahliyesi bir ay, bir buçuk ay sürer de bugün Trakya'da pejmürde bulunan Yunan
askerleri yerlerine, İngiltere, Fransa ve İtalyanlarla işgal etmiş bulunursa bunu da
düşünmek lazımdır, zannediyorum. Üçüncü ilişeceğim nokta, Rusya'nın davetine
dairdir. Hiç şüphe yok ki İngiltere, baştan aşağı suikastlara karışmış olan İngiltere,
daha dün Başvekilinin nutkunda yığınaktan, şundan bundan, en fena maksatlar
dan bahseden İngiltere, harpte kaybettiklerini siyasetle kazanabilmek için çalışı
yor. Bizi tecrit etmek isteyecektir. Tecrit etmek demek, Fransa ile olan münasebet
lerimize ve Rusya ile olan münasebetlerimize mani olmak isteyecektir. Şimdi Yu
nanistan'dan başka, sulh masasına alakası olmayan devletleri de oturtmak istiyor.
Makedonya meselesi harp eden devletler konferansa davet ediliyorlar. Şu halde
Rusya için yer yok demek ne demektir? Bilhassa nota hakkında söyleyeceklerim
bundan ibarettir. Çabuk gitmesine tamamıyla taraftarım. Her ne olursa olsun bizim
haklarımızı ve ne kadar sulhsever olduğumuzu bir defa daha gösterecek vesikanın
bir defa daha yayılması daima haklı olarak davamızın ve milletimizin lehindedir.

1027
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, ben cevap notasında bazı hususlara cevap
verilmemiş olduğunu görüyorum. Müttefik devletler bir mülakat istiyorlar. Buna bir
an evvel uymak sulhseverlik bakımından arzu edilmelidir. Bunu biz altı yedi ay
evvel tecrübe etmiştik. Verilecek cevapta müttefiklerin 23 Eylül tarihli notasında
bize kabul ettirmek istenen hususlara eğer reddeder gibi olmazsa kendi elimizle
kendi ayağımızı bağlamış oluruz, gibi geliyor. Notada göze çarpan, konferansa
davet olunan birtakım devletler vardır. Bize hasım olan devletlerin oylarında ço
ğunluk kazanmak üzere, oyların adedini yükseltmek için tertip olunmuştur. Mesela
İngilizler, Japonya'yı, Romanya'yı, Fransızlar Yugoslavya'yı, Çekoslovak'ları ken
dilerine ikişer oy olarak alıyorlar.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Çekoslovakya yok.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Yok mu o halde Fransa bir oy alıyor. İki oy İngiltere
alıyor. Bir de Yunanistan'ı kendine alıyor. Böyle bir konferansı kabul etmek bizim
için acaba fayda temin eder mi etmez mi? Bunu reddetmek tamamıyla elimizden
gelmezse, hiç olmazsa menfaatlerimize faydalı olabilecek yol bulmak doğrudur ve
lâzımdır. Fakat kaç Hükümet girerse girsin, bir de ortaya yeni ilave edilen azınlık
ların korunması, Irak’ın himayesi, adli ve iktisadi haklarımıza taarruz, mali mesele
lerimiz hususlarında hepsi bizi soymaya çalışacaktır. Binaenaleyh yalnız bizimle
doğrudan doğruya haberleşmede bulunmuş olan ve yalnız bizi davet etmiş olan
devletlerle karşı karşıya bulunabilmek bizim için çok büyük faydalıdır. Yedi devlet
le anlaşmaktan elbette daha kolaydır. Çünkü bunlarla uğraşmak zordur. Yalnız
oldukları vakit karşımızda tek oyla kalacaklardır. Böyle olursa para meselesinde
yedisi birden boğazımıza çullanacaktır. Bundan dolayı acaba bunu derhal kabul
etmek doğru mudur? Yoksa buna bazı kayıt ve şart ilave ederek, bundan ucuz
kurtulmanın çaresini aramak mı icap eder? Bu nokta hakkında Dışişleri Vekilinden
cevap isterim. İkincisi, İtilaf devletlerinin Trakya'yı ordumuzun o tarafa geçmeme
sini için, tarafsız kalmak şartıyla daha sonra vereceklerini ümit ediyorlar. Ordumu
zun olduğu yerde durmasını, ilerlememesini istiyorlar. Sulh müzakerelerinin de
vam müddeti içinde bu orduyu beslemek mecburiyetindeyiz. Bu müddet zarfında
acaba müttefik devletler İstanbul'daki kuvvetlerini azaltacaklar mı veya çekecekler
mi? Buna dair bir teminat var mı? Yani bizim ordumuzun ileri geçmemesini kabul
edelim ama bize teminat lazımdır. Zaman geçtikçe, şayet bu iki memleket ellerin
de kalırsa, Trakya hakkında bazı şeyler söylendi. Ona da geleceğim. Şayet Trak
ya'da kalırlarsa bizi bir ümit ile durdurmuş olurlar. Karşılığında hiç bir teminat ver
meksizin ordularını takviye ederler. Neticede biz suya düşmüş ve binaenaleyh bu
meselede sıfıra sıfır kalabiliriz. Şuna karşı ne gibi teminat vardır. Ben Mudanya
Konferansı neticesinde, Trakya'nın inşallah bize teslim edileceğini işitmekle sevinç
ve neşe duyarım. Tabii bu güzel bir fayda temin eder. Şayet böyle olmazsa notada
acaba biz orduyu ileri geçirmeyi zikretmek doğru değil midir? Karşılıksız biz ordu
muzu ileri geçirmemeyi kabul ediyoruz. Fakat sizin de kabul ettiğiniz Milli Misak
hudutlarında yani 1914 hudutlarında Trakya’da Milli Hükümetimizin idaresi ve
zabıtası bulunsun. Aynı zamanda birtakım askeri kuvvetlerimizin azaltılması yolu

1028
na gidilmesin. Bunlar cevap notasında yer almazsa bir teminatın havada kalacağı
anlaşılır. Türk hakimiyeti iyi niyetle yeniden tesis olunmalı, Çanakkale, Marmara,
Boğaziçi serbest kalmalı, ırk, din, azınlıklar himaye edilmeli ve bunu temin için bu
devletler sulh antlaşmasında ittifakla karar vereceklerdir. Demek ki notada ittifakla
karar verdikleri ve kendilerince kararlaştırılmış olanlar, bize söyledikleri budur.
Bunları kabul edecek miyiz? Notada karşılıklılık esası lazımdır. Karşılıklılık esası
olarak ben burada çok kısa bir ifade görmekteyim. İstanbul'un ve Marmara’nın
masuniyeti suretiyle, boğazların serbestliği ve azınlık haklarının bizce de şu suret
le temini lüzumlu olduğundan, deniyor. Zannediyorum ki o kadar kuvvetle talep
edilen bu meseleye, bu kuvvetle bir cevap değildir ve sudan geçme bir cevaptır.
Halbuki bizim en çok dikkat edeceğimiz nokta budur. Çünkü köprübaşı serbest
değil, asker olmayacak, köprüden insan geçmeyecek, iskelelerden yani Marmara
Denizi’nden geçmeye hakkımız olmayacak. O halde bizim Marmara Denizi’nin
diğer yakasındaki vaziyetimiz gülünç bir şeydir. Bilhassa dini azınlıklar meselesiy
le ortaya sürülmek istenilen meseleye kısmen cevap verilmiştir. Fakat ırk mesele
sine ait bir kelime görmüyorum. Binaenaleyh Dışişleri Vekili Beyefendiden soruyo
rum. Irk azınlıkları iddiasına karşı, bu devletin istikbalini alakadar eden bu noktada
milletin cevabı bugünden gönderilecek olursa, bizim için getirilecek müzakerelerde
iyi kapı açılmış olur zannındayım. Biz boğazları dünyaya ait bir mal olarak görüyo
ruz ve Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin konferansa katılmalarını talep ediyoruz.
Bunların hepsinin çağırılması lazımdır. Boğazlara hakim olmak isteyen esasen ve
aslen İngiltere'dir. Çünkü onun donanması Karadeniz'e geçerek, oradaki Hükü
metlerin hayatına, iktisadiyatına tesir edecektir. Binaenaleyh diğer İtilaf devletleri
Karadeniz'de üstün olmayı arzu etmeyeceklerdir. Karadeniz hükümetleri bu arzu
ile bu darbeyi kabul etmeyeceklerdir. Onun için bu husustaki talebin biraz ısrarlı
olunmasını talep ederim. Umumi olarak söyleyeceğim budur. Bütün bunları söy
lerken 29 Eylül tarihli nota Dışişleri Vekili tarafından tebliğ olunmuştur. Kendi im
zası altında mıdır? Bu tarzda bir notayı Yüce Meclise haberdar etmeksizin Dışişle
ri Vekâleti yaparsa, bunun kendi salahiyeti dahilinde bulunduğuna kani midir?
Buna da cevap isterim.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Efendim, ben cevap notasında çok fazla teşekkürler
edildiğini gördüm. Lisanın biraz daha kuvvetli olması taraftarıyım. Ondan sonra
notada bir kaç noktaya hiç dokunulmamış. Bunların da evvelden hazırlanması ve
evvelden anlaşılması lazım geldiği kanaatindeyim. Devletlerle bir an evvel sulhu
imzalamak lüzumu vardır, fakat fazla acele etmemek lazımdır. Şu kadar ki iyice
anlaşmadan sulh müzakeresine, sulh masasına geçmek ve İngiltere ile diğerleri
nin entrikalarına meydan vermek bizi müşkül vaziyete düşürebilir. İngiltere, şimdi
ye kadar sulhu uzatmak ve bizi bilhassa mali bakımdan ezmek için türlü işe baş
vurdu ise de bundan sonra da sulh masasında, etrafında yine aynı suretle sulh
müzakerelerini uzatarak, bizi müşkül vaziyete düşürebilir. Bizim uzun müddet or
dumuzu silahaltında tutmamız işimize gelmez. Bunun için diyorum ki bize gönde
rilmiş olan 23 Eylül tarihli nota üzerinden hemen anlaşmak lazımdır. Bundan evvel

1029
geçen yaz İtilaf devletleri tarafından bize gönderilen notalar üzerinde biz bir konfe
ransa taraftar olduk. Şu kadar ki o konferans o zamanki vaziyetin icabı idi. Bugün
askeri vaziyet tamamen değişmiştir. Anadolu'da bir tek düşman askeri kalmamış
tır. Hatta ordumuz Çanakkale Boğazına dahi hakimdir. Şu itibarla önce meseleyi
pişirerek, sulh konferansına esaslı ihtilaflı noktaları hallederek işi bir an evvel bi
tirmek için gitmek uygundur, zannediyorum. Biraz önce bir arkadaşım işaret ettiler,
23 Eylül tarihli notada bilhassa tayin edilecek bazı noktalardan bahsediliyor. Bu
noktalardan biri boğazlar, Doğu Trakya'nın Meriç Nehri etrafı, Musul, Elcezire
olabilir. Nitekim Sevr Antlaşmasında bu gibi hususlar vardı. Binaenaleyh bu nokta
ların cevap notasında zikredilmesi ve Türkiye'nin böyle boğazların serbestliğinden
başka katiyen askerden arındırılmış mıntıka kabul etmeyeceğinin kendilerine anla
tılması lazım gelir kanaatindeyim. Ondan sonra yine geçen ki notada Milletler Ce
miyetinin himayesi altında Çanakkale ve Marmara ve boğazların serbestliğinden
bahsediliyor. Halbuki biz boğazların serbestliğini, Türkiye'nin hakimiyeti ve İstan
bul'un emniyeti şartıyla taahhüt etmiştik. Milletler Cemiyetinin himayesi altında bir
serbestlik tanımıyoruz. Ondan sonra ırki, dini azınlıklardan bahsediliyor. Bizim Milli
Misakımızda, Türkiye dahilinde yaşayanların ırk, din, menfaat bakımından müşte
rek olan milletin, Türk Milletinin haklarından bahsedilmiştir. Dini azınlıklar tanın
mıştır. Fakat ırki azınlıklar asla bahis mevzuu olmamıştır. Çünkü onlar İslam keli
mesi altında menfaatlerini tarihi, iktisadi, her suretle beraber görüyorlar. Bu nokta
nın da bilhassa düzeltilmesi lazımdır. Buna da bir cevap verilmek lazım gelirdi. Bu
noktaları da işaret ettikten sonra cevap notasında Rusya ile federe olan Kafkasya
hükümetlerinin davet edilmemesi hususunda biraz fazlaca uzun cümleler bulun
duğu fikrindeyim. Sulh konferansına Rusya'yı davete ve o olmadan bir sulh imza
lamamaya katiyen mecburiyetimiz yoktur. Biz Rusya ile müttefiklerini yahut federe
olan devletleri Ukrayna ve Gürcistan'ı olsa olsa mecbur olduğumuz için değil,
kendi menfaatimize, haklarımıza müdafaa edecek, birkaç devlet daha bizimle
beraber sulh masasında olsun diye davet edebiliriz. Çünkü biz Rusya ve onunla
federe olan devletlerle Moskova Antlaşması yaptık ve bütün meselelerimizi hallet
tik. Fakat zannediyorum ki bizim böyle bir talebimizin, İtilaf devletleri tarafından
kabul edileceğini pek zayıf ümit veririm. Bugün Mudanya'da yapılmakta olan ve
belki bugün veya yarın ateşkes protokolü imzalanacak olan konferansta, Trakya
bize teslim edilecektir. Fakat İstanbul İtilaf devletlerinin elinde kalacaktır. İstanbul
'un onların elinde kalmasının, bizim için çok mahzurludur, zannediyorum. İstan
bul'da bulunan ve pek ehemmiyetli, yarım milyon kadar bir yekun tutan Rum ve
Ermeni azınlıkların orada oturmaları ve bu adamlar ki bize daima vatani hıyanette
bulunmuşlardır, başlarında Patrikhane bulunduğu halde her şeyi yapmışlardır.
Bize karşı silah da kullanmışlardır. Bu adamların rahat ve huzur içinde yaşayıp
bize ilerde her zaman bir çıban derdi, bir yara derdi açabilmeleri ihtimali vardır.
Ondan sonra İstanbul, İtilaf devletleri elinde bir rehine olarak kalacaktır. Binaena
leyh temenni ederim ki, Mudanya Konferansında kararlaştırılan yahut bu notada
bahis mevzu edilsin. İstanbul hiç olmazsa sivil idare bakımından Hükümetimiz
eline verilsin.

1030
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Söz alan ve konuşan arkadaşları dinliyorum.
Hepsinin baştan sona kadar söylediği sözlerde haklılık payı vardır. Bütün endişe
lerine katılıyorum. Ben şunu arz edeyim ki karşımızdaki devletler her saniye, her
dakika her türlü entrikalar yapmakla meşguldürler ve bizi aldatmak için hiç bir an
fikirlerini geri bırakmamışlardır. Fakat düşünelim ki her geçen gün bu adamların
teşebbüslerine fırsat vermeye sebep olabilir. İngilizler bunu arzu ediyorlar. İngiliz
ler istiyorlar ki biz bunun cevabını uzatalım ve tekrar onların cevap vermesine
fırsat olsun. Haberleşerek, böyle kağıt üzerinde bitmez tükenmez münakaşalar
yapalım. Binaenaleyh notanın cevabını tehir etmek veya yazı üzerinde bir şeyler
ortaya koymak suretiyle işi uzatmamız, İngilizlerin menfaatindendir. Binaenaleyh
buna mani olmak için bence yapılacak şey, bir an evvel konferansı başlatmak ve
bütün mütalaamızı ve müdafaamızı orada ortaya koyup münakaşa etmektir. Yok
sa bunun her noktasına itiraz etmek mümkündür. Hatta bence mümkün ise hiç bir
noktasına cevap vermemeli, bütün cevaplar konferansta vermeliyiz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): En doğrusu da budur.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Diğer tenkitlere cevap vermek için ben bu
raya çıkmadım. Belki Dışişleri Vekili fazla izahat verirler. Yalnız arkadaşlarımın
bütün düşüncelerine iştirak ettiğimi söylüyorum. Fakat bunları uzun haberleşme
lerle yapmayalım. Hatta şimdi Dışişleri Vekili cevap versin ki konferansa gelmeye
hazırız. Rusya meselesi çok önemlidir. Bunlar bir takım devletleri davet etmişler
dir. Bunları reddetmek hatıra gelebilir ve kuvvetli bir sebeptir. Lakin bunu İngilizler
istiyor. Biz bunları reddettiğimiz zaman onlar ısrar edeceklerdir. Biz hakikaten ısrar
edersek konferans olamaz. Binaenaleyh itiraz etmek doğru değil. Ancak Rusya'ya
karşı verilmiş sözümüz vardır. Bu taahhüdümüzün icabını yapmak mecburiyetin
deyiz. Onun içindir ki bu notada onu zikrediyoruz ve ihtimal ki konferansa katıldı
ğımız vakit hakikaten Rusya ve diğer istediğimiz devletler davet edilmemiş bulu
nuyorlarsa, konferansta bu isteğimizi tekrar öne sürmek uygun olacaktır. Yani
Rusya'ya karşı olan taahhüdümüzü bütün imkanlarımızı kullanarak yapmak la
zımdır. Mamafih her halde sulh yapmak için de başka hiç bir engel düşünemeyiz.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Arkadaşlardan Ali Cenani Bey zannederim
evvela söz söyleyerek, bazı endişelerini ortaya koydu. Başkumandan Paşa Haz
retlerinin de buyurdukları gibi... Tutuluyor, tutulmuyor değil, kuvvetlerinin takdiri
buna mani tedbirlerle alınır. Başkumandan Paşa Hazretlerince de zannederim
yalnız bu noktaya şey ettiler. Tevfik Rüştü Beyefendi başka bir noktaya temas
ettiler. Cevap notasının her yerinde İtilaf devletlerine teşekkür edilmiş diyorlar.
Hakikaten biz düşündük ki efendim biz Türkler kuvvetimiz arttıkça alçak gönüllülü
ğümüz artar, tevazuumuz artar. (bravo sesleri) Filana teşekkür ederiz demekle bir
şey çıkmaz. Şunu pekala biliyorlar ki bugün Anadolu'da kendilerinin çok fazla elle
rinde tutmak istedikleri boğazlarda Türk süngüsü vardır ve bu çok kuvvetli bir sün
güdür. Bunu biliyorlar, bilmiyorlar değil. Onun için bir taraftan süngümüze davra
narak diğer taraftan teşekkür etmek Hükümetteki arkadaşlarınıza uygun geldi.

1031
Onun için yazdık (çok uygun sesleri) Evet sonra bir nokta buyurdular ki o nokta
hakikaten hukuki bir noktadır. Dediler ki Rusya'yı davet için neden böyle yazdınız
dediler. Fakat onlar bize, buraya sizinle harp eden devletler gelmiştir diyeceklerdir.
Hakikaten bunu biz arkadaşlarla uzun uzadıya düşündük. Malumunuz arkadaşlar
onların bu konferansa davet ettikleri devletler, bütün bizimle harp etmiş değildirler.
Mesela Belçika vardır ki bizim tarafımızdan harp ilan olunmamıştır. Fakat konfe
ransa davet edilmiştir. Bu davetin sebebi ise bellidir. Söyledikleri gibi asıl Trakya
meselesinde, boğazlar meselesinde kendilerine arka çıkan bulmaktır. Aynı za
manda Selahattin Beyefendinin suallerine de cevap vermiş olacağım. Bu devletle
rin tamamı bizim nazarımızda birdir. Konferansta biz, bir taraf olacağız, bizim kar
şımıza da iki devlet gelsin, beş devlet gelsin, yirmi devlet gelsin, onlar da diğer
taraf olacaktır. Arkalarında konuşurken onlar çoğunluk olacak, bu taraf azınlıkta
kalacaktır. Fransa, İngiltere'ye karşı azınlıkta kalacak düşüncesi vardır, onu Fran
sa düşünmeli idi, Türkiye değil.
BİR MEBUS BEY: Dava, Türkiye'nindir Beyefendi.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Onlarla karşı karşıya geldiğimiz zaman bizim için
hepsi birdir. Onlar aralarında konuşurken dediğiniz olabilir. Fakat siz de pekala
bilirsiniz ki Yugoslavya'nın oyu, Romanya'nın oyu, İngiltere'nin oyu ile eşit değildir.
Fransa'nın oyu ile aynı değildir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Boğaz'a sokacak orduları vardır.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Boğaza sokacak orduları varsa, beri tarafta da
hazır Türk Ordusu vardır. Bu devletleri çağırmalarının sebebi, bizimle harp etmiş
olmaları değil, boğazlar meselesi halledilecek, onlar da o boğazlar meselesinde
alakadar olacaklar. Be insafsızlar, o çok az menfaati olan iki devleti çağırırsınız da
onlardan daha fazla bu meselede menfaati olan Rusya'yı, Ukrayna'yı, Gürcistan'ı,
bilmem neyi neden çağırmazsınız demek ve bu hususta hayret kelimesini kullan
mak en uygunu olur. (doğru sesleri) Selahattin Beyefendi bazı noktalara cevap
verilmemiştir, buyurdular. Birinci mesele oy kullanma meselesi idi bunu izah ettim.
Biz filan falan hükümetlerle harp etmedik, onları konferansta istemiyoruz, onlarla
sulh yapmak istemiyoruz diyeceğimize, onlar gelirse filanlar da gelsin demeyi ter
cih ediyoruz. Orduların takviyesi meselesi yine aynı mesele efendim. Onlar diyor
lar ki bu konferansta Trakya hudutlarının size şu şartla verilmesine yardım edece
ğiz. Askerden arındırılmış mıntıkalar yapmak meselesine gelince. Boğazların te
mini muhafazası için veya İsmail Suphi Bey arkadaşımızın söylediği gibi Musul
meselesi için, belki Trakya için, vesaire için askerden arındırılmış mıntıkalar yap
mak. Biz Musul'da ve diğer yerlerde askerden arındırılmış mıntıkalardan bahset
medik ve itibara da almadık. Onlar istediklerini yazsınlar. Madem ki bizim muvafa
katimizle olacak demektir, istediklerini yazsınlar. Sonra en mühim mesele olan
boğazlar meselesi hakkında Milli Misakımızda ne ise onu tekrar edeceğiz. İstanbul
'un ve Marmara’nın emniyet ve korunmasını temin şartı iledir. Binaenaleyh hakları

1032
mızı bu suretle muhafaza ve müdafaa edeceğiz. Sonra azınlıklar meselesine gelin
ce, azınlık haklarının Türkiye'nin hakimiyet ve istiklalinin tesisi ile temini, diyor.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Irki azınlıkları kabul ediyorsunuz, kesin olarak red
detmiyorsunuz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Dini azınlıklar.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim, müsaade buyurun şimdi oraya geliyo
rum. Irki azınlık ya vardır, ya yoktur. Halbuki bugün ırki azınlık bizde yoktur. Biz
Milli Misakta Sevr Antlaşmasını esasen kabul etmediğimizi ilan ettik. Onun için
bence notada bu gibi hususları kabul etmiyoruz diyerek tafsilata girmek uygun
değildir. Sonra Selahattin Beyefendi bir nokta daha sordular. Dediler ki 29 Eylül
tarihli notayı Dışişleri Vekaleti Meclise sormaksızın vermişler. Ben bu gibi suallere
maruz kalacağımı bildiğim için daha evvelce bu hususu izah ettim. Zannediyorum
ki bu gibi hususlara ve acilen yapılması lazım gelen meselelerde birazcık olsun
Dışişleri Vekilinize veya diğer vekillerinize itimadınız ve emniyetiniz vardır. (hay
hay sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Emniyet meselesi başka...
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Sorularınıza cevaben ben meseleleri olduğu gibi
izah ettim. Bundan başka İsmail Suphi Beyefendinin sözlerine cevap vereyim.
Zannederim ki sorduğunuz sorulara cevaplarını verdim.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Cevaplarınızı anladım, fakat beni tatmin etmedi.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Sorduğunuz bütün soruların cevaplarını verdim.
Binaenaleyh daha fazla başınızı ağrıtmayayım.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): İstanbul meselesi?
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Konferans tarihi hakkında...
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Evet, konferans tarihi hakkında biraz daha tehir
edelim buyuruyorsunuz. Fakat Paşa Hazretlerinin de izah buyurdukları gibi konfe
ransın bir an evvel toplanması bizim için daha faydalıdır. Biz de istiyoruz ve anla
yalım ki ak mı kara mı bilelim. Karşı karşıya gelelim ve işi anlayalım. Onun için
mümkün olduğu mertebe çabuk olması lazımdır. Hatta biz, 15 Ekim olmasını isti
yorduk. Fakat bazı hazırlıklar lazım. Eğer İzmir'de yapılmasını kabul edecek olur
larsa bizim için birtakım külfetler yapmak lazım geliyor. Onun için 20 Ekim diye
yazdık. İstanbul meselesine gelince, bunun için orada, İzmir'de olan müzakerele
rimizde bütün kuvvetimizi sarf ettik. Sulh konferansı toplandığı zamanda bütün
kuvvetimizi de sarf edeceğimiz tabiidir. Temenni ederiz ki onların koyduğu süre
den evvel, yani barış antlaşmasının imzalanacağı tarihten evvel İstanbul'un mütte
fik askerleri tarafından tahliyesini talep ettiğimizde, bu talebimiz kabul edilir.

1033
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Bulgaristan'ın Karadeniz’e kıyısı olan devletler
arasında yer alması faydalı mıdır, zararlı mıdır? Trakya bakımından.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim. Bulgaristan sahilde bir devlet değildir.
Fakat bizim Milli Misakımız da malumdur. Bulgaristan'ın da konferansta bulunup
bulunmaması meselesi kendisince Bulgaristan'la düşünülecek bir noktadır. Biz
menfaatimize uygun şekilde hareket etmek vazifemizdir. Bunun böyle olmasını
münasip gördük. Sorulara devam buyurmayınız rica ederim.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Müzakere usulüne dair söz isterim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müzakere usulüne dair ne söyleyecekseniz
oradan söyleyiniz.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Efendim, ben zannediyorum ki bu cevap no
tası hakkında birçok sözler söylemek mümkündür. Her arkadaşımız türlü türlü
şeyler söyleyebilir. Bunun için cevap notası yalnız sulh konferansına kabulden
ibaret bir kağıttır. Süngülerimiz Akdeniz'de, Karadeniz'de düşmanın gözüne batı
yor. Sulh konferansına geç gidersek bunda zarar olduğunu Başkumandan Paşa
Hazretleri de burada beyan ediyorlar. Bunun için madem ki sözlerimiz tamamen
gizlidir. Zaten gireceğimiz bir pazarlıkta bunu kabul ederiz. Bir an evvel delegele
rimizi tayin eder, oraya göndeririz. Şayet orada pazarlığımız uymazsa yine süngü
lerimiz cevap verir. Bunun için müzakerenin yeterliliğinin oya konulmasını teklif
ediyorum.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, kuvvetlerin artırılıp artırılmayacağına dair
bir şey buyurunuz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Ümit ederim ki Mudanya Konferansında o
hususlar tespit olunacaktır. Yığınak yapılmayacaktır, şunu yapmayacaktır, bunu
yapmayacaktır. (Müzakere kafi, sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Arkadaşlardan sorarım sözlerinden vazgeçer
lerse yeterliliği oya koyarım.
REFİK BEY (Konya): Meclis aydınlanmıştır. Ben sözümden vazgeçiyorum.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Ben de vazgeçiyorum, efendim. Durak Bey'in fikrine
iştirak ederek bir an evvel oya konulmasını teklif ediyorum.
TAHSİN BEY (Aydın): Vazgeçtim, efendim.
VELİ BEY (Burdur): Vazgeçtim.
SIRRI BEY (İzmit): Bir sualim var. Ruslar Ceneve'de bizim de bulunmamızı istediler,
fakat aldıkları cevap üzerine yine müzakereye devam ettiler. Çünkü böyle bir cevaba
maruz kaldıktan sonra devam etmemek için bizimle aralarında yapılmış bir anlaşma
yoktu. Bu meselede biz Rusya'nın, Ukrayna'nın, Gürcistan'ın da davet edilmesini iste
yeceğiz. Cevabı ret aldığımız takdirde müzakerelere devam hususunda Ruslarla ara
mızda bir şey olup olmayacağını şimdiden düşünmenizi rica edeceğim.

1034
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Rica ediyorsanız biz de düşünürüz.
SIRRI BEY (İzmit): Teşekkür olunur.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliğine dair önerge
ler var. Fakat bunları oya koymaya lüzum yoktur. Zira başka söz alan arkadaş
yoktur. Şimdi cevap notasını oylarınıza arz ediyorum. Kabul edenler lütfen ellerini
kaldırsın. Kabul edilmiştir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu şekilde olmaz ki teklifimiz var.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Hangi şekil efendim. Başka şekil olamaz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bir izahat veya kısa bir cevap verilmesi lazımdı. Rica
ederim, bir de aynen kabul ediliyor.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurunuz efendim. Cavit Bey arka
daşımızın bir değişiklik teklifi varmış. Çok özür dilerim kağıtların altında kalmış.
(geri alır sesleri)
CAVİT BEY (Kars): Geri alıyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Herkes sözünü geri aldı. Efendim yarın saat bir
1
buçukta toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum.

7 EKİM 1922: GİZLİ OTURUMDA MUDANYA ATEŞKES KONFERANSI HAK


KINDA DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 114.Birleşim, Gündem: 2/1)

İzmir’i Yunan işgalinden kurtardıktan sonra, ordunun Çanakkale’ye


doğru harekete geçmesi İtilaf devletlerini harekete geçirdi. Paris’te top
lanan Müttefik hükümetlerin başbakan ve dışişleri bakanlarının konfe
rans teklifleri üzerine Mustafa Kemal Paşa Mudanya’da askeri komutan
lar tarafından bir ateşkes konferansı toplanmasını teklif etti ve bu kabul
edildi. Toplantının henüz daha başında Doğu Trakya’da Yunan işgalinin
kalkması konusunda İngiltere ayak diremeye başladı.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Mudanya Konferansı hakkında Dışişleri


Vekili Yusuf Kemal Beyefendi izahatta bulunacaktır. Buyurunuz efendim.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Geçen günkü konuşmalarım sırasında Mu
danya'da generaller arasında bir konferans toplanacağından bahsetmiştim. Tabii
bunların içerisinde bazı malumat vardır ki belki kısmen gazetelerde okumuşsu

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (4 Ekim 1922), 1.Dönem, c.3, s.860-872, http://www.tbmm.gov.tr/

1035
nuzdur. Başınızı ağrıtmazsam sıra ile okuyacağım. Evvela Konferansın başlama
sına vesile olan Başkumandanlığın Paris’e göndermiş olduğu yazıyı okuyorum.

Fransa Başvekili ve Paris Konferansı Reisi M. Puankare'ye


Üç Müttefik devlet tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine
verilmiş olan 23 Eylül 1922 tarihli notaya Hükümetim tarafından bir kaç güne
kadar ayrıca cevap verilecektir. Türkiye orduları Başkumandanlığına gelmiş
olan Franklin Bouillon’un, Paris Konferansında mutabık kalınarak verilmiş olan
teminata ve adilane bir sulhun kısa zamanda tesisi için derhal müzakerelere
başlanacağına itimat edilerek, İstanbul ve Çanakkale üzerinden ve Yunan or
duları arkasından fasılasız devam eden askeri harekatımıza derhal durdurma
emri verilmiştir.
Franklin Bouillon’un verdiği teminat, Türkiye haklarının temini için İtilaf
devletlerinin adaletli bir netice çıkaracağını telkin eylemiştir. Ancak Trakya'nın
Yunan Ordusunun işgali ve Yunan Hükümetinin idaresi altında bir gün fazla
devamı, hayatı her gün korkutucu kılmakta ve Türkiye halkınca ıstıraba sebep
olmaktadır. Edirne dahil olduğu halde, Meriç’in batısına kadar Trakya'nın der
hal tahliyesiyle Büyük Millet Meclisi Hükümetine teslimini acilen tatbik etmek
icap etmektedir.
Bu acil hususları müzakere etmek üzere Müttefik generalleriyle bir konfe
rans yapılması, Müttefik devletlerin arzu ve tekliflerine uygun olduğundan, bu
Konferansın 3 Ekim 1922 tarihinde Mudanya'da başlanılması teklif olunur. Mu
danya Konferansına tarafımızdan Garp Cephesi Orduları Kumandanı İsmet
Paşa bizzat memur edilmiştir. Münasip görüldüğü takdirde Konferansa memur
olacak generallerin tayinini ve gönderilmesini rica ederim.
Başkumandan
Mustafa Kemal

YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Şimdi de Mudanya Konferansının başladığı


günden bugüne kadar Delege Heyetimizle Başkumandanlık arasında yapılmış
olan haberleşmeyi malumat vermek için aynen arz edeceğim.

Başkumandanlığa
Bugün öğleden sonra saat üçte Müttefik generalleri ile müzakereye baş
landı. Müttefik devletler adına General Harington tarafından yapılan bir açış
konuşmasından sonra önceden hazırlayıp kararlaştırdıkları ve bir sureti aşağı
da bulunan projeyi verdiler. Müzakere umumiyetle General Harington bir tarafta
ve ben bir tarafta olmak üzere cereyan etmiştir. Göndereceğim malumatlar
devam edecektir.
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet

1036
1. Mudanya Askeri Konferansı, 23 Eylül 1922 tarihinde İtilaf devletleri tarafın
dan Ankara Hükümetine hitaben gönderilen notanın hükümlerine uygun olarak,
bir tarafta Müttefik generaller Büyük Britanya adına General Harington, İtalya
Generali Monbelli, Fransız Generali Şarpi, diğer tarafta Ankara Hükümetinin
temsilcisi olan Mustafa Kemal Paşa’nın delegesi İsmet Paşa ve Yunanistan
adına General .............. tarafından 3 Ekim 1922 tarihinde Mudanya’da bir top
lantı ile başlamıştır.
2. Toplantının hedefi, Doğu Trakya'da Yunan kuvvetlerinin geriye çekilmeye
davet edilecekleri hattı tespit etmek, tahliye tarzını ve o havalide asayişin temi
nini hazır etmektir.
3. Öncelikle şu kararlaştırılmıştır ki ………….. tarihinde Türk ve Yunan kuvvet
leri her türlü harp haline nihayet verecekler, iaşe ve mübadeleyi temin edecek
kıtalar dışında, bütün kıtaların harekatını durduracaklardır.
4. Ateşkes Anlaşmasının imzalanıp yürürlüğe girmesinden itibaren Trakya'da
Yunan kıtaatının geriye çekilecekleri hattı Meriç Nehri teşkil edecektir.
Kuleliburgaz'dan itibaren Sivilingrat ve Cesir Mustafa Paşa’ya kadar Meriç'in
sağ sahili buyunca mevcut demiryolu hattı hususi bir mukavele ile tanzim olu
nacak, bir idareye tabi tutulacaktır. Bu idare, Edirne havalisine nakliyatı sağla
yan demiryolu parçasının serbestçe kullanılmasını sağlamak için Müttefik ve
Yunan memurları tarafından icra edilecektir.
5. Yunan kuvvetleri tarafından Doğu Trakya’nın tahliyesine mümkün mertebe
çabuk başlanacaktır. Bu tahliye bizzat kıtaatın malzeme, cephane, iaşe depola
rında stok edilmiş her türlü eşya ve malzeme ile birlikte yapılacaktır. Bu tahliye
on beş gün olmak üzere tespit edilen asgari müddet zarfında son bulacaktır.
6. Her mıntıkadan Yunan memurları çekildikçe, mümkün olduğu kadar aynı
günde o mıntıkanın idaresi Türk memurlarına teslim edilecektir. Trakya havali
sinin tamamı için bu devir ve teslim muamelesi mümkün olduğu kadar kısa bir
müddet içinde, en fazla otuz günde sona ermelidir. Ankara Hükümetinin me
murlarına, miktarı tayin edilecek Türk milli jandarma kuvvetleri refakat edecek
tir. Bu yerler Türk idaresine devredildikçe, asayiş bu jandarma kuvvetleri tara
fından temin edilecektir.
7. Gerek bu devir teslim, gerekse Yunan kıtalarının geri çekilme harekatı sıra
sında merkezlere yerleşecek olan Müttefik heyetler her türlü denetlemeyi ya
pacaklardır. Bu heyetlerin vazifesi sadece denetlemeden ibarettir ve her hangi
bir tarafta meydana gelebilecek her türlü anlaşmazlığın önüne geçmeye yardım
edeceklerdir.
8. Bu heyetlerden başka Trakya'da Meriç'in doğusunda o havalinin en mühim
merkezlerine Müttefik süvari ve piyade müfrezeleri gönderilecektir. Bunlar ora

1037
da emniyet ve asayişi temin edecekler, Müttefik heyetlere nezaret edecekler ve
hem de Osmanlı jandarma kuvvetlerine yardımcı olacaklardır. Bu müfrezelerin
miktarı daha sonra tayin edilecektir. Meriç hattının geçiş noktalarını tutacaklar
ve bu nehrin sağ tarafına geçmeksizin bu noktaları gözleyeceklerdir.
9. İdarenin devir teslimi yapılıncaya ve Yunan kıtalarının Meriç’in batısına çeki
linceye kadar bu heyetler yerlerinde kalacaktır. Sulh Antlaşması imzalanıncaya
kadar Müttefik müfrezeleri yerlerinde kalacaktır.
10. Trakya'nın işgali münasebetiyle o arazide meydana gelmiş kanunsuz hare
ketler hakkındaki adliyeye dair meseleler Müttefik generalleri tarafından tetkik
edilmiştir. Bunların mütehassıs adliyeye havale edilmeleri icap edecektir.

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Devam ediyorum.

Başkumandanlığa
Doğu Trakya’dan Yunan askerleri çekildikten sonra, burasının Türkiye'ye
iadenin kabul olunup olunmayacağını sordum. İngilizler kabul olunursa evet,
İtalyanlar iade bahis mevzu değildir, Fransızlar iade bir siyasi meseledir ona
temas edilmeyecektir fakat alınan tedbirlerle bu maksat kendiliğinden halloluna
caktır, dediler. Zor bir safhaya giren müzakereler neticesinde, Yunan askerlerinin
çekilecekleri bir aylık sürenin sonunda, arzu etmemiz halinde Müttefik kıtalarını
çekeceklerini, yalnız Meriç’in doğusundaki askerlerinin kalacağını söylediler.
Yunanlılara karşı bulunacak olan bu Müttefik askerlerine karşılık, Meriç’in
batısında da bu Müttefik askerlerinin bulunmasını istedim ve akşama kadar bu
ısrarımı tekrarladım. Buna lüzum olmadığını, Meriç’in doğusunda bulunduracak
ları kuvvetleriyle Yunanlılara karşı emniyeti tesis edebileceklerini, nota metninde
bu husus bulunmadığından bunu kabul edemeyeceklerini ifade ettiler.
Esasen bu kıtaları, Doğu Trakya'nın emniyeti arzusundan istediklerini
tekrar ettiklerine göre, eğer biz orduyu Trakya’ya geçirmemek şartıyla Yunanlı
lara karşı bundan vazgeçersek, onların da vazgeçeceklerini ihtimal veriyorum.
Akşamleyin toplantıya, yarın öğleden önce saat onda buluşmak ve bizim proje
teklifi müzakere etmek kararı ile tatil olundu. Tekliflerimizin onların projesinde
değişiklik şeklinde olmasını, ikinci derecede memurlar birbirlerine ifade ettiler.
Harington bugün 23 Eylül Notasını kabul edip etmediğimizi tekrar, tekrar
sordu. Hükümetimin cevap vereceğini söyledim. Kısa zamanda bir sulh imza
lamak için müzakere esasının kabul ettiğimizi, buna delil olmak üzere askeri
harekatı durdurduğumuzu ve Mudanya Konferansı için teşebbüste bulunduğu
muzu bildirdim. Ayrılırken tarafsız mıntıka için ne düşündüğümüzü sordu. As
keri harekatın olduğu yerde durdurulması kabul olunduğundan, başka bir dü
şünceye lüzum kalmadığını bildirdim.

1038
Çanakkale'de mahalli kumandanlıkların birbirleri ile arazi üzerinde yanlış
hareketlere mani olacak tedbirlerin kararlaştırılmasını teklif etti. Şimdiye kadar
verdiğim emirleri bir daha tekrar edeceğimi söyledim ve ayrıldık. Franklin
Bouillon sabah ve akşam iki defa gayet teklifsiz bir surette benimle görüşmeye
geldi. Onun düşüncesine göre on beş gün sonra İzmir Konferansının yapılma
sını temin etmek esas mesele ve diğer meseleler tamamen teferruat. Doğu
Trakya'nın iadesi notada kabul edilmiş. Müttefik generallerinin bu meseleye
karışmaya hakları yoktur. Batı Trakya'da mıntıka işgaline generaller karışama
yacaklardır. Hülasa tekliflerini bize kabul ettirmek istiyorlar. Benim anladığıma
göre Meriç’in batısındaki bir mıntıkanın işgali aramızdaki esas farktır. Bir de
Müttefik temsilciler yalnız Meriç'ten bahsediyorlar ama Karaağaç İstasyonu için
de konuşmaya ihtiyaç vardır. Bir de kararların tamamında Yunanlılarla biz birer
taraf ve Müttefikler arabulucu şeklindedir.

Fevzi ve Refet paşaların ayrıca Franklin Bouillon ile görüşmelerinden


aldıkları intibaa göre, Fransızlar bizi her defasında fedakarlığa mecbur etmekte
ve İngilizler de geçen zamanlardan her şekilde istifade ederek, vaziyete hakim
olmaktadırlar. Fevzi Paşa Bouillon’un fikir değiştirmesini samimiyetsiz bulmak
tadır. 4 Ekim sabahı saat sekizde Franklin Bouillon gelecek, saat 10'da konfe
rans toplanacaktır. Bizim karşı projemiz İzmir'de Franklin ile kararlaştırılan tali
mat olacaktır. Bu projede ısrar edeceğiz. Edirne kelimesiyle bizim düşündüğü
müz şehir varoşları Karaağaç istasyonudur. Meriç’in batısında emniyet mıntı
kası temininin kesilmeye sebep olmak ihtimali vardır. Yarın başka Yunan gene
rali gelecekmiş.

Trakya'dan alınan haberlere göre kırk köy yanmış, Müttefik kumandanları


İstanbul'dan bir kaç gün evvel komisyonlar göndermişler. İstanbul'da İngiliz
askerleri zorba ve saldırganmışlar. Şurasını ilave edelim ki bizim yapacağımız
protokol Hükümetlerimizce tasvip olunduktan sonra yürürlüğe konacaktır. İtal
yan generali ile Fransız generali umumi olarak İngiliz generali teyit ettiler.

Garp Cephesi Kumandanı


İsmet

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Dün bu raporu aldım diyor. Konferansa dair
Başkumandanlığa telgraf yazıyor.

Başkumandanlığa
Sabahleyin İzmir'de Franklin ile birlikte kararlaştırdığımız projemizi verdik.
Franklin ile hararetli ve uzun, uzun görüştük. Müttefik temsilciler karşı proje ile
toplantıya geldiler. Aşağıda yazılı olan tekliflerini yaptılar. Bunu münakaşa ve
tahlil ettik ve ihtilaflı yerlerin tanzimi için madde ilavesi lüzumunu söyledim. Bir
çok maddeler değiştirildi. Aşağıda yazılı maddelerde anlaşma sağlanamamıştır.

1039
Önce, Yunanlılarla harp halinin sona ermesi ile her türlü askeri harekatın
durdurulması maddesinde, Yunanlılarla kati harp halini kabul edeceğimizi, fa
kat kıtaların harp dışındaki harekatlarını durdurmaya sebep görmediğimizi söy
ledim. Birçok tartışmalardan sonra, İngilizler bu meseleyi İtilâf kıtaları ile Türk
kıtalarının arasındaki münasebetin düzenlenmesinden sonra kabul edebilece
ğini ve bu hususta bir proje teklif edeceklerini söyledi.
Trakya'ya gidecek jandarma kuvvetlerimizin miktarının kısıtlanmasını
kabul etmedim. Tekrar görüşülecek.
Trakya'ya gönderilecek 7 tabur kadar İtilaf kıtalarının bir ay kadar yerle
rinde kalacağını söylüyorlar. Trakya tarafımızdan peyderpey teslim alındıkça
İtilaf komisyonlarıyla beraber İtilaf askerlerinin çekilmesi icap edeceği için, işgal
içinde bir geçici idare kurulmasına zaman içinde olsa da izin verilemeyeceğini
söyledim. Yarına kaldı.
Yunanlıların çekilecekleri hat Bulgar hududuna kadar Meriç Nehri diye
ifade edildi. Edirne ifadesiyle Karaağaç İstasyonu ve batısındaki yerleri Edirne
içine dahil ettirmeye çalışıyorum. Meriç’in batısını her hangi bir surette geçmeyi
katiyen reddediyorlar.
Yapacağımız protokol hükümetler tarafından tasdik olunduktan sonra
yürürlüğe girer maddesinde, yürürlük zamanına kadar askeri harekatımızın
serbest olmasının tabii olduğunu ifade ettim. O zamana kadar askeri harekatın
yapılmamasını İngilizler teklif etti, kabul etmedim. Bu yüzden uzun bir münaka
şa oldu. Bir hadise çıkmaması için şimdiye kadar lüzumlu emirlerin verilmiş
olduğunu ve ancak avans olarak verdiğimiz teklif ile askeri harekatın Mudanya
Konferansı ile son bulmasının zorunlu olduğunu ifade ettim. Üç gün içinde hü
kümetlerce tasdik edilmesi fikri ifade olundu. Mesele ortada kaldı. Müttefikler
aralarında, uzun uzun görüştüler. Yarın saat on birde Konferansa devam edile
cek ve daha önce de İngiliz Generali ile görüşülecektir.
Konferans kolay ve müspet bir hedefe doğru gitmiyor. İngilizler anlaşıl
maz ve bize zararlı maddeler için de Trakya idaresini işgal ve kontrol altında
bulundurmak temayülündedirler.
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Bunun üzerine Başkumandanlık tarafından şu


telgraf çekildi.

Mudanya Konferansı Reisi ve Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretlerine,


İtilaf devletlerinin 23 Eylül 1922 tarihli notasında, üç müttefik devlet Tür
kiye'nin Edirne ile beraber Meriç'e kadar Trakya'ya tekrar sahip olma arzusunu
iyi niyetle karşıladıklarını beyan etmek için bu fırsatı vesile kabul ederler, ifade

1040
si yer almaktadır. Ayrıca, müttefik hükümetler Konferansın başlamasından
önce Türk ve Yunan askeri memurlarıyla birlikte tespit edilecek olan bir hat
üzerinden Yunan kuvvetlerinin çekilmesini temin etmek üzere nüfuzlarını kulla
nacaklardır, denilmektedir. Mudanya Konferansının yapılmasına sebep olan
hususlardan biri de bu verilen sözlerde ifadesini bulmuştur. Notanın yalnız bu
hususuna ait olmak üzere, Dışişleri Vekaletlimizce Paris Konferansına 29 Eylül
1922 tarihinde verilen cevap notasında, Trakya’nın Yunan Ordusunun işgali ve
Yunan Hükümetinin idaresi altında bir gün fazla kalması, Türkiye halkı tarafın
dan istenmeyen bir ıstıraba sebep olmaktadır, denilmişti. Bu sebeple Edirne
dahil olmak üzere Meriç batısına kadar Trakya'nın derhal tahliyesi ile buraların
acilen Büyük Millet Meclisi Hükümetine teslim edilmesi icap etmektedir. Bunu
yerine getirmek maksadıyla Mudanya'da Müttefik generalleri ile bir konferans
yapılmasına dair olan teklifimiz üzerine ekim ayının üçünde başlamış olan bu
Konferansın düne kadar yapılan müzakerelerinde İtilaf devletlerinin notasındaki
vaat ve arzuları dairesinde ve Hükümetimizce pek acil olduğu düşünülen hu
susların tespit edileceği kuvvetle ümit edilmektedir. Ancak dünkü müzakereler
de Fransız Generali dışında İngiliz ve İtalyan generallerinin, Trakya'nın teslimi
hususunda salahiyetli olmadıklarını ifade etmeleri, üzüntümüze sebep olmuş
tur. Mudanya Konferansına gelen generallerin salahiyetleri, tabii ki Müttefik
devletlerin notasında yazılı olan hususlara aykırı olmamalıdır. Bu notada Trak
ya’ya ait Müttefiklerin düşünceleri yukarıda aynen belirtildiği gibi pek açık olup,
hiç bir vakit ve hiç bir sebep ve suretle Trakya'nın İtilaf kuvvetlerinin işgal ve
idaresine alınacağına dair katiyen bir fikir ve bir madde mevcut değildir. Yunan
Ordusunun çekileceği hattın Meriç’in batısı olarak tespit edildikten sonra bu
hatta kadar ki mıntıkanın Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine bütün ma
nasıyla devredilmesi tabii ve zaruridir. İngiliz ve İtalya generallerinin buna mu
halif tekliflerini bize kabul ettirmek istemeleri, İtilaf devletlerine iyi niyetle gön
dermiş olduğumuz cevap notasında yazdıklarımıza da aykırıdır. Mudanya Kon
feransında, Müttefik devletlerin notasına, menfaatlerimize ve bilhassa askeri
vaziyetimize aykırı tekliflerin münakaşası ile dört günden beri meşgul olunduğu
sırada, İngilizlerin Çanakkale Boğazının Asya tarafına piyade ve topçu kuvvet
lerini yığmaları, tel örgülerle mevzilerini takviye etmeleri, Çanakkale Şehrinde
Müslüman halkı evlerinden çıkararak baskı ve sıkıntı vermeleri, İstanbul'da
fevkalade askeri tedbirler almakta olduklarına dair malumat almaktayız. Aynı
zamanda Yunanlılar tarafından Trakya’da da yeni kumanda heyetleri ile büyük
miktarda askeri hazırlık yapıldığına, Müslümanlara zulüm ve işkence yapıldığı
na ve köyleri tahrip edildiğine dair malumatlar almaktayız. İngiliz generalinin
Mudanya Konferansı müzakerelerinin uzamasına sebebiyet verecek nota hü
kümlerine aykırı tekliflerde bulunması, diğer taraftan ordumuzun harekatını
durdurmamız ile geçen her günden istifade edilerek Yunanlıların askeri faali
yetlerde bulunmalarına müsaade edilmesi, Türküye Büyük Milet Meclisi Hükü
metinin sulhsever hislerini rencide etmekte ve bu hareket tarzının İtilaf devletle
rinin de arzusuna aykırı olduğuna hükmettirmektedir. Bilhassa Başkumandanlık

1041
askeri tedbirlerin alınmasının gecikmesinden endişe duymaktadır.
Binaenaleyh Müttefik devletlerin 23 Eylül tarihli notasında ve Paris Konfe
ransına gönderdiğimiz 29 Eylül tarihli cevap notamızda açıklıkla ifade edildiği gibi,
Yunan Ordusunun ve Yunan idaresinin Edirne’den Meriç'in batısına çekilmesi ve
derhal Türkiye Büyük Millet Meclisine bu mıntıkayı teslim etmesi lazımdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin idaresine geçecek olan Trak
ya’ya hiç bir taraftan, bilhassa mağlup Yunan Ordusu tarafından her türlü teca
vüzün yapılmayacağına dair Müttefik devletler tarafından güvence verilmesi
durumunda, sulh imzalanıncaya kadar boğazlardan ve Marmara Denizinden
asayiş ve inzibat kıtalarından başka hiçbir kuvvet geçirmemeyi kabul edeceğiz.
Bugün 6 Ekim saat iki buçukta toplanacak olan Konferansta yukarıda
ifade ettiğimiz hususlar prensip olarak taraflarca kabul edilmediği takdirde,
müzakerelerin bundan sonra devam edeceği günlerde askeri harekatımızın
durdurulmuş olması bizim için mühim ve telafi edilemeyecek mahzurları doğu
racağından, askeri harekata yeniden başlama hakkındaki salahiyetinize tekrar
sahip olacağınızı tebliğ ederim.
Başkumandan
Mustafa Kemal
(Bravo sesleri)
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Aynı zamanda çekilen diğer telgrafı okuyorum.

Garp Cephesi Kumandanlığına


1. Mudanya Konferansının 6 Ekim günkü toplantısında, İzmir'de tespit olunan
esaslar dairesinde, Trakya’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine iadesi
kabul edilmediği takdirde, düşünüldüğü gibi saat 6.17 de hemen İstanbul üzeri
ne harekete geçiniz. 3.Kolordu, yakınından daha iki kolordu ile takip olunmalı
dır. Çanakkale Boğazına tahsis olunan piyade kuvvetleri de Boğaza bir günlük
mesafeye kadar takip olunabilir. Küçük, piyade kıtalarının dahil olduğu Boğaz
üzerindeki bazı noktalar da piyade ve topçu ile takviye olunabilir. İzmir Liman
tahkimatına ehemmiyet veriniz.
2. Konferansta müzakereler menfi neticelendiği takdirde Trakya’daki düşmanı
takip için İstanbul ve Çanakkale üzerinden hareket edecek kıtalarımızla İngiliz
kıtaları arasında bir kötü vaziyete meydan vermemek için icap edenlere şimdi
den emir ve talimat verilmesinin uygun olacağını bildiriniz. Bu emri Fransız ve
İtalyan generallerine bildirmek muvafık olur.
Başkumandan
Mustafa Kemal

1042
Mudanya Konferansı Reisi ve Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretlerine,
5 Ekim 1922 tarihli telgrafınıza, Hükümet ile Başkumandanlığın müşterek
cevapları aşağıdadır.
1. Karaağaç Edirne Şehrinin bir mahallesidir. Yunan Ordusu ve idaresi Edirne
Şehrinin tamamen batısına çekilmelidir ve orada bütün Doğu Trakya'da olacağı
gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin idaresi tesis edilmelidir.
2. Trakya’nın tahliyesi ve bize teslimi, katiyen belli olmayan biz zamana tehir
olunamaz. Teslim derhal başlayacak, kesintisiz devam edecek ve azami otuz
gün içinde son bulacaktır. Teslim edilen her noktadan İtilaf kuvvetleri ve komis
yonları derhal çekilecek ve otuz günün sonunda Trakya’yı terk etmiş buluna
caklardır. Trakya'ya tecavüze mani olunması için her türlü tedbir alınmalıdır. Bu
tedbirler mutlaka kuvvet kullanmayı gerekli kılmaz. Müttefik devletlerin bunu
icap edenlere ihtar etmesi de bunu temin edebilir. Müttefik devletlerin bu temi
natına rağmen hareket edenlere karşı ordularımızın derhal Trakya'ya geçiril
mesinin hiç bir maniye tesadüf ettirilmeyeceği de tabiidir.
3. Yunan Ordusunun gerek Anadolu'dan ve gerek Trakya'dan alıp götürdüğü
silahsız ahaliyi, Yunan Hükümeti ateşkes anlaşması imzalandıktan sonra der
hal iade etmelidir. Harp esiri olan subay ve askerlerimizin de aynı zamanda
iadesini talep ederiz.
4. Azınlıklar hakkında verdiğiniz cevap uygundur. Filhakika bu mesele Mudan
ya Konferansı müzakereleri haricindedir.
5. Silahlı mücadelenin bırakılması için Trakya'nın Yunan’dan tahliyesiyle yeti
nilmesi mümkün değildir. Oranın Yunanlılar tarafından tahliye edilmesi ve Hü
kümetimizin orada idareyi teslim alması zaruridir. Yunandan tahliye edilecek
olan Trakya’mızın İtilaf devletleri işgalinde kalmasına ve idare edilmesine hiç
bir sebep ve lüzum yoktur. Doğu Trakya'nın Fransızlar tarafından işgali de
bahis mevzu olamaz. Ancak Doğu Trakya ile Yunan Ordusu arasında bir kısım
yerin Fransızlar tarafından işgali emniyetli olabilir.
6. Prensiplerde ihtilaf meydana gelip müzakerelerin uzaması halinde, İngilizle
rin boğazlarda askeri yığınak ve tahkimat yapmamalarını talep ederiz. Askeri
Ateşkes Anlaşmasının imzalanmasından sonra da İstanbul ve Çanakkale'de
İngiliz askeri yığınağı kabul değildir.
Başkumandan
Mustafa Kemal
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Bunlar şifresiz olarak gönderilmiş telgraf metinle
ridir. Bu da şifreli olarak Başkumandanlığa yazılmıştır.

1043
Başkumandanlığa
İstanbul'a giden gemiler geldiler. Henüz Konferans toplanmadı. Franklin
Bouillon'un dediğine göre Londra ve Paris hükümetlerinin kararları 7 Ekim öğ
leden evvel her halde burada olacakmış. Şimdiye kadar olan gecikmenin se
bebi daha evvel hükümetlerin kararlarından haberdar olmanın mümkün olma
masındanmış. Bu kararların bu akşam hangi saatte buraya geleceği kestirile
miyor. Delegeleri Mudanya'da bekliyorum. 6 Ekim 1922, saat 7,40
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): General Pelle ile Franklin Bouillon Başkuman
dan Paşa Hazretlerine bir telgraf çekiyorlar. O telgrafta harekata başlamayınız,
diyorlar.
FAİK BEY (Cebelibereket): Okunmasında bir mahzur var mı? Resmi değil mi?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim bir mahzur yok, resmi bir şey değil.

Başkumandanlığa
Saat sekize çeyrek kala İngiliz Genel Kurmay Reisi gelerek hususi bir
görüşme istedi. Diplomatlardan şikayet ederek ve pek büyük zorluklardan bah
sederek, samimi ve emniyet ile konuşmak için geldiğini ve Trakya'nın nasıl olsa
bizim olacağını, itimatsızlık gösterilmemesini ve bunun gibi dostane ve hususi
mahiyette konuştu. Konuştuklarından eski düşüncelerinde ısrar ettikleri mana
sını çıkardım. Londra'dan henüz cevap gelmiş ise de hallolunmasını bekleme
den geldiğini söyledi. Bundan sonra saat sekiz buçukta Konferans toplandı.
Harington söze başlayarak toplantıyı saat iki buçuktan şimdiye kadar tehir et
melerinin sebeplerini uzun, uzun anlattı. İstanbul'a gitmiş, Londra'ya yazmış,
Lord Curzon Paris'e gitmiş, bu gece Londra'ya gelecekmiş, cevap verecekmiş.
İstanbul'dangelmiş.
etti.cevap
General
Trakya'da surette
gelmeden hareket olmadığıhakkında
etmemesini bildirildiği halde bana söz
verdiği için yangın malumat almış. Emir
verilir verilmez tahliye yapılacak tertibat alınmış. Tayyare ile de Trak
ya'da keşif yaptırarak tahribat olmadığını inceletmiş. Sabah saat sekizde top
lantı teklif Şarpi aynı mazeret ile sabah saat sekizi teklif ve İtalyan
Generali teyit etti. Generallerin arzularına göre Konferansın sabah sekizde
toplanacağını edeceğini tebliğ ettim.
Bundan sonra İtalyan Generali söz alarak bana hitaben, Büyük Millet
Meclisi Hükümeti delegesi olan zatı alilerine İtalya Hükümeti adına tebliğ ediyo
rum. Karışık olan meselelerden en mühim iki nokta vardır. Birisi Edirne ile Ka
raağaç İstasyonu dahil olmak üzere Trakya'ya bağlanması ki İtalyan Hükümeti
nu kabul etmiştir. İkincisi de azınlıklar hakkında Büyük Millet Meclisi Hükümeti

1044
teminat verdiği için Trakya'nın derhal Büyük Millet Meclisi Hükümetine teslimini
kabul ettiğini şimdiden beyan ederim. Ben de Türkiye Büyük Millet Meclisi Hü
kümeti adına hak ve adalet hislerinden dolayı İtalya Hükümeti delegelerine ve
Fransız General Şarpiye teşekkür ettim. General Harington kendisinin de yarın
sabah sekizde aynı teminatı verebileceğini katiyen ümit ettiğini söyledi. Konfe
ransın yarın sabah sekizde toplanması için ayrıldık. Bu suretle esas mesele
halledilmiş ve İngiltere yalnız kalmış sayılabilir. 6 Ekim 1922, saat 10,00

Garp Cephesi Kumandanı


İsmet

Başkumandanlığa
Toplantı saat sekizde başladı. General Harington Trakya'da tahribat
olmadığına dair aldığı telgraflar ve bilhassa yaptırdığı tayyare keşifleri hakkın
da malumat verdi. Teşekkür ettim ve asıl çareye bir an evvel ulaşmayı ümit
ettiğimi bildirdim. Bu temennime o da iştirak etti. Hükümetinden şimdiye kadar
henüz talimat almamış bulunduğunu, Curzon'un gece saat on bire kadar Paris'-
te bulunduğundan olanlardan haberi olduğunu, telsiz haberlerinden sızan ha
berlere göre iyi ve ümitli bulunduğunu bildirdi ve toplantının biraz gecikmesini
teklif etti. Daha sonra söz alan Fransız ve İtalyan generalleri de aynı teklifi yap
tılar. Arzuları üzerine konferansı öğleden sonra saat beşe tehir ettim.

Toplantı arasında esir meselesini halletmemizi söyledim ve Türk esirlerin


sulh konferansının başlamasına kadar Yunanistan tarafından iade edilmiş bu
lunmasını talep ettim. Önce hepsi bunun büsbütün yeni ve Hükümetlerinin yeni
talimat ve kararına dair bir mesele olduğunu ve İzmir'de kararlaştırılan hususla
ra dahil olmadığını bildirdiler. Sivil esirleri daha ilk toplantılarda mevzu etmiş ve
müsait bir karara sunmuş olduğumdan bu kısmına diyecek olmadığını ve harp
esirlerine gelince, böyle askeri konferanslarda bu hususun askeri bir mesele
olmasından dolayı yeni bir salahiyete lüzum olmadığını müdafaa ettim. Ayrıldı
lar, uzun uzadıya görüştüler, tekrar geldiler ve teklifleri benim tarafımdan bir
nota ile bunun talep edilmesi ve kendilerinin de hükümetlerine bildirmeleri biçi
minde oldu. Bunun üzerine tekrar tartışma çıktı. Sivil esirlerin tamamının tara
fımızdan serbest bırakıldığı halde, Yunanistan'ın evlatlarımızı hapiste bulun
durmasına derhal nihayet vermesinin şart olduğunu müdafaa ettim. İtalyan
General bunu teyit etti. Harp esirlerine gelince, evvelce de bunun bir mübadele
şeklinde mi olacağı sualine karşı, bir mübadele şeklinde olmadığını ifade ettim.
Hülasa Trakya'nın bize teslimi gibi mühim bir mesele hallolmazdan evvel İngi
lizlerin eline diğer bir mesele vermemek için, meseleyi ortada bırakmayı tercih
ederek, sivil esirler meselesinin hallolunmasının şimdilik kafi olduğunu ifade
ettim. Hissettiğime göre harp esirleri meselesi her halde hükümetleriyle haber
leşmeye kalacaktır. Franklin Bouillon İzmir'de bahis mevzuu olmayan bu mese

1045
le için konferansı zora sokmanın uygun olmayacağını iddia etmektedir. Esirle
rimizin salıverilmelerini kendisinden kuvvetle talep ettim. O da burada ve Paris'-
te bunun için çalışacağını vaat etmiştir. 7 Ekim 1922, saat 10.30
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Bu telgrafa şu cevap verilmiştir.

Mudanya Konferansı Reisi ve Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretlerine,


1. Azınlıklar hakkında mutlaka askeri anlaşmadan bahsedilmesi zaruri ise ve
Konferansın bir an evvel netice vermesi bakımından lüzumlu görüldüğü takdir
de General Harington'un teklif ettiği metni değiştirerek kabul etmek uygundur.
2. Müslüman olmayan azınlıkların sahip oldukları hak ve hürriyetler verilecek
ve kanunlarda yer alacaktır.
3. Askerî esirler meselesi için müzakereyi kesmemek tercih edilmelidir. Bu
husus hakkında başka teşebbüslerde de bulunulabilir. Bu teşebbüsleri kendiniz
düşünebilirsiniz.
Başkumandan
Mustafa Kemal
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Şimdiye kadar olan haberleşmemiz bu kadardır.
NECATİ BEY (Erzurum): Beyefendi bu hususta Hükümetin düşünceleri nedir?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Malumunuz evvelce de arz ettim ki Mudanya'da-
ki Konferans askeri bir konferanstır. Onlar meselenin içerisine askeri hususların
haricinde bazı meseleler de koydular. Başkumandan Paşa Hazretleri Hükümet ile
müzakere etti ve bazı müşterek kararlar alındı. O kararlar sizlere duyuruldu. Bina
enaleyh hangi nokta hakkında Hükümetin düşüncelerini soruyorsunuz?
NECATİ BEY (Erzurum): Askeri harekat hakkında soruyorum.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Malumunuz Milli Misak hudutlarının elde edilme
si için gerek Hükümet, gerek ordu vazifelidir. Bu hususta lazım gelen şeyler yapı
lacaktır, Milli Misakın elde edilmesi için çalışılıyor. Yoksa memleketi felakete sü
rüklemek için çalışılmıyor. Ben bütün bunları Başkumandanın müsaadesiyle Yüce
Heyetinize malumat olmak üzere arz ettim. Onun için haberleşme benimle İsmet
Paşa arasında olmadığı için, Başkumandanın müsaadesiyle okudum. Haberleşme
Başkumandanla İsmet Paşa arasındadır. Bunu dikkatinize çekmek isterim. Baş
kumandan Paşa Hazretlerinin verdiği bir cevaptan Dışişleri Vekaletine soru sora
cak olursanız o soruya cevap veremem.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Mudanya Konferansı hakkında yapılan haberleşme
de Hükümete ait hususlar da vardır. Ben bu haberleşme arasında sadece siyasi

1046
olan bazı hususlar görüyorum. Kararlar vardır. Bu kararları ancak hükümetler alır
lar ve Hükümet bu hususlar hakkında kendi arasında kararlar vermiş midir? Mese
le yalnız askeri değildir.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Dışişleri Vekaleti kendine ait olan hususların
mesuliyetini üstüne alır. Hükümete ait olan cevabı da Hükümet Reisi verir. Dışişle
ri Vekaletine ait soracağınız bir soru varsa, cevap vereyim.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Pek kuvvetle zannederim ki son zamanlarda muh
taç oldukları gibi, bunu da müspet bir surette kabul edecekler. Ancak bunu üç gün
sonra tatbikatta menfi neticeler çıkarmak için yapacaklar. Yunanlılar da bu esnada
ordularına yeni asker alımına başlamıştır. Diğer askeri hususları dikkate almıyorum.
Ancak bu yapılanlar Yunan hırsına ve Lloyd George'a alet olmak içindir. Moskova'da
ve Paris'te Dışişleri Vekaleti ne gibi tedbirler ve ne gibi teminatlar almıştır?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Dışişleri Vekaleti bu husus için lazım gelen ted
birleri almıştır. Lazım olan mesuliyeti üzerime alıyorum. Dışişleri Vekaleti şimdi
cevap veremez.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): O halde Dışişleri Vekaleti mesuliyeti üzerine alıyor.
TAHSİN BEY (Aydın): İzah buyurduğunuz bu meseleler üç İtilaf devlet ile düşman
bulunduğumuz bir devlet hakkındaki müzakerelerden ibaret bulunduğu için, bunun
her noktasını size sormak hakkımızdır. Çünkü biz bu soruları İçişleri Vekaletine
soramayız. Bizim birçok sivil halkımız memleketimizden sürülmüş ve Yunanistan'a
götürmüş iken İzmir'de yüz binlerce Rum ve Yunan ahalisini garnizonlara sevk
edip saklanmıştır. Bu kadar halkın iadesini temin etmek için ve onları bir an evvel
zulüm altında inlemekte olan Müslüman kardeşlerimizi kurtarmak için elimizdeki
kuvvetli imkanları müdahale olarak kullanmak varken, ne gibi bir sebeple Hükümet
onların vapur, vapur dışarıya çıkmasına müsaade ediyor?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Çocuk ile kadınlar çıkıyor. Sonra diğerleri de
alıkonulmuştur beyefendi, hepsi gitmiyor.
TAHSİN BEY (Aydın): Sonra beyan buyurduğunuz bir mesele var. Orada kırk tane
köyün yakıldığına dair bundan dört gün evvel buraya bir haber gelmişti ve Yüce
Meclise bugüne kadar neden haberdar etmediniz?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Filan köylerin yakıldığını gelip Meclise mi arz
edeyim? Belki Mudanya'daki müzakereler bunu şey ediyor. (kafi sesleri)
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Bazı üyelerimiz Hükümetin düşüncelerini anla
mak istiyorlar. Başkumandanlığın Cephe Kumandanlığına gönderdiği emirlerde
Hükümet yalnız bilgi sahibi olarak kalmamıştır. Bu emirleri müzakere etmiş, karar
vermiş, Başkumandanlıkla beraber hareket etmiştir ve her noktasında bilerek me
suliyeti üzerine almıştır.

1047
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Beyefendi, biz de bunu bekliyorduk.
RAUF BEY (Devamla): Başkumandan Paşa Hazretleri bu son Konferansın açıldı
ğından beri orada cereyan eden müzakerelerden adım, adım Hükümetimiz haber
dar ediyor ve mühim hususları müzakere ediyoruz. Özellikle siyasi meseleler gel
diği zaman, hatta oybirliği ile karar alarak tebligatını o surette yapıyoruz. Hükümet
te hiç ayrılık olmayarak birlikte çalışılıyor.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Vekiller Heyeti Reisi buyuruyorlar ki Hükümet bu me
selelerde bütün mesuliyeti üzerine alarak Başkumandanlıkla beraber hareket edi
yor. Bir defa mesuliyeti isterlerse üzerlerine alsınlar, isterlerse almasınlar. Bunu
hangi kanunla yapıyorlar ve bunlar hangi kanunla mesul tutulacaklar? Yani Hükü
metin mesuliyeti hakkında bir kanun var mıdır?
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Kanunsuz yapar, kanunsuz. Allah bu memleketi kur
tarsın.

RAUF BEY (Devamla): Bu Mecliste her hangi bir hadise üzerine alınacak olan
karar, kanun olur ve ona karşı mesuliyeti kabul ederiz. Yüce Heyetiniz karar verir,
kanun yapar. Mesuliyet ve cezamızı tayin edersiniz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Beyefendi, burada bir hudut meselesi bahis mevzu
olmaktadır ve bu hudut meselesi, yani Trakya'nın milli hududu askeri bir mesele
dir, deniliyor. Bu askeri meselenin içine bir siyasi mesele giriyor ve diyorlar ki hu
dut suyun ortasından geçsin. Buna nasıl karar veriliyor ve bu kararlaştırılan hudut
bizim menfaatlerimize uygun mudur? Ortada bir siyasi mesele müzakere edilmek
te ve Trakya hududu çizilmektedir. Bu hudut belki askeri vaziyetten sonra çiziliyor.
Fakat bunda memleketin bir haysiyeti de vardır. Mesela Meriç Nehri bir tarafın
elinde olmak lazım geldiği gibi, demiryolunun da diğer tarafta olması lazım gelir
gibi bir kanaat oluyor. Mudanya'da yalnız askeri meseleler müzakere olunmuyor.
Siyasi meseleler de bahis mevzu oluyor. Halbuki orada Hükümetin hiç bir sivil
memuru yok. Bu hususta Hükümetin dikkatini çekerim ve cevap isterim. İkinci
mesele, müsaade buyurun, Hükümet azınlıklar hakkında orada bir karar ve taah
hüt altına girmektedir. Ben bunu da yanlış görüyorum ve Mudanya Konferansını
ben siyasi bir konferans olarak görüyorum. Bu siyasi bir konferanstır. Hükümet
buna bir şekil vermiyor. İzah buyurmanızı rica ederim.
RAUF BEY (Devamla): Hudut hakkındaki sorunuza cevap vereyim. Hudut mese
lesinden bahsedilirken daima Edirne'nin ve Meriç'in batısından bahsediliyor. Yani
nehrin ortası ve sol sahili bahis mevzu değildir. Bunda Hükümet büyük menfaat
görüyor. Batı sahili ve batısında kelimelerini kullanmak uygundur. Çünkü bugün
den tafsilatlı bir hudut müzakeresine girmeyi mahzurlu görüyoruz. Edirne'nin batı
sı, bize 1914 hududunu temin edecek derecede olduğuna kuvvetle itimadımız
vardır. Bunda daha fazla münakaşaya girmekte Mudanya Konferansında ve bil
hassa sulh konferansından evvel Hükümet faydadan çok zarar görüyor. İkinci
sorunuza cevap veriyorum. Azınlıklar hakkında Hükümetin teklifi tetkik olunursa

1048
Milli Misakta kabul ettiğimiz esaslardan daha çok kazançlı olduğu görülür. Azınlık
lara hiç başka bir hak tanımıyoruz ve binaenaleyh kanun karşısında eşit sayıyo
ruz. Buna muvaffak olursak bunun da her türlü mesuliyetini kabul ediyoruz.
ŞEREF BEY (Edirne): Efendiler, Yüce Meclis ve Türk Milleti, Milli Misakını Baş
kumandanının eline teslim etti. Başkumandan da orduyu eline aldı ve marş dedi
ve endişesizce yürüttü. İzmir Şehrinde durdu. Yoksa bu adam aldı başını yürüdü.
Bunun önüne duracak hiç bir şey yoktur. Binaenaleyh askeri konferans dediler
Mudanya'da bir konferans başlattılar. Ateşkes konferansı deyiniz, ne derseniz
deyiniz. Konferans oldu ve hâlâ da olmaktadır. Şimdi okunanlar hakkında benim
dikkatimi çeken üç nokta var. Bunlar hakkında söz söylemek isterim. Madem ki
Hükümet, yani Vekiller Heyeti Reisi... Doktor Tevfik Rüştü Bey, oturumdan sonra
konuşunuz. Burası sohbet yeri değildir. Dışarıda Vekiller Heyeti Reisi ile istediğiniz
kadar sohbet edersiniz ama Mecliste edemezsiniz.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Reis Bey, bir noktayı izah etmek isterim. Rica
ederim, sözlerini ihlal edecek bir hareket yoktur. Dinleyip dinlememek meselesine
gelince, o bana aittir.
ŞEREF BEY (Devamla): Dinlemezsiniz o başka. Fakat Hükümet Reisini meşgul
edemezsiniz.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Dinlemek mecburiyetinde değilim.
ŞEREF BEY (Devamla): Konuşmaz, dinlersiniz. Söz şimdi benimdir. Siz susarsı
nız, dinlemeyebilirsiniz. Siz gülersiniz, ben kahkahalar salıveririm. Burası kahve
hane değildir. Binaenaleyh efendiler, Edirne'nin batısı diye yapılan şey doğrudur.
Bu felaketi en çok çeken biziz. Fakat bir nokta var ki İtilaf devletlerinin Edirne'deki
demiryolu hattı, yani Lüleburgaz ile Edirne arasındaki hattı kontrol altına almaları
veya elinde bulundurmaları felakettir. Yalnız Karaağaç'ın Edirne'de kalması da
yetmez. Ben bilirim ki İsmet Paşa 1914 hududunu herkesten iyi bilir. Çünkü o hu
dut yapılırken kendisi o komisyonun içinde idi. Biz buradan arkadaşlarla kendisine
yazdık. Bunu Hükümet halledecektir. Yani Edirne'nin batısı denilmesiyle, tabii ki
Edirne'nin ta batısından geçen hattın Edirne'nin batısında kalacağı tabiidir. Fakat
efendiler İngilizler, dünyada iki millet vardır ki affedemezler. Biri biz diğeri de Fran
sızlardır. Fransızlara karışmam. Fakat bizi affetmeyeceklerdir. Dünyada ve bütün
tarihte, Büyük Millet Meclisi Hükümetinin İngiliz siyasetini uğrattığı hezimet kadar
bir hezimet görülmemiştir ve İngilizler böyle bir hezimete şimdiye kadar uğrama
mışlardır.
HACIM MUHİTTİN BEY (Karesi): Şeref Bey, Büyük Millet Meclisi İngilizlerin affına
muhtaç değildir.
ŞEREF BEY (Devamla): Efendim, af kelimesini burada hakiki manasında kullan
madım. Yani bu intikamı bırakmayacaklardır. Şimdi bu siyasi hezimete uğrayan
İngilizler kapana sıkışmış sıçan gibi tepiniyorlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hü

1049
kümetinin eline kuyruğu geçmiştir. Binaenaleyh kımıldadıkça batıyor. Şimdi ona
doğru gidiyorsun. İftiharla gördük ki Başkumandan İngilizlerin şeylerine ehemmiyet
vermedi, yürüdü. İşte söz burada, siyaset bunda, hikmet bundadır. Ordu yürüdü
mü mesele bitti. Ben zaten konferans taraftarı değilim. Ordu yürüyecekti. İngilizler
aman diyecekti, titreyecekti, bu olacaktı. Yaptıkları zulme gelince, işte resmen
veriyorum. Bir defa da okuyayım. Yani İngilizler ne kadar derlerse desinler, hepsi
yalandır. Biz tayyarelerle baktık, zulüm yapılmıyor diyorlar. Efendiler, Mudanya
Konferansı başladığı gün benim evladımı Edirne'den götürdüler. Evladım ile tam
bin beş yüz kişiyi Edirne'den meçhul bir yere götürmüşlerdir. Yüz altmış köyün
kadınlarını camiye doldurdular, ırzlarına geçtiler. Efendiler, bunları yapanlar, vak
tiyle burada isyan etmiş olan ve şimdi de Yunanlılar tarafından Anadolu'dan nak
ledilen Çerkezler, Abazalardır. (lanet olsun sesleri) Evet efendiler, yapan bunlar
dır. Orada imha taburları yapmışlardır. Bunun üzerine ahali isyan etmiştir ama
silahları yoktur. İsyan eden ahali iki bin sekiz yüz Yunanlıyı tepelemiş ve hududa
sürmüşlerdir. Türkler Saray ve Vize kazaları hükümet binalarını basmışlardır.
Orada kanlı bir mücadele devam ediyor. Fakat köyler yanmıştır. Edirne şehrinde
sokakta gezenleri kurşunla öldürüyorlar. Tabii tayyare ölenleri göremez. Benim
çocuğumla giden biçarelerden haber yoktur. Tayyare onları nereden görecek?
Yusuf Kemal Beyefendi Avrupa'ya giderken soysuz bir adam İngilizlerin temsilcisi
idi. Bütün zulüm onun gözü önünde tertip edilerek yapılmıştır. (kim bu adam sesle
ri) Edirne'de İngiliz temsilcisidir. Hereke'den beraber geldi, beraber İstanbul'a gitti.
Yüzbaşı veya binbaşı rütbesinde İngiliz temsilci, Her ne ise onun şeysi ile yapılı
yordu. İngilizler notada bir Yunan beldesi olan Tekfurdağı demişlerdi. Halbuki Te
kirdağ baştanbaşa bir Türk beldesidir. Orada yalnız iki mahalle gavur vardır.
NUSRET EFENDİ (Erzurum): Onlar da Ermenidir.
ŞEREF BEY (Devamla): Evet, oraya İngilizler gitti. İspat etmiş olmak için İngilizle
rin tertibatı olarak Tekirdağ ile Malkara arasında bulunan köyler bütün Türk köyü
dür. Şimdi oraları imha ediyorlar. Sonra Lüleburgaz'dan topladıkları bin yedi yüz
bilmem ne kadardır, bunlar Palavidiz zindanlarındadır. Bolu Mebusu Fuat Bey'in
ihtiyar babası on sekiz aydır hapishanede. Bugün bu konferansı İngiltere'nin
uzatmasının yegane sebebi, Trakya'nın tamamıyla imhasını temin içindir ve bizim
Batı Trakya'da bile halk oylaması yapacağız diye Batı Trakya'nın şikayeti Meclisi
mize geliyor. Bunları saf, saf Batı Trakya'da hepsini bağlayıp götürüyor, gidiyor.
Bu on günlük vakadır ve bunun raporu Genel Kurmay’a da gelmiştir. Yani benim
okuduğum rapor, Genel Kurmay’a gelmiştir. Şimdi oradaki İngiliz Generali bizim
oradaki mebus arkadaşımıza, biz tayyare ile baktık. Hiç bir zulüm yapmadılar de
miş. Ben şahsen Büyük Millet Meclisi üyesi sıfatıyla size söylüyorum. Ben
Trikopis’i öldüreceğim. Siz de beni burada asın. İşte size söylüyorum. Bunu yap
mazsam namussuzsun deyiniz. Burada çıkıp da benim evladıma yaptılar, götürdü
ler, benim yapacağım iş bu. Buradan çıkar çıkmaz, İstanbul'a telgraf yazacağım,
benim çocuğumu ve beraber götürülenleri, getirmezseniz ben gidiyorum Trikopis’i
Diyenis'i öldürmeye gidiyorum. Açık söylüyorum, bu kadar. Hesap budur. Bundan

1050
sonra beni de şuraya asarsınız ve şu herifi şuraya astık dersiniz, açık bir laf. Zu
lüm yapılmıyormuş? Ben böyle sözleri dinlemem. Zulüm tamamıyla vardır, bir plan
dahilinde zulüm yapılmıştır ve yapılmaktadır. Ama ordu yürüyor. Evet, benim ima
nım var. Fakat ben kızıyorum, niçin ordu İzmir'de durdu.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Reis Bey ben yalnız bir noktayı istirham ediyo
rum ve izah edilmesini isterim, Meclisin manevi şahsiyeti adına. Burası kahvehane
değildir. Kendime edilen hitabın geriye alınmasını teklif ederim.
ŞEREF BEY (Devamla): Sen istediğin kadar sıçrarsın.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Mecnun sensin.
ŞEREF BEY (Devamla): Ne bağırıyorsun, benden sonra kozunuzu alırsınız. Ben
sana değil, seksen bin okka olana pabuç bırakmam ha, sana değil.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, sekiz dokuz arkadaşınız daha
söz almıştı. (müzakere yoktur sesleri) Müzakereyi kafi görenler lütfen ellerini kal
dırsın. Kafi görülmüştür. Efendim gizli celse bitmiştir. Aleni celseye geçilmesini
1
kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.

9 EKİM 1922: GİZLİ OTURUMDA MUDANYA ATEŞKES KONFERANSI HAK


KINDA DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN AÇIKLAMALARINA DEVAM
ETMESİ VE MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 115.Birleşim, Gündem: 2/1)

Çanakkale ve Kocaeli’nde bulunan Türk birliklerinin hareketliliği


Müttefik generalleri telaşlandırmıştı. Mudanya’daki toplantılara ara ve
rilmiş ve generaller hükümetlerinden yeni durum hakkında görüş almak
üzere İstanbul’a dönmüşlerdi. Ankara’da da Meclis toplantı halinde
Mudanya’dan gelecek haberi bekliyordu. Milletvekilleri Müttefik hükü
metlerin Doğu Trakya’yı Türkiye’ye teslim etmeyeceklerinden kuşkula
nıyorlardı. Başkumandan ise çok fazla karamsar değildi.

YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim şu günlerde cereyan etmekte olan
Mudanya Konferansı hakkında son iki gün içinde, yani geçen gün Yüce Meclise
arz ettiğim günden bugüne kadar almış olduğum bilgileri arz edeceğim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurunuz, Dışişleri Vekili
Yusuf Kemal Bey gizli celse teklif ediyorlar. Kabul ediyor musunuz, efendim? Ka
bul edilmiştir.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (7 Ekim 1922), 1.Dönem, c.3, s.896-907, http://www.tbmm.gov.tr/

1051
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Geçen gün Mustafa Kemal Paşa Hazretle
riyle Franklin Bouillon arasında yapılan müzakere hakkında bilgi vermiştim. Bugün
de onları harfiyen okuyorum, efendim.

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine


6 Ekim 1922 sabahı Mudanya'daki Fransız zırhlısı vasıtasıyla İstan
bul’daki General Pelle'den ve Franklin Bouillon’dan zatıalinize yazılmış olan iki
telgraf sureti aşağıdadır. Pelle'nin telgrafındaki yalnız bir nokta, Trakya'nın
şimdiden teslim olunmaması olunca meselenin ehemmiyeti malumdur. Çünkü
Trakya’nın Müttefiklerin işgalinde olması belli bir vaziyet olduğu gibi, Trakya'yı
bize teslim etmek de belli bir vaziyettir. Müttefikler Trakya'yı işgallerinde tutmak
kararıyla, bize teslim etmiş olmak vaziyetini takındılar ve bu suretle bize zararı
olan bir şeye, Trakya'da bizi İstanbul Hükümeti vaziyetine sokarak maddeten
ve manen hakimiyetleri altına almak istiyorlar. Trakya'yı işgallerinde tutmak
kararını verirlerse, bunun için bizimle müzakereye lüzum olmadığı kanaatinde
yim. Harington'dan buraya gelen bir habere göre altı yedi gün sonra buraya
gelebileceğini bildirmiştir.
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine


Mudanya Konferansında Türk halkının düşüncelerine hiç bir suretle
uymayan bir nokta üzerinde anlaşmazlık meydana gelmiştir. Sizin kabul edebi
leceğiniz bir çözüm yolunu ben düşüneceğim ve inanıyorum ki Hükümetim de
düşünecektir. Katiyen ümitliyim ki Türkiye'nin yücelmesi için o kadar emek sarf
eden zatı devletleri işi yeni bir harp ile tehlikeye koymazlar. Derhal acil bir karar
ile Büyük Millet Meclisi Hükümetinden kendi Hükümetimin istediği sulh teklifidir.
Bize ve müttefik olan devletlere itimat buyurmanızı istirham eylerim.
İstanbul’daki Fransa Yüksek Komiseri
Pelle

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Paşa Hazretleri tarafından verilen cevabı okuyorum.

İstanbul'da General Pelle'ye


Konferans müzakerelerinde bir nokta üzerinde zorluk çıkarılmış olması,
Türk halkının üzülmesine sebep olmuştur. İsmet Paşam vasıtasıyla sizden
aldığım telgrafta, İngiliz ve İtalyan generallerinin Trakya'yı bize teslimden vaz
geçtikleri ve Müttefik askerlerinin işgalleri altında bulundurmaya devam etmek
istedikleri anlaşılıyor.
Bu surette Trakya’nın Müttefik devletlerin elinde kalması, 23 Mart tarihli

1052
nota hükümlerine ve Franklin Bouillon’un teminatına aykırı görülmektedir. İlk
anda ve bizim için en mühim noktada, İtilaf devletlerinin arzusunun açık olma
ması ve Trakya'yı ellerinde bulundurmak suretiyle bize baskı yapmak fikrini
verecek mahiyette olması, bizi büyük tereddüt ve hayrete uğratmıştır. Ama
sulhsever ve pek meşru olan taleplerimize karşı bu şekilde anlaşma yoluna
gidilmemesini Fransız hükümetinin katılmayacağını ümit ettiğimizden, vaat
ettiğiniz ara bulma girişiminizin neticesini bekleyeceğiz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi
Başkumandan
Mustafa Kemal

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Mustafa Kemal Paşa’ya İsmet Paşa vasıtasıyla
gelen İkinci telgraf Franklin Bouillon’dan geliyor.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Dün İstanbul’a gittim ve derhal meseleyi halletmelerini kendilerinden


istedim. Trakya'yı Türkiye'ye vermek için kati talimatı almak üzere Londra ve
Paris'te hükümetlerin bu sabah toplanmalarını teklif ettim. Telgraf haberleşme
lerinin zorlukları ve saatlerdeki farklar sebebiyle bu akşamdan, belki geceden
evvel cevap alabilmek mümkün değildir. Vadeyi kısa yaptığımızdan dolayı hata
etmişiz. Bir güne kadar karar vermezden evvel, bunu zatıalilerinden talep ve
istirham ederim. Konferans bu akşam veya yarın sabah toplanabilecektir. Eğer
Konferans memnuniyet verecek neticeye ulaşmazsa, şimdiye kadar adaleti
müdafaa eden Fransa'nın kararını arz etmek için müsaadelerinizi istirham eyle
rim. 6 Ekim 1922
Dostunuz
Franklin Bouillon

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Paşa Hazretleri tarafından Franklin Bouillon’a


gönderilen cevabı okuyorum.

İstanbul'da Franklin Bouillon’a

Telgrafınızı aldım. 23 Mart tarihli nota ile Müttefik hükümetler tarafından


Trakya'nın bize iadesi vaat edildiği halde, Mudanya'da İngiliz generallerinin
bunu kabul etmemeleri ve Müttefik askerlerinin işgali altında bulundurmak is
temeleri, bizce iyi karşılanmamıştır. Askeri harekatımızın durdurulmasına se
bep olan Mudanya Konferansının kesintiye uğramasının askeri vaziyet bakı
mından olacakları dikkat çekmenizi dilerim. Bu vaziyetin bir an evvel müspet bir
neticeye ulaşması menfaatimiz icabıdır. Size itimat ederek, Konferansın bu
akşam veya yarın akşamki alacağı karara göre askeri harekatımızın başlaması
için verdiğim emrin tehirini İsmet Paşa Hazretlerine yazdım. Dostluğumuza

1053
inanarak müspet bir netice çıkacağını kuvvetle ümit ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi
Başkumandan
Mustafa Kemal

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Geçen ki açıklamalarımdan sonra aldığımız ilk


telgraf şudur, yani İsmet Paşa tarafından Başkumandanlığa çekilen telgraf.

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine


7 Ekim 1922 günü öğleden evvel saat ikide Konferansın toplanacağı
ümit ediliyor. Ankara ile telgraf haberleşmesinin açık kalması lüzumludur. Ge
neral Harington'un diğer general ile bana gönderdiği bir mektubu aynen takdim
ediyorum. Cevabım da ayrıca arz edilmiştir.
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet

Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretlerine


Paşa Hazretleri, İngiliz kıtaları Başkumandanı sıfatıyla ifade ediyorum.
Zatıalileri tarafından, Ankara Millet Meclisi Hükümeti sıfatıyla verilmiş bulunan
ve her türlü silahlı harekatın durdurulduğu hakkındaki vaatlerinize rağmen, bu
harekatın devam etmiş olduğunu dikkatini çekerim. Elimdeki açık malumat
gösteriyor ki Çanakkale'de kıtalarımızın hemen karşısındaki süvari kıtalarınız
piyade ile getirilmiş ve bu noktada gayet ciddi bir vaziyet meydana gelmiştir.
Elimde deliller de vardır ki ayrıca bir tümen kadar tahmin edilen bir kuvvet top
çu ve süvari ile birlikte Yarımca'daki hududu geçmişler ve Karayakub'a gelmiş
lerdir. Aynı zamanda Türk süvarilerinin Yarımca ve Şile'ye geldiklerini haber
aldım. Demek oluyor ki tarafsız mıntıkalara tecavüz edilmiştir. Bu harekat, Müt
tefik generalleri ile zatı devletlerinin Mudanya’da iyi niyetle meselelere çare
bulmaya çalıştıkları bir anda meydana geliyor. Evvelki konuşmalarımızda be
yan ettiğim gibi tarafsız mıntıkada yapılan tecavüzün mesuliyeti, bu tecavüzü
yapmış olanlara ait kalacaktır, Silahlı harekattan kaçınmak için elimden gelen
her şeyi yaptım ve emrim altındaki subaylar ve askerler göstermiş oldukları
itinalardan dolayı her türlü takdire layıktırlar. Bütün bu harekatın Konferansın
nihayetine kadar durdurulmasının lüzumunu Ankara Büyük Millet Meclisi Hü
kümetine arz etmenizi ve bu hususta bana teminat vermenizi zatı devletlerin
den rica ederim. Zatı devletlerinin sadık kulu olması şerefiyle övünen,
Mudanya Müttefik Generalleri Reisi
Harington

(gülüşmeler, ooo sesleri)

1054
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim İngiliz usulü mektuplaşmada bu adettir.
En yüksek bir adam en aşağı bir adama yazabilir. O sizin hizmetkarınız olmakla
şeref duyar. Onun için aynen okuyorum.

Mudanya Konferansı Büyük Britanya Delegesi General Sir Charles Harington


Hazretlerine

Ekselans, Çanakkale'de bulunan kıtalarımızdan bazı süvarilerin yerine


bazı piyadeler yerleştirilmiş olması, alelade bir değiştirmedir ve kıtalarımızın
dahili harekâtından ibarettir. Çanakkale'de askeri harekatın durdurulduğu za
mandan itibaren bir tek askerimizin bir hatta ilerlemiş olduğuna dair bir misal
varsa, o misali derhal düzeltmek üzere haber vermenizi rica ederim. Diğer ta
raftan İngiliz kıtalarının nakliyat faaliyetleri devam etmiş ve tarafların hatları
arasındaki mesafe kıtalarınızın ilerlemesiyle kısaltılmış ve bütün bu harekat
tarafımızdan harekatımız durdurulduktan sonra olmuştur. Kumandanlarımızın
her türlü hadiselere meydan vermemek hususunda gösterdikleri itina ve muvaf
fakiyet takdir edilecek bir derecedir. Yarımca, Yakuplu ve Şile'de bahis mevzu
edilen harekat kıtalarımız arasındaki dahili bir harekattır. Bu tür harekatın dur
durulması hususunda hiçbir taahhüdümüz yoktur. Büyük Millet Meclisi Hükü
metinin taahhüdü, 29 Eylül notasında bildirildiği gibi Mudanya Konferansı neti
celeninceye kadar harekatın durdurulmasından ve Konferans esnasında İtilaf
askerlerine karşı her hangi bir hadiseye mahal vermemekten ibarettir. Zatı
devletlerine hususi hürmetimi gönderirim. 8 Ekim 1922

Mudanya Konferansı Reisi


General İsmet.

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Dün bu telgraflar Hükümet ile görüşüldükten


sonra, Başkumandan Paşa Hazretlerinin İsmet Paşa’ya gönderdiği telgraf.

Mudanya Konferansı Reisi, Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretlerine

General Harington'un bu sabah size gönderdiği mektup ve sizin cevabı


nız, aynen Hükümete takdim edildi. Trakya'nın derhal tahliyesiyle beraber,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine teslimini temin etmek üzere toplanmış
olan Mudanya Konferansının bugüne kadar yapılan müzakerelerinde anlaşmış
olduğumuz hususlara tamamen uyduk. Konferans müzakereleri lüzumsuz yere
uzatıldığı halde bile Konferanstan sulhsever bir netice çıkacağına hâlâ ümidi
miz vardır. Ancak bu sabrımızın muayyen bir zamana kadar devam edemeye
ceğini Müttefik generallerinin bilmeyeceklerini zannetmeyiz. General Harington'
un askeri harekat diye ifade ettikleri harekatın, ordumuzun dahili harekatı oldu
ğu hakkındaki izahatımız hakikati ifade etmiş olacaktır. Ancak Mudanya Konfe
ransı müzakerelerinin cereyan ettiği ve bu münasebetle askeri harekatımızı
durdurmuş bulunduğumuz bir sırada, İngilizlerin Anadolu kıyılarında harp terti

1055
batı almaya ve kuvvetlerini sıkıştırmaya devam etmelerini ve aynı zamanda
Trakya'da bulunan ordusunu yeniden harbe hazırlamalarını müsaade edeme
yeceğiz. Mudanya Konferansını hak ve adalete dayanan ve harbin sona erme
sini temin edecek bir neticeye ulaştırmak hususunda zatı devletlerinin sulhse
ver çalışmaları takdir edilmektedir ve tamamen Hükümetimizin düşüncelerine
uygun çalışmalardır. İngiliz Generalinin bizim için hayati olan hususlar üzerinde
düşmanlarımıza fırsat verecek uzun sürüncemelere meydan bırakmaksızın,
İngiliz milletinin sulhsever temayülleri dairesinde hareketle, bütün dünyanın
sabırsızlıkla beklediği Doğu sulhunun temel taşını yerleştirme vazifenin ne
kadar büyük olduğunu kendileri de takdir ederler. İsteklerimizin meşru ve makul
olduğuna açık bir delil olmak üzere aynı Konferansta bulunan Fransız ve İtal
yan generallerinin Trakya'nın derhal düşmandan tahliye edilerek Türkiye Büyük
Millet Meclisi Hükümetine teslimi hususunda hazır ve müspet düşüncelerini
gösterebiliriz. Konferansın verdiği neticeye doğru daha fazla gecikmesine se
bep olan mahzurların ve bütün medeniyet nazarındaki büyük mesuliyetin mü
sebbipleri biz olmadığımızı ve olmak istemediğimizi dünyanın takdir edeceğine
şüphemiz yoktur. Her halde Konferansın bir, iki gün zarfında tekrar başlayaca
ğını sabırsızlıkla bekliyoruz.
Başkumandan
Mustafa Kemal

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Bu akşam gelen bir telgrafı okuyorum.

Mudanya'da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Baş Delegesi İsmet Paşa
Hazretlerine
Mektubunuzu almakla şeref duydum ve derhal bütün askeri harekâtın
durdurulması için vermiş olduğunuz seri emirden dolayı teşekkür ederim. Ben
de aynı suretle kuvvetlerimi haberdar ettim. Mektubunuza daha sonra tafsilatlı
cevap vereceğim. Lâkin fırsattan istifade zatıâlilerini haberdar etmek isterim ki
benim kıtalarım ileriye hareket etmemek üzere emir almışlardır ve bir kaç gün
evvel gelmiş olan Takviye kıtaların Anadolu sahillerine çıkarılmasını emretmiş
tim. Konferansın yarın sabaha kadar tehiri zaruri olduğunu arz ederim. Her ne
kadar ben İngiltere hükümetinden açık bir talimat almış isem de General
Monbelli ve General Şarpi'ye Paris'te Müttefik devletlerin aldıkları karar açık
lanmamıştır. Ondan dolayı kendilerinin bu teklifi beklemeleri zaruridir. Lâkin
daha fazla gecikmenin önlenmesi için çalışılmaktadır. Zatı devletlerinin sadık
kulu olması şerefiyle övünen,
Mudanya Müttefik Generalleri Reisi
Harington

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Yine aynı tabirle telgraf bitiyor. Ondan sonra
İsmet Paşa Hazretlerinden Başkumandan Paşa Hazretlerine gönderilen telgraf

1056
Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
1.Generaller öğleden sonra saat ikide kararlaştırılmış olan toplantıya gelmedi
ler. General Harington'un sabahki mektubuna verdiğim cevaba öğleden sonra
saat dörtte gelen cevap ayrıca arz edilmiştir. Ondan sonra bugün toplantı ol
madı. Toplantının Harington'un mektubunda teklif edildiği gibi yarın sabaha
kaldığını arz ederim.
2.Öğleden evvel General Şarpi ile Monpelli, Harigton'un birinci mektubunu
bana getirdikleri zaman Çanakkale'de taraf kıtaları arasındaki yakın mesafe
den, süvarilerimizin yer değiştirmiş olmasından ve İzmit mıntıkasındaki hare
kattan telaşla bahsettiler. Kendilerine lazım gelen cevapları verdik. Çanakkale'-
de kıtaların arasını açmayı bir esas mesele gösterdiler ve nihayet İngilizlerin
şartlarımızı kabul edeceklerini ve bu halde kıtaların arasını açmaya razı olup
olmayacağımızı sordular. Evvela İngilizlere talimat gelsin, esas mesele ara
mızda hallolunsun, sonra Çanakkale'deki meselede birbirimizi aramızda mem
nun ederiz, dedim ve gittiler. Bundan anlamıştım ki İngilizlere gelen talimat bize
göre uygundur ve daha evvel Çanakkale'de kıtalar arasındaki mesafeyi açmak
için çalışıyorlar. Ben de bunu kabul eder göründüm.
3. Öğleden sonra General Harigton'dan mektuba göre Fransa ve İtalya’ya yeni
talimata ihtiyaç gösterince, İngilizlere gelen talimat menfidir ve Fransız ve İtal
yanlar da İngiliz Hükümeti ilgili planına yeniden uydurmuştur, manası çıkarılabi
lir. Filhakika Franklin Bouillon’la görüşmemiz de bu kanaati vermiştir. Franklin
son derece üzgün bir vaziyette, kendi aleyhinde İngilizlerin şiddetli bir mücade
le açmış, harbe sebep olacak mahiyette göstermiş, Hükümetinden hiç bir ma
lumat alamamasına göre ihtimal telgraflara İngilizler tarafından el konulmuş
olduğunu söyleyecek kadar ileri varmakta ve kendisinin bir an evvel Paris’e
giderek vaziyeti öğrenmesini lüzum görmektedir. Bu son talepten dolayı vaziye
ti vahim görmekteyiz. Her halde daha başka şeyler olacaktır. Gece Fransa'dan
gelecek talimat ile anlaşılacak ve bunun üzerine Franklin Bouillon’la ile yeniden
görüşeceğiz. Bu gece vaziyet üzerine tekrar bilgi vereceğim. Şimdi İngiliz Ge
nerali talimat sahibi ve diğerleri belki caymış vaziyette tahmin olunuyorlar.
9 Ekim 1922, saat 3.00
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine


Franklin Bouillon’la bir saat bir önce görüştük. Fransız ve İtalyan gene
ralleri İstanbul'a gelmişlerdir. Ellerindeki yeni talimat gündüz düşünüldüğünden
daha müsaitmiş. Paris Konferansının Trakya hakkındaki kararları her üç gene
ralin talimatlarında varmış. Bundan başka olarak İngiliz talimatında azınlıklar,

1057
jandarma miktarı ve tarafsız mıntıka hakkında talimat varmış ve gündüz bu
talimatın aynen diğerlerine de gelmiş olduğu söyleniyormuş. Talimatlar arasın
da uymayan noktaları İngilizler tekrar sormuşlar. Öğleden evvel on birde Kon
ferans başlayacak ve bütün meseleler anlaşılacakmış. Trakya hakkında her
üçünün talimatı benzer imiş. Öğrendiğime göre on beş günde Yunanlılardan
tahliye ve daha bir ay Müttefiklerin işgali ile bize teslimi muamelesi, yani toplam
bir buçuk ayda teslim olunacakmış. Franklin Bouillon’un müsait demesine rağ
men, görülüyor ki iş aksidir. Generalin ilâveten Londra'ya yeniden sorduğu da
Anadolu'da tarafsız bir mıntıkası olacakmış. Franklin Bouillon’un bu gece Pa
ris’e dönmesini tehir etmiş. Yarın akşama kadar kalmaya karar vermiş. Konfe
ransta bir kaç esasın öncelikle ve hemen imzaya alınmasını muvafık buluyor.
Bizim düşüncemiz şimdilik hâlâ menfidir. Trakya’yı hakikaten bize vermek fik
rinde görünmüyorlar. 9 Ekim 1922, saat 3.40
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet

TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Reis Bey, Dışişleri Vekaletine bir soru önergem var.
Vekil Beyefendi şimdi cevap versinler.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Bolu Mebusu Tunalı Hilmi Beyefendinin
cumartesi günü cevap verilmek üzere bir önergesi var. Halbuki bu soru önergesi
bana pazar günü geldi. Onun için cevabımı bugüne tehire mecbur kaldım. Öner
gede Hilmi Beyefendi…
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade ederseniz, önergeyi okuyalım.

TBMM Başkanlığına
Ajans ve gazete haberlerine göre Trakya'daki Yunanlıların vahşetini ört
bas etmek için İstanbul'dan üç İtilaf heyeti yola çıkmış, İngiliz heyeti Tekirdağ’a,
İtalyan heyeti Lüleburgaz'a, Fransız heyeti de Edirne'ye gitmiş. Sorarım, Trak
ya bu üç şehirden ibaret midir? Değil ise bu üç heyetten her biri mıntıkasını bir
ruhmuşçasına istila edilebilmek tılsımını mı taşıyor? Koskoca Trakya'yı cehen
nem soluğundan daha yaygın daha azgın fakat Rahmana, kahramanlara saldı
rır bir alev gibi bir günde yakıp kavurmaya istidadı olan Yunan unsurlarının
kudurganlıklarından bu üç heyetin asla koruyamayacağına dair Dışişleri Veka
letimiz acaba nasıl bir itirazda bulunmuştur? Hatta Başkumandanlığımız nasıl
bir tedbir almıştır? Yine ajans haberlerine göre, Trakya'nın bir ayda tahliyesi
kabul edilmiş imiş. Koskoca Anadolu’nun yarısı, bilinen 26 Mart notasında dört
ayda tahliye edilebilir denilirken, halbuki Türk Milleti arzusunca on dört günde
tertemiz bir hale getirilmiş iken, Trakya’nın tahliyesi için de yine hem vakitler
geçirilerek, hem de bir aydan bahsedilerek Türk’ü Trakya'da da doğratmak,
Türkiye'nin Trakya’sını da yıktırmak, yaktırmak siyasetini tatbik ettirmek iste
yenlere ne gibi kararlar almışlardır? Yarınki cumartesi oturumunda bu sorula

1058
rıma acilen cevap verilmesini teklif ederim.
Bolu Mebusu
Tunalı Hilmi

YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim malumunuz Trakya hakkında ve


Trakya'da Yunanlıların uyguladıkları zulüm için öteden beri elden gelen yapılıyor
du. Son zamanlarda burada bulunmadığım bir sırada, yine Dışişleri Vekaletinden
bu mesele hakkında şiddetli bir nota gönderilmiş ve o nota üzerine Trakya'ya bazı
heyetler gitmiştir. İtilaf devletlerinin notasını aldıktan sonra hepinizce malumdur ki
bütün yaptıklarımız Trakya'nın bir an evvel kurtarılmasına aittir. Gerek Başkuman
danlığın, gerekse Dışişleri Vekaletinin mesaisi ve Hükümetimizin mesaisi hep
buna dairdir. Keza Mudanya Konferansında da görüyorsunuz ki bütün mesai
Trakya'ya dairdir. Trakya'daki zulüm şüphesiz yalnız Trakyalıların değil, her Türk
'ün kalbini sızlatmaktadır, hepimizin kalbini sızlatmaktadır. Buna elimizden gelen
her şey ile mani olmak da cümlemizin vazifesi bulunduğu şüphesizdir. Yalnız o
yapılacaklardan birisi de oraya geçip onları kovmaktır ki en tesirlisi de budur. Bu
nun için de ne derecede çalışıldığı malumdur. Diğeri de İtilaf devletlerine siz bu
zulme mani olun demektir ki o da elden geldiği kadar yapılıyor. Mamafih biz bugün
bir nota daha gönderdik onu da okuyayım.

Müttefik Devletler Dışişleri Bakanlıklarına

Mudanya Konferansının, Trakya'yı bir an evvel Yunanlıların zulüm ve


vahşetinden kurtarıp, asıl sahiplerine teslim maksadıyla toplandığı malumdur.
Yunanlıların Anadolu'da yaptıkları çok feci zulüm ve çeşitli tahribatı, Trakya'da
da tamamen yapacakları belli olduğu için, bunun hemen önüne geçilmesi lü
zumu Paris konferansında üç Müttefik hükümetin delegeleri ile hem fikir olarak
İzmir'e gelmiş olan Franklin Bouillon tarafından tekrar tekrar tasdik ve teslim
edilmiştir. Pek aşikar olan bu zaruret meydanda iken bir taraftan Mudanya mü
zakereleri uzatılıyor, diğer taraftan aldığımız haberlere göre Yunanlıların her iki
Trakya'da Müslüman ahaliyi takım takım toplayıp bir meçhul semte göndermek,
kadınlara taarruz etmek, köyleri yakmak, her tarafta masum ve silahsız halkı
katliam etmek gibi, değil medeni alemin, vahşilerin bile tahammül edemeyeceği
zulüm ve tahribata devam edilmektedirler. Bilhassa Trakya'nın bize iadesi ba
his mevzu olduğu andan beri bu barbarca harekat sürmektedir. Yunanlıları bu
nevi harekattan tamamıyla alıkoymak mümkün iken, Trakya'da bulunan hem
din ve hem ırklarının muntazam bir usul tahtında yok edilmesine Türkiye halkı
tabiatıyla tahammül edemiyor. Bütün millette ve Büyük Millet Meclisinde bu
sebepten ortaya çıkan heyecan önüne geçilemeyecek derecededir. Her gün
aldığımız haberlere göre İstanbul'dan gönderilen Müttefik komisyonlarının da
bu zulme ve vahşete tamamıyla mani olamadığını bilinmektedir. Trakya'yı bir
an evvel Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine teslimden ibaret olan yegane
ve acil çarenin temini için Müttefikan hükümetlerin daha seri kararlar ve şiddetli

1059
tedbirler almaları bir zarurettir. Tekrar alınacağını kati ümit ettiğimiz bu tedbirle
rin neticesi bekliyoruz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükümeti Dışişleri Vekili
Yusuf Kemal

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Bizim bugün yapabileceğimiz budur. Daha bazı
tedbirler de hatıra geliyor. Mesela buradaki rehineler hakkında sözler söylemek
vesaire gibi bazı şiddetli tedbirler de hatıra geliyor. Fakat mesele enine boyuna
tetkik edilecek olursa ve orada bizim dindaşımız olan Müslümanların Yunan elinde
bulunduğunu itibara alacak olursak bu tedbirlerin de ne kadar fiili ve kati olacağı
kestirilemiyor. Onun için yüreğimiz yanmakla beraber, şimdilik bununla yetinmek
ve bunun için de bütün kuvvetimizi sarf etmek mecburiyetindeyiz. Hilmi Bey’in
sorusu ise üç komisyon kafi değildir, beş komisyon göndertelim mahiyetindedir.
Bunun için şimdi bizim bu komisyonların adedinin artırmak zannederim uygun
değildir. Çünkü biz başka şeyler istiyoruz. (kafi sesleri)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Hilmi Bey bir şey diyeceğiniz var mı?
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Efendim yalnız müsaade buyurursanız, meseleye
adeta fizyolojik bir açıdan bakmak gerekirse, notaya bu husus ilave buyrulsun.
Anadolu'dan bütün manevi kuvveti kırılmış ve hatta bedeni kuvveti mahvolmuş bir
halde kaçarken şehvetine düşkün hareketlerde bulunan bu melun millet, acaba
dört taraftan duvarlarla örülmüşçesine çevrili bulunan Trakya'da acaba neler yap
maz? Bu hususu mümkün olduğu kadar şiddetle belirtmek lazımdır. Başka hal
çaresi yoktur.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu Müttefik hükümetlerin notasında Trakya'nın Türk
lere teslimi açıkça yazılı mıdır? Evet, üç devlet ellerinden geldiği kuvveti sarf ede
ceklerdi. Bu bir açık taahhüttür. Bu taahhüdü Mudanya Konferansında tekrar et
mekten neden kaçınıyorlar? Yani aramızdaki kavga, söz kavgasıdır. Yani böyle
günlerce savsaklanacak bir hususu görmüyorum. Ortada böyle bir vaziyetin cere
yan etmesinden benim anladığım, Trakya'nın şimdi bize iadesi hususunda halen
İngiltere'nin savsakladığıdır. Halbuki bunu vaat etmişlerdi. Yani ortada şimdi eski
ifadeleriyle açık bir tezat vardır. Binaenaleyh bizim bunu ne zamana kadar bekle
memiz münasip olabilir ve beklememiz bizim zararımıza olmaz mı?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim biz de bunları aynen yazdık. Demin ki
okuduğum, yani bundan evvelki okuduğum şeylerde aynı mütalaa vardır. Siz bunu
esas itibariyle kabul etmişsiniz. Bunu hukuki şekil itibariyle bazı hususları tehir
etmişlerdi. Fakat esas itibariyle bu kabul olunmuştu. Zaten zaferimizin meydana
getirdiği neticelerden birisi bu idi ve bu kabul edilmişti. Bu tamamıyla yazıldı, yazı
lıyor ve tekrar ediliyor.

1060
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu iş devam ettiği müddetçe elimizde teminat yoktur.
Bu işin devamı müddetince bu adamlar kuvvetlerini artırmayacaklardı.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Okuduğum her şeyde İsmet Paşa Hazretlerinin
yazdığı şeylerden, Başkumandan Paşa Hazretlerinin yazdığı emirlerden hepsinde
daima tekrar ediliyor. İngilizler bunu yapıyor, İngilizler şunu yapıyor.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Ben diyorum ki Hükümet Mudanya Konferansının
böyle uzamasına kendi menfaatine daha faydalı görmüyor mu? Bunu anlamak
istiyorum.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Mudanya Konferansının maksadı… Sorular Hü
kümete soruluyor, ben cevap veriyorum. Ama Rauf Beyefendi Hazretlerinin müsa
adeleriyle cevap veriyorum. Mudanya Konferansının toplanma gayesi, Trakya'nın
bize teslimidir. Binaenaleyh bizim bir an evvel isteklerimiz kabul edilerek o Konfe
ransa nihayet verilmesi lazımdır. En çok istediğimiz şey budur. Eğer dolayısıyla
cevap almak için bu soruyu sorduysanız, Mudanya Konferansının devam etmesi
zannediyorum ki onların menfaatine daha uygundur ve bunun için de biz çabalıyo
ruz ki bir an evvel bitirelim.
SELAHATTİN BEY (Mersin): İki gün daha sürüncemede kalırsa ne olacak, böyle
mi devam edecek?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): O zaman bir karar alır ve o kararı size arz ederiz.
FAİK BEY (Cebelibereket): Efendim Trakya'da yapılan zulüm arasında mühim
olan bizce ve namusu pak olan insanlarca en mühim olan nokta, ırza tecavüzdür.
Eğer bu yazılmamış ise çok rica ederim bunu da notaya koyunuz. Çok rica ede
rim, böyle namuslu ve medeni yaşayan insanlara tecavüz etmesinler. O namussuz
adamlara, rica ederim yazınız.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Onu da koyalım beyefendi. Koymakta bir mahzur
yoktur. O kelimeyi yazmak bir Türk'e o kadar ağır geliyor ki yazmak istemiyoruz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Reis Beyefendi, ufak bir şey soracağım, karşılıklı
konuşma oluyor ama. İstanbul’la haberleşme kesintiye uğramış, bunu anlamak
istiyorum. Bir de efendim, Bulgarların gelecekteki vaziyetinden şüphe edilir mi
edilmez mi? Bunu anlamak istiyorum. Nasıl hissediyorsunuz.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Gelecekte ne zaman?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Yani İngilizlerin alacağı tertibattan istifade ede
cekler midir? İngilizler bizimle anlaşamazlık vaziyetine giderlerse, Balkanların
vaziyeti hakkında bazı izahat verilir mi?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Bir kere Balkanlar hakkında İngilizlerin açık bir
şeyi vardır. Bizim Konferansta bir defa Yugoslavya ve Romanya’yı sokmalarıdır.
Bir kere açık olarak Romanya ve Yugoslavya’nın menfaati her vakit Bulgar men

1061
faati ile zıttır. İleride münasebetlerinde itilaf olursa mesele değişir. Fakat bugün
henüz o şekil görülmüyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): İstanbul’la haberleşmenin kesilmesi hakkında
açıklama yapar mısınız?
HASAN BEY (Trabzon): Soru sorulacaksa hepimiz soralım. (müzakere kafi sesleri)
TAHSİN BEY (Aydın): Şimdiye kadar Hükümetin yaptığı hatalardan dolayı Trak
ya'da bu kadar zulüm yapıldı, ne ırzımız kaldı, ne de namusumuz kaldı. Bunlar
hep hükümetin hatasıdır.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Neden hükümetin hatası?
TAHSİN BEY (Aydın): Evet, efendim.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): İspat edin, efendim.
TAHSİN BEY (Aydın): İspat ederim, arz edeyim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim efendim, böyle Dışişleri Vekilinden
söz alınmaz, benden söz alınır.
TAHSİN BEY (Aydın): Peki efendim, söz istiyorum.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Trakya'nın özerkliği hakkında Sofya'da bir miting ya
pıldığını gazetelerde gördük. Bu doğru mudur? Eğer doğru ise Mudanya Konfe
ransı üzerinde bir tesiri olmuş mudur?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Şimdi efendim, Artık diplomatik meselelere geçi
yoruz. Yani biraz ileriye gidiyoruz. Yüce Meclisi madem ki bunu istiyor, ben de
cevap vereyim. Efendim Bulgaristan'ın, Trakya'nın özerkliği hakkındaki maksadı
yeni değildir, eskidir. Öteden beri Bulgaristan bunun için çalışmaktadır. Bunu ken
disine bir gaye yapmıştır ve bizimle müzakereler yapıldığı zamanda da daima
bunu ileri sürmüş ve bizim tarafımızdan mahzurlu görmesi üzerine, taksim yoluna
gitmiştir. Onun için bugün orada bir miting yapılmasının devletler üzerindeki tesiri
yeni değildir. Öteden beri Bulgaristan’ın bu isteği kabul görüldüyse kabul edilecek
tir ki kabul görülmemiştir. Bu mitingin hiç bir tesiri yoktur.
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Müsaade buyururlarsa Vekil Beyefendiden
şu noktayı öğrenmek istiyorum. Mudanya Konferansındaki asıl maksat, arzuları
mızın sulh yoluyla veya asıl suikast veya kötü niyet gösteren İngiltere'nin tecridi
olduğuna göre, Lord Curson'un son Paris seferinden sonra Paris ve Roma hükü
metlerinin vaziyeti hakkında elçilerimizden malumat var mıdır? Varsa bu malumat
kuvvetli değil midir?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Pek kuvvetlidir. Lord Curson'un Paris'e gittiği...
(önceki mi, sonraki mi sesleri) Tabii ki son gidişidir. İki gün evvel gitmiştir. Bu sa
bah bu husustaki malumatı sorduk. Henüz cevap yoktur.

1062
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Efendim Dışişleri Vekili Yusuf Kemal
Beyefendi icap eden izahatı verdiler. Zannederim benim yapacağım açıklamalar
bütün bu tafsilattan sonra ne olabilir? Buna dair söyleyeceklerime Selahattin Be
yefendinin sorularına cevap vererek söze başlamak istiyorum. Yani İtilaf devletleri
bize Trakya'yı vermeyi kabul etmişler de onun üzerine mi Mudanya Konferansı
yapılmaktadır? Bunu biraz tahlil etmek lazımdır. Bunun için de elimizde esas ola
rak İtilaf devletlerinin notası vardır. Orada Trakya'ya ait olarak şu cümle görülüyor.
“Üç müttefik devlet, Türkiye'nin Meriç ve Edirne'ye kadar Trakya'yı tekrar elde
etme arzusunu iyi niyetle düşündüklerini beyan için bu fırsatı vesile sayarlar.”
...Ondan sonra bir cümle daha var ki,
“Sulh müzakereleri esnasında İtilaf devletleri, geçici olarak tarafsız mıntıka ilan
ettikleri yerlere Ankara Hükümetinin, Ordusunu göndermemesi şartıyla, Türkiye'ye
verilmesini memnuniyetle müdafaa edeceklerdir.”
...Demek oluyor ki bu notayı veren insanlar Trakya'yı bugünden tahliye ve bize
teslim etmek için kuvvetli bir teminat vermiş değillerdir. Hatta notaya koydukları bir
şartla bizi daha müşkül vaziyete soktukları anlaşılabilir. Onlara göre Mudanya
Konferansı, notanın sonlarına doğru ifade edilen bir maksat içindir. Bu maksadı
ifade eden cümlede şudur.
“Üç Müttefik hükümet, konferansın başlamasından evvel Türk ve Yunan askeri
memurları ile İstanbul’daki Müttefik generalleri tarafından tespit edilecek olan bir
hat üzerine Yunan kuvvetlerinin çekilmesini temin etmek üzere nüfuzlarını kulla
nacaklardır ve bunun için bir konferans şimdiden kabul edilebilir.”
...Demek ki Müttefiklerin Mudanya konferansını kabul etmelerindeki gaye, bir hat
tespit etmek ve Yunan Ordusunun o hatta çekilmesidir. O notaya göre Mudanya
Konferansının yalnız bunun için olduğu anlaşılıyor. İzmir'de bizim Franklin Bouillon
ile müzakeremizden sonra biz onları Mudanya Konferansına davet etmiş olduk.
Davet ederken de dedik ki Trakya'da Yunanlılar zulüm ve tahribat yapıyorlar ve
Trakya'da ihtilal vardır, binaenaleyh Trakya’nın bir an evvel onlardan kurtarılması
ve bizim Hükümetimizin idaresine geçmesilazımdır.
dedik. Bunu tespit etmek için sizi
Mudanya Konferansına davet ediyoruz, Onlar bu davete icabet etmiş ol
makla isteğimizi kabul etmiş oldukları düşünülebilir. Fakat o da muhakkak değildir.
Binaenaleyh, Mudanya Konferansına iştirak etmiş olan generallerin hemen Trak
ya’yı tahliye ettirip, bize teslim etmeyi kabul etmiş olduklarını düşünmemek lazım
gelir. Konferansta esas itibarıyla bir hat tespit edilecek ve Müttefikler Yunan Kuv
vetlerini o hattın gerisine çektireceklerdir. Yalnız, iş o suretle idare edilmiştir ki o
tespit edilmek istenilen hat bizim tarafımızdan Edirne Şehri ve Meriç batısıdır diye
tespit edilmiş idi. Onlar da bunu kabul eder gibi oluyorlar. Hatta beş altı günden
beri devam eden müzakereler esnasında Trakya’nın, o hattın batısına kadar tahli
yesini esas itibarıyla kabul ve buraları bize teslim eder gibi söylemişlerdir. Fakat
son günlerde bunun böyle olmadığını anladık. Bize dediler ki evet tahliye bahis

1063
mevzu, fakat teslim bahis mevzu değildir. Binaenaleyh Mudanya Konferansı esa
sen kabul edilmiş bir kararı ifade ve tespit etmek için değildir. Bizim arzumuz baş
ka türlüdür. Onların arzusu da başka türlü olduğuna göre hangi taraf teklifini kabul
ettirebilirse netice oraya dönecektir. Biz tabii notanın ne istediğini tamamen anla
mamış gibi davranarak cevaplarımızı vermekteyiz. Bilhassa askeri harekatın dur
durulması için evvelce vermiş olduğum salahiyeti kaldırmak üzere 6 Ekim’de İsmet
Paşa'ya yazdığım emir şu şekilde tertip edilmiştir. Bu emirde doğrudan doğruya
Müttefiklerin Trakya’yı bize vermek hususundaki arzusunu bahis mevzu ettim, alt
tarafından bahsetmedim. Sonra bir hat tespitinden bahsettim. Bu hattın da Edirne
ve Meriç batısı olduğunu zikrettim ve karşı tarafın bunları kabul etmiş olduğuna
göre işi daha fazla uzatmamak meselesini kayıt ettikten ve fazla gecikmeye ta
hammülümüz olmadığını bahsettikten sonra, 6 Ekim öğleden sonra, saat altı da
askeri harekatı durdurma hakkındaki salahiyetinizi kaldırıyorum demiştim. Zanne
derim bu emri de Yusuf Kemal Beyefendi okudular. Bu husus anlaşıldıktan sonra
arkadaşlar, bir kaç nokta daha arz edeceğim. Bizim maksadımız Boğazlardan ve
İstanbul'dan adeta bahsetmeksizin, Trakya’yı muharebesiz düşmandan tahliye
ettirip Türkiye Büyük Millet Meclisi idaresine almaktır. Fakat bu maksada ulaşmak
için artık muhatabımız Yunanlılar değildir. Yunanlılar ortadan çekilmiştir. Karşımı
za İngiltere, Fransa, İtalya çıktı ve durunuz eğer daha ileriye hareket edecek olur
sanız Müttefiklere karşı harp ilan etmiş olacaksınız, dediler. Tabii bu vaziyet karşı
sında ciddi düşünmek lazımdı. Bu söze riayet etmeksizin hemen İstanbul üzerine
ve doğrudan doğruya Çanakkale Şehri’ne yürümek ve karşı tarafa geçmek üzere
teşebbüste bulunmamız, bu üç devletle bizim de harbi kabul etmemiz tabii kolay
kabul edilecek bir vaziyet değildi. Bunun üzerine daha iyi vaziyetler temin edilecek
çareler düşünmek, daha fazla makul ve mantıklı görülmüştür. Diğer taraftan şunu
da arz edeyim ki Mudanya Konferansını kabul ettiğimiz gün ve yahut askeri hare
katı durdurduk dediğimiz gün, bizim harekatımız sona etmiş değildir. Harekat ke
sintisiz devam etmektedir. Malumunuz ordularımız İzmir'e kadar gitti. Bursa ve
batısına kadar gitti. Buralardan İstanbul üzerine yürüyüşün vaziyetini değiştirmek
tabii lüzumlu idi. Bu da yapılmıştır, hem de azami bir şekilde yapılmıştır. Malumu
nuz Çanakkale'ye yakın olan kıtalarımız doğrudan doğruya Çanakkale üzerinde
dir. Diğer taraftan Derince ve Yarımca’ ya yaklaşmıştır. Hatta daha gerideki karar
gahlar henüz yürüyüş halindedir. 6 Ekim günü Konferans işi uzatır gibi göründü
ğünden, gece yürüyüş ile mühim kıtalarımız Şile'ye ve onun daha ilerisinde Riva
Deresine ve onun daha güneyine ulaşmışlardır. Yakuplu taraflarına geçmişlerdir.
Çanakkale’de bulunan süvari kıtalarımız yerine de piyadelerimiz geçmişlerdir.
Yani istediğimiz bir zamanda İstanbul'u, boğazları derhal işgal edecek bir halde
yiz. Şimdiye kadar yaptığımız siyasi teşebbüsler neticesinde kanaatle hükmolunan
bir şey varsa o da Fransızlardır. Şeklen bilmiyorum, fakat fiilen bizim karşımıza
çıkmayacaklardır. Kuvvetle bizim karşımıza çıkmayacaklardır. İtalyanların da aynı
tarzda hareket edebileceklerini zannederim. Fakat İngilizler kendi kuvvetlerini kul
lanmaya ve daha çok Yunanistan’da bulunan Mağlup Yunan kuvvetlerini teşvik ve
yardım ederek ve belki Balkan'da diğer kuvvetlerden de istifade ederek bize karşı

1064
harp etmeyi talep ediyorlar. Biz o kadar tedbirli hareket etmek mecburiyetindeyiz
ki Fransızlar ve İtalyanlar da bizimle beraber olarak İngilizleri bu hareketten alıko
yacak vaziyette değildir. Yani biz ne yaparsak yapalım, onlar her ne yaparlarsa
yapsınlar, iyilikle İngilizler katiyen hileden ve suikasttan dönmüyorlar. Bir defa
Fransızlara ve İtalyanlara ve bütün dünyaya bu kanaat gelmelidir ve biz de görme
liyiz ki her ne yapılırsa yapılsın İngilizler katiyen muharebe yapmak istiyorlar. O
halde İngilizlere karşı muharebeyi kabul etmek ve kuvvetlerimizi kullanmak için
bunun zaruret hükmüne geldiğine vicdanlarımız akıllarımız kani olmalıdır. Mağdur
ve mazlum bir halde İngilizlerle harp edelim. Bu vaziyet fiili bir hale gelince de
Cenabı Haktan yardım isteyelim. (inşallah sesleri) Dışişleri Vekaletine resmi gel
miş malumat yoktur. Fakat şimdi ajanslarda gördüm. Ümit veren malumat vardır.
Sonra hususi olarak belki o ajansı okursunuz, yani sükunetle ve emniyetle bir kaç
gün kaybetmekte bir sakınca yoktur. Yeter ki aklımız tamamen yatsın, hareket
yapmak mı lazımdır, yapmamak mı lazımdır? Hareket başlarken İngilizler karşı
mızda olarak belki de Fransızlar ve İtalyanlar da onlarla birlikte harp ilan etmiş
olurlar. Harekata başladığımız zaman belki ilk defa hedefimiz boğazlar ve İstanbul
olacaktır. Ondan sonra diğer bir safhayı takip etmek mecburiyetindeyiz. Karşıya
geçmek, bunlar o kadar kolay işle olmaz. Daha dikkatli hareket etmek, daha büyük
tedbirler almak lazımdır ve inşallah onları da yapacağız.
NUSRET EFENDİ (Erzurum): İngilizler büyük miktarda yığınak yapmışlar mı?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Hayır efendim, büyük miktarda yığınak yok
tur. Harington'un mektubunda söylediği gibi, evvelce tertip edilen bazı yedek kuv
vetler ve Anadolu sahillerine çıkarılan iki, iki buçuk taburdan ibarettir. Büyük kuv
vetleri yoktur. Bizim bildiğimize göre İstanbul'da, şurada burada bütün kuvvetleri
bir tümeni geçmez ve İngilizlerin Büyük kuvvet yığarak muharebeyi kabul etmeleri
de kolay bir şey değildir. Yani elli, yüz bin kişi getirmek lazımdır. Zannetmem ki
İngilizlerin bugünkü şartlarda böyle yüz binlere varacak olan orduları ile kısa bir
zaman içinde Anadolu’yu işgal edebilsinler ve bunun lüzum ettiği parayı Meclisle
rine kabul ettirmek o kadar kolay bir şey değildir. Yalnız ne olur? Şeklen harp ilan
etmiş olurlar. Biz de uzun boylu sulh yapmamış oluruz.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Ben de bir şey istirham edeceğim. İngilizlerin yaptıkları
şu kötülükleri bütün aleme ilan için gizli celseyi aleni celseye çevirsek olmaz mı?
(zamanı değil sesleri)
MUSTA\FA KEMAL PAŞA (Devamla): Mesela bu nota ilan edilecek, sonra bizim
alıp verdiğimiz bazı mektuplar var. Onlar da yayınlanabilir. Fakat Meclisçe, yani
İngilizlerin aleyhinde kuvvetli bir propaganda yapmak lazımdır.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Paşa Hazretleri bir şey arz edeceğim. Hükü
metin serinkanlı hareketinden dolayı ben kendi namı hesabıma teşekkür ederim.
Binaenaleyh zaferimiz dolayısıyla sarhoş olmayalım. Londra'yı almaya kalkışma

1065
yalım. Çok rica ederim, kalemle halletmek mümkün iken, silah işine çıkışmayalım.
Son gününe kadar bekleyelim. Sükunetimizi muhafaza edelim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Yalnız bu noktada bir şey söylemek lazım
dır. Bu Mudanya Konferansından sonra asıl sulh konferansı olacak. Bu konferans
ne kadar devam edecek onu da bilemem. Bu konferans müddetince ordularımızı
böyle ayakta tutmak doğru bir şey değildir. Mudanya Konferansından öyle bir neti
ce almalıyız ki biz ordularımızı öyle harp faaliyetine sevk etmeyeceğimizi bilelim.
Yani tekrar harp harekatına başlamaya mecbur olmayacağımıza dair elimizde
teminat olmalıdır. Yoksa çok fena olabilir. Hepimiz bekleyelim. Bakalım Konferan
sın neticesinden ne çıkacak. Bir de baktık menfi çıktı. Ne vakit altı ay sonra?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim gizli celse sona ermiştir. Oylarınıza arz
ediyorum. Gizli celsenin son bulmasını kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul
edilmiştir. Aleni celseye geçiyoruz.
(Kapalı oturum sona erer ve açık oturuma geçilir. Gündemdeki diğer maddeler görüşü
lür. Açık oturumun sonunda Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey tekrar gizli oturuma ge
çilmesini önerir.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Bey tek
rar gizli celse teklif ediyorlar. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.
Buyurunuz Yusuf Kemal Beyefendi.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): İsmet Paşa'dan Başkumandanlığa gelen 9
Ekim 1922 tarihli telgrafı okuyorum.

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine


Bu sabah Fransız ve İtalyan generalleri dostane hususi müzakere için
geldiklerini söylediler. Kıtalarımızın İzmit mıntıkasında bulundukları yerlerden
tarafsız mıntıkaya geçmiş olduğunu söylediler. Çanakkale'de de vaziyetin taraf
lar arasında çok gergin olduğunu, Harington'un iki taraf arasındaki mesafeyi
açmak için teşebbüslerinin netice vermediğini ilave ettiler. İzmit'te arada bir
hudut tayin edilmemiş olduğundan ileri kıtaların harekatının bir tecavüz olma
dığını ve General Harington’a yazdığım gibi, kıtalarımızı durdurmuş olduğumu
zu bildirdim. Daha sonra Konferansın bu akşam bitirilmesinin fevkalade lâzım
ve vaziyetin vahim olduğunu arz ettim.
Onlar da şunları beyan ettiler. Yunanlıların on beş günde Trakya’yı tahli
ye edeceklerini ve bundan bir ay sonra, söylediler.
yani kırk beş gün sonra Müttefik ko
misyonlarının ve kuvvetlerinin gideceğini Burada azınlıklar hakkında
teminatı ifade eder ifadeler vardır. Trakya'nın bize teslimi için İtilaf devletleri
tarafından karar verilmediğini ifade ediyorlar. İtalyan Generalinin evvelce hü
kümeti adına beyanatı ve Fransa'nın temin etmek salahiyetini haiz olmadığını
ve Karaağaç'ın Müttefiklerin işgali altında kalacağını söylüyorlar. Trakya’ya

1066
geçirilecek jandarma miktarında İngilizlerin ısrar ettiği ve bu meselenin evvelce
kararlaştırdığımız gibi halline çalıştıklarını, fakat İngilizlerden cevap gelmediğini
ve ne cevap geleceğini bilemediklerini söylediler. Tarafsız mıntıkadan çekilmek
hususunun İngilizler tarafından talep edildiğini bildirdiler. Kendilerinin Türk kıta
ları ile İngiliz kıtaları arasında teması önleyecek hattı tayin etmek fikirlerinde
olduklarını bildirdiler. Velhasıl talimat gelmek üzere olduğundan bu akşam he
men anlaşmanın imzası icap edeceğini ve kendi hükümetlerinin İngiltere hü
kümetiyle tamamen ve müştereken karar vermiş olduklarını ve eğer son teklif
kabul olunmazsa vaziyetin vahim olduğunu ispat eylediler.

En nihayet en son talimatlarına göre tespit edecekleri maddeler ne ise


onlar bildirir bildirmez aynen Hükümete göndereceğimi ve alacağım talimata
göre hareket edeceğimi bildirdim. Şimdi benim Hükümete haber vermemi ve
akşama cevap verecek vaziyette bulunmamı söylediler. Cereyan eden vaziyet
ten hükümetleri haberdar etmek tabii olduğunu ve ancak son teklifi aldıktan
sonra Hükümetin muayyen ifadeler üzerinde karar verebileceğini arz ettim ve
ayrıldım. Konuşma ciddi ve tehditle karışık cereyan etmiştir. İtalyanların ve
Fransızların Konferans esnasındaki beyanatlarını hatırlattım, hükümetlerinin en
son kararlarının bunlar olduğunu bildirdiler. Harington'a saat üç buçuğa kadar
talimat geleceğini ümit ettiklerinden, Konferansın bu saatte mi veyahut daha
sonra mı toplanacağını bildireceklerdir.

Havas Ajansı, bütün dünyayı yatıştırmak için, Türklerin bütün istekleri


kabul edildi, diyor. Bu resmi tebliğdir. Bakalım ne talimat gelecek.
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Tabii bu son rapor üzerine, Hükümet


müzakere edecek ve belki de İsmet Paşa’ya bir talimat verilecektir. İhtimal ki Hü
kümetiniz veya ben de oraya gitmek istiyorum. Bunu evvela arz etmek lüzumunu
hissediyorum. Görülüyor ki burada Trakya'yı bize vermek istemiyorlar ve doğru
dan doğruya İtilaf devletlerinin kontrolü, işgali altında bambaşka bir şekil vermek
istiyorlar. Esas olan ve benim gördüğüm şey budur. Halbuki bizim de istediğimiz
şey Trakya'nın ve İstanbul'un doğrudan doğruya bizim hükümetimize teslim olun
masıdır. Binaenaleyh bu büyük farka göre yapılacak fedakarlık hatırınıza geliyorsa
bunu şimdiden konuşabilirsiniz. (elbette, elbette sesleri)

HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Paşa Hazretlerinin bu mütalaası üzerine Yüce Heyetin
bu mühim vaziyet karşısında esaslı bir surette müzakere yaparak esaslı bir neti
ceye ulaşmak için mutlaka iki şartın, hatta üç şartın bilinmesi lazımdır. Bir defa
İtilaf devletleri bu arzumuzu kabul etmediği takdirde, biz Milli Misak dahilinde bu
lunan Trakya’yı elde etmek için yeminimizi yerine getireceğiz. Yeminimizin yerine
getirilmesi için onların vakit kazandıkları gibi bizim de vakit kazanmak istememiz
icap etmeyeceğinden, evvela Başkumandanlığın ve Maliye Vekaletinin, sonra

1067
Dışişleri Vekaletinin son vaziyet karşısında ne düşündüklerini Yüce Heyetinize arz
edilmelidirler. Biz de bunları dinledikten sonra bizim düşüncelerimiz budur der ve
vereceğimiz kararları Hükümet yerine getirir. Yoksa on gündür müzakere cereyan
ediyor, cereyan eden müzakereyi gazetelerde yayınlanan, ajanslarda verilen ha
berlerden öğrenmekteyiz. Mesele gayet mühimdir. Biz üç devlete harp ilanı mı
yapacağız? Yoksa Fransa ve İtalya'yı İngilizlerden ayırarak yalnız İngilizlerle mi
harp edeceğiz? Muzaffer bir ordu vardır. Orduya karşı itimadımız olmakla beraber,
elbette bunu bizzat idare eden Paşa Hazretlerinin benim kanaatim şöyledir dedi mi
bizim için kafidir.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Biraz önce ben bunu söyledim.
YASİN BEY (Gaziantep): Efendim, Hükümetçe verilmiş kati bir karar yoktur. Paşa
Hazretlerinin söylediğinden benim anladığım şudur. Hükümet tabii bu akşam mü
zakere edecek ve biz de o müzakere üzerine bu akşam müzakere edeceğiz. Yal
nız bizim burada müzakere edebileceğimiz şey Hükümete yön verecek olmalıdır.
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe) Ben bu telgrafla beklenmeyen bir vaziyet
karşısında bulunduğumuzu zannettim. Benden önce konuşan Hami Bey’in sormuş
olduğu birkaç soruya Başkumandan Paşa Hazretleri cevap vermişlerdi. Tamamıy
la açık olan o cevaplara dayanarak düşüncelerimi arz edeceğim. Binaenaleyh
şimdi bu yeni vaziyet karşısında ortaya çıkacak iki mesele var. Bu telgrafa göre
verilecek cevap gayet basittir. Eski kararımızda ısrar ediyoruz, diyeceğiz. Her
halde o hususta alınacak şekle göre cidden Konferansı çok iyi idare eden İsmet
Paşa telgraflarında bildirmişlerdir. Yani onların verecekleri kati bir cevap üzerine,
ikinci safhada esaslı surette bir karar verilecektir. Binaenaleyh bu şekilde cereyan
edeceği gayet açıktır. Bu telgrafın şiddetine rağmen, zannederim ki her adımda
bin müşkülât çıkarmak isteyen İngiltere, bu defa blöflerinden birini daha oynamış,
fiilen harbe karışacaklarını tahmin edemediğim Fransa ve İtalya'nın delegeleri ile
tek cephe olarak karşımıza çıkmış ve askeri sahada kaybettiği cepheyi, siyasi
cephede almaya çalışmıştır. Fakat bu cephenin kudret ve kuvveti de hiçbir vakit
fiili bir sahada tatbik edilecek kadar sağlam değildir. Hiç şüphe yoktur ki Anadolu'-
yu düşmandan temizleyen muzaffer ordusuna ve Milli Misaka azmetmiş olan Tür
kiye Büyük Millet Meclisi, Moskova'nın dostluğundan ve Müttefik cephenin bölün
müşlüğünden istifade ederek Milli Misakımızı gerçekleştirmek için tereddüt etme
yecektir kanaatindeyim.
TAHSİN BEY (Erzurum): Efendim, ben okunan bir rapora göre müspet bir cevap
verilmesini imkansız görüyorum. Onun için esas hakkında konuşmayacağım. Bu
meselenin Mecliste müzakeresinden evvel, verilecek cevabı Hükümet enine bo
yuna tetkik ederek tespit etsin. Geceleyin de toplanabiliriz. Hükümetin tespit ede
ceği cevabın menfi olması zarureti vardır. Şimdi Hükümete yön vermek maksadıy
la yapacağımız konuşmaların zannederim pek de faydası olmayacaktır. Binaena
leyh Hükümet tespit etsin. Biz gitmeyelim, burada oturalım. Hükümet ile teması

1068
mızı muhafaza edelim. Paşa Hazretleri de buradalar. Binaenaleyh cevabı Meclis
ten çıkaralım. (en doğrusu budur sesleri)
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Efendiler birkaç günden beri Mudanya Konfe
ransı cereyan ediyor. Bugün son aldığımız şekle göre menfi bir harekette bulun
dukları anlaşılıyor. Ben zannediyorum ki bunların yaptıkları menfi hareket, netice
itibariyle bizim pek çok zararımıza olmayacaktır. Yalnız biraz vakit kaybedeceğiz.
Biraz önce Paşa Hazretleri buradan söz söylerken, Hükümet itidalli hareket ediyor,
buyurdular. Ben bundan dolayı kendi adıma teşekkür ederim. Bundan sonra da
fevkalade itidalli hareket edilmesini rica ederim, demiştim. Efendiler, biz hamdolsun
birçok sıkıntılardan sonra, birçok mahrumiyetlere katlanarak mühim bir zafere ulaş
tık ve inşallah bundan sonra da daha büyük zaferlere ulaşacağız. Fakat efendiler,
biz de bir tek hareket yolunu tutarak arzu ettiğimiz bir şekil ihdas edersek zannede
rim çirkin bir vaziyete, bir şekle gireriz. Evet, memleketimizin tahammülü vardır.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Arzu etmediğiniz vaziyet nedir?
MUSTAFA DURAK BEY (Devamla): Arzu etmediğimiz vaziyet yeni bir harptir.
Efendiler acaba memleketin buna tahammül var mıdır? Vardır da diyebiliriz, yoktur
da diyebiliriz. Çünkü bundan sonra eğer bir harp karşısında kalacak olursak, yani
karşımızdaki düşmanı pek ufak görmeyelim. Zaferimizle sarhoş olmayalım. Kar
şımızda koca bir İngiliz Hükümeti vardır.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Rica ederim...
MUSTAFA DURAK BEY (Devamla): Sözümü kesmeyiniz, çıkar buradan söylersiniz.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Öyle amma, bunlar zayıf imandır. Sebebiyet verirse…
MUSTAFA DURAK BEY (Devamla): Efendi, burada söz söyleyen kişi zayıf iman
sahibi değildir. İmanı pek kuvvetli bir arkadaşınızdır. Rica ederim, zayıf iman var
mıdır? Hayat ile memat arasında uğraşıyoruz. Bundan daha mühim vaziyet ne
vardır? Evet, efendiler karşımızdaki düşman gayet kuvvetli bir düşmandır. Denildi
ki Fransızlar fiilen iştirak etmezlerse İngilizler ne yapabilir? Efendiler, Fransızlar
fiilen iştirak etmeseler bile İngilizlerin yapacağı iş şudur. İhtimal ki buradan Trak
ya'ya firar eden Yunan kuvvetlerini tanzim ve ıslah edecek ve ihtimal ki Balkan
hükümetlerinden bazılarını aldatarak onlardan da bir kuvvet teşkil edecektir ve
sonra kendileri de kuvvet getirebilirler. Biz bu kadar kuvvetlerin karşısında inşallah
yine zafere ulaşırız, fakat güçlük çekeriz. Memleketimiz tekrar birçok şeyler karşı
sında kalır. Sonra efendiler, şimdi okunan telgrafta benim anladığım, biz şimdi
teslim almak istiyorduk, bunlar bir buçuk ay sonra teslim etmek istiyorlar. Bence
burada uzun boylu bir fark yoktur. (çok fark var sesleri) Bir buçuk ay içinde sulh
masasına oturursak, sulh üzerinde çok tesiri olur, olmaz değil. Fakat kar ile zararı
tartalım, hangisi daha karlı ise onu alalım ötekini almayalım. Bugün yapmaz da bir
buçuk ay sonra yaparsak, elhamdülillah muzaffer ordumuz yerinde duruyor, yine
süngüsü parlıyor. Bu müddet zarfında ordumuzu dağıtacak, başka yer ve vaziyete

1069
sokacak değiliz. Biraz önce Paşa Hazretlerinin burada buyurdukları gibi, Konfe
rans şiddetle devam ettiği günlerde bile, yine ordumuz fırsattan istifade ile lazım
gelen tedbirleri almıştır. Demek ki bir taraftan Hükümet vazifesini ifa etmiş, diğer
taraftan da orduyu lazım gelen yerlere yerleştirmiştir. Ordumuz bu vaziyette bu
lundukça böyle menfi bir cevap verir de bir harp karşısında kalırsak, zannederim
memlekete fayda yerine zarar temin etmiş oluruz. Ben bunu kati olarak söylemiyo
rum ve katiyen böyle yapalım demiyorum. Ben diyorum ki iyi düşünelim, iyi tetkik
edelim, ondan sonra kararımızı verelim. Çünkü bir mesele karşısında kalırsak
bugün kazandığımız zaferi de bilmiyorum nasıl yaparız. Çok rica ederim, çok dü
şünelim, hissiyata kapılmayalım. Bunun için efendiler diyorum ki Hükümet her
vakit serinkanlı hareket etsin. Silah meselesi meydana çıkmamasına gayret etsin.
Fakat o gün gelirse ki silahtan başka çare kalmamıştır, o gün yine silahımıza mü
racaat ederiz. Onlar da bunu biliyorlar ki Türkler silahlarını ellerinden bırakmazlar.
Buna hiç şüphe yoktur. Çünkü hiç yoktan bir orduyu çıkaran bu millet, elbette Milli
Misakına kavuşacaktır. Fakat efendiler geç olsun, güç olmasın. Binaenaleyh efen
diler çok rica ederim, çok düşününüz ve ondan sonra lazım gelen kararı veriniz.
REFİK BEY (Konya): Ben asıl mütalaama başlamadan evvel Yüce Heyetinizden
çok hassas ve çok ciddi olan vaziyetimiz hakkında söz söylenirken, söz söyleyen
arkadaşlarımızın zayıf iman ile vasıflandırılmamalarını rica edeceğim. Çünkü ma
lumunuz burada söylenen sözler, hiç şüphesiz takip ettiğimiz büyük ve muazzam
dava ile ve milletin mukadderatıyla doğrudan doğruya alakadardır. Vaziyetimizin
ciddi olduğunu arz etmiştim. Şanlı ordumuz ve fedakar milletimiz Cenabı Hakkın
yardımı ile mübarek topraklarımızı hain istilacıların elinden şanlı ve şerefli bir su
rette kurtardıktan sonra ve bize dünya nazarında şanlı bir mevki temin ettikten
sonra İngiliz milletinin, İngiliz ihanetinin bizim için yeniden yeniye hazırlamakta
olduğu uçurumlardan itidal ve metanetle düşünerek kendimizi kurtarmamız lazım
dır. Paşa Hazretleri buradan son vazıyeti, yani Mudanya Konferansı neticeye
ulaşmazsa ne olması ihtimali bulunduğunu izah buyururken, çok ehemmiyetli bir
noktaya temas buyurdular. Dediler ki biz efendiler mümkün olduğu kadar, şimdiye
kadar olduğu gibi, şimdiden sonra da itidal ile yürüyerek söz sahasında dünyaya
karşı daima sulh taraftarı olduğumuzu ispata çalıştık ve çalışıyoruz. Bundaki he
defimiz Fransa ve İtalyanları mümkün olduğu kadar İngiliz çemberinden uzakta
bulundurmak ve onun arasını Fransa ve İtalya kamuoyunu, dolayısıyla dünya
kamuoyunu lehimize çevirmektir. Bu çok mühim bir noktadır. Son rapor üzerine
şimdiye kadar takip edilen çok yüksek ve cidden serinkanlı siyasetten ayrılıp da
sert bir tavır içine girmemeliyiz. Efendiler şunu şöyle yapacaksınız, Trakya'yı he
men teslim edeceksiniz, yoksa ordumuz yürüyecektir, demek zannederim uygun
olmayacaktır. Evet, bu kadar büyük fedakarlıklardan sonra Milli Misakımızdan
zerre kadar taviz vermemeye azmettik. Allah'ın yardımıyla pek yakında harp sa
hasında kazandığımız zaferi inşallah siyaset sahasında da sulh masasında da
elde edeceğiz. Onların bize Mudanya Konferansında dolambaçlı yollardan yürüye
rek, yılanlar gibi yerlerde sürünerek bin türlü şekillerle bizi iğfale çalıştıkları gibi,

1070
biz de böyle kaçamaklı yollar bularak onlara yine müzakereleri kesmemek şartıyla
bir yol gösterebiliriz. Onun için tabii ki Hükümetin bu son raporu üzerine ne şekilde
cevap vereceğini tamamen bilmemekle beraber, ben şahsen temenni ediyorum ki
mümkün olduğu kadar cevap verirken bir kaçamak yolu bulsunlar ve yeni tehlikeli
vaziyetler çıkaracak kelimelerden, tekliflerden uzak dursunlar. Sırası geldiği za
man ona dair düşüncelerimi de ayrıca arz edeceğim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakere usulüne dair bir önerge var.
Bunu evvelce haber vermeye mecburum. Şayet kabul edilecek olursa boşuna
müzakereye devam etmeyelim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Müsaade buyurursanız ufak bir şey
arz edeyim. Efendim Mudanya ile haberleşme doğrudan doğruya benimle yapıl
maktadır. Onun için haberleşmenin ne kadar zor ve benim ne kadar meşgul oldu
ğumu takdir edersiniz. Her gece yarısından sonra saat ikide, üçte hatta üç buçukta
ancak haber alabiliyorum. Ekseriya Hükümet ile görüşmem gerekiyor. Onun için
hiç zannetmem ki bugün akşam, bugün gece yarısı ve belki de yarına kadar kati
malumatı alalım. Sonra ikincisi, ben zannediyorum ki Yüce Heyetinizin en son
nokta üzerine bir karar vermesi de belki muvafık olamaz. Yani en son vaziyet an
laşıldıktan sonra, belki Hükümetin en son kararı da anlaşıldıktan sonra ve Meclis
mütalaa ettikten sonra, kati karar vermek lazımdır. Yani şimdiden kati bir karar
verip oraya bağlanmak doğru değildi.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Milli Misakın sonuna kadar yürüyeceğiz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Mili Misak malumdur, bütün memleket ve
milleti ve ordumuzu çıkmaz bir yola saptırmaktan da elbette kaçınırız. O halde
aklın, mantığın ve imkanın verebileceği bir şeyi elde etmek üzere hareket ederiz.
(pek doğru sesleri)
EMİN BEY (Erzincan): Elde etmemiz lazım olan mesele Milli Misaktan başka hiç
bir şey değildir. Bu ana kadarki mücadelemiz, milletin ıstıraplarını kurtarmak için
yapılmış fedakarlıklardan başka hiç bir şey değildir. Biz toplandık ve ilk yeminimiz
Milli Misakı temin için kurtuluş yollarını aramaktan ibaret idi. Binaenaleyh o gün
den bugüne kadar hiç bir şey eksildiğini ben tahmin edemiyorum. Burada bahis
mevzu olması lazım gelen, Hükümeti herkesin aklı erdiği kadar istikamet vermesi
lazımdır. Ben de aklım erdiği kadar aydınlatmaya çalışıyorum. Siz de buraya gelir,
aklınızın erdiği kadar söylersiniz. Ben Başkumandan Paşa Hazretlerini dinlediğim
zaman, Başkumandan Paşa Hazretleri diyorlardı ki Konferansın uzun zaman de
vamı bizim aleyhimizde ve kısa bir zamanda bitmesi ise bizim lehimizdedir. Onun
için nereye kadar cevap verecek olursak, Konferansı uzatacak ve binaenaleyh
bizim aleyhimizde olacaktır. Bunu kısa zamanda kestirmek için bize Trakya’yı şu
saatte şimdi veriniz, vermezseniz fenadır. Fakat bunu diyecek bir hareket göster
mek lazımdır ve hareket göstermek mecburiyetindeyiz, efendiler. Bunu demezsek
beş gün sonra bizim aleyhimizde olacaktır. Beş gün sonra siyasetleriyle dünyayı

1071
aldatan İngilizler, ihtimal ki karşımıza bir Yugoslav'ı ve belki de bir Bulgaristan'ı
çıkarmak ihtimali vardır. Bunun için on gün devam eden müzakereler bütün safa
hatı göstermiştir. Söylenecek söz kalmamıştır.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Acaba, yeni bir mesele karşısında mıdır, Yüce Meclis?
Yoksa eski mesele devam etmekte midir? Malûmunuz Anadolu’da Türkiye Büyük
Millet Meclisini toplayıp Hükümetin maksadını bütün dünyaya ilan etmiştik. Bu
maksadımız, Yunan Hükümetine harp edip de kozumuzu paylaşmaktan ibaret
değildi. Ortada Türk Hükümetinin idamına karar verilmiş Sevr gibi bir idam kararı
vardı ki bunu kabul etmeyerek ve bunu parçalayarak Türklerin istiklalini bu kürsü
den yemin etmek suretiyle kararlaştırdık ve o suretle karşımızda yalnız Yunanis
tan değil, İngiltere'ye, Fransa'ya, İtalya'ya ve diğer onlarla beraber olan devletlere
adeta harp etmiş gibi idik. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, perde arkasında
oynayanları ve onların bir aleti olan Yunan’ı bitirdi. Fakat bu tasavvura dostluk
perdesi altında sulh istiyor gibi görünen diğer hükümetler meydana çıktı ve o
meydana çıkan hükümetlerin on günden beri devam eden müzakereleri uzadıkça
uzadı. Binaenaleyh bu olmadığı takdirde şimdi biz itidal ile hareket edilmede, şöy
le düşünülmede, böyle yapalım da bunların merhametlerini çekelim diyeceksek,
bunların merhameti ve hatta vicdanı olmadığı zaten cümlemizce malumdur.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Rica ederim Hocam, onlardan kim merhamet
bekliyor.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Efendiler, son vaziyet itibariyle sekiz on günden beri
devam eden Mudanya Konferansında söylenen şu sözlerin altındaki mana, hepi
nizin malûmudur ki bize Trakya'yı katiyen teslim etmeyecekler. Bu anlaşıldı. Bu
anlaşıldığına göre İngiltere'nin vaziyetini acaba Hükümetimiz bütün İslam alemine
bildirdiler mi veya buna teşebbüs ettiler mi? Etmediler. Bu vaziyet karşısında bizim
buradaki vaziyetimiz ne olacak? Buradaki vaziyet hakkında burada Başkumandan
Paşa Hazretlerinin bu kürsüden biraz evvel beyan buyurdukları teşebbüsler konu
şulmuş ve fakat bunlar artık böyle bir hale gelmiştir ki artık bir daha tekrar edile
meyecek bir hale girmiş olduğunu anladım.
ŞEREF BEY (Edirne): Efendiler, biraz önce Yusuf Kemal Beyefendi arkadaşımızın
okumuş olduğu Mudanya Konferansına ait telgraflar üzerine Hükümet bir karar vere
ceği için aydınlanmak istiyor. Müzakere onun için açıldı. Sizler neler söylüyorsunuz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Tabii Hükümet böyle bir talepte bu
lunmadı. Fakat ben Meclis Reisi ve Başkumandan olmak münasebetiyle hep be
raber görüşerek aydınlanmak istiyorum.
ŞEREF BEY (Devamla): Affedersiniz. Maksat şu milli davanın sonuna gidebilmek
için bir şey yapmaktır. Arkadaşlarımızın burada söyledikleri gibi, hiç bir kimse arzu
etmez ki bu zaferi meydana getiren Türk köylüsünün, Mehmetçiğin, hiç birinin kanı
aksın. Yine bu dava başladığı zaman İngiltere, Fransa, İtalya, Yunan hepsi mev
cuttu. Onlar nasıl o gün düşman iseler bugün yine öyledir. Benim arz etmek iste

1072
diğim şey, Konferansın esasına girmektir ve maksadım budur. Onlar bize diyorlar
dı ki on beş gün zarfında biz tahliye edelim, bir ay sonra da siz teslim alınız. Yani
kırk beş gün zarfında bu tahliye ve teslim işi son bulsun. Gayet doğru bir surette
İsmet Paşa diyor ki bizim memurlarımız biz teslim aldıktan sonra Trakya’ya girsin.
Hayır, diyorlar. Bunda tabii bir maksat var. Bizim memurlarımız oraya gittikleri
zaman, o azınlık dedikleri maskaraların oradan tamamen defolacakları güne kadar
bizim idaremiz altında kaldıkları müddetçe, bakınız biz kontrol koyduk. Türk me
murlarına teslim ediyoruz. Ama siz bizim daima himayemiz altındasınız, diye onla
ra bir emniyet vermek ve daima da onların kontrolleri altında imiş gibi göstermek
istiyorlar. İsmet Paşa bunu pek haklı olarak ret etmiştir ve gayet doğrudur. İkincisi,
siz orada bizim istediğimiz kadar jandarma bulundurunuz demek. İşte efendiler,
kabul edilemeyecek en esaslı nokta budur. Bunu kabul etmek demek, Trakya'nın
vaziyetini bilmemek demektir. Malumunuz Trakya'da bugün Kafkasya'dan Yunan
lıların getirmiş olduğu altmış bin nüfus vardır. Buradan, yani Anadolu'dan kaçıp
giden birçok Hıristiyanlar vardır. Orada iskan edilmişlerdir ve bunlar Trakyalı ol
mayan birçok Rumlardır. Onların arasında mesela dört bin, beş bin jandarma kuv
veti olsun, fazla olmasın demek, orada her vakit için bir hudut asayişsizliği çıkarıp,
orada bir maskaralık yapmak niyetine dairdir. Fakat hamdolsun oradaki dindaşla
rımız o vazifeyi her vakit yapabilirler. Biz demiyoruz ki Trakya sulh ile iade edilme
sin, mutlaka harple alınsın. Hayır, öyle bir şey yoktur. Karaağaç İstasyonu mese
lesi çok mühimdir. Ne yapalım ki Dünya Harbinde Meriç hududu diye bir şey çı
kardılar. Cenabı Hak mesul olanları her vakit mesul edecektir. Tarih onları mesul
edecektir. Böyle bir hatayı Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin yapmayaca
ğına imanım vardır. Sulh Konferansı devamınca Trakya’yı ellerinde bulunduracak
lar ve bize tehdit olarak kullanacaklardır. Yani onların istifade edebileceği bir şey
dir. Orduların hareketine gelince, ona benim imanım vardır. Onu bir dakika başka
türlü düşünmedim. Ordu vazifesini yapar. Ordu gider, yol alır. Ben onu düşünmü
yorum. Şimdi menfi cevap verdiğimiz takdirde acaba İngiltere, Fransa, İtalya üçü
birden bizimle harbe mi girecekler? Yok canım, bu düşünülecek bir şey değildir,
katiyen. (neden sesleri) Müsaade buyurunuz, harp etmiyor mu idiniz? Yunanlılarla
harp etmiyor mu idiniz? Ne çabuk unuttunuz? Buraya toplandığımız vakitte siz
onlarla sulh içinde mi idiniz? (o başka sesleri) Nasıl başka, rica ederim. Ne imiş o
başka demekle olmaz ki. Bunlar harp edemezler, benim kanaatim budur. Efendiler
İngiltere'ye gelince, onlar da harp edemezler ama bizi tehdit edeceklerdir. Bakalım
gürültüye pabuç bıraktırabilecek miyiz bıraktırmayacak mıyız? Çünkü efendiler,
Türkiye'yi ezemediğinden dolayı bugün İngiltere fıkır fıkır kaynıyor. Çünkü İslam
aleminin yegane kudret ve kuvvet olmak üzere bir Türkiye vardır. Senelerden beri
çalıştı, ezemedi. Şimdi böyle dolaplar çeviriyor. Şimdiye kadar İngiltere bizimle
harp edecek olsaydı, şimdiye kadar zayıf bir zamanımızda yapardı ve işimizi biti
rirdi. Fakat kuvveti yoktur. Zorluklar içindedir. Yalnız korkunç bir nokta vardır. Bu
Konferans uzarsa ne yazık ki her vakit kurban olan dindaşlarımız yine kurban
olurlar. Mamafih, orada bir Bulgar hükümeti vardır. Bağırıyor, çağırıyor, teslim
ediyor bir şeyler yapıyor. Bunu yapan Bulgaristan değildir, İngiltere'dir. Dünyayı

1073
karıştırıyor. Böyle bir şeyin yapılması ihtimali vardır. Binaenaleyh bence en uygun
yol, Türkiye Büyük Millet Meclisi esasen karar vermiştir. Bu karar gereğince on
beş gün zarfında tahliye edeceklerdir. Bir ay zarfında bize teslim edeceklerdir.
Etmezlerse söz ordunun ve Başkumandandır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Efendim, şimdiye keder dinlediğimiz
arkadaşlarımızın söylediklerinden müsaade buyurursanız şu suretle mütalâa et
mek isterim. Konuşan bütün arkadaşlarımız, esas program olmak üzere, Milli Mi
sakı ileri sürmektedirler. Ordumuz karşımızda kuvvet olarak bulunan düşman or
dusunu tamamen mağlup etmiştir. Binaenaleyh harp hali son bulmuştur. Buradan
sonra yapılacak işler, siyasi işlerdir. Eğer böyle düşünülecek olursak askerlik bit
miş, siyasi faaliyet başlamıştır. Böyle kabul olunursa bu Mudanya Konferansı ve
bunlar teferruattan ibarettir. (hayır, sesleri) Yapılacak işler derhal sulh konferansı
na dahil olmak ve orada diplomatik olarak Milli Misak gayelerine ulaşmaktır. Yoksa
eğer denilirse ki hayır askeri olarak varılacak hedefler vardır ve o hedeflere ulaşıl
dıktan sonra siyasi neticeler daha kuvvetli olur. Derhal bunu yapmak lazımdır.
Binaenaleyh henüz karşımızda askeri harekat ile ulaşılacak hedefler varsa, bunu
Başkumandanlıkça tespit ve ifade olunmak lazım gelir. Eğer şekilde mütalaa yü
rütmek icap ederse, bu müzakereyi kafi görmek uygun olur düşüncesindeyim.
Anlaşıldı ki hedefimiz Milli Misaktır. Yani müzakereyi kafi görüyorum. (kafi sesleri)

YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Efendim, kısa söyleyeceğim. Beyefendiler tarihe


bir an için bakmanızı rica edeceğim. Türk alemi şimdiye kadar binlerce harp yap
mıştır. En çoğunda galip gelmiştir. Fakat ne vakit ki bir siyaset masasına oturmuş-
tur, kaybetmiştir. Milletin kılıcı ile kanı ile kazandıklarını diplomatlar sözleriyle kay
betmişlerdir. Daha iki gün evveline gelinceye kadar Mudanya'da Konferansından
fevkalade üzgün bir halde idim, korkuyordum. Fakat Hükümet ve Başkumandan
Hazretlerinin göstermiş oldukları buna mani olan gayreti gördüm ve teselli oldum
beyefendiler. Şimdiye kadar İngilizler bizden ne kazandılarsa tehditle kazanmış-
lardır. Allah Başkumandanımızı muzaffer etsin, Allah Hükümete azim ve kuvvet
ihsan buyursun temennileriyle sözüme son veririm.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, ben de Tahsin Bey’in temennisini tekrar
edeceğim. Bugün kafi olarak, bu meselenin düşünmesini, Tahsin Bey arkadaşımız
gibi, ben de ifade edememek zaruretindeyim. Çünkü önümüzde ne olduğu belli bir
teklif görmüyoruz ve yalnız tahminen bir teklif biliyoruz. Onun için bu mesele hak
kında şimdiden ne söylenirse doğru olmadığını iddia edeceğim. Notanın Hüküme
te ulaşmasından sonra, Hükümet ve Başkumandanlık tarafından müzakere edile
rek, neticenin Yüce Meclise arz edileceği tabiidir. Mudanya Konferansı askeri bir
konferans olduğu halde, siyasi meselelere girilmiştir. Bu da bugün bizi geri çekil
me vaziyetine getirmiştir. (nedir o geri çelimle sesleri) Arz edeceğim. Benim fik
rimce geçende bu nota hakkında dediğim gibi, böyle bir müzakerede bizim için en
fazla elde edilmesi lazım gelen iki noktadır. Biri, bunların kuvveti noktasıdır. Bu
nokta ifade olunmamıştır ve buna dair bir teminat alınmamıştır. Bu halin gittikçe bir

1074
tehlike olduğunu görüyorum. Onun için Hükümetimiz iyi niyetini göstererek müza
kereye girerken, karşı sahilde kullanılmamış bir askeri emniyet için artırılan bir
kuvvetin, artık hiç bir sebeple arttırılmamasını talep etmekte ordumuz çok haklıdır.
Bugün verebilecek olan onların notasına, bu hususun birinci derecede teklifi lazım
bir nokta olduğunu zannetmekteyim.
YUNUS NADİ BEY (İzmir): Kimin efendim, notasının esasını kabul etmeye bağlı
dır. Yani Trakya'dan mı vazgeçmeli.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Hayır, notanın nasıl geleceğini bilmiyoruz. Fakat
unuttuğumuz, bu teklifin iki şeyi vardır. Efendiler meseleyi askerler ve bilhassa
Başkumandan daha iyi bildiği için bunu burada açmak istemem. Yunan Ordusunu
suyun öte tarafına, yani Trakya'da tayin edilecek herhangi bir hududun diğer tara
fına göndermek suretiyle vazifemizi ifa ediyoruz. Başka bir şeyimiz yoktur, diye
ceklerini tahmin Bu da bir ay sonra, iki ay sonra, üç ay sonra ne demek olduğunu
onu da bilmiyorum. (açık söyleyiniz anlaşılmıyor sesleri) Açıktır efendim, daha
açığını da açık nota geldiği vakit söylerim. Bilmediğim bir şeye angaje olamam.
Herhalde devletler Trakya'yı, İstanbul'u elde tutmayı bizden talep edecekleri me
seleler için ellerinde bir rehine olarak tutmak istiyorlar ve evvelce bunu bize mü
samahakar davranan devletlerde geçti. Bu teminata karşı bizim asıl vaki teklifi
kabul etmemiz takdirinde, başka bir şey yapmamakla beraber bir hakkımız vardır.
O da başaramayacağımız bir şeyi, yani iyi niyetle yapılmıştır. Binaenaleyh efendi
ler geri çekilmek vaziyeti vardır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Başaramayız dediğiniz hangi noktadır.
SELAHATTİN BEY (Devamla): İstanbul'u hatta Edirne'yi isteyebilirdik ve ordumuz
girsin derdik. Fakat bu adamlar fiiliyatta bunu bize vermekten kaçıyorlar, görüyo
ruz. Şimdi iş zaten bir hudut meselesi idi. Bunu da şimdi hal ediyoruz. Yunan Or
dusunu zaten batıya atıyoruz dedikten sonra, bu adamlara hiç bir cevap vermez
sek, ben bunun neticesini iyi görmemekteyim. Çünkü bu, tedricen diğer tarafın
tarafsız mıntıka olması demektir. Tabii Başkumandan daha iyi bilir. Mümkün olur
sa ve bizim için en mühim olan Çanakkale Boğazında yaptığımız gibi hiç bir silahlı
hareket haline getirmeden sahil boğazını, Anadolu sahilini işgal etmek...
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Affederseniz, benim sorduğum soruya
cevap olmadığını zannediyorum. İstediğimiz şey nedir? Bunu anlamak isterim.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Konferans bir istekte bulunmuştu.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Fikir üzerinde, fikir üzerinde.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Efendim ben şu noktayı biraz mühim görüyorum.
Hükümetimiz Trakya'da memurlarını birleştirmek hususunu talep etmekle iyi bir
şey yapmıştır. Bunu isteyebilir ve yapmıştır. Çünkü bu kendisinin elinde en büyük
bir teminattır, ordusunu durdurmaya karşılık. Diyorum ki bunu muhalefete maruz
kalmak suretiyle Dışişlerimiz öğrenmiş olsaydı, bizi burada sıkıntılı bir vaziyete
1075
getirmemiş olurdu. Bu olmasın. Çünkü bu geriliyormuş vaziyeti olur, bu olmasın
çünkü bu geriliyormuş vaziyetini kabul edersek isteğimiz kafi derecede kalmamış
olur. Tehlikeli nokta budur. Zannediyorum ki maksadımı izah ettim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Ne yazık ki anlamakta güçlük çekiyorum.
SALAHATTİN BEY (Devamla): Öyle ise efendim, çok münasip temennidir. Hiçbir
silahlı harekat olmamak şartıyla Karadeniz Boğazını tutarsak sulh için pekala bir
hedeftir. Sulh için anlayışım budur. Başkumandanlığın mütalaası askeridir, bunda
esas olacaktır. Benim bu hususun teferruatına dair fazla malumatım olmadığı için,
çok söylemiyorum. Biz o hattı tutmakla zannediyorum, muayyen bir hattı kurabili
riz. Fakat askerimizi barındırmak için burası lazımdır.
BİR MEBUS BEY: Silah patlamaz mı idi?
SELAHATTİN BEY (Devamla): Ben onu bilmiyorum.
BİR MEBUS BEY: Silah patlamaz ki.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Patlasın patlamasın.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Ordularımız her iki yerde de hakim
bulunmaktadır.
SALAHATTİN BEY (Devamla): En iyi temenni, her iki boğazın birer sahili üzerinde
kuvvetli bulunduğumuz takdirde, bu müzakereyi yapabileceğimizi zannediyorum
ve en çok yapılabilecek hedef budur. İkincisi de hiç bir şey yoktur. Meselede tehli
ke yoktur. O halde teşekkürdür.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Yozgat Mebusu Feyyaz Ali Bey’in müzakerenin
yeterliliğine dair bir önergesi var. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Müzakere kafi
görülmüştür. Efendim müsaade buyurun bir önerge var, okuyalım.

TBMM Başkanlığına
Müttefik hükümetlerin vereceği nihai karar Yüce Mecliste müzakere edil
meden Hükümet tarafından derhal cevap verilmemesini, yani Hükümet tarafın
dan tasdik olunacak karar ve cevabın Mecliste tetkik olunmasını teklif eylerim.
Mersin Mebusu
Selahattin
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim zaten başladığımız müzakere için
önergeye lüzum yoktur. Yalnız Selahattin Bey’in önergesi müzakere usulüne dair
idi. O da reddedildi. Şimdi efendim buyruldu ki Başkumandanlıkça ve Hükümetçe

1076
mesele anlatılsın. O da oldu ve müzakere de kafi görüldü. Binaenaleyh aleni cel
1
seye geçilmesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.

10 EKİM 1922: GİZLİ OTURUMDA MUDANYA ATEŞKES KONFERANSI İÇİN


HÜKÜMETE İMZA YETKİSİ VERİLMESİNE DAİR GÖRÜŞME
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 116.Birleşim, Gündem: 2/1)

Ara verilen Konferans yeniden toplandı. Artık sona gelinmişti.


Müttefik hükümetlerin hazırladıkları yeni sözleşme projesi okundu ve
İsmet Paşa’ya verildi. Bu projede daha önce karar altına alınmış bazı
maddeler değiştirilmiş, bir kısmı çıkarılmış ve bazı yeni maddeler ek
lenmişti. İsmet Paşa bu maddeleri hükümetine bildirmek mecburiyetinde
olduğunu söyledi. Proje derhal Ankara’ya gönderildi. Hükümet projeyi
Meclise sundu ve imza yetkisi istedi.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, celseyi açıyorum.


YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim, müsaade buyurursanız Mudanya
Konferansı hakkında malumat vermek için celsenin gizli olmasını teklif ediyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, gizli celseyi kabul edenler lütfen el
kaldırsın. Gizli celse kabul edilmiştir. Buyurun Yusuf Kemal Beyefendi.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim, dün İsmet Paşa Hazretlerinden
gelen son telgrafı okumuştum. Fransız ve İtalyan generallerinin İsmet Paşa ile
görüştüğünü size arz etmiştim. O telgrafa Başkumandanlıktan gönderilen bir ce
vap var, onu aynen okuyorum.

Mudanya Konferansı Reisi ve Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretlerine,


Fransız ve İtalyan generalleri ile yaptığınız görüşme neticesini bildiren
telgrafınızı Hükümet ile beraber müzakere ve tetkik ettik. Bundan evvel Meclis
te gizli celsede de müzakere ettikten sonra, bazı arkadaşların mütalaalarını
aldık. Edinilen kanaate göre bu generallerin tekliflerinin reddedilmesi, esas
itibariyle Müttefik hükümetler ile harbe sebebiyet vereceği için reddi uygun
görülmemektedir. Mamafih Başkumandanlık ve Hükümet lüzum görürse, Mec
lis tarafından kati bir karar için bu akşamki Konferansta en son teklif olunacak
ve projeye göre karar verilecektir. Yalnız tetkik ve münakaşa olunacak olan
aşağıdaki hususların kabulü için gayret buyrulmalıdır.
1. Yunan Ordusunun ve Yunan idaresinin on beş günde tahliyesi bahis mevzu

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (9 Ekim 1922), 1.Dönem, c.3, s.910-930, http://www.tbmm.gov.tr/
1077
olurken, tarafımızdan teslimi derhal yapılacaktır ve teslim alınan yerlerden Yu
nan memurları ve kuvvetleri derhal çekileceklerdir, ifadeleri açıkça görülmelidir.
Tahliyeden sonra Müttefik komisyon ve askerlerinin en fazla bir ay kalması en
nihayet kabul edildiği takdirde Trakya'da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hüküme
tinin kontrol ve idaresini ve arazisini işgal mahiyetinde düşünülmemelidir. Azın
lıklar hakkında kabul edeceğiniz teminat geçen soruya cevap olmak üzere
verilen şekil olmalıdır.
2. Trakya'nın bize Müttefik devletler tarafından teslim edilmiş olduğu açık ola
rak ifade ettirilmelidir.
3. Karaağaç'ın Edirne'ye ilhakı, mümkün olmadığı takdirde Müttefiklerin işgali
altında kalmakla beraber idaresinin Müttefikler tarafından idare edilmesi ehven
düşünülmesi lazımdır. Meriç’in batısında kalan demiryolunda da aynı tarzın
tatbik olunması lazımdır. Herhalde şimdi Edirne’ye sahip olmamız, Yunan mü
dahalesinden emin olmalı. Şimdilik bu hal yolunu kabul etmekle 1914 hakları
mızın saklı olduğu kaydolunmalıdır.
4. Trakya’ya geçirilecek jandarma kuvveti miktarının sınırlandırılmaması bizce
mühimdir. Asayişi tesis edecek miktardan fazla getirilmeyeceği taahhüt edilebilir.
5. Bu cümleden olarak esaslarda anlaşıldıktan sonra Boğazlar hakkında şimdi
ye kadar iddia ettikleri hudut yerine, derin bir tarafsız mıntıka yerine, kıtalarımı
zın halen bulundukları yerlerde kalması ve ancak kıtalarımız ile İngiliz kıtaları
arasında lüzumu kadar mesafe bırakmak kabul edilmelidir.
6. Boğazlar üzerindeki Müttefik işgal sahalarını genişletmemelerini ve bizim
ileride bulunan kıtaatımızı takviye edebileceğimizi talep etmek lazımdır. Bun
dan başka Yunan Ordusunun Meriç’in batısında, Batı Trakya’da mühim yığınak
yapmaması kaydı dikkate alınmalıdır.
7. Askeri anlaşmanın bu akşam neticelenmesi bizce arzu edilmektedir. Teklif
projesi kabul edilebilir bir hale getirildikten sonra Hükümetin kabulünü kaydını
ifade edebilirsiniz.
Başkumandan
Mustafa Kemal
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Sonra İsmet Paşa'dan bu sabah gelen telg
rafı okuyorum.

Başkumandanlığa
Bugün Müttefik generaller tarafından verilen en son Askeri Anlaşma
Teklifi aşağıda arz olunur.
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet

1078
MUDANYA KONFERANSINDA MÜTTEFİK HÜKÜMETLER TARAFINDAN
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ HÜKÜMETİNE SUNULAN ASKERİ AN
LAŞMA TEKLİFİ
Mudanya’da toplanan Askeri Konferansta, Edirne dahil olmak üzere Do
ğu Trakya’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine iadesi, Yunan kuvvetle
rinin Doğu Trakya’nın batısına çekilmeye daveti, bu araziyi Yunan kıtaları ile
idaresinden tahliyesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti memurlarıyla
jandarmasının yerleştirilmesi, işgal devresinde bu havalide intizam ve emniye
tin kontrolünün temini gayesiyle Müttefik delegeler aşağıdaki hususlar üzerinde
anlaşmışlardır.
1. Bu anlaşma yürürlüğe girdiği tarihte, Türk kıtaları ile Yunan kıtaları arasın
daki silahlı muharebe nihayet bulacaktır.
2. Trakya'da Yunan kıtalarının geri çekilmeye davet edileceği mıntıka, Adalar De
nizi sahilinden Bulgaristan hududuna kadar olan Meriç'in sol sahilini teşkil eder.
3. Sulh Antlaşması imzalanana kadar her türlü ihtilafı önlemek için Meriç'in sağ
sahili Karaağaç dahil olmak üzere, Müttefikler tarafından tayin edilecek nokta
lara yerleştirilecek olan askeri kıtalar tarafından işgal edilecektir.
4. Edirne havalisine ulaşımı sağlamak için Cesrimustafapaşa'dan Kuleli'ye
kadar Meriç'in sağ sahili Müttefik devletlerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hü
kümetinin ve Yunanistan’ın birer temsilcilerinden meydana gelecek bir komis
yon tarafından idare edilecektir.
5. Doğu Trakya’nın Yunan kıtaları tarafından derhal tahliyesi mümkün olduğu
kadar çabuk başlayacaktır. Bu tahliye edileceklere, bizzat silahlı kıtalarla bera
ber hizmet ve teşkilat kıtaları, atlar, muhtelif nakliye vasıtaları ile her türlü harp
malzemeleri ve erzak depoları dahildir. Bu tahliye takriben on beş gün içinde
yapılacaktır.
6. Yunan jandarması dahil olmak üzere Yunan idare memurları mümkün oldu
ğu kadar çabuk çekilecektir ve her mıntıkadan Yunan memurları çekildikçe
idare müttefik memurlarına teslim edilecek ve onlar da mümkün olduğu kadar
çabuk ve mümkünse aynı günde bunu Türk memurlarına devir ve teslim ede
ceklerdir. Trakya’nın tamamının Yunan kıtaları tarafından tahliyesi en fazla
otuz gün içinde son bulunacaktır.
7. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti memurlarına asayiş ve emniyetin
sağlanmasın için yeterli miktarda milli jandarma kuvvetleri refakat edecektir. Bu
kuvvetlerin toplamı …. subay ve askeri aşmayacaktır.
8. Yunan kıtaatının geri çekilme harekatı ve mülki idarenin devir ve teslim işleri,
başlıca merkezde yerleştirilecek olan mahallerde Müttefik heyetlerin idaresi al

1079
tında yapılacaktır. Bu heyetlerin vazifesi, geri çekilme, devir, teslim işlerine neza
ret etmek olacaktır ve heyetler her türlü taşkınlıklara mani olmaya çalışacaklardır.
9. Bu heyetlerden başka Doğu Trakya’yı bir süreliğine Müttefik kıtaları işgal
edeceklerdir. Aşağı yukarı yedi taburdan ibaret olan bu kıtalar intizamı temin
edeceklerdir. Yunan kıtalarının tahliyesi son bulduktan otuz gün sonra Müttefik
heyetlerin ve kuvvetlerin vazifeleri sona erecektir. Müttefik hükümetleri, intiza
mın muhafazası ve Türk olmayan ahalinin himayesi için alınan tedbirler hak
kında mutabık kaldıkları takdirde, bu geri çekilme harekatı daha yakın bir tarih
te vuku bulabilir. Bu suretle Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin idaresi ve
jandarması bir mıntıkada muntazaman vazifeye başladıkları anda Müttefik
kıtaları bu mıntıkadan otuz günden önce geri alınabilirler.
10. Çanakkale ve Kocaeli’nde Müttefik kıtaların işgali altında bulunan mıntıka
lardaki Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kıtaları, mümkün olduğu kadar
çabuk geri alınacaklardır.
11. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Sulh Antlaşmasının imzalanmasına
kadar Doğu Trakya’ya askeri kıtalar nakletmemeyi ve orada bir ordu toplama
mayı taahhüt eder.
12. Bu anlaşma tarafların imzalamalarından üç gün sonra yürürlüğe girecektir.

Bu Askeri Anlaşma, Müttefik devletlerle tarafından Türkiye Büyük Millet


Meclisi Hükümetine verilen 29 Eylül 1922 tarihli nota ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümeti tarafından Müttefik devletlere gönderilen cevap notası hü
kümlerine göre, Müttefik generallerinden İngiltere Baş Delegesi Harington,
İtalya Baş Delegesi Mombelli, Fransa Baş Delegesi Charpy, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Baş Delegesi İsmet Paşa ve Yunanistan Baş Delegesi Mazarakis
tarafından, 1 Ekim 1922 tarihinden beri Mudanya’da devam eden toplantılar
nihayetinde hazırlanmıştır.

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): İsmet Paşa’nın toplantıya dair telgrafı.

Başkumandanlığa
Fransızlar akşama kadar kabul etmeyi düşündükleri projeyi bize kabul
ettirmeye çalıştılar. Akşam saat altıda toplanıldı. General Harington her günkü
vaziyetinden daha ciddi olarak bir konuşma yaptı. Konuşmasında Müttefik hü
kümetlerin Paris’ten verdikleri talimatlara göre kati bir proje hazırladıklarını, bu
proje üzerine münakaşa edilmeksizin mesela bir saat içinde kararımızı bildir
memizi, vereceğimiz cevabın harbe sebep olmamasını temenni ettiğini, Trak
ya’nın bize iadesinin kabul edildiğini, Müttefiklerin bize yardım için ve sulhun
nimetlerinden faydalanmamız için çalıştıklarını ifade etti ve sonra telgrafla gön
derdiğim projeyi okudu.

1080
Okunan projede, şimdiye kadar bize kabul ettirmek istedikleri ve size
bildirdiğim hususların çoğunun değiştirilmiş olduğunu, bir takım yeni maddele
rin ilave edildiğini ve bir takım görüşülmüş olan maddelerin de çıkarılmış oldu
ğunu görüyorum. Bütün projeyi Hükümetime gönderdikten sonra gelecek tali
mata ihtiyaç olduğunu ve Konferansın 10 Ekim öğleden sonraya tehir edilmesi
nin zaruri olduğunu söyledim. Daha önce kararlaştırılan Trakya’nın teslimine ait
olan 30 ve 45 günlük süreler aynı kalmış, jandarmanın miktarı azaltılmış, Kara
ağaç meselesi yeniden değiştirilmiştir. Şimdiye kadar bahis mevzu olmayan
mıntıkaların hududu ölçüldükten sonra yahut kararlaştırdıktan sonra kıtaların
arasında mesafe bırakmak için müzakere kabul edilmiş olduğu halde, bu defa
mesele başka mahiyette bahis mevzu edildiğini, velhasıl sivil esirlerin belirtil
memiş olduğunu bildirdim. Bunlara kısa cevap vermek için söz alan İngiliz Ge
nerali esas mesele olan Trakya’nın iadesinin resmen kabul edilmiş olduğunu
söyledi. Diğer hususlara Paris'te bir karar verilmiş olduğundan generallerin bu
hususta bir şey yapamadıklarını ve kanaat meselesinin de oradan bildirilmiş
olduğunu söyledi. Mıntıkalar hududu evvelce aramızda bahis mevzu olacak ise
de Paris Konferansının kararları, Müttefik devletlerin müşterek teklifi olduğun
dan şimdi sivil esirlerin iadesini hükümetlere bildirdiklerini söylediler. Kıtalar
arasında yapılacak hudutları bu akşamdan görüşmek istediğini söyledi. Karaa
ğaç meselesi üzerine Fransız Generali söz alarak, kendisinin bu hususta ve
yalnız Trakya’nın iadesini kabul etmiş olduğunu, Karaağaç'ı da içine aldığını
bildirdi. İtalya Generali, bunun İstanbul'da yaptıkları toplantı neticesinde Hükü
metinden talimat aldığını söyledi.

Bundan sonra projede açık kalan işgal mıntıkaları hudutları, harita üze
rinde incelenmeye başlandı. Bu mıntıkaların evvelce ilan edilmiş olan tarafsız
mıntıkalar olmadığını ve kıtalar arasında bir hat tayin için yapıldığını ve Boğaz
ların serbestliğini temin ettiğini söyledi. Yarı şaka tarzında bir takım konuşmalar
oldu ve nihayette yiğidi ve askerleri çok olduğundan dost olmamızı söyledi.
Yunan Generali bir takım itirazları olsa da anlaşmayı tasdik edebilecekmiş.
Fransızlar bizi kabule ikna için bütün kuvvetini sarf ediyorlar. Hemen kabul
etmemiz için zatı devletlerine de doğrudan telgraf vardır.
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Gece yarısı İsmet Paşa Hazretlerinden Başku
mandan Paşa Hazretlerine gelen telgraf

Başkumandanlığa
Yeni projede işgal mıntıkalarının hududunda Çanakkale'den Lapseki'den
Kumkale'ye kadar kıtaatımızı uzaklaştırmayı ve Gelibolu Yarımadasının tasdik
ettirildiği ısrar edilmektedir. Emre hazırım. Mukavelenin delegeler tarafından

1081
imzalandıktan üç gün sonra yürürlüğe girmesi icap ettiğinden ve artık hükümet
lerin onayına tekrar arz olunmak icap etmediğinden kararımızın öğleden sonra
beşe kadar bildirmesini rica ederim.
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Franklin Bouillon’dan Başkumandan Paşa Haz


retlerine gelen telgraf.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine


Zati Alinizin ve Türkiye’nin şahsi bir dostu olmak sıfatıyla yardımseverli
ğinize ve vatanseverliğinize güvenerek son bir müracaatım vardır. Uzun ve
ekseriya yorucu ve günlerce süren müzakerelerden sonra generaller ateşkes
anlaşması tanzim eden müşterek bir proje verdiler. Ne yazık ki burada bulun
madım. Bu proje bilmem ki ümit ettiğiniz bütün neticelere cevap verir? Lakin
hatta Sulh Antlaşmasından önce Trakya’yı size veriyorlar. Bu, askerlerinizin
kanıyla ödemeye mecbur olmadan size zafer temin ediyor. Paris'te toplanan
askeri uzmanların lüzum gösterdikleri on beş gün müddet istisna edilirse, İzmir
projemizden ehemmiyetli bir şey değiştirmiyor. Yalnız mıntıka meselesi dikkat
çekiyor. Fakat madem ki hudut sizin paşalarınız tarafından tayin edilecektir, bir
ihtilaf ihtimali görülmüyor. Sizin hür milletinizin şanına leke düşürecek hiç bir
şey yoktur. Bu metni uzun uzun tetkik ettim. Dost bir Fransız sıfatıyla sizden
şiddetle istirham ederim. Bu yalnız bir kaç hafta sürecek bir işten ibarettir. İngil
tere’nin Sulh Konferansından evvel yapmak istediği fedakarlığını yaptığını his
sediyorum. Bütün Avrupa bu anlaşmayı makul bir anlaşma olarak telakki ede
cektir. Zaferinizle yükseldiniz. Ateşkesinizle yükseldiniz. Serinkanlılığınızla
insanlığın afeti olan harbe mani olma hususundaki azminizle daha çok yükse
leceksiniz. Sizin Fransız dostlarınız hür ve hakim Türkiye’nin asaletini bütün
dünyaya ilan edeceklerdir.
Dostunuz
Franklin Bouillon

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Başkumandan Paşa Hazretleri tarafından Mu


danya'da bulunan Franklin Bouillon’a yazılan cevabı okuyorum.

Mudanya’da Franklin Bouillon’a


Son telgrafınızı aldım. Dostluk hisleriniz için teşekkür ederim. Bir an ev
vel sulha ulaşmamız hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin sulh için ciddi
arzularının gördüğü karşılığın hakikaten beni hüzünlendirdiğini söylemeye
mecburum. Fransız dostlarının Türkiye’nin meşru haklarını müdafaa etmekte
bulunmasını itibar eden hareketlerini açıklamak hakikaten çok zordur. Bu hu
susta bilhassa şahsen Hükümete ve Meclise karşı müşkül bir vaziyette bırakıl-

1082
mış oluyorum. Dostluğunuzu fazla olarak bekliyorum.
Dostunuz
Mustafa Kemal

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): İsmet Paşa Hazretlerine gönderilen talimat biraz
önce okuduğum telgrafa en son cevaptır. Yani yeni projeye cevaptır.

Mudanya Konferansı Reisi ve Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretlerine,

Kocaeli Yarımadasında ve Çanakkale’de tarafsız mıntıka adı verilen


mıntıkaların hudutları Müttefik ordularının her birinin birer subayla Büyük Millet
Meclisi ordusundan bir subay olmak üzere kurulacak komisyon tarafından tes
pit edilecektir, kaydı anlaşmanın esasından sayılmayabilir. Bu maddeler tespit
olunurken Kocaeli Yarımadasında Şile, Gebze, Darıca hattının kabul ettirilme
sine çalışmak lazımdır. İstanbul'un Rumeli yakasında Terkos Gölü arası, hat
olarak şimdiden tespit edilmesine çalışılmalıdır. Çanakkale Mıntıkasına gelin
ce, kıtaatımızı bulundukları yerlerden çekmemek hususunda ısrar ediniz. Bu
mevkilerde idaremiz baki kalmak ve Müttefikler tarafından halen işgalde bulu
nan noktalardan başka mahaller işgal edilmemek şartıyla dört, beş kilometre
Boğazdan uzaklaşmayı, Gelibolu Yarımadasının uzun bir süre işgalini kabul
edemeyiz.

Mudanya Askeri Anlaşması ile bugünkü vaziyetimiz, taahhüdümüz Sulh


Konferansına tehir edilirken, Çanakkale Boğazının ve İstanbul Boğazının işgal
mıntıkaları da aynı kayıt ve şartta bahis mevzudur. Binaenaleyh 11. Maddenin
son cümlesinin sonuna, “Sulh Konferansının neticesine tehir edilir” kaydı ilave
olunmalıdır.

Bu hususları saat beşe kadar kabul ettirebilmenizi rica ederim.

Başkumandan
Mustafa Kemal

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): En son İsmet Paşa’dan şimdi gelen telgraf.

Başkumandanlığa

Bu sabah gelen Fransız ve İtalyan generalleri, dün akşam projeyi bana


verirken münakaşa edilmeksizin kabulü teklif edildiğinden tarafların zannedildi
ğini anladıkları münakaşa ve müzakerenin tabii olduğunu söyledim.

Lakin projenin üzerinde beraber çalışmak ve Trakya'ya gönderilecek


jandarmanın miktarında ısrarlıdırlar. Lâpseki’den Kumkale'ye olan sahilde kıta
larımızın çekilmesinde ısrarlıdırlar. Fakat eski tarafsız mıntıkalar değil, yeni
mıntıkalar bahis mevzudur. İstanbul etrafında Müttefik kıtalar ile kıtalarımız
arasındaki işgal mıntıkası hudut olarak gösterilmiştir ki bunun değiştirilmesi için

1083
çok çalıştım. Akşama neticesini göreceğiz.
Harington gece İstanbul'da idi, gelecek. Saat beşten evvel Hükümetten
cevap almak mecburiyetimiz olduğunu arz ederim. Şurasını da arz edeyim ki
Trakya'nın tahliyesi şöyledir. On beş günde Yunan Ordusu çıkacak. Ondan
sonra bir ay içinde Müttefikler idareyi Yunanlılardan alıp Hükümete devir ve
teslim edeceklerdir. Müttefiklerin işgali altında kalacak olan Karaağaç'tan Yu
nan idaresinin kalkması için tekrar teşebbüste bulundum.
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Şimdi efendim, tabii daha çok Hükümet Reisi
Beyefendiye ait olduğu için, yalnız ben Dışişlerine ait olanı arz ediyorum.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Müsaade buyurursanız siz bitiriniz de ben arz
edeyim.

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Hükümette müzakere edilen bu proje üzerinde


arz ettiğimiz değişiklikleri yapılması kendisine yazıldı. İstediğimiz değişiklikler ka
bul edilirse ne ala, kabul edilmediği takdirde bu akşam saat beşte imzalanması
kati olan projenin imzası için İsmet Paşa’ya müsaade vermek fikrindedir Hükümet.
(niçin sesleri) Yalnız bir noktayı unuttum ki en mühim noktadır onu arz edeyim.
Tabii bu mesele askeri mesele olduğu için Başkumandan Paşa Hazretleri de Hü
kümet ile beraber, onlar da bu fikirde olduklarını söylediler.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Yusuf Kemal Bey Mudanya ile yapı
lan haberleşmeyi aynen Yüce Heyetinize arz ettiler. Bu malumat üzerine Hüküme
tiniz vaziyeti tetkik etti, iki şekil üzerinde. Birisi bugünkü zaferin bize verebileceği
en fazla muvaffakiyet ne olabilir? Onu tetkik ettik ve son kanaatlerini orada bulu
nan delegelere... Hükümet vaziyetin icabı olarak imkan aramaya çalışması için de
İsmet Paşaya verdiği talimatlar da Yüce Heyetinize arz edildi. Bundan sonra Yusuf
Kemal Bey kürsüyü terk etmeden evvel ifade ettiği gibi, kati bir muhalefet karşı
sında kalırsak dün Yüce Heyetinizin bize verdiği fikir ve Hükümetin de fikri bunu
reddetmek suretiyle, İtilaf devletlerle fiili bir surette harp etmek istememektir. Şu
halde İsmet Paşa Hazretlerinin dirayeti, askeri vaziyete olan marifeti itibarıyla
azami gayreti sarf edecektir. Elde edilebilecek miktar edilecektir ve açık olarak arz
ediyorum. Elde edilemeyen hususlar kalırsa, İnşallah onu da Sulh Konferansında
temine çalışacağız. (inşallah sesleri) Hükümetin fikrini arz ettim, fikrimiz budur.

DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Şimdi efendim, arkadaşlar vaziyeti muha
keme ederken ben Dışişleri Vekili ve Hükümet Reisi Bey’in son sözlerini kesinlikle
kabul etmiyorum. Yani Konferansın kararlarını tebliğ ederken kabul etmemek baş
ka meseledir. Harp haline geçmek başka meseledir. Onun için ikisini birbirine ka
rıştırmak çok hatalı olur. Çünkü bu konferans kararlarını kabul etmemek, itiraz
etmek ve bütün hususlarda onlarla hemfikir olduğumuzu gösterdikten sonra itiraz

1084
etmek, kabul edilmezse harp halini kabul etmek katiyen mümkün değildir. Böyle
bir harekette katiyen ne Meclis, ne de Hükümetimiz bulunmamıştır. Bu olsa olsa
ancak düşmanlarımızın icadı olabilir ve mesuliyeti de onlara aittir. Ancak mesele
nin mahiyeti itibariyle kabul veya reddetmek ile ortaya çıkacak menfaat ve zararlar
hesap edilmelidir. Bu ateşkese ait olan teklifler üç kısma ayrılır. Birisi, serbest
mıntıkaya ait olan kısım, diğeri Trakya’ya ait, üçüncüsü de askeri hususlardır.
Trakya'ya ait olan kısım ileri geri münakaşa edilebilir ve azami menfaat teminine
çalışılacaktır. Trakya’yı tahliye ettirerek bize teslime mecbur eden işin anahtarı
olan husus, bugün Müttefikler düşman vaziyetinde bulunan İngiltere ile beraber ne
bir insani maksat ile ve ne de Türkiye'yi çok sevdiklerinden bu vaziyette bulunu
yorlar. Bunları bu vaziyete sevk eden hadise, İngilizlerin Boğazlardaki vaziyeti ile
Müttefiklerin bir umumi harp korkusudur. Ancak orada bizim menfaatimize itibara
alınacak bir tek nokta var. O da sulhtan evvel tarafsız mıntıka ve işgal mıntıkası
kelimelerini kabul etmemektir. Unutmayalım ki vaktiyle Edirne'yi kurtarmak için
giden ordu ve Hükümet, Meriç hududunu vaziyetten evvel ilan etmekle kazanmış
ve kaybetmiştir. Ondan sonra bir de hatırıma gelen bir nokta var. Onu mütalaa
kabilinden değil, ancak Hükümetin dikkatini çekmek için söylüyorum. Adaların da
dikkate alınmasını rica ederim. Çünkü boğazlara yakın olan bu adaların da zan
nediyorum ki senelerce bu memlekette gazetelerde askeri ve siyasi emniyeti oldu
ğundan bahsedildiğine göre, oradaki yığınağın da belki bir manası olamaz. Esas
itibariyle benim fikrim bundan ibarettir.
VEHBİ EFENDİ (Konya): Efendim, arada deniz olmasa her şey aklıma geliyor.
Fakat arada deniz olunca deniz aklımı alıyor, mesele değişiyor. Şimdi şu projenin
imza edilmesini o kadar mahzurlu görmüyorum. Fakat Tevfik Rüştü Bey’in dediği
gibi, Anadolu sahilinde bir karış yer için tarafsız mıntıka lafına razı olmuyorum.
Çünkü o bir karış yerin sözü tükenmez ve onu onların elinden almak pek zordur.
İleri gittin geri geldin, askeriniz bugün şöyle olmuş, bilmem böyle olmuş. Onun için
Anadolu sahilinde tarafsız mıntıka adı ile bir karış bir yer terk etmemek mümkün
ise ve çaresi ne ise onun yapılmasını rica ederim. (değilse sesleri) Değilse aske
rimiz oradadır.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Tevfik Rüştü Bey arkadaşımızın beyanatı ara
sında, kabul etmemeye biz sebebiyet vermeyelim, onlar sebebiyet versin, harbe
biz sebebiyet vermeyeceğiz, buyurdular. Efendiler elinde silahı bulunan ve ham
dolsun muzaffer ve şerefli ordumuzla yakından temasta bulunan İngilizler ufak bir
hata ile harbi başlatabilirler. Orada Lahey Hakem Heyeti yoktur ki kimin harbe
sebebiyet verdiğini tetkik etsin. Propaganda şekilleri de malumdur. Onun için bu
nun devamında harp tehlikesi olabilir. Ayrıca bu vaziyetin devamı müddetince
harpten korkulmamalıdır, buyurdular. Tevfik Rüştü Bey, ben harpten korkarak,
ölümden korkarak buraya böyle bir kararla geldiğimizi söylemedim. Memleketimi
zin hakiki menfaatleri icabı olarak bugün için icap eden budur diye Yüce Heyetini
ze arz ettik. Sonra gerek Tevfik Rüştü Beyefendi ve gerekse Vehbi Efendi Hazret
leri tarafsız mıntıkadan bahsettiler. Bu projede tarafsız mıntıka tabiri kullanılma

1085
mıştır, işgal edilmiş mıntıka denilmiştir. Bu yerlerin tahliyesine dair projede bir
husus gösterilmemiştir.
HASAN BEY (Trabzon): Anadolu sahili için yoktur.
RAUF BEY (Devamla): Anadolu sahili için verdikleri ilk notada sulhun imzalanma
sıyla beraber İstanbul'u tahliye edeceklerini ifade etmişlerdir.
HASAN BEY (Trabzon): Bu bir taahhüt değildir. Yine orta yerde yeni anlaşma
metni var.
RAUF BEY (Devamla): Efendim budur. Okunan tafsilattan ve yapılan haberleş
meden son defa işaret edilen noktaların son derece müdafaa edilmesi ve kabul
ettirilmeye çalışılması hususunda İsmet Paşa’ya emir verilmiştir ve arz ediyorum.
Eğer kabul etmezlerse, harp etmek memleketin menfaatlerine uygun olmadığına
Hükümetiniz kanaat getirmiştir. Diğer hususların da Sulh Konferansında halledil
mesinin münasip olacağını düşünüyoruz.
MUSTAFA BEY (Kozan): Halihazırda en çok milletin menfaatlerine uygun olan
budur kanaatindesiniz. Bu hangi muhakeme neticesi oldu? Acaba bu hususta
Hükümetin evvelce ilan ettiği neticeyi izah eder misiniz? (gürültüler)
RAUF BEY (Devamla): Başkumandan sıfatı ile Meclise açıklamalarda bulunan
Başkumandan Paşa Hazretlerinin söylediklerinin hülasasını arz ediyorum. Devam
lı yapılan haberleşmeler bunlardır.
MUSTAFA BEY (Kozan): O devamlı yapılan haberleşmeler hakkında düşünceleri
niz nedir?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, telgraflar okundu. Başka ne arz edeceğim, izah ettim.
HAMDİ BEY (Trabzon): Bu proje Hükümete ültimatom şeklinde mi geldi?
RAUF BEY (Devamla): Hayır efendim, okunanı görüyorsunuz, ültimatom verdiler
diye ifade etmedim ve İsmet Paşa’ya en son gönderilen talimatı da okudum, izah
ettim. Ondan sonra yapılacak iş kalmazsa ki şekle göre aldığımız kararı da söyle
dim. Ültimatom geldi de ona karşı böyle yapıyoruz, demedim.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, bir şey için dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu
23 Eylül tarihli notada İstanbul'da kıtaların geri çekileceği hakkındaki teminatı, an
laşmanın bir şartı olduğunu zannediyorum. Anlaşmada evvela sulh yapılması kaydı
vardır. Sulh yapılacak, anlaşma bizim tarafımızdan tatbik edilecek ve tatbik edildiği
ne onlar kani olduktan sonra da onlar çekilecek. Meselenin bu noktası mühimdir.
Bunu biz kendi arzumuza göre yapmak mecburiyetindeyiz, zannederim. Biz, Trak
ya’yı kabul edelim, diğer nokta ortada kalıyor, bunu bilhassa dikkatinizi çekerim.
RAUF BEY (Devamla): Çok arzu edilir ki konferans toplanır, toplanmaz tahliye
etsinler.

1086
HASAN BEY (Trabzon): Sulh Antlaşmasından sonra da tahliye etmezler.
RAUF BEY (Devamla): Efendim tahliye etmeyeceklerse ve buna dair kanaat yok
sa başka türlü karar verirsiniz.
HASAN BEY (Trabzon): Müsait olmayacaklar.
RAUF BEY (Devamla): Tabiatıyla müsait olmayacaklar. Fakat arz ediyorum, kafi
derecede arz ettim zannediyorum. Biz bu kanaate geldik ve bundan fazla bugünkü
vaziyeti ve harp halini sulh haline döndürecek bir vaziyette gördük.
İSMAİL ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Efendim sivil esirler hakkında Hükümetten dik
kati çekecek... Kafi midir, yoksa daha ileride bunu...
RAUF BEY (Devamla): Efendim sivil esirler hakkında İsmet Paşa son ana kadar
ısrar etti. Sivil esirler hakkında görüşüldüğü hakkında son telgrafınızda bir şey yok
tur diye İsmet Paşa'ya yazdık. Bu aldığımız karar ve teklif ettiğimiz proje Paris’te
İtilaf devletlerinin kararlaştırdıkları şekildedir. Başka bir şey yapamayız demiştir.
FUAT BEY (Bolu): Benim hatırımda kaldığına göre, 10.Maddede Yunanlılardan
teslim alındıktan itibaren otuz gün zarfında bize teslim edileceği bildiriliyor ve asa
yiş temin edilirse daha evvel teslim edecekler. Bu müddet daha kısaltılabilinir.
Bunlar bunun aksi birtakım hadiseler çıkaracaklar ve bu suretle bundan istifade
edeceklerdir.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurun, aynı nokta benim de dikkatimi çekti.
Münakaşa ettik şu neticeye vardık. Asayişi temin edecek biziz, onlar icap ederse
müdahalede bulunacaklar. Biz Trakya üzerinde hak iddia ettiğimiz müddetçe asa
yişi muhafaza etmekle mükellef olacağız ve bunu yapmaya çalışacağız.
EMİR PAŞA (Sivas): Ben Hükümetin kararı hakkında bir şey söylemeyeceğim. Bu,
askeri konferans hakkındaki Hükümetin kararına karşı bir itirazda bulunmayaca
ğım. Fakat Meclis üyesi sıfatıyla değil, millettin bir ferdi olarak diyeceğim ki ne
arzu ederseniz onu bildiriniz. Neticeye tesir etmiyor, çünkü bu askerlik meselesi
dir. Yalnız şurasını arz etmek istiyorum ki müttefik devletler kuvvetlerinin miktarı
nın bu sırada İstanbul'da ve boğazlarda artırılmamasını ve artırılacak olursa bizim
tarafımızdan ne yapılacağını soruyorum. Bu meseleyi ben anlamıyorum.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, karşı teklif olarak son şeklinde buyurduğunuz
nokta İsmet Paşa'ya yazılmıştır, kabulüne çalışacaktır. Sonuna kadar gayret ede
cektir. Fakat buna muvaffak olmazsa ki şekle göre böyledir.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Arkadaşlar, tabii İsmet Paşa ile konfe
rans hakkında yapılan haberleşmeleri biz sizden daha fazla okuduk, belki beş kere,
on kere, birçok defalar tetkik ettik ve okuduk. Binaenaleyh birçok noktalar üzerinde
tereddütte bulunuşunuzu pek tabii görüyorum. Müsaade buyurursanız kısa bir fikir
alışverişi yapalım. Ne gibi noktalar üzerinde tereddütleriniz varsa bana sorunuz

1087
cevap vereyim. Evvela ilk soruyu ben sorayım. Bu askeri konferanstan ne bekleni
yor, hangi maksatlar için bu konferansa gittik? Herhangi bir arkadaş cevap versin.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Sulh müzakerelerine girişmek için.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Hayır bu değildir. (hayır, gelecek için temi
nat sesleri)
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Trakya'nın sulh yoluyla kurtarılması ve buna
mukabil memleketin asayişine dair hiç bir şey yapmayarak, Trakya'nın kendisi ile
bulunmaktır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): İstanbul'u almak mümkün müdür? İstanbul'-
da, Çanakkale'de, Gelibolu'da mevcut olan Müttefik kuvvetlerini oralardan tahliye
ettirmek mümkün müdür?
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Hayır, Paşa Hazretleri yalnız muhalif taah
hütlere girmemek mümkündür.
HAKKİ HAMİ BEY (Sinop): Müsaade buyrulur mu Paşa Hazretleri bu zaten 23
Ekim tarihli notada zaten ifade ediliyor. Binaenaleyh Yunan kuvvetleri ile bizim
aramızda bir hudut çizilerek bir ateşkes yapmaktır. Zaten okunan şey de bir ateş-
kes anlaşmasıdır. Buna karşılık bizim tarafımızdan Marmara'dan Trakya'ya geç
memek gibi bir taahhüt yapılacak, bu müdahale dahilinde Ankara Hükümeti ne
konferanstan evvel ve ne konferanstan sonra tarafsız mıntıka adı altında bulunan
mıntıkalara asker göndermemeyi, ne boğazları ve ne de Marmara Denizi’ni geç
memeyi taahhüt edecektir. Binaenaleyh ben Mudanya Konferansı denildiği zaman
şunu anlarım. Bütün bu teklifleri kabul etmediğimiz takdirde İngilizlerle derhal hu
sumete geçmiş olmuyoruz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Efendim, Beyefendinin izah ettiği gibi Mu
danya Konferansı Yunan Ordusunun çekileceği hattı tespit içindir ve buna karşı
biz de tarafsız dedikleri mıntıkalardan geçmeyeceğiz. Şimdi bu onların isteği idi.
Biz buna fazla bir şey ilave ettik ve dedik ki biz bu şartları yaparız ama Yunan
Ordusu, Yunan Hükümetiyle birlikte olmak üzere bütün Trakya’yı tahliye edecektir.
Binaenaleyh şimdi bir hat çekmek ve onun gerisine orduyu götürmek değildi. Doğu
Trakya’yı tamamen askeri ve idari bir surette Yunanlılardan tahliye ettirmek ve
idaremizi şimdiden orada kurmaktır. Maksadımız budur. Buna karşılık taahhüt
ettiğimiz bir şey vardır ki Marmara'dan Trakya’ya ordu geçirmeyeceğiz. Şimdi en
son projeyi yukarıdan aşağı tahlil ettiğimiz zaman zannediyorum ki bütün mana
sıyla maksadımız elde edilmiştir. Yani otuz gün yahut kırk beş gün içinde, Edirne
dahil olmak üzere, Meriç'e kadar Doğu Trakya Yunan Ordusundan, Yunan idare
sinden tahliye edilecek ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine teslim oluna
caktır. Buna karşılık biz de Boğazlardan, Marmara'dan orduyu geçilmeyeceğiz.
Şimdi asıl üzerinde münakaşa yaptığımız noktalar, bilmem Gelibolu işgal mıntıka
sı... Bunlar zaten mevcut olan şeylerin ifadesinden ibarettir. Fazla bir taahhüde

1088
girmiyoruz. Tarafsız mıntıka var dediler. Oradan geçmemek şartıyla sizinle Sulh
Konferansına gelebiliriz, oradan geçmemek şartıyla size Trakya’yı veriyoruz. On
ları çiğnedik, geçtik. Siz onların iddia ettikleri... Siz diyorsunuz ki boğazların ser
bestliğini kabul ettik. İyi ama Boğazların üzerinde askerleriniz vardır. Bunun için
boğazdan biraz uzaklaştık. Mesele bundan ibarettir.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Ya İstanbul?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): İstanbul'un bize şimdiden teslimini iddia
etmedik. Verilen notada deniliyor ki daha sonra size vereceğiz. Biz de cevap no
tamızda ümit ederiz ki... Fakat bir iddia ve ısrarımız var mıdır ki Mudanya Konfe
ransı neticesinde İstanbul'u tahliye ettireceğiz ve bu Müttefik işgalini kaldıracağız.
(hayır sesleri) Binaenaleyh Mudanya Konferansında bunu yapamayız. Pek çok
meseleler vardır. Bunların hepsi için bir sulh masası, konferansı vardır ve onun
için de on gün sonra toplanalım deniyor. Bunların tamamı ancak orada halloluna
cak meselelerdir. Yalnız ne var? Askeri bir konferans mahiyetinde, ordumuzu kul
lanmaya lüzum görmeksizin, hakikaten koskoca bir kıtamıza elde etmiş olacağız.
(doğru sesleri) Binaenaleyh bu hatıra gelen ufak tefek şeylerdir. İsmet Paşa’ya
gönderdiğimiz talimat yukarıdan aşağı tetkik olunursa bunların hepsi üzerinde en
iyi neticeyi elde etmek için son gayretin sarf edilmesini de emretmişimdir. Ancak
bütün bu arzu ettiğimiz şeylerin hiç birisi olmasa dahi, onların teklif ettiği proje,
olduğu gibi kabul edilirse hangi noktada ne zarar vardır bunu öğrenmek isterim.
Tevfik Rüştü Bey bunu izah etsin.
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Tamamıyla Mudanya Konferansından bek
lediğimiz, söylendiği gibi Trakya'yı sulh yoluyla almak ve buna karşı tarafsız mıntı
kaya girmemektir. İşte bunun haricinde bir tek kelime vardır ki İzmir'de İtilaf düş
manlarına veya barışmadığımız devletlere karşı beyan edilen açık bir ifade vardı.
Biz tarafsız mıntıka adında bir şey tanımıyoruz. İşte bunun için işgal mıntıkası
haricinde o kelimeyi de sokarak bir siyasi maksadı göstermek istiyorlar. Mümkün
değil midir ki askerlerimizi çekerken bu kelimeyi kullanmayarak bu işi yapalım. İşte
budur itirazım.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Efendim, dedik ki biz tarafsız mıntıka tanı
mayız ve tanımadığımızı da fiilen gösterdik. Şimdi onlar diyorlar ki pekala tanıma
dığınız tarafsız mıntıkayı biz de tanımayalım. Fakat askerlerimizin işgalinde bulu
nan yerler vardır. Bunu nasıl ifade ediyorsunuz? Müttefik devletlerin kuvvetlerinin
işgalinde bulunmakta olan yerler bunlar. Bizim de kuvvetlerimiz gitmişler, sokul
muşlar. Bir aralık koyalım ki kötü bir şeyler olmasın diyorlar. Daha güzel ifade
varsa buyurun söyleyelim, onlara bildirelim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, benim burada anlamak istediğini bir şey
vardır. Malumunuz Mudanya Konferansı ordumuzun galibiyeti üzerine kurulmuş
askeri bir konferanstır. Yunan Generali bizden evvel imza edecektir. Bizden evvel
imza edecek olan Yunan Generalinin salahiyet nedir? Bir de Konferansın müzake

1089
releri esnasında bence unutulmuş bir nokta vardır zannederim. O da Yunan Ordu
su tahliye ettiği zaman oraya bir heyet gönderilmelidir. Bir heyet nezaret etmeli ve
bizim de bir galip sıfatıyla o heyette bir subayımız bulunmalıdır. Nasıl ki Mudanya
Konferansına İsmet Paşa Başkanlık etmiştir. Bu şeref de bize ait olmalıdır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Efendim, Yunan Generali bazı maddeleri
itiraz ederek imza edeceğim, demiş. Yunan generali isterse imza etsin, isterse et
mesin. Maksat Yunan Ordu ve idaresinin oradan çıkmasıdır ve bunu da üç Müttefik
devlet bize karşı taahhüt ediyorlar. Binaenaleyh o imza eder veya etmezse, ondan
ne çıkar? Diğerleri onu çıkarmaya mecburdurlar. Sonra elbette devir teslim muame
lesinde bizim de büyük rütbeli subayımız bulunacak. Fakat bunu yazmaya hacet
yoktur, efendim. Bizim de memurumuz tahliye esnasında onlarla beraber buluna
cak, tahliyeyi görecek ve teslim alacaktır ve hatta o memur da tayin olunmuştur.
İSMAİL SUPHİ SOYSALLI (Burdur): Paşa Hazretleri, buyurduğunuz gibi tarafı
mızdan gönderilen değişiklik kabul edilmeyip de onların projesini olduğu gibi kabul
ettiğimiz takdirde, bizim için Trakya'da vaziyetimiz esaslı ve devamlı mıdır?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Efendim öyle bir şey soruyorsunuz ki Beye
fendi haritayı açarsınız, Anadolu’nun tamamına bakarsınız, sonra onun Kuzeyba
tısına bakarsınız, aradaki farkı görürsünüz. Ondan sonra mantıki olan kararınızı
verirsiniz. (gülüşmeler) Mantığın emrettiği şudur efendiler. Ordu vazifesini yapmış
tır. Bundan sonra temini lazım gelen bütün netice siyasi olarak diplomatik yolla
hallolunacaktır. Hükümet ve Meclisiniz bunu kabul etmez de askeri harekata karar
verirse, ordu bunu da yapar. Fakat daha fazla ne kazanır? Ben zannediyorum ki
bu ufak tefek değişiklikleri yapmaya muvaffak olamasak bile, onların tekliflerini
aynen kabul etmekle de bu dakikada memleket ve milletimize yeterince menfaati
vermiş olduğunuz kanaatindeyim. (doğru sesleri) Benim kanaatim budur.
EMİR PAŞA (Sivas): Son söylediklerinize göre memleket, mecbur olmadığı bir
şeyi harp ile elde etmek istemez. Fakat bir mecburiyet olursa o zaman da evvelce
nasıl silaha sarıldı ise yine sarılır, karşımıza kim çıkarsa çıksın. Fakat bu mecburi
yete lüzum ve ihtiyaç kalmadan, Hükümetimiz ve Başkumandanlığımız, siyasi
yolla bu işi hallederse teşekkürler ederiz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Hakkı Hami Bey, demişlerdi ki biz itilaf ge
nerallerinin bu projesini kabul etmezsek de orada harp olmaz. Evet, harp olmaz
ama onların tarafsız dedikleri mıntıkadan ileri geçmemek şartıyla harp olmaz.
Binaenaleyh bunu kabul ettiğimiz takdirde, bütün ordumuz, bütün millet ve mem
leket arkasına yatıp bekleyecektir. Böyle yaparsak aramızda harp olmaz. Harbe
devam etmek ise Boğazlara ve karşı tarafa geçmektir. Bu hareketi yaparken de
bizim karşımıza İngiliz askeri çıkacak ve geçmeyin diyecektir ve bizim onlarla harp
edip geçmemiz lazımdır.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Paşa Hazretleri... (müzakere kafi sesleri)

1090
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade edin, sorsunlar.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Rumlar daima, Yunanlıların melun huyları karşı
sında titremekte olduğundan, acaba müddete ait iki nokta düzeltilemez mi? Proje
de pek yakında işe başlanacaktır diyor. Bu müddet yirmi dört saat olamaz mı?
İkincisi Paşa Hazretleri, Yunanlılar ordularından Trakya'yı on beş günde tahliye
edecekler ve tahliyeden sonra otuz gün daha keza idareleri devam edecektir. Yu
nanlıların idaresi otuz gün daha devam edince demek ki Trakya, Yunan pençesi
altında kırk beş gün daha inleyecektir. (hayır, hayır sesleri, gürültüler)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla):Buyurduğunuz şeyler hiç doğru bir şey de
ğildir. Yirmi dört saat... Bu, laftan ibarettir. Biz gidip üç günde alabilecek miyiz?
Sonra idare meselesi, Yunan idaresinin tamamını çekilmesi otuz gündür. Yani
düşmanın oradan çekilmesi nihayet otuz günde son bulacaktır.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Fakat Paşa Hazretleri, tahliyeden sonra değildir.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Canım farz ediniz ki sonra olsun, efendim.
Sorarım şimdi ben vekil beylere, hani gönderecekleri memurlar nerededir? Me
murları hazırlamışlar mıdır? Belki tahliye bizim yüzümüzden daha fazla devam
edecektir. Halen işgal ettiğimiz yerlerin memurları tamamlanamadı.
YASİN BEY (Gaziantep): Bu projeyi kabul ettiğiniz takdirde Sulh Konferansının
yeri ve zamanı ne olacaktır?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Bizim teklifimize göre ayın yirmisinde İzmir'-
de toplanmamızı kabul ederlerse sulh müzakerelerine başlanacaktır. Fakat sulhun
esasları müzakerelerin cereyanına tabidir. (müzakere kafi sesleri) Fakat bunun
lar. Zannedilmesinki
onunla göreMüsaade
ne münasebeti var. İtilaf devletleri
buyurursanız size bir şey arz edeyim. Efendi
ler, benim düşünceme Trakya'yı hakikaten bize vermek istiyor
üç gün, otuz gün ile bize bir entrika yapacaklardır. Bunu
yapmayacaklardır. Neden yapmayacaklardır? Biz diyoruz ki otuz gün siz idare
edin, ondan sonra bizim memurlarımıza terk edin. Hayır diyorlar, geliniz bir an
evvel alınız. Çünkü Yunanistan bundan kendisi vazgeçmiştir. Yunanın uğradığı
felaket o kadar büyüktür ki Batı Trakya'yı elinde tutabilirse çok büyük muvaffaki
yettir. Zaten Müttefikler de bununla meşgul olamazlar. Bunu bize verecekler. Fa
kat sulh müzakerelerinde boğazların alacağı şekil nedir? Bize göre Milli Misaka
göre serbest olacaktır. Fakat şekli ne olacaktır? Onun şeklini İstanbul'un vaziyeti
tayin edecektir. Yalnız ne var? Biz çalışalım ki Trakya'ya ordumuz geçsin. Ordu
larla orayı işgal ve idare, muhafaza edelim.
ZEKAİ BEY (Adana): Bir küçük soru sormama müsaade eder misiniz? Efendim,
bu anlaşma projesinde deniliyor ki Trakya'yı bizim memurlarımız işgal ettikten
sonra, emniyet temine muvaffak olurlarsa Müttefik kıtaları bir aydan evvel de çeki
lebilirler. Acaba bu demek değil midir ki emniyet tesis olunmadığı takdirde bir ay
dan fazla kalabilecekler mi? Ben diyorum ki… (hayır, hayır sesleri)

1091
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): O demek değildir.
ZEKAİ BEY (Adana): Bence o maddeyi kaldırmak lazımdır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Efendim bu madde ve bunun gibi hoşumuza
gitmeyen başka maddeler vardır. Bu gibi hususların değiştirilmesi için bütün kuv
vetini, gayretini sarf etmesi için İsmet Paşa’ya emir verdim ve emin olmalısınız ki
İsmet Paşa çok kuruntulu bir adamdır, bizden çok tedbirlidir. Yani en fazla gayretin
sarf olunacağına şüphe etmeyiniz. Yalnız hiç bir şey değişmeyebilir de. O vaziyet
te de hiç bir şey kaybetmeyiz. Hükümetin düşüncesini işittim. Olduğu gibi bunu
kabul etmekte bir hayır vardır. Başkumandanlık ta aynı fikirdedir. Şimdi de Yüce
Meclisinizin düşüncesi de anlaşılırsa oradaki delegeler...
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurunuz, müzakerenin
yeterliliğine dair önergeler var. (oya koyunuz sesleri) Oylarınıza sunacağım. Yeter
lilik kabul edilince tabii mesele biter.
BİR MEBUS BEY: Karar yok.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Tabii efendim karar yok. Müzakerenin yeterliliği
meselesidir. Müsaade buyurun ne arzu ediyorsunuz?
TAHSİN BEY (Aydın): Müsaade buyurunuz Dışişleri Vekiline bir soru soracağım.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Buyurun sorun.
TAHSİN BEY (Aydın): Malumunuz biz bu Anlaşma ile Yunanlılarla ateşkes yapmış
oluyoruz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan): Sulh yapmış oluyoruz.
TAHSİN BEY (Aydın): Sulh imzalanıncaya kadar Doğu Trakya İtilaf komisyonları
nın nezareti altındadır. Tabii ki Batı Trakya'da da Müslümanlar var. Sulh imzala
nana kadar onlar ne olacak?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Efendim biz bütün dünyayı kurtaramayız.
TAHSİN BEY (Aydın): Bütün Türkiye için ateşkese mi geçiyoruz?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Hayır sulha geçiyoruz. Türkiye'nin kuvveti
bütün dünyadaki Müslümanları kurtarmaya kafi değildir. (alkışlar)
ABİDİN BEY (Lazistan): Kendileri de bir parça çalışsınlar. Hep Anadolu kurtarma
yacaktır, onlar da çalışmalıdır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurunuz. Müzakerenin
yeterliliğine dair önerge var. Dışişleri Vekili buyuruyorlar ki Mudanya Konferansın
daki delegelerimize imza salahiyeti vermek için Yüce Mecliste verilen beyanatı kafi
görüyor musunuz? (kafi sesleri) Kafi görenler lütfen el kaldırsın. Kafi görülmüştür.
Efendim büyük bir çoğunluk ile kabul edilmiştir.

1092
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Bir şey daha var efendim. Bu kararı Hükü
met, mesuliyeti üzerine alarak vermek salahiyetine sahiptir. Ben arzu ediyorum ki
malumunuz Başkumandanlık sıfatıyla, çünkü Başkumandan Yüce Meclisinizin ma
nevi şahsiyetine sahiptir. Ben geçici bir memurum. Binaenaleyh ben arzu ederim ki
bu kararın uygun olduğunu Yüce Meclis ifade etsin. (kabul ve ifade ettik, sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bu ifade edildi ve iş bitti, efendim. Şimdi gizli
celse son bulmuştur. Oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın.
1
Kabul edilmiştir.

11 EKİM 1922: MUDANYA KONFERANSI BAŞ DELEGESİ İSMET PAŞA TARA


FINDAN İMZALANAN ATEŞKES ANLAŞMASI’NIN GENEL KURUL’DA OKUNMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 117.Birleşim, Gündem: 10/2)

Askeri Anlaşma metni, İsmet Paşa ve Müttefik devletler baş dele


geleri tarafından 11 Ekim 1922 günü sabahleyin imzalanmıştır. Yuna
nistan temsilcisi ise, metni imzalamaktan kaçınmıştı. Ancak İngiliz tem
silci General Harington'un, Anlaşmanın Müttefiklerce uygulanacağını
açıklamasından üç gün sonra, İstanbul'daki Yunan Temsilcisi bir dilek
ileri sürerek, Yunanistan'ın da anlaşma metnini imzalayacağını Ankara
Hükümetine bildirmiştir. Böylece Türk, Yunan savaşı sona ermiştir.

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurun Dışişleri Vekili Beye
fendi Mecliste bir şey okumak istiyor. Buyurun Beyefendi söz sizindir.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Arkadaşlar, üç Müttefik hükümetten, yani
Fransa, İngiltere ve İtalya hükümetlerinden aldığımız 23 Eylül 1922 tarihli notada,
Sulh Konferansının başlamasından önce üç Müttefik general ile Türk ve Yunan
askeri temsilcilerinin anlaşarak tespit edecekleri bir hatta Yunan kuvvetlerini çek
tirmek için çalışacaklarını ifade etmişlerdi. Buna karşılık Ankara Hükümeti, tarafsız
ilan edilmiş olan mıntıkada, ne konferanstan evvel, ne de konferans esnasında
askeri kıtalarını göndermemeyi, ne de boğazları ve ne de Marmara’yı geçmemeyi
taahhüt edecekti. Bunun için ya Mudanya'da veya İzmit'te Mustafa Kemal Paşa ile
Müttefik devlet generalleri arasında hemen bir toplantı yapılabilir diyorlardı. Buna
cevap olarak üç Müttefik hükümete tebliğ ettiğimiz 29 Eylül 1922 tarihli notada,
Trakya'nın Yunan Ordusunun işgali ve hükümetinin idaresi altında bir gün fazla
bulunması Türkiye halkı için ıstırap olduğundan, Edirne dahil olduğu halde, Me
riç’in batısına kadar Trakya'nın derhal tahliyesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükümetine acilen teslimi lazımdır, dedik. Bu acil hususları karara bağlamak üze

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (10 Ekim 1922), 1.Dönem, c.3, s.932-944, http://www.tbmm.gov.tr/

1093
re, Mudanya'da bir konferans yapılmasını teklif ettik ve bu teklifimiz Müttefiklerce
kabul olundu. Mudanya Konferansına tarafımızdan Garp Cephesi Orduları Ku
mandanı İsmet Paşa Hazretleri bizzat memur edilmiştir. Müttefik generalleri Mu
danya'ya geldiler ve 3 Ekim günü toplantı başladı. Dün akşama kadar Mudanya'da
üç Müttefik hükümetin temsilcileriyle İsmet Paşa arasında müzakereler cereyan
etti. Bu müzakereler esnasında hazırlanan ve kararlaştırılan askeri anlaşma metni,
İsmet Paşa ve üç Müttefik general tarafından bu sabah saat altıda imza edildi.
(Allah hayırlı eylesin sesleri) Bu hususta İsmet Paşa Hazretleri tarafından Başku
mandan Paşa Hazretlerine çekilen telgraf ile ekindeki Askeri Anlaşma metnini
Yüce Meclisinize arz ediyorum.

Başkumandanlığa
Mudanya Askeri Anlaşması, 11 Ekim 1922 sabahleyin imza edilmiştir.
Yunan Delegesinin Müttefik devletler adına gönderdiği, çeşitli itirazları ve imza
ya salahiyetli olmadığı şeklindeki son beyanatı aynen bana verildi. Bunu mütte
fikler adına tebliğ eden General Harington, Yunan Generalinin salahiyeti olma
dığından imza etmediğini bildirdiği Yunan Hükümetinin cevabı menfi olsa da
Anlaşmanın müttefikler tarafından tatbik olunacağını bildirildi. Anlaşma dört
nüsha olarak imza edilmiştir. General Harington gece yarısı verdikleri nutukta,
gösterilen kolaylıklardan dolayı İngiltere Hükümeti adına Hükümete ve Başku
mandan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine teşekkürlerini ifade etmiştir. Nutku
nun sonunda gördüğü itibardan dolayı teşekkürlerini ve diğer generallerin te
şekkürlerini de ifade etti. Tarafımdan kısa bir nutuk verilerek Müttefik generalle
rin sulha kavuşmak için sarf ettikleri çalışmalardan dolayı Türkiye Orduları
Başkumandanı Mustafa Kemal Paşa Hazretleri adına teşekkür ettim ve kendi
lerine veda ederken Mudanya Konferansındaki mesainin hayatımın en iyi hatı
ratından olduğunu ifade ettim. Doğu Trakya ve Edirne'nin Türkiye'ye iadesini
Müttefik devletlerin imza ve taahhüdüne bağlayan Mudanya Konferansı son
bulmuştur. 3 Ekim 1922 tarihinden beri devam eden Mudanya Konferansı 11
Ekim 1922 günü saat sekizde son bulmuş ve bu saatte delegeler tarafından
imza edilmiş olan anlaşma metinleri teati edilmiştir. Anlaşma metni aynen aşa
ğıdaki gibidir.
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet
MUDANYA ASKERİ ANLAŞMASI
Müttefik Devletler tarafından 23 Eylül 1922 günü Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümetine ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin 29 Eylül 1922
günü Müttefik Devletlere verdikleri notaların hükümleri uyarınca Müttefik Dev
letler generalleri, Büyük Britanya Hükümeti adına General Harington, İtalya
Hükümeti adına General Monbelli, Fransa Hükümeti adına General Charpy ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına İsmet Paşa, Yunanistan adına General

1094
Mazarakis arasında 3 Ekim 1922 ve onu izleyen günlerde Mudanya'da toplantı
lar yapılmıştır.
Müttefik Devletler Doğu Trakya'nın, Edirne ile birlikte, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Hükümetine teslimine karar verdiklerinden, bu Konferansın amacı
şunlarla sınırlı idi.
I. Doğu Trakya'dan çekilmesi istenecek olan Yunan Kuvvetlerinin geçeceği
çizgiyi belirlemek,
II. Yunan Silahlı Kuvvetlerinin ve sivil idarenin bu toprakları boşaltması ve ora
ya Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti memurları ve jandarmasının yerleş
mesi hususlarını belirlemek,
III. Bu değiştirme sırasında umumi asayişi sürdürmek üzere, bölgede kontrolü
sağlamak.
Temsilciler aşağıdaki maddeler üzerinde anlaşmışlardır.
1. Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi üzerine Türk ve Yunan silahlı kuvvetleri
arasındaki harp hali sona erecektir.
2. Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi üzerine Trakya'daki Yunan kuvvetlerinin
gerisine çekilmesi istenecek çizgiyi, Adalar Denizi (Ege) ağzından Trakya ile
Bulgaristan sınırının kesiştiği yere kadar, Meriç'in sol kıyısı olacaktır.
3. Sulh Antlaşması imzalanana kadar, meydana çıkacak her türlü karışıklıkların
önüne geçmek için, Meriç'in sağ kıyısı, Karaağaç ile birlikte, Müttefik Devletler
ce tespit edilecek yerlere yerleşmek üzere, onların askeri birliklerince işgal
edilecektir.
4. Edirne civarına ulaşımı sağlayan demiryolu bağlantısının geçişini aksama
dan sürdürmek için, Svilengrad (Cisrimustafapaşa)'dan Kuleliburgaz'a kadar
Meriç'in sağ kıyısını izleyen demiryolu kesimi üç Müttefik devlet ile Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümeti ve Yunanistan'ın birer delegesinden meydana
gelecek karma bir komisyonca, özel bir anlaşma ile düzenlenecek, bir deneti
me bağlı tutulacaktır.
5. Doğu Trakya'nın Yunan Kuvvetlerince boşaltılması, bu anlaşmanın yürürlüğe
girmesi üzerine başlayacaktır. Boşaltma, askerlerden başka, çeşitli askeri kıta
ları, onların her türlü nakliye vasıtalarını, cephane ve silah stokları ile yiyecek
maddelerini de kapsayacaktır. Boşaltma yaklaşık on beş günlük bir süre içinde
gerçekleştirilecektir.
6. Jandarma da birlikte olmak üzere, Yunan sivil memurları en kısa bir süre
içinde çekilecektir. Yunan memurları her idari mıntıkadan çekildikçe sivil idare
Müttefiklerin memurlarına bırakılacak ve onlarca da mümkün ise o gün Türk
memurlarına geçirilecektir. Bu el değiştirme işlemi Trakya'nın baştanbaşa Yu

1095
nan kuvvetlerince boşaltılmasının bitimi üzerine, en çok otuz gün içinde son
bulmuş olacaktır.
7. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin, memurlarıyla birlikte, mahalli em
niyetin devamı, hudut ve demiryollarının korunması için, kesinlikle ihtiyaç duyu
lan sayıda jandarma kuvvetleri de bulunacaktır. Bu kuvvetlerin toplamı subay
larıyla birlikte sekiz bini aşmayacaktır.
8. Yunan kuvvetlerinin geri çekilmesi ve sivil idarenin el değiştirme işleri, başlı
ca merkezlerde yerleştirilecek olan Müttefiklerarası komisyonların idaresinde
yapılacaktır. Bu komisyonların vazifeleri, yukarıda sözü geçen çekilme ve el
değiştirme işlemlerini kolaylaştırmaya aracılık etmektedir. Komisyonlar her türlü
aşırılık ve şiddeti mani olmaya çalışacaktır.
9. Bu komisyonlardan başka, Doğu Trakya'yı Müttefik kuvvetleri işgal edecektir.
Yaklaşık yedi taburdan meydana gelecek bu kuvvetler asayişin korunmasını
sağlayacak ve söz konusu komisyonlara destek olacaktır.
10. Müttefik devletler komisyonları ile askerlerinin geri çekilmesi, Yunan kuvvet
lerinin boşaltma hareketinin bitişinden otuz gün içinde gerçekleştirilecektir.
Müttefik devletler hükümetleri, asayişin temini ve Türk olmayan halkın korun
ması için kafi miktarda tedbir alındığı hususunda mutabık olurlarsa, bu geri
çekilme işi daha erken bir günde yapılabilecektir. Böylece, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümeti sivil idaresi ve jandarması bir mıntıkada düzenli bir biçimde
vazife yapmaya başlar başlamaz, Müttefik komisyonları ve kuvvetleri o yerden
otuz günlük sürenin bitiminden önce çekilebilecektir.
11. Anadolu'da, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin kuvvetleri aşağıda
gösterilen hatlar üzerinde duracak, bu hatlar Sulh Konferansının açılışına ka
dar ve Konferansın yapıldığı müddetçe geçilmeyecektir. Çanakkale Mıntıkası,
Lapseki kuzeyinde Bozburnu ve güneyde Kumburnu temel noktaları olmak
üzere, Asya kıyısından yaklaşık on beş kilometre derinlikte bir hat. İzmit Yarı
madası, İzmit Körfezinde Darıca'dan başlayıp Gebze'den geçerek Karadeniz
üzerinde Şile'ye uzanan hat. (Burada adı geçen yerler Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümetine bırakılacaktır). Darıca'dan Şile'ye giden yol Türkiye Büyük
Millet Meclisi Hükümeti ile Müttefik Devletler askerlerince müştereken kullanı
labilecektir. Yukarıda ifade edilen hatlar Müttefik ordularının her birinden bir
Subay ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin bir subayından kurulacak
Karma Komisyonlarca tespit edilecektir. Müttefik devletler Hükümetleri ve Tür
kiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti çıkabilecek hadiselerin önünü alacak gerek
li tedbirlere başvurmakla birlikte, aşağıda yazılı yerlerde kendi kuvvetlerinin
sayısını çoğaltmayı, tahkimat ya da başkaca askeri işlere girişmemeyi kabul
ederler. Çanakkale Mıntıkası, Bozburn-Kumburnu hattının, Boğazdan başlaya
rak, on beş kilometre doğusundaki yere kadar, İzmit Yarımadasında, Boğazi
çi'nden başlayarak, Şile-Darıca hattının kırk kilometre doğusundaki bir yere

1096
kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Bozburun (Lapseki kuzeyi) ile
Karaburun (Karabiga kuzeyi) arasındaki deniz kıyısının en az on beş kilometre
yakınına kadar top yerleştirmemeyi kabul eder.
12. Müttefik devletler kuvvetleri şimdi bulundukları toraklarda kalacaklardır. Bu
topraklara Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Sulh Konferansının imza
lanmasına kadar, saygılı olmayı üstlenir. Bu topraklar şunlardır. İstanbul Yarı
madasında, Karadeniz kıyısında Pedima'nın yedi kilometre kuzeybatısındaki
bir noktadan, Istranca, Mertekli, Kışağılı, Sinekli, Karasinan Çiftliği, Kadıköy,
Yenice, Kadurina Çiftliği, Kalikratya'ya kadar (bütün bu yerler içeride kalmak
üzere) uzanan hattın doğusundaki yarımadanın tamamı, Gelibolu Yarımada
sında, Baklaburnu, Saros Burnu, Bolayır ve Soğluma ağzı (bütün bu yerler içeri
de kalmak üzere) hattının güneyinde kalan Gelibolu Yarımadasının tamamı.
13. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Sulh Antlaşmasının imzalanmasına
kadar, Doğu Trakya'ya kuvvet geçirmemeyi, orada bir ordu toplamamayı ve
bulundurmamayı kabul eder.
14. Bu Sözleşme, imzasından üç gün sonra, 14/15 Ekim 1922 gece yarısı yü
rürlüğe girecektir. Mudanya'da, Fransızca olarak, 11 Ekim 1922 günü imza
edilmiştir.
TBMM adına
Hükümeti Fransa
adına
Hükümeti İtalyaadına
Hükümeti B.Britanya Hükümeti
General İsmet General Charpy General Monbelli adına
General Harington

YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Arkadaşlar bu Askeri Anlaşma ile Milli Mi
sakımızın tamamen tahakkukuna doğru bir adım daha atılmış oluyoruz. Cenabı
Hakka bin şükür ki bundan bir buçuk ay sonra, zulüm ve işkence altında inleyen
Trakya'mız kurtulacak, o da Büyük Millet Meclisinin idaresi altına girecektir. Üç
Müttefik hükümetin bizlere Sulh Konferansında Milli Misakımızdaki hak ve taleple
rimizin tamamıyla tahakkuk edeceğine dair verdikleri vaatler de tahakkuk etmek
üzere. Bu Askeri Anlaşmayı memleketimizin menfaatine yapılmış bir anlaşma
olarak kabul ediyoruz. Cenahı Hak o taleplerimizin de tahakkukunu bize göster
mek nasip etsin. (amin sesleri) Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Mudanya
Konferansında gösterdiği sulhseverlikle bir daha kendisinin sulha ne kadar aşık
olduğunu ispat etti. Şurasını bu kürsüden tekrar söylemeye mecburum ki bütün bu
muvaffakiyet başta Meclis, önde ordusu olduğu halde, milletin bu ana kadar gös
termiş olduğu azim ve metanetin eseridir. (alkışlar) Millet bu azim ve metanetini,
milli taleplerini elde edinceye kadar gösterecek, bunları elde ettikten sonra, harap
olan şehirlerimizin, pek fazla muhtaç olan memleketimizin imarında gösterecektir.
Medeni dünya bu halleri tamamen görüyor. Mudanya Askeri Anlaşmasıyla bir
daha medeni dünyaya karşı diyoruz ki biz pek meşru, pek mukaddes haklarımızı
almak için uğraşıyoruz. Onları aldıktan sonra, Doğu’da sulhun bu defa da ispat

1097
ettiğimiz ve gösterdiğimiz gibi kuvvetine az çok güvenen bir sebebi olacağız. (in
şallah sesleri)
DURAK BEY (Erzurum): Pek çok güvenen...
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Bu resmi malamatı arz ettikten sonra, dostumuz
Franklin Bouillon tarafından Başkumandanımız Paşa Hazretlerine çekilen telgrafı
da müsaadenizle okuyacağım.

Ankara'da Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine


Size teşekkür ederim. Sulhu sağlayan Zatı Devletlerinin ve Büyük Millet
Meclisinin sayesinde, memleketiniz dünya nazarında bir kat daha yüceldi. Bu
akşam Fransa'ya hareket ediyorum. Her hususta sizinle beraberim.
Dostunuz
Franklin Bouillon
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Zavallı İstanbul daha kaç ay inleyecek, acaba?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Yakında inşallah orayı da Büyük Millet Meclisi
Hükümetinin idaresi altında görürüz. (inşallah sesleri)
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim gündemimizdeki maddeleri müzakereye
1
geçiyoruz.
(İsmet Paşa ile Müttefik generallerinin imzaladıkları Anlaşma metnini Yunanistan imza
lamamıştı. Beş gün sonra Fransa Dışişleri Bakanı tarafından Ankara’ya gönderilen telg
rafta Yunanistan’ın da metni imzaladığı belirtilmiştir.)

YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim bilinen bir meseleyi resmi olarak
Yüce Meclisinize arz etmek istiyorum. Mudanya Konferansı neticesinde imza
edilmiş olan Anlaşmayı Yunanistan'ın da imzaladığına dair. İstanbul Temsilcimiz
2
Hamit Bey’e Fransa Baş Komiserliği tarafından verilmiş olan telgrafı okuyorum.

Müttefik Devletler Dışişleri Nazırlıklarına


Yunan Hükümeti delegeleri, bilhassa Doğu Trakya'daki Hıristiyan ahali
nin hayat ve mallarının korunması için lazım olan teminat ve zaman hakkında,
Mudanya'da verilen beyanatlar itibara alınmış olması lazım geleceği düşünce
siyle, bu ahali lehine Müttefik devletlerin insani hislerine son bir müracaatta

1 TBMM Zabıt Ceridesi (11 Ekim 1922), c.23, s.395-396 http://www.tbmm.gov.tr/


2 TBMM Zabıt Ceridesi (16 Ekim 1922), c.23, s.433 http://www.tbmm.gov.tr/
1098
bulunur.

Bununla beraber, devletlerin kararına uygun hareket etmek arzusunda


bulunan Yunan Hükümeti, bu kararlara katılmayı ve 11 Ekim 1922 tarihinde
Mudanya'da imza edilen Ateşkes Protokolünü imzalamayı kendini mecbur gör
düğünü beyan eder.
Yunanistan Dışişleri Nazırı

18 EKİM 1922: GİZLİ OTURUMDA BARIŞ KONFERANSINA KATILACAK DELE


GELER HAKKINDA VERİLEN ÖNERGENİN GÖRÜŞÜLMESİ VE HÜKÜMET
REİSİ RAUF BEY’İN AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 121.Birleşim, Gündem: 2/1)

Barış görüşmelerinin başlaması öncesinde Ankara, üç önemli


sorun ile karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunlardan ilki, görüşmelerin nere
de ve ne zaman yapılacağıdır. TBMM Hükümeti, daha Mudanya görüş
meleri devam ederken batılı devletlere verdiği bir nota ile barış konfe
ransının 20 Ekim’de İzmir’de toplanmasını teklif etmiştir. Büyük Zafer
öncesi barış teşebbüslerinden olumlu bir sonuç alınamadığından, Meclis
te milletvekilleri aynı durumun yaşanmaması için Hükümeti uyarıyorlardı.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, on beş imzalı gizli celse yapılması
hakkında bir önerge vardır, onu okutuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Memleket ve milletimizin mukadderatını tayin edecek olan Sulh Konfe
ransına katılacak olan delegelerle, onlara verilecek talimatın esasları hakkında
Meclisten görüş alınması lazım olduğu için, bu hususta müzakere yapılması
için gizli celse yapılmasını teklif eyleriz. 16 Ekim 1922
Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü ve 14 arkadaşı

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): O halde gizli celseyi kabul edenler lütfen el
kaldırsın. Kabul edilmiştir. Rauf Beyefendi söz istiyor musunuz?

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, önergeyi veren arkadaşlarım bir kere
izah buyursunlar da ondan sonra ben de söylerim.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, üç seneden beri Milli Mücadeleye atıl
dık ve milletin can vergisi, kan vergisi ile elhamdülillah bir zafer kazandık. Dünya
haklarımızı tanıyacağını ilan ediyor. Malumumuz bizim birçok çeşitli dertlerimiz var
ki bunlar asırlardan beri Avrupalılarla düşmanlarımız arasındadır. Kapitülasyonlar

1099
istifade kapılarını açmış, asırlardan beri, her millet zaman zaman sokulmuş, istifa
de etmek için kapı aramıştır. Mali, iktisadi vaziyetlerimiz tepeden tırnağa kadar,
memlekette kafirlikten başka bir sıfatımız yoktur. Efendiler elbisemiz baştan aşağı
milli değil, yiyecek ve içeceğimiz de ona göre. Üretim de daima öyle, daima onlara
muhtaç. Böyle bir hale bizi sokmuşlardır. Binaenaleyh biz bu zinciri kıranken ya
pacağımız işin ne olduğunu, davamızın büyüklüğünü ve bu davayı başaracak
vekillerimizin bizi tatmin etmeleri lazımdır. Binaenaleyh meseleyi takdir edip yapa
cakları işin aslını, ne suretle düşündüklerini herhalde tayinde davet edilecek olan
delegelerin bizden bir fikir almak ve bu hususta kendilerinin hazırlığını daha ziya
de takviye etmek için bir müzakere zeminini münasip görmüştüm. Binaenaleyh
beni buna sevk eden bir sebep vardır. Bundan bir buçuk sene evvel İngilizler, sulh
için veya anlaşmak için bizden bir heyet istedi. Malumunuz olduğu üzere, beş altı
gün evvel bir haber verildi. Ancak yol müddeti çıktıktan sonra üç günlük zaman
kalmıştı. Bu üç gün zarfında bize 21 Şubatta Londra'da bulunmak üzere bir delege
heyeti istemişlerdi. Biz de ayırdık veya ayırdılar, gittiler karşılarına. Arz ettiğim gibi,
bugün Türkiye meseleleri için, kapitülasyonlar için, belki İngilizlerden beş yüz
adam devamlı çalışıyor. İki yüz ciltten daha fazla kitap hazırlamışlardır bizim için.
Rusya'ya, Fransa'ya, İtalya'ya giderseniz aynı vaziyettedir. Şimdi bizimle böyle,
belki binlerce insanın meşgul olduğu, buraya gelir tetkik eder ve gittikten sonra
hazırlar ve böyle hazırlanmış ciltler doludur. Efendiler, aleyhimizde bu kadar çalı
şan kuvvetlere karşı bizim ilmi hazırlıklar ne olabilir? Yanlış söylemiyorum, kendi
lerince hazırlanmış bir şey yoktur. Yalnız Milli Misakı ifadesi gayet kolaydır. Bo
ğazların serbestliği ne kadar yanlıştır. Serbest bir limanda emniyet nasıl temin
edilecek? Efendim, diğer milletler şu, bu, bunlar nedir? Nasıl olabilir iyi? 30 Ka
sım’da hudutlarımızı işgal etmek. Bir istiklal manasını ifade etmez. Askerlerimiz
nerede ikamet istiyorsa, kapitülasyonları her halde yırtıp atacağız. Madem ki istik
lalimiz için mücadele ediyoruz. Bunun hakkında o giden heyetin hazırlıkları yok
gibi idi. Hiç bir arkadaşım bu hazırlıkları yanlarında götürerek ve bir heyette çalışa
rak Avrupa'ya bu büyük davayı görebilecek, müdafaa edecek bir halde gitmelidir.
Maalesef yoktur. Bugün de Hükümet acaba uzmanları toplayarak böyle büyük ilmi
esas dairesinde karşımıza çıkacak, yani gidecek olan arkadaşlarımı körletmek
istemiyorum. Bilmeli ki davamız ne kadar dürüst olursa olsun, onlar böyle entrika
lar ile bunu kaybederler. Biliyorsunuz ki arkadaşlar, daima Türk askeri kazanmış,
sulh masasında kaybetmiştir. Bu, ilmimizin, ehliyetimizin biraz diğerlerinden nok
san demiyorum, ilgisizliğimizdendir. Yani Avrupalılar ne kadar uğraşıyorsa biz de
Avrupalılar gibi kendi memleketimizde düşünüp çalışmıyoruz. Aleyhimizdeki hazır
lıklara, haksızlıklara karşı hiç bir zaman kendimizi onlara karşı ustun kılacak bir
vaziyette bulundurmuyoruz. Yalnız Mehmetçiğin süngüsüne müracaat ediyoruz.
Yalnız Mehmet'in omzuna süngüyü veriyoruz. Demek ki Mehmet vazifesini yaptı,
iş akıla kaldı. Vekil arkadaşlarımızın düşüncelerinin ne mahiyette olduğunu bilmi
yorum. Daha ziyade onların fikirlerini takviye etmek üzere gidecek heyetin de ala
cağı vaziyeti bilmesi lazım gelir. Burada hatıra bir şey geliyor. Acaba Hükümetteki
arkadaşlarımız da adli kapitülasyonlar hakkında yabancı delegeleri, vekilleri, tem

1100
silcileri susturacak ne gibi esaslar var? Efendim, istiklal kelimesi bunu ifade eder,
ama acaba bunun başka bize karşı sorulacak soruların cevaplarını da hazırlamış
mıdır? Sonra Milli Misak, bu huduttur. Kararlı bir ordu orada hududunu beklemek
tedir. Bunun üzerine söz söylemek yoktur. Sonra, mali vaziyetimiz, Düyunu
Umumiyenin geleceği ne olacaktır? Bu devlet ne gibi devrelerden geçiyor? Bunları
müdafaa edecek arkadaşlar her halde yanlarındaki danışmanlarıyla görüşüp gide
ceğim yol budur, diye kararını vermişler midir? Zannederim bizim Maliyemiz bey
nelmilel bir hale gelmiştir. Banknotlarımız var, Düyunu Umumiyemiz var. Büyük bir
davanın içerisinde memleketimizden ayrılıp gelmiş, gitmiş uzun hesaplar... Bunun
la uğraşan Avrupa’da birçok müesseseler vardır. Bunların hazırlığına karşı Hükü
met de hazırlığını yapmış mıdır? Gidip de efendim bunun hakkında...
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Onlar buraya geleceklerdir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Onlar buraya gelsin. Onu temenni ederiz ki bütün
dünya ayağımıza gelsin. Gelmezlerse o da başka mesele, getirmeye çalışırız. Şimdi
işte Hükümet bu hususta sulh hazırlığının ne olduğunu söylemek mecburiyetindedir.
RAUF BEY (Vekilleri Heyeti Reisi): Söylememekte yanlıştır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Efendim, tabii söylemeyecek kısımları da vardır,
efendim. Yalnız söylenilecek kısımlarını da biz önceki delegeleri gönderirken hatı
rımıza gelmemişti. Fakat geldiklerinde bu acı manzarayı gördük. Allah temin etsin,
gidecek arkadaşlarımız da uyanık olsunlar (amin sesleri) Bu öyle bir endişedir ki
davan nedir denilince soramam, içini bilemem. Yani bilemem ki karşısına çıkacak
ların bin türlü iddiasına, iftirasına karşı koyayım. Bunu Allah'tan başka kimse bil
mez. Yalnız Yüce Meclisin ne istediği hakkında Hükümetin ve delegelerle danış
man denilen o alim arkadaşların düşünemediği ve hatırlarına getiremediği şeyleri
ifadeden başka bir çare göremiyorum. Bu, ne olacaktır? Şimdiden arz ediyorum ki
pek zor bir vaziyette Hükümetle görüş alışverişinde bulunabilmek için, onun önün
de kapitülasyonlar var. Sonra son Sevr Antlaşması ile Avrupa'nın yapmak istediği
de var? Buna karşı Hükümetteki arkadaşlarımızın hazırlıkları var. Bu hazırlığı
bahis mevzu edebilirim. Çünkü nasıl olursa olsun...
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Var mı?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Tabii mesuliyete dair hususlarda Hükümet, ha
zırlığımız vardır demediği takdirde, öyle Hükümete uğurlar olsun demekten başka
bir şey yoktur. Vardır ve bu varlığı bugün söyleyip geçmekle değil, yarın sulhtan
sonra da efendiler, ordunun nasıl topu, tüfeği vardı ise, bizim de siyasi müdafaa
mız vardır, var dediğimiz şeyler işte bunlardır. Maalesef bunu kendine güvenerek
ileri atılacak, hayatından korkmayacak insan kalkar, burada söyler. Hazırlığımız
vardır, der. Namus icabıdır. Yahut biz yapamadık efendiler siz yapın diyecekler.
Yoksa bizi aldatan kimse duramaz. Var diye bizi aldatmak kolay değildir. Onun
imkanı yok. O babayiğit kendisinde böyle bir kudreti görürse çok cesarettir. Tabii

1101
dir ki bizim bugün itimattan başka bir şeyimiz olmayacaktır. Sırrımız, her halde
arkadaşlarımızı suçlamıyorum ama her halde sır çıkmaktadır.
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Türkiye’nin davasını herkes biliyor, gizli bir
tarafı yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Davası açıktır, fakat davanın bir hedefi vardır.
Bir de geçilecek yollardaki engeller vardır. Her halde düşmanın bunu anlamaması
lazımdır. Yüce Meclis hazırlığı nasıl yapacaktır? Zannederim Hükümetin, delege
lerin fikirleri vardır. Onların hazırlığı ile Yüce Meclisin düşüncelerini birleştirirsek,
bunların ikisinin aynı noktaya çıktığını görürüz. Bunda yalnız ne olabilecektir?
Delege olarak gidecek olan arkadaşlarımızın görmediği şeyleri göstermek ve eksik
olan hususları tamamlamaktan başka bir şey değildir. Yalnız efendiler, şu anlaşıl
malıdır ki bütün siyasi mücadelemizde düşmanlarımızın bize karşı yapacakları
konuşmaların cevapları hazırdır, davamızın meşruiyetini ispat edecek vesikalar
elimizdedir ve bizi bu hak karşısında hiç bir kuvvet mağlup edemez, edemeyecek
tir, ama vesikalar gizli olduğundan göstermiyorum. Yarın size ispat edecek delilimi
gösterdiğim zaman, tabiidir ki cezamı çekeceğim, tarzından cevap vermelidir.
Gideceğiz, Allah yardım eder inşallah, yapılacak şeyleri elimizden geldiği kadar
yaparız demekle olmaz. Kuvvetli bulunmalıyız. İnşallah demekle olmaz. Netice
olarak arkadaşlarımızın bizi her halde aydınlatmalarını teklif ediyorum. Sözüm
müzakere usulüne dairdir. Asıl meseleye dair sözümü sonra söyleyeceğim.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Muhterem efendiler, uzun süren ve senelerce devam
eden silahlı mücadelemizin neticesini tamamlamak üzere bulunduğumuz şu nazik
zamanda, Sulh Konferansına göndereceğimiz Delege Heyetini teşkil edecek olan
ların şahsiyetleri hakkında mütalaa yürütmek, Doğu’ya mahsus ve benim anlama
dığım terbiyeye aykırı bir durumdur, rica ederim. Bahis mevzu vatandır. Batı ile
Doğu’nun ilerideki münasebetlerinde aziz ve fedakar Türklerin bu münasebetleri
tayin ve tespit etmek meselesidir. Bu meselede efendiler, hilekar, aldatıcı, tatlı
kelimeler arasında hürriyet ve istiklalimizi ebediyen öldürecek fikirleri yutturmak
kabiliyetini haiz en mahir yabancı siyasetçiler ve delegelerle, bizim siyasetçi ve
delegelerimiz karşı karşıya geldikleri zaman, bir an için aldanmak Türkiye'yi mah
veder. Şu halde efendiler, şahsiyetlerine her zaman hürmet ettiğimiz, fedakarlıkla
rını her vakit takdir ettiğimiz, ahlaklarına itimat ettiğimiz arkadaşlarımıza bu vazife
yi ehil olarak yalnız bu hususiyetlerinden dolayı bu vazifeyi de ilave edersek çok
yanlış hareket etmiş ve memleketi tehlikeye ve memleketimizin şimdiye kadar
gösterdiği fedakarlıklara karşı, çok yetersizler demiş oluruz. Ben şimdi duyduğum
bu önergenin, Sulh Konferansına gidecek delegelerimiz hakkında müzakere edil
melidir, ifadesini büyük takdir ve alkışlarla kabul ediyorum. Yalnız sulhu ne tarzda
yapacağımızı müzakere ve münakaşa ederek kararlaştıralım meselesine gelince,
bu noktada önerge sahiplerinden ayrılıyorum. Davamızın esasları bellidir. Hürriyet
ve istiklalimize aykırı olan hiç bir hususu tanımayacağız ve onun için düşmanlarla
mücadele yapacağız. Bunu ne dereceye kadar yapabileceğimiz meselesine gelin

1102
ce, iş teferruata dökülür. Efendiler, henüz sulh masasına oturmadan şimdiden sulh
hakkındaki hareket tarzımızı böyle üç yüz kişi arasında kararlaştırmayı çok tehli
keli ve memleket için zararlı olarak düşünürüm. (çok doğru sesleri) Binaenaleyh
efendiler, Yüce Heyetinizden istirham ederim, ne suretle sulh yapacağımızı müza
kere değil, sulh için delege olacak arkadaşların şahıslarını, zekalarını, kabiliyetle
rini, irfanlarını ve politika sahasındaki muvaffakiyetlerini anlamayı, ama insafsız
casına tetkik edilmemesini Yüce Heyetinizden çok rica ederim.
DR. TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Arkadaşlar, bu önerge münasebetiyle çok
mühim bir meselenin gündeme geldiğine çok memnunum ve bu hususa ait olan
düşüncelerimi söylemek fırsatını zaten arıyordum. Meseleyi evvela iki açıdan
görmek lazımdır. Biri delege heyeti meselesi, diğeri de Türkiye'yi pürüzlerinden
kurtararak, dava ettiği ve kan döktüğü istiklaline ve arzularına erişebilecek, Sulh
Konferansında bahis mevzu olacak esas mesele. Birinci mesele hakkında söyle
yeceğim pek az söz var. Onun için evvela oradan başlayayım. Şahıslardan pek
söz etmeyeceğim. Çünkü bu Meclisin içinde senelerden beri birlikte mücadele
ettiğimiz arkadaşlarımızın hususiyetleri birbirinden çok az farklıdır ve o kadar çok
az farklıdırlar ki hemen hiç derecesindedir. O kadar hiçtir ki böyle bir fark olduğuna
inanmıyorum ve bunu bir hayal olarak iddia edenlerden de değilim. Samimi olarak
söylüyorum. Az çok kendi tecrübeme ve okuyabildiğim bir kaç kitaba dayanarak
iddia ediyorum ki burada biz birbirimizden bıçak sırtı kadar farksız adamlarız. Tec
rübelerime dayanarak söylüyorum, yine bu noktadayız. Binaenaleyh her ne vakit
ki bir mesele Meclise gelmişse, o mesele etrafında memleket ve millet için dalma
kazanılacak bir şeyler ilave edilerek kararlaştırılmıştır. Üç senelik hadiseler buna
şahittir ve her ne vakit birlikte bir iş görüşmeyi uygun görüp de görüşmüş isek, o iş
bu memleket için hayırlı bir iş olarak meydana gelmiştir. Binaenaleyh, Sulh Konfe
ransı Türkiye'de veya Türkiye'nin dışında toplanacağına göre, delege heyeti me
selesi bahis mevzuudur. Türkiye dahilinde olacak ise üç tane delege arkadaşımız
olmuş ve hangi arkadaşımız olursa olsun bunlardan daha kolay söylenebilenleri
ve bunlara daha alışık olanları, daha fazla tercih etmek isteriz. Çünkü Yüce Meclis
onların yanındadır. Onların ufak bir hatasını ihtar kuvvetine sahiptir ve istedikleri
zaman müracaat edebilecekleri bir yer vardır. Fakat efendiler, Konferans Türki
ye’nin haricinde, Türkiye derken Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin fiilen
işgal ettiği sahalar haricinde olursa, müsaadenizle şu hakikati de itiraf edeyim.
İçimizde Meclisin yokluğunu telafi edebilecek hiç bir fert yoktur. Binaenaleyh Mec
lisin yokluğunu telafi edebilecek iki veya üç kişiye itimat edemem ve talep ederim
ki o vakit Meclisin kudretinden mahrum edilmemelidir. Edilirse günah olur. Mevcu
diyetiyle bu davayı başaran bu Meclis, en haklı olan bir meselesinde elbette söz
söyleyecektir. Eğer Hükümetimiz parlamenter sistem içinde kurulmuş bir kabine
hükümeti olsaydı, bütün mesuliyeti üzerine alır, gider ve sonra tasdik ettirmek için
Meclislerine müracaat edebilirdi. Fakat Hükümetimiz Meclis hükümeti olduğu için,
Meclisimiz yasamanın yanında yürütme salahiyetine de sahip olduğu için bu yolda
devam etmek lüzumunu bir defa daha ihtar etmiştir. Arkadaşlar, zaferden sonra

1103
geri çekilecek adamlardan değiliz. Binaenaleyh hülasa ederek söylemek lazım
gelirse diyebilirim ki delege heyetimiz, Meclis ve milletin ifadesi olmaya çalışmalı
dır. İkinci bahis mevzu olacak mesele, Milli Misakımızdan ve hiç bir şeyden bir
zerre fedakarlığı düşünmemeyi ağzımıza bile almadık ve onları düşünecek mevki
de bulunmadık ve bugün hiç düşünemeyiz ve düşünürsek günah olur. Şu halde,
bizim Konferansta bahis mevzu olacak meselelerimizi elde etmek o kadar zor
olmasa gerektir. Fakat mali meselelerimiz de maalesef iyi değildir. Hiç bir vakit
dünyaya ilan etmekten korkmadığımız ve hakkımızı müdafaa ve ispat ettiğimiz bu
büyük davanın gizli neresi vardır. Gizli şeyler öyle şeylerdir ki millete aleni söy
lenmesinden korkulan ve orada fedakarlık zihniyeti kabul edilen şeylerdir. Ben bu
dakikada Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti için, her gün gerek kendi basını
mızda ve gerekse dünya basınında ilan ettiği prensiplerden fedakarlık kabul ede
cek bir vaziyeti görmüyorum. Gizli taraf görmüyorum. Binaenaleyh gizli tarafı yok
tur. Ancak o haklı tarafından gizli ifadesi vardır ki bu mesele bahis mevzudur ve
dünyadan gizli olan şey Meclisimizden asla gizli olamaz ve şimdiye kadar ispat
edebilirim ki memlekette evrak çalınıp çalınmadığını ve harice gidip gitmediğini
bilemem. Fakat çalınıp giden yer varsa Meclis binası değildir. (alkışlar) Meclisin
içinden çıkmamıştır. (bravo sesleri) Binaenaleyh meselede fazla tafsilata girme
mek şartıyla müzakereyi açanları çok haklı görür ve isteyenler tarafından söz söy
lenebileceği gibi, lütfen benim söylediklerimi dikkate almanızı rica ederim.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, önergede imzası olan arkadaşlardan
bazılarının düşüncelerini öğrendim. Bunlardan birisi Sulh Konferansına Meclis
adına katılacak delegelerle alakalı. Diğeri de sulh şartlarımızın ne olacağı ve nasıl
müdafaa edileceğine dair. Malumunuz Milli Meclisimizin istediği her şeyden evvel
Konferansın memleketlimizde toplanmasıdır. Bunun teminine çalışıyoruz ve inşal
lah Cenabı Hak bizi buna muvaffak edecektir. Çünkü ancak bu surette en çabuk
ve kati bir sulha erişebiliriz. İstanbul işgal altında bulunmaktadır. Vatanımızın bu
kısmı yabancı işgali altında bulundukça, meselelerin orada konuşulması uygun
değildir. Bizim idaremiz altındaki bir yerde toplanılması daha uygundur. Mümkün
olamazsa ve dışarıda bir konferansa katılmak mecburiyeti olursa, o zaman vaziye
ti düşünerek ona göre bir delege heyeti teşkil etmek zaruretli vardır. Bu belli olma
dıkça, kati olarak Hükümetimizin delegelerimizi tayin ve tespit edemeyeceğini
zannederim. İkinci meseleye gelince, sulh şartlarının nelerden ibaret bulunduğu
meselesine gelince, bu şartlar Milli Misakımızla tayin edilmiştir. Milletimiz Erzurum
Kongresinden başlayarak İstanbul'daki Mebuslar Meclisi ve Büyük Millet Meclisi
mize kadar Milli Misakımızla ortaya konulmuş adli, iktisadi şartlardır. Demek ki
Sulh Konferansında elde etmeye çalışacağımız ve inşallah elde edeceğimiz esas
lar bunlardır. Efendiler, Konferans için büyük bir gayretle çalışılıyoruz ve inşallah bir
kaç güne kadar çalışmalarımızı tamamlayacağız. Bunların neler olacağını şimdiden
arz ve izah etmek imkanı yoktur. Konferansın nerede toplanacağı belli olduktan
sonra tabii delegeler belli olacak ve Yüce Heyetinizden bu hususta ödenek talep
edilecektir. İnşallah idaremiz altındaki yerlerden birinde toplanılır. Konferans dışarı

1104
da toplanacak olursa da delegeleriniz Milli Misak haricinde hiç bir fedakarlık yapma
yacaklardır. Buna imkan yoktur ve olursa da Yüce Meclisinizin kararıyla olacaktır.
NUSRET EFENDİ (Erzurum): Üsküdar meselesine ne dersiniz?
RAUF BEY (Devamla): Yüce Meclisinizin kararıyla olmuştur. Delege Heyeti tara
fından yapılmış değildir, yapılamaz ve yapmamıştır. O halde efendim, bence bu
gün için müzakere edecek bir vaziyet henüz yoktur. Eğer Yüce Heyetiniz uygun
görürseniz bunun daha sonra bahis mevzu olması daha uygundur. Ben bu kanaat
teyim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Hükümet Reisi meselenin bir kaç gün
sonraya tehir edilmesini teklif ediyorlar.
RAUF BEY (Devamla): Yani Konferansın yeri belli olduktan sonraya tehirini teklif
ediyorum. (uygundur sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin Konferansın yeri belli
olduktan sonraya tehir edilmesini, Hükümet Reisi teklif ediyor. Bunu kabul edenler
lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Mesele o zamana tehir edilmiştir. Bunu kabul
1
edince gizli celse de sona ermiştir.

18 EKİM 1922: AVRUPA BASININDA YER ALAN HABERLER İLE RUMELİ VE


ONİKİ ADALARDA TÜRKLERE YAPILAN ZULÜM HAKKINDA DIŞİŞLERİ BAKA
NI YUSUF KEMAL BEY’E VERİLEN SORU ÖNERGELERİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 121.Birleşim, Gündem: 8/1)

Mudanya Ateşkes Anlaşması imzalandıktan sonra barış konferansı


hazırlıklarına başlandı. Ancak Avrupa basınında bu konu ile ilgili haber
ler genellikle çarpıtılarak yer alıyordu. Bu da Mecliste milletvekillerini
huzursuz ediyordu. Ayrıca Meclisi meşgul eden diğer bir konu, Türkiye
dışında bulunan ve göç etmek zorunda kalan soydaşların durumu idi.
Anadolu’dan Ege adlarına ve Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan
Rumlar, gittikleri yerlerdeki Türklerin durumlarını tehlikeye sokmuştu.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bugün Dışişleri Vekili Bey’e iki soru önergesi
verilmiştir. Bu önergelere Dışişleri Vekili bugün cevap veririm diyor. Yüce Meclis
arzu ederse, eğer müsaade ederseniz onu müzakere edelim. (hay hay sesleri)
Hakkari Mebusu Mazhar Müfit Bey’in soru önergesini okuyoruz.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (18 Ekim 1922), 1.Dönem, c.3, s.972-977, http://www.tbmm.gov.tr/

1105
TBMM Başkanlığına
İngiltere Başbakanı Lloyd George, geçenlerde Manchester'de verdiği
nutukta, Mudanya Askeri Anlaşması’nın bir tehdit altında imza edildiğinden
bahsediyor. Lloyd George’un bu beyanatında ifade ettiği gibi Askeri Anlaşma
hakikaten bir tehdit neticesi mi imza edilmiştir? Dışişleri Vekili Beyefendinin
sözlü olarak izahat vermesi için bu soru önergesini takdim ettim. 18 Ekim 1922
Hakkari Mebusu
Mazhar Müfit

YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim, malûmunuz Lloyd George'un


böyle bir söz söylediğini ajansların verdiği malumat üzerine gazetelerde görülen
bir haberden anlaşılmıştır. Evvelce Mudanya Konferansı kararlarını burada oku
duğum zaman Yüce Meclisinize arz etmiş, daha doğrusu aleni olarak bütün dün
ya’ya Hükümetimiz adına ilan etmiştik. O konuşmamda, Mudanya Askeri Anlaş
ması yakında toplanacak olan Sulh Konferansında bütün milli isteklerimizin elde
edilmesi hakkında bize verilen sözlerin yerine gelmesi şartına bağlıdır, demiştim.
Arkadaşlar pekala bilirsiniz ki Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Ateşkes An
laşmasını, ancak ve ancak bir an evvel sulha ulaşmak ve milli taleplerimizin bir an
evvel elde etmek maksadıyla imza etmiştir. Yoksa bir tehdit karşısında kalmış ve o
tehdide itaat etmiş de imza etmiş değildir. Büyük Millet Meclisi Hükümeti Dışişleri
Vekaletiniz, karşımızda bulunanların da bizim gibi bir an evvel sulha ulaşmak ar
zusu ile ümidi ile bu Askeri Anlaşma işine giriştiklerini ve o ümitle anlaşmayı imza
ettiklerini kanaat getirmiştir. Bu mesele, gazetelerde yazılan nutuk, bundan evvel
daha doğrusu maziye ait birtakım hadiseler hakkında söylenmiş sözlerdir. Nutkun
aslını bilmiyoruz. Yalnız bir şey düşündük. O da bize bunun belki birtakım siyasi
maksatlar için söylediğini gösteriyor.
BİR MEBUS BEY: Harington'un beyannamesi.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Harington'un beyannamesiyle bu da hemen aynı
türden şeylerdir. Bunun için ben Başkumandanlığın bu husustaki mütalaasını,
ordumuzun kuvvetini, Hükümetim adına Dışişleri Vekili olarak itibara alıp derim ki
Türk Ordusu tehdit altında değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti de teh
dit altında Askeri Anlaşmayı imza etmemiştir. Bilirsiniz ki ordularımız İstanbul üze
rinden, Çanakkale üzerinden düşmanı takip ederken bize teklif gelmiş ve o teklifte
milli isteklerimizin elde edilmesi bizde bir ümit doğurmuş, onun üzerine bir an ev
vel sulha erişmek için Mudanya Anlaşması imza edilmiştir. (bravo sesleri) Onun
için ben dünyaya karşı Yüce Meclisinizin de tasvibi ile ilan ediyorum ki Mudanya
Askeri Anlaşmasının asıl ruhu, sulh aşkıdır. Bunu bütün dünya bilsin. Yoksa bir
korku eseri değildir. (alkışlar)
OSMAN NURİ BEY (Lazistan): Asıl korkan Lloyd George'un kendisidir. Kendi
mevkiinden korkuyor.

1106
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Cevabı kafi görüyor musunuz?
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Kafi, yalnız dünyaya ilan edilmesini isterim ki
sulh aşkıyla imzalanan Askeri Anlaşma üzerinde İngiltere'nin hiçbir tehdidi olma
mıştır. Lloyd George yalan söylemiştir. Harington'un o Anlaşmayı imzasından
sonra yayınladığı ordu beyannamesinde de o türden bir tehdit görüyorum. Yine
ona karşı da ilan edilmelidir ki Türkler harpçi değildir, sulhçudurlar. Türkler istiklali
için, hürriyeti için, hayatı için, bu mücadeleye girişmişlerdir. Binaenaleyh, Anlaş
mayı tehdit ile değil, ulvi gayeler için imzalamışlardır. Bunu dünyanın bilmesini
talep ediyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu soru önergesine verilen cevap kafi
görülmüştür. Şimdi İhsan Bey’in soru önergesini okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Milli mücadele esnasında düşmanlarla işbirliği yaparak millet ve devlete
ihanet eden ve silahlı birçok cinayetler işlemiş olanlar hakkında Müttefik dev
letler tarafından Hükümetimize bir nota verildiği haberi alınmıştır. Bu notanın
mahiyetini ve Hükümetimiz tarafından ne gibi cevap verileceğini Dışişleri Ve
kaletinden öğrenmek isterim.
Cebelibereket Mebusu
İhsan

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim, soruya bahis mevzu olan notayı müsa
adenizle bir kere okuyayım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Beyefendi
Hazretlerine
Anadolu’nun hakiki ahalisinden olup Yunan Ordusuna mensup bulunan
ve Türk kıtaları tarafından esir edilen askerlerin hususi karargahlarda toplatıl
mış oldukları Yunan Hükümeti tarafından Fransa, Büyük Britanya ve İtalya
fevkalade komiserlerine bildirilmiştir.
Bu hususu Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Vekili Yusuf Kemal
Beyefendi Hazretlere arz etmeyi şeref bilirim. Aynı yerden alınan malumata
göre bu tedbirden maksat, vatana hıyanet ile itham edilen ve idam cezası
verilen Osmanlı vatandaşı olan bu askerlerin muhakemeleri olacaktır. Müttefik
devletler fevkalade komiserleri, bahis mevzu olan esirlerin mümkün olduğu
kadar müsamahalı bir muameleye tabi tutulmaları lehinde istekte bulunurlar.
İnsani bir maksatla ve Osmanlı askeri adaletine ait meselelerde hiçbir müda
hale arzusu düşünmeksizin Büyük Millet Meclisi Hükümetinin dikkatini çekmek
mecburiyetinde bulunduklarını düşünürler. Bu esirlerin toptan veya büyük bir
kısmının idamları haberinin medeni kamuoyunda tepki çekeceği şüphesizdir.

1107
Bundan başka bu adamların gerek geçen devirde içinde yaşadıkları yerlerde
heyecana kapıldıklarını ve gerek kendilerini silaha sarılmaya zorlamak için az
çok resmi baskılara uğradıklarını itibara almak lüzumludur.
Netice olarak mümkün olduğu derecede umumi bir şefkat tedbiri, bir
zafiyet olarak görülmeyecektir. Bilakis içinde bulunulan vaziyet karşısında
mümkün olduğu kadar süratle harbin kötü hatıraları silinecek ve umumi bir
sulhun gerçekleşmesi maksadıyla gayretleriniz, diğer devletlerin gayretlerine
katılacaktır. Büyük Millet Meclisinin evvelce ilan ettiği samimi gayelerinin par
lak bir ispatı olacaktır.
Fevkalade Komiserler bu düşüncelerini, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükümetinin dikkatine arz etmek ve bu düşüncelerine ilham veren insani en
dişelerini itibara alınması için Yusuf Kemal Beyefendi Hazretlerinin bütün
nüfusunu kullanmak lütfünde bulunacağını Hükümetleri adına ümit ederler.
Fransa Dışişleri Nazırı
Pelle

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Şimdi efendim verilen nota budur. Soru önerge
sinin birinci kısmı buna aittir. Malumunuz bu notada gayet mühim bir şey vardır.
Her ne ad ve şekilde olursa olsun kaldı ki kendileri yalnızca insani bir maksatla ve
Osmanlı askeri adaletinin idaresine ait meselelerde, hiçbir müdahale arzusu dü
şünmeksizin demiş olmakla beraber bu şekil, eski Osmanlı İmparatorluğunda olan
şekildir. (bravo sesleri) Biz, her vakit ilan ediyoruz ki Osmanlı İmparatorluğunun
usulleri kalkmıştır. Burada yeni bir Türkiye Devleti vardır. Bu Türkiye Devleti, mo
dern hukuk ilkeleri üzerine kurulmuştur ve bağımsızdır. Tıpkı Fransa, İngiltere ve
Amerika gibi hür ve müstakil devlet ne demekse odur. (bravo sesleri, alkışlar)
Onun için, her ne suret ve şekilde olursa olsun artık biz, bundan sonra içişlerimize
müdahaleyi yeltenen en ufak bir harekete bile tahammül edemeyiz. (bravo sesleri)
İkinci bir husus, hafifletici sebepler arıyorlar ve diyorlar ki bunlar zorla askere
alınmışlardır. (yalandır sesleri) Zorla askere alınmış olsalar bile, bizim kanunları
mızda bu husus dikkate alınır. Bilirsiniz ki Ceza Kanunumuzda bir kimse her hangi
suçu istemeyerek işlemişse, o dikkate alınır. (bravo sesleri) Üçüncü olarak diyorlar
ki Büyük Millet Meclisinin evvelce ilan ettiği samimi gayelerinin parlak bir ispatı
olacaktır. Dünyada zannediyorum ki bu kadar mahrumiyet içersinde kaldığı halde,
bu kadar hücumlara uğradığı halde insani düşüncelere daima bağlı kalmış tek bir
devlet varsa o da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetidir. (bravo sesleri) Her
vakit, her tarafta, her yerde bize karşı neler yapıyorlar görülüyor. Onun için Hükü
metimiz Büyük Millet Meclisinin ilan ettiği ilkeleri tatbik ve icra ile mükelleftir. Her
vakit diğer medeni devletlerin sulhsever çalışmalarına bütün kudret ve kuvveti ile
iştirak etmektedir. Yani Hükümetin notaya cevabı budur.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Müsaade ederseniz bir soru sorayım.

1108
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Hayır Efendim, yalnız soru önergesi sahibi so
rabilir. İç Tüzük açıktır.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Muhterem efendiler, Mudanya'da Generaller Konfe
ransının dağılmasını takip eden günlerde, uzun senelerden beri eli sabana do
kunmayan ve gözü aile, çocuk ve köy yüzü görmeyen fedakar milletimi rencide
edecek, üzecek bazı hadiselere şahit olmaktayız. Harington adındaki bir İngiliz
generalinin bizi vahşi bir millet farz ve tahmin ederek, bizim tehdit karşısında, üç
buçuk İngiliz askerinin karşısında harekatımızı durdurduğumuza dair olan beyana
tı, Lloyd George'un Manchester'de bilmem nerede beyanatı, Fransız Milletine
mensup Pelle adında bir adamın idare tarzımıza karşı olan bilgiçliği neticesi olarak
meşru bir Hükümet teşkiline taraftar olunursa faydalı olacağına dair manalı sözle
ri... Efendiler iş bu kadarla kalsaydı, Anadolu'nun bulutlara kadar yükselmiş dağla
rına kadar uzanmış eşsiz yeşil ovalarından sükunet ve ciddiyet almış olan Türkün
ulu ve büyük ruhu, bu ciddiyetsiz sözlere, alaycı sözlere bakar ve gülerdi ve karşı
lık vermezdi. Sonra bütün sevgili yurdumu baştan sona kadar yıkan ve harabeye
çeviren Türk'ün yine dikkatli bakanlara karşı hayatını feda ettiği hemşirelerine,
karılarına, kızlarına, ağzıma almayı milletimin ağırbaşlılığına yakıştıramadığım
rezillikleri yapan, gençlerimizi, ihtiyarlarımızı, çocuklarımızı imha eden ve düşman
tarafına geçerek bize çeşitli zulümler yapan ve nihayet suçüstü halinde yakalanan,
güya Türk vatandaşı olan birtakım densiz ve canilerin affına aracılık yapmak için
müşterek bir nota ile iç işlerimize müdahaleye kadar ileri gidiyorlar.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Müslümanlar doğranırken ses çıkarmıyorlardı.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim, müsaade ederseniz Dışişleri Vekiliniz
öteden beri Yüce Meclisinizden gördüğü teveccüh ve itimada karşılık rica eder ki
cevap vermek, vermemek ve ne surette cevap verileceği hususunu deminki arz
ettiğim esaslar dahilinde kendisine bırakılsın. (uygundur sesleri)
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Efendim, bir soru soracağım.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurun. Yusuf Ziya Bey
rica ederim, arz ettiğim şeylere dikkat buyurun, bu bir soru önergesidir ve önergeyi
verenden başka hiç kimse söz söyleyemez. Ayrıca bir soru önergesi verirsiniz. Biz
bunu Dışişleri Vekaletine şimdi havale ederiz. Vekil Bey arzu ederse şimdi, arzu
ederse sonra cevap verirler.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Pekala efendim, yani soru sormaya hakkım vardır değil mi?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Hay hay efendim her vakit. İhsan Bey, sorunu
zun cevabını kafi gördünüz mü?
İHSAN BEY (Cebelibereket): Kafi efendim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Yusuf Ziya Bey’in şimdi verdiği soru önergesine
Dışişleri Vekili Bey cevap vereceklerdir. Okuyoruz.

1109
TBMM Başkanlığına
Dışişleri Vekili, notanın müdahale mahiyetinde olduğunu itiraf ederken
nasıl olup da müdahale mahiyetindeki bir notayı kabul etmiş bulunuyor. Türki
ye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Vekilinin böyle bir notayı kabul etmemesi
gerekirken, kabul ermesinden dolayı teessür eder, notayı kabul etme sebebini
sorarım.
Bitlis Mebusu
Yusuf Ziya
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim, Yusuf Ziya Beyefendi teessür sözünü
Dışişleri Vekaletine karşı sarf etmemiş olsalardı daha iyi olurdu. Çünkü arz ede
ceğim izahat üzerine ümit ederim ki o sözü geri alırlar. Her şey yazılabilir, her şey
gelebilir. Yazan her şeyi yazdığı gibi, cevabını yazan da her şeyi yazar. Onun için
notayı teklif edildiği gibi bir zarfın içine koyup da geri göndermektense ona lazım
gelen cevabı vermeyi Dışişleri Vekaleti daha uygun buluyor. Zannederim ki Yüce
Meclisiniz bunu kabul eder. (hay hay sesleri)
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Ben de teessürü geri alıyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bundan sonra Sağlık Vekaleti Bütçesine başlıyoruz.
CELAL NURİ BEY (Gelibolu): İstirham ederim, bir sözüm var Reis Bey. Dışişleri
Vekiline bir soru önergem var.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Gönderdim efendim.
CELAL NURİ BEY (Devamla): Efendim bu okunan önergelerden önce vermiştim.
Onlara şimdi cevap verildi. Mesele fevkalade mühimdir. Zulme dairdir. Adalarda,
Makedonya'da doğranan adamlara aittir. Halbuki bu önerge tehir ediliyor. Buna
dair bir şey denilmiyor.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Celal Nuri Bey, tehir edilen bir şey yoktur. Bu iki
önergenin sahipleri Dışişleri Vekili Bey’le koridorda görüşmüşler ve Vekil Bey şim
di cevabımı vereceğim demiştir. Siz önergenizi bugün verdiniz.
CELAL NURİ BEY (Devamla): Hayır dün verdim efendim. Dışişleri Vekaletine
gönderildi. Bu mesele gayet mühimdir. Tehir edilmesi uygun değildir.
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Efendim, şimdi cevabını vereyim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): O halde önergeyi okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
İzinli iken İzmir’de bulunduğum zaman, Oniki Adalar ve Girit Vilayeti
ahalisinden olup, Aydın Vilayetine göç eden çaresiz muhacirlerin vaziyetlerini
görüp Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Beyefendi Hazretlerine yazılı olarak müra

1110
caat etmiştim. O günlerde bayraksız Yunan tekneleri ve bayraklı İngiliz vapur
ları ile Rumlar akın akın adalara nakletmekte idiler. Bu vapurlar boş geliyor ve
dolu gidiyordu. Adalarda ise Türk ahali çeşitli zulümlere uğruyorlardı. Bunların
o boş vapurlarla nakli mümkündü ve o vapurlar bu vazifeyi reddedince, Rum
ları almaktan alıkonulabilinirdi. Daha sonra Yusuf Kemal Beyefendiye bir di
lekçe daha takdim ederek Fransız Amirali memnuniyetle bu işi yapabileceğini,
bütün vasıtaları ile Hükümetin emrine hazır olduğunu bildirmişti.

Şimdi ise Rumeli'de Müslüman ahaliye karşı pek zalim bir surette katli
am başladığını duydum. Rumeli'de, Oniki Adalarda ve Girit'te Müslüman aha
liye karşı katliam ve kötü muamele başlamıştır. Hükümetin bundan haberi var
mıdır ve ne gibi tedbirler alınmıştır? Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Beyefendi
Hazretlerinin şifahen ve süratle cevap vermesini teklif ederim. 13 Ekim1922

Gelibolu Mebusu
Celal Nuri

CELAL NURİ BEY (Gelibolu): Efendim müsaade buyrulursa önergemi izah ede
ceğim. Efendiler dün akşam ve evvelki akşam Genel Kurmaydan gelen bildiriyi
üzüntü içinde okumuşsunuzdur. Girit'te, Midilli'de katliam başlamıştır. Bugün oku
nan resmi tebliğde Gelibolu Yarımadasındaki köylerde katliam başlamıştır. Daha
neler ve neler oluyor. Bizim orada gayet kıymetli birtakım vatandaşlarımız, ırkdaş
larımız vardır. Bütün vatandaşların kıymeti büyüktür. Ona diyecek yok. Fakat bun
lar adalarda, Girit'te, Sakız'da, Midilli'de, Bohçaada'da ve Limni'de azınlık olarak
kaldıkları halde asırlardan beri Türklüğün mevcudiyetini muhafaza etmiştirler. Bu
kavgalı hayatlarında vaziyetleri fevkalade kötüleşmiştir. Böyle mühim bir topluluğu
bugün doğratıyoruz ve bu da bugün Genel Kurmayın bildirileri ile sabittir. (doğratı
yor muyuz sesleri) Tabii ki biz doğratmıyoruz, doğruyorlar. Yusuf Kemal Beyefendi
İzmir'de iken kendilerine bir dilekçe takdim etmiştim. O esnada birtakım boş Yu
nan gemileri ateşkes icabı bayraksız olarak gelip oradan Rum ahaliyi alıp adalara
naklediyorlardı. Adalar yakındır efendim. Beş saat Midilli, altı saat Sakız'dır. Bina
enaleyh oradaki Müslüman ahali çığlık attılar, akrabaları feryat ettiler, müracaat
ettiler. Dediler ki bu vapurlar boş geliyor, bizim analarımızı, babalarımızı, kardeşle
rimizi alıp getirebiliriz. Bunlar bizimkileri getirmeden onları teslim etmeyiz, diye bir
şart konulabilirdi. Madem ki o vapurlar dolu gidiyor ve boş geliyordu. Onlara da
denebilirdi Sakız'dan ve Midilli'den ve hatta Girit'ten gelmek isteyenleri getirin ve o
suretle teslim alalım ve bunları size teslim edelim. Bu niçin olmadı? Oradaki Rum
ahali rehine diye niçin tutulmadı, salıverildi. Niçin bunlar bir kampa konmadı da
boş boşuna bırakıldı ve bizimkiler niçin böyle doğratıldı? Mesele bundan ibarettir
ve bunun niçin böyle olmadığını Dışişleri Vekaletinden soruyorum, efendim.

YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim hakikaten biz İzmir'de iken Celal Nuri
Bey arkadaşımızın anlattıkları gibi bu saydıkları adalara Rum ahali göç ediyordu.
Oradan vapurlar Müslüman ahaliyi alsa ve buraya getirseler ve oradaki Müslü
manlar buraya getirilmedikçe buralara ya Yunan vapurlarını yanaştırmamak veya

1111
hut buradaki ahali onlara vermemek gibi bir şart konulsa tarzında bir mektuplarını
aldım ve bir gün sonra da Fransız Amiral tarafından kolaylık gösterileceğine dair
bir mektup yazdılar. Ben bu mektubu Rauf Beyefendiye verdim. Hükümet Reisi
Rauf Beyefendi Hazretleri lazım gelen kişilerle görüştü. İşin böyle yapılması müm
kün görülemedi. Siyasi vaziyet hakkında Girit müstesna olmak üzere sözünü ettik
leri adalar için ben Dışişleri Vekili olarak düşündüm. Oralar bizim adalarımızdır. O
adaların hakimiyet meselesi henüz halledilmemiştir. Yani dış siyaset itibariyle böy
ledir. Şimdi Girit'te de aynı hali işittik. Rıza Nur Bey bir telgraf gönderdi. Binaena
leyh Dışişleri Vekili olmam itibariyle, antlaşmalar ile harp, bütün imzalanan ant
laşmaları yok hükmünü koyar. Ya vaktiyle terk etmiş olduğumuz yerler hakkında,
şiddetli ve derhal bir karar verelim diye düşündük ve acilen bir karar alıp lazım
gelen tedbirleri alalım dedim. Bu hususta Hükümet ile görüşeceğiz. Birinci soru
hakkındaki cevabım budur. Temennileri hakkında vereceğimiz cevap budur.
FAİK BEY (Cebelibereket): Müslümanlar hakkındaki cevabınız nedir?
CELAL NURİ BEY (Gelibolu): Efendim bizim adalarımızdır demek nazari bir söz
dür. Vaktiyle Tunus da bizim idi, bilmem nerelerde bizim idi. Bu sözler, oradaki
Müslüman ahalinin hayatını kurtarmaz ve bugün bunları doğratıyoruz. (biz doğ
ratmıyoruz sesleri) Yani hayatlarını koruyamıyoruz. Onun içindir ki bugüne kadar
doğranıyor, bitiyor. Bunları söyledik ve bunları kurtarmaya imkan da vardır. Vapur
lar boş geliyor. Fakat orası bizim yerimizdir deniyor. Halbuki onlar orada kalacak
olurlarsa bizim hakimiyetimizi iddia etmek katiyen uygun değildir. Çünkü bütün
Müslümanlar imha ediliyor. Ben Yusuf Kemal Beyefendinin cevaplarını kafi bul
mayarak, Yusuf Kemal Beyefendi Hazretlerinin buyurdukları cevabın sorusunu
gensoruya çevireceğim. Buna dair olan önergemi yarın veririm.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Efendim size resmi cevap veriyorum. Bana ver
diğiniz önergedeki mesele bilhassa pratik askeri bir mesele idi. Bu, Hükümet Rei
sine takdim edildi. Hükümet Reisi lazım gelenlerle görüşmüştür ve imkan olmadı
ğını görmüştür. İstediğiniz gibi gensoru verebilirsiniz. Fakat rica ederim, yalnız siz
siyasi tarafı bahsetmeyip bugün pratik, kati, fiili işten bahsediyorsunuz. O işten de
ben size cevap verdim. Bunun siyasi tarafı ayrıdır.
CELAL NURİ BEY (Gelibolu): Bu müdafaanızı dinlemekle beraber birçok katliam
lara şahit oluyoruz.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Rica ederim Celal Nuri Bey, sizin kalbiniz sızlı
yorsa, benim kalbim de o kadar sızlıyor. Ben, yabancı evladı değilim, ben de bu
memleketin evladıyım, rica ederim.
CELAL NURİ BEY (Gelibolu): Tedbir almak lazımdır. Boşu boşuna telef oluyorlar.
(oya koyunuz sesleri)
TAHSİN BEY (Aydın): Onların hayatlarını muhafaza etmek bizim üzerimize bir
vazifedir.

1112
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, bugün Sağlık Vekaleti Bütçesini mü
zakere edecektik, vakit geçti.
TAHSİN BEY (Aydın): Oya koyunuz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Neyi oya koyayım Efendim? Gensoru önergesi
1
verildikten sonra oya konur. Yarın toplanmak üzere celseyi kapatıyorum.

19 EKİM 1922: KASTAMONU MİLLETVEKİLİ ABDÜLKADİR KEMALİ BEY VE


ARKADAŞLARININ, MECLİSİN ANKARA’DAN BAŞKA BİR YERE TAŞINMASI
HAKKINDA VERDİKLERİ ÖNERGE
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 122.Birleşim, Gündem: 4/1)

Vilayet Merkezi olmasına rağmen Ankara, o yıllarda bir kasaba


görünümünde idi. Meclisin açılmasıyla bu küçük kent kabuk değiştirme
ye başladı. Bir anda, milletvekillerinden başka binlerce memur, subay
ve Yunan işgali sonucu batıdan göç eden mülteciler Ankara’yı doldurdu.
Haliyle konut yetersizliği nedeniyle kiralar çok arttı. Bu durum milletve
killerini yeni arayışlara yöneltti. Ama henüz barış konferansı toplanma
mıştı. Hükümet ve bazı milletvekilleri bu arayışlara karşı idiler.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Nahiyeler Kanununun müzakeresine baş


lıyoruz. (önergemiz var, sesleri) Evet Efendim, önerge var, fakat Nahiyeler Kanu
nunun müzakeresine başlayacağız.
AHMET HİLMİ BEY (Kayseri): Bugünkü müzakereler yalnız Nahiyeler Kanununa
ayrılmıştır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, gelen yazılar okunmamak üzere,
Yüce Meclisin kararı ile bugün sadece Nahiyeler Kanunu müzakere olunacaktır.
DURAK BEY (Erzurum): Gelen yazılar okunur, ondan sonra ne müzakere edilecek
ne ise doğrudan doğruya onun müzakeresine başlanır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Nahiyeler Kanununun müzake
resine devam ediyoruz. (önerge okunsun sesleri)
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Yüz on beş imzalı önerge vardır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Tamam Efendim, önerge yüz on beş im
zalıdır, okunacak.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (18 Ekim 1922), 1.Dönem, c.24, s.15-21, http://www.tbmm.gov.tr/

1113
TBMM Başkanlığına
Anadolu topraklarında Yunan Ordusu bulunduğu sırada Yüce Mecli
sin Ankara'da bulunması bir zaruret idi. Fakat bugün hamdolsun vaziyet dü
zeldiğinden ve Ankara'da mebus, memur ve subaylara ev bulup ailelerimizle
kalmamızın çok zor olması sebebiyle bu ıstırabın devamına artık lüzum kal
mamıştır. Daha iyi ve uygun şartları olan Bursa, Konya veya İzmir şehirlerin
den birine Yüce Meclisin naklini acil olarak teklif ederiz. 18 Ekim
1922
Kastamonu Mebusu
Abdülkadir Kemali ve 114 arkadaşı
ÖMER LÜTFÜ BEY (Amasya): Efendiler, bizi bin bir müşkülât içinde seçip buraya
gönderen Millet, başka yerlere göç edin diye göndermemiştir. Bizi buraya iş gör
meye, istiklâlini kurtarmaya göndermiştir. Soruyorum sizlere; Milletin istiklalini
kurtardınız mı? Sulh yaptınız mı? Hayır. O halde bu meseleyi nasıl bahis mevzu
ediyorsunuz. (alkışlar, ayak patırtıları, gürültüler)
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Ömer Lütfü Bey arkadaşımızı mühey
yiç bir lisan ile söylediği sözlerden bir şey anlayamadım. Beyefendinin düşüncesi
ne göre Anadolu'nun kurtarılması için yalnız Ankara Şehrinin merkez olması la
zımmış. Beyefendi pekâlâ takdir buyurmalıdırlar ki istiklâli temin edecek olan kuv
vet, kalplerimizdeki imandır ve bunun sönmek ihtimali yoktur. (alkışlar) Bu iman
sizde olduğu içindir ki düşmanın İzmir önlerinde denize dökülmesine sebep olmuş-
tur. Binaenaleyh bu iman sizde mevcut olmasaydı, Ankara'da değil, Sivas'ta da
otursaydınız, Erzurum'da da otursaydınız bir şey yapmak imkânı olmazdı. Efendi
ler Ankara'da ev sıkıntısı, geçim sıkıntısı o kadar fena bir şekil almıştır ki bunun
için bir tek misal söyleyeceğim. (gürültüler)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Çok rica ederim, gürültü etmeyiniz.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz da bir tek misal arz
edeyim. Ankara'da da ev sıkıntısı dolayısıyla olan fena vaziyetin ne kadar kötü
neticeler verdiğini bu misal ile anlarsınız. İran Büyükelçiliğine olmak üzere bulunan
dört odalı bir binanın aylığını yüz liraya vermişlerdir.
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Bir oda yirmi beş liradır.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Devamla): Meclisin Ankara'dan Bursa, Konya veya
İzmir’e nakledilmesinde daha birçok faydalar da mevcuttur.
MUSTAFA BEY (Dersim): Kars veya Sivas'a gidilmesi hiç bahsedilmiyor. (devam
sesleri)
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Devamla): Böyle gürültüler içerisinde söz söylemek
imkânı yok, efendiler. Bursa'ya nakledildiği takdirde, muhtelif memleketlerde günü
gününe olan siyasi hadiseleri öğrenmek hususu bizim için kolaylaşacaktır. İstan

1114
bul'a ve İzmir'e yaklaşmak bizim için çok faydalı olur. Bu mesele, Anadolu'nun
merkezinde çalışmak ile mümkün olduğu gibi, Anadolu'nun batısına yakın memle
ketlerde çalışmakla da mümkündür. Bendeniz, İstanbul'a nakli taraftarı değilim.
İstanbul'a nakli meselesi ile İzmir veya Bursa'ya nakil meselesi birbirine benzetil
memelidir. Anadolu'nun her hangi bir yerinde Meclisin devamını istemek ayrı bir
meseledir. İstanbul'a gitmek, yeniden Anadolu'yu unutmaya sebebiyet verebilir.
Fakat buradan Bursa'ya gitmek, Ankara'da sıkıntı içinde kalan bütün memurların
ve arkadaşlarımızın ve büyükelçiliklerin biraz geniş nefes almalarını temin edebi
leceği gibi siyaset bakımından da Avrupa'ya daha çok yaklaşmış olacağımızdan,
faydalı olacaktır. Önergemizde arz ettiğimiz sebepler yüzünden Bursa’ya, Konya'-
ya veya İzmir'e naklimizi teklif ediyoruz.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Yüce Meclisin Bursa'ya nakli… (Kon
ya'ya, sesleri) Bursa, Konya, İzmir şehirlerinden birisine nakli, şu sırada Hüküme
tin düşüncesine pek uygun değildir. (doğru, sesleri)
SOYSALLI İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Niçin?
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Tecrübe ile sabittir, siz de pek yakından biliyor
sunuz ki, sulh notasına hazırlanıldığı bu zamanda, vazife başında bulunmak zaru
reti vardır. Sulhun nerede toplanacağı belli olduktan sonra, bu meseleyi tekrar ele
alırız. Birlikte bir uygun şekil buluruz. Geçici olarak bir yere nakil icap ediyorsa
beraberce karar veririz. Fakat bugün için nakil uygun değildir. (uygundur sesleri)
YUNUS NADİ BEY (İzmir): Efendim, on beş gün evvel Yüce Meclisinizin Bursa'ya
gitmesi için aynen böyle bir önerge verilmişti. O zaman ortaya sürülen sebepler
malumunuz şimdi de mevcuttur. Sulh Antlaşması imza edilmedikçe vaziyette mü
him bir değişiklik vardır diye kabul olunamaz. Henüz bu vaziyetler nihayete erme
den yalnız Meclisin toplanma yerini değil, onun teferruatından olan Hükümetin
vaziyetini de değiştirmek katiyen uygun değildir. Bunu Yüce Meclis biraz daha
fazla düşünerek, bunun henüz vakti gelmediğine karar verecektir, şüphesiz.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Bendeniz önergenin leh ve aleyhinde söylemeyece
ğim. Önergede tereddüt vardır. İzmir, Bursa veya Konya deniyor. Böyle önergele
rin verilmesi hiçbir vakit doğru değildir.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu) Meclisin seçimine bırakılmıştır, Efen
dim.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Binaenaleyh bu önerge itibara alınmaz ve alınamaz.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Bu mesele hakikaten görüldüğü kadar basit değildir,
çok mühimdir. Çok istirham ederim, arkadaşlarımız sükûnetle dinlesinler ki, uygun
bir karar vermeye dikkat edelim. Efendiler bir hükümeti bir taraftan diğer bir yere
nakletmenin ne demek olduğunu bir buçuk sene önce olanları Yüce Heyetinize
hatırlatmak isterim. Sonra efendiler, bu mesele mühimdir. Sükûnetle ve ehemmi
yetle müzakere edilmesinin Memleketin menfaatine olacağını elbette takdir buyu

1115
rursunuz. Onun için çok rica ediyorum, gürültü ile hissiyat ile bazı hakikatler kay
bedilmesin. Belki iyilik yapıyoruz diye fenalık yaparız ve o fenalığı tamir için lâzım
olan zamanı ele geçiremeyiz ve hepimiz üzülürüz. Hükümet Reisi Rauf Beyefen
dinin buyurdukları gibi, ayın yirmisinde toplanmasını istediğimiz sulh Konferansı
için ihtimal ki bugün yarın cevap almak üzereyiz. İstirham ederim, Yüce Heyetiniz
her hangi bir tarafa nakil kararını verdikten sonra, acaba bir buçuk ay içinde bu iş
halledilebilir mi?
SOYSALLI İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): On günde.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Sulh teklifine dair bir cevap beklenirken ve bin türlü
mahrumiyet içerisinde Memleketin müdafaası için, her türlü fedakârlığa katlanan
bu milleti arzu ettiğimiz gayeye ulaştırmak üzere iken, böyle geçim sıkıntısı, mes
ken yokluğu gibi şahsi sebepler öne sürerek Hükümeti bir yerden diğer yere nak
letmek rica ederim nasıl doğru olabilir? (ayak patırtıları, sizin söyledikleriniz de
şahsidir, sesleri) Rica ederim, sükûnetle dinleyin. Efendiler, nakil için öne sürülen
sebep, doğrudan doğruya mesken yokluğuna ve geçim zorluğuna aittir. Önerge de
buradadır. Efendiler, Yüce Meclisiniz buraya ilk geldiği zaman bugünkünden daha
fazla mesken yokluğu ve geçim zorluğu karşısında bulunuluyordu. Fakat bunlar
düşünmüyordu. Yalnız düşündüğümüz bir şey vardı, o da Vatanı kurtarmaktı. Biz
bugün yine onu düşünüyoruz. Efendiler mesele...
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): O zaman bir evin kirası yüz liraya değildi. Hükümet
bunu da düşünsün.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Efendiler mesele göründüğü gibi basit değildir. Bu
nun maddi mesuliyeti vardır. Bunun manevi mesuliyeti vardır. Bu maddi ve manevi
mesuliyetlere karşı birinci derecede muhatap olacak da Yüce Meclistir. (gürültüler)
Efendiler, Yüce Meclisi buradan kaldırmak için, bugünkü vaziyet karşısında, askeri
bakımdan evvela Başkumandanlığın, dış siyaset bakımından Dışişleri Vekâletinin,
mali bakımdan Maliye Vekâletinin mutlaka mütalaalarını almak lazımdır. (bravo
sesleri, alkışlar) Efendiler, Meclisi ve Hükümet buradan başka bir yere nakletmek
için beş yüz bin liraya ihtiyaç vardır. (ooo, sesleri) Bunu, Kayseri'ye nakil mesele
sine ait hesaplara bakıp anlarsınız. Onun için bu önergenin vakti geldiği zaman
düşünülmek üzere, tehirini teklif ediyorum.
DURAK BEY (Erzurum): Efendiler bendeniz müzakere usulüne dair konuşacağım.
Fakat çok rica ederim, sükûnetinizi muhafaza buyurunuz. Efendiler, Yüce Meclisin
burada kalması veya buradan başka bir yere gitmesi; hakikaten mühim bir mese
ledir. Fakat acaba bugün, bu saatte bu meselenin müzakeresi uygun mudur, değil
midir? (neden uygun olmasın, sesleri) Telaş buyurmayın çok rica ederim.. Benim
de o önergede imzam var. (o halde itiraz etme, sesleri) Rica ederim, bir dakika
dinleyiniz, efendiler. Sulh Konferansına cevap bekliyoruz. Böyle Sulh Konferansı
na cevap beklediğimiz bu zamanda üç gün evvel, beş gün evvel, Meclisin başka
bir yere nakli tehlikelidir. İşin doğrusu budur. Bunun müzakeresini tehir edelim.

1116
Sulh Konferansından cevap alalım. Sulhun imzalanmasından sonra başka bir yere
gitmeye hakikaten ben de taraftarım. Lâkin şimdilik bu meseleyi bırakalım.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Bu önergede gösterilen sebepler cidden bizi düşündü
recek derecededir. Fakat rica edeceğim, istirham edeceğim, bunun sükûnetle
dinlenilmesini lazımdır. Evvela önergede mesken sıkıntısından bahsedilerek, mi
sal olarak da İran Büyükelçiliği için kiralanan bir binanın kirasının yüz lira olduğu
ifade ediliyor. Bu bakımdan hakkınız vardır, fakat bendeniz diyorum ki Ankara’nın
kira meselelerini halletmek için bir kanun teklifi Meclise verildi. Bir buçuk senedir o
kanunu müzakere edip çıkarmadınız. Acaba, İzmir, Bursa, Konya gibi yerlere taşı
nacak Hükümet, orada toplanacak Meclis çalışanları ve aileleri kaç bin nüfusu
teşkil edecek ki orada da bu kadar nüfusa yetecek mesken bulunabilecek mi?
(ayak patırtıları) Ayak vuranlara teessüf edeceğim. Hak ve hukuka karşı söz söy
lemiyorum. Ayakla karşılık verenlere karşı teessüften başka bir şey yapmayaca
ğım.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Düşünce hürriyetine taarruz var.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Fakat ben fikrimi, düşüncemi söylerken, rica ederim
ayak patırtısı yapılmasın. Beyler, arkadaşlar rica ederim. Diğer arkadaşlarımın
gösterdiği sebepleri bendeniz de tamamıyla iştirak ederim. Yalnız bir nokta var.
Bugün henüz on beş, yirmi gün veya bir aydan beri elde ettiğimiz zaferi, kendi
vermemek
kucağımızda büyütmek, muhafaza etmek lâzım gelirken ve henüz bizim zaferimizi
bize kati surette tamamen arzu ve emellerini besleyenler mevcut iken,
bunları dikkate alarak oturduğunuz yerde aslan gibi oturunuz, efendiler. (gülüşme
ler) Ondan sonra bir nokta daha var, rica ederim efendiler.
CELAL BEY (Genç): Ne alâkası var bunların, rica ederim.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Rica ederim, hiddet buyurmayınız. Efendiler bugüne
kadar Anadolu'nun daimi surette canını, kanını akıtmış olduğu bir davayı muhafa
za etmek için, biz bundan sonra daima kuvveti Doğu’dan alacağız. Onun için,
Merkezi Hükümetin daima Anadolu'da oturması lazım gelir. Onun için, daima ora
ya yardım etmek lazım gelir. Efendiler üçüncü bir şey daha var, Yüce Meclise bir
önerge verildiği zaman, o önerge ya bir kanun teklifi şeklinde veya bir öneri şek
linde olur. Yüce Meclise verilen önergeler kanun teklifi şeklinde ise, Tasarı İnce
leme Komisyonuna havale edilir. Bu şekilde olmayıp öneri şeklinde olursa, Hükü
mete gönderilir. Binaenaleyh bu önergeyi İç Tüzüğe göre Hükümete havale ede
rek, onların düşüncesi alındıktan sonra, müzakere edilmesini bendeniz teklif edi
yorum.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim beş önerge var. Biri müzakerenin
yeterliliği hakkındadır. Biri de Rauf Bey’in verdiği, gündeme geçilmesine dairdir.
Diğerleri de bu önergenin de diğer önergeler gibi, zamanı gelince müzakere edil
mesine dairdir. Müzakerenin yeterliliği aleyhinde Hüseyin Bey söz söyleyecektir.
Müzakerenin yeterliliğini oya sunacağım. (kâfi değil, sesleri) Buyurun Hüseyin
Bey.
1117
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Arkadaşlar şüphesiz iki buçuk sene evvel birer ikişer
Ankara'ya toplandık. O günlerden beri Ankara Şehri hiçbir vakitte size karşı bık
kınlık göstermemiştir. İzmir'den, Bursa'dan, Kütahya'dan, Eskişehir'den, bilmem
nereden gelen yüz binlerce kişi Ankara şehrinde refah ile yaşamıştır. (tam tersi,
sesleri) şimdi ispat edeceğim. Efendiler Ankara'dan başka bir yere Meclisi nakle
karar verirseniz, pişman olursunuz. (gülüşmeler) Hele İstanbul'a yakın bir yere
gitmeye karar vermek için bir düşününüz. Eğer Bursa'ya gitmek istiyorsanız kati
yen uygun değildir. İstanbul civarından daima uzak bulunmanız lâzımdır. Daha
henüz sulha geçemedik, geleceğimiz ne olacak belli değil. (gürültüler) Efendiler,
buraya yüz binlerce muhacir geldi, bunların hangisi dışarıda kaldı? Hangi bir
adam, ekmeksiz kaldı? Hangisi açlıktan ve sefaletten öldü? (Konya'ya, sesleri)
Konya'ya da gidilse, orada da on liralık bir evi elli liraya vereceklerdir. Orada, bu
rada gördüğünüz rahatı bulamayacaksınız (gürültüler, ayak patırtıları) Ankara
tarihî bir şehirdir ve size çok iyi bakmıştır. Efendiler, hepinizden ayrı ayrı rica ve
istirham ederim, bunun bugün müzakeresinin zamanı değildir. Daha sonraya bıra
kalım. (hangi zamana, sesleri) Rica ederim, mühim bir meseledir bu. En mühim
zamanda, en nazik vakitlerde bulunuyoruz. Bu mesele ile uğraşmak bugün uygun
değildir. İştigaliniz abestir. Vallahi Meclisin başka yere taşınması meselesinin mü
zakeresini ortaya atmak abesle iştigal etmek demektir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim sekiz önerge var, hepsi benze
önergeler. Müzakerenin yeterliliği de teklif ediliyor. Müzakerenin yeterliliğini oya
sunuyorum. Müzakereyi kâfi görenler lütfen ellerini kaldırsın. Müzakere kâfi gö
rülmüştür. Önergeleri sıra ile okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfidir. Bu meselenin halli zamanı henüz gelmemiştir. Bu me
selenin halli, mali, siyasi, askeri birtakım meselelerin hallinden sonra düşünül
melidir. Sulhun imzalanmasına kadar Meclisin başka bir yere taşınması katiyen
uygun olmadığından bu husustaki müzakerenin tehirini teklif eylerim. 18 Ekim
1922
Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü

TBMM Başkanlığına
Sulh hakkında verilen notaya cevap verilip, sulh müzakeresinin nerede
olacağı anlaşıldıktan sonra müzakere edilmesini, şimdilik müzakerenin tehirini
teklif eylerim.
Malatya Mebusu
Reşit

1118
TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfidir. Memleketin mukadderatı bahis mevzu olduğu şu sıra
da, Meclisin vazife başından ayrılması uygun olmadığından bu önergenin mü
nasip bir vakitte müzakere edilmek üzere tehirini teklif ederim.
Mersin Mebusu
Ziya Şükrü

TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfidir. Meclisin taşınması müzakeresinin geçici bir zaman için
tehirini ve bu önergenin de bu mesele hakkında verilen diğer önergelerle birleş
tirerek müzakerenin ileri bir tarihe tehirini teklif ederim. 19 Ekim 1922
Konya Mebusu
Refik

TBMM Başkanlığına
Bu meselenin müzakeresi lüzumlu olmakla beraber Meclisin nakli düşü
nülen yerler harp cephesine yakın yerler olduğundan, Başkumandanlığın fikri
alınıncaya kadar tehirini teklif ederim.
Lazistan Mebusu
Osman Nuri

TBMM Başkanlığına
Rauf Bey’in beyanatı ile yetinilerek gündeme geçilmesini teklif ederim.
Gelibolu Mebusu
Celâl Nuri
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Önergede tarih belirtilmediğinden, bu meselenin
vakti bahis mevzu değildir. Önerge oylansın, mesele bitsin.

TBMM Başkanlığına
Verilen önergenin, Meclisin Bursa'ya nakli şeklinde değiştirerek oylan
masını teklif eylerim.
Muş Mebusu
Abdülgani

1119
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Altı önerge de Bursa, Konya, İzmir şe
hirlerinden birine nakli hakkındadır. Ancak önergeler, hüküm ve müddet itibariyle
müzakerenin uygun bir vakte tehirini istemektedir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): İlk evvel yüz elli imzalı önergeyi reye koyacaksınız.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Yalnız Karahisar Mebusu Mehmet Şükrü
Beyin önergesinde bir fark vardır ki sulhun imzalanması tarihine kadar Meclisin
nakli meselesinin bahis mevzu edilmemesi, şeklindedir. Diğerleri uygun bir vakte
kadar diyor.

TBMM Başkanlığına
Mahkeme kadıya mülk olmaz, derler. Elbette bir gün Yüce Meclisi Anka
ra'dan nakledeceğiz. Sulh Konferansı neticelenmediğinden bu meselenin mü
nasip bir vakte tehirini teklif ederim. 19 Ekim 1922
Giresun Mebusu
Ali Sururi
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu son önerge de dâhil olduğu halde,
önergelerin hepsi aşağı yukarı birbirlerine benzemektedir. Uygun vakti geldiğinde
müzakeresi teklif ediliyor. Konya Mebusu Refik Bey’in önergesinde, diğer önerge
lerle birleştirilmesi kaydı var. Diğer önergelerle birleştirilmek üzere, uygun vakti
teklif ediyor. Bu önergeyi oylarınıza sunuyorum. Kabul buyuranlar lütfen ellerini
kaldırsın. Kabul edilmiştir ve diğer önergelerle birleştirilmek üzere müzakeresi
1
tehir edilmiştir.

21 EKİM 1922: KÜTAHYA MİLLETVEKİLİ RAGIP BEY’İN, İŞGALDEN KURTARI


LAN YERLERDE YAPILAN İHMAL VE YOLSUZLUKLAR HAKKINDA ÖZEL BİR
KOMİSYON KURULMASI İSTEĞİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 123.Birleşim, Gündem: 6/2)

Ragıp Bey, bir buçuk ay önce aldığı izinle Yunan işgalinden kurtarı
lan yerler olan Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar, Uşak civarlarında
dolaştıktan sonra İzmir’e kadar gitti ve buralarda gördükleri feci duru
mun biran önce iyileştirilmesi için Meclis’e bir önerge verdi. Oturumda,
gördüğü acıklı durumu uzun ve etkili bir konuşma ile anlattı. Bunun
üzerine hazır bulunan milletvekillerinin oybirliği ile özel bir komisyon
kurularak, çalışmaların hemen başlamasına karar verildi.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (19 Ekim 1922), 1.Dönem, c.24, s.25-31, http://www.tbmm.gov.tr/
1120
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, işgalden kurtarılan bölgeden yeni dönen
Ragıp Bey arkadaşımız, oralardaki müşahedelerine dair Yüce Meclise bilgi arz
edecektir. Dinleyelim.
RAGIP BEY (Kütahya): Muhterem arkadaşlarım, bundan bir buçuk ay evvel Yüce
Meclisten aldığım izin üzerine Kahraman Ordumuzun ani ve şiddetli taarruzu ile
işgalden kurtarılan yerleri Eskişehir'den itibaren İzmir'e kadar dolaştım ve oradan
dönerek oralarda bazı araştırmalar yaptım. Bu hususta birçok müşahedem vardır.
Bunları huzurunuzda arz ile acilen halledilmesi
yanmıştır, fakatşehirgereken birçok işler vardır. Efendi
ler, Eskişehir'de kısmen o kadar kötü durumda değildir.
Halkta büyük bir sıkıntı ve ihtiyaç mevcut değildir. Kütahya, Gediz, Simav’da yan
gınlar olmadığından dolayı istila esnasında o kadar bir büyük zarara uğramamış
lardır. Fakat onlar da büyük zulüm ve felaket görmüşlerdir. Onu daha sonra arz
edeceğim. Fakat bazı köyler, Altıntaş gibi, Dumlupınar gibi Murat Dağı civarında
bulunan Gediz'in birçok köyleri gibi yanmış, yıkılmış, hayvanları kalmamış, ahalisi
çırılçıplak yerler de vardır. Uşak'a gelince. Uşak pek büyük felaket ile kısmen
yanmıştır. Fakat köylerin hayvanları tamamen sürülüp götürülmek suretiyle ahali
hayvansız bırakılmış ve çokları da yakılmıştır. Ancak Uşak'tan İzmir'e doğru gider
ken bütün yolun iki tarafında bulunan köyler tamamen yanmış, Eşme, Salihli, Ka
saba, Manisa'ya varıncaya kadar, dikili taş kalmamış tabirine uygun düşecek de
recede kül haline getirilmiştir. (kahrolsunlar sesleri) Öyle ki efendiler, bağ fidanla
rına varıncaya kadar. İstila münasebetiyle bağlarına çıkamayan halkın bağlarını
dahi ateşleyerek tamamen yakmışlardır. Yani böyle yer yer bağlar dahi yanmıştır.
Sonra gerek Bozdağ'ın, gerek Manisa Dağı’nın muhtelif ormanları ateşe verilerek
yakılmıştır. Biz, trenle giderken ormanlarda yer yer yanmış alanlar görüyorduk.
İzmir'e vardım. İzmir'de pek çok meseleler mevcuttur. Ancak bu meseleler, sırf
iktisadi meselelerdir. İktisadi meselelerin halli, umumi vaziyetin düzelmesi ile ala
kalı olduğu için bu meseleler ile fazla uğraşamadım. Dönüp geri geldim. Şimdi
efendiler halkın hemen tamamı son derecede mutludur. Evi yanmış, bağı yanmış,
hısımı, akrabası şehit edilmiş, her şeyden mahrum, çırılçıplak, koynundan mücev
herleri tamamen alınmış. Fakat simasında bir güler yüzlülük var, bir sevinç var. Bu
sevinç, düşmanın işgal müddeti esnasında uyguladığı zulümden kurtulduğundan
dolayıdır. Düşman o kadar zulmetmiştir ki her şahsı her gün tekrar, tekrar öldür
müş ve diriltmiştir. Binaenaleyh bugün hâlâ düşmanın o zaman yaptığı şiddetten
zulümden yürekleri çarpan binlerce halk mevcuttur. Mesela Gediz ve diğer birçok
kasabalarda halk saat akşam beşten sonra hâlâ evlerinden çıkamıyor. Hâlâ yüreği
çarpıyor. Düşman o kadar şiddet uygulamış, o kadar büyük zulüm yapmış ki bu
zulümden kurtulduğu için bütün servetinin mahvolduğunu düşünmüyor. Ancak
şükürler olsun ki düşmandan kurtuldum diyor. Fakat efendiler, bu sevinç ve mutlu
luk dönemi son bulmakta ve ihtiyaç dönemi başlamaktadır. Uşak'tan itibaren İzmir
'e kadar olan, Ben Aydın tarafını bilmiyorum, Alaşehir hattı üzerinden gittim. Bütün
kasaba ahalisi duvar diplerinde, ağaç gölgelerinde, kanaviçeden yapılmış çergeler
içerisinde çok sefil ve çok perişan, pek ziyade acınacak ve insanın ciğerlerini ya

1121
kacak bir vaziyettedir. Efendiler, iğne ve ipliğe, tuza muhtaçtır. Cebinde parası
yoktur, çünkü soyulmuştur. Bir şeyi olmadığı halde iki mecidiyeye tuz almaya uğ
raşıyor. Zarureti o kadar çok, o kadar çok ki eğer bir an için yetişilmezse ve bu
durumun önüne geçilemeyecek olursa, bu halk artık buralardan dağılacaklardır.
Buralardan gittikten sonra da ne gibi perişanlık çekecekler, artık orasını siz düşü
nünüz. Doğu vilayetlerine sevk edilemeyen üç bine yakın muhacirleri, şuralarda,
buralarda çobanlık ederek feci bir surette kalan zavallıları gözünüzün önüne alın.
Yarın bu halk emin olunuz ki Konya'nın başındadır. Bu halk dağılacaktır, çünkü
elinde bir vasıtası yoktur. Her şeye ihtiyacı vardır. Hükümetçe bu ihtiyacı temin
edecek, bir iğne bile verecek edecek hiçbir teşebbüs yoktur. Bundan başka diğer
birtakım meseleler vardır ki şu birkaç ay zarfında artık nihayet vermek ve bundan
sonra artık savaşa ait meseleler kalmamıştır demek lazımdır. Eğer böyle olacak
olursa, vilayetlerde husumet başlayacak ve sonra felakete dönecektir. Mesela
efendileri Eskişehir'e gittiğiniz zaman göreceksiniz ki sırf pek basit bir sebepten
dolayı hasım olduğu bir adam, bu adam Yunanlılarla kahvede tavla oynamıştır
diyor, derhal hapse tıkıyorlar. Bu adam filan kişiye kaşık gönderdi diyorlar, yakalı
yorlar, hapsediyorlar. Bu adam Yunan zabiti gezerken yan baktı diyorlar, derhal
tevkif ediyorlar. Diğer taraftan Yunanlılarla birleşerek pek çok zulme ortak olmuş
olanlar vardır ki halk bunların hapishanede olmalarına dahi razı olmuyorlar ve
daha ağır cezalara çarptırılmalarını arzu ediyorlar. Diğer bir mesele daha vardır ki
o da sahipsiz mallar, ganimet, karışmış mallar. Bu karışmış mallar tabirini ben
ilave ediyorum. Yani Müslüman ahaliye ait olup da birbirine karışan mallar. Bu
mallar hiçbir suretle memleketin ve Hükümetin menfaati için halledilmiyor. Gayet
çirkin ve gayet fena bir surette birtakım komisyonlar vardır. Bunların hiç söz din
lemeyerek yaptıkları kötü şeyler hem Hükümetin hem de Memleketin aleyhine
oluyor. Bu mesele dahi mühim olmakla beraber, seri ve çok acele olarak halledil
mesi icap eden başka bir mesele daha vardır. Misal olarak arz edeyim. Aydın’ın
birkaç nahiyesi vardır ki, incirlerin ekserisi oradan gelir. Mesela Torbalı. Bu nahi
yede bir yemiş bahçesinin sahibi Müslüman imiş. Hizmetçisi de Hıristiyan imiş.
Oraları Yunan işgal edince Müslüman kaçmış, o bahçeye Hıristiyan hizmetçi sa
hiplenmiş. İki sene bunun mahsulünü almış üçüncü sene kurutma sergisini sermiş.
Bizim Ordu gelmiş Hıristiyan kaçmış. Bu sefer asıl sahibi olan Müslüman almış.
Aldığı emir ve talimatı daima halkın aleyhine olarak uygulayan Hükümet memurla
rı ne yapmışlar, biliyor musunuz efendiler? Vaktiyle bu incirleri Hıristiyan birisi
topladığından dolayı, memurlar burasını sahipsiz mallar listesine almışlar. Hükü
met bu incirleri mültezim adı altında zapt eden birtakım zalime ihale etmiştir. Yüz
de kırkını toplayıp alacak, yüzde altmışını Hükümete verecek. Bu incirlerin Müs
lüman birine ait olduğunu bildiği halde kasten kendisinin hissesi çok olsun diye bu
sahipsiz maldır diyor. Efendiler; bu incir muhiti çok gönül yakıcı bir yer, insanı çok
feci bir vaziyet karşısında bulunduruyor. Sonra efendiler, bu komisyon da yetişe
miyor, müteahhit de yetişemiyor, bu incirler ne oluyor, biliyor musunuz? İncir çok
nazik bir şeydir. Onun işlenmesi için birtakım devreler vardır. Bu günler geçerse
incirler mahvolur. Vakti gelmiş, sergiler toplanmamıştır. Bu servetin mühim bir

1122
kısmı zayi olmuştur, çürümüştür. Sonra efendiler diğer bir mesele Afyonkarahisar,
Kütahya, kısmen Manisa’nın bütün hayvanları Yunan Ordusu tarafından sürülmüş
İzmir önlerine götürülmüştür. Gerek inek, gerek beygir, gerek koyun, keçi ve gerek
çift hayvanları, bunların önemli bir kısmı oralarda bulunan, yani Salihli'den ileride
bulunan köylülerin eline geçmiştir. Gerek dağlarda ve gerekse oralarda köyleri
yanmayan köylülerin eline geçmiştir. Mesela Manisa köylerinden yanmayan yahut
İzmir'e yakın olan Torbalı köylülerinden Ahmet Ağa’nın bir çift öküzü varsa Yunan
ordusunun kaçarken terk ettiği hayvanları da almak suretiyle üç dört çift hayvan
sahibi olmuştur. Ordu dahi bu hayvanlardan eline geçirebildiğini muhtelif tümen
merkezlerinde topluyor. Fakat ne oluyor efendiler biliyor musunuz? Aydın, İzmir,
Saruhan alıyor, asıl hayvanların sahibi olan köyler bir şey göremiyor ve belki de
Hükümet bunda kusurludur. Çünkü oralar uzaktır. Bunlarla Ordu’nun meşgul ol
ması zor olduğundan dolayı onları ücretsiz İzmir, Manisa taraflarına, Aydın havali
sine taşıyorlar. Bu suretle bu hadiseler oluyor? En ziyade çiftçi muhiti olan yerler,
Kütahya, Afyonkarahisar havalisinin köyleri tamamıyla hayvansız kalıyor. Gelecek
sene oralarda müthiş açlık olacaktır, müthiş felaket olacaktır. Maazallah her tarafı
perişan olacaktır, İzmir'i besleyen buralar olduğu için, İzmir ziraat muhiti olmadı
ğından dolayı orası da aç kalacaktır. İşte efendiler, maalesef şimdiye kadar yeti
şilmesi gereken pek çok mesele vardı. Gerek Hükümetin, gerek Meclisin, gözle
rimle gördüğüm ve şahidi olduğum birçok muazzam meseleye yetişememesinden
dolayı hem memleket, hem de Devlet Hazinesi çok büyük paralar kaybetmiştir.
İzmir'de elli milyon lira kaybolmuştur ve bunun büyük bir kısmı Yahudilerin elinde
dir. Çok fecidir, çok acıklıdır. Binaenaleyh efendiler bu, sırf Hükümetin ve Yüce
Meclis’in, bu fevkalade vaziyete karşı seri ve fevkalade tedbirler alamamasından
ileri gelmiştir. Dün yapılacak iş vardı, yapılmamıştır. Hem Hükümet, hem Millet çok
zarar görmüştür. Bugün yapılacak iş vardır. Yapılmazsa kaybolacaktır. Yarın yapı
lacak iş vardır. Yarın yapılmazsa artık büsbütün kaybolacaktır. Çok ani ve seri bir
surette bu yerlere yetişilmelidir. Bunlar çok büyük felaket içersindedir. Galibiz diye
mağrur olmayalım. Eğer bu adamları öldürürsek ki bunlar bu vaziyette ölüme
mahkûmdur, Memleketlerimizi kurtardığımızdan dolayı mağrur olmayalım. Çünkü
içersinde adam kalmadı veya kalanları da biz öldürüyoruz. Yani bu yerlerin kurta
rılması o kadar çok büyük bir kıymet taşımayacaktır. Tam kurtuluş, o memleketin
insanlarının kurtulmasıyla mümkündür. Yoksa o memleketlerde insan kalmaz.
Yalnız dikili ağaçlar kalırsa o memleket, memleket değildir. Onun için Yüce Meclis
ten çok istirham edeceğim, mesela şurada hatırıma gelen ve tasnif ettiğim bir şey
vardır. Yüce Meclise gördüklerimi arz ediyorum ve kanaatimi de söylüyorum. Yüce
Meclis her şeyden evvel üç gün zarfında bu meseleleri tedbirler alıp fiilen işe baş
lamazsa, hem Hazineye ve hem de Millete çok yazık olacaktır. Bakınız efendiler
tasnif ettim, Vatana hıyanet var, bu önemli bir suç. Sonra sahipsiz mallar ve gani
met meselesi var. Sırf Yunan Ordusu’nun malı olup Yunanistan’dan Anadolu’ya
getirilen mallar. Terk edilmiş mallar vardır ki Memleketi terk edip giden Hıristiyan
lara aittir. Bir de karıştırılmış mallar vardır ki iki Müslüman arasında şüpheli olan
maldır. Mesela Uşak yanmış, Uşak yanarken bir taraftan Yunanlılar otomobilleri

1123
yanaştırmışlar, Müslümanlara ait olan malları mağazalardan aşırmışlar. Ahali git
miş, bazı mağazalardan mal almıştır. Bu suretle iki kişinin malı birbirine karışmış
tır. Mesela Yunan Ordusu’nun gasp edip Torbalı havalisine bıraktığı hayvanlar
doğrudan doğruya Müslüman halka aittir. Ne ganimettir, ne de terk edilmiş mal.
Yunanlılar bunu Torbalı'ya kadar taşımışlardır. Fakat Hasanoğlu Mehmet'in malı
hangisi ve Hasanoğlu Ali'nin malı hangisidir? Ayırt etmek imkânsızdır. Bunları en
çok muhtaç olan yerlere dağıtmak zaruridir. Vakıa Ordu buna başlamıştır. Fakat
Ordu en ziyade ihtiyacı olan yerlere hayvan verecek vaziyette değildir. Sonra bun
ların pek çoğu hükmen halledilecek meselelerdir. Hukuki meselelerdir. Bu dört
meseleden sonra bir de idari meseleler vardır. Yiyecek meseleleri, giyim-kuşam,
orman işi, iskân meseleleri, inşaat, ziraat meseleleri, iktisat meselesi. Şimdi efen
diler, eğer Yüce Meclis bunları dahi önemli sayarak teşkilat yapar ve inşaat için
lazım olan adamları kullanır ve onlara salahiyet verirseniz felaketlerin bir kısmının
önüne geçmiş oluruz ve belki de bugün ölüme mahkûm olan üç yüz bin aç ve
çıplağı, takriben söylüyorum, belki üç yüz binden fazladır. Efendiler bu kadar aç ve
çıplağı kurtarmak lazımdır. Nasıl kurtaracağız meselesine gelince, bu çok nazik ve
çok mühim bir meseledir. Zira İzmir’de bankalar durmuştur. Muamele durgundur,
belirsizlik vardır. Bu sebepten dolayı hiçbir müessese faaliyette değildir. Müesse
selerin faaliyette bulunmamasından dolayı para dönmüyor. Herkes, işgalden kur
tulduktan sonra cebinde bulunan üç, beş kuruşu bu zamanda sarf etti, yedi. Yerine
yenisini kazanamıyor. Bu gayri tabii hal devam ettikçe bu halk çok müthiş bir fela
ket içerisinde kalacaktır. Çünkü alışveriş yoktur, para dönmüyor. Bankaların bir an
evvel açılması, iktisadi müesseselerin bir an evvel faaliyete getirilmesi, şirketlerin
ithalat ve ihracata başlamaları çok mühim meselelerdir. Bu meselelerin de dikkate
alınması gerekir. Hulasa efendiler, Devlet’in hazır teşkilatı yani kaymakamları, mal
müdürleri, tapu memurları gibi teşkilatı, bugünkü feci durumu idrak edemeyerek
Milleti felaketten felakete sürüklerken, bugün olağanüstü durum ve harpten dolayı
pek çok meseleler bulunması yüzünden her halde dakikası dakikasına yetişip
halledilmesi gereken meseleleri nasıl idare edebilir? Buna imkân var mıdır? Ma
demki vaziyet olağanüstüdür. Bunun acilen halledilmesi lazım gelir. Buna ani ve
seri tedbirler lazımdır. Mesela, terk edilmiş malların satılarak Hazineye aktarılması
için eğer iki milyon sarf ederek büyük bir teşkilât yaparsanız, bugün elli milyon lira
fazla tutmak ihtimali vardır. Fakat bunu yapmazsanız terk edilmiş mallar adı altın
da toplanan evlerin, dükkânların, eşyanın Hazineye getireceği para belki satış
memuruna bile yetmeyecektir. Mesela Eskişehir memurlarını söyleyeyim. Eskişe
hir'de 1917 senesinde yedi yüz hanenin terk edilmiş malların satılmıştır, efendiler.
Fakat nasıl satılmıştır? İnci küpeler, altınlar, birçok mücevherler dâhil olduğu halde
nasıl satılmıştır? Bir kömür sepetinin içerisine de sıkıştırılarak müzayedeye veril
miştir. Kömür sepeti on kuruşa satılmıştır. Fakat içerisindeki dört yüz liralık inci de
beraber on kuruşa satılmıştır. Fakat satılan malların bedeli, Terk Edilmiş Mallar
Komisyonunun ücret ve masrafına yetişmemiştir. Hazine tazminat vermek suretiy
le tamamlamıştır. Bu da böyle olacaktır. Rica ederim bu meseleye çok ehemmiyet
veriniz. Zannetmeyiniz ki Memlekette taşınmaz mallar komisyonları iş görüyor.

1124
Zannetmeyiniz ki ganimet komisyonları iş görüyor. Zannetmeyiniz ki mutasarrıflar,
valiler mesele ile alakadar oluyor. Mesela Alaşehir Kaymakamı Alaşehir halkını
iskân etmiştir ve onları iaşe ediyor deniliyor. Bunlar olmuyor, yapılmıyor, bu gibi
şeyler hayalinizden bile geçmesin. Bu ahali açtır, çıplaktır, felaket içerisindedir.
Perişandır. Kış geldi çattı. (çare sesleri) Arz edeceğim efendiler. Çaresini hepimiz,
bir günde düşünüp bir an evvel yapacak insanlara emaneti edelim. Eğer biz aciz
isek o başka. Çare demek ne demektir? Rica ederim, Büyük Millet Meclisi Yunan
ordularını kovdu da üç yüz bin kişinin derdine derman olmayacak mı? Hissiyat ile
her hangi bir hususta kendi kanaati hilafına hareket edecek bir arkadaş tasavvur
edemem, istirham ederim. Arkadaşlar fevkalade durumun fevkaladeliğini nazarı
itibara alalım. Fevkalade tedbirler bulmak mecburiyetindeyiz. Ancak bu fevkalade
tedbirleri uygulamada gün değil, saat bile geçirmeyelim. Zaten doğru olan budur.
Bir ay sonraya kalsa beyhudedir. Her şey olmuş bitmiş ve kış gelmiştir. Ortada bir
şey kalmamıştır. Şimdi benim teklifim beyefendiler, hatırıma gelen, mühim saydı
ğım dört mesele var ki biraz önce arz ettim. Ganimet, terk edilmiş mallar, karıştı
rılmış mallar ve Vatan’a ihanet meseleleridir. Bu dört mesele, bir bütün halinde,
adli meseleler halinde kabul etmekle beraber ziraat işini, iktisat işini, inşaat işini
diğer bir mesele sayıyorum. İdari iki mesele var. Ben bu sekiz maddede ikiye ayır
dığım adli meselelerin bir an evvel ve fevkalade surette halli için, gereken tedbirle
ri almak için bir şekil düşündüm. Düşündüğüm şekil, bu meselelerin ait olduğu
komisyonlar olmak itibariyle, Bütçe, Maliye, İktisat, İçişleri, Bayındırlık, Sağlık ve
Sosyal Yardım komisyonlarından meydana gelecek bir heyet, şimdi bugün oturu
ma ara verilince birleşerek bu komisyonlardan üçer üye seçsinler. Yirmi dört saat
içinde bu iş biter. Bildiğiniz gibi bu mesele çok işlenmiştir. İstiklal mahkemeleri
gönderelim denmiştir. Fevkalade yetkili mahkemeler gönderelim denmiştir. Bu
mesele pek çok işlenmiştir ve Yüce Meclis’te buna dair az çok malumat mevcuttur.
Sevk edilen mevzuda bu komisyon en kolay ve en seri bir suretle halli, neye uy
gun ise onu halletsin. Ben de iştirak edeyim. Kendi gözümle gördüklerimi ve halle
dilecek meselenin nelerden ibaret olduğunu söyleyeyim. O komisyonun yirmi dört
saat içinde vereceği rapor, Genel Kurul’da görüşülerek bir neticeye varılsın. Artık
çok rica ederim, biraz da kanaatlerinizden fedakârlık etmek suretiyle iki üç ay için
şu geciktirilmiş meselelere yetişmek ve üç yüz bin acı ölümden kurtarmak için
bunu halledelim, bitirelim. Vilayetler bunu her an, her dakika bekliyorlar. İstiklal
mahkemeleri hakkında oralarda edindiğim malumat var efendim. Onu da arz ede
yim. Gerek tutuklu olup da şimdiye kadar hiçbir şey yapılmamış tutuklular ve ge
rekse bütün halk, dakikadan dakikaya istiklal mahkemelerini bekliyorlar. Namusum
üzerine yemin ederim ki efendiler yalnız terk edilmiş malların üzerine çullanmış
olan üç beş şahıs müstesna olmak üzere, halkın büyük bir kısmı istiklal mahke
mesini istiyor. Fakat mademki Yüce Meclisin, istiklal mahkemeleri aleyhindeki
düşünceleri ortaya çıkmıştır, ısrar etmiyorum. Lakin benim arzu ettiğim ve bütün
memleketin pek fazla arzu ettiği bir şey vardır ki o da harpten dolayı ortaya çıkmış
olan meseleleri bir an evvel halledecek olağanüstü yetkilere sahip bir teşkilat ku
rulmasıdır. Bunu ne şekilde yaparsanız yapınız. Fakat yetişin, teşkilat yapın, çün

1125
kü buralardaki meselelerin halli için mevcut Hükümet teşkilatı kâfi değildir. Bunlara
yetişin. Efendiler, yalnız İzmir'de yapacağınız ufak bir teşkilat ve burada bir iki ay
zarfında sarf edeceğiniz beş yüz bin lira, bir milyon lira Hazineye yirmi beş, otuz
milyon lira bırakacaktır. Fakat bence en çok acil olan mesele, Devlet Hazinenin
çok kazanması, terk edilmiş malların çok olması, az olması değildir. Bugün Uşak'-
tan itibaren İzmir'e kadar yanan, yakılan köylerin halkı pek aç, pek çıplak, pek
sessiz bir manzara arz etmektedir. Bunlara bir an evvel yetişilmelidir. Kereste
meselesi, sonra hayvan meselesi halledilmelidir. Açlığın önüne geçmek için gere
ken tedbirler alınmalıdır. Bugün İzmir'den bir arşın basma gelmiyor. Bakınız efen
diler günde iki bin top manifatura gönderen İzmir, bugün bir top bile dışarıya gön
deremiyor. Bütün köyler, şehirler yanmıştır. Basmaya çok şiddetle ihtiyaç vardır.
Fakat bugüne kadar halledilemeyen ve herhalde halledilemeyecek olan bu terk
edilmiş mallar dolayısıyla güya kaçakçılığa meydan vermemek için bir arşın bas
ma çıkmıyor. Halk tamamen açtır. İğneden ipliğe kadar ihtiyacı vardır. Bu aç ve
çıplak, ağaç gövdelerinde duvar kovuklarında, çergelerde yatmakta ve inlemekte
olan bu halkın, yarın ölü yığınlarına dönmesi kaçınılmaz olacaktır. Bunun önüne
geçmek lâzımdır. Sözlerim birer hakikattir. Hiçbir hissiyatın tesirinde olarak söyle
miyorum. Gördüğüm ve meşgul olduğum hususları arz ediyorum. Yetişiniz! Uşak
havalisinde bu aç kalan halka Allah aşkına biraz koşum hayvanı veriniz ve birer
mesken yapınız. Yetişiniz! Yetişmek kudreti elinizdedir. Teklifim kabul görülür de
bir şey yaparsanız pekâlâ, olmadığı takdirde sorumluların Allah katında kim ola
cağını ben bilemem.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Ragıp Beyefendi, Selahattin Beyefendi size bir
soru soracaklardır.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Ben Hükümetin bu mesele hakkında cevap vermesi
ni talep ediyorum. Bu gayet mühim bir meseledir. Arkadaşlarınızdan birinin de bu
hususa dair önergesi vardır. Gündeme alınsın ve bir karar verilsin.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Bu mesele ile yarın ilgilenelim, bugün
vakit geçti.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Müsaade buyurun efendim, Başkanlık Divanı’nın
da bir söz hakkı vardır. Şimdi efendim, arkadaşımız Heyetinize açıklamalarda
bulundu. Mesele pek mühimdir. Bunun hakkında bir önerge vardır. Bu önerge
okunsun.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Efendim, evvelce buna dair yetmiş imzalı bir önerge
vermiştik. Ona karşılık iki kanun teklifi geldi. Bunlar Ragıp Bey’in bahsettiği husus
lara temas ediyor.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim icap ederse onu da birleştiririz, birleştir
mek lazım gelirse.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Arz ettiğim budur işte.

1126
TBMM Başkanlığına
Maliye ve İktisat, Nafıa, İçişleri, Sağlık ve Sosyal Yardım komisyonların
dan seçilecek üyelerden kurulacak bir Özel Komisyon kurularak, işgalden kur
tarılan yerlerde süratle normal duruma geçilebilmesi için, harpten dolayı ortaya
çıkan bütün meseleleri halledecek, geniş yetkili bir teşkilata ait hususları yirmi
dört saat zarfında belirleyip Genel Kurul’a teklif edilmesini arz ederim. 21 Ekim
1922
Kütahya Mebusu
Ragıp
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Ragıp Bey, bir kere meselenin bugünkü
gündeme alınması ve bugün görüşülmesini teklif ediliyor. Önce onu oylarınıza
sunuyorum. Bu meselenin gündeme alınmasını kabul edenler lütfen el kaldırsınlar,
kabul edilmiştir. Önergelerin birisinde her ne kadar Meclisin yarın tatil günü ise de
mesele gayet mühim olduğundan dolayı bu mesele için yarın toplanılması teklifi
var. Yarın toplanılmasını kabul edenler lütfen el kaldırsın, yarın aynı saatte topla
nılması kabul edilmiştir. Efendim Ragıp Bey de yirmi dört saat zarfında komisyon
lardan üçer üye seçerek özel bir komisyon kurulmasını teklif ediyor. Bunu da oyla
rınıza sunuyorum. Yarın toplanıldığı zaman, bir esasın hazırlanması lazımdır.
Arkadaşlarımızdan fedakârlık bekleriz.
YUSUF ZİYA BEY (Mersin): Yarın toplanılınca buna lüzum yok. Esasen Meclis
burada görüşüp karar verir.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim ben oya sunarım, kabul edip etmemek
size aittir. Efendim, şimdi Ragıp Bey’in, dört komisyondan seçilecek olan üçer
üyenin yarın saat on dörde kadar, demek ki on sekiz, yirmi saat var, arkadaşları
mız konuşur, kimleri seçeceklerse, fedakârlık edeceklerine şüphe yoktur. Sabah
leyin erken toplanırlar, bunun için bir şey düşünebilirler. Bu önergeyi kabul edenler
lütfen el kaldırsınlar. Bu da kabul edilmiştir. Bu komisyonlar şimdi toplanarak, üçer
üye seçsinler ve bu işi bitirsinler, Efendim.
RAGIP BEY (Kütahya): Komisyonların isimlerini de lütfen söyleyiniz, Efendim.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Maliye ve İktisat, Sağlık ve Sosyal Yardım, İçişle
ri, Nafıa komisyonları.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Beş dakika ara verilsin, o sırada seçim yapılır.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Evet Efendim. Şimdi toplantıya beş dakika ara
veriyorum.
(Aradan sonra...)

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, celseyi açıyorum. Bundan önceki cel
sede kabul buyurduğunuz gibi Ragıp Bey’in önergesi, ilgili komisyonlarca görü

1127
şülmüş, kurulacak özel komisyon için üyeler seçilmiş ve isimleri Meclis Başkanlık
Divanına ulaşmıştır. Hepimizin bildiği gibi, insanlar meram ettiği takdirde ellerin
den bir şey kurtulmuyor. Şimdi karar verdiniz ve elhamdülillah derhal üyeler seçildi
ve geldi. Ben bu süratten dolayı ümit ederek diyorum ki herhalde bu arkadaşlar
yarınki Meclis için iyi bir hazırlık yapacaklardır. (İnşallah sesleri) Şimdi ilgili komis
yonların önergelerini birer birer okutuyor ve oylarınıza sunuyorum, Efendim.

TBMM Başkanlığına
İşgalden kurtarılmış olan yerlerin işlerine bakmak üzere kurulacak olan
Hususi Komisyona, Maliye ve İktisat Komisyonundan Menteşe Mebusu Tevfik
Rüştü Bey, Canik Mebusu Şükrü Bey, Bolu Mebusu Hilmi Bey seçilmişlerdir,
Efendim. 21 Ekim 1922
Maliye ve İktisat Kom. Bşk.
Zamir

TBMM Başkanlığına
İşgalden kurtarılmış yerlerde alınacak olan tedbirleri tespit edecek olan
Hususi Komisyona, Sağlık ve Sosyal Yardım Komisyonunca Kozan Mebusu
Fikret Bey, Bolu Mebusu Fuat Bey, Bursa Mebusu Dr. Emin Bey seçilmişlerdir.
Arz olunur. 21 Ekim 1922
Sağlık ve Sosyal Yardım Kom. Bşk.
Dr. Emin

TBMM Başkanlığına
İşgalden kurtarılmış yerler için çıkartılacak olan kanun teklifini hazırlamak
üzere, Genel Kurul kararı gereğince kurulacak olan Hususi Komisyona, İçişleri
Komisyonundan Kayseri Mebusu Ahmet Hilmi Bey, Genç Mebusu Fikri Faik
Bey, Saruhan Mebusu Avni Bey’in seçilmiş oldukları arz olunur. 21 Ekim 1922
İçişleri Komisyonu. Bşk.
Ahmet Hilmi

TBMM Başkanlığına
İşgalden kurtarılan vilâyetler için kurulacak komisyona, Bayındırlık Ko
misyonundan Burdur Mebusu İsmail Suphi Bey (Burdur), Ertuğrul Mebusu Ne
cip Bey, Batum Mebusu Edip Bey’in seçildikleri arz olunur. 21 Ekim 1922
Nafıa Komisyonu Bşk.
Ömer Lütfi

1128
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Bilgilerinize sunulur. Başarılar temenni
ederiz.

YUSUF ZİYA BEY (Mersin): Efendim, bu Komisyonun başarılı bir şekilde iş gör
mesi için üye seçen komisyonlarla alakalı bakanlıklardan birer memur vermeyi
teklif ediyorum. Yoksa Komisyon kendi kendine bir iş yapamaz. (uygundur sesleri)

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Hükümet bu görüşmeyi dinliyor. Onların da bu


Komisyonda hazır bulunmaları gerekir.

İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Reis Bey, bir noktayı daha ilave edeyim. Hükümetin
evvelce Meclise gönderdiği kanun tasarıları, tekrar Hükümete iade edilmişti. Hü
kümet Reisi de açıklamalarda bulunsun ve o çalışma hakkında malumat versin.

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Fethi Bey, bu komisyonlarla alakalı vekâletlerden


birer memurun Bu Hususi Komisyonda bulunmasını teklif ediyorlar.

FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Uygundur, Efendim.

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Bu noktayı arkadaşlarla görüşünüz de yarın her


halde Komisyonda bulunsunlar.

FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Peki, Efendim.


1
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Diğer gündem maddesine geçiyoruz.

26 EKİM 1922: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN İSTİFASI VE İSMET


PAŞA’NIN DIŞİŞLERİ BAKANI SEÇİLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 127.Birleşim, Gündem: 2/1)

İsmet Paşa’nın Mudanya Konferansı’nı nasıl idare ettiğini ayrıntılı


olarak öğrenen Mustafa Kemal Paşa, onu ileride toplanacak olan Barış
Konferansına Baş Delege olarak göndermeyi düşünüyordu. Dışişleri
Bakanı Yusuf Kemal Bey’e Dışişleri Bakanlığı’ndan çekilmesini ve
yerine İsmet Paşa’nın seçilmesini, bizzat yardımcı olmasını rica etti.
Yusuf Kemal Bey’de Mustafa Kemal Paşa’nın bu ricasını yerinde bula
rak gereğini yerine getirdi ve Dışişleri Bakanlığı görevinden istifa etti.

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Beyefendiler, bir önerge vardır, dinleyiniz.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (21 Ekim 1922), 1.Dönem, c.24, s.68-74, http://www.tbmm.gov.tr/

1129
TBMM Başkanlığına
Tabip raporuyla tasdik edilmiş olunan ve Yüce Meclisçe bilinen hastalı
ğım devam etmektedir. Uzun müddet istirahata şiddetle ihtiyacım var. Bu vazi
yette Dışişleri Vekaleti vazifesine devam edemeyeceğim. Vekalet vazifesinden
af buyurmanızı istirham ederim, efendim. 25 Ekim 1922
Kastamonu Mebusu
Yusuf Kemal
(Gürültüler)
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Bu istifa önergesidir. Bir de Divanının izin kararı
var. Onu da okuyalım.

TBMM Başkanlığına
Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey’in sağlık mazereti sebebiyle, ken
disine üç ay müddetle izin verilmiş olmakla Meclis Umum Heyetinin onayına
arz olunur, efendim.
TBMM İkinci Reisi
Dr. Adnan
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Yusuf Kemal Bey'in üç ay müddetle... (ret, bu
imkan haricinde sesleri)
ABDÜLHAK TEVFİK BEY (Dersim): Efendim, mazereti tabip raporu ile belli oldu
ğundan, izninin tabii kabul edilmesi lazım gelir.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Daha bugün istifa ediyor. Divan ne vakit toplanıyor da
karar veriliyor.
YUSUF ZİYA BEY (Mersin): Vekil Bey’den geçen gün gensoru önergesi verilmişti.
O önergeye cevap vermemiştir. Vekil nereye gidiyor?
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim izin kararını oylarınıza sunuyorum. (ret
sesleri) Efendim bütçe müzakeresine devam ediyoruz. (hayır sesleri)
FEYYAZ ALİ BEY: Divan kararını okudunuz, ama oya koymadınız. Oya koyunuz.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Niçin oya koymuyorsunuz? Maksat Meclise haber
vermek mi? Her zaman izin kararları okunur, derhal oya konulur.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): İstifasını bugün duyduk, bugün bu izin nedir de
diniz. Sordunuz cevap verdim. İzin kararı da yarın okunsun. (Hayır sesleri) Yusuf

1130
Kemal Beyin üç ay iznini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. (hayır,
ad okunarak oylansın sesleri)
(Bir gün sonra, 26 Ekim 1922 tarihindeki
1 oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, celseyi açıyorum. Malumunuz


Yusuf Kemal Bey istifa etmişlerdir. Şimdi onun yerine bir vekil seçeceğiz.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Müsaade buyurun bir şey arz edeyim. Tabii Dışişleri Vekili
Yusuf Kemal Bey’in dün istifa ettiğini biliyoruz. Ancak Dışişleri Vekaleti için bugün
seçim yapılacağı dün tebliğ edilmemiş ve gündeme alınmamıştır. Uygun görülürse
ben bunun Cumartesi günü yapılmak üzere gündeme alınmasını teklif ediyorum.
NECİP BEY (Ertuğrul): Önerge verdiniz mi?
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Efendim, gündem için önerge vermeye lüzum yok.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Dışişleri Vekili seçiminin cumartesi günü
gündeme alınmasını Hakkı Hami Bey teklif ediyor. Kabul edenler lütfen el kaldır
sın. Karar yeter sayısı yoktur, kabul edilmemiştir. O halde ad okunarak seçime
başlıyoruz.
(Ad okunarak oylama yapıldı. Oylamadan sonra diğer gündem maddelerinin görüşülmesi
ne devam edildi. Bu arada oylar sayıldı ve…)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Dışişleri Vekaleti seçiminde 174
üye oylamaya katılmıştır. 20 çekimsere karşı 154 oy ile İsmet Paşa Hazretleri
seçilmişlerdir. (alkışlar)
2
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Allah ikinci büyük zaferi nasip etsin.
(Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa Dışişleri Bakanı seçildikten sonra Ankara’ya gelmiş
ve göreve başlamıştır. Dört gün sonra 30 Ekim 1922 tarihindeki oturumda...)

İSMET PAŞA (Dışişleri Vekili): (sürekli alkışlar) Arkadaşlar cephede verilen vazife
dolayısıyla uzun müddet Meclisten ayrıldıktan sonra, bugün tekrar huzurunuzda
bulunmakla iftihar ediyorum. Büyük Millet Meclisi ordularının Yüce Meclise olan
bağlılığını, güvenini, saygısını kendiminki ile beraber takdim ediyorum. (alkışlar)
Vatanımızın kurtuluşu için en aziz şeylerini, dünyanın bütün kuvvetlerine karşı iki
seneden beri hayatlarını severek feda etmiş olan aziz şehitlerin hatıralarını daima
ruhumuzda, vicdanımızda muhafaza ediyoruz. O şehitlerin ruhlarına fatihalar gön
derelim. (birlikte fatiha okundu) Arkadaşlarım, Mudanya Konferansında yaptığımız
ateşkes ile Garp Cephesinde iki seneden beri yaptığımız askeri sefere ara verdik.

1 TBMM Zabıt Ceridesi (25 Ekim 1922), 1.Dönem, c.24, s.183-185, http://www.tbmm.gov.tr/
2 TBMM Zabıt Ceridesi (26 Ekim 1922), 1.Dönem, c.24, s.198-208, http://www.tbmm.gov.tr/
1131
Bu askeri harekat hakikaten baştan nihayete kadar, her safhası ayrı ayrı idare
olunmuş büyük bir askeri sefer idi. Vatanımız için imha edici maksatlarla tertip ve
tespit edilmiş olan bir istila planının tatbikine karar verilmişti. Mücadelemizin ba
şında düşmanlarımızın sayısı ne kadar idi? Kaç cepheden hücum ediyorlardı?
Bunu, bugün saymakta zorlanırız. Garp Cephesinde aleyhimize takip olunan se
fer, istila suretiyle başladı. Her defasında memleketin bir yerini istila ettikleri vakit
bütün, bütün kuvvetimiz orada bitmiştir, zannediyorlardı. Onun için Uşak'a ve Bur
sa'ya kadar geldiler ve onun için İkinci İnönü'nde bir memleketi, bir sömürgeyi
istila eder gibi muhtelif kollardan ilerlediler. Nihayet Yüce Meclisiniz tarafından
bilinen bu seferler, Sakarya'da istila planının asıl kısmını gösterdi. İtilaf devletleri
nin bir maşası olan Yunanistan, bütün nüfusunun ve kaynaklarının meydana geti
rebileceği en büyük bir orduyla vatanın bağrına saldırdı. Bu emelleri Sakarya'da
başarısız kaldığı vakit Anadolu'nun batı tarafından istila edilmesinin maddeten
mümkün olmadığı dünyaya ilan ve ispat edilmiş oluyordu. Bunu tarihimiz, silahsız
ve müşkül bir vaziyette bulunduğu sanılan Türk Milletini tamamen devirmek için
Yunanistan'ın son takatini, son kuvvetini sarf etmesi şeklinde yazacaktır. Sakar
ya'dan sonra ise doğrudan doğruya askeri harekâttan daha büyük bir medeniyet
mücadelesi başladı. Kendisine hücum edilen Türkiye, bütün kuvvetini toplayarak
Anadolu'yu müdafaa edebilirdi. Fakat taarruz harbinden daha fazla vasıta, birlik ve
dayanışma isteyen ve bilhassa çok anlayış, tahsil ve ilim isteyen medeniyet harbi
ni yenmek mümkün değildi. Arkadaşlar, gerçi büyük bir taarruz muharebesi yap
mak zordu. Fakat bir seferin başından sonuna kadar, milletin varını, yoğunu mem
leketin müdafaası için almasını bilen Büyük Millet Meclisi, bir taarruz yapmak için
ordumuzun muhtaç olduğu her şeyi temin etmişti. Ondan sonra millet büyük bir
dayanışma gösterdi. Bir milletin bütün her şeyini toplayıp diğer istilacı millete karşı
vurarak, üç günde bir neticeye ulaşmasını için büyük milletlerin esasen fiilen, vic
danen, kalben muhtaç olduğu birtakım hususiyetler lazımdı. Bu hususiyetler de
milletimizde bulunuyordu. (alkışlar) Ondan sonra fen ve sanat bakımından bütün
İtilaf ordularından yardım alan ve bütün hatalarını düzelten Yunan Ordusuna karşı
akıl ve fen hususiyetlerini kullanmak lazım geliyordu. Bu imtihanı vermeye mecbur
idik. Cenabı Hakkın yardımları ile Yunan Ordusunun taarruzumuz karşısında mağ
lubiyeti, onların her hangi bir gafleti veya bir tesadüf eseri mahiyetinde değildir.
Milletimizin üstün olan bütün vasıflarını harekete geçiren bu taarruza karşı koymak
mümkün olmadığı için, tabii bir emir olarak zaferimiz tahakkuk etti. (şiddetli alkış
lar) Binaenaleyh Yunan Ordusu yerine her hangi bir ordu olsaydı da Büyük Millet
Meclisi orduları, yine aynı neticeyi alırlardı. (alkışlar) Ordularımız bilhassa talim ve
terbiyece kendilerini ispat etmek mecburiyetindeydi. Bunun için sarf olunan emek
ler memnuniyet verecek derecedeydi. En yaşlı kumandanlarımız yeniden mektep
lere girmişler, sade ve mütevazı talebeler gibi tahsil görmüşlerdir. İnsanları, ordu
ları bu mücadeleye sevk eden fikir, memleketin mukadderatın Büyük Millet Meclisi
ve Hükümeti tarafından belli hedeflere doğru sevk olunduğuna inanılmasıdır. Bu
sebepledir ki çetin muharebe günlerinde, verdiğimiz şehitler, kendilerinden sonra
davalarının takip olunacağına inanıyorlardı. Ordudaki ruh hali, her şeyi hazır bir

1132
düşman ordusu karşısında, vasıtasız bulunduğumuz günlerde de mutlaka galip ve
muzaffer olmak lazım geldiğine kanaat etmek yolundadır.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu) Bilhassa siz de Paşa Hazretleri.
İSMET PAŞA (Devamla): Ondan sonra takip ettiğimiz iş, milletin ordulara vermiş
olduğu insan ve malzemenin en küçüğünden, en büyüğüne kadar istifade etmek
için son derece sebat ederek çare aramak yolundaydı. Ondan sonra orduların
Büyük Millet Meclisine itaati harikulade bir derecededir. Başkumandana kadar
aşağıdan yukarı bütün kumandanların, askerlerin hakiki ve mutlak bir itimat ve
emniyeti vardır. (şiddetli alkışlar) Bizim ordularımızı, Büyük Millet Meclisi ordularını
diğer ordulardan ayıran hususiyetler, bizzat milletin kendi hususiyetleri olarak ifa
de olunabilir. (bravo sesleri, şiddetli alkışlar) Yani Büyük Millet Meclisinin takip
ettiği gayeler, baştan sonuna kadar en yaşlı kumandandan en genç askerine ka
dar bilinmiş ve anlaşılmıştır. Böyle bir orduyu bizim tarihimiz şimdiye kadar gör
memiştir. (alkışlar) Bizim ordularımız ahlak ve fazilet itibariyle de diğer ordulardan
yüksektir. Osmanlı orduları devrinde, daha ondan evvelki devrelerde de Türk or
duları daima ahlak itibariyle böyleydiler.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Millet ordusudur, millet ordusudur!
İSMET PAŞA (Devamla): Taarruzla Akdeniz’e vardıktan sonra ordularımız manen
olduğu kadar maddeten de kazançlı olmuşlardır. Muharebe ettiğimiz Yunan Ordu
su büyük fabrikalarının bütün vasıtalarıyla, malzemeleriyle donatılmıştı. Silahları
Dünya Harbi zamanına göre daha fazla miktardaydı. Taburları bizim Dünya Har
binden sonra bir tabura bıraktığımız malzemenin iki misli, üç misli, dört misli mal
zemeyle karşımıza çıkmışlardı. Binaenaleyh onların bu varlıkları tamamen mem
leketimizde kaldı ve bizim elimizde kaldı. (hamdolsun sesleri) Talim ve terbiye
hususunda Dünya Harbinin tecrübelerine sahip bulunan bu Yunan Ordusu, velha
sıl bu tecrübelerini de bütün harp malzemesi gibi tamamen Büyük Millet Meclisi
ordularına devretmiştir. (gülüşmeler) Gerek malzeme itibariyle ve gerek talim ve
terbiye ve tecrübe itibariyle Büyük Millet Meclisi orduları, bugün Akdeniz sahilin
deki en büyük ordularından biri sayılıyor. (şiddetli alkışlar) Ordularımızın diğer bir
hususiyetini arz etmek isterim. O da ordularımızın emniyet ve sulh vasıtası olma
sıdır. Yunan Ordusunun Doğu'da nasıl anarşi ve eşkıyalık husule getirdiğini hepi
niz ve bütün dünya senelerce seyretti. Halbuki bizim ordularımız meydana çıktık
tan ve muzaffer olduktan sonra Doğu’nun her yerinde asayiş ve düzen teessüs
etmiştir. Binaenaleyh bizim ordularımız insanlara yalnız sulh, emniyet ve asayiş
temin etmek için vücuda getirilmiştir. Bundan başka Büyük Millet Meclisi ve Hü
kümeti, ordularını her ne zaman kullanmak istediyse, evvela sulh için bütün im
kanlarını kullanmıştır. Londra'da bizim Delege Heyetimiz en mütevazı ve en uygun
teklifler ile yetindi. Fakat bu tekliflerimizi reddettiler. İkinci İnönü Harbini yaptık.
İtilaf devletleri sulha bir çare bulmak için aralarında konuşuyorlardı. Yunanlılar
Sakarya'ya kadar ilerlediler. Boylarının ölçülerini aldılar. Ondan sonra tekrar Batı
devletlerinin başşehirlerinde meseleyi sulh yoluyla halletmek için son gayretlerimi

1133
zi, tekliflerimizi sunduk. Tekliflerimiz reddedildi ve işte Akdeniz'e kadar dayandık.
Ondan sonra karşısında hiçbir engel kalmadığı halde muzaffer ve büyük orduları
mız, İstanbul Boğazına ve Çanakkale Boğazına vardıkları vakit, Büyük Millet Mec
lisi itiraza meydan vermemek ve sulhseverliğini bütün dünyaya ispat etmek için
ordularını durdurdu. Şimdiye kadar her defasında ve her seferde Büyük Millet
Meclisi ordularının gayesinin sulh olduğunu ispat ettiğimiz gibi, eğer bir gün sulhu
muhafaza etmek için ordulara vazife vermekten başka çare olmadığına kani olur
sanız, Büyük Millet Meclisi orduları 26 Ağustos'tan 10 Ekim’e kadar bir buçuk ay
da yaptıklarını az bir zamanda yapacak bir kudrettedir. Buna emin olabilirsiniz.
(alkışlar) Yüce Meclisin büyük bir çoğunlukla verdiği yeni vazifeme dair biraz ma
lumat vereceğim. İnşallah huzurunuzda ordularımız hakkında iyi haberler verecek
vaziyeti sizin itimadınızla siyasette de vereceğiz. (inşallah sesleri) Dış siyasetimize
ait tavrımız son defa Hükümetimizin 4 Ekim notasıyla ifade olunmuştu. Bu nota ile
İtilaf devletlerinin tekliflerine cevaben Sulh Konferansına delege göndermeye hazır
olduğumuzu bildirmiş ve Hükümetimizin şartlarını arz etmiştik. Bu notaya cevap
geldi ve İtilaf devletleri İstanbul'daki Temsilcimiz Hamit Bey’e Lozan'da 13 Ekim’de
delegelerimizi beklediklerini bildirdiler. Bu notaya 4 Ekim tarihli notamızın bir ilave
si olan nota ile cevap verdik. Dedik ki delegelerimizi göndermeye hazırız. İstan
bul'daki Temsilcimiz bizim bu cevap notasını Müttefik temsilcilerine verirken, onlar
da bize gönderdikleri Lozan’a davet notasının bir suretini İzzet Paşaya da verdik,
demişler. Bizim Temsilcimiz, her hangi resmi mahiyeti olmayan bu şifahi malumatı
bize duyurmak üzere kabul ettiğini bildirmiştir. Bununla beraber bizim delegeleri
miz cevap olarak Müttefik delegelerine diyeceklerdir ki notanın İzzet Paşa’ya da
verilmesi işini, Türkiye ile alakadar bir mesele olarak saymıyoruz. Sulh Konferan
sına Türkiye temsilcisi olarak işgal mıntıkaları dahilinden heyetler davet olunması
nı, bizim Konferansa katılmamızı engel olarak sayıyor ve Mudanya Konferansı
şartlarına aykırı olarak düşünüyoruz. Bunu da tebliğ ediyoruz. Onların şifahen
verdikleri beyanata karşı biz de bir izah yapmış oluyoruz. Bu hususta izahat ver
mek için arz edeyim ki öteden beri Türk davasını bölmek, parçalamak için aleyhi
mizde bu usulleri hep tatbik ederlerdi. Bir defa da Yunanlılar, işgal ettikleri mıntı
kada muhtariyet ilan ettiler ve buradan dışarıya birtakım delegeler gönderdiler.
Güya bunlar Türkiye'nin temsilcileriydiler. Yabancı bir kuvvet işgalinde ve idare
sinde bulunan bir yerden, Türkiye temsilcisi olarak bir heyet çıkarmaya teşebbüs
etmek, Mudanya Konferansı ile ortaya çıkan askeri vaziyeti ihlal eder. Mudanya
Konferansında müzakereler, Türkiye temsilcisi olarak bizimle Müttefikler arasında
yapılmıştır. İmzaladığımız Ateşkes Anlaşmasının bütün mahiyeti Türkiye hudutları
dahiline aittir. Hukuki ve resmi vaziyetimiz bu şekilde kabul olunmuştur. Bunun
haricinde bir mana ifade eden haberler doğru olmayacaktır. (alkışlar)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Hakkari Mebusu Mazhar Müfit Bey’in bir
önergesi var.

1134
TBMM Başkanlığına
Doğu ve Batı cepheleri muhterem kumandanları ve aynı zamanda me
bus arkadaşlarımız olan Kazım Karabekir1 ve İsmet Paşa Hazretlerine ve harp
planlarının daha iyi bir surette hazırlanması ile ordularımızın zafere ulaşmasını
sağlayan Genel Kurmay Reisi Fevzi Paşa Hazretlerine teşekkürlerimizin Meclis
Divanı tarafından tebliği hususunun karara alınmasını teklif eylerim.
Hakkari Mebusu
Mazhar Müfit

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bu önergeyi kabul edenler lütfen
2
el kaldırsın. (kabul, sesleri) Oy birliği ile kabul edilmiştir.

30 EKİM 1922: ASKERİ GÖREVLERİ SONA EREN İSMET (İnönü) VE KAZIM


(Karabekir) PAŞALARIN BEYANATLARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 129.Birleşim, Gündem: 3/1)

Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa Dışişleri Bakanı seçildikten


sonra Ankara’ya gelmiş ve göreve başlamıştır. Derhal Lozan Barış
Konferansının hazırlıklarına başladı. Doğu Ordusu Komutanı Kazım
Karabekir Paşa da görevi devrederek Ankara’ya geldi ve Edirne Millet
vekili olarak Mecliste göreve başladı. Her iki komutan da Genel Kurul’da
birer konuşma yaptılar. Her iki komutan ileride, farklı siyasi grupların
farklı mensupları olarak ayrı yollarda görev üsleneceklerdi.

İSMET PAŞA (Dışişleri Vekili): (sürekli alkışlar) Arkadaşlar cephede verilen vazife
dolayısıyla uzun müddet Meclisten ayrıldıktan sonra, bugün tekrar huzurunuzda
bulunmakla iftihar ediyorum. Büyük Millet Meclisi ordularının Yüce Meclise olan
bağlılığını, güvenini, saygısını kendiminkiyle beraber takdim ediyorum. (alkışlar)
Vatanımızın kurtuluşu için en aziz şeylerini, Dünyanın bütün kuvvetlerine karşı iki
seneden beri hayatlarını severek feda etmiş olan aziz şehitlerin hatıralarını daima
ruhumuzda, vicdanımızda muhafaza ediyoruz. O şehitlerin ruhlarına fatihalar gön
derelim. (birlikte Fatiha okundu) Arkadaşlarım, Mudanya Konferansında yaptığı
mız ateşkes ile Garp Cephesinde iki seneden beri yaptığımız askeri sefere ara
verdik. Bu askeri harekât hakikaten baştan nihayete kadar, her safhası ayrı ayrı

1
Doğu Ordusu Komutanı Kazım Karabekir Paşa da görevi devrederek Ankara’ya geldi ve
Edirne Milletvekili olarak Mecliste göreve başladı. Her iki komutan ileride, farklı siyasi
grupların farklı mensupları olarak ayrı yollarda görev üsleneceklerdir.

2 TBMM Zabıt Ceridesi (30 Ekim 1922), 1.Dönem, c.24, s.251-256, http://www.tbmm.gov.tr/

1135
idare olunmuş büyük bir askeri sefer idi. Vatanımız için imha edici maksatlarla
tertip ve tespit edilmiş olan bir istila plânının tatbikine karar verilmişti. Mücadele
mizin başında düşmanlarımızın sayısı ne kadar idi? Kaç cepheden hücum ediyor
lardı? Bunu, bugün saymakta zorlanırız. Garp Cephesinde aleyhimize takip olu
nan sefer, istila suretiyle başladı. Her defasında Memleketin bir istilâ ettikleri vakit
bütün, bütün kuvvetimiz orada bitmiştir, zannediyorlardı. Onun için Uşak'a ve Bur
sa'ya kadar geldiler ve onun için İkinci İnönü'nde bir memleketi, bir sömürgeyi
istilâ eder gibi muhtelif kollardan ilerlediler. Nihayet Yüce Meclisiniz tarafından
bilinen bu seferler, Sakarya'da istilâ plânının asıl kısmını gösterdi. İtilaf devletleri
nin bir maşası olan Yunanistan, bütün nüfusunun ve kaynaklarının meydana geti
rebileceği en büyük bir orduyla Vatanın bağrına saldırdı. Bu emelleri Sakarya'da
başarısız kaldığı vakit Anadolu'nun Batı tarafından istila edilmesinin maddeten
mümkün olmadığı Dünyaya ilan ve ispat edilmiş oluyordu. Bunu tarihimiz, silahsız
ve müşkül bir vaziyette bulunduğu sanılan Türk Milletini tamamen devirmek için
Yunanistan'ın son takatini, son kuvvetini sarf etmesi şeklinde yazacaktır. Sakar
ya'dan sonra ise doğrudan doğruya askeri harekâttan daha büyük bir medeniyet
mücadelesi başladı. Kendisine hücum edilen Türkiye, bütün kuvvetini toplayarak
Anadolu'yu müdafaa edebilirdi. Fakat taarruz harbinden daha fazla vasıta, birlik ve
dayanışma isteyen ve bilhassa çok anlayış, tahsil ve ilim isteyen medeniyet harbi
ni yenmek mümkün değildi. Arkadaşlar, gerçi büyük bir taarruz muharebesi yap
mak zordu. Fakat bir seferin başından sonuna kadar, Milletin varını, yoğunu Mem
leketin müdafaası için almasını bilen Büyük Millet Meclisi, bir taarruz yapmak için
Ordumuzun muhtaç olduğu her şeyi temin etmişti. Ondan sonra Millet büyük bir
dayanışma gösterdi. Bir milletin bütün her şeyini toplayıp diğer istilacı millete karşı
vurarak, üç günde bir neticeye ulaşmasını için büyük milletlerin esasen, fiilen,
vicdanen, kalben muhtaç olduğu birtakım hususiyetler lâzımdı. Bu hususiyetler de
Milletimizde bulunuyordu. (alkışlar) Ondan sonra fen ve sanat bakımından bütün
İtilaf ordularından yardım alan ve bütün hatalarını düzelten Yunan Ordusuna karşı
akıl ve fen hususiyetlerini kullanmak lâzım geliyordu. Bu imtihanı vermeye mecbur
idik. Cenabı Hakkın yardımları ile Yunan Ordusunun taarruzumuz karşısında mağ
lûbiyeti, onların her hangi bir gafleti veya bir tesadüf eseri mahiyetinde değildir.
Milletimizin üstün olan bütün vasıflarını harekete geçiren bu taarruza karşı koymak
mümkün olmadığı için, tabii bir emir olarak zaferimiz tahakkuk etti. (şiddetli alkış
lar) Binaenaleyh Yunan Ordusu yerine her hangi bir ordu olsaydı da Büyük Millet
Meclisi orduları, yine aynı neticeyi alırlardı. (Alkışlar) Ordularımız bilhassa talim ve
terbiyece kendilerini ispat etmek mecburiyetindeydi. Bunun için sarf olunan emek
ler memnuniyet verecek derecedeydi. En yaşlı kumandanlarımız yeniden mektep
lere girmişler, sade ve mütevazi talebeler gibi tahsil görmüşlerdir. İnsanları, ordu
ları bu mücadeleye sevk eden fikir, Memleketin mukadderatın Büyük Millet Meclisi
ve Hükümeti tarafından belli hedeflere doğru sevk olunduğuna inanılmasıdır. Bu
sebepledir ki çetin muharebe günlerinde, verdiğimiz şehitler, kendilerinden sonra
davalarının takip olunacağına inanıyorlardı. Ordudaki ruh hali, her şeyi hazır bir

1136
düşman ordusu karşısında, vasıtasız bulunduğumuz günlerde de mutlaka galip ve
muzaffer olmak lazım geldiğine kanaat etmek yolundadır.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu) Bilhassa siz de, Paşa Hazretleri.
İSMET PAŞA (Devamla): Ondan sonra takip ettiğimiz iş, Milletin ordulara vermiş
olduğu insan ve malzemenin en küçüğünden, en büyüğüne kadar istifade etmek
için son derece sebat ederek çare aramak yolundaydı. Ondan sonra orduların
Büyük Millet Meclisine itaati harikulade bir derecededir. Başkumandana kadar
aşağıdan yukarı bütün kumandanların, askerlerin hakiki ve mutlak bir itimat ve
emniyeti vardır. (Şiddetli alkışlar) Bizim ordularımızı, Büyük Millet Meclisi orduları
nı diğer ordulardan ayıran hususiyetler, bizzat Milletin kendi hususiyetleri olarak
ifade olunabilir. (bravo sesleri, şiddetli alkışlar) Yani Büyük Millet Meclisinin takip
ettiği gayeler, baştan sonuna kadar en yaşlı kumandandan en genç askerine ka
dar bilinmiş ve anlaşılmıştır. Böyle bir orduyu bizim tarihimiz şimdiye kadar gör
memiştir. (alkışlar) Bizim ordularımız ahlak ve fazilet itibariyle de diğer ordulardan
yüksektir. Osmanlı orduları devrinde, daha ondan evvelki devrelerde de Türk or
duları daima ahlâk itibariyle böyleydiler.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Millet ordusudur, Millet ordusudur!
İSMET PAŞA (Devamla): Taarruzla Akdeniz’e vardıktan sonra ordularımız manen
olduğu kadar maddeten de kazançlı olmuşlardır. Muharebe ettiğimiz Yunan ordu
su büyük fabrikalarının bütün vasıtalarıyla, malzemeleriyle donatılmıştı. Silâhlan
Dünya Harbi zamanına göre daha fazla miktardaydı. Taburları bizim Dünya Har
binden sonra bir tabura bıraktığımız malzemenin iki misli, üç misli, dört misli mal
zemeyle karşımıza çıkmışlardı. Binaenaleyh onların bu varlıkları tamamen Mem
leketimizde kaldı ve bizim elimizde kaldı. (hamdolsun, sesleri) Talim ve terbiye
hususunda Dünya Harbinin tecrübelerine sahip bulunan bu Yunan Ordusu, velhâ
sıl bu tecrübelerini de bütün harp malzemesi gibi tamamen Büyük Millet Meclisi
ordularına devretmiştir. (gülüşmeler) Gerek malzeme itibariyle ve gerek talim ve
terbiye ve tecrübe itibariyle Büyük Millet Meclisi orduları, bugün Akdeniz sahilin
deki en büyük ordularından biri sayılıyor. (şiddetli alkışlar) Ordularımızın diğer bir
hususiyetini arz etmek isterim. O da ordularımızın emniyet ve sulh vasıtası olma
sıdır. Yunan Ordusunun Doğu’da nasıl anarşi ve eşkıyalık husule getirdiğini hepi
niz ve bütün Dünya senelerce seyretti. Hâlbuki bizim ordularımız meydana çıktık
tan ve muzaffer olduktan sonra Doğu’nun her yerinde asayiş ve düzen teessüs
etmiştir. Binaenaleyh bizim ordularımız insanlara yalnız sulh, emniyet ve asayiş
temin etmek için vücuda getirilmiştir. Bundan başka Büyük Millet Meclisi ve Hü
kümeti, ordularını her ne zaman kullanmak istediyse, evvela sulh için bütün im
kânlarını kullanmıştır. Londra'da bizim Delege Heyetimiz en mütevazı ve en uygun
teklifler ile yetindi. Fakat bu tekliflerimizi reddettiler. İkinci İnönü Harbini yaptık.
İtilaf devletleri sulha bir çare bulmak için aralarında konuşuyorlardı. Yunanlılar
Sakarya'ya kadar ilerlediler. Boylarının ölçülerini aldılar. Ondan sonra tekrar Batı
devletlerinin başkentlerinde meseleyi sulh yoluyla halletmek için son gayretlerimizi

1137
tekliflerimizi sunduk. Tekliflerimiz reddedildi ve işte Akdeniz'e kadar dayandık.
Ondan sonra karşısında hiçbir engel kalmadığı halde muzaffer ve büyük orduları
mız, İstanbul Boğazına ve Çanakkale Boğazına vardıkları vakit, Büyük Millet Mec
lisi itiraza meydan vermemek ve sulhseverliğini bütün Dünya’ya ispat etmek için
ordularını durdurdu. Şimdiye kadar her defasında ve her seferde Büyük Millet
Meclisi ordularının gayesinin sulh olduğunu ispat ettiğimiz gibi, eğer bir gün sulhu
muhafaza etmek için ordulara vazife vermekten başka çare olmadığına kani olur
sanız, Büyük Millet Meclisi orduları 26 Ağustos'tan 10 Ekim’e kadar bir buçuk ay
da yaptıklarını az bir zamanda yapacak bir kudrettedir. Buna emin olabilirsiniz.
(alkışlar) Yüce Meclisin büyük bir çoğunlukla verdiği yeni vazifeme dair biraz ma
lûmat vereceğim. İnşallah huzurunuzda ordularımız hakkında iyi haberler verecek
vaziyeti sizin itimadınızla siyasette de vereceğiz. (inşallah sesleri) Dış siyasetimize
ait tavrımız son defa Hükümetimizin 4 Ekim notasıyla ifade olunmuştu. Bu nota ile
İtilaf devletlerinin tekliflerine cevaben Sulh Konferansına delege göndermeye hazır
olduğumuzu bildirmiş ve Hükümetimizin şartlarını arz etmiştik. Bu notaya cevap
geldi ve İtilaf devletleri İstanbul'daki Temsilcimiz Hamit Bey’e Lozan'da 13 Ekim’de
delegelerimizi beklediklerini bildirdiler. Bu notaya 4 Ekim tarihli notamızın bir ilave
si olan nota ile cevap verdik. Dedik ki delegelerimizi göndermeye hazırız. İstan
bul'daki Temsilcimiz bizim bu cevap notasını Müttefik temsilcilerine verirken, onlar
da bize gönderdikleri Lozan’a davet notasının bir suretini İzzet Paşaya da verdik,
demişler. Bizim Temsilcimiz, her hangi resmi mahiyeti olmayan bu şifahi malûmatı
bize duyurmak üzere kabul ettiğini bildirmiştir. Bununla beraber bizim delegeleri
miz cevap olarak Müttefik delegelerine diyeceklerdir ki notanın İzzet Paşa’ya da
verilmesi işini, Türkiye ile alâkadar bir mesele olarak saymıyoruz. Sulh Konferan
sına Türkiye temsilcisi olarak işgal mıntıkaları dâhilinden heyetler davet olunması
nı, bizim Konferansa katılmamızı engel olarak sayıyor ve Mudanya Konferansı
şartlarına aykırı olarak düşünüyoruz. Bunu da tebliğ ediyoruz. Onların şifahen
verdikleri beyanata karşı biz de bir izah yapmış oluyoruz. Bu hususta izahat ver
mek için arz edeyim ki, öteden beri Türk davasını bölmek, parçalamak için aley
himizde bu usulleri tatbik hep tatbik ederlerdi. Bir defa da Yunanlılar, işgal ettikleri
mıntıkada muhtariyet ilân ettiler ve buradan dışarıya birtakım delegeler gönderdi
ler. Güya bunlar Türkiye'nin temsilcileriydiler. Yabancı bir kuvvet işgalinde ve ida
resinde bulunan bir yerden, Türkiye temsilcisi olarak bir heyet çıkarmaya teşebbüs
etmek, Mudanya Konferansı ile ortaya çıkan askeri vaziyeti ihlâl eder. Mudanya
Konferansında müzakereler, Türkiye temsilcisi olarak bizimle Müttefikler arasında
yapılmıştır. İmzaladığımız Ateşkes Anlaşmasının bütün mahiyeti Türkiye hudutları
dâhiline aittir. Hukuki ve resmi vaziyetimiz bu şekilde kabul olunmuştur. Bunun
haricinde bir mana ifade eden haberler doğru olmayacaktır. (alkışlar)
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Kazım Karabekir Paşa Hazretlerini aramızda
gördük. Bize izahat vermeleri için arkadaşlarımız rica ediyorlar.
KAZIM KARABEKİR PAŞA (Edirne): (sürekli alkışlar) Doğu Cephesinin sonsuz
hürmetlerini Muhterem Büyük Millet Meclisimize arz etmekle büyük bahtiyarlık
1138
duyuyorum. En acemi bir erinden dahi kalbinde olan Allah korkusu, sonra sevgili
Peygamberimizin aşkı, ondan sonra da Büyük Millet Meclisimize hürmet ve itaat
yaşıyor. (alkışlar) Bugün Milletimizin birliğini temsil eden, bu nurlu Meclisimizin
yarattığı milli zaferlerle, doğuda ve batıda Milletimizi saran esaret zincirleri nasıl
kırıldı ise, inşallah son halkaları olan ve İstanbul üzerinde kalan zincirleri de parça
lanacaktır. (alkışlar, inşallah sesleri) Mebusu bulunduğum mazlum ve masum
Edirne, bugün Milletiniz sayesinde büyük bayramlar yapıyor, çırpınıyor. Ben de o
dakikalarda aranızda bulunmakla büyük bahtiyarlık duyuyorum. (safa geldiniz,
sesleri) İnşallah milli zaferlerimiz gayesine tamamen ulaştıktan sonra, ordularımız
tabiatıyla sulh haline geçerken, yine bu milli birliğimiz sayesinde ilim ve irfan ordu
ları da seferberliğe başlar. Dışarıdan bizi sarmak isteyen esaret zinciri gibi içeride
de bizi aynı surette saran fakirlik ve cehalete karşı aynı suretle her tarafta hücum
ederiz ve Cenabı Allahın yardımı, Sevgili Peygamberimizin bize olan yardımı ve
Büyük Milletimizin birliği sayesinde, Milletimiz yakında refah ve saadete ve ilim ve
irfana koşar. Biz de bu suretle sonsuza kadar mesut oluruz. Saygılarımı sunarım,
bütün Doğu Ordumuz adına bütün kalbimle sizi selâmlarım ve bu suretle aranıza
karışmakla bahtiyarlık duyarım. (alkışlar)
VEHBİ EFENDİ (Konya): Efendim her iki Paşa Hazretlerinin de ifade ettikleri gibi
Hakkın yardımlarına dayanarak ordularımızın fiilen ispat etmiş olduğu gayret ve
ciddiyetleriyle kazanmış oldukları zaferlerden dolayı ordularımızın bütün kuman
danlarına, bütün subay ve askerlerine ve Başkumandanından erine kadar Milletim
adına teşekkür beyan ediyorum. (alkışlar, hepimiz iştirak ederiz sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Meclis adına hepimiz iştirak ederiz.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar, İstanbul'da çıkan bir Ermeni gazetesinin
garip bir yazısını hatırlatmak isterim. Henüz iki ordu birbiriyle çarpışmaya hazırla
nırken bu Ermeni gazetesi dedi ki Yunanlılar gözünüzü iyi açınız. Doğuda Türkler
bizim üzerimizden silindir gibi geçtiler. Korkarız ki size de bu oyunu oynamasınlar.
Birinci İnönü öyle oldu. İkinci öyle oldu, üçüncü öyle oldu. En sonuncusu da pek
müthiş oldu. Dünya’da hiçbir ordunun yapamadığı zafer silindirlerini bu Meclisin
orduları yaptı. Arkadaşlar, o silindirlere elektrik kuvveti veren, Kara Kazım Paşa’yı,
İsmet Paşa’yı, Fevzi Paşa’yı, Başkumandan Paşa’yı selâmlamakla iftihar ederim.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Muhterem arkadaşlar, Dışişleri Vekâletine seçmiş ol
duğumuz arkadaşımız İsmet Paşa Hazretleri, şu kürsüde bundan evvel kendisine
daha önce verdiğimiz vazifeyi ifa ettiğini ve bundan sonra da Yüce Mecliste çalış
maya devam edeceğini beyan ederken, hepimizin hissettiğimiz zevki hissetmek
biraz güçtür. Yalnız bir şey bendenizi ve bütün arkadaşlarımızı memnun eden bir
noktayı
Paşa samimiyetle dinledim veo hususa dair söz söylemek isterim. O da İsmet
Hazretleri Ordumuzun karşısında Yunan Ordusu olmasaydı ve Dünyanın en
kuvvetli bir ordusu olsaydı, onu da Yunan Ordusu gibi tepeleyip bu Milletin dava
sının haklı olduğunu bütün Dünyaya ispat edecek kuvvette olduğunu beyan bu
yurdular. Bir ordunun zaferini böyle fiilen ispat etmesi, Kuranı Kerimde “Allah

1139
düşmanlarıyla size düşman olanları ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz, fakat
Allah'ın bildiği düşmanları korkutmak için onlara karşı kullanmak üzere gücünüz
yettiği kadar kuvvet ve besili at hazırlayın, Allah yolunda ne harcarsanız size kar
şılığı tamamıyla ödenecektir ve asla zulme uğramayacaksınız.” Ayetinin sırrına
kumandanlarımızın tamamıyla uygun olarak Ordumuzun karşısında bulunan düş
man ordusundan karşısında bütün düşmanın ne kadar kuvveti varsa onun fazlası
nı çıkarmak suretiyle ilâhi emre uygun hareket ettiklerinden dolayı zafere kavuştu
lar. Bu, bizim için en büyük bahtiyarlıktır. Böyle kumandanlara sahip olan Türkiye
Büyük Millet Meclisi ordusunun bundan sonra da bütün düşmanları karşısında
ilâhi lütufa mazhar olacağına eminiz. O kumandanların da başkumandanından
onbaşısına, hatta erine varıncaya kadar vazifelerini bu suretle muvaffak oldukla
rından dolayı kendilerine Hoca Vehbi Efendi Hazretlerinin buyurdukları gibi 'bütün
Millet ve Yüce Meclis adına teşekkür ederim. (alkışlar) Binaenaleyh aramıza katı
lan iki paşamıza da Yüce Meclise teşrif buyurduklarından ve kendileriyle görüştü
ğümüzden dolayı bütün arkadaşlar adına hoş geldiniz der ve muvaffakiyetlerine
ilelebet duacı olduğumuzu arz eylerim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, İsmet Paşa Hazretleri ve Kâzım Paşa
Hazretleri askeri vaziyetimizden ve Ordumuzun itaatinden bahsederek esasen
bizce bilinen ulvi makamlarını bir daha takdir etmekle bahtiyarız. Bu büyük ku
mandanlar, bütün kumandanlar gibi Başkumandanından erine kadar bütün asker
lerin milli davayı hakkıyla inandıkları ve neticesini işte bize burada tebliğ ederek
vazifelerini yerine getirdiklerini tekrar ettiler. Biz de tabii bunu duymakla bahtiyarız.
Kâzım Paşa Hazretleri beyanatlarının sonunda buyurdular ki bundan sonra Mille
timizin içerisinde geri kalan hizmetleri tamamlayarak onları da en yüksek noktaya
çıkaracağız. Bunu geçmiş ile ispat ederek teşekkür ederim. Cidden bizce mukad
des tanınan Hilâfet Makamı, bir zaman oldu ki idrak edemeyen ellere düştü. Onun
teşkil ettiği Hükümet korkunç bir hayal peşinde Memlekete saldıran düşmanlara
karşı koyamıyordu. O zaman saldıran düşman kuvvetlerini kovacak olan milli kuv
vetleri görmeyecek kadar zaafa düşenler de vardı. İşte bunun üzerine vatansever
ler Milletin içerisine atıldılar. O felaketli günleri yaşadılar. Başka surette yaşama
nın manası olmadığını ispat ederek bizimle birlik oldular. Anadolu'nun her köşe
sinde, felâkete giderken çırpınan kalpler, rehber arıyordu. İşte bu adamlar karşı
mıza çıktılar. Evvelki makamlarının manasızlığını çok güzel anladılar ve kısmen
her şeylerini feda ettiler. Tabii bu onlar için bir şerefti ve bir vazifeydi. Çünkü vata
na hizmet etmekten büyük bir şeref olamaz. Millet hiçbir şeye ehemmiyet verme
yerek mukaddes davasında ısrar ederken bu kişiler de istikbali emin buluyor ve
davayı aşk ve iman haline getiriyorlardı. Kendilerinin aşk ve iman derecesinde
tuttukları idare edilmek usulüne nihayet vererek, cehaletin üzerine atılıp, irfan or
dusu, ilim ordusu vücuda getirerek, bunda da muzaffer olduğumuzu gelecek nesil
lere miras bırakmalarını rica ederim. Dünya Harbinde inim inim inleyen Milletimize
ilk evvel elini uzatan Kâzım Karabekir Paşa oldu. Efendiler yine vicdanımdan ko
parak burada kendilerine hitap ettiğim gibi Rus ordularına sahne olan, Ermeni

1140
vahşetlerine sahne olan Doğu vilayetlerinin sinesinde pek çok sefil yavrular yaşı
yordu ve bu çocuklar öyle bir hale gelmişti ki efendiler, bu İktisadi vaziyet içinde
onlara ufak bir yardımın verilmesi zor görüyordu. Bu yavrucuklar Dünya Harbinin
sefaletine, felâketine uğramış diğer yavrucuklar gibi aç ve sefil ve bazen de sokak
larda telef olacak bir vaziyette idiler. Hâlbuki bunlar en mukaddes insanlarımızdır,
bunlar şehitlerimizin evlatlarıdır. Çünkü sefalet yüzünden çaresiz kalmış insanların
yavruları idi. Onlara ellerini uzattı, bir medeni cesaret gösterdi. Zannediyorum ki
parası da yoktu. Fakat birçok fedakârlıklarla o yavruları topladı. Bu milletin ekmeği
ile beslediler ve millet de bunu takdir ediyor. Bugün binlerce çocuğun hayatını
kurtarmakla beraber bir istikbal için insanlar yetiştirmek örneğini gösterdi. Bu vesi
le ile de şükranlarımı sunarım. Tabiidir ki vazife bununla bitmiyor. Kendileri de
biliyorlar. Bugün kendilerinin bir zafer hatırası ve imtiyaz şeklinde değil, hizmetle
rini takdir için yakasına diktiğimiz yıldızları harp sahnesinde bırakarak bizimle be
raber millî mücadeleye iştirak eder ve bu hayat içerisinde Milleti yaşatmaya bizim
le beraber olmalarını bilhassa istirham ederim. (alkışlar)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Hakkâri Mebusu Mazhar Müfit Bey’in bir
önergesi var.

TBMM Başkanlığına
Doğu ve Batı cepheleri muhterem kumandanları ve aynı zamanda me
bus arkadaşlarımız olan Kazım Karabekir ve İsmet Paşa Hazretlerine ve harp
plânlarının daha iyi bir surette hazırlanması ile ordularımızın zafere ulaşmasını
sağlayan Genel Kurmay Reisi Fevzi Paşa Hazretlerine teşekkürlerimizin Meclis
Başkanlık Divanı tarafından tebliği hususunun karara alınmasını teklif eylerim.
Hakkâri Mebusu
Mazhar Müfit
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bu önergeyi kabul edenler lütfen
1
el kaldırsın. (kabul, sesleri) Oy birliği ile kabul edilmiştir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (30 Ekim 1922), 1.Dönem, c.24, s.251-256, http://www.tbmm.gov.tr/
1141
30 EKİM 1922: OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN VE HİLAFET MAKAMININ
GELECEĞİ HAKKINDA YAPILAN GÖRÜŞME
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 129.Birleşim, Gündem: 9/1)

İtilaf Devletleri Lozan Konferansı’na Osmanlı Devleti’nin de temsilci


göndermesini istediler. Böylece Türk tarafında ikililik yaratarak bölücü
lük yapacaklar ve güçsüz düşeceklerdi. Meclis bu duruma sert tepki
gösterdi. Bazı milletvekilleri Yeni Türk Devletinde egemenliğin millete ait
olduğunu belirtirlerken, bir yandan da padişaha bağlı olduklarını söylü
yorlardı. Mustafa Kemal Paşa bu fırsatı değerlendirecekti. Milli egemen
liğin gerçekleştirebilmesi için saltanatın kaldırılması gerekiyordu.

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Bu ayın yirmisinde İstanbul'da bulu


nan bir kişi tarafından doğrudan doğruya şahsıma hitabeden bir telgraf aldım ve
onun üzerine şahsım adına cevap verdim. Şimdi okunacak telgraf ile alakası oldu
ğumdan ve daha doğrusu bunun işitilmesi için bunu aynen okuyorum.

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine


Tevfik Paşa oğlunu bana göndererek aşağıdaki mektubu verdi. Mesele
nin gayet gizli tutulması ricasıyla beraber, yapılan istihbarata göre İngilizler
Sulh Konferansında Anadolu ile İstanbul'un ayrı ayrı cephe arz etmesinden
istifade ile Hilafetin koruyucusu sıfatını almaya çalışacaklarından, meseleye
lazım geldiği gibi ehemmiyet verilmesini arz etmemi ifade ettiler.
…………….

Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine


Allaha şükürler olsun ki kazanılan zafer, İstanbul ve Ankara arasında
mevcut olan anlaşmazlık ve ikiliği kaldırmış ve milli birliğimizi temin etmiştir.
Ancak Müttefik devletler ile aramızda henüz sulh imzalanmamış olmasından
dolayı, Avrupa şehirlerinden birisinde yakın bir zamanda toplanacak olan Sulh
Konferansına her iki tarafın da davet edileceği bilinmektedir.
Milli selametimize dair mühim hususları önceden müzakere ve tespit
ederek, Sulh Konferansında beraberce milli haklarımızın müdafaasına çalış
mamızın tarafınızdan da uygun bulunacağı kanaatine sahip bulunuyorum. Bu
hususta görüşüp anlaşmak üzere hadiseleri bilen, güvendiğiniz bir temsilcinizi
gayet gizli talimatlarınızla mümkün olan en kısa bir zamanda göndermenizi
temenni ederim, efendim. 17 Ekim 1922
Sadrazam
Tevfik

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Buna verdiğim cevap gizli değildir ve
açıkçadır. Okuyorum.

1142
Tevfik Paşa Hazretlerine
Türkiye Devleti’nin aleyhinde yapılacak her türlü teşebbüsü daima dik
katte tutan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, karşı tedbirlerini düşünmüş
tür. Teşkilatı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti belli olan Türkiye Devleti,
kurulduğundan beri Türkiye’nin geleceğine el koymuş ve bundan mesul olanın
yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti olduğu, meydana gelen
hadiseler ve siyasi faaliyetler ile bütün dünya tarafından bilinmektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının kazandıkları zaferin kati neticesi
olmak üzere yapılacak olan Sulh Konferansında, Türkiye Devleti yalnız ve an
cak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından temsil olunur. Bu hakikat
karşısında meşru ve hukuki olmadığı Yüce Meclis tarafından defalarca ifade ve
ilan edilmiş olan heyetlerin veya bu gibi teşkilatların şimdiye kadar defalarca
olduğu gibi, bundan sonra da işlerimize karışmamaları hususunun ne derece
büyük mesuliyet olacağını hatırlatırım, efendim.
TBMM Reisi
Mustafa Kemal

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Şimdi yine Sadrazam Tevfik imzalı
Meclis Reisliğine hitaben gönderilmiş açık bir telgraf vardır. O okunacaktır.

Ankara Büyük Millet Meclisi Başkanlığına


Konferansa Babıali de, Büyük Millet Meclisi de davet olundu. Babıali'nin
Konferansa gitmemesi, Devletin altı asırdan fazla bir zamandan beri bütün
İslam alemini alakadar eden tarihi kimliğini yok etmek, Büyük Millet Meclisinin
gitmemesi ise dünyanın özlediği ve beklediği sulhu neticesiz bırakmaktır. Bu
mühim mesuliyetleri tabii ki ne Babıali, ne de Büyük Millet Meclisi kabul ve
tahammül edemez. Zaten Babıali ile Büyük Millet Meclisi arasında hakiki bir
ikilik düşünülmez.
Her türlü ısrar ve baskıya rağmen Babıali, Sevr Antlaşmasının imzalan
masına karşı çıkmış ve karşılaşılan büyük zorluklara tahammül etmiştir. İstan
bul’da Hükümetin değiştirilmesi ve işgalin tesirinin azaltılması hususunda çalı
şan ve bunun yanında muvaffak olunmasına hizmet eden bizler, milli hakimiyeti
yerleştirmek ve sağlamlaştırmak suretiyle birlikte idareyi temin için müzakereye
hazırız. Harbin bir sulh ile neticelenmesini istediğimiz bu zamanda, Milli Müca
deleden ayrı kalmayı ve bu sebeple birleşmesi mümkün olan vatanın yüksek
menfaatlerinin parçalanmasını asla istemeyiz. Ayrılık şöyle dursun, en ufak bir
muhalefeti dahi kabul edemeyiz. Hatta istilayı kaldırma yolunda canla başla
çalışanları tercih ederiz.
Binaenaleyh anlaşmazlık sebebiyle devlet ve milletin başına Allah koru
sun bir büyük bir kötülük getirmek, maddi ve manevi yardımlarına nail olduğu

1143
muz İslam alemini üzer ve kederlendirir. Vatanın yüce menfaatleri uğrunda
birlik ve beraberliği sağlamak, evvelce vacip ise bugün farz olmuştur.
Şu halde hem memleketin istikbali, hem de haklarımızı müdafaa hakkın
da müzakerede bulunulmak üzere, Büyük Millet Meclisi tarafından tayin oluna
cak bir temsilcinizin hemen İstanbul’a gönderilmesini, bu husus uygun bulun
maz ise tarafımızdan Ziya Paşa Hazretlerinin oraya gönderileceğini bildirir ve
cevabınızın telgrafla gönderilmesi temenni olunur. 29 Ekim 1922
Sadrazam
Tevfik

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Arkadaşlar, şimdi burada bir önerge
görüyorum, Celal Nuri Beyefendinin. İlk evvel bana söz veriniz, diyor. On altı kişi
söz istemişler, efendim. Ondan sonra da söz alanlar var, söz Rasih Efendi'nin.
RASİH EFENDİ (Antalya): Tevfik imzası ile gelen bu telgraf Ankara Büyük Millet
Meclisi adına veriliyor. Acaba Tevfik Paşa, Ankara Büyük Millet Meclisi diyeceğine
Türkiye Büyük Millet Meclisi diyemez miydi? Avrupa’dan gelen telgraflarda da
Türkiye ifadesi yer almıyor. Zannederim Avrupa'dan gelen telgraflarla, bu telgraf
aynı kopyadan çıkıyor. Çünkü Ankara Büyük Millet Meclisi olamaz, beyefendiler.
Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi vardır ve hakimi de yalnız bu Yüce Meclis
tir. Eğer Tevfik Paşa bu noktayı hâlâ bilmemişe, artık bilsin. Ankara'daki Türkiye
Büyük Millet Meclisi, yalnız Türkiye'nin değil, bütün İslam aleminin kurtuluşu için
kendisinde yegane sığınılacak ve korutulacak bir İslam meclisidir.
REFİK BEY (Konya): Esasen Tevfik Paşa isminde bir millet memuru tanımıyoruz.
O sadrazam da değildir. Bizim sadrazamımız yok.
RASİH EFENDİ (Devamla): Arkadaşlar, telgrafın üçüncü satırında,
“Büyük Millet Meclisinin gitmemesi ise dünyanın özlediği ve beklediği sulhu neti
cesiz bırakmaktır.”
...yazıyor. Demek ki Türkiye Büyük Millet Meclisi aleyhinde Tevfik Paşa Hazretleri
propaganda yapmak istiyorlar zannederim.
REFİK BEY (Konya): Sevr paçavrasını çok okumuşlar da ondan.
RASİH EFENDİ (Devamla): Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletinin mukadderatını
düşünür, milletin mukadderatını teslim eder. Türk Milletinin haklarını kabul edecek
bir konferansa katılır yahut katılmaz. Bunu Meclis Tevfik Paşadan sormuyor. Ne
reden icap ediyor ki eğer Büyük Millet Meclisi bu Konferansa iştirak etmezse dün
ya sulhu neticesiz kalacaktır, bundan Türkiye Büyük Millet Meclisi mesul olacaktır,
diyor? Bu hakkı kendisine kim vermiştir ki bu surette aleyhimizde bir propaganda
ya sebep olmak istiyor? (dostları sesleri) Beyefendiler,

1144
"Babıali'nin Konferansa gitmemesi, devletin altı asırdan fazla bir zamandan beri
bütün İslam alemini alakadar eden tarihi kimliğini yok etmektir.” diyor.

...Bu hükmü acaba nereden çıkarıyor? Biliyorlar mı ki Türkiye Büyük Millet Meclisi
ilk toplantısında Milli Misak ile beraber ilan ettiği beyannamede, İslam alemine
karşı İslam’ın bayraktarlığını terk etmediğini ve Hilafetin esarette olduğunu, esa
retten kurtarasıya kadar mücadelesinde devam edeceğini bütün dünyaya karşı
ilan ettiğini acaba okumadı mı? Bu demagoji ile acaba bize bir şey mi hatırlatmak
ve bize bir şey mi tespit ettirmek istiyor? Efendiler bilirsiniz ki Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Teşkilatı Esasiye Kanununu kabul edince, paçavra diye adlandırdığımız
Kanunu Esasi'de, o paçavradan daha paçavra bir madde vardı. O madde, bu
1
memleketi malikane ve içerisinde oturanları da sürü olarak görüyordu. Biliyorsu
nuz ki o eski Kanunu Esasi denilen o kağıt üzerindeki kara yazının bir maddesi,
memleketin miras yoluyla elde edildiğini yazıyordu. Bu madde, eski Avrupa'nın
papalarına, eski krallarına ait anayasalarından aynen kopya edilmiş bir şeydi. Ne
İslam hukuku, ne hak ile ve ne de mantık ile hiç alakası yoktu. Ayrıca başa geçe
cek olanın mukaddes olduğunu ama hiçbir şeyden sorumlu tutulamayacağından
bahsediyordu. Halbuki İslam hukukunda her reisin gözetici, koruyucu ve her şey
den mesul olduğu beyan edilmiştir. (bravo sesleri) Fakat arkadaşlar, bunca tecrü
beden sonra, bunca felaketten sonra, bu millet kaybolmuş olan haklarını tekrar
elde etmek hususunda bunca fedakarlıktan sonra, böyle mesuliyetsizlik ve mu
kaddes kelimeleri altında, bu millet kendisini ezdirmek istemiyor ve kıyamete ka
dar da istemeyecektir. (bravo sesleri alkışlar) İslam hukukunda devlet başkanlığını
işgal edecek kimsenin hususiyetleri ve şartları tespit edilmiştir. Bunu dikkate alın
maksızın, Avrupa kanunlarından alarak yaptığımız Kanunu Esasiye'ye göre başı
mıza getirdiğimiz adamlar, biliyorsunuz ki memleketi malikane ve içindekileri de
köle, hatta köle bile değil, onların da bir mevkii vardır, demirbaş olarak gördüler.
Arkadaşlar, şunu da hatırlatmak isterim ki mirasçı deli de olsa, cahil de olsa, cani
de olsa oranın sahibi olur. Bunu düşünemiyorduk. Evet, düşünemiyorduk ki o ka
nun hükümlerine göre, o makamı işgal edenin cani ve hain olacağını bilemiyorduk.
Evet, canidir. Çünkü onun adına deniz kıyılarına, İstanbul surlarına ve İstanbul
surlarından ta Trakya'nın her iki kısmına yayılan ordu birçok zulüm ve kötülük
yaptı. Senelerce onun adını kullanan Halife Ordusu, Müslümanlara zulmetti ve
kendisi bu propaganda düşmanlar tarafından devam ettiği müddetçe bir beyan
name ile olsun Yunan Ordusu neden Halife ordusu oluyor demek cesaret ve cüre
tini gösteremiyordu. Binaenaleyh yapılan zulüm ve kötülüklerin büyük kısmı onun
dur. Telgrafta bir de İslam alemindeki yerinden söz ediyor. İslam alemi, bu imza
sahibi gibi kör değildir, vaziyeti çok evvel görmüştür. İslam alemi hiçbir vakit İstan
bul'da da bir reisimiz vardır diye oraya bir temsilci göndermemiştir. Bu son felaket
senelerinde onların ihanetini görerek onlara lanet etmiştir.

1
Bir kimseye, gelirinden hayatı boyunca istifade etmek şartıyla verilen arazi.

1145
REFİK BEY (Konya): Hepsine lanet etmiştir.
RASİH EFENDİ (Devamla): Onlara lanet etmiştir ve İslamiyet’in kurtarıcısı olarak
yalnız bu Yüce Meclisi görmüştür. Her vakit için temsilcilerini bu Meclise gönder
miştir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Yaşasın İran, Afganistan, Azerbaycan!
RASİH EFENDİ (Devamla): Bütün İslam aleminin bayraktarlığını yapan ve İslam’a
kurulan tuzağı parça parça ederek yüzlerine atmak kudretini gösteren Anadolu
Meclisine ve Anadolu Hükümetine o memleketler temsilcilerini göndermişlerdir.
Şimdiye kadar Avrupalılarla kaç defa temasa gelmiş isek daima aynı silahı kul
lanmışlardır. Daima Büyük Millet Meclisi ve İstanbul Hükümeti meselesini çıkar
mışlardır. İstanbul Hükümetine bu Meclis tarafından ne kadar ihtar yapılmışsa,
katiyen yola gelmemişler ve bugüne kadar düşmanlara alet olmuşlardır. Bugün ise
bu adamların susmaları, utanmaları, sıkılmaları icap ederdi. Bu millet mukaddera
tını kendisi halledecektir, bize müracaat etmeyin, milletin mukadderatıyla ilgilenen
bir Meclis vardır, o bu sözün meşru sahibidir demeleri icap ederdi. Fakat vaktiyle
nasıl alet olmuşlarsa, bugün de yine düşmanların kötülüklerine alet olmuşlardır.
NECİP BEY (Mardin): Yakında onlar parçalanacaklar.
RASİH EFENDİ (Devamla): Fakat şuna da emin olunuz ki bu millet Yüce Meclis
bugüne kadar milletin mukadderatını idare ve milletin haklarını müdafaada bütün
zulmüyle, işkencesiyle, bütün fırıldaklıklarıyla, entrikalarıyla karşısına çıkan Avru
pa’ya nasıl galip gelmişse, o entrikacıların fesat aleti olmak isteyen bu zavallıları...
(kim zavallı, zavallı deme sesleri) Bu milletin aleyhinde hareket edenler her vakit
zavallıdır. (haindir sesleri) Onlar inattan dönmek istemiyorlar, Hak sözü dinlemek
istemiyorlar, kötülük yapmaktan dönmek istemiyorlar. Binaenaleyh Yüce Heyeti
nizden istirham ederim. Bu telgrafı dikkate almamakla beraber, madem ki fesat
aleti olarak ortaya atılıyorlar, bunu kendilerinin yüzlerine atalım ve diyelim ki siz
artık kenara çekilin, alet olmayın, gölge etmeyin demek lazımdır. Zannederim ki
onlar, orada mahkemelerimiz faaliyete geçince, tabii o vakit yaptıklarından hesap
vereceklerdir. Bu kadar adil düşünme kabiliyetini şimdi kendilerinde nasıl görüyor
lar. Bu imza sahipleri madem ki öyleydiler, şimdiye kadar kendilerine çekilin, çeki
lin, çekilin denildikçe, niçin memleket için birlikte çalışılmasına muhtaç olunduğunu
o vakit bunu yapmadılar ve bugün memleketin kazandığı pek kıymetli bir zafer
karşısında sulh etmeye azmetmişken, ona engel olmak, o zaferin nimetlerine en
gel olmak istiyorlar. Lanet kendilerine! Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir ferdi
olmak itibariyle söylüyorum, Ankara Büyük Millet Meclisi değil, Ankara'da Türkiye
Büyük Millet Meclisi vardır. Bu Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türkiye'nin
yegane temsilcisidir, güvencesidir. Allah’a, Peygamber’e, bütün mukaddesata
iman eden o azimli millet, o azimli Meclis, onların da ve onların güvendikleri kuv
vetlerin de pek yakında yıkılıp gittiğini görecektir. (alkışlar)

1146
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler tarihi felaketlerimizi yazacak olursak
zannediyorum ki cilt cilt kitap olur. Türkiye Büyük Millet Meclisi, geçmiş sisteme
isyan etmiştir. Bizim felaketlerimize, düşmanlarımızdan çok, takip olunan yollar
sebep olmuştur. Bizi o yollar yıkmıştır. Efendiler her halde bu felaketlerden ibret
alarak gözümüzü açtık. Bir inkılaba doğru gidiyoruz. Bu inkılaba yüzümüzü çevir
diğimiz zaman, bir takım engellere tesadüf etmiştik. Rasih Efendi arkadaşımızın
beyan buyurduğu Kanunu Esasi'yi belki kendileri de dahil olduğu halde o zaman
hepimiz bir kurtarıcı olarak düşünmüş ve liva liva gezerek bu hususta halkı haz
mettirmeye çalışmıştık. Halbuki o Kanunu Esasi halkımıza pek az haklar vermişti.
Bugün anlaşılan, milletimiz istiklaline o kadar düşkündür ki bizi buradan ve bu
kanaatten hiçbir kimse ve hiçbir kuvvet geriye alamaz. Bizi zaafa düşürenler,
memleketimizi çiğnetenler, muazzam Türk Milletinin kudretini zayıflatmak isteyen
ler gördüler ki bu millet yaşamak hakkını felaketten, sefaletten kurtarmıştır. Yüce
Heyetiniz, Allanın emrinden başka hiçbir baskı altında olmadığını ilan etti. Bugün
bizi bazı entrikalara boğdurmak istiyorlar. Efendiler farz ediniz ki Türkiye Büyük
Millet Meclisi, vatana hıyanet olacak hiçbir şeyi kabul etmez. (bravo sesleri)
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Öyle zannedenler bir sürü alçaktır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Ben hiç kimseyi bahis mevzu etmeyeceğim. Ben
tarif ettiğiniz alçaklardan istifade ettim, vatanımı düşünemeyenden istifade ederek
seçildim ve buraya geldim. Onları da bunun için takdir ediyorum. (gülüşmeler)
İngiliz’in adaletinden, Fransız'ın medeniyetinden, İtalyanların bilmem nesinden
bahsederek, beni zincirlere bağlayarak, beni sonsuz bir mahrumiyet içerisinde
yaşatmak isteyen kuvveleri unutmadım. Bakın ne diyorlar, Konferansa Babıali de,
Büyük Millet Meclisi de davet olundu. Efendiler Babıali bu Konferanstan evvel
Sevr Antlaşmasının imzasına davet olundu. O vakit Büyük Millet Meclisini aramı
yordu, bugün neden arıyor?
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Arıyordu ama Malta'ya göndermek için arıyordu.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Hayır efendiler, kudretimizi göremeyecek kadar
anlayıştan uzak ve o kadar deli değillerdir. Telgrafta diyor ki,
“Babıali'nin Konferansa gitmemesi, devletin altı asırdan fazla bir zamandan beri
bütün İslam alemini alakadar eden tarihi kimliğini yok etmektir.”
...Allah kendilerine ömür versin. Hilafet Makamı mahvolacakmış, mahkum ola
cakmış. (gürültüler, gülüşmeler) Ben, ulemaya sorarım, Hilafette mahkumiyet var
mıdır?
İSMAİL BEY (Erzurum): Hâşâ!

1147
NECİP BEY (Mardin): O Papas Fru'nun1 Halifesidir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Efendiler bugün, İslâm alemine de hitap ediyo
rum. Zincirlerle değil halifeyi bağlamak, üç yüz milyon Müslümanın sesini bile
boğmak olamaz. Müslümanlık, mahkumiyet kabul etmez. Eğer Halifeye bağlılıkları
varsa, yalnız dua ile değil, biraz da maddiyat ile Hilafet Makamının neresi olduğu
nu görüyorlar ve bizim muvaffakiyetimizle bu arzularının gerçekleşeceğine kendi
leri de inanıyorlar. Babıali beyhude zahmet çekiyor. İslâm alemine bağlılığı fiilen
göstermek lazımdır. (bravo sesleri, alkışlar) İslam aleminin kalbi, bizim onları kur
tarmak için çalıştığımız için rencide olmaz, yanılıyor. İslam aleminin kalbi buraya
bağlıdır. Manevi bağlılık ile bize duacıdırlar. Fakat bugün İstanbul'un bu paşa haz
retlerinin himayesinde olduğunu ifade ettikleri İslam alemi kendilerine işaret bile
etmemiştir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Şeytan aleminden ders almışlardır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Kendileri Sevr Antlaşmasını imza ederken, Hali
fenin haklarının ne olduğunu okusaydı. Keşke bacakları kırılsaydı da o halife de
lütfen ayağa kalkamasaydı. Bacakları kırılaydı.
RASİH EFENDİ (Antalya): Herkesten daha evvel kalkmıştır, diğerleri de kalksın
diye. Tutanağa geçsin.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Yalnız Ali Rıza Paşa ayağa kalkmamıştır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Efendiler, millet hepsini biliyor. Ali Rıza Paşa'yı
ayağa kalkmaması dolayısıyla hürmetle yad etmek gerekir. Hizmetlerini metanet,
cesaretle ispat etmiştir. (Allah rahmet etsin sesleri) Bu paşalar belki kendi akılla
rınca millete hizmet ettiklerini sanıyorlar. Fakat onların bu akıllarıyla bugün dünya
alay ediyor. (bravo sesleri, alkışlar) Telgraftaki şu ifadede mühim bir şey, ikaz
veya tehdit var.
"Bu mühim mesuliyeti, ne Babıali ve ne de Büyük Millet Meclisi kabul ve tahammül
edemez.”
...(gülüşmeler) Efendiler, bu meşru hakkı ve mesuliyeti Türkiye Milleti şerefle kabul
etti ve 23 Nisan'da kararını verdi. Yüce Meclisiniz devletin işini üzerine almış ve
dünyaya göğsünü germiş, mukaddes davasını kanıyla ödemiştir. Mesuliyet mi?
İnsanlık aleminde bizi kim mesul tutabilir? Bizi mahkum etmek, bizi esir etmek
isteyen kuvvetler mi? İnsanlığa karşı bizi utandıracak hiçbir kuvvet yoktur. Milleti

1
Robert Frew, İngiliz Ordusunda görev yapan papaz (rahip) ve misyoner. Birinci Dünya
Savaşı sonrasında 1919-1920 yıllarında İngiliz casusu Sait Molla ile birlikte Kuva-yı Milliye
aleyhinde iç isyanlar çıkarılması için çalıştı.

1148
min utanılacak hiçbir hareketi yoktur. (bravo sesleri) Eğer bu mesuliyet, millet tara
fından sorulacaksa efendiler, mesuliyet yalnız bu Meclisin değil bu Meclisi seçen
milletin de mesuliyeti vardır. Ben her zaman böyle mesuliyete kurban olurum.
(gülüşmeler)
“Zaten Büyük Millet Meclisi ile Babıali arasında hakiki bir ikilik yoktur.”
...diye yazılmış. Evet, yalnız Bolu hadisesi vardır. (gülüşmeler) Konya hadisesi
vardır. (Yozgat hadisesi sesleri) Tabii halkımız saf ve temizdir. Efendiler, atalarım
da ben de altı yüz seneden beri beş vakit Padişah ve Halifemizin şahsına dua
ederiz. (duaları geri al sesleri) Millet uyuyordu, irfan yoktu. Muallim mektebine beş
on talebe alınırdı. Mektepte okuyup da Padişaha hizmet etmeyen insana hayat
yoktu. Bari Babıali adını kullanmayıp da ben deseydi, belki kendisini mazur görür
dük. Sevr Antlaşmasını imza eden Babıali değil mi? Bugün ne kadar anlamazlık
tan geliyorlar? Bunda büyük ikilik değil, herhangi bir birlik yok ve her türlü ısrar ve
tereddüde karşı Sevr antlaşmasını imzalamak var. Efendiler belki Tevfik paşa
imzalamadı, fakat o Tevfik Paşa’dır ki Sadrazam olarak belki bu memleketine,
Milletine hizmet etmiştir. Fakat ona sadrazamlık makamını kullanmak için o
mühürü kimden almıştır? (Vahdettin Efendi’den sesleri) Hiçbir şeyden efendiler, o
mühürler sahibine benim mülkümü zorbalık ile gasp edilmesi neticesinde kullanı
lan cinayet mühürleridir. (alkışlar) O mühür bir cinayet işledi ve milletinin idam
kararını mühürledi. Tevfik Paşa bu mühre elini sürmemeliydi.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Cinayet az olur, hıyanet demek lazımdır.
REFİK BEY (Konya): Hep söyleyecek, milletin hakiki düşüncelerini bir defa daha
dünyaya ilan edeceğiz. Türk, zaferini kazandıktan sonra kimseye boyun eğmeye
cektir. Söyleyeceğiz efendiler.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Sonra efendiler, zaferimize bütün imkanlarıyla
hizmet eden Yüce Heyetiniz, İstanbul'dan fedakarlığın binde birini ancak görebil
miştir. İstanbul'da gazeteler hizmet etmiştir, diğerleri fedakarlık göstermemişlerdir.
Hizmet edenlerin hizmetleri bizce bilinmektedir. Buna inanır mısınız, saltanata
alışmış imparatorlar, milli hakimiyetten canavar görmüş gibi korkarlar. (gülüşme
ler) Biz efendiler bundan sonra her kim olursa olsun buna kanmayız. Milli hakimi
yete inanmayanlara karşı, millete musallat olmuş beladır diye daima onunla mü
cadele ederim. Birlik ve beraberlik diyorsun. Sende ben o birliği görmüyorum ki
hangi ikilikten bahsediyorsun? Bizim birliğimiz var. Burada her türlü birliği temin
etmiş, oturuyor ve vatana vazifemize devam ediyoruz. Dedikleri birlik ve beraberli
ği Mondros Ateşkesinden sonra ve 23 Nisan’da göstermeliydiler. Maalesef geç
kaldılar. Hiç olmazsa üzerimize kuvvet gönderip de kuvvetimizi zayıflatmaya ça
lışmasaydılar. (hâlâ yıkmaya çalışıyorlar, fetvalar nerede sesleri) Binaenaleyh
ikilik sebebiyle devlet ve milletin başına büyük bir musibet getirmek efendiler, bu
nu milletin tezahüratıyla gösteririm. Refet Paşa arkadaşımız İstanbul'a girerken bu
muhterem ahalimizin tezahüratı ile belli olmuştur. Demek ki onlar kendilerinin ba

1149
şında hiçbir şey görmüyor. Onlar kendilerini bizden sayıyorlar, biz de İstanbul
vilayetini, Adana, Konya ve saire gibi mukaddes vilayetlerimizden sayıyoruz. (el
bette sesleri, alkışlar) Sonra Hilafet Makamına bir patriklik süsü veriyorlar. Sanki
papanın postu gibi, temsilcileri kabul ediyormuş gibi bir şey çıkıyor. Türkiye Büyük
Millet Meclisi, her şeyi içinde toplamış ve o Hilafet emanetini de muhafaza etmek
tedir. Hususi olarak ruhani bir sıfat düşünüyorlar. Müdafaa edip de İslam alemini
rencide etmeyeceğim gibi bir tavır alarak, memleketin içine bir fesat sokmanın ne
derece yanlış olacağını da tasavvur buyurun. Büyük Millet Meclisi hiçbir zaman
buna meydan vermeyecektir. Hilafet Makamının ne olması gerekiyorsa onu tayin
edecek, o Makamı ehline haiz olan insanlara verecek olan Türkiye Büyük Millet
Meclisidir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Büyük Millet Meclisinden daha ehil olamaz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Kendileri memleket içine fesat yaymak için Hila
fet Makamını ileri sürüyorlar. Bizim başta yeminimiz vardır, Hilafet Makamını mü
dafaa eden de biziz, muhafızı da biziz. Esir Halife olabilir mi? Sonra bizim Hükü
metimizde ruhani, cismani gibi sıfatlar yoktur. O gidecek de bilmem vatanını bıra
kacak Padişahın, Halifenin İslam alemindeki mevkiini tayin edecek. Hayret, bunlar
memleketimize fesat yaymak için atılmış tohumlardır. Esasen kendisine değer
vermediğimiz insanlarla haberleşmeye bile lüzum görmeyiz. Reisimiz Paşa Haz
retleri kendilerine nezaket göstererek şahsen cevap vermişlerdir. Hatta bence
buna cevap vermeye bile lüzum yoktur.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): İstanbul'dan gelen her hangi bir yazı
ya cevap vermedim. Telgrafa aracı olan adama bunu söyleyiniz, dedim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Teşekkür ederim Paşa Hazretleri. Bunu deme
seydiniz daha iyi olurdu, Paşa Hazretleri. Hiç yapmasaydınız daha iyiydi. (gülüş
meler) Bir köylünün telgrafına her türlü cevap vermenizi hürmetle karşılarım. Fakat
kendilerine böyle bir unvan verip de resmi mahiyette telgraf çeken adamlara ce
vap vermeye Meclis Divanı salahiyetli değildir, tarafımdan. (gülüşmeler) Sonra,
buradan biri gidecek, oradan talimat alacak... Bunlar hâlâ efendiler, burayı Anka
ra'da bir idare meclisi zannediyorlar. (gülüşmeler) Kudretimize inanmak istemiyor
lar. Dünya medeni Hükümetimizi kabul ediyor, diplomatik münasebete girişiyor,
sulh yapıyor. Bunlar hâlâ şekil ile oynayıp bizi kudretten düşürmeye çalışıyorlar.
Dünya kendilerine ehemmiyet vermiyor. Bunlar hâlâ Sadrazam, İçişleri Nazırı,
Dışişleri Nazırı gibi unvanlar taşıyorlar. Memleket neresi? Çocuklar bile böyle
oyun oynamazlar. Bir ordu, bir devlet teşekkül etmiş, bütün dünya kendilerini ta
nımış, münasebete girişmiş de bunlar tanımak istemiyor. Ben Yüce Heyetinizden
istirham ederim. Vücudunun bizce manası olmayan bir şeyle, Büyük Millet Meclisi
milletinden aldığı parayı israf edip müzakeresini bile yapmasın.

1150
REFİK BEY (Konya): Onlara cevap vermek üzere değil, dünyaya karşı, İslam ale
mine karşı cevap olmak üzere, hakikati göstermek maksadıyla söyleyeceğiz. Yok
sa onlara cevap vermeye tenezzül etmeyiz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Ben husumet ile değil, bir devlet olmuş, milletin
isyan hakkını elde etmiş ve bir Teşkilatı Esasiye ile kaidelerini tayin etmiş, bunları
yaptıktan sonra da ileride yapacağı kanunlarla istediği şekil ve mahiyette yürüyebi
lecektir. Binaenaleyh bunu muhatap kabul etmek, Büyük Millet Meclisinde milletin
nefret ettiği bir işi yapmak abestir. Bunun cevabı efendiler, sizin gideceğiniz konfe
ransta bizim işimiz yoktur, demektir. Avrupalılar sulh yapacaklarsa, her gün Papas
Fru ile Padişah ile sulh yapsınlar. (vaftiz yapıyor sesleri) Kıymeti varsa yapsın,
Papaz Fru ile günde elli bin sulh yapsın.
HAŞİM BEY (Çorum): Hutbelerde isminin söylememesini teklif ediyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Bu hakkı tayin edecek Büyük Millet Meclisidir.
İsminin hutbelerde okunmaması şimdi bahis mevzu olmasın, sırası geldiğinde
Meclis kararını verir. Avrupalıların iç işlerimize müdahale etmeye hakları yoktur.
Biz insan gibi yaşamaya azmetmiş milletiz. Esir olmayız. Yalnız kendilerinden
göreceğimiz iyi münasebet nispetinde, kendilerinin başımız üstünde yerleri vardır.
Aksi surette bu millet hiç kimsenin boyunduruğu altına girmeyecektir ve hiçbir
kimse de sokamaz. Binaenaleyh müzakerenin yeterliliğini teklif ediyorum.
FEVZİ BEY (Bayındırlık Vekili): Muhterem arkadaşlar, bugün bu telgraf kağıdını
elime aldığım vakit büyük bir heyecan ve asabiyet hissettim. Çünkü tarihimiz bize
Mondros Ateşkesinden sonra gösterdi ki artık millet hükümdarla değil, kendi hayat
hakkı ve kan bedeline aldığı haklarla yaşıyor. O vakit Kabine Reisi olan Ferit Pa
şa’nın memleketine ve milletine karşı Avrupalılarla imzaladığı Sevr Antlaşmasını
tasdik ettikten sonra, bu şekilde bize bir telgraf yazması teessüf vericidir. Çünkü
böyle bir cüretkarlığa ve böyle bir tecavüze hayret ediyorum. Çünkü bugün mem
leket iki seneden beri bütün canının, malının, kanının bedeli olarak haklarını elde
ettiği anda, milletten aldığı kuvvete Büyük Millet Meclisi sulh imzalayacağı bir za
manda, bunların böyle tecavüzleri hiçbir zaman affedilir gibi değildir.
HACI AHMET HAMDİ EFENDİ (Muş): Sinek mideyi ne kadar bulandırırsa, bunun
da o kadar ehemmiyeti vardır.
FEVZİ BEY (Devamla): Hakimiyetin bugün tamamıyla millette olduğunu, Büyük
Millet Meclisi her suretle dünya kamuoyuna göstermiştir. Çünkü dünya harp neti
cesinde bugün Babıali milletin aleyhine olan Sevr Antlaşmasını kabul etmekle,
kendisini artık böyle bir Sulh Konferansında milleti temsil etmek hakkını tamamıyla
kaybetmiştir ve bütün millet bu fikirdedir. Efendiler, Hilafet Makamı esirdir ve esa
rette olduğu için onu ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi muhafaza edebilir. Bugün
millet artık Osmanlı saltanatını tarihe karışmış farz ediyor. Millet artık Osmanlı
saltanatını tanımıyor, doğrudan doğruya milletin saltanatını tanıyor. Kanunu Esa
si'de olan maddelere, on senelik Meşrutiyetin ilk devresinden beri inkılap tarihimi
1151
ze bakarsak devir devir, zaman zaman daima milletin aleyhine kanunlar çıkmıştır.
Milletin yalnız bir refah devresi varsa o da Büyük Millet Meclisinin açılışından son
radır. Altık bundan sonra millet saltanat sevdasında olanların arkasından koşma
yacaktır. (bravo sesleri) Anadolu'yu baştanbaşa bu defa dolaştığım zaman, hatta
saltanat devresinde yetişmiş adamlar, bütün ulema, o devrin ileri gelenleri bile o
devirde kılınan cuma namazının gayrimeşru olduğunda müttefik idiler. Bugün her
kes bu hakikati anlamıştır. Bugün artık İstanbul'da Babıali heyetinin bu şekilde
bize müracaatına cevap vermeye tenezzül etmeye lüzum yoktur. İstanbul ahalisi
de bunu tezahüratlarıyla göstermiştir. Ben de arkadaşlarım gibi bu telgrafın tama
men reddini arz eylerim.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Efendim, Tevfik Paşa’nın Yüce Meclisinize yazmış
olduğu telgrafı okuduğum zaman hayret etmedim. Çünkü benim için bir fikir vardı
ki İstanbul'da bulunan ve ismine Halife denilen (kahrolsun,sesleri) o herifle kim
temas ederse mutlaka insanlıktan uzaklaşır. İşte Tevfik Paşa da arkadaşlarıyla
beraber bu adamın, daima sohbetinde bulunanlar olmaları itibariyle insanlıktan
uzaklaşmaları normaldir. Çünkü kendisinde eğer zerre kadar bir milliyet hissi ve
bir insaniyet hissi bulunmuş olsaydı, bu telgrafı yazamazdı. Ama diyeceksiniz ki
bundan evvel Londra Konferansında tarafımızdan gönderilen Delege Heyetimize
vazifesini terk etmişti. Efendiler bu şekilde düşünmeyiniz. O sırada hastaydı. Öl
mezden önce hakkı yerine teslim edeyim, dedi. Sonra anladı ki ölmeyecek, bu
defa hakkı teslim etmemek istedi ve etmesinin imkanı yoktur. İkinci bir defa yine
ölüm başı üzerinde dolaşırsa, ikinci bir hakkı daha teslim edebilsin. (yakında ses
leri) Efendiler buna katiyen şüphe yoktur ki İslam aleminin gözü, kulağı doğrudan
doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine dönüktür. Çünkü Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, Halife bulunan hainin dine karşı olan ihaneti üzerine teşekkül etmiş bir
Yüce Meclis olduğunu İslâm alemi tamamıyla biliyor. Yalnız bu herifleri, bu telgrafı
yazdırmak cüretinde bulunduran hal, bizim münasebeti derhal kesmemizdir. Nedir
İstanbul’daki o hünkarın vücudu nedir? Kiminle alakadardır? Katiyen milletle ala
kaları yoktur. (İngilizlerle sesleri) Eğer İngilizlerle alakadar ise, ben Lloyd George’
un zabıta memuruyum desin ve İslam aleminden katiyen bahsetmesin. Çünkü bu
söz öyle bir ağızdan çıkıyor ki İslam aleminin, Yunan askerinin süngüsü altında
ezilmesine sebep kendisidir. Buna bakmalı, utanmalı, haya etmelidir.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Utanacak yüz var mı?
YAHYA GALİP BEY (Devamla): Yapılacak muamele bunların başına kakmadıktan
sonra bunlar ne demek olduğunu anlamazlar. Bunlara açık olarak yazmalı ve tem
silcimize de bildirmeli, Halife olarak bir adam yoktur, İstanbul'da Halife denilen
adam, İslam’la alakadar değildir. O Halife olsa olsa, daima nasihat aldığı Papaz
Fru’nun halifesi olabilir. Müslümanların böyle bir halifeleri yoktur. Biz bunu açık
olarak söylemeliyiz. (yoktur sesleri) O tahtından indirilmiştir, bunu açık açık söy
lemiyoruz. Kabahatin büyüğü bizdedir, açık söylemediğimizden dolayı günden
güne bir nifak meydana geliyor. Bu harbi başımıza getiren kimdir? Başta o herif ve

1152
etrafında bulunan rezillerdir. Büyük Millet Meclisi her işe hakimdir, Hilafet de
onundur, her idare onundur, milletin vekili onlardır. Büyük Millet Meclisi zamanı
geldiğinde işi bitirir. O gider, başkası gelir. Bu da gider onun yerine diğer bir baş
kası gelir. Bundan sonra emirleri millet verir. Padişaha ve ne de bu gibi insanlara
verir ve ne de anasının, babasının yapmadığı şeyi milleti hakkında yapan birine
verir. (bravo sesleri alkışlar)
DR. RIZA NUR BEY (Sağlık Vekili): Efendiler, arkadaşlarımız meselenin bazı yer
lerini açıkladılar. Diğer bir kısmı şudur, şimdiye kadar İtilaf devletleri Türkiye'de iki
hükümet mevcut olduğu kanaatinde bulunuyorlardı. Asıl mesele bu oluyor. Eski
den beri notalar veriyorlar ve iki hükümete hitap ediyorlardı. Konferanslara iki hü
kümeti de davet ediyorlardı. Nitekim bu defa da aynı işi yaptılar ve toplanacak
olan Sulh Konferansına iki hükümeti de davet ettiler. Bunda tabii düşmanlarımızın
menfaati vardır. Onun için bugün Türk Milletine ve bu devlete düşen vazife, bu
meseleyi halletmektir. Burada bir Hükümet mi var, iki Hükümet mi var? Bunu dün
yaya göstermelidir. Esasen Ankara'da Türk Milleti bundan üç sene evvel Büyük
Millet Meclisini topladığı zaman kararını vermişti ki hakimiyet milletindir ve Türkiye
Hükümeti buradadır. Binaenaleyh, o eski Osmanlı İmparatorluğu sona ermiştir,
efendiler. Yerine dinç ve milli bir Türkiye Devleti doğmuştur ve bütün hakimiyet
ondadır. Binaenaleyh İstanbul'da hakimiyete sahip bir hükümet yoktur. Orada biz
hükümetiz diye iddia eden bir heyet vardır. Fakat hükümet olmak için lazım gelen
hususiyetlerin hiçbirisine hukuken sahip değillerdir. Bir defa kendilerini müdafaa
edemezler. Elinde bir askeri kuvveti yoktur. Kendisini besleyemez ve yabancıların
elinde esir bulunuyor. Onun için ben bu hususta bir önerge hazırladım ve Meclis
Divanına takdim ettim. Rica ediyorum, o önerge okunsun.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Arkadaşlarım bu Tevfik Paşa’nın telgrafı hakkın
da çok söz söylemekle bence zahmete girdiler. Bilmiyorum, hangi şairin bir parça
sını gördüm ki onda birçok divaneler var, diyor. Divane yeri olan Babıali'den gelen
telgrafların işte böyle hiçbir kıymeti olamaz. Bu telgrafın başında, Sulh Konferan
sına Babıali de davet edildi diye yazıyor. Konferansa Babıali'nin davet edildiğini
ben bilmiyorum. Ben zannediyorum ki Babıali’nin Konferansa daveti, vaktiyle Da
mat Ferit'in İngilizlerle Yıldız Sarayı'nda bulunan Vahimettin Efendi’yle, dilim dön
müyor Vahdettin Efendi ile...
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Rica ederim, efendi kelimesi büyüktür, geri alınız.
MAZHAR MÜFİT BEY (Devamla): Vahdettin Efendinin, Damat Ferit'in, İngilizlerle
imzaladıkları anlaşma olsa gerektir. Böyle değil ise bizim Mudanya'daki Askeri
Anlaşmamız icabı bunların daveti lazım gelmezdi. Ne için Mudanya'ya Babıali
davet edilmemiştir. Binaenaleyh bunların davetinin sebebi olarak Damat Ferit’in,
Vahimettin Efendi’nin İngilizlerle imzaladıkları anlaşmada görüyorum. Efendiler altı
asırdan beri bütün çektiklerimiz, Babıali’nin yüzündendir. Biz zaten Babıali’nin
sonunu bekliyoruz. Acaba bu Babıali hâlâ varlığını devam ettirmek istiyorsa, haya

1153
tı, istiklali ve mukaddes dini için milli mücadeleye girişen bu millete üç sene evvel
neden katılmamıştır? Telgrafta,
“Birlik evvelce vacipti, şimdi farz oldu.”
...yazıyor. Efendiler üç sene evvel farz idi, bugün vacip oldu. (yok oldu sesleri)
Çünkü üç sene evvel, Yüce Heyetiniz ve Anadolu'daki bütün millet ayaklanmış,
kellesini koltuğa almış gezerken, onlar bizlere serseriler, asiler diye birtakım sahte
fetvalarla bizim idamımızı hükmediyorlardı. Efendiler hatırımdadır, Muhterem Rei
simiz Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleriyle ve diğer arkadaşlarla Erzurum'da
iken İstanbul'un Valisi yerine çıkar çıkmaz, burada Celali eşkıyası türemiş filan
diye bağırıyordu. Demek ki biz asi, suçlu insanlardık. Sonra bu millet hakkında
Taşzade herif tutuyor, bir fetva veriyor, bizi idama mahkum ediyor. Hâlâ Babıali
birlik ve beraberlikten bahsediyor. Efendiler, o birlik vacip idiyse, vahdet farz idiyse
niçin bu fetvalarla inkar ettiler. Öyle ise bu herifler kafirdirler. (gülüşmeler) Binae
naleyh Tevfik Paşa Londra'da bulunduğu zaman, ister Yahya Galip Bey’in buyur
duğu gibi olsun, ister herkesin dediği gibi olsun, her ne şekilde olursa olsun söz
Büyük Millet Meclisinin demişti. Biz de o zaman şu yaşlı vezire bir kıymet vermiş
tik. Bu telgrafla bu vezirin, bu Tevfik Paşa’nın bunadığını düşünüyorum. Londra
Konferansında söz Büyük Millet Meclisinindir diyen bu vezir, bir sene sonra, ey biz
de gideceğiz, yok biz gitmezsek dünya bilmem ne olur, bilmem bu davette kendi
sinin de yeri varmış gibi, kendisini de nimetten zannetmiş. Demek ki bu herif bu
namış. Bizim bu yapacağımız iş, böyle Tevfik Paşa, Ahmet Paşa gibi filan şahıs
meselesi değil, vezirler meselesi değil, efendiler. Yoksa efendiler Babıali, bunun
ehemmiyeti yoktur. Sonra bilirsiniz ki zarife zarafet vermek gibi olacaktır, biz Teş
kilatı Esasiye Kanunumuzda dedik ki hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir ve Hü
kümet de ancak bu milletin temsilcilerinden olan Türkiye Büyük Meclisidir. Efendi
ler, bunu daha ne vakte kadar İstanbul'a ispat için çalışacağız. Bilmiyorum, yaz
dık, söyledik, bağırdık, hâlâ anlamıyorlar. Bunlar aynı arsız, terbiyesiz çocuklar
gibi, hani anaları düğüne veya bir eğlenceye gider. Ben de gideceğim anne der,
defol dersin, boyuna yaklaşır işte bunlar da şımartılmış çocuklar gibi sokulmak
ister, kendisini nimetten sayarlar. Onlar böyle itilaf ile filan anladılar ki pabuç paha
lı, galiba kellelerini, hayatlarını kurtarmak için bu yollara dökülüyorlar. Bence ya
pacağımız iş, İstanbul'daki o teşkilatı zaten tanımıyoruz ve öyle bildirmektir. Yıl
dız'da bulunan Vahimettin Efendiye nasıl ki zaferden sonra bir mektup yazdım
lütfen cevap vermediler. O Vahimettin Efendi’ye yine bildirmek lazım gelir. Burada
milletin hakimiyet hakkı için, mukaddes dini için döktüğü kanın henüz buharı, hara
reti geçmemiştir. Bunlar kalksınlar da bu efendiler, hakimiyet hakkına ortak olma
ya yeltensinler, geç kalmışlardır bu efendiler. Hiç hakları yoktur. Artık Vahimettin
Efendi’nin hiç yeri yoktur. Efendiler karışamaz milletin hakimiyetine. O hakimiyet,
işte kanını onun için döken muhterem ulu milletimindir. Başka kimsenin olamaz.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): İş yalnız Vahdettin Efendi’de değil, o idare tar
zındadır.

1154
MAZHAR MÜFİT BEY (Devamla): Demin de ondan bahsettim. Sonra bizim için
İstanbul'da kurtarılması lazım gelen bir şey var mı? Vardır, bu da evvela İstanbul,
sonra oradaki mazlum ahalidir, son olarak Hilafet Makamı’dır. Halife değil, halife
nin şahsı bahis mevzu değildir. Biz bunu daha evvelden söylemiştik. Babıâli Sad
seni mahkeme
razamının telgrafını
kapısına
gördüm,
asarım.
kahkahalarla1
(gülüşmeler,
güldüm.
kahkahalar)
Mührü müeyyedimi basarım,

KAZIM KARABEKİR PAŞA (Edirne): İstiklâl Harbimizde düşmanlarımızın taarruz


larına destek veren ve milletimize karşı her fenalığı yapmaktan çekinmeyenler,
bugün de şanlı sulhumuzu bozmak ve karıştırmak için aynı fenalığa karşı adım
attığını görüyoruz. Kötü ruhlar gibi karşımıza çıkan bu padişah vekilleri heyeti eğer
İstiklal Harbinin başlangıcında yalnız orada değil, Doğu’nun en ücra yerlerine ve
en masum halkın arasına kadar fesat ellerini salmasaydı, hatta benim kıtalarımın,
benim karargahımın içine kadar Ferit Paşa melunu zehirli mektuplar göndermemiş
olsaydı, bugün bu şerefli günlere biz iki sene evvel kavuşacaktık. (bravo sesleri)
Bugün bu adamların bizimle beraber sulh salonuna, hatta kapısına kadar girmesi
ne pek büyük bir şiddetle karşı koymalıyız. Zira bizim bu mukaddes çatı altındaki
feryadımızı, bizim milletimizin akan kanlarını, masumiyetlerini biz, yeteri kadar
duyuramıyoruz. Binaenaleyh eğer bu herifler bizim şanlı milletimizin şanlı Sulh He
yeti ile Avrupa'da görünecek olursa, dünya kamuoyu işte Türkiye denilen iki kuvvet
mevcuttur, der. Bunlar yazdıkları şeyde Babıali kelimesini, Büyük Millet Meclisine
takdim etmek kadar şeytanlığı da bırakmıyorlar. (kahrolsun sesleri) Bize karşı Er
meni ve Yunan kuvvetlerini, kendi kuvvetleri gibi meydana çıkardığı zaman…
REFİK BEY (Konya): Cellatlar gibi!
KAZIM KARABEKİR PAŞA (Devamla): Daha ilk gününde bu kötülükleri de unut
madık. Birinci Ferit Paşa devresi kapandıktan sonra İkinci Tevfik Paşa perdesi
açılıyor. Bunlar birer kukla, birer karagöz gibi, idrakten mahrum, vicdandan mah
rum birtakım insanlardır. (bravo sesleri) Binaenaleyh gerek fetvaları ve gerek bu
haberleşmeleri, ihanet dosyasına koymakla beraber, bugün Türkiye Büyük Millet
Meclisi kati emriyle ve ilk fırsatta istiklal mahkemesi ile bu adamlara lazım olan
muameleyi yapılmalıdır. Bugün İstanbul'un milyonlarca mazlum insanları bizimle
beraberdir ve inliyorlar. Binaenaleyh zannediyorum ki buradan çıkacak ufak bir
işaret bu melunları ayaklar altında çiğnetecektir. (hiç şüphesiz sesleri) Bu telgrafın
metninde, eğer Babıali Sulh Konferansına gitmezse, İslam aleminde büyük bir
tesir yapacağı beyan ediliyor. Dünya Harbinde cihat ilan edilmiş iken, kendi çalış
malarıma ve kumandan olarak söylüyorum, gerek Çanakkale'de, gerek Irak'ta
devamlı İslam askeriyle harp ettim. (maalesef sesleri) Halbuki bugün İstiklal harbi
ni yaparken ve aleyhimize bir cihat fetvası çıkarılmış iken Doğu’da İslam kardeşle
rimle en yakın temasta idim. Onlar ilk ellerini bize, Anadolu milletine uzatmışlar ve

1
Kararını beğenmediği Kadı’ya Padişah’ın söylediği söz

1155
İstanbul Hükümetini protesto etmişlerdir. Demek oluyor ki oradan çıkan cihat fet
valarının değil, milletin birliğinin, milletin ruhundan doğan azmin kıymeti vardır.
(alkışlar) İşte buna en güzel misal, İran, Afganistan gibi İslam kardeşlerimizin An
kara'da bulunmasıdır.
REFİK BEY (Konya): İnşallah Hindistan'ı da göreceğiz.
KAZIM KARABEKİR PAŞA (Devamla): Milyonlarca Müslüman bugün üç beş fe
satçıyı protesto ediyorlar. Bütün şehitlerimiz, bütün gazilerimiz, ayakları, bacakları
kopmuş kardeşlerimiz bu adamlara lanet ediyorlar. Bu kadar felaketli günler geçir
dikten sonra, onların telgraflarının hâlâ bir kabus gibi millet üzerine çöken bu zu
lümlerini, sessiz sedasız bırakmamalı. Onların hiç olduğunu bütün İslam alemine
göstermeli ve katiyen Sulh Konferansına bunların ayaklarını attırmamaya çalışma
lıyız. (alkışlar)
HACI İLYAS SAMİ EFENDİ (Muş): Efendiler bu paçavra diyorum ki körlük paçav
rası, basiretsizlik vesikası, hayasızlık ve ihanetin son bir kağıdıdır. Türk, İslam
milleti bugünkü güne ulaştıktan sonra, nifak saçmaktan başka hiçbir faydası olma
yan bu kağıdı Avrupa'ya hakikatleri açarak, tahlil ederek batıl olduğunu göstermek
vaziyetindedir. Cenabı Hakka yüz bin şükürler ederim ki tam İstanbul'un bugünkü
Mondros günlerinde kalbimi inleten darbeleri, tatlı tatlı teneffüs ettiğimiz şu günde
beni zehirledi. Bugünümüzde bize paçavrayı gönderdiler. Ben kendilerine bilhassa,
şu pis hain ellerle dönen rolün neticeleneceği bir günde olduğumuzu gördüğüm için
hepimizi tebrik ediyorum. İşte bu en son gün de gelmiştir. Efendiler bu hıyanet vesi
kasıdır. Efendiler bir gün ona biat ettiği için sağ elime nefretle bakıyorum.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Muhterem efendiler, bahis mevzu olan mesele İstan
bul'da Babıali'den Sulh Konferansına katılma isteğidir. Bu, bir temennidir. Yüce
Heyetiniz Türkiye hudutları içerisinde Türk Milletinin temsilcisidir. Yüce Meclisin ilk
celsesinde verdiği kararla ve 18 Temmuz 1920 tarihinde ettiği yeminle, Milli Misak
hudutları dahilindeki milleti, vatanı kurtarmayı ve Saltanat Makamının lazım gelen
haklarını, tayin edeceği esaslara göre vereceğini oybirliği ile kabul etmişti. Şu hale
göre memleketimizin idaresinde takip etmek istediğimiz esas, milletin hakimiyeti
dir. Memleketi birleştirmeyi yapacak olan Yüce Heyetinizdir. Bu telgrafın resmi bir
mahiyeti yoktur. Bu, bir hususi mahiyette bir müracaattır. Bundan sonra da Büyük
Millet Meclisinin vazifesi, Milli Misak dahilinde memleketi kurtarmak, milli hakimi
yeti temin etmek ve binaenaleyh Hilafeti ve Saltanatı da meşru, lazım gördüğü
esaslar dairesinde… (gürültüler) Ben onu bilmiyorum, belki o zamanında tayin
olunur. Her birinin vakti geldiğinde bu Meclis bunları müzakere edecek, onların
haklarını tayin edecek, verecek, tayin edecektir. Binaenaleyh ortada temenniden
ibaret, işgal edilmiş bir yerde bulunan bir kimseden veya kimselerden, bazı idare
lerden gelmiş bir temenniden ibarettir. Mamafih efendiler, inşallah sulhun imza
lanmasıyla oralar da bizim idaremiz altına girecektir. Bu telgraf bir temennidir.
Bunu başka bir mahiyette ben görmemekteyim. Bu temenni bizim siyasetimize
uygun değildir. Binaenaleyh buna Meclis hazır değildir. (gürültüler) Efendim bu bir

1156
ifadedir, bir müracaattır. Buna hazır değiliz der, buna cevap vermeyiz ve doğrudan
doğruya gündeme geçeriz.
BİR MEBUS BEY: Vatan hainidirler. Cezalandırılmaları lazımdır.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Efendim, onun zamanı vardır. İnşallah zamanı gelir.
Fiilen istiklalini, fiilen kuvvetini tatbik edileceği zamanı Meclis bulur ve yaparız.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Selahattin Bey arkadaşımızın bir sözü vardı ki ben
iştirak edemeyeceğim. Çünkü bu telgrafın altında imzası olan kişi Türkiye Hükü
metinden bir istekte bulunmuyor. Bugün İslam birliğini bozmak için, bugün Türk
birliğini bozmak için öteden beri kuvvetlerini, kudretlerini sarf eden ve medeniyet
süsünü kendilerine veren Avrupa hükümetleri, yine bizim içimize bir nifak tohumu,
bir nifak ateşi saçıyor.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Bravo hocam!
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Efendiler, bu telgraf bir temenni değildir. Eğer bir te
menni olsaydı, doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi ile beraber sulh
masasına oturacak. Avrupa hükümetleri bizden istedi. Biz olsaydık, bu bir temenni
olurdu. Fakat efendiler, şimdi bunun bir temenni olmaması dolayısıyla bu kişi diyo
rum, çünkü yaşı ilerlemiş, bundan evvelki devrelerde de vatana hizmet etmiş ol
ması sebebiyle kendisini hürmetle anacağım Tevfik Paşa, buraya yaptığı müraca
atıyla pek büyük hata etmiştir. Fakat efendiler, ben şimdi görüyorum ki o zamanlar
bizim esir zannettiğimiz Hilafet Makamı ve o makamda oturan adam, herif ifadesi
ni kullanamam adam derim, bu adam esir değilmiş. Üç seneden beri vaziyetini
katiyen değiştirmemiş, halen ve halen milleti bölmek için oyunlar oynuyor. Perde
ler arkasında kendisi fikirler vermek suretiyle, bizi dağıtmaya çalışıyor. Bizim esir
dir diye verdiğimiz ve onun bizim aleyhimizde vermiş olduğu fetvaların da bugün
hükmü kalmamıştır. Çünkü esir değildir. Doğrudan doğruya kendisini, istiklalini,
dinini, vatanını kurtarmak için mücadeleye kalkan şu Anadolu'da bulunan zavallı
Türk Müslümanlarının tekrar bir mücadeleye sokulmasını arzu ettiğini şu telgrafla
rıyla anladığımızdan dolayı şimdi o verdiğimiz fetvanın hükmü kalmamıştır. Şimdi
yeniden bir fetva vermek lazım geliyor. Nedir o fetva, diye Hüseyin Avni Bey bira
derimiz sormuştur…
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Fetva ver, Hoca Efendi.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim, Yüce Meclisiniz bir kanun yaptı. Hıyaneti
Vataniye Kanunu yaptı. Bu Kanununun başındaki maddeleri hatırlatmak isterim.
“Milletin istiklaline, vatanın, Hilafet ve Saltanat Makamının kurtarılmasına ve Bü
yük Millet Meclisinin ve Hükümetinin meşruiyetine karşı isyan edenler vatan haini
sayılır”
...der. Şimdi o kanun maddesi ile İstanbul'da bulunup da buranın meşru olduğunu
kabul etmeyenlere, isyan edenlerin cezası ne ise siz veriniz. (bravo sesleri) Eğer

1157
efendeler bunun Şer’i Hukuk hakkında beyanatta bulunacak diye benden bekler
seniz, bunun bir ilmi heyet tarafından kararlaştırılması lazımdır. Binaenaleyh vata
na hıyanet suçunu işledikleri kendilerinin imzasıyla gönderdikleri şu telgrafı bir
vesika olarak saklamak ve bizimle Sulh Konferansında bulunacak olan devletlere
demek lazımdır ki Milli Misak dahilinde oturanlar hakkındaki yapacağımız muha
keme bizim dahili işimizdir, o bize aittir. Siz bu adamlarla beraber bizi davet ede
cek olursanız, sulh için kan döken, böyle bir sulh için malını, canını feda eden
millet, bu adamların sulh masasına gelip oturmasına razı değildir. İstanbul'da ala
kası olmayan, bize karşı isyan etmiş şeklinde bulunan Hükümetin sulh masasına
çağrılmasında ısrar edecek olurlarsa, biz de gelmeyeceğimizi Avrupa devletlerine
haber verelim.
BİR MEBUS BEY: İstanbul ahalisi bizimle beraberdir. Onlar on, on beş kişidir.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Onun kimin hakkında söylendiği malumdur. Bundan
sonra kendilerinin arzu ettiği milli birlik, emin olunuz ki temin edilmiş oluyor. Zira
biz bugün diyoruz ki üç seneden beri hakimiyetimizi kayıtsız ve şartsız elimize
aldık. Diğer taraftan Teşkilatı Esasiye Kanunumuz bize usul göstermiştir. Binaena
leyh kendi hakimiyetine sahip olan ve hiçbir kimsenin esaretine ve idaresine gir
meyeceğine yemin eden bu millet, katiyen bunları tanımaz ve başlarında hiçbir
kimsenin baskı yapmasına razı olmaz. Eğer idaremiz hakkında bir karar vermek
lazım gelirse, o kararı da yine bu millet verir. (vermiştir sesleri) Onun burada şimdi
şu müzakere edilmesi bahis mevzu değildir. Söz katiyen bizdedir. Biz birliğimizi
temin etmişizdir. Birliğimizi temine ihtiyacımız bulunmadığı münasebetiyle kendile
rine verilmesi lazım gelecek cevap, vatana hıyanet suçu işlediklerini kendilerine
bildirmekten ibarettir. Başka bir şey yoktur. (bravo sesleri)
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, bugün Yüce Meclisiniz Reislik Maka
mına hitaben gelen bu telgraf okununca, yakın bir mazideki idraksizlik yüzünden
İstanbul'da makam işgal eden ve hırsla oturan insanların bu memleket ve bu mille
tin başına getirdikleri felaketi hatırladık. Dünya Harbi neticesinde düşman kuvvet
lerinin İstanbul limanına geldikleri anda milleti unutarak düşman kuvvetlerine yas
lanmakla beraber, milli hakimiyeti temsil eden yegane milli teşkilatı derhal ve ka
nunsuz olarak feshettiler. Bu efendilerin dayandıkları düşman kuvvetleri idi. Bu
idraksizliği, o hatayı yapan kişi bugün bu telgrafı gönderen kişidir. Millet tehlikeyi
derhal gördü. Millet, Meclisini azmiyle, iradesiyle açmak için seçim ilan edilmesini
zorladı. Efendiler, seçim ilanına mecbur kalan İstanbul'daki heyet tekrar bu gibi
sözlerle Meclisin İstanbul'da toplanmasını talep etti. Bunun için de efendiler, bu
telgrafta teklif ettikleri gibi yine birini, bir insanı, görüşmek için gönderdiler. İyi dav
randık, kendisiyle enine boyuna görüştük, her noktada anlaştık. Fakat efendiler,
işgal altında bulunan İstanbul'a, hürriyet ve istiklal zevkinden mahrum olan İstan
bul'a gider gitmez bu kararlar geçersiz oldu. Bizi millet arasında, İslam alemi ara
sında memleketin, milletin istikbaline zararlı bir heyet olarak göstermeye çalıştılar.
Efendiler, İstanbul'da toplanan Meclis, ilk milli kararı olan Milli Misak kararını ver

1158
diği anda, taarruza duçar oldu. Basıldı ve kapısı Merkez Kumandanlığı tarafından
kapatıldı. Efendiler, bugün millet için İslam alemi için hayırlı diye tarif ettikleri bu
hakikati görerek, bilerek ayaklar altına aldılar.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY İngiliz fırıldağı, İngiliz fırıldağı.
RAUF BEY (Devamla): Netice ne oldu efendiler? Meşru sahibi olmak iddiasında
bulundukları bu milletin istiklalini, İslam’ın istiklalini, fiilen ortadan kaldırdılar. Fakat
efendiler, Allaha çok şükürler olsun, fedakarlık mukabilinde olmakla beraber, bu
milletin hiçbir zaman esarete tahammül etmeyeceğini ve İslamiyet’in esir olmayı
kabul etmediğini dünyaya bir kere daha ilana vesile oldu. Başka hiçbir şey yapa
madılar. İşte efendiler, bu telgrafla da aynı hatayı tekrarlıyorlar. Bu telgrafla mem
leketimiz ve İslam alemi arasında yanlış fikirler yaymaya çalışıyorlar. (yapamazlar
sesleri) Hiç şüphesiz muvaffak olamayacaklardır. Muhterem arkadaşımız Kazım
Paşa Hazretlerinin buyurdukları gibi İslam alemi de Türk Milletinin hakiki ruhundan
doğan işaretlere hürmet ediyorlar. Ankara, milletin temsilcileriyle dünyaya da an
latmıştır. Onun için İstanbul'da mahalli idare halinde bulunan heyet ve bütün dün
ya bilmelidir ki İslam ve Türk Milleti esir olmayacaktır, aldatılmayacaktır. İslam ve
Türkiye halkı istiklalini almıştır, kimseye vermemiştir ve vermeyecektir. (sürekli
alkışlar)
ALİ FUAT PAŞA (Ankara): Muhterem arkadaşlar, benden evvel bu kürsüye gelen
arkadaşlarımın meseleyi kafi derecede izah ettiklerini zannediyorum. Ben yalnız bir
nokta üzerine dikkatinizi çekmek isterim. O da şudur, Milli Mücadeleye başladığımız
tarihten bugüne kadar bizim iki düşmanımız vardı. Biri hariçten geliyordu, diğeri de
İstanbul'dan doğuyordu. İstanbul'dan maksadım Padişah, Saray ve Babıali’dir.
NEŞET BEY (İstanbul): Hepsinin de Allah belasını versin.
ALİ FUAT PAŞA (Devamla): Görüyorsunuz ki cephedeki süngülerimiz gayet kati
bir zafer elde ettiği halde bile, hâlâ İstanbul entrikası nihayet bulmuyor. Binaena
leyh bu meselenin bence ifade edilecek zamanı gelmiştir. Bunu benden evvel söz
söyleyen Vekiller Heyeti Reisi Rauf Beyefendi tamamen izah ettiler. Önümüzde bir
Sulh Konferansı vardır. Daima ikilik çıkarılıyor. Binaenaleyh ben o kanaatteyim ki
düşmanların sonuncusu da bugün halledilmelidir. (bravo sesleri)
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Muhterem arkadaşlar, telgraf birçok bakımdan
tetkik edilecek garip bir vesikadır. Öncelikle bu telgrafı yazan zihniyet itibariyle,
sonra bu telgraftaki mantık itibariyle ve bu telgrafın kastettiği siyasi mana itibariyle
cidden tetkik edilmesi gereken bir vesikadır. Zihniyet olarak şu kadar biliyorlar ki
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti üç soneden beri Türkiye milletinin bütün
mukadderatına sahip olduğu halde, bunca zorluk ve zulme rağmen ve bir dünya
husumetine karşı milletin gayelerinin en mühim kısmını kazanmış etmiş iken, bu
telgrafı yazan kişi veya kişiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine karşı altı
asırlık bir tarihi olan Babıali’yi koymak istiyorlar. Diyorlar ki Sulh Konferansına
Türkiye Büyük Millet Meclisi davet olundu, fakat aynı zamanda Babıali de davet
1159
olundu ve bize diyor ki Babıali eğer bu konferansa iştirak etmeyecek olursa, altı
asırlık tarihi hüviyeti kaybolacaktır.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Yerin dibine batsın!
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Bundan Allah korusun memleket ve millet için büyük
bir kötülük olacak. Efendiler, bu zihniyet şunu da ifade etmek istiyor ki millet haki
miyetini eline aldıktan ve istiklalini kazandıktan sonra kurduğu bu muazzam Hü
kümeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetini, bunlar henüz meşru bir Hükümet
olarak tanımamaktadırlar. Kendilerinde bu meşru ve milli Hükümeti kontrol etmek,
daha doğrusu onlara emir vermek salahiyetini görüyorlar ve diyorlar ki evet sizi biz
vakit idama mahkum etmiştik, birtakım asi heriflerdiniz…
HAŞİM BEY (Çorum.): O dedikleri kendileridir, efendim.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Biz sizi itham etmiştik. Siz de Hakkın yardımıyla bü
yük bir zafer kazandınız. Babıali’ye rağmen, Avrupa'ya rağmen ve bir dünya hu
sumetine rağmen büyük bir zafer kazandınız. Fakat bu zaferin meyvelerini topla
mak lazım geldiğini şu anda siz durunuz, gitmeyiniz de bizi beraber götürünüz,
beraber gideceğiz. Beraber konuşacağız ve beraber kararlaştıracağız.
HASİP BEY (Maraş): Biz ölürken onlar baloya gidiyorlardı.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Biz sizinle birlikte Sulh Konferansına gitmezsek mem
leket için büyük bir kötülük olur, diyorlar. Efendiler bunların teklif ettikleri şey nedir,
esas itibariyle düşünelim. Sulh Konferansında Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükü
metinin delegelerinin yanına birtakım başka delegeler de oturacak. Bunlar kimdir,
bunlar Babıali’nin delegeleridir ki o Babıali, Sevr Antlaşması gibi bu milleti esarete
mahkum eden bir vesikaya imza atmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu kadar
kudretli ve muzaffer bir orduya sahip olan delegeleri yanında, Sevr'i imza etmiş
olan diğer delegeler yer alacak olursa, bizim kendi kuvvetimiz, kendi davamız,
kendi hakkımız, zayıf düşecektir. Bu nasıl kabul olunabilir, efendiler? Bu katiyen
kabul olunamaz. Düşünecek olursak efendiler, bunlar hakikaten Babıali’nin Padi
şaha bağlı olan adamlarıdır, Sevr’i imzalamış olanlardır. Fakat şükürler olsun ki
gerek bu vesile ile ve gerek düşmanlarımıza karşı kazandığımız zafer ile ve gerek
bu imza edilen Sevr vesikasıyla bir defa daha Babıali’yi yıkmış bulunuyoruz. Onla
rın bütün kötülüklerinden, zulmünden millet kurtulmuş oluyor. (alkışlar) Efendiler,
millet istiklaline muhalif bulunduğu zaman ve pek çok asırlardan beri yine Babıali,
şahsiyetini ve sarayın şahsiyetini ileri sürerek milletin başına bela olmak için se
bep aramıştır. Her ne vakit millet gözünü açmış, uyanmış, kendi istiklalini almak
istemiş ise, daima bu Babıali zihniyeti, saray zihniyeti ona karşı çıkmıştır. Cenabı
Hakka şükürler olsun ki bu defa, bunların bütün tesir ve baskılarından kurtularak
millet uyanmıştır ve bu sayede üç, üç buçuk senelik gayet kısa bir zamanda, asır
lara sığmayacak kadar zaferler, büyük mucizeler şeklinde harikalar göstermiştir.
Efendiler milletin aklı başına gelmiştir. Artık Babıali siyasetine, saray siyasetine
lanetle, mukadderatını doğrudan doğruya milletin duygularına tercüman olan vekil
1160
lerine vermiştir. Sizler ki milletin bu duygularını hakkıyla tercüman olan mebuslar
sınız, bunu bir daha dünyaya karşı ispat ve ilan etmek ve Babıali gibi, saray gibi
birtakım teşkilat ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin katiyen birlikte olma
dığını ilan etmek lazım olduğu kanaatindeyim. (bravo sesleri) Çünkü bunu ilan
etmeyecek olursanız efendiler, bu teklifi yaptıran yalnız Babıali zihniyetini taşıyan
adamlar değildir, Lloyd George zihniyetini taşıyan adamların teşvikiyle olmuştur.
Bunlar mal bulmuş gibi sarılmışlar ve bizi birtakım tehditlerle bu teklifi kabul ettir
meye mecbur edeceklerini zannetmişlerdir. Eğer buna bir engel koymaz ve Türki
ye Büyük Millet Meclisi Hükümetinden başka hiçbir heyetin söz söylemeye hakkı
olmadığını dünyaya sert bir şekilde ilan etmezseniz, elbette düşmanlarımız bizi
sulh masasında zayıf düşürmeye çalışacaklardır.
NUSRET EFENDİ (Erzurum): Benden evvel söz söylemiş olan arkadaşların sözle
rine Azerbaycanlı Şair Ebül Ula Gencevi’nin şu sözüyle karşılık vereceğim. O di
yor ki “Lekad esmate.” Bu söz ölülerle konuşma manasındadır. Biz kabristanda
mıyız? Babıali ölmüş, saray ölmüştür. (bravo, yaşa sesleri) Bu hususta konuşmak
boş iştir. (iyi defnedilememişler sesleri) Hakimiyet kayıtsız, şartsız milletindir sö
züne uygun olarak bir kere daha sizi İstanbul'dan gelen bu telgrafın şiddetle red
dedilmesini ve yok sayılmasını sizden rica ederim. (şüphe yok sesleri) Bu hurafeyi
demin salonda işittiğim anda hayrette kaldım. Bu son komedidir, bunu da atlata
cağız, bunun kati surette ehemmiyeti yoktur. Ancak Hilafetin kaldırılması zamanı
gelmiş midir, gelmemiş midir? Bunu sizden soruyorum. (bravo sesleri) Zamanı
geldiği takdirde bu meselenin halli zamanı gelmiştir. Size kısa olarak İslam tarihin
den bir iki parça arz ettikten sonra, o Hilafetin mahiyetindeki siyasi ve şer’i manayı
beyan ettikten sonra fikrimi arz edeceğim.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): O Hilafet meselesini Sevr Antlaşmasını imza ederek
kendi kendine Vahdettin halletmiştir. (gürültüler)
NUSRET EFENDİ (Devamla): Müsaade buyurunuz. Bilindiği gibi efendiler… (gü
rültüler) Rica ederim efendiler, dinleyiniz. Peygamber Efendimiz vefatından bir iki
gün evvel hasta yatağında bir ara gözlerini açtı ve buyurdular ki ben size bir vasi
yet yapayım ki benden sonra hak ve adaletten ayrılmayınız, dedi. Peygamberimiz
vefat ettikten sonra Müslümanlar toplandılar, Halife seçmek için. Mekkeliler, Medi
ne’den göçenlere dediler ki sizden bir Halife ve bizden de bir Halife olsun. Bu söze
Hazreti Ebu Bekir, hayır olamaz iki halife olamaz, dedi. Dört halife devrinden son
ra Hilafet vakit vakit siyasete alet olmuş, hatta bundan üç yüz sene evveline gelin
ceye kadar mezhepler din şeklinde ortaya çıkmıştır. İslam tarihi dikkatle tetkik
olunursa, Hilafet meselesi Müslümanların başına bir bela olmuştur.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Beladır, bela. (bravo sesleri)
NUSRET EFENDİ (Devamla) Bin üç yüz seneden beri meşru olarak ancak, Büyük
Millet Meclisi Hükümetini görürsünüz. Tarihi yukardan aşağıya karıştırınız. Bu
temizlikle, bu iyilikle ve bu fedakarlıkla İslam aleminde teşekkül etmiş, ancak bu

1161
Meclisi görürsünüz ve öyle bir Meclistir ki inşallah bütün Müslümanları, kendine
cezp edecek, onlar da bize katılacaklardır. Buna inanınız. Fakat İslam alemine
karşı ve halkımıza karşı buna bir meşru şekil vermek için bana kalırsa Din İşleri
Vekili Efendi buradadır zannederim… (burada sesleri) Din İşleri Vekili Efendinin
reisliği altında, şimdi bir ilmi meclis meydana getirerek bu meseleleri tespit edil
mesini Yüce Heyetinize arz ederim. Yüce Heyetiniz buradan çıkan kararları kabul
ettikten sonra, bütün İslam alemine gazetelerle, ajanslarla duyurmalıdır. (bravo
sesleri, alkışlar)

İSMET PAŞA (Dışişleri Vekili): Efendiler Türkiye'nin mukadderatına kayıtsız ve


şartsız el koyan Büyük Millet Meclisine bu telgrafla yapılan müracaatın resmi bir
mahiyeti olamaz. Bahis mevzu olan mesele, Sulh Konferansı ile alakalı olduğu için
önemlidir. Öteden beri olduğu gibi Batı devletlerinin hâlâ işgalleri altında tuttukları
İstanbul’daki heyet vasıtasıyla bütün milleti hâkimiyetlerinde tutmak imkanını gör
mekte olmalarıdır.

REFİK BEY (Konya): Şartlarımız, onlara cevabı verir.


İSMET PAŞA (Devamla): Türkiye Milletiyle, Türk Milletiyle bir sulh imzalayabilmek
için, Türkiye'nin meşru ve hakiki temsilcileriyle karşı karşıya bulunmak lazımdır.
Daha önce de İstanbul'da birtakım heyetler ve bu telgraf sahibinin arkadaşları,
başka çare olmadığını ifade etmişler, uğraşmışlar, müracaatta bulunmuşlar ve bu
suretle yabancılara da birçok ümitler vermişlerdir. Gene aynı gaflettedirler. Burada
İslam aleminin alakasından da bahis olunmaktadır. Biz İslam aleminin, sulhun
yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yapılmakta olduğunu bildiklerine
inanıyoruz. Türk Milletinin, milletimizin samimi ve hakiki bir sulh arzusuna karşı,
telgraf sahipleri sulhu tehir etmek için karşımıza çıkıyorlar. Onun için biz bütün
dünyaya karşı ilan ediyoruz ki eğer Türkiye'nin temsilcisi olarak başka heyetler
aranır ve bu yüzden sulh gecikirse, davet edenlerle kendilerini muhatap görenler
sulhu tehir etmiş olurlar. Sulh Konferansına ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi
delege göndereceğini ve Türkiye temsilcisi olarak başka yerlerden delege gelecek
olursa, onların katılmasının bizim katılmamıza mani sayacağımızı ve Mudanya
Konferansı hükümlerinin de bu surette geçersiz olacağını ifade ettik. İşgal olunan
mıntıkada ancak mahalli idareyi tanzim edecek birtakım heyetler bahis mevzu
olabilir. Mesela evvelce İzmir'den, Edirne'den, Bursa'dan, Eskişehir’den ve hatta
bugün Çatalca'dan ve bunların hiçbirinden böyle bir heyet çıkarmaya muktedir
olamadılar. Gerçi Yunanlıların son idaresi zamanında, Türkiye adına söz söyleyen
adamlar vardı. Fakat Türk Milletinin en müşkül zamanlarında düşman işgali altın
da bulunan yerlerde kendisinin Türkiye mümessili olmak cüretini meydana koy
mamıştır, hiçbir zaman içlerinden böyleleri çıkmamıştır. Millete sulha yardımcı
olmak isteyenleri ve yeni nifak arayanları ilan edeceğiz. Bütün millet ve bütün ha
kikati görenler bizimle beraber olacaktır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Daha söz alan arkadaşlarımız vardır.
(müzakere kafi sesleri) Efendim, önergeler okunacak.

1162
TBMM Başkanlığına
İstanbul'da halen kendisini Sadrazam olarak düşünen Tevfik Paşa’dan
gelen telgraf okundu. Bu telgraftaki ifade tahlil edilirse, güya Babıali’nin konfe
ransa alınmaması altı yüz küsur senelik Hilafet ve Saltanat Makamının hakları
nın müdafaa edilmeyeceği gibi bir endişeyle yazıldığı görülür. Hilafet Makamı
haklarının korunması, Büyük Millet Meclisinin esas vazifelerinden olduğuna
göre bu endişelere lüzum olmadığı gibi, esasen işgal altında bulunan bir top
rakta kendilerine hükümet süsü veren her hangi bir zümrenin hukuki ve siyasi
vaziyeti olamayacağından, Sulh Konferansında Türkiye'yi ancak Büyük Millet
Meclisinin meşru temsilcileri temsil edebileceğinden, gündeme geçilmesini
teklif eylerim. 30 Ekim 1922
Lazistan Mebusu
Osman

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Aynı mahiyette başka önergeler de


vardır. Bunlar okunan önerge gibi müzakerenin yeterliliğine ve gündeme geçilme
sine dairdir. Evvela müzakerenin yeterliliğini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın.
Müzakere kafi görülmüştür.

TBMM Başkanlığına
İslam mukaddesatına ve İslamiyete karşı şeytandan daha şeytan olarak
son asırda bir Lloyd türemişti. Meğer şeytandan, Lloyd George'dan daha da
alçaklar varmış. Sorar mısınız işte bu vesikayı yollayan ve düşünenler, öyle ise
başta Vahdettin olduğu halde besmele ile bunları bilumum Müslümanlar tara
fından taşlamasını teklif ederim. 30 Ekim 1922
Diyarbakır Mebusu
Hacı Şükrü

TBMM Başkanlığına
Derhal bir İstiklal mahkemesinin kurulmasıyla, İstanbul'da kendilerine
Hükümet adı verenlerin fuzuli olarak millet adına söz söylemek ve harekette
bulunmak isteyenler hakkında ceza verilmesini teklif ederim. 30 Ekim 1922
İstanbul Mebusu
Neşet

1163
TBMM Başkanlığına
Kendilerine Hükümet süsü vermek suretiyle, işlere karışmaları büyük bir
cinayet olduğundan ve bundan böyle bu gibi hareketlere devam etmemeleri
lüzumunun cevap olarak İstanbul'a ihtar edilmesini teklif eylerim.
Ertuğrul Mebusu
Necip

TBMM Başkanlığına
Tevfik Paşa tarafından gönderilen telgrafa şu şekilde cevap verilmelidir.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi, memleketine, milletine, dinine kasten hıya
net etmiş ve Padişahın reisliğinde Babıali’de toplananları vatan haini olarak
görmektedir. Türkiye'nin tek temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi delege
leri yanında, vatanına hıyanet etmiş insanlardan delege göndermek istemiyor.
Memleketi ve milleti düşmanlar işgal ederken, Müslümanlar imha edilirken,
düşmanların emrine alet olan ve memleketi yabancı himayesine bırakan, Müs
lümanların esaretine rıza gösteren Babıali’den delege görmek istemiyor.”
Bu şekildeki cevabın gönderilmesini teklif eylerinim, efendim.
Antalya Mebusu
Rasih

TBMM Başkanlığına
Tevfik Paşa'nın telgrafında bahsettiği devletin tarihi hüviyeti kalmamış,
bilakis milli azmin meydana getirdiği bugünkü şerefli netice ile yeni hüviyette bir
devlet ortaya çıkmıştır. Yok olmaya mahkum olan bir idare varsa, o yalnız İs
tanbul'daki hükümettir. Mesuliyet ise icap ve kabul ile tahakkuk etmez. Milletin
vicdanı tarafından hükmedilir. Bu hüküm günleri de artık gelmiştir. İstanbul
heyetinin Türkiye Devletini yok etmeye dair olan bu son hareketi bir vatana
hıyanettir. Bu suçun Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetince takibi lazımdır.
Hükümetimizi bu suçüstü vaziyete el koymaya daveti arz ederim.
Adana Mebusu
Zekayi

1164
TBMM Başkanlığına
1. Babıali adı altında İstanbul'da ne bir devlet ve ne de bir hükümet tanımıyo
ruz. Bu Hükümet tarihe karışmıştır.
2. Türkiye'nin Milli Misak hudutları dahilindeki yegane meşru temsilcisi Türkiye
Büyük Millet Meclisidir. Büyük Millet Meclisi saltanatı, milli bir saltanattır.
3. Babıali telgrafına aşağıdaki cevabın gönderilmesini teklif ederim.
“Türkiye'nin mukadderatı milletin hakiki temsilcisi olan Büyük Millet Mec
lisine aittir. Babıali’nin ve İstanbul’daki Hükümet adamların, Türkiye Büyük
Millet Meclisi mevcut iken kendi kendilerine Sulh Konferansına gitmeye kalkış
maları Vatana Hıyanet Kanununa göre suçtur ve bu suçu işleyenler şiddetli
cezalandırılacaktır.”
Burdur Mebusu
İsmail Suphi

TBMM Başkanlığına
Birkaç asırdır Saray ve Babıali’nin cehalet ve ihtişamlı hayatı yüzünden
devlet ve millet büyük felaketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra
nihayet çukura düşürülmüştür. Bir anda Osmanlı İmparatorluğunun hakiki ku
rucusu ve sahibi olan Türk Milleti, Anadolu'da hem dış düşmanlarına karşı
ayaklanmış ve hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete geçmiş
olan Saray ve Babıali aleyhine mücadeleye atılmıştır. Ankara'da Büyük Millet
Meclisi ve onun Hükümet ve ordularını kurarak dış düşmanların Saray ve Ba
bıali ile fiilen ve silahlı taarruzlarına karşı zorluk ve mahrumiyet içinde harp
etmiş ve bugünkü kurtuluş gününe kavuşmuştur.
Türk Milleti Saray ve Babıali’nin hıyanetini gördüğü zaman, Teşkilatı
Esasiye Kanununu çıkararak, onun birinci maddesiyle hakimiyeti Padişahtan
alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle de yasama ve yürütme salahiyetlerini
kendine vermiştir. Yedinci maddeyle harp ilanı, sulh imzalama gibi bütün hakla
rı üzerine almıştır. Binaenaleyh o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu
yıkılmış olup, yerine yeni ve milli bir Türkiye Devleti, yine o zamandan beri
Padişah iktidardan indirilip, yerine Büyük Millet Meclisi geçmiştir. Yani bugün
İstanbul'da bulunan heyet varlığını usulen himaye edecek hiçbir yabancı kuv
vete, milli desteğe sahip olmayıp bir gölge halindedir.
Millet eski otokrat Hükümet ve Saray halkının ihtişamı üzerine kurulmuş
bir saltanat yerine asıl halk kitlesinin ve köylünün haklarını himaye eden ve
saadetini karşılayan bir halk hükümeti idaresi kurmuştur. Hal böyleyken İstan
bul'da düşmanlarla birlik olmuşların halen Hilafet ve Saltanat haklarından bah
setmelerini hayret ediyoruz. Tevfik Paşa’nın telgrafı kadar garip ve acayip bir

1165
vesika, tarihte ender görülmüş bir şeydir. Büyük Millet Meclisinin buna cevap
vermemesini ve aşağıdaki kararın alınmasını talep ederiz.
1. Osmanlı İmparatorluğu, otokrasi sistemiyle beraber son bulmuştur.
2. Türkiye Devleti adıyla genç, dinç, milli halk hükümeti esasları üzerine kurulu
Büyük Millet Meclisi Hükümeti teşekkül etmiştir.
3. Yeni Türkiye Hükümeti, son bulmuş olan Osmanlı İmparatorluğu yerine
geçmiş olup, onun milli hudutları dahilinde yegâne mirasçısıdır.
4. Teşkilatı Esasiye Kanunu ile hükümranlık hakları millete ait olduğundan,
İstanbul'daki padişahlık tarihe karışmıştır.
5. İstanbul'da meşru bir hükümet mevcut olmayıp, İstanbul ve civarı da Büyük
Millet Meclisine aittir. Binaenaleyh oraların idaresi de Büyük Millet Meclisi me
murlarına verilmelidir.
6. Türkiye Hükümeti, meşru hakkı olan Hilafet Makamını esir bulunduğu ya
bancıların elinden kurtaracaktır.
Sinop Mebusu
Rıza Nur ve 78 arkadaşı

TBMM Başkanlığına
Sevr Antlaşmasını kabul ve imza ettiği andan itibaren padişahlık ve hali
felikten kendi kendini halletmiş bulunan taçlı hain hakkında Din İşleri Komisyo
nunda bir karar hazırlanarak, Meclise arz olunmasını teklif ederim.
Bolu Mebusu
Tunalı Hilmi

TBMM Başkanlığına
Rıza Nur Beyefendi ve arkadaşlarının önergeleri bir kanun tasarısı mahi
yetinde olduğundan dolayı, İç Tüzüğe göre Tasarı İnceleme Komisyonuna
havalesini teklif ederim.
Erzurum Mebusu
Hüseyin Avni
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Şimdi arkadaşlar, bu müzakereye dair
önergeler şu surette hulasa edilebilir. Birçok önergeler vardır ki bu telgrafı yazan
ve onun mensup olduğu heyet ve o heyeti kendine bağlayanlar için ceza verilme
sinden bahsediliyor. Haklarında kanuni muamele yapılmasından bahsediyorlar.
Diğer birtakım önergelerde buna vereceğimiz cevapta, yaptıklarının gayrimeşru
olduğunu söyleyerek ihtarda bulunalım ve bu gibi teşebbüslerde bulunmamalarını

1166
söyleyelim, diyorlar. Yani cezalandırmadan daha hafiftir. En nihayet Rıza Nur Be
yefendi ve arkadaşlarının esaslı maddeler ihtiva eden bir önergeleri var. Şimdi bir
de önergelerin ad okunarak oylanması için on beş imzalı bir önerge var. Şimdi
müsaade buyurursanız bu önergeleri ayrı ayrı oylamayacağım. Aynı mevzuda
olanların esas itibariyle dikkate alınıp alınmadığını oya sunacağım. Cezalandır
madan bahsediliyor, kanuni muameleden bahis olunuyor, ihtardan bahis olunuyor,
cevap vermemekten bahsediliyor, bunun ikisini birbirinden ayırabilmek için diyebi
liriz ki doğrudan doğruya kendilerine cevap vermek ve vermemek meselesi veya
ihtarda bulunmak, bir de hiç cevap vermeyip doğrudan doğruya haklarında kanuni
muamele yapılmasını teklif ediyorlar. Şimdi her iki noktayı ayırabilirsem, ayrı ayrı
oya sunacağım. Bu telgrafa cevap olarak ihtarda bulunmayı kabul edenler lütfen
ellerini kaldırsın. (Ret, uygun sesleri) Kabul edilmemiştir. Şu halde telgrafa cevap
verilmeyecek. Haklarında kanuni muamele yapmak esasını... (kanun vardır sesle
ri) Müsaade buyurunuz, kanun var. İstanbul'da bunu yazanlarla, mensup olduğu
heyetin ve Padişahın hakkında, kanuni muamele yapmak esasını kabul edenler
lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Efendim, nasıl yapılacağını ayrıca müza
kere etmek lazımdır. Esas itibariyle haklarında kanuni muamele yapılmasını kabul
buyurdunuz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Kanuni muamele yapılmasına dair bir şey yoktur.
Kabul edilmemiştir.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Sen kabul etmemişsin, kabul edenler
var. (gürültüler) Müsaade buyurun, önergelerin ad okunarak oylanması bahis
mevzu olabilir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Kabul edilmemiştir.
REFİK BEY (Konya): Kanun var, Vatana Hıyanet Kanunu vardır.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Herkes kendi oyuna sahiptir. (gürültüler)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Önergeniz buradadır, beyefendi. Ben
her hangi bir önergeyi oya koymadım, tatbikine dair buraya bir önerge gelirse o
zaman bahis mevzu olabilir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Paşa Hazretleri zannederim önerge olmazsa, oya
konacak da ortada bir şey yoktur.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendim Rıza Nur Beyefendi ve arka
daşlarının bir önergesi vardır. Bunu ad okuyarak oylayacağım ve bunu oya koy
madan evvel Hüseyin Avni Bey’in önergesi dikkate alınmak lazımdır. Diyorlar ki
Rıza Nur Bey’in teklifleri bir kanun tasarısı mahiyetinde olduğundan Tasarı İnce
leme Komisyonuna havale edilsin.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler müsaade buyrulur mu? Büyük Millet
Meclisi zannediyorum ki milletin imanını taşımaktadır.

1167
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Kendi imanını da taşıyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Şüphesiz milletin deyince o da içinde dahildir.
Efendiler, biz cidden bu meseleyi halletmeliyiz. Arz ettiğim gibi Rıza Nur Bey’in
önergesi istikbalimize ait bir meseledir ve noksandır. Bunun noksanını kabul et
mekte ben tereddütlüyüm. Kabul edersem neyi kabul ettiğimi bilmem. Reddeder
sem neyi reddettiğimi bilmem. Beyefendiler önerge noksandır, bunun tamamlan
ması lazımdır.
RIZA NUR BEY (Sinop): Noksanı ne imiş acaba?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Noksanı, hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir.
Hakimiyet bölünmeyi kabul etmez. Halkın yüzde bilmem kaçı anlamışsa anlama
yanlara her türlü şeyleri anlatarak, kendilerine aşk, iman koyarak ve o noksanları
ikmal ederek bu meseleyi etraflıca...
RIZA NUR BEY (Sinop): Önerge sahibi olarak söz isterim, efendim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Evet, bu Kanunu Esasimizle ki Teşkilatı Esasiye
mizdir. Rıza Nur Beyefendinin önergesi beklenilen iyi tesiri yapmayacaktır. Yani
şunu söylüyorum. Hepinizden fazla hürriyet taraftarı olduğumu bir defa daha tek
rar ediyorum. (hepimiz kadar sesleri) Teşekkür ederim ki arkadaşlarım da bu fikir
de bulunuyor. Fakat beyefendiler, ona bir şekil vermeden, onu Kanunu Esasiye
uydurmadan Teşkilatı Esasiye Kanununa esas olmak üzere tamamlanması taraf
tarıyım. Bu şekilde oy vermek de hem kanaatime uyar, hem uymaz, maddeyle
değil efendiler, hükümle. (zamanla sesleri) Zaman gayet açıktır. Bu zamanı Büyük
Millet Meclisi kayıtsız ve şartsız hakimiyet milletindir, demekle tespit etmiştir.
REFİK BEY (Konya): Yani yeni bir şey yapmış olmuyoruz ve kabul etmeyeceğiz.
RIZA NUR BEY (Sinop): Efendim, bugün öyle bir anda bulunuyoruz ki bir defa
siyasi vaziyet bu meseleyi halletmek istiyor. Bu kati ve zaruridir. İşte bundan dola
yı bu ikilikten bugüne kadar ne kadar zarar gördük ve düşmanlarımızın bunu kul
lanarak ne entrikalar yaptığı malumdur. Ne dolaplar döndürdükleri malumdur.
Bunları kırmak lazımdır, onun için acilen ve katiyen bu işi bitirmek lazımdır. Yakın
vakitte de Sulh Konferansın başlayacağı bellidir. Asıl mesele şudur ki Kanunu
Esasiye'ye aykırılıktan bahsettiler. Hayır, öyle bir şey yoktur. Teşkilatı Esasiye
Kanununun birinci maddesi tamamıyla açıktır. Hakimiyeti kayıtsız ve şartsız Padi
şahtan, padişahlıktan almış, millete vermiştir, bitmiştir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Öyledir, dünya biliyor bunu.
RIZA NUR BEY (Devamla): Böyledir, bitmiştir ve katidir. Şimdi önergemiz buna
uygundur. Yeni bir şey ilave etmemektedir. Budur mesele. Sonra yine Teşkilatı
Esasiye Kanununda halk hükümetinden bahsettiler. Efendiler otokrat hükümet
kaldırılmıştır. Yani şahsiyetten, şahıslardan Hükümet kaldırılmıştır. Bir şahıs keyfi
ne göre bu millet üzerine hükmedemeyecektir. Bu millet artık buna tahammül et

1168
miyor. (alkışlar) Artık sarayların israfı için millet yalınayak, başıkabak, güneşin
altında yaşayıp, İstanbul'a para gönderemez.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Geçmiştir demeyen var mı Rıza Nur Bey?
CELAL NURİ BEY (Gelibolu): Devletin ismi de değişmiştir.
RIZA NUR BEY (Devamla): Bu geçmiştir diyorsanız, o halde ne diyoruz? Burada
neyi izah ediyoruz? Bunun yerine bir halk hükümeti ve halkın menfaatini gözete
cek bir halk hükümeti kurduk diyoruz ki bu da Türkiye Hükümetidir. Efendiler İs
tanbul Hükümeti hâlâ eski zihniyettedir ve hiç bir şeyi bilmezler ve onun zihniyetini
değiştiremezsiniz. Bunlar bu zamanın adamları değildirler. Bunlar yaramazlar.
Onların zihniyetleri, halleri yüzündendir ki millet bu hale gelmiştir. Altı yüz senelik
saltanat haklarından bahsediyorlar. Hayır, efendiler öyle değil. Tarihi iyi tetkik edi
niz. Altı yüz senelik bir saltanat hakkı yok. Dokuz yüz senelik bir millet hakkı vardır
ve dokuz yüz seneden sonra burada bir Türkiye Devleti vardır. En başta Selçuk
Hükümdarıyla başlamıştır. Onun yerine Osmanlı Saltanatı geçmiştir. Bugün o da
son bulmuştur. Millet kendi hükümetini kurmuştur. (bravo sesleri, alkışlar) Resmen
Türkiye Devleti bu demektir, başka bir şey yoktur. Bu önerge bunu açıklamaktan
ibarettir. Rica ederim bunu kabul ediniz ve şunu istiyorum ki bunu ad okuyarak
kabul ediniz ki bugün millet kendi selameti, saadeti için buraya gönderdikleri me
buslarının ne fikirde olduğunu görsün. (bravo sesleri) Millet daha sonra tarihte
okusun. (müzakere kafi sesleri)
HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara): Müzakere usulüne dair söyleyeceğim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Lüzum kalmamıştır, müzakere kafi
görülmüştür. Herkes oy verecektir.
HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara): Her halde bir iki kelime söylemek lazımdır.
(lüzum yok sesleri) Ne var, neden korkuyorsunuz, iki kelime söyleyince ne olur?
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Kimden korkacağız, korksak evvelden korkardık.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Müzakere usulü hakkında söyleyeceğim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Hangi usul efendim? Usul karşısında
ne diyeceksiniz? Hangi usul karşılığı arıyorsunuz, yoktur usul? Oturunuz, usul
dersi mi vereceksiniz?
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Yeter artık! Usul usul, usul haricindedir bunlar?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Arkadaşlar, Rıza Nur Bey’le arkadaş
larının önergesini ad okuyarak oya koyuyorum. Kabul edenler beyaz, etmeyenler
kırmızı oy verirler.
(Ad okunarak oylar kullanılmaya başlandı.)

YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Usulü filan budur, herkes oyunu verir.

1169
OSMAN BEY (Lazistan): Herkesin bir kanaati var. Ne var yani, ne oluyor, ne gü
rültü yapıyorsunuz?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Osman Bey, güya siz gürültüye mani
olmak istiyorsunuz. Halbuki siz gürültü yapıyorsunuz.
OSMAN BEY (Lazistan): Rica ederim, başkalarına da ihtarda bulununuz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Herkese ihtar ettim, size de ediyorum.
(gürültüler)
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Zorla oy kullandırılmaz. (zorlama yoktur
sesleri, gürültüler)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): İç Tüzük vardır, zorla size kimse oy
kullandırmıyor. Canın isterse oy verirsin.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendim, ismi okunmayanlar var mı?
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Efendim, isimleri okunduğunda burada
bulunmayan arkadaşların isimleri tekrar okunsun.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Arkadaşlar bir önerge vardır. Oyla
maya katılmayanlardan bir günlük maaş kesim cezası verilmesi teklif ediliyor. (ka
bul sesleri)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Bunun hakkında söz isterim, Paşam.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Bu önergeyi oylarınıza sunuyorum.
Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Söz istiyorum, Paşam.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Vekillere ait bir teklifim var, lütfen müsaade buyu
run da arz edeyim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Burada bulunmayanların isimleri tek
rar okunuyor.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Paşam, mebusların oy vermeme hakkı da vardır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Oyunuzu buraya koyar, çekimser
olursunuz.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Oy kullanmayabilirim de.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Çekimser olduğunuz belli olsun.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Usul yoktur, buyuruyorsunuz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Usul yoktur, efendim.

1170
YASİN BEY (Gaziantep): Paşa Hazretleri bir yanlış anlaşılma var. Önergede Hila
fetten bahsedilmemiş diyorlar. Rica ederim tekrar okunsun da bu anlaşılsın. Öner
gede böyle bir şey yoktur.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendim o yanlış anlaşılma, anlamak
istemeyenlerindir. Önerge okunmuş ve herkes anlamıştır.
ETHEM FEHMİ BEY (Menteşe): Kimin tereddüdü varsa önergeyi gelip okusun.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Oylama son bulmuştur.
(Oyların sayımı için ara verilir ve oylar sayılır. Sayım bittikten sonra…)

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Efendim oylama neticesini arz ediyo
rum. 132 kabul, 2 ret, 2 çekimser olmak üzere 136 kişi oy kullanmıştır. Karar yeter
sayısı için daha 25 oya ihtiyaç vardır. Yarın tekrar oylama yapacağız. (yarın top
lantı yok sesleri) O halde çarşamba günü olur. Çarşamba günü toplanmak üzere
1
celseyi tatil ediyorum.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (30 Ekim 1922), 1.Dönem, c.24, s.269-298, http://www.tbmm.gov.tr/
1171
KASIM 1922

1 KASIM 1922: SALTANAT İLE HİLAFET’İN BİRBİRİNDE AYRILMASI VE SAL


TANATIN KALDIRILMASI KARARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 130.Birleşim, Gündem: 5/2)

İki gün önce saltanatın kaldırılması hakkındaki karar Genel Kurul


dan çıkmak üzere iken, son anda bazı milletvekillerinin oylamaya katıl
mamaları nedeniyle, karar yeter sayısına ulaşılamamış ve karar alına
mamıştı. Milletvekilleri saltanatın kaldırılmasında hemfikirdiler, ancak
bazı milletvekilleri seçilecek halifenin Osmanlı soyundan olmasını isti
yorlardı. Bu sırada çeşitli engellemeler nedeniyle görüşmeler uzadıkça
uzadı ve gene Mustafa Kemal Paşa ağırlığını koydu.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Sinop Mebusu Rıza Nur Bey ve arkadaşlarının
önergesi, bundan önceki celsede karar yeter sayısı olmadığı için oylanamamıştı.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Dünkü önergede sizin de imzanız vardı. Binaena
leyh Meclis Umum Heyetini idare edemezsiniz, Adnan Beyefendi.

(Bunun üzerine Dr. Adnan Bey Başkanlık kürsüsünden ayrıldı ve Musa Kazım Efendi
oturumu yönetmeye başladı.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim dünkü önergenin altıncı madde
sinin değiştirilmesine dair bir önerge var. Onu okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
30 Ekim 1922 tarihli önergemizin altıncı maddesinin aşağıdaki gibi değiş
tirilmesini teklif ederiz.
“6. Hilafet Türklere, Osmanlı Hanedanı’na aittir. Türkiye Devleti Hilafet Maka
mının koruyucusudur. Halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu
hanedanın ilmi ve ahlaki hususiyetlere sahip varisleri seçilir. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Hükümeti, meşru hakkı olan Hilafet Makamını esir bulunduğu
yabancıların elinden kurtaracaktır.”
Sinop Mebusu
Rıza Nur ve 53 arkadaşı

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim bir önerge daha vardır. O da okunsun.

1172
TBMM Başkanlığına
Sözlü olarak arz olunacak olan aşağıdaki kanun teklifinin kabulünü teklif
ederiz.
Erzurum Mebusu
Hüseyin Avni ve 25 arkadaşı
1. Teşkilatı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hakimiyet hakkının hakiki temsil
cisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi şahsiyetini terk etmek üzere
temsil ve kullanmaya ve milli iradeye dayanmayan hiçbir kuvvet ve heyeti ta
nımamaya karar verdiği için, Milli Misak hudutları dahilinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümetinden başka bir Hükümet şeklini tanımaz. 16 Mart 1920 tari
hinden itibaren şahsi hakimiyete ait olan İstanbul'daki Hükümet şekli tarihe
karışmıştır.
2. Hilafet, Türkiye Devletine ve Osmanlı Hanedanına ait olup, Halifeliğe Türki
ye Büyük Millet Meclisi tarafından babadan oğla intikal etmek üzere bu Hane
danın ilmi ve ahlaki hususiyetlere sahip olan varisleri arasından üçte iki çoğun
lukla seçilir. Hilafet Makamının koruyucusu ancak Türkiye Devleti’dir.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim müsaade buyurursanız önergemizi izah


edeyim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Arkadaşlar, İstanbul'da meşru olmayan resmi
bir sıfata sahip Tevfik Paşa, evvela hususi ve gizli olarak ordularınızın Başkuman
danına, daha sonra onu ihbar eder tarzda açık bir telgraf ile Yüce Meclise müra
caatta bulundu. Dikkat buyrulursa gelen telgraf ile İslam kamuoyunun aklı karıştı
rılmak isteniyor. Bu telgraftaki zihniyet, istiklalimizi imhaya çalışan düşmanlarımıza
karşı mukaddes davamızı müdafaada fiilen ve hukuken muvaffakıyetlere ulaşmış
olan Milli Hükümetimizi zayıflatmak içindir. Mana ve mantıktan yoksun olan bu
telgraf, Yüce Meclisinizin mevcudiyetiyle tahakkuk eden bir idare şeklini, bir haki
kati tekrar bahsetmemizi lüzum gösterdi. İdare şeklimize dair hakikat, Türkiye
halkının mukadderatına doğrudan ve bizzat el koyması, milli hakimiyeti, milli sal
tanatı üç seneden beri kendi elinde bulundurarak mukaddes davayı müdafaa et
mekte bulunmasıdır. Bu hakikatin meydana çıkması, bir batılın sonu oldu. Bu batıl,
meşru ve makul olmayan şey, bir milletin hakimiyet hakkının ve saltanatının, bir
şahısta temsil edilmesine müsaade edilmesiydi. Bu nokta üzerinde bütün milletin
ve onun temsilcisi Yüce Heyetinizin tabii surette vermiş olduğu kararı, birçok defa
lar, birçok arkadaşlarımızın muhtelif vesilelerle ifade etmiş olmalarına rağmen ben
de bir arkadaşınız olarak bu kürsüden aynı şeyi tekrar edeceğim. Beni beş on
dakika bir daha dinlemek lütfünde bulunmanızı rica ediyorum. (hay hay sesleri)
Arkadaşlar, hakikatin açıklanması için hep beraber Türk Tarihi ve İslam Tarihi
üzerinde kısa ve seri bir göz gezdirmeyi uygun bulur musunuz? Efendiler, bu dün
yada en az yüz milyonu aşkın nüfusu olan bir Türk Milleti vardır. Bu milletin yeryü

1173
zünde kapladığı alan nispetinde, tarihte de bir o kadar derinliği vardır. Efendiler,
bu derinliği isterseniz iki şekilde ölçelim. Birincisi, tarihi devirlere göredir. Buna
göre Türk Milletinin en eski atası olan Türk adındaki insan, Nuh Peygamberin oğlu
Yafes'in oğlu olan kişidir. Tarihin bu çok eski devrine ait vesikaları bulmak pek
zordur. Bu sebeple maddi tarihi vesikalara göre beyan edebiliriz ki Türkler on beş
asır evvel Asya'nın göbeğinde muazzam devletler kurmuşlar ve insanlığın her
türlü ilerlemesine sebep olmuş bir toplumdur. Elçilerini Çin'e gönderen ve Bi
zans’ın elçilerini kabul eden bu Türk Devleti, atalarımız olan Türk Milletinin bir
devleti idi ve bu devlet Bizans’ı tarihe gömmüştür. Efendiler, yine malumdur ki
dünya üzerinde yüz milyonluk bir Arap Milleti vardır ve bunlar Asya ve Kuzey Afri
ka’da bulunurlar. Alemlerin Efendisi olan Peygamber Efendimiz, bu Araplar içinde
Mekke'de dünyaya gelmiştir. Ey arkadaşlar, Tanrı birdir ve büyüktür. Onun
tecelliyatına bakarak diyebiliriz ki insanlar iki sınıfta, iki devrede mütalaa olunabilir.
İlk devir, insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. İkinci devir, olgunluk devridir.
İnsanlığın birinci devresinde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından bakıl
ması, yetiştirilmesi, korunması gerekirdi. Allah, kullarının lazım olan büyümesine,
olgunlaşmasına kadar, Hazreti Adem’den itibaren peygamberler göndermiştir.
Fakat Peygamberimiz vasıtasıyla en son Hak Dinini verdikten sonra, artık insanlı
ğa başka bir peygamber vasıtası ile temasta bulunmaya lüzum görmemiştir. İn
sanlığın idrak, aydınlanma ve olgunlaşması ile her ilmi doğrudan doğruya ilahi
ilhamıyla sahip olabileceğine kabul buyurmuştur. Bu sebepledir ki Peygamberimiz
son peygamber ve Kitabımız da son ve mükemmel kitaptır. Son Peygamberimiz
olan Hazreti Muhammed 1394 sene evvel Hicri Rebiyülevvel Ayının on ikinci Pa
zartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu, gün doğmadan...
REFİK BEY (Konya): Ne güzel bir tesadüf!
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Bugün o gündür. İnşallah bu hayırlı bir te
sadüftür. (inşallah sesleri) Filhakika Hicri tarihle bu akşam Peygamberimizin do
ğum gününe tesadüf ediyor. Yüzü nurani, sözü ruhani, sözüne sadık, yüksek ah
laka sahip olan Muhammed Mustafa, evvela bu vasıflarıyla kabilesi içinde
Muhammedülemin diye anıldı, yani sözüne güvenilen. Muhammed Mustafa Pey
gamber olmadan evvel kavminin muhabbetine, hürmetine, itimadına sahip oldu.
Ondan sonra ancak kırk yaşında peygamberlik geldi. Çeşitli tehlikeler içinde, zor
luklar karşısında yirmi sene çalıştı ve İslam Dinini kurmaya ait peygamberlik vazi
fesinde muvaffak olduktan sonra, Hakkın rahmetine kavuştu. Bütün Müslümanlar
birçok gözyaşları döktüler. Fakat üzüntünün fayda getirmediğini hemen anlayan
Müslümanlar, Peygamberin arkasından ağlamak değil, bir an evvel idari tedbirler
almak üzere toplandılar. Peygamberimize Halife olacak birinin seçilmesi gereki
yordu. O Hazreti Ebubekir'den çok hoşlanırdı. Hayattayken Ebubekir'in kendisine
halef olması uygun olacağını muhtelif tarzlarda işaret dahi buyurmuşlardı. Buna
göre toplanıp resmen bir seçim yapmaktan başka bir iş kalmamıştı. Ama bu seçim
işi o kadar basit olmadı. Bilakis mesele çok müzakerelere, çok münakaşalara ve
çok esaslı ihtilaflara uğradı. Halife seçiminde mühim olarak üç farklı fikir ortaya

1174
çıktı. Bu fikirlerden birisi, hak sahibi olmak, ümmeti idare edebilmek için lazım olan
kudrete sahip olmak, buna göre halifeliğe en kuvvetli olanlar sahabeler1 idi. İkinci
fikir, o güne kadar İslam’a hizmet eden kavmin hilafete hak kazanmış olmasıydı.
Bu, ensarın2 fikriydi. Üçüncü fikir ise, akrabalık bağı olanların halife seçilmesi idi.
Bu da Peygamberimizin sülalesi olan Haşimiler’in fikriydi. Bu üç fikre uygun olarak
bir Halife seçmek mümkün olamadı. En nihayet bunalımın önüne geçmek lüzu
muna inanan Hazreti Ömer'in tesiriyle Hazreti Ebubekir Halife seçildi. Görülüyor ki
ilk halifenin seçiminde o günlerdeki temayüllerin yerine, şahsi tesirler öne çıkmış
tır. Efendiler bu muhalefet ve münakaşanın yersiz olduğunu zannetmeyelim. Haki
katen Hilafet, Müslüman milletler için en büyük faydadır. Çünkü efendiler Hilafet
Müslümanlar arasında kuvvetli bir bağdır. Hazreti Ebubekir'in Halife olması çok
faydalı oldu. İşte bu suretle, Hilafet unvanıyla bir İslam devleti teşekkül etti. Fakat
efendiler, Peygamber'in vefatıyla derhal her tarafta İslamiyet’ten uzaklaşma baş
ladı, irtica başladı, isyan başladı. Hazreti Ebubekir bunları önledi, vaziyete hakim
oldu. Ebubekir son günlerine yaklaşınca, kendi seçiminde yaşanan zorlukları dü
şünerek Hazreti Ömer'i vasiyetname ile bizzat seçti ve millete takdim eyledi. Haz
reti Ömer'in Halifelik zamanında İslamiyet fevkalade denecek derecede süratle
gelişti. Servet çoğaldı. Halbuki bir milletin içinde servet ve bolluğun artması, insan
lar arasında kötülüklerin ve bu da ihtilal ve fitnenin ortaya çıkmasına sebep olur.
İşte bu nokta Hazreti Ömer'in zihnini kurcalıyordu. Hazreti Ömer hatırladı ki Resu
lü Ekrem, sır saklayan yakınlarına demişti ki ümmetim düşmanlarına galip gele
cek, Mekke, Yemen, Kudüs ve Şam'ı fethedecek, kazanılan hazineler taksim edi
lecek ve fakat ondan sonra aralarında fitne, ihtilal ve düşmanlıklar ortaya çıkacak
tır. Hazreti Ömer’in hayatından şu kısa bölümü okuyayım. Hazreti Ömer bir gün
Hüzeyfe adlı bir ulemaya, deniz gibi dalgalanacak olan fitneyi sorduğu zaman
aldığı, cevapta,
-Senin zamanında, seninle onun arasında kapalı bir kapı vardır.
-Daha sonra bu kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı?
-Kırılacak.
-Öyle ise artık bu kapı kapanmaz.

1
Hazreti Muhammed'i görmüş, onunla konuşmuş, arkadaşlık etmiş ve ona inanmış Müs
lümanlara verilen isimdir.
2
Mekke'den Medine'ye göç edenlere yardım eden Medineli Müslümanlara denir. Medine
halkı, Mekke'de zulüm altında olan ilk Müslümanları şehirlerine davet etmiş, onlarla evle
rini, topraklarını paylaşmışlardır.

1175
...Öyle de oldu. Hakikaten kapının kırılması kaçınılmazdı. Çünkü İslam devleti
büyümüş, işler çoğalmıştı. Bu idare şekli ile her yerde adaleti tesis etmek çok zor
olmuştu. Hazreti Ömer bunu idrak ediyor, sıkılıyor ve Allah'ına yalvararak diyordu ki,
-Ya Rab, ruhumu al!
...Ömer bir gün ağlarken sebebi soruldu.
-Nasıl ağlamayayım ki Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa korkarım ki Ömer'den
sorulur.
…diye cevap verdi. Evet, Hazreti Ömer artık Hilafet unvanı altındaki idarenin, dev
let idaresine kafi olmadığını, devlet reisinin kendi faziletinin, kudretinin ve hatta
heybetinin bir devletin idaresine kafi olmadığını anlamıştı. Hatta bu endişe ile idi ki
Ömer, kendinden sonra artık bir halife düşünemez oldu. Kendisine oğlunu tavsiye
ettikleri zaman,
-Bir eve, bir kurban yetişir.
...dedi. Abdurrahman Bin Avf'ı çağırdı,
-Ben seni veliaht yapmak istiyorum.
…dedi. O da,
-Bana kabul et diye nasihat eyler misin?”
…deyince, Ömer.
-Edemem.
...dedi. Abdurrahman,
-Vallahi ben de ebediyen bu işe giremem.
…dedi. En nihayet Ömer, en uygun yolu buldu. Devlet işlerinde danışma, konuşup
anlaşma, fikir edinmek için müzakere usulüne geçti. Hazreti Ömer’den sonra Haz
reti Osman Halife oldu. Fakat kırılmaya mahkum olan kapı artık kırılmıştı. İslam
devletinin her tarafında bin türlü dedikodu, hoşnutsuzluk, karışıklık başladı. Zavallı
Osman, aciz ve çaresiz bir vaziyete düştü. O kadar ki Şam Valisi Muaviye, onun
hayatını muhafaza etmek için himayesine davet etti. Bunu kabul etmeyen Hazreti
Osman'a emniyetini sağlamak için asker göndermeyi teklif etti. Bunların hiçbirisine
lüzum kalmadı. Her tarafta isyan eden muhtelif mıntıkalardaki halk, Medine'de
Hazreti Osman'ın evini kuşattılar ve eşinin yanında şehit ettiler. Birçok gürültülü ve
kanlı hadiselerden sonra Hazreti Ali Hilafet Makamına getirildi. Tekrar edelim ki
kapı kırılmıştı. Aynı ırktan olmakla beraber Irak başka bir şey, Yemen başka bir
şey, Suriye başka bir şey ve hatta Hicaz bambaşka bir şeydi. Hicaz 'da bir Halife,
Suriye'de askeri kuvvetine güvenen bir Vali Sıffin'de karşı karşıya gelmeye mec
bur oldular. Muaviye, Hazreti Ali’nin Halifeliğini tanımıyor ve bilakis onun sonunun

1176
da Hazreti Osman gibi olmakla itham ediyordu. Vazifesi İslam aleminde Kuran
emirlerinin teminini sağlamaktan ibaret olan Halife, mızraklarına Kuranı Kerim
sayfaları geçirilmiş Emevi Ordusunun karşısında harp etmeye mecbur oldu. İki
taraf hakemlerinin vereceği karara uymaya söz verdi. Malumunuz buna tarihte
Hakem Vakası denir. Muaviye’nin temsilcisi ile Hazreti Ali'nin temsilcisi karşı kar
şıya geldikleri zaman, Hazreti Ali de hazır bulunuyordu. Anlaşma metninin başın
da “Müslümanların Emiri Ali ile Muaviye arasında”, diye yazılan cümleye derhal
Muaviye’nin temsilcisi itiraz etti ve dedi ki Müslümanların emiri kelimesini kaldırı
nız. Sen yalnız emrinde bulunanların emiri olabilirsin. Şam ahalisinin emiri değil
sin. Hazreti Ali, isminin başındaki sıfatın kaldırılmasını kabul etti. Bundan sonra iki
taraf delegelerinin birbirlerine karşı kullandıkları adi hile, hepinizce bilinmektedir.
Bunda muvaffak olan Muaviye halifeliğini ilan etti. Diğer taraftan Hazreti Ali de
hakemlerin kararlarına sadık kalacağına söz verdiği halde, biraz tereddüt edip
halifeliğe devam etti. Görülüyor ki Peygamberimizin vefatından yirmi beş sene
sonra İslam alemi içinde, İslam’ın en büyük iki lideri karşı karşıya Hilafet iddiasıyla
arkalarından sürükledikleri aynı din ve aynı ırktaki insanları kanlar içinde bırak
makta bir sakınca görmediler. En nihayet, hilesinde muvaffak olan Muaviye, saf ve
nezih olan Hazreti Ali’yi mağlup ve evlatlarını perişan etti. Bu surette Hilafet unva
nı altındaki İslam devleti, yine Hilafet unvanı altında İslam saltanatına dönüştü.
Emevi Saltanatı büyük istilalar yapmakla beraber baştan nihayete kadar kanlı ve
elim hadiselerle ancak doksan seneyi doldurabilmiş ve Hicretin 132. senesinde
Arap Milleti Emevi Saltanatını başlarından atmış ve yerine başka isim altında bir
devlet kurmuştur. Bu devlete Abbasi Devleti ve devletin başında bulunana da Hali
fe derlerdi. Merkezi Irak'ta bulunan Abbasi Hilafetinin mevcudiyetine rağmen, En
dülüs'te de asırlarca saltanat sürmüş hükümdarlar mevcuttu. Konuşmamın başın
da izah etmiştim ki bundan bin beş yüz sene evvel Orta Asya'da muazzam bir
Türkiye Devleti mevcuttu. Bu devletin sahibi Türkler bundan bin sene evvel
İslamiyeti kabul ettiler. Önce doğuya doğru ilerleyerek Çin hududuna kadar ulaştı
lar. Abbasiler zamanında bu kahraman Türkler, asalet sahibi olan Türkler, asker
olarak Suriye'ye, Irak'a kadar geldiler. Abbasi Halifesinin idaresinde bulunan bu
yerlere yerleştiler. En yüksek idare ve kumanda makamlarına kadar yükseldiler.
Hicri dördüncü asırda, Selçuk Hükümeti adı altında muazzam bir Türk Devleti
kuruldu. Bu devletin adı altında faaliyet gösteren Türkler, bir taraftan Kafkasya'ya
diğer taraftan güneyde İran, Irak ve Suriye'ye ve bütün Anadolu'ya yayıldılar. Bağ
dat'ta oturan Abbasi Halifesi bu Türk Devletinin idaresi altına girmişti. Bağdat'ta
Melikşah adındaki Türk ile Halife yan yana oturdular ve akraba oldular. Bu vaziyeti
ve bu manzarayı biraz açıklamak isterim. Türk Hakanı ki muazzam bir Türk Devle
tinin hakimiyet ve saltanatını temsil ediyor, Hilafet Makamının devamında bir mah
zur görmüyor. Eğer böyle bir mahzur görseydi zaten idaresine aldığı makamı or
tadan kaldırması ve o makama ait salahiyeti kendi makamı ile birleştirmesi müm
kündü. Yavuz Selim'in aşağı yukarı beş asır sonra Mısır'da yaptığını eğer istesey
di, Melikşah daha o zaman Bağdat'ta yapmış olurdu. Onun belki yalnız düşündüğü
bir şey vardı, o da Türkiye Selçuk Devletine daha bağlı ve Hilafet Makamına en

1177
layık bir halef sağlamaktı. Gerçekten veliahdı olan oğlunu azletmek ve onun yeri
ne kendi torununu oturtmak için Halifeyi sıkıştırdı. Melikşah ölmeseydi bu, böyle
olacaktı. Şimdi efendiler, Hilafet Makamı korunmuş olarak onun yanında hakimiyet
ve milli saltanat makamı ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir, elbette yan yana durur
ve elbette Melikşah’ın makamı karşısında güçsüz ve etkisiz bir makam sahibi ol
maktan daha yüce bir şekilde bulunur. Çünkü bugünkü Türkiye Devleti’ni temsil
eden Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Çünkü bütün Türkiye halkı, bütün kuvvetle
riyle o Hilafet Makamının dayanağı olmayı doğrudan doğruya yalnız vicdani ve
dini bir görev olarak söz veriyor ve garanti ediyor. Tarihi değerlendirmelerin üze
rinde birkaç adım daha beraberce atalım. Bu adımlarımız, bizi bugünkü idare şek
limizin ne kadar tabii, ne kadar mecburi ve Türkiye için ve bütün İslam dünyası için
ne kadar faydalı ve doğru olduğu sonucuna varılacaktır. Efendiler, Orta Asya’da
devlet üstüne devlet kurmuş olan Türkler, daha batıda İran Selçukluları ve Anado
lu’da da Rum Selçukluları adı altında çok büyük ve çok medeni devletler kurmuş-
lardır. Konya’da hükümet merkezlerini kurmuş olan Rum Selçukluları, bildiğiniz
üzere 699 senesine kadar varlıklarını koruyorlar. Ünlü İslam, Türk devletleri kendi
başlarına hareket ederken Cengiz Han adındaki cihangir, Karakurum’dan çıkarak
559 senesinde sınırlarını Çin denizine, Baltık denizine, Karadeniz’e kadar genişle
tiyor. Cengiz’in torunu Hülâgu idi ki 656 Hicri senesinde Bağdat’ı ele geçirerek
Abbasi Halifesi Mutasım’ı idam ediyor bu şekilde dünya yüzünde fiilen hilafete son
veriyor. Hazreti Muhammet’in vefatından sonra birinci Peygamber Halifesi
Ebubekir, ne Dünyayı istemiş, ne de dünya ona yönelmişti. İkinci Halife Hazreti
Ömer, sosyal hayattaki dalgalanmaların durdurulamaz olduğu inancını hayatında
yakinen anlayarak ruhu sıkıntılı olarak vefat etti. Hazreti Osman’a gelince, kaçı
nılmaz tecavüzler içinde kanını Allah’ın Kitabına akıtarak dünyayı terk etti. Hazreti
Ali, hilafeti tekrar ettirememek ve Peygamberin aile hukukunu koruyamamak talih
sizliğiyle ağladı. Emeviler, doksan seneden fazla hilafeti koruyamadılar. En so
nunda hilafet gücünü Bağdat surlarına kadar sınırlamak zorunda kalan yüklemeye
mecbur olan Abbasi halifelerinin sonuncusu Mutasım’ı evlat ve hanımıyla ve sekiz
yüz bin kişi Bağdat halkıyla beraber Hülagu’ya kurban verdiler. Abbasi halifelerinin
zayıflığını görmekle Peygamber Halifesi unvanını almış olan ve hilafet gücü
Elhamra ile sınırlı kalan Endülüs’teki halifelerin de Hicri beşinci asır başlangıcın
daki acı sonu bilinir. Bağdat’ta Hülâgû’nun ortaya koyduğu önemli olay sonucunda
dünya üzerinde Halife ve Hilafet makamı ortadan kaldırılıyor. Bundan üç sene
sonra, yani 659 Hicri tarihinde idi ki Abbasi halifeleri soyundan Elmustansırbillah
isminde biri Hülagu’dan kurtulup Mısır Hükümetine sığındı ve bu kişi Mısır Meliki
tarafından Halife tanındı. Bundan sonra on yedi kişi Halife unvanına sahip olarak
ve fakat hiçbir yetkisi, hiçbir etki ve gücü olmayarak doğrudan doğruya Mısır Hü
kümetinin korumasında birbirinin yerini alarak yaşamışlardır. Selçuklu Devleti’nin
idaresinde umumi dağılma başlamasıyla Türkler, 699 Hicri tarihinde Selçuklu Dev
leti yerine Osmanlı Devleti’ni dirilterek kurdular. Bu devletin ulularından Yavuz
Hazretleri 924 Hicri tarihinde Mısır’ı ele geçirdiği zaman orada idam ettiği Mısır
hükümdarından başka, unvanı Halife olan bir kişi buldu. Halife sıfatının böyle güç

1178
süz bir kişi tarafından kullanılması İslam dünyası için leke olduğuna şüphe etme
diğinden o sıfatı Türkiye Devleti’nin kuvvetlerine dayandırarak kuvvetlendirmek ve
yükseltmek üzere aldı. Efendiler, Osmanlı Devleti ki 699 yılında da kurulmuştu,
Hilafeti aldığı 924 tarihinden ancak elli sene sonrasına kadar dünya tarihinde yük
selme devri denilen ve devamlı üstün başarılarla dolu olan yaklaşık üç asırlık bir
devir yaşadı. Ondan sonra efendiler, çöküş başlıyor. Çöküş devrinin her safhası
Türkiye Devleti’nin sınırlarını biraz daha daralıyordu. Türk Milletinin maddi ve ma
nevi kuvvetlerini biraz daha fazla eksiltiyor, devletin bağımsızlığını yaralıyor, ser
vet toprağı, nüfus ve millet şerefi hızla tükenip yok oluyordu. Sonunda Osmanlının
sonuncu Padişahı Vahdettin’in saltanat devrinde Türk Milleti, en derin esaret çuku
runun önüne getiriliyor. Binlerce seneden beri bağımsızlık kavramının gerçek sim
gesi olan Türk Milleti bir tekme ile bu çukurun içine yuvarlanmak isteniyor. Fakat
bu tekmeyi vurdurmak için bir alçak, şuursuz, anlayışsız bir hain gerekti. Nasıl ki
kanunen idamı gerekenlerin bile ipini çekmek için insanın kalp ve vicdan yüceli
ğinden soyutlanmış bir yaratık aranır. İdam hükmünü verenlerin böyle adi bir ara
ca ihtiyaçları vardır. O kim olabilir? Türkiye Devleti’nin istiklaline son veren, Türki
ye halkının hayatını, namusunu, şerefini yok eden, Türkiye’nin idam kararını aya
ğa kalkarak ve bütün varlığıyla kabul etmek eğiliminde kim olabilir? (Vahdettin,
Vahdettin sesleri, gürültüler) Yazık ki bu, milletin hükümdar diye, sultan diye, padi
şah diye, halife diye başında bulundurduğu Vahdettin… (Allah kahretsin sesleri)
Vahdettin, bu alçakça hareketiyle yalnız kendinin hak ettiği bir uygulamayı kabul
etmiş olmaktan başka bir şey yapmış olmadı. Vahdettin, bu hareketiyle kendini
öldürdü ve temsil ettiği idare şeklinin kökten yıkılmasını mecbur kıldı. Fakat efen
diler, millet hiçbir zaman bu alçakça hareketin kurbanı olmayı kabullenemezdi.
Çünkü millet, kendisini idare edenlerin hareketinin anlamını kolaylıkla anlayacak
yetenekteydi. Millet, tarihin açıklığından, yüzyıllardan beri düştüğü felaketlerin
sebeplerini bir anda anlayacak dikkat ve uyanıklılıktaydı. Millet şahısların saltanat
hırsı, hükmetme hırsı, yayılma hırsından başlayarak faydasını ve rahatını sağla
mak ve eğlence düşkünlüğü ve rezaletini artırmak ve bol bol harcamak gibi alçak
amaçlar için vasıta ve kuvvet olmak yüzünden kendi benliğini unutacak derecede
geçirdiği dikkatsizliklerin üzücü sonuçlarından hemen kurtulabilecek olgunluktaydı.
Artık milletin en akıllı ve kanuna uygun ve en insani salahiyetini kullanmak zamanı
geldiğinde kararsızlığı kalmamıştı. Dünya tarihinde bir Cengiz, bir Selçuk, bir Os
man devleti kuran ve bunların hepsini tecrübe eden Türk Milleti, bu kez doğrudan
doğruya kendi adı ve sıfatında bir devlet kurarak bütün felaketlerin karşısında
yaratılış kabiliyeti ve kudretiyle yer aldı. (şiddetli alkışlar) Millet, geleceğini doğru
dan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve istiklalini bir şahısta değil, bütün fertleri
tarafından seçilmiş vekillerinden meydana gelen bir Yüce Mecliste ortaya koydu.
İşte o Meclis, Yüce Meclisinizdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Milletin saltanat
ve hakimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Bu hakimi
yet makamının hükümetine, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti derler. Bundan
başka bir saltanat makamı, bundan başka bir hükümet heyeti yoktur ve olamaz.
Kendisine Hilafet sıfatını katan bu şahsi makam yıkılınca Hilafet makamı ne ola

1179
caktır, sorusu akla gelir. Efendiler, Abbasi halifeleri devrinde Bağdat’ta ve ondan
sonra Mısır’da Hilafet Makamının, asırlarca süren saltanat makamıyla yan yana ve
fakat ayrı ayrı bulunduğunu gördük. Bugün bile saltanat ve hakimiyet makamıyla
Hilafet Makamının yan yana bulunabilmesi en tabii durumlardandır. Şu farkla ki
Bağdat’ta ve Mısır’da saltanat makamında bir kişi oturuyordu. Türkiye’de o ma
kamda asıl olan milletin kendisi oturuyor. Hilafet Makamında bile Bağdat ve Mı
sır’da olduğu gibi güçsüz veya sığıntı bir zavallı değil, dayanağı Türkiye Devleti
olan bir yüce şahıs oturacaktır. Bu şekilde bir taraftan Türk halkı zamana uygun
bir medeni devlet halinde her gün daha sağlam olacak, her gün daha mutlu ve
rahat olacak, her gün daha çok insanlığını ve benliğini anlayacaktır. Kişilerin iha
net tehlikesine kendisini sunmayacak ve diğer taraftan Hilafet makamı da bütün
İslam dünyasının ruh ve vicdanının ve imanının bağlantı noktası, İslami gönüllerin
rahatlamasına vesile olabilecek bir değer ve yücelikte görünecektir. Efendiler,
Türkiye Devleti’nin, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun Hükümeti millet ve mem
leketimiz için ne kadar büyük bir kuvvet, huzur ve kurtuluş anlamına geldiğini açık
lamaya gerek görmem. Üç senelik fiili tecrübeler ve bunun mutlu kazançları yeteri
kadar fikir verebilir inancındayım. Bundan sonra Hilafet Makamının bile Türkiye
Devleti için ve bütün İslam dünyası için ne kadar verimli olacağını da gelecek bü
tün açıklığıyla gösterecektir. (inşallah sesleri) Türk ve İslam, Türkiye Devleti iki
mutluluğun ortaya çıkıp görünmesine kaynak ve esas olmakla dünyanın en mutlu
bir devleti olacaktır. (inşallah sesleri) Bu açıklamalarıma son vermek için Yüce
Heyetinize şunu söyleyeyim ki bütün arkadaşlarımın söz konusu olan meselenin
temelinde tamamen birleşmiş olduğunu, büyük bir vicdani iman ve fikri değerlen
dirme ile beraber olduğunu görüyorum. Bu durum milletimizin gerçekten teşekkü
rünü gerektiren bir durumdur. Bu, Yüce Heyetinizin sonsuz tebrikler gerektiren bir
hakkıdır. Biraz önce bir önerge okunmuştu, şimdi okunan bir iki önerge daha var.
Her üçünün muhteviyatı, bildirdiğim gibi temel noktalarında, birdir. Bundan dolayı,
yapılacak şey bu üçünü daha açık ve daha güzel bir şekilde ifade etmek ve Yüce
Heyetinizin kesin fikrine uydurarak bir an önce duyurmak ve böylece bütün düş
manlarımızın aleyhimizde aldığı tedbirlere mani olmaktır. (şiddetli alkışlar)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, malumunuz bir önerge var. Bir
de bunun benzeri var ve bir de yeni bir önerge daha geldi. Hemen hemen birbirle
rine benze manadalar. Bir de usul hakkında önerge var. Komisyona bunları gön
derelim. (Din İşlerine, şimdi sesleri)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, söz söylenmeden önergeler nasıl müza
kere olunur? (Anayasa Komisyonuna sesleri, gürültüler)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, oturunuz yerinize. Rica ederim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Müsaade buyurunuz söz söyletmiyorsunuz. Bir
kişinin konuşmasıyla olmaz.

1180
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, komisyonlara ait önergeler var,
onları okuyacağım. Onları oylarınıza arz edeceğim. Müzakere edilecekse...
HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara): Din İşleri Komisyonuna da koyun, oraya ait
olan vardır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reisi Bey, bu gayetle mühim olan mesele hakkında
söz verilmezse yüz kere komisyonlara gidip gelecek.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Oturalım rica ederim oya koyacağım.
Efendim bu önergeler verilecek karar hakkında hep aynıdır. (gürültüler) Müsaade
buyurun efendim, komisyonlara gönderilmesi için yirmi imzalı bir önerge var. (uy
gundur, hayır sesleri)
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Reis Bey rica ederim müsaade buyurunuz, bir
şey arz edeceğim. Bu mesele mühim bir meseledir, bir komisyona gideceğine üç
komisyona gitsin, açık ve seçik incelensin, ondan sonra gelsin. (uygundur sesleri,
gürültüler)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Rica ederim söz yoktur.
MUSTAFA DURAK BEY (Devamla): Müsaade, buyurun efendim. Yirmi imzalı
önergeyi okumanızı rica ederim.

TBMM Başkanlığına
Rıza Nur Beyefendinin önergesinin Din İşleri, Adalet, Anayasa komis
yonlarından kurulacak olan hususi komisyonda tetkik edildikten sonra oya ko
nulmasını teklif eyleriz. 1 Kasım 1922
Karahisar Mebusu
İsmail Şükrü ve 27 arkadaşı
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim...
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Bu mesele hakkında söz isterim. Önergede benim
de imzam vardır.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Rıza Nur Beyin önergesi ile… (önergeler
birleştirilsin sesleri) Müsaade buyurun, söyleyeceğim.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Diğer önergeleri de göndermek şartıyla.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Rıza Nur Beyefendinin önergesi
ile onunla aynı manada verilen önergeler hakkında tetkikat yapmak ve bir karar
hazırlamak üzere Anayasa, Adalet ve Din İşleri komisyonlarına havalesini kabul
buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın. (kabul, ret sesleri) Kabul edilmiştir. (çoğunluk
yoktur sesleri, gürültüler)
REFİK BEY (Konya): Çoğunluk yoktur.

1181
KILINÇ ALİ BEY (Gaziantep). Ad okuyarak oya koyunuz.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, teneffüs etmek üzere celseyi
tatil ediyorum.
(Verilen arada Komisyona gönderilen önerge, uzun süren görüşme ve tartışmalar ile
incelenir. Komisyon raporu bir türlü hazırlanamamaktadır. Mustafa Kemal Paşa Komis
yon salonuna girerek tarihe geçen uyarısını yapmak zorunda kalır.1 Sonunda hazırlanan
rapor Genel Kurula geri gönderilir. Bu sırada oturumu yönetecek olan Başkan Vekili
değişir ve Dr. Adnan Bey Başkanlık Kürsüsünde yerini alır. Çünkü Adnan Bey’in de imzası
olan önerge Komisyonda değiştirilmiştir. Bu nedenle Genel Kurulu yönetmesine bir engel
yoktur.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Celseyi açıyorum.


HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Söz istiyorum efendim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Önergeleri havale buyurduğunuz her üç komis
yonun raporu tanzim etmiştir. Okunacaktır.
REFİK BEY (Konya): Evvelce söz isteyenler vardı. (söze lüzum yok sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurunuz, söz alan arka
daşlar vardır. Şimdi Ziya Hurşit Bey ile Hüseyin Avni Bey söz istediler.
YUSUF ZİYA BEY (Mersin): Müzakere mevzu değişti, Reis Bey. (gürültüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, mevzu değişmiştir. Mevzunun değişti
ğine ispat olmak üzere ben celseyi idare ediyorum. Efendim, söz isteyenler isimle
rini söylesinler.
EMİR PAŞA (Sivas): Reis Bey rapor okunduktan sonra söz veriniz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim yalnız isimlerini yazıyorum. Herkes
söz istiyor, yazıyorum.

1
Nutuk'tan: "Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye,
müzakere ile, münakaşa ile verilmez. Hakimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla
alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatına, el koymuşlardı ve bu
altı asırdan beri devam etmiştir. Şimdi de Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar
ederek, hakimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline, doğrudan almış bulunuyor. Bu
bir emrivakidir. Bahis mevzu olan millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırak
mayacak mıyız, meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden iba
rettir. Bu, derhal olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görülse,
fikrimce iyi olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihti
mal bazı kafalar kesilecektir."
1182
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Reis Bey, evvela müzakere usulü için söz istedim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müzakere usulü yoktur. (rapor okunsun sesleri)
İşte efendim okuyacağız.

TBMM Başkanlığına
Birkaç asırdır Saray ve Babıali’nin cehalet ve ihtişamlı hayatı yüzünden
devlet ve millet büyük felaketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra
nihayet çukura düşürülmüştür. Bir anda Osmanlı İmparatorluğunun hakiki ku
rucusu ve sahibi olan Türk Milleti, Anadolu'da hem dış düşmanlarına karşı
ayaklanmış ve hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete geçmiş
olan Saray ve Babıali aleyhine mücadeleye atılmıştır. Ankara'da Büyük Millet
Meclisi ve onun Hükümet ve ordularını kurarak dış düşmanların Saray ve Ba
bıali ile fiilen ve silahlı taarruzlarına karşı zorluk ve mahrumiyet içinde harp
etmiş ve bugünkü kurtuluş gününe kavuşmuştur.
Türk Milleti Saray ve Babıali’nin hıyanetini gördüğü zaman, Teşkilatı
Esasiye Kanununu çıkararak, onun birinci maddesiyle hakimiyeti Padişahtan
alıp bizzat millete ve ikinci maddesiyle de yasama ve yürütme salahiyetlerini
kendine vermiştir. Yedinci maddeyle harp ilanı, sulh imzalama gibi bütün hakla
rı üzerine almıştır. Binaenaleyh o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu
yıkılmış olup, yerine yeni ve milli bir Türkiye Devleti, yine o zamandan beri
Padişah iktidardan indirilip, yerine Büyük Millet Meclisi geçmiştir. Yani bugün
İstanbul'da bulunan heyet varlığını usulen himaye edecek hiçbir yabancı kuv
vete, milli desteğe sahip olmayıp bir gölge halindedir.
Millet Hükümet ve Saray halkının ihtişamı üzerine kurulmuş bir saltanat
yerine asıl halk kitlesinin ve köylünün haklarını himaye eden ve saadetini karşı
layan bir halk hükümeti idaresi kurmuştur. Hal böyleyken İstanbul'da düşman
larla birlik olmuşların halen Hilafet ve Saltanat haklarından bahsetmelerini hay
ret ediyoruz. Tevfik Paşa’nın telgrafı kadar garip ve acayip bir vesika, tarihte
ender görülmüş bir şeydir.
Hilafet hakları ve Saltanat hakkında Sinop Mebusu Dr. Rıza Nur Bey ve
arkadaşlarıyla, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey ve arkadaşlarının vermiş
oldukları önergeler Din İşleri, Adalet ve Anayasa komisyonlarına havale edil
mişti. Müşterek Komisyonumuzun 1 Kasım 1922 tarihli toplantısında her iki
önerge de değiştirilerek aşağıda yer alan iki maddenin ilan olunmak üzere
Meclis Umum Heyetine arz edilmesine oy birliği ile karar verildi.
1. Teşkilâtı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı, hakimiyet hakkının hakiki temsil
cisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi şahsiyetini terk etmek üzere
temsil ve kullanmaya ve milli iradeye dayanmayan hiçbir kuvvet ve heyeti ta
nımamaya karar verdiği için, Milli Misak hudutları dahilinde Türkiye Büyük Millet

1183
Meclisi Hükümetinden başka bir Hükümet şeklini tanımaz. Binaenaleyh 16 Mart
1920 tarihinden itibaren şahsi hâkimiyete ait olan İstanbul'daki hükümet şekli
tarihe karışmıştır.
2. Hilafet Osmanlı Hanedanı’na aittir. Halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından bu hanedanın ilmi ve ahlaki hususiyetlere sahip varisleri seçilir. Tür
kiye Devleti Hilafet Makamının koruyucusudur.
Komisyon Başkanı Raportör Üye Kâtip Üye
Müfit Yunus Nadi Hamit

(uygundur, oylansın sesleri)

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Arkadaşlar tespit olunan hususlar üzerinde


arkadaşların kanaatlerinin belli olduğunu görüyorum. Bazı arkadaşlar ad okunarak
oylanmasını teklif etmişler, onu duydum. Ben zannediyorum ki buna lüzum yoktur.
Zannederim ki memleket ve milletin istiklaline hediye olacak o kararı Yüce Mecli
siniz oybirliği ile kabul edecektir. (oya sesleri, gürültüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim efendim, gürültü etmeyelim. Dinle
yelim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, Türkiye Milleti bundan üç sene yaptığı
ilk celseyle bu kararını vermiştir. Fakat bizim bu kararımızı anlamak istemeyen
insanlara ve milletlere bir daha hitap ediyoruz ve diyoruz ki Türk Milleti haklarını
kendisi idare etmek için coşmuştur ve karşısında şahsi hiçbir kudret görmüyor.
Bizim kanunlarımızı inkar edenler, işte o kanunlar uğrunda milletimiz binlerce in
san kurban verdi. Aşığı bulunduğu milli hakimiyet uğrunda üç sene felaketten fela
kete atıldı. Nihayet saadete kavuştu. Bizi bu saadete eriştiren kanunlar uğruna
bundan sonra da icap ederse yine aynı fedakarlığa katlanacağız. (bravo sesleri)
Biz koyun sürüsü değiliz. Bizi çobanların taksim ettiği gibi memleketimizi taksim
ettirmeye, insanları öteye beriye iradesiz sürüklemeye, bunlara nihayet verdik.
Harbi de biz, sulhu de biz yapacağız, ipi de biz çekeceğiz. (bravo sesleri) Binae
naleyh yeni bir şey yapmıyoruz. Efendiler, üç seneden beri yaptığınız kanunları bir
daha ilan ediyoruz. Hilafet Makamı uğrunda, tarihe bakarsanız, bu uğurda belki
birkaç milyon Türk evladı şehit olmuştur, kurban olmuştur. Onların kan deryasının
ortasında mukaddes bir ada gibi ancak Türk Milletinin hakkı olarak görünmektedir.
İşte biz ona Hilafet Makamı diyoruz. Bu Türk Milletinin açıkça hakkıdır. İslam bay
raktarı olan bizler, İslam kardeşlerimize diyoruz ki Müslümanları etrafında toplayan
bir iman vardır. Etrafında toplayan bir kitabın koruyucusu olarak bu millet kendisini
tanıyor. Temsilci olarak göstermek için de bir adam gösteriyor ve ona muhterem
insan diyorlar. O ne vakit muhterem olur? Ne vakit? Yüce Heyetinizin kararıyla
olur. Çünkü hak bizimdir. Biz düşmanlarımızla harp ederek mücadele ettik. Şimdi
kavuşmamıza engel olmak isteyen, öteden beri Sarayın nimetlerinden faydalanan
insanlar bir türlü makamlarından ayrılmak istemiyorlar. Efendiler bu Millet Meclisi

1184
artık yüz, iki yüz, üç yüz zavallı sefil insanlar için bu milleti hiçbir kimseye hizmetçi
edemez. (bravo sesleri) Şahsi irade ile adam beslemeye vaktimiz yok. Hizmet ile
adam besleriz. (bravo sesleri) İşte o adamlardır ki geçinmelerinden aciz, ihtişama,
gösterişe alışkın ve faydalı hiçbir hizmeti olmayıp ancak zevklerinden ayrılamıyor
lar. Onun için ne yapsınlar ki aciz tanıdıkları Türk Milletini birkaç asırdır beyhude
çalıştırdılar. Bundan sonra yine çalıştırmak istiyorlar. Hayır efendiler. Veda, bun
dan sonra bin veda!
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Sonsuza kadar!
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Yani tespit edilen kararlar, ben de arz ediyorum,
Paşa Hazretlerinin buyurdukları gibi, yeni bir şey değildir, bilinenin ilan edilmesidir.
Bir daha insanlık duysun ki Türk Milleti istibdat zincirini kırmıştır, sonsuza kadar
hür ve hakim yaşayacaktır. (alkışlar, oya koyunuz sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğine dair önerge vardır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Kaç kişi söz söyledi, efendim?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade ediniz, söyleyeyim. Efendim müzake
renin yeterliliğine dair iki önerge var. Müzakereyi kafi görenler lütfen el kaldırsın.
Müzakere büyük çoğunluk ile kafi görülmüştür. Şimdi Komisyonun oy birliği ile
kabul ettiği raporu oylayacağım. Üç komisyonun oy birliği ile kabul ettikleri raporu
ve maddelerini kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın. Efendim oy birliği ile kabul
edilmiştir. (şiddetli alkışlar)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Ben muhalifim. Binaenaleyh oy birliği ile değil, ço
ğunlukla kabul edilmiştir. (söz yok sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurur musunuz? Arkadaşlardan
birisi bir önerge veriyor.

TBMM Başkanlığına
Bu beyanname ve maddelerinin Yüce Meclis tarafından kabul edilmesin
den sonra, Mevlit Gecesini tebrik için bir dua edilmesini, Milli Saltanatın ve Milli
Hükümetin bu suretle ilanı için top atışı yapılmasını teklif eylerim.
Yozgat Mebusu
Süleyman Sırrı
(çok uygundur sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim bu önergede iki istek var. Birisi tara
fından dua edilmek meselesi, diğeri de top atılması. (gürültüler) Rica ederim, otu
ralım, dinleyelim.

1185
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Milli Saltanatın ilanı şerefine, bugünün milli bayram
olmasını teklif ederim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, ben henüz önergeyi oya koymadım.
Daha dua meselesi vardır. Bu bir kere usulümüzdendir ki her vakit oya konulur.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, bu akşamın Peygamber Efendimizin
doğum gecesine tesadüf etmekle İslam aleminin mübarek günüdür. Aynı zamanda
Türkiye Büyük Millet Meclisi ki hakiki olarak millete dayanıyor. Onun da istiklalinin
kabul edildiği gündür. Bu ikisi hürmetine, bu gece ve yarının bayram kabul edilme
sini ben de teklif ediyorum. (bravo sesleri, alkışlar)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Rauf Beyefendi bu gece ve yarının
bayram olarak ilan edilmesini teklif ediyor. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Pren
sip itibariyle kabul edilmiştir. Tabii bunu kanun şeklinde de tespit ederiz. Şimdi dua
meselesi vardır. Buyurun Müfit Efendi dua edelim.
(Müfit Efendi tarafından dua okundu.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Yarın kanunen bayramdır. Toplanmak doğru
değildir. Fakat zannediyorum ki Hükümetin acil olarak müracaatları olur. Onun için
ben yarın bayram olduğu halde toplanmak lüzumunu tebliğ ediyorum. (gürültüler)
1
Yarın öğleden sonra saat bir buçukta toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum.

2 KASIM 1922: LOZAN BARIŞ KONFERANSINA DAİR HÜKÜMET TESKERESİ


NİN GÖRÜŞÜLMESİ VE HÜKÜMET REİSİ RAUF BEY’İN AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 131.Birleşim, Gündem: 2/1)

Türkiye Barış Konferansının İzmir’de toplanılmasını teklif etmişti,


ama kabul edilmedi. Müttefikler İsviçre’nin Lozan Kentini teklif ettiler. Bu
teklife Türkiye karşı çıkmadı. Türkiye, Lozan'da bütün devletlere ve
bütün tarihe karşı savaşacaktı. Bu, bir barıştan çok bir hesaplaşma idi.
Türkler, bütün Osmanlı tarihinin hesabını vermek gibi ağır bir görevle
karşı karşıya bulunacaklardı. Bundan dolayı Meclis çok tedirgindi ve
özellikle muhalif milletvekillerinin Hükümete güvenleri pek azdı.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Celse açıldı. Gizli celse yapılması hakkında
buyurun Rauf Beyefendi.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, bundan önceki toplantıda arkadaşla
rımızdan bazılarının verdiği bir önerge ile...

1
TBMM Zabıt Ceridesi (1 Kasım 1922), 1.Dönem, c.24, s.304-316, http://www.tbmm.gov.tr/
1186
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Gizli celseye geçilmesini oya koymadınız.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Acele etmeyin koyacağım.
RAUF BEY (Devamla): Ne için gizli celse istediğimizi arz etmeyince zannederim ki
oya koymak imkanı yoktur. Sulh müzakereleri hakkında bazı sorular sorulmuştu.
Ben o zaman cevaben Yüce Heyetinize şu yolda açıklamada bulunduğumu hatır
lıyorum. Sulh delegeleri belli olur o zaman bu mesai enine boyuna müzakere edi
lir. Belki de şu kaydı ilave ettiğimi hatırlıyorum. Delegelerimiz ne yolda müdafaada
bulunacaklar, ne gibi sistem takip edecekler? Şu veya bu delegelerimizden izahat
almak yanlış olur. Bu mesele bahis mevzu olduğu zaman mebus arkadaşlarımız
sulh hakkında düşündüklerini açıkça ifade buyururlar. Delegelerimiz de onları
Konferansta dikkate alırlar. Fakat bugün delegelerin Avrupa'ya seyahatlerinde
orada bulunacakları müddet zarfında kendilerine verilmesi Hükümetimizce uygun
olan tahsisat talebini dair rapor Yüce Meclisinize takdim edilmiştir. O sebeple mü
zakerenin gizli olmasını Yüce Heyetinize teklif ediyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Meseleyi Rauf Beyefendi izah ettiler. Gizli cel
seyi kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim gönderilecek delegeler kimin delegeleridir?
Kimin adına gidiyorlar ve kim gönderiyor? Bunu soruyorum.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve onun Hükü
metinin, yani Hükümet olarak gerek dışarıya ve gerekse içeriye karşı malum olan
Büyük Millet Meclisimizin emniyet ve itimadını sahip olarak Hükümetiniz adına
gidiyorlar.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Yüce Meclis Hükümete ait işlerini vekilleri vasıtasıyla
yürütür. Harp ilanı, sulh yapma gibi büyük meseleler için Yüce Meclis karar verir
ve o karar dairesinde delegeleri seçerek gönderir. Bugün memleketin istikbalini
tayin edecek olanlar sulh delegeleridir. Bu kadar büyük mesuliyeti olan bir vazife
ye Yüce Meclisin itimadı olmaksızın Hükümet nasıl delege tayin eder ve nasıl
mesuliyeti üzerine alır.
RAUF BEY (Devamla): Hükümet o kuvveti ancak Yüce Meclisinizden almıştır.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Biz onu vermedik.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurursanız izahat verme hakkını hiç olmazsa
benden esirgemeyiniz. Harp ilanı, sulh yapmak muhakkak Yüce Meclisinize aittir.
(anlaşma yapmak da sesleri)
İLYAS SAMİ BEY (Muş): Müzakere usulüne dair bir iki söz söylersem mesele
halledilir.
RAUF BEY (Devamla): Bir kere Hükümet Reisi olmak sıfatıyla cevap vermeme
müsaade buyurunuz. Ben söz söylerken şu veya bu denecek olursa ne söyleye

1187
ceğimi bilemiyorum. Bırakın tamamlayayım. Her türlü sorularınıza en samimi his
lerle bildiğim cevapları vereceğim. Bugüne kadar delege heyetleri Hükümetimiz
tarafından seçilmiştir. Şimdiye kadar tespit edilen usullere göre izinleri için de Yü
ce Meclisinize arz edilmiştir. Efendiler şimdiye kadar bu böyle olmuştur. Moskova
Konferansına delegeler bu şekilde gitmiştir. Benim bildiğim, Yusuf Kemal Bey bu
şekilde gitmiştir. Delege heyetinin gitmesi sulh imzalanması veya harbin başlama
sı demek değildir. Onlar yine Yüce Meclisinizin nihai kararı ile olacaktır. Yüce
Meclisinizden görüş almak işine gelince, Hükümetimiz görüşü Yüce Meclisinizden
almıştır. O da en açık ve en geniş manası ile Milli Misaktır. Yüce Meclisinizin bu
görüşleri değiştiğine dair, eksik veya fazla isteklerde bulunacağına dair, Hüküme
tinizin bugüne kadar bir kanaati yoktur. Yeni bir fedakarlık etmek ve isteklerinizi
değiştirmek noktasından bir düşünceniz varsa tekrar ediyorum, söylersiniz. Yani
istikamet sizdedir, istikameti siz verirsiniz. Biz ancak ve ancak o istikamete göre
hareket ederiz. Ondan başka bir şey yapmayız. Eksik veya yanlış yaparsak bizi
vazifeden alırsınız.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Hükümetin Sulh Konferansına gönderilecek De
lege Heyetine dair tezkeresi vardır. Onu okuyalım, ondan sonra müzakere edelim.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Sözler söylendikten sonra okunsun. Salahiyet kimindir
anlaşılsın.
(Tutanakta tezkere okundu diye yazmaktadır. Ancak adı geçen Hükümet teskeresi
tutanakta yer almamaktadır.)

SELAHATTİN BEY (Mersin): Önergemiz de okunsun.


HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Bundan üç sene evvel Yüce Heyetinizin bugüne kadar
burada toplanmasını temin eden şey, evvelce İstanbul Meclisi tarafından kabul
edilip sonra Yüce Heyetiniz tarafından da kabul edilen Milli Misak dahilinde de
vamlı ve istikrarlı bir sulh içindir. Yüce Heyetinizin bu gayesine ulaşması için mut
laka iki kuvvete ihtiyaç vardı. Birinci kuvvet asker, ikinci kuvvet siyaset idi. Yüce
Heyetiniz siyaseti yaratacak olan kuvvete lüzumu kadar ehemmiyet vererek ve
herkesi hayrete düşürecek derecede bir ordu kurdu. Kütahya hezimeti üzerine
burada üç gün üç gece devam eden müzakereler neticesinde, Mustafa Kemal
Paşa Hazretlerini bu ordunun başına Başkumandan tayin etmiş ve ondan sonra
zaferler birbirini takip etmiş ve nihayet memleket düşmandan temizlenmiştir. Şimdi
efendiler bu sizin milli iradenizden çıkan bir zaferdir. Binaenaleyh Yüce Heyetiniz,
nasıl orduyu kurmuş, nasıl düşmanı tepelemişse, bugün ikinci derecede ve fakat o
kadar mühim olan bu siyaset aleminde de zaferi kazanmak için mutlak ve mutlak
on iki kişilik delegenin değil, hepimizin Sulh Konferansına gitmesi lazımdır ve za
ruridir. Bu sahne çok şeye şahit olmuştur. Üç sene zarfında en mühim ve tehlikeli
ve hiç kimsenin kavrayamayacağı birçok hadiseyi Yüce Heyetiniz pek salim olarak
meydana çıkarmış ve ortaya atmıştır. Onun için Hükümet Reisinin buyurdukları
tarzı benim ve Yüce Heyetinizin kabul etmeyeceğini zannederim.

1188
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Hepimiz gidelim.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Reis Bey istirham ederim, mesele gayet mühimdir.
Herkes fikrini buradan söylemelidir. Sözümü kesmesinler.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Hepimiz söyler ve fikrimizi söylersek, hepimiz
gitmiş oluruz. Sakarya Harbinde de hepimiz gitmedik, hepimiz söyledik ve öylece
iştirak etmiş gibi kazandık.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Şunu arz etmek isterim ki Yüce Heyetiniz, Hükü
metten daha üstündür. Rica ederim, üç sene mücadeleden sonra kazanılan şu
zaferin mükafatını elde etmek için bu mesele üzerinde çok iyi düşünmek fena mı
olur? (doğru sesleri) Efendiler, karşımıza çıkacak devletler birlikte hareket edecek
lerdir. Bunlardan her biri ikişer delege gönderecekler ve karşımıza on dört delege
ile çıkacaklar. Diyecekler ki siz de iki delege gönderiniz. On dört kişi ile iki kişiyi
yan yana oturtmak istiyorlar. Bu uygun mudur? Meclis bunu kabul edecek midir?
Okunmamıştır, fakat tarafımızdan bir önerge verildiğini ben hatırlıyorum. O öner
gede demiştik ki Delege Heyetinin vereceği kararı, yani oyu karşımızdakiler kadar
oy sahibi olmak üzere yedi kişi göndermeyi arz etmiştik. Tabii önerge okunacaktır,
ben rica ediyorum. Meseleyi layık olduğu ehemmiyet derecesinde düşünelim, Bir
de bugün gazetelerde okuduğumuz milli iradenin ne gibi kıymet ve ehemmiyeti
olduğunu arz etmek isterim. Milli irade beyefendiler, Yüce Heyetinizce verilen ka
rarlara uymak demektir. Yoksa herhangi bir kişinin imzasını milli iradedir dersek
efendiler, bu eski saltanatın devamından başka bir şey değildir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Millet yoktur, yoktur.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Yıktığımız idare şeklinden başka bir şey değildir.
(alkışlar, bravo sesleri) Biz efendiler, bu kadar kan akıttıktan sonra hakiki bir milli
irade kurmak istiyoruz. Efendiler, milli iradenin en açık misali, ilk defa Yüce Meclisi
niz tarafından bu memlekette yayınlanan ilk beyannamedir. Beyannamede diyor ki
“Türkiye Büyük Millet Meclisi emriyle Reis, Mustafa Kemal Paşa’dır.”
...İşte efendiler, milli irade bu idi. Fakat bundan sonra ne gibi itiraza uğradı bilmi
yoruz. Bir daha böyle olmamıştır.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Müsaade buyrulduğu takdirde bir nokta hak
kında açıklamada bulunacağım. Bu mesele, milli irade meselesi mi yoksa delege
lere ait salahiyet meselesi midir?
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Delegelerin seçimi meselesi hakkında gazetelerde bir
haber var.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Rauf Bey, siz salahiyetli misiniz ki soru soruyorsunuz?
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Soru sormadım. Kendilerine cevap verebilmek
için anlayamadığım bir noktanın lütfen izahını rica ettim. Soru sormadım.

1189
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Efendiler, Baş Delege İsmet Paşa Hazretlerinin
Konferansta Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adına imza salahiyeti olduğu
nu ve gidecek delegelerin Hükümet tarafından kararlaştırıldığını, gazeteler yazdı.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz. Bizi gazete haberleri ile tenkit etme
yiniz. Biz gazetenin sahibi değiliz. Biz Büyük Millet Meclisinin vekilleriyiz. Bize o
sıfatla soru sorunuz. (gürültüler)
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Hükümet gazetesini görmediniz mi efendim? Mare
şallik, paşalık, kumandanlık...
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Geçenlerde de aynı mesele olmuştu.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Neye böyle yazdınız diye tekdir ediyorlardı.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Bunun gibi birçok rütbeler verilmiştir. Rica ederim,
bunlar Yüce Meclisten geçmiş midir? Bunlar, milli iradeye uygun mu, diye gazete
ler yazdı. (hayır sesleri) Efendiler, bunlar milli iradeye dair meselelerdir. Hükümet
kendiliğinden her hangi birine mareşallik veremez ve Meclis Reisi de Meclise arz
etmeksizin bir şey yapamaz. Yaparsa bence eski saltanatın devamı olur. Memle
keti eski vaziyete sokmuş olursunuz. Fark nedir? Birisi milli hakimiyet perdesi al
tında, diğerinin de hilafet perdesi altında baskıdan başka bir farkı yoktur. İstirham
ediyorum, ben kabul etmiş olduğumuz bir kanunun haklarını müdafaa ediyorum.
Yüce Heyetiniz söylediklerimi uygun görürse kabul eder, kabul etmezse tabii Yüce
Heyetinizin vereceği karar herkes için uyulacak karar olur.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Millet temyiz eder.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Efendiler, milli irade demek bu demektir. Bunun
dışında yapılan muamele, tekrar tekrar arz ediyorum dünkü yıktığımız tahtın öte
den beri devamından başka bir şey değildir. Eğer bunu kabul ederseniz sakınca
yok, devam etsin. Fakat ben kabul etmiyorum. Millet adına kabul etmiyorum. Millet
kendisi iradesini kullanmak istiyor. Bu itibarla Hükümet vazifesinin dışına çıkmıştır.
Gelenek diyorlar. Beyefendiler, bu gibi temelsiz şeylere dayanarak bunlar üzerin
de kalmak doğru değildir. Eğer Hükümet kendi vazifesi dahilindedir diye iddia edi
yorsa biz onlardan rica ediyoruz ki niçin Hükümetin vazife ve mesuliyeti hakkında
kanunu müzakere etmiyoruz? Efendiler, bu millet daima emrivakilerle kaybetmiştir.
Binaenaleyh bu Meclis ve bu millet bundan sonra emrivakiler karşısında bulunarak
haklarını kaybetmeyi ve böyle emrivakileri kabul etmez. İşte efendiler, Büyük Millet
Meclisi emriyle Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Başkumandanlığa tayinidir. Bu
Yüce Meclisinizin ilk iradesidir. Ne yazık ki bundan başka ikinci bir iradeyi elde
etmeye muvaffak olamadık. Sonra efendim, vermiş olduğumuz önergede, bu ka
dar mühim olan mesele için vazifelendirilecek dokuz arkadaşın Yüce Meclis ara
sından seçilmesi lazım geldiğini arz etmiştik.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Halifeyi de burada seçeceğiz.

1190
HAKKİ HAMİ BEY (Devamla): Efendiler, bu teklifim kabul edilmezse milli irade
yoktur. Efendilerden mühim bir meselemiz de maliyedir. Ne olur memleketin mali
yesiyle uğraşmış bir kaç kişi daha seçilse. Ufak bir hata ile daha fazla zarara uğ
ramayalım. Onun için rica ediyorum. Hükümet arasın, maliyecileri nereden bulursa
bulsun ve Delege Heyetine ilave etsin. Fakat gidecek olan delegeler kim olursa
olsun, şunu rica ederiz ki adli, mali hiç bir imtiyaz tanımıyoruz. Eğer böyle bir imti
yaz tanıyorlarsa gitsinler Suriye'de arasınlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükü
meti hiç bir imtiyazı tanımaz. Sonra efendiler, azınlık haklarından bahsediliyor.
Azınlık haklarının kabul edilecek en ufak bir şey istiklalimize engeldir. Yoksa mille
tin efendiler, kanı boş yere gitmiş olur. Bu milletin kanununu arzu etmeyen ve bu
milletin içinde yaşamak istemeyen, nereye isterse gitsin, fakat bu memleket içeri
sinde yaşayanların hepsi eşittir. Birisine bir muamele, diğerine başka bir muamele
yapılamaz. Ben umumi söylüyorum. Bunun için şunu da rica ederim ki bu defa
düşmanla hareket eden ve o hareketi neticesi olarak düşmanla giden her kim
olursa olsun, bunların suçları siyasi olmaktan ziyade adi suçtur. Malumunuz her
hangi bir konferansa oturuldu mu evvela bu gibi şeyler öne sürülür. Delegeler kim
olursa olsun şu noktayı bilmelidirler ki düşmanla işbirliği yapanlar birer cani, birer
şakidir. Binaenaleyh nereye firar ederlerse etsinler, onlar mecburdurlar, suçlarının
cezasını bizde çekmeye. Binaenaleyh hiç bir suretle Kilikya'da yapıldığı gibi, bize
karşı düşmanla hareket etmiş bir ferdin bu gibi bir affa uğranmasını kabul etme
melerini ben teklif ediyorum. Çünkü canidirler. Bunlar hep adam soymuş, adam
öldürmüş insanlardır. İşte efendiler gidecek delegeler kim olursa milli istiklale zarar
verecek ufak bir şeyi ağızlarından kaçırmamalarını bilhassa rica ederiz. Benim
temennilerim bundan ibarettir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Bu sözlerin cevabı verilmedikçe, müzakere
yanlış esaslar üzerinde devam edecektir.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Hep söylenecek sözler bunlardır.
RAUF BEY (Devamla): Yanlış malumat ile söz söylüyorsunuz. Milli irade mesele
sine ait bu söylenenler, gazetelerden alınmış, “milli iradeyi iktiran etmiş” cümlesin
den ibarettir. Bizim Sulh Konferansına gidecek olan delegelerimize verdiğimiz
salahiyetler, Hükümetinizin mesuliyeti dahilinde yapılmış bir iştir ve her zaman
Milli Meclis tarafından müzakere ve reddedilecek bir mahiyettedir. Hangi sulh ant
laşmasını imzalamaya, hangi siyasi anlaşmayı imzalamaya hükümdar tarafından
salahiyet verilmiştir ki Yüce Meclisinizin Reisi yahut Meclis tarafından salahiyet
verilsin? Öyle bir şey yoktur. Binaenaleyh mesele yoktur.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Bu sözlerinizi senet kabul ederiz, Rauf Beyefendi.
RAUF BEY (Devamla): Senet kabul ediniz. Her zaman söylüyorum. Delegelerimi
zin ellerine verilen salahiyet...
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Gazeteyi tekzip ediniz.

1191
RAUF BEY (Devamla): Beyefendi çok rica ederim. Dün ve akşam burada sizinle be
raberdik. Bugün de beraberiz. Biz gazeteleri takip edemedik, çünkü vakit bulamadık.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Bu defa değil Rauf Beyefendi. Her zaman oluyor.
RAUF BEY (Devamla): Efendiler, hepimiz aynı yolun yolcusuyuz. Hiç olmazsa
arkadaşımız benden sorsaydı ve bunun derhal benden cevabını alaydı ne olurdu,
daha münasip olmaz mı idi? Ben hata ettim. Ne menfaatiniz vardı, ben tekzip
edemedim, sizin malumatınız olunca beni haberdar etmemekte ne menfaatiniz
vardı? Mutlaka bir vekilin kürsüden tekzip etmesini mi beklersiniz? Yani Hakkı Hami
Beyefendinin söylediği mesele bahis mevzu değildir ve çünkü mevcut değildir.
OSMAN BEY (Kayseri): Çünkü bu haber yarı resmi Hakimiyeti Milliye Gazetesinde
çıktığı için böyle oldu.
RAUF BEY (Devamla): Gazeteler hür ve serbesttir. Hiç bir türlü sansüre tabi de
ğildir ve Hükümetinizin sansür koyma salahiyeti yoktur.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Rauf Beyefendi, her gazete böyle midir?
RAUF BEY (Devamla): Benim bildiğim her gazete böyledir. Aksine bir usul varsa
söylersiniz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Beyefendi, bütün ajanslar Hâkimiyeti Milliye ve
Yenigün gazetelerinden alarak haber yayınlıyorlar.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, ben Rauf Beyefendi gibi düşünmüyorum.
Yüce Meclisin daha bugün Saltanatın kaldırılması hakkında bütün dünyaya hita
ben yazdığı beyannamenin ve Teşkilâtı Esasiye Kanununun ruhuna göre, hakimi
yet Yüce Meclisin kendisinde tecelli etmiştir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Müttefikiz.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Şimdi Rauf Beyefendi milli iradeyi başka türlü açık
ladılar. Hakimiyeti Yüce Meclis kendi üzerine almıştır. Şimdi delegelerin tayini,
bunlara verilen salahiyet, rütbe verilmesi, Meclisin hakimiyet hakkı ile alakalıdır.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Katiyen değildir.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Kanunu getirir bakarız. Delegelerin tayini milli ira
de ile olur. Meclisin hakimiyet hakkı vardır, onu kimseye veremeyiz.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Hayır, katiyen milli irade ile alakası yoktur.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): 16 Mart 1920 tarihine kadar İstanbul'da bir Hükü
met vardı ki bugün tarihe karışmıştır, Yüce Meclisin kararıyla. Binaenaleyh efendi
ler, Saltanat Makamında oturan bir adamın birçok hakları vardı. O hakların tama
mı bu kararname ile doğrudan doğruya Yüce Meclise intikal etmiştir. O haklardan
birisi de delege tayin etmek, rütbe vermek, nişan vermektir. Bunun haricinde Mec

1192
lis kanun çıkarmadıkça bu hak Yüce Meclisinizindir. Efendiler, milli irade öyle bir
kişinin elinde kalamaz. Öyle bir kimsenin imzası milli irade gibi düşünülecek olursa...
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Etmedim diyor.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Olmuştur diyor.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Ne diyorum?
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Büyük Millet Meclisi Reisinin imzası milli irade
olarak düşünülmüştür diyorsunuz.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Milli irade değil, tasdik kafi görülmüştür, izah
edeceğim.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Evet, milli irade diye gazetelere böyle geçmiştir. İki
senedir böyle olmuştur. Gazeteleri açınız, okuyunuz. Şimdi hakimiyet hakkını elin
de bulunduran Büyük Millet Meclisi, üç sene kadar bu milletin bütün kuvvetlerin
den, servetinden, canından, kanından severek bağışladığı varlıklarla, büyük bir
ordu kurarak, azmetmiş ve düşmanları kovmuştur. Bunlar Büyük Millet Meclisinin
sayesinde olmuştur. Büyük Millet Meclisi bunun neticesini almak için delegeler
gönderecektir, vaziyeti müdafaa edecektir. Müdafaanın şekline göre iyi olur, fena
olur, düşmanlara fırsat verilir, fırsat kaçırılır. Bunlar milli hakimiyetle alakalı işlerdir.
Büyük Millet Meclisi bu hakkı kimseye vermez. Hükümetin bu husustaki kararları
Yüce Mecliste müzakere olunur. Binaenaleyh üç sene kan döktükten, para verdik
ten, mal verildikten, can verdikten sonra görmek isterim. Hangi mebustur ki kendi
sinin oyu olmadan, bunlara vekalet hakkı versin, Avrupa'da söz söyletsin? Onun
memlekette ismini yazacaklar. Söyleyin o mebusun ismini...
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Ben, ben, Sivas Mebusu Rauf.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): O halde bugünkü kararnameye muhalif hareket
ediyorsunuz. Kararnameye dikkat edin. Binaenaleyh üç senedir kan dökmüş olan
bu milletin hakkını müdafaa etmek, içeride olduğu gibi, dışarıda da bizim borcu
muzdur. Sulh Konferansına başka türlü gönderilmesi olmaz.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Yanlış söylüyorsun.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Ben sizden ders alacak değilim.
MUSTAFA BEY (Tokat): Her gün Mecliste birbirimizle kavga mı edeceğiz? (gürül
tüler) Bu Meclis size mi ait, biz de burada söz söyleyemeyecek miyiz?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Susunuz Mustafa Bey. Söz vermedim. Niçin
hatibin sözünü kesiyorsunuz.
MUSTAFA BEY (Dersim): Her zaman böyle yapılıyor. Rica ederim Reis Bey, İç
Tüzüğü tatbik ediniz.

1193
MUSTAFA BEY (Tokat): Yok mu sizden akıllı bu Mecliste? Mebus ise mebusluğu
nu bilsin. Dört kişiden başka bu Mecliste konuşan var mı?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim ihtar ediyorum. İkinci ihtar oluyor.
(İç Tüzüğü tatbik ediniz sesleri)
OSMAN BEY (Kayseri): Rica ederim Reis Bey, İç Tüzüğü tatbik ediniz. Salih
Efendi’ye nasıl tatbik ettiniz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Mustafa Bey susunuz, kafidir artık. Devam edi
niz Ziya Hurşit Bey.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Bana karşı söylenen sözlere karşılık vermeye
gerekli bulmam. Ben bir mebusun kendi hakkını ve hürriyetini nasıl kullanacağını
pekala bilirim ve katiyen onlara ehemmiyet vermem. Evet, sözüme geliyorum. Bu
kadar büyük fedakarlıkla elde edilen başarının karşılığını alma zamanı gelmiştir ve
bu iş bir tek kişiye havale olunamaz. Binaenaleyh ben teklif ediyorum, önerge de
verdim. Delege Heyeti Meclisten seçilmelidir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim Meclisin...
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendiler, çok rica ederim. İşitilmiyor. Oturalım.
RAUF BEY (Devamla): Milli irade meselesinde halen aramızda yanlış anlaşılma
olduğunu anlıyorum. Ziya Hurşit Bey arkadaşımız, benim meseleyi başka türlü yo
rumladığımı söyledi. Bu, böyle değildir. Sözü edilen mesele Yüce Meclisiniz tarafın
dan usul olmak üzere kabul edilmiştir. Bilahare karara iktiran etmiştir. Nasıl olduğu
nu izah edeyim. Saltanat idaresi zamanlarda iki türlü karar alınırdı. Meşruti hükü
metlerden bahsediyorum. Birisi efendiler bu gibi sulh ve harp meselelerine ait olan,
diğeri de tayinlere dairdi. Zannediyorum, Ziya Hurşit Bey arkadaşımızın ifade buyur
dukları tayin hakkındaki şeyi o zaman şu şekilde açıklamıştım. Nazır tayin eder,
Hükümet Reisi tasdik eder, padişah veya kral iktiran etmek suretiyle herhangi bir
memurun memuriyet başlardı. Yani bir kumandana mareşal rütbesi verilmesi gere
kirse, Harbiye Nazırı teklif eder, başvekil tasdik eder, hükümdara arz olunurdu.
ZİYA HURŞİT (Lazistan): Şimdi kime arz olundu? Dünkü sözünüzle tutarsızlık var.
RAUF BEY (Devamla): Beyefendi tayin meselesinden bahsediyorum. Sulh mese
lesinden değil. Rica ederim biraz müsaade buyurun, onu da arz edeceğim. Terfi
meselelerinde verilen önergelerde Milli Savunma Vekili teklif eder, Hükümet Reisi
ben kabul ederim, Meclis Reisi de tasdik, eder ve terfiler olur. Binaenaleyh öner
geler oya kondu ve öyle oldu, denildi.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Biz buna razıyız. Bundan böyle, olmayacağına dair
söz veriniz.

1194
RAUF BEY (Devamla): Hiç bir şey söyleyemem. Yüce Meclisinizin kararı katidir.
Meclis ne karar verirse, Hükümet onu yerine getirmekle mükelleftir. Sizin demeniz
le, bir kişinin demesiyle olamaz. Yüce Meclisin kararı ile olur.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Meclis Reisi’nin bu müzakereyi dinlediğini zannediyorum.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Tutanağa geçiyor.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, müsaade buyurursanız ikinci meseleye geçiyo
rum. O da delegelerin salahiyet yazılarının imzası meselesidir. Tekrar ediyorum,
herhangi meşruti idare veya herhangi bir meclisle idare edilen hükümetlerde efendi
ler, delegelerin salahiyetlerinin en son takdir hakkı olan bir heyetin veya bir kişinin
tasdik etmesi vatan menfaatleriyle taban tabana zıttır. Gerek Yüce Meclisiniz adına
tasdik edilmiş olsun ve gerek bir hükümdar adına tasdik ve imza edilmiş olsun, o
delegenin orada vereceği karar ve atacağı imza son ve kati olur. Onun için hüküm
darlarla idare edilen memleketlerde tayin, daima Meclislere karşı mesul olan Harici
ye Nazırı veya Başvekil tarafından olur. Tayinde de Meclise karşı mesul olan odur.
Meclise karşı mesul olan Hükümetinizdir. Hükümdarın hak ve salahiyeti yoktur.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): O dediğiniz, hükümdarın kabinesine aittir, Meclisin
Hükümetine değil.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurursanız arz edeyim. Misal olarak arz ediyo
rum ve benim başımdan geçmiş bir meseledir. Meclisle idare olunur memleketler
den bahsediyorum. Efendiler, dün artık kati olarak saltanatı tarihe karışmış olan
idarenin padişahı, bir adamının delege olmasında ısrar etmiş ve o zaman Hükü
met istifa etmiştir, mesul biziz buna kimse karışamaz diye.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Siz Mondros Ateşkesini imzaya gittiğiniz zaman
Padişah iradesi çıktı mı çıkmadı mı?
RAUF BEY (Devamla): Çıkmadı.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Amasya): Yanlış hatırınızda kalmış. Vazifeniz iradesiz mi idi?
RAUF BEY (Devamla): İradesizdi. Üç konferansa memur oldum, üye ve reis ola
rak bulundum, hiç birisi Padişah iradesi ile değildir. Bunlar Hükümet salahiyeti
şeklindedir. Bildiğim şudur, bana hiç bir zaman irade ile vazife teklif edilmemiştir.
Şu vazife ile vazifelendirildiniz denildi, o kadar. Ötesini siz istediğiniz kadar yorum
larsınız. Zannederim bu hususta sizi kafi derecede aydınlattım. (hayır sesleri)
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Arkadaşlar, bugün buraya getirilen mesele doğ
rudan doğruya Lozan Konferansına gidecek Delege Heyeti ve danışmanlar mese
lesidir. Hükümetin vazife ve salahiyetine dair bir meseledir. Halbuki Delege Heye
tinin yeterliliği, yetersizliği, sayısı, vazifelendirilmeleri ve vazifelerine son verilmeleri
Yüce Meclisin her vakit için salahiyeti dahilindedir. Delege meselesi konuşulurken,

1195
birtakım başka mevzularla vakit kaybetmenin lüzumu yoktur. Çünkü o ayrı bir mese
le teşkil eder. (aynı meselelerdir sesleri) Binaenaleyh başka mevzulara girmeyelim.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim gerek ben ve gerek benden evvel konuşan
Rauf Beyefendi Hazretlerinin söyledikleri boşuna çene yarışıdır. Biz Hükümetimi
zin ve Meclisimizin salahiyetlerini takdirde çok yüksek bir zihniyetle görmek iste
dik. Halbuki yalnız alışılmışlıktan başka bir şey yapılmadığını görmekle üzgünüz.
(bravo sesleri) Hükümetin, delegelerin salahiyetinin kendilerine ait olduğunu be
yan etmelerinden dolayı üzgünüz. (bravo sesleri) En basit meseleler Meclise arz
olunup müzakere edilirken, bu kadar önemli bir mesele hakkında ve nihayet tayin
mahiyetinde bir kağıtla Hükümetin buraya gelmesi, hakikaten vazifeleri haricinde
anlamadığımız bir düşünceye sahip olduklarını gösteriyor. Ben bundan dolayı
kendilerine karşı çok müteessir oluyorum ve bunu başka türlü ifade edemiyorum.
Binaenaleyh Hükümetin bizi dinlemeksizin ve bize sormaksızın Delege Heyetini
seçmeleri doğru mudur? Eğer Hükümet ısrar ederse, ben gensoru önergesi vere
ceğimi açıkça söylüyorum. (hepimiz beraberiz sesleri) Yüce Meclisin çoğunluğunu
temsil eden bir heyet seçilmelidir. Binaenaleyh delegelerin Meclisten seçilmelerini
arz ve teklif ederim. Danışmanları seçmek Hükümet meselesidir. Ancak Meclisi
mizin seçeceği delege arkadaşlar bu danışmanlarla görüşmelidirler. İşte benim
isteklerim bundan ibarettir ve bu hususta bir önergemiz vardır. Binaenaleyh Hü
kümetten rica ederiz, bu talebimizi kabul etsinler. Yoksa mesele uzayabilir.
SIRRI BEY (İzmit): Vatanın yüksek menfaatleri mevzu olduğu zaman faydasız
kelimeler ile arkadaşlarımı sıkmamak için bu kürsüye gelmemek hususundaki
niyetimi bu dakika için unutarak, Yüce Heyeti bir kaç dakika meşgul etmek iste
dim. O husustaki niyetimi bilen arkadaşlarımın beni mazur görmelerini rica ederim.
Evvelce yine böyle bir sulh meselesi için Avrupa'ya göndermiş olduğumuz heyet
arasında lütfen ben de bulundurmuş olduğumdan dolayı meseleler hakkında bilgi
verecek kadar tecrübe sahibi oldum. Sözüme başlarken kendimi adeta bu defa
Konferansa gidecek arkadaşlarımla baş başa vermiş, gizli bir müzakerede sayıyo
rum ve kendilerine orada ne suretle hareket etmeleri lazımdır, onu söylemek iste
rim. Bir memur, bir nahiye müdürü, bir kaymakam, bir mutasarrıf, bir vali bir yere
giderken kendinden evvel oradan gelenlerle sohbet eder ve orada ne suretle ha
reket etmesi lazım geldiğini öğrenmek ister. Orada yabancı delegelerle karşı kar
şıya gelecek olan delege arkadaşımız, Mustafa Kemal Paşa kadar akıcı ve ahenk
li, Abdülkadir Kemali Bey kadar ağırbaşlı ve temkinli, Mazhar Müfit Bey kadar kısa
ve öz, Hamdullah Suphi Bey kadar büyüleyici söz söylemek kudretine sahip olma
lıdır. (gülüşmeler) Sözü anlamakta ve anlatmakta gayet seri bulunmak gerekir.
Bekir Sami Bey'in bu husustaki hizmetleri gayet mükemmeldir. Reşat Nihat Bey
hoşsohbet ve açık sözlülüğüyle, yüksek fikirlerle ilk başarımızı temin etmişti.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Reis Bey, şundan bundan bahsetmek doğru mudur yani?
(bunlar mevzu değil sesleri)

1196
SIRRI BEY (Devamla): Maksadım... (devam sesleri) Maksadım, yani Reşat Nihat’ı
söylemekten maksadım, onun düzgün konuştuğunu söylemektir. Başka bir mak
sadım yoktur. Eğer arkadaşlarım, ben kendileriyle bu kadar hususiyetim olduğu
halde, Rıza Nur Bey’le iki kelime Fransızca görüşmedim, bilmem başkaları ile
görüşmüş olduğunu da hiç işitmedim. Paşa Hazretlerini de işitmedim. Eğer kendi
lerinin bu tarif ettikleri kadar bir seviyede ise benden kendilerine Allah selamet
versin ve hiç bir diyeceğim yoktur.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Reis Bey, söylenenler esas üzerine değil. İsim
verilmeden konuşulsun. Çünkü şahıslar üzerinden söz söylemek çok mahzurlu olur.
SIRRI BEY (Devamla): Efendim, gizli celse yapmamızdan maksat, aile arasında
görüşüyoruz demektir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Hayır olmaz.
SIRRI BEY (Devamla): Burada aile meselelerini mutlak olarak görüşmekte mahzur
yok. Aynı zamanda Hükümetteki arkadaşlarımıza da hizmet etmiş bulunuyorum.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Her türlü yardımı kabul ederiz. Yalnız şahıslar
üzerine konuşmanızı uygun bulmuyorum.
SIRRI BEY (Devamla): Yani Konferansa gidecek arkadaşlarımız içinde hiç kimse
nin ismini söylemedim.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Başlıyorum diye, söylediniz. Onun için söyledim.
SIRRI BEY (Devamla): Heyetin bize ait olup olmadığı hakkındaki salahiyet mese
lesi hakkında söz söylemek sırası geldiği zaman birinci sözüm olmak üzere ondan
vazgeçiyorum. Arkadaşlar, uzun sözlerle başınızı ağrıtmak istemem. Konferansta
Osmanlı Devletinin yedi asırlık bütçesi tetkik edilecektir. (hesap tetkik komisyonu
mu bu sesleri) Evet efendim, hesap tetkik komisyonudur. Böyle büyük bir mesele
de milletin son vereceği kararda milletinin avukatlığını yapacak. Gidecek heyetin,
milletin temsilcilerinden oy almaması ne kadar noksandır ve ne kadar zafiyeti gös
terir. Eğer ben şu dakikada Hükümet Reisinin yerinde bulunmuş olsaydım, cidden
söylerdim ki bu büyük mesuliyeti üzerime alamam. Hakikaten böyle ise bundan vaz
geçsinler, mesuliyet altına girmesinler. Konferansa gidecek arkadaşlara, benim adıma
ve seçim bölgemdeki halkım adına salahiyetli görmüyorum ve itimat edemem.
NEŞET BEY (İstanbul): Sırrı Beyefendi, siz gittiğiniz vakit, sizleri Meclis mi seçti?
SIRRI BEY (Devamla): O vakit siz bu vazifenizi yapmadığınızdan dolayı tarihe
karşı sorumlusunuz. (bravo sesleri, alkışlar)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Sırrı Bey, sen de gitmemeliydin.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, bazı konuşmalara cevap vermeden
önce vazife ve salahiyet meselesinde bir hususun açıklığa kavuşması için bir kaç

1197
söz söylemek istiyorum. Çok hürmetle itaat ettiğim şahsi meselelerde bazı nok
sanlarımın olduğunu düşünerek bunları düzelttim.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Amasya): Allah razı olsun.
RAUF BEY (Devamla): Bu da Delege Heyetinin tayin ve gönderilmesinde veya
kendilerine verilecek vazife ve mesuliyet meselesini evvelce arz etmiş idim ki ben
bazen ufak tefek meselelerde aynı vazifeler ile mükellef olduğum zamanda inisiya
tif kullanırım.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Dışişleri Vekiline verilmiştir.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurun. Başvekil veya Dışişleri Vekili tarafından
izin verilir ve ben böyle izin vermiştim. Fakat daha sonra hükümdarın veya reisi
cumhurun haberdar edilmesi kaydının bulunduğunu anladım. Fakat efendiler,
Hükümetiniz vazifesini yapmıştır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Kimi haberdar ettiniz?
RAUF BEY (Devamla): Türkiye Büyük Millet Meclisi Reislik Makamına arz ettim.
Yani muamelede, tatbikatta Hükümetiniz kusur etmemiştir. (doğru sesleri) Diğer
hususlara gelince, başınızı ağrıtmayacağım. Hükümetiniz bunun hakkında kendi
lerine verdiğiniz müsaade değil, salahiyet değil, vazifeyi yerine getirmiştir. Eğer
vazifesini yapmazsa, yalnız size karşı değil, bu milletin saadet ve selametiyle ala
kadar olan insanlara karşı kendini sorumlu sayar.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Tarihe karşı...
RAUF BEY (Devamla): Bu itibarla vazifesini yapmıştır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, müsaade buyurun gayet mühimdir. Bir
kaç kişiye karşı Hükümet kendisini sorumlu sayarsa vazife yapamaz, şaşırır.
RAUF BEY (Devamla): İfadenize dikkat buyurmanızı rica ederim, Ziya Hurşit Bey.
Biraz daha kurnaz olamadınız. Yüce Meclise ümidi olan insanlara karşı dedim.
Manayı çevirerek bir şey yapmak istediniz amma...
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Şimdi kabul demiş, öyle olmamıştı.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurun sözümü bitireyim. Şu itibarla efendim,
Yüce Heyetinize takdim edilmiş bir kanun tasarısı, bir bütçe vardır. Bunu tasdik
eder veya etmezsiniz. Bu suretle Hükümetin kararını ya kabul veya reddedersiniz.
Böylece itimat veya itimatsızlık da belli olur. İkinci şekil, çok istirham ediyorum
şahıslardan, şahsiyetlerden bahsetmekten vazgeçelim. Meslekten, kanaatten,
harekattan istediğimiz gibi bahsedelim ve en tesirli şekil budur.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim yirmi beş arkadaşımız söz almıştır.
Yasin Bey’in bir önergesi vardır.

1198
TBMM Başkanlığına
Hükümetin, Sulh Konferansına gidecek Delege Heyetinin tahsisatı hak
kındaki teklifi ve bu heyetin vazife ve salahiyeti itibariyle delegelerin izin ve
seçimleri mevzuu müzakere olunmuştur. Delege Heyetinin Hükümet tarafından
tayini hususunun, leh ve aleyhinde söz alanların tespit edilmesini arz ve teklif
eylerim. 2 Kasım 1922
Gaziantep Mebusu
Yasin

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bu önergeyi oylarınıza arz edeceğim.


RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Müzakere kafi görüldü de mi önerge okuyorsunuz?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, lehinde, aleyhinde olarak tasnif edil
mesi için bir önerge vardır, onu oya koyacağım.
RAUF BEY (Devamla): Müzakere kâfi görülmeden reye koyacak bir şey yoktur ki.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Delege Heyeti gitmesin mi? Herkes lehinde
dir. (gürültüler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, uğrunda üç seneden beri çırpındığımız
gayenin elde edilmesine doğru gidiyoruz. Burada arkadaşlardan istirhamım şudur.
Her türlü düşüncelerimizin üstünde vatanın yüksek menfaatlerini düşünmek la
zımdır. Bunda her şeyden vazgeçmeli, kışkırtmalara kapılmamalı, esas vicdanımı
zı titretmeliyiz. Her şey karşısında titreyen on milyon köylü, fukara ve zavallı halkın
istirahattan başka bir hedefimiz yoktur. Hedefimiz bu olduğuna göre, Delege He
yetinin gönderilmesi meselesinde, arkadaşlarım ve Hükümet Reisi Bey çeşitli fikir
ler ortaya sürdüler. Zannediyorum ki Hükümet Reisi Bey, kendilerini bir kabine
tarzında bir hükümet gibi düşünmüşlerdir. Bir kere bilinmeli ki Hükümetin vazife ve
salahiyetleri tayin edilmemekle, Büyük Millet Meclisinin bütün salahiyet kendilerine
verilmiş sayılmaz. Vatanın yüksek menfaatleri için arkadaşlarımız arasında çoğun
luk olursa, hak oradadır. Bunda asabiyete lüzum yoktur. Herkes aklı ile düşünür
ve bir oy verir. Meclis irfan makamıdır, gürültü makamı değildir. Şimdi Hükümet bu
hususta söz sahibi değildir. Rauf Beyefendi son kelimeleri çok güzel ifade buyur
dular. Yine hatırlatırım ki Rauf Beyefendi Meclisi, milli irade meselesinde müşkül
bir vaziyete sokmuşlardır. Biz vazifemizi yaptık, Yüce Heyetinize takdim ettik. Bi
naenaleyh bundan sonra kendilerine ne için böyle yaptınız dersek, biz vazifemizi
yaptık denilemez. Efendim, şu sebeple yaparız. Yine ısrarla avukat şeklinde, pa
zarlık şeklinde bu dava olamaz. Biz burada aynı zamanda yasama ve yürütme
vazifelerinin her ikisini de yapıyoruz. Bir meşruti hükümet buyuruyorlar. Meşruti
hükümet şekline göre, yasama ve yürütme kuvvetleri birbirinden ayrılmıştır. Padi
şah vardır, kabine vardır, bir de meclis vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu
üçünü de içinde bulunduruyor. Efendim siz vaktinde şöyle yaptınız, şimdi de böyle

1199
yapacaksınız. Meclis bunu bugün böyle yap der, bu böyle olur. Benim kanunumla
neyimi baskı altına alıyorsunuz? Binaenaleyh teamüllerle Meclis o gün öyle yapı
yor. Onu teamül diye Meclisi bağlarsak, bunu kim çözecektir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Bir husus hakkında izahat vereyim. Ben Mecli
sin vereceği karara riayet etmeyeceğimi ifade ettim ise özür dilerim ve af talep
ederim. Bana soru sorana hitap ediyorum. Rica ederim, layıkıyla ehemmiyet veri
yorum. Rica ederim, buraya dikkat buyurunuz. Bugün Yüce Meclis karar verince,
bu karar kanun mahiyetindedir. Hiç bir vekilin değil, hiç bir ferdin itaat etmeme
kudret ve kabiliyeti yok.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, hürmetkarlığınızı inkar edemem. Sonra
Beyim, Meclis bu davayı kavramıştır. İçinden delegelerini seçer. Bu iş, teamül
kabul etmez, bu bir içtihattır. Üç senelik davasını, hayatını son takip edeceği ga
yeyi bizzat yapar. Buna kimse itiraz edemez ve bunun hakkında farklı konuşul
maz. Arkadaşlarımızdan bir kısmında maalesef diyeceğim ki parti zihniyetine ben
zer bir şey vardır. Bu memleketi yıkıcı vaziyetindeki illa bu tarafın kararı böyle, şu
tarafın kararı böyle denmemelidir. Büyük Millet Meclisi delegelerin ya gönderecek
tir ya göndermeyecektir. Arkadaşlarımız arasından seçim yapıldığı zaman, bu
dava hakkındaki hazırlıklar yapılsın. Seçilecek delegeler mümkün olduğu kadar
Meclis içinden olmalıdır. Meclis onlara kuvvet verir. Meclis üyesi bu davanın içinde
yetişmiştir. Dışarıdakilere cilt cilt kitap yuttursanız bunu anlayamazlar. Belki ilmi
vardır, onu bilmem. Her ne olursa olsun bu Meclisin hakkı vardır. Hiç kimseye
emniyet edemem. Gidecek olan delegeler Meclisin çoğunluğuna sahip olmalıdır
lar. Çoğunluğa sahip olmazlarsa imza salahiyetleri yoktur. Orada dirayet göstere
mezler ve bizi öyle müşkül vaziyette bırakır ki efendim. Para meselesi hatırımıza
gelmesin. Beş arkadaşımız, on arkadaşımız da fazla gitsin. Evvelce bir kaç hade
me parasını bile israf etmemişlerdir, hiç bir iş göremeden geldiler. Bu iş görmek
esnasında biraz fazla fedakarlık yapalım. Üç yüz bin lira vereceğimize, dört yüz
bin lira verelim. Bunun her safhası vardır. İsmet Paşa Hazretleri gidecektir. İlmiyle,
ahlakıyla, faziletiyle bize kendilerini tanıtmışlardır. (evet sesleri) Mali meselelerde
iş değişir. Asıl hayati mesele budur. Eh İsmet Paşa'nın bu husustaki şeysini bek
lemek haksızlıktır. Benden askerlik bekleyemeyeceğiniz gibi, ondan da mali ve
iktisadi hizmet beklenemez. O sebeple mümkün olduğu kadar her meslekten de
lege ve danışman gönderelim. Efendiler, böyle akşamın dar vaktinde, haydi aman
vakit geldi diye geçilmemelidir. İlerisini, gerisini görüşerek, anlaşarak, dünkü şey
nasıl çıkmışsa, her şeyimizi böyle samimi yaparsak, dünyaya karşı attığımız adım
ların emin olduğunu göstermiş oluruz. İyi düşünelim. Yapacağımız vazife büyük
tür. Bu vazifenin büyüklüğü nispetinde etraflıca düşünmek lazımdır.
VEHBİ EFENDİ (Konya): Efendim, ben yalnız iki kelime söyleyeceğim. Kelimenin
birisi, şu müzakere üzerine Avrupa'ya gidecek olan Delege Heyetine verilecek
olan para. Şimdi ben soruyorum. Para mı daha kıymetli, insanlar mı daha kıymet
li? Herhalde insanların kıymeti paraya nispetle çok, çok fazladır. İnsanlara nispetle

1200
gayet ehemmiyetsiz olan paraya müsaadeyi bu Meclisten isterken, gayet kıymetli
olan bu insanları, neden bu Meclisten istemiyorlar? (bravo sesleri, alkışlar)
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Gayet kuvvetli bir mantık bu.
VEHBİ EFENDİ (Devamla): İkinci bir mesele efendiler, Avrupa’ya bu dördüncü
Avrupa’ya heyet gönderişimiz. Bundan önceki giden Delege Heyetine, iyi bilmiyo
rum, fakat herhalde iki yüz bin lira verdik. Maliye Vekaleti bu paranın hesabını aldı
mı, almadı mı? (aldı sesleri) Maliye Vekaleti bu hesabı almadı ise Maliye Komis
yonu bunu sordu mu, sormadı mı? Keza Yusuf Kemal Bey’e yüz altmış bin lira
verdik ve bu kürsüde Yusuf Kemal Bey dedi ki arkadaşlar benden sormayınca ar
kamdan beni tenkit etmeyin. Şimdi Yusuf Kemal Bey bu paranın hesabını verdi mi,
vermedi mi? (verdi sesleri) Gidecek arkadaşların miktarına göre her halde memleke
tin, milletin şan ve şerefiyle uygun bir halde gidip gelmelerini hepimiz arzu ederiz.
Bunda şüphe yok. Fakat efendiler, işittiğime göre altı asker gidecekmiş. Orada harp
mi edeceğiz, harp planı mı çizeceğiz, bunu bilmiyorum. (gülüşmeler)
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Malumunuz para için müracaattan maksadımız,
parayı harcayacağız. Uygun görürseniz harcayacağız. Fakat insanları harcama
yacağız. (bravo sesleri) Biz insanları harcayacağımız zaman da ayrıca Meclisten
harp ilanı için de oy almak lazımdır. (alkışlar) İkinci kısma gelince efendiler, bu
askerler harp etmek kılıç çekmek için gitmiyorlar. Onların muhterem kumandanları
orada oldukça, tabii küçük rütbelilere de ihtiyaç vardır. Şu kadar vardır ki o subay
ların vazifesi pek mühimdir, bizimle haberleşme için kurye vazifeliğidir.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Amasya): Çok doğru, geçen defa bunlar unutulmuştur.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim, ben yalnız bu delege seçiminin, Meclise veya
Hükümete ait olması hususundan bahsedeceğim. Anayasa Komisyonunda Hükü
metin vazife ve mesuliyetleri kanun tasarısının müsveddesini hazırlarken bu me
sele uzun uzadıya ele alınmıştır. (komisyonda mı sesleri) Evet Komisyonda. Bu
Komisyonda bu meseleye temas edildiği zaman, uzun uzadıya müzakere netice
sinde delege heyetlerinin seçimi için hiç bir şekil ve usul bulunamamıştır. Sebebi
ise efendiler, Delege Heyeti Meclisin salahiyetine sahip olarak gideceğinden dola
yı imzalayacağı antlaşma katidir. O vakit mesele Büyük Millet Meclisi kürsüsünden
tasdik suretiyle değil, Lozan'da neticelenmiş olması lazım gelir. (hayır sesleri)
Başka şekli yoktur efendiler, hukuken bu mesele böyledir. Çünkü Meclisten seçi
lecek olan delege heyetinin mesuliyetini üstlenecek hiç bir Hükümet, hiç bir şahıs
yoktur. Her giden delege salahiyetlidir. Meclisten aldığı salahiyetle orada attığı
imza katidir. Ama Delege Heyeti Hükümet tarafından seçilip giderse, Hükümet
Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı mesul olduğuna göre, Lozan'da imza edilecek
antlaşma en son olarak Meclise gelecektir. Meclis müzakere eder, tasdik eder,
imza eder ve bu suretle sulh antlaşması kabul edilmiş olur. Meclis kabul etmediği
takdirde, Fransızlarla yapılmış olan Londra Antlaşması gibi onu reddeder. İşte bu
sebepten dolayı Mecliste yapılan müzakere neticesinde, muhterem arkadaşımız

1201
Hüseyin Avni Bey de olduğu halde aynı husus kabul edilmiştir. Osmanlı Kanunu
Esasindeki hükümranlık haklarına gelince, bilhassa bu delegeler meselesi dolayı
sıyla Komisyonda bu hususa da temas edilmişti. Malumunuzdur ki Mecliste de
ayrıca bu meselenin müzakeresi yapılmıştır ve Meclisin kanaati belli olmuştur.
Kanunu Esaside hükümranlık haklarına ait vazifeler ayrılmıştır. Birincisi doğrudan
doğruya Meclisin yapacağı şeyler, yani Hükümetin teklif ederek Meclise getireceği
şeyler. İkincisi de hiç Meclise gelmeksizin doğrudan doğruya Büyük Millet Meclisi
Hükümetinin yapacağı şeylerdir. Mesela kaymakam tayini, mutasarrıf tayini, vali
tayini, savcı tayini gibi vazifeler Hükümete verilmiştir. Diğer bir kısmı daha vardır ki
o mühim olanları da Hükümetin teklifi ile Meclisin karar vereceği vazifelerdir. Ko
misyonda müzakere neticesine nihayet düşünüle, düşünüle verilen karar budur.
Benim şahsi düşünceme gelince, Komisyonun yapmış olduğu bu Kanun Tasarısı
Meclistedir. Şimdiye kadar Yüce Meclis bu kanunu çıkarmış olsaydı, zannederim,
bu dedikoduya zerre kadar lüzum kalmayacaktı. Fakat o Kanun Tasarısı henüz
kabul edilmediği için şimdilik bir şeyi yapacağız. O da bu kanunun ruhuna temas
etmek şartıyla mevcut olan ve şimdiye kadar yapılan şeyler nedir efendiler? Bu te
amülün haricinde Yüce Meclisten çıkmış bir karar var mıdır? (dün çıktı sesleri) Hayır
efendim, dünkü çıkan Saltanata dair kararda da hiç bir suretle öyle bir şey yoktur.
SAMİ BEY (İçel): Öyle katidir ki…
RAGIP BEY (Devamla): Teşkilâtı Esasiye Kanununun birinci maddesi çok önce
den çıktı. Meclisin yapabileceği işler vardır. Bizzat yapamayıp yaptıracağı işleri
vardır. Binaenaleyh yasama ve yürütme vazifelerinde ve Meclisin ne vakit bir iş
meselesinde Hükümetin bugün başvurduğu şekil, kendi vicdani kanaatime göre
işin hakikatine uygundur. Diğerlerinde mahzur vardır, yanlışlık vardır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): On dakika için celseyi tatil ediyorum.
(Verilen aradan sonra Başkanlık Kürsüsüne Başkan Vekili Musa Kazım Efendi geçer ve
oturumu başlatır.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim celseyi açıyorum. Tahsin Bey...
(yok, sesleri) İlyas Sami Bey.
İLYAS SAMİ BEY (Muş): Efendim, bu mesele günlerce devam edecek kadar nazik
ve hayati bir meseledir. Arkadaşlarımızın şimdiye kadar verdikleri izahatta, belki
ben hata ediyorum, hakiki ilmi bir yol takip etmediklerinden dolayı böyle yanlış bir
çıkmazsa girmiş olmaları yüzünden, bu müzakereye ne kadar devam etsek daha
da çıkmaz bir yola gidiyoruz. Bu meselede arz ettiğim gibi hakiki ve ilmi bir yol
takip edilmelidir. Çünkü Teşkilatı Esasiye Kanunu bu meselenin Meclise verildiğini
belirtmiştir. Binaenaleyh Hükümet teamül iddia ederek bu mesele ile alakalı sala
hiyeti kendinde bulamaz. (herkes kanaatini söyleyebilir sesleri) Size bir misal söy
lüyorum. Mesela Hükümet delege olarak bir İngiliz seçseydi bu mesele mevzu
olacak mıydı? Binaenaleyh bu kadar salahiyete sahip bir Meclisi, Ziya Hurşit Bey

1202
arkadaşımızın dediği gibi milli iradenin aksine hareket etmiş, bilmem ne demek
doğru değildir.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Biz de başka bir şey talep etmiyoruz, onu istiyoruz.
İLYAS SAMİ BEY (Devamla): Binaenaleyh Yüce Heyet kararını verdiği zaman,
milli irade tecelli eder, mesele biter. Bu, kendi kanaatimdir. İkinci mesele, başka
önergeler var. Biri zannederim Meclisten bir denetleme heyeti gitmesi yolundadır
bu bir. Sonra heyetin adedi hakkında bir önerge vardır, bu da iki. Üçüncü önerge
de Hüseyin Avni Bey’indir. Geniş yürekle düşünelim, bu meseleyi bir iki gün sonra
halledelim. Müsaade buyurursanız önergeler hakkındaki fikrimi söyleyeceğim.
Efendim heyeti murakabe...
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Okunmadan önergeler hakkında söz söyleye
mezsiniz.
İLYAS SAMİ BEY (Devamla): Efendim, teklif mahiyetinde söz söyleyen arkadaşla
rımız var. Önerge olmasa da burada kanaatini Meclise arz etmiş arkadaşlar var.
Ben de o mesele üzerinde söz söylüyorum, Dediler ki denetleme heyeti gönderelim.
Bu heyet ne yapacak? Sulh işi kolayca halledilecek bir mesele iken sulh için de
böyle iki heyet göndererek bir yol takip etmek, bilmem ne derece doğrudur. O heyet
ya fevkalade salahiyeti haizdir veya değildir. Meclisin fevkalade salahiyetini haiz
olarak gidecek ise o zaman Meclis son sözünü, bu husustaki son sözünü söylemiş
olacaktır. Efendiler, asıl sulha ancak yeni gidiyoruz. Gerçi birçok sulhlara gitmişiz ve
fakat bu şekilde bir sulha yeni gidiyoruz. Rica ederim, o teklifi reddediyorum.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliği hakkında iki öner
ge var. Fakat söz alan birçok arkadaş da vardır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): İsmet Paşa’yı da dinleyelim.
İSMET PAŞA (Dışişleri Vekili): Arkadaşlar, bir sulh konferansının toplanması hu
susunda Hükümet, başından beri en seri ve en kati bir usule müracaat etti. Bu
usul ne idi? Bu usul, Sulh Konferansının memleketimiz dahilinde bir yerde toplan
ması idi. Eğer memleketimiz dahilinde bir yerde, teklif ettiğimiz gibi İzmir'de topla
nırsa, Büyük Millet Meclisi yakından Konferans müzakeresinin her safhasına dair
haberi olacaktı. Nasıl ki Mudanya Konferansında olduğu gibi, gerginliğe sebep
olacak her hususta müdahale ederek kararını bize bildirecekti. Fakat bu şeklin
imkanı olmadığı malumunuzdur. Dışarıda, tarafsız bir memlekette Sulh Konferan
sının toplanması hemen emrivaki haline gelmiştir. Dışarıda çalışacak Delege He
yetimizin, Konferansta nasıl çalışacağını Dışişleri Vekili olarak şu şekilde düşünü
yorum. Bizim Delege Heyetimiz, meselemizi tamamıyla kavramış olduktan başka,
karar vermeye yetkili ve ondan sonra bahis mevzu olan bütün meselelerde çalışa
bilecek, düşünebilecek, asla aralarında ihtilaf olmayacak ve bütün sırları dışarıya
sızdırmayacak bir heyet lazımdır. Delegelerimizin sayısı en az miktarda olmalıdır.
Ne kadar az delegemiz olursa, aralarındaki uyum ve karar verme gücü nispette iyi

1203
olur. Yalnız bu kadar mühim meseleler iki üç delege ile yürümez. Bunlara bir de
danışmanlar yardım edecekler. Danışmanların uzman, bilgi sahibi, güçlü ve yeterli
miktarda olması lazımdır. Yüce Meclisi danışmanlar bakımından memnun edecek
husus şudur. Bir mesele üzerinde Delege Heyeti karar verirse, danışmanları sabır
ile tahammül ile nihayete kadar dinlemiş midir, aramış mıdır? Bunu yapmaya
mecburuz. Müsterih olmalısınız, bütün danışmanların fikirleri enine boyuna dinle
necektir ve onların bütün fikirleri alınacaktır. İkinci bir mesele var. Danışmanlar
kendilerine tevdi olunan vazifeleri yapacaklar mıdır ve yapmaya muktedirler midir?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Evet...
İSMET PAŞA (Devamla): Danışmanları dinlemeyi bir kaç türlü yapacağız. Bir defa
umumi bir mesele olursa danışmanlarla birlikte kendi aramızda bir toplantı yapa
rız. Bazen böyle olmaz. Bunların hepsi fikir ve kanaatinde farklıdırlar. O zaman
karar verecek olan heyetin bunları dinledikten sonra kendisinin karar vermesi la
zım gelir. Bazen der ki hayır efendim ben iktisat danışmanıyım, iktisat mevzuların
da kendi kanaatimi söyleyeceğim. Hepsini dinlerim. Halbuki Delege Heyeti bu fikri
kabul etmemek fikrindedir. Kabul etmek imkanı yoktur. O vakit Delege Heyeti der
ki size karşı borcum bu mesele hakkında ihtisasından tamamen istifade ettiğimi,
bu mesele hakkında fikrinizi nihayete kadar dinlediğimi ispat ediyorum. Yazarsı
nız, yazdıktan sonra gördüm, mütalaa ettim, altına imzamı atarım ve size veririm.
Çünkü bunu Meclis karşısında ben müdafaa edeceğim. O zaman sorarsanız, filan
danışmanı dinlediniz mi? Evet, dinledim. Peki, niçin yapmadınız. Çünkü o böyle
söylüyor. Filan söyledi. Filan sebep vardı ve bunlardan başka İngiltere, İtalya,
Fransa ve filan böyle söyledi ve bunların hepsini böyle yaptım. Siz de benim gibi
düşünürseniz kabul edersiniz, düşünmezseniz reddedersiniz, mesele hallolur.
Danışmanların delegelere karşı mesuliyetleri lazımdır. Yarın cevap vermeye mec
buruz. Şu mesele akşama kadar hazır olmalıdır ve akşam saat dokuzda toplana
cağız, haber vereceğiz. Binaenaleyh efendiler, siz şimdi başlayınız, akşama kadar
cevap veriniz. Birisi çalışmazsa, vesika getirmedim derse, malumatım yoktur der
se, onlar mesul olur. Delege Heyeti o danışmanı veya danışmanları Hükümete mi
şikayet edecek, vazifelerine nihayet mi verecek onun mesuliyetindedir. Arkadaşla
rım, benim teşkil ettiğim Delege Heyeti ile danışmanlar arasında beş, altı veya
daha fazla ayrıca bir heyetin bulunması lüzumunu müdafaa ettiler. Orta Heyet
diyelim yahut Denetleme Heyeti diyelim. Bu heyet imza salahiyetine sahip olma
yacak. Fakat kendi aramızda karar vermek salahiyetine sahip olacak. Madem ki
karar verebilecekler o halde Delege Heyetinin kendisi demektir. Her meselede
bunlarla çalışmak zordur. Demek ki her meselede bugün o taraftardır, yarın öteki
aleyhtardır. Bu şekil çalışmalar dışarıya sızar. Lozan gibi bir yerde bu dışarıya
hemen sızar. Bir defa anladılar mı davamız zayıflar, ısrar ederler ki onun muhale
fetinde bulunan mebuslar daha çok hak kazansınlar. Daha çok müşkülat gösterir
ler ve daha çok uzatırlar. Daha çok müşkül vaziyette kalırız. Bir de danışmanların,
Selahattin Beyefendi buyurdular, az olmamasını ve dışarıdan istenildiği gibi seçil
mesini. Zaten Hükümetin kabul ettiği şekil buna imkan bırakmıştır. Bu suretle her

1204
hangi bir meselede dünyanın dört köşesinde, gerek dışarıda düşmandan, gerek
bizden danışman almaya salahiyet verilmiştir. Dışişleri Vekili olarak ben, sırası
gelince düşman memleketine mensup adamlardan da istifade edilmesi fikrinde
yim. Herhangi bir meselede, mesela boğazlar meselesinde bir İngiliz danışman
bulursak, İngilizlerin fikrini hiç bilmediğim zamanda bir İngiliz hukuk müşaviri bu
lursak para verir ve onun fikrini alırsak, bizim için istifadedir ve onu da düşman fikri
budur diye alırız. Sonra tavsiyeler arasında, danışmanların kuvvetli olmaları söy
lenmiştir ve bunda ısrar edilmiştir. Bunun esasında hepimiz ittifak ederiz. Bunun
için başka türlü söylenemez. Şekil ve esas itibariyle Sulh Konferansında ne yapa
cağımızı bu tarzda düşünürüz, Yüce Heyetinize inandırıcı olacak bir şekildir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): On iki arkadaş söz söyledi. Müzakerenin
yeterliliği önergeleri de var.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim, bir sorum var.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Paşa Hazretleri buyurun, bir soru vardır.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): İstanbul'da bulunan memurlardan danışman almanın
mahzuru var mıdır?
İSMET PAŞA (Devamla): Danışmanların ihtisas sahibi olmaları meselesi düşü
nülmüştür. İstanbul Hükümetinin dün ve evvelki gün için de mevcut olması bizim
için engel değildir. Milletimizin bir ferdi olarak, ihtisas sahibi olarak kendisinden
istifade etmekte ve siyasi olarak, siyasi rol oynamış ise bu gibi kimseler hakkında
bir malumat varsa, tabii onu dikkate alırız.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin yeterliliğine dair
önergeler var. (kafi sesleri) Efendim müzakereyi kafi görenler lütfen el kaldırsın.
Büyük bir çoğunluk ile müzakere kafi görülmüştür. Önergeler okunacaktır.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kafidir. Delege Heyetinin Meclis tarafından seçilmesinin oya
konulmasını teklif eylerim. 2 Kasım 1922
Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü

TBMM Başkanlığına
Müzakerenin delege adedi ve Meclisten seçilmesi hususlarındaki kısmı
kâfidir. Bu mevzudaki önergenin oya konulmasını teklif eyleriz. 2 Kasım 1922
Erzurum
SüleymanMebusu
Necati Mersin Mebusu
Selahattin

1205
TBMM Başkanlığına
Hükümet, Meclisin düşüncelerine yaklaşmış, yani delege seçiminin Mec
lise ait olduğunu kabul ederek bir kısım isimleri de bildirmiştir. Binaenaleyh
başka bir mesele yoktur. Derhal seçime başlamak zarureti ve müzakere kafidir.
2 Kasım 1922
Yozgat Mebusu
Süleyman Sırrı

TBMM Başkanlığına
Bizim delegelerimizin kabul edip imzalayacakları herhangi bir anlaşma
veya antlaşmanın tamamı mutlaka Yüce Meclisin tasdikinden sonra geçerli
olacağından, delege ve danışman seçiminin Hükümetin mesuliyeti altında gös
terildiği gibi yapılmasının kabulünün oya konulmasını arz ve teklif ederim.

Gaziantep Mebusu
Yasin

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, önergeleri tamamen okuttum.


Şimdi on beş imzalı bir önerge daha vardır, onu okutturacağım.

TBMM Başkanlığına
Sulh Konferansı için gönderilecek Delege Heyetinin vazife ve mesuliyeti,
devletin ilerideki hayatını tayin edeceğinden, Teşkilatı Esasiye Kanunun ruh ve
manasına, Yüce Meclisin iradesine, milletin mukadderatına bu derece alakadar
bir heyetin evvela doğrudan doğruya Milli Meclisin büyük çoğunluğu ile seçil
mesini, ikisi müzakereye ve imzaya salahiyetli olmak ve fakat oy hususunda
tamamı aynı salahiyete haiz bulunmak üzere heyetin dokuz üyeden meydana
gelmesini, danışmanların Delege Heyeti ile Hükümetin müştereken kararlaştı
racakları ihtisas sahibi kimselerden seçmelerini ve bu önergenin ad okunarak
oylanmasını teklif eyleriz. 30 Ekim 1922
Canik Mebusu
Süleyman ve 15 arkadaşı

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, önergeler okundu. Karahisar Me


busu Mehmet Şükrü, Yozgat Mebusu Süleyman Sırrı, Mersin Mebusu Selahattin ve
Erzurum Mebusu Süleyman Necati beyler, Delege Heyeti seçiminin Meclis tarafın
dan yapılmasını teklif ediyorlar. On beş imzalı önergede, Heyetin Meclis tarafından
seçilmesi tekliflerinin ad okunarak oylanmasını talep ediyorlar. Sonra Gaziantep
Mebusu Yasin Bey’in önergesi, Hükümetin teklifinin aynen kabulü şeklindedir.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Reis Bey ad okunarak oylanması için on beş imzalı
önerge var. İlk defa o önerge oya konmalıdır. Diğerleri bundan önce oya konulamaz.

1206
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, şimdi Delege Heyetinin Meclis
ten seçilmesinin ad okunarak oylanması teklif ediliyor.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Yalnız bu önergenin...
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Önergede üç teklif var. Biri Delege Heye
tinin ve danışmanların Meclis tarafından seçilmesi, diğeri delege adedinin dokuz
olması ve üçüncüsü de danışmanların da delegelerin salahiyetine sahip olmaları.
NECİP BEY (Mardin): Yalnız bu önergeyi ad okunarak oylayınız.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, diğer önergeler de Meclisten
seçilmesine dairdir. Yalnız bir önerge daha vardır ki Hükümetin teklifinin ad okuna
rak oylanması istenmektedir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, evvela esas mesele delegelerin Meclis
veya Hükümet tarafından seçilmeleri meselesidir. Bunu oya koyarsanız öteki me
sele hallolur.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Efendim, on beş imzalı önergeyi oya koyun.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Delegelerin Meclis tarafından seçilmelerini
ad okunarak oylarınıza...
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Bir şeyi anlamak istiyorum. Ad okunarak oy
lama yapılmasını isteyen önergenin, sadece bu on beş imzalı önerge olduğu söy
leniyor. Halbuki bu önergeden önce aynı isteği ifade eden bir önerge daha okudu
nuz, Yasin Bey’in önergesini. Binaenaleyh sırayı takip etmeniz lazım gelir, oya
koymak için. (Hükümetin teklifi sesleri)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim mesele yapılacak oylamanın
şeklidir. Her hangi bir önergeyi oya koyarsak bu anlaşılacaktır. Hükümetin teklifini
veya diğerini önce oylamak aynıdır. Yasin Bey, Hükümetin teklifinin kabul edilme
sini istiyor. (önergeler farklıdır, değildir sesleri) Efendim önergelerde fark yoktur.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Ne salahiyetle söylüyorsunuz? Anlamıyorum.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Meselede farklılık yoktur. Yalnız bu hak
şekil itibariyle Hükümette midir, Mecliste midir deniliyor. Binaenaleyh meseleyi
oylama halledecektir. Yasin Bey'in teklifini, ad okuyarak oya sunuyorum. Yasin
Bey'in teklifini kabul edenler beyaz, kabul etmeyenler kırmızı oy pusulası kullana
caklardır. (o vakit tersi kabul edilecek sesleri) Müsaade buyurunuz. Yanlışlık ol
masın. Yasin Bey’in teklifini oya sunuyorum. Hükümetin teklifinin kabulü mahiye
tinde olan Yasin Bey’in önergesini kabul edenler beyaz, kabul etmeyenler kırmızı
oy pusulası kullanacaklardır.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Reis Bey, oylar ikişer ikişer atılıyor. Yoklama
suretiyle pusulalar toplansın.

1207
(Ad okunarak oylama yapıldı. Sonra oylar toplandı ve sayıldı.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Sulh Konferansına gönderilecek


Delege Heyetinin ve danışmanların Hükümet tarafından seçilmelerine dair oyla
maya katılanlar 190, 121 kabul, 61 ret, 8 çekimser var. Önerge 121 oy ile kabul
1
edilmiştir. Bu şekilde delege meselesi halledilmiştir.

3 KASIM 1922: LOZAN BARIŞ KONFERANSINA GİDECEK DELEGELERİNİN


SEÇİMİ VE BAŞ DELEGE İSMET PAŞA’NIN AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 132.Birleşim, Gündem: 4/1)

Bir gün önce, Lozan Barış Konferansına gönderilecek delegelerin


seçiminin Hükümet tarafından yapılması teklifi Meclisi adamakıllı karış
tırmıştı. Uzun ve tartışmalı görüşmeden sonra bu delegelerin Hükümet
tarafından seçilerek izin için Meclise sunulması kabul edildi. Her zaman
olduğu gibi, bu milli konuda da bir gün sonra uzlaşma sağlandı. Farklı
düşüncelere sahip bulunan iktidar yanlısı grup ile muhalif grup, el ele
vererek Hükümetten gelen teskereyi desteklediler.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, sulh delegelerine dair Hükümetten bir
tezkere var, onu okuyacağım.

TBMM Başkanlığına
Vekiller Heyetinin 31 Ekim 1922 tarihindeki toplantısında Sulh Konferan
sına gönderilecek olan Vekiller Heyetine Baş Delege olarak Dışişleri Vekili
Edirne Mebusu İsmet Paşa Hazretleri, delegeliklere de Sağlık ve Sosyal Yar
dım Vekili Sinop Mebusu Dr. Rıza Nur ve Eski İktisat Vekili Trabzon Mebusu
Hasan Hüsnü beyefendiler seçilmişlerdir. Adana Mebusu Zekayi, Saruhan
Mebusu Celal, Diyarbakır Mebusu Zülfü, Burdur Mebusu Veli beyefendilerin de
danışman olarak bulunmaları kararlaştırılmış olup, bu hususta gerekli muame
lenin süratle yapılmasını ve neticenin yazılı olarak bildirilmesini müsaade buy
rulmasını rica eylerim, efendim.
TBMM Vekiller Heyeti Reisi
Hüseyin Rauf

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Söz isteyen var mı?


MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Efendim bir şey anlamak istiyorum. Celal Bey
arkadaşımız Yüce Meclisten üç ay izin aldıktan sonra Hükümetçe bir memuriyete

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (2 Kasım 1922), 1.Dönem, c.3, s.980-1006, http://www.tbmm.gov.tr/

1208
tayin edildi ve Almanya'ya gönderildi. Almanya’daki hesapları tetkik etmekle vazi
felendirildi. Soruyorum Hükümetten bu kişi hesapları görüp buraya gönderdi mi?
Ben bu meseleyle şahsan alakadar oldum. Maliye Vekilinden sordum. Malumatı
olmadığını söyledi. Bu kişiyi şimdi o vazifeden alıp, başka vazife ile göndermek
doğru mudur? Doğru ise şimdiye kadar verilen harcırahlara yazık değil mi? O pa
raları nereden alacağız? Milletten mi çekeceğiz? Günahtır bu.
VEHBİ BEY (Maliye Vekaleti Vekili): Efendim, Celal Bey Milli Savunmanın vaktiyle
Almanya'ya sipariş ettiği malların hesabını tetkik etmeye gitti. Maliye Vekaletine
şimdiye kadar henüz bir malumat gelmemiştir. Belki Milli Savunmaya raporu gel
miştir. Orasını bilmiyorum.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim Milli Savunma Vekâletine bu hususta
bir malumat geldiğine dair bir malumatım yoktur. Tetkik eder ve size malumat
veririz. Ancak hesap, harcırah gibi şeylerden bahsediliyor. Celal Bey memleketten
başka yere gönderilmiyor. Celal Bey her vakit vazifesinden mesul tutulabilir.

MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Mesele o değil, oradan diğer tarafa gönderi
lecek, mesele ortada kalacaktır. Bu doğru mudur? Bir meseleyi neticelendirmeden
bir adamı diğer bir vazifeye tayin etmek doğru değildir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, rica ederim bu mesele bir memuriyet
meselesi olduğuna Meclis kanaat etmiştir. (hayır sesleri) Efendim, müsaade buyu
run. Bu mesele oylama ile hallolunacak bir şeydir. Esasen burada bir önerge var
dır. Bu okunursa ve dikkat buyurursanız meseleyi halledersiniz.
DURSUN BEY (Çorum): Bu mevzua dair söz söyleyeceğim. Efendim, Hükümetin bu
tezkeresi münasebetiyle mühim ve ihmal edilmeyecek bir hadise karşısında bulunu
yoruz. Göndereceğimiz Delege Heyeti Türkiye Hükümetinin haklarını Konferansta
müdafaa edeceği gibi, Hilafetin haklarını da müdafaa edecektir. (o başkadır, o me
sele yoktur sesleri, şiddetli gürültüler) Hilafet hakkındaki önergede imzası olanların
delege olarak gitmesi doğru mudur? Doğru değildir, gidemezler. (gürültüler)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Avrupa Hilafete karışamaz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurunuz ad okunarak
oylanmasını talep eden önerge var. Tabii bunu yapacağız. Yalnız İsmet Paşa
Hazretlerini Baş Delege olarak Hükümet teklif ediyor ve bu önergede de Baş De
lege istisna ettiğinden, İsmet Paşa Hazretlerinin iznini işaret oyu ile arz edeceğim.
(kabul sesleri) Efendim, İsmet Paşa Hazretlerine izin verilmesini kabul edenler
lütfen ellerini kaldırsın. Oy birliği ile kabul edilmiştir. (alkışlar) Efendim, şimdi iki
arkadaş daha kaldı, delege olarak. Efendim, isimleri okuyarak oylamaya başlıyoruz.
Sağdaki sepet Rıza Nur Bey’e, soldaki Hasan Bey’e verilecek oylara mahsustur.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Efendim, Diyab Ağa yanlışlıkla Rıza Nur Bey’e beyaz
attı, ötekine kırmızı. Müsaade buyurunuz oyunu değiştirsin. (öyle şey olmaz, ses
leri)

1209
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, önerge verirler, sonra değiştiririz.
Efendim, bir şey arz edeceğim. Lazistan Mebusu Necati Efendi namaza gidiyorum
diye oyunu bana bıraktı. Müsaade buyurursanız buraya koyalım. (suiistimal olur
sesleri) Efendim, İç Tüzükte buna dair bir şey yok. Arzu ederseniz koyarım, arzu
ederseniz koymam.
YASİN BEY (Gaziantep): Mademki İç Tüzükte açıklık yok oya koyunuz, efendim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Nasıl oya konur? Mebusun oyunu öldüremeyiz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Necati Efendi'nin bu şekilde oyunu kullanması
nı kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Efendiler oy kullanmayanların miktarı çoktur.
Fakat bir kısım arkadaşların mazereti sebebiyle gelmedikleri anlaşılıyor. Binaena
leyh bunun tehiri lazımdır. Bugünkü mazeret gayet yerindedir. Olur mu rica ede
rim, bugün cumadır. Artık cuma namazı vakti gelmiştir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Namaza daha yarım saat var.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Lazistan Mebusu Necati Efendi nama
za gidiyorum diye bir önerge ile beraber oyunu bana vermiştir. Yine İç Tüzüğe dair
Hakkı Hami Bey bir önerge veriyor. Necati Bey arkadaşımız oyunu bir önergeyle
vermiştir. Yüce Meclise sordum ve oy pusulalarını alarak yerine koydum.

TBMM Başkanlığına
Lazistan Mebusu Necati Efendi tarafından verilen oylar, bizzat Mecliste
mevcut olarak oy kutularına kendisi tarafından atılmadığından, İç Tüzük hü
kümlerine aykırı bu oyların geçersiz sayılması gerekir. Binaenaleyh, bu oyların
oy yekunundan düşülmesini teklif ederim. 3 Kasım 1922
Sinop Mebusu
Hakkı Hami
(Hayır, olamaz, Meclis karar verdi sesleri)
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendiler, İç Tüzüğe aykırı verilecek her hangi bir şeyi
oya koymak doğru değildir. Divanının ihmalkar davrandığı kanaatindeyim. Bu açık
ifade karşısında, bu oyları kabul edelim mi, etmeyelim mi diye Divanının Yüce Heye
tinize teklif etmesi İç Tüzük itibariyle doğru değildir. Eğer bu esası muhafaza etmez
seniz müzakerenin disiplinini ve İç Tüzüğü ihlal etmek suretiyle müzakereyi zora
sokmuş olacağız. Bunun için verilen bu oyların geçersiz sayılmasını teklif ediyorum.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Meclis, Müslüman meclistir. Bugün cumadır.
Kanun hiçbir vakitte cumayı kayıt altına alamaz. İç Tüzük de alamaz. Efendiler İç
Tüzük muayyen zamanlar için kaleme alınmış ve tespit edilmiştir. Fakat cuma

1210
dahil değildir. Arkadaşlarımız mazeretleri dolayısıyla burada bulunmamışlardır.
Binaenaleyh tehiri lazım gelir. Onlar da oylarını kullansınlar.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Bu da bir nevi cihattır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Vazife her şeyden mukaddestir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim iki mesele birden geliyor. Anlamıyo
rum. Evvelce ben sordum. Dediniz ki bu iki oyu atınız. Oylar atılmaya başlandıktan
sonra olmuştur.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Müzakerede burada idi.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Söyledim efendim, müzakerede bulunmuştu.
Oyunu kullanacağını söylemiş ve önergesi ile beraber buraya bırakmıştır. (hayır,
hayır sesleri) Efendim oylama sona ermiştir.
(Oylar toplandı ve sayıldı.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, oylamanın neticesini arz ediyorum.
Rıza Nur Beyin oylamasına 189 kişi katılmış, 122 kabul, 54 ret, 13 çekimser var
dır. Hasan Bey’in oylamasına188 kişi katılmış, 152 kabul, 30 ret, 6 çekimser var
dır. (Allah muvaffak etsin sesleri) Böylece Rıza Nur Bey ile Hasan Bey’in izinleri
kabul edilmiştir.
DR. RIZA NUR BEY (Sağlık ve Sosyal Yardım Vekili): Efendim beni Yüce Heyeti
niz çoğunlukla delege seçti. Bana oy veren arkadaşlara çok teşekkür ederim. (izin
verildi sesleri) Evet efendim, evet af buyurunuz izin verdi.
YUSUF ZİYA BEY (Mersin): Sizi delege olarak Hükümet tayin etmiştir.
DR. RIZA NUR BEY (Devamla): Efendim, Hükümet tayin etmiştir ve usul de böy
ledir. Şimdiye kadar teamül de budur. Efendim, görüyorum ki bana elli kadar ret
oyu verilmiştir. Bundan birkaç gün evvel Meclisten Sağlık Vekaleti bütçesi gelmişti.
Yüce Meclis bunu hemen oy birliği ile kabul buyurmuştu ve her ne istedimse ver
mişti. Bütün arkadaşlarımın itimadını sahip bulunuyordum. Bugün görüyorum ki bu
itimadın bir kısmı kaybolmuştur. Bunlar parlamenter hayatta olan şeylerdir. Ben en
eski mebuslardanım ve mebusların en küçüğü idim. İlk defa olarak en küçük bir
mebus sıfatıyla bu hayata girdim. Bunların her şeyini bilirim. Bunlar olur ve olması
da lazımdır. Bu hayatta, siyasette, meclislerde Hükümetin dayandığı siyasi gruplar
olur ve bu muhalif gruplar da bulunur. Şahısları sevenler de olur, sevmeyenler de
olur. Bunlar ya düşüncelere dairdir veya şahsi birtakım ihtiraslara dairdir. Bunların
hepsi mümkündür ve olur. Şimdi efendiler, üç gün evvel oy birliğiyle oy verilip de
bugün ne için elli kadar ret verilmiştir? Efendiler biraz önce burada bir önerge var
dı. Bu önerge on beş imzalı idi.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Müsaade buyurun Reis Bey, teklif ediyorum,
celse gizli olsun.

1211
RIZA NUR BEY (Devamla): Bu arkadaşlar, orada bir fikir göstermişlerdi. O fikri ne
yazık ki geri almışlardır. Ben o arkadaşlarımın tamamıyla namuslu oldukları kana
atindeyim.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Reis Bey, celsenin gizli olmasını oya koymanızı
rica ve teklif ediyorum.
RIZA NUR BEY (Devamla): Fakat mertçe bir şey etmediler de önergeyi geri aldı
lar. Binaenaleyh bu...
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Önergeyi geri almadık, oradadır. (gürültüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bağırmayın rica ederim, söylenecek sözler
vardır. Celsenin gizli olmasını teklif ediyorlar. (istemiyoruz, mert olmayanların bu
rada yeri yoktur sesleri, gürültüler) Celse gizli olsun diyorlar. (müzakereye lüzum
yok sesleri) Müsaade buyurun efendim. Şimdi bu zamanda okunmamış bir öner
geden nasıl bahsediyorsunuz?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Meclis Divanı önergelerin muhafazasını temin
edemiyor demek ki.
RIZA NUR BEY (Sinop): Muhafaza eder, etmez, o başka mesele. Fakat yazılan
bir şey verilir, geri alınmaz, fikir saklanmaz. Fikri mertçe ortaya koymak lazımdır.
(gürültüler) Rica ederim efendiler, müsaade buyurun.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Müsaade buyurun. Efendim muamele bitmiştir.
Muamele bittikten ve arkadaşlara teşekkür ettikten sonra, ikinci bir mesele açma
ya, kendilerinin salahiyet yoktur. Mertlik ve namertlik hususunda kimse kimseye
söz söyleyemez. Bundan bahsedemez. Mertse kendisine, namertse kendisinedir.
Vatanın selameti için şu anda böyle şeyler yapmamalıdır.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Namert burada olmaz, namert ………., alçaktır, öyle
söz olmaz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Bu, şahıslara kalmış bir meseledir. Rica ederim,
kürsüde böyle şeyler bahis olunmasın.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Ben söz söyleyeceğim. Memleketin yetmiş mebu
sunun ret imzasını alan, yani yetmiş mebusun reddettiği bir adam, bu memleketin
delegesi olarak gidemez. Katiyen gidemez.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Delege değil o. (şiddetli gürültüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim bugün öğleden sonra saat bir buçukta
yeniden toplanmak üzere celseyi kapatıyorum.
(Öğle tatilinden sonra Başkan Vekili Dr. Adnan Bey oturumu tekrar başlatır. Genel
Kuruldaki gergin ortam nispeten sona ermiştir.)

1212
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, celseyi acıyorum. Danışmanların se
çimi için de iki adet önerge vardır. On beş imzalı. Onu da ad okuyarak oylarınıza
sunacağım. Yalnız dört danışman seçileceği için vakit kaybetmemek üzere iki
sepet dolaştırırsak daha çabuk olur. (dördünü birden olsun, olmaz sesleri) Ayrı
ayrıdır, dört sepet bulunduracağız. En kolayı yerlerinizden kalkmazsanız hademe
çok çabuk dolaştırabilir. Şimdi Hükümetin tezkeresinde teklif edilen Adana Mebu
su Zekayi Bey’in iznini kabul edenler beyaz, kabul etmeyenler kırmızı oy verecek
tir. Oylarınızı kullanınız arkadaşlar. Oylarını vermeyenler var mıdır? Oy verme son
buldu. Şimdi bunu katip beyler sayarken, biz oylamaya devam edelim.
HACI TAHİR EFENDİ (Isparta): Ya karar yeter sayısı yoksa efendim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Yoksa ne yapalım. Bir daha oylarız. İkincisi
Saruhan Mebusu Celal Bey hakkındaki tekliftir.
FERİT BEY (Çorum): Efendim, Celal Bey esasen izinlidir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Çok rica ederim oturalım, efendim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Danışmanlık için izinli değildir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Celal Bey için oyunu vermeyen arka
daş var mı? Çok rica ederim, belki bir, iki rey için karar yeter sayısı bulunmayabilir.
Oyunu vermeyenler versinler. (dışarıya haber verilsin sesleri) Dışarıya haber gön
deriyoruz. Efendim, Celal Bey için oylama son bulmuştur. Zekayi Bey için yapılan
oylamanın sayımı son bulmuştur. Zekayi Bey için 158 oy kullanılmış, 118 evet, 31
ret,9 çekimse oy verilmiştir.
163 kişi Karar yeter sayısına ulaşılamamıştır. Celal Bey'in
izinli sayılmıştır.
seçimine katılmıştır. Karar yeter sayısı vardır. 87 kabul, 15 çekimser, 61
ret. Yani Celal Bey Şimdi müsaade buyurursanız tekrar Zekayi
Bey için ad okuyarak oylama yapalım da bitirelim. Bu defa yerlerimize oturalım. İki
oylama kaldı, ikisini birden yaparız kolay olsun.
NAİM EFENDİ (İçel): Yoklama olacağını dışarıdaki arkadaşlara haber verseniz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Haber gönderdim. Efendim, 164 kişi oy kullan
mış, 122 oyla Zekayi Bey’in izni kabul edilmiştir. 32 ret, 8 de çekimser vardır. Di
yarbakır Mebusu Zülfü Bey için oylarınıza müracaat ediyorum. Rica ederim, yalnız
dışarı çıkmayalım arkadaşlar. Efendim, Zülfü Bey için oyunu vermeyen var mıdır?
(hayır, sesleri) Efendim, Zülfü Bey için oy verme son bulmuştur. Şimdi Burdur
Mebusu Veli Bey için oylarınızı kullanınız. Efendim, Burdur Mebusu Veli Bey için
oylarınızı veriniz. Efendim, Diyarbakır Mebusu Zülfü Bey için oylamaya katılan
168, 134 kabul, 27 ret, 7 çekimser var. 134 oyla izni kabul edilmiştir. Efendim,
Burdur Mebusu Veli Bey için de oylama son bulmuştur. Burdur Mebusu Veli Bey’in
oylamasına katılan 168, 22 ret, 3 çekimsere karşı 143 oyla izni kabul edilmiştir.
(Allah muvaffak etsin sesleri)

1213
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Şimdi de Sulh Konferansı için Lozan’a gidecek
olan Dışişleri Vekili ve Baş Delege İsmet Paşa Hazretleri konuşacaklardır.
İSMET PAŞA (Dışişleri Vekili): Arkadaşlar, Yüce Heyetinizin itimadına layık olarak
Sulh Konferansına Delege Heyetimiz gidiyor. Heyetimizin Avrupa'da takipçisi ola
cağı isteklerin neler olduğunu dünya bilmektedir. Bu, milletimizin öteden beri milli
istekleri yolunda takip ve tespit ettiği yoldur ki Milli Misak ile izah edilmiştir. Binaena
leyh Milli Misak bizim hareket tarzımızın esasını teşkil eder. Milli Misak ile tespit
ettiğimiz haklarımızı müdafaa edeceğiz. Ümit ediyoruz ki hak ve hakikat dünyada o
kadar anlaşılmıştır ki isteklerimizi kolaylıkla izah etmeye muvaffak olacağız. (inşallah
sesleri) İnşallah Sulh Konferansı, insanlığın haklarımızın kabulü hususunda çok
insaflı ve çok ileri gitmiş olduğunu ispat eder. Heyetimiz için Yüce Meclisin sürekli
yardımı, ilahi adaletin tecellisine vesile olacaktır. (inşallah, söz isterim sesleri)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim üç sene devam eden Milli Mücadelenin
meyvelerini toplamak üzere bugün seçilen Delege Heyetimizi ve danışmanları
milletimizin en mesut fertleri olarak düşünüyorum. İki asırdan beri öteye beriye
gönderdiğimiz delegelerimizi düşünecek olursak, onlar o kongrelere gittikleri za
man, memleketin kuvveti yıkılmış, ordu kalmamış ve daima mağlup sıfatıyla mağ
lup masasında oturuyorlardı. İşte yakın bir geçmişi tetkik edecek olursak, Paris
Konferansı istisna edilecek olursa Ayastefanos Konferansı, Londra Konferansı
hep böyle idi. Nihayet Babıali’nin imza etmek istediği Sevr Konferansı da öyle idi.
Fakat bu defa öyle değildir. Avrupalılar bizim ayağımıza geliyorlar. Kahraman
ordumuza kumanda eden ve şimdi burada bulunan İsmet Paşa Hazretlerinin bu
yurdukları gibi gerek Yüce Meclis ve bütün millet yalnız kendi haklarına dair istek
lerini her vakit elde edecek bir kuvvet ve kudrettedir. Bundan dolayı en çok teşek
kür edecek olan Yüce Meclistir. Şimdiden imzalanacak olan sulhun milletimiz hak
kında pek hayırlı olacağını ümit ediyorum. Milli birliğimiz temin edilmiş ve Büyük
Millet Meclisinin bilhassa bu milli meselede tamamıyla ve birlik içinde karar vermiş
olması Delege Heyetimiz için bir uğur sayılabilir. Delegelerimiz buradan giderken
pekala bilmelidirler ki arkalarında genç, zinde ve kuvvetli bir ordu var. Birleşmiş ve
gönül kirliliğinden arınmış olarak düşünen bir Meclis ve bir Millet vardır. (alkışlar)
İsmet Paşa Hazretleri Milli Mücadelenin içinde büyümüş, bu mücadele içinde ça
lışmış, her vakit Meclisin ve milletin birlik ve beraberliğine sahip olarak kendileri
Baş Delegeliği kabul etmişlerdir. Bu mühim meseleyi İsmet Paşa’ya veriyoruz.
Kendisini en büyük adam olarak düşünüyorum. O kadar kanlar döküldükten sonra
millet adına söz söyleyecek olan İsmet Paşa Hazretlerine, bunu şimdiye kadar hiç
kimseye vermemiş olan Meclis, kendisine bir lütuf olmak üzere vermiştir ve kendi
leri de bunu öyle düşünürler. Belki bütün memlekette halkoylaması yapılsa mem
leket İsmet Paşa Hazretleriyle beraberdir. Efendiler, dünyadaki bütün meclislerde,
siyasi partiler bulunur. Her mecliste on beş parti, on sekiz parti, hatta Lehistan’da
yirmi beş parti vardır. Bu partiler birçok hususta ayrı düşünürler ve uğraşırlar. Yal
nız bir meselede partilerin farklı düşünmeye ve hareket etmeye hakları yoktur. O
da hangi meseledir? Milli ve vatani meselelerde tamamıyla beraberdirler. Yüce

1214
Meclisin geçen gün büyük bir çoğunluk ile kabul ettiği önerge, milli ve vatani bir
mesele olduğu için o önerge değiştirilmiş ve kabul olunmuştur. (bravo sesleri) Evet
bu milli meselede birleşen bu Meclis, her şeyde göstermiştir ki bu gibi milli mese
lelerde kendi etrafına toplanacak adamlar vardır. İşte İsmet Paşa Hazretleri bunun
birincisidir. Meclisin birleştiği bu mesele, parti meselesi filan değil, milli bir mesele
dir. Bu Meclisin itimat edeceği şahsiyetler onlarca yirmilerce vardır. Binaenaleyh
be bu meselede Delege Heyetinin kuvvetli olmasını arzu ediyorum. (hepsi kuvvet
lidir sesleri)
SIRRI BEY (İzmit): Şöyle ya da böyle Delege Heyeti seçildikten sonra, artık Yüce
Heyete düşen vazife, tek emel ve tek cephe olarak onları takviye etmektir.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Çocukluk eseridir o.
SIRRI BEY (Devamla): Ona ben karışmam.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Herkes oyuna sahiptir. Çocuk kimdir?
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Meclis tutanaklarına geçen bir oylama vardır. (ço
cukluk ediyorsunuz sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederini efendim yapmayınız, bu tartışmayı
kesiniz.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Hakikattir, efendim.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Çocuk olan Meclise girmez. O da mebustur.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Azınlık her vaziyette çoğunluğa tabidir. Bütün
meclislerde de böyledir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim rica ederim, hatibin sözünü kesmeyin.
SIRRI BEY (Devamla): Düşman karşısında vatan ve milletin haklarını müdafaa
için söz söyleyecek olan delegelerimiz arkalarında böyle tek emel ve tek cephe
olarak dayanacakları büyük bir Millet Meclisini hissedecek olurlarsa, vazifelerini
daha iyi başarmaya çalışırlar. Ben o kanaatteyim. Bu hususu ifade ettikten sonra
Delege Heyetimizin dikkatine arz etmek için bazı tavsiyelerde bulunacağım. Düş
manlarımız bize kabul ettirecekleri hayaliyle bizim paçavra dediğimiz Sevr Ant
laşmasını hazırlamış ve ortaya koymuşlardı.
HACI AHMET HAMDİ EFENDİ (Muş): O cehennemin dibinde yatıyor.
SIRRI BEY (Devamla): Ortada bize hücum noktalarını gösterir bir program oldu
ğuna göre kendi müdafaamızı ona göre tespit etmemiz şarttır. Çünkü bizim müda
faa planlarımız düşmanlarımız tarafından bilinmemektedir. Fakat düşmanlarımızın
bize olan taarruz planları tamamen gözümüzün önünde duruyor. Onun için Sevr
planlarının daha evvel öğrenilmiş olması işimizi kolaylaştırır. Orada adli, mali bize
kabul ettirilmek istenilen birçok kayıt vardır ki elbette biz bunları iki kelime ile red

1215
dedeceğiz. Fransa'da, İngiltere'de yaşayan bir Türk, İstanbul'da yaşayan bir Fran
sız ve bir İngiliz'in tabi olduğu haklardan başka hiçbir kayıt altına girmeyeceğiz.
Onların bizim memleketimizdeki vatandaşları ne gibi salahiyeti haiz ise bizim va
tandaşlarımız da onların memleketinde öyle salahiyete sahip bulunacaktır. Sonra
son söz olarak söyleyeceğim, bizden ayrılarak bağımsız birer hükümet teşkil ede
cek olan Müslüman topluluklar ile aramızdaki münasebetin kurulması hususunda,
hiçbir zaman Avrupalıların müdahalesini kabul etmemek lazımdır. Yapacağımız
antlaşmada Irak ile, Suriye ile şu olacak, Hicaz Hükümeti ile şu olacak gibilerde bir
madde koymamalıdırlar. Biz İslam hükümetleri ile baş başa vererek, anlaşarak
anlaşmalar yapacağız. Müslümanların arasına, Avrupalıların girmesine katiyen
müsaade olunmaması lazımdır.
OSMAN BEY (Lazistan): Ben bu hususta uzun boylu söz söyleyecek değilim. Yal
nız iki şey hatırıma geldi ve bu iki meseleyi Delege Heyetinin dikkatine arz edece
ğim. Birincisi, üç seneden beri bizim kanımızı akıtmak suretiyle bizi bu mücadele
ye mecbur eden Avrupa olduğunu hepimiz tasdik ederiz. Biz hiçbir kimsenin hak
kına tecavüz etmiyoruz. Onlar bizi zorladılar. Dünyada en meşru, en mukaddes
tanınan esaslarını müdafaa ettik ve hamdolsun bugün milletimizin sayesinde bü
yük bir zafere ulaştık. Fakat memleketin her tarafı harap olmuş ve büyük zararlar
görmüştür. Binaenaleyh bizim birçok borçlarımız vardır. Tabii ki bunları ödeyece
ğiz. (hayır, hayır borcumuz yoktur sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Hatta harp tazminatı için biz para isteyelim.
OSMAN BEY (Devamla): Delege Heyetimiz sulh şartlarını imzaladığı tarihten itiba
ren bu borçları onlar bizden istemeye kalkışacaklardır. Borçlarımızın yirmi seneye
kadar taksitlendirilmesinde ısrar edilmesini teklif ederim. Harp tazminatı mesele
sinde, bu arz ettiğim noktada delegelerimiz her ikisini karşılaştırarak bir çaresini
bulurlarsa ki bu, danışmanların vazifesidir ona karışmıyorum.
RAGIP BEY (Kütahya): Harp tazminatını karıştırmayın, o başka borçlar başkadır.
Ayrı ayrı şeylerdir.
OSMAN BEY (Devamla): Ben karıştırmıyorum. Bir arkadaşımız harp tazminatı
meselesi dediler. Ben de diyorum ki tazminat meselesi gayet mühimdir. Borçları
mız, yeni teşekkül etmiş olan yeni Türkiye Devletinin prensipleri dairesinde müza
kere olunabilir ve o suretle halledilebilir. Tahminim budur. Şüphesiz bütün millet,
bütün Meclis, Delege Heyetimizin arkasındadır. Baş Delege İsmet Paşa Hazretle
ri, ordunun kumandanı idiler. Binaenaleyh kendileri orada zor vaziyette kaldıkları
zaman icap ederse yine Lozan'dan ordularına emir verebilirler.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim söz Mehmet Vehbi Efendinindir. Fakat
müsaade buyurursanız, bir şey arz edeceğim. Dersim Mebusu Diyab Ağa şimdi
söz isterim, çünkü rahatsızım, diyorlar. Bu meseleyi eğer uygun görüyorsanız...
(uygundur sesleri) Vehbi Efendi izin veriyor musunuz?

1216
MEHMET VEHBİ EFENDİ (Konya): Pekala
DİYAB AĞA (Dersim): Efendiler kusura bakmayınız ben ihtiyarım. Hepimiz biliyo
ruz ki ve söylüyoruz ki dinimiz, diyanetimiz, aslımız ve neslimiz hep birdir. Bizim
içimizde ayrılık, gayrilik yoktur. İsmimiz de dinimiz de Allahımız da birdir. Ağzıma
gelen de budur. Ne diyeyim efendim? Hepinize söz söylemek için ben takat geti
remem. Hepimizin halimize göre söyleyecek sözlerimiz vardır. Hele bu haller ber
taraf olsun. Bir kere bu haller bertaraf olsun, Allah da hepimizin hallerine yardım
eder. Allah doğrunun yardımcısıdır. Ben ihtiyarım kusura bakmayınız. Halime göre
sözlerim vardır.
SOYSALLI İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Sulh hakkındaki fikriniz nedir?
DİYAB AĞA (Devamla): Ama bugün dinimiz de diyanetimiz de kitabımız da hep birdir.
NECATI EFENDİ (Lazistan): Delegelerden ne istiyorsunuz?
SIRRI BEY (İzmit): Söyledi ya!
DİYAB AĞA (Dersim): Allah yardımcıları olsun. Hangisini münasip görmüş ise
öyle etsin. Gidenler dinini, diyanetini bilir adamlardır. Heyet içinde bulunanlar zan
nederim kendi dinine, diyanetine hıyanet etmek istemez. (alkışlar) Hepimiz biriz.
Ne Türklük, ne Kürtlük davası vardır. Hep biriz, kardeşiz. (bravo sesleri, alkışlar)
Bir kişinin beş on oğlu olur. Biri Hasan, biri Ahmet, biri Hüseyin, biri Mehmet isimli
olabilir. Fakat hep bir insandırlar. Biz de öyleyiz. Yoksa ayrı, gayrımız yoktur. İs
mimiz Hüseyin, Mehmet, hepsi bir ananın, bir babanın oğludurlar. (bravo sesleri)
Dinleri, diyanetleri, kabileleri birdir. Ama düşmanlar bizi birbirimize sardırmak için
tuzaklar kuruyorlar. Sen şöylesin, ben böyleyim, filan diye hile yapıyorlar. Bunda
ne fayda var? Ne kadar ileri giderse o kadar iyidir. Birbirimizle iftihar ederiz. Biz bir
kardeşiz. Bizim dinimiz, diyanetimiz birdir. Bazıları bilmiyorlar, birçok şeyler söylü
yorlar ama onlar bilmiyorlar, öyle değildir. Lâ İlahe illallah, Muhammed Resulullah,
işte bu. (alkışlar, bravo sesleri)
VEHBİ EFENDİ (Konya): Efendim Sırrı Bey pek mühim bir meseleyi hatırlattı. Ona
dair bir cümle söyleyeceğim. Buyurdular ki Sevr paçavrası ile düşmanlarımız,
hudutlarımız dışında kalan Müslümanlarla alakamızı kesmek istemişlerdi. Efendi
ler Hilafetin, bütün Müslümanların haklarını müdafaa bir vazifesi vardır ve bu, bi
zim dinimizin icaplarındandır. Fakat efendiler, manevi irtibatın devamı maddi irtibat
ile olur. Bunun için onlar, ayıralım deseler de hiçbir zaman ayıramazlar. Hilafetin
onların üzerinde olan bağını kesemezler. İkinci bir mesele efendiler, arkadaşlar
dan bazıları, kişi haklarından bahsettiler. Bizim öyle bir dinimiz var ki o din bize
emrediyor ve diyor ki İslam, Hıristiyan hepsi eşittir. Hiç kimsenin kimseden farkı
yoktur. (bravo sesleri) Sonra efendim, üçüncü olarak söyleyeceğim kelime, arka
daşlardan birisi eski borçlardan bahsetti. Efendiler bu Hükümetin borcu yoktur.
(bravo sesleri) Bu yeni bir Hükümettir ve Avrupa ile bir borç hakkında bir anlaşma
sı yoktur. Evet, eski İstanbul Hükümeti zamanında Avrupa'dan bazı borçlar alın

1217
mıştır. Onu imza eden hükümeti bulsunlar, oradan istesinler. (bravo sesleri, alkış
lar) Bize eski milleti, eski İmparatorluğu, bütün kaybettiğimiz memleketleri iade
ederlerse, o zaman borç düşünülür. (bravo sesleri, alkışlar) Bu Hükümet, eski
Hükümetin enkazı üzerinde mi kurulmuştur yoksa yeniden mi meydana gelmiştir?
(yeniden meydana gelmiştir sesleri) Yeniden meydana gelmiştir. Sonra efendiler,
İzmir'den Sakarya'ya gelinceye kadar yanan evler, yıkılan köyler...
MEHMET HASİP BEY (Maraş): Hoca Efendi, bizim memleketler de öyle oldu.
VEHBİ EFENDİ (Devamla): Onu da söyleyeceğim. Yanan evler, yıkılan köyler,
sönen ocaklar hangi sebebe göre yapılmıştır? Mondros Ateşkesinde Anadolu'ya
asker çıkarmaya dair bir madde var mıdır? Böyle bir madde olmadığı halde, Ana
dolu'yu Müslümanlara terk ettikleri halde, neden Yunan'ı üzerimize kışkırtıp Sa
karya'ya kadar getirdiler? Bu memleketleri, kasabaları, köyleri, evleri tahrip ve bu
kadar insanları mahvettiler ve bu kadar milletin altı yüz seneden beri biriktirmiş
olduğu mallarını Atina'ya taşırken neden bakıp durdular ve müsamaha ettiler?
Yunanın yapmış olduğu zulüm ve zarara karşı elbette ve elbette delegelerimizin
hiç olmazsa beş yüz milyon lira bir tazminat istemeleri lazımdır. (gülüşmeler)
SOYSALLI İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Zararlar onunla kapanmaz Hoca Efendi.
İki buçuk milyar ister.
VEHBİ EFENDİ (Devamla): Rica ederim, ben maliyeci değilim. Muhasebe memu
ru da değilim. Buna dair Delege Heyetini ne isteyeceğinden de haberim yok. Ben
kendi kanaatim olarak beş yüz milyon lira istiyorum. Ben kendi kanaatimi soyuyo
rum. Lakin efendiler şunu biliniz ki beş yüz milyon liradan aşağı delegelerimiz
isterlerse ve bundan aşağıya razı olurlarsa, ben millet adına razı değilim. (alkışlar,
bravo sesleri)
SOYSALLI İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Senin gibi bir delege göndermek lazım.
ZAMİR BEY (Adana): Paşa Hazretleri bu kürsüde buyurdular ki bizim esas yolu
muz Milli Misaktır. Evet şüphe yoktur ki Yüce Heyetiniz gibi, bütün milletin gayesi
de budur. Geçici bir zaman için hudutlarımız haricinde kalan ve üç yüz binden
fazla... (beş yüz bin sesleri) Evet, beş yüz bin Türk kardeşlerimiz, hudut haricinde
kalmıştır. Biz arkadaşlar bir hak istiyoruz. Şüphe yoktur ki bu hudut haricinde ka
lan kardeşlerimizin böyle hudut haricinde kalmaları, bizim kalplerimizde de bir yara
bir haktır.Hiçbir
olarak kalacaktır. ne vakit
biz bir
bu kaldıkça,onlarla
isteyen
kardeşlerimizi, bu ırktaşlarımızı unutmayacağız
ve bizimle samimi bir dostluk kurmak devletler ve milletler bunu bilmelidir
ler ki böyle yüreğimizde bir yara aramızda bir dostluk devamına
imkân yoktur. Arkadaşlar hak istiyoruz ve hak için meydana atılmışızdır ve
bizim hiç kimsenin malında, ne canında ve arazisinde bir gözümüz yoktur. İs
tediğimiz Ben Paşa Hazretlerinden çok rica ediyorum ve bu meselenin
samimi bir surette halledilmesi de çok muhtemeldir, bunu kendilerinden bilhassa
istirham ediyorum ve bütün millet de bu meselenin bu suretle hallini bekliyor.

1218
SÜLEYMAN NECATİ BEY (Erzurum): Efendim, Avrupa’nın gayelerinden birisi de
azınlıklar adı altında Türkiye’yi parçalamak ve Asya'yı yutmak meselesi olduğu
cümlenizce bilinmektedir. Son zaferimiz üzerine bize verilen notada, yine bu nokta
üzerinde düşmanlarımızın ısrar ettiklerini görüyorum ve hatta ırk azınlığı mesele
sinin de buna ilave edildiğini görüyorum. Bu mesele, milli mevcudiyetimiz için ga
yet ağır bir bedel olduğundan ve beni buraya gönderenlerin büyük bir kısmı da
Kürt olduğundan, burada o vatan kardeşlerinizin hislerine tercüman olmak üzere
bu kelime ile düşmanlarımızın ifade etmek istediği maksadı dilim döndüğü kadar
arz edeceğim. Bir Batı aliminin dediği gibi, en adaletli neticeye ulaşma, sosyal
durumlara dikkat edilerek yapılacak olanıdır. O halde efendiler düşünelim. Acaba
ırk azınlıkları adı verilen bu mesele ne olabilir? Bu ırk azınlıkları, acaba sosyal
durumları itibariyle, bütün Türkiye'yi teşkil eden ahaliden ayrı bir grup halinde mi
dirler? Yoksa maddi ve manevi insanları sevk ve idare eden, sosyal ve iktisadi
esaslar dolayısıyla birbirlerinden ayrılmaz bir bütün müdürler? Milletleri birbirinden
ayıran amillerden birisi tarih, birisi de şüphesiz iktisadi vaziyetlerdir. Kürtlerin tarihi
daima Türklerle beraberdir. (şimdi de öyle sesleri) Ermenilerin Doğu Anadolu’ya
gelmelerinden iki bin sene evvel orada yerleşmiş ve orada büyük medeniyet kur
muş olmuş olan Turani bir kavim mevcuttur ve bugün Kürt denilen insanlar o kav
min çocuklarıdır. Bu, tarihin kabul ettiği hakikatlerdendir. Binaenaleyh Türk ile Kürt
ayrı bir kavim değildir. İslamiyet’in ortaya çıkmasından sonraki tarihi tetkik edersek
görürüz ki daima Türk ile Kürt beraber yürümüş. (bugün de öyledir sesleri) Bugün
Kürtlerin kalplerinde, bu milletin tarihinden ve emellerinden başka hiçbir şey ve hiç
bir şeyin yeri yoktur. (alkışlar) Bu ayrılıklar birtakım Avrupa entrikacılarının uydurma
larıdır. Delege Heyetimiz bu hususları vesikalarıyla onların dikkatlerine arz etmelidir.
Nitekim Sevr paçavrası meydandadır. Bizim en zayıf bulunduğumuz anlarda İngiliz
lerin o kadar tertip ve kışkırtmalarına karşı bu paçavra çiğnenmiş ve üzerlerine atıl
mıştır. (alkışlar) Türkler ve Kürtler birbirlerinden ayrılamazlar. Orada ne Türk Kürt
süz, ne Kürt Türksüz yaşayabilir. Bunlar o kadar birbirine girift olmuştur ki hem kan
suretiyle, hem tarih münasebetiyle, hem milliyet ve hem de din itibariyle tamamıyla
birdirler. Binaenaleyh delegelerimizin dikkatine arz ederiz ki Memleketimizde ırk
azınlıkları yoktur. Bunu icat edenler, hususi maksat için icat etmişlerdir.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Efendiler, geçirmiş olduğumuz zorluklar he
pimizin malumudur. Biz pek acı, pek karanlık günler geçirdik. Düşmanlarımız,
bizim aleyhimize bugün, dün geçen Dünya Harbinde tarihe bakarsak üç yüz sene
den beri bizi parçalamak istiyorlardı ve zaman zaman fırsat buldukça her gün her
saat bir parçamızı koparıyorlardı. Efendiler, Kürtler Türklerle o kadar karışmıştırlar
ki bugün Afrika'dan alınız, Asya'dan geçiniz, bir Türk yoktur ki dayısı, damadı veya
yeğeni Kürt olmasın. Öyle bir Kürt yoktur ki onun damadı yeğeni veyahut dayısı
Türk olmasın. Binaenaleyh benim annem Kürt, beni annemden nasıl ayırırsınız?
Avrupalılar son zamanda bizi öyle bir hale soktular ki Mondros Ateşkesinden son
ra memleketimizin artık en ortasına kadar sokuldular ve taksim ettiler. Bizi bütün
bütün parçalamaya kalkıştılar.

1219
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Fakat Anadolu’da boğuldular.
MUSTAFA DURAK BEY (Devamla): Fakat etendiler, bunların sebeplerini pek
güzel biliyoruz ki bu parçalanmanın sebebi yalnız Saltanat idi, bu Saltanat bizi
parçalıyordu. Evet, bir Saray vardı. O Sarayın etrafına birtakım adamlar dolmuştu.
Kemikçiler, pay kapanlar. Evet onların köşkleri, onların sarayları, onların cariyeleri,
çalgıları, rakıları, içkileri vardı. Bu zavallı çarıksız millet, evet yine yarım çarık giyi
yordu. O Saraydaki sultanları, adamları, o haşmeti besliyordu. Ne çare millet bil
miyordu, bilmiyordu. Çünkü cahildi. Bizim üzerimizden asırlardan beri felaketler
geçti, geçti, geçti. Cenabı Hakka çok şükürler olsun ki uyandık. Bir daha öyle
uyumayacağız. (inşallah sesleri) Türklerin milli emelleri vardır. Dikkatinizi çekerim,
tekrar ediyorum, Türkler milli emellerine aykırı katiyen bir şey kabul etmeyecekler
dir. Bunu bütün Avrupa bilsin. Delegelerimizin bizim milli emellerimiz dahilinde
haklarımızı müdafaa edeceklerine katiyen eminim, ona şüphe yoktur. (bütün Mec
lis de emindir sesleri) Evet, bütün Meclisin itimadının olduğuna katiyen şüphe
yoktur. Oraya gidecek delegelerimize arzu ettikleri her şeyi verdik, harcırahlarını
verdik. Onları selametleyeceğiz. Yarından sonra inşallah yolcudurlar. Fakat kendi
lerinden rica ediyorum. Burada arkadaşlarımızın söyledikleri sözleri dikkate alarak,
bilhassa benim arz ettiğim gibi milli emellerimizi dikkate alarak inşallah bu mese
leyi başarı ile neticelendirerek buraya gelirler. Hepsi bu memleketin, bu vatanın
pırlantadan yüzük taşları olurlar. Şayet efendiler, delegelerimiz milli emellerimizi
unutarak, unutmazlar ya fakat unutarak buraya dönerlerse, her halde onu da Yüce
Meclisinizin kabul etmeyeceğine eminim, ona şüphe yok. Ben onlara güzel bir
hediye hazırladım. İki paralık bir kırmızı sicim. Millet adına söylüyorum, milli emel
lerimizi elde edip gelmeliler. (alkışlar, bravo sesleri)
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Muhterem arkadaşlar, en mühim ve en hayati bir mese
le karşısındayız. Toplar, tüfekler, susmuş, sözlü mücadele yeşil masalarda başla
mıştır. Elde edilen şanlı zafer bir başlangıçtır. Bizi iyi neticelere götürecek olan
sulhun zaferidir. Malumdur ki gayemiz hür ve bağımsız bir devlet kurmak, hür ve
bağımsız olarak milli hudutlar dahilinde yaşamaktan ibarettir. Avrupalılar diyorlar ki
Türkiye'de yaşayan azınlıkların en büyüğü Kürtlerdir. Ben Kürt oğlu Kürdüm. Bi
naenaleyh bir Kürt mebusu olmak sıfatıyla sizi temin ederim ki Kürtler hiçbir şey
istemiyorlar. Yalnız büyük ağabeyleri olan Türklerin saadet ve selametlerini istiyor
lar. (alkışlar) Biz Kürtler vaktiyle Avrupa'nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakla
rı ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere
iade ettik. Nasıl ki Elcezire Cephesinde çarpıştık. (alkışlar) Nasıl ki, Türklerle be
raber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz.
(alkışlar) Binaenaleyh sözüme son verirken Delege Heyetimizden rica ederim ki
azınlıklar konuşulduğu zaman Kürtlerin hiçbir talepleri olmadığını ve Kürtlerin ka
naatine tercüman olarak buradan söylediklerimi söylesinler ve iddia etsinler. Bina
enaleyh tekrar rica ederim ki Suriye'de terk ettiğimiz hudutları kurtarsınlar. Bu
memleketin, bu vatanın en mühim parçası olan Kerkük'ü Süleymaniye'yi Musul'u

1220
unutmasınlar. (zaten oraları bizimdir sesleri) Binaenaleyh bu istirhamımı takdimle
sözüme son veriyorum. (bravo sesleri, alkışlar)
YASİN BEY (Gaziantep): Reis Bey, rica ederim arkadaşlar biraz kısa konuşsunlar.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Çok söz almış arkadaşlar vardır. Bunun için
bütün beylerden kısa konuşmalarını rica ederim.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Söylenen sözler, tekrar tekrar söylenmesin.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Niçin mebus olmak istiyorsun, sorusuna cevap verile
ceği bir güne geldik. Sulhu Milli Misaka uygun olarak imzalamak için mebus olmak
istiyordum. Eğer ilk söz alanlardan olsaydım, kürsüye çıkarak ancak diyebilecek
tim ki sessizce ruhumu dinlemeye karar verdim. Ama şimdi birkaç söz söyleyece
ğim. Arkadaşlarımız mühim bir noktaya dokundular, ırk azınlıkları meselesi. Buna
dair bir hatıramı anlatacağım. İstanbul Meclisinin açıldığı ilk aylarda idi. Meclis
tarafından tercüme edilip dağıtılan yabancı gazetelerin bizimle alakalı yazılarını
okuyordum. Morning Post Gazetesi İstanbul Muhabiri diyordu ki…
“Şimdiye kadar oturulan sulh masaları başında olduğu gibi zannetmeyiniz ki bu
sefer de ilk sırada Hıristiyan azınlıkları bulacaksınız. Hayır, bu sefer katiyen ön
sırada bulacağınız kimselerin başlıcaları Müslümanlar olacaktır ve bunların da
başlıcaları Çerkezler olacaktır.”
...Daha sonra Anzavur'un yaptıklarından bahsediyor ve yazı bu şekilde devam
ediyordu. Beni derin bir düşünce aldı, Ben karşımdaki Müslüman olan o Çerkez
kardeşime karşı bir şüpheli his beslemezken, nasıl oluyor ki bir İngiliz gazetesi
bunu yazıyor. Araya nifak sokuyor ve Çerkezleri büsbütün kışkırtmak istiyor. Ara
dan bir iki sene geçti ve nihayet ortaya yeni bir söz çıktı, o da ırk azınlıkları. Evvel
din azınlıklar vardı şimdi de ırk azınlığı çıktı. Allah İsmet Paşa Hazretlerine, keskin
kılıcı gibi keskin kalem nasip etsin. Efendim, İsmet Paşa Hazretleri ve diğer dele
ge arkadaşlarımız biliniz ki dünya tarihinde İngilizlerin ayağını ikinci defa olarak
kırmak şerefi bu Türk'e nasip oluyor. Bu şerefle gidiyorsunuz ve şerefi görüyorum.
ALİ CENANİ BEY (Gaziantep): Tarih baştan aşağı incelenirse, Türk Milletinin dai
ma hakim yaşadığı ve hiçbir zaman esarete düşmediği görülür. Bizim Suriye ve
Irak’ta, vatanın öz parçasından beş yüz bin Türkün esaret altında yaşatılmasının
imkanı yoktur. Ben eminim ki orayı bugün işgal altında tutanlar da bunu pekala
bilirler. Yoksa bizim hudutlarımız haricinde kalan bu Türk vatandaşlarımızın orada
kalmalarıyla ben bir sulhun yapılacağına inanmıyorum. Çünkü efendiler Türkler
esarete, zulme dayanamazlar. Bugün oradaki kardeşlerimiz sessizce duruyorlar
sa, emin olunuz ki bu heyetin kendilerini yakında kurtaracakları hakkındaki düşün
celeri sebebiyledir. Eğer bu şekilde düşünmemiş olsalardı, bugün emin olunuz ki
İzmir ve havalisinde olan kanlı mücadele, bu havalide de olacaktı.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Bu vazifeyi üstlenen Delege Heyetimizin mu
vaffakiyetini Cenabı Haktan temenni ederim. Bu o kadar mühim bir vazifedir. Di
1221
yebilirim ki bir asırdan beri Osmanlı imparatorluğu dahilinde meydana gelen bütün
hadiseleri, bütün pürüzlerini temizleyecek, yeni bir devletin, Türkiye Devletinin
sulhunu temin edecektir. Bu itibarla vazifeleri gayet mühimdir. Gayet zordur. Bu
arkadaşlarımız, şüphesiz bu milli dava içinde, bütün hepimiz gibi bu gaye uğrunda
kellesini, servetini feda ederek ve en mühim zamanlarda hiçbir şey düşünmeyerek
bu mücadeleye iştirak etmişler ve orduların başında bulunmuşlardır. Bazı delege
ler hakkında istenmeyen şeyler oldu ise de bu zannedilmesin ki itimatsızlıktan
değildir. Düşünce ve kanaat farklarından dolayı olmuştur. Prensip sahibi olanlar
daima prensiplerine göre hareket ederler ve ondan ayrılamazlar. İşte ben de on
lardanım. Onun içindir ki bu arkadaşlara ret oyu verdik. Bu, onlara itimatsızlıktan
değil, prensip meselesidir. Hükümetin gösterdiği şekle karşı olduğum için kırmızı
verdim. Şimdi artık hepsi Yüce Meclisin itimadına sahip olmuştur.
YASİN BEY (Gaziantep): Efendiler, ben avukat değilim, uzun boylu söz söyleye
mem. Çok kısa söyleyeceğim. Arkadaşlarımın bütün söylediklerine katılıyorum.
Azınlıklar da yoktur, kapitülasyonlar da yoktur, mali meseleler de yoktur. Şayet
buna muvaffak olamazlarsa, her hangi bir mesele mevcuttur, o da Fransız Anlaş
masıdır. Efendiler, az söyleyeceğim demiştim. Fransız Anlaşması oylanırken kır
mızı oy kâğıdı vermiş idim. Seçim bölgeme gittiğim vakit ret oyu verdiğim halde,
bana demediklerini bırakmadılar, kızdılar, azarladılar. Büyük bir vicdan azabı duy
dum ve bu azap beni bugüne kadar inletmektedir. Bundan Büyük Millet Meclisi de
Delege Heyeti de, hatta ordular da emin olsunlar ki hakikaten Büyük Millet Meclisi
Hükümetinden ayrılamayacak olan o vatan parçası, her hangi bir kuvvet karşısın
da, her hangi bir anlaşma karşısında karşı koyacak, onları kıracak, tepeleyecek ve
bunlar da Anavatan'a iltihak edeceklerdir. (bravo sesleri, alkışlar)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Yasin Bey inşallah Karasu Nehri gibi Asi Nehri de
ağlamayacaktır.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Arkadaşlar, yarın dualarımızla ve Hakkın
yardımlarıyla yola çıkacak olan muhterem delegelerimize bir esası hatırlamak için,
Türkiye Devletinin bir buçuk asırlık tarihine sadece bir göz atmak lazımdır. Bu za
man içince Türkiye Hükümeti muhtelif harplerde bulunmuştur. Bazen galip gelmiş,
galip geldikten sonra oturduğu sulh masasının üstünde bu milletin idamım imza
etmiştir. Mağlup olduğu vakit bu milletin vücudundan mühim parçalar koparılmıştır.
Bugün biz istiklalimiz için harp etmişizdir. İç idaremize yapılacak ufak bir yabancı
müdahalesi, sulhu neticesiz bırakmaya kafi olur. Biz kılıcımızın altında ölürüz. Öyle
hile, desise ile idam sehpası Türk Milletine gözdağı olmaz. Kılıcımızın arkasında
ölelim, hiçbir yabancı müdahalesini kabul etmeyelim. Mahkemelerimizi ister kapatı
rız, ister muhtelif mahkemeler açarız. (alkışlar) Nasıl ki İngiltere, Fransa'yı kendi iç
işlerinde müdahale ettirmemeye çalışırsa, biz de katiyen bu hakkı onlara vermeyiz
ve kanımızı bunun için dökeriz. Hiçbir müdahale kabul etmeyiz. (alkışlar)
RAGIP BEY (Kütahya): Muhterem arkadaşlarım, benden önce söz alan arkadaşla
rım birçok noktaya temas ettiği halde, yalnız bir noktaya temas etmemişlerdir. O

1222
da işgal edilen yerlerde, işgal altında bulunduğu müddetçe hiçbir hakka dayanma
dan silahsız, mazlum, çaresiz halktan sürü sürü Atina'ya, Girit'e, Hanya'ya,
Resmo'ya götürdükleri zavallılar vardır. Bu zavallılar, bugün o derece kötü durum
dadırlar ki onlar hakkında bir nebze hikaye dinlemek kafidir insan için. Bundan
başka tüyleri ürperten biçarelerin memleketlerinde kalan aileleri o kadar perişan
dırlar. Evet, iki devlet birbirleriyle harp eder. Ordular, harp gerektirdiği her şeyi
yaparlar. Fakat hiçbir vakit hiçbir devlet, hiçbir ordu, sürü sürü silahsız insanları
esir diye götürmez.
HASİP BEY (Maraş): Onlar ordu değil, çapulcu idi.
RAGIP BEY (Devamla): İnsan haklarının, adalet hislerinin haricinde ve hatta me
lun bir milletin delegeleriyle nezih, pak, adaletli, insaniyet hisleriyle dolu bir milletin
delegeleri karşı karşıya gelemezler. Karşı karşıya gelecekleri vakit, sivil esirler adı
altında bulunan biçare zavallılar, salıverilmiş bulunsun. Özellikle delegelerimizden
bunu istirham ederim ki Yunanlılarla, Yunan delegeleriyle karşı karşıya gelmezden
evvel, bu sivil esirlerin yüz binlercesini serbest bıraksınlar. Zira bu sivil esirlerin
vaziyeti pek kötüdür. Bir gün değil, hatta bir dakika bile bu hallerinde devam imka
nı yoktur. Efendiler, bunların sayısı çok miktardadır. Bunlar belki yirmi binden faz
ladır. (yüz binlerce sesleri) Belki yüz binlercedir. Bu biçarelerin sulhtan evvel salı
verilmeleri sağlanmalıdır. Şayet Yunanlılar, bunları da harp esiri diye düşünürler
de teslim etmezlerse, hemen Yunanlılarla sulh müzakereleri kesilmelidir. Çünkü
yaptıkları insan haklarına, hukuka, adalet hislerine tamamen aykırıdır. Bu kadar
vahşi bir milletin delegeleriyle karşı karşıya gelinmemelidir. Sonra Trakya mesele
sine gelelim. Arkadaşlarımız Trakya meselesine hiç temas etmemişlerdir. Efendi
ler, Milli Misakımızda Trakya da vardır. Ben bu bahse temas ederek uzatmak is
temezdim. Fakat bahis tamamıyla bilinmekle beraber, Muhterem Baş Delegemiz
Edirne'nin Mebusu olmak sıfatla kendileri Trakya'ya ait meseleler ile tabii ki daha
fazla alakadar olduklarından dolayı o meseleye temas etmeyeceğim.
FAİK BEY (Cebelibereket): Zaten onun için bahsedilmemiştir.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Muhterem arkadaşlar tarihi olarak yapacağımız celse
ler ne kadar uzarsa, dertlerimiz o kadar anlaşılır ve o kadar iyi olur. Binaenaleyh
birkaç günden beri yapılan bu celselerde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, meşru
haklarını herkese dinletmek ve bundan sonra da kendisinin yaşamasını temin
etmek için emellerini birer birer döküyor. Bütün arkadaşlarım da bunu samimiyetle
dinliyorlar ve dinleyeceklerdir. Bilirsiniz ki biz Müslüman Türkler, biz Müslümanlar,
harbe hiçbir kimsenin haklarına taarruz ve tecavüz etmek için iştirak edemeyiz ve
bu sebeple harbe giremeyiz. Ancak bizim mecbur olduğumuz harp, mevcudiyeti
mizi tehlikeye koydukları zaman, İslamiyeti yeryüzünden kaldırmak istedikleri za
man, bütün dindaşlarımızın üzerine harp etmek farzdır. Biz Milli Misak dahilinde
bir Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti meydana getirdik. Efendiler, Hükümet
hudutlarımız içinde tamamen bağımsız olacaktır. Ne adliyesine, ne maliyesine ve
ne de hiçbir işine yabancılar karışmayacaklardır. İstiklalimizi muhafaza etmeye

1223
yemin eden Büyük Millet Meclisi, yeminini bozmamalıdır. Yeminimizi bozacak bir
kelimeyi, katiyen kabul edemeyiz. Onun için katiyen kabul edilmemelidir. (alkışlar,
etmeyeceğiz sesleri) Hatta efendiler, bize bir Ermeni meselesinden de bahsede
ceklerdir, zannediyorum. Avrupalılar bundan da bahsedeceklerdir. Bizde Ermeni
meselesi yoktur, efendiler. Ermeniler bir hükümet kurmuşlardır. Kurudukları hü
kümetin hududuna kadar Allah selamet versin, uğurlar olsun, gidebilirler. Bizim
sulhumuza bir madde olarak Ermeni meselesi giremez ve girdiği gün onu bu Mec
lisin kabul etmeyeceğini ben şimdiden söylüyorum. (alkışlar)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Arkadaşlar on beş arkadaş daha var, söz iste
yen. Üç adet müzakerenin yeterliliğine dair önerge var.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Müzakerenin yeterliliği aleyhinde söz istiyorum.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Üç senedir döktüğümüz kanın son sözünü söy
lüyoruz, Reis Bey.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliği aleyhinde söz istiyorsu
nuz. Buyurun Hakkı Hami Bey.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, arkadaşlarımız birçok mühim meseleleri De
lege Heyetimizin dikkatine arz ettiler. Fakat bu meselelerden başka iki, üç mühim
meseleye yeteri kadar ehemmiyet verilmediğini ve hatta bir meselenin hiç bahse
dilmediğini zannediyorum. Ben o meseleye temas edildiğini görmedim. Efendiler
devletlerin uymaları gereken bir harp hukuku vardır. İşgalden kurtarılmış yerlere
gidip gelen arkadaşlar, bizzat şahit olmuşlardır ki Yunanlılar harp hukukuna aykırı
bir şekilde memleketi baştanbaşa yıkmışlar, kadınları, çocukları, ihtiyarları insanlı
ğın düşünemeyeceği şekilde vahşetle parçalamışlardır. Efendiler, bu hıyaneti ya
pan adamların başlarında bulunan kumandanlar milletlerarası suçludurlar. Ben
Delege Heyetinden rica ediyorum. Konferansta bu kumandanların cezalandırılma
larını talep etsinler.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Evvela içeridekileri cezalandır.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla) Bunun dikkate alınmasını bilhassa rica ediyorum.
İkincisi efendiler, düşmanlarla beraber hareket eden birtakım reziller vardır ki bun
lar alelade birer canidirler. Her sulh konferansında ilk oturulduğu vakit her şeyden
evvel bu ortaya konulur. Evvela suçluların affı bahis mevzu olur. Taraflar için af
bahis mevzu olduğunda, bizce af meselesi yoktur. Onlar aslında bu harp başla
mazdan evvel mahkemelerimiz tarafından mahkum edilmiş birtakım suçlulardır ve
bu cinayetlerine harp sırasında düşmanın melanetine iştirak ve ondan istifade
etmek gibi hıyanet ve cinayet ilave etmişlerdir. O ilave ettikleri hıyanetten dolayı
kendilerini affettiremezler. Bu itibarla katiyen Delege Heyetimizden istirham ediyo
ruz, af yoktur. Bizim mahkemeler daha adaletli karar verirler. Eğer masumlar var
sa bizim mahkemelerimiz huzurunda masumiyetlerini ispat ederler ve ondan sonra
affedilirler. Hakikaten cani olanlar, layık oldukları cezayı görmek suretiyle ceza

1224
landırılırlar. Üçüncüsü efendiler azınlıklar meselesi. Ben şurada arkadaşların biri
nin elinde bir kitap görmüştüm. Midilli'de birtakım beş, on serseri toplanmış, Çer
kezler adına taleplerde bulunuyorlarmış. Yenigün Gazetesinde bunun bazı mühim
kısımları yayınlandı. Efendiler bunları, size temin ederim ki içlerinden bazı şahısla
rı tanıyorum. Bunlar Çerkez adına da bir lekedir, Müslümanlık adına da bir lekedir.
(bravo sesleri) Bir defa efendiler bilirsiniz ki Türkiye'de çalışan, yaşayan Çerkez
ler, Rus Çarı’nın baskılarına tahammül edemeyerek Türkiye'ye iltica etmiş ve
Türklerden pek çok şefkat görmüşlerdir. O zamandan beri Türklerden zerre kadar
bir fenalık görmemişler ve belki Türkler gözlerinden daha çok hürmetle onları yük
sek tutmuş ve bu memlekette yaşatmışlardır. (bravo sesleri) Hiç şüphe yoktur ki
Türklerden ayrı bir mevki almamışlar ve iddia ederim ki Çerkezlerle Türkler et
tırnak olmuşlardır. Bundan başka efendiler, Çerkezler Yunan gibi alçak bir hükü
metin değil, dünyada hiçbir Hıristiyan devletin himayesine girmek kadar alçaklığa
kalkışmazlar. O zillete katlanmayı kabul edemezler. Yunanın himayesine giren ve
her hangi bir Hıristiyan’ın himayesine girmiş olan Çerkez, Müslüman değildir, o
Hıristiyan olmuş, milliyeti belli olmayan bir şahıstır.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Hainin milliyeti olmaz.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Efendiler, bu itibarla Yüce Heyetinize bir defa daha
arz etmek isterim ki o on, yirmiden fazla olmayan serserilerin yapmış oldukları
hıyanet karşısında buraya gelmek imkanını bulamadıkları gibi bilirsiniz ki bir iki de
buradan gidenler vardır. Yunanlılara hoş görünmek, orada ekmek bulabilmek için
o rezil yola sapmışlardır. Bundan dolayı Çerkezlik ve Müslümanlık bunları kov
muştur. Bunların Müslümanlık ve Çerkezlikte yeri yoktur ve istirham ederim Dele
ge Heyetinden, bu cinayetlerde bulunanlar ihtimal ki Konferansta bahis mevzu
olacaktır. Bunları kati surette millet affetmez ve bunlar affa dahil olup buraya gele
cek olurlarsa, bu memlekette bunlar canavarlar gibi parçalanacaktır. Bunların bu
rada yerleri yoktur. Sonra efendiler dini azınlıklar meselesi. Türkiye kanunları her
kes için tatbik edilir. Kendisi için imtiyaz isteyen her hangi bir ferdin bu vatanda
hakkı yoktur. Eğer Fransa Devleti, İngiltere Devleti, İtalya Devleti vatandaşlarına
kanunlarından başka başka muamele yapıyorsa, o vakit bu gibi şeyler bahis mev
zu edilebilir. Binaenaleyh bunların katiyen izin verilmemesini, hatta bir kelime ha
linde bile geçmemesini rica ederim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğini oylarınıza sunuyorum.
1
Efendim müzakereyi kâfi görenler lütfen ellerini kaldırsın. Müzakere kafi görülmüştür.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (3 Kasım 1922), 1.Dönem, c.24, s.334-376, http://www.tbmm.gov.tr/
1225
3 KASIM 1922: DİN İŞLERİ BAKANI ABDULLAH AZMİ EFENDİ'NİN İSTİFASI VE
KONYA MİLLETVEKİLİ MEHMET VEHBİ EFENDİ'NİN SEÇİLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 132.Birleşim, Gündem: 2/2)

Mudanya Ateşkes Anlaşmasının imzalanmasından sonra sıra Lozan'da


yapılacak olan Barış Konferansına gönderilecek olan Delege Heyetinin
seçimi ve hazırlıklarındaydı. Bu arada Saltanatlık kaldırılmış ve İstanbul
Hükümeti istifanın eşiğindeydi. Böyle kritik bir zamanda Hükümet içinde
bakanların hastalık gibi nedenlerle uzun süre izin almaları Meclis'te millet
vekillerinin tepkisini çekti. On bir bakandan oluşan Ankara Hükümetinde asil
olarak üç dört bakan kalmıştı. Diğerleri bakan vekilleriydi.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Din İşleri Vekili Abdullah Azmi Efendi
nin altı ay izni hakkında Meclis Divanı kararı var.

TBMM Başkanlığına

İcra Vekilleri Heyeti tarafından, Din İşleri Vekili Abdullah Azmi Efendi'nin
izin talebine dair dilekçesi ve ekinde yer alan tabip raporu bir teskere ile bildi
rilmiş ve Meclis Divanının 1 Kasım 1922 tarihli toplantısında tetkik olunmuştur.
Hastalığın devam etmesi sebebiyle Avrupa sanatoryumlarında veya buna ben
zer yerlerde tedavi olunmak üzere tam tahsisatla altı ay izin verilmesi uygun
görüldüğü için, bu müddet içinde tam tahsisatla izinli olması Yüce Heyetinizin
tasvibine arz olunur, efendim. 1 Kasım 1922
TBMM İkinci Reisi
Dr. Adnan

SELAHATTİN BEY (Mersin): Meselenin esasına dair söz istiyorum. Sulh müzake
releri yapacağımız bir zamanda Hükümet vekillerinden her birisi üçer ay, altışar ay
izin alarak şuraya buraya gidiyorlar. Hükümet zayıflıyor. Ben bu vaziyeti uygun
görmüyorum. Efendi Hazretleri rahatsız olabilir. Fakat Hükümet işleri de açıkta
kalamaz.

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Abdullah Azmi Efendi Hazretleri teda
vi edilmek için üç ay izin talep etti. Hükümetiniz izni uygun gördü. Tedavi müddeti
uzun olduğu için kendisiyle görüştüğümde Yüce meclis başka bir kanaat ifade
ederse onu da kabul edeceğini, yani istifa etmek kendi arzusu. (olabilir sesleri)
Müsaade buyurunuz arz edeyim. Bu sağlığıyla alakalı olan mecburiyeti münase
betiyle hepimiz üzgünüz. Bu mesele evvelce bahis mevzu iken son müzakere
esnasında istifa etmiş olması da dışarıda yanlış anlaşılır fikrine binaen bugüne
kadar okunması tehir edilmişti. Yoksa sebep hastalığıdır. (doğrudur sesleri)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Meclis Divanı kararına dair ben de bir
kelime arz edeyim. Abdullah Azmi Efendinin raporunu müsaade ederseniz okuya
lım. Cidden ağır bir hastalığa yakalanmıştır ve kendisinin tedavi edilmesi lazımdır.
Hükümete ait olan kısmını da Rauf Beyefendi arz ettiler. Arzu ederseniz istifa et

1226
mek taraftarıdır. Şimdi mesele bir arkadaşımıza izin vermek meselesidir. Sonra
diğer arkadaşlarımıza yaptığımız gibi tam tahsisat meselesini oya koyacağım.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Söz istiyorum, efendim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Çok söz isteyen var efendim, ne hakkında?
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Bu mesele hakkında bir şey arz edeceğim. Beye
fendiler bizde pek tuhaf bir ruh hali var. Biz memleketi ve memleketin işini çok
sevdiğimiz için bunu kıskançlıkla elimizde tutmak ve hiç kimseye emniyet etmek
istemiyoruz. (nerede sesleri) Hepimizde bu var. Zannederim, vekil arkadaşları
mızda da vardır. Hastalanır, işleri olur, izinli gitmek istedikleri zaman hiç maka
mından çekilmek istemiyorlar.
EMİN BEY (Eskişehir): Hakikat dışı söylüyorsunuz.
ÖMER LÜTFİ BEY (Devamla): Canım siz de çıkar burada fikrinizi söylersiniz. Hü
kümetin avukatlığını mı üzerinize aldınız? Şimdi vekillerden hepiniz biliyorsunuz,
sayalım Mahmut Esat Bey izinlidir, Hasan Fehmi Bey teftiştedir, Kazım Paşa has
tadır geziyorlar, sonra Abdullah Azmi Efendi Hazretleri hastadır izin istiyor, Dışiş
leri Vekili sulh müzakerelerine gidiyor, Maarif Vekili de hem Maarife hem Maliyeye
bakıyor o da izin aldı gidiyor zannederim. Bu halde on bir kişiden ibaret olan Hü
kümetten dördü beşi ancak kalıyor. Bu efendilere belki vekil vekili seçilebilir. Hal
buki efendiler vekil vekili yamadır, yama. Biz sağlam elbise giymek istiyoruz. Ya
malı elbise giymek istemiyoruz. İşi olan, hasta olan izin alacakları zaman istifaları
nı verirler, giderler. Teftiş için gidenler tabii memleket dahilinde vazife ediyorlar
demektir, vekil vekili ile olabilir, Hükümet işi görülebilir. Fakat efendiler uzun müd
det izin isteyen, uzun müddet rahat etmek isteyen evvela istifa eder. Efendiler
mahkeme kadıya mülk olmaz. Meclis başka vekil seçer.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurursanız arz edeyim.
Ömer Lütfi Bey'in söylediklerine Rauf Bey cevap verdiler. Dediler ki esasen istifa
taraflarıdırlar.
TEVFİK RÜŞTÜ BEY (Menteşe): Bugün cuma, fevkalade mühim mesele için top
landık, bunlarla vakit geçirmeyelim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim rica ederim, müsaade buyurun...
TAHSİN BEY (Aydın): Efendim, bugün fevkalade iş için toplandık. Evrak işleriyle
meşgul oluyoruz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, evrak işleri bir iki iştir. Okunabilir.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Evvela istifa, sonra izin.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Kendileri gelinceye kadar tehir edilsin.

1227
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, madem ki istifa meselesi filan çıkmış
tır. Kendilerini burada görmüyorum, tehir ediyorum. Kendileri gelince müzakere
ederiz.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Amasya): Diğer gidecek vekil beyler için de böyle olsun.
(Bir süre başka gündem maddeleri görüşülür. Ara verilir. Aradan sonra...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim celseyi açıyorum. Demin Abdullah
Azmi Efendi'nin izni bahis mevzu olmuştu. Fakat kendileri burada olmadıkları için
tehir edilmişti. Şimdi kendileri teşrif ettiler ve bir önerge veriyorlar. Okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Takdim eylediğim tabip raporuna göre hastalığımın mahiyeti tayin edil
miş olduğu gibi altı ay izine ihtiyacım vardır. Bu kadar müddet içinde Vekaletin
bir vekil vekili ile idaresi doğru olamayacağı hakkındaki mütalaa esasen tara
fımdan da uygun bulunduğundan Din İşleri Vekaletinden istifamın kabulüyle
izinli olmama müsaade buyrulmasını rica eylerim. 3 Kasım 1922
Din İşleri Vekili
Abdullah Azmi
(Kabul sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): O halde efendim şimdi sadece bir mebus olarak
altı ay izin verilmesi hususunu oya koyacağım. Eskişehir Mebusu Abdullah Azmi
efendiye hastalığı sebebiyle altı ay izin verilmesini kabul edenler ellerini kaldırsın.
Kabul edilmiştir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Yalnız başka vekil seçilinceye kadar vazifesine
devam etsin.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, onu Hükümet düşünür. Binaenaleyh
Abdullah Azmi Efendi'nin tam tahsisatla altı ay izinli olmasını ad okuyarak oyları
nıza arz ediyorum. Lütfen oylarınızı kullanınız.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Son defa bir teamül yapılmıştı. Nafiz Bey'e işaret
oyu ile izin verilmişti.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Olmaz Bey'im.
(Ad okunarak oylama yapıldı. Oylamadan sonra diğer gündem maddelerinin görüşülmesi
ne devam edildi. Bu arada oylar sayıldı ve…)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Abdullah Azmi Efendinin tahsisatı için
oylarınıza müracaat etmiştim. 168 üye oylamaya iştirak etmiştir. 131 kabul, 30 ret,
7 çekimser vardır. Binaenaleyh 131 oyla tam tahsisatı kabul edilmiştir.

1228
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Bir söz söyleyeceğim. Efendim sağlık vaziye
tindeki mecburiyet dolayısıyla, hayatını kurtarmak için mütehassıs hekimlerin tas
dikiyle Din İşleri Vekilimiz Abdullah Azmi Efendi Hazretlerinin Hükümetimizden
ayrıldığından dolayı huzurunuzda teessürü vazifeden sayıyorum. (biz de katılıyo
ruz sesleri) Sağlık vaziyeti sebebiyle istifaya mecbur oluncaya kadar Abdullah
Azmi Efendi Hazretleri Hükümetimizi her bakımdan aydınlatmış ve her noktada
fikirlerini beyan etmiştir. Bu sebeple ayrılmasından dolayı ben ve arkadaşlarım çok
müteessiriz, efendim. (Allah afiyet versin sesleri) Yerlerine bir diğer vekil seçilin
ceye kadar mühim olan vazifeleri boşta kalmamak üzere kendilerinin vekalet bu
yurmalarına uygun buyurursanız... (hay hay sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Abdullah Azmi Efendi Hazretlerinin
halefinin seçilmesine kadar Din İşleri Vekaletine vekalet etmesini kabul buyuranlar
lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. (celseyi tatil ediniz sesleri) Yapacağım efen
dim. Fakat diğer oylamaları da aynı celsede tebliğe mecburum. Yoksa tabiidir ki
1
hem cuma için, hem yemek için Meclisi tatil edeceğiz.

(Üç gün sonra, 6 Kasım 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Şimdi efendim, Maarif ve Din İşleri vekaletleri
seçimine başlayacağız. (Çarşamba günü sesleri) Efendim müsaade buyurunuz, iki
seçim yapıldı. Oylar tasnif edilmektedir. Meclisi tatil edersek neticeleri tebliğ ede
meyiz.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Neticeleri siz sonra bildirirsiniz, mesele hallolunur.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Vekaletler boş kalamaz. Yüce Mecliste toplantı
yeter sayısı vardır. Binaenaleyh her halde bugün yapalım.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim oylama yapılacak iki vekalet kaldı.
(çarşambaya kalsın, bugün yapalım sesleri) Müsaade buyurunuz efendim, ben
sözümü bitirmedim. Tabii oylarınızla olacaktır. Bugün derseniz bugün yaparız.
Olmazsa çarşambaya tehir ederiz. Şimdi bunu oya koyuyorum. Her iki vekaletin
de bugün seçilmesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Efendim, anlaşılmıyor,
rica ederim yerlerinize oturunuz.
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Giresun): Maarif Vekilinin istifası henüz bugün okunmuştur.
Halbuki Din İşleri Vekili Efendi Hazretlerinin istifası birkaç gün evvel olmuştur.
Binaenaleyh Din İşleri Vekaletinin seçimine devam etmek ve Maarif Vekaleti se
çimine çarşambaya bırakmak lazımdır. (niçin, hayır sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim rica ederim oturunuz. Zaten ortalık
karanlıktır, herkes yerlerine otursun anlayalım. Efendim oya koyacağım. (çoğunluk

1
TBMM Zabıt Ceridesi (3 Kasım 1922), 1.Dönem, c.24, s.325-337, http://www.tbmm.gov.tr/
1229
yok sesleri) Nereden biliyoruz, çoğunluk olmadığını rica ederim? Şimdi yapılan
oylamadan çoğunluk biliyoruz, rica ederim. Efendim Din İşleri ve Maarif vekaletle
rinin bugün seçilmesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın, kabul edilmiştir.
Efendim, iki sepet koyuyoruz, iki vekâleti birden seçeceğiz. Lütfen oylarınızı kul
lanmaya başlayınız.
(Ad okunarak oylama yapılır. Ara verilir, oylar sayılır ve…)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, celseyi açıyorum. Din İşleri Vekaleti
oylamasına 193 üye iştirak etmiştir. 102 oy Konya Mebusu Mehmet Vehbi Efendi,
84 rey Konya Mebusu Musa Kâzım Efendi, 1 oy Muş Mebusu İlyas Sami Efendi, 2
oy Antalya Mebusu Rasih Efendi, 1 oy da Karahisar Mebusu İsmail Şükrü Efendi
almıştır. 3 çekimser vardır. Binaenaleyh 102 oyla Konya Mebusu Mehmet Vehbi
1
Efendi Din İşleri Vekaletine seçilmiştir. (Allah muvaffak etsin sesleri, alkışlar)

6 KASIM 1922: GİZLİ OTURUMDA İSTANBUL HÜKÜMETİNİN İSTİFASI HAK


KINDA GÖRÜŞME VE HÜKÜMET REİSİ RAUF BEY’İN AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 133.Birleşim, Gündem: 2/1)

Meclisin, Saltanatın kaldırılmasına karar vermesi ile İstanbul’daki


Hükümetin hiçbir otoritesi kalmamıştı. Ankara Hükümeti ve Başkomu
tanlık adına Trakya’yı teslim almakla görevlendirilen Refet Paşa İstan
bul’da halkın coşkun gösterileri ve sevinç gözyaşları içinde karşılanmış
tı. Sadrazam Tevfik Paşa 4 Ekim’de görevlerine devam imkanı olmadığı
gerekçesiyle istifasını sundu. Aynı gün, ileri gelen devlet görevlileri
Ankara Hükümetinin emrinde olduklarını bildirdiler.

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Meclisin tatil bulunduğu bir zamanda
İstanbul'da bir hadise meydana geldi. Bu hususta Yüce Heyetinize malumat ve
remedik. Bugün malumat arz etmek mecburiyetindeyiz. Aynı zamanda Amasya
Mebusu Ömer Lütfi Beyefendi tarafından bir soru önergesi aldık. Bunun her ikisine
de cevap vermek zaruretini görüyorum. Ancak malumunuz ani meydana gelen bu
vaziyet karşısında hemen kararlar çıkarmak mecburiyetinde kaldık. Yürütmeyi
alakadar eden bu meselenin gizli müzakere edilmesi lazımdır. Münasip görürseniz
bunu, gizli bir celsede arz etmek istiyorum.
SELAHATTİN BEY (Mersin): İstanbul vaziyetinin gizli olmasını icap edecek sebep
ler var mıdır? Orada bir milyon insan var. Üç yüz bin okumuş aydın var. Bunlar
hakkında cereyan eden şeyler gizli değil, aleni olmalıdır. Biz böyle hususları gizli

1
TBMM Zabıt Ceridesi (6 Kasım 1922), 1.Dönem, c.24, s.403-405, http://www.tbmm.gov.tr/
1230
tutalım diyoruz, yarın gazetelerde yayınlanıyor. Onun için açık konuşulsun, herkes
bilsin, daha iyi olur zannederim. Kimden neyi saklıyoruz, anlamıyorum.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, biz kimseden bir şey saklamıyoruz. Fakat arz
ediyorum, acil kararlar verdik. Bu kararları uygulamadan önce herkesin bilmesini
istemiyoruz. İşte bu sebeptendir. Yoksa milletten hiç bir şey saklamak tarzında
değildir, Efendim. Yine Yüce Heyetinizin kararı ile olacaktır. Eğer icraatımızı şim
diden ilan etmemizi uygun görürseniz, tabii alenen icra ederiz. Benim vazifemdir,
Yüce Heyetinizin kararlarına uymak. (oya sesleri)
LÜTFİ BEY (Malatya): Ne anladık, meselenin esası hakkında bize izahat verilsin.
Biz de anlayalım, ona göre karar verelim. (oya sesleri)
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Teklif edilen gizli celseyi kabul etmemiz için gerekçesi
ni bilmemiz lazımdır. Bilmediğinizi bir şeyi nasıl kabul ederiz?
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, müsaade buyurunuz, meseleyi arz
ettim. Daha nasıl arz edeyim, Hâlâ mesele nedir diye soruyorsunuz? (oya sesleri)
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Beyefendinin beyanatına göre bu meseleyi konuş
mak için gizli celseyi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Gizli
celsede müzakere olunacak. Müzakereye başlıyoruz. Buyurunuz Rauf Beyefendi.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, 4 Kasım 1922 tarihinde geç vakit,
Trakya'yı Hükümetiniz ve Başkumandan adına teslim almaya vazifeli olan Refet
Paşa arkadaşımızdan şu telgrafı aldık.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Başkumandanlık adına teslim almak ne demektir?
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz telaş etmeyiniz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Şahıs adına mı teslim alınıyor, yoksa Hükümet adına
mı? Soruyorum.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz efendim, muamele gayet doğrudur.
Zannedersem biraz çabuk öfkelendiniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): İzah buyurunuz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Altı yüz senedir doğru gider bu mesele.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, müsaade buyurunuz izah edeyim. Yaptığımız
anlaşma gereğince oraya bir kumandan gönderdik. Kafi mi efendim? Aynı zaman
da her ihtimale karşı orada fiili bir kumandanın bulunmasını gerekli gördük. Böyle
bir sıfat ve unvan vermeye mecbur olduk. Rica ederim daha fazla abartmayınız.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Hesabını daha sonra soracağız.
RAUF BEY (Devamla): Ben her mesuliyeti alırım.

1231
RAGIP BEY (Amasya): Hükümetin vazife ve mesuliyeti hakkındaki kanun çıkma
dığı için...
RAUF BEY (Devamla): Hiç şüphe yok...
RAGIP BEY (Amasya): Vazife ve mesuliyet kanunu çıkmadıkça onları mesul
edemeyeceğimizi biliyorlar da onun için. (yapacağız, millet mesul eder sesleri)
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz arkadaşıma cevap verirken size de
veririm.
EMİR PAŞA (Sivas): Her vakit bu zahmeti çekersin.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Paşa Hazretleri söz almadınız, rica ederim sessiz
olunuz.
RAUF BEY (Devamla): Ragıp Beyefendinin beyanatında biraz eksiklik var. Yüce
Heyetinizin kararı kanundur. Bugün karar alsanız beni her zaman cezalandırırsı
nız. Kanuna ihtiyaç yoktur. Kanun ile tehdide lüzum yoktur. Ne zaman arzu eder
seniz tetkik eder ve kararınızı verirsiniz ve ben testimi kırarım.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Bunların manası yoktur.
NEŞET BEY (Üsküdar): En hayati bir meseleyi mi müzakere edeceğiz, yoksa ne
yapacağız?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, Refet Paşa’dan gelen telgrafa göre İstanbul Ka
binesi 4 Kasım 1922 günü saat dörtte istifa etmiştir. (gazetede okuduk sesleri)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Pek geç kaldınız.
RAUF BEY (Devamla): Evet, ama Meclis kapalıydı, istirahatınızı mani olmak iste
medik.
LÜTFİ BEY (Malatya): iki gün evvel biz bunu gazetelerde okuduk.
RAUF BEY (Devamla): Lütfi Beyefendiye hatırlatmak isterim ki o zaman Meclis
tatil idi ve siz de istirahatta idiniz.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Doğru ama gazetelere neden geçti?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, müzakere için değil bilgi vermek için arz ediyoruz.
LÜTFİ BEY (Malatya): Bu çelişkiye aklım ermiyor.
RAUF BEY (Devamla): Geç vakit gelince efendim, Hükümetiniz toplandı. Hülasa
ederek size biraz sonra arz edeceğim kararları aldık. Hükümet ve Başkumandan
adına, Trakya'yı teslim almaya vazifeli Refet Paşa Hazretleri vasıtası ile icap
edenlere bu kararlar tebliğ edildi.

1232
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Bu, nerede görülmüştür? Teslim alma, Hükümet
adına olur. Başkumandan adına ne demektir? Ankara'da bir imparatorluk mu ku
racağız? Katiyen reddederiz. Başkumandan kimseyi temsil edemez. Orduların
başında bulunur ve Hükümetin emri altındadır. Başkumandan adına ne kelime?
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz rica ederim. En yüksek ses ile ko
nuşmak ise mesele, ben de yüksek sesle söz söyleyeyim. Yani bağırarak anlat
maksa çare, ben de bağırırım. Öyle değildir, ifadeler yanlıştır. İsterseniz açıkça
söyleyeyim. Mesuliyeti maddi ve manevi olarak kabul ediniz. (doğru, doğru sesleri)
İtiraz etmek kolaydır, fakat yanlış işlerle uğraşmayalım.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu müzakerenin aleni olmasını isterdim. Millet, bir
idare görsün, diye.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): yabancılar olmasa doğrudur sözün.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, gizli olmasını Yüce Heyetinize arz ettim, kabul
ettiniz. Bence aleni olması doğru değildir. Aleni celse kabul edilse idi dünyaya
bağırarak söylerdim. Hiç gizlenecek bir şey yoktur.
MUSTAFA DURAK BEY (Erzurum): Efendim, kabul edilmiştir, konuşunuz. Söz
söylemek isteyen arkadaşlar sonra kürsüye çıksın söylesin.
RAUF BEY (Devamla): Ben bir şeyi anladım. Bu kadar açıklamam Yüce Heyetini
ze kafi geldi. Onun için artık ineyim. İki satır bir şey okumaya vakit bulamadım ve
imkanını da göremiyorum. (devam sesleri) Efendim, Hükümetin İstanbul’a gön
derdiği talimatı okuyorum.

İSTANBUL HÜKÜMETİNİN TASFİYESİ HAKKINDA TALİMATNAME


1. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 1 Kasım 1922 tarihinde kabul edilen
karardan sonra, Büyük Millet Meclisinin tanımadığı teşkilatın İstanbul'da faali
yetine son vermesi üzerine, İstanbul Belediyesi ve İstanbul Vilayeti idare mec
lislerinin Ankara'dan talimat almak istediklerini beyan etmeleri üzerine, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümeti 4 Kasım 1922 günü sabahtan itibaren İstanbul
'un idaresine el koymuştur.
2. İstanbul, şimdilik Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adına bir vilayet
olarak idare olunacaktır. Üsküdar, Çatalca, Beyoğlu mutasarrıflıkları İstanbul
vilâyetine bağlıdır.
3. Babıali adıyla anılan Merkezi İdare faaliyetlerine son verecektir. Buralardaki
memur ve diğer çalışanların ne şekilde vazife yapacakları hakkında ayrıca
talimat verilecektir.
4. Merkezi İdarenin evrak, eşya menkul ve gayrimenkullerinin muhafazaya
alınmasından her dairenin müsteşarı veya en büyük memuru şahsen mesul

1233
dürler.
5. Kara ve deniz askeri komutanlıkları ile İstanbul Limanı doğrudan doğruya,
Ankara Milli Savunma Vekaletine bağlı olmak üzere müsteşarları tarafından
idare olunacaktır. İstanbul Merkez Kumandanlığı, Polis Müdürlüğü, Jandarma
Kumandanlığı ve Haliç Amiralliği şimdilik doğrudan doğruya benim emrim al
tında bulunacaklardır.
6. İstanbul'da bulunan bütün askeri birlikler İstanbul Merkez kumandanlığına
bağlıdır.
7. Medreselerde tedrisata devam ederek ve Ankara Din İşleri Vekaletinde bu
lunan Tedrisat Umum Müdürlüğüne malumat vereceklerdir.
8. İstanbul’daki mahalli vakıflar, İstanbul Vakıflar Müdürlüğü tarafından idare
olunacak ve Ankara Vakıflar Vekaletine malumat vereceklerdir.
9. İstanbul Vilâyeti ile işgal sahasındaki mahkemelerde ve Adli Tıp Müessese
sinde bulunan hakimler ve savcılar, memur ve diğer çalışanlar, Büyük Millet
Meclisi kanunlarına tabi olacaklar, hüküm ve kararlar bu kanunlara göre verile
cek, temyiz dosyaları doğruca Sivas'taki Temyiz Mahkemesine gönderilecektir.
İstanbul Temyiz Mahkemesi, daha sonra verilecek karara kadar vazifeden me
nedilmiştir. Vazifelerine geçici olarak son verilmiş bulunan mahkemelerin baş
katiplerine, Sicil Müdürü Şevket Beyefendinin nezareti altında birer katip verile
rek mevcut kayıt ve dosyalarla paralar muhafaza ettirilecek ve bunların muha
fazadan şahsen onlar mesul olacaklardır. İstinaf Mahkemesi Başsavcılığı, An
kara Adalet Vekaletiyle derhal irtibat kuracak ve emirlerini alacaktır.
10. İstanbul Vilayetindeki bütün mektepler, doğrudan doğruya Vilayet Maarif
Müdürlüğüne bağlı olacaktır. Maarif Vekaletine bağlı olan Darülfünun ve yük
sek okullar, müzeler, Galatasaray Sultanisi, Devlet Matbaası gibi müesseseler
Ankara Maarif Vekâletiyle irtibat kuracaklardır. Müzelerin, Devlet Matbaasının,
Maarif Nezaretinin evrakları, mahzenlerinde ve depolarında mevcut sicil dosya
ları ve eşyalar muhafaza edilecek ve memurlar bunlardan mesul tutulacaktır.
11. Nafıaya bağlı mektepler tedrisata devam edecektir.
12. İstanbul Vilayetinin ziraat, veterinerlik, maden, sanayi ve ticaret İşleri, ilgili
amir ve memurlar tarafından idare edilecektir.
13. Ziraat ve Ticaret nezaretlerine bağlı Bakteriyoloji Laboratuarı, Halkalı Ziraat
Mektebi ve Sanayi Mektebi gibi müesseseler, Ankara İktisat Vekaleti ile irtibata
geçeceklerdir.
14. İstanbul’daki sağlık müesseseleri Ankara Sağlık ve Sosyal Yardım Vekale
tine bağlanmıştır. İstanbul Sağlık Müdürlüğünde mevcut evrak, dosya ve para
lar Sağlık Müdürünün mesuliyeti altında muhafaza edilecektir. Muhacirler

1234
Umum Müdürlüğü, Sosyal Yardım Müdürlüğü adı ile Ankara Sağlık Vekaletine
bağlı olarak muhacirlerin yardım işlerine bakacaktır.
15. Maliye daireleri, devamı zaruri olan işleri İstanbul Defterdarlığına bağlı ola
rak yerine getireceklerdir.
16. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin kararlarına göre hazırlanmış olan
bu talimatname 5 Kasım 1922 tarihinde yayınlanarak, tebliğ olunmuştur.
TBMM Vekiller Heyeti Reisi
Hüseyin Rauf
RAUF BEY (Devamla): Acilen Refet Paşa Hazretleri vasıtası ile İstanbul Vilayetine
şimdi arz ettiğim gibi talimatı 4 Kasım 1922 gecesi derhal tebliğ ettik. Aynı zaman
da vekaletlerden de ilgili müesseselere tafsilatlı emirler ve talimatlar verilmektedir.
Refet Paşa'dan aldığımız son telgraf dünkü tarihlidir ki bu emri derhal icap edenle
re tebliğ ettiğini ve tatbikatına başladığını bildirmiştir.
LÜTFİ BEY (Malatya): Topkapı Sarayındaki Mukaddes Emanetler hakkında beye
fendi...
ÖMER LÜTFÜ BEY (Amasya): Ben soracaktım.
RAUF BEY (Devamla): Mukaddes Emanetler hakkında da ayrıca emirler verilmiş-
tir. Fakat meselenin önemi, kimin tarafından tatbik edileceği ve nasıl tatbik edile
ceği oradaki icra memurlarına terk edilmiştir. Onun için tafsilat arz edemeyeceğim.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Amasya): Yani ne yolda tafsilat verilmiştir.
RAUF BEY (Devamla): Verilen emir, her türlü zarar ve ziyana mani olunmasına
çalışılması merkezindedir.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Amasya): Beyefendi, bitti ise söz hakkı bendedir. Çeşitli so
rular soruluyor. Eğer Rauf Beyefendinin ifadeleri bitmiş ise evvela soru sormak
hakkı benimdir. Eğer bitmemiş ise devam buyursunlar. Arkadaşlar da sessizliğe
devam etsinler.
RAUF BEY (Devamla): Son dakikaya kadar inatlarında devam etmişler, fakat Bü
yük Millet Meclisinin son verdiği… (gürültüler) Rica ederim, sözümü tamamlaya
yım. Beyhude olarak İstanbul Hükümeti ismini taşıyan heyet ki mahalli idare tar
zında düşünülebilir, bunlar son zamanlara kadar inatlarına devam etmişlerdir.
Fakat Büyük Millet Meclisinin son... (gürültüler) Sözlerimi tamamlamadım. Bunlar
Yüce Meclisin emrini düşününceye kadar, İstanbul’da mahkemeler kapanmış,
hakim ve memurlar vazifelerini meşru olarak devam edemeyeceklerini anlamışlar
dır. Onun için İstanbul heyeti istifaya mecbur kalmıştır. Yani kendileri Büyük Millet
Meclisinin emirlerini aldıklarında, zannederim ki halen tereddüt içindeymişler. Fa
kat milletin hakiki kuvvetinin, meşru kuvvetinin nerede olduğunu anlayan memur

1235
lar, hakikati görmüş ve o suretle işe girişmişler ve o şekilde İstanbul Hükümeti
düşmüştür.
LÜTFİ BEY (Malatya): Sultan adını taşıyan kişinin durumu nedir?
RAUF BEY (Devamla): Aynı zamanda Dışişleri Vekaleti İstanbul'da Temsilcimiz
Hamit Bey vasıtasıyla İtilaf devletleri temsilcilerine şimdi aynen arz edeceğim ya
zıyı göndermiştir.

İstanbul’da İtilaf Devletleri Temsilcilerine


Türkiye'de şahsi saltanatın kaldırılması üzerine İstanbul halkının, milli
vicdanından gelen coşku ile Anavatan idaresine katılmayı ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Hükümetini kabul ettiklerini bildirmekten şeref duyarım. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümeti, İstanbul Vilayetinde asayişi temin için devlet
dairelerine lazım gelen emir ve talimatları vermiştir. Ordularımız, Mudanya
Konferansında tayin olunan huduttan ileri geçmeyeceklerse de İstanbul'da
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin tamamen kurulması ile asayişin sağ
lanması için Doğu Trakya’da olduğu gibi tarafımızdan İstanbul'a da asayiş kıta
atının gönderilmesine ihtiyaç vardır.
Bu vaziyette İtilaf kuvvetlerinin İstanbul mıntıkasında bulunmalarına lü
zum ve imkan görülmeyeceğini kuvvetle ümit etmekteyim. Bu münasebetle
Lozan Sulh Konferansının müspet bir neticeye ulaşmasını Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümetinin samimiyetle ümit etmekte olduğunu beyan ederim.
5 Kasım 1922
TBMM Dışişleri Vekili
İsmet

RAUF BEY (Devamla): Dışişleri Vekili böyle yazıyor. Bu nota da İtilaf temsilcilerine
tebliğ edilmiştir. Fakat henüz bir cevap alınamamıştır. Malumunuz vaziyet biraz
belirsizdir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin imanı, en değişmez imanı ve bunun için
bütün kuvvetlerini tamamen kullanacağı bir şey varsa, o da bağımsız olarak hü
kümet etmektir. Gayemiz ve hedefimiz budur. Bunu sağlamaya sonuna kadar
çalışacağız. Ancak vaziyet belirsizdir diye arz ettim. Çünkü Mudanya Konferansı
ile bir de İstanbul’da hususi idare kararı vardır. İkisini uzlaştırarak yanlış bir işe
girmeden ciddiyet ve aynı zamanda iyi niyetle halletmeye uğraşıyoruz. Muvaffaki
yet Cenabı Haktandır. (inşallah sesleri) Şu muhakkaktır ki Hükümetimiz derhal
İstanbul’da idareyi ele almalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi İstanbul’un idaresine
yabancıların katılmasını kabul etmez ve edemez. Bu hususta gelecek olan malu
matları zaman zaman arz edeceğim.
SIRRI BEY (İzmit): Bir soru soracağım, müsaade buyurursanız.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, sizden evvel soru sormak için söz iste
yenler var.

1236
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Soru sahibi olmak itibarı ile bana söz veriniz.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, Maliye hakkında teferruatlı talimat gözükmüyor.
Fakat arz ediyorum, Maliye Vekaletiniz icap eden talimatı peyderpey vermektedir.
Mali Kapitülasyonlara dair ne varsa onu da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti
kabul etmektedir.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Efendim, Hükümetin aldığı ani haber üzerine acil
kaydı ile verdiği cevap ve talimat uygundur. Fakat bu vaziyetin ortaya çıkacağını
da önceden kestirmek pek de zor değildir. Hükümet bu talimatları daha evvelden
düşünerek ve daha teferruatlı bir surette hazırlamış ve hatta bazı memurları da
oraya göndermiş olsaydı daha iyi olacaktı. Bu yapılmamıştır. İkinci mesele, Rauf
Beyefendi bazı emirler verdiklerini söylediler, açıklamak istemediler. Ben de açık
lansın istemiyorum. Yalnız mal ve para kaçırılamayacağına dair verdikleri teminatı
kaydediyorum.
RAUF BEY (Devamla): Kati surette öyle bir şey ifade etmedim.
ÖMER LÜTFİ BEY (Devamla): Çalışılmasını emir buyurdular. Fakat Yüce Meclis
tabii bu işi temin için zannederim kaybolmamasını ve emniyete alınmasını arzu
ederler. (tabii sesleri)
RAUF BEY (Devamla): Efendim, yani Yüce Meclisten farklı bir kanaatte değiliz.
Israrcıyız, mutlaka yapmaya çalışıyoruz. Temin ettik diye bir şey söylemedim.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Mesuliyeti kime ait?
ÖMER LÜTFİ BEY (Devamla): Madem ki İstanbul'daki Harbiye Nezareti kuman
dan ve subayları ile oradaki inzibat ve itfaiye burada, Milli Savunma Vekaleti emri
ne bağlanmıştır. Oradaki Belediye Reisi de burası adına Vali yapılmıştır. Mukad
des Emanetler ile diğer hazine varlıklarının tamamının muhafazası emrimize
amade demektir. Bizim nöbetçilerimizin muhafazasında demektir. O halde Hükü
met bunu derhal temin etmelidir. Ondan sonra Mukaddes Emanetlerden başka
Saray hazinesi de...
RAUF BEY (Devamla): O da dahildir.
ÖMER LÜTFİ BEY (Devamla): Pek güzel efendim. Gümrük ve Posta-Telgraf için
talimatta açıklık yoktur. Darphane, Saray Defterdarı, Hasse Hazinesi için de açık
lık yoktur.
OSMAN BEY (Kayseri): Ziraat Bankası için de açıklık yoktur.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, Fethi Bey Maliyeye dair beyanatta bulunacaklardır.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, dün ve evvelki akşam verdiğimiz talimatı
tamamlamak üzere Maliye Vekaleti adına Gümrük ve Maliyeye dair teferruatlı
talimat verdik. Saray Defterdarına dair de talimat verildi. Ayrıca postalar için de

1237
talimat verildi. Fakat her şeyi şimdi burada arz etmek sakıncalıdır. Yalnız umumi
olarak şunu arz etmek isterim ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin çıkarmış olduğu
bütün kanunlar aynen tatbik edilecektir. Gümrük işleri hakkında da ayrıca emir
verilecektir.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Efendim, İçkinin Yasaklanmasına Dair Kanununun tatbiki de
talimata yazıldı mı?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Türkiye Büyük Millet Meclisi kanunlarının hepsi tabii
tatbik olunacaktır.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Efendim, bir noktayı hatırlarına getireceğim. İstan
bul şimdiye kadar işgalde bulunduğu için bizim iskelelerimizden gümrük alınma
makta idi. Bugün idaremiz altına girmiştir. Tabii İstanbul’a gelen mallar için güm
rük... (gürültüler)
RAGIP BEY (Kütahya): Reis Bey ben daha evvelce söz istedim, soru sormak için.
Niçin vermiyorsunuz?
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, soru sahibidir, müsaade buyurunuz rica
ederim. Gürültü edilmesin işitilmiyor.
RAGIP BEY (Kütahya): Bana söz vermiştiniz ve beni tercih etmiştiniz.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Soru önergesinin sahibidir, efendim.
RAGIP BEY (Devamla): İçişleri Vekaletine soru önergesi vermemiştir, Hükümete
vermiştir efendim. (gürültüler, Hükümet başka mı sesleri)
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendim, buyurduğunuz meseleyi Gümrükler Umum
Müdürü ile uzun uzadıya tartıştık. İstanbul Türkiye Büyük Millet Meclisinin idaresi
ne girdikten sonra artık İstanbul'dan buraya gelecek eşyaya gümrük vergisi koy
mak mümkün olamayacaktır.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Ali Kemal1 İzmit'e getirilmiştir, öyle mi?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): İzmit'e getirilmiştir. Öyle bir haber var efendim. Bu tarih
ten itibaren İstanbul'dan gelecek olan ticari eşyadan Anadolu'da yalnız bir noktada
gümrük vergisi alınacaktır. Sigara kağıdı, kibrit vesaire üzerine tahakkuk etmiş olan

1
İttihat ve Terakki karşıtı görüşleriyle tanınmış yazar, gazeteci ve siyaset adamı. Damat
Ferit Paşa hükümetlerinde kısa bir süre Maarif ve İçişleri nazırlığı yaptı, bu esnada Milli
Mücadele aleyhine sert tutum gösterdi. Kurtuluş Savaşı'nın zaferinden sonra İstanbul'da
tutuklanarak İzmit'te Nurettin Paşa'ya bağlı askeri birliklerce linç edildi.

1238
tüketim vergisi İstanbul'da alınmamış ise İstanbul'dan buraya ithal olunacak bu gibi
maddelerin vergisi buradan alınacaktır. Ondan sonra buraya gelecektir.
YAHYA GALİP BEY (Devamla): Ali Kemal ne şekilde buraya geliyor?
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim, İstanbul'un Gümrük İdaresi tabii elinizde bulunu
yor. Türkiye Büyük Millet Meclisi emrinde bulunan gümrüklere giden mallara bura
daki tarife tatbik edileceğine göre İstanbul'da bulunan ve miktarı milyarlara varan
mallar hakkında ne muamele yapılacaktır? İkincisi, İngilizlerin elinde bulunan pek
mühim eşyalar var. Bunlar hakkında ne düşünülmüştür? Bunlar o kadar mühimdir
ki ellerdeki stok mallar sipariş vermeye manidir. Bu, memlekette iktisadi kriz yara
tır. Bunun için ne düşünüyorsunuz?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Bundan evvel İstanbul’da mevcut olan tarife, yani
kıymeti eşya üzerinden alınmakta olan gümrük tarifesi ile bizim tarife arasında bir
fark vardır. Fakat bu fark o kadar fazla değildir. Hatta bazı mallarda Anadolu daha
fazla gümrük almaktadır. Binaenaleyh İstanbul bizim idaremize geçtikten ve sonra
artık İstanbul'dan gelecek olan mallara yabancı memleketten gelen mallar gibi
gümrük vergisi koymak imkanı yoktur. Buna imkan bulunamamıştır.
DR. MUSTAFA BEY (Kozan): Malumunuz altın ihracı yasaktır. Şimdi İstanbul'da
serbest midir?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): İstanbul bugünkü günde Konya'dan veya Trabzon'dan
veya İzmir'den farklı bir memleket değildir. (alkışlar) Tamamı ile idaremizde bulu
nan bir vilayettir.
MEHMET SALİH EFENDİ (Erzurum): Fethi Bey bir soru da benim var. Muhterem
Ali Kemal Beyefendi Hazretlerini İzmit'e getirdiniz mi?
NEŞET BEY (İstanbul): İç Tüzük tatbik edildiği zaman celselere bir düzen intizam
geliyor. Bugün İstanbul'un vaziyeti bahis mevzu oldu Meclis karıştı, neler oluyor?
CELAL NURİ BEY (Gelibolu): Efendiler, Hükümet Reisi Rauf Beyefendi Hazretleri
kürsüden hızlı ve özlü kararlar aldık dediler. (işitmiyoruz sesleri)
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Hep bağırıyorsunuz efendim, ne yapalım?
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Müzakereye lüzum yoktur, efendim.
CELAL NURİ BEY (Gelibolu) Söylenecek mühim sözler var.
HÜSEYİN BEY (Devamla): Mesele yoktur, efendim. (gürültüler)
CELAL NURİ BEY (Devamla): Efendiler...
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendiler, Ömer Lütfi Bey bir soru önergesi ver
miş. Hükümet de vaziyeti malumat vermek için hazırlanmış, gelmiş. Şimdi yalnız

1239
bu soru önergesini itibara alacaksanız söz yoktur. Eğer Hükümetin izahatından
dolayı söz alacaksak söz alalım ve verelim. (müzakere kafi, mesele yok sesleri)
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Evvela benim kafi görüp görmediğimi sormadınız.
Onu sorun ve ben cevap vereyim. Ben önerge sahibi olarak kafi gördüm.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Beyefendiler, müsaade buyurun, yalnız soruya
verilen cevabı kafi görerek bu izahatın yeterliliğini... (hayır sesleri) Kabul edenler,
lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmemiştir. (gürültüler) Efendim, gürültü oluyor. Bir
de Hükümetin izahatı vardır. Rauf Bey soru olmasaydı, bu izahatı verecek miydiniz?
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, malumat verecektim, ama bu kadar.
Yani müzakere edilmiyor, malumat veriliyor. Niçin müzakere açacağınızı bilmiyo
rum.
CELAL NURİ BEY (Gelibolu): Efendim, daima malumat üzerine müzakere açılır.
Meclisimizin adetidir. (doğru sesleri) O, başka bir şey. Fakat bunda mühim bir
mesele var. Bu hususta Hükümetin beyanatı vardır.
AVNİ BEY (Saruhan): Efendim, Hükümet bir karar almayacak mı? Müzakere olu
nup olunmayacağını sordunuz. Kabul edilmediğini söylediniz ve tutanağa geçti. Bir
daha nasıl oluyor da böyle söylüyorsunuz?
CELAL NURİ BEY (Devamla): İstanbul'un geleceği hakkında bir karar mühim sa
yılmıştır. Söyleyelim. İdaresizlikten aciz kaldım. (anlamadık sesleri) Bu, dünyada
görülmemiş bir şeydir. Hükümetin beyanatı üzerine her vakit müzakere açılır ve
tenkit edilir. Ben Hükümetin kararları hakkında söz söyleyeceğim. Eğer Hükümet
bunu istemiyorsa diyeceğim yoktur. (devam sesleri)
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, oya koydum kabul edilmedi. Rica ede
rim. (anlaşılmadı sesleri)
LÜTFİ BEY (Malatya): Tekrar oya koyunuz, nasıl müzakere olmaz?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu, bizim esasımız, kuvvetimiz olan bir yerdir.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Beyefendiler, müzakere edilmesini kabul edenler
lütfen el kaldırsın. (anlaşılmadı sesleri) Müzakere edilmesini... (çoğunluk yok sesleri)
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): İlk defa görülen bir haldir bu...
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Hükümet Reisi Rauf Bey kürsüye teşrif etsin
ler. Bazı sorularımız var, bizi tatmin buyursunlar. Eğer bu, dinlenilmeyecek olursa
ben öyle zannediyorum ki böyle tarihi bir celsede Meclisin üyelerinin düşündükleri
dikkate alınmayacak olursa iş kör dövüşü gider. Günah olur. Teşrif etsinler. Soru
larımızı soralım. Madem ki Yüce Meclisi karar verdi, sorularımız var soralım.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): İzahat isteyebilirsiniz, bir önerge verirsiniz. Gizli
celse bitmiştir, efendiler.

1240
SELAHATTİN BEY (Mersin): Hayır, hayır önergem var Reis Beyefendi, cevap
versinler.

TBMM Başkanlığına
Aşağıdaki sorulara Hükümetin cevap vermesini teklif ederim.
1. Rauf Bey'in okuduğu talimatın emir ve tatbikini vekiller ne surette tatbik et
mişlerdir?
2. Mudanya Konferansı kararlarının tarafımızdan ihlal edildiği iddiasının düş
manlarımızca ifade edilmesi ihtimaline karşı Hükümet ne düşünüyor?
3. Yabancı işgalini kaldırmadan İstanbul’da milli hâkimiyeti kontrol altında bı
rakmak doğru mudur? Böyle bir hadiseden kaçınmak için ne tedbir alındı?
4. İstanbul'da birçok memur ve asker açıkta kalacağına, bizden kafi para bula
mayacağına ve fırsattan istifade yabancılar tarafından tahrik edilebileceklerine
ve sulh müzakerelerinden bir netice alamadan İstanbul'u ansızın bir darbeye
maruz bırakmak ihtimaline göre böyle evvelce kuvvetle yapılamayan bir işe bu
şekil altında fikrimizi almadan yapılması uygun mudur?
Mersin Mebusu
Selahattin
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurun, şimdi bu bir soru
önergesidir. Hükümet Reisi de buradadır.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Selahattin Beyefendi özetle buyuru
yorlar ki Hükümet bunu bize sorumadan niçin yapmışlardır?
SELAHATTİN BEY (Mersin): O, dördüncü soru.
RAUF BEY (Devamla): İkincisi, bu verilen emri yapabilirler mi?
SELAHATTİN BEY (Devamla): Yani hangi kuvvetle yaptı?
RAUF BEY (Devamla): Yani o demektir.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Mudanya Konferansı kararlarına uyulmadı derlerse
ne diyeceksiniz?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, şimdi sırası ile bunlara cevap vereyim. En yük
sek ve tesirli kuvvet, İstanbul halkının vicdanından doğan kati karardır. Hepsi sizi
istiyoruz demişler, kalkmışlar, gelmişler, size sormadan veya sorarak şimdi bunla
ra, hayır sizi kabul etmiyor muyuz mu diyeceğiz?
SELAHATTİN BEY (Devamla): Yoook! Bu çok basit cevap altındaki perdeyi ben
kaldırayım. Bir memleket ile oynamak kolay değildir, haydi bakalım buyurun.

1241
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz. Şu halde İstanbul halkı Yüce Mecli
sin kararı gereğince kaldırılan Saltanatı tanımamış ve Belediye Reislerini değiş
tirmişler ve onunla beraber sizi tanımıyoruz demişler. İki şekil olacaktı. Birisi te
reddüt etmekle İstanbul'u anarşiye bırakmaktı. Ya da ne gerekiyorsa onu yapmak.
Biz ikincisini yaptık.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Beyefendi...
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz, bitireyim. Sorularınıza cevap vere
yim de ondan sonra, eğer gensoru açacaksanız onu da kabul ediyorum.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Hayır, beni bununla tatmin edebilirsiniz.
RAUF BEY (Devamla): Mudanya kararlarının tarafımızdan ihlal edildiği fikrine
karşı Hükümet ne düşünüyor? Düşmanlarımız sadece bu meseleye değil, her
şeye karşı çıkarlar. Bizim tarafımızdan sebebiyet verilmiş miydi? Onlara karşı
koymak için elimizde ne gibi tedbirler varsa onları kullanacağız. Fakat şimdiden
onlar ne söyleyeceklerdir? Bunu bilmiyoruz. Tabii düşmanlarımız her türlü fesada
başvuracaklar ve her türlü teşebbüste bulunacaklardır. Fakat biz de bunlara karşı
her türlü tedbiri almaya çalışıyoruz. Allah'tan muvaffakiyet temenni ederiz. Sonra
İstanbul'daki kuvvetleri sürmeden, milli hakimiyeti kontrol altında bırakmak doğru
mudur? Buna da tabii milli hakimiyeti kontrol altında bırakmayı kabul etmiyoruz.
Arz ettiğim gibi, İtilaf temsilcilerine verdiğimiz nota ile onu kabul etmediğimizi tebliğ
ettik. Fakat evvelce de arz ettiğim gibi mesele ortadadır ve ne olacağı belli değil
dir. Çalışacağız ve inşallah muvaffak olacağız.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Nota üzerine kuvvetlerini çekmezlerse.
RAUF BEY (Devamla): İstanbul'da birçok memur ve asker açıkta kalacağından ve
bunlara karşı yabancılar tarafından fesat çıkarılacağından... Bunların hepsi olabi
lir. Buna karşı da zamanla tedbirler alınabilir. Başka çaresi yoktur. Bunun için icap
ederse gelip Meclisten para isteyeceğiz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, müsaade buyurursanız anlatayım. Rauf
Beyefendi Hazretlerinin cevaplarının bazıları beni tatmin edememiştir. Meselenin
yanlış anlaşılmaması için evvela esası söyleyeceğim. İstanbul'un her hangi bir
sebeple bir gün önce elimize geçmesini isteriz. Ordularımız Şile üzerine yürümüş
ve Rumelikavağı’nda geziniyor, dendiği zaman sevinmiş ve Boğazın bir tarafında
yerleşmeyi sulh için daha hayırlı bulmuştuk. Hükümet ondan vazgeçti ve iki gün
sonra da ordularını geri çekti. Şimdi neden ileri gidip de İstanbul için bir budalalık
yaptı. Mudanya Konferansı kararlarını fiilen ihlal etmiş olmayacak mıyız? İstanbul
halkı böyle istedi deniliyor. Evet, halk ister fakat elinde silah yoktur. O zanneder ki
karşılarındaki orduları yürütebiliriz. Belki yürütürüz, fakat faydalı olabilir mi?
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): İlk başladığımız zaman nasıl oldu?

1242
SELAHATTİN BEY (Devamla): Canım Beyefendi, bunu iddia eden arkadaşımla
ben de beraberim. O halde hiç bir şey düşünmemek lazımdır. Bizim vazifemiz
beyler, yapılan işlerin her ihtimale ve en büyük tehlikelere karşı az çok imkanını
aramaktır. Alelacele bu iş yapılmamalıydı. Daha önceden hazırlanılmalıydı. Hata
buradadır. Başka bir şey değildir. Bu işi daha evvel düşünmek lâzımdı, zannediyo
rum. Talimatı daha teferruatlı yapmak icap ederdi.
RAUF BEY (Devamla): Memleketteki ahali aç kalması tarzındaki sorunuza karşı
yalnız bir soru? İstanbul halkı Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine katılmayı
arzu eder ve başka kimseye itaat arzu etmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hü
kümeti ne yapar?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu soruya alenen cevap veremeyeceğim. (celse
gizlidir, söyle sesleri) Kendileri bunu pekala bilirler ve pekala düşünmek borçları
dır. Ben bir mebusum. Hükümetten istikamet ararım. Hükümet bana cevap bulma
ya mecburdur.
RAUF BEY (Devamla): Ben mecbur olduğumuz yalnız bir şey gördüm. Yüce Mec
lis açık olmadığı için bugün haber veriyorum. Her mesuliyeti üstleniyorum. O da
İstanbul'daki din kardeşlerimizin, vatandaşlarımızın buraya katılmaları arzusunu
göstermeleridir. Biz de bunu şerefle kabul ettik. (alkışlar) Tekrar ediyorum efendi
ler, buyurduklarınız tehlikeler mevcut olabilir. Fakat bunların mevcudiyetine karşı
hiç bir zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, İstanbul ahalisine şimdilik biz
sizi kabul edemiyoruz, durun diyemedik.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Nasıl deriz. Hıyanet eder o vakit...
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Esasen 1 Kasım’da aldığımız kararla İstanbul
Hükümetinin yıkılmasına karar verdik. İstanbul’da idaremizi kurmak için, İstanbul
halkının talebini beklemek lâzım gelir miydi?
RAUF BEY (Devamla): Hayır, Selahattin Beyefendinin buyurdukları gibi düşman
larımız belki bozgunculuk yaptığımızı söylerlerdi. Binaenaleyh mahzur görülürdü
ve Mudanya Konferansı kararlarına muhalif olduğumuz söylenirdi.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Yani İstanbul'daki Hükümete taraftar mı olacaktık?
RAUF BEY (Devamla): Hayır, efendim.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): O demektir. (hayır, o demek değildir sesleri)
RAUF BEY (Devamla):Kendi hakimiyetlerini kendileri tatbik etmişlerdir.
TAHSİN BEY (Aydın): Beyefendi, ben talimatta bir eksiklik görüyorum. Oradaki
malum olan hainlerin firarlarına meydan verilmemek için onların yakalanmalarına
emir verilmediği görülüyor.

1243
RAUF BEY (Devamla): Şimdilik bu mesele hakkında malumat vermekte beni ma
zur görünüz rica ederim.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Selahattin Bey, İstanbul halkının silahsız olduğundan
endişe ediyorlar. Siz bilhassa 26 Ağustos’tan beri Cenabı Hakkın bize yürü ya
kulum dediğine inanıyor musunuz?
RAUF BEY (Devamla): Allah'a her zaman itikadım vardır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Efendim, arkadaşlarımın konuşmalarından
mühim olarak bir noktaya varılabilir. Acaba bu hareketle Mudanya Konferansı
kararlarına aykırı hareket edilmiş olmaz mı? Yoksa bu müsait fırsat değil midir?
Zannederim ki en büyük endişe noktası bu olabilir. (sol taraftan gürültüler)
CELAL NURİ BEY (Gelibolu): Ne diyorsun,
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Defol şuradan rezil.
CELAL NURİ BEY (Devamla): Bana mı söylüyorsun? Bu söz bana söylenmez.
RAUF BEY (Devamla): Rezilsin, alçaksın, …. oğlu ….
CELAL NURİ BEY (Devamla): Cevap vermiyorum, tutanağa geçsin.
RAUF BEY (Devamla): Tutanağa da geçsin ve bunu Yüce Heyetiniz huzurunda
ispat edeceğim. (alkışlar)
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Son teneffüs, ara veriyorum.
(On beş dakika ar verilir. Ortalık yatışır ve oturum tekrar başlar.)

VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, celse açılmıştır. Sivas Mebusu Vasıf
Bey'in bir önergesi vardır. Hükümete havalesini teklif ediyor, gönderiyoruz. (okun
sun sesleri) Efendim, kürsüden deminden beri görüşülen bu meseleye dair Sivas
Mebusu Vasıf Bey'in bir önergesi var. Hükümete havalesini teklif ediyor, gönderi
yoruz. (uygundur sesleri)
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Giresun): Nedir, temenni önergesi midir?
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Ayrıca Karahisar Mebusu İsmail Şükrü Efendi'nin
temenni önergesi var. Onu da havale ediyoruz. Efendim, gizli müzakerenin yeterli
liğine dair iki önerge var.
NECİP BEY (Mardin): Paşa Hazretlerini dinleyecektik.
VEHBİ EFENDİ (Başkan Vekili): Paşa Hazretleri konuşacak olsalar, buradadırlar
gelirler söylerler. Şimdi müzakerenin yeterliliğine dair iki önerge vardır. (Paşa Haz
retleri buradadır sesleri) Efendim, Paşa Hazretleri her vakit söz söyleyebilirler.

1244
Efendim, gizli celsenin yeterliliğini teklif ediyorlar. Kafi görenler lütfen el kaldırsın.
1
Gizli celse kafi görülmüştür ve aleni celseye geçilmiştir.

(1 Kasım 1922 tarihinde çıkartılan iki maddelik Kanunla Osmanlı Saltanatının sona erdi
rilmesinden üç gün sonra, son Osmanlı Sadrazamı Ahmet Tevfik Paşa ve İstanbul Hü
kümeti istifa etti. Ertesi gün Ankara Hükümeti tarafından Doğu Trakya'yı teslim alma
ya İstanbul'a giden TBMM Temsilcisi Refet Paşa, Babıali’deki bakanlıklara gönderdiği
bir genelgeyle işlerine son verildiğini tebliğ etti. 17 Kasım 1922 sabahı da son Osmanlı
Padişahı Vahdettin, ailesiyle birlikte Dolmabahçe Sarayından bir kayığa binerek bir
İngiliz zırhlısı ile Malta’ya gitti. Böylece Türkiye'de iki buçuk yıl devam eden ikili ikti
dar mücadelesi de sona ermiş oldu.)

6 KASIM 1922: MİLLİ EĞİTİM BAKANI MEHMET VEHBİ BEY'İN İSTİFASI VE


MERSİN MİLLETVEKİLİ İSMAİL SAFA BEY'İN SEÇİLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 133.Birleşim, Gündem: 2/1)

Mudanya Ateşkes Anlaşmasının imzalanmasından sonra sıra Lozan'-


da yapılacak olan Barış Konferansına gönderilecek olan Delege Heyetinin
seçimi ve hazırlıklarındaydı. Bu arada Saltanatlık kaldırılmış ve İstanbul
Hükümeti istifanın eşiğindeydi. Böyle kritik bir zamanda Hükümet içinde
bakanların hastalık gibi nedenlerle uzun süre izin almaları Meclis'te millet
vekillerinin tepkisini çekti. On bir bakandan oluşan Ankara Hükümetinde
asil olarak üç dört bakan kalmıştı. Diğerleri bakan vekilleriydi.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendiler, Maarif Vekili Vehbi Bey’in istifa dilek
çesi var, onu okuyacağız.

TBMM Başkanlığına

Yüce Meclisçe meşru mazeretim için müsaade buyrulan iki ay izinim


esnasında Hükümet, vatanın mukadderatıyla alakadar mühim meselelerle
meşgul olacağından, Vekalet mevkiinde vekil vekili bulunmaktansa müstakil bir
vekil olması daha uygundur. Bu sebeple Maarif Vekaletinden affımı arz eyle
rim, efendim.
Karesi Mebusu
Vehbi

ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Sebebini izah etsin.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (6 Kasım 1922), 1.Dönem, c.3, s.1009-1019, http://www.tbmm.gov.tr/

1245
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Reis Efendi, ben Vehbi Bey'in mazeretini teyit etmesini,
söylemesini rica ediyorum. (burada yok sesleri)
(Bir süre başka gündem maddeleri görüşülür. Ara verilir. Aradan sonra...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Şimdi efendim, Maarif ve Din İşleri vekaletleri
seçimine başlayacağız. (çarşamba günü sesleri) Efendim müsaade buyurunuz, iki
seçim yapıldı. Oylar tasnif edilmektedir. Meclisi tatil edersek neticeleri tebliğ ede
meyiz.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Neticeleri siz sonra bildirirsiniz, mesele hallolunur.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Vekaletler boş kalamaz. Yüce Mecliste toplantı
yeter sayısı vardır. Binaenaleyh her halde bugün yapalım.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim oylama yapılacak iki vekalet kaldı.
(çarşambaya kalsın, bugün yapalım sesleri) Müsaade buyurunuz efendim, ben
sözümü bitirmedim. Tabii oylarınızla olacaktır. Bugün derseniz bugün yaparız.
Olmazsa çarşambaya tehir ederiz. Şimdi bunu oya koyuyorum. Her iki vekaletin
de bugün seçilmesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Efendim, anlaşılmıyor,
rica ederim yerlerinize oturunuz.
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Giresun): Maarif Vekilinin istifası henüz bugün okunmuştur.
Halbuki Din İşleri Vekili Efendi Hazretlerinin istifası birkaç gün evvel olmuştur.
Binaenaleyh Din İşleri Vekâletinin seçimine devam etmek ve Maarif Vekaleti se
çimine çarşambaya bırakmak lazımdır. (niçin, hayır sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim rica ederim oturunuz. Zaten ortalık
karanlıktır, herkes yerlerine otursun anlayalım. Efendim oya koyacağım. (çoğunluk
yok sesleri) Nereden biliyoruz, çoğunluk olmadığını rica ederim? Şimdi yapılan
oylamadan çoğunluk biliyoruz, rica ederim. Efendim Din İşleri ve Maarif vekaletle
rinin bugün seçilmesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın, kabul edilmiştir.
Efendim, iki sepet koyuyoruz, iki vekaleti birden seçeceğiz. Lütfen oylarınızı kul
lanmaya başlayınız.
(Ad okunarak oylama yapılır. Ara verilir, oylar sayılır ve…)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Maarif Vekâleti oylamasına 194 üye iştirak et
miştir. 102 oy İsmail Safa Bey, 52 oy Ali Şükrü Bey, 28 oy Müfit Efendi, 2 oy Ka
zım Karabekir Paşa, 1 oy Nebizade Hamdi Bey, 1 oy Yunus Nadi Bey, 1 oy Hacı
Garip Ağa, 1 oy İlyas Sami Efendi almıştır. 4 de çekimser vardır. Binaenaleyh 102
oyla Mersin Mebusu İsmail Safa Bey Maarif Vekaletine seçilmiştir. (alkışlar) Efen
1
dim, çarşamba günü saat bir buçukta toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (6 Kasım 1922), 1.Dönem, c.24, s.403-405, http://www.tbmm.gov.tr/
1246
15 KASIM 1922: LOZAN BARIŞ KONFERANSI HAKKINDA DIŞİŞLERİ BAKANI
İSMET PAŞA’DAN GELEN TELGRAFIN OKUNMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 138.Birleşim, Gündem: 7/2)

İsmet Paşa'nın başkanlığındaki Türk Delege Heyeti Lozan'a gitmek


üzere 4 Kasım'da Ankara'dan ayrıldı. Konferansın açılması 13 Kasım
olarak kararlaştırılmıştı. Ancak Türk Heyeti Lozan'a vardığı zaman kim
se yoktu. Bu gecikmeden yararlanarak, kendisine yapılan özel çağrıyı
kabul etti Paris'e gitti. Fransa Dışişleri Bakanı Poincare ile konuştu.
Ayrıca İtilaf devletleri temsilcilere gönderdiği telgrafta Konferansın ge
cikmesinin barışın da gecikmesine neden olacağını açık bir dille anlattı.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Hükümet Reisi Rauf Beyefendinin bir tebli
gatı var.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Meclise tebligat olunur mu? Arz edecek. Rica ede
rim, dikkat buyurunuz, Reis Bey.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim Baş Delege ve Dışişleri Vekilimiz İs
met Paşa Hazretlerinden bu sabah bir telgraf aldım. Bu telgrafın ekinde bulunan,
İtilaf devletleri dışişleri nazırlıklarına yazmış olduğu yazıyı okumayı, Yüce Heyeti
nize karşı bir vazife olarak düşündüm. Telgraf 14 Kasım 1922 günü Lozan'dan
çekiliyor. Okuyorum.

Fransa, İngiltere ve İtalya Dışişleri Nazırlarına


Sulh Konferansının toplanması hakkında Fransa, İngiltere, İtalya hükü
metleri tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine resmen yapılan
davet ve bununla alakalı gönderilen notalar üzerine bu konferansın başlangıcı
olarak 13 Kasım 1922 tarihi kararlaştırıldığı için Lozan'a gelen Türk Delege
Heyetinin sulh müzakerelerine başlamaya hazır bulunduğunu asil şahsınıza
bildirmekten şeref duyarım.
Sulhun imzalanmasının gecikmesi, Türk Milleti için büyük fedakarlıklar ve
zorlukların devam etmesine ve mani olunması yalnızca bizim iyi niyetimize
bağlı olmayan ve beklenmeyen neticelere sebep olabilecek bir mahiyette ola
cağına, benimle birlikte sizler de takdir edersiniz. Bu sebeple dünya sulhunun
menfaati adına, Konferansın kısa bir süre içinde muvaffakiyeti için düşündü
ğüm en hararetli temennileri asil şahsınıza bildirmeyi ve saygılarımın kabulünü
temenni ederim. 14 Kasım 1922
TBMM Hükümeti
Dışişleri Vekili
İsmet
RAUF BEY (Devamla): Malumunuz arkadaşlar Müttefik devletler Sulh Konferansı
nın başlama tarihi olarak 13 Kasım 1922 tarihini bize teklif etmişlerdi. Tarafımız

1247
dan sulhun en kısa zamanda gerçekleşmesi için İzmir'in daha münasip olacağı
teklif edilmişti. Onlar da telgraf haberleşmesinde sıkıntı olabileceğini öne sürerek,
İsviçre’nin Lozan Şehri teklif etmişler ve bize öyle cevap verilmişti. Bu cevabı bir
nota ile de senet saydıklarını ayrıca devletler bize bildirmişlerdi. Bunun üzerine Yü
ce Meclisinizin en yüksek sulhsever hisleri ile dolu olduğunu bir kere daha ispat
etmek için, zamanın kısalığına bakmayarak sulh yapmak için Delege Heyetimizi
zamanında Lozan'da bulundurduk. Toplantı tarihi geldi. Diğer devlet delegeleri ora
ya henüz varmadılar. Dışişleri Vekilimiz bu nota ile Büyük Millet Meclisimizin doğru
dan doğruya milletimizin sulh isteğini Müttefik devletler dışişleri nazırlarına tebliğ
ettikten başka, sulhun imzalanmasının gecikmesi durumunda ortaya çıkacak mah
zurları da ifade etmiştir. Ayrıca bu mahzurlara mani olmak için yalnız bizim iyi niye
timizin kafi olmadığını da işaret etmiştir. Bu şekilde milletimize ve onun temsilcileri
olan sizlere bir daha tekrar ediyorum, dünyaya bir kere daha, bizim sulh için müca
dele ettiğimizi ve milli istiklalden başka hiçbir şey istemediğimizi ilan etmiş oluyoruz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rauf Beyefendi bu açıklamasıyla, Mazhar
Müfit Beyefendinin soru önergesinin de cevabını vermiş oluyorlar. Şimdi bu cevabı
kafi görüyorlar mı?
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Kafidir efendim.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Bir soru sormama müsaade buyruluyor mu?
Efendim, gazetelerde Amerika kamuoyunun aleyhimize çalışıldığını ve propagan
da edildiğini görüyoruz. Buna dair Hükümetimiz bir şey düşünüyor mu? Amerikan
kamuoyunu lehimize çevirmeye çalışıyor mu?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): O başka bir meseledir. Şimdi cevap verile
1
mez. Efendim, diğer gündem maddesine geçiyoruz.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (15 Kasım 1922), 1.Dönem, c.24, s.523-524, http://www.tbmm.gov.tr/
1248
18 KASIM 1922: GİZLİ OTURUMDA HALİFE VAHDETTİN’İN YURT DIŞINA KA
ÇIŞININ GÖRÜŞÜLMESİ VE ABDÜLMECİD EFENDİ’NİN HALİFE SEÇİLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 140.Birleşim, Gündem: 2/1)

Kasım ayı başında Saltanat kaldırmış ama Halifelik Makamına


dokunmamıştı. Zaten o günlerin siyasi koşullarında bu mümkün değildi.
Ama Halifenin siyasi yetkisi elinden alınmıştı. Saltanatın kaldırılması ile
saltanat yetkisi elinden alınmış olan Vahdettin’in Türkiye’yi terk etmesi,
halifelik konusuna yeni bir boyut kazandırdı. Meclis olağanüstü bir hızla
hareket etti. Mustafa Kemal Paşa, tartışma ve kargaşaya mahal vermek
istemedi ve bu çok hassas konuda inisiyatifini hemen kullandı.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Celseyi açıyorum. Gizli celse yapılması husu
sunda Rauf Beyefendi söz istiyor, buyurun efendim.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, dün akşam geç vakit Hilafet Maka
mında bulunan Vahdettin Efendi’nin firar ettiğine dair bir haber aldık. (söz isteriz
sesleri) Bu vaziyetin bir neticeye bağlanması için tabii Yüce Heyetinizde bir müza
kere yapılacaktır. Ancak bu hususta konuşulacakların gizli olması sebebiyle, cel
senin gizli yapılmasını arz ederim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu mesele hakkında Hükümet Reisi
nin teklif ettiği gizli celseyi kabul edenler, lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim; 17 Kasım 1922 tarihli İstanbul'dan
Refet Paşa’dan bir telgraf aldık. Onu okuyorum.

Vekiller Heyeti Reisi Rauf Beyefendi Hazretlerine


Vahdettin Efendi bu gece saraydan ayrılmıştır. İstanbul Kumandanını ve
Polisi Müdürünü tahkikat ve tedbir alması için saraya gönderdim. Alacağım
malumatı ayrıca arz ederim. Vahdettin, ihtimal Baş Mabeyincisi ve bir kaç aile
yakınıyla beraber ve İngilizlerin yardımı ile kaçmıştır.
Mukaddes Emanetleri, İngilizler tarafından her hangi bir şekilde alınması
ihtimaline karşı dairesindeki muhafaza tertibatını hiç bozmaksızın emin bir
mahalle kaldırtacağım. Vahdettin'in firarına ve muhtemel hareketlerine karşı,
Halifelik Makamından alındığının derhal ilan edilmesini pek lüzumlu görüyo
rum. Bu husustaki emirlerinizi telgraf başında bekliyorum.
TBMM İstanbul Yüksek Temsilcisi
Refet

RAUF BEY (Devamla): Bundan sonra Refet Paşa’dan aynı tarihli başka bir telgraf
aldım.

1249
Vekiller Heyeti Reisliğine
İngiliz Temsilci General Harington'dan şimdi aldığım mektupta, Vahdet
tin’in İngiltere'nin himayesine sığınarak bir İngiliz gemisi ile İstanbul'dan ayrıl
mış olduğu yazıyor. Mektubun içinden çıkan beyannameyi aşağıda arz ediyo
rum. Beyannamenin ajanslar vasıtasıyla Avrupa'ya da tebliğ edilmiş olduğunu
anladığımı da ifade ederim.
TBMM İstanbul Yüksek Temsilcisi
Refet
BEYANNAME
Resmen beyan olunur ki Zat-ı Şahane, mevcut vaziyet neticesinde hürri
yet ve hayatını tehlikede gördüğünden bütün İslamların Halifesi sıfatıyla İngiliz
himayesine girmeyi ve aynı zamanda İstanbul’dan başka bir yere naklini talep
etmiştir. Zat-ı Şahane’nin arzusu bu sabah yerine getirilmiştir. Türkiye’deki
İngiliz kuvvetlerinin Başkomutanı Sir Charles Harrington, Zat-ı Şahaneyi alma
ya gelerek bir İngiliz harp gemisine kadar kendisine refakat etmiş ve Zat-ı Şa
hane vapurda Akdeniz Filosu Umum Kumandanı Amiral Sir Deburk tarafından
karşılanmıştır. İngiltere Fevkalade Komiser Vekili Sir Nevil Henderson, Zat-ı
Şahaneyi gemide ziyaret ederek Kral V. George’a bildirilmek üzere arzularını
sormuştur. Beraber gidenler şunlardır. Serkarfin Ömer Yaver Paşa, Hadaka
Kumandanı Yarbay Zeki Bey, Esvapçıbaşı Küçük İbrahim Bey, Berberbaşı
Mahmut Bey, Seccadecibaşı İbrahim Bey, hizmetçileri Mazhar Ağa, Hayrettin
Ağa, Baştabip Reşat Paşa, Vahdettin oğlu Ertuğrul Efendi.

(Allah kahretsin, aleni celsede de okunsun sesleri)


RAUF BEY (Devamla): Efendim, vaktin geç olmasına rağmen, acilen hareket et
memiz gerektiği için, meselenin icap ettirdiği vaziyete göre şu cevabı yazdık.

İstanbul’da Refet Paşa Hazretlerine


1. Vahdettin Efendi, Meclis tarafından usulüne göre henüz Halifelik Makamın
dan alınmış değildir. Eğer daha önceden bu iş yapılsaydı, yerine başka biri
seçilebilirdi. Binaenaleyh firarı üzerine, tarafınızdan Halifelik Makamından indi
rildiğini hemen ilan etmek doğru değildir. Bu mesele ancak Meclis tarafından
halledildikten sonra verilecek talimata göre hareket edersiniz. Şimdilik İngilizle
rin alınan tedbirlere rağmen firarı ne şekilde tertip etiklerini bildiriniz. İslam ka
muoyuna tesir edebilecek faaliyetlerimize kuvvetli bir şekilde başlamak için
Meclislin kararını beklemek uygun olur.
2. Emanetleri muhafaza etmek mühimdir. İngilizler onları ancak silah kullana
rak ve kan dökerek alabilmeliler. Bu hususta icap edenlere kati emirler verilme
lidir. Yerinden nakli ile tarafımızdan bir şeyler yapmak uygun değildir. Henüz

1250
İtilaf devletlerinin kontrolü mevcut iken, emanetleri nakli sırasında müdahale
etmek suretiyle ele geçirmeleri ihtimali vardır.
3. Meclis tarafından seçilecek olan halifenin kim olacağı belli değildir. Ancak
seçim işinin gürültülü, patırtılı olmaması düşünülmektedir. Bu meselede en çok
önem verdiğimiz nokta, Meclisin seçtiği halifenin padişahlık davasına kalkma
sıdır. Bu hususta, İngilizler ve diğer müttefik devletlere dayanması ihtimali ola
bilir. Binaenaleyh seçilecek olan adayla daha evvel görüşmek ve anlaşmak, bu
nokta üzerinde hatta elinden senet almak muvafıktır. Ben tarafımızdan gayet
mahrem bir tarzda şahsi olarak Abdülmecit Efendi’nin hislerini şimdiden öğre
nerek bize malumat vermenizi uygun buluyorum. Bu nokta da anlaşılmadıkça
seçim tehir edilir. Bu hususun bu geceden itibaren temini çaresi aranmalıdır.
4. Vahdettin Efendi’nin benim vazifelendireceğim kişiyle görüşmesi hakkındaki
müracaatımıza verdiği cevap üzerine, hiç bir muamele cereyan etmedi mi?
Vaziyetin anlaşılması için bunu da bildirmek lazımdır.
5. Yukarıdaki maddelere göre alacağınız tedbirleri ve yeni malumatları yarın
öğleye kadar bildirmeniz mühimdir. Çünkü mesele Mecliste bahis mevzu olun
ca derhal neticelendirebilmek için buna ihtiyaç varıdır.
6. Bu cevabımda Hükümet Reisi Rauf Bey ile mutabıkız. Henüz Hükümetteki
vekil arkadaşların bilgisi yoktur.
Başkumandan
Gazi Mustafa Kemal

RAUF BEY (Devamla): Efendim, gece geç vakitte böyle bir talimat verdik. Vekil
arkadaşlarımızla bugün aynı mevzular üzerinde görüştük. Refet Paşa’dan telgraf
lar gelmeye devam ediyor. Okuyorum.

Vekiller Heyeti Reisi Rauf Beyefendi Hazretlerine


Şimdi Abdülmecit Efendi ile görüştüm. Şahsi bir mahiyeti olan bu görüşme
de, Ankara'dan gelen kararı tasvip ettiklerini ifade eyleyen ve kendilerinin bana
hitaben bizzat yazdıkları bir mektubun suretini aynen aşağıda arz ediyorum.
TBMM İstanbul Yüksek Temsilcisi
Refet

TBMM İstanbul Yüksek Temsilcisi Refet Paşa Hazretlerine


Büyük Millet Meclisinin Hilafet ve Saltanat hakkında verdiği kararı tama
men tasdik ve tasvip ediyorum. 27 Rebiülevvel 1341
Refet

RAUF BEY (Devamla): İmza Abdülmecit olacak. Çıkmamış gene Refet yazılmış.

1251
BİR MEBUS BEY: Efendim, Abdülmecit bir unvan yazıyor mu imzasında.
RAUF BEY (Devamla): Hayır, ihmal edilmiş olacaktır imza.
ŞEVKET BEY (Beyazıt): İmza kimindir, lütfen okunsun.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Rauf Beyefendi, benim de bu dikkatimi çekti.
İmzası nedir diye sordum.
RAUF BEY (Devamla): Bu telgraf da Başkumandan ve Hükümet Reisi olarak bana
hitaben yazılmış.

Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine ve Vekiller Heyeti Reisi Rauf


Beyefendiye
Bundan evvelki telgrafımda, Vahdettin Efendi’nin firarının hemen Meclis
tarafından ilan edilmesini arz etmek istemiştim. Bu vaziyette yarın çıkacak ga
zeteler bu hadiseyi bir kaç satırla yazmak suretiyle yetinecekler. Daha sonra
gazetelere verilecek haberler için kabul edilecek iki yol vardır. Birincisi, Vahdet
tin’in üç seneden beri devam eden ihaneti sebebiyle esasen Hilafet Makamını
boş bırakmış ve şimdiye kadar orada bir gölge gibi oturmuş olarak göstermek
tir. Zaten son cuma selamlığında namaz kıldığı camide hutbede kendi ismini
okutmamak suretiyle, bunun kendi tarafından da tasdik edilmiş olduğunu iddia
etmek. İkincisi, son güne kadar Hilafet Makamında bulundurulduğu halde, firar
ve düşmana iltica suretiyle Hilafete ihanette bulunduğunu iddia etmek. İngilizler
Vahdettin'e halife oyunu oynatmak isterlerse, bu ikinci yol kendi hesaplarına
belki daha uygun olabilir. Fakat İngiliz'lerin Vahdettin ile İslam alemi üzerine bir
oyun oynamaya muvaffak olamayacaklarını bildiklerini ve bu son vaziyetin
daha ziyade suçlarını örtmek maksadıyla yapılmış olduğunu zannetmek istiyo
rum. General Pelle de bu fikirdedir. Gazetelere talimat vermek için bu iki yoldan
hangisini daha uygun buluyorsanız bildiriniz.
İngiliz'ler Vahdettin’in kaçırılması için hiç bir kuvvet kullanmamışlardır.
Bu büyük sarayın her tarafını muhafaza etmek elimizdeki kuvvetle mümkün
değildir. Biz daha çok Saray içindeki arkadaşlarımızın nezareti ile ve dışarıda
bulundurduğumuz gözcülerle yetindik. Vahdettin sabaha karşı Sarayın Orhani
ye Kışlası tarafındaki bir kapısından çıkmış ve oraya gelen otomobile binmiştir.
Emanet muhafızlarını takviye ediyorum. Bu gece Abdülmecit Efendi ile görüşe
ceğim.
TBMM İstanbul Yüksek Temsilcisi
Refet

1252
Vekiller Heyeti Reisi Rauf Beyefendiye
Bu gece Fransa Temsilcisi General Pelle ile Vahdettin'in firarı hakkında
görüştüm. İngiliz Müsteşarı geminin hareketinden sonra onun makamına gele
rek firar hakkında malumat vermiş ve Vahdettin'in Türk'lere bırakılmasının Müt
tefikler için sıkıntılı bir vaziyet yaratacağını ve bu şekilde harekete mecbur kal
dıklarını söylemiş. General Pelle bu firarla İngiliz'lerin hilafet oyunu oynamak
isteyeceklerini zannetmemekte ve buna ehemmiyet vermemektedir.
TBMM İstanbul Yüksek Temsilcisi
Refet

RAUF BEY (Devamla): Efendim bu malumat üzerine bu sabah Hükümetteki vekil


arkadaşlarımızı topladık ve gizli olarak müzakere ettik. Müzakeremizin neticesi
olarak Yüce Heyetinize arz edeceğim hususlar kısadır. Tabii alınacak karar müza
kere neticesinde tespit edilecektir. Halife Makamını işgal eden kişinin şimdiye
kadar bizce malum olan bir hıyaneti vardır. Sevr Antlaşmasını tasdik etmekle Tür
kiye'nin idamını kabul etmiş olmasıdır. Bu sefer gene Halife ismini takınarak İs
lam’ın en alçak ve kötü düşmanı olan İngilizlere Halife unvanıyla müracaat ederek
kendisini bütün İslam alemine ihanet etmesi tarzında bir şekilde kabul edilebilir. Şu
halde bu insan şeklinde görünen, Türkiye’miz için asil milletimiz için ve İslam alemi
için zehirli bir yılan olan, bu suretle defolması üzerine boş kalan İslam emanetine
birinin seçilmesi zaruri olduğu merkezindedir. Efendiler, malumunuz asırlardan
beri asil milletimiz İslam’ın bayraktarı olarak Hilafet Makamını sinesinde her türlü
tehlikelere karşı muhafaza etmiş ve bununla iftihar edebilecek bir millettir. Böyle
hıyanetler, suikastlar Hakkın yardımıyla hiçbir şekilde tesirli olmayacaktır. Bu iti
barla her şeyden evvel boş kalan bu makama bir halife seçmek suretiyle sıkıntı
dan kurtarmak lüzumunu Yüce Heyetinize arz ediyorum. Bu müzakere esnasında
üyelerden bazıları Halifenin seçilmesi meselesinde fikirlerini arz edeceklerdir. Ço
ğunluğun fikrinin derhal seçim yapılması olduğunu arz ediyorum. Arkadaşlarımız
dan bazıları seçimin yapılmasıyla Halifenin Anadolu'ya gelmesidir. (en doğrusu
budur, olamaz sesleri) Fakat ben her şeyden evvel çoğunluğun fikirlerini arz etmiş
olmak için her şeyden evvel bir Halife seçiminin en kısa bir zamanda yapılmasını
istiyorum. Sulh esnasında İstanbul'dan Hilafet Makamının başka yere nakledilme
sini mahzurlu gördüm. Tekrara mecburum ki bu krizin uzun müddet devamı Din
İşleri Vekili arkadaşımızın da ifade ettiği gibi içeride ve dışarıda fitne ve fesadı
sebep olabilir. Bir an evvel bu işi halledelim.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, Hükümet ne yapmak istiyorsa onu söylesin,
onun üzerinde müzakere edelim. Her halde şahıslar üzerinde söyleyiniz ki onu
anlayalım.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, seçme hakkı Yüce Meclisindir.

1253
SELAHATTİN BEY (Devamla): Efendim, seçmek istediği kişi hakkında tetkiklerini
söylesin.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz onu arz edeyim. Seçme hakkı Yüce
Heyetinize aittir. Benim kanaatimi sorarsanız, her şeyin ehveni olmak üzere ve her
şeyden evvel zemin ve zamana da uygun olarak Abdülmecit Efendi’nin… (veliaht
sesleri) Veliaht sözünü de söylemiyorum, Abdülmecit Efendi'nin seçilmesidir.
ALİ VEFA BEY (Antalya): Hükümette azınlıkta kalan arkadaşlarımızın mühim bir
ifade ettiklerinden bahis buyurunuz. Bu nedir anlayalım, efendim.
RAUF BEY (Devamla): İfademde zannediyorum ki söyledim. Onların düşünceleri,
Halife İstanbul'da kalırsa tekrar İngilizlerin tesirine kapılır. Orada esirdir, uygun
değildir, dediler.
TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Bizde böyle işlerde bir fetva alınması lazımdır. Acaba
bizim Din İşleri Vekaletinden Hilafetin Vahdettin Efendi’den alınması hakkında bir
fetva alınmış mıdır? Alınmamış ise Yüce Meclis o fetvayı da kendi kendisine ver
miştir. Bir kafiri veli kabul eden bir adam Halife olamaz. Bu fetva bir kere peşinen
alınmalıdır. Alındıktan sonra Halife seçimi yapılmalıdır.
RAUF BEY (Devamla): Din İşleri Vekili Efendi Hazretleri, müzakerede bizimle
beraberdi ve çoğunluğun fikrine katıldı. Kendileri bir Halife seçmenin lüzumunu
ifade etmiş olduklarından, tabii size cevap vereceklerdir, efendim.
TEVFİK BEY (Devamla): Hükümetin yaptığı iş kafi değildir. Fetva yazılıp ilan
olunmalıdır.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, lazım gelen cevabı verecekler ve sizi tatmin ede
ceklerdir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Din İşleri Vekilini dinleyelim.
VEHBİ EFENDİ (Din İşleri Vekili): Efendim, müsaade buyurun. Vaziyeti anlatacak
değilim. Bugün Halife Makamında olan bir adam yabancı bir düşman himayesine
iltica ederek fiilen Hilafetten vazgeçmiştir. (elbette sesleri) Binaenaleyh ikinci bir
Halifenin seçilmesi Müslümanlar üzerine vaciptir ve Müslümanların da hal ve an
laşmasına bugün salahiyetli olan Yüce Meclisinizidir. Binaenaleyh bütün Müslü
manların fitne ve fesada düşmemeleri için her şeyden evvel bunu seçmek lazım
dır. Şimdi rica ederim, İstanbul'u düşünelim, Anadolu'yu düşünelim, bütün İslam
alemini düşünelim. Hep Müslümanlar gözünü şu Meclise dikmiş bakıyor. Ne yapı
yorlar ve ne yapacaklar? Şimdi bir fetva isteniyor. Bu da haktır ve doğru bir mese
ledir. Öteden beri ananelerimiz de budur. Katip Efendi okusun. (alkışlar)
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Din İşleri Vekili Efendi kendileri okusun.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Bugün yaptığınız boş, kanun yarın bir teamül
olacaktır. Binaenaleyh okunacak yer bu Yüce Makamdır. Bu o makamdan okunur.

1254
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, ben de buradan okutacaktım. Bunu
kendilerinin okuması lazım gelmiyor. Kendileri dediler ki Katip Efendi tarafından
okunsun.
(Fetva okundu. Fetva tutanakta yer almamaktadır.)

TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Efendiler, bu fetvayı şerif gayet güzel yazılmıştır. Şu


kadar var ki Vahdettin Halifelikten alınmıştır. Bu suretle Hilafet Makamı iki suret
olacaktır. “Hal edilmiştir” diye başlayacak, “Halli bütün Müslüman üzerine vacip
midir, el cevap vaciptir” diye iki suretle yapılacaktır. (doğru sesleri, gürültüler)
HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara): Zannederim şimdi söylenecek bir şey yok ve
söylenecekler söylendi. Şimdi bu adam kaçmış. Halifelik Makamı boştur. Pekala,
bütün Müslümanları beklemekten kurtarmak ve birtakım karışıklıklardan kurtar
mak, belki kötü niyet varsa onların önüne geçmek için derhal birisini seçip ona biat
etmemiz, yani onun hakimiyetini tanımamız lazımdır. Bu seçeceğimiz kişiyi buraya
getirelim yahut Bursa'ya getirelim yani esaretten kurtaralım ve ona biat edelim.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Zaten İngilizlerin istediği odur.
HACI MUSTAFA EFENDİ (Devamla): Yahut İstanbul'da bulunduğu halde eğer
İstanbul'da emniyette ise seçimimizi yapar ve bildiririz. Meselenin bu hale gelece
ğini geçen gün Paşa Hazretlerine de arz etmiştim. Bunun böyle olacağı belli idi.
Bunlar bunu böyle edecek ve bu herifi alıp gidecekler ve belki birtakım şeyler çıka
racaklar dedim. Paşa Hazretleri orada cevap verdiler ki kamuoyuna karşı buna
cesaret edemezler. Ne yazık ki ettiler. Etseler bile bu adam Hıristiyanlarla işbirliği
yaptığından ehemmiyeti yoktur. Yani üzerine bir fenalık çıkmaz buyurdular. İnşal
lah buyurdukları gibi çıkmayacak ve çıkmaz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Müsterih olunuz, çıkmayacaktır.
HACI MUSTAFA EFENDİ (Devamla): İnşallah. Herhalde seçeceğimiz Halifeyi
buraya getirmeli. (hayır, bravo sesleri) Şimdi ben ona fetva vermedim gelsin di
ye.... (gürültüler, devam sesleri) Öyle ise müsaade buyurunuz, şimdi orada kalma
sındaki faydaları ve zararları sayalım. Şimdi orada durunca ne gibi mahzur vardır?
Ne gibi menfaat vardır. Buraya gelince ne gibi mahzur, ne gibi menfaat vardır?
Ona göre karar verilsin. Belki o buraya gelmek istiyor. Şimdi geldik fetva mesele
sine. Bence Hacı Tevfik Efendinin buyurduğu gibi gerçi bu firarla değil, Sevr Ant
laşmasını kabul ettikten sonra bunun İslamiyet ile Hilafet ile alâkası olamaz. Bunu
takdir edersiniz. …………………………………………………………..
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurunuz. Bazı arkadaşlar,
fetvanın şekli hakkında arkadaşlar bazıları ayrıca söz almışlardır. Şimdi buna ar
kadaşlar ne derse ona göre hareket ederiz. (lüzum yok sesleri)
OSMAN BEY (Lazistan): Efendim, fetvayı Din İşleri Komisyonuna havale edelim.
Bir iki saat içinde neticeyi Meclise bildirsinler, mesele bitsin.

1255
ÖMER LÜTFİ BEY (Devamla): Efendim, şimdi burada bir fetva okundu. Fetva,
burada “Allahu-âlem bissevap olur mu, olur.” Fetva budur, üst tarafı başlangıçtır.
Yazılan başlangıç metnini bazı arkadaşlar zayıf buldular. Yüce Heyetiniz uygun
bulursa, vakit kazanmak için bu fetvayı Din İşleri Komisyonuna gönderelim. Vekil
Efendi fetvahaneden hocalarını toplasın yeniden metin hazırlasınlar ve biz de alt
tarafını müzakere etmekte olalım. Zaten hal meselesi olmuştur. Fetva tespit edilir
ken biz de yeni Halifenin seçimi hakkında burada müzakeremize devam edelim.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Zannetmeyiniz ki fetva doğrudan doğruya bir Komisyo
na havale edilip de orada tetkik edilecek. Yanlış anlaşılmasın. Fetvayı Din İşleri
Komisyonu tetkik edemez. Ancak fetvası yazılmış hal olması kabul etmiş ve fakat
“hal” kelimesi girmemiştir. Hal kelimesi girmezse, bu firar eden adam Hilafet olarak
gidiyor. O yarın orada Halifeyim diyecektir. (doğru sesleri) Halifenin hallinin sebe
binin altına “hal” kelimesi yazılabilmek için bunun altına yazılmalıdır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Müfit Efendi Hazretleri Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümetinin Din İşleri Vekilinin fetvası, Türkiye Büyük Millet Meclisi Din İşleri
Komisyonu gitmez buyurdular. Ben de derim ki bu ancak burada tetkik olunur.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Ben böyle söylemedim, söz söylemek hakkımdır, efen
dim. Hepsi Din İşleri Komisyonunda hallolunur. Yalnız Din İşleri Vekili Efendi Haz
retlerinin yazmış olduğu bu fetva noksan görülmüş de bundan dolayı iade edilmiş
diye dolaylı söylememek kuvvetini tamamıyla verdirmek için arz ettim. Yoksa baş
ka bir sebepten değildir.
VEHBİ EFENDİ (Din İşleri Vekili): Efendiler Hilafet Makamında bulunan adam bu
gün firar edip meydanda olmadığı için bunu fiilen Hilafet Makamından feragat
ediği malumdur ve sabittir. Çünkü makamını terk etmiştir ve burada fiilen terk ettiği
de yazılmıştır. Binaenaleyh “hal” kelimesine lüzum görülmemiş. Madem ki burada
bulunan müftü efendiler tarafından evet o kelime konsun deniliyor. Bende ona
razıyım. (mesele bitti sesleri, alkışlar)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurunuz, müzakere usulüne dair
söyleyeceğim. Artık burada fetva hakkında müzakere edemeyiz. Efendim, bu fet
vanın tetkik edilmek üzere Din İşleri Komisyonuna gönderilmesini kabul edenler
lütfen el kaldırsın. (gürültüler) Fetva Din İşleri Komisyonuna gönderilmiştir.
NECATİ BEY (Lazistan): Efendiler, biz bugüne kavuştuk ki zaten en fazla çalıştı
ğımız şeylerden biri de Hilafeti Makamını esaretten kurtarmak içindi. Çok şükür ki
orada bulunan ve o makamı kirleten adam defolmuştur, cehennemin dibine. Bu
gün bu mukaddes günü gördüğümüzden dolayı ki hiç bir kuvvetin tesirinde olma
yarak Meclis tarafından Halife seçimi yapılacaktır. İşte günlerin en mesudu, en
mübareği en uğurlusu bugündür. Bundan dolayı şimdi seçeceğimiz Halifenin her
halde o entrika, o dolap, o dalavere merkezi olan İstanbul'da kalmasına razı deği
liz. Arkadaşlar, bunu katiyen kabul etmeyerek, seçeceğimiz Halife yanımıza gel
sin, yanımızda bulunsun, yalnız bırakmayalım.
1256
SIRRI BEY (İzmit): İlk burada toplandığımız zaman biz millete karşı, halife esirdir,
dedik. Binaenaleyh vereceği emirler bizim için geçerli olamaz, mahzurludur, dedik
ve Halifeyi kurtaracağız dedik.
RAGIP BEY (Amasya): Ve yemin de ettik.
SIRRI BEY (Devamla): Bugün seçeceğimiz halife tekrar İstanbul'da kalacak olur
sa, esaret sebebi ortadan kalkmış mıdır? Hayır, kalkmamıştır. Onun için millete
karşı verdiğimiz sözde yalancı olmamak için, işte Hilafet Makamını kurtardık, de
mek lazımdır. (pek doğru sesleri) Bundan başka halifenin geçici olarak oradan
kalkıp da bir kaç gün için, bir kaç saat için buraya, hatta bu kürsüye gelip yemin
etmesi lâzım değil midir? (değil sesleri) Halifeyi seçtikten sonra buraya getirmedi
ğimiz takdirde, kendi verdiğimiz kararlar hakkında bir tenakuz ortaya koymuş ola
cağız. Öyle bir tenakuz ki hiç bir suretle düzeltilemez. Bu ufak ihtimali dikkate ala
rak her halde Halifenin buraya gelmesini ben şart sayarım.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Tamamıyla Sırrı Bey arkadaşımızı fikrine iştirak ediyo
rum. Efendim, Büyük Millet Meclisinin bütün kanunlarına, şartlarına yemin etmek
mecburiyetiyle Halifenin evet buraya kadar gelmesi katiyen lazımdır ve bu kürsüde
yemin etmelidir.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Padişah seçmiyoruz.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Mukaddes emanetleri oradan getirmiyoruz. Biz
yalnız Halifemizi buraya yemin ettirmek için getiriyoruz. Bir halife katiyen esaret
altında kalamaz. Esir bir yerde yaşayamaz, bu muhakkaktır. Şimdi biz hür bir Hali
fe sahibi oluyoruz. Fakat maalesef halen Hilafet Makamı esaret altındadır. Yarın
da inşallah onu kurtarılmış göreceğiz.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim, daha sonra meydana gelecek vaziyetler üzerine
Yüce Meclis gayet muazzam bir işin karşısında bulunuyor. Halife adını taşıyan
adam İngiliz'lere iltica ile bırakıp gittikten sonra Hilafet Makamının boş kalması
yanlıştır iddiasında bulunanları vardır. Ben Hilafet Makamı esarette bulundukça bu
makamın bir müddet dahi boş kalmasında hiç bir mahzur görmüyorum, (hayır
sesleri, patırtılar) Müsaade buyurunuz efendim, ta ki o makama uygun biri bulu
nuncaya kadar…
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Namaz ne olacak, namaz?
RAGIP BEY (Devamla): Gelir burada söylersiniz.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Bu sözleri dinlemek istemiyorum.
RAGIP BEY (Devamla): Şimdi geçen günkü ilan ettiğimiz Saltanatın kaldırılması
beyannamesi ile Hilafet Makamını Büyük Millet Meclisi seçecektir diyoruz. Bugün
o Osmanlı hanedandan bir tanesini bile tanımıyoruz. Hangisi en iyi ve en doğru.

1257
(biz biliyoruz sesleri) Aynı zamanda bu kürsüde söylenen sözler hepsi hakkında,
hepsinin aleyhindedir.
LÜTFİ BEY (Malatya): O sözleri söyleyenler oy vermesin.
RAGIP BEY (Devamla): Binaenaleyh vicdanınızı elinize alınız, en uygunu kimdir?
Bunu bilecek olan kimdir? Bu kişiyi Büyük Millet Meclisi nasıl bulacaktır? Bunları
düşünmek lazım gelir. Bundan başka o en uygunu bulduktan sonra, onu seçelim.
Fakat onun burada oturması veya İstanbul'da bulunması meselesi daha sonra
düşünülmeli. Öncelikle bu makam için en iyi ve en doğru kaç kişi vardır. Bunu
halletmek lazımdır. (anlaşıldı sesleri, ayak gürültüleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Benim düşündüğüm, Hükümet derhal telgraf hatlarını
tutar ve hiç bir kimseyi dışarı çıkarmaz, oradaki temsilcimize emir verirler, emin
olduğumuz bir yere çıkardıktan sonra derhal Halife ilan olunur. Bu ana kadar me
sele Hükümetçe yapılmalı ve Yüce Heyetiniz seçim meselesini tespit etmelidir.
Benim düşündüğüm budur. Milli Meclisimizi temsil etmesi sebebiyle usulen ve
şer'an biat etmek lazımdır ve bununla beraber Halifenin de kabulü, hizmet edece
ğine her şekilde İslam alemine ve Türkiye Hükümetine yardımcı olacağına yemin
eder. Gözümüz önünde bu suretle itimat ederiz. O zaman ortada bir Halife vardır,
deriz. Binaenaleyh benim teklifim, Halife seçeceğimiz her kim ise derhal İstan
bul’un işgal edilmemiş bir yerine çıkarılmalı ve Halife ilan edilip derhal toplar atıl
malı. Bu şekilde ilân etmeli.
RAGIP BEY (Devamla): Anlaşıldı. (gülüşmeler)
YASİN BEY (Gaziantep): Hilafetin İstanbul'dan kalkıp buraya gelmesi ve burada
bulunması esasını kendi düşüncem itibariyle ve Milli Misakın dördüncü maddesine
göre aykırı görüyorum. İstanbul’un bundan önceki vaziyeti ile bugünkü vaziyeti
arasında çok fark vardır. Sonra çok rica ediyorum, diyorlar ki İstanbul'da seçece
ğimiz Halife gene esirdir, ben bu esareti anlayamıyorum. Bu esaret doğrudan doğ
ruya o Hilafetin yabancı kucağına atılmasıyla şey olmuştur. Yoksa Büyük Millet
Meclisinin seçeceği bir Halife esir olamaz. Onun da İstanbul'da kalması taraftarı
yım. Hükümet bugün görüyorum ki işgal kuvvetlerinin birçok baskısını bir çok şeyle
rini kırmış bulunuyorlar. Her halde İstanbul'da kalması daha doğrudur zannederim.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Muhterem arkadaşlar, diktatör Vahdettin’in bu kadar
hıyaneti, sadece kötülük olsun diye yaptığına inanıyor musunuz? Ben buna inan
mıyorum. O esaretin baskısı altında bunu yaptı. Esaretin baskısı ve tesirinde olan
bir halifeyi, şeriat halife olarak tanımıyor. Şimdi aynı şekilde, aynı vaziyete düşmek
zannedersem uygun değildir. Bugün İstanbul'a zannedersem fiilen hakim değiliz.
İstanbul bir işgal mıntıkasıdır. Doğrudan hakim olduğumuz bir mıntıkada Halifeyi
seçmek şarttır. Biat etmek, seçmenin esasıdır. Biat tamam olmayınca, seçim ta
mam olmaz. Hatta hatırlarsınız ki Hazreti Ali'ye birçokları biat etmedi ve hilafeti de
tamam olmadı. (oldu sesleri) Binaenaleyh bir işgal muhitinde halife seçerek yine
eski vaziyete düşmek katiyen uygun değildir.

1258
HAŞİM BEY (Çorum): Yani el sıkışmak mı istiyorsun? (sözünü kesmeyelim, dinle
yelim, sesleri)
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Evet el sıkışalım. bir camie, bir mescide bir imam
veyahut bir müezzin tayin ettiğimiz zaman o vazifesinin ne olduğunu bilir. Camiye
tayin olunan imam bilir ki gidecek camide imamlık edecek. Bir imamın bir müezzi
nin vazifesi belli iken, bir Halifenin vazifesini tayin etmemek uygun mudur?
RÜŞTÜ BEY (Ergani): Onu şeriat tayin etmiştir.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Şeriatın tayin ettiğini biz tetkik etmeliyiz ki belirsiz
likten kurtulalım. Efendiler, halife hangi şartlar altında seçiliyor? Benim düşünce
me göre İslamiyet’te saltanat yoktur. Bu bakımdan korkuyorsanız bunu iptal ediyo
rum. İslamiyet, cumhuru halk üzerine kurulu olan bir hakimiyettir. Şura, idare şek
lidir. (malum sesleri)
YUNUS NADİ BEY (İzmir): O, halledilmiş meseledir.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Fakat o şuranın tabii reisi Halife olacak herhangi bir
kimsedir. Efendiler İslam şeriatından bahsediyorum. Müslüman bir mecliste İslam
şeriatından bahsediyorum. Binaenaleyh şeriat ile alakadar üyelerin vicdanına,
insafına müracaat ediyorum. O şuraya uyacak kimse, herhalde Halife olacak kim
sedir. Halife, ruhani ve cismani sıfatları kendinde bulundurur, fakat sınırlı, kayıtlı
olarak. Onu sınırlandıracak olan ise ümmet şurasıdır. Buna iman eden insanların
bunun karşısında söz söylememesi lazımdır.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Halife, yani Meclisin reisi mi olsun? (gürültüler)
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Şeriat ile alakadar üyelerin vicdanına, insafına terk
ediyorum. Binaenaleyh söz söylemek hak iken, susulursa vebali yarın mahşerde
boyunlarındadır. Halifenin vazifeleri tayin edilmeli ve seçilip, tahtına oturtulmalıdır.
Yoksa efendiler, Halife yalnız bir kelime ile olmaz. Biz Vatikan Sarayını taklit etmi
yoruz. Bu katiyen böyledir. Yoksa İslam aleminde müthiş hoşnutsuzluk, karışıklık
vardır. Bunun önünü alınız. Yoksa pek fena olur.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Hiç bir şey yoktur, merak etme.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Bu benim kanaatimdir.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Arkadaşlar bu meseleyi çok münakaşa etmek
mümkündür. Fakat zannediyorum ki münakaşada ne kadar ileri gidersek meseleyi
halletmekte o kadar zorlaşır. Bir de meseleyi muhtelif safhaları ile mütalaa etmek
mümkündür. Mesela şimdi kürsüyü terk öden arkadaşımız doğrudan doğruya hali
fe olacak kişinin salahiyetinin ne olacağından bahis buyurdular. Zannediyorum iki
ondan evvel firari Halifeyi halletmek ve onun yerine bir halife seçmek birinci işimiz
olmalıdır. İkincisi, seçilecek olan halifeye bu kararımızı tebliğ edeceğiz. Ondan
sonra bu Halife nerede oturacaktır? Ondan sonra bu Halifenin salahiyetinin dere

1259
cesi ne olmalı meselesi bahis mevzu olabilir. Binaenaleyh bugün hepsini birden
halletmenin imkanı yoktur. Bu Meclis, Türkiye Milletinin Meclislidir. Türkiye halkı
nın Meclisidir. Bunun sıfatı, bunun salahiyeti, yalnız Türkiye halkına, yalnız Türki
ye milletine, devletine aittir. Bu Meclis, bütün İslam aleminin tamamına bir kudret
veremez, efendiler. Binaenaleyh bu Meclisin reisliğinde bulunacak kimse de olsa
olsa temsil edeceği şey, yalnız Türkiye'ye ait olabilir. Halbuki Hilafet Makamı, bü
tün İslam alemine aittir ve mukaddestir. Türkiye Devletinin ve halkının bu noktada
ki dini ve vicdani vazifesi, diğer İslam aleminin de aynı güne gelmesine kadar bu
mukaddes makama destek olmaktır. Bütün kudretiyle, bütün kuvvetiyle onun kuv
vetini, kudretini, şereflini bütün dünyaya karşı korumaktır. Yoksa kendi mevcudiye
tini, Halifenin bir iktidarına veremez, veremez efendiler ve vermeyecektir efendiler.
İslam aleminde hoşnutsuzluk, karışıklık varmış veya olacakmış. Bu sözlerin hepsi
yalandır, kim söylemişse yalan söylüyor.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Paşa Hazretleri, ben yalan söylemem.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Sen yalan söyleyebilirsin, müsaitsin.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Katiyen söylemem ve bunu kabul etmem, Paşam.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Ben bir defa size yalan söyledin demiyorum.
Size bunu söyleyenler yalan söylemiştir, diyorum. Sen kendin üzerine aldın.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Ben yalan söylemem.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Efendiler, bu fetva firar eden Halife hakkın
da yapılacak muameleyi tespit ediyor. Seçilecek Halife hakkında da itiraf etmek
mecburiyetindeyiz ki vaziyet icabı, tarihi olarak Osmanlı Hanedanını kabul etmek
ve muhafaza etmek zorundayız. Bu ailenin içinde bizim aradığımız vasıfları bul
mak, bugün için biraz zordur. Belki gençleri yetiştirildikten sonra lazım olan sıfata
haiz insanlara tesadüf edilebilir. Fakat bugün pek güç bir vaziyette kalabiliriz. Za
ten firardan sonra gelmesi herkesçe düşünülen bir kişi vardır, o da Abdülmecit
Efendi’dir, Bir defa bu adam bazı fenalıklar ve hatalar yapmıştır. Şahsiyeti üzerin
de Meclisimizde de birçok tenkitler olmuştur. Bunlara rağmen dün gece bu adam
bir bakıma senet vermiş oluyor ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararlarını ben
kabul ediyorum, diyor. Binaenaleyh bu kişi üzerinde durmak uygun olur düşünce
sindeyim. Halife seçilecek kişinin İstanbul'da kalması veya buraya getirilmesi me
selesi var ki bu nazik bir meseledir. Efendiler, hakiki vaziyeti tetkik edecek olursak,
İstanbul İtilaf kuvvetlerinin işgalindedir. Fakat bu işgal vaziyetinin derecesi dün ile
bugün aynı değildir. Yani bugün hiç bir kuvvet kullanmadığımız İstanbul üzerinde
tesirli olmaya başlamışızdır. Bunun en birinci delili Harington'un, yahut İngilizlerin
kendilerinin İstanbul'da hakim olamadıklarını bildikleri için ellerindeki avı beraber
alıp kaçırmak istemişlerdir ve kaçırmışlardır. Bu tamamdır denilemez. Yani Hilafet
Makamı tamamen kurtarılamamıştır. Fakat Türkiye'nin bir vazifesi Hilafet Makamı
nı kurtarmaktır. Bu bizim için hususi bir davadır. Bizim için bu dava İslam alemi
bakımından fevkalade takviye eden bir meseledir. Bunu sarsmak doğru değildir.
1260
Yani Hilafeti Makamını başka bir yere nakletmek bugünün şartları itibariyle doğru
olamaz. Halifeyi hapsetmek onu tanımamak, İtilaf kuvvetlerinin ellerindedir, ister
lerse yapabilirler. Fakat bu şekildeki hareketleri bizim aleyhimize değildir. Belki bizi
dünya nazarında mağdur ve mazlum gösterecek ve davamızı haklı gösterecek
kendi aleyhlerine bir takım hareket olur. Bu itibarla seçeceğimiz Halifenin orada
kalmasını davamız bakımından uygun gibi düşünüyorum. Halife adını taşıyan kişi,
İngilizlere iltica edebilir ve onlarla beraber kaçabilir, her şeyi yapabilir. Fakat Türki
ye Büyük Millet Meclisinin idaresini, siyasetini, kudretini katiyen sarsamaz. (alkış
lar) Binaenaleyh aman Halifeyi kaçıracaklar, esir edecekler, şöyle olacak, böyle
olacak diye biz telaş edecek değiliz. Telaş edecek bütün İslam alemi olmalıdır.
Onlar da telaş etsinler. Onlar da bizimle beraber çalışsınlar ki Hilafeti Makamını
kurtaralım ve serbest olarak bir halifeyi oraya oturtalım. Onlar da ancak bu suretle
bize yardımda bulunurlarsa olur. Bir de halifenin Anadolu'ya bu günlerde getiril
mesi bahis mevzu olmamalıdır. Biz delegelerimizi sulh için Lozan'a göndermişiz
ve sulh talep ediyoruz ve sulhun olacağına da ümitliyiz. Binaenaleyh yeni bir hadi
se ve çok ehemmiyet verir gibi hiç bir hadise almamak lazım gelir. Sulh yapalım
diyoruz. Şayet sulh olmazsa, harp etmek mecburiyeti olursa, o zaman belki Hali
fenin düşman tesirinde ben duramam diyip buraya gelmesi ve bizimle beraber
burada mücadeleye devam etmesi bizim için bir kudret olabilir. Yoksa gelmesi ve
getirtilmesi meselesi değildir. Türkiye halkı kayıtsız, şartsız hakimiyetine sahip
olmuştur. Hakimiyet, hiç bir renkte hiç bir şekilde hiç bir manada ortak kabul et
mez. Halife olsun, unvanı ne olursa olsun, bu milletin mukadderatında bir iştirak
sahibi olamaz. Efendiler millet buna katiyen müsaade edemez ve bunu teklif ede
cek hiç bir mebusun olduğuna inanmıyorum. (alkışlar) Binaenaleyh bütün hareka
tımız bütün mukadderatımız bu şekilde olabilir. Başka türlü imkanı yoktur. (Fetva
yı Şerif okunsun sesleri)
VEHBİ EFENDİ (Din İşleri Vekili): Efendim, Yusuf Ziya Bey ruhaniyet, cismaniyet
diye bazı şeyler söyledi ve diğer zamanlar da bu kelime kullanılıyor. Ruhaniyet,
cismaniyet Hıristiyanlığa ait bir tabirlerdir. İslamiyet'te ruhaniyet, cismaniyet diye
tabirler yoktur. (şiddetli alkışlar) Sonra Hilafetin vazifesi nedir diye ikide bir sorulu
yor. Efendiler İslamiyet’te idare eden bir hükümet yoktur. İslam Hükümetinin meş
ruiyeti, şeriatın şartlarını icra suretiyle olur. Ama bu olabildi mi olamadı mı? Evet,
suiistimaller de oldu, şeriata hiç yanaşmayanlar da oldu, şeriatın haricine de çıkıl
dı. Fakat Hilafet Makamında bulunan adamların bu vazifeyi ifa etmemelerinden
dolayı, bu vazife kendilerinden geçersiz olmak lazım gelmez. O vazife ile memur
edilir. Fakat ifa etmemişlerdir. Halife İslamlara ait bir unvandır ve Kuran ile sabittir.
Efendiler, Cenabı Hak Hazreti Adem’i halife kıldım buyuruyor. Fakat Hilafetin ma
nası efendiler, dünyayı imar etmek için çalışmaktır. Bu imarı da şeriat dairesinde
yapmaktır. Binaenaleyh Halife olan kişi, şeriatın kaidelerine icraya memur olması
lazımdır. Hilafet İslam’a mahsus bir unvan dediğimin sebebi de budur. Halife deni
len kişi kanunları uygulamalı, mazlumun intikamını zalimden almalıdır. Halife alim
olmalı, birleştirici olmalı. Fakat bu şartların hepsini bir şahısta bulmak imkanı var

1261
mıdır, yok mudur? Yoktur. Şimdi efendiler bizim durumumuza gelince, evet biz bir
Halifeye biat ederiz. Bu Müslümanlar için vaciptir, lazımdır. Hatta tehiri de caiz
değildir. Bu halife de lazım gelen vazifesini Meclise terk eder. Meclis vasıtasıyla
icra ettirebilir. Bunun için cümlenizden rica ederim. Evvel seçim meselesini bilelim
de sonra sıfatlarını düşünelim. (doğru sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendini fetvayı Komisyona göndermiştiniz.
Komisyon bir rapor yazmış, arzu ederseniz onu okuyayım.

TBMM Başkanlığına
Hükümetin, Halifenin firar ettiğini bildirmesi üzerine yapılan müzakere
neticesinde, Din İşleri Vekaleti tarafından hazırlanan fetva, Mecliste okunmuş
olup usul ve teamüle uygunluğunun müzakere olunması için Komisyonumuza
havale edilmiştir. Komisyonumuzda bu husustaki müzakere icra edilmiş, neti
cede Fetvanın metninin uygun olduğuna, yalnız “münhali olur mu” ifadesinin
ilave edilmesine oy birliği ile karar verildi. 18 Kasım 1922
Din İşleri Kom. Bşk. Raportör Üye Kâtip Üye Üye
Mustafa İsmail Şükrü Rıfat Seyfi

Minettevfik
Bu meselede, İmam Hanefi’den cevap ne şekildedir?
İmamı Müslimin olan Zeyit, düşmanın umum müslimin aleyhinde mucibi
mahvolan tekâlifi şedidesini biliâzarure kabul ile hukuku İslamiyeyi müdafaadan
aczini izhara müslimînin müdafaaten mücahedelerinde düşmana muvafakatle
müslimînindevam
karaneye ihtilal ve ısrar ve badehu
ve intikasını mucip harekata
ecnebi himayesine
fiilen teşebbüs
iltica
veederek
harekatı
Makamı
ihtilal-

Hilafeti terk ve firar ile Hilafetten bilfiil feragat etmekle şeran münhali olur mu?
Elcevap: Allahü Alem Biscevap olur.
Ketebeülfakir
Afa Anhülgani
Mehmet Vehbi
Bu suretle hukuk ve menafii İslamiyeyi siyaneten Makamı Hilafete layık
bir zata erbabı hallü akit tarafından biat olunmak vacip olur mu?
Elcevap: Allahü Alem olur.
Ketebeülfakir
Afa Anhülgani
Mehmet Vehbi

1262
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim; Komisyona havale buyurduğunuz Din
İşleri Vekaleti tarafından verilen fetvayı, Komisyon bir rapor ile Yüce Heyetinize
göndermiştir.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Reis Bey, aleni celseye geçtiğimiz zaman Komis
yona gönderildiği belirtilmesin. Ben teklif, ediyorum. Doğrudan doğruya bu fetva
Din İşleri Vekaletinden gelmiş gibi oylayalım.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, fetvayı oya koyayım. (Fetva oya konu
lur mu sesleri)
ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): O usulüne göre düzeltilmiştir, oylamaya lüzum yoktur.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Oya koyacağım şey Komisyonun raporudur. Bu
kabul edildi mi, mesele halloluyor. Komisyonun raporunu kabul edenler. Efendim,
çok rica ederim oya koyuyorum. Dikkat edin, fetvayı düzeltmiş olan Din İşleri Ko
misyonu raporunu oya koyuyorum. (gürültüler)
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim, raporda Vahdettin’in halline dair bir kayıt yoktur.
Halline karar verilmesine dair hepimiz ittifak ettik.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurunuz efendim, biz onu söylüyoruz.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Halli kabul edenler diye oya koyunuz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, rica ederim şaşırtıyorsunuz. (oy birliği
ile sesleri) Efendim, tekrar oya arz ediyorum. Bunu kabul edenler lütfen ellerini
kaldırsın. Kabul edilmiştir.
(Fetvanın mı yoksa Komisyon raporunun mu oylandığı anlaşılamadı, ama bu oylama ile
Vahdettin’den Halife unvanı alındı. Oylamadan sonra, yeni Halifenin seçimi, ona biat
edilip edilmeyeceği, Halifenin nerede oturacağı vb birçok konuda sert, tartışmalı, uzun,
gürültülü konuşmalar yapıldı.)

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Arkadaşlar, ben yapılması lazım gelen mua
meleyi şimdi arz edeceğim gibi düşünmekteyim. Meclis bir seçim kararnamesi
hazırlar ve kabul eder. Yüce Heyetiniz Halifeyi seçer. Bunun üzerine Türkiye Bü
yük Millet Meclisi, filan kişinin Halife seçildiğine dair bir beyanname daha hazırlar
ve kabul eder. Aynı zamanda bu beyanname, Halife seçilen kişinin Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından Hilafet Makamına getirildiğini bütün İslam alemine tebliğ
edecek bir beyanname olacaktır. Bu kararla beraber bu iki beyanname, Halife
seçilen kişiye Meclisinizin tespit edeceği bir yol ile bildirilecektir. Halife seçildiğini
kendisi kabul ederse, o beyannameye imza edecek ve o beyanname de İslam
alemine duyurulacaktır. Başka hiç bir muameleye lüzum yoktur. (müzakere kafi
sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, burada üç önerge var, müzakerenin
yeterliliğine dair.
1263
HASİP BEY (Maraş): Efendim, Lütfi Bey bir soru sordu, fakat Vehbi Efendi cevap
vermedi. (cevap verdi sesleri)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Cevap verdi canım, verdi.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurun müzakerenin yeter
liliğine dair önergeler var. Söz almış birçok arkadaşımız da var.
(Bu defa da görüşmenin yeterliliğine dair verilen önergelerin lehinde ve aleyhinde konu
şacağım diye milletvekilleri söz aldılar ve tekrar esas hakkında konuşmaya başladılar.
Tartışmalar yeniden başladı, Genel Kurulda ortalık iyiden iyiye gerginleşti.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, söz müzakerenin yeterliliği aleyhinde
idi. (oya sesleri gürültüler) Efendim, bu kadar gürültü içerisinde herkes ayakta.
Ben nasıl anlayayım. Bir kere müzakerenin yeterliliğine dair önergeler var. Mesele
bitti. (gürültüler, mesele mühimdir sesleri) Efendim, müzakereyi kafi görenler lütfen
el kaldırsın. Müzakere kafi görülmüştür.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Mesele mühimdir. Müzakere nasıl kafi olur?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Sus artık, Hoca Efendi.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Bey, ben kendi hesabıma halife filan istemiyo
rum. (canın isterse sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, önergeler var. Rica ederim dışarı
çıkmayalım, toplantı yeter sayısı kaybolur. Önergeleri okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Halifenin İstanbul'da yabancı baskısı altında kalarak vazife yapamaya
cağı bellidir. Binaenaleyh seçilecek Halifeye burada biat edilmek ve İstanbul
yabancı işgalinden kurtarılıncaya kadar geçici olarak burada kalmak üzere
Ankara'ya davetini ve bu hususların beyannamelerle İslam alemine ve aünyaya
ilânını teklif eyleriz.
Lazistan Mebusu
Ziya Hurşit ve 7 arkadaşı

TBMM Başkanlığına
Erzurum Kongresinden sonra Vahdettin'e yazdığı ve bizler tarafından
bilinen beyannamesiyle doğru yolda olduğunu ispat eden, Abdülmecit Efendi
Hazretlerinin Halife olarak seçilmesini teklif eylerim.
Muş Mebusu
Ahmet Hamdi

1264
TBMM Başkanlığına
İslam Halifesinin bütün hususiyetlerine sahip bugün bir Halife bulmak
mümkün olmadığında, İslam ümmetini, Yüce Meclis üstlenmişse de Halifenin
bulunduğu şehrin en büyük camiinde cuma ve bayram namazlarında imamlık
etmek ve Dört Halife kıyafetlerini giymek lüzumunu da seçilme şartı olmasını
teklif eylerim.
Gaziantep Mebusu
Abdurrahman Lami

TBMM Başkanlığına
Hilâfet esaret kabul etmez. Halifenin her halde hakimiyetimiz altında olan
bir mıntıkada bulunması ve bu sebepten yemin ve biat için Halifenin her halde
Anadolu'ya geçirilmesi lazımdır. Bu lüzumu teklif ve bu önergemizin ad okuna
rak oya konulmasını teklif eyleriz.
Mersin Mebusu
Selahattin ve 16 arkadaşı
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Lazistan Mebusu Ziya Hurşit Bey’in önergesiyle
bu son okunan önerge aşağı yukarı aynıdır. Bu önergeleri ad okuyarak oya koya
cağım. (önce Halifeyi seçelim sesleri) Rica ederim efendim, bir kere Halife seçil
meden Halifenin buraya gelmesinden, gitmesinden bahis doğru olamaz. Şimdi
seçim meselesini nasıl yapacağız buyuruyorsunuz?
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Müsaade buyurun. Hükümet adına arz ediyo
rum. Unutmayalım mesele naziktir. Fesada son derece müsaittir. Her halde seçi
min en kısa en uygun şeklini düşünün. (ad okuyarak sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Benim kanaatim, hür ve serbest olmayan bir Halife
üzerinde ne bizim kudretimiz ve ne de kendisinin kudreti olacağından, bu havada
kılıç sallamaya benzer. Binaenaleyh bunun manası yoktur. Eğer bu hususta ad
okuyarak oya konmasını teklif eden önerge oylanmazsa böyle bir seçime ihtimal ki
arkadaşlarınızdan birçok kimseler iştirak etmez. Onun için bu önerge oya konsun
ve mesele bitsin.
RAUF BEY (Devamla): Efendim; müsaade buyurunuz. Selahattin Beyefendi bu
yurdular ki yani Halifenin İstanbul'dan buraya gelip gelmemesi halledilmeyecek
olursa zannederim birçok arkadaşlar seçime iştirak etmeyecektir. Şöyle olur böyle
olur. Beyefendiler, mesele gayet mühimdir. Beyefendiler, biz oy birliği ile bir kişi
üzerinde kabul ettiğimiz kadar bugünün vaziyetini kurtaracak etkili bir çare yoktur.
Bazı üyeler oylamaya katılmazlarsa, vallah billah efendiler bunun manevi mesuli
yeti hepimizin tahammül edemeyeceği bir derecede olur. Onun için...
SELAHATTİN BEY (Mersin): Mesulü sizsiniz.

1265
RAUF BEY (Devamla): Kabul ediyorum efendim. Vicdanım temiz olarak ve açık
olarak arz ediyorum. Prensip meselesi değildir. İslam Halifesi meselesidir. Asırlar
dan beri bu millet bunu muhafaza etmiştir. Hakkıdır ve seçecektir. Şimdi oylamaya
katılmayız diye nasıl meydana çıkılır.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Ad okuyarak oylamadan neden korkuyorsunuz?
Bu husus belli olmalıdır.
RAUF BEY (Devamla): Belli olsun efendim, ondan korkmuyorum. Fakat kabul
edilmezse korkarım. Bazı arkadaşlar oylamaya iştirak etmez buyurdunuz. Artık bu
kadarı da olmaz.
(Bu tartışma uzadı gitti. Meclis tekrar hareketlendi. Dakikalarca karşılıklı atışmalar,
usul tartışmaları, kürsüdeki konuşmacıya müdahaleler devam etti.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Rauf Beyefendi buradan geldiler. Si
yaseten bir isimden bahis buyurdular ve bunun üzerine oy birliği ile seçilirse iyi
olur buyurdular.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Ne ismi?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Selahattin Beyefendinin sorusu üzerine zanne
diyorum bir isimden bahsettiniz.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Abdülmecit Efendiden bahsettim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Şimdi gizli celsede yapılan seçimi aleni celsede
tekrarlayıp, teyit etmek var. Bu bileceğiniz bir iştir. Benim teklifim şundan ibarettir.
Aleni celsede tabii ki ad okunarak oylama yapılacaktır. (pekala sesleri) Kimi teklif
ediyorsunuz Rauf Beyefendi?
RAUF BEY (Devamla): Abdülmecit Efendi’yi.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Abdülmecit Efendi’yi teklif ediyorlar.
Aleni celsede de... (gürültüler) Efendim aleni celseye geçince tekrar oya koymak
üzere, Abdülmecit Efendinin Hilafet Makamına getirilmesini kabul edenler lütfen
ellerini kaldırsın. Efendim büyük bir çoğunluk ile seçilmiştir.
RAUF BEY (Devamla); Efendim aleni celseye geçince hadiseleri tekrar Yüce He
yetinize arz etmek mecburiyetindeyim.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Biz de tabii söyleyeceğiz. (söyleyeceğiz sesleri)
RAUF BEY (Devamla): Yalnız malumunuz Yüce Heyetinize gizli celsede aynen
okuduğum telgrafları aynen okuyamayacağım. Eğer müsaade buyurursanız icap
eden kısımları okuyayım.
SELAHATTİN BEY (Devamla): Bize hepsini okudunuz mu?

1266
RAUF BEY (Devamla): Hepsini okudum. Onu biliniz Selahattin Beyefendi. Şunu
da arz edeyim ki bunda biraz insafsızlık etmiş oluyorsunuz. Bu hususta cereyan
eden telgraf haberleşmelerini aynen Yüce Meclisinize arz ediyorum dedim ve
zannediyorum bu sözümün aksini ispat edecek bir kimse bulunamaz. İnsafsızlık
olur eğer o mana ile söyledinizse. Evet, efendim icap eden kısımları, yani İngiliz
Generalinin Refet Paşaya gönderdiği resmi mektubu ve resmi beyannameyi oku
yayım. Bununla müzakere başlasın. Rica ederim böyle olsun ve çok rica ediyorum
arkadaşlar bazı noktaları geçmek suretiyle bana diğer noktaları söylettirmesinler.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Şimdi efendim, aleni celseye geçilince malu
munuz geçen defa bir kere daha bahis mevzu oldu.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Söyleyeceklerimize tahdit yok. Bir mebusun sözlerine
mani olunamaz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Niçin böyle söylüyorsunuz Ziya Bey? Bir kuv
vet yoktur tehdit etmeye. Söz isteyince arkadaşlara söz verilecektir ve arkadaşlar
söyleyeceklerdir. Gizli celsede ne olmuş, ne bitmiş. Bunun aleni celsede hiç hük
mü kalmıyor. Yalnız eski adetimiz şu idi ki bir meseleyi gizli celsede hallettikten
sonra, aleni celsede artık bahis mevzu etmezdik.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Gizli celsede hallolunsaydı, o dediğiniz doğru olabilirdi.
LÜTFİ BEY (Malatya): Gizli celsede meseleyi halledemedik ki.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim yanlış anlaşılmasın. Bahis mevzu olan
seçim meselesidir. Sadece seçimden bahsedeceğiz.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Zannederim mesele şu yolda cereyan edecek
tir. Ben meseleyi arz edeceğim. Ondan sonra Din İşleri Vekili Efendi Hazretleri
kanaatlerini ifade edecekler ve fetvayı okuyacaklar. Yalnız fetvada firar eden Vah
dettin olduğu açıkça ifade edilmelidir. Ondan sonra seçim meselesi gelecektir.
Arzu eden arkadaşımız söz söyleyecektir. Tekrar arzu ediyorum. Buraya kadar
kusursuz ve oy birliği ile çıkarmak lazımdır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, bugün Yüce Mecliste bahis mevzu
olan mesele seçim meselesidir. Öteki meseleler henüz bitmemiştir ve oya kon
mamıştır. Bunu aleni celsede müzakere edeceğiz. (tabii sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Belli olmalıdır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Belli olmasın demiyorum. Bunu bahis mevzu
edersek seçim yarın sabaha kadar kalır. Mesele budur efendim.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Yani seçim olmayacak mı?
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Müzakereden sonra.
RAUF BEY (Devamla): Evvela seçim olsun, sonra müzakere edilsin.

1267
OSMAN BEY (Lazistan): Önerge oya konulsa ve şu iş ortadan kalksa. Herkes
söylenen sözlerden az çok aydınlanmıştır. Binaenaleyh geçen günkü gibi oy birliği
ile her şeyi kardeş gibi yapalım. Binaenaleyh oya konulsun, önerge kabul edil
mezse o önerge sahipleri bir şey diyemezler. Azınlıkta kalırlar ve seçime katılırlar.
Kabul edilirse o vakit şey edilir. Her halde kardeşçe hal olunsun.
RAUF BEY (Devamla): Ona şüphe yok. Zaten zıtlaşarak halletmek istemeyiz.
Bunu nasıl hatırınıza getiriyorsunuz? Kardeşlikten başka ne vardır aramızda?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Aramızda bahis mevzu bile ettirmiyorsunuz. Bu da
uygun değildir, rica ederim beyim.
RAUF BEY (Devamla): Selahattin Bey, rica ediyorum ve diyorum ki şartlı olarak
kabul edilir. Hükümet bunu yapamazsa bunu düşününüz. (İstanbul'da Halifelik
edilmez sesleri)
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): İstanbul'da hakimiyet nasıl temin edilecek?
HASİP BEY (Maraş): Muhalefette kalan arkadaşlarınız muhalefet sebeplerini söy
lemediler Rauf Beyefendi.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Ben düşüncelerimi söyledim. Karar sizindir
efendim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim rica ederim böyle değildir. Aleni celse
de tekrar bütün meseleler bahis mevzu olacaksa… (tabii sesleri)
EMİR PAŞA (Sivas): Bu önergeyi reye koymayacak olursanız tabii söz söylenir.
Aleni celseye bırakmayın. Şu önergeyi oya koyun.
OSMAN BEY (Lazistan): Reis Bey, önergeyi oya koyunuz isterseniz. Ben şimdiden
oyumu açıklayayım isterseniz. Ben birleşmek için kendi oyumu feda ediyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Yüce Meclis şimdi çoğunlukla seçimi
kabul ettiler. Müsaade buyurunuz. Bunu bitirelim.
EMİR PAŞA (Sivas): Olmaz, işte olmuyor.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Önergeyi oya koyunuz. Reis Bey kabul
edilmezse mesele biter.
SAMİ BEY (İçel): Divan vazifesini yapsa çok iyi olur. Önergeyi mecbursunuz oya
koymaya.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Oya koyacağım efendim. Seçimi yapalım, on
dan sonra koyayım diyorum. Şimdi bu önergeleri burada oya koyduktan sonra,
tekrar aleni celsede bahis mevzu edecek miyiz? (gürültüler)
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Burada hallolunursa aleni celsede bahis
mevzu olmaz.

1268
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, aleni celseye geçelim. Arzu ettiğiniz
gibi müzakereye devam ederseniz. Efendim gizli celseyi bitirip aleni celseye ge
1
çilmesini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.

(Açık oturuma geçilince Hükümet Reisi Rauf Bey, gizli oturumda okuduğu telgraf metin
lerini tekrar okudu.)

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Senelerden beri istiklal ve hürriyet için çalışan
milletimiz, Halifeyi yabancıların elinden kurtarmak için çalışan milletimiz bu gayesine
ulaşmak üzere iken bu kişi firar ediyor ve maalesef efendiler İslam Hilafetini İngiliz
himayesine terk edecek kadar büyük ve görülmemiş tarihi bir hıyanete başvuruyor.
(lanet sesleri) Efendiler aynı şahsiyet, bildiğiniz gibi Sevr Antlaşmasını kabul etmek
suretiyle, Türk Milletinin ve aziz vatanımızın parçalanmasını kabul etmiştir.
YASİN BEY (Gaziantep): İhanet etmiştir.
RAUF BEY (Devamla): Sabırlı olan, olgun olan, dayanıklı olan fakat istiklal ve
hürriyetini hiçbir vakit karşısındakine feda etmemiş ve etmeyecek olan milletimiz
buna da tahammül etmiş, gayesine yürümüş ve tamamıyla muvaffak olmaya yak
laştığı bir zamanda aynı şahsiyet bu defa da büyük İslamiyetin Hilafetini kendisinin
farz edecek kadar düşüncesizlik göstererek İngilizlerin himayesine girdim diyecek
kadar cüret göstermiştir. Efendiler İslam bağımsız olarak yaşamıştır, bağımsız
olacaktır ve istiklalini hiçbir kuvvet alamayacaktır. Nerede kaldı ki asırlardan beri
hanedan için, bu memleket için, bu vatan için kan döken bu millete ve bütün
İslamiyete ihaneti belli olmuş böyle bir şahsiyet tarafından ihlal edilebilsin. İşte
efendiler, Halife Makamında bulunan şahsın ani firarı, yani vazifesini terk etmesi
ile düşman tarafına geçmesi... (idam sesleri) sebebiyle Hükümetiniz Hilafet Ma
kamının boşaldığı kanaatine varmış ve yeni bir Halifenin seçilmesinin dinimizin
esası ve milletimizin selameti bakımından lüzumlu olduğunu görmüştür.
VEHBİ EFENDİ (Din İşleri Vekili): Efendim Hükümet Reisi Beyefendi Hazretlerinin
söylediği gibi Hilafet unvanını taşıyan kişi firar etmiştir. Böyle İslam milletinin reisi
tanınan bir adamın yabancı himayesi altına geçmesi ve bize düşman olan İngiliz
lerin vapuru ile firar etmesi, İslamiyet adına utanç vericidir. (o utanç ona ait sesleri)
Binaenaleyh bu adamın Hilafet Makamını terk etmesiyle bu makam dinen boşal
mıştır. Yani bugün şu saatte Hilafet Makamı boştur. Hilafet Makamı boşalınca,
Müslümanlar üzerine bir imam seçmek ve biat etmek vaciptir. Binaenaleyh şu
saatte üzerimize vacip olan bir vazifemiz vardır. O vazifeyi yerine getirmemiz için
bir Halife seçmemizi teklif eylerim. (fetva isteriz sesleri) Evet bir fetva da yazılmış
tır, okunsun.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (18 Kasım 1922), 1.Dönem, c.3, s.1042-1065, http://www.tbmm.gov.tr/
1269
(Gizli oturumda hazırlanan ve tartışmalı bir şekilde görüşülüp, kabul edilen Fetva tek
rar okundu.)

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendiler, bu fetvada “Zeyid” diye ifade edilen
şahıs, firar eden şahıstır. Tekrar ediyorum, vazifesini terk ederek düşman tarafına
firar eden şahıs Vahdettin Efendi’dir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim Hükümet Reisi Bey ve Din İşleri Vekili
Efendi Hazretleri, Hilafet Makamının bu fetva ile boşaldığını ifade ettiler ve derhal
bir seçim yapılmasını teklif ettiler. Seçim yapılmasını oylarınıza arz ediyorum.
(gürültüler, Vahdettin’in düşürülmesini oya koyun sesleri)
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Efendim madem ki fetva vardır, Vahdettin’i Halifelikten
almak için oylama yapmak doğru değildir. Fetva vardır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkomutan): Affedersiniz Beyefendi, bu memleketi
yıkmak için de fetvalar verilmiştir. Fetva mutlaka Yüce Meclisin oyuna sunulmalıdır.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Fetvayı Şerif, bizim oylarımızdan yüksektir. Madem ki
hakkında fetva vardır, düşürülmüştür.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim dikkat buyurun. Fetvayı Şerif gereğin
ce Vahdettin’in Halifelikten alınmasını kabul edenler lütfen ellerini. Oy birliği ile
kabul edilmiştir. (sürekli alkışlar)
SIRRI BEY (İzmit): Yaşasın İslamiyet!
1
TUNALI HŞLMİ BEY (Bolu): Cehennem kabul etseydi “İlâ cehenneme zümera”
derdim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim müsaade buyurun. Şimdi Hükü
met Reisi Beyefendinin ve Din İşleri Vekili Efendi Hazretlerinin buyurdukları gibi bir
seçim yapmak lazımdır. Hemen seçime geçiyoruz. Oylamayı bildiğimiz şekilde
yapacağız. Şuraya koyduğumuz kutuya herkes oy pusulasını atacaktır. (hayır,
seçim yapılamaz sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Neyi seçiyorsunuz? Önergelerimiz var, okunacaktır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): O halde Meclis hakemdir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Hükümet Reisi konuştu. Bizim de konuşma hakkımız
vardır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Meclis hakemdir. Meclise soracağım.

1 Arapçada "cehenneme sevk edilirler" anlamına gelen, Kuran'da Zümer Suresinde yer
alan ifade. Cehenneme kadar.
1270
OSMAN BEY (Kayseri): On beş imzalı önergeyi okumak mecburiyetindesiniz.
Yoksa bizim burada bulunmamızın bir manası yok.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Reis Bey derhal seçime başlayınız, oya
koyunuz ve bitiriniz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Pekala efendim. Halife için derhal seçim ya
pılmasını kabul edenler lütfen el kaldırsın. Görüyorsunuz ki bu kadar çoğunluk
derhal seçim yapılmasını kabul ediyor. (gürültüler)
SAMİ BEY (İçel): Vazifeni suiistimal ettin Reis Bey.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Üç kişinin keyfine tabi değiliz. (vazifenizi suiistimal ettiniz
sesleri)
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): İç Tüzüğü ihlal ettiniz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, İç Tüzüğü ihlal tecavüz etmedim.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Derhal seçim başlayacaktır efendim. (azınlık
çoğunluğa uymalı, çoğunluğu dikkate alınız sesleri, gürültüler)
YASİN BEY (Gaziantep): Efendiler, fetvanın birinci kısmını kabul ettik. İkinci kısmı,
yani Halife seçimini de yapacağız.
SAMİ BEY (İçel): Niçin önergelerimiz oylanmıyor?
MRHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Ad okuyarak önergeleri oya koyacaksınız.
(seçimi oylayınız sesleri, şiddetli gürültüler)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, iki dakika müsaade buyurunuz.
SIRRI BEY (İzmit): Ne demek? Beyefendi Meclis Reisidir. İç Tüzüğe uymaya
mecburdur.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, İç Tüzük ihlal olunmamıştır. Ayrı bir
aleni celse açtık. Bu celsede Hükümet bir seçim yapılmasını arz etti. Ben bu se
çimin yapılıp, yapılmaması vaziyetini oya koydum.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Bozok): Seçim için bunu kabul eden çoğunluk bunu da
kabul eder.
NECİP BEY (Mardin): Siz isimleri okuyunuz, seçimi yapalım.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, rica ederim sessiz olunuz. Seçim
yapılması için çoğunlukla karar verildi. Bana söz kalmıyor ki... (şiddetli gürültüler)
Efendim, müsaade buyurunuz yanlış oldu diyorlar. (gürültüler) Aleni celse açılmış
tır. Aleni celse, evvelki gizli celseyle alakadar değildir.
SAMİ BEY (İçel): Reis Bey, gizli celsede önergelerimizi oylayacağınızı söylemiştiniz.

1271
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim önergelerinizi ola koymayacağım de
miyorum. Seçimden sonra. Ad okunarak Halife seçimini başlatıyorum.
ŞEVKİ BEY (İçel): İki yüz bin kişinin kanı dökülmüştür. Ne olacak? Bu seçimi ya
palım gitsin.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim bulunmayanların adları tekrar okuna
caktır, dikkat ediniz.
SAMİ BEY (İçel): Düşman tesiri altında bulunan bir yerdeki Halifeyi ben seçmem.
(seçtiler sesleri)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): İslam aleminde en kapsamlı bir ümmet toplantısı ve
seçimi budur. Meclisi tebrik ederim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, sessiz olunuz.
HAŞİM BEY (Çorum): Efendim esasen birçok arkadaş sabahtan beri burada yok
tu. (gürültüler)
HÜSEYİN BEY (Erzincan): İşte burada mevcutturlar, gözünüz görmüyor mu?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Oylama sona ermiştir. Oylar sayılasıya kadar
kısa bir ara veriyorum.
(Ara verilir, oylar sayılır ve oturuma tekrar başlanır.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim İslam Halifeliği için yapılan seçimde
oylamaya 163 üye katılmıştır. 148 oy Abdülmecit Efendi Hazretlerine, 2 oy
Abdürrahim Efendiye, 3 oy Selim Efendiye verilmiştir. 9 üye de çekimser oy kul
lanmıştır. Binaenaleyh 148 oy ile Abdülmecit Efendi Hazretleri Hilafet Makamına
halife seçilmişlerdir. (alkışlar)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Yaşasın bütün dünyayı kaplayan ümmet.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Reis Bey bir dua okunsun.
(Ankara Mebusu Hacı Mustafa Efendi tarafından bir dua okundu.)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Pazartesi günü toplanmak üzere celseyi tatil
1
ediyorum.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (18 Kasım 1922), 1.Dönem, c.24, s.562-564, http://www.tbmm.gov.tr/
1272
20 KASIM 1922: İŞGALDEN KURTARILAN YERLERDE MENHUBAT KOMİS
YONLARI KURULMASINA DAİR KANUN TASARISININ GÖRÜŞÜLMESİ VE
KABULÜ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 141.Birleşim, Gündem: 7/1)

Bir ay önce Kütahya Milletvekilinin Ragıp Bey'in verdiği önerge ile


Yunan işgalinden kurtarılmış yerlerdeki işlerin ivedilikle çözümlenmesi
için yasal düzenlemeler yapacak özel bir komisyonun kurulmasına karar
verilmişti. Özel Komisyon derhal toplanarak çalışmalarına başladı. Bu
arada Hükümet de daha önce iki kanun tasarısı hazırlamış ve Meclise
sunmuştu. Bu tasarılardan biri, kurtarılmış yerlerdeki terk edilmiş mallar
için menhubat komisyonları kurulması ile ilgili kanun tasarısıydı.

(Yirmi sekiz gün önce, 23 Ekim 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, celseyi açıyorum. İşgalden kur
tarılmış yerler için Hususi Komisyonun hazırladığı kanun teklifini okuyoruz.
Dr. MUSTAFA BEY (Kozan): Rica ederim, Efendim. Bir kere bu teklif basılıp dağı
tılsın, ondan sonra görüşelim.
MÜFİD EFENDİ (Kırşehir): Ben de teklif ediyorum. Basılıp, dağıtılsın, yarın görüşelim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Efendi, müsaade buyurun Komisyon adına
açıklama yapayım. Efendim, Komisyonun bu kadar acele davranması, Yüce Mec
lisin kabul ettiği aciliyetten dolayıdır. Komisyon bu kanun teklifini yirmi dört saat
içinde hazırladı ve Yüce Meclise sundu. Hatta gerekçesini şifahen sunmak zorun
da kaldı. Komisyon süratle görevini tamamlamıştır. Bence süratle görüşülmesi
gerekir. Ama Genel Kurul basımına karar verilirse tabii ki ona da diyeceğimiz yok
tur.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim bir şekil teklif ediliyor. Arkadaşlar
basılmasından ve dağıtılmasından sonra görüşülmesini teklif ediyorlar. Bu teklifi
oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.
ZİYA HÜRŞİT BEY (Lazistan): Bu karar Meclisin dünkü kararına aykırıdır. Nasıl
olur bu?
SELAHATTİN BEY (Mersin): Komisyon meseleyi bir an önce halletmek için bu
teklif ile yetindiklerini söylüyor. Acaba yeterli zamanları olsaydı daha muntazam
teklifleri olabilir miydi?
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan) Efendim, Komisyon hazırladığı kanun teklifinin mü
kemmel olduğunu savunuyor ve yeniden basılıp dağıtılmasına da lüzum görmü
yor. Yalnız görüşülüp kabul edilmesi lazımdır. Komisyon vazifesini yapmıştır. (ge
rekçe de yazılsın sesleri)

1273
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Arkadaşlar mesele acil olduğu için Komisyon ge
rekçeyi yazmamıştır. Fakat gerekçeyi raportör üye buradan bir bir sizlere arz ede
cektir. Şimdi Komisyonu tekrar toplamanın imkânı yoktur, Komisyon beş saat ça
lışmış ve yorulmuştur. Şimdi bunu yapamayacaktır.
HASAN BEY (Trabzon): Ezbere kanun teklifi olmaz. Gerekçesiz bir kanun çıka
maz. Gerekçesi yazılır. Basılır ve dağıtılır, ondan sonra görüşülünüz. Ezbere ka
nun çıkamaz.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Binlerle örneği vardır.
İSMAİL SUBHİ BEY (Burdur): Gerekçesi biliniyor. Burada yirmi defa görüşüldü.
Hiç de ezbere değildir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurunuz. Bir teklif
daha var. Arkadaşlar kanun teklifinin gerekçesi de yazılsın diyor. Gerekçenin ya
zılmasını kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Gerekçe yazıla
1
cak, basılıp dağıtıldıktan sonra görüşülecektir. Diğer maddeye geçiyoruz.
(Bir gün sonra 24 Ekim 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, toplantı yeter sayısı var. Görüş
meye başlıyoruz. Efendim bugün Hususi Komisyonun hazırladığı kanun teklifi ile
Hükümetin bir tezkeresi var. Bu teskerede, Menhubat Komisyonları2 Hakkındaki
Kanun Tasarısı ve Muvakkat Ceza Mahkemeleri Teşkili Hakkındaki Kanun Tasarı
sı'nı gönderdiklerini yazıyorlar. Bugün bunları görüşeceğiz. Önce Hususi Komis
yon raporunu okuyalım.

TBMM Başkanlığına
Yüce Mecliste oybirliği ile kabul edilen, Kütahya Mebusu Ragıp Bey’in
önergesi üzerine kurulan Komisyonumuz, kurtarılan yerlerdeki her türlü mese
leleri görüştü. Bunları vatana hıyanet ve harbiye, ganimet, terk edilmiş mallar,
karıştırılmış mallar, yiyecek ve giyecek, iskân ve inşaat, ziraat ve ticaret olmak
üzere maddelere ayrıldı. Öncelikle vatana hıyanet ve harbiye meselesi doğru
dan doğruya mahkemelerin işi olduğundan Komisyonumuz Genel Kurul’da
bundan evvelki İstiklâl Mahkemeleri hakkında yapılan görüşmelerden anladığı
kadarı ile ayrı bir celsede görüşülmesini uygun görmüş ve bugün halkın temel
ihtiyaçları için en gerekli gördüğü diğer tedbirleri el atmaya karar vermiştir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (23 Ekim 1922), 1.Dönem, c.24, s.109-110, http://www.tbmm.gov.tr/
2 Menhubat, yağma edilmiş mallar demektir. Büyük Taarruzdan sonra Yunan askerleriyle
birlikte kaçan Anadolu Rumlarının bıraktığı taşınır ve taşınmaz malların tasfiyesi için ku
rulmuş komisyonlardır.
1274
Gerçekten diğer meseleler daha çok Hükümeti ilgilendirdiği için çözümleri ve
kâletlere ait olsa da Komisyonumuz gerek Hükümetin gönderdiği yetkili görevli
lerin ve gerekse bu yerlerin mebuslarının açıklamalarından, bu işlerin tamamıy
la yüzüstü kaldığına kanaat getirmişlerdir. Bu yüzden işin ciddiyeti kavramış ve
seçim mıntıkalarında acil kararlar alabilmek üzere mebuslardan kurulan heyet
lerin çalışmalarını zaruri görmüşlerdir. Daha dün harpte fevkalade zararlara
uğramış yabancı memleketlerde de mevcut idari yapı meseleleri çözemeyeceği
için hususi teşkilatlar kurulmuştur. Mesela Fransa'da Kurtarılmış Yerler Nazırlı
ğı kurulmuştur. Yüce Meclis başka memleketlerin zorunlu olarak müracaat
ettikleri bu tedbirleri görmemezlikten gelemez. Heyetlerin kurulmasıyla, yakla
şan kışa karşı halkı iskân etmek, kıtlık ve açlık tehlikesinin önüne geçmek için
Yüce Meclis’in seçtiği bu inkılâpçı ve halkçı kişilerden müteşekkil heyetleri gö
revlendirmek en salim çare görülmüştür. Ancak vazifelerini tam anlamıyla yeri
ne getirmeyen Hükümet memurlarını çalıştırabilmek için, heyetlerin bu memur
lar üzerinde her suretle müfettiş ve âmir olmaları ve icabında onları derhal işten
el çektirerek mahkemeye verme yetkileri de bulunmaları gerekir. Aksi takdirde
işin gerektirdiği sürat ve güven sağlanamaz. Zaruri olarak, heyetlerin belli bir
hizmet süresi olması gerektiğinden, Komisyonumuz bu hususu da üç ay olarak
sınırlamıştır. Şu kadar ki bu müddet zarfında heyetler verilen görevleri yerine
getiremedikleri takdirde Yüce Meclis bu heyetlerin vazifesine son verebilsin.
22 Ekim 1922
Hususi Komisyon Bşk Raportör Üye Üye
İ.Suphi Ziya Hurşit Şükrü
Üye Üye Üye
Fikri Faik Edip Ahmet Hilmi
Üye Üye Üye
Dr. Fikret Habib Necip
Üye Üye Üye
Tunalı Hilmi Mehmet Sami Fuat
(Muhalifim) (Muhalifim)

KURTARILAN YERLERE FEVKALADE HEYETLER GÖNDERİLMESİNE DAİR


KANUN
Madde 1. Kurtarılan yerlerde harpten dolayı ortaya çıkan her türlü meseleleri
ve halkın ihtiyaçlarını bizzat veya resmi daireler vasıtasıyla derhal incelemek
ve neticelendirmek ve Hükümeti bu uğurda hakkiyle çalıştırabilmek için Büyük
Millet Meclisi üyelerinden seçilen üçer üyeden meydana getirilen fevkalade
yetkilere sahip dört özel heyet teşkil edilmiştir.
Madde 2. İşbu heyetler bölgeleri dâhilindeki resmi daireleri ve memurları, me

1275
selelerin halli için görevlendirebilirler. Bu memurlar hakkında en geniş denetim,
işten el çektirme ve mahkemeye sevk etme yetkisine sahiptirler. Heyetlerin
kararları derhal uygulanır.
Madde 3. İşbu heyetlerin görev süreleri üç aydır.
Madde 4. Bu heyetlerin harcırah yevmiyeleri ve beraberlerinde çalıştıracakları
birer memurun ücret ve harcırahları ve diğer çeşitli masraflar Büyük Millet Mec
lisi bütçesinden karşılanır.
Madde 5. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 6. İşbu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından yürütülür.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Hükümetin de bir teklifi var.
Menhubat Komisyonlarının Vazifelerine Dair Kanun Tasarısı ve bir de Muvakkat
Ceza Mahkemelerine Dair Kanun Tasarısı vardır. Onlar da okunacaktır.

TBMM Başkanlığına
İcra Vekilleri Heyetinin 18 Eylül 1922 tarihli toplantısında kabul edilen,
işgalden kurtarılmış yerlerde muvakkat ceza mahkemeleri kurulmasına dair
Kanun Tasarısı ile menhubat komisyonlarının vazifelerine dair Kanun Tasarısı
ekte takdim kılınmıştır. Lazım olan muamelenin yapılmasıyla neticesinin bildi
rilmesi hususunu müsaadelerinizi rica ederim, efendim. 18 Eylül 1922
TBMM İcra Vekilleri Heyeti Reisi
Rauf

YUNANLILARDAN KURTARILAN VE KURTARILACAK OLAN MEMLEKET


LERDE KURULACAK MUVAKKAT CEZA MAHKEMELERİNE DAİR KANUN
TASARISI
Madde 1. Düşman işgalinden kurtarılan memleketler dâhilinde işgal tarihinden
itibaren oralardaki mahalli idarenin tekrar kurulması zamanına kadar işlenmiş
olan suçların sahipleri hakkındaki davalara bakmak üzere maddeleri aşağıda
yazılı muvakkat ceza mahkemeleri kurulmuştur.
Madde 2. Mahkeme kurulacak yerler en fazla on beş mıntıkaya bölünüp, her
mıntıkaya memurlarıyla birlikte seyyar olarak vazife yapmak üzere bir hâkim ve
bir savcı tayin olunur.
Madde 3. Bu mahkemeler, birinci maddede yazılı olan suçları Vatana Hıyanet
Kanunu usulüne göre bakarlar, bütün idari ve askeri ceza kanun ve nizamlarının
hükümlerini tatbik ederler. Ancak hâkim, kendisine bakması arz edilen cezalar
dan başka bir cezai mesele gördüğü zaman, bunu alakalı mahkemeye sevk

1276
etmek salahiyetine sahiptir.
Madde 4. Bu mahkemelerin vazife ettikleri mahaller zabıtası bu mahkemelerin
emrinde olup ihmal ve gevşeklikleri halinde mahkemece doğrudan doğruya
mesul edilirler.
Madde 5. Bu mahkemeler vazifeye başlama tarihinden itibaren azami dört ay
içinde baktıkları davaları neticelendirmekle mükelleftirler. Vazifeye başlama,
mahkemenin teşekkülünden sonra Vatana Hıyanet Kanununun 12.Maddesi
gereğince her mahalde bu Kanun ile birlikte, Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
itibar olunur.
Madde 6. Bu kanun yayınlandığı tarihte yürürlüğe girer.
Madde 7. Bu kanunun tatbikinde Adalet ve İçişleri Vekilleri vazifelidir.

NEŞET BEY (Çankırı): Reis Bey usul hakkında söyleyeceğim. Efendim bu seyyar
mahkemeler hakkındaki kanun evvelce Hükümet tarafından teklif edilmiş, Adalet
Komisyonuna havale edilmiş ve orada reddedilerek onun yerine İstiklal mahkeme
lerinin gönderilmesi istenmişti. (hayır sesleri) Hâlbuki bir senede iki defa teklif doğ
ru olamaz.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Esasen bahis mevzu olan Hususi Komisyonun tan
zim ettiği kanun teklifidir. Bu ona ilave edilmek üzere Hükümet tarafından gönde
rilmiştir. Bu baskıya gönderilsin, bir iki saate kadar zannederim yetişir. O vakte
kadar da Yüce Meclis bunu tetkik eder.
ZİYA HURŞİT BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Efendim, Kütahya Mebusu Ragıp
Bey'in verdiği önerge üzerine Hususi Komisyonun kurulmasına Yüce Meclis karar
vermiştir ve derhal bunun müzakeresine geçecektir. Biz zaten raporda bahsettik,
Hükümet bu işleri yüz üstüne bırakmıştır. On beş Ekim tarihinde yeterli değildir
diye Rauf Beyefendinin bu kürsüden bu iki kanun tasarısını geri çekmişti. Böyle bir
kanunun meydana çıktığını görür görmez Hükümet derhal tekrar bunları Meclise
sevk etmiştir. Binaenaleyh Hususi Komisyon raporunun bir an evvel müzakereye
başlanılmasını teklif eylerim. (bravo sesleri)
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Hükümet geç kalmamıştır. Yüce He
yetinizin arzusu üzerine Hükümetiniz bu meseleyi yeterli derecede düşünmüş ve
bir kanun tasarısı şeklinde tespit etmiş ve Yüce Meclisinize takdim etmişti. Bunlar
Komisyonda müzakere edilmiş, basılmış zannederim. Hükümetin bunu geciktirmiş
denmesi pek de doğru olamaz. Bundan bir müddet evvel tetkik etmek üzere geri
aldım, fakat vazgeçilmemiştir.
ZİYA HURŞİT BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Sonra geri almadınız mı?

1277
RAUF BEY (Devamla): Bundan bir müddet evvel tekrar tetkik etmek üzere geri
aldım, vazgeçilmiş değildir. Bugün de bunun uygun olduğunu Yüce Heyetinize arz
ediyorum.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Usul hakkında müzakere yapıldı. Şimdi de
terk edilmiş mallar hakkındaki Kanun Tasarısı okunacaktır.

YUNANLILARDAN KURTARILAN VE KURTARILACAK OLAN MEMLEKET


LERDE MENHUBAT KOMİSYONLARININ KURULMASINA VE VAZİFELERİ
NE DAİR KANUN TASARISI
Madde 1. Düşmandan kurtarılan ve daha sonra kurtarılacak olan Vatan topraklarında,
işgal devam ettiği müddetçe bir suça dayanmaksızın alınmış ve gasp edilmiş
olan gayrimenkul mallardan bin liraya kadar kıymeti olan her nevi malın ve
emsaline uygun gayrimenkullere ait olup miktarı tecavüz etmeyen işgal, tahliye
davalarına ve sahibi bilinmeyen ve bin liradan az olan hak ediş davalarına
bakmak üzere her vilayet, liva ve kaza merkezlerinde en büyük idare amirinin
veya onun uygun bulacağı birinin reisliğinde birer menhubat komisyonu kuru
lur. Büyük şehir ve kasabalarda birden fazla komisyon kurulabilir.
Madde 2. Menhubat komisyonları reisten başka altışar üyeden meydana gelir
ve işe başlama tarihinden itibaren en fazla dört ay müddetle vazife yaparlar.
Madde 3. Bu komisyonların üyeleri, her yerin idare ve belediye meclisleri tara
fından, iffet ve istikametiyle kendini gösteren kimseler arasından seçilirler. İda
re ve belediye meclisleri üyeleri bu komisyonlara üye olamazlar.
Madde 4. Komisyonların verdiği kararlar beş gün içinde taraflardan birinin veya
üçüncü şahsıların itirazı üzerine komisyonun bulunduğu yerin idare meclisi
tarafından tekrar tetkik olunur. Bu kararlar katidir. Her komisyonun bulunduğu
yerin savcısı umumi hakları muhafaza ederek müddeti içinde idare meclisine
itiraz ve tetkik talebinde bulunmaya salahiyetlidir.
Madde 5. Katiyet kazanan komisyon kararları zabıta tarafından icra olunur.
Madde 6. Üyelerin seçimleri ve komisyonların teşkil ve vazifeleri, Adalet ve
İçişleri vekâletleri tarafından hazırlanacak bir tüzük ile tayin olunur.
Madde 7. Bu kanun yayınlandığı tarihte yürürlüğe girer.
Madde 8. Bu kanunun tatbikinde Adalet ve İçişleri Vekilleri vazifelidir.

TALİMAT
1. Yunanlılardan kurtarılan yerlerde işgal ve kurtuluş tarihleri arasında işlenen
suçlar hakkındaki davaları tetkik etmeye ve hüküm vermeye vazifeli olan sey

1278
yar hâkimlerle, menhubat ve sosyal yardım komisyonlarının faaliyetini yakın
dan takip ve teftiş etmek üzere dört yerde, Bursa, İzmir, Balıkesir, Kütahya'da
murakabe heyetleri teşkil olunmuştur.
2. Her murakabe dairesi, Büyük Millet Meclisinden seçilen bir üyenin reisliği
altında Maliye, Adalet, Sosyal Yardım, İçişleri vekâletlerinden seçilen birer
üyeden meydana gelir.
3. Murakabe heyetleri, icabına göre müstakil veya birlikte vazife edeceklerdir.
4. Murakabe heyetleri, vekâlet müfettişleri hakkında yürürlükte bulunan kanuni
hükümleri ve tüzükleri tatbik etmekle beraber, heyetin tamamının azil ve tayin
leri merkeze aittir. Memurları azil, tayin veya muhakemeye aldırmak üzere
gerekçesi ile ait olduğu vekâlete bildirirler. Üç gün içinde cevap verilmediği
takdirde işten el çektirmeye salahiyetlidirler.
5. Bu talimat yayınlandığı tarihten itibaren, adı geçen mahkemeler ve komisyonların
devamı müddetince vazife yaparlar.
6. Bu talimatın tatbikinde Hükümet vazifelidir.

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bir Muvakkat Ceza mahkemeleri
Kanunu var, bir de Hususi Komisyonun hazırladığı Kanun Teklifi var.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Usul hakkında söyleyeceğim. Şimdi efendim,
Hükümet tarafından teklif edilen kanunlar ruh ve başlık itibariyle aynı gibi şeyler.
Bizim istediğimiz, halen açıkta ve çıplak bulunan felaketzedelere mesken bulmak
ve onları iskân etmektir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Herkes usul hakkında diye söz alıyor, esas
hakkında konuşuyor bulunuyor. Henüz bir şey müzakere etmedik ki usul hakkında
müzakere cereyan etsin.
MUSTAFA KEMAL BEY (Devamla): Müsaade buyurun, Hususi Komisyon tarafın
dan teklif edilen kanun teklifi, açıkta ve çıplak bulunan ahalinin bir an evvel iskân
larının temini, yiyecek yardımlarının yapılması ve bir an evvel ziraatlarının temini
hususuna dair olduğuna göre evvela bu teklifin müzakereye konması lazımdır.
Hükümetin teklifi ikinci dereceye kalır.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim bunlar ayrı meseleler değildir. Yüce
Heyetinizin kararı ile Sağlık ve Sosyal Yardım Vekâletine tahsisat ve talimat veril
miştir. Tahsisat derecesinde iskân ve yiyecek yardımına başlanacaktır ve belki de
başlanmıştır. İşte bu murakabe etmek üzere murakabe heyetleri kurulacaktır.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Hükümetin, Hususi Komisyonun yaptığı kanun tasarı
sını müzakere ettirmemesi bunu istemediğinden dolayı mıdır? Yoksa tasarıların
birleştirilerek müzakeresini mi arzu ediyor? Bu anlaşılsın.

1279
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Orası anlaşılamaz, ince bir meseledir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim bunda kapalı olan bir nokta yok. Hu
susi Komisyon tarafından verilen tasarı Hükümetçe uygun görülmüyor. Tatbikinde
mahzur görülüyor.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Anlaşıldı.
RAUF BEY (Devamla): Hem o kadar esaslı bir mahzur görülüyor ki Teşkilatı Esa
siye Kanunumuza ters düşüyor gibi görülüyor. (çok doğru sesleri) Bunu açıkça
Yüce Heyetinize arz ediyorum. (doğru sesleri) Buna karşılık Hükümetinizin aynı
maksat için takdim ettiği kanun tasarılarının bir an evvel müzakere edilerek tatbi
katına başlanırsa yapacaklarımız hem acilen ve hem de süratle yapılır. Kanaati
miz budur.
SAMİ BEY (İçel): Beyefendi, Teşkilâtı Esasiye Kanunumuza nasıl ters düşüyor?
Anlayalım.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Hususi Komisyonun toplantısında vekâletlerden de
birer memur bulunacak ve onların da mütalaaları alınacaktı. Bu memurlar bulun
durulmuş ve mütalaaları alınmış mıdır? Yani buna Hükümet muvafakat etmiş mi
dir, etmemiş midir? Yoksa ettikten sonra mı buna göre bir karara varmıştır?
RAUF BEY (Devamla): Hükümet tarafından gönderilmiş olan memurlar toplantıda
bulunmuştur ve mütalâalarını söylemişlerdir. Komisyon kararını vermekte serbestti
ve tabiidir ki kararını vermiştir. Hükümet memurları bu karara muvafakat etmemiş-
lerdir ve pek de edemezlerdi. Müsaade buyrulursa Teşkilatı Esasiye Kanununa
ters düşen tarafı arz edeyim.
ZİYA HURŞİT BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Reis Efendi Hazretleri, Rauf Be
yefendi Komisyon rapordan bahsediyor. Binaenaleyh raporun müzakeresine baş
ladık demektir.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, bu rapor ile Yüce Heyetinize arz ve kabulü teklif
edilen idare tarzını arz edeyim. Bu, şu demektir ki kurtarılan yerlerin hudut ve kı
sımlarını ayıracağız ve dört mıntıkada, dört müstakil hükümetçik teşkil edeceğiz
ve bu hükümetçiklere vicdani hareket etmek hakkını vereceğiz. Bu demektir ki
efendiler, Hükümetiniz Büyük Millet Meclisinin hâkim olduğu topraklar dâhilindeki
işlere ve hususlara karışmayacaktır. Bunu bu şekilde kabul buyurup müzakere
ederseniz, diyecek yoktur. Yok, böyle değil de başka şekilde ise mesele yoktur.
Fakat biz bu şekilde bunun Teşkilâtı Esasi Kanununa uygun olduğunu görmüyoruz.
SAMİ BEY (İçel): Bunu raporun neresinden anladınız? Yani hükümetçikler teşkil
edildiğini nereden anladınız? Öyle bir şey yoktur.
RAUF BEY (Devamla): Arz edeyim efendim, bu dört mıntıkaya gönderilecek he
yetlerin fevkalade salâhiyete sahip olarak ve hiçbir yere bağlı bulunmayarak karar

1280
vermeleri, icraata geçmeleridir. Salahiyetini verdiğiniz bu heyetler nedir? Yalnız
ismini vermemişsiniz.
SAMİ BEY (İçel): Beyefendi, bu kanun gereğince de onların salahiyeti vardır, çiğ
neyemez, ben de dâhilim.
RAUF BEY (Devamla): Siz kanunu okumamışsınız, öyle ise beraber okuyalım.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Reis Bey, esasa girilmesin mesele başkadır. Kanun
teklifini bugün müzakere edecek miyiz, etmeyecek miyiz? Bunu bir kere anlayalım.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Eski İstiklal mahkemeleri bu mahiyette değil midir?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim usul hakkındaki müzakereyi kâfi
görenler lütfen ellerini kaldırsın.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Reis Bey, müzakereye başlamadık ki usul
hakkındaki müzakerenin yeterliliğini oya koyuyorsunuz?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakere şu Hususi Komisyo
nun kanun teklifidir. Ancak bir usul meselesi vardır, Hükümet Reis evvelce teklif
edilen iki kanun tasarısının buna katılmasının müzakeresini teklif ediyor. Bunun
hakkında söz söyleyen arkadaşlarımız oldu. Bu husustaki müzakerenin yeterliliğini
oya arz edeceğim. Bu usul müzakeresini kâfi görenler lütfen ellerini kaldırsın. (gü
rültüler) Kâfi görülmedi. Müsaade buyurun, bir önerge var. Okuyoruz.

TBMM Başkanlığına
Hususi Komisyonun kanun teklifi ile Hükümetin sunduğu kanun tasarıları
görüşmelerinin birleştirilmesini teklif ederim. 24 Ekim 1922
Gaziantep Mebusu
Yasin
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim bu önerge ile Özel Komisyonun
kanun teklifi ile Hükümetin kanun tasarılarının birleştirilerek görüşülmesi teklif
ediliyor. Esasen Hükümet Reisinin de teklifi budur. Efendim, önergeyi kabul eden
ler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Söz Selahattin Bey'indir.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Komisyon tasarıları tetkik etmeden üzerine mesuli
yet alamaz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Mahiyeti, hükmü ayrı ayrı olan şeylerin birleştiri
lerek müzakeresinin imkânı yoktur.
YUSUF ZIYA BEY (Bitlis): Reis Bey bunların üçünü de ayrı ayrı mı müzakere
edeceğiz? Bu nasıl şey?
HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara): Bunların üçünün birden burada müzakeresinin
imkânı yoktur. Bunları Komisyona vermeli. Orada onları güzelce birleştirirler.

1281
SELAHATTİN BEY (Mersin): Efendim, Yunan işgalinden kurtarılmış yerlerde Hü
kümetin vazifesini iyi bir şekilde yapması Yüce Meclisin isteğidir, Milletimiz de
bizden ancak bunu istiyor. Bu yapıldığı takdirde şikâyetler de ortadan kalkar. Tabii
ki işgalden kurtarılan mıntıka gayet geniş ve büyük bir kıtadır. Orada yapılacak
çok işler vardır. Oraya tayin edilen memurların bir kısmı henüz yerlerine varma
mışlardır. Birçok arkadaşlarımız böyle şeyler Hükümetle olmaz, Hükümet birtakım
eski usullerle hareket eder, bu meseleleri fevkalade usullerle halledelim diyorlar.
Arkadaşlar, fevkalade usullerle halledelim demek, iktisadi, idari, hukuki meseleleri
kanaate göre hareket etmek demektir. Rica ederim, hangi memleket bu tarzda
idare olunur? Bunu her halde dengelemek lazımdır. Buraların ihtiyaçlarını acilen
ve süratle temin etmek Hükümet için her halde birinci tercih olmalıdır ve olmasını
temin etmek istiyoruz. Fakat böyle hiçbir hukuk ve icraatla halledilme imkânı ol
mayan meseleleri halletmek için serbestlik verdiğiniz zaman kendi elinizle idam
fermanını da yazmış olursunuz. Onun için, Vatana hıyanet ve harp meselelerini
ayrı tutarak, kurtarılmış yerlerdeki ganimet, terk edilmiş mallar, iskân, yiyecek ve
giyecek ihtiyaçları gibi meselelerin halledilmesidir. Bunların halledilmesi de yüklü
miktarda para ile mümkündür. Oralarda, mahallinde değil, daha buralarda Devlet
çe hallolunacak meseleler vardır. Hükümetten şunu sorarım, bu mıntıkalar elimize
geçtiği tarihten bu ana kadar Hükümet bu işler için kaç saat vakit harcamıştır?
Yani on Eylülden yirmi üç Ekime kadar oralardaki idarede istenilen süratin temini
ne için kaç saat çalışmıştır? İşte efendiler, ne kadar çalıştılarsa işler o kadar iler
lemiştir. Fakat böyle işlerin ağır aksak ilerlemesi, bu husus için çalışamadıkların
dan ileri gelmiştir. Eğer bunların bir an evvel yapılmasını istiyorsanız, Hükümetin
bu işlere daha fazla vakit harcamasını temin ediniz, zaman veriniz, imkân veriniz,
takip ediniz. Yoksa fevkalade usul ve tedbirlerle bu işleri başarmak istiyorsanız, bu
yapacağımız havada çalkalanmaktır. Onun için ben en basit esasları arz edece
ğim. Bir kere buralarda bir kısım halk vardır ki kasabaları tamamen yanmış olduğu
için açıkta kalmışlardır. Sonra bir kısım halkın elinden çift hayvanları alınmıştır,
ziraat yapamamaktadırlar. Bir kısım halk vardır ki bunların yiyeceği ve tohumluğu
yoktur. Bir kısım vardır ki çıplaktır, kıyafete muhtaçtır. Daha sonra bir kısım mallar
vardır ki bunlar da karmakarışık bir haldedir, şunun bunun eline geçmiştir. Şimdi
efendiler acaba bu işler fevkalade salahiyetlerle mahallinde mi hallolunmalıdır,
yoksa ilk evvela buradan mı işe başlanmalıdır. Ben bu noktayı meydana çıkarmak
isterim. Bir kere efendiler, biliyoruz ki Aydın Vilayetinin ve İzmir Vilayetinin köyleri,
kasabaları baştanbaşa yanmıştır, buraların ahalisi açıktadır. Bunlar için diyorum ki
yanmamış olan, İzmir gibi yerlerdeki büyük binalar lüzumlu lüzumsuz, şunun bu
nun işgalinde ve idaresinde bulunan binalara bu halkın bir kısmını yerleştirmek
mümkün değil midir? Mesela Manisa ahalisi için topluca Manisa Mahallesi olarak,
Alaşehir ahalisi için, Alaşehir Mahallesi olarak, toplu olarak bir arada yerleştirilsin.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar): Ziraatı kim yapacak?
SELAHATTİN BEY (Devamla): Müsaade buyurun efendim, sırasıyla arz edece
ğim. Hepinizin her istediği şeye bir kelime ile cevap vermek mümkün değil. Binae

1282
naleyh kasaba halkından açıkta ve meskensiz kalan insanlar için yapılacak şey
meydandadır. Bu adamlar trenle doğru İzmir'e gider ve orada iskân edilir. Birçok
binalar, konaklar, şunun bunun elinde duracağına, bunların sefaletine meydan
verilmemiş olur. Hayvanları elden gitmiş olanlar varsa çift hayvanatı vermek me
selesi var. Sonra köyleri yanan halk var. Bunları en yakın köylere yerleştirmek
lazımdır. Başka çare yoktur. Çünkü bunlar tarlalarından da istifade etmek mecbu
riyetindedir ve lazımdır. Ordudaki çift hayvanlarının bunlara verilmesi farzdır. Hay
vanlar ordu elinde ölecektir, bunları kurtarmak lazımdır. Geçen gün Ragıp Bey'in
buyurduğu gibi meselâ Kütahya civarının, Afyon civarının, Uşak civarının ve birta
kım yerlerin hayvanları toptan Yunan askerlerini ile birlikte batıya sürülmüştür.
Bunu burada evvelce de söylemiştim ve tekrarla Hükümetin ehemmiyetle dikkatini
çekerim. Fakat serbest bırakılırsa Ordu bir tek hayvan vermez. Bunun Hükümetçe
yapılmasını temenni ederim. Tohumluk meselesine gelince, gerek Ordumuzun
elindeki ambarlar, gerek işgal olunan yerlerde Yunan Ordusundan ele geçen am
barlar ve gerekse Maliyenin elinde bulunan ambarlar vardır ve bunların böyle ol
duğunu biliyoruz. Binaenaleyh kurtarılmış yerlerdeki yardıma muhtaç ahalinin
ıstırabına ve ihtiyacına çare olmak üzere bu ambarlardaki hububatın derhal tren
lerle sevk edilmek üzere listesi yapılmalıdır. Terk edilmiş Rum malları meselesine
gelince, bu bütün bütün ayrı ve geniş bir meseledir. Bu mallar hemen paraya çev
rilmelidir. Onun paraları muhacirlerin ihtiyaçlarına karşılıktır. Başka bir şey düşü
nülemez. Binaenaleyh bu dört heyet kendi düşüncelerine göre şurada, burada
buldukları kadar yapacaklarına göre, bu işleri Hükümeti Merkezi olan burada hal
lederek, Ordudan ne kadar hayvan alınabilecektir, ne kadar hububat alabilecektir,
hangi ambarlardan alınacaktır, nerelere ne kadar verecektir, bu işler için emirler
vererek buradan yaptırabilir. Ben bakıyorum, Hususi Komisyon en kolay yola git
miştir. Yani, dört heyet bildiği gibi yapsın diyor, onların vicdanına terk ediyor. Bu
idare tarzı en kolayıdır. Ama bu tarz, başkasına söz hakkı tanımaz. Bunun kadar
fena bir şey yoktur. Onun için Hükümetin teklifinde hiç olmazsa memurları çalış
tırmak için heyet istenildiğini görüyorum, fakat bu da yanlış ve eksik düşünülmüş
tür. Murakabe heyetine lüzum yoktur. Binaenaleyh yapılacak şey, ne Hükümetin
dediği ve ne de hiçbir zaman Hususi Komisyonun dediği olmasın. Buralara iki
umumi müfettişi tayin edilir. Bunların yanlarına vekâletlerden müfettişler verirler,
giderler, vazife ederler. Bunlar eksik memurları mahallinden tamamlarlar. Fenalık
yapanları doğrudan doğruya buraya dahi bildirmeden cezaya çarptırırlar. Hem de
Hükümet makinesi işler bir şekle girmiş olur. Ondan sonra, oralı mebuslar da bu
hususta birer müfettiştirler. Birçok yerlerde köyler yapmak gibi işler için teklifte
bulunur ve lazım olduğu kadar bu meseleler için Hükümeti haberdar ederler. Yok
sa fevkalade kanun, fevkalade nizam şekillerine gitmeye lüzum yoktur. Yapılacak
şey, umumi müfettişliği o iki vilayette tatbik etmektir ve her yerde bunun tatbiki
zaten lazımdır. Bunların yapılmasını ve bu kanunun da ne şekilde verilecek ise,
Yüce Heyetinize verilmesini teklif ediyorum.
NECİP BEY (Mardin): Bu çareler bulununcaya kadar da halk açlıktan ölecek.

1283
SELAHATTİN BEY (Devamla): O zamana kadar memurlar gider, ve iş görürler.
Eğer siz bunu beğenmiyorsanız daha iyi tedbirler bulursunuz.
1
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): İnna lillah ve inna ileyhi raciun.
VEHBİ EFENDİ (Konya): Sen sağ ol...
DR. RIZA NUR BEY (Sağlık ve Sosyal Yardım Vekili): Efendim hunhar bir düşman,
Memleketimizdebiz türlü
birtakım
türlü faciayı
mühim yaptı
meseleleri
ve onu daha
ikiyesonra attık. Fakat kurtardığımız
memleketlerde, meseleler karşısında kaldık. Bu mühim mese
leler acil tedbirler istemektedir. Bu ayırmak istiyorum. Birisi adli,
diğeri de sosyal yardım meseleleridir. Adli meselelerden, birtakım insanlar vardır
ki Vatana hıyanette bulunmuşlar ve bugün onların birçoğu tevkif edilmiştir, hapis
haneler doludur. Fakat en büyük hıyaneti yaptıkları halde tevkif edilmeyerek ceza
sız gezenler de vardır. Vatana ve kan kardeşlerine karşı en büyük hıyaneti yapan
lardan serbest dolaşanlar vardır. Bu vaziyete karşı tahammül edilemez ve bunlar
için acilen bir şeyler yapmak lazımdır. Adalet de bunu gerektirir ve tevkif olunanlar
içinde günahsızlar varsa bunlar da dışarı çıkarılmalıdır. İdam edilecek insanlar
varsa çarçabuk idam edilmelidir. Şüphesizdir ki ihanet eden insanlar sokaklarda
serbestçe dolaştırılamazlar. Demek bir kere bu hususta acil tedbirle almak gereki
yor. Sonra terk edilmiş mallar ve ganimet meselesinin ehemmiyeti karşısındayız.
Çünkü bir tarafa bırakıyoruz, vatandaşlarımızdan bir kısım halk, bir kütle bir yere
yığılmış duruyor. Başını sokacak evi ve yeri yok. Hâlbuki diğer tarafta terk edilmiş
birçok binalar var, boş duruyor ve içine kimse giremiyor.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Hatta yıkıyorlar.
DR. RIZA NUR BEY (Devamla): Evet yıkıyorlar, tahrip de ediyorlar, hepsini biliyo
ruz. Demek bu hususta acil tedbirler lazım. Sonra ganimet meselesi var ki adalet
bunların da yerli yerine teslimini icap ettiriyor. Diğer taraftan yardımlara dair mese
leler var, iskân, yiyecek ve giyecek gibi meselelerdir. Yani halkın bu yüzden birçok
ihtiyaçlarına karşı acil davranarak, onları kurtarmak bir zaruret halindedir ve bunla
rın hayatlarını devam ettirmek lazımdır. Şimdi ekim zamanıdır. Tohumluk vermeli
ki tarlalarını eksinler. Eğer şimdiden ekemezlerse gelecek sene açlıktan ölecek
lerdir. Onun için bu hususu da şimdiden temin etmek icap eder ve bu işi geciktirir
sek çok feci manzaralar karşısında kalır ve sonra başa da çıkamayız.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Rusya'ya döneriz.
DR. RIZA NUR BEY (Devamla): Fakat efendiler, her bir halimizi itiraf etmeliyiz.
İyiliğimizi de, kötülüğümüzü de söylemeliyiz ki, onlara çare bulalım. Gizli kalan
dert derman bulmaz. Devlet idaresinin bize devrettiği birtakım eski usul ve kanun
lar vardır. Mahkemelere dair birtakım meseleler vardır. Demek ki elimizdeki mev

1
Bakara Suresi 156.Ayet "Şüphesiz biz Allah'tan geldik ve o'na döneceğiz." Genellikle bir
kişinin ölüm haberini aldıktan sonra söylenir.
1284
cut usullerle, bu işe girişemeyeceğiz. Hükümet bunu düşünmüştür ve fevkalade
tedbirlerin lüzumunu takdir etmiştir. Fakat efendiler, fevkalade tedbirler alırken
birbiriyle çelişecek idariyi kurmayı Hükümet istememektedir. Çünkü bu surette
idarede karışıklıklar meydana gelir. Hususi Komisyonun yaptığı kanunda öyle
fevkaladelikler var ki mesela o kanuna göre kurulacak komisyonlar mahkemelere
tesir edecekler. Bu hiç olur mu? Bu işi böyle yapın, bu işe şöyle hüküm verin diye
mahkemeye bir şey söylenebilir mi?
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Maksat işleri hızlandırmaktır.
SAMİ BEY (İçel): O tesirleri filan kanun teklifinin neresinde buldunuz?
DR. RIZA NUR BEY (Devamla): Burada mevcut, "memurların hepsine..." deniyor.
SAMİ BEY (İçel): Gerekçeyi de okuyunuz.
DR. RIZA NUR BEY (Devamla): Maddelerde var, efendim. Bu fevkalade salahiyetle
bu heyetler ne yapacaklar? Mesela Sağlık Vekâletine ait bir memuru, veya Adalet
Vekâletinin bir hâkimini azil veya tayin edecekler. Hiç hâkimin azil ve tayin böyle
olur mu? Tabii olamaz. Ya ne olur? Bu heyetler giderler, bu memurun bir suçunu
görürse onun vekâletine yazarak azlini talep edebilirler. Hükümetin teklif ettiği
kanunda öyle bir madde vardır ki azlini isteyen yazıya üç gün içinde bir cevap
alamazlarsa kendileri azledilebilirler. Bakınız Hükümet ne kadar kolaylık gösteri
yor. Biz öyle bir kanaatteyiz ki bunlar bugün hemen çıkarılırsa ve tatbikleri için
Hükümete havale edilip emir verilirse, zaten teklif edilen talimatlar gereğince kur
tarılmış yerlerdeki meseleleri halletmek için birtakım komisyonlar teşekkül ediyor.
Binaenaleyh Hükümetiniz onların derhal tatbikine başlayacak. Hükümetin düşün
düğü bir nokta daha var. Acaba bu heyetler bu işi görür mü? Bu memurlar gide
cek, bu komisyonlar teşekkül edecek ama evet halimizi de biliyoruz. Bazen işlerde
gecikmeler olur. Bunun için de Hükümet bu işlerle ne dereceye kadar meşgul ol
muştur? Efendiler bizde o kadar iş var ki Yüce Meclis gündüzün öğleden sonra
toplantıya başlar, dört beş saat çalışır. Fakat biz sabahtan akşama ve ekseriya da
geceden sabaha kadar çalışıyoruz. Görüyorsunuz ki, işlerimiz çok. Boş da durma
dığımız halde yine yetişemiyoruz. Bunun için bu işleri de bizim üzerimize bıraka
cak olursanız, görülemeyeceğine şimdiden hazır olunuz. Biz yalnız nezaret edebi
liriz. Biz bu komisyonları teşkil edip yerlerine koyacağız, fakat bize göz lazım. Bu
komisyonlar çalışıyor mu, çalışmıyor mu? Bunu öğrenmek için de şu çareyi dü
şündük, mebus arkadaşlarımızdan dört heyet onların başında bulunsun. Yani
umumi müfettişlik meselesini burada bahis mevzu ederek onun tatbikini isteyen
arkadaşlarımızın fikrine geliyoruz. Bugün Umumi Müfettişlik Kanunu çıkacak da
tatbik edilecek denirse çok zamanlar geçecektir. O halde mebus olan arkadaşla
rımız bunların yerini alabilir. Bu arkadaşlar maiyetlerinde birer heyetle çıkıp işleri
takip ve murakabe edecek, çalışmayan memurları cezalandırmak için alakalı ve
kâlete yazacak ve biz de derhal ceza vereceğiz. Bundan daha iyi ne şekil olur,
efendim?

1285
SELAHATTİN BEY (Mersin): Siz gönderilecek olan heyet veya komisyon her ne
ise dört olsun diyorsunuz. Ben de iki diyorum. O halde mesele kalmıyor demektir.
DR. RIZA NUR BEY (Devamla): Biz bunun taraftarıyız. Başka mesele yoktur,
efendim.
ZİYA HURŞİT BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Komisyon adına söz isterim...
OSMAN BEY (Lazistan): Her bir hatibin konuşmasından sonra Hükümet veya
Komisyon çıkacaksa işin içinden çıkılmaz. Usuldür, not tutulur ve sonradan cevap
verilir.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Komisyon ilk defa olarak izahat
veriyor.
ZİYA HURŞİT BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Efendim düşman tarafından işgal
edilen arazimiz düşmandan temizlendikten sonra o arazide fevkalade bir vaziyet
meydana geldi. Bu fevkalade vaziyeti herkesle beraber Hükümet de gördü ve
arkadaşlarımızın bu mesele üzerine önergeler vermeleri üzerine Hükümet de iki
kanun tasarısı hazırladı. Bu iki kanun tasarısı alakalı komisyonlara gitti. Birisi red
dedildi diğeri de bambaşka bir şekilde geldi. Binaenaleyh bu kanun tasarılarının
müzakeresi bitemedi. Nihayet Kütahya Mebusu Ragıp Bey'in bir teklifi üzerine
mesele yeniden dikkate alınmak üzere bir Hususi Komisyon kuruldu. Komisyonun
raporu hazırlanıp çıktıktan sonra Hükümet, biri reddolunan ve diğeri de bambaşka
bir şekil alan eski tasarılarını buraya tekrar getirdi ve beraber müzakeresini teklif
eyledi. Demek bundan yirmi gün evvel Hükümet ne düşünüyorsa şimdi de aynen
onu düşünüyor. Hâlbuki dün Komisyonda biz toplandık ve bu mesele ile alakadar
vekâletlerde kimi müsteşarlarını, kimi müdürlerini gönderdiler. Komisyondaki mü
zakerede kurtarılmış seçim mıntıkalarındaki mebuslarından birçok arkadaşlarımız
da bulunuyordu. Komisyonda orada yapılan teşkilat ve idarenin ihtiyaca kâfi olma
dığı kanaati hâsıl oldu. Biz de bunları göz önünde bulundurduk, bu heyetler teşek
kül eder etmez onlara karşılık olmak üzere de Devlet teşkilatı olduğunu hatırladık.
Fakat takdir edersiniz ki birçok yerlerde ufak bir hadise oldu mu onun için bile
hususi şeyler yapılır. Bir memlekette sel olur, yangın olur, bir şey olur ve onlar için
mevcut kanunlara rağmen hususi şeyler düşünülür. Hâlbuki bu mesele tamamıyla
bambaşka bir mahiyettedir. İşgalden kurtarılmış arazi iki buçuk milyon nüfusa
sahip büyük bir arazidir. Orada yangın var, yıkıntı var, felaket var, her şey var.
Acaba bunlarla Hükümet ne dereceye kadar meşgul olabilir? Mevzuat ve mevcut
kanunlar meselesine gelince, burada itiraz edilen mevcut kanunların üstüne geç
mektir. Efendiler kanun ne demektir? Kanunun en son tarifi milli iradenin tecellisi
nin ifadesidir. İşte o kanundur ve Yüce Meclisten çıkar çıkmaz o tatbik edilir. Ka
nun vahi ile inmez. Kanun buna derler. (gürültüler) Kanunun tatbik kabiliyeti olup
olmadığını Yüce Meclisiniz takdir edecek. Rıza Nur Bey, kendileri burada bu kür
süden açıktan açığa kanunların birtakım karmaşası hakkında söz söyledikleri hal
de, bizim bu kanun teklifimizi neden uygun görmüyorlar? Kendileri onları birtakım

1286
menhubat komisyonlarına vermek istiyorlar. Demek asıl mesele, asıl madde, iki
kanunu muhafazadan çok, bizim komisyonun yaptığı ve Hükümet üzerinde müthiş
bir kontrol vazifesini görecek olan heyete Hükümetin itirazıdır. Şimdi burada ida
rede karışıklık olup olmayacağı meselesine gelince, idarede karışıklık ne zaman
olur? Ara yerde vazifeler taksim olunur, o vazifelerde iştirak olursa o zaman karı
şıklık olur. Hâlbuki bizim teklifimizde gönderilecek heyetler, oradaki memurlar
üzerinde amirdirler, ortada karışıklığa imkân yoktur. O memurlara emretti mi onlar
yapmaya mecburdur. (gürültüler) Başka türlü bunların önüne geçmek mümkün
değildir.

MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Hâkimlere de şöyle şöyle yapacaksınız diye emredecek


misiniz?
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Hayır efendim, şimdi birinci mesele olarak Vatana
hıyanet ve harp meseleleri görülür. Biz bu meseleyi müzakere etmedik. Mahkeme
lerimiz vardır diyoruz. Diğer meselelerden asıl mühim olanı terk edilmiş mallar,
yiyecek, iskân meseleleridir. Efendiler dün Hükümetin Komisyonumuza gönderdiği
üyelerin söylediklerinde kanaat getirdik ki Hükümet kâfi derecede sürat göster
memiş ve gereği kadar çalışmamıştır. Bilhassa görüyoruz ki Hükümetin buradan
almış olduğu beş yüz bin liralık tohumluğu sevk ederken asıl ziraatla meşgul olan
mıntıkalara az para ve ziraatla meşgul olmayan yerlere çok para göndermiştir. Bu
en küçük bir misaldir. Mesela İzmir'e yirmi bin lira veriliyor, ondan daha fazla ziraat
memleketi olan yere de beş bin lira veriyor. Sonra çift hayvanatının taksiminde de
bunu görüyoruz. Yüce Meclis fevkalade tedbirler için bütün işleri birleştirmek üzere
bir makam ve bir heyet icat etmek mecburiyetindedir. Dünyada harpten çıkmış bü
tün memleketleri tetkik edersek, bunun lüzumunu derhal anlarız. Gerek Komisyo
numuzun raporuna itiraz eden Selahattin Bey ve gerek Rıza Nur Bey'in söyledikle
rinden öyle anladım ki zannederim Yüce Heyetiniz de aynı kanaattedir, Hükümet
işgalden kurtarılmış yerlerde hiçbir şey yapamadı. Oraların mebusları da şahittir
ler, bu meydandadır. Bu neden ileri geliyor? Ya mevcut kanunlar tatbik edilmiyor
veya onlar kâfi gelmiyor veya Hükümet makinesi layıkıyla işlemiyor. Acaba Hükü
met bu heyetlerin gitmesine neden razı olamıyor?
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Hükümet razı oluyor efendim, olmuyor değil.
Fakat onların nasıl olacağını teklif ediyor?
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz, eğer gidecek heyetler sade
ce teftişle meşgul olacaksa bunun ne faydası olur? Oraya Hükümetin göndereceği
heyet yürütme salahiyetine sahip olmadıktan sonra onlar neye yarar? Hâlbuki
bizim göndereceğimiz heyet bilakis birçok resmi daireleri bir araya toplayarak fev
kalade çalışacak olan heyet geçici bir zaman içindir, o da üç ay. Bunların bu işleri
daha iyi yapabileceğini düşündük. Mesela bu heyet derhal çiftinden tarlasından
ayrı kalmış olan köylüye terk edilmiş Rum mallarından malum olan muamelelere
lüzum kalmaksızın hayvan ve tarla verecek ve bugünkü yolsuzluğa da yer kalma
yacaktır. Şimdi Alaşehir'deki hayvanlar İzmir'e gitmiş, orada dağıtılmıştır. Bir de

1287
mahallerinden on kere yazı yazılacak, cevap alınacak, ziraat mevsimi geçecek,
kış gelecek. Hükümetin düşündüğünü arz edeyim, iskân için Vekâleti bir talimat
yapmış. Köyler şöyle yapılacak, caddeler şöyle olacak, evler böyle olacak. Köylü
ev yapmaya kalkarsa Sağlık Vekâletine müracaat edecek. O da diyecek ki hayır
sen böyle ev yapamazsın, çünkü krokiye uygun değildir.
DR. RIZA NUR BEY (Sağlık ve Sosyal Yardım Vekili): Hayır, siz yanlış anlamışsınız.
Ben size izah ederim.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Beyefendi henüz normal zamanda yapılamayan
işleri bu kurtarılmış yerlerde tatbik etmek istiyorlar. Yanmış, yakılmış yerleri tecrü
be tahtası yapmaktansa, oradaki halkın ihtiyaçlarını en acil tedbirlerle gidermek
lazımdır. Bunun için fevkalade kanunlarla emir verilirse, bunda hangi kanunsuzluk
görülür. Bu, gelişi güzel tatbik olunmayacaktır. Komisyonun tespit ettiği şekil böyle
kırtasiyecilikle ve merkezden devamlı müdahalelerle vakit geçirmektense, mahal
linde emirler verecek olan heyetlerin lüzumunu ihtiyaç görmüş ve bunu Yüce He
yetinize teklif ediyor. En münasip çare budur. Sonra Rıza Nur Beyefendinin bu
yurdukları, mahkemelere tesir nereden çıktı. Böyle bir şey düşünülebilinir mi? Rica
ederim, Hükümet veya bir kimse bir hâkime sen şu meseleyi şöyle neticelendire
ceksin diyebilir mi? Tabii diyemez. Rıza Nur Beyefendi göndereceğimiz memurları,
kendi memurlarına benzetiyor. Biz o kanunu orada, burada paçavra olmak üzere
çıkarmıyoruz. Bu işler itimat ve emniyetle görülecektir. Memleketin her tarafında
çıkan ufak bir yangın, bir zelzele için de komisyonlar teşekkül ettiği ve fevkalade
kararlar alındığı halde, bu büyük yangında Meclisin çaresiz kalmasının doğru ola
mayacağı ve Hükümetin daha önce reddolunan bir iki teklifinin tekrar kâfi görül
mesi oralar için hiç kâfi gelemeyeceği kanaatindeyim.
DR. RIZA NUR BEY (Sağlık ve Sosyal Yardım Vekili): Size bir soru soracağım. Be
nim hangi memurum kanunları paçavra yapmıştır? Misallerini gösteriniz. Hata
ediyorsunuz. Paçavra yapanlar kimlerdir. Gösteriniz, varsa ben onları cezalandırayım.
Siz de beni cezalandırınız. Yoksa bu hükmünüz olmuş değildir. Söylemelisiniz rica
ederim. Böyle isnat olmaz.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Siz mahkemelere bu heyetlerin tesir ettiğini nere
den çıkardınız?
DR. RIZA NUR BEY (Sağlık ve Sosyal Yardım Vekili): Daha siz memur olmadınız
neden söylüyorsunuz? Mahkemelere tesir edecek diye demagoji ile bu kanunu
çürütmek istiyorsanız orasını bilemem. Bu sözler demagojidir.
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Rica ederim müsaade buyurun göndereceğiniz
heyetlerin hangisi, memurin üzerinde işin neticelenmesi için tesir edecektir? Oy
hakkı olmaksızın nasıl mahkemelerde hakem vazifesi yapacaktır? Bu iş mebuslar
hakkında düşünülmüştür. Gerekçeyi okusaydılar hiç böyle sözler olmazdı. Hükü
met, Kanunu Esasinin teyit ettiği şeyi bozacak olan Menhubat Komisyonları Kanu
nunu buraya getirmiştir. Rica ederim, hangi taraf daha hakka hukuka uygundur?
Takdir buyurunuz. Ben Hususi Komisyon raporunun kabulünü teklif ediyorum.
1288
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Arkadaşlar, bir kahpelikle mamur memleketlerimiz
kahpe bir düşmana kaptırılmıştı. Yine büyük bir cengâverlikle ve hiç ümit edilme
diği halde Allahın yardımıyla Bu mamur memleketlerimizi kurtardık. (ümidimiz
vardı sesleri)
SAMİ BEY (İçel): Ümidimiz vardı, o sözü düzeltiniz.
DR. ABİDİN BEY (Devamla): Evet ümidimiz vardı. Fakat böyle bir düşmanı pek
perişan ederek Memleketimizi tamamen pek yakında kurtaracağımızı ben doğrusu
biraz uğraşmakla mümkün olacağına kanaatim vardı. Bu yapılan hükümet içinde
hükümettir, deniliyor. Yani bu yapılan kanun ile aynı zamanda Komisyon raporunu
da beğenmiyorlar. Raporu bırak sen doğrudan doğruya esasa girişelim. Esas me
sele, inim inim inleyen bu halkın ihtiyaçlarını bir saat evvel, bir an evvel temin et
mektir, azizim. Şekille oynamayalım rica ederim, ister Hükümetinkini, ister bu ar
kadaşların yaptığını birleştirmek veya ne yapılacaksa çarçabuk bir ilaç bulmak
çaresine arayalım. (yaz reçetesini sesleri) Arkadaşlar ben Hükümet Reisine ve
bütün üyelere sorarım, yürütme salahiyetine sahip olan Meclis neden o işi yapa
maz? Fakat ihtiyaç karşısında biz yürütme salahiyetine de sahibiz. (yaşa sesleri)
Binaenaleyh Hükümet tarafından gönderilen memurların, gönderilen heyetlerin
katiyen hiçbir iş görmediklerini her gün ve her saat oralardan dönen mebus arka
daşlarımız burada pek yanık olarak söylüyorlar. Bunlara inanalım mı, inanmayalım
mı? İnanıyor musunuz, inanmıyor musunuz? (inanıyoruz sesleri) Öyle ise bunun
hal çaresini bulmak lazımdır, azizim. (bravo sesleri, alkışlar)
DURAK BEY (Erzurum): Efendiler, zannediyorum ki bu meseleyi bugün ne kadar
müzakere etsek neticelendiremeyeceğiz. Ben Hükümetin teklif ettiği tasarı ile bu
Hususi Komisyonun yaptığı şekil arasında büyük bir fark görmüyorum. Çünkü her
ikisi de bir kontrol heyetinin gitmesine aittir. Demek ki mesele kalmıyor. Hükümet
de bunu kabul ediyor. O halde bugünkü bu münakaşa lüzumsuzdur. Bu kanun
teklifleri Komisyona gitmelidir. (hangi komisyona sesleri) Onu Yüce Heyetiniz bilir,
ister geçen gün kurduğunuz Hususi Komisyona, ister yeni bir Hususi Komisyon
kurar ve oraya gönderirsiniz. Ben bunu bilmem. Çünkü her iki teklif de bir kontrol
heyeti kabul ediyor, arada bir salahiyet meselesi kalıyor. Efendiler salahiyet mese
lesi de burada çekiştirmekle on günde de kırk günde de hallolunmaz.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim bunların müzakereleri birleştiril
miştir. Müzakere birleştirildikten sonra, burada tabii olarak müzakere edilecektir.
Bundan başka Komisyona verilmesine dair bir önerge de vardır. Fakat otuz arka
daşımız da söz almıştır.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Efendim bunları şubeye havale etmeli de arkadaş
lar şubede fikirlerini söylemeli.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim şöyle bir önerge var, Durak Bey
'in şifahi teklifine biraz benziyor.

1289
TBMM Başkanlığına
Birleştirilerek müzakeresi kabul edilen tasarıların, Hususi Komisyonla
beraber, Sağlık, Maliye, İçişleri, Adalet ve İktisat vekillerinin iştirakiyle uygun bir
rapor ve bir kanun tasarısı şeklinde hazırlanarak Meclise göndermeleri husu
sunun oya konulmasını teklif ederim. 27 Ekim 1922
Gaziantep Mebusu
Yasin
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Bu önergeyi kabul edenler lütfen ellerini
kaldırsınlar. Efendim, kabul edilmiştir. Bütün tasarıları Hususi Komisyona veriyo
1
ruz. Çarşamba günü saat bir buçukta toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum.

(Altı gün sonra 30 Ekim 1922 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, celse açılmıştır. İşgalden kurta
rılmış yerler için hazırlanan kanun tasarılarının müzakeresine başlıyoruz. Şimdi iki
kanun var. Evvela Hususi Komisyon raporunu okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Seçim mıntıkası ile İzmir ve havalisinden dönen Kütahya Mebusu Ragıp
Bey'in Meclis tarafından kabul edilen önergesi gereğince, işgalden kurtarılan
vilayetlerimizdeki fevkalade vaziyetlere karşı lazım olan tedbirleri almak üzere
teşekkül eden Hususi Komisyonumuz, Sağlık, Maliye, İçişleri, Adalet ve İktisat
vekillerinin de katılmalarıyla toplanarak Menhubat Komisyonları Kanun Tasarısı
ile Seyyar Ceza Mahkemeleri Kanun Tasarısını ve Fevkalade Heyetler Kanun
Tasarısını tetkik ve müzakere ile hazırlamış ve Yüce Meclise takdimine karar
vermiştir. 25 Ekim 1922
Hususi Komisyon Bşk. Raportör Üye Üye
İ.Suphi Ziya Hurşit Fikret
Üye Üye Üye
Süleyman Hasip Tunalı Hilmi
Üye Üye Üye
Necip Hilmi Necip
Üye
Sami
(Yargı salahiyeti ile faaliyette bulunacak olan menhubat komisyonları kararlarının

1
TBMM Zabıt Ceridesi (24 Ekim 1922), 1.Dönem, c.24, s.118-136, http://www.tbmm.gov.tr/
1290
idare meclislerince değil, mahkemece tetkik edilmesi kanaatindeyim.)

YUNANLILARDAN KURTARILAN YERLERDE MENHUBAT KOMİSYONLA


RININ KURULMASINA VE VAZİFELERİNE DAİR KANUN TASARISI
Madde 1. Düşmandan kurtarılan Vatan topraklarında, işgal devam ettiği müddetçe
ve daha sonra bu komisyonların teşekkülü tarihine kadar bir suça dayanmaksı
zın alınmış ve gasp edilmiş olan gayrimenkul mallardan bin liraya kadar kıymeti
olan her nevi malın ve emsaline uygun gayrimenkullere ait olup miktarı tecavüz
etmeyen işgal, tahliye davalarına ve sahibi bilinmeyen ve bin liradan az olan
hak ediş davalarına bakmak üzere her vilayet, liva ve kaza merkezlerinde en
büyük idare amirinin veya onun uygun bulacağı birinin reisliğinde birer
menhubat komisyonu kurulur. Büyük şehir ve kasabalarda birden fazla komis
yon kurulabilir.
Madde 2. Menhubat komisyonları reisten başka altışar üyeden meydana gelir
ve işe başlama tarihinden itibaren en fazla dört ay müddetle vazife yaparlar.
Madde 3. Bu komisyonların üyeleri, her yerin idare ve belediye meclisleri tara
fından, iffet ve istikametiyle kendini gösteren kimseler arasından seçilirler. İda
re ve belediye meclisleri üyeleri bu komisyonlara üye olamazlar.
Madde 4. Komisyonların verdiği kararlar beş gün içinde taraflardan birinin veya
üçüncü şahsıların itirazı üzerine komisyonun bulunduğu yerin idare meclisi
tarafından tekrar tetkik olunur. Bu kararlar katidir. Her komisyonun bulunduğu
yerin savcısı umumi hakları muhafaza ederek müddeti içinde idare meclisine
itiraz ve tetkik talebinde bulunmaya salahiyetlidir.
Madde 5. Katiyet kazanan komisyon kararları zabıta tarafından icra olunur.
Madde 6. Üyelerin seçimleri ve komisyonların teşkil ve vazifeleri, Adalet ve
İçişleri vekâletleri tarafından hazırlanacak bir tüzük ile tayin olunur.
Madde 7. Bu kanun yayınlandığı tarihte yürürlüğe girer.
Madde 8. Bu kanunun tatbikinde Adalet ve İçişleri Vekilleri vazifelidir.

DÜŞMANDAN KURTARILAN VE KURTARILACAK OLAN MEMLEKETLERDE


KURULACAK MUVAKKAT CEZA MAHKEMELERİNE DAİR KANUN TASARISI
Madde 1. Düşman işgalinden kurtarılan memleketler dâhilinde işgal tarihinden
itibaren oralardaki mahalli idarenin tekrar kurulması zamanına kadar işlenmiş
olan suçların sahipleri hakkındaki davalara bakmak üzere maddeleri aşağıda
yazılı muvakkat ceza mahkemeleri kurulmuştur.
Madde 2. Mahkeme kurulacak yerler en fazla yirmi mıntıkaya bölünüp, her
mıntıkaya memurlarıyla birlikte seyyar olarak vazife yapmak üzere bir hâkim ve

1291
bir savcı tayin olunur.
Madde 3. Bu mahkemeler, birinci maddede yazılı olan suçlar için, bütün idari ve
askeri ceza kanun ve nizamlarının hükümlerini tatbik ederler ve Vatana Hıyanet
Kanunu usulüne göre bakarlar. Ancak hâkim, kendisine bakması arz edilen
davalarda, işgal ve işgalden dolayı bir vaziyet itibarıyla istisna gördüğü mese
leyi alakalı mahkemeye sevk etmek salahiyetine sahiptir.
Madde 4. Bu mahkemelerin vazife ettikleri mahaller zabıtası, seyyar mahkemelerin
vazifelerine ait hususlarda o mahkemenin emrinde olup ihmal ve gevşeklikleri ha
linde mahkemece doğrudan doğruya mesul edilirler.
Madde 5. Bu mahkemeler vazifeye başlama tarihinden itibaren azami dört ay
içinde baktıkları davaları neticelendirmekle mükelleftirler.
Madde 6. Bu kanun yayınlandığı tarihte yürürlüğe girer.
Madde 7. Bu kanunun tatbikinde Adalet ve İçişleri Vekilleri vazifelidir.

KURTARILAN YERLERE GÖNDERİLECEK FEVKALADE HEYETLER HAK


KINDA KANUN
Madde 1. Kurtarılan yerlerde harpten dolayı idari, iktisadi, mali, sıhhi meseleleri
ve halkın ihtiyaçlarını tetkik ile Hükümet teşkilatını hakkıyla çalıştırmak, seyyar
hâkimlerle, menhubat, sosyal yardım ve terk edilmiş mallar komisyonlarının
faaliyetlerini yakından murakabe ve takip etmek üzere dört yerde, Bursa, İzmir,
Balıkesir ve Kütahya'da fevkalade heyetler kurulmuştur.
Madde 2. Her heyet, Büyük Millet Meclisinden seçilmiş üç üye ile beraberinde
danışman olarak Maliye, Adalet, Sosyal Yardım, İçişleri, İktisat vekâletlerinden
seçilmiş birer üyeden meydana gelir.
Madde 3. Heyet üyeleri, birlikte vazife ederler ve icabına göre heyetin mesuli
yeti altında ayrı ayrı da çalışırlar. Heyetler Büyük Millet Meclisine bağlı ve me
suldürler.
Madde 4. Heyetler, vekâlet müfettişleri hakkında yürürlükte bulunan kanun ve
tüzükleri tatbik etmekle beraber, azil ve tayinleri Merkeze ait memurları azil ve
tayin ettirmek veya muhakemeye sevk etmek üzere gerekçe ile alakalı vekâlete
bildirirler. Üç gün içinde cevap verilmediği takdirde işten el çektirmeye salahi
yetlidirler.
Madde 5. Bu kanun, yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer ve bahis
mevzu mahkemelerle komisyonların devamı müddetine kadar yürürlüktedir.
Madde 6. İşbu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından yürütülür.

1292
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Evvela Menhubat Kanunundan başlayalım.
Bu müzakere olunacaktır. (tamamı müzakere olundu bitti sesleri)
OSMAN BEY (Lazistan): Her üç kanun hakkında üyelerin kanaatleri farklı olabilir.
Binaenaleyh ben evvela Menhubat, sonra Seyyar Mahkemeler ve sonra Fevkala
de Heyetler kanunlarının ayrı ayrı müzakeresini ve doğrudan doğruya maddelere
geçilmesini teklif ediyorum. Esasen kanunların tamamı hakkında müzakere cere
yan etmiş ve Yüce Meclis bu hususta bir fikir ve kanaat edinmiştir. Ben bunu teklif
ediyorum. Vakit boşa geçmesin.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Osman Bey'in teklifini oylarınıza
arz ediyorum. Bu üç kanunun tamamı hakkındaki müzakereleri kâfi görüp maddelere
geçilmesini kabul edenler el kaldırsın. Maddelere geçilmiştir. Efendim, Menhubat
Kanununun maddelerinden müzakereye başlıyoruz. Kanunun 1.Maddesi okunuyor.

YUNANLILARDAN KURTARILAN YERLERDE MENHUBAT KOMİSYONLA


RININ KURULMASINA VE VAZİFELERİNE DAİR KANUN TASARISI
Madde 1. Düşmandan kurtarılan Vatan topraklarında, işgal devam ettiği müddetçe
ve daha sonra bu komisyonların teşekkülü tarihine kadar bir suça dayanmaksı
zın alınmış ve gasp edilmiş olan gayrimenkul mallardan bin liraya kadar kıymeti
olan her nevi malın ve emsaline uygun gayrimenkullere ait olup miktarı tecavüz
etmeyen işgal, tahliye davalarına ve sahibi bilinmeyen ve bin liradan az olan
hak ediş davalarına bakmak üzere her vilayet, liva ve kaza merkezlerinde en
büyük idare amirinin veya onun uygun bulacağı birinin reisliğinde birer
menhubat komisyonu kurulur. Büyük şehir ve kasabalarda birden fazla komis
yon kurulabilir.

MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): 1.Madde, Kanunun hemen hemen ruhunu ve


tamamını teşkil ediyor. Binaenaleyh mütalaam da Kanunun tamamı hakkında
olacaktır. Hiç şüphesiz takdir buyurursunuz, işgalden kurtarılmış yerlerde görüle
cek işler pek çoktur. Fakat Maddede ifade edilen bin lira kıymetindeki davalara o
menhubat komisyonları bakamayacaklardır. Bakacakları davalar gayet mahduttur.
Binaenaleyh bir miktar koymak yanlıştır. Bir kuruşla, bin kuruşun, bin lira ile on
bin, yüz bin liranın belki kemiyet itibariyle farkı vardır, fakat keyfiyet itibariyle, in
sanlara onun vermiş olduğu hak itibariyle, kıymeti eşittir. Menhubat komisyonları
nın göreceği vazifeyi mahalli mahkemeler daha iyi yapabilir kanaatindeyim. Yalnız
bir an evvel bidayet mahkemelerinin mahallerinden işe başlattırılması şarttır. Bir
zamanlar mahalli idare meclisleri itiraz davalarına bakarlardı, Şimdi de yine bu
vazifeyi, yalnız itiraz hususunu idare meclislerine vermek suretiyle menhubat ko
misyonlarının göreceği vazifeyi hemen hallettirebiliriz. Binaenaleyh ben Menhubat
Kanununun aleyhindeyim. Bu kanunun vakit kaybedilmeksizin müzakeresi nin
reddini teklif ediyorum.

1293
NECİP BEY (Ertuğrul): Hükümetin bir buçuk ay evvel teklif etmiş olduğu bu tasarı
kabul edilmemiş ve Memlekette telafisi mümkün olmayan zararlar verilmiştir. Ha
kikaten mahkemelerin bu işi görmeleri çok iyidir. Fakat nazariyat ile iş yürümez ve
bunun imkânı yoktur. İstila gören yerlerde mahalli mahkemeler henüz teşekkül
edememiştir. Rica ederim biz gördük, işgalden kurtarılmış yerlerde fevkalade karı
şık işler vardır. Arazisi olan ve işleyecek gücü olan bugün işleyecek imkânlardan
mahrum kalmıştır. Sonra evvelce ziraatla uğraşmayanlar yalnız zorbalıkla diyeyim
birçok çift hayvanatına sahip olmuşlardır. Sahiplerinin elinden çıkmış, gaspçıların
ellerine geçmiş olan malların bir an evvel hakiki sahiplerine iadesi lazımdır. Bugün
silah kuvvetiyle bu malları muhafaza eden köylüler vardır, beyefendiler. Zavallı
halkın mallarını gasp etmişler, gayet sarp yerlerde binlerce hayvanları ellerinde
tutmaktadırlar. Mademki Hükümet var, mademki mahkeme var, binaenaleyh bu
vaziyetlerin olmaması lazım gelirdi. Hâlbuki gördük ve işittik, böyle malını aramak
üzere gidip de ümitsizce geri dönen köylüleri bizzat gördük. Mesele zannedildiği
gibi kolay ve basit bir mesele değildir. Her halde fevkalade ve şiddetli tedbirlere
ihtiyaç vardır. Bunun şimdiye kadar yapılmamasından dolayı, çok zararlar gördük.
Bari bundan sonra olsun bu zararlar devam etmesin. 1.Maddenin aynen kabulünü
rica ederim. (uygundur, değildir sesleri)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar, bir şehir itibariyle büyük bir yangın yeri
tasavvur buyurunuz. Henüz sönmüş, etrafına öksüzler, kimsesizler, açlar, çıplak
lar, eşyasız ve gıdasız bir halde yığılmış inim, inim inliyor ve bunlar kıpırdanıp da
kendi kendilerini kurtaramayacak bir haldedirler. Ne yazık ki on sekiz Eylülden beri
bu kanan tasarısı verilmiş ve neticelendirilmemiş bulunuyor. Allah, ilillah aşkına
ölenlere hürmeten arkadaşlar, bu kanunu bir an evvel çıkartalım.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Yemin ile tehdit ediyor.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Yani muhacirleri de mezara...
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim, bu kanunun bir an evvel çıkartılması arzu
edildiği halde ne yazık ki bu kanunun kurtarılmış yerlerdeki ahaliyi rahatlatamaya
cağını Yüce Heyetinize birer birer arz ve ispat edeceğim. Kanunun ismine dikkati
nizi çekerim. Menhubat ifadesi kullanılmak dolayısıyla, çapulculuk ve yağma keli
meleri zikredilmekte, altındaki ifadede de gasp edilen bin lira kıymetinde bulunan
şu ve şu malları sahiplerine vermek üzere komisyonlara salahiyet vermektedir.
Doğrudan doğruya işgalden dolayı, kanunsuzluk yapılarak, cürüm yapılarak, vic
dansızlık yapılarak halkın elinde bulunan malını almak, evini zapt etmek, parasını
almak, öküzünü almak gibi işlenen suçlardan gasp suçunu unutmuşlar ve geriye
bırakmışlar. Bunlar adi ve basit bir suçlu gibi mahkeme edilecekler ve tarafların
hakkını alıp vereceklerdir. (seyyar mahkemeler var sesleri) İstirham ederim, sey
yar mahkemelerin vazifelerini de söylediğim zaman anlarsınız. Bu, doğrudan doğ
ruya şu içinde oturduğumuz memleketlerimizin halkının arasında çıkan hadiseden
ibarettir. Bir adam kanuni hakkı olmaksızın diğer bir adamın evini işgal eder ve bir
adam kanuni hakkı olmaksızın diğer bir adamın hayvanını gasp eder. Bunların

1294
hepsine adi suç derler. Kanun yapmakla mükellef olan bir Meclisten, böyle kelime
leri bulunan bir kanun çıkarsa bize herkes güler, efendim.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Değiştirin efendim...
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Yalnız burada anlayamadığım bir mesele var, bu
maddeleri acilen tatbik ettirmek için bir heyet meydana getirerek halkın hakkını
ondan alıp ona vermek suretiyle alınan hakları iade etmek, aşağıdaki gösterdikleri
itiraz kapılarıyla tamamıyla duruyor. Rica ederim efendiler, aşağıdaki maddelere
temas etmek suretiyle arz ediyorum. Seyyar mahkemelerin cezalarını bir düşünü
nüz. Yüce Meclis İstiklâl mahkemeleri sıfatının icabından korktuğu kati bazı hu
susları bu kanun, o seyyar mahkemelere veriyor.
NECİP BEY (Mardin): Tek hâkim usulüyle...
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Rica ederim, hem de bir hâkime veriyoruz. Bir hâkim
istediği adamı asacak, kesecek... İstediği adamın malını alıp diğerine verecek ve
bunların tamamı Yüce Meclis adına yapılacak.
ZİYA HURŞİT BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Seyyar mahkemeler hakkındaki
fikirlerinizi arz etseniz daha iyi olur.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Efendim, Bu hem bu maddeye ve hem de bu kanunun
tamamına esas itibariyle Adalet Komisyonu reddedildiği için söylemeye mecbur
oluyoruz. Bizim böyle mütehassıs bir Komisyonda enine boyuna müzakere edip
de reddettiğimiz ve Hükümetin de geriye çektiği bir meseleyi bugün Yüce Meclisi
nize getirip de tekrar onun üzerende ısrar edilmek istenildiğinden dolayı biz de
onu reddeden Adalet Komisyonunun üyesi olmak itibariyle müdafaaya mecburuz.
Biz doğrudan doğruya eski Karakuş Mahkemesinin1 hükmü gibi hüküm vererek
meseleyi esasından, ta kökünden yıkmak suretiyle ortada gülünç bir halde kala
cağız. Binaenaleyh bu kanunun kabulüne katiyen lüzum yoktur. Eldeki mevcut
bulunan kanunlarla bu gibi yağma edilen malların tamamı hükme bağlanabilir.
Rica ederim bu Maddenin kaldırılmasını veya Kanunun tamamının reddini teklif
ediyorum. (doğru sesleri)

1
Mahkemelerin saçma sapan karar verilmesi halini ifade eder. Selahattin Eyyubi'nin veziri
Bahaeddin Karakuş'u yıpratmak için, rakibi tarafından yazılmış uydurma mahkeme kararlarıdır.
"Bir terzi ile avcı arkadaş olur ava giderler. Avcı attığı bir okla terzinin gözünü kör eder. Terzi avcıyı
dava eder. Kadı Karakuş terziye, anlat ne istiyorsun diye sorar. Terzi, efendim bu avcı benim gözümü
çıkardı. Mesleğim terzilik tek gözümle yapamıyorum avcı cezalandırılsın ve bedel ödensin, der.
Karakuş, avcının bir gözü çıkarılsın, diye karar verir. Avcı bu karara itiraz eder, efendim ben avcılıkla
geçiniyorum tek gözüm çıkarılırsa ok atamam, der. Karakuş bu defa, terzinin öteki gözü de çıkarılsın,
diye kesin hükmünü verir."

1295
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Efendim, Yüce Meclis Memleketin kurtarıcısı
olması dolayısıyla işgalden kurtarılmış yerlerde yapılan bütün yolsuzluklar her
halde bu Meclisi alakadar eder. Onun için Yüce Meclis vakit geçirmeksizin derhal
bu işlere el atmalıdır. Binaenaleyh Müfit Efendi Hazretlerinin buyurdukları gibi öyle
oralara mahkeme değil, suçluları mahkemeye vermek üzere idari bir heyetin gön
derilmesi daha uygundur. Ben de Hoca Efendinin fikrine iştirak eder ve maddenin
o şekilde değiştirilmesini teklif ederim.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Bizim hukukçu arkadaşlar adaletin tecellisini
ancak ve ancak mahkemelerde görüyorlar. Efendiler, mahkemelerimizde evvela
kadılarınız noksandır. Ayrıca Tanzimat döküntüsü olan muhakeme usulleri ile
bugünkü mevcut olan meseleleri halletmeye uğraşacak olurlarsa hiçbir şey yapa
mazlar. Tanzimat'ın bize açmış olduğu en büyük bela, işte bu muhakeme usulü
belasıdır. Senelerce düşmanın zulmü altında inleyen memleketlerde hukuk mese
leleri birbirine karışmış bir haldedir. Fevkalade mahkemeler lazımdır. Bunun size
şer'i olarak arz edeyim. Emaneti ehline veriniz derken, fıkıh sahipleri mecburiyeti
düşünerek, cahil ümmi kimseyi kadı yapmak caizdir derler. Zamanında işte böyle
mecburiyetler için komisyonlara birkaç ay için geçici olarak hüküm verme hakkı
vermek icap ediyor. Verilmezse iş görülmez, mümkün değildir. Mahkemelerimiz bu
işi mümkün değildir paklayamazlar. Her ne türlü döndürdüysek aleyhte, lehte der
ken şimdiye kadar kurulması lüzumlu olan komisyonlar veya fevkalade mahkeme
ler kurulamaması yüzünden Milletin Hazinesi milyonlarca zarar etmiştir. Rica ede
rim, bunu o kadar müzakere etmeyelim. Aynen kabulünü teklif ederim. (bravo
sesleri)
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Müfit Efendi Hazretlerinin pek âlimce
olan beyanatını dinledikten sonra buna ait beyanatta bulunmamak üzere fikirlerine
katıldığımı arz ederek söz söylemeyecektim. Fakat Şükrü Efendi Hazretlerinin
söyledikleri sözler beni burada tekrar söz söylemeye mecbur etmiştir. Efendiler,
Türkiye Devleti'nin umumi idaresi demek, asırlardan beri esaslar dâhilinde değil,
fakat teferruat üzerinde yapılan komisyonların aldığı kararlar, emirler, iradeler
demektir. Memlekette yapılan kanunlar maalesef kâfi olarak tetkik edilmediği gibi
bunun üzerinde de yürünmüyor. Bunun üzerinde yürünmediği için birçok komis
yonlar ile işin içinden çıkmak isteniliyor ve işler her gün biraz daha girift bir şekil
alıyor. Müfit Efendi Hazretlerinin verdikleri izahat hukuki ve ilmidir. Efendiler, ema
neti ehline vermek ne kadar lazımsa, adaleti mümkün olduğu kadar yürütmek de o
kadar lazımdır. Adalet Teşkilatı bu kadar zamanlık bir müessese olduğu halde...
RAGIP BEY (Kütahya): Halkı inlettiğiniz gibi...
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Adalet teşkilatı olduğu halde Memle
kette adaleti tesis edemediğini ve Ragıp Bey arkadaşımızın buyurduğu gibi halkı
inlettiğini iddia ettiğimiz halde, bu kadar karışık olan meseleyi mahalli idare meclis
lerine ve üyelerine vermekle bu halkın eski iniltilerine sonsuz iniltiler ilave edecek
siniz. (hayır, estağfurullah sesleri) Bu böyledir, efendiler. Rica ederim Tanzimat'ın

1296
döküntüsü denilen muhakeme usulü maalesef iyi tatbik edilen memleketlerde çok
güzel neticeler veriyor, işte bir tanesi Anadolu'nun karşısındaki Kıbrıs Adası. Ora
da aynen tatbik edildiği halde pek güzel neticeler veriyor. Fakat bizde tatbikatta
yapılan suiistimallerin sebep olduğu fenalığın önüne geçmek için hakiki tetkikat
erbabı, hakiki ilim erbabı yoktur. Neticede halkı komisyonlarla idareye sevk ediyor,
komisyonlarla meseleleri halletmeye kalkışıyoruz. (taraftarlık ediyorsun sesleri)
Katiyen taraftarlık manası çıkmaz beyefendi. Binaenaleyh Menhubat Komisyonu
Kanunu adıyla ortaya atılan kanunun hiçbir kıymeti yoktur. Maksadı teminden çok
uzaktır. Yeniden birçok kimselerin gözyaşı dökmesine sebebiyet verecektir. Bunun
katî surette reddedilmesiyle Adalet Komisyonuna verilerek yeniden bir kanun ha
zırlanması lazımdır. Bu şekliyle çıkacak olan kanunlar bizi daha çok geriye doğru,
Yunan idaresine doğru geriye atar, onu da bilmiş olunuz.
YASİN BEY (Gaziantep): Efendim, bu Hususi Komisyonun aleyhinde söz söyleyen
arkadaşlar Yüce Meclisin katiyen kabul ettiği bir kanaat üzerine hücum ediyorlar.
Bilhassa hukukçu arkadaşlarımız bu maddenin kelimesi üzerinde yürüyerek heyeti
kanunun tamamı aleyhinde bulunuyorlar. Hakikaten kendi fikirlerine göre hukuka
sığmayan bir nokta varsa, bir önergeyle bunun değiştirilmesini teklif edebilirler.
REFİK BEY (Konya) : Önergeye hepsi sığmaz.
YASİN BEY (Devamla): Efendiler, muhakeme hakkı komisyonlarla olmaz, diyorsunuz.
Bir kere bu komisyonlar her hangi bir valinin, her hangi bir mutasarrıfın, bir kay
makamın tayin ettiği ve işi sürüncemede bıraktırmak için kurduğu bir komisyon
değildir. Bu halkın komisyonudur. Çok rica ederim maddeye dikkatinizi çekerim.
Bu komisyonu kim seçiyor? Belediye ve idare meclislerinin üyeleri seçiyor. Bu
üyeler halkın seçtiği temsilcilerdir.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): İdare meclisi üyelerinin komisyonlara üye seçme hak
ları yoktur.
YASİN BEY (Gaziantep): Teşkilâtı Esasiye Kanununda vilayet şûrasına, nahiye
şûrasına veriyorsunuz efendiler. (kim veriyor sesleri)
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Gaziantep'e yüz elli sene sonra gelecek.
YASİN BEY (Devamla): Bilhassa Şükrü Beyefendi Karahisar Mebusudur. Memleketi
düşman işgalinden kurtarılmış bir arkadaşımızdır. Bu kanunu esas itibariyle teklif
eden Hükümet orada bugün görülen ve hepimizce de iyiden iyiye anlaşılan mese
lelerin fevkaladeliğini kavrayamayacağını anlayan Hükümet böyle bir komisyonla
bu işi görmeyi düşünmüştür. Böyle bir teklif yapmıştır.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Mahkemeleri lâğvedelim.
YASİN BEY (Devamla): İşgalden kurtarılmış yerler için hakikaten lazım olan ve
bugün kurulmasına pek geç kalınan bu menhubat komisyonlarının bütün bütün
gitmesi kelime ile oynanıyorsa, bu kelimelerin yerine başka hangi kelimeler koy

1297
mak lazım gelirse onu hukuk adına teklif ederler ve Yüce Meclis de kabul eder.
Çok rica ederim ben de memleketi yakılmış harap olmuş bir memleketin temsilci
siyim ve seçim mıntıkamın temsilcisi olmam sıfatıyla Yüce Meclisinizden istirham
ediyorum, hakikaten harpte işgale uğramış bir memleket halkının maddiyatında ve
maneviyatında birtakım fevkaladelikler vardır. Bütün hukukçular bir araya gelseler,
bu fevkalâdeliğin içerisinden çıkamazlar. O fevkaladelikler mahallinde onu bilen
kimselerin kendi idare ve usulleriyle halledilir. Ben de 1.Maddenin aynen kabulünü
teklif ederim.
RASİH EFENDİ (Antalya): Efendim, benden evvel konuşan arkadaşlarımızın bazı
sı, bu işin sulh mahkemeleriyle halledilmesi mümkündür, bu işleri böyle bir komis
yona vermektense mahkemelere vermek daha uygundur, dediler. Fakat maalesef,
o arkadaşlara söylemeye mecburum, bu gibi davalarla alakadar olanlar bugün o
bizim mahkeme dediğimiz heyulanın harcını bile vermekten acizdirler. (bravo, o
ifadeyi geri al sesleri)
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Heyula ifadesini düzeltimiz, tutanağa geçmesin.
RASİH EFENDİ (Devamla): Bunda ne var? İşe yaramaz hayal dedim, ama pekâlâ
geri alıyorum.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Reis Bey, kendi mahkemelerimize bu kadar
tecavüz etmek, Memleket ve Millet menfaatlerine aykırıdır.
RASİH EFENDİ (Devamla): Beyefendi, sizin seçim mıntıkanızda halk inlerken,
sizin o mahkemeleri müdafaada devam etmeniz zannederim ki benim burada
heyula dememden daha fazla ifade düzeltmeyi icap ettiren bir şeydir. Beyefendi,
ben gelirken senin seçim mıntıkana, Afyonkarahisar'a uğradım. Aynı mesele için
halk, Mutasarrıfın başını yiyorlardı. Yağma edilmiş eşyamız, Rum malı diye sevk
ediliyor, siz de bizi mahkemelere gönderiyorsunuz diyorlar ve...
RİFAT BEY (Adalet Vekili): Heyula kelimesini lütfen düzeltsinler.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Geri aldılar, efendim.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Birçok yerlerde mahkeme bile yoktur.
RASİH EFENDİ (Devamla): Mevcut mahkemeler kendilerine kanunen verilen işle
rin çokluğundan, bu meselelere bakacak vakit de bulamayacaklar ve binaenaleyh
bu işler aylarca, yıllarca sürüncemede kalacaktır. Hâlbuki bu işler bir an evvel
bitecek olan işlerdir. Bu gibi işlerin dört, beş ay, altı ay sürünmesi halk arasında
birbirlerine karşı olan nefret ve kinin artmasını icap ettirecektir. İşgalden doğan
davaları, işleri, suçları Yüce bu Meclis ne kadar çabuk halleder ve ne kadar çabuk
halledecek heyetlere havale ederse, bu memleketlerimiz de daha o kadar evvel
kurtarılmış olur. Binaenaleyh kanunun esasen tamamı hakkında müzakere de
cereyan etmiş ve maddelere geçilmiştir. 1.Madde hakkında eğer arkadaşlarımız
değiştirmeyi arzu ediyorlarsa, değişiklik önergeleri versinler. Yüce Heyet çoğunlu

1298
ğunun arzu buyurduğu her ne şekil ise bunu bir an evvel çıkaralım. Onun için
bilhassa Yüce Heyetinizden rica ederim, 1.Maddeyi müzakere edelim ve kanunu
bir an evvel çıkaralım. Oralardaki idari zorlukların önüne bir an evvel geçelim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim söz alan üç arkadaşımız var.
Müzakerenin yeterliliği hakkında da bir önerge var. Efendim müzakereyi kâfi gö
renler lütfen ellerini kaldırsınlar. Müzakere kâfi görülmüştür.

TBMM Başkanlığına
Birinci madde hakkındaki müzakere kâfidir. Kabul edilmesiyle ikinci
maddeye geçilmesini teklif ederim. 30 Ekim 1922
Lazistan Mebusu
Osman
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bir önerge ile de 1.Maddenin
kaldırılması teklif ediliyor. 1.Maddenin kanundan çıkartılmasını oya arz ediyorum.
Kabul edenler ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmedi. Değişiklik önergesi yoktur. Bi
naenaleyh maddeyi aynen oylarınıza arz ediyorum. 1.Maddeyi aynen kabul eden
ler ellerini kaldırsınlar. (ret, kabul sesleri)
MUSTAFA BEY (Giresun): Reis Bey esasen Mecliste çoğunluk yok.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim şüphe oldu. Binaenaleyh ad oku
yarak oya koyacağım. 1.Maddeyi kabul edenler beyaz, etmeyenler kırmızı rey
vereceklerdir.
(Ad okuyarak oylama yapılır, oylar sayılır ve...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim oylamaya iştirak eden 149 üye
vardır. 13 çekimser, 61 ret, 75 kabul oyu kullanılmıştır. Karar yeter sayısı yoktur.
Çoğunluğun yokluğu tahakkuk etti. Müzakereye devam edemeyeceğiz. Beş daki
ka teneffüs için celseyi tatil ediyorum.

(Aradan sonra başka gündem maddelerinin


1 görüşülmesine geçilir. On beş gün sonra 15
Kasım 1922 tarihindeki oturumda...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, menhubat komisyonlarının kurul


ması hakkındaki kanun müzakere edilecektir. 1.Maddesi oya konulmuştu. Karar
yeter sayısı olmadığından ikinci defa oya arz edeceğiz.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Lütfen biraz izahat verilirse anlarız, çünkü epey za
man geçti.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (30 Ekim 1922), 1.Dönem, c.24, s.259-269, http://www.tbmm.gov.tr/
1299
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, madde aynen oya arz edilmiş,
çoğunluk olmadığından ikinci defa oya arz edilecektir. Mebus arkadaşların yerleri
ne oturmalarım istirham ederim. Efendim, bu maddeyi aynen kabul edenler beyaz,
etmeyenler kırmızı oy pusulası verecektir. (neye dair sesleri) Menhubat komisyon
ları Kanununun 1.Maddesi hakkındadır. Hiç kimse yerinden kalkmasın, kâtip bey
ler kutuları dolaştıracaktır ve oy pusulalarını toplayacaklardır.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Yeniden mi yapılıyor?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, oylarını kullanmayanlar varsa bir
an evvel versinler, efendim. Efendim, oy kullanma bitmiştir. Yalnız Mehmet Şükrü
Bey yanlışlıkla kırmızı yerine beyaz atmıştır. Şimdi kırmızı ile değiştiriyoruz. (ola
maz sesleri)
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Efendim ben bir saat bunun aleyhinde kürsü
de söz söylemiştim, nasıl olur?
HAYDAR BEY (Van): Efendim. Gaflet etmeyeydi. Mademki oyunu kullanmış, geri
almak olamaz. (gafil olmasaydı sesleri)
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Efendim, ben bunun aleyhinde bir saat söz
söyledim. Herkes kendi oyunu kullanmada hür ve serbesttir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, arkadaşlarımızdan birisi salonda
sigara içilmemesini teklif ediyor. (nerede içelim sesleri) Salondan hariçte içilecek,
efendim. Bunu hiç kimse münasip görmediği için Meclis Divanı da bunu meneder.
(çok uygun sesleri)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Reis Beyefendi, benim de son defa olarak bir istirha
mım var. Bir ayda bitireceği söylenen komisyonlar binası altı, sekiz değil, on ay
dan beri bitirilemedi.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, binanın tamamlanamaması salon
da sigara içilmesini icap ettirmez. Beyefendiler, salonun kutsiyetine karşı dışarıda
sigara içsinler, çok rica ederiz. (doğru sesleri)
(Oylar sayılırken diğer gündem maddelerinin görüşülmesine geçildi. Bir süre sonra...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Menhubat komisyonları Kanununun müza


keresine devam ediyoruz. Menhubat komisyonları hakkındaki Kanununun
1.Maddesinin oylamasında, oya iştirak eden üye159. Karar yeter sayısı vardır. 19
ret, 5 çekimser oya karşı kanunun 1.Maddesi 135 oyla kabul edilmiştir. Şimdi
1.Madde kabul edildi. 2.Maddeyi müzakere ediyoruz.
(2.Madde okundu. Madde hakkında kısa bir görüşme oldu. Bir değişiklik önergesi verildi.
Önerge reddedildi ve 2.Madde aynen kabul edildi.)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): 3.Maddeyi okutuyorum.

1300
Madde 3. Bu komisyonların üyeleri, her yerin idare ve belediye meclisleri tara
fından, iffet ve istikametiyle kendini gösteren kimseler arasından seçilirler. İda
re ve belediye meclisleri üyeleri bu komisyonlara üye olamazlar.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim 3.Madde hakkında söz isteyen var
mı?
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Bu menhubat komisyonları sadece vilayetlerde
teşekkül etmiş olsa idi bu Madde doğru idi. Fakat, bir defa bir kazayı veya ufak bir
livayı dikkate alacak olursanız oranın münevver kişileri belediye meclisi üyeleri ve
idare meclisi üyeleridir. Bunlar da bu komisyona üye olmayınca kim olacaktır?
ZİYA HURŞİT BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Komisyon bu hususta Mustafa
Kemal Bey'in fikrine katılmıyor. Komisyonumuz bütün Memleketi cahil görmemiş-
tir. Malumunuz belediye meclisi üyeleri altı ila on kişiden ibarettir. İdare meclisleri
de seçilmiş dört üyeden ibarettir. Yani bir livada, bir kasabada söz ve iş anlayabilir
on kişi mi vardır? İşgalden kurtarılmış bir kaza veya livada zannederim ki söz söy
leyen, söz anlayan sekiz, on kişi değildir.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Belediye meclisi üyeliğine seçilmiş olanlar, o yerin halkı tara
fından seçilmiştir. Bunlar idari ve hukuki meseleler ile fazlaca temas ve alakası
bulunan kimselerdir. Onların menhubat komisyonlarına seçimine mani olan hük
mün Maddeden kaldırılması takip olunan maksat ve sürat itibariyle lüzumludur. Bu
Madde ile belediye üyelerinin bu komisyonlara katılmaları menedilirse bu aradığı
mız vasıflarda pek az insan bulabiliriz. Bununla beraber dikkat buyrulursa bu
Madde ile 4.Madde arasında bir tenakuz vardır.
ZİYA HURŞİT BEY (Komisyon Raportör Üyesi): 4.Maddede söylersiniz.
HAKKI HAMI BEY (Sinop): Efendim, bu Maddenin ilk fıkrasında fazla bir iki kelime
olduğunu zannediyorum. Bunun düzeltilmesi bir önerge takdim ettim. Her mahallin
idare ve belediye meclisleri üyeleri gibi filan diye iki defa tekrar edilmiş. Böyle de
nildiği zaman üye o komisyonda dâhildir. O yolda kabulünü rica edenim.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Ziya Hurşit Bey'in dediği gibi bir memlekette münevver
yalnız üç kişi olup da onların idare veya belediye meclislerine seçilmeleri lazım
gelmez. Ben öyle memleketler biliyorum ki maalesef idare meclisi üyeleri, belediye
meclisi üyeleri olmayan münevverlerin yanında sıfır kalır. (alkışlar)
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Efendim, bu Kanun muvakkat bir müddet için
yürürlükte kalacaktır. Onun için bence çok şey değildir. Arkadaşlarımız bu komis
yonlara belediye heyetlerinin de katılmasını teklif ediyorlar. Öyle olacak ki bir ka
zada menhubat komisyonunun verdiği bir karara itiraz edilecek ve bu itiraz beledi
ye meclisine gelecek. Binaenaleyh bir üye her iki heyette olamaz. Bunun için
maddenin aynen kalması taraftarıyım.

1301
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, başka söz alan yok. Müzakerenin
yeterliliğini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Değişiklik önergeleri
var, lütfen dinleyiniz.
(3. Madde için üç değişiklik önergesi verildi. İki önerge reddedildi ve sıra üçüncü önergeye
geldi.)

TBMM Başkanlığına
"Bu komisyonların üyeleri, her yerin idare ve belediye meclisleri tarafın
dan ilim ve malumat sahibi kimseler arasından seçilir."
3.Maddenin birinci fıkrasının yukarıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü
teklif ederim.
Sinop Mebusu
Hakkı Hami
ZİYA HURŞİT BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Reis Bey, Hakkı Hami Bey'in bu
önergesine Komisyon da iştirak ediyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Komisyon Hakkı Hami Bey'in
önergesine iştirak ediyor. Şimdi, Hakkı Hami Bey'in değişiklik önergesini kabul
edenler lütfen ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmiştir. Maddeyi bu önergeye göre
değiştirerek oylarınıza arz edeceğiz. 3.Madde yeni şekliyle okunuyor.

Madde 3. Bu komisyonların üyeleri, her yerin idare ve belediye meclisleri tara


fından ilim ve malumat sahibi kimseler arasından seçilir. İdare ve belediye
meclisleri üyeleri bu komisyonlara üye olamazlar.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): 3.Maddeyi değiştirilen bu şekliyle kabul


edenler lütfen ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmiştir.
(4.Madde okundu ve altı milletvekili söz aldı ve bir saate yakın bir süre konuştular.)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, söz alan arkadaşlarımız sözlerini
söylediler. Müzakerenin yeterliliğine dair önergeler var. Müzakereyi kâfi görenler
lütfen ellerini kaldırsın. Müzakere kâfi görülmüştür. Efendim 4.Maddeyi oya koya
caktım, yalnız İcra Vekilleri Reisi Rauf Beyefendi, Lozan'dan gelen bir tebliği Yüce
1
Heyetinize arz edecekler. Söz Rauf Bey'indir.
(Rauf Bey'in konuşmasından sonra, Meclis Başkan Vekili Hüseyin Avni bey oturumu
kapattı. Üç gün sonra 18 Kasım 1922 tarihindeki oturumda 4.Madde hakkında verilen on

1
TBMM Zabıt Ceridesi (15 Kasım 1922), 1.Dönem, c.24, s.514-523, http://www.tbmm.gov.tr/
1302
değişiklik önergesi okundu, oylandı ve hepsi reddedildi. 4.Madde Komisyondan gelen
şekliyle oylandı ve kabul edildi. Ardından 5. Ve 6. maddeler okundu. Her iki madde hak
kında kısa birer görüşme oldu. Verilen değişiklik önergeleri reddedilerek, bu iki madde
de Komisyondan gönderildikleri şekliyle kabul edildi.)

HÜSEYİN BEY (Elazığ): Efendim 7.Madde olmak üzere Kanuna bir madde ilave
edilmesi hakkında bir önergem var.

TBMM Başkanlığına
Menhubat komisyonlarına seçilecek heyetlere maaş veya tahsisat verile
ceğine dair Kanunda bir açıklık yoktur. Umumi muamelelerin noksansız olarak
yapılması için bunlara verilecek maaşlara ait ve 7.Madde olmak üzere aşağı
daki maddeyi teklif eylerim.
"7.Madde. Menhubat komisyonları reislerine bulunduğu kaza, liva ve vilayet
bidayet mahkemesi reislerinin ve üyelerine bidayet mahkemesi üyelerinin aldık
ları maaş kadar maaş verilir."
Elazığ Mebusu
Hüseyin
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Efendim izah edeyim. Bunları parasız bırakmak zannede
rim bu işi sürüncemeye bırakmak demektir.
YASİN B. (Gaziantep): Hamiyet icabı...
HÜSEYİN BEY (Devamla): Hamiyet için kimse vazife yapmaz. Öyle şey yoktur.
Her şey para karşılığındadır. Parasız bir şey olamaz. Parasız iş görenler mesul
edilemez. Hamiyet icabı varsa, mesuliyet yoktur. Mesuliyet olmazsa bu işler de
olmaz. Rica ederim, bunları dikkate alarak onlara para veriniz. Maaşsız iş olmaz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Arkadaşlar, Hüseyin Bey'in teklifi gayet doğrudur. Ger
çi bu menhubat komisyonları meselesinde Ayşe'yi evlendirdik, Ahmet'i gerdeğe
koyduk. Mesele alındı satıldı. Bir şey kalmadı. Fakat her ne olursa olsun bir kere
düşünelim. Dünyada kim babasının hayrına işini, gücünü bırakır da sabahtan ak
şama kadar gider, komisyonda bedava çalışır? Ya suiistimal edecek, çalacak veya
başka bir fenalık yapacak. Binaenaleyh bunu kabul edelim, hiç olmazsa bu komis
yonların reislerine bir lira ve üyelerine altmışar kuruş verilsin. Parasız olduğu za
man hırsızlık mutlaktır, mutlaktır, mutlaktır.
YASİN BEY (Gaziantep): Efendim bu fevkalade işler, fevkalade zarar ve ziyan
görmüş, memleketlerde ciğeri yanmış insanların, ciğerinden kopacak komisyonla
rın yapacağı bir işitir. Hırsızlık görmüş, fenalık görmüş, zarar ve ziyan görmüş,
ezilmenin ve sürülmenin ne demek olduğunu tanımış insanların ilerisinden doğ
muş bir insan düşünemem ki bir fenalık yapsın, vazifesini suiistimal etsin ve bun
dan para alsın. Ben maaş vermeyi yanlış görüyorum. Bugün Türkiye'de hizmet

1303
eden memurların para karşılığında çalıştığına değil, fedakârlık yaptığına inanıyo
rum.
ZİYA HURŞİT BEY (Komisyon Raportör Üyesi): Efendim, komisyon olarak biz
böyle bir şey düşünmedik. Çünkü, idare meclisi ve belediye meclisi üyeleri para
almadan hizmet ediyorlar. Memleketimiz bu gibi şeylere isteklidir. Hamiyet ve ha
yır için çalışırlar. Yalnız bu menhubat komisyonlarının üyeleri işini gücünü bıraka
rak evrak tetkik edecekler. Bunun için kendilerine bir miktar da para verilmesine
ben de kanaat getirdim. Binaenaleyh teklif ediyorum, üyelerin her birine huzur
hakkı olarak dört lira verilsin.
YASİN BEY (Gaziantep): Efendiler, çok rica ederim, bir komisyon altı üyedir. Eski
şehir'den İzmir'e, Akdeniz kıyılarına kadar zannederim yüz kadar kaza vardır.
Altışar kişiden altı yüz kişi eder, bu da bir ordudur. Rica ederim, bu parayı nereden
vereceğiz?
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Haksız taraftan alır, veririz.
YASİN BEY (Devamla): Öyle bir şey düşününüz ki iki kişi arasında dava var. İkisi
de zarar görmüş, çoluğu çocuğu gitmiş ve malı gitmiş ve bunun elinde bir ineği
kalmış, farz edelim. Bu ineği birinden alıp diğerine vermek için nasıl oradaki otu
ran üyelere bu kadar para verilir. Bu dini, milli bir meseledir, fedakârlık meselesi
dir. Para meselesi değildir. Eğer biz iyiniyetle yapmış olduğumuz kanunlarda böyle
mesuliyete dayanan bir vazife yüklemezsek, yüz bin lira verseniz yine faydasızdır.
LÜTFÜ BEY (Malatya): İdare meclisleri, belediye meclisleri milli meselelere ait bu
kadar meselelerle bedava ve fahri olarak senelerce meşgul oluyorlar. Bunlar bu
vazifeleri hamiyetle yaptıkları ve maaş almadıkları halde, iki üç aylık geçici bir
zaman için kendi memleketlerinin menfaatine ait bir meselede hamiyetle vazife
edecek olan adamların hamiyetini neden yok sayıyorsunuz? Rica ederim. Bunlar
da aynı şeylerdir. Bundan dolayı da Hazineye beyhude yere bir masraf açılmış
olur. Bunun için teklif edilen maddenin reddini teklif ederim.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Efendim, bu seçilecek olan üyeler o memleke
tin eşrafından, ileri gelenlerinden olacaktır. Yani bunlar umumiyetle iş güç sahibi
olan insanlardır. İşini terk edecek, dört ay bu işin peşinde koşacak, aynı zamanda
vazifede kusur gösterirlerse cezalandırılacak, yanlış kanaatlere de maruz kalacak
lar. Bunun için yalnız üyenin ücreti değil, bunun kırtasiyesi var, diğer masrafları
var. Tabii bir daire olacak. Binaenaleyh bir masraf olacak. Bu paranın verilmesi
lazım gelir. Bu vazife bedava ve devamlı dört ay yapılamaz. Hamiyet karın doyur
maz, suiistimal çoğalır. Onun için bu ücretin verilmesi zaruridir.
LÛTFÜ BEY (Malatya): Belediye üyelerine de maaş verelim, öyleyse.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Efendim, başka söz isteyen yok. Esas önerge
daha evvel okundu. Bundan başka iki değişiklik önergesi var.

1304
TBMM Başkanlığına
Menhubat Kanununa aşağıdaki maddenin ilavesini teklif eylerim.
"Madde 7. Bu komisyonları meydana getiren üyelere verilecek huzur ücreti
miktarı, hususi bir talimatla tayin olunur."
Canik Mebusu
Şükrü

TBMM Başkanlığına
Kanununa aşağıdaki maddenin ilavesini teklif eylerim.
"Madde 7. Üyelerin her birine huzur hakkı olarak birer lira verilir."
Lazistan Mebusu
Ziya Hurşit

YASİN BEY (Gaziantep): Hangi bütçeden verilecektir? İzah buyursunlar.


DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Efendim, müsaade buyurun hangi bütçeden
verileceğini yazmak lazımdır.
ZIYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendim, bu maddeyi Adalet Vekili ile beraber ha
zırladık. Bütçe ismi yazmak şart değildir. Maliye Vekilinin sözüdür bu.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Ben kanunun son maddelerinin müzakeresine
yetiştim. Bu komisyonlara her kazada lüzum olmayacağını zannediyorum. Memle
ket henüz düşmandan yeni kurtarılmış, birçok sarsıntılar geçirmiş ve oralarda
bulunan halkın işleri pek çoktur. Bu gibi vatani ve milli vazifelerde fahri olarak
meşgul olacak hamiyet sahibi insanlar Memleketimizde pek çok olmakla beraber,
henüz düşman çizmelerinin altından kurtulan bu insanların ne kadar çok işleri
bulunacağını da unutmayalım. Bunlara araba parası karşılığını sayın, orada sarf
edeceği zamana ait kazancının karşılığı sayın, her halde bir şey vermek lazımdır.
Bu para verilmediği takdirde suiistimal olacağını zannetmiyorum. Yalnız bunlar
kendi menfaatlerinden, kendi ticaretlerinden geri kalırlar. Hiç olmazsa o günkü
masraflarını vermek lâzımdır. İş çoktur. Komisyonlara bilhassa bazı yerlerde pek
büyük işler havale olunacaktır. Bunlardan reis ve üye olarak bulunacaklar eğer
memur ise mesai saatleri haricinde çalışacaktır. Yoksa mesai saatleri dâhilinde bu
vazifeye bakamazlar. Memur olmadıkları takdirde her halde bir ücret vermek la
zımdır. Bir kaymakam, bir mutasarrıf sabahtan akşama kadar doğrudan doğruya
kendisine ait olan vazife ile meşgul olacak, akşamdan sonra komisyon reisi olarak
çalışacaktır. Onun için memur olanlara birer lira, olmayanlara ikişer lira verilebilir.
Hatta uygun bulursanız bunun miktarın takdirini de Hükümete bırakınız. İsterseniz
bu Maddeyi Bütçe Komisyonuna veriniz. Şimdi üç beş dakikada tespit ederiz.

1305
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Efendim, Hükümet tayin etsin.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Pekâlâ, esasını kabul buyurursanız Hükümet
bir talimat yapar.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Efendim, teklif edilen maddeler bunlardır. Başka
oya konulacak şey yoktur.

Madde 7. Bu komisyonları meydana getiren üyelere verilecek huzur ücreti mik


tarı, hususi bir talimatla tayin olunur.

DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Efendim, Şükrü Bey'in bu teklifini 7.Madde ola
rak kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Efendim 8. ve
9.Maddeleri okuyoruz.

Madde 8. Bu kanun yayınlandığı tarihte yürürlüğe girer.

Madde 9. Bu kanunun tatbikinde Adalet ve İçişleri vekilleri vazifelidir.

DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Efendim zannediyorum ki 9.Maddeye Maliye


Vekâletini de ilave etmek lazımdır. (doğru sesleri) 8.Maddeyi kabul edenler lütfen
ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.

Madde 9. Bu kanunun tatbikinde Adalet, İçişleri ve Maliye vekilleri vazifelidir.

DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): 9.Maddeyi bu şekilde kabul edenler lütfen elle
rini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Kanunun tamamını ad okuyarak oya koyacağım,
para sarfı ile münasebeti var. (lüzum yok sesleri) Binaenaleyh oylarınızı kullanma
ya başlayınız. Kabul edenler beyaz, etmeyenler kırmızı oy verecektir.
(Ad okunarak oylama yapıldı. Oylar sayılırken diğer gündem maddelerinin 1görüşülmesine
geçildi. Meclis Başkan Vekili oylama sonucunu açıklamadan oturuma son verdi. İki gün
sonra, 20 Kasım 1922 tarihindeki oturumda...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Geçen günkü celsede Menhubat Kanunu
nun tamamının oylaması yapılmıştı. Bu oylamanın neticesini söylüyorum. 155 üye
oylamaya iştirak etmiştir. 107 kabul, 37 ret, 11 Çekimser var. Karar yeter sayısı
olmadığından ikinci defa oya koyuyoruz. Lütfen oylarınızı kullanınız.
(Ad okunarak tekrar oylama yapılır. Oylar sayılır ve...)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (18 Kasım 1922), 1.Dönem, c.24, s.553-561, http://www.tbmm.gov.tr/
1306
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Menhubat Komisyonu Teşkiline dair Kanu
nun oylama neticesini arz ediyorum. Oylamaya iştirak eden 135 tir. 97 kabul, 12
çekimser, 26 ret vardır. Binaenaleyh ikinci defa olduğu için 97 oyla Menhubat Ko
1
misyonlarının Teşkiline dair olan Kanun kabul edilmiştir.

YUNANLILARDAN KURTARILAN YERLERDE MENHUBAT KOMİSYONLA


RININ KURULMASINA VE VAZİFELERİNE DAİR KANUN TASARISI
Madde 1. Düşmandan kurtarılan Vatan topraklarında, işgal devam ettiği müddetçe
ve daha sonra bu komisyonların teşekkülü tarihine kadar bir suça dayanmaksı-
zın alınmış ve gasp edilmiş olan gayrimenkul mallardan bin liraya kadar kıymeti
olan her nevi malın ve emsaline uygun gayrimenkullere ait olup miktarı tecavüz
etmeyen işgal, tahliye davalarına ve sahibi bilinmeyen ve bin liradan az olan
hak ediş davalarına bakmak üzere her vilayet, liva ve kaza merkezlerinde en
büyük idare amirinin veya onun uygun bulacağı birinin reisliğinde birer
menhubat komisyonu kurulur. Büyük şehir ve kasabalarda birden fazla komis
yon kurulabilir.
Madde 2. Menhubat komisyonları reisten başka altışar üyeden meydana gelir
ve işe başlama tarihinden itibaren en fazla dört ay müddetle vazife yaparlar.
Madde 3. Bu komisyonların üyeleri, her yerin idare ve belediye meclisleri tara
fından ilim ve malumat sahibi kimseler arasından seçilir. İdare ve belediye
meclisleri üyeleri bu komisyonlara üye olamazlar.
Madde 4. Komisyonların verdiği kararlar beş gün içinde taraflardan birinin veya
üçüncü şahsıların itirazı üzerine komisyonun bulunduğu yerin idare meclisi
tarafından tekrar tetkik olunur. Bu kararlar katidir. Her komisyonun bulunduğu
yerin savcısı umumi hakları muhafaza ederek müddeti içinde idare meclisine
itiraz ve tetkik talebinde bulunmaya salahiyetlidir.
Madde 5. Katiyet kazanan komisyon kararları zabıta tarafından icra olunur.
Madde 6. Üyelerin seçimleri ve komisyonların teşkil ve vazifeleri, Adalet ve
İçişleri vekâletleri tarafından hazırlanacak bir tüzük ile tayin olunur.
Madde 7. Bu komisyonları meydana getiren üyelere verilecek huzur ücreti mik
tarı, hususi bir talimatla tayin olunur.
Madde 8. Bu kanun yayınlandığı tarihte yürürlüğe girer.
Madde 9. Bu kanunun tatbikinde Adalet, İçişleri ve Maliye vekilleri vazifelidir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (20 Kasım 1922), 1.Dönem, c.25, s.10-11, http://www.tbmm.gov.tr/
1307
22 KASIM 1922: GİZLİ OTURUMDA İSTANBUL’UN DURUMUNA VE REFET
PAŞA’NIN İCRAATINA DAİR HÜKÜMET İÇİN VERİLEN GENSORU ÖNERGE
SİNİN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 141.Birleşim, Gündem: 2/1)

Refet Paşa yüz kişilik bir kuvvetle işgalden kurtulan Doğu Trakya'yı
teslim almak için İstanbul'a gelmişti. İstanbul'da Ankara yanlısı subayları
da karargahına aldı. Gümrük tarifelerini değiştirmeye teşebbüs etti. Bazı
işgal yasaklarını kaldırdı veya hafifletti. Karargahında sansür kurulu
kurdu. Bu ve benzeri faaliyetleri, Meclisteki özellikle muhalif milletvekil
lerinin dikkatini çekti ve bir gensoru önergesi verildi. Hükümet de Refet
Paşa’nın yanında yer aldı ve icraatlarını üslendi.

(Dört gün önce, 18 Kasım 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Hükümet için verilen bir gensoru
önergesi var, okunacak.

TBMM Başkanlığına
Trakya'yı teslim almaya vazifeli iken İstanbul'un son vaziyetinden dolayı
İstanbul idaresinin reisi olarak görünen ve Yüce Meclisin kanaatine, kanunları
na aykırı bir takım icraat ve hareketlerde bulunduğu anlaşılan Refet Paşa’nın
bu icraatından dolayı sessiz kalan ve hiç bir muameleye teşebbüs etmeyen
Hükümet Reisi ile Dışişleri, İçişleri, Maliye vekillerinden aşağıdaki maddelerin
cevaplandırılmasını isteriz.
1. Refet Paşa'ya verilen salahiyetin mahiyeti, derecesi, bu salahiyetin nasıl
verildiği, kendisine Büyük Millet Meclisi Hükümeti ve Başkumandanlık Temsil
cisi unvanının verilmesindeki siyasi ve idari maksat ve gaye nedir?
2. Refet Paşa, Hükümet Reisi tarafından Mecliste okunan talimat dışında İs
tanbul'da bir hükümet teşkil etmekte ve gazetelerdeki beyanatında da bu hü
kümeti hükümetçik diye isimlendirmesi, ona verilen izin ve salahiyet midir?
3. Kanun yapma salahiyeti yalnız Büyük Millet Meclisinin hakkı ve vazifesi iken
Refet Paşa’nın, gümrük vergisi hakkındaki kanunu değiştirerek, gümrük tarife
lerinde indirim yapması ne şekilde izah edilebilir ve buna karşı Hükümet ne
yapmıştır?
Yukarıdaki maddelerle alakası olan vekiller tarafından acilen izahat ve
rilmesini teklif eyleriz. 17 Kasım 1922
Beyazıt Mebusu
Şevket ve 7 arkadaşı

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu gensoru önergesinin üçüncü mad
desi ile alakalı ikinci bir gensoru önergesi daha var, o da okunacak.

1308
TBMM Başkanlığına
11 Kasım 1922 tarihli Tanin gazetesinde yayınlanan Refet Paşa'nın be
yanatında, Gümrük Tarifesi Kanununun bazı maddelerini değiştirdiğini, pirinç,
şeker, un, margarin gibi eşya üzerinden alınan gümrük vergisinde indirim yap
tığını beyan etmektedir. Mutlakıyet idarelerinde bile Hükümetin fikri alınmaksı
zın kanunları keyfi olarak değiştirme hakkına kimse sahip değildir. Refet Paşa'-
nın hareketi Meclisin haklarına tecavüz olduğundan derhal azli icap ederken
Hükümetin sessiz kalması, vaziyeti tasvip manasını ifade ettiğinden bunun izahı
nı Hükümet Reisinden gensoru şeklinde sual eylerim. 16 Kasım 1922
Diyarbakır Mebusu
Hacı Şükrü
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, her iki gensoru önergesi aynı mevzu
dadır. Malumunuz gensoru önergeleri müzakere edilmeden oya arz edilir ve ceva
bı için bir gün tayin edilir. (yarın sesleri) Efendim bu gensoru önergelerinin gün
deme alınmasını kabul edenler lütfen ellerini kaldırsınlar. Kabul edilmiştir. Cevap
için en yakın toplantı olmak üzere pazartesiyi kabul ediyor musunuz? (yarın sesle
ri) Fakat İç Tüzüğe göre bir haftayı geçmeyinceye kadar cevap için müddet vardır.
Yani biz bir gün tayin ederiz, fakat o gün için Hükümet hazır değilse bir haftaya
kadar müsaadesi vardır.
HASİP BEY (Maraş): Reis Bey, bu meseleye temas eden on gün evvel önergeler
vermiştim. Hükümet bundan çoktan haberdar olmuştur.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Şimdi efendim, cevap için pazartesiyi kabul
buyuranlar lütfen ellerini kaldırsınlar. Pazartesi günü kabul edilmiştir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Reis Bey, usul hakkında bir şey arz edeyim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Neye dair?
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Bu meseleye dair. Efendim bu husus hakkında
birçok soru önergelerimiz var. Onlar da bu gensoruya dahil olsun.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Soru önergelerinin sahipleri önergelerini gensoruya
çeviriyoruz, demek istiyorlar.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim soru önergelerinden bahis olunuyor.
Müsaade edin de arz edeyim. Arkadaşların verdikleri soru önergeleri bu gensoru
nun mahiyetindedir. Bu gensoru müzakere olunurken tabii soru önergeleri de onun
1
içinde olur.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (18 Kasım 1922), 1.Dönem, c.24, s.551-553, http://www.tbmm.gov.tr/
1309
(İki gün sonra, 20 Kasım 1922 tarihindeki gizli oturumda gensoru önergeleri tekrar
okunur ve...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Evvela önerge sahipleri mi söz söyleyecekler,
yoksa Hükümet mi?
BİR MEBUS BEY: Hükümet evvela cevap versin.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Müsaade buyurursanız ayni meseleye dair soru
önergeleri de var. Onların cevaplarını da kürsüden arz edeyim. Cevapsız kalmış
olmasın.
SIRRI BEY (İzmit): Ben önergemi geri alıyorum.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Gensoru varken soru kalmaz.
RAUF BEY (Devamla): Efendim zaruri olarak salahiyetleri sınırlı olan, fakat sınır
sız mesuliyetleri bulunan bu vazifeyi seve, seve üzerime aldığım için bugün bu
husustaki konuşmamı gizli celse olduğundan dolayı bütün açıklığıyla Yüce Heye
tinize arz edeceğim. Şüphesiz Yüce Heyetiniz de vicdanınızla ve pek düşünceleri
nizle bunları düşüneceksiniz ve tabii ki uygun bir karar vereceksiniz. Yalnız şunu
arz etmek mecburiyetindeyim ki bu kürsüye çıkarak müdafaasını yapmak istedi
ğim hakikat, memleketin menfaatleri bakımından Hükümetinize emrettiğiniz vazife
lerin icabıdır. Ne kişileri ve ne de prensiplerimi müdafaa edeceğim. Bunu da söy
lemeyi bir vicdani vazife sayıyorum. Efendiler, gensorunun ve bundan evvel veri
len soru önergelerinin esasını bir cümle ile özetlemek gerekirse zannediyorum ki
Refet Paşa’nın İstanbul'daki hareketleri kanunlara uygun değildir, kanunları ihlal
edecek dik başlılıkla hareket ediyor merkezindedir, zannederim. Bilmem hülasa
edebildim mi? (hay hay sesleri) Hükümetin bu husustaki kanaatini üzüntü ile arz
ediyorum. Bu hususta gensoru sahibi olan arkadaşlarımla aynı düşüncede değiliz.
İşte bu düşünce farklılığının sebebini arz edeceğim. Arkadaşlar, malumunuz ordu
larımız başarılı bir şekilde bir taraftan Ege sahillerine, bir taraftan Çanakkale Bo
ğazına, üçüncü koldan da Kocaeli yarımadasına yanaştığı vakitte bildiğiniz gibi
Mudanya'da bir konferans yapıldı. Orada bazı kararlar alındı ki Yüce Meclisinizce
bilinmektedir Trakya, Meclisimizin kanunları ile idare edilebilmek üzere milli hudut
larımız dahiline girdi. Allah'a şükürler olsun. Bu Konferansta kararlaştırılan madde
lerinden biri de sulh antlaşması imzalanıncaya kadar Trakya'ya asker geçirmemek
idi. Hükümetiniz bu karara göre, sulh müzakereleri devam ettiği müddetçe dikkate
alarak, zaman zarfında bir takım tedbirler almak zorunda idi. Efendiler, inşallah
muvaffak olacağız, herhalde Milli Misakımızı tamamen elde edeceğiz. (inşallah
sesleri) Fakat aksini de düşünmek herhalde zannederim milli menfaatlerimiz ba
kımından zaruretidir. (hay hay sesleri) Sulh Konferansında anlaşmazlık ortaya
çıkarsa Trakya'yı müdafaa etmek için ordu geçiremeyeceğiz ve belki bir müddet
için de geçiremeyiz. Orası bomboş kalırsa, Yunanlıların Karaağaç taraflarındaki
askeri yığınakları bir günde vaziyeti aleyhimize çevirebilir. Bunun için biz Trakya'

1310
da gizlice tertibat almak mecburiyetindeyiz. Bu mecburiyet ise, Trakya'da vazife
lendireceğimiz arkadaşın bu bakımdan tetkik edilerek seçilmesini lüzumlu kılmış
tır. Tetkik ettik, araştırdık, bu gibi hususlarda bizim en iyi istifade edilebileceğimiz
kumandanın Refet Paşa olduğuna karar verdik. Efendiler, Refet Paşa’yı oraya
Kumandan unvanı ile göndermedik. Çünkü Mudanya kararlarına aykırı hareket
etmiş olurduk. Ordu bulunduramayacağımız bir yerde kumandan bulunduramaz
dık. Aynı zamanda Refet Paşa’yı Trakya'ya vali diye de gönderemezdik. Çünkü
Yüce Meclisinizin kabul ettiği kanunlar, mebuslukla valiliğin bir şahıs üzerinde
bulunamayacağı şeklindedir. Bunu yapmak ve aynı zamanda bir şekilde gönder
memiz lazım gelirdi ki icabında askeri ve idari kuvvetleri ve bütün vazifeleri bir
elde toplayalım. En az zamanda en kuvvetli müdafaa tertibatı alalım. Bunu yap
mak lazımdı. İşte bu bakımdan Refet Paşa’ya verdiğimiz sıfat, Türkiye Büyük Mil
let Meclisi ve Başkumandanlık temsilcisidir. (Meclisin haberi yok sesleri)
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Fevkalade Temsilci...
RAUF BEY (Devamla): Arz edeceğim, müsaade buyurun. Lütfen dinleyiniz, her
türlü sorularınıza cevap vereceğim. Hiç bir şey saklı değildir. Evet efendim, Türki
ye Büyük Millet Meclisi Hükümeti temsilcisidir. Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına Trakya'yı teslim alacaktır. Bir idari amirdir. Başkumandanlık temsilcisidir.
Refet Paşa bu vazifeyi alarak Ankara’dan hareket etti ve İstanbul'a gitti. Bazı üye
lerin İstanbul'a gitmesinde mahzur olduğunu ifade buyurduklarını işittim. Evet
efendiler, olabilirdi. Fakat hepinizin malumudur ki Trakya'nın teslim tarihi günlere
ve haftalara taksim edilmiştir. Belli bir zamanda belli bir mıntıka teslim edilecek, o
tamamlandıktan sonra diğer bir mıntıka teslim edilecek. Bu işlerin tertip ve tanzimi
İtilaf devletleri adına Mudanya Anlaşmasını imza eden müttefik generallerle yapı
lacak. O müttefik generallerin bulunduğu yer de İstanbul’dur. Bu itibarla Refet
Paşa’nın İstanbul'a gitmesi mecburi idi. Refet Paşa İstanbul'a gittikten sonra aniden
ortaya çıkan vaziyetin tetkikine gelince. Efendiler, Refet Paşa İstanbul'a çıkar çık
maz ahalinin emsali görülmemiş bir surette Refet Paşa vasıtasıyla Yüce Meclisinize
karşı büyük tezahüratı ve bağlılığı görüldü. (tabii sesleri) Refet Paşa’yı Büyük Millet
Meclisinizin ve onun Hükümetinin Temsilcisi olarak bilen ahali, onun şahsına gös
terdiği hürmetle, zannederim Yüce Meclisinize hürmet ettiğini göstermiştir.
SAMİ BEY (İçel): Yüce Meclise değil onun şahsınadır.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurun, arz edeceğim arkadaşlar.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Yüce Meclisin değil Hükümetin temsilcisidir.
RAUF BEY (Devamla): Rica ederim. Hükümet nerenin ve kimin hükümetidir?
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Şimdi siz söylediniz, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükümetinin idari temsilcisidir, diye. Onun için söylüyorum. Başkumandanlığın
askeri temsilcisi diyorsunuz. Tezat vardır, buna cevap veriniz Rauf Beyefendi.

1311
RAUF BEY (Devamla): Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kimin hükümetidir?
Rica ederim, bunu soruyorum. Yüce Meclisinizin Hükümeti değil midir? Yüce Mec
lisinizin hükümetidir. O Hükümetin temsilcisi, Yüce Meclisinizin temsilcisidir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti temsilcisi
kim oluyor?
RAUF BEY (Devamla): Ziya Hurşit Bey, rica ederim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Siz lütfen konuşmanıza devam ediniz, ce
vap vermeyiniz.
RAUF BEY (Devamla): Cevap vermemek imkanı olamıyor ki. Evet efendim, İstan
bul'da herhalde çoğu namuslu, fedakar, vatansever ve aydın olan gençlerin ve
ahalinin yapmış olduğu tezahüratı Refet Paşa’nın şahsına diye düşünmek, Müs
lümanların ve Türklerin putperest olduğunu kabul etmek demektir. (hâşâ sesleri)
Ben böyle olduğuna inanmıyorum. (estağfurullah sesleri) Yapılan tezahürat, mille
tinizin manevi şahsiyetinedir, Büyük Millet Meclisinizin muvaffakiyetinedir. Başka
türlü olamaz. (doğru sesleri)
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Refet Paşa bu tezahüratı, Meclis Reisliğine arz etti
ise doğrudur, etmedi ise tezahürat onun şahsınadır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Size söz vermedim. Rauf Bey, devam buyu
runuz.
RAUF BEY (Devamla): Bu tezahürat sırasında, Refet Paşa’dan sorulmuştur. Se
nelerden beri düşmanın maddi ve manevi baskısı altında inleyen İstanbul ahalisi
nin Türkiye Büyük Millet Meclisinin kanunları ve prensipler etrafında Refet Paşa’ya
arz ettiğim gibi vazife itibariyle, mebus olmak itibariyle, bu vatanın evladı olmak
itibariyle, Yüce Meclisinizin kanaatine müşterek bulunmak itibariyle bu sorulara
cevap vermiştir. Cevapları gazetelerde de çıkmıştır. Bu sorular karşısında Refet
Paşa izah etmiş, açıklamıştır.
NEŞET BEY (Çankırı): Açıklanan nedir Beyefendi? Anlamadım, affedersiniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rauf Beyefendi cevap vermeyiniz. Kürsü
dekinin sözü durmadan kesilirse doğru olmaz.
RAUF BEY (Devamla): Evet efendim, bu esnada hepinizin bildiği gibi Sulh Konfe
ransına davet meselesi ortaya çıkmıştır. İstanbul'da evvela adliyenin, daha sonra
maliyenin faaliyetlerini durdurması üzerine her şeyi yüz üstüne bırakmış ve İstan
bul haklı başsız, tam manasıyla başsız kalmıştır. Aramızda ise işgal kuvvetleri
vardı. Mudanya Anlaşmasının şartlarına uymak zorundaydık. İstanbul’da kuvvet
kullanamazdık. Refet Paşa, mesuliyeti üzerine alarak işe el koymuş ve oradaki
vaziyeti derhal Hükümetinize haber vermiştir. Şimdilik efendiler Refet Paşa, Trak
ya askeri ve siyasi vazifesi ile vazifeli iken, arz ettiğim zaruret yüzünden İstan

1312
bul’da karışmıştır. Öyle kritik bir zamanda vaziyete el koymaya mecbur olmuştur ki
ufak bir tereddüt İstanbul'u karıştırabilirdi.
HACI AHMET EFENDİ: Dinen yapılması yasaklanmış bazı şeylerin yapılma zaru
reti varsa bundan dolayı, yapan cezalandırılmaz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, müsaade buyurun.
RAUF BEY (Devamla): Bu zaruret karşısında bu mühim vazifeyi yerine getiren ve
derhal Ankara’ya malumat veren Refet Paşa’ya Hükümetiniz önce Yüce Heyetini
ze de okunan talimatı göndermiştir. Bu talimat, kapatılmış ve faaliyetlerine son
verilmiş devlet dairelerinde vaziyetin nasıl düzene sokulabileceğini ve Ankara’ya
nasıl bağlanabileceklerini gösteriyor. Diğer taraftan vaziyetin ne kadar hassas
olduğunu dikkate alınarak arz ediyorum ve tekrar ediyorum arkadaşlar. Eskiden
beri iktisadi hayatın yüzde doksanı İstanbul Hıristiyanlarının elinde bulunan ve
Mondros Ateşkesinden sonra yüzde yüzü, yani tamamı yabancı ve Hıristiyan de
netiminde bulunan İstanbul'un her an onların arzusuna uyabilecek bir vaziyette
olduğunu tekrar hatırlatıyorum. Yani yabancılar ve Hıristiyanlar, istedikleri anda
İstanbul'u karıştırabilirler, halka baskı yapabilirler, ahaliyi açlığa mahkum ederek
isyan ettirebilirlerdi. Bu durumda Hükümetiniz enine boyuna düşündükten sonra
Yüce Meclisinize karşı mesuliyeti kabul etmiş ve gensoru önergesinde ifade edilen
fevkalade kararları vermiştir. Kararınıza hürmetle uyuyoruz. Refet Paşa’ya İstan
bul’da vaziyetin fevkaladeliğini nezaret etmek ve mecburiyet görününce uygun
kararları verip bize malumat vermek üzere salahiyet verdik.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Kanun değiştirmek salahiyetini de verdiniz mi?
RAUF BEY (Devamla): İşte efendiler, Refet Paşa’ya verdiğimiz salahiyet budur.
Refet Paşa bunun haricinde hareket etmemiştir. Bugüne kadar fevkalade bir şey
yapmamıştır. Arz ediyorum ve tekrar ediyorum. Bu bakımdan verdiğimiz talimatın
mesuliyetini biliyoruz ve bu vereceğiniz kararlara tabii ki razıyız. Bundan başka
Efendim, aynı zamanda Dışişleri Vekaleti için de sorularınız var. Ben zaruret kar
şısında Refet Paşa’ya Hükümetimizin İstanbul Temsilciliği vazifesini verdim. Ma
lumunuz İstanbul'da bizim Temsilcimiz Hamit Bey idi. Hamit Bey Delege Heyetimi
ze katılarak Lozan’a gönderildi. İsmet Paşa İstanbul'da iken, Hamit Bey’in yerine
kimi tayin etmemizi kendisinden telgrafla sorduk. İsmet Paşa vaziyeti yerinde tet
kik ettikten sonra şüphesiz en uygununun Refet Paşa olduğunu ifade etti. Bu se
beple efendiler, Refet Paşa’yı Hamit Bey'in yerine verdik. Çok ağır bir vazifedir ve
hakikaten mesuliyeti çok ağırdır. Temenni ederim ki inşallah iyi neticelere ulaşır.
(inşallah sesleri) İnşallah Refet Paşa, her insanın yapabileceği ufak tefek hatalarla
beraber, Yüce Meclisin kanun ve kararlarını tamamıyla tatbik etmek suretiyle va
tanına bir kere daha hizmet etmiş olur. Refet Paşa bugüne kadar İstanbul'da bazı
meselelerde muvaffak oldu. Malumunuz İstanbul ve civarında yabancı kuvvetlerin
bulunduğunu Mudanya Anlaşması ile kabul etmiştik. Bu vaziyet bizim açımızdan
Anlaşmanın en zayıf tarafıydı, bizi en çok meşgul edecek kısımdı. Bu sebeple

1313
Sulh Konferansında her şeyden önce İstanbul’u işgalden kurtarmaya çalışacağız.
İstanbul'da sansürüyle, topuyla, tüfeğiyle, çok yüksek olan Hıristiyan nüfusuyla ve
otuz bin izci denilen Rum genci ile birlikte yabancı askeri kuvvetler vardır. Bunların
oradaki tesirlerine mani olacak hiç bir anlaşma ve sözleşme de yoktur.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Halife bunların arasında nasıl duruyor?
RAUF BEY (Devamla): Arz edeceğim efendiler. Halife meselesi gayet açıktır. Onu
da müsaade buyurursanız şimdi arz ederim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, mevzu şimdi o değildir, sırasıyla.
RAUF BEY (Devamla): Yalnız efendim, müsaade buyurursanız anlatırken belki
tam anlatamıyorum. Efendiler, Refet Paşa İstanbul'a yüz jandarma ile girdi. Refet
Paşa'nın dayandığı yegane kuvvet İstanbul'un Müslüman ve Türk halkının mane
viyatı idi. Yegane dayanak o halkın Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin icra
atlarına, kararlarına bağlılığı idi. Refet Paşa’yı Hükümetinizin temsilcisi, Meclisini
zin mebusu sıfatıyla gören halk, orada etrafına toplandı, ondan maneviyatın mad
diyat ile takviye edileceği ümidini besledi. Bu tehlike karşısında gördüğünüz vazi
yette dimdik, her türlü tehlikeye karşı durdu.
NEŞET BEY (Çankırı): Maddiyat da vardır, bildiğimiz kadarıyla.
RAUF BEY (Devamla): Onu da siz izah buyurursunuz. O halde efendiler, Refet
Paşa oradaki halkın maneviyatlarını yükseltmek ve bu suretle İstanbul'u elimizde
tutmak mecburiyetindeydi. Bu mecburiyetin icaplarını tamamıyla yaptı. Yaptıkları
işlerden hiç biri kanun ve kararlarımıza aykırı değildir. (elhamdülillah sesleri) Be
nim düşüncem böyledir. Hata varsa derhal söyleyiniz, ben de cahil olduğum nok
taları derhal düzeltirim. (estağfurullah sesleri) Efendiler, ruh ve mana itibariyle
Refet Paşa’nın dayandığı kuvvet yine sizsiniz. Yaptıkları sizin içindir. Elinden gel
diği kadar çalışıyor. (Allah razı olsun sesleri) Şimdi efendiler, Refet Paşa oraya
gittikten sonra oradaki Müslümanların hayatını tedirgin eden müdahalelerin tama
mıyla önünü aldı. Hedeflediği gaye ki Hükümetin de gayesidir, yabancılar yalnız
kendi işlerine bakacaklar, İstanbul’daki idaremize katiyen müdahale etmeyecek
lerdir. Hedeflediğimiz gaye budur. Fakat buna tam olarak ulaşılamamıştır. Diğer
taraftan son aldığımız habere göre, telgraf haberleşmesinden ve gazetelerden
sansürün kaldırılmasına muvaffak olduk.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Bu yeni mi efendim?
RAUF BEY (Devamla): Yenidir efendim.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Telgrafhanede hâlâ İtilaf devletlerinin irtibat
subayları var.
RAUF BEY (Devamla): Tabii irtibat subayları var. Efendiler, orada mevcudiyetini
kabul ettiğimiz İtilaf devletleri temsilcilerinin de karşı talepleri var. Bu talepleri çok

1314
ağırdır. Müzakere neticesinde ve bizce kabulü zaruri görülen şudur. Yabancı as
kerlerin mevcudiyetini kabul etmemiz lazımdır. Fakat yabancı askerler her zaman
burada dursun, pusuya düşsün, baskına uğrasın, aleyhine hücum ettirelim şeklini
talep ettiğimizi de halkımıza söyleyemeyiz. Bilmem izah edebildim mi? Binaena
leyh onların aleyhine kamuoyunu kışkırtarak neticede onların felaketine, imhasına
mani olmak yine bizim Hükümetimizin, İstanbul Türk İdaresinin vazifesidir.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Şüphesiz.
RAUF BEY (Devamla): Sonra efendiler, denilebilir ki pek ender görülmüş derece
de İstanbul'da gayet kuvvetli bir asayiş temin edilmiştir. Fakat bunu Refet Paşa’nın
şahsı değil, Yüce Meclisinizin gayelerinin tesiridir. Ancak eğer bu vaziyet kaybo
lursa, İstanbul çok tehlikeli bir vaziyete düşer. Yani İstanbul'u oradaki kuvvetlerini
zin maneviyatı tutuyor. O maneviyat sarsıldığı zaman her şey olabilir. Bunu Yüce
Heyetinize arz etmek benim vazifemdir. Kabul veya reddetmek Yüce Heyetinizin
dir. Ona siz karar verirsiniz.
NUSRET EFENDİ (Erzurum): Rauf Beyefendi, İstanbul gazetelerinde söz birliği yok.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurunuz, Efendi Haz
retleri şimdi size cevap veremeyecektir.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurursanız arz edeyim. Efendim yabancı as
kerleri, işgal mahiyetinde göstermediğimiz bu kuvvetleri tahrik edecek haber ve
yazılara sansür konacaktır. Bunun haricindeki haber ve yazılara sansür bahis
mevzu değildir. Fakat tabii onlara da ikaz edeceğiz. Fakat Yüce Meclisinizin san
sür hakkında bir kanunu olmadıkça başka muamele yapılamaz. Efendiler, Refet
Paşa’nın bir an evvel Trakya'da bulunması bizce daha iyi olacaktır.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): İşitemiyoruz, bu tarafa da dönünüz.
RAUF BEY (Devamla): Size baktığım gibi o tarafa da bakıyorum. Refet Paşa’nın
hatası olduğunu ortaya koyan kuvvetli nokta diye gördükleri gümrük tarifesinin
değiştirilmesi meselesidir.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Daha çok!
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Zaten asıl mesele budur.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, hata denilmeyecek bir yanlışlığı düzeltmiştir,
kanunu değiştirmemiştir. Eğer hata etmiş olsa bile, Yüce Heyetinize arz etmek ve
hatayı da düzeltmek ve affetmek de bir vazifedir. Fakat böyle değildir. Beyler,
İstanbul idaresindeki vaziyetin ne kadar ani bir surette değiştiğini ve Ankara’ya
bildirildiğini söylemiştim. Bir akşam vekil arkadaşlarla yemekten sonra oturduk,
herkes vekaletine ait şeylerden bahsetti. Bu sırada tabii gümrük vergisine ait ka
nunun İstanbul’daki tatbiki de düşünüldü ve gayet doğru olarak emir verildi. İstan
bul'daki gümrük memurları tabiatıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinin kanunlarını

1315
belki bilenler varsa da bir an içinde derhal kavrayacak insanlar da lazımdır. Bu
emir gider gitmez derhal tatbik olundu. Bu sırada yiyecek maddelerine ait gümrük
vergisinin beş misli olmak... (on beş misli, hayır beş misli sesleri) Ne ise, beş, on
beş misli olmak üzere tatbik ve ilan edildi. Efendim, İstanbul kara ve deniz yolları
ile Avrupa'ya bağlıdır ve nakliye vasıtaları hep yabancıların elindedir. İstanbul’un
nüfusu iki milyona yakın ve içinde Rus ve düşman Avrupa devletleri vatandaşları
dahil olmak üzere her devletten mühim miktarda insanları yaşatan ve besleyen bir
şehirdir. Pekala bilirsiniz ki bu iki milyona yakın insanı besleyebilmek için şirketler,
vasıtalar, ambarlar yabancıların elindedir. Arkasındaki mıntıka Trakya'dır. Burayı
düşmanların yaktıkları ve ne derecede kahpece tahribat yaptıkları, ne derece zu
lüm yaptıkları bilinmektedir. Daha önce de İstanbul'un iktisadi zorlukları karşısında
bazı acil tedbirleri almak lazım olduğunu arz ettim. İşte efendiler bu tedbirler ba
hane edilerek, Milli Hükümetimiz aleyhine İstanbul'da Hıristiyanları, düşmanları,
Müslüman ve Türk unsurlar arasında bazı fesatçılar, biraz da hafif ve zayıf kalpli
ler kışkırtılarak bir fesat ocağı meydana getirilmek istenmektedir. Çünkü derhal
ekmekte birinci günü büyük bir zam ortaya çıktı. Bundan en fazla fukara kısım
zarar gördü. (yani Müslümanlar sesleri) Şüphesiz Müslümanlar ve onların fukara
kısmı. Bu vaziyet bir kaç gün daha devam etseydi, vaziyet çok kötü olacaktı, efen
diler. Refet Paşa buna karşı ne yapmıştır efendiler, yaptığı iş bundan ibarettir.
Gümrük tarifesinin tatbikine dair olan maddesinin açıklığını dikkat edin, “Bu tarife
ilanından bir ay sonra tatbik edilecektir.” kaydı vardır. Henüz bir ay olmamıştır ve
bu suretle vaziyeti idare etmiş, bir tehlikenin önünü almıştır. Eğer Refet Paşa’nın
hatası bu kadar ise, ben de hatayı üzerime alıyorum ve birlikte Yüce Heyetinize
zaruri şartlar emretti diyorum ve hatamı kabul ediyorum. Buna vicdanınız ne der
se, insafınız neyi emrederse onu yapınız.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Hayır, hayır bunu siz yeni öğreniyorsunuz.
RAUF BEY (Devamla): Rica ederim, yani öğrenmek kabahat midir, yeni öğren
dimse? Bir hakikati öğrenmek için fazladan bilgi geldi, ben de size arz ettim. Bir
şey daha söyleyeceğim. Efendim, Neşet Bey arkadaşımızın önergesinde Hükü
metçik teşkili vardır, onu arz edeyim. Efendim, vekilleriniz gece gündüz çalışıyor
lar. Halen memnuniyetinizi kazanamadıkları için üzgünler. Onların içinde bulundu
ğu bir Hükümet vardır, ondan başka Hükümetçik yoktur ve olamaz. Efendim, as
kerlikte fevkalade vaziyetin idaresinde ihtisas şubeleri olduğu gibi, vilayet idare
sinde de fevkalade vaziyetlere karşı fevkalade tedbirler alınırken bir insanın her
hususu mükemmel olarak bilmesi imkansızlığı karşısında bazı tedbirler alınır.
İstanbul Vilayetinin idaresinde de askeri, idari, siyasi, adli, mali, bakımdan bir dev
letin idaresinde herhangi şubeler varsa onların hepsi çok yakından idare edilmek
zarureti vardır. Mesela ne gibi efendim? Kapitülasyonları kaldırınız diye emir veri
yorsunuz. Kapitülasyonlar, adlidir, malidir. Kapitülasyonlar asırlardan beri İstanbul
'a yerleşmiş, kök salmıştır, kol sarmıştır. Şu halde efendiler, verdiğimiz kapitülas
yonları kaldırın, emrini tatbik ederken Refet Paşa kendi başına, kendi bildiklerine
göre adım atsaydı daha mı iyi olurdu? Yoksa ilminden, ihtisasından faydalandığı

1316
namuslu insanlara, sen bu işte benim danışmanım ol, diye bir teşkilat kurup da
onlara danışarak iş yapması mı daha iyi olur?
EMİN BEY (Canik): Maaş yok mu?
RAUF BEY (Devamla): Maaş yok. Yüce Heyetinizin kararından başka hiçbir maaş
yoktur. Bu mevzuda efendiler kulağıma geldi, bir de Teşrifat Dairesi varmış denil
di. En çok beni üzen budur. Aslında diğer devletler ile haberleşmemizi ve müna
sebetlerimizi idare edecek, bu işleri az çok bilen insanlardan meydana gelecek
böyle bir teşrifatçılığa ihtiyaç vardır. Tabii bu gibi işlerle meşgul olduğunu söyle
mekte bir menfaati olmayan Kızılay’dan Hamit Bey, çok zor şartlar altında ve an
cak bin zorlukla Dışişlerinin İstanbul ve Avrupa ile haberleşmesini sağlamıştır. O
Lozan’a gittikten sonra böyle bir teşkilata, böyle bir şubeye şiddetle ihtiyaç vardı.
Bunun için yapılanlar, sonuna kadar memleketin menfaati için düşünülmüştür.
Belki ufak tefek kusurları vardır.
MUSTAFA BEY (Gümüşhane): Yıldız Sarayı mühürlendi değil mi efendim?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, sözünü kesmeyiniz.
MUSTAFA BEY (Gümüşhane): Yıldız Sarayı mühürlenmiş midir?
RAUF BEY (Devamla): Her şeyden evvel asayiş ve emniyet için alınan tedbirler
çok tesirli olmuştur. İstanbul’da vaziyetin en buhranlı zamanları geçmiştir. Belki
daha tehlike mevcuttur. Bu şartlar altında Refet Paşa arkadaşımız bu şekilde ça
lışmıştır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurunuz, sualler sorulacaktır.
(Soru sormak için adlarını yazdıran milletvekilleri sorularını tek tek sordular ve Hükü
met Reisi Rauf Bey bu soruların her birini cevapladı. Ancak sorulara verilen cevaplar
görüşmenin başından beri Rauf Bey’in anlattıkları gibiydi veya daha önce sorulan soru
nun tekrarı olarak gene sorular soruldu. Rauf Bey, ben bunun cevabını daha önce verdim
demedi ve tekrar tekrar anlattı.)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Gensoru önergesinin müzakeresine devam


edilmesi için Hükümet Reisi ısrar ediyor. Diğer taraftan arkadaşlar yağmur, çamur
var evlerimize gitmede zorluk çekiyoruz, diyorlar.
LÜTFİ BEY (Malatya): Mahallerimiz uzaktadır gidemiyoruz, perişan oluyoruz.

1317
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Öncelikle gensoru önergesinin bir gün son
raki celsede müzakere edilmek üzere aleni celseye geçilmesi kabul edenler lütfen
el kaldırsın. Kabul edilmiştir.
(Bir gün sonra, 21 Kasım 1922 1tarihindeki gizli oturumda...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Buyurun Ziya Bey.


YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Arkadaşlar, muhterem Rauf Beyefendinin dünkü beya
natını gensoruya cevap olmaktan ziyade, güzel bir hitap olarak dinlemiştim.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Teşekkür ederim.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Zannederim muhterem arkadaşım, muvaffakiyetle
rini bu güzel sözlerle yaldızlamakla yetindi ve yine zannedersem bütün beyanatını
bir daire içerisine aldı, ne aştı ve ne da taştı. İstanbul'un Mudanya'dan sonra baş
layan vaziyetinin ufak bir tarihçesini yaptı. Refet Paşa'nın harekâtını, hayat hika
yesini, hizmetlerini hatırlattı. Binaenaleyh yukarı, aşağı bir tarihçe ile bir hikaye
yazdı. Kanaatime göre pek muhterem arkadaşım gensorunun etrafında gezdi,
içerisine girmedi, temas etti ve fakat geri çekildi. Her ne olursa olsun ben beyana
tını parça parça tahlil ile dikkat çekici yerlerdeki hakikatleri çıkarıp sizlere arz ede
yim. Fakat evvela muhterem arkadaşımın reisliğini yaptığı Hükümetin umumi ke
limelerle bir taslağını çizeceğim. Muhterem arkadaşlar, kanunu hakim kılan bugün
bizim her günkü temelimiz, bu boş sözler bir defa fiiliyata intikal edince bu temen
ninin ve çatılı çehreler gören umumi muamelelerimizin seyir ve cereyanına bakan
lar bu temenninin bir hayal olduğuna kani oldum. Çünkü ekseri muamelelerimizde
bilhassa kanundan çok şahısların tesirli olduğu görüldü. Çünkü mühim işlerimiz
için vazifelendirdiğimiz şahısların pek laubali ve pek alakasız hallerle davrandıkları
görülüyor. Bu hal ve harekat, bu devamlı istilacı harekat her gün gözlerimizin
önünde hiç bir şekilde fark edilmez. Olduğu gibi ve gelişi güzel, evet gelişi güzel
gelir, geçer, kırar, döker. Evet, işte pek muhterem Rauf Beyefendi o vakit gözleri
miz önünde şu levha canlanır. Acaba bu devamlı istilacı hal ve harekat karşısında
bu kayıtsızlık, bu laubalilik neden dolayıdır? Efendiler, bu cevabını veremeyece
ğim mühim bir sorudur. Burasında sessiz kalacağım. Yalnız şaşkın kaldığım bir
nokta vardır. Bu hal ve harekat, fedakarlığına vatanperverliğine itimat ettiğim muh
terem Rauf Beyefendinin Reisi olduğu bir Hükümette görülüyor. Burada hem muh
terem Rauf Beyefendinin beyanatını parça parça tahlil etmek ve hem de bu hu
sustaki mevcut olan kanaatimi, bu hususta mevcut olan hakikati açmak ve dök
mek için, müsaadenizle asıl mevzuya gireyim. Muhterem arkadaşlar, gensoruya
mevzu olan şey, Refet Paşa'nın bu son defa başlayan faaliyetlerini gazete sütun
larında iyiden iyiye takip eden, tetkik edenlerden birisi de benim. Bütün hal ve

1
TBMM Gizli CelseZabıtları (20 Kasım 1922), 1.Dönem, c.3, s.1069-1082, http://www.tbmm.gov.tr/
1318
harekatını affınıza sığınarak iki kelime ile arz edeyim. Askercesine bir askerin
harekatıyla, bir diplomatın, bir siyaset adamının, bir idare memurunun harekatı
arasındaki farkı dikkatlerinize arz ederim. Taşıdığı unvan ve sıfat ile hal ve hare
katı arasında o kadar derin bir zıtlık mevcuttur ki o hal ve hareketi gözden geçir
mezsek olmaz. Efendiler, Refet Paşa'nın hizmete gönderilmesine dair bir şikayet
yok, şikayet Refet Paşa'ya fevkalade salahiyet verilmiş olmasıdır. Muhterem Rauf
Beyefendi buyurdular ki,
-İşin aciliyeti sebebiyle Refet Paşa'ya fevkalade salahiyet vermek mecburiyetinde
kaldık. Düşündük, taşındık, mesuliyeti üzerimize aldık, bu fevkalade salahiyeti verdik.
...Siz bilirsiniz arkadaşlar. Bu açık itiraf karşısında benim diyecek pek az sözüm
vardır. Muhterem arkadaşım, sizin salahiyetinizi sizin haberiniz olamadan aldık,
verdik, şimdi sizden yardım istiyoruz, demek istiyor. Bizim salahiyetimizi bize sor
madan başkasına verince yardım istenmez.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Bu, aman dilemek gibi bir şey.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Binaenaleyh dikkatimi çeken, mesuliyeti üzerimize
aldık, verdik cümlesidir. Yüce Meclisin haberi olmadan onun salahiyetini alıp baş
kasına vermek, ona fevkalade salahiyet vermek, zannedersem doğru değildir. Bu,
atlarını çaldım ise devlet için çaldım, demektir. Arkadaşlar, ihtimal ki yanlış anla
mışım, fakat kanaatime göre kulağımızın dibinde bu ses bize şöyle bağırıyor, şöy
le haykırıyor, salahiyetinizi aldık, verdik, hakkınızı tecavüz ettik. (nasıl sesleri)
Bilmem ki bu tecavüz karşısında Yüce Meclis tahammül gösterecek mi? Malumu
nuz Başkumandan Paşa Hazretlerine Başkumandanlıkla beraber birçok salahiyet
bahşetmiştik. Paşa Hazretleri bu gibi salahiyetlerin bir şahsa verilmesinin uygun
olmadığı hakkında bizzat bu kürsüde beyanatta bulundu. Bu salahiyetleri bizzat
reddetmek gibi bir büyüklük gösterdi. Demek ki bu salahiyetler bir kişiye verilmez.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Verilemez.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Rauf Beyefendi buyurdular ki Refet Paşa'ya vazife
verirken unvan, sıfat aradık. Uygun olarak temsilciliği bulduk. Zannedersem muh
terem Rauf Beyefendi yanlış biliyorlar. Çünkü Rauf Beyefendinin buyurdukları gibi
Refet Paşa'ya "Büyük Millet Meclisi Hükümeti İstanbul Temsilciliği" unvanı verilmiş
değil, "Büyük Millet Meclisi İstanbul Fevkalade Temsilciliği" unvanı verilmiştir.
Efendiler, işte Refet Paşa'nın gazetelerde çıkan tebligatı. Müsaadenizle okuyayım.

İstanbul'daki muhtelif Devlet dairelerin İstanbul veya Ankara'daki mercile


ri belli olduğundan, bundan böyle her türlü emir ve talimat için doğrudan doğru
ya bu mercilere müracaat lazımdır. 12 Kasım 1922
TBMM İstanbul Fevkalade Temsilcisi
Refet

1319
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Binaenaleyh bunu okuduktan sonra bir vesika ol
mak üzere Meclis Divanına takdim ediyorum.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Tekzibi var, ikinci bir gazetede belki tekzip olunmuştur.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Bu tekzip yapılmadığına göre Refet Paşa İstanbul'-
da Büyük Millet Meclisinin Fevkalade temsilcisidir.
OSMAN BEY (Kayseri): Hususi teşkilatı var, görmedin mi gazetede?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Sonra söylersiniz Osman Bey, rica ederim.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Bu Yüce Meclis, isterse herhangi birine, arzu buyu
rursa kendisini temsil salahiyetini, sıfatını verebilir. Fakat bunu bir kanunla, bir
karar ile yapabilir. Ortada bir kanun, bir karar mevcut olmadığı halde Refet Paşa'-
nın bu Yüce Meclisi temsili bilmem ki ne diyeyim? Bu Yüce Meclisi temsil sıfat ve
salahiyeti bugüne kadar hiç bir bahtiyara nasip olmamıştır. Bu ad ve unvan ile hiç
bir bahtiyar meydana çıkarılmış değildir. Büyük Millet Meclisi nasıl olur ki bu sala
hiyetini, bu sıfatını bir şahsa verebilir?
SAMİ BEY (İçel): Yahut Hükümete...
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Hal böyle iken Refet Paşa'nın bu sıfat ve salahiyet
le ortaya çıkması bilmem ki hangi garibenin doğurduğu bir haldir. Efendiler hukuki
vaziyeti böyle olmakla beraber siyasi vaziyetine gelince, bu daha başkadır. Malu
munuz İstanbul Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bir vilayet parçası, bir kısmıdır.
Bunun böyle olduğunu cihanda ne bir fert ve ne de bir siyaset adamı, ne de bir
Hükümet inkar etmiyor. Hal böyle iken Türkiye'nin o vilayetinde bir İngiliz temsilci,
bir Fransız temsilci, bir İtalyan temsilci yanında bir Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükümetinin bir fevkalade temsilcisi bulunması zannederim pek garip bir şeydir.
OSMAN BEY (Kayseri): Hayret, ender hayret...
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Efendiler, Refet Paşa bütün İstanbul'daki resmi ve
gayri resmi herkese kendisini bu şekilde tanıtmış ve bu şekilde göstermiştir. Rauf
Beyefendi buyurdular ki sıfat ararken temsilcilik bulduk. Rica ederim aradılar, ara
dılar da hisleri tahrik eden bu unvanı mı buldular?
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Ben böyle bir şey söylemedim.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Tutanak buradadır. Hatta buyurdular ki vali diye
cektik, kanunumuz mebuslukla valiliğin birleşmesine müsait olmayacağından onun
için temsilcilik dedik. Bunun için bu sıfatı verdik, demişti. Efendiler, Refet Paşaya
bir umumi vali denilebilirdi. Mebuslukla valiliğin birlikte olması meselesi zannede
rim bu Mecliste halledilebilirdi. Bunları demeyip de bilhassa temsilci denmesine
dikkatinizi çekerim. İstanbul'da Türkiye'nin bir valisini, bir kumandanını, bir umumi
müfettişini görmeyi arzu ederdim, fakat bir temsilci görmek istemem ve görmeye
mecbur tutulursam gözlerimi yumarım. Çünkü takip ettiğim mukaddes gaye ile bu

1320
unvan pek zıt düşer. Çünkü birçok hatıralar meydandadır. Muhterem Rauf Beye
fendinin buyurduklarına göre Refet Paşa İstanbul'da bir teşkilat yaptı. Fakat benim
anladığıma göre Refet Paşa İstanbul'da emsali olmayan bir teşkilat yapıyor. Öyle
bir teşkilat yapıyor ki mevcut devlet teşkilatına benzemiyor. Öyle bir teşkilat yapı
yor ki ona misal gösterecek emsal bırakmıyor. Karargahını on iki parçaya ayırıyor,
on iki parçanın her birine ayrı ayrı birer isim veriyor, bu şekilde bir teşkilat yapıyor.
Hükümet içinde hükümete, yeni ve son sistem bir teşkilata şahit oluyoruz. Fakat o
teşkilatın alemdarlığını karargah yapıyor. Hükümetimiz ise bu teşekkül karşısında
ise işi başkasına ısmarlamış olarak bir vaziyet almış ve bizim gibi seyrediyor. (gü
lüşmeler) Efendiler muhterem Rauf Beyefendi buyurdular ki Refet Paşa kanunu
değiştirmedi, mevcut bir hatayı düzeltti. Mesela bir kanun Bursa'da tatbik edilir,
fakat Bitlis'te tatbik olamaz. Rauf Beyefendiye müsaadeleriyle bir soru soracağım.
Bitlis'e göre değiştireyim ve tatbik edeyim. (gülüşmeler) Efendiler, bir ferde, bir
heyete kanun değiştirme salahiyetini vermek Yüce Meclisi kapamak demektir.
Mevcut kanunlardan birisini kaldırmaya teşebbüs bu Yüce Meclisin haklarına is
yan, tecavüz mahiyetindedir. (bravo sesleri) İşte efendiler Refet Paşa Hazretleri
bu tecavüzü yapmıştır.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Hazretleri yok...
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Bu kanunu, bu kanunlardan birisini değiştirmeye
cesaret göstermiştir. Evet, gümrük vergisi hakkındaki kanunu değiştirmiş ve tarife
lerde pek fazla indirim yapmıştır. Ne kadar gariptir ki yaptığı değişikliğin Hükümet
çe de kabul edileceğini beyan etmiştir. Yine Yüce Meclisin hak ve salahiyetinden
bahsetmiş, onu unutmuş, o hususta gaflet etmiştir. O beyanatıyla şunları yazıyor,
arz edeyim.
"Vurguncular gümrük tarifesinin değiştirilmesinden istifadeye kalkıştılar. Geçen
gece hep bu mesele ile meşgul oldum. İstanbul'da bir aylık ihtiyaca kafi un bulun
duğunu anladım. Ancak iktisadi vaziyet irademiz dışındaki kuvvetlerle cereyan
etmekte olduğundan buna karşı tedbirler almaya, iktisadi vaziyete karşı koymaya
karar verdim. Kendi mesuliyetim altında olmak üzere şeker, un, margarin, pirinç
gibi zaruri ihtiyaç maddelerinin gümrük tarifelerini indirdim. Şimdiki tarife Milli Hü
kümetin kurulmasından evvelki tarifeden azdır. Eminim ki Hükümetim Ankara'da
tatbik edilen ve bundan beş defa fazla olan tarife üzerinde yaptığım bu değişikliği
kabul edecektir."
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Acaba, bunları Hükümet dinliyor mu?
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Hiç merak buyurmayın not da alıyorum.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Binaenaleyh bunu da delil olmak üzere Meclis Divanına
veriyorum. Efendiler, mesuliyet için, yolsuz harekat için, kanunsuz harekat için
bundan daha açık bir vesika ararsanız onu benden aramayınız. Çünkü imkansız
dır. Rauf Beyefendi beyanatına nihayet verirken hatırımda kaldığına göre, şöyle
buyurmuşlardır. İstanbul'un nazik mevkisine göre aman Refet Paşa'ya değmeyi
1321
niz, değecek olursanız pek büyük mesuliyet alırsınız. Efendiler, bu en zayıf nokta
ya basmak bu vesile ile mesul olan şahsı kurtarmak ve onun arkasına gizlenmek
tir. (gülüşmeler) Benim fazlasıyla hürmetkar olduğum Rauf Beyefendi'nin bu şekil
de beyanatta bulunacağına katiyen ümit etmezdim. Çünkü Rauf Beyefendi böyle
zayıf bir noktaya dayanacağına hakiki bir noktaya yaslansa idi nazarımda daha
büyük olurdu.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Şimdi küçüldü mü?
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Hâşâ Rauf Bey küçülmez.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Lafın gelişi, efendim.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Refet Paşa'ya aman dokunmayınız. Çünkü büyük
mesuliyet alırsınız. Çünkü orada iş görmüştür. Müsaadenizle alakadar arkadaşla
rımızın vicdan ve insaflarına müracaat ederiz. Fakat Rauf Beyefendi'ye bir soru
soracağım. Harp esnasında bir kumandan emir almaksızın, kanun ve kaidelere
tabi olmaksızın bir tecavüze geçerse, bir muvaffakiyet elde ederse, o kumandanı
cezalandırmak mı, yoksa o muvaffakiyetinden dolayı taltif etmek mi lazımdır.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Bir satırla cevap vereyim.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Efendiler, yetişir bu talih oyunu. Milletler talih ile
idare edilmez, milletler kaidelerle idare edilir. (bravo sesleri) Eğer Refet Paşa atıl
dığı oyundan zarar etseydi, mağlup olsaydı bugün ne vaziyetle olacaktı? Efendiler
herkese talih yardım etmez. Milletin mukadderatını talihe terk ederseniz ve bunu
imza ile geçecek olursanız yarın Hasan Paşa da bundan cesaret alır, aynı oyuna
girişir. Bunun için berikinin talihsizliği sonra bir felaket getirir. Eğer gelişi güzel
hareket edilirse, müsaadenizle arz edeceğim ona anarşi denilir. Yirminci asırda
anarşi yoktur. Arkadaşlar, sözüme nihayet verirken iki kelime daha arz edeceğim.
Emin olunuz ki zaman bizim için zamandır. Vakti değil sözleri asabımız üzerinde
uyuşukluk tesiri geçiştirmiştir. Onun yapacağı tesir çoktan geçmiştir. Efendiler
vakti değildir bugün böyle geçsin, yarın şöyle geçsin diye çürük esaslar ile gider
sek emin olunuz cihanın korkarım ki emniyetini çekmekte zora düşeriz. Efendiler
salahiyetimizle oynayanlara karşı imza eden Hükümeti başımızda taşımak zanne
dersem doğru bir düşünce olamaz. İster bugün olsun, ister yarın için. Efendiler
tereddüt günlerinde değil, ilerleme günlerindeyiz. İstanbul için fazla bir şey söyle
meyeceğim. Takdiri Yüce Heyetinize terk edeceğim. (alkışlar)
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Efendiler, benden evvel İcra Vekilleri Heyeti Reisi
Rauf Beyefendinin dün burada gizli celsede beyanatını dinledik. Rauf Bey'in bura
da bir ay içinde ne kadar iş gördüğünü görerek Yüce Meclis tarafından da çokça
takdir edilmiş olan kurtarılmış yerler meselesi var. O zaman bu mevzu için kurul
muş olan hususi komisyona Yüce Meclisin haklarını değil, kendi verdiği bazı hak
ları bu heyetlere vermek istediği zaman Rauf Beyefendi şiddetle itirazlarda bulun
muşlardı. Bir ay sonra kendileri değil, kendisinin salahiyetini, yani kendilerinde

1322
olmayan bir salahiyeti bir tek adama vermişlerdir. Yani bunun ispatı meydandadır.
İspatı için ayrıca delil, Refet Paşa'nın yaptığı harekattır. Bunu bütün alem okumuş
ve bütün gazetelere geçmiştir. Bir paşa kendi başına kanunları keyfi olarak değiş
tireceğim derse bunu okuyacak olan cihan gazetelerine biz ne yüzle çıkacağız?
Milli hakimiyeti Yüce Mecliste tatbik ettiriyoruz, bundan başka kimseyi tanımıyo
ruz. Saltanat Makamını bile tanımıyoruz. Yani en hür hükümetler sırasında bulu
nuyoruz. Yusuf Ziya Bey arkadaşımızın buyurdukları gibi, milli meseleler bir şah
sın boyunlarına ve omuzlarına verilmez, milli meselelerde amil olan şey milli ira
dedir. Milli irade ise Yüce Meclisinizin çıkartacağı kanunlardır. Memleket onlarla
idare olunur. Her tarafta, Yusuf Ziya Bey'in pek güzel söylediği gibi, kanunları
kendi kendine değiştirmek isteyen adamlar çıkarsa, memleketin her tarafında ihti
lallara ve inkılaplara meydan verilmiş olur.
ABDULLAH EFENDİ (Sinop): Her yerde olmaz, efendim. (gülüşmeler)
ZİYA HURŞİT BEY (Devamla): Rica ederim efendim, bu meselenin fazla söz götü
rür yeri yoktur. Yüce Meclisin kararlarını muhafaza etmeyen Hükümeti hâlâ başı
mızda gezdirecek miyiz? Yüce Meclisten çıkan kanunu bir adamın kendi kendine
değiştirmesi kimsenin cesaret edemeyeceği bir şeydir. Yarın böyle birçok yerlerde
kanunları kendi kendine değiştirecek insanlar çıkarsa bu milletin Mecliste üç yüz
mebusu besleyip her birine iki yüz lira vermesinde ne fayda vardır? Bunu bana
Rauf Beyefendi izah buyursunlar. Böyle emirlerle, emrivakilerle, kanun değiştirme
lerle bu Meclisi karşılaştırırlar ve bunun için de fevkalade vaziyetten istifade etmek
isterlerse... Beni kuşkulandıran bir mesele daha var. Refet Paşa yazdığı şeylerde
muhtelif imzalar kullanıyor. Bazı emrinin altını şöyle imza etmiştir, "Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkumandanlık Temsilcisi" Burada askerlik yapmış seçkin kuman
danlarımız var. Bana misal göstersinler ki başkumandanlık temsilcisi diye bir yer
de bir makam var mıdır? Başkumandanlık Hükümetin içine dahil midir? Evet, Rus
ya İmparatoru, Almanya İmparatoru karargahında temsilci bulundururdu. Fakat
onlar Alman ve Rus İmparatorları idi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin
Başkumandanlık Kanununu zannederim ki Rauf Beyefendi okumamışlardır. O
kanunda Türkiye Büyük Millet Meclisi şahsiyetinde bulunan başkumandanlığı
Mustafa Kemal Paşa'ya veriyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi başkumandanlık
unvanını Refet Paşa kendisi mi kullanıyor, yoksa Hükümet mi vermiştir? Eğer
Hükümet vermiş ise efendiler, pekala biliniz ki dünyada en müthiş istibdat saltana
tını kuruyoruz. Buna katiyen emin olunuz. İşte asker arkadaşlarımızın her birisi
söylesinler. Binaenaleyh başkumandanlık temsilciliği hakkında ben malumat sahi
bi olmak isterim. Şimdiki bu usul baştanbaşa sakattır. Bu mesele uzun uzadıya
söz götürmez. Büyük Millet Meclisinin kanunu bir adam vasıtasıyla değiştirilmiştir.
Biz bunu kabul etmeyeceğiz. Gizli celsede bu kadar söyleyeceğim. Aleni celsede
de başka söyleyeceklerim var.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendiler, gerek Ziya Bey arkadaşımızın ve
gerekse Ziya Hurşit Bey arkadaşımızın sözlerini dinledim. Ziya Bey arkadaşımızın

1323
güzel sözlerine teşekkür ederim. Ziya Hurşit Bey arkadaşımızın da mütalaasına
1
cevap vereceğim. Fakat şimdi mühim bir vaziyet ortaya çıkmıştır. Bu vaziyet Hü
kümetinizin bazı hususları acilen müzakeresini gerekli kılmaktadır. Bize müsaade
buyurursanız toplanacağız. Bize müsaade buyurursanız tekrar rica ediyorum, bu
gensoru müzakeresi yarın yine devam etmelidir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): İçişleri Vekili cevap verecekler midir?
RAUF BEY (Devamla): Ben malumat sahibi olmadan ifade edemem.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Dahili mi, harici mi?
RAUF BEY (Devamla): Efendim dahili vaziyette hamdolsun hiç bir şey yoktur.
Hariçte Konferansa başlandığına dair şimdiye kadar Lozan'dan bir haber alama
dık. Fakat bu mesele harici ve belki memleketimizin siyasetiyle alakadar bir mese
le olabilir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Maliye Vekili buradadır. Diğer vekil
beyler burada olmadıkları halde gensoru müzakeresinin devamını arzu ediyor
musunuz? (gürültüler, hayır sesleri)
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Bana verilen gensoru önergesinde, esas olan
İstanbul ve Refet Paşa hakkında beyanat istiyorsanız, tetkik eder cevaplarını veririz.
LUTFİ BEY (Malatya): Yeni ortaya çıkan vaziyet nedir?
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Yeni vaziyet hakkında biraz işaret buyurur musunuz?
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Ben öğrenmeden ifade edemem.
LÜTFİ BEY (Malatya): Dahili mi, harici midir?
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Rica ederim, ben bilmeden siz söylememi mi
istiyorsunuz? Biz Hükümette müzakere edelim, icap ederse arz ederim.
NEŞET BEY (Çankırı): Harici mi, dahili mi bir şeydir?
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Allah, Allah isterseniz buyurun beraber müza
kere edelim.
SAMİ BEY (İçel): Biz de gıcıklanmayalım.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Harici midir, dahili midir, bu kadar olsun malumat veriniz.

1
Lozan Konferansı, bir haftalık gecikmeyle 21 Kasım 1922 tarihinde ilk toplantısını yap
mıştı. Herhalde Rauf Bey'in sözünü ettiği mühim vaziyet bu olabilir.
1324
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Yarın, çarşamba günü saat yarımda top
1
lanmak üzere celseyi tatil ediyorum.
(Bir gün sonra, 22 Kasım 1922 tarihindeki gizli oturumda...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Söz Çankırı Mebusu Neşet Bey'indir.
NEŞET BEY (Çankırı): Efendim, ben bundan on gün evvel Hükümet Reisi Rauf
Bey'e Refet Paşa'nın İstanbul'daki kanuna aykırı hareketleri için soru önergesi
verdim. Tabii benim soru talebim bu gensorunun içerisinde kaldı. Trakya'nın teslim
alınması için vazifelendirilen Refet Paşa'nın İstanbul'da kendisine Büyük Millet
Meclisi fevkalade temsilcisi sıfatını takınarak öteye beriye emirler vermekte oldu
ğu, kendisinin İstanbul gazetelerine vermiş olduğu beyannamelerle sabittir. Bu
hususta cevap verirken Beyefendi dediler ki,
-Biz bu sıfatı verirken düşündük, taşındık. Eğer vali unvanını verecek olursak,
valilikle mebusluk bir arada olamayacağından ve Yüce Meclis de buna razı ola
mayacağından valilik unvanını veremedik. Kumandan unvanını da veremezdik.
Çünkü Mudanya Ateşkesindeki bir maddede ordu bulunduramaz ve idareye askeri
bir memur koyamazdık. Düşündük temsilci adını verelim dedik.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Öyle bir şey demedim, beyefendi.
NEŞET BEY (Devamla): Tutanaklarda vardır, öyle dediniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Not edersiniz Rauf Beyefendi.
NEŞET BEY (Devamla): İstanbul fevkalade meseleler gösterebilir ve hali hazırdaki
kanunlarımızla onu idare etmek müşkül olur. Fakat efendiler Hükümetin vazifesi
bu zorlukları gidermek için evvela Hükümet Yüce Meclise gelecek bir kanun teklif
edecektir. Böyle bir kanun teklif etmeden nasıl temsilci gönderiliyor? (gürültüler)
Rica ederim, gelir buradan söylersiniz kürsü boştur, teşrif eder söylersiniz.
MUSTAFA BEY (Kozan): Elbette...
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim arkadaşların sözleri kesilemez.
NEŞET BEY (Devamla): Efendim, adeta Refet Paşa İstanbul'da on iki şubeli bir
hükümetçik teşkil etmiş ve kendisi de bunun reisi olmuş. Rauf Beyefendi bunun
ordu teşkilatına dair bir şey olduğunu ifade ettiler. Evet, ben de biliyorum bir kolor
dunun yedi şubesi vardır. Harekat şubesi, muamelat şubesi...
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): İstihbarat şubesi...

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (21 Kasım 1922), 1.Dönem, c.3, s.1085-1091, http://www.tbmm.gov.tr/
1325
NEŞET BEY (Devamla): İstihbarat şubesi yoktur efendim. Fakat kolordu karargah
larında içişleri ve dışişleri şubeleri de yoktur. Onlar Hükümette vardır. Üçüncü
mesele, Hükümet bu Refet Paşa'nın yaptığı harekatı tasvip ediyor mu veya Refet
Paşa'ya bu yaptığı kanunsuz muamelelerden dolayı ihtarda bulunmuş mudur,
bulunmamış mıdır? Fakat Beyefendinin izahatından anlaşılıyor ki ne yazık ki yap
mış olduğu icraatı doğru görmüş ve kabul etmiştir.
NECİP BEY (Mardin): Doğru görmüş ve kanun teklif etmiştir.
NEŞET BEY (Devamla): Müsaade buyurun Necip Bey ve sonra da beyefendiler
başka bazı bazı meseleler de var. Mesela orada Refet Paşa doğrudan doğruya
Beyoğlu'na bir mutasarrıf, mevki kumandanı, bilmem ne... Ama daha sonra bundan
vazgeçmiş. İçişleri Vekaleti icap eden memurları tayin etmiş, fakat bir müddet Refet
Paşa'nın bu kanunsuz harekatı devam etmiştir. Dördüncüsü gümrük meselesidir.
Gümrük Kanununu keyfi olarak değiştiriyor. Sonra Refet Paşa'nın orada birçok mu
vaffakiyetlerinden bahsediyor. Rica ederim bir taraftan diyor ki İstanbul Vilayetine
hakimiz, diğer taraftan kanunları tatbik edemiyor. İçki Yasağı Kanununu tatbik ede
bildiniz mi Beyefendi? Edilemedi. Binaenaleyh ben sorularımı kafi görüyorum.
MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Efendiler biz şimdiye kadar...
BİR MEBUS BEY: Söz alanlar kaç kişidir?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Yedi, sekiz üye vardır.
MUSTAFA NECATİ BEY (Devamla): Ben usul hakkında söyleyeceğim.
ABİDİN BEY (Lazistan): Hep usul hakkında söyleniyor, bizim sözlerimiz kalıyor.
MUSTAFA NECATİ BEY (Devamla): Biz vaktin nakit olduğundan bahsediyoruz.
Evet, vakitlerimiz boşa gidiyor, iş göremiyoruz. Kanunları çıkaramıyoruz diye her
kes bundan şikayetçidir. Bu şikayetlerle beraber bugün üç günden beri biz kendi
miz o şikayetlere maruz kalıyoruz. Herkes aynı nakaratı, aynı kelimeleri tekrar
ediyor. Rica ederim, herkes söylenenleri kaydederek buraya gelsin, söylenmeyen
sözleri söylesin. Yoksa sabahtan akşama kadar, günlerce bu gensoru meselesine
ayırırsak bu Mecliste hiç bir şey yapamayız.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Gensoru en mühim meseledir, Necati Bey.
MUSTAFA NECATİ BEY (Devamla): Efendim, bugün en mühim mesele milletin
menfaatleri için çalışılacak meseledir. En mühim mesele odur. Yoksa kelime üze
rinde oynamak için tumturaklı kelime söylemek için, nutuk atmak için müzakere
edilecek mevzu yoktur. Bunu söylemek isteyenler edebiyat dersi alsınlar. (bu usul
hakkında değil sesleri) Efendim bir kelime müsaade buyurunuz, hakkımdır. (sağ
dan gürültüler, soldan alkışlar) Bir söz söyleyeceğim efendim, benim de burada bir
kelime söylemek hakkımdır, zannederim.

1326
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Reis Bey, bu müzakere usulüne dair değil. Bu
nedir anlayalım.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu Mecliste Necati Bey'in söz
söyleme hürriyeti vardır ve mukaddestir. Kimse müdahale edemez. Ondan mu
kaddes bir şey varsa o da İç Tüzüktür. Binaenaleyh mesele İç Tüzüğe riayet et
meme meselesidir. İç Tüzüğe göre söz alıp da burada söz söyleyen arkadaşların
bir kısmı söylenen sözleri tekrar etmekten başka bir şey yapmadılar, diyen Necati
Bey'in sözleri doğru değildir. Burada kelamın ölçüsü, endazesi yoktur, isterse bin
defa tekrar yapabilir. Bu müzakere usulüne dair bir söz değildir. Müzakere usulü
nün hilafında ve ihlal eder bir tarzda söylediler.
MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Efendiler, zamanı bolca kullanma ve israf
vardır. Bu Mecliste yedi günde yedi bin lira sarf ediliyor, israf vardır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Arkadaşlar, bir şey söyleyeceğim. Meclis
Divanı arkadaşımızın sözüne hürmetkar olup da sözüne devam ettirecek mi ettir
meyecek mi?
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Efendim, bir söz tekrar olunuyor, bunda ne var, tekrardan
ne çıkar.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurunuz efendiler, evvela beni
dinleyiniz. Efendim, ben tarafsızlığı ihlal mi ediyorum?
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Lehte ve aleyhte söylensin.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Beyefendi, dün söz alanlar hep aleyhinde
olduklarından tasnif etmedik. Bugün söz alanları bilmiyorum. Binaenaleyh bu dün
söz alınırken olacaktı, bugün olmaz.
NECATİ BEY (Erzurum): Efendim, şüphesiz Yüce Meclisinen vazifesidir. Bin kere
büyük söylense
vazifelerin
den biri
yine
olabilir.
dinlemek
Binaenaleyh
ve belki bu
vazifesi
de birincisi
karşısındayız.
sınırlanamaz.
HükümetiOnun
Bu
denetlemesi
milletin
için buna
en mukaddes
itiraz etmek
hakkıdır.
nasıl Biz bunu
mümkün

kullanıyoruz. Nasıl bunu dinlemeyiz.


MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Bu bile tekrardır, kaydediniz.
NECATİ BEY (Erzurum): Tekrar olsun, istediğim kadar tekrar ederim.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Bu söz ne demektir? Rica ederim, ben istediğim kadar
söylemek hakkına sahibim.
MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Söylemeye hakkın yoktur, Beyefendi. Bu
kürsü milletin menfaati içindir.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Hakkımdır, hiç kimse alamaz.

1327
NECATİ BEY (Saruhan): Yalnız bir defa söylersiniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Necati Bey ihtar cezası aldınız. Yusuf Ziya
Bey sizi de ihtar ediyorum.
ESAT EFENDİ (Aydın): Necati Efendiye taarruz oluyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): İkisine de ihtar yapıyorum. Esat Efendi, rica
ederim ses çıkarmayınız. Burada şüphesiz her arkadaşımızın fikri ve kanaati muh
teremdir. Ona hepimiz hürmet etmek mecburiyetindeyiz.
NECATİ BEY (Erzurum): Şüphesiz ki bu gensoruya lüzum gören arkadaşlarımız
Büyük Millet Meclisinin kanunlarına karşı uzanan taarruz karşısında mebusluğun
onlara verdiği vazifeyi ifa etmekten ibarettir. (bravo sesleri) Milli davamızın iki ga
yesi vardır, birisi milli hudutlar dahilinde hür ve müstakil bir devlet kurmak, ikincisi
milli hakimiyetin tecellisidir. Kazanmış olduğumuz büyük zaferin neticesindeki
büyük kazanımları bu millet kafi bulmaz. Pek güzel hatırlarsınız ki bu millet Viya
nalara kadar da gitmiştir. Beyefendi buyurdular ki Rafet Paşa'ya bu unvanı verme
seydik başka şekilde onu oraya göndermezdik. Bu cevap pek ortada kalmıştır,
dayanaksızdır. Zaten bizim meselemiz bu değildir. Ancak bizim bahsettiğimiz şey
İstanbul'da devlet teşkilatı haricinde bir takım müesseseler meydana gelmiştir.
Buradaki Yüce Meclisin mevcudiyeti dikkate alınmamıştır. Hükümet kanunla ya
pılması icap eden şeyleri kendiliğinden yapmıştır. Biz bunu doğrudan doğruya
Meclisin yasama hakkına tecavüz olarak düşünüyoruz. Rauf Bey, İstanbul'da fev
kalade vaziyet ortaya çıkmıştır, diyor. Memleketin her hangi bir köşesinde fevka
lade bir vaziyet çıktığı takdirde Meclis toplantı halinde değilse toplantıya çağrılarak
bir saatte karar alabilirlerdi. Kanunun değiştirme meselesine gelince, İtilaf devletle
ri temsilcilerinin müracaatı üzerine Refet Paşa Hazretleri ben değiştirdim demiştir.
Bu kanunu Meclis değiştirsin diyemez miydi? Dediği takdirde onlardan hürmetten
başka ne görebilirdi.
YASİN BEY (Gaziantep): Reis Bey, müsaade buyurursanız bir şey arz edeyim.
Müzakerenin bir an evvel tamamlanabilmesi için, bu meselenin lehinde ve aley
hinde bulunan arkadaşlarımız sıra ile söylesinler.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Evet efendim, söz alan arkadaşlarımızın
tasnifi yapılır. Dün sordum, hepsi aleyhinde söz aldılar. Lehinde kimse söz almadı.
Fakat bugün söz alanlar da öyle zannediyorum ki lehinde söyleyecekler, böyle
ısrar ediyorlar. Fakat şahsi mesele hakkında söz söyleyenlerin sözleri bitmemiştir.
Bunun haricinde yaptığımız şeylerde yanlışlık varsa, bu hususta lütfen ikaz buyurun.
(Tekrar usul tartışması açıldı ve bir saat kadar sürdü. Sonunda Başkan Vekili lehte ve
aleyhte konuşacakları tespit etti ve ona göre söz vermeye başladı.)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Buyurun Hakkı Hami Bey.

1328
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Muhterem arkadaşlar, iki gündür Yüce Meclisinizi işgal
eden meselenin yeterince anlaşıldığına inanıyorum. Ancak anlaşılamayan bir me
sele var. Eğer bu mesele halledilirse mesele bitmiştir. Ben ne Hükümet ve ne de
Refet Paşa Hazretleri hareketlerinde isabetsizlik etmişlerdir demeyeceğim. Ne
yapılmış ise iyi niyetle yapılmıştır. Ancak bir şey var. Malumunuz siyasetçiler yap
tıkları işin mesuliyeti ile beraber belki cezasını da bilerek yaparlar ve ona teşebbüs
ettiği zaman zaten bu cezaya razı olmuş demektir. Devlete bir iş kazandırır ve
fakat kazandırmış olduğu işin belki siyaseten düşmanlara bazı ipucu verdirmek
ihtimaline karşılık ve bu ihtimali bertaraf etmek için, Meclise gelir ve kendisini me
sul ettirir. Mesele kapanmış olur. Bugün Refet Paşa meselesi budur. Refet Paşa
bir iş yapmıştır. Yaptığı bu iş neticesinde İstanbul'u bize ilhak etmiştir. Fakat İs
tanbul bize idareten ilhak edilmeden ve hakimiyetimize geçmeden evvel ve düş
man işgali kalkmadan ve düşman işgal ve nüfuzu mevcut iken bazı işler yapılmış
tır. Eğer bu işlere karşı bu cüreti gösterenleri af edecek olursak korkarım ki Sulh
Konferansında bu milletin değil dört beş sene, değil on beş sene, belki asırlardan
beri devam eden mücadelesinin zeminini teşkil edecek olan tam istiklali temin için
çok uğraşmak mecburiyet ve zaruretinde bırakacaktır. Hatırınızdadır ki bütün ga
zeteleri işgal eden eski antlaşmalar ve azınlıklar meselesidir. Eğer sulh Konferan
sının toplanmış olduğu şu zamanda milletin eski antlaşmaları kabul edebileceği
veya bunun yerine diğer bir şekil verildiği takdirde kabul edebileceği gibi bir hare
ket hissedilecek olursa emin olunuz düşmanlarımız bundan çok cüret alacaklardır.
Efendiler, ben Refet Paşa'nın bu hareketinin ve Hükümetin bu hareketine karşı
göstermiş olduğu bu sessizliğin düşmanlarımıza böyle bir his, bir fikir vereceğine
şahsen inanıyorum ve bundan endişe ediyorum. Eğer böyle bir his olması belki
ben de böyle oldu biraz daha devam etsin diye alkışlardım. Geçenlerde bir yaban
cı gazetede bir yazı okudum. Kapitülasyonları müdafaa ediyor ve diyor ki,
"Sizin iddia ettiğiniz bu kapitülasyon, galibin mağluptan zorla alındığı bir hak de
ğildir. Belki galibin mağluba nezaketen verdiği bir ihsandır."
...Fakat efendiler, kapitülasyon galibin zorla almış olduğu bir şey olduğu halde siz
haksız olarak kendinize bunu bir hak olarak telakki ediyorsunuz ve tecavüz edi
yorsunuz. Bu tecavüz haksızdır. Zaten bizim gazetelerde bütün mücadele bu değil
midir? Arkadaşlar Patrikhaneyi bu hale getiren ve fakat o asırda belki o kadar
alkışlara mazhar olan Sultan Fatih değil miydi? Fakat bu Padişah ne yapmıştı?
Memlekete iyilik mi yapmıştır? Yoksa fenalık mı yapmıştır? Bunu tarih göstermiş-
tir. Eğer Fatih'in yaptığı bu iş doğru olsaydı Patrik bu milletin başına bela kesil
mezdi. Binaenaleyh kuvvetli olduğumuz zaman verilmiş bir imtiyaz bu milletin ba
şına bir hak olarak geçirilmiş ve millet bununla ezilmek istenmiştir. Şimdi efendiler,
ben Refet Paşa'nın İstanbul'da almış olduğu kararları ve gazetelerde yayınlattığı
beyannameyi o zamanlar verilmiş olan ihsanlardan başka bir şey olarak düşün
müyorum ve korkuyorum. Rauf Beyefendi buyurdular ki yedi yüz bin Hıristiyan
vardır ve silahlıdır.

1329
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): İstanbul'da yedi yüz bin Hıristiyan yoktur.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Evet efendim yoktur. Ben öyle söyledim, neyse
celse gizlidir.
RAUF BEY (Vekilleri Heyeti Reisi): Zannederim miktar söylemedim, yüz binlerce
dedim.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): İsterse yüz kişi olsun, yani bunlar bir isyana zemin
teşkil eder, tarzında birçok sebep ifade ettiler. Bu gibi mahzurlar karşısında Refet
Paşa mecbur kaldı ve biz de onun hareketini tasvip buyurduk, dediler. Böyle ma
halli bir zaruret karşısında verilecek olan ve imtiyaz mahiyetinde bulunan her han
gi bir şehrin ki orada halen yabancılar mevcuttur, yapılan müracaat rica olsa bile
rica ederim bu imtiyaz değil de nedir? Efendiler, Refet Paşa kanunun mahiyetini
anlamayarak değiştirdim demiş, kaldırdım demiş, mesele bu değildir. Mesele,
düşmanlarımız bizi ağzımızdan çıkan cümleleri kullanabilirler. Avrupalılar bizim
her yaptığımız inkılaba katiyen emniyet etmemişlerdir. Rica ederim, biz birçok
kanlar dökerek vücuda getirdiğimiz bu inkılabı da bu tarzda kabul ettirmek için
uğraşacak mıyız? Efendiler, kendi gözümüzle bakmayalım. Yabancı gözüyle ba
kalım. İstanbul'daki bu hareketle inkılabı yan yana getiren bir yabancının vereceği
hükmü düşünerek ona göre hüküm verelim. Yoksa efendiler, Refet Paşa vatanse
verliğinden, Hükümetin iyi niyetinden kimse şüphe etmez. Şüphe etseydik, gön
dermezdik. (sen mi gönderdin sesleri) Yüce Meclis istemese göndermezdi. Benim
kendi kanaatim belki hata ediyorum, ben Hükümetin yerinde bulunsam derim ki
arkadaşlar ben şunu yaptım, şunu kazandım. Fakat Sulh Konferansı başlayacak
tır, bunu vesile ederek düşmanlarımızın karşımıza set çekmemesi için bizi devirin.
Cihana ilan edelim. (maşallah sesleri) Rica ederim, kanunun hakimiyeti bu demek
tir. Yoksa herkesin yaptığı yanına kalacak olursa çıkardığımız kanunlara riayet
etmemiş oluruz. Bunlar birer sahte cila mahiyetinde olur, fayda vermez, meyve
vermez. Bu benim kanaatimdir. Yüce Heyetiniz bu kanaatime iştirak eder veya
etmez o başkadır. Siyasi birtakım mahzurlar gördüğümüzden dolayı Hükümet
istifa etmeli veya bir güvensizlik oyu vermeliyiz. Memleketin selameti adına Hü
kümetin istifa etmesinin her halde uygun olacağı kanaatindeyim. Binaenaleyh
bundan başka imkanı olmadığını arz eder sözüme nihayet veririm.

YASİN BEY (Gaziantep): Hakkı Hami Bey arkadaşımıza iki kelime ile cevap ver
mek isterim. Bir kanunun değiştirilmesi ile Hükümetin devrilmesi zannetmem uy
gun olsun. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ve Başkumandanlık adına Trak
ya'nın teslim alınmasına memur, esas budur.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Kanunun değiştirilmesini Meclise bıraksalar ya?
YASİN BEY (Devamla): Bu bir değişiklik değil kanunun tatbik kararını tehirden
başka bir şey değildir. Mudanya Ateşkesi öncesinde arkadaşlar mazur görsünler,
biz o vakit ordularımızın Akdeniz kıyılarına yürüdüğünde bir tehlikeli oyun oyna
madığımızı düşünmeyin, İstanbul'a girmiş olsaydık bugünkü vaziyet olmayacaktı.

1330
Refet Paşa Trakya'yı teslim almak üzere gidiyordu. Bunun İstanbul'a uğraması
anında Sulh Konferansı meselesi çıktı. Malumunuz Trakya'nın teslimi meselesi
Mudanya konferansının muvaffakiyetle neticelenmesi meselesi İstanbul muhitinde
yalpa vurduruyordu. Halk galeyan ve cereyan içinde idi. Refet Paşa'nın yerinde
ben olsaydım, o heyecanı işgal orduları önünde böyle kendi kendimi bu yalpaya
atamazdım. Binaenaleyh Refet Paşa böyle tehlikelere karşı fedakarlık etti. Kendi
kendini İstanbul'a attı. (Allah razı olsun sesleri) İyi olmak ve kötü olmak ihtimalleri
var idi. Binaenaleyh ne yaptı Refet Paşa orada? Yaptığı şeyler arkadaşlarım itiraf
ettiği gibi bir gazete sütununda Refet Paşa'nın Büyük Millet Meclisi Temsilcisi
demesidir. Fakat diyorum ki Refet Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti
Başkumandanlık Temsilcisi unvanı altında gitmiştir. Bu temsilci kelimesi üzerinde
düşündüm, komiseri de denebilirdi. Arkadaşlar ben soruyorum, ben Gaziantep'in
değil, Türkiye'nin temsilcisi değil miyim? Rica ederim ben bir yerde veya başka
birisine temsilci dersem günah mı işlemiş olurum?
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Gaziantep'in temsilcisisin, milletin değil.
YASİN BEY (Devamla): Türkiye temsilcisiyim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim kimse hatibin sözünü kesme
sin, hatip mütalaasını serbest söyler, tenkit eden de gelir burada tenkit eder. An
lamayanlar benden sorar, hatibe izah ettiririm.
YASİN BEY (Devamla): Buyurdular ki mütehassıslardan sordum, elindeki kanunla
rı tepeleyerek bir iş yaparsa ne yapılması lazım gelir? Ben de düşünüyorum, Re
fet Paşa bir kanunu tepelemiş değil, bir kanunu ayaklar altına almakla milletin
hakimiyetine, haysiyetine ufacık bir hata yapmış değildir.
ŞEVKİ BEY (İçel): Pek güzel yapmış.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): İstirham ederim Şevki Bey, hatibin sözünü
kesmeyiniz.
YASİN BEY (Devamla): Refet Paşa İstanbul'a girdiğinde bir vazife yapmış değil.
İstanbul'un Mudanya Konferansından sonra zaten İstanbul coşmuştu.
SAMİ BEY (İçel): Emrivaki oldu.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim hatibin sözünü kesmeyin.
YASİN BEY (Devamla): Yüce Meclisin verdiği kararın hiç biri emrivaki değildir.
İstanbul ve havalisi vatanımızdır. Bir yabancı toprağı değil ki orada temsilci bulu
nabilsin. İstanbul işgal altında iken hakikaten orada bizim bir temsilcimiz vardı. O
da malumunuz Lozan'a giden Hamit Bey'dir. Onun gitmesiyle orada o iş açık kaldı.
Yani işgal kumandanlarıyla temas etmek meselesi vardı. Babıali'nin enkazı üze
rinde düzeltme yapmasıdır. Bunda da teşkilat meselesi bahis mevzu oldu. Hakika
ten Refet Paşanın oraya gitmesiyle bir teşkilata ihtiyaç vardı, ne yapılabilirdi?

1331
Orada henüz Milli Hükümetin valiliği kurulmadığı için Babıali idaresinde bulunan
memurlara itimatsızlıkla orada bulunan halkın galeyanına ve işgal kıtaatının heye
canına karşı bir tedbir alması lazım geliyordu. Binaenaleyh Refet Paşa'nın teşkila
tını ben bir zamanlar Gaziantep'te yaptığımız bir teşkilata benzetiyorum. İngilizler
Gaziantep'e geldiği vakit ne yapalım, diye düşündük. Tabii sizden emri alıp, ondan
sonra İngilizlere karşı Cemaati İslamiye adı altında Gaziantep'i on iki semte ayır
dık ve ahaliyi silahlandırdık. Yani bugün Refet Paşa'nın vaziyeti de zannediyorum
böyledir. Onun için arkadaşlar herhangi iş başında birini tenkit etmek pek kolaydır.
Bir kelime değil, bir değişiklik kelimesi değil, bir teşkilat kelimesi değil, binlerce
kelime bulunabilir. Bugün Avrupa'nın bütün temsilcileri bir konferansa gelirken
Meclisin, milletin itimadına daima dayanmak istedikleri bir andaki bugün yalnız bu
İstanbul'un ve Refet Paşa'nın harekatı hakkında tetkikatım neticesinde anladığım,
eğer biz İstanbul ve havalisinde büyük bir ordu hazırlamak için herhangi bir hare
katta binlerce insanlarımız telef edildiğini, kanlar aktığını rica ederim, düşünelim.
Yedi asırlık bir şekli yıktık, burun kanatmadık. Efendiler böyle bir burun kanamadı
ğı gibi işgal askerleri varken İstanbul'da çıt çıkmadı. Bu, tabii ki Refet Paşa'nın
aldığı vaziyet ve kavradığı harekattan çok İstanbul halkının Yüce Meclise itimat
ederek hareket etmeleriyle kazandık. Bugün bu temsilcilik sıfatını kendine takınan
adamı ben kendi aleyhimde görmüyorum. Bilakis benim gayemin, benim kanaati
min önünde kendi kendini feda ettiğini görüyorum. Bana kalırsa Hükümete güve
noyu verilmesini teklif ederim.
ABİDİN BEY (Lazistan): Muhterem arkadaşlar, Rauf Beyefendinin reisliğini yaptığı
bir heyette suiistimal olmayacağına ve olamayacağına inanıyorum.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Fakat...
ABİDİN BEY (Devamla): Şimdiye kadar konuşan arkadaşlar boyuna, temsilci ke
limesine takıldılar durdular. Evet, hakikaten bu temsilcilik verilecekse Yüce Mecli
sin kararıyla verilebilir. Refet Paşa pekala buraya gelebilir ve gelmişti. Geldi fakat
bir göründü gitti, bizimle konuşmaya bile tenezzül etmedi. (gülüşmeler) Rica ede
rim, bir mutlakıyet idaresi için buraya gelmedik. (işitmiyoruz sesleri) Hürriyet fikri
tamamen iyi ve hamdolsun şimdiye kadar bizi ezen ve bu milleti, millet değil hiz
metçi diyen idareyi kaldırdık. Kaldırmakla uğraşıyoruz. Fakat ben görüyorum ki bir
kaç kişi verdiğimiz salahiyeti bunlar zannediyorlar ki...
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Babalarının malları...
ABİDİN BEY (Devamla): Beni şüphelendiriyorlar ki onlardan daha fazla baskı
yapmağa kalkışıyorlar. (alkışlar) Ben tamamen hürriyet fikrine sahibim beyefendi
ler. Bütün manasıyla bir şahsın sivrilmesi değil, bütün milletin hakim olmasına
çalışalım. (bravo sesleri, alkışlar) Binaenaleyh Yüce Meclisin her bir kararı mutla
ka yerine getirilmelidir, bu Meclisten bütün Hükümet ve Başkumandanlık korkma
lıdır ve çekinmelidir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, böyle titriyoruz.

1332
ABİDİN BEY (Devamla): Hayır beyefendiler, biraz da alay ediyorlar. (şiddetli gü
lüşmeler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): O sözünüzü geri alınız. Kimsenin hakkı yok
sizinle alay etmeye.
ABİDİN BEY (Devamla): Yani öyle, çünkü gülüyorlar, o sözü geriye aldım. Beye
fendiler, biz milli gayeye nasıl başladık, nasıl bir rütbe ile geldik, ne şekilde ve
nasıl yükselmekteyiz. Rica ederim bu yükselmek noktasına gelince Paşa Hazretle
rinin dediği gibi ufak işlere alışanlar, büyük işleri başaramazlar. Ben şahsiyetim
itibarıyla büyük işe itikat ederim ve büyük iş için buraya geldim. (bravo sesleri)
Hamdolsun başardık ve başarmaktayız. Fakat ben Refet Paşa'ya doğrusu bu
unvanı çok görüyorum. Yani uykuda bile aklıma alamıyorum. Yani ne olursa olsun
benim içimde duramıyor. (gülüşmeler) Kanunu değiştirmek, kanunla oynamak
zamanı değildir arkadaşlar. Bütün dünyaya ilan ettik ki biz muntazam bir hükümet,
muntazam, muhteşem, kuvvetli bir millet efkarını kurduk ve millet hakimdir. Yoksa
şahıs kanunu bir dakika, bir saniye bile değiştiremez.
ALİ SAİP BEY (Urfa): Celse gizlidir, halbuki sokaktan duyuluyor, efendim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Tedbirlerimizi aldık. Arkadaşımızın sözünü
kesmeyin. İstediği kadar bağırabilir. Tedbir almak vazifemizdir fakat sus diyemeyiz.
ABİDİN BEY (Devamla): Muhterem arkadaşlar, bir şey olmamış bir şey olmayacak
demeyelim, daima bu gibi şahıslara biraz nihayet verelim. Yani keyfi muamelelere
nihayet vermek lazımdır. (biraz mı sesleri) Kanunu ben değiştiriyorum deniyorsa,
Refet Paşa Hazretleri bir gazeteye yazmalı idi. Demeliydi ki bu kanun bir ay sonra
tatbik edilecektir. Yoksa kendi kendine dört maddesini değiştirdim, iki maddesi
tatbik edilecek, bilmem bunu al, şunu kes bir mahzur görürse efendiler, derhal
Maliye Vekili telgraf makinesi başında konuşabilirdi ve makine başında lazım ge
len emirleri alabilirdi. (o zaman makine kırıktı sesleri) Ceza Hükümete aittir, bana
ait değildir. Hükümete bunu duyurmak istiyorum ki mutlak hakimiyet size verilme
miştir. Bu Yüce Meclisten alacağınız karar üzerine hareket etmeye mecbursunuz
beyefendiler. Binaenaleyh bu usule riayet etmediğinden dolayıdır ki yine Hükümet
Reisinin büyük vatanperverliğinden rica ederim ki bir daha bunu kıskansınlar ve
bunu vermesinler. (alkışlar)
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendim, maalesef ben bir şey söylemek istemiyorum.
Çünkü arkadaşlar hep söylediler. (anlamıyoruz sesleri) Anlamıyorsanız beyefendi
kulağınızı lütfen biraz veriniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Siz oraya cevap veremezsiniz, Salih Efendi.
SALİH EFENDİ (Devamla): Ben şu kanaatteyim ki Hükümeti işgal edenler zaman
zaman milletin ruhuyla ve milletin kanuniyle oynuyorlar. Fakat bunu katiyen bilsin
ler ki Meclis sinesinde bu oynayan şeyleri unutmuyor. Rica ederim, memleketin
ruhuyla oynamasınlar. (bravo sesleri) Kanun iyi veya fena olsun, onu nasıl bulur
1333
larsa öyle kullansınlar. Türkiye'de bir kaç şahıs vardır, onlara kanunları çiğneriz
dedirtmeyelim. Çok istirham ederim yapmasınlar. Yahut yaptıklarında çok rica
ederim bir az insaf etsinler. Bu işleri terk etsinler rica ederim.
NECATİ BEY (Lazistan): Kanun ile oynamayı, kanunu çiğnemeyi hiç bir arkadaş
tahmin etmem ki rıza göstersin. Herhalde kanunu hakim kılmak için buraya top
landık. Herhalde memleketimizde suiistimal olmaması için Avrupa'nın, düşmanla
rımızın karşısında gayet metin, sağlam olmak için buraya toplandık geldik. Birbiri
mizden gayet eminiz. Birbirimizle gayet birlikteyiz ve bağlıyız. Hiç bir arkadaş baş
kasına karşı başka bir fikir beslemez. Arkadaşlarımın hepsi muhteremdir. Bu Mec
lisi ilk teşekkülünde hepimiz başlarımızı koltuklarımıza alıp geldik. Aklı yerinde
olan bir insan, kendisine verilen bir işi neticelendirmeye çalışır. Refet Paşa'nın
İstanbul'da yapmış olduğu şeyler ihtimal ve ihtimal ki katidir ve bir zaruret eseridir.
Yoksa Refet Paşa'nın bu memlekete ihaneti ve hıyaneti olamaz. Refet Paşa ile
arkadaşlığım vardır. Biz onunla birlikte asilerle harp ettik. Refet Paşa geldikten
sonra Abat dağlarını, gayet sarp olan Abat dağlarını silahlarımız omuzda olduğu
halde geçmişizdir. Bu hareketlerinden dolayı Refet Paşa'ya şükran burcumuz var.
Hizmetleri pek çoktur. Milli harekatın başından şimdiye kadar yapmış olduğu feda
karlığı, vatanperverliğinden dolayı Refet Paşa Yüce Meclisin haklarını çiğnemeye
teşebbüs etmesini katiyen düşünemem. O halde arkadaşlarımın da daima şahsi
saltanata karşı isyan ile feveran ile ben de müşterekim, tebrik ederim. Arkadaşlar,
milli hakimiyeti daima yüksek tutsunlar ve şahsi saltanatı yıkmak için büyük müca
delede bulunmalarında metanet göstersinler. Biz böyle arkadaşların arkasındayız
ve ilelebet böyle gideceğiz. Bunun için rica ederim vakitlerimiz azdır ve kıymetlidir.
İstanbul'da yapılan şeyler hata eseri olsa bile umumi menfaate aittir. Çünkü bizim
harekatımızda fikrimiz İstanbul idi. Çünkü İstanbul İslam hediyesidir. Bu İslam
hediyesini düşmanın işgalinden kurtaracağız. Arkadaşlara ilk evvel herkese sor
duğum zaman herkesi bu mücadele etrafında toplamak istediğim zaman söyledi
ğim sözler, evet İstanbul'u kurtaracağız, İstanbul için öleceğiz, demiştik. İstanbul'u
şimdi bu şekilde kan akıtmayarak kurtaralım. Eğer böyle olmasaydı biz İstanbul
için evlatlarımızı ve kendimizi feda edecek idik. İsterse bütün dünya toplanarak
İstanbul üzerine gelmiş olsaydı. Kan akıtılmamış, gayet kolaylıkla, siyasetle, İs
tanbul bizim Türkiye'ye katılmış ve hamdolsun bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi
kanunları orada tatbik edilmektedir. Halifemizi seçmişiz ve Halifemize biat için
heyet göndermişiz. Bu pek uğurlu ve mübarek bir gündür. Rica edeceğim sözler
bundan ibarettir. Hiç bir arkadaşa hürmetten başka beslediğim bir şey yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, iki günden beri devam etmekte
olan gizli celseye nihayet verilmesiyle aleni celseye geçilmesini Canik Mebusu
Emin Bey bir önergeyle teklif ediyor. Bir de Hacı Şükrü Bey'in bir önergesi var.

1334
TBMM Başkanlığına
Madem ki kanunu Refet Paşa'nın değiştirmediğini resmen Rauf Bey be
yan etmiştir, o halde izahat kafidir. Hükümete güvenoyu verilerek gündeme
geçilmesini teklif eylerim. 22 Kasım 1922
Diyarbakır Mebusu
Hacı Şükrü
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Söz evvela Rauf Beyefendinindir, ona veri
yorum.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Reis Beyefendi, ben dün söz aldım. Bugün hâlâ
benden sonra söz alanlar söylüyor. Sebebini anlayamadım.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rauf Beyefendiden sonra ilk söz sizindir.
Müzakere devam ettiği takdirde...
ABDULLAH TEVFİK BEY (Dersim). Rica ederim, taşrada birçok kanunsuz işler,
muameleler oluyor. Ben bu izahat vesilesiyle bunları söyleyeceğim. Nasıl olur da
müzakere kafi görülür. Söyleyeceğim sözleri söylemek istiyorum. Müzakereyi bi
tirmeyi emrediyorsunuz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Hayır, hayır, gelen önergeleri arz ediyorum.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Efendim, Refet Paşa'ya ait olan kısım bitebilir. Yani
Hükümet hakkında yine söyleyeceğiz. Böyle olursa bana aleni celsede söz verin.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, İstanbul'da Refet Paşa arkadaşımızın
harekatı hakkında üyelerden bazılarının verdiği gensoru önergesi kürsüde okun
duktan sonra verdiğim malumat bazı üyeler tarafından kafi görülmedi. Bazı nokta
ları tekrar sordular. Tekrar buyurdukları hususlara ayrı ayrı cevap vereceğim. Bitlis
Mebusu Ziya Bey, hakikaten kendine has cazip ifadeleriyle benim gönlümü aldık
tan sonra Refet Paşa'yı tasvip eder görünerek, Hükümetin hata zannettikleri hare
katını bu şekilde Yüce Heyetinize ifade ettiler. Mudanya Anlaşmasıyla İstanbul'un
vaziyeti belli olmuştur, buyuruyor. Evet, bunda hemfikiriz. Tekrar ediyorum, işgal
ifadesini kullanarak yabancıların orada olmalarını kabul ediyorduk. O zamanki
hadiseler cereyan ederken Sulh Konferansının toplanacağı bir zamanda Meclisi
mizi işgal etmek itibariyle mahzurlu olduğunda isabet olduğunu siz de tasdik eder
siniz zannederim. Refet Paşa'nın idaresinin askeri olduğundan ve bir askerle idare
memurunun arasındaki farkı Yüce Heyetinizin dikkatine arz ettiler. Bu şekilde Re
fet Paşa'nın o idaredeki askeri tavırların uygun olmadığını söylediler. Halbuki Ziya
Bey arkadaşımız şüphesiz biliyorlar ki Refet Paşa'nın karşısındaki yabancı insan
lar da askerdir. Öyle askerlerdir ki onların emirleri altında silahlı kuvvetleri vardır.
Refet Paşa'nın ise yoktur. Bu bakımdan Refet Paşa'nın yaptıkları doğrudur ve
şarttır. Diğer taraftan buyurdular ki Refet Paşa'ya fevkalade salahiyetler vermişler,
bu salahiyeti kimden almışlar ki vermişler? Efendiler tekrar ediyorum, Refet Paşa

1335
ya salahiyet verdik ve fakat fevkalade kelimesini kullanmadık. Refet Paşa'ya fev
kalade salahiyet verilse bile bir hududu olması lazım gelir. Bu itibarla Refet Paşa'-
ya biz fevkalade salahiyet vermedik.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Tutanak meydanda.
RAUF BEY (Devamla): Refet Paşa'ya salahiyet verdik dedim, fevkalade tabirini
kullanmadım. Refet Paşa'ya salahiyet verdik. Yüksekten nezaret edecek ve acilen
karar alacak ve bize de bildirecek. (fevkalade olmaz sesleri) Tekrar ediyorum,
fevkalade değildir. Tehlikeli vaziyetlerin ihtimalini idrak eden Hükümetiniz o vaziyet
lere karşı tedbir alabilmesi imkanını kendisine vermiştir. Yoksa şu kadar büyük sa
lahiyette filanı öldüreceksin, filanı asacaksın, filanı keseceksin, sıkıyönetim ilan ede
ceksin diye bir salahiyet vermedik. Ziya Bey arkadaşımız diğer taraftan kendilerinde
olmayan salahiyeti kendilerinin haberi olmadan almak, devlet malını çalmak demek
tir, buyurdular. İnsaflarına müracaat ediyorum, çok ağır bir tabir kullanmışlardır.
Hükümeti teşkil eden arkadaşlar bu tabirle hayatlarında alakaları olmayan insanlar
dır. Belki fevkalade cüret tabirini kullanmış olsalardı daha hafif olurdu.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Ben bir misal getirmişim.
RAUF BEY (Devamla): Devlet malını çalmak, hırsızlık demektir. Bu tabiri kullandınız.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Bu bir misaldir, çaldım ise babamın malını aldım demektir.
Bu bir tabir öyle kullanılmıştır.
RAUF BEY (Devamla): Tabii bunu kastetmediniz. Bunu böyle anlıyorum. Efendim,
Ziya Bey arkadaşımız diğer taraftan bir gazeteyi vesika olarak buyurdular ki,
-Büyük Millet Meclisi Fevkalade Temsilcisi sıfatını kullanıyor, fakat nasıl olur?
Yüce Meclis kendisine böyle bir salahiyet vermemiştir. Böyle değilse Hükümet
bunu izah etmelidir.
...Efendiler, Hükümetiniz hakikaten kendisinin bir temsilci olması için bir salahiyet
vermiştir. Eğer böyle fevkalade diye bir şey yazıldı ise hata olmuştur. Fakat bu son
zamanlarda böyle hatalar tabii görülüyor. O itibarla bir gazetenin baskı hatası veya
bir katibin kelime hatasından dolayı Refet Paşa'yı bu kadar gasplıkla itham etmek
insaf ile izah olunmaması gerektir. Beyefendiler şikayet suretinde arz etmiyorum.
Hakikati arz ediyorum. Son hadise cereyan edenken Cenabı Hakka bin hamdol
sun büyük bir hata işlemekten bizi muhafaza etmiştir. Hadiseler o kadar seri cere
yan ediyordu ki o kadar mühim, o kadar dikkatle takip edilmek lazım geliyor. Bin
zorlukla yalnız ve yalnız Allah'ın ve sizin itimadınıza dayanarak iş görürken bir de
gazeteleri teker teker tetkik etmek suretiyle meşgul olmayı, uğraşmayı bizden
beklerseniz bu teklif dayanılmaz bir hal alır. Ziya Bey arkadaşım buyuruyorlar ki,
-Meclisi temsil etmek hakkı kimseye verilmemiştir. Bu bahtiyarlığa kimse nail ol
mamıştır.

1336
...Ben de diyorum ki bu bahtiyarlığa nail olan Meclisten yirmi kadar arkadaşımız
dün İstanbul'a hareket etmişlerdir.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Hayır,
1 onlar Meclisi temsil etmez.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz efendiler, İç Tüzükte hüküm vardır.
Muayyen insanlar içeride ve dışarıdaki merasimlerde Meclisi temsil etmek hakkına
sahiptir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Hak ve salahiyetini temsil etmek hakkına sahip
değil, kanun yapamaz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu mesele Yüce Heyetin kabulü ile olur.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, ben sizi hürmetle ve sükunetle dinledim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Ben de dinliyorum.
RAUF BEY (Devamla): Dinlemek için sözümü kesmemeniz lazım gelir. Refet Paşa
Yüce Meclisinizin temsilcisi değildir, yanlış yazılmış olabilir.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Nasıl olur, gazete ilan ediyor. Bunun aslı gazetededir.
Efendim, güneş çamurla sıvanıyor. (gürültüler)
HACI ARİF BEY (İstanbul): Sizi herkes nasıl dinlediyse siz de dinleyiniz.
RAUF BEY (Devamla): Ziya Bey, sizin kullandığınız ifade buyurduğunuz gayet
ağır kelimelere karşı sükunetimi muhafaza ettim ve dinledim.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Kusura bakmayın asabiyet geldi, efendim.
RAUF BEY (Devamla): Efendiler, ben geçen konuşurken demişim ki aradık aradık
temsilci olarak bu şahsı bulduk demişim. Bu ifademin de yanlış anlaşıldığını anlı
yorum.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Rica ederim, ben öyle söylemedim.
RAUF BEY (Devamla): Düşündük, aradık, ne derseniz deyiniz. Refet Paşa'nın
esas vazifesi ki izah ettim orduya mensuptur. Diğer taraftan Trakya'yı teslim almak
için Hükümetinizin vazifelendirdiği biri olması lazım gelir. O halde ordu tetkikatını
yaptı ve ordu kumandanı salahiyeti olan birini tayin etmek istedi ve vazifesi itibarıyla
Refet Paşa'yı seçti. Biz de Hükümet olarak onu Trakya'nın teslim almasında müna
sip gördük. Bunu başka türlü ifade ettiğimi hatırlamıyorum. Ettiysem düzeltiyorum.
Diğer taraftan aradık, aradık temsilci tabirini bulduk demediğimi zannediyorum ve
ifade ettiğimi hatırlamıyorum. Tetkik buyurmak isterseniz tutanaklara bakarız. Refet

1 TBMM tarafından Halife seçilen Abdülmecit Efendi'ye Meclisin kararını bildirmek üzere
yirmi bir kişilik bir heyet 20 Kasım 1922 günü İstanbul'a hareket etmişlerdir.
1337
Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ve Başkumandanlık adına Trakya'yı
teslim alma vazifesine sahiptir. Aradık aradık temsilcilik tabirini bulduk, demişim.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Yanlış söylemişsiniz o halde.
RAUF BEY (Devamla): Arzu buyurursanız tekrar tutanaklara bakar tetkik edersiniz.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Eğer bunu söylememiş iseniz tamam.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, yalansa, hata ise daha sonra bu
nun yolu da başkadır, burada mücadele değil.
RAUF BEY (Devamla): Diğer taraftan Hükümetin müsamaha etmesi dolayısıyla
günahkar olduğu bir nokta da devlet teşkilatına benzemeyen bir teşkilat yapmasını
Hükümetin mazur görmesi ve makbul görmesi meselesidir. Efendiler Refet Paşa'yı
biz devlet teşkilatımızı değiştirsin diye göndermedik ki devlet teşkilatından başka
bir şekle sokar vaziyet alabilsin. Bir arkadaşımızın hükümetçik şeklinde söz söy
lemek suretiyle gösterilmesinden başka bir şey değildir. Refet Paşa her hangi bir
kumandan. Tekrar ediyorum, ben bile gitsem işlerini bilen ve bana karşı mesul
olan insanların üçünü bir arada kullanmayı niçin devlet teşkilatı olarak alıyorsunuz
da kalem teşkilatı diye düşünmüyorsunuz? Yoktur öyle şey.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): O halde Başkumandanlık temsilcisi sıfatıyla yapıyor.
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz, Başkumandanlık temsilciliği sıfatı
yoktur, Başkumandanlık tarafından vazifelidir. Tekrar ediyorum, fakat aynı za
manda bana tekrar ettirmek arzu ediyorsanız gene diyorum ki ordu salahiyetiyle,
ordu kumandanlığı salahiyeti üzerindedir.
YASİN BEY (Gaziantep): Hata ediyorsunuz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, burası milletin mukaddes,
milletin mahrem bir yeridir. Yasin Bey bu sözü geri alınız. Bu gibi sözler kabul
edilemez. Yüce Meclis vazifesini yapıyor.
YASİN BEY (Gaziantep): Meclisi alakadar eden bir şey yoktur.
RAUF BEY (Devamla): İşte efendiler, bu itibarla Refet Paşa teşkilatı Hükümet
tarzında değildir. Ziya Bey arkadaşımızın beyanatı arasında Refet Paşa'nın Güm
rük Tarifesi Kanununda değişiklik ilan etmesi ve bunu kaldırıyorum demesi Hükü
metçe de kabul edilecek olursa, bunu uçarı bir vaziyet görüyorum. Tabir caiz ise
efendiler bunu ben daha doğru bir fayda görüyorum. Refet Paşa kendi tatbikatında
hata etti ise Hükümet düzetme hakkına sahiptir. Hükümetin kabulüyle bu katiyet
edecektir, manasını niçin çıkarmıyorsunuz? (çıkmaz sesleri) Ben çıkarırım. İster
seniz üç saat uğraşırım. Hükümet bunu kabul etmiştir.
SAMİ BEY (İçel): Kabul etti mi?

1338
RAUF BEY (Devamla): Hükümet kabul etti mi buyurdunuz? Evet Beyefendi, kabul
etti ve bir kanun tasarısı teklif etti. Yüce Meclisiniz müzakere eder, kabul veya
reddeder. Zaman geçmeden müsaade buyurunuz müzakere olunsun.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Müzakereye lüzum yok, zaten tatbik ediliyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): İstirham ederim efendiler, cevap hakkınız
bakidir. Vekil Bey mütalaasını arz ediyor. Araya girerek söz söylemeye hakkınız
yoktur.
RAUF BEY (Devamla): Ziya Bey arkadaşımız, tekrar ediyorum kendilerine has
mütecaviz ifadeleriyle dediler ki
-Hükümet İstanbul'un bugünkü nazik vaziyetini takdir ederek Refet Paşa'yı onun
başına koyuyor ve kendisini kurtarmak için hepsinin arkasına gizleniyor.
...Öyle değildir efendim. İstanbul'un vaziyetinde gördüğüm ehemmiyet o derecede
değildir. İstanbul'un vaziyetinin ihlal edilmemesi için, size Allah'ı şahit tutarak söy
lüyorum ki hayatımı feda ederim, elverir ki o vaziyet sarsılmasın. Böyle bir vaziye
tin altına gizlenelim, hatırımdan geçmemiştir. Arkadaşımı temin ederim.
TAHSİN BEY (Aydın): Biz de öyle biliriz.
RAUF BEY (Devamla): Diğer taraftan bir askeri misal verdiler. Bir harpte ileride
bulunan bir kumandan kendi kendine karar verip taarruz eder ve muvaffak olursa
o kumandan takdir edilir mi, diye sordular.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Öyle demedim, kumandanından aldığı emrin aksine,
kanun aksine taarruz eder ve bir muvaffakiyet elde ederse, dedim.
RAUF BEY (Devamla): O hususu lütfen bizim tarafımızdan görünüz. Ziya Beye
fendi arkadaşımızın esaslı olarak itiraz ettikleri hususlar buralarıdır. Eğer hatırla
yamadığım bir şey varsa söylesinler, cevap vereyim. Diğer taraftan Ziya Hurşit
Bey arkadaşımız kendisine has gençlik ve asabiyetle taarruz ettiler. İşgalden kur
tarılmış yerlere ait kanunlarla mukayese ederek,
-Niçin İstanbul'da yaptıklarını diğer işgalden kurtarılmış yerlerde yapmadılar?
...diye sordular. Cenabı Hakka bin şükür olsun oralardaki düşmanı ordumuzun
kılıcı ile temizledik. Her türlü emirlerimizi kayıtsız şartsız yapmaya muktedirdik ve
bugün de muktediriz. İnşallah ilelebet de muktedir olacağız. Fakat tekrar ediyorum
ve bilmem ki anlatamıyorum, İstanbul vaziyetinde Mudanya Konferansıyla kabul
ettiğimiz bir hususi vaziyet vardır. O halde Ziya Hurşit Bey, işgalden kurtarılmış
yerlerdeki Hükümetin tatbikatı ile İstanbul'daki tatbikatını kıyaslamasın. Ziya Hurşit
Bey arkadaşımız diğer taraftan buyurdular ki,
-Böyle olacaktı, niçin Meclise malumat verilmedi?

1339
...Efendiler bir kere daha tekrar ediyorum. Acilen iktisadi tedbirleri almamız lazım
dı. Bunu umumi olarak gördük. Bunu Hükümette görüştük ve bir kanun tasarısı
hazırladık. Eğer günah kabul ederseniz, böyle sizlere karşı kabahatlerim çoktur.
Beni gece yarısında telgraf başına çağırıyorlar, benden mütalaa istiyorlar ve ihmal
edersem zannederim memlekete ihanet etmiş olurum. Bu hususta bazen Hükü
metteki arkadaşlarıma karşı da günahkar kalıyorum. Fakat bu zarurettir, acele
karar verilmesi gerekli hususlardır. Yegane temennimiz, Allah bizi hatadan koru
sun. Ziya Hurşit Bey arkadaşımız diğer taraftan, Başkumandanlık memuru diyerek,
-Başkumandan Hükümetin memurudur, Hükümetin içindedir. Ayrıca onun da me
muru olamaz.
...diyor. Ziya Hurşit Bey'e Yüce Meclisinizin kabul ettiği Başkumandanlık Kanunu
nu hatırlatırım ki Başkumandan Hükümetin memuru değildir, Yüce Meclisiniz tara
fından teşekkül ettirilmiş müstakil bir başkumandanlıktır.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Yüce Meclisin başkumandanıdır, müstakil başku
mandan değildir. Başkumandan temsilcisi diye yazıyor. Bu doğru ise sözüm yok.
Başkumandan temsilci gönderirse sözüm yoktur.
RAUF BEY (Devamla): Beyefendi, ben Fransızcayı iyi bilmem. İhtimal ki bir Fran
sız'la konuşurken öyle kullanılmıştır ve Türkçe tercümesinde böyle olabilir. İkazla
rınızla izahatlarınızla inşallah davamızda muvaffak olacağız. Ziya Hurşit Bey ar
kadaşımızın itiraz ettiği en esaslı noktalar bunlardı. Bunlara da kendi fikirlerime
göre cevap verdiğimi zannediyorum. Neşet Beyefendi arkadaşımız da lütuf buyur
dular, onu ayrıca bahis mevzu ettirmeden şu yolda Büyük Millet Meclisi Fevkalade
Temsilcisi... Buna Ziya Hurşit Bey arkadaşımız da itiraz buyurmuşlardı. Buna ver
diğim cevap da Neşet Bey tarafından kullanıldı. Hükümetin ve Başkumandanın
memur olmasına da zannederim maruzatta bulundum.
NEŞET BEY (Çankırı): Onu kelimelerle cevap verdiniz.
RAUF BEY (Devamla): Tabii şekil çizmek mümkün olsa resimlerle cevap verirdim.
Böyle bir şey yok, tabidir ki kelimelerle cevap veririm. Neşet Bey, Refet Bey'in
Karargahında şubeler yapmak şeklini buyurdular. İlk izahat verirken de arz etmiş
tim. Askerlikte fedakarca hizmet ettiğinizi bildiğim bir arkadaşımız olduğunuza
göre yerine ve vaziyetine uygun hareket etmesi bir tabii emirdir. Bunu siz de takdir
buyurursunuz?
NEŞET BEY (Çankırı): Başkumandanlık temsilcisi olursa doğrudur.
RAUF BEY (Devamla): Hayır, ordu kumandanı da yapar. Diğer çok muhterem
arkadaşım, Erzurum Mebusu Necati Bey'e de şimdi sırasıyla cevap vereceğim.
Beyler, Mudanya Konferansında askeri bir kumandanın Trakya'ya gitmesine dair
bir karar olduğundan benim malumatım yoktur. Arz ettiğim gibi kendisi düşündü ve
arkadaşımız Refet Paşa'yı münasip gördü, biz de Hükümet olarak bu vazifeyi en
iyi idare edecek Refet Paşa'yı gördük ve karar verdik. Bu da konferansta müzake
1340
re edilmiş ve karar verilmiş bir şey değildir. Diğer taraftan İstanbul'da, devlet teşki
latı haricinde teşkilat yapıldığını söylediler. Hiç şüphe yoktur ki kanunu bir kalem
de lağveden herhangi bir insana, teşkilata karşı Büyük Millet Meclisi haricindeki
teşkilata karşı hiç birimiz müsamahakar değiliz. Fakat tekrar ediyorum, bunda yeni
bir kanun çıkartma veya kanun yapma veya madde ilavesi yoktur. Esasen bir ay
içinde tatbik edilecek bir kanunun bir an evvel tatbikatını kolaylaştırma şeklinde
olmasıdır. Buyurdular ki,
-Memleketimizin herhangi bir yerinde bulunanlar vasıtasıyla Hükümet kanunları mı
değiştirecektir?
...Hayır, tekrar ediyorum ve çok rica ediyorum ve hiç şüphesiz benimle beraber
kanatlarına inandığım Necati Bey benimle hemfikirdir. İstanbul ile memleketin
diğer bir köşesini mukayese etmek doğru değildir, zannediyorum. Necati Bey ar
kadaşımızı ki Hakkı Hami Bey'le aynı mütalaayı tekrar buyurdular.
-Gümrüklerde yapılan bu değişiklik misal teşkil edecektir. Sulh Konferansında
bulunduğumuz bir sırada ellerinde bir senet olacaktır.
...Zannedersem böyle söylendi. Efendiler, bu endişe bir şekilde doğru olabilir. O
da eğer İzmir'de, Ankara'da bugün böyle bir teşebbüste bulunursak hatıra gelebi
lir. Halbuki İstanbul'da kökleşmiş şeyleri Refet Paşa sizin teşebbüsünüzle ve yar
dımınızla tek tek koparırken bunun Konferansta suiistimal teşkil edeceği mütalaa
larına hürmetle iştirak ederim ve inşallah ümit ediyoruz ki Konferansta bu bakım
dan milletimizin gayelerini sonuna kadar elde etmeye çalışacağız. Bu gibi hususlar
onlar için inşallah zaaf sebebi olacaktır. Necati Bey arkadaşımızın mütalaalarını
takviye ettikleri halde dediler ki,
-Hükümetimiz Refet Paşa da dahil olduğu halde buraya gelirler, kendileri vatanse
verdirler. Memlekete hizmet ettik derler. Memleketin menfaati için bu kanunu de
ğiştiririz. Aynı zamanda bir ceza verip yanlış anlaşılmaya sebep olmasın.
...dediler. Efendiler, fedakarlık gösterecek ne bir zarar görüyoruz ve ne de o zararı
bize verdiğiniz vazifeyi gücümüzün yettiği ve tecrübemizin derecesinde yerine
getirmekle sizlerin, sizlerin temsil ettiğiniz milletimizin hissiyatını tahsil etmek üze
re bunu biz fevkalade ikbal ve saadet ve bir mevki olarak düşünmüyoruz. İstediği
niz anda sizin arzunuzu ve milletin arzusunu ifa bizim için vazifedir. Eğer memle
ketin şahısla kurtulacağına inanıyorsanız, ilk evvela çok istirham ederim beni hatı
rınıza getiriniz. Efendiler, tenkit buyuran arkadaşlarımın mütalaalarına kağıt üze
rinde tespit ettiğim cevaplar bunlardır ve ümit ediyorum ki vicdanım sakin olarak
cevap verebildim. Beyler, ümit ederim ki Ziya Bey arkadaşımız tekrar yanlış anla
maz. Bu mesele her şeyden yüksek gördüğüm memleketin istiklali ve bunun ya
nında milli hudutlarımız dahilindeki İstanbul'un en az zarar ve tehlike ile kurtarıl
ması meselesidir. Şüphesiz bunların hepsi kanunlarımızı tatbik suretiyle temin
edilecektir. Ancak diyorum ve tekrara mecburum, İstanbul'da maneviyatınızla gö
rünen ve onu gaye eden muayyen arkadaşlarımız size dayanarak, sizin emniyeti
1341
nize sahip olur. Bu itibarla muamelelerimizde, idari tedbirlerimizde hakim olan
zihniyetin bu olduğuna itimat buyurmanızı rica ederim. Şimdi İstanbul vaziyetinin
kan dökülmeden İstanbul'un mukaddes ve mübarek olan milli ve dini abideleri kül
haline gelmeden kurtarılabilmek için tatbikatta biraz uzlaşmacı ve bir takım esasla
rı göz önünden kaybetmeyerek biraz müsamahakar bulunmak lazımdı. Şimdi Yü
ce Heyetinizin fikirleri buna muhalif ise istirham ediyorum, rica ediyorum, rica edi
yorum, çok rica ediyorum, şahsım hakkında söylüyorum, beni bu vazifede tutma
yınız. Hülasa tekrar ediyorum, ihtilaf etmeden böyle düşman tesiri altında, fiilen
düşman altında bulunan yerlerde daha sükunetle, daha uzlaşmacı bir şekilde
maksat yolunda yürüyelim. Eğer İstanbul'a ordu ile girmek hakikati ortaya çıkarsa
o zaman azami şiddeti bizden bekleyiniz. O zaman en merhametsiz, şiddetli mu
ameleyi bizden bekleyin. Bu da yüzde yirmi beş, yüzde otuz İstanbul'u sarsılma
dan elde etmek gözümüz önünde dururken İstanbul'da mücadele, muharebe ede
rek bir vaziyet almaya taraftar değilim. Kanaatlerimi arz ettim.
HASİP BEY (Maraş): Reis Bey, bir meseleyi anlamak istiyorum. Rauf Beyefendi
Hazretleri buyurdu ki Refet Paşa bu idaresiyle senelerden beri kökleşmiş kapitü
lasyonları birer, birer koparmıştır. Lütfen bir tanesini arz ediniz.
RAUF BEY (Devamla): Arz edeyim efendim, İstanbul'da bir kere mahkemelerdeki
tercümanların müdahalesini kaldırmıştır.
HASİP BEY (Maraş): Hayır o kapitülasyonlara dahil değildir.
RAUF BEY (Devamla): Dahildir efendim. Elçiliklerin tercümanları mahkemelerde
boy gösterirlerdi.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Onu vaktiyle İttihat Terakki Hükümeti lağvetti.
RAUF BEY (Devamla): Sonra daha mühimleri Mondros Ateşkesinden sonra orta
ya çıkan vaziyettir ve onları ellerinden geldiği kadar silah kullanmadan tatbik edi
yor. Arzumuz da budur.
SIRRI BEY (İzmit): Yabancı postaneler duruyor mu?
RAUF BEY (Devamla): Hayır efendim, postaneler kapanmıştır ve o bir hadisedir.
Bu yüzden zor müzakereler karşısındayız ve inat edeceğiz, ısrar edeceğiz. Her
türlü fedakarlığı kabul edeceğiz ve inşallah tekrar açmayacağız. (alkışlar) Efendi
ler, söyleyeceklerimi mümkün mertebe kısa ve sizi sıkmayacak derecede izahata
çalıştım. Sizden bir ricam var. Kanaatlerimi gayet açık olarak arz ettim. Sizden bir
şey saklamadım, gizlemedim. Son kanaatimi da söyledim. Rica ederim sizden,
hakiki kanaatinizi bildiriniz. Gayet seri kararlar vermek icap ettiği çok mühim devir
ler içinde vazifeye mecburuz. Ona göre bizden biraz şüphesi olan arkadaşlar,
şüphesiz olarak fikirlerini beyan etsinler. (kafi sesleri)

1342
YUSUF ZİYA BEY (Mersin): Beyefendi, buyurdular ki Refet Paşa'nın temsilciliği
gazete hatasıdır. Böyle olduğunu resmen tekzip icap ederdi. Hükümetimiz böyle
tekzipte bulundu mu?
RAUF BEY (Devamla): Ona da cevap vereyim. Refet Paşa'nın adresi şudur, bu
dur dedim. Şekil üzerinde konuşmayalım. Şekil üzerinde konuşursak ben de sizi
temin edecek çok sözlerim vardır. Hakikat üzerinde konuştum. Hakikat üzerinde
mütalaada bulununuz ve bunu münakaşa üzerinde müzakere etmeyelim.
İLYAS SAMİ BEY (Muş): Hükümet Reisine bir soru sormak istiyorum. Gensoru
önergeleri Hükümeti denetlemenin son silahıdır. Gensoru önergelerini veren arka
daşlarımız ifade ettikleri hususları sizinle görüştüler mi yoksa sizi görmeden mi bu
önergeleri verdiler? Sorum budur.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Tahdit etmeye hakları yoktur. (manasız sesleri)
İLYAS SAMİ BEY (Muş): Müsaade ediniz, maksadım anlaşılmadı izah edeyim.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Cevap vermeye lüzum yoktur.
İLYAS SAMİ BEY (Muş): Hususi olarak kendilerine müracaatla ikna imkanı olma
dıktan sonra mıdır?
NECATİ BEY (Erzurum): Bu söz müdür? Yani bir mebusun görüşeceği yer milletin
kürsüsüdür. Bir mebus hariçte görüşmez beyefendi. (gürültüler) Reis Beyefendi bir
cevap veriniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Mebuslar kimsenin kontrolü altında değildir.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Kontrol altında mebuslar soru sormaya mecbur değildir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): İlyas Sami Bey zannederim bir noktayı anla
mak istiyor. Acaba vaziyet icabı lüzum gördü de bazı arkadaşlar ile izahat yapıldı
mı? Bundan siyasi bir maksat mı çıkartıyorsunuz, yoksa alelade verilen bir genso
ru mudur, demek istiyorlar. Efendiler, bana itimat buyurunuz.
ABDÜLHAK TEVFİK BEY (Dersim): Kanunun bir mebusa bahşetmiş olduğu bir
salahiyeti İlyas Sami Bey anlamadı mı?
RAUF BEY (Devamla): Bana bu vazifeyi verdiğiniz andan itibaren kendim soru ve
gensoru önergelerini kabul etmişim. Herhangi bir arkadaşımız istediği zaman beni
mesul de tutabilir. Bu son gensoru önergelerinde de şimdiye kadar olduğu gibi
Meclis Reisliğinden aldığım bir yazı ile bazı arkadaşların bazı hususlar hakkında
izaha lüzum gördüklerini anladım ve gördüm, geldim maruzatta bulundum.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Efendim, Refet Paşa gazetelere resmi tebligat veriyor.
Yani bu hususi kaleminde yazılıyor, altını imza ediyor. Gazeteler nasıl oluyor da o
unvanı, o sıfatı değiştiriyorlar da o şekilde gazetelerine yazıyorlar. Rica ederim
bunun aslı aynı matbaada mevcuttur. Şayet değiştirme varsa o gazete hakkında

1343
kanuni muamele yapınız. Çünkü bu Meclisin hak ve salahiyetiyle oynanmıştır. O
gazete oynamış ise ceza sahibi gazeteye aittir. Refet Paşa oynamış ise ceza Re
fet Paşa'nın cezasıdır.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Hiç şüphe yok ki Refet Paşa Yüce Meclisin bir
mebusu olmak itibariyle Yüce Meclisinizin haysiyeti ile oynamak hatırından geçmez.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Lütfen hata kimde ise cezasını veriniz.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Ha babam ha, asıverin.
NECATİ BEY (Erzurum): İcap ederse asılır ya, ne demek o?
RAUF BEY (Devamla): Aynı zamanda Paşa'nın Türkiye Büyük Millet Meclisi Tem
silcisi sıfatı yazı hatası ise tahkik eder ve cezasını veririz.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Gazete ile ilan edin, Meclisin şerefini ihlal etmiştir.
RAUF BEY (Devamla): Beyefendiler, yanlışlıkla yapılmış ise Meclisin şerefi ihlal
edilmiş olmaz.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Olmuştur.
RAUF BEY (Devamla): Hiç bir kuvvet Meclisin şerefini ihlal edemez. Meclisin şe
refi bu kadar küçük müdür ki bir arkadaşınızın nispet iddia etmesiyle Meclisin şe
refine halel gelsin. Bu nasıl iddiadır.
ŞEVKET BEY (Beyazıt): Beyefendi orada Refet Paşa ordu kumandanıdır, dediğiniz
vakit Yasin Beyefendi hata ediyorsunuz diye söyledi. Acaba siz hata mı ettiniz?
RAUF BEY (Devamla): Yasin Bey'in bana bir ihtarı ile bana ne yapacaksınız, bil
miyorum nasıl olacak?
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Şimdi telgraf çekiyoruz, gazetedeki temsilci keli
mesi nedir diye. Çünkü halk tereddüt ediyor, İstanbul'a telgraf vereceğiz.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): İstanbul'a bu hususa dair telgraf vereceğiz.
İLYAS SAMİ BEY (Muş): Gensoru keskin ve en son silahtır. Onun mecrasını ge
nişleterek herkes gelsin geçsin diye bir şekle sokarsanız fenadır. Sokmamak için
çare nedir? Milletin haklarına tecavüz edilmiş ise bunu resmi kağıda yazmalı.
Acaba ailenin içindeki fertlerin birbirleriyle olan samimiyeti ile içeride bir bütün
cephe halinde... (ooo sesleri) Müsaade buyurun söyleyeyim... (devam sesleri)
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Kendi kanaatinizi söylüyorsunuz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, gensoru kabul edildikten sonra ve
müzakere cereyan ederken bu nasihatinizi nasıl dinlesinler?
İLYAS SAMİ BEY (Muş): Yani ben soruyorum, diyorum ki gensoruyu hususi yaptı
lar mı, yapmadılar mı?

1344
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Onu siz yaparsınız. Biz yapmıyoruz.
İLYAS SAMİ BEY (Devamla): Buna cevap alınmak ve tutanağa geçirmek kafidir.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Siz yaparsınız, ben yapmam efendi.
NECATİ BEY (Erzurum): Divan, arkadaşların haysiyetini muhafaza etsin.
DR. MUSTAFA BEY (Kozan): Herkesin de konuşma hakkı vardır.
İLYAS SAMİ BEY (Muş): Cevap almak, almamak başkadır.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Siz danışır, sonra verirsiniz. Biz danışmayız. Bir yere
bağlı değiliz.
İLYAS SAMİ BEY (Devamla): Bir fikir ve mütalaa beyan ettiler.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Divan Hacı İlyas Sami Bey'e ihtar etsin. Biz bir yere
bağlı mebuslardan değiliz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müsaade ediniz, gensoru üzerine söz söy
lenmez. Kendisine bu hususu hatırlattım. Başka mesele yok.
İBRAHİM SÜREYYA BEY (Saruhan): Bir yere bağlı mebus ne demektir? İzah
etsinler.
NECATİ BEY (Lazistan): Hangi mebus, buraya bir yere bağlı olarak gelmiştir?
Bunda hürriyet yoktur. Biz bağlı değiliz. Bağlı mebus varsa çıksınlar izah etsinler.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Müsaade ediniz, izah edeyim. Dikkat ediniz, Hacı İlyas
Sami Efendi'nin beyanatı ile bizi kayıt altında zannediyor. Biz hiç bir yere bağlı
değiliz.
NECATİ BEY (Lazistan): Biz de bağlı mebus değiliz dediniz.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Tekrar ediyorum. Biz bir yer bağlı değiliz. Yine tekrar
ediyorum. Kayıt altında değiliz, dedim. (gürültüler) Ne bağırıyorsunuz? Biz bağlı
mebuslardan değiliz diyorum. Biz kayıt altında değiliz. Ben bir yer bağlı değilim
deyince, varı nereden çıkarıyorsunuz? (gürültüler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Burada bir yere bağlı mebus yoktur. Ziya
Bey burada olduğunu düşünüyor musunuz?
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Hayır, ben bir yere bağlı değilim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Mesele bitti, efendim.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Bağlı olduğumu mu kabul edeyim? Ben bağlı değilim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Söz yok. Müsaade buyurun.
İLYAS SAMİ BEY (Muş): Reis Bey, bir kelimeye müsaade edin.

1345
ABİDİN BEY (Lazistan): İlyas Sami Bey'i buraya hocalığa getirmedik. (gülüşmeler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendiler, üç günden beri zahmet çekiyor
sunuz. Mesele neticelenmiyor. Rica ederim oturunuz.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Müsaade ediniz bir noktayı açıklayacağım. Ziya
Hurşit Bey'in ifade ettikleri bir noktayı izah etmeden geçtiğim bir arkadaşım hatır
lattı ve oldukça ehemmiyetli bir noktadır. Bunu da izah etmeden geçmeyi münasip
görmedim. Türkçede bir söz vardır, "bu ne perhiz..." Devamını siz bilirsiniz. Ziya
Hurşit Bey bunu ifade etmek isteyerek demiştir ki,
-İşgalden kurtarılmış yerlere dair hazırlanıp müzakere için sevk edilen kanunda
oralara gönderilecek müstakil heyetler bahis mevzu iken nasıl oluyor da İstanbul
'un bu şeklini kabul ediyor ve müdafaa ediyorsunuz.
...Farklı bir kıyaslama daha. Efendiler İstanbul'daki memurumuz Hükümete bağlı
dır. Fakat benim bahis mevzu olan kanunda çok ısrar ettiğim nokta ve zannederim
sonuna kadar ayrılamayacağım bir nokta, Hükümetten ayrı, hükümetçikler teşkili
ne itirazdır. (kafi sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Kalkalım mı efendim? Burada önergeler var.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Aleni celse vardır, onu unutmayınız. İmkanı yoktur.
Herkesin yerine oturmasını rica ederim.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Ben gensoru sahibi olmam sebebiyle bir şey arz ede
ceğim. (gürültüler) Rauf Bey'e bir şey soracağım. Müzakerenin yeterliliğine karar
verilip soru sormamıza mani olunursa, yani müzakere kapanırsa, aleni celsede
söylerim. Bu hakkımı muhafaza ediyorum. (gürültüler)
RAUF BEY (Vekiller Heyet Reisi): Beyler, müzakerenin yeterliliğine takdir hakkı
Yüce Heyetinizindir. Bunu tekrar etmeye lüzum gördüm. Benim de bir vazifem
vardır. Mebus arkadaşlarımın sorularına cevap vermek, bundan hiç bir zaman
çekinmem. Her zaman emirlerine hazırım. Ancak bir vazife daha vardır ki dinime,
milletime, vatanıma karşı hiç bir zaman tehlikeyi göstermek, aklımın erdiği, gözü
mün gördüğü ve çok müteessirim tekrar etmiş olmak itibariyle, aleni celsede bazı
hususların tekrarı, İstanbul'da çalıştığımız vaziyet bakımından mahzuru vardır. Bu
konuşmamdan sonra aleni celsede her hangi arkadaşım bir soru sorarsa cevap
vermekten kaçınmayacağım. Allah şahit ki ben vazifemi yaptım. Ondan sonra
cevap veririm.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendiler, mebusların gizli celsedeki vatan
perverliğine, yoksa mebusun ağzı tutulmaz, bu tehdit değildir. Bu kelimeleri kul
lanmamanızı rica ederim. Bu niyetle söyleyen arkadaşlar hata ettiğini tabiatıyla
anlayacaklardır. Efendim, şimdi muhtelif önergeler var. Ama evvela arkadaşları
mızdan söz alanlar var.

1346
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Biz aleni celsede söyleyeceğiz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, aleni celsede Refet Paşa ve İs
tanbul meselesi hakkında bahsedilmesi lüzumsuz görüldü ve çoğunluğun kararıyla
gizli celseye geçildi. Bir yere bağlı kimse yoktur tabii ve vatanperverliklerinden
yalnız aleni celseye geçilmemesini teklif ediyorum.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Ben aleni celseye geçilmesini teklif etmiştim.
DR. MUSTAFA BEY (Kozan): Mebuslar hiç bir kayıtla bağlı değildir, denilmesini
ben anlamıyorum. (gürültüler) Müsaade ediniz söyleyeyim. Burada bir şeye karar
verirsek o kanun değil midir ve ona riayete mecbur değil miyiz? Yüce Heyetten
biri, beşi, bir önerge yazar ve buna gensoru der. Hükümet bunun üzerine Meclise
hazırlıklı gelecektir. Bir madde göstermeyerek önerge vermek... (gürültüler)
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Gensoru...
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Usule dair söyleyin, esasa girmeyin. Aleni
celseye geçilmesi hakkında görüşülüyor.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Beyefendiler, Hafız Mehmet Beyefendi...
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Ben bu meseleyi izah etmedim.
RAUF BEY (Devamla): Biliyorum efendim. Hafız Mehmet Bey arkadaşımızın be
yan buyurduklarının doğru olabilmesi için bir şeyin bilinmesi lazımdır. O da genso
ru verilecek kişinin değil, neden dolayı gensoru verileceğinin bilmelidir. Ona göre
hazırlanıp, cevap verilebilsin. Halbuki bugün bahis mevzu edilen gensoru muay
yen bir nokta üzerindedir. Bu devam edip dururken Maliye Vekilinden veya İçişleri
Vekilinden...
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Bu meseleyi aleni celseye bırakalım rica ederim.
RAUF BEY (Devamla): İçişleri Vekili, müsaade buyurun buna dair bana bir ikazda
bulunmadınız, bana haber vermediniz, dese bundan aleni celsede ne cevap bek
lenir? O itibarla ben diyorum ki gensoruyu teşkil eden mesele, şimdiye kadar bahis
mevzu olan meseledir. Diğerleri için de Yüce Heyetin gensoru verme hakkı şüp
hesiz vardır.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Bu mesele aleni celsede müzakere edilecektir.
Buna dair müzakere usulü hakkında söz istiyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Buyurun.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Efendim, gensoru müzakeresinden sonra bir
güvenoyu meselesi vardır. Hükümet için gensoru verilince, Hükümetin o ana ka
dar olan bütün icraatı tenkit olunabilir. (nasıl olur sesleri)

1347
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, dinleyelim bu meseleyi mantık ve
İç Tüzük halleder.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Bir şey rica edeceğim, eğer Yüce Heyet bu
hususta şüphe ediyorsa, ben bunu böyle düşünmüyorum diye kanaati varsa, bu
hususu aleni celsede müzakere edelim ve kamuoyu da bilsin ki böyle midir, değil
midir? Bu meseleyi aleni celsede müzakere edelim.
AVNİ BEY (Saruhan): İç Tüzükte ona dair kafi malumat vardır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Avni Bey sözü neden kesiyorsunuz?
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Bu meseleyi aleni celsede müzakere edelim.
Bu suretle dünya ve hukuk erbabı bilsin ki bu böyle midir, değil midir? Şimdiki
teklifim bu mesele aleni celsede müzakere edilsin diyorum.

TBMM Başkanlığına
İki günden beri devam etmekte bulunan müzakere kafidir. Usulüne göre
aleni celseye geçilerek bahis mevzu mesailin neticelendirilmesini talep ve teklif
eylerim.
Canik Mebusu
Emin
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Sonra efendim bir önerge daha var, tabii
evvela aleni celseye geçeceğiz. Bu önergede on beş imza ile Hükümete birer birer
güvenoyu verilmesini teklif ediyorlar.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): O aleni celseden sonra olacak. Aleni müzakere
den sonra o önerge oya konabilir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, aleni celsenin mevzuu...
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Gensorudur... (değildir sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun efendim, gensoru hak
kında iki önerge vardır. Birisi, Refet Paşa ve İstanbul vaziyeti hakkında Beyazıt
Mebusu Şevket Bey'le arkadaşlarının, diğeri de...
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Reis Bey, Şevket Bey imzasını geri almıştır. Önerge
benimdir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Diğeri de aynı meseleye dair, Diyarbakır Me
busu Hacı Şükrü Bey'in önergedir. Her ikisi de İstanbul ve Refet Paşa hakkındadır.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Evet Hacı Şükrü Beyin de bir önergesi vardı,
fakat ben cevabı kafi gördüm dedi.

1348
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, gensorunun mevzuunu tayin edi
yorum. Gensoru iki madde üzerindedir. Bu gensorunun gizli celsede...
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Fakat mebus söz söyleyemez diye karar veremez.
Onu bilmiş olsun...
İLYAS SAMİ BEY (Muş): İnsanların hepsi bir yere bağlı değildir. Onu söyleyen
adama geri almasını teklif ediniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, bir mebus, hukuk esaslarının kabul
ettirdiği mebusluk vasıfları ne ise, ona sahiptir. Ne ile vasıflandırılmış ise onu söyler.
AVNİ BEY (Saruhan): Meclisin vaziyetini unutmayalım. Bu Meclis hem yasama ve
hem yürütme salahiyetine sahiptir.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Reis Bey, gensoru sahibi olmam sebebiyle tabiidir ki
aleni celsede söz söyleme hakkım vardır.
İLYAS SAMİ BEY (Muş): Bundan sonraki aleni celsede de hakkı vardır. Ben yine
de söylerim demek Allah'ı şahit tutarım ki Vatanı tehlikeye sokmak demektir.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): O, sizden sorulacak bir şey değildir. O benim hak
kımdır. Ben onu düşünecek bir adamım. Senden daha fazla vatanseverim, ben
vatanımın iyiliğini düşünürüm.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim efendim, burada hem İç Tüzük
ten bahsediyorsunuz ve hem de hâlâ bana sormadan söz söylüyorsunuz. Müsaa
de ediniz de önergeleri arz edeyim, efendim.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz ben de müzakere usulüne dair
arz edeceğim.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Bu mesele aleni celsede halledilecektir. Bu hu
susun hallini istiyoruz.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Bu gensorunun müzakerelerine üç günden beri
devam etmekteyiz. Söz söyleyen hatip arkadaşlarımızın sözlerine dikkatle dinle
dim ve İçişleri Vekili olarak ne gibi Refet Paşa
mesuliyet iştirakettim.
vardır diye tetkik ediyorum
Fakat böyle
hususi bir mesuliyet bulamadım. Hazretlerine verdiğimiz salahiyet
hakkında almış olduğu mesuliyete ben de memnuniyetle ve his
seme isabet eden mesuliyete tamamen iştirak ediyorum. Yalnız Hükümete isabet
eden bu mesuliyete tamamen iştirak etmekle beraber İçişleri Vekaletine ne gibi bir
mesuliyet yüklediğini tetkik ettim ama bulamadım. İçişleri Vekilinden ayrıca genso
ru önergesi vermesinin ayrıca maksatları vardır, o da bir takım hususları İçişleri
Vekilinden sormaktır. Efendiler, ne gensorudan korkarım, ne de cevap vermekten
korkarım. Mümkün olduğu kadar gücüm dairesinde yaptığım işler hakkında size
cevap vermeye çalışacağım. (bravo sesleri) Fakat efendim, mertçe olmak için ve
taraflarca eşit şartlarda münakaşa cereyan edebilmesi için gensoru mevzusunun

1349
burada ifade edilmesi lazım gelir. Yoksa filan filan mevzuları soracağım veya gizli
bir şeye dair soracağım size, fakat onu şimdi size söylemeyeceğim. Kürsüye gel
diğim zaman Vekil Bey'in bilmediği bir şeyi soracağım, vekili müşkül bir vaziyete
koyacağım ve o şekildevekili düşürmeye
maksat hakikati
geliyor. çalışacağım, demek pek de mertçe ol
Yoksa
ması gerektir. Eğer meydana çıkarmak ise iki tarafa da eşit şart
larda bir vaziyet temini lazım biz biliyoruz, zihnimizde saklıyoruz,
vekili zor vaziyete koyacağız. Ondan sonra Hafız Mehmet Beyefendi, şimdi sor
mayacağım, aleni celseye dönelim, orada soracağım diyor. Niçin burada söylemi
yorlar. Her halde cevap vereceğim, hiç bir zaman cevaptan kaçmıyorum. Yalnız
arz ettiğim gibi bunun tayin edilmesi lazımdır. Ben de ona göre cevaplarımı hazır
layayım. Bunun haricinde münakaşa bahis mevzu olamaz. Bir tarafı gayet kuvvetli
bir vaziyete koymak, diğer tarafı da gayet müşkül ve çetin bir vaziyete koymak
demektir ki bu şartlar altında mücadeleyi zannederim ki kabul etmemeleri lazım
gelir. Başka bir şey değil.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Her halde bir vekil muamelelerini her an daima
hazır bulunduracaktır, cevap verebilmek için.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Usule dair söz aldım. Neden söyleyemiyorum.
Soru, soru, on kişi çıktı. Bana sıra gelmedi. İki gündür laf söylüyoruz. Söz istedim,
sıra gelmedi. Ne zaman gelecek de söyleyeceğim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Buyurun Mazhar Müfit Bey.
MAZHAR MÜFİT BEY (Devamla): Ben Hafız Mehmet Bey'in usule dair bahsettiği
mevzu için itiraz edeceğim.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Efendim, rica ederim ben...
MAZHAR MÜFİT BEY (Devamla): Ne gürültü ediyoruz, ben anlamadım rica ede
rim. Hafız Mehmet Bey beni dinlesin. Sen söylerken ben seni hürmetle dinledim.
Sen de beni dinlemelisin. Böyle patırtı ile buraya çıkmayalım. Sade sen mi yapar
sın gürültü ben de yaparım. Gensoru için yapılacak hiç birimizin elinde bir şey
yoktur. Sadece bağırırız.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Cebimdedir.
MAZHAR MÜFİT BEY (Devamla): Okumamışınız, lütfen okuyunuz. Beyim oku
maddeyi. İç Tüzüğün 43.maddesinde diyor ki,
"Bir mevzu için vekillere gensoru önergesi verildiğinde, gündeme alınması kabul
edildikten sonra, Reis tarafından vekile yazı yazılır."
...diyor. Halbuki Hafız Mehmet Bey ne diyor? Hayır böyle bir teklif olduktan sonra
değil mi ki bir gensoru kapısı açıldı, artık istediğimiz zaman başka mevzuları da
sorabiliriz, diyor.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Elbette...

1350
MAZHAR MÜFİT. BEY (Devamla): Soramazsınız.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Aleni celsede iddianı reddeceğim.
MAZHAR MÜFİT BEY (Devamla): Bir gensoru önergesi üç celsedir müzakere
edildikten sonra ona bir gensoru daha ilave olunamaz. Müzakereye başlandı mı
artık ona bir şey ilave olunamaz.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Millet hakem olacak.
MAZHAR MÜFİT BEY (Devamla): Rica ederim Yusuf Ziya Bey, sen söz söylerken
ben sizi dinledim ve söylemedim. Sen kürsüde üç gün barbar bağırdın, şimdi de
ben bağıracağım. Çünkü siz bağırıyorsunuz, ben de bağırmaya mecbur oluyorum.
Şu İç Tüzükteki güya aleni celsede yapalım... Bu Tüzük mahrem bir şeymiş de
cepte. Güya bütün millet budala yalnız biz okuyoruz, bunu ne zannediyorsunuz.
Hafız Mehmet Beyefendi, millet bu Tüzüğü okumuyor mu? Gensorunun nasıl ola
cağını bilmiyor mu? Hangi meseleyi aleni celsede müzakere edeceksin. Buna dair
kimse bilmiyor mu bunu? Yalnız mebus beylere mahsus mudur? Herkes var. Bu
husustaki madde açıktır ve o madde de gensoru müzakeresine başladıktan sonra
ikinci bir önerge ilave edemezsin, diyor. Ama biz İç Tüzüğü tanımayacaksınız, o
başka. Binaenaleyh bunu aleni celsede müzakere edin, etmeyin demekten ne
çıkar, ben anlamıyorum,
SAMİ BEY (İçel): Ne olurmuş aleni celsede müzakere edilecek olursa.
MAZHAR MÜFİT BEY (Devamla): Ne olacak? Malumu ilan kabilinden bir şey olur.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Usulünü söyleyeceğim, teamül vardır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, aleni celsede söz söylenilecek.
HACI TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Efendim, aleni celseye lüzum yok.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim Refet Paşa ve İstanbul meselesi
müzakeresinin yeterliliği hakkında bir önerge var. (kafi sesleri) Bu kafi görülürse,
tabii, artık aleni celsede bahsedilmesine lüzum kalmaz. Aleni celseye geçtiğimiz
zaman, o vakit Hafız Mehmet Bey'in başka meseleye dair gensoru önergesini
kabul edip etmemeye karar vermek lazımdır. Her şeyden evvel İstanbul ve Refet
Paşanın hakkındaki gensoru müzakeresinin gizli celsede...
NECİP BEY (Mardin): Aleni celsede müzakere edilemez.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Reis Bey müsaade buyurun bir şey soracağım. (gürültüler)
İSMET BEY (Çorum): Reis Bey, müsaade buyurun. Usul hakkında bir hususu arz
edeceğim. Gensoru izahatının yeterliliğini oya koyacaksınız. Yoksa Refet Paşa ve
İstanbul meselesinin yeterliliği değildir.

1351
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, iki şık var. Bir, müzakerenin yeter
liliği aleyhinde bir önerge var. Bir de müzakerenin yeterliliğine dair.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, verilen önergelerin hangisini tercih edip,
etmemek Hükümete aittir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaade buyurun, bir kere izaha
tın yeterliliğine dair önergeyi oya arz edeyim. Güvenoyu meselesi...
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Reis Bey, güvenoyu aleni olacaktır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, izahatın yeterliliği oya arz edece
ğim. Tabii aleni celsedeki müzakere de dahildir. (nasıl olur sesleri)
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Aleni celsedeki müzakere ne olacaktır? Aleni celsede
kabul edilmiş olan bir gensorunun tekrar aleni celsede tamamlanması lazım gelir.
AVNİ BEY (Saruhan): Gizli celsede müzakere kafi görülebilir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, izahatın yeterliliğini oya koyaca
ğım. Aleni celse de yapacağız. Müsaade buyurunuz, münakaşaya lüzum yok.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Reis Bey münakaşaya siz sebebiyet veriyorsunuz.
Oya koyunuz, mesele bitsin.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, bir önerge var, izahat kafidir. Gü
venoyuna geçilmesine dairdir.

TBMM Başkanlığına
Mesele anlaşıldığından, yapılan müzakerenin yeterliliğiyle beraber Refet
Paşa’nın İstanbul'a ait yaptıklarından dolayı Hükümet Reisi ile Dışişleri, İçişleri,
Maliye vekilleri için verilen gensoru önergesinde sözü edilen meseleler millet
ve vatanımızın selamet ve saadetine uygun bulunmuş olduğundan, Hükümet
Reisi ve adı geçen vekillere güvenoyu vermek üzere oylama yapılmasını teklif
eylerim. 22 Kasım 1922
Genç Mebusu
Hamdi
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun efendim. Bir kere önerge
okundu. Sonra aleni celseye geçilecek olursa güvenoyu şu şekilde olur denilir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Reis Bey bir şey söyleyeceğim, müsaade buyu
run. Efendim, malumunuz gensoru önergesi aleni celsede Yüce Heyetinize arz
edilmiş ve gündeme alınması kabul edilmiştir. Hükümete neler için gensoru veril
diği bir kere bellidir. Gensoru müzakeresinin memleket menfaatleri bakımından
gizli olarak cereyan etmesi uygun görülmüş ve öyle cereyan etmiştir. Şimdi bir

1352
muamele lazımdır ki malum olan tehlikeler göz önünde bulunacak şekilde ifade
edilirse mesele halledilmiş olur. Yoksa pek karanlık ve yarım kalmış olur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): O halde efendim, yalnız şimdilik aleni celse
ye geçilmesi hakkındaki önergeyi oya koymak lazım gelir.
İLYAS SAMİ BEY (Muş): Rauf Beyefendinin söyledikleri affınıza sığınarak yanlıştır
diyorum.
SAMİ BEY (İçel): Rica ederim, kraldan fazla kral taraftarı olmayınız.
İLYAS SAMİ BEY (Muş): Müsaade ediniz hakikatten başka bir şeye bağlanacak
hiç bir vicdan kalmamıştır. Emin olunuz hiç bir yere bağlılığım yoktur.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Aleni celsede söz söylemek her mebusun hakkıdır.
Bu kürsüde herkes istediğini söyler. Aleni celsede pek tabii olarak İlyas Sami Be
yefendinin buyurdukları gibi öyle kısaca izahat kafi görüldü denemez. Binaenaleyh
aleni celseye geçilir ve söz söylenir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir) : Ne âlâ, kıyamete kadar söz söylemeli.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Efendim, gensoru müzakeresi aleni celsede başlamıştır
ve yine aleni celsede nihayete ermesi lazımdır. Ben önerge sahibiyim, konuşma
yacağım. Yalnız merasim sona etsin, bir şey söylemeyeceğim. Madem ki vatanın
menfaati öyledir, biz vatan için mücadele ediyoruz, ihlal etmek için mücadele et
miyoruz. Yanlış anlaşılmasın. Bu bahis mevzu olduğu vakit hatırıma şu geldi,
Hamdullah Suphi Bey'in kulakları çınlasın, kendileri için gensoru önergesi verdim.
Müzakeresi günlerce devam etti ve her arkadaş başka meseleden bahsetti. O
vakit niçin bunun yanlış olduğundan bahsetmediniz. Arkadaşlar, bir şey istirham
edeceğim. Lütfen kabul buyurun ve dinleyin. Bütün cihanın parlamentolarında
partiler vardır, gruplar vardır. Fakat hiç bir vakit azınlığın haklarını boğmazlar.
Azınlığı söyletirler ve yine bildiklerine giderler. (gürültüler, azınlık sözünü geri al
sesleri) Geri aldım.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Efendim, İç Tüzüğün o maddesinden istifade
etmek isteseydim ederdim. Fakat arzu etmediğim için istedikleri gibi bütün mese
leleri sordular.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Bravo Hamdullah Suphi Bey.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Devamla): İç Tüzüğün bir vekile verdiği haktan istifade
etmek isteseydim istifade ederdim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müzakere kafidir, aleni celseye geçilmesini
teklif eden önergeyi oylarınıza arz ediyorum.

1353
TBMM Başkanlığına
İzahatın yeterliliğine, gensorunun gizli celsede karar verilmesine ve aleni
celseye geçilerek güvenoyu meselesinin aleni celsede neticelendirilmesini teklif
eylerim.
Saruhan Mebusu
Avni
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, izah buyurunuz, evvela ben anla
madım.
AVNİ BEY (Saruhan): Gensorudan maksat, her hangi bir meseleyi Hükümetten
izahat talebiyle memleketin menfaati noktasından meselenin açıklanmasını iste
mekten ibarettir. Binaenaleyh meselenin siyasi olması münasebetiyle Yüce Heye
tiniz bu meselenin gizli olarak müzakeresini kabul buyurdunuz. Binaenaleyh vata
nın menfaati adına bunun aleni celseye taşınmayarak gizli celsede neticelendiril
mesini ve sonra aleni celseye geçilerek Hükümete güvenoyu verilmesini veya
verilmemesini teklif ederim, başka bir şekil yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Biz buna böyle karar verdikten sonra aleni
celsede bir arkadaşımız bahsederlerse ne yapacağız?
AVNİ BEY (Devamla): Vatanın menfaati adına yapılmayacağını Yusuf Ziya Bey
arkadaşımız da kabul ve ifade ettiler.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan): Kendi adına söyledi.
MEMDUH BEY (Giresun) Reis Bey, nasıl sual sorabiliyorsunuz?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Ben Reisim, ne yapacağız diye soruyorum.
AVNİ BEY (Saruhan): Müsaade buyurunuz, Reis Bey'e cevap vereceğim. Meclis
yasama ve yürütme salahiyetine sahip olduğunu lütfen unutmamasını ve yasama
hakkına haiz olduğu zamanlarda müzakerenin gizli tutulmasını bir vazife olarak
düşündüğümü arz ederim. (müzakere kafi sesleri)
İSMET BEY (Çorum): Arkadaşlar, bu meseleyi çok uzattık.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Arkadaşlar benim bu meseleye karıştığımı
söylediler. Memduh Bey lütfen neye karıştığımı söyler misiniz?
MEMDUH BEY (Giresun): Soru sormaya ne hakkınız vardır?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Hayır efendim, Reis olmam itibariyle ne
yapacağız diye sordum.
MEMDUH BEY (Devamla): Niçin siz soru soruyorsunuz?

1354
İSMET BEY (Çorum): Arkadaşlar, aleni söylenmesi icap eden bir şey varsa onları
söyleyebilirsiniz. Gizli celsede izahatı gizli olarak dinleyen ve gizliliği kabul edilen
hususların hiç bir kelimesini hiç bir arkadaş aleni celsede tekrar edemez.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Ya ederse...
İSMET BEY (Devamla): Edemez efendim, mümkün değil. Çünkü İç Tüzük müsaa
de etmez. Müzakere usulü hakkında söz aldığım için, burada bir önerge daha
vardır ki o da vekillere ayrı, ayrı güvenoylaması yapılmasıdır. Yanlış yollara gitme
yelim. Böyle önerge olamaz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Hakkı Hami Bey buyurun (yarına kalsın,
uzatıyorsunuz sesleri)
HAKKİ HAMİ BEY (Sinop): Müsaade buyrulursa bu meselenin aleni celsede bahis
mevzu edilmemesini ben vatanın menfaati icabı olarak düşünüyorum.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Önergeleri bir kere oya koyunuz. Eğer bu oya konmazsa
sabaha kadar devam eder.
HAKKİ HAMİ BEY (Sinop): Efendiler, gizli celsede icap eden şey ne ise aleni cel
sede söylenmesi tabii uygun değildir. Fakat rica ederim, İlyas Sami Bey'in buyur
dukları gibi aleni celsede söylenmesinin mahzuru olmayan bazı şeylerde söylen
meksizin, efendim izahat kafidir oya koyuyoruz, denirse Hacı İlyas Sami Bey'in
dediği gibi doğru olmaz. Onun için Hükümet aleni celsede söylenmesi lazım gel
meyen bazı hususları söyleneceğinden gizli celse talep etmiştir. Bunda haklıdır.
Mümkün olsa da bir daha Hükümet filan filan, filan maddeler söylenmesin, siyase
ten bunları mahzurlu görüyoruz diye, düzeltseler. Müsaade buyurursanız, benim
kanaatime göre temsilciden maksat şudur. Kanun değiştirilmemiştir, yanlışlık var
dır. Rica ederim, aleni celsede bu yanlışlıkları söyletmek suretiyle ileride doğabile
cek mahzurları bertaraf edebilmemin imkanı yoktur. Ancak hükümetin vermiş ol
duğu malumatla yetinelim. Niçin gönderdi, nasıl yapıldı gibi biz de bir şey sorma
yız, Hükümet de cevap vermez. Mesele bitmiştir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Bu kadar söz söylendikten sonra bitmez mi?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Arkadaşlar, mebus arkadaşlarımın vatanse
verliklerine şüphe yoktur. Yüce Meclisinizin her üyesinin, bilhassa bugünlerde
memleketin menfaatleriyle alakadar olacağına hiç şüphe yok. Ben üç günden beri
devam eden bu münakaşalar sebebiyle çok memnunum. Bu münakaşaları yap
mak isteyenlerin, Lozan'daki Sulh Konferansı ile ve onun karşısında Hükümetin
vazifelerini tenkit etmek haklarıdır. Hiç zannetmem ki Lozan'da bizi temsil eden
delegeler memleketi müdafaa edip dururken yanlış işler yapmasınlar. Halbuki
bugünlerde Hükümetten kaçınılmaz bir mesele olursa o başka meseledir. Fakat
ileriye tehir edilmesi mümkün olan meseleler olduğu takdirde, bu gibi gensoru
verilmesi doğru olmaz. En çok düşünülecek şey, Delege Heyetimizin dayanağı
olan Hükümetimizin, kuvvetli bir durumda olduğunu dışarıya göstermektir. Hükü
1355
metin yapmış olduğu izahat kafi olarak karşılanmıştır. Şimdi yapılan münakaşanın
usulle dair olduğu düşünülebilir. Usule ait söylenen birçok sözler zannederim çok
zaman aldı. Usul hakkında birçok arkadaşlarımı dinledim. Konuşan arkadaşlarım
haklı olduklarını iddia ediyorlar. Ben o iddiada bulunmayacağım. Rica edeceğim ki
usul üzerinde çok vakit geçirmeyelim. Hatta mümkünse Hükümete güvenoyu oy
lamasını gizli celsede yapalım. Oylama müspet veya menfi olarak tamamlandıktan
sonra aleni celseye geçmek lazımdır. Eğer Hükümete güveni tazelerseniz, hatta
bunu çok kuvvetli oyla tazelerseniz, zannederim sizin için daha faydalıdır. Bu va
ziyette ben arzu ederim ki bu münakaşaya son verirseniz ve Sulh Konferansında
neler yapıldığını Dışişleri Vekilinden sorasınız, onları dinlersiniz. Onlar da sizi
devamlı aydınlatırlar. Onlar üzerinde görüşülecek daha mühim meseleler vardır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliğine dair
önergeler var. Oya koyuyorum. Müzakerenin yeterliliğini kabul edenler lütfen el
kaldırsın. (müzakere kafi sesleri) Müzakere kafi görülmüştür. Efendim, önergeler
var onları okutuyorum.

(Önergeler okunmuş ve yapılan


1 oylamada Refet Paşa’nın İstanbul'a ait icraatından dola
yı Hükümet Reisi ile Dışişleri, İçişleri, Maliye vekillerine güvenoyu verilmiştir.)

25 KASIM 1922 YUNAN İŞGALİNDEN KURTARILMIŞ YERLERDE TERK EDİL


MİŞ MALLAR ÜZERİNDE YAPILAN SUİSTİMALLER HAKKINDA, KÜTAHYA
MİLLETVEKİLİ RAGIB BEY’İN KONUŞMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 145.Birleşim, Gündem: 6/3)

Ragıp Bey, bir ay önce Yunan işgalinden kurtarılmış yerlerdeki


suiistimalleri Meclis Genel Kurulunda anlatmış ve bunun üzerine bura
daki sorunların çözümü için hızlı bir çalışma dönemine girmişti. Gene o
bölgede inceleme yapan bir grup milletvekilinin telgrafı okundu. Bunun
üzerine Ragıp Bey yeniden söz aldı. Duygulu bir konuşma yapması
üzerine Mecliste yer yerinden oynadı. Saatlerce süren ve birbirlerini
suçlayan konuşmalardan sonra her hangi bir karar alınamadı.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Denizli Mebusu Yusuf Bey ve
arkadaşlarının, işgalden kurtarılmış yerler hakkında bir telgrafları vardır. Bu telgra
fı kendi adlarına gönderiyorlar ve aynı zamanda bir önerge mahiyetinde kabulü de
rica ediliyorlar. Binaenaleyh bir önerge mahiyetinde olmak dolayısıyla, Yüce Mec
lise okutturmak mecburiyetindeyim.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (23 Kasım 1922), 1.Dönem, c.25, s.44-49, http://www.tbmm.gov.tr/

1356
YASİN BEY (Gaziantep): Efendim, işgalden kurtarılmış yerlere ait kanun teklifi
vardır. Bunun da orada beraber görüşülmesi daha uygundur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, telgraf okunuyor. Lütfen dinleyelim.

Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’e


Muhtelif tarihlerde Ankara'dan hareketle, muhtelif istikametlerde kasaba
ları, köyleri dolaşarak ve halk ile uzun uzadıya sohbet ederek İzmir'e geldik.
Burada da genel durumu inceledik. Gördüklerimize, enine boyuna yaptığımız
incelemelerimize dayanarak aşağıdaki tespitleri yaptık. Milletin hayat ve saade
tini olduğu gibi koruma vazifesi olan Yüce Meclisin bunu bir önerge mahiyetin
de kabulünü teklif ederiz.
1. İşgalden kurtarılan yerlerde kuvvetli bir Hükümet, bir idare kuramamamız
yüzünden vaziyet cidden kötüdür. İşte bu durumu bu iki kelime ile arz ettikten
sonra, bu yerlerin idaresinin derhal ıslah edilerek, kudret ve adaletin teminini
sağlamak,
2. Terk edilmiş mallarla ilgili yolsuzlukların önüne geçerek, Hazinenin hukukunu
korumak ve bu ahlaki çöküntüye sebep olanları, işgal müddetince Vatana hı
yanet edenleri cezalandırmak için işgalden kurtulmuş olan bu vilayetlere he
men istiklal mahkemeleri kurmak.
Denizli
Yusuf
Mebusu Saruhan
Refik Şevket
Mebusu Saruhan Mustafa İzmir Mebusu
Necati Enver
İzmir
Tahsin
Mebusu Kırşehir Mebusu Saruhan Mebusu Ertuğrul Mebusu
Rıza Ömer Lütfi Hamdi

RAGIB BEY (Kütahya): Efendim, Bendeniz de işgalden geri alınan yerlerden sık
sık mektuplar aldığımı daha önce arz etmiştim. En son aldığım bir mektubu da
sadece okumakla yetineceğim. Çünkü bu mektubu yazan kişi, arkadaşlarımın da
bilgilenmelerini rica ederim. İşte mektup böyle başlıyor...
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim özetleyerek okuyunuz.
RAGIP BEY (Kütahya): Reis Bey müsaade buyurun. Bendeniz bu mektubu kendi
namıma bir rapor mahiyetinde okuyorum. Tutanağa aynen geçerse daha iyi olur.
Binaenaleyh mektupta lüzumsuz noktalar yoktur. Bendeniz ne anlatacaksam mek
tup da onu anlatıyor. (devam, sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim mektubun aynen okunmasını kabul
edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Buyurun Ragıp Bey.
RAGIP BEY (Devamla): Mektubu okuyorum.

1357
Muhterem Mebusum,
Terk edilmiş mallar hakkında size uzun mektup yazacaktım. Lâkin mem
leketime dönünce oğlumu tifo hastalığına tutulmuş gördüm. O sebepten ben
kısaca yazıyorum, siz çok anlayınız. Hükümetin mühürleyip emniyete aldığı
veya müsadere edip bir yerlere depoladığı mallar tamamen yok olmaktadır.
Yağma edilen mallar için yağmacılar üçer, beşer yüz lira vererek Terk edilmiş
Mallar Komisyonu Reis ve üyeleriyle uzlaşıp depolardan serbestçe çıkarmak
tadırlar. İçinde kırk beş, elli bin liralık mal olan bir depoyu Komisyona üç dört
bin lira veren ve hiç sanattan anlamayan kimseler açıp içindeki malları serbest
bir surette satmakta iken ihbar ve şikâyetler olması üzerine bu defa malları
depolardan aşırttıktan sonra içerisinde kalan çürük, çarık birkaç parça malın
üzerine memurlar tekrar mühür basıyorlar. Sanki bununla halkı aldatmak isti
yorlar. Elinde eskiden bir kaç yüz liralık malı olanlar muamelede serbesttirler.
Bunlar şimdi Komisyonun bilgisi dâhilinde yüz binlerce liralık mala belge veri
yorlar. Hâlâ ellerindeki üç beş yüz liralık eski fatura bitmiyor. Her gün mağaza
lar boşalıyor, Akşehir, Burdur, Isparta, Uşak hatta Ankara'ya kadar gidiyor.
Belki bu mallardan orada mebuslar bile satın alıyorlar. Terk edilmiş Mallar ko
misyonlarına tayin edilen namuslu insanlar kâmilen istifa ederek çekildi. Şimdi
ise işler malum kişilerin elinde dönüyor. Bu gidişle terk edilmiş mallardan elde
edilecek gelir, komisyonların maaşına yetmeyecektir. Üst tarafından bizim gibi
yanan, yakılan köylülerin zararını ödeyecektir. Ama yeni yeni malum kişiler
ortaya çıkacaktır. Müzayededen üzüm almak için Urla'ya gittim. Urla'da beş bin
Müslüman, otuz bin Hıristiyan varmış. Hıristiyanlar kâmilen defolup gitmişler.
Burasının tek geçim kaynağı üzümcülüktür. Koca Hükümet buradan iki bin
okka üzüm ele geçirebilmiş. Fakat bir tüccar altmış bin okka üzüm toplamış.
Ankaralı Bulgurluoğlu ve yanında ortağı Mihalıçlı Saffet, ……….….. isminde bir
hırsız yakalamışlar, her çuvalı yüz yirmi okka olmak üzere çuvalını yarım lira
dan son günlerde üç liraya kadar altı yüz bin okka üzüm almışlar. Diğer tüccar
lar da bir milyon okka kadar almışlar. Zaferden sonra, üzümler kamilen evlere
gelmiş, sergi kalmamışken Hükümet güya üzümler bağlarda sergideymiş gibi
göstererek ilân etmiş ve sahte vesikalar hazırlayarak yarı işletme ücreti, yarısı
Hazinenin diye ilân etmiş, bu vesikalardan birçoğu Bulgurluoğularında mevcut
tur. Meselâ şimdi Bulgurluoğullarının ve diğer tüccarların üzerinde bir tahkikat
yapılsa iş meydana çıkar ve sahte vesikalar bulunur. Ama kimden kime! Efen
diler! Mektup yazan kişinin şaibeden kurtulması için yazdığı bir fıkra vardır.
Onu da müsaadenizle okuyacağım: “Ben üzerimde beş on para Öyleve Aydın
götürmüştüm.
On paralık mal almaksızın bir ay dolaşarak geri döndüm. iş yapanlara
gözü açık diyorlar. Ben ölünceye kadar gözü kapalı gideceğim böyle işleri
Bey,
yapamayacağım.
MebusuAntalya
Esat Mebusu
Efendi,
AllahAlaşehir
Tahsin
benden Bey,
Mebusu
sormasın
Siirt Ömer
Mebusu
bu halleri.
Lütfi
Hacı
Bey,
Bu
Mustafa
halleri
DenizliSabri
bendeniz
Mebusu
Efendi’ ye
Yusuf

anlattım. İzmir'de Maliye Bakanına not gösterdim. Maliye Müfettişi, Burdur Mu


1358
tasarrıfı Safa Beye hulâsa alâkadar anlattım. Her halde bu mesele için bir İstik
lâl Mahkemesi tayin ve sevk olunmadıkça namussuz ellerde Millet heder ola
cak, buna Büyük Millet Meclisi müsamaha ederse, namuslu tabaka katiyen
gönül koyacaktır. Bu durumu arkadaşlarınıza anlatıp yolsuzluğun önüne geçi
niz. Memleketi kurtarınız. Nurlar saçtığınız gibi her tarafta milyarlar gidiyor.
Bunları da kurtarınız. Vakit geçmemiştir. Halk birbirini gözetiyor. Eğer bu işe
ehemmiyet vermezseniz şimdi bir şey diyemem, lâkin sonunda halk çok şeyler
söyler.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaadenizle bu husus hakkında


gündemde bir şey yoktur. Madde, arkadaşımızın okuduklarından ibarettir. Binae
naleyh bu husus hakkında Maliye Bakanı Beyefendi izahat verecek ve Yüce Mec
lis daha çok bilgilenecektir. Zaten gündeme alınmıştır.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Bu husus hakkında söylenecek çok sözler vardır.
Her halde sözlerimin dinlenmesi lazımdır. Dinlemenizi rica ederim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Her şeyden evvel gündem hâkimdir. Her
şeyden evvel gündem var. Gündemde Maliye Bakanı Muhterem Hasan Fehmi
Beyefendinin izahatı vardır.
YAHYA GALÎB BEY (Kırşehir): Meclis namusunu ispat etmelidir. Bunun hakkında
hepimiz söz söyleyeceğiz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim namussuz demek değildir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Bugün Hükümet Meclis adına iş görüyor.
YUSUF ZIYA BEY (Bitlis): Mesele yalnız Maliye Bakanı ile alakalı değildir. Mesele
hepimizle alakalıdır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim bu mesele hakkında Başkanlık
Makamından ne istek vardır ve ne de soru vardır, arkadaşımızın bilgi vermesinden
başka bir şey yoktur.
YUSUF ZÎYA BEY (Bitlis): Meclisin kulağı dibinde bu sesi bağırıyor, haykırıyor.
HASAN FEHMÎ BEY (Maliye Bakanı): Üç gün evvel izahat diye kabul buyurduğu
nuz mesele, bu meseledir. Bunu bir defa dinledikten sonra gizli oturumda görüşü
lecek kısımları da vardır. Okunan mektubun bazı yerlerine bendeniz de temas
edeceğim. Urla meselesi hakkında yapılan icraatın Bakanlığıma temas eden tara
fını, tuttuğum notları arz edeceğim. Doğrudan doğruya Genel Kurulunuzda karara
aldığınız meseleyi sonuçlandırınız. Onun arkasından bu meseleye devam edelim.
SALÎH EFENDİ (Erzurum): Reis Bey! Bir şey soracağım. Bakan Bey’in gizli celse
de bu mesele hakkında söz söylemenize lüzum yoktur.

1359
HASAN FEHMÎ BEY (Maliye Bakanı): (Devamla): Hayır Efendim, gizli celsede bu
meseleye temas etmeyeceğim. Bir defa genel durumu izah edeceğim, ondan son
ra bu mesele arzu ettiğiniz şekilde sonuçlandırılacaktır.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendim, vaktimizi boşa harcamayalım. Her şey yağ
ma edilmiş, mesele bitmiştir.
HASAN FEHMÎ BEY (Maliye Bakanı): (Devamla): Efendim ne olmuştur anlaya
caksınız.
SALÎH EENDİ (Erzurum): Daha neyi anlayacağız.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim sözünüzü İç Tüzüğe göre isteyiniz.
YAHYA GALÎB BEY (Kırşehir): Efendim, bu mesele hakkında zaten arkadaşlarımız
dan birçoğu söz söylemek istiyordu. Fakat meseleyi açan Başkanlık Divanının
okuttuğu telgraftır. Mademki o telgraf üzerine, arkadaşlarımızın birisine söz veril
miştir. Biz de söylemek mecburiyetindeyiz. Çünkü yapılan işler bizden gizli yapıl
mıştır. Fakat halktan gizlenmemiştir. Halk bunu pekâlâ biliyor. Mebuslar gitmişler
birtakım entrikalar çevirmişler diyorlar. Ben de bir mebusum. Bunu da ben kabul
etmediğim gibi arkadaşlarım da kabul etmez. (hâşâ, sesleri) Meydana çıkmalı, kim
bu fenalığı yaptıysa hakkında lâzım gelen ceza tatbik edilmelidir. Beyefendiler, bu
harbi her bir santimi bir adam telefiyle kazandık. Öyle ötekinin, berikinin keyfine
feda edemeyiz. Binaenaleyh şahsiyetimizi namus, haysiyet ve şerefimizi muhafa
za için, bu ne ise meydana çıkarılmalıdır. Gizli yapılacaksa sonra yapılsın. (alkış
lar)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim bu gizli mi olsun? Yoksa aleni mi
olsun? Bu meseleden bahsedilsin. (aleni, sesleri)
HACI İLYAS SAMİ EFENDİ (Muş): Efendim, zannederim ki, işgalden kurtarılmış
yerlerdeki terk edilmiş mallar hakkında arkadaşların bilgisi, okunan mektuptan
daha fazla. Yalnız şu meseleye bir aydan beri görüşen Yüce Meclis, oraya bir
heyet gönderilmesini kararlaştırmış mı?
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Ne heyeti?
HACI İLYAS SAMİ EFENDİ (Muş): Hükümet, bir ay veyahut iki ay evvel bu havali
ye bir heyet gönderilmesini teklif etmişti. Meclis de uygun görmüş, komisyona
gitmişti. Meclis ile Hükümet arasında olan fark, gidecek heyete yetki vererek mi
gönderelim yahut bir inceleme heyeti mahiyetinde kalsın noktasındadır. Üç gün
bunu görüşseniz de istediğiniz kadar acı hakikatler söyleseniz de bu iş ancak ma
hallinde ciddî bir çalışmaya tabi tutulmakla halledilecek bir iştir. Binaenaleyh yapı
lacak iş, bu heyetin gönderilmesine Meclisin karar vermesidir. Yoksa burada ne
kadar söz söyleseniz hiçbir netice vermeyecektir. Ancak beyhude yere vaktinizi
ziyan edecek hem de harice fena akisler yapmış olacaktır.

1360
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim görüşmeyi şu şekilde açmıştık.
İşgalden kurtarılmış yerlere bir İstiklâl Mahkemesi gitmesi isteniyor. O esnada
sizlerin kararıyla Ragıp Beyefendi de görüşlerini söylediler ve bir mektubu da bu
rada okudular. Şimdi burada mebusları şaibe altında bırakır bir tarzda söz söylen
di diye Yahya Galip Beyefendi mütalâada bulundu. Her şeyin bir yolu, bir usulü
vardır. Böyle bir mebus varsa onun hakkında o yol tatbik edilir. Bunun yolu başka
dır. Burada müzakere açılması için bir evrak yoktur. Ne yapılacaktır? Bir mebus
gitmiş, şunu yapmış, bunu yapmış. Devletin kanunları işlemektedir. Hükümet de
vazifesini ifa etmektedir. Etmediğine dair soru veya istizah önerge yoktur. Arka
daşlar bilgi sahibi oldukları hususa dair Başkanlık Divanına usulü dairesinde mü
racaat ederler. Müzakere açılır. Şimdi neye dair müzakere açacağız? Şaşırmış
vaziyetteyim.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Elinizde bir telgraf vardır. O telgraf üzerine gö
rüşme açarsınız.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim, bendenizin bu mektubu okumaktan maksadım,
elde mevcut olan iki kanunun görüşmelerinin acilen tamamlanması içindir. İlâve
ediyorum ki, elde mevcut bulunan ve kurtarılan yerlere ait olan iki kanun, her hal
de Yüce Meclisten rica ederim, bugün görüşülsün ve bitsin. Mektubu okumaktan
maksadım buydu.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Arkadaşlarımızdan gidecek heyetler hak
kındaki kanun esasen gündemdedir.
RAGIP BEY (Kütahya): Hayır müzakere edilmiyor. İki aydır Mecliste bekliyor.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, suiistimal vardır. Rica ederim, suiistimalin
aleni celsede söylenmesi uygun olmayanları gizli celsede söyleyelim. Fakat aleni
celsede de meseleyi mevzuu bahsediniz ki, fenalığı yapanlar meydana çıksın.
Niçin bu görüşülmüyor da günden güne tehir ediliyor? Meseleyi derhal görüşmeli
ve celse aleni olmalıdır ve bu meseleye çok ehemmiyet verilmelidir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, bunun bir usulü vardır. Görüşüle
bilmesi için bunun usulü vardır.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Elinizde teklif mahiyetinde bir telgraf vardır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Ben savcı değilim, Efendim. Haydi, bir
önerge veriniz de ona göre görüşme açalım.
HACI ŞÜKRÜ B. (Diyarbakır): Elinizde telgraf vardır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Onlar İstiklâl mahkemesi istiyor. Hükümetten
icraat istiyor.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Reis Bey görüşme usulü hakkında söyleyeceğim.

1361
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Bakınız beyefendi, usule dair söyleyiniz,
esasa dair bir şey söyletmem. Ben, yapılacak muamele yoktur, diyorum, ona dair
söyleyiniz.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Bugün gündemde acil işler vardır. Arkadaşlar,
bugün Karadeniz'den Akdeniz'e kadar bütün memleket soyulmuştur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Bunu dinlemiyorum, Efendim.
BESİM ATALAY BEY (Devamla): Bir gün evvel memleketin dertlerine çare bula
lım.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Bu hususu söylemeyeceksiniz beyefendi,
bu olmaz.
BESİM ATALAY BEY: Bunu aleni görüşmeli ve Halka duyurmalıyız. Eski Hüküme
tin yaptığı gibi hırsızlığı biz de saklarsak doğru olmaz.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Efendim, Maliye Bakanı izahat verecekti. Ba
kan Beyin izahatı görüşmeye esas olur. Ondan sonra neticede kararı Yüce Meclis
verir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Arkadaşlar, istiklâl mahkemesi talep ediyor.
Ragıp Bey de buyuruyorlar ki bir an evvel seyyar mahkemeler Kanununu görüşe
lim. Bu esasen gündemimizdedir.
YUSUF ZÎYA BEY (Bitlis): Reis Beyefendi, mevzu açılmıştır. Önergelerin okun
ması lâzımdır. Daha bundan büyük mevzu olur mu?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Lâf ile değil, Efendim. Muamele ile olur.
MEHMED ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Esasen Meclis bunu kabul etmiştir. Hasan
Fehmi Bey izahat verecektir. Meclis izahatını dinledikten sonra tabii mebus arka
daşlar görüşlerini söylerler. Bu, Meclisin gündemine dâhildir. Maliye Vekili Bey
izahatını versin. Ondan sonra mütalâası olan arkadaşlar söylesin. Mesele gittikçe
büyüyor, büyüdükçe de iyi olmuyor.
MAZHAR MÜFÎD BEY (Hakkâri): Efendim, Ragıb Bey biraderimizin burada oku
duğu mektup yalnız istiklâl mahkemeleri talebinden veyahut başka bir mahkeme
talebinden ibaret değildir. O mektupta cidden her birisi başlı başına birer soru
zemini teşkil edebilecek meselelerden bahsediliyor, suiistimalden bahsediliyor.
Meselâ terk edilmiş mallara ait olan depolar açılmış, içerisinden mallar götürül
müş, üzümler götürülmüş. Yok, bilmem yağma edilmiş diye birçok şeyden bahse
diliyor. Reis Beyefendi buyuruyorlar ki, bu hususta önerge olmadığı için bir şey
yapamam. Pekâlâ, ben Yahya Galip Beyle beraber bir soru önergesi takdim ediyo
rum. Diyoruz ki, Ragıp Beyefendinin okuduğu mektuptaki meseleleri bir soru yap
tık. Maliye Bakanı Bey bunlara cevap versin.

1362
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Soru, merasime tâbidir. Biz havale etmekle
yetiniriz.
YAHYA GALÎB BEY (Kırşehir): Milletin hukuku merasime tâbi olamaz. Merasime
tâbi olursa Millet mahvolur. Merasimle olursa terk edilen mallar da kalmaz.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkâri): Reis Beyefendi, Maliye Vekili Bey cevap verme
ye hazırdır. Cevap vermeyi kabul ediyor.
HASAN FEHMÎ BEY (Maliye Vekili): Efendim. Arz ettim ki: Bu meselelere temas
etmek üzere zaten Yüce Meclis üç gün evvel gizli celsede izahat teklifini kabul etti.
O gün cevap vermek üzereyken daha mühim ve acil bir meseleyi buna tercih bu
yurdunuz. O izahat geri kaldı. İzahat neticesinde zaten bu soruların birçoklarına
bendeniz temas edeceğim. Memlekette bilhassa Batı Anadolu'da ne gibi teşkilât
yapılması lâzım olduğunu da arz ve izah edeceğim. Uygun görürseniz evvelâ o
izahatı arz edeyim. Sonra o izahatın neticesinde yine bugün aleni celsede bütün
bu suallerinize cevap vereyim. (uygundur, sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Maliye Vekili Bey, bu husus hak
kında gizli celsede beyanatta bulunmayı teklif ediyor. Ondan sonra sorulan sorular
hakkında aleni celsede beyanatta bulunacaklarını söylüyorlar.
MEHMED ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Halkın içinde alenen olan bir şeyin, gizli cel
sene görüşülmesinde bir mana yoktur.
SELAHATTİN BEY (Mersin) Efendim, Maliye Vekili Beyefendi, bahis mevzuu olan
işgalden kurtarılmış yerlerdeki terk edilmiş mallar ve saire hakkında beyanatta
bulunacaklarını ve bu beyanatın gizli celsede olmasını arzu ediyorlar. (zaten kabul
edildi, sesleri) Bilâhare aleni celsede Milletin her şeyden haberi olur diyorlar. Hâl
buki bendenizin ve diğer arkadaşlarımın önergeleri vardır ve zannederim diğer söz
söyleyen üyelerin arzuları da bunun aleni celsede olan kısımlarını şimdi halletmek
ve geri kalan kısmını da daha sonra gizli celsede görüşmektir. Binaenaleyh ben
denizin gördüğüme nazaran, mesele bu iki temenniden ibarettir. Onun için, bilâha
re söylenmektense halen aleni celsede söylenmesi icap eden meseleleri Maliye
Vekili Bey kendileri izah buyursunlar, arkadaşlar da sözlerini söylesinler, mesele
aydınlansın, gizli celsede söylenmesi icap edenleri de daha sonra söyleriz. Mese
le bir yanlış anlaşılmadan ibarettir. Binaenaleyh arzu buyrulursa görüşme bu şe
kilde cereyan etsin.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Bendeniz Genel Kuruldan rica ederim ki,
bunun yanlış anlaşılmasının takdirini bendenize bıraksınlar, çünkü birçok mesele
lere temas edilecek, sonra Yüce Meclisi zaten gizli celseye karar vermiştir. Bu,
yarım saatlik bir meseledir. Ondan sonra aleni celsede hangi kısmını arzu ederse
niz istediğiniz şekilde müzakere ederiz. Sorulacak sorulara derhal cevap vermeye
hazırım efendim.

1363
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Bu hususta önergeler var efendim. Fakat bu
önergelerin ne üzerine verildiğine ben de hayret ediyorum. Yalnız, verilen önerge
ler görüşme usulüne dairdir.
YASİN BEY (Gaziantep): Efendim verilen önergeler, Yüce Meclisin kabul ettiği
gizli celsenin aleni olması için sebep gösteriyorlar mı? Bendeniz bunu arz ediyo
rum ki, Gizli celseye geçmek her hangi bir suiistimali kapatmak için değildir. Yüce
Meclisin bunda bir yanlışı yoktur. Gizli celsede vaki olacak her hangi bir meseleyi,
aleni celsede menetmek gibi hissiyata kapılmayalım. Bu hususta Yüce Meclisin
verdiği karar... (gürültüler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim söylenen sözler, bütün Genel Ku
rula aittir. Hâlbuki şimdi burada Hükümetten kimse yoktur. İçişleri Vekili Bey bu
hususta cevap verecek vaziyette misiniz? Cevap verebilecek misiniz efendim?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim söz konusu mesele, ekseriyetle terk edil
miş mallara dair olan şikâyetten ve bu hususta ortaya çıkan suiistimallerden iba
rettir. Maliye Vekili Beyefendi Hazretleri cevap vermeye hazır olduğunu bildiriyor.
Hakikaten işgalden kurtarılmış yerlerde şikâyete sebep olacak pek çok olaylar
meydana gelmiştir ve Hükümet bundan iki ay önce, Ragıp Beyefendinin pekâlâ
hatırlattığı gibi bu gibi olaylara mâni olmak ve olağanüstü tedbirler almak için Yüce
Meclise bir kanun teklif etmiştir. Üzülerek söylüyorum ki bazı sebeplerden dolayı
bu kanunlar Genel Kuruldan çıkmamıştır. Mühim ve acil olan mesele, bu kanunları
biran evvel çıkarmak ve oraya acil bir tedbir bulmaktır. Yoksa burada beyhude
münakaşalar ile vakit geçirmek demek, bu gibi hallerin daha ziyade sürüp gitmesi
ni istemek demektir.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): İçişleri Vekili Beyefendi buyurdular ki kanunlar çıkma
dıkça bir şey olamaz, fakat orada bulunan mebuslar diyorlar ki kudretli eller bu
lunması lâzımdır. İçişleri Vekâleti, bu kudretli eller için ne düşünmüştür?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Mebus arkadaşlarımın kudretli eller bulunması
lâzımdır demelerinin asıl maksatları, bendenizin anladığına göre, oraya İstiklâl
mahkemeleri göndermekten ibarettir. Bu da İçişleri Vekâletinden ve Hükümetten
ziyade Meclisin yapacağı bir iştir.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Gerekli çözümler, mutlaka İstiklâl Mahkemesi değildir.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Hakkı Hami Bey, Vekil Beyin cevabı doğrudur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim gelen telgrafın önce gündeme
alınması lâzımdır. Bu olmazsa önergeleri okuyamayacağız. Arkadaşlarımızın şu
telgraf üzerine görüşmeyi kabul edenler lütfen el kaldırsın, kabul edilmiştir.
YASİN BEY (Gaziantep): Reis Bey, usul hakkında söyleyeceğim. (artık usul yok,
sesleri)

1364
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Ragıp Bey söyledi. Şimdi Rasih Efendi Haz
retleri söyleyeceklerdir. Söz alanların isimlerini okuyorum. Rasih Efendi, Salih
Efendi, Besim Atalay Bey, İsmail Efendi, Mazhar Müfit Bey, Abidin Bey,
Abdülkadir Kemali Bey, Hacı Şükür Bey, usule dair söz almışlardır. Aslına dair.
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Giresun): Usul hakkında... Hatta Makamınızdan vaki olan
bir geciktirme vardır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Buyurun Efendim.
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Giresun): Şimdi bendeniz bu meselenin aleni celsede gö
rüşülmesini, şahsım itibariyle asla uygun görmem. Maliye Vekili Bey, gizli celsede
izahat vereceğini söyledi. Zaten Yüce Meclis bu meselenin gizli celsede görüşül
mesi kararı almıştır.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Hırsızlık aleni olmuş.
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Giresun): Velev ki böyle bir karar olmasa dahi, şöyle bir
hâdise meydana geldiği zaman gizli olması lâzımdır. Binaenaleyh gizli celsede
görüşülecek diye karara alınmışken, aleni celsede görüşülecek olursa, zannede
rim, İç Tüzüğe biraz uygun olmaz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun cevap vereyim. Asıl olan
aleni celsedir. Biz gündeme aldıktan sonra Hükümet talep ederse o zaman gizli
celse olur. Maalesef şimdiye kadar Hükümetten bir talep gelmemiştir.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim zaten bu mesele hakkında gizli celse
kabul edilmişti.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Bu telgrafta İstiklâl mahkemesi vardır. Telg
rafla İstiklâl mahkemesi isteniyor. Açılan müzakere bu telgraf üzerinedir.
AHMET HİLMİ BEY (Kayseri): Gizli celse evvelce kabul edilmişti. Fakat bugün
görüşme başka bir yerlere çekiliyor. Şimdi bu meseleler, bu kadar müzakere ve
münakaşadan sonra ve bilhassa bu kadar pürüzlü bir şekil aldıktan sonra gizli
celseye geçmek, halktan suiistimalleri saklamak demek olacaktır. Evvelce olsaydı
Maliye Vekili Beyin dedikleri doğru olurdu. İzahat gizli celsede olurdu. Fakat bu
kadar münakaşadan sonra aleni celsede olmalıdır. Gizli celse doğru değildir. Bun
lar milletten saklanmamalıdır. Terk edilmiş mallardan kim ne almışsa söylenmeli
dir. Meydana çıkmalıdır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Mesele, telgraf üzerinedir. Bir daha okuttu
rayım. Oradaki arkadaşlar İstiklâl mahkemesi istiyorlar
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkâri): Reis Bey, yalnız bu telgraf okunaydı da bunun
üzerine müzakere cereyan edeydi size hak verirdim. Fakat Beyefendi; Ragıp

1365
Bey’e söz verdiniz ve bir mektup okutturdunuz ve biz bundan haberdar olduk.
Eğer o mektubu okutturmasaydınız diyeceğimiz yoktu. Fakat söz verdiniz.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Reis Beyefendi, aleni celsede bu meselenin
müzakeresine karar verdikten sonra tekrar müzakere açmak uygun olur mu? .
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Gizli celseyi Hükümet talep ederse...
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Öyle ama aleni olmasına karar verdik. (olamaz,
sesleri)
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim meselenin esası hakkında, üç gün
evvel, Genel Kurulda verilmiş gizli celse kararı mevcuttur. O kararı, bugünkü aleni
celse kararıyla Genel Kurul bozuyor mu? (hayır, sesleri) Eğer mesele, İstiklâl
mahkemesinin gönderilmesine mahsus ise bunun aleni olmasında bir sakınca
yoktur. Yok, eğer bütün meselelere temas edilecekse gizli olan kısmını tercih ede
lim. Gizli celsede görüşelim. Yarım saatte bu biter. Ondan sonra aleni celseye
sonuna kadar devam edelim. Yoksa bugünkü meseleleri aleni celsede bahseder
seniz, bendeniz birçok noktalara alenen cevap veremeyeceğimi arz edeceğim.
Zaten gizli celse kararı kabul edilmiş olduğundan müsaade buyurursanız o karara
göre hareket edelim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Ragıp Bey’in okuduğu mektup asıl
değildir. Asıl olan telgraftır. Ragıp Bey kendi görüşlerini belirttiler. Beyanatını ben
buradan özetleyerek vermesini istedim. Elimde mektubun bir sureti yoktur ki, onun
üzerine görüşme açalım. Bugün İstiklâl mahkemeleri talep ediliyor. Mevzu da bu
dur. Bu meyanda suiistimal edildiği de bahsediliyor. Binaenaleyh İstiklâl mahke
mesi gitmesi bahis olunmalıdır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Reis Bey, usul hakkında daha evvel söz söyleyen
arkadaşların yanlış söylediklerini arz edeceğim. Binaenaleyh usul hakkında söz
istiyorum.
RAGIP BEY (Kütahya): Görüşme usulü hakkında söyleyeceğim Reis Bey.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Söz Rasih Efendi Hazretlerinindir.
RASİH EFENDİ (Antalya): Muhterem üyeler.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Evvelâ Maliye Vekili izahat versin. Yüce Meclis de daha
sonra görüşünü belirtsin.
RASİH EFENDİ (Antalya): Maliye Vekili sonra söylesin. Biz de milletvekiliyiz. Ar
kadaşlar bu okunan telgraf üzerine Meclisin bu meseleyi aleni celsede müzakere
etmesi Meclisin onuru meselesidir. Binaenaleyh mesele, beş altı arkadaş memle
kette yapılan suiistimali haber veriyor. Meclisin bu mesele ile ilgilenmesi veya
ilgilenmemesi meselesidir. Meclisin, bu meseleyi gizli celsede müzakere edece
ğim demesi, bu meselenin saklanacak kısmı var demektir. Kamuoyuna karşı hiçbir

1366
arkadaşınız bunu kabul edemezler. (bravo, sesleri) Binaenaleyh müzakereye baş
lamazdan evvel arz edeceğim bir mesele var. Bendeniz İzmir'de bulunduğumda
aynı meseleleri belirterek şifre ile telgraf göndermiştik. Zannederim o telgraf Mec
liste okunmadı. Yahut o vakit şimdiki kanunlar Yüce Mecliste görüşüldüğü için
okunmasına hacet kalmadı. İhtimal ki, Ragıp Bey biraderimiz de gelmiş, aynı me
seleler dairesinde Genel Kurula bilgi vermiştir. Mesele malûm olduğu için Mecliste
o telgrafın okunmasına ihtiyaç kalmamış. Efendiler, Memleketi nasıl kurtardığımız
üç, üç buçuk seneden beri devam eden bu mücadeleyi ne şekilde yaptığımız Ci
hanın malûmu olduğu gibi bizim de herkesten daha fazla malûmumuzdur. Bu mü
cadele Milletin kanı ve varlığı pahasına mal oldu. Milletin bütün varlığı ve kanı
pahasına mal olan bir mücadele, böyle beş kişinin, on kişinin, yüz kişinin zengin
olması, milyoner, milyarder olması şeklinde neticelenecek olursa buna hiçbir ar
kadaş razı olmaz. (alkışlar) Bendeniz İzmir'de bulunduğum günlerde şu noktayı da
arz edeyim ki, Memleket kurtarılmış, fakat Hükümetin teşkilâtı oraya tamamen
yetişmemiş, memurlar gelmiş ama bu memurlara yardım edecek diğer görevliler
gelmemişti. O arkadaşlar da her işe yetişemiyorlardı. Fakat bir de işi olduğu gibi
görmek, görülen şekle göre tedbir almak noktasında mütalâa edecek olursak ar
kadaşlar, işgalden kurtarılmış yerlerde, iş olduğu gibi görülmemiştir ve görülen
şekle karşı icap eden tedbirler alınmamıştır.
HASİB BEY (Maraş): Niçin gelince bir açıklama yapmadın Hoca Efendi?
RASİH EFENDİ (Antalya): Arkadaşlar diyorlar ki, bu halin önüne geçin ve bu halin
önüne geçmek için bir de mahkeme gönderin. Şimdi bu noktadan arkadaşlar vak
tiyle Meclise verilen Menhubat Kanunu, Seyyar Mahkemeler Kanunu, sonra Ola
ğanüstü Kontrol Heyetleri Kanunuyla Hükümet, yükü üzerinden bizim üzerimize
atıyor. Yani Meclis haricinde yapılanların bütün yükünü Meclis omzunda taşıya
caktır. Arkadaşlar, bizim omuzlarımız o kadar kuvvetli değildir. Bizim omuzlarımız
o kadar ağır yükü kaldıramaz. Başkası her şey yapsın. Sonra ben onun gerek
Cihana karşı, gerek Millete karşı, gerekse Allah'a karşı hesabını vereyim. Ben
bunu kendi hesabıma kabul edemem. (hiç kimse kabul edemez, sesleri) Tabii
efendim, bütün arkadaşlarım kabul edemez. Arkadaşlar, bendeniz İzmir'de iken
orada bir Terk edilmiş Mallar Komisyonu teşekkül etti. Arz ettiğim hususlara bil
hassa dikkatinizi çekerim. Tüccarlardan bir heyet teşekkül etmiş, tüccarlar diyor
lardı ki terk edilmiş mallar işini eğer Hükümet gerektiği gibi takip etmezse, tespit
etmezse, İslâm ticareti, İslâm serveti adıyla İzmir'de bir şey kalmayacaktır. Niçin
diye sebebini sordum. Dediler ki bu mallar bugünkü bulunan ellerde sermayesiz
bulunuyor, sermayesizrekabet
elde edilmiştir.
edeceğiz.başladı.
Bu, yarın piyasaya çıkınca tabii sermayesiz
mal olduğu için bizim edemeyeceğimiz bir fiyatla satılacaktır ve biz de o
tarihten itibaren hepimiz iflâs Şimdi arkadaşlar bu vaziyet karşısında
tüccarlardan bir heyet teşekkül etti, işe İşe başladığı gün Güzeloğlu Ha
nında arama yapıyor. Bir saat, bir buçuk saatdevam eden arama neticesinde 150
küsur bin liralık mal çıkıyor. O gün bu komisyonun, bu heyetin dikkatini çeken,
kendilerini gerek bu işle alâkadar olan Maliye müfettişlerine ve gerek Vilâyete

1367
karşı bazı açıklamalarda bulunmak mecburiyetinde bırakır. O da şu ki, Ziya Efendi
isminde bir polis Arasta'da Alanyalı Mehmet Efendi isminde bir tüccara gelir. Der
ki, sende terk edilmiş eşya varmış. Mehmet Efendi, e peki ne olacak, der. Ziya
Efendi sonra görüşürüz diyerek gider. Sonra ikindi üzeri yine gelir. Mehmet Efendi
cevaben sen kim oluyorsun, terk edilmiş eşya ile ilgilenen bir heyet, bir komisyon
var, der. Maksat tüccarla görüşüp anlaşmaktır. Tüccar yaklaşmayınca o polis iki
gün sonra yanına iki arkadaş alıyor, o tüccarın evini basıyor. Ev eşyasıyla, ne gibi
eşyası varsa hepsini kaldırıp götürüyor. Polisin ismi Ziya Efendi’dir, tüccarın ismini
de söyleyeyim.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Mebusların kabahati yok.
RASİH EFENDİ (Antalya): Arkadaşlar ikinci bir nokta daha. O komisyon şimdi şu
vakayı neticelendirip diyor ki, doğrudan polis efendiler bu işle alâkadar olacak
olurlarsa suiistimal çoğalacaktır, iş çığırından çıkacaktır. Binaenaleyh bu işe tahsis
edilen polis efendiler doğrudan doğruya, komisyonun emriyle gitsinler nereye gi
deceklerse. Yoksa kendi kendilerine filâna filâna gidecek olursa iş çığlından çıka
caktır. Onun üzerine kendileri yedi, sekiz maddelik bir takrir yaparlar. Valiye götü
recekler fakat çekinirler. Malûm ya bizim tüccarlarımızda biraz çekinmek vardır.
Takriri aldım Vali Beye verdim. Vali bey düşündü. Kendisini gayet kıymetli bir ar
kadaş olarak biliriz. Kim bilir belki bu işin ağırlığı karşısında üzerime bir şey sıçrar
diye korkuyor. Açık söyleyeyim. O zat iffetini lekelememek için...
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon) Vazifesini görmüyor, değil mi?
RASİH EFENDİ (Antalya): Evet tabii vazifesini görmüyor, korkuyor. Bu işin azame
tinden, lekesinden, mesuliyetinden korkuyor, ne yapacağını bilmiyor.
YAHYA GALİB BEY (Kırşehir): Seksen hırsıza bir vali ne yapsın?
RASİH EFENDİ (Antalya): Kendisine Komisyonun bu isteklerini verince, Komisyo
nun verdiği takriri, hatta istida şeklinde idi, verince dedi ki, Defterdarlıkta bulunan
beyle, terk edilmiş mallarla ilgilenen müfettişlerle
Ne görüşelim. Sonra bu arkadaşları
da çağıralım görüşelim. Müzakere neticesine olursa ona göre bir şekil veririz.
Bakın dedim iş ehemmiyetli biriştir. yapmak gerekiyorsa, öyle çalışırsınız. İş
bu şekilde devam ederse siz de ve Memleket de mesul olursunuz. Sonra ertesi
günü toplanırlar. Kanaat gelir ki tüccarların şu suretle çalışılırsa, onlar diyorlar ki,
bu Komisyona bakan müfettiş başkanlık etsin, Komisyon daima bu işle meşgul
olsun. Sonra bu komisyon hem çarşıya, hem de mahallelere taharriye baksın.
Sonra ikinci bir mesele, yine o polis doğrudan doğruya bu işle alâkadar olmasın.
Komisyon alâkadar olsun, komisyon istediği memurunu istesin, bu memurlar ko
misyonun
İş eski emrine verilsin.
bu şartlar Ambarlara,
dâhilinde depolara
vetayin edilsin. seçilecek
Şimdi bu memurlar Komisyonun
mesuliyeti altında seçilsin durum görülmemiş. O gün
Komisyon biz vazifeye devam edemeyiz demişler çekilmişler.
şeklinde kalmış. Yani müfettiş beyler arama yapıyor. Fakat rica ederim.
Müfettiş beyler aramayı nasıl yaparlar. Ya maliye memurlarına yaptıracaklar, ya

1368
hut polis memurlarına yaptıracaklar. Her ikisi de, her iki şekil de hiçbir vakit hata
dan, suiistimalden kurtulamaz. Sonra arkadaşlar, İzmir'de terk edilmiş mallar de
nince zannetmeyiniz ki, yalnız memlekete ihanet etmiş insanların malıdır. Bugün
bu mallar içinde köyü, çifti yanan zavallı çiftçi Müslümanların da milyonlarca liralık
malları vardır. (doğru, sesleri) Sebebini arz edeyim. Bilirsiniz ki, İzmir ticareti ekse
riyetle kaçanların elinde idi. Köylüler üzüm mahsullerini, orada komisyonculuk
eden tüccarlara gönderirler. Fakat köylülerimizin elinde defter yoktur, köylülerimi
zin ellerinde vesika yoktur. Bu üzümler onların mağazalarında bulundu ve ondan
dolayı köylünün üzümü gidiyor. Bu mağazalardan, arkadaşlar, bu köylülere ait
olan malları ayırmak mümkün olmadığı gibi o mağazalardaki mallar da zannede
rim tamamen Maliyenin eline geçmemiştir. İlk işleri, mağazaların isimlerini değiş
tirmek etmek olmuştur. Bu durumda mağazalardaki malları, kendi mağazalarına
naklederek, beyanname doldurarak eski tarihli beyannamelerle bu kendilerine mal
edilmiştir. Sonra arkadaşların telgraflarında mevzu ettikleri mallar zannetmeyelim
ki, yüz liralık, iki yüz liralık bir şeydir. Bu bizim üç senelik yaptığımız malî fedakâr
lığı karşılayacak derece ve miktar dâhilinde idi. Fakat gününde yetişemedik, geç
kaldık. Arkadaşlar, bu geç kalmanın neticesini de biraz kendi üzerimize alalım
(niçin, sesleri) veya almayalım derseniz (vekillere gidin, sesleri) Ragıp Bey birade
rimizin buradaki beyanatını biraz asabiyet ve heyecanla dinlemek lâzım gelirdi.
Fazla asabiyetle takip etmek icap ederdi.
YAHYA GALİB BEY (Kırşehir): On mislini ben Hükümete iki ay evvel söyledim.
RASİH EFENDİ (Antalya): Binaenaleyh arkadaşlar bütün işlerimizin tehirini icap
ettiren bu iş, Milletin en mühim işidir, Memleketin, Meclisin en mühim işidir. Bu
geciktirilmeden, bu hususta tedbirleri almadan diğer meselelere geçilmemesine
karar verilmesini bendeniz bilhassa rica ederim.
SALÎH EFENDİ (Erzurum): Hoca Efendi bir soru sorayım. Bu mücevherat, mobil
yalar ve saire ne oldu?
RASİH EFENDİ (Antalya): Onları da benden sonra kürsüye gelecek zat söylesin.
ALÎ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler, bendeniz usulden bahsedeceğim. Arkadaş
ların telgrafı üzerine cereyan eden bu müzakere, bendenizce hiç bir şeyi sona
erdirmeyecektir.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Safa geldiniz.
ALI ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Sefa bulduk. (gülüşmeler) Efendiler, mesele arkadaş
larımızın bir telgrafı üzerine ortaya çıktı ve böyle bir mesele olduğundan bahsedi
yorlar ve bir tane istiklâl mahkemesi istiyorlar. Bunun üzerine diğer bir arkadaşı
mızın okumuş olduğu mektuptan da bu suiistimallerin mevcut olduğu anlaşılıyor.
Sonra zannediyorum ki, evvelce verilen bir soru önergesi üzerine, Maliye Vekili
Beyefendinin kurtarılmış yerlerdeki durum hakkında ve diğer hususlar hakkında
verecek olduğu izahat için bir gizli celse kararı verilmiş. Bu esas diğeriyle karıştırı

1369
lıyor. Eğer bu suiistimal varsa mesele, yalnız Maliye Vekili meselesi değildir. Hü
kümet meselesidir. Mesela İçişleri Vekili Beyefendi, kabahati Meclisin üzerine
attılar ve dediler ki, size verdiğimiz kanunu yapmadınız. Hâlbuki efendiler, hırsızlı
ğın önlenmesi için Maliye Vekilinin elinde pekâlâ kanunlar vardır. İçişleri Vekâle
tinde de vardır. Efendiler bu memlekette suiistimalleri, hırsızlığı önlemek için ka
nun mevcut değil mi? Size soruyorum.
LÜTFİ BEY (Malatya): Yeni kanunlar var.
HÜSEYİN HÜSNÜ EFENDİ (Isparta): Yeni kanunları tatbik edecek el ister. (tatbik
edecek el yok, sesleri)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim tatbik edecek el yoksa tatbik edemeyenler
çekilirler. (gürültüler) Müsaade buyurun. Bendeniz kendi namıma, kendi hesabıma
şu Mecliste, şu muazzam zaferden sonra suiistimal ve hırsızlık meselesinin mevzu
edilmemesini rica ederim. Bunu şu mukaddes mücadelenin güzel neticesinden
sonra kabul edemiyorum. Efendiler, zannedersem Hükümet, elinden geldiği kadar
her şeye çalışacaktır. Bütün bu felâketlerin müsebbibi olan bu harbin zaferi neti
cesinde Hükümetin ele geçirdiği mallar vardı ki demin bir arkadaşımız pek güzel
izah ettiler. Bu mallar yine bizim köylümüzün malları idi. Hükümet bunları gayet
güzel ve muvafık bir şekilde köylülerimize iade edebilirdi. Binaenaleyh efendiler bu
görüşecek olduğumuz mesele, sırf Maliye Vekili meselesi değil, İçişleri Vekili me
selesidir. İçişleri Vekili Bey, şimdiye kadar bu hırsızlığı önlemek için ne gibi tedbir
ler aldığını burada izah etmelidir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Heyeti Vekile gelmedi.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Rica ederim, mesele bu şekilde hallolunamaz. Mese
le, istiklâl mahkemesi meselesi değildir. Suiistimaller var mıdır, yok mudur? Varsa
önlenmesi hakkında ne gibi tedbirler yapıldığına dair burada izahat versinler. Hü
kümet ne yapmıştır? Cevap versinler. Başka türlü olmaz, bu Hükümet meselesidir.
(Hükümetten kimse yok, sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müzakere açılmıştır, devam edeceğiz.
HASİB BEY (Maraş): Efendim bizim kabul ettiğimiz kanuna göre bu önerge Hü
kümete gönderilmelidir. Bu önerge bir istiklâl mahkemesi istiyor. Bunu Hükümete
gönderelim, istiklâl mahkemesine lüzum varsa onun üzerine görüşülür.
ALÎ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): O başka mesele.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Meclise ihbar edilen bir suiistimal meselesi
vardır ve bunun bir müzakere açılarak gizli celsede müzakere edilmesi kabul edil
di. Binaenaleyh...
HASİB BEY (Maraş): Bunları söyleyen arkadaşlar, neye şimdiye kadar bir önerge
vermediler de bunu sebepsiz Meclise sevk ediyorlar?

1370
YAHYA GALİB BEY (Kırşehir): Efendim, kurtarılan yerlerde, üzülerek söylüyorum
suiistimal yapılmıştır.
YASIN BEY (Gaziantep): Suiistimal meselesini mi müzakere ediyoruz, yoksa istik
lâl mahkemesini mi?
YAHYA GALİB BEY (Kırşehir): Bu suiistimalin ortadan kalkmasına hiçbir çare
bulunmadı. Hükümet, buna bir çare bulamamış, bu suiistimalleri her sınıf halk
karışmıştır. Bendenizin bu husustaki düşüncem, Hükümet Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümetidir, kendilerine bağlı dairelerde, günlük işleri halletmeye memur
dur. Hükümet bu eksikliği yaptı, denildiği zaman bu, yalnız Hükümet memurlarına
ait olmuyor. Doğrudan doğruya hepimize mal oluyor. (o maşallah, sesleri) On bir
kişi hata yaptıysa... (gürültüler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, dinlemeye mecbursunuz, rica
ederim.
YAHYA GALİB BEY (Kırşehir): Yedi kişi hata yaptı, on bir kişi hata yaptı, ya siz
neci idiniz, diye sorarlarsa ne yaparsınız? (gürültüler) Efendiler darılmayınız, ma
zur görünüz, rica ederim. Bizim Meclisimizin fena bir itiyadı var. O da çok çok ko
nuşmaktan ibarettir. Şimdi bir suiistimal yapıldığı muhakkaktır. Terk edilmiş mallar
yağma edilmiştir, suiistimalin her türlüsü yapılmıştır. Bunu her sınıf halk yapmıştır.
İncelemek lazım gelir. Bundan şimdi haberdar oldunuz. Bunun için yapacağınız
şey, benim fikrimce derhal Meclis içinden sekiz on kişiden meydana gelen bir he
yet seçer ve suiistimal olan yerlere gönderirsiniz. Kim yapmışsa asar, keser yıkar,
malları alır mahalline kor, işi bitirir, size malûmat verir. Yoksa bunu niçin yaptılar,
niçin yaptınız? Diyecek olursanız, netice itibariyle Hükümete bir itimat ve itimatsız
lık meselesi mevzu bahis olur. O vakit her iki suretten birisi tezahür eder ve iş
yapılmaz. İşin kestirme tarafı budur. İşte suiistimal ya var, ya yok diyeceksiniz,
tahkik inceleyiniz, sebep olanları cezalandırınız. Meseleyi hallediniz.
İBRAHİM SÜREYYA BEY (Saruhan): Müsaade, buyurur musunuz? Mebustan
bahsediyorlar. Onu izah buyursunlar.
YAHYA GALİB BEY (Devamla): Mebusu da var, hepsi de var işte. Beyefendiler,
işittim, mebuslardan bazılarına eşyasıyla beraber ev verilmiş ve bu meyanda Sü
reyya Beye de bir ev verildiğini işittim. Demek ki, onu söyletmek istiyorlar. Kendi
sine 40 bin liralık bir ev verilmiş. Fakat ben bilmiyorum, söylediler. Yanında bu
lunmadım. Bana bunu söyletmek istedi.
SÜREYYA BEY (Saruhan): İzah edeceğim. (sonra, sesleri)
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Arkadaşlar, bu memleketlerin kurtulması ve bu
gün ortaya çıkan suiistimal meselesi, Hoca Sadi'nin meşhur Kuzu Hikâyesini aklı
ma getirdi. Kurdun elinden kuzuyu kaptı. Fakat kendi kesti, kendi yedi. Arkadaşlar,
üç senedir kadınlara cephane mi taşıtmadık, tuzdan da vergi mi almadık, undan
da vergi mi almadık ve her şeyden vergi mi almadık, kadınlarımızı mı şehit ver

1371
medik, gaza edip masumlar mı defnetmedik? Neticede ne oldu? Alakası olmayan
lar bu memlekete doldu, doldu. (alkışlar) Biz memleketleri kurtardık. Fakat birileri
ne peşkeş yaptık. (bravo, sesleri) Gidin, görün arkadaşlar, Türk kalbi sızlayacak,
ağlayacak, çıldıracaktır. Arkadaşlar! İzmir sokaklarını çeşit çeşit vatanperverler,
çeşit çeşit insanlar, çeşit çeşit tüccarlar doldurmuştur. Gidin görün bu tarafı fazla
uzatmak muvafık değildir. Yılan masalı kadar uzayacaktır. Neyse gelelim terk
edilmiş mallara. Arkadaşımız Rasih Efendinin buyurdukları gibi, terk edilmiş mallar
hakikaten büyük bir kıymettedir, fakat Batı kamuoyu zannetmesin ki, bunların
hepsi giden Hıristiyanlara aittir. Hâşâ! Bunların büyük bir kısmı, çok büyük bir kıs
mı Türklere aittir. Onlar, Türklerin emniyet ve itimatlarını kazandıklarından ve biraz
da Türkler milliyet hislerini ihmal ettikleri için, kendi mallarını kendileri getirip onla
ra teslim ederler. Bırakın böyle imal ettikleri malları, kendilerinin biriktirdikleri para
ları da teslim ederler ve bu suretle Müslümanlar Hıristiyanlara para ve hatta altın
larını da teslim etmişler. Hatta bugün bedavaya gitmiş olanlar, her halde bildiğimi
zin bin kere fazlasıdır. Arkadaşlar biz sözde halkçıyız diyoruz. Sözde bu memleke
tin evlâdına bu memleketi idare ettireceğiz diyoruz. Neden böyle eski yardım ko
misyonları tarzında memurlar göndererek, harcırahlar vererek yabancıların elleri
ne terk ediyoruz? Bunu yerli heyetlere, belediye heyetlerine, vilayet meclislerine,
halktan doğmuş idarelere terk emiyoruz? (bravo, sesleri, alkışlar) Onlar gelsin,
onlar baksın, çalacaksa onlar çalsın. (bravo, sesleri)
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Menhubat Komisyonları Kanununda bu durum kabul
edilmiştir.
BESİM ATALAY BEY (Devamla): Eski alçak hırsızlık devrinde yapıldığı gibi birta
kım komisyonlar, memurlar gönderilerek ve yine bu malların yok olup gitmesine
neden sebebiyet vermeliyiz? Bunu müftülerin, meclisi idarelerin, belediye heyetle
rinin eline vermiş olsaydık ve bu suretle halkın idaresi altına verseydik şüphesiz
bugünkünden daha iyi olacaktı. Para Anadolu'da kalacaktı, denizleri aşıp gitmeye
cekti.
LÜTFİ BEY (Malatya): Torbasını doldurmak için buraya gelenler torbasını boş
götürecek.
BESİM ATALAY BEY (Devamla): Terk edilmiş mallar meselesi hakikaten pek fena
bir şekil almıştır, hele ev meselesi. Arkadaşlar, ben arkadaşınız, iki kişiyi kaybet
tim. Oturacak evlerini İzmir 'de aldılar. Allah şahit olsun. On defa haber gönder
dim. İki defa ayaklarına vardım. Bir şey yok, zararı yok. kırk bin, elli bin liralık evle
re kondular. Ben medreselerde de yatarım, iftihar ederim. Arkadaşlar ben kuru
fasulye de yemeye alışkınım. (alkışlar) Bana lâzım değil onların vereceği şey. Ben
çalışır, kazanır, yerim. Gidin, görün, bugün evlerde kimler oturuyor? Onlar bugün
nasıl hebaya gitti arkadaşlar, nasıl eş dosta peşkeş çekildi gidin, görün! Urla me
selesine gelelim. Buna bendeniz de vâkıfım. Hakikaten Urla'dan birçok üzümler
aşırılmıştır. Bakalım neticesi ne olacak? Biraz sonra kimlerin parmağı olduğunu da
burada söylerim. (şimdi söyle, sesleri) Hayır şimdi olmaz. İnceleme bitmedikçe

1372
olmaz. Meseleyi açığa çıkarmış oluruz. Bir de yalnız Urla üzümleri değil, Aydın
incirleri meselesi var. Zavallı Ahenk Gazetesi bar bar bağırdı. Aydın'ın Nazilli'den
Çine'ye kadar uzayan incirleri hakkında bağırdı, Hacı Atıf Efendi hocamız da bu
rada söyledi, bağırdı. Sonra ne oldu biliniyorum. Mühür altında bırakılan malların
bir kısmı da sorumsuz ellerle, güya bugün Ordunun ihtiyacı var diyerek mühürleri
kırıldı. Oradan birçok mallar alındı, aşırıldı arkadaşlar. Bunlara karşı bir şey yap
mak mümkün olamadı ve olamıyor. Eğer biz bunu halkın ve yerlilerin ellerine terk
etmiş olsaydık böyle olmayacaktı. İçişleri Vekili Bey buyuruyorlar ki,
-Ne yapayım? Size kanun teklif ettik. Fakat siz yapmadınız. Kanun yapılmadığı
için bu suiistimal yapılmıştır.”
...Amma güzel mantık! Kanun çıkmadı ise neye çekilip gitmemiş? Efendim, siz bu
kanun yapmadıkça ben vazife yapamayacağım diye bırakıp gitmeliydiniz. (alkışlar)
Biz her işi bırakıp o kanunu çıkardık. (alkışlar) Arkadaşlar, bu hususa dair çok iyi
oldu ki, aleni celse açtılar. Çünkü Memleketin dertlerini açıkça konuşalım. Her
yerde olduğu gibi, bu yerlerdeki insanlar da meleklerden müteşekkil değil ya. Yal
nız bu memlekette suiistimal, bu toprakta suiistimal olmaz. Dünyanın yer yerinde
olur, her yerinde yapılır. Hatta şuna emin olunuz ki, en azı bu Memlekette yapılı
yor. Fakat bu Memlekette yapılan suiistimallerin çoğu da hariçten gelen parmak
larla oluyor. (bravo, sesleri) İşte biz bunu açıktan konuşursak Memleketin de Mec
lisimize karşı güveni artar. İstiklâl mahkemelerini göndermek meselesine gelince
arkadaşlar. İstiklâl mahkemeleri şu mücadelede Memlekete hakikaten büyük hiz
met etti. Çok hizmet etti. Allah çalışanlardan razı olsun. Binaenaleyh bu inkâr edi
lemez. Fakat arkadaşlar bendeniz bir daha açıklamak istiyorum ki, büyük yetkiler
verdiğimiz ama sorumluluk vermediğimiz kişileri, velev ki içimizden olan kişileri
göndermeyelim. Gönderirsek bile biraz fazla olmalı. Bilhassa hukuk bilgisine vâkıf
olmalı. Hukuk mevzuatına vâkıf olmadıkça göndermemeli. Arkadaşlar, ben bunun
pek acı misalini gördüm. Bana bir arkadaşım burada bağırdı. Aman Memleket
yanıyor ve soyuluyor. Bu hususta bir önerge ver dedi. Ben önerge verdim, burada
da bağırdık, çağırdık. İstiklâl mahkemesi paldır küldür buradan gitti. Dört gün son
ra bir de ne göreyim o herifle ahbap olmuşlar.
İBRAHİM SÜREYYA BEY (Saruhan): İç Tüzüğü oku, aklın erimiyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, herkesin hakkına hürmet ede
lim.
İBRAHİM SÜREYYA BEY (Saruhan): Teessüf ediyorum ve üzülüyorum ki, arka
daşlarını bu kadar az tanıyorlar.
LÛTFİ BEY (Malatya): Savunma mahkemede olur.
İBRAHİM SÜREYYA BEY (Saruhan): Söylemek mecburiyetindeyim.
LÛTFİ B. (Malatya): Ne bağırıyorsunuz!
İBRAHİM SÜREYYA BEY (Saruhan): Haysiyetimi muhafaza etmek istiyorum.
(devam, devam sesleri)

1373
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim arkadaşlar, oturunuz. Sükûnet
le dinleyelim.
İBRAHİM SÜREYYA BEY (Devamla): Yahya Galip Bey bu kürsüde söz söylediği
zaman, “Bazı mebuslar bu meyanda alâkalıdırlar.” dediler. Bunu düzeltmek benim
vazifem olduğu gibi hepinizin vazifesidir. Bunu niçin sual etmediniz, binaenaleyh
teşekkür olunur ki, bu ev meselesidir. Başka bir şey varsa onları da söylesinler.
İzmir ve havalisi kurtarıldığı zaman ne kadar Hıristiyan varsa gitmişti. Binaenaleyh
gidenlerin haneleriyle oteller vesaireler kalıyordu. Onların da bir kısmı yanmıştı.
İzmir'e hariçten giden ve müracaat edenleri Hükümet, içersinde mevcut bulunan
eşyayı tespit ederek bu evlere oturttu. Çünkü... (gürültüler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, sükûnetinizi muhafaza ediniz.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Hakikati aydınlatsın.
İBRAHİM SÜREYYA BEY (Devamla): Reis Bey, susturur musunuz? Yoksa ben
cevap vereyim mi? Efendi sussanıza siz!
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Lütfi Bey, sükûneti ihlâl etmemenizi son
defa olarak söylüyorum.
İBRAHİM SÜREYYA B. (Devamla): Bu aynı zamanda Hükümetin menfaatine idi.
Çünkü burada iskân edilenler eşyayı muhafaza etmiş olacaklardı. Besim Atalay
Bey’in buyurduğu doğru değildir. Hariçten gelenlere ve kimliği belli olmayan hiçbir
kimseye ev verilmemiştir. O ancak devirle, tapuyla verilir. Binaenaleyh oturanlar
kirası ne ise onları verecektir.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Oturmadan duvarlara, pencerelere yazıldı.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Süreyya Bey sizi nasıl sükûnetle dinlediler
se rica ederim siz de öyle dinleyiniz.
İBRAHİM SÜREYYA BEY (Devamla): Zatıâliniz orada bulunmadınız. Duvarlara
yapıştırılarak verildi, buyuruyorsunuz verilmemiştir, mesele bundan ibarettir. Orta
da başka bir şey yoktur.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Müsaade buyurunuz. Benim işittiğime göre...
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Neye dair söyleyeceksiniz?
ÖMER LÛTFİ B. (Karahisar): Ev meselesi hakkında arkadaşlardan işittiğime göre
herkes evlere girdikten sonra Hükümet gelmiş, eşyayı tespit etmiştir. Hariçten
gelenlerin birçokları henüz eşya tespit edilmeden eşyaları aşırmışlardır. Heyet
geldikten sonra hakikaten eşya, tespit edilmiştir. Fakat ondan evvelki vakitte ge
lenler kıymeti takdir edilmeyerek birçok kıymetli eşyaları aşırmışlardır.
İBRAHİM SÜREYYA BEY (Saruhan): Onu başka bilenler var, sorarsınız efendim.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Arz edeceğim. Suiistimallerin pek çoğunu
bendenizden evvel söyledikleri için bendeniz yalnız bir noktaya temas etmek iste
rim. O da işgalden kurtarılan yerlerde uzun boylu hırsızlık, çapulculuk, suiistimal

1374
vuku bulmuş. Acaba oralarda Hükümetimizin bir mutasarrıfı, bir kaymakamı, bir
valisi yok muydu? İçişleri Vekâletinin bunlardan malûmatı var mı, yok mu? Bu
yerler işgalden kurtarıldıktan bu ana kadar üç aya yakın bir zaman oldu. Hala hır
sızlık, suiistimal devam ediyor. Bunu İçişleri Vekâleti biliyor mu, bilmiyor mu? Bili
yorsa buna karşı ne gibi tedbirler aldı? Evvelâ bunu İçişleri Vekili Muhteremi...
(gürültüler, ihmal Maliyenin mi, İçişlerinin mi, sesleri) Maliye Vekili de, İçişleri Vekili
de her ikisi de suallerime cevap verdikten düşüncelerimi açıklayacağım. Öyle me
rasime tâbi gensoru ile bu iş olmaz. Çünkü İç Tüzük dâhilindeki usul, yalnız kanun
yapma gücü olan meclisler içindir. Biz mademki bugün karşımızda icra kudretine
sahip Maliye Vekiliyle İçişleri Vekilini görüyoruz. Bugün alacağımız cevap uygun
mu, değil mi? Anladıktan sonra bu iki zatı muhterem, vekâletlerine sahip olan iki
muhterem mebus arkadaşımız bu meseleleri tamamen izah ettikten sonra söyle
yelim. Uzun boylu söylemekten ne çıkar?
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim Mecliste teftiş heyetlerine dair bir kanun vardır.
Bu kanun zaten İstiklâl mahkemelerinin teşkili için yapılmış ve Hükümet getirmiş
ve Yüce Meclis bunu kabul etmiştir. Şu telgraf ve okuduğum mektup doğrudan
doğruya İstiklâl mahkemelerine ait olmakla beraber Meclis gündeminde bulunan
teftiş heyetlerine ait kanunla alâkadardır. Binaenaleyh şiddetli ve heyecanlı nutuk
larla vakit harcamaktansa, Milletin derdine bir dakika, bir saniye evvel deva olmak
için, bir an evvel şu gündemdeki kanunun görüşmelerine geçelim. Belki Memleke
tin arzu ettiği şey hâsıl olur. (o meseleyle alâkadar değil, sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Söz almaksızın söylemeyiniz. Meseleyle
alâkalı görüş belirtilmelidir. Usul ihlâl edilmiş değildir ve görüşme sizlerin kararıyla
yapılıyor.
RAGIP BEY (Kütahya): Cereyan eden görüşmenin teftiş heyetlerine dair kanunla
alâkası vardır.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Eğer maksat uzun uzadıya münakaşaya girişmek
ve bu husustaki mesuliyetleri birbirimizin üzerine atmaktan ibaretse, bu hususa
dair görüşme açalım. Terk edilmiş malların uğradığı zarar ziyandan şikâyet olunu
yor. Bu hususta İçişleri Vekili ne yapmıştır, deniyor. İzinden yeni dönen Ali Şükrü
Bey arkadaşımız derhal bu fırsattan istifade ederek İçişleri Vekiline hücum etti.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Vazifesini yaptı, Efendim.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili) (Devamla): Herkes vazifesini kendi takdir ettiği
gibi yapar. Ben de vazifemi yapıyorum, cevabımı veriyorum. Rica ederim sözümü
kesmeyiniz. Efendim, kendileri izinli olduğu için tabii bundan evvelki görüşmeler
den, münakaşalardan haberdar değildirler. İşgal altındaki yerler düşmandan kurta
rıldıktan sonra, daha bendeniz Ankara'ya dönmeden evvel, Yüce Meclise birtakım
kanunlar teklif edilmiştir. Durum fevkalâde bir şekilde düzen altına almıştır. Bu
fevkalâde şekle karşı fevkalâde tedbirler kabul edilmişti. Mecliste uzun boylu gö
1375
rüşüldükten sonra istiklâl Mahkemesi gönderilmesi her nasılsa mümkün olama
mıştır. Ondan sonra Ragıp Bey biraderimiz seçim bölgesinden döndüler ve burada
gayet hararetli ve heyecanlı bir beyanda bulundular ve bunun üzerine aynı bugün
kü hararetli celse gibi münakaşa açıldı ve Meclis üç komisyondan seçilen üyelerle
bir Özel Komisyon meydana getirdi. Bu Komisyon, üç dört gün Hükümetin teklif
ettiği kanun tasarısını tetkik etti. Tasarı tekrar Yüce Meclise geldi ve bunlardan biri
olan Menhubat komisyonlarına aittir. Meclisten çıkmış bir haldedir ve diğerlerinin
çıkması da bir an evvel lâzımdır. Bu hepimizin şikâyet ettiği derde yegâne deva
olacaktır. Efendiler eğer maksat, Hükümete kusur bulmak ise ona karşı biz de
kendi müdafaamızı ileri sürebiliriz. Fakat zannediyorum, yine vakit geçecektir ve
Meclisin vakti ziyan olacaktır. Bu vakitleri asıl maksada harcamak için bir an evvel
Meclisin gündeminde bulunan bu kanunları çıkarmak istiyoruz. Yok, eğer müna
kaşa edecek olursak o vakit bir şey diyemem.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): İstiklâl mahkemelerini Adalet Komisyonu teklif et
miştir. Hükümet teklif etmemiştir. Hükümet bir iki kanun teklif etmiş ve birçok mü
nakaşa edilmiştir. Fakat başka bir şekilde Hükümet vazifesini yapamamıştır. Bu
vazifeyi takip etmemiştir. Ordu İzmir'e girdikten sonra Hükümet ne gibi tedbirler
almıştır, ne yolda hareket etmiştir ve buna dair Yüce Meclise ne yolda malûmat
vermiştir. Mecliste kanaat hâsıl olmuş mu, olmamış
mı? Buna dair lütfen açıklamalarda bulununuz.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Buyurduğunuz gibi İstiklâl mahkemelerini Adalet
Komisyonu teklif etti ve bu hususta Hükümetin Adalet Komisyonuyla zerre kadar
ihtilâfı yoktur. Fakat bu mahkemeler hakkındaki kanun Meclise gelmiş ve Meclis
ten çıkmamıştır. Bendeniz de bu ciheti izah etmek istedim. Mevzuubahis mesele
terk edilmiş mallar meselesidir. Bununla ilgili kanun var. Bu kanun gereğince terk
edilmiş mallar, Maliye Vekâletinin denetimi ve emri altında olan komisyonlar tara
fından idare olunacaktır. Buna İçişleri Vekâletinin hiçbir suretle müdahaleye hakkı
yoktur. Bu husustaki sorularınızı İçişleri Vekâletine değil, vekâleti bununla ilgili
vekâlete sorunuz. İşte Maliye Vekili Bey arkadaşımız oralarda. Uzun uzadıya do
laşmış, gezmiş, tedbirlerini almış ve Meclise arz için fırsat bekliyor. Binaenaleyh
durum bu vaziyette iken İçişleri Vekili ne yaptı, demek bilmem ne dereceye kadar
doğrudur.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): İzmir Valisi, gerek İzmir'de ve gerekse İzmir
civarında yapılan yolsuzluklar için Makamınızdan ve Vekâletinizden bazı istekler
de bulunmuş, fakat siz buna cevap vermemişsiniz.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Bu hususta biraz daha açık söylemenizi rica ede
rim.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Buna dair şimdiye kadar hiçbir tedbir almamış
sınız. Ne polisler, ne de memurlar gönderilmiş. Vali kendi emrindeki memurlarını
ile aldığı tedbirleri Vekâletinize haberdar etmiş, fakat siz bu hususta

1376
Hiç bir teşebbüste bulunmamışsınız.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Zatıâlinizin Valiyle görüştüğünüz zamanı bilmiyo
rum.
MUSTAFA SABRI EENDİ (Siirt): Ordu İzmir'e girdikten on beş, yirmi gün sonra.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): On beş, yirmi gün sonra ise evet. O vakit henüz
yoktu. Fakat şimdiye kadar her halde gitmiştir. Buyurduğunuz bir noktaya temas
etmek istiyorum. Sivil idarenin mesuliyet almasına itiraz ediliyor. Düşmandan kur
tarılan bir yer, öteden beri harp bölgesi sayılır. Ordunun bulunduğu yerde, kendi
sinin bulunduğu mıntıkayı muhafaza etmek için doğrudan doğruya oraları harp
bölgesi sayar. Binaenaleyh, bizim bu hususta itiraz etmeye hakkımız yoktur. Harp
bölgesi denilen yerlerde, daha sonra sivil idare bütün mesuliyeti üzerine alır ve
kanunları tatbik eder.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): İçişleri Vekili Beyefendi Hazretleri, bendeniz burada
bulunmadığım esnada bazı görüşmeler cereyan etmiş olduğunu söylüyorlar. Ben
deniz bunu kabul etmem.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, soru mu soruyorlar? Yoksa nutuk mu
söylüyorlar?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Sonra, fırsattan istifade sözünü sarf ettiler. Onu da
kendilerine reddetmek mecburiyetindeyim. Ben vazifemi ifa ediyorum. Sonra so
rumu soracağım. Efendim, terk edilmiş mallar, komisyonlar tarafından idare edilir,
bu da Maliye Vekâletine aittir, buyurdular. Bu pek doğrudur. Bunların toplanması
ve dağıtılması her ne ise bu menhubat komisyonlarıyla yapılıyor, bu da ayrı bir
meseledir. Bendenizin İçişleri Vekili Beyefendiden sorduğum, zaten kendisinin de
bizzat Ankara'ya dönmeleri zannedersem bir ay olmuştur. Orta yerde bırakılmış
olan mallar; şu Milletin malları olduğunu bildikleri halde rica ederim, ne gibi bir
tedbirler aldırmışlardır? Hiçbir şey yapmışlar mı, yapmamışlar mı? Bunu söyleye
cekler zannediyorum, buna cevap versinler.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Bu suiistimallerin önlenmesi için mevcut olan ka
nunlar aynen tatbik olunmakta ve derhal bunları yapanlar mahkemelere sevk
edilmişlerdir. Ele geçirilen birçok mal emniyete alınmıştır. Fakat iş o kadar büyük
tür, o kadar büyüktür ki, bu gibi tedbirler ile bu işin önüne geçmek mümkün değil
dir. Mesele bundan ibarettir. Yoksa hırsızlar, istediği malı alıp, istediği yere götü
rüyor ve Hükümet buna katiyen mani olmuyor sözünü nereden çıkarttınız, rica
ederim? Tabii ki kanunlar her yerde geçerlidir. Hırsızlık edenler hakkında lâzım
gelen takibat yapılmakta ve onlar mahkemelere sevk edilmektedir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Müsaade buyurur musunuz, Efendim? Buyurduğu
nuz bir ifadede, sulh başlayana kadar harp bölgesi teşkil edilen yerlerde emniyet
ve asayişten dolayı İçişleri Vekâleti mesuliyeti üzerine alamaz yollu bir netice çı

1377
kardım. Bu, böyle midir? Yani İçişleri bu meselelerin mesuliyetini üzerine almıyor
mu?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Arz edeyim. İfademden yanlış bir anlam çıkmış ise
affınızı rica ederim. Ordunun kendi bulunduğu mıntıka dâhilinde o mıntıkaya gire
cek, çıkacak olan herkesin nazarı kontrolden geçirilmesi, kendi selâmet ve emni
yeti açısından zorunludur. Mesele bundan ibarettir. Yoksa asayiş, İçişleri Vekâleti
ne ait bir meseledir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): İzmir'de cereyan eden olaylar, her halde büyük bir
ticaret merkezi olması itibariyle, birçok özel tedbirin alınmasını gerekli kılar. Emni
yet meselesi, meselâ malî, idari, inzibati birtakım tedbirler lâzımdır. Bu hususta
İçişleri Vekâletince fevkalâde bir tedbir alınmış mıdır? Yani diğer vilâyetlerden ayrı
olarak bu durumun önemine binaen, orası için bir özel tedbir alınmış mıdır? Yoksa
alınmamış mıdır? Sorduğum budur.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim İzmir'in büyük bir ticaret merkezi ve gayet
mühim bir yer olması itibariyle, mali meseleler bakımından tedbir almak lâzım
gelirse, bu tedbirleri zannedersem İçişleri Vekâletinin değil, İktisat Vekâletinin
alması lâzım gelir.
SELAHATTİN BEY: Emniyet itibariyle?
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Emniyet itibariyle yapacağımız şey de Yüce Mecli
sin bize verdiği zabıta kanunlarını orada tatbik etmekten ibarettir. Yani teşkilât ve
kadro mucibince, zatıâliniz de Maliye Komisyonunda bulunmak itibariyle pekâlâ
bilirsiniz ki, bize vermiş olduğunuz kadroya göre jandarma ve polisi orada istihdam
etmekten ibarettir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bendeniz bu ifadeyi yeterli görmüyorum. Oradaki
durumun, basit ve sıradan meseleler gibi, cereyan ettiği anlaşılıyor. Söz isterim,
izah edeceğim Reis Bey.
MAZHAR MÜFİD BEY (Hakkâri): Efendim birçok arkadaşlar işgalden kurtarılmış
yerlerde maatteessüf vukua gelen hırsızlıklardan ve suiistimaller ve sairden bahis
buyurdular. Bittabi bu söylenilen sözlerden bütün arkadaşların heyecana gelmesi
ve bundan müteessir olması normaldir. Fakat demin de arz ettiğim gibi bu bahis
olunan meseleler, yalnız bizim söylemeliğimizle bir neticeye ulaşmıyor. Bu birbiri
mizle sohbet kabilinden oluyor. Binaenaleyh bendeniz bu meseleyi İç Tüzüğe
uydurmak ve gündeme dâhil edebilmek için bir soru önergesi verdim ve dedim ki,
-Okunan bir mektupta suiistimalde, hırsızlıklardan ve birçok fenalıklardan bahsedi
liyor. Bunlara Maliye Vekili cevap versin.
...Biz bu cevabı tehir ettik. Bu fenalığa cevap verecek olan sorumlu Vekili dinlemi
yoruz. Bu fenalık var, bu hırsızlık var, filân var, falan var. Fakat ortada başlıca
zikredilen bir madde de yok. Hırsızlık olmuş ve çalmışlar, rica ederim çıksın bura

1378
ya Maliye Vekili, soracağımız sualleri soralım ve cevaplarını versin, rica ederim,
bir mesul lisandan cevap bekleyelim.

HÜSEYİN HÜSNÜ EFENDİ (Isparta): Reis Bey hakkım bakidir, Maliye Vekilinin
izahatından sonra söyleyeceğim.

DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Ben de Maliye Vekilinin izahatından sonra söyleyeceğim.

ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Eskişehir'den İzmir denizleri sahillerine


kadar devam eden ve bütün dünyada misali görülmemiş bir zaferin altında efendi
ler, bugün bir harabeler içinde gözyaşları, feryatlar, yokluklar mevcuttur. Bir tarafta
büyük bir zafer, diğer tarafta büyük bir felâket, bunun halli, Ragıb Bey Biraderimi
zin seçim bölgesinden dönüşünde söylediği acı sözlerden hemen iki dakika sonra
başlayan heyecanın müspet bir neticeye ulaşması şeklinde olması lâzım gelirken
maalesef hâlâ devam ediyor, gidiyor. Bunun sebebi bence malûmdur. Gayet basit
tir. Bu ne İçişleri meselesi, ne Maliye meselesi ve ne de Meclis meselesidir. Bu
doğrudan doğruya inkılâbın doğurduğu bir meseledir, inkılâpta tek bir gayemiz
vardır. O da huzur ve saadeti umumiyedir. Efendiler, bu huzur ve saadeti umumi
ye için dökülen kanlar, akıtılan gözyaşları hep bunun için idi. Fakat başka milletle
rin tarihine nazaran maalesef düşmanımız olan İngilizlerden, misal olarak söyle
yeceğim, hukukun esasları itibariyle, Devlet teşkilatı itibariyle dört asır gerideyiz.
Dört yüz sene sonra yeni adım atıyoruz. Efendiler! Yüce Meclisten büyük samimi
yetlerle ve pek ulvi hislerle çıkan kanunlar vardır ki, burada istasyon binalarına
çarparak kırılmıştır. Daha ileri gidememiştir. Efendiler! Misal mi istersiniz? İşte
Baltalık Kanunu! Memleketin hiçbir tarafında tatbik edilemiyor. Bu genel idare
bizim için ölmez bir meseledir. Yunanlılardan daha şiddetli bir meseledir. Bu ilân
ettiğimiz esaslara uygun adım atmak lığımız meselesidir. Hükümet kurmak için
adımımızı açmak mecburiyetindeyiz. Çünkü çok geç kalıyoruz. Memleket bizim
çalışmamızdan bir netice görmüyor. Bakınız Memleketteki Devlet teşkilatına.
Efendiler, jandarma teşkilâtı, asayişi ihlâl eden yegâne kuvvet jandarmadır. (pek
doğru sesleri) Yolları yapmakla mükellef Nafıa Vekâleti teşkilâtı, bütçesine bir
milyon lira koyduğumuz Nafıa Vekâleti yedi yüz elli bin lirasını memurlarına ver
mek suretiyle heder ediyor. Maalesef bunu devam ettirip gidiyor. İki yüz bin lira ile
de köprülerin altından geçmek suretiyle neticesini alıyor. Bütün Devlet teşkilatı
bundan ibarettir ve bu vaziyettedir. İstediğinizi yapın. Bizde öyle haleti ruhiye var
ki, eskiliklere katiyen sarılmışız. Efendiler, eğer biz Memlekette mevcut idari felâ
keti Yunan işgali şeklinde görerek tedbir almazsak zaferimizi sıfıra indirmiş oluruz.
Orada birçok teşebbüsler vardır. Bilmediğimden söylemiyorum. Bu teşebbüsler
karşısında zaferimiz çabuk sıfıra iner. Bugün Memleketin işgal edilen yerlerini
kurtarılmış diyebilmek için insanın vicdanen, ruhen, kalben ve göz itibariyle kör
olması lâzım gelir. Ben Eskişehir'in yıkık yerlerinde dolaştığım zaman Ragıb Bey’i
her taş dibinde feryat ediyor gördüm. Buna mukabil Hükümetin mutasarrıfına, en
küçük memurlarına varıncaya kadar hepsi eski tarzda uyuşukluklar içerisinde hiç
bir şeye yaramayan insanlardı.

1379
ÖMER LÜTFİ BEY (Karahisar): Öyleleri seçiliyor.
ABDULKADÎR KEMALİ BEY (Devamla): Ömer Lütfi Bey’in öyleleri tayin ediliyor
sözünü şahsım itibariyle reddedeceğim. Çünkü baştan aşağı böyleyiz, kimi getire
cek İçişleri Vekili? İstanbul'dan memur almak bunların hepsi ayrı, ayrı meseleler
dir. Bence İçişleri Vekili meselesi değildir. Doğrudan doğruya fevkalâde vaziyet
karşısında bulunduğumuzu göz önüne getirerek fenalıkların önüne geçmeye ça
lışmalıyız. Yoksa gözyaşları her yerde devam edip gidiyor ve bu idaresizliğin gü
nahı filân ve falan için değildir. Bizim tarihimize aittir. Bunu Allah rızası için inkâr
etmeyelim. Binaenaleyh bizim iki cephemiz vardır. Osmanlı Devletinin vaziyetini
tarih bakımından tetkik edecek olursak böyle görürüz. Ecdadımız müdafaa mevki
inde bulunmuşlar, tecavüz mevkiinde bulunmuşlar ve Viyana surlarına kadar git
mişlerdir. Bugünkü kahramanlığa benzer pek çok kahramanlıklar göstermişler ve
tarihi zaferlerle doldurmuşlardır. Fakat maalesef Devlet idaresinde fena bir çehre
arz ede gelmişlerdir. Biz de aynı çehreyi arz ediyoruz. Bunu inkâr etmek, tarihi
inkâr etmek demektir. Biz bugün bütün bunları terk edip zafer kadar şanlı, zafer
kadar ruhlara şeref verecek, maneviyatı artıracak bir idare tesisi için günlerimizi ve
gecelerimizi birbirine katmak mecburiyetindeyiz. Eğer ani tedbirler istiyorsanız
İçişleri Vekili Bey’in buyurdukları gibi Menhubat Komisyonları Kanununu ve ona
benzer bir, iki kanun vardır, onları yaparsınız. Fakat onlardan bence hiçbir netice
alınmaz ve bunlardan vazgeçmek mecburiyetini hissetmeliyiz. Memlekette zafer
kadar kuvvetli bir idare tesis etmek lâzım gelirse onu yapmalıyız. Efendiler, bugün
kurtarılmış yerler dediğimiz yerlerde rica ederim, Reji Dairesi var mıdır, yok mu
dur? Orada ahali tütün ekmişler. Kaçak tütün ekmenin cezası diğer memleketler
deki ahali kadar ve belki onlardan daha ziyade oradaki halktan alınmıştır. Binae
naleyh, başka memleketlerdeki ahali kadar ve belki onlardan daha ziyade jandar
ma teşkilâtı vardır. Meselâ işgal sebebiyle 1919 ve 1920 senelerinde Adana ahali
si Adana'da bulunmadıkları halde o senelerin kaldırım parasını Hükümetimiz ken
dilerinden almaktadır. Efendiler tabii aynı şey düşmandan yeni kurtarılmış ve bu
gün elinden tutulması lâzım gelen biçareler hakkında da tatbik edilecektir. Biz
buradan İstiklâl mahkemesi göndermekle ve Menhubat veya diğer komisyonları
göndermekle işi halletmiş olmayacağız. Biraz evvel söylediğim gibi dört yüz sene
lik adım atıyoruz. İlân ettiğimiz gibi devre göre biz bugün dört yüz adım gerideyiz.
Hakikatte fiili olarak dört yüz sene gerideyiz. Bu böyledir. (o halde ne yapalım,
sesleri) Her meseleyi bırakalım. Esaslı olarak ne yapacaksak onu düşünelim, ya
palım. Meselâ jandarma teşkilâtı, efendiler. Memlekette jandarma nerede varsa,
kötülük oradadır.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Evvelâ Hükümetin Reisini oturtalım yerine.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Devamla): Efendiler Memleketin neresinden jan
darmayı kaldırırsak oraya asayiş girer, kanaatimi söylüyorum. Bu memleketin
neresinde kötülük varsa, neresinde asayişsizlik varsa jandarma teşkilâtından ileri
gelmiştir. İspat için size söylerim efendiler. (gürültüler)

1380
İSMAİL ŞÜKRÜ EENDİ (Karahisar) Adalet hakkında hiç sözünüz yok mu?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Niçin söylüyorsunuz, Efendim? Sözünüz
yok.
ABDULKADÎR KEMALİ BEY (Devamla): Eğer birer, birer meseleleri sorarsanız,
bunları tespit etmişimdir, söyleyebilirim. Diyoruz ki, Hükümetin teklif ettiği
Menhubat ve diğer kanunları bir an evvel çıkaralım ve söz söylemekten vazgeçe
lim. Fakat efendiler, Yunan işgalinden daha ziyade fena olan kötü idaremiz vardır.
Bütün oturumlarımızda, her gün ve her dakika konuşarak halletmek mecburiyetin
deyiz. Yoksa mukaddes zaferin iki paralık hükmü yoktur.
(Daha sonra, sıradaki diğer gündem maddesi görüşülmüş ve ara verilmiştir. Aradan
1
sonra, toplantı yeter sayısı olmadığından oturum açılamamıştır.)

27 KASIM 1922: YUNAN İŞGALİNDEN KURTARILMIŞ YERLERDEKİ TERK


EDİLMİŞ MALLAR HAKKINDA MALİYE BAKANI HASAN FEHMİ BEY'İN KO
NUŞMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 146.Birleşim, Gündem: 11/2)

Batı Anadolu'daki Hıristiyan azınlıkların, her türlü taşınır ve taşınmaz


mallarını bırakarak Yunan Ordusunun peşinden Anadolu'yu terk ettikleri
nin üzerinden iki aydan fazla bir süre geçti. İşgalden kurtarılmış yerlerde
henüz Türk idaresi tam kurulamadı. Bu nedenle terk edilen azınlık binaları
yer yer işgallere ve malları da yağmaya uğruyordu. Seçim bölgelerine
giden milletvekilleri bu olumsuzlukları sık sık Meclise taşıdılar. Maliye
Bakanının açıklamaları Meclisteki havayı yumuşatamamıştı.

DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey, Yunan işgalinden
kurtarılmış olan mıntıkalarda yapmış olduğu tetkiklerde hakkında beyanatta buluna
caklardır.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendiler, bundan evvelki celsede yarım ka
lan müzakerede söz söyleyen arkadaşlarımın sözlerini dikkatle dinledim. Hulasa
olarak şunu gördüm. İşgalden kurtarılmış yerlerde sefalet, yağma ve suiistimal.
İzmir vaziyeti hakkında tedbir olarak ne yapılmış ve ne yapılması lazım gelir diye
hulasa ettim. Malumunuz iki buçuk, üç sene düşman çizmeleri altında çiğnenen,
inleyen bu yer her istiladan kurtulan memleketlerde olduğu gibi, burada da pek
tabii olarak sefalet vardır. Bu, harbin bilhassa Yunan ordusu gibi hunhar bir düşma
nın Memlekette yaptığı yağma ve tahribatın neticesidir. Takdir buyurursunuz ki bu

1
TBMM Zabıt Ceridesi (25 Kasım 1922), c.25, s.65-81, http://www.tbmm.gov.tr/
1381
yağma Eskişehir'den ve Afyon'dan başlayarak Adalar Denizine kadar inmektedir.
Hatta düşman ordusu her şehir ve kasabadan çekilirken oralarda yangınlar çıkar
mıştır. Hatta düşman ordusu ile beraber çekilen Hıristiyanlar da köyleri ve hatta
malları ve eşyaları köyün meydanına ve harmanlığına çıkararak yaktıktan sonra
düşmanla beraber çekiliyorlardı. Aynı hal İzmir'de de olmuştur. İzmir'i evvelce
görenlerin ve sonra ziyaret edenlerin pekâlâ şahit olduğu üzere İzmir'in mühim
kısmı Rum ve Ermeniler tarafından yakılmış ve bu yanan mahallerin tahminen
yirmi bin binaya kadar olan kısmı Hıristiyanlara ve bir kısmı da Müslümanlara ait
olmak üzere İzmir servetinin büyük bir kısmı bu yangınla mahvolmuştur ve bitmiş
tir. İzmir'in kalan kısmının çoğu Müslümanlara aittir. İzmir yangınında ortaya çıkan
zarar mübalağasız en asgari hesap ile altın para olmak üzere üç yüz milyon altın
dan fazladır. Bu yalnız İzmir Şehrinin zararıdır. Manisa, Kasaba, Salihli, Ödemiş,
Uşak, Eskişehir, Bandırma ve diğer köyler ve kaza merkezleri daha henüz tespit
edilmiş bir değildir. Afyonkarahisar'da mağlup olup Dumlupınar önünde mahvolan
düşman, artık bütün garezini, kinini Memleketin silahsız insanları üzerinde gös
termiş ve bütün servetlerini gasp ederek ve mamur yerleri tahrip ederek, yakarak,
yıkarak defolup gitmiştir. Bunun neticesi olarak bir sefalet pek tabii idi. İşte bu
sefalete çare olmak üzere Yüce Meclisiniz ilk tedbir olarak hatırlarsınız bir buçuk
milyon liralık bir tahsisat verdi. Daha sonra yarım milyon lira ilave ettiniz ki dağıtı
mı henüz yapılıyor. Bu bir buçuk milyon lira tahsisatı, seyahatimde Eskişehir, Bur
sa istikametinden başlayarak İzmir, Manisa, Aydın ve Afyonkarahisar'a yine geri
dönmek suretiyle yanıma aldığım listelerle beraber bir taraftan havalelerini verdim,
diğer taraftan dağıtılması lazım gelen zahireyi aşar ambarlarından dağıtarak bura
ya geldim. Verdiğiniz tahsisat tamamen dağıtılmıştır. Son defa vermiş olduğunuz
yarım milyon liralık tahsisata hakikaten ihtiyaç vardır. Gelip Yüce Heyetinize arz
edip, tohum için daha tahsisat isteyecektim. Yüce Heyetiniz bu lüzumu benden
daha evvel takdir buyurarak bu tahsisatı verdi. Bu da dağıtılmak üzeredir. Bu tah
sisatlarla bir dereceye kadar halkın sefaletlerine bugün merhem olunmuştur. Kur
tarılmış yerlerdeki yağmalara gelince, arz ettiğim gibi Hıristiyan azınlıklara ait olan
mal ve eşyadan pek az bir kısmı kalmıştır. Bu da mahvedilmiş bir ordunun geri
çekilmesi esnasında atılmış, yok edilmiş ve karışıklık içinde bırakılmış hurdalardır.
İzmir'de arz ettiğim gibi Hıristiyanlara ait olan mahalleleri tamamen ve çarşıları
tamamen yanmış olduğuna göre azınlıklara ait mallar pek az miktardan ibarettir.
Bu da Müslüman mahalleleri arasında kalan ve sayfiyelerde bulunan enkazdan
ibarettir. İlk günlerde oralarda Hükümetimizin idaresi zaten kurulmuş değildi. Ordu
düşman ordusunun geri kalan parçalarını ve enkazını takiple meşguldü. Ordu
İzmir'e girdikten sonra kuzey istikametine yönelerek biliyorsunuz ki Çanakkale'ye
kadar düşmanın kalan enkazını takip etti. İdaremiz henüz yeni kurulduğu zaman
da bazı karışıklıklar olmuş, gönderilen memurlar işe sahip olduktan sonra, ilk gün
lerde daha henüz idarenin kuruluş devresinde açıkgöz tabir edilen bazı insanların
yaptıkları ufak tefek meselelerin hiçbirisi bir dakika ihmal edilmiş değildir. Bir defa
idaremiz kuruluncaya kadar bazı adamlar açık evlere girmişler, oturmuşlar. Ben
İzmir'e vardığımda vaziyeti şöyle buldum. Memurlar henüz tamamen gelmemiş,

1382
bir kısmı gelmiş, bir kısmı da yolda, fakat idare tamamen kurulamamış, Vali gel
miş, zabıtası gelmek üzere, Maliye teşekkül etmiş. Fakat bütün bu terk edilmiş
mallar meselelerini tespit ile meşguller, asıl vazifelerini ikinci dereceye bırakmışlar.
İşin çokluğu, memleketin dağınıklığı, harp ganimetlerinin tespiti dolayısıyla tabii ki
mevcut memurlarla, kadrolarla o işin yapılacağının mümkün olmadığını ve olma
yacağını takdir ettim. Derhal işgalden terk edilmiş araziyi dokuz mıntıkaya taksim
ederek her mıntıka başına doğrudan doğruya, vazifesine bağlı ve kanunlardan
korkabilecek, Maliyenin son mertebesine ulaşmış müfettişlerden birer müfettiş
vazifelendirdim. Her mıntıkaya bir belediye meclisi üyesi, bir idare meclisi üyesi ve
lüzumu kadar memur verildi. İşgal edilen binaların derhal bir listesi yapıldı ve içeri
lerinde bulunan eşyalar tespit edildi. Bu komisyonlar boş olarak buldukları evlerin
iskâna elverişli olanlarını doğrudan doğruya muhacir komisyonları emrine veriyor,
diğerlerini de ihale ile kiraya veriyor. Yalnız memur ve subay aileleri varsa ve ken
dileri de orada değilse bunların oturduğu evler kanuna uygun olarak vergi kaydına
göre tahakkuk ettirilecek kira muamelesine tabi olacaktır. Evlerde bulunan eşya
tahliye ediliyor. Hafif olan kısmı ambarlara taşınıyor. Kanepe, koltuk, camekan,
dolap, ayna gibi şeyleri toplayıp saklayacak ambar bile mevcut değildir ve ne ka
dar büyük masraf ve ne gibi zararlar husule geleceğini de takdir buyurursunuz.
Çünkü henüz çarşının enkazının toplanması bitirilememişken memurlar kanepe
nakli ile meşgul olamazlar. Çünkü bunlar derhal yapılacak meselelerdir. Bu eşya
lar listelere yazıldıktan sonra evlerle beraber, demirbaş şeklinde tanzim edilmek
tedir. Ragıp Bey arkadaşımız, terk edilmiş mallar ancak memurların maaşına ye
tecek miktardadır ve belki daha azdır diye o mektuba dayanarak söylediler. Bu
çok yanlıştır, efendiler. Çünkü oralarda çalışan memurların miktarını biliyorum.
Terk edilmiş malların henüz katî hesabı yoktur. Bunun için çok yanlıştır demekle
yetiniyorum. Memurlar suiistimal yapmışlardır, denildi. O zamanlar bulabildiğimiz
maliye memurlarını gönderdik. Halbuki işin büyüklüğüne göre belki onlara yüz
memur lazımdı. Memur yoktu. Her müracaat edeni aldık. Ağaçtan adamı ararcası
na memurlara ihtiyaç vardır. Hemen müracaat edenleri aldılar. Fakat muameleye
başladıktan sonra kötü idaresi görülenlerin derhal kayıtları silinerek mahkemeye
verildiler. Hatta ben orada iken beş altı tanesinin hem kayıtlarını sildirdim, hem de
diğer taraftan evrakını idare meclisine havale ettim. Hatta birkaç tanesini de doğ
rudan doğruya suçüstü halinde yakalandıkları için, mahkemeye verdim. Suçüstü
yakalanan her sınıf halktan el vardı, adam vardı. Fakat efendiler bunları bu işi
tetkikte ehil olan ikinci memurları istihdam etmek suretiyle suçüstü olarak yakala
dık ve doğrudan doğruya mahkemeye verdik. İlk zamanlardaki karışıklıklar için ne
mümkün ise yapılmıştır ve bugünkü iyi denecek bir dereceye gelmiştir. Fakat bilir
siniz ki kanunlarımız hali tabii vaziyete göre yapılmış kanunlardır. Hükümetin tabii
zamanlara göre idaresi başkadır, diğer taraftan aniden meydana gelen hadiseler
de vaziyeti muhafaza etmek yine başkadır ve bu pek zordur. Bunların arasındaki
büyük farkı Yüce Heyetiniz takdir buyurursunuz. Demin arz ettiğim gibi dokuz şu
benin doğrudan doğruya Maliye müfettişlerine vazifelerini teftiş ve tetkik etmek
üzere iki tane de müfettiş bıraktım. Yalnız etrafa bakacaklar, her hangi bir şubede

1383
bir şey hissettiler mi derhal onun teftiş ve tahkikine girişeceklerdir. Bu tahkik ve
teftiş neticesidir ki mahkemeye birçok dosya havale edildi. Fabrikalar ihale yapıl
madan satılmış, denildi. Hayır, efendiler fabrikalar İzmir'de ihalesiz kimseye veril
memiştir. Dün çok adamlar şu fabrikayı ben alacağım, şurasını da ben alacağım,
gibi rüya görmekteymişler. Fakat bütün bunların hepsi idare meclisine verilmiştir.
Bazı ufak kasabalarda, mesela Manisa'da Mutasarrıf Hususi İdare hesabına bir
çiftliği mektep yapacağım. Kirasını idare meclisi kararlaştırmak suretiyle uygundur.
Diğer bir kazadan bir yazı geliyor, burada yalnız bir un fabrikası var ve bu fabrika
bütün şehrin ihtiyacını tatmin ediyor, diye yazıyor. Bu, bir şahsın üzerinde kalırsa
bütün kasabaya istediği surette un satacaktır, karaborsa yapacaktır. Mümkün
değil midir ki bu belediye adına alınsın. Buna Maliye itiraz etmez. Yani bugüne
kadar fabrika olarak şahsa bir fabrika verilmemiştir. Böyle resmi yerlere, belediye
ye, şuraya, buraya o da idare meclisinin gösterdiği lüzum ve zarurete olarak fabri
ka verilmiştir. Evet, Ordu kendi ihtiyacı için bir değirmen, bir kundura fabrikası, top
imaline mahsus birkaç fabrikayı işgal etmiştir ve bu da pek tabiidir. Bir de Urla
meselesinden bahsettiler. Urla meselesinden şikâyetini daha İzmir'e giderken
yollarda aldım, İzmir'e gittim, orada dinledim. İzmir'e gider gitmez bir müfettiş gön
derdim. Vali Bey'e rica ettim. O da bir müfettiş gönderdi. Her iki müfettişten aldı
ğım raporlar üzerine derhal mal müdürünü ve daha bazı memurları azlettik, mah
kemeye sevk ettik. Kaymakamın da azlini İçişleri Vekâletinden rica ettim.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar): Bunların azillerine sebep ne imiş?
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): İzah edeyim, bazı tüccarlar Urla'ya gitmişler.
Urla'da Kaymakam, Mal Müdürü, idare meclisi üyelerinden bazıları demişler ki bu
kalan üzümlerden meydanda bir şey yoktur. Bunları kim alırsa yüzde ellisini getir
sin, terk edilmiş mallar ambarlarına bıraksın. Yüzde ellisini de kendisi serbestçe
piyasada satsın. Böyle bir karar almışlar. Bir kısmını da istedikleri adamlara sat
mışlar. Bu muamelenin kanunsuz olduğu ve Kaymakamla Malmüdürünün vazifele
rini ifa etmedikleri tahkikat neticesinde anlaşılmış. Bunların hem azillerini, hem de
muhakemeye alınmalarını orada yaptık. Aydın'da bir incir meselesinden bahsedi
yorlar. Bu incir meselesini de arz edeyim. Bir adam Mutasarrıf Vekili olmuş, bir
başkası da Jandarma Kumandanı olmuş, oraya ilk memur olmak üzere, bunların
her ikisi demişler ki bu sahipsiz incirlerin mevsimi geçiyor, dökülecek, harap ola
cak. Beş müteahhit bulmuşlar. Onlarla görüşmüşler, yüzde altmışını Hükümete,
yüzde kırkını kendilerine ait olmak üzere incirlerin mahsulünü bunlar toplasın de
mişler ve böyle bir muamele yapmışlar. Az bir müddet sonra ahali bakmışlar ki
bunda büyük bir kâr, büyük bir menfaat var. Şikâyet ettiler. Bu şikâyet ben burada
iken gelmişti. İzmir'e gidince Aydın Muhasebecisiyle orada bulunan müfettişi İzmir
'e çağırdım. Bunlar sahipsiz kalan incir bahçelerini beş, altı kısma taksim etmişler.
Yüzde altmışı nispetinde toplanması ilan edilmiş ve bu ilan üzerine iki kısmını
doğrudan doğruya o bahçelere yakın olan ahali, köylüler almışlar ve toplamışlar,
yüzde altmışını Hükümete getirmişler, kırkını da kendileri yemişler. (ooo helal
olsun sesleri) Diğer kısmını da karar gereğince bize ait olarak ahaliye toplatmışlar.

1384
HAFIZ HAMDİ BEY (Biga): Yine ahali amele oluyor, Hasan Bey.

HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Bu muamele kanunsuzdur. Çünkü bir idare mec
lisi mevcut değildir ki ihale yapılmış olsun. Müteahhitlere dedim ki Mutasarrıfla
Jandarma Kumandanı ne kadar iyiniyetle yaparlarsa yapsınlar, bu ihale kanuni
değildir. Zaten ihale yoktur, ihale olmayınca sizin emeğiniz boşunadır, masrafınızı
alabilirsiniz, dedim. Müteahhitler de başta razı olur gibi oldular. Daha sonra razı
olmadılar. Dedim ki o halde mahkemeye gidersiniz, bu işi mahkeme temizler.
Yüzde on masrafa razı olursanız bir sözleşme yapar ve anlaşırız, dedim. Müteah
hitler kabul etmediler. Mahkeme ne takdir ederse o olur. Bir de buyruldu ki bazı
gözü açık tüccarlar İzmir'e toplandı. Evet, efendiler son zamanda ben oradan ha
reket etmeden evvel birçok adamların İzmir'e geldiklerini gördüm. Yazılı birçok
müracaatlarda bulunuyorlardı. Bu müracaatları birçok esaslara dayandırıyorlardı.
Ben harpte şu zararı gördüm, bu zararıma karşı şunu verin, fabrikam yandı şu
fabrikayı verin yolunda çeşitli dilekçeler gelmekteydi. Sonra diğer bir kısım tüccar
lar vardır ki satışlar başlayacağı zamana yakın Sivas'a, Konya'ya ve hatta Anka
ra'ya, Eskişehir'e, Afyon'a, sonra Mersin'e, Antalya'ya, İnebolu'ya yazı yazdım
burada satılacak bazı mallar vardır, diye.

OSMAN BEY (Kayseri): Kayseri'ye de yazıldı mı efendim?

HASAN FEHMÎ BEY (Devamla): Evet Kayseri'ye de büyük şehirlerin hepsine de


yazılmıştır. Gelecek tüccarlar ya idare meclisinden veya ticaret odasından yazı
alıp gelsinler, dedim. Gelsinler açık artırmalara katılsınlar, dedim. Bundan maksat;
tüccarların bir kısmının bu arz ettiğim şekilde satışlara iştirak edebilmelerini temin
içindir. Bundan sonra bazı müracaatlar da oldu. Gerek Dünya Harbinden ve ge
rekse Yunan Harbinden dolayı zarar ve ziyana uğrayan şahısların kayıplarının
tazminine ve telafisine dair henüz elimizde bir kanun mevcut değildir. Elimizde
yalnız muhacirlerin iskânı hakkında bir kanun mevcuttur. Bu kanuna göre zaten
muhacirlerin iskânına uygun olan boş binaları biz oraya devrediyorduk. Henüz
şahısların zarar ve ziyanlarının tazmin ve telafisine ait bir kanun mevcut olmadığı
na göre, şimdilik siz zarar ve ziyanlarınızı Hükümete tespit ettiriniz, dedik. İdare
memurları bunları araştırıyor, ileride alırsınız veya verilecek umumi bir karara tabi
olabilirsiniz, dedik. Bugün bu müracaatlar o kadar ileri gitmiştir ki birçok tüccarların
karşısında onlara,
-İzmir'in kurtarılması için Anadolu'nun yaptığı fedakarlığın hattı, hududu yoktur.
Memurlarımızın sabır ve tahammülüne, ahalimizin hamiyetine ve hatta dul kadın
larımızın yardımlarına dayanarak üç sene içerisinde İzmir'e girdik. Şimdilik siz
tüccarların şu veya bu suretle benim fabrikam yakıldı, evim yıkıldı, yirmi bin lira,
elli bin lira, zararım var gibi şeylerden bahsetmesi yanlıştır. Bir şey varsa buna
Devletçe alınacak kararlarla hepimizin tabi olması lazımdır. Çünkü biz, bundan
başka bir şey yapamayız.

1385
...dedim. Yani İzmir'de şu veya bu sebeple belki bir şeyler elde ederim diye henüz
idaremiz kurulmadan evvel gelen bazı kimselerin ilk idare memurlarının böyle
yüzde elli nispetinde açmış oldukları kanunsuz muamelelerden dolayı bir şey elle
rine geçmiş ise belki bunlar da takip olunur. Yoksa bunlara doğrudan doğruya
hiçbir şey verilmemiştir ve kendilerinin aldıkları varsa bu da ciddiyetle ve hatta
şiddetle takip olunuyor. Efendiler kanunlar sulh zamanlarındaki vaziyetlere göre
yapılmıştır. Şimdi ise harp, yangın birçok vaziyetler meydana gelmiştir. Öyle vazi
yetler ortaya çıkıyor ki akıllara sığmıyor. Bugünün muamelelerini tayin için, muha
keme usullerimizi ve kanunlarımızı bunlara uydurmak için senelerce uğraşmak
lazım geliyor. Halbuki bunlar, halkın hayatını alakadar ediyor. Bunun için bir an
evvel kararı kati kararlar vermek zarureti doğuyor. Müsaadenizle bunların birkaç
misalini arz edeyim. Mesela Anadolu'nun çeşitli şehirlerinden birçok Müslüman
tüccarlar geliyor. Falan yerdeki mal benimdir, ben gönderdim. Falan komisyoncu
da benim malım vardı. Zaten Anadolu'daki bütün ürünler sahillerdeki komisyoncu
larına gönderilir. Bunun doğru veya yanlış olmasını ayırmak lâzımdır. Mesela
Uşak'ın halısı, Isparta'nın gülyağ, Afyon'un afyonu ve haşhaşı ve bunun gibi şeyle
ri tespit etmek lazımdır. Bunları nasıl tespit edelim? Tüccarın malını gönderdiği
komisyoncunun evrakı yanmıştır, evrak elde değildir, kendisinde bir vesika yoktur.
Bunun gibi binlercesi mevcuttur. Müslüman tüccarlar bazı çekler ibraz ediyorlar.
Falan, falan kaybolmuş. Bu çekler, şahıslar tarafından bankalara verilmiş. Bunlar
hakiki midir yoksa sahte midir? Eğer yanmamış olsaydı, ticarethaneler mevcut
olsaydı onun defterinden, kayıtlarından bir fikir edinmek mümkün idi. Fakat yangın
olduğuna göre bunları doğrulayacak elde yalnız bir çek vardır. İmza doğru mudur,
yanlış mıdır? O ticarethaneye ait olan fatura veya çekler, alınmış ve imza edilmiş
bir çek midir, yoksa sahte bir çek midir? Fakat senedi teyit edecek bir şey yoktur,
bu senedin dayandığı bir kayıt yoktur. Reji İdaresi, tütün ziraatçılarının avanslarını
dağıtmış. Fakat Reji kayıtları yandığı için kime avans vermiş, belli değildir. Bugün
bunların kalanlarını takip etmek mecburiyetindeyiz. Ziraatçının menfaati bundadır.
Elinde ise bir vesika yoktur. Bazı ticarethaneler, yabancı ticarethaneleri ise simsar
olarak bazı şahıslar istihdam etmişler. Muamele onların adınadır. Onlar ortadan
kaybolmuştur ve halbuki hakikatte mal çiftçinindir. İşte bunları misal olarak veriyo
rum. Bunlar Memleketin süratle hallini arzu ettiği hukuki bir işlerdir. Bunları terk
edilmiş mallar meselesi ile alakadar olduğu için arz ettim. Kanunların işgalden
kurtarılmış yerlerdeki yayınlanma tarihlerini tahkik ettim. Malumunuz biz üç sene
dir kanunlar yaptık. Fakat bir kanunları her yerde tatbik için o kanunları oralarda
yayınlamak lazımdır. İlk günlerde gazeteler faaliyete başlayamamıştı. Vali'ye mali
kanunları hangi gün yayınladınız, diye sordum. Bunlar birtakım hukuki meseleler
dir. Ceza kısmına gelelim, düşmanın katliam, yangın, yağma ve her türlü kötülük
lerinin pençesinde üç sene baskı altında kalmış olan halk, o sıkıntılardan birden
bire çıkmış ve tabii bir coşku başlamıştır. Bu ise sağa, sola çarpmaktan ibarettir.
Bunları sükûnete getirmek için, arz ettiğim gibi cezada da derhal kati kararlar al
mak lazımdır. İşte bu ihtiyacı karşılamak için Yüce Heyetinize arz ettim ve bu he
yetin ismine ister istiklal mahkemesi dersiniz veya seyyar mahkeme dersiniz, o

1386
sizin takdirinize aittir, iş isimde değildir, fiildedir. Binaenaleyh Yüce Meclisinize arz
ettiğim üç kanuna şiddetle ihtiyaç vardır.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Mutlaka bu kanunların çıkması lazımdır.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Arkadaşlar her tarafta idare teşkilatlarımız kurul
muştur. Küçük kasabalar halkı daha evvel, büyük kasabalar halkı daha tedrici bir
şekilde gelmiştir. Fakat yangın devresinin bıraktığı karışıklığı seri bir şekilde gi
dermek salahiyetine sahip seyyar bir heyetin birkaç gün içinde orada bulunması
lazımdır. Bu heyet orada bulunmadığı takdirde mevcut idare teşkilatı ve mevcut
mahalli mahkemeler bunu temin edeceklerdir. Yalnız suçlular cezalarını biraz geç
görürler, fark budur. Suçluların cezalarının arz ettiğim gibi bir an evvel verilmesi
için böyle bir heyete ihtiyaç vardır. Binaenaleyh Yüce Heyetiniz fevkalade salahi
yete sahip bir heyetin teşkili için Adalet Vekâletine salahiyet verirseniz veya istiklâl
mahkemeleri şeklinde üç, dört arkadaşımızı orada bulundurursanız çok faydalı
olur. Binaenaleyh bunu takdir Yüce Heyetinize aittir. Başka bazı şeyler vardı, bun
lar hakkında gizli celse talep ettim. Uygun bulursanız ona geçelim.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Soru sormak istiyorlar. İsmail Şükrü Efendi buyu
runuz.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Terk edilmiş mallara ait komisyonlar kurul
du, buyurdunuz. Bu komisyonları hangi kanun ve nizama göre kurdunuz? İttihat ve
Terakki zamanındaki eski teşkilata göre mi, yoksa siz yeni bir teşkilat mı yaptınız?
Suiistimale uğrayan üzümlerin yüzde ellisini aldığınızdan ve geri kalanının serbest
bırakıldığından bahsettiniz.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Serbest bırakıldığından bahsetmedim. Ken
dim muameleyi bu vaziyette gördüm ve memurları derhal tahtı muhakemeye aldık,
dedim. Malumunuz İstanbul Meclisince çıkartılan bir kanun var. Biz henüz tasfiye
komisyonlarını kurmadık. Terk edilmiş malların komisyonlarını yaptık ve onlar
tahkik ve tespit ile meşguldür. Karar verecek komisyonlar yapmadık. Yüce Mecli
sinizi alacağı kararı bekliyoruz.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Bulgurluzadelere iki yüz bin kıyye1 üzüm verilmiş. Her
çuvalın yetmiş, seksen kıyye olduğunu işittik. Maliye Vekili Bey'in bu hususta ma
lumatı nedir?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): İzmir'de Bulgurluzadeye hiçbir şey verilme
miştir. Üzüm satışları henüz başlamamıştır. Ben Urla'nın muamelesini arz ettim.
Orada bıraktıkları şeyi Bulgurlu zade mi aldı, yoksa Pirinçzade mi aldı, bilmiyorum.
Binaenaleyh Urla'da mal kaldı mı, ben bunu tahkik etmekteyim.

1
Yaklaşık 1,3 kiloluk ağırlık ölçüsü birimi, okka.
1387
LÛTFÜ BEY (Malatya): O da tahkik edilmeliydi.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Malı elden çıkarmış olan memurları tahtı mu
hakemeye almak istedik.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Hâlâ müfettiş Urla'dan çıkmamıştır. Müfettişin şimdiye
kadar verdiği rapordan elde edilen malumat nedir?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Oradaki Kaymakam, Mal Müdürü, İdare Mec
lisinin tahkik evrakını mahkemeye göndermek ve kendilerini de azletmek üzere
karar alınmıştır. Diğer taraftan malları aradık yoktur. Elde mevcut bulunan eşya
doğrudan doğruya ziraata ait olmayan, müsadere edilen bazı ufak parçalardır.
Fakat bunların da sahibi çıkıp da kimse benimdir demedi.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Bu malları en çok koruyacak olan idare memurlarının
ne dereceye kadar salahiyetleri vardır? Bazı eşyaların İstanbul'a nakledildiği ve
kaçırıldığı bahis mevzudur. Bu eşyalar hakikaten kaçırılmış mıdır ve hangi taraftan
kaçırılmıştır, bu hususta malumatınız var mı? Bazı arkadaşlarımız ev eşyalarının
pek yüksek fiyatla verildiğini söylüyorlar, bunları kabul ederek söylemiyorum, belki
de abartmadır. Hangi arkadaşlara neler verilmiş ve verilen şeyler o haliyle mi ve
rilmiş, yoksa verildikten sonra mı tespit edilmiştir?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): İdare amirlerinden, bilhassa Bursa ve İzmir
valilerinin her ikisinin de terk edilmiş mallara ait işler sebebiyle vazifelerine şahitlik
ederim. Azami olarak yardım ettiklerine şahidim. Urla'yı arz ettim, çünkü düşmandan
kurtarılan yerler denilince fark yoktur. Kazadır, gayet geniş bir sahadır. Fakat me
murlardan yanlışı görülenler olmuştur ve bunlar hakkında da lazım gelen muamele
derhal icra edilmiştir ve hiçbir icraat geri kalmamıştır.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Reis Bey müsaade buyurursanız bunları gizli celsede
halledelim.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Bazı kimselere ev verilmiş olduğunu söyledi
ler. Efendiler ben İzmir'de bulunduğum müddetçe hiçbir ferde ev verilmemiştir.
Orada bulunduğum zaman evleri yanmış yalnız bir iki arkadaşa ev verilmiştir ve
bunlar tespit edilmiş, yazılmıştır. Bunu samimi olarak söylüyorum. Bunda bir şüp
he ve vesveseye sebep olacak bir hal görmüyorum. Hatta bize lazım gelen yar
dımları ifa edenleri de gördüm. Hatta doğrudan bir vatani vazife olarak kabul edip
koşanlar da çoktur.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Zaten benim de şüphem yoktur. Sorulan sorular mevcut
şüpheleri gidermek içindir. Lütfen ev verilen kimselerin isimlerini ve neden verildiğini
söyleyiniz.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Ben listeleri yanıma almadım.
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Söz almıştım, hâlâ sıra gelmedi.

1388
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Efendim soru sormak adet olmuş, bu böyle gidi
yor. Efendiler, kısa sorular sorunuz.
ALİ VEFA BEY (Antalya): Efendim Urla'daki memurları azlettiğinizi ve muhakeme
ye verdiğinizi söylediniz. Ne netice sebebiyle muhakemeye verdiniz?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Tahkikat yapıldıktan sonra mahalli İdare Mec
lisi Mahkemesine verdik. Onların verdiği karar üzerine biz azlettik.
ALİ VEFA BEY (Antalya): Mallardan bir şey almışlar mıdır?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Kalan kalmış, giden gitmiştir.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Efendim müsaade buyurun, daha yirmi beş ka
dar arkadaş söz almıştır. Maliye Vekili bundan sonrasını gizli celsede söyleyecek
tir. Arzu buyurursanız kalanını gizli celsede devam edelim.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Müsaade buyurunuz, bir kere Maliye Vekilinin
izahatı üzerine yapılacak müzakere hakkında söz alanların sözleri aleni celseye
aittir. Biz sözümüzü söyleyelim de ondan sonra gizli celseye geçelim.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim Yüce Meclis gizli celse hakkında bir
hafta evvel zaten karar vermiştir. Gizli celsede temas edeceğim birtakım mesele
ler vardır ki bu meseleler terk edilmiş mallara dair işlerin yabancılara ait kısımları
dır. Gizli celseden sonra yine müzakeremize aleni celsede devam ederiz.
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Müzakereye dair bir soru soracağım.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Neye dair? Ben izah edeyim. Müsaade buyurun.
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Neye dair, neye dair artık böyle sorulara muhatap
oluyoruz? Bir soru soracağım.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Efendim şimdi mesele değişti. Gizli celse mi,
aleni celse mi. Bunu müzakere ediyoruz.
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Hakkım yok mudur?
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Ne demek? Hakkınız vardır, efendim. Ragıp Bey
siz usul hakkında mı söyleyeceksiniz? Buyurun.
RAGIP BEY (Kütahya): Maliye Vekilinin izahatı üzerine doğrudan doğruya gizli
celseye geçmekle, oralarda hakikatleri bilen halk nazarında Meclis meseleyi kapa
tıyor demektir. Bunun mahzuru vardır. Bunun için bildiklerimizi açalım. Mesele
Maliye Vekili Bey'in buyurduğu gibi iyi kötü idare etmek meselesi değildir. Milletin
umumi menfaatlerini müzakere edelim.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim ben meseleyi kapatalım, görüşme
yelim demedim. İzahatımın daha evvel kararlaştırılan gizli celseyi yapalım diye

1389
rica ettim. İzahatım bittikten sonra arkadaşlar istediği kadar söylerler. Henüz iza
hatım bitmemiştir.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Müsaade buyurursanız onu arz edeyim. Efendim,
Maliye Vekilinin izahatımın bu bir kısmıdır, fakat buna ait olmak üzere bir kısım
daha vardır ki bunu ancak gizli celsede söylerim diyorlar. (haklıdır sesleri) Binae
naleyh gizli celseye geçilmesini teklif ediyor. Mesele budur.
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Vekil Bey terk edilen mallardan, suiistimallerden,
fenalıklardan ve her şeyden bahis buyururlar. Fakat Maliye Vekili Bey, bizim tüyle
rimizi ürperten o haşaratı, o zayiatı bize bildirdikleri gibi toplantı halinde bulunan
Sulh Konferansına da haşarat bu kadar büyük, telafisi mümkün değildir diye bil
dirmeleri lazımdır. Çünkü Sulh Konferansı bununla alakadardır. Bunu bildirmişler
midir?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, Delege Heyetimize lazım gelen
talimat verilmiştir. Delegelerimiz hakikaten tüyler ürpertecek dereceye varan bu
vahşet ve tahribatın tazminini talep edecektir. Eğer dünyada insanlığın vicdanı
varsa, adalet varsa, bunu temin etmek Avrupa'nın borcudur. Yani bunun aksini
kabul etmek, Yunanistan'a bu haşaratı tamir ettirmemek insanlık adaleti mefhu
munu inkar etmek demektir. (alkışlar)
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendim ben kabul edilmiş gizli celse aleyhinde arz
etmeyeceğim. Maliye Vekilinin aleni beyanatına karşı bazı şeyler söylemek iste
rim. Onun aleni sözlerine karşı biz gizli celsede mi söyleyeceğiz? Eğer böyle söy
leyecek olursak sözlerimiz kaybolur
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Müsaade buyurursanız tekrar arz edeyim. Maliye
Vekili Bey izahat veriyorlar ve bir noktada, tabii Hükümetin her vakit hakkı olduğu
gibi, arkadaşlara gizli celse istiyorum diyorlar. Ben o zaman vazifemi yapacağım.
Mesele budur. Arkadaşlar müsaade buyurursanız Maliye Vekili gizli celsede izaha
tını tamamlasın, sonra aleni celseye geçildiğinde söz alan arkadaşların sözlerine
karşı cevap verirler. Bu talebin kabulü bile ancak gizli celsede olur. Şimdi efendim,
misafirler ve memurlar salonu tahliye ettirdikten sonra müzakereye devam edece
1
ğiz. Rica ederim salonu tahliye etsinler, efendim.

(Gizli oturuma geçilir.)

DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Buyurun Hasan Fehmi Beyefendi.


HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Ben izahatıma devam edeyim. Arkadaşlar
yarın devam etsinler.
BİR MEBUS BEY: Reis Bey, mesele mühimdir müsait bir zamana bırakalım.

1TBMM Zabıt Ceridesi (27 Kasım 1922), 1.Dönem, c.25, s.97-105, http://www.tbmm.gov.tr/
1390
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Arkadaşlar vaktimiz çok kıymetlidir. Yarın da
toplanalım, bunları çıkaralım. İstanbul'a ait avans, umumi hizmetler için avans,
kanuni ve birtakım esaslı ve mühim malumat var ki bekliyorum. Bir fırsat bulalım
da Yüce Meclise arz edelim. Malumunuz İstanbul'un ne kadar nazik ve esaslı
olduğunu takdir buyurursunuz. Hiç olmazsa bu müzakerenin neticesine yarın de
vam edelim de Çarşamba günü de İstanbul avansı hakkındaki müzakerelerimize
devam edelim. Arzu buyurursanız şimdi devam edelim.
ABİDİN BEY (Lazistan): Reis Bey benim bir derdim var. Ben söz almıştım. Maliye
Vekilinin izahatından sonra söz söyleyecektim. Not almıştınız, söz veriniz.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Efendim Maliye Vekili Bey yarın devam edilme
sini teklif ediyor. Dün verilmiş bir kararı bugün bozun. Yarın devam edeceğiz. Bu
suretle dört gün arka arkaya Meclis mi yapacağız? Mesele bir gün meselesidir,
rica ederim. Komisyonlar çalışmıyor. Zaten kendilerinin işleri de komisyonlardadır.
Arzu ederseniz bunu Çarşamba gününe tehir edelim. Bir de Çarşamba gündemin
de Maliye Vekili Bey için gensoru önergesinin müzakeresi vardır. Hem o gensoru
ya cevap verirler, bu şekilde Maliye işlerini Çarşamba günü bitiririz.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Ben bir gün tehir için teklif ettim ve zannedi
yorum teklif hakkımdır. Zaten Meclisin kararı Çarşamba olduğuna nazaran bir kere
teklif ettim. Gensoru meselesine gelince, tehir sebebi Şükrü Bey izinli idi, izinden
gelince ben İzmir'e gittim. Bu sebeple bu zamana kadar kaldı. Hangi dakika ister
seniz gensoruya cevap veririm.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Hasan Beyefendi, size bir sitemimiz olmadı. Ne
benim tarafından, ne de Şükrü Beyefendi tarafından bir sitem yok.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Şunu da arz edeyim ki arkadaşlar, cidden
işlerimiz gecikmektedir. Umumi bütçe için avans alacağız. Kanun tasarısı Meclise
geldi, burada duruyor. İstanbul meselesi hassas ve nazik, duruyor.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): İstanbul için kaç paramız var?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): İstanbul'u oranın parasıyla idare edeceğiz.
Diğer birtakım mühim ve acil işlerimiz vardır ki bunu Yüce Meclisten böyle günden
güne tehir edilirse bundan birçok mahzurlar doğar.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Efendim Vekil Bey acele olunmasını arzu ediyor.
Çarşamba günü münasip görürseniz bunun müzakeresine geçeriz. (uygundur
sesleri) Efendim, gizli celse bitmiştir. Aleni celseye geçilmesini kabul edenler lüt
1
fen el kaldırsın, kabul edilmiştir.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (27 Kasım 1922), 1.Dönem, c.3, s.1126-1127, http://www.tbmm.gov.tr/
1391
27 KASIM 1922: AMASYA İSTİKLAL MAHKEMESİNİN KAPATILMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 146.Birleşim, Gündem: 11/1)

Dört ay önce, Büyük Zafer'e sayılı günler kala Orta Karadeniz yöre
sindeki Pontus isyanını bastırmak üzere kurulan Amasya İstiklal Mahkeme
si artık çalışamaz olmuştu. Ege Bölgesinde Yunan Ordusunun büyük bir
bölümünün imha edilmiş olması ve geri kalanının da denize dökülmesi
sonunda Pontus çeteleri büyük bir dayanaktan yoksun kalmışlar ve topluca
teslim olmaya başlamışlardı. Bu nedenle reisi ve savcısı istifa etmiş olan
mahkemenin görevine devam etmesine gerek kalmamıştı.

(Kırk gün önce, 18 Eylül 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Amasya İstiklal Mahkemesindeki vazifelerinden


istifalarına dair Bursa Mebusu Osman Nuri ve Saruhan Mebusu Necati beylerin
önergeleri var. Onlar okunacak.

TBMM Başkanlığına
Amasya İstiklal Mahkemesi Reisliğinden affımı rica ederim efendim.
16 Eylül 1922
Saruhan Mebusu
Mustafa Necati

TBMM Başkanlığına
Memleketim olan Bursa'nın kurtuluşundan dolayı ihtiyaç olan tetkik vazi
fesi ehemmiyetli olmuştur. Bu sırada Amasya'ya gitmem mümkün olamadığın
dan, Amasya İstiklal Mahkemesi vazifesinden affımı Yüce Meclisten rica eyle
rim. 16 Eylül 1922
Bursa Mebusu
Osman Nuri

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Amasya İstiklâl Mahkemesinde Reis ve Savcı
olan iki arkadaş istifa ediyorlar. Tabii onların yerine diğer arkadaşların seçilmeleri
lazım gelir. Bunu da gündeme alırız ve ilk fırsatla seçeriz, efendim. (uygundur
1
sesleri)

(Beş gün sonra, 23 Eylül 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Şimdi efendim, Amasya İstiklal Mahkemesine bir
savcı ve bir reis seçimine başlıyoruz. (çoğunluk yok sesleri) Efendim çoğunluk
olup olmadığı yoklama ile anlaşılır. Yoklama ile birlikte oylama da yapıyoruz.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (18 Eylül 1922), 1.Dönem, c.23, s.96-97, http://www.tbmm.gov.tr/

1392
Efendim, rica ederim, isimleriniz okunacaktır. Şimdi isimleri okumaya başlayabilir
miyiz? (hay hay sesleri) Pekâlâ, efendim.
(Ad okunarak oylama yapıldı. Oylar sayılırken ara verildi. Aradan sonra...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim celseyi açıyorum. Oylamanın neticesini
arz edeceğim: 151 üye oylamaya iştirak etmiş olduğuna göre karar yeter sayısı
yoktur. Muamele tamam olmamıştır. 59 oy Emin Bey (Canik), 57 oy Haydar Bey
(İçel) almıştır. Daha az oy alan arkadaşlarımız da vardır. Binaenaleyh yeniden
seçim yapılması lazımdır.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Çekimserler ne kadar?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Seksen.
SELAHATTİN BEY (İçel): Demek kimse istemiyor.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, ben o manayı vermek istemiyorum.
1
Mecliste çoğunluk olmadığı anlaşılıyor.
(Daha sonraki günlerde de oylama yapılmasına teşebbüs edilmiş, fakat bir sonuç alına
mamıştır. İki ay sonra, 27 Kasım 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, malumunuz Hükümetin teklifiyle


Amasya'da bir istiklal mahkemesi kurulmasına teşebbüs edilmiş ve üye seçiminde
muvaffakiyet hasıl olamamıştı. Fakat iki arkadaş seçilmişti. Bunlardan biri halen
Amasya'da bulunuyor, bunu müsaade buyurursanız, Hükümetten soralım. Hâlâ
kararlarında ısrarcı iseler karar yeter sayısı bulununcaya kadar oylamaya devam
etmek lazımdır. Yok eğer ısrar etmiyorlarsa, diğer arkadaşları da çağıralım. (lü
zum yok sesleri) İçişleri Vekili Bey bu hususta söz söyleyecektir.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendim, bu hususta bundan evvel tezkere gön
dermiştik. Fakat Reis Bey almadım, diyorlar. Amasya'da istiklal mahkemesinin
bulunmasını gerektiren sebep kalmamıştır. Pontus eşkıyası şiddetli bir takip neti
cesinde imha edilmiştir. Bugün de almış olduğum bir telgrafta eşkıyanın çok mik
tarda silahlarıyla beraber birçoklarının teslim olduğu, bazılarının da imha edildiği
yazılıyor. Hükümet istiklal mahkemesine lüzum kalmamış olduğu fikrindedir. Fakat
Yüce Meclisiniz yine hakemdir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, demek ki Hükümet teklifini geri alıyor
ve artık lüzum görmüyor. Binaenaleyh bunu hem gündemimizden çıkaracağız ve
2
hem de Amasya'da bulunan arkadaşları geri çağıracağız.

1 TBMM Zabıt Ceridesi (23 Eylül 1922), 1.Dönem, c.23, s.160-161, http://www.tbmm.gov.tr/
2
TBMM Zabıt Ceridesi (27 Kasım 1922), 1.Dönem, c.23, s.92, http://www.tbmm.gov.tr/
1393
29 KASIM 1922: HÜKÜMET REİSİ RAUF BEY’İN LOZAN BARIŞ KONFERANSI
NA DAİR AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 147.Birleşim, Gündem: 3/1)

Lozan Konferansı, bir haftalık gecikmeyle 20 Kasım 1922 tarihinde


İsviçre Devlet Başkanı Haab’ın konuşmasıyla açıldı. Sonra İngiltere
Baş Delegesi ve Konferans Başkanı Lord Curzon kürsüye çıktı ve kısa
bir konuşma yaptı. Onun ardından eşitlik ilkesinde son derece direnen
İsmet Paşa da gündemde olmamasına rağmen hemen kürsüye çıktı ve
bir konuşma yaptı. Bu durum salonda büyük bir şaşkınlık yarattı. Ha
berleşmenin aksaması yüzünden haber Ankara’ya henüz ulaşmıştı.

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi ve Dışişleri Vekaleti Vekili): Efendim mebus ar
kadaşlardan bazıları son hafta Lozan’da devam etmekte olan Konferans hakkında
sorular sordular. Ancak elimde olmayan sağlık problemlerim sebebiyle bu vazifemi
daha önce yerine getiremediğim için çok üzgünüm. Ancak gazetelerimiz Konfe
rans müzakereleri hakkında haberleri verdiklerinden dolayı zannediyorum ki vazi
yet hakkında uzun müddet habersiz kalmamışsınızdır. Gazetelerin bu hizmetini
Dışişleri Vekili olarak ayrıca teşekkür ederim. Bundan önceki beyanatımda, Dele
ge Heyetimizin Konferansa davet edildikleri tarih olan 13 Kasım günü Lozan’da
bulunduklarını arz etmiş ve fakat diğer devletlerin henüz gelemediklerini de ifade
etmiştim. Daha sonra Konferans 20 Kasım tarihinde toplandı. İlk toplantıda, İngil
tere Baş Delegesi Lord Curzon’un söylediği bir söze, Delege Heyetimiz Reisi İs
met Paşa Hazretleri gazetelerin de yazdığı nutukla karşılık verdiler. Muhterem
arkadaşlar, istiklalimizi sağlayacak bir sulha son derecede taraftar olduğumuzu,
yalnız sözlerimizle değil, yaptıklarımızla da gösterdik ve ispat ettik kanaatindeyim.
Bunun bir an evvel gerçekleşmesi için de Konferansın memleketimizde toplanma
sını teklif ettiğimizi hatırlarsınız. Buna Ankara’ya haberlerin çabuk bir şekilde gel
mesi ve çabuk malumat sahibi olmak için istemiştik. Fakat buna muvaffak olama
dık ve delegelerimizi Lozan'a gönderdik. Haberleşme zorluğunu İtilaf devletleri
halledeceklerini vaat etmişlerdi. Bu vaade rağmen haberleşmemiz muntazam
olamıyor. Şifrelerde birçok noktaları tekrar ettirmek mecburiyetinde kalıyoruz ve iş
uzuyor. Fakat ümit ediyoruz ki gün geçtikçe bu zorlukların üstesinden geleceğiz.
Bu şekilde şikayette bulunmama sebep, Baş Delegemizin nutkunun henüz bize
ulaşmadığını ifade etmek içindir. Delege Heyetimiz 13 Kasım günü Lozan'da bu
lunup da diğer devletler delegelerinin bulunmadığını görünce, İsmet Paşa vakitten
istifade ederek Paris'e gitmiş ve Fransa Başvekili Poincare ile görüşmüştür. Bu
görüşmede, Lozan'da yapılacak müzakerelerin hak eşitliği tarzında yapılacağı
hakkında kanaat getirmiştir. Bundan başka, şimdiye kadar denebilir ki davamızın
başından bugüne kadar bizi haklı görmek suretiyle hakkımızı bilerek müdafaa
etmiş olan Fransız gazetelerine davamızı bütün tafsilatıyla arz etmiştir. Paris'te
diğer bazı temaslarda bulunduktan sonra Lozan'a dönen Baş Delegemiz orada da
temaslarda bulunmuştur. Bu temaslarında azınlıkların mübadelesi hakkındaki
isteklerimizin arzumuza uygun olarak hallolunabileceğine kanaat getirmiştir. Bu

1394
hususta kendisine burada ismini söyleyemeyeceğim birinden bu tarzda teminat
verilmiştir. Konferans 20 Kasım günü başlamış ve ilk önce bir açılış merasimi ter
tip edilmiş, sonra Konferans toplantıları için bir İç Tüzük hazırlanmıştır. O günkü
toplantıdan sonra zaman ve fırsattan istifade eden Baş Delegemiz, İngiltere Heyeti
Baş Delegesi Lord Curzon ile ikili bir müzakere yapmıştır. Bu müzakerede bize
karşı olan iddiaları tarafsız bir şekilde dinleyeceklerine dair Lord Curzon'un açık
bir ifadesine şahit olmuştur. Her türlü mevcut milletlerarası anlaşmalara aykırı
olarak vatanımızın en zengin bölgesine giren ve sonra bildiğiniz gibi buraları terk
etmeye mecbur olan Yunanlıların yaptıkları tahribat tahminin çok üstündedir. Eğer
dünyada hak ve adalet varsa ki vardır, bu tahribatın her halde düzeltmesi ve kimin
tarafından da yapılacağı şüphesiz bellidir. Bu şekilde beyanatta bulunan Lord
Curzon, bu hususu bizim gibi düşündüklerini ifade etmiş oluyorlar. Bunu memnu
niyetle karşılarız. Konferans tekrar başlandığında, Delege Heyetimiz tarafından
Trakya hakkındaki isteklerimiz izah ve müdafaa olunmuştur. Doğu Trakya'da 1913
hududu ve Batı Trakya’da da Müslüman nüfusa dair lüzumlu deliller sunulmuş ve
referandum talep edilmiştir. Yunan Delegesi Venizelos, Bulgarlara verilen hudu
dun kabul edilemeyeceğini iddia ve Bulgarlara ticaret serbestliği verileceğini söy
lemiştir. Sırp Delegesi de Venizelos'u teyit etmiş ve ayrıca tarafsız ve askersiz
mıntıkadan bahsetmiştir. Romanya Delegesi de Sırp ve Yunan delegelerinin söy
lediklerini teyit etmiştir. Biz ise ileride dostluk kurmak emelinde bulunduğumuz
Bulgar komşumuzun iktisadi vaziyetinin iyileşmesine taraftar olduğumuzu ifade
ettik. Bulgar Delegesi ise Batı Trakya'nın Müttefik devletlerin emri altında tarafsız
kalmasını talep etmişlerdir. Bu talepler ve iddialar üzerine, Baş Delegemiz sonraki
toplantıda bunlara cevap vereceğini söyleyerek toplantıya son verilmiştir. Ancak
İsmet Paşa’nın bu yoldaki cevabı, Lord Curzon’un itirazını sebep olmuş ve hemen
cevap verilmesini istemiştir. Daha sonra aynı meselenin müzakeresi için toplanı
lınca, Lord Curzon, 1913’de Batı Trakya’yı Bulgarlara terk ettiğimizi ve notaları
mızda da daima Edirne ve Meriç'ten bahsettiğimizi söylemiştir. Efendiler, bildiğiniz
gibi verdiğimiz notalarımızda Meriç ve Edirne'den bahsedilmiştir. Ancak bu Meriç
ve Edirne bahsi, Mudanya Anlaşmasıyla Yunan asker, memurlarının hangi hattın
arkasına çekileceğini ifade etmek için kullanılmıştır ve Mudanya Anlaşması da
Sulh müzakerelerinin devam ettiği müddete kadar geçerlidir. Bu sebeple Batı
Trakya hakkındaki iddialarımızdan veya hakkımızdan vazgeçeceğini gösterecek
bir hukuki kayıt değildir. Lord Curzon'un bu tarzı iddiasına Fransa ve İtalya dele
geleri de iştirak etmişlerdir. Onların kendi düşüncelerine göre Türkiye'nin Trakya'-
daki hududu, Meriç'e kadar olacak, Edirne kuzeyinden yirmi otuz kilometrelik bir
mıntıkada Cisrimustafapaşa, Dedeağaç demiryolu tarafsız mıntıka olacak ve Batı
Trakya da Yunanistan'a kalacaktır.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Utansınlar.

1395
RAUF BEY (Devamla): Sırpların teklifine göre de Karadeniz'den Tunca'ya kadar
tarafsız ve askersiz otuz kilometrelik bir mıntıka teklif ediliyor. Bizim Delege Heye
timiz de bu mümkün değildir, ancak teferruatta anlaşılmadıkça kati hüküm vermek
imkansız, diyor. Bu hususun bir komisyonda tetkik ile tespitine karar verilmiştir.
Arazi hakkındaki komisyon, daha sonra tekrar toplanmış ve Baş Delegemiz İsmet
Paşa Hazretler, Sırp ve Bulgar delegeleriyle Venizelos'un beyanatına cevap ver
miş ve vesikalar da sunmuştur. Yani Paşa'nın beyanatının esası, Yunanistan’ın
yayılmacı olduğu, sulhu geciktirdiği ve bu yüzden mesul bulunduğu, Batı Trakya'-
ya dair Neuilly Antlaşmasında1 her hangi bir karar bulunmadığı, bu meselenin
Türkiye ile yapılacak sulha tehir edildiği şeklindedir. Ayrıca Bulgarlara bir çıkış yeri
verilmesine Türkiye'nin taraftarı olduğu ve Batı Trakya ile Doğu Trakya arasındaki
tarafsız mıntıka ile Dedeağaç Limanı ve demiryolundan Bulgarların istifa etmeleri
hususlarının komisyonda tetkik edilmesi lazım geldiği izah olunmuştur. Lord
Curzon buna cevap olarak tarafsız mıntıkadan maksadın, askersiz bir hale getiril
miş bir mıntıka olduğunu söylemiş ve Baş Delegemiz de bunun komisyonda tekrar
tetkikini talep etmiştir. Baş Delegemizin bu teklifi üzerine, bu meselenin tek başına
tetkiki için ayrıca bir komisyon kurulmuştur. Bu Komisyon, Karadeniz'den, Ege
Denizi'ne kadar iki taraf hududunun otuz beş, kırk kilometrelik bir mıntıkanın as
kersiz bir hale getirilmesini teklif etmiş ve bu mıntıkadaki jandarma kuvvetlerine
kolaylık gösterilmesinin göz önünde bulundurmasını istemiştir. Komisyon bu as
kersiz mıntıkanın, tarafsız mıntıka olması hakkındaki isteği uygun bulmamıştır.
Arkadaşlar karşı tarafın teklif ettiği Karadeniz'den Ege Denizi'ne kadar otuz, kırk
kilometrelik bir şeridin askersiz bir hale konulmasıdır. Biz bunun yalnız askersiz
değil, tamamen tarafsız bir koridor olmasını teklif ediyoruz ve bununla da açıkça
sulhseverliğimizi gösteriyoruz. Fakat şimdilik bu taleplerimize karşı, istekli görün
memişlerdir. Ümit ederiz ki Balkanlar'da hakiki sulhun uzun müddet devamı için
hakiki bir fırsat olacak bu şekil, onlar tarafından da kabul edilecektir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Karşı tarafta samimi sulh aşıkları bulunmazsa hiçbir
şey olmaz.
RAUF BEY (Devamla): Cisrimmustafapaşa ve Dedeağaç demiryolundan Bulgarla
rın da istifade etmesi için tedbirler almak üzere ayrıca bir komisyon teşkil edilmiş-
tir. Üyelerden birisinin sözünü ben de tekrar ediyorum. Dediler ki komisyonlara
havale olunan işler, karar verilmeyecek olan işlerdir. Halbuki sulh müzakerelerinde
komisyonlara havale olunan işler süratle kararlaştırılması lüzumlu işlerdir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Temenni ederiz ki Cenabı Hak sizin sözünüzü
doğru çıkarsın.

1
Birinci Dünya Savaşı ardından savaştan galip çıkan İtilaf Devletleriyle mağlup İttifak Dev
letleri arasında düzenlenen antlaşmalardan biridir. İtilaf Devletleri'yle mağlup Bulgaristan
arasında 27 Kasım 1919 tarihinde imzalanmıştır.

1396
RAUF BEY (Devamla): Arkadaşlar, bazı hadiselere delegelerimiz de şahit olmuş
lardır. Malumunuz Avrupa’da sekiz, on seneden beri milletimiz ve Hükümetimiz
hakkında hakikatin tamamıyla tersi denebilecek derecede çok kötü propaganda
yapılmıştır. Bunlar Avrupa'da olduğundan daha fazla Amerika'da da devam etmiş
tir. Maalesef Türkiye sulhu her ne zaman bahis mevzuu olmuş ise o zaman bir kat
daha çirkin propaganda yapılmıştır. Amerika'nın misafirperverliğinden istifade ile
oraya göç eden birçok yabancılar da Amerika kamuoyunu aleyhimize çevirmeye
çalışmışlardır. Bu defa da Lozan Sulh Konferansında, hakikaten iyi düşünülmüş
ve uzun zamanda tertip edilmiş olan bu propaganda tekrar meydana çıkmış, Ame
rika'da ve Avrupa'nın bazı yerlerinde aleyhimize olarak Hıristiyanlık aleyhtarlığı,
Ermeni tehciri gibi itham eder tarzda çirkin, vicdanların nefret edeceği yalanlarla
sıvanmış yayınlara başlanmıştır. Efendiler bunların iddialarına göre, güya Milli
Hükümetiniz Anadolu'da bulunan Hıristiyan azınlıkları zorla yerlerinden, yurtların
da çıkarmaya başlamış ve aşırı milliyetçilik hisleriyle İslam ile Türk’ten başka hiç
kimsenin memleketimizde yaşamamasına karar verilmiştir.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Zaten öyle olacak.
RAUF BEY (Devamla): Ayrıca Memleketimizde bulunan Amerikan mektepleri ve
yetimhaneleri kapatılarak, talebelerin, yetimlerin ve muallimlerin zorla dışarıya
atıldığını yayıyorlar.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Ne büyük yalan, ne büyük yalan.
RAUF BEY (Devamla): Efendiler, hepinizin bildiği ve aramızda bulunan, en buh
ranlı ve en hayati dakikalarımızda bizden samimi, kalbi dostluk ve her türlü kolay
lıklar gören, bunu aynı samimiyetle karşılayan hakiki Amerikalıların şahit olduğu
meseleler, bu adice yayınlanan haberlerden tamamıyla farklıdır. Tekrar ediyorum
bu yalanlara Amerikan resmi makamları inanmamıştır ve aldatılamamıştır. Hadise
şudur, malumunuz milletimiz Dünya Harbinden sonra da İstiklal Harbine başlamış
tır. Harp vaziyetinin icabı olarak memlekete girip çıkanlar hakkında azami dikkatli
ve tedbirlikli olmak gerekiyordu. Bu sebeple bir takım yasaklar konulmuştur. Bu
yasaklar ırk, din ve mezhep gözetilmeksizin Türkiyeli halkın hepsine uygulanan
yasaklardır. Bu bir harp vaziyeti kaidesidir ve harbin mecbur kıldığı bu usul her
yerde ve her memlekette aynıdır. Diyebilirim ki en hafifini de biz tatbik edilmiştir.
Mücadelemiz uzunca sürdü, fakat son zamanlarda Mudanya Ateşkesiyle geçici
bile olsa uygun şartlara sahip olduk. Hükümetimiz bu fırsattan istifade ederek, ırk,
din ve mezhep farkı gözetmeksizin halkın bu fırsattan istifade etmeleri için bir ay
müddetle dışarıya gidebileceklerini tebliğ etti. İşte efendiler Hükümetinizin düşündü
ğü bu kolaylığı düşmanlarınız, Müslümanların Hıristiyanlara karşı bir hareketi veya
Türk Milletinin aşırı milliyetçiliği şeklinde diğer milliyetleri memleketlerinde yaşatma
maya karar verdiği şeklinde ilan edecek kadar zayıf vicdanlılık göstermişlerdir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Onlar Yunanistan'a baksınlar.

1397
RAUF BEY (Devamla): Efendiler, Yüce Meclisiniz ve Hükümetiniz Amerika milleti
ne her zaman hürmet ve sevgi beslemiştir.
NECATİ EFENDİ (Lazistan): En buhranlı zamanlarda onların mekteplerini korumuştur.
RAUF BEY (Devamla): Efendiler Dünya Harbinde olduğu gibi bu çetin Milli Müca
delemizde her zaman oralara muhafızlık vazifesini bizim cepheden gönderdiğimiz
askerlerimiz yapmıştır.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Pek doğru bir hakikat
RAUF BEY (Devamla): Milli Mücadelemiz zamanında Amerika’nın resmi vazifelile
rinin tavsiyeleri halinde, her hangi bir Müttefik devlet vatandaşı memleketimizde
diyebilirim ki kendi halkımızdan daha müsait şartlar altında serbest seyahat etmiş
lerdir ve ettirilmişlerdir. Malumunuz Yakın Doğu Yardım Heyeti ile yetimleri koru
yan cemiyet Hükümetinize müracaat edince en kısa zamanda ve en yüksek iyi
niyetle yardımcı onlara olmuştur. Son zamanda bu cemiyetin merkezde bulunan
ve memleketimizi yakından tanımakta olan temsilcisi, Hükümetimize müracaat
ederek yetimhanelerinin dışarıya nakline izin verip vermeyeceğimizi sormuştur. Bu
müracaatı dikkate alan Hükümetiniz tekrar ediyorum, son vaziyetin müsait bulun
masından istifadeyi düşünmüş, yani ve bu müracaat kabul edilmiştir. İşte efendi
ler, bu kadar samimi düşüncelerle, Amerikalıların müracaatları üzerine anlaşılarak
halledilen bir mesele, dünya kamuoyuna karşı Amerika vatandaşlarını, Amerika
müesseselerini yaka paça hudut haricine atıyorlar şeklinde ilan edilmiştir. Efendi
ler, bu yalandır ve gerek içimizde bulunan Amerikalı memur dostlarımız ve İstan
bul'da bulunan Amerikalı memurlar kuvvetle ümit ediyorum ki bu gibi yalanlara
inanmıyorlardır. Onlar hakikati yakından görüyorlar ve inşallah bu bozguncu in
sanların yalanlarını ortaya çıkaracaklarına şahit olacağız. Diğer taraftan efendiler,
hakikaten milli davamızın başından itibaren maksadımızı anlayan ve anladıkça
Avrupa gazetelerinin hepsinden evvel bizim mücadelemizi kabul ettiklerini hakikat
olarak dünyaya ilan eden, Fransız milletinin hakkımızdaki düşüncelerini doğru yola
sevk eden, milletimizin her zaman takdirle yâd edeceği Fransız gazetelerini de
aleyhimize çevirebilmek için diğer bir hileye müracaat etmişlerdir. Efendiler bu
kötü teşebbüslerde bulunanların kimler olduğunu söylemek zannediyorum fazla
dır. Hepiniz bunların kimler olacağını acı hatıralarla biliyorsunuz zannederim. (bili
yoruz sesleri) Bir başka yalan da şöylece başlıyor. Güya bizler Türk’e ait olmayan
her müesseseyi yıkmak kararını vermişiz ve bunun için Fransız mekteplerini ka
patmaya teşebbüs etmişiz.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Bu karar Meclisten mi çıkmış?
RAUF BEY (Devamla): Evet, dışarıdaki meclislerden tertip edilmiş ve ortaya atıl
mıştır. Efendiler, bunun da ne kadar çirkin düşüncelerin ürünü olduğunu söyleme
ye lüzum yoktur. Fransız mekteplerinin memlekette faaliyet göstermesini biz Türk
ler istiyoruz. Fransız eğitimine muhtacız, aynı zamanda bu eğitimden milletimizin
evlatlarının istifadesine son derece taraftarız. Evlatlarımızın bu eğitimden istifade
1398
etmesi lazımdır. İstifade edebilmesi için Türkçe okunması lazımdır. Coğrafyamızın
evlatlarımız tarafından bilinmesi lâzımdır. Tarihimizin evlatlarımız tarafından bilin
mesi lâzımdır. Benim düşünceme göre Fransız hayırsever insanlarının arzusu da
bundan başka bir şey değildir. Her halde Fransız eğitiminden maksat, Türkleri
Fransız yapmak değildir. Türkleri Fransız dostu yapmak, Fransızları da Türk dostu
yapmaktır. Bunun yanında biz şuna da şahit olduk. Bizim mektebe girmemizi ka
bul etmeyen bir yabancı mektep, coğrafya dersinde İzmir'i Yunanistan, Doğu Ana
dolu’yu Ermenistan diye öğretmeye kalkışmıştır. (kahrolsun sesleri) Efendiler, biz
dostlardan dostluk bekleriz. Küçük yaştaki evlatlarımız için bu memleket hakkında
yanlış bilgi vermeyi ve memleketimizi yanlış şekilde anlatacak teşebbüsleri redde
deriz ve buna müsaade edemeyiz. Hakkın her vakit memleketimizde tatbik edil
mesi taraftarıyız. Hakkın memleketimizde en yüksek ve muhterem bir yeri vardır.
Sulh müzakerelerine dair Delege Heyetimizin Hükümetinize bildirdiği hususları bir
defa daha özetleyecek olursam, Edirne'nin Türk olduğunu kabul edip de Karaa
ğaç'ı Yunanlılara veririz demek, Edirne'yi iktisaden imha etmek demektir. Efendi
ler, biz yaşamak için çalışıyoruz. Etrafı kapalı memlekette boğulmak için çalışmı
yoruz. Böyle birtakım vaatler altında tedrici ölüme mahkum olmayı kabul edeme
yeceğiz. Evimizin kapısını taşla ördürmeyeceğiz. Edirne Türk olduğu gibi Karaa
ğaç da Türk olması lazımıdır. (şiddetli alkışlar) Batı Trakya meselesine gelince,
efendiler davamız haktır ve bu davada kendimizin hiçbir talebi yoktur. Ancak Batı
Trakya'da referandum istiyoruz. Bu yalnız bizim talebimiz değildir, medeniyetin
talebidir. Bunda esas kanaatimiz yirminci asırda insanların koyun sürüsü gibi şuna
veya buna satılamayacağı, verilemeyeceğidir. Batı Trakya'da yüz binlerce insan
vardır. Bize verin demiyoruz. Fakat filana verin demeye kimsenin hakkı yoktur.
Onlar kimi istiyorlarsa, nasıl idare istiyorlarsa oradaki insanlar buna karar vermeli
dir. Bu, müdafaa hakkından başka, bugün medeniyetin ortaya attığı ve ısrar ettiği,
hatta hayatını tehlikeye atarak müdafaasını kabul ettiği bir haktan başka bir şey
değildir. Orada efendiler, hayat ve namuslarını muhafaza için senelerce en büyük
tehditlerin ve en müthiş baskıların altında mevcudiyetini, istiklallerini muhafaza
etmiş en güzide insanlar yaşıyor. Bunlar evvelce de dediğim gibi koyun sürüsü
gibi satılamazlar.
YASİN BEY (Gaziantep): Antakya, İskenderun gibi

RAUF BEY (Devamla): İşte efendiler, Hükümetimizin Yüce Heyetinize bugün arz
edebileceği hususlar bunlardan ibarettir. Ayrıca delegelerimiz ile İngiliz delegeleri
arasında hususi bir toplantıda müzakere edilen bir de Musul meselesi vardır. Mu
sul vilayeti, Milli Misak hudutlarımıza dahildir. (dahildir sesleri) Bu hususta İngiliz
delegelerinin başka fikirde oldukları anlaşılıyor ve meseleyi petrol kuyuları olarak
düşünüyorlar. Hükümetimizin iktisadi hayattaki umumi şartı serbest ticaret mese
lesidir. Bir memleketteki yer altı ve yerüstü kaynaklarından istifade etmek demek,
o memleketi işgal etmek demek değildir. Efendiler, Türkiye ve milleti sömürge
olamaz. Asırlardan beri ispat ettiği gibi babalarının evladı olmaya layık olduğunu
son mücadelesiyle de ispat etmiştir. Türkiye bağımsızdır. Eşit şartlar altında mem

1399
leketimizdeki servetten kanunlarımıza uymak şartıyla herkes istifade edebilirler.
Fakat ondan istifade etmek gayesiyle topraklarımızı sömürmek, memleketi alaca
ğım, demek olmaz. Efendiler, Konferans hakkında müsaade buyurursanız bu ka
dar arz etmiş olayım. Daha sonra alacağımız haberleri Yüce Heyetinize uygun bir
zamanda arz ederim. (adalar meselesi sesleri) Evet, adalar meselesine dair mü
zakere başlamıştır. Çanakkale'ye yakın olan ve Yunan işgali altında bulunan ada
lar hakkında müzakere devam ediyor. Yüce Heyetinize teferruatlı olarak arz edile
cek bir şekilde henüz bilgi bize gelmemiştir, gelince onları da arz ederim. Efendim,
bu hafta içinde bazı arkadaşlarımız Dışişleri Vekaletine soru önergeleri vermişler
dir. Müsaade buyurursanız ve fazla vaktinizi almazsam bu sorulara da cevap ver
meye hazırım.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Önce soru önergesi okunsun, efendim.

TBMM Başkanlığına
Sulh Konferansında Sırbistan ile Yunanistan'ın birçok madde üzerine
anlaştıklarını gazetelerde okuyoruz. Meselenin ehemmiyetini hatırlatmakla
beraber, Hükümetinizin aldığı tedbirlerin ve anlaşmalarının siyasi vaziyetinin ne
olduğunu cevaplamanızı teklif ederim. 13 Kasım 1922
Bitlis Mebusu
Yusuf Ziya

RAUF BEY (Devamla): Efendim, Balkanlarda bazı müşterek menfaatler esasına


dayanan bazı müzakereler yapıldığını biliyoruz ve takip etmekteyiz. Avrupa devlet
leri Türkiye meselesinde birlikte hareket etmeyi siyasi menfaatlerine uygun gör
müşlerdir. Bu birlikteliği temin için de Balkan hükümetlerini kendi taraflarında bu
lundurmak istemektedirler. Balkan hükümetlerini birlik halinde kendi taraflarında
bulundurmak için aralarında şimdiye kadar çıkmış olan itilafları halletmeyi düşün
müşlerdir. Müzakerenin bazı safhalarından da anlaşılıyor ki mesela komşumuz
Bulgaristan'a bir çıkış kapısı, Yugoslavya'ya Selanik'te, Yunanistan'a da Batı
Trakya'da bazı tavizler vermek suretiyle, müştereken davranmalarının imkanını
aramaktadırlar. Buna karşılık bizim de güvendiğimiz, mütevazi ve fakat hak ve
hakikate dayanan davamız vardır. Bu davanın hak olduğuna iman etmişizdir. Hiç
kimseye karşı harp etme fikir ve emelimiz yoktur. Ümit ediyoruz ki bu anlaşılacak
ve bu gibi tedbirlere de lüzum kalmayacaktır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, sorunuzun cevabını kafi görmüyor
musunuz?
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Bunu kafi görüyorum. Fakat başka bir soru önergem
daha var.

1400
TBMM Başkanlığına
Fransa, İngiltere ve İtalya delegelerinin Lozan Sulh Konferansı başlama
dan önce toplanarak, delegelerimize karşı alacakları birleşik cephe esası üze
rinde birleştiklerini ve aralarındaki anlaşmazlıkları ortadan kaldırdıklarını gaze
teler yazmaktadır. Aralarında Fransız Lider Poincare gibi Türkiye'nin hakkını,
hukukunu tanımış, Türkiye'nin haklarını elde edemeyince silahını elinden bı
rakmayacağına kanaat getirmiş büyük bir siyasetçi mevcut iken, hangi esasa
dayanarak İtilaf devletlerinin anlaştıklarının Dışişleri Vekili tarafından cevapla
masını beyan ederim. 22 Kasım 1922
Bitlis Mebusu
Yusuf Ziya

RAUF BEY (Devamla): Efendim, Fransa, İngiltere ve İtalya hükümetleri bugün


birlikte hareket etmeye başlamış değillerdir. Bunlar Dünya Harbinin başından beri
birlikte hareket etmektedirler. Ayrıca da aralarında anlaşarak bizimle sulh yapma
mayı kabul etmişlerdir. Şu halde Türkiye bahis mevzu olunca, tabiatıyla beraber
hareket edeceklerdir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Ama Fransızlar tek başlarına bizimle Ankara
Anlaşmasını imzalamışlardır.
RAUF BEY (Devamla): Evet efendim, arz edeyim. Şükrü Bey arkadaşımızın bu
yurdukları gibi biz Fransa Hükümetiyle Ankara'da imzaladığımız bir anlaşma ile
ateşkes ilan ettik ve aramızdaki harbe son verdik. Fakat Fransızlarla sulh imzala
madık. Bugün imzalamak üzere bulunduğumuz sulh antlaşması olacaktır. Biz
bugün isteriz ki istiklali için hayatta sahip olduğu en kıymetli şeylerini fedaya alış
mış olan Fransız milleti bizimle, her türlü fedakarlığa katlanarak yaşamak için la
zım olan istiklalimizi müdafaa ettiğimizi, takdir etsin. Fransız kamuoyu hiç şüphe
siz çok zamandan beri bizim yanımızdadır. Fransız gazeteleri de bugüne kadar
olduğu gibi hakkımızdaki samimi duygularını, dünyaya ilan etmeye devam ede
ceklerdir. Efendiler, bugün Fransa Hükümetinin başında bulunan kişi, her halde
dünyada tanınmış ve en yüksek devlet adamlarından biridir. Bu söylediklerim iyi
düşünülürse, her halde Fransız milletine, Fransız Hükümetine ve bunları temsil
eden Fransız delegelerine ümit etmemiz icap eder kanaatindeyim.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Var olsunlar!
RAUF BEY (Devamla): Yusuf Ziya Bey’in bu sorusuna da bu şekilde cevap vermiş
olduğumu zannediyorum.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Muhterem arkadaşlar, Hükümet Reisi ve Dışişleri Veka
leti Vekili Rauf Bey’i dikkatlice dinledim. Zannedersem düşüncelerime uygun ol
masa bile ne demek istediklerini anladım. Çünkü Rauf Bey bir diplomat, bir siya
setçi diliyle, sorduğum mesele etrafında söz söylediler. Elbette ki siyaset ve dip

1401
lomat dili, belli bir şeklin dışına çıkamaz. Benim kanaatine gelince, İngiliz siyaset
1
çileri, daha doğru bir tabirle Gladstone mektebinin bugünkü çömezleri, hâlâ Lloyd
George'un gizli ve kanlı emellerini kullanıyorlar. İngiliz siyasetini eğri büğrü yollarla
kanlı, gizli hedefe sevk ediyorlar. İnsanlığın sesini kulaklarını kapamış, dünkü
Osmanlılarla bugünkü genç Türkiye'yi birbirinden fark edemeyecek bir körlükle ve
ağızlarında bomba olarak Lozan Konferansı kapısında bulunuyorlar. Lord Curzon
gibiler durmadan Türkiye'ye karşı alınacak birleşik cepheden bahsede ede Lozan
'a geliyorlar. Gizli, kanlı emellerini, büyük Fransız milletine ve asırlarca istiklali için
kan döken İtalyanlara da aşılamak istiyorlar. İstiyorlar ki insanlığı, kalpleri insanlık
la çarpan siyasileri, yine insani emellerle dolu olarak ilk defa Lozan Konferansına
koşan Türkiye delegelerine karşı birleşik bir cephe halinde çıkarsınlar. Bence İngi
liz siyasetinin çehresi budur. Zannedersem Lozan Konferansında İngiliz siyaseti
siyah bir örtü altında gizlidir. Muhterem arkadaşlar, bu çehre, bu kanlı çehre karşı
sında yapılacak bir şey var ki bütün insanlığa bağırmak ve haykırmak lazımdır.
Bugünkü Türkiye'nin yüksek ruhu, sulh için çarpıyor. Bugün dünyada Osmanlı
Hükümetinin resmi cenaze töreninden dönen genç, dinç, zinde bir Türkiye var.
Bugün dünyada, o Wilson’un, Lloyd George’un, Clemenceau'nun seslerini dinle
yen Avrupa nedir? Onlar bilmelidir ki onların sesleri karşısında sara hastalığına
tutulmuş gibi titreyen bir Osmanlı Hükümeti yoktur. (bravo sesleri) Hakkını, huku
kunu arayan ve yalnız insanlığın adalet esasları üzerinde yaşamak isteyen genç,
dinç, zinde bir Türkiye var. O elinden silahı alınan, kolları bağlanan, esir edilen ve
edilmek istenilen Osmanlı Hükümeti tarihe karışmıştır. Bugün dünyada istiklali
uğranda ölmek ve ölürken tarihe sonsuz bir isim bırakarak şan ile ölmek isteyen
ve yoksuzluklar, mahrumiyetler içinden büyük bir devleti çıkaran, elinde tüfeği,
süngüsü olduğu halde ayakta bekleyen genç, zinde bir Türkiye var. Öyle bir Türki
ye ki varlığını bir kere daha dünyaya kabul ettirmiştir. Öyle bir Türkiye ki kuvvettir,
istikbaldir. Hâlâ eski zihniyetle İngilizlerin gizli emeller arkasından koşması, yir
minci asır medeniyetine, bu zihniyetle olsa, olsa bolca kan akıtmak olabilir. Binae
naleyh yirminci asır medeniyetini, bir defa daha İngilizlerin iğrenç, çürümüş siya
setlerine kahkahalarla güldürmek olur. Fakat ümit edelim ve itimat edelim ki Büyük
İhtilaldan ilham alan Fransızların torunları ve asırlarca istiklali için kan döken İtal
yanların torunları, İngilizlerin bu gizli niyetlerini kabul etmeyeceklerdir. Binaena

1 William Ewart Gladstone (1809-1898): 1880 yılında başbakan olması ile İngiltere'nin

açıktan Türk düşmanı bir çizgiye oturmasına neden olmuştur. Parlamentoda yaptığı bir
konuşmada, "Osmanlı-Türk Hükümeti hiçbir hükümetin işlemediği ölçüde suç işlemiş, hiç
bir hükümet onun kadar suça saplanmamış, hiç biri onun kadar değişime kapalı olmamış
tır. Türkler, Avrupa'ya girdikleri o ilk kara günden bugüne, insanlığın insanlık dışı en büyük
örneğini oluşturdular. Nereye gittilerse arkalarında geniş kanlı bir yok bıraktılar ve onların
egemenliğinin uzandığı yerlerde uygarlık kayboldu. Türklerin kötülüklerini önlemenin tek
yolu onları yeryüzünden kazımaktır." diyerek, açıkça Türk düşmanı olduğunu ilan etmiştir.

1402
leyh efendiler, insani emellerle dolu olarak Sulh Konferansına giden Türkiye dele
gelerinin elleri boş dönmemelidir. Elleri boş dönecek olurlarsa bütün dünya, bütün
insanlık ve bütün medeniyet yeniden kana boğulacaktır. Asya'nın her tarafından
yükselecek kan, duman, ateş tufanları, volkanları her yeri yeniden kana boyaya
caktır. Bunu insanlığa işittirmek, bizim için bugün bir borç, bir vazifedir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Yusuf Ziya Bey, Rauf Bey’in verdiği cevabı
kafi görüyor musunuz?
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Kafidir.
1
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Cevap kafi görülmüştür, efendim.

29 KASIM 1922: TERK EDİLMİŞ AZINLIK MALLARI VE REJİ İDARESİ HAKKIN


DA MALİYE BAKANI HASAN FEHMİ BEY İÇİN VERİLEN GENSORU ÖNERGE
SİNİN GÖRÜŞÜLMESİ VE GÜVENOYLAMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 148.Birleşim, Gündem: 6/2)

1884 yılında Düyunu Umumiye ile Osmanlı Hükümeti ve üç alacaklı


Avrupa bankası arasında Reji Şirketi adı verilen bir şirket kurulmuş ve tütün
işleri tekelleştirilmişti. Tütün üretiminde en çok paya sahip olan Samsun ve
civarından Pontus Rumları isyan sonucu yurtdışına çıkarılınca, onların
sahip oldukları şirketlerdeki suiistimaller Meclis gündemine taşındı. Ayrıca
Yunan işgalinden kurtarılan yerlerdeki terk edilmiş azınlık malları üzerinden
yapılan suiistimaller milletvekillerinin tepkisine neden oluyordu.

(Üç buçuk ay önce, 16 Ağustos 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Reji İdaresi2 Umum Müdürü Mithat Bey'in azle
dilmesi münasebetiyle Karahisar Mebusu Mehmet Şükrü Bey'in Maliye Vekâleti
için vermiş olduğu gensoru önergesi var, okunacaktır.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (29 Kasım 1922), 1.Dönem, c.25, s.112-120, http://www.tbmm.gov.tr/
2 Kırım Savaşı’yla başlayan iç ve dış borçlanma sürecinin sonucunda Osmanlı Hükümeti
borçlarını zamanında ödeyemeyeceğini açıklayınca 1875 yılında alacaklı devletler ödeme
planını kabul etmediler. Osmanlı maliye sistemine de güvenmeyen alacaklılar Ülkede
toplanan vergileri kendi kurdukları bir teşkilat olan Duyunu Umumiye İdaresi vasıtasıyla
toplamak istediler Artık vergileri Osmanlı memurları değil alacaklı ülkelerin kurduğu şirke
tin Reji memurları toplayacaktı. Bunun neticesinde Osmanlı Devleti'nin en önemli gelir
kaynağı tütün, tuz ve alkolden toplanan vergiler alacaklı ülkelerin kurduğu Reji Şirketine
otuz yıl süreyle bırakıldı. Reji İdaresi kendi memur ve silahlı kolcuları vasıtasıyla vergi
1403
TBMM Başkanlığına
Hazineye dört yüz bin lira zarara uğratan Reji Umum Müdürü Mithat
Bey'in azledildiğini gazetelerde okudum. Mithat Bey hakkındaki takibat azil ile
yetinilecek midir? Dört yüz bin liranın tazmini için ne yapılmıştır. Mithat Bey
niçin muhakemeye alınmamıştır? Bu hususlar için Maliye Vekâletinden genso
ru olarak izahat isterim. 14 Ağustos 1922
Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü

DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Bu, gensoru önergesidir. Bunun gündeme alın
ması hususunu doğrudan doğruya oylarınıza arz ediyorum. Kabul edenler lütfen
1
ellerini kaldırsın. Gündeme alınması kabul edilmiştir efendim.

(Üç buçuk ay sonra, 29 Kasım 1922 tarihindeki gizli oturumda...)

DR.ADNAN BEY (Başkan Vekili): Buyurun Hasan Fehmi Bey.


HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, bendeniz bu bölgedeki halkın sefale
tini, perişanlığını, bu yerlerin tahrip edildiğini gördüm. Bunun yanında oradaki zirai
mahsulün, hiç bir açlık tehlikesine maruz kalmaksızın, gelecek seneki hâsılata
kadar yeteceğini gördüm, bu şayanı şükrandır. Tahrip sahası başıca Saruhan
Livasıdır, Bilecik livasıdır. Uşak ve Afyon livasından başlayarak Afyon'la Manisa
güzergâhıdır. Bursa livasının bir iki kazasıyla muayyen bir kaç köyünden ibarettir.
Esasen memleketimizi yaşatan ve yaşattıranlar, zirai mahsulü temin eden köylerin
hemen hemen çoğu o kadar korktuğumuz ve korkutulduğumuz derecede harabe
halinde değildir. Fakat böyle olmakla beraber bu tahrip sahasına bilhassa hayatı
bozulanlara yetişmek, yardım etmek, bugün dahi maliyemizin kudreti dâhilindedir.
Onun için yapılacak işleri ani ve süratle yaparak, ümit ettiğimizden daha az bir
zamanda normal hayata geçileceği hususunda kanaatim vardır. Belki yanan şehir
ve kasabaları bir kaç sene içinde yapamayız, fakat benim kanaatime göre iyi bir
yardım yapılırsa iki sene sonra şikâyetler son bulur. Bu itibarla buraların hepsi
hakkında sefalet denince, hiç tüyüne dokunulmamış yerlerimiz vardır. Yalnız tah
rip sahalarını gözünüzün önüne getirelim. Tabii açık celselerde bunları ifade et
mek etmediğim için şimdi soyuyorum. Verdiğiniz tahsisatlar tamamen kullanılmış-
tır. Halkın birinci derecede en büyük ihtiyacı, büyükbaş ve küçükbaş hayvanlardır.
Bu hayvanları bugün Anadolu'nun merkezinden alıp götürmek zannederim zordur.

toplamaya başladı ve toplanan bu vergiler Osmanlının borcundan düşülmeye başlandı.


Osmanlı üreticisi ürettiği tüm tütün, tuz ve alkol'ü Reji İdaresinin belirlediği fiyattan Reji
İdaresine vermek zorundaydı. Bir köyden başka bir köye izinsiz tütün ve tuz taşımanın
cezası çok ağırdı. Reji İdaresinin kendi silahlı korucuları ve bunların vur yetkisi vardı.
1
TBMM Zabıt Ceridesi (16 Ağustos 1922), 1.Dönem, c.22, s.170-171, http://www.tbmm.gov.tr/

1404
Fakat halka nakden parayı verip sen al demek veyahut gelecek sene Kafkasya'-
dan diğer yerlerden Memlekete hayvan ithal etmek mümkün olabilir. Yoksa bugün
bu suretle harekete bendeniz imkân görmüyorum. Halka parası verilirse, halk
kendisi herhangi bir taraftan bulup ihtiyacını temin eder.
SELAHATTİN BEY (Mersin) - Hayvan vergisini kaldırırsınız.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Efendim, Avans Kanunu görüşülürken, hayvan
vergisi oranının indirilmesini ben teklif ettim. Zaten karasığırdan hiç bir şey almıyo
ruz. Hayvan vergisinin azaltılmasını da bendeniz arz ettim. Burada görüşürsünüz.
Müsaadenizle biraz da İzmir'in vaziyetine temas edeyim. Efendim, İzmir'de yanan
kısmı hariç olmak üzere terk edilmiş malların, miktar ifade edemem çünkü henüz
tamamı tespit edilememiştir, tahminime göre Milli Mücadelenin sona ermesinden
bu sene sonuna kadar olan bütçe açıklarımızı kapatabileceğini ümit ediyorum.
BİR MEBUS: Hangi açık?
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Efendim, Bütçeyi siz yaptınız, Yüce Meclis yaptı.
Tabii 1920 senesine açık devretti, 1921 senesine açık devretti. 1922 senesi ne
kadar açıktır ve borçlar ne miktardır, henüz belli değil. Tahakkuk eden Hazine
borcu aşağı yukarı Yüce Meclisin bilgisi dâhilindedir. Burada incelenmiştir. Yani
terk edilmiş mallar deyince, öyle derhal emniyete alınıp muhafaza edilebilecek bir
miktar tasavvur edilmesin. Gayrimenkulden bahsetmiyorum. Bu çok büyük bir iştir.
Gayet esaslı bir meseledir. Bunlar hakkında ayrıca birtakım çalışmalar yapıp Yüce
Meclise göndermek mecburiyetindeyiz. Çünkü İstanbul Hükümetimiz idaresine
geçtikten ve elde bulunan evrakların muamelesi bitirildikten sonra, bütçe on sekiz
veya yirmi milyon liraya varacaktır. Bunun önemli bir kısmını ve bu üzüm bağları
nı, burada harcarsak, diğer kısmını da, sulh konferansının vereceği neticeye göre
adalardan, Yunanistan'dan gelecek olan muhacirlere emlâk ve arazi vermek için
kullanacağız. Yeter ki bunları muhafaza ve idare edelim. Düşman Ordusu geri
çekilirken, yağmalar meydana geldiğinden bahsetmiştim. Efendiler takdir buyrulur
ki, zannediyorum ki, harp tarihinde hiç bir vaka yoktur ki, bir ordu savaşarak bir
şehre girsin, o şehri de şehrin ahalisi yahut ordunun arkasına takılan veya harbi
yapan galip ve mağlup ordular az çok karışıklık meydana getirmiş olmasın. Bunlar
harbin tabii neticeleridir. Zannediyorum ki Yüce Meclis de böyle telakki eder. Bu
meyanda ahlaksız bazı insanların da araya karışması zarurî bir şey. Fakat öyle
işitildiği şekilde, terk edilmiş mallardan Devletin istifade edeceği bir şey kalmamış
tır sanılmasın.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Giden yok mu?
SALİH EFENDİ (Erzurum): Böyle lafı etrafında dolaştırıyorsunuz, ortasını aç söy
le.
SALÂHATTİN BEY (Mersin): Doğrusunu söyle!

1405
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili) (Devamla): Efendim, İzmir yandı. Tam yirmi
bin hane yandı. Memlekette bir mesken buhranı başladı. Memlekete giren memu
ru da ordusu da, hatta gerilerde yanan Manisa, Salihli, Kasaba ahalisinden yer
bulamayıp oraya gelen birtakım halk ta, yani herkes birer mesken bulmak mecbu
riyetinde idi.

HAMDİ BEY (Biga) Onlar aldı ise, onlara helal olsun.


HASAN FEHMİ BEY (Devamla): İlk günlerde bunların girdikleri evlerdeki eşyaları
tamamen birer birer tahrir ettirip ondan sonra girdirmek imkânı yoktur. Memurin
gittikten ve idare teessüs ettikten sonra eşyalar tahrip edilmiş. Binaenaleyh kulla
nılması lâzım gelen ve arz ettiğim şekilde olan bir kısım ev yanmış, bunlar alelace
le Muhacir İdarelerine devredilmek üzere, kendileri de evleri de oraya devredilmiş
tir. Memur olan kısım; bunlar Mesken Kanunu gereğince işlem yapılmıştır. Fakat
mutlaka eve girdi diye her girilen evde araştırma yapmak ve her girilen evden
eşya aldığına şüphesinde olmak hatadır. Malumunuz, arada yapılmış şeyler olur
sa, bunu zaten yazılan eşya ile mevcut eşya arasındaki farkı herhangi gün olsa
meydana çıkarmak mümkündür. Yazılmadan evvel ilk karışıklık esnasında girilmiş
evler ve aşırılmış eşya varsa bu, tespiti sırasında zaten görülmüştür. Bu eşyanın
geri kalan kısmı da takip olunuyor. Yangın yerlerinde bulunan servet, hâlâ enkaz
altından çıkarılan kasaların sonu gelmemiştir. Kasaların içerisinde ne olduğunu hiç
birimiz bilmiyoruz. Yalnız kanun gereği, anahtarını veririz diye bildiren sahiplerine
de, yerini söyleyiniz de verelim dedik. Peşinen talep ettiler. Ben orada idim. Dedim
ki, mademki ısrar ediyorlar dağıtınız dedim. Bunların ikisinin içinden yalnız defter
ler çıktı. Diğer birisinden mühim miktarda hisse senedi ve tahvil çıktı. Biraz da
mücevherat çıktı. Bir tanesinin içinden de az miktarda para ile mühim miktarda
hisse senedi ve tahvil çıktı. Diğer kasalar tamamıyla ambarlara kaldırılmıştır. Fa
kat yangında arsa haline gelen yerlerde tahrip müfrezeleri tarafından atılmış kasa
lar mevcuttur.

BİR MEBUS BEY: Muhafız taburları...


HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Hayır efendim, bendeniz hiç bir şeyden şüphe
lenmiyorum. Çünkü askerî sahada bomba herkesin eline geçebilir.

SALİH EFENDİ (Erzurum): Affedersiniz bir yere topladığınız kasaları mühürlediniz


mi?
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Efendim, terk edilmiş malların durumunu ve işin
büyüklüğü görülmedikçe, kasaları bir defa ambara almak için bütün mesai oraya
sarf ediliyor. Kasalar açılacak değil. Açmak mümkün değil. İki bin kilo ağırlığında
İngiliz kasaları. Bunların açılma imkânı yoktur. Kimse açamaz. Yabancı kurumlara,
özel kişilere kiralanmış kasalar mevcuttur. Bu kasaların bir kısmı Osmanlı Banka
sı'na, diğer bir kısmı da Yunan resmî Bankası Kredi Liyone'ye, Atina Bankası'na
ve bir de Anadolu Bankası'na aitti. Bunlar yandı. Fakat kasa dairesi duruyor. Fakat

1406
bunların içerisinde para olmayabilir. Fakat Osmanlı Bankası'yla Kredi Liuone'de
herhalde mühim miktarda bir servetin olduğu sanılmaktadır. Malumunuz Terk
olunmuş Mallar Kanunu intikal ettirilmiştir. O Kanunun icrasına üç Vekâlet görevli
dir, Adalet, İçişleri, Maliye vekâletleri. Bunun için evvela bankalara Defterdarlık
tarafından tebligat icra ettirdim. Hususî kasaları, şahısların kasalarını bize teslim
edin dedim ve tereddüt ettiler. Toplandılar bana geldiler. Ben biraz nasihat ettim.
Gittiler. Ertesi gün Fransa Konsolosu diye bana bir adam geldi. Daha evimde iken
görüşmeyi kabul etmem diye habersiz eve geldi. Ben de artık kabule mecbur ol
dum. Kendisini Fransız Konsolosu diye takdim etti. Fransa'nın İzmir'de henüz
siyasi bir memuru yoktur, dedim. Ben şöyleyim böyleyim dedi. Nihayet ben bir
Fransız'la görüşüyorum dedim. Dedi ki, bu fena tesirler bırakıyor, İstanbul şöyle
düşünüyor, Paris böyle düşünüyor. Ben dedim ki, ben size anlatayım, bizim ka
nunlarımızı evvelâ okumak ve bilmek lâzımdır. Okusunlar ve okutsunlar, anlasın
lar. Kanun eşit olarak herkese tatbik olunacaktır. Kayıtlı olan şahısların hesabını
ve bankalarda bulunan hususi kasalarını biz mühürleyeceğiz. Şurada Mehmet
Efendinin mağazasında bu muamele nasıl yapılırsa şimdi burada olmayan Niko ve
Viçi' ye ait olan bankadaki ve yabancı ticarethanelerdeki işlemler de aynı suretle
yapılacaktır. Bu sahiplerinin menfaatinedir. Bunu halka anlat, bundan başka şekil
yoktur. Mümkün olamaz mı? Olamaz. Bizim yalnız bir şeyimiz vardır, kanunlarımı
zı ve prensiplerimizi eşit uyguladığımız ve onlara uyduğumuz için zaferi kazandık.
Başarımızın sırrı budur dedim. Kalktı gitti. Ben de ertesi günü bankaları mühürle
dim. Yani bankaları değil orada mevcut olan şahıslara ait kasaları ve eşyaları mü
hürledim. Ses seda da kapandı.
BİR MEBUS BEY: Zaten harp zamanında bankalar tarafından kabul edilmiştir.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Etmediler efendim, hatta dedim ki; Dünya Sava
şında Fransız bankalarında bulunan Türklerin paralarını siz verdiniz mi? Hakkınız
var dedi. Sizin için hak olan bir şeyi bizim için neden tanımıyorsunuz? Bunun üze
rine, hakkınız var, fakat ben müşkül mevkide kaldım, dedi, kalktı gitti. Ertesi gün
bankaları mühürledik. Bankanın kasa dairelerini Avrupa'dan mütehassıs getirtme
den açamayız. Kasa daireleri oda gibi yapılmış mahzenlerdir. Bir kasa iki kasa
değil, bu kasalar iki, üç, dörttür. Orada İzmir İslâm tüccarlarının da kasaları vardır.
Kaçan şahıslara ait kasalar vardır. O dağılmaz, kabil değil. Usta gelip açacak.
Anahtarları ve şifreleri giden şahısların yanındadır. Yalnız biz mühürledik. Arka
daşlar zannediyorum ki, işin umumi tarafını ifade edebildim. Çok mahrumiyetlerle
üç sene mücadele eden ve Memleketi kurtaran Ordu, düşmanı takibe devam
ederken ve arkasından yine üç sene baskı altında kalmış insanların üzerinden o
baskı kalkınca, Hükümet gücü kuruluncaya kadar bazı gayri tabii hareketlerin ol
masını zaruri görüyorum. Bunda en hafifi ve en azı yapılmıştır. Hatta Dünya Sa
vaşında, Rus istilası zamanlarında Doğu vilayetleri mebusları bilirler ki, değil böyle
mal ve eşya, belki taş üstünde taş kalmamış, fakat bu vaziyetlere ve o hallere
nispeten bugün cidden en mükemmel bir surette idare edilmiş ve az bir zararla işin
içinden çıkılmıştır.

1407
BİR MEBUS BEY: Belçika'da bile olmuştur.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Bilhassa son zamanlarda bazı suç işleyen, mü
nasebetsizlik yapanlar hakkında kanuni muamelede bulunmak üzere Fevzi Paşa
Hazretleri de orada pek ciddî kararlar ve tedbirler almışlardır. Sakinlik devresinden
sonra yapılan bazı vakalar vardır ki, bunları derhal icra ve infaz etmek lâzımdır ve
onun için yapıyor ve yapılması doğrudur.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Fevzi Paşa Hazretleri Genel Kurmay Başkanıdır. Kime
ne yapıyor, niçin yapıyor?
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Hulasa arkadaşlar, evvelce arz ettiğim gibi oraya
ya bir İstiklâl Mahkemesi ki, evvelce istemediniz ama hiç olmazsa Hükümetin iste
diği şekil ve surette bazı insanları kolaylıkla tayin edebilmek için teklif edilen kanun
tasarısını kabul buyurursanız azamî bir fayda sağlanmış olur. İşler gecikmez. Kur
tarılmış yerler hakkındaki açıklamalarım şimdilik bundan ibarettir. Eksik kalan bir
şey varsa onları da arz ederim.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Gensoruda gizli celseye ait bir ifade göremedim.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Efendim, bendeniz Maliye Vekili Muhterem
Hasan Fehmi Beyefendinin gerek aleni ve gerek gizli celsedeki beyanatlarını dik
katle dinledim. Fakat her iki celsede söylediklerinde bir fark göremedim. Ben öyle
zannediyordum ki, gizli celsede bize pek mühim şeyler söyleyecek ki onları kıs
men işitmiştik. Maliye Komisyonunda söylemiştir. Gizli celse her nedense söylen
medi. Binaenaleyh Yüce Meclisi işin içyüzünü görerek korkuyorum ki lâzım gelen
tedbirleri alamayacaktır. Benim anladığım ve bize dalga dalga gelen suiistimal
haberleri karşısında, bugün kendilerinin de gayet kapalı olarak ifade ettikleri şekil
de, mevcut terk edilmiş malların bundan böyle hiç olmazsa, şimdiye kadar olan
olmuştur. Bundan sonra Hükümetin muhafazaya alabildiği malların suiistimal
edilmemesi ve bir kısım memurları da zengin etmemesi için ne gibi tedbirler almış
tır. Bunları, yani işin büyüklüğünü ifade buyurdular. Evet, iş ne kadar büyük olursa
olsun büyük teşkilâtlarla Devletin, Milletin azami istifade temin etmesi mümkündür.
Fakat büyük işlere karşı, ufak ve küçük teşkilâtla başlanacak olursa, mevcudun da
mahvolmasından çok korkuyorum. Bendeniz seçim bölgemde gördüğüm bir şeyi
arz ediyorum. Orada, bütün terk edilmiş mallar, nereden ele ne geçmişse bir de
poya konmuştur. Depo memurunun elinde anahtar...
DR.ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, zatı âliniz soru soracağım, dediniz.
Eğer söz söyleyecekseniz kürsüye buyurunuz.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla) : Sorudur, Efendim.
DR.ADNAN BEY (Başkan Vekili): Anladım, fakat soru bir noktanın açıklanması
için olur. Arkadaşlar hakem olsun; ben bir şey söylemiyorum, eğer söz söylene
cekse sizden evvel Ragıp Bey söz istedi.

1408
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendim, ben daha evvel istedim. Ambar me
muru ile muhasebeci uyuştuğu takdirde mesele yoktur. Çünkü ne araştırılmıştır,
ne kıymet konmuştur? Binaenaleyh bunların suiistimalden korunması için ne gibi
tedbirler alınmıştır? Bendeniz bunu anlamak istiyorum.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, teşkilâtı dün aleni celsede kısmen
arz ettim. Yalnız İzmir Şehri dokuz mıntıkaya ayrılmış, hepsinin ambar memuru,
memuru, daktilocusu, muhasebecisi ve başına da bütün onlardan sorumlu üzere
bir maliye müfettişi de tayin ettik. İşin büyüklüğüne karşı, teşkilatın bu şekli alması
idi ki zaten mallar süratle ve kolaylıkla kaydedilerek ambarlara taşınsın. Bu arz
ettiğim açıklama ikinci devreye ait açıklamadır. Eğer orada bulunan heyette ve her
mıntıkada bir de belediye ve meclis idare üyeleri vardır. Bunlar kayıt ve tespit ile
ambarlara nakil ile meşguldür. Satış muamelâtı doğrudan doğruya İdare Meclisin
den geçer. Yahut muhtelif yerlerde satış şubeleri vardır. Bu itibarla tasavvur bu
yurduğunuz suiistimaller olmaz demem, her dairede olabilir. Yani suiistimale mani
olabilecek her türlü teşkilâtın azamîsi yapılmıştır. Bundan fazla çalıştırılacak me
mur yoktur. Çünkü memlekette daha on tane defterdar bulamam ki oraya gönde
reyim. Bir adama sen bu işten sorumlusun diyebilmek için onun hiç olmazsa yirmi
senelik bir memuriyeti olmalı. İstikbalinden, mevkiinden korkarak tamamıyla vazi
fesine sahip olsun. Binaenaleyh bu İzmir Şehrine ait, icap eden azamî teşkilât
yapılmıştır. Gümrük için ayrıca teşkilât yapılmıştır. Demiryolları için ayrıdır. Yanan
bölge, çarşı için ayrıdır. Evleri kaydetmek için heyetler ayrıdır. Fakat bütün bu
memurları toplamak ve bulmak ve itimat edilecek memurların bulunması zan...
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendim, bendeniz şunu arz etmek isterim ki, gizli cel
sede gayet mühim şeyler vereceğim dediniz, haber vermediniz. Aleni celsede
devam eden gizli celsede söylendi. Bendeniz dinliyordum. Gizli celsede bize bir
şey getirmiş isen onu tespit edeceksin diye dinliyoruz. Eğer bana hisse varsa o
zaman, üç yüz milyon lira çalınmıştır. Bunu çalan kim, alan kim? Bana bir hisse
varsa dinleyeyim, yoksa gideyim?
DR.ADNAN BEY (Başkan Vekili): Salih Efendi bir sorunuz varsa söyleyiniz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bu sorudur.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Hazinenin menfaatinden bahsediliyor.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Salih Efendinin ne demek istediğini anlamadım.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendim, bu kadar parayı kim çaldı? Dört tane muhacir
mi? Bu kadar şey yağma edildi, bunları yapan kimdir?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Salih Efendi, Erzurum'dan çıkarken Erzurum
'u kim yağma etti?

1409
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendim, Erzurum'a Ruslar girdiği gün on para yağma
edilmedi. Ordusu muntazam girdi. Kimsenin malı yağma edilmedi. Mamafih tehcir
muamelesinde iyi bilirim ki ben...
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Salih Efendi, cevap vermeye mecbur değilsiniz,
Efendim.
İBRAHİM BEY (Mardin): Efendim, işitiyoruz ki, İzmir'in yağmasına birçok subay,
ordu kumandanları iştirak etmiştir. Bu vaki midir? Sonra Birinci Ordu Kumandanı
bütün nakit ve eşyayı almış, birçoklarını da dağıtmış. Bu doğrumudur? O paralar
ne miktardadır? Sonra birçok mebus arkadaşlarımız mobilyasıyla beraber evlere
girmiş ve şimdiye kadar o evlere kullanıyorlar, bu da doğru mudur? Bunları soru
yorum.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, İzmir'e girildiği vakitte şehirdeki
eşyayı veyahut şu mağazadan bu mağazadan yangın esnasında veyahut yangın
dan sonra eşya yağmasına iştirak edenlerin, birer birer adedini tespit etmek lâzım
gelse bunun imkânı yoktur. Yalnız yağmaya iştirak eden her sınıf insan vardır.
Bunu arz ettim. Her türlü halk vardır. (hangi halk, üç türlü halk vardır, sesleri)
SALİH EFENDİ (Erzurum): Ahali, memur, subay.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, sorduğunuz bir soru, Birinci Ordu
Kumandanı Nurettin Paşa bütün paralara vaziyet etmiş. Bu şundan hata olsa ge
rekir. İleri harekât esnasında, Düyunu Umumiye mal sandıklarında, düşman idare
sinde kalan yerlerde, her hangi bir yerde kasabayı kurtarırken, bir binada mevcut
bulunan parayı ordusunun ihtiyacı için almış, makbuzunu vermiştir. Bunu almak
usule muvafık değildi, çünkü paraya ihtiyacı yoktu. Fakat kendi ihtiyacını, bunun
mahsup muamelesini yapılmıştır.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Nurettin Paşa kasaları bomba ile açtırmıştır
ve paraları almış, ne kadar aldığı ne malum beyefendi? Rica ederim tespit ettirdi
niz mi?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Bendeniz Nurettin Paşanın kasaya bomba
attırdığını bilmiyorum. Yalnız alınan para vardır ki, makbuz mukabilinde alınmıştır.
Sonra biz bunun hesabını topladık, Orduya verilecek tahsisattan mahsubunu icra
ettik. Ben bir bomba ile kasa açıldığını bilmiyorum.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Makbuz verilen miktarı nedir, bu miktar malum mudur?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Yüz on sekiz bin lira idi.
İBRAHİM BEY (Mardin): Hasan Bey, sorumun cevabı tamam olmadı. Mebuslar da
böyle bir şey yaptı mı? Söylensin efendim. Açıklansın, kimlerdir.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Arz ettim, Efendim. Yangın esnasında mes
ken buhranı olduğu için her sınıf halk birer eve girmiş oturmuş. Bunların eşyasını

1410
mümkün olduğu kadar tespit ve kayıt ettik. Fakat eve girdi diye, memur olsun,
mebus olsun, subay olsun, muhacir olsun, ahali olsun mutlaka ondan şüphelen
memiz, çaldı götürdü diye düşünmemiz zannederim doğru değildir. Haksızlıktır.
Fakat meselâ beş bin ev işgal edildi. Eğer içerisinde elli evin eşyası kaybolduysa,
kimdir orada oturan? Diye civarında kalan evin eşyasını boşalttı diye tespit ve
tahkik etmek suretiyle lâzım gelir. Yoksa.
HAMDİ BEY (Biga): Tespit edilmeksizin verilirse öyle olur.
DR.ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, çok rica ederim, gürültü etmeyiniz
işitilmiyor.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Hazinenin menfaatinden bahsediliyor.
HACI AHMET EFENDİ (Muş): Efendim, İzmir'i dokuz mıntıkaya ayrıldığını söyle
diniz. Bu mıntıkalardaki ambarlara sevkiyat oldukça, acaba tespit edildikten sonra
mı gönderiliyor, yoksa ambara geldikten sonra mı tespit ediliyor?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): İşin gidişatına ve ambarın vaziyetine göre
anlamak lâzımdır. Bir eşya vardır ki kıymetli eşya olup mağazada tespit edilerek
ambara kaldırılıyor. Sonra bir bakkaliye dükkânına giriyorlar ki meselâ çuvalların
adedinden ibaret kalıyor. Ambara yakın olan yerler zaten göz önünde noktalardır.
Bazen de dökülüp saçılmış bir vaziyette nakliyat yapılıyor. Evlerden, dükkânlardan
ambarlara eşya nakledilirken zayiat mümkün değil midir? Sorunuzun cevabı bu
dur. Nakledilirken eşya zayi etmek ihtimali yoktur, çünkü teşkilât düzgündür.
YASİN BEY (Gaziantep): Ordunun işgali anlarında terk edilmiş mallardan ne gibi
mallar ve paralara toplanmıştır? Bunların cins ve miktarı nedir? Vekâlet bunları
tespit etmiş midir? İkinci soru, Ordu mevcut ambarlardan ne miktar tütün almıştır?
Diğer aldığı para ve mallar Milli Savunma bütçesinden tenzil edilecek midir?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, Ordu ileri harekâtını yaparken harp
ganimeti olarak eline geçen erzak ve eşyayı tabii aldı. Bunun, o günlerde sarf
edebildiğini etti. Edemediğini geri teşkilâta devretti. Meselâ Uşak'ta bugün ordu
nun devrettiği Altmış beş bin çuval un mevcuttur. Fakat ordu hesabına mevcuttur.
Zaten ordu bir askerin istihkakından fazla bir şey sarf edemez ki. Her ordunun ve
hatta her tümenin levazım heyetleri vardır. İstihkakını sarf edebilir. Zaten fazlasını
ordu arkasında taşımaz ki. Aşar ambarlarına gelince. Esasen Batı Anadolu'nun bir
kısmı aynen toplanmıştır. Düşman aynen bunları Düyunu Umumiye'ye vermiştir.
Bütün Batı Anadolu da Düyunu Umumiye'ye verilir. Düyunu Umumiye orada mev
cut ve aşar ona ait olduğu için, büyük bir sarsıntı görmemiştir. Fakat o nispette
değil. Bir kısmı nakden ihale edilmiş. Aynen ihale edilen yerlerde zahire, eşya
ambarlarından makbuz mukabili zahire alınıyor. Belki harp esnasında üç beş su
bay ki isimleri de belli, tutanakları da vardır, cezalandırılmaları için Milli Savunma
Bakanlığına gönderilmiştir. Usulen levazım heyeti mıntıkası olmaksızın bir miktar
zahire alınmış ise bunlardan da elimize geçenleri tespit ettik ve bir kaç isimden

1411
ibarettir. Milli Savunma Bakanlığına cezalandırılmaları için bildirdik. Aşar ambarın
daki zahire ne kadardır? Aşar zahiresi harmanlar başlamadan harp başladı. Bili
yorsunuz mültezimler üzerinde idi. Bir taraftan toplanıyor, nakit olan kısmı aynen
veriliyor. İhale şartları ne ise öylece bir taraftan toplanıyor, diğer taraftan Ordunun
ihtiyacına lâzım olanları orduya veriliyor. Ordunun ihtiyacına lâzım olmayanlar
verdiğiniz tahsisat mukabili ahaliye dağıtılıyor. Esasen aşar ne tutabilir? Cevap bu
olabilir. İşgalden kurtarılmış arazide, bu sene tahakkuk eden aşar hercümercine
rağmen beş buçuk altı milyon lira tutabiliyor. Ankara'da olduğu gibi, 1922 senesin
de Ankara aşarının ne kadarı ayniyattır, ne kadarı nakittir, ne kadarı ambara gel
miş, ne kadarı müteahhitler üzerindedir, ne kadarı mültezimin elindedir, derseniz,
zahire ambarlara henüz geçmediği için ve ambarlar muhtelif mevkilerde olduğu
için bir kaç günde dahi cevap veremem. Yalnız kaydını arayıp bu cevabı üç dört
gün sonra verebilirim. Batı Anadolu'ya gelince, ne kadar zahire vardır? Düyunu
Umumiye ne kadarını tahsil etti ne kadarı kaldı? Bu soru mudur rica ederim?
YASİN BEY (Gaziantep): Tütün nasıldır?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Terk edilmiş tütünlerden, ben hareket ettiğim
güne kadar yedi yüz elli bin kilo kadar elde edildi. Beş yüz bin kilosu ben orada
bulunduğum zaman toplanmıştı. Ben çıkıncaya kadar bu tütünlerin sayımı yapılı
yordu.
YASİN BEY (Gaziantep): Efendim, sorumun bir kısmı noksan kalmıştır. Müsaade
buyurun...
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, siz müsaade buyurunuz, ben müzakere
usulü hakkında söyleyeceğim. Böyle soruları karşılıklı konuşma şeklinde yaparsak
olmaz.
YASİN BEY (Gaziantep): Efendim, karşılıklı konuşma değil. Ordu terk edilmiş
mallara el koydu mu? Yani Ordu kumandanlarından Nurettin Paşa kasalardan elli
bin lira...
DR.ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, böyle olmaz ki. Bunun cevabı evvelce
verilmiştir.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, Bandırma, Mudanya gümrüğünden
terk edilmiş şekerin bir kısmını ordu almıştır. Bunların sonra tutanakları yaptık ve
tespit ettik. İhtiyaçlarını yani istihkaklarını sonra mahsup ettik. Sonra İzmir'de
düşman ordusuna ait benzine tamamen el koymuşlardır ve tabii haklıdır. Bunu da
mahsup edeceğiz. Bir miktar keresteye el konuldu, ben onları tekrar geriye aldım.
Ne vakit kışla yaparsanız size o vakit lâzım olur dedim ve iade ettiler.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): İzmir'de Hükümetin idareyi ele almasına kadar zayiat
ne derecede ve nelere aittir. Ordunun İzmir'e girdiği günden kaç gün sonra Hükü
met idareyi ele aldı? Ele aldığından sonra bazı yolsuzlukların olduğunu söylediniz.
Bunlar nelerdir?
1412
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, Hükümet demek bütün teşkilâtını
tamamlamış idare demektir. Yani bunlara mani olabilmek için bütün teşkilâtın ta
mamlanması lâzımdır. Vali işgalden üç gün sonra İzmir'e gitti. Bunlarla da iş bit
mez. Bütün zabıta memurlarının vazifeye başlaması için tabii bir devre ve zaman
geçti. Tabii bu zamanlarda kaybolan malın miktarı bence muhakkak değildir ki
nispetini söyleyeyim. Fakat Şehre umumi bir bakışta bir yangın kısmı vardır, bir de
kalan kısmı vardır. Mesele onda bir mağaza mı, iki mağaza mı yağma edildi? Bu
nu nispet ederek diyorum ki, eşyadan yağma edilen abartıldığı şekil ve mahiyette
değildir. Kalan mallar büyük bir yekûn teşkil eder. Hatta şimdiye kadar harple giri
len hiç bir şehirde kalmış miktar ile kıyas edilecek derecede değildir.

HAFIZ HAMDİ BEY (Biga): Tabii Anadolu'nun ticaret merkezi idi...


HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Beyefendi, azdan da az kalır idi. Hiç kalma
yan şehirler de vardır.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Ordunun İzmir'e girdiğinden kaç gün sonra hükümet
teşekkül etmiştir.
RAGIP BEY (Kütahya): Bundan böyle, görüşme soru ve cevap şeklinde cereyan
edecektir, diye bir karar verilsin bari.
DR.ADNAN BEY (Başkan Vekili): Arkadaşlardan rica ediyorum. Soru soruyu açar.
Rica ederim soru gayet kısa olsun ve söz almış olan arkadaşların hakkına tecavüz
edilmesin.
YUSUF ZİYA BEY (Mersin): Efendim; bu durum belirtilmelidir. Evvela ya söz söy
lenmelidir veya söz alınmalıdır.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, soru meselesi şudur. Kırk defa tekrar
ediyorum. Vekil Bey izahat verdiği esnada anlaşılmayan bir noktanın izahından
ibarettir. Meselâ kaç gün olmuştur? Beş gün olmuştur, diye cevap aldığında, artık
şu kadar olmuştur diyemez. Sorular bu şekilde giderse gayet doğru olur.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Efendim, bendeniz diyorum ki, Ordunun düşmandan ele ge
çirdiği ganimet, gıda maddelerinin ve sairin miktarı tahakkuk etmiş midir? Bunlar
Milli Savunma bütçesiyle takas ve mahsup olundu mu ve mahsup olunan miktar
nedir ve mahsup olunacak miktarı nedir?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Malumu âliniz Ordu Uşak'tan Alaşehir'e doğru
ilerlerken biz, üç Harp Ganimetleri Komisyonu gönderdik. Bunlar, üç kol üzerinden
ganimetleri kayıt etmeye başladılar. Fakat ganimetler ilk hatta o kadar çoktu ki, bu
yalnız kayıt ve tespit ile kaldı. Kayıt ve tespit edilen miktar, Ordunun alacaklarıyla
takas ve mahsup edilmiştir. Edilmeyen kısmı da edilecektir. Daha ileride Ordunun
aldığı benzin gibi, un gibi, vesaire gibi erzak varsa bunlar devamlı olarak her mu
hasebe memuru, her mal memuru kendi dairesine ait ne alınmıştır, ne tespit edil
miştir diye takibatta bulunuyorlar. Fakat bütün hesapları toplamak Memleket içinde
1413
dağılmış olan bir Ordunun eline geçen ganimetleri Merkeze getirmek, cephe leva
zımında, cephe defterdarlığı topladıktan sonra Milli Savunma Vekâletiyle takas ve
mahsup işlemlerine geçmek uzun bir zaman gerektirir. Yani muamele başlamıştır,
ele geçenler kaydediliyor. Fakat arada bir harekât esnasında hiç bir tutanak alın
mamış haber ya da malumat alınmamış ganimet kalırsa kalabilir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Ragıp Beyefendi, gizli celse hafiye
için söz istemiş.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Devam ettirmek size ait bir meseledir. Aleni
celseye geçip geçmemek de size aittir. Takdir de size aittir. Yalnız istirham ede
ceğim bir mesele vardır ki, bu müzakerenin gizli kısmını, aleni kısmını araya baş
ka bir iş sokmadan devam ettirelim. Ondan sonra gensoru meselesi ve sorular
vardır. Mütemadiyen bu mesele altında kalmamız doğru değildir. Az çok sizinle
hesabımı görmeyi arzu ediyorum. Araya başka bir iş girmesin. Arzu ettiğiniz dere
cede devam olunsun.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Ragıp Bey, gizli celse için söz almış
tır. Kendilerine sorayım. Mutlaka gizli celsede söylemek istiyorlarsa...
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Reis Bey, ben de istemiştim.
ABİDİN BEY (Lazistan): Dünden sözümüz var Reis Bey...
DR.ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, o aleni celsededir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Bendeniz de istiyorum.
RAGIP BEY (Kütahya): Muhterem arkadaşlarım, İzmir'e giren Ordunun miktarı, bir
kaç misli daha fazla olsaydı ve bütün İzmir ahalisi de iştirak etseydi, yağma iki ay
devam etseydi, İzmir'deki terk edilmiş mallar tükenmezdi. Bu malların miktarını
bundan tahmin edebilirsiniz. Yani yüz bin bin kişilik bir yağmacı kafilesi bir ay de
vam etseydi yine tüketemezdi.
NECİP BEY (Ertuğrul): O halde duruyor, bunlar...
RAGIP BEY (Devamla): Müsaade buyurun, çok büyük bir kısmını yangın tahrip
etmiş, bitirmiştir. Mühim bir kısmı kalmıştır. Bir kısmı da Ordunun girdiği günden
bir gün sonra başlayarak dört, beş gün devam eden ve İzmir hamamlarından baş
layarak dört beş gün devam eden ve İzmir hamamlarından başlayarak en zengin
Yahudilerine varıncaya kadar iştirak edilen bir yağma kafilesi tarafından bitirilmiş
tir. Buna rağmen terk edilmiş mallardan pek büyük bir yekûn İzmir'in mağazaların
da, depolarında kalmıştır. Hatırımda kaldığına nazaran beşinci veya altıncı günü
Ordunun aldığı şiddetli tedbirler ve aldığı vaziyet dolayısıyla yağma tamamen son
bulmuştur. Ancak bundan sonra hırsızlıklar başlamıştır. Meselenin şekli başkadır.
Bu beş altı gün zarfında vuku bulan yağmadan Mehmetçiklerin eline geçen miktarı
ne olursa olsun... (helal olsun, sesleri) Benden tarafa yerden göğe kadar helâl

1414
olsun. Ancak bu yağma edilen miktarın aleni celsede söylenmesine lüzum görme
diğim için arz ediyorum. Zannediyorum ki bu konuşmam ile meseleyi gayet ciddi
görüşme esasına ulaştırabileceğim. Çünkü söyleyeceklerim hislerime ve gözlerim
le gördüklerime dayanmaktadır. Çünkü bunda hata etmiyorum. Ganimetlerin çok
büyük bir kısmı Yahudilerin eline geçmiştir. Bu da o zaman önüne geçilemeyecek
bir meseleydi. Yağma Yahudilerin eline geçmesin diye bir tedbir almanın ve bir
kuvvet sevk etmenin imkânı yoktu. Çünkü vaziyet, pek tabii, pek dağınık bir halde
idi. Bu sırada İzmir'e vali gelmiş, Terk edilmiş Mallar Komisyonu işe başlamış,
hatta Cüneyt Bey namındaki bir kimse, Maliye Müfettişi sıfatıyla orada bulunuyor
du. Maliye Müfettişi, Maliye Komisyonu işin büyüklüğü karşısında tamamen şa
şırmıştı. O kadar şaşırmıştı ki efendiler, terk edilmiş mallarla doğrudan doğruya
alâkadar olması lâzım gelen Komisyon iskân vazifesiyle meşgul olmuştur. Fakat
nasıl iskân efendiler, nasıl iskân? Bendeniz bir istida yazıyorum, filân şahsa terk
ediliş evlerden bir ev isterim, diyorum. İskânı yoktur ki, terk edilenlerden kalan on
bini aşkın köşkün içerisindeki eşya tespit edilsin de, muntazaman tevzi edilsin.
Buna katiyen imkan yoktur.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Vardır, Beyim vardır.
RAGIP BEY (Devamla): Teşkilât mevcut değil, Hükümetin pek az memurları, pek
az jandarmaları, pek az polisleri vardır. Hepsi de hayran ve şaşırmış. Terk edilmiş
mallar bir tarafa bırakılmıştır. Bedava, istediğiniz kadar mağazaları tasarruf edebi
lirsiniz. Çünkü ben, bir istida yazıyorum, filân semtte bir ev istiyorum. O semtte o
gün iki tane ev boşalmıştır. Polis merkezine gidiyorum. Polis merkezi bana evleri
gösteriyor, Polis merkezine diyorum ki ben şu evi beğendim, onu yazıyor. Komis
yona gidiyor, orada tespit ediliyor, Komisyonu gelip de o evleri yazıyor. Bunda
Hükümetin aldandığı, Komisyonunun takip ettiği şu idi. Bu evler öyle kaldıkça
yağmaya uğrayacaktır. Hiç olmazsa şu vesile ile bekçiler bulalım, mülâhazası idi.
Fakat bu meyanda en çok ahbap, dost kayırmak cari olmuştur. Evi yananlardan
Manisa'dan, Alaşehir'den, Salihli'den gelen ve iskân edilen muhacirlerin yekûnu,
yüz haneyi geçmez. Diğerleri kim ise siz düşününüz. (şiddetli gürültüler, kimler
olduğunu söyleyin, açık söyleyin, sesleri) Efendim hepinizin zihnine geliyor ki,
harp ile alâkadar olmamış, hiç bir suretle bura ile alâkadar olmamış olanlar, zarar
görmeyenler ve aynı zamanda vaziyetten her zaman faydalanmış birtakım kimse
lerdir. (kimlerdir, sesleri)
NECİP BEY (Mardin): Bizim burada belgemiz yok, defterimiz yok ne bilelim?
RAGIP BEY (Kütahya): Efendiler isim mi istiyorsunuz? On bin kişidir. İsimleri Mec
lisin içine sığmaz. Siz tespit ediniz on bin kişidir. Gidin siz tespit edin. İsimleri Mec
lisinizin salonuna sığmaz. İsimler demek ne demektir? Mesele meydandadır, gidin
tespit edin. Kimlerdir? Ne demek kimlerdir?
CELAL BEY (Genç): Eh, sizin lakırdınız sabit olmuyor ki?

1415
RAGIP BEY (Devamla): Rica ederim ben sözümü bitireyim de sözlerimi tamamla
yamadım. Benim sözüm kesilirse sonra sözümü tekrar söyleyemem. (gördükleri
nizi söyleyin, sesleri) Efendim, İzmir Valisi, İzmir Defterdarı, Müfettiş, komisyon
azaları, komisyon kâtipleri, hepsi, bütün bunlar...
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): İzmir Valisi hırsızlık etmez, tenzih ederim. Hayır...
DR.ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim hırsızlık etmiştir, demiyor. Böyle müza
kere olmaz ki... Devam edin rica ederim.
RAGIP BEY (Devamla): Efendiler, vaziyet, bu suretle devam ederken bendeniz,
İzmir'e vardım. Hakikaten İzmir'de Hükümet amirleri, memurları mesaileri ile meş
gul. Dakikası yok ki başka bir işe bakabilsin. Hatta ordu kumandanları, hatta Mus
tafa Kemal Paşa Hazretleri, Rauf Beyefendi Hazretleri, Hariciye Vekili Yusuf Ke
mal Beyefendinin bir dakika bile müsait vakitleri yok ki işe bakabilsinler. Vali, polis
teşkilâtı, jandarma teşkilâtı yeterli sayıda değil. Zaten valinin, komisyonun şaşır
masının sebebi de budur. Teşkilâtları yoktu, dikilmişler, kalmışlardır.

ABDÜLHAK TEVFİK BEY (Dersim): O halde ne olacaktı?


RAGIP BEY (Devamla): O halde efendiler sıra size geliyor, dikkat edelim. Bu vazi
yetleri gördük. Beş on arkadaş toplandık ve buraya da bir telgraf çektik. Bu telgraf
okunmuş okunmamış? Bilmiyorum, zannederim, o şeyin istiklâl mahkemelerinin
reddedildiği bir zamandır ki okunmasına lüzum görülmemiş. Şimdi efendim, böyle
mesken bulma işiyle meşgul olunurken, terk edilmiş mallar işiyle katiyen ilgilenile
memiştir. Asıl konuya dönüyorum. Yüz bin kişilik bir kafile, bir ay İzmir'i yağma
etseydi, tüketemezdi. Fakat sekiz, on memurun suiistimali bunu çok az bir zaman
da heba etti. Kanunlarımızda yasaklanmasına rağmen suiistimalin yolları o kadar
açıktır ki, meselâ kabul ettiğiniz bir avans kanununda evi harap olanlara mesken
lerin satılması için bir madde vardı. Efendiler bu maddeyi İzmir'e teşmil ettiğiniz
takdirde Sivrihisarioğlu Arabyanın oğlunun köşkünün yalnız beş yüz lira bahçıvan
masrafı vardır. Bu parayı verip te o eve girecek kimse var mı? Şu halde ne yapa
cak, idare etmeyecek, sat? Kaça? Efendiler kim alır, beş bin liraya, on bin liraya,
on beş bin liraya sat. Bu suretle olursa yağma, suiistimal, kapılan pek çoktur.
Hükümet satıyor, satmıyor, onları bilmiyorum. Bu suretle olursa, suiistimal olduk
tan sonra yüz bin kişilik bir fırkanın bir ayda yağma edeceği şeyleri beş kişinin
suiistimali yüzünden derhal heba edebiliriz. En ziyade yetişilmesi icap eden şey
İzmir'in kurtuluşunu ardından normal duruma geçildiği zaman, suiistimal olmaya
cak tedbirleri almak idi. Hükümet bu şekli ile, sırf vicdani kanaatimi arz ediyorum,
idare edemezken olağanüstü şartlar karşısında ne yapabilir? İzmir'e gönderilecek
vali İzmir'in sokaklarını altı ayda öğrenemez. Binaenaleyh vaziyetin azameti çok
büyüktür. Binaenaleyh, bu azamet ve fevkalâdeliği nispetinde olağanüstü tedbirler
almak ve acilen yetişmek, bir taraftan çaresiz halkın sefaletlerinin önüne geçmek,
diğer taraftan da Hazinenin menfaatini korumak için çok kuvvetli ve fakat çok şid

1416
detli bir şekilde yapılabilmesi mümkün olan bir meseleye bir an evvel teşebbüs
etmek lazım gelirdi. Bu, yapılmamıştır.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Atı alan Üsküdar'ı geçti.
RAGIP BEY (Devamla): Geçmemiştir. Yağma edilen malların yüzde doksan doku
zu halkça malumdur ve öğrenilmesi
kuvvetli birçok kolaydır. Sizi temin ederim
heyetin bütün kurtarı
meydana
lan yerler, gayet nüfuzlu, gelmesini bekliyor. Böyle bir heyet
vardığı gün bilhassa bütün bu terk edilmiş mallar meselesi çıkacaktır,
kimse saklamayacaktır ve Yahudilerin ellerinden tamamen alınacaktır. Çünkü
efendiler hükümet yetişemedi, Hükümet yetişememekle beraber benim anladığı
ma göre bu fevkalâdeliği takdir etmiş Hükümet ile Meclis, Meclis ile Hükümet me
seleye bir prensip vererek şekilciliğe kapılarak işe lâyık olduğu şekli vermemiştir
ve bundan dolayı vaziyet eskisinden daha müthiş ve daha çirkin bir surette karış
mıştır. Bendeniz buraya geldim, meseleyi Yüce Meclise olan açıklığı ile büyük bir
alâka göstererek her şey hemen yirmi dört saatte bitirmek üzere karar verdiniz.
Maalesef bugün yine dedikodularla, bugün yine hiç de faydası olmayan dedikodu
ile vakit geçiriyoruz, süründürüyoruz. Fakat efendiler siz bu kürsüde istediğiniz
kadar dedikodu edin, orada milyonlar günden güne gidiyor. Ey sulh konferansına
bizim hayat ve memat duygumuzu duyuracak heyete yüz bin lirayı sakınan arka
daşlarımız, burada bir saatte yüz bin lirayı, üç yüz bin lirayı, beş yüz bin lirayı kay
bettiğinizi düşününüz. Evet, vaziyet Mecliste öyle bir hal almıştır ki, kendisi gözü
önündekini görmeyerek milyonları göz önünden alanları görmüyor da şurada beş
kuruşla alayım diye, nedir bu efendiler? Şimdi bu dedikodulara ehemmiyet verme
yin. İşe ehemmiyet verin. Vaziyetin büyüklüğü, ehemmiyeti, fevkalâdeliği, aciliyeti
bugün dahi anlaşıldıktan, sonra, çok temenni ederim, bu meseleye fiili, ciddi
ehemmiyet vererek bir teşebbüs yapalım. Sözü her şeyi bitirelim, gayelerimizden
fedakârlık edelim. Her ne yapılması lâzım gelirse yapalım, şuraya yetişelim. Şura
daki milyonları kurtaralım. Bu çok bir şey değildir. Üç, beş belki iki, üç günlük gö
rüşme neticesinde Yüce Meclisten hâsıl olacak karar buna kâfidir. Ondan sonra
istediğiniz kadar kavga yapalım. Bu kürsüde çok vakit kaybedelim. Fakat bugün iki
üç dakika harcayarak, kaybedecek vaktimiz yoktur. Bütçeden sakındığınız gelirin
büyük bir kısmı gözümüz önünden akıp gidiyor, günahtır. Yarın yine biçare yakıl
mış yok olmuş olan köylünün, zavallı askerdeki oğlunu, kardeşini, kocasını ve bir
senedir kendisi de İnebolu ile Ankara arasında Ilgaz dağlarında sürünmüş Ayşe'-
nin gırtlağını sıkarak vergi alacağız. Bunlara yazıktır efendiler. Rica ederim mese
lenin büyüklüğü nispetinde çare bulacak görüşmeleri yapalım ve işi bitirelim.
ÖMER LÜTFİ BEY (Karahisar): Yarın bu işi halledelim.
YAHYA GELİP BEY (Kırşehir): Efendim, İzmir ve havalesinde yapılan münasebet
siz işler tamamıyla meydan gelmiştir, bu yapılmıştır. Bendenizin fikrime kalırsa
bugüne kadar suiistimal yapılmıştır ve bugün de Devlet malı mahvoluyor. (gürültü
ler) Yarın da mahvolacak, yarın mahvolmaması için bir acil tedbir bulmak lâzım.
Bendenize öyle geliyor ki Reşat Bey kardeşimiz yeni gelmiş, onu bir kere dinliy

1417
dim. Ondan sonra Maliye Vekili Bey ne gibi bir şey düşünecek olursa ona göre bir
karar veririz.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, Ragıp Beyefendi İzmir'deki binaların
yani terk edilmiş gayrimenkulün, kanununa istinaden satılması tehlikesinden bah
settiler. Bugün için mevzubahis değildir. Bunlardan hiçbiri satılmak üzere ihalede
değildir. Belki kira ihalesi vardır. Belki Anadolu ve diğer yerler için vardır. Fakat
orada böyle bir şey yoktur. Yahya Galip Bey buyurdular ki, Devlet malları nasıl
idare edilecek? Devlet malları değildir, terk edilmiş mallardır.
YAHYA GELİP BEY (Kırşehir): Terk edilmiş mallar değildir, onlar hep kaçmıştır.
Devlet mallarıdır.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Müsaade buyurunuz. Terk edilmiş mallar için
elimizdeki kanun budur. Terk edilmiş Mallar Kanunu. Kayıp kişi adına ve hesabına
idare olunup, açılacak cari hesaba gelir kaydetmekten ibarettir.
YAHYA GALİP BEY (Devamla): Öyle değildir, öyle değildir.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Yahya Galip Bey müsaade buyurun. Fakat
rica ederim, Ordu süngüsüyle bir gedik açtı ve yürüdü, ahali de arkasında yürüdü,
memuru da arkasından yürüdü. Ne yapacaktı Maliye Vekili? Niçin beni muhakeme
ediyorsunuz? Maliye Vekili oradan bir istiklâl mahkemesi lâzımdır dedi ve bir telg
raf verdi ve burada bir istiklâl mahkemesi lâzımdır. Buraya geldi de yani her taraf
cennettir, pembedir, hiç bir şeye ihtiyaç yoktur. Böyle bir şey söylemedim, söyle
dim mi efendiler? Durum tabii değildir. İş büyüktür. Vaziyet zaten harbin tabii neti
cesidir. Harbin tabii neticesi olmak üzere birçok yağmalar yapılmıştır. Yahudi al
mış, Mehmet almış, Ahmet almış Yahudi ye satmış.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Ahmet'i, Mehmet'i mevzu etmeyiniz.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim bu bir isimdir. Bu mal terk edilmiş
maldır. Çalınmış mal olarak.
YAHYA GELİP BEY (Kırşehir): Terk edilmiş mal değil Millet malıdır. Mademki
ihanet etmiş, mülkü terk edilmiş mal olamaz. (gürültüler)
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, bendeniz sizin yaptığınız kanundaki
tabiri ifade ediyorum. Büyük Millet Meclisinin yaptığı kanunu söylüyorum. Bunu
tatbik etmemek Maliye Vekilinin mal memurlarının iktidarı dâhilindedir. Fakat ben
deniz ne arz ettim? Bizim usul ve kanunlarımızla bunlar ayrı olunamaz. Belki se
nelerce sürüp gider. Onun için bir özel mahkeme lâzımdır. Evet, malın mühim bir
kısmı çıkmamış olanlardır. Fakat sahipsizdir. Yahut sahibinindir, diye nasıl tefrik
edeceğiz? Rica ederim. Yahya Galip Beyefendiye hatırlatırım. Yalnız Maliye Vekâ
leti kanunun icrasına memur değildir. Devletin idaresi bir bütündür. Fakat harbin
icabı bir memlekette bütün Devlet idaresini birden tesis etmek bugüne kadar hangi
memlekete nasip olmuştur ve kim yapabilmiştir? İşte Adana'yı kurtardığımız halde

1418
orada idare mekanizma kaç günde teşekkül etmiştir? Niçin durumun fevkalâdeliği
ni dikkate almıyoruz da Hükümet yapamadı, Hükümet yetişemedi, eksik yaptı diye
eğer şahsi tenkit var ise muayyen mevzu üzerine yapalım. Bütün bu mesuliyeti
Hükümetin üzerine atıyoruz. O halde fevkalâdelik var. Efendiler bundan evvel bir
tehcir yapıldı. Bütün Anadolu'ya mahsus olmak üzere idare makineleri de yerli
yerinde idi.'Tehcir neticesinde mal sandıklarına irat kaydedilen miktar ile kaybedi
len paranın miktarı nedir? Yüz misli on bin mislidir. Bu gayrı tabilik karşısında şim
di sizin Hükümetiniz Devlet geliri diye temin ederse bundan fazla ne istersiniz?
Terk edilmiş mallara bundan fazla ne istersiniz. Santimi santimine bunu idare et
mek ihtimali yoktur. Efendiler Yüce Mecliste dahi bunu yapacak kuvvet bendeniz
zannedemem. Seyirci vaziyetinde kalacaktır. Binaenaleyh acil tedbir arz ettiğim
gibidir. Acil ve seri kararları almak için bir mahkeme göndermek lazımdır.
REŞAT BEY (Saruhan): Bir soru soracağım gayet kısa...
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, gayet kısa meselesi değildir. Siz soru
soracak olursanız, herkes de soracaktır.
REŞAT BEY (Saruhan): Maliye Vekili Bey acil tedbir olmak üzere İstiklal Mahke
mesi göndermek istiyor. Yüce Meclis muvafakat eder de İstiklâl Mahkemesi gön
derirse, harp divanı gibi faaliyet yapacaklar mı, yapmayacaklar mı? Bunu soruyo
rum, hayati bir meseledir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, Maliye Vekiliyle ne münasebeti
vardır? (Reşat Bey kürsüye, sesleri) Efendim, rica ederim, Reşat Bey söz isteme
di. (gürültüler) Efendiler, rica ederim böyle müzakere edilmez. Oturunuz. Reşat
Bey söz istemiştir ve ondan evvel on sekiz arkadaş söz almıştır. Tercihan- arka
daşlarımız sözlerini terk ederlerse o vakit olur.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Reis Bey, Reşat Bey söz isterse ben söz
mü veriyorum?
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Sizin sözünüz geride. Şimdi Tunalı Hilmi Be
yindir söz.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Müsaade buyurun. (gürültüler) Arkadaşlar müsaade
buyurunuz, iki kelime söyleyeyim. Reşat Beyefendi gelecekler, bu kürsüde yeni
gördükleri şeylerden bir parça nakledecekler. Fakat ben vaktiyle geçirmiş olduğum
birçok tecrübeleri nakledeceğim. (gürültüler) Binaenaleyh benim çare gösterece
ğim sözleri dinlerler de ondan sonra söz söylerlerse daha muvafık olur. Reşat Bey
bunları dinler tamamen muhakeme eder reddeder veya etmez, bildirir. Müsaade
buyurur musunuz? Hatta Reşat Beye soruyorum. (gürültüler)
HASİP BEY (Maraş): Hükümet icra kudretini yapamıyor. Ne yapacağız? Bin defa
söylesek, bu işe ne Meclisin yaptığı bir şey var, ne de Hükümetin.

1419
REŞAT BEY (Saruhan): Yüce Meclise şimdi katıldım. (safa geldiniz, sesleri) Zan
nediyorum ki terk edilmiş mallar meselesi görüşülüyor. Efendiler, orada dert yalnız
bu meselesi değildir. Mademki mevzu budur evvela bunu arz edeyim. Terk edilmiş
mallarda suiistimal fazla miktarda halen bütün hızıyla devam ediyor. (gürültüler)
Terk edilmiş malların hüsnü idaresi için dokuz mıntıka tesis edilmiştir. İzmir Şeh
rinde, bu mıntıkalarda aşağı yukarı beş yüz memur istihdam ediliyor. Zannediyo
rum ki yevmiye masrafı bin liraya varıyor. (ooo sesleri) Böyle olmasına rağmen
suiistimaller devam ediyor. Bunun önünü almak mümkün değildir. Oradaki mıntıka
memurlarının salâhiyetleri olmadığından yapamıyorlar. Bittabi acizdirler. Mevcut
kanunların hükümlerine göre yapılan takibattan katiyen bir netice alınacağı yoktur.
Bunun önünü almak için oradan, Yüce Meclisin dikkati çekmek arzusuyla bir telg
raf çektik. Bilmem okundu mu? (okundu, sesleri)
SELAHATTİN BEY (Mersin): Dört gün önce bir telgrafınız geldi de okuttuk.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, öteki de kanun tasarısıdır. O da
okundu. Huzuru âlinizde havale ettik.
REŞAT BEY (Devamla): Arazi itibariyle İzmir'e kadar elde ettik. Fakat maatteessüf
hiç bir şeyde henüz bir muvaffakiyetimiz henüz yoktur. Bu şartlar dairesinde bun
dan böyle olmak imkânı yoktur. Hırsızlık apaçıktır, suiistimaller alenîdir. Bunlar arz
edemeyeceğim derecede çoktur.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Meclis İzmir'e gitmelidir.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Netice nedir? Beyim.
REŞAT BEY (Saruhan): Efendiler, telgrafımızda gayet açık ve samimi arz etmiştik.
Burada tekrar arz ediyorum. Bunun vebali doğrudan doğruya hepimize aittir. (gü
rültüler okunmadı, sesleri) Bunun vebali tekrar arz ediyorum, hepimize aittir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Okunmadı burada.
REŞAT BEY (Devamla): Efendiler, telgraf şu idi. Durum ve suiistimaller fevkaladedir.
Senelerce bütçemize konulabilecek tahsisata fazlasıyla yetecek olan Milletin mal
ları yok oluyor. Dağılıp saçılıyor. Yetkili heyetler biran evvel gönderilip bunun önü
alınmazsa, vebal doğrudan doğruya Yüce Meclise aittir, diye yazılıydı.
Efendim, İzmir'den çıkacağım gün son defa, cümlenizin affına sığınarak son bir
misali arz edeceğim, Bazı mebus arkadaşlarımızı ilgilendiriyor, Maliye Vekili Beye
fendiye, orada tahsis edilmiş bir ev vardı. Bu ev Kazım Paşa Hazretlerinin yaverle
ri Şerafettin Bey tarafından zorla işgal edilmiştir ve Şehirde çok fazla dedi kodu
başlamıştır. Halk şaşkın kalmıştır, inanmıyorlar. Bu Hükümet nasıl hükümettir, ne
idaresizliktir? Akılları almıyor. Başkumandanlık maiyetinde silahlı kıyafette bulu
nan çeteler hiç bir şey dinlemiyorlar, duyduklarımıza göre...
SELAHATTİN BEY (Mersin): Maşallah, Maşallah...

1420
İSMAİL ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Kulakları çınlasın...
CELAL BEY (Genç): Bravo Reşat Bey...
REŞAT BEY (Saruhan): Bunlar her türlü kayıta bağlı değilmiş. Bilhassa Göztepe
tarafları, Göztepe zabıtası katiyen acizdir. Efendim, çeşitli görüşmelerimizde o
kadar ileri vardık ki içimizden Tahsin Beyefendiyi Vali Beyefendiye gönderdik ve
açık olarak söyledik. Siz mahcup oluyorsunuz, bu idaresizlik, bu gevşeklik âdeta
rezalet derecesine varmıştır. Siz ya şiddet gösteriniz veyahut istifa ediniz, dedik.
Gelen cevap da, İstifa ettim. İçişleri Vekâleti bu muamele üzerine ne yapmıştır.
(kabul etmemişler, sesleri)
LÜTFİ BEY: İçişleri Vekili cevap versin. (gürültüler devam, sesleri)
REŞAT BEY (Devamla) Efendiler, terk edilmiş mallar meselesinden daha feci bir
dert vardır. Yunanlılar zamanında, senelerce Yunanlılarla düşmüş kalkmış birçok
insanlar vardır. Ferih fahur artık moda olmuştur, efendim, Ankara'da giyilen kıyafet
moda olmuştur. Bu kıyafete bürünmüşler çeşitli rezaleti yapıyorlar. (ortam böyle,
sesleri). Yunanlılar zamanında onlarla düşüp kalkan insanlar ne Hükümet düşü
nüyor ve ne bir korkusu var. (ne gibi, sesleri) İdaresizlik var efendim, yani kafaları
na koymuşlardır ki, şiddetli tedbirler alacak bir hükümet yoktur ve olamayacaktır.
Hiç kimseden korkuları yoktur. Korku yoktur. (Elhamdülillah, sesleri) Her muamele
böyledir. Hiç bir idaremizde, intizam, şiddet, katiyen olmamıştır. Bunun yegâne
çaresi, oralara bir istiklâl mahkemesi gönderilmesi. Emin olunuz, istiklâl mahke
mesi daha yola çıkmadan, bir duyuru ile bütün bunların önünü alacaktır.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Evvela hükümet, sonra istiklal mahkemesi göndere
lim. Nazar boncuğu takılacak hükümete.
HASİP BEY (Maraş): Hükümet içinde suiistimal yapanlar kimlerdir. (gürültüler)
Yüce Meclis bu gibi vaziyetlere taraftar olamaz.
REŞAT BEY (Saruhan): Gayet sert ve gayet çabuk icraat lâzımdır. Başka çare yoktur.
KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Efendim, Muhterem arkadaşımız Reşat Beyin
beyanatı arasında benim yaverimin de İzmir'de bir ev işgal ettiğini beyan buyurdu
lar. Ben bu meseleyi haber aldım. O vakit yaverim görevli olarak İzmir'de bulunu
yordu. Maliye Vekili Beyefendi, daha önceden Kordon'da işgal ettikleri binaya
hakikaten, validesini koymuş ve demiş ki, bu evi ben işgal edeceğim. Bundan
haberdar olan kolordu kumandanım ki ben orada iken katî emirler vermiştim, böyle
kendi kendine işgal etmek muvafık değildir, demiştim. Kolordu kumandanı bundan
haberdar oluyor ve kapıya iki nöbetçi koymuş, benim yaverim gelip eve girmek
istediği zaman kendisini içeriye girmekten nöbetçiler menetmişlerdir. O da içeri
den validesini almağa mecbur olmuştur. Yani kendisi kimsenin haberi olmaksızın
orayı işgal etmiş, fakat yine Hükümet ve oranın kumandanı benden aldığı emir
üzerine benim yaverimi içeriye sokmamıştır. Bu böyle olduğu gibi diğerlerine de
böyle muamele yapılacağından emin olabilirsiniz. Yani askeri idare, Ordunun asa
1421
yiş ve inzibatını ihlâl edecek her türlü intizamsızlığı önleyecek şiddetli tedbirler
almaktadır. Göztepe'deki bahis buyurdukları Başkumandanlık karargâhı için de
ben daha orada iken birtakım emirler vermiştim. Bunun üzerine Başkumandanlık
yaveri Salih Bey oraya gitmiş ve Başkumandanlığın işgal edeceği mahalleri sınır
lamış. Bunun da çok geniş olmaması temin olunmuştur. Yani askeriyenin, kanun
dairesinde olan hususa dair olan her türlü zorlayıcı tedbir alınmıştır ve Fevzi Paşa
Hazretleri de oraya giderken yine fevkalâde tedbirler alacaklarını beyan buyur
muşlardır. Ordunun inzibatının muhafazası bu gibi yolsuzlukların şiddetle önüne
geçmekle mümkün olabilir. Bu hususta da vekillerinizin en şiddetli tedbirleri ala
caklarına emin olabilirsiniz.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Başkumandan karargâhı diyorsunuz. Öyle bir karargâ
hın İzmir'de mevcudiyetine ne sebep vardır? Yani orada böyle bir yer ayrılmasına
sebebiyet veren hal nedir?
KÂZIM PAŞA (Devamla): Efendim, arz edeyim. Henüz Ordu duruma hâkim ola
mamıştı. Orada henüz düşman ordusu mevcuttur. Harbin devam etmesi muhte
meldir. Nasıl ki Genel Kurmay oraya gitti. Yeni vaziyete göre birtakım tertibat daha
alınacaktır. Başkumandanlık karargâhının da bu durumda İzmir'e girmesi lüzum
görüldü. Başkumandan Paşa Hazretleri, oraya gittiği zaman karargâh olmak üzere
boş terk edilmiş binalarından bir kaç tane ayırtarak, içindeki eşyaları girip şu bu
yağma etmemesi için muhafazaya aldırmışlardır. Yani Karargâh henüz orada de
ğildir ve oraya gittiği zaman hangi mıntıkada kalacağı belli olmamıştır.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendim, Genel Kurmay Başkanı orada bulunduktan
sonra Başkumandanlığın orada bulunmasına ne hacet?
ŞEVKİ BEY (İçel): Reis Bey, Allah aşkına otursunlar, rica ederim, dinleyelim.
KAZIM PAŞA (Milli Savunma Vekili): Efendim, İsmet Paşa Hazretlerinin Cephe
Karargâhlarında bazı değişiklikler yapılması düşünüldü ve bazı kararlar da alındı.
Cephe Kumandanlığına diğer birini tayin etmektense, zaten doğrudan doğruya
harbin kumandasından mesul oldukları için oraya gidip hem oradaki Cephe Ku
mandanlığı vazifesini ifa etmek, hem de bu teşkilâtı yapmak için Karargâhını İz
mir'e nakletmiştir. Genel Kurmay Başkanı, zamanda Cephe Kumandan Vekilidir
ve teşkilatı da orada yapacaklardır.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendim, karargâh olacak, emrinde bina yok mu?
KAZIM PAŞA (Devamla): Efendim, bir yeri askeriye işgal etmek istediği zaman o
binaları Hükümetten ister. Hükümet de ya terk edilmiş bina gösterir yahut iyi bir
bina gösterir. Askeriye de orasını işgal eder.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurunuz. Daha yedi kişi
gizli celse için söz almıştır. Aleni celse için de yirmi beş kişi söz almıştır.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Bir şey arz edeceğim, Efendim.

1422
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurunuz Maliye Vekili Bey. Ben
söyleyeyim. Siz de söylersiniz. Efendim, gizli celse görüşmelerinin kâfi görülmesi
hakkında iki önerge vardır. Gizli celsedeki görüşmeleri kâfi görüp aleni celseye
geçilmesini kabul edenler lütfen el kaldırsın.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Efendim, gizli celsede bir şey arz edeceğim, istir
ham ederim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Reye koymuyorum, geriye alıyorum efendim.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, İzmir'de bütün evler işgal edilirken,
İzmir'deki bütün oteller yandığı için Vali bir ev seçmiş, misafirhane olsun diye. Bir
aralık Sulh Konferansının İzmir'de toplanacağı söylentisi vardı ki, biz de arzu edi
yorduk. Onun için en yüksek evlerden bir tanesini eşyasını, mobilyasını tespit
ettirerek ayırdı ve muhafaza ettirdi, misafirhane halinde. Maliye Vekâletine tahsis
edilmiş ev yoktur. Bendeniz bir iki gün otelde kaldım, sonra o eve naklettim. Çı
karken de Vali Beye dedim ki, içerisinde bekçi olmak üzere bir memur vardır. Tes
pit edilen eşyanın defteri de o memurun mesuliyeti altında. Çünkü evin eşyası çok
yüksek bir eşyadır, yine bunu misafirhane olarak tutunuz. Vekillerden elçilerden bir
misafir gelirse misafirhane halinde kullanılmak üzere muhafaza edersiniz, dedim.
Yoksa Maliye Vekâleti için ev ayırtılmamıştır. Yani bir misafirhanedir, o da Hükü
metin emrindedir. Bunun esası da Sulh konferansı orada yapılırsa onun için se
çilmiş edilmiş bir evdir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Hilmi Bey görüşmenin yeterliliği hak
kında söz söyleyecek.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar müzakere... (patırtılar) Lütfi Beyefendi, hiç
olmazsa ayaklarınızla patırtı yapıncaya kadar, bir az da sakallarınızı ellerine ala
rak dinlemeniz daha iyi olur. İstirham ederim arkadaşlar müsaade buyurun.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Söz hakkı verdim size, Efendim. Devam buyu
runuz.

TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Böyle söz hakkı mı olur? Rica ederim. Arkadaşlar,
milyonlar ve milyarlardan bahis olunuyor ve milyonlarca kardeşin hayatı mevzu
bahis oluyor. Arkadaşlar yeterliliğin aleyhindeyim. Çünkü söyleyeceğim sözler
çare bulmaya dairdir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Yeterliliğin aleyhinde söyleyin.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Halbuki arkadaşlar, çare hakkında hiç biriniz tara
fından bir söz söylenmemiştir. Maalesef Reşat Bey arkadaşımız da o noktaya
temas edememişlerdir. Binaenaleyh müsaade ederseniz maksadımı gayet kısa
söyleyeyim. (yeterliliğin aleyhinde söyleyin, sesleri) Müsaade ederseniz diyorum.
(olmaz, sesleri)

1423
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, görüşmenin yeterliliği aleyhinde arka
daşımız söz söylediler. Mevcut öneride de yalnız gizli celsedeki görüşmenin yeter
liliği hakkındadır. Gizli celsedeki görüşmenin yeterliliğini reye koyuyorum. Kabul
etmezseniz görüşmeye devam edersiniz. Gizli celsenin yeterliliğini kabul edip
aleni celseye geçilmesini kabul edenler lütfen el kaldırsınlar. Kabul edilmiştir.
1
Efendim, aleni celseye geçiyoruz.

(Bir gün sonra, 30 Kasım 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Maliye Vekili Hasan Fehmi bey buradadır.
Ağustos ayında gündeme alınan Karahisar Mebusu Mehmet Şükrü Bey'in vermiş
olduğu gensoru önergesinin müzakeresine geçiyoruz.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): 1921 senesinde Maliye Vekâletinden Reji
Umumi Müdürlüğüne bir emir tebliğ ediliyordu. Bu emirde deniliyordu ki,
"Terk edilmiş azınlık mallarından olan tütünlerin yazı ile bildiresiye kadar satış
muamelesini yapmayınız."
...Daha sonraki bir yazıda da,
"Mahkeme kararı olan tütünlerin satış muameleleri yapılabilir, diğerleri hakkında
eskiden olduğu gibi yasak devam edecektir."
...Kaçan şahıslara ait muamele, Bafra'da Demitoğulları adıyla kolektif bir şirkete
ait tütünler mevcut. Ortaklarından birisi firar ediyor, Bünyan dağındaki Rum eşkı
yaya katılıyor. Diğer birisi Samsun'dan iç kısımlara nakledilen Rumların arasından
firar ederek İstanbul'a gidiyor. İstanbul'da şirket adına bir vekâletname tanzim
ediyor. Tüccardan Nemlizade, Mithat Bey'e bu vekâletnameyi veriyor, Bafra'da
bulunan bu şirkete ait tütünlerin satılmasına Samsunlu tüccar vekili Mithat Bey'i
vekil tayin ediyor. Mithat Bey Samsun'da Reji İdaresine müracaat ediyor, tütünleri
zımolanSamsunBaş
bulunan
satacağını velazım olan muamelenin ifa edilmesini teklif ediyor. Bafra Reji Müdür
lüğüyle Müdürlüğü arasında ve Samsun Baş Müdürü ile Samsun'da
Savcı arasında bazı yazışmalar oluyor. Neticede bu tütünler üzerine la
muamele tamamlanıyor. (ne gibi sesleri) Yani tütünlerin satılmasına mü
saade ediliyor. Fakat Reji Umum Müdürlüğü daha satış muamelesine müsaade
etmezden evvel, Maliye Vekâletine bir yazı yazıyor ve Vekil reji idaresini protesto
ediyor. Buradaki İstinaf Savcısı ve Mahkeme Reisiyle görüştüm ve mütalaalarını
aldım. Onlar diyorlar ki,
-Elde bulunan bir vekâletnameye karşı mademki bir vekâletname mevcuttur, siz
vekâletnameyi ifa etmezseniz hakikaten iş mahkemeye aksederse Reji İdaresi
mesul olur.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (29 Kasım 1922), 1.Dönem, c.3, s.1130-1141, http://www.tbmm.gov.tr/
1424
...Vekâletnamenin mahiyetini tetkik etmek lazım gelir ki bu vekâletname tabii dos
yasıyla birlikte Reji İdaresinde bulunuyor. Malumunuz kolektif olan şirketlerde
ortaklardan birinin vefatıyla şirket zaten faaliyet gösteremez. Artık diğer ortaklar
şirket adına hareket edemezler. Şirket adına yaşayan ortaklardan her hangi birisi
muameleye izinlidir. Şirkette bulunan ortaklardan birinin öldüğünü Bafra Kayma
kamı Bafra Reji Müdürlüğüne resmen tebliğ ediyor. Mahkeme Reisi belki bundan
haberdardı ve belki de değildi. Zannediyorum bu mütalaa yazılı bir mütalaa değil
dir. (yorum sesleri) Reji Umumi Müdürlüğünden Vekâlete çekilen telgrafta, üç gü
ne kadar buna müsaade etmezseniz satış muamelesi yapacağız, deniliyor. Hâlbu
ki Posta İdaremizin hali malumdur. Bu telgraf geçen sene 15 Şubatta yazılıyor,
beş gün sonra yirmisinde Maliye Vekâletine geliyor. Üç gün içinde cevap verilme
diği için satış muamelesi yapılıyor. Vekâletin cevap yazısında satış muamelesi
yapılmasın deniliyor. Malmüdürü ben bu tütünleri Maliye Vekâletinden emir olma
dıkça veremem diyor, fakat Mal Müdürünün bu müdahalesi işe mani olamıyor. Reji
İdaresi meseleyi şiddetle takip ediyor ve Vekâlet meseleden tamamıyla haberi
olamadan tütünler teslim ediliyor. Tütünler derhal aynı günde bir Amerikan şirketi
ne de satılıyor.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Evvelce tertiplenmiş.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Vekâleti olan tüccar Mithat Bey hem tütünleri
satmaya memur oluyor, hem kendi üzerine alıyor, yani hem müşteri hem satıcı
oluyor. Bu da tabii dikkate alınacak bir muamele idi ve daha sonra da tütünleri
Amerikan şirketine devrediyor. Tütünlerin tutarı 446.540 liradır. O sırada İçişleri
Vekili Beyefendi... (gürültüler, dinleyelim sesleri) İçişleri Vekili Beyefendi Pontus
meselesini takip için Samsun'da bulunuyordu. Bu mesele üzerine orada birtakım
dedikodular işitiyor ve bunu Maliye Vekâletine uzun bir telgrafla haber veriyor.
Maliye Vekâleti derhal müfettişlerine emir veriyor. Maliye müfettişleri gidip bu me
seleyi teftiş ediyorlar. Ben Maliye Vekili olduktan birkaç gün sonra teftiş raporu
geldi, tetkik ettim. Okuduktan sonra Hukuk Müşavirlik Dairesine verdim. Oradan
aldığım mütalaa üzerine Bafra Reji Müdürünün, Bafra Reji Ambar Müdürünün ve
Samsun Reji Baş Müdürünün idareten azillerine derhal emir verdim. Reji Umum
Müdürlüğüne bunu tebliğ ettim ve teftişin tahkikata çevrilmesi için bir tahkik memu
ru gönderilmesini düşündüm. Reji Umum Müdürlüğü, satış muamelesinin doğru
dan doğruya Samsun Baş Müdürlüğü tarafından yapılmadığını, Bafra Reji Müdür
lüğü tarafından Umum Müdürlüğün emri ile yapılmış olduğunu Maliye Vekâletine
yazdı. Bu cevabı aldıktan sonra da Reji Umum Müdürünün idareten azlini Hükü
met Reisliğine yazdım ve kararnameyi imza ettim.
HACI ŞÜRKÜ BEY (Diyarbakır): Eski Reji Umum Müdürünü işe aldınız mı?
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Hayır, henüz tahkikata başlanmamış, teftiş mahi
yetinde olduğu için başka muamele yapılamazdı. Yalnız idareten azletmek ve
teftiş evrakını tahkik evrakı şekline çevirmek için mahalline bir tahkik memuru
göndermek lazım gelirdi. Reji Umum Müdürü ile alakadar olduğu için tahkikata

1425
yine bir umum müdürün memur edilmesi lazım geliyordu. Çünkü ondan daha kü
çük olan bir memuru gönderemezdim. Umumi Muhasebe Müdürünü gönderdim.
Yanına bir de maliye müfettişi kattım. O sırada Samsun'da tekâlifi milliyenin tütün
meselesi ortaya çıkmıştı. Hem o meseleyi takip etmek ve hem de bu tahkikatı
yapmak üzere Fuat Bey oraya gitti. Fuat Bey'in yaptığı tahkikat aşağı yukarı teftiş
te elde edilen neticenin hemen aynısı gibidir. Fezlekesini tanzim etti. Fuat Bey,
ben İzmir'e hareket etmezden üç dört gün evvel Samsun'dan hareket etmişti. Ben
İzmir'e gitmiştim. Fezlekeyi ve tahkikat evrakını Vekâlete vermiş, Vekâlet Vekili
olan arkadaşımız mademki tahkikatı birlikte yaptınız, fezlekeyi de birlikte imza
etmemiz lazım gelir, demiş. Samsun'da bulunan maliye müfettişini buraya çağırıp
harcırah vermemek için fezlekeyi oraya göndermişler, imza edilsin gelsin diye.
Malumunuz Memurların Muhakeme Muameleleri Komisyonu istifa etmiştir ve he
nüz Yüce Heyetiniz tarafından da seçim yapılmadı. Bu seçim yapıldıktan sonra
evrakı o Komisyona havale edeceğiz. Bu vaziyet karşısında Dimitoğulları Şirketi
adına hareket eden ve vekâletnameye sahibim iddiasında bulunan vekilin ve ve
kâletnamenin kanuni hükmü kalmadığını iddia ettim. Tütünlerin satış muamelesi
neticesi olarak Hazine dört yüz kırk altı bin lira zarar etmiştir. Tabii bu işi yapan
memurun ilk tedbir olmak üzere idareten azli lâzımdı, ben do bunu yaptım. İkinci
kısmı, suç unsuru var mıdır, yok mudur? Suç unsuru olduğu takdirde hulasası
olan fezlekeyi tetkik etmek onu takdir etmek Memurların Muhakeme Muameleleri
Komisyonuna ait vazifedir. Şükrü Beyefendi gensoru önergesinde buyuruyorlar ki
neden mahkemeye verilmedi? Malumunuz bir memuru mahkemeye vermek için
birtakım usuller vardır. Bunları tamamlamak mecburiyetindeyiz.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Maliye müfettişini neye göndermediniz?
HASAN FEHMİ BEY: Maliye müfettişleri umum müdür derecesinde değildir. Ka
nuni mevzuata riayet etmek mecburiyetindeyiz. Onun için bir umum müdürü gön
dermeyi ve aynı zamanda bu umum müdürü gönderirken milyonlara varan tekâlifi
milliye tütün meselesini de yaptırmayı düşündük. Tahkikat neticelendikten sonra,
benim İzmir'e girmiş olmam ve tahkikat evrakının Samsun'a imzaya gönderilmesi
zaman geçmesine sebep olmuştur. Yoksa Maliye Vekâleti ilk dakikadan, bu mese
le Vekâlete intikal ettiği günden itibaren süratle, katiyetle ve ciddiyetle vazifesini
yapmıştır. Bundan sonrası Memurların Muhakeme Muameleleri Komisyonuna
aittir. Takdir yine onlarındır.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Son buldu mu efendim?
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Başka izahatım yoktur, icap eden yerlere de
daha cevap veririm.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Bu zararın tazmini için Vekâlet bir tedbir almış mıdır? Tü
tünler kaça alınmış ve kaça satılmıştır?
HASAN FEHMÎ (Maliye Vekili): Efendim; zarar ve ziyanın telafisi için satış muame
lesini ve bu işteki mesuliyetin derecesini netice itibariyle Memurların Muhakeme

1426
Muameleleri Komisyonu veya ondan sonra mahkeme ne şekilde takdir edecek
bilmiyorum. Vekâlet hangi daireden ve kimden zarar ve ziyanı alabilir?
LÜTFÜ BEY (Malatya): Elbette yaptığı tahkikata göre olacak.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Efendim, evvela bu tütünler derhal Amerika şirke
tine teslim edilmiş. Arada vekil olan şahıs da hem satmaya ve hem de almaya
vekil. Yani doğrudan doğruya Reji ambarından almış ve şirket ambarına devredil
miştir. Satış ve devir muamelesi yapıldıktan sonra Maliye Vekâleti haberdar ol
muş, teftiş başlamıştır.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Buna sebep olanların mallarına el koymalı.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Eğer suç varsa sebep olanların mallarına müra
caat edilir. Mahkeme karar verdikten sonra onun da icabı yapılabilir.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Tedbir olarak evvelce yapılmaz mıydı?
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Bu tütünler kaça alınmış, kaça satılmış mesele
sine gelince. Bu Dimitoğulları Şirketi adına İstanbul'da vekâletnameyi veren ortak
lardan biri, vekil ettiği adama kaça sattı, bundan haberdar değilim. Tahkik evra
kında buna dair bir kayıt yoktur. Yalnız şifahen hususi mahiyette aldığım malûma
ta göre batmanı1 sekiz liraya alınmış ve on sekiz liraya Amerikan Şirketine devre
dilmiş. Fakat bunlar tabii havai sözlerdir. İstanbul'daki Dimitoğulları adına vekâlet
yapan bu adam, vekâletnameyi veren adama malı kaça devrettiğini bilmiyoruz.
Yalnız muhakkak olan bir şey varsa, bu tütünleri alan adam kendi adına aldıktan
sonra on sekiz liradan Amerikan Şirketine devretmiş ve tütünün hakiki kıymeti olan
on sekiz lira olarak tahakkuk etmiş. Zaten Samsun ve Bafra mallarının birinci nevi
olan kısmı on altı, on sekiz, yirmiye kadar gidebilir.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Efendim, bu gibi şahıslara ait her hangi malın
idaresi, Terk Edilmiş Mallar Kanunu gereğince Hükümete aittir. O kanuna göre
İstanbul'da yapılan vekâletname muteber değildir. Böyle İstanbul'dan gelen vekâ
letname geçersiz sayılması lazım gelirdi. Acaba vekâletnamenin tarihi, Terk Edil
miş Mallar Kanununun tarihinden evvel olduğu için mi buna itibar edilmiştir?
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): O zaman Terk Edilmiş Mallar Kanunu henüz
Yüce Meclis tarafından müzakere edilip, kabul edilmemişti. Yalnız bu meselede
vekâletnamenin hukuki mahiyetinin bozuk olmasının illetidir. Bu meselenin böyle
olmasının sebepleri şunlardır. Şirket ortaklarından birinin Bünyan Dağındaki eşkı
yanın arasında bulunması ve ikinci ortağın vefat ettiğinin Samsun Mutasarrıflığı
tarafından Reji İdaresine bir yazı ile tebliğ edilmiş olması. Eşkıya olup Devlete

1
Eski ağırlık ölçülerinden olup, iki okkadan sekiz okkaya kadar yer yer değişir. Çoğunlukla
altı okkadır. Bu da halen kullanılan sekiz kilo kadardır.
1427
karşı silah kullanan Pontus eşkıyasına ait mallar hakkında Mecliste müzakere
cereyan ederken Maliye Vekâleti tarafından ihtiyaten kaçak şahıslara ait tütünler
üzerine satış muamelesi yapmayınız denmesine rağmen muamele yapılmasıdır.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): O halde vekâletnameyi itibara almak yerine,
terk edilmiş malları zarara sebep olmasından dolayı Maliye Vekâletinin Reji Umum
Müdürünü mesul tuttuğu anlaşılıyor.
ŞEVKET BEY (Beyazıt): Gerçi bizde mesuliyet yoktur. Daha sonra mesul olacak
lar mesul müdür, değil midir?
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Malumunuz her dairede mesul olan memurlarla
olmayan memurlar tayin edilmiştir. Müdürler, başmüdürler mesul değildir. Vezne
darlar, tahsildarlar mesul memurlardır. Yalnız reji usulüne ait eski şirketin kefalet
sandığı vardır. Fakat bu kefalet sandığı muhasebeciler, ambar memurlukları için
dir, yoksa idare adamları kefalete tabi değildir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Muhterem arkadaşlar, Maliye Vekili Beyefendinin
izahatı kâfi olarak anlaşıldı. Yalnız Yüce Meclisinizin ehemmiyetle takip etmesi
lazım gelen bir hususa dikkat çekmek istiyorum. 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul
'un işgali üzerine İstanbul Hükümetince imzalanan bütün antlaşma, anlaşma ve
sözleşmeleri Yüce Heyetiniz tanımama karırı vermişti. Vekil Beyefendinin izah
buyurdukları gibi, şirket ortaklarından birisi eşkıyalık yaparak Hükümete karşı silah
kullanmıştır. Diğer birisi sürgün edildiği yerde vefat etmiş bulunuyor. Diğer üçün
cüsü İstanbul 'a firar eden veya firar ettirilen bir şahıstır ki bunun tarafından çeki
len bir protesto ile tütünler teslim ona ediliyor. Hukukla malumatı olan arkadaşları
pekâlâ bilirler ki protesto zarar ve ziyanı temin etmek için usulüne uygun olarak
çekilen bir ihtarnameden ibarettir. Hâlbuki burada bu protestonun bir hukuki kıy
meti yoktur. Hukuki kıymeti olmayan bu protesto ile tütünlerin teslimi cihetine git
mek ve aynı zamanda Mahkeme Reisi ve Savcı ile görüştüm, verilme mecburiyeti
olduğunu ve mesuliyeti bulunduğunu beyan etti, yollu kendini mazur gösterecek
bir mütalaada bulunmasını dikkatinizi çekerim. Efendiler, zannediyorum ki az çok
hukuka aşina olan bir savcı veya bir hâkimin, protesto üzerine böyle bir muamele
nin yapılmasını söylemesini hayret ediyorum. Bunu tasavvur edemiyorum. Mah
kemece bir hüküm verilmedikçe tütünlerin teslim edilmemesi hakkında daha evvel
Maliye Vekâletinin dikkat çekmiş bulunmasına ve bu hususta kati emir vermiş
olmasına rağmen tütünlerin teslim edilmesi, muhakkak bu işte bir menfaatin veya
mühimce bir paranın bulunduğuna inanmamak mümkün değildir. Bu hususta
Samsun'da çıkan Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin yayını olan Hayat gazetesi, 19
Temmuz 1922 tarihinde Hazine nasıl zarara sokuldu diye Büyük Millet Meclisine
hitaben bir makale yazıyor ki gensorumun kaynağı da budur. Bu makaleyi okuduk
tan sonra önerge vermeye mecbur oldum. Büyük Millet Meclisinin bir üyesi olmam
sebebiyle bu makaleyi okuduktan sonra bu hususta lakayt kalmanın cidden tarih
karşısında büyük bir mesuliyeti olacağını düşündüm. Burada pek acı olarak beyan
edilmiştir ki o da Maliye Vekâletince böyle bir emir verildiği halde ve İçişleri Vekili

1428
Beyefendinin de orada bulunduğu bir zamanda tütünlerin yani servetin Anavatan'-
da kalmamak suretiyle her yerde olduğu gibi deniz aşırı yerlere gitmesidir. Efendi
ler pekâlâ biliyorsunuz ki suiistimaller dolayısıyla bu dört yüz bin küsur lira deniza
şırı gitmiştir. Bu Memlekete bir daha girmemek üzere çıkmıştır. Bu bakımdan çok
üzgünüm. Bu para bu Memlekette kalsaydı, Memleketin belki bir yarasına merhem
olmak itibariyle yalnız bir suiistimal mahiyetinde kalabilirdi. Hâlbuki tamamen yok
olmuştur. Her yerde olduğu gibi büyük bir zarar karşısındayız. Sonra Maliye Vekili
Beyefendi buyurdular ki Bafra Mal Müdürü tütünlerin bu şekilde transit muamelesi
yapılmasına mani olmaya çalışmıştır, fakat muvaffak olamamıştır. Beyefendi mani
olamaması sebebini izah buyurmadılar. Mal Müdürü müdahale ediyor, mani olmak
istiyor da neden mani olamıyor'? Yani ne gibi bir sebep, Mal Müdürünü vazifesini
yapmaktan alıkoymuştur? Bunu Vekil Beyefendiden anlamak istiyorum. Maliye
Vekâleti bu işi haber aldıktan sonra vazifesini yapmıştır. Vermiş oldukları izahatla
da bu anlaşılmaktadır. Yalnız bir nokta hakkında Maliye Vekâletinin fazla şekilcilik
yaptığını görüyorum. Efendiler biliyorsunuz ki Maliye müfettişleri salahiyetleri icabı
bütün defterdarların ve muhasebe müdürlerinin suiistimallerini tahkik eder, onları
mahkemeye sevk eder, tahkikat yapar ve yapmış olduğu tahkikat fezlekesi üzerine
muhakemeye lüzum kararı verebilir. Vekil Beyefendi, bir Maliye müfettişinin Reji
Umum Müdürü hakkında yapmış olduğu tahkikat neticesinde ve onun fezlekesi
üzerine Umum Müdürü azlettiklerini söylüyor. Çok güzel, Maliye müfettişinin o
fezlekesi üzerine Mithat Bey'e usulen ve kanunen yapılması icap eden muamele
evrakının Komisyona sevki lazım gelirdi. Yeniden bir umum müdürü vazifelendire
rek tahkikat yapılması icap etmezdi. Görüyorum ki burada Reji Umum Müdürü
hakkında fazla şatlar ortaya çıkartılmıştır. Bunun sebebini de anlayamıyorum.
Maliye müfettişinin tahkikatı üzerine derhal Bafra ve Samsun Reji müdürleri azle
diliyor da onların izahatı üzerine Umum Müdürlükten aldıkları emirle yaptıkları
anlaşıldığı halde Reji Umum Müdürü hakkında müfettişin raporu gereğince yapıl
ması lazım gelen muamele kısmen yapılıyor. Yani sadece azli cihetine gidiliyor.
Fakat onun kıymeti olan dört yüz bin liranın, yani Memleketten çıkıp giden ve bir
daha Memlekete giremeyecek olan Milletin, Devletin yarım milyon lirası hakkında
hiçbir tedbir alınmıyor. Öyle zannediyorum ki Maliye Vekili Beyefendi zamanında
tütünlerin Memleket haricine çıkartılacağı haberini almış olsaydı, bu işe mani olur
lardı. Belki bundan vaktiyle malumat sahibi olamamıştır. Ben o kanaatteyim. Şimdi
arz ettiğim gibi yarım milyon liraya yakın bir paranın tazmininin temini lazımdır.
Yanı bunun karşılığı yoktur ve bu da olduğu gibi olmuş gitmiştir. Fakat efendiler.
Eğer her adam, her memur böyle yarım milyon zarara karşı bir azille yetinilecekse,
doğrusu bu Memlekette çok güzel bir idare kurabilmişizdir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Efendim Hazinenin dört yüz bin lira zarar ettiğine
dair olan beyanattan bir şey anlayamadım. Maliye Vekili Beyefendi'ye pek büyük
hürmetim vardır. Lütfen bildirirler mi Reji Devletin doğrudan doğruya malı mıdır?
Yoksa bir şirket midir?
NEBİL EFENDİ (Giresun): Onu hepimiz biliyoruz.
1429
YAHYA GALİP BEY (Devamla): Arkadaşlar hepiniz biliyorsunuz, ben bilmiyorum.
Hazine zarar etmiş deniliyor. Bir kere benim bildiğime göre bu bir şirkettir. Maliye
nin nasıl kendi malı oluyor?
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Kendi malı değildir, terk edilmiş mallardandır.
YAHYA GALİP BEY (Devamla): Müsaade buyurun, o ikinci derecede kalıyor. Onu
da anlatmak isterim. Bu bir şirkettir. Bu Şirketin kendisine mahsus bir talimatı var
dır, bir tüzüğü vardır. Maliye Vekâleti bu tüzüğü iptal ediyor mu, etmiyor mu? İkin
cisi, terk edilmiş mallar ne şekilde Hazinenin malı oluyor? Bir de ucuz ve pahalı
satılmak suretiyle ortaya çıkan fark Hazineye zarar sayılıyor. Ben ifadelerinden
şöyle anlıyorum ki bu Şirket üç kişiden kurulu bir şirkettir. Bunlardan biri İstanbul'a
kaçmış, diğeri dağa çıkmış. Bu kaçanların malları hakkında umumiyet itibariyle ne
gibi bir muamele yapılmıştır? Yalnız bu kaçanların mallarından burada gösterdik
leri bu kadar tütünden başka bir şeyleri yok mu idi? Bu tütünler satılırken hepsi kâr
mı idi ve bunlar satıldığı vakitte Hazineye gelir mi kaydolunmuştur?
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Yoksa şahıs adına mı?
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Evet, yoksa şahıs adına mı gelir kaydolunmuştur?
Mesele öyle bir şekle girmiştir ki Şükrü Beyefendi arkadaşımızın en fazla cirit oy
natacağı bir şekildir. Reji İdaresi bir muamele yapmış. Reji Kanununa göre doğru
mudur, değil midir? Bunu anlamak lazım gelir. Doğrudur, çünkü her hangi malı
sahibi istediği zaman bir adama satabilir. O adam da kimin adına isterse devrini
yapar, isterse dâhildeki tüccarlara satar, isterse hariçteki tüccarlara, satar. Bundan
dolayı Hazineye neden zarar yazılıyor? Mithat Beyin azledilip edilmemesi Mesele
si de Meclise ait bir mesele olmasa gerektir. Komisyon bakar, tetkik eder, ondan
sonra suiistimal varsa mahkemeye sevk eder. 144 bin, 146 bin, 546 bin lira Hazi
nemin, zararı vardır deniliyor. Ben anlamıyorum.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): 446 bin liradır.
YAHYA GALİP BEY (Devamla): Bu herifin malı olsa, onun hesabına gelir kaydo
lunması lazım gelir. Onun yerine isterse 198 bin lira kıymet olsun, isterse 400 bin
lira olsun, bunun Hazine ile ne alakası vardır? (asi sesleri) Asilere ait olan mal
tamamıyla Hükümettin malı mı olması lazım gelir? (evet, evet sesleri) Ha o halde
evvela bu kararı verin ve bu kararı vermek lazımdır. Çünkü bugün İzmir'deki terk
edilmiş hakkında Vali Vekili Beyefendi de aynı şekilde muamele yapıyorlar. Onlar
asi değil midir? Onlar hain değil midir? Onlar melun değil midir? Bu anlaşılsın.
Maliye Vekilinden bunu anlamak isterim.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Efendiler bu gensoru önergesi 17 Ağustos 1922
tarihinde Meclis gündemine alındı ve şimdiye kadar müzakeresi tehir edildi. Bir
hafta evvel benim verdiğim soru önergelerimden birisi de bununla alakalı idi. Mali
ye Vekili Beyefendinin verdiği bu karara göre benim bu ve bununla alakalı diğer
sorularıma da cevap verip vermeyeceği...

1430
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili):Efendim, sizin bu meseleye ait soru önergeniz
vardır. Tabii ona da cevap verirler. Çünkü gensoru olduğu zaman içerisine sorular
da girer.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Bundan başka daha birkaç mesele daha vardır.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): O başkadır.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Tabii soru ve gensoru bir araya gelince sıra
sıyla hepsine cevap vereceğim.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Müsaade buyurursanız arz edeyim. Evvela 17
Ağustos 1922 tarihinde verilen bir önergeye şimdiye kadar cevap verilmemiş.
Gerçi evvelki gün Maliye Vekili gensoru önergesini veren Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü Bey'in izinli gittiğinden ve o sebeple tehir ettiğinden bahsettiler.
Hâlbuki Şükrü Bey 1 Eylülde gitti ve 15 Eylülde geldi. Maliye Vekili de buradan
Ekim sonunda gitti ve 15 Kasımda geldi. Kasım nihayetine kadar Maliye Vekili Bey
de, Şükrü Bey de burada idi. Sonra bir gensoru önergesi Meclis gündemine girdik
ten sonra soru önergesi gibi olmadığından artık buna cevap vermek için mutlaka
önerge sahibinin Mecliste bulunması şart olduğuna dair İç Tüzükte bir kayıt yoktur.
YUSUF ZÎYA BEY (Bitlis): Gensoru Meclisin malı olur.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Maliye Vekili Beyefendi, Memurların Muhakeme
Muameleleri Komisyonu seçilemediğinden dolayı Mithat Bey hakkındaki evrakın
henüz verilemediğinden bahsediyorlar. Zannediyorum ki memur hakkında evvela
muhakemeye lüzum olduğuna dair teklif Meclise gönderilir. Maliye Vekâleti Mecli
sin bu Komisyonu teşkil edip etmediğini düşünmeye mecbur değildir. Evrakını
verir, kendi mesuliyetinden kurtulur. Ondan sonra mesele Meclise ait olur. Henüz
Mithat Bey hakkında, yani Reji Umum Müdürü hakkında Vekâlet Müdürler Komis
yonu dahi bir karar vermemiş, böyle bir evrak ve bir karar Meclise takdim edilme
miş olduğuna göre Maliye Vekilinin bu hususta olan müdafaası boş laftır. Yahya
Galip Bey, Reji Dairesinden ve bunun bir şirket olduğundan bahsettiler. Hakikaten
Reji Dairesinin hukuki vaziyetini tetkik edersek bu nedir? Reji idaresi cümlenin
malumudur ki Muharrem Kararnamesi1 ile kuruldu. Fakat Ankara'da Milli Hüküme

1
Osmanlı Devleti 1854 Kırım Savaşı'ndan sonra ilk kez borçlanmaya başlamıştır. Bu tarih
ten itibaren yirmi yıl boyunca çeşitli aralıklarla iç ve dış piyasalardan borçlanılmıştır. An
cak bu kaynaklar verimli değerlendirilemediğinden dolayı borçların vadesi gelince ödeme
sıkıntısı çekilmiş, zamanla anapara ve faizler ödenemez hale gelmiştir. En nihayetinde
1874-1875 yıllarında bütçe dengesi tamamen bozulmuş, gelirler borç faizlerini bile karşı
layamaz olmuştur. Bunun neticesinde 30 Ekim 1875 tarihinde Muharrem Kararnamesi adı
verilen bir kanun çıkartıldı. Bundan sonra Duyunu Umumiye (Dış Borçlar) İdaresi ve Reji
İdaresi kuruldu.
1431
tin kurulması üzerine, bir kanun yapmaya lüzum görmeksizin, Reji idaresine Anka
ra Hükümeti el koymuştur. Buna göre Reji Dairesinin hukuki vaziyeti belirsiz bir
haldedir. Hükümet, vaziyete göre Reji Dairesinden doğrudan doğruya her hangi
bir Devlet dairesi gibi tasarrufta bulunabiliyor. Mesela Tapu Kadastro İdaresi gibi
ve diğer bir daire gibi memurların azil ve tayininde dilediği gibi tasarruf yapıyor ve
hatta daha fazlasını bile tasarruf ediyor. Sonra böyle bir vaziyete ortaya çıkınca
Reji Dairesini Hükümete bağlı olmayan bir şirkettir deniliyor. Reji malları Devlete
ait değildir, diyor. Sonra da Rejinin mallarına Reji gibi tasarruf ediyor. Ambar me
murlarına varıncaya kadar Maliye Vekili tayin ediyor. Reji Dairesi eğer arz ettiğim
1835 tarihli Muharrem Kararnamesine göre mevcudiyetini muhafaza etmekte ise o
halde Reji Dairesine karşı Hükümetin müdahalesi geçici ve şirkete dair olmalıdır.
Hükümet Reji İdaresinin hiç bir memurunu azil ve tayin etme salahiyetini sahip
değildir. Yalnız bir Umum Müdür tayiniyle şirketin manevi şahsiyetine müdahale
etmemesi lazımdır. Hâlbuki Hükümet arz ettiğim gibi bu Kanunu katiyen dikkate
almıyor. Rejide dilediği gibi tasarruf ediyor. Mahkemenin sorusuna karşı eski Reji
Umum Müdürü Cabir Paşa, Reji malları Hükümetin tasarrufunda değildir, diyor.
Bunun üzerine mahkeme Cabir Paşa'nın tahliye edilmesi lazımdır, diyor. Eğer Reji
Dairesinin mevcudiyetine dair olan Kanun hala yürürlükteyse, Hükümetin buna
müdahalesiyle Reji'nin içine düştüğü idari karışıklık yüzünden yarın Milletin Reji
İdaresine karşı icap edecek mali mesuliyet kime ait olacak? Henüz biz o Kanunu
yürürlükten kaldırmadık.
RASİH EFENDİ (Antalya): O Kanunu kabul de etmedik.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Müsaade buyurunuz efendim, o Kanunu yeni
den kabul edecek değilsin. Çünkü 16 Mart 1914 senesinde çıkan bir Kanun yürür
lüktedir ve mevcuttur. Demek ki Hükümetin kanunsuz, yolsuz idaresi yüzünden
bugün Konferansa karşı ve yarın Reji Şirketinde bulunan her hangi hak sahibine
karşı...
ALİ CENANİ BEY (Gaziantep): Dâhili mesailimize hiçbir kimse karışamaz, onu
düzeltiniz.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz bir kanun var. Kanundan
bahsediyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Efendim, bunlar sorunuza dâhil midir?
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Evet, soruma dâhildir bunlar. Rejiye ait işleri
istediğiniz gibi tasarruftan bazen böyle ve bazen şöyle...
ALI SÜRURİ EFENDİ (Giresun): Reis Beyefendi, evvela soru önergesinin okun
ması lazımdır.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Pekâlâ evvelce bunu ben de teklif ettim.

1432
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Yalnız bu meseleye değil, başka meselelere
dair de sorular vardır. Maliye Vekili Bey umumuna cevap verebilirler. Yalnız gen
soru için yeniden bir mevzu ilave edilemez.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Reis Bey, ne kadar soru varsa bugün hepsi
nin cevabını vermeye hazırım. Fakat gensoru müzakeresi muayyen bir madde
üzerine olur. Bugünkü gensoru müzakeresinin mevzuu Mithat Bey'in azli ve mu
hakemeye alınması meselesidir. Hafız Bey soracağı şeylerin hepsini izah etsin,
hepsine cevap vereceğim, daha söz söyleyecek arkadaşlar varsa onlar da söyle
sinler.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Böyle tahdit edilirse mesuliyetin manası kalmaz.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Efendim, müsaade buyurun, ben arz edeyim.
Maliye Vekili Bey buyuruyorlar ki gensoruya ait şeyler bitsin ondan sonra sorulara
cevap vereceğim. Hafız Mehmet Bey sözlerini tamamlasınlar. Çünkü daha söyle
yecekleri vardır. Bir kere de başlamıştır. Efendim, müsaade ederseniz evvela soru
önergesini okuyalım.

TBMM Başkanlığına
17 Ağustos 1922 tarihli celsede gündeme alınması kabul olunan gensoru
önergesine cevap vermemiş ve tehir talebinde bulunulmamıştır. Ayrıca İzmir'de
terk edilmiş mallar üzerinde birçok suiistimallerin yapılmış olması, Reji fabrika
larının açık artırma yapılmadan satıldığı haberleri sık sık duyulmaktadır. Mah
keme, Reji mallarının Devlet malı olmadığı kanaatiyle eski Ankara Reji Müdürü
Cabir Paşa'yı tahliye etmiştir. Hükümetin, Reji işlerine istediği gibi tasarruf ve
müdahale ile ambar memurlarına varıncaya kadar resen ve Reji Umum Müdür
lüğüne sormaksızın değiştirmesini, Gümüşhane Muhasebe Memuruyla Tapu
Memurunun imtihansız olarak tayin olunmaları hususlarını Maliye Vekâletinden
sorarım. 23 Kasım 1922
Trabzon Mebusu
Hafız Mehmet

DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Bu soru değil, izahat mahiyetindedir.

HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Hükümet Reji Umum Müdürünü mesul ederken
zannediyorum ki daha çok kendi mesuliyetini kapatmak için mesul ediyor. Elbette
Pontus'tan bu adamlar firar ederken Hükümet bunu biliyordu. Bunların mallarının
ortada kaldığını görüyordu. Ne yapacaksa yapmalıydı. Kanun yapmaksızın emir
lerle elde edilmiş olan hakları ihlal etmek istiyor. Olabilir ki, Reji Umum Müdürü
Mithat Bey suiistimal etmiş dört yüz bin lira, beş yüz bin lira suiistimal etmiş, bu
ihtimal dahilindedir. Fakat zannediyorum ki buna meydan veren Hükümettir. Eğer
Hükümet bunu vaktiyle düşünüp bu işle alakalı kanunu yapmış ve Reji Dairesine
tebliğ etmiş olsaydı, bu hadiseye meydan verilmeyecekti. Bafra Kaymakamın bu

1433
şirketin ortaklarından birisinin vefatını haber vermesiyle Reji Dairesi işinden geri
kalamazdı. Eğer birisi vefat etmiş ise Kaymakamın vazifesi mahkemeye ihbar
etmekti. Fakat arz ettiğim gibi esas itibariyle Hükümet vaktiyle tedbir almamış,
Kanunu çıkarttırmamış, yolsuzluğa kendisi sebep olmuştur. Bu yüzden de Hazine
mi, Millet mi dört yüz bin lira zarar etmiştir. Suallerimin birisi de Maliye Vekilinin
izahat verdiği İzmir meselesine aittir. İzmir'deki Yeni Turan Gazetesi, fabrikaların
ihalesiz satıldığını iddia ediyor. Bu muamele de Maliye Vekilinin İzmir'de bulundu
ğu esnada oluyor. Malumunuz terk edilmiş mallar hakkında Yüce Heyetinizin ka
bul ettiği Kanun, Memleketten kaçanlar ve bu firarları hükmet tespit edilenler için
dir. Demek ki Yüce Meclis, kaçtıkları hükmen tespit edilmeyenlerin malları hakkın
da bir muamele yapılmasına müsaade etmemiştir. O halde Hükümet, İzmir'i düş
manın tahliyesi üzerine vaziyetini layıkıyla takdir edememiş ki Yüce Meclisten bu
hususta yeni bir kanun, yeni bir karar almaya kendini muhtaç görmemiştir. Hükü
met bu kanunların mevcut olmamasına rağmen terk edilmiş malları süratle elden
çıkarmaya çalışması da zannederim dikkat çekicidir. Çünkü bu mallar her halde üç
günde, beş günde çürüyecek, mahvolacak mallar değildir. İşitiyoruz ki, tütün, incir,
üzüm, afyon, zeytin ve buna benzer şeylerdir ki bunlar aylarca durabilir ve bunla
rın süratle satılması herkesi suiistimale teşviktir. Çünkü birçok mal birden satışa
çıkarılınca herkes o malın ucuz alınacağına ihtimal vererek her taraftan geldiler ve
bu suiistimale Hükümet bu muamelesi sebep olmuştur. Bunun mesuliyeti Terk
Edilmiş Mallar Komisyonundaki memurlara aittir. Yoksa efendiler, düşman kaçar
ken düşmanı kovalayan Ordunun ve oradaki havali ahalisinin çaldığı benim tara
fımdan helal olsun. Hükümet eğer burada Hazineden çok her yerde olduğu gibi
halkın haklarını düşünmüş olsaydı bu malları satıp da bu suiistimale meydan ver
mezdi. Bu adeta şudur efendiler, bir hırsız bir evi soymuş, çıkarken kendi bir kısım
eşyasını orada bırakmış, o eşya ev sahibinindir. Eğer mantıken, hukuken, iktisa
den düşünürsek Afyonkarahisar'dan itibaren İzmir'e kadar zarara uğramış olan
halk kim ise bu mallar onlara aittir. Yakılmış, yıkılmış yerlerde Hükümetin yapaca
ğı şu idi. Evvela zorda olan halk kimdir? Nispet dairesinde bir şirket yapacaktı.
Menkul, gayrimenkul mallar onlara verilecekti. Fakat maalesef halkçıyız diye her
gün bağırmaktayken, köylü efendimizdir derken, yine Hazinenin menfaati ifadele
riyle hâlâ yürümekteyiz. Hazine menfaati ile Millet menfaatini karıştırıyoruz.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Keşke hepsi Hazineye gitse...
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Bence beyefendiler, demin Şükrü Bey bir ifade
kullanmıştı. Denizaşırı gitmedikten sonra bu Milletin içinden kim çalarsa çalsın, bu
Milletin cebine düşsün, onlar yine Hazinenindir. Bunu kıskanmayalım. Yalnız uzak
yerlere gitmesin. Fakat bu parayı toplayıp, Afyonkarahisar'la İzmir arasındaki aha
liye bir şirket yaparak dağıtmak lazımdı. Hâlbuki Hükümet bu terk edilmiş malları
satmıştır. Bunları satmanın manası yoktur. Tütün fiyatı iner inmez bunu satışa
koymuş. Sebep ne? Samsun'da altmış iki milyonluk tütün var. Talip varken bunu
satmamış. Binaenaleyh bunlardan bir kısmını, yani sekiz bin denk tütünü, on yedi
lira gibi en yüksek bir fiyat etmesi lazım iken on üç liraya sattılar. Diğer kısmı du

1434
ruyor. İzmir'de iki milyon kilo tütünü derhal satışa çıkardılar. Ben bunlarda bir man
tık görmüyorum ve bu mantıksızlıktır ki doğrudan doğruya Lozan Konferansına
Delege Heyetimizin gideceği esnada Maliye Vekilinin onlara talimat vermesi lazım
iken, talimat noktası dahi ihmal edilerek terk edilmiş mallar için Maliye Vekilini
İzmir'e gönderiyoruz. Fakat ne yazık ki yine pek çok suiistimallere şahit oluyoruz.
Binaenaleyh bu itibarla bence, Maliye Vekilinin iki günden beri İzmir vaziyeti hak
kında verdiği izahat karanlıktır, karanlık içindedir.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Aydınlık noktası yok mu?
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Yoktur. Çünkü Teşkilâtı Esasiye ve mevcut
kanunlar kâfi değildir dedi ve böyle bir mesuliyet altında kalan Hükümet bizden bir
kanun istedi. Eğer istediği kanunu alamazsa istifa edecekti. Yoksa bizim mevcut
kanunlarımız bunu yapmaya kâfidir. Bizden istenilen kanun istiklâl Mahkemesi
Kanunudur ki bununla hiçbir şekilde alakadar değildir. Binaenaleyh yine diyorum ki
ahalinin, askerin çaldığı çırptığı helâl olsun. Yalnız memurların, terk edilmiş mallar
için kurulmuş olan komisyonlarının yaptığı suiistimaller affedilemez. Sadece Urla
Mal Müdürünün azledilmesiyle bu mesele halledilemez.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Reis Bey, terk edilmiş mallar komisyonlarının
suiistimalleri diye tekrar etti. Lütfen misal versin, memurların hiç olmazsa birin
ismini Hafız Bey söylesin.
HAFIZ MEHMET BEY (Devamla): Ben İzmir'e gitmedim. İzmir'de çıkan Turan
Gazetesi vardır. Bu gazete yazıyor. Eğer olmamışsa tekzip et, benim malumatım
yok.
DR. ADNAN BEY (Başkan vekili): Efendim, on dakika istirahat etmek üzere celse
yi tatil ediyorum.
(Aradan sonra oturum Hüseyin Avni Bey tarafından açılır.)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan vekili): Celseyi açıyorum. Söz Maliye Vekillinindir.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, Karahisar Mebusu Şükrü Bey Bafra
Mal Müdürü tütünlerin verilmesine mani olmak istedi de neden mani olamadı, bu
yurdular. O vakit ben Maliye Vekili değildim. Bafra Mal Müdürü itiraz etmiş, tütün
ler terk edilmiş mallar ambarındadır, Reji satış muamelesini yaparsa yapsın bu
tütünlerin verilmesi lazım gelmez demiş ve Reji ısrar etmiş, tütünleri vermiştir. Bu
sözleri tahkikat evrakı arasında gördüğüm zaman bu fikir ve kanaat aklıma geldi.
Şükrü Beyefendi, Maliye Vekili şekle bağlı kaldı, derhal kanuni muameleye başla
yabilirdi, dediler. Ben şekle değil kanuna bağlı kaldım. Yahya Galip Bey, Reji bir
şirkettir, dediler. Reji'nin Tüzük hükümleri iptal edildi mi, edilmedi mi ve buna ria
yet etmek lazım mı, lâzım değil mi? Muharrem Kararnamesi Büyük Millet Meclisi
tarafından tasdik edilmemiştir. Binaenaleyh Yüce Meclis istediği gün bu kararna
meyi reddeder veya kabul eder. Bu kendisinin bileceği bir iştir. Yüce Meclis 1920

1435
senesinde Bütçe Kanununa bir madde ilâve etti ve Reji Umum Müdürlüğü Maliye
Vekâletine bağlı olarak idare edilecektir. Hepinizin malumudur bu tütünler terk
edilmiş mallar arasındadır. Bu tütünlerin sahibi Bünyan Dağındaki eşkıyaya katıl
mıştır. Bunların bir kısmının İstiklâl mahkemeleri kanunen muayyen olan cezaları
nı tayin etmekle beraber mallarının da haczine ve müsaderesine karar vermiştir.
Bu vaziyet karşısında o tütünler için mal memurları, bunlar terk edilmiş maldır,
Hazineye aittir, demekte pek büyük bir kanuni hak görüyorlar. Hafız Mehmet Be
yefendi arkadaşımız soru önergesinin birinci cümlesinde gensoruya verilecek ce
vabın tehirinden dolayı şikâyet ettiler. Malumunuz arkadaşlar, gensoru önergesi
verilir, Meclis onu kabul eder. Kabul ettikten sonra gün tayin ederse, vekil o gün
den başka bir güne tehir talep etme hakkı vardır. Meclis, Ali Şükrü Beyin gensoru
önergesi üzerine, filan gün cevap ver yolunda bana tebligat yapmış, emretmiş de
ben de tehirini talep etmeksizin bu cevabı tehir ettimse, Hafız Bey'in hakkı vardır.
Zannedersem arkadaşlar, vaziyet böyle değildir. Yüce Meclis şu gün, bugün ce
vap ver diye gün tayin etmemiştir.

ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Yanlıştır öyle ise...

HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): İşte böyle gensoru önergeleri verilir, böyle aylar
ca kalır.

HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Hafız Bey, Reji'nin hukuki vaziyetinin ne olduğu
nu sordular. Reji'nin mevcut vaziyetini bilmeyen bir arkadaşımız yoktur. Muharrem
Kararnamesinin yürürlükten kaldırıldığına dair henüz karar alınmamıştır. Fakat
evvelce arz ettiğim gibi 1920 senesi Bütçe Kanununa, Yüce Meclisin ilave ettiği bir
madde ile Reji İdaresi Maliye Vekâletine bağlı bir umum müdürlük haline getiril
miştir. Hafız Bey, Hükümetin Reji'nin her işine müdahale etmesinden, Maliye Veki
linin en ufak memurları bile azil ve tayininden dolayı Milletin birçok zararlara uğra
yacağından uzun uzadıya bahsettiler. Arkadaşlar dünyada her şey mukayese ile
belli olur. Reji iyi mi idare edildi, fena mı idare edildi, diye söyleyebilmek için mu
kayese etmek lazım gelir, değil mi? Bilhassa böyle sırf menfaat ve ticaret için tesis
ve teşkil edilen bir idarede en fazla menfaat hangi idare zamanında olmuş, idare
etmiş ise ona iyi idare etmiş demek uygun olur. Ben Maliye Vekâletine geldikten
sonra Reji üzerinde kendi mütalaa ve düşünceme göre ıslahat yaptığıma inanıyo
rum. Memleketime menfaat, hatta bazı arkadaşların dedikleri gibi şirket hesabına
olsa bile menfaat temin ettiğime inanıyorum. Arkadaşlar hesap meselesinde en
açık şahit rakamlardır. Zannederim ki vezne kayıtları ve rejinin hesapları bu ifa
demi teyit ve tasdik edecektir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Pek tabiidir.

HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Arkadaşlar, size iki senenin mukayesesinin neti
cesini rakam olarak arz edeyim. 1921 senesi Martından mali sene sonu olan Şu
bat nihayetine kadar Reji'nin Hazineye bütün satışlardan verdiği para 784 bin kü
sur liradır.

1436
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): 700 bin lira...
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): 1922 senesinin satışı, Kasım ayına kadar iki
milyon küsur liradır. Bu, kayıtlarla sabittir. (bravo sesleri) Her şüphe eden arkada
şımıza Reji kayıtları açık ve hazırdır. Binaenaleyh ben memurların azil ve tayinle
rine müdahale etmedim. Etsem bile Memleketin iyiliğine olması lazımdır. (hakkı
nızdır sesleri)

HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Söyleyeceğiniz bu kadarsa daha eksik var,


efendim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan vekili): Soru mu soracaksınız, Hafız Mehmet Bey?
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Efendim soru önergemin daha bazı maddelerine
cevap vermediler.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Efendim henüz sözümü bitirmedim. Reji işlerini
müdahale ve memur tayin ve azletmek meselesini arz ettim. Öyle Reji'nin kâtiple
rini şunu bunu azil ve tayin etmeye zaten vaktim müsait değil, keşke olsa da yap
sam. Diğer bir soru, Hafız Mehmet Bey buyuruyorlar ki Reji mallarının Devlete ait
olmadığı, mahkemenin eski Ankara Reji Başmüdürü Cabir Paşa'yı tahliyesiyle
şahittir. Reji'nin iki safhası var, biri Yüce Meclisinizin Maliye Vekâleti tarafından
idare olunur tarzında kabul ettiği kanun var, bir de ondan evvelki safhası var. 1920
senesinde Ankara Hükümeti kurulduktan sonra Maliye Vekili Ferit Bey bir maliye
müfettişi göndererek Ankara Reji Başmüdürlüğünün hesaplarını, muamelelerini
tetkik ve teftiş ettirdi. Teftiş neticesinde Cabir Paşa ile ambar memuru ve muhase
beci mahkemeye verildiler. Bunları mahkeme zimmet ve hırsızlık suçuyla mahkûm
etti. Mahkeme dosyası Temyiz'e gitti. Temyiz Mahkemesi suçların işlendiği tarihte
Reji İdaresinin Devlet tarafından mı idare ediliyordu Şirket tarafından mı idare
olunuyordu, bu husus tetkik olunmadığı için mahkûmiyet hükmünü iptal etti. Bunla
rın ikinci defa mahkemesi başladı. Mahkeme, Maliye Vekâletinden bu hususu
sordu. Maliye Vekâleti de Milli Hükümetin Reji İdaresini üzerine almadan evvel
evvel yapılan bir muamele olduğunu, zimmet ve hırsızlık hakkındaki muamele
değil, emniyeti suiistimal şeklinde suç işlendiğini bildirdi. Vekâletimizin Hukuk Mü
şavirliğinden çıkan bu mütalaa üzerine Temyiz Mahkemesinin isteğine uygun ola
rak bunlar için emniyeti suiistimal suçu işlediklerine karar verdi. Zannediyorum ki
en doğru bir mütalaa idi. Çünkü Maliye Vekili, Reji İdaresi bir umum müdürlük
halinde idare olunacaktır tarzındaki kanun maddesi tanzim edilmeden evvel Reji'-
nin milli idarenin kurulmasından evvelki zamana ait zimmeti için, Devlet malıdır
diyebilir miydi arkadaşlar?
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Diyebilirdi.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Madde açıktır.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Efendim, bu hukuki bir meseledir. Temyiz Mah
kemesi, Maliye Hukuk Müşavirliği, Maliye Vekili ve Mahkeme hükmünü verdi. Bu
1437
dört makam hata ettilerse Yüce Meclisiniz icap eden kanunu yapar. Fakat ben
zannediyorum ki arkadaşlar, Reji'nin şirket olduğu zamanına ait olan mallarının
Devlet malı olduğu söylendiği zaman ne gibi mahzurlar mahzurlar ortaya çıkardı?
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): İkinci maddeyi oku. Kanun açıktır. İsterseniz ben
okuyayım.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Reis Bey rica ediyorum, sözümü kesmesinler.
Arkadaşlar, Reji'nin Devlete ait olabilmesi, Yüce Meclisin bu hususta 1921 senesi
Bütçe Kanununa bir madde koymasıyla başlamıştır. Vaziyet budur, eğer bu işte bir
hata varsa arz ettiğim gibi Temyiz Mahkemesi de, Hukuk Müşavirliği de bu hataya
düşmüştür. Ben öyle zannetmiyorum, yapılan muamele doğrudur. Cabir Paşa
beraat etmemiş, tahliye olunmamıştır. Emniyeti suiistimal olmak üzere mahkûm
olmuş, mahkûmiyet müddetini tamamlamış, ondan sonra mahkeme kendisini tah
liye etmiştir. (kâfi sesleri) Hafız Bey'in son sorusu, Gümüşhane Tapu Memurin ve
Muhasebe Memurunu imtihansız tayin ettiğim hususudur. Arkadaşlar, Gümüşhane
Tapu Memuru açık ifade ile arz edeyim, benim akrabamdır. Hafız Mehmet Bey
bunu imalı olarak bunu söylemek istediler. Fakat ben açıkça arz edeyim. Efendi
ler, Gümüşhane Tapu Memuru 1895 senesinde Tapu Kâtibi olarak işe başlamıştır.
1900 senesinde Başkâtip olmuş, 1920 senesine kadar fasılasız Başkâtiplik yap
mıştır. 1920 senesinde, benim Maliye Vekâletine iki sene sonra geleceğim düşü
nülerek eski Maliye Vekili Ferit Bey tarafından Tapu Memuru yapılmıştır. Arkadaş
lar, benim akrabamdan bulunması bir suç mudur? (hayır sesleri) İstirham ediyo
rum, şüphesi olan arkadaşlar Tapu İdaresine gitsinler, siciline baksınlar.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): İmtihan usulü vardır. (gürültüler)
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Beyefendi, 1920 senesinde Ferit Bey Maliye
Vekili iken yapmıştır. İmtihan evrakı gelmiş, tayin kararı alınmıştır. Hafız Bey'in
şüphesi varsa Maliye Vekâletine gitsin, görsün, çok rica ederim.
MUSTAFA BEY (Tokat): Ehliyeti olduktan sonra akrabasını terfi ettirenler hata mı
yapmış olur? Hafız Mehmet Bey Adalet Vekâletinde neler yapmıştır? (gürültüler)
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Sonra İzmir'de terk edilmiş mallarda suiistimal
olduğundan bahsettiler. Arkadaşlar, İzmir ahvalinde bunların olduğunu ben size
açık bir ifade ile arz etim. İzmir'deki terk edilmiş mallara ait işlerin tamamının ısla
ha muhtaç olduğunu ve oraya bir mahkemenin gönderilmesine lüzum olduğunu
defalarca buradan ifade ettim. Fakat Hafız Bey demediler ki bu işlerle alakalı me
murlarından filan şunu yaptı, falan şunu yaptı. Zannediyorum ki İzmir'de memur
lardan sekiz on tanesinin muhakemeye alındığını size ifade ettim. İzmir'de terk
edilmiş mallara ait meselelerin daha esaslı bir şekilde tanzimi için mühürlenen
mağazaların demir kepenkleri kırılır, terk edilmiş mallara ait ambarların kâgir bina
nın duvarı delinirse, bunları Maliye Vekâletinden mi sormak icap eder? (İçişleri
Vekâletinden sesleri) Fakat bütün bunlara karşı lazım gelen tedbirler alınmış ve
kalan işin yalnız cezai tarafı değildir. Halkın hakları da aranılacaktır. Birçok evrak
1438
ve dosyaların yanması dolayısıyla ve birçok müşkülat karşısında bulunulduğunu
ifade ve Yüce Heyetinizden rica ettim ki oraya içinizden salahiyetli bir heyet gön
deriniz. Hem cezai ve hem hukuki salahiyete sahip olsun ve bu işleri bir an evvel
neticelendirsin demiştim. Bu kanunlar Hükümetimiz tarafından vaktinde Yüce
Meclisinize arz edildi. Buna rağmen Hafız Bey, Hükümet bu ihtiyacı düşünmeliydi,
lazım gelen tedbirleri almalıydı, diyor.
MUSTAFA BEY (Gümüşhane): Duvarları kim delmiş?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rica ederim, hatibin sözünü kesmeyiniz.
Sonra sorarsınız.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Efendim, Maliye Vekili Sulh Konferansı bahis
mevzu olduğu bir sırada İzmir'e gitti. Arkadaşlar, Maliye Vekili İzmir'e Yüce Mecli
sinizin muvafakatiyle gitti ve belki birçok fenalıkların önünü alacak tedbirleri aldı.
Bunu Hafız Bey'e, İzmir'den gelen bütün arkadaşlarımı şahit göstererek söylerim.
Hafız Bey buyurdular ki,
-İzmir'deki terk edilmiş mallar neden acilen satılıyor, Samsun'dakiler niçin satılma
dı? Bunlar hakkındaki Kanun daha evvel niçin Hükümet tarafından Meclise arz
edilip çıkartılmadı? Dimitoğullarına ait olan dört bin beş yüz denk tütünün ziyan
olmasına neden dolayı sebebiyet verildi?
...Efendiler ben zannediyorum ki izahatı verirken tarihlerine de temas ettim ve
1922 senesinde bu muamelenin başladığını ayıyla, günüyle size arz ettim. Eğer
ortada mesul varsa, bu Kanunu ve kaçan şahısları düşünecek olan birinci derece
de Adalet Vekâletidir ve o günün Adalet Vekili Hafız Mehmet Beyefendidir. (gü
lüşmeler) Hatta Fethi Bey Pontus meselesi için gittiği zaman da birkaç gün İçişleri
Vekâletini vekâleten bakan yine Hafız Mehmet Bey arkadaşımızdı. Eğer Kanun
teklifinde gecikme varsa bunun mesuliyeti, rica ederim bana mı aittir, yoksa o vakit
Hükümette bulunan vekil mi aittir? (şiddetli alkışlar) Hafız Bey, neden Samsun'da-
ki tütünler acele ile satıldı, diye sordu. Arkadaşlar, Samsun'daki tütünler dört, beş
ay açık artırma ile satılmaya çalışıldı. Bunun muameleleri belki ciltler dolusu dos
yalar teşkil etti. Şunu da arz edeyim ki Samsun'da mevcut tütünlerin bir kısmını
sattık.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Ne şekilde, kime?
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): En yüksek fiyatı kim verdi ise ona satmak suretiy
le.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Hayır, en düşük fiyatı verene verildi.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Hafız Bey çok rica ederim, o tütün muamelesini
Samsun'da İdare Meclisi yaptı. Benim oraya gönderdiğim Umumi Muhasebe Mü
dürü murakıp olarak üç ay orada bulundu. Eğer Samsun'daki tütün satışında, yani
Maliye Vekâleti tarafından yapılan satışta zerre kadar bir yolsuzluk ve bir leke

1439
varsa, ben şahsen Samsun İdare Meclisinin mesuliyetini üzerime alıyorum arka
daşlar. (bravo sesleri) Çünkü İdare Meclisine o kadar emniyet ve itimadım vardır,
Mutasarrıfına da, Hâkimine de ve diğer İdare Meclisi üyelerine de itimadım vardır.
Arkadaşlar, Büyük Taarruza karar verdik ve Ordunun noksanlarını tamamlayaca
ğımız haftalarda, büyük satışlar yapıldı. Memleketin en hayırlı bir mahsulü idi ki,
en lazım olan bir zamanda kazanılan tütün paraları sarf olundu ve ondan sonra
arkadaşlar tüccarlar malın fiyatını düşürmek istediler. Maliye Vekili, paraya ihtiya
cım yoktur diyerek satışı kapattı. Satış yapmadım. Fena mı yaptım arkadaşlar?
(müzakere kâfi sesleri) Arkadaşlar Hafız Bey buyurdular ki,
-İzmir'de tütünler niçin satılıyor ve neden bu mallar ambarlara doldurulup bekletil
medi? Memleketin halkının menfaatine uygun haller düşünülmedi ve neden o mın
tıkada bulunan ihtiyaç sahiplerine verilmedi?
...Arkadaşlar, bu mallar o mıntıkada bulunan halkın hakkıdır veya değildir. Bunu
söylemek bana ait değildir. Elde bir kanun varsa, ben, onu tatbik ederim. Bugün
için bu terk edilmiş malların ganimet olan kısmı Devletindir, Hazinenindir. Kalan
kısmını da elimde mevcut kanun gereğince muamelesini yapmakla mükellefim.
Niçin sattı diyor. İşte Kanunun 1.Maddesi,
"Düşman istilasından kurtulan mahallerde sahipleri firar etmiş ve kaybolmuş olan
sahipsiz mallar, Hükümetçe kanun dairesinde satılır."
...Bunları kanun sat diyor, ben de sattım. Hafız Bey'in buyurduğu ve düşündüğü
gibi, üzüm, incir gibi mallar saklanacak gibi değildir.
Ocak ayından Senenin
evvelsevk Aydın başından evvel, yortu
ayından evvel Avrupa'ya gitmek mecburiyetindedir. havalisinde bulunan
arkadaşlarımız pekâlâ bilirler. edilen incirle, Ocak ayın
dan sonra sevk edilen incirler arasında fiyat itibariyle yüzde altmış fark vardır.
(doğru sesleri) Bunları saklamak değil, satmak lazımdır. Fakat henüz daha büyük
satışlar başlamamıştır. (izahat kâfi sesleri)
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Bir sorunun cevabı noksan kalmıştır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Henüz bitmedi izahat...
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Hangi sorunuz kaldı? Ona da cevap vereyim.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Tapu Memuru hakkında izahat verdiniz. (onlar
şahsi işler sesleri) Müsaade buyurunuz, Yüce Meclis hakkımı vermezse o başka.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan vekili): Hakkınız var efendim.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Muhasebe Memuru hakkında cevap vermediler.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Arkadaşlar, müsaadenizle kısa bir cevap vere
yim. Hakikaten belki atlamışım, farkında değilim. Karanlık olduğu için sorular oku
namıyor. Gümüşhane Muhasebe Memurundan bahsediliyor. Efendiler, bu memur
1888 senesinde Maliyeye girmiş, mal müdürlüklerinde bulunmuş, muhasebe baş

1440
kâtipliklerinde çalışmış, nihayet on sene evvel yine Ordu Muhasebe Mümeyyizliği
nin kaldırılmasından sonra Muhasebe Başkâtibi olmuştur.
HACI AHMET HAMDİ EFENDİ (Muş): Bu gibilere zaten imtihan yoktur.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Zaten mümeyyizlikte bulunanlar imtihana tabi
değildir. Malumunuz sadece Adalet Vekâletinin bir kanunu vardır. Diğer vekâlet
lerde tayin işleri vekillerin mesuliyetine bırakılmıştır. Vekiller tayin işlerini tüzükle
müdürler komisyonuna salahiyet verirler. Neticede bu muamele Vekâletimiz Mü
dürler Komisyonunun bir kararıyla yalnız Vekilin tasdikiyle olmuştur. Yani otuz bu
kadar senelik bir mümeyyizi muhasebeci yapmıştır. Yalnız benim seçim mıntıkam
olan Gümüşhane kelimesi olduğu için Hafız Bey'in sinirine dokunmuştur.
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Efendim terk edilmiş mallara ait kanunu Adalet
Vekâletinin yapması lazım geleceğini ve Maliye Vekâletine ait olmadığını söylü
yorsunuz. Sahipsiz malaların sahibi Devlettir ve muhafaza eden de Maliye Vekâle
tidir, Adalet Vekâleti değildir.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Arkadaşlar, Terk Edilmiş Mallar Kanununun son
maddesini eski Adalet Vekiline okuyorum.
"Bu kanunun yürütmesinden Maliye, İçişleri, Adalet Vekilleri vazifelidir."
...Rica ederim, terk edilmiş mallar denince yalnız Maliye bunun parasını idare
eder, haklarını tayin edecek hangi idaredir ve ben Adalet Vekâleti niçin yapmadı,
diye kastetmedim. (kâfi sesleri)
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): O kanunu ben yapmadım. (gürültüler)
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Arkadaşlar, Büyük Millet Meclisi kurulduğu gün
den itibaren Meclis Reis Vekilliklerinde bulundum ve daha sonra gösterdiğiniz arzu
neticesi olarak Memleketin en lüzumlu bir anında Maliye Vekâletini üzerime aldım.
Vazifeye başladığım gün dedim ki hakkımda şimdiye kadar çok teveccüh göster
diniz, müteşekkirim. Yalnız ben bir hedef gaye ediyorum. Elimden geldiği kadar,
bütün kuvvetimle, çok çalışarak Memleketin, Vatanın her türlü icap ettirdiği ihtiyaç
lara yetişebilecek tedbirleri alacağım. Bu vazifede, Cenabı Hak kanaatime göre
beni muvaffak etti. Sizin itimat ve teveccühünüze dayanarak azmimi hiçbir şekilde
azaltmayarak yürüdüm. Binaenaleyh mesaimin, çalışmanın bir derecesi vardır.
Beni tenkit eden arkadaşlarıma ve soru soran arkadaşlarıma ayrıca teşekkür ede
rim. Noksanlarım varsa bu vesile ile noksanlarımı tamamlarım. Binaenaleyh arka
daşlar, ben bir taraftan sulh meseleleri diğer taraftan terk edilmiş malların devam
eden dedikodusu içerisinde bütün bu ihtiyaçlara yetişebilecek ve daha çok çalış
mak için arzu ve vicdanınızı anlamak mecburiyetindeyim. Bu ancak ad okunarak
güvenoyu muamelesi yapılırsa vazifeye devam ederim. (alkışlar)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim on beş arkadaş söz almıştır. Yalnız
Osman Bey'e usul hakkında söz vereceğim.

1441
OSMAN BEY (Lazistan): İki saat evvel usul hakkında söz istemiştim. İki saat son
ra müzakere usulü hakkında söylenilen sözlerin kıymeti kalıp kalmadığını Divan
Reisliğinin dikkatine arz ederim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim on beş arkadaş söz almış, on
önerge de görüşmenin yeterliliğine dairdir. Önce görüşmenin yeterliliğini oylarınıza
sunmak mecburiyetindeyim.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Efendim yeterlilik aleyhinde söyleyeceğim. Ar
kadaşlar eğer beş dakika için beni dinlemek lütfünde bulunursanız söylerim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim esasa girmeyip yalnız şu noktadan
dolayı görüşme kâfi değildir diyeceksiniz.
BESİM ATALAY BEY: Evet görüşme kâfi değildir. Çünkü aydınlığa kavuşmayan
birtakım noktalar var. Evvela Hasan Beyefendi Reji İdaresinin gelirlerinde bir art
ma gösterdi. Şayanı teşekkürdür. Fakat arkadaşlar bu gelir Devletin bu cebinden
alıp öteki cebine koymak demektir. Hakiki gelir ihracat yapılırsa ona derler. (gürül
tüler) Maliye Vekili Bey gelirin artması için ne kadar ihracat yaptı, ne kadar satış?
(gürültüler)
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): A beyim o zaman nereden ihracat yapılıyordu?
BESİM ATALAY BEY (Devamla): Müsaade buyurun, rica ederim. Sonra Düyunu
Umumiye İdaresi Maliyeye bağlıdır. Neden ondan şikayet olmadı da Reji İdaresin
den şikâyet oluyor? Bunun sebebi anlaşılmalıydı. Şüphesiz görüşme kâfi değildir.
Sonra bir arkadaşım bana sordu, Reji için neye benzettin dedi. Mutfak amiri de
dim. (gülüşmeler) Niye imarete benzetmedim? İmaret, fakirlere mahsustur. Reji,
mensuplara, mutfak amiri gibi gelenlere bir yiyintidir. İşinden olmuş valiler, uzak
laştırılmış polisler geliyor, Reji'de memuriyet buluyorlar ve Reji'de israf ve suiisti
mal yapıyorlar. Arkadaşlar, şu mukaddes mücadelemizin uğrunda akıl ve hayale
gelmeyen vergileri aldık, alacağız ve almakta haklıyız. Memleket de bunu seve
seve verecektir. Arkadaşlar, en çok gelir getirecek demiryolları, Reji İdaresi gibi
birkaç idare varken israf burada oluyor. En büyük suiistimal burada oluyor. İşte
size liste, 1920 senesine ait olan listede Maliyeye verilen yüz seksen dört bin lira
dır. Bu para, şu Memleketin Rejisinden çıkan safi hâsılattır. Rica ederim, bu gelir
hakiki gelir midir? Katiyen değildir. İzmir Reji İdaresi İzmir'in kurtuluşundan evvel
Suriye'ye ve İstanbul'a tütün gönderiyor ve yedi milyon lira kazanıyordu. İşin uz
manlarına müracaat ediniz. Rica ederim, Reji Anadolu dâhilinde, bize ancak yüz
seksen dört bin lira safi gelir veriyor. Bunun üst tarafı nereye gidiyor? (onu sorma
sesleri) Niye sormuyoruz? Sorduktan sonra görüşme kâfi görülebilir. Sonra sekiz
bin lira ki bir milyona yakın masrafı vardır. Bir şirket ve bir ticarethane tasavvur
buyurunuz ki onun masrafı, gelirinin beşte birini eritsin. Arkadaşlar, zannediyorum
ki, o ticarethane devam edemez. O ticarethane için iflastan başka bir şey yoktur.
İşte Reji İdaresi de böyledir. Sonra arkadaşlar, gelecek sene tütün buhranı karşı
sındayız, Rejinin elinde tütün kalmamıştır. Elinde ancak bir buçuk milyon kiloya
1442
yakın döküntü adi tütünler vardır ki bunlar katiyen işe yaramayacaktır. Ahalinin
elinden kilosu 20 kuruşa, 30 kuruşa tütün toplanıyor. Avuç kadar tütün 15 kuruşa,
20 kuruşa satılıyor.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Reis Bey ben de cevap vereyim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Besim Bey, bunları dinlemiyorlar.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Efendim, dinlemiyorlarsa ben de sözden vazge
çiyorum.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, Reji'nin elinde bir buçuk sene fabri
kaların işleyeceği kadar tütün mevcuttur ve ihracat serbesttir. Elimizde bir İhracat
Kanunu yoktur. İhracat serbesttir. Herkes, her bir şey yapabilir. Binaenaleyh Be
sim Atalay Bey'in, Reji bütçesinde çok hakkı vardır. Bunun umumi vaziyetini esaslı
bir şekilde görüşürüz: Tatbik edilen bütçe, Bütçe Komisyonunun tanzim ettiği kad
rolara dayanıyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim usulü müzakere hakkında bir öner
ge vardır.

TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfi değildir. Çünkü eski Reji Umum Müdürü Mithat Bey hak
kındaki hususlar tam olarak halledilmemiştir. Bunlar enine boyuna konuşulma
lıdır.
Erzurum Mebusu
Salih
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müsaadenizle bir şey arz edeyim, gensoru
önergesi eski Reji Umum Müdürü Mithat Bey'in meselesi üzerine verilmiştir. Arka
daşlarımız bunun hakkında konuştular
SALİH EFENDİ (Erzurum): Ben de önergem hakkında söyleyeyim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim önergeniz size söz hakkı vermiyor.
Yalnız İç Tüzük bir kişiye usul hakkında söz veriyor. Böyle müzakere imkânı yok
beyim.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bu meseleyi kocaman Bütçe Komisyonunda niçin hal
ledememiş?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Usul, arz ettiğim gibidir. Söz veremem. Yani
müzakere kâfi görülmüştür. Arkadaşlarımız kâfi olduğunu söylemiştir. Önergeleri
oya koyacağım.

1443
TBMM Başkanlığına
Maliye Vekili hakkındaki gensoru müzakeresi kâfi görülerek Vekil Bey'e
güvenoyu verilmesini ve gündemin müzakeresine geçilmesini teklif eyleriz.
30 Kasım 1922
Ergani
Nüzhet
Mebusu Yozgat Mebusu
Ahmet

TBMM Başkanlığına
Mehmet Şükrü Bey'in gensoru önergesinde, Bafra'da suiistimale uğratı
lan terk edilmiş tütünlerden dolayı azledilmiş olan Reji Umum Müdürü Mithat
Bey'in ne sebepten dolayı şimdiye kadar muhakemeye alınmadığı sorulmuştur.
Maliye Vekili Bey, suiistimal sebebiyle Umum Müdür'ün derhal azledildiğini ve
lazım olan kanuni tahkikatın ifa ettirilmekte bulunduğunu beyan etmiş ve bina
enaleyh gensoruya lazım gelen cevabı verilmiştir. Gündeme geçilmesini teklif
eylerim. 29 Kasım 1922
Yozgat Mebusu
Süleyman Sırrı

TBMM Başkanlığına
Mesele anlaşılmıştır. Gensoru önergesi sahibinin ve Vekil Bey'in izahat
ları kâfidir. Binaenaleyh Maliye Vekili Bey'e güvenoyu verilmesini teklif eylerim.
Muş Mebusu
Ahmet Hami

TBMM Başkanlığına
Güvenoyu muamelesinin ad okunarak yapılmasını teklif eyleriz.
Erzurum Mebusu
Salih ve 16 arkadaşı

TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfidir. Maliye Vekiline güvenoyu verilerek gündeme geçilme
sinin oya konulmasını arz ve teklif eylerim. 30 Kasım 1922
Niğde Mebusu
Mustafa Hilmi

1444
TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfidir. Maliye Vekiline güvenoyu verilerek gündeme geçilme
sini teklif ederim. 30 Kasım 1922
Urfa Mebusu
Ali Saip
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Reis Beyefendi, Önergeler iki kısımdır. Birisi
gündeme geçilmesi, diğeri güvenoyu verilmesini istemektedir. Ben Yüce Heyetini
zin kanaatini anlamak mecburiyetindeyim, Güvenoyu istenmesi ve ad okunarak
oylama yapılmasına dair önergeyi oya koyarsanız mesele biter.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Yalnız farklı bir önerge var, Süleyman Sırrı
Bey'indir, izahata dair.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Evet efendim, dinledim. Bu esasen kanunen
ifasına mecbur olduğumuz bir meseledir. Ben de izahatta arz ettim ki bununla
alakalı Komisyon bir an evvel seçilsin.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Oylamaya başlıyoruz. İzahatı kâfi görüp
güvenoyu vermek isteyenler beyaz, istemeyenler kırmızı pusula ile oylarını kulla
nacaklardır. İsimleri okumaya başlıyoruz.
(Ad okunarak oylama yapıldı. Kısa bir ara verildi. Oylar sayıldı ve...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, neticeyi arz ediyorum. 113 üye
oylamaya iştirak etmiş. 111 evet, 1 çekimser oy var. Karar yeter sayısı olmadığın
dan tekrar oya koymak icap ediyor. Cumartesi günü saat birde toplanmak üzere
1
celseyi tatil ediyorum.
(İki gün sonra, 2 Aralık 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey'e
geçen celsede güvenoylaması yapılmış, karar yeter sayısı olamamıştı. Tekrar oya
koyuyorum. İsimleri okumaya başlıyoruz.
(Ad okunarak tekrar oylama yapıldı. Oylar sayıldı ve...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Maliye Vekili Bey için yapılan ikinci
oylamaya 148 üye iştirak etmiş, 137 kabul, 11 çekimser var. Binaenaleyh 137 oy
ile Maliye Vekili Bey'e güvenoyu verilmiştir.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Arkadaşlar, hakkımda gösterdiğiniz bu tevec
cühe çok teşekkürler ederim. Emniyet ve itimadınıza mazhar olarak Maliye Vekâ

1
TBMM Zabıt Ceridesi (30 Kasım 1922), 1.Dönem, c.25, s.132-153, http://www.tbmm.gov.tr/
1445
letine geldim, milletin Hazinesini muhafaza hususunda şimdiye kadar gösterdiğim
mesaiye bundan sonra da arzunuz ve vereceğiniz kararlar dâhilinde çalışacağıma
sizi temin ederim. (Allah muvaffak etsin sesleri) Muvaffakiyet Allah'tandır. (hay hay
1
sesleri)

1
TBMM Zabıt Ceridesi (2 Aralık 1922), 1.Dönem, c.25, s.164-165, http://www.tbmm.gov.tr/

1446
ARALIK 1922

2 ARALIK 1922: İŞGALDEN KURTARILAN YERLERDE GEÇİCİ CEZA MAHKE


MELER KURULMASINA DAİR KANUN
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 149.Birleşim, Gündem: 8/2)

Yunan işgalinden kurtarılmış yerlerde yapılması gereken yasal düzen


lemeler, Meclisin yoğun gündemi nedeniyle bir türlü tamamlanama-mıştı.
Bir taraftan Lozan Konferansı ile ilgili görüşmeler ve diğer taraftan Salta
natın kaldırılması, Padişah Vahdettin'in kaçışı, yeni Halife seçimi gibi
sorunlar Meclisi fazlasıyla meşgul ediyordu. Kurtarılmış yerler ve terk
edilmiş mallar için sadece Menhubat Kanunu kabul edilmiş ve sırada
acilen kanunlaşması gereken iki kanun tasarısı daha vardı.

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim işgalden kurtarılmış yerlerde kurulacak
geçici ceza mahkemelerine dair olan kanun tasarısının görüşmelerine geçiyoruz.
Evvela şunu da arz edeyim ki Abdülkadir Kemali Bey'in bu yerlerde üç istiklal
mahkemesi kurulmasına dair dair önergesi vardır. Bunu da bu tasarıya alıyoruz.
Efendim kanun tasarısı basılmış ve dağıtılmıştır. Kanunu okuyoruz.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Daha yeni elimize geçti Reis Bey.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Yok, önceden dağıtıldı. Bu ikinci baskıdır.
Efendim kanun tasarısını okuyoruz.

DÜŞMANDAN KURTARILAN VE KURTARILACAK OLAN MEMLEKETLERDE


KURULACAK MUVAKKAT CEZA MAHKEMELERİNE DAİR KANUN TASARISI
Madde 1. Düşman işgalinden kurtarılan memleketler dâhilinde işgal tarihinden
itibaren oralardaki mahalli idarenin tekrar kurulması zamanına kadar işlenmiş
olan suçların sahipleri hakkındaki davalara bakmak üzere maddeleri aşağıda
yazılı muvakkat ceza mahkemeleri kurulmuştur.
Madde 2. Mahkeme kurulacak yerler en fazla yirmi mıntıkaya bölünüp, her
mıntıkaya memurlarıyla birlikte seyyar olarak vazife yapmak üzere bir hâkim ve
bir savcı tayin olunur.
Madde 3. Bu mahkemeler, birinci maddede yazılı olan suçlar için, bütün idari ve
askeri ceza kanun ve nizamlarının hükümlerini tatbik ederler ve Vatana Hıyanet
Kanunu usulüne göre bakarlar. Ancak hâkim, kendisine bakması arz edilen
davalarda, işgal ve işgalden dolayı bir vaziyet itibarıyla istisna gördüğü mese
leyi alakalı mahkemeye sevk etmek salahiyetine sahiptir.
Madde 4. Bu mahkemelerin vazife ettikleri mahaller zabıtası, seyyar mahkemelerin
vazifelerine ait hususlarda o mahkemenin emrinde olup ihmal ve gevşeklikleri ha

1447
linde mahkemece doğrudan doğruya mesul edilirler.
Madde 5. Bu mahkemeler vazifeye başlama tarihinden itibaren azami dört ay
içinde baktıkları davaları neticelendirmekle mükelleftirler.
Madde 6. Bu kanun yayınlandığı tarihte yürürlüğe girer.
Madde 7. Bu kanunun tatbikinde Adalet ve İçişleri Vekilleri vazifelidir.

MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Arkadaşlar terk edilmiş mallar meselesi hepi
nizce malumdur. Bu meselenin bir an evvel sonuçlanması gerekir. Teklif edilen bu
Kanun Tasarısı bunu katiyen temin edemez, ben buna inanmıyorum. Çünkü bu
teşkilat bunun kuvvet ve kudreti orada devam eden ve etmekte bulunan suiistimal
leri ortadan kaldırmaya kâfi değildir. Onun için Meclisin daha önce kabul ettiği ve
tatbikatında da benim kanaatimce muvaffak olduğu istiklal mahkemeleri kurulma
lıdır. Gerçi affınıza sığınarak söyleyeceğim, konunun uzmanı bulunmamasından
dolayı bazı kanunsuzluklar husule gelmiş, dolayısıyla Büyük Millet Meclisini güç
durumda kalmış ve istiklâl mahkemeleri aleyhine bazı hadiseler olmuş ise de bu
da doğru değildir. İhtisas sahibi kişiler gönderilmek şartıyla istiklâl mahkemeleri,
nasıl ki milli davanın kazanılması hususunda büyük bir tesir yaratmışsa, terk edil
miş mallar rezaletini de tepelemek için yegâne bir kudret olacağına inanıyorum.
Eğer lüzum görürsek ki o kanunda lüzum görülüyorsa olağanüstü zamanlarda
infaz yetkisini de vermek kaydı vardır. Bir defa düşmandan kurtarılan memleket
lerde teşkil olunacak muvakkat bu kanun tasarısına hiç lüzum yoktur ve bu hiçbir
şey temin etmez. Buna gelince, zannediyorum ki hem yetki vermek istiyoruz, hem
vermek istemiyoruz. Daha fazla yetki verecek olursak, Hükümet içinde Hükümet
olacaktır ve doğru bir şey olmayacaktır. Daha iyi bir sistem, Yüce Meclisin önceki
tecrübesinden faydalanarak mevcut İstiklâl Mahkemeleri Kanunun oralarda da
tatbiki lâzımdır. Bunun hakkında zaten Abdülkadir Kemali Bey'in bir teklifi olduğu
nu Meclis Divanı tebliğ etti. Onun görüşülmesine geçelim. Onu halledelim, daha iyi
olur. (uygundur sesleri)
RAGIP BEY (Kütahya): Muhterem arkadaşımız Şükrü Bey hakikaten güzel anlattı
lar. İşgalden kurtarılan yerlerde meseleler o kadar çok ve o kadar büyüktür ki,
bunun çapı ve büyüklüğü nispetinde bütün gücün orada toplanması lazımdır. Bu
zannedersem iki aydan beri Mecliste cereyan eden görüşmeler ile sabit olmuştur.
Binaenaleyh bu gücün o bölgede hissettirilmesi için en güzel vasıta İstiklal mah
kemelerinin kurulması ve oraya gönderilmesidir. Ben de Şükrü Bey'in tekliflerine
iştirak ederek diyorum ki hemen Abdülkadir Kemali Beyin vermiş olduğu önergeyi
kabul ederek istiklal mahkemelerinin bugün seçimine geçelim. Artık bu mesele
göz önünde bir çivi gibi batıp durmasın. Yüce Meclisin daha çok işleri vardır. Onla
ra geçelim. Bu mesele bitmiştir. Kıvamına gelmiştir. Bu mesele daha ziyade söz
götürmeyecek bir mahiyettedir. Abdülkadir Kemali Bey'in önergesinin kabulüyle
her şey olmuş, bitmiş olacaktır. (görüşme kâfi sesleri)

1448
YASİN BEY (Gaziantep): Zaten Efendim Memleketin kurtarılan hemen her yerinde
zannediyorum ki bugün Adliye mahkemeleri teşekkül etmiştir. Artık buna lüzum
yoktur. Bu lüzumsuzdur. Arkadaşların fikirlerine bendeniz de iştirak ediyorum.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Herkes İstiklal mahkemesinin lehinde söyledi,
ben de aleyhinde söyleyeceğim. (işi uzatmayalım sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim rica ederim, elbette söyleyeceklerdir.
Meclis görüşmeyi kâfi görünceye kadar söz söylenecektir. Efendim müsaade
ederseniz beş dakika teneffüs edelim. Yalnız bazı arkadaşlarımızın ricaları var.
Himaye-i Etfal (Çocukları Koruma) Cemiyeti menfaatine albüme koymak için böy
lece resmimizi almak istiyorlar. (pekâlâ sesleri) Sessizce oturalım, Efendim, resim
lerimiz çekilsin. (resimler çekilir) Celseyi beş dakika tatil ediyorum.

(Ara verilir. Aradan sonra Başkan Vekili Hüseyin Avni Bey tarafından oturum açılır.)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): İşgalden kurtarılmış yerlere gönderilecek


mahkemeler meselesinin görüşmesine devam ediyoruz.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Arkadaşlar hepiniz takdir buyuruyorsunuz ki fev
kalade tedbirler, fevkalade işler, fevkalade zamanlar için olur. Bunu böyle yapmak,
ihtiyacın, zaruretin ve adalet hükümlerine uygun hareket etmek demektir. Bunun
haricine çıkıldığı zaman idarede ve adliyede fevkalade tedbirler uygulandığı za
man mahkûmu akamettir. Akıl, mantık ve hikmet değildir. İstiklal mahkemelerini
kurduğunuz zamanları düşününüz. O vakit bu gibi İstiklal mahkemelerinin tam
yetkili olarak Memleketin her tarafına gönderilmesi lüzumu duyuldu ve hakikaten
gidenler dürüstçe hizmet ettiler. Fakat bugün bu ihtiyaç karşısında katiyen değiliz.
Tasavvur buyrulsun ki bugün Lozan'da Sulh Konferansı karşısında temsilcilerimiz
medeni bir devlete layık olan kürsüye oturmuşlar, haklarını iddia ediyorlar ve di
yorlar ki Memleketimizi güzellik ve iyilikle idare ediyoruz. Memleketimizde fevkala
delik yoktur. (Memlekete kimse karışamaz sesleri) Efendi ben karışamayacaklarını
pekâlâ biliyorum. Hukuk kurallarının dışında birtakım mahkemeler teşkil edersek,
dışarıya karşı Memlekette yeniden fevkaladelik var şüphesi vermez miyiz? Bunu
ne ile halledeceğiz ki bunun cevabı nedir acaba? Benim arz ettiğim gibi kanunun
fevkaladesi de gönderilen heyetlerin fevkalade yetkilere haiz olarak gönderilmesi
meselesidir. Bunun aleyhindeyim. Bilhassa bunların Yüce Meclis üyelerinden
gönderilmesine karşıyım. Meclis üyesi Hükümetin icraatını uzaktan kontrol etmeli
dir. Kendisi bizzat bu gibi işlere müdahale ederse daima şunun bunun tepkisine
maruz kalacaktır. Bu ise uygun değildir. Sonra ikincisi şudur, Meclis İstiklal mah
kemesi hakkındaki Kanunu yakında reddetmiştir. Pekâlâ, Meclisin sene içinde
reddettiği bir kanun teklifi, nasıl olur da tekrar Meclise gelebilir? (hayır, reddedilmiş
değil sesleri) Aslında işgal altından kurtarılan memleketler hakikaten seri bir suret
te birtakım icraata muhtaçtır. Orada, birtakım biçarelerin, mazlumların malları
alınmıştır. Birtakım günahsızlar mahkûmdur. Birtakım hainler de hapistir. Bunların
mazlum olanlar hainlerden, en kısa zamanda ayılmalıdır. Bu yolda bir önergem de

1449
var. Acilen gündeme alınmasını teklif ediyorum ve rica ediyorum ki bu iki durum
sebebiyle, Memlekette fevkaladelikler var olduğu izlenimi vermiş olmayalım. Sonra
reddedilen şeyin tekrar Mecliste görüşülmesini arz ediyorum.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Ret yoktur, tehir edilmiştir.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Bu Kanunu okuduğum zaman kurtulan
memleketlerden gelerek bize vaziyetin fevkaladeliği hakkında izahat veren mebus
arkadaşlarımızın, Maliye Vekili Bey'in ve Adalet Vekâletinin de gördüğü fevkalade
lik hakkında ayrıca düşünmeye lüzum kalmadığını anladım. Kurtulan memleket
lerde birtakım fevkaladelikler var ve bu Kanun o fevkaladelikler dolayısıyla fevka
lade olarak yapılmış ve Meclise getirilmiş bir vaziyettedir. Memlekette fevkaladelik
ler olmasaydı bu tarzda seyyar ve muvakkat mahkemelere lüzum görülmezdi.
Efendiler, Yüce Meclis İstiklal mahkemeleri hakkında bazı sebepler dolayısıyla
zaman zaman bunlar fevkalade mahkemelerdir, artık Memleketin buna ihtiyacı
yoktur tarzında arzusunu ifade etmiştir. Fakat efendiler, fevkaladelik 1920 senesi
başında ne ise bugün de aynı şekilde olduğu kanaatimi taşıyan arkadaşlarınızda
nım. Birisinde Memleketi kurtarmak için ortaya atılan Meclisin bağı olduğuna ka
naat edenlerin hücumu vardı. Şimdiki halde kurtardığınız memleketler halkının
hadsiz ve hesapsız meseleleri karşısında zor bir vaziyette kalarak bize karşı düş
man olarak değil dost olarak bizi bu vaziyetten kurtarın demesi vardır. İstiklal
mahkemelerinin eski vaziyetteki insanlara karşı kullanılmasıyla, bugünkü vaziyet
teki insanlara karşı kullanılması arasında büyük farklar vardır. Bugün tamamıyla
kuvvetliyiz ve Türkiye Devletini mahkûm vaziyetinde göründüğü çöküntüden kur
tarmış ve bugün bir Devlet haline koymuşuzdur. Binaenaleyh gerek Ordumuzun
vaziyeti, gerekse Devletin teşkilatı dünle kıyas edilemez. Fakat dünkü vaziyet
karşısında İstiklal mahkemesi düşmanlarımıza karşı ise bugünkü vaziyete de Ada
let Vekâleti de fevkalade mahkemelere ihtiyaç gösteriyor. Vazife yapan her memu
run bütün harekâtından dolayı tarihe karşı şahsen hepimiz mesulüz. Değil böyle
kurtarılan memleketlerde kan ve ateşin hâlâ devamı etmesinden, bir nahiye müdü
rünün muamelelerinden şahsen ve bir aile teşkil ettiğimiz için tarihe karşı mesulüz.
Binaenaleyh Millet Meclisinin tamamıyla bu işe karışması ve bizzat bu işlerle uğ
raşması şarttır ve lâzımdır. Eğer İstiklâl mahkemesi göndermenin Lozan'da Sulh
Konferansı bahis mevzu olurken uygun olmaması lazım geliyorsa bu vaziyet de
aynı tesiri bırakacaktır. Binaenaleyh Yüce Meclisin oradaki halkın vaziyetine bir an
evvel imdat etmesi ve oradaki fevkaladeliği bir an evvel halletmesi için lazımdır.
İstiklal mahkemelerinin oraya gitmesi değil, hareket etmesi haberinin gitmesiyledir
ki birçok fenalıkların önüne geçilecektir. Fakat bu mahkemelerin teşkili hakkındaki
kanun kabul edildiği takdirde hiçbir tesir yapmayacaktır. Çünkü bu fevkalade mah
kemeler alelade mahkeme vaziyetindedir. Binaenaleyh ben teklifimde arz ettim.
Kurtulduğunu iddia ettiğimiz memleketler bu vaziyet karşısında katiyen kurtulma
mış oluyor. Binaenaleyh oraların vaziyetini bir an evvel ıslah etmek vazifemizdir.
Teklifimde kurtarılan memleketleri üç kısma ayırıyorum. Kurtarılan memleketler
den Bursa, Eskişehir ve Karesi'yi bir mıntıka sayıyorum. Kütahya, Karahisar, Ay

1450
dın ve Denizli civarını da bir mıntıka diyorum. İzmir, Saruhan civarını da bir mıntı
ka diyorum. İstiklal mahkemesinin oraya gönderilmesini teklif ediyorum. Bunun
haberi duyulduğu andan itibaren orada birçok münasebetsizlikler duracaktır.
NECİP BEY (Mardin): İçişleri Vekilinin de bir söz söylemesi lazımdır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim arkadaşlarımız bu kanunun leh ve
aleyhinde söyleyebilirler. Hükümetin teklifi varsa onu ayrıca söylerler.
DR. ADNAN BEY (İstanbul): Efendim, müsaade buyurun. Ben bundan evvelki
celseyi idare ediyordum, bu ayrı bir teklif gibi görünüyor. Fakat bu meseleyle ala
kalıdır. Hükümetin teklifi kabul edilmezse, istiklal mahkemesi gitsin diye bir teklif
var. Bu kabul edilmezse buna devam edilecektir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim bu müzakere edilir ve neticede
oya konulur, önergeler okunur. Onun üzerine müzakere edilir. Ben bu bakımdan
söylüyorum.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Hükümetin teklifinin reddini teklif edi
yorum.
YASİN BEY (Gaziantep): Reis Bey, müzakere usulüne dair bir önergem var,
okunsun.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim sizin önergenizden evvel bunun
müzakeresi kabul edilmişti. Bu müzakerenin yeterliliğine dair elimde bir önerge
yok. Siz müzakerenin yeterliliğini değil, bu teklifin reddeyle yerine bir kanun teklif
ediyorsunuz.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Geçen gün bir seyyar mahkemeler, bir de kontrol
heyeti gitmesi burada bahis mevzu olmuştu. Burada evvela kontrol heyetin müza
keresine karar verilmişti. Şimdi bunu bırakarak seyyar mahkemeler kanununu
müzakere etmek, evvelce vermiş olduğumuz karara muhaliftir zannediyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Ne yazık ki onun da zamanı geçmiştir. Baş
tan söyleyecektiniz, geç kaldınız.
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Efendiler, seçim mıntıkamdan döneli henüz bir buçuk
ay oluyor ve bu şimdi müzakere ediliyor. O andan bu ana kadar her taraftan, her
kesten daima işgalden kurtarılmış yerlerde pek büyük zararlar, ziyanlar, yağmalar,
filan ve filânlar olmuş diye herkesin kulağını birçok sözler yırtmaktadır. Bunun için
şimdiye kadar hiçbir tedbir yapılmadı ve yapılacağına da şüphe oldu. Bu mesele
ler arasında Menhubat Kanunu müzakere ettik ve hamdolsun kanunu çıkardık.
İkinci olarak seyyar mahkemelere geldik. Seyyar mahkemelerin gönderileceği
sırada bir de istiklal mahkemeleri meydana çıktı. Hususi Komisyonun teklifleri
arasında bir de kontrol heyetleri vardı. Efendiler, ilk istiklal mahkemeleri teşkil
edildiği zaman ile bu zaman arasında fark büyük olduğundan şimdi istiklal mah
kemesine lüzum kalmamıştır; Kurtarılmış yerlerde idare teşekkül etmiştir, her şeye

1451
el koymuştur. (gürültüler) Efendiler herkes burada kanaatini söyler. Ben herkesin
kanaatine nasıl hürmet etmişsem, herkes de benim kanaatime hürmet edecek ve
dinleyecektir. Şimdi müzakere mevzu olan seyyar mahkemelerdir. Hakikaten sey
yar mahkemeler göndermelidir. Bir an evvel Memleketin fenalığına, zararına, hüs
ranına çare olunmalıdır. Gerek bu seyyar mahkemelerin ve gerekse menhubat
komisyonlarının işlerini tetkik ve kontrol etmek üzere Meclisten fevkalade heyetler
giderse hakikaten az bir zaman içinde onlar vazifelerini yaparlar ve Memleket
zarar ve ziyanlardan kurtulmuş olur. Kanaatim böyledir. İstiklal mahkemelerinin
fenalıkları temizlemek için kontrol vazifesi yoktur. Bu vaziyetle hakikaten suiisti
malleri meydana çıkaramaz. Muhakeme vazifesi esnasında apışır, kalır. Asıl bizim
arayacağımız şey, olan fenalıkları meydana çıkarmaktır. Oralara göndereceğimiz
istiklal mahkemeleri bu vazifeyi katiyen yapamayacaktır. Gayet fahiş bir maaş, bir
tahsisat vererek göndereceğimiz mahkemelerden beklediğimiz faydalar da meyda
na çıkmayacaktır. İşi meydana getirmek için, o işi yaptırmak lazımdır. Yaptırmak
için de kontrol lazımdır. Herkes bir şey yapar. Fakat yapılan bir şeyi esasına göre
yaptırmak hünerdir. Oralara göndereceğimiz seyyar mahkemeleri çalıştırmak la
zımdır. Yoksa buradan gidecek olan heyetler sadece muhakeme ile iştigal ederse
diğer bizim aradığımız işler meydana çıkmaz, bütün emekler heder olur, fayda
vermez. Benim arz etmek istediğim evvela bu seyyar mahkemeler kanununu bir
an evvel çıkardıktan sonra, fevkalade heyetler kanununu da çıkarıp işe gönder
mek ve bu suretle memlekette olan fenalıkların önünü almak lâzımdır? Yoksa
İstiklal mahkemelerine lüzum yoktur kanaatindeyim.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Çok yanlış kanaat.
OSMAN BEY (Lazistan): Arkadaşlar, bu mesele hakkındaki müzakere lüzumundan
fazla uzamıştır. Geçen gün de ifade ettim, ben İstiklal mahkemelerinin vazifeye
gönderilmesine cidden aleyhtarım. Bu husustaki başlıca düşüncem de artık sulh
ve sükûn devresine girmek üzere bulunduğumuz bir zamanda Büyük Millet Meclisi
üyelerinin yargı salahiyeti ile uğraşmalarını mümkün olduğu kadar azaltmak arzu
sundan ileri geliyor. Fakat efendiler, bununla beraber bu arzuyu güderken Hükü
metten de bazı tedbirleri acile alabileceği kanaatini de besliyorum. Zaman geçtik
çe bu tedbirler acilen alınmadı, yapılamadı. Çare acil olmalıdır. Binaenaleyh diyo
rum ve teklif ediyorum ki ehvenişer olmak üzere şu kaydı koymak lazımdır. İstiklal
mahkemelerinin halk üzerinle bir tesiri vardır. Arzu etmiyordum ki bu devir sulh ve
sükûna vardıktan sonra Yüce Meclis yargı salahiyeti ile meşgul olmasın. Fakat
mademki Hükümet aciz kaldı, bu kanunu kabul edelim. İstiklal mahkemeleri gitsin
ve meseleyi halletsin.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Osman Bey arkadaşımız kendi arkadaşları olan
Hükümetin aciz kaldığını ifade ettiler. İzmir'in kurtulduğu akşam, Vatanımızın fevka
lade durumu için fevkalade tedbirler alınsın diye Yüce Meclisten gelen bir önerge
üzerine, ben İzmir'e gitmeden evvel Hükümetin tertipleyip sevk ettiği kanunlar o
günden bugüne kadar Meclistedir zannederim. Defalarca bu kanunların bir an
evvel tamamlanmasını bu kürsüden rica ettim. Maliye Vekili Hasan Beyefendi de

1452
bana İzmir'den yazmıştı, yine Yüce Meclisinize arz ve istirham ettim. Yapılmadı
demek kolaydır. Fakat buna karşılık yapıldı demek de gerekir. Biz Meclisle birlikte
çalışmak ve sizden aldığımız görevler dairesinde çalışmakla yükümlüyüz. Zanne
diyorum ki düşündüklerimiz Yüce Meclise arz ediyoruz. Bu hususta arkadaşlardan
biri bize, çalışmadınız derse zannederim ki insafsızlık olur.
OSMAN BEY (Lazistan): Oradan gelen vekiller yapılmadı diye söylemişlerdi.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim, arkadaşımız Besim Atalay Bey, burada İstiklal
mahkemelerinin aleyhinde konuştu. Hâlbuki kendileri İzmir'den burada bir arkada
şına gönderdiği mektupta hemen bir İstiklal mahkemesi gönderilmesi için yazıyor
du. Yani kendilerinin dahi kanaati evvelce İstiklal mahkemelerinin gönderilmesi
merkezindeydi. Yine Besim Atalay Bey oradaki durumun fevkalade olduğunu ka
bul etmemekle beraber fevkalade duruma karşı fevkalade tedbirlerin de lüzumun
dan bahsediyorlar. Rica ederim efendiler, İstiklal mahkemeleri o kadar fevkalade
bir şey değildir. Rica ederim. Lozan Konferansından bahsediyorlar. Efendiler, İngi
lizlerin İstanbul'da teşkil ettikleri fevkalade mahkemeler acaba İstiklâl mahkemele
rine göre çok mu iyiydi? İstiklal mahkemeleri bugün Dünyanın en adil mahkemele
rinden daha adildir. Kanunun sakat olduğu yerlerde hâkim vicdanıdır. Bütün mah
kemelere verilen yetkiler içerisinde en ziyade kanaatlerini, vicdanlarını kılavuzluk
etmek zorunda olanlar hâkimlerdir. İşte İstiklal mahkemeleri böyle yerlerde en
büyük rolü oynuyorlar ve vicdani kanaatlerini mevcut kanunlarımıza uygun olarak
karar veriyorlar. Binaenaleyh istiklal mahkemeleri kanunsuz ve çok fevkalade olan
mahkemelerden değildir ama lazım olan mahkemelerdendir. Tesirleri hepimiz
tarafından itiraf olunur ki görülmüştür ve bundan böyle de görülecektir. Binaena
leyh bu mahkemelerin teşkilinde daha ziyade tereddüt etmeyerek ve her halde bu
meseleye nihayet verilerek okunan, şu kanunlar münasebetiyle müştereken görü
şülmesi kabul edilen Abdülkadir Kemali Beyin önergesini Meclis Başkanlığından
rica ediyorum, bir kere oya konsun. Artık bu meseleyi bitirelim.
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Aziz arkadaşlarım. Söze başlamazdan evvel, evvelce
arz ettiğim gibi sizlerden bir şey istirham etmek istiyorum. Ne kadar hatip gelirse
gelsin buraya, rica ederim, bu yabancı kontrolünden, Lozan Konferansından bil
mem nesinden bahsetmesinler. (bravo sesleri, alkışlar) Biz Lozan'a değil, Dünya
ya kılıç çekmiş şahıslardanız. Hakkımızı her nerede olsa kurtaracağız, kan içinde
kalacağız, yine alacağız. Binaenaleyh hiçbir yabancı kontrolünü katiyen tasavvur
etmiyorum ve olamayacaktır. (bravo sesleri, alkışlar) Şu zamanda Lozan Konfe
ransı oluyormuş da bilmem ne oluyormuş da... (gülüşmeler) Hesabına elverirse
benimle sulh eder, hesabıma el vermezse süngüyü karşısına dikerim. (gülüşme
ler) Binaenaleyh Lozan meselesini kesrim. Gelelim mahkemelere, fevkalade mah
kemelerden evvel, diğer mahkemelerin hâkimleri var mıdır? (vardır sesleri) Yoktur,
yok. Ben görüyorum. Kayseri'de bulunan bir hâkim kırk seneden beri orada duru
yor. (daha iyi ya sesleri) Arkadaşlar, yani bunu kabul etmek demek kurtarılmış
yerlerin işlerini geri bırakmak dernektir. Sürüncemede bırakmak demektir.

1453
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Şunu okuyun.
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Ne o? İstemem canım. (gülüşmeler) Efendiler bu bir
an evvel işe sarılmamak demektir ve onların yaralarına merhem olmamak demek
tir. Efendiler ben doktorum. Bir çıban, kangrene çevirdikten sonra artık o ayak
kesilir, sakat kalır. Fakat vakit ve zamanıyla yetiştirilirse pansuman olur, her şey
olur ve o ayak kurtarılır. (yalnız ayak mı sesleri) Ayak değil, vücut kurtulur. Binae
naleyh her zaman ve hususiyetle müşkül zamanlarda istiklal mahkemeleri hakika
ten iyi bir tabiptir ve iyi bir teşkilatla ve doğrudan doğruya Memleketin, milletin
hakikaten hakkını ortaya çıkaran bu mahkemelerdir. Ben Hükümet acizdir demiyo
rum ve eder diyemem ve etmemiştir ve edemez. Ben onların hamiyetlerine tama
men eminim. (hep öyleyiz sesleri) Fakat onlar da insaf etsinler ve zannetmesinler
ki bu lazım değildir, lazımdır. Bu mahkemelerin bir an evvel teşkiliyle hemen yola
çıkarıldığı gün İzmir'deki hırsızların, soyguncuların hepsi dehşete düşeceklerdir.
Yalnız daha bir şey var. Onu da söyleyeyim mi, söylemeyeyim mi? (söyle söyle
sesleri) Evvelce giden ve gelen mebuslar hariç olmak üzere. (gülüşmeler)
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Arkadaşlar, istiklal mahkemeleri hakikaten
fevkalade mahkemelerdir. Bunlar fevkalade hallere karşı tesis edilmiştir. Şimdi
fevkaladelik vardır, yoktur yollu birtakım münakaşalar cereyan ediyor. Ben fevka
ladelik yoktur diyenlerden değilim. Fakat yalnız bu münasebetle şurasını arz ede
ceğim ki Tanzimat döküntüsü olarak düşmanlarımızın telkinleri neticesinde kuru
lan bizim mahkemelerimiz alelade zamanlarda da milletin muhtaç olduğu adaleti
temin edememiştir. Arkadaşlar, istiklal mahkemeleri fevkalade mahkemelerdir.
Alelade zamanlarda kâfi gelmeyen sizin mahkemelerinizin şimdi Milletin ihtiyacını
temin edemeyeceği bellidir. Arkadaşlar gün geçtikçe ahalinin mağduriyeti çoğalı
yor. Allah katında halka karşı mesulüz. Bizim dinimiz mesuliyetsiz şahsiyet kabul
etmiyor. Lozan Konferansı başladığı zaman böyle mahkemelere lüzum yoktur gibi
düşünceler kabul görmemiştir. Hâlâ mı düşmanların teşvikiyle mahkemelerimizi
yapacağız? Bitmedi mi Tanzimat'ın bize açtığı zararlar? (bravo sesleri) Rica ede
rim arkadaşlar, bizde bir esas hâkim ve bir esası adalet vardır. Alelade zamanlar
da da fevkalade zamanlarda da o tatbik olunmalıdır. Tatbik olunduğu zaman Dev
letimiz yıkılmaya yüz tutmuştur. Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu Devleti uçurum
dan kurtarmıştır. Her halde fevkalade mahkemeleri kabul etmek mecburiyetinde
siniz. Hangisini kabul edelim? Bu katiyetle kabul edildikten sonra yirmi fevkalade
mahkeme kabul etmektense, üç yerde üç İstiklal mahkemesi kabul etmek daha
iyidir. Değerli arkadaşlarımızdan üç arkadaşı göndeririz. Diğer mahkemeler onlar
gibi yapamaz, onlar iki üç aylık bir meseledir. Binaenaleyh onlar bu müddet zar
fında isleri düzeltebilirler ve gelirler.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, beş altı arkadaşımızın sözü var
ve müzakerenin yeterliliğine dair de önergeler var.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Hükümetiniz işgalden kurtarılmış yerler
hakkında düşündüklerini kanun teklifleri şeklinde Yüce Heyetinize arz etti. O teklif

1454
ler çeşitli defalar komisyonlara gitti. Komisyonlardan Yüce Heyetinize sevk olundu.
Evvela onları ya kabul veya reddediniz. Ondan sonra istiklal mahkemeleri mi ola
caktır veya diğer mahkemeler mi olacaktır? Ona karar verirsiniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, muvakkat ceza mahkemeleri hak
kındaki kanun tasarısının tamamının müzakeresini kâfi görenler lütfen ellerini kal
dırsın. Kabul edildi. Maddelere geçilmesi veya reddedilmesi hakkında önergeler
var. Okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
1. Müzakere kâfidir,
2. İstiklâl mahkemeleri kurulmasına karar verilmesi için derhal oylama yapılması,
3. Kurulacak İstiklal mahkemelerine infaz salahiyetinin de verilmesi,
...arz olunur. 2 Aralık 1922
Ertuğrul Mebusu
Necip

TBMM Başkanlığına
Bir memlekette menhubat, terk edilmiş mallar, muvakkat ceza mahkeme
leri, fevkalade heyetler adı altında mali, iktisadi, adli, idari işlere bakacak muh
telif heyetlerin bulunmasının, muameleleri kolaylaştıracağı yerde, tamamen
karışıklığa sebep olacağına
ve süratleşüphe yoktur. Binaenaleyh bunların yerine zaten
faydaları görülmüş meseleleri neticelendirdiği için halk tarafından
şükran ve memnuniyeti olanvefeci mahkemelerinin
istiklal bir
eylerim.2 kalantam
vaziyette Aralık salahiyetle bir an ev
1922
vel kurularak gönderilmesini halkın adalet nimetinden
faydalanmasının teminini arz ve teklif
Bolu Mebusu
Şükrü

TBMM Başkanlığına
Hükümet tarafından düşmandan kurtarılan yerlere gönderilecek fevkalade
mahkemeler hakkındaki kanun teklifi, oralarda meydana gelmekte olan kötü
vaziyete mani olmaya kâfi görülemediğinden, bu tasarının reddiyle bunların
yerine hukuki ve cezai salahiyetlere sahip istiklal mahkemelerinin kurulmasının
karara alınmasını teklif ederim. 2 Aralık 1922
Menteşe Mebusu
Ethem

1455
TBMM Başkanlığına
Gerek kurtarılan yerlerden dönen mebus arkadaşların ve gerekse Maliye
ve Milli Savunma vekillerinin verdikleri izahattan anlaşılıyor ki işgalden ve harp
ten dolayı fevkalade idari, mali ve adli meseleler içinde kurtulmuş farz ettiğimiz
kardeşlerimiz perişan vaziyettedirler. Fevkalade vaziyetler karşısında fevkalade
tedbirler alma mecburiyeti olduğu için daha evvel arz olunan hususları kati
olarak halletmek üzere Bursa, Bilecik, Eskişehir ve Karesi'de bir, Kütahya,
Karahisar, Aydın, Denizli civarında bir, İzmir, Saruhan civarında keza bir, ta
mamı üç istiklal mahkemesinin hemen kurulmasının karara alınmasını teklif
ederim. 30 Kasım 19220
Kastamonu
Abdülkadir Mebusu
Kemali Bitlis Mebusu
Yusuf Kemal

TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfidir. Muvakkat ceza mahkemelerinin kurulması hakkındaki
kanun tasarısı ihtiyacı temine kâfi değildir. Tasarının reddedilmesiyle Kasta
monu Mebusu Abdülkadir Bey'in önergesinde bahis mevzu mıntıkalarda istiklal
mahkemeleri kurulmasını arz ve teklif eylerim, efendim. 2 Aralık 1922
Antalya Mebusu
Rasih

TBMM Başkanlığına
Hükümet tarafından teklif olunan muvakkat ceza mahkemelerine dair
Kanun tasarısının reddiyle istiklal mahkemelerinin kurulmasının kabulünü teklif
ederim. 2 Aralık 1922
Mardin Mebusu
Necip

TBMM Başkanlığına
Kurtarılan memleketlerde muvakkat ceza mahkemelerinin kurulmasına
dair kanun tasarısının reddiyle istiklal mahkemeleri seçilmesine dair olan tekli
fin müzakere olunmak üzere oya konulmasını teklif ederim. 2 Aralık 1922
Gaziantep Mebusu
Yasin

1456
TBMM Başkanlığına
Gönderilecek istiklal mahkemelerine ve görecekleri işlerin ehemmiyetine
binaen mahkeme ile savcı arasında ihtilaf olmadığı hususta infaz salahiyetinin
mahkemelere verilmesini teklif ederim. 2 Aralık 1922
Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü

TBMM Başkanlığına
Gönderilecek İstiklâl mahkemelerinin, terk edilmiş mallardan doğan suç
lara ve şahsi haklara bakmak salâhiyetiyle gönderilmesini teklif eylerim. 2
Aralık 1922
Urfa Mebusu
Ali Rıza

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, evvela müzakere mevzusu olan,
Komisyonun raporudur ve bunun müzakeresi neticelendi. Yalnız maddelere ge
çilmesi...
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Ret hakkındaki teklifler evvela oya konulur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Bu husustaki önergeler iki kısma ayrılıyor.
Bir kısmı kanunun reddini teklif ediyor. Bir de bu kanun yerine geçecek olan istiklal
mahkemelerinin kurulması hakkında teklif var. Evvela Hükümetin ve Komisyonun
teklifini oya arz edeceğim. İstiklâl mahkemesi hakkındaki teklifleri ayrı olarak oya
koymaya mecburum. Evvela Hükümetin ve Komisyonun teklifini oya koyuyorum.
Bunun reddini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. (ret sesleri) Efendim 49 oy
vardır. Binaenaleyh ad okuyarak oya arz edeceğim. (aksini oya koyunuz sesleri)
Aksini oya koyamam.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Hüseyin Avni Beyefendi, bir hususun aydınlatılması
lazımdır. Malumunuz Hükümetin bu hususta teklif ettiği kanun tasarısı ile Hususi
Komisyonun sevk ettiği tasarı arasında ihtilaf vardır. Bu Hükümetçe çok mühimdir.
Oya konulurken Hükümetin ve Komisyonun teklifi denildi. Hükümetin ve Komisyo
nun tekliflerinin birbirinden ayrılması lazımdır. Yani Komisyonun teklifi reddedilirse,
Hükümetin teklifi vardı. Eğer her ikisi de reddedilirse o büsbütün başkadır.
YASİN BEY (Gaziantep): Rauf Beyefendi müzakerenin cereyanından haberdar
değillerdir. Oya konulan kanun, Muvakkat Ceza Mahkemeleri Kanunudur ve Ko
misyonla aralarında ihtilaf yoktur ve Hükümetin katılmasıyla müzakere edilmiştir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Hükümet birtakım tekliflerde bulunabilir. O
teklifler komisyonlara gider. Komisyon o teklifi ya aynen veya değiştirerek çıkarır
ve Meclise gönderir. Ondan sonra Hükümetin fikri yoktur, o komisyonun fikridir.

1457
Hükümet ancak kendisinin fikrini, kendisinin Meclise gönderdiği kanun tasarıların
da müdafaa edebilir. Ancak o şekil müzakere edilirken Hükümet kendi fikrinin ko
misyondan ayrı olduğunu söyleyebilir.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Efendim bence mesele kalmamıştır. Yüce Meclisiniz
toplantı halindedir. Komisyonun ve Hükümetin teklifinin reddine dair bir önerge
oya arz olunmuştur. Eller kalkmıştır. Bence çoğunlukla Hükümetin ve Komisyonun
teklifi reddedilmiştir. Meclis Divanının bu vaziyete karşı kendiliğinden başka şekle
sokması doğru değildir. Ben şahsım itibariyle kabul etmiyorum. Mesele hallolun
muştur. İşaret oyu kâfi değilmiş de ad okuyarak oya koymak lazımmış. Reis çevirt
tiriyor, bence mesele bitmiştir. (öyle sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Meclis Divanı böyle itham altında bulundu
ramaz. Sözünüzü geri alınız İhsan Bey. Adaletin tecellisini arıyoruz. Böyle şey
yapmaya ihtiyaç yoktur. Hiç de tenezzül etmem. Divan bu şaibeden uzak ve ma
sumdur. Sözünüzü geri alınız.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Bu benim fikrim, efendiler... (gürültüler) İstediğiniz kadar
el vurunuz. Görgüme, kanaatime uygun olsaydı sözümü geri alabilirdim. Fakat
kanaatime uygun olmayan bir şeyi geri alamam ve aldırtamazsınız.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim; Yüce Meclis kırk dokuz oyla karar
vermeyi kabul buyurursa ben de kabul edebilirim. Ben onu söylüyorum. Çevirtme
ve saire bilmem...
AVNİ BEY (Saruhan): Komisyonun ve Hükümetin tekliflerini birleştiren bu Komis
yon raporunun reddi halinde onun yerine teklif olunacak diğer şekil nedir? Bu hu
sus izah edilsin ki herkes bilerek oyunu versin.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Rauf Beyefendinin söylediği doğ
ru değildir. Müzakere edilen şekil, Hükümettin teklifi üzerine Hususi Komisyonun
hazırladığı rapordur. O reddolunursa diğeri de tamamıyla reddedilmiş olur. (yerine
ne müzakere olunacak sesleri) Yerine geçecek şekli ayrıca oya koyacağım. Şimdi
mesele bellidir. Bu teklif reddolunursa istiklal mahkemesi meselesi ikinci taleptir.
Onu da ayrıca oya koyarım.
HASİP BEY (Maraş): Müsaade buyurun Reis Bey, bu rapor Yüce Heyetinizin kara
rıyla İçişleri, Adalet vekilleri ve alâkadar vekillerin katılmalarıyla Komisyonda mü
zakere edilerek hazırlandı. Hükümetle Komisyon arasında fikir ayrılığı yoktur.
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Nasıl fark yoktur?
HASİP BEY (Devamla): Ben de Hususi Komisyonun üyelerindenim. Siz de toplantıda
hazırdınız, Fethi Beyefendi. Adalet Vekili Bey de hazırdı. İhtilafımız salahiyeti he
yetler göndermek hususundadır. Başka ihtilafımız yoktur.

1458
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rauf Beyefendi bir mütalaa sordular, ben
de cevabını veriyorum. Reddolunan şu tasarı içinde Hükümetin teklifi de vardır.
Bunun üzerine tekrar müzakere cereyan edemez.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Reis Bey, Hasip Bey Komisyon üyesi olmak sıfatıyla
söz söylediler. Ben de Komisyon üyesiyim. Müsaade ediniz de iki kelime ben söy
leyeyim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, söz söyleyecek ne var rica ederim?
DR. ADNAN BEY (İstanbul): Meselenin oylanması hakkında söz istiyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Ben toplantı yeter sayısı hakkında tereddüt
ediyordum. Arkadaşlar da şimdi toplanıyorlar. Demin çoğunluk olmadığından ad
okuyarak oya koymak mecburiyeti hâsıl olmuştu.
AVNİ BEY (Saruhan): Hükümetten bir ricam var, demin de arz ettim. Memleket üç
aydır terk edilmiş mallar ve bunun gibi meseleler yüzünden yanıp kavruluyor. İş
galden kurtulmuş yerin mebusu olmak sıfatıyla söylüyorum, Hükümetteki arkadaş
larımdan rica ediyorum, bunu bir haysiyet meselesi yapmasınlar. Bir an evvel
Memleketi ve birçok hususta muhtaç insanları kurtarmak için birlikte çalışalım e
meseleyi bitirelim. Mesele bir haysiyet meselesi değildir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim bir kanun yapılıyor, haysiyet meselesi
bahis mevzu değildir ki.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi):Avni Bey meseleyi bir haysiyet meselesi şeklinde
gösterdiler. Böyle bir şey ifade edilmemiştir. Hükümet her türlü fikrini, kanaatini
feda mı etsin demek istiyorlar? Hükümetiniz bu kanunlar hakkında, sırası geldikçe
malumatta bulunmuştur. Kabul veya ret Yüce Heyetinize aittir. Fakat zannediyorum
ve takdir de buyurursunuz ki Hükümet, kendi kendi kanaatinin Yüce Heyetinizce
kabul edilmemesi dolayısıyla kendi hakkında bir fikir elde edebilir. Bu fikri düşün
mesin, demek nasıl olur? Niçin bu kadar Hükümetinizi yanlış anlıyorsunuz?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Rauf Beyefendi müsaade edin, bir soru
soracaklar.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): Gayet mühim olan bu meselede Hükümet kendi
fikrinde ısrarcı mıdır, değil midir? Yani İstiklâl mahkemesi giderse, Hükümet itiraz
edecek midir? Bunun izahını talep ediyorum.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Hükümetinizin bu meseleyi bahis mevzu ederken
vaziyeti nasıl etraflıca düşündüğünü Yüce Meclisiniz de fiilen şahit oldu. İstiklal
mahkemeleri oylamasının hiç birisinin bir netice vermediğini gördü. Amasya için
defalarca oya konan istiklal mahkemeleri üyeleri seçilemedi. Bu vaziyetleri düşü
nünüz. Onun için bugün bu meseleyi değiştirdi, değiştirmedi diye...
AVNİ BEY (Saruhan): Amasya başka, İzmir başka...

1459
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi):Amasya için diye arz etmiyorum, kanunları düşü
nerek arz ediyorum. Bu husustaki kanaatimi tekrar ediyorum ki kendi kanaatimdir,
fakat Hükümet adına söz söylemek için arkadaşlarımla beraber görüşmem lazım
gelir. Ya arkadaşlarımla beraber söylerim veya kendi kanaatimi söylerim. Fakat
tekrar ediyorum, şimdi kendi kanaatimde ısrarcıyım.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): Öyle ise mesele yoktur.
RAGIP BEY (Kütahya): Rauf Bey, istiklâl mahkemeleri üyeleri seçilemedi, dediler.
Pekâlâ efendiler, kabahat Mecliste ise murakabe heyetlerini nasıl seçeceğiz?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Tereddüt hâsıl olmuştur. Meseleyi ad okuyarak
oya arz edeceğim. Başka mesele yoktur. Kanun tasarısının reddini kabul edenler
beyaz, etmeyenler kırmızı oy vereceklerdir. Oylama başlamıştır.
(Ad okuyarak oylama yapıldı, oylar sayıldı ve...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim 109 üye oylamaya katılmıştır. 54
üye teklifin reddi için beyaz rey vermiştir. 42 üye de reddi kabul etmemiştir. 13
çekimser vardır. Binaenaleyh karar yeter sayısı yoktur. Pazartesi günü saat bir de
toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum.
(İki gün sonra 4 Aralık 1922 tarihindeki oturumda)
1

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim geçen celsede, işgalden kurtarıl
mış yerler için fevkalade mahkemelerin kurulması hakkındaki teklifin oylamasında
karar yeter sayısına ulaşılamamıştı. Bugün yeniden oya koymak mecburiyetinde
yiz. Hükümetçe teklif olunup Hususi Komisyon tarafından tanzim olunan kanun
tasarısı müzakeresinin reddine dair verilen önergeyi kabul edenler beyaz, etme
yenler kırmızı oy vereceklerdir. Oylarınızı kullanmaya başlayınız.
(Ad okuyarak tekrar oylama yapıldı, oylar sayıldı ve...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Oylama neticesini arz ediyorum. 154 üye
oylamaya iştirak etmiştir. 94 kabul, 51 ret, 9 çekimser vardır. Binaenaleyh kanun
tasarısının tamamı reddedilmiştir. O önerge iki hususu ihtiva ediyordu. Biri tasarı
nın reddi, diğeri de istiklal mahkemelerinin gönderilmesi idi. Şimdi ikinci şık hak
2
kında yeniden müzakere açılması gerekecektir. Gündeme devam ediyoruz.

1 TBMM Zabıt Ceridesi (2 Aralık 1922), 1.Dönem, c.25, s.167-180, http://www.tbmm.gov.tr/


2 TBMM Zabıt Ceridesi (4 Aralık 1922), 1.Dönem, c.25, s.187-188, http://www.tbmm.gov.tr/

1460
4 ARALIK 1922: İŞGALDEN KURTARILAN YERLERE İSTİKLAL MAHKEMELERİ
GÖNDERİLMESİNE DAİR KANUN TEKLİFİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 150.Birleşim, Gündem: 9/1)

Yunan işgali sona erdikten sonra, Hükümet işgalden kurtarılmış yerle


re gezici özel mahkemeler gönderilmesi için bir kanun tasarısı vermiş, fakat
bu tasarı Mecliste bir türlü görüşülememişti. Sonunda bu yerler için verilen
diğer kanun tasarılarıyla birlikte bu tasarı da görüşülmeye başlandı. Ancak
Meclis, özel mahkemeler yerine istiklal mahkemeleri gönderilmesini benim
sedi. Hükümet ise olağanüstü mahkeme sayılan istiklal mahkemelerinin
Lozan Konferansına olumsuz etki yapacağı düşüncesindeydi.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Şimdi İstiklal mahkemelerini görüşeceğiz. Lehte
ve aleyhte fikir belirtecek arkadaşlara evvela söz veriyorum. Buyurun Ragıp Bey.
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Bu nokta hakkında evvela ben söz aldım.
RAGIP BEY (Kütahya): Ben daha evvel aldım. Efendim, malumunuz Seyyar Mah
kemeler Kanununun tamamı görüşülmezden evvel Abdülkadir Kemali Bey arka
daşımız bir önerge vermiş ve o önerge ile o kanunun tamamının birilikte görüşül
mesi kararlaştırılmıştır. Binaenaleyh Seyyar Mahkemeler Kanun tasarısı ile İstiklal
mahkemelerine ait olmak üzere yapılan mütalaalar ayrı ayrı bir şey değillerdi. İki
sinin birlikte görüşülmesi kabul edilmiş ve görüşme o şekilde olmuştur. Hatta Sey
yar mahkemeler Kanun tasarısının tamamı üzerine hiçbir arkadaşımız tek bir ke
lime bile söylememişti. Mütemadiyen söylenen sözler, mütalaalar istiklal mahke
melerinin lüzumuna ve lüzum olamadığına dairdi. Tamamının görüşülmesi esna
sında verilen önergeler dahi buna dairdi. Buna dair yapılan görüşmenin yeterliliği
ne karar verildikten sonra aynı görüşmeyi bir daha tekrar ettirmek, açmak uygun
değildir. Şimdi yapılacak olan muamele, yalnız mevcut olan önergeleri oya koy
maktır. Zira o önergeler üzerine görüşme yapılmıştır ve onlar yapılan görüşme
üzerine verilmiştir. Yeniden görüşme açmak doğru değildir.
HASİP BEY (Maraş): Usule dair söz istiyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): İstiklal mahkemeleri için yeniden müzakere
açmak mecburiyetindeyim.
OSMAN BEY (Lazistan): Hükümetin teklifi reddedilince Ragıp Bey'in dediği gibi
önergeleri oya koymaktan başka yapılacak bir şey yoktur.
HASİP BEY (Maraş): İstiklal mahkemeleri hakkındaki kanun gereğince Hükümet
lüzum gördüğü yerlerde istediği kadar istiklal mahkemesi gönderilmesi için Mecli
se bildirir. Meclis de onun üzerine müzakere eder. Bence müzakere edecek bir
şey kalmamıştır.
RAGIP BEY (Kütahya): Meclis resen yapabilir.

1461
HASİP BEY (Maraş): Bence Meclis resen mıntıka taksim edemez. Beyefendi ka
nun böyledir. Kanuna uymazsanız başka meseledir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Kanunu çiğneriz, ne lazım gelir.
HASİP BEY (Maraş): O başka, efendim.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Eğer bu istenilen istiklal mahkemeleri talebi bir kanun
teklifi ise Tasarı inceleme Komisyonuna gitmesi zaruridir. (hayır sesleri)
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Efendim, önergenin mahiyeti anlaşılmadıkça müzake
resine geçmek yanlıştır. İstiklal mahkemeleri hakkındaki kanun, Hükümetin göste
receği lüzum ve ihtiyaç üzerine göstereceği mahallere birer istiklal mahkemesi
gönderir, diyor. Bu kanun mevcut iken ve Hükümet istiklal mahkemesine lüzum
yoktur derken...
DR. MUSTAFA BEY (Kozan): Kim demiştir?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müsaade edin efendim, Hükümet buradadır.
Söz istiyorsanız söz vereyim.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Mustafa Bey arkadaşımıza hürmet ederim. Ben
Meclisin celselerine devam etmiş ve bütün burada cereyan eden hadiseleri nokta
nokta takip etmiş bir arkadaşınızım. Hükümet Reisinin iki gün evvel burada söyle
diğini siz işitmemiş olabilirsiniz ama ben işittim, arkadaşlarım da işitmiştir. Yüce
Heyetinize arz etmek istiyorum ki arkadaşlarımızdan biri tarafından bir teklif ya
pılmıştır. Eğer bu teklifi Hükümet kabul ederse mesele halledilmiş olur. Fakat Hü
kümet lüzum yoktur derken, önergeyi kabul ederseniz hem kanuna muhalif bir
vaziyeti kabul etmiş ve hem de Hükümeti müşkül bir vaziyete sokmuş olursunuz.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendiler Hakkı Hami Beyefendinin buyurdukları
gibi bundan evvelki celsede şahsi kanaatim olarak seyyar mahkemeler usulünü
tercih ettiğimi arz etmiştim, bu doğrudur. Ancak vaziyeti hakkıyla takdir edebilmek
için bu meselenin başından bugüne kadarki safhalarını bilmek lazımdır. Malumu
nuz işgal altında bulunan mıntıkalar Hakkın yardımıyla kurtuluncaya kadar uzun
müddet düşman baskısı ve istilasında kalmıştır. Ahalinin akla gelen bazı haklarını
halletmek, aynı zamanda düşmanın feci bir şekilde tahrip ettiği sevgili vatandaşla
rımızı bir an evvel barınabilecek bir hale koymak, asayişi tam manasıyla temin
etmek, hulasa bu gibi umumi meseleleri takip ve temin için bir takım şekiller düşü
nülmüştür. Yüce Heyetinizden Hükümetimize gönderilen önergede bir takım esas
lara işaret edilmiştir. Hükümetiniz bu hususlarda düşündüklerini kanun tasarıları
halinde Yüce Heyetinize sevk etti ve bu da efendiler takriben iki buçuk ay evvel idi.
Daha sonra gerek İzmir'e giden Meclisteki arkadaşlar, gerekse Maliye Vekili Bey'in
İzmir'e seyahati neticesinde bilhassa Yüce Meclisinize İzmir'in vaziyeti arz edilmiş
ti. Birçok malların zayi edildiğine dair Yüce Heyetinize bir fikir gelmiştir. Buna acil
bir çare olmak üzere de istiklal mahkemeleri gönderilme arzusu birçok üyeler tara
fından dile getirilmiştir. Daha evvel arz ettiğimiz husus, bütün kurtarılan yerlerdeki
1462
mevcut tahribata karşı ahalinin iskan ve yiyecek ihtiyaçlarına karşı düşünülmüş
tertibat idi. Bu seferki bahis mevzu olan şey, doğrudan doğruya terk edilmiş malla
rın yağmalanmasına mani olmak için bir tedbirdir. Evvelki tasarıda Hükümetiniz bu
husus için seyyar mahkemeler teklif etmişti. Yüce Heyetinizin bugünkü fikri, istiklal
mahkemelerinin teşekkül etmesidir. Bu vaziyet içinde Hükümetinizce yapılacak
ancak bir iş vardır. O da Yüce Meclisinizin kararına uymak ve onu tatbik mevkiine
koymaktır. Yapılacak başka bir şey yoktur. Başka yapılacak bir şey yoktur.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Efendim, benim takdim ettiğim önerge
kanun teklifi şeklinde olmadığı için Tasarı İnceleme Komisyonuna havalesine lü
zum yoktur. Arkadaşlardan bazıları çıktılar ve dediler ki istiklal mahkemelerinin
nereye gönderileceğini Hükümet teklif eder. Ben bunu uygun bulmuyorum. Vekiller
Heyeti bizde kabine şeklinde değildir. Vekilin yapacağı şey asilin yapabileceği şey
kadar kudretli olamaz. Onun için bizim istiklal mahkemesini göndermek salahiye
timiz Hükümet istemese bile mevcuttur. Biz diyoruz ki Hükümetin teklif ettiği sey
yar mahkemeler neticeyi temin etmez. Bizim teklifimiz neticeyi halleder. İstiklal
mahkemeleri hakkındaki benim teklifimin oya konması icap eder. Bu teklif alelade
bir önerge halindedir. Kanun teklifi şeklinde değildir. Hükümetin teklifi reddedildik
ten sonra daha boşa geçirecek vaktimiz de yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaadenizle, bu hususta birçok
arkadaşlarımız söz almıştır. Bir de müzakerenin yeterliliğine dair önerge vardır.
(kafi değil sesleri) Efendim, kafi görülmezse devam ederiz. Şimdi Maraş Mebusu
Hasip Beyefendinin bir önergesi var. Bu hususta müzakere cereyan etmesin, çün
kü seyyar mahkemeler reddedilmiştir. Hükümet istiklal mahkemelerinin yerlerini
tayin ederek bize bildirsinler ona göre müzakere cereyan etsin, diyor.
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Bu doğru değildir. Hükümete lüzu
mundan fazla salahiyet verilmiş olur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim Abdülkadir Kemali Bey'in de bir
önergesi var. O da istiklal mahkemesini teklif ediyor.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, istiklal mahkemeleri göndermek esası
Yüce Meclis tarafından kabul edilince, Hükümete şu şu mıntıkalar için istiklal
mahkemeleri teşkil edin, diye mi teklifte bulunacaksınız? Efendim bu meselede
Yüce Meclisin kararına tabi olduğumuzu bir kere daha arz ettim. Yüce Meclis bir
karar verdi, bizim teklif ettiğimiz şekildeki mahkemeleri reddetti. Ortada ne kalıyor?
Ortada kalan eğer istiklal mahkemeleri ise ona karar veriniz.
HASİP BEY (Maraş): Abdülkadir Kemali Bey'in istiklal mahkemeleri kurulması
hakkındaki temenni önergesi kabul edilmiştir. Şimdi istiklal mahkemelerinin nere
lerde ve ne kadar teşkili meselesi Hükümete ait bir vazifedir. Yüce Meclis mi bunu
tespit edecektir?

1463
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Yüce Meclis esas itibariyle istiklal mahkemele
rinin gitmesine karar verir ve Hükümete havale eder. Adedini, mıntıkasını İçişleri
Vekaleti tespit eder, Hükümete arz eder ve Hükümet de Yüce Meclisinize arz ey
ler.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Hükümet işgalden kurtarılmış yerlere istiklal mahke
mesi gönderilmesine lüzum olduğuna inanıyor ve Yüce Meclise bir teklif mahiye
tinde şifahen teklif mi ediyor?
RAGIP BEY (Kütahya): Hakkı Hami Bey, neyi anlatmak istiyorsun? (Rauf Bey açık
söylemiyor sesleri)

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Vallahi ben zannediyorum ki gayetle açık söy
lüyorum. Eğer Türkçemde hata ediyorsam düzeltiniz de öyle söyleyeyim. (estağfu
rullah sesleri) Başından bugüne kadar olanları arz ettim. Bugün Hükümet istiklal
mahkemelerini teklif ediyor mu diyorsunuz, efendiler. Hükümet iki buçuk ay evvel
düşündüğü tedbirleri Yüce Heyetinize arz etti. Fakat Yüce Heyetiniz bunların bir
kısmını reddetti.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Mesuliyet reddedenlere aittir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Müsaade buyurun, bunun yerine Yüce Meclisi
nizin salahiyeti vardır, böyle olmasın, şöyle olsun diyorsunuz. Hükümetiniz de
bunun üzerine harekâtını tanzim eder.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Efendim, istiklal mahkemeleri hakkında Hükümetin
ayrıca bir kanaati var mıdır?
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Beyefendi, bu sorunuzun cevabını benden
beklemek biraz vakitsiz ve mevsimsiz olur. İstiklal mahkemelerine memlekette
lüzum görüldüğüne dair kanaatim vardır. Lüzum görülmeseydi kanun olmazdı.
Fakat filan yer için lüzumu var mı, falan yer için yok mu, buna cevap vermek için
müsaade buyurursanız evvela düşünülmelidir ve bu düşünülecek bir meseledir.
Her şeyden evvel Yüce Heyetinizin fikrini anlamak lazımdır. Biz iki buçuk ay evvel
fikrimizi anlattık. İki buçuk ay evvel verilen mahkemelere ait kanun tasarılarını
Yüce Heyetiniz reddetti. Bugün kalkıyorsunuz bana diyorsunuz ki istiklal mahke
meleri hakkında Hükümetin kanaati nedir? Böyle olmaz.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Yüce Meclisin kararı, kanaatinize uymazsa bunun me
suliyeti kime ait olacak? Hükümetin mesuliyeti üzerine alması lazımdır.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, müsaade buyurursanız gayet nazik
bir noktaya temas buyurdunuz. Hükümet prensipleri Yüce Heyetinizden alır. Bina
enaleyh efendiler, kendi kafamızda düşündüğümüz istiklal mahkemeleri kanun
tasarılarını bile Yüce Heyetinize teklifte çok ihtiyatlı davranıyoruz. (prensip üzerine
hareket şart mı sesleri) Efendiler, Hükümetiniz halk lisanının Hak lisanı olduğuna

1464
iman edenlerdeniz. Bu itibarla vereceğiniz kararlar, bizim için en hakiki prensipler
dir. (alkışlar) Kararınızı veriniz, biz tatbik edelim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, usul görüşmesinin yeterliliği hak
kında Yusuf Ziya Bey'in bir önergesi vardır. İstiklal mahkemelerinin gönderilip
gösterilmemesi hakkında yeniden müzakere açılıp açılmaması için müzakere usu
lüne dair söz verdim. Yüce Heyetin bir karar vermesi gerekir. Verilmiş çeşitli öner
geler vardır. Usul hakkındaki görüşmenin yeterliliğini yüksek oylarınıza sunmaya
mecburum. Usul hakkındaki müzakereyi kafi görenler lütfen el kaldırsın. Kabul
buyruldu, efendim. O halde istiklal mahkemelerinin gönderilip gönderilmemesine
dair olan görüşmeye geçiyorum.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim, bu meseleye dair söz söyleyeceğim. Bu hususta
müzakereye lüzum yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Karar verildikten sonra aleyhine söz söylenmez.
RAGIP BEY (Kütahya): Hayır efendim, karar yoktur. Şimdi cereyan edecek gö
rüşmeye lüzum olmadığını arz ediyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Demin söylediniz, efendim.
RAGIP BEY: Görüşümü demin arz ettim ama benim görüşüm ile sizin görüşünüz
arasında ihtilaf mevcut idi. Bu durumu oya koymadınız.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Önerge vermediniz ki neyi oya koyayım?
Önerge verdiniz mi efendim?
NECİP BEY (Ertuğrul): İstiklal mahkemelerinin gitmesini lüzum görmeyen arka
daşlar olsa olsa, Hükümet teşkilatı var, mahkemeler var, bunlar işlesin, vazifesini
görsün, diyecekler. Hükümet teşkilatının ve mahkemelerin, halkın ne kadar ihtiya
cını temin ettiği ve bu mahkemelerinin halkın ruhuna ne kadar işlediğini anlamak
için size bir misal arz edeyim. 10 Temmuz 1908 tarihinde bir köyde bulunuyordum.
Kasabadan köye gelen birisi,
-Kasabada şenlikler oluyor, acaba nedir?
...diyor. Zavallılar bunun ne olduğunu bilmiyor. Meşrutiyet İnkılabının şenliklerini
köylüler bilmiyor. Diyorlardı ki,
-Olsa olsa mahkemeler kalkmıştır. Bu şenlik onun için oluyor.
...Böyle mana verdiler. İşte halkın adliye hakkında gösterdiği hissiyatı bundan
anlarsınız. Sonra kurtarılmış yerlerde fevkalade tedbirlere ihtiyaç olmadığını söy
leyen arkadaşlar, eğer oralara gitseler veya azıcık kenarından geçmiş olsalar,
mutlaka fikirlerini değiştireceklerdir. Bunun misali, Abdülkadir Kemali Bey'dir. Ev
velce muhalif idi, fakat gitti ve gördü Eskişehir'i, Kütahya'yı. Sonra fikrini değiştirdi
ve bugün istiklal mahkemelerinin lehinde çalışıyor.

1465
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Efendim, istiklal mahkemeleri fevkalade mahiyeti haiz
dir. Fevkalade kanun ne vakit tatbik edilir? Fevkalade vaziyet tahakkuk ettiği tak
dirde tatbik edilir. Biri Hükümetin aczi, ve zaafı diğeri Hükümetin takviyesi maksa
dıyla yapılır. Hükümetin bu vazifeyi görüp göremeyeceği, mevcut yolsuzlukları
giderecek mahiyette olup olmadığı anlaşılmalıdır. Hükümet hakikaten acizlik gös
teriyor mu? Öyle ise fevkalade vaziyet mevcuttur. O zaman Yüce Meclis tahkikat
yaparak meseleye bizzat ele almak mecburiyetinde kalır. Halbuki bütün gayemiz,
bütün maksadımız Hükümetimizi kuvvetli göstermektir. Bir millet fevkalade mah
kemelerle idare edilmez. Hükümetleriyle, kanunlarıyla idare edilir. Fevkalade vazi
yet geçmiş, bitmiştir. (vardır sesleri) Zannedersem bugünkü vaziyet, İstiklal Mah
kemesi Kanununun hudut ve vazifesi haricindedir. İşgalden kurtarılan yerlerde pek
çok yolsuzluklar vardır. Bu mevcuttur ve mutlaktır. Fakat bu yolsuzlukların önünü
almaya Hükümet mecburdur ve mevcut kanunlarımız bu yolsuzlukların önünü
almaya kafidir. Ayrıca fevkalade tedbirler almak ve fevkalade mahkemeler gön
dermek doğru değildir. Hükümet ya acziyetini, zafiyetini itiraf eder, ondan sonra
fevkalade mahkemeler gönderilir veya kuvvetli olduğunu söyler ve biz de onu teyit
ederiz ve meseleye nihayet veririz.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Efendiler bunu biz değil, siz söylersiniz. Hüküme
te itimat buyurdukça, Hükümet en kuvvetli hükümettir, itimat buyurmadıkça hiç kıy
meti olmayan bir hükümettir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Yaşa Rauf Bey.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler, Rauf Beyefendi işgalden kurtarılmış yerler
de pek acil olan vazifeler için Yüce Meclise kanun tasarıları vermiş, fakat bunlar
hâlâ çıkmamış. Efendiler, bugün oradaki halkın mesken buhranına çare bulun
muş, halkın yiyecek ihtiyaçları temin edilmiş de ortaya büyük hırsızlıkların, suiisti
mallerin çıkması, Hükümete asıl vazifesini ifa etmeyi unutturmuş. Bence bu garip
bir ruh halidir. Bence bu düşünülerek ve muayyen bir program karşısında iş gör
mek değildir. Anide karşımıza çıkacak olan meseleler ile uğraşmak ve gününü gün
etmek siyasetini takip etmektir.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Kim?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Hükümet ve biz... Dinlemiş olsaydınız, zannederim
anlardınız. Efendiler Hükümetin vaziyeti takdir ederek orta yere attığı birtakım
kanun tasarıları, muhtelif meselelerin halli için zaruri olan kanun tasarılarıdır. Biz
bugün bunu unutmuşuzdur. Bu vaziyet karşısında bütün işimiz bu hırsızları ceza
landırmak için istiklal mahkemeleri gönderelim mi, yoksa ne yapalım? Efendiler,
istiklal mahkemeleri kabul olunduğu zaman burada uzun müzakereler cereyan
etmişti. Hakikaten istiklal mahkemesi gibi bir mahkemeye lüzum görüldüğü fevka
lade bir zamanda bile bu Meclis birçok tereddütlerle, birçok itirazlarla karşı karşıya
kalmıştı. İstiklal Mahkemeleri Kanununu adeta zoru zoruna kabul edilmiştir. Bili
yorsunuz ki memlekette yer yer isyanlar çıkar, ordu dahilinde birtakım karışıklıklar

1466
meydana gelir, asker geri kaçmaya teşvik edilir de devleti, milleti sağlam tutmak
için elbette istiklal mahkemesine lüzum vardır. Şimdi ne olmuş da buna karşı istik
lal mahkemeleri göndermeye kalkıyoruz?
NECİP BEY (Ertuğrul): Yalnız hırsızlık değil, hıyanet de var.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Rica ederim, suiistimal ve hırsızlık, başka bir şey
değildir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): İdaresizliktir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Yalnız burada mı idaresizlik vardır? Bu idaresizliğin
önüne istiklal mahkemeleriyle mi geçeceğiz, rica ederim? Efendiler orta yerde bir
misal vardır. Şu Hükümeti teşkil ettik, şu Meclisi teşkil ettik. O vakit biliyorsunuz ki
elimizde bir şey yoktu. Fakat bütün Millet, bütün Meclis olanca kuvvetiyle çalıştı.
Bir ordu vücuda getirdi. Ordu vazifesini yapmıştır. Maliyesini de o hale getirin.
Karşımıza bir mesele çıkar çıkmaz birtakım tedbirler düşünüyoruz. Bu doğru bir
şey değildir. Nasıl ki ordunuzu mükemmel bir makine haline getirdiniz ve işinizi
gördünüz, adliyenizi de o hale getireceksiniz, maliyenizi de o hale getireceksiniz.
(bravo sesleri) İstiklal mahkemeleri dünyanın her yerinde vardır. Fakat bunlar ihti
lallara karşı, isyanlara karşı ve daha bilmem buna benzer fevkalade hallere karşı
dır. Yoksa hırsızlık, fevkalade hal değildir.
AVNİ BEY (Saruhan): Oraları, hırsızlığın da vatana hıyanetin de fevkalade olarak
cereyan ettiği bir mıntıkadır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendiler, hırsızlığın olduğunu kimse inkar etmiyor.
Fakat hırsızlığın derecesi, büyüklüğü ne olursa olsun hırsızlıktır. Burada yapılacak
şey, hırsızı yakalayıp cezalandırmaktır. Soruyorum, İçişleri Vekaleti, Adalet Veka
leti hırsızı yakalamaktan aciz midir? Orada acizse burada da acizdir.
AVNİ BEY (Saruhan): Orası fevkalade hadiseler cereyan eden bir muhittir.
RAGIP BEY (Kütahya): Mazur görünüz, görmemiş, bilmiyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurunuz efendim, hatibin söz
söyleme hürriyet ve hakkını elinden almaya hakkınız yoktur.
AVNİ BEY (Saruhan): Biz o mıntıkaların mebusları dışarı çıkalım. Yapmasınlar,
istemiyoruz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Beyefendi, devam ediniz.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendiler, ben de Trabzon mebusuyum. Fakat aynı
zamanda bütün Memleketin mebusuyum. Trabzon kadar İzmir'i de düşünmek
mecburiyeti karşısındayım. Efendiler, sözümü tekrar ediyorum, istiklal mahkeme
sinin gitmesini icap ettiren ve ortaya sürülen mesele, hakikaten herkesin tüylerini
ürpertecek suiistimal ve hırsızlıktır. Fakat istiklal mahkemelerinin manası düşünü

1467
lecek olursa hırsızlıkla, para ile istiklal mahkemesini temas ettirmek bence katiyen
doğru değildir. İstiklal mahkemelerinin bakacağı suçlar, vatana hıyanet suçlarıdır.
Binaenaleyh bu kanunu, buradan çıkartmak için yine zaman geçecektir. Bence atı
alan Üsküdar'ı geçmiştir, efendiler. Yapılan hırsızlıkların bir kısmı taşınır malların
hırsızlığıdır ki bunların geri alınmasının imkanı yoktur. Çünkü yerini bulmuştur.
Geri kalan gayrimenkullerin hırsızlığıdır. Hiçbir kimse bir köşkü alıp başka bir yere
götüremez. Bu daima yerinde mevcuttur. Oraya giden bir mahkeme sekiz ay son
ra dahi bunları geri alır. Binaenaleyh bu husustaki teklifim, hırsızları bulup ceza
landırmak için idare teşkilatına kuvvet verelim. İçişleri Vekaletine kuvvet verelim.
O hırsızlık ve suiistimal edenleri yakalasın. Sonra onları cezalandıracak mahke
meler lazımdır. Binaenaleyh mahkemelerimizi ikmal edelim ve bu işleri oraya vere
lim, onlar baksınlar. Kendi hesabıma benim aklım kabul etmiyor. Hırsızlık için fev
kalade salahiyeti haiz istiklal mahkemesi gönderilmek isteniyor. Orada tehlike mi
vardır? Ben tehlike görmüyorum, gören varsa bu mahkemeleri göndersin, ben
aleyhindeyim.
HACI VELİ EFENDİ (Eskişehir): Efendiler, ben memleketimden yeni geldim. İstiklal
mahkemeleri lazımdır. Adliye mahkemeleri memlekete hafif geliyor. Adliyenin
gönderdiği hakimler hafif geliyor. Zenginler bu mahkemelerden kurtuluyor. Fakirler
mahkum oluyor. Dört tane zengin edepsizin şerrine burada senelerce uğraşmaya
lım. Zenginler ahaliye, her şeye tahakküm ediyor. Mahkemede mahkum oluyor, bir
sene yatmıyor derhal çıkıyor. Fakirler senelerce yatıyor. Bu zenginler Yunan ida
resi zamanında, mutasarrıf olmuşlar, ahaliye zorla muhtariyeti mühürletmişler,
şimdi onlar mahkum olmuyor da diğerleri mahkum oluyor.
RIFAT BEY (Adalet Vekili): Kimlerdir, isim söyler misiniz?
HACI VELİ EFENDİ (Devamla): Adliyenin gönderdiği memurlar hafiftir. Orada iş
göremezler. Yunan idaresinde mutasarrıf olan, belediye reisi olan adamlar mey
danda elini sallayıp geziyorlar. Fakat süngü kuvvetiyle kâğıt imza ettirdikleri gü
nahsız adamlar hapishanede inliyor. Anladınız mı?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Bunlar adliye meselesi değildir.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Adliye meselesi değil de nedir?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Şükrü Bey, hatibin sözünü kesmeyiniz rica
ederim.
HACI VELİ EFENDİ (Devamla): İstiklal mahkemesi lazımdır. Benim bildiğim bu
kadardır. (gürültüler)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim biz müzakere edeceğiz. Konuşmak
isteyenler dışarı çıksınlar.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Eğer bu memleketin her hangi bir noktasında kanun
larımızın tatbikiyle mükellef olanlar, bu kanunları tatbik edemiyorlarsa ve ettirilmi

1468
yorsa yapılacak çare nedir, efendiler? Başlarındaki amirleri mahkemeye sevk et
mektir. Memleketin mahkemeleri, kendilerine verilen vazifeleri yapmıyorlar mı?
Mesele onların mahkemeye verilmemesidir. (gürültüler) Bunu yapan kimlerdir?
Tabii ki memleketin idaresi ile alakadar olanlardır. Bunlar düzelmedikçe her hangi
bir mahkemede bu işler yapılamaz. Binaenaleyh vaziyet bu şekilde olunca, fevka
lade bir mahkeme neye yarar? El ve maşanın düzelmesi, ıslah olunması lazımdır.
Bu maşa düzelmeden, ıslah olunmadan mahkeme ile ne yapabileceksiniz? Mem
lekette iyi bir idare tesis edelim. Memleketin şerefi bunu icap ettirir. Vazife budur.
Binaenaleyh alakalı vekiller bu vazifeyi ifaya çalışırlar. İçişleri Vekili Beyefendi
işgal mıntıkasına giderler. Orada bir ay, on beş gün bulunurlar. Kanunları tatbik
etmekte acizlik gösteren memurları kolundan tutarlar, dışarı atarlar. Efendiler,
eğer lazımsa başka türlü salahiyet veririz. Fakat ben inanıyorum ki mevcut salahi
yetiler her şeyi yapmaya kafidir. Biz birtakım hayali şeyler yapmaya, istiklal mah
kemeleri göndereceğimize, neden onlardan mahkemelerin faaliyetini istemiyoruz?
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Yaşasın o istiklal mahkemesi, yeter ki hayali olsun.
(gürültüler, gülüşmeler)
SELAHATTİN BEY (Devamla): Binaenaleyh efendiler bütün dünya yüzünde me
deni bir devlet olduğumuzu, bütün kuvvetimizle çalışacağımızı ve bunun ehli oldu
ğumuzu dünyaya karşı ispat etmek için, içişlerimizin kabiliyet ve kudretini, adliye
mizin kabiliyet ve kudretini yükseltmek lazımdır. Yapacağımız şey, bu ikisinin tak
viyesidir. Bugün İstanbul'da Temyiz Mahkemesi ve saire gibi yerlerde bulunan
yüksek kabiliyette birçok hakime beyhude para vermekteyiz. Bu efendileri buraya
sevk ederek istediğimiz kadar mahkemeler teşkil edebiliriz. Yeter ki Hükümet ya
par denilsin ve memleketin evladı her idare tarzından memnun olduğunu göster
miş olsun.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar, iki kelime için söz aldım. Fakat saatlerce
söylesem zannederim ki derdimi yine bitiremeyeceğim. (söyle sesleri) Arkadaşlar
iki kelime için söz almıştım, evvela o iki kelimeyi söyleyeyim. Ondan sonra bahse
geçeyim. O da havalar soğudukça odam soğuyor. Şikayet ediyorum, yarabbi be
nim bu halim ne olacak diyorum, dışarı çıkıyorum. Yağmurdan, çamurdan şikayet
ediyorum. Halbuki arkadaşlar, kurtarılan yerlerdeki yüz binlerce kardeşimizin sıcak
ocak karşısında benim gibi titrediğini, yüz binlerce kardeşlerimizin çamurlar üstün
de, yağmurlar altında tiril tiril titrediğini düşündükçe kendi kendime, utanmıyor
musun be vicdansız adam, sıcak bir ocağın var da sıcak bir soban var da pence
renin ufacık bir deliğinden soğuk girmekle şikayet ediyorsun, diyorum. Bana vic
danım diyor ki senin yüz binlerce kardeşin çamurlar içinde yuvarlanıyor da senin
yüz binlerce kardeşini Yunanlılar elinde titretmiş olan o hainler, Hacı Veli babamı
zın dediği gibi o hainler yaşıyorlar. Senin o mazlum kardeşlerin hâlâ Milli Hükümeti
kucağında onlara karşı boynu bükük bulunuyor, utanmıyor musun sen? Arkadaş
lar hatırlıyorum ki Hükümetiniz bu işler için 17 Eylülde bu kürsüye gelmişti. Bugün
Aralık ayının dördüncü günüdür. Kendi hesabıma söylüyorum. Utanmıyor mu be

1469
nim vicdanım ki ben hâlâ bu meseleyi halledemedim ve edememiş bulunuyorum.
(hangi meseleyi sesleri) Bundan iki sene evvel günlerce lehinde ve aleyhinde söz
söylenmiş olan istiklal mahkemelerine ait müzakereler neden iki aydan beri devam
ediyor, duruyor? Arkadaşlar vicdanınıza hitap ediyorum, aziz kardeşlerim. Yüz
binlerce kardeşiniz bu karda kışta titrerken, Azrail'in pençesinde can verirken bi
zim vicdanımız titremiyor mu? Bu kürsüde bir saatten beri söylenen sözlerin birka
çını ele alıp ben de onlara karşılık vermek istiyorum. Fakat vicdanım bana, utan
mıyor musun be adam, hâlâ lakırdı ile dedikodu ile vakit geçiriyorsun, diyor.
NECİP BEY (Mardin): O kürsüden öyle söyleyemezsin.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Ben kendime söylüyorum. Fakat mademki benim
arkadaşlarım birtakım fikri ve vicdani kanaatleri üzerine bazı mütalaalarda bulun
muşlardır. Maalesef iki buçuk seneden beri tekrar edilmiş olan sözleri yine burada
tekrar ediyorlar. Bismillahirrahmanirrahim...
CELAL BEY (Genç): Reis Bey, boş sözlerle uğraşıyoruz.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Arkadaşlar, besmeleyi çektim. Arkadaşlar, fevka
lade vaziyet mevcut mu, değil mi? (mevcut sesleri) Ben ağlıyorum, siz gülün arka
daşlar. Fevkalade hal bu Meclisin açıldığı günde yoktu, benim kanaatim. Zira bu
Anadolu'daki Hükümet yoktu. Var olan Anadolu'da bir karışıklıktı ve o karışıklık, o
yokluk bizim için tabii bir haldi. Biz o karışıklığı ıslah ede ede fevkalade hal safha
larına geçmeye başladık. Arkadaşlar o gün ki isyana başladık, fevkalade halin ilk
temel taşını attık. Zira ben kazandığımı Allah korusun elimden kaçırmış olsaydım
büsbütün harap olacaktım. Birinci İnönü fevkalade vaziyeti azalttı.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Beyefendi, mevzuya geliniz.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Ben mevzu hakkında söylüyorum, beyefendi.
Fevkalade hal yoktur, diyenleri niçin mevzuya davet buyurmadınız?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Devam ediniz, efendim.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Efendiler, Birinci İnönü Zaferi fevkalade hali azalttı.
Zira ben kazandım. Ben kazandığımı Allah göstermesin, kaybedecek olursam
neticesi pek fena olacak. Ben fevkalade tedbirlere başvurarak fevkaladeliği
Allahım bana bahşetti, ihsan etti. Ben fevkaladeliği azaltmaya mecburum, ikinci
İnönü Zaferinde daha da azaldı. Sakarya Harbinde iyice azaldı. Kılıçla kazanılan
zaferin yanında siyasi birtakım haller ortaya çıktı. Binaenaleyh fevkalade hal yal
nız silah tarafından değil, siyaset tarafından da tecelli etti. Bu arz etmek istediğim
mesele ilk meseleydi. Devamını bugüne kadar getiririz. Arkadaşlar, katiyen bu
günkü kadar fevkalade vaziyet karşısında bulunmadık. Allah korusun, müsamaha
bana bütün kazandıklarımı kaybettirebilir. O halde istiklal mahkemeleri mademki
fevkalade haller için kabul edilmiştir, bugün memlekette o istiklal mahkemelerinin
unvanını göklere kadar yükseltmek ve ondan sonra onları yerlerine göndermek
lazımdır. İstiklal mahkemeleri yetersizdir, buyruldu. İstiklal mahkemeleri nasıl ye
1470
tersiz olabilir? Yetersiz olan mahkemeler, karmakarışık şeylere boğulmuş adliye
mahkemeleridir. İstiklal mahkemeleri vicdani salahiyete haiz olmakla ulvi ve vic
dan kadar yüksek ve vicdan kadar geniştir. Hırsızlık varmış, bu alelade bir şeydir.
Hırsızlık yok efendiler, yağmacılık var, çapulculuk var. Efendiler, onlar hâlâ sokak
larda otlanacaklar mıdır? Onlar darağacında sallanacaklardır. (bravo sesleri, alkış
lar) Birtakım hainler külahını eğip ellerini arkasına bağlayarak, caka satarak gezeme
yeceklerdir. Efendiler, Hilafet Ordusundan itibaren ta Yunanlıların defolup cehen
nemin dibine gömülmüş olduğu zamana kadar, Yunanlılara hizmet etmiş olan o
hainleri eğer bu Yüce Meclis istiklal mahkemeleri vasıtasıyla tam bir inkılapçı, tam
bir ihtilalcı gibi bunları tamamen temizlemezse, vazifesini yapmamış olur. Arka
daşlar buyuruyorlar ki kanunlar tatbik edilsin. Hükümet, memurlarından hırsızları
ve rüşvetçileri kollarından tutup atmalıdır. Efendiler, daima tekrar ettiğim bir söz
vardır. Hastalık üç günlük, üç aylık değil, üç buçuk asırlık müzmin bir hastalıktır. O
üç yüz senelik hastalık ancak otuz senede tedavi edilebilir. Bu da ciddi çalışmak
ve istiklal mahkemeleri gibi müesseseleri meydana getirmekle olabilir. Efendiler,
isyanları bastıran istiklal mahkemeleri değil mi? O halde efendiler, soruyorum şu
veya bu işi gören istiklal mahkemeleri değil mi? Fevkalâde neticeleri meydana
getiren istiklal mahkemeleri değil midir? (gürültüler) Gürültücü arkadaşlar beyhude
yoruluyorsunuz. Zira şu anda vicdanımın sesinden başka kulağıma hiçbir ses
girmez. (gürültüler) Arkadaşlar son sözümdür. İstirham ederim, buraya dikkat bu
yurunuz. Eğer istiklal mahkemelerini kurmasaydık ve göndermeseydik istiklal
mahkemeleri vasıtasıyla isyanlara, şunlara, bunlara galebe çalmamış olsaydık,
şimdi ne olacaktı? Buraya dikkat ediniz rica ederim. Hükümet teşekkül edemeye
cekti. İstiklal mahkemelerini, atacağımız temeller için kullandık. O halde ancak ve
ancak bugün istiklalin son tabakasında bulunuyoruz. Mademki fevkalade halin en
yüksek bir tabakasında bulunuyoruz, o halde yine istiklal mahkemelerini gönder
meye mecburuz. En son sözüm arkadaşlar bir teşbih yapacağım. Teşbihte hata
olmaz. Bilirsiniz arkadaşlar, bir söz vardır, kendisi gitmese de ünü gitsin.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Köroğlu, Allah ondan razı olsun.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar, bugün alelade mahkemeler iş göremezler.
Çünkü fevkalade vaziyet vardır. O fevkalade haller dolayısıyla alelade mahkemeler
iş göremezler. Zira arkadaşlar istiklal mahkemesinin ismi anılınca ulvi ruhlar onun
hayali karşısında huşu ile boyun eğiyorlar. Arkadaşlar kirli ruhlar, İstiklal mahke
melerinin adı anılır anılmaz ifrit gibi tiril, tiril titriyorlar. Arkadaşlar biz onları bugün
göndereceğiz ve o kirli vücutlar daha çok titreyeceklerdir.
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Muhterem arkadaşlar, (efendim sesleri) Dünkü ve
bugünkü celse kadar benim zihnimi karıştıran bir celse olmamıştır. (Allah, Allah
sesleri) Hakikaten neye karar vereceğimi ve nasıl bir karar alacağımızı tayin et
mekte kendim çok şaşkın kalıyorum.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Reis Bey, hatip kendilerinin bir şey anlamadıklarını
beyan buyurdular. Bizi nasıl aydınlatacaklar?
1471
DR. ABİDİN BEY (Devamla): Vallahi İhsan Bey, o kadar şaşkınım ki beni siz ay
dınlatabilirseniz bravo. Hükümet meçhul bir karar ile karşımıza geliyor. Hükümetin
bu hususta malumat vermesini cidden ben arzu ederim. Tunalı Hilmi Bey söyledi
ler, şöyle oldu, böyle oldu. Fakat Tunalı Hilmi Bey isyanlar esnasında burada
oturmuştur, ben orada silah atmışımdır. (bravo sesleri) Orada ilk evvela o Abaza
lara karşı evvela tüfeği ben atmışım. (bravo sesleri) Fakat bu sayede asayişi temin
ettim. İşte Lazistan Mebusu Necati Bey ve Ali Fuat Paşa benim şahidim olabilirler,
zannederim. (alkışlar ve bravo sesleri) Binaenaleyh Tunalı Hilmi'nin söylediği bir
ruh ve korkak olmayan bir ruh varsa onda değil, bendedir. Yalnız arkadaşlar fev
kalade işlerin fevkaladeden mahkemeleri lazımdır. Buna göre çarçabuk bir yaraya
merhem olmak üzere buna razıyım. Yok olmadığı takdirde azizim işte İçişleri Vekili
burada oturacağına gitsin, asayişi temin etsin. Evet ben bu salahiyeti istiyorum,
gideceğim, bunların tamamını yakalayacağım ve cezalarını vereceğim, desin.
MUSTAFA VASFİ BEY (Tokat): Eşkıya mı var orada?
DR. ABİDİN BEY (Devamla): Mahkemelerle beraber gitsin. (eşkıya mı var sesleri)
Tabii eşkıya var. Eşkıya ile hırsız var. (aynı sesleri) Firar eden üç beş kişiyi takip
etmek kolaydır, arkadaşlar. Asıl bu zenginleri, oraya giden tüccarları, kimler ise
İçişleri Vekili onları yakalayıp kanuna vermelidir. (alkışlar, bravo sesleri) Bu onu
yapabilir, yapamıyorsa o vakit ben giderim. Çünkü müşterekim, müşterekim.
NECİP BEY (Ertuğrul): Kiminle?
DR. ABİDİN BEY (Devamla): Doğrudan doğruya, Hükümet bizden ayrılmış, bizden
olmadığı için eğer onlar yapamıyorsa...
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): İçişleri Vekili yapamazsa, seni İçişleri Vekili ya
parız. Gidersin sen bu işleri ifa edersin.
DR. ABİDİN BEY (Devamla): Müşterek olduğum için, öyle Yunus Nadi'nin yazdığı
gibi, Hükümete bırakalım denmemelidir. Yürütme salahiyeti yalnız Hükümete ait
değildir. Efendiler, bizde de yürütme salahiyeti vardır. (yapamazsın sesleri) Ya
pamazsam beni idam etsinler burada. Binaenaleyh bu tarzda ifadeyi İçişleri Veki
linden ve Dışişleri Vekilinden aldıktan sonra o vakit Abidin gider. (alkışlar)
ALİ FETHİ BEY (İçişleri Vekili): Efendiler, muhterem arkadaşımız Mersin Mebusu
Selahattin Beyefendi, Hükümetin mevcut imkanları ile neden bunları bastırmadığı
nı ileri sürdüler. İşgalden kurtarılmış mıntıkalara gitmiş olan arkadaşlarınız orada
fevkalade bir halin mevcut olduğunu burada beyan ettiler. Onların kanaatlerine
iştirak etmek mecburiyeti vardır. Hiç şüphe yoktur ki oralarda fevkalade vaziyet
vardır. Bize verilmiş olan vazife, asayiş ve inzibatı temin edecek bir kadro iledir.
(doğru sesleri) Bugün elimizde İzmir gibi bir şehirde yalnız 130 polisimiz vardır ve
ona göre de jandarmamız vardır. Halbuki hiç olmazsa şehirde tamamıyla asayişi
muhafaza etmek lazım gelirse belki bin yerde devriye gezdirmek lazımdır. Bugün
kü kuvvetimiz ise buna yetmemektedir.

1472
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar): Efendim, istiklal mahkemesi bin yerde nöbetçi
bulunduracak mı?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendim müsaade buyurun, mevcut olan kuvvetimizle
yine birtakım hırsızları, yağmacıları yakalıyoruz ve mahkemeye veriyoruz. Efendi
ler, malumunuz mahkemelerimizin usulü böyle fevkalade anda halkı hırsızlardan,
yağmacılardan dolayı fenalıklardan koruyacak kadar süratli değildir. İstiklal mah
kemeleri veya fevkalade mahkemeler gönderilecek olursa gayet ani bir şekilde
kabahatlileri cezalandırmak ve bu suretle ibret tesiri yapmaktır. (doğru sesleri)
Seri ve acil bir tedbirler almak için fevkalade mahkemeler göndermek lazımdır.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar): Efendim, Vekil Beyefendi İzmir'de bizim elimizde
yüz otuz polis var. Eğer fevkalade mahkeme gönderilecek olursa ihtimal bin yere
polis koymak lazım gelir, buyurdular.
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Hayır, öyle söylemedim.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar): İstiklal mahkemelerinin icra memurları kimlerdir?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Hükümetin icra memurlarıdır.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar): O yüz otuz polis neden vazifesini yapamıyor?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendim, zannedersem ifadelerimi anlayamadınız.
Onun üzerine yanlış sorular soruyorsunuz. Dedim ki büyük şehirlerde hırsızlık ve
yağmacılığa mani olmak lazım gelirse bin adet polisin devriye gezmesi lazımdır.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar): Bunlar askerlerden mi olacak?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Polisten ve jandarmadan olacak.
HASİP BEY (Maraş): İşgalden kurtarılmış mıntıkalarda fevkalade vaziyet vardır,
buyurdunuz. Bundan maksadınız ihtilal mı var, isyan mı var? Yoksa adi suçlar mı
var? Adi suçlar ile meşgul olan mahkemeler bununla da meşgul oluyor mu?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Zannedersem bu mesele ile alakadardır. Bugünkü
mesele bu saatlik mesele değildir. Zannedersem iki aylık bir meseledir. Muhtelif
hatipler uzun uzadıya söz söylemişler ve fevkalade vaziyetin de ne olduğunu uzun
uzadıya izah buyurmuşlardır. Bu izahattan sonra ayrıca size fevkalade vaziyeti
izah etmeye lüzum görmedim.
HASİP BEY (Maraş): Bu fevkalade vaziyet içinde adi suçlar, yani alelade soygun
culuk filan gibi şeyler de var mı?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendim, hırsızlık var, yankesicilik var, yol kesicilik
var, düşmanla birlik olanlar var, düşmana yardım edenler var.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Vekil Beyefendi, İzmir'e gidip gelen arkadaşlarımızdan
bizim anladığımız mesele, terk edilmiş sahipsiz mallarda hırsızlık var. Fakat bu

1473
hırsızlığı yapanlar bu mallara ait işlerde çalışan memurlardır. Bu memurlar ve
ondan istifade eden adamlar beş on kimseden ibarettir. (kimler sesleri) Ben zan
nediyorum ki şehirlerin fukarası, köylülerin fukarası veya askerler bu işle alakadar
değildir. Binaenaleyh polisinle, jandarmayla bu işin önüne geçmek imkanını göre
miyor musunuz?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Söyledim Beyefendi, kuvvetlim buna kafi değildir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): O halde istiklal mahkemeleri için vazifelendireceğiniz
yeni bir kuvvet var mı Beyefendi?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Efendim, istiklal mahkemelerinin kendisine mahsus bir
hüviyeti vardır. O da ani bir surette ceza vermesidir. Bir şey çalmış olan adam
derhal cezasını görür. Binaenaleyh cezasını görür görmez de diğerleri vazgeçerler
ve cesaret edemezler. Bu şekilde meselenin önünü alırlar.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Peki efendim. İzmir'de bir odada otururken bu mesele
nin önüne nasıl geçeceğim?
ALİ FETHİ BEY (Devamla): Bir iki kişi yakalamak ve derhal cezasını vermek sure
tiyle önüne geçilebilir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim şu olmuş mu, olmamış mı? Böyle
soru olur mu? Halbuki mevzu başkadır. Efendim, on dört arkadaşımızın sözü var
dır. Müzakerenin yeterliliğine dair de bir önerge var. Müzakerenin yeterliliğini kabul
edenler lütfen el kaldırsın. Büyük çoğunluk ile müzakere kafi görüldü. Evvela buna
ait olan önergeleri okuyacağız. Abdülkadir Kemali Bey'in önergesini tekrar okutu
yoruz. Dün de okunmuştu.

TBMM Başkanlığına
Gerek kurtarılan yerlerden dönen mebus arkadaşların ve gerekse Maliye
ve Milli Savunma vekillerinin verdikleri izahattan anlaşılıyor ki işgalden ve harp
ten dolayı fevkalade idari, mali ve adli meseleler içinde kurtulmuş farz ettiğimiz
kardeşlerimiz perişan vaziyettedirler. Fevkalade vaziyetler karşısında fevkalade
tedbirler alma mecburiyeti olduğu için daha evvel arz olunan hususları kati
olarak halletmek üzere Bursa, Bilecik, Eskişehir ve Karesi'de bir, Kütahya,
Karahisar, Aydın, Denizli civarında bir, İzmir, Saruhan civarında keza bir, ta
mamı üç istiklal mahkemesinin hemen kurulmasının karara alınmasını teklif
ederiz. 30 Kasım 19220
Kastamonu Mebusu Bitlis Mebusu
Abdülkadir Kemali Yusuf Kemal

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim kanun teklifi mahiyetinde gelmiştir.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): O zaman istiklal mahkemeleri teklifi yoktu. O vakit muvakkat
ceza mahkemeleri teklifi vardı.

1474
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Beyim, bu mesele burada halledilemez, bu
Tasarı İnceleme Komisyonuna gider. Bu hususta verilmiş olan diğer önergeler de
var. Belki değişikliğe ait bir şeyler olabilir.

TBMM Başkanlığına

İşgalden kurtarılmış vilayetlere istiklal mahkemeleri göndermenin esas


itibariyle kabul edilmesiyle mıntıka tayini için kararın Hükümete havalesini teklif
ederim.
Gaziantep Mebusu
Yasin

TBMM Başkanlığına

Müzakere kâfidir. Abdülkadir Kemali Bey'in işgalden kurtarılmış yerlere


istiklal mahkemesi gönderilmesi hakkındaki teklifinin oya konulmasını teklif
ederim.
Çorum Mebusu
Sıddık

TBMM Başkanlığına

Mesele, işgalden kurtarılmış yerlerde Hükümet kuvvetinin vazifesini hak


kınca yapmaya iktidar sahibi olmasıdır. Gerek İçişleri Vekaletinin, gerek Adalet
Vekaletinin buralarda kanun hükümlerini tatbik ettirecek yeterli teşkilatı yapıl
ması lazımdır. Vekil beylerin bu teşkilatı kurup işletinceye kadar başlarında
bulunmaları münasiptir. Her iki vekaletin vazife yaptırmaya kanuni salahiyetle
rinden daha fazla salahiyete ihtiyaçları varsa bunun halledilmesi mümkündür.
Yoksa idari imkanlar, inzibat teşkilatı ve adliye kuvveti ıslah olunmadan fevka
lade bir teşkil ile ıslah etmek muvakkattir. Memleketin esaslı bir adalete ve
huzura ihtiyacı vardır. Binaenaleyh İçişleri, Adalet ve lazımsa Milli Savunma
vekillerinin işgalden kurtarılmış yerlerdeki kanuni vazifelerini teftişle ıslah etme
lerinin ve fazla tahsisat ve salahiyete lüzum görürlerse Meclise arz eylemeleri
nin kararlaştırılarak gündemin müzakeresine geçilmesini teklif eylerim.

Mersin Mebusu
Selahattin

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Şimdi efendim önergeler okundu. Bir kısım
önergeler Abdülkadir Kemali Bey'in önergesinin oya konulması hakkındadır. Sela
hattin Bey, vekilleri gerek idari tedbirler hakkında olsun, gerek...

YAHYA GALİB BEY (Kırşehir): Öyle şey olmaz.

1475
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Beyim, olup olmayacağı oyunuzla belirtiniz.
Evvela Selahattin Bey'in önergesini başka mahiyette olduğu için onu oya arz et
mek mecburiyetindeyim. Şimdi o istiklal mahkemesinin lüzumu olmadığına dairdir.
(ret ret sesleri)
NECİP BEY (Mardin): Reis Bey esası oya koyunuz. Tekrar okunmasına lüzum var
mıdır? (hayır sesleri)
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Efendim, istiklal mahkemeleri kabul edilmiştir. Onun red
dini nasıl oya koyacaksınız?
ABDÜLKADİR KEMAL BEY (Kastamonu): Reddedilirse bir daha görüşülemeyecek
bir dereceye gelir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim Selahattin Beyefendinin önergesini
oylarınıza sunuyorum.
RAGIP BEY (Kütahya): Reis Bey bir kelime müsaade buyrulur mu?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Neye dair?
RAGIP BEY (Kütahya): Bilindiği gibi dün ve bugünkü görüşülen mevzu, Hüküme
tin kanun tasarısı olduğundan dolayı evvela onun reye konulması lazımdır. Şimdiki
önergede mevzu olan şeyler Abdülkadir Kemali Bey'in teklifine göre yazılmıştır.
Abdülkadir Kemali Bey'in önergesinin reddolunması için bu önerge oya konulabilir.
Bundan evvelki yaptığımız iş bu mevzu üzerine değildir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): İstiklal mahkemelerinin aleyhinde bir önerge
dir. Mevzuun aleyhinde olmak dolayısıyla dünkü ile mukayese edilemez, efendim.
RAGIP BEY (Kütahya): Görüşülmüş ve kabul olunmuştur.
MUSTAFA BEY (Giresun): Canım, işte görüşme mevzuu olduğu için onun aleyhine
verilen önergeler reye konuluyor.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): İstiklal mahkemelerinin lüzumu olmadığına
dair bir önergedir. (oya sesleri) Selahattin Bey'in önergesini kabul edenler, lütfen
el kaldırsın. (ret, ret sesleri)
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu): Reis Bey bir kelime söyleyeceğim. Bu
neticeye münasebeti itibariyle fevkalade önemlidir. Bugünün meselesi değildir.
Şahsi kanaatimce bu, yeniden tekrar görüşmeye mani olur. Çünkü biz mahkeme
lerimizi her halde düzelteceğiz ve her halde bu şekilde devam ettirmeyeceğiz.
Rica ederim bu, bugünün işi değildir. Reddedilirse altı ay müzakere edilemez.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Selahattin Bey'in önergesi, Hükümetin se
yahatten, bilmem neden menedilmesine dair değildir. Yalnız bu nokta, istiklal
mahkemelerine lüzum olmadığına dairdir. Diğer görüş Hükümeti vazife yapmaktan
menetmez. Şimdi Selahattin Bey'in önergesini kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın.

1476
(ret, kabul sesleri) Kabul edilmedi. Şimdi diğer önergelerden Abdülkadir Kemali
Beyin önergesi vardır.
YASİN BEY (Gaziantep): Reis Bey benim önergem esasa aittir. Benim önergem,
Abdülkadir Kemali Bey'in önergesinin değiştirilmesi mahiyetindedir. Evvela onu
oya koyunuz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, ad okunarak oylanması teklifi var
dır. Yasin Bey'in önergesi değişiklik mahiyetinde olduğu için evvela onu oya koya
cağım. (esas kabul edilsin sesleri) Esasın değiştirilmesi hakkında önerge vardır.
AVNİ BEY (Saruhan): Ortada bulunmayan esas değiştirilemez. Kabul edilmiş bir
esas var mıdır ki değiştiriliyor?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Yasin Bey'in önergesi esasa dair
değil, müzakere haricindedir.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Onun ad okunarak oylanmasını teklif ediyorum.
Abdülkadir Kemali Bey'in önergesi kabul edilmemiş ki onun değiştirilmesini isteyen
önerge oya konsun.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, Abdülkadir Kemali Beyin önerge
sinin ad okunarak oylanması için on beş imzalı önerge var. (hayır sesleri)
Abdülkadir Kemali Bey'in önergesi hem istiklal mahkemelerinin gönderilmesine ve
hem de mıntıkalara ayrılmasına dairdir. Her ikisini de oylarınıza arz ediyorum.
(okunsun sesleri) Efendim Abdülkadir Kemali Bey'in önergesi üç teklifi ihtiva edi
yor. Hepsini tek tek oylamaya sunacağım. (tamam sesleri)
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Reis Beyefendi istiklal mahkemelerin gönderilmesi red
dedilirse sonra ne suretle müzakere yapılacak?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Evvela istiklal mahkemesinin gönderilmesini
kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edildi.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Elhamdülillah!
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim şimdi üç mahkeme olmasını kabul
buyuranlar lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Abdülkadir Kemali Bey'in üçüncü
teklifi nerelere gönderileceğinin tayini meselesidir. Bunu oya... (onu Hükümete
bırakalım sesleri)
ABDÜLKADİR KEMALİ BEY (Kastamonu) Önergemden ben de vazgeçiyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurunuz.
YASİN BEY (Gaziantep): Reis Bey şimdi benim önergem bahis mevzudur.
Abdülkadir Kemali Bey mıntıkaların tayini teklifinden vazgeçtiler. Benim önergem
de mıntıkalar Hükümet tarafından tayin edilsin, şeklindedir. Önergemin bu suretle
reye sunulmasını teklif ediyorum.

1477
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim mıntıkaların Hükümet tarafından
tayinini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Bu da kabul buyruldu. Tamamını ad oku
narak reye koymaya mecburum. (olmaz sesleri)
RAGIP BEY (Kütahya): Efendim, Başkanlık Divanından kabul denilmiştir. Bir daha
ad okumaya lüzum yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim evvela o şartla oya koydum. Oyla
rınızı kullanmaya mecbursunuz.
YAHYA GALİB BEY (Kırşehir): Kabul edildi denildikten sonra ad okumaya lüzum
var mı ya?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim tamamını kabul buyuranlar beyaz,
etmeyenler kırmızı rey verecektir. (oylar toplanmaya başlandı)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim oyunu kullanmayan arkadaşlar
lütfen kullansınlar.
(Ad okunarak oylar toplandı, oylar sayıldı ve...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Ad okunarak yapılan oylama son bulmuştur.
Efendim neticeyi arz ediyorum. 143 üye oylamaya katılmış, 95 kabul, 31 ret, 10
çekimser. Böylece işgalden kurtarılmış yerlere istiklal mahkemeleri gönderilmesi
1
kabul edilmiştir. On dakika istirahat buyurmak üzere celseyi tatil ediyorum.
(Aradan sonra toplantı yeter sayısı olmadığı için Genel Kurul toplanamamıştır. İki gün
sonra 6 Aralık 1922 tarihindeki oturumda...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Geçen günkü celsede işgalden kurtarılmış
yerlere istiklal mahkemelerinin gönderilmesi kabul edilmişti. Bu kararın tatbik edi
lebilmesi gayesiyle Gaziantep Mebusu Yasin Bey'in İstiklal Mahkemeleri Kanunu
nun değiştirilmesi hakkında kanun teklifi var. Okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
İşgalden kurtarılmış yerlere gidecek olan istiklal mahkemelerinden bek
lenilen faydayı temin edebilmek için, İstiklal Mahkemeleri Kanununun 3. Mad
desine aşağıda yazılı olan fıkranın ilavesini arz ve teklif ve acilen gündeme
alınarak müzakere edilmesini istirham eylerim.
H) Terk edilmiş mallardan dolayı işlenmiş bütün suçların sahiplerini muhakeme etmek."
Gaziantep Mebusu
Yasin

1
TBMM Zabıt Ceridesi (4 Aralık 1922), 1.Dönem, c.25, s.187-204, http://www.tbmm.gov.tr/
1478
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim arkadaşımız, bir fıkra olarak kanu
na bir kayıt ilave edilmesini teklif ediyor. Aynı zamanda gündeme alınmasını teklif
ediyor. (uygundur sesleri) Müsaade buyurunuz, bunun acilen müzakeresini kabul
buyuranlar lütfen el kaldırsın. Kabul edildi efendim.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Bir fıkradır, kabul edelim çıksın.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Fıkra hakkında söz isteyen var mı?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Arkadaşlar, istiklal mahkemelerinin işgalden
kurtarılmış yerlere gönderilmesinin sebebi hiç şüphesiz, terk edilmiş mallardan
dolayı işlenen suçlar içindir. Bu hususi bir vaziyettir. Fakat İstiklal Mahkemeleri
Kanunu başkadır. Bu salahiyeti istiklal mahkemelerine gidecek heyete vermek
başkadır. Bu kanuna fıkra halinde ilave edilecek olursa, günün birinde bir yere
başka şekil ve mahiyette istiklal mahkemesi gönderilecek olursa bu fıkra o zaman
ona da dahil olacaktır. Binaenaleyh bu, İstiklal Mahkemeleri Kanununa katiyen
giremez. Ancak ayrıca bir kanun olarak tespit edilebilir. İdari, mali işlerden dolayı
böyle kanun teklif edilmez. (kabul et Yasin Bey sesleri)
YASİN BEY (Gaziantep): Anlamadım ki kabul et diyorsunuz. İstiklal Mahkemesi
Kanununun 3.Maddesinde "G" harfine kadar fıkra var. Bunu da ben "H" fıkrası
olarak kabul ediyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim başka söz alan yok. Mehmet Şükrü
Bey, bu hususi meseledir umumi kanun arasına girmesin, diyor. Bu husustaki şekil
elime geçmediği için bir şey yapamayacağım. (yazılıyor sesleri) Arkadaşlarımız
teklifi bekliyorlar.

TBMM Başkanlığına
Madde 1. İşgalden kurtarılmış yerlere gidecek olan istiklal mahkemeleri, terk
edilmiş mallardan dolayı işlenmiş bütün suçların sahiplerini muhakeme etmeye
vazifelidir.
Madde 2. Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Madde 3. Bu kanunun yürürlüğüne Büyük Millet Meclisi vazifelidir.
Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Bu şekil hakkında söz isteyen var mı?
ALİ SÜRURİ EFENDİ (Giresun): Efendim bence her iki fikrin netice itibariyle pek
farkı yoktur. İşgalden kurtarılan yerlere gidecek olan istiklal mahkemeleri bilhassa
terk edilmiş mallar hususundaki suiistimallere mani olmak için gidiyor. Fakat istik
lal mahkemeleri şahsi haklara dair hüküm veremezler. Şimdi istiklal mahkemesi
gönderiyorsunuz. Güzel, fakat o mahkeme ancak ceza için hüküm verebilecektir.

1479
Çalınan malın tazmin edilmesi meselesi ne olacaktır. Eğer uygun bulursanız bu
kanun teklifini Adalet Komisyonuna havale buyurunuz. Bu arz ettiğim şekilde bir
madde daha ilave edilsin.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Başka söz alan var mıdır, efendim?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Arkadaşlar, bu hususta histen çok serinkanlılıkla
takip etmek mecburiyetindeyiz. Malumunuz İstiklal Mahkemeleri Kanunu vaktiyle
tatbik edildiği zaman, o mahkemelerin hükmettiği şahsi haklar meselesine itiraz
edilerek bu hükümlerin hemen çoğu kaldırılmıştı. İstiklal mahkemeleri bunların
birer birer ispatıyla meşgul olacak olursa bu mahkemeler lazım gelen tesiri göste
remezler. Bugün yalnızca terk edilmiş mallara ait olsun deyince arz ettiğim gibi
şahsi hukuk meselelerini mahkeme delil olmadan hükmedecek bu hükümler birçok
şikayete sebep olacaktır. Çünkü, şahsi haklar meselesinde tazminat vardır, efen
diler. Usulüne uygun olmayan şeylerin tazminine Konya isyanında olduğu gibi
hükmedilecek olunursa, bunun bir hukuki mahiyeti olamaz. Filan gelmiş bir liste
vermiş, yüz bin lira dava ediyor. Ne şahit var, ne şu var, ne bu. Bu itibarla istiklal
mahkemelerinin terk edilmiş mallardan dolayı şahsi hakları hükmetmeye izin ve
rilmesi, daha sonra Yüce Meclisinizi çok meşgul edecek ve o hükümleri kaldırmak
mecburiyetinde kalacaksınız. Bundan dolayı işgalden kurtarılmış yerlere gidecek
olan istiklal mahkemelerine yalnızca suçlara bakması için izin verelim. Şahsi hu
kuk meseleleri diğer mahkemelere havale edilsin.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim, Ali Sururi Efendi arkadaşımızın teklif
ettiği gibi hakikaten bir kere tetkik edilmek için Adalet komisyonuna gönderilmesini
teklif ediyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, evvela müzakere usulüne dair
önergeler var, okunacaktır.

TBMM Başkanlığına
İşgalden kurtarılmış yerlere gönderilecek istiklal mahkemelerinin yalnız
terk edilmiş mallara ait suçlara bakmak üzere şahsi haklara ait meselelerde
hüküm vermemeleri lazımdır. Binaenaleyh, bu manada bir madde ilave edilmek
üzere kanun teklifinin Adalet Komisyonuna havale buyrulmasını teklif ederim,
6 Aralık 1922
Giresun Mebusu
Ali Sururi

1480
TBMM Başkanlığına
Müzakere kâfidir. Müzakere olunan Kanun Teklifinin Adalet Komisyonuna
havalesini teklif ederim.
Hakkari Mebusu
Mazhar Müfit

TBMM Başkanlığına
Şükrü Beyin teklif ettiği Kanun Teklifi ile benim teklif ettiğim fıkra esas
itibariyle asıl maksadı temin ettiğinden ve arada bir şekil ihtilafı olduğundan
Sururi Efendinin ortaya attığı meselenin müzakeresinin yeterliliğiyle fıkra veya
kanunun oya konulmasını teklif ederim.
Gaziantep Mebusu
Yasin

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim usul itibariyle teklifin evvela Adalet
Komisyonuna havalesi teklif ediliyor. Bu hususta, yani usul hakkında müzakerenin
yeterliliğini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir. Acilen Adalet
1
Komisyonuna havalesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.

(Terk edilmiş sahipsiz mallar sorunu iyice karmaşık bir hal almıştı. Beş gün önceki otu
rumda Lazistan Milletvekili Dr. Abidin Bey tarafından, İzmir'e gidip gelen milletvekille
rinin, gönderilecek İstiklal Mahkemesine seçilmelerinin uygun olmadığı ifade edilmişti.
Bu şaibeli ifade, terk edilmiş mallar sorununu ilk defa Mecliste dile getiren Kütahya
Milletvekili Ragıp Bey'i çileden çıkardı ve 7 Aralık 1922 tarihindeki oturumda...)

RAGIP BEY (Kütahya): Efendim müsaade ederseniz, Yüce Meclisin haysiyetine


ve dolayısıyla şahsıma ait bir meseleden dolayı kısaca malumat vereceğim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Dün de size söz verilmişti. Binaenaleyh
buyurun.
ESAT EFENDİ (Aydın): Hüseyin Avni Bey, Ragıp Bey'den sonra bana da söz veriniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Sizinki neye dairdir, efendim?
ESAT EFENDİ (Aydın): Aynı meseleye Efendim.
RAGIP BEY: (Kütahya): Muhterem arkadaşlarım. İşgalden kurtarılmış yerlere ait
müzakereler esnasında bilhassa İzmir'e gidip gelen mebusların suiistimalinden
bahsedildi ve buna dair önergeler de verildi. Hatta en son, Lazistan Mebusu muh
terem arkadaşımız Abidin Bey, Yüce Meclisin dikkatini çekmek niyetiyle, bir şey

1
TBMM Zabıt Ceridesi (6 Aralık 1922), 1.Dönem, c.25, s.223-227, http://www.tbmm.gov.tr/
1481
söyleyeyim mi, dediler. Mebus arkadaşlar da söyle, dediler. O da İzmir'e gidip
gelen mebusların seçilmemeleri şartıyla, İstiklal mahkemelerinin kabulü taraftarı
yım, dedi. Efendiler ben seçilmek arzusunda değilim. Çünkü arkadaşlarım arasın
da benden çok malumatlı, benden çok yüksek arkadaşlarım pek çoktur. Ancak
ben de İzmir'e gidip gelen arkadaşlarınız arasında bulunduğumdan dolayı şahsımı
ilgilendiren bir meseleyi yüksek huzurunuzda arz etmek istiyorum. Efendiler, ben
İzmir'e gittim, geldim. İzmir'de on beş gün kaldım. İzmir'e niçin gittiğimi, nerelerde
bulunduğumu, ne işle meşgul bulunduğumu ve hangi kişilerle ile temas ettiğimi
tafsilatlı olmak üzere bir belgeyi, bir seyahat belgesini istiklal mahkemesine suna
cağım. Kanunu Esasinin 48. ve 70. maddelerinin hakkımda bahşettiği dokunul
mazlığı huzurunuzda arz ediyorum ve tamamen kendim kaldırıyorum. Bu, doğru
dan doğruya bana ait bir haktır. Ben bu hakkımı, teşekkül edecek istiklal mahke
mesine devrediyorum. Tahkikat sonunda da verilecek cezaya göre mebusluğu
mun kaldırılmasına ait kararın da o mahkemeden verilmesini teklif ve temenni
ederim.
NAFİZ BEY (Canik): Gündemde, bizim bu hususta önergelerimiz vardır. Hasıraltı
yapılmıştır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Hasıraltı yoktur Efendim. Burada şahıslardan
bahsedilmeyerek umumi surette mebusluk sıfatına, şaibeli bir şekilde söz söylendi
ğini iddia ediyor arkadaşımız. Bu hususta şu veya bu söylenemez.
HACI MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Kimler almış ise şaibe onlaradır. Biz de
gitmişizdir. Fakat almamışız. Bunun hakkında söz istiyoruz. Evvelce de istedik
vermediniz.
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Söz isterim Reis Bey.
RAGIP BEY (Kütahya): İzmir'e giden mebuslar kimlerse onlara aittir.
HACI MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Biz de İzmir'e gitmişiz, fakat ev almamışız.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Bu yolla söz söylenmiştir. Bu sözü söyleyen
kişinin ya iddiasını ispatlaması yahut haklarında takibat yapılması için, Avni, Neca
ti ve Nafiz beylerin önergeleri vardır. Arkadaşlarımız, İzmir'e gitmekle hiçbir zaman
bununla alakadar olamaz. Mebusluk sıfatı ile her arkadaş alakadardır. Bu sıfatın
müdafaasından da Meclisin umumu sorumludur. Bunun hakkında her arkadaş söz
söyleyecekse bunun sonu gelmez. Yalnız arkadaşlarımızın şikayet önergeleri var.
İş buradan başlar. İthamda bulunan arkadaşlar ya isim belirtirler veya herkes şai
be altında kalamaz diye önergeler vardır. Eğer bu hususta Meclis görüşme aça
caksa... (açacağız sesleri) Dava bu sözü sarf eden arkadaşınız... (bu mesele hal
ledilmelidir sesleri) Müsaade edin efendiler. Yani müzakere açarsak, arkadaşları
mızın hepsi bu gibi sıfattan ayrıdır. Yalnız isnat eden arkadaşımız hakkında aça
cağız. Bu söz kime isnat edilmiştir? Bunun için evvela kim söylemişse onun üzeri

1482
ne söz alınabilir. Bu şaibeden temizlenmek için, söz söyleyen arkadaşımız kimin
üzerine söz söylemişse ya düzeltmeli, ya da sözünü geri almalıdır.
AVNİ BEY (Saruhan): Mebusluğun tamamı bahis konusudur. Bunu örtbas edecek
bir vaziyette kalamayız.
YASİN BEY (Gaziantep): Efendim tahkikat yapılır. Sonra gelecek tahkikat raporları
üzerine muamele yapılır. Yoksa şimdi bunun müzakeresi imkanı yoktur.
MUSTAFA BEY (Giresun): Böyle şifahi mütalaa üzerine müzakere açılamaz.
İHSAN BEY (Adana): Efendim, hepiniz pekala biliyor ki oralara istiklal mahkemesi
göndermeyi kararlaştırdınız. Gidecek istiklal mahkemesi bu gibi meselelerle ala
kadar kimlerse, makam ve merciine bakmaksızın onlara bakacak, haklarında taki
bat yapacaktır. Böyle konuşmalarla beyhude vakit geçiriyoruz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim ortada kalan bir mesele var. Me
busların şaibeli olduğu ortaya sürülmüştür. Fakat herkes zan altından kurtulmak
için uğraşıyor. Binaenaleyh ya bu sözü söyleyen arkadaşımız, mesele şudur diye
sözünü söyleyip bitirmeli veya kendisi hakkında Meclis bir karar verir. Verilen
önergeler bunun içindir. Yalnız bu husus hakkında, bu sözü söyleyen arkadaşımı
zın ifadesini düzeltmesi için görüşme açılmasını kabul edenler lütfen ellerini kal
dırsın. Kabul edildi Efendim. Kim söylemişse bu arkadaşlardan... (önergeler de
okunsun sesleri) Önergeler de okunacak. Bugün bu gündeme alınarak...
OSMAN BEY (Lazistan): Cumartesi günü görüşülmek üzere...
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim bugünkü gündemde, Nahiyeler ve
Avans kanunları vardır. Bu meseleyi de gündeme alıyoruz. Fakat bunun, bugünkü
gündeme alınıp görüşülmesi hususunu da reylerinize başvuracağım. Bunun esa
sen bir kısmı görüşülmüştür. Arkadaşlar da zaten Cumartesi görüşülmesini teklif
ediyorlar. Cumartesi günü görüşülmesini kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Ka
1
bul edilmiştir. Cumartesi günü müzakere edilecektir.

(Altı gün sonra, 13 Aralık 1922 tarihindeki oturumda...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): İşgalden kurtarılmış yerlerde kurulmasına


karar verilen istiklâl mahkemelerinin mıntıkalarına dair İcra Vekilleri Heyeti Reisli
ğinden gönderilen tezkere vardır. Okunacaktır. Malumunuz mıntıkaların tayin ve
taksimi Hükümete bırakılmıştı.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (7 Aralık 1922), 1.Dönem, c.25, s.240-242, http://www.tbmm.gov.tr/
1483
TBMM Başkanlığına
İşgalden kurtarılmış yerlerde kurulmasına karar verilen istiklal mah
kemelerinin mıntıkaları, İçişleri Vekâletince aşağıdaki gibi tespit edilmiştir.
1. İzmir Vilayetinin tamamı, Aydın Sancağı (Aydın, Nazilli, Söke), Denizli Sancağı
(Denizli, Buldan, Sarayköy, Çal)
2. Bursa Vilayetinin tamamı, Karesi Sancağının tamamı, Çanakkale Sancağının
tamamı, Ertuğrul Sancağı (İnegöl ve Yenişehir)
3. Eskişehir Sancağının tamamı, Karahisar Sancağı (Karahisar, Sandıklı, Çivril,
Bolvadin, Aziziye), Kütahya Sancağının tamamı, Ertuğrul Sancağı (Bilecik,
Söğüt)
Vekiller Heyetinin 10 Aralık 1922 tarihli toplantısında bu mıntıkalar olduğu
gibi kabul edilmiş olmakla, lüzumuna binaen arz ve istirham eylerim efendim.
10 Aralık 1922
Vekiller Heyeti Reisi
Hüseyin Rauf
RASİH EFENDİ (Antalya): Saruhan Livası unutulmuştur.
1
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Sorarız, efendim.
(On gün sonra, 23 Aralık 1922 tarihindeki oturumda...)

REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Müsaade buyurun, Efendim. İşgalden kurtarılmış


yerlere ait iki mühim meseleyi istirham edeceğim. Birisi, işgal esnasında mahke
meler tarafından verilen kararların tatbiki hakkında teklif edilmiş ve Meclis Umumi
Heyeti tarafından bir numaraya alınmış olan teklifin görüşülmesi. Diğeri yine bu
yerlerin ihtiyacı olan istiklal mahkemelerinin bir an evvel gönderilmesi hakkındaki
kararın infazı. Binaenaleyh elde mevcut bir kanun vardır. Yani Gelir Kanununun
görüşülmesini müteakip bu kanunların görüşmesini rica ediyorum. Bu iki işi terci
han çıkarmak lütfünü geri çevirmeyiniz.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Efendim, Refik Şevket Bey'in teklifi, işgal altında
iken o vakit verilen hükümler, var. Sonra...
RAGIP BEY (Kütahya): Ben de aynı mesele üzerinde konuşacağım.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Rica derim, sözümü kesmeyiniz. İkinci mesele
de istiklal mahkemeleri seçimi meselesidir. Bunların Gelir Kanunundan sonra gö
rüşülmesini kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Reddedilmiştir, efendim. Gelen
kağıtları okumaya başlıyoruz.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (13 Aralık 1922), 1.Dönem, c.25, s.342, http://www.tbmm.gov.tr/
1484
RAGIP BEY (Kütahya): Paşa Hazretleri, söz istiyorum.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Neye dair?
RAGIP BEY (Kütahya): Benden evvel söz söyleyen arkadaşlarım neye dair söyle
dilerse ben de ona dair söyleyeceğim. Muhterem arkadaşlarım, seçim mıntıkam
dan döndükten sonra burada yaptığım konuşmamdan bugüne kadar yapılan gö
rüşmelerde yalnız bir şey yapılmak isteniliyordu. O da istiklal mahkemeleriydi. İki,
iki buçuk ay Yüce Meclisi meşgul ettikten sonra, verilen bu karar maalesef her gün
gecikmektedir. Halbuki kurtarılan yerlerde üç ay evvel hapsedilip de henüz bir
defa kendisine, sen niçin hapsedildin, sen necisin, diye sorulmayan on binlerce
insan var. Bunların içinde bir an evvel cezayı layık olacak insanlar olduğu gibi,
birçok da masum olması ihtimali bulunanlar da var. Fakat mesele yalnız bu değil
dir. Daha mühim birçok meseleler vardır ki istiklal mahkemelerinin salahiyetinde
belirsizlik vardır. Her gün memleket mühim zararlara uğramaktadır. İstirham ediyo
rum, zaten Yüce Meclisin bir kararı vardır. İstiklal mahkemeleri seçimi bitmeden
başka işe bakılmaması. Bugün gelen yazılar okunmadan evvel seçime başlaya
lım. Seçimden sonra oyların tasnifi esnasında da gelen yazıların okunmasına
başlanır. (doğru sesleri)
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Ragıp Bey de aynı Refik Şevket Bey'in teklifleri
gibi teklifte bulunuyorlar. Oya koydum reddedildi. (anlaşılmadı sesleri)
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Paşam benim teklifim iki madde idi. (anlaşılmadı
sesleri)
1
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Efendim, gelen yazıları okumaya başlıyoruz.

9 ARALIK 1922: CEBELİBEREKET MİLLETVEKİLİ FAİK BEY’İN BATI TRAK


YA’DAKİ YUNAN ZULMÜNE DAİR TELGRAFININ GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 153.Birleşim, Gündem: 5/5)

Türklerin Büyük Zaferinden, Yunanlıların da Büyük Felaketinden


sonra yerli Rumlar Yunanistan’a göç etmek zorunda kaldılar. Yunanis
tan’daki Türkler için zor günler başladı. Yunanlılar misilleme yaparak
onların bir kısmının Türkiye’ye göçüne sebep oldular. Kalanlar ise
zulme uğradılar. Keşan’a gelmiş olan bir grup Türk mülteci orada bulu
nan Adana Milletvekili Faik Bey’le görüştüler. Telgrafların Mecliste
okunmasından sonra milletvekilleri çok şiddetli tepki gösterdiler.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (23 Aralık 1922), 1.Dönem, c.26, s.4-5, http://www.tbmm.gov.tr/
1485
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Batı Trakya'daki Yunan zulmüne dair Cebe
libereket Mebusu Faik Bey’den ve Batı Trakya muhacirlerinden telgraflar var.

TBMM Başkanlığına
Batı Trakya'dan kaçıp gelen dindaşlarımızdan alınan haberlere göre,
Yunanlıların Anadolu'dan giden Rumları oradaki Müslümanların evlerine zorla
yerleştirerek, on beş yaşından elli yaşına kadar erkeklerin tamamını toplatıp
bilinmeyen bir yere götürdükleri ve belki şehit ettikleri, kadınlarla çocuklara her
türlü kötülüğü yaptıkları öğrenilmiştir. Batı Trakya'nın talihsiz Müslümanlarının
maruz kaldıkları vahşi zulümlere son verdirecek tedbirlerin acilen ve tesirli bir
şekilde alınmasını istirham ederim Efendim. 18 Kasım 1922, Keşan
Cebelibereket Mebusu
Faik

LÜTFİ BEY (Malatya): Reis Beyefendi, Yunan zulmüne son verdirmek için Dışişle
ri Vekâletinin şiddetle dikkati çekerek, Lozan Konferansına bildirilmesi lâzım gelir.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Keşan ahalisinin de telgrafı var. Okunacak.

TBMM Başkanlığına
Aşağıda imzaları bulunan bizler, Batı Trakya ahalisinden olup senelerden
beri Yunan zulmü ve işkencesinden tedirgin olarak hayatımızı kurtarmak için aile
ve çocuklarımızı bırakarak kaçtık ve Keşan'a geldik. Bugün hâlâ zalim Yunan'ın
Batı Trakya'da on beş yaşından altmış yaşına kadar topladığı Müslüman halkı
toplayıp götürmekteler ve katletmektedirler. Bu canavar düşman elinde kalıp
işkenceler altında inleyen yüz binlerce dindaşımızın namus ve hayatlarının ko
runmasını Türkiye Büyük Millet Meclisimizden rica ederiz, Efendim.
İsmail Şapçılı
Raşit
Haliloğlu Ferheli Mustafaoğlu
Ağa Mustafa
Keşan'da Ferheli Ferheli Mehmedoğlu
Mehmet Ali Mustafa Ahmet
Ferheli Alioğlu Banyollu Ferheli Ahmetoğlu
Vedat Mehmet Ali Ali

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Buyurunuz Esat Efendi.


ESAT EFENDİ (Aydın): Muhterem arkadaşlarım, Balkan Harbinden beri ne Yu
nan'a ve ne de Bulgar’a boyun eğmeyerek hürriyet ve istiklali için on seneden beri
kanlar feda eden Batı Trakya'nın bugün hali kan ağlanacak derecededir. Bilirsiniz
ki Batı Trakya'nın nüfusunun yüzde sekseni Müslüman kardeşlerinizden ibarettir.
Bu fedakâr halk, Balkan Harbinden sonra Ordumuz mağlup olunca bunlar perişan
bir halde kaldıkları zaman bu bir avuç kardeşleriniz, müdafaa ilahidir diyerek Yu
nana karşı koymuş ve elli sekiz gün Hükümet sürmüştür. O sırada bu hareket,

1486
Edirne'nin tekrar elimize geçmesine sebep olmuştur. İşte Rodop dağlarının altında
bugün bizden medet bekleyen bu fedakâr ve temiz halktan, on beş yaşından alt
mış yaşıma kadar olan kardeşlerimizi Yunanlılar ele geçirdiklerini Bilinmeyen yer
lere gönderiyorlar. Binaenaleyh bendeniz de bir önerge veriyorum. Bu Şaphane
Nahiyesi ki Gümülcine’ye beş saat mesafededir. Oradan İsmail Ağa adında feda
kâr biri güç bela Keşan'a kaçıyor ve hayatını kurtarıyor, oradan bir telgraf veriyor.
Hatta Faik Bey kardeşimize de bir telgraf çekiyor. Bendeniz de çeşitli telgraflar
aldım. On beş günden beri Batı Trakya'dan hiçbir haber alınamıyor. Hepsini de
mahvediyorlar. Binaenaleyh şiddetle Lozan’daki delegelerimizin dikkatini çekelim.
Medeniyet âlemi varsa hitap edelim. (yok, sesleri) Kendi memleketlerinde Hayvan
ları Koruma Cemiyetleri kuran, medeniyet iddiasında bulunan insanlar oradaki
zavallıların hayatını biran evvel kurtarsınlar. (sahte yaldızlı medeniyet sesleri)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar İktisat Vekilliği yaparken Saruhan Mebusu
Mahmut Celal Bey arkadaşımız bu kürsüden feryadı figan ederken soruyordu.
“Neredesin ey medeniyet âlemi, insanlık alemi?” Ben de şuradan bağırmış ve
demiştim ki “Lloyd George'un pençesinde!” (bravo sesleri) Sen evet yalnız bir
İngiliz’in pençesinde bir çocuk oyuncağı olarak bulunuyorsun. Fakat en çok o kim
seler utansın ki, Türk'ten daha medeni ve daha kuvveti olduklarını iddia ediyorlar.
Onlar İngiltere'nin müttefiki olan İtalyanlarla Fransızlardır. Sıkılsınlar ki bugün
Fransa'da İngiltere'nin ayağı bulunuyor da o ayağı kırıp da Manş Denizinin öbür
tarafına atamıyorlar. Binaenaleyh arkadaşlar o tarafsız ve en medeni sayılan
Amerika'sından hiç bir medet ummayın. Hatta Büyük Millet Meclisi Reisimize doğ
rudan doğruya rica için iki sene evvel müracaat etmiş olan Papa'dan bile bir şey
ümit etmeyiniz. O Papa diyordu aman gâvurcuklarımı koruyunuz: Buradan kendi
sine uzun uzadıya yazıldı. Büyük Millet Meclisi tehcirden, zulümden ve her şeyden
uzaktır diye. O yazıya ilave edilmedi ve sorulmadı ki ey Papa Yunanlıya karşı
neye ricada bulunmadın. Ne yazık ki o Papa arkadaşlar, tam iki buçuk sene bütün
Anadolu'nun yarısını kaplamış olan Yunan sürüleri tarafından kan ve iman kardeş
leriniz doğranırken ağzını açmadı. Ağzını açmaktan vazgeçtim, belki Hıristiyanlı
ğından, Hıristiyanlığa olan alakasından korkmuştur. Bunu böyle düşünebiliriz. Rica
ederim arkadaşlar, Anadolu'daki bir avuç Hıristiyan azınlık için geçen gün ne yüzle
kalktı da Hıristiyanlar Anadolu'da tehcire, zulme uğramışlar, imdat imdat diye Kon
feransta bağırdı. (yaşa Hilmi Ağa sesleri) Hiç olmazsa Papa bu sesi çıkarmaktan
sıkılmalıydı. Şimdi Batı Trakya'daki Yunan zulmüne karşı ne yapabiliriz acaba?
Efendim Dışişleri Vekiline yazınız da Konferansta teşebbüste bulunsunlar. Olmu
yor işte. Yok, ben sözü uzatacak olursam size öyle misaller getiririm ki, ruh mese
lesidir, zihniyet meselesidir. Şu halde, sana senden gelir bir işte imdat lazımsa.
Hükümet Reisi ve Hariciye Vekâleti Vekili Hamiciye Kahramanı Rauf Bey acaba
burada mı? (Rauf Ağa yok sesleri) Hamiciye Kahramanının galeyana gelmesi icap
eden yeni bir kahramanlığının tecelli etmesini isteyiniz arkadaşlar. (alkışlar) Arka

1487
daşlar, bugün İzmit'te bulunduğunu haber aldığım Alemdar1 Kahramanı İsmail
Hakkı Kaptan ve arkadaşları acaba bir iki Alemdar daha vücuda getirerek Selanik
'e binlerce kahraman indirmeyecek midir? İşte yegâne çare budur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Saruhan): Hilmi Bey arkadaşımız birçok şeyler söylediler.
Yalnız şunu arz etmek isterim ki Avrupalılar ve bilhassa Amerikalılar kendi hayal
lerinde Anadolu'da suikastlar, katliamlar icat edeceklerine, vicdanları, insafları
varsa Batı Trakya'daki kardeşlerimizin, Müslümanlarımızın kesildiğini görmeye
gelsinler. Kendilerini oraya davet edelim. Fakat unutmasınlar ki nihayet biz de
insanız. Irkdaşlarımızın bu şekilde kesildiğine sabredemeyiz. Sabrımız taşacaktır.
Unutmasınlar ki, Anadolu'da daha birçok gayrimüslim vardır. Unutmasınlar ki biz
de insanız, artık yeter. (bravo sesleri)
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Arkadaşlar, Batı Trakya'da bugün katledilmekte bu
lunan mazlum dindaş, ırkdaş ve arkadaşlarımızın zulüm ve eziyete maruz kalma
larına bundan böyle artık tahammül edemeyiz. Herkes kendisi için değil, belki
dindaş ve ırkdaşları içindir. (bravo sesleri) Arkadaşlar, senelerden beri kanımızı
akıtarak, canını vererek ve en nihayet denizi aşarak oralarda Türkiye'yi temsil
eden ve Türk hâkimiyet ve kuvvetini tesis eden o ırkdaş ve dindaşlarımızın bun
dan böyle zulüm, eza ve cefa görmesine artık hiçbir kimse sabredemez. Arkadaş
lar ne medeniyete ne insanlığa artık yalvaracak değiliz. Herkes artık taşmıştır.
Herkes galeyana gelmiştir. Artık benim dindaşım ve ırkdaşım, benimle kan döken
ve Balkan Harbinden sonra bizden ayırtılan kardeşlerimizin bu gibi zulümlere ma
ruz kalmalarına tahammül edemeyiz. Lozan Konferansına haber verilmelidir. Her
halde Anadolu'nun kendisini kurtaran kahramanları vardır ve hazırdır. Her halde
oraları aşacak, orada yine Türkiye'de nasıl birtakım Yunan palikaryalarını çiğnedi
ise orada da burada yaptığı kahramanlık ve fedakârlığı yapacak ve ikinci defa
olarak kanlı, canlı bir harp olacaktır. Bu da pek uzak değildir, belki pek yakınlarda
dır. Binaenaleyh bizim şu sırada en çok aradığımız sulhu ihlal etmemek için bunu
yapmamak istiyoruz. Yoksa İtilâf devletleri değil, Dünya üzerimize gelse yine ora
daki kardeşlerimizi kurtarmak için atılacağız, bunu Lozan’a haber vermek lâzımdır.
Bunu Meclisin Lozan Konferansına bildirmesi lazımdır.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Arkadaşlar bendeniz Avrupalıların yahut Papanın
veyahut medeniyet âleminin vicdanına hitap edecek değilim. Onların vicdanının ne
demek olduğunu bendeniz çok iyi bilirim. Efendiler onlar dört misyoner yüzünden
binlerce kimsesiz insanları saçlarından bağlayarak Amur ırmaklarına atıyorlardı.
Bunlardan mı merhamet bekleyeceksiniz? Koca Rumeli’de binlerce insanlar öldü
rüldü. Onlar duygudan yoksun duruyorlardı. Yalnız Karneci’nin tetkikiyle iktifa edi

1İstanbul Hükümetinin kurtarma gemilerinden biri iken, işgal altındaki İstanbul Limanın
dan İsmail Hakkı Kaptan ve adamları tarafından kaçırılır. Karadeniz'de silah ve erzak taşı
yarak Milli Mücadelede kullanılmıştır.

1488
yorlardı. Arkadaşlar, dört Hıristiyan’ın şurada burada burnumun kanamasıyla kı
yametleri koparan Hıristiyanlık âlemi güya İslâmiyet’in felâketine bizzat iştirak
ediyor. Hâlbuki kundağı kendi eliyle sokuyor. Bendeniz onların vicdanına hitap
etmeyeceğim. Ta, Ehli Salip devrindeki ideal ne ise, bugünkü de aynıdır. Bendeniz
temenni ederdim ki, Batı Trakya'yı da Milli Misakımıza katabilelim. (dâhildir sesleri)
Çünkü orada yalnız Osmanlıların işgalinden beri değil, daha evvelden tarihi hak
kımız vardır. Bunu kimse, tarih kitapları ortadan kaldırılmadıkça inkâr edemez. Bu
bir hakikattir. Orada senelerce Traklar, senelerce İskitler, asırlarca Avarlar, asır
larca Kuman Türkleri hükümet etmiştir. Bugün isimlerini bırakmış gitmişlerdir. İşte
Kumanova şahittir. İşte Gagavuzlar şahittir. Bir kere de coğrafyaya göz gezdiriniz.
Bütün ırmaklar, bütün köyler hepsi de Türk ismiyle anılıyor. Arkadaşlar, böyle bir
Memleket, böyle bir tarih ve coğrafya ile bize ait olan, ovalarımda altın biten, dağ
larında sümbül biten bir Memleket nasıl bırakılır? Bize kucaklarını açmış, Allah'a
ellerini açmış, feryat eden kardeşler nasıl terk edilir? Arkadaşlar, benim gibi anası
ölen, benim gibi kardeşi ölen biçareler, katliamın ne demek olluğunu daha iyi bilir.
Onun ne acıklı olduğunu anlar, arkadaşlar. Biz her işe tercihan bunu yapalım ve
İsmet Paşa Hazretlerine son bir talimat verilsin ve denilsin ki ya Batı Trakya yahut
biz gideceğiz. Bunun başka ihtimali, imkânı yoktur. Yeter artık. Bu, Allahın emirle
rine dokunur. (bravo sesleri, alkışlar)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim bu konuda arkadaşlarımızın öner
geleri vardır. Başka söz alan yoktur. Görüşmenin yeterliliğini reye koymaya lüzum
görmüyorum. Telgraflar hakkında verilen önergeleri okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Batı Trakya'da devam etmekte olan zulmün, Meclisimiz adına Delege
Heyetimiz vasıtasıyla Lozan Konferansında şiddetle protesto edilmesini ve
insanlık âleminin dikkatinin buraya çekilmesini temin etmeleri için Delege He
yetimize tebliğ edilmesini teklif eyleriz.
Kastamonu
Abdülkadir Mebusu
Kemali Karahisar Mebusu İstanbul Mebusu
Ali Ali Rıza

TBMM Başkanlığına
Batı Trakya’daki İslam ve imanın tehcir edildiği, zayıf, ihtiyar, kadın ve
çocuk ayrımı gözetilmeden zulmedildiği bize gelen haberlerden öğrenilmiştir.
Yunan Hükümetince buna son verilmediği takdirde, misilleme yapılacağının
Dışişleri Vekâleti vasıtasıyla Lozan Konferansına tebliğ edilmesini teklif ederim.
9 Aralık 1922
Siirt Mebusu
Hacı Mustafa Sabri

1489
TBMM Başkanlığına
Batı Trakya'da zalim Yunanın insanlıkla alakası olmayan zulüm ve sıkın
tıları yüzünden firar ederek Türkiye’ye gelen kardeşlerimizden aldığımız telgraf
larda, hain Yunanın on beş yaşından altmış yaşına kadar ahaliyi toplayarak
bilinmeyen yerlere götürdüğü bildiriliyor. Bu asil Türk evlatlarının kurtarılması
için tedbirler alınması hususunda, Dışişleri Vekâletinin Delege Heyetimize ha
ber vermesini rica eylerim. 6 Aralık 1922
Aydın Mebusu
Esat
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim verilen önergeler aynı anlamdadır.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Efendim Abdülkadir Kemali Bey’in önergesini oya ko
yunuz. (hepsini de sesleri)
HACI AHMED HAMDI EFENDİ (Muş): Efendim önergelerin söylemek istediği ayrı
ayrıdır. Binaenaleyh oya da ayrı ayrı koyarsınız.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim müsaadenizle bu üç önerge de
aynı manayı ifade ediyor. (etmiyor, ediyor sesleri) Müsaade buyurunuz Efendim.
Bunların hepsini de birleştirerek…
NECATI EFENDİ (Lazistan): Üçünü de kabul edip havale etmek lazımdır.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim önergelerin ayrı ayrı oya konması
fikrindesiniz değil mi Efendim?
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Efendiler devletler mecburdur. Yunan ne yapı
yorsa, biz de onu yapalım. Başka bir yol yoktur. Mütekabiliyete başvurmaktan
başka çare yoktur. Önergemin manası, Selanik’e de gideceğiz, orada kalan Yunan
palikaryalarını da tepeleyeceğiz demektir. Bendeniz bunu teklif ediyorum.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Gizli celse teklif ediniz.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): İki kelime arz edeceğim. Yunanlıların yaptıkları zulüm
dür, biz kesinlikle onu yapmayız.
MUSTAFA SABRI EFENDİ (Siirt): Bizimki meşru müdafaadır. O zulme karşı mü
dafaa yapıyoruz.
ABDÜLHAK TEVFİK BEY (Dersim): Öyle yumuşak sözlere Avrupa kulak vermiyor,
süngü lazım, sopa lazım.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Önergeleri oya koyduğum zaman, oyunuzu
ya kullanırsınız veya kullanmazsınız. Başka bir şey yapamam. Abdülkadir Kemali
Bey’in önergesini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Çoğunlukla kabul edildi. Şimdi

1490
yalnız Mustafa Sabri Efendi’nin önergesi bir nokta başka hususu ihtiva ediyor ve
kendileri de ısrar ediyorlar. Oya koymak mecburiyetindeyim.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Önergemi geri alıyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim arkadaşımız önergesini geri alıyor.
Hilmi Bey bir önerge vermiştir. Fakat onu okuyamayacağım.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Başkanlık Makamının acaba o salâhiyeti var mıdır? O
halde bendeniz Başkanlık Makamından söz istiyorum, söyleyeceklerim vardır.
Başkanlık Makamı kendi yetkilerinin dışına çıkarak beni susmaya davet edebilir
mi?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun, okunmasını mahzurlu
görüyorum. İcap ederse Başkanlık Makamını şikâyet edersiniz.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Gizli celseye teklif ediniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Ancak gizli celsede olur.
HACI TAHİR EFENDİ (Isparta): Efendim önergenin okunup okunmaması meselesi
bir daha bahis mevzuu olmasın.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Gizli celsede okunur. Başkanlık Makamı
mahzurlu gördüğü şeyi tehir eder, sonra okutur. Diğer gündem maddesine geçiyo
1
ruz.

(Başkan Vekili Hüseyin Avni Bey’in açık oturumda okunmasını sakıncalı bulduğu Tunalı
Hilmi Bey’in önergesi iki hafta sonra 25 Aralık 1922 günü yapılan gizli oturumda okun
du.)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, 9 Aralık 1922 günü bir mesele cereyan
etti. Onun için açıklamada bulunacağım. Tunalı Hilmi Bey, bendeniz Başkanlık
Divanı Makamında oturumu yönetirken, bir önerge verecek bendenizi müşkül bir
duruma soktular. Alenî celsede okunmayıp gizli celsede okunacağını beyan ettim.
Önerge şu idi, Efendim. Başkanlık Divanı tabii Meclise bilgi vermezse vazifesini
suiistimal eder. Önergeyi okuyorum.

TBMM Başkanlığına
Karadan, denizden Batı Trakya'ya resmî, gayri resmi kuvvetlerimizin geçi
rilmesi ve kardeşlerimizin kurtarılmalarını teklif ederim.
Bolu Mebusu
Tunalı Hilmi

1
TBMM Zabıt Ceridesi (9 Aralık 1922), 1.Dönem, c.25, s.280-284, http://www.tbmm.gov.tr/
1491
HÜSEYİN AVNİ BEY (Devamla): Şimdi Efendim. O gün bu takriri aleni celsede
okutturmadığım için Meclis benim Başkanlık Makamını mazur görmesini rica ede
rim. Hilmi Beyin de mazur addetmelerini rica ederim.
RAGIP BEY (Kütahya): Yalnız o gün ile bugün arasında haftalar geçmiştir. Hâlbu
ki Hilmi Beyin düşüncesine göre daha o gün okunması icap edecektir. Şimdiye
kadar kuvvetlerimiz Batı Trakya'ya yetişmeli idi. Müsamahanızdan dolayı yine
mesulsünüz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Meclis her vakit yardımını yapar ve bu gibi yar
dımlara her halde hazır olur. Bunu da gizli celseye bırakmıştık. Bir hafta geçmesi
nin sebebi budur.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, gizli celseye ait evrak kalmadı.
1
Aleni celseye geçilmesini kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.

13 ARALIK 1922: HALİFE ABDÜLMECİT EFENDİ’Yİ ZİYARET EDEN MECLİS


HEYETİ ADINA KIRŞEHİR MİLLETVEKİLİ MÜFİT EFENDİ’NİN BEYANATI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 155.Birleşim, Gündem: 7/1)

Meclis’in kararını Abdülmecit Efendi’ye gidince,


tebliğ Sultan’a
etmek üzere
gidilmesini
Müfit
Efendi başkanlığındaki Heyet İstanbul’a Abdülmecit Efendi
Cuma
edilmedi.
teklif etti.
Selamlığı
Ancak
Topkapı
Meclis
için
Sarayında
gösterişli
törenininyapılan
bir
sade
konvoyla
olmasını
sade bir
Eyüpistedi
biat töreninden
ve bu sonra
istekkabul

Fatih Camiine gidildi. Cuma hutbesini Halife değil, Meclis adına Heyet
Başkanı Müfit Efendi okudu ve cami avlusunda İstiklal Marşı çalındı.

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): İstanbul'dan dönen Meclis Heyetimizin Reisi
Müfit Efendi’nin beyanatı vardır.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Yediler, içtiler, geldiler. Daha ne soracaksınız?
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Efendim, Yüce Heyetiniz tarafından İç Tüzüğe göre
seçilen arkadaşlarımızla beraber buradan 21 Kasım günü hareket edilerek, Per
şembe günü sabahleyin saat sekiz buçukta Sirkeci İstasyonuna vardık. (Haydar
paşa'ya sesleri) Haydarpaşa'dan bindiğimiz bir istimbot vasıtasıyla Sirkeci istas
yonuna çıktığımızdan dolayı, Sirkeci diye arz ediyorum. Yüce Meclisin kendisini
temsil eden bir Heyetin İstanbul'a gelmesi münasebetiyle Haydarpaşa'ya Refet
Paşa Hazretleriyle beraber başka karşılayıcılar da gelmişlerdi. Oradan Sirkeci’ye
gelinceye kadar yine Yüce Meclisiniz şerefine bizi refakat ettiler. İstanbul halkı

1 TBMMGizli CelseZabıtları(25 Aralık 1922),1.Dönem,c.3,s.1162-1163, http://www.tbmm.gov.tr/


1492
Babıâli’ye kadar yolun iki tarafını alarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin İstanbul'a
ilk Heyeti geldiğinden dolayı kendilerinin mutluluk içinde olduklarını ifade etmişler
dir. Arkadaşlarımızla beraber eski Babıâli’ye gitmek için otomobillere binilmeyerek
yaya olduğu halde ahalinin bize göstermiş olduğu misafirperverlik içerisinde Refet
Paşanın karargâhına vardık. O gün istirahat edildi. Cuma günü yeni Halifenin ilk
Cuma namazı için bir Selamlık merasimi tertip edilmişti. Camiye gitmeden önce
Topkapı Sarayına giderek Mukaddes Emanetlerin bulunduğu Hırkai Şerif Dairesi
ne gittik. Hırkai Şerif Dairesinde Vahdettin'in firarından sonra Mukaddes Emanet
lere bir şey olup olmadığı hakkında önceden İstanbul Valisi, İstanbul Kumandanı
ve Topkapı Sarayı Hazine Dairesi tarafından hazırlanıp imzalanmış olan tutanağı
Meclis adına teslim aldık. Sonra Hırkayı Şerif Dairesinin kapısındaki mühürü kont
rol ettik ve mühürü açarak içeri girdik. Bütün emanetleri tek tek kontrol ettik ve
hepsinin yerinde olduğuna kanaat getirdikten sonra, Bağdan Köşküne teşrif ettik
leri haberi üzerine Halife Efendi Hazretlerinin huzuruna çıktık. Kendileri ayakta
olduğu halde bizi kabul ettiler. Kendilerine Yüce Meclisin Halife seçildiğine dair
mazbatasını bir kırmızı atlas kese içerisinde takdim ettik. Sonra Heyette bulunan
arkadaşlarımız Halife Hazretlerine isimlerini ve seçim bölgelerini arz ettiler. Ondan
sonra Halife Hazretleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin senelerden beri üzerine
aldığı ve muhafaza ettiği Hilafet Makamını benim gibi bir aceze buyurduğundan
dolayı şükranlarımı arz ederim, dedi. Konuşması şu cümlelerle sona erdi. Cenabı
Allah benim Halifelik Makamıma seçilmemi bütün İslam Âlemi hakkında mesut ve
mübarek buyursun, eğer benim seçilmemden dolayı vücudum İslamiyet'e zarar
verecekse Cenabı Haktan dileğim şudur ki beni bir dakika yaşatmasın. (bravo
sesleri ve alkışlar) Yaptıkları program gereğince oradan Hırkayı Şerif Dairesine
geldik. On dakika sonra Halife Hazretleri de geldiler. Önce bir dua okundu ve son
ra yeşil çuha ile örtülmüş bir tepsi üzerinde, bir zarf içinde bulunan anahtarı ben
deniz alarak doğrudan doğruya Halife Hazretlerinin karmışına gittim. Dedimdi,
bütün İslam Âleminin Halifelik Makamına getirilişinizi teyit eden bu anahtarı Yüce
Meclis adına takdim ediyorum. Anahtarları zarf içerisinden bir makasla keserek
aldılar. Aldıktan sonra gümüşten bir sehpa üzerine altın muhafazası içinde bulu
nan Hırkayı Şerifi açtılar. Bohçaları da açtıktan sonra iki gözlerini Hırkai Şerife’ye
sürmek ve gözlerinden yaşlar akıtmak suretiyle Mübarek Hırkayı ziyaret buyurdu
lar. Sonra Hırkayı Şerif Halife Hazretleri tarafından yine muhafazası içine konuldu,
anahtarlarla kilitleyerek kendisine mahsus olan mühürü ile mühürledi. Aynı şekilde
Sancağı Şerif ve diğer emanetler de teslim edildikten ve Halife Hazretleri tarafın
1
dan teslim alındıktan sonra, Aşrı Şerif ve Fatiha okundu. Heyetimiz daha sonra
biat merasimi için Taht Kapısı önüne geldi. Yavuz Sultan Selim'in Mısır'dan getir
miş olduğu taht oraya konulmuştu. On beş dakika sonra Halife Hazretleri geldiler.

1
Kelime olarak “değerli, şerefli on" demektir ve Kuranı Kerim'in bir topluluk içerisinde
yüksek sesle okunan ve çoğunlukla on ayet uzunluğunda olan bölümlerine verilen isimdir.

1493
Ayakta durmak suretiyle eskiden olduğu gibi Osmanlı Hanedanından birisi biat
etmek üzere giderken, yapılan bir işaretle Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk önce
biat etmesi lazım geldiği bildirildi. Bunun üzerine bendeniz, Halife Hazretlerinin
önüne kadar yürüdüm ve onun sağ elini elime alarak elini sıkmak suretiyle biat
ettiğimi söyledim. Sonra Heyetimizdeki diğer mebus arkadaşlarda bu şekilde ve
şeriat usulleri dairesinde biat ettiler. (alkışlar) Biat merasimi tamamlandıktan sonra
ilk Cuma selamlığı merasimi için yola çıktık. Bizim bulunduğumuz arabalar önden
giderken, arkamızda dört atlı saltanat arabasında Halife Hazretleri ile Refet Paşa
beraber bulunuyordu. Topkapı Sarayının Ayasofya tarafındaki kapından itibaren,
İstanbul'un kadın, erkek, çoluk, çocuk bütün halk yolun iki tarafında toplanmışlar
ve büyük bir arzu ile Halife Hazretlerinin yüzünü görmek ve ona karşı muhtaç ol
dukları muhabbeti, kalplerinde besledikleri hürmeti arz etmek için şiddetli alkışlara
başladılar. Bu şekilde Divanyolu'ndan, Beyazıt’tan, Vezneciler'den Fatih Camiine
kadar yolun her iki tarafı ahali ile dolmuş ve Halifelerini alkışlılarken bir kısmı se
vinçlerinden ağlamak, bir kısmı sevinçlerinden ne yapacağını bilmeyecek derece
de Halifelerini takip ederek Camiye varıldı. Eskiden beri namazın padişah mahfe
linde kılınması adet iken, Halife Hazretlerinin ve Heyetimizin namazın orada değil
de cemaatin arasında, aşağıda, mihrabın önünde kılınması istendi.
SALİH EFENDİ (Erzurum): En doğru iş budur.
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Bu şekilde cemaatin arasında namaz kılmamız kendile
rine arz edildikten sonra bir yer hazırlattırılarak aşağıya indik.
RASİH EFENDİ (Antalya): Peygamber de namazı Müslümanların arasında kılardı.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Ezan vaktine beş dakika vardı. Orada hutbe okunmak
üzere hazırladığım hutbeyi Halife Hazretlerine arz etmiştik. Hutbenin benim tara
fımdan okunmasını emir buyurdular. Ezan okundu Cuma namazının ilk sünnetin
den sonra minbere çıktım ve hutbeyi okudum. On binden fazla olan halkın bütün
gözyaşları arasında, Milletin selametine, Türkiye Büyük Millet Meclisinin muvaffak
olmasına, Halifemizin ömür ve sağlığına dualar edilmek suretiyle hutbeye son
verdim. Cuma namazından sonra camiden çıkmak üzere iken, Halife Hazretlerinin
oradaki cemaat tarafından elleri, etekleri öpülmek suretiyle halk tarafından da biat
edildi.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Hutbede dua filan yoktur. Nereden çıkardınız?
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Camiden çıktıktan sonra biz Halife Hazretlerinin ya
nından ayrıldık ve kaldığımız yere geldi. Bundan sonra, Türkiye Büyük Millet Mec
lisinin ilk Heyetinin Meclis adına İstanbul'a gelmesi münasebetiyle, İstanbul halkı
arasında meydana gelen coşku ve heyecana katılmak, Yüce Meclise karşı arzu,
temenni ve muvaffakiyet dualarını görmek için, İstanbul'da mevcut bulunan devlet
daireleri, cemiyetler, mektepler ziyaret edildi. Efendiler, 18 Mart 1919 tarihindeki
işgalden Büyük Zafere kadar geçen zamana kadar, işgalin İstanbul halkı üzerinde
manen ve maddeten bıraktığı tesiri bendeniz ifade edemem. Çünkü İstanbul'da

1494
her hangi bir münevver, her hangi bir tüccar ve her hangi bir esnaf ne olursa ol
sun, İstanbul'da ahalinden her hangi biri olursa olsun, yabancı asker ve memurla
rın hakaretine ve kanunsuz cezalarından kurtulamamıştır. Tramvayda her hangi
bir kimsenin ayağı şayet diğer bir adamın ayağına dokunursa yabancı polislerinin
ellerindeki kamçılarla dövülmek şartıyla cezalandırıldıklarını ve küçük düşürüldük
lerini tamamen arkadaşlarımız anlamışlardır.
OSMAN BEY (Kayseri): Demek halen yabancı müdahalesi var?
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Daha önce öyle imiş, şimdi yok. Efendiler, Darülfünun
Mektebine gittik.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Bu, Babıâli Kapısı1 gibi oldu, Hocam.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Peki, mektep kelimesi fazla ise geri alıyorum. Darül
fünuna gittik. Darülfünunda mevcut bulunan talebe ve hocalar Türkiye Büyük Millet
Meclisine karşı hürmet beslediklerini ifade ettiler. Büyük Millet Meclisinin yaptıkla
rının kendi arzularına tamamıyla uygun almasından, Türk ilim ve irfanının düşmanı
olan eski devlet idaresinin kaldırılmasından ve bu münasebetle kendilerinin tahsil
lerinin yeniden ilerleme devresine girmesinden dolayı bütün samimi muhabbetleri
ni, şükranlarını Yüce Heyetinize arz etmemizi ifade ettiler. Darülfünun talebe ve
hocalarının bu samimi ve ciddi olan hürmet ve selâmlarını Yüce Heyetinize arz
ediyorum. (teşekkür ederiz sesleri) Diğer mekteplerin her birerleri ayrı ayrı gezildi,
görüldü ve ziyaret edildi. Onların bize sordukları sorulara, Yüce Meclisin esasları
dairesinde cevap verildi. Diyorlar ki Büyük Millet Meclisi ve Ordusu, Anadolu'da
yaptıklarıyla Türklerin idam fermanı olan Sevr paçavrasını yırttılar, Türklerin istiklâl
ve hürriyetini temin ettiler ve kayıtsız, şartsız Milletin devlet idaresine hâkim oldu
ğunu ortaya koydular ve ilân ettiler. Bundan sonraki Türkiye Büyük Millet Meclisi
nin acaba vazifesi ne olacaktır, diye sorular sordular. Bu sorulara karşı denildi ki
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bundan sonraki vazifesi, cehalet denilen büyük
düşmana karşı harp ilan etmek ve Memleketin iktisadi faaliyetlerini büyütmek için
hiçbir dakika durmaksızın yürümektir. Meclisin kararı budur, dedik. Binaenaleyh
Memlekette ilim ve irfan, servet meselesinden başka bir şey düşünülmüyor.
TEVFIK EFENDİ (Çankırı): Ahlak ve adalet de düşünülüyor.
MÜFİT EFENDİ (Devamla): İlim ve irfan denildiği zaman bilirsiniz ki hakiki irfanı
olan bir milletin ahlakı da adaleti de sağlamdır. Kanunlarımızda olabildiğince mut
lak adaleti uygulamaya çalışırız ama yapamayız. Bu ancak sosyal adalet ile temin
edilir. Kıymettar vaktinizi fazla almamak için böyle kısa olarak arz ediyorum. Bu

1
Bab: kapı, Âli: yüksek, Babıâli Kapısı: Yüksek kapı kapısı. “Anlatım bozukluğu” anlamına
gelen bir deyim.
1495
şekilde kendilerinin arzu ve temenni ettikleri bu gibi hususlar ve Büyük Millet Mec
lisinin düşündükleri arz edilerek, onların memnuniyetleri bir kat daha arttırılmıştır.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkâri): Davetlere gelelim! (gülüşmeler)
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Sonra Efendim, İstanbul'da kendileri vücutlarını bu
Millet için, hayatlarını bu Vatan için feda edip maddeten ölüp manen hayrolan
şehitlerin yavrularının koruma altına alındıkları yuvaları arkadaşlarla gezmeye
gittik. O çocuk yuvalarında yetimleri koruyan ve eğitenler, yetimlerin haklarının
neler olduğunu, yetimlerin ne demek olduğunu tamamıyla idrak etmiş olan vazifeli
ler işlerini mükemmel olarak yapmaktadırlar. Bunları bütün koğuşlarını, yatakha
nelerini, dershanelerini, yemekhanelerini gezdik, gördük. Ondan sonra o yavruları,
o çocukları bizzat görmek ve okşamak üzere yanlarına gittik. Efendiler, bizi ilk
defa orada bizi hüzünlendiren bir yetim yavru idi, bir şehit yavrusu idi. Ayağa kalk
tı, dedi ki biz Türkiye Büyük Millet Meclisinden ve o Meclisin bize karşı bugün bu
raya gelip de bizi ziyaret eden Heyetinden bir şey istemiyoruz. Bizim babalarımız
hayatlarını bu Memleket için, bu Vatan için feda etmişler, kurban olsun, onu feda
ediyoruz. Biz aç kaldığımız halde, biz açık kaldığımız halde bize eski Hükümet
yiyecek, içecek, yatacak vermediği halde şu gördüğünüz mektebin tavanlarına
saklanarak, geceleri sabahlara kadar ellerimizi açarak sizin zaferiniz için dua ettik,
diye bize hitap etti. Bu bizi ağlattı, efendiler. (alkışlar)
RASÎH EFENDİ (Antalya): Vahdettin için bir şey söylemediler mi?
MÜFİT EFENDİ (Devamla): Onun kahrına dua ettiler. Ortaköy'deki Çocuk Yuvası
nı gördükten sonra Çağlayan'da da bine yakın yetimin bulunduğu Çocuk Yuvasını
da gördük. Orada yetim yavrulara şöyle hitap ettik. Burada sizi himaye eden ve
burada sizin talim ve terbiyenize dikkat eden İdare Heyetiniz, Müdürünüz, hocala
rınız ve size hizmet eden ve hemşireleriniz hepsi takdir edilecek kimselerdir. Sizin
bu evleriniz yuva değil, birer mekteptir. Asıl yetim nerededir diye sorarsanız, Ana
dolu'daki anası ve babası mevcut olduğu halde kendilerine talim ve terbiye verile
meyen, okutulamayan, mekteplere gönderilemeyen yavrular, asıl yetimler onlardır.
Onlar ilimden, irfandan mahrum kalmışlardır. Siz biran evvel burada tahsilinizi,
talim ve terbiyenizi tamamlayınız, Anadolu köylerine gidiniz ve o köylerdeki zaval
lılara öğrendiğiniz sanat ve ilminizle onları da eğitiniz diye rica ettik. Onlar da dedi
ler ki mekteplerimizi bitirdiğimiz zaman bir dakika durmayız, hazırız, cevabını ver
diler. Çocuk yuvalarından bu şekilde ayrıldık. Oradan Heyetteki arkadaşlarla hep
beraber, Mazhar Müfit Bey’in sordukları Halife Hazretlerinin verdiği ziyafete gittik.
O ziyafette de bulunduktan sonra Halife Hazretlerinin huzurundan ayrıldık. Halife
Hazretleri bütün mebus arkadaşlara verilmek üzere, üzerinde Hırkayı Şerifi mevzu
eden mendillerden birer tane gönderdi. Onlar sizlere ayrıca takdim olunacaktır.
Anlatacaklarım bu kadardır.

1496
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim arkadaşların talebi üzerine Heyet
Reisi Müfit Efendi İstanbul seyahati hakkında beyanatta bulundular. Bunun üzeri
ne müzakere açılmasını kabul edenler lütfen el kaldırsın. (hayır sesleri)
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkâri): Meclisimizi temsil eden Heyete gerek İstanbul
halkından ve gerekse İstanbul Belediyesi tarafından gösterilen hürmet ve misafir
perverlikten dolayı Meclis Başkanlık Divanı tarafından bir teşekkür telgrafı yazıl
masını teklif ediyorum.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun Efendim. Mazhar Müfit
Bey’in ifade ettikleri telgrafın yazılmasını ve gönderilmesini kabul edeniler lütfen el
kaldırsın. Kabul edildi.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bizim Memlekette bu kadar adamlar gelirler, yer içer
ler, teşekkür olunmaz da İstanbul’a dört kişi giderse teşekkür mü edilmek lazım
1
dır?

13 ARALIK 1922: DEMİRYOLLARI İŞLETMESİ HAKKINDA BAYINDIRLIK BA


KANI FEYZİ BEY İÇİN VERİLEN GENSORU ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ
VE GÜVENOYLAMASI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 155.Birleşim, Gündem: 3/1)

Milli Mücadele sona erdiğinde Anadolu'da tamamı yabancılar tara


fından inşa edilmiş dört bin kilometre uzunluğunda demiryolu vardı.
Yunan Ordusu geri çekilirken bu demiryolu hatlarının bir bölümünü ve
trenleri tahrip etmişti. Tahrip edilmeyen hatlar ve trenler de savaş yılları
içinde iyice bakımsız kalmıştı. Her bakanlıkta olduğu gibi Bayındırlık
Bakanlığında da savaş devresinden barış devresine geçiş sıkıntılı olu
yordu. Milletvekilleri bu sıkıntıları sık sık dile getiriyorlardı.

(On üç gün önce, 30 Kasım 1922 tarihindeki oturumda...)

DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Konya Mebusu Abdülhalim Çelebi Efendi'nin,
Demiryolları İşletmesinin intizamsızlığı ve tren seyahatlerinin zorluklarına dair
Nafıa Vekâleti için verdiği gensoru önergesi vardır. Okunacak.

TBMM Başkanlığına
Düşman istilâsından kurtarılan yerlerdeki demiryolları tamamen tamir
edildiği ve sonra tren bilet ücretlerine üç misli zam yapıldığı halde, tren yolcu
luklarında halkın rahatı katiyen temin edilmemektedir. Ahali penceresiz, camsız

1TBMM Zabıt Ceridesi (13 Aralık 1922), 1.Dönem, c.25, s.342-347, http://www.tbmm.gov.tr/

1497
vagonlarda sabahlara kadar inletildiği halde Umum Müdür Bey'in hususi vagon
larda ve kompartımanlarda yolculuk yapması, efendiliği ilan edilen halka karşı
alay etmek değil midir? Bu sebeple aşağıdaki soruları Nafıa Vekâletine genso
ru olarak soruyorum.
1. Demiryolları ve trenler halkın ihtiyaçları için mi idare edilmektedir, yoksa
Umum Müdürünün istirahatını temin ve keyfi için midir?
2. Umum Müdürün ve onun gibilerin seyahatlerine tahsis edilen bu hususi tren
ve vagonların ücretleri kimden alınmaktadır? Yoksa milletin kesesinden mi israf
olunuyor?
3. Bu kadar yolsuzluklar ve idaresizlikler meydanda iken bu Demiryolları İdaresinin
mütehassıs bir umum müdüre verilip, verilmeyeceği hususlarıdır.
Konya Mebusu
Abdülhalim Çelebi
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim malumunuz bu bir gensoru önergesidir.
Oylarınıza müracaat edeceğim. Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul
edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir. Efendim şimdi kabul buyurduğunuz
önergeye bir hafta içinde cevap verilmesi lazımdır. Onun için Nafıa Vekâletine
1
gönderiyoruz. (pekâlâ sesleri)

(Dört gün sonra, 4 Aralık 1922 tarihindeki oturumda...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim gündemimizde Konya Mebusu


Abdülhalim Çelebi Efendi'nin Nafıa Vekâletine verdiği gensoru önergesi vardı.
Abdülhalim Çelebi Efendi, İç Tüzük gereğince önergelerini geri alıyorlar. (niye
sesleri) Müsaade edin efendim üyelerden bu gensoru önergesini üzerine alan ve
müzakeresinin devamını arzu eden varsa...
SALİH EFENDİ (Erzurum): Ben alıyorum.
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Meclis gensoru önergesinin gündeme alınmasına
karar verdikten sonra o önerge Meclisin malıdır. Sahibi istizah geri almaz ve ala
maz. Usul budur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Nebil Efendi Hazretleri zannediyorum, epey
zaman işgal ettiniz. İç tüzük gereğince gensoru sahibi önergesini her zaman geri
almakta serbesttir. Gensoru önergesini Meclisten diğer bir üye üzerine alabilir. Bu
önergeyi de Salih Efendi üzerine almıştır. Tebligat yapılır, günü geldiğinde izahata
2
devam olunur.

1 TBMM Zabıt Ceridesi (30 Kasım 1922), 1.Dönem, c.25, s.128, http://www.tbmm.gov.tr/
2
TBMM Zabıt Ceridesi (4 Aralık 1922), 1.Dönem, c.25, s.187, http://www.tbmm.gov.tr/
1498
(Bir hafta sonra, 11 Aralık 1922 tarihindeki oturumda...)

HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim Nafıa Vekili Bey, gensoru önergesine
cevap vereceklerdir.
FEYZİ BEY (Nafıa Vekili): Reis Bey, önergeyi üzerine alan Salih Efendi burada yoktur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): İzahatı ya Yüce Heyet kâfi görür veya söz
alınır. Gensoru artık Meclisin malıdır.
FEYZİ BEY (Nafıa Vekili): Efendiler, Çelebi Efendi'nin verip de Salih Efendi'nin
sahiplendiği gensoru önergesi iki maddeyi ihtiva ediyor. Birincisi trenlerdeki vagon
ların camı kırık, Umum Müdürü Bey'in salonlu vagonla daima seyahat etmesi mese
lesidir. Hepinizin malumudur ki hain düşman geri çekilirken demiryollarımızı, trenle
rimizi tahrip etti ve kullanılamaz bir hale getirdi. Tahrip olunmayan kısım sadece
yüz yirmi kilometredir. Bu tahrip olunan yerlerden yirmi büyük köprü ve kırk beş
istasyon tekrar hizmete açılmıştır. Gerek Afyon hattında ve gerekse Bağdat hat
tında mevcut bulunan bütün fenni heyetler geceli gündüzlü çalışmak üzere bu
tahrip edilen demiryolları bir buçuk ay içinde açıldı. Bundan dolayı da ihtisasın ve
tamiratın ehemmiyetini takdir edenlerin mazharı takdiri oldu. Yalnız bu arada Ka
raköy'le Bilecik arasında 17,5 kilometrelik bir kısım vardır ki burada üç büyük köp
rü vardır. Bunların tamiri için iki yüz bin liraya ihtiyaç vardır. Trenlerin emniyet ve
süratinin Dünya Harbinden evvel olduğu gibi, halkın huzur ve refahını temin ede
cek bir şekilde olmadığını ben de kabul ederim. Evet, hakikaten vagonların bazı
camsız kısımları vardır. Bundan dolayı iki ay evvel trenlerdeki tehirler meselesi
bahis mevzu olmuştu ve o münasebetle parasızlığı arz etmiştim. Paranın yokluğu
yüzünden ancak Aralık ayının beşine, onuna doğru sürat katarları tanzim edilece
ğini söylemiştim. Zannederim dünden itibaren de sürat katarları başlamıştır. Eli
mizdeki vagonların miktarı efendiler biliyorsunuz ki kâfi derecede değil. Elimizdeki
vagonların büyük bir kısmı düşman düşman çekildiği vakit yüz otuz vagon, iki lo
komotifi kasten çarptırılarak Karaköy'de tahrip etmişlerdir. Eldeki mevcutların tami
ri de biraz zamana muhtaçtır. Bir kısmı da vardır ki biliyorsunuz burada yapılamaz.
Memleketimizde demir fabrikası yoktur. Fabrikadan sipariş ettik bunun için de
Başmühendis Avrupa'ya gönderilmiştir. Yakın zamanda ümit ederiz ki halkın raha
tı temin edilmiş olacaktır. Yalnız ikinci bir hususu da arz edeyim ki demiryollarının
muameleleri Türkçeleşmiştir. Bu hususta gerek Vekâlet ve gerek Umum Müdürlük
azami mesaisini sarf ederek bugün hatta ancak yüzde üç nispetinde gayrimüslim
kalmıştır. Anadolu-Bağdat demiryolu hattı tamamıyla bir Müslüman müessesesi
halini almıştır. Yakında Eskişehir'de bir Staj Mektebi açacağız. Diğer gayrimüslim
leri de tamamen çıkaracağız. Umum Müdürün hususi vagonla seyahat etmesi
meselesi, Malumunuzdur ki hususi denilen servis vagonları müdürler, müfettişler
için yapılmıştır. Yani servis kompartımanları, çalışan müdürlerin emrine mahsus
tur. Hatta bununla alakalı tüzük icabında diyor, Umum Müdür hususi tren ile git
mek hakkına sahiptir. Zannediyorum ki Umum Müdür bu işte geceli gündüzlü ça

1499
lışmıştır. Yani seyahat etmesi zaruridir. Emin olunuz gözümle gördüm, gece gün
düz çalışmış ve Memleketimizde ihtisas sahibi elemanlar az olduğu gibi bu şahıs
hattın tamiri hususunda azami çalışmıştır. Servis vagonu diğerlerine para ile veri
lir. Fakat müfettişler, müdürüler servis vagonlarıyla hatları teftiş için icap ederse
seyahat etmezler ve memurlarıyla beraber bir istasyonda çalışırlar. Arz edeceğim
malûmat bundan ibarettir. Eğer Yüce Heyetiniz kâfi görmezse diğerlerine de ce
vap vereceğim. (kâfi sesleri)
SALİH EFENDİ (Erzurum): Arkadaşlar, Nafıa İdaresinin vazifesi hususunda yap
mış olduğu birçok zahmet ve gayret iyi düşünülürse bu Millet kürsüsü tenkit edile
cek bir yerdir. Herkes bu meselede bir dereceye kadar az çok bir fikir edinmiştir.
Teferruat olmak üzer arz edeyim ki Memleketin demiryolları, köprüleri adeta ilk
zamankinden daha berbat bir haldedir.
HACI ARİF BEY (İstanbul): Para ver, para.
SALİH EFENDİ (Devamla): Parayı da arz edeyim, efendim. Bu Milletin vermiş
olduğu para ile on santim kalınlığında her tarafa demiryolu yapılırdı.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Geçmiş zamana aittir.
SALİH EFENDİ (Devamla): Şimdi de böyledir, yarın da böyle olacak.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Eski İmparatorluğa aittir.
SALİH EFENDİ (Devamla): Eski Osmanlı İmparatorluğu değil. Bugün Kastamonu'nun
meşe ormanları içersinden geçirilmiş olan güzergâhın odun köprüleri dahi yoktur.
Arabalar devriliyor neyse... Bundan bir müddet evvel Maliye Vekili Bey tren ücret
leri hakkında bir kanun teklifiyle Meclise gelerek trenler üzerinde çeşit, çeşit birçok
şeyler yaptığı halde Nafıa Vekili Bey hiç alaka göstermeyerek karışmadı ve bu
karışmaması yüzünden Memlekette trenler üzerinde bir kapitülasyon kabul ettir
miştir. Bakınız arz edeyim. Bugün İzmir hattı ondan yedi misline indirilerek işletili
yor. Aydın hattı altı misline işletiliyor. Bizim Eskişehir-Ankara hattı dört misilliyken
dört misli de zam icra edildi. Ücret meselesi karmakarışık gidiyor. Nafıa Vekili
Beyefendi, Nafıa Vekâleti vazifesini yapmış mıdır, yapmamış mıdır? Beyefendi,
Fransızlarla Ankara Antlaşmasını yaptığımız günden bugüne kadar hâlâ Mersin
hattı perişan, berbat bir haldedir. Memleketin iktisadı ve halkın refahı düşünülme
miştir, vaziyet berbattır.
YASİN BEY (Gaziantep): Yanlış bir şey söyledi. Sulh antlaşması değil ateşkestir.
Reis Bey, Fransızlarla henüz sulh antlaşması yapılmamıştır.
SALİH EFENDİ (Devamla): Bunu geri aldım, ateşkes diyorum. Nafıa Vekâleti esas
vazifesi itibariyle tetkik buyurmadığı ve düşünmediği gibi kendi idaresindeki me
murların intizamsızlığını, kanunsuzluğunu, yolsuzluğunu hiç de tetkik, takip bu
yurmamıştır. Efendim, trenlerin pisliğini, gamsızlığını, idaresizliğini, Demiryolu
Şirketinin bir kaçakçı vaziyetine, bir anaforcu vaziyetine geçtiğini bilmeyen yoktur.

1500
Hatta Yüce Mecliste bile birçok şahitler vardır. Vekil Bey Behiç Beyefendinin, o
zamanki Umum Müdür Beyefendinin idaresini takdir ediyorlar. Beyefendiler, size
bir misal arz edeyim. Mesela 31 Ekim günü Konya'dan yedi buçukta kalkış saati
ilan edilen bir tren bir matmazelin hatırı için sekiz buçuğa kadar istasyonda bekli
yor.
MUSTAFA BEY (Tokat): Hangi matmazel o? Açık söyle neciymiş?
SALİH EFENDİ (Devamla): Efendi bu şekilde kabul edersen, matmazelin neci
olduğunu anlarsın. İşte efendiler bir matmazelin hatırı için tren hareket ettirilmiyor.
İstasyondaki yolcuların gürültüsü, şamatası, patırtısı üzerine matmazel Müdür
Bey'in odasından çağırtılarak iki buçuk saat sonra tren hareket ediyor. Hatta bu
nun Mecliste şahitleri vardır. Demiryolu çalışanlarının yüzde doksanının Müslü
man olduğu ve ıslah edildiğini bize söylüyorlar. Hâlbuki bu katidir ki Hicaz demir
yolu hattında işlemiş, takdirlere mazhar olmuş birçok Türk memurlarımız varken
bunlar kullanılmıyor. Yine eski mikroplar istihdam ediliyor, kullanılıyor ve pek çirkin
halde Müslümanlar tahkir ediliyor.
-Hicaz hattında liyakat göstermiş filan efendiyi niçin istihdam etmiyorsunuz da yine
filan mikrobu istihdam ediyorsunuz,
...deyince.
-Efendim. Müslümanlar serkeş oluyor, amirinin emrine itaat etmiyorlar. Bunun için
mecburum onları istihdam etmemeye.
...diyor. İşte bundaki sebepler de gayet hatalıdır. Beyefendi trenlerin intizamını
temin ettim diyor. Hâlbuki trenler berbat bir vaziyettedir. Hatta İstanbul'a giden
arkadaşlarım görmüştür. Trenlerin berbatlığı, bozukluğu artık haddini aşmıştır.
Vekâlet İstanbul'a dört yüz lira gönderip de dört yüz cam getirttirip vagonlara taktı
ramaz mıydı? Acaba şimdiye kadar halkın hassasiyetiyle, haklarıyla bu kadar
oynamak doğru bir şey olur mu? Acayip bir meselledir. Sonra efendiler mesela
filan yerde bir bozuk yol vardır. Aktarma edilecek, orada bulunan bazı resmi kim
seler köylülere,
-Ulan haydi, askeri eşya vardır. Bunlar taşınacaktır.
...deniliyor. Köylerden halkın atı, arabası toplanıyor getiriliyor oraya. Herifin bir atı,
bir arabası var. Şimdi at ve araba trenin yanına gelir gelmez askeri yanında oldu
ğu halde subay başına geliyor,
-Bununla resmi eşya nakledilecek, buna kimse binemez.
...diyor. Diğer taraftan bir tüccar iki liraya nakledilecek bir eşya ve bir balya için on
beş, yirmi lira vermeye mecbur kalıyor. Çünkü malı dışarıda kalmasın. Mesela
trenler ekseri geceleri hareket ettirilir. Yolculara üçüncü mevki bileti verilir, birinci

1501
mevki verilmiyor. Üçüncü mevkide cam yoktur. O da bileti cebine koydu mu akşam
trene binerken herifin birisi gelir,
-Efendi, siz burada rahatsız oluyorsunuz, şu kadar para verirseniz sizi birinci
mevkiye geçiririm.
...diyor.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Bunun Nafıa Vekiliyle alakası ne?
SALİH EFENDİ (Devamla): Dolaylı olarak alakası var. Yani bunlar, bütün Vekâlete
dayanır.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): İstiklâl mahkemesine verin.
SALİH EFENDİ (Devamla): Siz istiklal mahkemesine seçilirseniz isimlerini veririm,
mahkûm edersiniz. Vallahi böyle. Sonra efendim Nafıa Vekâletine bağlı trenler
böyle olmakla beraber, geçen sene Yüce Meclis Kağızman taraflarında bir köprü
yapılması için para tahsis etti. Birkaç ay evvel mektup aldım. Köprü yapılamıyor.
Köprünün bedeli kadar memurlara para veriliyor. Yüce Meclis kabul ediyor, bütçe
ye tahsisat konuluyor. Halkın refahı düşünülmüyor, köprü yapılmıyor, memurlara
maaş veriliyor. Hâsılı cümleniz biliyorsunuz bizde ne Nafıa Vekâleti vardır ve ne
de yollarımızda, ne şosemizde, ne memurumuzda bir intizam vardır. Bende em
niyetsizlik hâsıl olduğu için bir büyük kırmızı kâğıt hazırlamışınıdır, kendi boyum
ca. Nafıa Vekâletinden ta küçük memuruna varıncaya kadar bir kırımızı kâğıt ver
mek vicdani mecburiyetindeyim.
OSMAN BEY (Lazistan): Efendim, Nafıa Vekâletine verilen bu gensoru önergesi
dolayısıyla birkaç söz söylemeyi vazife bildim. Söylenecek sözlerim, Vekâlet le
hinde veya aleyhinde söz söylemiş olmak için değildir. Nafıa meseleleri Yüce
Meclisinizde pek seyrek müzakere edildiği için ve sulh müzakeresinde bulundu
ğumuz şu sırada bu gensoruyu vesile bilerek Nafıanın umumi siyaseti hakkında
beyanda bulunacağım.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Dışişlerine bir muhtıra verseniz daha iyi
olmaz mı, Beyefendi?
OSMAN BEY (Devamla): Müsaade buyurun tren seferleri meselesi cidden elimdir.
Yüce Meclisimizin temsilcisi diye İstanbul'a gönderdiğimiz arkadaşlar geri döndüler.
Onlarla görüştüğümüz zaman anlaşılır ki maalesef şimdiye kadar vagonlarda yol
cuların istirahatı temin edilememiştir. Mesel buradan İstanbul'a kadar seyahat
eden yolcu üç gün ne sıcak çorba bulabilir ve ne de sıcak bir yer. Bundan daha
feci olan, Karaköy İstasyonunda yapılan, aktarmada halkın beklemesidir. Halk kar
altında çoluk çocuk beklemektedir. Bu soğuk mevsim dolayısıyla orada dolaşıp
duruyorlar. Şimdiye kadar Umum Müdürlük bir gayret göstermiş olsaydı, biraz
daha çalışmış olsaydı, bu pek basit olan meseleler halledilmiş olurdu. Mesela
efendiler aktarma mahallinde bir kaç vagon bulundurabilirdi. Çünkü orada bir çadır

1502
bile yoktur. Halk vagondan çıkıyor. Bundan sonra on on beş, bilmiyorum kaç kilo
metre yol gidecek. Bazen orada yirmi dört saat kalıyor. Haber aldık ki, son zaman
larda oraya kırk kişilik vagonlar koymuşlar. Koymuşlar ama burada ne bir memur
ve ne de bir nöbetçi var ve ne de bir soba. Binaenaleyh bu da yolcuların rahatını
temin etmiş olmak için yapılmış bir şey değildir. Belki Umumi Müdürlük, Nafıa
Vekâletinden almış olduğu emri, emir telakki etmiş olmak için oraya birkaç vagon
bırakmıştır. Vagon mu istiyorsunuz? İşte size vagon demek için. Fakat efendiler
bu, yolcunun istirahatını temin eder bir şey değildir. Trenlerle yolcu nakliyatı hak
kında fikrimi bu şekilde ifade ettikten sonra, gelelim bilet tarifelerine. Nafıa Vekâ
leti bilet tarife ücretlerinde indirim yapmak, fakat vergisini dört misline çıkarmak
için bir teklif ile gelmişti. Ben o vakit Yüce Heyetinize buna muhalif olduğumu söy
lemiştim. Böyle bir şeyin bilhassa Yüce Meclisinizden geçmesi ve sırf trenlerin
işletme masrafına tekabül etmek üzere ve sırf harp vergisi şeklinde bir gelir temin
edilmesini manasızdır demiştim ve aleyhinde bulunmuştum. Kürsüden inerken
bunu Nafıa Vekâletinden soracağım, demiştim. Şimdi bu gensoru münasebetiyle
soruyorum, Büyük Millet Meclisi idaresi içindeki tren tarifelerinin farklı olması ve
bunun iktisadi hayatımız üzerine iyi bir tesir icra etmediğini zannederim, Yüce
Heyetiniz iddia edemezsiniz. Mesela Yenice'den itibaren Fransızların elinde bulu
nan demiryolu hattında tarifeler Fransızların arzusu gibi tatbik edilmektedir. İzmir'-
deki Kasaba hattında tatbik edilen tarifeyi demiryolu şirketi kendi bildikleri gibi
tatbik ediyorlar. Şimdi biz de bir taraftan harp vergisi gibi ayrıca bir vergi alıyoruz.
Bu da ayrıca bir tarife teşkili ediyor. Bunun için Yüce Heyetinize arz ve izah ettiğim
şekli kabul etmediğinizin mahzurunu arz etmek mecburiyetindeyim. Efendiler, asıl
bilet tarifelerini ucuzlattık. Buna Yüce Heyetiniz, ben ve herkes de biliyor ki bunun
la elde edilecek gelir ile lokomotiflerin tekerleği dönmez. Bunu işletmek için başka
gelirler lazımdır. Biz bilet ücretlerini artırmayıp harp vergisini artırdık ve bu geliri
buradan karşılamak istedik. Diğer demiryolları şirketleri asıl bilet ücretlerini ucuz
latmadı. Çünkü bizim hiçbir şirkete sen harp vergisi vermek için tarifelerini ucuzla
tacaksın demeye hakkımız yoktur. Hiç şüphesiz şirketler trenlerinin kendi lehinde
işletilmesini arzu eder. İşte bu sebepledir ki bugün Fransızların tatbik ettikleri tarife
üzerine tesirli olamıyorsunuz. Binaenaleyh bilet ücretleri üzerinde bir hercümerçtir,
devam edip gidiyor. O vakit söylemiştim, şimdi de söylüyorum, kapitülasyon şek
linde bir imtiyaz kabul ettik ve bu devam edip gidiyor. Efendiler, ben yol inşaatla
rında şu veya bu işlerde noksan oldu demeyeceğim. Çünkü esasen Nafıa Vekâleti
parasız oldukça, para alamadıkça hiçbir şey yapamayacağına inanıyorum. Nafıa
Vekâleti öyle bir yerdir ki prensipleri olsa dahi parası olmadıktan sonra bir şey
yapamaz. Hâlbuki elim vaziyet şurasıdır ki bizde Nafıaya ait muayyen bir prensi
bimiz yoktur, paramız da yoktur. Şimdi sulhun arifesinde bulunduğumuz şu za
manda Nafıa Vekâletinden sormak isterim, ilerisi için bir projesi var mıdır? Bu
memlekette limanlar inşa edilecek midir?
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim usule dair bir şey arz edeyim.
Gensoru yapılmış işler üzerinedir. Daha sonra yapılacak şeylerden gensoruda

1503
bahis olunmaz. Yani Vekili mesul tutabilmek için hata edilmiş bir şey varsa onu
söyleyiniz.
OSMAN BEY (Devamla): Reis Bey'in ihtarına benim ifadelerim dâhil değildir. Ben
yapılmış veya yapılmamış bir şeyden bahsetmiyorum. Yüce Heyetinize izah ettim
ki sulh devresine girdiğimiz şu zamanda bazı esaslar vardır. İşte o esaslardan
bahsediyorum. İsterseniz bahsetmem.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Vekilin icraatlarından bahsediniz.
OSMAN BEY (Devamla): Hulasa şunu arz etmek isterim ki demiryolları ve trenler
hakkında kanaatim budur. Sonra efendim, Ankara-Yahşihan hattı hakkında bir
karar verilmiştir. Bence bu da hatalı bir meseledir. Bu hat dar bir dekovil hattıdır.
Şimdiden sonra da bunu aynı şekilde devam ettirip uzatmak çok zararlıdır. Çünkü
ikinci bir iş çıkacaktır, genişletmek için. Binaenaleyh bu hususu Nafıa Vekâletinin
dikkatine arz ediyorum. Bundan vazgeçilerek geniş hat üzerinde, yavaş yavaş iş
yapılsın. Sonra bir mesele daha vardır, Kars-Erzurum hattının Anadolu ile bağ
lanması meselesi, Nafıa Vekâleti tarafından ciddiyetle takip edilmemiştir. Daha
izah edilecek birçok şeyler de olabilir. Fakat Yüce Heyetiniz gensoru mevzusunun
haricine çıkılmasını arzu etmediğiniz için söylemiyorum. Reis Bey bu hususta ihtar
ettiler.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Sözünüzü düzeltiniz, efendim. Tenkitlerinizi
proje yapmamıştır, filanı yapmamıştır, fakat temenni ederiz ki ileride şöyle yapıl
sın, böyle yapılsın diyerek değil, şunu yapmamıştır ve şunu yapmıştır diye yapa
caksınız.
OSMAN BEY (Devamla): Efendim işte onu arz ederken sözümü kestiniz. Zaten
izahatım da verdim. (kâfi sesleri)
RAGIP BEY (Amasya): Efendim, ben demiryollarında şu gibi yolsuzluklar oluyor,
bu gibi muamele oluyor diye hiçbir şey söylemeyeceğim. Bu demiryolu meselesi
nin bir ilim ve fen meselesi olduğunu pekâlâ bilirsiniz. Bu işler ehline verilmemiştir.
Hattın Bilecik'ten aşağı tarafındaki intizam ve faaliyet başka, yukarı tarafındaki
intizam ve faaliyet başkadır. O tarafta da harp olmuştur, beri tarafta da harp ol
muştur. Her iki tarafta da tahribat olmuştur. Nafıa Vekili Bey buyurdular ki çalışılı
yor, yapılıyor, her şey olacaktır. Hâlbuki efendiler, şimdiye kadar ehemmiyetli bir
derecede çalışılmadığı ihtisas sahipleri tarafından bana söylendi. Efendiler, Kara
köy ile Bilecik arasındaki bozuk hat üzerindeki irtibatı sağlamak bir aylık bir mese
ledir. Bir ay içinde her iki tren Bilecik köprüsü başına gelip aktarma, yapabilir. Ga
yet azvene
geçirmişler. Nafıa Vekâleti
bir masrafla dört yüzşimdiye
bin lirakadar
ve belki de yüz bin lira ile bu köprüyü yapmak
mümkündür. Fakat bunlar yapılmamış, kırtasiye muamelatı ile vakit
tarafından ne bir müfettiş ve ne de bir memur gönderi
lerek de kendi memurlarının fikri sorularak hiçbir hususa hiçbir ehemmiyet
verilmemiş. İstanbul'da bir malı teslim eden bir adam Bilecik'te teslim alarak ora
dan Karaköy'e gelir. Oradan tekrar teslim etmek mecburiyetindedir. Hâlbuki bir ay

1504
sonra onların hepsi ortadan kalkabilir. Buradan malını veren bir tüccar İstanbul'da
ve İstanbul'da malını veren bir tüccar burada alabilecek ve iktisadımıza da hizmet
edilmiş olacak.
NAFİZ BEY (Canik): Efendim, liman inşası, rıhtımların tanzimi, demiryolu inşası,
köprüler, yollar yapılması gibi birçok vazifeleri, birçok mesuliyeti bulunan Nafıa
Vekili Beyefendi'nin bugün Ankara'dan Adana'ya kadar olan trenleri işletmekten
ibaret olduğu halde maalesef buna çocuk oyuncağı demek yanlış olur. Demiryolu
muamelelerinin içyüzünü tetkik edersek, çocuk oyuncağı olmadığı anlaşılır, zan
nediyorum. İhtisas sahiplerinin birçoklarından işitiyoruz ki demiryolu hatlarının
içyüzü fevkalade bozuk hatta bir adım bile gitmek imkân dâhilinde değildir. (ne
demek sesleri) Yani şu demek ki, şimdiki trenlerle uzun boylu bir seyahat yapmak,
yalnızca bir istasyon mesafesi bile gitmek hayatı tehlikeye koymak demek olduğu
nu ihtisas sahiplerinden işittik.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): İstanbul'dan Meclis heyeti geldi bugün, yapma
canım.
NAFİZ BEY (Devamla): Evet, heyet İstanbul'dan gelmiştir. Ben de beş on gün
evvel Konya'dan geldim. Fakat nasıl geldiğimizi bir bana sormalı, bir de İstanbul'-
dan gelenlere sormalı.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Kağnı arabasından daha iyi değil midir?
NAFİZ BEY (Devamla): Kağnı arabasında hiç olmazsa emniyet var. Nafıa Vekili
Beyefendi ile Umum Müdür Beyefendi bunu bizzat itiraf etmişlerdir. Diyorlar ki
gece uyku uyuyamıyorum, trenler acaba bir kazaya mı uğrayacaklar, diye. Fakat
bunun ıslahına başlanılmış mıdır, yoksa başlanılmamış mıdır? Ben bunu arz ede
ceğim. Yoksa mutlaka tenkitte bulunmak için söz söylemeyeceğim. Ben ihtisas
sahibi olmadığım için demiryollarının ve trenlerin içyüzüne ait olan tenkidini ihtisas
sahiplerine terk ediyorum. Yalnızca ben dışarıdan gördüğüm kısımlardan bahse
deceğim. Hiçbir vakit medeni bir milletin, hatta hükümet adını taşıyan bir devletin
bu trenleri işletmesi uygun değildir. Çünkü daima ona binenlerin hayatı tehlikede
dir. Efendiler yedek parça noksanları sebep değildir. Şunu da arz eldeyim ki ben
bu gibi işlerle iştigal etmemekle beraber Nafıa Vekiline temin ederim ki parası
peşin olmak şartıyla her hangi yedek parça noksan ise, cam mı istiyor, ray mı
istiyor, bir ay içinde İzmir'e teslim ettireceğim. Bunu taahhüt ediyorum. Nafıa Vekili
Bey isterlerse kendileri getirtebilirler. Çünkü Avrupa ticarethaneleri bu gibi ihtiyaç
lara açıktır. Yalnız şu lazım ki verilen para orada yenilmemek ve israf edilmemek
lazımdır. (Cami Bey'e sesleri) Vagonlarda cam yoktur. Cam fabrikamız yoktur,
sipariş de edemiyoruz. Onun için açık kalmıştır. Efendiler tahta da mı yok? Ben iki
günlük seyahatimde hakikaten o kadar müteessir oldum. Kendim oldukça muha
fazalı bir yerde idim, fakat zavallı askerler sabahlara kadar inlediler. Bundan ben
deniz çok müteessir oldum. Bu zavallılar hayvanlar gibi inlediler, tabii fevkalade
ıstırap içinde idiler.

1505
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Hayvan değildir onlar.
NAFİZ BEY (Devamla): Evet bizim memleketlerde hayvanların yeri daha muhafazalıdır.
Kırk kişilik yerlere on iki hayvan bağlarlar. Bunlar kırk kişilik yere insanları bindir
miyorlar. Üzülmeyin, orada hayvan vardır, insanlar açıkta yatıyor. İnsanlarla hay
vanlar arasında fark yoktur. Olsa olsa hayranların lehine fark vardır. Bu açık va
gonlarda gelen insanlardan artık hayır ve fayda beklemek imkânı yoktur. Onlar her
halde dehşetli bir soğuk tesirinde mutlaka ölüme mahkûm bir halde ayrılmışlardır.
Sonra trenlerin bir de temizlik meselesi, belediyelere icap ettiği zaman söver sava
rız. Neden şu sokak süpürülmemiş ve neden şurası yapılmamış, diye. Pislik ney
miş, onu bir kere vagonlarda görün efendiler. Bu da mı Avrupa'dan geliyor. O ap
teshaneleri kullanmanın imkânı yoktur. Bu ne demektir? Temizlikçiler var, her şey
var, böyle ele güne karşı Hükümetin idare ettiği bir müessese ne demektir? Neden
bu kadar kir pis içerisindedir? Bırakınız oraları, oturduğumuz yerlerde bir karış kir
vardır, elbise ile oturmanın imkânı yoktur. Çıkarken çıplak çıkmak lazım gelir. Yal
nız Allahın bizimle beraber olduğu şuradan anlaşılır ki tren hattan çıkıyor, kazaya
uğruyor, çok şükür ki halka bir şey olmuyor. Yani esaslı bir kaza olmuyor. Ben bu
defa gelirken tren hattan çıktı, camlar filan kırıldı, fakat hamdolsun hayatımızı
kurtardık. Ondan sonra hattan çıkan yerini kestik, yollumuza tekrar devam ettik.
Sonra Nafıa Vekili Beyefendi'den soruyorum, bu Demiryolu İdaresi Nafıa Vekâleti
ne mi aittir, Yoksa Milli Savunma Vekâletine mi aittir? Acaba hangisi bunu idare
eder?
1
SALİH EFENDİ (Erzurum): Müzebzıdhine beyne zâlifee
NAFİZ BEY (Devamla):Her hangi bir istasyona giderseniz evvela orada bir istas
yon müdürü vardır. Bir de yanI başında istasyon kumandanı vardır. Bunların han
gisine müracaat edilecektir, onu bilemezsin. Müdüre müracaatla işinizi halletmek
istediğiniz takdirde öbür taraftan kumandan derhal müdahale edecektir. Ötekine
gitmek isterseniz diğeri mani olur. Sonra trene binmek için giderisiniz vagona,
kapının önünde bir süngülü asker,
-Efendi yasak
-Ne yasağı?
-Burası kumandan filan efendinin, diğeri binbaşı filan efendinindir.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar): Halkçılık böyledir.
NAFİZ BEY (Devamla): Efendiler, burada toplanıp da kâinata karşı halkçıyız, halk
efendidir, saltanat milletindir, diye bağırmaktansa, biraz fiilen bunun numunesini
göstermek lazım gelir. Siz Memlekette eşitliği temin edebiliyor musunuz? İşte o

1
Nisa Suresi 142.Ayet, " Ne bunlara, ne de şunlara bağlanırlar."
1506
vakit halkçısınız. İstasyona gittiğimiz vakit herkes sırasını gözetebiliyor mu? İşte o
vakit siz halkçısınız ve o zaman siz halk hükümetisiniz. Yoksa halkçı, halkçı diye
bağırıp da Milletin haklarını elinden almak, sen kumandansın, subaysın, memur
sun diyerek birinci mevkii işgal etmek, bilmem umum müdür diyerek hususi trenler
işgal etmek, bana camsız, duvarsız vagonları tahsis etmek ve hatta bunları da çok
görmek... Bunu hazmedecek ve kabul edecek, aldanacak bir millet var diyorsanız,
çok aldanıyorsunuz.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar): Halk biliyor.
NAFİZ BEY (Devamla): Evet halk biliyor, fakat ağzını açmak zamanı gelmediğinden
bir şey söylemiyor.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Vekilleri var ya biz söyleriz.
NAFİZ BEY (Devamla): Binaenaleyh Vekil Beyefendiden soruyorum, bu süngülüler
ne oluyor? Yanı başlarındaki istasyon kumandanının vazifesi nedir? Evvela biri bu
hususta açıklama yapsın. Yok, eğer Milli Savunma Vekâletine müracaat ettik de
bir netice alamadık diyorlarsa, ben ona tekrar soruyorum. Şimdiye kadar gelip de
Yüce Meclise bunu söylemediniz? Halkın huzurunda, halka bu derece hakaret
edercesine üstünlük taslamak artık halkın ciğerlerine işlemiştir. Artık onlara da
biraz hak verilmelidir. Halkın haklarına riayet edilmelidir ve hakikat ne ise Millete
söylenmelidir. Onlar da bir an evvel başının çaresine baksın. Sözümü tamamlar
ken şunu da arz edeyim, bin ne yaparsak takdir edilmez, ne yapmazsak da söz
söylenmez. Binaenaleyh Nafıa Vekili iyi kötü, başım gözüm Allaha emanet diyerek
bu trenleri tamir ettirmeyin de böyle ahaliye terk etmiş olsaydı yine bir şey sorul
mazdı. Başım gözüm Allaha emanet, binaenaleyh bari bunu temin ettiklerinden
dolayı kendilerine teşekkür etmek mecburiyetindeyim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Başkan Vekili): Efendim bir şey arz edeyim. Gensoru mü
zakeresi devam etmektedir. Hâlbuki arkadaşlarımızı erken bırakmak mecburiye
tindeyim. Çünkü hava fena, yerler uzak, ben de bunu düşünmek mecburiyetinde
yim. Beş on arkadaş daha söz almıştır. Vekil Bey cevap vermek isterse epeyce
zaman geçecektir. Bu müzakereyi burada bırakalım. Bir gündem maddesi daha
1
var. Onu müzakere ettikten sonra celseyi tatil edelim.

(İki gün sonra, 13 Aralık 1922 tarihindeki oturumda...)

MÜFİT EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, gensoru meselesine başlıyoruz. Söz,


Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey'indir. (yok sesleri) Mazhar Müfit Bey, (yok sesleri)
İsmail Şükrü Bey, (yok sesleri)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Efendim bir sorum var.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (11 Aralık 1922), 1.Dönem, c.327-335, s.187, http://www.tbmm.gov.tr/
1507
MÜFİT EFENDİ (Başkan Vekili): Sıra sizin, söz nöbeti size geldi.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Efendim, söz hakkımı kullanabilmek için soru sormam
icap eder. Binaenaleyh sorumu soruyorum. Nafıa Vekili Bey, cevaplarını verirler
ve ona karşı söyleyeceğim varsa söylerim. Efendim, kendilerine bir ay önce bir
soru önergesi takdim ettim. Bu önergemde, Anadolu Demiryollarında halen or
manlarımızın köküne kibrit ekercesine odun kullanılmakta olduğunu ve diğer taraf
tan Ereğli kömür havzasında fakirin, zenginin birikmiş olan kömürleri çürümek
üzeredir. Hiç olmazsa çürüse araziye bir faydası dokunur. Onların orada aylardan,
belki yıllardan beri neden bekletilmekte olduğunu sordum. Binaenaleyh Vekil
Bey'den istirham ederim. Gayet mühim olan bu soruma lütfen cevap versinler.
Ondan sonra icap ederse ben de cevap veririm.
FEYZİ BEY (Nafıa Vekili): Efendim, Hilmi Beyefendinin sorusuna derhal cevap
vermek üzere on gün evvel müracaat etmiştim. Fakat Meclisin meşguliyeti dolayı
sıyla tehir edildi. Esasen biz odun yerine kömürü tercih ederiz. Mersin Limanı açıl
dıktan sonra 8.700 ton kömür alınmıştır. Denizlerde yollar açıldıktan sonra kul
lanmayı tercih ediyoruz. Yeniden de tabii siparişte bulunduk. Şimdi elimizde stok
mal olarak odun mevcuttur. Onlar kullanıyoruz ve onlar bitince kömür kullanaca
ğız. Zonguldak kömürü hakkındaki mütalaaları doğrudur. İstanbul'da bir Kömür
Komisyonu vardı. Bu teşkilat Zonguldak yerli kömürlerin satılmasına mani oluyor
du. Dışişleri Vekâleti vasıtasıyla ihtarda bulunduk. Ondan dolayı yerli mallarının
tercihen alınmasını ve bütün trenlerde yerli kömürlerinin tercih edilmesini esasen
biz kabul ediyoruz.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Acaba sizin tamamıyla kömür kullanmamanıza bir
mani var mıdır?
FEYZİ BEY (Devamla): Efendim, malumunuz bu, para meselesidir. On bin ton
sipariş ettik. Yetmiş bin, seksen bin lira ediyor. Şimdi Yalvaç'ta bir kömür ocağı
açılmış ve kömür çıkartılıyor. Kömürü tercih etmek esasını kabul ediyoruz. Müm
kün olduğu kadar odun kullanmayacağız. Paramız olsa trenlerimizi tamamen kö
mürle işleteceğiz. Mesela on bin muhacir naklettik. Onar liradan bir milyon lira
eder. Nakliyatta aktarma olduğu için tüccar eşyasını vermiyor. Yolcu nakliyatı da
kâfi derecede değildir. Kâfi oldukça tabii kömürü daha fazla tercih edeceğiz. Artık
odun ihalelerine girişmeyeceğimizi müdürlüklere tebliğ ettik.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Bu cevabı kâfi gördüm.
YASİN BEY (Gaziantep): Gensoru mevzuu, Demiryolları Umum Müdürünün husu
si salonlu vagonla gidip gelmesiydi. Bazı arkadaşlar ileride trenlerin yapacağı iş
lerden bahis buyurdular. Ben esas meseleden bahsedeceğim. Dünya Harbinde bir
iki sene demiryolu işlerinde bulunduğum için söyleyeceğim. Her halde Osman Bey
kadar değilse de az çok ihtisasım var. Umum Müdürler demiryollarının başı olmak
itibariyle hususi vagonla, hatta hususi trenle bile istasyonları gezebilirler ve bu
demiryolları tüzüğü icabıdır. Yalnız bazı arkadaşlar trenlerin intizamsızlığından

1508
bahsettiler. Dikkat ettim, bu intizamsızlıktan dolayı trenlerden bu kadar şikâyet
etmiş, şu kadar zarar etmiş, filan adam şu kadar zarar görmüş, denmediği için
bunları eksik görürüm. Sonra kumandan ve müdür meselesinden bahsettiler. Filan
kumandan, filan müdürün şu işine karışmış ve şu yolcular müteessir olmuş diye
maddi bir şey yoktur. Bir kısım arkadaşlar da zannederim Nafiz Bey, trenlerdeki
memurların yolsuzluklarından, trendeki fenalıklardan bahsettiler ki onları oradaki
dezenfekte memurlarına bırakmak daha doğru olur.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Nafıa Vekili adına mı söylüyorsunuz?
YASİN BEY (Devamla Hakikat adına söylüyorum.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Vay koca hakikat, tıpkı sana benziyor.
YASİN BEY (Devamla): Tekrar ediyorum, koca hakikat diyen arkadaşlarımdan
tekrar soruyorum. Yapılan yolsuzluklar nedir? Ne gibi yolsuzluklar görmüşlerdir ve
bu gibi yolsuzluklardan ne gibi fenalıklar ortaya çıkmıştır? Bunu soruyorum. Bunu
ispat ederlerse ben de onlarla beraberim.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Yollar harap, vagonlar devrilmiş, yolcular fevkalade
perişan, bunlardan hiç haberin yok.
YASİN BEY (Devamla): Keşke İç Tüzükte bir usul olsaydı da Millet burada Yüce
Meclis için gensoru verseydi.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Verecek, Millet senin için de benim için de gensoru
verecek.
YASİN BEY (Devamla): Keşke verse, çok iyi olurdu. Her hangi bir arkadaşımız
gördüğü bir hakikati, gördüğü bir şeyi her ne vakit umumi bir mevzu açılırsa orada
tenkide başlarlar. Bilakis açılan bu umumi münakaşa yüzünden vaktimiz ne yazık
ki burada boşa gidiyor. Binaenaleyh bence demiryolları meselesi mümkün olduğu
kadar yolunda devam ediyor.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bugün de otlamaya gitti trenler.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Benden evvel söz söyleyen Yasin Bey'in ifadesinden
anladım ki trenler gayet mükemmel işliyor. Her şey yolundadır. Hiçbir yerde bir
şey yoktur. Fakat arkadaşımın gördüğü gibi görmeyi temenni ettiğimiz halde ne
yazık ki hakikat bunun tersinedir. Fransız ateşkesi yapıldığından beri aradan ge
çen zaman içinde, bu kadar zamandan beri onlardan devralınan trenler işletile
memiştir ve bundan Memleketin iktisadiyatı darbe almıştır. O civarda bulunan
memleketlerin serveti başka yerlere nakledilemediği için o havali ahalisi istifade
edememiştir. Bu zarar değil midir, soruyorum kendisine.
NAFİZ BEY (Canik): O zarar değildir, ona göre.

1509
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Ben bundan daha büyük bir zarar tahmin edemiyorum.
Bu zarardan zannediyorum, Yasin Bey'in kendi memleketi doğrudan doğruya zarar
görüyor.
NAFİZ BEY (Canik): Öyle ince hesaba aklı erseydi onları söylemezdi.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Sonra efendiler Bağdat hattı üzerinde yapılacak olan
ufak köprü şimdiye kadar yapılmış olsaydı bugün trenler Nusaybin'e kadar işleye
bilirdi. Soruyorum, Nafıa Vekâleti bu hususta şimdiye kadar ne yapmıştır? Binae
naleyh her halde bu gibi trenlerin vaziyetinden memleket müteessir olmuyor de
mek bence doğru değildir. Bilhassa memleketin güney ve güneydoğusu fevkalade
zarara uğramaktadır. Halk mahsullerini pazarlara sevk edememektedir ve mahsul
leri çürümektedir. Sonra efendiler daha yakın hatlara geliyorum. Buradan Haydar
paşa'ya kadar olan hat zannediyorum ki kurtarıldığı zamanından beri üç ay bir
zaman geçti. On yedi kilometrelik bir hat dolayısıyla bugün biraz evvel Vekil Bey'in
söylediği gibi aktarmalar yapılıyor. Efendiler, rica ederim on yedi kilometrelik bir
ara büyük bir uzunluk mudur ki üç ay içinde bir şimendifer köprüsü başında ak
tarma yaptırmak suretiyle tamir edilemesin ve önlüne geçilemesin. Binaenaleyh
aradan üç ay, dört ay geçtiği halde neden bu yapılmamıştır? Efendiler demiryolu
denince, memleketin iktisadi hayatıyla olan alakasını düşünmek lazımdır. İstanbul
'a dışarıdan günlük ihtiyacı için elli bin liralık un geliyor. Bunun dört ay içinde neye
mal olduğunu düşününüz. Her ay bir buçuk milyon lira olmak üzere Avrupa'ya
gidiyor, Bulgaristan'a gidiyor. Binaenaleyh kendi hesabıma zannediyorum ki Kon
ya'da ve diğer buğdayı bol olan memleketlerde buğdaylarımız çürüyor. Şimdi eğer
o on yedi kilometreden ibaret olan mesafe tamir edilmiş ve buğdaylarımız da İs
tanbul'a sevk edilmiş olsa zannederim ki İstanbul'daki paranın büyük bir kısmı
memlekette kalır. Yasin Beyefendi bunu size söylüyorum. Efendiler bir de kömür
meselesinden bahsettiler. Evet elde odun varmış. Şimdiye kadar sekiz bin ton
kadar kömür getirebilmişler. Efendiler memleketin iktisadi vaziyetini düşünen zihin
ler, ormanları memleketin en birinci serveti olduğunu bilmesi lazım gelir. Hâlbuki
belki bundan birçok sene evvel siyasi vaziyetimiz henüz bugünkü şekli almadan
evvel, Mersin'e kömür getirilmiştir. Zonguldak'ta kömürün tonu o vakit beş, beş
buçuk lira idi ve o vakit bakınız Yunanlılar nakliyata mani oldukları zamanda bile
kömürün tonunu gemiler yedi liraya sevk ediyorlardı. Tonu on iki liraya geliyordu.
Rica ederim kömürün enerjisini düşününüz. Bir gemi kömür yerine zannederim
kocaman bir ormanı imha etmek lazım gelir ve biz bu ormanları imha ettik. Sonra
deniliyor ki para meselesidir. Zannederim Hükümet bilmiyor, Zonguldak Kömür
Madenleri Tüzüğünde Bahriye için ayrılmış bir hisse vardır ve bunu bugün Bahriye
alamıyor. Bu, Hükümetin malıdır. Bunlar bedava orada duruyor. Sonra orada le
vazım ocakları da vardır. Para yoktur, kömür alamıyoruz, diyorlar. Rica ederim bu
söz müdür? İstenirse bir ayda altmış bin, yüz bin ton kömür sevk edilebilir. Bu, bir
gemi meselesidir. Fakat bilmek ister, himmet ister. Evet, Ankara çorak bir yerdir.
Etrafında ormanlar yoktur, ağaç yoktur, diyorlar. Tabii olmaz ve bu zihniyetle gidi
lecek olursak memleketin hiçbir tarafında dikili ağaç kalmayacaktır. Avrupa'ya

1510
gidenler pekâlâ bilirler ki orada ağaçlara insan gibi bakarlar, ağaçların kabuklarına
kireç sürerler, boya ile boyanmış ve ilâç sürülmüş görürsünüz. Hâlbuki biz burada
ağaca hiçbir kıymet vermiyoruz. Hâlbuki ağacın kendi kıymetinden başka memle
ketin iklimi, havası ve daha sair birçok şeylerine faydası vardır. Biz bunların hiçbi
risini düşünmüyoruz ve birçok ormanları mahvediyoruz. Fakat, efendiler, zannedi
liyor ki ucuz iş yapılıyor. Gidin, kırın, asker gelsin yaksın, kırsın, bedava yakacak
buluyoruz. Acaba bunlar bedava mı geliyor? Orada çalışan amele ve askere edi
len masraf, masraf değil mi? Bir ton kömür bugünkü hesapla zannederim on liraya
Mersin'e mal olur. Binaenaleyh kömürün kilosu bir kuruşa gelir. Odunu kaça yakı
yorlar ve bir ton kömür yerine kaç ton odun yakıyorlar, soruyorum. Binaenaleyh,
bunun iktisadi faydalarını anlamak için bir mukayese yapılacak olursak, kömür
kullanmakta mı fayda vardır, bizim vaziyetimiz itibariyle yoksa odunda mı fayda
vardır? Bunu anlamak zor bir şey değildir. Fakat tahrip etmeyi düşünüyorsak o
başka meseledir. Ne yazık ki bizde ihtisas meselesi anlaşılamamıştır. Bir zaman
lar muhterem arkadaşlarımızdan birinin gazetelerden birine iktisat hakkında yaz
dığı makalelerinde bu Nafıaya da tesadüf etmek isteriz. Binaenaleyh Nafıa mese
lesi, Nafıa Vekili'nin şahsına karşı büyük hürmetim vardır, bu bahis mevzu değildir
sulha çıkıyoruz. Medeni ve yeni bir Devlet kurduk diyoruz. Yeni bir Devlet kurdu
ğumuzu göstermek için çalışkan, azimli, ve tecrübeli insanların idaresinde görmek
isteriz. Binaenaleyh Nafıa işlerinde, Nafıa Vekâletinin başında bulunan şahıs ihti
sas sahiplerini tanıyıp yanına alabilecek bir kudrette olmalıdır. İşte bu hususa
ehemmiyet verilmediği içindir ki bugün memleket harabeye yüz tutuyor. Bugün
Memleketin bizden istediği bu değildir. Bizden Memleket imar istiyor ve biz de bu
iddia ile meydana çıkıyoruz. Fakat efendiler, iddiamızın kuru olmadığını göster
mek için faaliyet göstermek mecburiyetindeyiz. Onun için eskiden olduğu gibi ge
len evrakı havale etmek kâfi olmayacaktır ve böyle memurlar bundan sonra me
muriyet sandalyesinde oturmamalıdır, efendiler. Binaenaleyh bu mevkii ilmiyle,
irfanıyla hakkınca doldurabilmek lazımdır. Onun için Nafıa Vekili Bey'e istikbalde
yapılacağı icraat sorulmalıdır. Geçen gün Reis Bey Osman Bey'e gensoru müza
keresinde projelerden bahsedilmez, demişti. Hayır, proje meselesi bugünün mese
lesidir. Yarın yapacağımızı bugünden hazırlamak lazımdır. Bugünkü Vekil yarını
hazırlamazsa mesuldür. Bunun için projelerden Vekil mesuldür.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Hangi kanunla?
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Kanun yoksa yaparız. Efendiler soruyorum, Bağdat
hattının Pozantı'dan Nusaybin'e kadar olan kısmı Ateşkes gereğince bir Fransız
grubuna teslim edilecekti. Bu grup müracaat etmiş midir? Etmediyse bunu bugün
biz mi işletiyoruz? Yoksa Fransız askeri heyeti mi işletiyor? Eğer Fransızlar işleti
yorsa Nafıa Vekâleti bundan mesuldür ve hatta Hükümet de mesuldür.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Vaktiyle onu sorduk, cevap vermediler. Bağdat hattı
halen Fransız askeri heyetinin elindedir. Fransız askerleri işletiyor.

1511
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Efendiler, arkadaşlarımızın söylediği hususları cevap
lamaya lüzum vardır, Yeni baştan bir idare kurmak mecburiyetindeyiz. Onun için o
idarelerin başına mütehassıs eller, düşünen dimağlar bulmak ve onları istihdam
etmek mecburiyetindeyiz. Bugünkü trenlerin elim halinden, şimdiye kadar iyi idare
edilememesinden dolayı birçok zararlar meydana geldiğinden bugün Nafıa Vekili
ne kendi şahsım adına güvenoyu vermeyeceğimi beyan ediyorum. Siz istediğiniz
kadar güvenoyu veriniz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bir şey arz edeyim, efendim. Bendeniz dün Os
man Bey'e Vekilin icraatından, bir iş yapmadığından tenkit edici bir şekilde bahse
din dedim. Yoksa gensoru müzakeresinde böyle söz olmaz, dedim.
MÜFİT EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim daha dokuz arkadaş söz almıştır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Öyleyse benim hatırımda yanlış kalmış.
FEYZİ BEY (Diyarbakır): Cevap vereceğim, efendim. Gensorunun sahibi Salih
Efendi'ye ve itiraz eden diğer arkadaşlara birer birer cevap vereceğim. Birincisi
tarife meselesi, buna itiraz eden arkadaşlar o zamanlar Meclisteki müzakereleri
takip etmiş olsalardı Hükümetten geçen bununla alakalı kanun tasarısına ne imza
koymuş ve ne de muvafakat etmiş olmadığımı anlarlardı. Katiyen imza etmedim
ve kabul etmedim.
OSMAN BEY (Kayseri): O vakit ben Nafıa Vekilinin fikrini sormuştum. Vekil Beye
fendi sustular.
MÜFİT EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, rica ederim sözünü kesmeyiniz.
FEYZİ BEY (Devamla): Yani tutanakları takip etmiş olsalardı burada bağırarak
söylenmezlerdi. Salih Efendi, Konya'dan hareket eden bir trenin bir matmazel için
iki saat geç kaldığını söylediler. Zannedersem bu kadar zayıf kalpli bir Umum Mü
dür yoktur. Böyle bir şeyi kabul etmez. Salih Efendi diğer sorusunda Hicaz hattın
dan gelme Müslüman memurlar var, bunlar istihdam edilmiyor, dediler. Gerek
Vekâlete ve gerek Umumi Müdürlüğüne oradan müracaat etmiş ne kadar Türk
memur varsa kabul ettiğimiz gibi ne kadar ihtisas sahibi memurlar varsa getirilmiş
ve yerlerine yerleştirmişizdir. Bunların miktarı yüzden fazladır. Sonra biletlerde
kontrol yapılmıyor, diyorlar. Demiryolu İdaresinin muameleleri Türkçeleştirilmiştir.
Türkçe zımba yapmak için makine yoktur. Dışarıdan yeniden sipariş vereceğim,
birkaç güne kadar gelecektir. Türkçe tarihleri gösterecek zımba sipariş edilmiştir.
OSMAN BEY (Kayseri): Zımba zaten bir damgadır. Türkçe filan istemez.
FEYZİ BEY (Devamla): Salih Efendi İç Tüzük haricinde de birtakım sorular sordu.
O sorulara cevap vermeyebilirdim, ama cevap verdim. Diyorlar ki yol yapılmamış
filan, efendiler ne ekilirse o biçilir. Malumunuz bütçeye yolların tamiratı için dört
yüz altmış bin lira konmuştur. Bütün Memleketin umum yollarını hesap edecek
olursanız bu para yetmez. Memleketimizin umum yolları sekiz bin yüz kilometredir.

1512
Bugün bir kilometre şose yol on bin liraya çıkıyor. Halbuki verilen para dört yüz
altmış bin liradır. Tabii ilerisi için düşüncelerimiz vardır. Yüce Heyetiniz tahsisat
verirse yapılır. Para verilmezse tabii bunların yapılması imkânı yoktur.
HÜSEYİN BEY (Erzincan): Erzincan-Erzurum hattı için para verildi, ne yapıldı?
FEYZİ BEY (Devamla): Salih Efendi bir Garzan köprüsünü sordular. Belki Salih
Efendi Garzan köprüsüne gitmemiştir, fakat ben oradan geçmiş ve Memleketimin
o müşkülatını kendi gözümle görmüşüm ve geldiğim günden beri bunu takip etmi
şim. Hatta orada beni sel alıp götürüyordu. Bunu yaşadım. Halkın uğradığı zorluk
ları gözlerimle müşahede ettim. Bunun için mahallinde keşif yaptırmak üzere ora
ya memur gönderdik. Demir eksikliğinden dolayı yapılamadı ve ahşap yapmak
imkânı da olmadı. Kagir köprü yapmaya karar verdik. Osman Bey arkadaşımız da
Karaköy-Bilecik hattı açılalıdan beri halkın sıkıntısı giderilemedi, dediler. Evet, biz
burada baraka ve benzeri bina yapmadık. Fakat yolcuların huzuru için orada beş
vagon bıraktık. Trabzon Mebusu Şükrü Bey'in dediği gibi bu üç köprünün yapıl
ması öyle kolay değildir. Bunlardan yüz seksen metre açıklığında Gökköy köprü
sü, diğeri yüz elli metre açıklığında Başköy köprüsü ve bir de Yayla köprüsü var
dır. Bu üç köprü öyle bir ay içinde yapılacak bir halde değildir. Mesele yine para
meselesidir. Tetkik eden memur bu köprüler elli bin lira ile tamir edilir diyor. Hattın
Mühendisi ile görüştüm. Diyor ki bu iki yüz bin liraya çıkar. İnşaat müdürleri de
böyle diyor. Ben de size böylece arz etmeye mecburum. Bu üç köprü zanneder
sem bir ay içinde yapılamaz. Tabii bütün hattı, gerek halkın huzur ve saadetini ve
gerekse Memleketin menfaatini ve her gün İstanbul'dan gelen arkadaşların huzur
la gidip gelmelerini temin edecek bir şekle koymak için çalışıyoruz. Tarife mesele
sine gelince, bu da arz ettiğim gibi İzmir hatları için altı mislini teklif ediyorlar. Fa
kat Vekâlet bunların her birine komiser tayin etti. Bunların müdürlerinin doğrudan
doğruya Vekâlete müracaat etmeleri sözleşme şartıdır. Bunlar için dört defa tekit
yazmışımdır. Kumpanyalardan birisinin direktörü Lozan'a hareket etmiştir. Diğeri
de yola çıkmıştır. Fransız hattına gelince, bu da bir gruba teslim edilecektir. Fran
sızlardan bu grup teşekkül etmiş, bunlar da yalnız kâğıt para ile altın para farkını
tetkik ediyorlar. Vekâlet bunu protesto için birkaç defa Hükümetten ve Dışişleri
Vekâleti vasıtasıyla bu hatların açıklıklarının ve Nusaybin'e kadar olan yerin tamiri
için teşebbüste bulunulmuştur. Ümit ederiz ki bu meselenin halli ancak Lozan
Konferansında neticelenecektir. Çünkü Fransızlar öyle fazla para dökmüyorlar. Bu
köprüleri belki Ali Şükrü Bey görmemişlerdir. Cerablus köprüsü on beş bin, yirmi
bin lira ile yapılamaz. Beş altı yüz bin liraya yapılır. Diğer asma köprüler için de
yine birçok para lazımdır. Bunlar için de teşebbüste bulunulması için Dışişleri Ve
kâletine birkaç defa yazdım. Osman Bey Karadeniz limanları hakkında da soru
sordular.
OSMAN BEY (Lazistan): Reis Bey, o vakit söyletmediler. Söylemediğim için ceva
bını da yanlış vereceklerdir.
FEYZİ BEY (Devamla): Vekâlet tarafından bu limanların projesi hazırlanmıştır.

1513
OSMAN BEY (Lazistan): Hazırlanmamıştır.
FEYZİ BEY (Devamla): Osman Bey Ankara-Yahşihan dekovil hattından bahsettiler.
Bunun tamamlanması için ayrıca bir masraf yapamıyoruz. Evvelce Gülek İstasyonunda
kalmış demirler vardır, onları nakledeceğiz. Bu hat zaten geniş olarak yapılmıştır
zannederim kırk kilometre daha ileri gitmesi daha uygun olur. Geniş hat yapılsa
bile hattın malzemesini nakil için dekovile ihtiyaç vardır. Bu dekovil bugün kırk
kilometre daha ileri giderse herhalde daha büyük menfaat temin eder. Hatlardaki
temizlik meselesinin daha fazla dikkate alınmasını biz de arzu ederiz. Seferden
gelen vagonlar temizlenip tekrar gidiyor. Başka gidecek vagon yoktur. Vagonların
adedi kâfi değildir. Mesela bugün gelen vagon iki üç saat burada kalıyor, temizle
nip tekrar gidiyor. Vagonların temizliğine daha fazla dikkat etmeyi biz de isteriz.
Her ne kadar kırk camlar varsa da bunun yerine yeni camlar gelmiştir. Birkaç güne
kadar ümit ederim ki Yüce Heyetinizin arzusuna uygun olarak muntazam bir şekil
de yolculuk temin edilecektir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Bu iş bizde iken hiçbir vagon kalmaz.
FEYZİ BEY (Devamla): Ali Şükrü Bey yine Fransız ateşkesinden bahsettiler. Arz
ettiğim gibi birkaç defa tekit ettik ve tekit etmekteyiz. Bunun halledilmesi meselesi
de doğu vilayetlerinin hayati meselesidir. Bunun da teminine gayret ediyoruz. Ya
kında sulh olursa o taraftaki şey de halledilir. Yalnız Ali Şükrü Bey bu ihtisas me
selesidir dediler. Fakat ben de ihtisas sahibiyim. On sene Nafıa Komisyonunda
bulundum. Kendisinden daha fazla Nafıa ile alakadarım ve birçok projelerimiz ve
demiryolları hakkında birçok tekliflerimiz vardır. Ben olmasam bile benim yerime
gelecek olan da bu Memlekete bir an evvel yapılması lazım gelenleri yapmasını
temenni ederim. Fakat efendiler hepinizin bildiği gibi kendi vazifemi takip etmekte
yim. Bugün on dört senedir mebusum ve bunu müdrik olduğumu da ispat etmi
şimdir. Kendileri de bunu bilirler.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Ben de diyorum ki ben de sizden daha fazla ihtisas
sahibiyim.
MÜFİT EFENDİ (Başkan Vekili): Müsaade buyurun efendim, rica ederim sorunuz
ne ise onu sorun.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Şimdi efendim, Vekil Beyefendi buyurdular ki tarife
meselesi Meclise geldiği zaman Hükümette itiraz ettim. Eğer dikkat etmiş olsalardı
Hükümete karşı olduğumu anlarlardı.
FEYZİ BEY (Devamla): Hayır efendim, Hükümetten çıkan Avans Kanununda bu
madde yoktur. Benim malumatım olmaksızın gelmiştir.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Ali Şükrü Bey, o bana ait bir meseledir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim, rica ederim Nafıaya ait bir mesele yapılır da
Nafıa Vekilinin malûmatı olmaz, bu ne demektir?

1514
MÜFİT EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Hüseyin Bey bir soru soracaktır.
HÜSEYİN BEY (Erzincan): Efendim, Erzincan-Erzurum arasındaki dekovil hattı
için Meclis para vermiştir. İki sene içinde ne kadar yol yapılmıştır? Sonra Kükürtlü
yolu vardır. Bu yol yapılmış mıdır? Vekil Beyefendi buna da cevap versinler.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Cevap verebilirsiniz ki ikmal edilmiştir. Gözümle gördüm.
FEYZİ BEY (Devamla): Buna ben şimdi cevap veremem. Bana böyle bir soru so
rarsanız tetkik eder ve cevap veririm. Bilmeden nasıl cevap veririm?
SALİH EFENDİ (Erzurum): Efendim, gensoru sahibi olduğum için bazı sözlere
cevap vermek mecburiyetindeyim.
MEHMET RAGIP BEY (Amasya): İsmini şimdi söylemeyi uygun bulmadığım Nafıa
memurlarından birisi, ben bir ay içinde Bilecik köprüsünün başında iki treni karşı
laştıracağım, diyor. Nafıa Vekili arasın, memurlarının içerisinde bu gibilerini bul
sun, yaptırsın.
FEYZİ BEY (Devamla): Ben böyle bir memur bilmiyorum.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Vekil Bey buyurdular ki Maliye Vekâleti Avans
Kanununda böyle bir teklifte bulunmamıştı. Bütçe Komisyonunun Tarife Kanununu
bir misli indirim yaptığında öyle hatırlıyorum ki Vekil Bey buradaydılar. Selahattin
Beyefendi Nafıa Vekâletinin bu husustaki mütalaalarının faydalı olacağını sordu
lar, cevap alınmadı. O zamanlar öyle zannederim ki bu şeyin yirmi gün sonra yan
lışlığı ortaya çıkarak dört misli vergi zammı yapılacağı zaman bu tarife hakkında
Nafıa Vekili Beyefendinin bu kürsüye çıkarak buna mani olmaları icap ederdi.
Kendi kanaatlerine muhalif olarak çıkarsa sandalyesini terk etmeleri icap ederdi.
Ben o kanaatteyim.
FEYZİ BEY (Devamla): Arz edeyim efendim, katiyen dedikleri gibi ne benim ma
lumatım olmuş ve ne de Bütçe Komisyonundaki arkadaşlarım tamamıyla bilirler.
Ben tamamıyla vazifemi ifa etmişim. Bütçe Komisyonu bunu öyle düşünerek yap
mıştır. Komisyondaki arkadaşlar buradadır.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim, Demiryolları bilet tarifesi meselesin
de tabii olmayan bir şey yoktur. Müsaadenizle bu noktayı izah için söz aldım. Ev
vela demiryolu kumpanyaları Hükümetle bir sözleşme imzaladılar. O sözleşmeye
bağlı olmak üzere bir de işletme tarifesi tanzim Mudanya Ateşkesinden sonra İs
tanbul'da şirketler doğrudan doğruya tarifeyi dört misline çıkarttılar. Bütçe Komis
yonunda Avans Kanunu müzakere edilirken bir emrivaki halinde olan bunu değiş
tirmenin uygun olmayacağını arz ettim. Bunun üzerine Avans Kanununa bir mad
de ilave olundu. Bu ilave edilen madde ile eski tarifeye dönüldü. Daha sonra bu
tarife üzerinden alınacak bilet ücretlerinin şirketler tarafından trenleri işletmeye kâfi
gelmeyeceği anlaşıldığından ücretin dört misli üzerinden alınmasını Yüce Meclisi
niz kabul etti. Fakat ne şartla? Beyefendiler, üç misli harp vergisi karşılığı olmak

1515
üzere, yani kumpanya ile hesap görüldüğü vakitte bu tarifenin üstünde şirketlere
bir şey verilmemek şartıyla bu değişikliği kabul ettiniz. Zaruretten doğmuş bir neti
cedir. Bu itibarla bu mesele Nafıa Vekili ile Maliye Vekili arasında ihtilaf şeklinde
değildir. Şirketlerin emrivaki olarak yaptıkları tarife artışı reddedilmiş, asıl tarifeye
dönülmüştür. Bunun yanında fevkalade harp vergisi karşılığı olmak üzere tarifeler
üç misil zammedilmiş, fakat bununla harp masrafları temin edilecek, hesap netice
sinde bu parayı şirketler Maliyeye iade edecektir. Vaziyet budur. Meselede ne
ihtilaf vardır ve ne de Memleket adına kaybolmuş bir hak vardır. (müzakere kâfi
sesleri)
SALİH EFENDİ (Erzurum): Reis Efendi Hazretleri, cevap vereceğim. Gensorunun
sahibiyim.
MÜFİT EFENDİ (Başkan Vekili): Evvelce söylediniz, efendim. Daha söz alan muh
terem arkadaşlarımız vardır.
SAMİ BEY
(İçel): Beyefendi, ben Karaköy ile Bilecik arasındaki yolcuların ve ticari eşyanın
vaziyetini yakından gördüm ve tetkik ettim. Bu elim vaziyetin meydana çıkmasın
daki sebep, hattın Bilecik'in tarafındaki kısmının amiri olan Fuat Ziya Bey'le Kara
köy kısmının amiri olan Albay Behiç Bey arasındaki ihtilaftır. Bu hal yolcuların elim
vaziyete düşmesinden başka bir şeye sebebiyet vermiyor. Karaköy'den de Bilecik
'e gelen yolcuların, İstanbul'a gidecek trenin hazır olmaması sebebiyle her türlü
barınma ve her türlü ihtiyacı teminden mahrum olan bir yerde elim vaziyetlerini
Nafıa Vekâleti düşünmüş müdür? Bu iki şey arasında antant kalmak suretiyle bu
nakliyatın temini için teşebbüste bulunmuş mudur? Bu çok fecidir. Kucağında ço
cukları ile zavallı kadınlar kar ve kış altında, duvar diplerinde barınacak yerden
mahrum, gayet feci bir haldedirler. Bunlara çare bulmak varken, maalesef iki daire
amirinin fikirlerinin tepişmesinden ahali zarar görüyor. Memleketin iktisadi vaziyeti
bundan dehşetli zararlar görüyor. Binaenaleyh Vekâlet buna ait bir şey düşünmüş
müdür?
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Antant kelimesini kullandılar. Lütfen geri alsınlar.
Onun yerine uzlaşma desinler. (gürültüler, gülüşmeler)
FEYZİ BEY (Nafıa Vekili): Efendim, söylediğiniz itilaf vardır. Bunun giderilmesi için
gerek Vekâlet ve gerek Umum Müdürlük çalışmaktadır. Merkez santralinin Eski
şehir'e nakli ve Haydarpaşa'dan kalkan trenlerin mutlaka gündüz Bilecik İstasyo
nuna, Ankara'dan kalkan trenlerin de Karaköy İstasyonuna varmaları, yolcuların
geceyi oralarda geçirmeyecek tarzda nakilleri için mütehassıs mühendislerden üç
kişi oraya gönderilmiştir.
SAMİ BEY (İçel): Ne vakit?
FEYZİ BEY (Devamla): Kendileri geçen gün burada idiler. Gittikleri vakit bunu
tanzim ettiklerini bildirdiler ve bize yazdıkları rapordan bu karışıklığın aralarındaki
1516
ihtilaftan dolayı olduğunu ben hissetmişimdir. Biliyorsunuz ki Umum Müdürlük
müstakildir. Şirket adına hareket ediyorlar, o da bir şube müdürüdür. Fakat şimdi
ye kadar bunlara en fazla karışan Haydarpaşa'daki İngiliz Garnizonudur. Haydar
paşa'dan lokomotifleri vaktiyle verip halkı buraya vaktiyle yetiştirmeyip halka zarar
vermek için yapıyorlar. Buradan Karaköy'e 8,20 de tren hareket edecek ve beş
saat içinde yolcular Karaköy'den Bilecik'e aktarma edileceklerdir.
SAMİ BEY (İçel): Beyefendi, sizi aldatıyorlar. Her iki tren arasındaki mesele hallol
du diye ilan edileli iki ay oldu. Tüccarın eşyası sokak ortasında çamurlar içerisinde
berbat olup gitmektedir. Yalan söylüyorlar. Bilhassa sizi aldatıyorlar.
FEYZİ BEY (Devamla): Bana rapor ile bildiriyorlar. Mademki böyledir aksi sabit
olursa bir müfettiş gönderirim, tetkik ettiririm.
OSMAN BEY (Kayseri): Beyefendi Hazretleri, mümkün «olduğu kadar intizamın
temin edildiğinden bahis buyurdular. Soruyorum kendilerinden, bugün tren saat
öğleden sonra dörtte hareket edecekken henüz hareket etmemiştir. Meclis İkinci
Reisi Adnan Beyefendi bir hizmet için İstanbul'a gideceği halde trenin vakti hare
ketini bilmediği için perişan bir surette dolaşıp durmaktadır. Bunun sebebini sizden
soruyorum.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Şimdi efendim, bu trenler odunla daha ne kadar zaman çalış
tırılacaktır? Kömürle işlemek için teşebbüs var mıdır?
FEYZİ BEY (Devamla): Efendim, Osman Bey'in buyurdukları gibi gecikmeler olu
yor. Fakat Polatlı'dan buraya gelen arkadaşlar belki bilirler, raylar iki metre, üç
metredir. Halbuki raylar on iki metre olacaktır. Bunları itibara alınız. Kırk beş kilo
metrelik ray sipariş verilmiş, bunlar geldikten ve yerlerine konduktan sonra gecik
me olmayacaktır. Avrupa'nın çift hatlı trenlerinde bile gecikmeler olur. Bugün tre
nin gecikeceğine daha sabahtan malumatım oldu. Sebep olanların cezalandırılma
larını Umum Müdürlüğe yazdım. Fakat bu zannederim bana ait değildir. Bendeniz
de intizamı arzu ve sizin kadar temenni ederim ve buyurduğunuz hususları da
aynen tebliğ ve ihmal edenleri şiddetle cezalandıracağım. Kömür sipariş edilmiştir.
Tabii geldiğinde her halde kömürle işleteceğiz.
MÜFİT EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliği aleyhinde Salih Efendiye
söz verdim.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Müzakere kâfi değildir. Çünkü bir tren şirketi denildiği
zaman hatırınıza şirketin parası gelmesin. O para filan arkadaşımızın, filan
Müslümanın elinde bulunan aksiyonların bedelidir. Beyefendiler halkı elinde çürü
ten bu tren şirketleri yüzünden Memleket zarar ediyor, Millet zarar ediyor. Bu ya
bancı demiryolu şirketleri Memleketimize çırılçıplak gelmiş ve bu Memlekette para
sahibi olmuşlardır.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Öyle değil.

1517
SALİH EFENDİ (Devamla): Öyle olmadığını henüz anlamadığına teessüf ederim.
Aksiyonların, Anadolu Demiryolları tahvillerinin, Rumeli Demiryolları tahvillerinin
kârı, zararı kime aittir?
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Aksiyon nedir? Şuna hareket de, iş de.
SALİH EFENDİ (Devamla): Beyefendiler müzakere kâfi değildir. Çünkü gensoru
demek, bir iddia demektir. (gülüşmeler) Gülmeyiniz, gensoruya maruz kalan her
Vekil şüpheli demektir. Usulen böyledir. Her Vekil, ne zaman vazifesi hususunda
gensoruya davet ediliyorsa şüphelidir. (şüphe edilendir sesleri) Evet, şüphelidir.
(şüphe edilen sesleri, gülüşmeler) Zararı yok. Bazen böyle yuvarlama laflar olur.
Ancak şunu da kabul ettik ki birçok gensoru müzakerelerinde Yüce Meclis her
şeyin neticesine varamadan müzakere kâfidir dememiştir ve neticeye varmadan
müzakere kâfidir diye bir önerge vermemiştir. Maalesef Malta yaranı geldikten
sonra Meclisin hali de değişmiştir. Beyefendi buyurdular ki Konya'dan gelen tren
tehir edilmemiştir...
RASİH EFENDİ (Antalya): Malta Yaranı nasıl kelime? Ne demek?
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Malta'dan gelenler demek istiyor. (devam
sesleri)
YASİN BEY (Gaziantep): Müzakerenin yeterliliği aleyhinde söyleyiniz. Efendim
esasa girişiyorlar. Kâfi görülmezse o vakit söylensin?
MÜFİT EFENDİ (Başkan Vekili): Divan Reisi ihtar eder, kendisine ihtar eder. Ben
şimdi mevzu haricinde söylememesini ihtar ederim.
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Reis Bey, herkes aleyhinde söyledi, biz de lehinde
söyleyelim, söz veriniz.
SALİH EFENDİ (Devamla): 31 Ekimde Konya'dan hareket eden trenin, tehir edil
mediği iddia ediliyor. Halbuki bu tren tehir edildiği halde Vekil Bey tarafından bir
şey yoktur diyor ve bunu reddediyor. Bunu böyle hemen bir cümleyle reddetmesi
bizim için tuhaf bir şekle giriyor. Nitekim bugün Osman Bey'in söylediği gibi Anka
ra'dan hareket eden trenin aç kalarak otlanmaya gönderilmesine benzer. Trenlerle
alakalı bazı meseleler vardır ki her halde halledilmesi icap eder. Mesela haftada
İzmir'den sekiz, on hususi tren kaldırılıyor. Vatanı müdafaa eden kahraman asker
ler yollarda adi bir trene bile kabul edilmeyerek tabanvay olarak geliyorlar, yürü
yorlar, ölüyorlar. Bu, yine trenin yolsuzluğuna delalet eder. Müzakere kâfidir deni
liyor ki bu tuhaf bir meseledir. Her gün yola çıkartılan trenlerden bir lokomotif, bir
veya birkaç vagon yoldan çıkar, berbat olur. Bunların önüne az para ile basit bir
masrafla geçilmez. Sonra biz de trenin yokluğundan bahsederiz. İşte bu meseleler
halledilmeden müzakere kâfidir deniliyor. Eğer böyle sathi bir tetkikle, hafif bir
müzakere ile siz bu işi kâfi görürseniz, Memleketin iktisadi vaziyetini, tüccarların
huzur ve istirahatını, Milletin refahını ayaklar altına alacaksınız. Binaenaleyh ben
ce müzakere kâfi değildir. Buna devam ediniz, bunun sebepleri nedir? Bu yolsuz
1518
luklar niçin yapılmıştır? Bunları halledip icap edenlerin cezalandırılması ile değiş
mek icap ederse Vekil Bey'in. de değiştirilmesini temenni ederim.
FEYZİ BEY (Nafıa Vekili): Reis Bey, şahsıma bir şey söylemiştir. Malta yaranıdır
demiştir. Müsaade buyurunuz iki kelime söyleyeyim.
MÜFİT EFENDİ (Başkan Vekili): Öyle bir söz yoktur.
FEYZİ BEY (Nafıa Vekili): Efendim, Malta Yaranı dedi. Zannedersem ben Malta'ya
kendi arzumla gitmedim. Ben de bu Memleketin evladıyım, her halde benim Malta'
ya gitmem bir noksanlık değildir. Bu, İngiliz süngüsüyle olmuştur. Rica ederim,
düzeltiniz. Ben orada bulunduğum zaman İngiliz süngüsü altında iken Yüce Mecli
se mebus seçildim. Zannederim ki bu milli fikre daha kimse iştirak etmeden en
evvel iştirak edenlerdenim. Ben babamla da iftihar ederim. Babam da bu Memle
ket için uğraşmıştır. Babam gibi ben de yapmışım. Sen o zaman nerede idin, Salih
Efendi?
SALİH EFENDİ (Erzurum): Öyle ise sen beni tanımamışsın, sen ve senin gibi
birçok adamları Malta'dan kurtarmışım. Şahsın muhteremdir. Arkadaşlarım da
muhteremdir. Fakat şahıs başka meseledir, şekil başka meseledir.
MÜFİT EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, söz söyleyecek daha dokuz üye vardır.
Fakat müzakerenin yeterliğine dair önergeler de vardır. Müzakerenin kafi olmadığı
hakkında da söz söylendi. Şimdi müzakerenin yeterliliğini oya koyacağım. Müza
kereyi kâfi görenler lütfen ellerini kaldırsın. Büyük çoğunluk ile müzakere kâfi gö
rülmüştür.
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): Tek bana söz verilmesin diye müzakere kâfi görüldü.
FEYZİ BEY (Nafıa Vekili): Reis Bey, ad okuyarak güvenoylaması yapılmasını teklif
ediyorum.
MÜFİT EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, Nafıa Vekili Bey ad okunarak oylama
yapılmasını teklif ediyorlar. Nafıa Vekili Bey'e güvenoyu verecekler beyaz, verme
yecekler kırmızı oy pusulası verecektir. Şimdi sepetleri gezdirecekler. Oy kullan
maya başlayınız.
(Ad okuyarak güvenoylaması yapıldı. Oylar sayılırken diğer gündem maddelerinin görü
şülmesine geçildi ve bir süre sonra...)

MÜFİT EFENDİ (Başkan Vekili): Nafıa Vekili Feyzi Beyefendi için verilen gensoru
nun neticesinde yapılan güvenoylamasında oy kullananlar 174, karar yeter sayısı
vardır. 131 kabul. 36 ret, 7 çekimser oy kullanılmıştır. Buna göre 131 oy ile Nafıa

1519
Vekili Feyzi Beyefendiye güvenoyu verilmiştir. Perşembe günü saat birde toplan
1
mak üzere celseyi tatil ediyorum.

16 ARALIK 1922: HÜKÜMET REİSİ RAUF BEY’İN LOZAN BARIŞ KONFERAN


SINA DAİR AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 157.Birleşim, Gündem: 10/1)

Lozan Konferansı başlayalı neredeyse bir ay olmuştu, ama henüz


herhangi bir ilerleme kaydedilemedi. Barış Konferansının düzenlendiği
İsviçre Konfederasyonu, tarafsız bir ülke olmasına rağmen çeşitli çıkar
gruplarının, lobicilik faaliyetlerinin yoğunlaştığı bir ülke idi. Lozan ve
çevresine bu tip baskılar açısından bakıldığında, görüşmelerin Türkiye
aleyhine geliştiği göze çarpıyordu. Ankara ile olan haberleşmenin zor
luğu da Meclisteki milletvekillerini iyice tedirgin ediyordu.

RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi ve Dışişleri Vekaleti Vekili): Efendim, Trabzon
Mebusu Hafız Mehmet Beyefendi ile Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Beyefendi,
Lozan'da devam etmekte olan Sulh Konferansı hakkında benden bilgi talep buyu
ruyorlar. Efendiler, Konferans toplanalı bugün yirmi altı gün oldu. Yüce Heyetinize
her hangi bir hususta iyi bir haber veremiyorum. Çünkü gerek Delege Heyetimiz
ve gerek diğer devletlerin delegeleri henüz bir şekil tespit etmemişler ve her hangi
bir madde üzerinde anlaşamamışlardır.
RAGIP BEY (Kütahya): Çok yazık!
RAUF BEY (Devamla): Konferansta bugüne kadar müzakere edilen hususları
sırasıyla arz edeceğim. Önce Trakya hudutlarının müzakeresi başlanmıştı ve bu
nu daha önceki günlerde arz etmiştim. Daha sonra adalar, kapitülasyonlar, dış
borçlar, harp tazminatı, boğazlar meseleleri müzakere edildi. Bugün de azınlıklar
meselesi müzakere edilmektedir. Fakat bu meselelerden hiçbiri bir karara bağ
lanmış değildir. Daha önceden dünyaya ilan ettiğimiz Milli Misakımızı delegeleri
miz her toplantıda şiddetle müdafaa ediyorlar. Onlar sulhsever olan milletimizin
arzusu dahilinde sabırla davamızı parlak bir surette müdafaa ediyorlar. Bugün
müzakere sırası azınlıklar meselesine geldi ve iki günden beri hararetli münakaşa
lar yapılıyor, henüz bir netice alındığına dair Hükümetimizin bir bilgisi yoktur. Daha
önce müzakere edilen meselelerden, on iki adaların askersiz mıntıka olması öne
sürüldü. Çanakkale Boğazı önünde bulunan iki adanın boğazlar meselesi ile mü
zakere edilmesi istendi. Adli, iktisadi ve mali kapitülasyonlar meselesine temas
eden Müttefik delegeler bazı teminat ve kanun değişiklikleri teklifinde bulunmuşlar,

1
TBMM Zabıt Ceridesi (13 Aralık 1922), 1.Dönem, c.25, s. 351-361, http://www.tbmm.gov.tr/

1520
fakat bir netice alınamamış. Ne yazık ki karşı taraf bizlerin kapitülasyonların hiç
birini istemediğimizi anlayamamışlar.
ŞEVKİ BEY (İçel): Anlamadıkları için yazıklar olsun.
RAUF BEY (Devamla): Efendiler kayıtsız ve şartsız istiklalini elde etmeye uğraşan
milletimiz, bunun için Sulh Konferansına gitmiştir. Halbuki istiklalimize ve ilerle
memize en büyük engel olan kapitülasyonları milletimiz daha önceden reddetmiş-
tir. Bağımsız Türkiye, kapitülasyonu kabul edemez, Türk Milleti kapitülasyon ismi
ne değil, bunun tatbikatına karşıdır ve senelerden beri bunu kaldırmak istemiştir.
Görüyoruz ki arkadaşlar, kapitülasyon ismini kaldırıp diğer bir şekil teklifi ile güm
rüklerimize yeni bir şekil vermek istiyorlar. Tabii ki bunlar Delege Heyetimizce
uygun görülmüyor ve bu sebeple müzakereler uzuyor. Bundan sonra dış borçlar
meselesi ortaya konuldu. Bu mevzuda alt komisyonlarda konuşulan bir netice var.
O da milli hudutlarımız haricinde kalan ve şimdiye kadar henüz ne olacakları belli
olmamış olan diğer milletlere gelirleri nispetinde paylaştırılması esası üzerinde
anlaşılmıştır.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Yani İtilaf devletlerinin himayesi altındakiler verme
yecek mi?
RAUF BEY: Biz himaye altında bizden ayrılmış herhangi bir hükümet kabul etmiyoruz.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Henüz Büyük Millet Meclisi böyle bir karar ver
memiştir.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Bu, bize ait bir mesele değildir.
RAUF BEY (Devamla): Harp tazminatı meselesine gelince, Müttefik delegeleri
memleketimizde bulundurdukları askeri kuvvetlerin masrafları için işgal masrafı
adı altında mühim bir alacakları olduğunu ifade etmişler. (davet mi ettik sesleri)
SALİH EFENDİ (Erzurum): İstanbul'da yaptıkları yağma ne olacak?
RAUF BEY (Devamla): Hiçbir milletlerarası anlaşmaya dayanmayan bu gibi işgal
leri milletimizin kabul etmediğini bilen arkadaşlarımız, tabii ki buna yanaşmamış ve
kabul etmemiştir. Daha sonra Yunanlılar, o şirin memleketimizin tahribatı hakkında
kendilerini müdafaa etmişler ve fakat bu tahribatın kendi taraflarından yapıldığını
itirafa mecbur olmuşlardır. Harp tazminatı meselesinde de henüz kati olarak bir
şekil ortaya çıkmamıştır. Daha sonra boğazlar meselesi bahis mevzu edilmiştir.
Milli Misakımızda boğazlar hakkında kabul ettiğimiz esas, deniz ticaretinin kabulü,
fakat buna karşılık Hilafet Makamı olan İstanbul’umuzun...
SELAHATTİN BEY (Mersin): Ticari deniz nakliyatı.
RAUF BEY (Devamla): Evet, ticari deniz nakliyatını kabulü, fakat Hilafet Makamı
olan İstanbul’umuzun emniyeti ile ayrılmaz bir şekilde irtibatı olan Marmara Denizi
nin emniyeti talep edilmiştir. Boğazlara hakim ve sahip bulunduğumuzdan bunu

1521
kabul eden milletimiz, karşı taraftan kendisine bu teminatın verilmesini istiyor ki zan
nederim bu meşru hakkımızdır. İtilaf devletlerinin buna karşılık teklifi, sulhta hiçbir
kayıt ve şarta bağlı olmaksızın serbest geçişin sağlanması ve harp zamanında Tür
kiye tarafsız ise bu serbestliğin devam etmesini istemek olmuştur. Bulgaristan, Ka
radeniz'in askersiz bir halde olmasını, boğazlarda Tuna'da olduğu gibi deniz nakliya
tı için bir komisyon bulunmasını talep etmiş, Romanya da Karadeniz'in askersizliğini
talep etmekle beraber boğazlarda İtilaf kuvvetlerinin bulunmasını istemiştir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Yaşasın çorbacılar.
RAUF BEY (Devamla): Moskova Anlaşması ile aramızda dostluğa dayalı müna
sebetler kurulan Rusya, Ukrayna ve Gürcistan delegeleri, boğazların hemen he
men Dünya Harbinden önceki vaziyetine dönülmesini talep etmişlerdir. (yaşasın
Ruslar sesleri) Arkadaşlar biz boğazların serbestliğine taraftarız ve bu fikirden de
zerre kadar geri adım atmadık. Ancak dediğim gibi İstanbul'un ve Marmara'nın
emniyeti şarttır.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Ne ile?
RAUF BEY (Devamla): Müsaade buyurun efendiler, İstanbul yalnız bizim için Hü
kümet Merkezi değil, aynı zamanda İslamiyetin Hilafet Makamıdır. Bu makam üç
yüz milyonu aşkın Müslümanın alakadar olduğu makamdır ve her türlü taarruzdan
korunmalıdır. Bunu Müttefiklerin dikkate almaları lazımdır. Bizim boğazlar hakkın
da bugün düşündüklerimiz budur. Yani Milli Misakın mutlak olarak ifadesinden
başka bir şey değildir. Efendiler İstanbul'da yakın zamanlarda hepimizin gördüğü
ve bildiği kötü tecrübelere şahit olduk. Dünya Harbinin sonunda sabık Amerika
Reisicumhuru Wilson'un bilinen taahhüdü üzerine, bugün vazifeden çekilmiş olan
sabık İngiliz Başvekili Lloyd George’un...
FAİK BEY (Cebelibereket): Ona lanet olsun!
RAUF BEY (Devamla): Lloyd George, İngiltere Parlâmentosunda 1918 yılında
dünya kamuoyuna, kendi milletine ve İngiliz uyruğundaki Müslümanlara resmen
ifade ettiği, Trakya ile Türklerin yurdu olan Anadolu Türklere kalacaktır, ifadesine
itimat eden milletimiz, İtilaf devletleriyle Mondros Ateşkesini imzalamıştı. Bu Ateş
kes Anlaşmasının hiçbir maddesinde İstanbul'un işgal edileceğine dair hiçbir kayıt
yoktur. Biz imzamıza uyarak boğazları açtıktan sonra ve İtilaf deniz kuvvetleri
İstanbul'a demir attıktan sonra, bir anda İstanbul'u işgal etmişlerdir.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Aynı hal tekrar etmeyecek mi?
RAUF BEY (Devamla): İşte efendiler, bizim endişemiz bu noktadadır. Boğazlar
meselesini düşünürken bu hususu her zaman göz önünde bulundurmak mecburi
yetindeyiz. Efendiler Lozan Konferansında iki zıt fikir var. Bu muhalif iki fikir birbiri
ne halen yakınlaşmamıştır ve yakınlaşması da çok zor. Çünkü mesele esastan
anlaşılmamıştır. Bu fikirlerden birisi, İtilaf devletlerinin fikridir ve onlar hâlâ Mond

1522
ros Ateşkesi zamandaki vaziyetimize göre bizi değerlendiriyorlar. Diğeri bizim
fikrimizdir ki vaziyeti Mudanya Ateşkesine göre değerlendiriyoruz.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Haklı değil miyiz?
RAUF BEY (Devamla): Mondros Ateşkesini hâlâ yürürlükte kabul etmek büyük bir
hata olur. Milletimiz o ateşkes imzalandığı zaman ona aşırı güvenmişti. Fakat
efendiler, İtilaf devletleri açık olarak ateşkesi ihlal etmişlerdir. Malumunuz ateşkes
anlaşmaları ve sulh antlaşmaları bir bütünlük teşkil eder. Bir maddesi ihlal edilirse
diğer maddeleri bir işe yaramaz. Adana'nın işgali, demiryollarımıza el koymak,
Maliyemize karışmak, İstanbul'a asker çıkarmak Mondros Ateşkesinde yoktu.
İşgaller neticesinde ambarlarımızda bulunan silahlar ve cephaneler tahrip edilmiş-
tir. Kalelerimizdeki toplar tahrip edilmiştir. Her bakımdan tahrip edilmiş olan Mond
ros Ateşkesi bizim taraflımızdan da reddedilmiştir. Bu sebepten Lozan’da Mondros
üzerinden müzakere etmek doğru olamaz zannederim. Çünkü biz daha yeni Mu
danya Ateşkesini imzaladık. Müzakereler onun üzerinden yapılmalıdır. Efendiler,
söze başlarken arz ettiğim gibi Sulh Konferansının yirmi altıncı gününe girdik.
Zaman geçiyor, müzakereler uzuyor. Bunun yanında İstanbul’da, Mudanya An
laşmasına uymayan bir vaziyet vardır. Bir yandan her fedakarlık karşılığında öz
vatanını kurtarmak arzu ve gayesiyle çarpan kalplerden, çelikten göğüslerden
meydana gelmiş bir ordu İstanbul’a gözünü dikmiş bakıyor ve her gün davasının
kabul edilip emellerine kavuşacağı günü bekliyor. Diğer taraftan İstanbul'da Mu
danya Ateşkesi ile mevcudiyetlerini kabul ettiğimiz yabancı askerler bulunuyor.
Efendiler, burada bu vaziyetin hassaslığından istifade etmek isteyen başka insan
ların da mevcut olduğunu düşünelim. Biz ne kadar imzamıza sadık olursak olalım,
ne kadar sulhsever olursak olalım ve bu düşüncelerimize uyarsak uyalım, bir tara
fın sadakati ve iyi niyeti, meselenin neticelenmesine kafi değildir. Diğer tarafın da
aynı düşüncelere sahip olması lazımdır. Efendiler, ne yazık ki bazı fesatçılar İtilaf
devletleri ile aramıza nifak sokabilirler. Hükümetinizin endişe ettiği nokta budur.
Bunun için de bir an evvel müzakerelerin neticelenmesini arzu ediyoruz. Bu ba
kımdan Konferansın uzayıp gitmesine taraftar değiliz. Bu sözlerimi teyit eden bir
hadiseyi Yüce Heyetinizin huzurunda söylemeyi…
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Burasını pek üstü kapalı söylediniz. Maksadınız
nedir? Açıklayınız.
RAUF BEY (Devamla): Misalini söylersem anlaşılır. Yüce Heyetinize arz etmeyi
vicdani bir mecburiyet hissediyorum. Mudanya Ateşkesinde Çanakkale Şehrinde
Konferansın neticesine kadar orada bulunmalarını kabul ettiğimiz bir İngiliz askeri
kıtası vardır. Ateşkes Anlaşması hükümlerine göre, bu kıta burada şimdilik dura
caktır. Efendiler, geçenlerde bu İngiliz kıtasına Ermeni olan birtakım insanlar işçi
adı altında alınmışlar. Çanakkale'ye gelen bu Ermeniler, şehirde birkaç kadına
tecavüz etmişlerdir. (lanet olsun sesleri)
NECATİ EFENDİ (Lazistan): Bu adamları öldürmeli.

1523
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Buna karşı Hükümetimiz ne yapmıştır? (neticeyi dinle
yelim sesleri)
RAUF BEY (Devamla): Efendiler vaziyetin ne kadar hassas ve nazik olduğunu
dikkatinize arz ederim. Buna cesaret eden bu bedbahtlar diyeceğim, Hükümetimiz
tarafından tevkif edilmiş fakat İngiliz kuvvetleri kumandanı bunları kendi adamları
olmak üzere himayeye teşebbüs etmiştir.
FAİK BEY (Cebelibereket): Alçaklığa sevk ettikleri insanları himaye etmek onlara
yakışır.
RAUF BEY (Devamla): Efendiler tabii Hükümet vazifesini yapıyor ve yapacaktır.
İstanbul'da ve Çanakkale’de uzun müddet devamı uygun olmayan bu vaziyetin
hassasiyetine izah için bir misal arz ettim. Bugün de konuşmamın başında ifade
ettiğim gibi azınlıklar hakkında müzakere yapılıyor. Müttefikler adına söz söyleyen
İngiliz Dışişleri Nazırı Lord Curzon, Ermenilere bir vatan verilmesi meselesinden
başlayarak… (İngiltere’de cehennemde sesleri)
ŞEVKİ BEY (İçel): Türkiye'nin vatanı ancak kendisine kafidir. İngiltere’den çıkarsın
versin.
RAUF BEY (Devamla): Diğer azınlıklar hakkında da bazı istekleri vardır.
NUSRET EFENDİ (Erzurum): Ermeniler nereden vatan istiyorlar? Ermenilerin
vatanı Erivan'dır. (cehennemdir sesleri)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Merak etme Hocam, Amerika'da boş arazi pek çoktur.
Wilson'larına müracaat etsinler.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Dinleydim efendim.
RAUF BEY (Devamla): Efendim henüz yer tayin etmemişlerdir. Ancak bizim bildi
ğimiz ve dost olduğumuz bir Ermenistan vardır. İmzaladığımız anlaşma ile hudut
ları bellidir. O Ermenistan’la dostuz ve imzalarımıza sadığız.
YUSUF ZIYA BEY (Bitlis): Öyle bir şey tanımayız.
RAUF BEY (Devamla): Avni Bey arkadaşımız sorusunda bu azınlıklar meselesi,
bilhassa İstanbul'daki azınlıklar sorulmuştur. Evet, İstanbul'daki Rumlar hakkında
müzakere cereyan etmiş ve İtilaf devletleri İstanbul Rumlarının milli iktisadımıza
yardımları bakımından iyi olduğunu düşünerek İstanbul'da kalmalarını uygun gör
müşler. (gülüşmeler) Bizim delegelerimiz ise onların Anadolu’daki Rumlar gibi
mübadeleye tabi tutulmalarını teklif etmişlerdir. Bunun yanında Batı Trakya Müs
lümanlarının mübadelesi karşılık olarak teklif edilmiştir. Hiç şüphesiz aynı zaman
da Batı Trakya'daki Müslüman Türklerin orada çoğunluk olduğu da ifade edilmiştir.
Azınlıklar meselesinde tekrar ediyorum, henüz kesinleşmiş bir şekil mevcut değildir.

1524
NECİP BEY (Mardin): Musul ile güney hudutları hakkındaki müzakerelerden de
bahsediniz.

RAUF BEY (Devamla): Alt komisyonlarda yapılan müzakerelerde mülkiyet, sanayi,


posta ve telgraf, demiryolları gibi hususlarda anlaşma olmuştur. (maşallah sesleri)
Sözlerimi bitirmeden önce Lozan'daki Konferans müzakerelerini bir cümle ile özet
lemeye çalışacağım. Vaziyet çok zordur ve meseleler çok birbirine girmiştir. Bu
günden neticeyi tahmin etmenin imkanı yoktur. Fakat bizim tahminimiz, arzumuz
ve kalplerimizdeki samimi duygu, hakiki sulha kavuşma isteğidir. Konferansın sulh
ile nihayet bulacağında ümidimiz kuvvetlidir.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Öyle ise orduları yürütünüz. (bravo sesleri)

RAUF BEY (Devamla): Efendiler Yahya Galip Bey’in isteğine cevap vermeye
mecburum ki medeniyetin sahip olduğu en son teknik imkanlara karşı yalın göğüs
karşı koymuş ve İzmir harekatını şerefli bir şekilde başarmış olan ordumuzun,
kuvveti iki misli olmak üzere emrinizi yerine getirmeye hazırdırlar. (yaşasın sesleri,
alkışlar) Onu sevk ve idare eden büyük kumandanların imanı, milli aşkı, Meclisin
emellerine riayeti bellidir. (şiddetli alkışlar) Efendiler biz sulh istiyoruz. Sulhtaki
arzumuz çok yüksektir ve şüphe götürmez. Fakat hiç bir zaman, hiçbir şey paha
sına istiklalimizi veremeyeceğiz. (bravo sesleri, alkışlar) Sulh Konferansına katılır
ken Yüce Heyetinizden emirlerini alan Hükümetimizde bir fikir vardı. Bu fikir bugün
de aynıdır ve Yüce Heyetinize arz etmeyi uygun görüyorum. Efendiler, Dünya
Harbi sonunda ve ateşkes devresinde İngiltere, Fransa ve İtalya memleketimize
asker çıkardılar. Baktılar ki bu şekilde Anadolu’yu işgal edemeyecekler, birer birer
askerlerini çektiler. Daha sonra efendiler, Yunan Hükümetine vekalet verdiler ve
dediler ki git bizim kararlarımızı tatbik et, Türkiye'yi boyun eğdir, arazisini taksim
edeceğiz. Bize bu ve şu, size de hizmetinize karşılık ve şurası verilecektir. Yunan
lılar İngilizlerin dediklerini yaparken Anadolu’muzu hurdahaş ettiler, tahrip ettiler.
En zengin yerlerimizi yaktılar, yıktılar. Dindaş ve vatandaşlarımıza her türlü zulüm
ve kötülüğü yaptılar. Bu vekalet vazifesini nasıl yaptıklarını bugün dünya anlamış
tır. Bu olan biten karşısında biz Avrupa milletlerinden sulhumuzu bir an önce al
mak istiyoruz. İstediğimiz hakkımızdır, bağımsız yaşayabilmek için hakkımızdır.
Bunun üzerinde sözlerle, cümlelerle vakit kaybetmekte tehlike vardır, insanlık için
tehlike vardır. Eğer efendiler sulh gecikirse ve tehlikeye düşerse Allah ve dünya
şahittir ki ona Türkler sebep olmayacaktır. Biz istiklalimizin muhafazasını müdafaa
ediyoruz ve edeceğiz, hakkımızdan başka bir şey istemiyoruz. Bu dünyada diğer
milletlerden aşağı görünmeyi kabul etmiyoruz ve etmeyeceğiz. Eşitlik istiyoruz.
(bravo sesleri) Bizi kendileriyle eşit görenlerin bizim yanımızda yeri vardır. Bizi
kendilerinden bir parmak aşağı görenlere bizim itimadımız yoktur. (alkışlar) Her
kesinkinden fazla hiçbir şey istemiyoruz. (Musul meselesi sesleri)

ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Müsaade buyurun efendim, sözü kesmeyiniz.
Sizden evvel söz alanlar vardır, isimleri yazılmıştır. Rica ederim sıranız geldiğinde
söz söyleyiniz. Müzakere yapmıyoruz, soru ve cevaptan ibarettir.

1525
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Bundan iki gün evvel Yenigün Gazetesinde gör
düğüm bir haber var. Paşa Hazretlerine bir telgraf gelmiş ve o da Hükümete hava
le buyurmuş olduğunu okuduk. Bu doğru mudur?
RAUF BEY (Devamla): Efendim Konferansta Müttefik devletlerin delegelerinden
Lord Curzon, Barer ve Garoni imzalarıyla Reisimiz Gazi Paşa Hazretlerine bir
telgraf gelmiştir. Bu telgraf, İstanbul'un şimdiki vaziyetini değiştirmenin bir faydası
yok, bunun için rica ederiz, diye bir temenniden ibarettir. Gazi Paşa bu telgrafa
kendileri doğrudan cevap vermediler. Usulen Hükümete havale buyurdular. Hü
kümet tetkik etti. İstanbul vaziyetini bir kere daha tetkik ettik ve hakikaten uygun
olmayan bir hadise gördük. Fakat İtilaf devletlerince değil, biz Türklerce kabul
edemeyeceğimiz bir hadiseye şahit olduk. O da efendiler, halen İstanbul'da Yunan
Konsolosluğunun Yunan bayrağı çekerek vazifeye devam etmekte olduğudur.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Refet Paşa, kanunu değiştireceğine bu herifi
kovmalıydı.
RAUF BEY (Devamla): Şükrü Bey arkadaşımız zannediyorum, kendilerinin de kafi
gördükleri bir meseleyi tekrar ortaya çıkarmazlar. Refet Paşa gayretle çalışmakta
dır ve birçok meselede de muvaffak olmuştur. Fakat bu meseleyi doğrudan doğru
ya İtilâf hükümetleriyle alakalı görmüştür ve İtilaf devletleri bu meseleyi kendileriy
le alakalı göstermiştir. Refet Paşa bu mevzuda teşebbüste bulunmuş ve bulun
maktadır. Biz vaziyeti incelediğimizde bu şekli gördük ve İstanbul'da Mudanya
Ateşkesi hükümlerine göre Sulh Konferansı neticesine kadar İstanbul’da bulunma
ları kabul edilen İtilaf kuvvetlerinin vaziyetlerini değiştirecek hiçbir hadise olmadı
ğını anladık. Fakat buna karşı milli hislerimizi yaralayacak olan ve devletler huku
kuna katiyen muhalif bulunan Yunan Konsolosunun ve memurlarının halen İstan
bul'da bulunmalarına hayret ettiğimizi bildirmiş ve dikkatleri çekilmiştir.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Keşke Patriği de yazaydınız.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Yunan harp gemileri hâlâ duruyor mu, yoksa defol
dular mı?
RAUF BEY (Devamla): Efendim Kütahya Mebusu Cemil Beyefendi arkadaşımız,
Yunanlılar tarafından Kuva-yı Milliye taraftarlığı ile itham edilerek Yunanistan'a
götürülmüş ve ağır cezalara mahkum edilmiş olan birçok masum ırkdaşımız hak
kında ne yapılmıştır, diye soruyor. Bununla ilgili teşebbüslere Mudanya Konferansı
sırasında başlanmış, bugüne kadar devam ediyor ve sabırla takip ediyoruz.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Yunan bayrağı ile Yunan Konsolosluğunun...
RAUF BEY (Devamla): Beyefendi müsaade buyurunuz, cevap vereceğim.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Hayret ediyorum, Yunan bandıralı gemiler hâlâ
nasıl İstanbul'da duruyor.

1526
RAUF BEY (Devamla): Efendim Esat Efendi, Batı Trakya'da ve Rumeli'nin diğer
yerlerinde Müslümanlar imha ediliyor. Hükümet bu zulme karşı ne gibi tedbirler
almıştır diye soruyor. Kendilerinin de malumu olsa gerektir ki en şiddetli protesto
larla İtilaf devletlerine teşebbüste bulunduk. Erzurum Mebusu Salih Efendi arka
daşımız da Sulh Konferansının tehir edileceği söylenmektedir, bu hakikat midir,
diye soruyor.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Çok eski meseledir.
RAUF BEY (Devamla): Bunun cevabını zannederim arz ettim. Sonra Trabzon
limanında bulunan bir gemi hakkında soruyorsunuz beyefendi. O da halledilmiş bir
meseledir. Amerikan gemisi bizim bilgimiz dahilinde limanlarımızı ziyaret ediyor.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Bu Yunan bayrağı ile konsolosluğu hâlâ İstanbul'da
mevcut mudur, yoksa indirilmiş ve kovulmuş mudur? Bunu soruyorum. Şimdiye
kadar kovulmaması belki bir kusur, fakat hâlâ duruyor mu, kovuldu mu?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, daha önce Yunan Fevkalade Temsilcisi adıyla bir
kişinin İstanbul'a geldiğini haber aldım. Derhal Refet Paşa arkadaşımıza yazdım.
Derhal teşebbüste bulunduğuna ve iade edildiğine dair cevap aldım. Ancak hadi
senin bu son vaziyetinden, Yunan Konsolosluğunda bazı siyasi memurların mev
cut olduğu anlaşılıyor ve bir haftadan beri Refet Paşa’nın bu mesele ile meşgul
bulunduğunu biliyorum. Henüz bir neticeye ulaşılmamıştır. Çünkü haberleşme
İtilaf temsilcileriyle siyasi bir şekilde cereyan ediyor. Efendim, bir noktayı daha
Yüce Heyetinize arz etmek lüzumunu görüyorum. Delegelerimiz, Konferansta her
türlü zorluk karşısında hakikaten milletimize layık bir şekilde kararlı, alçak gönüllü,
ağırbaşlı ve dayanıklı bir şekilde haklarımızı müdafaa ediyorlar. (alkışlar, Allah
razı olsun sesleri) Çok büyük zorluklar içinde, hakikaten büyük kudret ve liyakat
gösteriyorlar. Efendiler, bu kadar güç şartlara ilaveten son günlerde bir hadise
daha meydana gelmiştir. O da Merhum Hakan Abdülhamit’in varislerinin ve bazı
sermaye sahiplerinin, petroller münasebetiyle Konferansa koştuğu görülmüştür.
MUSTAFA BEY (Tokat): Onun malı yoktur, mal milletindir. (babalarının malı mıdır
sesleri)
RAUF BEY (Devamla): Efendim bildiğiniz gibi, Meşrutiyetin ilanından sonra İstan
bul Mebusan Meclisinin bir kararıyla, kişilere ait olmayan malların bir kısmı devlet
Hazinesine devredilmişti. Mondros Ateşkesinden sonra gayrimeşru bir şekilde
kurulan hükümetler, bunu geçici bir kanunla yine Saray Hazinesine devretmişti.
Ferit Paşa Hükümeti zamanında bunu bir şirkete satmak teşebbüsüne girişmişler
di. Bu kişilerin, merhum Hakanın varisleri olduğu anlaşılıyor.
RASİH EFENDİ (Antalya): Melun de şuna!
RAUF BEY (Devamla): Bu sözleşmenin bir sureti Hükümetimizce elde edilmiştir.
Hükümetimizin haberi vardır. Buna dayanarak Amerikan sermayedarları ve bazı
İngiliz sermayedarları Lozan Konferansında vaziyeti daha zora sokmak istemişlerdir.
1527
Şunu söylemek isterim ki bu gibi meseleleri halletmek için Türkiye'de tek bir makam
vardır, o da Türkiye Büyük Millet Meclisi İktisat Vekaletidir. Lozan'a kadar giderek
fazla vakit harcamalarına lüzum yoktur. Arzu edenler buraya müracaat ederler.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Rauf Beyefendi, Ermeni Patriği Zave'nin Lozan'a
gittiğinden haberiniz var mıdır? Türk vatandaşı olduğunu ifade eden bu adam
Hükümetin gözünden nasıl kaçıp gider?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, Ermeni Patriği Zave'nin Türk vatandaşı olduğunu
iddia ettiğini ve Lozan'a gittiğini gazetelerde gördüm. Refet Paşa Hazretlerinden
sordum. Henüz cevap alamadım.
İSMAİL SUPHİ BEY: Efendim, Hükümet Ermeni Patriği olduğunu resmen tanıyor mu?
RAUF BEY (Devamla): Arz ediyorum, Ermeni Patriği Zave'nin sözlerini gazeteler
de gördüm ve araştırıyorum. Resmi bir şey cereyan etmemiştir.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Efendim, ortada zaten müzakere edilecek bir
şey yok. Bir kere müzakereyi oya koyalım.
OSMAN BEY (Kayseri): Reis Paşa müzakere yok. Yalnız müsaade ederseniz kısa
olarak kısa olarak sorular sormak istiyoruz.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Bazı arkadaşlar soru soracaklar, cevap verecek
misiniz, Rauf Beyefendi?
RAUF BEY: Yazılı sorulursa cevap veririm.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): O halde yazılı olarak sorularınızı verebilirsiniz.
1
Şimdi diğer gündem maddesine geçiyoruz.

25 ARALIK 1922: GİZLİ OTURUMDA HÜKÜMET REİSİ RAUF BEY’İN LOZAN


BARIŞ KONFERANSINA DAİR AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 166.Birleşim, Gündem: 2/1)

Lozan’dan gelen olumsuz haberler üzerine Rauf Bey tarafından


Konferansın kesintiye uğraması ihtimali Genel Kurmay Başkanı Fevzi
Paşa’ya ulaştırılmış, Fevzi Paşa’nın emriyle, Batı Cephesi birlikleri
boğazlara doğru yapılacak bir harekat için hazır duruma getirilmiştir. Bu
arada Rauf Bey Mecliste, Konferansın kesintiye uğrayabileceği sinyali
ni vermiş ve Milletvekillerine her akıllarına gelen ve her duyduklarını
ancak gizli oturumlarda dile getirmeleri, uyarısını yapmıştır.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (16 Aralık 1922), 1.Dönem, c.25, s.409-417, http://www.tbmm.gov.tr/
1528
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Batı Trakya’daki İpsala Hıristiyanlarının,
Lozan Konferansında kendileri hakkında söz söyleme sahibi olarak yalnız İsmet
Paşa’yı tanıdıklarına dair telgrafı var. Okutuyorum.

Ankara'da Büyük Millet Meclisi Başkanlığına


Biz Trakya Hıristiyanları asırlardan beri Türkiye'nin merhameti ve koru
ması sayesinde mesut bir şekilde yaşıyoruz. Lozan Konferansında birtakım
yabancılar tarafından Türkiye'deki azınlıkların hakları adına sözler söylendiğini
haber aldık. Lozan’da bizim hakkımızda söz söyleme sahibi olarak yalnız İsmet
Paşa’yı tanıyoruz. Bundan başka bizim hesabımıza ileri sürülecek iddiaları
tamamen reddederiz.
İpsala Hıristiyanları adına
Kosti
SALİH EFENDİ (Erzurum): Delege Heyetimize tebliğ edilmesini teklif ediyorum.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Dışişleri Vekaletine gönderiyoruz. Hükü
met Reisi ve Dışişleri Vekaleti Vekili Rauf Beyefendi Yüce Meclisinize bazı mese
1
leleri arz etmek üzere gizli celse talep ediyorlar. (uygundur sesleri)

(Teklif kabul edildi ve gizli oturuma geçildi.)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Buyurunuz Rauf Beyefendi.


RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi ve Dışişleri Vekaleti Vekili): Efendim, bundan
önceki günlerde iki aleni celsede, Lozan Konferansında cereyan eden müzakere
leri Yüce Heyetinize arz etmiştim. Son konuşmamda vaziyetin açıklığa kavuşama
dığını, girift şekildeki meseleler üzerinde müzakerelerin devam etmekte olduğunu
arz etmiştim. Bu gizli celsede bugüne kadar Hükümetimize gelen bilgilerin ışığında
muhtelif meselelerin vaziyetini Yüce Heyetinize arz edeceğim. Lozan ile Ankara
arasındaki haberleşme hakikaten arkadaşlar, endişe verecek bir şekilde zor yapı
labilmektedir. Bunun için İsviçre resmi makamlarına vaziyeti bildirdik. Ayrıca dele
gelerimiz de teşebbüste bulunacaklardır. Önce mali mevzularda karşı tarafın teklif
lerine ve bizim buna karşı verdiğimiz cevaplara dair gönderilen metni okuyorum.
(Sözü edilen yazı, tutanakta yer almamaktadır.)

RAUF BEY (Devamla): Duyduğunuz gibi Müttefik devletler Hükümetimizden otuz


milyon altın lira işgal masrafı istiyorlar. (gülüşmeler, gürültüler) Dünya Harbi sıra
sında tedavüle çıkarılan kağıt paraların karşılığı olan altınlar ki malumunuz bunları
işgal sırasında gasp etmişlerdi, bunları vermemek için şimdiden mahsup etmek
istiyorlar. (gülüşmeler) Ayrıca Türkiye’de bulunan vatandaşlarının şahsi zararları

1
TBMM Zabıt Ceridesi (25 Aralık 1922), 1.Dönem, c.26, s.40-41, http://www.tbmm.gov.tr/
1529
nın tazmin edilmesini de şimdiden istiyorlar. Tabii delegelerimiz bunu gülünç bul
muşlardır ve hiçbir şekilde işgal masrafı kabul etmemişler, bilakis işgalleri yüzün
den verdikleri zararın tazmini lazım geldiğini söylemişlerdir. Şahsi zararlar hakkın
da karşılıklı zararların tazmini esası tabii uygun görülmüştür. Harpten zarar gören
azınlık vatandaşlarımız için hazine tahvili çıkarıp dağıtacakmışız ve bu hazine
tahvillerine karşılık olmak üzere yeni teminat gösterecekmişiz. Ayrıca tabii bu iş
için kurulacak komisyonun memurlarının maaşlarını da biz verecekmişiz. Bu ko
misyonunun memurlarına, aynı elçilik çalışanlarına verildiği dokunulmazlık gibi
haklar verecekmişiz. (ooo sesleri) Güya Fransız delegeleri, son dakikada bu işgal
masraflarından vazgeçmeleri için Hükümetlerinden emir almışlar.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): En çok edepsizlik edenler de Fransızlardır.
RAUF BEY (Devamla): Dış borçlarımızdan 1914'e kadar olan borçlarımızı, milli
hudutlarımız haricinde kalacak olan memleketlere paylaştırılmasını kabul etmiş
lerdir. Biz ise 1918 senesine kadar olan borçların paylaştırılmasını talep ediyoruz.
Bunu onlar kabul etmiyorlar. Düyunu Umumiye İdaresinin bizim tarafımızdan ta
nındığına dair bir madde konulmasını talep ediyorlar. Biz ise katiyen reddediyoruz.
Borçların Frank üzerinden tespit ve ödenmesini biz teklif ediyoruz, onlar kabul
etmiyorlar. Bu yüzden mali hususların tespiti için kurulan alt komisyonlarda müza
kereler ilerleyemiyor. Gümrük meselelerine gelince, eşitlik hukuku üzerine gümrük
usulünü iddia ediyoruz. Bunu esas itibariyle kabul eder gibi görünerek geçici bir
gümrük rejimden bahsediyorlar. Biz, şimdiki tarifemizin beş sene müddetle altın
para üzerinden tatbik edilmesini, iki sene içinde yeni tarife hazırlayıp, her devletle
ayrı ayrı ticari anlaşma yapmayı istiyoruz. Onlar ise iki sene müddetle % 1 ile %
21 arası gümrük vergisi almak, iki sene içinde Türkiye'nin hazırlayacağı tarifeyi
onlara tebliğ etmek, onlar itiraz ederlerse meseleyi hakeme havale etmek, şeklin
de teklif ediyorlar. (ooo sesleri) İthalat ve ihracat için devletler arasında ayrım
yapmamak, Türkiye içinde benzeri olmayan eşyadan vergi aldırmamak istiyorlar.
Kapitülasyonlar meselesinde, eski usulün yerine başka bir usul bahis mevzu. Kar
şı taraf, ayrıcalıkların tek tip değil, anlaşmalarla yapılmasını, hatta eski müttefiki
miz Almanlar da kaldırılmasını söylüyorlar. Bu hususta üç komisyon kurulmuş.
Biz, kanunlarımızın herkes için eşit teminatta olduğunu, alt komisyonlarda her bir
devletin ihtiyaçlarına göre meseleleri müzakere edebileceğinizi ifade ettik. Azınlık
meseleleri hakkında komisyonlarda ciddi münakaşalar yapılıyor. Irk ve lisan azın
lıklarını kabul etmiyoruz. Son tekliflerinde Ermeni yurdu meselesi çıkarılmış, fakat
haremlerdeki kadın ve çocukları istiyorlar. (hâlâ mı sesleri, gülüşmeler) Her türlü
azınlıklar hakkında Avrupa antlaşmalarındaki hükümleri bize kabul ettirmek,
umumi af ilan ettirmek, ihtiyaç olmadığı zaman askerliği kaldırtmak, serbest seya
hat istiyorlar. İstanbul'da ve Yunanistan'da Rumlara ve Türklere ait azınlık husus
larının bir heyet tarafından tetkikini ve sulhtan sonra Milletler Cemiyetine girmek
arzusunda olduğumuzu söyledik. Hıristiyan azınlıkların bedel ile askerlikten muafi
yetini reddettik. Umumi antlaşmalarda mevcut olanların dışındaki tekliflerini hep
reddediyoruz. (aferin, diğerleri kabul mü sesleri) Başka ne beklediniz efendim?

1530
Mübadele edilmeyecek olan İstanbul Rumları 1918 senesine kadar İstanbul hudut
ları dahilinde ikamet edenlerdir.

HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Bunda hallolan nedir?

RAUF BEY (Devamla): Neticede arz edeceğim. Fransız Heyeti son dakikada işgal
tazminatından vazgeçtiklerini bildirmişlerdir. İstanbul'da mevcut milletlerarası sağ
lık komisyonlarını daha ağır şekilde teklif ediyorlar, biz kaldırılmasında ısrar ediyo
ruz. Kanunen Osmanlı uyruğunda olan şirketleri, yabancı şirketler sayarak bunlar
için tazminat istiyorlar. Biz şirketlerin yabancı ad almasını ve tazminat verilmesini
reddediyoruz. Milletlerarası hukuk hükümlerine göre serbest deniz ulaşımı yani
kabotaj hakkımız İngiliz delegelerinin müdahalesiyle garip olarak efendiler kabul
olunmuştur. (anlayamadık sesleri) Müsaade ederseniz kısaca izah edeyim. Efen
dim, kendi sahillerimizde iskeleler arasında işleyecek bütün deniz vasıtalarının
Osmanlı bayrağı ile dolaşma hakkıdır. Şimdiye kadar bunlardan kapitülasyon adı
altında yabancılar istifade ediyor, bu yüzden biz istifade edemiyorduk. Hakikaten
bu çok büyük başarıdır. Deniz ticaretimiz bakımından büyük bir başarıdır. Bundan
sonra Marmara havzasında Osmanlı bayrağı taşıyan (Türk bayrağı sesleri) gemi
lerimiz dolaşacaktır. Rehineler ve esirler meselesi, Yunanlılar elindeki rehineleri
mizin derhal iadesini esas itibariyle kabul etmiş. Bunu takiben esirlerimizi de iade
edeceklermiş. Biz de ondan sonra Yunan esirlerini Sulh Antlaşmasının imzalanma
sından önce iade edeceğiz. Boğazlar hakkında Müttefiklerin verdikleri projeye göre,
buraları askersiz mıntıkalar olacaktır. Jandarmadan başka burada asker bulunma
yacaktır. Marmara adaları, Limni, Bozcaada, İmroz askersiz olacaktır. İstanbul'da on
iki bin kişilik bir kuvvete sahip olabileceğiz. Ticaret gemilerinin harp ve sulhta geçiş
leri serbesttir. Sulhta Karadeniz devletlerinden en kuvvetli donanması olandan fazla
olmamak şartıyla her devlet harp gemisi geçirebilecektir. Karadeniz devletleri harp
gemilerinin geçişini tamamen kaldırırlarsa, devletlerin her biri on bin tonilatodan
fazla olmamak üzere üç gemi geçirebilmeleri hakkı olacaktır. Harpte Türkiye taraf
olursa her türlü tedbiri almakta serbest olacaktır. (ne ile sesleri) Türkiye tarafsız
kalırsa harp eden bir devlet bütün gemilerini bir taraftan diğerine geçebilecektir.
Milletlerarası bir komisyon boğazların trafiğini tanzim edecektir. Biz İstanbul ve
Marmara'da baskınlara karşı teminat istiyoruz. Harp ve sulh zamanında ticaret ge
milerinin serbest geçişini kabul ediyoruz. Marmara Denizinde donanmamızın mev
cudiyetini istedik. İstanbul Boğazının iki tarafının on beş kilometrelik bir mıntıkasının
askersiz bir hale getirilmesini kabul ettik. İmroz, Bozcaada ve Limni'nin askersiz
olmasını kabul ettik. İstanbul ve civarındaki demiryollarından asker nakliyatında
istifade edeceğiz. Prens adaları ki Büyükada, Heybeliada, Kınalıada’yı bize teslim
ediyorlar. Fakat İmralı için uzmanlarına müracaat edeceklerdir. Denizaltılarımız
serbest kalacaklardır. Donanmamızın askersiz kısımda hareket serbestliği, demir
atması kabul edilmiştir. Marmara'nın Anadolu sahilinde hiç bir kayıt olmamasını
kabul ediyorlar. Fakat Rumeli sahilinde hiç bir top, torpil bataryasının konmamasını
şart koydular. Yunan donanmasının da askersiz adalarda, demir atmasını ve asker
lerinin adalarda talim etmesini istiyorlar. Donanmamızın Washington Konferansı

1531
hükümlerine tabi olduğunu söylüyorlar. Bu komisyonda harp gemilerinin ölçülerine
ve ateş güçlerine sınırlamalar getirilmişti, buna tabi tutmak istiyorlar.
SELAHATTİN BEY (Mersin): O konferansa dahil olanlara...
RAUF BEY (Devamla): Yavuz Zırhlısının kendilerine iadesinde ısrar ediyorlarmış.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): İngiltere’ye parasını verip yaptırdığımız Sultan Osman
Zırhlısını veriyorlar mı?
RAUF BEY (Devamla): Çok garip olarak, Reşadiye Zırhlısının torpil meselesinden
dolayısıyla on bin lira alacakları varmış, onu istemişler. (gülüşmeler) Boğazlar
Komisyonu İstanbul'da bizim başkanlığımızda, İtilaf devletleri, Karadeniz’e kıyısı
olan hükümetler, Yunanistan ile Amerika temsilcilerinden meydana gelecek. Biz,
Yunanın mevcudiyetine itiraz ediyoruz. Buna her şeyden evvel tahammülümüz
olmuyor. Delegelerimiz hakikaten Yunan delegeleriyle karşı karşıya gelince çok
asabileşiyorlar. Bazı Avrupa gazetelerinde gördüm, gazeteler İtilaf devletlerine
tavsiye ediyorlar. Diyorlar ki İtilaf devletleri Yunanlıları konferanstan çıkarırsa ve
yerlerine bunların müdafaasını diğer devletlerden birisi kabul ederse çok daha iyi
olur. Çünkü İsmet Paşa ve arkadaşları bizimle konuşurken gayet centilmen iken,
Yunanlılar araya girince hiddetleniyorlar ve hamle ediyorlar, diye yazıyor. Konfe
ransın selameti için bunlar çıksa daha iyi olur diyorlar.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Tabii değil mi ya, melek ile şeytan bir arada yaşayamaz.
SAİP BEY (Urfa): Rıza Nur Bey’le Venezilos arasındaki meseleden bahsedin.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, azınlıklar meselesinin müzakeresinde alt komis
yonda kötü bir tesadüf, Rıza Nur Bey arkadaşımızla Venezilos'u karşı karşıya
getirmiş ve Rıza Nur Bey kendisine has bir şekilde Venezilos'a taarruz etmiş, gü
rültü büyümüş ve Komisyon Reisi celseyi tatile mecbur olmuş.
REFİK BEY (Konya): Rıza Nur Bey, Venizelos’u orada hiddetlenip de gırtlağından
boğsa idi daha iyi olurdu.
RAUF BEY (Devamla): Devam ediyorum efendim. Boğazlarda askersizlik ve ser
best geçiş esası ihlal olunursa, üyelerden biri Milletler Cemiyetine müracaat ede
cektir. (gülüşmeler, maşallah sesleri) Biz, boğazlarda askeri tahkimattan vazgeç
mek gibi fedakarlıklar yaptıktan sonra geçiş hakkında Müttefiklerin projelerini de
kabul ettik. Fakat Yunan donanmasının Boğaz karşısına gelebilmesi ve Yunan
adalarında bulunması gibi teferruatı kabul edemeyiz. İstanbul'da bir kolordu bıra
kılmasını ve Marmara'nın Anadolu sahillerinde askeri tahkimat yapılmasını, Mar
mara'da denizaltılarımızı bulunmasını istiyoruz. Onlar Gelibolu'da top bulundur
mamızı reddediyorlar. İmroz Adası bize verilmedikçe Bozcaada’yı kabul etmiyo
ruz. Biz Boğazlar Komisyonunun serbestliği denetlemesinin yanında askersizliği
denetlemesini reddediyoruz. Diyoruz ki boğazların askeri tahkimatı harp zamanın
da zaten tahrip olmuştur. Boğazların açık olduğunu ilan edeceğiz, gemilerin geç

1532
mesi için talimatlar hazırlayacağız, fakat bundan başka hiçbir denetlemeyi kabul
etmeyeceğiz. Askersizlik zaten bizim taahhüdümüzdür. Bu meselenin aleyhimize
müdahale sebebi olmasına tahammül edemeyeceğimizden mesele ortadadır ve
henüz halledilememiştir.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Boğazlar hakkında Ruslar ne söylüyorlar?
RAUF BEY (Devamla): Evvelce de arz etmiştim. Onlar boğazların tamamıyla ka
palı ve bizim elimizde kayıtsız ve şartsız kalmasını istiyorlar. Halbuki Milli Misakı
mızda esas itibariyle boğazlarda serbestliği kabul etmişizdir. Onlar da Moskova
Anlaşmasıyla bizim Milli Misakımızı tasdik ve kabul etmişlerdir.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Musul meselesi Beyefendi, hiç söylemiyorsunuz.
RAUF BEY (Devamla): Söyleyeceğim efendim. Bugünkü vaziyeti özetlemek lazım
gelirse, Müttefikler bize eski idarede tasvip etmediğimiz bütün kelimeleri kaldırıp
onların yerine transit, yani geçiş devresi adı altında, yeni bir usulde ve fakat daha
şiddetli şartlar koymak istiyorlar. Dünya Savaşının galipleri ve hakimleri fikirlerini
muhafaza ediyorlar. Zihniyet farkları var. O farklar giderilmedikçe sulhun imzalan
ma ihtimali pek uzaktır, diye daha önce de arz etmiştim. Sonra Müttefikler İstan
bul'u denetleme fikrindedirler ve umumiyetle gerek azınlık meselesinde ve diğer
meselelerde denetimi ellerinde tutmak istiyorlar. Yeni bir Sevr Antlaşması yapmak
istiyorlar. Biz ise her medeni ve bağımsız millet gibi bir sulh yapmak istiyoruz.
Bugünkü vaziyet efendiler, maalesef arz ediyorum, iyi bir hedefe doğru gitmiyor.
(anlayamadık sesleri) Sulh müzakerelerinin bugünkü şekli iyi görünmüyor ve vazi
yet hakikaten etraflıca düşünülecek derecede ağırdır, arkadaşlar. Musul meselesi
ne şekildedir diye soruldu. Ona da kısaca cevap vereyim. Musul meselesi bugüne
kadar resmi celselerde konuşulmadı. Musul hakkında İsmet Paşa Müttefik delege
lerle hususi konuşmalarında, yenilmez bir iman, bükülmez bir kuvvet ile Musul'u
alacağız dedi. Karşı taraf da vermeyiz dedi. İsmet Paşa her temasında bunda
ısrar ediyor ve mesele henüz resmi bir celseye konmamıştır. Son bir mektup ile
Lord Curzon Musul'u vermeyeceklerini İsmet Paşa'ya bildirmiştir. Milletimizin,
Meclisimizin emeli ve Milli Misak açıkça Musul'un geleceğini tayin ve takdir etmiş
tir. Hiç şüphesiz Allah'ın yardımıyla Musul'un mukadderatı inşallah o olacaktır.
Bundan başka bir şey olmayacaktır.
ÖMER LÜTFİ BEY (Karahisar): Suriye hududu meselesi?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, Suriye hududu meselesi hakkında müsaadenizle
fazla tafsilat veremeyeceğim. Delegelerimizin Lozan’a gitmelerinden evvel Yüce
Mecliste Suriye hakkındaki sert ve şiddetli münakaşa onları müşkül bir vaziyete
sokmuştur. Efendiler ya harp yapılır veya siyaset yapılır. Siyasette her istenilen
şey, her zaman açıktan söylenmez. Söylenince arkadaşlarımızın salahiyetini elin
den almış olursunuz ki bu da doğru değildir. Bu itibarla bugüne kadar bu hususta
resmi bir muamele cereyan ettiğine dair bilgim yoktur. Diğer taraftan bazı mebus
ların seçim bölgelerinden aldıkları telgrafları delegelerimize anında gönderiyoruz.
1533
Yüce Meclisinizde sık sık okunuyor. Arkadaşlar, Antakyalı kardeşlerimiz için bizim
de kalbimiz kanıyor. Tabii şüphesiz sizin fikrinizde olan delegelerimiz de düşünü
yor. İsmet Paşa ilk Avrupa'ya temasında teşebbüs etmiştir. Fakat çok rica ederim,
aleni celsede bu meseleyi, sorularınızla, önergelerinizle devamlı karıştırılacak
olursanız, iyi netice vermeyeceği kanaatindeyim. Benim emelim, arzum her aldı
ğım haberi vaktinde sizlere arz etmektir. Fakat bunun hem imkanı yoktur, hem de
doğru olmayacağını siz de takdir edersiniz. Bunun için kısa kesiyorum. Müsait
zamanda Yüce Heyetinize arz ederim. Bu mesese üzerinde soru önergeleri verip
ısrar edince delegelerimizi zor durumda bırakırız.
REFİK BEY (Konya): Gazetelerde görüldüğü üzere delegemiz Hasan Bey’in Anka
ra’ya dönmesi meselesine dair resmi malumat var mıdır?
RAUF BEY (Devamla): Ben fikrimi arz ediyorum. Yoksa bir şey talep etmiyorum.
Tahminim budur. Kabul ve ret size aittir. Bundan başka Tunalı Hilmi Bey arkada
şımızın bir soru önergesi vardır. Bunu müsaadenizle gizli celsede cevap vereyim
dedim. Hilmi Bey önergesinde şunları soruyor.
"Yunanlılar Rusya'dan, Kafkasya'dan, Anadolu'dan topladıkları Rum muhacirleri
Batı Trakya'ya doldurmaktadırlar. Bunun için ne gibi teşebbüste bulundunuz? Bir
taraftan Lozan'da Sulh Konferansı vardır, diğer taraftan doğu ve güney hudutları
mızda İngilizlerin köylerimizi yakmak, binlerce kardeşlerimizi doğramak gibi mela
netleri, kötülükleri vardır. Bunların Konferans bitimine kadar ara verilmesi husu
sunda ne yaptık? Lozan'dan gelen bir habere göre, Baş Delegemiz İsmet Paşa bir
Fransız gazetesine güya, Ankara Anlaşması ile tespit edildiği için Konferansta
Suriye hududundan bahsedilmeyecektir, demiş. Antakya mıntıkasındaki feryatlar
dan Hükümetin malumatı var mıdır? Fransızlar Antakya mıntıkasındaki kardeşle
rimize pek kötü muamelelere ve hatta işkencelere lâyık görmektedirler bu nasıl
dostluktur? Bu acıklı hallere son verilmesi için Fransız Hükümeti nezdinde ne gibi
teşebbüste bulunuldu?”
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Tunalı gâvurdan dost arıyor.
RAUF BEY (Devamla): Daha önce arz etmiştim. Azınlıklar meselesini bahseder
ken Batı Trakya'daki Müslümanları azınlık diyerek mübadele fikrini ileriye süren
Yunan delegelerine karşı, oradaki Müslümanların azınlık değil çoğunluk oldukları
nı iddia ettik ve biliyorsunuz Batı Trakya'da halkoylamasına müracaat edilmesini
istiyoruz. Yunan muhacir getiriyor, diğeri bilmem muhacir getiriyor, filan getiriyor,
koyuyor. Biz protestodan başka bir şey yapamayız. Onu da yapıyoruz. Fazlasını
beklemeyin. Efendiler, protesto yaptık, yapmaya devam da ediyoruz. Konferans
kesilirse fiilen de yaparız. Müsaade buyurursanız arkadaşlar, bu hususta Yüce
Heyetinizden bir ricada bulunacağım. Mebus arkadaşlarımızın bazıları Dışişleri
Vekaletine müracaatta bulunuyorlar. Biz de araştırıyoruz. Fakat ne yazık ki bir iki
defa zor duruma düştük. Yer, zaman ve teferruat belirtmeden, umumi olarak filan
yerde bu faciayı yapıyorlar diye müracaat ediyorlar. Biz de doğru olduğunu düşü

1534
nüyoruz. Tabii başka türlü düşünemeyiz. Tetkik ediyoruz, böyle bir şey olmadığını
anlıyoruz, efendiler. Zor duruma düşüyoruz ve Hükümetinizin böyle vaziyete düş
mesini siz de istemezsiniz. Geçen sefer de bilmem Suriye'de engizisyon zulmüne
taş çıkartacak gibi dikenli beşik yapmışlar, içerisine adam atmışlar, işittik. Bu hadi
se tüyleri ürpertiyor. Vallahi efendiler bunu tetkik ettik, bir şey çıkmadı. Teferruatlı
yazınız, üzerinde çalışalım efendiler. Propaganda başkadır, fakat Hükümetinizden
teşebbüs talep ediğiniz meseleler büsbütün başkadır. Bu hususta dikkatinizi çek
meye mecburuz. Bilhassa ben Fransızların temsilcileri ile pek sıkı temastayım.
Daima ikaz ediyorum, kendileri de kabul ediyorlar. Emin olunuz ki samimi olarak
çalışıyorlar. İnşallah kati sulh ile mesele esasından halledilmiş olur.
SAİP BEY (Urfa): Efendim, Suriye’de Süleymaniye havalisinde Şeyh Mahmut1
önderliğinde bir hükümet kurulmuş diye duyduk, bu ne derece doğrudur?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, Şeyh Mahmut bir zenci tarikatından, Dünya Har
binde hakikaten memleketimize hizmet etmiş ve faydalı olmuş bir kişi. Şeyh Mah
mut Mondros Ateşkesinden sonra Süleymaniye havalisini işgal eden İngilizler
tarafından tevkif edilmişti. Daha sonra serbest bırakılmış. Bir hükümet kurduğunu
biz de işittik. Tetkik ediyoruz, yakında icap ederse malumat veririz.
OSMAN BEY (Lazistan): Efendim, Konferansın menfi bir tarafa doğru gittiğini söy
lüyorsunuz. Demek ki şu halde, İhtilaf devletleri sulh imzalamak hususunda sami
mi değillerdir. Eğer böyle ise harp için şimdiden kuvvet toplamak üzere zaman mı
kazanıyorlar?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, Osman Bey'in ifadelerine bir kere cevap vermek
için bir kere konferansın menfi bir tarafa gittiğini söylemedim. Sonra düşmanların
zaman kazanarak kuvvet mi topluyorlar, diyorlar. Efendim toplayabilirler. Konfe
ransın müspet bir tarafa gitmediğini söyledim ve ifadem bir tahminden ibarettir.
Bundan başka buyuruyorlar ki zaman kazanarak kuvvet mi topluyorlar? Bizim bu
hususta malumatımız olmasa da milletimizin kabiliyeti bellidir, kuvvetimiz bellidir,
imanımız bellidir. Biz, her vaziyete karşı hazırız.
HASİP BEY (Maraş): Beyefendi bundan evvelki aleni celsede, Lozan Konferansı
na ait haberlerin sansüre uğradığını haber aldım.
RAUF BEY (Devamla): Arz edeyim Efendim, İstanbul gazetelerinden yabancı
sansürü kaldırıldı. Mudanya Ateşkesine göre İstanbul’da bulunmalarını kabul etti
ğimiz İtilaf kıtaları aleyhine olan haberlere bizim tarafımızdan mani olunuyor. Onu
da yapıyoruz. Hatta elimle yapıyorum.

1 Şeyh Mahmut Berzenci önderliğinde Iraklı Kürtlerin 1922 yılında kurdukları Krallık. Lozan

Antlaşması'ndan sonra zor kullanılarak Irak ile birleştirildi.


1535
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, Anadolu’daki gayrimüslimler gitti. Bütün
memleketi alıp veya satıp gittiler. Halbuki Selanik Serez, Manastır gibi bizim zen
gin şehirlerimizde bulunan zengin Müslümanların mal ve mülkleri ellerinden alına
rak çıkarılıyorlar. İstanbul'daki Rumlar kalacak mı? Mübadelede bir denge kurul
muş mudur?
RAUF BEY (Devamla): Efendim, mübadele hakkında fazla bilgim yok. Yalnız belli
bir miktarda orada doğmuş, büyümüş 1910 senesine kadar İstanbul’da ikamet
etmiş bulunan Rumların kalabilme ihtimali vardır. Ama kesin değildir.
MUSTAFA BEY (Kozan): Konferans müzakerelerinin askıya alınma süresi ne
kadardır?
RAUF BEY (Devamla): Hükümetiniz aynı kanaattedir. Delegelerimize şüphesiz
itimat buyurdunuz. Milletinize layık, hakikaten milletinizin haklarını müdafaaya
sahip hepinizin iftihar edeceği arkadaşlardır ve her noktada cidden müdafaalarını
mükemmel yapıyorlar. Sulh mümkün olacak olursa ihtimal ki efendiler, bizim vic
danımız şunu yapmadık diye üzülmeyecektir. Zannediyorum ki karşı tarafın oyna
yacağı oyun kalmamıştır. Binaenaleyh ya devam ya da kesilme var.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Rauf Beyefendi, bu Mecliste Türklerin geleceğinden
bahsedecek olanlardan başka, Kürtlerin hak ve geleceğinden bahsediliyor. Bu
neye dayanıyor?
RAUF BEY (Devamla): Malumunuz efendiler, İngilizlerin Türkiye'de yaşayan Türk
ve Kürtleri imha edebilmek için yapmaya çalıştıkları teşebbüslerin hepsi, bu iki
temiz milletin birlikteliği karşısında iflas etmiştir. Her türlü fenalıkları din kardeşi,
kan kardeşi, emel kardeşi olan insanların karşısında erimiştir. En çok yıkmak için
gaye edindikleri mühim nokta budur. Bu noktaya temas etmek ve bu noktada bizi
vurmak istiyorlar. Ne demek istediğinizi pekala biliyorum. Türkler adına söz söyle
yecek yegane insanların bu Yüce Mecliste olduğunu pekala biliyorlar. Ancak bu
emellerinden vazgeçmiyorlar ve onun için her azınlık mevzusu konuşulduğunda,
lisan azınlığı, ırk azınlığı, bilmem ne çıkarıyorlar. Bu noktaya temas etmek vaziyeti
tırmalamak istiyorlar. Bizim delegelerimiz onlara bu hususu bir daha ihtar etmek
istemişlerdir ki Türkiye halkı ile mukadderatları birdir, her şeyleri birdir, gayeleri
dinleri birdir ve bunlara azınlık denilemez. Bugün Kürt için azınlık demek, Türk için
de azınlık demektir. Şu halde bu tamamen reddolunmuştur. (teşekkür olunur ses
leri) Efendiler bu vesile ile Yüce Heyetinize bir husus hakkında rica şeklinde bir
açıklamada bulunacağım. Ben çok bağırıyorum, zannediyorum konuşuluyor.
Efendiler, geçenlerde asker ailelerinin tehciri dolayısıyla münakaşa oldu. Binaena
leyh bu nokta üzerinde askerinizin ne gibi şartlar altında bulunduğunu takdir eder
siniz. Çünkü ben esir idim, siz onun içerisinde idiniz.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Bu kanun neye Meclise geldi?

1536
RAUF BEY (Devamla): Efendiler, böyle bir hadise yoktur demiyorum. Böyle bir
hadise varken size söylemeyin demiyorum. Ben düşüncelerimi arz ediyorum.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Halkı aydınlatınız.
RAUF BEY (Devamla): Selahattin Bey arkadaşımız pekala bilirler ki halkı aydın
latmak için zaman ve mekanı dikkate almak lazımdır. Bu noktaya bu kadar temas
ederek geçiyorum. Binaenaleyh azarlayınız, suçlayınız, cezalandırınız, fakat bu
gibi meseleleri gizli celsede konuşalım. Sulhun imzalanmasına kadar, bunu te
menni ediyorum.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Hükümet talep etmiş olsaydı, bu olmazdı. Batı Trak
ya hakkında.
ESAT EFENDİ (Aydın): Efendim, cümlenizi açıklayınız. Ben de tespit...
RAUF BEY (Devamla): Beyim müsaade buyurursanız, Batı Trakya'da ne vardır ki
takip edelim. Bizim Batı Trakya'ya bir kuvvetle girmemizin imkanı yoktur. Binaena
leyh dedikleri uygun değildir ve kumar oynanamaz.
ESAT EFENDİ (Aydın): Protesto yayınlasanız olmaz mı?
RAUF BEY (Devamla): Protesto yayınlamak için ben bu kürsüden bağırdım.
ESAT EFENDİ (Devamla): Ricam şudur, Müslümanların kuvvetine haiz olan bir
şeyi tekrar yazmanızı rica ediyorum.
RAUF BEY (Devamla): Yazmakta bir mani var mıdır, yok mudur? Beyefendi böyle
bir şey için müracaat ettiniz de yazmadık mı?
ESAT EFENDİ (Devamla): Gizli celsede istirhamda bulunuyorum.
RAUF BEY (Devamla): Rica ederim, işi karşılıklı konuşmaya döküyoruz. Bana siz
hangi husus için sordunuz da cevap vermedim?
ESAT EFENDİ (Devamla): Soru önergesi şeklinde yaptım.
RAUF BEY (Devamla): Ben mecburum soru sorunca, kuvvete hakim değiliz demeye.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, daha on altı arkadaş konuşa
cak. (soru soracağız sesleri)
NEBİL EFENDİ (Karahisar): Zamanın ilerlediğini dikkate alarak bir şey de rica
ediyorum ki bizim gazetelerimiz de etraftan gelen telgrafları yazmasınlar. Burada
yapılan herhangi müzakere karşısında kötü tesir yapar. İstirham ediyorum, Hükü
met bunu menetsin. (bravo sesleri)
RAUF BEY (Devamla): Efendiler, arkadaşlardan bazıları Hasan Beyefendinin
Lozan’dan buraya gelip gelmediğini soruyorlar. Hasan Bey mali meseleler üzerin

1537
de yapılan müzakereleri anlatmak ve bazı zorlukları halletmek için geçici olarak
buraya geliyorlar. Burada görüştükten sonra yine Lozan’a döneceklerdir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Reis Bey soru önergem hakkında söyleyeceğim. An
takya mıntıkasında bugün Ankara Anlaşmasının imzalanmasından önce Fransız
larla mücadele etmiş mücahitler hâlâ dağ başlarında, hâlâ aftan istifade edemiyor
lar. Daha arkadaşlar bugün Türk olan bir takım nahiyeler katiyen Halep’e bağlan
maktadır. Arkadaşlar bu kürsüden demiştim ki Sevr Antlaşmasının…
NECATİ BEY (Lazistan): Reis Bey, rica ederim celse tatil mi edilmiştir? Herkes ya
otursun, ya dışarı çıksın.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Efendiler, müsaade buyurun, Sevr Antlaşmasını
okusunlar, ezberlesinler demiştim. Şu halde Lozan da Sevr gibi olacaksa vakitle
rimizi boşa harcamayalım. Bunları toplayalım, hasıraltı edelim. Gelecek icraatları
mız silahtan ibaret olsun.

İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Benim sesim kısık olduğu halde gayet mühim bir
mesele için buraya çıkıyorum. Arkadaşlar, o da azınlıklar meselesidir. Rauf Beye
fendinin verdiği izahattan anladığım, şimdiye kadar sulh konferansından elde edi
len netice bir naldan ibarettir, iş üç nalla bir ata kalmıştır. Başka hiç bir şey yoktur.
Yalnız boğazlar hakkında bazı anlaşmalar olmuştur. Bu da tamamen aleyhimize
dir. Yolgeçen hanından daha beter, daha berbat bir hale girmiştir. Görülüyor ki
Avrupa gazetelerinde, bizim gazetelerimizde Delege Heyetimizin itidalini methede
ede, bizi yağıya ballaya dikenlere doğru götürüyorlar. Burada bir diken ötede bir
diken, beride bir diken. Belki bir tane olsa tahammül edilebilir. Fakat ne kadar
küçük bir mesele olsa üçü beşi bir araya gelince tahammül edilecek bir hal kalmı
yor. İstanbul'da Rumların ve Patrikhane’nin kalmasını şiddetle itiraz ediyorum.
İstanbul'da Rumlar kaldığı takdirde, bu memleket için tamamıyla fesat ocağı, tehli
ke ocağı kalmış demektir. O Rumlar ki Mondros Ateşkesinden sonra yaralı göğ
sümüzün üstünde dans ettiler. Her yeri mavi ve beyaz Yunan bayrağına boyadılar.
Asker verdiler, yardım ettiler, kadınlarını verdiler, çocuklarını verdiler. Bunları
görmeyi tahammül edemeyiz. Rumların İstanbul'da kalmasına tahammül edeme
yeceğimiz gibi Ermenilerin de İstanbul'da kalmasına tahammül edemeyiz. Rumla
ra git, Ermenilere otur demek Rumların bıraktıklarını sen otur yalnız başına ye iç
demektir. Onların ekmeğine yağ sürmektir. Pekala biliyorsunuz ki İstanbul'da tica
ret Rumlar ve Ermenilere aittir. Rumlar gittiği takdirde, Avrupa fabrikalarının vekil
leri Ermeniler olacaklardır. Mondros Ateşkesinden sonra İstanbul'da Türk tüccarla
rı, yalnız % 2 komisyonla iş görmeyi kanaat ediyorlardı, fakat onu bile bulamıyor
lardı, O da aracılık idi. Bütün mallar Ermeniler vasıtasıyla geliyordu. Amerikan ve
İngiliz fabrikaları bütün vekaletlerini Ermenilere verdiler. Binaenaleyh Ermenileri
burada tutmak demek, bütün servetlerimizi Ermenilerin ağzına doldurmak demek
tir. Onun için ne Ermeni kalabilir, ne de Rum kalabilir. Ermeniler, Rumlar gittiği
halde Patrikhaneler kalsın, buna da hiç tahammül edemeyiz. Patrikhanelerin ne
demek olduğunu pekala bilirsiniz. Başınızı ağrıtmayayım. Mesele gayet açıktır. O

1538
Patrikhane ki bugün bile hâlâ fesatla meşguldür. Lozan Konferansına temsilciler
gönderiyor, buna da tahammül edemeyiz. Sonra bir nokta var. Rauf Beyefendi,
İstanbul hudutları içindeki Rumlar kalacaklardır, diyor. Hangi hudutlar, belediye
hudutları mı yoksa vilayet hudutları mı? Bütün İstanbul Vilayeti Rumları demek
bizim için en nazik noktadır. Sonra efendiler, neyi mübadele ediyorsunuz? İstan
bul’daki üç buçuk Türk Ortodoks herifleri mi? Gavur kalmadı Anadolu toprağı üze
rinde. Yalnız İstanbul’daki hangi adamları mübadele edeceğiz. Binaenaleyh İstan
bul Rumları derhal mübadele edilmeli o patrikler, bilmem Süryani, bilmem Orto
doks bunların hepsi gitmelidir.
NEBİZADE HAMDİ BEY (Trabzon): Efendim, Rauf Beyefendi buraya geliyorlar,
konferans hakkında malumat veriyorlar. Efendiler verdikleri malumat nedir? Bura
da bize verdikleri malumat bu kadar mı? (bu kadar sesleri) Gazetede ne yazıyorsa
onu söylüyor. Hükümetin bildikleri bunlardan ibaret midir? Efendiler eğer bunlar
dan ibaret ise bir şey olmayacaktır. Ama gafil avlanacağız.
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Gazeteci Hüseyin Cahit Bey daha tafsilatlı yazıyor.
NEBİZADE HAMDİ BEY (Devamla): Ben de anlarım, konferans hakkında delege
lerimizin birinci komisyon, ikinci komisyon bunlar laftan ibarettir. Asıl müzakereler
kulislerde oluyordur. Bizim delegelerimiz orada hususi olarak İngilizlerle, Fransız
larla görüşmüşler midir? Rauf Bey’in bunlardan malumatları var mıdır? Bundan
haber versinler anlayalım. Yoksa alt komisyonlar şunu demiş, şu şunu demiş bun
lardan bir şey çıkmaz.
RAUF BEY (Vekilleri Heyeti Reisi): Cevap vereceğim, Reis Bey.
NEBİZADE HAMDİ BEY (Devamla): Hayır efendiler, Hükümetin bilmesi lazımdır ki
Londra konferansı olacak, Brüksel Konferansı olacak, fakat bunlar ayrı ayrı şeyler
değildir. Dışişleri Vekaletinin bunlardan malumatı var mıdır? Hükümet Reisi bize
bunları söylemiyor. Bundan sonra da Hükümet bu hata ile de kalmayarak aradan
kırk beş gün geçtiği ve ordumuzun en kuvvetli bulunduğu bir zamanda bir kısım
askerleri terhis edeceğim, dedi. Bize bin dereden su getirdiler ve onları terhis etti
ler. Yüce Heyetinize bunun sebebini arz etsinler. O zaman askeri terhis etmek
demek, harp zamanında orduyu terhis demektir. Görüyoruz ve anlıyoruz ki netice
den ümitliydiler, şimdi de Konferansın kesilme ihtimalinden bahsediyorlar. Efen
dim, Hükümet Avrupalıların samimiyetine, iyi niyetine o kadar aldandı ki hiç bir
tedbir almadı. Efendiler Doğu Trakya'ya girdik, vaziyete hakim olduk, oradaki ya
bancılar gitti. Geçenlerde İstanbul’a gittim. Orada idari teşkilat yapıldığını zannedi
yordum ve bunu kuvvetle ümit ediyordum. Acaba Hükümet gizli olarak bir şey
yapıyor mu diye sordum, soruşturdum. Refet Paşa, hiç bir şey yapmamış. Yalnız
idare memurlarını ve jandarmayı yerleştirmiş. O kadar öylece bekliyorlar. Batı
Trakyalılar da sizin gönderdiğiniz delegeler için ümitsizliğe düştüler ve dediler ki
siz bizi ihmal ediyorsunuz, biz de başımızın çaresine bakalım. Onların da adamları
var, heyetleri var. Oraya başvurdular, buraya başvurdular ve dediler ki Anadolu

1539
kendi başına çalıştı, kendi kendine fedakarlık yaptı, kendisini kurtardı ve biz de
kendimizi kurtaracağız ve ümitli bir vaziyetteyiz. Bize de bir parça yardım edin de
biz de kendi kendimizin çaresine bakalım. Sizden başka bir şey istemiyoruz dedi
ler. Efendiler, dertlerini kimseye anlatamadılar. Dertlerinin çarelerini aramaya baş
ladılar ve canlandılar. Sonra efendiler o yok, bu yok. Bekliyoruz, İngilizler bize
lütfedecekler de biz sulh yapacağız. Belli ki Avrupa bizim kuvvetli olduğumuzu
görürlerse sulh yapacaklardır. Fakat azıcık zaafımızı hissedecek olurlarsa sulh
yapmayacaklardır. Sonra gerek Delege Heyeti ve gerek Hükümet daima sulhtan
bahsediyorlar. Sulhseveriz diye adeta yalvarıyorlar gibi her yerde bunu tekrar edi
yorlar. İllallah yahu, sulhsever olduğunuzu anladık ve bunu bütün millet biliyor.
Fakat onlar anlamadılar. Bizim mütemadiyen sulhseveriz diye söylediğimiz sözleri,
onlar zaafımız olarak anladılar. Bu şartlar dahilinde sulh olmayacağına inanıyorum.
RAUF BEY (Dışişleri Vekaleti Vekili): Müsaade buyurun efendim, Nebizade Hamdi
Bey arkadaşımıza cidden teşekkür ederim. Hükümeti tenkit yolundaki sözleri inşal
lah ileride tesirli olacaktır. Bu tarzda ileride devam ederler. Fakat bugünkü müda
faalarında Hamdi Bey arkadaşımız haksızdırlar. Arkadaşlar, ben olanı söyledim.
Olmayanı mı söylememi istiyorsunuz? Ben size Sulh Konferansında söyleneni
söyledim. Yapılan müzakereleri izah ettim. Bu benim kabahatim midir?
BİR MEBUS BEY: Bunları zaten gazeteler yazıyorlar. Hüseyin Cahit Bey etraflıca
yazıyor.
RAUF BEY (Devamla): Efendim, Hüseyin Cahit Bey’in yazması benim kabahatim midir?
FEYYAZ ALİ BEY (Yozgat): Öyle ise gizli celseye lüzum yok.
RAUF BEY (Devamla): Gizli celseye lüzum var efendim. Ben teklif ettim ve Yüce
Heyetiniz de kabul etti. Gizli istemezseniz ve aleni isterseniz ben de ona göre
konuşurum.
SOYSALLI İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Sır mıdır?
RAUF BEY (Devamla): Benim için sırdır efendim. Bu krizin dışarıdan duyulması
uygun değildir.
HAKKI HAMİ BEY (Sinop): Nerede kriz vardır?
RAUF BEY (Devamla): Konferansta kriz vardır, Hami Bey.
HAKKI HAMİ BEY (Devamla): Eğer kriz varsa dünya işitmiştir. Binaenaleyh bizim
gizlememizle dünya nazarında gizlenecek değildir.
RAUF BEY (Devamla): O sizin düşüncenizdir. Hamdi Beyefendi beyanatta bulu
nurlarken kendilerinin o zarif sözlerine yakışır bir şekilde söz söylemediler. Boş
laflar, gaflet gibi kelimeleri sarf ettiler. Mesele, hakikat üzerine kurulur.
NEBİZADE HAMDİ BEY (Trabzon): Ben o kelimeleri Konferans için kullandım.

1540
RAUF BEY (Devamla): Konferansta arkadaşlarım boş laflar etmiyorlar. Hakkın
hukukun müdafaası için azami gayret sarf ediyorlar. Sonra Hamdi Bey, beyana
tında, Mudanya Anlaşmasını imzaladılar, diye sözler sarf etti. Arkadaşlar, Mudan
ya Anlaşmasını Yüce Heyetinize arz ettik ve siz de kabul ettiniz. Hata mı yaptık?
Sizi mi aldattık ve anlaşmayı arkanızdan mı yaptık? Niçin böyle tenkit ediyorsu
nuz? Sonra Hamdi Bey buyurdular ki kulislerde, perde arkalarında müzakereler
oluyor. Beyefendiler, ben de konferans nasıl yapılır, biliyorum. Arzu ederseniz
anlatayım. Delegelerimiz çalışıyorlar, yapılacakların en fazlasını yapılıyor. Tenkit
etmek kolaydır. Londra'da, Brüksel'de müzakereler yapılıyor, Dışişleri Vekili bize
malumat vermiyor dediler. Efendiler, ben size dış siyaset hakkındaki sözümü söy
leyeceğim, dedim. Siz de beni bu sebepten tenkit ediyorsunuz. (soru soruyorlar
sesleri) Söz söylüyorlar efendim, soru sormuyorlar. Şunu da arz edeyim ki efendi
ler, Lord Curzon'un aklından geçirdiğini ve beyninin içindeki düşüncelerini keşfe
decek kehanet bende yoktur. Bunu benden beklemeyiniz. Efendiler askerleri terhis
edeceğimiz ve ne şekilde yapacağımızı Yüce Heyetinize söyledik, sebeplerini arz
ettik. Şunu da çok rica ederim ki Hamdi Efendi dinlesinler, bugünkü ordumuz o
günkünden bir kıl kadar kuvvetsiz değildir. Kuvvetlidir, imanlıdır, canlıdır. Mecbur
olursak ne olacağını görürsünüz. (inşallah sesleri) Sonra Hamdi Bey, Avrupalıların
iyi niyetlerine itimat ederek böyle yaptılar, buyurdular. Efendiler, Ben Avrupalıların
ne kadar iyi niyet sahibi olduklarını kendi üzerimde tecrübe etmişimdir. Hamdi Bey
arkadaşımız, İstanbul'a teşrif etmişler, vaziyeti tetkik etmişler, Refet Paşa'nın vazi
yetinden çok şey bekliyorlarmış, fakat hiç bir şey görmemişler. Çok haksız bir
tenkittir efendim. Hükümetiniz, Genel Kurmayınız, Refet Paşa, mevcut anlaşmala
ra ihlal etmemek şartıyla faaliyetlerini gösteriyorlar, vazifelerini yapıyorlar. (Allah
razı olsun sesleri) Sonra Hamdi Bey, Batı Trakya'da hiç bir şey yapmadılar, onlar
da delegelerimizden ümitlerini kestiler, isyan ettiler, böyle yapıyorlar, buyuruyorlar.
Efendiler, Batı Trakyalılara ne kötü muamelesi yaptık, emellerine ne yaptık? Yal
nız ben bu kürsüden onların emellerini tatmine her suretle ve imanımız olarak
siyaset olarak Hükümetimize arz ettim. Batı Trakya'da şöyle teşkilat yapılıyormuş,
böyle harekat yapılsın demek için mesuliyet almak lazım. Bugün Yunan'ın en kötü,
en cani kuvvetlerin en yoğun olarak bulunduğu yer Batı Trakya'dır. Orada çete
harekatı yapmak hayatına çalıştığınız ahalinin katliamına sebebiyet verir. Bunu
düşünmek lazımdır. Biz din kardeşlerimizi kurtarmak istemiyor muyuz?
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Böyle zihinlerin yayılması doğru değildir. Öyle
değil efendim, yapmadılar, ümitsiz bıraktılar, isyan ettirdiler.
HASİP BEY (Maraş): Başka meclislerde neler söyleniyor.
RAUF BEY (Devamla): Bizim Meclisimizde de söyleniyor. Her şeye tahammül
ederim ve cevap veririm. Yani susayım mı? Bunu mu istiyorsunuz?
SIRRI BEY (İzmit): Efendim, idari tarzda, sakin sakin, sinirlenmeden.

1541
RAUF BEY (Devamla): Efendim, onun dediği tarzda söylüyorum. Hafif olarak ce
vabını veriyorum, susayım mı efendiler? İşte kardeşler biz Yüce Meclisinizin ka
naatini biliyoruz. Bu memleketin sulha ihtiyacı olduğunu inanmakla beraber gaye
ye ulaşmak için kürsüden sulhseverliğimizi...
İHSAN BEY (Cebelibereket): Reis Beyefendi, celse gizlidir. Fakat feryat dışarıdan
duyuluyor.
RAUF BEY (Devamla): İşitmiyoruz diye buradan bağırıyorlar.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Rica ederim, oturalım. Hatibin sözünü
kesmeyelim. Teneffüse ihtiyaç varsa teneffüs edelim.
RAUF BEY (Devamla): Ben takip edilen siyasetin Hamdi Bey arkadaşımızın tenkit
ettiği şekilde olduğuna inanmıyorum. Batı Trakya'da Hükümetin hareketi dürüsttür.
Milli Misaka dair olan hususları delegelerimiz müdafaa ediyorlar. Ondan başka bir
şekli, Yüce Heyetiniz uygun görür ve Hükümete havale ederse, onu da vazife
olarak kabul ederiz. Tekrar ediyorum, Hamdi Beyefendi yanlış yollardan ve haksız
olarak tenkitte bulunmuştur.
NECATİ BEY (Lazistan): Delegelerimiz eğer şunu kabul etmezseniz, Konferans
kesintiye uğrar diyerek acaba o kürsüye kendilerinin yumruklarını vurarak hiç teh
dit ettiler mi? (ettiler sesleri) Müsaade buyurunuz, tehdit ettilerse ne cevap alın
mıştır? Sonra her gün bir mesele ki hepsi teferruattır. Her gün bir mesele alt ko
misyonlara havale ediliyor. Mesele uzayıp gidiyor. Bir mesele hakkında onların
gayet dirençli hareket etmesi lazımdır. Başka bir şey onlardan beklemiyoruz. Bir
adamın sözü çok olursa yanlışı da çok olur. Çok söylemekle dava kazanılamaz.
(doğru sesleri)
DURAK BEY (Erzurum): Efendiler, gerçi müzakeremiz esaslı bir mevzu üzerinde
yapılmakta ise de meselenin esasına hiç de temas ettiğimiz yok. Hep dedim, dedi.
Ortada başka bir şey yok. Bugün delegelerimizin orada görüştüğü herhangi bir
mesele hakkında bir itirazımız varsa onu söyleyelim. Bugün meselenin içinde hal
ledilmiş bir şey yoktur. Dışişleri Vekili buraya gelmiş, olan malumatını bildiriyor.
Tabii delegelerimiz de orada çalışıyor, onlar da bu Meclisin, bu memleketin mah
sulüdür. Yürekleri onların, bizim kadar titriyor. Fakat muvaffakiyeti Cenabı Hazreti
Allah verecektir. Bugün elimizde kaybedilmiş bir şey yoktur. Elhamdülillah ordu
muz duruyor. Dünden daha kuvvetliyiz, buna ben de eminim. Evet, eğer delegele
rimiz istemediğimiz bir şey kabul etmişlerse o vakit üzerlerine hepimiz hücum ede
riz. Fakat ortada fol yok, yumurta yok. Her mesele ortada bulunuyor. Rica ederim,
bunun üzerinde ne münakaşa ediyoruz? Bu münakaşayı kapatalım.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliği hakkında
bir önerge yoktur. Müzakereye devam edeceğiz.
ABİDİN BEY (Lazistan): Efendim hastayım, esasen çok söz söyleyecek değilim.
Yalnız Hükümet Reisi burada kurye dedi. Biz gönderiyoruz ve oradan gelecek
1542
dedi. Rica ederim biz bundan bir kaç sene evvel burada bir tahsisat verdik, bir
telsiz telgraf olacaktı. Bu ne oldu ve ne zaman temin edilecek? O telsiz gelince
bütün dünya ile konuşacaktık. Bu zaman en lüzumlu bir zamandır. (mevzuya gel
sesleri) Mevzu budur. Sonra ikincisi arkadaşlar, biz hiç bir zaman gevşemedik ve
gevşemeyeceğiz. Ordumuzda ve içimizde gevşek adam yoktur. Türkler her zaman
harbe hazırdır. Onların hesaplarına gelirse uyuşurlar. Yalnız ben bir şeyden şüp
heleniyorum. Avrupa'yı gezip gelenler Fransızlarla dost oldular. Bu Fransız dost
luğu ile galiba biz bir kazık yiyeceğiz. Fransızlar herhalde bize iyilik yapmamışlar
dır ve yapmayacaklardır ve yapmak imkanı da yoktur.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğine dair iki önerge var.
REFİK BEY (Konya): Efendim müzakere neden kafi oluyor, biraz daha söyleyelim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, önergenin birisi, müzakere kafi
dir, gündeme geçelim diyor. Diğeri de Hasan Bey Lozan’dan geldiği zaman devam
edilmek üzere bu günlük kafidir diyor.
HASİP BEY (Maraş): Müzakere kafi değildir. Sonra kabul ettiniz diye Hükümet
başımıza kakıyor. Halbuki biz kendilerine imza vermedik.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bana önerge verildi. Kabul eder
seniz ne âlâ, etmezseniz devam ederiz. Müzakerenin yeterliliğini oylarınıza arz
ediyorum. Müzakereyi kafi görenler lütfen el kaldırsın, büyük çoğunluk ile müzake
re kâfi görülmüştür. Efendim önergeler var. Mühimdir, dinleyelim.

TBMM Başkanlığına
Sulh Konferansında yapılan müzakereler hakkında ajanslarda ve gazete
lerde okunan malumattan anlaşıldığına göre bilhassa azınlıklar ve mübadele
meseleleri hakkında delegelerimizin tavizkar davrandıkları anlaşılmıştır. Aşağı
daki hususların Delege Heyetimize tebliğini teklif ederim.
1. İstanbul’daki Rumlar ve Ermeniler de mübadeleye tabi olacaklardır. Bunların
yerlerinde kalmaları kabul edilemez.
2. Rum Patrikhanesiyle, Ermeni Patrikhanesi ve diğer patrikhaneler İstan
bul’dan çıkartılacaktır. Bunların yerinde kalmaları kabul olunamaz.
3. İstanbul hudutları, İstanbul Vilayeti hudutlarıdır. Bu husustu Hükümetin dik
katini çekerim. 27 Aralık 1922
Burdur Mebusu
Soysallı İsmail Suphi

REFİK BEY (Konya): Efendim bu meseleyi de Hasan Bey’in gelmesine bırakmak


çok iyi olacak. Onun beyanatı nedir? Delege Heyetimizin düşünceleri nedir? Bun

1543
ları anlamadan böyle bir karar verirsek yanlış bir mesele meydana çıkar. Hasan
Beyin gelmesini beklemeliyiz.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim bir önerge daha var, okunacak.

TBMM Başkanlığına
Dışişleri Vekilimizin beyanatı neticesi olarak edindiğimiz kanaat, Konfe
ransta müzakerelerin devamının fayda etmeyeceği şeklindedir. Onun içindir ki
Delege Heyetimizin geri çağrılmasını, memleketimizin saadeti itibariyle lüzumlu
görüyorum. Heyetin derhal geri dönmesini ve ordunun hemen harekete geç
mesini teklif eyleriz.
Ertuğrul Mebusu Burdur Mebusu
Ahmet Hamdi Soysallı İsmail Suphi

EMİR PAŞA (Sivas): Bu müzakereyi Hasan Bey’in gelmesine tehir etmek doğru
değildir. Çünkü bu müzakereyi yapabilmek için biz lazım gelen malumatı aldık ve
Konferansta cereyan eden muamele aleyhimizde cereyan etmektedir. Büyük Millet
Meclisi bunu kabul etmediğine dair Hasan Bey gelmeden evvel bunu Delege He
yetine tebliğ etmek lazımıdır. Hasan Bey de geldikten sonra diyeceğinizi dersiniz.
Bana kalırsa şimdiye kadar cereyan etmiş muamele için aldığımız malumata göre
muamele etmeliyiz.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bu önergeler ne oya konabilir ve ne de bu arka
daşlarımızın şahsi kanaatleridir. Bu hususta böyle bir karar verilemez ve Hüküme
te de gönderilemez.
RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi): Ben söylediklerimi bilgi vermek için arz ettim.
Bunun üzerine kabul veya reddedilecek ne var ki bu tarza bir teklif ile oylamaya
gidilsin. Lozan’daki müzakereleri akışına bırakalım. Orada çalışıyorlar, biz de bu
rada o meseleleri takip ederiz. Mühim hususları derhal Yüce Heyetinize arz ede
riz. Sonra, delegelerimiz mi gelir, ordumuz mu hareket eder? Bunların hepsi bilgi
niz dahilinde olur. Bunu inşallah iyi neticeye vardırırız. Beyefendiler ortada tespit
edilmiş bir madde yoktur ki leh ve aleyhinde söz söylenerek ret veya kabul edilsin.
Rica ederim, önergenin ne dediğine bakınız. Delegelerimizi geriye çağıralım, or
duyu sürelim. Yani ne demektir, niçin?
SIRRI BEY (Devamla): Delege Heyetimizin müracaatları haklarında…
RAUF BEY (Devamla): Böyle değildir efendim. Konferanstan ne haber aldınız diye
arkadaşlarım sordular, vaziyeti nasıl buluyorsunuz dediler. Ben de aleni celsede
bunu bugün için arz etmeyi uygun görmedim. Gizli celse talep ettim ve uygun bul
dunuz. Böylece Yüce Heyetinize bilgi sundum. Yoksa direktif istiyoruz, bunu böyle
yapalım mı, yapmayalım mı diye istekte bulunmadım efendim.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Azınlıklar hakkında önergem var.

1544
RAUF BEY (Devamla): Azınlıklar hakkındaki önergeyi okudum. Müsaade buyur
sanız lütfedin, onu da izah buyurun, arz ettiğim gibi. Bugün delegelerimizin o me
sele için elini bağlamak doğru olmaz zannederim.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim Rauf Beyefendinin izahatını
dinlediniz. Önergenin birisi mübadeleye İstanbul'daki Rumların da dahil olması
şeklindedir (o oya konamaz sesleri)
EMİR PAŞA (Sivas): Madem ki müzakere olmamıştır, nasıl oya koyuyorsunuz?
(gürültüler)
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, önerge sahipleri ısrar ediyor.
(çoğunluk yok, nasıl olur sesleri)
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Bunlar gündeme alınır ve orada müzakere edile
rek karar verilir. Bu memleketin umumi hayatına dair bir meseledir.
SOYSALLI İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Hüseyin Avni Bey, gündemi nereden
çıkarıyorsunuz? Reis Bey, önerimi oya korsunuz, reddedilirse edilir yahut kabul
olunur.
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendim, müzakere edilen mesele...
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Nedir?
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, önergenin manası şu, Delege
Heyetini geriye çağıralım, ordu harekete geçsin.
REFİK BEY (Konya): Öyle şey yok…
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Ordu harekete geçsin diyor, bu önergenin
gündeme alınmasını kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. (çoğunluk yok sesleri)
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon): Müzakere edilmeden oylanamaz.
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Reddedilmiştir. Efendim, diğer bir önerge
daha vardır. Efendim, İsmail Suphi Bey’in önergesinde İstanbul Rumlarının da
mübadele edilmesi ve patrikhaneleri İstanbul’dan çıkartılması isteniyor. Bu öner
1
genin gündeme alınmasını kabul edenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmemiştir.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (25 Aralık 1922), 1.Dönem, c.3, s.1146-1162, http://www.tbmm.gov.tr/
1545
30 ARALIK 1922: İKTİSAT BAKANI MAHMUT ESAT BEY'İN İŞGALDEN KUR
TARILMIŞ YERLERİN İKTİSADİ DURUMU HAKKINDAKİ BEYANATI
(1.Dönem, 3.Yasama Yılı, 165.Birleşim, Gündem: 7/1)

Yunan işgalinden kurtarılmış olan Batı Anadolu'da Yunan Ordusunun


çekilirken yapmış olduğu büyük tahribatın halk üzerindeki yükünü azaltmak
için Hükümet hızla önlemler almaya başlamıştı. Her alanda olduğu gibi
iktisadi olarak da büyük bir yıkım yaşanmıştı. İzmir başta olmak üzere bütün
Batı Anadolu'da Yunan Ordusuyla birlikte kaçan yerli Rumlara ait işyerleri
ya tahrip olunmuş ya da kapatılmıştı. İktisadi hayat durma noktasındaydı.
Bu durumlardan fazla haberi olmayan Meclis'in bilgilendirilmesi gerekiyordu.

ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): İktisat Vekili Mahmut Esat Bey'in, işgalden kurta
rılmış yerlerin iktisadi vaziyeti hakkında beyanatı vardır.
MAHMUT ESAT BEY (İktisat Vekili): Muhterem efendiler, gerek geçen gün verilen
izahat hakkındaki önerge gereğince Yunan işgalinden kurtarılmış yerlerdeki tetkik
lerime ve gerekse burada bulunmadığım zaman arkadaşlar tarafından verilen soru
önergelerine dair cevap vermek isterim.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Soru önergeleri kimlerindir? Sahipleri olmazsa bunlara
cevap verilmez.
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Arz edeceğim.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Bazı üyeler tarafından gösterilen arzu üzerine
İktisat Vekili Beyefendinin Pazartesi günü izahat vermesine Çarşamba günü karar
verilmişti. Birçok soru önergeleri de var. Onlara da cevap verecektir.
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Efendim arzu buyrulursa soru önergelerinin ce
vaplarını Perşembe günü vereyim. (devam, devam sesleri) Efendiler, Batı Anado
lu'da iki aya yakın devam eden seyahatimde yeniden istiklallerine kavuşan gözleri
sevinç yaşlarıyla dolu kardeşlerimizle ve bilhassa muhtelif iktisadi sınıflara mensup
tüccar, sanatkâr, çiftçi, amele kardeşlerimizle yakından temasta bulundum. Onların
ihtiyaçlarını dinledim, vaziyetlerini gördüm ve taleplerini yapabildiğim ölçüde der
hal yerine getirdim. Kanunen salahiyetim haricinde olanlarını beraber yanımda
getirdim, hatta kanun tasarısı halinde Yüce Meclisinize, kısmen de Hükümete arz
edeceğim. Muhterem efendiler, Ankara'dan çıktıktan ve Polatlı'yı geçtikten sonra
Eskişehir, Karahisar, Manisa, İzmir ve Aydın livaları dâhil olmak üzere daha dün
en mesut ve en bahtiyar olan bu memleketlerimizde şimdi bir yangın harabesin
den, bir alay yetimlerden, dullardan, çocuklarının nerede gömülüp kaldığını bilme
yen akbaşlı ihtiyarlardan başka kimseye tesadüf edemedim. Bütün köylerimiz, en
güzel şehirlerimiz düşman elinde yanmış, yakılmış bugün harabe hale getirilmiştir.
Dün en güzel yerlerde oturan kardeşlerimiz bugün izbeler içerisinde sürünecek bir
haldedir. Kimi babalarını kaybetmiş, kimi analarını kaybetmiş, kimisi çocuklarını
kaybetmiş, fakat büyük bir ümit ve itimatla evvela Allah'a ve sonra Yüce Heyetini

1546
ze güvenerek istikbali beklemektedirler. Geçtiğim ve dolaştığım yerlerde hemen
hep bu sözü dinledim,
-Her şeyi kaybettik. Fakat hürriyet ve istiklâlimize kavuştuk. Evvela ümidimiz Al
lah'tan ve sonra Büyük Millet Meclisindendir.
...diye Aydın'da Köşk İstasyonundan geçerken bir ihtiyar bağırıyordu.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Doğu vilayetlerini de gezersiniz inşallah...
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): İnşallah efendim. Efendiler, çiftçilerimize, tüccar
larımıza ve amelelerimize hızla zararları ve her her derecede meydana gelen tah
ribatı, burada rakamla ifade edebilmek mümkün değildir, tespitine devam edilmek
tedir. Milyonlara varan bu zararı bir, iki ay içinde tespit etmeye imkân yoktur. Ala
kalı memurlar tespit etmektedir. Yalnız gözünüzün önünde çizdiğim şu haritada
yanmadık şehir ve kasaba kalmamıştır denebilir. Harmanlar yakılmış, ameleleri
mizi çalıştıkları şirketler kapatılmış, fabrikalarımız söndürülmüş hulasa ırza, cana,
mala, her hususa taarruz edilmiştir. Kemalettin Sami Paşa anlatıyorlardı. Manisa'-
ya vardıklarında dağlardan çıplak olarak kadınlar, genç kızlar kendisine sığınmış
lar. Bunlar düşmanın tecavüzünden, ırzlarını, namuslarını, canlarını kurtarmak için
dağlara kaçmışlar. Hulasa efendiler, zarar çok büyüktür ve tazmin edilmesi lazım
gelen zararlardandır. Gerek Yüce Heyetiniz ve gerek Hükümet ciddi tedbirler al
mak şartıyla bu zararların mümkün mertebe telafisine doğru yürüyebilir, yoksa
vaziyet pek vahim denebilir. Efendiler, Yunanlıların üç seneyi aşkın devam eden
istilaları zamanında dünyanın en medeni milletlerinden biri diye bize medeniyet
getirmek için gelen ve gönderilen Yunan Ordusu, çekilip giderken bize bir vahşet
sahası, yangın sahası bırakarak gitmiştir ve tarihe kanlı bir iz terk ederek çekilip
gitmiştir. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları, Yunan istilasından
yalnız memleketimizi kurtarmış değil, insanlık tarihinin içinde kanlı bir leke olan bir
vaziyeti mübarek elleriyle silmişlerdir. O halde ordularımız yalnız Türk memleketi
ne değil, insanlık tarihine de hizmet etmişlerdir, denebilir. Efendiler, yeni idaremiz
üç aylık zaman içinde henüz kurulmuş bir vaziyettedir denemez. Fakat faaliyetle
çalışıyor ve idaremizi kuruyor. Ufak bir mukayese yapmak isterim. Yunanlıların üç
seneyi aşkın bir zamandan beri idare adına meydana getirebildikleri yalnız zulüm
ve vahşet olabilmiştir, zorbalık ve tahakküm olmuştur. İdaresizlikle ve medeniyet
sizlikle itham edilen Türkler, üç ay olmadan Yunanlıların belki yirmi senede yapa
mayacakları bir idareyi kurmaya muvaffak olmuşlardır. Efendiler, bundan sonra
iktisadi vaziyetimizi de arz etmek isterim. Bunu üç noktadan tetkik edebiliriz, Yu
nan işgalinden evvel, Yunan işgali esmasında, Yunan işgalinden sonra. Efendiler;
hepiniz bilirsiniz ki Yunan işgalinden evvel Memleketimizin tabii serveti, istihsali ve
çalışanları Türkler ve Müslümanlar tarafından temsil ediliyordu. Memleketin umum
servetinin hemen büyük kısmı Türkler elindeydi. Yalnız yabancılarla, gayrimüslim
ler mali sermayeyi temsil ediyorlardı. Gayrimüslimlere mali sermayenin mümessili
de denemez. Onlar doğrudan doğruya Avrupa'nın mali sermayesinin köprülüğü
vazifesini yapan insanlardı. İkinci devrede efendiler, işgal zamanında yine memle

1547
ketin tabii sermayesi ve istihsali Türkler tarafından temsil ediliyordu. Fakat Yunan
işgalinin zulüm ve tahakkümü, Türk üreticilerini ve Türk çalışanlarını felç etmişti.
Bu sebeple memlekette iktisadi hareket ve faaliyet durmuştu. Binaenaleyh Mem
leketin hukuki, tarihi ve siyasi sahibi Türkler olduğu gibi iktisaden de bu Memleke
tin hakiki sahipleri olduklarını göstermişlerdir. İstila zamanında iktisadi faaliyetler
tamamen durmuş bir vaziyette idi. Yalnız yabancı sermaye ve onun köprüsü olan
gayrimüslimler çalışıyorlardı Efendiler, bugünkü vaziyette yine Türkler çalışma
hayatının, üretimin ve tabii servetin sahipleridir. Binaenaleyh Memleketin hakiki
sahipleri de onlardır. Ancak yabancı sermayesinin köprüsü olan gayrimüslimler
Memleketi terk edip gitmişlerdir. Memleketimizin o zararlı köprüsü kendi kendisini
faydasız bir şekle sokmuş demektir. Tanzimat'tan beri Memleketimizde ayrıcalıklı
ve Türk'e karşı eşit olmayan şartlarda çalışmak isteyen yabancı sermaye de bu
gün durgun bir vaziyettedir. Yalnız İzmir'de bulunduğum zaman bazı yabancı mü
esseseler ile temasta bulundum ve ufak tefek faaliyette de bulunduklarını gördüm.
Harpten sonraki vaziyet budur. Efendiler, denebilir ki iktisadi faaliyetler, üretim,
memleketin tabii serveti bizde bulundukça bizim için eksik olan sermayedir. Bunun
için de ben büyük bir tehlike görmüyorum. Efendiler, şimdiye kadar memleketimiz
de çalışan yabancı sermaye bizim için iyi bir sermaye değildi. Çünkü Türkiye'yi bir
asırdan beri Avrupa'nın bir esirler ülkesi haline getirmek için mevzu olan bir ser
maye idi. Gayrimüslimlere gelince, esasen sermayeyi temsil etmiyorlardı, yalnız
aracılık vazifesini yapıyorlardı. Bugün onlar ortadan kalkmış olmakla beraber,
Avrupa sermayesi Türk'ün sermayesi ile doğrudan doğruya temasa gelmek mec
buriyetindedir. Avrupa sermayesi ne kadar çok olursa olsun, Memleketimizin
hammadde servetinden ve Türk üreticisinden hiçbir vakit ihtiyaç duyulacak bir
halde değildir. Efendiler, esasen dolaştığım yerlerde temas ettiğim tüccar ve şir
ketlerden anladım ki Avrupalılar doğrudan doğruya müracaata başlamıştır. Bur
sa'da bir iki şirketle görüştüm ki bu da zaruridir. Efendiler, Türkiye'miz zengindir.
Avrupa'nın muhtaç olduğu pek çok şeyleri ihtiva etmektedir. Ortadaki köprüyü
gayrimüslimler kendileri kırmakla Türkler için Avrupa ile doğrudan doğruya temasa
gelmek de mümkün olacaktır. Ancak Memleketimizin iktisadi vaziyeti, Avrupa
sermayesinin Tanzimat'tan beri çalıştığı ve takip ettiği gaye ile çalışmasına ve
yaşamasına ve kazanmasına, yaşamak isteyen Türkiye iktisadi vaziyeti müsaade
edemez. Efendiler, biz Türkler, tarihin hiçbir safhasında kendimizi diğer milletler
den geri düşünmüyoruz. Binaenaleyh hakkımızda tatbik edilecek muamelenin,
tarih içinde geçen ve şimdi yaşayan hükümetlerden geri olmasını hiçbir vakit kabul
edemeyiz ve bunu bilhassa sermayenin kullanılması bakımından katiyen kabul
edemeyiz. Avrupa sermayesi diğer medeni milletler hakkında tatbik edilen mua
meleyi yaptıkça kabul edilebilir ve her türlü kolaylık gösterilebilinir. Ancak biraz
evvel arz ettiğim gibi, tarihin hiçbir safhasında kendisini diğer milletlerden geri
görmeyen, uygun olmayan şartlar dâhilinde memleketimize girmek istediği takdir
de, milli iktisat bakımından Türk Milleti ve Yüce Heyetiniz buna hiçbir şekilde mü
samaha edemez. Büyük Millet Meclisinin kanun ve nizamlarına tabi olmak şartıyla
yabancıların sermayelerinin bizimle çalışabileceklerine dair ifadelerimiz de vardır.

1548
Fakat bu şartlar haricinde Tanzimat'tan beri takip ettikleri gayeyi takip etmekte
devam ederlerse kendilerine müsaade edemeyiz. Denebilir ki Tanzimat'tan bugü
ne kadar Avrupa sermayesine karşı hükümetlerimizin vazifesi yalnız jandarmalık
yapmaktan ve sermayesinin haklarını muhafaza etmekten ibaret kaldı ve memle
ketin hakiki sahibi olan Türk, ondan çok geri şartlar dâhilinde kendi Memleketinde,
kendi Anavatanında yaşadı. Efendiler, kurtarılmış yerlerin iktisadi vaziyeti için
bundan başka aldığımız ve acilen almak istediğimiz tedbirler hakkında bir nebze
bahsetmek isterim. Efendiler, gerek işgalden kurtarılmış yerlerde ve gerek Türki
ye'mizin diğer kısımlarında denebilir ki iktisadi meseleler, üretim meselesidir. Ne
yapıp yapıp üretimimizi artırmak mecburiyetindeyiz. Üretimi artıramazsak ithalat
ile ihracat arasında bir denge meydana getirmek imkânı olamayacağı gibi, Mem
leketimizin de kendi kendine yetebilme imkânı olamayacaktır. Öyle olunca, ithala
tımız ile ihracatımız arasındaki denge kurulamayınca devamlı Avrupa'dan ithalat
yapacağız ve devamlı dışarıya karşı borçlu kalacak bir tarzda devam edip gidece
ğiz. Binaenaleyh İktisat Vekâletinin her şeyden evvel itibara aldığı ve kısmen aldı
ğı tedbirler, üretim meseleleridir. Bunun için ehemmiyeti bilhassa sermayeye ver
mekteyiz. Bunun için bilhassa Ziraat Bankalarının, otuz seneden beri elimizde
mevcut olan bu müessesenin süratle vücuda gelmesi icap eder. Ziraat Bankaları
nın elimizdeki mevcut otuz iki senelik istatistik ve hesaplarına göre Memleketimiz
de yaptığı hizmetler inkâr edilecek bir mesele değildir. Ziraat Bankaları otuz sene
içinde yalnızca küçük çiftçilere on milyon lira kredi vermiş, büyük çiftçilere beş
milyon lira vermiştir. Fakat malumunuz olan iktisadi ve mali meseleler devamlı
Ziraat Bankasının faaliyetlerine devam edebilmesine mani olmuştur. Ziraat Ban
kasının Hükümetten dokuz seneden beri dokuz milyon altı bin lira alacağı vardır.
TAHSİN BEY (Aydın): Altın olarak mı?
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Kısmen altın ve kısmen para olarak, bu paranın
tamamen değilse bile bir miktarını, hiç olmazsa iki milyon lirasının Ziraat Bankası
na süratle verilmesi şattır. Aksi takdirde Ziraat Bankası Memlekete lazım olduğu
derecede ve Memleketin muhtaç olduğu sermayesini temine muktedir olamaya
caktır. Memleketimizin birçok yerlerinde filhakika Ziraat Bankası şubeleri faaliyet
tedir. Bütün faaliyet bir noktada hulasa edilebilir. O da para havaleleri yapmaktan
ibarettir. Binaenaleyh efendiler Yüce Heyetinize arz ettiğim Ziraat Bankası bütçe
sinin diğerlerine tercihen müzakere edilmesini istirham ederim. Üç yüz bin çiftçi
ümidini bilhassa Yüce Meclisinize dikmiş, ellerini açarak imdat bekliyor. Buna an
cak elimizdeki mevcut müessese ile gidebiliriz. Ziraat Bankasının yardımıyla çiftçi
lerimiz faaliyete geçmekle beraber, Memleketimizin muhtaç olduğu sermayeyi de
artıracaktır. Efendiler, bunun yanında almamız lazım gelen acil tedbirlerden birisi
de almakta bulunduğumuz şu tedbirdir. Çiftçilerimizi her şeyden evvel düşündük.
Çiftçilik en mühim işimizi teşkil ediyor. Bunlara yardımcı olmayı düşündük, İktisat
Vekâletiyle Sağlık ve Sosyal Yardım Vekâleti iki buçuk milyon lira tahsis etmiştir
ve havaleleri tamamen verilmiştir ve temin edebilirim ki efendiler bu havaleler ta
mamen mahallerine sarf edilmektedir. Bu paraların sarf edilmesi memnuniyet veri

1549
ci bir derecededir. Hatta Kütahya Mutasarrıflığından bundan iki gün evvel aldığı
mız telgrafta, halkın Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Hükümetine dua etmekte
olduğunu bildiriyordu. Kütahya'da dağıtım tamamen bitirmiştir. Diğer livalarımıza
peyderpey verilmektedir. Bu itibarla gelecek sene Memleketimizin mahsullerinden
emin olabiliriz. Memleketimiz çiftçilik itibariyle kendi kendisini idare edebilecek ve
yaşatabilecek bir kabiliyettedir. Yalnız efendiler arzu ediyoruz ki yardımın azami
derecesini yapalım ve ufak ufak yardımlarla iktifa yetinmeyelim. Bir taraftan da
zirai alet ve makineler dağıtılmaktadır. İzmir'de iken gözümün önünde dağıttırdım
ve lazım gelen yerlere gönderdim. Fakat bunlar kâfi değildir, efendiler. Memleketin
çiftçiliğini temin edenler yalnız bu muhtaç sahipleri değildir. Bunların içinde hal ve
vakitleri yerinde olanlar, tarlaları, bağları, bahçeleri yerinde bulunan, fakat serma
yeden mahrum oldukları için lazım gelen faaliyete geçemeyenler de vardır. Ziraat
Bankası bu hususta büyük yardımda bulunacaktır. Onun için her şeyden evvel bu
bütçenin müzakere ve neticelendirilmesini bilhassa rica ederim. Efendiler Memle
ketimizdeki iktisadi mesellerin en mühim kısmının bilhassa üretim meselesi oldu
ğunu arz etmiştim. Üretim, siyasi hadiseler dolayısıyla eskisine nispeten bazen
düşmüş, bazen yükselmiştir. Fakat her hususta kendi kendimize yetecek bir halde
değildir. Birçok tedbirlere ve bu meyanda bilhassa sermaye tedbirine ihtiyaç var
dır. Sonra efendiler, Memleketimiz çok zengin ve çok büyüktür. Bu çok zengin
olan memlekette nüfus kâfi derecede değildir. Nüfus açıklığını mutlaka mutlaka
makine ile telafi etmek mecburiyetindeyiz. Zirai alet ve makinelerimizi bir an evvel
tedarik ederek Memleketimizi ancak böyle istifade ettirebiliriz. Bunun için de bura
ya Chester'le beraber gelen Mösyö Kennedy ile müzakerede bulunuyoruz. Niha
yet Mart içinde büyük miktarda zirai alet ve makine getirebilecektir. Esasen Ziraat
Bankasının da buna dair bir kararı vardır. Fakat Ziraat Bankası vasıtasıyla gelme
yecek, tabii Singer makineleri tarzında, Türkiye'de birtakım şubeler açacak, alet ve
makineleri oralarda satacak. Tarifeler de İktisat Vekâleti tarafından yapılacak.
Atölyeler açacak ve bu atölyelerde Türk gençleri makineciliği ve zirai makineleri
tamire alıştırılacaktır. Her şeyden evvel Memleketimizde acil bir tarzda yapılması
lazım gelen tedbirler bundan ibarettir. Sonra iki projemiz de hazırdır. Biri Sanayi
Bankası, diğeri de Ticaret Bankasıdır. Bundan başka Memleketimizin zirai üreti
mini artırmak ve kendi kendine yetebilecek bir hale getirmek için idari, siyasi ve
iktisadi birtakım tedbirlerin de alınması lazımdır. Cümlenizce malum olan gerek
idari ve gerek malî birtakım engeller, Memlekette iktisadi hareketin gelişmesine
müsaade edememektedir. Tabii ki bunlar da fevkalade siyasi vaziyetin sebebidir.
Bunlar geçecektir ve bu surette ümit ediyorum ki Memleketimizin iktisadı için lazım
gelen geniş ve rahat sahayı hazırlayabilmiş olacağız. Gümrük meselelerine bu
dikkat ve itina etmek lazımdır. Zonguldak kömür ihracatı hakkında Yüce Heyetini
ze bir kanun tasarısı teklif ettim. Malumunuz bu kömürlerden ihracat vergisi alını
yor. Yaptığımız otuz senelik istatistiklere göre kömür üretimini düşmesinin sebep
lerinden biri de bu ihracat vergisi olmuştur. Bu kanunun yürürlükten kaldırılması
lazımdır. Bu yüzden madencilerimiz İstanbul'a bile kömür gönderemiyorlar. (O
kanun kaldırıldı sesleri) Ben bilmiyorum, burada değildim. Zirai aletler hakkında da

1550
kanun teklifimiz vardı, bunlar da Komisyondadır. Sonra otomobiller hakkında bir
kanun teklifimiz vardır. Memleketimizin üretiminde en mühim amil olan bilhassa
nakliye vasıtaları olacaktır. Demiryolları yapılıncaya kadar Memleket bundan çok
istifade edecektir. Bunun hakkında da Yüce Heyetinize bir kanun tasarısı teklif
ettim, İktisat Komisyonundadır, müzakere edilmediğini zannediyorum. Bunun bir
an evvel kabulünü rica ederim. Efendiler, üretim meselelerimizi bir taraftan bugüne
kadar göz önünde bulundurmakta iken diğer taraftan da ilmi müesseselerimizi
ihmal etmemekteyiz. Bunların mühim kısmı bütçenin kabul ettiği yerlerde açılmış
tır. Yalnız Erzincan'la Adana'daki henüz açılamamıştır. Bunlar da açılmak üzere
dir. Sığır vebası hakkında da bir nebze malumat arz etmek isterim. Efendiler, Orta
Anadolu'da bu hayvan hastalığı yok denebilecek bir hale gelmiştir. Fakat efendiler,
kırk seneden beri Memleketimizde sığır vebası eksik olmamıştır. İşgalden kurta
rılmış mıntıkalarda maalesef sığır vebası salgını başlamıştır ve buna Yunan Ordu
su sebep olmuştur. (hayır sesleri) Çanakkale'de bilhassa vebayı çok şiddetli ya
yılmaktadır. Buna da Yunan Ordusu sebep olmuştur. Binaenaleyh onun hakkında
da lazım gelen tedbirleri aldık ve icap eden serumları gönderdik. Ümit ederim ki
efendiler sığır vebasının Orta Anadolu'da imhasına nasıl muvaffak olduksa, Mem
leketin diğer kısımlarında da yakın bir zamanda muvaffak olacağız. Nakliye vası
talarının mevcut olmadığı bir memlekette bütün hizmetlerin öküzün sırtına düş
mekte olduğu malumdur ve köylü için pek kıymetli bir vasıtadır. Orta Anadolu'da
sığır vebası hakkında daha fazla malumat arzu eden arkadaşlarımız İktisat Vekâ
letine müracaat edebilirler ve malûmat alırlar. Mamafih bütün memleketlerin me
busları buradadırlar, mütalaalarını söyleyebilirler. Ancak efendiler, Memleketimiz
deki sığır vebasını tamamen imha edebilmek için gerek mevcut teşkilatımız ve
gerekse bütçemiz buna müsait değildir. İşte efendiler söyleyeceklerim bundan
ibarettir. Şimdi de sorulara cevap vereceğim.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Soru sahipleri kimdir?
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Efendiler iktisadi vaziyetimiz hulasa olarak de
nebilir ki iyidir ve alınacak tedbirler sayesinde daha iyi olacaktır. İktisadımız itiba
riyle ileriye ümit ve itimatla bakabiliriz. Diğer soru önergeleri de vardır. Müsaade
ederseniz onları da izah edeyim.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Efendim, Vekil Bey'in verdiği izahat hakkında
soru soracak arkadaşlara Vekil Bey cevap vereceklerdir.
MEHMET BEY (Biga): Ziraatta üretim denince, yalnız mahsul elde etmek kâfi de
ğildir. Onu başka yerlere sevk etmek de icap eder. Hâlbuki seçim mıntıkamda
mahsuller başka yerlere sevk ettirilmiyor. Bu kimin emriyle oluyor? Sonra İngilizler
dışarıdan ithalatı da tamamen yasaklamışlardır.
MAHMUT ESAT BEY (İktisat Vekili): Anlayamadım efendim, kimler menetmiştir ve
nerede menedilmiştir?

1551
MEHMET BEY (Biga): Çanakkale Sancağı dâhilindeki mahsuller harice çıkarttırıl
madığı gibi İngilizler ithalâta da mâni olmuşlardır. Bunlar hakkında ne gibi muame
le yapılmıştır?
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Efendim bu mesele hakkında, yani ithalatın ve
ihracatın menedildiği hakkında İktisat Vekâletine bir müracaat yoktur. Belki fevka
lade hal sebebiyle, Ordunun ihtiyacı için bazı yerlerden buğday, arpa alınmaktadır.
İzmir'den gelirken de yollarda buna dair pek çok şikâyet dinledim. Malumatım
bundan ibarettir.
MEHMET BEY (Biga): Livamız dâhiline teşrif buyurdunuz mu ve ihtiyaçları tetkik
ettiniz mi? Eğer Livamızın ihtiyaçları görülmüş olsaydı ilacı da bulunurdu. Hâlbuki
maalesef hiç malumatınız yok.
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Efendim iki aya yakın bir seyahat yaptım ve bu
müddet zarfında on livayı gezdim. Seyahatimin müddeti iki aya yaklaşınca Anka
ra'ya dönmek mecburiyetinde kaldım. Çanakkale Livasıyla Kütahya'nın bir kısmını
göremedim. Vaktim müsaade etseydi de daha dolaşmak mümkün olsaydı oraları
da dolaşırdım.
OSMAN KADRİ BEY (MUŞ): Efendim beyanatınızın umumi olması lazım gelir.
Binaenaleyh beyanatınıza Doğu vilayetleri de dâhil midir?
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Dâhildir efendim.
OSMAN KADRİ BEY (Muş): Beyanatınız arasında yabancı sermayelerinden de
bahis buyurdunuz. Fakat bu sermayelerin hangi iktisadi sahalarda işletilmesine
taraftarsınız. Bu hususta müspet bir programınız var mıdır ve ne şekilde muamele
olunacaktır?
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Biraz evvel de arz etiğim gibi yabancı sermaye
ler, Memleketimizin, Büyük Millet Meclisinin kanun ve nizamlarına tabi olmaları ve
Türkiye vatandaşlarından daha fazla ve daha müsait şartlar dâhilinde çalışmaktan
vazgeçmeleri şartlıyla her türlü kolaylığı elde edebilirler. İsteriz ki Türk sermayesi,
Türk emek ve üretimi yabancı sermayesiyle karşılaşsın. Fakat kapitülâsyon gibi
birtakım şartlarla değil. Hatta medeni memleketlerde yabancı sermayesinin, yerli
sermaye kadar hakkı ve imtiyazı yoktur. Biz o derecesini istemiyoruz. Biz diyoruz
ki yabancı sermayeye, kanunlarımız gereğince ve Memleketimizdeki yerli ahalinin
sermayesinden daha fazla hakkı olmamak şartıyla her türlü kolaylık gösterilebilinir.
Binaenaleyh yabancı sermaye her hususta memleketimizde çalışabilir. Şirketlere
de girebilir. Fakat Türkiye Büyük Millet Meclisinin kanun ve nizamlarına tabi olmak
şartıyla.
OSMAN KADRİ BEY (Muş): Demin de arz ettiğim gibi, beyanatınız umumi olmak
itibariyle, onun içine Doğu vilayetleri de dâhil midir?

1552
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Evet, Doğu vilayetleri de dâhildir, bütün Türkiye
dâhildir.
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Vekil Bey, tohumluklar dağıtılmaya başlan
dı, dediler. Hâlbuki Bolvadinlilere hiçbir tohumluk verilmemiştir. Bu bir, ikincisi ne
yapıp yapıp üretimi artırmak lazımdır ve üç yüz bin çiftçi buna karşı çare olarak
Ziraat Bankasının Hazineden gelecek iki milyon lira yardımını bekliyor, dediler.
Demek ki ihtiyacı olan üç yüz bin çiftçiden ibarettir.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Fakat kurtarılmış mıntıkalarda...
İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Evet, kurtarılmış mıntıkada üç yüz bin çiftçi
ye on lira verilmesi lazım gelirse, üç milyon lira verilmesi icap eder. Muhterem
Vekil Beyefendi Hazretleri para istemesini bilmiyorlar. Bankanın Hazinedeki ala
cağının tamamını istemek lazımdır. Mademki bu kadar çok paraya ihtiyaç var,
neden böyle az istiyorlar?
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Efendim, Bolvadin tohumluk almamış, buyurdular.
Ayrılan iki buçuk milyon lira sarf edilmektedir, tamamen sarf edildi, demedim. Bu
sırada Bolvadin almamış olabilir. Bendeniz gelirken bazı köylüler önüme çıktılar ve
köylerine tohumluk verilmediğinden bahsettiler. Niçin verilmediğini sordum, tohum
luğa o kadar muhtaç değillermiş. Onlardan daha fazla muhtaç olan mahaller var
mış, onlara veriliyormuş. Tohumluk dağıtımı hususunda, mahalli aşar ambarlarına
el konulmuştur ve dağıtım oradan yapılmaktadır. Sebep ve vaziyetler karşısında
bazen dağıtım duruyor, o da zaruridir. Ordunun ihtiyacı vardır. Dağıtımda oraya
ayrılıyor, çiftçiye de ayrılıyor. Bu sırada Bolvadin'e de verilmemiş olabilir. Fakat bu
hususta resmi bir malumatım yoktur. Fakat, tamamı itibariyle tohumluk çok dağıl
mıştır ve dağılıyor. Ziraat Bankasının Hazinedeki alacağı meselesine gelince,
Efendi Hazretlerinin buyurdukları gibi ben de Ziraat Bankasının alacağı olan dokuz
milyon altı yüz bin liranın hepsini istemesini bilirdim ve bunu istemek güç bir şey
de değildir. Fakat ben olacak bir şey istiyorum. Olmayacak şeyler arkasından
koşmuyorum. Ortada terk edilmiş mallar adı altında çok sermaye vardır. Bundan
iki milyon lirası Ziraat Bankasının alacağına mahsup edilebilir ve bu miktar çiftçile
rimizin yarasını tamamen kapatmasa bile az çok tedavi etmiş olur. Sonra üç yüz
bin çiftçiden bahsettiğim zaman, bütün Türkiye'den bahsettim, onu da buraya be
yanatıma ilave etmek isterim. Mamafih Efendi Hazretlerine çok teşekkür ederim.
Dokuz milyon küsur liranın tamamen alınması için burada müdafaada bulunurlar
sa kendilerine yalnız Ziraat Bankası değil bütün Memleket çiftçileri şükran borcun
da kalırlar. Efendiler bu para doğrudan doğruya çiftçinin parasıdır. Fakat maalesef
şimdi yerinde değildir ve çiftçi senelerden beri Ziraat Bankasına verdiği paranın
karşılığını göremiyor ve ondan istifade edemiyor. Bilhassa kurtuluştan evvel İstan
bul Ziraat Bankası pek fena bir halde hareket etmiş ve çiftçinin malı olan bir buçuk
milyon lirayı İstanbul Maliye Nezaretine vermiştir. Beş yüz bin lirasını da Banko di
Iskonto'ya vermiş ve o banka da daha sonra maalesef iflas etmiştir. Bunları ya
panlar hakkında tahkikatta bulunuyoruz. Daha kurtuluştan evvel İstanbul Ziraat
1553
Bankası Müdürlüğüne tebligatta bulundum, Ziraat Bankasının parasının şuraya
buraya verilmekte olduğunu söyledim ve bu yüzden şahsen mesul edileceklerini
de ilave ettim. Binaenaleyh şimdilik takibatta bulunuyoruz.
HASİP BEY (Maraş): Vekil Beyefendi, sorularıma rica ederim ayrı ayrı cevap iste
rim. Birincisi, terk edilmiş mallardan üzüm, palamut ve incir ve benzerlerinin Ziraat
Bankası tarafından mahsuben fiyat takdiriyle alınması ve satışta zarar olursa yüz
de onunu tazmin edeceğine dair Maliye Vekâleti teklifte bulunmuş ve sizin tarafı
nızdan da kabul edilmemiş. Bu doğru mudur? İkincisi, İstanbul'a Almanya'dan vak
tiyle getirtilen, kullanıma uygun bulunmayan ve üç çift öküzle çekilen pulluklar İzmir
'e sevk edilerek çiftçilere verilmiştir. Bunlar çiftçilerin ihtiyacını tatmin etmiş midir?
Üçüncüsü işgalden kurtarılmış yerlerde senelik on beş milyon lira ihracat yapan
üzüm bağları hakkında tetkikatta bulunuldu mu? Dördüncü soru, düşman tarafın
dan yakılan köy ve kasabalarda tabii tapu kayıtları da yanmıştır. Orada mevcut
ahalinin Ziraat Bankası vasıtasıyla ihtiyaçlarını temin için istifadesi hususunda bir
tedbir alınmış mıdır? Zira ahalinin tapu senetleri de yanmıştır.

MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Efendiler, Maliye Vekili Beyefendiyle İzmir'de


bulunduğum sırada, Ziraat Bankasının alacaklarından bir kısmının terk edilmiş
mallardan mahsup edilmesi hakkında görüştük. Terk edilmiş malların bir kısmı
satılacak, parası Ziraat Bankasına konacak ve Ziraat Bankasının Hazinedeki ala
cağına mahsup edilecekti. Ancak Maliye Vekili Beyefendinin teklifini ben iki nokta
dan kabul etmedim. Bir kere, Banka İdare Meclisinin oyunu almak lazımdır. Malu
munuz elimizdeki kanun ve gereğince Bankanın bağımsızlığı vardır ve bu gibi
hususlarda Banka İdare Meclisinin kararı olması lazımdır.
ALİ CENANİ BEY (Gaziantep): Banka tamamen müstakildir.
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Sonra Maliye Vekili Beyefendi Hazretlerinin tek
liflerini ben kanaatime uygun bulamadım. Maliye Vekili Beyefendi Hazretleri fiyat
tayin etmek suretiyle bize terk edilmiş mallardan bir kısmını verebileceklerini söy
lüyorlardı, fiyat takdirini uygun bulmadım. Çünkü verecekleri şeyler ticarete ait
şeylerdir. Bunların fiyatlarının ileride inmek ihtimali vardır. Bunun yanında çıkması
ihtimali de vardı. Fakat Banka bir ticaret bankası, bir hususi banka değildir. Banka,
bir Devlet bankasıdır ve hususi kanunu dâhilinde alım satım yapar, böyle şeylere
karışmaz. Binaenaleyh böyle bir anlaşmaya giremezdim. Zira salahiyetimi aşardı.
Çünkü efendiler, Ziraat Bankası bir bakkal dükkânı değildir. Devletin kendi malıdır.
İkincisi, Ziraat Bankası alacaklıdır. Alacağını alırken bir fiyat tayin ederek almaz.
Satışa çıkarılır, kaç kuruş tutarsa ona göre muamele yapılır. (çok doğru sesleri)
Sonra efendiler, Ziraat Bankasının parasını heder etmiş olurduk. Tekrar arz ediyo
rum banka alacaklıdır. Hatta bugün salahiyeti dâhilindedir, mahkemeye müracaat
edebilir ve haciz muamelesi yaparak alacağını alır ve mahsup eder. Maliye Vekili
Beyefendi Hazretleri ısrar ettiler, hesabın kapamasını istiyorlardı. Fiyat tayin ede
lim diyorlardı. Ben dedim ki bu Devletin bir müessesesidir. Ben fiyat tayin edemem
ve yapamam, salâhiyetim dâhilinde değildir. Bunun için kabul etmedim. Efendiler

1554
Ziraat Bankası, verdiği parayı aynı miktarda istiyor, kanun dâhilinde faiziyle aynen
istiyor. Zarar ve kâr ihtimali olan işlere girmeye Ziraat Bankasının kanunları müsait
değildir. Bunun için kabul etmedim. Sonra efendiler, fiyat tayin etmeden Ziraat
Bankasına vermekte de bir mahzur görmüyorum. Çünkü fiyat tayin etmeden veri
lecek şeyler yine bir hususi komisyonu huzurunda kanuna göre satılacak ve Ziraat
Bankasının alacağı mahsup edilecekti. Bu, Devletin bir sandığından alıp diğer bir
sandığına koymaktan ibarettir. Zirai aletlerin miktarına gelince, getirdiğimiz hayli
miktardaki aletler kurtarılmış yerlerdeki ihtiyaca yetecek derecededir. Elde mevcut
olanları getirtmekten ve onları dağıtmaktan başka bir çare bulamadık ve İstanbul'-
dan yedi bin adet pulluk getirttik. Bu pullukları süratle trenlerle naklettirdik, şimdi
dağıtılıyor.
HASİP BEY (Maraş): Ben az dağıtıldığından bahsetmedim. Esasen pullukların
kullanılmaya uygun olmadıkları belli olmuş iken dağıtılmıştır, dedim.
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Olabilir efendim, tabii pullukların hepsini elime
alıp bakmadım. Bir parçası kullanmaya uygun olmayabilir. Fakat bu pulluklar ga
yet elverişlidir. Bilhassa İzmir havalisinde bağcılığa yarar tekli pulluklar vardı. Pul
luk olarak ne bulduksa hepsini dağıttık. Bundan daha fazlasını Ziraat Bankasının
parasını kurtardıktan sonra yapabiliriz. Üzüm bağları meselesi, bilhassa bağları
çok zarar görmüştür bir kasabamız var. O da Çal Kazası. Efendiler, Çal Kazasına
maalesef şimdiye kadar yardım edilememişti. Ben Vekâlete geldikten sonra Çal'da
fidanlık yapmak için bir tahsisat istedim. Bütçe Komisyonu kabul etmedi. Fakat
efendiler, bu Çal'ın yanık ve hazin vaziyetini göz ardı edemedik ve bundan bir ay
evvel yazdık, İstanbul'dan yüz bin fidan Çal'a gönderilmek üzeredir. Evvelki gün
Mutasarrıflıktan da bir telgraf geldi. Bağcılığımız fena değildir. Ancak biraz evvel
arz ettiğim gibi sermaye noksanı vardır. Sermaye noksanı yerine gelmedikçe ne
bağcılığımıza ve ne de bahçıvanlığımıza yardım etmek imkânı yoktur. İktisadi
hayatımızın yegâne açık olan kısmı kredi, itibar meselesi, sermaye vermek mese
lesidir. Kurtarılmış yerlerde bu yolda meydana getirilmiş birkaç Türk bankasına
rast geldim. Birisi Manisa'da Bağcılar Bankası, diğeri Eskişehir'de Çiftçiler Bankası
ve bir de Karahisar'da Sanayi Bankasına tesadüf ettim. Ziraat Bankasının parası
mevcut olsaydı kanun gereğince bu bankalara yardım edebilirdik, hem de iyi olabi
lirdi. Çünkü bu bankalar, göztaşı ve saire gibi bağcılara mahsus olan her şeyi geti
rebilecektir. Fakat biz yardım edemiyoruz. Yunanlılar, bunları fena halde perişan
ederek gitmişlerdir. Tapu kayıtları meselesinden bahis buyurdular, ona dair Ziraat
Bankasına yazdım. Eskişehir'e geldiğimde şikâyet ettiler. Tapu senetlerinin mev
cut olmadığından dolayı muamele yapamamakta olduğunu söylediler. Bunun için
İdare Meclisinin bir kararı lazımdır. Her halde mümkün olmayan şeyde ısrar ede
cek değiliz. Yardım ve kolaylık da göstereceğiz.
HASİP BEY (Maraş): İdare Meclis terk edilmiş mallara ait kararını verdi mi?
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Terk edilmiş mallar meselesini İdare Meclisi red
detmiştir. Fiyat tayini suretiyle kabul etmiyor.

1555
LÜTFÜ BEY (Malatya): Vekil Bey Ziraat Bankasının faydalarından bahis buyurdu
lar. İki milyon lira Ziraat Bankasına verilirse daha çok yardım eder, buyurdular.
Hâlbuki Ziraat Bankası evvelce çiftçilere felaket getirmiştir. Çünkü çiftçilere birçok
şartlar dâhilinde, hatta elinde bulunan araziyi rehin almak suretiyle birçok senet
masrafı ve faiz hesabıyla yüzde dokuz faiz ile para vermişti. Alan çiftçi tabii onu
düşünemediğinden dolayı ziraat işleri için sarf etmiyordu. Bundan dolayı sonra
mal ve arazisi elinden çıkıyor ve bu yüzden mağdur kalıyordu. Şimdi bu şekilde
çiftçilere aynı şartlar dâhilinde mi borç verilecek? Yoksa bunların ihtiyacı olan alet
ve makineleri getirtilerek, az adamla çok iş görmek usulü tatbik edilerek, mal ve
mülkünü kaybetmiş olan ve milyonlarca dönüm arazisi ekilmemiş boş bulunan
hakiki çiftçilerin iktisaden kalkınması mı yapılacaktır? Yoksa yine çiftçiler borçlan
dırılacak mıdır? (hiçbir şey anlamadık sesleri)
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Efendim anlatmak istediğiniz hususu tamamıyla
anladım.
LÜTFÜ BEY (Malatya): Geçen sene tecrübe ile faydaları sabit olan traktör makine
lerinden buraya da bir tane getirilmiş ve burada tatbikatı yapılmıştı. Bu makineler
den Doğu vilayetlerine kaç tane gönderilmiştir? Hatta Malatya için numune olarak
bir makine istemişti, gönderilmemiş, gönderilmediğinin sebebi nedir? Üçüncüsü,
bu tesis edilen ziraat mekteplerinden Doğu vilayetlerinde kaç mektep açılmıştır?
Lütfen bunlara dair izahat veriniz.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Efendim daha Ömer Lütfü Bey var, Salih Efendi var.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Ben kendisiyle ayrıca görüşürüm.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Paşa Hazretleri bana da söz veriniz, on beş
günden beri söz istiyorum.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar): Efendim, Vekil Beyefendi işgalden kurtarılmış
yerlerde çiftçilerin çift ve çubuk olarak hiçbir şeyleri bulunmadığından ve onlara
yardımın ancak ve ancak Ziraat Bankası vasıtasıyla yapılabileceğini, ifade ettiler.
Hâlbuki Ziraat Bankasının parası yoktur, Maliye Vekâletinden dokuz milyon küsur
lira alacağı var, dediler.
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Hükümetten eski ve yeni...
ÖMER LÜTFÜ BEY (Devamla): Bunun iki buçuk milyon lirasını hiç olmazsa ver
sinler diyorsunuz ki benim sorum, bu parayı istediniz mi? İstediğiniz halde alama
dınız mı? Alamamanızın sebebi nedir?
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Lütfü Bey, kısa söyleyiniz.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Devamla): Beyefendi, ziraat mekteplerinden hiç bahsetmedi
ler.
MAHMUT ESAT BEY(Devamla): Ettim.

1556
ÖMER LÜTFÜ BEY (Devamla): Hususiyetle Ankara Ziraat Mektebinin bugünkü
halde mektep değil ahırdan beter bir çöplük halinde olduğunu bilmiyorlar mı? Ha
len mevcut mektebin yanı başında mektep için gayet elverişli bir bina olduğunu ve
esasen mektep için inşa edilmiş olan bu binanın hali hazırda misafirhane olarak
kullanıldığını bilmiyorlar mı?
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Beyefendi seyahatten yeni döndüler. Sorularınız
o mevzuda olsun.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Devamla): Sonra efendim, üçüncü sorum Afyonkarahisar
Sanayi Anonim Şirketinin hesapları halen görülmemiştir. Karmakarışık bir haldedir.
Niçin şimdiye kadar bir müfettiş gönderilip de hesapları tetkik edilmemiştir?
SIRRI BEY (İzmit): Vekil Bey beyanatınız derin bir ilmi malumat ile yapılmıştır.
Bende şükran hissi doğurdu. Evvela onu arz edeyim.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Bu soru değil ama.
SIRRI BEY (Devamla): Bu sorularıma giriştir. Ziraat aletleri alımı için Chester'in bir
teklifi olduğunu beyan buyurdunuz. İsmi ve mesleği senelerden beri işitilen bu
adamın teklifine karşı ihtimal ki başka memleketlerden, Memlekete ve Millete daha
müsait şartlarla verilen teklifleri dikkate almışlardır. İkinci sözüm, soru tarzında
değil, temenni mahiyetinde olacaktır. Yakinen haber aldım, İzmit civarından İstan
bul'a geçirilmek istenilen hayvanlara Milli Savunma Vekâletinin izin verilmediğin
den dolayı tebliğde bulunulmuştur. Bu tebliğin ne gibi tesir yaratacağını ne siz ve
ne de ben hükmedebilirim. Hâlbuki orada hayvanlar ölmektedir, sahipleri de zarar
ve ziyan görmektedir. Hususiyetle hem vazife icabı ve hem de merhameten bu
hususta bu kürsüden Milli Savunma Vekâletine seslenmenizi temenni ederim.
TUNALI HİLMİ BEY (BOLU): Reis Paşa Hazretleri, Sırrı Beyi pek aldattılar.
REFİK BEY (Konya): Vekil Beyefendi kurtarılmış mıntıkadaki seyahatleri hakkında
izahatta bulundular ve birkaç arkadaş yazılı bazı sorular sordular. Böyle sınırsız
sorular sormak için İç Tüzük müsait değildir.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Soracağınız soru bu mevzuda olacaktır.
REFİK BEY (Devamla): O halde yanık çitçilerin elemlerini bize getiren İktisat Vekili
Beyefendinin izahatını dinledik. İstiyoruz ki İstanbul'un Milli İdareye geçmesinden
evvel Banko di Roma'ya beş yüz bin lira... (yedi yüz sesleri) Ticaret kastıyla veren
şahıs veya heyet hâlâ İstanbul'da vazife etmektedir. İkincisi, Lütfü Bey arkadaşı
mız sordular, Ziraat Bankasının Maliyedeki alacağı hakkında İktisat Vekâleti ne
gibi teşebbüste bulunmuşlardır. Faiz işlemiş midir? Mahkemeye müracaat etmiş
midir? Üçüncüsü, geçenlerde kendilerine hususi olarak istirham etmiştim, seçim
mıntıkamda Feke Nahiyesi vardır. Dört yüz hanelik köyde dört çift öküz kalmıştır.
Zavallı köylü feryat ediyor. Bunu tetkik buyuracaklardı, yardım vaat etmişlerdi.
Bunun hakkında izahat isterim. Bu da yapılmış mıdır?

1557
OSMAN BEY (Lazistan): Bu tarz soru ve cevap usulü İç Tüzüğe muhaliftir.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar): Memleketin derdine deva arıyoruz.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Benim yazılı yedi sorum vardı. Onlara şunu
ilave ediyorum. Ziraat Mektebine, Ziraat Makinist Mektebine bir talebe heyeti imti
hanıyla kabul olunuyor. Bir gün devam ediyor, ertesi gün bir iltimaslı çıkıyor, o
alınıp diğerlerine yol veriliyor. İkincisi...
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Kurtarılmış yerler hakkında bir sorunuz var mı?
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Ben Çallıyım. Çal'da kendi babamdan kalan
arazinin ziraatı için İktisat Vekâletinden kefalet ile veya param ile bir traktör iste
dim. Üç aydan beri dilekçem nerededir? Dilekçem kaybolmuştur.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Sizin soru önergenize sıra gelmedi.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Devamla): Paşam bir soru kaldı. Kooperatif şirketleri
şundan, bundan teşkil ediliyor. Ortada ne bir tüzük var, ne bir kanun var. Herkes
para alamıyor. Zavallı hissedarların paraları nerede kalmıştır? Kooperatif şirketleri
tesis etmek isteyenler hakkında cezai takibat bulunmuşlar mıdır? Herkesin parası
yağma mıdır?
HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara): Rica ederim, şimdi biz gensoru önergesi ver
medik ve bizde soru önergeleri de yoktur. Sonra bir kanunu veya Ziraat Bankası
bütçesini de müzakere etmiyoruz. Bu şahıs seyahat neticesini beyan ediyor. Bunu
fırsat bilerek uzun uzadıya soru sormak, bunun neticesi çıkmaz. Başka işlerimize
bakalım. Sığır vebası ile vakit geçirmeyelim.
YASİN BEY (Gaziantep): Kanun gereğince Orduya lüzum olmayan hayvan ve
arabalardan oradaki muhtaç ahaliye ne miktar verilmiştir? Bunu soruyorum.
HACI BEKİR EFENDİ (Konya): Hükümetçe ihracatın yasak olduğuna dair malu
matımız olmadığını ve fevkalade bir hal yoksa bunun lüzumsuz olduğunu beyan
buyurdunuz. Sırrı Bey arkadaşımızın da itiraz buyurdukları gibi Çanakkale'den ve
Karamürsel'den katiyen hayvan geçirilmiyor. Hâlbuki şu kış gününde yirmi, otuz
gündür, ben bir telgraf aldım, oralarda hayvanlar kalacak olursa tamamen telef
olur. Zira ağıl yok, ahır yok. Besleyecek şey yok. Bu hususta ne gibi tedbirler alı
nıyor?
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Benim beş, altı maddeyi ihtiva eder bir soru önergem vardır.
Buna ilaveten...
MAHMUT ESAT BEY (İktisat Vekili): Soru önergeniz yoktur.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Şimdi verdim, Paşa Hazretlerine.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Mazhar Müfit Bey, buyurun. (vazgeçti sesleri)

1558
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari): Anlaşıldı, efendim sorsak beyefendi cevap verecekler
ve hiçbir şey çıkmayacak. Bunun için arkadaşlarımı memnun etmek üzere vazgeçi
yorum.
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbakır): Ziraat Bankası Devlet bankasıdır, buyurdunuz.
Ziraat Bankası Devlet bankası mı, yoksa halk bankası mıdır?
MAHMUT ESAT BEY (İktisat Vekili): Efendiler Ziraat Bankası tam zirai faaliyetlerle
alakadar bir banka değildir. Fakat Memleketimizde hiçbir mali müessesenin vakit
bulup da yapamadığı, otuz küsur seneden beri pek çok kıymetli hizmetler yapmış,
bir mali müessesedir. Ziraat Bankasının pek çok noksanları vardır. Bunlar tamam
lanacak olursa Ziraat Bankası otuz iki senelik hayatından daha fazla faydalar te
min edebilecek bir hale gelebilir. Mamafih bu otuz iki senelik hayatı içinde Ziraat
Bankası, zannedildiği gibi Memleket için tehlike ve afet olmamıştır. Bilakis çok
faydalı hizmetler ifa etmiştir. Fakat kanunu ve mevzuatı asri bir mahiyetteki iktisadı
kavrayamadığından dolayı istenilen faydaları yapamamıştır. O da uluorta kredi
vermiş ve bu verilen paraların zirai faaliyetlere sarf edilip edilmediğine dair hiçbir
kayıt koymamıştır ve onu takip etmemiştir. Bankadan para alanlar, paraları zirai
üretime sarf edecekleri yerde, düğüne, şuraya, buraya vermişlerdir. Binaenaleyh
bankadan borç alınan paralar yerinde sarf edilmemiştir ve memlekette bir üretici
bankası olmamıştır. Ziraat Bankası kanun ve mevzuat itibariyle asri bir iktisat ban
kası mahiyetinde değildir. Bunu o hale getirmek lazımdır. Buna dair lazım gelen
kanun tasarısını hazırladık ve yakında Yüce Meclisinize takdim edeceğiz. Fakat o
hale getirebilmek ve tetkik etmek için aşağı yukarı üç, dört aya ihtiyaç vardı. Ha
vaya bir şey yapmak istemedik. Mektep meselesine gelince, Adana ile Erzincan'-
da birer mektep açıyoruz. Efendiler, imkân oldukça bu mektepleri çoğaltacağız.
Yalnız mektepleri düşünürken, her tarafa mektep açarak, her tarafı memnun et
mek imkânını bulamadık. Şimdilik lüzumu olan yerlerden başladık.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): Erzincan'da açıyorsunuz, Erzurum'da açmayacak
mısınız?
MAHMUT ESAT BEY (Devamla): Efendiler isteriz ki Memleketimizin her tarafında,
her livasında, hatta her nahiyesinde ziraat mektepleri açalım. Fakat bugün için bu
mümkün değildir. Binaenaleyh ziraat mekteplerini açarken ziraatı fazla olan yerleri
tercih ettik. Erzincan'ı da bu sene bütçemize koyduk. Bütçe kabul edilmiştir ve bu
sene tatbik edilecektir. Bursa'da mektebimiz açılmış, İzmir'de ve Karesi'de de
açılmıştır. İstanbul'daki mevcuttur. Ankara'da mevcuttur ve liva idare meclisleri
gelirleriyle idare ettirilmekte olan diğer mekteplerimiz de vardır ki bunlar Sivas ve
Kastamonu'dadır. Erzurum'da da açıyorduk, fakat sonra Erzincan'a naklettik.
Efendiler, benim açabildiğim mektepler bundan ibarettir. Bunu da ayrıca arz etmek
isterim ki bütçeyi mektep işlerine sarf etmekten çok çiftçinin tohumunu düşünmek
ve Ziraat Bankasını düşünmek lazımdır. Aynı zamanda zirai alet ve makineleri de
düşünmek lazımdır. Çiftçi ve ticaret bankalarını meydana getirmek lazımdır. Bun
ları her şeyden evvel düşünüyoruz ve aynı zamanda bütçede para, fırsat buldukça

1559
mektepler açmaya doğru da gidiyoruz. Şimdiki halde açabildiğimiz mektepler bun
lardır. Mümkün oldukça diğerleri de olacaktır.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Bütçenin kabul edildiğini buyuruyorsunuz. Ne vakit kabul
edilmiştir.
MAHMUT ESAT BEY (Devamla): Efendim, şimdi Ömer Lütfü Beyefendiye cevap
veriyorum. Buyurdular ki Ziraat Bankasının alacakları için İktisat Vekâleti, Maliye
Vekâletinden bu parayı istedi mi? Bu arada Refik Beyefendi de bu soruyu tekrar
ettiler ve Maliye Vekâletine dava açıldı mı buyurdular. Hayır, Maliye Vekâletine
dava açmadık, açmayacağız ve buna da lüzum görmedik. Efendiler, bu meseleyi
Yüce Meclisinizin kararına bağlamak suretiyle halledeceğiz ve böylece tahsili ga
yet kolay olan terk edilmiş mallardan alacağız. Ziraat Bankasının bu parası, zan
nederim Maliye Vekâletinden elli defa istenmiştir. Ziraat mektebi meselesine ge
lince, Beyefendi Hazretlerine bilhassa teşekkür ederim. Hakikaten buradaki Ziraat
Mektebi, talebeyi alabilecek tam bir ziraat mektebi binası değildir. Asıl binası Ge
nel Kurmay tarafından işgal edilmektedir. Bunun iadesini istedik. Lüzumlu oldu
ğundan bahis buyurdular. Şu sırada biz de ısrar edemiyoruz. Tekrar ediyorum ki
Ziraat Mektebi binası iyi bir vaziyette değildir. Hatta bunu Ziraat Bankası meselesi
dolayısıyla Hükümette de bahsettik. Bir neticeye varmak için Pazarı bekliyoruz.
İhtilaf olduğu takdirde mesele Yüce Heyetinize gelecektir. Şimdi Sırrı Beyefendinin
sorularına cevap vermek istiyorum.
ÖMER LÜTFÜ BEY (Karahisar): Afyonkarahisar Anonim Şirketi hesaplarından
bahsetmediniz.
MAHMUT ESAT BEY (Devamla): Ona da geleceğim, efendim. Sırrı Beyefendi
mühim bir meseleye iliştiler. Memlekete çok miktarda zirai alet ve makineleri Mart
ayı içerisinde muhtelif limanlara getirtmek için Mösyö Kennedy ile müzakerede
bulunuyoruz. Bu bir imtiyaz değildir. İmtiyaz mahiyetinde olursa tabii Yüce Meclise
gelecektir. Onlar bir şirket açmak istiyorlar ve bu şirket Singer usulünde olacaktır.
Ahaliye zirai alet ve makineleri taksitle satacaktır. Yalnız bir teklif vardır, diyoruz ki
fiyat tarifelerini biz de göreceğiz ve bizim de kararımız itibara alınacaktır. Binaena
leyh Memleketimizin muhtelif yerlerinde bir şirket mahiyetinde taksitle zirai alet ve
makineler satar, atölyeler açar ve bu suretle Türk çocuklarını da orada tahsil ettirip
ve Türk sermayesi de dâhil olarak bir Türk şirketi halinde kurulabilecektir. Tabii bu
şirketin yanında bir Alman ve bir Türk de bir şirket açabilir ve bütün diğer milletlere
mensup şirketler de açılabilir. Bunların hepsini itibara alacağız. Bunlarla hiçbir
taahhüde girişmiyoruz. Yalnız bunların fiyat tarifelerine ilişeceğimize göre bazı
kolaylıklar göstermeyi düşünüyoruz. Tetkikatımız Pazartesi günü tamamlanacak
ve Yüce Heyetinize arz edeceğim. Binaenaleyh diğer şirketler ve müesseseler de
gelebilirler, bunlar imtiyaz değil, alelade ruhsatlı şirkettir. Temenni ederim ki bu
şirket bir an evvel açılsın ve Mart içerisinde Memleketimize lazım olan zirai alet ve
makineleri getirsin. Bunun on iki milyon liralık bir şirket olacağını tahmin ediyoruz.
Türklerden de ortak olmak isteyenleri memnuniyetle kabul ediyorlar. Bir an evvel

1560
arz ettiğim prensip dâhilinde Türk sermayesi ile yabancı sermayesini beraber ça
lıştırmak istiyoruz. Efendiler; makinist mekteplerimiz noksandır. Memleketin zirai
makinelerini idare edecek derecede değildir. Ankara'da açtığımız mektepte ve
diğer yeni açtığımız mekteplerde makinistlik tahsil ettiriyoruz. Bu şirket vasıtasıyla
açılacak olan atölyelerde fazla miktarda Memleketimize makinist yetiştirebileceği
mizi ümit ediyoruz. Bir de İzmit'teki hayvanlar meselesi vardır, efendiler. Bunun
için üç gün evvel müracaat oldu. Derhal telgrafla İzmit Mutasarrıflığından sordum,
çünkü alelade emir veremezdim. Yani alelade bu koyunları bırakınız diyemezdim.
Olur ki tiftik geçiriyorlardı ve yine olabilirdi ki damızlık hayvan ihraç ediyorlardı.
Buna dair bir malumatım olmadığı için bu hususu İzmit Mutasarrıflığından sordum
ve mamafih işin gecikmemesi için Milli Savunma Vekâletine de bildirdim. Fakat
henüz cevap alamadım. Mutasarrıflığa bugün tekrar bir telgrafla bildirdim.
ŞÜKRÜ BEY (Bolu): Ama o hayvanlar orada mahvoluyorlar.
MAHMUT ESAT BEY (Devamla):Ben de hiç arzu etmem ki tüccarlarımız zarar
etsinler. Fakat meselenin mahiyetini bilmiyorum. Bittabi buradan onların bırakıl
ması için emir veremezdim. Çünkü yarın o koyunların kanunen İstanbul'a gönde
rilmelerinin yanlış olduğu bana bildirirlerse sonra ben ne yaparım? Mutasarrıflıktan
müracaat yoktur. Hatta Mutasarrıfa yazılan telgrafta koyunlar şayet yasaklı değilse
bırakınız diye de yazılmıştır. Ben ancak bunu yapabilirdim. Afyonkarahisar Şirketi
ne dair cevap veriyorum. Bu şirketin hesaplarının görülmesi için emir verdim. Bi
naenaleyh komiserin bugünlerde gitmesi muhakkaktır. Oradan geçerken şirketi
bizzat ben de gördüm, hesaplarını da aşağı yukarı tetkik ettim ve bir kanaat edin
dim. Refik Beyefendi Maliyeden para alındı mı sorusundan başka bir de başka bir
yerde sığır vebasının tahribatından bahsettiler. Bu doğrudur efendiler, ne yazık ki
Memleketimizde bu hastalık çok büyük tahribat yapmıştır ve bu tahribat tahmin
edemeyeceğimiz kadar fazladır. Elimizdeki istatistiklere göre resmi olarak elli,
altmış bin sığır telef olmuştur. İhtimal ki haber alamadığımız daha birçok hayvan
lar vardır. Miktarını yüz bine çıkarabiliriz. Bunlar otuzar liradan üç milyon lira eder.
Bu milli servetimizdendir ve bilhassa en fakir halkımız tarafından kaybedilmiştir.
İktisat Vekâletine geldiğim günden beri her işi bırakarak yalnız sığır vebası müca
delesiyle meşgul oldum. Efendiler, bitirdim diyemem. Fakat diyebilirim ki bugünkü
işgalden kurtarılmış yerlerle Orta Anadolu'da vaziyet bundan on beş sene evvelki
vaziyettedir. Elli seneden beri Memleketimizde mevcut olan bir hastalığı ben beş
ayda yok edebilmek imkânını kendimde göremediğimi itiraf ederim. Bilhassa Ça
nakkale Livasında pek çok hastalıklar vardır, yeni başlamıştır. Onun önüne geçil
mesi için de serumla lazım gelen baytarları gönderdim. Ve kısa bir zaman içinde
bunun da hakkından gelebileceğimize emin olabilirsiniz.
MEHMET BEY (Biga): Vaktiyle serum gönderilmiş olsaydı...
MAHMUT ESAT BEY (Devamla): Vaktinde gönderilmiştir efendim. Fakat havadan
balonla serum göndermek imkânı yoktur. Eğer mümkün olsaydı onu da yapacak
tım. Efendiler, elimizde baytar yoktur ve hepsi askerlik vazifeleri ile mükelleftir.

1561
Efendiler, birçok Milli Savunma Vekâletinden istedik. Fakat Ordu lüzumuna binaen
bunları terhis edemedi. Bütün Anadolu'daki sığır vebası hastalığını yalnız yüz
yirmi baytar ile tedaviye çalıştık. Baytarları birden Ordudan ayırmak imkânı olsaydı
bir dakika tereddüt etmezdik. Son günlerde terhis edilen otuz baytarı oraya gön
derdik ve serum istedikleri andan itibaren göndermeye başladık. Fakat ne yazık ki
nakliye vasıtalarının eksikliği ve Çanakkale'nin malum olan vaziyeti bunların vakit
ve zamanında tedavi yerlerine girmesine mani oluyor. Elimizden ne geldiyse hep
sini yaptık. Eğer fazlasını bilen varsa onu söyler ve ben de düşünür ve yapılacak
bir şeyse yaparım. İhracat meselesi hakkında muhterem Konya Mebusunun soru
suna cevap vereceğim. Efendiler, kanunlarımız gereğince hububat ihracatı yasak
değildir, serbesttir. Yalnız Ordunun ihtiyacını itibara alarak bazen mani oluyoruz.
Hatta tohumluk meselesinde de çok çalıştık ve nihayet kısmen ellerinden alabildik.
Balıkesir'den geçerken böyle bir hadiseye şahit oldum. Tahmin ederim ki orada da
öyle olmuştur. Mamafih elimde Ordu tarafından el konulduğuna dair bir vesika
yoktur ve onu tahkik ediyoruz. Nerede böyle bir hadise olursa derhal takip ediyo
ruz. Temin edebilirim ki Anadolu'nun kendini besleyecek kadar buğdayı vardır. Bir
yerden diğer yerlere buğday naklini yasaklamak, Memlekette en büyük karaborsa
hareketine meydan vermek demektir. Ne kadar serbest bırakılırsa o kadar iyi bir
vaziyette gidecektir ve Anadolu uzun seneler harp sıkıntısı içinde olduğu halde
kendi kendini uzun zamanlar idare edebilecek kabiliyeti her zaman gösterebilecek
tir. Binaenaleyh bu gibi müdahalenin aleyhindeyiz ve bize haber verilenleri şiddet
le takip ediyoruz. Fakat efendiler nihayet takip edebildiğimizin de bir haddi vardır.
Ben gidip mahallinde tevkif ettiremem. Şunu bunu emredemem. Resmi makamlar
tarafından yapılırsa oraya bildiriyorum ve onlar da müdahaleyi kaldırıyorlar. Fakat
ve nihayet efendiler, iktisadi vaziyetimizin ehemmiyetini düşündüğümüz kadar,
Ordumuzun da ihtiyaçlarını düşünmek mecburiyetindeyiz. Yeter ki müdahaleler
lüzumsuz ve sebepsiz olmasın.
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): Reis Paşa Hazretleri, bir sorum var müsaade ediniz.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): İki saatten beri zaten sorularla uğraşıyoruz ve
bütün sorulan sorulara toptan cevap veriyorlar. Rica ederim.
MAHMUT ESAT BEY (Devamla): Ordu tarafından hayvan dağıtılması meselesine
gelince, bunların adedi bizce malum değildir. İktisat Vekâletine müracaat edilerek
dağıtım yapılmamıştır. Doğrudan doğruya Ordu tarafından dağıtılmıştır. Bunların
miktarını öğreneceğiz, fakat denebilir ki keşke dağıtılmasaydı. Çünkü bu hayvan
lar Yunanlıların işgali zamanındaki hayvanlarla temas etmiştir ve bundan dolayı
maalesef veba hastalığı bulaşmıştır. Efendim benim hatırımda kalan bundan iba
rettir. (kâfi sesleri)
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Vekil Beyefendi izahatta bulunuyor. Bazı
arkadaşlar sorular sordular, Vekil Bey de izahat veriyor. Ben doğrudan soru sor
manın doğru olmadığını izah edeceğim. Arkadaşlar sorularını ayrıca sorarlar, biz
izahatını dinleriz. Binaenaleyh gündemimize devam edelim.

1562
NUSRAT EFENDİ (Erzurum): Beyefendi, Erzurum zahire ambarı ve hakiki bir
ziraat memleketi olduğu halde, keza Kars'ta bir ziraat memleketi olduğu halde,
Erzincan'ı niçin tercih ettiniz? İkinci sorum, Erzurum'a iki saat mesafede bir çiftlik
var, askerler işgal ediyorlar. Bunu da haber aldım. Bu ne oldu?
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Efendim mesele bu değildir. Vekil Beyefendi
Yunan işgalinden kurtarılmış yerler için izahatta bulunuyorlar ve buna dair olan
sorulara cevap verdiler. (gürültüler)
HACI ŞÜKRÜ B. (Diyarbakır): Paşam, benim soruma cevap vermediler.
MUSTAFA SABRİ EFENDİ (Siirt): Paşa Hazretleri benim sorularıma cevap versin.
SALİH EFENDİ (Erzurum): Mesele kâfidir. Diğer müzakereye geçelim. Diğer soru
önergelerinin cevaplarını başka bir zaman verirler. Gündeme geçilsin.
ZAMİR BEY (Adana): İzahat kâfidir.
ALİ FUAT PAŞA (Başkan Vekili): Efendim şimdi gündeme geçiyoruz. Esasen İç
1
Tüzüğe göre sorular için yarım saattir. Şimdi gündeme geçiyoruz.

(İki hafta sonra 13 Ocak 1923 tarihindeki oturumda...)

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Konya Mebusu Refik Bey ve arkadaşlarının,
terk edilmiş mallardan elde mevcut bulunan üzüm ve incir mahsulünün satılarak
Ziraat Bankasına alacağına mahsuben verilmesine dair bir temenni önergesi var.

TBMM Başkanlığına
Milli Hükümetin, Yunanlılarla ve diğer düşmanlarla muharebe ve mü
cadelede bulunduğu zamanlarda şiddetle lüzum olduğu için Ziraat Bankası
sermayesinden mecburen almış olduğu miktarın kısmen olsun karşılanmasını
ve binaenaleyh bu zirai müessesemizin muamelelerinin selametini temin için
sermayesini artması gerekmektedir. Maliye Vekili Hasan Beyefendi İzmir'de
bulundukları esnada yine orada bulunan İktisat Vekili Mahmut Esat Bey'e, terk
edilmiş mallardan takriben üç milyon liralık miktarda üzüm, incir mahsulünü
aynen ve bedeli karşılığında vermeyi kabul buyurdukları ve fakat bu gibi malla
rın Bankanın alacağına karşılık alınabilmesini mümkün kılacak bir kanunun
bulunmaması dolayısıyla aynen alınamadığı Yüce Mecliste yapılan müzakere
de anlaşılmıştır. Vekil beylerin beyanatlarından anlaşıldığına göre, Maliye Ve
kâleti esas itibariyle Ziraat Bankasının alacaklarına mahsuben ödeme yapabi
leceğini göstermiş ve aradaki farkın yalnız üzüm ve incir mahsulünün tespit
edilecek bir bedelle aynen Bankaya verilmesi veya Maliyece satılarak Banka
hesabına yatırılması olabilir. Buna göre düşünülmüş olan ödemenin şıklarından

1
TBMM Zabıt Ceridesi (30 Aralık 1922), 1.Dönem, c.26, s.106-120, http://www.tbmm.gov.tr/
1563
birisini alacağın sahibi olan İktisat Vekâletinin gösterdiği tereddüt bu muamele
yi tehir etmiştir. Binaenaleyh ziraatçıların ihtiyaçlarını elde etmelerini kolaylaştı
racak olan ve ziraatın gelişme ve ilerlemesi için büyük miktarda sermayeye
ihtiyacı olan işgalden kurtarılmış vilayetlerimizin bu ihtiyaçlarını karşılayabilmek
üzere Maliye Vekâletince halen yarısının elinde mevcut olduğunu haber aldı
ğımız üzüm, incir mahsulünün bir an evvel satılarak Ziraat Bankasına teslimini
düşünüyoruz. Bu maksadın temini ile mesele kolayca halledilebileceğinden bu
muamelenin tasvip ederek ifası için Hükümete tebliğini arz ve teklif eyleriz.
Konya Mebusu
Refik ve 6 arkadaşı

MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, bu bir temenni önergesidir, mü


zakere açmayacağız. Maliye Vekili Bey Yüce Heyetinizi aydınlatmak için söz söy
leyecekler.
HASAN FEHMİ BEY (Maliye Vekili): Efendim bu önergede tasvip istendiği için
izahat vereceğim.
REFİK BEY (Konya): Tasvip değildir, temennidir.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Milli idare teşekkül ettiği tarihten itibaren
1.200.000 lira 1920 senesi içinde Ziraat Bankasından para alınmıştır. Tabii bunun
faizi de vardır. Ben bundan iki gün evvel 600.000 lirasını nakden verdim. Diğer
600.000 lirayı da 1923 senesi gelirlerinden verebilirim. İstanbul'dan alman paraya
gelince, bu hakikaten yürek yakıcı bir şeydir. Bunun için Yüce Meclisin, ayrıca bir
karşılık düşünerek bir çare bulması lazım gelir. Burada bunu bahis mevzu etmiyo
rum. Yüce Meclis bir şey tasvip ederse onun mümkün olduğunca imkânı bulunur.
REFİK BEY (Konya) : Efendim, önergemizin son cümlesindeki tasvip kelimesini
kaldırıyoruz. Temenniden ibarettir. Böyle yapılsın diyoruz.
HASAN FEHMİ BEY (Devamla): Binaenaleyh terk edilmiş mallar meselesi de bir
kanuna tabidir. Maliye, Ziraat Bankasına ait borcundan bu sene 600.000 lira verdi.
İki ay sonra yeni mali sene geliyor. Yeni mali sene başında da bir buçuk ay sonra
gelirlerimizden 600.000 lira daha verebiliriz. Öyle terk edilmiş mallarla ve saire ile
Ziraat Bankasının alacağını karıştırmak doğru değildir.
1
MUSA KAZIM EFENDİ (Başkan Vekili): Efendim, temenni önergesini havale ediyoruz.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (13 Ocak 1923), 1.Dönem, c.26, s.347-348, http://www.tbmm.gov.tr/

1564
BU DİZİNİN YAYINLANMIŞ DİĞER KİTAPLARI

1565
TBMM Tutanakları Yıllığı: 3
KURTULUŞ SAVAŞI'NIN ZAFER YILI 1922

Ankara Meclisi ve Hükümeti Milli Mücadele


nin başından beri devam eden felaketler zin
cirine 1921 yılında da göğüs gererek diren
miş ve Sakarya Zaferi ile makus talihini yen
miştir. Viyana bozgunundan beri üç asırdır
devam eden geri çekilme Sakarya'da durdu
rulmuştur. Yunanlar için geri dönmek haricin
de başka bir seçenek kalmamıştı. Yunan Or
dusu, Eskişehir'in doğusunda Afyonkarahi
sar'ın doğusunda ve güneyinde savunmaya
elverişli mevziler seçerek yerleşti. Türk Ordu
su ise yeni bir ciddi savaşa sebep olmayacak
bir uzaklıkta Yunan Ordusunun karşısına yer
leşti. 1922 yılına girerken cephenin iki tara
fında da sessizlik hüküm sürüyordu. Yunan
işgal bölgesinde, küçük ölçekte olaylar olu
yordu, fakat Yunanlılar tarafından acımasızca
bastırılıyordu. Uzaktan Anadolu’ya bakanla
rın, bir savaşın varlığını anlamaları bir hayli
zordu. Halbuki işgal altındaki Ege Bölgesi
gizli bir yara halinde içten içe kaynayıp dur
maktaydı ve buralar kurtarılmadıkça bir barış
söz konusu değildi. Bu nedenle böyle uzak
tan değil de durumu yakından bakanlar, bu
huzur uyandıran sessizliğin yanıltıcı olduğu
nu bilmekteydiler. Her iki ordu pek de rahat
değillerdi. Karşılıklı cephelerde mevzilenmiş
iki ordunun askerleri, her an kopması olası
bir kızılca kıyametten tedirgin, her an birbiri
nin üzerine atılmaya hazır bir gerilim içindey
diler.Mutlaka Türk Ordusunun zaferi elde et
mesi gerekiyordu.
1566
Cengiz ÇETİNTAŞ
cengizcetintas@outlook.com

You might also like