Professional Documents
Culture Documents
Tas Ustasi Camilla Lackberg PDF Indir 10293
Tas Ustasi Camilla Lackberg PDF Indir 10293
Camilla Lackberg
.!]3 DOGAN
-KITAP
Ulle'ye . . .
Aklına gelebilecek bütün mutluluklar senin olsun.
Istakoz yatakları artık eskisi gibi değildi. O zamanlar ka
ra kabukluları sepetle toplayanlar yılınadan çalışan, mes
lekten ıstakozculardı. Şimdi yaz ziyaretçileri sırf keyif için
bütün bir hafta ıstakoz avlıyordu. Kurallara da saygıları
yoktu. Yıllardır bunu o kadar çok görmüştü ki. Istakozların
yasalara uygun biçimde tutulduğu izlenimini vermek ama
cıyla kullanılan bazı yöntemler vardı; örneğin, dişilerin göz
le görülebilen yumurtalarının fırçayla gizlice alınması veya
başkalarının sepetinden izinsiz ıstakoz alınması. Hatta ba
zıları suya dalıp doğrudan sepetlerden çıkarırdı ıstakozları.
Ara sıra bu işin sonu nereye varacak, ıstakozcuların arasın
da bir tane olsun onurlu biri var mı diye merak ederdi. Bir
seferinde sepet yukarı çekilince içinden bir şişe konyak çık
mıştı; kim bilir kaç ıstakoz yürütülmüştü yerlerine bu şişe
konurken? Ama hiç değilse o hırsızın bir onuru, bir mizalı
duygusu vardı."
Frans Bengtsson kendi ıstakoz sepetlerini yukarı çeker
ken, derin derin iç geçirdi. Ama sepetinde iki şahane ıs ta
kozu görünce yüzü güldü. Istakozlann nerede birikıneye me
yilli olduklan gözünden hiç kaçmazdı; üstelik sepetlerini yıl
dan yıla koyup talihinin yaver gideceği birkaç gözde nokta
sı vardı.
Üç sepet sonra bu değerli yaratıktan idare edecek çapta
10
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
ven biriydi, ama şu anda polis olmaya karar verdiği için ken
dine küfrediyordu.
"İçeri girebilir miyiz?"
"Şimdi beni geriyorsun Patrik, ne oldu?" Birden aklına bir
şey düştü. "Niclas, değil mi, bir araba kazası falan mı oldu?"
"Önce içeri girelim."
Annesi de Charlotte da yerlerinden kıpırdama gücü bu
lamayınca, Patrik işi ele aldı ve onları mutfağa yönlendirdi,
Martin de arkalarından geliyordu. Ayakkabılarını çıkarma
dıklarını fark etti, arkalarında ıslak ayak izleri bıraktıkları
na hiç şüphe yoktu. Ama şu anda yerlerin biraz çamurlanma
sının hiç önemi yoktu.
Charlotte ile Lilian'a mutfak masasına oturmalarını işa
ret etti. Kendileri de onların karşısına oturdular.
"Charlotte çok üzgünüm ama . . . " Bir an duraksadı, "Sana
kötü bir haberim var." Sözcükler ağzından sertçe ve birden
bire çıkmıştı. Seçtiği kelimeler daha şimdiden kendisine yan·
lış geliyordu, ama söyleyeceği şey için doğru sözcük var mıydı?
"Bir saat önce bir ıstakoz avcısı boğulmuş küçük bir kız
buldu. Çok ama çok üzgünüm Charlotte . . . " Sonra devam et
meye gücü yetmedi. Sözcükler aklındaydı, ama her biri o ka
dar korkunçtu ki, ağzından çıkmaya razı değil gibiydiler. Za
ten daha fazlasını söylemeye de gerek yoktu.
Charlotte gırtlaktan gelen bir hırıltı çıkararak soluğunu
tuttu. Ayakta durabilmek için iki eliyle masaya yapışınıştı ve
boş gözlerle Patrik'e bakıyordu. Mutfağın sessizliğinde bu hı
rıltı sesi bir çığlıktan daha kuvvetliydi. Patrik gözyaşiarına
ve sesine hakim olabilmek için yutkundu.
"Bir yanlışlık olmalı. Sara olamaz o!" Lilian'ın dehşet do
lu bakışları Patrik ile Martin'in arasında mekik dokuyordu,
ama Patrik yalnızca başını salladı.
"Çok üzgünüm" dedi tekrar, "ama kızı biraz önce kendim
gördüm, Sara olduğuna hiç kuşku yok."
28
* * *
* * *
''Mutfakta oturabiliriz."
Veronika Karlgren onları, muhtemelen öğlen yemeğini
hazırlamakta olduğu büyük ve sevimli mutfağına buyur etti.
Kibarca el sıkıştılar ve kendilerini tanıttılar, sonra mut
fak masasının etrafına oturdular. Frida'nın annesi dolaptan
çıkardığı fincanlara kahve doldurdu, bir tabağa da bisküvi
koydu. Bunları yaparken, Patrik onun ellerinin titrediğini,
kaçınılmaz olanı, ona söylemeye geldikleri şeyi mümkün ol
duğu kadar ertelemeye çalıştığını fark etmişti. Sonunda da
ha fazla ertelemeye imkan kalmadı ve kadın karşılanndaki
sandalyeye bıraktı kendini.
"Sara'ya bir şey oldu değil mi? Yoksa neden Lilian beni
arayıp sonra da telefonu kapatsın?"
Patrik ile Martin söze diğerinin başiayacağını umdukları
için bir an sessiz kaldılar. Sessizliğin uzaması Veronika'nın
sözlerinin onaylanması anlamına geliyordu; bu düşünceyle
kadının gözleri doldu.
Patrik boğazını temizledi. "Evet, ne yazık ki Sara bu sa
bah denizde boğulmuş olarak bulundu."
Veronika soluğunu tuttu, ama bir şey söylemedi.
Patrik devam etti: "Kaza gibi görünüyor, ama nasıl oldu
ğuna karar verebilmek için soruşturmamız gerekiyor." Elin
de kalemi ve not defteriyle hazır bekleyen Martin'e baktı.
"Lilian Florin'e göre, Sara bugün Frida'yla oynamak üze
re buraya gelecekmiş. Bu, kızlar arasında planlanmış bir şey
miydi? Ayrıca bugün pazartesi olduğuna göre okulda olmala
rı gerekmiyor muydu?"
Veronika'nın gözleri masanın üzerine dikilmişti. "Bu haf
ta sonu ikisi de hastaydı, bu yüzden Charlotte'la ben onla
rı okula göndermemeye karar verdik, ama birlikte oynama
larında bir sakınca görmedik. Sara'nın öğleden önce gelme
si gerekiyordu."
"Ama hiç gelmedi, öyle mi?"
34
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
du. Kapı zili vardı ama nedense evin içine öyle cırlak bir ses
göndermenin ortamı fazlaca huzursuz edeceğini düşündü.
Upuzun ve sessiz bir dakika geçti ve tam Erica dönüp gitmek
üzereyken evin içinden ayak sesleri duyuldu. Kapıyı açan
Niclas'tı.
''Merhaba" dedi Erica alçacık bir sesle.
"Merhaba" dedi Niclas; solgun yüzünde, yaşlarla parlayan
kızarmış gözlerinde elem okunuyordu. Erica onun ölmüş, ama
yeryüzünde kalmaya mahkum birine benzediğini düşündü.
"Kusura bakmayın, sizi rahatsız ettim, niyetim bu değildi,
ben sadece . . . " Söyleyecek bir söz aradı ama bulamadı. Arala
rına ağır bir sessizlik çöktü. Niclas bakışlarını kendi ayakla
rına dikmişti; Erica ise kapıyı çaldığından bu yana ikinci kez
arkasını dönüp koşarak evine kaçmak üzereydi.
"İçeri gelmek ister misin?" diye sordu Niclas.
"Sence gelmem iyi olur mu?" diye sordu Erica. "Demek is
tiyorum ki sence bir. . . " Doğru kelimeyi aradı. " . . . yardımı olur
mu?"
"Ona yatıştırıcı ilaç verdiler ve aslında pek . . . " Niclas cüm
lesini bitirmedi. "Ama birkaç kez, seni daha önce araması
gerektiğini söyledi, belki de bu konuda onu rahatlatman iyi
olur."
Bütün olanlardan sonra Charlotte'un ona telefon edip
randevularını iptal etmediğine üzülmesi, Erica'ya arkadaşı
nın kafasının ne kadar karışık olduğunu düşündürdü. Ama
Niclas'ın peşinden oturma odasına girince, dudaklarından
küçük bir çığlığın kaçmasını engelleyemedi. Niclas yürüyen
bir ölü gibi görünüyorsa, Charlotte çoktan toprağa gömülmüş
birine benziyordu. Enerjik, içten, hayat dolu Charlotte'tan
geriye hiçbir şey kalmamıştı. Kanepenin üzerinde yatan san
ki boş bir kabuktu. Yüzünü çevreleyen bukleli siyah saçları
düz ve cansız çalı süpürgesine dönüşmüştü. Annesinin dur
madan eleştirdİğİ fazla kiloları, Zorn'un resmettiği şehvetli
68
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
1 03
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
edemezdi, oysa şimdi üst üste iki tokat atmıştı. Hiç de adil
olmayan bu davranış, içinde büyük bir öfkeye neden oldu, ya
tağında doğrulup bir daha açıklamaya çalıştı. Şırrak! Üçün
cü tokat iyice hassaslaşmış yanağına iniverdi ve öfkelenen
Agnes'in gözleri yaşlarla doldu. Ona böyle davranmasının
nedeni neydi? Pes ederek yastıkianna gömüldü ve bu kadar
iyi tanıdığını sandığı babasına bakakaldı. Karşısında duran
adam bir yabancıydı.
Agnes, yavaş yavaş hayatının kötü bir dönemecine girmek
üzere olduğunu fark etti.
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
içi öyle bir daralırdı ki, gitsin diye iki eliyle kulaklannı kapa
tıp avazı çıktığı kadar çığlık atardı. Ama kız yalnızca gülerdi.
Onun için artık geri gelemeyecek olması gerçekten en iyisiy-
di. Bir daha hiç gelmeyecekti.
Ölüm onu büyülüyordu. Ölümün kesin son oluşundaki bir
şey, beynini her türlü ölüm şekliyle meşgul ediyordu. En çok
hoşlandığı oyunlar, içinde bir sürü ölüm olanlardı. Kan ve
ölüm.
Ara sıra kendi hayatına da son vermek isterdi. Artık ya
şamak istememesi değildi asıl neden, ölmenin nasıl bir şey
olduğunu görmek istiyordu. Geçmişte niyetini açıkça gös
termişti. Anne babasının yüzüne karşı kendini öldürmeyi
düşündüğünü söylemişti. Bilgi paylaşma gibisinden. Ama
gösterdikleri tepki, böyle düşünceleri kendine saklamasına
yol açmıştı. Kıyamet gibi bir kavga çıkmıştı, ardından psi
kolog ziyaretleri sıklaşmış, anne babası, daha doğrusu an
nesi her an onu gözetlerneye başlamıştı. Morgan bundan
hoşlanmamıştı.
Herkesin ölümden neden bu kadar korktuğunu anlamı
yordu. İnsanların anlaşılmaz duyguları, ölümden bahsettik
leri zaman daha da keskinleşiyordu. Gerçekten anlamıyor
du. Ölüm de tıpkı hayat gibi varoluşun bir haliydi. Neden bi
ri ötekinden daha iyi olsundu ki?
Kız öldükten sonra onu keserierken orada olmak isterdi,
orada durup seyretmesine izin verilmesini. Herkesi bu kadar
dehşete düşüren nedir görmeyi. Belki cevap, kızı açtıkların
da belli olurdu. Belki de cevap, kızı kesip açan insanların yü
zünden okunurdu.
Bazen morgda yatanın kendisi olduğunu düşlerdi. Soğuk
madeni bir masada, çıplak bedenini örten hiçbir şey olmadan.
Düşlerinde, boğazını düz bir çizgi halinde kesmeden hemen
önce, pataloğun elinde parlayan çeliğin parıltısını görürdü.
Ama kimseye bu düşüncelerinden bahsetmedi. O zaman
1 59
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
"Ya ben? Benim yapabileceğim bir şey var mı?" diye sor
du Annika.
"Telefona yakın dur. Olay artık basının çok ilgisini çeke
cek noktaya geldi, o nedenle şansımız yaver giderse kamuo
yundan da bazı faydalı bilgiler gelebilir."
Annika ayağa kalkıp kahve fincanını bulaşık makinesine
koydu. Ötekiler de aynısını yaptılar. Patrik de Ernst'i bek
lemek üzere odasına gitti. Her şeyin bir sırası vardı. Devam
eden bir cinayet soruşturması olduğunda işe vaktinde gelme
nin önemi hakkında konuşacaklardı.
* * *
* * *
çeyrek geçe ile on iki arası öğlen yemeğimi yerim, sonra yi
ne çalışırım, öğleden saat ikiyi çeyrek geçeye kadar. Ondan
sonra saat üçe kadar kahve ve kuralıiye arası için annemle
babamın evine giderim. Sonra yine çalışırım saat beşe kadar
ve sonra akşam yemeğimi yerim. Sonra Kanal 2'de saat altı
da akşam haberleri var, sonra altı buçukta Kanal 4'te ve son
ra Kanal l'de yedi buçukta ve sonra saat dokuzda yine Kanal
2'de haberler var. Ondan sonra yatmaya giderim."
Hala o monoton sesle konuşuyordu, bütün bu süre boyun
ca neredeyse hiç nefes almamış gibiydi. Sesi de biraz fazla tiz
ve inceydi, Martin ile Gösta birbirlerine baktılar.
"Görünüşe bakılırsa oldukça dolu bir programın var" dedi
Gösta . "Ama hak, seninle konuşmamız bizim için önemli. Bir
kaç dakikanı ayırabilirsen çok makbule geçer."
Morgan bu söylenenleri hazınetıneye çalışır gibi görün
dü bir an, sonra razı oldu. Kenara çekildi ve onları içeri aldı,
ama günlük düzeninin kesintiye uğramasından hoşnut olma
dığı açıktı.
Martin içeri girince şaşırdı. Kulübe, hem çalışma odası
hem yatak odası işlevi gördüğü anlaşılan küçücük bir odadan
ibaretti, bir de minik bir mutfak girintisi vardı. Ortalık temiz
ve derli topluydu, bir şey hariç. Her yerde dergi yığınları var
dı. Odanın çeşitli bölümleri arasında hareket edebilmeyi sağ
lamak için dergi yığınları arasında dar yollar açılmıştı. Bir
yol yatağa gidiyordu, bir yol bilgisayara, biri de mutfağa. Bu
yolların dışında her yer dergiyle kaplıydı. Martin göz ucuy
la yere baktı, çoğu bilgisayar dergisiydi. Kapaklarına bakılır
sa önlerinde serili duran koleksiyon yılların birikimiydi. Bazı
dergiler yeni görünüyordu, bazıları iyice yıpranmıştı.
"Bakıyorum, bilgisayarlada ilgileniyorsun" dedi Martin.
Morgan gözleminin doğru olduğunu onaylamaksızın, ona
bakınakla yetindi. Rahatsız edici anlık sessizliği bozmak için
Gösta, "Ne tür bir iş yapıyorsun?" diye sordu.
1 80
* * *
"Jeanette Lind."
"GaHirbacken'deki hediyelik eşya dükkanının sahibi mi?"
diye sordu Patrik. Hayal meyal, yuvarlak hatlı, ufak tefek,
kahverengi saçlı kadını hatırladı.
Niclas başını salladı. "Evet o, Jeanette. Biz . . . " Yine aynı
tereddüt hali gelmişti üzerine. "Biz epeydir birlikteyiz."
"Epey ne kadar?"
"Birkaç ay. Belki üç aydır."
"Nasıl buluşuyordunuz?" Patrik'in sorusu gerçekten me
raktandı. İlişki yaşayanların nasıl olup da buna zaman bul
duklarını hiç anlamamıştı. Veya nasıl cesaret ettiklerini. He
le de, birisinin evinin önünde bir arabanın beş dakika park
ettiği görülse a m n d a dedikodulann yayıldığı Fjallbacka gibi
küçücük bir kentte.
"Bazen öğlen yemeği saatlerinde, bazen de geç saatiere
kadar çalıştığımda. Bir seferinde acil hastaya çağrıldığıını
söyledim."
Patrik herifin burnuna bir yumruk yapıştırmamak için
zor tuttu kendini. Ama kişisel duygularını bir kenara bırak
tı. Konu onun cinayet saatinde nerede olduğunu kanıtiaya
cak kişiyi bulmaktı.
''Ve geçen pazartesi sabahı birkaç saat ayırıp . . . Jeanette'i
görmeye gittiniz."
"Evet, doğru" dedi Niclas boğuk bir sesle. "Bir süredir erte
lediğim bazı ev ziyaretlerini yapmak zorunda olduğumu, ama
acil bir şey olursa cep telefonumun açık olduğunu söyledim."
"Ama öyle değildi. Üst üste birkaç kez hemşirenizi aradık
ve cep telefonunuza cevap vermediniz."
"Şarj etmeyi unutmuşum. Klinikten çıkar çıkmaz telefon
kapandı, ama ben farkına varmadım."
"Klinikten kaçta çıktınız sevgilinizle buluşmak için?"
Bu son kelimeler Niclas'ın suratma bir tokat gibi indi,
ama itiraz etmedi. Bunun yerine yine parmaklarını saçları-
1 88
* * *
* * *
lar hep aynıydı. Ama Patrik'in gerçekten hiç şansı yoktu. Kı
sa boylu, zayıf, notları hallice, ortalama oğlanlardan biriydi.
Matematik derslerini asıp, sigara içilen bölümde dudakları
nın kenarında sigaralarıyla vakit geçiren sert oğlanlara an
cak uzaktan hayran hayran bakardı. ileriki yıllarda mesleği
ni yaparken, bu çocuklardan bazılarıyla karşılaşmıştı elbet
te. Bazıları tren istasyonundaki sarhoş barlarını ikinci evle
ri haline getirmişti.
"Biraz önce Niclas Klinga'yla konuştuk ve . . . " Patrik bir an
tereddüt ettikten sonra ekledi: "Sizin de adınız geçti."
"Evet, eminim geçmiştir" dedi Jeanette. Adının geçtiği du
rumdan hiç malıcup olmadığı açıktı. Patrik'e sessizce baka
rak devam etmesini bekledi.
Ernst her zamanki gibi sesini çıkarmadan oturuyordu,
kahvesinden temkinli bir yudum aldı. Jeanette'e yönelttiği
anlık bakışlar, onun babası olacak yaşta olduğunu inkar edi
yordu. Patrik meslektaşına ateş püsküren gözlerle baktı, ma
sanın altından kavalkemiğine bir tekme atmamak için ken
dini zor tuttu.
"Pazartesi sabahı onunla birlikte olduğunuzu söylüyor,
doğru mu bu?"
Jeanette bir kez daha, yine o çalışılmış tarzda saçlarını
savurdu ve başını salladı. "Bendeydik. Pazartesi izinliydim."
"Niclas evinize kaçta geldi?"
Jeanette ne cevap vereceğini düşünürken tırnaklarını in
celemeye koyuldu. Tırnakları uzun, manikürlüydü.
"Galiba dokuz buçuk sularında. Hayır, aslında eminim,
çünkü saatin alarmını dokuz çeyreğe ayarlamıştım, Niclas
geldiğinde duştaydım."
Jeanette kıkırdayınca, Patrik büyük bir rahatsızlık duy
du. Gözlerinin önüne Charlotte, Sara ve Albin geliyordu, ama
belli ki böyle görüntüler Jeanette'i hiç rahatsız etmiyordu.
"Ne kadar kaldı sizinle?"
1 96
* * *
* * *
* * *
"Kimi?"
"Sara'yı."
"Ne demek istiyorsun?" Monica odanın fırıl fırıl döndü
ğünü hissetti. Son günlerin gerginliği dengesini bozmuştu.
Morgan'ın sorusu, kontrolünü kaybetmesine yol açtı.
"Neden onu görmek isteyesin ki?" Sesindeki öfkeyi gizle
yemedi, ama her zamanki gibi Morgan buna tepki vermedi.
Sesini yükseltmesinin bir öfke belirtisi olduğunu anladığın
dan bile emin değildi.
"Şimdi nasıl göründüğünü görmek için" diye sakince ce
vapladı Morgan.
"Neden?" diye haykırdı Monica, sesi daha da yükselmiş
ti. Yumruklannın sıkıldığını hissediyordu. Korkunun kıskacı
daralıyordu ve Morgan'dan çıkan her söz onu dehşete düşü
ren karanlığı bir adım daha yaklaştırıyordu.
"Ne kadar ölü göründüğüne bakmak istiyorum" dedi Mor
gan, gözlerini yere dikerek.
Monica nefes almakta zorluk çekiyordu. Sanki daracık ku
lübenin duvarları üstüne üstüne geliyordu. Artık dayanama
yacaktı. Biraz hava almalıydı.
Tek kelime bile etmeden kapıyı vurup çıktı. Derin derin
nefes aldıkça soğuk, yağışlı hava boğazına batıyordu. Bir sü
re sonra nabzının yavaşladığını hissetti.
Pencereden ihtiyatla Morgan'a baktı. Koltuğunu çevirmiş
ti. Elleri klavye üstünde koşturuyordu. Başını pencereye da
yadı, oğlunun ensesine baktı. Onu o kadar çok seviyorrlu ki,
canı yanıyordu.
* * *
* * *
lisin ihtiyacı varsa . . . " Sayfaları biraz daha çevirdi. ''Yoksa ge
lecek salıya kadar randevu defterim dolu."
"Hemen olması iyi olur" dedi Martin aceleyle. Aslında bu
nu telefonda halletmeyi düşünmüştü, ama Strömstad'a ara
bayla gitmek mesele değildi.
"O zaman kırk beş dakika içinde görüşmek üzere."
"Elbette" dedi Martin. Sonra aklına bir şey geldi. "Gelir
ken size öğle yemeği için bir şeyler getireyim mi?"
''Tabii, neden olmasın? Ödediğim vergilerden birazını ge
ri almak hiç fena olmaz" dedi Eva. Ardından, ''Yalnızca şaka
yapıyorum" diye ekledi çabucak, şakasının yanlış anlaşabile
ceğinden korkmuştu.
"Rorun yok" diyerek güldü Martin. ''Vergi iadenizin getire
ceği yemek türü konusunda özel bir isteğiniz var mı?"
"Hafif bir şey iyi olur, belki bir salata . Çoğu insan yaz
mevsimi için zayıflamaya çalışıyor, ben galiba tersini yapıyo
rum, kış için kilo vermeye çalışıyorum."
"Salata alırım" dedi Martin ve telefonu kapattı.
Ceketini alıp Gösta'nın kapısında durdu.
"Hey, bugün yemeği atlayacağız. Ben Strömstad'a gidip
Eva Nestler'le, genellikle danıştığımız psikiyatrla görüşece
ğim." Gösta'nın yüz ifadesini görünce, "Elbette istersen sen
de gelebilirsin" diye ekledi.
Bir an Gösta buna niyetlenmiş gibi göründü. Ama birden
dışarıda gökyüzü yarıldı, o da başıyla hayır dedi. "Bu havada
çıkmayayım. Patrik ile Ernst'i arayıp bana yiyecek bir şeyler
getirmelerini söyleyeyim."
"Sen öyle yap. Ben çıkıyorum şimdi."
Gösta sırtını dönmüştü bile, cevap vermedi. Martin ön ka
pıda duraladı, sonra ceketinin yakasını kaldırıp arabasına
doğru koştu.
Yarım saat sonra Martin arabasını nehrin kenarına,
Eva'nın ofisine bir taş atımlık mesafeye park ediyordu. Ofis,
212
dırlar ki, bir süre sonra diğer hiçbir şeye ilgi duymazlar. Ço
cuklar okul çağına gelince, sapiantılı davranışlar ve düşünce
ler meydana çıkar. Her şeyi belirli bir tarzda yapmak ister
ler, çevrelerindeki insanlan da öyle davranmaya zorlarlar."
''Ya dil?" diye sordu Martin, Morgan'ın kendini ifade edi
şindeki garipliği hatırlayarak.
"Evet, dil de güçlü bir belirtidir." Eva tabağındaki son sa
lata parçasını sıyırıp devam etti: "Asperger sendromu olan
insanların günlük hayatta karşılaştığı en büyük güçlük bu
dur. Biz insanlar iletişime geçtiğimizde sözcüklerle söyledik
lerimizden daha fazlasını ifade ederiz. Beden dili, yüz ifadesi
kullanınz, bir cümlenin tonlamasını değiştiririz, farklı vurgu
lar yapanz ve bol bol ben7.P.tme, mec a z kullanırız. Bütün bun
lar Asperger sendromlu biri için güçlük yaratır. 'Kahveyi her
halde atlayacağız' gibi bir ifade, birinin kahve fincanın üze
rinden atıarnası gibi anlaşılabilir. Konuştuklarında da sesle
rinin başkalannın kulağına nasıl geldiğini anlamakta güçlük
çekerler. Sesleri çok yumuşak, fısıltı gibi veya çok tiz ve ince
olabilir. Genellikle kendini tekrarlayan, tekdüze bir ses olur."
Martin başını salladı. Morgan'ın sesi bu tanıma uyuyordu.
"Benin karşılaştığım kişinin aynı zamanda hareketleri de
garipti. Bu da yaygın mıdır?"
Eva başını salladı. "Motor fonksiyonlar da belirgin bir işa
rettir. Hantal, kazık gibi veya çok minimalist olabilir. Stereo
tipiye de sık rastlanır."
Martin'in yüzünden bu son terimi açıklaması gerektiğini
anlamıştı.
"Stereotipi, tekrarlanan hareketler anlamına gelir, örne
ğin eli küçük hareketlerle saHamak gibi."
"Motor beceriler konusunda sorunu olan Asperger send
romlu biri yaptığı başka şeylerde aynı sorunu yaşar mı?"
Martin, Morgan'ın parmaklarının klavye üzerinde nasıl hız
lı çalıştığını hatırlamıştı.
216
* * *
* * *
* * *
224
* * *
üstü kapalı bir cevap verdi: "Elimizde artık somut bir ipu
cu olduğuna göre, şimdi araştırmak daha doğru. Her neyse,
Uddevalla'dan gelen ekip saat dörtte orada olacak. Ben de
aramaya katılmaya karar verdim, Martin vaktin varsa sen
de benimle gelir misin?"
Patrik ihtiyatla Mellberg'e bakınıştı bunu söylerken. Mell
berg'in Ernst'i ona kakalamak konusunda üstelemeyeceği
ni umuyordu. Şansı yaver gitti. Mellberg tek kelime etmedi.
Belki de konuyu bütünüyle unutmuştu.
''Tabii ki gelirim" dedi Martin.
''Tamam öyleyse, toplantı bitmiştir."
Annika aldığı telefon hakkında bilgi vermek istemişti,
ama herkes ayağa kalkmıştı bile, böylece beklerneye karar
verdi. Not Patrik'in elindeydi, mümkün olan en kısa zaman
da ona bakacağından emindi.
Annika'mn eliyle yazdığı not aslında Patrik'in arka cebin
deydi. Unutulup gitmişti.
* * *
* * *
* * *
kaç saat özgür kalmıştı, bunu inkar edecek değildi, ama açık
ça, zararı faydasından fazlaydı. Boşalmak üzere olan gözyaş
larının tehdidi altında, gözlerini inatla televizyondaki Ricki
Lake'e dikti. Kayınvalidesi neden sadece çıkıp gitmiyordu ki?
Duası kabul edilmişti galiba, çünkü Kristina valizini ko
ridora çıkardı, paltosunu ve ayakkabılarını giymeye başladı.
"İdare edebileceğinden emin misin?"
Erica bıkkın bir edayla gözlerini televizyondan çekti, hat
ta kendini zorlayıp ufak bir gülümseme hareketi yapmayı ba
şardı.
"Tabii, idare ederiz." Sonra büyük bir çaba sarf ederek,
''Yardımların için çok ama çok teşekkür ederim" dedi.
Sözlerinin kulağa ne kadar sahte geldiğini Kristina'nın
sezmemiş olmasını diledi.
Galiba sezmemişti, çünkü kayınvalidesi nezaketle başını
salladı ve "Eh, bir parça yardımım dokunduysa ne mutlu ba
na. Yakında yine gelirim" dedi.
Charlotte öfkeyle, topla kıçını da çık artık be kadın, diye
düşündü ve düşünce gücüyle kayınvalidesini ön kapıya doğ
ru sürüklemeye çalıştı. Mucizevi bir şekilde işe yaramıştı;
Kristina'nın arkasından kapı kapanınca Erica derin bir ne
fes alıp rahatladı. Ama bu, uzun sürmedi. Kristina'nın ayrıl
masından sonra, sessizliği bozan tek şey Maja'nın ritmik so
lukları olunca, birdenbire Anna'yla ilgili düşünceler su yüzü
ne çıktı. Hala kız kardeşiyle haberleşememişti, Anna da onu
aramamıştı. İçi daralarak Anna'nın cep telefonu aradı, ama
son haftalarda hep olduğu gibi karşısında yalnızca telesek
reteri buldu. Sayısız kısa mesajlarından birini daha bıraktı,
sonra kapattı. Anna neden cevap vermiyordu? Kardeşine ne
olduğunu düşünürken bir sürü senaryo kurdu, ama sonunda
bitkin düşüp vazgeçti. Bir gün daha bekleyecekti.
* * *
237
cağı anda gelirse, bir daha kaçma, hatta hayatta kalma şan
sı kalmayacaktı.
Bunun yerine pencere kenarındaki koltuğa oturup aviuyu
seyretmeye koyuldu. Alacakaranlığın hayatının üzerine ini
şine bıraktı kendini.
Fj allbacka 1925
* * *
Saat tam onda tren gara girdi. Mellberg yarım saatten be
ri oradaydı. Birkaç kez arabayı çevirip eve dönmenin eşiği
n e gelmiı;; L i. Ama b un un kimseye yararı ulma:.�;dı. Nerede ol
duğunu araştırdığında, dedikodu da başlardı. En iyisi bu tat
sız durumu cepheden karşılamaktı. Aynı zamanda göğsünde
coşkuya benzer bir şeyin kıpırdandığını da görmezden gele
mezdi. Önce bu hisse bir teşhis bile koyamamıştı. Bir şeye,
herhangi bir şeye özlem duymak ona çok yabancıydı; öyle ki,
içinde fokurdayan bu duygunun ne olduğunu anlaması daki
kalarca sürmüştü. Nihayet ne olduğunu bulduğunda bu bü
yük bir sürpriz olmuştu.
İstasyon platformunda treni beklerken kapıldığı gergin
lik, sakin durmasına izin vermiyordu. Birkaç kez ayak değiş
tirdi, hayatında ilk kez sigara içen biri olmak istedi, böyle
ce sigarayla sinirlerini yatıştırabilirdi. Evden çıkmadan önce
Absolut şişesine gözü takılmış, ama kendini tutmayı becer
mişti. İlk buluşmalarında alkol kokmak istemiyordu. İlk izie
nim önemliydi.
Sonra yine kafasında bir düşünce belirip kök saldı. Ya
söylediği doğru değilse? Gerçekten kimi beklediğini bilme
rnek kafa karıştırıyordu. Doğru mu yalan mı olduğunu bil
mernek Şimdiye kadar çok kararsızlık geçirmişti zaten, ama
242
* * *
* * *
Bir gün önce hüküm süren güzel hava pazartesi günü boz
du. Önceden olduğu gibi sert bir soğuk vardı, hava kurşuniy
di ve Patrik kalın yün kazağına sarınmış, masasında oturu
yordu. Geçen yaz klima çalışmıyordu, saunada çalışıyor gi
biydiler. Şimdi de nem duvarlardan sızıyor, onu soğuktan tit
retiyordu. Telefonun ziliyle yerinden sıçradı.
"Bir ziyaretçin var" dedi Annika'nın sesi, hattın öbür
ucundan.
"Kimseyi beklemiyordum."
"Jeanette Lind diye biri, seni görmek istediğini söylüyor."
Patrik yuvarlak hatlı, ufak tefek esrneri hatırladı ve kadı-
nın ne istediğini merak etti.
247
ğil mi? Demek istiyorum ki, sizin her şeyi bilmeniz gerekir."
"Evet, bilmek zorundayız" dedi Patrik. Kadının bu açıkla
masına inanmış mıydı, emin değildi, ama bunun önemi yok
tu. Artık Niclas'ın pazartesi sabahı nerede olduğuna tanıklık
edecek biri yoktu; daha da kötüsü, birisinden sahte tanıklık
etmesini istemişti. Bu kadarı bile direğe birkaç uyarı bayra
ğı asmaya yeterdi.
"Her neyse, buraya gelip bana anlattıklarınız için teşek
kür ederim" dedi Patrik, ayağa kalkarak. Jeanette zarif, ufa
cık elini uzattı ona ve veda ederken biraz uzunca tuttu.
O kapının dışına çıkar çıkmaz, Patrik farkında olmadan
elini blucinine sildi. Bu genç kadında ondan gerçekten hiç
hoşlanmamasına yol açan bir şey vardı. Ama onun sayesin
de şimdi izleyecekleri somut bir ipucu vardı. Niclas Klinga'ya
daha yakından bakmanın zamanı gelmişti.
Birdenbire Patrik, Anna'nın ona verdiği notu hatırladı.
Hafif bir panikle ceplerini yokladı. Küçük kağıt parçasını bu
lup çıkardığında, bu hafta sonu çamaşır yıkamaya vakit bu
lamamalarına çok ama çok sevindi. Notu okudu ve bazı tele
fon görüşmeleri yapmaya başladı.
Fj allbacka 1926
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
"Boş ver, kurur" dedi Erica. "Sadece çilek çayı varmış, içer
misin, yoksa çok mu tatlı gelir?"
"İçerim" dedi Charlotte. Erica, saman verse de aynı şeyi
söyleyeceğinden kuşkulandı.
Erica döndüğünde elindeki tepside iki fincan çay, bir ka
vanoz bal ve iki kaşık vardı. Tepsiyi üçlü koltuğun önündeki
masaya koyup Charlotte'un yanına oturdu.
Charlotte fincanını dikkatle kaldırıp çayını yudumladı.
Erica da yanında oturup aynı şeyi yaptı. Charlotte'u konuş
maya zorlamak istemiyordu, ama içini boşaltırsa arkadaşının
rahatlayacağını düşündü. Belki nereden başiayacağını bilmi
yordu. Niclas, Erica'yı görmeye geldiğini Charlotte'a söylemiş
miydi acaba? Sadece Maja'nın mınltılannın işitildiği uzun bir
sessizlikten sonra Charlotte bu sorunun cevabını verdi.
"Onun buraya geldiğini biliyorum. Anlattı bana. Başka bi
riyle görüştüğünü biliyorsun zaten. Yine diye eklernem ge
rek." Charlotte'un dudaklarından acı bir kahkaha koptu,
bastırmaya çalıştığı gözyaşları nihayet fışkırdı.
"Evet, biliyorum" dedi Erica. Arkadaşının "yine" sözüy
le ne kastettiğini de biliyordu. Charlotte, Niclas'ın ilişkile
rinden söz etmişti. Ama Fjallbacka'ya taşınalı beri bu işlerin
bittiğine inandığını da söylemişti. Bu bakımdan da yeni bir
başlangıç yapacaklarına söz vermişti Niclas.
"Aylardır görüşüyormuş kadınla. Düşünebiliyor musun?
Aylardır. Burada, Fjallbacka'da. Kimse görmemiş onlan. İna
nılmaz derecede şanslı bu herif!" Kahkahası isterik hale gel
mişti. Erica elini arkadaşının dizine teselli edercesine koydu.
"Kimmiş?" diye alçak sesle sordu Erica.
"Sana söylemedi mi?"
Erica başıyla hayır deyince, Charlotte, ''Yirmi beş yaşın
da bir kaltak" dedi. "Kim olduğunu bilmiyorum. Jeanette mi
ne?" Charlotte eliyle boş ver işareti yaptı. Konu değişmişti.
Şimdi önemli olan Niclas'ın ihanetiydi.
2 79
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
295
tu. Baba oğul iki savaşçı gibi karşı karşıya geçmişlerdi. Evin
içindeyken yüksek gibi gelen sesleri, şimdi neredeyse kulak
zarlarını patlatıyordu. Duramamış, Arne'ye koşmuş, kolunu
yakalamıştı.
"Neler oluyor burada?" Sesinin nasıl çaresizce çıktığı
nı hala hatırlıyordu. Arne'nin kolunu tutar tutmaz bunun
yanlış olduğunu anlamıştı. Arne birden susmuş, ona dönüp
bakmıştı, gözlerinde en küçük bir duygu kırıntısı yoktu. Eli
ni kaldırmış, Asta'ya şiddetli bir tokat atmıştı. Uğursuz bir
sessizlik kaplaınıştı ortalığı. Üç başlı taş heykel gibi kıpır
tısız, öylece durmuşlardı. Sonra, yavaş çekim gibi Niclas'ın
kolunu geri aldığını, yumruğunu sıktığını ve babasının ba
şına nişan aldığını görmüştü. Yumruğun Arne'nin yüzüne
çarpma sesi o acayip sessizliği bozmuş, her şeyi yine hare
kete geçirmişti. Arne inanmaz bir ifadeyle elini yanağına gö
türmüş, oğluna bakakalmıştı. Sonra Asta, Niclas'ın kolunun
yine geri çekilip yine Arne'ye doğru uçtuğunu görmüştü. Ar
tık asla durmayacak gibiydi. Niclas robot gibi yeniden ve ye
niden vuruyordu. Arne neler olduğunu anlayamadan yum
rukları üst üste yiyordu. Sonunda hacakları dayanamadı, di
züstü çöktü. Niclas soluk soluğaydı. Diz çökmüş babasına,
burnundan akan kaniara bakıyordu. Sonra dönüp koşarak
uzaklaşmıştı.
O günden sonra Niclas'ın ismini ağzına almak yasaklandı
Asta'ya. Niclas on yedi yaşındaydı.
Asta kolunda perdelerle dikkatle iskemieden indi. Son za
manlarda o kadar huzursuz düşünceler içindeydi ki, o günün
anılarının tam da şu anda su yüzüne çıkması tesadüf ola
mazdı. Kızın ölümü yıllardır unutınaya çalıştıklarını, bütün
o duygulari uyimdırmıştı. Yavaş yavaş, Arne'nin inadı yü
zünden ne çok şey yitirdiğinin farkına varıyor, içinde haya
tını zorlaştıracak duygular uyanıyordu. Kliniğe, oğlunu gör
meye gideli beri yıllardır kanıksadıklarını sorgulamaya baş-
297
lamıştı. Arne her şeyi bilmiyordu belki de. Belki d e her şeyin
nasıl olması gerektiğine karar vermesi gereken kişi, Arne de
ğildi. Belki Asta artık kendi hayatına dair kararları kendi
si vermeliydi. Bütün bu düşünceler huzursuz etti onu, sonra
düşünmek üzere hepsini bir kenara attı. Şu anda yıkanacak
perdeler vardı.
* * *
* * *
* * *
3 03
* * *
* * *
"Ne diyorsun, Kaj? Hiç de hoş bir durum değil bu." Patrik
Kaj'ın karşısında, Martin onun yanında, Mellberg ise sessiz
ce köşedeki sandalyede oturuyordu. Sorguda pasif kalmayı
gönüllü olarak isteyince Patrik rahat bir nefes almıştı. Oda
da hiç olmamasını tercih ederdi, ama en nihayetinde adam
başmüfettişti.
Kaj cevap vermedi. Çenesini göğsüne bastırmış, Patrik ile
Martin'e kafasının tepesini yakından izleme fırsatını vermiş
ti. Saçları seyrelmişti, siyah saçlarının arasından pembe ka
fa derisi görünüyordu.
"Bir çocuk pornografisi sipariş listesinde adının neden
geçtiğini açıklayalıilir misin? Yanlışlık olduğu mavalım da
aniatma bana. Listede adın ve adresin var; dolayısıyla sipari
şi verenin sen olduğuna dair hiçbir kuşkumuz yok."
31 1
* * *
315
* * *
* * *
325
* * *
* * *
yoktu. Rahip onları bir kül kabına koymayı önermiş, ama Ag
nes böyle olsun istemişti. Üç tabut toprağa indirilecekti.
Mezar taşlarını Anders'in iş arkadaşları hazırlamıştı. Üçü
için tek mezar taşı ve üzerine zarifçe oyulmuş isimleri.
Yangına kurban giden sadece üçüydü. Onların dışında sa
dece evler yanmıştı, ama hasar büyüktü. Fjallbacka'nın tüm
aşağı kısmı, denize en yakın olan kısım şimdi kömür ve hara
be halindeydi. Birçok ev yanıp kül olmuştu, rıhtımın olduğu
yerde yanmış kazıklar sudan çıkıyordu. Ama evinin yandığın
dan şikayet eden pek yoktu. Yitirdiklerine tam ağlayacakları
sırada Agnes'i ve onun yitirdiklerini düşünüyorlardı. Kasaba
nın o kesiminde yaşayan herkes cenazeye gelmişti; babaları
nın elini tutmuş yürüyen küçük sarı saçlı çocukları gözlerinin
önünde canlandırdıklarında hepsinin yüreği acıyordu.
Ama anneleri tek bir damla gözyaşı bile dökmemişti. Cena
ze töreni bittiğinde geçici evine gitmiş ve ona verilen ufak te
fe eşyayı bavuluna yerleştirmişti. Sadaka. Sadaka almak zo
runda kalmak öyle ağırına gidiyordu ki kusacak gibi oluyor
du. Bir daha asla başkalarının merhametine sığınmayacaktı.
Geminin üst güvertesinde dururken, kimse onun çok ya
kın bir zamanda yoksulluk içinde yaşadığını tahmin edemez
di. Alelacele yeni giysiler almıştı, bavulları parayla satın alı
nabilecek en şık şeylerdi. Elbisesinin yumuşacık kumaşını
zevkle okşadı. Dört yıldır mahkum olduğu eski püskü, soluk
giysilerden ne kadar farklıydı.
Eski hayatından ona tek kalan, bavulunun en altına dik
katle sakladığı mavi tahta kutuydu. Kutunun kendisi önem
li değildi, ama içeriği öyleydi. Bir gece önce gizlice evden çık
mış, hak ettiği hayatın önüne hiçbir engelin dikilmemesi ge
rektiğini ona hatıriatsın diye kutuyu doldurmuştu. Bir erke
ğe güvenerek yaptığı hata ona dört uzun yıla mal olmuştu.
Babasının ona ihanetinden sonra başka hiçbir erkeğin aynı
şeyi yapmasına izin vermeyecekti. Babasının da yaptıklarını
345
* * *
* * *
yi görüyorrlu sanki. "Kim dedi bunu? Sara bize böyle bir şey
anlatmamıştı."
"Oyun arkadaşı, Frida."
"Ama Frida neden şimdiye kadar bir şey söylememiş?"
"Sara kimseye bir şey söylememesi için yemin ettirmiş
ona. Frida bunun bir sır olduğunu söyledi."
"Ama kim tehdit eder Sara'yı?" Charlotte asıl soruyu şim
di sorabiliyordu ancak.
"Frida kim olduğunu bilmiyor. Ama adamı kır saçlı, siyah
lar giymiş bir ihtiyar olarak tarif etti. Ayrıca adam anlaşılan
Sara'ya 'iblisin dölü' demiş. Bu size bir şey hatırlatıyor mu?"
"Elbette hatırlatıyor" dedi Charlotte. Dişlerini sıkmıştı.
"Kesinlikle hatırlatıyor ."
* * *
Lilian onun aklını okumuş gibi odadan içeri girdi. Stig öy
le bir hayale dalmıştı ki Lilian'ın merdivendeki ayak sesleri
ni duymamıştı.
"Sana biraz öğle yemeği getirdim. Gidip taze ekmek almış
tım." Kuş gibi şakıyordu Lilian. Tepsidekileri görünce Stig'in
midesi kalktı.
"Şu anda aç değilim" dedi ama karşı çıkmanın ne kadar
beyhude olduğunu da biliyordu.
Lilian sert hemşire sesiyle, "İyileşmek istiyorsan bir şey
ler yemelisin" dedi.
Yatağın kenarına oturdu, tepsiden kefir kasesini aldı. Ka
şığı dikkatle kaldırıp Stig'in rludakiarına götürdü. Stig iste
meye istemeye ağzını açtı, besleurneye razı oldu. Kefirin bo
ğazından aşağı inmesi midesini bulandırıyordu, ama bırak
tı kadın istediğini yapsın. İyi niyetliydi Lilian, esasında haklı
olduğunu da biliyordu. Eğer yemezse, asla sağlıklı olamazdı.
Lilian "Şimdi nasılsın?" diye sordu; bir yandan da tereyağı
ve peynir sürdüğü ekmeği ısırsın diye Stig'e uzattı.
Stig yutkundu, zoraki bir tebessümle, "Aslında biraz daha
iyiyim" dedi. "Dün gece iyi uyudum."
Lilian "Bunu duymak güzel" diyerek kocasının elini okşa
dı. "Sağlığınla oynamanın bir anlamı yok; ayrıca söz ver ba
na, kötüleşirse bana söyleyeceksin. Lennart da senin gibiy
di, keçi gibi inatçı; çok geç olana kadar muayene olmaya razı
gelmedi. Bazen düşünürüm, acaba daha fazla ısrar etseydim
şimdi hayatta olur muydu . . . " Hüzünle uzaklara baktı, kaşığı
tutan eli havada kalmıştı.
Stig onun diğer elini okşadı, "Kendini suçlamamalısın, Li
lian" dedi nazikçe. "Hastalandığında Lennart için elinden ge
leni yaptığını biliyorum, çünkü sen böyle bir insansın. Ölü
münden sen sorumlu değilsin. Hem ben de daha iyiyim, inan.
Biraz dinlenebilirsem geçecek, eminim. Bugünlerde durma
dan söylüyorlar ya, herhalde 'yıpranma'dır. Benim için kay-
351
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
mı unutmuşum galiba."
Annika ona inanmışa benzemiyordu, ama üstünde durma
dı. O anda pencereden dışarı baktı ve bir çığlık attı: "Ne olu
yor?"
"Ne oldu?" dedi Ernst. Karnında bir huzursuzluk yumağı
belirivermişti.
"Adamın biri pencereden dışarı çıktı, şimdi de otoyola doğ
ru koşuyor."
"Canına yandığımın!" Kapıya yüklenen Ernst'in neredey
se omzu çıkacaktı; telaşından kapının daima kilitli tutuldu
ğunu unutmuştu.
"Kapıyı aç, Tanrı aşkına" diye bağırdı Annika'ya. Annika
korkuyla bu isteği yerine getirdi. Ernst ikinci kapıyı koparır
casına açtı, Morgan'ın arkasından koştu. Morgan'ın dönüp
arkasına baktığını, sonra daha hızlı koşmaya başladığını gör
dü. Dehşetle siyah bir kamyonetin hızla yaklaştığını gördü.
Panik içinde, "Ha-a-a-y-ı-ı-ır!" diye bağırdı.
Sonra güm diye bir ses geldi ve ortalığa sessizlik çöktü.
* * *
401
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
* * *
"Aman Tanrım, korkunç bir şey bu!" dedi Erica. "Ne oldu
ona?"
"Öldü."
Erica soluğunu tuttu. Uyuyan Maja mızıldandı, ama yine
daldı.
"Öyle feciydi ki, inanamazsın" dedi Patrik. Başını arkaya
yasladı, tavana baktı. "Morgan yolda yatarken Monica geldi
ve onu gördü. Biz durduramadan koştu, oğlunun başını kuca
ğına aldı, sonra onu sallamaya başladı, öyle ağlıyordu ki in
san sesine benzemiyordu. Sonunda kadını oğlundan çekip al
mak zorunda kaldık. Tanrım, feciydi."
Erica, ''Ya Ernst?" diye sordu. "Ona ne oldu?"
"Galiba ilk kez gerçekten kovulacağını düşünüyorum.
Mellberg'i hiç bu kadar çıldırmış halde görmemiştim. Hemen
o an eve gönderdi Ernst'i; artık geri dönebileceğini sanmıyo
rum. Tanrı'ya şükür."
"Kaj biliyor mu?"
"Evet. Bu da apayrı bir hikaye. Kaza olduğunda Martin'le
birlikte onu sorguya çekiyorduk, tam o sırada dışarı koş
tuk. Kaza birkaç dakika sonra olsa, adamı konuşturabilir
dik. Şimdi içine kapandı, konuşmayı reddediyor. Morgan'ın
ölümünden bizi sorumlu tutuyor ki bir bakıma haklı. Bu sa
bah güya Göteborg'dan bazı meslektaşlar gelip Kaj'ı sorgu
layacaklardı, ama belirsiz bir tarihe ertelediler. Bu koşullar
altında, Kaj'ın avukatı şimdilik bütün sorgularnalara nokta
koydu."
''Yani Sara cinayetine karışıp karışmadığını hala bilmi
yorsunuz. Ya da dün . . . dün olanlara ... "
"Bilmiyoruz" dedi Patrik yorgun bir sesle. "Emin olduğu
muz tek şey, Maja'yı arabasından alanın Kaj olmadığı. O sı
rada gözaltındaydı. Bu arada, Dan geldi mi bugün?" Kızını
okşadı, kendi kucağına aldı.
"Geldi. Sadık bir bekçi köpeği gibiydi." Erica gülümsedi,
425
* * *
* * *
429
"Erica, uyanmalısın."
Bu kez bir tepki aldı. Erica sıçradı, etrafa sersem sersem
baktı ve "Ne?" dedi. "Ne oldu? Maja mı uyandı? Ağlıyor mu?
Gidip bakayım." Erica doğruldu, yataktan fırlamak üzereydi.
"Yok, yok" dedi Patrik ve kadını dikkatle tekrar yatağa
yatırdı. "Şışşt, Maj a kütük gibi uyuyor." Azıcık kıpırdanan
küçük bohçaya işaret etti
"O zaman beni niye uyandırıyorsun?" dedi Erica aksi aksi.
"Eğer Maja'yı uyandırırsan, seni öldürürüm."
"Çünkü sana bir şey sormam lazım. Bekleyemez."
Ö ğrendiklerini çabucak Erica'ya aktardı, sonra aklını
meşgul eden soruyu sordu. Bir an hayretle sesini çıkarma
dan on a hakan F.rica cevabını verdi. Patrik ona uykuya de
vam etmesini söyledi, yanağından öptü ve çabucak aşağı in
di. Yüzünde ciddi bir ifadeyle rehberden bulduğu numarayı
tuşladı. Her dakika önemliydi.
Göteborg 1958
du. Kahve zaten hazır olmalıydı, çünkü salona geri gelişi sa
dece birkaç dakika sürmüştü.
Elisabeth kanepenin yanındaki sandalyeye oturdu.
"Lütfen biraz kek al. Bugün pişirdim."
Agnes tereyağı ve şekere batmış keke tiksintiyle baktı ve
"Sadece kahve içerim, teşekkürler" dedi. Tepsideki iki porse
len fincandan birini aldı. Sert ve güzel kahveyi yudumladı.
Elisabeth "Hala formuna dikkat ediyorsun, anlıyorum" di
yerek güldü ve bir dilim kek aldı. "Çocuklardan sonra o sava
şı kaybettim" dedi, artık birer yetişkin olan üç çocuğunun fo
toğrafını işaret etti. Agnes bir an bu çocukların anne babala
rının boşandığını düşünerek, yeni üvey annelerini nasıl kar
şılayacaklarını merak etti; biraz çabayla kendini onlara sev
direbileceğinden emin di. Zamanla Per- Erik' e Elisabeth'ten
daha fazlasını sunduğunu görürlerdi zaten.
Kekin Elisabeth'in ağzında kaybolmasını seyretti; derken
ev sahibesi bir dilim kek daha aldı. Bu gemlenemez tatlı tut
kusu Agnes'e kızını hatırlattı; kıza yaptığı gibi Elisabeth'in
de elinden keki kapmamak için kendini zor tuttu. Kibarca
gülümseyerek söze başladı: "Haber vermeden böyle gelmeınİ
biraz tuhaf karşılarlığını biliyorum, ne yazık ki sana pek de
hoş olmayan bir şey söyleyeceğim."
"Hoş olmayan mı? Ne olabilir ki?" Agnes'in dikkati kendi
sözlerine odaklanmış olmasa Elisabeth'in sesindeki tım teh
like çanlannı çaldırabilirdi.
"Bak, şöyle" dedi Agnes, kahve fincanını dikkatle masaya
koyarken. "Per-Erik ve ben . . . şey . . . biz ikimiz birbirimizden
çok hoşlandık. Uzun süredir bu böyle."
"Ve ikiniz beraber bir hayat kurmak istiyorsunuz" diye
devamını getirdi Elisabeth. Agnes her şeyin beklediğinden
daha rahat hallolduğunu görüp ferahladı. Sonra Elisabeth'e
baktı ve bir şeylerin yolunda gitmediğini gördü. Korkunç bir
yanlışlık vardı. Per-Erik'in karısı ona alaycı bir tebessümle
434
* * *
* * *
439
* * *
* * *
444
* * *
* * *
45 1
* * *
* * *
* * *
458
* * *
lik artan dozlarda. Kilerde sakladığın eski bir fare zehri ku
tusunda arseniği bulduk. Sara'nın ciğerlerinde, yatak odanda
sakladığın küllerin kalıntısını bulduk. Aynı külleri bizi yan
lış ize sevk etmek için küçük bir çocuğa sürdün, ayrıca su
çu Morgan'a atmak için Sara'nın ceketini kulübesine koydun.
Kaj'ın pedofil çıkması ekmeğine yağ sürdü. Ama Morgan'ın
tanıklığı teypte kayıtlı; Sara'nın yeniden eve girdiğini söylü
yor. Bu ise senin bize söylediklerinle çelişkili. Sara'yı öldüre
nin sen olduğunu biliyoruz. Bize yardım et şimdi, kızının ha
yatına devam etmesine yardım et. Nedenini söyle! Ya benim
kızım? Neden onu bebek arabasından çaldın? Benden öç mü
almak istiyordun? Konuş benimle!"
Lilian işaretparmağıyla masada küçük daireler çi 7.iyordu.
Patrik birkaç kez daha yalvarınıştı ona, yine beyhudeydi.
Patrik sükunetini kaybetmeye başladığını hissetti. Ap
talca bir şey yapmadan en iyisi durmaktı. Ayağa fırladı, sor
gunun bitirilmesi için gerekli bilgileri verdi, kapıya yürüdü.
Eşikte döndü.
''Yaptığın bağışlanamaz bir şey. Kızını bir parça olsun hu
zura kavuşturma gücüne sahipsin, ama bunu yapmamayı
seçtin. Sadece bağışlanmaz değil, insanlıkdışı bir şey bu."
Gösta'ya Lilian'ı hücresine götürmesini söyledi. Artık bir
saniye için bile bakamayacaktı kadına. Bir an onda kötülü
ğün ta dibini gördüğünü düşünmüştü.
* * *
* * *
* * *
... ... *
480
* * *