You are on page 1of 420

Parazit/Snowcrash

Neal Stephenson
1.baskı: Ocak 2016

Yayın Yönetmenleri
Kaan Çaydamlı, Şenol Erdoğan
Kapak Tasarımı
Erol Egemen
Editör
Alper Çeker
Baskı
Çınar Matbaacılık
Sertifika no: 12683
(0-212) 628 96 00

© ALTIKIRKBEŞ YAYIN
Sertifika no: 17613
Kadıköy'ün yağmurlu ve puslu sokaklarında hazırlanan
bu kitap sizi uçurumdan aşağı atabilecek güce sahip olabilir.
Herhangi bir şekilde ve özellikle izinsiz olarak iktibas
edildiğindeKadıköy'ün o bilinen, serin ve rutubetli laneti, yıllar
boyunca bunu yapanı takip eder, saçları dökülür,
rüyasında sürekli olarak Kadıköy
sokaklarından akın akın geçerek yıllık intiharlarını
gerçekleştirmeye giden lemur sürüleri görür
ve derin bir yalnızlığa gömülür.

ALTIKIRKBEŞ YAYIN
bir Kaybedenler Kulübü tribidir.
Kadife sokak 22/4 Bahariye - Kadıköy
Tel: (0-216) 4180413
www.altikirkbes.wordpress.com
E-satış: www. 645dukkan.com
altikirkbespublishing@gmail.com
oz
PARAZİT
SNOWCRASH

Neal Stephenson
Türkçesi: Sibel Hacıoğlu

2016
ALTIKIRKBEŞ YAYIN

Kadıköy
Ka r... 2.a. Karı andıran her şey. b. Televizyon ekranında ki, sin­
ya l düşüklüğünden kaynaklanan beyaz nokta lar.

Çöküş ... 5, İş ya da ekonom ide, ani düşüş,


The American Heritage Dictionary

Virüs ... [Virüslü irin, zehir, rahatsızlık veren koku ya da tat.] 1.


Zehirli hayva nların saçtığı türden olanlar gibi bir sıvı zehir. 2. Pa­
toloji a. Hasta lık etkeni ya da bir hastalık sonucu bedenin ürettiği
zehirli madde, özel . diğer i nsanlara ya da hayva nlara aşılanma ya
da başka bir yolla bulaşıp aynı hasta lığı onlarda ol uşturabilmek ...
3. mecaz. Ahlaki ya da entelektüel zehir ya da zehirli etki.
The Oxford English Dictionary
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 1 -

Dağıtıcı, elit bir tabakaya, kutsal bir alt kategoriye mensuptu.


Bu seviyeye kadar yükselmek onu cesaretlendirmişti . Şu anda,
gecenin üçüncü işini tamamlamaya hazırlanıyord u. Ü niforması
kömür kadar siyahtı ve ışığı havanın içinden süzebiliyordu. Bir
kurşun isabet etse, ü niformanın örümcek ağı na benzeyen do­
kusu ndan, bahçe avlusunun kapısına çarpan bir çal ı kuşu gibi
sekerdi. Ama aşırı terleme du rumunda ter, üniformanın içinden,
napalmla yakılmış bir ormanda esen bir meltem gibi esip dışarı
çıkardı. Vücudunun kemikli uzantılarının olduğu yerlerde, üni­
forması zırh jelini katılaştı rm ıştı : pütürlü bir jöle hissi veren, bir
telefon rehberi yığını gibi koruyan bir jel.
Ona bu işi verdi klerinde, bir de silah vermişlerdi. Dağıtıcı asla
nakit pa rayla iş ya pmazdı ama yine de biri leri peşinden gelebilirdi
- arabasını ya da kargosunu isteyebi lirdi. Silah, bir moda tasa­
rımcısının taşıyacağı türden küçük ve hafif bir silahtı; casus uçağı
SR-71'den beş kat daha hızlı uçan minik oklar fırlatıyordu ve işiniz
bittiğinde onu arabanın çakmağına ta kmak zoru ndayd ınız çünkü
elektrikle çalışıyordu.
Dağıtıcı bu silahı hiçbir zaman öfke ya da korku anında
kullanmadı. Sadece bir kez Gila H ighla nds'de çıkardı. Bu yerleşim
bölgesindeki birkaç serseri, bir sipariş vermiş ve parasını ödemek
istemem işti. Bir beysbol sopasıyla Dağıtıcıyı etkileyeceklerini
düşünm üşlerdi. Dağıtıcı, silahını çı karmış, lazer zımbırtısını o
özgüvenli Louisvi lle boksörüne odaklamış ve ateşlemişti. Öyle
bir geri tepmişti ki sanki silah kendi elinde patlamıştı. Beysbol
sopasının ortası, patlayıp her yöne dağı lan bir yıldız gibi, yanan
bir talaş birikintisine dön üşmüştü . Serseri, sopa nın ucundan
dökülen beyaz dumanla ve yüzünde aptal bir ifadeyle sopayı
bırakm ıştı. Dağıtıcıdan eline beladan başka bir şey geçmemişti.
O zamandan beri Dağıtıcı, silahı torpido gözünde sakl ıyor ve
onun yerine, bir sa muray kılıcı takımını tercih ediyordu; neden
bilinmez, silah seçi mini hep bu kıl ıçlardan yana yapıyordu. Gila
Highla nds'deki serseriler silahtan korkmam ıştı, Dağıtıcı bu yüz­
den silahı ku llan mak zoru nda ka l m ıştı. Fakat kılıçların gösteriye
ihtiyacı yoktu.

-5-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Dağıtıcı nın ara basının, bir parça domuz etini Asteroit kuşağı­
na gönderecek kadar potansiyel enerjinin doldurulduğu aküleri
vardı. Bir minivan ya da varoş h urdasının aksi ne, Dağıtıcının ara­
bası bu enerjiyi, açılarak, parlayarak, cilalı büzgen kasları aracılı­
ğıyla tüketirdi. Dağıtıcı gaza basardı ve olan olurdu. Yola temas
alan ları mı? Sizin arabanızın tekerleklerini n yola temas ala nları
çok küçüktür, asfaltla araba okunuz büyüklüğündeki dört nok­
tadan konuşurlar. Dağıtıcının arabasının, şişman bir kadının kal­
çaları büyüklüğü nde yola temas alanları olan, büyük, yapışkan
tekerlekleri vardı. Dağıtıcı, her zaman yolla temas halindeyd i.
Peki, Dağıtıcı neden bu kadar donanıml ıydı? Çünkü insanlar
ona güvenirdi. O bir örnek insandı. Burası Amerika'ydı. İnsanlar
canı ne bok isterse yapardı. Çünkü buna ha kları vardı. Çünkü si­
lahları vardı ve onları ki mse durduramazdı. Bu yüzden, bu ülke
dünyanın en kötü ekonomilerinden birine sahipti. Konu buraya
gelmişken - tica ret bilançosuna ya ni - bütün teknolojimizi be­
yin göçüyle diğer ülkelere verince ve her şey eşitleni nce, artık
Bolivya'da araba, Tacikistan'da mi krodalga fırın yapmaya ve onla­
rı burada satmaya başlad ılar. Doğal kaynaklardaki üstü nlüğümüz,
beş sent için Kuzey Dakota'dan Yeni Zelanda'ya sevkiyat yapabilen
dev Hong Kong gemileri ve zeplin leri tarafından saf dışı bırakıldı
- Görünmez E l tarihteki bütün o ada letsizli kleri al ıp, Pakistanlı
bir tuğlacı nın refah diye düşüneceği geniş bir evrensel taba kaya
mal etti - aslı nda neydi biliyor musunuz? Diğer herkesten daha
iyi yaptığımız sadece dört şey vard ı :

Müzik
Sinema
M i krokod (yazılım)
Hızlı pizza teslimi

Dağıtıcı eskiden yazılım programları yapard ı . Hala yapıyordu,


bazen. Ama hayat, iyi niyetli profesörler tarafı ndan idare edi len
keyifli bir ilkokul olsayd ı, Dağıtıcının karnesinde şöyle yazardı:
"Hiro çok zeki ve yaratıcı, ama işbirl iği kon usunda daha çok
çalışması gerekiyor."
Şimdi başka bir işi vardı. Bu, ne zeka ya da yaratıcılık ne de
işbirl iği gerektiren bir işti. Tek bir kuralı vard ı : Dağıtıcı kendinden

-6-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

emindi; pizzanız otuz dakikada gelird i, gelmezse ücret ödemeye­


bilir, sürücüyü vurabilir, arabası nı alabilir, dava açabilirdiniz. Dağı­
tıcı altı aydı r bu işte çal ışıyordu - kendi sta ndartlarına göre olduk­
ça uzun bir süre - ve hiçbir zaman bir pizzayı yirmi bir dakikadan
fazla bir sürede teslim etmemişti .
Eskiden müşteri ler dakikalar hakkında tartışırdı, birçoğu da
yenilgiye uğrardı: kendi ya lanlarının içinde kıpkırmızı kesilmiş ve
terlemiş, Old Spice1 ve iş stresi kokan, parlak sarı kapı girişlerinde
dikilip Seiko' larını sal layan ya da eliyle mutfa k lava bosu nun üze­
rindeki saati gösteren ev sahipleri.
Artık bu ol muyord u . Pizza teslimatı büyük bir end üstriyd i.
İdari bir endüstriydi. İnsanlar bunu öğrenmek için dört yıl bo­
yunca CosaNostra Pizza Ü niversitesi'ne gitmişti. Abhazya, Ruan­
da, Gua naj uato, Gü ney Jersey'den gelen, tek bir İngilizce cümle
dahi yazamayan insanlar bu üniversitenin kapılarından girdi ve
pizza hakkında, bir Bedevinin kum hakkında bildiğinden daha çok
şey bilerek çıktı. Ve bu soru n üzerinde de çalışmışlardı. Kapıda
yaşanan tesli mat zamanı an laşmazlıklarının sıkl ığı üzerine grafik
çizmişlerdi. Dağıtıcılara ses kaydedici takıp, sonrası nda bu kayıt­
ları incelemişlerdi: ta rtışma takti kleri, ses şiddeti histogra mları,
hayatlarındaki bayat ve körelmiş her şeye karşı kendi Custerian
direnişlerini2 burada göstermeye karar veren, beyaz, orta sınıf,
A Tipi yerleşim bölgesi saki nlerinin kul landığı farklı dil bilgisi ya­
pıları. Sipariş zamanıyla ilgili ya lan söyleyecek ya da kendilerini
ka ndıracak ve bedava pizza yiyeceklerdi; hayatları boyunca bir
bedava pizza hak etmiş olmalı lardı, imtiyaz ve bilmem ne arayışı,
bu kesi nlikle ellerinden alınamazdı. Bu insanların evleri ne psiko­
loglar gönderildi, isimsiz bir röportaja razı olmaları için bedava
televizyon seti verildi, ya lan maki nelerine bağla ndılar, porno
kral içeleri, geceleyin ya pılan araba kazaları ve Sa m my Davis Jr.
hakkında tutarsız, anlamsız filmler gösterilerek beyin da lgaları in­
celendi, güzel kokan, leylak rengi duvarları olan odalara kon ulup
Ahlak hakkında o kadar kafa karıştıran soru lar soru ldu ki bir Cizvit
bile ufak bir günah işlemeden bu soru ları cevaplaya mazdı.
Cosa Nostra Ün iversitesi'ndeki analisti n vardığı sonuç, bunun
1 Klasik b i r erkek parfümü
2 George Armstrong Custer , Little Bighorn Savaşı'nda bir Kızılderi­
li kabileyle savaşıp öldürüldü. Bu olay, Amerikan tarihinde "Custer'ın
Son Direnişi" olarak geçer.

-7-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

sadece insan doğası olduğu ve düzeltilemeyeceğiydi . Bu yüzden,


hızlı ve ucuz bir teknik düzenleme yapmaya karar verildi: akıllı
kutular. Pizza kutusu plastik bir kabuğa dönüştürüldü; bu, sağlam
ol ması için katlanm ış, kenarında, Dağıtıcıya, sipariş zamanından
itibaren kaç acımasız dakikanın geçtiğini gösteren parlak, küçük
bir ışıklı okuma sistemi olan bir kutuydu. İçinde çip ve benzeri
şeyler vardı. Küçük bir pizza yığını, Dağıtıcının başı nın arkası ndaki
yuvalarda dururdu. Her pizza, devre ka rtının bilgisayara girişi gibi
kaya rak bir yuvaya girerdi ve akıllı kutu Dağıtıcı nın arabasındaki
yükleme sistemiyle bir ara birim oluştururken yerine otururdu.
Sipariş verenin adresi, çoktan telefon nu marasından bulunmuş
ve akıllı kutunun içine yerleştirilmiş belleğe aktarılmış olurdu.
Oradan da arabaya iletilir ve en uygun rotayı hesaplayıp, başının
üzeri ndeki göstergeye yansıtı lırdı. Bu, Dağıtıcının eğilip bakması­
na gerek ka l maması için arabanın ön ca mına çizilen parlak, renkli
bir haritaydı .
Eğer otuz dakika l ı k tesl im süresi geçerse, felaket haber­
leri CosaNostra Pizza Genel Merkezi'ne gönderilir ve oradan
da U ncle Enzo'nun kendisine iletilirdi - Sicilya lı Al bay Sanders:
Bensonhurst'ün Andy G riffith'i, çoğu Dağıtıcı nın ka buslarında
ustura sallayan bir hayalet, mafya patronu ve CosaNostra Pizza
A.Ş.'nin sözde başkanı. Haber geld ikten sonra U ncle Enzo beş da­
kika içinde müşteriyi arayacak ve bolca özür dileyecekti. E rtesi
gün, U ncle Enzo bir jet motorlu helikopterle müşterinin bahçesi­
ne inecek, biraz daha özür di leyecek ve ona, İtalya'ya bedava gezi
hed iye edecekti - tek ya pması gereken, ona CosaNostra Pizza'nın
marka yüzü ve halk figürü yapan bir takım feragatna meler im­
zalamak ve aslı nda, onun da bild iği gibi özel hayatı nı bitirmekti.
Bütün olaydan, sanki bir şeki lde Mafyaya bir iyilik borcu varmış
gibi hissederek ayrı lacaktı.
Dağıtıcı, böyle durumlarda sürücüye ne olduğunu tam olarak
bilmiyordu ama bazı söylenti ler duymuştu . Çoğu pizza tesli matı
akşam saatlerinde olurdu, Uncle Enzo bu saatleri kendi özel za­
manı olarak düşün ürdü. Bir yerleşim bölgesindeki yaygaracı bir
ahmağı aramak ve geç ka lmış lanet bir pizza için ayaklarına ka­
panmak için ailenizle yediğiniz akşam yemeği nizi bölmek zorun­
da kalsayd ınız, siz ne hissederdiniz? Uncle Enzo, elli yılını ai lesine
ve ülkesine hizmet ederek geçirmedi çünkü çoğu insanın golf oy-

-8-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

nayıp toru nlarını sevd iği yaşta o, küvetten ıslak ıslak çıkıp, uza­
nıp, pepperoni pizzasının gelmesi otuz bir dakika sürmüş on altı
yaşındaki bir patenci serserinin ayaklarını öpebilmek istiyord u.
Bunun düşüncesi bile Dağıtıcının nefesini daralmasına yetiyord u.
Fakat başka türlü, CosaNostra için teslimat yapmazdı. Ne­
den mi? Çünkü hayatı nı riske atmak d iye bir şey vardı. Bu, bir
kamikaze pi lotu olmak gibiydi. Zihniniz açıktı . Diğer i nsanlar -
tezgahtarlar, hamburgerciler, yazılım m ühendisleri, Amerika'da
Hayatı oluşturan anlamsız işlerin bütün isim leri - diğer insanlar
sadece geleneksel rekabete inanırdı: Ham burgerlerini iki blok
aşağıda oturan lise arkadaşından daha iyi yap ya da alt program­
larını ondan daha hızlı düzelt çünkü biz o i nsanlarla rekabet ha­
lindeyiz ve i nsanlar böyle şeyleri fark eder.
Bu resmen bir sidik ya rışıydı. CosaNostra Pizza rekabet etmez-
di. Rekabet, M afya ahlakına aykırıyd ı . Sokağın i lerisindeki benzer
bir işletmeyle rekabet ettiğiniz için daha çok çalışmazdınız. Daha
çok çalışırdınız çünkü her şey tehlikede olabilirdi. Adınız, şerefi­
niz, aileniz, hayatınız. O hamburgercilerin hayattan daha iyi bek­
lentileri olabilirdi - ama o nasıl bir hayattı, bunu kendinize sor­
malıydınız. Bu sebeple hiç kimse, Japonlar bile, CosaNostra'dan
daha hızlı pizza teslim edemezdi. Dağıtıcı, bu üniformayı giymek­
ten gurur duyardı, bu arabayı sürmekten, sayısız varoş evinin ka l­
dırımlarında yürümekten gu rur duyardı. Ninja kostümünün için­
deki acı masız görüntüsü ve omzunda bir pizzayla, gecenin içinde
parlayan kırmızı, gururlu sayıları okurd u : ı2.32 ya da ıs.ıs ya da
bazen 20.43 .
Dağıtıcı, Val ley'deki CosaNostra Pizza No: 3S69'a atanmıştı.
Güney Cal ifornia, yer konusunda acele mi etmeli yoksa beklemeli
m i bilmiyordu. İ nsan sayısına göre, yeteri kadar yol yoktu. Fa irla­
nes A.Ş. sürekli yeni yollar yapıyordu. Bunu yapmak için bir sürü
semti yıkmak gerekiyordu ama o yetmiş ve seksenlerden kalma
yapılar zaten yıkılmak için vardı, değil mi? Kald ırım yok, okul yok,
hiçbir şey yoktu. Kendi polis güçleri bile yoktu - göç kontrolü
yoktu - istenmeyen kişiler, Üzerleri aranmadan hatta rahatsız
edilmeden yürüyüp girebiliyordu. Fakat bir yerleşim bölgesi, ger­
çekten yaşa nacak bir yerdi. Kendi anayasası, sınırları, kanunları,
polisleri, her şeyi olan bir şehir devletiyd i.
Dağıtıcı bir zama nlar, Merryvale Çiftlikleri Devlet Güvenlik

-
9-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Kuvvetleri'nde on başıyd ı. Ta nınmış bir suçl uya kılıç çektiği için ko­
vuldu. Kılıç, suçlunun gömleğini sıyırıp geçti, yassı kısmını boynu­
na dayayıp onu, gi rmeye çalıştığı evin d uvarının yan tarafı ndaki
alanda sı kıştırdı. Oldukça adil bir baskın olduğunu düşünm üştü.
Ama yine de kovu ldu çünkü suçlunun, Merryvale Çiftlikleri baş
yargıç yardımcısının oğlu olduğu ortaya çı ktı. Çakalların tabii ki bir
bahanesi vardı: 90 santimetrelik samuray kılıcının, onların Silah
Protokolüne uygun olmadığını söylediler. ŞTY'yi, Şüpheli Tutukla­
ma Yasası'nı ihlal ettiğini, suçlunun psikolojik sarsıntı geçi rdiğini
söylediler; artık yağ bıçaklarından korkmaya başlam ış, reçelini
çay kaşığın ın arkasıyla sürmek zoru nda kal ıyormuş. Onları so­
ru mluluk altında bıraktığını söylediler.
Dağıtıcı, bunun bedelini ödemek için ödünç para a l mak zo­
runda kalmıştı . Aslında, Mafyadan ödünç para almak zorunda
ka lmıştı . Bu yüzden, artık onların verita banlarındayd ı - retina
şekli, DNA'sı, ses diyagramı, parmak izleri, ayak izleri, avuç içi
izleri, bilek izleri, vücudunun, üzerinde kırışıklık olan her la net
kısmının izleri - piç kuruları ellerinde mürekkeple izleri alıp
bilgisayarlarında sayısa llaştırmıştı. Ama bu onların parasıydı -
tabii ki borç verirken dikkatli olacaklardı. Sonrasında Dağıtıcı işine
başvurduğunda çok memnun ol muşlardı çünkü onu tanıyorlard ı .
Parayı alırken, Va lley'nin Mafya patronunun yard ımcısıyla bizzat
görüşmek zorunda kalmıştı. Dağıtıcı işine onu öneren oyd u. Yani
aile içinde olmak gi biydi. Gerçekten korkunç, çarpık, kötü bir aile.
CosaNostra Pizza No:3569, Kings Park Alışveriş Merkezi'nin
aşağısındaki Vista Otoyolu'ndayd ı . Vista Otoyolu eskiden
Cal ifornia'ya bağlıydı, şimdiyse adı Fairlanes A.Ş. CSV-5 olmuştu.
En büyük rakibi bir Birleşik Devletler otoyoluydu ve onun adı da
Cruiseways A.Ş. Cal-12'ydi. Valley'nin yukarı taraflarında, iki ra­
kip otoyol kesişiyordu . Önceden çok sert anlaşmazlıklar olm uştu,
kavşa k ara sıra keskin nişa ncılar tarafından ka patı lıyordu. Sonun­
da, büyük bir planlamacı orayı satın aldı ve içinden arabayla ge­
çilen bir al ışveriş merkezi yaptı. Şimdi, yollar sadece bir park sis­
temini besliyordu - park alanı değil, katlı otopark değil, bir park
sistemi - ve kimliklerini kaybediyordu. Kavşaktan geçmek, park
sistem indeki yol ları takip etmeyi gerektiriyordu, Ho Chi M inh
yolu3 gibi birçok ince tel şeritle işaretlen mişti . CSV-5 daha kulla-

3 Vietnam Savaşı sırasında Vietkong askeri birliklerine adam ve malze­

-10-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

nışl ıydı ama Cal-12'nin asfaltı daha iyiydi. Bu normaldi - Fairlanes


yolları, A Tipi sü rücüler içindi, sizi oraya ulaştırmayı a maçlardı ve
Cruiseways ise B Tipi sürücüler içindi, yolun keyfini çıkarmanızı
amaçlardı.
Dağıtıcı, kuduz bir A Tipi sürücüsüydü. Kendi merkezi Cosa­
Nostra Pizza No:3569'a gitmeyi hedefliyor, CSV-S' in sol şeridinde
120 kilometreye çıkıyordu. Arabası görü nmez, siyah bir eşkenar
dörtgendi, şirket tabela larıyla dolu tüneli - logloları - yansıtan
karanlık bir şeydi sadece. Turuncu bir ışık dizisi, hava soluyan bir
arabanın ön panjuru nun olması gereken tarafta kırı l ı p dalgalanı­
yordu. Tu runcu ışık, benzin dökülmüş bir ateş gibi görünüyordu.
Arabaların arka camlarından içeri girip di kiz ayna larından sekiyor,
insa nların yüzlerine ateşten bir maske giydiriyor, bili nçaltlarına
ulaşıyor ve köşeye sıkışmanın verdiği dehşetli korku larını ortaya
çıkarıyordu. Tamamen bilinçli, patlayıcı bir gaz tankının altında,
insanlarda kenara çekme isteği yaratıyor ve Dağıtıcının siyah,
ateşten arabasıyla onları sollamasına izin veriyorlardı.
Arkasında bı raktığı izlerle CSV-S'i n yönlerini gösteren üst ta­
raftaki loglo, sayısız pilden yapılmış bir elektrik ışığı kümesiydi.
Her bir pil, tek bir logo tasarımından, Dağıtıcının hayatı boyunca
kazanabi leceğinden daha çok kazanan Manhattan'daki görüntü
m ühendisleri tarafından tasarlanırdı. M ühendisler logloların ayrı
ayrı görü nmesi için uğraşsa da, hepsi birbirine girmiş gibi görü nü­
yordu, özellikle de saatte 120 km. hızla giderken. Yine de, mevcut
gösteriş standartlarına göre bile geniş ve büyük olan billboardı
yüzünden CosaNostra Pizza No:3569'u görmek çok kolaydı. Asl ın­
da, küçük bayiliğin kend isi, billboardı marka semalarına ulaştı ran,
büyük, aramid fiber sütunlar için çok alçağa atı lmış bir temelden
daha fazlası değildi. Tescilli marka, bebeğim.
Bil lboard bir klasikti, geçici bir Mafya tanıtım kampanyasının
icadı değildi. Bir beyanat, sağlam yapılmış bir abideyd i. Basit ve
değerli. Şık, İtalyan takım elbisesinin içinde U ncle Enzo'yu göste­
riyord u . Ta kım el bisesinin ince çizgileri pırıl pırıl parl ıyor ve kas
tel leri gibi geri liyordu. Ceket cebi ışık saçıyordu. Saçı mükemmel­
d i, asla çıkmayan bir şeyle arkaya yatı rılmış, her bir saç tuta mı
U ncle Enzo'nun kuzeni- dünyadaki ikinci büyük ucuz saç kesimi

me desteği taşımak için yapılmış, Laos ve Kamboçya'dan geçen kuzey


ve güney Vietnam arasında bir taşıma yolu sistemi

-1 1-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

tesisini yöneten - Berber Art tarafından uçları ndan muntazam


bir şeki lde kesilmişti. U ncle Enzo orada durur, tam olarak gülüm­
semeden, bir model gibi poz vermeden, gözünde kesinlikle bir
babacan ışı ltıyla, amcanızın durduğu gibi durur ve şöyle derdi:

Mafya
Ailede bir arkadaşınız var !
Ödeme, Bizim İşimiz Vakfı tarafından yapılır

Billboard, Dağıtıcı için kutup yıldızı görevi görürdü. Bilirdi ki


CSV-S'te billboardun alt köşesinin, Papaz Wayne'in Cennet Ka­
pı ları yerel bayi liğinin sözde Gotik vitray kubbeleri tarafı ndan
gizlendiği yere ulaştığında, geri zekalıların ve minivanların aylak
aylak, kararsızca dolaştığı, bir vaat mi yoksa bir tehdit mi oldu­
ğunu bil miyormuş gibi her geçen bayilik arabasına baktığı doğru
şeritlere girme zamanı gelmişti.
Bir minivanın önünü keserek, dönüp yan ta raftaki Al-Git'i geç­
ti ve CosaNostra No:3569'a geldi. O büyük, şişko yola temas a lan­
ları şikayet ediyor, gıcırdıyordu ama patentli Fairlanes A.Ş.'nin
yüksek çekiş güçlü asfa ltına tutunup onu piste kadar götürdü.
Pistte bekleyen başka bir Dağıtıcı arabası yoktu. Bu iyiydi, onun
için daha fazla iş, hızlı hareket, pizzaları götürmeye devam etmek
demekti . Arabayı durdururken, yan tarafı ndaki e lektromekanik
kapak açılıp, boş pizza yuva larını ortaya çıkard ı ve kapı, bir böce­
ğin ka nadı gibi kendi kendine ka pandı. Yuvalar bekliyordu. Sıcak
pizzalarını bekl iyorlard ı .
Ve beklerken, Dağıtıcı kornaya bastı. Bu, tan ımlanmış b i r so­
nuç deği ldi.
Pencereler yavaş yavaş açı ldı. Bu hiç olmazdı. CosaNostra Piz­
za Ü niversitesi'nin klasörüne bakabi lir, pencereler, pist, görevli
hakkındaki bildirilere başvurabilirdiniz. O pencere ha kkındaki bü­
tün prosedürleri size gösterirdi - ve o pencerenin asla açılmama­
sı gerekiyordu. Yanlış bir şeyler yoksa tabii.
Pencereler yavaş yavaş açıldı ve duman çıkmaya başladı. Da­
ğıtıcı, ses sisteminin metal fırtınasının üstünden kulak tırmalayıcı
bir ses duydu ve bunun yangın alarmı olduğunu, arabanın için­
den geldiğini anladı.
Teyp kapa ndı. Kasvetli bir sessizlik vardı - kulak kesildi - pen-

-12-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

cere, ya ngın alarmının çığlığıyla çınl ıyordu. Araba boştayd ı, bek­


l iyordu. Ka pak çok uzun süredir açıktı, atmosferdeki kirlilik pizza
yuvalarının arkası ndaki elektrik bağlantılarını dondu ruyordu. İş­
lerinden önce, bunları temizlemek zorunda kalacaktı. Pizza evre­
ninin düzenini açı klayan klasöre göre her şey tam olarak gitme­
mesi gerektiği şeki lde gidiyordu.
İçeride, futbol topu tipli bir Abhaz i leri geri koşuyor, klasörü
açmış elinde tutuyordu. Kaşık üstünde yumurta taşıyan bir adam
gibi koşuyordu. Abhaz lehçesiyle bağırıyordu; Valley'nin bu kıs­
mındaki CosaNostra bayiliklerini yöneten bütün insa nlar Abhaz­
ya göçmeniydi.
Ciddi bir ya ngın gibi görü nmüyordu. Dağıtıcı bir keresinde
Merryva le Çiftlikleri'nde gerçek bir ya ngına tanık olmuş ve du­
mandan başka hiçbir şey görememişti. Tek bir şey vard ı : duma n,
bir anda gürleyen, yüksek bulutların altı nda çakan ısı şimşekleri
gibi ara sıra patlayan turuncu ışıklar. Bu, o tür bir yangın deği ldi.
Bu, sadece yangın alarmını çalıştı rmaya yetecek kadar duman
çıkaran türden bir yangı ndı. Ve bu boktan şey için vakit kaybe­
diyordu.
Dağıtıcı kornaya basılı tuttu. Abhaz müdür pencereye geldi.
Sürücülerle konuşmak için dahili telefonu ku llanması gerekiyor­
du, istediğini söyleyebilird i ve doğrudan Dağıtıcının arabasına
iletilirdi. Ama hayır, Dağıtıcı sanki lanet bir kağnı sürücüsüymüş
gibi onunla yüz yüze kon uşmak zorundayd ı . Adam kıpkırmızı
kesilmiş, terliyordu, İngilizce kelimeleri hatı rla maya çalışı rken
gözleri dönüyordu.
"Bir ya ngın, küçük," dedi.
Dağıtıcı hiçbir şey söylemedi. Çünkü bu olanların ka meraya
kaydedildiğini biliyordu. Kayıt CosaNostra Pizza Ün iversitesi'ne
gönderilecekti ve orada pizza işletmeciliği bilimi laboratuvarında
i ncelenecekti. Pizza Üniversitesi öğrencileri ne, hatta belki de ko­
vulduğu nda bu adamın yerini alacak olan öğrencilere bir hayatın
nasıl altüst edi ldiğine örnek olarak gösterilecekti .
"Yeni eleman - yemeğini mi krodalgaya koyar - falya varmış -
bum !" dedi müdür.
Abhazya, lanet Sovyetler Birliği'nin bir parçasıydı. M ikrodal­
gayı kullan maya çalışan bir Abhazya göçmeni, beyin amel iyatı ya­
pan, açık denizdeki bir tüp solucanı gibiydi. Bu herifleri nereden

-1 3-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

buluyorlardı? Lanet pizzayı pişirebilecek bir Ameri ka l ı yok muy­


du?
"Bana bir pizza ver," dedi Dağıtıcı.
Pizzalardan konuşmak, adamı yaşadığımız yüzyıla geri getirdi.
Kendini topladı. Yangın alarmının durmak bilmeyen ağıtını bastı­
rarak pencereyi hızla kapattı.
Japon bir robot kol pizzayı çıkardı ve en üstteki yuvaya itti.
Onu koru mak için kapak kendi kendine kapa ndı.
Dağıtıcı pistten çıktı, hızını a rttırmaya başladı ve ön ca ma yan­
sımış adrese bakıp sağa mı yoksa sola mı dönmesi gerektiğine
karar verirken, tekrarladı. Teyp tekrar kapandı - arabadaki sis­
temi n emriyle. Sürücü yerindeki ışıklar kırmızıya döndü. Kırmızı.
Susmayan bir zil çalmaya başladı. Pizza kutusundakini yansıtan,
ön camdaki ışıklı okuma sistemi yanıp sön meye başlad ı : 20.00.
Dağıtıcıya siparişi yirmi dakika önce yapılmış bir pizza vermiş­
lerdi. Adrese baktı; 20 km. ötedeydi.

-14-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 2 -

Dağıtıcı, istemsiz bir bağırtı kopardı ve gaza bastı. Hisleri, geri


dönüp o müd ürü öld ürmesi ni söylüyordu; bagajdan kılıçlarını
alıp Ninja gibi pencereden içeri atlamak, mikrodalgalı bayiliğin
karmaşası içinde onu bulmak ve onu kalın hamurlu bir kıyametle
yüz yüze geti rmek istiyordu. Ama otoyolda biri önünü kestiğinde
de aynı şeyi düşünmüştü ve öyle bir şey yapmamıştı - henüz.
Bununla başa çıkabilirdi. Bu mümkündü. Tu runcu uyarı ışık­
larını aza mi parlakl ığa, farları da otomatik olarak yanıp sönmeye
ayarladı. Uyarı sinyalini umursamadı, teypte, ilginç bir trafik için
di nlenebilecek taksi şoförü frekanslarını dolaşan taksi tarayıcısını
açtı . Tek bir kelime bile anlayamadı. Kasetler alıp, araba sürerken
Ta ksice öğrenebilirdiniz. O sektörde bir iş bulmak için bu gerekliy­
di. Temelde İ ngilizce olduğunu söylemişlerdi ama yüz kelimeden
bir tanesi bile bilindik deği ldi. Yine de, bir fikriniz olabilirdi. Yolda
bir sorun varsa, Taksice bir şeyler konuşurlardı, tavsiye verirlerdi,
başka bir yoldan gitmesini söylerlerdi böylece
Direksiyonu tuttu
Trafiğe takılmazdı
Gözleri büyüdü, baskı altındaydı
Ya da bir karavantn arkastnda kalmazdı
Sidik torbası patlayacak gibiydi
Pizzayı geç teslim etmezdi
Ah Tanrım, ah Ta nrım
Ön camda 22.06 yazıyordu; tek görebi ldiği, tek düşünebi ldiği
30.0l'di.
Ta ksi şoförleri bir şeyler hakkında konuşuyordu. Taksice, kırık
ca mla baharatlanmış tereyağı gibi, bi rkaç sert ve yabancı sesin
olduğu akıcı bir dildi. "Yolcu" deyip duruyorlardı. Sürekli lanet
yolcuları hakkında zırva l ıyorlardı. Yolcuya geç gitsen ne olurdu?
Az mı bahşiş alırdın? Çok önemliydi sanki.
CSV-5 ve Oahu Yolu kesişiminde büyük bir yavaşlama vardı,
alışı ldığı üzere, oradan kurtu lmanın tek yolu kesti rmeden, Wind­
sor Heights Caddeleri'nden gitmekti.
WHC'nin hepsinin yerleşim planı aynıyd ı . Yeni bir yerleşim
bölgesi yaratırken, WHC Gelişim Şirketi herhangi bir sıradağı

-15-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

yıkabilir ve sokak planlamasına uymaya bilecek büyük nehir ya­


taklarını yolundan çıkarabilirdi - sürücü güvenliği sağlamak için
ergonomik olarak planlanmış caddeler. Bi r Dağıtıcı, Fa irbanks'ten
Ya roslavl'a, Shenzhen özel ekonomi bölgesine kadar herhangi bir
yerden bir Windsor Heights Caddesi'ne girebilir ve yolu bulabi­
lirdi.
Ama bir WHC'deki bir eve birkaç kez pizza teslim ettiğinizde,
onun küçük sırlarını da öğrenmiş ol urdunuz. Dağıtıcı böyle bir
adamdı. WHC'de standart olarak sadece bir meydan olduğunu
biliyordu - tek bir meydan - bir girişinden doğrudan girmenizi ve
çıkmanızı engelliyordu. Eğer çim üzerinde araba sürmekten çeki­
n iyorsa nız, WHC'de dolanmak on dakikanızı alabilirdi. Ama o tek
meydanda tekerlek izi bırakacak cesareti niz varsa, ta m ortadan
girebilirdiniz.
Dağıtıcı o meydanı biliyordu. Daha önce oraya pizza götür­
müştü. Bakm ış, her tarafı nı i ncelemiş, kulübenin ve piknik ma­
sasının yeri ni ezberlemişti, karanlıkta bile onları bulabi lirdi. Bili­
yordu ki eğer iş bu noktaya gelirse - yirmi üç dakikalık bir pizza,
gidi lecek uzun bir yol, CSV-5 ve Oah u'da yavaşlama - Windsor
Heights Caddeleri'ne girebilir (elektronik tesl imatçı vizesi oto­
matik olarak kapıyı açacaktı), Heritage Bulvarı'ndan hızla geçip
Strawbridge Bölgesi'nden dönebilir (ÇI KMAZ SOKAK yazısını,
hız sınırını ve WHC'nin her ta rafı na özgü rce asılmış ÇOCU KLAR
OYNUYOR işaretlerini umursamadan), güçlü radyal lastikleriyle
hız tü mseklerini yenebilir, Strawbridge Meydanı No: lS'in araba
yolunu yıkıp arka avludaki kulübeden sola dönebilir, Mayapple
Bölgesi No:84'ün arka bahçesine sarsılarak girebilir, piknik masa­
larını atlatı p (ince iş) araba yol larına girebilir ve yerleşim bölgesi­
nin çıkışına giden, onu Bellewoode Va lley Yolu' na götürecek olan
Mayapple'a çıkabilirdi. WHC güvenlik polisi onu çıkışta bekliyor
olabilird i ama onların ALH'leri, Ağır Lasti k Hasarı aygıtları, sadece
bir yönü gösteriyordu - i nsanları dışarıda tutabilir ama içeride
tutamazlardı.
Bu araba o kadar hızlı gidebiliyordu ki Dağıtıcı, Heritage
Bu lvarı'na gi rerken, bir polis çöreği nden bir ısırık alsa, Dağıtıcı,
Oahu'ya hızla çıkana kadar muhtemelen onu yutamazdı.
Pat! Ve ön camda daha fazla kırmızı ışık göründü: Dağıtıcının
arabasındaki çevre güvenliği kırıldı .

- 16 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

Hayır. Bu olamazdı.
Birisi onu gizli gizli takip ediyordu. Ta m sol tarafında. Ya kı nlık
vektörlerini Heritage Bu lvarı'na yöneltirken, kaykay üstünde biri
tam onun arkası ndaki otoyoldan geliyordu.
Dağıtıcı, kafası karışmış bir halde, onun kendisini zıpkınlama­
sına izin verdi. Bu, örümceksi bir fiber ka blonun ucunda, büyük,
yuvarlak, içi dolu bir elektromıknatıstı. Biraz önce Dağıtıcının ara­
bası nın arkasına atılmış ve oraya yapışm ıştı. Üç metre arkasında,
bu la netli aygıtın sahibi sörf yapıyordu, onunla oyun oynuyor, bir
botun arkasındaki su kayakçısı gibi arkasında kaykayla kayıyordu.
Di kiz aynasında, turuncu ve mavi ışıklar görünüyordu. Bu asa­
lak, sadece iyi vakit geçirmek için dışarı çıkmış bir serseri değildi.
Her ta rafı, katılaşmış zırh jeli dolgusuyla şişm iş turuncu ve mavi
tulumu, bir Kuryenin ün iformasıyd ı . Radi KS'ten, Radikal Kurye
Sistemleri'nden bir Kuryeyd i bu. Bunlar bisi kletli kurye gibiydi
ama yüz kat daha sinir bozucuydu çünkü kendi güçleriyle pedal
çevirmiyorlardı - sadece sizi esir alıp yavaşlatıyorlardı.
Dağıtıcının acelesi vardı, farlarını yanıp söndü rüyor, yola te­
mas alanlarını gıcırdatıyordu. Yoldaki en hızlı şeydi. Doğal olarak,
Ku rye, yapışmak için onu seçmişti .
Sinir olmaya gerek yoktu. WHC'deki kestirmeden giderken
yeteri kadar zamanı olacaktı. Orta şeritte giden daha yavaş bir
arabayı geçti, sonra direksiyonu arabanın önüne kırdı. Ku rye ay­
rılmak zorunda kalacaktı yoksa yavaş giden araca ya nlamasına
çarpacaktı.
Hallolmuştu. Kurye artık üç metre gerisinde deği ldi - ta m ar­
kasındaydı, di kiz aynasından ona bakıyordu. Ma nevrayı a nlam ış­
tı. İçindeki motorlu çemberle bir kola bağlanmış olan ka blosunu
içeri doğru sarmıştı ve şu a nda tam olarak pizza böl mesinin üs­
tü ndeydi, hatta kaykayının ön tekerleği Dağıtıcının arka tampo­
nunun altındayd ı.
Etrafına saydam, plastik bir kağıt sarılm ış, tu runcu-mavi eldi­
venli bir el öne uzandı ve sürücü tarafındaki cama vurd u. Dağıtıcı­
nın ca mına bir şey yapıştırmıştı. Kağıtta büyük, turuncu harflerle,
arabanın içinden okuya bi lsin diye tersten yazılmış bir not vardı.

BU N U MARALA R BAYATLA DI

- 17
-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Neredeyse WHC sapağını kaçırıyord u . Frene ası lmak, trafiğin


açılmasını beklemek ve yerleşim bölgesine girmek için bordür
şeridine geçmek zorunda kaldı. Sınır noktası iyi ışıklandırılm ıştı,
gümrük görevl ileri her geleni aramaya hazırdı - ters bir tarafı
olan insanların üstleri ni arıyorlardı - ama kapı sanki büyü yapıl­
mış gibi açıldı, güvenlik sistemi bunun bir CosaNostra Pizza aracı
olduğunu ve sadece tesl imat yaptığı nı anlamıştı . Ve Dağıtıcı içeri
girerken, Kurye - kıçına ya pışan kene - gümrük polisine el sal lad ı !
Aşağılık herif! Sanki buraya sürekli gel iyormuş gibi !
Muhtemelen buraya sürekli geliyordu. Önemli WHC i nsanları
için önemli şeyler alıyor, diğer BSYU K'ye, Bayilik Sistemli Yarı-Ulu­
sal Kuru luşlara teslim ediyor ve sınırdan geçmeyi beceriyord u.
Kuryelerin yaptığı buydu. Hala.
Dağıtıcı çok yavaş gidiyordu, bütün hareket gücünü ve zaman­
lamasını kaybetmişti. Kurye neredeydi? Ah, birkaç sıra uzaklaş­
mıştı, yine ta kip ediyordu. Dağıtıcı, bu adi herifin, büyük sü rprizi
beklediğini biliyordu. 100 kilometrede, bir çocuğun üç tekerli bi­
sikletinin düzleştirilmiş kal ı ntıları üzerinde sürü klenirken de kay­
kayının üstünde durabilecek miyd i? Birazdan görecekti.
Kurye geri yaslandı - Dağıtıcı di kiz aynasından sürekli izl iyor­
du - bir su kayakçısı gibi geri yaslandı, kaykayın ı öne doğru itti
ve a niden yanına geldi, Heritage Bulvarı'nda yan yana yolculuk
yapıyorlardı. Pat diye başka bir kağıt yapıştırd ı, hem de bu kez
ön ca m a !

AFERİN, SALAK

Dağıtıcı bu yapışkanlı kağıtları biliyordu. On ları çıkarmak sa­


atler sürüyordu. Arabayı bir oto kuaförüne götürmek ve trilyon
dolarlar ödemek zorunda kalacaktı. Dağıtıcının yapılacak işler lis­
tesinde şimdi iki şey vardı: bu baş belasından kurtu lmak için ne
gerekiyorsa yapacak ve lanet pizzayı 24.23 dakikayla sonraki 5.07
dakika arasındaki sürede teslim edecekti.
Hepsi bu kadardı - dikkatini yola vermek zorundaydı - sinyal
vermeden yan sokağa daldı, Kuryenin köşedeki sokak tabelası­
na çarpmasını umuyordu. İşe yara madı. Akıllı olanlar ön teker­
leklerinizi izlerdi, dönerken sizi görürdü, onları şaşırta mazdınız.
Strawbridge Bölgesi'nden aşağı doğru gidiyordu. Yol birden çok

- 18 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

uzun, hatırladığından daha uzun göründü - aceleniz varsa bu çok


doğaldı. Öndeki ara baların ışıklarını, yol kenarına park edilmiş
arabaları gördü - bunlar meydana park edilmiş ol malıydı. Ve işte
ev de oradayd ı . Yan tarafında tek katlı garajı olan, açık mavi ahşap
ka plamalı, i ki katlı ev. Evin araba yolunu evrenin merkezi haline
getirdi, Kuryeyi aklından çıkardı, U ncle Enzo'yu ve onun şu anda
ne yaptığını düşünmemeye çalıştı - banyodaydı belki de sıçıyor­
du ya da bir aktrisle sevişiyordu, ya da yirmi altı torunundan bi ri­
ne Sicilya şarkıları öğretiyordu.
Araba yolu ndaki eğim, ön süspansiyonun motor bölmesine
vurmasına sebep oldu ama süspansiyonlar zaten bunun içindi.
Araba yolundan çıktı - evde misafirler olmalıydı, bu insanların bir
Lexus kullandığını hatırlamıyordu - evin etrafını çevirmiş ça lılık­
ları geçip yan bahçeye girdi, o kulü beyi aradı, kesinlikle çarpma­
ması gereken kulübeyi.
Orada değil, yıkmışlar.
Sonraki problem yan bahçedeki piknik masasıydı.
Bir dakika, çit var, buraya ne zaman çit koymuşlar?
Frene basmak için vakit yoktu. Biraz daha hız verip, hareket
gücünü kaybetmeden çiti yıkması gerekiyordu. Sadece bir met­
relik tahta bir şeydi.
Çit çok kolay yıkıldı, hızının belki yüzde onunu kaybetti. Ama
tuhaf bir şekilde, eski bir çite benziyordu, belki de yanlış bir yer­
den dönmüştü - boş bir arka bahçedeki yüzme havuzuna fırlayın­
ca farkına vardı.

Eğer suyla dolu olsaydı, o kadar kötü olmazdı, belki araba kur­
ta rı labilirdi ve CosaNostra Pizza'ya yeni bir araba borçlu olmazdı.
Ama hayır, havuzun diğer uçtaki duvarına bombardıman uçağı
gibi çarptı, çarpışmadan çok, patlama sesi gibiydi. Hava yastığı
şişti, bir saniye sonra, yeni hayatını ortaya çıkaran bir perde gibi
indi: WHC'de, boş bir havuzda, mahvolmuş bir arabanın içinde
sıkışmıştı . Yerleşim bölgesinin güvenlik polisinin sirenleri yakla­
şıyordu ve başının arkasında, giyotin gibi duran bir pizza vardı,
üstünde 25.17 yazıyordu.
"Nereye gidiyor?" dedi biri. Bir kadın.
Dağıtıcı, krista lleşmiş emniyet ca mının kırık parçalarıyla çer­
çevelenmiş pencereden baktı. Onunla konuşan kişi Kuryeyd i.

- 19 -
PARAZİT- N EAL 5TEPHENSON

Kurye erkek değildi, genç bir kadındı. Lanet bir genç kız. İyiydi,
yaralanma mıştı. Doğrudan havuzun içine kaymıştı, şimdi de ha­
vuzun bir ucundan diğer ucuna ileri geri sallanıyordu. Havuzun
kenarına zıpl ıyor, tam kenarında kayıyor, dönüp aşağı inerek di­
ğer yöne kayıyordu. Sağ elinde zıpkınını tutuyordu, elektromık­
natıs, tutma koluna dolanmıştı ve bu haliyle, tuhaf, geniş açılı,
ga laksiler arası bir ölüm ışınına benziyordu. Göğsü, yüzlerce rozet
ve madalyası olan bir generalin ki gibi parl ıyordu fakat bu dikdört­
genler rozet değil, ba rkoddu. Onu farklı işlerin içine, otobana ya
da FSYU K'ye sokan, kimlik numarası olan bir barkod.
"Hey !" dedi. "Pizza nereye gidiyor?"
Dağıtıcı ölüyordu ve o hoplayıp zıplıyordu.
"White Columns. 5 Oglethorpe Meydan ı," ded i .
"Ben götürebilirim. Kapağı aç."
Ka lbi iki kat daha büyüdü. Gözlerine yaşlar doldu. Yaşaya bilir-
di. Bir düğmeye bastı ve kapak açıldı.
Havuzun dibindeki ikinci turunda Kurye pizzayı yuvasından
çıkardı. Dağıtıcı, sarımsaklı malzemelerin kutunun diğer tarafına
döküldüğünü düşünerek irkild i. Sonra Kurye kutuyu kolunun altı­
na koydu. Bu, bir Dağıtıcı nın izlemeye dayanamayacağı bir şeyd i.
Ama pizzayı oraya götürecekti. Uncle Enzo'nun, çirkin, şekli
bozulm uş, soğuk pizzalar için özür dilemesine gerek yoktu, sade­
ce geç kalanlar için özür dilerdi .
"Hey," dedi Dağıtıcı, "al bunu."
Dağıtıcı, siyah kolunu kırık camdan dışarı uzattı. Beyaz bir dik­
dörtgen, arka bahçenin loş ışıkları a ltında parl ıyordu: bir kartvizit.
Ku rye, tekrar dolaşıp kartı Dağıtıcının el inden kaptı ve okudu.

HIRO PROTAGONIST
Serbest hackerların sonuncusu
Dünyadaki en iyi kılıç dövüşçüsü
Merkezi İstihbarat Şirketi 'nde Ajan
Yazılımla ilgili istihbarat uzmanı
(müzik, sinema ve mikrokod)

Kartvizitin arkasında, bazı anlamsız sesler, iletişim bilgilerini


açıkl ıyordu: bir telefon numarası. Evrensel bir sesli arama yer bu-

- ıo -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

lucu kodu. Bir posta kutusu. Birçok elektronik iletişim ağındaki


adresi. Ve Metaevrendeki adresi.
"Aptalca bir isim," dedi Kurye, kartı ün iformasındaki yüzlerce
küçük cepten birine koya rken.
"Ama asla unutmayacaksı n," dedi Hiro.
"Eğer bir hackersan ... "
"Neden pizza dağıtıyorum?"
"Evet."
"Çü nkü ben bir serbest hackerım. Bak, ismin her neyse - sana
borçluyum."
"İsmim Y.T.," dedi, tek ayağıyla havuzun içinde kayarak hızla­
nırken. Havuzun içinden sanki fırlatı lmış gibi uçtu ve gitti. Kay­
kayının, yerin şekline uyum sağlamak için genişleyen ve daralan
bir sürü tekerlek parmağından oluşan akıllı tekerlekleri onu çi­
men lerin üstünde, sıcak bir teflonda kaya n tereyağı parçası gibi
götürüyord u.
Otuz san iye öncesi nden beri artık Dağıtıcı olmayan Hiro ara­
badan çıktı, bagajdan kılıçlarını aldı, vücuduna bağladı ve WHC
topraklarında nefes kesici bir gece kaçışı için hazırlandı. Oakwood
Bölgesi sınırı sadece on dakika uza ktaydı, şehir planını ezberle­
mişti (biraz) ve bu yerleşim bölgesi polislerinin işleri nasıl yü rüt­
tüğünü bil iyordu çünkü bir zama nlar o da onlardan biriydi. Bu
yüzden, başarma şansı yüksekti. Ama ilginç olacaktı.
Yukarısında, havuzun ait old uğu evde ışıklar ya ndı. Çocuklar,
ateş geçirmez ya da kanserojen olmayan, sıcak ve yumuşak Li'I
Crips ve Ninja Raft Warrior pijamalarının içinde, odalarının pen­
ceresinden ona bakıyordu. Baba, ceketini giyerek arka kapıdan
çıktı. İyi bir aileydi, aydın lık bir evin içinde yaşayan güvenli bir ai­
leydi, Hiro'n un otuz san iye öncesine kadar bir parçası olduğu aile
gibiydi.

-21-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 3 -

Hiro Protagonist ve Vitaly Chernobyl ev arkadaşıydı. l nglewo­


od, California'da geniş, 20'ye 30 ölçülerinde bir u-stor-it4 evde sa­
kin sakin yaşıyorlardı. Odanın beton levhayla kaplı bir zemini, onu
komşu birimlerden ayıran oluklu çelik duvarları - bu bir fa rklılık
ve lü ks işa retiy�i - güneşin Los Angeles Havalimanı'nın üstünden
battığı zama nlarda onlara birkaç kırmızı ışın veren, kuzeybatıya
bakan makaralı bir çelik kapısı vard ı . Za man zaman, bir Boeing
777 ya da bir Sukhoi/Kawasaki H i pe rsonik U laşım Aracı güneşin
önünde ilerler ve dü meniyle gün batımının önünü keserdi. Ya da
sadece jet egzozuyla kızıl ışığı parçalar, para lel ışınları duvardaki
benekli şekiller haline getirirdi.
Ama yaşanacak daha kötü yerler vardı. Bu u-stor-it evde çok
daha kötü yerler vardı. Sadece bunun gibi büyük birimlerin ken­
di kapısı vardı. Çoğuna, oluklu çel ikten yapılmış geçit labirentine
ve yük asansörlerine çıkan ortak bir yük rampasından giriliyordu.
Fakir evler vardı, S'e 10 ya da lO'a 10 gibi. Buralarda, Ya noama
kabile insanları fasu lye pişirir ve yanan piyango bileti yığınının üs­
tünde koka yaprağı kaynatı rd ı .
Deniyordu k i eski zamanlarda - u-stor-it' in gerçekten kendi
amacı için kullan ıld ığı zamanlarda (California' l ı lara bir sürü eşyay­
la, ucuz bir depolama alanı sağlamak) - bazı girişimciler ön ofise
gelmiş, sahte kimlik kullanarak lO'a 10 depoları kiralamış, zehirli
kimyasal atık dolu çelik vari l lerle doldurmuş ve sorunu çözmeyi
u-stor-it Şirketi'ne bırakarak orayı terk etmişti. Bu söylentilere
göre, u-stor-it bu birimlere sadece asma kilit takmış ve listeden
çıkarmıştı. Şimdi, göçmenler bazı birimlerin hala bu kimyasal ves­
veseyle lanetli olduğunu iddia ediyordu. Asl ında bu, asma kilitli
birimlere girmemeleri için çocuklarına anlattıkları bir hikayeyd i.
Hiç kimse Hiro ve Vitaly'nin evine girmeye ça lışmamıştı çünkü
evde ça lacak bir şey yoktu. Ayrıca, hayatlarının bu noktasında,
ikisi de öldürülecek, kaçırılacak ya da sorguya çekilecek kadar
önemli insanlar değildi. Hiro'nun bir çift kaliteli Japon kılıcı var-
4 u-stor-it: A.B.D.'de 1 970'lerde faaliyete başlayan bir depolama hiz­
meti. Insanlar fazla eşyalarını, ertesi yaz kullanacakları kayığı vb.'ni
güvenlikli depolama hizmeti veren u-stor-it'te kiraladıkları depolarda
saklamaktadır.

-22-
PARAZİT - NEAL STEPH ENSON

dı ama sürekli yanında taşıyordu ve olağanüstü tehlikeli silahla rı


çalma fikri, olası suçluya mutlak tehlikeleri ve çel işkileri de be­
raberinde getiriyord u : bir kılıcı almak için boğuşuyorsanız, sapı
tutan daima kaza nır. Hiro'n un ayrıca iyi bir bilgisayarı vardı, ne­
reye gitse ya nında götürürd ü . Vitaly'ninse ya rım karton Lucky
Strikes'ı, bir elektro gitarı ve bir de akşamdan kalmalığı vardı.
Şu a nda, Vitaly Chernobyl bir Japon şiltesi nin üzerine uzanmış,
sessizce yatıyordu. Hiro Protagonist de cüruf ayaklıkların üstüne
yerleştirilmiş yük paletinden ol uşan, Japon tarzı, alçak bir masa­
da bağdaş kurmuş oturuyordu.
G üneş batarken, kızıl ışığın yerini, bu u-stor-it'in doğal ortamı­
nı oluşturan, bayi lik varoşlarından yayılan neon logoların ışıkla rı
al ıyordu. Loglo diye bilinen bu ışıklar, evin gölge köşelerini çirkin,
çok yoğun renklerle dolduruyordu.
Hiro'nun cappuccino rengi teni ve uzun, tepesi açı lmış ras­
ta ları vardı. Saçları eskisi gibi başını örtmüyordu ama genç bir
adamdı, hiçbir şeki lde kel ya da kelleşen bir adam değildi ve saç
çizgisi nin biraz geri çeki lişi sadece çıkık elmacık kem iklerini or­
taya çıkarıyordu. Kafası nın yarısı nı saran, parlak veri gözlükleri
takıyordu; gözlüklerin ucunda, dış kulağına bağlanan küçük ku­
laklıklar vardı.
Kulaklı kların, içine yerleşti rilmiş bir gürültü kesme özel l iği
vard ı . Bu tip şeyler en iyi, daimi gürültüde çalışırdı. Jumbo jetler
sokağın karşısındaki pistte ka l kış rulelerini yaparken, sesleri çok
alçak bir vızı ltı gibi gelirdi. Ama Vitaly Chernobyl deneysel bir gi­
tar solosu patlattığında, Hiro'nun kulakları yine de ağırırdı.
Veri gözlü kleri gözlerine hafif, dumanlı bir sis yayıyordu ve
sonsuz bir karanlığın içine yayılan çok aydınlık bir bulvarın karışık,
geniş açılı bir görü ntüsünü yansıtıyord u . Bu bu lvar aslında yoktu;
haya li bir yerin bi lgisayarla resmed il miş bir görüntüsüydü.
Bu görüntünün altında, Hiro'n un Asyal ı gözlerini görmek
mümkündü. Gözlerini Japonya'dan gelen Koreli annesinden al­
mıştı. Geri kalan kısmı daha çok babasına benziyordu, Ordudan
üzerinden - General Jim'in Savu nma Sistemi ve Amiral Bob'un
Evrensel Güvenl iği gibi rakip kuruluşlara ayrılmadan önceki za­
manlarda - Teksas'tan gelen bir Afrika lıydı.
Yük paletinin üstünde dört şey vardı: Puget Sound bölgesin­
den, Hiro'n un satın alamayacağı kadar pahalı bir şişe bira; Japon-

-23-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

cada katana diye bilinen uzun bir kılıç; wakizashi diye bilinen kısa
bir kılıç - Hiro'nun babası bunları, İ kinci Dünya Savaşı atomik bir
hale geldikten sonra J aponya'dan yağma etmişti - ve bir bilgisayar.
Bilgisayar özelliksiz, siyah bir takozdu. Güç kablosu yoktu
ama arkasındaki kapaktan çıkan dar, saydam, plastik bir boru
vardı, yük paletinin üzerinde ve yerde kıvrılıyor, uyuyan Vitaly
Chernobyl'in başının üstündeki, kabaca takılmış fiber optik prize
giriyordu. Plasti k ka blonun ortasında, saç teli i nceliğinde bir fiber
optik kablo vardı. Kablo, sürekli Hiro'nun bilgisayarıyla dünyanın
geri kalanı arasında bilgi taşıyordu. Aynı miktarda bilgiyi kağıda
aktarmak için, telefon defterleri ve ansiklopedilerle dolu, her da­
kika evlerinin önüne inecek bir Boeing 747 ka rgo uçağı ayarlama­
ları gerekirdi.
Hiro bilgisayar da satın alamazdı ama bir ta ne olması gereki­
yordu. Bu onun ticaret aracıydı. Bütün dünyadaki hackerlar için­
de, Hiro yetenekli bir serseriydi. Beş yıl öncesine kadar bu, ona
çok romantik gelen bir yaşam şekliydi. Ama yetişkinliğin sevimsiz
ışığı altında - ki bu, birinin yirmili yaşların ın başına kadardı, Cu­
martesi gecesinin Pazar saba hına kadar oluşu gibi - bunun ger­
çekten ne anlama geldiği ni açıkça görebiliyordu: beş parasız ve
işsizdi. Birkaç hafta önce, pizza teslimatçısı olarak görev süresi -
gerçekten sevd iği tek, anla msız, bir yere gitmeyen meslek - bit­
mişti . O zamandan beri, ek ve yedek işine daha çok önem verme­
ye başla mıştı: Langley, Virginia'daki Merkezi İstihbarat Şirketi'nde
serbest aja n.
İş basitti. Hiro bilgi topluyordu. Bu bilgi, dedikodu, video
kaydı, ses kaydı, bir bilgisayar d iski parçası, bir belge fotokopisi
olabilirdi. Hatta son zamanlarda gündemde çokça yer almış bir
felaket hakkındaki bir şaka bile olabilirdi.
Bunları M İŞ'i n veritabanına yüklüyordu - Kütüphaneye, eski
adıyla Kongre Kütüphanesi'ne, ama artık kimse öyle demiyordu.
Çoğu insan "kongre" kelimesinin ne anlama geldiğini tam olarak
bilmiyordu. Hatta "kütüphane" kelimesi bile anlaşı lmaz hale gel­
mişti. Eskiden, çoğunl ukla eski kitaplarla dolu bir yerdi. Sonra, vi­
deo kayıtları, belgeler ve dergiler de dahil ol maya başladı. Sonra
bütün bilgiler makine tarafından okunabilir hale, yani O' lara ve
l'lere dönüştürüldü. Ve kitle iletişim araçlarının sayısı arttı kça,
malzemeler daha güncel hale geldi, Kütüphane araştırma tek-

-24-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

nikleri daha da gelişti, Kongre Kütüphanesi ile Merkezi İstihbarat


Şirketi arasında gerçek bir farkın olmad ığı bir noktaya geldi. Te­
sadüfe bakın ki bu, ta m da hükü met d üşerken oldu. Bu yüzden,
onlar birleşti ve büyük h isse tekliflerini reddetti.
Milyonlarca MİŞ ajanı aynı anda milyonlarca bilgi yüklüyordu.
MİŞ kullanıcıları, genell ikle büyük şi rketler ve devlet başkanları,
işe yarar bilgiler bulmak için Kütü phanenin altını üstüne getirir­
di. Hiro'nun yüklediği bir şeyi işe yarar bulurlarsa, Hiro'ya para
ödenirdi.
Bir yıl önce, Burbank'te bir ajanın çöp kutusundan çaldığı bir
fi lm senaryosunun ilk taslağını yü klemişti . Birkaç film stüdyosu
taslağı görmek istemişti. Bundan ald ığı parayla 6 ay yiyip içip
gezmişti.
O zamandan beri, işler o kadar iyi değildi. Kütü pha nedeki bil­
gilerin yüzde 99'u nun hiç ku llanılmadığını öğren meye başlamıştı.
Buna bir örnek: bir Ku rye ona Vitaly Chernobyl hakkında tüyo
verdikten sonra, yeni bir müzik hadisesini araştırmak için yoğun
birkaç hafta harcamıştı - Los Angeles'taki Ukraynalı nü kleer fuzz­
grunge topluluklarının yükselişi. Kütü phaneye bu akımla ilgili
geniş kapsamlı ve ayrı ntılı notlar, bir video ve bir ses kaydı yük­
lem işti. Tek bir plak şirketi ya da bir rock eleşti rmeni bile umur­
samam ıştı.
Bilgisayarın üst yüzeyi, morumsu bir optik ka plaması olan
parlak camdan çıkan kubbe şeklindeki ba l ı kgözü lensi dışında
dümdüzdü. Hiro ne zaman bu maki neyi ku llansa, bu lens yüzeye
çıkar ve sonra bilgisayarın yüzeyiyle aynı düzeyde olan yerine
otururdu. Yanı ndaki loglo da kavisli ve küçüktü.
Hiro bunu erotik buluyordu. Bu biraz da haftalardır sevişme­
diği içindi. Ama dahası vardı. Yı llarca Japonya'da görev ya pan
babası, kameralara kafayı takmıştı. U zak Doğu'daki görev süre­
sinde de onları götürüp geri getirmeye devam etmişti; bir sürü
koruyucu tabakaya sarı l ı halde getirirdi, bu yüzden onu ka merayı
kutudan çıkarırken izlemek, mükemmel bir striptiz izlemek gi­
biydi, siyah deri ve naylon şeylerin, ferm uarların ve bağcıkların
arası ndan ka merayı çıkarırdı. Ve sonunda lens ortaya çıktığında,
saf geometrik denklem çözülürdü, o kadar hassas ve bir o kadar
da güçlü bir şeyd i. Hiro bunun sırasıyla etekten iç çamaşırına,
oradan da dış dudaklar ve iç dudaklara soku lmak gibi olduğunu

- 25 -
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

düşünürdü.
Lens, evrenin yarısını görebiliyordu - bilgisayarın üst kısm ın­
daki ya rısını ve Hiro'n un görüntüsünün çoğunu. Böylelikle, genel­
de Hiro'n un nerede olduğunu ve ne yöne baktığı nı ta kip edebi­
liyordu.
Bi lgisayarın içinde de üç tane lazer vardı - kırmızı, yeşil ve
mavi. Parlak bir ışık yaratacak kadar güçlü lerdi ama gözyuvarını
yakarak arkasına ulaşacak, beyninizi kavuracak ve alnın ızı kızar­
tıp beyin loblarınızı lazer ışınıyla kesecek kadar güçlü deği llerdi.
Herkesin ilkokulda öğrendiği üzere, bu üç ışık rengi, Hiro'nun gö­
zünün görebileceği herhangi bir renk oluşturmak için fa rklı yo­
ğunluklarla birleştirilebilirdi.
Bu şekilde, herhangi bir rengin küçük bir ışını, bilgisayarın iç
kısımlarından, balıkgözü nün yukarısından herhangi bir yöne doğ­
ru çıkarılabilirdi. Bilgisayarın içi ndeki elektronik aynalar kullanıla­
rak bu ışın, Hiro'nun veri gözlükleri ndeki lenslerin üzerinde gezi­
nebiliyordu, bu, televizyondaki elektron ışınının tüpün iç yüzeyini
boyamasına benziyordu. Sonunda ortaya çıkan görüntü Hiro'nun
Gerçeklik görüşünün önü nde havada asılı duruyordu.
Bilgisayar, her gözün önüne birbirinden biraz fa rklı bir görün­
tü çizerek üç boyutlu bir görüntü elde edebi liyordu. Görüntüyü
san iyede yetmiş iki kez değiştirerek hareketli hale getirebiliyor­
du. Hareketli ve üç boyutlu görü ntüleri 2K piksel çözünü rl ükte
çizerek, gözün algı layabileceği kadar keskin yapabiliyordu. Ve
küçük kulaklıklardan stereo dijital sesler pompalayarak hareketli
ve üç boyutlu resimlere mükemmel derecede gerçekçi bir film
müziği ya pabil iyordu.
Yani Hiro aslında hiç burada değildi. Bilgisayarın ın, veri göz­
lü klerine çizdiği ve kulaklı klarına pompaladığı, bilgisayar ürünü
bir evrendeydi. Alt dilde bu hayali yer, Metaevren olarak bilin irdi.
Hiro, Metaevrende çok vakit geçiriyordu. U-stor-it'e bin basa rdı.

Hiro, Sokağa yaklaşıyordu. Burası, Metaevrenin Broadway' i,


Şanzelize'siydi. Veri gözlüklerinin lensleri ne yansıtı lmış, minyatür­
leştirilmiş ve ters çevrilmiş, çok ışıklı bir bulvardı . Aslında yoktu.
Ama şu anda, m ilyonlarca insan orada yürüyordu.
Sokağın boyutları bir protokol tarafından sabitleşti rilm işti,
Programlama Sistem leri Evrensel M u ltimedya Protokolü Deme-

- 26 -
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

ği'nin grafiker Ninja derebeylerinin yaptığı bir protokol . Sokak,


siyah bir kürenin ekvatorunu boydan boya dolaşan büyük bir bul­
var gibi görünüyordu. Ya rıçapı on bin kilometreden biraz daha
fazlayd ı . Bu da etrafı 65,536 km. demekti, Dünyadan çok daha
büyüktü.
65,536 sayısı bir hacker hariç herkes için zor bir sayıydı . Bir
hacker bu sayıyı annesinin doğum ta rihinden bile daha iyi bilirdi:
aslında 2'n in gücüydü - tam olarak 216- üs 16 bile 24'e eşitti ve
4 de 22'ye. 256; 32,768 ve 2, 147,483,648' in yanı sıra 65,536 da
tek önemli sayının 2 olduğu - bir bilgisayarın tanıyabildiği rakam
sayısı - hacker evreninin temel taşlarından biriydi. O rakamlardan
biri O, diğeri de l'di. 2'1eri fetişistik olarak birbiriyle çarparak ve ara
sıra oluşan l'i çıkararak yaratı lan sayıları bir hacker anında tanırd ı .
Gerçeklikteki b i r yer g i b i Sokak da gelişmeye bağlıyd ı . Geliş­
tiriciler, ana yola çıka n kendi küçük sokaklarını yapabil iyordu.
Binalar, parklar, tabelalar ve Gerçeklikte ol mayan şeyler yarata­
biliyorlardı: başı nızın üstünde süzü len kocaman ışık gösterileri,
üç boyutlu uzay zamanı kura llarının yok sayı ldığı özel semtler, in­
sanların gidip birbirini kova layabi leceği ve öldürebi leceği serbest
dövüş bölgeleri gibi.
Tek fark, Sokak gerçekten var olmadığı için - bir yerlerde bir
kağıda yazılmış bir bilgisayar grafiği protokolü - bu şeylerin hiç­
biri fiziksel olarak ya pılm ıyordu. Bunlar sadece, tüm dünyadaki
fiber optik ağda bulunan insanların kullanımına sunulmuş yazılım
parçalarıydı. Hiro, Metaevrene gi rip Sokağa baktığında ve karan­
lığın içine doğru uzanan, kürenin kavisinin üstüne doğru gittik­
çe kaybolan binalar ve elektrikli tabelalar gördüğünde, aslı nda
büyük şi rketler tarafından yapılan binlerce farklı yazı lım parçası­
nın grafik simgelerine - kullanıcı arayüzleri - bakıyor olurdu. Bu
şeyleri Sokağa yerleşti rmek için Evrensel Multimedya Protokol
Grubu'ndan onay almak, Soka kta bir ön cephe satın al mak, imar
izni ve ruhsat almak, denetimcilere rüşvet vermek zoru nda kal­
mışlardı. Bu şirketlerin Sokağa böyle şeyler yapmaları için ödedik­
leri paranın hepsi EMPG'nin sahip olduğu ve yürüttüğü bir vakıf
fonuna gidiyordu. Bu vakıf da parayı, Sokağın var olmasını sağla­
yan sistemlerin ve makinelerin geliştirilmesinde kullanıyordu.
H i ro'nun, Sokağın en ka labalık kısmından biraz ötedeki bir
semtte bir evi vard ı. Sokak sta ndartlarına göre old ukça eski bir

- 27 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

semtti. On yıl önce, Sokak protokolü ilk yazıldığı zaman, Hiro ve


birkaç arkadaşı paralarını birleştirip ilk geliştirme lisanslarından
birini satın almış ve küçük bir hacker semti yaratmışlardı. O za­
man, sadece büyük bir karanlığın ortasındaki küçük bir ışık de­
seniydi. O dönemlerde Sokak sadece, boşl ukta duran siyah bir
topun etrafı na, sokak ışıklarından yapılmış bir kolyeydi.
O zamandan beri semt çok değişmedi ama Sokak değişti.
Hiro'n u n, başından beri olaya dahil olan arkadaşları bu işe çok
avantajlı bir şeki lde başladı. Hatta bazı ları çok zengin bile oldu.
Bu yüzden H i ro'nun Metaevrende güzel, büyük bir evi vardı
ama Gerçeklikte 20'ye 30 bir alanı paylaşmak zorundaydı. Emlak
zekası her zaman evrenlerin ötesine geçmiyordu.
Gökyüzü ve yeryüzü, henüz bir şey yazılmamış bir bi lgisayar
ekranı gibi simsiyahtı; Metaevrende vakit her za man geceyd i, So­
kak, fiziksel ve finansal kısıtlamalardan kurtu lmuş Las Vegas gibi
hep ışı ltılı ve renkliydi. Ama H i ro'nun semtindeki i nsanlar çok iyi
progra mcılardı, bu yüzden çok zevkliydi. Evler gerçek ev gibi gö­
rünüyordu. Bi rkaç tane Frank Lloyd Wright yapıtı ve süslü Victo­
rian evi vardı.
Bu yüzden, her şeyin bir mil yukarıda gibi göründüğü Soka­
ğa çıkmak her zaman şok ediciydi. Burası en gelişmiş bölge olan
Şehir Merkezi'yd i. He rhangi bir yöne doğru birkaç yüz kilometre
giderseniz, bu gelişmişliğin gittikçe azaldığını görebil irdiniz, siyah
kadife zeminde beyaz havuzlar oluşturan sokak ışıklarının incecik
çizgisi kalırdı sadece. Ama Şehir Merkezi, üst üste yığı lmış neon
ışıklarıyla süslü bir düzine Manhatta n gibiydi.
Gerçek dünyada - Dü nya gezegeni, Gerçeklik - altı ile on mil­
yar arası insan vardı. Bazı zama nlarda, çoğu kerpiç yapıyor ya da
AK-47'1erini söküyordu. Belki de bir milyarının bilgisayar almak
için yeterli parası vardı; bu insanların, diğerleri nin hepsinin bir
araya getirdiğinden daha çok parası vardı. Bu bir milyar potansi­
yel bilgisayar sahibinin belki de sadece çeyreği gerçekten bilgisa­
yar almayı umursuyordu ve bunların da sadece çeyreğinin Sokak
protokolünü kaldırabilecek kadar güçlü makineleri vardı. Ya ni,
belirli bir zamanda Sokakta olabi lecek insan sayısı altmış milyon
civarıyd ı . Parası yetmeyen ama umumi makineleri ya da okul ve
işyerlerindeki maki neleri kulla narak gelen diğer bir altmış milyo­
nu da eklersek, o anlarda Sokakta, New York'un nüfusunun iki

-28-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

katı insan oluyord u .


B u lanet yer bu yüzden bu kadar fazla gelişmişti. Sokağa bir
tabela ya da bina koysa nız, dünyadaki en zengin, en modern, en
çevresi geniş yüz milyon insan, onu hayatlarının her günü göre­
cekti.
Burası, yüz metre genişliğinde, ortasında uzanan dar bir tek
hatlı demiryolu olan bir yerdi. Tek hatlı demiryolu, ku llanıcıların
Sokakta hızlı ve kolay bir şekilde yer değişti rmesini sağlayan üc­
retsiz bir kamu h izmeti yazılımıyd ı . Birçok insan onun üzerinde
i leri geri gid iyor, manzaralara bakıyordu. H i ro on yıl önce bura­
yı ilk görd üğünde, tek hatlı demiryolu henüz yapılmamıştı; o ve
arkadaşları etrafta dolaşmak için araba ve motosiklet yazılı mları
ya pmak zorunda kalmıştı . Yazı lımlarını çı kartı p elektronik gece­
nin siyah çöl ünde çalıştırıyorlard ı.

- 29 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 4 -

Y.T. bir sürü genç Clint'i, izinsiz bir gece ya rışında güzel yüzle­
rini boş bir havuza yapıştırırken izleme ayrıca lığına sahip olm uş­
tu. Ama hepsi kaykay üstündeydi, hiç arabal ı olanı görmemişti.
Yerleşim alan larındaki gece manzarala rı, baktığınızda çok tu haf
güzelliklerle doluydu.
Yine kaykayın üstündeydi. Radi KS No:4 Akıllı Tekerlek takımı­
nın üstünde meydanda dolaşıyordu. Thrasher dergisinde sihirli
dişliler denen şeylerin reklamını gördükten sonra bir üst modele
geçmişti.

İşe yaramaz, sabit tekerlekleri olan dayanıksız bir tahtanın


üzerinde kayıyor ve bir susturucu, kaplanmış lastik, ara baların
tekerleklerinden dökülen karlar, yoldaki hayvan ölüleri, aks, de­
miryolu traversi ya da dalgın bir yayayla sık sık arayüz oluşturuyor
musunuz?
Bunun mümkün olmadığını düşün üyorsanız, çok fazla boş
al ışveriş merkezinde dolaşıyorsunuz demektir. Bütün bu engeller
ve daha fazlası New Jersey Ücretli Otoyolunun bir millik bir kıs­
mında gözlemlendi. Normal bir tahtayla o bulvarı geçmeye çalı­
şan bir kaykaycının kafası karışm ıştı r.
Her engelin üstünden atlayarak geçilebileceğini iddia eden
sözde kaykaycıları dinlemeyin. Profesyonel Kuryeler bilir: eğlence
ya da çıkarlarınız için, yeterince hızlı giden bir arabaya yapışırsa­
nız, tepkime süreniz saniyenin onda birine d üşer - hatta uzaktan
bağlıysanız bu daha da az bir süre.
Rad iKS No:4 Akıllı Tekerlek takı mı alın - dış lastik ka plama­
sından daha ucuz ve çok daha eğlenceli. Akıllı Tekerlekler, siz on­
lar hakkında söylenmeye başlanmadan önce, susturucu ve diğer
döküntüleri tanımlamak için lazer telemetreli, milimetrik da lga
deniz radarı kullanır.
M idaslaştırmayın5 - hemen bugün yeni modele geçi n !

Bunlar mantıklı sözlerdi. Y.T. tekerlekleri satın aldı. Her biri,


bir sürü sağlam tekerlek parmağı olan bir tekerlek göbeğinden

5 Midas: Amerika'da çok ünlü bir araba bakım servisi.

-3 0-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

oluşuyordu. Her parmak 5 yerden birbiri nin ıçıne geçiyord u.


Ucunda küçük bir ayak, a ltında da bir küresel mafsal üzerinde
dönen lastik dişler vardı. Tekerlekler döndükçe ayaklar kendileri­
ni birer birer tekerleğe yerleşti riyordu. Bir tümsekten geçerseniz,
tekerlek parmakları geri çekiliyordu. Bir çukurdan geçerseniz, ro­
bot d işler çukurun asfalt derinliklerine iniyordu. Her iki şekilde
de, şok emiliyordu, h içbir gümbürtü ya da sallantı kaykaya veya
giyd iğiniz bilekli Converse'lere ulaşam ıyordu ... Reklam doğruydu
- akıllı tekerlekler ol madan profesyonel bir kaykaycı olamazdınız.
Hızlı pizza tesl imi kolay bir iş olacaktı. Araba yolunun ucunda­
ki ıslak çimenlerin üzerinden sarsılmadan geçti, betona çıkınca
hızlandı, yokuştan aşağı doğru kayıp sokağa çıktı. Kaykayın ucunu
birden çekip yönünü değiştirdi. Şimdi Homedale Bölgesi'nde bir
kurban arıyordu. Çirkin ışıklarla dolu siyah bir araba gürü ltüyle
ya nından geçti, talihsiz Hiro Protagonist'in etrafını sardı. Ra­
diKS Gece Görücü gözlükleri çok parlak, zararlı ışıkları kesmek
için uygun bir şekilde kararıyordu, göz bebekleri rahatça açık
kalabil iyor ve yoldaki manevra işaretlerini tarayabiliyordu.
Yüzme havuzu bu yerleşim bölgesinin yamacındaydı, buradan
aşağıdaydı ama yeteri kadar aşağıda değildi.
Ya rım blok ötede, bir ara soka kta bir minivan, hareket etmek
için dört acınası silindirini gıcırdatıyordu. Bulund uğu yerin çap­
razındaydı. Sürücü vitesi R'den N'ye sonra da D'ye alı rken, beyaz
geri gidiş lambaları a niden parladı. Y.T. kaldırımın kenarına yönel­
d i, büyük bir hızla çarptı, akıllı tekerleklerin tekerlek parmakları
bunu önceden an layıp doğruca geri çekildi ve Y.T. h içbir aksaklık
yaşamadan sokaktan çimenliğe doğru kayd ı. Çimenliğin karşısın­
da, ayaklar yolda altıgen bir iz bırakmıştı. Etli, hazmedilemez bir
yiyeceğin rengiyle kırmızılaşmış bir köpek bokunda Rad iKS'in lo­
gosu nun - her tekerleğe bastığı ikiz resi m - izi çı kmıştı .
Minivan sokağın karşısında hareket etmişti. Araba, kald ırımın
kenarını yontarken ne olduğu anlaşılmaz gıcırtı sesleri tekerlek
yanaklarında kıvranıyordu. Burası bir banliyöydü ve burada bir­
kaç santim daha dış tarafa, sokağın ortasına park ederek aforoz
edil meyi, kitle isterisi ortaya çıkarmayı, trafik ve genç bisikletçi­
ler için ölümcül bir engel teşkil etmeyi göze almaktansa Good­
year'larınızı sürekli kaldırımlara sürtüp ömrünü azaltmak daha
iyiydi. Y.T. makara kolunun açma düğmesine basm ıştı, bir metre

-3 1-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

kablonun açılmasını sağladı. Başının üstünde ve etrafında salla­


dı, bu eski arabaya vurmak üzereydi . Zıpkının ucu, salata kasesi
büyüklüğündeydi, kendi yörüngesinde dönerken ıslık gibi bir ses
çıkarıyordu; bu gerekli değildi ama ses çok iyiydi.
Bu araçların yola değer vermemesi ve M agnaZıpkın'ın size
yapışması için gereken çel ik ve diğer demir cisimlerin bunlarda
eksik olması yüzünden, bir minivana yapışmak bir yaya nın hayal
edebileceğinden daha fazla beceri gerektiriyordu. Artı k arabanın
esas gövdesine endüksiyon akımı yükleyerek alüminyum karose­
re ya pışan ve onu zoraki bir elektromı knatısa dönüştüren süpe­
riletken zıpkın lar vardı ama Y.T.'de bunlardan yoktu. Bunlar yer­
leşim bölgelerindeki sert kaykaycıların markasıydı ve bu geceki
eğlenceye rağmen o, onlardan biri değildi. Onun zıpkını sadece
çelik, demir ya da (kısmen) nikele yapışabiliyordu. Bu model bir
miniva ndaki tek çelik, şasideydi.
Yavaş bir atış için yaklaştı. Zıpkınının yörünge düzlemi nere­
deyse dikeydi, her yörüngenin ön dış kenarındaki parlak banliyö
şoselerinde ezil mek üzereydi. Açma düğmesine bastığında zıpkın
ya klaşık bir santimetrelik bir yükseklikle fırladı, biraz yukarı doğru
saptı, sokağın karşısından minivanın altına girdi ve çeliğe yapıştı.
Sıkı bir atıştı, bu hava, döşeme, boya nebulasına ve aile mi nivanı
olarak paza rlanan ürüne yapabileceğiniz en sıkı atıştı.
Tepki hemen gelmişti, banl iyö standartlarına göre çabuk kav­
rayan biriydi ve bu kişi Y.T.'nin gitmesini istiyordu. Minivan, bir
matadorun iğneli çu buğuyla kıçından vurulmuş, hormon pom­
palayan bir boğa gibi hızla hareket etti . Direksiyondaki anneniz
değildi. Bu genç Studley'di, bu yerleşim bölgesindeki diğer bütün
çocuklar gibi on dört yaşından beri lisedeki soyunma odası nda
her öğlen da mardan at testosteronu alan genç bir çocuktu. Artık
iri yarı, apta l ve her zaman tahmin edilebilirdi.
Ta mamen kontrol edemediği, yapay olarak şişiril miş kaslarıy­
la kararsızca direksiyonu kullanıyordu. Deri noktalı, kestane rengi
direksiyon, annesinin el kremi gibi kokuyordu; bu onu daha da
öfkelendiriyordu. M inivan hızlandı yavaşladı, hızlandı yavaşladı,
çünkü gaz pedalını pompal ıyordu, çünkü sürekli gaza basmanın
pek etkisi olmuyor gibiydi. Bu arabanın da kasları gibi olmasını
istiyordu; ne yapacağını bildiği güçten daha fazla güç istiyordu.
Ama bu ona zorluk çıkardı. Orta yolu bulmak için, GÜÇ düğme-
PARAZİT - NEAL STEPH ENSON

sine bastı. E KONOMİ düğmesi dışa rı doğru fı rladı ve söndü, bir


eğitim gösterisi gibi, iki düğmede ka rşılıklı d ışlama sistemi oldu­
ğunu hatırlatıyordu. Miniva nın küçük motoru vitesi küçü lttü ve
aracı daha güçlü hale getirdi. Çocuk, ayağını gaza basılı tuttu ve
Cottage H eights Yolu'na hızla girdi, minivanın hızı yüz kilometre­
ye yaklaşıyordu.
Cottage Heights Yolu'nun sonuna, Bellewoode Va lley Yolu'yla
T biçiminde kesiştiği yere ya klaşı rken, çocuk bir ya ngın musluğu
fa rk etti . WHC'de güvenlik sebebiyle çok fazla ya ngın musluğu
vardı ve emlak değerleri için çok iyi tasarla nmıştı, Tanrı'nın terk
ettiği bir End üstri Devrimi dökümhanesinin adıyla damgalanmış
ve yer yer pullanmış ucuz boya tabaka larıyla paslanmış minik
metal şeyler değillerdi. Bu yangın musl ukları piri nçten ya pılm ıştı,
her Perşembe sabahı bir robot tarafından silin iyordu, yerleşim
bölgesindeki çimenliklerin kimyasallarla yetiştiril miş mükemmel
çimlerinin üzeri nde dümdüz yükselen asil boru lar, potansiyel it­
faiyecilere üç farklı hortum bağlantısı seçeneği su nuyordu. Victo­
rian Ha neda nlığı evleri, şık posta kutuları ve her kavşakta temel
taşı gibi du ran devasa, mermer sokak tabelalarını da yapan este­
tikçiler tarafından bir bilgisayar ekranında tasa rlanm ışlardı. Ama
yine de geçmişteki unutulmuş şeylerin zarafetini de taşıyorlard ı .
Zevkli insanların, ön bahçelerinde olmasından gurur duyduğu
ya ngın muslukları. Em lakçıların püskürteçle boyamak zoru nda
ka lmad ığı yangın muslukları.
Bu la net Kurye ölmek üzereydi, o yangın m usluklarından biri­
nin etrafına dolanm ıştı. Testosteron Çocuk Studley onun icabına
bakacaktı. Bu, televizyonda gördüğü bir hareketti - ki televizyon
ya lan söylemezdi - kafası nın içinde birçok kez uygulad ığı bir nu­
maraydı. Cottage Heights'ta maksi mum hıza çıkarak direksiyonu
döndü rü rken aniden el frenini çekecekti. Minivan ın arka ucu ani­
den kıvrı lacaktı . Sinir bozucu Kurye, kopmaz kablosu nun ucunda
kı rbaçlanacaktı . Ya ngın musluğuna girecekti. Genç Studley zafer
kazanacaktı, Bellewoode Valley'de gali biyetle dolaşabilecek ve
havalı arabaları olan yetişkin adamların büyük dünyasına çıka­
bilecekti, günü geçmiş video kasetini geri götürebilecekti, Raft
Warriors iV: The Final Battle.
Y.T. aslında bunların hiçbirini bilm iyordu ama şüphelenmişti.
Bunların hiçbiri gerçek değildi. O miniva nın içindeki, onun psiko-

-33-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

lojik durumunun canlandırmasıydı. Bir mil ötede musluğun yak­


laştığı nı ve Studley'nin tek elinin el frenine doğru indiğini gördü.
Her şey çok netti . Studley ve onun gibiler için üzüldü. Makarayı
açtı, kendini oldukça gevşek bıraktı . Studley direksiyonu çevirdi,
freni çekti. Minivan hedefinden şaşarak yan tarafa doğru gitti ve
Y.T., Stud ley'in istediği gibi musl uğa çarpmadı, Y.T.'nin biraz yar­
dımı gerekiyordu. Arabanın arka ucunun etrafında dönerken,
ma karayı sertçe sardı, o açısal momentum yeteneğini öne doğ­
ru hızlan maya dönüştürdü ve dakikada bir mil giden arabanın
tam ya nından yıld ırım gibi geçti. Üstünde BELLE WOODE VALLEY
YOLU yazan mermer bir taşa doğru gidiyordu. Çarpmamak için
yana yaslandı, sert bir dönüş için eği ldi. Tekerlekleri kaldırımı
kavradı ve onu taştan uzaklaştı rdı. İyice yana yatmıştı, tek eliyle
ka ldırıma dokunabiliyordu, tekerlekler onu istediği sokağa götür­
dü. Bu sırada, mi nivana yapışan, onu tuta n elektroma nyetik gücü
kesti . Zıpkının ucu yerinden çıktı, makara koluna doğru sarılırken
Y.T.'nin arkası ndaki ka ldırıma vurdu. Y.T. mu hteşem bir hızla yerle­
şim bölgesinin çıkışına doğru gidiyordu.
Arkasından, bir arabanın patlama sesi geldi, midesinde yankı­
landı, mi nivan yana kayıp temel taşına çarpmıştı.
Güvenlik kapısının altından başını eğerek geçti ve Oahu'nun
trafiği ne daldı. Yön değiştiren, ısrarla kornaya basan ve yolda tiz
sesler çıkaran iki BMW'nin arasından geçti. BMW sürücüleri he­
men kaçınma manevrası yaptı, BMW reklam larındaki sürücüle­
re benzemeye çal ışıyorlardı - zarar görmediklerinde kend ilerini
böyle ikna ediyorlardı. Bir tır kamyonunun altından geçmek için
eğilip cenin pozisyonu aldı, refüjdeki Jersey bariyerine doğru gi­
diyordu, ölecek gibiydi ama Jersey bariyeri akıllı tekerlekler için
kolayd ı. Bariyerin alt ta rafında çok güzel bir tü msek vardı, sanki
bunu kaykaycılar için yapmışlardı. Ba riyere çıktı, yavaş bir iniş için
şeride doğru kıvrıldı ve artık trafikteyd i. Tam önü nde bir araba
vardı ve zıpkını fı rlatmak zoru nda bile deği ldi, sadece uzandı ve
bagajın kapağına yapıştırdı.
Bu sürücü kaderine boyun eğmişti, um ursamadı, zorluk çıkar­
madı. Onu, bir sonraki Yörekent6 olan bir White Colu mns'ın7 gi-
6 Yörekent: Yazarın İ ngilizce "suburb" ve "enclave" sözcüklerinden
türettiği "Burbclave"in karşılığı.
7 White Columns, New York'un en eski, kar amacı gütmeyen sanat
mekanıdır. Galerilerde yer bulamayan genç sanatçılar tarafından kul-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

rişine kadar götürdü. Burası, güneyli, geleneksel, ırkçı Apartayd8


Yörekentleri nden biriydi. Ana ka pının üzerindeki büyük, şatafatl ı
tabelada şöyle yazıyordu: SADECE BEYAZLAR. BEYAZ IRKTAN OL­
MAYANLARA, ÖZEL İŞLEM UYG U LANACAKTI R.
Y.T.'nin White Col umns vizesi vard ı. Y.T.'nin her yere vizesi var­
dı. Hepsi göğsündeki küçük barkoddaydı. Gi rişe doğru sallanarak
giderken bir lazer, barkodu okudu ve göçmen ka pısı onun için
açıldı. Ama rahatsız White Col umns sakinlerinin, Yörekentin gi­
rişinde boş boş otu rup Eski Gü ney'i n muhteşem ahlaksızlığı nın
içinde ka pının açılmasını bekleyecek vakti yoktu, bu yüzden ka pı­
ya bir tür elektroma nyetik demir silahı yerleştirilm işti.
White Columns'un savaş öncesi ağaç şeritli dar sokaklarından
aşağıya doğru gid iyordu, birbiri ardına mikroba hçeler vard ı, hala
Genç Studley'nin benzin deposundaki yakıttan kayna klanan kine­
tik enerji desteğiyle kayıyordu.
Dü nya güç ve enerjiyle dol uydu ve bir insan bunun çok küçük
bir parçasını alarak uzaklara gidebilirdi.
Pizza kutusundaki ışık 29.32 diyordu ve pizzayı si pariş eden
adam - Bay Pudgely ve komşuları Pinkhearts ve Rou ndass klanla­
rı - mi krobahçelerinin çimlerinde toplan mış, zamansız bir kutla­
ma içindeydi. Sanki biraz önce kaza nan piyango biletinin sahipleri
onlardı. Ön ka pılarından, Oahu Yolu'na kadar inen bir manzara­
ları vardı ve CosaNostra arabasına benzer bir şeyin geldiğini gö­
remiyorlardı. Kolunun altında büyük, kare bir şey taşıyan - belki
de bir portföy, beyaz ırkın üstü n olduğunu savunan bir pazarlama
şefi için yeni bir reklam tasarı mı - bu Kuryede bir tuhaflık va rd ı .
Pudgely, Pinkheart ve Roundass' ler ağzı a ç ı k b i r halde ona
bakıyordu. Y.T.'nin artık tam da onların araba yoluna hızla gire­
cek kadar enerjisi vardı. Hareket gücü onu yukarı kadar taşıdı.
Bay Pudgely'nin Acura'sı ve Bayan Pudgely'nin mi nivanının ya­
nında durdu ve kaykayından indi. Onun indiğini fark eden teker­
lekler kendilerini d üzleştirdi, araba yolunun üstüne yerleştirdi ve
geri gitmeyi reddetti.
Gökyüzünden kör edici bir ışık üzerlerinde parlıyordu. Y.T.'nin
Gece Görücüsü ışığın gözlerini kamaştırmasını engelliyordu
!anılmaktadır. Burada White Columns adı, ayrışmayı ifade etmek için
kullanılmıştır ancak bu ırkçı bir ayrışmadır.
8 Apartayd: "Apartheid", Güney Afrika hükümeti tarafından uygula­
nan, Avrupalıların başkalarından ayrılması sistemi.

-35-
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

ama müşteriler dizlerinin üzerine çökmüş ve sanki ışık ağırmış


gibi sırtları nı kamburlaştırmıştı. Ada mlar kıllı kollarını yüzlerine
ka pamış, boruya benzeyen iri vücutlarını ileri geri sal l ıyor,
aydınlığın kaynağını bulmaya çalışıyor, bir şeyler geveliyor, bu
bilinmeyen olayı tamamen kontrol altına almış gibi birbirlerine
ışığın kaynağı hakkında kısa teoriler sunuyorlardı. Kad ınlar kuş
gibi ötüp çırpınıyordu. Gece Görücünün si hirli etkisi sayesinde
Y.T. ışığın 29.54'ü gösterdiğini görebiliyordu ve sonunda pizzayı
Bay Pudgely'nin kanat ucuna bıraktı.
Esrarengiz ışık söndü.

Diğerleri nin gözleri henüz düzelmemişti ama Y.T. Gece Görü­


cüsüyle yakınlardaki kızıl ötesi ışın ları görebiliyordu ve ışığın kay­
nağını gördü: komşunun evi nin dokuz metre üstünde çift-ka natlı
bir hayalet helikopter. Ta mamen siyah ve sadeydi, habercilerin
kullandığı bir helikopter değildi. Ama eski ve duyulabilir model,
en gü ncel logolarla süslenmiş başka bir helikopter geçiyor ve ta m
şu anda White Columns hava sahasına giriyordu, ışı kla rıyla bah­
çeleri ütü lüyor, bu büyük haberi ilk yakalayan olmayı umuyordu:
bu akşam bir pizza geç teslim edildi. Sonra, bizim şahsi gazeteci­
miz, Sta ndart Metropol İstatistik Bölgesi' ne mecburi yolculuğunu
yaptığında nerede ka lacağı hakkında yorum larda bulundu. Ama
siyah helikopter gidiyordu, ikiz turba jetlerinden gelen kızıl ötesi
ışınlar olmasaydı neredeyse görü nmezdi.
Bu bir Mafya helikopteriydi ve ya pmak istediği şey olayı kay­
detmekti çünkü Bay Pudgely olayı Ya rgıç Bob'un Adalet Sistemi­
ne taşıyıp bedava pizza için tartışmaya karar verirse mahkemede
kullanabi leceği bir şeyi olmayacaktı.
Bir şey daha. Bu akşam havada bir sürü şey vardı, Fresno'dan
taşınan birkaç megatonluk tarı m toprağı havadaydı ve lazer ışını
üstüne geldiğinde, ürkütücü bir şeki lde ortaya çıktı; küçük geo­
metrik bir çizgi, helikopter ve Y.T.'nin göğsü arasında aniden can­
lanan fiber optik bir kordona dizilmiş bir mi lyon parlak kırmızı to­
hum. Dar bir pervaneye, alt kısmı Y.T.' nin tüm gövdesini kaplayan
ince bir kırmızı ışık üçgenine doğru genişl iyor gibiydi.
Yarım saniye sürdü. Göğsü ndeki barkodları tarıyorlardı. Kim
olduğunu öğrenmeye çalışıyorlardı. Mafya artık onunla ilgili her
şeyi biliyordu - nerede otu rd uğunu, ne ya ptığını, göz rengi ni,

- 36 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

borç kayıtlarını, ha ngi soydan geld iğini ve kan grubunu.


Bu bitince, helikopter yana doğru eğildi ve Hint mürekkebiyle
dolu bir kasenin içine giren bir hokey topu gibi gecenin içinde
kayboldu. Bay Pudgely bir şeyler söylüyor, ne kadar yakına gel­
dikleriyle ilgili espri yapıyordu. Diğerleri zorlama ka hkahalar attı .
Ama Y.T. onları d uyamıyordu çünkü haber helikopterinin gürül­
tüsü onların sesini bastırıyor, ışığı da onları aniden donduruyor
ve görüntülerini netleştiriyordu. Hava böceklerle doluydu ve Y.T.
hepsi ni görebiliyordu; esrarengiz şekillerde dönerek uçan, insan­
lara ve hava akımlarına otostop çekerek giden böcekler. Y.T.'nin
bileğinde de bir tane vardı ama o böceğe vurmadı.
Helikopterin ışığı hala sönmemişti . Pizza kutusunun Cosa­
Nostra logosunu taşıyan geniş tarafı, sessiz şahitti. Helikopter
yine de h avada d uruyor, her ihti male karşı bir kayıt al ıyordu.
Y.T. sıkılmıştı. Kaykayına bindi. Tekerlekler açıldı ve yuvarlak
hale geld i . Arabaların etrafındaki dar ve riskli yola yöneldi, sü­
zülerek sokağa indi. Işık onu bir süre takip etti, belki de bir arşiv
görüntüsü alıyordu. Videoteyp ucuzdu. Bir şeyin ne zaman lazım
olacağı asla bilinemezdi, bu yüzden bir kayıt al ınabilirdi.
İnsanlar böyle geçiniyordu - istihbarat işindeki insanlar. Hiro
Protagonist gibi insanlar. Bir şeyler biliyorlardı ya da etrafta
dolaşıp bir şeyler kaydediyorlardı. Kütüphaneye koyuyorlard ı .
İ nsanlar onların bildiği b i r şeyleri öğrenmek y a d a kayıtlarını
izlemek istediğinde, on lara para ödüyor ve Kütüpha neden
ödünç ya da doğrudan satın al ıyorlard ı . Bu tuhaf bir işti ama Y.T.
fikri sevmişti. Genellikle, MİŞ bir Kuryeyi önemsemezdi. Ama
anlaşılan Hiro'nun onlarla bir anlaşması va rd ı . Belki o da Hiro'yla
bir anlaşma yapabilirdi. Çünkü Y.T. bir sürü küçük, ilginç şey bi­
liyordu.
Bildiği küçük şeylerden biri de Mafyanın ona bir iyi lik borçlu
olduğuydu.

-37-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 5 -

Hiro, Sokağa yaklaşırken iki genç çift gördü, muhtemelen Me­


taevrende bir çifte randevu için aileleri nin bilgisayarlarını kul la­
nıyorlardı, giriş ve tek hatlı demiryolu durağı nın yerel bağlantı
kapısı olan Bağlantı Kapısı Sıfır'dan çıkıyorlardı.
Gerçek insanlar görmüyordu, tabii ki. Hepsi, bilgisayarının,
fiber optik ka blodan gelen ta nımlamalara göre çizdiği ha reket­
l i resim lerin bir parçasıydı. İnsanlar, avata r denilen yazılım par­
çala rıydı. Metaevrende insa nların birbiriyle iletişim kurmak için
kulla ndığı görsel-işitsel bedenlerdi. Hiro'nun avatarı da şu a nda
Soka ktaydı. Tek hatlı demiryolundan gelen çiftler onun olduğu
tarafa bakarsa, onlar da onu görebilirdi, onun onları görebildiği
gibi. M uha bbet etmeye başlayabilirlerdi: Hiro, L.A'de bir u-stor­
it'te ve dört genç de mu htemelen Chicago'daki bir banliyöde,
dizüstü bilgisayarlarıyla bir ka nepede oturuyorlardı. Ama muh­
temelen Gerçeklikte konuşaca klarından daha fazla konuşmaya­
caklardı. Bunlar iyi çocuklardı ve bir çift kılıç taşıyan, güçlü ve
özelleştirilmiş bir avatara sahip, ya lnız bir melezle kon uşmak is­
temezlerdi.
Avatarınız, donanımınızın sınırlarına göre isted iğiniz şekilde
görü nebilirdi. Çirkinsen iz, avata rınızı güzel yapa bilirdiniz. Yatak­
tan yen i kal kmışsan ız, avata rınız güzel kıyafetler içinde ve mak­
yaj lı görünebilirdi. Metaevrende bir gori l, bir ejderha ya da dev
bir konuşan penis gibi görünebilirdiniz. Soka kta beş dakika yürü­
seniz bunların hepsini görebilirdiniz.
Hiro'nun avatarı sadece Hiro'ya ben ziyordu, tek bir fa rk vardı;
Hiro Gerçeklikte ne giyerse giysin, avatarı her zaman siyah, deri
bir kimono giyerd i . Çoğu hacker, gösterişli avatarlarla uğraşmı­
yordu çünkü gerçekçi bir insan yüzü oluşturma n ı n, konuşan bir
penis ol uşturmaktan çok daha ka rmaşık olduğunu biliyorlardı.
Giysilerden gerçekten anlayan insa nların, ucuz, gri bir yün elbi­
seyle pahalı, elde dikilmiş, gri bir yün el biseyi birbirinden ayıran
ince ayrıntıları anlaması gibiydi.
Metaevrende, yukarıdan aşağıya ışınlanan Kaptan Kirk gibi,
bir yerde aniden ortaya çıkamazdınız. Bu, etrafın ızdaki i nsanlar
için kafa karıştı rıcı ve sinir bozucu olurd u . Metafora uygun ol-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

mazdı. Aniden ortaya çıkmak (ya da ortadan kaybolup Gerçekliğe


dönmek) en iyi, evinizin sın ırları içerisinde ya pılacak özel bir iş
olarak ka bul edil irdi. Bugünlerde, çoğu avatar a natomik olarak
düzgün ve ilk ya ratıldıklarında bir bebek gibi çı plaktı . Yani her ha­
lükarda, Sokağa çıkmadan önce kendinize çeki düzen vermek zo­
rundaydınız. Ta bii eğer doğası gereği utanmaz bir şey değilseniz
ve u m u rsuyorsa nız.
Evi olmayan bir köleyseniz, mesela umumi bir bağlantıdan
gi riyorsa nız, bir Bağlantı Kapısında ortaya çıkabilirdiniz. Sokak­
ta, etrafı na 256 kilometre aralıklarla yerleştirilmiş 256 tane Hızlı
Bağla ntı Kapısı vard ı . Bu aralı klardan her biri, birbirinden tam bir
kilometre uzağa yerleştirilen Yerel Bağla ntı Kapılarıyla 256 kez
daha bölü nüyordu (akı l l ı hacker ha berleşme bilimi öğrenci leri
aslında 28 olan 256 sayısının - hatta oradaki 8 bile oldukça çekici
çünkü o da 22 ve ek 2'1erden oluşur - saplantılı bir şekilde tekrar
edildiğini fark edebilirdi). Bağlantı ka pıları, havalimanlarına ben­
zer bir işlev görürdü: Burası başka bir yerden Metaevrene düştü­
ğünüz yerdi. Bir Bağla ntı Ka pısı nda ortaya çıktığınız anda, Sokağa
girip yürüyebilir ya da demiryoluna çıkabilirdiniz.
Demiryolundan inen çiftlerin, özelleştiril miş avata r yaptırma­
ya parası yetmemişti ve kendileri de yapmayı bil miyord u . Mev­
cut avata rlardan birini satın almak zorunda ka lmışlardı. Kızlardan
birinin avatarı oldukça iyiydi. Görünüşe göre Avatar Yapım Seti
al mış, kendisi oluşturmuş ve mu htelif parçalarla modeli özelleş­
tirmişti . Sahibine bile benziyor olabil irdi. Ya nındaki çocuk da fena
görün müyord u .
Diğer k ı z b i r Brandy'di. Ya nındaki çocuk d a b i r Clint. Brandy
ve Clint popüler mevcut modellerdi. Kenar mahallelerde yaşa­
yan liseli kızlar Metaevrende bir randevuya giderken, her zaman
ya kınlardaki bir Wa l-Mart'a gidip bir Brandy kopyası a l ı rdı. Kul­
lanıcı, üç tane göğüs ölçüsü seçebi liyord u : inanılmaz, im kansız
ve gülünç. Brandy' lerin yüz ifadeleri de kısıtl ıyd ı : şirin ve dudak
büken; şirin ve ateşli; neşeli ve meraklı; güler yüzlü ve an layışl ı;
şirin ve şaşkı n. Kirpikleriyse neredeyse bir buçuk santimdi ve
yazılım o kadar ucuzdu ki kirpikler sert aba noz parça larından
oluşmuştu. Bir Brandy kirpi klerini kırpıştırdığında neredeyse
rüzgarı hissedebil iyord u nuz.
Clint de Brandy'nin erkek versiyon uydu . Sert ve yakışıkl ıydı ve
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

oldukça kısıtlı yüz ifadeleri vardı.


Hiro, bu iki çiftin nasıl bir araya geldiğini nedense merak etti.
Farklı sosya l sınıflardan oldukları belliydi. Belki de kardeşlerdi.
Ama sonra merdivenden indiler, ka labalığa karışıp gözden kay­
boldular ve yeni bir etnik grup kuracak kadar Brandy ve Clint ile
dolu Sokağın bir parçası oldular.

Sokak oldukça kalabalıktı. Buradaki insa nların çoğu Amerikalı


ve Asya l ıydı - şu a nda Avrupa'da sabah saatleriydi. Amerikalı la­
rın ağır basmasından dolayı, ka labalığın cafcaflı ve gerçeküstü
bir görüntüsü vardı. Asyalılar için gün ortasıydı, lacivert takım
elbiseleri ni giymişlerdi. Amerikalılar içi nse parti zaman ıyd ı ve bir
bilgisaya rın oluşturabileceği herhangi bir şey gibi görün üyorlardı.
Hiro, semtini Sokaktan ayıran çizgiyi geçince, bir hayvan leşinin
üzerine çullanan akbabalar gibi, üzerine her ta rafta n renkli şekil­
ler gelmeye başladı. Hiro'nun semtinde animasyon reklamlara izin
verilmiyordu. Ama Sokakta neredeyse her şeye izin verilirdi.
Üstü nden geçen bir avcı uçağı alev aldı, yörüngesinden çıktı
ve ses hızının iki katı bir hızla ona doğru yaklaşmaya başladı.
On beş metre önünde Sokağa düştü, paramparça oldu ve
patladı. Önündeki kaldırımda sürüklenen karmaşık bir enkaz ve
alev bulutuna dönüştü, büyüdü ve Hiro' nun etrafını sardı. Tek
görebi ldiği mükemmel bir şekilde benzetilmiş ve oluştu rulmuş
vahşi alevlerdi.
Sonra görüntü dondu ve bir adam Hiro'n un önünde ortaya
çıktı. Klasik saka l l ı, soluk yüzlü, zayıf bir hackerdi, Metaevrendeki
büyük lunaparklardan birinin logosuyla süslenmiş kabarık, ipek
bir mont giyerek kendini güçlü göstermeye çalışmıştı . Hiro bu
adamı tan ıyord u: eskiden tica ret kongrelerinde sürekli rastlaşır­
lardı. Son iki aydır Hiro'yu işe almaya çalışıyordu.
"Hiro, bana neden di rendiğini anlayamıyoru m. Burada para
kazanıyoruz - Hong Kong doları ve Yen - ödeme ve ban knotlarda
esnek olabiliriz. Kılıçlar ve büyüyle ilgili bir şey yapıyoruz ve senin
gibi yetenekleri olan bir hacker işimize yarayabilir. Bu raya gel ve
benimle konuş, tamam mı ?"
Hiro görüntü nün içinden yürüyüp geçti ve görüntü kayboldu.
Metaevrendeki lu napa rklar olağan üstü olabiliyordu, interaktif üç
boyutlu fi lm seçenekleri sunuyordu. Ama yine de, video oyu nla-

-40-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

rından başka bir şey değil lerdi. Hiro, henüz bu şirket için video
oyu nları yazacak kadar fa kir değildi. Sahibi J aponlardı, bu önemli
değildi. Ama ayrıca Japonlar tarafından yönetil iyordu, bu da bü­
tün programcıların beyaz gömlek giymek, sabah 8'de orada ol­
mak, ofisteki küçük bölmelerde oturmak ve toplantılara gitmek
zorunda olması demekti.
Hiro on beş yıl önce bu işi yapmayı öğrend iğinde, bir hacker
oturup bütün bir yazı lımı kendisi yaza biliyord u. Artık bu mümkün
değildi. Yazılımlar fa brikalardan çıkıyordu ve hackerler bir bakıma
seri üretim işçileriydi. Daha da kötüsü, kesinlikle program yaza­
mayan m üd ürler olabilirlerdi.
Seri ü retim işçisi olma ihti mali, H i ro'ya, bu gece dışarı çıkıp
gerçekten çok iyi bir istihbari bilgi bulma isteği verdi. Kendisini
psikolojik olarak hazırlamaya, uzun süredir yeteri kadar çalışa­
mamanın verdiği rehavetten kurtulmaya ça l ıştı . Bir kez sisteme
gird iğiniz zaman, istihbarat büyük bir iş olabilirdi. Ve Hiro'nun
bağlantılarıyla, bu bir soru n değildi. Sadece işi cidd iye al ması ge­
rekiyordu . Ciddiye al. Ciddiye al. Ama bir şeyi ciddiye almak çok
zord u .
Mafyaya yeni b i r araba borçluydu. Bu, i ş i ciddiye a l m a k için
iyi bir sebepti.
Sokağı ve demiryolunu geçti; geniş, alçak ve siyah bir binaya
yöneldi. Sokak için fazla kasvetl iydi, un utulmuş bir paket gibiydi.
Tepesi kesilmiş alçak, siyah bir pira mitti. Tek bir ka pısı vardı - bun­
ların hepsi hayal ürünü olduğu için, acil çıkış sayısını beli rleyen
yönetmelikler yoktu. Güvenlik görevlisi, tabela ya da insanların
içeri gi rmesini engelleyecek hiçbir şey yoktu. Ama binlerce avatar
etrafta dolaşıyor, içeri bakıyor, bir şeyler görmeye çal ışıyordu. Bu
insanlar kapıdan içeri girem iyordu çünkü davet edilmemişlerdi.
Kapının üzerinde, çapı ya klaşık bir metre olan, binanın ön
duva rına yerleşti rilmiş mat siyah bir ya rımküre vardı. Bu yerin,
dekorasyon adına sahip olduğu tek şeyd i. Onun a ltında, duva rın
ya pıldığı siyah maddeye kazınmış harflerle yerin adı yazıyordu:
KARA G Ü N EŞ.
Bu, mimari bir ya pı değildi. DaSid, Hiro ve diğer hackerler
Kara Güneş'i yazarken, mimar ya da tasarımcı tutacak kadar pa­
raları yoktu, bu yüzden sadece basit geometrik şekilleri tercih
etmişlerdi. Girişin etrafı nda dolaşan avatarlar bununla pek ilgi-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

lenmiyor gibiydi.
Bu avatarlar gerçek bir sokaktaki gerçek i nsanlar olsaydı, Hiro
girişe ulaşamazdı. Çok kalabalıktı. Ama Sokağı işleten bilgisayar
sisteminin buradaki milyonlarca i nsanı tek tek izlemek ve birbir­
lerine çarpmalarını engellemeye çalışmaktansa, yapacak daha iyi
işleri vardı. Bu inanılmaz zor sorunu çözmeye ça l ışmakla uğraşmı­
yordu. Sokakta, avatarlar birbirlerinin içinden geçebiliyordu.
Ya ni Hiro ka labalığın içinden geçip girişe yöneldiğinde, ger­
çekten ka labal ığın içinden geçiyordu. Her şey ka rışıp sı kıştığında,
bilgisayar bütün avata rları silik ve saydam hale getirerek her şeyi
basitleştiriyordu ve böylece nereye gittiğinizi görebiliyordunuz.
Hiro kend ini katı bir cisim olarak görebiliyordu ama diğer her­
kes hayalet gibi görünüyordu. Bir sis yığınını andıran ka laba l ığın
içinden geçip yürüdü, tam önünde Kara Güneş'i net bir şekilde
görebiliyordu.
Bina nın olduğu arazinin sınırını geçti ve kapıda d urdu. O anda,
dışarıda dolaşan bütün avatarlara görünür hale geldi. Birden hep­
si çığlık atmaya başladı. Kim olduğuna dair bir fikirleri olduğun­
dan değildi - Hiro sadece, havalimanı yakınlarındaki bir u-stor­
it'te oturan, açlık çeken bir MİŞ ajanıyd ı . Ama tüm dünyada Ka ra
Güneş'in sınırlarına girebilen sadece bi rkaç bin insan vardı.
Arkası nı döndü ve avazı çıktığı kadar bağıran onlarca genç
hayrana baktı. Artı k girişte tek başına olduğu ve bir avatar se­
linin içinden kurtuld uğu için, ka labalığın ön sırasındaki bütün
insan ları açık bir şekilde görebiliyordu. Hepsi, DaSid'in - Kara
Güneş'in sahibi ve baş hackeri - onları içeri davet etmesini uma­
rak, en vahşi ve en güzel avatarlarını seçmişti. Avatarlar titredi ve
birleşip histerik bir duvara dön üştü. Hava fırçasıyla boyanmış ve
saniyede yetmiş iki resim karesiyle düzeltilm iş, Playboy posterle­
rindeki gibi şaşırtıcı derecede güzel kadınlar üç boyutlu hale geldi
- bunlar keşfedilmeyi bekleyen sözde aktrislerdi. Va hşi görü nen
soyut görüntü ler, sarmal ışık hortumları - DaSid' in onların yete­
neklerini fark etmesini, onları içeri davet etmesini ve iş vermesini
ümit eden hackerler. Metaevrene serbestçe serpiştirilmiş siyah­
beyaz insanlar - ucuz, umumi bağlantı noktalarından Metaevre­
ne giren, titreşimli ve pürüzlü siyah beyazla ol uşturulmuş kişiler.
Bunların çoğu, belli bir aktrisi ölene kadar bıçaklama fantezisine
kendini adam ış, sıradan, psikopat fanatiklerdi; Gerçekl ikte ya nına

-42-
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

bile yaklaşamazlardı bu yüzden avlarına sessizce yanaşmak için


Metaevrene bakıyorlardı. Lazer ışığıyla ya pılmış, sanki sahne­
den henüz inmiş gibi görünen sözde rock yıldızları vardı. Japon
iş adam larının, pahalı donanım larıyla mükemmel şekilde oluştu­
rulmuş ama takım elbiselerinin içinde son derece gizli ve sıkıcı
görünen avata rları vardı.
Bir ta ne siyah-beyaz avatar çok göze batıyordu çünkü diğer­
lerinden daha uzun boyluydu. Sokak protokolüne göre, avatarınız
sizden daha uzun olamazdı. Bu, i nsanların bir mil yukarıda dolaş­
masını önlemek içindi. Ayrıca, bu adam paralı bir bağlantı noktası
kullan ıyorsa - ki görüntü kalitesine bakılırsa öyle olmalıydı - bu,
avatarını renkli hale getiremezdi . Onu, o kadar iyi olması hariç
sadece olduğu gibi gösterirdi. Soka kta bir siyah-beyazla konuş­
mak, yüzünü fotokopi makinesine ya pıştırıp sürekli kopya la tu­
şuna basmış biriyle konuşmak, çıktı tepsisi nin yanında durarak,
kağıtları teker teker alıp bakmak gibiydi.
Bu avata rın uzun saçları vardı, bir perde gibi ortadan ayrılm ış­
tı ve alnı ndaki dövmeyi ortaya çıkarıyordu. Boktan çözünürlükten
dolayı dövmenin ne olduğunu görmek imkansızdı ama kelimeler­
den oluşmuş gibiydi. Küçük bir Fu M anchu bıyığı vardı.
Hiro adamın onu fark ettiğini ve kılıçlara özellikle dikkat ede­
rek onu baştan aşağı süzdüğünü gördü.
Siyah-beyaz adamın yüzüne pis bir gülümseme yayıldı. Hoş­
nut bir gülü mseme. Bir farkında olma gül ümsemesi. Hiro'nun bil­
mediği bir şey bilen bir adamın gülümsemesi. Siyah-beyaz adam
kollarını göğsünde birleşti rmiş dikiliyord u, sanki sıkılm ış, bir şey­
ler bekliyor gibiydi. Sonra kollarını indirdi ve ısınma hareketleri
yapan bir atlet gibi sallamaya başlad ı . Yaklaşabildiği kadar yaklaş­
tı ve öne doğru eği ldi; boyu o kadar uzundu ki arkasındaki tek şey
üstlerinden geçen animasyon reklamların parlak buhar izleriyle
parçalanmış boş, siyah gökyüzüydü.
"Hey, Hi ro," dedi siyah-beyaz adam, "biraz Karlanma Çöküşü
denemek ister m isin?"

Birçok insan Kara Gü neş' in önü nde ta kılıp tuhaf şeyler söyler-
di. Siz de aldırış etmezdiniz. Ama bu, Hiro'nun dikkatini çekmişti .
Birinci tu haflık: Adam Hiro'nun adını biliyordu. A m a i nsanla­
rın bu bilgiye ulaşma yöntemleri vardı. Muhtemelen önemsiz bir

-
43 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

şeydi.
İ kinci tuhaflık: Bu, bir uyuşturucu satıcısının yapacağı bir
tekl ife benziyordu. Gerçeklikte bir barda bu normal olurdu. Ama
burası Metaevrendi ve Metaevrende uyuşturucu satamazdınız
çünkü bir şeye bakarak kafanız güzel ola mazdı.
Üçüncü tu haflık: Uyuşturucunun adı. Hiro daha önce Karlan­
ma Çöküşü diye bir uyuşturucu d uymam ıştı. Bu garip değildi -
her yıl binlerce yeni uyuşturucu bulunuyordu ve her biri bir sürü
özel isimle satılıyordu.
Ama "Karlanma Çöküşü" bilgisayar dili ndeydi. Çok ciddi se­
viyede bir sisten çöküşü - bir virüs - demekti; bilgisayarın, mo­
nitördeki elektron ışı nını kontrol eden parçasını yok ediyor, ek­
rana çılgın gibi bir şeyler yansıtıyor, mükemmel piksel sistemini
rüzgarlı bir kar fırtınasına dönüştürüyordu. H i ro bunu mi lyonlar­
ca kez görmüştü. Ama bu, bir uyuşturucu için çok ga ri p bir isi mdi.
Hiro'n un gerçekten dikkatini çeken şey adamın özgüveniydi.
Son derece sakin ve vurdu mduymaz görünüyordu. Bir asteroitle
konuşmak gi biydi. Az da olsa anlaşılır bir şey yapıyor olsaydı bu
önemli olmazdı. Hiro adamın yüz ifadesinden bir şeyler anlamaya
çalışıyordu ama daha yakından bakmaya çalıştıkça, boktan siyah­
beyaz avatarı daha çok seği rmeye ve piksellerine ayrılmaya başl ı­
yordu. Kırılmış bir TV camına burnunu dayamak gibiydi. Dişlerini
acıtıyordu.
"Affedersin," dedi H i ro. "Ne dedi n?"
"Biraz karla nma çöküşü denemek ister misin?"
Hiro'nun tam olarak anlayamadığı keskin bir aksanı vardı.
İşitseli de görseli kadar kötüyd ü. Hiro fonda, adamın yanından
arabaların geçtiğini duyabiliyordu. Otoban kenarında bir umumi
bağla ntı noktasından giriyor olmalıyd ı .
"Anlamadım," dedi H i ro. "Karlanma çöküşü ne?"
"Uyuşturucu, sala k," dedi adam. "Sen ne sandın?"
"Bir dakika. Böyle bir şey ilk kez başı ma geliyor," dedi H iro.
"Sen şimdi sana para vereceğimi mi san ıyorsun gerçekten? Sonra
ne yapacağım, malı bana göndermeni mi bekleyeceğim?"
"Denemek dedim, satın almak değil," dedi adam. "Bana para
vermene gerek yok. Bedava numune. Ve sana göndermemi de
beklemene gerek yok. Şimdi alabilirsin."
Cebine uzandı ve bir hypercard çıkardı.
PARAZİT - NEAL 5TEPHENSON

Kartvizite benziyordu. Hypercard bir çeşit avatard ı . Metaev­


rende veri yığınını göstermek için kullanılırdı. Bu bir metin, ses
kaydı, video, görüntü ya da dijital olarak gösterilebi lecek her tür­
lü bilgi olabilirdi.
Üzerinde resim, biraz yazı ve birkaç sayısal veri olan bir beys­
bol ka rtı gibi. Bir beysbol hypercardı, oyuncunun oyu ndayken çe­
kilm iş, yüksek çözünürlüklü televizyonda gösterilen bir videosu­
nu, oyuncunun kendi ağzından, stereo dijital sesli biyografisini ve
istediğiniz numaralara bakmanızı sağlaya� özel yazı lımla, eksiksiz
bir istatisti ksel veritabanını içerebilirdi.
Bir hypercard ın içinde gerçekten sonsuz miktarda bilgi olabi­
li rdi . Hiro'nun anladığı kadarıyla bu hypercard, Kongre Kütü pha­
nesindeki bütün kitapları ya da Hawaii Five-0 dizisi nin şimd iye
kadar çekilmiş bütün bölümlerini ya da Jimi Hendrix'i n bütün
kayıtla rı nı ya da 1959'daki nüfus sayı mını içeriyor olabilirdi.
Ya da - büyük ihtimalle - bir sürü kötü bilgisayar virüsü. Hiro
uzanıp bu hypercardı alırsa, ka rtın gösterd iği veri bu adamın sis­
teminden Hiro'nun bi lgisayarına aktarılacaktı. Hiro, doğal olarak,
buna kesinlikle dokunmayacaktı, Times Meydanında bir yabancı­
dan bedava şırınga alıp boynunuza batırmayacağınız gibi.
Ve zaten hiç mantıklı değildi. "Bu bir hypercard. Karlanma çö­
küşü bir uyuşturucu demiştin," dedi Hiro, ne ya pacağını bi lmez
halde.
"Öyle zaten," dedi adam. "Denesene."
"Beyn ini mi mahvediyor?" dedi H i ro. "Yoksa bi lgisayarını mı?"
"İkisi de. İ kisi de değil. Ne fa rk eder?"
Hiro son unda, bir paranoyak şizofrenle saçma bir konuşma
yaparak hayatı nın altmış san iyesini boşa harcadığını fa rk etti. Ar­
kası nı döndü ve Kara Gü neş'e girdi.

-45 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 6 -

White Columns'un çıkışında bir panter gibi kıvrılmış siyah bir


araba du ruyordu, parlak çelik bir lens Oahu Yolu'nun loglosunu
yansıtıyordu. Bu bir Birlikti . Bir Meta Polis Mekanize Birl iğiyd i.
Arabanın kapısında, kabartmayla ya pılmış gümüş bir rozet var­
dı, bir tabak büyüklüğünde, krom kaplamalı bir polis rozeti, bahsi
geçen özel barış örgütünün ismini taşıyordu ve süslemede de şu
yazıyord u :
ALO 1-800 POLİS
BÜTÜ N KREDİ KARTLAR! G EÇERLİ DİR

Meta Polisler, White Columns, Windsor Heights Caddeleri,


Bear Run Tepeleri, Cinnamon G rove ve Cloverdelle Çiftl ikleri'nin
resmi barış gücüydü. Ayrıca, Fairlanes A.Ş.'nin faaliyet gösterdiği
bütün otoyol ve yan yollardaki trafik düzen lemelerini uygulama­
ya koyuyorlard ı. Bazı farklı Bayi lik Sistemli Ya rı-U lusal Kuru luşlar
da onları kullanıyord u : mesela Caymans Plus ve The Alps. Ama
genelde çoğu kendi güvenlik güçlerini kulla nmayı tercih ediyor­
du. Metazanya ve Yeni Güney Afrika kendi güvenli klerini sağla­
yabiliyordu; insanların vatandaşlığa geçmesinin tek sebebi buy­
du, göreve çağrı lmak. Nova Sicilya'nın da kendi güvenl iği vardı.
Narkolom biya'nın güvenliğe ihtiyacı yoktu çünkü insanlar oradan
saatte yüz milden daha yavaş geçmeye korkuyordu (Y.T. Narko­
lom biya konsolosluklarıyla dolu bölgelerde her zaman bir güç
yükselteci kullanırdı). Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'u ve bütün
BSYUK'nin babası, güven liği, tipik Hong Kong tarzında sağlıyordu:
robotlar.
Meta Polislerin en büyük rakibi WorldBeat Güvenlik, Cruise­
ways'e ait bütün yolların güvenliğiyle ilgileniyordu. Ayrıca, Dixie
Trad itionals, Pickett's Plantation, Rai nbow Heights, [adını anma­
dığım] nehrin üzerindeki Meadowva le ve Brickya rd Station ile
dünya çapında anlaşmalıydı . World Beat, MetaPolislerden daha
küçüktü, daha üst seviye anlaşmalarla ilgiliydi, daha büyük bir
casus kolu vardı - insanla rın istediği bu olsa da, sadece Merkezi
İstihbarat Şi rketi'nden bir müşteri temsi lcisiyle konuşurlardı.
Ve bir de İ nfazcılar vardı - ama pahalıya mal oluyorlardı ve de­
netlenmeyi ka bul etmiyorlardı. Söylentiye göre, üniforma larının
PARAZİT - NEAL STE PHENSON

altına, resmi olmayan İnfazcı armasını taşıyan tişörtler giyiyorlar­


dı: BENİ DAVA ET kelimeleriyle süslenmiş, cop tuta n bir yumruk.
Y.T. White Colu mns'un ağır demir ka pısına doğru yavaşça
yokuştan aşağı iniyordu. Kapının açılmasını bekliyordu, bekledi,
bekledi - ama ka pı açı l ıyor gibi görünmüyordu. Y.T.'nin kim oldu­
ğunu anlamak için bekçi kulübesinden gelmesi gereken lazer sin­
ya li görünmüyordu. Sistem geçersiz kılınmıştı. Y.T. aptal bir yaya
olsaydı, MetaPolise gidip bunun sebebini sorardı. Meta Polis de
sadece "Şehir güvenliği" derdi. Bu yörekentler! Bu şehir devlet­
leri ! O kadar küçük ve tehlikel iydi ki neredeyse her şey - mesela
çimleri biçmemek ya da yüksek sesle müzik din lemek - ul usal
güvenlik konusu oluyordu.
Parma klıkların etrafı ndan dolaşmak imkansızd ı; White
Colu mns'un etrafında 2,5 metre uzunl uğunda, dövme dem irden
parmaklıklar vardı. Y.T. kapıya ya klaştı, ka pının kolunu tuttu, zor­
ladı, ama kapı o kadar büyük ve ağırdı ki kıpırdamadı bile.
Meta Polislerin, arabalarına yaslanma ları yasaktı - onları tem­
bel ve güçsüz gösteriyord u. Ya rım yasla nabilir, yaslanıyor gibi
görünebilir ya da bu kişi gibi arabaya yaslanma ta klidi bile yapa­
bilirlerd i ama yasla namazlardı. Ayrıca, Şahsi Modüler Donanımlı
Ü niformalarındaki Şahsi Portatif Donanım Takımlarının bütün
görkemiyle, ara balarının cilasına zarar verirlerdi.
"Şu bariyeri kaldır dostum, yapmam gereken tesli matlar var,"
dedi Y.T., Meta Polise.
Mekanize Birlik arabasının arkasından, bir patlama kadar
yüksek sesli olmayan ıslak bir gürültü geldi. İ ri bir güreşçinin tü­
kürdüğü balgamın çıkardığı şap sesine benziyordu ya da ka kasını
yapan bir bebeğin uzaktan gelen osuruk sesi ne. Y.T.'nin hala ka­
pının kolunu tutan eli bir anl ığına acıdı, ardından da hem yanıyor
hem üşüyor gibi hissetti. Elini neredeyse kıpırdatamıyord u . Vinil
kokuyordu.
Diğer MetaPolis arabanın arka koltuğu ndan dışarı çıktı. Arka
ka pının penceresi açıldı ama arabanın her şeyi o kadar siyah ve
parlaktı ki kapı hareket edene kadar anlamak imkansızdı. İ ki Me­
taPolis de, parlak siyah kaskları ve Gece Görücü gözlükleriyle
sırıtıyordu. Arabadan çıkan Meta Polisin elinde, bir Kısa-M enzil li
Kimyasal Ağ Fı rlatıcı vardı - bir yapıştırıcı silahı. Planları işe yara­
mıştı . Arka koltukta yapıştırıcı fırlatan bir nişancı olup olmad ığına
bakmak Y.T.'nin aklına gelmemişti.
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Ağ bu şekilde havaya fırlatı ldığında bir futbol topu büyüklü­


ğündeydi. Metrelerce küçük ama güçlü ipliklerden oluşuyordu,
spagetti gibi. Spagettinin sosu yapış yapış bir şeydi, silah ateşlen­
diğinde sıvı hali ndeydi ama çabucak katılaşıyordu.
Meta Polisler bu tür aletler taşımak zorundaydı çünkü her bayi
konsolosluğu bu kadar küçükken, etrafta insanları kova layamaz­
lardı. Suç işleyen kişi - neredeyse her za man masum bir kaykaycı
- her zaman civardaki bayi konsolosluğundaki akıl hastanesinden
üç saniye ötede olurd u . Ayrıca, Şahsi Modüler Donan ımlı Ü nifor­
maların inanılmaz ağırlığı ve ün iformalara tutturulmuş diğer her
şey onları o kadar yavaşlatıyordu ki ne zaman koşmaya çalışsalar,
i nsanlar onlara gülmeye başl ıyordu. Bu yüzden, birkaç kilo ver­
mek yerine, üniformalarına daha fazla şey tutturuyorlardı, yapış­
tırıcı sila hı gibi.
Fırlattıkları şeyin sümüğe benzeyen ipl iksi damlası Y.T.'nin bü­
tün elini ve önkolunu sardı ve onu kapıya yapıştırd ı . Fazla gelen
yapıştırıcı, kapının üzerinden akmaya başladı ama artık katılaşı­
yor, lastiğe dön üşüyordu. Birkaç gevşek ip de omzundan, göğsün­
den ve yüzünün a ltından tutun mayı başarmıştı. Y.T. geri çeki ldi
ve yapışkan madde ipliklerden ayrı ldı, sıcak mozzarella peyniri
gibi uzun ve çok ince ipler halinde uzadı . Bu ipler anında katılaştı,
sonra duman gibi kıvrılarak koptu. O kadar da korku nç ve ga rip
deği ldi, yüzündeki yapışkan gitmişti ama elini hala hiç kıpırdata­
mıyordu.
"Seni uyarıyorum; benim yetkim olmadan yapacağın her ha­
reket senin için fiziksel, dolayısıyla psikolojik ve inanç sistemine
bağlı olarak, söz konusu fiziksel riske verdiğin tepkiden kaynak­
lanan ruhsal bir risk ol uşturabilir. Yapacağın her hareket bu riski
tam olarak ve kesinl ikle kabul ettiğini gösterir," dedi ilk MetaPolis.
Kemerindeki küçük hoparlör söylediği her şeyi aynı a nda İspan­
yolca ve Japoncaya çeviriyordu .
"Ya d a eskiden dediğimiz gibi," dedi diğer MetaPolis, "kıpır­
da ma, pisl ik!"
Çevi risi yapılmayan kelime küçük hoparlörden yankılandı,
"tislik" ve "pistik" diye telaffuz edildi.
"Biz MetaPolis Şirketi'nin yetkili polisleriyiz. White Columns
Yasası'nın 24.5.2'nci maddesine göre, bu bölgedeki polis gücü fa­
aliyetlerini yürütmekle yetkiliyiz."
"Masum kaykaycıları rahatsız etmek gibi faaliyetler," dedi Y.T.
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

M etaPolis çeviri ya pan hoparlörü kapattı . "İngilizce konuşa­


rak, bundan sonraki bütün konuşmalarımızın İngilizce olacağı nı
açıkça ve kesi nlikle ka bul etmiş oldun," dedi.
"Y.T.'nin ne dediğini anlaya mazsınız bi le," dedi Y.T.
"Başka bir bölgede, yani Windsor Heights Caddeleri'nde mey­
dana geld iği iddia edilen bir suçun, araştırılmakta olan hedef kişi­
si olduğun tespit edildi."
"Orası başka bir ülke, adamım. Burası White Col umns!"
"Windsor Heights Caddeleri Yasası'n ın hükümlerine göre, söz
konusu bölgede de ka nunu uygulama, u lusal güvenliği ve toplum
düzenini sağlama yetkimiz var. Windsor Heights Caddeleri ve
White Columns arasında ya pılan bir anlaşma bize, suç araştırma­
sındaki durumun belli olana kadar seni bir süreliğine göza ltında
tutma yetkisi veriyor."
"Boku yedi n," dedi ikinci Meta Polis.
"Davranışların zararsız old uğu ve göze çarpan bir silah taşı­
madığın için, işbirliği ya pmanı sağlamak için kahramanca yollara
başvurma yetkimiz yok," dedi ilk MetaPolis.
"Sen sakin durursan biz de sakin dururuz," dedi ikinci Meta Polis.
"Fakat sadece kurşun fırlatan silahlarla sınırl ı olmayan, ku lla­
nıldığında sağl ığın ve iyi liğin için büyük ve ani bir tehdit ol uştura­
bilecek alet donanımımız var."
"Saçma bir şey yaparsan kafanı uçururuz," dedi ikinci Meta Polis.
"Sadece şu lanet elimi kurtarı n," dedi Y.T. Daha önce bunların
hepsini defalarca duymuştu.

White Colu m ns'da, çoğu yerleşim bölgesinde old uğu gibi ha­
pishane ve polis merkezi yoktu. Ne kadar na hoş. M ü l kiyet değer­
leri. Maruz ka lınan yükü mlül ük. Meta Polislerin, sokağın aşağısın­
da genel merkez görevi gören bir bayi liği vard ı . Hapishane içinse,
her yarı-düzgün bayi lik sı nırının, ara sıra zorla getirme emrini ger­
çekleşti rmek üzere ku llanılan bir yeri vardı .
Meta Polislerin arabasıyla dolaşıyorlard ı . Y.T.'nin elleri önünde
kelepçeliyd i. Bir eli hala lastiksi yapıştırıcıyla kapl ıydı, vinil o kadar
kötü kokuyordu ki iki MetaPolis de camlarını indirmişti. Metre­
lerce gevşek ip kucağına, arabanın zem inine, ka pının d ışına düş­
müştü ve ka ldırıma uzan ıyordu. MetaPolisler acele etmiyor, orta
şeritte ilerliyordu. Kendi yetki alanlarında oldukları sürece etraf­
ta aşırı hız cezası kesebiliyorlardı. Onların etrafındaki motorcular

- 49 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

yavaş ve makul bir şeki lde sü rüyordu çünkü kenara çekip yarım
saat boyunca bu adamlardan feragatler, müzakereler ve karmaşık
gerekçeler din lemek düşüncesi bile onları dehşete düşü rüyordu.
Bir CosaNostra dağıtıcısı sol şeritten hızla geçti, turuncu ışıklar
ya ndı ve M eta Pol isler fa rk etmemiş gibi yaptı.
"Ne olacak, Hapishane mi Kodes mi?" dedi ilk Meta Polis. Ko­
nuşma şeklinden diğer MetaPolisle konuştuğu belliydi.
"Hapis, lütfen," dedi Y.T.
"Kodes!" dedi diğer MetaPolis arkasını dönerek. Füzesavar
camın arkasından, bütün gücün onda olduğunu ima ederek sin­
sice gülümsedi.
Bir Al-Git bayiliğinden geçerken arabanın içi ta mamen ay­
dınlandı. Bir Al-G it otoparkında aylak aylak dolaştığınız zaman
bronzlaşırdınız. Sonra WorldBeat Güvenlik gelip sizi tutuklardı.
Bütün o güvenlik uyarı ışıkla rı, sürücü kısm ının camındaki Visa ve
MasterCard etiketlerinin bir anlığına parlamasına sebep olurdu.
"Y.T.'nin kartı var," dedi Y.T. "Paçayı kurta rmak kaça mal olur?"
"N iye kendine Wh itey9 diyorsun?" dedi iki nci Meta Polis. Çoğu
beyaz olmayan i nsan gibi o da ismini ya nlış anlam ıştı .
"Whitey değil. Y.T.," dedi ilk Meta Polis.
"Y.T.'nin adı bu," dedi Y.T.
"Ben de öyle dedi m," dedi ikinci Meta Polis. "Whitey."
"Y.T.," dedi ilk MetaPolis, T'yi o kadar bastırara k söyledi ki ön
cama parlak bir tükürük saçtı. "Dur ta hmin edeyim - Yolanda Tru­
man?"
"Hayır."
"Yvonne Thomas?"
"Hayır."
"Ne o zaman?"
"Hiçbir şey."
Aslında 'Yours Truly'10 demekti, ama bunu anlayamıyorlarsa
zaten siktir etmek gerekirdi.
"Senin buna paran yetmez," dedi ilk Meta Polis. Windsor He­
ights Caddeleri'yle karşı karşıyasın."
"Resmen ödemem gerekmiyor. Doğrudan kaçabil irim."
"Bu bir Birlik arabası. Biz kaçanlara ya rdım etmeyiz," dedi ilk

9 İ ngilizce'de Y. T. harflerinin ve "whitey" sözcüklerinin telaffuzu bir­


birine çok yakındır.
1 O İ ngilizcede 'saygılarımla' yerine kullanılan bir ifade

-50-
PARAZİT - NEAL STE PHENSON

Meta Polis.
"Bak sana ne d iyeceğim," dedi ikinci. "Bize bir trilyon dolar ver,
seni bir Hapishaneye götürelim. Sonra onlarla pazarlık yaparsın."
"Yarım trilyon," dedi Y.T.
"Yedi yüz elli milyon," dedi MetaPolis. "Son fiyat. Kelepçeli
olan sensin, bizimle pazarlık yapacak durumda değilsin."
Y.T. üniformasının kalçasındaki cebin fermuarını açtı, temiz
eliyle kartı çıkardı, ön koltuğun arkası ndaki kart boşluğundan ge­
çirdi, cebine geri koyd u.

Hapishane güzel ve yeniydi. Y.T. bundan daha kötü oteller gör­


müştü. Logosu yepyeni ve temizdi: en tepesinde siyah bir kovboy
şapkası olan neşeli bir saguaro kaktüsü.

KODES
Ka liteli hapis ve tutuklama servisleri
Binlerce i nsanı ağırlayabiliriz!

Park alanında başka Meta Polis a rabaları ve bir İ nfazcı otobüsü


de vardı, hepsi arka arkaya dizilm işti. Bu, Meta Polislerden daha
fazla d ikkat çekiyordu. Delta Force, Peace Corps için neyse İnfaz­
cılar da MetaPolisler için o demekti.
"Kayıt için bir kişi," dedi ikinci Meta Polis. Resepsiyonun ol­
duğu yerde dikiliyorlardı. Duvarlarda ışıklı tabelalar dizil iydi, her
birinde bir Eski Batı haydudunun resmi vardı. Annie Oa kley11
boş boş Y.T.'ye bakıyordu. Kayıt masası sahte rustikti; çal ışa nların
hepsi kovboy şapkası ve isimlerinin yazılı olduğu S uçlu yıldızlar
takmıştı. Arkada eski, modası geçmiş demir parmaklıklardan ya­
pılmış bir kapı vardı. Ka pının arka tarafı da bir ameliyathaneye
benziyordu. Prefabrik duş bölmeleri gibi sıra sıra dizilmiş biçi mli
ve beyaz, küçük hücreler - aslında duş bölmesi görevi de görü­
yorlardı, odanın ortasında yıkan ıyordunuz. Saat l l'de kendi ken­
dilerini kapatan parlak ışıklar. Bozuk parayla çalışan televizyon.
Şahsi telefon hattı . Y.T. sabırsızlanıyordu.
Masanın arkası ndaki kovboy Y.T.'ye bir tarayıcı doğrulttu, bar­
kod unu okuttu. Bir grafik ekra nda Y.T.'nin özel hayatıyla ilgili yüz­
lerce sayfa belirdi.
"Ah," dedi. "Kadın."

1 1 1 860- 1 926 yılları arasında yaşamış Amerikalı bir keskin nişancı

-5 1 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

İ ki Meta Polis 'ne kadar zeki' dercesine birbirine baktı - bu


adam asla bir Meta Polis olamazdı.
"Üzgünüm çocu klar, doluyuz. Bu gece kad ınlara yer yok."
"Ah, hadi ama."
"Şu arkadaki otobüsü görüyor musunuz? Uyu-Geç'te bir karga­
şa vardı. Birkaç Narkolombiyal ı kötü Vertigo satmış. Ortalık karıştı.
6 kişilik ekipler halinde İ nfazcılar gönderildi, yaklaşık otuz kişi ge­
tirdiler. O yüzden doluyuz. Sokağın aşağısındaki Kodesi deneyin."
Bu durum Y.T.'nin hiç hoşuna gitmed i.
Onu arabaya geri götürdüler, arka koltuktaki gürültü kesiciyi
açtılar, bu yüzden boş midesinden gelen gurultu lar ve yapışkanlı
elini oynattığında çıkan çıtırtıdan başka bir şey duyamıyordu. Bir
Hapishane yemeği için sabırsızlan ıyordu - Campfire Chili ya da
Haydut Burger.
Ön koltukta iki Meta Polis birbiriyle konuşuyordu . Trafiğe çıktılar.
Önlerinde tamamı ışıklı bir logo görünüyordu, beyaz fonda siyah
harflerle Evrensel Ürün Kodu, onun altında da AL-G İT yazıyordu.
Aynı tabelada, Al-Git yazısının altında daha küçük, dar harfler­
le KAFES yazıl ıyd ı .
Onu Kafese götürüyorlardı. Aşağılık herifler. Kelepçeli
elleriyle cama vurdu, parmak izleri camı lekeledi. Bu aşağılık
herifler temizlemek için uğraşacaktı. Arkalarını dönüp sanki bir
şey duymuş ama ne olduğunu anlayamamış gibi doğrudan ona
baktı lar, suçlu pisl ik.
Al-Git'in radyoaktif mavi güvenlik ışık halkasına girdiler. İ ki nci
Meta Polis içeri girdi, masadaki adamla konuştu. Bir araba dergisi
satın alan şişman, beyaz bir çocuk vardı, üzerinde bir M üttefik
Bayrak olan Yeni Güney Afrika beysbol şapkası takıyordu.
Pencereden bakarak onları gizlice dinlemeye başladı, hayatında
ilk kez gerçek bir suçlu gördüğü için dikkatle bakmak istiyord u.
Arka taraftan başka bir adam çıktı, masadaki adamla aynı etnik
kökene sa hipti, onun da büyük gözleri ve kemikli bir boynu vardı .
B u adam, üstünde Al-Git logosu olan b i r klasör taşıyordu. B i r ba­
yiliğin müdürünü bulmak için yaka kartındaki ismi okumaya ge­
rek yoktu, sadece elinde klasör olan adamı bulmak yeterliydi.
Müdür Meta Polisle konuştu, başını salladı, çekmeceden bir
anahtarl ık çıkardı.
İ kinci Meta Polis dışarı çıktı, yavaş yavaş arabaya doğru geldi.
Aniden arka kapıyı açtı.

- 5 2-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Kapa çeneni," dedi, "yoksa yapıştırıcıyı ağzına ateşlerim."


"Kafesi sevmen çok iyi," dedi Y.T., "çünkü yarın gece burada
olacaksın, yapıştırıcı-adam."
"Öyle mi?"
"Evet. Kredi kartı dolandırıcılığından."
"Ben polisim, sen kaykaycı . Yargıç Bob'un Adalet Sisteminde
nasıl dava açacaksın?"
"Ben RadiKS için çalışıyoru m. Biz birbirimizi koru ruz."
"Bu akşam değil. Bu akşam kaza yapmış bir arabadan bir pizza
aldın. Olay yerini terk ettin. O pizzayı teslim etmeni Radi KS mi
söyled i?"
Y.T. karşılık vermed i. Meta Polis hakl ıyd ı; o pizzayı teslim etme­
sini RadiKS söylememişti . Kendi isteğiyle, sonuçları nı düşü nme­
.
den yapmıştı.
"Yani RadiKS sana yardım etmeyecek. Bu yüzden, kapa çeneni."
Kolunu tutup çekti, onu arabadan çıkardı. Dosyal ı adam ona
hızlı bir bakış attı, gerçek bir insan olduğundan, bir çuval u n ya da
bir motor bloğu ya da bir ağaç kütüğü olmadığından emin ola­
cak kadar hızlı bir bakış. Adam onları Al-Git' in pis kokulu girişine
doğru götürdü, ağzına kadar dolu çöp konteyn ırlarındaki berbat
atı kların karanlık diyarı. Arka kapıyı açtı, kapının üzerinde, kenar­
larında sanki çelik pençeli hayvanlar içeri girmeye ça l ışmış gibi
ufak işaretler olan sıkıcı bir çelik sayı vardı.
Y.T. aşağıya, zem in kata götürüldü. İlk MetaPolis de arkasın­
daydı, kaykayını taşıyor, dikkatsizce ka pı aralıklarına ve lekeli poli­
karbonat şişe raflarına çarpıyordu.
"Üniformasını alsanız iyi olur - ve bütün diğer donanımlarını,"
diye önerdi ikinci Meta Polis cinsel bir imada bulunmadan.
M üdür Y.T.'ye baktı, bakışlarının onun vücud unda dolaşmasını
engellemeye çalıştı . Onun gibi insanlar, binlerce yıldır tetikte ola­
rak hayatta ka lmıştı : Moğolların ufuktan dörtna la gelmesi ni bek­
lemişlerdi, mükerrer suçluların, kayıt masalarına gelip namlusu
kesilmiş pompal ı tüfeklerini sal laması nı beklemişlerdi. Şu andaki
tetikliği belirgin ve can sıkıcıyd ı; sıcak nitrogliserinden ya pılmış
cam bir biblo gi biyd i. Ondan istenilen cinsel hareket de her şeyi
daha da kötüleştirmişti. Ona göre bu bir şaka değildi.
Y.T. omuz silkti, sinir bozucu ve saçma bir şey düşün meye
ça lıştı. Bu noktada ciyak ciyak bağırması ve korkudan çekilmesi,
debelenmesi ve zırlaması, bayılması ve yalvarması gerekiyordu.

-
53 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Onu, giysi lerini almakla tehdit ediyorlardı. Ne kadar korku nç.


Ama si nirlenmedi çünkü onların bunu istediği ni biliyordu.
Bir Kurye yolda her zaman bir yer belirlemek zorundaydı. Ka­
nunlara uygun davranışlar sürücüleri rehavete sürüklerdi. Zihin­
sel olarak size şeritteki küçük bir çizgiyi tahsis ederlerdi, orada
kalacağınızı ve o çizgiyi aşarsanız başa çıka mayacağınızı zan ne­
derlerdi.
Y.T. şeritleri sevmezd i. Y.T. sürekli şeritten şeride geçerek, kor­
kunç bir rastgelelik örneği çizerek yoldaki yerini belirlerdi. İnsa n­
ların parmak uçlarında durmasını, ona tepki vermesini sağlardı
- tam tersini deği l . Şimdi de bu adamlar onu bir şeride sokmaya,
kurallara uyması nı sağlamaya çalışıyordu.
Tu lumunun fermuarını göbeğine kadar açtı. Altında dalgalı
soluk teninden başka hiçbir şey yoktu.
Meta Polisler kaşlarını ka ld ırdı.
Müdür geri sıçradı, iki elini de gözlerine kal ka n ol uşturacak
şekilde kaldırdı, bu zararlı görü ntüden kendini koruyordu. "Hayır,
hayır, hayır!" dedi.
Y.T. omuz silkti, fermuarını çekti.
Korkmuyordu; çünkü vajinasına diş12 takmıştı.
Müdür onu bir soğuk su borusuna kelepçeledi. İ kinci Meta­
Polis daha yeni, daha sibernetik bir çeşit kelepçe çıkardı, sonra
üniformasına geri ta ktı . İlk MetaPolis kaykayı d uvara, onun uza­
namayacağı ta rafa dayadı. Müdür yerdeki paslı kahve kutusunu
tekmeledi, Y.T.'nin tenine çarpıp yere düştü, artık ba nyoya gide­
bilirdi.
"Nerelisin?" diye sordu Y.T.
"Tacikistan," dedi.
Asosya l bir yetenek. Anlamalıyd ı.
"Bok kutusu futbolu sizin milli oyu nunuz olmalı."
Müdür anlamadı. MetaPolisler her zamanki gibi sığ kahkaha­
lar attı.
Kağıtlar i mzalandı. Diğer herkes üst kata çıktı . M üdür kapıdan
çıkarken ışıkları kapattı; Tacikistan'da elektrik oldukça önemli bir
şeydi.
Y.T. Kafesteyd i.

1 2 Dentata: Kadınların \'ajinalarına erkek penisini koparması için tak­


tıkları dişler.

- 54 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 7 -

Kara Güneş yan yana dizilmiş birkaç futbol sahası büyüklü­


ğündeydi. Dekor, zemin üzerine eşit aral ı klarla yerleştirilm iş,
havada asılı dura n (bacakları kısaltmak anlamsız ol urdu), siyah,
kare masa üstlerinden oluşuyordu. Pikseller gibi. Tek fa rk orta
kısımdayd ı, barın dört çeyreği bir araya getiril m işti (4 22). Bu
=

kısımda genişliği on altı metre olan bir bar vardı. Her şey mat
siyahtı, bu da bilgisayar sisteminin, üstüne bir şeyler çizmesini
kolaylaştırıyordu - karışık bir arka plan oluşturmak zor değildi.
Ve bu şekilde bütün dikkat avata rlarda toplanabiliyordu, zaten
i nsanlar da böyle seviyord u.
Kara Güneş, bütün avata rların birbirine karıştığı ka labalık So­
kakta güzel bir avatara sahip olmak için para vermiyordu. Daha
kaliteli bir yazılım parçasıyd ı . Kara Güneş'te avatarların çarpışma­
sı yasaktı. Sadece belirli sayıda insan aynı anda burada olabiliyor­
du ve onlar da birbirinin içinden geçemiyordu. Her şey bütün,
mat ve gerçekçiydi. Ve müşteriler de kaliteliydi - burada konuşan
penisler yoktu. Avata rlar gerçek insan gibi görünüyordu. Çoğun­
lukla hayalet programlar da.
"Hayalet program" U N iX işletim sisteminin jargonundan eski
bir ifadeydi, işletim sisteminin önemli bir parçası olan alt düzey
bir hizmet progra mı yazı l ı m ının ismiyd i. Kara Güneş'te bir ha­
yalet progra mı, avatar gibiydi ama bir insanı temsil etmiyordu.
Metaevrende yaşayan bir robottu. Bir yazılım parçası, makinenin
içinde yaşayan, yerine getirmesi gereken bir görevi olan bir tür
ruh gi biydi. Kara Güneş'in, müdavimlerine haya li içecekler ser­
vis eden ve insanların küçük işlerini hal leden çok sayıda hayalet
progra mı vardı.
Hatta istenmeyen kişi lerden kurtulan koruma program ları da
vardı - avatar fiziği nin belirli temel kural larını uygulayarak ava­
tarları yakalayan ve ka pı dışarı eden hayalet programlar. DaSid,
Kara Güneş' i biraz çizgi fi lm gibi ya pmak için fiziğini gel iştirm iş­
ti. Böylece, özel likle kötü insanlar, dışarı atı lmadan önce devasa
çekiçlerle dövülebiliyor ya da düşen kasaların altında ezilebili­
yordu. Bu, karışıklığa sebep olan, bir ünlüyü rahatsız eden ya da
videoya çeken, virüs bulaştırıcı gibi görünen insanların başına ge-

-55 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

liyordu. Ya ni, kişisel bi lgisayarın ıza virüs bulaştıysa ve bilgisayarı­


nız bunu Kara Güneş aracıl ığıyla yaymaya kalkışırsa, bir gözünüzü
tavandan ayı rmamanız iyi olurdu.
Hiro "Büyük pano" diye mırıldandı. Bu, onun yazd ığı bir yazı­
lım parçasıydı, bir M İ Ş ajanı için ya pılmış motorlu bir aygıt. Kara
Gü neş'in işletim sistemine giriyor, bilgi aramak için altını üstüne
getiriyor ve yüzünün önüne kare bir ha rita çıkarıyord u, kimin bu­
rada olduğuna ve kimin kiminle konuştuğuna dair hızlı bir genel
taslak sun uyordu. Hepsi, Hiro'da olmaması gereken izinsiz veri­
lerdi. Ama Hiro buraya iletişim ağı kurmak için gelen a pta l bir ak­
tör değildi. O bir hackerdı. Bir bilgi istiyorsa, onu sistemin içinden
çalardı - dedikodlayıcı.
Büyük pano, DaSid'in, her zamanki yeri nde yani barın yanın­
daki Hacker Dairesinde oturduğunu gösteriyordu. Film Yıldızı Dai­
resinde, her zamanki M u hteşemler ve özenti ler vardı. Rock Yıldızı
Dairesi bu akşam çok ka labalıktı; Hiro, Japon rap yıldızı Sushi K'nın
ziyarete geldiğini görebiliyordu. Ve Japon Dairesinde dolaşan, bir
sürü plak şi rketi nden gelmiş tipler vardı. Bu daire diğer daireler
gibiydi ancak daha sessizdi, masa lar yere daha ya kındı ve eğilen,
kanat çırpar gibi yürüyen geyşa yazılım la rıyla doluydu. Bu insan­
ların birçoğu muhtemelen Sushi K'nın beraberindeki müdü rler,
basın sözcüleri ve avukatlardı.
Hiro; Hacker Dairesine girdi, DaSid'in masasına yöneldi. Bu­
radaki insanların çoğunu tanıyordu ama her zamanki gibi tanı­
madıklarının sayısı onu şaşırtmış ve rahatsız etmişti - bütün o
kurnaz, zeki, yirmi bir yaşındaki yüzler. Yazılım geliştirmenin, pro­
fesyonel sporlar gibi otuz yaşındaki i nsanı yaşlanmış hissettirme
yönü vardı.
DaSid'in masasına doğru giden koridordan bakınca, DaSid'in
siyah-beyaz bir kadınla konuştuğunu gördü. Renksizliği ve boktan
çözünürlüğüne rağmen, konuşurken kollarını bi rleştirmesinden,
DaSid'i dinlerken saçla rını geriye atmasından Hiro onu tanıdı.
Hiro'nun avatarı durdu ve yıllar önce bu kadına bakarkenki yüz
ifadesi ni takınarak ona bakakaldı. Gerçeklikte, bir el iyle uzanıp
birasını aldı, şişeden bir yudum aldı ve ağzını çalkaladı.

Adı Juanita Marquez'di. Hiro onu, Berkeley'de üniversiteye


başlad ı klarından beri tanıyordu ve birinci sınıf fizik sın ıfında da

- 5 6-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

aynı la boratuvar grubundaydılar. Onu ilk gördüğü nde, yıllar bo­


yunca değişmeyen bir izlenime kapıldı: asık suratlı, kitap kurdu,
inek bir tipti, bir cenaze evinde mu hasebecilik işi için görüşmeye
gid iyormuş gibi giyinirdi. Olmadık za manlarda insanlara saldıra n
sivri b i r d i l i vardı, bu genell ikle diğer yeni öğrenci lerden hiçbiri­
nin fark etmediği görgü kural larının ihlaline karşı büyüklenmeci,
yakıcı bir misillemeydi.
Ancak birkaç yıl sonra, ikisi de Ka ra Güneş A.Ş.'de çalışmaya
başladığı nda Hiro denklemi çözdü. O zamanlarda ikisi de avatar­
lar üzeri nde ça lışıyordu. Hiro vücutlar, o da yüzler üzerinde çalı­
şıyordu. O yüz bölümüydü çünkü kimse yüzlerin o kadar önemli
olduğunu düşünmüyordu - yüzler sadece avata rların üst kısmın­
daki et rengi büstlerdi. Böyle düşünenlerin tamamen haksız ol­
duğunu ka nıtlamaya çalışıyordu. Ama bu evrede, Kara Gü neş
Sistemleri'nin güç ya pısını ol uşturan bilgisayar dahisi erkek top­
luluğu, yüz probleminin önemsiz ve yüzeysel olduğunu söyledi.
Bu tabii ki cinsiyetçilikten başka bir şey değildi, cinsiyetçi olmak
için fazla zeki olduklarına içtenlikle inanan erkek teknisyenlerin
benimsediği tehlikeli türden cinsiyetçilik.
Hiro'nun on yedi yaşındayken edindiği ilk izlenim bundan iba­
retti - üç haftadır kendi başına olan genç bir Ordu veledinin iç
sesiydi. Akı l l ıyd ı ama dünyada anladığı sadece bir iki şey vardı -
samuray filmleri ve Macintosh - ve bunlardan da çok, çok iyi an­
lıyordu. Juanita gibi biri nin dahil olmadığı bir dünya görüşüydü.
Dünyadaki her Ordu üssünün kıçındaki çıban gibi büyüyen kü­
çük kasabalar vardı. Bu kasa baların fazla olduğu bir bölgede, Hiro
Protagonist, binlerce Al-Git güven lik ışığının parı ltısı altında bü­
yüyen, dönüşüme uğramış narin bir orkide gibi hızla büyümüştü.
Babası 1944'te on altı yaşındayken Orduya katılmış ve savaşta
esir düşüp Pasifik'te bir yıl geçirmişti. Hiro doğduğunda babası
kırk yaşına yaklaşıyordu. O zamana kadar çoktan işi bırakmış,
emekli maaşını alıyor olabilirdi. Ama Ordu görevinden ayrı lırsa
ne yapacağını bilemedi, o yüzden seksenli yaşlarına gelip sonun­
da Ordudan atılana kadar devam etti . Hiro, sonunda Berkeley'e
gitmeden önce, Wrightstown, New Jersey; Tacoma, Washington;
Fayettevil le, Kuzey Carolina; Hinesvil le, Georgia; Kil leen, Teksas;
Grafenwehr, Almanya; Seul, Kore; Ogden, Ka nsas ve Watertown,
New York gibi yerlerde yaşamıştı. Bütün bu yerler aslında aynıydı,

- 57 -
PARAZİT- NEAL 5TEPHENSON

aynı bayilik varoşları, aynı striptiz kulüpleri ve hatta aynı insan­


lar - yıllar öncesinden ta nıdığı okul arkadaşlarına, aynı zamanda
aynı üste bulunan Ordu veletlerine rastlayıp du ruyordu.
Ten renkleri farklıydı ama hepsi aynı etnik gruba aitti: Askeri­
ye. Siyah çocuklar siyah çocuklar gibi konuşmuyordu. Asyalı ço­
cuklar okulda sivril mek için kıçlarını yırtmıyordu. Beyaz çocuklar
genellikle siyah ve Asyalı çocu klarla anlaşmakta sıkı ntı çekmiyor­
du. Ve kızlar da yerlerini biliyordu. Hepsinin an nesi aynıydı; esnek
pantolonlarının içinde aynı sert popoları ve aynı, maşa yapılm ış,
spreylenmiş saç modelleri vardı. Aslında hepsi tatlı, sevecen,
uyumluydu ve eğer zekilerse bunu saklama zahmetine girerlerdi.
Hiro, Juanita'yı ya da onun gibi bir kızı ilk gördüğünde, bakış
açısı tamamen bozulurdu. Düzenli şampuanlamadan başka kim­
yasal bir işlem görmemiş uzun, parlak, siyah saçları vardı. Göz ka­
paklarına mavi şeylerden sürmüyord u . Giysileri koyu renkli, ona
özel dikilmiş ve sadeydi. Ve kimseden bir bok almazdı, profesör­
lerinden bile ve bu o zamanlar H i ro'ya ters ve korkutucu gelirdi.
Yıllar sonra onu tekrar gördüğünde - çoğunlu kla Japonya'da,
gerçek giysiler giyen ve hayatlarında gerçek şeyler ya pan, üst sı­
nıfa ait esaslı, gerçek yetişkinler arasında ça l ışarak geçi rilmiş bir
süreç - J uanita'nın zarif ve güzel bir afet olduğunu fa rk edip şaşır­
m ıştı . İ l k başta, okuldaki ilk yıllarından beri bir sürü radikal deği­
şikl iğe uğradığını düşünmüştü.
Ama sonra o Ordu kasabalarından birine babası nı ziya ret
etmeye gitti ve lisedeki mezuniyet balosu kraliçesiyle karşı laştı.
Şaşırtıcı bir hızla büyümüş, kaba rık saçları ve kaba giysileri olan
şişman bir kadına dönüşm üştü. Kantindeki kasa kuyruğunda
magazin gazeteleri ni hızla okuyan çünkü ona verecek parası
olmaya n, ağzındaki sakızı patlatan ve iki çocuğunu yetiştirmek
için ne gücü ne de sağd uyusu olan bir kadına.
Bu kad ını kantinde gördükten sonra aklı nda, geç kalmış ve
aptal gibi h issettiren bir şimşek çaktı. Bu, gökyüzünden gelen
parlak bir ışık değil de daha çok, bir merdivenin tepesinden ge­
len yarı-ölü bir el fenerinin kahverengi pırıltısı gibiydi: Jua nita o
gün lerden beri o kadar da çok değişmem işti, sadece büyümüştü.
Değişen kendisiydi. Ta mamen.
Bir kez onun ofisine gitmişti, sadece iş için. O ana kadar, ofiste
birbirlerini sürekli görür ama sanki hiç tanışmamış gibi davra nır-

-5 8-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

lardı. Ama o gün Hiro onun ofisine girdiğinde, Juanita ona kapıyı
ka pamasını söyledi, bilgisayar ekranını kapattı, elindeki kalemi
döndürmeye başladı ve ona dünden ka lmış bir tabak suşi gibi
baktı. Arkasındaki d uvarda, süslü, antik bir çerçeve içinde amatör
bir yaşlı kadın tablosu va rdı. Bu, Jua nita'nın ofisindeki tek deko­
rasyondu. Diğer tüm hackerlerin, havalanan uzay mekiği fotoğ­
rafları ya da uzay gemisi Enterprise posterleri vardı.
"Bu benim ölen büyüka nnem, Tanrı ru hunu affetsin," dedi,
Hiro tabloya bakarken. "Benim rol modelim."
"Neden? O da programcı mıyd ı?"
Döndürdüğü kalemin üzerinden ona sadece ba ktı, bir memeli
nasıl bu kadar yavaş olup da hala solunum fonksiyonuna sahip
olabil iyordu? Ama azarlamak yerine sadece basit bir cevap verdi.
"Hayır." Sonra daha ka rışık bir cevap verdi. "Ben on beş yaşın­
dayken, reglim bir ay gecikti . Erkek arkadaşım ve ben diyafra m
kulla nıyorduk ama riskli olduğunu biliyordum. M atematikte iyiy­
dim, hata oranını ezberledim, bilinçaltıma kazıdım. Ya da belki de
bilinci me, onları asla ayırt edemiyoru m. Neyse, çok korkmuştu m.
Köpeğimiz bana farklı davranmaya başlamıştı - söylenene göre,
hamile bir kadının kokusunu anlaya biliyord u. Ya da hatta hamile
bir sürtü k."
Bu noktaya kadar, Hiro yüzünde di kkatli ama afallamış bir ifa­
deyle bakıyordu. Hatta sonrasında Juanita işinde bu yüz ifadesin­
den faydalandı. Çünkü onunla konuşurken yüzünü izl iyordu, al­
nındaki küçük kasların kaşlarını yukarı çekişini ve gözleri nin şekil
değişti rişini inceliyordu.
"Annem bilmiyordu. Erkek arkadaşım için daha kötüydü - onu
hemen orada terk ettim çünkü bu olay, o ada mın nasıl bir uzaylı
olduğunu fark etmemi sağlam ıştı - türünüzü n çoğu üyesi gibi."
Erkeklerden bahsediyordu.
"Neyse, büyükannem ziya rete geldi," diye devam etti, omzu­
nun üzerinden arkasındaki ta bloya bakarak, "hep beraber yeme­
ğe oturana kadar onu görmezden geldim. Sonra o her şeyi belki
de on dakika içinde anladı, sadece masada yüzü mü izleyerek. On
keli meden fazla konuşmamıştım - 'Tortil layı uzatsana.' Yüzümün
bu bi lgiyi nasıl verdiğini ya da büyüka nnemin zihnindeki ne tür
bir dahili bağlantının onun bunu başarmasını sağladığını bil miyo­
ru m. Küçük bir nüans sisinden gerçekleri ortaya çıkarmayı."

-5 9-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Küçük bir nüans sisinden gerçekleri ortaya çıkarmak. Hiro,


onun bu kelimeleri söylerkenki sesini, Juanita' n ı n ne kadar zeki
olduğunu ilk kez fark ettiği anda hissettiği şeyi asla un utmadı.
Juanita devam etti . "Bunların ne an lama geldiğini gerçekten
anlamamıştım bile. Yaklaşık on yıl sonra bir üniversite mezunu
olarak, bu bebek katili kurum lardan biri için bir sürü veriyi hızlı bir
şekilde aktaracak bir ku llanıcı arayüzü yapmaya çalışı rken farkına
vardı m." Bu, Savunma Bölümüyle ilgili şeyler için onun kullandığı
terimdi. "Doğrudan beyne elektrot yerleştirmeyi denemek gibi
her türlü ayrıntı l ı teknik tasa rımı düşünüyordum. Sonra büyü­
kan nemi hatırladım ve fa rkına vardım ki Tanrım, i nsan zihni ina­
nılmaz miktarda bilgiyi alıp işleyebilir - doğru formatta verilirse.
Doğru arayüzle. Doğru yüz seçilirse. Kahve ister misin?"
Sonra bir panik hissine kapıldı: Okulda nasıl biriydi? Ne kadar
pislikti? Juanita'ya kötü bir izlenim mi bırakmıştı?
Başka bir genç adam bunun hakkında sessizce endişelenirdi
ama Hiro h içbir zaman bir şeyleri uzun uzun düşünerek kendini
dizginlemezdi. Bu yüzden, ona yemeğe çı kmayı teklif etti ve bir
şeyler içtikten sonra (Juanita soda içm işti) soruyu sordu: benim
bir pislik olduğumu düşün üyor musun?
Juanita güldü. Hiro güzel, sevimli bir flört konuşması yaptığına
inanarak gülümsedi.
Birkaç yıl sonrasına kadar bu sorunun aslında onların ilişkisi­
nin temel taşı olduğunu fa rk etmedi. Jua nita, Hiro'nun bir pislik
olduğunu düşü nüyor muyd u? Ceva bın evet olduğunu düşünmek
için her zaman bir sebebi vardı ama on seferden dokuzunda Ju­
anita cevabın hayı r olduğu konusunda ısrar etti. Bu soru, büyük
tartışmalara, muhteşem sevişmelere, dramatik kavgalara ve tut­
kulu barışmalara neden oldu. Ama sonu nda, bu çılgı nlık onlara
fazla geldi - iş de çok yoruyordu - ve birbirlerinden uzaklaştılar.
Jua nita'nın gerçekten onun hakkında ne düşündüğünü merak et­
mekten duygusal olarak yıpranm ıştı ve onun fi krine bu kadar de­
ğer vermesi de kafasını karıştırmıştı . J uanita da, Hiro kendisinin
ona layık olmadığına inan ıyorsa, belki de onun bilmediği bir şey
bil iyord ur d iye düşünmeye başlamıştı.
Hiro bunun nedenini sınıf fa rkına bağlayabilirdi ama Jua­
nita'nın ailesi Mexicali'de toprak zem inli bir evde yaşıyordu ve
babası birçok üniversite profesöründen daha çok para kazanı-

-60-
PARAZİT - NEAL STE PHENSON

yordu. Ama sınıf fi kri hala baskı ndı çünkü sınıf, gelirden öte bir
şeydi - sosya l i lişkiler ağında nerede du rduğunu bil mekle ilgiliyd i.
Jua nita ve ailesi, bunamanın sınırındaki bir şüphesizlikle nerede
du rd uklarını bil iyord u. Hiro bunu h içbir zaman bilmedi. Babası
başçavuştu. Annesi, ai lesi Japonya'da maden köleleri olan Koreli
bir kad ındı. Babası nın siyah mı, Asya lı mı yoksa sadece Ordudan
mı, zengin mi fa kir mi, eğiti m l i mi cahil mi, yetenekli m i şanslı mı
olduğunu bilm iyordu. Cal ifornia'ya taşınana kadar evim diyebile­
ceği bir şehir bile yoktu ki zaten bu da Kuzey Ya rımkürede yaşadı­
ğını söylemek gibiydi. Ya ni aslında onları bitiren şey muhtemelen
Hiro'nun kendi kimlik karmaşasıydı.
Ayrıldıktan sonra, Hiro üst üste bir sürü güzel ama a ptal kadın­
la çıktı. Silikon Vadisi'nde bir ileri teknoloji firmasında çal ıştığını
duyu nca etkileniyorlardı (Juanita'n ın aksine). Hatta ya kın zamana
kadar, etkilemesi daha kolay olan kadınları arıyordu.
Juanita bir süre ilişkilerden uzak durdu, sonra DaSid'le çıkma­
ya başladı ve en sonunda onunla evlendi. DaSid'in bu dünyadaki
duruşuyla ilgili herha ngi bir şüphesi yoktu. Ailesi Brooklyn'den
gelmiş Rus Ya hudileriydi ve beş yüz yıld ı r yaşadı kları Letonya'da­
ki köylerinden geldikten sonra yetmiş yıl aynı kumtaşı evlerde
yaşa mışlardı; kucağında bir Tevrat' la Adem ile Havva'ya kadar
soyu nun izlerini takip edebi liyordu. Tek çocuktu, her zaman her
şeyde bi rinciydi. Stanford'da bilgisayar biliminde yüksek lisansını
tamamladıktan sonra, Hiro'nun babasının yeni bir posta kutusu
kirala rken sergi lediği heyecanla kendi şi rketi ni kurdu. Sonra zen­
gin oldu ve şimdi de Kara Güneş'i yönetiyordu. DaSid her zaman
her şeyden emindi.
Tamamen haksız olduğunda bile. Hiro da bu yüzden, gelecek­
te zengin olma ihtimaline rağmen Kara Güneş Sistem leri'ndeki
işini bırakmıştı ve Juanita da bu yüzden, evlendikten iki sene son­
ra boşanmıştı.
Hiro, Juanita ve DaSid' in düğününe gitmedi; o sırada hapisha­
nede çürüyordu, provadan bi rkaç saat önce ha pse atıl m ıştı. Gol­
den Gate Park'ta aşk acısı çekerken, üstünde sadece bir tangayla
Courvoisier şişesinden büyük yudumlar al ıp, gerçek bir samuray
kılıcıyla kendo al ıştırmaları yaparken, diğer pi knikçilerin frizbile­
rini ve beysbol toplarını doğramak için kaslı bacaklarını çimlerin
üzerinde dolaştırı rken bulundu. Havadaki topu kılıcın keskin ke-

- 61 -
PARAZİT- NEAL STEP HENSON

na rıyla karşılamak, greyfurt gibi ortadan ikiye bölmek önemsiz


bir başarı değild i. Tek dezavantajı, beysbol topunun sahipleri ni­
yetinizi yanlış anlayabilir ve polisi çağırabilirdi.
Bütün beysbol topları nın ve frizbilerin parasını ödeyerek kur­
tuldu. Ama o olaydan beri, Juanita'ya, pisl ik olup olmadığını sor­
ma zahmetine hiç girmedi. Artık cevabı H i ro bile biliyord u.
O zamandan beri, çok fa rklı yollara gitmişlerdi. Kara Güneş
projesinin ilk yıllarında, hackerlara para ödenmesinin tek yolu
kendilerine hisse senedi almaktı. Hiro hisseyi alır almaz sattı.
Juanita satmad ı . Şimdi o zengindi, Hiro değildi. Hiro'nun aptal,
Jua nita'nın ise akıllı bir yatı rımcı olduğunu söylemek kolay ol urdu
ama gerçek bundan biraz daha ka rmaşıktı : Juanita va rını yoğu­
nu bu işe yatırdı, tüm parasını Kara Güneş hisselerine verdi; so­
nu nda da, bu şekilde çok para kaza ndı ama iflas da edebilirdi. Ve
Hiro'nun bir bakıma çok seçeneği yoktu. Babası hastalandığında,
Ordu ve Savaş Gazileri İşleri Bakanlığı, hastane masraflarının ço­
ğunu karşıladı ama yine de bir sürü harcama ya ptılar ve Hiro'nun
annesi - çok az İngilizce bil iyordu - kendi kendine para kazan­
mak ya da parayı idare etmek konusunda gerekli donanımlara
sahip değildi. H i ro'nun babası öldüğünde, an nesin i Kore'de iyi bir
bölgeye yerleştirmek için Kara Güneş'teki bütün h isseleri ni sattı.
Annesi orayı seviyordu. Her gün golf oynamaya gid iyordu. Hiro
parasını Kara Güneş'te tutup bir yıl sonra şirket halka açıldığında
on milyon dolar kazanabilirdi ama an nesi sokaklarda yaşayan bir
kadın olurdu. Bu yüzden, an nesi onu Metaevrende ziyaret etti­
ğinde, golf kıyafetleri içinde bronzlaşmış ve mutlu görünü rken,
Hiro bunu kendi serveti olarak görü rdü. Kirayı ödeyemiyordu
ama önemli değildi - bir bok çukurunda yaşarken, her zaman bir
Metaevren vardı ve Metaevrende, H i ro Protagonist savaşçı bir
prensti.

- 62 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 8 -

Dili yanıyordu; fark etti ki, Gerçeklikte, birasını yutmayı unut­


muştu.
Juanita'nın buraya d üşük teknolojili, siyah-beyaz bir avatarla
gelmiş ol ması ironikti. Avata rların gerçek duygulara yakın bir şey­
ler göstermesini sağlayan kişi oydu. Bu, Hiro'nun hiçbir zaman
unutmadığı bir gerçekti çünkü işin çoğunu onlar birlikteyken yap­
mıştı ve Metaevrende bir avatar ne zaman şaşırmış ya da kızgın
ya da tutkulu gözükse, kendisi ve Jua nita'nın bir yansı masını gö­
rüyordu - Metaevrenin Adem ve Havva'sı . Unutması zordu.
Jua nita ve DaSid boşa ndıkta n hemen sonra, Kara Gü neş po­
püler oldu. Paralarını saymayı bitirdikten, kar hisselerini satışa
çıkardıktan, hacker topluluğundaki diğer kişilerin övgüsünü al­
dıktan sonra, bu yeri başa rılı ya pan şeyin, çarpışma önleyici al­
goritma ya da koruma progra mları ya da diğer şeyler olmadığını
hepsi a nladı. Başarı Juanita'nın yüzleriydi.
Örneğin, J apon Dairesindeki iş adamları. Dünyanın her ye­
rinden takım el biseleriyle gelip ciddi bir şekilde konuşuyorlar ve
bunu yüz yüze konuşmak kadar iyi buluyorlardı. Söylenenleri çok
önemsemiyorlardı - sonuçta çeviride çok şey kayboluyordu. Ko­
nuştukları insanların yüz ifadelerine ve vücut diline dikkat edi­
yorlardı. Ve bir kişinin kafasında neler döndüğünü bu şeki lde an­
l ıyorlardı - küçük bir nüans sisinden gerçekleri ortaya çıkararak.
Juanita bu süreci incelemeyi reddetti, bunun tanımlanamaz,
kelimelerle açıklanamaz bir şey olduğu konusunda ısrar etti. Ra­
dikal, tespih taşıyan bir Katolik olarak bu tür şeylerle bir soru nu
yoktu. Ama bi lgisayar dahi leri bundan hoşlanmadı. Bunun akıl
dışı gizemcilik olduğunu söylediler. Bu yüzden istifa etti ve bir Ja­
pon şirketinde işe başladı. Onların, para kazandırdığı sürece akıl
dışı gizemcilikle bir sorunu yoktu.
Ama Juanita artık hiç Ka ra Gü neş'e uğramıyordu. DaSid'e ve
yaptığı işi hiçbir zaman beğenmeyen diğer hackerlara kızgındı.
Ayrıca, bütün olayın düzmece olduğuna karar vermişti. Ne kadar
iyi olursa olsun, Metaevren insanların birbiriyle konuşma şekl ini
bozuyordu ve o, ilişkilerinde böyle bir bozulma istemiyordu.
DaS id, Hiro'yu fark etti, bir göz hareketiyle bunun iyi bir za­
manlama olmadığını işaret etti . N ormalde bu tür ince mimikler
sistemin gürü ltüsünde kaybolurdu ama DaSid'in çok iyi bir kişi-
- 63 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

sel bilgisayarı vardı ve Juanita onun avatarını tasa rlamasına yar­


dım etmişti - bu yüzden mesaj, tavana ateşlenen bir mermi gibi
H i ro'ya u laşm ıştı.
Hiro arkasını döndü; büyük, yuva rlak barın etrafı nda yavaş ya­
vaş gezindi. Altmış dört bar taburesinin çoğu alt-kademe Endüst­
ri insanlarıyla doluydu, ikili ya da üçlü gruplar halinrfe oturmuş,
yaptıkları en iyi şeyi yapıyorlard ı : dedikodu ve entrika.
"Hi kaye hakkında görüşmek için yönetmenle bul uştu m. Bir
yazlık evi vardı -"
"İnanıl maz mıydı?"
"Hem de nası l ."
"Duymuştum. Ev, Frank ve M itzi'ye aitken Debi orada bir par­
tiye gitmişti."
"Neyse, ilk başta bir sahne var, ana karakter bir çöp konteynırın-
da uyanıyor. Bilirsin, ne kadar ümitsiz olduğunu göstermek için -"
"O manyak enerji -"
"Kesinlikle."
"Mükemmel."
"Ben sevdim. Ama o, sahneyi değiştirmek istiyor, adamın bir
bazukayla çölün ortasında terk edilmiş bir hurdalıkta eski araba­
ları havaya uçurması nı istiyor."
"Şaka yapıyorsun !"
"Sahile bakan verandada oturmuşuz ve o bum! bum! diye la­
net bazukanın taklidini yapıyor. Bu fi kir onu çok heyecanlandırdı.
Yani, bir filme bazuka koymak isteyen bir adam bu. Bu yüzden,
onu bundan vazgeçirdim."
"Güzel sahne. Ama haklısın. Bir bazuka, çöp konteynırı kadar
iş yapmaz."
Hiro bunu not edecek kadar orada durdu, sonra yürümeye de­
vam etti. "Büyük pano" diye mırıldandı, sihirli haritayı gördü, bulun­
duğu yeri belirledi ve bu senaryo yazarının ismini okudu. Sonrasın­
da, bu adamın hangi senaryo üzerinde çalıştığını ve bazuka fetişisti
gizemli yönetmenin adını öğrenmek için endüstri yayınlarını araştı­
rabilirdi. Bütün bu konuşma ona kendi bilgisayarı aracılığıyla geldiği
için, her şeyin sadece bir ses kaydını aldı. Sonra, sesleri değiştirmek
için işlemden geçirecek, Kütüphaneye yükleyecek, yönetmenin
adıyla eşleştirecekti. Çırpınan yüzlerce senaryo yazarı bu konuş­
mayı aratacak, ezberleyene kadar tekrar tekrar dinleyecek, öncelik
hakkı için Hiro'ya ödeme yapacak ve birkaç hafta içinde yönetme­
nin ofisine bazuka senaryoları yağacaktı. Bum!
- 64 -
PARAZİT - NEAL STE PHENSON

Rock Yıldızı Dairesi o kadar ışıklıydı ki neredeyse bakılama­


yacak gibiydi. Rock yıldızı avatarlarının, rock yıldızlarının sadece
rüyalarında sahip olabileceği saç modelleri vardı. Hiro, arkadaş­
larının orada olup ol madığına bakmak için kısa bir süre etrafa göz
gezdirdi ama çoğunlukla asalaklar ve modası geçmiş ünlüler vardı.
Hiro'nun tanıd ığı insanların çoğu ünlü olacak kişiler ve özentilerdi.
Film Yıldızı Dairesine bakmak daha kolaydı. Aktörler buraya
gelmeyi seviyordu çünkü Kara Güneş'te her zaman filmlerde gö­
ründü kleri kadar iyi görünüyorlardı. Ve Gerçeklikteki bir bar ya da
kulübün aksine buraya malikanelerinden, otel odalarından, kayak
evlerinden ya da havayolu kabinlerinden ayrıl madan girebiliyor­
lardı. İstedikleri gibi gösteriş yapıyorlar ve adam kaçıranlar, papa­
razziler, senaryo fırlatanlar, suikastçılar, eski eşler, i mza taklitçileri,
mübaşirler, psikopat hayranlar, evlilik teklifleri ya da dedikodu
yazarlarına maruz kalmadan arkadaşlarını ziyaret edebiliyorlardı.
Hiro, bar ta buresinden ka lktı ve Japon Dairesine göz gezdi­
rerek yavaş yavaş gezin meye devam etti. Japon Dairesi her za­
manki gibi takım elbiseli adamlarla doluydu. Bazıları End üstrideki
yabancılarla konuşuyordu. Ve dairenin büyük bir kısmı, arka kö­
şedeki eğreti bir perdeyle ayrılmıştı.
Tekrar Büyük Pano dedi. Hiro, perdenin arkasında hangi ma­
saların olduğunu öğrendi ve isim leri okumaya başladı. Hemen
tanıdığı tek kişi bir Amerikalıydı : L. Bob Rife, kablolu-TV tekelcisi.
End üstri için büyük bir isimdi ama nadiren görülürdü. Bir sürü Ja­
pon kodamanla toplantı yapıyor gibiydi. Hiro bu kişi lerin isimleri­
ni bilgisayarının hafızasına aldı, böylece onları MİŞ veritabanında
araştı racak ve kim olduklarını öğrenecekti. Büyük ve önemli bir
topla ntıya benziyordu.
"Gizli Ajan Hiro ! Nasıl gidiyor?"
H i ro arkasını döndü. Juanita tam arkasındaydı, siyah-beyaz
avatarıyla göze çarpıyordu. İyi görünüyordu. "Nasılsın?" diye sordu.
"İyiyim. Sen nasılsın?"
"Mükemmel. Umarım benimle bu çirkin, faks makinesinden
çıkmış avata rın içindeyken konuşmaktan rahatsız olmazsın."
"J uanita, d iğer kadınların gerçek haline bakmaktansa senin
faks çeki lmiş haline bakmayı tercih ederim."
"Teşekkürler, seni kurnaz serseri. Konuşmayalı uzun zaman
oldu!" dedi, sanki garip bir şeymiş gibi.
Bir şeyler vardı.
"Umarım sen ka rlanma çöküşüne bulaşmazsı n," dedi. "DaSid
- 65 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

beni dinlem iyor."


"Neyim ben, kendine hakim olma modeli mi? Ben tam da ona
bulaşacak bir adamım."
"Bundan daha iyisi olduğunu bil iyoru m. Fevrisin. Ama çok
akıllısın. Kılıç dövüşü reflekslerin var."
"Bunun uyuşturucu kulla nmakla ne i lgisi var?"
"Yani kötü şeylerin geldiğini görebiliyor ve onları başka yöne
çevi rebiliyorsu n. Bu bir içgüdü, öğrenilmiş bir şey değil . Arkanı
dönüp beni görür görmez yüzünde o bakış oluştu. Neler oluyor?
Juanita ne planlıyor?''
"Senin Metaevrende insanlarla konuştuğunu bilmiyordum."
"Aceleyle birine ulaşmak istersem konuşuyorum," dedi. "Ve
seninle her zaman konuşurum."
"Neden ben?"
"Biliyorsu n. Bizden dolayı. Hatırlıyor musun? İlişkimizden do­
layı - ben bu şeyi yazarken - sen ve ben Metaevrende dürüst bir
konuşma ya pabilecek tek insanlarız."
"Hala aynı mistik kaçıksın," dedi, bunu hoş bir ifade gibi gös­
termek için gülümsedi.
"Şu an ne kadar misti k ve acayip olduğumu hayal bile ede-
mezsin, Hiro."
"Ne kadar mistik ve acayipsin?"
Onu dikkatle izledi. Yıllar önce ofisine girdiğinde baktığı şekilde.
Hiro, Juanita'nın onun ya nında neden bu kadar tetikte ol-
duğunu merak etmeye başladı. Okulda, zekasından korktuğunu
düşünürdü ama yıllardır bunun, onun endişeleneceği son şey ol­
duğunu anla mıştı . Kara Güneş Sistemleri'nde bunun, tipik kadın
tedbirliliği olduğunu fark etti - Juanita, Hiro'nun onu yatağa at­
masından korkuyordu. Ama bu da old ukça imkansızdı.
Romantik kariyerinin bu son randevusunda, yeni bir teori bu­
lacak kadar kurnazd ı : Juanita d ikkatli davranıyordu çünkü ondan
hoşlanıyordu. Kendine rağmen ondan hoşlanıyordu. Hiro, Juanita
gibi zeki bir kızın uzak du rmayı öğrenmesi gereken türden, cazip
ama tamamen yanlış bir romantik seçi mdi.
Kesi nlikle buydu. Yaşlanmakla ilgili söylenecek şeyler vardı.
Hiro'nun sorusunu cevaplamad ı . "Tanışmanı istediğim bir ar­
kadaşım var. Lagos adında bir beyefendi ve bir bilim adamı. Ko­
nuştuğunda etkileneceğin bir adam."
"Erkek arkadaşın mı?"
Ani bir tepki vermektense bu soruyu düşündü. "Kara Gü-
- 66 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

neş'teki tavrımın aksine, birlikte çalıştığım her erkekle yatmıyo­


rum. Ve öyle olsa bile, Lagos söz konusu bile olamaz."
"Tipin mi değil?"
"Hiç hem de."
"Senin ti pin ne ki zaten?"
"Sağlam kariyerleri olan yaşlı, zengin, hayal gücü kıt sarışınlar."
Bu neredeyse Hiro'yu es geçiyord u. Sonra yakaladı. "Saçımı
boyaya bilirim. Ve nasılsa yaşlanacağım."
Juanita gerçekten kahkaha attı. Gerginliği azaltan türden bir pat­
lamaydı. "İnan bana Hiro, şu anda bulaşmak isteyeceğin son kişiyim."
"Bu senin kilise olayının bir parçası mı?" diye sordu. Juanita
fazla parasıyla kendi Katolik kil isesini kurmaya çal ışıyordu - kendi­
ni, dünyanın akıllı ateistlerine karşı bir misyoner olarak görüyordu.
"Küçümseme," dedi. "Bu tam da benim savaştığım tutu m.
Din, ahmaklar için değildir."
"Üzgünüm. Bu adil değil, biliyordun değil m i - yüzü mdeki her
ifadeyi a nlayabiliyorsun ve ben sana lanet bir kar fırtınasının için­
den bakıyoru m."
"Bu kesinlikle dinle ilgili;' dedi. "Ama çok karışık ve senin bu
alandaki bilgin o kadar eksik ki nereden başlayacağımı bilmiyorum."
"Hey, lisedeyken her hafta kiliseye giderdim. Koroda şarkı
söyledim."
"Biliyorum . Zaten sorun da bu. Çoğu H ristiya n kilisesinde ya­
pılan şeylerin yüzde doksa n dokuzu nun gerçek dinle h içbir alaka­
sı yok. Akı llı insan ların hepsi er ya da geç bunu fa rk ediyor ve her
şeyin saçmalık olduğu sonucuna varıyor. Zaten bu yüzden insan­
ların aklında ateizm, akıllı olmakla bağdaştırılıyor."
"Yani kilisede öğrendiğim şeylerin hiçbirinin sen in bahsettiğin
şeyle alakası yok, öyle mi?"
Jua nita bir süre ona dikkatle bakarak düşündü. Sonra cebin­
den bir hypercard çıkardı. "Al bunu."
Hiro, hypercardı onun el inden alı rken, hypercard hareketli, iki
boyutlu, uydurma bir şeyden, gerçekçi, krem rengi, ince dokulu
bir kağıt parçasına dönüştü. Önyüzünde parlak, siyah mürekkep­
le birkaç kelime yazı lıyd ı

BABİL
(Bi lgi Kıyameti)

- 67 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 9 -

Bir anlığına dünya durdu ve karard ı. Kara Güneş mükemmel


animasyonunu kaybetti ve bulanık, sürekli donan hareketlerle kı­
pırdamaya başladı. Görünüşe göre, H iro'nun bi lgisayarı büyük bir
kayıt bulmuştu; devrelerinin hepsi büyük bir veri yığınını işlemek­
le meşguldü - hypercardın içindeki veriler - ve Kara Güneş'in gö­
rüntüsünü nefes kesen kalitesiyle tekrar çizmek için zamanı yoktu.
"Lanet olsu n !" dedi Hiro, Ka ra Güneş eski animasyonuna geri
döndüğünde. "Bu ka rtın içinde ne var? Kütü phanenin yarısı bu­
nun içinde olmal ı ! "
"Ve sistemi çal ıştı rmak i ç i n bir de kütüpha neci," dedi Jua nita,
"içinden seçmene yardımcı olmak için. Ve L. Bob Rife ile ilgili bir
sürü video - hafıza nın çoğunu o ka plıyor."
"Peki, bakmaya çal ışacağı m," dedi Hiro şüpheyle.
"Bak. DaSid'in aksine sen bundan yararlanabilecek kadar ze­
kisin. Ve bu arada, Raven'dan uzak dur. Ve karlanma çöküşünden
de. Ta mam mı?"
"Raven kim?" diye sordu. Ama Jua nita çoktan kapıdan çıkmak
üzereydi . Pahalı avatarların hepsi ona bakıyordu; film yıldızları
ona etkileyici bakışlar atıyor, hackerlar da uzun uzun saygıyla ba­
kıyordu.

Hiro dolaşıp tekrar Hacker Dairesine geldi. DaSid masada


hypercardları karıştırıyordu - Kara Güneş'in dosya la rı, film ve
video klipler, yazılım parça la rı, aceleyle yazılmış telefon numa­
raları.
"Ne zaman kapıya gelsen ödümü koparan bir pat sesi var iş­
leti m sisteminde," dedi DaSid. "Sürekli Kara Güneş'i n çökeceğine
dair bir önsezi ol uşturuyor."
"Büyük Pano yüzünden olmalı," dedi Hiro. "Tuza klardan bazı-
larını bir an lığına alt belleğe yerleştiren bir ruti ni var."
"Ah, o zaman o olmalı. Lütfen, lütfen at o şeyi," dedi DaSid.
"Neyi, Büyük Panoyu mu?"
"Evet. Bir bakıma müth işti ama artık taştan bir baltayla füzyon
reaktörü üzerinde çalışmak gibi sanki."
"Sağ ol."

-68-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Biraz daha az teh likeli bir şeyle güncelleşti rmek istersen


ihtiyacın olan bütün başlıkları sana veririm," dedi DaSid. "Yete­
neklerinden şüphe etmiyorum. Sadece zamana ayak uydurman
gerektiğini söylüyoru m ."
"Bu çok zor," dedi Hiro. "Artık serbest bir hackera i htiyaç yok.
Arkana büyük şi rketleri almalısın."
"Farkındayım. Ama büyük bir şirkette çalışmaya dayanama­
yacağının da farkındayım. Bu yüzden, ihtiyacın olan şeyleri sana
veririm diyorum. Sen benim için her zaman Ka ra Güneş' in bir
parçasısın, H i ro, yollarımızı ayırsak da."
Bu klasik DaSid'di. Yine akl ıyla değil kalbiyle konuşuyordu.
DaSid bir hacker olmasaydı, H i ro onun bir iş yapmak için yeteri
kadar beyni olmadığını bile düşünebi lirdi.
"Başka şeylerden konuşalım," dedi H i ro. "Ben hal üsinasyon
mu görüyordum yoksa sen ve Juanita tekrar konuşmaya mı
başlad ın ız?"
DaSid anlayışlı bir şekilde gülü msedi. Yı llar önceki Konuşma­
dan beri Hiro'ya karşı hep nazik davra nmıştı. Uzun süredir bera­
ber olan birkaç silah arkadaşı arasında, bira ve istiridye eşliğinde
arkadaşça bir konuşma olarak başlam ıştı. Konuşmanın dörtte üçü
tama mlanana kadar H i ro aslında o an kovu lduğunu anlamamıştı .
O Konuşmadan beri, DaSid'in Hiro'ya ara sıra istihbari bilgiler ve
dedikodular verdiği biliniyord u.
"İşe yarar bir şeyler peşinde misin?" diye sordu DaSid, bile
bile. Birçok bilgisayar dah isi gibi, DaSid de tamamen samimiydi .
Ama böyle zama nlarda kendisini Machiavelli'nin reenkarnasyonu
san ıyordu.
"Haberlerim var, dostum," dedi Hiro. "Bana verd iğin şeylerin
çoğunu Kütü pha neye koymuyoru m."
"Neden? Lanet olsun, sana en iyi dedikod ularımı veriyorum.
Bunlardan çok para kazandığını zannediyordum."
"Katlanam ıyoru m," dedi Hiro, "özel konuşmalarımdan böl üm­
ler alıp onları satmaya. Neden parasızım san ıyorsu n?"
Bahsetmediği başka bir şey daha vardı; kendisini her zaman
DaSid'le eşit sayardı ve masasının altına kıvrılmış bir köpek gibi,
DaSid'in küçük bilgi kırıntıları ve haberleriyle beslenme fikrine
dayanamıyordu.
"J uanita'n ın bu raya gelmesine sevindim - siyah-beyaz olsa

- 69 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

bile," dedi DaSid. "Onu n Kara Güneş'i ku l lanmaması, Alexa nder


G raham Bell'in telefon ku llanmaması gibi bir şey."
"Bu akşam neden geldi?"
"Bir şeyler canını sıkıyor," dedi DaSid. "Sokakta bazı kişileri gö­
rüp görmediğimi öğrenmek istedi."
"Belirli biri var mı?"
"Uzun, siyah saçlı, iri yarı bir adam yüzünden endişeleniyor,"
dedi DaSid. "Sokakta bir şey satıyor - Karlanma çöküşü adı nda."
"Kütüphaneye bakmış mı?"
"Evet. Ya ni, bakmıştır diye düşünüyorum."
"Sen adamı gördün mü?"
"Evet. Onu bulmak zor deği l," dedi DaSid. "Kapının hemen
önünde. Bunu ondan aldım."
DaSid masa nın üstüne baktı, hypercardları aldı ve Hiro'ya gös­
terdi.
PARAZİT
bedava numunenizi almak için
bu kartı ortadan yırtın

"DaSid," dedi Hiro, "siya h-beyaz birinden bir hypercard aldı­


ğına inanamıyoru m."
DaSid güldü. "Eski zama nlarda değil iz, dostum. Sistemimde
o kadar çok virüs önleyici program var ki hiçbir şey içeri gi remez.
Buraya gelen hackerlardan bir sürü virüslü bok al ıyorum, veba
bölgesinde ça lışmak gibi. O yüzden, bu hypercard ın içindekinden
de korkmuyorum."
"Peki o zaman, ben içindekini merak ediyoru m," dedi Hiro.
"Evet. Ben de." DaSid güldü.
"Muhtemelen hayal kırıklığına uğratan bir şey."
"Muhtemelen bir ani masyon rekla m," diye onayladı DaSid .
"Sence ya pmalı mıyım?"
"Evet. Yap hadi. Yeni bir uyuşturucu deneme şansını her gün
ya kalamıyorsu n," dedi Hiro.
"istersen her gün bir tane deneyebi lirsin," dedi DaSid, "ama
canını yakmayacak bir uyuşturucuyu her gün bulamazsın." Hyper­
cardı aldı ve ortadan yırttı.
İ l k başta, hiçbir şey olmadı. "Bekliyorum," dedi DaSid.

-70-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

DaSid'in önündeki masanın üzerinde bir avatar göründü,


önce hayalet gibi ve saydamdı, yavaş yavaş üç boyutlu bir cisme
dönüştü. Bu gerçekten bilinen bir sonuçtu; H i ro ve DaSid gül me­
ye başlamıştı.
Avatar çırılçıplak bir Brandy'ydi. Standart bir Brandy gibi gö­
rünmüyordu bile; ucuz Tayva n kopyalarındandı. Görünüşe göre,
sadece bir hayalet progra mdı. Elinde, kağıt havlu rulosu büyüklü­
ğünde bir çift rulo tutuyordu.
DaSid sandalyesinde geri yaslandı, tadını çıkarıyordu. Bu sah­
ne eğlenceli görünüyordu.
Brandy öne eğildi, el işaretiyle DaSid'i çağırdı. DaSid sırıtarak
onun yüzüne doğru eğildi. İnceliksiz bir şekilde ya pılmış, yakut
kırmızısı dudaklarını DaSid'in kulağına götürdü ve Hiro'nun duya­
madığı bir şeyler fısıldadı.
Geri çeki ldiğinde DaSid'in yüzü değişmişti. Sersemlemiş ve
ifadesizd i. Belki de DaSid gerçekten böyle bakıyordu; belki Kar­
lanma çöküşü onun avata rını bir şekilde bozmuştu ve DaSid'in
gerçek yüz ifadelerini yakalaya mıyordu. Ama boşluğa bakıyordu,
gözleri yuvalarında sabitlenmişti.
Brandy boru ları DaSid'in hareketsiz yüzünün önüne getirdi
ve açtı. Gerçekten bir ruloydu. DaSid'in yüzünün önünde rulo­
yu açtı, düz, iki boyutlu bir ekran gibi gözlerinin önünde ayı rdı.
DaSid'in felç olmuş yüzü, rulodan yayılan ışığı yansıttığı için ma­
vi msi bir renk al mıştı.
Hiro bakmak için masa nın etrafı nda dolaştı. Brandy kapatma­
dan önce ruloya biraz bakabildi. Bu, esnek, düz ekranlı bir televiz­
yon setine benzeyen gerçek bir ışık duvarıydı ve hiçbir şey göster­
miyordu. Sadece ka rlanma çöküşleri. Beyaz gürültü. Kar.
Sonra Brandy arkasında hiçbir iz bırakmadan yok oldu. Hacker
Dairesindeki birkaç masadan kopuk, alaycı bir alkış koptu.
DaSid normale döndü, yüzünde biraz sa hte, biraz utangaç bir
sı rıtış vardı.
"Neydi o?" dedi H i ro. "Sadece en sonda biraz kar görebi ldim."
"Her şeyi gördün," dedi DaSid. "Siyah-beyaz piksellerden
oluşmuş, oldukça yüksek çözü nürlüklü sabit bir örüntü. Sadece
birkaç yüz binlerce bir ve sıfır gördüm."
"Yani başka bir deyişle, birisi senin optik sinirine belki yüz bin
bayt bilgi gösterdi," dedi H i ro.

- 71 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Karlanma çöküşü demek daha doğru."


"Sen kodu kırana kadar bütün bilgiler karlanma çöküşü gibi
görünür," dedi Hiro.
"Neden biri bana ikili kodla bilgi göstersin? Ben bi lgisayar de­
ği lim. İkil eşlem okuya mam."
"Sakin ol, DaSid, sadece seninle dalga geçiyorum," dedi Hiro.
"Ne olduğunu biliyor musun? Hackerların yaptıkları işlerin
örnekleri ni bana nasıl göstermeye çalıştıklarını biliyor musun?"
"Evet."
"Bir hacker işini göstermek için bana bu planla geldi. Ve o
Brandy ruloyu açana kadar her şey güzel gidiyordu - ama kodu
virüslüyd ü ve yanlış zamanda karlandı. Bu yüzden onun sonucu­
nu görmek yerine tek gördüğüm şey kardı."
"O zaman neden o şeye Karla nma Çöküşü diyor?"
"Kara mizah. Virüslü olduğunu bil iyordu."
"Brandy kulağına ne fısıldad ı?"
"Bilmediğim bir dildi," dedi DaSid. "Bir sürü karmaşık laf."
Ka rmaşık laf. Kargaşa.
"Sonrasında serseme dönmüştün."
DaSid bu lafa içerlemiş gibiydi. "Serseme dönmem iştim. Sa­
dece bütün bu olayı çok garipsedim, sa nırım bir anlığına afalla­
dım."
Hiro ona aşırı derecede şüpheci bir bakış attı . DaSid bunu fa rk
etti ve ayağa ka l ktı . "Japon Dairesindeki ra kiplerinin ne yaptığına
gidip bakmak ister misin?"
"Ne ra kipleri?"
"Eskiden rock yıldızları için avatar tasarlıyordun, değil mi?"
"Hala tasarlıyorum."
"Peki. Sushi K bu akşa m burada."
"Ah, evet. Galaksi büyüklüğünde bir saç modeli var."
"Işı nları buradan görebilirsin," dedi DaSid, yan daireyi göste­
rerek, "ama ben kostümünün tamamını görmek istiyorum."
Sanki güneş Rock Yıldızı Dairesi nin ortasında bir yerde doğu­
yor gibiydi. Hiro, amaçsızca dolaşan avata rların kafalarının üstün­
de, kalabalığın ortasında bir yerden dışarı yayılan bir turuncu ışın
perva nesi gördü. Ha reket ediyor, dönüyor, sallan ıyor ve bütün
evren onunla hareket ediyor gibi görünüyordu. Sokakta Sushi
K'nın Doğan Güneş saç modelinin parlaklığı, uzunluk ve genişlik

·7 2 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

aya rla rıyla kısıtlanmıştı . Ama DaSid, Kara Güneş'in içinde serbest
dışavu ruma izin veriyordu bu yüzden, turuncu ışınlar a razinin sı­
nırları na kadar genişliyordu.
"Merak ediyorum acaba biri ona Amerikalı ların bir Ja pon'dan
rap müzik satın al mayacağını söyledi mi?" dedi Hiro oraya doğru
yürürken.
"Belki de sen söylemelisin," dedi DaSid, "hizmetin için bir üc­
ret istemelisin. Şu anda Los Angeles'ta, bil iyorsun."
"Muhtemelen ona ne kadar büyük bir yıldız olacağını söyle­
yen bir sürü yalakayla dolu bir otelde kalıyordur. Gerçek bir bio­
kütleyle ka rşılaşması gerekiyor."
Kalabal ığın içine girdiler, ka labalığı yararak dar bir ara l ı ktan
geçtiler.
"Biokütle m i?" dedi DaSid.
"Canlı bir şeyin gövdesi. Bir ekoloji terimi. Bir hektarlık yağ­
mur ormanı ya da üç mil okya nusu alıp içindeki canlı şeyleri süz­
düğün zaman - toprak ve su - biokütleye ulaşırsın."
Bi lgisayar dahisi DaSid, "Anlamadım," dedi. Sesi komikti, sesi­
ne sızan beyaz gürü ltü çok fazlayd ı .
"End üstri ifadesi," dedi Hiro. "Endüstri, Amerika'nın insan bi­
okütlesiyle beslenir. Denizdeki küçü k balıkları yem olarak kulla­
nan bir balina gibi."
Hiro birkaç Japon iş adamının arasına girdi. Biri mavi bir üni­
forma giymişti ama diğeri bir yeni-gelenekçiydi, koyu renk bir ki­
mono giymişti . Ve Hiro gibi, iki ta ne kılıcı vardı - sol ka lçasının
üzerinde uzun katana ve beline çapraz bir şekilde ta kılmış waki­
zashi. O ve Hiro birbirleri nin silahla rına göz gezd irdi. Sonra Hiro
başını çevirdi ve fark etmemiş gibi göründü. Yeni-gelenekçi ise
dudakları nın aşağı kıvrı lan köşeleri hariç kaskatı kesilm işti. Hiro
bunu daha önce görmüştü. Bir dövüşe girmek üzere olduğunu
biliyordu.
İnsanlar yoldan çekil iyord u; büyük ve amansız bir şey
kalabalığın içine dal ıyor, avatarları itip kakıyordu. Kara Güneş'te
i nsanları böyle itip kakabilecek tek bir şey vardı ve o da bir
koruma program ıyd ı .
Yaklaştıkça Hiro onlardan b i r sürü olduğunu gördü, smokinli
gori l ler. Gerçek goriller. Ve Hiro'ya doğru geliyor gibi görünüyor­
lardı.

-73-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Hiro geri çekilmeye çalıştı ama bir şeye çarptı. Görünüşe göre
Büyük Pano sonunda başına bela olm uştu; bardan çı kmaya karar
verdi.
"DaSid," dedi Hiro. "Durdur on ları, dostum, Büyük Panoyu bir
daha kullanmayacağım."
Etrafındaki herkes Hiro'nun omzundan arkaya bakıyordu, yüz­
leri parlak renkli ışı kla rla ayd ınlan ıyordu.
Hiro, DaSid'e bakmak için arkasını döndü. Ama DaSid orada
değildi.
DaSid'in yerine, titrek, kötü, dijital bir karma bulutu vardı. O
kadar parlak, hızlı ve anlamsızdı ki bakması can acıtıyordu. Renk­
liden siyah-beyaza dönüşüyor ve renkl iyken sanki disko ışıkları­
nın yağmuruna tutulmuş gibi renk tekerinin etrafı nda deli gibi
dönüyordu. Ve kendi bedeninin alanında durmuyordu; saç teli
inceliğindeki piksel çizgileri, bir ta rafa fı rlıyor, Kara Güneş'i geçi­
yor ve duvarın içinden dışarı çı kıyordu. Düzen li bir beden deği ldi
çünkü merkezinin sabitlenemediği, merkezden gittikçe uzaklaşan
bir çizgi ve çokgen bulutuydu. Odanın her ta rafı na parlak, vücut
şarapneli parçaları fırlatıyor, insanların avatarlarına karışıyor, tit­
reşip kayboluyord u.
Goriller umursam ıyordu. Uzun, kıllı parmaklarını dağılan
bulutun ortasına daldırdı lar ve nasıl olduysa avata rı tuttular ve
Hiro'nun yanından geçerek onu çıkışa doğru taşıdılar. Hiro ona
baktı ve DaSid'in yüzüne çok benzeyen bir şey gördü, sanki kırık
ca m parçalarının arasından bakıyor gibiydi. Bu sadece bir anlık
bir bakıştı . Sonra avata r kayboldu, ön kapıdan çıkartılmıştı, ufuk
çizgisine kadar giden uzun, düz bir kavisle Sokağa fırlatılmıştı .
Hiro, DaSid'in masası nı görebilmek için koridora baktı. Masa
boştu, etrafında afallamış hackerlar vard ı . Bazıları şok olm uştu,
bazı ları da sı rıtışlarını bastırmaya çalışıyordu.
DaSid Meier, yüce hacker, Metaevren protokolünün kurucu­
su, dünyaca ünlü Kara Güneş'in yaratıcısı ve sahibi biraz önce bir
sistem çöküşüne uğram ıştı. Kendi hayalet progra mları tarafı ndan
kendi barından ka pı dışarı edilmişti.

-74-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 1 O-

Ku rye olmak için çalışırken öğrendi kleri iki nci ya da üçüncü


şey, bıçakla kelepçeleri açmaktı. Kelepçeler, milyon larca Kafes
işletmesi olmasına rağmen, birini u zun süre bağlı tutmak için
ya pılmam ıştı. Ve bastırılmış bir etnik grup olarak kaykaycıların
kıdemli mevkileri, şimdiye kadar hepsinin, zincirlerden kurtulma
gösterisi sunan sanatçılar olduğu anlamına geliyordu.
Her şey sıraylaydı. Y.T.'nin üniformasında bir sürü şey vardı.
Üniformanın yüz tane cebi vard ı; teslimatlar için büyük, düz cep­
ler ve teçhizat için küçük, dar cepler, kollara, kalça lara ve bacak­
lara dikilmiş cepler. Bu muhtelif ceplere sıkıştırı lan teçhizatın kü­
çük, i nce ve hafif olması gerekiyordu; ka lem, keçeli ka lem, cep
feneri, çakı, maymuncuk, barkod tarayıcı, işaret feneri, tornavida,
Sıvı M uşta, ışıklı çubuk. Ta ksimetre ve kronometre işlevi de gören
bir hesap ma kinesi sağ ka lçası nda ters dönm üştü.
Diğer kalçasında kişisel telefonu va rdı. Müdür üst katta kapıyı
ki litlerken telefonu çal maya başladı. Y.T. boş e liyle telefonu açtı.
Araya n annesiydi.
"Selam, anne. İyiyim, sen nasılsın? Tracy'nin evindeyim. Evet,
M etaevrene gittik. Sokaktaki pasajda ta kıldık. Çok eğlenceliydi.
Evet, güzel bir avatar kullandım. Hayır, Tracy'nin an nesi sonra
beni eve bırakacağını söyledi. Ama Victory'deki Joyride'a uğraya­
biliriz bel ki, tamam m ı ? Ta mam, iyi uykular, anne. Ta mam. Ben de
seni seviyorum. Sonra görüşürüz.''
Ka pama tuşuna bastı, annesiyle muha bbeti bitirdi ve ya rım
saniyelik bir çevir sesi duyduktan sonra "Roadkil l," ded i .
Telefon Roadkill'in numarası n ı buldu v e çevird i.
Uğultu sesleri . Bu, Roadkill'in kişisel telefonunun mi krofonu­
na korkunç bir hızla esen havanın sesiydi. Ayrıca, araçların teker­
leklerinin yolda çıkardığı, çukur darbeleriyle bölünen rakip vın
sesleri; sanki Ventura çöküyor gibiydi.
"Hey, Y.T.," dedi Roadkill, "naber?"
"Senden naber?"
"Ventura'da dolaşıyorum. Senden naber?"
"Kafesteyim.''
"Ne! Kim soktu seni oraya?"

-75-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Meta Polisler. Ya pıştırıcı silah ıyla beni White Columns'un ka-


pısına yapıştırdılar."
"Of, çok fen a ! Ne zaman çıkıyorsun?"
"Ya kında. Uğrayıp bana yardım edebilir misin?"
"Ne demek istiyorsun?"
Erkekler. "Bana yardım et. Sen benim erkek arkadaşımsın,"
dedi, basit ve sade bir şekilde konuştu. "İçeri gird iğimde gelip bu­
radan çıkmama ya rdım etmen gerekiyor." Böyle şeyleri herkesin
bilmesi gerekmiyor muydu? Aileler çocuklarına h içbir şey öğret­
m iyor m uydu artık?
"Hmm, şey, neredesin?"
"Al-Git No: 501,762."
"Süper-u ltrayla Bernie'ye doğru gidiyorum."
San Bernardino. Süper-ultra-yüksek-öncelikli tesl imat. Yani,
hiç şansı yoktu.
"Tamam, hiçbir şey için sağ ol."
"Üzgünüm."
"Kaykay güvenliği," dedi Y.T., geleneksel iğneleyici bir sonla.
"Kendine dikkat et," dedi Roadki l l . Uğultu sesi sustu.
Pislik herif. Bir sonraki bu luşmada, gerçekten Y.T.'nin ayakları­
na ka panmak zorunda kalacaktı. Ama bu arada, ona borçlu olan
başka biri daha vardı. Tek soru n şu ki, beceriksiz olabilirdi. Ama
denemeye değerdi.
"Alo?" dedi kişisel telefonuna. Nefes nefeseydi ve arkada bir-
kaç siren sesi düello yapıyordu.
"Hiro Protagonist?"
"Evet, sen kimsin?"
"Y.T. Neredesin?"
"Oahu'da bir Safeway' in park yeri ndeyim," dedi. Ve doğruyu
söylüyordu; arkada al ışveriş araba larının çarpışma ve anal birleş­
me seslerini duya biliyordu.
"Şu an biraz meşgu lüm, Wh itey - ama senin için ne yapabi­
li rim?"
"Adım Y.T.," dedi, "Kafesten kaçmama yardım edebilirsin."
Ona ayrıntı ları an lattı.
"Seni ne zaman oraya attılar?"
"On dakika önce."
"Tamam, Kafes bayi liklerinin klasörlerinde, müdürün, içeri

-76-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

girdikten yarım saat sonra tutukluyu kontrol etmesi gerektiği ya­


zar."
"Bunu nereden biliyorsun?" dedi imalı bir biçimde.
"Haya l gücünü kullan. Müdür yarım saat sonraki kontrolünü
yaptıktan sonra beş dakika bekle ve harekete geç. Sana yardım
etmeye ça l ışacağım . Tamam m ı?"
"Tamamdır."

Ta m yarım saatin sonunda, Y.T. arka kapının açıldığını duy­


du. Işık içeri girdi. Gece Görücü onu korku nç göz ağrı larından
kurtardı. Müdür bi rkaç adım attı, ona dik dik baktı, oldukça uzun
bir süre ona dik dik baktı. Görünüşe göre, müdür baştan çıkmıştı.
Y.T.'nin teninin o bir anlık görüntüsü yarım saattir kafasının içinde
zıplıyordu. Büyük kozmolojik ikilemlerle zihnini mahvediyordu.
Y.T. bir şey yapmaya kalkışmamasını u muyordu çünkü vajinasın­
daki dişlerin etki leri tahmin edilem iyord u.
"Lanet ka rarını ver artık," dedi.
İ şe yaradı. Bu kültür şoku patlaması, bu moronu etik
muammadan kurtardı. Y.T.'ye ters bir bakış attı - sonuçta Y.T.
onu kendisine çekmeye, azmaya, sersemlemeye zorlam ıştı -
bunun için onu tutuklamasına gerek yoktu, değil mi? - ve sırf bu
yüzden ona kızm ıştı. Sanki kızmaya ha kkı varmış gibi.
Çocuk felci aşısı nı bulan cinsiyet bu m uydu?
Arkasını döndü, basa makları çıktı, ışığı kapattı, kapıyı kilitledi.
Saate baktı, alarmı beş dakika sonraya kurdu - dijital saatin-
deki alarmı kurmayı bilen tek Kuzey Amerikalı - kolundaki dar
ceplerden birinden bıçak takımını çıkardı. Neler olduğunu göre­
bilmek için bir de ışıklı çubuk çıkarıp yaktı. Dar, düz bir parça yay­
lı çelik buldu, kelepçenin iç kısmına soktu, yayı yerleştirdiği kilit
mandalına bastı rdı. Önceden sadece daha da sıkılaşan tek yönlü
bir mandal olan kelepçe, soğuk su borusundan ayrı ldı.
Kelepçeyi bi leğinden de çıkarabilirdi ama görü ntüsünü sevdi­
ğine karar verdi. Kelepçenin boşta ka lanını da bi leğine, diğerinin
yanına taktı, artık iki bi leziği vard ı . Eskiden, bir punk iken annesi­
nin yaptığı gibi.
Çelik kapı kilitliydi ama Al-Git güvenlik ayarlarına göre, yangın
durumunda kullanılmak için zemi n katta bir acil çıkış olması
gerekiyordu. Ve işte, büyük parmaklıkları ve üzerine yerleştirilmiş

-77-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

büyük, kırmızı, çok dilli yangın alarmı olan zemin kat penceresi
oradaydı . Kırmızı ışık, ışıklı çubuğun yeşil parıltısında siyah görü­
nüyordu. İngilizce talimatları okudu, aklında ka lması için bir iki
kez daha gözden geçirdi ve alarmın çalışması nı bekledi. Diğer
dillerdeki ta limatları okuyarak, hangisinin hangi di lde olduğunu
merak ederek vakit geçirdi. Y.T.'ye göre hepsi Taksiceyd i.
Pencere o kadar pisti ki neredeyse dışarısı görü nmüyordu
ama önünden siyah bir şeyin geçtiğini gördü. Hiro.
Ya klaşık on san iye sonra, saati ça lmaya başladı. Acil çı kış kapı­
sını tekmeled i. Zil çaldı. Parmaklıklar düşündüğünden daha kar­
maşıktı - iyi ki gerçek bir yangın değildi - ama sonunda açabildi.
Kaykayını dışarıya, park alanına fırlattı, ta m arka kapının açıldığını
duyarken vücudunu dışarı sürükled i. Dosya l ı adam çok önemli
olan ışık düğmesini bulduğunda o, ön tarafa doğru keskin bir dö­
nüş yapıyordu - burası da moron festiva line dönmüştü.
Sanki Gü ney California'nın bütün moronları buradaydı, arka
koltukta uzaylı hayvanlarıyla devasa, harap olmuş taksi lerini sü­
rüyor, tütsü kokuyor ve neon renkli Airwick'lerini13 ça lkal ıyorlar­
dı. Taksilerden birinin bagajına sekiz hortumlu bir nargile koy­
muşlardı ve adamlar büyük dağ adamları gibi ciğerlerini boğucu
dumanla doldurarak nargileyi fokurdatıyorlardı.
Ve hepsi Hiro Protagon ist'e bakıyordu, o da onlara. Park ala­
nındaki herkes ta mamen şaşkındı.
Arka taraftan yaklaşmış olmalıydı - ön tarafın moronlarla dolu
olduğunu fark etmemişti. Her ne planlıyorsa, işe yaramayacaktı.
Plan bozu lmuştu.
Müdür, Al-G it'in arka tarafı ndan koşa rak geldi, Taksice tüyler
ürpertici bir alarm sinyali veriyord u. Y.T.'nin kıçına kilitlenmişti .
A m a nargilenin etrafındaki moronlar Y.T. ile ilgilenmiyordu.
Onlar Hi ro'ya kilitlenm işti. Şişenin boynuna yerleştirilmiş askıya
nargi lelerinin süslü lülelerini dikkatlice astılar. Sonra elleri mont­
ların ın iç ceplerinde, Hi ro'ya doğru yönelmeye başladı lar.
Ani bir ısl ık sesiyle Y.T.'nin dikkati dağı ldı. Hi ro'ya baktı ve
onun, daha önce fark etmediği bir kından, bir metre uzunluğun­
da, kıvrı mlı bir kılıç çıkardığını gördü. Hafiften çömelmişti. Kılıç,
Al-Git' in korku nç güvenlik ışıklarının altı nda acıyla parlıyordu.
Ne kadar tatlı !

1 3 Oda kokusu markası.

-78 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

Nargile çocukların afal ladığını söylemek yetersiz bir ifadeydi .


Ama kafalarının karıştığı kadar çok korkmamışlardı. Neredeyse
şüphesiz, çoğunun silahı vardı. O zaman neden bu adam onları
bir kılıçla tedirgin etmeye çalışıyordu?
Y.T., Hiro'nun kartvizitindeki mesleklerden biri nin Dünyadaki
en iyi kılıç dövüşçüsü olduğunu hatırladı. Bu silahlı maron grubu­
nun hepsini gerçekten yenebilir miydi?
M üdürün eli Y.T.'nin kolunu yakaladı - sanki bu onu durdu­
racaktı. Y.T. diğer eliyle cebine uzandı ve müdüre Sıvı M uştadan
sıktı. Müdür boğuk, belirsiz bir hırıltı çıkardı, başı geriye savru ldu,
Y.T.'nin kolunu bıraktı ve geri geri sendeleyerek bir taksiye yapıştı,
elleriyle gözlerini kapatıyordu.
Bir dakika. O taksinin içinde kimse yoktu. Ama kontağında sal­
lanan uzun bir ma krame anahtarlık gördü.
Kaykayını arabanın camından içeri fırlattı, sonra kendisi içeri
atladı (zayıftı, ka pıyı açmasa da ol urdu), sürücü koltuğuna tırman­
dı, tahta boncuklar ve araba kokularıyla dolu derin bir yuvanın içi­
ne girdi, motoru çalıştırdı ve sürmeye başlad ı . Geriye doğru . Arka
ta rafta ki park alanına gidiyordu. Araba yola doğru park edilm işti
- taksi tarzında - hızlı bir kaçış için hazırdı. Yalnız başına olsayd ı
bu işine yarardı - ama H i ro'yu u nutmaması gerekiyord u. Radyo
çığl ık çığl ığaydı, Taksice haykırışlarla doluydu. Al-Git' in arka ta­
rafına kadar geri geri gitti. Arka taraf tuhaf bir şekilde sessiz ve
boştu.
İ leri vitese taktı ve geldiği yola doğru hızlıca sürdü. M oronların
tepki verecek vakti bile kalmamıştı, diğer yola çıkmasını
bekliyorla rdı . Ta m H iro'nun yanında aniden durdu, Hiro hala kılı­
cını kınına koyacak kadar soğukkanlıydı. Yolcu ta rafındaki pence­
reden içeri atladı. Sonra Y.T. onunla ilgilen meyi bıraktı. Bakması
gereken başka şeyler vardı, yola çıktığında yaylım ateşine tutu lup
tutulmayacağı gibi.
Ateş etmediler. Y.T. ta m gaz otoyola çıktı . Eski bir taksinin gi­
debileceği bir hızla.
Tek soru n, ya rım d üzine eski taksinin de onları takip ediyor
olmasıydı.
Bir şey Y.T.'nin sol kalçasına baskı yapıyordu. Baktı. Kapıda asılı
duran bir torbada oldukça büyük bir tabanca vardı.
Kenara çekecek bir yer bulması gerekiyord u. Bir Nova Sici lya

-7 9-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

bayi konsolosluğu bulabi lse çok işine yarardı - M afya ona borç­
l uyd u. Ya da bir Yeni Gü ney Afrika, nefret etse de. Ama Yeni Gü­
ney Afrika lılar, moronlardan çok daha fazla nefret ediyorlardı.
Ama hayır; Hiro siyahtı, ya ni en azından kısmen siyahtı. Onu
Yeni Gü ney Afrika'ya götüremezdi. Ve Y.T. beyaz olduğu için
Metaza nya'ya da gidemezlerdi.
"Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'u," dedi Hiro. "Yarım mil ileri­
de sağda."
"İyi d üşündün - ama seni kılıçlarınla oraya almazlar, değil
mi?"
"Al ı rlar," dedi Hiro, "çünkü ben onların vata ndaşıyım."
Sonra Y.T. tabelayı gördü. Di kkat çekiyordu çünkü nadir görü­
len bir şeyd i. Bunlardan çok fazla yoktu. lşıltılarla bölünmüş bir
bayilik bölgesinde huzur verici, dingin, yeşil-mavi bir tabelaydı .

BAY LEE' N İ N BÜYÜK HONG KONG'U

Arka tarafta n patlamaya benzer bir ses geldi. Y.T.'nin kafası


sarsı ntı ön leyiciye çarptı. Bir taksi onlara arkadan çarpmıştı.
Y.T. Bay Lee'nin otoparkına hızla girdi. Güvenlik sisteminin
vizesini okuyacak ve ALH'yi azaltacak vakti bile olmadı, bu
yüzden bütün lastiklerde ağır hasar vardı, kalın radyal lastikler
çivilerin üzerinde kalm ıştı. Dört tane çıplak jantın üzerinde
kıvılcım saçarak ilerledikten sonra, karbondioksit yiyen çimenler
ve kapa lı otopark işlevi gören çimlerin üzerinde aniden durdu.
Y.T. ve Hiro arabadan indi.
Hiro pis pis sı rıtıyordu, her ta raftan onu tarayan bir düzine
kırmızı lazer ışı nının çapraz ateşinde hareketsiz duruyordu. Hong
Kong robot güvenlik sistemi onu kontrol ediyordu. Y.T.'yi de; aşağı
ba ktı ve göğsü nde çizgiler çizen lazer ışıklarını gördü.
"Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'una hoş geld iniz, Bay Protago­
nist," dedi güven lik sistemi bir hoparlörden. "Ve misafi riniz Ba­
yan Y.T., siz de hoş geldiniz."
Diğer ta ksiler kaldırımın kenarında sırayla durmuştu. Birkaçı
hızla Hong Kong bayiliğine girmişti ve bir blok kadar geri gitmek
zoru nda kalmıştı. Ka pılar pat diye kapandı. Bazıları u mursamadı,
motoru çalışır halde ve kapı ları açık bıraktı. Üç maron kaldırımda
oya lanıyor, çivilere takıl mış tekerlek parça larına bakıyordu. Bir ta-

-80-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

nesinin elinde tabanca vardı, aşağıya, kald ırıma doğru tutuyordu.


Dört maron daha geldi. Y.T. iki tabanca ve bir pompal ı tüfek
saydı. Bu adamlardan biraz daha fazla olsa, bir hükü met kurabi­
lirlerdi.
Çivilerin üstünden di kkatlice geçip yemyeşil Hong Kong
çimenlerine geldiler. Onlar yaklaşırken lazerler tekrar göründü.
M oron ların hepsi bir anlığına kırmızı benekli hale geldi.
Sonra değişik bir şey oldu. Işıklar ya ndı. Güvenlik sistemi bu
insanlar için daha iyi bir aydınlatma istedi .
Hong Kong bayi konsoloslukları çimleriyle ünlüydü - üzerine
park edilebilecek çimler olduğunu kim duymuş ki? - ve antenle­
riyle. O antenlerle NASA araştı rma binalarına benziyorlardı. Ba­
zıları gökyüzüne doğru bakan uydu bağlantılarıyd ı . Ama bazıları,
küçücük olan a ntenler yere, çimlere doğru bakıyordu.
Y.T. bunu anlaya madı ama bu küçük antenler milimetrik dalga
radarı alıcı-vericisiydi. Diğer radarlar gibi bunlar da metal nesne­
leri seçmekte iyiydi. Bir trafik kontrol merkezi ndeki radarın aksi­
ne bunlar ince ayrıntı ları okuyabiliyordu. Bir sistemin ne kadar
iyi okuduğu, onun dalga boyuyla ilgiliydi; bu radarın dalga boyu
yaklaşık bir milimetre olduğuna göre, dişlerinizdeki dolguları, bi­
lekli Converse'lerinizdeki bağcık halkalarını, Levi's kotunuzdaki
perçinleri görebi lirdi. Cebinizdeki bozuklukların değerini hesap­
laya bilirdi.
Silahları görmek sorun değildi. Bu şey, silahların dolu olup
olmadığını ve ne tür bir cepha neyle dolu olduğunu bile anlaya­
bilirdi. Bu önemli bir işlevdi çünkü Bay Lee'nin Hong Kong'unda
silah yasaktı.

- 81 -
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

- 1 1 -

DaSid'in bilgisayarının çökmesiyle da lga geçmek nazik bir ha­


reket gibi görünmüyordu. Genç hackerların çoğu, kend ilerinin ne
kadar bilgili olduğunu göstermek için böyle yapıyordu. Hiro bunu
umursa madı ve Rock Yı ldızı Dairesine doğru döndü. Hala Sushi
K'nın saç modelini görmek istiyordu.
Ama yolu Japon adam tarafından kesilmişti - yeni-geleneksel-
ci. Kı lıçlı adam. Hiro'yla yüz yüze geldi, aralarında iki kılıç uzunlu­
ğunda bir mesafe vardı ve adam hareket edecek gibi görünmü­
yord u .
Hiro nazik hareketi yaptı. Eğilerek selam verdi, sonra doğru l­
du.
İş adamı daha az nazik olan hareketi yaptı. Hiro'yu baştan
aşağı süzdü, sonra o da eğilerek selam verdi. Kısmen.
"Bunlar -" dedi iş adamı. "Çok güzel."
"Teşekkü r ederim, efendim. İsterseniz Japonca konuşmaktan
çekinmeyin."
"Bu senin avatarın. Gerçeklikte böyle silahlar taşımıyorsun,"
dedi iş adamı. İngilizce.
"Üzgünüm ama aslı nda Gerçeklikte de böyle silahlar taşıyo-
rum," dedi Hiro.
"Aynı bunlar gibi mi?"
"Aynısı."
"Bunlar eski silahlar o zaman," dedi iş adamı.
"Evet, sanırım öyle."
"Ja ponların bu önemli aile yadigarlarına nasıl sahip oldun?"
Hiro buradaki alt metni biliyord u : O kılıçları ne için kullanıyor-
sun oğlum, karpuz kesmek için mi?
"Bunlar benim aile yadigarlarım," dedi Hiro. "Bun ları babam
kazandı."
"Kazandı mı? Kumarda mı?"
"Tek dövüşte. Bir Japon subayı ve babam arasında geçen bir
savaştı. Hikaye oldukça ka rışık."
"H ikayeni yanlış yoru mlad ıysam lütfen beni affet," dedi iş
adamı, "ama senin ırkından adamların o savaşta olmaya izni ol­
madığı nı sanıyordum."

-82-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

"Doğru," dedi Hiro. "Babam bir kamyon şoförüydü."


"O zaman bir Japon subayıyla yumruk yumruğa bir mücade­
leye nasıl girdi?"
"Olay bir savaş esiri kampının dışı nda geçmiş," dedi Hiro. "Ba­
bam ve bir başka esir kaçmaya çalışmış. Birkaç Japon askeri ve bu
kılıçların sahibi olan su bay onları takip etm iş."
"Hikayene inanmak zor," dedi iş adamı, "çü nkü baban böyle
bir kaçıştan, kıl ıçları oğluna verecek kadar uzun süre sağ ka lmış
olamaz. Ja ponya bir ada devletidir. Kaçabileceği bir yer yok."
"Bu olay savaşı n sonlarında oldu," dedi Hiro, "ve bu ka mp
Nagasaki'nin biraz dışındayd ı ."
İş adamı tıkandı, kızardı, neredeyse tepesi atıyordu . Sol eli
kılıcının kınına uzand ı . Hiro etrafa baktı; birden bire i nsanlardan
oluşan bir halkanın tam ortasında kalmışlardı.
"Sence bu kılıçlara sahip olma şeklin onurlu mu?" dedi iş ada-
mı.
"Öyle düşün meseydim bunları çoktan geri verirdim," dedi
Hiro.
"O zaman bunları aynı şekilde kaybetmeye karşı çı kmazsı n,"
dedi iş ada m ı .
İş adamı sağ eliyle uzandı, kılıcını tuttu, çekti, Hiro'ya doğru
çevirdi, sonra sol elini de kabzadaki sağ elinin altına koyd u.
Hiro da aynısı nı yaptı.
İ kisi de dizlerini kırdı, gövdelerini dimdik tutarak hafiften
çömeldi, sonra tekrar doğru ldu ve ayakları nı doğru pozisyona
getirdi - ayaklar para lel, i kisi de öne doğru bakıyor, sağ ayak sol
ayağın önünde.
İş adamının büyük bir zanshin'i old uğu ortaya çıktı. Bu terimi
İngilizceye çevirmek, "bok suratlı"yı Japoncaya çevirmek gibiydi
ama futbol dilinde "duygusal gerilim" diye çevrilebi lirdi. Avazı çık­
tığı kadar bağırarak Hiro'ya doğru saldırıya geçti. Aslında ha reket,
ayaklarını çok hızlı bir şekilde sürümekten ibaretti böylece her
zaman dengede ka lınırdı. Son a nda, kılıcı başı nın üstüne ka ldırdı
ve Hiro'ya doğru indird i. Hiro kendi kılıcını kald ı rdı, etrafında dön­
dürdü böylece kabza yukarıda, yüzü nün sol tarafı nda ve taban da
aşağıda, sağ tarafındaydı, üzerinde bir çatı gibiydi. İş adamının
darbesi yağmur gibi bu çatıdan sekti. Sonra Hiro onun geçmesi
için yana kaydı ve kılıcını onun korumasız omzuna indirdi. Ama iş
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

adamı çok hızlı hareket ediyordu ve Hiro'nun zamanlaması yan­


l ıştı. Kılıç arkasından sa rktı ve iş adamının yanından geçti .
İki adam da birbirlerine bakmak, geri gidip duruşlarını almak
için da ireler çiziyordu.
"Duygusal gerilim" olayın yarısını bile an latmıyordu, tabii ki .
Bu, samuray savaşçılarının parça lara ayrılmış bedenleri nin, me­
zarlarında kemiklerini sızlatan türden kaba ve hayal kırı klığına
uğratan bir çeviriyd i. "Za nshin" kelimesi, anlamak için Japon ol­
manız gereken bir sürü boş lafla süslenmişti.
Hiro'ya göre, açıkçası, bunun çoğu uydurma mistik saçmalık­
lardı. Lisedeki futbol koçunun onlara güçlerinin yüzde l lO' uyla
oyna malarını tavsiye edişiyle aynıydı.
İş adamı bir darbe daha yaptı. Bu, oldukça basit bir hareketti:
ayakları sürerek hızlıca yaklaşma ve Hiro'nun göğüs kafesine
doğru ani bir kesik. Hiro darbeyi savuşturdu.
Artık Hiro bu iş adamı hakkında bir şey biliyord u : çoğu Japon
kılıç dövüşçüsü gibi bunun da tek bild iği kendo'ydu.
Eskrim cesur bir savaşçı için ne demekse kendo da gerçek sa­
muray kılıç dövüşü için o demekti: oldukça düzensiz, kaotik, vahşi
ve acımasız bir mücadeleyi alıp şirin bir oyu na dönüştürme ça­
bası. Eskrimde, vücud un sadece belirli bölgelerine vura bil irdiniz
- zırhla korunan bölgelere. Eskrimde, rakibinizin dizlerine tekme
atmak ya da kafasında sandalye kırmak yasaktı. Ve yargılama ta­
mamen subjektifti. Kendo'da rakibinize sağlam bir darbe indire­
bilirdiniz ve bunun için takdir ed ilmezdiniz çünkü hakemler doğru
miktarda zanshin' inizin olmadığını hissederdi.
Hiro'da hiç zanshin yoktu. O sadece bunun bitmesini istiyor­
du. İş adamı bir kez daha sağır edici çığlığına başlayıp Hiro'ya doğ­
ru geldiğinde, Hiro onun kılıcını kendi kılıcıyla durdurarak darbeyi
savuşturdu, arkasını döndü ve iş adamının iki bacağını da d izleri­
nin tam üstünden kesti.
İş adamı yere yığıld ı .
Metaevrende avatarınızı gerçek b i r insa n gibi hareket ettir­
mek, çok fazla al ıştırma gerektiriyordu. Avata rınız baca klarını
kaybettiğinde, bütün teknikler pencereden dışarı giderdi.
"Aman Tanrı m !" dedi Hiro. "Buraya bakın !" Kılıcını salladı ve iş
adamının iki kolunu da kesti, kılıç yere düştü.
"Barbeküyü yaksan iyi olur, Jemima !" Hiro devam etti, kılıcı
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

döndürdü, iş adamının vücudunu, tam göbek deliği nin üstünden


ikiye böldü. Sonra eğildi, doğrudan iş adamının yüzüne ba ktı.
"Kimse sa na söylemedi mi ?" dedi ses tonunu değiştirerek. "Ben
bir hackerı m."
Sonra adamın kafasını kesti. Kafa yere d üştü, biraz yuvarlandı
ve tavana bakar bir halde durdu. Hiro birkaç adım geri çekildi ve
mırı ldandı, "Kasa."
Kenarları yaklaşık bir metre olan büyükçe bir kasa tava nın
ta m altında belirdi ve iş adamının yerdeki kafasının üstüne hızla
düştü. Çarpma nın etkisiyle, hem kasa hem de kafa Kara Güneş'in
zemi ninden aşağı düştü, yerde kare bir delik bıraktı, aşağıdaki
tünel sistemi göründü. Parçalanmış bedenin kalanı hala yerde
duruyord u.
Şu anda, bir yerlerde bir Japon iş adamı, Londra'da güzel
bir otelde ya da Tokyo'da bir ofiste ya da belki Los Angeles/
Tokyo Hipersonik Havalimanının birinci sınıf bekleme odasında
bilgisayarı nın ka rşısında oturuyor, yüzü kızarıyor ve terliyor, Kara
Güneş Onur Listesi'ne bakıyordu. Metaevrende bağlantısı koptu­
ğu için Ka ra Güneş'le de bağlantısı kesilmişti ve sadece iki boyut­
lu bir görüntü görüyord u. Tü m zamanların en iyi on kılıç ustası,
fotoğrafla rıyla gösteril iyord u. #l l'den itibaren, sadece numa­
ra ve isim listesi vardı. Kendi derecesini bulmak isterse listenin
aşağılarına bakabilirdi. Ekran, Kara Güneş'te bugüne kadar kılıç
dövüşüne girmiş 890 kişi nin içinde şu anda 863'üncü olduğunu
gösterdi.
Bir numara, l istenin en başındaki isim ve fotoğraf, Hiroaki
Protagonist'ti.

-85-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 1 2 -

Ng Güvenlik Endüstrisi Yarı-Otonom Koruma Birimi #A-367


güzel bir siyah-beyaz Metaevrende yaşıyordu. Burada biftekler
ağaçlarda yetişiyor, a lçak dallarda baş seviyesi nde salla nıyor ve
ka nla ıslatı l m ış Frizbiler, yakalayana kadar sebepsiz soğuk havada
uçuşuyordu.
Kendine ait küçük bir bahçesi vardı. Etrafında çitler vard ı . Çit­
lerden atlayamayacağını biliyordu. Asl ında atlamayı hiç deneme­
mişti çünkü ya pamayacağını bil iyordu. Zorunda kalmadıkça bah­
çeye girmiyordu. Orası sıcaktı.
Önemli bir görevi vard ı : bahçeyi korumak. Bazen insanlar
bahçeye gelip giderdi. Çoğu zaman iyi insanlardı ve on ları
rahatsız etmezd i. Neden iyi insanlar olduklarını bilmiyord u.
Sadece bil iyord u. Bazen kötü insanlar gelirdi ve onları kovmak
için onlara kötü şeyler yapmak zorunda kal ı rdı. Bu, uygun ve ye­
ri nde bir hareketti.
Bu bahçenin dışındaki dünyada, onun gibi köpekleri olan baş­
ka bahçeler de vardı. Bunlar kötü köpekler deği ldi. Hepsi onun
arkadaşıydı .
En yakın komşu köpek uzaktaydı, görebild iğinden d a h a uzak­
ta. Ama kötü biri onun bahçesine yaklaştığında bu köpeğin bazen
havladığını duya rdı. Diğer komşu köpekleri de duyabiliyordu, bir
sürü köpek her ta rafa yayılmıştı . İyi köpeklerin olduğu büyük bir
sü rüye aitti .
O ve diğer iyi köpekler, ne zaman bahçelerine bir yabancı gir­
se ya da hatta yakın laşsa havlardı. Ya bancı onu duymazd ı ama
sürüdeki bütün diğer köpekler duyardı. Ya kınlarda yaşıyorlarsa,
heyecanlanırlardı. Uyanır ve bahçelerine girmeye kalkarsa o ya­
bancıya kötü şeyler yapmaya hazırlanırlardı.
Bir komşu köpek bir ya bancıya havlarsa, havlamayla birlikte
resimler, sesler ve koku lar da aklına gelirdi. Birdenbire o ya ban­
cının nasıl göründüğünü an lardı. Nasıl koktuğu nu. Nasıl kon uş­
tuğu nu. Sonra, o ya bancı kendi bahçesinin ya kınlarına gel irse,
onu tanıyacaktı. Diğer iyi köpeklerin de havlamasını sağlayacak,
böylece bütün sürü, yabancıyla savaşmak için hazırlıklı olacaktı.
Bu akşam, Ya rı-Otonom Koruma Birimi #A-367 havlıyordu.

-86-
PARAZİT · NEAL STEPHENSON

Başka bir köpeğin havlamasını sürüye duyurmuyord u. Havlıyordu


çünkü bu ba hçede olan şeylerden dolayı çok heyecanlıyd ı .
İlk başta, i k i insan geldi. B u o n u çok heyecanla ndırdı çünkü
çok hızlı gel m işlerdi. Kalpleri çok hızlı atıyordu, terliyorlardı ve
korkmuş gibi kokuyorlardı. Kötü şeyler taşıyıp taşımadıklarını
görmek için bu iki insana baktı.
Küçük olan biraz yaramaz şeyler taşıyordu ama o kadar da
kötü değildi. Büyük olan gerçekten kötü şeyler taşıyord u. Ama
büyük olanın da iyi olduğunu biliyordu, bir şekilde. Bu bahçeye
aitti . Yabancı değildi; burada yaşıyordu. Küçük olan da onun mi­
safiriydi.
Yine de, heyeca nlı bir şeyler olduğunu hissetti. Havlamaya
başlad ı . Bahçedeki insanlar onun havladığını duymadı. Ama sü­
rüdeki d iğer iyi köpekler, uzaklardan onu duydu. Duydu klarında
da, bu iki korkmuş, iyi i nsanı görd üler, kokladılar ve duydular.
Sonra bahçeye daha fazla insan geldi. Onlar da heyeca nlıy­
dı; kalp atışlarını duyabiliyordu. Atardamarlarında pompalanan
sıcak, tuzlu kanın kokusunu aldıkça ağzı sulan ıyordu. Bu insanlar
heyecanlı, kızgın ve biraz korkmuştu. Burada yaşamıyorlardı; on­
lar yabancıydı. Ya bancılardan çok fazla hoşlanmazdı.
Onlara baktı ve üç tane tabanca taşıdıklarını görd ü : bir .38 ve
iki .357 magn um; .38 oyuk uçlu mermi çekirdekleriyle dol uydu,
.357'den biri Teflon kurşunlarla doluydu ve hazır du ru mdaydı,
pompalı tüfek de saçmayla doluydu ve bir mermi sürülmüştü,
şarjörde dört mermi daha vardı.
Yabancıların taşıdığı şeyler kötüydü . Korkunç şeylerd i . Heye­
canlandı. Sinirlendi. Biraz korktu. Ama korkmayı seviyordu, ona
göre heyecanlanmakla aynı şeydi. Aslında sadece iki duygusu
vard ı : uyu mak ve aşırı adrenalin yüklenmek.
Tüfekli ya bancı silahını kaldırd ı !
B u tamamen korkunç bir şeyd i. B i r sürü kötü ve heyecanlı ya­
bancı onun bahçesini istila ediyor, iyi ziyaretçileri incitmek için
geliyordu.
Köpek kulübesinden çıkmadan önce diğer iyi köpekleri uyar­
mak için hemen havlad ı . Saf, vahşi bir duygunun öfkeyle fışkırma­
sı üzerine harekete geçti.

Y.T., çevre görüşünde ani bir ışık gördü, bir tıkırtı sesi duydu.
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

O yöne baktığı zaman, ışığın kaynağının, Hong Kong bayiliğinin


yan tarafına yapılmış bir tür köpek kapısı olduğunu gördü. Köpek
kapısı, içeriden gelen bir şey ta rafından henüz açılm ıştı, bir obüs
mermisinin hızı ve kararlılığıyla çimlere doğru gidiyordu.
Y.T. bütün bunları anlamaya ça lışırken, moronların çığlıklarını
duydu. Bu çığl ıklar ne kızgın ne de korku luydu. Kimsenin korkma­
ya vakti olmam ıştı. Bu, başından aşağı bir kova buzlu su dökül­
müş birinin çığlıklarıydı.
Çığlıklar hala devam ediyordu, köpek kapısından başka bir ışık
patlaması geldiğinde Y.T. hala maronlara bakmaya çalışıyordu.
Gözlerini kırpıştırdı, bir şey gördüğünü sandı; ka pı içeri doğru ka­
panı rken belli belirsiz, bir anlığına ışıkta profi lden görü nen uzun,
yuva rlak bir gölge. Ama gözlerini odakladığı nda, önceki gibi sal­
lanan kapıdan başka bir şey görmed i. Algılayabildi kleri bun lardı,
ama bir ayrıntı vardı: bu saniyelik olay süresince köpek kapısın­
dan maronlara doğru giden, çimlerin üzerinde dans eden, havai
fişek benzeri kıvı lcımlar.
İ nsanlar Sçanit'in dört ayak üzerinde koştuğunu söylerd i. Bel­
ki de robot baca klarındaki pençeler, çimler üzerinde sürtünü rken
o kıvılcı mları çıkarm ıştı.
M oronların hepsi hareket halindeydi. Bazıları çimlere ya pış­
m ış, hala zıplıyor ve yuva rlanıyordu. Diğerleri hala ayakta ka l­
maya çal ışıyordu. Silahsızlardı. Diğer elleriyle silah tutan el lerine
uzan ıyor, hala bağırıyorlardı ama şimdi seslerinde biraz korku
vardı. Bir ta nesinin pantolonu belinden bileklerine kadar yırtıl­
mıştı ve bir kumaş parçası ala nda sürünüyordu, sanki çok acelesi
olan bir yankesici, cebindekini alırken cebi de alıp götürmüş gi­
biydi. Belki de bu adamın cebinde bir bıçak va rdı.
Hiçbir yerde ka n yoktu . Sçanit titizd i. Hala el lerini tutup bağı­
rıyorlardı. Belki de dedikleri doğruydu, Sçanit, bir şeyi bırakmanı­
zı istediğinde size elektroşok veriyordu.
"Ba k," dedi Y.T. kendi kendine, "sila hları var."
H iro döndü ve sırıttı. Dişleri çok beyaz ve düzgündü; keskin bir
sı rıtışı vardı, bir etoburun sırıtışı. "Hayır, yok. Hong Kong'da silah
yasak, hatırladın mı?"
"Bir saniye önce silah ları vardı," dedi Y.T. gözlerini büyüterek
ve başını sallayarak.
"Artık o silahlar Sçanit'te," dedi H i ro.

-88-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

M oronlar gitmenin iyi olacağına karar verdi. Koştular, taksile­


rine bindiler ve lastiklerini ciyaklatarak gittiler.
Y.T. taksiyi jantlarının üzerinde geri aldı, sokağa çıktı ve para­
lel bir şekilde sürtünerek park etti . Sonra Hong Kong bayiliğine
geri geldi, aromalı bir koku bulutu, bir kuyru klu yıldızın kuyru­
ğu gibi onu takip ediyordu. Tuhaf bir şekilde, Hiro Protagonist'le
araba nın arka koltuğuna gitmenin nasıl olacağını düşünüyordu.
Oldukça güzel olurd u, muhtemelen. Ama vajina dişini çıkarmak
zorunda kalırdı ve burası yeri deği ldi. Ayrıca, onun Kafesten kaç­
masına yardım etmeye gelecek kadar iyi birinin, on beş yaşındaki
kızlarla sevişmeye muhtemelen vicdanı elvermezdi.
"Ne kadar nazi ksin," dedi Hiro, park edilmiş taksiye bakarken.
"Lastiklerin parasını da ödeyecek misin?"
"Hayır. Sen?"
"Benim biraz nakit sıkıntım var."
Hong Kong çimleri nin tam ortasında durdu. Dikkatlice, baştan
aşağı birbirlerini süzdüler.
"Erkek arkadaşımı aradım. Ama beni son a nda ekti," dedi Y.T.
"O da kaykaycı mı?"
"Aynen."
"Benim bir zama nlar yaptığım hatayı sen de yapmışsın."
"Ne hatası?"
"İşle eğlenceyi karıştırmak. İş arkadaşınla çıkmak. Çok karışıyor."
"Evet. Ne demek istediğini anlıyorum." İş arkadaşının ne oldu-
ğundan tam olarak emin değildi.
"Ortak olmamız gerektiğini düşün üyoru m," dedi Y.T.
Ona gülmesini bekledi. Ama Hiro onun yerine sırıttı ve hafifçe
başını salladı. "Aynı şey benim de aklıma geldi. Ama nasıl olacağı­
nı düşünmem gerekir."
Bunu gerçekten düşünecek olmasına çok şaşırdı. Sonra ken­
dini topladı ve farkına vardı: Hiro zırval ıyordu. Ya ni muhtemelen
yalan söylüyordu. Bunun sonunda muhtemelen onu yatağa at­
maya çalışacaktı.
"Gitmem lazı m," dedi Y.T. "Eve gitmem gerek."
Şimdi ortaklık mevzusuna olan ilgisini ne kadar çabuk kay­
bettiğini anlayacaktı. Ona sırtı nı döndü.
Birdenbire, Hong Kong robot ışıkları tekrar üzerlerine geldi.
Y.T. kaburgasında şiddetli bir acı hissetti, sanki bi risi ona yum-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

ruk atmıştı. Ama Hiro değildi. O kılıç taşıyan, ne yapacağı belli


olmayan biriydi ama kızlara yumruk atan birinin kokusunu bir mil
öteden bile alırdı.
"Ah !" dedi, darbe yüzünden kıvrılarak. Yere baktı ve ayakları­
nın dibinde yerde zıplayan küçük, ağır bir nesne gördü. Dışarıda
sokakta, eski bir taksi lasti klerini ciyaklatarak oradan kaçıyordu.
Bir moron arka pencereden sarkmış, onlara yumruğunu sallıyor­
du. Taş atmış olmal ıydı.
Ama bu bir taş değild i. Ayakları nın dibindeki ağır şey, biraz
önce Y.T.'nin kaburgasından seken şey bir el bombasıydı. Bir sani­
yeliğine ona ba ktı ve ne olduğunu anladı.
Sonra ayakları yerden kesildi, o kadar hızl ıyd ı ki canını acıt­
mad ı . Ve tam yönünü bul maya çalışırken, otoparkın başka bir
tarafından büyük bir patlama sesi daha geldi.
Ve sonra her şey, görünecek ve an laşılacak kadar uzun bir sü­
reliğine durdu.
Sçanit durmuştu. Bu, asla ya pmadı kları bir şeydi. Bu onların
gizeminin bir parçasıydı, onları asla göremezd iniz, çok hızlı hare­
ket ederlerdi. Neye benzediklerini kimse bil mezdi.
Ama artık Y.T. ve Hiro biliyordu.
Düşündüğünden daha büyüktü. Rottweiler büyükl üğü ndeydi,
bir gergedanı nkiler gibi üst üste binmiş sert ta bakalara bölün­
müştü. Baca kları uzundu, güç sağlamak için bir çitanın bacakları
gibi yukarı doğru kıvrı lmıştı. Ona Sçanit denmesinin sebebi kuy­
ruğu olmal ıydı çünkü sıçana benzeyen tek tarafı buydu - inanıl­
maz derecede uzun ve esnek. Asitle aşınmış bir et parçasından
oluşan bir sıçan kuyruğuna benziyordu çünkü d üzgün bir şeki lde
birbirine geçmiş yüzlerce katmandan ol uşuyordu, omurga gibi.
"Aman Ta nrı m !" dedi Hiro. Y.T. onun da daha önce bir Sçanit
görmed iğini anladı.
Şu anda, kuyruğu, Sçanit'in vücudunun tepesinde, ağaçtan
düşmüş bir ip gibi sarmal bir şekilde yığılmıştı. Bazı tarafları
hareket etmeye çalışıyordu, diğer taraflarıysa ölü ve hareketsiz
görünüyordu. Bacakları teker teker düzensizce kıpırdıyor, birlikte
hareket etmiyordu. Korkunç derecede yanlış bir şeyler vardı,
kuyruğu, uçmuş, inişe geçmeye çalışan bir uçağın görüntüsü gibiydi.
Mühendis olmayan biri bile onun bozulduğunu anlayabilirdi.
Kuyruk bir yılan gibi kıvrıldı, açıldı, Sçanit'in bacaklarından çe-

-90-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

kildi. Ama yine de bacaklarda soru n vardı, ayağa kal kam ıyordu.
"Y.T.," dedi Hiro, "yapma."
Ya ptı. Yavaş adımlarda Sçanit'e yaklaştı.
"Fark etmedin galiba, o çok tehlikeli," dedi Hiro, onu birkaç
adım geriden takip ederek. "Onun biyolojik bileşenleri olduğunu
söylüyorlar."
"Biyolojik bileşenler mi?"
"Hayvani parçalar. O yüzden ne yapacağı bel l i olmaya bilir."
Y.T. hayvan ları severdi. Yürümeye devam etti .
Artık onu daha iyi görebiliyordu. Tamamen zırh ve kastan
oluşmuyordu. Aslında çoğu tarafı biraz zayıftı. Vücudundan çıkan
kısa, ka lın, ka nada benzer şeyler vard ı : her omzunda büyük bir
tane ve omurgası boyunca uzanan bir sürü küçük kanat, stego­
saurusunkiler gibi. Y.T.'nin Gece Görücüsü bu şeylerin, üzerinde
pizza pişirecek kadar sıcak olduğunu gösterdi . Yaklaştıkça, açıl ıyor
ve büyüyorlardı.
Eğitim filmlerindeki gibi, çiçekler gibi açıyorlardı. Gen işlediler
ve açıldı kları nda, birbiri nin üstüne yığı lmış karışık bir iç yapı gö­
ründü. Her bir kalın kanat, yarı lıp kendinin küçük bir kopyasına
ayrı ldı, o kopyalar da kendi içlerinde ayrıldı, böyle devam etti .
Küçük olanlar küçücük levhalardı, o kadar küçü klerdi ki uzaktan
uçları belli olm uyordu.
Daha da ısınmaya devam ediyord u . Küçük ka natlar şu an ne­
redeyse kıpkırmızıydı. Y.T. gözlüklerini alnına ka ldırdı, etrafındaki
ışıklardan korunmak için elleriyle yüzünü ka padı, gerçekten sö­
nük kahverengi bir parıltı çıkardıklarını görebiliyordu, yeni yakıl­
mış bir elektrik sobası ateşi gibiydi. Sça nit'in altı ndaki çimlerden
duman çıkmaya başladı.
"Dikkat et. Dediklerine göre içlerinde gerçekten kötü izotop­
lar varm ış," dedi Hiro. Şimdi biraz daha ona yaklaşmıştı ama yine
de geride du ruyordu.
"İzotop nedir?"
"lsı yapan bir radyoaktif madde. Bu onun enerji kaynağı."
"lsıyı nasıl kapatıyorsun?"
"Kapatmıyorsun. Eriyene kadar ısı devam ediyor."
Y.T. şimdi Sçanit'ten sadece birkaç adım ötedeydi ve ısıyı ya­
naklarında hissedebil iyord u. Ka natlar açılabildikleri kadar açıl­
mıştı. Kökleri parlak sarı-turuncu renkliydi ve ince uçlarına doğru

- 91 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

kırmızıdan kahverengiye dönüşüyordu. Ya nan çimenlerden çıka n


a c ı duman bazı ayrıntıları gizl iyordu.
Düşü ndü: kanatların uçları daha önce gördüğü bir şeye ben­
ziyordu. Bir pencere tipi klimanın dışındaki ince, metal pervane­
lere benziyordu.
Ya da arabadaki radyatöre . Fan, motoru soğutmak için radya­
törden hava üflüyordu.
"Radyatörleri var," dedi Y.T. "Sçanit'in soğumak için radyatör­
leri var." Tam şu anda istihbarat topluyordu.
Ama soğumuyordu. Daha da ısınıyordu.
Y.T. geçi mini sağlamak için trafiğin içinde kayıyordu. Bu onun
kendisine uygun bulduğu bir işti : trafiği yenmek. Ve bir arabanın
açık bir otoyolda hızla giderken ısı nmadığı nı biliyordu. Trafi kte
durduğu zaman ısınırdı. Çünkü sabit durduğunda, radyatörden
yeteri kadar hava üflen mezdi.
Şu anda Sçanit'e olan da buydu. Hareket etmesi gerekiyordu,
radyatörlerinden havanın üflenmesi gerekiyordu yoksa çok ısı nıp
eriyecekti.
"Tamam," dedi. "Bakalım patlayacak mı?"
Vücut, sivri bir burunda birleşiyordu. Ve ön ta rafta, bir savaşçı
uçağı nın ön camı gibi eğimli, siyah, cam bir kapak vardı. Sçanit'in
gözleri varsa, buradan bakıyordu.
Onun a ltında, çenenin ol ması gereken yerde, el bombasının
patlamasıyla çoğu uçmuş mekanik ka lıntılar vardı.
Siyah ön camda - ya da bir yüz maskesi ya da ne deniyorsa -
bir delik açıl mıştı. Y.T.'nin elini sokabi leceği kadar büyük bir del ik.
Deliğin diğer ta rafı karanlıktı ve çok fazla bir şey göremiyordu,
özellikle de radyatörlerden gelen parlak turuncu ışığa bu kadar
ya kınken. Ama içeriden kırmızı bir şeylerin geldiğini görebiliyor­
du. Ve bu Dexron i l değildi. Sçanit yaralanmıştı ve kanıyordu.
"Bu şey gerçek," dedi. "Damarlarında kan var." Düşünüyordu:
Bu istihbari bir bilgiydi. Ortağıyla bundan para kazanabilirdi.
Sonra düşündü: Zavallı şey kendini d iri di ri yakıyordu.
"Yapma. Doku nma ona, Y.T.," dedi Hiro.
Yanına yaklaştı, yüzünü ısıdan korumak için gözlüklerini taktı.
Sçanit'in bacakları düzensiz hareketlerini kesti, sanki onu bekliyordu.
Eğildi ve ön bacaklarını tuttu . Baca klar tepki verdi, Y.T.'nin elle­
ri bacakları çekerken o da itici kasları nı sıkılaştırıyordu. Bir köpe-

-9 2 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

ği ön bacaklarından tutup dans etmesini istemek gibiydi. Bu şey


canlıydı. Ona tepki veriyordu. Biliyord u .
Hiro'ya baktı, h e r şeyi anladığından e m i n olmak istiyord u.
Hiro anlıyordu.
"Apta l !" dedi Y.T. "Ben kendimi tehlikeye atıp senin ortağın
olmak istediğimi söylüyorum ve sen bunun hakkında d üşünmek
istediğini söylüyorsun. Senin soru nun ne, seninle çalışacak kadar
iyi değil miyi m?"
Geri çeki ldi ve Sça nit'i çimlerin üzerinde sürüklemeye başladı.
İnanılmaz derecede hafifti. O kadar hızlı koşması şaşırtıcı değildi.
Onu kaldırabilirdi, kend ini diri diri yakmak isteseydi.
Onu geri geri köpek ka pısına doğru sürüklerken, çimlerin üze­
rinde kara, dumanı tüten bir leke bırakıyordu. Üniformasından
çıkan bu harı görebiliyordu. Y.T. köpek kapısına sığacak kadar
ufak tefekti - onun yapabileceği ama Hi ro' nun yapamayacağı
bir şey daha. Genelde bu şeyler kilitli ol urdu, onlarla daha önce
uğraşm ıştı. Ama bu kapı açıktı.
İçerisi parlak ve beyazdı. Köpek kapısından birkaç metre
ötede bir çamaşır makinesine benzeyen siyah bir şey va rdı. Bu,
Sça nit'in kulü besiydi, karanlık ve mahrem iyet içinde gizlend iği,
ya pması gereken işi beklediği yerdi. Duvardan çıkan ka lın bir kab­
loyla bayiliğe bağlan ıyordu. Şu anda kulübenin ka pısı açıktı, bu da
daha önce görmediği bir şeydi. Ve içinden buhar çıkıyordu.
Buhar değil. Soğuk bir şey. Nemli bir günde dondurucu nun
kapağını açtığınızda çıkan şey gibi.
Sçanit'i ku lübesinin içine itti. Bir tür soğuk sıvı bütün duvar­
lara püskürdü ve Sça nit'i n vücuduna bile ulaşamadan buhara
dönüştü. Buhar kulübenin önüne o kadar güçlü bir şekilde
çıkıyordu ki onu kıçının üstüne oturttu.
Uzun kuyruğu kulübenin önünde, yerde uzanıyor, köpek kapı­
sından dışarı çı kıyordu. Bir kısmını ka ldırdı, Sçanit'i n omurgası nın
keskin, makine yapımı uçları eldivenlerine batıyord u.
Birden sertleşti, canlandı, bir anlığına titredi. Y.T. ellerini geri
çekti. Kuyruk, kulübenin içinde bir yerlere çarpıyordu. Y.T. onun
hareket ettiğini bile göremiyordu. Sonra kulübenin ka pısı kapan­
dı. Bir temizlikçi robot, beyni olan bir Elektrik Süpürgesi, başka
bir kapı aralığından gürültüyle geldi ve yerdeki kan izlerini temiz­
lemeye başladı.
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

Üst tarafında, giriş d uvarında, etrafına pembe yaseminlerden


oluşan bir çelenk asılmış, çerçevelenmiş bir poster vard ı . Bu, pis
pis sırıta n Bay Lee'nin bir fotoğrafıydı, altında da her zamanki
sözleri vard ı :
H O Ş GELD İ N İZ!
Hong Kong'u ziya ret eden her sınıftan insana hoş geldiniz de­
mek benim için bir zevktir. Ciddi bir iş ya da sadece eğlence için
gelmiş olmanız fark etmez, bu küçük ortamda kendinizi evin izde
hissed in. Herhangi bir tarafı size hoş gelmezse, lütfen bana bildi­
rin ve ben de memnuniyeti niz için elimden geleni yaparım.
Biz, Büyü k Hong Konglular, küçük ulusumuzun büyük geliş­
meleriyle gurur duyarız. Bizim adamızı Kızıl Çin'in bir lütfü olarak
görenler, birçok büyük sözde güçlerin, bizim büyük adımları mız,
tez canlılığımız, bütün insa nların iyiliği ve kişisel başarılar konu­
sundaki kayıtsız dilimiz karşısında dehşete düştüğünü görünce
çok şaşırmışlard ır. Tü m etnik grupların ve beşeriyetlerin güçlerini
Üç Kural altında birleştirmek, ekonomik savaş tarihinde bir i lktir.
1. Bilgi, bilgi, bilgi !
2. Ta mamen adil pazarlam a !
3. M utlak ekoloj i !
B u sancak altına imza atmayı kim reddedebilir? Hong Kong
vatandaşlığınız yoksa, pasa port için hemen başvu run ! Bu ay, her
zamanki HK$100'lık ücret talep edilmeyecektir. Aşağıdaki kupon­
lardan bir tane doldurun. Kupon yoksa, deneyimli operatörleri­
mizden yardım almak için hemen 1-800-HONG KONG'u arayın.
Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'u özel, tamamen ülke yasaları
dışı nda, özerk, yarı-ulusal bir oluşumd ur. Diğer uluslar ta rafından
tanınmaz ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin bir parçası olan eski İ ngiliz
Sömürgesi Hong Kong'la hiçbir bağı yoktur. Çin Halk Cumhu riyeti,
Bay Lee'den, Büyük Hong Kong Hükümeti'nden, dolayısıyla hiçbir
vatandaştan, Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'unun sahip old uğu
ya da hak talep ettiği bölgelerde, binalarda, belediyelerde, ku­
rumlarda ya da gayrimenkul lerde meydana gelen yerel yasaların
ihlali nden, fiziksel yaralanmalardan ya da mala zarar vermeden
sorumlu değildir.
Hemen bize katı lın !
M üteşebbis ortağınız,
Bay Lee
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

Yarı-Otonom Koruma Birimi #A-367 küçük, serin ku lübesinde


ul uyord u.
Bahçe çok sıca ktı ve kendini kötü hissetmişti. Ne zaman bah­
çeye çıksa, sü rekli koşması gerekiyordu yoksa ısınıyordu. Yaralan­
d ığında ve bir süre yerde yatmak zoru nda kaldığında, daha önce
hiç hissetmediği kadar ısınmıştı.
Artık ısıyı hissetmiyordu. Ama hala yaralıydı. Yara lı ul uması­
nı yapıyordu. Bütün komşu köpeklere yardıma ihtiyacı olduğunu
söylüyordu. Onlar da üzülüyor, ulumasını tekrar ediyor ve diğer
köpeklere iletiyordu.
Çok geçmeden bir veteriner arabasının yaklaştığını duydu. İyi
kalpli veteriner gelecek ve onu iyileştirecekti.
Tekrar havlamaya başladı. Diğer köpeklere, kötü ya bancıların
gelip onu nasıl ya raladığını anlatıyord u. Ve yerde yatmak zorun­
dayken bahçenin ne kadar sıcak olduğu nu. Ve iyi bir kızın ona
nasıl yardım ettiğini ve onu kulü besine taşıdığı nı.

Hong Kong bayi liğinin önünde, Y.T. bir süredir orada duran
siyah, lüks bir araba fark etti. Bunun Mafya olduğunu anlamak
için plakayı görmesine gerek yoktu. Sadece Mafya böyle araba lar
kullanırdı. Camlar karartılmıştı ama içeriden birinin ona baktığı­
nı biliyordu. Bunu nasıl yapıyorlardı? Bu siyah, lüks arabaları her
yerde görürdünüz ama hareket etti kleri ni, bir yere gittiklerini asla
görmezd iniz. Y.T. içlerinde motor olduğundan bile emin değild i.
"Tamam. Üzgünü m," dedi Hiro. "Ben kendi işimi yapmaya de­
vam edeceğim ama bulabileceğin her istihbari bilgi için ortaklığı­
mız var. Yarı yarıya bölüşeceğiz."
"An laştık," dedi Y.T., kaykayına binerken.
"istediğin zaman ara. Ka rtvizitim var sende."
"Hey, bir şey soracağı m. Kartvizitinde müzikle ilgilendiğin
yazıyor."
"Evet."
"Vitaly Chernobyl and the Metldowns'u duydun mu hiç?"
"Hayır. Bir m üzik grubu mu?"
"Evet. En iyi müzik grubu. Bir ara dinle, dostum, çok ünlü ola­
ca klar."
Y.T. yola çıktı ve Blooming G reens plakalı bir Aud i'ye yapıştı.

- 95 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Bu araba onu eve götürecekti. Annesi muhtemelen yatakta, uyu­


yor gibi yapıyor, endişeleniyordu.
Blooming G reens girişinden ya rım blok önce Audi'den ayrı l­
dı ve bir McDonald's'a girdi. Kadın lar tuvaletine gitti . Asma bir
tavanı vardı. Üçü ncü tuvaletin kapağının üzerine çıktı, tavandaki
levhalardan birini itti ve kenara aldı. Pamuklu, çiçek desenli bir
elbise kolu göründü. Tuttu ve bütün her şeyi aşağı çekti; bluz, pi­
leli etek, Vicky's'den alınmış iç ça maşırları, deri ayakka bılar, kolye
ve küpeler, lanet bir çanta. RadiKS ün iformasını topladı, tava na
tı kıştırdı, çıkardığı levhayı yeri ne koyd u. Sonra kıyafetleri giydi.
Şimdi, bu sabah an nesiyle kahvaltı ederkenki haline geri
dönmüştü.
Kaykayını Blooming Greens'e inen sokakta elinde taşıdı. Bura­
da kaykay taşımak yasa ldı ama yolda ku llanmak yasad ışıyd ı. Sınır
noktasında pasaportunu gösterdi, yepyeni ka ld ırımda dört yüz
metre yürüdü ve verandasının ışığı açık olan evine girdi.
Annesi her zamanki gibi çalışma odasında, bi lgisayar karşısın­
da oturuyordu. Annesi Federal lerle çalışıyord u . Federaller çok
para kazanm ıyordu ama bağlılıklarını göstermek için çok çal ış­
mak zorunda ka l ıyorlardı.
Y.T. içeri girdi ve an nesine baktı . Annesi sanda lyeye yığılm ış,
sanki poz veriyormuş gibi ellerini yüzüne koymuş, çora plı ayak­
larını yukarı ka ldırmıştı . Bulaşık süngeri ne benzeyen çok ucuz Fe­
deral çoraplarından giyiyordu, yürüdüğü zaman eteği nin altında
ka lçaları birbirine sürtü nür, hışı rtılı bir ses çıkarırdı. Masanın üs­
tünde birkaç saat önce buz olan suyla dolu, dayanıklı bir Ziploc
torba vardı. Y.T. a nnesinin sol koluna baktı. Kol larını kıvırmıştı,
dirseğinin biraz üstünde, tansiyon kol luğunu taktıkları yerde yeni
bir yara görünüyordu. Federallerin haftalık yalan makinesi testi.
"Sen misin?" diye bağırdı annesi, Y.T.'nin odada olduğunu fa rk
etmemişti.
Y.T. an nesini şaşırtmamak için mutfağa çeki ldi. "Evet, anne,"
diye bağırdı. "G ünün nasıl geçti?"
"Yorgunum," dedi annesi. Her zaman böyle söylerdi.
Y.T. gizlice dolaptan bir bira aldı ve sıcak bir banyo yapmaya
gitti . Su, onu rahatlatan bir uğultu sesi çıkarıyordu, annesinin ko­
modininin üzerinde duran beyaz gürü ltü jeneratörü nün sesi gibi.

- 9 6-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

- 1 :3-

Japon iş adamı, parçalara bölünmüş bir halde Ka ra Güneş'in


zemininde yatıyordu. Şaşırtıcı bir şekilde (tek pa rçayken çok ger­
çek görünüyordu), Hiro'nun kıl ıcıyla kestiği yerlerde hiç et, kan
ya da organ görü nmüyordu. İnce bir üstderi katmanından, çok
ka rmaşık bir şişme bebekten başka bir şey değildi. Ama içinde­
ki hava dışarı çıkmamıştı, yere yığılamam ıştı. Kılıcın kestiği yere
bakıp et ve kemik yerine, deri nin d iğer tarafını görebi liyordunuz.
Bu, metafora uygun değildi. Avatar gerçek bir beden gibi ha­
reket etmiyordu. Bütün Kara Güneş patronlarına, bir hayal dün­
yasında yaşadıklarını hatırlatıyordu. İnsanlar bunu hatırlamaktan
nefret ediyordu.
Hiro, Kara Güneş' in kılıç dövüşü algoritmalarını yazdığında -
sonrasında bütün Metaevren tarafı ndan al ınan ve kullanılan kod
- sonuçla rıyla başa çıkabilecek iyi bir yol olmadığını fa rk etmişti .
Avatarların öl memesi gerekiyordu. Parçalara ayrı lmaması gere­
kiyordu. Metaevrenin yaratı cıları böyle bir şeye ta lep olacağını
önceden anlayacak kadar hasta lıkl ı deği ldi. Ama bir kılıç dövüşü­
nün bütün olayı, birini kesmek ve öldürmekti. Bu yüzden, Meta­
evrenin zamanla etkisiz, parça lara ayrıl m ış, asla yere d üşmeyen
avatarla rla dolma ması için Hiro hızlı ve geçici bir çözüm bulmak
zoru nda ka ldı.
Önceli kle, birisi bir kılıç dövüşünü kaybettiğinde, bilgisayarının,
küresel ağla yani Metaevrenle bağlantısı kesi liyordu. Sistemden
doğrudan atı l ıyordu. Bu, Metaevrenin sunabileceği en ya kın ölüm
simü lasyonuydu ama asıl yaptığı, kullanıcının canını sıkmaktı .
Ayrıca, kullanıcı birkaç dakika Metaevrene geri dönemiyordu.
Sisteme giremiyordu. Çünkü avatarı hala parçalara ayrılmış halde
Metaevrendeydi ve avata rınız aynı anda iki yerde bulunamazdı. Bu
yüzden, kullanıcı, avatarı imha edilene kadar geri dönemiyordu.
Parçalanmış avatarların imha ed ilmesinden hayalet Mezar­
l ı k Progra mları soru ml uydu, Hiro'nun icat etmek zorunda ka ldı­
ğı yeni bir Metaevren özelliği. Bunlar, N inja gibi siyah giyin miş,
gözleri bile görü nmeyen, küçük, esnek karakterlerdi. Sessiz ve
hızlılardı. Hiro raki binin parçalanmış bedeninden uzaklaşırken,
onlar Kara Gü neş'i n zeminindeki görü nmez kapaklardan çıktı,
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

ölüler diyarından yukarı tırmandı ve ölen iş adamının etrafında


toplandı. Saniyeler içinde parçaları siyah torbalara koydular. Son­
ra gizli kapakla rından aşağıya indiler ve Kara Güneş'in altındaki
gizli tünellerde gözden kayboldular. Birkaç meraklı patron onları
takip etmeye ça l ıştı, gizli kapakları açmaya çalıştı ama avata rları­
nın parmakları pürüzsüz, mat siyah zeminden başka bir şey bu­
lamadı. Tü nel sistemine sadece Mezarl ık Program ları erişebilirdi.
Ve bir de Hiro. Ama o da nadiren kullanırdı.
Mezarl ık Programla rı, avatarı Kara Güneş'in merkezinin altın­
daki sonsuz ateşe, Rogus14'a götürecekti ve yakacaktı. Alevler ava­
tarı yok eder etmez, Metaevrenden kaybolacaktı ve sonra sahibi
yeni bir avatar ol uşturarak her zamanki gibi oturum açabilecekti.
Ama bir dahaki sefere daha temki nli ve nazik olması gerekecekti.

Hiro alkışlayan, ısl ık çalan ve teza hürat yapan avatarlara baktı


ve görüntü lerinin yavaş yavaş kaybolduğunu fa rk etti . Şu anda
bütün Ka ra Güneş sanki i nce bir tüle ya nsıtıl ıyormuş gibi görünü­
yordu. O tülün diğer tarafında ışıklar parlıyor, görüntüyü bastırı­
yordu. Sonra tamamen yok oldu.
Gözlüklerini çıkardı ve kendini u-stor-it'in otoparkında dikil­
miş, elinde bir katana tutarken buldu.
Gü neş yen i batmıştı. Onlarca insan belli bir mesafede onun
etrafı nda du ruyordu, park ed il miş arabaların arkasına saklanm ış,
onun bir sonraki hareketini bekliyorlardı. Çoğu, oldukça kork­
muştu ama birkaçı sadece heyeca nlıydı.
Vitaly Chernobyl evlerinin kapısında di kiliyordu. Saç modeli
parlıyordu. Yu murta akı ve diğer proteinlerle sabitleştirilmişti.
Bu maddeler ışığı kırıp küçük tayfsal parçalar fırlatıyordu, misket
bombalı bir gökkuşağı. Şu a nda Ka ra Gü neş'in küçük bir görün­
tüsü, Hiro'nun bilgisayarından Vitaly'nin kıçına yansıtı l ıyordu.
Sürekli ayak değiştiriyordu, sanki iki ayağı nın üzerinde aynı anda
durmak sabahın bu saatinde çok ka rmaşık gibiydi ve hangi ayağı­
nı kulla nacağına karar verememişti.
"İşime engel ol uyorsun,'' dedi Hiro.
"Gitme zamanı," dedi Vita ly.
"Gitme zamanı olduğunu sen mi söylüyorsun? Bir saattir
uyanmanı bekliyorum."

1 4 Eskiden üzerinde iilülerin yakıldığı odun yığını

-98-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

Hiro yaklaştı kça, Vitaly kararsızca onun kılıcını izledi . Vitaly'nin


gözleri kuru ve kızarmıştı, alt dudağında da mandalina büyüklü­
ğünde bir frengi çıbanı çıkmıştı.
"Kılıç dövüşünü kazandın mı?"
"Tabii ki lanet kılıç dövüşünü kazandım," dedi Hiro. "Ben dün­
yadaki en iyi kılıç dövüşçüsüyüm."
"Ve yazılımı da sen yazdın."
"Evet. O da va r," dedi Hiro.

Vitaly Chernobyl and the Meltdowns, kaçırı lmış eski-Sovyet


mülteci gem ilerinden biriyle Long Beach'e geldiğinde, Kiev'de bı­
raktı kları gibi büyük ve boş betonarme alanlar aramak için güney
California'ya yayı ldılar. Evlerini özlemem işlerdi. Sanatları nı icra
etmek için böyle ortamlara ihtiyaçları vard ı .
Los Angeles Nehri doğal bir sahneydi. Ve bir sürü güzel üst
geçit vardı. Tek yapmaları gereken, gizli yerleri çoktan keşfet­
miş olan kaykaycıları takip etmekti. Kaykaycılar ve nükleer fuzz­
grunge toplul ukları aynı ortamlarda büyürdü. Vitaly ve Hiro da şu
anda oraya gid iyordu.
Vita ly'nin çok eski bir Volkswagen Va nagon'u vardı, onu ge­
çici bir ka rava na dön üştüren bir üst bölmesi olan türdendi. Hiro
Protagonist'le tanışana kadar sokakta bu arabada ya da muhtelif
Uyu-Geç bayiliklerinde yaşardı. Şimdi, Vanagon'un sahibinin kim
olduğu konusu tartışmaya açı ktı çünkü Vitaly'nin H i ro'ya araba­
nın teknik değerinden daha fazla borcu vardı. Bu yüzden ortak
kullan ıyorlardı.
Va nagon'u u-stor-it' in diğer tarafı na sürdüler, yüzlerce küçük
çocuğu yük ram pasından kovmak için kornaya basmak ve selek­
tör ya pmak zorunda kaldılar. Burası bir çocuk bahçesi değildi.
Geniş bir geçitten aşağı doğru indiler. Yolun her santiminde
izin istemeleri gerekiyordu çünkü küçük Maya ka mplarının, Bu­
dist ta pınaklarının ve Vertigo, Apple Pie, Fuzzy Buzzy, Nathex,
M ustard gibi şeylerle uçmuş fakir beyazların üstünden geçiyor­
lardı. Yerin süpürülmesi gerekiyord u : kullanı lmış şırınga lar, hap
şişeleri, ya kılmış kaşıklar, pipo sapları. Başparmağı büyüklüğün­
de, bir ucunda kırmızı bir kapağı olan şeffaf, plastik, küçük hor­
tumlar da vardı. Bunlar hap şişeleri olabilirdi ama ka pakları hala
ka pal ıydı ve pipocu lar boş bir şişenin kapağını kapatacak kadar
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

titiz deği ldi. Bu, Hiro'nun daha önce duymadığı bir şey olmal ıyd ı.
Bir ya ngın kapısından u-stor-it'in başka bir ta rafı na geçti ler,
burası da tamamen aynı görü nüyordu (Amerika'da her şey aynı
görün üyordu, artık dönüşüm yoktu). Vitaly'nin dolabı sağdan
üçü ncü dola ptı, gerçek amacı için kullanılan - depolama - S'e 10,
küçücük bir dolap.
Vitaly kapıya yöneldi ve kilidin şifresi ni hatırlamaya ça lıştı, bir­
kaç ta hm inde bulunmak gerekiyordu. Sonunda kil it açı ldı. Vitaly
sürgülü kapıyı açtı. Dolap çoğunlu kla, üzerine hoparlör ve amfiler
konulmuş, dört tekerlekli birkaç platform el arabasıyla doluydu.
Hiro ve Vitaly el arabalarını yük ra mpasına götürdü, eşya ları
Vanagon'a koydu ve boş el arabalarını dolaba geri koydu. El ara­
baları, teknik olarak ka mu mal ıydı ama buna ki mse inanm ıyordu.
Konser sahnesine giden yol uzundu. Vita ly, hızın Ta nrı olduğu
teknosentrik L.A. manzarasına karşı çıkarak saatte ya klaşık altmış
kilometreyle gittiği için yol daha da uzuyordu. Trafi k de iyi değildi.
Bu yüzden Hiro bilgisaya rını araba nın ça kmağına bağladı ve Me­
taevrene bağlandı.
Artık, ağa bir fiber optik kabloyla bağlı değildi, böylelikle
dış dünyayla olan bütün i letişimi radyo dalgalarıyla kurulmak
zorundaydı, bunlar da daha yavaş ve daha güvenilmezdi. Kara
Güneş'e girmek iyi bir fikir değildi - berbat görünecekti ve diğer
patronlar ona sanki siyah-beyazmış gibi bakacaktı. Ama ofisine
girmesinde bir sorun yoktu çünkü bu, kucağı ndaki bilgisayarın
içinde ol uşturuluyordu; bunun için dış dünyayla iletişime geçmesi
gerekmiyordu.
Sokağın biraz dışındaki eski hacker semtindeki küçük, güzel
evindeki ofisine girdi. Oldukça Japon tarzındaydı, yerde hasır kilim­
ler vardı. Masası maun ağacından yapılmıştı, kırmızı ve büyüktü.
Önünde bir pano açıldı, gürültüyle akan bir deresi ve sinekleri ya­
kalamak için arada sırada zıplayan alabalıkları olan bir bahçe görün­
dü. Teknik olarak göletin sazan balıklarıyla dolu olması gerekiyordu
ama Hiro sazan balıklarını diplerde duran ve kanalizasyon atığı yi­
yen yenilmez dinozorlar olarak düşünecek kadar Amerikalıydı.
Yeni bir şey vard ı : greyfu rt büyüklüğünde bir küre, Dü nya
Gezegeninin bütün ayrıntılarıyla ku rgu lanmış bir temsili, Hiro'nun
gözlerinin önünde boşlukta ası l ı du ruyord u. Hiro bunu duymuştu
ama hiç görmemişti. Basitçe Dünya adında bir M İ Ş yazılımıyd ı .

-100-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

Sahip olduğu uzamsal bilgileri takip etmek için M İŞ' in kulland ığı
kullanıcı arayüzüydü - bütün harita lar, iklim verileri, m imari plan­
lar ve uydu gözlem olayla rı .
Hiro birkaç yıldır b u n u düşünüyordu, istihbarat i ş i iyi giderse
belki Dü nya'ya katılabilecek kadar para kazanabilir ve ofisinde bu
şeye erişebilirdi. Şimdi birdenbire önündeydi, ücretsizdi. Aklına
gelen tek açıkla ma, bunu ona Jua nita'nın vermiş olduğuyd u.
Ama her şeyin bir sırası vardı. Babil/Bilgi Kıyameti kartı hala
avata rının cebindeydi. Kartı çıka rdı.
Ofisinin duvarlarını oluşturan i nce kağıt paneller açıldı. Diğer
ta rafta, Hiro, daha önce orada olmayan büyük, loş ışıklı bir oda
gördü; görü nüşe göre Juanita gelmiş ve evine büyü k bir katkıda
bulunm uştu. Bir adam ofise girdi.
Kütüphaneci program, sevimli, elli yaşlarında, beyaz saçlı,
açık mavi gözlü, sakallı bir adamdı ve bir iş gömleği nin üstüne V
yaka bir kazak giymiş, kabaca dokunmuş yün bir kravat takmıştı .
Kravat gevşetilmiş, kollar kıvrı lmıştı. Sadece bir yazılım parçası ol­
masına rağmen neşeli görün üyordu; Kütüphanedeki sonsuz bil­
gi yığı nının arasında, büyük bir gönderme ağının üzerinde dans
eden bir örümceği n kıvrakl ığıyla hareket ediyordu. Kütü phaneci,
Dünya'dan bile daha fazla paraya mal olan tek MİŞ yazı l ı mıydı;
yapamadığı tek şey düşünmekti .
"Buyurun efendim," dedi Kütü phaneci. Hevesliydi a m a iğrenç
bir şeki lde neşeli değildi; el lerini arkasında kavuşturdu, topukları­
nın üzerinde hafifçe sallandı, yarım çerçeveli gözlüklerinin üstün­
den bir şeyler bekleyerek kaşları nı ka ld ırdı.
"Babil bir şehir, değil mi?"
"Efsanevi bir şeh ird i," dedi Kütüphaneci. "Babil ismi İnci l'de
geçer. Kelime Sami dil ine aittir; Bab kapı demektir ve El de Ta nrı,
ya ni Babil (Babel) "Tanrının Kapısı" demektir. Ama muhtemelen
an laşılmaz bir dilde konuşan birini taklit ederek, çıkardığı sese
göre isimlendirilmiş bir kelime. İncil kelime oyu nlarıyla dolu."
"Gökyüzünü delen bir kule ya pmışlar ve Ta nrı onu yıkmış."
"Bu da genel ya nlış kanılardan biri. Ta nrı kuleye bir şey yap­
madı. 'Tan rı dedi ki 'Onlar bir kavi mdir, ve onların hepsi nin bir
dili var; ve bunu yapmaya başladı klarına göre, düşündü klerini
gerçekleştirecek, hiçbir engel tanı mayacaklar. Gelin, aşağı inelim
ve dil lerini karıştıralım ki, birbirlerini anla masınlar.' Sonra Ta nrı

-101-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

onları yeryüzüne dağıttı ve kentin yapımını d urdurd u . Bu nedenle


kente Babil adı veri ldi, çünkü Tanrı bütün insanların dilini orada
ka rıştı rd ı .' Tekvin 11: 6-9, Düzenlenmiş Standart Versiyon."
"Yani kule yıkılmadı. Sadece ya pılamadı."
"Doğru. Yıkılmadı."
"Yani düzmece bu."
"Düzmece?"
"Tamamen yanlış. Juanita, İncil'de hiçbir şeyin ta mamen doğ­
ru ya da tamamen yanlış ol madığına inanıyor. Bu tamamen ya nlış
olduğuna göre, o zaman İncil de yalan. Ve tamamen doğruysa da,
o zaman Tanrı'nın va rlığı ka nıtlanır ve ina nca yer kal maz. Babil
hikayesi tamamen ya nlış çünkü göğü delen bir kule yaptı larsa ve
Tan rı bunu yı kmad ıysa, o zaman bu kule ya da en azından görüle­
bilir bir kalıntısı hala bir yerlerde olurdu."
"Çok uzun bir kule olduğunu düşünerek geçersiz bir kanıya
varıyorsunuz. Kule aslında "tepesi göklere ulaşan" o larak tarif
edilmiştir. Yüzyıllar boyunca bu, tepesi o kadar yüksek ki kule gök
kubbeye ulaştı diye yorumlanmıştı r. Ama geçen yüzyılda, gerçek
Babil ziguratları ortaya çıktığında, tepelerine çizilmiş astrolojik
şema lar - gök kubbe resimleri - bulundu."
"Peki, o zaman gerçek hikaye şu; tepesine göksel şemalar ka­
zınmış bir kule ya pıldı. Bu, gök kubbeye ulaşan bir kuleden daha
inandırıcı."
"inand ırıcıdan da öte," diye hatırlattı Kütüphaneci. "Bu yapı­
lar gerçekten bulundu."
"Neyse, diyorsun ki Tanrı onlara kızıp aşağı indiğinde kuleye
bir şey olmadı. Ama bir bilgi talihsizliği yüzünden kuleyi yapmayı
bırakmak zorunda kaldılar - birbirleriyle konuşamıyorlardı."
" 'Talihsizlik' astrolojik bir terimdir, 'kötü yıldız' anlamına ge­
lir," dedi Kütüphaneci. "Pardon - ama iç yapım yüzünden konuyla
ilgili olmayan kelimelere bağımlıyım."
"Önem li değil, gerçekten," dedi Hiro. "Old ukça düzgün bir ya­
zılımsın. Kim yazdı seni?"
"Büyük çoğun luğunu kend im yazıyorum," dedi Kütüphaneci.
"Yani, tecrübeyle öğrenme yeteneğim var. Ama bu yetenek aslın­
da yaratıcım tarafından içime kodlandı ."
"Seni kim yazd ı ? Belki tanıyorumd ur," dedi Hiro. "Bir sürü
hacker tanıyorum."

-102-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Profesyonel bir hacker tarafından kodlanmadım, Kongre


Kütüphanesi'nde kodlamayı kendi kendine öğrenen bir araştır­
macı tarafından kodland ı m . Önemli bilgileri bulmak için alakasız
ayrıntıları inceleme problemine kendisini adam ıştı. Adı Dr. Ema­
nuel Lagos."
"Adını duymuştum," dedi Hiro. "Yani bir tür meta-kütüpha­
neciydi. Bu çok komik, MİŞ'te takı lan o yaşlı CIA ajanlarından biri
diye tahmin etmişti m ."
"CIA'le hiç çalışmadı."
"Peki. Şimdi işleri bitirelim. L. Bob Rife ile ilgili ücretsiz bilgile­
rin hepsini bul ve kronolojik sıraya diz. Ücretsiz kelimesi önemli."
"Televizyon ve gazeteler, evet efendim. Bir dakika efen­
di m," dedi Kütü phaneci. Arkasını döndü ve çıktı. Hiro di kkati ni
Dünya'ya verdi.
Ayrıntı seviyesi inanılmazdı. Çözün ürlük, netl ik, sadece görün­
tüsü bi le, Hiro ya da bilgisayarlardan anlayan birine bu yazılım
parçasının ciddi bir iş olduğunu söylüyordu.
Sadece kıta lar ve okya nuslar yoktu. Los Angeles'ın tam üs­
tündeki yer eş za manlı yörüngedeki bir noktadan dünyanın gö­
ründüğü gibi görünüyordu. Hava sistemleri - büyük, dönen bulut
ga laksileri kürenin tam üstünde duruyor, okya nusların üzerinde
gri gölgeler ol uşturuyordu - ve kutu plarda, denizde süzülen ve
parçalanan buzullarla tamamlanmıştı . Kürenin yarısı güneş ışığıy­
la aydınlanmıştı ve yarısı da karanlıktı . Ara çizgi - gece ve gündüz
arasındaki çizgi - L.A.'i yeni geçmiş, şimdi Pasifik'in üzerinden ba­
tıya doğru gidiyordu.
Her şey ağır çeki mde gid iyordu. Hiro yeterince uzun süre ba­
karsa bulutların şekil değiştird iğini görebiliyordu. Doğu kıyısında
gece açık gibiydi.
Kürenin yüzeyinde hızla hareket eden bir şey dikkati ni çekti.
Bir sivrisinek olmalı diye düşündü. Ama Metaevrende sivrisinek
yoktu. Odaklanmaya ça lıştı. Bilgisayar, korneasından düşük-güçlü
lazerleri geri göndererek odaktaki değişikliği hissetti ve Hiro güç­
lükle solumaya başladı çünkü sanki yörünge çizgisinden düşmüş,
uzayda yürüyen bir astronot gibi küreye doğru çekil iyordu. So­
nunda kontrol altına alabildiğinde, dünyadan sadece birkaç yüz
mil yuka rıdayd ı, bir bulut kümesine bakıyordu ve altında süzülen
sivrisineği görebiliyordu. Bu, alçaktan uçan bir MİŞ uydusuydu,

- 1 03 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

bir kutup yörüngesinde kuzeyden güneye doğru dönüyordu.


"İstediğiniz bilgiler, efendim," dedi Kütüphaneci.
Hiro irkildi ve kafasını kaldırıp baktı. Dünya onun görüş alanın­
dan çıktı ve Kütüphaneci göründü, masanın önünde duruyor, bir
hypercard uzatıyordu. Gerçeklikteki bütün kütüphaneciler gibi, bu
hayalet program da ayak sesleri duyulmadan hareket edebiliyordu.
"Yürürken biraz daha fazla ses çıkarabilir misin? Ben çok ça­
buk irki lirim," dedi Hiro.
"Elbette, efendim. Özür dilerim."
Hiro hypercardı a l mak için uzandı. Kütüphaneci bir adım öne
geldi ve ona doğru eğildi. Bu kez ayağı, hasır kilimin üzerinde yu­
muşak bir ses çıkardı ve Hiro bacağının üzerinden kayan pantolo­
nunun beyaz gürültüsünü de duyabildi.
Hiro hypercardı aldı ve ona baktı . Ön tarafında şu yazıyord u :

Kütüphane araştırması sonuçlan:


Lawrence Robert Rife, 1 948-

Kartın arkasını çevirdi. Arka tarafı bir sürü, tı rnak büyüklü­


ğünde simgeyle bölünmüştü. Bazıları gazetelerin küçük ön sayfa
resim leriydi. Birçoğu renkli, parlak dikdörtgenlerd i : canlı videolar
gösteren küçük televizyon ekranları.
"Bu imka nsız," dedi Hiro. "Şu a n bir Volkswagen kamyonette
oturuyorum. Hücresel bir bağla bağlanıyorum. O kadar videoyu
benim sistemime bu kadar hızlı göndermiş olamazsınız."
"Bir şey göndermeye gerek kalmadı," dedi Kütüphaneci. "L. Bob
Rife ile ilgili bütün mevcut videolar Dr. Lagos tarafından toplanmış
ve sisteminizdeki Babil/Bilgi Kıyameti belleğine yerleştirilmişti."
"Öyle mi?"

-104-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

- 1 4-

Hiro kartın sol üst köşesindeki küçük televizyona dikkatlice


baktı. Ekran büyüdü ve biraz ilerisinde otuz santimlik düşük çö­
zünürlüklü bir televizyona dönüştü. Sonra video görüntüsü oyna­
maya başladı. Altmışlardaki bir lise futbol maçının sekiz milimet­
relik bir film görüntüsüydü. Film müziği yoktu.
"Ne maçı bu?"
"Odessa, Teksas, 1965. L. Bob Rife sol bek oynuyor, koyu renk
formalı, sekiz numara."
"İhtiyacım olan şey daha az ayrıntı. Bu şeylerin bazılarını özet­
leyebilir misin?"
"Hayır. Ama içindekileri kısaca listeleyebilirim. Bellekte on
bir tane lise futbol maçı var. Rife son sınıfta Teksas takımının
yedek oyuncularındandı. Sonra akademik bir burs alarak Rice
Ü niversitesi'ne başladı ve futbol takımına girdi, bu yüzden on
dört tane de üniversite futbol maçının kayıtları var. Rife'ın üniver­
sitedeki bölümü iletişimdi."
"Şimdiki durumunu düşününce gayet mantıklı."
"Houston piyasasında bir spor muhabiri oldu, bu dönem­
den elli saatlik bir film var - çoğunlukla görülmemiş videolar,
tabii ki. Bu işte iki yıl çalıştıktan sonra, Rife petrol işinde esaslı
bir yatırımcı olan büyük amcasıyla bir işe başladı. Bu konuyla
ilgili birkaç gazete haberi var ve okurken fark ettim ki hepsinin
metinleri birbirine benziyor - yani hepsi aynı kaynaktan çıkmış."
"Bir basın bülteni."
"Sonra beş yıl boyunca başka haber yok."
"Bir şeyler planlıyormuş."
"Sonra daha fazla haber görmeye başlıyoruz, çoğunlukla Ho­
uston gazetelerinin Din sayfalarında, Rife'ın çeşitli kuruluşlara
yaptığı bağışlar ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor."
"Bu bana özet gibi geldi. Özet yapamadığını sanıyordum."
"Gerçekten yapamıyorum. Kısa süre önce Dr. Lagos'un Juani­
ta Marquez'e benim yanımda yaptığı özetten alıntı yapıyordum,
onlar da aynı verileri gözden geçiriyordu."
"Devam et."
"Rife, Highlands Baptist Kilisesi'ne 500$; Bayside Pentakos-

-105-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

tal Gençler Ligi'ne 2,500$; Yeni Teslis Pentakostal Kil isesi'ne


150,000$; Rife İncil Okulu'na 2,3 milyon $; Rife İncil Okulu'nun
arkeoloji bölümüne 20 mi lyon $ ve bilgisayar bilimi böl ümüne
100 milyon $ bağışladı. Hepsinin başkanı Pa paz Wayne Bedford."
"Bu bağışlar enflasyonun yüksel mesinden önce mi yapılmış?"
"Evet efendim. Bunlar, ifadeye göre, gerçek para."
"Şu Wayne Bedford denen adam - Papaz Wayne'in Cennet
Ka pı ları'nı işleten Papaz Wayne mi?"
"Aynı adam."
"Rife'ın Papaz Wayne'i satın aldığını mı söylüyorsun?"
"Papaz Wayne'in bayiliğini yürüten çok uluslu Cennet Kapıları
ortaklığında büyük bir hissesi var."
"Tamam, bunu incelemeye devam edeli m," dedi Hiro.
Hiro, Vita ly'nin konser alanına hala yaklaşmadığını teyit et­
mek için gözlüklerinin üstünden baktı. Sonra tekrar geri döndü
ve Lagos' un topladığı video ve haberleri incelemeye devam etti .
Rife'ın Papaz Wayne'e bağış yaptığı yıllarda, gazetelerin iş
sayfalarında da Rife artan bir sıklıkla görülüyordu, önce yerel ga­
zetelerde ve sonra da The Wal/ Street Journal ve The New York
Times'da. Japonlar birbirlerini gözeterek onu telekomünikasyon
piyasasının d ışında bırakmaya çalıştıktan sonra büyük bir propa­
ganda mücadelesi olmuştu - bariz halkla il işkiler oyunları. Sonra
Rife bunu Amerikan basınına taşımıştı, kendi parasının 10 milyon
dolarını Amerikalı ları, Japonların ikiyüzlü düzenbazlar oldukları­
na inandırmak için harca mıştı. Sonunda Japonlar pes edip onun,
ülkedeki ve dolayısıyla Doğu Asya'nın büyük bir kısmındaki fiber
optik piyasasını ele geçi rmesine izin verdikten sonra zaferi The
Economist'in kapağındaydı.
En sonunda, yaşam tarzıyla ilgili şeyler görünmeye başladı. L.
Bob Rife, reklamcısına, daha insancıl bir yönünün gösterilmesini
istediği ni söylemişti. Rife, Birleşik Devletler hükümetinde üretim
fazlası olan yeni bir yat aldıktan sonra, onun hakkında şişirme ha­
ber ya pan bir şahsi gazetecilik program ı vardı.
L. Bob Rife, on dokuzuncu yüzyıl tekelcilerinin sonuncu­
su, kaptan köşkünde dekoratörüyle görüşürken gösteriliyordu.
Rife'ın bu gemiyi Deniz Kuvvetleri'nden aldığı düşünülünce, gemi
bu haliyle iyi görün üyordu ama onun için yeterince Teksaslı de­
ğildi. Temizlenip tekrar ya pılmasını istiyord u. Sonra, Rife'ın, dü-

-106-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

mene benzeyen bedenini, geminin dar geçitlerinde ve dik merd i­


venlerinde hareket ettirirken çekilmiş videoları vardı. Muha bire
iç kısımdaki tipik, sıkıcı gri, çelik Deniz Kuvvetleri sütunlarına çeki
düzen vereceğini söylüyord u.
"Rockefeller'ın kendine aldığı yatın hikayesini bilirsi niz. Olduk­
ça küçük bir yat almıştı, yaklaşık yirmi metre uzunluğunda. O za­
manın standartlarına göre küçüktü. Ve biri ona neden gidip böyle
küçücük bir yat aldığını sorduğu zaman, o adama bakıp 'Kim ol­
duğumu san ıyorsu nuz, Cornelius Vanderbilt mi?' demişti. Pekala,
neyse, yatıma hoş geldiniz."
L. Bob Rife, büyük bir açık hava asansöründe muhabir ve bü­
tün kamera ekibiyle d i kilirken bunu söylüyordu . Asansör yukarı
çı kıyordu. Arka planda Pasifik Okya nusu va rdı . Rife son cümle­
sini bitirirken a niden asansör en tepeye çıktı ve kamera döndü.
Eskiden A.B.D. Deniz Kuvvetleri'nin uçak gemisi ama şimdi,
şiddetli bir açık artırma savaşı nda General Jim'in Savunma Sis­
temi ve Amiral Bob'un Evrensel Güvenliği'ni bozguna uğratan
L. Bob Rife'ın şahsi yatı olan Enterprise' ı n güvertesinden dışarı
bakıyordu. L. Bob Rife, geminin uçuş güvertesinin devasa alanla­
rına hayranlıkla bakmak için ilerledi ve burayı Teksas'ın bazı böl­
gelerine benzetti. Alanın bir kısm ını toprakla kaplatıp orada sığır
yetiştirmenin eğlencel i olacağını söyledi.
İş çevresi için, an laşılan daha sonra çekilmiş başka bir
görüntü vardı : Kaptan köşkünün tamamen yeniden yapıldığı
Enterprise'da, L. Bob Rife masasında oturuyor, bıyığına ağda yap­
tırıyordu. Kadınların baca klarına ağda yaptırması gibi deği ldi. Sa­
dece kıvrımlarını düzelttiriyordu. Ağdacı çok kısa boylu, Asyalı bir
kadındı ve o kadar hassas davranıyordu ki L. Bob Rife'ın konuş­
masını bile bölmüyordu. Kore ve Çin'deki kablolu TV ağını geniş­
letme ve Sibirya ve U ral Dağları'ndan geçen büyük fiber optik ana
hatla birleştirme çabalarından bahsediyordu.
"Evet, bilirsiniz, bir tekelcinin işi asla bitmez. M ükem mel tekel
d iye bir şey yoktur. Yüzde birin son onda birini asla elde edemez­
siniz gibi görünür."
"Kore'de hükü met hala güçlü değil mi? Oradaki ka nunlarla
çok sorununuz olmalı."
L. Bob Rife güldü. "Bilirsin iz, dünyaya ayak uydurmaya çalışan
hü kümet yöneticilerini izlemek benim en sevdiğim eğlencedir.

- 1 07
-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Ma Bell'i nasıl bitird iklerini hatırlıyor musunuz?"


"Sadece biraz." Muhabir, yirmilerinde bir kad ındı.
"Onların ne olduğunu biliyorsunuz, değil m i?"
"Sesli iletişim tekeli."
"Doğru. Benimle aynı işteydiler. Bilgi işi. Küçük, bakır kablolar­
la telefon konuşmalarını tek tek aktarmak. Hükümet onları bitir­
di - ben otuz eya lette kablolu TV bayiliklerini açarken. Ah! Buna
inanabiliyor musunuz? Ford M odel T ve uçak piyasaya sürüldüğü
zaman, atlarla ilgili bir düzenleme yapmak gibi sanki."
"Ama kablolu TV sistemi telefon sistemiyle aynı değil."
"O esnada değildi, çünkü sadece yerel bir sistemdi. Ama yerel
sistemlerinizi tüm dü nyaya yaydığınızda, tek ya pmanız gereken
onları birbirine bağlamak ve evrensel bir ağ yaratmak. Telefon
sistemi kadar büyük. Hem de bu, bilgiyi on bin kat daha hızlı ak­
tarıyor. Görüntüler, sesler, veri ler, aklı nıza ne gel irse."

Sade bir Halkla İ lişkiler oyu nu, L. Bob Rife'ın belirli bir konuda
tuttuğu tarafı anlatmakta n başka herha ngi bir amacı olmayan ya­
rım saatlik bir televizyon reklamı. Görünüşe göre Rife'ın program­
cılarından birkaçı, sistemlerini çalıştıran insanlar bir araya gelmiş
ve bir birlik kurmuş - hackerların duymadığı - ve Rife'a dava aç­
mıştı. Evlerine gizli ka mera ve dinleme cihazı yerleştirdiği ni, hatta
yirmi dört saat gözlem altında tuttuğunu, kendi deyimiyle "tasvip
edilemez yaşam tarzları" süren bazı programcıları rahatsız ettiği­
ni ve tehdit ettiğini iddia ediyorlardı. Mesela, programcılarından
biri ve kocası bir gece kendi yatak odalarında oral seks yaptığın­
da, ertesi sabah Rife'ın ofisine çağırılmıştı. Rife orada ona kaltak
ve göt veren demiş ve masasını boşaltmasını söylemişti. Bu kötü
şöh ret Rife'ı o kadar sinirlendirm işti ki Halkla İ lişkiler için birkaç
m ilyon daha harcama ihtiyacı hissetmişti.
"Ben bilgi ticareti yapıyorum," dedi Rife, onunla "röportaj ya­
pan" yalaka, sahte gazeteciye. Houston'daki ofisinde oturuyor,
normalden daha kurnaz görünüyordu. "Bütün dünyada müşteri­
lere ulaşan televizyon benden geçiyor. MİŞ veritabanına giren ve
çıkan bilgi lerin çoğu benim ağlarımdan geçiyor. Metaevren - tüm
Sokak - benim sahip olduğum ve kontrol ettiğim bir ağın saye­
sinde var.
"Ama bu demek ol uyor ki, benim d üşüncelerimi biraz ta kip

-108-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

ederseniz, bu bilgiyle benim emrimde çalışan bir programcım ol­


duğu zaman, büyük bir baskı altında ka l ıyor. Bilgi onun beynine
giriyor. Ve orada kal ıyor. Gece evine gittiğinde de onunla gidiyor.
Tanrı aşkına, rüyalarına bile giriyor. Ka rısına bundan bahsed iyor.
Ve la net olsun, bu bilgi üzerinde hiçbir hakkı yok. Bir araba fabri­
kası işletiyor olsaydım, işçilerin o ara balarla evleri ne gitmelerine
ya da aletleri ödünç almalarına izin vermezdi m . Ama benim hac­
kerlarım işten eve gittiklerinde, her gün saat S'te yaptığım şey bu,
dünya nın her yerinde.
"Eskiden at hırsızla rı nı astıkları zamanlarda, onların yaptı kla­
rı son şey pantolonlarına işemekti. Bu, vücutlarını kontrol ede­
mediklerine, ölmek üzere olduklarına dair son işa retti. Anl ıyor
musunuz, bir kuruluşun ilk görevi kendi büzgen kaslarını kontrol
etmekti r. Biz bunu bile yapmıyoruz. Biz yönetim tekniklerimizi
düzeltmeye çal ışıyoruz ki o bilgi her neredeyse onu kontrol ede­
bilelim - sabit diskim izde hatta programcıların kafalarının içinde.
Şi mdi, daha fazla konuşamayacağım çünkü ilgilenmem gereken
bir rekabet var. Ama umuyorum ki beş ya da on yıl içinde, bu tür
şeyler söz konusu bile olmayacak."

Bir bilim haberleri programının ya rım saatlik bölümü, yen i ve


çok tartışılan bir konu olan astronomi bi lgisiyle ilgiliyd i; d iğer gü­
neş sistemlerinden gelen radyo sinya l leri ni aramak. L. Bob Rife
bu konuyla özel olarak ilgileniyordu; çeşitli ulusal hükümetler
mül kiyetleri ni açık artırmayla sattığında, birkaç tane radyo göz­
lemevi satın alm ıştı ve bunları, yeryüzü kadar büyük tek bir deva­
sa antene dönüştürmek için efsanevi fi ber optik ağını kullanarak
birleştirmişti. Günün yirmi dört saati gökyüzünü tarıyor, bir an­
lamı olan radyo dalgaları arıyordu - d iğer meden iyetlerden bilgi
taşıyan radyo da lgaları. Ve neden diye soruyordu muhabir - tek­
noloji enstitüsünden ünlü bir profesör - neden bir petrolcü böyle
simgesel, soyut bir uğraşla ilgileniyordu?
"Neredeyse bütün bu gezegeni tekelime aldı m."
Rife bu cümleyi, bir Amerikalının onu küçümsediğinden şüp­
helenen bir kovboyun abartı l ı aksanıyla, aşağılayıcı ve kibirli bir
tonda söyledi.

Diğer bir ha ber, görünüşe göre bi rkaç yıl sonra yapılm ıştı. Yine

-10 9-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Enterprise'daydı ama bu kez ortam yine değişmişti. Üst güverte,


bir açık hava mülteci ka mpına dönüştürülm üştü. Hind istan'da
nehrin yukarısı ndaki ormansızlaşma sebebiyle - hidrolojik savaş
- ülkeleri bir dizi büyük selin ardından okya nusa gömüldükten
sonra, L. Bob Rife'ın Bengal Körfezi'nden çıkardığı Bangladeşliler­
le doluydu. Ka mera dönerek uçuş güvertesinin kenarından dışa­
rıyı ve aşağıyı gösterdi, Cankurtaran görü ndü; Enterprise'a bağ­
lanmış yüzlerce bot, Amerika'ya bedava gitmeyi ü mit ediyordu.
Rife i nsanların arasında yürüyor, insanlara İncil karikatürleri,
çocuklara ise öpücükler dağıtıyordu. İ nsanlar da gülümseyerek
onun etrafını sarıyor, avuçlarını birleştiriyor ve eğilerek onu se­
laml ıyorlardı. Rife da eğilerek selam verdi, gayet beceriksizceydi
ama yüzünde sevinç yoktu. Ölümüne cidd iydi.
"Bay Rife, bu yaptığınızı sadece kend inizi yüceltmek için kul­
landığınız bir reklam numarası olarak gören insanlar hakkında ne
düşünüyorsunuz?" Bu muhabir kötü polis olmaya çalışıyordu.
"Lanet olsun, her şey hakkında bir fikir sahibi olmak için za­
man h2 rcarsa rn, hiçbir işimi hal ledemem," dedi L. Bob Rife. "Ne
düşündüklerini bu insanlara sormalısınız."
"Bu mü lteci ya rdım programının sizin toplu msal imaj ınızla bir
alakası olmadığını mı söylüyorsunuz?"
"Hayır. L -"
Röportaj bu kısımda kesilmişti, muhabir kameraya konuşu­
yordu. Hiro, Rife'ın tam vaaz vermek üzere olduğunu ama onu
durdurduklarını anladı.
Ama Kütü phanenin gerçek güzelliklerinden biri de videolarda
kesilmiş bölüm lerin burada olmasıyd ı. Bir videonun yayın için dü­
zen lenmemesi, istihbari değerinin olmadığı anlamına gelmezd i.
Uzun zaman önce MİŞ, ağların video kütüphanelerine el atmıştı.
Bütün o kesilmiş böl ümler - mi lyonlarca saatlik filmler - henüz
dijital şekliyle Kütü phaneye yüklenmemişti. Ama talep edilebili­
yordu. MİŞ de o videoyu raftan sizin için alıyor ve gösteriyordu.
Lagos bunu çoktan yapmıştı. Video buradaydı.
"Hayır. Bakın. Cankurtaran bir medya olayı. Ama düşünebile­
ceğinizden daha temel, daha genel bir şekilde," dedi L. Bob Rife.
"Öyle mi?"
"Medya ta rafı ndan yaratıldı, ya ni medya ol masaydı insanlar
bunun burada olduğunu bilemezdi, mülteciler Cankurtarana gel-

- 11 0 -
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

mezdi. Bu, medyayı da güçlendi riyor. Bilgi akışı sağlıyor - fil mler,
haberler - bilirsiniz."
"Yani sağladığı bilgi akışından para kazanmak için kendi habe­
rinizi yaratıyorsunuz?" dedi muhabir, tam olarak anlamaya çalışa­
rak. Ses tonu, bunun ne kadar boş bir video olduğunu söylüyor­
du. Bıkkın tavrı, Rife'ın konuyu saptı rmasının ilk kez olmadığını
gösteriyordu .
"Kısmen. Ama b u çok eksik b i r açıklama. Konu bundan daha
derin. Endüstri, biokütleyle beslenir ifadesini muhtemelen duy­
muşsunuzdur, denizdeki küçük balıkları yem olarak ku l lanan bir
balina gibi."
"Bu ifadeyi d uydum, evet."
"Bu benim ifadem. İlk ben söyledim. Bunun gibi bir ifade tıpkı
bir virüs gibidir - bir bilgi - veri - bir insandan diğerine yayılır.
Cankurtaranın görevi daha çok biokütle getirmek. Ameri ka'yı
yenilemek. Birçok ülke durağandır, tek yapmaları gereken, bebek
yapmaya devam etmektir. Ama Amerika, tabiatta hantal hantal
yürüyen, gördüğü her şeyi kapıp yiyen büyük, eski, çatırdayan bir
makine gibi. Arkasında bir mil uzunluğunda bir çöp izi bırakıyor.
Her zaman daha çok yakıta ihtiyacı var. Labirent ve M inotor'un
hikayesini okudunuz mu?"
"Tabii ki. Girit'te geçiyord u, değil mi?" M uhabir sadece iğne­
lemek için cevap veriyordu, burada bunu dinlediğine inanamı­
yordu, dün Los Angeles'a geri dönmüş olmak istiyordu.
"Evet. Her yıl Yunanlar birkaç bakireyi Girit'e hediye olarak
göndermek zorundaydı. Sonra kral on ları bir labirente koya rdı ve
M inotor onların hepsini yerdi. Bu hikayeyi küçükken okurdum ve
Girit'teki bu adamların kim olduklarını merak ederdim, herkes
onlardan o kadar çok korkuyordu ki her yıl hiç seslerini çıkarma­
dan çocuklarından vazgeçiyorlardı. Bunlar çok acımasız orospu
çocukları olmalıydı.
"Şimdi farklı bir açıdan bakıyorum. Girit o zavallı Yunan buda­
la larına nasıl ba ktıysa, Amerika da bu aşağıdaki zavallı insancık­
lara öyle bakmalıdır. Fakat burada hiçbir zorlama yok. Buradaki
insanlar çocu klarından isteyerek vazgeçiyor. M i lyonlar tarafından
yenmeleri için onları labirente gönderiyorlar. Endüstri onlarla
beslen iyor ve görüntüler tükürüyor, bu insanlara benim ağlarım
üzerinden fi lmler ve TV progra mları gönderiyor, onların rüya la-

-111-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

rında bile göremeyeceği refah ve egzotik şeylerin görüntüleri. Ve


bu onlara hayalini kurabilecekleri bir şey, bir amaç veriyor. Sade­
ce büyük, eski bir karides gemisi."
Sonunda muhabir, muhabir olmayı bıraktı ve L. Bob Rife'la
açık açık konuşmaya başladı. Bu adama yeteri kadar katlanmıştı.
"Bu iğrenç bir şey. İnsanlar hakkında böyle düşündüğünüze ina­
namıyorum."
"Kahretsin, oğlum, sakin ol. Kimse gerçekten yenmiyor. Lafı n
gelişi. Onlar buraya geliyor, düzgün işlerde çalışıyor, İsa'yı bulu­
yor, Weber barbekü satın alıyor ve sonsuza kadar mutlu yaşıyor.
Bunun nesi ya nl ış?"
Rife sinirlendi. Bağırıyordu. Arkasında, Bangladeşliler onun
d uygusal durumunu anl ıyor ve üzülüyordu . Aniden, a ralarından
biri, uzun, sarkık bir bıyığı olan inanı lmaz sıska bir adam kamera­
nın önüne koştu ve bağırmaya başlad ı : "a ma la ge zen ba dam gal
nun ka aria su su na an da ... " Sesler ondan komşularına yayıldı,
uçuş güvertesinin üzerinde bir dalga gibi yayıldı.
"Kestik," dedi muhabir, kameraya dönerek. "Kestik. Gürültü
ta kımı yine başlad ı ."
Artık L. Bob Rife'ın nispet yaparcasına attığı tiz kahkahalarının
arkası nda, a nlaşılmaz bir dilde kelimeler söyleyen binlerce insa­
nın yaptığı bir fi lm müziği vardı.
"İşte bu, dil lerin mucizesi," diye bağırdı Rife, gürültünün ara­
sında. "Bu insanların söylediği her kelimeyi an layabiliyoru m. Ya
sen, kardeşim?"

"Hey! Çık oradan artık!"


Hiro kartta n başını ka ldırdı. Ofisinde Kütüpha neciden başka
kimse yoktu.
Görüntü odaklanmayı bıraktı, yukarı doğru döndü ve görüş
açısından çıktı. Hiro, Va nagon'un ön cam ından dışarı bakıyordu.
Birisi aniden gözlüklerini yüzünden çekti - Vitaly değildi.
"Buradayım, dört göz !"
Hiro pencereden dışarı baktı. Bu Y.T.'di, bir eliyle arabanın ke­
narına tutunmuş, diğer elinde de gözlükleri tutuyordu .
"Orada çok zaman geçiriyorsun," dedi. "Biraz d a Gerçeklik
dene, dostum."
"Gittiğimiz yerde," dedi Hiro, "katlanabi leceği mden daha faz-

-112-
PARAZİT N EAL STEPHENSON
-

la Gerçeklik olacak."

Hiro ve Vitaly otoyolda bu geceki konserin yapılacağı büyük


üstgeçide yaklaşırken, Vanagon'un sağlam demir özelliği, küçük
keklerin hamamböceklerini çekmesi gibi MagnaZıpkın'ların ilgi­
sini çekmişti. Arabanın içinde Vitaly Chernobyl'in olduğunu bil­
selerdi, delirir, arabanın motorunu durdururlardı. Ama şu anda,
konser alanına giden her şeye yapışa bilirlerdi.
Üstgeçide yaklaştıklarında, araba sürmeye çalışmak boşu­
naydı, kaykaycılar çok fazlaydı. Bu, krampon giyip yavru köpeklerle
dolu bir odada yürümeye çal ışmak gibiydi. Yavaş yavaş, kornaya
basarak, selektör yaparak ilerlemek zorundaydılar.
Sonunda, konser sahnesini oluşturan yanları ve üstü açık tıra
ulaştılar. Onun yanında başka bir tır daha vardı, amfiler ve diğer
ses sistemleriyle doluydu. Tırların şoförleri, iki kişiden oluşan bas­
tırılmış bir azınlık, ses sisteminin olduğu tırın içine oturmuş sigara
içiyor ve otoyolların besin zincirindeki baş düşmanları olan kay­
kaycı sürüsüne kötü kötü ba kıyordu.
Grubun diğer elemanları etrafta sigara içiyordu, sigaraları Slav
tarzında, dart oku gibi iki parma klarının arasında tutuyorlardı. Si­
garalarını yere atı p ucuz, vinil ayakkabıla rıyla ezdiler, Va nagon'a
doğru geldiler ve ses cihazlarını arabadan indirmeye başladılar.
Vitaly veri gözlükleri ni taktı, ses sisteminin olduğu tırdaki bilgi­
sayara bağlandı ve sistemi aya rlamaya başladı. Hafızada üstge­
çidin üç boyutlu bir modeli vardı. Gürültü seviyesini en yükseğe
çıkarmak için bütün fa rkl ı hoparlör gruplarındaki gecikmeleri na­
sıl eş zamanlı hale geti receğini çözmesi gerekiyordu.

- 113 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 1 5-

Alt grup, Blunt Force Trauma akşam 9'da başladı. İlk güç
akorunda, ucuz, ikinci el hoparlörlerin hepsi kısa devre yaptı;
ka blolarından kıvılcımlar çıktı ve bu, ka labal ı k kaykaycı grubu­
nun arasında bir kaosa sebep oldu. Ses sisteminin olduğu tırda­
ki teknisyenler bozuk devrelerin bağlantısını kesti ve hiçbir şey
ya da hiç kimse zarar görmeden kapattı. Blunt Force Trauma,
Meltdowns'un anti-teknolojik fi kirlerinden etkilenm iş, hızlı bir
reggae yapıyordu.
Bu adamlar muhtemelen bir saat çalacaktı. Sonra birkaç saat
Vitaly Chernobyl and the Meltdowns beklenecekti. Ve Sushi K ge­
lirse, misafir sanatçı olarak sahneye çıkabilirdi.
Bunun gerçekten olma ihtima line karşı, Hiro çılgın ka labalığın
arası ndan çıktı ve kenarlarda dolaşmaya başladı. Y.T. de o kalaba­
lığın içinde bir yerdeydi ama onu bulmanın yolu yoktu . Zaten Hiro
gibi bir yaşlı adamla görünmekten uta nırdı.
Konser başlad ığına göre, kendi kendine devam edebilirdi.
Hiro'nun yapması gereken başka bir şey yoktu. Ayrıca, kalabalı­
ğın krnarlarında ilginç şeyler olurdu, her şeyin aynı olduğu orta
kısımda değil . Işıkların üstgeçidin gölgesinde kaybold uğu tarafta
bir şeyler oluyor olabilirdi.
Kenardaki kalabalık, gecenin bir ya rısında bir LA. üstgeçidi­
nin ya nlış ta rafı için oldukça normal görünüyordu. Üçüncü Dünya
ülkelerindeki çalışamaz insanların ol uşturduğu büyük bir gece­
kondu mahal lesi vardı, ayrıca uzun zaman önce beyin lerini haya l­
lerinin radyasyon ısısında yakmış, kapitalist ülke şizofren leri de
etrafa yayılmıştı. Çoğu, ka labalığın kenarında ayakucuna basarak
gürültüye ve ışığa bakmak için ters çevrilmiş çöp konteyn ırların­
dan ve buzdolabı kutu larından çıkıp gelmişti. Bazıları uykulu ve
şaşkın, bazıları da - bodur Latin erkekleri - eğleniyor gibi görünü­
yordu, sigara içiyor ve hayretle kafalarını sa llıyorlardı.
Burası Crips15 bölgesiydi. Crips güvenliği sağla mak istemişti
ama Hiro, bir Altamont öğrencisi olarak onları hiçe sayma riskini
almıştı. Güvenlik için İnfazcıları tutmuştu.
Her on metrede bir, arkasında İ N FAZCI yazılı asit yeşili bir

1 5 B i r Afro-Amerikan sokak çetesi.

- 114 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

mont giymiş, dimdik duran iri bir adam vardı. Çok dikkat çekiyor­
lardı, zaten istedi kleri de buyd u . Ama her şey elektropigmentler­
le yapılıyordu, yani bir sorun olduğunda, bu adamlar yaka ların­
daki bir d üğmeye basarak ten renklerini siyaha çevirebiliyordu.
Ve montlarının fermuarını kapatarak kendilerini kurşungeçirmez
yapabiliyorlardı. Şu anda, ılık bir geceydi ve çoğu, üniformasının
önünü açık bırakmıştı . Bazıları sadece seyrediyordu ama çoğu
dikkatliydi, gözlerini ka labalı ktan ayırmıyordu.
Bu askerlerin hepsini gördükten sonra Hiro generallerini aradı
ve hemen buldu; ufak tefek, şişman, bira fıçısı boyutlarında, hal­
terci tipli, siyah bir adamdı. O da aynı monttan giymişti ama ayrı­
ca altında kurşungeçirmez bir yelek ve onun üstüne tutturu lmuş
iletişim araçları ve insanları incitmek için kullanılan küçük, akıllı
aygıtlar vardı. Sürekli ileri geri koşuyor, etrafa bakıyor, kulaklığına
hızlı hızlı bir şeyler mırılda nıyordu, yan çizgideki bir futbol koçu
gibiydi.
Hi ro, kı rkına yaklaşm ış, uzun boylu, sivri bir keçi saka lı olan,
kömür grisi, kaliteli bir ta kım elbise giymiş bir adam gördü. Kravat
iğnesindeki, yüzlerce metre öteden parıldayan elmasları görebili­
yordu. Ya klaşsa, o elmasların arasına mavi safirle yazılmış "Crips"
keli mesini görebileceğini biliyordu. Ta kım elbiseli bi rkaç adam
daha vardı, ya ni bu adam kendi güvenlik ekibini geti rmişti. Gü­
venliği onlar sağla masa bile, kendilerini göstermek için sembolik
bir heyet göndermeden du ra mamışlardı.

Bunun, son on dakikadır Hiro'nu n zihnini kemiren şeyle alaka­


sı yoktu: Lazer ışığının belirli bir tür parlaklığı, kaynağı nı yansıtan
moleküler bir saflığı vardı. Gözleriniz bunu fark ederdi, doğal ol­
madığı nı bir şeki lde anlard ı . Her yerde göze çarpardı, ama özel­
likle de gecenin bir ya rısında, kirli bir üstgeçidin altında. Hiro çev­
resel görüşünde bu ışığı görüyordu. Kaynağını bulmak için etrafa
göz gezdirmeye devam etti. O bunu anlamıştı ama başka kimse
fark etmiş gibi görü nmüyordu.
Bu üstgeçitte birisi, bir yerden, Hiro'nun yüzüne lazer ışığı tu­
tuyord u.
Sinir bozucuydu. Hiro, çok fa rk ettirmeden yön ünü değiştirdi,
rüzgarın, bir çelik varilin içinde yanan çöp ateşi nin dumanını gö­
türdüğü yere doğru yürüd ü. Şimdi, koklayabildiği ama tam olarak

-1 15-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

göremediği seyrek bir dumanın ortasında du ruyordu.


Ama lazer yüzüne tutulduğunda bu kez m ilyonlarca küçük,
toz parçacıklarına ayrıldı ve boşlukta düz bir çizgi olarak, doğru­
dan kaynağını işaret ederek göründü.
Bu bir gargoyleydi, bir gecekondunun ya nında karanlıkta du­
ruyordu. Yeterince dikkat çekici olma ması ihtimaline karşı, bir de
ta kım e lbise giyiyordu. Hiro ona doğru yürümeye başladı.
Gargoyleler, Merkezi İstihbarat Şi rketi'nin utanç verici tara­
fını temsil ediyordu. Laptop kullanmak yerine, bi lgisayarlarını
üstlerine giyiyorlardı, bele, sırta ve kafaya astı kları ayrı birimlere
bölmüşlerdi. İ nsan gözetleme aygıtları işlevi görüyorlardı, etrafla­
rında olan her şeyi kaydediyorlardı . Bundan daha salakça bir şey
olamazdı; bu donanımlar, sürgülü hesap cetveli kılıfı ya da keme­
re takı lan hesap makinesi çantasının günümüzdeki karşıl ığıyd ı;
kullanıcının, i nsan toplumunun hemen üstü ndeki ya da çok altın­
daki bir sınıfa ait olduğunu gösteriyordu. Bunlar Hiro için bir lü­
tuftu çünkü MİŞ ajanlarının en kötü stereotipleriydi. En çok onlar
di kkat çekiyordu. Bu gönüllü aforoz edilmenin ödülü de her za­
man Metaevrende olabilmek ve her zaman bilgi toplaya bil mekti.
MİŞ'teki yüksek rütbeliler bu adamlara katlanamıyordu çünkü
bir ihtimal faydalı olur diye veritabanına çok fazla miktarda ge­
reksiz bilgi yüklüyorlardı. Bu, biri bir vur-kaç olayına dahil olursa
diye, her sabah işe giderken gördüğünüz her arabanın plaka nu­
marasını yazmaya benziyordu. MİŞ veritabanı bile bu kadar çöpü
ka ldıramıyordu. O yüzden genelde bu daimi ga rgoyleler çok geç­
meden MİŞ'ten atıl ıyordu.
Bu adam henüz atılmamıştı. Ve donanımlarının kalitesine bakılır­
sa - çok pahalıydı - uzun süredir MİŞ'teydi. Yani oldukça iyi olmalıydı.
Eğer öyleyse, burada takı lıp ne yapıyordu?
"Hiro Protagon ist," dedi gargoyle, sonunda Hiro onu bir ge­
cekondunun ya nında karanlıkta bulduğunda. "11 aylık MİŞ ajanı.
Endüstri'de uzman. Eski hacker, güvenlik görevlisi, pizza dağıtıcı­
sı, konser düzen leyicisi." M ı rıldanır bir şeki lde konuştu, bilinen
gerçekleri anlatmakla Hiro'nun vakti ni harcamasını istemiyord u.
Hiro'nun gözüne tutulan lazer bu adamın bi lgisayarından, al­
nının ortasında, gözlükleri nin üstünde du ran bir çevresel görüş
aygıtından çıkmıştı. Uzun menzi lli bir retina tarayıcısı. Gözleriniz
açık bir şeki lde ona doğru dönerseniz, lazer ışığı çıkıyor, irisinize,

- 116 -
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

en hassas büzgen kasınıza giriyor ve retinanızı tarıyordu. Sonuç­


lar da verita banında milyonlarca reti na taraması olan MİŞ'e gön­
deriliyord u . Birkaç saniye içinde, eğer zaten veritabanındaysanız,
kim olduğunuz öğreniliyordu. Eğer değilseniz, siz de o verita banı­
na ekleniyordunuz.
Tabii ki kulla nıcının giriş önceliğinin ol ması gerekiyordu. Ve
kimliğinizi öğrendiği zaman, sizin hakkınızda daha fazla bilgi almak
için, daha fazla giriş önceliğinin olması gerekiyordu. Bu adamın,
görünüşe göre bir sürü giriş önceliği vardı. Hiro'dan çok daha fazla.
"İsmim Lagos," dedi gargoyle.
Demek bu oydu. Hiro ona burada ne yaptığı nı sormayı d üşün­
dü. Onunla bir yerde bir şeyler içmeyi, Kütü pha necinin nasıl kod­
land ığı hakkında konuşmayı çok isterdi. Ama kızgındı. Lagos ona
kaba davranm ıştı (gargoyleler her zaman kabaydı).
"Raven olayı yüzünden mi buradasın? Ya da sadece, yaklaşık
otuz altı gündür üstünde çalıştığın fuzz-grunge olayı için mi?"
dedi Lagos.
Gargoylelerle konuşmak eğlenceli değildi. Bir cümleyi asla bi­
tirmezlerdi. Bir lazer dünyasında başıboş takılır, her tarafta retina
tarar, on metrelik bir alan içerisindeki herkesin geçmişini araştırır,
her şeyi optik ışıklı, kızıl ötesi, milimetrik dalga radarında görür ve
hepsini ses dalgalarıyla görüntü lerdi. Sizinle konuştuğu nu sanırdı­
nız ama aslında onlar odanın diğer tarafındaki bir yabancının kredi
kaydını inceliyor ya da üstünüzde uçan uçağın markasını ve mo­
delini tanımlıyor olurdu. Belki de konuşuyor gibi görü nürlerken
Lagos orada dikilmiş, Hiro'nun kamışı nın uzunluğunu ölçüyordu.
"Sen Jua nita'yla çalışan adamsın, değil mi?" dedi Hiro.
"J uanita benimle çalışıyor. Ya da öyle bir şey."
"Seninle tanışmamı isted iğini söyledi."
Lagos bi rkaç san iye dondu ka ldı. Daha fazla veri araştı rıyordu.
Hiro onun başı ndan aşağı bir kova su dökmek istedi.
"Mantıklı," dedi. "Sen de herkes kadar Metaevren'i biliyor­
sun. Serbest hacker - bu çok güzel."
"Çok mu güzel? Artık kimse serbest hacker istemiyor."
"Şirketlerdeki seri üretim hackerları bulaşmaya bayı lır. Binler­
cesi mahvolacak, Kudüs'ün duvarları önü ndeki Sanherib'in ordu­
su gibi," dedi Lagos.
"Bulaşmak mı? Sanherib mi?"

-117-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

"Ve kendini Gerçeklikte de koruyabilirsin - Raven'a karşı çıkar­


san bunu yapman iyi olur. Unutma, onun bıçakları bir molekül kadar
keskindir. Kurşungeçirmez bir ceketi, bir kadın geceliği gibi keser."
"Raven kim?"
"Muhtemelen bu gece onu göreceksin. Ona bulaşma."
"Tama m," dedi Hiro. "Ona dikkat ederim ."
"Onu kast etmedim," dedi Lagos. "Ona bulaşma dedim."
"Neden?"
"Burası tehlikeli bir dünya . Sürekli daha da tehlikeli ol uyor. Te­
rörün dengesini bozmak istemeyiz. Soğuk Savaş'ı düşün."
"Evet." Hiro'nun şu an tek yapmak istediği yürüyüp gitmek ve
bu adamı bir daha görmemekti ama konuşmayı bitiremezdi.
"Sen bir hackersın. Bu demek oluyor ki seni n de endişelen­
men gereken derin yapıların var."
"Derin ya pılar mı?"
"Beyni ndeki nörolinguistik yollar. İkili kodu ilk öğrendiğin za­
manı hatırlıyor m usun?"
"Tabii ki."
"Beyninde yol lar oluşturuyordun. Derin yapılar. Sini rlerin,
on ları kullandıkça yeni bağlantılar ol uşturur - aksonlar bölünür
ve destek hücrelerinin arasında ilerler - biyolojik yazılımın ken­
di kendini değiştirir - yazılım, dona nımın bir parçası haline gelir.
Yan i şimdi savu nmasızsın - bütün hackerlar savun masızdır - tılsı­
ma karşı. Birbirimizi gözetmel iyiz."
"Tılsım nedir? Neden ona karşı savun masızım?"
"Sadece hiçbir ikil eşleme dikkatle bakma. Son günlerde sana
ikil eşlem göstermeye çalışan oldu mu? Mesela, Metaevrende?"
İ lginç. "Bana değil ama laf açılm ışken, bir Brandy arkadaşıma
geldi -"
"Asherah'nın fa hişesi. Hastalığı yaymaya çalışıyor. Günahın eş
anlamlısı. Ku lağa aşırı duygusal geliyor, değil mi? Asl ında değil.
Mezopotamyalılara göre, günah diye ayrı bir kavram yoktu.
Sadece hastalık ve sağlıksızlık. Günah, hastalıkla eş anlam lıyd ı.
Yan i bu sana ne anlatıyor?"
Hiro uzaklaşmaya başladı, tıpkı onu sokakta takip eden psiko­
tik sokak insanlarından uzaklaştığı gibi.
"Günahın bir virüs olduğunu anlatıyor!" d iye bağırdı Lagos,
arkasından. "Tılsı m ı n işletim sistemine girmesine izin verm e !"

-1 1 8-
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

Juanita bu uzaylıyla mı çal ışıyordu?

Blunt Force Trauma tam bir saat ça ldı, ses duvarında hiçbir
çatlak yaratmadan bir şarkıdan diğerine geçti. Hepsi estetiğin bir
parçasıyd ı . M üzik bittiğinde, onların sahnesi de bitmişti . H i ro ilk
kez kalabalığın heyeca nını duya bildi. Kafası n ı n içinde hissettiği,
kulaklarını çınlatan tiz bir ses patla masıydı .
A m a pat diye b i r ses de geliyordu, sanki birisi büyük b i r davula
vuruyormuş gibiydi. Üstlerindeki üstgeçitten geçen bir kamyon
olabileceği ni düşü ndü. Ama ses fazla sabitti, azalmıyordu.
Arkasındayd ı. Diğer insa nlar fark etmiş, sesin nereden geldi­
ğine bakmak için arkalarını dönmüş, hızla kaçışmaya başlamıştı.
Hiro ne olduğunu görmek için döndü.
Öncelikle, büyük ve siya htı. Böyle iri bir adam, bunun gibi
kükreyen bir Ha rley'e oturamaz gibi görünüyordu.
Sağ ta rafı na bir motosiklet sepeti eklenmişti, kendi tekerlek­
leri olan parlak siyah bir fırlatma sepeti. Ama sepette kimse otur­
muyordu.
Bir adam şişman olmadan bu kadar hantal olamaz gibi görü­
nüyordu. Ama hiç şişman deği ldi, sadece kem iklerini ve kaslarını
gösteren dar kıyafetler giymişti - deriye benziyordu ama tam da
deği ldi.
Harley' i o kadar yavaş sürüyordu ki sepet olmasa kesi nlikle
düşerdi. Arada sırada da debriyajdan ayağını çekerek ilerliyordu.
Bu kadar iri görü nmesinin bir sebebi belki de - gerçekten iri
olduğu gerçeğini bir kenara bırakırsak - boynu yokmuş gibi gö­
rünmesiydi. Kafası büyüktü ve omuzlarıyla birleşen noktaya ka­
dar daha da genişliyordu. İlk başta H i ro bunun avangard bir tür
kask olduğunu d üşündü. Ama adam onun ya nından geçtiğinde,
bu devasa parça n ı n hareket ettiği ni ve dalgalandığını gördü. Hiro
bunun onun saçı olduğunu an ladı, neredeyse beline kadar uza­
nan ka lın, siyah bir yeleydi.
Hiro hayretler içinde ona bakarken, adamın da kafasını çevirip
ona baktığı n ı fa rk etti . Ya da onun tarafı na. Gözlükleri yüzünden
tam olarak nereye baktığı n ı anlamak imkansızdı.
Hiro'ya ba kıyord u. Bu gecenin daha erken saatlerinde,
Hiro'nun Kara Gü neş' in girişinde beklerken gördüğü aynı lanet
gülü msemeyle baktı.

-11 9-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

Bu oydu. Raven. Juanita'nın aradığı adam buydu. Lagos'un


ona bulaşmamasını söylediği adam. Ve Hiro onu daha önce Kara
Güneş'in kapısının önünde görmüştü. DaSid'e Karlanma Çöküşü­
nü veren adam buydu.
Alnındaki dövmede büyük harflerle üç kelime yazılıydı: YE­
TERSİZ DÜRTÜ KONTROLÜ.
Hiro irkildi ve Vitaly Chernobyl and the Meltdowns ilk şarkıları
"Radiation Burn"e başlarken gerçekten yerinden zıpladı. Çoğun­
lukla tiz seslerden ve distorsiyondan oluşan bir kasırgaydı.
Bugünlerde çoğu eyalet, ya bayi konsolosluğu ya da yerleşim
bölgesiydi, bir hapishane ya da hatta bir adalet sistemi gibi şeyle­
re sahip olamayacak kadar küçüktü. Bu yüzden, biri kötü bir şey
yaptığında, hızlı ve pis cezalar bulmaya çalışırlardı; kırbaçlama,
mal varlığına el koyma, toplum içinde küçük düşürülme ya da
başkalarına tekrar zarar verme ihtimali yüksek olan insanlar için
de, vücudunun görünür bir tarafına bir uyarı dövmesi. YETERSİZ
DÜ RTÜ KONTROLÜ. Görünüşe göre, bu adam öyle bir yere gitmiş
ve gerçekten tepesi atmıştı.
Bir an, parlak, kırmızı bir ışık şeması Raven'un yüzünün yan
tarafında belirdi. Çabucak küçüldü ve bütün ışıklar sağ gözbebe­
ğinde birleşti. Raven başını salladı, lazer ışığının kaynağını bulmak
için etrafa baktı ama çoktan yok olmuştu. Lagos onun retina tara­
masını yapmıştı bile.
Lagos bu yüzden buradaydı. Hiro ya da Vitaly Vhernobyl'le
ilgilenmiyordu. Raven'la ilgileniyordu. Lagos onun burada olaca­
ğını bir şekilde biliyordu ve şimdi de buralarda bir yerde adamı
kameraya çekiyor, adamın ceplerindekileri radarla inceliyor, nab­
zını ve solunumunu kaydediyordu.
Hiro telefonunu çıkardı. "Y.T." dedi ve Y.T.'nin numarası çevrildi.
Telefon uzun süre çaldı. Konserin sesinden başka bir şey duy­
mak neredeyse imkansızdı. Sonunda Y.T. telefonu açtı.
"Ne istiyorsun?"
"Y.T., çok üzgünüm. Ama bir şeyler oluyor. Büyük bir şeyler.
Raven adında iri yarı bir motorcuyu izliyorum."
"Siz hackerların sorunu, çalışmayı asla bırakmamanız."
"Hackerlar böyledir," dedi Hiro.
"Raven denen adamı izleyeceğim," dedi, "ben de çalışıyor ol­
duğum zaman." Sonra telefonu kapattı.

- 1 20 -
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

- 16 -

Raven, çok yavaş giderek, her tarafa bakarak kalabalığın çev­


resinde birkaç geniş tur attı. Sinir bozucu derecede sakin ve ra­
hattı.
Sonra kalabalıktan uzaklaşarak karanlığa doğru sürdü. Biraz
daha etrafa baktı, gecekondu mahallesinin çevresini kontrol etti.
Ve sonunda, büyük Harley'ini döndürdü ve iri yarı Crip'in yanına
gitti. Safir kravat iğnesi ve şahsi güvenlik timi olan adam.
Hiro çok belli etmeden kalabalığı yararak o tarafa doğru git­
meye başladı. İ lginç olacak gibi görünüyordu.
Raven yaklaşırken, korumalar baş Crip'in etrafına toplandı,
koruyucu bir halka oluşturdu. Raven biraz daha yaklaşırken, hep­
si bir iki adım geri çekildi, sanki görünmez bir saha ekibi adamın
etrafını sarmış gibiydi. Sonunda Raven durdu, ayağını yere koy­
maya tenezzül etti. Harley'inden inmeden önce gidonları birkaç
kez çevirdi. Sonra, olacakları bekleyerek ayaklarını açıp, kollarını
kaldırıp dikildi.
Her tarafından bir Crip yaklaştı. Bu özel görev için çok mutlu
gözüktükleri söylenemezdi, motosiklete yan yan bakmaya devam
ettiler. Baş Crip onları ön tarafa göndermeye devam ediyordu,
elleriyle onları Raven'a doğru kışkışlıyordu. Her birinin elinde me­
tal detektörü vardı. Detektörleri Raven'ın vücudunun etrafında
gezdirdiler ve hiçbir şey bulamadılar, en küçük bir metal parçası
bile, bozuk para bile. Adam yüzde 100 organikti. Yani eğer başka
bir şey yoksa, Lagos'un bıçak hakkındaki uyarısı saçmalıktı.
Bu iki Crip hızla a na gruba doğru yürüdü . Raven onları takip
etmeye başladı. Ama baş Crip bir adım geri gitti, iki elini de 'dur'
anlamında kaldırdı. Raven durdu, orada öylece dikildi, tekrar sı­
rıtmaya başladı.
Baş Crip arkasını döndü ve siyah BMW'sine doğru yöneldi.
BMW'nin arka kapısı açıldı ve kot pantolon, büyük spor ayakka­
bılar ve tipik öğrenci giysileri giymiş, daha genç ve daha küçük
siyah bir adam indi.
Öğrenci yavaşça Raven'a doğru yürüdü, cebinden bir şey
çıkardı. Bir el cihazıydı a ma bir hesap makinesi için fazla büyüktü.
Üstünde bir mini klavye ve yan tarafında bir çeşit pencere vardı,

- 1 21 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

öğrenci pencereyi Raven'a doğru tutuyordu. M ini klavyenin üs­


tünde ışıklı bir gösterge ve onun altında da ya nıp sönen kırmızı
bir ışık vardı. Öğrenci aletin ucundaki yuvaya bağlanmış bir ku­
laklık takmıştı.
İlk başta, öğrenci pencereyi yere doğru, sonra gökyüzüne,
sonra da Raven'a doğru tuttu, ya nıp sönen kırmızı ışıktan
ve göstergeden gözlerini ayırmıyordu. Dini bir tören gibiydi,
gökyüzünün ruhundan, sonra toprağın ruhundan ve sonra da
motosikletçi kara meleğin ruhundan dijital veriler al ıyordu.
Sonra öğrenci her seferinde bir adım atarak yavaşça Raven'a
doğru yürümeye başladı . Hiro cihazdaki kırmızı ışığın aralıklı ola­
rak ya nıp söndüğünü görebiliyordu, belirli bir d üzeni ya da ritmi
yoktu.
Öğrenci Raven'ın bir metre yakın ına kadar geldi ve sonra bir­
kaç kez etrafında dolaştı, cihaz hep Raven'a dönüktü. İşi bittiğin­
de, hızla geri çekildi, döndü ve cihazı motosiklete doğru tuttu.
Kırmızı ışık çok daha çabuk ya nıp sönmeye başladı.
Öğrenci baş Crip'e doğru yürüdü, kulaklıklarını çıkarttı ve
aralarında kısa bir konuşma geçti . Crip öğrenciyi dinledi ama
gözü Raven'un üstündeydi, birkaç kez başını salladı, sonunda
öğrencinin omzuna doku ndu ve onu BMW'ye geri gönderdi.
Bu cihaz bir Geiger sayacıydı .

Raven büyük Crip' in yanına gitti. El sıkıştılar, bu, aşı rıya ka­
çan hiçbir hareketi ol mayan basit, sta ndart, Avrupa tarzı bir el
sıkışmaydı. Gerçekten dostane bir buluşma değildi. Crip gözlerini
biraz fazla açm ıştı, Hiro adamın alnındaki çizgi leri görebiliyordu,
duruşu ve ifadesi resmen bağırıyord u : beni bu Marslıdan kurta­
rın.
Raven radyoaktif makinesine döndü, bi rkaç esnek kordonu
çekti ve metal bir çanta çıkardı. Çantayı baş Cri p'e verdi ve tekrar
el sıkıştı lar. Sonra arkasını döndü, yavaşça ve saki nce motosikleti­
ne yürüdü, bindi ve gitti.
Hiro durup biraz daha izlemek isterdi ama Lagos'un bu olayı
kaydettiğini biliyordu. Ayrıca, yapacak başka işleri vardı. İki limu­
zin, ka labalığın arasından sahneye doğru ilerlemeye çalışıyordu.

Limuzinler durdu ve arabadan Japonlar in meye başlad ı . Si-

-122-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

ya hlara bürünmüş adamlar pa rtinin/ayaklanmanın ortasında


öylece d uruyordu, renkli bir jöle kalıbının içinde kalmış bir avuç
kırık tırnak gibiydiler. Sonunda, Hiro bunun düşündüğü kişi olup
olmadığını öğrenmek için cesaretini toplayarak pencerelerin
birinden baktı.
M at camdan göremiyord u. Eğildi, gerçekten belli etmeye çalı­
şarak yüzünü pencereye iyice yaklaştırdı.
Hala bir tepki veren yoktu. Sonunda, pencereye vurdu.
Sessizlik. Etrafı na bakındı. Çevredeki herkes onu izliyordu.
Ama o bakı nca, herkes kafasını çevirdi, sigaralarını içmeye ya da
gözlerini ovuşturmaya başladı .
Limuzinin içinde, mat camdan görülebilecek kadar parlak
olan tek bir ışık kaynağı vardı ve o da kolaylıkla ayı rt edilebilen
televizyon ekran ıyd ı.
Ne olacaktı ki? Burası Amerika'ydı. Hiro da yarı Amerikalıydı
ve bu kibarlık olayını sağl ı ksız bir seviyeye taşımanın h içbir anla­
mı yoktu. Limuzinin kapısını açtı ve arka koltuğa baktı.
Sushi K, kendi görüntü mühendisi ekibindeki programcılar
olan bi rkaç genç Japon adamın arasına sıkışmış oturuyordu. Saç
modeli ka panmıştı, şimdi sadece turuncu bir Afra saçı gibi görü­
nüyordu. Kısmen ya pılmış bir sahne kostümü giymişti, görü nüşe
göre bu akşam sahneye çı kması beklen iyordu. Hiro'nun teklifini
ka bul etmiş gibiydi.
Eye Spy isimli ünlü bir televizyon programını izliyordu. Yapım
M İŞ'e aitti ve büyük stüdyolardan biriyle ortaklaşa gerçekleştiri­
liyordu. Bir reality şovd u : M İ Ş ciddi bir operasyona karışan ajan­
lardan birini seçiyor - gerçek bir casusluk işi - ve ona gargoy­
le kıyafeti giydiriyord u, böylelikle gördüğü ve duyduğu her şey
Langley'deki merkeze iletiliyordu. Sonra da bu, hafta lık dört saat­
lik bir programa dönüştürül üyord u.
Hiro bu progra m ı hiç izlemezd i. M İŞ'te çalıştığı için biraz sinir
bozucu bul uyord u. Ama program hakkında bir sürü söylenti du­
yuyordu ve bu akşam, sondan ikinci bölümü beş parçada göstere­
ceklerini biliyordu. MİŞ bir adamı gizlice Can kurtarana sokmuştu
ve o da Cankurtaranın renkli ve sadist korsan gruplarından birinin
içine sızmaya çalışıyord u : Bruce Lee örgütü.
Hiro li muzine girdi ve ta m televizyona baktığı anda Bruce
Lee'yi gördü, bir hayalet gemideki koridorda talihsiz gargoyle aja-

-123-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

nına yaklaşıyordu. Bruce Lee'nin samuray kılıcından buğu damlı­


yordu.
"Bruce Lee'nin adamları, casusu Merkez'deki eski bir Kore
fa brikasında kıstı rdı," dedi Sushi K'nın ya ndaşlarından biri, hızlı
bir açıklamayla. "Şu anda onu arıyorlar."
Birdenbire Bruce Lee, kendine özgü elmas sırıtışı nı bir galak­
sinin kolu gibi parlatan bir spot ışığın altında hareketsiz kaldı. Ek­
ranın ortasında, Bruce Lee'nin alnına doğrultulmuş birkaç hedef
işa reti göründü. Görünüşe göre, casus kendini bu beladan ku rtar­
maya karar vermişti ve Bruce Lee'nin kafatasına ateşlemek için
güçlü MİŞ silahları geti riyordu. Ama sonra bir tarafta n bir karaltı
görü ndü, Bruce Lee'yi görmemizi engelleyen esrarengiz bir karal­
tı. Hedef işaretleri şu anda odaklanmıştı - ta m olarak neye?
Öğrenmek için haftaya kadar beklemek gerekiyordu.
Hiro, Sushi K'nın ve programcıların karşısına, televizyon seti­
nin ya nına oturdu, böylece adam ona televizyon gözüyle baka­
bilirdi.
"Ben Hiro Protagonist. Anladığım kadarıyla mesaj ı m ı al mışsı­
nız."
"Şahane!" dedi Sushi K, her amaca h izmet eden Hollywood
sıfatını kullanarak.
Ve devam etti, "Hiro-san, küçük eserlerimi böyle seyirci ler
önünde sergileme şansı nı verd iğin için sana cidden borçluyu m."
Bunu Japonca söyledi.
"Her şeyi bu kadar aceleyle ve plansız ayarladığım için alçak­
gönül lülükle özür dilemeliyim," dedi Hiro.
"Japon ra pçilerin her şeyleri ni vereceği bir fırsatı bana ver­
mişken, özür dileme ihtiyacı h issetmen beni çok üzüyor - bana
Los Angeles'ın kenar mahallelerindeki arkadaşların önünde naçiz
eserlerimi sergileme fırsatı verdin."
"Çok üzgünüm ama bu hayranlar tam olarak kenar mahalle
çocukları değil, istemeden sizi yan l ış yön lend irmiş olmalıyı m.
Bunlar kaykaycı . Hem rap müzik hem de heavy metal seven kay­
kaycılar."
"Öyle mi? Neyse, önemli değil," dedi Sushi K. Ama ses tonun­
dan, aslında bunun önemli olduğu anlaşılıyordu.
"Ama Crips temsilcileri de burada," dedi Hiro, kendi stan­
dartlarına göre bile çok hızlı bir şeki lde, "ve performa nsınız iyi

-124-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

tepkiler alırsa, ki eminim a lacaktır, onların gru pları arasında da


duyulacaktır."
Sushi K pencereyi açtı . Desi bel seviyesi bir anda beş katına
çıktı . Ka labalığa ba ktı, beş bin potansiyel pazar payı, akıllarında
mükemmellik olan genç insanlar. M ü kemmel ol mayan müziği
daha önce hiç d uymamışlardı. Ya CD çalarlarındaki mükemmel
stüdyo kayıtları ya da isim ya pmak için L.A.'e gelmiş ve kulü plerin
gladyatör savaşlarında hayatta kal mış, piyasanın en iyi grupları­
nın mükemmel fuzz-grunge performansları. Sushi K'n ın yüzü se­
vinç ve korkuyla aydınlandı. Artık gerçekten gidip bu işi yapması
gerekiyordu. Kaynayan biokütlenin önünde.
Hiro arabadan indi ve onun için yolu açtı . Bu kolayd ı . Sonra
oradan ayrı ldı. Kendi üzerine düşeni yapmıştı. Daha büyük bir ka­
zanç kaynağı olan Raven d ışarıdayken bu önemsiz Sushi K olayıyla
vaktini boşa harcamanın anlamı yoktu. Bu yüzden, ka labalığın et­
rafı na doğru geri gitmeye başladı.
"Hey! Kılıçlı ahbap," dedi biri.
Hiro arkasını döndü, ona doğru gelen yeşil ceketli bir İnfazcı
gördü. Bu, kulaklık takan, kısa boylu, güçlü olan adamdı, güvenlik
timinin başında olan adam.
"Ben Squeaky," dedi, elini uzatarak.
"Hi ro," dedi Hiro, ada mın elini sıktı ve kartvizitini verdi. Bu
adamlardan çekinmek için bir sebep yoktu. "Senin için ne yapa­
bilirim, Squeaky?"
Squeaky kartı okudu. Orduda görev ya pmış bir adam gibi bi­
raz abartılı derecede kibardı. Sakin, olgun, bir lisedeki futbol koçu
gibi rol modelimsiydi. "Bu konserde yetki sizde mi ?"
"Bir bakıma herkeste."
"Bay Protagonist, birkaç dakika önce Y.T. isimli bir arkadaşınız
bizi aradı ."
"Ne oldu? O iyi mi?"
"Evet, efendim, o çok iyi. Ama bugün konuştuğu nuz o adam
var ya?"
Hiro, Squeaky'nin gargoyle Lagos'tan bahsettiğini anladı.
"Evet."
"Y.T.'nin bize bu adam hakkında gizlice verdiği bir bilgi var.
Bakmak istersiniz d iye düşündü k."
"Neler ol uyor?"

- 125 -
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

"Şey, neden benimle gelmiyorsunuz. Bilirsiniz, bazı şeyleri


göstermek, anlatmakta n daha kolaydır."
Squeaky arkasını döndüğünde, Sushi K'nın ilk rap şarkısı baş­
ladı. Sesi sinirli ve gergindi.
Hiro kalabal ı ktan ayrılarak Squeaky'yi Yahudi mahallesinin az
aydınlatılmış tarafına doğru takip etmeye başladı. Üstlerindeki
üstgeçit setinde, fosforlu ışıkları zar zor seçebiliyordu - yeşil ce­
ketli İ nfazcılar, tuhaf bir çekim noktasının etrafında dolaşıyordu.
"Adım ınıza dikkat edin," dedi Squeaky, seti tırmanmaya baş­
larken. "Yerler kaygan."
Burası, ilk yağmurda çökecek gibi görünen yumuşak bir top­
rak ve taş yığınıydı. Etrafta adaçayı, kaktüs ve domuz otu vardı
ve hepsi hava kirliliği yüzünden ya muk yumuk ve yarı ölü görü­
nüyordu.
H içbir şey tam olarak görünmüyordu çünkü Sushi K aşağıla­
rında, sahnede oraya bu raya zıplıyordu, güneş ışığı saç modelinin
parlak turuncu ışınları süperson ik bir hızda setin karşısına yayılı­
yordu, ot ve taşların üzerini ışık taneleriyle süpürüyor ve her şeyi
tuhaf, rengi değişmiş, yüksek kontrastlı sabit görüntülere dönüş­
türüyordu.
Squeaky yukarı doğru yürüyordu, yumuşak sarı topraktaki
taze motosiklet izlerine paralel gid iyord u. Derin, geniş bir iz ve
birkaç adım sağında ona para lel giden daha dar bir izden ol uşu­
yordu.
Daha yukarı çıktıkça izler derinleşiyordu. Daha derin ve daha
karanlık. Motosiklet tekerleklerinin izinden çok, siyah pis suların
aktığı bir drenaj çukuruna benziyordu.
Tepedeki İ nfazcılardan birinin elinde fener vardı. O hareket
ettikçe, fener düz bir açıyla toprağı ışıldak gibi aydınlatıyordu. Bir
an, ışık motosiklet izlerini aydın lattı ve Hiro buranın, parlak, kır­
mızı, oksijenlenmiş bir kan gölü olduğunu gördü.
Lagos yerde yatıyordu, tekerlek izlerinin üzerine serilmişti. So­
mon balığı gibi kesilmişti, anüsünden başlayarak beline, oradan
göğüs kafesine ve çenesinin altına kadar uzanan tek bir temiz ke­
si kle yarı lm ıştı. Bu sadece gelişigüzel bir kesik değildi. Bazı yerler­
den omurgasına kadar uzanıyordu. Bilgisayar sistemini vücudun­
da tutan siyah naylon kayışlar tam ortadan düzgü nce kesilm işti
ve aletlerin yarısı toprağa düşmüştü.

-126-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 1 7 -

J ason Brecki nbridge kızıl balçık rengi bir ceket giymişti. Bu,
Sicilya'nın rengiydi. Jason Breckinbridge Sici lya'ya hiç gitmemişti.
Bir gün, prim alıp oraya gidebi lirdi. Sici lya'ya bedava yolculuğu
kazanmak için Jason'ın 10.000 Üstünlük Puanı toplaması gere­
kiyordu.
Bu maceraya, çok elverişli bir pozisyonda başlamıştı. Kendi
Nova Sici lya bayiliğini açtığı için, Üstünlük Puanı bankasına oto­
matik olarak 3.333 puan eklen mişti. 500 puanlık bir tek-seferlik
Vatandaşlık puanını da buna ekleyince denge oldukça iyi görünü­
yordu. Sayı, Brooklyn'deki büyük bilgisayarda saklanıyordu.
Jason, ülkedeki en çok bayiliğin olduğu bölgelerden biri nde,
Chicago'nun batı banliyölerinde büyüdü. l lli nois Üniversitesi'ne
girdi, not ortalamasını 2,9567 yaptı ve son sın ıfta "Bazı Piyasa­
lardaki Rekabetin Etnografik, Finansal ve Paramiliter Boyutları"
adında bir tez yazd ı . Bu, eski mahallesi Aurora'daki Nova Sicilya
ve Narkolombiya bayil iklerinin arasındaki mücadelenin bir du­
rum incelemesiydi.
Enrique Cortazar, Jason'ın hakkında fi kirler öne sürmüş oldu­
ğu sorunlu Narkolombiya bayiliğini yönetiyord u. Jason onunla
telefonla birkaç kez görüşmüştü ama Bay Cortaza r'ın yüzünü hiç
görmemişti.
Bay Cortazar, Jason'ın mezuniyeti ni, bir otopa rkta Breckinb­
ridge' lerin Omni Horizon araba larına yangın bombası atarak ve
sonra evlerinin ön duvarına on bir otomatik tüfek şarjörü boşal­
tarak kutlam ıştı.
Neyse ki, Enrique Cortazar'ı bozguna uğratan Nova Sici lya bayi
konsolosluğunun yerel zincirini yöneten Bay Caruso, bu olaylar
olmadan önce, muhtemelen Bay Cortazar'ın güvenliği zayıf cep
telefonlarından ve halk bandı radyolarından gelen işaret istih­
baratını yakalayarak saldırıların haberini alm ıştı. Jason'ın ailesini
zamanında uyarabilmişti; böylece bütün o kurşunlar gecenin bir
ya rısı evlerine yağarken, onlar Otoyol 96'dan beş mil aşağıdaki
bir eski Sicilya meyha nesinde bedava şampanyalarının tadını
çıkarıyordu.
Doğal olarak, ticaret okulu yılsonu iş fuarını düzen lediğinde,

-127-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Jason N ova Sicilya sta ndına uğrayıp, ailesindeki herkesi ölümden


kurtardığı için Bay Caruso'ya teşekkür etmeyi ihmal etmedi.
"Hey, bilirsin, komşular böyle yapar, değil mi oğlum J asie?"
dedi Bay Caruso, Jason'ın kürek kemiklerine sertçe vurarak ve ka­
vun büyükl üğündeki delta kaslarını sıkarak. Jason, on beş yaşın­
daki kadar steroid kullanmıyordu ama vücudu hala ; /di.
Bay Caruso N ew York'luydu. İş fua rındaki en f.J Jpüler stand­
lardan birine sahipti. Fuar, Dernekteki büyük sergi alanında ya­
pılıyordu. Salon, hayali bir sokak şekliyle tasarla nmıştı. İki "oto­
yol", salonu dörde bölüyordu ve bütün bayili klerin ve ulusların
otoyol üzerinde kendi standları vardı. Yerleşim bölgeleri ve diğer
şirketlerin standları, dörtgenin içindeki banliyö "soka klarında"
gizlenmişti. Bay Caruso'nun Nova Sicilya sta ndı, iki otoyolun tam
kesişimindeydi. Düzinelerce çelimsiz ticaret okulu mezunu, kuy­
ruk oluşturmuş görüşme bekl iyordu. Ama Bay Caruso, Jason'ın
kuyru kta beklediği ni fark edip yanına gitti, onu kuyruktan çıkardı
ve delta kaslarını tuttu. Diğer bütün ticaret okulu mezunları kıs­
ka nçlıkla Jason'a bakıyordu. Jason kend ini iyi, özel hissetti. Nova
Sici lya hakkında hissettiği de buydu: özel ilgi.
"Şey, buraya görüşmeye gelecektim tabii ki ve Bay Lee'nin
Büyük Hong Kong'una da, çünkü yüksek teknoloj iyle gerçekten
ilgileniyorum," dedi Jason, Bay Caruso'nun babacan sorusuna
cevaben.
Bay Caruso onu sıkıca kuca kladı. Sesinden çok şaşırdığı anla­
şıl ıyordu ama bu, Jason hakkında kötü düşündüğü anlamına gel­
mezdi, en azından henüz değil. "Hong Kong? Senin gibi zeki, be­
yaz bir çocuk, lanet bir Japon işletmesinde ne yapmak ister ki?"
"Teknik olarak Japon değiller," dedi Jason. "Hong Kong çoğun­
lukla Kanton- "
"Onların hepsi Japon," dedi Bay Caruso, "ve bunu neden söy­
lüyorum biliyor musun? Lanet bir ırkçı olduğumdan değil, çünkü
değilim. Çünkü onlara göre - o insanlar, yani Japonlara göre - he­
pimiz ya bancı şeytanlarız. Bize böyle diyorlar. Ya bancı şeyta nlar.
Bunu bil iyor muyd un?"
Jason sadece anlayışla güldü.
"Onlar için yaptığımız onca iyi şeyden sonra. Ama burası Ame­
rika, Jasie, hepimiz yabancı şeyta nlarız, değil mi? Hepimiz bir yer­
lerden geldik - la net Kızılderili ler hariç. Lakota U l usu'yla görüş-

- 1 28 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

meyeceksi n, değil mi?"


"Hayır, efendim, Bay Caruso," dedi Jason.
"İyi düşünmüşsün. Ben de aynı fikirdeyi m . Esas demek iste­
d iğim, hepimizin kendi etnik ve kü ltürel kimliği olduğuna göre,
bu fa rkl ı kimliklere saygı d uyan ve bunları korumayı hedefleyen
- hepsini işlevsel bir bütüne dönüştüren - kurumlarda bir iş bul­
malıyız, anlıyor musun?"
"Evet, demek istediğinizi anlıyorum, Bay Caruso," dedi J ason.
Bu konuşma süresince, Bay Caruso onu biraz uzağa götü rmüş­
tü ve metaforik Fırsat Otoyolları'ndan birinde dolaşıyorlard ı . "Ar­
tık kendine uygun ticari kurul uşları düşünmeye başlaya bilirsin,
Jasie."
"Peki. .. "
"Lanet Hong Kong değil. Orası, Japon olmak isteyip olamayan
beyaz i nsanlar için, bunu bil iyor muyd un? Japon olmak istemi­
yorsun, değil mi?"
"Ha ha ha. Hayır, efendi m, Bay Caruso."
"Ne duyd um bi liyor musun?" Bay Caruso elini Jason'ın om­
zundan çekti, döndü, yakınlaşıp yüz yüze geldi, el kol hareketleri
yapa rken purosu Jason'ın kulağında vızıld ıyordu. Bu, konuşmanın
gizli kısm ıydı, iki adam arasında kısa bir hikayeydi. "Japonya'da
çuvallarsan ne yapıyorlar, biliyor musun? Parmakları ndan birini
kesmek zorunda kal ıyorsun. Çat. Öylece. Ta nrı'ya yemin ederim.
Bana inanmıyor musun?"
"Size inanıyoru m . Ama Japonya'nın hepsi böyle değil, efen­
dim. Sadece Yakuza'da öyle. Japon Mafyası."
Bay Caruso başını geri atarak güldü, elini tekrar Jason'ın om­
zuna koyd u. "Biliyor musun, seni sevdim Jason, gerçekten," dedi.
"Japon M afyası. Söylesene Jason, bizim işimizi hiç 'Sicilyalı Yaku­
za' olarak tarif edeni duydu n mu? Ha?"
Jason güldü. "Hayır, efend im."
"Neden biliyor musun? Bil iyor musun?" Bay Caruso konuş­
manın ciddi ve anlamlı kısmına geçmişti.
"Neden efendi m?"
Bay Caruso, Jason'ı döndürdü, şimdi i kisi de otoyolun üzerin­
den U ncle Enzo'nun, kesişimin üzerinde Özgürlük Heykeli gibi du­
ran büyük heykeline bakıyordu.
"Çünkü sadece bir tane var, oğlum. Sadece bir tane. Ve sen

-129-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

bunun bir parçası olabilirsin."


"Ama o kadar rekabete dayalı ki- "
"Ne? Şunu dinle! Senin üç pua nlık not ortalaman var. Canları­
na okursun, oğl u m ! "
Bay Caruso'nun diğer bayilik sahipleri gibi, "fırsat bölgeleri"
denilen şeyi takip etmek için N ova Sicilya'nın kulland ığı çoklu lis­
teleme servisi olan SahaNet'e giriş izni vardı. Jason'ı standa geri
götürdü - sırada bekleyen bütün o zavallı tiplerin yanından geç­
tiler, bu Jason'ın çok hoşuna gitti - ve bir ağa bağlandı. Jason'ın
ya pması gereken tek şey bir bölge seçmekti.
"G üney California'da araba bayiliği olan bir amcam var," dedi
Jason, "ve bunun çok hızlı büyüyen bir alan olduğunu biliyorum
ve-"
"Bir sürü fırsat bölgesi !" dedi Bay Caruso, abartılı bir ha reket­
le klavyeye vurarak. L.A. bölgesinin bir haritasını göstermek için
monitörü Jason'a doğru döndürdü. Sahipsiz saha sektörleri kırmı­
zı noktalarla işaretlenmişti . "Seçi mini yap, Jasie !"

Şu anda Jason Brickenbridge Valley'deki Nova Sicilya


No:5328'in müd ürüydü. Her sabah kızı l balçık rengi şık ceketini
giyer, Oldsmobile'iyle işe giderdi. Birçok genç girişimci BMW ya
da Acu ra ku llanırdı ama şu anda Jason'ın bir parçası olduğu ku­
rum, gelenek ve aile değerlerine çok önem veriyordu ve göste­
rişli, ya bancı ithalatlardan hoşlanm ıyordu. "Bir Amerikan arabası
U ncle Enzo için iyiyse ... "
Jason'ın ceketi nin göğüs cebine Mafya logosu işlenmişti. L.A.
havzası nın hesaplarıyla i lgilenen bölümün adı olan Gambino'yu
temsilen "G" harfi ku llanılmıştı. Altında da adı yazıyord u : "Jason
"Halterci" Brickenbridge." Bu, bir yıl önce l ll inois'deki iş fuarında
Bay Caruso'yla buldukları takma isimdi. Herkesin bir takma ismi
olmalıyd ı, bu bir gelenek, bir gurur si mgesiydi ve sizin hakkınızda
bir şeyler an latan bir şey seçmenizi istiyorlardı.
Bir yerel ofis müd ürü olarak Jason'ın işi, yerel çalışanlar ara­
sında iş paylaşımı yapmaktı. Her sabah, Oldsmobile'ini ön ta rafa
park eder ve ofisine girerdi, olası Na rkolombiya l ı n işancılardan
kaçmak için çabucak zırhlı kapıdan içeri da lardı. Bu, büyük Unc­
le Enzo ta belasına rastgele ateş etmelerini engellemezdi ama bu
tabelalar eski püskü görün meye başlamadan önce inanılmaz de-

-130-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

recede hasara katlanabil iyordu.


Jason içeride, güvenli bir şekilde SahaNet'e girerdi . İş listesi
otomatik olarak ekranda görü nürdü. Jason'ın tek yapması
gereken, o akşa m eve gitmeden önce bütün o işleri yapabi lecek
çalışanları bulmaktı yoksa kendisi ilgilenmek zoru nda ka l ıyordu.
İşler bir şekilde yapılmak zorundaydı. İşlerin büyük çoğunluğu
basit tesli matlardı, bunları da Kuryelere veriyordu. Sonra, bor­
cunu ödemeyen kişilerden ve teçhizat güvenliği açısı ndan Nova
Sicilya'ya bağlı olan bayi li klerden yapılması gereken tahsilatla r
vardı. Eğer i l k uyarıysa, ku rumlarının borç konu larında kişisel, bi­
rebir, pratik ve yakından ilgilenilen bir yaklaşım uygu ladığını vur­
gulamak için Jason şahsi olarak bu kişilere uğramayı seviyord u.
İ kinci veya üçüncü uyarıysa, yaptıkları işten her za man memnun
kaldığı etkili bir tahsilat ajansı olan Dead beaters lnternational'a
bir sözleşme yazardı. Sonra bazen H Kod ları vard ı . Jason, H Kod­
larıyla uğraşmaktan nefret ediyordu, onları topl umun işleyişini
sağlayan karşılıklı güven sistemindeki çöküşün belirtileri olara k
görüyord u. Ama genellikle bunlar bölgesel seviyede hallediliyor­
du ve Jason'ın tek yapması gereken, sonuçları yönetmek ve yo­
rum yönlendirmekti.
Bu sabah, Jason özellikle bakı m l ı görünüyordu, Oldsmobile'i
yeni boyanmış ve cilalanm ıştı. İçeri gi rmeden önce otopa rktaki
hamburger paketlerini topladı, nişancıların canı cehennemeydi.
Uncle Enzo'nun burada olduğunu duymuştu, limuzinlerini ve
savaş arabalarını ne zaman bayi liğe getireceği ve çalışan larla el
sıkışmak için ne zaman uğrayacağı asla bilinemezd i. Evet, Jason
bu akşam geç saatlere kadar çalışacaktı, Uncle E nzo'nun uçağının
sağ salim alandan uçtuğunu haber alana kadar sabahlayacaktı.
SahaNet'e girdi. Her zamanki gibi iş listesi ekranda göründü,
çok uzun bir liste değildi. Bayilikler arası işler bugün oldukça azdı
çünkü bütün yerel müdürler giyinmiş kuşanmış, Uncle Enzo'nun
olası gelişini bekl iyordu. Ama işlerden biri kırmızı harflerle en üst­
te duruyordu, öncel ikli bir işti.
Öncelikli işler biraz tuhaftı. Kötü moral ve genel ihma lkarlık
belirtisi. Her işin öncelikli bir iş olması gerekiyordu. Ama arada
bir, kesi nlikle gecikmemesi ya da mahvedil memesi gereken bir
şey olurdu. Jason gibi bir yerel müdür öncelikli bir işin emrini
veremezdi; daha yüksek bir kademeden gelmesi gerekiyordu.

-1 3 1-
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

Öncelikli bir iş genellikle bir H Koduydu. Ama Jason bunun ba­


sit bir teslimat olduğunu fa rk edip rahatladı. Bazı belgelerin onun
ofisinden şehir merkezinin güneyindeki Nova Sicilya Na: 4649'a
götürülmesi gerekiyordu.
Oldukça güneye. Compton'a. Bir savaş bölgesi, uzun süredir
Narkolombiyal ıların ve Rastafaryan silahlı soygu ncuların kalesi.
Compton. Com pton'daki bir ofis onun mali kayıtlarının i mzalı
kopyasını neden istiyordu ki? Bütün va kitlerini orada H Kodları
yaparak geçiriyor ol malıydılar.
Aslı nda, Compton'da bir bölgede çok etkin bir Genç Mafya gru­
bu vardı, bütün Na rkolombiyalıları defetmeyi başarmış ve bölgeyi
Mafya gözetimi a ltı na al mışlardı. Yaşlı kad ınlar tekrar sokaklarda
yürüyordu. Çocuklar okul servislerini bekliyor ve yakın zamanda
ka nla lekelenmiş kaldırı mlarda seksek oynuyordu. Bu güzel bir
örnekti; bu bölgede bu yapılabiliyorsa, her yerde yapılabi lirdi.
Aslında, U ncle Enzo onları bizzat tebrik etmek için geliyordu.
Bu öğleden sonra.
Ve No: 4649 onun geçici genel merkezi olacaktı .
Çı karımlar şaşı rtıcıyd ı .
Jason'a öncelikli b i r iş verilm işti, kayıtlarını bu öğleden sonra
Unce Enzo'nun espressosunu içeceği bayiliğe götürmesi gereki­
yord u !
Uncle E nzo onunla ilgileniyordu.
Bay Caruso yüksek yerlerde ta nıdı klarının olduğunu iddia et­
mişti ama gerçekten bu kadar yüksekte olabilir miydi?
Jason, renk uyumlu, toprak tonları ndaki döner sanda lyesine
yaslandı ve bi rkaç gün içinde bütün bölgeyi - ya da daha iyisini -
yönetme ihtimalini d üşündü.
Bir şey kesindi - bu bir Ku ryeye, kaykay üstündeki bir serse­
riye yaptırılacak bir teslimat deği ldi. Jason, belgeleri bizzat bırak­
mak için Oldsmobile'iyle gidecekti.

- 1 32 -
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

- 1 8-

Planladığından bir saat önce oradaydı. Yarım saat erken git­


meyi a maçlamıştı ama Com pton'ı görünce - burası hakkında
hikayeler duymuştu tabii ki, ama Tanrı m ! - arabayı manyak gibi
sürmeye başladı. Ucuz, pis bayiliklerin hepsinin logosu parlak,
çirkin bir sarıydı ve bu yüzden Alameda Sokağı önünde apaçık
fark ediliyordu, L.A.'in ölü merkezinden güneye fırlatı lmış radyo­
aktif bir sidik damlası gibiydi. Jason şerit işaretlerini ve kırmızı
ışıkları görmezden gelerek hızla ilerlemeye devam etti .
Bayiliklerin çoğu sarı logolu, Uptown, Narkolombiya, Cay­
mans Plus, Metazanya ve Kafes gibi varoş semt işletmeleriydi.
Ama Nova Sicilya konsolosluk bayisi bu bataklıkta kayalık adalar
gibi göze çarpıyordu - M afyanın, karşı konulmaz bir biçimde güç­
lü olan Narkolom biya'yı düelloda yenme çabasını gerçekleştirdiği
güvenli yer.
Kafesin bile satın almayacağı boktan araziler her zaman bir
Narkolombiya ruhsatına bir milyon Yen ödeyen ve etrafına çit çe­
virip bölgeselleştirebilecekleri bir gayrimenkule ihtiyacı olan eko­
nomi-kafalı müdürler tarafından alı nırdı. Bu yerel konsolosluk ba­
yileri, brütlerinin çoğunu bayilik ücretlerinde Medellin'e gönderir
ve genel giderlerini zar zor öderdi.
Bazıları dolap çevirmeye ka lkar, güvenlik kamerası nın izleme­
diğini düşündükleri anda birkaç faturayı gizlice ceplerine atar ve
en yakın Caymans Plus ya da The Alps konsolosluğuna giderdi.
Ama bu i nsanlar, Na rkolombiya'da neredeyse her şeyin, ölüm ce­
zası gerektiren bir suç olduğunu ve bir adalet sistemi olmadığını,
sadece günün ya da gecenin herha ngi bir saati konsolosluk bayi­
nize dalıp kayıtla rınızı Medelli n'deki fazla dikkatli bilgisayara faks­
lama hakkı olan bir ada let ekibi olduğunu çok çabuk öğrenirlerdi.
Bir idam mangasının önünde kendi ellerinizle inşa ettiğiniz işye­
rinizin arka d uva rına götürülmek kadar iğrenç bir şey olamazdı.
Uncle Enzo, Mafya nın sadakat ve geleneksel aile değerlerine
verdiği önemle, bu girişi mlerin çoğunu Narkolombiya vata ndaşı
olmadan önce kaydedebi lecekleri ni düşünüyordu.
Ve bu, Compton'a girerken Jason'ın artan sıklıkla görd üğü
bill boardları açıkl ıyord u . Uncle E nzo'nun gülen yüzü her köşe-

-1 3 3-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

den ışık saçıyor gibiydi. Her zamanki gibi, kolunu genç, sağl ıklı
bir siyah çocuğun omzuna atmıştı ve üstünde de bir slogan vardı:
MAFYA - AİLEDE B İ R ARKADAŞ I N IZ VAR ! ve RAHAT OLUN - MAF­
YAN iN GÖZETİ M İ ALTINDA OLAN BİR BÖLGEYE G İ RİYORSUNUZ!
ve UNCLE E NZO AFFEDER VE UNUTUR.
Sonuncusuna genellikle U ncle E nzo'nun kolunu bir gencin
omzuna koyduğu ve onunla sert ama babacan bir konuşma yap­
tığı bir resim eşlik ederdi. Kolombiyal ıların ve Jamaikal ıların nere­
deyse herkesi öldürdüğü gerçeğinin bir kinayesiydi.
OLMAZ, JOSE! Uncle Enzo bir elini kaldırmış, makineli tüfek
taşıyan İspanyol bir pisliği durdurmaya ça l ışıyordu; arkasında ço­
cuklar ve yaşlılardan oluşan, beysbol sopalarını ve tavaları büyük
bir kararlılıkla tutmuş pan-etn ik bir topluluk duruyordu.
Ah, tabii ki, Narkolombiyalıların koka yaprakları ndaki üstünlü­
ğü hala devam ediyord u ama artık Japon Eczacı lığı, Mexicali'deki
büyük kokain-sentezi tesisini neredeyse tamam lamıştı. Mafya,
bugünlerde bir işe başlayan her zeki gencin bu billboardlara dik­
kat edeceğini ve iki kere d üşüneceği ni iddia ediyordu. Yeni, kızıl
balçık rengi bir ceket giyip neşeli bir ailenin parçası olmak varken
neden bir Al-G it' in arkası nda kendi iç organ larında boğulasınız
ki? Özellikle de şimdi kü ltürel kim liğinize saygı duyacak siyah, İs­
panyol ve Asya l ı patronları varken? Sonuçta Jason sürüdeki bir
boğa gibiydi.
Siyah Oldsmobile'i böyle bir yerde hedef gibiydi. Gördüğü en
kötü yerdi Compton. Alev almış gaz yağı varillerinde köpek kızar­
tan cüzzamlılar. Sağanak kanal larından dışarı attıkları, üstü nden
sular dam layan mi lyon ve mi lyar dolarlık fatura yumaklarını yığ­
dıkları el ara balarını iten evsizler. Asfa lt leşleri - bir sürü asfalt leşi
- o kadar büyüktü ki sadece bir blok uzunluğundaki kısa ve uzun
şeritlere yapışmış insanlar olabilirdi. Büyük caddelerde yanan
barikatlar. Hiçbir yerde bir bayilik yoktu. Oldsmobile'den sesler
geliyordu. Jason bunun ne olduğunu an lamadı, sonra insanların
ona ateş ettiğini fa rk etti. Amcası iyi ki ona zırh ısmarlamıştı . Ateş
ettiklerini anladığında gerçekten heyecanlandı. Bu şey gerçekti,
dost u m ! Oldsmobile'inde dolaşıyor ve piçler ona ateş ediyordu
ve gerçekten önemli değild i !
Her sokakta bayilikler, Mafya savaş arabaları tarafı ndan ka­
patılmıştı. Adamlar iki metre uzunluğunda tüfekler taşıyarak ve

-134-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

arkası nda on santimlik flüoresan harflerle MAFYA yazan siyah


montlar giyerek ya nmış evlerin tepesi nde pusuya yatm ıştı.
Olay buydu, dostum, gerçek olay buydu.
Kontrol noktası nda durd uğunda, Oldsmobile'inin portatif bir
mayın tarlasının arasında kaldığını fark etti . Eğer yanlış adamsa,
arabayı çelik bir kurabiyeye çevirecekti. Ama Jason yanlış adam
değildi. O doğru adamdı. Öncelikli bir işi, yanındaki koltukta sıkı­
ca ve güzelce sarılmış bir belge yığını vardı.
Pencereyi açtı ve üst-kademe bir M afya muhafızı onu reti na
tarayıcısıyla yakaladı. Kimlik ka rtı saçmalığı yoktu. Bir mi kro sani­
ye içinde kim olduğunu anladılar. Travma önleyicisine yaslandı,
dikiz aynasından kendine ba ktı, saçını kontrol etti . Hiç de fena
değildi.
"Ah bap," dedi mu hafız, "listede değilsi n."
"Evet, listedeyim," dedi Jason. "Bu öncelikli bir teslimat.
Kağıtlar burada."
Saha Net iş listesinin çıktısını mu hafıza verdi, muhafız baktı,
homurdandı ve bir sürü antenle dolu savaş arabasına girdi.
Uzun, çok uzun bir bekleyiş oldu.
Mafya bayiliği ve etrafı arasındaki boşluktan bir adam yürüye­
rek yaklaşıyordu. Boş alan, yakılmış tuğlalar ve eğri büğrü elektrik
boru larından oluşan bir araziydi ama bu beyefendi Celile Deni­
zi'ndeki İsa gibi yürüyord u . Takım elbisesi tamamen siyahtı. Saçı
da. Yanında hiç muhafız yoktu. Etrafta ki güvenlik o kadar iyiyd i.
Jason, kontrol noktasındaki bütün mu hafızların biraz daha dik
durduğunu, kravatlarını ve üstünü başını düzelttiğini fa rk etti. Ja­
son da kurşun delikli Oldsmobile'inden inip bu adama gereken
saygıyı göstermek istiyordu ama kapıyı açam ıyordu çünkü iri bir
mu hafız tam orada duruyor, arabanın tavanını ayna olarak kulla­
nıyordu.
Birdenbire buradaydı .
"Bu o m u?" dedi bir muhafıza.
M u hafız birkaç san iye Jason'a ba ktı, sanki inanamıyordu, son­
ra siyah takım elbiseli, önemli adama baktı ve başını sallad ı .
Siyah ta kım e lbiseli a d a m da başını salladı, üstünü başını dü­
zeltti, birkaç dakika gözlerini kısarak etrafa baktı, çatı lardaki ni­
şancılara baktı, Jason hariç her yere baktı. Sonra bir adım öne
geldi. Bir gözü camdan yapılmıştı ve diğeriyle ayn ı yöne bakmı-

-135-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

yordu. Jason başka tarafa ba ktığını düşündü. Ama gören gözüy­


le ona bakıyord u . Ya da bakmıyord u. Jason ha ngi gözün gerçek
olduğunu anlayamıyordu. Bir dondurucudaki köpek yavrusu gibi
irkildi ve durdu.
"Jason Brickenbridge," dedi adam.
"Halterci," diye hatırlattı Jason.
"Kapa çeneni. Bu konuşmanın geri kalanında hiçbir şey söyle­
meyeceksin. Neyi yanlış yaptığını söylediğimde, üzgün olduğunu
söylemeyeceksin çünkü üzgün olduğunu zaten biliyoru m. Ve bu­
radan ca nlı çıktığında, hayatta olduğun için bana teşekkür etme­
yeceksin. Ve bana hoşça kal bile demeyeceksin."
Jason başı nı sallad ı .
"Başı nı sallamanı bile istemiyorum, beni o kadar sinirlendiri­
yorsun. Sadece dur ve kapa çeneni. Tamam, başlayalım. Bu sabah
sana öncelikli bir iş verd ik. Gerçekten kolaydı. Tek ya pman gere­
ken kahrolası iş kağıdını okumaktı . Ama okumadın. Sadece tesli­
matı yapma işini üstlendin. Ki iş kağıdı bunu yapmamanı açıkça
söylüyordu."
Jason'ın gözleri koltuktaki belgelere kaydı .
"Onlar saçmalık," dedi adam. "Senin lanet belgelerini iste­
miyoruz. Seninle ve cehennemin dibindeki lanet bayi liğinle ilgi­
lenm iyoruz. Tek istediğimiz Ku ryeydi. İş kağıdında bu teslimatın
senin bölgende çalışan Y.T. isimli bir Kuryeyle yapıl ması gerektiği
yazıyordu. Uncle Enzo, Y.T.'den hoşlandı. Onunla tanışmak istiyor.
Şimdi, sen işi batırdığın için Uncle Enzo'nun isteği yeri ne getiril­
medi. Ah, ne korku nç bir son. Ne utanç. Ne inanılmaz bir sıçış.
Bayi liğini kurtarmak için artık çok geç, Halterci Jason. Ama lağım
farelerinin meme uçlarını akşam yemeğinde yemesini engelle­
mek için çok geç ol mayabilir."

-136-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

- 19 -

"Bu bir kıl ıçla ya pılmamış," dedi Hiro. Durmuş Lagos'un cese­
dine ba karken şaşkınlığın da ötesindeydi. Bütün duyguları muhte­
melen daha sonra, eve gidip uyumaya çal ıştığında hissedecekti.
Şimdilik, beyninin düşünen kısmı vücudundan ayrılmış gibiydi,
sanki bir sürü hap yutmuştu ve tıpkı Squeaky kadar soğukkanlıydı.
"Öyle mi? Nasıl an layabildiniz?" dedi Squeaky.
"Kıl ıçlar hızlı keser, baştan sona. Bir kafa ya da bir kol kesermiş
gibi. Kılıçla öldürülmüş biri bunun gibi görü nmez."
"Gerçekten mi? Kılıçla çok insan öldürdünüz mü, Bay Prota-
gonist?"
"Evet. Metaevrende."
Bir süre daha cesede bakarak du rdular.
"Bu bir hız hareketi gibi görü nm üyor. Bu bir güç hareketi,"
dedi Squeaky.
"Raven yeterince güçlü görü nüyor."
"Evet öyle."
"Ama silah taşıdığını düşünmüyorum. Crips onu aradı, temizdi."
"O za man ödünç almış olmal ı," dedi Squeaky. "Bu herif her
yerdeydi. Onu izl iyorduk çünkü Raven'ı kızd ırmasından korktuk.
Sürekli gözetleme için uygun bir yer arıyordu."
"Gözetleme ekipman ları var," dedi Hiro. "Ne kadar yü kseğe
çıkarsa, o kadar iyi çalışıyor."
"Demek bu yüzden bu sete geld i. Ve görü nüşe göre, suçlu
onun nerede olduğunu biliyormuş."
"Topra k," dedi Hiro. "Lazerleri izle."
Aşağıda Sushi K, kafasına fırlatılan bira şişesi nden kaçmak için
parmak uçlarında döndü. Bir sürü lazer ışığı setin üzerinde dola­
şıyordu, rüzgarın getirdiği ince tozun üzerinde açıkça görü lebili­
yordu.
"Bu adam lazer kullan ıyordu. Buraya çıkar çıkmaz-"
"Onun yerini belirlediler," dedi Squea ky.
"Ve sonra Raven onun peşinden geldi."
"Yani, o olduğunu söyleyemeyiz," dedi Squeaky. "Ama bu kişi"
- cesedi gösterdi - "Raven'ı tehdit edilmiş hissettiren bir şey yap­
mış olabilir."

-137-
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

"Ne bu, grup terapisi mi? Raven'ı tehdit edilmiş hissettirmek


kimin umurunda?"
"Benim umurumda," dedi Squea ky, büyük bir kararlılıkla.
"Lagos sadece bir ga rgoyleydi. İstihbarat için bilgi topluyordu.
Ciddi operasyonlara gittiğini sanmıyorum - ve gidiyorsa bile, bu
kıyafetlerle ya pmazd ı."
"O zaman Raven neden bu kadar sinirlendi sizce?"
"Sanırım gözetleme altında olmayı sevmiyor," dedi Hiro.
"Evet," dedi Squeaky. "Bunu un utmamalısın ız."
Sonra Squeaky kulakl ığındaki sesleri daha iyi duymak için bir
elini kulağının üstüne koyd u.
"Y.T. bu olayı gördü mü?" dedi Hiro.
"Hayır," diye mı rıldandı Squea ky, birkaç san iye sonra. "Ama
onu buradan ayrı lırken gördü. Şu an onu ta kip ediyor."
"Neden böyle bir şey yapsın ki?!"
"Sa n ırım siz yapmasını söylemişsiniz ya da öyle bir şey."
"Onun peşinden gideceği aklıma gelmemişti."
"Raven'ın adamı öldürdüğünü bilmiyor," dedi Squeaky. "Sa­
dece gördüğü için aradı - Harley'iyle Çin Maha llesine gidiyor." Ve
seti tırmanmaya başladı. Birkaç İnfazcı arabası yukarıdaki otoyo­
lun kenarına park etmiş, bekliyordu.
Hiro da arkası ndan gitti. Kılıç dövüşü sayesinde bacakları çok
iyi durumdaydı ve Squeaky arabasına u laşana kadar ona yetiş­
meyi başa rdı. Şoför elektrikli kapı ki litlerini açtığında Squeaky ön
koltuğa geçerken Hiro da arka koltuğa atladı. Squeaky arkasını
döndü ve ona yorgun bir bakış attı.
"Uslu duracağım," dedi Hiro.
"Tek bir şey-"
"Biliyorum. Raven'a bulaşma."
"Evet."
Squeaky bir süre daha ters ters baktı ve sonra başını çevirdi,
şoföre arabayı sürmesini işaret etti. Gösterge paneli yazıcısından
üç metrelik bir çıktıyı sabırsızca çekti ve incelemeye başlad ı .
Bu u z u n kağıt şerid inde Hiro, Raven'ın uğraştığı keçi saka l l ı
Crip'in birkaç yorumunu gördü. Çıktıda ondan "T-Bone M u rphy"
olarak bahsediliyordu.
Ayrıca Raven'ın bir fotoğrafı vardı. Ha reket ederken çekilmişti,
vesikalık bir fotoğraf değildi. Berbat bir çıktıyd ı . Renkleri soldura n
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

ve düşük kontrastlı gösteren bir tür ışık-artıran optikle çekilm işti.


Daha net görünmesi için biraz görüntü işleme ya pılmıştı; bu da
onu daha pikselli hale getirmişti . Plaka, arka lambaların parıltısın­
da kaybolmuş yassı bir lekeydi. Bir tarafa yatmıştı, motosiklet se­
petinin tekerleği bi rkaç santim havadaydı. Ama motorcunun bir
boynu varmış gibi görü nmüyordu; başı ya da daha çok karanlık
bir leke, omuzlarıyla birleşene kadar genişlemeye devam ediyor­
du. Bu kesinlikle Raven'd ı .
"T-Bone M u rphy'nin fotoğrafı neden orada?" dedi Hiro.
"Onu kova l ıyor," dedi Squeaky.
"Kim kimi koval ıyor?"
"Arkadaşınız Y.T. bir Edward R. M u rrow değil. Ama raporla­
rından anlaya bildiğimiz kadarıyla ayn ı bölgede görülmüşler, bir­
birlerini öldürmeye çalışırken," dedi Squeaky. Kulaklı klarından
gelişmeleri alan birinin yavaş ve uzak ses tonuyla konuşuyordu.
"Bir tür an laşma yapıyorlardı," dedi Hiro.
"O zaman şu a nda birbirlerini öldürmeye çalışmalarına çok
şaşı rmad ı m ."

Şehrin bir bölgesine vardıklarında, T-Bone ve Raven gösterisini


takip etmek, a m bulansları birleştirme olayına dönüştü. Birkaç
blokta bir, polis ve doktor topluluğu, kıvılcım saçan ışıklar ve
öksüren telsizler vardı. Tek yapma ları gereken birinden d iğerine
gitmekti.
İ l kinde, ka ld ırımda yatan ölü bir Crip va rdı. İki metre geniş­
liğinde bir kan tabakası vücud undan çaprazla ma bir şekilde yola,
oradan da bir rögara akıyordu. Ambulans görevlileri etrafta
dikilmiş sigara içiyor, plastik bardakta kahve içiyor, cesedi morga
götürmek için İ nfazcıların incelemesini ve fotoğraf çekmesini
bekliyord u. Açı lmış bir damar yolu, etrafa fı rlatılmış tıbbi bir atık
parçası ya da açılmış bir doktor çantası yoktu; uğraşmamışlardı
bile.
Bir sonraki parlak ışık toplu luğuna gitmek için birkaç köşe
döndüler. Burada, ambulans şoförleri, bir Meta Polisin bacağına
şişirilebilir alçı takıyord u.
"Motosiklet üstünden geçmiş," dedi Squea ky, klasik bir İ nfaz­
cının, acınası arkadaşları MetaPolislere duyduğu küçümsemeyle
başını salladı.

-139-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Sonunda, hepsi duya bilsin diye telsiz yayınını gösterge pane­


line ekledi.
Motosikletçinin izleri artık soğuktu ve görün üşe göre yerel
polislerin çoğu olayın yarattığı soru nlarla uğraşıyordu. Ama bir
vatandaş aram ış, motosikletli bir adamın ve başka birkaç kişi nin
onun apartmanının önündeki şerbetçiotu ta rlasına zarar verdiği­
ni ihbar etmişti.
"Buradan üç blok ötede," dedi Squeaky şoföre.
"Şerbetçiotu mu?" dedi Hiro.
"Orayı biliyorum. Yerel bir bira fabrikası," dedi Squeaky. "Ken­
di şerbetçiotları nı yetişti riyorlar. Şehirdeki bahçıvanlara yaptı rı­
yorlar. Onların a nga ryasını çeken Çinli köylüler."

Oraya vardıklarında, Raven'ın neden bir şerbetçiotu tarla­


sına doğru gittiği anlaşıldı: gizlenmek için m ükemmel bir yerdi.
Şerbetçiotları, uzun bambu çubuklarından ya pılmış kafeslerde
yetişen ağır, çiçekli sarmaşıklardı. Kafesler i ki buçuk metre
yüksekl iği ndeyd i; hiçbir şey görü nmüyordu.
Hepsi arabadan indi.
"T-Bone?" diye bağırdı Squea ky.
Tarlanın ortasından biri nin bağırarak İngil izce bir şeyler söyle­
diğini duydular. "Buradayı m ! " Ama Squeaky'ye cevap vermiyor­
du.
Şerbetçiotu tarlasına girdi ler. Di kkatlice. Etrafta marihua­
nadan farklı olmayan reçineli bir koku vardı, pahalı bir biradan
çıkan keskin koku gi biyd i. Squeaky, Hiro'ya arkada ka lmasını işa­
ret etti.
Başka durumlarda, Hiro bunu yapard ı . Ya rı Ja pon'du ve bazı
durumlarda otoriteye tamamen saygı lıydı.
Bu o durumlardan biri değildi. Raven, Hiro'nun yakınına bir
yere gelirse, Hiro onunla katanasıyla konuşacaktı . Ve olay oraya
gelirse, Hiro, Squeaky'yi ya kınla rında istemiyordu çünkü gerilme
hareketini yaparken Squeaky kolunu ya da bacağını kaybedebi­
lirdi.
"Hey, T-Bone!" diye bağırdı Squeaky. "Biz İnfazcı larız ve çok
kızgınız ! Çık oradan, dostum. Hadi eve gidel i m ! "
T-Bone, ya da Hiro'nun T-Bone olduğunu düşündüğü kişi, ma­
kineli tabancadan bir el ateş ederek cevap verdi. Namlunun alevi

-140-
PARAZİT N EAL STEPHENSON
-

şerbetçiotu sarmaşıklarını bir işaret ci hazı gibi aydınlattı. Hiro bir


omzunu yere eğdi, birkaç saniyeliğine kendini yumuşak toprağa
ve yaprakların içine gömdü.
"Lanet olsu n !" dedi T-Bone. Bu, hayal kırıklığına uğramış ama
içinde ağır bir öfke duygusu olan ve hiç korku ol mayan bir 'la net
olsun'd u.
Hiro çömeliş pozisyonuna geçti, etrafa baktı . Squeaky ve diğer
İ nfazcı hiçbir yerde görü nm üyordu.
Hiro kafeslerden birinin içinden geçerek olayın olduğu yere
yakın bir sı raya gelmeye çalıştı.
Diğer İnfazcı da - şoför - aynı sırada, yaklaşık on metre uza­
ğındaydı, sırtı Hiro'ya dön üktü. Omzunun üzeri nden Hiro'nun ol­
duğu tarafa, sonra diğer ta rafa ba ktı ve başka birini gördü - Hiro
kim olduğunu tam olarak göremiyordu çünkü İnfazcı önündeyd i.
"Bu da ne," dedi İ nfazcı.
Sonra biraz sıçradı, irkilmiş gibi ve ceketi nin arkasına bir şey
oldu.
"Kim o?" dedi Hiro.
İnfazcı bir şey söylemedi. Arkasını dön meye çalışıyordu
ama bir şey onu engelliyordu. Bir şey etrafı ndaki sarmaşıkları
sal l ıyordu.
İ nfazcı titredi, yalpaladı. "Kaçmamız lazım," dedi yüksek sesle,
kime dediği belli değildi. Koşmaya başladı, Hiro'dan kaçıyordu.
Sıradaki diğer kişi a rtık gitmişti. İ nfazcı tuhaf, kolları iki yana
düşmüş, dimdik bir şekilde koşuyordu.
Hiro onun peşinden koştu. İ nfazcı sıranın sonuna, sokak
ışıklarının görü ndüğü yere doğru koşuyord u.
İnfazcı ondan birkaç saniye önce tarladan çıktı ve Hiro
kaldırımın kenarına geldiğinde o, devasa bir görüntü ekranından
gelen mavi ışıkla aydınlatılmış yolun o rtası ndaydı. Tuhaf,
küçük, paldır küldür adım larla etrafında dönüyordu, dengesini
kuramıyordu. Boğazını temizlemek istermiş gibi hırı ldayan alçak,
sakin bir sesle "Aaah, aaah" diyordu.
İnfazcı dönerken, Hiro ona iki buçuk metrelik bir bambu
kargısının sa planmış olduğunu gördü. Yarısı önden, yarısı arkadan
çıkmıştı. Arkadaki ucu kan ve dışkı parça la rıyla kararmıştı, ön
taraftaki ucu ise yeşil-sarı ve temizdi. İnfazcı sadece ön ta rafta kini
görebiliyordu ve elleriyle kargıya dokunuyor, gözlerinin gördü-

- 141 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

ğünü onaylamaya çalışıyordu. Sonra arkadaki uç, park edilmiş bir


arabaya çarptı, boyalı ve cilalı bagaj kapağının üzerinde bok izleri
bıraktı. Arabanın alarmı ötmeye başladı. İ nfazcı sesi duyunca ne
olduğuna bakmak için arkasını döndü.
Hiro onu son gördüğü nde, titrek neon ışıkların olduğu soka­
ğın ortasından Çin Mahal lesi'ne doğru koşuyordu, araba alarmı­
nın bip sesiyle çakışan berbat, rastgele bir şarkıyı bağırarak söy­
lüyordu. Hiro o anda bile dünyada bir şeyin yırtılarak açıldığını ve
boşluğun üzerinde sa l lanarak olmak istemediği bir yere baktığını
hissetti . Biokütlede kaybolmuştu.
Katanası nı çıkardı.
"Squeaky !" d iye bağırdı. "Mızrak fırlatıyor! Hem de çok iyi fır­
latıyor! Şoförün vuruldu!"
"Tamam !" diye bağırdı Squeaky.
Hiro en ya kın sıraya geri döndü. Sağ ta raftan bir ses d uydu
ve o sıraya geçmek için katanasını kullanarak otları kesti . Burası
şu a n için iyi bir yer değildi ama görüntü ekranının plütonik ışığı
altındaki soka kta durmaktan daha güvenliyd i.
Sıranın sonunda bir adam vardı. Hiro, kafasının omuzlarına
ulaşana kadar genişleyen tuhaf şeklinden onu ta nıdı. Bir elinde
kafeslerden yeni koparılmış bir bambu çubuğu tutuyordu .
Raven diğer eliyle b i r ucuna vurdu ve kısa b i r pa rça yere d üştü.
O elinde bir şey parl ıyordu, görünüşe göre bu bir bıçaktı . Çubuğu
bir mızrağa dönüştürmek için bir ucunu keskin bir açıyla kesmişti .
M ızrağı dümdüz fırlattı. Hareketi sakin ve güzeldi. Mızrak gö­
rünm üyordu çünkü doğrudan Hiro'ya geliyordu.
Hiro'n un doğru pozisyonu alacak vakti yoktu ama önemli
değildi çünkü zaten pozisyonunu almıştı . Ne zaman elinde bir
katana olsa otomatik olarak pozisyon alıyordu çünkü dengesini
kaybetmekten ve ya n l ışlıkla kolunu ya da bacağını kesmekten
korkuyordu. Ayaklar paralel ve öne doğru bakıyordu, sağ ayak
sol ayağın önündeydi, katana da penisin bir uzantısı gibi kasık se­
viyesine i ndirilm işti. Hiro katananın ucunu kaldırdı ve kılıcın yan
tarafıyla mızrağa vurarak başka ta rafa fırlattı; mızrak dönerek yan
tarafa, Hiro'nun sağındaki bir sarmaşığa sapla ndı. Durana kadar
bir sürü sarmaşığı koparmıştı. Ağırdı ve çok hızlı gidiyordu.
Raven gitmişti .
Bu arada, Raven bu akşam birkaç Crips ve İnfazcıyla çarpışma-

-142-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

yı amaçladıysa bile, bir silah taşıma zahmetine girmemişti.


Birkaç sıra i leriden bir silah sesi daha geldi.
Hiro oldukça uzun bir süredir dikilmiş, biraz önce olanları dü­
şünüyordu. Yandaki sarmaşık sırasını kesti ve namlu alevinin gel­
diği yöne doğru ilerlemeye başladı, bir ya ndan da konuşuyord u :
"Ateş etme, T-Bone, ben senin tarafındayım dostum."
"Orospu çocuğu göğsüme mızrak fırlattı dostu m ! " diye sızlan­
dı T-Bone.
Zırh giydiyseniz bir mızrakla vurulmak önemli bir şey değildi.
"Belki de sadece unutmalısı n," dedi Hiro. T-Bone'a ulaşmak
için bir sürü sarmaşık sırası kesmek zorunda kal ıyordu ama
T-Bone konuşmaya devam ettiği sürece Hiro onu bulabil irdi.
"Ben bir Crip'im. Biz hiçbir şeyi u nutmayız," dedi T-Bone. "Sen
misin?"
"Hayır," dedi Hiro. "Daha oraya gelmedim."
Bir el ateş sesi geldi, sonra kesildi. Birden, kimse konuşmaz
oldu. Hiro ya ndaki sırayı da kestiğinde neredeyse T-Bone'un kesik
eline basıyordu. Parmağı hala bir MAC-ll'in tetik korkuluğunu
tutuyordu.
T-Bone'un geri ka lan kısmı iki sıra ötedeydi . Hiro du rdu ve sar­
maşıkların arasından izledi.
Raven, Hiro'n un profesyonel bir spor etkinliği dışında gördü­
ğü en iri adamlardan biriydi. T-Bone sıranın sonunda ondan ka­
çıyordu. Raven uzun, kendinden emin adımlarla ha reket ederek
T-Bone'a yetişti ve bir elini T-Bone'un vücuduna doğru savurdu;
orada olduğunu anlamak için Hiro'nun bıçağı görmesine gerek
yoktu.
T-Bone bu olaydan, dikilmiş bir el ve biraz reha bilitasyonla
kurtu lacakmış gibi görünüyordu çünkü zırh giymişse bir insan o
şekilde bıçaklanarak öldürülemezd i .
T-Bone çığlık attı.
Raven'ın eli yukarı aşağı hareket ediyordu. Bıçak, kurşungeçir­
mez kumaşı boydan boya kesmişti ve şimdi Raven, Lagos'a yaptığı
gibi T-Bone'un da bağırsaklarını dışarı çıkarmaya çal ışıyordu. Ama
bıçağı - ya da her ne boksa - kumaşı o şeki lde kesemed i. İçine
girecek kadar keskindi - ki bu imkansızdı - ama kesecek kadar
keskin değildi.
Raven bıçağı çekti, bir dizinin üstüne çöktü ve bıçağı tuttuğu

-143-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

elini uzun bir el ips şeklinde T-Bone'un ka lçalarının a rasına doğru


salladı. Sonra T-Bone'un yere düşen vücud unun üstünden atladı
ve kaçtı.
Hiro, T-Bone'un öldüğünü anladı, bu yüzden Raven'ı takip et­
meye başladı. N iyeti adamı yakalamak değildi, nerede olduğunu
anlamaktı .
Birkaç sarmaşık sırası daha kesmek zorundaydı. Raven'ı he­
men kaybetti. Diğer tarafa doğru koşabildiği kadar hızlı koşmayı
düşündü.
Sonra bir motosiklet motoru nun derin, ciğer-genişleten gü­
rültüsünü duyd u. Hiro en yakın sokak çıkışına koştu, sadece bir
an için görmeyi um uyordu.
Ve gördü de, ama çok kısa bir görüntüydü, polis arabasındaki
grafi kten çok daha iyi değild i. Raven, tam giderken dönüp Hiro'ya
baktı . Sokak lambasının tam altındaydı bu yüzden Hiro ilk kez yü­
zünü net görebildi. Asyalıydı. Çenesine uzanan bir bıyığı vard ı .
Başka b i r Crip, Hiro'dan ya rım saniye sonra koşarak sokağa
geldi, Raven gid iyordu. Durumu değerlendirmek için bir an ya­
vaşladı, sonra savu nma oyuncusu gibi motosi kleti hızla sürdü.
Bunu yaparken bağı rıyordu, savaş narası atıyord u.
Squeaky, Crip'le neredeyse aynı anda geldi ve onları soka kta
kovala maya başladı.
Raven, arkası ndan koşan Crip'ten bihaber gibi görü nüyordu
ama aslında belli ki motosikletin d ikiz aynasından onun yaklaş­
masını izl iyordu. Crip menzile girdiğinde Raven kolu bıraktı ve
sanki çöp ata rmış gibi elini geri doğru salladı. Yu mruğunu, bir
toptan fırlatılan donmuş bir domuz budu gibi Crip' in yüzünün or­
tasına vurdu. Cri p'in başı geriye savruldu, ayakları yerden kesildi,
ters saltoyu neredeyse tamamladı ve önce ensesi ni çarparak ka l­
dırıma düştü, bunu yaparken kolları da yola çarpm ıştı. Kontrollü
bir düşüşe çok benziyordu ama öyleyse, bu refleks olmalıyd ı.
Squeaky yavaşladı, döndü ve Raven'ı um ursamadan yerdeki
Crip'in ya nına çömeldi.
Hiro iri, radyoa ktif, mızrak-fı rlatan, acımasız uyuşturucu ta­
cirinin motosikletiyle Çin Mahallesine gidişini izledi. Onu bulup
ya kalamak söz konusuysa bu Çin'e gitmekle aynı şeydi.
Sokağın ortasında çarmıha geri lmiş gibi yatan Crip'i n yanına
gitti . Crip' in yüzü nün alt yarısı nı açıkça görmek oldukça zordu.

-144-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

Gözleri yarı açıktı ve oldukça ra hatlamış görün üyordu. Sessizce


konuştu. "Kahrolası bir Hintli falan."
İlginç bir fikir. Ama H i ro hala onun Asyalı olduğunu düşünü­
yordu.
"Ne yaptığını zannediyordun, pislik herif?" dedi Squeaky. O
kadar sinirliydi ki Hiro geri çekildi.
"O aşağı lık herif bizi dolandırdı - çanta yand ı," dedi Crip, ezi l­
miş çenesinin arasından.
"O zaman neden boş vermedin? Sen deli misin, Raven'la böy­
le uğraşıyorsun?"
"Bizi dolandırdı. Bunu yapan kimse hayatta kalmaz."
"Raven yaptı ve hayatta," dedi Squeaky. Sonunda biraz sakin­
leşiyordu. Topuklarının üstüne çöktü, başını kaldırıp Hiro'ya baktı .
"T-Bone ve şoförün muhtemelen hayatta değil," dedi Hiro.
"Bu adam kımı ldamasa iyi olur - boynu kırılmış olabilir."
"Boyn unu ben kırmadığım için şanslı," dedi Squeaky.
Ambulans görevlileri, Crip ayağa ka lkmak için sabırsızlan maya
başlamadan önce boynuna bir şişme boyu nluk takacak kadar hız­
lı geldi. Birkaç dakika içinde onu götürdüler.
Hiro tekrar şerbetçiotlarının arasına girdi ve T-Bone'u buldu.
T-Bone ölmüştü, bir kafesin önüne diz üstü yığılm ıştı. Kurşun­
geçirmez yeleğini delen bıçak muhtemelen ölümcül olabilird i
a m a bu Raven'a yetmemişti. Alçalmış, T-Bone'un kalça larının i ç
taraflarını doğramıştı, şu an kemiğe kadar açıktı . Böyle yaparak,
T-Bone'un uyluk atardamarlarının ikisini de boylu boyunca kes­
mişti ve vücudundaki bütün kan boşa l mıştı. Bir strafor bardağın
alt kısmını kesmek gibi.

-145-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 20 -

İ nfazcılar arabalar, hapishane arabaları ve açık kasa ka m­


yonlarda uydu bağlantılarıyla bütün bloğu bir polis merkezine
dönüştürdü. Beyaz giysili adamlar Geiger sayaçlarıyla şerbetçiotu
tarlasında dolaşıp duruyordu. Squeaky de kulaklığıyla dolaşıyor,
boşluğa bakıyor, orada olmayan insanlarla konuşuyordu. Bir
çekici kamyon geldi, arkasında T-Bone' un siyah BMW'sini çeki­
yordu.
"Hey, sen." Hiro arkasını döndü ve baktı. Bu Y.T.'ydi. Sokağın
karşısındaki mekan Hunan'dan yeni çıkmıştı. Hiro'ya küçük beyaz
bir kutu ve yemek çubu kları verdi. "Siyah fasulye soslu baharatlı
tavuk, monosodyum glutamat yok. Yemek çubuklarını nasıl kulla­
nacağını biliyor m usun?"
Hiro bu aşağılamaya omuz silkerek cevap verdi.
"İki ta ne sipariş ettim," diye devam etti Y.T., "çünkü sanırım bu
akşam bir sürü bilgi topladık."
"Burada ne olduğunun farkında mısın?"
"Hayır. Yani, belli ki bi rileri yaralanmış."
"Ama olaya tanık olmadı n."
"Hayır, onlara yetişemedim."
"Bu iyi," dedi Hiro.
"Ne oldu?"
Hiro sadece başını sallad ı . Baharatlı tavuk ışıkların altında par­
l ıyordu; hayatı boyunca hiç bu kadar az aç olmam ıştı. "Bi lseydim
seni bu işe karıştı rmazd ı m . Sadece gözetleme işi olduğunu san­
m ıştım .''
"Ne oldu?"
"Konuşmak istemiyorum. Bak. Raven'dan uzak dur, tamam mı?"
"Tamam," dedi Y.T. Bunu, yalan söylediği ve bunu sizin anla-
manızı istediği zamanlarda takındığı neşeli ses tonuyla söyledi.
Squea ky, BMW'nin arka ka pısı nı açtı ve arka koltuğa baktı.
Hiro biraz daha yaklaştı, soğuk dumanın kötü kokusunu aldı. Bu,
ya nmış plastik kokusuydu.
Raven'ın daha önce T-Bone'a verdiği alümi nyum çanta koltu­
ğun ortasında duruyordu. Ateşe atılmış gibi görünüyordu; kilit­
lerin etrafına doğru yayılan siyah duman lekeleri vardı ve plasti k

-146-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

kolu kısmen erimişti. BMW'nin koltu klarını kaplayan yumuşak de­


ride ya nık lekeleri vardı. T-Bone'un sinirlenmesi boşuna değildi.
Squeaky bir çift lateks eldiven giydi. Çantayı çıkardı, bagaj ka­
pağının üstüne koyd u ve küçük bir levyeyle kilitleri açtı .
Her ne ise, karmaşık ve iyi tasarlanm ıştı . Çantanın üst kıs­
mında Hiro'nun u-stor-it'te gördüğü küçük kırmızı kapaklı tüpler­
den vardı. Beş sıra ve her sırada yaklaşık yirmi tüp vard ı .
Çantanın a l t kısmı küçük, eski b i r bilgisayar bağlantısına
benziyordu. Büyük bir kısmını bir klavye kaplıyordu. Bir seferde
muhtemelen beş satırlık bir yazı gösterebilen küçük bir sıvı kristal
ekran vardı. Yaklaşık bir metre uzunluğunda sarılı bir kabloyla
çantaya bağlanmış, kaleme benzer bir nesne vardı. Bir ışıklı ka­
lem ya da bir ba rkod tarayıcısına benziyordu. Klavyenin üstünde,
klavyeyle yazan kişiye yöneltilmiş bir lens vardı. İşlevleri çok belli
olmayan başka şeyler de vard ı : kredi ya da kimlik kartı yerleştir­
me yeri olabilecek bir yuva ve o küçük tüplerden birinin büyüklü­
ğünde, silindir şekl inde bir soket.
Hiro'ya göre bu şey bir zamanlar böyle görünüyordu. H i ro
gördüğünde hepsi eriyip birbirine girmişti . Çanta nın dışındaki
duman lekelerinin şekl ine bakılırsa - üst ve alt kısım arasındaki
çatlaktan dışarı doğru çıkıyor gibiydi - alevlerin kaynağı içeridey­
di, dışarıda değil.
Squeaky uzandı, raftaki tüplerden birini aldı ve Çin Mahal­
lesi'nin parlak ışıklarına doğru tuttu. Daha önce şeffaftı ama şim­
di ısı ve dumanla kararmıştı. Uzaktan basit bir ilaç şişesine ben­
ziyordu ama daha yakından bakı nca Hiro bu şeyin içinde en az
yarım d üzine küçük, ayrı bölme olduğunu gördü, hepsi ka piler
tüplerle birbirine bağlıyd ı . Ucunda kırmızı plasti k bir ka pak vard ı .
Kapakta siyah, dikdörtgen şeklinde bir pencere vardı v e Squeaky
döndürünce, Hiro içindeki etkin olmayan ışıklı göstergenin koyu
kırm ızı parıltısını gördü, kapalı bir hesap makinesi nin ekranına
bakmak gibiydi. Onun altı nda küçük bir delik vardı. Basitçe açıl­
mış bir delik değildi. Yüzeyi genişti ve neredeyse görünmez, iğne
ucu kadar küçük bir noktaya doğru daralıyordu.
Şişenin içindeki bölmeler kısmen sıvı larla doluydu. Bazıları
saydam, bazıları da siya h ı msı kahverengiydi. Kahverengi olanlar
bir çeşit orga nik madde olmalıydı, şimdi ısı yüzünden tavuk
çorbasına dönm üşlerdi. Saydam olanlar her şey olabilirdi.

-147-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Bara gidip bir şeyler içmek için çıkmıştı," diye mırıldandı Squ­
eaky. "Pislik herif."
"Kim?"
"T-Bone. T-Bone bu üniten in kayıtlı kullan ıcısıydı. Bu çantanın.
Ve bundan üç metre uzaklaşır uzaklaşmaz bum kend ini imha
- -

etti."
"Neden?"
Squeaky Hiro'ya sa lakmış gibi baktı. "Ben Merkezi İstihbarat'ta
ça lışmıyorum. Ama sanırım bu uyuşturucuyu kim yapıyorsa - ona
Geri Sayım ya da Kırmızı Kapak ya da Ka r Çöküşü diyorlar - ticari
sırlar hakkında çok şey biliyor. Yani uyuşturucu satıcısı çantayı bıra­
kırsa ya da kaybederse ya da başkasına vermeye ça lışırsa - bum."
"Sence Crips, Raven'ı yakalayabi lecek mi?"
"Çin Mahal lesi'nde deği l . Lanet olsun," dedi Squeaky, olanları
düşünüp tekrar sinirlend i. "O adama inanam ıyoru m. Onu öldü­
rebilirdim."
"Raven'ı mı?"
"Hayı r. O Crip' i. Raven'ı kova laya n . Ona ilk ben değil Raven
ulaştığı için şanslı."
"Sen Crip' i mi koval ıyord un?"
"Evet, Crip' i kova l ıyordum. Ne, Raven'ı yakalamaya çalıştığımı
mı sandı n?"
"Biraz, evet. Yani, kötü adam o, deği l mi?"
"Kesinlikle. Bu yüzden, eğer polis olsayd ım ve ışım kötü
adamları yakalamak olsaydı Raven'ı kova l ıyor ol urdum. Ama ben
bir İnfazcıyı m ve benim işim düzen sağla mak. O yüzden Raven'ı
koru mak için elimden geleni yapıyorum - şehirdeki diğer İ nfazcı­
lar gibi. Ve gidip Raven'ı bulmayı ve öld ürdüğü arkadaşı nın öcünü
al mayı düşünüyorsan, bunu unutabilirsin."
"Öldürdüğü mü? Hangi arkadaş?" Y.T. araya girdi. Lagos'a ne
olduğunu görmemişti.
Hiro bunu duyu nca alça lmış hissetti . "Herkes bana bu yüzden
mi Raven'a bulaşma diyordu? Ona saldıracağımdan korktu kları
için mi?"
Squeaky kılıçlara baktı . "İmkanların va r."
"Neden birileri Raven'ı koru mak zorunda?"
Squeaky gülümsedi, sanki şakalaşma diyarı nın sınırlarına gir­
mişlerdi. "O bir Hükü mdar."

-148-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"O zaman ona savaş açın."


"Bir nükleer güce savaş açmak iyi bir fikir değil."
"Ha?"
"Lanet olsun," dedi Squeaky, başını sal layarak, "bu konu hak­
kında bu kadar az şey bildiğini bilseydim, seni asla arabama al­
mazdım. Senin ciddi bir MİŞ operasyon adamı olduğunu düşün­
müştü m. Sen şimdi bana gerçekten Raven hakkında hiçbir şey
bil mediğini mi söylüyorsun?"
"Evet, onu söylüyoru m."
"Peki. Sana anlatacağım ki gidip daha fazla sorun çıkarma. Ra­
ven, eski bir Sovyet nükleer denizaltısından çıkardığı bir torpido
başlığına sahip. Tek patlamada bir uçak gemisi muharebe grubu­
nu ortadan kaldırmak için tasarlanmış bir torpidoydu. N ükleer
bir torpido. Raven'ın Harley'indeki o komik sepet var ya ? O bir
hidrojen bom bası, dostum. Atışa hazır. Tetiği de kafatasına yer­
leşti rilmiş Elektroensefalografi elektrotlarına bağl ı. Raven ölürse,
bomba patlar. O yüzden Raven şehre geldiği nde, onun rahat et­
mesi için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz."
Hiro'nun gerçekten nefesi kesilmişti. Y.T. onun yerine devreye
girmek zoru nda kaldı. "Tamam," dedi. "Ortağım ve kendi adıma
konuşuyorum, ondan uzak duracağız."

-149-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

-2 1 -

Y.T. bütün öğleden sonrayı ram pada takılarak geçireceğini


düşünmüştü. Harbor Otoyolunda sörf hep yukarı doğruydu, onu
Downtown'dan Compton'a götürüyord u, ama o bölgeye giden çı­
kış yolları o kadar nadiren kullanıl ıyordu ki çukurlarında neredey­
se bir metre boyunda domuz otları yetişiyordu. Ve Com pton'a
kesinlikle kendi kendine gitmeyecekti. Büyük ve hızlı bir şeye ya­
pışmak istiyordu.
Varacağı yere pizza sipariş etme ve sonra hızla giden teslimatçı
çocuğa yapışma taktiğini kullanamazdı çünkü hiçbir pizza şirketi bu
bölgeye gönderim yapmıyordu. Bu yüzden bir çıkış yolunda durmak
ve saatlerce araç beklemek zorunda kalacaktı. Bir rampa pisliği.
Aslında bu teslimatı yapmayı hiç istemiyord u . Ama patronu
çok istiyordu. Gerçekten çok. Ona teklif ettiği para çok yüksekti,
saçmaydı. Paket yeni bir çeşit uyuşturucuyla dolu olmal ıydı.
Ama bu, sonra olacaklar kadar tuhaf değildi. Harbor Otoyo­
lundan gidiyordu, istediği çı kış yoluna yaklaşıyordu, güneye giden
bir tıra yapışmıştı . Çıkış yoluna yaklaşı rken, kurşun-del ikli, siyah
bir Oldsmobile yanından geçti, sağa geçmek için sinyal veriyordu.
Çıkacaktı. Çok şanslıydı. Hemen Oldsmobile'e yapıştı.
Bu havalı otomobilin arkası ndaki rampaya giderken, d ikiz
aynasından sürücüyü kontrol etti . Patronun ta kendisiydi, bu işi
yapması için ona gerçekten saçma miktarda parayı veren kişi.
Şimdi, Compton'dan ziyade, ondan korkuyordu. Psiko­
pat olmalıydı . Ona aşık olmalıydı. Bu, çarpık, psikopat bir aşk
hikayesiyd i.
Ama artık biraz geçti . Onunla ka ldı, bu ya nan ve kokuşan ma­
halleden çıkmanın bir yolunu aradı.
Büyük, kötü görü nen bir Mafya barikatına yaklaşıyorlardı. Gaz
peda lına bastı, ölüme gidiyordu. Gitmesi gereken bayi liği görebi­
l iyordu. Son saniyede, arabayı hızla dönd ürdü ve araba ciyakla­
yarak durdu.
Gerçekten daha fazla yardımcı olamazdı. Son unda güvenli ve
makul bir hızla kontrol noktasını geçerken Y.T. ondan ayrı ldı. Mu­
hafızlar silahlarını gökyüzüne doğru tutmuştu. Y.T. ya nlarından
geçerken kıçına bakmak için başlarını çevirdiler.

- 1 50 -
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

Compton N ova Sicilya bayiliği ürkütücü bir sah neydi. Genç


Mafya alemiyd i . Bu gençler Mormon Bal Arısı Yerleşim Bölge­
si'ndekilerden bile daha sıkıcıyd ı . Erkekler kasvetli, siyah takım
elbiseler giyiyordu. Kızlardan da anla msız bir dişilik akıyordu.
Kızlar Genç Mafyaya gi rem iyordu bile; Yardımcı Kızlar olmak ve
gümüş tabaklarda kurabiye servis etmek zorundaydılar. "Kızlar"
bu organizmalar için fazla iyi bir keli meydi. Güzel bile değillerdi.
Y.T. çok hızlı gid iyordu, o yüzden kaykaya kenarlardan vurdu,
eğildi ve d urd urdu. Önünde dolaşan, küçük İtalyan kanepeleri ni
ısıran ve yetişkin taklidi ya pan birkaç Genç M afyanın parlak ayak­
kabılarını matlaştıran bir toz dalgası kaldırdı. Genç Mafya güzel le­
ri nin beyaz dantelli çora plarını lekeledi. Ta m kaykaydan düşecek­
ken son a nda dengesi ni sağladı. Bir ayağıyla kaykayın kenarına
bastı ve kaykay havaya fı rladı, kendi uzun ekseninde hızla döndü
ve koltuka ltı na girdi. Y.T. kaykayı kolunun altında sı kıca tuttu. Akı llı
tekerleklerin parmaklarının hepsi geri çekildi, böylece tekerlekler
göbeklerinden neredeyse daha büyük hale geldi. MagnaZı pkını,
kaykayın a ltı ndaki yuvaya soktu, böylece bütün ekipman ları bir
paket haline geldi.
"Y.T.," dedi. "Genç, hızlı ve dişi. Enzo nerede?"
Erkekler Y.T.'ye karşı olgun davranmaya karar verdi. Bu yaştaki
erkekler birbirlerinin iç çamaşırları n ı çekmek ve komaya girene
kadar içmekle meşguldü. Ama bir dişinin etrafındayken, olgun
ol uyorlardı. Bu çok kom ikti . Bir tanesi biraz öne geld i . "Nova
Sicilya'ya hoş geldin iz," dedi. "Size nasıl ya rdımcı olabilirim?"
Y.T. iç çekti. "Enzo diye biri için bir teslimat var ve bu semtten
çıkmak için sa bırsızlanıyoru m ."
"Burası iyi bir semt," dedi HeyMan. "Biraz takılmalısın. Belki
biraz terbiye öğrenirsin."
"İş çıkışında Ventura'da yolculuk yapmayı denemelisin. Belki
sın ırları n ı öğren irsin ."
HeyMan gü ldü, 'ta mam, demek böyle istiyorsun' dercesine.
Ka pıyı gösterdi. "Konuşmak istediğin adam orada. Ama seninle
konuşmak ister m i, emin değilim."
"Beni o çağırdı," dedi Y.T.
"Bizim yanım ızda olmak için ülkenin bir ucundan geldi," dedi
adam, "ve bizimle çok m utlu görünüyor."

- 151 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"O zaman neden dışarıda duruyorsun?" diye sordu Y.T. ve içeri


girdi.
Bayiliğin içinde her şey şaşı rtıcı derecede sakindi. Uncle Enzo
oradaydı, bpkı resimlerinde olduğu gibi görün üyordu, sadece
Y.T.'nin beklediğinden daha iriydi. Cenaze giysileri içindeki birkaç
adamla masada oturmuş, kağıt oyn uyord u. Puro içiyor ve yavaş
yavaş espressosunu yud uml uyord u.
Burada mobil bir Uncle Enzo destek sistemi vardı. Seyyar bir
espresso maki nesi başka bir masanın üstüne konmuştu. Onun
yanında bir dolap vardı, içi ndeyse büyük bir paket İtalyan Kafe­
insiz Kahve ve bir kutu Havana purosu vard ı . Ayrıca bir köşede,
normalden daha büyük bir laptopu olan, kendi kendine mı rılda­
nan bir gargoyle vardı.
Y.T. kolunu kaldırdı, kaykayı eline aldı, boş bir masanın üstüne
koydu ve teslimab omzundan ind irerek Uncle Enzo'ya yaklaşb.
"Gino, lütfen," dedi Uncle Enzo, teslimab göstererek. Gino
teslimab almak için öne doğru geldi.
"İmza atman lazı m," dedi Y.T. Nedense ona "ahbap" ya da
"dostum" demedi.
Bir an lığına Gino dikkatini dağıtb. Aniden Uncle Enzo ona
yaklaşb ve sağ elini sol eliyle tuttu. Kurye eldivenlerinde, onun
dudaklarına yetecek kadar büyüklüğünde bir açıklık vardı. Uncle
Enzo, Y.T.'nin eline bir öpücük kondurdu. l l ı k ve ıslakb . Vıcık vıcık
ve iğrenç değil, antiseptik ve kuru da deği ldi. İ lginçti. Bu adam
kendine güveniyordu. Lanet olsun, kurnazdı da. Güzel dudakları
vardı. Sı kı, kaslı dudaklar, on beş yaşındaki dudaklar gibi jelati­
nimsi ve yağlı değil. Uncle Enzo'nun hafif bir limon-ve-bayat­
tütün kokusu vardı. Tamamen koklamak için çok ya kınında dur­
mak gerekiyordu. Y.T.'den çok daha uzundu, belirli bir mesafede
duruyor, kırışık yaşlı-adam gözleriyle ona bakıyordu.
Oldukça iyi görünüyordu.
"Seninle ta nışmayı ne kadar çok istediği mi sana anlata mam,
Y.T.," dedi.
"Merhaba," dedi. Sesi istediğinden daha neşeli çıkmışb . O
yüzden ekledi, "O çantada bu kadar değerli ne var?"
"Kesinlikle hiçbir şey," dedi Uncle Enzo. Gülümsemesi pek
kendini beğenmiş değildi. Daha ziyade utanmışb, biriyle tanış­
mak için ne kadar ga rip bir yol dercesine. "Görüntü mü hendis-

-152-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

l iğiyle alakalı," dedi ilgisizce elini sallayarak. "Benim gibi bir ada­
mın senin gibi medyada uygunsuz görüntüleri ol mayan bir genç
kızla görüşmesinin fazla yolu yok. Çok a pta lca. Ama böyle şeylere
di kkat ediyoruz."
"Peki, benimle ne hakkında görüşmek isted in? Yapmamı iste­
diğin bir tesl imat mı var?"
Odadaki bütün adamlar güldü.
Ses Y.T.'yi biraz ürküttü, ka labalığın önünde performans sergi­
lediği zamanı hatırladı. Gözlerini Uncle Enzo'dan çevirdi.
U ncle Enzo bunu fark etti . Gülümsemesi iyice küçü ldü ve bir
an tereddüde düştü. O anda, odadaki diğer bütün adamlar ayağa
kalktı ve çı kışa yöneldi.
"Bana ina nmayabilirsin," dedi, "ama birkaç hafta önce teslim
ettiğin pizza için sana teşekkür etmek isted im."
"Sana neden inan mayayım?" diye sordu. Kendi ağzından iyi,
tatlı bir şey çıkmasına şaşırdı.
U ncle Enzo da. "Eminim sen sebebi ni bil iyorsundur."
"Peki," dedi, "Genç Mafyayla iyi vakit geçiriyor musun?"
U ncle Enzo ona 'dikkat et, evlat' d iyen bir bakış attı. Y.T. önce
korktu, bir saniye sonra gülmeye başladı çünkü bu bir gösterişti,
sadece ona zor anlar yaşatmak istiyordu. U ncle Enzo onun gül­
mesini onaylar gibi gülü msedi.
Y.T. bir konuşmaya bu kadar dahil olduğu zamanı hatırlamıyor­
du. Neden herkes U ncle Enzo gibi olamıyordu?
"Bir bakalı m," dedi Uncle Enzo, tavana bakarak hafızasını tara­
dı. "Senin hakkında birkaç şey bi liyoru m. On beş yaşında olduğu­
nu, Va lley'de bir yerleşim bölgesinde annenle yaşadığını."
"Ben de sen in hakkında birkaç şey bil iyoru m," demeye cesa­
ret etti Y.T.
Uncle Enzo güldü. "Düşündüğün kadar çok şey değildir, emin
ol. Söylesene, annen kariyerin hakkında ne düşünüyor?"
"Kariyer" kel imesini kulla nması çok hoştu. "Tam olarak bilmi­
yor - ya da bilmek istemiyor."
"Muhtemelen ya nlış düşünüyorsu n," dedi U ncle Enzo. Bunu,
yeteri kadar neşeli bir biçimde söyledi, onu çürütmeye fa lan ça­
lışmıyordu. "Ne kadar iyi bildiğini bilsen şoke olursun. Yine de bu
benim düşüncem. Annen ne iş yapıyor?"
"Federaller için çal ışıyor."

-153-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Uncle Enzo bunu çok komik buldu. "Ve kızı Nova Sicilya için
pizza teslimatı yapıyor. Federaller için ne yapıyor?"
"Ağzımdan kaçırırım diye bana söylemediği bir şey. Sürekli ya­
lan makinesi testi yaptırmak zoru nda kalıyor."
Uncle Enzo bunu çok iyi anlamış görünüyordu. "Evet, çoğu
Federal işi öyledir."
Tam zamanı nda bir sessizlik oldu.
"Beni biraz korkutuyor," dedi Y.T.
"Federallere çalışması mı?"
"Yalan makinesi testleri. Koluna bir şey takıyorlar - kan basın-
cını ölçmek için."
"Tansiyon ölçme aleti," dedi Uncle Enzo net bir şekilde.
"Kolunda bir yara izi bırakıyor. Nedense bu beni rahatsız ediyor."
"Rahatsız etmeli zaten."
"Ve ev d inlen iyor. Ya ni ben evdeyken - ne yapıyor olursam
olayım - birileri büyük ihtimal dinliyor."
"Hmm, bu kesinlikle i lgimi çekti," dedi Uncle Enzo.
İ kisi de güldü.
"Sana bir Kuryeye hep sormak isted iğim bir soru soracağım,"
dedi Uncle Enzo. "Sizi her zaman limuzinimin ca mından izliyo­
rum. Aslında, bir Kurye bana yapıştığında şoförüm Peter'a onlara
zor anlar yaşatma masını söylüyorum. Soru m şu, tepeden tı rnağa
koruyucu giysilerle kaplısınız. Peki neden kask takm ıyorsun uz?"
"Giysinin boyun kısmında, kaykaydan düştüğün zaman patla­
yan bir hava yastığı va r, yan i başını çarpmıyorsun. Ayrıca, kasklar
garip bir his veriyor. İşitme d uyunu etkilemediğini söylüyorlar
ama etkiliyor."
"İşinde işitme duyunu çok kullan ıyor musun?"
"Kesinlikle evet."
Uncle Enzo başını salladı. "Ben de öyle düşünmüştüm. Viet­
na m'da birliğimdeki çocuklarla aynı şeyi hissetm iştik."
"Vietna m'a gittiğini duymuştum ama-" Tehlikeyi hissederek
durdu.
"Yalan haber olduğunu düşündün. Hayır, oraya gitti m. İste­
seydim gitmeyebilirdim. Ama gönüllü oldum."
"Vietnam'a gitmek için gönüllü mü oldun?"
Uncle Enzo güldü. "Evet, oldum. Ailemde bunu ya pan tek er­
kektim."

-154 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Neden?"
"Brooklyn'den daha güvenli olacağını düşündüm."
Y.T. güldü.
"Kötü bir espri," dedi. "Gönüllü oldum çünkü babam isteme-
di. Ve onu kızdırmak istedim."
"Gerçekten mi?"
"Gerçekten. Yı llarca onu kızdırmanın yol larını bul mayı dene­
dim. Siyah kızlarla çıktım. Saçımı uzattı m. Ot içtim. Ama en bü­
yük başarım - kulağımı deldirmekten bile daha iyi - Vietnam'da
görev ya pmak için gönüllü olmaktı. Ama o zaman bile çok fazla
önlem almak zorunda kaldım."
Y.T.'nin gözleri Uncle E nzo'nun derisi buruşmuş kulak memesi­
ne kaydı . Sol kulağında küçücük bir e lmas çivi görünüyordu.
"Çok fazla önlem almak derken neyi kastediyorsun?"
"Kim olduğumu herkes biliyord u. Haber çabuk yayı lır, bilirsin.
Daimi orduya katılsaydım, ABD'de form dolduracaktım - hatta
belki de Bensonhurst, Fort Hami lton'da. Bunu önlemek için Özel
Kuvvetler'e katıld ım, bir cephe birliğine girmek için elimden ge­
leni ya ptım." Güldü. "Ve işe yaradı. Neyse, yaşlı bir adam gibi boş
boş konuşuyoru m. Kasklar hakkında konuşmaya ça lışıyordum."
"Evet."
"Görevi miz ormanda dolaşıp kendi lerinden büyük silahlar
taşıyan birkaç güveni lmez beyefendiye sorun çıkarmaktı . Sinsi
adamlar. Ve biz de işitme duyumuza güvendik - tıpkı senin gibi .
Ve ne bil iyor musun? Hiçbir zaman kask ta kmadık."
"Aynı sebepten.''
"Kesinlikle. Kulakları kapatmasa da, işitme duyuna gerçekten
bir şeyler yapıyordu. Hala hayatımı kask takmamaya borçlu oldu­
ğumu düşünüyorum."
"Bu gerçekten çok güzel. Çok ilginç."
"Bir de kasklar problemi çözer diye düşü nülür."
"Evet," dedi Y.T. "Sa nırım bazı şeyler hiç değişm iyor."
Uncle Enzo başını geriye atarak güldü. Genelde, Y.T. bu hare­
keti sinir bozucu bulurdu ama Uncle Enzo sadece iyi vakit geçiri­
yor gibi görünüyordu, onu aşağılam ıyordu.
Y.T. ona en son isya nından sonra aile işini yürütmeye nasıl geç­
tiğini sormak istiyordu. Sormad ı . Ama Uncle Enzo doğal olarak
konunun oraya geldiğini anladı.

-155-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Bazen benden sonra kimin geleceğini merak ediyorum,"


dedi. "Gelecek nesilde bir sürü mu hteşem i nsanımız var. Ama on­
dan sonra - bilmiyoru m . Sanırım bütün yaşlı insanlar dünyanın
sonu geliyor gibi hissediyor."
"Milyonlarca Genç Mafya adamın var."
"Hepsi sonunda ceket giyecek ve banl iyölerde kağıt karıştıra­
cak. Sen bu i nsan lara çok saygı d uymuyorsun Y.T. çünkü genç ve
gururlusun. Ama ben de onlara pek saygı duymuyorum çünkü
yaşlı ve bilgiliyim."
Uncle Enzo'nun bunu söylemesi oldukça şaşırtıcıydı ama Y.T.
çok şaşırmadı. Sadece mantıklı dostu Uncle Enzo'nun ku llandığı
mantıklı bir ifade gibiydi.
"H içbiri ormanda bacağından vurulmak ya da sadece yaşlı
bir adamı kızdırmak için gönüllü olmaz. Kişiliklerinde eksiklik var.
Ruhsuz ve ezikler."
"Bu üzücü," dedi Y.T. İlk başta onları küçümseyecekti ama
bunu söylemek daha iyi geldi.
"Neyse," dedi Uncle Enzo. Bu, konuşmanın sonunu başlatan
"neyse"yd i. "Sana gül yol layacaktım ama sanırım bu pek ilgini
çekmez, değil mi?"
"Ah, benim için bir sakı ncası yok," dedi, sesi acınası derecede
zayıf çıkmıştı.
"Bak, artık silah arkadaşı olduğum uza göre daha iyi bir şey
olsun," dedi. Kravatı nı ve yakasını gevşetti, gömleği nin içine uzan­
dı, ucunda bir çift damga lı gümüş künye olan çok ucuz, çelik bir
zincir çıkardı. "Bu be nim asker künyem," dedi. "Yı llardır öylesine
takıyorum. Sen takarsan çok memnun olurum."
Y.T. dizlerinin titremesini engelleyerek kü nyeyi taktı. Ü nifor­
masının üstünde duruyord u.
"İçine soksan daha iyi," dedi Uncle Enzo.
Kü nyeyi göğüslerinin arasındaki gizli yere soktu. Uncle
Enzo'nun sıcaklığı hala künyenin üstündeydi.
"Teşekkürler."
"Sırf eğlence olsun diye," dedi, "ama başın belaya girerse ve
canını sıkan kişiye bu kü nyeyi göste rirsen, muhtemelen olaylar
hızla değişecekti r."
"Teşekkürler, U ncle Enzo."
"Kend ine iyi bak. Annene iyi davran. O seni seviyor."

-156-
PARAZİT - NEAL 5TEPHENSON

-2 2-

Y.T. Nova Sici lya bayi konsolosluğundan çı ktığında, bir adam


onu bekliyordu. Yüzünde ironik bir gülümseme vardı ve di kkati­
ni çekmek için sadece başıyla hafifçe selam verdi. Çok saçmaydı
ama bir süre Uncle Enzo'nun ya nında durduktan sonra Y.T.'yle il­
gilen meye başlam ıştı. O yüzden, Y.T. ona gülümsemedi, sadece
başını çevirdi ve onu umursamadı.
"Y.T., sana vereceğim bir iş var," dedi.
"Meşgulüm," dedi, "yapmam gereken başka teslimatlar var."
"Çok kötü yalan söylüyorsun," dedi, durumu an layarak. "İçe-
rideki gargoyleyi gördün mü? Biz konuşurken bile Rad iKS bilgisa­
yarına bağlıydı. Ya ni hepimiz bil iyoruz ki yapacak başka işin yok."
"Bir müşteriden iş alama m," dedi Y.T. "M erkezden gönderi li­
yoruz. 1-800'ü aramak zorundasın ."
"Tanrım, nasıl bir aşağılık herif olduğumu düşünüyorsun?"
dedi ada m .
Y.T. durdu, döndü ve sonunda adama baktı . U z u n boylu ve sıs­
kayd ı . Siyah giysileri, siyah saçları ve tehlikeli görünen bir takma
gözü vardı.
"Gözüne ne oldu?" dedi.
"Buz kıracağı, Bayonne, 1985," dedi. "Başka soru?"
"Üzgü nüm, dostum, öylesi ne sordum."
"Şimdi işe geri dönelim. Çünkü sandığın gibi bir pislik de­
ğilim. Bütün Kuryelerin 1-BOO'ü arayarak merkezden gönderil­
diğinin farkındayım. Ama biz 1-SOO'ü ve merkezden gönderil­
meyi sevmiyoruz. Bu bizim aramızda. Biz yüz yüze görüşmeyi
seviyoruz, eski usul. Sonuçta mesela annemin doğum gününde
telefonu açıp 1-800-ANNEMİ-ARA'yı tuşlamıyorum. Bizzat oraya
gidip ya nağına bir öpücük konduruyorum, ta mam m ı ? Şimdi bu
olayda, özellikle seni istiyoruz?"
"Neden?"
"Çü nkü çok fazla soru soran küçük kızlarla uğraşmayı seviyo­
ruz. Bu yüzden, ga rgoylemiz, RadiKS'in, Kuryeleri göndermek için
kullandığı bilgisayara çoktan bağlanmıştı."
Ta kma gözlü adam döndü, başını bir baykuş gibi çevirdi ve
ga rgoyleye bakıp başını salladı. Bir saniye sonra, Y.T.'nin telefonu

-157-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

ça ldı.
"Aç şu lanet telefonu," dedi.
"Ne?" dedi telefona.
Bir bilgisayar sesi, G riffith Park'tan bir paket alıp Van N uys'daki
Papaz Wayne'in Cennet Kapı ları bayi liğine götürmesi gerektiğini
söyledi.
"A noktasından B noktasına bir şey teslim edilmesini istiyor­
san, neden kendin götürmüyorsun?" diye sordu Y.T. "O siyah lüks
Lincoln arabalarından birine koy ve götür."
"Çünkü bu olayda, pa ket tam olarak bize ait değil. A ve B nok­
tasındaki insanlarla da aramız pek iyi değil ."
"Bir şey ça lmamı mı istiyorsun?" dedi Y.T.
Takma gözlü adam üzüldü, incindi. "Hayır, hayı r, hayır. Evlat,
dinle. Biz Mafyayız. Bir şey çalmak istersek, bunu nasıl yapaca­
ğımızı da biliriz, tamam mı? Bir şeyi çalmak için on beş yaşındaki
bir kızın yardımına ihtiyacı m ız yok. Burada yaptığım ız, daha çok
gizli bir operasyon."
"Casusl uk olayı." İstihbarat.
"Evet. Casusluk olayı," dedi adam, ses tonu birini eğlendirme­
ye çalıştığını söylüyordu. "Ve bu operasyonu yapabilmemizin tek
yolu bizimle biraz iş birliği yapabi lecek bir Kuryemizin olması."
"Yani Uncle Enzo'yla olanlar sa hteydi," dedi Y.T. "Sadece bir
Kuryeyle arkadaş olmaya çalışıyorsun uz."
"Ha-ha, şuna bak sen," dedi takma gözlü adam, gerçekten
eğleniyordu. "Evet, sanki on beş yaşında bir kızı etkilemek için
her şeyi yapmak zorundayız. Bak, evlat, para vererek bu işi yap­
tırabileceğim milyonlarca Kurye var. Yi ne de seni istiyoruz çünkü
ekibimizle kişisel bir ilişkin var."
"Peki, ne yapmamı istiyorsun?"
"Normalde burada ne yapıyorsan on u," dedi ada m . "Griffith
Park'a git ve paketi al."
"Bu kadar mı?"
"Evet. Sonra da teslimatı ya p. Ama bize bir iyilik yap ve 1-5
yolundan git, ta mam m ı?"
"Ama en iyi yol o değil-"
"Sen öyle yap."
"Tamam."
"Şimdi gel, sana bu bok çukurundan çıka na kadar eşlik ede-

- 1 58 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

lim."

Bazen, eğer rüzgar doğru yönde esiyorsa ve bir on sekiz te­


kerin arkasındaki hava boşluğuna girerseniz, ona yapışmak zo­
runda kalm ıyordun uz. Hava boşluğu, güçlü bir elektrik süpürgesi
gibi sizi içine çekiyordu. Bütün gün orada durabil irdiniz. Ama işi
beceremezseniz, birdenbire kendinizi otoba nın sol şeridinde, ya­
nınızda bir tı r konvoyuyla yalnız ve güçsüz bulabilirdiniz. Daha da
kötüsü, onun gücüne teslim olursanız, sizi doğrudan çamurluğu­
na çekecek ve bunu kimse bilmeyecekti. Buna Sihirli Süpürge
Zıpkını deniyordu. Y.T.'ye, Hiro Protagonist'le olan pizza mace­
rası gecesinden beri hayatının nasıl değiştiğini anımsattı.
San Diego Otobanına çıkarken zıpkınını fırlattı. En hafif, en adi
plastik-alü mi nyum Çin malı bile onu çekebilirdi. İnsanlar onunla
uğraşmazdı. Kaldırımdaki yerini belirlemişti.
Bundan sonra bir sürü iş alacaktı . Bir sürü işi de Roadkill'e
yaptırmak zoru nda kalacaktı. Ve bazen, önemli iş düzenleme­
leri ya pmak için bir yerlerde bir motelde ka lmak zoru nda ka la­
caklardı - gerçek iş adamları böyle yapardı. Son zamanlarda, Y.T.
Roadkil l'e ona masaj yapmasını öğretmeye çalışıyordu. Ama Ro­
adkill omuzlarından aşağı asla inmezd i, sinirlenip Bay Maço ol­
maya başl ıyordu. Aslında bu çok tatlıydı.
Bu kesi nlikle doğrudan Griffith Park'a giden yol değildi ama
Mafya böyle yapmasını istemişti : 405'ten Val ley'ye gir ve sonra
oradan doğru git. Çok paranoyaklardı. Çok profesyonel.
Los Angeles U luslararası Havalimanı sol ta rafındaydı. Sağın­
daysa, o embesil ortağının muhtemelen şu a nda bi lgisayarın­
da takıldığı Ev-Depo'yu gördü. Artık Bay Lee'nin Büyük Hong
Kong'unun özel bir karakolu olan Hughes Havalimanı'nın etra­
fındaki ka rışık trafiği n arasından geçti. Amiral Bob'un Evrensel
Güvenliği tarafı ndan satın alınan Santa Monica Havalimanı'nı da
geçti. Annesi nin her gün işe gittiği Federal Bölgesi'ne girdi.
Federal Bölgesi eskiden Gazi Hastanesi ve birkaç Federal bi­
nasından oluşuyordu; şimd iyse 405'in etrafı nı saran, böbrek
şeklinde bir alana dönüşm üştü. Etrafında, sıra sıra dizilmiş tel ör­
gülerle ya pılmış parmaklıklar, akordeon biçimli dikenli teller, taş
yığınlarından oluşan bir bariyer ve bir binadan diğerine geçişi en­
gelleyen beton bariyerler vardı. Federal Bölgesi'ndeki bütün bi-

-159-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

nalar büyük ve çirkindi. İnsanlar ıslak granit renginde yün giysiler


giymiş, sütu nların arasında dolaşıyordu. Binaların beyaz heybeti
altında cılız ve karanlık görünüyorlardı.
Federal Bölgesi'nin bariyerinin uzağında, sağ tarafta, şu anda
Japonlar, Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'u ve birkaç büyük Ame­
rikan şirketi tarafı ndan ortak olarak yönetilen UC' , ı görebili­
yordu.
İnsanlar, solda Pasifte Palisades'te okyanusun üstünde, Mer­
kezi İstihbarat Şirketi'nin batı kıyısı merkezi olan büyük bir bina
olduğunu söylüyordu. Y.T. bir gün - belki de ya rın - oraya çıkacak,
o binayı bulacak, belki de sadece yanından geçecek ve el sallaya­
caktı. Hiro'ya anlatacak çok şeyi vardı. Uncle Enzo hakkında bir
sürü bilgi. İnsanlar bunun için mi lyonlar öderdi.
Ama içten içe, vicdan azabı hissetmeye başlam ıştı. Mafya nın
sırlarını ifşa edemeyeceğini biliyordu. Onlardan korktuğu için de­
ğil, onlar ona güvendiği için ya pamazdı. Ona iyi davranmışlardı.
Ve kim bilir, belki sonunda bir şey olurdu. MİŞ'te ya pabi leceğin­
den daha iyi bir kariyere sahip olabilirdi.
Federal Bölgesi'ne çok fazla araba gitmiyordu. Annesi, diğer
Federallerin yaptığı gibi her sabah oraya gid iyordu. Ama bütün
Federaller işe erken gider ve geç saate kadar çalışırdı. Bu onların
bağl ılığıyla ilgi l i bir şeyd i. Federaller bağlılık fetişistiydi - çok para
kazan madıkları ya da saygı görmed ikleri için, işlerine bağlı olduk­
larını ve bu tuzaklara düşmediklerini ka nıtlamak zorundaydı lar.
Örneği n: Y.T. Los Angeles Uluslararası Havalima nı'ndan beri
aynı araca bağlıydı. Arka koltu kta bir Arap oturuyordu. Kefiyesi,
açık pencereden esen rüzgarla dalgalan ıyordu; klima ça lışmı­
yordu, bir Los Angeles taksisi ka ra borsadan bir soğutucu alacak
kadar kazanmıyordu. Bu normaldi: sadece Federaller bir ziya­
retçinin pis, kli masız bir taksi tutmasını sağlardı. Ta ksi gerçekten
de BİRLEŞİK DEVLETLER yazan yola girdi. Y.T. zı pkını geri çekti ve
Va lley'ye doğru giden bir dağıtım kamyonuna fırlattı.
Devasa Federal binası nın tepesinde, telsizleri olan güneş göz­
lüklü Federaller pusuya yatmış, Wilshire Boulevard'a gelen araç­
ların ön ca mlarına uzun mercekler tutuyord u. Eğer gece olsaydı,
muhtemelen A.B.D. çı kışına doğru dönen taksinin barkod plaka­
sında dolaşan bir lazer tarayıcı görürdü.
Y.T.'nin an nesi ona bu adamlar hakkındaki her şeyi an latmıştı .

-160-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

Onlar Yürütme Organı Genel Harekat Komutanl ığı'ydı, YOG HK.


Ordu, Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri'nin yaptığı gibi FBI, Fe­
deral Polisler, Gizli Servis ve Özel Kuvvetler ayrı bir kimliklerinin
olduğunu iddia ediyordu ama hepsi YOG H K'nin emri altındaydı,
hepsi aynı şeyleri yapıyordu ve zaten yer de değiştirebil iyorlardı.
Federal Bölgesi'ni n dışında, herkes onları sadece Federal olarak
bil iyordu. YOG H K'nin, bir izin belgesi ya da hatta iyi bir bahane
sunmadan Amerika Birleşik Devletleri sın ırları içinde herha ngi bir
yere herhangi bir zamanda gitme ha kkı vardı. Ama sadece bura­
da, Federal Bölgesi'nde bir teleobjektiften, tüfek mi krofondan ya
da dü rbünlü tüfekten bakarken gerçekten evdeym iş gibi hissedi­
yorlardı.
Onların altında, arka koltuğunda Arap'ın oturduğu taksi,
strateji k olarak yerleştirilmiş .50 kalibre makineli tüfeklerin yer­
leştiri ldiği beton bariyerlerin arasında ışık hızıyla zikzak çizmeye
başladı. Bir anlığına durd u, her iki tarafında da köpeklerle bek­
leyen YOG H K çocukları ve altında bomba ya da şasisinde NBKB
(nükleer-biyolojik-ki myasa l-bi lgisel) araçlar olup ol madığına ba­
kan güçlü spot ışıkları vard ı . Bu sırada, şoför arabadan indi ve
daha fazla Federalin onları kontrol etmesi için motor ka pağını
ve bagajı açtı; başka bir Federal, Arap'ın oturduğu taraftaki ca ma
yaslandı ve pencereden onu sorguya çekti.
Washington D.C.'de bütün müzelere ve an ıtlara devletin im­
tiyaz tanıdığını ve bunların şu an hü kümet gelirinin yaklaşık yüz­
de lO'unu oluşturan bir turist parkına dönüştürüldüğü nü söylü­
yorlardı. Bu imtiyazı Federaller de ta nıyabilirdi ve muhtemelen
hasılatın daha fazlasını alırd ı ama mesele bu değildi. Felsefi bir
olaydı. Özüne dönme olayıydı. Hükümet yönetmeliydi. Bu, eğlen­
ce sektörü değildi, değil mi? Eğlence, End üstri ti plerine bırakıl­
malıydı - step dansında uzmanlaşmış kişiler. Federaller böyle de­
ği ldi. Federaller ciddi insanlardı. Siyaset bilimi uzmanları. Öğrenci
konseyi başkanları. M ünazara kulübü başkan ları. Sıcaklık yüz on
dereceye ulaştığında ve nem bir jumbo jeti düşürebi lecek kadar
arttığında bile koyu renk yün ta kımlar giymeye ve yakalarını sım­
sıkı düğmelemeye cesa reti olan türden insanlar. Tek yönlü ayna­
nın arka ta rafı nda daha rahat hisseden türden i nsanlar.

- 161 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 23 -

Bazen, Y.T.'nin yaşındaki erkekler, erkekliklerini kanıtlamak


için Hollywood Hills'in doğu ucundaki Griffith Pa rk'a gider, iste­
dikleri bir yolu seçer ve oradan arabayla geçerlerdi. Oradan sağ
salim çıkmak, bir High Plains savaş alanında bir askere saldırıp
ölmemek gibiydi; yani tehlikeye bu kadar ya kın olmak sizi daha
da erkek yapıyordu.
Doğası gereği, tek gördükleri şey biten sokaklardı. Sırf eğlence ol­
sun diye Griffith Park'a gittiğinizde ve bir ÇIKIŞ YOK tabelası gördüğü­
nüzde, babanızın Handa Accord'unu geri vitese alıp, ara gaz vererek
eve kadar geri geri gitmenizin zamanının geldiğini anlardınız.
Y.T. parka girdi, takip etmesi gereken yoldan giderken bir ÇIKIŞ
YOK ta belası gördü.
Y.T. bunun gibi bir iş alan ilk Kurye deği ldi ve bu yüzden, gittiği
yer hakkında bir şeyler duymuştu. Dar bir kanyondu, sadece bu
yoldan oraya girilebil iyordu ve kanyonun aşağısında yeni bir top­
luluk yaşıyord u . Herkes onlara Fala balalar diyordu çünkü birbirle­
riyle böyle konuşuyorlardı. Kendi di lleri vardı ve kulağa an lamsız
sözler gibi geliyordu.
Şu anda önemli olan, bunun ne kadar aptalca olduğunu dü­
şünmemekti. Doğru kararı vermek, yeteri kadar niyasin almak
ve verdiği inci küpeler için büyükanneye bir teşekkür mektubu
yazmak gibiydi. En önemlisi, vazgeçmemekti.
Sıraya dizilmiş makineli tüfek yuva ları Falabala topraklarının
sın ırlarını gösteriyord u. Y.T.'ye biraz gereğinden fazla geldi. Ama
son uçta Mafyayla hiç çatışmamıştı. Sakin davra ndı, saatte belki
on beş kilometre hızla bariyere doğru yaklaştı . Korkması gereki­
yorsa, orası burasıydı. Sibernetik, kırmızı bir logosu olan renkli
RadiKS fa ksını yukarıda tutuyordu, gerçekten önemli bir tesli matı
almak için burada olduğunu gösteriyord u. Bu adamlarda asla işe
yaramayacaktı.
Ama işe yaradı. Büyük bir jilet şeridi öylece yolundan çekildi
ve Y.T. yavaşlamadan devam etti . İşte o zaman bir soru n çıkmaya­
cağı nı anladı. Bu insanlar burada, herkes gibi sadece iş yapıyord u .
Kanyonun içine kadar kaymak zorunda değildi. Şükürler ol­
sun ! Birkaç dönüşün etrafından dolaştı, ağaçla rla çevri lmiş düz,
açık bir alana çıktı ve kendini açık hava tı marhanesine benzeyen
bir yerde buldu.

-162-
PARAZİT - NEAL STEPH ENSON

Ya da bir M oon tarikatı16 topla ntısı falan vard ı.


Düzinelerce insan vardı. Hiçbiri kendine bakmam ıştı. Eskiden
düzgün olan giysi lerin yırtık pırtık ka lıntılarını giymişlerdi. Bazıları
ellerini sıkıca birleştirmiş ve diz çökmüştü, görünmeyen varlıklara
bir şeyler mırıldanıyorlardı .
Ö l ü bir arabanın bagaj kapağının üstüne eski bir bilgisayar
terminali kurmuşlardı, sadece üstünde örümcek ağına benze­
yen bir çatlak olan karanlık bir monitör vardı, sanki biri ekrana
bir kahve kupası fırlatmıştı. Kırmızı pantolon askı larını indi rmiş
şişman bir adam klavyenin üzerinde ellerini oynatıyordu, tuşla­
ra rastgele basıyor, an lamsız bir şeyler söylüyordu. Bi rkaç tane
adam da onun arkasında dikil iyor, omzunun üstünden ekranı di­
kizlemeye çalışıyor ve bazen de işe burunlarını sokmaya çalışıyor­
lardı ama adam onları başından savd ı .
Ayrıca el lerini çı rpan, sallanan ve "The Ha ppy Wanderer"ı
söyleyen bir ka labalık vardı. Gerçekten de kendilerini kaptırmış­
lardı. Y.T. Roadkil l'e kıyafetlerini çıkarması için ilk kez izin verdi­
ğinden beri kimsenin yüzünde bu çocuksu sevinci görmem işti.
Ama bu, kirli saçlı, otuz yaşla rındaki bir insan grubunda normal
görü nmeyen, farklı türden bir çocuksu sevinçti.
Ve sonunda, Y.T.'nin Baş Rahip diye adlandırd ığı bir adam var­
dı. Bay Area'daki bir şi rketin logosunu taşıyan beyaz, eski bir la­
boratuvar önlüğü giymişti. Eski bir pick-up'ın arkasında uzanıyor­
du. Ama Y.T. alana girdiğinde ayağa fırladı ve ona doğru koşmaya
başlad ı . Öyle koşuyordu ki Y.T. bunu biraz tehditka r bulmadan
edemedi. Ama diğerlerine göre neredeyse normal, sağl ıklı, form­
da, çalılıklarda yaşayan çılgın bir psikotik gibi görünüyordu.
"Bir çanta almak için buraya geldin, değil mi?"
"Bir teslimat almak için bu raya geldim. Ne olduğunu bilmiyo­
rum," dedi Y.T.
Ölü arabalardan birinin yanına gitti, kaportayı açtı ve alümin­
yum bir çanta çıkardı. Tıpkı önceki gece Squeaky'nin BMW'den
çıkard ığı çantaya benziyordu. "İşte teslimatı n," dedi, ona doğru
gelerek. Y.T. içgüdüsel olarak geri çekildi.
"Anl ıyorum, anlıyorum," dedi. "Korkutucu bir tipim."
Adam çantayı yere koyd u ve ayağıyla itti. Çanta, ka ldırımın üs­
tünden Y.T.'ye doğru kayd ı .
" B u teslimatın çok acelesi yok," dedi adam. "Kalıp bir şey iç-
1 6 Sun Myung Moon tarafından kurulan, dünyada Moon liderliğinde
bir teokrasi kurulmasını ve herkesin Korece konuşmasını amaçlayan
bir tarikat
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

mek ister misin? Kool-Aid'imiz var."


"Çok isterdim," dedi Y.T., "ama şeker hastalığım soru n çıkarır."
"O zaman sadece ka lıp misafi rimiz olursun. Sana anlatacak bir
sürü muhteşem şeylerimiz var. Gerçekten hayatı nı değişti rebile­
cek şeyler."
"Yazılı bir şeyiniz var mı? Ya nı mda götürebileceğim bir şey?"
"Korkarım yok. Neden kalm ıyorsun? Gerçekten iyi bir insana
benziyorsun."
"Üzgünüm, J ack ama beni aptal bir sürtükle karıştırıyorsun,"
dedi Y.T. "Çanta için sağ ol. Buradan gidiyoru m."
Y.T. bir ayağını ka ldırıma sürterek, olabildiğince hız kazan maya
çalıştı . Çıkış yolu nda, başı kazınmış, sahte, kirli ve paçavraya dön­
müş bir Chanel elbise giymiş, genç bir kad ının yanından geçti. Y.T.
onun yanından geçerken, kad ın boş boş gülü msedi, elini uzattı ve
el sallad ı . "Merhaba," dedi. "Ba ma zu na la amu pa go lu ne me
a ba du."
"Sela m," dedi Y.T.

Bi rkaç dakika sonra, 1-S'dan yukarı doğru Va lley'ye çıkıyordu.


Biraz korkmuştu, acele etmiyordu. Kafasının içinde bir melodi do­
laşıyordu: "The Ha ppy Wanderer." Bu onu deli ediyordu.
Büyük, siyah bir karaltı ona doğru geliyordu. Biraz daha hızlı
olsaydı, cazip bir hedef olabilirdi çünkü çok geniş ve demirdendi.
Ama Y.T. yavaş gittiğinde bile bu mavnadan daha hızlıydı.
Siyah arabanın sürücü tarafındaki cam açıldı. Bu oyd u. Jason.
Ona bakmak için başını camdan çıkarmıştı, yola bakmadan sürü­
yordu. Saatte seksen kilometre hızla esen rüzgar sinekkaydı tıraş
edilmiş yüzünü buruşturmuyordu.
Gül ümsedi. Ya lvaran bir bakışı vardı, Roadkill'in bakışı gibi.
Arka ça murluğu nu işaret etti.
Neler oluyordu? Y.T. en son bu adama yapıştığında, onu gi­
deceği yere kadar götürmüştü. Y.T. yapıştığı Acura'dan ayrı ldı ve
Jason'ın şişman Oldsmobile'ine yapıştı. Jason onu otobana çıkar­
dı, sonra Victory Boulevard'a ve en sonunda da Van N uys'a doğru
yöneldi. Bu tam da Y.T.'nin gideceği yerdi.
Ama birkaç kilometre sonra birden direksiyonu sağa kırdı ve
eski bir alışveriş merkezi nin otoparkına girdi - ki bu ya nlıştı . Şu
anda otoparkta, on sekiz tekerlekli, motoru çalışan, yan tarafla­
rında SALDUCCI BROS. TAŞIMA VE DEPOLAMA yazan bir tırdan
başka bir araba yoktu.
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

"Hadi," dedi J ason, Oldsmobile'inden inerek. "Va kit kaybet­


mek istemezsin."
"Siktir git, pislik herif," dedi. Zıpkı nını geri çekti ve batıya doğ­
ru giden trafiğe baktı . Bu adamın aklında ne varsa, büyük ihtimal
işle ilgili değildi.
"Genç bayan," dedi d iğer bir ses, daha yaşlı ve di kkat çekici
bir sesti. "Jason'ı sevmemeniz önemli değil. Ama dostunuz Uncle
Enzo'nun sizin yardımınıza i htiyacı var."
Tı rın arkasındaki kapı açıldı. Siyah takım elbiseli bir adam ora­
da duruyordu. Onun arkası, tı rın iç kısmı aydınlatılmıştı. Ha lojen
ışık, adamın saçlarında parlıyordu. Bu arkadaki ışıkla bile Y.T. bu­
nun takma gözlü adam olduğunu anlayabiliyordu.
"Ne istiyorsun?" dedi Y.T.
"İstediğim şey," dedi onu baştan aşağı süzerek, "ve i htiyacım
olan şey bi rbirinden farkl ı . Şu anda çalışıyorum, ya ni ne isted iğim
önemli değil. İhtiyacım olan şeyse, kaykayın ve o çantayla birlikte
bu tıra binmen."
Sonra ekledi, "Anlatabiliyor muyum?" Bu neredeyse retorik
bir soruydu, sanki cevabın hayır olduğunu farz etmişti.
"O doğru söylüyor," dedi Jason, sanki Y.T. onun fikrine güve­
nirmiş gibi.
"Görd ün mü?" dedi ta kma gözlü adam.
Y.T.'nin şu anda Papaz Wayne' in Cennet Kapıları bayil iğine gi­
diyor olması gerekiyordu. Bu teslimat işini batı rırsa, bu Tanrı'ya
ihanet etmek anlamına gelirdi, var olsa da ol masa da affedebilme
özell iği vard ı . M afya kesinlikle vardı ve daha yüksek bir bağlılık
sta ndardına uyuyord u.
Y.T. takma gözlü adama kaykayı ve alüminyum çantayı verdi ve
sonra onun uzattığı eli görmezden gelerek tırın arkasına zıpladı.
Adam geri çekildi, elini ka ldırdı, elinde bir şey olup olmad ığına
baktı. Y.T. ayağını yerden çektiğinde, tır hareket etmeye başlamış­
tı. Ka pı ka panana kadar çoktan yola çıkmışlardı.
"Senin teslimatın üzeri nden birkaç test yapmam gerek," dedi
takma gözlü adam.
"Kendini tanıtmayı hiç düşündün mü?" dedi Y.T.
"Hayır," dedi, "i nsa nlar isim leri her zaman unutur. Beni sade­
ce o adam olarak bil, anlarsın ya?"
Y.T. aslında din lemiyordu. Tırın içini incel iyordu.
Bu tı rın römorku uzun, ince bir odadan ol uşuyordu. Y.T.'nin
tıra bindiği yer buranın tek girişiydi. Odanın bir ucunda, birkaç
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Mafya adamı, her za man yaptıkları gibi, boş boş takılıyordu.


Odanın büyük bir kısmını elektronik aletler kapla mıştı . Büyük
elektronik aletler.
"Bilgisayarda yapılaca k birkaç iş var," dedi, çantayı bilgisayar­
cıya verirken. Y.T. onun bilgisayarcı olduğunu a nladı çünkü atkuy­
ruğu yaptığı uzun saçları vardı, kot pantolon giymişti ve nazik bi­
rine benziyordu.
"Hey, o çantaya bir şey olursa canıma okurlar," dedi Y.T. Sert ve
cesur görünmeye çalıştı ama bu şartlar altında sahte bir hareketti.
Takma gözlü adam şaşırdı. "Beni ne zannediyorsun, aptal bir aşa­
ğılık herif mi?" dedi. "Lanet olsun, bir bu eksikti, Uncle Enzo'ya küçük
tavşanını diz kapaklarından nasıl vurduğumu anlatmaya çalışmak."
"Çantaya bir zarar gel meyecek. Sadece bir prosedür," dedi bil­
gisayarcı, sakin bir sesle.
Bilgisayarcı ça ntayı elinde birkaç kez döndürdü, el leriyle yok­
lad ı . Sonra masanın üstünde duran geniş, açık uçlu bir tüpün içine
koydu. Tü pün d uva rları birkaç santim ka lınl ığı ndaydı. Bu şey buz­
lanıyor gibiydi. İçinden sürekli esrarengiz gazlar çıkıyordu. Gazlar
masa n ı n üstüne dağıl ıyor, yere damlıyor ve ayakkabılarının etra­
fı nda akan ve büyüyen küçük bir sis örtüsü oluşturuyordu. Bilgi­
sayarcı çantayı yeri ne otu rttuğunda, elini hemen soğuktan çekti.
Sonra bir veri gözlüğü taktı.
Bu kadardı. Orada birkaç dakika oturdu. Y.T. bilgisayardan pek an­
lamazdı ama bu tırın arkasındaki dolaplar ve kapıların arkasında bir
yerde şu anda bir sürü şey yapan bir bilgisayar olduğunu biliyordu.
"Bilgisayarlı tomografi gibi," dedi takma gözlü adam, golf tur­
nuvası an latan bir sunucu gibi alçak sesle konuşuyordu. "Ama her
şeyi görüyor," dedi, elleriyle büyük bir halka çizerek.
"Kaç para?"
"Bilmiyoru m."
"Adı ne?"
"Henüz bir adı yok."
"Peki kim yapıyor?"
"Kahrolası şeyi biz yaptı k," dedi takma gözlü adam. "Son bir­
kaç hafta içinde."
"Neden?"
"Çok fazla soru soruyorsu n. Bak. Sen tatlı bir çocuksun. Yani,
fıstık gibisin. Dehşet bir afetsi n . Ama bu aşamada çok önemli biri
olduğunu düşün meye ka lkma."
Bu aşamada. Hmm.

-166-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 2 4-

Hiro, u-stor-it'teydi. Ortağına göre Gerçeklikte çok az zaman


geçiriyordu. Ka pı açıktı, okya nus esintisi ve jet egzozu içeri esiyor­
du. Bütün mobilya lar - J apon şi lteleri, yük paletleri, deneysel cü­
ruf blok mobi lya ları - d uvara yaslanmıştı . Bir ucunu kabza haline
geti rmek için bantladığı ağır, bir metre uzunluğunda bir nervür­
lü demir tutuyordu. Demir çubuk katanaya benziyordu ama çok
daha ağırd ı . Hiro buna amele kata nası diyordu.
Kendo duruşundaydı, ayakları çıplaktı. Bol, bilek hizasında
etek pantolon ve çivit mavisi bir tunik giyiyor ol ması gerekiyordu,
geleneksek üniforma buydu ama Hiro jokey şortu giymişti . Ter,
kaslı, cappuccino renkli teninden aşağı süzül üyor ve göğsünde
dolaşıyordu. Sol ayak parmakları nın aralarında su toplam ış, yeşil
üzüm büyüklüğünde ka barcıklar oluşmaya başlam ıştı. Hiro'nun
ka lbi ve ciğerleri gelişmişti, anormal derecede hızlı reflekslerle
kutsanmıştı ama babası gibi doğuştan güçlü değildi. Doğuştan
güçlü olsaydı bile, amele kata nasıyla çalışmak çok zor olurdu.
Adrenalin dol uydu, çok heyecanlanmıştı ve zih ni, serbest yü­
zen an ksiyeteyle darmadağın olmuştu. Odanın dokuz metrelik
eksen inde ayaklarını ileri geri sürüyordu. Arada hızlanacak, ucu
geriye bakacak şekilde amele katanasını başının üstüne kadar
kaldıracak, hızla indirecek, son anda bileklerini çıtlatacak ve kata­
na havada duracaktı. Sonra da şöyle d iyecekti, "Sıradaki !"
Teorik olarak. Asl ı nda, amele kata nası bir kez hareket etmeye
başladığında, durd urması zor bir şeydi. Ama iyi bir egzersizdi. Ön
kol ları çelik ka blo bağları gibi görünüyordu. Neredeyse. Ya ni, ya­
kında öyle görünecekti.
Japonlar hareketi tamamlama saçmal ığından hoşlanmıyordu.
Eğer bir kata nayla bir adamın başı na bir darbe indirirseniz ve kılı­
cı durdurmak için hiçbir çaba harcamazsanız, bu onun kafatasını
böler ve muhtemelen köprücük kemiğine ya da pelvisine takı lırdı.
Sonra bir ortaçağ savaş alanının ortasında ölü rakibinizin yüzü­
ne ayağınızla bastı rıp kılıcı çıkarmaya çalışırdın ız. Bu arada onun
en iyi arkadaşı da gözlerinde i ntikam dolu bir ışı ltıyla size doğru
gelmeye başlardı. Bu yüzden, plan, darbeden hemen sonra kılıcı
durdurmak, kafatasını birkaç santim delmek, sonra çıkarmak ve
yeni bir samuray arama ktı, bu yüzden: "Sıradaki !"
Bu akşam Raven'la olanları düşünüyordu, uykusunu kaçırmış-
-1 6 7-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

tı ve sabahın üçünde amele kata nasıyla pratik ya pmasının sebebi


de buydu.
Ta mamen hazırlıksız olduğunu biliyord u. M ızrak doğrudan
ona gelmişti. Kılıçla mızrağa vurmuştu. Doğru zamanda vurabil­
mişti ve ona denk gelmemişti. Ama bunu neredeyse fa rkında ol­
madan yapmıştı .
Belki de büyük savaşçı lar böyle ya pardı. Umursamadan, so­
nuçlarıyla zihin lerini karıştırmadan.
Belki de kendi gururunu okşuyordu.

Birkaç dakikadır bir helikopter sesi geliyordu. Hiro havalima­


nının yanında oturuyor olsa da bu normal değildi. Los Angeles
U l uslararası Havalimanı'nın ta m ya nından uçamazlardı, güvenlik
problemleri yaratırdı.
Helikopterin sesi iyice arttı ve bir noktada, Hiro ve Vitaly'nin
evinin ta m önü ndeki otoparkın birkaç metre üstünde dolaşmaya
başladı. Kaliteli, koyu yeşil, üstünde birkaç işaret olan bir şirket
helikopteriyd i. Hiro, daha parlak bir ışıkta, büyük ihtimal General
Jim'in Savunma Sistemi'nin logosunu görebileceğini düşündü.
Alnı açılm ış, kel, soluk yüzlü bir beyaz adam helikopterden
indi, yüzüne göre daha atleti k görünüyordu. Otopa rkta doğrudan
Hiro'ya doğru yürüdü. Bu, babası ordudayken hatırladığı türden
bir adamdı - efsaneler ve fil mlerdeki ezik gazilerden değil, büyük
üniformalar içinde sürekli kon uşan, otuz beş yaşında normal bir
tipti. O bir binbaşıyd ı . Adı, savaş üniformasına işlenmişti : Clem.
"Hiro Protagonist?"
"Evet."
"J uanita beni seni götürmem için gönderdi. Onu ta nıdığını
söyledi."
"Onu tanıyoru m. Ama Juanita için çalışmıyorum."
"Bundan sonra çalıştığını söyledi."
"Pekala," dedi Hiro. "Sanırım biraz acil bir iş?"
"Sanırım doğru bir tahmin," dedi Binbaşı Clem.
"Bana birkaç dakika izin verir misin? Egzersiz yapıyordum ve
yan tarafa gitmem gerek."
Bi nbaşı Clem yan kapıya baktı. Kapıda DİNLENME TESİSİ yazı­
yordu.
"Durum oldukça sabit. Beş dakika verebilirim;' dedi Binbaşı Clem.
Hiro'nun dinlenme tesisinde bir hesabı vardı. U-stor-it'te ya­
şamak için, bir hesabının ol ması gerekiyordu. Görevl inin bekle-
-168-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

diği kasaya uğramadan ön ofise geçti. Üyelik kartını bir yuvaya


soktu ve bir bilgisayar ekranı üç tane seçenek sunarak aydınlandı:

E
K
ÇOCUK ODASI (ÜNİSEKS)

Hiro "E" tuşuna baştı. Sonra ekran değişti ve dört seçenek


daha sundu:

ÖZEL SiNiRLi HİZMETLER­


EKONOM İ K AMA H İJYE N İ K

STAN DART H İZMETLER-


TIPKI EVİ N İZ G İ B İ-BELKİ BİRAZ DAHA İYİ

Bİ Rİ NCİ KALİTEDE H İZM ETLE R-


FARKLI M UAM ELE İ STEYEN M ÜŞTERİLER İÇİN HOŞ B İ R YER

BÜYÜ K KRALİYET BANYOSU

Otomatik olarak ÖZE L S i N i RLi H İZMETLER'i yumruklamadan


önce refleksini yenmek zorunda ka ldı. O ve diğer u-stor-it sakin­
leri her zaman bu seçeneği kullan ıyordu. Oraya girip başka birinin
vücut sıvılarıyla temas etmemek neredeyse imkansızdı. Hoş bir
manzara değildi. Hoş bir yer değildi. Onun yerine - ne olacaktı
ki, Juanita onu işe alacaktı zaten, değil mi? - BÜYÜ K KRALİYET
BANYOSU tuşuna bastı.
Daha önce buraya hiç gelmemişti . Atlantic City'de lüks, büyük
bir kumarha nenin en üst katındaki, South Phil ly'den gelen, yarı­
geri zekalı yetişki nleri, büyük paralar kaybetti kten sonra koyd uk­
ları yere benziyordu. Beyinsiz, patolojik bir kumarbazın lüks diye
tanımlayabileceği her şey vardı; altın kaplama eşyalar, enjeksiyon
ka lıbıyla ya pılmış sahte mermerler, kadife perdeler ve bir uşak.
U-stor-it sakinlerinin hiçbiri Büyük Kraliyet Banyosu'nu kul­
lanmıyordu. Burada olması nın tek sebebi bu yerin Los Angeles
U luslararası Havalimanı'nın karşısında olmasıydı. Duş almak ve
ses efektleri sayesinde, d iğer yolcuların da aynısını yaptığını duy­
madan ve koklamadan keyifle sıçmak isteyen Singapurlu yöneti­
ciler bu raya gel ip her şeyi şirketlerinin seyahat kartlarına yü kle-
-169-
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

yebilirlerdi.
Uşak, gözleri sanki son birkaç saattir kapalıymış gibi biraz komik
görünen, otuz yaşlarında bir Orta Amerikalıydı. Hiro içeri girdiğinde
kolunun üstüne inanılmaz derecede kalın havlular atıyordu.
"İçeri girip beş dakikada çıkmam gerek," dedi Hiro.
"Tıraş ister misiniz?" dedi uşak. Göstermek için kendi ya nakla­
rına dokundu, Hiro'n un etnik grubunu anlayamam ıştı.
"İsterdim. Vaktim yok."
Jokey şortunu çıkardı, kılıçlarını kadife koltuğun üzerine fırlat­
tı ve duşun mermerden ya pılmış amfi tiyatrosuna girdi. Sıcak su
aynı anda her ta rafta n açı ldı. Duvarda istediğiniz sıca klığı seçebil­
meniz için bir düğme vardı.
Sonrasında, sıçmak ve i leri teknoloji tuvaletin yanındaki par­
lak, telefon defteri ka lınlığındaki dergilerden okumak istedi ama
gitmesi gerekiyordu. Sirk çadırı büyüklüğünde bir havluyla kendi­
sini kuru ladı, bol bir pantolon ve bir tişört çekti, uşağa biraz para
verdi, kılıçlarını takarak dışarı çıktı.

Kısa bir uçuştu çünkü askeri pilot hız adına konforu feda et­
mekten memnundu. Helikopter basit bir açıyla havalandı, bir
jumbo jetle karşılaşmamak için alçaktan uçuyordu. Pilot manev­
ra ya pabi lecek bir yere ulaşır ulaşmaz kuyruğu döndürdü, burnu
alçalth ve helikopteri az ışıklı Hollywood Hil ls'e yöneltti.
Ama tepelerin birinde durup bir hastanenin çatısına indiler.
Bu hastane Merhamet zincirinin bir parçasıydı, tekn ik olarak bu­
rası da Vatikan hava sahasıydı. Şu ana kadar her şeyi Juanita'nın
ayarladığı belliydi.
"Nöroloji bölüm ü," dedi Binbaşı Clem, bu kelimeleri bir emir
gibi söyleyerek. "Beşinci kat, doğu ka nadı, oda numarası 564."

Hastane yatağındaki adam DaSid'di.


Yatağın başına ve ucuna çok kal ı n, geniş, deri bantlar geçiril­
miş, bantlara da yumuşak koyun derisi kelepçeler yerleştirilm işti.
Bu kelepçeler DaSid'in bileklerine ve ayak bileklerine takılmıştı .
DaSid'in üzerinde b i r hastane önlüğü vardı.
En kötüsü de DaSid'in gözleri sabit bir yöne bakm ıyordu. Kalp
atışını gösteren bir E KG'ye bağlıydı ve Hiro doktor ol masa da ka lp
atışları nın düzenli olmadığı nı görebi liyordu. Ka lbi çok hızlı atıyor­
du, sonra hiç atmıyordu, sonra bir alarm sesi geliyor ve tekrar
atmaya başlıyordu.
- 170 -
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

Beyni ta mamen durm uştu . Gözleri bir şey görmüyordu. İ l k


başta, Hiro o n u n vücud unun gevşediğini v e rahat olduğunu d ü ­
şündü. Ya kınlaşınca, DaSid'in gergin olduğunu, titrediğini ve ter­
lediği ni gördü.
"Geçici ka lp pili taktık," dedi bir kadın.
Hiro arkasını döndü. Cerrah gibi görünen bir rahibeydi.
"Kası lmalar ne zama ndır var?"
"Eski ka rısı bizi aradı, endişelendiğini söyledi."
"J uanita."
"Evet. Sağlık görevl ileri evine ulaştığında, sanda lyesinden
düşm üş, yerde kıvran ıyordu. Buradaki morluğu görebili rsiniz,
bilgisayarının masadan onun kaburga larının üstüne düştüğünü
düşünüyoruz. Bu yüzden, daha fazla zarardan korumak için onu
bağladık. Ama son yarım saatti r bu durumda - sanki bütün vücu­
du kasıl ıyor. Bu şekilde devam ederse, bağları çözeceğiz."
"Onu bulduğun uzda veri gözlü kleri gözünde miydi?"
"Bilmiyoru m. Sizin için sorabilirim."
"Ama sizce bu bilgisayara bağlıyken mi oldu?"
"Gerçekten bil miyoru m, efend im. Tek bildiğim, ka lp atışları o
kadar düzensizdi ki orada ofiste ona geçici kalp pili takmak zo­
runda kaldık. Nöbet geçirdiğini düşünüp ilaç verdik, işe yarama­
dı. Sonra sakinleştirici verdik, o da biraz işe yaradı. Sorunun ne
olduğunu bulmak için kafasına çeşitli görüntüleme makineleriyle
baktık. Heyet hala üzerinde çalışıyor."
"Ben gidip evi ne bakacağı m," dedi Hiro.
Doktor omuz silkti.
"Uyandığında bana haber verin," dedi Hiro.
Doktor hiçbir şey söylemedi. İlk defa, Hiro, DaSid'in d u ru mu­
nun geçici olamaya bileceğini anladı.
Hiro koridora çıkarken, DaSid konuşmaya başladı, "e ne em
ma ni a gi a gi n i mu ma ma dam e ne em am an ki ga a gi a gi ... "
Hiro arkasını döndü ve baktı. DaSid bağların arasında gevşe­
m işti, rahatlamış ve yarı uyku lu görünüyord u . Yarı açtığı gözleri­
nin arasından Hiro'ya bakıyordu. "e ne em dam gal nun na a gi agi
e ne em u mu un abzu ka a gi a agi ... "
DaSid'in sesi derinden ve sakin geliyordu, stresten iz yoktu.
Heceler dilinden anlamsız sözler gibi dökül üyordu. Hiro koridor­
da yürü rken, DaSid'in konuştuğu nu duyabiliyord u.
"i ge en i ge en nu ge en nu ge en us sa tur ra lu ra ze em men..."

-1 7 1-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Hiro tekrar helikoptere bindi. Beachwood Kanyonu'nun orta­


sından, Hol lywood tabelasına doğru uçmaya başladılar.
DaSid'in evi, ışık yüzünden başkalaşmıştı. Kendi küçük yolu­
nun sonunda, bir tepenin başındaydı . General Jim yolu kapatmış­
tı, koyu kırmızı ve mavi ışıklar binanın üzerindeyd i. Evin üzerinde
başka bir helikopter daha vardı. Askerler evin her yerindeydi, el
fenerleriyle evin içinde dolaşıyorlard ı .
"Bölgenin güvenli olması için önlem aldık," dedi Binbaşı Clem.
DaSid'in laptopu, ça l ışmayı sevdiği masanın yanında, yerdey-
di. Etrafında tıbbi atı klar vardı. Bu yığının ortasında, Hiro, DaSid'in
veri gözlüklerini buldu, gözlükler ya DaSid yere düştüğünde düş­
m üştü ya da sağlık görevli leri tarafından çıkarıl mıştı.
Hiro gözlükleri aldı. Gözlerine doğru yaklaştırırken, görüntüyü
gördü: siyah-beyaz bir karlanma çöküşü duvarı. DaSid'in bilgisa­
yarı karla ndı.
Gözleri ni kapattı ve gözlükleri bıraktı. Bir ikil eşleme bakarak
yaralanamazdınız. Ya da acaba olabilir miydi?

Ev, bir ucunda yüksek bir kulesi olan modernist bir kaleye
benziyordu. DaSid, Hiro ve diğer hackerlar bir kasa bira ve bir
portatif ocak alıp kuleye çıkar, karides, yengeç bacağı ve istiridye
yiyerek ve bira içerek bütün geceyi orada geçi rirlerdi. Şimdi ıssız­
dı, tabii ki, sadece bir arkeolojik kalıntı gibi gri küllerin içine ne­
redeyse gömül müş paslı ocak vardı. Hiro buzdolabından DaSid'in
biralarından birini aldı, eskiden en sevdiği yer olan bu kulede
bir süre oturdu, eskiden olduğu gibi birasını yavaş yavaş içti ve
ışıklardaki hikayeleri okudu.
Eski merkezi semtler sonsuz, organik bir sisin a ltında yan ya­
naydı. Diğer şehirlerde, için ize endüstriyel atıkları çekerdiniz ama
L.A.'de için ize ami noasit çekiyordunuz. Sisli a lan, tost makinesin­
deki kızgın teller gibi parlak çizgilerle sarmalanmış ve örülmüştü.
Kanyonun çıkışı nda, ışıklar daha da keski nleşiyor, yıldız lara, ka­
vislere ve parlak harflere bölün üyordu. Kırmızı ve beyaz cisim­
cikler otobanda titriyor, akıllı trafik ışıklarının bulanık ma ntığıyla
bi rleşiyord u . Daha uzaklarda, alana yayılmış bir milyon hareketli
logo beton kemerlerin üzerin i lekeliyordu, bükeylerde birleşen
geometrik nokta lar gibi. Bayi lik bölgelerinin iki tarafı nda da,
loglolar birkaç basit oluşumun üzeri nde azalıyor, biri leri nin arka
bahçesindeki güven lik ışıklarının parı ltısıyla bölünen bir karanlığa
dönüşüyordu.
-172-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

Bayilikler ve virüsler aynı prensiple ça lışıyord u : bir yerde ba­


şarılı olan başka bir yerde de olurdu. Sadece yeteri kadar tehlikeli
bir iş planı bulman ız, bir klasörde an latmanız - DNA'sını - fotoko­
pisini çekmeniz ve tercihen bir sola dönüş şeridi olan, çok kul la­
nılan bir otoyolun verimli bir tarafı na yerleştirmeniz gerekiyord u.
Sonra mül kiyet sın ırlarını aşana kadar genişleyecekti.
Eski zamanlarda, bir şeyler yemek ve bir fincan kahve içmek
için M om's Cafe'ye gider, evinizde gibi hissederdi niz. Mahallen iz­
den hiç ayrılm ıyorsa nız çok işe yarıyordu. Ama başka bir mahal le­
ye gidersen iz, ka pıdan girdiğinizde herkes başı nı ka ldırıp size dik
dik bakardı ve Blue Plate Special sizin bil mediğiniz bir şey ol urdu.
Yeteri kadar yolcu luk yaptıysanız, hiçbir yerde eviniz gibi hisse­
demezdi niz.
Ama New Jersey' li bir iş adamı Dubuque'e gittiğinde, bir
McDonald's'a girebileceğini ve kimsenin ona dik dik bakmayaca­
ğını bilirdi. Menüye bakmadan sipariş verebilirdi ve yemeğin tadı
her zaman aynı olurdu . McDonald's bir Ev'di, bir klasörde anlatıl­
mış ve fotokopisi çekilmiş bir ev. "Sürpriz yok" bayilik bölgesinin
mottosuydu, İyi Hizmet mührü, alanı çevreleyen ışık kavisleri ve
ağlarını ol uşturan her tabela ve logoda bil inçaltı nı etkileyecek bi­
çimde sergilenmişti .
Dünyanın en şaşırtıcı ve korkunç ülkesi Amerika'da yaşayan
i nsanlar bu mottoyla avunuyordu. Logloları dış taraflara doğru
takip ettiğinizde, büyümenin vadilere ve kanyonlara doğru daha
da a rttığı yerlerde mü ltecilerin topraklarını bulurdunuz. Onlar
gerçek Amerika'dan kaçmıştı; atom bom baları, kafa derisi yüz­
me, hiphop, kaos teorisi, çimentoya gömme, yılan terbiyecileri,
seri katil ler, uzay yürüyüşleri, bufalo zıplamaları, ara badan açı lan
ateşler, seyir füzeleri, Sherma n'ı n Yürüyüşü, trafik, motosiklet
çeteleri ve bu ngee-jumping Amerika'sı. Bilgisayarda tasa rla nmış,
aynı şekildeki sokaklara ara balarını paralel bir şekilde park etmiş,
vinil zemin leri, yamuk yapılmış ahşap işleri olan, ka ld ırımları ol­
mayan si metrik alçı panel bok del iklerine gizlenmişlerdi, medya
kültürüne karşı bir kültür ortamı.
Şehirde kalmış olanlar sadece çöpten beslenen evsizler;
Asya güçlerinin yıkımından fırlayan şarapnel gibi dışarı atılmış
göçmenler; bohem gençler; Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'unun
teknomedya rahipliğiydi. Ve de ha rekete geçiri lmeyi sevdikleri
ve bununla başa çıkabilecekleri ni bildikleri için şehirde yaşama
riski ni alan DaSid ve Hiro gibi genç, zeki insanlar.
-173 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 25 -

Y.T. nerede olduklarını tam olarak an layamadı. Trafi kte sıkışıp


kaldıkları belliyd i.
"Y.T. şimdi yola çıkmal ı," dedi Y.T.
Bir an hiç tepki gel medi. Sonra hacker olan adam sandalyesi­
ne yaslandı, veri gözlüklerinin üstünden ba ktı, üç boyutlu bilgisa­
yar ekranına değil, duvara bakıyordu. "Tamam," dedi.
Ta kma gözlü adam bir firavun faresi kadar hızlı bir şekilde sıç­
rad ı, alüminyum çantayı kriyojenik silindirden çıkardı ve Y.T.'ye fır­
lattı. Bu sırada, orada takılan Mafya adamlarından biri, tırın arka
kapısı nı açtı ve onlara bulvardaki güzel trafik manzarasını gösterdi .
"Bir şey daha," dedi takma gözlü a d a m ve Y.T.'nin çok bölmeli
ceplerinden birine bir zarf sı kıştırdı.
"Bu ne?" dedi Y.T.
Ke ndini koru rcasına iki elini kaldırdı. "Endişelenme, sadece
küçük bir şey. Hadi şimdi git."
Kaykayını tutan adama işaret verdi. Adam çok havalı çıktı,
kaykayı fırlattı ve kaykay tu haf bir açıyla aralarına düştü. Ama
tekerlek parmakları yere yaklaştığını çoktan anlamış, bütün açı­
ları hesaplamış, hayvani bir smaçtan sonra yere inen bir basket­
bol oyuncusu gibi kendilerini genişletmiş ve esnetmişti. Kaykay,
tekerleklerinin üstüne düştü, önce bir tarafa sonra diğer tarafa
yattı, sonra dengesi ni kurdu, Y.T.'ye doğru geldi ve onun yanında
durdu.
Y.T. kaykaya bindi, birkaç kez tekmeledi, tırın arka ka pısından
dışarı atladı ve onları fazla yakından ta kip eden bir Pontiac'ın ka­
portasına düştü. Ön camı, yan kaymak için iyi bir zemindi ve kal­
dırıma indiğinde yönünü tam tersine çevirmişti. Pontiac'ın sahibi
onu kınayarak kornaya basıyordu ama onu kovala ması imkansızdı
çünkü trafik ta mamen durmuştu. Gerçekten hareket edebilen
tek şey Y.T.'yd i. Zaten Ku ryelerin bütün olayı da buydu.

Papaz Wayne'in Cennet Ka pıları #1 106 oldukça büyüktü. Kü­


çük seri numarası onun büyük yaşını gösteriyordu. Uzun zaman
önce, toprak ucuzken ve alanlar genişken yapı l m ıştı . Otopark
yarı dol uydu. Genelde burada tek gördüğünüz, arka tamponla-

-174 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

rına boyayla yazılmış saçma İspa nyolca ifadeler olan külüstür­


lerdi - düzgün işler bulmak ve anavatan larının amansız Katolik
tarzından kaçmak için kuzeye gelen Orta Amerikalı Protestanların
arabaları. Bu otoparkta ayrıca bütün yerleşim bölgelerinin plaka­
larını taşıyan normal arabalar da vardı.
Bu lvarın bu kısmında trafik biraz daha iyiydi. Bu yüzden, Y.T.
çabucak otoparka gelebildi, hızını yavaşlatmak için bayiliğin etra­
fında bir iki kez döndü. Hızlı gidiyorsa nız zemini düz bir otoparka
karşı koymak ve daha çocuksu bir bakış açısıyla bakmak zordu. Bir
yerleri incelemek, ortamını bilmek iyi bir fikirdi. Y.T. bu otoparkın,
yandaki çenç araba satıcısının ("Her aracı dakikalar içinde nakde
çeviriyoruz !" ) otoparkıyla ve dolayısıyla da onun yanındaki al ış­
veriş merkezininkiyle birleşik olduğunu öğrendi. Azimli bir kay­
kaycı muhtemelen bir otoparktan diğerine geçerek L.A.'den New
York'a gidebi li rd i.
Bu otopa rkın bazı taraflarından çat pat sesler geliyordu. Aşa­
ğıya bakınca, bayiliğin arkasında, çöp konteynı rının yanında, as­
faltta küçük cam şişeler gördü, Squeaky'nin geçen gece baktığı
ilaç şişelerine benziyord u. Bir parma klığın arkasında sigara izma­
ritleri gibi yere dağıl m ışlardı. Y.T.'nin tekerlekleri bu şişelerin üze­
rinden geçtiğinde, şişeler kaldırıma fı rladı.
İnsanlar kapıda sıraya girmiş, içeri girmeyi bekliyordu. Y.T.
öne geçti ve içeri girdi.

Papaz Wayne'in Cennet Kapıları'nın girişi, tabii ki, diğerleri gi­


biyd i; ibadet edenlerin numaralarının gel mesini bekleyebi lecek­
leri vinil sanda lye sıraları, her uçta saksı bitkileri ve üstünde tarih
öncesi çağlara ait dergilerin olduğu bir masa. Çocu kların zaman
öldürebi lecekleri, plastik enjeksiyon kal ıplarla hayali, kozmik sa­
vaş oyu nları oynaya bilecekleri bir oyuncak köşesi. Eski bir kilise­
deki bir şeye benzesin diye sahte ahşaptan ya pılmış bir masa. Ma­
sanın arkasında, saç maşasıyla düzgün şekil verilmiş bulaşık suyu
sarısı saçları, metalik mavi göz farı, geniş ve jelatinimsi ya naklarını
kaplayan pembe bir makyaj örtüsü, tişörtünün üzerine giyilmiş
i nce bir koro kıyafeti olan, kısa boylu ve tombul bir liseli kız.
Y.T. içeri girdiğinde, bir işlemin ta m ortasına denk geldi. Kız
Y.T.'yi hemen gördü ama dünyadaki h içbir klasör, bir işlemi orta­
sında bırakmanıza izin vermezdi.

-175 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Beklemek zorunda kal ınca Y.T. iç geçirdi ve sabırsızlığını gös­


termek için kollarını birleşti rd i. Diğer iş kuru mlarında, çoktan kı­
yameti koparır, orası onunmuş gibi masanın arkasına doğru yürü­
meye başlardı. Ama kahretsin, burası bir kiliseydi.
Masanın önü nde, ücretsiz ( bağış istenen) dini kita pçıklardan
oluşan küçük bir raf vard ı . Rafı n birkaç böl ümü Papaz Wayne'in
en çok satan ünlü kitabıyla doluydu. Amerika Komünizmden Na­
sıl Kurtuldu: ELVIS, JFK'İ VURDU.
Takma gözlü adamın onun cebi ne sı kıştırdığı zarfı çıkardı. Ma­
alesef, içinde çok para va rmış gibi kalın ve yumuşak deği ldi.
İçinde yarım düzine fotoğraf vardı. Hepsi Uncle E nzo'nun­
du. Fotoğrafta Uncle Enzo, Y.T.'nin şu ana kadar kendi gözleriyle
gördüğü bütün evlerden daha büyük bir evin geniş, düz, at nalı
şeklindeki araba yolundayd ı . Bir kaykayın üstündeyd i. Ya da bir
kaykaydan düşüyordu. Ya da yavaşça gidiyordu, kol ları iki yana
açılmış, sinirli güvenlik personeli tarafından kovalan ıyordu.
Fotoğrafların etrafı na bir kağıt parçası sarılmıştı. Şöyle diyor­
du: "Y.T. - Yardımın için teşekkür ederim. Bu fotoğraflarda da gör­
düğün üzere, bu iş için biraz antrenman yapmayı dened im ama
biraz pratik gerekecek. Dostun, Uncle Enzo.''
Y.T. fotoğrafları tekrar sardı, cebine koyd u, gülümsemesini
bastırdı ve işine döndü.
Masanın arkası ndaki kız hala işlem yapıyordu. İşlemi yapılan
kişi de turuncu e lbiseli, tıknaz, İspanyolca konuşan bir kad ındı.
Kız bilgisayara bir şeyler yazıyordu. Müşteri, Visa kartını sahte
ahşap masanın üstüne koyd u; tüfek ateşi gibi bir ses çıkardı. Kız,
iki buçuk santi mlik tırnaklarını kullanarak kartı masadan aldı, bu
ha reket Y.T.'nin yumurta kesesinden çıkan böcekleri düşünmesi­
ne sebep oldu. Sonra, bir ayin gerçekleştirdi; dikkatlice ayarlan­
mış bir kol hareketiyle kartı elektromanyetik yuvasından geçirdi,
kağıt parçasını uzattı, imza ve telefon numarasını mırılda narak is­
ted i. Latince konuşabilirdi ama önemli değildi çünkü bu müşteri,
ayini, imzaları ve sayıları biliyordu.
Sonrası sadece Yüksek Mevki'nin onayına kalmıştı. Ama bu­
günlerde bilgisayarlar ve iletişim çok iyiydi ve kredi kartı onayını
almak genelde birkaç saniyeden fazla sürmüyord u. Küçü k makine
onay kodunu verdi, ucuz hoparlörlerden ilahi bir ses geldi ve ofisin
arkasındaki sedef görünümlü kapılar görkemli bir şekilde açıldı.

-176-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Bağışınız için teşekkür ederiz," dedi kız, bütün heceleri bi rbi­


rine karıştırarak.
Müşteri ikili kapıdan yavaşça içeri girdi, hipnotize edici org
melodileri onu içeri doğru çekiyordu. Şapelin iç kısmı tuhaf
bir şekilde renklendirilmişti, kısmen tavana takılmış flüoresan
parçalarla ve kısmen de vitray pencerelere benzetilmiş büyük
renkli ışık kutularıyla aydınlatılmıştı. Bu kutuların en büyüğü,
büyütülmüş bir Gotik kemer şeklindeydi, arka duvara, mihrabın
üstüne yerleştirilmişti ve bariz bir üçlü göze çarpıyordu: İsa, El­
vis ve Papaz Wayne. İsa'ya öncelik verilmişti. İbadet eden kişi,
içeri girdikten sonra çok ilerlemeden koridorun ortasında dizle­
rinin üstüne çöktü ve a nlaşı lmaz bir dilde kon uşmaya başladı: "ar
ia ari ar isa ve na a mir ia i sa, ve na a mir ia a sar ia ... "
Kapılar tekrar kapa ndı.
"Bir saniye lütfen," dedi kız, Y.T.'ye biraz sinirli bakarak. Köşeyi
döndü ve kıyafeti nin kenarı ya nlışlıkla Ninja Raft Warriors savaş
takı mına takılı nca oyuncak alanının ortasında durdu . Sonra tuva­
letin ka pısını çaldı.
"Dolu!" dedi bir adam sesi, ka pının diğer tarafı ndan.
"Kurye burada," dedi kız.
"Çıkıyorum," dedi adam biraz daha sessizce.
Ve gerçekten çıktı. Y.T. ne bir fermuar ne de el yıkama sesi
duymad ı . Adam, rahip el bisesi yakası olan siyah bir takım elbise
giymişti, oyuncak köşesine girerken üstüne hafif, siyah bir cü ppe
attı, küçük oyuncaklar ve savaş uçakları siyah ayakkabılarının al­
tında ezil iyord u. Saçı siyah ve briya ntinl iydi, arada birkaç beyaz
tel vard ı . Hafif kahverengiye çalan çerçeveli, çift odaklı gözlük ta­
kıyordu. Çok büyük gözenekleri vardı.
Y.T.'nin bütün bu ayrıntıları anlayacak kadar ya kınına geldiğin­
de, kokusunu da alabildi. Old Spice kokuyordu ve de nefesinde de
güçlü bir kusm uk kokusu vardı. Ama alkol kusmuğu değildi.
"Onu bana ver," dedi ve alüminyum çantayı Y.T.'nin elinden çekti.
Y.T. insanların bunu ya pmasına asla izin vermezdi.
"imza atmak zoru ndasın," dedi. Ama artık çok geç olduğunu
biliyordu. imzayı ilk başta almazsa nız, sıçm ıştınız. Gücünüz ya da
avantajınız ka lmazdı. Sadece kaykay üstünde bir velet olurdunuz.
Bu yüzden Y.T. insanların tesl imatları el inden çekip almasına
asla izin vermezdi. Ama bu adam bir papazdı. Ta nrı aşkına ! Böy-

- 177 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

le bir şey beklememişti. Çantayı elinden çekip alm ıştı - ve şimdi


çantayla birlikte ofisine geri gidiyordu.
"Ben imzalayabili rim," dedi kız. Korkmuş görünüyord u . Hatta
daha çok, hasta görünüyordu.
"Bizzat onun i mzalaması gerekiyor," dedi Y.T. "Papaz Dale T.
Thorpe."
Y.T. artık şaşırmayı bırakmıştı, sini rlen meye başlıyordu. O yüz­
den onu ofisine doğru ta kip etti .
"Oraya giremezsiniz," dedi kız. Ama bunu serseml ikle, üzün­
tüyle söyledi, sanki bütün olayı ya rı-unutmuştu. Y.T. kapıyı açtı .
Papaz Dale T. Thorpe masasında oturuyordu. Alüminyum
çanta önü nde açıktı . Geçen gece Raven olayından sonra gördüğü
aynı karmaşık parçalarla doluydu. Papaz Dale T. Thorpe bu aygıta
boynundan bağlanmış görü nüyordu.
Hayır, aslında boyn una bir ipin ucunda bir şey takmıştı. Giysi­
lerinin altında sakl ıyord u, Y.T.'nin Uncle Enzo'nun künyesini sak­
ladığı gibi. Papaz şimdi onu dışarı çıkarmış, alüminyum çantanın
içindeki bir yuvaya sokmuştu . Üstü nde ba rkod olan bir kimlik kar­
tına benziyordu.
Kartı çıkardı ve önünde sallanmasına izin verdi. Y.T. onun ken­
disini fark edip etmediğini anlayamad ı . Klavyede bir şey yazıyor,
iki parmağıyla vuruyor, harfleri kaçırıyor, tekrar yazıyordu.
Sonra alüminyum çantanın içindeki motorlar ve servolar vı­
zı ldadı ve titredi. Papaz Dale T. Thorpe, kapaktaki küçük ilaç şişe­
lerinden birini aldı ve klavyenin yan ı ndaki bir yuvaya yerleştirdi.
Şişe yavaşça içeri doğru çekildi.
Şişe tekrar geri fırladı. Kırmızı plastik kapak taneli, kırmızı
bir ışık yayıyordu. İçine yerleştirilmiş küçük ekranlar vardı ve
sayıları heceliyor, geri sayıyordu: 5, 4, 3, 2, 1. ..
Papaz Dale T. Thorpe şişeyi sol burun deliği h izasına ka ldır­
dı. Ekrandaki sayaç sıfıra ulaşınca, lastik subabından çıkan hava
gibi tısladı. Tam o anda, Papaz şişedekini içine, ciğerlerine çekti.
Sonra da şişeyi ustalıkla çöp kutusuna fırlattı.
"Peder?" dedi kız. Y.T. arkasını döndüğünde kızın ofise doğru
geldiğin i gördü. "Şimdi de benimkini yapar mısınız, lütfen?"
Papaz Dale T. Thorpe cevap vermedi. Deri, döner sandalyesi­
ne yığı lmış, Elvis'in ordudaki günlerinde elinde tüfekle çekilm iş,
neon çerçeveli fotoğrafı na bakıyordu.

-178-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 26 -

Uyandığında, gün ortasıyd ı ve güneş yüzünden tamamen ku­


rumuştu, kuşlar etrafında uçuşuyor, ölü mü yaşıyor mu diye karar
vermeye çalışıyorlardı. Hiro, kulenin çatısından aşağı indi ve ted­
biri elden bırakarak üç bardak LA. musluk suyu içti. DaSid'in do­
labından biraz domuz pastırması çıkardı ve mikrodalgaya attı . Ge­
neral J i m'in adamlarının çoğu gitmişti, sadece yolun aşağısında
bi rkaç sembolik asker vard ı . Hiro, yamaca bakan bütün kapıları
kilitledi çünkü Raven'ı düşünmeden edemiyordu. Sonra mutfak
masasına oturdu ve veri gözlü klerini taktı.
Kara Güneş çoğu nlukla Asyal ı doluydu, Bombay fil m endüst­
risinden bir sürü insan birbirine ters ters bakıyor, bıyıklarını ok­
şuyor, gelecek yıl Persepolis'te ne tür şiddetli bir aksiyon filmi­
nin gösterileceğini öğrenmeye çalışıyorlardı. O rada geceydi. Hiro
orada buluna n birkaç Amerikalıdan biriydi.
Barın arka duvarında, yan ya na dizilmiş özel odalar vardı,
küçük, baş başa görüşülebilecek odalar ve avatarların bir araya
gelip toplantı yapabileceği büyük konferans odaları vard ı . Juani­
ta küçük odalardan birinde Hiro'yu bekl iyordu. Dü rüst bir tasvir­
di, büyük, siyah gözlerinin etrafı ndaki kırışıklıkları gizlemek için
hiçbir çaba harca mamıştı . Pa rlak saçlarının çözünürlüğü o kadar
iyiydi ki Hiro ışığı kırıp küçük gökkuşa klarına dön üştüren çizgi leri
görebiliyordu.
"Ben DaSid'in evindeyi m . Sen neredesin?" dedi Hiro.
"Uçaktayım - o yüzden kapabilirim," dedi Juanita.
"Buraya m ı geliyorsun?"
"Oregon'a, aslında."
"Portland?"
"Astoria."
"Böyle bir zamanda Astoria, Oregon'a ne diye gidiyorsun?"
Juanita derin bir nefes aldı, titreyerek nefes verdi. "Sana söy-
lersem, tartışacağız."
"DaSid'in son durumu ne?" dedi Hiro.
"Aynı."
"Herhangi bir teşhis var mı?"
Juanita iç geçirdi, yorgun görünüyordu. "Bir teşhis konmaya-

-179-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

ca k," dedi. "Bu bir donanım değil, yazılım problemi."


"Ha?"
"Şüphe çeken şeyleri bir araya getiriyorlar. Bilgisaya rlı tomog­
rafiler, nükleer manyetik rezonans görüntülemeleri, pozitron
emisyon tomografi leri, elektroensefalografiler. Her şey normal.
Beyninde - donanımında - bir sorun yok."
"Yanlış progra mı çalıştı rdığı için olabilir mi?"
"Yazılımı zehirlenmiş. Dün gece DaSid'in kafası nın içinde bir
Karlanma çöküşü vardı."
"Bunun psikolojik bir problem olduğunu mu söylemeye çalı­
şıyorsun?"
"Bu, bili nen kategori lerin biraz daha ötesinde," dedi Juanita,
"çü nkü yeni bir olay. Asl ında çok eski ."
"Bu şey öyle birden mi oluyor?"
"Sen söyle," dedi. "Dün gece sen oradaydın. Ben gittikten
sonra bir şey oldu mu ?"
"Kara Güneş' in ka pısında Raven'dan aldığı bir Ka rlanma çökü-
şü hypercardı vardı."
"Lanet olsun. Pisli k."
"Kim pislik? Raven mı DaSid mi ?"
"DaSid. Onu uyarmaya çalıştım."
"DaSid onu ku llandı." Hiro, Brandy'yi ve sihirli ruloyu açıkla­
maya devam etti . "Sonra bilgisayarında bir soru n oluştu ve dışarı
atıldı."
"O kısmı duydu m," dedi. "O yüzden sağlık görevlilerini ara­
dı m."
"DaS id' in bilgisayarının çökmesiyle senin ambulansı araman
arasında bir alaka kuramad ım."
"Brandy'nin rulosu rastgele ka rlanma çöküşleri göstermiyor­
du. Büyük miktarda sayısal bilgi gönderiyordu, ikili formatta. O
sayısal bilgiler doğrudan DaSid'in optik sinirine gidiyordu. Yani
beyninin bir kısmına - bir insanın göz bebeğine dikkatlice ba­
karsan, beyne bağlanan ucunu görebilirsin.''
"DaSid bir bi lgisayar değil. İkili kod okuyamaz."
"O bir hacker. Onun işi ikili kodlarla uğraşmak. Bu yetenek
onun beyninin derinlerdeki yapı larına sı kıca bağlı. Yani o tür bilgi­
lere yatkın. Ve sen de öylesin, dostum."
"Ne tür bilgilerden bahsediyoruz?"

180
- -
PARAZİT N EAL STEPHENSON
-

"Kötü haber. Bir metavirüs," dedi Juanita. "Bilgi savaşlarının


atom bombası - her sistemin kendine yeni virüsler bulaştırması­
na sebep olan bir virüs."
"Yani DaSid'i hasta eden şey bu mu ?"
"Evet."
"Ben neden hasta olmadım?"
"Çok uzaktın. Gözlerin ikil eşlemi çözemezdi. Yüzünün tam
önünde olması gerekiyor."
"Bunun üzerinde düşü neceğim," dedi Hiro. "Ama başka bir
sorum var. Raven başka bir uyuşturucu da dağıtıyor - Gerçeklikte
- adı Karlanma çöküşü. Nedir o?"
"O bir uyuşturucu değil," dedi Juanita. "Uyuşturucu gibi gö­
rünmesini ve hissetti rmesini sağlıyorlar ki i nsanlar almak istesin.
İçine biraz kokain ve başka şeyler katılmış."
"Uyuşturucu değilse, ne peki?"
"Metavirüs bulaşmış insanlardan alınmış, kimyasal olarak iş­
lenmiş kan serumu," dedi Juanita. "Ya ni, hastalığı yaymanın bir
d iğer yolu."
"Kim yayıyor?"
"L. Bob Rife'ın kendi kilisesi. O insanların hepsine hastalık bu­
laşmış."
Hiro başını ellerinin arasına aldı. Ta m olarak bunu düşünme­
mişti; bu düşüncenin kafatasının içinde sekerek dolaşmasını ve
du rmasını bekled i. "Bir dakika, Juanita. Karar ver. Bu Karlanma
çöküşü - bir virüs mü, uyuşturucu mu yoksa bir din m i?"
Juanita omuz silkti . "Ne fa rk eder?"

J uanita'nın bu şeki lde konuşması, Hiro'n un bu kon uşmada


kendine gelmesine yardımcı olmad ı . "Bunu nasıl söyleyebilirsin?
Sen kendin dindar bir insansı n."
"Bütün din leri bir araya topla ma."
"Üzgü nüm."
"Her insa nın dini vardır. Sanki beyin hücrelerimize yerleştiril­
miş din algılayıcılarımız var ve bizim için o boşl uğu dolduracak
her şeye bağlan ıyoruz. Din özünde virüslü bir şeydi - i nsan zihni­
nin içinde üreyen, bir insandan diğerine sıçrayan bir bilgi. Eskiden
böyleydi ve maalesef şu anda da oraya doğru gidiyor. Ama bizi
ilkel, mantıksız dinlerin elinden kurtaracak bir sürü girişimde bu-

-181-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

lunuldu. İlki yaklaşık dört bin yıl önce Enki adında biri tarafından
ya pıldı. İkincisi milattan önce on sekizinci yüzyılda, i l . Sargon'un
isti lasıyla evlerinden kovulan Ya hudi bilim adam ları tarafı ndan
yapıldı ama sonunda boş bir kan uncul uğa dönüştü. Girişimde
bulunan bir diğer kişi de İsa'ydı - ölümünden elli gün sonra vi­
rüslü etkiler tarafından gasp edildi. Virüs Katolik Kilise tarafı ndan
etkisiz hale getirildi ama 1900 yılında Kansas'ta başlayan ve o za­
mandan beri güç toplayan büyük bir salgının ortasındayız."
"Tan rı'ya ina nıyor musun, inanmıyor musun?" dedi Hiro. Her
şeyin bir sırası vardı.
"Kesinlikle inanıyorum."
"İsa'ya inanıyor musun?"
"Evet. Ama İsa'nın bedensel olarak dirilişine değil."
"Buna inanmadan nasıl H ristiyan olabilirsin?"
"Ben de d iyorum ki," dedi Jua nita, "buna inanırsan nasıl Hris­
tiyan olabilirsin? H ristiyanlığın gerçeklerini araştırma zahmeti ne
giren biri, bedensel olarak dirilişin, gerçek hikayeler yazıldıktan
yıllar sonra hikayeye eklenen bir efsane olduğunu görebilir. Bu bir
magazin ha beri gibi, sence de öyle değil mi?"

Bunun dışında, Jua nita'nın söylediği başka bir şey olmadı.


Şu anda bu konuya girmek istemediğini söyledi. "Bu noktada"
Hiro'nun düşünce leri ni etkilemek istemiyordu.
"Bu başka noktalar da olacağı anlamına mı geliyor? Bu devam
eden bir ilişki mi?" dedi Hiro.
"DaSid'e hasta l ı k bulaştıran insanları bulmak istiyor m usun?"
"Evet. Juanita, o benim arkadaşım ol masaydı bile, bana hasta­
lık bulaştı rmadan önce onları bulmak isterd im."
"Babil konusuna bak, Hiro, sonra da, Astoria'dan geri dönebi-
lirsem, beni ziyarete gel."
"Geri dönebil irsem mi? Orada ne yapacaksın?"
"Araştı rma."
Bütün konuşma boyunca yüzünde ciddi bir ifade vardı, bilgile­
ri veriyor, Hiro'ya olan ları anlatıyordu. Ama yorgun ve end işel iydi
ve Hiro aslında onun korktuğu izlenimine kapıldı.
"Bol şans," dedi. Bu buluşmada onunla flört etmeye, geçen
gece ka ldıkları yerden devam etmeye kendini hazırlam ıştı. Ama o
zamandan şimdiye kadar, Jua nita'nın aklı nda bir şeyler değişmiş-

-182-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

ti. Flört etmek, aklına gelecek en son şeydi.


Juanita, Oregon'da tehlikeli bir şeyler yapaca ktı. Endişelen­
mesin diye Hiro'nun bilmesi ni istememişti .
"Babil hakkındaki bilgilerde inan na adında biriyle ilgili bir sürü
şey var."
"lnanna kim ?"
"Bir Sümer Tanrıçası. Ona aşığım. Neyse, lnanna'yı anlayana
kadar, yapmak üzere olduğum şeyi anlayamazsın."
"Peki, bol şans," dedi Hiro. "lnanna'ya benden selam söyle."
"Teşekkürler."
"Geri döndüğünde seninle biraz vakit geçirmek istiyorum."
"Ben de istiyorum," dedi. "Ama önce bundan kurtulmal ıyız."
"Bir şeyin içinde olduğumu fark etmedim."
"Aptal olma. Hepimiz bu işin içindeyiz."
H i ro dışarı, Kara Güneş'e çıktı. Hacker Dairesinde dolaşan ve
gerçekten göze çarpan bir adam vardı. Avatarı o kadar etkileyici
görünmüyordu. Ve kontrol etmekte güçlük çekiyordu. Metaev­
rene ilk kez gelen ve nasıl hareket edeceği ni bil meyen bir adama
benziyordu. Sürekli masalara çarpıyordu ve arkasını dönmek is­
tediğinde, birkaç kez dönüyor, kendisini nasıl durduracağını bil­
miyordu.
Hiro ona doğru yürüdü çünkü yüzü tanıdık geliyordu. Adam,
Hiro'nun onu tam olarak görebileceği kadar sabit durduğunda,
Hiro avatarı tanıdı. Bu bir Clint'ti. Genellikle ya nında bir Brandy
olurdu.
Clint, Hiro'yu ta nıdı ve bir saniyeliğine şaşkın göründü, sonra
sert, haşin görüntüsü geri geldi . Ellerini önünde ka ldırdı ve Hiro
onun, tıpkı Brandy'ninki gibi bir rulo tuttuğunu gördü.
Hiro katanasına uzandı ama rulo çoktan yüzü nün önünde
açılm ış, içindeki ikil eşlemin mavi ışığını göstermeye başlamıştı.
Hiro yana kaydı, Clint' in yan tarafı na geçti, kata nayı başının üstü­
ne ka ldırdı ve Clint'in kollarını kesti.
Rulo yere d üşünce, daha da açı ldı. H i ro artık bakmaya cesa ret
edem iyordu. Clint arkasını dönmüş, beceriksizce Kara Güneş'ten
kaçmaya çalışıyor, pinpon topu gibi masadan masaya çarpıyordu.
Hiro adamı öldürebilirse - kafasını kesebilirse - avatarı Kara
Gü neş'te kalacak, Mezarlı k Progra mları tarafı ndan götürülecekti .
Hiro biraz hackerlık yapıp o n u n k i m olduğunu, nereden geldiğini
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

öğrenebilirdi.
Ama onlarca hacker, barın etrafında takılıyor, bu olayı izliyor­
du ve eğer gelip ruloya bakarlarsa, son ları DaSid gibi olacaktı.
Hiro çömeldi, ruloya bakmadı ve yerdeki, tünel sistemine gi­
den gizli kapaklardan birini açtı. Bu tünel leri Ka ra Güneş'e kod la­
yan kişi oydu; bütün barda bu n ları kullanabilecek tek kişi oydu.
Ruloyu bir eliyle tü nele attı ve kapağı kapattı.
Hiro çıkışın yanında Clint'i görebiliyordu, avatarını kapıdan çı­
karmaya çalışıyordu. H i ro peşinden koştu. Adam Sokağa ulaşırsa,
onu bulamazdı - şeffaf bir hayalete dön üşecekti. Bir milyon şef­
faf hayaletin içinde, onu bulmanın yol u yoktu. Her za manki gibi,
kapının önünde toplanmış bir özenti ka laba lığı va rdı. Hiro birkaç
siyah-beyaz insan dahil her zamanki çeşitl iliği görebiliyordu.
O siyah-beyazlardan biri Y.T.'yd i. Orada boş boş dolaşıyor,
Hiro'nun çıkmasını bekliyordu.
"Y.T.," diye bağırdı. "Kolları olmayan adamı yakala!"
Hiro, Clint'ten sadece birkaç san iye sonra kapıdan çıktı. Hem
Clint hem de Y.T. çoktan gitmişti.
Kara Güneş'e geri döndü, yerdeki ka paklardan birini açtı ve
tünel sistemine indi, Mezarlık Programlarının diyarı. Bir ta nesi
çoktan ruloyu almış, ateşe atmak için merkeze doğru yavaş yavaş
yürüyordu.
"Hey, ahbap," dedi Hiro, "bir sonraki tünelden sağa dön ve o
şeyi benim ofisime bırak, tamam mı? Ama bana bir iyilik yap ve
önce onu sar."
Hiro Mezarl ık Programını tü nelde, Sokağın altında takip etti.
Hiro'nun ve diğer hackerların evlerinin o lduğu bölgenin altına
geldiler. Hiro, Mezarl ık Programından sarılı ruloyu onun bodrum­
daki atölyesine - hack yaptığı oda - koyması nı istemişti. Sonra
Hiro yukarı, ofisine çıktı.
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 2 7-

Hiro'nun telefonu çalıyordu. Açtı.


"Ahbap," dedi Y.T. "Bir ara oradan asla çıkmayacağını sand ı m ."
"Neredesin?" dedi Hiro.
"Gerçeklikte mi Metaevrende mi?"
"İ kisinde de."
"Metaevrende tek hatlı bir trendeyim . Biraz önce Bağlantı Ka­
pısı 35'i geçti m."
"Geçtin mi? Ekspres olmalı."
"İyi düşündün. Kol larını kestiğin şu Clint iki vagon önümde.
Sa nırım onu takip ettiğimi bilmiyor."
"Gerçekl ikte neredesin?"
"Papaz Wayne'in karşısındaki sokaktaki terminalde."
"Öyle mi? Ne kadar ilginç."
"Buraya bir tesl imatım vard ı ."
"Ne tür bir teslimat?"
"Bir alüminyum çanta."
Hiro ondan bütün hikayeyi öğrendi ya da bütün hikaye oldu­
ğunu düşündü - anlamanın bir yolu yoktu.
"Parktaki insanların söylediği an lamsız sözlerle Papaz Way­
ne'deki kad ı n ı n söylediği anlamsız sözlerin aynı olduğuna emin
misin?"
"Eminim," dedi Y.T. "Oraya giden bir sürü insan tanıyoru m . Ya
da ai leleri gid iyor ve yan larında on ları da sürüklüyor, bilirsin."
"Papaz Wayne'in Cennet Kapıları'na m ı ?"
"Evet. Ve tek yaptıkları şey, anlamsız sözcükler söylemek.
Daha önce de duymuştum."
"Sonra konuşuruz, dostum," dedi Hiro. "Yapmam gereken çok
ciddi bir araştı rma var."
"Görüşürüz."
Babil/Bilgi Kıyameti kartı masasın ın ortasında duruyord u.
Hiro kartı aldı. Kütüphaneci belirdi.
Hiro, Kütü phaneciye Lagos'un ölüp ölmediğini sormak üze­
reyd i. Ama bu an la msız bir soruydu. Kütü pha neci biliyordu ama o
bilmiyordu. Kütü phaneyi incelese, bi rkaç dakika içinde bulabilir­
di. Ama bi lgiye gerçekten sahip ola mazdı. Ayrı bir hafızası yoktu.
Onun hafızası Kütüphaneydi ve bir kerede ancak küçük kısımları-

-18 5-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

nı kullanabiliyordu.
"Anlaşıl maz bir dilde kon uşmak hakkında ne söyleyebilirsin?"
dedi Hiro.
"Teknik terim 'glosolali'dir," dedi Kütü phaneci.
"Teknik terim mi? Dini bir ayi n için neden tekni k bir terim kul­
lanılsın ki?"
Kütüphaneci kaşlarını kaldırdı. "Bu konuda büyük bir teknik ede­
biyat var. Dini ayinlerde sadece istifade edilen nörolojik bir olay."
"Hristiyanlıkta, değil mi?"
"Pentekostal Hristiyanlar böyle düşünüyor ama kendilerini
kandırıyorlar. Pagan Yunanlar bunu yaptı - Platon buna teomani
- kendini Tanrı zannetme - ded i. Roma İmparatorluğu'nun doğu
tarikatları bunu yaptı. Hudson Körfezi Eskimoları, Çukçi Şamanla­
rı, Laponlar, Yakutlar, Semang pigmeleri, Kuzey Borneo tarikatları,
Gana rahipleri. Zulu Amandiki tarikatı ve Çinli Shang-ti-hui tarikatı.
Tonga'nın medyum ları ve Brezilyalı Umbanda tarikatı. Sibirya'nın
Tunguz kabilesi üyeleri der ki, şaman transa geçtiğinde ve çılgı nca
an laşılmaz heceler söylediğinde, Doğanın dilini öğrenir."
"Doğa nın dili."
"Evet, efendim. Afrikalı Sukuma kabilesi bu dilin kinaturu ol­
duğunu söyler, belirli bir ka bileden geldikleri düşünülen bütün
büyücü lerin atalarının dili."
"Buna ne sebep oluyor?"
"Esrarengiz açıkla malar bir kenara bırakıld ığında, görün üşe
göre glosolali beynin derinl iklerine gömülmüş yapılardan kay­
nakla nıyor ve bu yapılar bütün insanlarda var."
"Nasıl görünüyor? Bu insanlar nasıl davran ıyor?"
"C. W. Shumway, 1906 Los Angeles toplantısını gözlemledi
ve altı tane temel semptom fark etti : akıl kontrolünü tamamen
kaybetme; histeriye varan duygu yoğunluğu; düşünce veya irade
kaybı; konuşma orga nlarının kend iliğinden çalışması; hafıza kaybı
ve titreme ya da seğirme gibi ara sıra gösterilen fiziksel belirtiler.
Eusebius, 300 yılında benzer bir olay gözlemledi, sahte peygam­
ber, bilinçli düşü nceyi kasten bastırmakla başladığı nı ve kontrol
edemediği bir hezeyanla bitirdiğini söyledi."
"H ristiya nlık bunu doğruluyor mu? İ ncil'de bunu destekleyen
bir şey var mı?"
"Pentekost."
"Bu kelimeyi daha önce de söyledin - nedir o?"

-186-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

"Yuna nca pentekostos'tan gelir, ellinci demektir. İsa'nın çar­


mıha geril mesinin ellinci gününü kasteder."
"J uanita bana H ristiya n l ığın daha elli günlü kken virüslü etkiler
tarafından gasp edildiğini söyledi. Bundan bahsediyor olmalıyd ı.
Nedir bu?"
" 'İmanlıların hepsi Kutsa l Ruh'la doldular, Ruh'un on ları
konuşturduğu yabancı dillerde konuşmaya başladılar. O sırada
Kudüs'te, d ünyanın her ülkesinden gelmiş dindar Yahudiler
bulunuyordu. Bunlar sesi işittikleri zaman büyük bir kalabalık
halinde toplandılar. Her biri kendi dil inde konuşulduğunu d uyun­
ca şaşaka ldılar. Hayret ve şaşkı nlık içinde, « Bakın, bu konuşanların
hepsi Celileli değil mi?» diye sordular. « Nasıl ol uyor da her bi ri­
miz kendi ana d i l imizi işitiyoruz? Aramızda Pa rtlar, Medler, Elam­
lılar var. Mezopotamya'da, Ya hudiye ve Kapadokya'da, Pontus ve
Asya ili nde, Frikya ve Pamfilya'da, Mısır ve Libya'nın Kirene'ye
ya kın bölgelerinde yaşaya nlar var. Hem öz Ya hudi hem de Yahu­
di liğe dönme Romalı konuklar, Giritliler ve Araplar var a ram ızda.
Ama her birimiz Ta nrı'n ı n büyük işlerinin kendi dilim izde konuşul­
duğunu işitiyoruz. » Hepsi hayret ve şaşkınlık içinde birbirleri ne,
« Bunun anlamı ne?» diye sordular.' Elçilerin İşleri 2 :4-12."
"Bunu bilm iyorum," dedi Hiro. "Babil'in tersi gibi."
"Evet, efendim. Birçok Pentekostal H ristiyan, dilin bir lütuf ol­
duğuna, başka i nsanların dillerini öğrenmek zoru nda ka l madan
dinlerini yaymak için verildiğine inanır. Buna da ksenog/osi denir."
"Rife o videoda, Enterprise'da bunu iddia ediyordu. O Bangla-
deşlilerin ne dediğini an layabildiğini söylüyordu."
"Evet, efendim."
"Bu gerçekten işe yarıyor m u?"
"İddiaya göre, on altıncı yüzyı lda, Aziz Louis Bertrand, otuz
binle üç yüz bin arası Güney Amerika Kızılderilisini Hristiyan yap­
mak için dil yeteneğini kullandı," dedi Kütü phaneci.
"Vay canına. Çiçek hastalığından daha hızlı yayılm ış."

"Yahudiler bu Pentekost olayı hakkında ne düşünüyord u?"


dedi Hiro. "Hala ülkeyi yönetiyorlardı, değil m i?"
"Ülkeyi Roma lılar yönetiyordu," dedi Kütüphaneci, "ama bir­
kaç Yahudi dini otorite vardı. O zamanda, üç grup Yahudi vardı:
Ferisiler, Sad ukiler ve Esseniler."
"Ferisiler'i Jesus Christ, Superstardan hatırlıyoru m . Sürekli

-187-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

İsa'yla tartışan kalın sesli insanlardı."


"Onunla tartışıyorlardı," dedi Kütüphaneci, "çünkü dini açıdan
çok katı lardı. Din kurallarına sıkı sıkıya bağlılardı; onlara göre, Hu­
kuk her şeyd i. Şüphesiz, İsa onlar için bir tehditti çünkü o aslında
Hukuku ortadan ka ldırmayı öneriyordu."
"Tanrı'yla yeniden anlaşmak istiyord u."
"Benzetmelerde iyi deği lim - ama kelimenin tam anlamıyla
düşünü ldüğünde bile bu doğru ."
"Diğer iki grup kimdi?"
"Sadukiler materya listti."
"Yani? BMW mi sürüyorlardı?"
"Hayır. Felsefi açıdan materyal istlerdi. Bütün felsefeler ya mo­
nist ya da düal istti . Monistler mevcut dünyanın tek dünya oldu­
ğuna inanırdı - bu yüzden materyalistlerdi. Düal istler ikinci bir
dünyanın olduğuna, mevcut dünya nın ya nında bir de ruhani bir
dünya olduğuna inanırdı."
"Bir bi lgisayar delisi olarak ben de ikinci bir dü nyaya inanmak
zorundayı m."
Kütüphaneci kaşlarını kaldırdı. "Bu ne demek?"
"Üzgünüm. Şakaydı. Kötü bir kelime oyunu. Hani bilgisayarlar
bilgiyi göstermek için ikili kod ku llanır ya, o yüzden ben de ikinci
bir evrene inanmak zorundayım, düalist olmak zoru ndayım."
"Ne kadar komi k," dedi Kütüphaneci, çok eğlenmiş gibi gö­
rünm üyordu. "Ama yine de şakanızın gerçek bir dayanağı olmal ı."
"O ne demek? Sadece şaka yapıyordum, gerçekten."
"Bilgisaya rlar her şeyi göstermek için bire ve sıfıra bağl ıdır. Bir
şey ve hiçbir şey arasındaki fa rk - olmak ve olmamak arasındaki
bu esas ayrım - oldukça önemlidir ve bi rçok Ya radılış efsa nesinin
temel ini ol uşturur."
Hiro yüzünün ısındığını, sinirlenmeye başlad ığını hissetti.
Kütüphanecinin onunla da lga geçtiğinden, onu aptal yerine koy­
duğundan şüphelend i. Ama Kütüphanecinin ne kadar inandırıcı
bir halde ya pıld ıysa da, sadece bir yazılım parçası olduğunu ve
böyle şeyler yapamayacağını bil iyordu.
" 'Bilim' kelimesinin kökeni bile H int-Avrupa dil leridir, 'kes­
mek' ya da 'ayırmak' anlamına gelir. Aynı kökten 'bok' keli mesi de
türemiştir, tabii ki yaşayan bedeni yaşamayan atıklardan ayırmak
demektir. Aynı kök bize 'tırpan' ve 'makas' ve 'hizip' kelimelerini
de verir. Hepsi nin de ayırma konseptiyle bariz bir ilgisi var."

-188-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Peki 'kıl ıç'?"


"Bi rkaç anlamlı bir kökten. O anlamlardan biri "kesmek ya da
delmek." Bir tanesi 'kazık' ya da 'sopa.' Ve diğeri de 'konuşmak.'
"Neyse, konumuza dönelim," dedi Hiro.
"Peki. İsterseniz bu konuşmaya başka bir zaman dönebilirim."
"Bu noktada bölünmek istemiyoru m. Bana üçüncü grubu an-
lat - Esseniler."
"Komün halinde yaşıyorlardı ve fiziksel ve ruhsal tem izliğin
birbirine bağlı olduğuna inan ıyorlard ı . Sürekli yıkan ıyor, güneşin
altı nda çırılçıplak yatıyor, lavmanlarla temizleniyor ve yiyecekle­
rinin kirlenmemiş olduğundan emin olmak için her yolu deniyor­
lardı. İsa'n ın cin çarpmış i nsanları mucizelerle değil vücutlarından
tenya gibi asa lakları çıkartarak iyileşti rdiğini anlatan kendi İncil­
leri bile vard ı . Bu asa laklar, şeytanlarla aynı anlama gel iyordu."
"Hippi lere benziyorlar."
"Bu benzetme daha önce yapıldı ama birçok açıdan ya nlış. Es­
seniler çok dindardı ve asla uyuşturucu ku llanmazdı."
"Yani onlara göre, tenya gibi bir asalaktan hasta lık kapmakla,
şeyta n tarafından ruhun ele geçiri lmesi arası nda bir fa rk yoktu."
"Doğru."
"İ lginç. Bilgisayar virüsleri hakkında ne düşün ürlerdi acaba?"
"Tahmin benim sınırlarımı aşıyor."
"Aklıma gelmişken - Lagos bana virüsler, hasta l ı k ve tılsım
(namshub) diye bir şeylerden bahsediyordu. Bu ne demek?"
"Numshub Sümer dili nden bir kelimedir."
"Sümer dili mi?"
"Evet, efendim. M .Ö. 2000 yılına kadar Mezopotamya'da kul­
lanılm ıştır. Yazılı dil lerin en eskisi."
"Öyle mi? Ya ni diğer bütün diller ondan mı gel iyor?"
Kütüphaneci bir şey düşünüyormuş gibi gözlerini yukarı ka l­
dı rd ı . Bu işaret onun Kütü phaneye başvurduğunu gösteriyordu.
"Aslında, hayır," dedi Kütüphaneci. "Hiçbir d i l Sümer dilinden
gelmiyor. Sümer dili bitişimli bir dildir, ya ni grup haline getirilen
ekler ya da hecelerin toplamı - çok fa rkl ı ."
"Yani diyorsun ki," dedi Hiro, hasta nedeki DaSid'i hatırlaya­
rak, "biri Sümer dili konuşursa, yan ya na getirilmiş kısa heceler­
den oluşan uzun bir cümle mi duya rım?"
"Evet, efendim."
"Kulağa glosolali gibi mi gelir?"

- 18 9
-
PARAZİT- NEAL 5TEPHENSON

"Bir kanıya varamam. Gerçek birine soru n," dedi Kütüphaneci.


"Herhangi modern bir dile benziyor mu?"
"Sümer dilinin, sonrasında gelen herhangi bir dille kanıtlan­
mış genetik bir bağı yok."
"Bu çok tuhaf. Mezopotamya ta rihim paslanm ış," dedi Hiro.
"Sümerlere ne oldu? Soykırım mı?"
"Hayır, efendim. Ele geçirildiler ama soykırıma dair bir kanıt yok."
"Herkes er ya da geç ele geçirilir," dedi Hiro. "Ama dilleri öl­
medi. Sümer dili neden yok old u?"
"Ben sadece bir kod parçası olduğum için, tahmin yürütmekle
çok büyük bir riske girmiş olu rum," dedi Kütü phaneci.
"Peki. Sümer dilini an layan biri var mı?"
"Evet, bir zamanlar dünyada bu dili okuyabilen ya klaşık on kişi
olduğu görünüyor."
"Nerede çalışıyorlar?"
"Biri İsrail'de. Biri British M useum'da. Biri l rak'ta. Biri Chicago
Üniversitesi'nde. Biri Pennsylvania Ü niversitesi'nde. Ve beşi de
Houston, Teksas'taki Rife İncil Okulu'nda."
"İyi bir dağı lım. Peki bu i nsanlardan herhangi biri 'na m-shub'
keli mesinin Sümer dil indeki anlamını bulmuş mu?"
"Evet. Nam-shub büyü gücü olan sözler demek. En ya kın çevi­
risi 'tı lsım' ama bunun birkaç yanlış yan anlamı da var."
"Sümerler büyüye inanır mıyd ı ?"
Kütüphaneci başını salladı. "Bu basit bir soru gibi görünse
de, çok derin bir konu ve benim gibi yazılım parçaları bu konuda
çok beceriksizd ir. Alıntı ya pmama izin verin. Samuel Noah Kra­
mer ve John R. M aier'den Myths of Enki, the Crafty God. New
York, Oxford : Oxford Un iversity Press, 1989: 'Din, büyü ve tıp
Mezopota mya'da o kadar iç içe geçmiştir ki bunları ayırmak bey­
hude ve belki de a nlamsız bir iştir ... Sümerlerin büyü lü sözleri
di n, büyü ve esteti k arasında o kadar yakın bir ilişki gösteriyor
ki birini diğerinden ayı rmak bütünü bozacaktır.' Burada konuyu
açıklamaya yardımcı olacak bir sürü materyal var."
"Nerede?"
"Yan odada," dedi Kütüphaneci, duvarı göstererek. Yü rüdü ve
ince kağıt duvarı indirdi.
Büyü gücü olan sözler. Bugünlerde insanlar böyle şeylere
inanm ıyordu. Büyünün mümkün olduğu Metaevren hariç. Meta­
evren kod larla yapılmış kurgusal bir ya pıydı. Ve kod da bir tür söz

-190-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

biçimiydi - bi lgisaya rların an ladığı söz biçimi. Bütün Metaevren L.


Bob Rife'ı n fiber optik ağlarıyla kendini canlandıran tek, büyük bir
tılsım olarak d üşünülebilirdi.
Telefon çaldı. "Bir san iye," dedi Hiro.
"Acele etmeyin," dedi Kütüpha neci, gerekirse bir mi lyon yıl
bekleyebileceğini hatırlatmad ı .
"Yi ne ben," dedi Y.T. "Hala trendeyi m. Kesik kol, Ekspres Bağ­
lantı Ka pısı 127'de indi."
"Hmm. Bu Şehir Merkezi'nin en ucu . Yani, Şehir Merkezi'nden
sonra gidebileceğin en uzak nokta."
"Öyle mi?"
"Evet."
"Sözüne güveniyoru m. Kesinlikle cehennemin di biydi."
"İnip onu ta kip etmedin mi?"
"Şaka mı yapıyorsu n? Orada mı? Orası en yakın binadan on
bin mil ötede, Hiro.''
Haklıydı. Metaevren, genişleyebi lmek için bir sürü boş alanla
ya pılm ıştı. Bütün gelişti rmeler Şehir Merkezi'nin iki ya da üç Hızlı
Bağlantı Ka pısı içi ndeydi - yaklaşık beş yüz kilometre. Bağla ntı
Kapısı 127 yirmi bin mil ötedeyd i.
"Orada ne var?"
"Her kenarı tam yirmi mil olan siyah bir küp."
"Tamamen siyah mı?"
"Evet."
"O kadar büyük bir siyah küpü nasıl ölçtün?"
"Yıldızlara bakarak gidiyordum. Birden trenin sağ tarafından
onları göremez oldum. Yerel bağlantı noktalarını saymaya başla­
dım. On altı tane saydım. Ekspres Bağlantı Ka pısı 127'ye geldik,
kesik kol trenden indi ve siyah şeye doğru gitti. On altı tane daha
yerel bağlantı ka pısı sayd ım ve sonra yıldızlar göründü. Sonra
otuz iki kilometreyi aldım, sıfır nokta altıyla çarptım ve yirmi mil
buldum - seni pislik herif."
"Bu iyi," dedi Hiro. "Bu iyi bir bilgi."
"Kimin boyu yirmi mil olan siyah bir küpü vardır sence?"
"Sadece önyargıyla tahmin edersem, L. Bob Rife. Söylenenle-
re göre onun, bilinmeyen bir yerde, M etaevrenin tüm iç sistemini
sakladığı büyük bir yapısı va rmış. Eskiden motosiklet ya rışı yapar­
ken bazılarımız arada ona çarpardı .''
"Gitmem gerek, dostum."

-1 9 1 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 28 -

Hiro telefonu kapattı ve yeni odaya girdi. Kütü phaneci arka­


sından geldi .
Odanın b i r kenarı 1 5 metreyd i. Ala nın ortasında · ıüyük yapı
ya da ya pıların üç boyutlu temsilleri vardı. Ortad;,, ooşlukta asılı
duran, sehpa büyüklüğünde ve yaklaşık otuz santim ka lınlığı nda,
pişmiş balçıktan ya pılmış bir levha vardı. Hiro bunun daha küçük
bir nesnen in büyütü lmüş temsi li olduğunu düşündü. Levhanın
geniş yüzeyi, Hiro'nun çivi yazısı diye bildiği küçük yazılarla ka p­
l ıydı. Kenarlarında, balçığa şekil verirken parmaklarla yapı lmış
gibi görünen yuvarlak, paralel çu kurla r vardı.
Levhanın sağında, tepesinde dallar olan tahta bir direk var­
dı, biçimlendirilmiş bir ağaca benziyordu. Solundaysa, iki buçuk
metre yüksekliğinde, tepesine ya rım kabartma bir figür oyu lm uş,
yine çivi yazılarıyla kaplı bir dikili taş vardı.
Oda, havada asılı du ran hypercardların üç boyutlu kümesiy­
le doluydu. Kopmakta olan bir kar fı rtınası fotoğrafı na benzi­
yordu. Hypercardlar bazı taraflarda, bir krista ldeki atomlar gibi
belirli geometrik şeki llere göre yerleşti rilmişti. Diğer yerlerde, bir
sürü hypercard üst üste yığı lm ıştı. Bazıları da, sanki Lagos işini
bitirince onları fırlatmış gibi köşelerde bi rikm işti. H i ro, avata rının
aya rlamayı bozmadan hypercardların arası ndan yürüyebildiğini
fark etti . Aslında bu, dağı nık bir masanın üç boyutlu kopyasıydı,
her şey Lagos'un bıraktığı yerde du ruyordu. Hypercard bulutu,
lS'e 15 büyüklüğündeki alanın her köşesine, yer seviyesinden
iki buçuk metre yükseğe kadar, yani Lagos' un avata rı nın
yetişebileceği yüksekliğe kadar ulaşıyordu.
"Burada kaç ta ne hypercard var?"
"On bin dört yüz altmış üç," dedi Kütü phaneci.
"Bunları inceleyecek zama nım yok," dedi Hiro. "Bana Lagos'un
burada ne üstünde çal ıştığı hakkında bir şeyler söyleyebilir mi­
sin?"
"İsterseniz bütün kartların isimlerini okuyabilirim. Lagos
bunları dört ana kategoriye ayırmıştı : İncil incelemeleri, Sümer
incelemeleri, nörolingu istik incelemeler ve L. Bob Rife hakkında
toplanan bilgiler."

- 1 92 -
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

"O kadar ayrı ntıya gi rmeden - Lagos'un aklında ne vardı?


Neye ulaşmaya çalışıyordu?"
"Neye benziyorum, psikoloğa m ı ?" dedi Kütü pha neci. "Bu tür
sorulara cevap veremem."
"Tekrar deneyeyim. Bu şeylerin virüs konusuyla bir bağlantısı
var m ı ?"
"Bağla ntılar oldukça ayrıntı l ı . Bunları özetlemek hem yaratı­
cılık hem de akıllılık gerekti rir. Mekanik bir va rlık olarak, bende
ikisi de yok."
"Bu şeyler kaç yaşında?" dedi Hiro, üç yapıyı göstererek.
"Balçıktan ya pılmış zarf Sümerlere ait. M.Ö. 3000 yılından.
Güney l rak'taki Eridu şehrinde bulunmuştu. Siyah stel ya da dikili
taş M .Ö. 1750 yılı nda ortaya çıkan Ham murabi Ka nunları. Ağaca
benzeyen ya pı ise Fil istin'den gelen Yahvistik bir totem. Asherah
deniyor. M.Ö. 900 yılından."
"O levhaya zarf mı dedin?"
"Evet. İçine sarı lmış, daha küçük bir levha var. Sümerler kurca­
la maya dayanıklı belgeleri böyle yapardı."
"Bütün bu şeyler bir yerlerde bir müzede, sanırım?"
"Ashera h ve Ham murabi Kanu nları müzelerde. Balçıkta n ya­
pılmış zarf L. Bob Rife'ın kişisel koleksiyonunda."
"L. Bob Rife belli ki böyle şeylerle ilgileniyor."
"Kurduğu Rife İncil Okulu dünyadaki en zengin arkeoloji
bölümüne sahip. Eridu'da bir kazı yü rütüyorlardı, orası da Enki
isimli Sümer tanrısının ibadet merkeziydi."
"Bu şeylerin birbirleriyle alakası nedi r?"
Kütüphaneci kaşla rını ka ld ırdı. "Efendim?"
"Şimdi bir elemeden geçirelim. Lagos, neden Yu nan ya da Mı­
sır değil de Sümer yazılarını ilginç buld u ?"
"Mısır bir taş medeniyetiydi . Sanatlarını ve mi marilerini taş­
tan yaptılar, sonsuza kadar daya nması için. Ama taşın üstüne yazı
yaza mazsı nız. Bu yüzden papirüsü buldular ve onun üstüne yaz­
dılar. Ama papirüs dayan ıksız bir bitkidir. Yan i, sanat ve mimarileri
yaşasa da, yazı l ı kayıtları - verileri - çoğu nlukla yok oldu."
"Peki bütün o hiyeroglif kitabeler?"
"Lagos onlara araba çıkartmaları diyordu. Yozlaşmış politik
demeçler. Savaşlar olmadan önce kendi askeri zaferlerinden gu­
rurla bahseden kitabeler yazıyorlard ı."

-1 93-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Sümerler farklı mı?"


"Sümerler bir balçık medeniyetiyd i. Binaları n ı balçıktan yap­
tılar, yazılarını balçığa yazd ılar. Heykelleri alçıdandı, suda çözü­
lüyordu. Bu yüzden binalar ve heykeller doğa şartları sebebiyle
parçalara ayrıldı. Ama balçık levhalar ya pişirilir ya da küplere gö­
mülürdü. Bu yüzden Sümerlerin bütün verileri hala yaşıyor. M ısır,
sanat ve mi mari mirası bıraktı; Sümerlerin mirası da megabayt­
ları ."
"Kaç megabayt?"
"Arkeologların kazdığı kadar. Sümerler her şeyin üstüne yazı­
yordu. Bir bina yaptı klarında, her tuğlanın üzerine çivi yazısıyla
bir şeyler yazd ılar. Binalar çöktüğünde, bu tuğlalar ka ldı, çölün
dört bir ya nına saçıldı. Kuran'da Sodom ve Gomorra'yı yok etmek
için gönderilen melekler der ki, 'Biz suçlu bir kavmi cezalandır­
mak için gönderildik. Biz, onların şehirlerinin üstünü a ltına ge­
çirdik ve üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdı k.' Lagos
bunu ilginç buldu - sonsuza kadar dayanan bir araca yazılmış bil­
ginin bu rastgele yayılışını. Rüzgarda uçuşan polenlerden bahsetti
- sanırım bu bir tür benzetmeydi."
"Evet. Söylesene - bu balçık zarftaki kitabe çevrildi mi?"
"Evet. Bir uyarı olduğu ortaya çıktı . Diyor ki, 'Bu zarfta Enki'nin
tılsımı var."
"Tılsımın ne olduğunu biliyoru m. E nki'nin tılsımı nedir?"
Kütüphaneci uzaklara baktı ve boğazını temizledi.

Bir zama nlar ne yılan vardı, ne de akrep,


Ne sırtlan, ne de aslan,
Ne yaban köpeği, ne de ku rt,
Ne korku vardı, ne de dehşet,
İnsanın düşmanı yoktu.
O zamanlarda Shubur-Hamazi toprakları,
Sümer'in konuştuğu dil, Me hükümdarlığı nın büyük ülkesi,
Gereken her şeye sahip U ri toprakları,
Güvenli Martu ülkesi,
Tüm evren, gözetilen tüm insanlar,
Tek dilde kon uşu rlardı Enlil'le.
Sonra karşı gelen hükümdar, karşı gelen prens, karşı gelen
kral,

-194-
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

Emrine güvenilen bereket tanrısı En ki,


Ülkeyi gözetleyen bilgelik tanrısı,
Ta nrı ların önderi,
Eridu'nun bilgelik bahşedilmiş hükümdarı,
Değiştirdi onların sözleri ni, a nlaşılmazlık getirdi,
Eskiden tek olan insan diline.

Bu Kramer'ın çevirisi."
"Bu bir hikaye," dedi Hiro. "Tılsım ın büyü olduğunu
düşünmüştüm."
"Enki'nin tılsımı hem bir hikaye hem de bir büyü," dedi
Kütüphaneci. "Kendini gerçekleştiren bir kurgu. Lagos, orijinal
haliyle - çeviri sadece üstü kapalı söylüyor - tarif ettiğini
gerçekten yaptığına inanıyordu."
"İnsanların ağızlarındaki sözleri değiştird iğini mi söylüyor­
sun?"
"Evet," dedi Kütüphaneci.
"Bu bir Babil hi kayesi, değil mi?" dedi Hiro. "Herkes ayn ı dili
konuşuyordu, sonra Enki onların dilini değiştirdi ve böylece bir­
birleri ni anlayamadılar. Bu, İncil'deki Babil Ku lesi olayı nın temeli
olmalı."
"Bu odada o bağla ntıyı anlatan bir sürü kart var," dedi Kütüp­
haneci.
"Bir noktada herkesin Sümer dilini konuştuğundan ba hset­
ti n. Sonra hiç kimse kon uşmamaya başladı. Di nozorlar gibi yok
oldu. Ve bunun nasıl olduğunu açıklayan bir soykırım da yok. Ki
bu da Babil Kulesi hikayesi ve Enki'nin tılsımıyla uyuşuyor. Lagos
Babil'in gerçekten olduğuna inanıyor muydu?"
"Bundan emindi. Birçok sayıda insan dil iyle ilgiliyd i. Çok fazla
dil olduğunu düşünüyordu ."
"Kaç ta ne?"
"On bin lerce. Dünyanın birçok bölgesinde, aynı etnik gruptan
i nsanlar bulabilirsiniz, benzer şartlar altında, benzer vadi lerde
birbirine yakın yaşayan, birbi riyle hiç alakası olmayan dil ler ko­
nuşan gruplar. Böyle bir şey tuhaf değil - yaygın. Birçok dilbilimci
Babil'i, i nsan dilinin tek bir dilde bi rleşmektense parçalara ayrıl­
ma eğilimi sorusunu anlamaya ça l ıştı."
"Bir cevap bulan oldu mu?"

-1 95-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Bu çok zor ve derinlere inilmesi gereken bir soru," dedi Kü­
tüphaneci. "Lagos'u n bir teorisi vardı."
"Evet?"
"Ba bil'in gerçek, tarihi bir olay olduğuna, Sümer dilinin yok
oluşuna denk gelen belirli bir yer ve zamanda olduğuna inanı­
yordu. Babil/Bilgi Kıyameti'nden önce dillerin bi rleşme eğilimi
olduğuna. Ve sonrasında, dillerin her zaman böl ünme ve karşılık­
lı olarak anlaşılmaz hale gelme eği limi olduğuna - ve bu eğilim,
onun deyimiyle, insanın beyin sapının etrafına dolanmış bir yılan
gibi kıvrılmıştı."
"Bunu açı klayabi lecek tek şey-"
Hiro durdu, söylemek istemedi.
"Evet?" dedi Kütüphaneci.
"Eğer toplumun içinde ilerleyen bir hadise olduysa, zihinlerini
öyle bir değiştirmiştir ki artık Sümer dilini konuşamamışlardır. Bir
virüsün bir bi lgisayardan diğerine geçmesi gibi, iki bilgisayara da
aynı şekilde zarar verir. Beyin sapının etrafında kıvrılara k."
"Lagos bu fikir için çok zaman ve çaba harcadı," dedi Kütüp­
haneci. "Enki'nin tılsımının nörolinguistik bir virüs olduğunu dü­
şün üyordu."
"Peki bu Enki karakteri gerçek bir insan mıydı?"
"Muhtemelen."
"Ve bu Enki bu virüsü icat etti ve bunun gibi taştan levha lar
kullanarak Sümerlerin arasında yaydı."
"Evet. En ki'ye yazılmış bir mektu bu içeren bir levha bulu ndu,
yazan kişi şi kayet ediyor."
"Bir tan rıya yazıl mış bir mektup mu?"
"Evet. Katip Sin-samuh tarafından yazılmış. En ki'yi yücelterek
ve ona olan bağlılığını vurgulayarak başlıyor. Sonra şi kayet ediyor:

'Genç bir ... (mısra yarıda kesi lmiş)


Bileklerim felçli.

Tekerleği çıkmış bir kağnı gibi,


Hareketsiz duruyorum yolda.

Yatıyorum yatakta "Ah, hayır!"


Feryat ediyorum.

-196-
PARAZİT - N EAL STE PHENSON

Cılız bedenim yere uzandı.


Ayaklarım felçli.

Benim ... dü nyaya getirildi.


Değişti bedenim.

U yuyamıyorum geceleri,
Gücüm bitti,
Tükeniyor yaşamım.

Aydınlık gün karardı benim için.


Kendi mezarı ma girdim.

Ben, birçok şey bilen bir yazar, kandırıld ım.


Elim bıraktı yazmayı.
Dilimde söz yok.'

"Dertlerini biraz daha anlattıktan sonra, katip şöyle bitiriyor,

'Ta nrım, korktuğum sensi n.


Bir mektup yazdım sana.
Merhamet et bana.
Tanrımın ka lbi: onu bana geri verin.' "

-197-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 2 9-

Y.T. 405. Otoyolda Kamyoncu Dükkanı'ndan hızla geçiyordu.


Bir Kamyoncu Dükkanı bayi liğinde ölü bulunabileceğinden değil.
Mesela bir Kamyoncu Dükkanı önünde bir tı r, on sekiz tekerle­
ğiyle birden onu ezip geçse, a bazan heriflerle dolu bir Uyu-Geç'e
ulaşana kadar göz kapağı kaslarını kullanarak kendini otobanın
kenarına sürüklerdi. Bir Kamyoncu Dükkanı'na girmekten iyiydi.
Ama bazen, eğer profesyonelseniz size sevmediğiniz bir iş vere­
bilirlerdi ve siz de sakin olup buna katlanmak zorunda kalırdınız.
Bu akşamki iş için, takma gözlü adam ona, kendi deyimiyle,
bir "şoför ve güvenlikçi" vermişti. Tamamen bilin meyen bir tür.
Y.T. esrarengiz bir adamla uğraşmayı sevip sevmediğinden emin
değildi. Akl ında, lisedeki bir güreş hocası görüntüsü vardı. Kaba
ve korkunç bir tip olacaktı. Neyse, bu luşacakları yere gelm işti.
Y.T. bir kahve ve vişneli tart istedi. Bunları köşedeki ortak ter­
minale götürdü. İçinde evi ni özleyen bir kamyon şoförü olan bir
telefon kulü besiyle, topu en üst seviyeye çıkardığınızda büyük
göğüslü bir kadın gösteren bir tilt makinesi arası nda, paslanmaz
çelik ka plı bir ka bindi.
Y.T. Metaevre nde o kadar iyi değildi ama etrafı biliyordu ve
elinde bir adres vardı. Metaevrende bir adres bul mak, tamamen
geri zekalı bir yaya değilseniz, Gerçeklikte bir adres bulmaktan
daha zor deği ldi.
Sokağa çıkar çıkmaz, insanlar ona tu haf tuhaf bakmaya baş­
ladı. M avi-turuncu Kurye kıyafetiyle Westlake Corporate Park'ın
ıssızlığına girdiğinde insanların ona baktığı gibi. Sokaktaki insan­
ların, boktan bir ortak terminalden bağland ığı için ona kötü kötü
baktığı nı biliyordu. İşe yaramaz, siyah-beyaz bir kişiydi.
Sokağın yapılanmış kısmı, Bağlantı Kapısı Sıfır'ın etrafı, Y.T.'nin
sağ ta rafı nda parlak bir bulut kümesi ol uşturuyordu. Arkasını
döndü ve trene bindi. Merkeze inmek istiyordu ama orası Soka­
ğın pahalı bir kısm ıydı ve her mil isaniyede bir yuvaya bozuk para
atmak zoru nda ka lacaktı.
Adamın adı Ng'ydi. Gerçeklikte Güney Cal ifornia'da bir yer­
deydi. Y.T. onun nasıl bir araba ku llandığından emin değildi; tak­
ma gözlü adamın "bir şeyler, bilmen gerekmeyen inanı lmaz şey-

-198-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

ler" olarak tarif ettiği şeylerle dolu bir kamyonetti. Metaevrende


merkezin dışında, Bağlantı Kapısı 2 civarlarında, yani her şeyin
gerçekten yayılmaya başladığı yerde oturuyordu.

Ng'nin Metaevrendeki evi, Mekong Deltası'nın My Tho kö­


yündeki bir Fransız söm ürgesi vil lasıydı. Onu ziyarete gitmek,
1955'te Vietna m'a gitmek gibiydi, sadece terden sırılsıklam ol­
muyordu nuz. Böyle bir oluşuma yer açmak için, Metaevrenin
Sokaktan birkaç mil ötedeki bir arazi parçasını talep etmişti. Bu
düşük-kiralı alanda tek hatlı demiryolu servisi yoktu, bu yüzden
Y.T.'nin avatarı bütün yolu yürümek zorundaydı.
Fransız ka pıları ve küçük Vietnamlı insa nların çalıştığı sonsuz
çeltik tarlalarına bakan bir balkonu olan, büyük bir ofisi vardı.
Görünüşe göre bu adam oldukça sağlam bir teknisyendi çün­
kü Y.T. onun çeltik tarlalarında yüzlerce insan saydı, ayrıca daha
onlarcası da köyde dolaşıyordu, hepsi çok iyi betimlenmişti ve
hepsi farklı şeyler yapıyordu. Y.T. bilgisayar dahisi değildi ama
bu adamın gerçekçi bir manzara yaratmak için bilgisayarda çok
vakit harcadığı nı biliyordu. Ve burasının Vietnam olması da şaşır­
tıcı ve ürkütücüydü. Y.T. Roadkill'e burayı anlatmak için sabırsız­
lanıyordu. Bomba lı saldırılar, taramalı tüfekler ve napalm atışları
olup olmadığını merak ediyordu. Bu ne acayip olurdu.
Ng'nin kendisi, ya da en azından Ng'nin avata rı, elli lerinde,
saçları kafasına ya pıştırılm ış, askeri tarzda haki renk kıyafetler
giymiş, ufak tefek, çok zarif bir Vietna mlı adamdı. Y.T. onun ofisi­
ne girdiğinde, sandalyesinde öne eği lm iş, bir geyşaya omuzlarına
masaj yaptırıyordu.
Vietnam'da bir geyşa?
Y.T.'nin büyükbabası bir süre orada kalm ıştı, savaş sırasında
Japonların Vietnam'ı ele geçirdiğini ve biz onları bom balamadan
önce kendilerine özgü bir zalimlikle davrandığı nı söylemişti. Viet­
namlılar, diğer çoğu Asyalı gibi Ja ponlardan nefret ediyordu. Ve
belli ki bu Ng kişisi, etrafta sırtını ovacak Japon bir geyşaya sahip
olma fi krinden hoşlanıyordu.
Ama bu, bir sebepten çok ga ripti : geyşa, sadece Ng'nin ve
Y.T.'nin veri gözlüklerindeki bir resimdi. Ve bir resim size masaj
yapamazdı. O zaman neden uğraşıyordu ki?
Y.T. içeri giri nce Ng ayağa ka l ktı ve başıyla onu selam lad ı. Sağ-

- 1 99
-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

lam Sokak çatlakları bi rbirlerini böyle sela mlardı. El sıkışmayı


sevmiyorlardı çünkü gerçekten teması hissedemiyordunuz ve bu,
gerçekten orada bile olmadığı nızı hatırlatıyordu.
"Evet, selam," dedi Y.T.
Ng tekrar oturdu ve geyşa doğrudan onu yanına gitti. Ng'nin
masası, güzel bir Fransız antikasıydı, üstünde küçük televizyon
ekranları vardı. Zamanının çoğunu monitörleri izleyerek
geçiriyordu, konuşurken bile.
"Bana senin hakkında birkaç şey söylediler," dedi Ng.
"Kötü söylentileri dinlememel isin," dedi Y.T.
Ng masadan bir bardak aldı ve içindekinden içti . Nane şuru­
buna benziyordu. Yüzeyinde koyulaşmış küreler oluştu, dağıldı
ve kenarlara kayd ı . Temsil o kadar mükemmeldi ki Y.T. her koyu
damlada ofis pencerelerinin küçü ltü lmüş bir yansımasını görebi­
liyordu. Bu gerçekten gösterişti.
Tamamen duygusuz bir ifadeyle ona bakıyordu ama Y.T. bu­
nun nefret ve iğrenme ifadesi olduğunu düşündü Bütün parasını
.

Metaevrendeki en havalı ev için harcamak ve sonra siyah-beyaz


yapı lmış bir kaykaycıyı eve çağırmak. Mecazi taşa klarına gerçek
bir tekme yemiş gibi hissediyor olmalıydı.
Evde bir yerlerde radyo açıktı, Vietnamca lou nge ve Kuzey
Amerika rock'ı çalıyordu.
"Nova Sici lya vatandaşı mısın?" dedi Ng.
"Hayır. Arada sırada U ncle Enzo ve diğer Mafya dostlarımla
takıl ıyorum."
"Öyle mi? Çok ilginç."
Ng aceleci bir adam deği ldi. Mekong Deltası'nın ağır tempo­
suna alışmıştı ve sadece oturup TV ekran larına bakmaktan ve bir­
kaç dakikada bir, bir cümle söylemekten hoşnuttu.
Bir şey daha: Görün üşe göre Tourette sendromu17 ya da baş­
ka bir beyin hasarı vardı çünkü arada sırada, belli bir sebep yok­
ken, ağzıyla tuhaf ses ler çıkarıyordu. Mağazaların ve restoranla­
rın arka oda larında ana dilleriyle aile içi tartışmaları nı sürdüren
Vietna mlılardan duyd uğunuz, burunlarından çıkardı kları bir ses
vardı. Ama Y.T.'nin anlayabildiği kadarıyla bunlar gerçek kelimeler
değildi, sadece ses efektleriyd i.
1 7 Aynı şekilde tekrar tekrar meydana gelen istemsiz, ani hareketler
veya sesler içeren tiklerle gösterilen nörolojik ya da nörokimyasal
kalıtsal bir hastalık
-200-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Bu adamlar için çok iş yapıyor musun?" diye sordu Y.T.


"Arada sırada küçük güvenlik işleri. Çoğu büyük şirketin
aksine, Mafya geleneksel olarak güvenliği kendi ayarlıyor. Ama
özellikle teknik bir şey gerektiği nde-"
Burnundan inanılmaz bir ses çıkarmak için cümlenin ortasın­
da du rd u.
"Senin işin bu mu? G üvenlik?"
Ng bütün televizyon ekranları nı taradı. Parma kla rını şaklattı
ve geyşa odadan hızla çıktı . E l lerini masanın üzerinde birleştirdi
ve öne doğru eğildi. Y.T.'ye baktı. "Evet," dedi.
Y.T. bir süre ona baktı, devam etmesini bekledi. Bi rkaç saniye
sonra, di kkati ni tekrar ekranlara verdi.
"İşlerimin çoğunu Bay Lee'yle sözleşmeli şekilde yapıyorum,"
dedi.
Y.T. bu cümlenin devam etmesini bekliyord u : "Bay Lee" değil
de "Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'u" diye.
Pekala. O U ncle Enzo'nun ismini kısalta bil iyorsa, o da Bay Le­
e'ninkini kısalta bilirdi.
"Bir milli devletin sosyal yapısı, ni hayetinde onun güvenlik
ayarlamalarıyla belirlenir," dedi Ng, "ve Bay Lee bunu anlıyor.''
Vay canına, derin bir mu habbet olacaktı. Ng birdenbire, tele­
vizyonda Y.T.'nin an nesinin sürekli izlediği uzman doktor gibi ko­
nuşmaya başlamıştı .
"Güvenlik için büyük b i r insan gücü kullanmak yerine - top­
lumsal çevreyi çok etkiliyor - bilirsin, makineli silahlar taşıyan ve
asgari ücretle çalışan insanlar - Bay Lee insan ol mayan sistemleri
kullanmayı tercih ediyor."
İnsan olmayan sistemler. Y.T. ona Sçanit hakkında ne bildiği­
ni sormak üzereydi. Ama anlamsızdı; söylemezdi. Bu soru, ilişki­
lerinde kötü bir başlangıç ya pmalarına sebep ol urdu; Y.T. Ng'nin
ona asla vermeyeceği istihbari bir bilgi isteyecek ve içinde bulun­
dukları du rum daha tuhaf bir hale gelecekti, Y.T. bunu hayal bile
edemiyordu.
Ng burnundan ve gırtlağından sesler çıkarak öne doğru atıldı.
"Lanet olası kalta k," d iye mırıldand ı .
"Efendim?"
"Yok bir şey," dedi, "bir araba önümü kesti. Bu insanların hiç­
biri anlam ıyor, ben bu araçla onla rı, bir zırhlı personel aracı nın

-201-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

altında ka lmış koca bir domuz gibi ezebilirim."


"Bir araba mı - sen araba mı kullanıyorsu n?"
"Evet. Seni almaya geliyorum - hatırladın mı?"
"Bakabilir miyim?"
"Evet," diye iç geçirdi, sanki hayır dermişçesine.
Y.T. ayağa kal ktı ve masanın arkasına geçti.
TV ekranlarının her biri, arabasından farklı bir açıyı göste­
riyord u : ön cam, sol pencere, sağ pencere, dikiz aynası. Bir di­
ğerinde, konumunu gösteren elektronik bir harita vard ı : San
Bernardino'ya geliyordu, uzakta değildi.
"Arabaya sesle komut veriyoru m," diye açıkladı. "Direksiyon­
ve-pedal arayüzünü kaldırdım çünkü sesli komutların daha kul­
lanışlı olduğunu düşü nüyoru m. Bu yüzden, arada tuhaf sesler
çıkaracağım - aracın sistem lerini kontrol ediyoru m."
Y.T. kafasını boşa ltmak ve işemek için bir süreliğine Metaev­
renden çı ktı . Veri gözlüklerini çıkardığında, kendisine kamyon
şoförleri ve tam irci lerden oluşan bir seyirci topluluğu edindiğini
fark etti, ka binin etrafı nda bir ya rım daire ol uşturmuş, Ng'yle ko­
nuşmalarını dinliyorlardı. Y.T. ayağa kalktığında, di kkatleri doğal
olarak onun poposuna kaydı.
Y.T. tuvalete gitti, vişneli tartı nı bitirdi ve batan güneşin ultra­
viyole ışıkları altında Ng'yi beklemek için dışarı çıktı.
Onun arabasını hemen tanıdı. Kocamandı. İki buçuk metre
yüksekliğinde ve yüksekliğinden daha genişti . Kutu gibi ve köşeli
ya pılm ıştı; genelde rögar kapağı ve merdiven basamağı yapımın­
da ku llanılan düz çelik levhalar birbirine kaynatılarak bir bütün
haline getirilmişti. Tekerlekler devasaydı, traktör tekerleklerine
benziyordu ama daha tırtı l lıydı ve altı taneydi: arkada iki, önde
bir dingil vardı. M otoru o kadar büyüktü ki film lerdeki kötü uzay
gemilerine benziyordu, Y.T. arabayı görmeden önce gürültüsünü
ka burgalarında hissetti; tava ndan arka ta rafa doğru çıkan dikey,
kırmızı bacalardan dizel egzozu çıkarıyordu. Ön cam, iki buçu­
ğa bir büyüklüğünde, mükemmel derecede düz, dikdörtgen
bir camdı, camlar o kadar siyahtı ki Y.T. içerideki hiçbir şeyin
siluetini bile göremiyordu. Arabanın ön kısmı, bilimin bildiği her
tür güçlü ışıkla süslenmişti, sanki bu adam Cumartesi gecesi bir
Yeni Güney Afrika bayiliğine saldırmış ve bütün ışıkları çalmıştı.
Ön tarafa bir de ızgara takılmıştı, bir yerlerde terk edilmiş bir

-202-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

demiryolundan sökülmüş raylar bir araya getirilerek yapılmıştı.


Yolcu kapısı açıldı. Y.T. araca doğru yürüdü ve ön koltuğa çıktı .
"Selam," dedi "Çiş falan yapman gerekiyor mu?"
Ng burada değildi.
Ya da belki buradaydı.
Sürücü koltuğunun ol ması gereken yerde, çöp kutusu büyük­
l üğünde, iplikler, elastik kordonlar, ince borular, kablolar, fiber
optik kablolar ve hidrolik hatla rla tava na asılmış, suni kauçu ktan
bir kese vardı. O kadar çok şeyle sarılmıştı ki gerçek şeklini gör­
mek çok zordu.
Bu kesenin tepesinde, Y.T. etrafında siyah saçlar olan bir deri
parçası görebiliyordu - kelleşen bir adamın kafası. Diğer her şey,
koca man gözlük/maske/ku laklık/beslenme tüpü ü nitesi nin için­
deydi, aygıtı düzgün pozisyonda tutmak için sürekli sıkı laşan ve
gevşeyen akıllı iplerle kafasına bağlanmıştı .
B u n u n altında, h e r i k i ta rafta d a , kolları görmeyi beklediğiniz
yerde, büyük bir kablo, fiber optik ve ince tüp demeti zeminden
çıkıyor ve anlaşılan Ng'nin omuz yuvala rına giriyordu. Baca kları­
nın olması gereken yerde de benzer bir düzenleme vardı. Ve daha
da fazlası kası klarına doğru gid iyor ve gövdesinde muhtelif kısım­
lara bağla nıyord u. Bütün şey tek parça bir örtüyle sarmalan mıştı,
gövdesinden daha büyük, sanki canlı gibi sürekli kabarıp inen bir
kese.
"Teşekkür ederim, bütün ihtiyaçlarımı giderdim," dedi Ng.
Kapı, Y.T.'nin arkasından ka pandı. Ng tiz bir ses çıkardı ve araç
yan yola çıktı, 405'e geri gidiyordu.
"Görüntüm için kusura bakma," dedi, bi rkaç sıkıntılı dakika­
dan sonra. "Helikopterim 1974'te Saigon'daki tahliye sırasında
yandı - kara kuvvetlerinin yorgun izli mermileri."
"Of! Çok kötü ."
"Sahilin yakın larında bir Amerika n uçak gemisine ulaşa bildim
ama bil irsin, ya ngın sırasında yakıt biraz etrafa saçılm ıştı."
"Evet, ta hmin edebi liyorum, hı hı."
"Bir süre protezleri denedim - bazıları gerçekten çok iyi . Ama
h içbir şey akülü tekerlekli sandalye kadar iyi değil. Ve sonra dü­
şünmeye başladım, akülü tekerlekli sandalyeler neden küçük bir
ram pada bile zorlanan minik, acınası şeyler olmak zorunda? O
yüzden bunu aldım - Alma nya'dan bir havalimanı itfaiye aracı -

-203 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

ve yeni akülü tekerlekli sandalyem haline getirdim."


"Çok güzel."
"Amerika muhteşem çünkü arabayla istediğini yapabiliyor­
sun. Yağ değişimi, içki, banka işleml eri, araba yıka ma, cenazeler,
isted iğin her şey - arabayla git ! O yüzden bu araç, minik, acınası
tekerlekli sandalyeden çok daha iyi. Bu benim vücudumun bir
uzantısı."
"Geyşa sırtına masaj yaptığında?"
Ng bir şeyler mırıldandı ve kesesi vücudunun etrafında ha­
reket etmeye başladı. "O bir haya let program, tabii ki. M asaja
gelince, vücudu mda, ihtiyacım olduğunda bana masaj yapan bir
elektrokas jeli va r. Ayrıca İsveçli bir kız ve Afrikalı bir kadın da var
ama o hayalet programlar iyi yazılmadı."
"Peki nane şu rubu?"
"Bir beslenme tü püyle. Alkolsüz, ha ha."
"Peki,'' dedi Y.T. bir noktada, Los Angeles U luslararası
Haval imanı'nı geçtikten sonra. Korkup vazgeçmek için çok geç
olduğunu anladı. "Plan ne? Bir planımız var mı?"
"Long Beach'e gideceğiz. Terminal lsland Metruk Bölge'ye. Ve
biraz uyuşturucu alacağız,'' dedi Ng. "Yani sen alacaksın aslı nda,
ben hasta olduğum için."
"Benim işim bu mu? Biraz uyuşturucu almak mı?"
"Onu alıp havaya fırlataca ksın."
"Bir Metru k Bölge'de."
"Evet. Sonra biz gerisini hal ledeceğiz."
"Biz kim, ahbap?"
"Bize yardım edecek başka, şey, kişiler var."
"Ne, aracın arka ta rafı senin gibi bir sürü insanlar m ı dolu?"
"G ibi," dedi Ng. "Yaklaştın."
"Bunlar, insan olmayan sistemler m i?"
"Bu yeteri kadar kapsa mlı bir terim, sanırım."
Y.T. bunun büyük bir evet olduğunu anladı.
"Yoru ldun mu? Benim sürmemi ister misin?"
Ng uzaktan gelen bir uçaksavar ateşi gibi hızlı bir kahkaha attı
ve araç neredeyse yoldan çıkıyordu. Y.T. onun şa kaya gül mediğini
h issetti; Y.T.'nin nasıl bir budala olduğuna gül üyordu.

-2 04-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

- 30 -

"Ta mam, en son balçık zarftan konuşuyorduk. Peki bu şey ne?


Şu ağaca benzeyen şey?" dedi Hiro, ya pılardan birini göstererek.
"Tanrıça Asherah'ın bir totemi," dedi Kütüphaneci, net bir şekilde.
"İşte şimdi bir yerlere varıyoruz," dedi Hiro. "Lagos, Kara Gü­
neş'teki Brandy'nin, Ashera h'ın fahişesi olduğunu söylemişti.
Peki Asherah kim?"
"Yahve d iye de bilinen El'in eşiydi," dedi Kütüphaneci.
"Başka isimlerle de bilinirdi: en bilinen lakabı, Elat'tı. Yunanlar
onu Dione ya da Rheia olarak bilirdi. Kenan ülkesindekiler onu
Tannit ya da Hawa adıyla bilirdi."
"Havva mı?"
"Tannit 'tannin'in dişisi' demekti r, tannin de 'yı landan gelen'
demektir. Ayrıca, Tu nç Devrinde Asherah'nın iki nci bir ismi vardı,
'dat batni,' bu da 'yı landan gelen' demekti . Sümerler onu Nintu
ya da Ninh ursag olarak bilirdi. Sembolü, bir ağaç ya da asanın -

caduceus etrafına kıvrılmış yılandır."


-

"Asherah'ya kim tapıyordu? Bir sürü insan, sanırım."


"Hind istan ve İspa nya arası nda yaşayan herkes, M.Ö.
2000'den H ristiyanlık dönemine kadar. Yahudiler hariç, onlar,
sadece Hezekiya'nın ve sonra Yoşiya'nın dini reform larına kadar
Asherah'ya taptı ."
"Yah udilerin tek tanrı l ı olduklarını sanıyordum. Asherah'ya
nasıl tapa bildiler?"
"Onlar monolatristti. Başka tanrı ların varl ığını in kar etmiyor­
lardı. Ama sadece Yahve'y'e ibadet etmeleri gerekiyord u. Ashe­
rah, Yahve'nin eşi olduğu için kutsal sayıl ıyordu."
"İnci l'de Tanrının bir eşi olduğunu hatırlam ıyorum."
"O zama nlar İncil yoktu. Musevi lik sadece Ya hwistik tarikatla­
rın toplamıyd ı, her bir tari katın farklı mabetleri ve ibadetleri var­
dı. Şemot hikayeleri henüz yazıya bile dökül mem işti . Ve İncil'in
sonraki bölümleri henüz oluşmamıştı ."
"Asherah'yı M usevilikten atmaya kim karar verdi?"
"Tesniye okulu - Yuşa, Hakimler, Samuel ve Krallar'ın ya nında
Tesniye kitabını da yazan i nsanların okulu olarak tanı mlanır."
"Nasıl i nsanlardı?"

-205-
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

"Milliyetçiler. Monarşistler. Merkeziyetçiler. İ l k Ferisiler. O


zamanda, Asur kralı i l . Sargan, Samarya'yı - Kuzey İsrail - fet­
hetti . Yahudi leri güneye, Kud üs'e göç etmeye zorladı. Kudüs
genişledi ve Yahudiler batıda, doğuda ve güneyde topraklar
fethetmeye başladı. Milliyetçilik ve vatansever bir coşkunun
olduğu zamanlardı. Tesniye okulu, eski hikayeleri yeniden
düzenleyerek ve yeniden yazarak bu olayları anlattı."
"Nasıl yeniden yazarak?"
"M usa ve diğerleri Ü rdün Nehri'nin İsrail'in sın ırı olduğuna
inan ıyordu ama tesniyeciler Maverai Ü rdün'ün İsrai l'e dahil ol­
duğuna inanıyordu ki bu da doğuya saldırının gerekçesini açıklı­
yor. Başka birçok örnek var: tesniye öncesi yasalar bir hükümdara
dair h içbir şey söylemiyordu. Tesniye okulu tarafından koyu lan
yasa lar monarşist bir sistemi yansıtıyordu. Tesniye öncesi yasa lar
çoğu nl ukla kutsal konularla ilgiliydi, tesn iye yasalarının esas me­
selesiyse kralın ve insanların ın eğitimiydi - yan i dü nyevi mese­
leler. Tesniyeciler dini Kudüs'teki ta pınakta merkezileştirmekte,
onun dışındaki tarikat merkezlerini yok etmekte ısrar ediyordu.
Ve Lagos'un önemli bulduğu başka bir şey daha var."
"Nedir o?"
"Tesn iye, ilahi emirleri kapsayan yazı l ı bir Tevrat'tan bahse­
den tek kita p : 'Kral tahtına oturunca, Levili kahinlerin koru ması
altındaki Kutsal Yasa >nın bir örneği ni kendisi bir kitaba yazacak.
Bu yasa örneği ni ya nında bulunduracak, yaşa mı boyunca her gün
onu okuyacak. Öyle ki, Ta nrısı RAB>den korkmayı, bu yasanın bü­
tün sözlerine ve kurallarına uymayı öğrensin; kendini kardeşlerin­
den üstün saymasın, yasanın dışına çıkmasın; kend inin ve soyu­
nun kra l l ığı İsrail >de uzun yıllar sürsün.' Tesniye 17: 18-20."
"Yani tesniyeciler dini, bir sisteme bağladı. Organize, kendi ken­
dine yayılan bir oluşum haline getirdiler," dedi Hiro. "Virüs demek
istemiyorum. Ama yaptığın alıntıya göre, Tevrat bir virüse benziyor.
İnsan beynini bir makine gibi kul lanıyor. Makine - insan - bunu kop­
yalıyor. Ve daha fazla insan sinagoga gelip bunu okuyor."
"Bir yorumu işleyemem. Ama söylediğiniz şey şunun kadar doğ­
ru : tesniyeciler M useviliği yeniden düzenledikten sonra, Yahudi ler
kurban vermek yerine sinagoga gidip Kitabı okudu. Tesniyeciler ol­
masaydı, dünyadaki tek tanrılı insanlar hala hayvanları kurban edi­
yor ve sözlü gelenekle inançlarını yaymaya çalışıyor olurdu."

-206-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

"Şırıngayı paylaşmak," dedi Hiro. "Lagos bu konuları anlatır­


ken, İncil'in bir virüs olduğuna dair bir şeyler söyledi mi?"
"Virüsle bazı ortak noktaları olduğunu ama farklı olduklarını
söyledi. Zararsız bir virüs olduğunu düşünüyordu. Aşı için kullanı­
lan virüsler gibi. Asherah virüsü nün daha kötücül olduğunu, vü­
cut sıvılarının al ışverişiyle yayılabildiğini düşünüyordu."
"Yani, tesniyecilerin katı, kita ba-bağlı dinleri, Yahudileri Ashe­
rah virüsüne karşı aşılıyordu."
"Katı tek eşlilik uygulama ları ve beslenme kurallarıyla birlikte,
evet," dedi Kütüphaneci. "Önceki dinler, Sümer'den Tesniye'ye
kadar, akılcılığa giden dinler olarak bilinir. M usevilik, ilk akılcı din­
lerden biriydi. Lagos'un görüşünde olduğu gibi, virüslü enfeksi­
yona az çok yatkındı çünkü sabit, yazılı kayıtlara bağlıydı. Tevrat'a
saygı duyu lmasının ve kopyalarken kullanılan titiz özenin sebebi
de buydu - bi lgisel hijyen."
"Bugünlerde nasıl bir şeyin içindeyiz? Akılcılık sonrası dönem mi?"
"J uanita bu konuyla ilgili yoru mlarda bulund u."
"Kesin bulunm uştu r. J uanita bana daha mantıklı gelmeye
başladı."
"Öyle mi?"
"Önceden hiç mantıklı değildi."
"Anl ıyoru m."
"Sanırım Juanita'nın aklı nda ne olduğunu an lamak için seninle
yeteri kadar vakit geçirebilirsem - o zaman, harika şeyler olabilir."
"Yardımcı ol maya çalışırım."
"İşe dönelim - ereksiyon zamanı değil. Görünüşe göre Ashe­
rah bir virüslü enfeksiyonun taşıyıcısıydı. Tesniyeciler bunu bir
şekilde fark etti ve onun kurbanlarına hasta l ı k bu laştırdığı bütün
vektörleri engelleyerek onu yok etti ."
"Virüslü enfeksiyonlarla ilgili olarak," dedi Kütüphaneci, "doğ­
rudan, anlık bir gönderme yapabilirsem - uygun zamanlarda
yapmam için kod landım - herpes simplex'i incelemek isteyebilir­
siniz, sinir sistemine yerleşen ve asla gitmeyen bir virüs. Mevcut
nöronların içine yeni genler taşıyabiliyor ve genetik olarak on ları
yeniden yapılandı rıyor. M odern gen terapistleri onu bu a maç için
kullan ıyor. Lagos, herpes simplex' in Asherah'nın soyu ndan gelen
modern, iyi huylu bir virüs olduğunu düşünüyordu."
"Her zaman iyi huylu deği l," dedi Hiro, AI DS'le ilgili komplikas-

-207-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

yanlar yüzünden ölen bir a rkadaşını hatırlayarak; son günleri nde,


dudaklarından gırtlağı na kadar herpes lezyonları vardı. "Bağışık­
l ıklarımız olduğu için iyi huylu."
"Evet, efendim."
"Peki Lagos, Asherah virüsünün, aslında beyin hücreleri nin
DNA'sını değiştirdiğini mi düşünüyordu?"
"Evet. Bu onun hipotezi nin temeliydi; virüs kendini, biyolojik
olarak iletilen bir ONA ipliğinden, bir davranış d izisine dönüştü­
rebiliyordu."
"Ne davranışı? Asherah'ya nası l tapıyorlardı? Kurban mı veri­
yorlard ı?"
"Hayır. Ama tari katta fa hişeler olduğuna dair kanıtlar va r, hem
kadın hem erkek."
"Doğru mu anladım? Ta pınağın etrafında ta kılan ve i nsanları
beceren dini figürler?"
"Aşağı yukarı öyle."
"Bingo ! Bir vi rüsü yaymak için muhteşem bir yol . Şimdi, ko-
nuşmamızdaki bir ayrı ntıya geri dönmek istiyoru m."
"Nasıl isterseniz. isted iğiniz kadar geriye gidebi lirim."
"Asherah ve Havva arasında bir bağlantı kurdun."
"Havva, aslında eski bir efsanenin Ya hudi yorumu. Havva yı­
langil lerden bir ana tan rıça."
"Yılangiller mi?"
"Asherah da yılangillerden bir ana tanrıça. Ve ayrıca ikisi de
ağaçlarla ilişkilendi riliyor."
"Hatırladığım kadarıyla, Havva'nın, Adem'e bilgelik ağacındaki
yasak meyveyi yedirdiği düşünülüyor. Demek ki, o sadece bir
meyve değil - bir bilgi."
"Siz öyle diyorsanız doğrudur, efendim."
"Virüslerin her zaman hayatı mızda olup olmadığını merak
ediyoru m. Hep etrafta olduklarına dair neredeyse kesin bir çıka­
rım var. Ama belki de bu doğru değildir. Belki de tarihte, olmadık­
ları ya da en azından olağa ndışı oldukları bir dönem vardır. Ve bir
noktada, metavirüs ortaya çıktığında, bir sürü farklı virüs patladı
ve insanlar çok hastalanmaya başladı. Bu, bütün kültürlerin neden
bir Cennet ve Cennetten Kovulma efsanesi olduğunu açıklıyor."
"Belki de."
"Dedin ki Esseniler asalakların şeyta n olduğunu düşünüyor-

-208-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

du. Virüsün ne olduğunu bilselerdi, muhtemelen yine ayn ı şeyi


düşünürlerdi. Ve geçen gece Lagos bana, Sümerlere göre başlı
başına iyi ya da kötü diye bir kavram olmadığını söyledi ."
"Doğru. Kramer ve Maier'e göre, iyi cinler ve kötü cinler var.
'İyi olanlar fiziksel ve ruhsal sağlık getirir. Kötü olanlar da yönelim
bozukluğu ve çeşitli fiziksel ve ruhsal hastal ıklar getirir ... Ama bu
cinler, temsil ettikleri hastalıklardan neredeyse ayırt edilemez ...
Ve hastalıkların birçoğu, modern gözlere psikosomatik bir hasta­
lık gibi görünür."
"Doktorlar DaSid için de böyle söyledi, onun hastalığı da psi­
kosomatik olmal ıymış."
"Birkaç sıradan istatistik dışında DaSid hakkında bir şey bil­
miyoru m."
"Sanki 'iyi' ve 'kötü,' Adem ve Havva efsanesinin yazarı tarafın­
dan, insanların neden hastalandığını açıklamak için icat edilmiş gibi
- neden fiziksel ve zihinsel virüsleri olduğunu. Bu yüzden, Havva -
ya da Asherah - iyiyi ve kötüyü ayırt edebilme yetkisi veren bilgelik
ağacındaki meyveyi Adem'e yedirdiğinde, iyi ve kötü kavramını dün­
yaya getiriyordu - virüsleri yaran metavirüsü getiriyordu."
"Olabilir."
"Diğer soru m : Adem ve Havva efsa nesini kim yazdı?"
"Bu çok akademik bir tartışma konusu."
"Lagos ne düşü nüyordu? Daha da önemlisi, Jua nita ne düşü­
nüyordu?"
"N icolas Wyatt'ın Adem ve Havva hikayesi yoru muna göre, as­
lında bu, tesniyeciler ta rafından politik bir alegori olarak yazıldı."
"Sonraki kitapları yazdıklarını düşü nüyordum, Tekvin'i değil."
"Doğru. Önceki kitapların derlenmesi ve düzenlenmesine de
dahil oldular. Yıllarca, Tekvin'in, M .Ö. 900 ya da hatta daha önce
yazı ldığı zannedildi - tesniyeciler ortaya çıkmadan çok önce. Ama
kelime ve içerik analizleri, yazı işlerinin çoğunun Sürgün zamanın­
da, tesniyecilerin egemen old uğu zamanda ya pıldığını gösteriyor."
"Yani ilk Adem ve Havva hikayesini tekrar yazmış olabilirler."
"Yeterli imkan ları varmış gibi görünüyor. Hvidberg ve sonra
Wyatt'ın yorumlarına göre, bahçesindeki Adem, mabedindeki
kralı anlata n alegorik bir hikaye, özellikle M .Ö. 722'de i l . Sargon ta­
rafından fethedilene kadar kuzey kra l l ığını yöneten Kral Hosea'yı."
"Bu daha önce de bahsettiğin fetih - tesniyecileri güneye,

-209-
PARAZİT- NEAI_ STEPHENSON

Kudüs'e doğru iten fetih."


"Kesinlikle. Şimdi, 'Cennet Bahçesi,' İbranice 'sevinç' anlamına
gelen bir kelime olarak anlaşılabilir, fetihten önce kralın içinde bu­
lunduğu mutlu hali simgeler. Cennet Bahçesi'nden doğudaki çorak
topraklara defedilme, i l . Sargon'un zaferinden sonra Yahudilerin
Asur'a sürülmesinin hikayesini anlatır. Bu yoruma göre, El kültü,
kralı doğru yoldan çıkardı ve o da Asherah'ya tapmaya başladı."
"Ve Asherah'yla olan ilişkisi bir şeki lde onun ele geçiri lmesine
sebep oldu - bu yüzden, tesniyeciler Kudüs'e u laştığında, Adem
ve Hawa hikayesini, güney krall ığındaki liderlere bir uyarı olarak
değiştirdiler."
"Evet."
"Ve belki de kimse on ları din lemediği için, iyi ve kötü kavramı­
nı icat etti ler, olta attılar."
"Olta mı attılar?"
"Endüstri teri mi. Sonra ne oldu? i l . Sargan gü ney kral lığını da
fethetmeye çalıştı mı?"
"Halefi San herib çalıştı. Güney kral lığını yöneten Kral Heze­
kiya saldırı için birçok hazırlık yaptı; Kud üs'ü güçlendirmek için
büyük yeni likler yaptı, içme suyu kaynaklarını büyüttü. Ayrıca
tesniyecilerin yönlendirmesiyle üstlendiği geniş kapsamlı dini re­
formlardan da soruml uydu."
"O nasıl sonuçlandı?"
"Sa nheri b' in güçleri Kudüs'ün etrafını sardı. 'O gece RAB>bin
meleği gidip Asur ordugahında 185.000 kişiyi öld ürdü. Ertesi sa­
bah uyananlar salt cesetlerle ka rşı laştılar. Bunun üzerine Asur
Kralı Sanherib ordugahını bırakıp çeki ldi...' 2. Krallar 19:35-36."
"Eminim öyle yapmıştır. O zaman şunu açıklığa kavuşturalım:
tesniyeciler Hezekiya vasıtasıyla Kudüs'e bi lgisel hijyen politikası
uyguladı ve birkaç inşaat mühendisliği işi yaptı - su kaynaklarında
ça lıştıklarını söyledi n ."
" '<Neden Asur Kralı gelip bol su bulsun?> diyerek bütün pı­
narları ve ülkenin ortasından akan dereyi kapad ılar.' 2. Tarihler
32:4. Sonra Yahudiler, suyu şehir duvarlarının içinden taşımak
için kaya nın içini kazarak beş yüz metrelik bir tünel ya ptı lar."
"Sonra da Sanherib'in askerleri geldi, Kudüs i nsanlarının belli
ki bağışıklığı olan öldürücü bir hasta lık gibi bir şey yüzünden hep­
si öldü. Hmm, i lginç - acaba sularında ne vardı?"

-210-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- :3 1 -

Y.T. Long Beach'e çok sık gelmezdi ama geldiğinde, Metruk


Bölge'den kaçınmak için her şeyi yapardı. Küçük bir kasaba bü­
yükl üğünde, terk edilmiş bir tersaneydi. En eski, en kötü yerleşim
bölgelerinin - çatık kaşlı Kamboçyalı adamların pom palı tüfekler­
le devriye gezdiği, asbest ka plamalı küçük evlerden oluşan çarpık
yerleşim bölgeleri - köpüklerin okşadığı sa hil lere doğru gözden
kaybolduğu San Pedro Körfezine doğru uzanıyordu. Büyük bir
kısmı Term inal lsland'daydı ve Y.T.'nin kaykayı suda gitmediği için,
oraya sadece tek bir yoldan girip çıkabilirdi.
Bütün Metruk Bölgeler gi bi, bunun da etrafında tel örgüler ve
birkaç metrede bir yerleştiri lmiş sarı metal tabelalar vardı.

M ETRUK BÖLG E
UYARI. U l usal Park Hizmeti'ne göre, b u bölge b i r U l usal Met­
ruk Bölge'dir. Metruk Bölge Programı, temizlik maliyeti, gelecek­
teki toplam ekonomik değerini aşan arazi pa rsel lerini yönetmek
için geliştirilmiştir.

Ve bütün M etruk Bölge tel örgüleri gi bi, bunda da delikler


vardı ve bazı yerlerden kısmen yırtılm ıştı. Doğal ve yapay erkek
hormonlarıyla beyinleri patlayan genç adamların, rüştünü ispat­
lama ritüellerini yapacakları bir yerleri ol malıydı. Bölgedeki yer­
leşim bölgelerinden, dört tekerli kamyonlarıyla gelir, boş arazide
tekerleklerini gıcı rdatır, Disneyland'de asbest fı rtınası kopmaması
için kötü kısım lara yerleştirilen balçık kaplamalar üzeri nde uzun,
kıvrı k izler bırakırlardı.
Y.T., bu çocukların, Ng'nin tekerlekli sandalyesi gibi her türlü
araziye uygun bir aracı rüyalarında bile görmed iklerini bilmekten
tu haf bir şekilde hoşnuttu. Kapla nmış yoldan hızını kaybetmeden
saptı - yolculuk biraz sarsıntıl ı olmaya başladı - ve tel örgüye,
sanki bir sis yığı nı gibi çarptı.
Açık bir geceydi ve bu yüzden Metruk Bölge ışıld ıyor, kırık
camlardan ve parçalanmış asbestlerden oluşan büyük bir halı gibi
görünüyordu. Otuz metre ötede, birkaç martı, sırt üstü yatmış
ölü bir Alman çoba nın göbeğini yırtıyordu. Yer sürekli titriyordu

-211-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

ve cam parçaları yanıp sönerek parıldıyordu; bunun sebebi, ara­


lıkl ı olarak göç eden büyük sıçan sürüleriydi. Banl iyö çocu klarının
şişman, tı rtıllı tekerleklerinin derin izleri, balçığa devasa harfler
çiziyordu, Y.T.'nin an nesinin NeoAquarian Ta pı nağı'nda öğrend iği,
Peru'daki esrarengiz figürlere benziyordu. Y.T. arada bir kestane
fişeği ya da silah sesi duyuyordu.
Ayrıca Ng'nin yeni ve daha da tuhaf sesler çıkardığı nı da du­
ya bil iyordu.
Bu aracın içine yerleştiri lmiş bir hoparlör sistemi vardı - bir
müzik seti, gerçi Ng'nin müzik dinlediğinden deği ldi. Y.T. m üziğin
sesinin açıldığını duyabiliyordu, hopa rlörlerden neredeyse duyu­
lamaz bir tıslama sesi geliyordu.
Araç Bölgeye doğru ilerlemeye başlad ı .
Duyula mayan tıslama elektronik b i r uğultuya dönüştü . Sabit
değildi, azalıyor ve alçalıyordu. Ng sanki bir şey arıyormuş gibi
aracın yönünü değiştirip duruyordu ve Y.T. uğultu sesinin a rttığını
hissetti.
Kesinlikle artıyordu, tiz bir sesin ta li matıyla ayarlanıyordu. Ng
bir komut verdi ve ses azaldı. Şu an çok yavaş sürüyordu.
"Büyük ihtimal hiç Karlanma çöküşü almak zorunda kalmayabi­
lirsin," diye mırıldandı Ng. "Korunmasız bir zula bulmuş olabiliriz."
"Bu sinir bozucu ses ne?"
"Biyoelektronik sensor. insan hücre zarları. Vitroda ya ni ca­
mın içinde yetişti rildi, bir deney tüpünde. Bir ucu havayla temas
ediyor, diğer ucu temiz. Ya bancı bir madde, temiz uçtan hücre za­
rına girdiğinde, tespit ediliyor. Ne kadar yabancı molekül girerse,
sesin şiddeti o kadar artıyor."
"Geiger sayacı gibi mi?"
"Hücrenin içine giren bileşenleri sayan bir Geiger sayacı gibi,"
dedi Ng.
Ne gibi? Y.T. sormak istedi . Ama sormad ı .
Ng aracı durdu rdu. Bi rkaç ı ş ı k yaktı - çok loş ışıklar. Bu adam
işte bu kadar takı ntıl ıydı - tüm parlak ışıkların ya nına, özel loş
ışıklar da eklemekle uğraşmıştı.
Kazan gibi bir şeye bakıyorlardı, çöplerle dolu büyük bir va ril
yığınının dibindeydi. Çöplerin çoğu boş bira kutularıyd ı . Ortada
bir ateş yanıyordu. Bir sürü lastik izi burada topla nmıştı.
"Ah, ne kadar güzel," dedi Ng. "Genç adamların uyuşturucu

- 212 -
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

ku llanmak için toplandıkları bir yer."


Bu harika görüntü karşısında Y.T.'nin gözleri döndü. Okulda da­
ğıttı kları uyuşturucu karşıtı broşürleri yazan adam bu olmalıyd ı.
Sanki saniyede bir o iğrenç tüplerden ga lonlarca uyuşturucu
alan o deği ldi.
"Herhangi bir bubi tuzağı göremiyoru m," dedi Ng. "Neden gi-
dip ne tür bir uyuşturucu teçhizatı olduğuna bakmıyorsun?"
Y.T. ona ne dedin ? dercesine baktı.
"Koltuğunun arkasında asılı duran bir gaz maskesi var," dedi Ng.
"Orada ne va r, zehir uzmanı?"
"Gemi endüstrisi nin attığı asbestler. Ağır metallerle dolu çü­
rüme önleyici boyalar. Birçok şey için poliklorlu bifeniller de kul­
lanıyorlar."
"Harika .''
"Tereddüdünü anl ıyoru m. Ama buradan bir Ka rlanma çöküşü
örneği alabil irsek, görevimizin geri kalanını halledeceğiz."
"Peki, öyle diyorsan," dedi Y.T. ve maskeyi aldı. Bütün kafasını
ve boyn unu kaplayan büyük, lastik-ve-keten bir şeyd i. İlk başta
ağır ve rahatsız geldi ama kim tasarladıysa doğru ya pmıştı, bütün
ağırlık doğru yerlerde duruyordu. Ayrıca bir çift eldiven de vardı.
Çok büyüktü. Sanki eldiven fabrikasında çalışan insanlar gerçek
bir kadının eldiven takabi leceğini düşünmemişti .
Bölgenin cam ve asbestten oluşan toprağında ağır adım larla
yürümeye başladı, Ng'nin onu orada bırakıp gitmeyeceği ni umu­
yordu.
Asl ında bir yandan da gitmesini istiyord u. Şahane bir macera
ol urdu.
Neyse, uyuşturucu al ınan bölgenin ortasına gitti. Yerlere atıl­
mış enjeksiyon iğnelerini görünce çok şaşırmadı. Ve birkaç küçük,
boş, ilaç şişesi. Şişelerden birkaç tanesini aldı ve Üzerlerindeki eti­
ketleri okudu.
"Ne buldun?" dedi Ng, Y.T. arabaya dönüp maskeyi çıkardığında.
"İğneler. Çoğunlukla Hyponarx. Ama birkaç tane U ltra Lami­
nar ve birkaç Mosqu ito 25."
"Bu nlar ne demek?"
"Hyponarx'ı herha ngi bir Al-Git bayisinden alabil irsin, insan­
lar buna paslı çivi der, ucuz ve hafiftir. Söylenene göre, siyah, fa­
kir şeker hastalarının ve uyuştu rucu bağı mlı ların ın iğneleri. U ltra

- 213 -
PARAZİT- NEAL 5TEPHENSON

Laminar ve M osquito daha havalı, bunları lüks yerleşim bölgele­


rinden alabilirsin, iğneyi soktuğunda çok acıtmaz ve tasarımları
daha iyidi r. Anlarsın ya, daha ergonomik ve renkli."
"Hangi uyuşturucuyu enjekte ediyorlardı?"
"Bak," dedi Y.T. ve ilaç şişelerinden birini Ng'ye gösterdi.
Sonra onun kafasını çevirip bakamayacağı aklına geld i.
"Görebilmen için nerede tutmalıyım?" dedi.
Ng kısa bir şarkı söyledi. Bir robot kol kendini aracın tavanın­
dan ayırdı, şişeyi onun elinden çekip aldı, döndürd ü ve gösterge
paneli ndeki video kamera setinin önüne götürdü.
Şişenin üstündeki etikette "Testosteron" yazıyordu.
"Ha ha, yanlış alarm," dedi Ng. Araç aniden öne, Metruk
Bölge'nin ortasına doğru gitmeye başladı.
"Neler olduğunu bana da söylemek ister misin?" dedi Y.T.
"Hücre duvarları," dedi Ng. "Detektör, hücre duva rlarına giren
bütün kimyasa l ları bulur. Bu yüzden doğal olarak bir testosteron
kaynağına yöneldik. Dikkati başka tarafa çekmek için. Ne kadar
komik. Biyokimyacılarımız koru naklı hayatlar sü rüyorlardı ve bazı
insanların, hormonları bir çeşit uyuşturucu gibi kullanacak kadar
sapıtmasını beklem iyorlardı. Ne kadar garip."
Y.T. kendi kendine gülümsed i. Ng gibi birinin başka birine garip
d iyebildiği bir dünyada yaşama fikri gerçekten hoşuna gitti. "Ne
arıyorsun?"
"Karlanma çöküşü," dedi Ng. "Onun yerine On Yedi Halka bulduk."
"Karlanma çöküşü, küçük tüpler halinde gelen bir uyuşturucu,"
dedi Y.T. "Onu biliyorum. On Yedi Ha lka nedir? Bugünlerde genç­
lerin dinlediği o çılgın rock grupla rından biri mi?"
"Karlanma çöküşü, beyin hücrelerinin duvarlarından içeri gi ri­
yor ve DNA'nın depolandığı çekirdeğe gidiyor. O yüzden, bu görev
için, havadaki h ücre duvarı delen bileşenleri bulmamızı sağlayan
bir detektör geliştirdik. Ama etrafa yayı lmış boş testosteron şi­
şelerini hesaba katmadık. Bütün steroidleri n - yapay hormonlar
- temel yapısı aynıdır, hücre duvarlarından geçmelerini sağlayan
sihirli bir anahtar gibi hareket eden on yedi atomlu bir halka. Ste­
roidlerin, vücutta salınd ığında çok güçlü maddeler olması da bu
yüzden. Hücrenin, çekirdeğin içine girip hücre işlevlerini gerçek­
ten değiştirebilirler.
"Özetlemek gerekirse: detektör işe yaramıyor. Gizli bir yön-

-214-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

tem işe yaramayacak. O yüzden orijinal plana geri döneceğiz. Bi­


raz Karlanma çöküşü alıp havaya fı rlataca ksın."
Y.T. hala son kısmı anlamam ıştı. Ama bir süre çenesini kapadı
çünkü ona göre, Ng araba sürerken daha dikkatli olmalıydı.
O ü rkütücü yerden çıktıklarında, Metruk Bölge'nin büyük
bir kısmının kurumuş kahverengi otlar ve kullanılmayan metal
parça larından oluşan boş bir arazi olduğu ortaya çıktı. Yer yer
yükselen büyük bok yığınları vardı - kömü r ya da cüruf ya da kok
kömü rü ya da ergiyik ya da bir şey.
Ne zaman bir köşeye gelseler, Asyal ı ya da Güney Amerika­
l ı ların uğraştığı küçük bir sebze ta rlasıyla karşılaşıyorlardı. Y.T.,
Ng'nin tarlaları ezip geçmek istediği izlenimine kapıldı, ama hep
son anda fikrini değiştiriyor ve etrafından dönüyordu.
İspanyolca konuşan birkaç siyah adam, elli beş galonluk varil­
lerin yuvarlak kapaklarını sopa gibi kullanarak geniş, düz ala nda
beysbol oynuyordu. Alanın kenarına yarım düzine kül üstür park
etm iş ve ışık vermesi için farlarını yakmışlardı. Alanın yanında
berbat bir taşınabilir ev, bara dönüştürülmüştü, üstünde bir grafi­
ti vardı: M ETRUK BÖLG E. Bir sürü yük vagonu, paslanmış kör hat­
larda duruyord u. Traverslerin a rasında Hi nt inciri büyüyordu. Yük
vagon larından biri, Papaz Wayne' in Cennet Ka pıları bayiliğine
dön üştü rülmüştü ve Protestan Orta Amerikalılar günah çıkarmak
ve neon ışıklı Elvis'i n altında a nlaşıl mayan bir dilde konuşmak için
sıraya girmişti. Metruk Bölge'de hiç NeoAquarian Ta pı nağı yoktu.
"Antrepo alanı ilk gittiğimiz yer kadar pis değil," dedi Ng, "o
yüzden gaz maskesini kullanmaman o kadar da kötü olmaz. Biraz
Soğutucu Gaz koklayabilirsin."
Y.T.'nin jetonu biraz geç düştü. Ng uyuşturucu için başka bir
isim kullan mıştı. "Freon mu demek istiyorsun?" dedi.
"Evet. Bizim arad ığımız adamın yelpazesi çok geniş. Ya ni, bir
sürü fa rklı maddeyle iş ya pıyor. Kariyeri ne freonla başlad ı . Batı
yakası ndaki en büyük toptancı/satıcı o."
Y.T. sonunda anladı. Ng'nin arabası klima lıyd ı. Ozon tabaka­
sına zarar vermeyen o boktan klima lardan değil, gerçek, ağır,
yüksek kapasiteli, iliklerin ize kadar donduran Frigidaire marka bir
klima. İnanılmaz miktarda Freon kullanıyor olmalıyd ı.
Sonuç olarak o klima Ng'nin vücudu nun bir parçasıyd ı . Y.T.
dünyadaki tek Freon bağımlısıyla aynı arabada gid iyordu.

-215-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Soğutucu Gaz stokunu bu adamdan mı alıyorsun?"


"Şimdiye kadar, evet. Ama şimdi başka biriyle bir anlaşmam var."
Başka biri. Mafya.

Deniz kıyısına yaklaşıyorlardı. Düzinelerce uzun, ince, tek-katlı


depo, suya paralel dizil mişti . Aynı giriş yoluna sahiplerdi. Arala­
rında, eskiden iskelelere doğru giden küçük yollar vardı. Terk edil­
miş traktör römorkları etrafa yayılmıştı.
Ng aracı giriş yolunun dışına çekti, eski, kırmızı tuğlalı bir
elektrik santraliyle paslanmış yük konteynırlarının arasında kıs­
men gizli, kuytu bir yere girdi. Arabayı çı kışa doğru döndürdü,
hızlıca gitmeyi bekliyormuş gibiydi.
"Önündeki torpido gözünde para var," dedi Ng.
Y.T. torpido gözünü açtı ve eski, pis, trilyon-dolarlık banknot­
lardan oluşan bir tomar para buldu. Ban knotların üstünde Ed
Meese18 vardı.
"Tanrım, Reagan'lı olanlardan bulamadın mı? Bu biraz şişkin."
"Bu bir Kurye'nin ödeyeceği paraya daha yakın."
"Çü nkü hepimiz beş paralık insanlarız, değil mi?"
"Yorum yok."
"Kaç para var burada, bir katrilyon dolar mı?"
"Bir buçuk katrilyon. Enflasyon, bilirsin."
"Ne yapacağım?"
"Soldaki dördüncü depo," dedi Ng. "Tüpü alınca havaya fırlat."
"Sonra?"
"Sonrası halledilecek."
Y.T.'nin bu konuda şüpheleri vard ı . Ama başı belaya gi rerse,
asker kü nyelerini çıkarabilirdi.
Y.T. araçtan kaykayıyla inerken, Ng ağzıyla yeniden sesler çı­
kardı. Y.T. arabanın içinde yankılanan sesleri d uya biliyordu, maki­
neler harekete geçiyordu. Arkasını döndüğünde, aracın tavanın­
daki çelik kozanın açıldığını gördü. Altında minicik bir helikopter
vard ı . Rotor kanatları, kanatlarını açan bir kelebek gibi açıldı. İsmi
yan tarafına yazılmıştı : KASIRGA BİÇİCİ .

1 8 Amerikalı bir avukat, hukuk profesörü ve yazar

-216-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

- 32 -

Aradıkları deponun hangisi olduğu çok açıktı . Soldaki dördün­


cü depo, deniz kıyısına giden yol birkaç yük konteynırıyla kapatıl­
mıştı - on sekiz tekerleklilerin arkasında gördüğünüz büyük, çelik
kutular. Zikzak biçiminde dizilmişti, böylelikl e onların önünden
geçmek için birkaç kez ileri geri gitmek zorunda kalıyordunuz,
yüksek çelik duvarları olan dar, labirentimsi bir kanaldan geçmek
gi biydi. Silahlı adamlar tepelere tünemiş, engelli parkurda kayka­
yıyla ilerleyen Y.T.'ye bakıyordu. Açı k bir alana ulaştığında, birçok
şeki lde kontrol edildi.
Etrafta kablolara takı lmış ampuller vardı ve hatta bi rkaç tane­
si N oel ağacı ampullerindendi. Bu ışıklar, Y.T.'nin biraz daha hoş
karşı lanması için ya kı ldı. Hiçbir şey göremiyordu, sadece bir toz
ve sis bulutunun ortasında ışıkların yaptığı renkli haleler vardı.
Önünde, giriş yol u da yük konteynırlarıyla kapatı lmıştı. Bir kon­
teynırın üstünde bir grafiti vard ı : OYETK ÖEB: BUGÜN Bİ RAZ GERİ
SAYI N !
"OYETK nedir?" dedi Y.T., biraz buzları eritmek için.
"Ozon Yok Edicilerinin Tartışmasız Kralı," dedi bir adam sesi .
Bunu söylerken soldaki deponun yü k rampasından aşağı atladı.
Deponun içinde Y.T. elektrik lambalarını ve ya nan sigaraları göre­
biliyordu. "Biz Emilio'ya böyle deriz."
"Ah, tamam," dedi Y.T. "Freon adam. Ben Soğutucu Gaz için
gelmedim."
"Peki," dedi adam, kırk yaşlarında, uzun boylu ve kırk yaşında
biri için fazla sıska bir ada mdı. Ağzındaki izmariti çekti ve bir dart
oku gibi fırlattı. "Ne için, o zaman?"
"Karlanma çöküşü ne kadar?"
"Bir nokta yedi katrilyon," dedi adam.
"Bir nokta beş olduğunu sanıyordum," dedi Y.T.
Adam başı nı sa lladı. "Enflasyon, bilirsi n. Yine de pazarlık payı
var. O altındaki kaykay muhtemelen iyi para eder."
"Bunu parayla satın alamazsın," dedi Y.T. barut kesi lerek. "Bak,
elimde bir buçuk katrilyon dolar var." Parayı cebinden çıkard ı .
Adam güldü, başını salladı, deponun içindeki arkadaşına ba­
ğırdı. "Arkadaşlar, burada Meese'li ban knotlarla ödeme ya pmak

-217-
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

isteyen bir fıstık var."


"Onlardan çabuk kurtulsan iyi edersin, tatlı m," dedi daha kes­
kin ve sinsi bir ses, "ya da kendine bir el arabası bul."
Bu, daha yaşlı bir adamdı, keldi, sadece kafası nın kenarlarında
kıvırcık saçları ve göbeği vardı. Yük ram pasının üstünde dikiliyor­
du.
"Almayacaksa nız söyleyin," dedi Y.T. . Bütün bu gevezeliğin işle
bir alakası yoktu.
"Buraya kızlar pek sık gelmez," dedi şişman, kel, yaşlı adam.
Y.T. bunun OYETK olduğunu anladı. "Bu yüzden cesaretin için
sana indirim yapacağız. Arkanı dön."
"Siktir git," dedi Y.T. Bu adama arkasını dönmeyecekti.
Bunu duyan herkes güldü. "Tamam, verin," dedi OYETK.
Uzun boylu, sıska adam yük ram pasının arka tarafına gitti,
aşağıya alüminyum bir çanta fırlattı, çantayı yolun ortasındaki çe­
lik varilin üstüne koyd u. "Önce pa ra," dedi.
Y.T. ona parayı verdi. Adam parayı inceledi, dudağını büktü ve
ani bir el hareketiyle depoya fırlattı. İçerideki bütün adamlar bi­
raz daha güldü.
Adam çantayı açtı, küçük bilgisayar klavyesi göründü. Kimlik
kartını yuvaya soktu ve klavyede bir şeyler yazd ı .
Küçük bir t ü p ü çantanın üst ta rafı ndan çekti v e alt kısımdaki
küçük deliğe soktu. Makine tüpü içeri çekti, bir şey yaptı ve geri
fırlattı.
Ada m tüpü Y.T.'ye verdi. Üstündeki kırmızı sayılar lO'dan geri
sayıyordu.
"1 dediğinde burnuna götür ve içine çek," dedi adam.
Y.T. çoktan geri çekil meye başlamıştı.
"Bir sorun mu var, küçük kız?" dedi.
"Henüz değil," dedi. Sonra tüpü olabildiğince hızlı bir şekilde
havaya fı rlattı.
Bir yerlerden rotor ka natlarının çı rpıntısı duyu ldu. Kasırga Bi­
çici kafalarının üstünde dolaşıyord u; bir an herkes dizlerinin üstü­
ne çöktü. Tüp yere düşmedi.
"Seni la net sürtük," dedi sıska adam.
"Bu gerçekten iyi bir plan," dedi OYETK, "a ma anlayamadığım
kısım şu ki, senin gibi güzel ve akıllı bir kız neden bir intihar göre­
vine katı lsın?"

-218-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

G ü neş doğdu. Ya klaşık yarım düzine güneş etraflarında, üstle­


rindeydi, gölge yoktu. Sıska adam ve OYETK' in yüzleri bu kör edici
aydınlığın altında donuk ve şekilsiz görünüyordu. Bir şeyler göre­
bilen tek kişi Y.T.'ydi çünkü Gece Görücü görüntüyü dengeliyordu;
adamlar ışığın altında acıyla yüzlerini buruşturuyor ve eğil iyordu.
Y.T. dönüp a rkasına baktı. Küçük güneşlerden biri, yük kon­
teyn ırı labirentinin üstünde duruyor, çatlaklarının a rasına ışık sa­
çıyor, orada nöbet tutan silahlı adamları kör ediyordu. Görüntü
kah çok aydınlık, kah çok karanlık oluyordu çünkü gözlü klerinin
elektronikleri karar vermeye çalışıyordu. Ama bütün bu görsel
karmaşanın ortasında, retinasına kalıcı bir şekilde işlenen bir
görüntü ya kalad ı : silahlı adamlar fırtınadaki ağaçlar gibi aşağı
fırlatılıyordu ve sadece bir anlığına, labirentin üstünde sibernetik
bir tsu nami ol uşturan karanlık ve zayıf siluetler gördü. Sça nitler.
Bütün labirentin üstünden uzun, düz parabollerle geçti ler.
Bazıları atla rken, silah tutan adamların vücutlarına çarpıyordu,
Amerikan Ulusal Futbol Ligi'nin sol beklerinin, taç çizgisindeki
fotomuhabi rlerin arasından hızla geçmesi gibiydi. Sonra, labiren­
tin önündeki yola indiklerinde, yerde dans eden beyaz kıvılcı mlar
ve bir toz bulutu oluşturdular. Ve bütün bunlar olurken Y.T., sça­
nitlerden birinin uzun boylu, sıska adamın vücuduna çarptığını,
kaburgalarının bir selofan topu gibi çatırdadığını d uyd u. Depo­
nun içinde de kıyamet kopuyordu ama Y.T.'nin gözleri olayları ta­
kip etmeye çalışıyordu. Aniden yola inen daha fazla sçan itin oluş­
turduğu kıvı lcım-ve-toz izlerini ve bir sonraki engelin üstünden
uçuşlarını izliyordu.
Tüpü havaya fı rlattığından beri üç saniye geçmişti. Deponun
içine bakmak için a rkasını döndü. Ama deponun üstünde biri bir
an gözüne takı ldı. Başka bir silahlı adam, bir tetikçi, bir klima üni­
tesi nin arkasından çı ktı, gözü ışığa yeni alışıyor, silahını omuzuna
ka ldı rıyordu. Onun tüfeğinden çıkan kırmızı lazer ışını gözüne tu­
tulu nca Y.T. yüzünü bu ruşturdu, sonra adam Y.T.'nin alnına nişan
aldı. Y.T. onun arkasında Kasırga Biçici'yi gördü, rotorla rı parlak
ışığın altında bir yuvarlak oluştu ruyordu, bu, önce dar bir elipse
sonra düz bir gümüş çizgiye dönüşen bir yuvarlaktı. Sonra tetik­
çinin ya nından uçtu .
Helikopter, başka bir av a rayarak keskin bir dönüş yaptı ve
altı ndan, güçsüz bir yörüngeyle bir şey düştü, Y.T. helikopterin

-219-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

bomba attığını düşündü. Ama bu, tetikçinin kafasıydı, hızla dönü­


yor, ışığın altında pembe bir sarmal akıtıyordu. Küçük helikopte­
rin rotor ka nadı onu ense kökünden ya ka lamış olmalıydı. Y.T.'nin
bir tarafı kafanın yerde zıplamasını ve dönmesini soğukkanl ılıkla
izliyor, bir tarafı da çığlık atıyordu.
Bir çatırtı duydu, şu ana kadarki ilk yüksek ses buydu. Sesin
nereden geldiğine bakmak için döndü, bu alanın üstünde belli
belirsiz görünen su kulesine doğru baktı, bir tetikçi için uygun bir
yerdi.
Ama sonra, Ng'nin aracı nın üstünde dolaşan küçük bir roke­
tin kalem inceliğindeki mavi-beyaz egzozunu gördü . Roket bir şey
yapmadı; sadece belirli bir yüksekliğe çıktı ve orada d urdu. Y.T.
umursamadı, kaykayının üstünde ilerlemeye başladı.
İ kinci bir çatırtı sesi geldi. Bu ses henüz kulaklarına ulaşmadan,
roket, bir golyan balığı gibi yatay bir şekilde atıldı, rotasını
düzeltmek için bir ya da iki kez yön değiştirdi, tetikçinin olduğu
yere, su kulesinin merdivenlerinin üstüne doğru döndü. Alev ya
da ışığı ol mayan büyük bir patlama oldu. Y.T. bir an, su kulesi nin
demirl erinde çınlayan şarapnel gürültüsünü duydu.
Labirente geri dönmeden önce, bir toz bulutu ona doğru gel­
di, yüzüne taş ve kırık cam pa rça ları fırlattı. Bir şey labirentin içine
girdi. Sürekli bir çat-pat sesi çıkarıyor, yön değiştirmek için çelik
d uvarlara çarpıyordu. Bu bir sçanitti, yol u onun için açıyordu.
Ne kadar tatlı !

"Çok şık bir hareket, mal herif," dedi Y.T., Ng'nin aracına biner­
ken. Boğazı şişmiş gibiydi. Belki bağı rmaktan, belki zehirli atıklar
yüzündendi, belki de kusmaya hazırlanıyordu. "Teti kçileri bilmi­
yor muydun?" dedi. İşin ayrıntılarını konuşmaya devam ederse,
belki Kası rga Biçici'nin yaptıklarını aklından çıka rabilirdi.
"Su kulesi ndekini bilm iyordum," dedi Ng. "Ama birkaç kez
ateş ettiğinde, merm ilerin yolunu milimetrik da lgayla beli rledik
ve kaynağı nı bulduk." Aracına konuştu ve araç saklandığı yerden
çıkıp l-405'e yöneldi.
"Bir tetikçiyi aramak için çok bariz bir yer gibi görünüyor."
"Konumu sağlam değildi, her ta rafta n açı ktayd ı," dedi Ng. "Bir
intihar konum unda ça l ışmayı seçm işti. Bu, uyuşturucu satıcı ları
için normal bir davranış değil. Normalde onlar daha pragmatiktir.

-220-
PARAZİT - NEAL STE PHENSON

Şimdi, performansım hakkında başka eleşti rin var mı?"


"İşe yaradı mı?"
"Evet. Tü p, içindekileri boşa ltmadan önce hel ikopterin içinde­
ki kapa lı hazneye koyu ldu. Kimyasal olarak kendini yok etmeden
önce sıvı helyum halinde donduruldu. Artık bir Karla nma çöküşü
örneğimiz var, bu kimsenin elde edemediği bir şey. Bu benim de
itibarımı etkileyecek türden bir başarı."
"Peki ya sçan itler?"
"Ne olmuş on lara?"
"Şu anda araçtalar mı? Arka ta rafta ?" Y.T. başıyla arka ta rafı
gösterdi.
Ng bir an du rd u. Y.T. onun 1955'te Vietnam'daki ofisinde otur­
duğunu ve bütün bu olanları televizyonda izlediği ni düşündü.
"Üç tanesi arka ta rafta," dedi Ng. "Üç tanesi arkadan gel iyor.
Ve üç tanesi ni de önlem amaçlı orada bıraktı m ."
"Onları orada mı bıraktın?"
"Yetişeceklerdir," dedi Ng. "Saatte yedi yüz mil hızla koşabili-
yorlar."
"İçlerinde nükleer şeyler olduğu doğru mu?"
"Radyotermal izotoplar."
"Biri onların içini açarsa ne olur? Herkes mutasyona mı uğ­
rar?"
"Kendini, o izotoplardan kapsül çıkaracak kadar büyük bir yok
edici gücün ya nında bulursan, radyasyon hasta l ığı düşüneceğin
en son şey olacaktır."
"Yollarını bulabi lecekler mi?"
"Çocukken Lassie izlemedin mi hiç?" diye sordu. "Yani şu an
olduğundan daha küçü kken?"
Demek ki. Y.T. haklıydı. Sçanitler köpek parçalarından yapılı-
yordu.
"Bu çok zalimce," dedi Y.T.
"Bu tür bir duygusa llık normal," dedi Ng.
"Bir köpeği vücudundan çıkarmak ve sürekli bir kafeste tut­
ma k."
"Sçanitin, senin deyi minle kafesindeyken, ne yaptığını biliyor
musun?"
"Elektrikli taşaklarını mı yalıyor?"
"Dalgaların arasında Frizbi kova lıyor. Sonsuza kadar. Ağaçlar-

- 221 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

da yetişen biftekler yiyor. Bir avcı kul übesindeki ateşin yanında


yatıyor. Henüz bir taşak-ya lama simülasyonu yüklemedim ama
madem bahsettin, bunu düşü neceğim."
"Peki ya kafesin dışı ndayken, etrafta koşup senin işleri ni ya­
parken?"
"Bir pit bull-terrier'in saatte yedi yüz mil hızla koşabi lmesinin
ne kadar özgürce bir şey olduğunu düşünemiyor m usun?"
Y.T. cevap vermedi . Bu konsepti anlamaya ça lışmakla meşgul­
dü.
"Senin hatan," dedi Ng, "bütün mekanik destekli organ izma­
ların - benim gibi - acınası sakatlar olduğunu düşünmek. Aslında
eski halimizden daha iyiyiz."
"Pit bull'ları nereden buluyorsun?"
"İnanılmaz sayıda pit bull her gün, her yerde terk ediliyor."
"Sa hipsiz yavruları da kesiyor musun?"
"Terk edilmiş köpeklerin soylarının tükenmesini önl üyoruz ve
onları köpek çiftliğine gönderiyoruz."
"Arkadaşım Roadkill ve benim bir pit bull'umuz vardı. Adı
Fido'ydu . Onu bir ara sokakta bulmuştuk. Aşağılık herifin teki
onu bacağından vurmuştu. Veterinere götürdük. Birkaç ay bo­
yunca onu Road kill'in apartmanındaki boş dairede tuttuk, her
gün onunla oynadık, yemek götürdük. Sonra bir gün Fido'yla oy­
namaya gittiğimizde, o gitmişti. Biri içeri girmiş ve onu alıp götür­
müştü . Muhtemelen de bir araştırma laboratuvarına satmıştır."
"Muhtemelen," dedi Ng, "ama bir köpeğe bakmanın yolu o
değil."
"Daha önceki yaşam şeklinden iyi."
Ng araca kon uşurken, konuşmada bir ara oldu. Long Beach
otobanına çıktılar, şehre geri dönüyorlardı.
"Bir şey hatırlayabiliyorlar mı?"
"Köpekler bir noktaya kadar her şeyi hatırlayabilir," dedi Ng.
"Hafızayı silme yöntemimiz yok."
"O zaman belki de Fido şu anda bir yerlerde bir sça nit olmuş­
tur."
"U marım, onun iyiliği içi n," dedi Ng.

Phoenix, Arizona'daki bir Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'u


bayiliğinde, Ng G üvenlik Endüstrisi Ya rı-Otonom Koruma Birimi

-222-
PARAZİT N EAL STEPHENSON
-

B-782 uyandı.
Onu yapan fabrika onun No: B-782 adında bir robot olduğunu
düşünüyordu. Ama o kendisinin Fido adında bir pit bull-terrier
olduğunu biliyordu.
Eski zamanlarda, Fido bazen kötü bir küçük köpekti. Ama
şimdi, güzel, küçük bir bahçede, güzel, küçük bir kul übede yaşı­
yordu. Artık iyi bir köpek olmuştu. Kulübesinde yatmayı ve diğer
iyi köpeklerin havlamasını dinlemeyi seviyordu. Fido büyük bir
sürünün parçasıyd ı .
Bu a kşam uzakta bir yerlerde çok fazla havlama sesi vardı.
Bu havlamaları duyd uğunda, Fido iyi köpek sürüsünün bir şeye
çok heyecanla ndığını anladı. Bir sürü kötü adam, iyi bir kıza zarar
vermeye çalışıyordu. Bu, köpekleri sinirlendirmiş ve heyecanlan­
dırmıştı. İyi kızı korumak için, kötü adamlardan bazılarının ca nını
yakıyorlardı.
Zaten öyle ol ması gerekiyordu.
Fido kulübesinden çı kmad ı . Havlamaları ilk duyduğunda, he­
yecanlanmıştı . İyi kızları seviyordu ve kötü adamlar onlara zarar
vermeye çalıştığında çok üzülüyordu. Bir za manlar onu seven iyi
bir kız vardı. Bu çok önceydi, korkunç bir yerde yaşarken, her za­
man aç kalmıştı ve birçok insan ona kötü davranmıştı. Ama iyi kız
onu sevmişti ve ona iyi davranmıştı. Fido iyi kızı çok seviyordu.
Ama diğer köpeklerin havlamalarından, iyi kızın şu an güven­
de olduğunu anlayabiliyordu. O yüzden tekrar uykuya daldı.

-22�-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 33 -

"Pardon dostum," dedi Y.T., Babil/Bilgi Kıyameti odasına girer-


ken. "Vay ca nına ! Burası bir kar küresine benziyor."
"Selam, Y.T."
"Sana anlatacak bilgiler edindim, dostum."
"Anlat."
"Karlanma çöküşü bir steroid. Ya da steroide benziyor. Evet.
Steroid gibi hücre d uvarlarına gi riyor. Sonra da hücre çekirdeğine
bir şey yapıyor."
"Hakl ıydın," dedi Hiro, Kütü phaneciye, "herpes gibi."
"Konuştuğum adam, onun gerçek DNA'yla oynadığını söyled i.
Bunun ne demek olduğunu hiç an lamadım ama söylediği buydu."
"Konuştuğun adam kim?"
"Ng. Ng Güvenlik End üstrisi'nden. Onunla kon uşma zahmeti­
ne girme, sana bilgi vermez," dedi kayıtsızca.
"Ng gibi bir adamla neden takıl ıyorsun?"
"Çete işi. Mafya, ben ve dostum Ng sayesi nde Karlanma çö­
küşü örneği ne sahip oldu. Şu ana kadar, Karlanma çöküşü hep
ona ulaşılamadan kendini yok etmiş. Yani sanırım inceleyecekler
falan. Belki de bir panzehir yapmaya ça l ışacaklar."
"Ya da ü retmeye çalışacaklar."
"Mafya bunu ya pmaz."
"Aptal olma," dedi Hiro. "Tabii ki yapar."
Y.T. bozulmuş gibiydi.
"Bak," dedi, "Sana bunu hatırlattığım için üzgünüm ama yasa­
larımız hala olsaydı, M afya bir suç örgütü olurdu."
"Ama yasalarımız yok."
"Söylemek istediğim, bunu insanlığın yararına yapmıyor ola­
bili rler."
"Peki sen neden bu inek hayalet programla bu raya ka pan­
dın?" dedi, Kütüpha neciyi göstererek. "İnsanlık yararına mı? Ya
da belki de kız peşindesin. İsmi her neyse."
"Tamam, ta mam, artık Mafya hakkında konuşmayalım," dedi
Hiro. "Yapmam gereken işler var."
"Benim de." Y.T. aniden gitti, Metaevrende bir boşluk bıraktı
ama Hiro'n un bilgisayarı hemen boşluğu doldurdu.

·224-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Sa nırım bana abayı ya kmış," diye açıkladı Hiro.


"Oldukça sevecen görün üyordu," dedi Kütüphaneci.
"Tama m," dedi Hiro, "işimize dönelim. Asherah nereden ge-
liyor?"
"İlk başta Sümer mitolojisinden. Bu yüzden, Babilliler, Asur­
lar, Kenan Ülkesindekiler, Yahudiler ve Ugarit efsaneleri için de
önemliyd i çünkü hepsi Sümerlerden geliyor."
"İlginç. Yan i Sümer dili öldü ama Sümer efsa neleri bir şekilde
yeni dillere geçti ."
"Doğru. Sümer dili, sonraki medeniyetler tarafından din ve
ilim dili olarak ku llan ıldı, Orta Çağ'da Latincenin Avrupa'da kulla­
nıldığı gibi. Kimse ana dili gibi konuşm uyordu ama eğitimli insan­
lar okuyabiliyord u . Bu şekilde, Sümer dini devam etti."
"Peki Sümer efsanelerinde Asherah ne yapıyor?"
"Hikayeler bölü k pörçük. Çok az levha bulundu ve bunlar da
kırılmış ve parçalanmıştı. L. Bob Rife'ın birçok sağlam levhayı ka­
zılarda buld uğu ama ortaya çıkarmayı reddettiği söyleniyor. Geri
kalan Sümer efsaneleri parçalar halinde ve kalitesi kötü . Lagos
bunları ateşi olan iki yaşındaki bir çocuğun düşlerine benzetmiş­
ti. Bir bütün olarak çevri lemiyorlar - karakterler okunabiliyor ve
biliniyor ama bir araya getirild iğinde, zihinlerde iz bırakacak bir
şey söylem iyorlar."
"Video Kaseti Kaydedici programlama talimatları gibi."
"Çok fazla monoton bir tekrar var. Ayrıca Lagos'un Rotary Ku­
lübü Propaga ndacıları dediği bir şey var - şehirlerinin üstün özel­
liklerini başka bir şehirle karşılaştırarak yücelten katipler."
"Bir Sümer şehrini diğerinden daha iyi ya pan ne? Daha büyük
bir zigurat mı? Daha iyi bir futbol takımı mı?"
"Daha iyi me19."
"Me nedir?"
"Toplumun işleyişini kontrol eden kurallar ya da ilkeler. Yasa­
lar gibi ama daha temel seviyede."
"Anlamadım."
"Mesele de bu. Sümer efsa neleri, Yu nan ya da Ya hudi efsane­
leri gibi okunabilir ya da keyif alınabilir değil. Temel olarak bizim­
kinden farklı bir anlayışı yansıtıyorlar."
"Sanırım bizim kültürümüz Sümerlere dayansaydı, on ları

1 9 Sümer'de Tanrıların kanunlarına verilen isim

-225-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

daha ilginç bulurduk," dedi Hiro.


"Akad efsa neleri Sümerlerden sonra geliyor ve büyük bir kısmı
Sümer efsa nelerine dayanıyor. Açıkça görülüyor ki Akad reda ktör­
leri Sümer efsa nelerini incelemiş, tuhaf ve anlaşılmaz bölümleri
çıkarmış ve bunları G ı lgamış Desta nı gibi daha uzun eserlerde bir
araya getirmişler. Akadlar Sami asıllıyd ı - Yahud i lerin kuzenleri."
"Peki Akadlar Asherah hakkında ne diyor?"
"Şehvet ve bereket tanrıçası. Ayrıca yok edici ve kindar bir ta­
rafı da var. Bir efsanede, Asherah Kral Ki rta'ya ağır bir hastalık ve­
riyor. Sadece tanrı ların kra lı El onu iyi leştirebiliyor. El bazı kişilere
Asherah'ın memesini emme ayrıca l ığı veriyor. El ve Asherah sık
sık i nsan bebekleri evlat edinirdi ve Asherah onları emzi rirdi - bir
metinde, yetmiş kutsal çocuğun süta nnesi olduğu yazıyor."
"Virüsü yayıyor," dedi Hiro. "AI DS' li anneler bebeklerini em­
zirerek hastal ığı on lara geçirebilir. Ama bu Akad versiyonu, değil
m i?"
"Evet, efendim."
"Biraz Sümer hikayesi dinlemek istiyorum, çevri lemez olsa
da."
"Asherah'ın E nki'yi nasıl hasta ettiğini dinlemek ister misiniz?"
"Olur."
"Bu hikayenin çevirisi, onun nasıl yorum landığına bağlı. Ba­
zıları bir Cennetten Kovu lma hikayesi olarak görüyor. Bazıları ka­
dın ve erkek ya da su ve toprak arasındaki savaş olarak görüyor.
Bazıları da bir bereket alegorisi olarak. Bu metin, Bendt Alster
yorumuna bağlı."
"Dikkate aldı m."
"Özetle: Enki ve Ninhursag - yani Asherah, ama bu hi kayede
başka isim leri de var - Dilmun adında bir yerde yaşıyorlard ı . Dil­
mun kötülükten uzak, temiz ve aydınlık bir yerdi, hasta lık yoktu,
insanlar yaşlanm ıyor, yırtıcı hayvanlar avlanm ıyordu.
"Ama su yoktu. Bu yüzden Ninhursag, Dilmu n'a su getirme­
si için Enki'ye yalvardı çünkü Enki bir çeşit su tanrısıyd ı . Enki de
sazlıkların arası nda mastürbasyon yaptı ve hayat veren menisi­
ni - 'kalp suyu' deniyordu - çukurlara akıttı . Aynı zamanda, bu
bölgeye kimsenin girmemesi için bir tılsım yaptı - kimsenin onun
menisinin yakınına gelmesi ni istemiyordu."
"Neden?"

-226-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

"Efsanede yazmıyor."
"O zaman," dedi Hiro, "değerli ya da tehlikeli olduğunu düşü­
nüyordu, ya da i kisi de."
"Dilmun eskisinden daha iyi bir hale geldi. Ta rlalar bol bol
mahsul verdi."
"Affedersin ama Sümer ta rımı nasıldı? Çok sulama yapıyorlar
mıydı?"
"Tamamen sulamaya bağlılardı."
"Yani bu efsaneye göre, Enki, 'kalp suyu' ile tarla ları sulad ı ."
"En ki su tanrısıydı, evet."
"Tamam, devam et."
"Ama Ninhursag - Asherah - onun emrine uymadı, Enki'nin
men isinden aldı ve kendini hamile bıraktı . Dokuz gün hamilel ik­
ten sonra hiç acı çekmeden bir kız doğurdu, Ninmu. Ninmu nehir
kenarında yürü rken, Enki onu gördü, tahrik oldu, nehrin karşısına
geçti ve onunla seks yaptı."
"Kendi kızıyla."
"Evet. Dokuz gün sonra N inmu'nun da bir kızı oldu, N i nku rra.
Ve olaylar tekrar etti."
"En ki, Ninkurra'yla da mı seks yaptı?"
"Evet ve onun da Uttu adında bir kızı oldu. Sonra, Ninhursag
En ki'nin davranış ya pısını anladı ve Uttu'ya evinde kal masını tem­
bihledi. En ki'nin elinde hediyelerle ona geleceğini ve onu baştan
çıkarmaya çal ışacağını tahmin ediyordu."
"Öyle mi oldu?"
"Enki çukurları bir kez daha 'ka lp suyu' ile doldurdu, ekinler
büyüdü. Bahçıvan sevi ndi ve Enki'nin boynuna sarıld ı ."
"Bahçıvan kim?"
"Sadece hikayede bir karakter," dedi Kütüphaneci. "En ki'ye
üzümler ve başka hediyeler verdi. E nki bahçıvanın kılığına gir­
di, Uttu'ya gitti ve onu baştan çıkardı. Ama bu kez, Nin hursag
Uttu'nun kalçalarından Enki'nin menisinin birazını almayı başar­
dı."
"Tanrım. Cehennem gibi."
"Ninhursag meniyi toprağa sürdü ve orada sekiz tane bitki
yetişti."
"Sonra da Enki bitkilerle mi seks yaptı?"
"Hayır, onları yedi - böyle yaparak bir a nlamda onların sırla-

-227-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

rını öğreniyordu."
"Yani burada bir Adem ve Havva motifimiz var."
"Ninh ursag 'Sen ölene kadar, sana "hayat gözü" ile bakma­
yacağım,' diyerek Enki'yi lanetledi. Sonra ortadan kayboldu ve
Enki hastalandı. Organ larından sekizi hasta landı, bitkilerin her
biri için bir tanesi. Sonunda, Ninhursag geri dönmeye ikna oldu.
Sekiz tane tanrı doğurdu, Enki'nin hasta olan sekiz organı için.
Enki iyileşti. Bu ta nrılar Dilmu n'un bütün ta nrıları oldu; başka bir
deyişle, bu olay ensest döngüsünü bozdu ve normal bir şekilde
üreyebilen erkek ve dişi ta nrılardan oluşan yen i bir ı rk yarattı."
"Ateşi olan iki yaşındaki bir çocuğun düşleri derken Lagos'un
neyi kastettiğini anla maya başladım."
"Alster efsa neyi şöyle yoruluyor: 'bir mantık problemi anlatı­
mı. İlk başta tek bir yaratıcıdan başka bir şey olmadığını düşünür­
sek, normal ikili ci nsel il işkiler nasıl olabildi?' "
"Ah, yine o 'ikili' kelimesi."
"Konuşmam ızda bu noktaya bizi başka bir yoldan getirebi le­
cek bir bölüm vardı. Bu efsane Sü merlerin yaradılış efsa nesine
benzeti lebi lir; ilk başta yer ve gök birdi ama ikisi ayrı lana kadar
dünya gerçekten yaratılmadı. Çoğu yaradılış efsanesi 'ya kıya­
met ya da Cennet olarak değerlendirilen paradoksal bir bütün'
ile başlar ve bildiğimiz dünya bu değişene kadar gerçekten var
olmaz. Enki'nin esas isminin Enkur, Kur'un Efend isi olduğunu be­
lirtmeliyim. Kur, Enki'nin fethettiği eski bir okyanustu - Kıyamet."
"Her hacker bunu ilişki lendirebilir."
"Ama Asherah'nın da benzer yan an lamları var. Ugaritçede adı
'atiratu ya mmi'dir, yani 'denizin üstünde yürüyen' demekti r."
"Ta mam, ya ni hem Enki hem Asherah kıyameti bir a nlamda
yenmiş figürler. Ve demek istediğin, bu olay, sabit olanın ayrıl­
ması, dünyayı ikili bir sistemde birleştiriyor, buna da yaradılış
deniyor."
"Doğru."
"Enki hakkında başka ne söyleyebilirsin?"
"Eridu şeh rinin en'iydi."
"En nedir? Kral gibi mi?"
"Bir tür papaz-kral. En, me'nin - toplum kuralları - balçık lev­
halarda saklandığı yerel tapınağın koruyucusuydu."
"Tamam. Eridu nerede?"

-228-
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

"Gü ney I rak. Son birkaç yıldır kazılmaya başlandı."


"Rife'ın adamları tarafından mı?"
"Evet. Kra mer'ın deyi miyle En ki, bilgelik tanrısı - ama bu kötü
bir çeviri. Onun bi lgeliği yaşlı bir adamın bilgeliği değil, daha çok,
bilinmeyen şeyleri nasıl yapacağını bil mesiydi. 'İ mkansız görü nen
sorunlara bulduğu şaşırtıcı çözü mlerle diğer tanrıları bile hayrete
düşürdü.' Çoğunlu kla, i nsanl ığa yardım eden iyi bir tan rıydı.''
"Gerçekten m i?"
"Evet. En önem li Sümer efsa neleri onun hakkındadır. Ded iğim
gibi, suyla özdeşleştiriliyordu. Hayat veren menisiyle nehirleri ve
Sü merlerin büyük kanal sistemlerini dolduruyordu. Tek bir mas­
türbasyonla Dicle Nehri'ni yarattığı söylenir. Kendini şöyle ta nım­
l ıyord u : 'Ben efendiyim. Dünyası va r olan benim. Ben ölümsü­
züm.' Diğerleri ise şöyle tarif ediyord u : 'senden gelecek bir sözle
- ta hıllar üst üste yığı lır.' 'Sen gökteki yıldızları dize getirirsin, kaç
yıldız olduğunu bilirsin.' Yaratı l mış her şeyin ismini o koydu ... "
"Ya ratı lmış her şeyin ismini o mu koydu?"
"Birçok Yaradılış efsanesinde, bir şeye isim koymak onu ya­
ratmak anlamına gel ir. Çeşitli efsanelerde ondan 'büyül ü sözle­
ri bulan üstat,' 'söz zengini,' 'bütün doğru buyrukların efendisi
Enki' olarak bahsedilir. Kramer ve Maier'e göre de 'Onun sözleri
karmaşa olan yere düzen, düzen olan yere karmaşa getirebilir.'
Bilgilerini oğluna aktarmak için çok çaba harcadı, Babilli lerin baş
tanrısı M arduk'a."
"Yani Sümerler Enki'ye, Sümerlerden sonra gelen Babilliler de
oğlu Marduk'a tapıyordu."
"Evet efendim. Ve ne zaman Marduk bir çı kmaza girse, babası
Enki'den yardım isterd i. Burada Hamm urabi Kanunları'nın yazı l ı
olduğu stelde Mardu k'u n b i r temsili var. Hammurabi'ye göre Ka­
nunlar ona bizzat Marduk ta rafından veri lmiş."
H i ro, Hammurabi Kanunları'n ın olduğu stele doğru yürüdü ve
baktı. Çivi yazıları ona hiçbir şey ifade etmiyordu ama üstteki çizi­
mi anlamak kolaydı. Özell ikle de ortadaki kısmı :
"Neden b u resimde Marduk, Hammurabi'ye bir 1 ve bir O ve­
riyor?" diye sordu Hiro.
"1 ve O kral iyet gücünün sembol üyd ü," dedi Kütüpha neci .
"Kökeni bilinmiyor."
"Bunun sorumlusu Enki olmal ı," dedi Hi ro.

- 22 9 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Enki'nin en önemli rol ü me ve


gis-hur'un - evreni yöneten 'anahta r
keli meler' ve 'yöntemler' - yaratıcısı
ve koruyucusu olmasıydı."
"Bana me hakkında daha fazla şey
anlat."
"Yine Kramer ve Maier'den alıntı
yaparsam, 'kainat ve içindekiler, tanrı­
lar ve insanlar, şehirler ve ülkeler, me­
deni hayatın farklı taraflarıyla ilgili me
d iye bilinen güçler ve sorumluluklar,
normlar ve standartlar, kurallar
ve kaidelerden oluşan temel, değişmez, genel bir bütü nün
başlangıçtan beri var olduğuna inanıyorlardı.' "
"Tevrat gibi."
"Evet, ama Sü merlerin bir tür sihirli ya da mistik bir güçleri
vardı. Ve genelde sıradan kon ularla ilgileniyorlardı - sadece din
değil."
"Mesela?"
"Bir efsanede, tanrıça lnanna Eridu'ya gider ve Enki'yi kandı­
rıp doksan dört tane me'yi alır ve memleketi U ruk'a getirir, orada
heyecan ve sevinçle karşılanır."
"J uan ita, lna nna'yı kafasına takmış."
"Evet efend im. Bir kurtarıcı olarak takd ir edilir çünkü 'me'yi
uygulamaya koydu.' "
"Uygula maya mı koyd u?"
"Evet. Görü nüşe göre me, toplum için gerekli olan bazı etki­
niklerin yapılması için kullanılan algoritmalara benziyor. Bazıları
papazların ve kral ların işleriyle alaka l ı . Bazıları dini ayinlerin nasıl
yapıldığını açıkl ıyor. Bazıları savaş ve siyaset sanatıyla ilgili. Çoğu
da sanat ve el sanatları hakkında: müzik, ahşap işçiliği, demir işçi­
liği, tabaklama, inşaat, çiftçilik, hatta ateş yakmak gibi basit işler."
"Toplumun işletim sistemi."
"Efendim?"
"Bilgisayarı ilk açtığında, aslında bir şey yapamayan işlevsiz
devreler vardır. Makineyi çalıştı rmak için, o devrelere nasıl çalı­
şaca klarını söyleyen kural lar vermek zoru ndasın. Bu me de sanki
topl umun işletim sistemi görevini görüyor, işlevsiz insanları işle-

-230-
PARAZİT NEAL 5TEPHENSON
-

yen bir sisteme dön üştürüyor."


"Nasıl derseniz. Her halükarda Enki, me'nin koruyucusuydu."
"O zaman gerçekten iyi bir adamdı."
"Ta nrıların en sevileniydi."
"Hackera benziyor. Bu da onun tılsımını an lamayı imkansız
kıl ıyor. O kadar iyi bir adamsa neden Babil olayını yaptı?"
"Bu, Enki'nin gizemlerinden biri olarak düşünülüyor. Fijrk etti­
ğiniz üzere, davran ışları modern normlara her zaman uymuyor."
"Buna inanmıyorum. Bence kız kardeşini, kızını gerçekten
becermedi. O hikaye başka bir şeyin metaforu olmalı. Bence,
tekrarlanan bir bilgi sürecinin metaforu. Bütün hikaye bunu gös­
teriyor. Bu insanlara göre su, men iye eşitti. Çok mantıklı çünkü
muhtemelen saf su kavram ları yoktu - her zaman kahverengi,
çamurlu ve virüs doluyd u . Ama günümüz bakış açısıyla, meni sa­
dece bilgi taşıyıcısıdır - hem iyi spermleri hem de kötü virüsleri
taşır. Enki'nin suyu - menisi, bilgileri, me'si - Sümer ü l kesinin her
tarafı nda aktı ve gelişmesine sebep oldu."
"Farkındaysanız Sümer ülkesi iki büyük nehrin - Dicle ve Fırat
- arasındaki taşkın yatağı ndaydı. Bütün balçık buradan gel iyordu
- doğrudan nehir yataklarından alıyorlardı."
"Yani Enki onlara bilgiyi aktarmaları için bir araç bile verdi -
balçık. ıslak balçığa yazd ılar, sonra kuruttular - sudan arındırdılar.
Sonrasında ona su değd iğinde, bilgiler yok oluyordu. Ama pişirip
bütün suyu nu çıkardıklarında, Enki'nin menisini ısıyla verimsiz­
leştirdiklerinde, levha sonsuza kadar değişmeden du ruyordu,
Tevrat'taki sözler gibi. Bir manyak gibi mi konuşuyorum?"
"Bilmiyorum," dedi Kütüphaneci, "ama biraz Lagos gibi konu­
şuyorsunuz."
"Sevindim. Bir sonrakinde kendimi bir gargoyleye dön üştüre­
ceğim."

- 23 1 -
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

- 34-

Herhangi bir yaya, fark edilmeden Griffith Pa rk'a girebilirdi.


Yolun karşısındaki bariyerlere rağmen, arazide gidebilecek bir
araca sahipseniz, Fa labala kampı o kadar da iyi korunmuyordu.
Yeni bir çift Gece Görücü gözlükleri olan, yeni bir kaykay üstünde­
ki (para kazanmak için para harcamak gerekir) bir ninja için sorun
olmazdı. Kanyona doğru inen yüksek bir set bul mak, aşağıdaki
kamp ateşlerini görene kadar kenardan gitmek ve o tepeden in­
mek yeterliydi. Yer çekimi güvenliydi.
Y.T. aşağı inerken mavi-turuncu üniformasının, gecenin bir
yarısı Falabala bölgesinde çok dikkat çekeceğini düşündü. Bu
yüzden, yakasına uzandı, kumaşın içine dikilmiş sert diski buldu
ve klik sesi ni duya na kadar bastırd ı . Üniforması koyu renge
dönüştü, renkler elektropigmentlerin arasından yağ sızıntısı gibi
parıldadı ve sonra siyaha döndü.
İlk geldiğinde bu raya pek dikkatle bakmamıştı çünkü bir
daha gel meyeceğini ümit etmişti. Bu yüzden toprak setin, onun
hatırladığından daha yüksek ve dik olduğu ortaya çıktı. Onun
d üşündüğünden daha kayalık, daha dik ya da daha uçurumdu.
Böyle düşü nmesinin tek sebebi, çok fazla serbest düşüş ya pma­
sıydı. Büyük düşüşler. Ama önemli değildi, bu işin bir parçasıyd ı .
Akıllı tekerlekler işe yarıyordu. Ağaç gövdeleri mavi-siyahtı, siyah­
mavi fonda o kadar göze çarpmıyordu. Görebildiği tek diğer şey,
kaykayının önündeki dijital hız göstergesinin kırmızı lazer ışığıydı,
o da gerçek bilgiler gösterm iyord u. Radar hız sensoru kend ini bir
şeye ki litlemeye çalışı rken, sayılar kırmızı bir ışık bulutu içinde
titriyordu.
H ız göstergesini kapattı. Şu an ta mamen ka ranlıktı . Nehir
yatağına inen yolda, kutsal paraşütünün ipi Ta nrı tarafından ke­
silmiş bir kara melek gibi gidiyord u. Ve tekerlekler sonunda kal­
d ı rıma değdiğinde, dizleri neredeyse çene kemiğine çarpıyordu.
Bütün yerçekimi eylemini çok fazla yükselmeden ve hızlanmadan
tama mladı.
Bu a rada : bir dahaki sefere lanet bir köprüden atlayacaktı. O
şeki lde, burnuna görünmez bir kaktüsün girmesi sorunu ol mazdı.
Bir köşeden döndü, o kadar çok ya na yatmıştı ki sarı çizgiyi

-2 3 2-
PARAZİT N EAL STEPHENSON
-

yalaya bilirdi ve Gece Görücü her şeyi çok kanallı bir radyasyon
ışıltısıyla gösteriyordu. Kızıl-ötesinde, Falabala kampı, kamp
ateşlerinin akkor patlamalarıyla böl ünen pembe kutup ışıkları
gibi görünüyordu. Her şey, loş mavi kald ırımda duruyordu, yani
sahte renk şemasına göre hava soğuktu. Her şeyin arkasında,
Fa labalaların çok iyi becerdiği, doğaçlama yapılmış bariyerlerin
oluşturduğu sivri ufuk çizgisi vard ı . Aşağı lık kompleksi olan bir ha­
yalet uçak gibi gökyüzünden kampın ortasına düşmüş Y.T.'nin hiçe
saydığı, küçü msediği ve yıktığı bir bariyer.
Gerçek kampa girdiğinizde, insanlar sizin kim olduğunuzu fa rk
etmez ya da umursamazd ı . Birkaç kişi onu gördü, yanlarından ge­
çerken izledi ama tepki vermedi. Muhtemelen bu raya bir sürü
Kurye geliyordu. Bir sürü beyinsiz, keriz, Kool-aid içen Kurye. Ve
bu insanlar Y.T.'nin o türden olmadığını ayırt edecek kadar uyanık
deği ldi. Ama yeni kaykayı ndaki ayrıntıyı kontrol etmedikleri süre­
ce, şimdilik önemli değildi.
Kam p ateşleri, buradaki acınası durumu gösterecek kadar
ışık yayıyord u : bir grup çılgın erkek izci, başarı öd ü l ü ya da hij­
yeni olmayan bir izci toplantısı. Kızıl-ötesiyle gölgedeki belirsiz,
hayal meyal görü nen kırmızı yüzleri görebiliyordu. Bu yeni Gece
Görücü gözlüklerine, uyuşturucu işinden aldığı paranın çoğunu
vermişti. Y.T.'ye yarı-zamanlı iş bul ması konusunda ısrar ederken
annesinin aklında olan tam da buydu.
Geçen sefer burada olan insanların bazıları şimdi yoktu ve
Y.T.'nin tanımad ığı birkaç yeni insan daha vardı. Gerçekten koli
bantından ya pılmış deli gömlekleri giyen birkaç kişi vardı. Ta­
mamen kontrolünü kaybetmiş, yerde yuvarlanan ve debele­
nen i nsan lara mahsus bir kıyafetti . Birkaç tane spazm geçiren
insan vardı ama çok kötü deği ldi. Ve bir iki ta ne de, Uyu-Geç'te
görebileceğiniz yaşlı enkazlara benzeyen türden sarhoş insan
vardı.
"Hey, bak!" dedi biri. "Kurye arkadaşı mız gelmiş. Hoş geldin,
arkadaşım !"
Sıvı M uştasının kapağını açmıştı, ça l kalamış ve hazır hale ge­
tirmişti. Biri onu bileklerinden yakalamaya çalışırsa diye, bilek­
lerine yüksek voltajl ı, son moda metal kelepçeler takmıştı . Ve
üniformasının kolunda da şok tabancası vardı. Sadece en havalı,
klasik tipler silah taşırdı. Silah ların işe yaraması zaman alırdı (kur-

- 2 33 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

banın kanayarak ölmesini beklemek zorunda kal ı rdınız) ama yine


de insa nları çok sık öldü rü rdü. Ama hiç kimse, bir şok ta bancasıy­
la vurulduktan sonra sizinle kavga etmezdi. En azından rekla mlar
böyle diyordu.
Aslında savu nmasız hissettiğinden değildi. Ama yine de, he­
defi ni seçmek istiyordu. Bu yüzden, arkadaş canlısı kadını - yırtık
Chanel paçavraları giymiş, kel kadın - bulana kadar kaçış hızını
korudu. Sonra ona doğru yöneld i.
"Hadi ormana gidelim, dostum," dedi Y.T. "Beyn inin kalanında
neler olduğu hakkında seninle konuşmak istiyorum."
Kadın gül ümsed i, keyfi yerinde bir geri zekalının iyi niyetli
hantallığıyla ayağa ka lkmaya çalıştı. "Bunun hakkında konuşmak
isteri m," dedi kad ın. "Çü nkü inan ıyorum."
Y.T. orada durup konuşmayı uzatmadı, kad ını el inden tuttu,
yokuştan bodur ağaçların arasına götürdü. Kızıl ötesiyle baktı, bu­
rada pusuya yatm ış kimse görü nmüyordu, güvenli olma lıydı. Ama
arkasında bir çift vardı, sallana sallana yürüyor, ona bakmıyordu,
sanki gece yarısı ormanda yürüyüşe çıkmaya kara r vermişlerdi.
Bir tanesi Baş Papazdı.
Kad ın muhtemelen yirmili yaşlardaydı, uzun boylu, sırık gibi
bir tipti, hoş ama çok iyi görü n ü m l ü değildi, mu htemelen lise
basketbol ta kımındaki atak ama az sayı yapan bir uzun forvetti.
Y.T. onu karanlıkta bir kayanın üzerine otu rtt u .
"Nerede olduğuna dair bir fikrin var mı?" dedi Y.T.
"Parkta," dedi kadın, "arkadaşlarımla. Haber'i yaymaya yar-
dım ediyoruz."
"Bu raya nasıl geldin?"
"Enterprise' la. Bir şeyler öğrenmek için oraya gidiyoruz."
"Cankurtaranı mı diyorsun? Cankurtaran Enterprise? Hepiniz
oradan mı geldiniz?"
"Nereden geldiğimizi bilmiyorum," dedi kad ın. "Bir şeyler ha­
tırlamak bazen çok zor. Ama önemli değil."
"Daha önce neredeydin? Cankurtaranda büyümedin, değil mi?"
"Mou ntain View, Ca l ifornia'daki 3verse Sistem leri'nde sistem
programcısıyd ım," dedi kadın. Birden normal, mükemmel bir İn­
gilizce cümle söylemişti.
"Peki Cankurtarana nasıl bindin?"
"Bilmiyorum. Eski hayatım bitti. Yeni hayatı m başladı. Şimdi

-234-
PARAZİT NEAL 5TEPHENSON
-

buradayım." Tekrar çocuk gibi konuşmaya başlanıştı.


"Eski hayatın bitmeden önce hatırladığın son şey nedir?"
"Geç saatlere kadar çal ışıyordum. Bilgisayarımda sorunlar
oluştu."
"Bu kadar mı? Başına gelen son normal şey bu mu?"
"Sistem im çöktü," dedi kadın. "Karlanma çöküşü gördüm.
Sonra çok hastalandım. Hastaneye gitti m. Ve hastanede bana
her şeyi açı klayan bir adamla tanıştı m. Kanla yıkandığı mı söyledi.
Artık Ha ber'e ait olduğumu. Ve birdenbire her şey anlam buldu.
Ve sonra Cankurtarana gitmeye karar verdim."
"Sen mi karar verdin yoksa başkası mı senin adına karar verdi?"
"Ben sadece isted im. Oraya gitti k."
"Ca nkurtaranda başka kim vardı?"
"Benim gibi bir sürü i.nsan."
"Nasıl senin gibi?"
"Bütün programcılar. Benim gibi. Haber'i görm üş olanlar."
"Bilgisayarlarında mı görm üşler?"
"Evet. Ya da bazen televizyonda."
"Cankurtaranda ne yaptın?"
Kadın, pejmürde sweatshirtünün kolunu kıvırdı, kolu iğne iz-
leriyle doluydu .
"Uyuşturucu mu ku llandın?"
"Hayır. Kan verdik."
"Kanını mı emdiler?"
"Evet. Bazen biraz kodlama yapıyorduk. Ama sadece bazıla­
rımız."
"Ne zamandır buradası n?"
"Bilmiyoru m. Damarla rımız artık çalışamaz hale gelince bizi
buraya geti rdiler. Şimdi Haber'i yaymak için ya rdım ediyoruz -
bir şeyler taşıyoruz, barikat yapıyoruz. Ama sürekli çalışm ıyoruz.
Çoğu zaman şarkı söylüyor, dua ediyor ve başka i nsan lara Haber'i
anlatıyoruz."
"Gitmek istiyor musun? Seni buradan çıkarabilirim."
"Hayır," dedi kadın, "hiç bu kadar mutlu olmamıştım."
"Bunu nasıl söyleyebilirsin? Sen başarılı bir hackerdın. Şimdi,
açık konuşmam gerekirse, bir moronsun."
"Önemli değil, incinmedim. Hackerken çok mutlu değildim.
Önemli şeyleri hiç düşünmedim. Ta nrı. Cennet. Ruhani şeyler.

-23 5-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Amerika'da böyle şeyleri düşünmek çok zor. Hep kenara itiyorsun.


Ama bunlar çok önemli şeyler - bilgisayar progra mlamak ya da
para kazanmak değil. Artık tek d üşündüğüm bunlar."
Y.T. Baş Papaz ve arkadaşından gözünü ayırmıyordu. Ad ım
adım yaklaşıyorlardı. Y.T. onların akşam yemeğinin kokusunu ala­
biliyordu. Kadın elini Y.T.'nin omzuna koyd u.
"Burada benimle ka lmanı istiyorum. Aşağı gelip bir şeyler iç­
mek istemez misin? Susamış olmal ısın."
"Gitmem lazı m," dedi Y.T. ve ayağa kalktı.
"Buna gerçekten itiraz etmeliyim," dedi Baş Papaz, öne doğru
gelerek. Bunu sinirli bir şekilde söylemed i. Şu anda Y.T.'nin babası
gibi davranmaya çalışıyordu. "Bu senin için doğru bir karar değil ."
"Sen kimsin, örnek i nsan mı?"
"Sorun yok. Aynı fikirde olmak zoru nda değilsi n. Ama hadi
aşağı inip kam p ateşinin ya nına oturalım ve konuşalım."
"Bence savu nma moduna girmeden önce Y.T.'den uzak dura­
l ım," dedi Y.T.
Üç Fala bala da ondan uzaklaştı. Baş Papaz ellerini kaldırdı, onu
sakin leştirmeye çal ışıyordu. "Seni tehdit ediyor gibi göründüysek
özür dilerim," dedi.
"Sizler biraz ga rip görünüyorsunuz," dedi Y.T., gözlüklerini
tekrar kızıl-ötesine değiştirdi.
Kızıl-ötesi nde Baş Pa pazla bu raya gelen üçüncü Fa labalanın
elinde sıcak bir şey tuttuğunu gördü.
Cep fenerini ona doğru tuttu, dar sarı bir ışıkla onun üst göv­
desini ayd ın lattı. Üstü pis ve boz ren kl iydi, ışığı çok az yansıtıyor­
du. Ama parlak kırmızı bir şey vard ı .
B u bir enjeksiyon iğnesiydi. Kırmızı b i r sıvıyla doluydu. Kızıl­
ötesinde sıca k görü nüyordu. Bu taze ka ndı.
Y.T. ta m olarak anlamadı - bu insanlar neden taze ka nla dolu
bir şırıngayla etrafta dolaşıyordu? Ama yeteri kadar görmüştü.
Sıvı M uşta, uzun, dar, neon-yeşili bir akıntıyla kutudan fı rla­
dı ve iğneli adamın yüzüne vurduğunda, adam sanki burun köp­
rüsüne balta yemiş gibi başını geri itti ve ses çıkarmadan yere
düştü. Sonra garantiye almak için Baş Papaza da ateş etti . Kadın
orada duruyord u, tamamen dehşete d üşm üştü.
Y.T. kanyondan o kadar hızlı çıktı ki trafiğe girdiğinde, onun
kadar hızlı akıyordu. Gececi bir ta nkere ya pışır ya pışmaz, anne-

-2 36-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

sini aradı.
"Anne, dinle. Hayır, a nne, boş ver gü rültüyü. Evet, trafikte
kaykayla gidiyorum. Ama bir san iye beni dinle, anne-"
Yaşlı sürtüğün suratına ka patmak zoru nda ka ldı. Onunla ko­
nuşmak i mkansızdı. Sonra Hiro'yla bir ses bağlantısı yapmaya ça­
l ıştı. Bu birkaç dakika sü rüyordu.
"Alo ! Alo ! Alo!" d iye bağırd ı . Sonra bir araba kornası duydu.
Telefondan geliyordu.
"Alo?"
"Ben Y.T."
"Naber?" Bu adam biraz fazla rahat davranıyor gibiydi. Y.T. te-
lefonda bir korna sesi daha duydu.
"Ne cehennemdesin, Hiro?"
"L.A.'de bir sokakta yürüyoru m."
"Sokakta yürü rken nasıl bilgisayara bağlı olabiliyorsun?" Son­
ra korkunç gerçeği anladı. "Aman Tanrım, bir gargoyleye dönüş­
medin, değil mi?"
"Şey," dedi Hiro. Duraksad ı, uta ndı, sanki yaptığı şeyin yeni
farkına varmıştı. "Tam olarak bir gargoyle olmadım. Bütün para­
mı bilgisayar ıvır zıvırına harca mamla ilgili bir şeyler söylemiştin,
hatırlıyor musun?"
"Evet."
"Yeteri kadar harcamadığıma karar verdim. O yüzden, bel
çantasında taşınan bir makine aldım. Şu ana kadar ya pılmışla­
rın en küçüğü. Bu şey belime sarılmış halde sokakta yü rüyoru m.
Gerçekten muhteşem."
"Gargoyle oldun."
"Evet, ama bütün vücuduna sarılmış o ağır şeylerden değil-"
"Sen bir gargoylesin. Dinle, şu toptancılardan biriyle konuştum."
"Evet?"
"Eskiden hacker olduğunu söyledi. Bilgisayarında tuhaf bir
şey görmüş. Sonra bir süre hastalan mış, bu tarikata katı l mış ve
kend ini Ca nkurtaranda bulmuş."
"Cankurtaran. Anlat."
"Enterprise'da. Onların kanlarını alıyorlar, Hiro. Vücutlarını ku­
rutana kadar. İnsanları, hasta hackerların kanını enjekte ederek
hasta ediyorlar. Ve damarları bir uyuşturucu bağımlısınınki gibi
tıkandığında, onları serbest bırakıyorlar ve toptancılık işinin ya-

-237-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

pıldığı yere çalışmaya gönderiyorlar."


"Bu iyi," dedi Hiro. "Bu iyi bir bilgi."
"Bilgisayar ekra nında karlanma çöküşü gördüğünü ve sonra
hasta olduğunu söyledi. Bununla ilgili bir şey biliyor musu n?"
"Evet. Bu doğru."
"Doğru mu?"
"Evet. Ama bunun için endişelenmene gerek yok. Sadece hac­
kerları etkiliyor."
Bir a n l ığına konuşamadı bi le, o kadar sinirlenmişti. "Annem
Federaller için çalışan bir programcı. Seni pislik. Beni neden uyar­
madı n?"
Yarım saat sonra evdeydi. Bu kez üstünü değiştirmekle uğraş­
madı, siyahlar içinde eve girdi. Kaykayını girişte bıraktı. Raftan an­
nesinin biblolarından birini aldı - ağır, kristal bir ödüldü - aslında
plastikti - birkaç yıl önce patronuna yağ çektiği ve bütün yalan ma­
kinesi testlerinden geçtiği için verilmişti - ve çalışma odasına girdi.
Annesi oradayd ı. Her zamanki gibi. Bi lgisayarda çalışıyordu.
Ama şu anda ekrana bakmıyordu, kucağındaki notları inceliyordu.
Annesi kafasını ka ldırıp ona bakacakken, Y.T. kristal öd ü l ü kal­
dırdı ve fırlattı. Annesinin omzunun üstünden geçti, bilgisayar
masası nı sıyırdı, resim tüpüne çarptı. M ü kemmel bir sonuç. Y.T.
bunu hep yapmak istemişti. Y.T. birkaç saniye eserine bakmak
için durdu, an nesi tuhaf d uygular hissetmeye başlamıştı: O üni­
formayla ne yapıyorsun? Gerçek bir soka kta kaykaya binmemeni
söylememiş miydim? Evde bir şeyler fırlatamazsın. O benim ödü­
lüm. Neden bilgisayarı kırdın? Hükümet malı. Burada gerçekten
neler oluyor?
Y.T. bunun birkaç dakika devam edeceğini an ladı, bu yüzden
mutfağa gitti, yüzüne biraz su çarptı, bir bardak meyve suyu aldı.
Annesi etrafında dola nıyor, omzunun üstünden bir şeyler söylü­
yordu.
Sonunda annesi yatıştı, Y.T.'nin sessizlik stratejisine yenildi.
"Biraz önce kahrolası hayatını kurtardım, an ne," dedi Y.T.
"Bana en azından bir çikolata verebi lirsin."
"Sen neden bahsediyorsu n?"
"Şöyle ki, siz - belli yaştaki insanlar - günümüzdeki temel
olayları takip etmek için biraz çaba harcasanız, çocuklarınız bu
sıkı önlemleri almak zorunda kalmaz."
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

- 35 -

Dünya, Hiro'nun yüzünün önüne görkemli bir şekilde dönerek


belirdi. Hiro uzandı ve onu tuttu. Döndürdü ve Oregon'a baktı.
Bulutları kald ı rmasını söyledi ve Dü nya ona parlak bir dağ ve de­
niz ma nzarası sunarak bul utları kaldırdı.
Oregon kıyısının bi rkaç yüz mil ötesinde, suyun yüzeyi nde
büyüyen Çıban gibi bir şey vard ı . İ ltihaplı bile denebilirdi. Şu an
Astoria'nın birkaç yüz mil gü neyindeydi ve güneye doğru gidiyor­
du. Bu bi rkaç gün önce Jua nita'nın neden Astoria'ya gittiğini açık­
l ıyord u : Cankurtarana ya kınlaşmak istemişti . Neden olduğunu
herkes tahmin edebilirdi.
Hiro yukarı baktı, Dünyaya daha yakından bakmak için zoom
yaptı. Yakınlaşı nca, baktığı görüntü, yere eşza manlı uydulardan
gelen uzaktan çekilmiş fotoğraflardan, alçaktan uçan casus kuş­
ları sürüsünden MİŞ bilgisayarına gönderi lmiş güzel görüntülere
dönüştü . Baktığı manzara, birkaç saat önce çekilmiş bir görüntü
mozaiğiydi.
Bi rkaç mil genişliğindeydi. Şekli sürekli değişiyordu ama bu
resim lerin çekild iği anda şişman bir böbrek şekli vardı, bir kaz sü­
rüsü gibi gü neye yönelmiş bir V olmaya çalışıyordu ama sistemde
çok fazla ses vardı, o kadar dağınık ve düzensizdi ki en fazla böb­
reğe benzeyebilirdi.
Ortada iki tane koca man gemi vard ı : Enterprise ve bir petrol
tankeri, yan yana bağlanmıştı . Birkaç konteyn ı r ve yük gemisi, bu
iki dev yaratığın etrafında duvar örmüştü. Merkez.
Diğer her şey çok küçüktü. Bi rkaç tane kaçırılmış yat ya da ye­
değe çekilmiş balıkçı teknesi vardı. Ama Cankurtarandaki botların
çoğu sadece bottu. Hava dolu yağ varilleri ve strafor tabakaları
üstüne yapı lmış küçük gezinti tekneleri, nehir kayı kları, yelken­
liler, sandallar, sallar, yüzen evler, derme çatma yapılmış yapılar
vardı. Yüzde el lisi gerçek bot malzemesinden yapılmam ıştı, sade­
ce halatlar, kablolar, tahtalar, ağlar ve başka ıvı r zıvırlar kullanışlı
gemi enkazlarının üstüne bağlanmıştı.
Ve L. Bob Rife bütün bunların ortasında oturuyordu. Hiro
onun ne yaptığını ve Juan ita'nın da bununla ne ilgisi olduğunu
tam olarak bilmiyordu. Ama gid ip öğrenmenin zamanı gelm işti.

239
- -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Kılıçlı adam kaldırımda uzun adımlarla yürüyerek görü ndü­


ğünde, Scott Laserqu ist, Mark N orma n'ın 7/24 Motosiklet Satış
M erkezi'nin köşesinde oturuyor, bekliyordu. L.A.'de bir yaya gör­
mek tuhaf bir görüntüydü, kılıçlı bir adamdan bile daha tu haftı.
Ama hoş karşılanan bir manzaraydı. Bir motosiklet bayiliğine ara­
cıyla gelen birinin zaten bir arabası vardı, doğal olarak onu mo­
tosiklet satın alması için zorlamak kolay değildi. Ama bir yaya,
çantada kekli kti.
"Scott Wilson Laserquist !" diye bağırdı adam, on beş metre
öteden, ya klaşıyord u . "Nasıl gidiyor?"
"Şahane!" dedi Scott. Biraz hazırlıksızdı. Ada mın adını hatır­
layamıyordu ve bu bir problemdi. Bu adamı daha önce nerede
görmüştü?
"Seni görmek çok güzel !" dedi Scott, ilerleyip adamın elini sık-
tı. "Seni şeyden beri görmedim, şey-"
"Pinky bugün burada mı?" dedi adam.
"Pinky?"
"Evet. Mark. Mark Norma n. Okuldayken onun lakabı Pinky'ydi.
Sanırım şimdi öyle çağrı lmaktan hoşlanmıyord ur, ya rım düzine
bayilik, üç McDona ld's ve bir otel işlettiği için."
"Bay Norman'ın fast-food işine de girdiğini bilm iyordum."
"Evet. Long Beach taraflarında üç tane bayiliği var. Orta klığı,
aslında. Bugün burada mı?"
"Hayır, tati lde."
"Ah, doğru . Corsica'da. Ajaccio Hyatt'da. 543 nu maralı odada.
Doğru, tamamen u nutmuşum."
"Sadece merhaba demek için mi uğradın, yoksa-"
"Hayır. Motosiklet alacaktım."
"Öyle mi? Ne tür bir motosiklet arıyordun ?"
"Yeni Yamaha' lardan. Yeni nesil akıllı tekerlekleri olan."
Scott sırıttı, ortaya çıkarmak üzere olduğu korkunç gerçeği
belli etmemeye çalıştı. "Bahsettiğin motosikleti bil iyorum. Ama
üzülerek söylüyorum ki bugün eli mizde ondan yok."
"Yok mu?"
"Yok. Çok yeni bir model. Kimsede yok."
"Emin misin? Çünkü bir tane sipariş verdiniz."
"Verd ik mi?"

-240-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Evet. Bir ay önce." Birden adam boynu n u uzattı, Scott'ın om­


zunun üstünden bu lvara baktı. "İti an çomağı hazırla. İ şte geliyor."
Bir Ya maha tırı, arkasında yeni bir motosiklet yüküyle kamyon
girişine giriyordu.
"İşte o kamyonun içinde," dedi adam. "Kartlarından birini
bana verebilirsen, şasi numarasını yazayım. Sen de onu benim
için kamyondan indirirsi n."
"Bu Bay Norman tarafından verilen özel bir sipariş mi?"
"Sadece teşhir ürünü olarak sipariş verdiğini söyledi. Ama üs­
tünde benim ismim var."
"Evet efendim. Ta mamen anladım."

Gerçekten de motosiklet kamyonun içindeydi, adam ı n


tarif ettiği gibi siyahtı v e şasi numarası da tutuyord u. G üzel bir
motord u. Otoparkta oturan kalabalığın bile ilgisini çekti - diğer
satıcılar kahve fincanlarını bırakıp masalarından kalktı ve motora
bakmak için dışarı çıktı. Siyah bir kara torpidosuna benziyordu.
Ta bii ki, iki teker. Tekerlekler o kadar geliştiril mişti ki tekerlek
gibi değillerdi - hızlı kaykayla rın kullandığı akıllı tekerleklerin
devasa ve daha dayanı klı versiyon ları gibi görü n üyordu. Ön
tarafta, yol şartlarını izleyen, her bir tekerlek parmağı n ı nereye
yerleştireceğine, ne kadar genişleteceğine ve maksimum çekiş
gücü için ayaklı kları nasıl döndüreceğine kara r veren bir sensor
programı vardı. Hepsi bir dahili işletim sistemiyle kontrol
ed iliyordu - benzin deposunun üstüne ya pılmış ince ekranlı bir
bütü nleşik bilgisayar.
Bu bebeğin saatte yüz yirmi mil yapacağını söylüyorlardı.
Dahili işletim sistemi MİŞ'in hava durumuna bağlan ıyor ve böyle­
ce ne zaman yağmur yağacağını biliyordu. Aerodinamik kaporta
tamamen esnekti, mevcut hız ve hava şartları n ı hesaplayıp ken­
dini en elverişli şekle sokuyor, kavisleri ni buna göre değişti riyor,
nemfoman bir jimnastikçi gibi sizi sarmalıyordu.
Scott bu adamın, Bay N orma n'ın arkadaşı ve sırdaşı olarak
bu şeyi faturasız alacağını anladı. Ve bunun gibi seksi bir yaratığı
faturayla satmak için sözleşme ya pmak mert bir satıcı için kolay
deği ldi. Bir an tereddüde düştü. Eğer bu bir tür hataysa, başı na
neler geleceğini merak ediyordu.
Adam dikkatle onu izliyordu, gerginliğini anlamış gibiydi, san-

-241-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

ki neredeyse Scott'ın ka lp atışlarını duyabiliyordu. Bu yüzden,


son anda gevşedi, anlayışlı davra nmaya başladı - Scott çok para
harcayan tipleri severdi - fatu raya birkaç yüz Hong Kong doları
eklemeye karar verdi, böylece bu işten biraz komisyon alabilirdi.
Bahşiş, aslında.
Sonra - daha da iyisi - adam M otosiklet Mağazasında çılgı­
na dönd ü . Tamamen delirdi. Bütün bir takım aldı. Her şeyiyle.
En iyileri nden. Ayak parmağından boynuna kadar her yeri saran,
kurşungeçirmez kumaştan, doğru yerlerde zırh jeli ve boynunda
hava yastı kları olan simsiyah bir takım. G üvenlik fanatikleri bile
bu bebeklerden birini giyince kask takmazdı .
Hiro kılıçlarını bu kıyafete nasıl takacağını da çözd ü kten sonra
yola koyuldu.
"Bunu söylemem lazım," dedi Scott, adam yeni motorunda
oturmuş, kılıçları nı düzeltirken ve dahili işletim sistem inin yetkisi
ol mayan bir şey yaparken. "Kötü bir orospu çocuğuna benziyor­
sun."
"Teşekkürler, sanırım." Kolu çevirdi ve Scott motorun gücünü
duymadı, hissetti . Bu bebek o kadar becerikliydi ki ses çı kararak
gücü boşuna harcamıyordu. "Yeni yeğenine merhaba de," dedi
adam ve debriyajı bı raktı . Tekerlekler esnedi, toparlandı ve mo­
tosiklet elektrikli pençelerinin üstüne atlar gibi otoparktan hız­
la çıktı . Yan ta raftaki NeoAquarian Ta pınağı'nın otoparkına girdi
ve oradan da yola çıktı . Yaklaşık ya rım saniye sonra, kılıçl ı adam
ufukta bir noktaydı. Sonra gözden kayboldu. Kuzeye doğru .

-2 4 2-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 3 6-

Bir adam yirmi beş yaşına kadar, doğru şartlar altında dün­
yadaki en kötü orospu çocuğu olabileceğini sık sık düşünürdü.
Keşke Çin'de bir dövüş sanatı ma nastı rına taşınsayd ım ve on
yıl boyunca çok sıkı çalışsaydım. Ailem Kolombiyalı uyuşturucu
satıcıları tarafı ndan öldürülseydi ve öç almak için yemin etseydim.
Ölümcül bir hastalığım olsaydı, bir yıl ömrüm kalsaydı ve onu da
soka k suçlarını temizlemeye adasayd ım. Okulu bırakıp hayatımı
kötü olmaya adasaydım.
Hiro da eskiden böyle hissederdi ama sonra Raven'la karşılaş­
tı. Bu, bir anlamda rahatlatıcıyd ı . Artık dünyadaki en kötü orospu
çocuğu olmaya çalışma endişesi yoktu. O pozisyon doluyd u. E n
büyük işaret, gerçek, birinci kalite kötü orospu çocukluğu sevi­
yesin i ulaşıl maz ya pan şey, ta bii ki, bir hidrojen bombasıydı. Hid­
rojen bombası olmasaydı, bir adam yine de peşinden gidebilirdi.
Belki de Raven'ın zayıf noktası nı bulabi lirdi. Gizlice yaklaşır, hızlı
davranıp ona silahını attı rır, içeceğine i laç koyar, onu kandırma­
yı başarırdı. Ama Raven'ın nü kleer şemsiyesi, dünya birinciliğini
ulaşılmaz yapıyordu.
Önemli değildi. Bazen sadece biraz kötü olmak iyiydi.
Sınırlarını bil mek. Elinde olanla idare etmek.
Otobana çıkar çı kmaz, dağlara doğru giderken, ofisine bağ­
landı. Dü nya hala oradaydı, Cankurtarana zoom ya pıl mıştı. Hiro
bir süre ona d ikkatle ba ktı, saatte yüz kırk mille Oregon'a doğru
giderken otoban ma nzarasındaki renk tonlarıyla birleşm işti .
Uzaktan, olduğundan daha büyük görü nüyordu. Ya kınlaşınca,
bu ill üzyona, etraftaki lağım suyu ve hava kirliliği bulutunun se­
bep olduğunu, okya nus ve atmosfere doğru yok olduğunu göre­
biliyordu.
Cankurtaran, Pasifik'in etrafı nda saat yönünde dön üyordu.
Enterprise'da kaza nlar kaynadığı nda, yön ünü biraz kontrol ede­
biliyordu ama ona bağlanmış diğer şeyler yüzü nden gerçek na­
vigasyon imka nsız hale geliyordu. Çoğunlukla, rüzgar ve Coriolis
etkisi onu nereye götürürse oraya gitmek zorunda kalıyordu. Bir­
kaç yıl önce, Filipinler, Vietnam, Çin, Sibirya'dan mülteci leri topla­
yarak geçmişti. Sonra Aleut Adalarına, Alaska'ya doğru dönmüştü

-243-
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

ve şu anda California sınırının yakınındaki Sherman Limanı'ndan


geçiyord u.
Cankurtaran, Pasifik üzerinde okyanus akıntılarıyla giderken,
ara sıra kendinden parçalar bırakıyordu. Sonunda bu pa rçalar,
yine birbirine bağlı halde, iskelet ve çiğnenmiş kemik yükü taşıya­
rak Santa Barbara gibi bir yere sürüklendi.
California'ya ulaştığında, yaşam döngüsünün yeni bir evre­
sine girecekti. Bi rkaç yüz bin mülteci, iplerini kesip kıyıya doğru
kürek çekerken, Ca nkurtaran kend iliğinden büyüyen yükünün ço­
ğunu bırakmış olacaktı . O kadar uzağa gidebilen tek mülteciler;
doğal olarak ilk başta Cankurtarana ulaşacak kadar ati k olanlar,
kuzey denizindeki acı verici derecedeki yavaş yolculuktan sağ çı­
kacak kadar becerikli olanlar ve başka bir mülteci tarafından öl­
dürülemeyecek kadar güçlü olanlardı. İyi insanlardı, hepsi. Bi rkaç
binlik gruplar halinde özel sa hilinde görmek isteyeceğin türden
insanlar.
Birkaç büyük gemi daha bıraktı ktan sonra, manevra ka biliyeti
artacak olan Enterprise Güney Pasifik'ten geçecek, Endonezya'ya
gidecek, oradan da tekrar kuzeye dönecek ve sıradaki göç
döngüsüne başlayacaktı.
Asker karınca lar büyük nehirleri, birbirlerinin üstüne çıkarak
ve yüzen, küçük bir top ol uşturarak geçerdi. Birçoğu düşer ve
batardı, topun alt kısm ındaki karınca lar da doğal olarak boğu lur­
du. En üste çıka bilecek kadar hızlı ve güçlü olanlar hayatta kal ı rdı.
Çoğu karşıya geçerdi, bu yüzden köprüleri dinamitle patlatarak
asker karıncaları durduramazdın ız. Gerçek bir gemide yolcu luk
edemeyecek ya da denize açı labilir bir bot alamayacak kadar fa­
kir olsalar da, mülteciler de Pasiftk' i böyle geçti . Okyanus akıntıla­
rı Enterprise'ı geri getirdiği zaman, batı kıyısına beş yılda bir yeni
bir dalga geliyordu.
Son birkaç ayd ır, Cal ifornia'da sahil evlerinde yaşaya nlar gü­
venlikçi tutuyor, yatlarına makineli silahlar koyarak gelgit hattı
boyunca anti-personel çitler ve spot ışıkları yerleştiriyorlardı.
Hepsi M İŞ'i n yirmi dört saat Cankurtaran Raporu'na aboneydi,
son ha berleri doğrudan uydudan alıyor, yirmi beş bin ta ne aç­
lıktan ölen Avrasyalının Enterprise'dan ayrı ldığı ve küreklerini ka­
rınca bacakları gibi Pasiftk'e batırıp çıkarmaya başladığı haberini
duyuyordu.

-244-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Biraz daha araştırma yapma zamanı," dedi Kütüphaneci­


ye. "Ama bu kez tamamen sözlü ol mak zorunda çünkü şu anda
inanılmaz bir hızla 1-S'te gid iyorum ve yavaş giden geri zekalılara
di kkat etmek zoru ndayım."
"Bunu aklımda tutarı m," dedi Kütü phanecinin sesi kulakl ığa .
"Santa Clarita'nın güneyindeki kamyon kazasına d i kkat edin. Ve
Tulare çı kışı ya kınlarındaki sol şeritte büyük bir çukur var."
"Sağ ol. Peki kimdi bu tanrılar? Lagos'un bu konuda bir fi kri
var mıyd ı?"
"Lagos onların büyücü - yani özel güçleri olan normal insanlar
- ya da uzaylı olabileceklerini düşünüyordu."
"Hey, hey, dur biraz. Teker teker anlat. Özel güçleri olan nor­
mal i nsanlar derken Lagos ne demek istiyordu?"
"Enki'nin tılsım ının gerçekten bir virüs gibi çalıştığını düşünün.
Enki diye birinin bunu icat ettiğini düşünün. O zaman Enki'nin
bizim normal kavramımızın ötesinde bir d ilsel gücü olmalı."
"Peki bu güç nasıl çalışıyor? Meka nizması nedir?"
"Size sadece Lagos'un kurduğu bağlantıları an lata bilirim."
"Tamam. Anlat biraz."
"Dilin sihirli güçlerine olan inanç, hem m isti k hem de akade­
mik edebiyatta görülmedik bir şey değil. Kabalistler - İspanya
ve Fi listin'in Yahudi misti kleri - normal üstü sezgi ve gücün İlahi
İ sim'in harfl erini doğru bir şekilde birleştirmekten geldiğine ina­
nırdı. Örneğin, Bağdat'tan İtalya'ya göç eden eski bir Kabalist Abu
Aharon'un, Kutsal İsimler'in gücüyle mucizeler gerçekleştirdiği
söyleniyordu."
"Burada ne tür bir güçten bahsediyoruz?"
"Çoğu Kabalist, sadece saf meditasyonla i lgilenen kuramcılar­
dı. Ama Kabala'nın gücünü günlük hayatta uygulayan sözde 'fiili
ka balistler" de vardı."
"Başka bir deyişle, büyücüler."
"Evet. Bu fiili ka bal istler, birinci yüzyıl Yu nan ve Arami büyü
a lfabesinden gelen, çivi yazısına benzeyen bir 'baş melek alfabe­
si' kullan ıyordu. Ka balistler bu alfabeye 'göz yazısı' diyordu çünkü
harfler çizgi ve küçük dairelerden oluşuyordu, gözlere benziyor­
d u ."
"Birler ve sıfırlar."

-245-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

"Bazı Kabalistler alfabenin harflerini, ağızdan çıkarılış şekline


göre bölmüştü."
"Tamam. Ya ni sayfada yazı l ı olan harfle, telaffuz etmek için
başvu rulan sinirsel bağlantı ları kuruyorlardı."
"Evet. Çeşitli keli melerin yazılışını i nceleyerek gerçek, gizli an­
lamları ve değerleri hakkında temel olduğunu düşü ndükleri so­
nuçlara va rabiliyorlard ı ."
"Tamam. Öyle diyorsa n."
"Akademik alanda, edebiyat doğal olarak o kadar hayalci de­
ğil. Ama Babil'i açıklamak için çok çaba harcandı. Babil olayına
değil - çoğu insanın bir efsane olduğunu düşünd üğü - di llerin
birbirinden ayrılma eği limi olduğuna. Bütün dille ri bir a raya ge­
tirmek için bi rkaç dilbilimsel teori geliştirild i."
"Lagos'un virüs hipotezi ni tanımlamak için kullan maya çalış­
tığı teoriler."
"Evet. İki ya klaşım var: rölativizm ve evrenselcilik. George
Steiner'ın özetlediğine göre, rölativistler dilin bir düşü nce a racı
değil, düşünceyi belirleyen araç olduğuna inanır. Bilme yetisinin
iskeletidir. Bizim algımız, o iskeletten geçen duyu akımlarıyla olu­
şur. Bu yüzden, dilin evrimini incelemek, insan zihninin evrimini
incelemektir."
"Tamam, bunu anlaya bi liyoru m. Peki ya evrenselci ler?"
"Dillerin ortak bir şeyi olmak zorunda olmadığına inanan rö­
lativistlerin tersine, evrenselciler di lleri yeteri kadar incelerseniz,
hepsinin bazı ortak özellikleri olduğunu bulabi leceğinize inanır.
Bu yüzden dil leri i nceleyip böyle özellikleri a rıyorlar."
"Bir şey buldular mı?"
"Hayır. İstisnalar kaideyi bozmaz gibi görü nüyor."
"O zaman evrenselci lik bir işe ya ramıyor."
"Tam olarak değil. Bu problemi, ortak özelliklerin çok derin­
lerde gömülü olduğunu söyleyerek açı klıyorlar."
"Bahane bu."
"Anlatmak istedikleri şey, bir seviyede dilin insan beyninin
içinde meydana gelmek zorunda olduğu. Bütün insan beyi nleri
aşağı yukarı aynı olduğu için -"
"Donanım aynı. Yazılım değil ."
"Benim anlayamayacağım türden bir metafor kullan ıyorsu­
nuz."

246
- -
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

Hiro, vadiden aşağı tehlikeli bir rüzgarda sallana rak gelen bü­
yük bir Airstream'in ya nından geçti.
"Fransızca konuşan birinin beyni, İ ngilizce konuşan birinin
beyniyle aynı çalışmaya başlıyor. Büyüdükçe, farklı yazılımla
progra mlanıyorlar - farklı diller öğreniyorlar."
"Evet. Bu yüzden, evrenselcilere göre Fransızca ve İngil iz­
ce - ya da herhangi başka diller - kökleri insan beyninin derin­
liklerindeki yapı larda olan bazı özellikleri paylaşmak zoru nda.
Chomsky'nin teorisine göre, derin yapılar, beynin, belirli biçimsel
işlemleri sembollerle yürütmesini sağlayan, doğuştan gelen bile­
şenlerdir. Ya da Steiner'ın Emmon Bach yorumuna göre: Bu de­
rin yapılar sonunda korteksin, dallara ayrılmış ama aynı zaman­
da programlanmış elektrokimyasal ve nörofizyolojik ka nallarıyla
gerçek şekl ini almasına sebep olur."
"Ama bu derin yapılar o kadar derin ki göremiyoruz bi le?"
"Evrenselciler, dil bilimsel yaşamların aktif düğüm noktaları nı,
gözlem ve ta nım çok zor olduğu için bu kadar derine koyuyor.
Ya da Steiner'ın örneğini kullanırsak: denizin derinli klerinden bir
yaratığı çıkarmaya çalışın, garip bir şeki lde bozulacak ve şekil de­
ğiştirecektir."
"Yine o yılan. Peki Lagos hangi teoriye inanıyordu? Rölativizm
mi, evrenselcilik mi?"
"Ara larında çok fa rk olduğunu düşünmüyordu. Sonuçta ikisi
de bir şekilde mistikti . Lagos iki düşünce biçiminin de farklı man­
tık yollarından aslında aynı yere vard ığına inanıyordu."
"Ama bence önemli bir fark var," dedi Hiro. "Evrenselcile­
re göre, bizi beyinlerimizin önceden şekillenmiş ya pıları belir­
ler - korteksteki patikalar. Rölativistler sınırlarımızın olmadığına
inan ı r."
"Lagos, katı Chomsky teorisini, bir dil öğrenmenin PROM'lara
- benim yorumlayamayacağım bir benzetme - kod girmek gibi
olduğunu varsayarak değiştirdi."
"Benzetme açık. PROM'lar progra mlanabi lir salt oku nur bel­
lek çipleridir," dedi Hiro. "Fabrikadan çıktıklarında içleri boştur.
Sadece bir kez, bu çiplere bilgi yerleştirebilir ve dondurabilir­
sin - bilgi, yazılım çipin içinde sabitlenir - donanıma dönüşür.
PROM'lara kodu girdikten sonra, bunu okuyabilirsin ama a rtık
üstüne yazamazsın. Yani Lagos, yeni doğan bir insan beyninin bir

-247-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

yapısı olmadığını - rölativistlerin de düşündüğü gibi - ve bir ço­


cuk bir dil öğreni rken, gelişen beynin kendini ona göre yapılandır­
dığını, dilin donanımın içine girdiğini ve beynin derin yapılarının
ka lıcı bir parçası haline geldiği ni - evrenselcilerin düşündüğü gibi
- söylemeye çalışıyordu."
"Evet. Onun yoru mu buydu."
"Tamam. O zaman Enki'nin, sihirli güçleri olan gerçek bir in­
san olduğunu söylerken demek istediği şey, E nki'nin dil ve beyin
arası ndaki bağlantıyı bir şeki lde a nlad ığı ve nasıl kullanacağını
bildiğiyd i. Bir bilgisayar sistem inin sırlarını bilen bir hackerın, onu
kontrol etmek için kod yaza bil mesi gibi - dijital tılsım."
"Lagos, Enki'nin dil evrenine ulaşabilme ve onu gözleriyle gör­
me yeteneği olduğunu söylüyordu. İnsanların M etaevrene git­
mesi gibi. Bu ona tı lsım yaratma gücü verdi. Ve tı lsımların beynin
ve bedenin işleyişini değiştirme gücü vardı."
"Neden bugünlerde kimse böyle şeyler ya pmıyor? Neden İn­
gilizce tılsımlar yok?"
"Steiner'ın dediği gibi, bütün diller aynı değildir. Bazı diller
metafor konusunda diğerlerinden daha iyidir. İbranice, Aramca,
Yunanca ve Çince, kelime oyununa uygun dillerdir ve gerçekte de
kal ıcı bir etki bırakmışlardır: 'Fi listin'in Kiryat-Sefer'i vardı, "Harf­
lerin Şehri" ve Suriye'nin Bi blos'u vardı, "Kita pların Şehri." Diğer
medeniyetlerin söyleyecek söz bulamadığı ya da en azından Mı­
sır'daki gibi dilin yaratıcı ve dönüşü mse! güçlerinin farkında ol­
madığı zama nlarda.' Lagos, Sümer dilinin olağanüstü bir biçimde
güçlü bir dil olduğuna inanıyordu - en azından beş bin yıl önce
Sümer diliyd i."
"Enki'nin nörolinguistik hackine uygun bir dil."
"Eski dilbilimciler ve Ka balistler, Cennet dili denen hayali bir
dile inanırdı, Adem'in dili. Bütün insanların birbirini a nlamasını,
ya nlış anlaşılma olmadan iletişim kurmasını sağlardı. Logos di­
liydi, Tanrı'nın bir sözcükle dünyayı yarattığı an. Cennet dili nde,
bir şeye isim koymak onu yaratmak demekti . Yine Steiner'dan
alıntı yapacak olursak, 'Bizim sözlerimiz kendi lerini tozlu bir cam
ya da eğri bir ayna gibi düşü nce ve gerçek arasına koyar. Cennet
dili lekesiz bir ca m gibiydi; her şeyi an layan bir ışık onun içinden
geçerdi. Bu yüzden Babil iki nci bir Düşüş'tü .' İlk Kabalistlerden
Kör lsaac şöyle dem işti - Gershom Scholem'in çevirisi - 'İnsanın

-248-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

sözü ilahi sözle birbirine bağlıdır ve bütün di ller tek bir kaynaktan
gelir: İlahi İsim.' Fiili Ka balistlerin, yani büyücülerin unvanı Ba'al
Shem'di, 'ilahi ismin üstadı' anlamına geliyordu."
"Dünyanın makine dili," dedi Hiro.
"Bu da bir benzetme m i?"
"Bi lgisayarlar makine dili konuşur," dedi Hiro. "Birler ve sı­
fırla rla yazılır - ikili kod. En düşük seviyede, bütü n bilgisaya rlar
bir ve sıfır dizileriyle programlanmıştır. Makine dilinde program
yaptığında, bilgisayarı beyin sapından, varlığının kökünden kont­
rol edersin. Cennet dili. Ama makine dilinde çal ışmak çok zordur
çünkü bir süre sonra dakika seviyesinde çalışmaktan del irirsin.
Bu yüzden bilgisayar dillerinin Babil'i progra mcılar için yaratı ldı:
FORTRAN, BASIC, COBOL, LISP, Pascal, C, PROLOG, FORTH. Bilgi­
saya rla bu dil lerden biriyle konuşuyorsun ve derleyici denen bir
yazılım parçası onu makine diline dönüştü rüyor. Ama derleyici­
nin ne yaptığını hiçbir zaman anlayamazsı n. Her zaman istediğin
şekilde çıkmaz. Tozlu bir cam ya da eğri bir ayna gibi. Gerçekten
iyi bir hacker, makinenin iç mekanizması nı anlar - çalıştığı dille
anlar ve ikili kodun gizli işlevini görü r - bir tür Ba'al Shem olur."
"lagos, Cennet dili hakkındaki efsanelerin, gerçek olayların
abartılmış versiyonları olduğunu düşün üyord u," dedi Kütüpha­
neci. "Bu efsaneler, insanların sonrasında gelen her şeyden üstün
olan bir dili ya ni Sümerceyi konuştuğu zamanlara duyulan özlemi
ya nsıtıyord u."
"Sümerce gerçekten o kadar iyi mi?"
"Günümüz dilbil imcilerinin an layabild iği kadarıyla deği l," dedi
Kütüphaneci. "Dediği � gibi, anlamamız büyük ölçüde imkansız.
lagos o zamanlarda kelimelerin fa rklı işlediğinden şüpheleni­
yordu. Birinin ana dili, gelişen beynin fiziksel yapısını etki liyorsa,
Sümerlerin - bugün var olan her şeyden çok fa rklı olan bir dili
konuşuyorlardı - temelde sizinkinden fa rklı beyinleri olduğu söy­
lenebilir. lagos'a göre, bu yüzden Sümerce, virüslerin yarad ı l ış ve
yayılışına çok uygun bir dildi. Bir virüs Sü merlerin arasına salındı­
ğı nda, herkese bulaşana kadar hızla ve şiddetle yayı lırdı."
"Belki Enki de bunu biliyordu," dedi Hiro. "Belki de Enki'nin
tılsımı o kadar da kötü bir şey değildi. Belki de Babil şu ana kadar
başımıza gelen en iyi şeydi."

-249-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 37 -

Y.T.'nin an nesi Federal Bölgesi'nde çalışıyord u. Küçü k a raba­


sını, nu maralı küçük park yerine park etti, bu park yeri için maa­
şının ya klaşık yüzde onunu ödemek zorundaydı ( istemezse taksi
tutabilir ya da yürüyebilirdi). Kör edici ışıklarla aydınlatılmış, çoğu
yerin - üst ta rafa yakın iyi yerler - ondan başka i nsanlar için tu­
tulduğu betonarme helezondan yukarı doğru yürüd ü . YOG H K
çocukları o n u n gizlendiğini, oyalandığını, pusuya yattığını, hasta
numarası yaptığını ya da sigara içtiğini düşünmesin diye her
zaman rampanın ortasından, park edilmiş arabaların ortasından
yürürdü.
Binasının bodrum girişine ulaştığında, ceplerindeki bütün me­
tal nesneleri ve taktığı küçük takıları çıkarmıştı, kirli, plastik kaba
koydu ve detektörden geçti. Rozetini gösterdi, imza attı ve saati
yazd ı. Bir YOG H K kızı onun üstü nü aradı. Sinir bozucuydu ama
iç beden muayenesinden iyiyd i. isterlerse iç beden muayenesi
yapma hakları vardı. Bir keresinde, bir toplantıda süpervizörü­
nün büyük bir programlama projesinde yanlış yolda olabileceğini
söyledikten sonra bir ay boyunca her gün ona iç beden muaye­
nesi ya pıldı. Cezai ve ahlaksızcayd ı, biliyordu, ama her zaman ül­
kesine bir şeyler vermek istemişti ve Federaller için ça lışıyorsa­
nız, siyasete karışmayı da ka bul etmeliydiniz. Ve alt kademe bir
kişi olarak, ceremesini çekecektin iz. Ve sonrasında, genel kad ro
merdivenlerini çıkınca, bu kadar bokla uğraşmak zorunda kalmı­
yordu nuz. Sü pervizörüyle girdiği münakaşa da dahil. Süpervizörü
Marietta'nın özel bir genel kadro seviyesi yoktu ama giriş izni var­
dı. Bağlantı la rı vard ı . Marietta birilerini tanıyan insan ları tan ıyor­
du. Ma rietta, görünce gözlerinizin yerinden fırlayacağı insanların
da gittiği kokteyl partilerine gitm işti.
Üst aramasından başarıyla geçti. Metal eşya ları tekra r
ceplerine koydu. Kendi katına çıkmak için bi rkaç kat merdiven
çıktı. Asansörler hala çalışıyordu ama Federa l Bölgesi'ndeki bazı
kıdemli insanlar enerj iden tasarruf etmenin bir görev olduğunu
söylemişti - resmi bir şey değil ama böyle haberleri yaymak için
kendi yöntemleri vardı. Federaller görev konusunda çok ciddiy­
di. Görev, bağlılık, sorumluluk. Bizi Amerika Birleşik Devletleri'ne
bağlayan kolajen. Bu yüzden merdiven boşlukları ter kokan yün-

-250-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

ler ve hışırdayan derilerle doluydu. Asansöre binerseniz, aslı nda


kimse bir şey demezdi ama fa rk edil irdi. Fark edilir, yazılır ve he­
saba katı l ırdı. İnsanlar size bakar, baştan aşağı süzerdi, 'ne oldu,
bileğini mi burktun?' dercesine. Merd iven çıkmak sorun değildi.
Federaller sigara içmezdi. Federaller genellikle çok yemez-
di. Sağlık planı çok özeldi, temel ihtiyaçları içeriyordu. Kilo alıp
hırıldamaya başladığınızda, kimse bir şey söylemezdi - kaba olurdu
- ama kesinlikle bir baskı, bir uyumsuzluk hissederdiniz. Masaların
arasında yürürken, gözler sizi izler, poponuzun ölçüsünü tahmin
etmeye çalışır ve iş arkadaşlarınız aralarında sağl ık planı değerlerini
ne kadar yukarı çektiğinize dair oybirliğine varırdı.
Y.T.'nin annesi siyah topuklu larıyla merdivenleri çıkıp ofisine
girdi, aslında bilgisayar iş istasyonu olan büyük bir odayd ı . Eski­
den bölmelere ayrı lmıştı ama YOG H K çocukları bunu sevmemişti,
bir tahliye durumu nda ne olacağını söylemişlerdi. Bütün o ahşap
perdeli ofisler, çılgın bir panik d urumunda engel ol uşturacaktı. O
yüzden artık ofisler yoktu. Sadece iş istasyon ları ve sandalyeler
vardı. Masa üstü bile yoktu. Masa üstleri kağıt kullanımına teşvik
ederdi, bu da eskide kal m ıştı ve takım ruhunu yansıtmıyordu. İşi­
nizi sadece sizin görebileceğiniz bir kağıt parçasına yazacak kadar
özel ya pan neydi ki? Bir masanın çekmecesine kilitleyecek kadar?
Federaller için çalışıyorsanız, yaptığınız her şey Amerika Birleşik
Devletleri'nin malıydı . İşinizi bilgisayarda yapacaktınız. Bi lgisayar
her şeyin bir kopyasını saklardı. Böylece hasta fa lan olursanız, iş
arkadaşla rınız ve süpervizörleriniz sizin işinize erişebilecekti. Kü­
çük notlar yazmak ya da telefonda konuşurken bir şeyler karala­
mak isterseniz, evde boş za manların ızda ya pabil irdiniz.
Ve yer değiştirme meselesi va rd ı . Federaller, askerler gibi, yer
değiştirebiliyordu. İş istasyonunuz bozulursa ne olacaktı? Ta mir
edilene kadar orada oturacak ve zaman öldürecekti niz. Hayır
efendim, boş bir iş istasyonuna taşı nacak ve orada ça l ışacaktınız.
Ve masanın çekmecesine saklayacak, masa üstüne yayacak yarım
ton kişisel eşyanız varsa, o esnekliğiniz olamazdı.
Bu yüzden, Federal ofiste kağıt yoktu. Bütün iş istasyon ları
aynıydı . Sabah gelirdiniz, rastgele bir ta nesi ni seçerdiniz ve otu­
rup çalışmaya başlardın ız. Belirli bir istasyonu daha çok seçip her
gün oraya oturmaya çalışabilirdiniz ama fark edilirdi. Genellikle
kapıya en ya kın boş istasyonu seçerdiniz. Bu şekilde, kim erken
geli rse en yakına o otururdu, kim geç gel irse o arkalara otururdu

-251-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

çünkü günün geri kalanında bu ofiste kimin olup bitenleri bi ldiği


ve kimin - tuvalette birbirlerine fısıldadıkları gibi - sorunlar yaşa­
dığı bir bakışla a nlaşılırdı.
İlk kimin geldiği büyük bir sır değildi. Sabah bir iş istasyonunda
otu rum açtığınızda, merkezi bilgisayar bunu fark etmiyor değildi.
Merkezi bilgisayar neredeyse her şeyi fark ederdi. Bütün gün,
klavyede bastığı nız tuşun, ne zaman bastığınızın, doğru mu yok­
sa ya nlış mı olduğunun, kaç hata yaptığınızın ve ne zaman yap­
tığınızın kaydını tutardı. Sekizden beşe kadar iş istasyonunuzda
olmanız gerekiyordu, yarım saat öğle yemeği ve on dakika l ı k iki
kahve molası vard ı . Ama bu progra ma bağlı ka lırsanız, kesinlikle
fa rk edi lirdi. Bu yüzden, Y.T.'nin annesi ilk boş istasyona girdi ve
yediye çeyrek kala makinesinde oturum açtı. Yarım düzine başka
insan da çoktan gelmişti, girişe yakın iş istasyon larında oturum
açmıştı ama bu çok kötü deği ldi. Bu performa nsını devam etti re­
bilirse, oldukça istikrarlı bir kariyer elde edebilird i .
Federaller hala Düzlemler Ülkesi'nde çalışıyordu. Üç boyutlu
şeyler, veri gözlükleri, stereo sesler yoktu. Bilgisayarlar düz ekran
ve iki boyutluydu. Pencereler küçük meti n belgeleriyle masaüs­
tünde görünüyordu. Hepsi, kemer sı kma programının bir parça­
sıydı. Ya kında çok faydasını göreceklerdi.
Y.T.'nin a nnesi oturum açtı ve e-posta larını kontrol etti. Şahsi
bir şey yoktu, sadece M arietta'dan gelen birkaç bildiri vardı.

YENİ OFİS KU RALLAR!


Ofisle ilgili yeni kurallar düzenlemem istenmişti. Ekteki bild iri
YOGHK Kurallar Kılavuzu'nun yeni a ltböl ümüdür, TESİS / CALl­
FORN IA / LOS ANGELES / Bİ NALAR / OFİS ALANLAR! / YERLEŞİM
PLANI DÜZE N LE M ELERİ / PERSO N E L PERFORMANS! / GRUP ET­
KİN LİKLERİ isimli eski altböl ümün yerine düzenlenmiştir.
Eski altbölüm, ofis alanlarının ve zamanın, ka lıcı (örneğin, ka h­
ve havuzu) ya da bir kerelik (örneğin, doğum günü partileri), her
türlü "havuz" aktivitesi için ku llanım ına ilişkin bir yasa klamaydı .
Bu yasak h a l a sürmekted ir ama artık, ortak bir tuvalet kağıdı
stratej isi izlemek isteyen ofisler için bir kerelik bir istisna ya pıldı.
Başlangıç için bu konuda birkaç genel yorum yapacağım. Ça­
l ışanlara tuvalet kağıdı dağıtma meselesi, ku llanım şeklinin tah­
min ed ilemezliğinden dolayı, bütün ofis yöneti mi sistemleri için
zorl uklar oluşturmaktadır; her tesis, tuvalet kağıdı ku llanımını

-252-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

gerekli kılmıyor ve kullanıldığında da, gerekli miktar (yaprak sa­


yısı) kişiden kişiye ve bir işlemden diğerine değişiklik gösterebi­
liyor. Tuva let kağıd ının ma kyaj yapma/silme, dökülen içeceği te­
mizleme gibi tahmin edilemeyen/yaratıcı amaçlar için ku llanımı
hesaba bile katı lmamaktadır. Bu sebeple, tuvalet kağıdını küçük
tek-kullanımlık paketlere koymaya çalışmak yerine (önceden ıs­
latılmış tuvaletlerde ya pıldığı gibi) - bu, bazı durumlarda savur­
gan, bazı durumlarda kısıtlayıcı ola bilir - bu ürünü, büyüklüğü bir
kişi nin tek bir işlemde (zorunlu sebepler hariç) kullanabileceği
maksimum yaprak sayısını aşan büyük birimler halinde paket­
lemek yaygın hale gelmişti r. Bu, dağıtılan birim işlem süresince
tüketildiği için (rulo bitiyor) işlem sayısında azal maya sebep olur
ve söz konusu çalışanda duygusal strese yol açabi lir. Fakat bu,
müdüre bazı zorl uklar da çıkarabilir çünkü dağıtılan birim oldu kça
büyüktür ve boşa harcanmaması için birkaç farklı kişi tarafı ndan
kullanı lması gerekir.
Kemer sıkma progra mının 17. Maddesi uygulan maya başladı­
ğından beri, çalışanların kendi tuvalet kağıtlarını evden getirme­
lerine izin veri lmiştir. Her çalışan genelde kendi rulosunu getirdiği
için bu yöntem biraz haci m l i ve gereksizdir.
Bazı ofisler, tuvalet kağıdı havuzları oluşturarak bu zorluğu aş­
maya çalışmıştır.
Aşı rı genellemelere girmeden belirtmek gerekirse, ofis sevi­
yesinde, her katta bir umumi tuvaletin (yani birkaç ofisin tek bir
yeri paylaştığı) olduğu bir orta mda uygulanan herha ngi bir tu­
valet kağıdı havuzunun özelliği, tuvalet kağıd ı birimleri nin (yani
ruloların), bir ofis sınırları içinde geçici olarak yerleşti rilmesi şar­
tıyla sağlanacaktır. Buradan çıkacak sonuç şudur; TKB (rulola r),
kontrol ofisi (tuvalet kağıtları nı toptan alan ofis) alanının dışına,
gerekmediği zama nlarda yerleştirilirse - yani, örneğin TKB, ger­
çekten kullanıld ığı bir giriş alanında ya da tuvaletin içinde mu­
hafaza edilirse - izinsiz insanlar TKBnin işletme organı (Amerika
Hükü meti ) tarafından ücretsiz verildiğini düşü nerek ya da hassas
elektronik aletlerin üstüne bir içecek dökülmesi durumunda ya
bilerek aşırarak ya da yanlış an laşılma sonucu alarak onları tüke­
teceği için, çalınacak ya da azalacaktı r. Bu durum, bazı ofislerin
(isim vermeyeceğim - herkes kim olduğunu biliyor) havuza katkı
görevi de gören geçici TKB depoları kurmasına yol açmıştır. Ge­
nelde bu depolar, tuvalete en yakın ka pının yanı ndaki masada

- 253 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

üst üste yığılır, bağış isteyen bir tabela ya da başka di kkat çekici
bir araç (oyuncak ya da karikatür gibi) kullanılır. Mevcut kural lara
bakı ld ığında, böyle bir depoyu yerleştirmenin kurallar kılavuzuna
aykırı olduğu görü lecektir. Fakat, çalışanların temizliği, ahlak ve
grup ruhu yaratmak adı na, üst merciler bu konuda kurallarda bir
kerelik bir istisna yapmayı ka bul etti .
Kurallar kılavuzunun bütün bölümleri gibi, bu maddeleri de
tamamen bilmek sizin sorumluluğunuzd ur. Bu belge için ta hmini
okuma süresi 15 dakika 62 san iyed ir (kontrol etmeyeceği mizi dü­
şün meyi n). Lütfen, bu belgedeki önemli nokta ları not edin:

1) TKB depolarına artık izin veri ldi, şu an deneme aşamasında


ama altı ay içinde yeniden değerlendirilecektir.
2) Bu faal iyet, personel havuzları altböl üm ünde açıklandığı
gibi gön üllü, havuz ti pi bir ilkeyle yapılmalıdır. ( Not : Defter tutu­
lacak ve bütün finansal işlemler hesap edi lecekti r.)
3) TKB, çalışa nlar tarafından getirilmelidir (postayla değil) ve
bütün arama-ve-el koyma kurallarına tabid ir.
4) Kokulu TKB, bazı insa nlarda alerjik reaksiyonlara, hırıltılara
sebep olabi leceği için yasaktır.
S) Na kit bağışla rı, Amerika Hükümeti içindeki bütün mali iş­
lem lerde olduğu gibi, Amerikan para birimiyle yapılmalıdır - Yen
ya da Hong Kong dolarıyla değil.

İnsanlar bağış sepetini, eski mi lya r ve trilyon dolarl ı k bank­


notlardan kurtulma yeri olarak kullanmaya çalışırsa doğa l
olarak bu, bir hacim problemine yol açacaktır. Bina ve Tesis
bölümündeki insa nlar, atık berta rafı problemleri ve milyar ve
trilyon yığınları bi rikmeye başlarsa oluşabilecek yangın tehlikesi
konusunda endişe duymaktadır. Bu yüzden, yeni düzenlemenin
temel özell iği, bağış sepetinin her gün boşaltı l ması gerektiğidir -
aşırı bir birikme du rumu söz konusuysa daha sıklıkla.

Aynı şekilde, B & T bölümünde çalışanlar, elinden çıka rması


gereken Amerika n paraları olanların, eski mi lyarlık ban knotları
tuvalet kağıdı olarak kullanarak bir taşla iki kuş vurmaya çalıştı­
ğını belirtmemi istemişti r. Yaratıcı olsa da, bu yöntemin iki deza­
vantajı vardır:

- 254
-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

1) Klozeti tıkar
2) Amerikan parasını tahrif eder, bu da federal bir suçtur.

YAPMAYI N .
O n u n yerine ofisinizin tuvalet kağıdı havuzuna katı lın. Kolay,
hijyenik ve yasal.
İyi havuzlamalar!
Marietta.

Y.T.'nin a nnesi yeni bildiriyi açtı, saate baktı ve okumaya baş­


lad ı . Ta hmini okuma süresi 15 dakika 62 san iyeydi. Sonrasında,
Ma rietta akşam saat 9'da özel ofisinde oturmuş, gün sonu ista­
tistiksel özetini çıkarırken, her çalışanın adını ve yanında da bu
bildiriyi okurken harcadığı süreyi görecekti. Ve harcanan zamana
göre tepkisi şöyle olacaktı :

10 dakikadan az: Bir personel toplantısı ve davran ışlarla ilgili


tavsiyeler.
10-14 dakika: Bu çalışana dikkat et; özensiz davranıyor olabilir.
14-15.61 dakika: Hızlı ve verimli çalışan, bazen önemli ayrıntı­
ları kaçırabilir.
Tam 15.62 dakika: Çakal. Davranışlarıyla ilgili tavsiyelere ihti­
yacı var.
15.63- 16 dakika: Maron. G üvenilmez.
16-18 dakika: Sistemli çalışan, bazen küçük ayrıntılara takıla­
bilir.
18 dakikadan fazla: Güvenlik kayıtlarını izle, bu çalışanın ne
yaptığına bak (muhtemelen izinsiz tuvalet molası).

Y.T.'nin an nesi bildiriyi okumak için 14-15 dakika harcamaya


karar verdi. Genç çalışanlar için dikkatli görü nmek, daha çok va­
kit harcamak daha iyiydi. Daha yaşlı ça lışanlar için biraz hızlı git­
mek, iyi idare potansiyeli göstermek daha iyiydi. Neredeyse kırk
yaşındayd ı . Bildiriyi gözden geçirdi, düzenli aralıklarla Sayfa Aşağı
tuşuna basıyor, arada bir baştaki kısmı tekrar okuyormuş gibi gö­
rünmek için yeniden yukarı çıkıyord u. Bilgisayar bunların hepsin i
fa rk edecekti. Tekrar oku mayı onaylıyordu. Küçük b i r şeydi ama
yaklaşık on yıldır bu şey, iş alışkanlıkları özetinde gerçekten gö­
rünüyordu.

-25 5-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Bunu aradan çıkardıktan sonra, işe daldı. O bir uygulama


programcısıydı. Eski günlerde, geçinmek için bi lgisayar progra­
mı yazardı. Bugünlerde, bilgisayar programlarının böl ümlerini
yazıyordu. Bu programlar Marietta ve süpervizörleri tarafından,
en üst katta bir hafta süren topla ntılar sonunda tasarlanıyordu.
Tasarı mı bitirir bitirmez, problemi daha küçük parç� ' ra ayırıyor,
bun ları gru p müdürlerine veriyordu, onlar da daha yük parçalıyor
ve küçük işleri programcılara veriyorlardı. Kod layıcıların yaptığı
işlerin ters düşmemesi için, kurallar kılavuzu ndakinden daha çok
kural ve düzenleme vardı.
Bu yüzden, tuvalet kağıdı havuzu hakkındaki yeni altbölümü
okud uktan sonra Y.T.'nin an nesinin ilk yaptığı şey, üzeri nde ça l ıştı­
ğı programlama projesini işleyen ana bi lgisayar sisteminin a lt sis­
teminde oturum açmak oldu. Projenin ne olduğunu - gizl iydi - ya
da adını bilmiyordu. Sadece onun projesiydi. Projeyi başka birkaç
yüz programcıyla paylaşıyordu, kim oldu klarını tam olarak bilmi­
yordu. Ve ne zaman oturu m açsa, proje için kod yazarken uyma­
ları gereken yeni düzenlemeler ve kural değişikliklerini içeren bir
sürü bild iri onu bekliyordu. Bu düzenlemeler, tuvalet kağıdı işinin
On Emir kadar basit ve güzel görü nmesini sağl ıyordu.
Bu yüzden, saat on bire kadar okudu ve projedeki yeni deği­
şiklikleri anlamaya çal ıştı. Çok fazla vardı çünkü Pazartesi saba­
hıydı ve Marietta ve yüksek merciler bütün hafta son unu üst kata
kapanarak, didişerek, her şeyi değiştirerek geçirmişti .
Sonra, proje için yazdığı kodu yeniden incelemeye ve yeni ve­
rilere göre tekrar yazı lması gereken şeylerin l istesini çıkarmaya
başlad ı. Aslında, her şeyi en baştan yazması gerekecekti. Bu, son
birkaç ayda üç kez olm uştu.
Ama hey, işi buydu.
Saat on bir buçuk civarı, kafasını ka ld ırdı ve ya rım düzine insa­
nın onun istasyonunun etrafında di kildiğini görünce şaşırdı. Ma­
rietta oradaydı. Ve bir test gözetmeni. Ve birkaç erkek Federal. Ve
ya lan maki nesi çal ıştıran adam Leon.
"Ben testi mi Perşembe günü yaptı rmıştım," dedi.
"Bir tane daha yaptırmanın zamanı geldi," dedi Marietta.
"Hadi, başlayalım a rtık.''
"El lerinizi görebileceğim bir yere koyun," dedi test gözetmeni.

-256-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

- :38 -

Y.T.'nin annesi ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Ofisten doğru­


dan çıktı. Diğer insanlar ona bakmadı. Bakma maları gerekiyordu.
Çalışanların i htiyaçlarına karşı duyarsız olmamaları gerekiyordu.
Aslında ya lan makinesi Federal yaşamın bir parçası olsa da, teste
giren kişiyi sıkı ntıya sokuyor ve farklı hissettiriyordu. Arkasındaki
test gözetmeninin ayak seslerini duyabiliyordu, ondan iki adım
arkada yü rüyor, Valium ya da testi atlatabi lecek başka bir şey al­
masın diye gözlerini onun el lerinden ayırmıyordu.
Banyo kapısının önünde durdu. Test gözetmeni onun önün­
den yürüdü, kapıyı açtı . Y.T.'nin an nesi içeri girdi, test gözetmeni
arkasındaydı.
Soldaki son kabin, iki kişiye yetecek kadar büyüktü. İçeri girdi­
ler. Test gözetmeni kapıyı kapattı ve kilitledi. Y.T.'nin annesi külotlu
çorabını indirdi, eteğin i ka ldırdı, bir kaba oturdu ve işedi. Test gö­
zetmeni kaba düşen her dam layı izledi, kabı aldı ve üstünde adının
ve bugünün tarihinin yazılı olduğu bir deney tüpüne boşalttı.
Sonra tekrar girişe çıktılar. Ya lan makinesi odasına giderken,
oraya gittiği nizde nefessiz ka lmamak ve terlememek için asan­
sörleri kullanmaya izniniz vardı.
Eskiden bu oda, bir sandalye ve bir masanın üstünde araç ge­
reçleri olan basit bir ofisti . Sonra yeni ve pahalı ya lan makinesi
sistemini aldılar. Şimdi, ileri teknoloji bir tıbbi taramaya gi rmek
gibiydi. Oda tamamen yeniden yapılmıştı, esas işlevi ne dair hiç­
bir işaret yoktu, pencereler örtülm üştü, her şey düzenli ve bejdi,
hastane gibi kokuyordu. Ortada sadece bir sandalye vardı. Y.T.'nin
annesi sanda lyeye oturdu, kollarını sandalyenin kol larına koydu,
parmak uçlarını ve avuçlarını kollardaki küçük çukurlara yerleş­
tirdi. Suni ka uçuk tansiyon kolluğu onun kolunu buldu ve tuttu.
Bu sırada, odanın ışıkları loşlaşıyor, kapı ka panıyordu. Ta mamen
ya lnızdı. Dikenli taç başını ka pladı, elektrotların iğnelerini kafa­
tasında hissetti, beynine giren radar işlevi gören süper iletken
kuantum girişim cihazından omuzlarına doğru esen seri n havayı
hissetti. Duvarın arka tarafı nda bir yerde, ya rım düzine teknisye­
nin kontrol odasında oturmuş, büyük bir ekranda onun gözbe­
bekleri nin büyütülmüş haline baktığını bil iyord u.

-257-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Sonra kolunda yakıcı bir iğne hissetti ve bir şey enjekte edildi­
ğini anladı. Demek ki bu normal bir ya lan makinesi testi değildi.
Bugün özel bir şeye gi rmek üzereyd i. Yanma hissi vücuduna yayıl­
dı, kalbi hızlandı, gözleri sulandı. Onu heyecanlandırmak, konuş­
turmak için kafein verilmişti.
Bugün için çok fazlaydı çünkü bu şeylerin etkisi bazen on iki
saat sü rüyordu.
"Adın nedir?" dedi bir ses. Tu haf derecede sakin ve berrak
bir sesti. Bi lgisayar ü rü nüydü. Bu şekilde, ona söylediği her şey
tarafsız ve duygusuzdu, sorgu nun nasıl gittiğine dair hiçbir fikri
olamıyordu.
Kafein ve onunla birlikte enjekte ettikleri şeyler, zaman duy­
gusunu da altüst etmişti.
Bu şeylerden nefret ediyordu ama ara sıra herkese ol uyordu
ve Federaller için çalıştığınızda, imza atıyor ve buna izin veriyor­
dunuz. Bir bakı ma, gurur ve onur işaretiydi. Federaller için çalışan
herkes bunu çok içten istemişti. Çünkü istemedilerse, bu sandal­
yeye oturdukları zaman belli olurdu.
Soru lar devam etti . Çoğunlukla saçma sorular. "Hiç İskoçya'ya
gitti n mi? Beyaz ekmek buğday ekmeğinden pahalı mıdı r?" Bu
sadece onu yerleştirmek ve sistem lerin doğru düzgün çalıştığı nı
kontrol etmek içindi. Sorgu nun ilk saatinde elde ettikleri hiçbir
şeyi geçerli saymadılar çünkü gürü ltüde kaybolmuştu.
Y.T.'nin annesi rahatladığını hissediyordu. Bi rkaç testten sonra
rahatlamayı öğrendiğinizi ve her şeyin daha çabuk geçtiğini söy­
l üyorlardı. Sanda lye onu yerinde tutuyor, kafein uykusunun gel­
mesini önl üyor, duyusa l yoksu nluk zihnini boşaltıyordu.
"Kızının adı nedir?"
"Y.T."
"Kızına nasıl seslenirsin?"
"Ona lakabıyla seslenirim. Y.T. Bunda ısrar ediyor."
"Y.T.'nin bir işi var mı?"
"Evet. RadiKS için Kurye olarak çalışıyor."
"Y.T. kaç para kazanıyor?"
"Bilmiyorum. Oradan buradan bi rkaç dolar."
"İşi için ne sıklıkla yeni ekipman alıyor?"
"Bilmiyorum. Pek takip etmiyoru m."
"Y.T. son zamanlarda tuhaf bir şeyler yaptı mı?"

-258-
PARAZİT - NEAL STE PHENSON

"Ne demek istediğinize bağlı." Kaçamak konuştuğunu biliyor­


du. "Bazı i nsanların tu haf diyebileceği şeyleri hep yapıyor." Bu
çok iyi bir ifade değildi, bir uyu msuzluk işareti gibiydi. "Sanırım
demek istediğim, her zaman tu haf şeyler yapıyor."
"Y.T. son zamanlarda evde bir şey kırdı mı?"
"Evet." Pes etti . Federaller bunu zaten biliyordu, evi izleniyor
ve dinleniyordu. O kadar şey bağlandıktan sonra elektrik şebeke­
sinin kısa devre ya pmaması bir mucizeydi. "Bilgisayarımı kırdı."
"Bilgisayarı neden kırdığına dair bir açıklama yaptı mı?"
"Evet. Yani, saçma l ı k bir açıklama olarak sayılıyorsa söyledi."
"Açıklaması neydi?"
"Korkmuştu - çok saçma - bi lgisayardan bir virüs kapacağım-
dan korkmuştu."
"Y.T. de bu virüsü kapmaktan korkmuş muydu?"
"Hayır. Sadece programcıların ka pabileceğini söyledi ."
Neden ona bu soruları soruyorlardı? Hepsi video kayd ında
vardı.
"Y.T.'nin bilgisayarı neden kırd ığına dair yaptığı açıklamaya
inandın mı?"
Buydu.
Peşinde oldukları buyd u.
Doğrudan alamadıkları tek şeyi bilmek istiyorlardı - aklından
geçenleri. Y.T.'nin virüs hikayesine inanıp inan madığını bilmek is­
tiyorlardı.
Ve bunları düşündüğü için hata yaptığını bil iyord u. Çünkü
kafası nın etrafı ndaki süper iletken kuantum girişim cihazı bunu
algılıyordu. Ne düşündüğünü anlayamazlardı ama beyninde bir
şeyler olduğunu, beyninin, saçma soru ları sorduklarında kullan­
madığı kısmını şu anda kulland ığı nı anlayabil irlerdi.
Başka bir deyişle, durumu analiz ettiğini, onları anlamaya çalış­
tığını anlayabilirlerdi. Ve bir şey saklamak istemese bunu yapmazdı.
"Ne bilmek istiyorsun uz?" dedi. "Neden gelip bana doğrudan
sormuyorsunuz. Hadi bunu yüz yüze kon uşalım. Yetişkinler gibi
bir odada oturup konuşalım."
Kolunda bir iğne daha hissetti, ilaç kan dolaşımına karışırken
birkaç san iye aralıklarla hissizlik ve soğuğun bütün vücuduna ya­
yıldığını hissetti. Konuşmayı takip etmek zorlaşıyord u .
"Ad ın nedir?" dedi ses.

-259-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

- 39 -

Alcan - Alaska Otoyolu - dünyanın en uzun bayilik gettosuy­


du; üç bin iki yüz kilometre uzu nluğunda ve otuz metre geniş­
liğinde, yılda yüz a ltmış kilometre ya da insanların boş arazinin
sonuna kadar gidip arabalarını park etme hızına göre büyüyen,
tek boyutlu bir şehirdi. Amerika'yı terk etmek isteyen ama uçağa
ya da gemiye binemeyen insanlar için tek çıkış yoluydu.
İki şeritliydi, çok iyi bir şeki lde ol masa da asfalt kaplıydı ve
taşınabilir evler, aile karava nları, kamp çanta ları olan pikap
kamyonlarla dol uydu. British Colu mbia'nın ortasından bir
yerden, birkaç kol un kuzeye doğru bi rleştiği Prince George
kavşağından başlıyordu. Oranın güneyinde, kollar, birkaç yerden
Kanada-Amerika sınırını geçen yan yol lara ayrıl ıyordu. Sonra,
göçün kaynağını oluşturan Amerikan karayoluna bağlanıyordu.
Bu sekiz yüz kilometrelik alan, büyük tekerlekli evleri olan sözde
kuzey kaşifleri ve arabalarını kuzeyde bırakmış ve gü neye doğru
otostopla gelmiş birkaç aylakla doluyd u. Hantal hantal yü rüyen
gençler ve ağır dört-tekerler, siya h motosi kletinin üstünde
Hiro'ya, hareket eden bir zikzak gibi görün üyordu.
Yaşam tarzı nın yan ürünleri; kirli nehirler, sera etkisi, aile içi
şiddet, televizyonda misyonerl ik ve seri katil lerdi. Ama dört te­
kerlekli aracınız varsa ve kuzeye doğru gidebiliyorsanız, buna
ta hammül edebilir, kendi atıklarınızdan bir adım önde olmak
için yeterince hızlı hareket edebilirdiniz. Yirmi yıl içinde, on mil­
yon beyaz insan kuzey kutbunda bir araya gelecek ve arabaları­
nı oraya park edecekti. Termod inamik yaşam tarzla rının düşük
atı k ısısı, kristal karları yum uşatacak ve teh likeli hale getirecekti.
Buzullarda delik açacak ve bütün metaller, biokütleyi de ya nında
çekerek dibe batacaktı.
Bir ücret ka rşılığında bir Uyu-Geç bayiliğine girebilir ve ara­
banızı bağlayabil irdiniz. Sihirli kelimeler "İyileştiriyoruz"du, ya ni
bayiliğe girip takı labilir, uyuyabilir ve kara geminizi geri vitese bile
almadan oradan çıkabilirdiniz.
Eskiden bir ka mp alanı olduğunu iddia ederlerdi, bayiliği kır­
sal motiflerle tasarlamışlardı ama müşteri ler o tahta ta belaları ve
ahşap piknik masa larını kesmeye ve ateş yakmak için kullan maya

-260-
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

başladı. Bugünlerde, tabelalar elektrikli polikarbonat levhalardı,


kurumsal kimlik hep yuvarlaktı, çatlaklarda bir şeyler birikmesini
önlemek için cilalı ve düzgündü. Çünkü geri dönecek bir eviniz
yoksa gerçekten kamp sayılmazdı .
California'dan çıktığından beri on a l tı saat geçmişti. Hiro,
Oregon'un kuzeyi ndeki Cascades'in doğu ya macında bir Uyu­
Geç'e girdi. Cankurtaranın birkaç yüz kilometre kuzeyinde ve
dağların yanlış tarafı ndaydı. Ama burada görüşmek istediği bir
adam vardı.
Üç tane otopark vardı. Biri, gözden ırak, çukurlu bir toprak
yoldaydı, düşme tehlikesi levhası vardı. Biri daha yakındaydı, kö­
şesinde korkunç kıllı herifler vardı, bira kutu ları dolunayda par­
l ıyordu. Ve biri de Büyük Salonun önündeydi, silahlı görevliler
kapıda bekliyordu. Oraya park edebilmek için ödeme ya pmak
zorundaydın ız. Hiro ödeme ya pmaya karar verdi. Motoru nu yola
bakacak şekilde park etti, dahili işletim sistemini kapattı ve görev­
liye bi rkaç Hong Kong doları fırlattı. Sonra avlanan bir köpek gibi
başını bir o tarafa bir bu ta rafa çevirdi, havayı kokladı, Kayran'ı
bulmaya çalışıyordu.
Otuz metre ötede, dolunayın a ltında bir alan vardı, birkaç
kişi çadır kuracak kadar maceracı çıkmıştı; genelde bunlar ya çok
silahı olanlar ya da kaybedecek çok az şeyi olan insanlardı. Hiro
o tarafa yöneldi ve çok geçmeden Kayran'ın üstündeki geniş ten­
teyi gördü.
Aslında açık bir arazi parçasıydı, eskiden çimle ka pl ıydı, şim­
diyse çöp, kırık cam ve insan atıkla rıyla dolu ku mluk bir alan hali­
ne gelmişti. Yağmurdan koru nmak için üstüne bir tente serilmiş­
ti, birkaç metrede bir büyük, mantara benzeyen bacalar soğu k
gecelere ılık hava üfl üyordu. Kayra nda uyumak çok ucuzd u. İ l k
olarak gü neydeki bazı bayilikler tarafı ndan yapılmış ve müşterile­
riyle birlikte kuzeye doğru yayı lan bir yenilikti.
Ya rım düzine insan etrafa yayılmış, soğuğa karşı ord u batta ni­
yelerine sarı lmıştı. Bi rkaç kişi küçük bir ateş yakmış, onun ışığında
kağıt oynuyordu. Hiro bu insanları görmezden geldi ve geri ka lan
alanda dolaşmaya başladı.
"Chuck Wrightson?" dedi. "Bay Başkan, burada mısınız ?"
Bunu iki nci kez söylediğinde, sol ta rafı nda bir yün yumağı de­
belendi ve çırpı ndı. İçinden bir kafa uzandı. Hiro ona doğru dön-

-261-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

dü, silahsız olduğunu göstermek için ellerini kaldırdı.


"Kim o?" dedi. Utanç verici derecede korkmuştu. "Raven?"
"Raven değil," dedi Hiro. "Korkmayın. Siz Chuck Wrightson
mısınız? Geçici Kenai ve Kodiak Cumhuriyeti Eski Başkanı?"
"Evet. Ne istiyorsun? Hiç param yok."
"Sadece kon uşmak istiyorum. Ben M İŞ için çalışıyorum ve
işim bilgi toplamak."
"Kahrolası bir içkiye ihtiyacım va r," dedi Chuck Wrightson.
Büyük Salon, Uyu-Geç' in ortasında büyük bir şişme bi naydı.
Hara be Las Vegas: bakkal, atari salonu, çamaşırhane, bar, içki
dükkanı, bitpazarı, genelev. Her gece sabah beşe kadar parti ya­
pabilen ve başka hiçbir işi olmayan küçük bir insan topluluğu ta­
rafından yönetiliyor gibiydi.
Çoğu Büyük Salonun, bayilik içi bayili kleri vardı. Hiro bir
Kelley's Tap gördü, bir Uyu-Geç'te bulabi leceğiniz en iyi bardı.
Chuck Wrightson'ı oraya götürdü. Chuck, eskiden farklı renkler­
de olan birkaç kat kıyafet giymişti. Şimdi bütün kıyafetler teniyle
aynı renkti: haki.
Bu bar gibi, bir Büyük Salondaki bütün işletmeler, hapishane
gemisinde görebi leceklerin ize benziyordu - her şey çivi ile tut­
turulmuş, günün yirmi dört saati aydınlık, bütün personeller, sa­
rarmış ve ka rarmış ka lın cam duvarların a rkasına kapa nmıştı . Bu
Büyük Salondaki güvenliği İ nfazcılar sağlıyordu. Bu yüzden, için­
de z ı rh jeli olan siyah kıyafetler giymiş bir sürü steroid bağıml ısı
vardı, ikili üçlü gruplar halinde aşağı yukarı dolaşıyor, insan hak­
larını hevesle ihlal ediyorlardı.
H i ro ve Chuck bulabildikleri bir köşe masaya otu rd u. H i ro bir
garsonu esir aldı ve gizlice, bir Pub Special sürahisi - alkollü ve
alkolsüz bira ka rışımı - sipariş etti. Böylece, Chuck biraz daha
uyanık kalacaktı.
Onun açılmasını sağlamak çok sürmedi. Gözden düşmüş, baş­
kanlıktan bir skandalla atı lmış, geri kalan hayatını onu dinleyecek
insanlar bulmaya adamış yaşlı adamlardan biri gibiydi.
"Evet, iki yıl boyunca G KVKC başkanıyd ım. Ve hala kendimi
sürgündeki bir hükü metin başkanı gibi görüyoru m."
H i ro onun gözlerini devirmesine izin vermedi. Chuck fark et­
miş gibi görü nüyord u.
"Tamam, tamam, çok bir şey yok. Ama GKVKC gelişen bir ül-

-262-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

keydi, bir süreliğine. Onun gibi bir şeyin tekrar yükselmesini gör­
mek isteyen bir sürü insan var. Ya ni, bizi dışarı atan tek şey - o
manyakların gücü ele geçirebilmelerinin tek yol u - tamamen,
a n larsın ya -" Anlatacak kelime bulamıyor gibiydi. "Böyle bir şey
olacağını nereden bilebilirdin ki?"
"Nasıl dışarı atıldınız? İç savaş mı çıktı?"
"İlk zamanlarda birkaç ayaklanma oldu. Ve Kodia k'ta, h içbir
zaman yönetimini tamamen ele geçiremediğimiz uzak bölgeler
vard ı . Ama aslında bir iç savaş hiç olmadı. Amerikal ılar bizim hü­
kümetimizi seviyordu. Amerikalılar bütün silah lara, teçhizata,
altyapıya sahipti. Ortalar sadece, ormanda koşturan bir grup kıllı
adamdı."
"Ortalar mı?"
"Rus Ortodokslar. İ l k başta, küçük bir azınlıktı. Çoğu nlukla
Kızılderililer - bilirsin, yüzyı llar önce Ruslar tarafından dininden
döndürülmüş Tlingitler ve Aleutlar. Ama Rusya'da olaylar karışın­
ca, her türlü botlarla Dateline'a dökülmeye başladılar."
"Ve anayasal demokrasi istemediler."
"Hayır. Asla."
"Ne istediler? Bir Çar mı?"
"Hayır. Çarlar - gelenekselciler - Rusya'da kaldı. G KVKC'ye ge­
len Ortalar tamamen reddedilmişti. Rus Ortodoks kilisesi ta rafı n­
dan atılm ışlardı."
"Neden?"
"Kafirlerdi. G KVKC'ye gelen Ortalar yeni bir mezhepten­
di - hepsi Pentekostaldı. Bir şekilde Papaz Wayne' in Cennet
Ka pı ları'na bağlılardı. Sürekli onlarla görüşmek için Teksas'tan
gelen misyonerleri miz vardı . Her za man anlaşılmaz bir dilde ko­
nuşuyorlardı. Rus Ortodoks kilisesi bunun şeytan işi olduğunu
düşünüyordu."
"Peki bu Pentekostal Rus Ortodoks i nsanların kaç tanesi
G KVKC'ye geldi?"
"Tanrım, çok fazla. En az elli bin."
"GKVKC'de kaç Amerikalı vardı?"
"Yüz bine yakın."
"O zaman Ortalar orayı tam olarak nasıl ele geçirdi?"
"Bir sabah uya ndık ve hükümeti kurduğumuz Yen i
Washington'da Hükü met Meydanı'nın ortasına park edilmiş b i r

-263-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Airstream gördük. Ortolar onu oraya gece getirmiş ve hareket et­


tirilmesin diye tekerleklerini sökmüştü. Bunun bir protesto eyle­
mi olduğunu an ladık. Onlara arabayı oradan almalarını söyledik.
Reddettiler ve bir bildiri yayınladılar, Rusça. Sonra bu bildiriyi çe­
virdiğimizde, toplanıp gitmemizi ve yönetimi onlara devretmemi­
zi emrettikleri ortaya çıktı .
"Bu çok saçmaydı. Bu yüzden, Airstream'i oradan almak için
gittik, Gurov yüzünde pis bir gülümsemeyle bizi bekl iyord u."
"Gurov?"
"Evet. Sovyetler Birliği'nden gelen mü ltecilerden biri. Aşırı
dinciye dönüşmüş eski KGB generali. Ortoların kurduğu hükü­
metin Savu nma Bakanı gibi bir şeyd i . Gurov, Ai rstream'in ka pısını
açtı ve bize içindekilerden almamız için izin verdi."
"İçinde ne vardı?"
"Çoğunlukla bir sürü araç gereç; bir taşı nabilir jeneratör,
elektrik ka bloları, bir kontrol paneli ve bunun gibi şeyler. Ama
römorkun tam ortasında, yerde duran büyük, siyah bir koni var­
dı. Dondurma külahı şeklindeydi ama yaklaşık bir buçuk metre
uzunl uğundaydı, düzgün ve siyahtı. Onun ne olduğunu sordum.
Ve Gurov onun, bir bal istik füzeden aldıkları, on megaton ağır­
l ığında bir hidrojen bombası olduğunu söyled i . Başka soru var
mı?"
"Yani teslim oldun uz."
"Başka bir şey ya pamazdım."
"O hidrojen bombasının Ortaların eline nasıl geçtiğini biliyor
musun uz?"
Chuck Wrightson bel l i ki biliyordu. Akşam boyunca ald ığı en
derin nefesi aldı, verdi, başını salladı, Hiro'nun omzunun üstün­
den uzaklara baktı. Birasından birkaç büyük yudum aldı.
"Sovyetlerin bir güdümlü mermili denizaltısı vardı. Komutanın
adı Ovchinnikov'du. Dinine bağlıydı ama Ortolar gibi aşırı dinci
değild i. Yani, aşırı dinci olsaydı, bir güd ümlü mermili denizaltının
komutanlığını ona vermezlerdi, değil mi?"
"Tahminen."
"Psikolojik açıdan dengeli olman lazımd ı . O ne demekse. Ney­
se, Rusya'da olaylar bittikten sonra, bu çok tehl ikeli silah ona kal­
dı. O da, bütün tayfayı indirmeye ve denizaltıyı M ariana çukuruna
batırmaya karar verdi. Bütün silahları sonsuza kadar gömecekti.
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

"Ama bir şekilde, bir grup Orto'yu Alaska'ya kaçırmak için


bu den izaltıyı kullanmaya razı oldu. Onlar ve başka bir sürü
mü lteci Bering kıyısına akın etmeye başlam ıştı. Ve bu mü lteci
kamplarından bazılarında şartlar çok kötüyd ü . O bölgede çok
fazla gıda yetişmiyordu. Binlerce i nsan ölüyordu. Sahillerde açlık
çekerek du ruyor, bir geminin gelmesini bekliyorlardı.
"Bu yüzden Ovchinnikov, bu denizaltıyı - çok büyük ve çok
hızlı - zava l l ı mü ltecilerden bazılarını G KVKC'ye götürmek için
kullanmaya razı oldu.
"Ama doğal olarak, bil mediği bir sürü insanı gemisine alma
konusunda paranoyaları vardı. Bu nü kleer-denizaltı komuta nları,
belli sebeplerden ötü rü, güvenlik manyağıdır. Bu yüzden, çok katı
bir sistem kurdular. Gemiye binecek olan bütün mü lteciler metal
detektörlerden geçmek ve aranmak zorundaydı. Sonra Alaska'ya
kadar silahlı güvenlik gemisinin altında gideceklerdi.
"Katı Ortoların arasında Raven adında bir adam-"
"Onu tan ıyorum."
"Raven o nükleer denizaltıya bindi."
"Aman Ta nrım."
"Bir şekilde Sibirya kıyısına ulaştı - muhtemelen la net olası
kayağıyla sörf yaptı."
"Sörf mü yaptı?"
"Aleutlar adaların arasında kayakla dolaşıyordu."
"Raven Aleut mu?"
"Evet. Bir Aleut balina avcısı. Aleut'un ne olduğunu biliyor
musun?"
"Evet. Babam Japonya'da bir ta ne ta nıyordu," dedi Hiro. Ba­
basının eski hapishane-kamp hikayeleri Hiro'nun hafızasında
canlan maya başladı.
"Aleutlar kayakları nda kürek çeker ve dalgaları ka rşılar. Bir bu­
har gemisinden daha hızlı gidebil irler."
"Bunu bilmiyordum."
"Neyse, Raven bu mülteci ka mplarından birine gitti ve ken­
dini Sibiryal ı bir ka bile üyesi olarak ta nıttı. Sibiryalı ların bazıları­
nı bizim Kızılderili lerden ayıra mazsın. Görün üşe göre Ortoların,
kamplarda, Raven'ı sıranın başına alan müttefikleri vardı, bu yüz­
den denizaltıya binebildi."
"Ama bir metal detektör olduğunu söylemiştiniz?"

-265-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"İşe yaramadı. Raven cam bıça klar kullanıyor. Dökme camdan


kesiyor. Evrendeki en keskin bıçakla rdır."
"Bunu da bilmiyordum."
"Evet. Kenarları sadece tek bir molekül genişliğindedir.
Doktorlar bunları göz amel iyatı için kullanıyor - korneanı iz
bırakmadan kesebiliyorlar. Bu bıçaklardan yaparak geçinen
Kızılderililer var. Göz bisturileri kesiyorlar."
"Her gün yeni bir şey öğreniyorsu n. Bu tür bir bıçak, kurşu n­
geçirmez kumaşı delecek kadar keskindir, sa nırım," dedi Hiro.
Chuck Wrightson omuz silkti. "Raven'ın kurşungeçirmez ku­
maş giyen kaç adam öldü rdüğünü sayamadım."
"İ leri teknoloji bir lazer bıçak falan taşıdığı nı düşünmüştü m,"
dedi Hiro.
"Tekrar düşün. Cam bıça k. Denizaltıda ondaydı. Ya kaçak sok­
tu ya da bir ca m parçası bulup kendi kesti ."
"Ve?"
Chuck yeniden uzaklara baktı, birasından bir yudum aldı. "Bir
denizaltıda, bir şeylerin dışarı boşaltı lması imkansızdı r, bilirsin.
Hayatta kalanlar denizaltıda kanın diz boyu olduğunu iddia etti .
Raven herkesi öldürmüştü. Ortolar, esas mü rettebat ve gemide­
ki küçük kompartımanlara sığınan birkaç mü lteci ha riç herkesi.
Hayatta kalanlar," dedi Chuck, bir yudum daha alarak, "o gecenin
korkunç olduğunu söylüyor."
"Ve onları, den izaltıyı Ortaların mürettebatı na vermeye zor­
lad ı ."
"Kod iak açıklarında demir atmaya zorladı," dedi Chuck. "Or­
talar hazı rdı. Eski Deniz Kuvvetleri adamlarından oluşan bir mü­
rettebat kurmuşlardı, geçmişte nükleer denizaltılarda çalışmış
adamlar. Geldiler ve deniza ltıyı ele geçirdiler. Bize gelince, biz
böyle şeylerin olduğunu bilmiyorduk. Füze başl ı klarından biri
meydanda belirene kadar."
Chuck, H i ro'nun başı nın üstünden yuka rı baktı. Hiro omzuna
birinin hafifçe dokunduğu nu hissetti. "Affedersin iz, efendim," di­
yordu bir adam. "Bir san iyenizi alabilir miyim?"

-26&
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 40 -

Hiro arkasını dönd ü . Da lga lı, arkaya yatırılmış kızıl saçları ve


sakalı olan şişko, beyaz bir adamdı. Bir beysbol şapkası takmıştı,
şapkayı ters taktığı için alnındaki dövme görün üyordu:
DEGİŞKEN RUH HALİ
FARKLI IRKLARA DUYARSIZ

"Ne var?" dedi Hiro.


"Efendim, bu beyefend iyle konuşmanızı böldüğüm için özür
dilerim. Ama ben ve a rkadaşlarım merak ediyoruz. Tembel, süne­
pe, karpuz-yiyen, kara kıçlı bir zenci misiniz yoksa sinsi, hastalık
kapmış bir pislik misiniz?"
Adam uzandı ve beysbol şapkasının kenarını aşağı çekti. Şimdi
H i ro şapkanın önündeki Müttefik bayrağını görebiliyordu, 'Yeni
Güney Afrika Bayi Konsolosl uğu #153' kelimeleri işlenmişti .
Hiro ayağa ka l ktı, masa nın etrafı nda döndü, masayı kendisi
ve Yeni Güney Afrikalı arasına al maya çalışıyordu. Chuck hemen
ortadan kaybolmuştu, bu yüzden H i ro rahat bir şekilde sırtını du­
vara yaslad ı .
Ya klaşık bir düzine adam da masalarından ka lktı, Yeni G ü ney
Afrikalının a rkasına geçerek Müttefi k bayra kları ve favorilerden
oluşan bir birlik oluşturdu.
"Bir düşüneyim," dedi Hiro, "Şu hileli sorulardan mı?"
Girişte silahla rınızı bırakmak zorunda olduğunuz bir sürü Bü­
yük Salon va rdı. Bu onlardan biri değildi.
H i ro bunun iyi mi kötü mü olduğundan emin değildi. Silahlar
olmadan, Yen i G üney Afrika lılar onu ölesiye döverdi. Silahlarla,
H i ro da karşılık verebilirdi ama bu riskli ve sonucu ağır olabilirdi.
Hiro boynuna kadar kurşungeçirmezd i ama bu sadece, Yeni Gü­
ney Afri ka lıların onu kafasından vuracakları anlamına geliyordu.
Ve n işancılıklarıyla övünürlerdi. Bu onlar için bir saplantıydı.
"Yolun aşağısında bir YGA bayiliği yok mu?" dedi H iro.
"Evet," dedi, uzun, geniş bir gövdesi ve kısa baca kları olan bir
adam. "Orası cennet. Gerçekten öyle. Dünyada bir Yeni Güney
Afrika bayil iği kadar güzel bir yer yok."
"O za man, eğer sormamda bir sakınca yoksa," dedi Hiro, "o
kadar güzelse, neden yum urta kesenize geri dönüp orada takıl­
mıyorsun uz?"
-267-
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

"Yeni Güney Afrika'da bir problem var," dedi adam. "Vatanse-


ver olmamakla alakası yok ama doğru ."
"Peki neymiş o problem?" dedi Hiro.
"Ağzını burn unu kıracak zenci, pislik ya da Ya hudi yok."
"Ah. Bu bir problem," dedi Hiro. "Teşekkür ederi m."
"Ne için?"
"Amacınızı söylediğiniz için - bana bunu yapma hakkı verdi­
ğiniz için."
Sonra Hiro onun kafasını kesti.
Başka ne yapabilirdi ki? En az on iki adam vardı. Son çı kışı da
ka pattıklarını belli ettiler. Amaçlarını söylediler. Ve muhtemelen
hepsinin silahı vardı. Ayrıca, Cankurtarana bindiğinde böyle şey­
ler on san iyede bir olacaktı .
Yeni Güney Afrikalı b u n u n olacağını bilm iyordu a m a Hiro
katanayı onun boynuna doğru sallarken karşı lık vermeye başla­
mıştı . Bu yüzden kafası kesildiğinde geriye doğru uçuyordu. Bu
iyiydi çünkü kan akışının neredeyse yarısı, boynunun üstünden
yukarı doğru fışkırdı. Çift motorlu jetler, her karotisten bir tane.
Hiro'nun üstüne bir damla bile sıçramadı.
Metaevrende, yeterince hızlı sallarsanız kılıç içinden geçiyor­
du. Burada Gerçekli kte, kılıcı Yeni Güney Afrikalının boyn una vur­
duğunda Hiro güçlü bir şok bekliyordu ama hiçbir şey hissetmed i.
Kılıç doğrudan boynun içinden geçti, neredeyse savru lup duvara
çarpıyordu. Şansı yaver gitmiş ve omurlar arasındaki bir boşluğa
vurmuş olmalıydı. Hiro a ntrenmanlarının karşı lığını alıyordu, tu­
haf bir şekilde. Kılıcı sıkmayı, durdurmayı un uttu; zaten bu bece­
ri ksizceydi.
Bunu bekliyor olsa da, bir an irkildi. Avata rlara böyle bir şey
ol muyord u. Sadece yere düşüyorlardı. Şaşırtıcı derecede uzun bir
süre, sadece orada dikildi ve adamın bedenine baktı . Bu sırada,
fışkıran kan bulutu zemini arıyordu, tava ndan ve barın a rkasın­
daki raflardan aşağı damlıyordu. Orada otu ra n ve yavaş yavaş
votkasını içen bir şarapçı, bardağındaki eti l alkolün içinde ölen
trilyon larca kırmızı hücrenin oluşturduğu ga laktik helezona baka­
rak irkildi ve titrem eye başlad ı.
Hiro, Yeni G ü ney Afrika lılarla uzun uzun bakıştı, sanki bardaki
herkes şimdi ne olacağı na dair bir fi kir birliğine varmaya ça l ışı­
yord u . G ü lmeli miydi? Fotoğraf m ı çekmel iyd i? Kaçmalı mıydı?
Ambulansı mı aramalıydı?
Hiro, insanların masalarının üstünden koşarak çı kışa yöneldi.
268
- -
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

Bu kaba bir hareketti ama diğer müşteriler geri çekildi, bazıları


biraları nı masadan alacak kadar hızlı davrandı ve kimse ona zor­
luk çıkarmadı. Çıplak katananın görüntüsü herkesi bir Japon ne­
zaketi ne teşvik etti . Hiro'nu n yolunu kapatan bi rkaç Yeni Güney
Afrikalı vardı ama birilerini durdurmak isted iklerinden değildi.
Sadece şoka girdi kleri için orada duruyorlardı. Hiro, refleks ola­
rak, onları öldürmemeye karar verdi.
Ve Büyük Salonun parlak ana caddesine çıktı; siyah yaratık­
ların, e llerinde sivri şeylerle, dölyatağına giden karanlıkta ka lmış
spermler gibi koşuşturduğu, titrek loglolardan oluşan bir tünel.
Bunlar İ nfazcılardı.
Gargoyle za manıyd ı. Hiro her şeyi açtı : kızı lötesi, mili metrik
da lga radarı, çevresel sesleri işleme cihazı. Kızılötesi bu şartlar al­
tında pek işe yaramıyordu ama radar bütün silahları gösteriyor,
onları marka, model ve cephane ti pine göre tanımlıyord u. Hepsi
ta m otomatikti.
Ama İ nfazcı lar'ın ve Yeni Güney Afrika l ı ların Hiro'nun, üstün­
den kan ve omurilik sıvısı damlayan katanasını görmek için rada­
ra ihtiyacı yoktu.
Vitaly Chernobyl and the Meltdowns'un müziği etrafta ki kötü
hoparlörlerde patlıyordu. Bu onların Billboard listelerine giren ilk
single'la rıydı, "My Heart is a Smoking Hole in the G round." Çev­
resel sesleri işleme cihazı, müziği daha makul bir seviyeye indi rdi,
hoparlörlerden gelen kötü gürü ltüyü çı kard ı, böylece Hiro
şarkıda ev arkadaşının sesini duyabildi. Her şey gerçeküstüyd ü .
Burada yaba ncı g i b i hissediyordu. Bu raya ait değild i. Biokütlenin
içinde kaybolmuştu. Eğer adalet varsa, o hopa rlörlerin içine girip
dijital bir peri gibi ka bloları takip edebilir, L.A.'e, ait olduğu yere
gidebi lir, Vitaly'ye bir içki ısmarlayabilir ve Japon şiltesinin içine
kıvrı labilirdi.
Sırtına korkunç bir şey olmuş gibi öne doğru sendeledi. Yüz
tane yuvarlak çekiçle masaj yapılıyor gibi h issetti. Aynı anda, sarı,
titrek bir ışık logloları bastırdı. Bağıran bir kırmızı görüntü, veri
gözl üklerinde ya nıp sönmeye başladı, milimetrik dalga radarının
ona doğru gelen birkaç kurşun fark ettiğini haber veriyor ve nere­
den geldiğini öğrenmek isteyip istemediğini soruyordu.
Hiro, bir makineli tüfek patlamasıyla sırtından vuruldu. Kur­
şunların hepsi yeleğine gelmiş ve yere düşmüştü ama yine de
ka burgalarının yarısını kırmış ve birkaç iç organını zedelemişti .
Arkasını döndü, canı yandı.
-269-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

İnfazcı kurşunları bırakmış, başka bir silah çekmişti. Hiro'nun


gözl ü kleri böyle diyord u: PASİFİK İN FAZCI DONAN I M I . MODEL SX-
29 YAKALAMA Cİ HAZ! (YAPIŞTI RICI SİLAH!). En başta kullanması
gereken buyd u.
Boş bir tehdit olarak kılıç taşıyamazd ınız. Birini öldürme ni­
yetiniz yoksa, kılıcı çekmemeliydiniz. Hiro, katanasını kaldı rarak
İnfazcıya doğru koştu. İnfazcı doğru şeyi yaptı, yani yolundan
çekildi. Katananın gümüş şeridi kalabalığın üstünde parladı. Bu,
İnfazcı ları çekti ve diğer herkesi geri püskürttü. Bu yüzden, Büyük
Salon un merkezinde koşarken, önünde kimse yoktu, sadece
arkasında birkaç tane karanlık yaratık vardı.
Veri gözlüklerindeki bütün teknolojik zımbı rtıları kapattı çün­
kü tek yaptığı onun kafasını karıştı rmaktı; orada durmuş kendi
ölümünün istatisti klerini okuyordu. Çok post-modern. Etrafında­
ki bütün insanlar gibi onun da Gerçekliğin içine dalmasının zama­
nı gelmişti.
Kısa mesafe değilse ya da ca nları sıkkın değilse, İnfazcılar bile
büyük silahları n ı kalabal ığın içinde ateşlemezdi . Birkaç yapıştırıcı
Hiro'nun yanından geçti, kenarda duran insanlara ya pıştı ve onla­
rı yapışkan örümcek ağlarıyla sarmalad ı .
Üç boyutlu atari salonu ve sıkıntıdan patlayan fa hişelerle dolu
vitri nin arasında bir yerde, Hiro'nun gözleri açıldı ve bir mucize
gördü: şişme evin çı kışı; kapılar serin geceye sentetik bira nefesi
ve püskürtülmüş vücut sıvı ları üflüyordu.
Kötü şeyler ve iyi şeyler art arda geliyordu. Sıradaki kötü şey,
bir çelik parmaklığın inip kapıları kapatmasıydı.
Bu nasıl olabiliyordu? Bu bir şişme binayd ı . Hiro bir süreliğine
radarı açtı, duvarlar sanki düşüyor ve görü nmez hale geliyor gibi
görü ndü; şimdi duvarların ötesini, dışarıdaki çelik orma nını gö­
rebiliyordu. Motorunu bıraktığı otopa rkın yerini belirlemek uzun
sü rmed i, muhtemelen hala birkaç silahlı görevlinin koruması al­
tındaydı.
Hiro geneleve girer gibi yaptı, sonra duvardaki açık bir kısma
yöneldi. Binanın dokusu sertti ama katanası tek bir kaydı rma ha­
reketiyle iki metrelik bir ya rık oluşturdu. Sonra Hiro o delikten
dışarı çıktı.
Ondan sonra - Hiro motosikletine, Yeni G ü ney Afrikal ılar her
türlü arazide gidebilen kamyonlarına, İnfazcılar parlak siyah ara­
balarına bindikten ve hepsi otoyola çıktıktan sonra - ondan son­
rası sadece bir kovalama sahnesiydi.
-270-
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

- 41 -

Y.T. kariyeri boyunca birçok acayip yere gitmişti. Onlarca ü l ke­


nin vizesi göğsüne yapıştı rılmıştı. Gerçek ülkelerin yanı sıra, Ter­
minal lsland Metruk Bölge ve G riffith Park'taki ka mp alanı gibi
büyüleyici tatil yerlerinden teslimat almış veya bu yerlere tesli­
mat ya pmıştı. Ama bu yeni iş de çok tuhaftı: biri ondan Amerika
Birleşik Devletleri'ne bir şey götürmesini istiyord u. İş emri böyle
söylüyordu.
Büyük bir teslimat değildi, sadece A4 boyutunda bir zarftı.
"Bunu postalamak istemediğine emin m isin?" diye sordu
adama, zarfı alırken. Garip ofis bölgeleri nden birindeydi. Ofisle­
ri, telefonları ve araç gereçleri olan ama hiçbir şey ya pm ıyor gibi
görünen değersiz işletmelerin olduğu bir yerleşim bölgesi gibiydi.
Bu kinayeli bir soruydu, ta bii ki. Posta, Federal Bölgesi hariç
hiçbir yerde çalışmıyordu. Bütün posta kutuları sökülmüş ve nos­
talji manyaklarının evlerini süslemek için kullanı lmıştı . Ama bu
bir şakaydı da çünkü gidilecek yer Federal Bölgesi'nin ortasındaki
bir binaydı. O yüzden: Federallerle iş ya pmak istiyorsa nız, neden
onların boktan posta sistemini kullanmıyord unuz? Bir Kurye gibi
çok havalı bir şeyle iş yaparak onların gözlerinde kusur işlemiş
olmaktan mı korkuyordunuz?
"Bu raya posta gelmiyor, değil mi?" dedi adam.
Ofisi tarif etmenin bir manası yoktu. Ofisi göz küresine kay­
detmenin ve beynindeki değerli hafızada boşu boşuna yer kap­
lamasının da bir manası yoktu. Flüoresan ışıklar ve üstlerine halı
yapıştı rılmış ara duvarlar. Bir renk şeması. Ergonomik boklar. Ruj­
lu kızlar. Fotokopi kokusu. Her şey çok yeniydi.
Zarf, adamın masasının üstünde duruyordu. Onu da tarif et­
menin bir manası yoktu. Güney ya da Teksas şivesi vardı. Za rfı n
kenarı, masanın kenarına paraleldi, her iki kenardan da tam ola­
rak üç santimetre boşluk bırakılmıştı. Sanki bir doktor gelmiş ve
zarfı cımbızla masanın üstüne yerleştirmişti. Üstünde bir adres
vardı: ODA 968A, POSTA VARIŞ NOKTASI MS-1569835, BİNA LA-6,
AMERİKA Bİ RLEŞİK DEVLETLERİ.
"İade adresini yazacak mısın?" dedi.
"Buna gerek yok."

-271-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Eğer teslim edemezsem sana geri getiremem. Çü nkü bu yer-


lerin hepsi bana aynı geliyor."
"Önem li değil," dedi adam. "Oraya ne zaman u laştırırsın?"
"Maksimum iki saatte."
"Neden o kadar uzun sürüyor?"
"G ümrük, adamım. Federaller herkes gibi sistemlerini mo­
dernleşti rmedi." Bu yüzden çoğu Ku rye, Federa l Bölgesine tesli­
mat yapmamak için her şeyi yapard ı . Ama bugün yavaş bir gündü,
Mafya gizli bir görev için henüz onu aramamıştı ve belki annesini
öğle a rasında yakalayabilirdi.
"İsmin neydi?"
"İsimlerimizi söylemeyiz."
"Bunu kimin teslim ettiğini bilmem gerek."
"Neden? Önemli olmadığını söylemiştin."
Adam gerçekten bocaladı. "Tama m," dedi. "Unut gitsin. Sade­
ce teslimatı yap, lütfen ."
Ta mam, öyle olsun, dedi Y.T. kendi kendine. Kendi kendine sü­
rekli bir şeyler söylerdi. Adam bariz sapıktı. Çok belliyd i. 'İsmin
neydi' mi?
İsimler önemli değildi. Kuryelerin birbirlerinin yerine geçebil­
diğini herkes bilirdi. Sadece bazıları daha hızlı ve daha iyi olabi­
liyordu.
Ofisten kaykayıyla çıktı. Her şey çok anonimdi. Hiçbir yerde
bir şi rket logosu yoktu. Bu yüzden, asansörü beklerken bu a rama­
yı kimin yaptığını öğrenmek için RadiKS' i a radı.
Birkaç dakika sonra, ofis bölgesinden çıkm ış, güzel bir Merce­
des'e ya pışmışken cevap geldi: Rife İ leri Düzeyde Araştırma Pro­
jeleri. RİDAP. Şu ileri teknoloji ekiplerinden biri. Muhtemelen
hükü metle irti bata geçmeye çal ışıyorlardı. Muhtemelen Federal­
lere sfigmomanometre satmaya çalışıyorlardı ya da öyle bir şey.
Peki, Y.T. sadece teslimatı yapacaktı. Bu Mercedes' in çok ya­
vaş gittiğini fa rk etti, o yüzden bir dağıtım kamyonuna yapıştı. Gi­
diş şekline bakılırsa, boş olmalıyd ı, bu yüzden muhtemelen hızlı
gidecekti.
On saniye sonra, tahmin edildiği gibi, Mercedes sol şeritten
hızla geçti. Y.T. ona ya pıştı ve onunla birkaç kilometre ilerledi.
Federal Bölgesi'ne girmek zahmetli bir işti. Çoğu Federal, ya­
pışması zor olan küçük, plastik-ve-alüminyum a rabalar ku llanı-

-272-
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

yordu. Ama en sonunda bir tanesini yakaladı, yapıştırılmış pen­


cereleri ve üç-sil indirli motoru olan küçük bir araba onu Bi rleşik
Devletler sınırına kadar götürd ü .
Bu ülke küçüldükçe, insa nlar daha d a paranoyaklaşıyordu. Bu­
günlerde, gümrük çalışanları çekil mezdi. On sayfalık bir belge im­
za lamak zorundaydı - ve gerçekten zorla okutuyorlardı. Belgeyi
okumasının en az yarım saat süreceğini söylüyorlardı.
"Ama iki hafta önce okudum zaten."
"Değişmiş olabilir," dedi görevli, "o yüzden tekrar okumak zo­
rundasın."
Temelde, Y.T.'nin bir terörist, komünist (o ne demekse), homo­
seksüel, ul usal sembollere saygısız, porno taciri, yardım isteyen
asa lak, fa rklı ırklara duyarsız, bulaşıcı hasta l ı k taşıyan ya da gele­
neksel aile değerlerine karşı bir ideolojiyi savunan biri ol madığını
tasd ik ediyordu. İlk sayfadaki kelimelerin tanımlarını uzun uzun
anlatıyordu.
Y.T. yarım saat boyunca küçük odada oturdu, birkaç iş yaptı
- eşya larını kontrol etti, küçük cihazlarındaki bataryaları değiştir­
di, tı rnaklarını temizledi, kaykayı nın bakı m işlemlerini yapmasını
bekledi. Sonra belgeyi imzalayıp adama verd i. Ve artık Federal
Bölgesi'ndeydi.
Yeri bulmak zor olmadı. Tipik bir Federal binası - bir milyon
merdiven. Sanki bir merdiven dağının tepesi ne ya pılmıştı. Sütun­
lar. Binada, normalden daha fazla erkek vardı. Kayga n saçlı bo­
dur adamlar. Bir tür pol is binası olma lıydı. Ön kapıdaki bekçi tam
bir pol isti, zorluk çıkarıp içeri girişte kaykayı nı bırakmasını istedi.
Sanki kaykayları bırakacak güvenli bir yerleri vardı.
Polisle uğraşmak gerçekten zordu. Ama önemli değildi.
"O zaman zarfı al," dedi. "Ka hve molanda dokuzuncu kata sen
çıkarırsın. Ne yazık ki merdiven çıkmak zoru ndasın."
"Ba k," dedi, ta mamen bezmişti, "burası YOG HK. Yani, merkez
gibi bir şey. YOGHK merkezi. Anladın mı? Bu kapının bir buçuk
metre önünde olan her şey ka meraya kaydedilir. İnsanlar bu bi­
nanın önünde ka ld ırıma tükü rmez. Küfür bile etmez. Kaykayını
kimse çal mayacak."
"Bu daha da kötü . Ça lacaklar. Sonra ça lmadıklarını, el koyd uk­
larını söyleyecekler. Siz Federalleri bilirim, her za man bir şeylere
el koyuyorsu nuz."
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Adam iç geçirdi. Sonra gözleri başka bir tarafa baktı ve bir süre
sustu. Y.T., onun kulağının içine yerleşti rilmiş küçük kulaklığına -
gerçek bir Federalin sembolü - bir mesaj geldiğini anladı.
"İçeri girebilirsin," dedi. "Ama imza atmak zorundası n."
"Doğal olarak," dedi Y.T.
Polis ona imza kağıdını verdi, aslında kağıt değil elektronik ka­
lemi olan bir dizüstü bilgisayardı. Ekrana "Y.T." yazdı, i mza dijital
bir ikil eşleme dönüştü, zaman damgası otomatik olarak onayladı
ve Federal Merkez'deki büyük bilgisayara gönderdi. Soyunmadan
metal detektörden geçemeyeceğini biliyordu bu yüzden polisin
masası nın üstünden atladı - polis ne yapacaktı ki, vuracak mıydı?
- ve kolunun altında kaykayla binaya girdi.
"Hey!" dedi polis, çaresizce.
"Ne, dişi Kuryeler ta rafından sald ırılan ve tecavüz edilen
YOG H K aja nları nız mı var?" dedi, asansör düğmesine sertçe vu­
rurken.
Asansör beklemek çok uzun sürdü. Y.T. daha fazla sabredeme­
di ve bütün diğer Federaller gibi merdiven lerden çıktı .
Adam haklıydı, dokuzuncu kat kesinlikle Polis Merkezi'yd i.
Görd üğünüz güneş gözlüklü ve kaygan saçlı ü rkütücü adamla­
rın hepsi buradaydı, hepsinin kulaklarından aşağı inen ten rengi,
kıvrık kabloları vardı. Birkaç kadın Federal bile vardı. Erkeklerden
daha korkutucu görü nüyorlardı. Bir kad ının, profesyonel görü n­
mek için saçlarına yapabileceği şeyler - Tanrı m ! Neden sadece
bir motosiklet kaskı giymiyorlardı? En azından sonra onu çıkara­
bilirlerdi.
Federal lerin hepsi, kadın ya da erkek fark etmeksizin, güneş
gözlüğü takıyordu. Onlarsız çıplak görünüyorlardı. Pantolonsuz
dolaşmak gibiydi. Bu Federalleri ayna gözlükleri olmadan gör­
mek, yanlışlıkla erkeklerin soyunma odasına gi rmek gibiydi.
968A nu maralı odayı kolayca buldu. Neredeyse bütün kat, bü­
yük masalarla doluyd u. Bütün gerçek, nu maralı odalar köşeler­
deydi, kapıları buzlu camda ndı. Ü rkütücü adamların her birinin
kendine ait bir masası vardı, bazıları masalarının etrafında boş
boş dolaşıyor, bazıları da başka ü rkütücü adamların masalarında
doğaçlama konferans veriyor ya da koridor koşusuna çıkıyordu.
Beyaz gömlekleri fena halde temizdi. Y.T.'nin beklentisinin aksi­
ne, omuzlarında silah kılıfı taşıyan çok kimse yoktu; muhtemelen

- 274
-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

bütün silahlı Federaller, eskiden Alabama ya da Chicago olan yer­


lerde, şu an bir Al-Git ya da bir zehirli atık çöplüğü haline gelmiş
Bi rleşik Devletler topraklarını haczetmeye çalışıyord u.
Oda 968A'ya girdi. Bir ofisti. Dört tane erkek Federa l buraday­
dı, diğerlerine benziyorlardı ama bunlar biraz daha uzun boyluy­
du ve kırk ya da elli yaşları ndaydı.
"Bu odaya bir teslimat var," dedi Y.T.
"Sen Y.T. misin?" dedi masada oturan baş Federal.
"Ad ımı bil memeniz gerekiyordu," dedi Y.T. "Adımı nereden bi­
liyorsunuz?"
"Seni tanıdı m," dedi baş Federal. "Anneni tanıyoru m."
Y.T. ona inanmadı. Ama bu Federallerin bir şeyleri öğrenmek
için türlü türlü yöntem leri vardı.
"Afga nistan'da hiç akrabanız var mı?" dedi Y.T.
Ada mlar, onun ne dediğini anladınız mı dercesine birbirlerine
baktı . Ama zaten anlaşı lmak amacıyla söylenmiş bir cümle de­
ği ldi. Asl ında, Y.T.'nin üniformasında ve kaykayında her türlü ses
tanıma aygıtı vardı. "Afga nistan'da hiç akrabanız var mı?" cümlesi
parola gibi bir şeydi ve casus cihazına hazırlanmasını, yerleşme­
sini, kontrollerini ya pmasını, elektronik kulaklarını dört açmasını
söylüyordu.
"Bu zarfı istiyor musun uz, istemiyor musu nuz?" dedi.
"Ben alayım," dedi baş Federal, ayağa kal ktı ve elini uzattı.
Y.T. oda nın ortasına geldi ve zarfı ona verdi. Ama adam zarfı
almak yerine, son anda atıldı ve Y.T.'nin kolunu tuttu.
Y.T. onun diğer elinde açık bir kelepçe gördü. Adam kelepçeyi
uzattı, Y.T.'nin bileğine taktı ve kilitledi.
"Bunu yaptığım için üzgünüm Y.T. ama seni tutuklamak zoru n­
dayım," diyordu.
"Ne yapıyorsun sen?" diyordu Y.T. Diğer bileği ni de kelepçe­
lememesi için boş kolunu masadan uzak tutuyordu ama d iğer
Federallerden biri o bileğini de yakaladı. Şimdi iki iri Federal ara­
sındaki gergin bir ip gibi uzanmıştı.
"İşiniz bitti," dedi Y.T.
Adam ların hepsi, cesur bir kızdan hoşla nmış gibi gülü msed i.
"İşiniz bitti," dedi ikinci kez.
Bütün cihazlarının duymayı beklediği anahta r cümle buydu.
İ ki nci kez söylediğinde, bütün savu nma araçları ortaya çıktı, bir-

-275-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

kaç bin voltluk yüksek frekanslı elektrik, kelepçelerinin dışından


aktı .
M asanın arkasındaki baş Federal, midesinden gelen b i r hırıltı
çıkardı. Y.T.'den uzaklaştı, sağ tarafı spastik bir şekilde titriyordu,
sanda lyesine takı lıp duvara doğru düştü ve başını mermer pence­
re pervazına çarptı. Diğer kolunu tuta n salak, diğer adamlardan
birinin yüzüne yanlışl ıkla çarparak ve ona da bir miktar elektrik
vererek yere uzandı. İ kisi de kuduz kediler gibi yere düştü . Bir
tane adam ka lmıştı ve o da ceketinin altına doğru uzanıyordu.
Ona doğru bir adım attı, kolunu salladı ve kelepçenin boşta ka lan
tarafı onun boynuna çarptı. Aslında sadece bir okşamaydı ama
Şeyta nın elektrikli baltası gibi etki etti. Elektrik, adamın omurga­
sına kadar indi ve adam birdenbire, birkaç eski, ahşap, boktan
sandalyenin üzerine uzandı, silahı bir çocuk oyunundaki fı rıldak
gibi yerde dönüyordu.
Y.T. bileğiyle bir bükme hareketi yaptı ve şok tabancası kolu­
nun içinden eline düştü. Diğer elinde sallanan kelepçe de o ta raf­
ta aynı etkiyi yapacaktı. Sıvı M uşta kutusunu da çıkardı, spreyin
ucunu geniş bir açıda tuttu.
Federal lerden biri onun için ofis kapısını açacak kadar nazikti.
Çoktan çektiği silah ıyla odaya girdi, arkasında ya rım düzine adam
daha vardı. Y.T. onlara Sıvı Muştayı fırlattı. Puff! Böcek ilacı gibiydi.
Yere düşen beden ler, büyük davullar gibi ses çıkarıyordu. Kayka­
yının yerdeki bedenler arasında yolunu bulmakta zorlanmadığını
gördü, sonra da odadan çıktı . Bu adamlar her taraftan geliyordu,
inanılmaz derecede fazlaydılar. Y.T. Sıvı M uştanın tuşuna basılı tu­
tarak, ayağıyla hız kazan maya çalışarak bedenlerin ol uşturduğu
halının üzerinde ilerledi. Federallerden bazı ları arkadan yetişecek
kadar hızlıydı ama Y.T. onların sinir sistemlerini kızgın tel örgülere
çeviren ama başka bir etkisi ol mayan şok tabancasıyla hazır bek­
liyordu.
Sıvı M uşta bittiğinde yolun üç çeyreğini kat etmişti. Ama Sıvı
Muşta bir iki san iye daha işe yaradı çünkü i nsanlar ondan korku­
yor, bir şey fırlatmasa bile yoldan çeki liyorlardı. Sonra birkaç ta­
nesi bunu anladı ve onu bileklerinden yakalama hatasına düştü.
Birini şok tabancasıyla, diğerini de elektrikli kelepçeyle haklad ı .
Sonra arkasında onlarca yaralı bırakarak ka pıdan çıkıp merdiven­
lere ulaştı. Bunu hak etmişlerdi, onu d üzgün bir şekilde tutukla-

-276-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

mayı denememişlerdi bile.


Yürüyen biri için merdivenler bir engeld i. Ama akıllı tekerlek­
ler için, sadece kırk beş derecelik açısı olan bir ra mpa gibi gö­
rün üyordu. Biraz dolambaçlıydı, özel likle ikinci kata inene kadar
kazandığı hızla, ama kesinlikle yapılabilirdi.
Şansına, ilk kattaki pol islerden biri, tam da merdiven
boşluğu kapısını açıyordu, histerik bir ses d uvarı ol uşturmaya
başlamış a larm zillerinin senfonisiyle alarma geçtiğine şüphe
yoktu. Ada mın yanından hızla geçti; adam bir koluyla uzanıp
onu du rdu rmaya çal ıştı, bunu yaparken onun beline çarptı,
dengesini bozdu ama bu çok hoşgörül ü bir kaykaydı, onun için
yavaşlayacak kadar akıllıyd ı . Asansör girişinden geçti, arkasında
özgürlük ışığının parladığı metal detektörün tam ortasından
geçmeyi hedefl edi.
Kapıdaki polis arkadaşı ayağa kalktı ve metal detektörün önü­
ne geçecek kadar hızlı davrandı. Y.T. ona doğru gidiyor gibi yaptı,
sonra son anda kaykayın kenarını tekmeledi, başparmağı düğme­
leri nden birine bastı, bacaklarını altına katladı ve havaya zıpladı.
Y.T. masanın üstünden atlarken, kaykay da masanın altından geçti
ve bir saniye sonra kaykayın üstüne indi, biraz sendeledi, sonra
dengesini kurdu. Girişteyd i, kapılara doğru gidiyordu.
Bu, eski bir binaydı. Kapıların çoğu metaldi. Ama birkaç tane
döner kapı da vardı, büyük ca m ta bakaları.
Eskiden kaykaycılar arada sırada fa rkında olmadan cam du­
varlara çarpardı, bu bir problemdi. Kuryelik olayı ve cam duvar­
ların konsept olarak kullanıldığı ofis tipi ortamlarda kaykaycıla­
rın hızlı gitmek için çok zaman harcamaya başlamasından sonra
daha büyük bir probleme dönüştü . Bu yüzden, bunun gibi pahalı
bir kaykay üstünde, ekstra bir güvenlik özel liği bulabi liyordunuz,
Rad iKS Şok Dalgası Fırlatıcısı. Çok hızlı ça l ışıyordu, bu iyiydi, ama
sadece bir kez kullanabi liyordunuz (gücünü bir atımlık patlayıcı­
dan al ıyord u), sonra tekrar taktırmak için kaykayınızı mağazaya
götürmek zoru nda ka lıyordu nuz.
Bir acil d u rum cihazıydı. Bir panik d üğmesi. Ama önemli değil-
di. Y.T. cam döner ka pılara doğru gittiğinden emin old uktan son­
ra, d üğmeye bastı .
Sanki - Tanrım - bir stadyu mun üzeri ne branda seri p devasa
bir davu l ya pmışsı nız ve bir Boeing 747 ile ona çarpmışsınız gi biy-

- 277 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

di. İç organlarının birkaç santim kaydığını hissedebiliyordu. Ka lbi


karaciğeriyle yer değiştiriyordu. Ayak tabanları uyuşmuştu, karın­
calanıyordu. Ve şok dalgasının yörüngesinde bile durmuyordu.
Döner kapılardaki emniyet camı, hayal ettiği gibi kırılıp yere
düşmedi. Kenarlarındaki dem irlerden ayrıldı. Binanın dışına, ön
merdivenlere fırladı. Bir saniye sonra Y.T. de dışarı çıktı.
Binanın önündeki beyaz mermer merdivenlerin anlamsız ba­
samakları onun için sadece daha fazla rampa demekti . Kaldırıma
ulaştığında, Meksika'ya gidecek kadar hız kazanmıştı.
Geniş caddede, üstünden atlaması gerekecek olan gümrü k
noktasına doğru giderken, b i r şey o n a yukarı bakmasını söyledi.
Çünkü sonuçta, biraz önce kaçtığı bina üstünden yükseliyordu,
her katta bir sürü Federal vardı ve bütün alarmlar çalıyordu. Pen­
cerelerin çoğu açılamıyordu, sadece dışarı bakmaya yarıyordu.
Ama çatıda insanlar vardı. Çatı aslında bir anten ormanıydı. Orası
bir ormansa, bu adamlar da ağaçlarda yaşayan korkunç, küçük
cinlerdi. Harekete hazırlard ı, güneş gözl ü klerini takm ışlardı, si­
lahları vardı ve hepsi ona bakıyordu.
Ama sadece bir adam nişan al ıyordu. Ve elindeki şey koca­
mand ı . Namlusu bir beysbol sopası uzunluğundaydı. Silahtan çı­
kan namlu alevini görebiliyordu, ani bir beyaz duman halkası yük­
seldi. Silah ona doğrultulmamıştı; onun önüne doğrultu lmuştu.
Şok mermisi yere, tam önüne düştü, havaya sıçradı ve altı
metre yükseklikte patladı.
Sonraki saniyede, onu kör edecek parlak bir ışık olmadı, bu
yüzden, şok dalgasının mükemmel bir dereceyle dışarı doğru ya­
yılışını gerçekten görebildi, bir buz topu kadar sert ve somuttu.
Kürenin sokakla birleştiği yerde, yuvarlak bir dalga oluştu, çakıl
taşları etrafa sıçradı, eski McDonald's konteynırlarını havaya fı r­
lattı, kaldırımdaki küçük çatlakların hepsinden una benzer bir
toz çı kardı. Böylece önündeki yolu mikroskobik bir kar fırtınası
gibi süpürdü. Yukarıda, şok dalgası havada duruyordu, hızla ona
doğru gelmeye başladı, diğer ta raftaki her şeyi donuklaştıran ve
eğrilten bir mercek. İçinden geçecekti.

-278-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 42 -

Hiro sabah beşte motosikletiyle tepeyi aştığında, Port Sher­


man, Oregon birden önünde göründü: uzun zaman önce, bir je­
olojik oral seks döneminde, kayaların aşınmasıyla oluşmuş geniş,
U şeklinde bir vad inin içine sarmalanmış sarı bir loglo ışığı. Yağ­
mur ormanlarına doğru giden uçların etrafında bir altın tozu ışığı
vardı, limana - Oregon'un düz sahil kıyısına yapılmış, uzun, dar,
hal içvari bir gi rinti, Japonya'ya uza nan derin bir siyah su çukuru -
yaklaştıkça a rtıyordu.
On mil öteden ve bir mil yüksekten bile, hoş bir manzara de­
ğildi. Liman bölgesinin ilerisinde, Hiro birkaç kırmızı nokta göre­
biliyordu, sarıdan daha iyiydi. Keşke yeşil ya da mavi ya da mor
bir şeyler görebilseydi ama o zevkli renklerle süslenmiş bir bölge
yok gibi görü nüyord u.
Ama zaten bu da zevkli bir iş deği ldi.
Yolun yarım mil dışına çı ktı, açık bir alanda düz bir taşın üstü-
ne oturdu ve Metaevrene bağla ndı.
"Kütüphaneci?"
"Evet, efendim?"
"inan na."
"Sümer mitolojisinden bir kişilik. Sonraki kültürler onu lshta r
ya da Esther diye ta nırd ı ."
"İyi tanrıça mı, kötü tanrıça mı?"
"İyi. Sevilen bir tanrıça."
"Enki ya da Asherah'yla bir ilişkisi var mıydı?"
"Çoğu nlukla Enki ile. O ve Enki'nin arası bazı zamanlar iyi, bazı
zamanlar kötüydü. lnanna bütün büyük me'nin kra liçesi olarak
bilinirdi."
"Me'nin Enki'ye ait olduğunu sanıyordum."
"Öyleydi. Ama inan na, Abzu'ya gitti - Enki'nin me'yi sakladığı
Eridu şehrinin su kalesi - ve Enki'nin bütü n me'yi ona vermesini
sağladı. Me medeniyetler arasında böyle yayıldı."
"Su kalesi, ha?"
"Evet, efendim."
"Enki bunu nasıl ka rşılad ı?"
"Onları ona isteyerek verdi, çünkü anlaşılan o ki sarhoştu ve

-279-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

l nanna'nın fiziksel cazibesine kapılmıştı. Ayıldığında, onu kovala­


yıp me'yi geri a lmayı denedi ama l nanna onu zekasıyla alt etti."
"Şimdi göstergelere bakalım," diye mırıldandı Hiro. "Ca nkur­
taran, L. Bob Rife'ın su kalesi. Her şeyi ni orada sakl ıyor. Bütün
me'sini. Juanita Astoria'ya gitti, bi rkaç gün önce Cankurtarana en
çok ya klaşabileceğin yer orasıydı. Sa nırım Juanita bir lnanna ol­
maya çalışıyor."
"Başka popüler bir Sümer efsa nesinde," dedi Kütüpha neci,
"lnanna cehenneme iniyor."
"Devam et," dedi Hiro.
"Bütün me'yi alıp dönüşü olmayan topraklara giriyor."
"Harika."
"Cehennemden geçiyor ve Ölüm tanrıçası Ereshkigal tarafı n­
dan yönetilen tapı nağa ulaşıyor. Kendini fa rklı göstererek i lerliyor.
Her şeyi gören Ereshkigal bunu çabucak anlıyor ama ta pı nağa gir­
mesine izin veriyor. lnanna içeri girerken, giysileri, mücevherleri
ve me ondan alınıyor ve çırılçıplak bir halde Ereshkigal ve ölüler
diyarının yedi hakiminin önüne getiriliyor. Hakimler 'gözl erini di­
kip ona bakıyor, ölümün gözleri. lnanna bir cesede dönüşüyor,
çürüyen bir et parçasına ve duvardaki bir kancaya asılıyor.' Kra­
mer."
"Çok güzel. Neden böyle bir şey ya psın ki?"
"Diane Wolkstei n'a göre, 'lnanna vazgeçti ... çırılçıplak soyula­
na kadar hayatta başardığı her şeyden vazgeçti, elinde yeniden
doğma isteğinden başka hiçbir şey ka lmadı ... ölüler diyarına yap­
tığı yolculukta n dolayı, ölüm ve yeniden doğma gücünü ve sı rrı nı
elde etti.' "
"Ah. O zaman hikayenin devamı var?"
"lnan na'nın elçisi üç gün bekliyor ve lnanna cehennemden
dön meyince, yard ım istemek için ta nrılara gidiyor. Tanrıların hiç­
biri yardım etmek istemiyor, Enki hariç."
"Yani dostumuz Enki, hacker tanrısı, onu cehennemden çı kar­
mak zoru nda ka l ıyor."
"Enki iki insan yaratıyor ve lnanna'yı kurtarmaları için onları
cehenneme gönderiyor. Onla rın büyüsüyle, lnanna hayata dönü­
yor. Arkasında ölülerden bi riyle cehennemden dönüyor."
"J uanita Cankurtarana üç gün önce gitti," dedi Hiro. "Hack za­
manı geldi."

-280-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

Dünya hala bıraktığı yerdeydi, Cankurtaranın büyütülmüş bir


görüntüsünü gösteriyordu. Dün geceki Chuck Wrightson muhab­
betinden sonra, bi rkaç hafta önce Enterprise G KVKC' ye uğradı­
ğında O rtalar ta rafından el koyu lan büyük sa l ı bulmak zor olma­
dı. Birbirine bağla nmış birkaç büyük Sovyet yük gem isi, bunların
etrafında da bir sürü küçük bot vardı. Cankurtaranın büyük bir
bölümü kahverengi ve organikti ama bu kısmı tamamen beyaz
ca m elyaftı: binlerce gezinti teknesi, CKVKC'nin rahatına düşkün
emeklileriyle doluydu.
Cankurtaran şimdi Port Sherman açıkları ndaydı, demek ki
Asherah'nın baş ra hipleri de burada takıl ıyor olma l ıyd ı . Bi rkaç
gün içinde, Eu reka'da olacaklardı, sonra San Francisco, sonra da
LA. - O rtaların Cankurtarandaki faaliyetleri, anakaradaki en ya­
kın uygun noktaya bağla nıyordu.
Cankurtaranı bıraktı, biraz keşif ya pmak için okyan usta Port
Sherman'ı buldu.
Kıyı boyunca, sarı logoları olan ucuz moteller, bir hilal ol uştu­
ruyordu. Hiro, Rus isimler arayarak motelleri araştı rd ı .
B u kolayd ı. Kıyı nın t a m ortasında b i r Spektrum 2000 vard ı .
İsimden d e an laşıld ığı üzere, h e r motelde, lobideki insan dolap­
larından en üstteki lüks sü itlere kadar her türden oda vardı. Ve
bir sürü oda, sonu -off ve -vski ya da başka Slav ekleriyle biten
isimleri olan insanlar tarafı ndan kiralanm ıştı. Piyade erleri lobide
uyuyordu, AK-47'1eri ya nlarında, dar dolapların içine uzanmış­
lardı. Rahipler ve generaller daha üstteki güzel oda lardayd ı . Hiro
duraksadı, bir Pentekostal Rus Ortodoks rahibin bir masözle ne
yaptığı nı merak etti .
En üstteki süit oda, Gurov adında bir beyefendi tarafı ndan ki­
ra lanmıştı. Bay KG B'nin ta kendisi. Belli ki Cankurtaranda ta kıla­
mayacak kadar korkaktı.
Cankurtarandan Port Sherman'a nasıl gelebi lmişti? Eğer Ku­
zey Pasifik'te yüzlerce mil yol alabil iyorsa, uygun büyü klükte bir
gemisi olmal ıydı.
Port Sherma n'da ya rım düzine marina vard ı . Şu a nda çoğu,
küçük, kahverengi botlarla dol uydu. Kası rga sonrası gibi görünü­
yord u, sanki okyanusun birkaç yüz kilometresi, en ya kın karaya
yığılmış kayıklardan temizlen mişti. Sadece bu biraz daha düzen-

-281-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

liydi.
M ülteciler çoktan kıyıya inmişti. Akıllı ve agresiflerse, buradan
California'ya yürüyebileceklerini muhtemelen biliyorlardı.
Bu, iskelelerin neden küçük botlarla dolu olduğunu açıklıyor­
du. Ama bir tanesi hala bir özel marina gibi görünüyordu. Yanaş­
ma yerlerine düzgü nce dizilmiş, yaklaşık bir d üzine temiz, beyaz
teknesi vardı. Ve bu görü ntünün çözün ürl üğü, Hiro'ya iskelenin
küçük ha lkalarla beneklendiğini gösterecek kadar iyiyd i. Bunlar
büyük ihtimalle kum torbalarıydı. Ca nkurtaran kıyıya yanaştığın­
da, demirleme yerinizi tutmanızın tek yolu buydu.
Sayılar, bayraklar ve diğer tanımlayıcı şeyleri görmek zordu.
Uydu bun ları algı lamakta zorl uk çekiyord u.
Hiro, M İŞ' in Port Sherma n'da bir ajanı olup olmadığını kont­
rol etti. Olmak zorundaydı çünkü Cankurtaran buradaydı ve M İŞ,
Skagway ve Tierra del Fuego arasındaki bütün endişeli kıyı sakin­
lerine Cankurtaranla ilgili bilgi satarak çok iş yapmayı um uyordu.
Vardı. Bu kasabada takılan, son Port Sherman haberlerini yük­
leyen birkaç kişi vardı. Ve bir tanesi, sadece elinde kamerayla et­
rafta dolaşıp her şeyin fotoğrafı nı çeken bir fı rsatçıydı .
Hiro hızla bu fotoğrafları inceledi. Çoğu, aja nın otel odası pen­
ceresinden çekilmişti: limana ulaşmaya çalışan, Port Sherman'ın
önünde oluşan küçük-Ca nkurtaranın ucuna bağla nan boktan kü­
çük botların saat saat çekilmiş bir sürü fotoğrafı.
Ama yarı organizeydi, ya ni görü nüşe göre kendi kendileri­
ni tayin etmiş bi rkaç deniz polisi, bir sürat teknesiyle dolaşıyor,
insanlara silah doğrultuyor ve megafondan bağırıyordu. Ve bu,
limandaki ka rışıklık ne kadar büyürse büyüsün, halicin ortasında,
denize çıkan bir rota nın neden her za manın açık olduğunu açık­
l ıyordu. Ve o açık rotanın son durağı, büyük teknelerin olduğu
güzel iskeleyd i.
Burada iki büyük gemi vardı. Bir tanesi, O rtoların sancağı nı
taşıyan - haç ve ateş - büyük bir balıkçı teknesiydi. Bariz CKVKC
yağmasıydı; kıç tarafındaki isim KODIAK QU EEN idi ve O rtolar ismi
değiştirmekle uğraşmam ıştı. Diğer büyük gemi, zengin insanları
güzel yerlere taşımak için ya pılmış küçük bir yolcu gemisiydi. Yeşil
bir bayrağı vardı ve Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'uyla bir i lgisi
varmış gibi görü nüyordu.
Hiro, Port Sherman sokaklarını biraz daha dolaştı ve burada

-282-
PARAZİT NEAL 5TEPHENSON
-

büyük bir Bay Lee'nin Büyük Hong Kong bayi konsolosluğunun


olduğunu öğrendi. Tipik Hong Kong ta rzında, kasa badaki bütün
bina ve odaların bir ka rışı mı gibiydi. Ama yoğun bir ka rışımdı.
Hong Kong'un tam zamanlı çalışan ları ve bir valisi olacak kadar
yoğundu. Hiro adamın fotoğrafına baktı : elli lerinde, aksi görü­
nümlü bir Çinli-Amerika n beyefendi. Demek ki burası, normalde
ABD kıtasında gördüğü nüz otomatik, insansız çalışan bayi konso­
losl uklarından değildi.

-283-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

-43 -

Uya nd ığında, hala RadiKS üniforması üzerindeydi, bir mumya


gibi bantlanmış, ıssızlığın ortasında ilerleyen boktan, eski bir Ford
kamyonun içinde yatıyordu. Bu onun çok hoşuna gitmedi. Şok
mermisi, onu durmayan bir burun kanaması ve sürekli zon kla­
yan bir baş ağrısıyla bırakmıştı ve kamyon ne zaman bir çukurdan
geçse, başı oluklu çelik zemine çarpıyordu.
İ l k başta sinirliydi. Sonra korku lu dakikalar geçirmeye başladı
- eve gitmek istiyordu. Kamyonun arkasında geçirdiği sekiz
saatten sonra, eve gitmek istemesi çok normaldi. Ama onu bun­
dan vazgeçiren tek şey, meraktı. Görüş açısından anladığı kada­
rıyla, bu bir Federal operasyonu değildi.
Kamyon otoyoldan çıktı, yan yola ve oradan da bir otoparka
girdi. Kamyonun arka kapıları açıldı ve iki kadın içeri girdi. Y.T. açık
ka pılardan, Papaz Wayne'in Cennet Ka pıları logosunu görebili­
yordu.
"Ah, zavallı bebeğim," dedi kad ınlardan biri. Diğer kad ın onu
görünce, korkudan nefesi kesildi. Bir tanesi onun başını kollarının
arasına aldı, saçını okşadı ve bir kağıt bardaktan Kool-aid içirdi.
Diğeriyse, yavaşça bandı çıkarıyordu.
Kamyonun arkasında uyandığında ayakka bıları çı kartılmıştı ve
kimse ona yen i bir çift vermemişti. Ve ü niformasındaki her şey
alınmıştı. Bütün iyi cihazlar gitmişti. Ama ü niformasının altına gir­
memişlerdi. Asker künyeleri hala ondayd ı . Ve bir şey daha, bacak­
larının arasındaki vajina dişleri. Onu bulmaları nın imkanı yoktu.
Asker künyelerinin sahte olduğunu zaten başından beri bili­
yordu. Uncle Enzo, etrafta dolaşıp on beş yaşındaki kızlara savaş
yadigarlarını dağıtmazd ı . Ama yine de birilerinin üstünde etkisi
olabilirdi.
Kad ınların isimleri Marla ve Bonn ie'ydi. Sürekli yanında kal­
dılar. Sadece ka lmadılar, ona dokundular. Bir sürü sarılma, sık­
ma, el tutma ve saç okşama. Ba nyoya ilk gidişinde, Bonnie de
onunla birl ikte geldi, kapıyı açtı ve gerçekten ya nında bekled i. Y.T.
Bonnie'nin tuvalette bayı lmasından falan end işe ettiği ni düşün­
dü. Ama ikinci kez işemeye gittiğinde, Marla onunla birlikte geldi.
Hiç mahremiyet yoktu.
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

Tek sorun, bunun bir bakıma hoşuna gittiğini inkar edeme­


mesiydi. Kamyondayken canı yanmıştı. Gerçekten çok hem de.
Hayatı nda hiç bu kadar yalnız hissetmemişti. Şimdiyse, bilmediği
bir yerde yal ınayak ve savunmasızdı ve ona, ihtiyacı olan her şeyi
veriyorlardı.
Papaz Wayne'in Cennet Kapıları'nda birkaç dakika di nlendik­
ten sonra, o, M arla ve Bonnie pencereleri olmayan büyük bir
minibüse bindi. Yer halı ka plıyd ı ama içinde koltuk yoktu, herkes
yerde oturuyordu. Arka ka pı ları açtı klarında minibüs tıklım tıkış­
tı. Yirmi kişi vardı, hepsi hareketli, pırıl pırıl gençlerdi. Mini büse
binmek imkansız görünüyordu; Y.T. geri çekildi. Ama minibüsteki
insanlar neşeli bir kahkaha attı ve onlara yer açmak için sıkışmaya
başladı.
Sonraki iki günün çoğunu, minibüste Bonnie ve Marla'nın ara­
sında geçirdi. Sürekli onlarla el ele tutuşuyordu, bu yüzden izinsiz
burnunu bile kaşıyamıyordu. Beyni muhallebiye dönene kadar
mutlu şarkılar söylediler. Manyak oyunlar oynadılar.
Arada sırada, mini büsteki biri, Fala balalar gibi anlaşılmaz söz­
ler söylemeye başlıyord u. Papaz Wayne'in Cennet Kapıları'ndaki
insanlar gibi. Sözler, minibüsün içinde bulaşıcı bir hastalık gibi ya­
yılıyordu ve sonra herkes söylemeye başlıyordu.
Y.T. hariç herkes. Havaya girememiş gibiydi. Ona utanç verici
derecede saçma geliyordu. O yüzden sadece rol yaptı.
Günde üç kez, yemek yeme ve ihtiyaç giderme fırsatları var­
dı. Bu, her zaman yerleşim bölgelerinde oluyordu. Y.T. onların
devletlerarası yolculuk ettiğini, karmaşık yol şeritlerinde, dar so­
kaklarda, caddelerde ve meydanlarda yol larını buld uklarını his­
sedebiliyordu. Bir garaj kapısı otomatik olarak açılıyor, minibüs
içeri gi riyor, kapı arkala rından ka pan ıyordu. Boş, eşyasız bir ban­
liyö evine giriyor, boş yatak odalarında yerde oturuyor - bir oda
kızlar, bir oda erkekler için - ve kek, kurabiye yiyorlard ı . Bu her
zaman, bir evdeki boş odada ol uyordu ama her zaman farklı bir
dekor vard ı : bir yerde, çiçekli duvar kağıdı ve bozuk G lade koku­
su. Diğerinde, üzeri nde hokey oyu ncuları, futbolcular, basketbol­
cular olan mavi duvar kağıdı . Bir diğerinde, üzeri nde eski pastel
boya izleri olan düz beyaz d uvarlar. Bu boş odalarda otururken
Y.T. yerdeki eski mobilya çiziklerini, alçı paneldeki yarıkları inceler,
bir arkeolog gibi burada yaşamış aileleri düşünürdü. Ama yolcu-

- 285
-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

luğun sonuna doğru, artık dikkatini çekmiyordu.


M inibüste, şarkılardan başka bir şey d uyam ıyor, yol arkadaş­
ların ın yüzlerinden başka bir şey göremiyordu. Benzin için, ıssız
yerlerdeki devasa kamyon duraklarında du ruyor, yakınlarında
kimse olmasın d iye en uzak benzin istasyonunu seçiyorlardı. Ve
sürekli gidiyorlardı. Sadece arabayı kullanan kişi değişiyordu.
Sonunda bir kıyıya geldiler. Y.T. kokuyu alabiliyordu. Birkaç da­
kika beklediler ve sonra min ibüs bir eşikten geçti, durdu, el freni
çekildi. Şoför indi ve onları mini büste ilk kez ya lnız bıraktı. Y.T. yol­
culuğun bittiğine sevinmişti.
Sonra bir gürültü duyuldu, motor sesi gibiydi ama daha yük­
sekti. Önce bir ha reket h issetmedi ama birkaç da kika sonra her
şeyin hafifçe sallandığını fa rk etti . M inibüs bir gemideydi ve gemi
denize açılıyordu.

Gerçek bir okyanus gemisiydi. Gemi hurdalığında muhteme­


len beş dolar edecek eski, boktan paslı bir gemiydi. Ama araba
taşıyor, suda gid iyor ve batmıyordu.
Gemi de minibüs gibiydi, sadece daha büyüktü ve daha fazla
insan vardı. Ama aynı şeyleri yiyor, aynı şarkıları söylüyor ve çok
az uyuyorlardı. Şu ana kadar Y.T. bunu rahatlatıcı bulm uştu. Kendi
gibi bir sürü insanla olduğunu ve bunun güvenli olduğunu bil iyor­
du. Rutini biliyordu. Nereye ait olduğunu bil iyordu.
Ve sonunda Cankurtarana geldiler. Y.T.'ye buraya gittiklerini
kimse söylememişti ama artık belliyd i. Korkması gerekiyordu.
Ama herkesin dediği kadar kötü olsa, Cankurtarana gitmezlerdi.
Cankurtaran göründüğünde, onu tekrar bantlamalarını bek­
ledi. Ama sonra bunun gerekli olmadığını anladı. Bir soru n çıkar­
mıyordu. Buraya kabul edilm işti, ona güveniyorlardı. Bir bakıma
bundan gurur duyuyordu.
Ve Cankurtaranda da bir soru n çı karmayacaktı çünkü tek ya­
pabileceği, onlardan ayrılıp Cankurtarana yalnız başına bin mekti.
Kend iliğinden. Gerçek Cankurtarana. Yüzlerce düşük bütçeli Hong
Kong filminin ve ka nlı Japon çizgi romanlarının Cankurtaranı.
Cankurtaranda on beş yaşındaki, ya lnız, sarışın Amerikalı kızlara
ne olduğunu düşünmek çok fazla hayal gücü gerektirmiyordu ve
bu insanlar bunu biliyordu.
Arada bir, annesi için endişeleniyordu, sonra d uygusallıktan

-286-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

vazgeçiyor ve bütün bu olanların belki onun için iyi olacağını dü­


şünüyordu. Kendini toplamalıyd ı. İ htiyacı olan buydu. Babası git­
tikten sonra, ateşe atı l mış bir origami kuşu gibi içine kapanmıştı.
Cankurtaranın etrafında, küçük botlardan oluşan bir hal­
ka vardı. Neredeyse hepsi balıkçı teknesiydi. Bazılarında silahlı
adamlar vardı ama bu feribotla uğraşamazlardı. Feribot bu hal­
kanın arasından geçti, geniş bir dönüşle çıktı ve Cankurtaranın
yan tarafındaki beyaz bölgeye yöneld i. Bembeyaz. Buradaki bü­
tün tekneler temiz ve yeniydi. Yan taraflarında Rusça yazılar olan
birkaç büyük, paslı tekne de vardı ve feribot onlardan birinin ya­
nında durdu, önce halatlar fırlatıldı, sonra da ağlar, iskeleler, eski
atılmış araba lastikleri.
Bu Cankurtaran kaykayla kayı labilecek bir yere pek benzemi­
yordu.
Bu feribotta başka kaykaycı olup olmadığı nı merak etti . Yok
gibi görünüyordu. Aslında, hiç ona benzemiyorlard ı. O her zaman
otoyoldaki pis baş belasıydı, bu beraber şarkı söyleyen tiplerden
değildi. Belki de Cankurtaran ta m ona göre bir yerdi.
Onu Rus gemilerinden birine götürdüler ve tüm zamanların
en iğrenç işini verd iler: balık kesmek. Bir iş istemiyordu, isteme­
mişti . Ama ona verilen buydu. Ve hala kimse onunla konuşmu­
yordu, kimse bir şey anlatmıyordu ve o da sormakta tereddüt
ediyordu. Büyük bir kültür şoku dalgasına çarpmıştı çünkü bu
gemideki insanların çoğu yaşlı, şişman ve Rus'tu ve İ ngilizce ko­
nuşmuyorlardı.
Birkaç gün, işteyken sürekli uyudu, burada çalışan cüsseli
Rus kadınlar tarafından dürtülerek uyandırıldı. Yemek de yiyor­
du. Buraya gelen balıkların bazıları çok kötü görün üyordu ama
bolca somon balığı vardı. Bunu bilmesinin tek nedeni, alışveriş
merkezinde suşi yemiş ol masıydı - somon turuncu-kırmızı şeydi.
Bu yüzden, kendi suşisini yaptı, taze somon eti ni hapır hupur yedi
ve iyi geldi. Biraz kafası boşaldı.
Ama somon un etkisi geçip rutine döndükten sonra, etrafına
bakmaya başladı, diğer balık kesen kadınları izledi ve dünyadaki
insanların yüzde 99'u için hayatın bu olduğunu fark etti. Buraday­
dınız. Etrafınızda başka insanlar vardı ama ne onlar sizi anl ıyor, ne
de siz onları anlıyordunuz. Ama insanlar zaten çok fazla gereksiz
konuşuyordu. Hayatta kalmak için, her gün, gün boyu aptalca,

- 287
-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

a nlamsız işler yapmak zorundaydınız. Ve bundan kurtulmanın tek


yolu bırakmak ve şansınızı denemek için tehl ikeli dünyaya karış­
maktı ki orası da sizi yutacak, yok edecekti.
Y.T. balık kesmede çok iyi değildi. Şişman Rus kadınları - iri
yarı, beton suratlı matruşkalar - sürekli onunla uğraşıyordu. Et­
rafı nda dolaşıyor, ne kadar aptal olduğuna inanam� ' i Ş gibi ba­
kıp onun balık kesmesini izl iyorla rd ı . Sonra nasıl kL, ı ı eceğini ona
göstermeye çalışıyorlardı ama yine de o kadar iyi ya pamıyord u.
Zordu, elleri de sürekli soğuk ve sertti.
Birkaç sinir bozucu günden sonra, ona, üretim hattından
uzak, yeni bir iş verdiler: kafeteryada çalışmaya başladı. Lisede­
ki yemekhanelerde yemek dağıta n i nsanlar gi biydi. Büyük Rus
gemilerinden birinin mutfağında çalışıyor, pişmiş ba lık va rilleri­
ni büfeye taşıyor, tabaklara dağıtıyor ve aşırı di ncilerden oluşan,
bitmeyen bir kuyruktaki tezgaha götürüyordu. Ama bu kez, daha
fazla Asya l ı var gibi görünüyordu.
Burada yeni bir tür de vard ı : kafalarından anten çıkan insanlar.
Antenler polis telsizlerindekilere benziyord u : kısa, ka lın, siyah
lastik çubuklar. Kulağın arkasından çıkıyordu. Bu insanlardan
birini ilk gördüğünde, yeni bir model Walkman olduğunu
düşünmüştü ve adama nereden aldığını, ne dinlediğini sormak
istemişti. Ama garip bir adamdı, diğerlerinden daha da gari pti,
sürekli uzaklara bakıyor ve bir şeyler mırılda nıyord u. Ve Y.T.'yi
o kadar çok korkutmuştu ki Y.T. onun tabağına fazla yemek
koyuyor ve onu kuyrukta öne al ıyordu.
Arada sırada, mini büste yanında olan insanlardan bazılarını
tanıyordu. Ama onlar onu ta nım ıyormuş gibi görünüyordu; sa­
dece suratına bakıyorlardı. Bomboş gözlerle. Sanki beyi nleri yı­
ka nmıştı.
Sanki Y.T.'nin de beyni yıkanmıştı.
Ona ne yaptı klarını anlamasının bu kadar uzun sürdüğüne
inana mıyordu. Ve bu onu sadece daha da sinirlendirdi.

-288-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 44 -

Gerçeklikte, Port Sherman şaşırtıcı derecede küçük bir kasa­


baydı. Cankurtaran gelene kadar, nüfusu bi rkaç bindi. Şimdi elli
bine yaklaşmış olmalıyd ı . Hiro'nun burada biraz yavaşlaması ge­
rekiyordu çünkü mü lteciler şu anda sokaklarda uyuyordu, trafik
engeli vardı.
Bu önemli değildi, hatta onun hayatını kurtardı. Çünkü Port
Sherma n'a girdikten kısa bir süre sonra, motosi kletinin tekerlek­
leri kilitlendi - tekerlek parmakları sertleşti - ve sürüş çok sar­
sıntılı ol maya başladı. Bundan birkaç san iye sonra da motosiklet
ta mamen bozuldu, hareketsiz bir metal yığınına dönüştü. Motor
bile çalışmıyordu. Durum raporu almak için benzin deposunun
üstündeki ekrana ba ktı ama sadece kar gösteriyordu. Dahili işle­
tim sistemi çökmüştü. Asherah onun motosi kletini ele geçirmişti.
M otosikleti sokağın ortasında bıraktı ve kıyıya doğru yürü­
meye başladı. Arkada, mü ltecilerin uyandığını, batta niyelerinin
ve uyku tulumlarının içinden çıktı klarını, yerdeki motosi kletin et­
rafı nda toplandıklarını, üstünde hak iddia etmeye çalışan ilk kişi
olmaya ça l ıştı klarını d uya biliyordu.
Göğsünde bir gümbürtü hissetti ve bir an Raven'ın motosik­
letini, onu nasıl önce hissedip sonra duyduğunu hatırladı. Ama
etrafta bir motosiklet yoktu. Ses yukarıdan geliyordu. Bu bir he­
likopterdi.
Hiro sahilde çü rüyen yosunlarının kokusu nu alabil iyordu, ya­
kın laşm ıştı. Bir köşeden döndü ve kend ini kıyıdaki sokakta, Spek­
trum 2000' in cephesine ba karken buldu. Karşı tarafı denizdi.
Helikopter haliç tarafından geliyor, Spektrum 2000'e doğru
gid iyordu. Küçük, bir sürü ca mı olan bir binaydı. Eskiden kırmızı
yıldızların olduğu yerlere çizil miş haçları görebiliyordu. Sabahın
serin mavi ışığının altı nda parlak ve göz kamaştırıcı görünüyordu
çünkü birkaç saniyede bir mavi-beyaz magnezyum fişekleri fırla­
tı lıyor, denize düşüyor ve orada yanmaya devam ederek astral bir
yol çiziyord u. Bu fişekler, güzel bir görüntü için değildi. lsı güdüm­
l ü füzeleri yanıltmak içindi.
Hiro durd uğu yerden otelin çatısını görebiliyordu çünkü
doğrudan oraya bakıyordu. Gurov'un orada beklediği hissine

-289-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

ka pılmıştı, Port Sherma n'daki en yüksek binanın tepesinde onu


porselen gökyüzüne çıkarıp Cankurtarana götü recek olan şafak
operasyonunu bekliyordu.
Soru : Neden götürülüyordu? Ve neden ısı güdümlü füzeler
hakkında endişeleniyorlardı? H i ro, büyük olaylar olduğunu son­
radan fark etti .
M otosikleti olsaydı, ya ngın merdivenlerinde sürüp yukarı çı­
kar ve neler olduğunu öğrenirdi. Ama motosikleti artık yoktu.
Sağ tarafındaki bir binanın çatısından, büyük bir gümbü rtü
geldi. Eski bir binaydı, yüz yıl önce ya pılmış orijinal yapılardan
biriydi. H i ro'nun d izleri büküldü, ağzı açıldı, sı rtı istemeden kam­
burlaştı . Sesin geldiği tarafa doğru ba ktı ve bir şey gözüne çarptı :
binadan fırlatı lan, bir serçe gibi küçük ve siyah bir şey. Ama yüz
metre ileride suyun üstünde, serçe a lev aldı, yapışkan, sarı bir
duman bulutu yayd ı, beyaz bir ateş topuna dönüştü ve büyüdü.
Daha da hızlandı ve limanın orta kısmını yıktı, küçük helikopterin
ön camından girip arka çamından çıktı. Helikopter, siyah metal
parçalar döken bir alev bulutuna dön üştü, yumurtası ndan çıkan
bir Anka kuşu gibi .
Görünüşe göre, burada Gurov'dan nefret eden tek kişi H i ro
deği ldi. Şimdi Gurov aşağıya inip bir tekneye binmek zorundaydı .
Spektrum 2000' in lobisi silahlı adamlarla dolu b i r kamptı.
Hala savu nma oluşturmaya çalışıyorlardı; askerler dolaplarından
çı kıyor, ceketlerini giyiyor, silahlarını el lerine alıyordu. Esmer bir
adam, muhtemelen Kızıl Ordu'dan a rta ka lan bir Tatar çavuş, de­
ğişti ri lmiş bir Sovyet Deniz Kuvvetleri ü niformasıyla lobide koştu­
ruyor, insanlara bağırıyor ve onları itip kakıyordu.
Gurov kutsal bir adam olabilirdi ama suyun üstünde yürüye­
mezdi. Kıyıdaki sokağa çıkmak, onu güvenli iskeleye çıkaracak
olan kapıya kadar yürümek ve onu bekleyen Kodiak Queen e bin­ '

mek zorundaydı. Kodiak Queen in olduğu iskelenin aşağısında,


'

Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'unun teknesi Kow/oon du ruyordu.


H i ro Spektrum 2000'e a rkasını döndü ve kıyıdaki sokaklarda
aşağı yukarı koşmaya başladı, logolara baktı ve sonra a radığı şeyi
gördü : Bay Lee' nin Büyük Hong Kong'u.
Onu içeri almak istemiyorlard ı . Pasaportunu gösterdi; kapılar
açıldı. Bekçi Çinliydi ama biraz İngilizce konuşabiliyordu. Bu, Port
Sherman'da işlerin ne kadar tuhaf olduğunun bir göstergesiydi:

-290-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

kapıda bir bekçi vardı. Genelde, Bay Lee'nin Hong Kong'u, en fa­
kir mülteciler bile olsa, her zaman yeni vatandaşlar arayan açık
bir ülkeydi.
"Özür dilerim," dedi bekçi, tiz, samimiyetsiz bir sesle, "Bilmi­
yordum-" Hiro'nun pasaportunu işa ret etti.
Bayi konsolosluğu, kelimenin tam anlamıyla yeni bir soluktu.
O Üçüncü Dü nya havası yoktu ve hiç de sidik gibi kokmuyordu.
Demek ki, yerel merkez gibi bir şey olmalıyd ı çünkü Hong Kong'un
Port Sherman gayrimenkullerinin çoğunda, bir lobide ankesörlü
telefonu elinden bırakmayan bir tetikçiden fazlası yoktu. Ama
burası geniş, temiz ve güzeldi. Yüzlerce m ülteci pencerelerden
ona bakıyordu, dökme camlar yüzünden değil, duvarın önünde
dura n üç Sçanit ku lübesinin anlamlı vaatleri yüzünden körfezde
bekliyordu. Görünüşe göre, iki tanesi yakın zamanda getirilmişti.
Cankurtaran gelirken güven liği güçlendirmek gerekiyordu.
Hiro resepsiyona doğru i lerledi. Adam telefonda Kanton Çin­
cesiyle konuşuyordu, yan i aslında bağırıyordu. Hiro onu tanıdı, bu
Port Sherman va lisiydi. Çok meşgul görü nüyordu ama Hiro'nun
kılıçlarını kesinlikle fark etmişti ve d ikkatle onu izl iyord u.
"Çok yoğunuz," dedi adam, telefonu kapatarak.
"Şimdi daha da yoğunsunuz," dedi Hiro. "Tekneniz Kowloon'u
kiralamak istiyoru m."
"O çok pahalı," dedi adam.
"Biraz önce son model, yepyeni bir motosikleti sokağın orta­
sında bıraktım çünkü onu garaja kadar itmek istemedim," dedi
Hiro. "Dudağınızı uçu klatacak bir gider hesabım va r."
"O tekne bozuk."
"Sadece hayır dememek için gösterdiğiniz nezaket için teşek­
kür ederim," dedi Hiro, "ama aslında bozuk olmadığını biliyorum
ve bu yüzden, reddetmenizi bir hayır cevabı olarak d üşünmek
zoru ndayım."
"Tekne boş değil," dedi adam. "Başka biri kullanıyor."
"Henüz iskeleden ayrı lmamış," dedi Hiro, "o yüzden, bana
sunduğunuz baha nelerden birini kullanarak o anlaşmayı i ptal
edebilirsiniz, ben de size daha çok para ödeyebi lirim."
"Bunu yapamayız," dedi adam.
"O zaman ben de sokağa çıkar, mü ltecilere Kow/oon'un bir
saat içinde L.A.'e gitmek üzere kal kacağını ve yirmi mülteci ala-

-2 91 ·
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

cak kadar yer olduğunu, ilk gelenlerin bi neceğini söylerim," dedi


Hiro.
"Hayır," dedi adam.
"Sizinle bizzat iletişime geçmelerini söylerim."
"Kow/oon ile nereye gitmek istiyorsun?"
"Cankurtarana."
"Ah, peki, neden öyle söylemedi n," dedi adam. "Diğer yolcu-
muz da oraya gidiyor."
"Cankurtarana gitmek isteyen başka biri daha mı var?"
"Evet. Pasaport, lütfen."
Hiro pasaportunu adama verdi. Adam pasaportu bir yuvaya
soktu. Hiro'nun adı, kişisel bilgileri ve vesikalık fotoğrafı, bayi
konsolosluğunun dahili işletim sistemine aktarı ldı ve adam birkaç
tuşa basarak fotoğraflı bir kimlik kartı çıkardı.
"Bununla iskeleye git," dedi adam. "Diğer yolcuyla anlaşmanı
kendin yap. Ondan sonra, seni bir daha asla görmek istemiyo­
rum."
"Ya daha fazla konsolosluk hizmeti gerekirse?"
"Her an dışarı çıkıp, kılıçlı bir zencinin dışarıda Çinli mü ltecile­
re tecavüz ettiğini söyleyebilirim."
"Hmm. Bu Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'unda aldığım hiz­
metlerin en iyisi deği l."
"Bu da normal bir durum değil," dedi adam. "Pencereden dı­
şarı bak, pislik herif."
Kıyıda çok şey değişmemişti. Ortalar, Spektrum 2000'in lo­
bisinde savun malarını ol uşturmuştu: mobilyalar ters çevri lmiş,
barikatlar kurulmuştu. Hiro, otelin içinde şiddetli olayların oldu­
ğunu tahmin edebil iyordu .
Ortaların kend ilerini kime karşı koruduğu belli değildi. Hiro
kıyıda giderken çok fazla şey görmedi: eski püskü kıyafetler için­
de birkaç Çinli mülteci daha. Sadece bazıları d iğerlerinden daha
tetikte görünüyordu. Hepsi farklı hallerdeydi. Çinlilerin çoğu nun
gözleri ayaklarının önü ndeki çamurda, akılları başka bir yerdeyd i.
Ama bazıları soka kta aşağı yukarı koşturuyor, sürekli etrafa bakı­
yordu ve bu insa nların çoğu da büyük ceketler giyen adam lardı.
Ve saç kesim leri diğerlerinden tamamen fa rklı bir evrendendi,
jöle izleri vardı.
Zengin insanların iskelesinin girişi kum torbalarıyla doldu-

-2 92-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

rulmuş, tel örgülerle çevrelenmişti ve koru nuyordu. Hiro yavaş­


ça yaklaştı ve baş mu hafıza geçiş iznini gösterd i, Hiro'nun Port
Sherma n'da gördüğü tek beyaz insandı.
Ve Hiro iskeleye ulaştı . Hong Kong bayi konsolosluğu gibi
burası da boş ve sessizdi, kokmuyordu da. Hafifçe aşağı yukarı
sallan ıyordu, Hiro bunu çok rahatlatıcı buldu. Asl ında bu iskele,
yüzen strafor parçalarının üzerine yapılmış tahta bir platformdu
ve korunmasa, muhtemelen sürüklenecek ve Cankurtarana çar­
pacaktı.
N ormal bir marinanın a ksine, sessiz ve tenha değildi. Genelde
insanlar teknelerini bağlar, kilitler ve giderdi. Burada her teknede
en az bir kişi takılıyordu, kahve içiyor, silahlarını tutarak iskelede
yürüyen Hiro'yu izliyordu. Birkaç saniyede bir, iskele ayak sesle­
riyle gümbürd üyordu ve bir iki Rus, Hiro'nun yanından koşarak
geçiyor, Kodiak Queen'e doğru gid iyordu. Hepsi genç adamlar,
denizci/asker tiplerdi ve Kodiak Queen'e sanki Cehennemden ay­
rılan son gemiymiş gibi atlıyorlardı.
Kowloon'da her şey daha sakindi. O da korunuyordu ama
insanların çoğu, sarı d üğmeleri ve beyaz eld ivenleri olan ünifor­
malar giyen garson ve görevli lerdi. Hoş, iklim-kontrollü yemek
odalarında giyilen türden ün iformalar. Bi rkaç mürettebat üyesi
ara sıra görünüyordu, siyah saçlarını geri yatırmış, soğuktan ve
esintiden korunmak için koyu renk montlarına sarı lmışlardı. Hiro,
Kowloon'da yolcu gibi görünen tek bir kişi görebiliyord u : koyu
renk takım el bise giymiş, uzun ve ince bir beyaz adam. Boş boş
dolaşıyor ve bir telsiz telefonda konuşuyordu. Muhtemelen, gü­
n übirlik bir deniz yolculuğu yapmak ve yemek odasında oturup
zevkli bir a kşam yemeği yerken Ca nkurtarandaki mültecilere bak­
mak isteyen Endüstri tiplerinden biriydi.
Kıyıda, Spektrum 2000'in önü nde kıyamet koptuğunda Hiro
iskelenin ortasındaydı. Çok fazla zarara sebep ol mayan ama soka­
ğı hızla boşaltan makineli tüfek patlamalarıyla başladı. M ültecile­
rin yüzde doksa n dokuzu anı nda buharlaştı . Diğer genç ada mlar,
ceketlerinden ilgi nç, ileri teknoloji silahlar çıkardı, ka pı girişleri ve
binaların içine doğru kayboldu. Hiro biraz hızlandı, iskelede geri­
ye doğru yürü meye başladı, bir serseri kurşu nla vurulmamak için
büyük gemilerden birinin arkasına sakla ndı.
Denizden iskeleye yeni bir esinti geldi. Kowloon'un ya nından

- 293
-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

geçerken, kızaran domuz pirzolasının ve pişen kahvenin kokusu­


nu da getirdi. Hiro, son yemeğinin Kel ley's Tap'teki yarım bira ol­
d uğunu düşünmeden edemed i.
Spektrum 2000'in önündeki sahne, inanılmaz derecede şid­
detli bir beyaz gürültüye dönüşmüştü çünkü otelin içindeki ve
dışındaki bütün insanlar silahlarını ateşliyordu.
Hiro'nun omzuna bir şey dokundu. H i ro a rkasını döndü ve
Kow/oon'dan iskeleye gelmiş, kısa boylu Çinli garsonu gördü.
Garson onun dikkatini çektikten sonra ellerini eski yerine, ya ni
kulaklarına götürüp kapattı.
"Siz H i ro Protagonist misiniz?" dedi, silahlı çatışmanın saçma
gürültüsünden dolayı duyulmadı.
Hiro başını salladı. Kız da başını salladı ve Kow/oon' u işaret
etti. Elleri kulaklarına bu şekilde kapanm ışken, bir tür halk dansı
ha reketi gibi göründü.
H i ro onu ta kip etti. Belki de Kow/oon' u kiralamasına izin vere­
ceklerdi. H i ro'yu al üminyum borda iskelesine getirdi.
H i ro iskelede yürürken, başını kaldırıp yukarıdaki güverteler­
den birine baktı, iki mürettebat üyesi koyu renk montlarını giy­
miş, ta kılıyordu. Bir tanesi küpeşteye yaslanmış, dürbünle silahlı
çatışmayı izl iyordu . Diğeri, yaşlı olan, ona ya klaştı, sırtına baktı ve
kürekkemiklerine birkaç kez vurdu.
Adam, ona kimin vurduğuna bakmak için dü rbünü indirdi.
Gözleri Çinli değildi. Yaşlı olan ona bir şey söyledi, boğazını gös­
terdi. O da Çinli değildi.
Dürbünlü adam başını sal ladı, bir eliyle uzandı ve yakası ndaki
bir düğmeye bastı. İ kinci kez arkasını döndüğünde, sırtında neon
yeşili elektropigmentlerle bir kelime yazılıyd ı : MAFYA.
Yaşlı olan da döndü; onun montu da aynı şeyi söylüyordu.
H i ro borda iskelesinin ortasında arkasını döndü. Etrafında gö­
rebildiği yirmi mürettebat üyesi vardı. Birdenbire, siyah montla­
rının hepsi aynı şeyi söylemeye başladı, MAFYA. Ve birdenbire,
hepsi silahlandı.

-294-
PARAZİT - N EAL 5TEPHENSON

-45-

"Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'uyla i rtibata geçmeyi ve Port


Sherma n'daki va lileri hakkında şi kayette bulunmayı planlıyor­
du m," diye espri yaptı Hiro. "Ben bu sabah bu botu kiralamakta
ısrar ederken hiç yardımcı olmadı."
Hiro, Kow/oon'un birinci sınıf yemek odası nda oturuyordu.
Beyaz keten masa örtüsünün diğer tarafı nda, Hiro'nun tatildeki
Endüstrici ded iği adam vardı. M ü kemmel bir siyah takım elbise
giymişti ve bir gözü takmayd ı . Kendini tanıştırma zahmetine gir­
memişti, sanki kim olduğunu Hiro'nun bilmesini bekliyordu.
Hiro'nun hikayesi adamın hoşuna gitmemiş gibi görünüyordu.
Daha ziyade, şaşırmıştı . "Yani?"
"Şimdi bir şi kayet sebebi göremiyoru m," dedi Hiro.
"Neden?"
"Çü nkü şimdi onun sizi yerinden etmeme isteği ni anl ıyorum."
"Niçin? Paran var, değil mi?"
"Evet, a ma-"
"Ah !" dedi takma gözlü adam ve zorla gülümsed i. "Çünkü biz
M afyayız, diyorsun."
"Evet," dedi Hiro, yüzünün kızardığını hissetti. Kendini aptal
durumuna düşürmek gibisi yoktu.
Dışarıda, sila h l ı çatışma sadece belirsiz bir gürültü gi biydi. Bu
yemek odası, ses, su, rüzgar ya lıtımlıydı, iki kat ka lın cam vardı ve
pencerelerin arasındaki boşluklar jelatinimsi bir şeyle doluyd u.
Gürültü eskisi kadar çok gelm iyordu.
"Lanet olası makineli tüfekler," dedi adam. "Onlardan nefret
ediyorum. Mermilerden belki binde biri vurulmaya değer bir
şeye isabet ediyor. Ve kulaklarımı mahvediyorlar. Kahve falan is­
ter misin?"
"Şahane olur."
"Büyük bir büfe gelecek. Domuz pastı rması, yumurta, taze
meyve."
Hiro'nun güvertede gördüğü adam - Dürbünlü Adama vuran
adam - odanın içine başını uzattı .
"Affedersin patron, ama planımızın üçüncü aşamasına geçiyo­
ruz. Bilmek istersin diye düşündüm."

-2 95-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

"Teşekkü r ederim, Livio. lvans iskeleye ulaştığında bana ha­


ber ver." Adam kahvesinden bir yud um aldı, Hiro'nun kafasının
karıştığını fark etti. "Bir planımız ve planımızın da farklı aşamaları
var."
"Evet, onu anladım."
"İlk aşama hareketsizleştirmeydi. Helikopteri ortadan ka ldır­
dık. Sonra ikinci aşama, onları otelin içinde öldürmeye çalıştığı­
mızı d üşündü rmekti. Sanırım o aşama da başarıyla tamamland ı ."
"Bence de."
"Teşekkür ederim. Bu aşamanın bir diğer önemli kısmı da seni
bu raya getirmekti, o da halloldu."
"Ben bu planın bir parçası mıyım?"
Takma gözlü adam gülümsedi. "Bu planın bir parçası olmasay-
dın, çoktan ölmüştün."
"Yani Port Sherman'a geld iğimi biliyordunuz?"
"Y.T.'yi bil iyorsun? Bizi gözetlemesi için kullandığın fıstık?"
"Evet." İnkar etmenin bir anlamı yoktu.
"Biz de onu seni gözetlemesi için kullanıyorduk.''
"Neden? Benimle neden ilgilenesiniz ki?"
"O başka bir konu. Biz planın aşamalarından bahsed iyorduk."
"Tamam. İ kinci aşamayı da biraz önce tamamladı k."
"Şi mdi, şu an sürmekte olan üçüncü aşamada, onların sokak­
tan iskeleye doğru koşarak kahramanca kaçmayı başardıklarını
düşünmelerine izin vereceğiz."
"Dördü ncü aşama !" diye bağırdı yüzbaşı Livio
"Pardon," dedi takma gözlü adam. Sandalyesi ni geri itti, peçe­
tesini masaya bıraktı. Ayağa kal ktı ve yemek odasından çıktı. Hiro
da peşinden üst güverteye gitti.
Onlarca Rus, ka pıyı zorlayıp iskeleye çıkmaya çal ışıyordu. Bir
seferde sadece bi rkaç tanesi kapıdan geçebiliyordu, bu yüzden
araları açıktı. Hepsi Kodiak Queen'in güven liğine doğru koşuyor­
du.
Ama ya klaşık bir düzinesi grup halinde kalmayı başardı: bir
grup asker, ortadaki küçük insan kümelerinin etrafı nda bir zırh
oluşturdu.
"Kodamanlar," dedi takma gözlü adam, düşünceli bir şekilde
başını sallayara k.
Hepsi iskelede yengeç gibi koşuyor, gidebildiği kadar yakına

-296-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

gidip eğil iyor ve makineli tüfekleriyle Port Sherma n'a doğru ateş
açıyordu.
Takma gözlü adam ani bir esinti karşısında gözlerini kıstı. Pis
bir sırıtışla H i ro'ya döndü. "Şuna bak," dedi ve elindeki küçük si­
yah kutunun üstündeki d üğmeye bastı.
Patlamanın sesi her yerden ayn ı anda geldi. Hiro bunun suyun
içinden geld iğini hissedebiliyordu, aya kları titremişti. Büyük alev­
ler ya da duman bulutları yoktu ama Kodiak Queen'in altından çı­
kan bir gayzer etkisi vardı, açılan ka natlar gibi beyaz, buharlı sular
fışkırıyordu. Kanatlar aniden dağıl maya ve Kodiak Queen suyun
içinde alçalmaya başlad ı . Daha da alça lıyordu.
İskelede koşan adamların hepsi birdenbire durdu.
"Şimdi," d iye mı rıldandı Dürbünlü Adam montunun yakasına.
İskelede birkaç küçük parlama daha oldu. İskelenin tamamı
çökmeye başladı. Özellikle bir parçası, üstünde kodamanların
olduğu parça aşağı yukarı sallan ıyor, iki ucundan da dumanlar
çı kıyordu. Patlatılarak, iskelenin geri kalan kısmından ayrılm ıştı.
Üstündeki adamların hepsi, iskele sallanırken aynı yöne doğru
düştü. Hiro, sudan yükselen çekici halatı görebiliyordu, şu anda
limandan ayrılan büyük motorlu küçük bir tekneye aitti.
İskele parçası nın üstünde hala bir d üzine m uhafız vard ı .
B i r tanesi durumu ölçüp biçti, AK-47'sini onları çeken tekneye
doğrulttu ve beyni havaya uçtu. Kowloon'u n en üst güvertesinde
bir keskin nişancı vardı.
Diğer muhafı zların hepsi silahlarını suya attı .
"Beşinci aşama za man ı," dedi takma gözlü adam. "Büyük bir
kahvaltı."
O ve Hiro yemek odasına geri dönüp otu rduğunda, Kow/oon
iskeleden ayrıldı ve iskele parçasını çeken küçük tekneye paralel
bir rota izlemeye başladı. Yemek yerken, pencereden dışarı ba­
kabiliyor ve onlarla birlikte ilerleyen iskele parçası nı görebiliyor­
lardı. Bütün kodamanlar ve mu hafı zlar oturmuş, sallanan iskele
parçasını dengede tutmaya ça lışıyordu.
"Karadan uzaklaştığımızda dalgalar büyüyor," dedi takma göz­
lü adam. "Bundan nefret ediyoru m. Tek istediğim, kahvaltıyı öğle
yemeğine kadar uzatmak."
"Amin," dedi Livio, tabağına omlet koya rken.
"O adamları tekneye alacak mısın?" dedi Hiro. "Yoksa bir süre

- 297
-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

orada mı bekleteceksin?"
"Can ları cehenneme. Bırak götleri donsun. Sonrasında onları
tekneye aldığım ızda hazır olurlar. Çok fazla mücadele edemezler.
Hey, hatta belki bizimle konuşurlar."
Herkes çok aç görünüyordu. Bir sü re, sadece kahvaltıya gö­
müldüler. Bir süre sonra, takma gözlü adam yemeklerin ne kadar
güzel olduğunu söyleyerek sessizliği bozdu ve herkes onayladı.
Hiro artık konuşabileceklerini anladı.
"Benimle neden ilgilendiğinizi merak ediyorum." H i ro, Mafya
olayında bunun iyi bir şey olduğunu bil iyord u.
"Hepimiz aynı m utlu çetedeyiz," dedi takma gözlü adam.
"Hangi çete o?"
"Lagos'un çetesi."
"Ha?"
"Aslında onun çetesi değil. Ama çeteyi kuran esas kişi o."
"Nasıl ve niçin ve sen neden bahsediyorsun?"
"Peki." Tabağını itti, peçetesini katlayıp masanın üstüne
koydu. "Lagos' un bir sürü fikri vard ı . Her türden şey hakkında
fikirler."
"Bunu fa rk etti m."
"Farklı konularda, her yerde bir şeyleri vardı. Bütün haritadan
çekip topladığı ve birbirine bağladığı bilgiler. Bu bilgileri, Meta­
evrende bir yerlere gizledi, işe yarar hale gelmesini bekliyordu."
"Birden fazla mı?" dedi Hiro.
"Tahminen. Birkaç yıl önce, Lagos L.Bob Rife'a ulaştı."
"Öyle mi ?"
"Evet. Rife'ın milyonlarca programcısı var. Sürekli onun bilgile­
rini çaldıklarını düşünüyordu."
"Programcılarının evlerini dinlediğini biliyoru m."
"Bunu bil iyorsun çünkü bu bilgiyi Lagos'u n belleğinde buldun.
Ve Lagos'un bunu bulma sebebi de piyasa araştırması yapmasıy­
dı. Babil/Bi lgi Kıyameti bilgilerine çok para ödeyecek birini arı­
yordu."
"Lagos, L.Bob Rife'ın bir çeşit virüs kullan ıyor olabileceğini dü­
şünüyordu."
"Doğru. Bak, ben bütün bu saçmalıkları anlamıyorum. Ama
sanırım ma ntıklı düşünenleri hedef alan eski bir virüs fa lan bul­
du."

-298-
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

"Teknolojik rahiplik," dedi Hiro. "İ nfokratlar. Sümerlerin i nfok­


rasisini yok etti."
"Her neyse."
"Bu delilik," dedi Hiro. "Bu sanki, çalışanlarının tükenmez ka­
lem çaldığını öğrendiğinde, dışarı çıkarıp onları öldürmek gibi.
Bütün programcılarının beyinlerini yok etmeden bunu kulla na­
maz."
"Orijinal haliyle," dedi takma gözlü adam. "Ama bütün me­
sele, Lagos'u n bu virüs üzerinde araştırma yapmak istemesiydi."
"Bilgi savaşı araştı rması."
"Tombala! Progra mcıları, beyinlerini havaya uçurmadan
kontrol etmek için kullanılabilsin diye bu şeyi ayrıştı rmak ve de­
ğiştirmek istedi."
"İşe yaradı m ı ?"
"Kim bilir? Rife, Lagos'un fikrini çaldı. Aldı ve kaçtı. Ondan
sonra, Lagos, Rife'ın onunla ne yaptığı nı öğrenemedi. Ama birkaç
yıl sonra, gördüğü şeyler hakkında endişelen meye başladı."
"Papaz Wayne'in Cennet Kapı ları'ndaki aşırı büyüme gibi."
"Ve anlaşılmaz bir dilde konuşan şu Ruslar. Ve Rife'ın şu eski
şehri kazması-"
"Erid u."
"Evet. Ve radyo astronomi meselesi. Lagos bir sürü şey hak­
kında endişeliydi. Bu yüzden, insanlara yakınlaşmaya başladı.
Bize yakınlaştı. Eskiden çıktığın o kıza yanaştı."
"J uanita."
"Evet. İyi kız. Ve Bay Lee'ye yaklaştı. Ya ni, birkaç farklı insanın
bu küçük proje üzerinde çal ıştığını söyleyebili riz."

-2 9g-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

-46-

"Nereye gittiler?" dedi Hiro.


Herkes iskele parçasını arıyordu, sanki olmadığını hepsi bir
anda fark etmişti. Sonunda gördüler, yarım mil a rkalarındaydı .
Koda manlar v e mu hafızlar şu anda ayaktayd ı, hepsi ayn ı yöne
bakıyordu. Sürat teknesi onları geri getirmek için etraflarında do­
laşıyordu.
"Çekici ha lattan kurtulmanın bir yolunu bulmuş olmalılar,"
dedi Hiro.
"Mümkün değil," dedi takma gözlü adam. "Dibe bağlıydı, suyun
altına. Ve bu çelik bir halat, o yüzden kesmelerinin de imkanı yok."
Hiro suyu n üzerinde aşağı yukarı sallanan başka bir küçük
tekne gördü, Ruslar ve onları çeken sürat teknesinin arasındayd ı .
Çok bel irgin değildi çünkü ç o k küçüktü ve soluk renklerle boyan­
mıştı. Tek kişi lik bir kaya ktı. İçinde uzun saçlı bir adam vard ı .
"Lanet olsu n," dedi Livio. " O nereden geldi?"
Kayağın içindeki adam birkaç dakika arkasına baktı, dalgaları
kontrol etti, sonra aniden arkasını döndü ve kürek çekmeye baş­
ladı, hızlanıyor, sürekli arkasına bakıyordu. Büyük bir da lga geli­
yordu ve tam kayağın altından geçerken, adam hızını ayarladı. Ka­
yak dalganın tepesinde ka ldı ve dalgaya binerek bir füze gibi ileri
gitti, sudaki bütün diğer şeylerden iki kat hızlı gitmeye başladı.
Adam, küreği nin bir ucuyla dalgayı delerek hızla yönünü de­
ğiştirdi. Sonra küreği bıraktı, kayağın içine uzandı ve küçük siyah
bir şey çıkardı, yaklaşık bir buçuk metrelik bir boruyu omzunun
üstüne ka ldırdı.
O ve sürat teknesi, zıt yönlere giderek birbirlerinin yanından geçti,
aralarında altı metre boşluk vardı. Sonra sürat teknesi havaya uçtu.
Kow/oon bu olay yeri nden bi rkaç bin metre uza ktayd ı . Bu bü­
yüklükte bir geminin yapabileceği en iyi manevrayı yaptı, böylece
geri dönüp Ruslarla - ve daha büyük bir sorun olan Raven'la -
anlaşa bilecekti.
Raven arkadaşlarının ya nına doğru kürek çekiyordu.
"Tam bir orospu çocuğu," dedi Livio. "Ne yapacak, lanet olası
kayağı nın arkasında onları Canku rta rana mı götürecek?"
"Bu beni korkutuyor;' dedi takma gözlü adam. "Yukarıda roketa­
tarlı adamlarımızın olduğundan emin ol. Bir helikopter falan gelebilir:'
"Radarda başka gemi görü nmüyor," dedi diğer askerlerden
biri. "Sadece biz ve onlar. Ve helikopter de görü nmüyor."
-300-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Raven'da bir nükleer bomba olduğunu biliyorsun, değil mi?"


dedi Hiro.
"Öyle d uydum. Ama o kaya k o kadar büyük değil. Hatta çok
küçük. Onun gibi bir şeyle denize açıldığına inanamıyoru m."
Denizin içinden bir dağ çıkıyordu. Siyah su köpükleri yükse­
liyor ve büyüyordu. Kabarcıkların arkasından siyah bir kule gö­
ründü, dikey bir şeki lde sudan çıkıyor, tepesinden bir çift kanat
çıkarıyordu. Kule gittikçe büyüdü, kanatlar gittikçe yükseldi ve bir
dağ ol uştu. Kırm ızı yıldızlar ve bi rkaç sayı. Ama bunun bir deni­
zaltı olduğunu anlamak için kimsenin sayıları okumasına gerek
yoktu. N ükleer denizaltı.
Sonra d urdu. Ruslara o kadar yakındı ki Gurov ve arkadaşları
üstüne atlayabilirdi. Raven onlara doğru kürek çekti, da lga ları bir
cam bıçak gibi kesiyord u.
"Lanet olsun," dedi takma gözlü adam. Ta mamen şaşkı ndı.
"Lanet olsun, lanet olsun, la net olsun. U ncle Enzo çok kızacak."
"Bilemezdi n," dedi Livio. "Onlara ateş edelim m i?"
Ta kma gözlü adam bir karar veremeden önce, nükleer deni­
zaltının tepesindeki güverte silahı açıldı. İlk top mermisi sadece
birkaç metre yanlarından geçti.
"Tamam, hızla büyüyen bir durum var. Hiro, benimle gel."
Kowloon mü rettebatı durumu çoktan anlamış ve nükleer
denizaltının kazanacağına dair bahse gi rmişti. Güvertede koştu­
ruyor, büyük cam elyaf kapsülleri suya atıyorlardı. Ka psüller kırı­
lıp açılıyor, cankurtaran botlara dönüşüyordu.
N ükleer den izaltıdaki güverte silahları nı kullananlar Kowloon'u
nasıl vuraca klarını çözd üğünde, du ru m daha da hızla büyüdü.
Kow/oon batsa mı, yansa m ı, parçalansa m ı karar veremiyordu, bu
yüzden hepsini birden yaptı. O ana kadar, Kow/oon'daki insa nların
çoğu bir cankurtaran botuna binmeyi başarmıştı. Suyu n üstünde
sallanıyor, turuncu ca n yeleklerinin fermuarlarını çekiyor ve nük­
leer denizaltıyı izliyorlardı.
Raven den izaltıda alt güverteye giden son kişiydi. Kayağından
birkaç alet almak için bir iki dakika harcadı; çantaların içinden bir
şeyler ve iki buçuk metre uzunluğunda bir mızrak aldı. İçeri girip
kapağı kapatmadan önce, Kowloon'un enkazına doğru döndü ve
m ızrağı başının üstüne kaldırdı: bir zafer işareti ve aynı zamanda
da bir söz. Sonra gözden kayboldu. Birkaç dakika sonra, denizaltı
da gözden kaybold u.
"O adam beni korkutuyor," dedi takma gözlü adam.

-301-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

-47-

Y.T. bu insa nların manyak olduklarını anladıktan sonra, onlar


hakkında başka şeyler de fark etmeye başladı. Mesela, bunca za­
man kimse onun gözlerine bakmamıştı . Özellikle de erkekler. Bu
adamlarda sekse dair hiçbir şey yoktu, ta mamen bastırmış, çok
derinlere atmışlardı. Şişman matruşkalara neden bakmadıklarını
anlayabiliyordu. Ama o on beş yaşında Amerikalı bir genç kızdı
ve arada sırada insanların ona bakmasına a lışkındı. Burada olmu­
yordu.
Ta ki bir gün büyük ba l ı k varilinden başını ka ldırıp kendini bir
adamın göğsüne bakarken bulana dek. Ve bakışlarını göğsünden
boynuna, oradan da yüzüne doğru kaldırdığında, tezgahın üstün­
den ona bakan koyu renk gözleri gördü.
Alnında bir şey yazıyord u : YETERSİZ DÜRTÜ KONTROLÜ. Bu
biraz korkutucuydu. Seksiydi de. Ona, bu insanlarda olmayan bir
çekicilik veriyordu. Cankurtaranın karanlık ve tehlikeli olmasını
bekliyordu ama onun yerine, an nesi nin çal ıştığı yerde çalışmak
gibiydi. Bu adam, gerçekten Cankurtarana aitmiş gibi görü nen
tek kişiydi.
Ve küçümseyen bakışları da vardı. Yüksek mevki tarzı. Uzun
bir bıyığı olsa da, yüzüne gitmemişti. Hatlarını pek iyi göstermi­
yordu.
"Pis bir şeyler alır mısın? Bir balık kafası ya da iki?" dedi Y.T.,
kepçeyi sallayarak. İnsanlarla hep saçma sapan konuşuyordu
çünkü ne dediğini kimse anlamıyordu.
"Ne verirsen ondan alacağı m," dedi adam. İngilizce. Temiz bir
şiveyle.
"Ben bir şey vermiyorum," dedi, "ama orada du rup öylesine
bakmak istiyorsan, o da olur."
Orada durdu ve bir süre öylesine baktı. Kuyruktaki insanların
sorunun ne olduğuna bakmak için gelmelerine yetecek bir süre.
Ama sorunun bu insan olduğunu gördüklerinde, geri döndüler.
"Bugün ne tatlısı var?" dedi adam. "Benim için tatlı bir şeyle­
rin var mı?"
"Biz tatlılara inan mıyoruz," dedi Y.T. "Tatlı günahtır, unuttun
mu?"

302
- -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Kültürel çevrene bağlı ."


"Öyle mi? Senin kültürel çevren nedir?"
"Ben bir Aleut'u m."
"Hiç duymadım."
"Çünkü canım ıza okudular," dedi iri yarı, korkunç Aleut, "ta­
rihteki diğer insanlardan daha fena hem de."
"Bunu duyduğuma üzüldü m," dedi Y.T. "O zaman, sana balık
koymamı ister misin yoksa aç mı kalacaksın?"
İ ri Aleut bir süre ona dik dik baktı. Sonra başını salladı ve
"Hadi. Buradan defolup gidelim," dedi.
"Ne, bu güzel işten kaçmak mı?"
Sırıttı. "Sana daha iyi bir iş bulabilirim."
"Peki bu işte, kıyafetlerim üzerimde kalacak mı?"
"Hadi. Gidiyoruz," dedi, o gözler içine işliyordu. Bacaklarının
arasındaki ılık gerilme h issine aldırmamaya çalıştı.
Kafeteryada onu takip etmeye başladı, yemek salonuna çıka­
bi leceği bir boşluğa doğru gidiyorlardı. Baş matruşka orospusu
arkadan geliyor, anlaşı lmaz bir dilde ona bağırıyordu.
Y.T. bakmak için arkasını döndü. Bir çift elin beline dokundu­
ğunu, oradan koltukaltına uza ndığı nı hissetti. Durdu rmak için kol­
larını çekti. Ama işe yaramadı, eller havaya yükselmeye ve onu
da yan ı nda götürmeye devam etti . İ ri adam onu, üç yaşındaki bir
çocuk gibi tezga hın üstüne kaldırdı.
Y.T. baş matruşka orospusuna bakmak için arkasını döndü
ama kad ın şaşkı nlık, korku ve cinsel öfke ka rışımı içinde dona­
kalmıştı . Ama en sonunda, korku kazandı, kad ın gözleri ni çevirdi,
arkasını döndü ve vari l işi dokuz numaraya Y.T.'nin yerine birini
bulmaya gitti.
"Yardımın için sağ ol," dedi Y.T. Sesi saçma bir şekilde titriyor-
du. "Şey, bir şeyler yemek istemiyor muydun?"
"Zaten dışarı çıkmayı d üşünüyordum," dedi.
"Dışarı mı? Cankurtaranda nereye çıkıyorsun?"
"Hadi gel, sana göstereyim."

Onu koridorlardan geçirdi ve dik, çelik merdivenlerden güver­


teye çıkardı. Gün ağarmak üzereydi ve Enterprise'ın kontrol kule­
si gri gökyüzünde bir karaltı gibi görünüyordu, gökyüzü o kadar
çabuk kararıyordu ki şu a n, gece yarısında göründüğünden daha
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

ka ranlıktı . Ama şimdi, ışıkların hiçbiri yanmıyordu ve tek görünen


şey, siyah çelik ve barut rengi gökyüzüyd ü.
Y.T. adamı güverteden kıça kadar takip etti. Cankurtaranın kirli
karmaşasından silah tutan devriyecilerin gezdiği geniş bir kanal­
la ayrı lan, Rusların zengin, temiz, beyaz bölgelerine bakıyorlardı.
Burada merdiven ya da iskele yoktu ama küpeşteden sallanan ka­
lın bir halat vard ı . Aleut adam bir ip yığını geti rdi, hızlı bir hareket­
le kolunun altına ve bir bacağına sardı. Sonra bir koluyla Y.T.' nin
beline sarıldı, geri yaslandı ve gemiden atladı.
Y.T. bağırmayı reddetti . Halatın onun vücudunu durdurduğu­
nu hissetti. Adamın kolu o kadar çok sı kıyordu ki bir an nefes ala­
mad ı . Sonra orada asılı ka ldı, onun kolunda.
Kollarını iki yana sarkıtmıştı, karşı koyuyord u. Ama ne olacaktı
ki, adama doğru yaklaştı, kollarını boynuna doladı, başını omzu­
na koydu ve sı kıca sarıldı. İpe sürtünerek aşağı, Cankurtaranın
temizlenmiş, zengin Rus versiyonuna indiler.
"Senin adın ne?" dedi Y.T.
"Dmitri Ravinoff," dedi. "Daha çok Raven diye bilirler."
Hassiktir.

Tekneler arasındaki bağlantı lar ka rmaşık ve a nlaşılmazdı. A


noktasından B noktasına gitmek için, her tarafı dolaşmak zorun­
da kalıyordunuz. Ama Raven nereye gittiğini biliyordu. Ara sıra
uzanıp Y.T.'nin elini tutuyordu ama onu çekiştirmiyordu. Sık sık,
senin canını yakabilirim ama yapmayacağım dercesine, yüzünde
bir sı rıtışla arkasına bakıyordu.
Rus bölgesinin, makineli tüfekli adamlar tarafından koru nan
geniş bir tahta köprüyle Cankurtarana bağlandığı bir yere geld iler.
Raven onları umursamadı, tekrar Y.T.'nin elini tuttu ve köprüde
yürümeye başladı. Y.T.'nin olanları düşünecek zamanı olmam ıştı
ama sonra etrafına baktı ve bütün cılız Asyal ı la rın ona bir yemek
gibi baktığını gördü. Cankurtarandayd ı . Gerçekten Cankurtaran­
dayd ı .
"Bunlar Hong Kong Vietnamlıları," dedi Raven. "Vietnam'dan
yola çıktılar, oradaki savaştan sonra Hong Kong'a geldiler - yani
birkaç nesildir kayıklarda yaşıyorlar. Korkma, senin için tehlikeli
değil ."
"Buradan yolu bulabileceğimi sanmıyorum," dedi Y.T.

304
- -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Rahat ol," dedi. "Kız arkadaşları m ı hiç kaybetmedim."


"Hiç kız arkadaşın oldu mu?"
Raven başını geriye attı ve güldü. "Çok fazla, eski günlerde.
Son birkaç yıldır o kadar çok olmadı."
"Öyle mi? Eski günler? Dövmeni yaptırmadan önce m i?"
"Evet. Ben alkoliğim. Eskiden çok başım belaya girerdi. Sekiz
yıldır ayığım."
"O za man neden herkes senden korkuyor?"
Raven ona baktı, gülümsedi ve omuz silkti. "Çü nkü çok acı ma-
sız, yetenekli, soğuk kanlı bir katil im, biliyorsun."
Y.T. güldü. Raven da.
"Mesleğin nedir?" diye sordu Y.T.
"Zıpkıncıyım," ded i.
"Moby Oick'teki gibi mi?" Bu Y.T.'nin hoşuna gitti. Okulda bu
kitabı okumuştu. Sınıfındaki i nsanların çoğu, en çalışkanlar bile
kitabın sağlam bir kitap olduğunu düşünmüştü. Ama o, zıpkınla
ilgili her şeyi sevmişti.
"Hayır. Benimle karşılaştırıldığında o Moby Dicksterlar20 hiçbir
şey."
"Zı pkınla ne tür şeyler yakalıyorsu n?"
"Aklına ne gelirse."
O andan itibaren, sadece ona baktı. Ya da cansız nesnelere.
Çünkü d iğer türlü, ona dik dik bakan binlerce koyu renk gözden
başka bir şey göremiyordu.
Kısmen o çok farklı olduğu içindi. Ama kısmen de,
Cankurtaranda mahremiyet olmadığındand ı, bir tekneden
diğerine zıplayarak ilerliyord unuz. Ama her tekne onlarca
insanın yaşadığı bir evdi, bu yüzden sürekli insanların oturma
odalarından geçiyorm uşsunuz gi biyd i. Ve banyolarından. Ve
yatak odalarından. Doğal olarak bakıyorlard ı .
Yağ vari llerinin üstüne yapılmış derme çatma bir platformun
üstünde yürüyorlard ı. İki Vietna mlı adam bir şey için tartışıyor ya
da pazarlı k yapıyordu. Onlara doğru dönen adam onların geldiği­
n i görd ü. Önce Y.T.'ye baktı, sonra Raven'a ve gözleri büyüd ü. Geri
çekildi. Konuştuğu adam da arkasını döndü ve gerçekten havaya
sıçradı. İ kisi de Raven'ın yolundan çekildi.
Ve spora önem li bir şeyin fa rkına vard ı : bu insanlar ona bak-
20 Bir sözcük oyunu. İ ngilizce'de "dickster" sözcüğü "sekste çok iyi
olan" anlamına gelir.

-305-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

m ıyordu. Hepsi Raven'a bakıyordu. Ve bir ünlüyü izleme du rumu


gibi bir şey deği ldi. Cankurtarandaki bütün bu adamlar, bu sert,
ürkütücü deniz adam ları, bu adamdan ölümüne korkuyord u.
Ve Y.T. onunla çıkıyordu.
Ve yeni başlamıştı.
Birden, diğer bir Vietnamlının oturma odasından geçerken Y.T.
bir yıl önce yaptığı dayan ılmaz bir konuşmayı hatırladı: annesi, bir
çocuk onunla yatmak isterse ne yapacağına dair tavsiye vermeye
çalışmıştı. Evet, a nne, ta mam. Aklımda tutacağım. Tamam, unut­
mayacağım. Y.T. tavsiyelerin işe yara maz olduğunu biliyordu ve
haklı olduğunu anlayacaktı.

-306-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 48 -

Cankurtaran botunda dört adam vardı: Hiro Protagonist, Mer­


kezi İstihbarat Şirketi için çalışan serbest ajan - işi aslında oturu p
bilgi toplamak ve Kütüphaneye, M İŞ veritabanına yüklemekti
ama şimdi bir operasyona dahil olm uştu. Hiro'nun iki şarjörlü,
her biri nde on bir kurşun taşıyan bir dokuz-milimetrelik yarı-oto­
matik silahı ve iki kılıcı vardı.
Ü çü ncü adam, soyadı bel li olmaya n Vic'ti . Gelir vergisi diye
bir şey hala olsaydı, Vic formu doldururken mesleğine "keskin
nişancı" yazardı. Klasik keskin nişancı tarzı nda, Vic az konuşan
ve dikkat çekmeyen bir adamdı. Üstünde, ona teleskopik bir
görüş veren büyük bir mekanizması olan uzun, geniş kalibre bir
tüfeği vardı . Bu aletin yapısı tam olarak belli değildi ama H i ro,
ortasına yerleştiril miş a rtı göstergeleri olan hassas ölçü mlü bir
silah olduğunu tahmin ediyordu. Vic' in ek olarak küçük silahlar
taşıdığı da görün mese de tahmin edilebilirdi.
Dördüncü adam, Eliot Chung. Eliot, eskiden Kow/oon'un kap­
tanıydı. Şu a nda, geçici işler yapıyordu. Watts'ta büyüm üştü ve
İ ngilizce konuştuğunda bir siyah gibi kon uşuyordu. Genetik ola­
rak ta mamen Çinliyd i. Siyah ve beyaz İngilizcesinin yanında, Kan­
ton Çincesi, Ta ksice, biraz Vietnamca, İspanyolca ve Resmi Çin­
ceyi de akıcı bir şekilde konuşabiliyordu. Eliot'ın "sadece trança
bal ığı için" Kow/oon'a getirdiği bir .44 Magnum tabancası vardı.
Trança balığı çok iri bir balıktı ve o kadar şiddetli kıvranabi liyor­
du ki onu yakalayan insanları kolayca öldürebilirdi; bu yüzden,
onları tekneye al madan önce kafasına bi rkaç el ateş etmek bir
nevi tedbir almaktı . Eliot'ın silah taşımasının tek sebebi buydu;
Kow/oon'un diğer savunma ihtiyaçları, bu konuda uzman olan
mürettebat üyeleri tarafından ka rşılanıyordu.
"Balıkgözü." Bu, takma gözlü adamdı. Kendisini sadece takma
ad ıyla tanıtıyordu. Elinde büyük, siyah bir bavul vard ı.
Bavul çok büyük yapılm ıştı, tekerlekleri vardı ve ağırlığı 140
ile 1000 kilogram arasındaydı. Önemli bir parçası vardı: sekiz san­
tim kalınlığında, birkaç metre uzun luğunda bir kablo ya da hor­
tum gibi bir şey bir köşesinden çı kıyor, botun eğimli zemininde
dolaşıyor ve köşeden denize in iyordu. Bu esrarengiz dokunacın
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

ucunda bir çöp kutusu büyüklüğünde bir metal parçası vardı ama
o kadar çok dar yüzgeç ve ka nada bağlanıyordu ki yüzölçümü
Delaware'i nki kadar görünüyordu. Hiro bu şeyi, bota taşınırken
sadece birkaç dakika gördü. O anda, kıpkırmızı parl ıyordu. Ama
şimdi suyu n altındaydı, açık griydi ve görmek imkansızdı çünkü
etrafı ndaki su kaynayarak köpürüyord u . Yumruk büyüklüğündeki
buhar kabarcıkları, kızgın kanatların ol uşturduğu şeklin ortasın­
da birleşiyor ve du rmadan okyanusun yüzeyini yumrukl uyordu.
Güçsüz cankurtaran botu Kuzey Pasifik'te çalkalanıyor, büyük bu­
har duman ları çı karıyordu. Ne Hiro ne de Eliot, Bal ı kgözü' nün kü­
çük ama yeterli bir nükleer güç kaynağıyla - radyotermal izotop­
lar, Sça nit'i çal ıştıranlar gibi - yolculuk ettiğinden bahsetmemiş
ya da bunu fark etmemişti. Ba lıkgözü bu gerçeği fark etmedikçe,
onların söylemesi kaba olurdu.
Bottaki herkes, tüm vücutlarını kaplayan açık turuncu kıyafet­
ler giymişti . Bunlar, Kuzey Pasifik tarzı can yelekleriydi. Büyük ve
biçimsizlerdi ama El iot Chung, kuzey denizlerinde bir ca n yeleği­
nin sadece cesed inizi su üstünde tutmaya ya radığı nı söylüyordu.
Cankurtaran botu, bir motoru ol mayan, üç metre uzunluğun­
da bir şişme botlu. Çadıra benzeyen, su geçirmez bir örtüsü var­
dı, ferm uarı çektiğinizde en şiddetli havada bile suyu geçirmeyen
kapalı bir kapsüle dönüşüyordu.
İki gün boyunca, dağlardan gelen şiddetli, soğuk rüzgar onları
Oregon'dan açık sulara sürükledi. Eliot, cankurtaran botu nun,
gelip mahsur kalmış yolcuları kurtaran deniz kuvvetlerinin ve
kıyı görevlilerinin olduğu eski gün lerde icat edildiğini anlattı . Tek
yapmanız gereken suyun üstünde du rmak ve turuncu olmaktı.
Bal ı kgözü' nün bir telsizi vardı ama kısa mesafeli bir cihazdı. Ve
Hiro'nun bilgisayarı ağa bağlanabiliyordu ama bu bağlamda,
sadece bir cep telefonu işlevi görüyordu. Denizin ortasında bir
işe yaramıyordu.
Hava çok yağmurlu olduğunda, tentenin altında oturdular. Az
yağmurlu olduğunda da üstünde. Za man geçi rmek için her türlü
yöntemleri vardı.
Hiro bilgisayarda takılıyordu, doğal olarak. Pasifik'te bir can­
kurtaran botunda mahsur kalmak bir hacker için mükemmel bir
fırsattı.
Vic, Kow/oon altlarında havaya uçtuğunda MAFYA montunun
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

cebinde olan, ıslanmış, karton kapaklı bir romanı okuyor, tekrar


okuyordu. Bu bekleyiş günleri onun için daha kolaydı. Profesyo­
nel bir keskin nişancı olarak, zaman öldürmeyi biliyordu.
Eliot, bakacak çok az şey olsa da dürbününden bir şeylere
bakıyordu. Sürekli botla uğraşıyor, kaptanların yaptığı gibi endi­
şeleniyordu. Ve sürekli balık tutuyordu. Botta depolad ıkları bir
sürü yiyecek vardı ama arada bir taze trança balığı ve somon iyi
oluyordu.
Balıkgözü, siyah, ağır bavuldan kullanım kitapçığı gibi bir şey
çıkarmıştı. Küçük, lazer yazıcıyla yazılmış sayfaları olan bir kla­
sördü. Dosya, bir kırtasiyeci dükkanından alınmış ucuz, markasız
bir şeydi. Bu açı lardan, Hiro'ya çok tanıdık geliyordu: hala yapım
aşamasında olan ileri teknoloji bir ürünün özelliklerini taşıyord u.
Bütün teknik aygıtlar bir çeşit belge işlem gerektirirdi ama bu,
sadece gerçek ürün geliştirmeyi yapan teknisyen ler tarafından
yazılabilirdi ve onlar da bundan nefret eder, belge işlem olayını
hep son dakikaya ertelerdi. Sonra bir sözcük işlemciyle yazar, la­
zer yazıcıyla çoğaltır ve ucuz bir dosya için bölü m sekreterliğine
gönderirdi.
Ama bu, Ba lıkgözü'nü kısa bir süre meşgul etti . Zamanının
geri kalanını sadece ufuğa bakarak geçirdi, sanki Sicilya'nın gö­
rünmesini bekliyordu. Görü nmedi. Görevi başarısız olunca mora­
li bozuldu ve sürekli mırıldanmaya, bir yol bulmaya çalıştı.
"Sormamda bir sakı nca yoksa," dedi Hiro, "görevin neydi ki?"
Balıkgözü bunu bir süre d üşündü. "Nasıl baktığına bağlı. Esa­
sen, hedefim on beş yaşındaki bir kızı bu pisliklerden geri almak.
O yüzden, kodaman lardan birkaçını esir alarak takas yapacak­
tım."
"Kim bu on beş yaşındaki kız?"
Balıkgözü omuz si lkti. "Onu tanıyorsun. Y.T."
"Bütün hedefin gerçekten bu mu?"
"Önemli olan, Hiro, Mafya yöntemini anlaman. Ve Mafya
yöntemi nde biz, kişisel il işkiler bahanesiyle daha büyük amaçlar
güderiz. Bu yüzden, mesela sen pizzacıyken, pizzaları hızlı teslim
etmenin sebebi çok para kazanman değil, bunun bir pol itika ol­
masıyd ı . Bunu yaptın çünkü Uncle Enzo ve her müşteri arasında
şahsi bir anlaşma yapıyordun. İşte biz, kendi kendine varlığını sür­
düren ideoloji tuzağından böyle kaçınıyoruz. İdeoloji bir virüstür.
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Ya ni, bu kızı geri almak, sadece bu kızı geri al makta n daha fazla
anlama sahip. Soyut bir politika hedefinin somut bir göstergesi.
Ve biz somut severiz - değil mi, Vic?"
Vic küçümseyen bir gülümseme ve kahkahayla karşıl ı k verdi.
"Bu olaydaki somut politika hedefi nedir?" dedi Hiro.
"Benim bir bilgim yok," dedi Ba lıkgözü. "Ama sanırım Uncle
Enzo, L.Bob Rife'a çok kızgın."

Hiro Flatland'de takılıyordu. Bunu kısmen bilgisaya rın pili bit­


mesin d iye yapıyordu; basit, i ki boyutlu bir masaüstü görüntüsü
çok az güç gerektirirken, üç boyutlu bir ofis yapmak, ta m zamanlı
çalışan bir sürü işlemci gerektiriyordu.
Ama Flatla nd'de olmasının gerçek sebebi, Hiro Protagonist,
son serbest hacker, hackl iyordu. Ve hackerlar hacklerken, Meta­
evrenler ve avatarların yapay dünyasıyla uğraşmazdı. Bu yüzey
katmanından aşağıya, kod ve karmaşık tılsımlar cehen nemine
i nerd i . Orada Metaevrende gördüğünüz her şey, ne kadar ger­
çek gibi, güzel ve üç boyutlu olsa da, basit bir metin dosyasına
dönüşürdü: elektronik bir sayfa üzerindeki harf dizili mleri. İnsan­
ların ilkel bağlantı türleriyle ve IBM delikli kartlarıyla bi lgisayarları
program ladığı eski günlere dönmek gibiydi.
O zamandan beri, iyi ve kullanıcı dostu programlama parçaları
gel işti rildi. Artık Metaevrende masan ızda oturarak ve Tinkertoys
gibi küçük, önceden programlanmış birimlere bağlanarak bir bil­
gisayarı programlamak mümkündü. Ama gerçek bir hacker asla
böyle teknikler kulla nmazdı, uzman bir oto ta mircisinin, direksi­
yonun arkasına geçip gösterge panelindeki aptal ışıkları izleyerek
arabayı tamir etmeye çalışmaması gibi.
Hiro ne yaptığını, neye hazırlandığını bilmiyordu. Ama önemli
deği ldi. Programlamanın çoğu bir altyapı hazırlama meselesiydi,
söz konusu işle bir alakası yok gibi görünen sözcük yapıları yap­
maktı.
Bir şeyi bil iyord u : artık Metaevren, öldürülebileceğiniz bir
yere dönüşmüştü. Ya da en azı ndan, beyni nize delik açtırabilecek
bir yere. Buranın yapısına göre bu, rad ika l bir değişiklikti. Silahlar
Cennete gelmişti.
Hak ettiklerini bulmuşlardı, şimdi fark ediyordu. Orayı çok sa­
vun masız bir yer yapm ışlardı. Olabilecek en kötü şeyin, bi lgisa-

3 10
- -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

yarınıza bir virüs girmesi ve sistemi yeniden başlatmak zorunda


kalma nız olabileceğini düşünmüşlerdi. Ya da belki, bir kurtarıcı
yükleyecek kadar salaksanız verilerden birazını yok etmesi ola­
bileceğini. Bu yüzden, Metaevren açık ve koru nmasızdı, bomba
ve metal detektörlerden önceki havaalanları gibi, saldırı tüfekleri
olan manyaklardan önceki ilkokul günleri gibi. Herhangi biri içe­
ri girip istediği şeyi yapa bilirdi. Polis yoktu. Kend inizi koruyamı­
yordunuz, kötü insan ları kovalayamıyordunuz. Bunu değiştirmek
zahmetli bir işti - bütün Metaevrenin temelini, gezegensel ve ku­
rumsal düzeyde yeniden yapmak gerekiyordu.
Bu sırada, burayı bilen insanların da bir rolü olabilirdi. Bu du­
rumda, birkaç hack çok fark ya ratabilirdi. Büyük yazılım şi rketleri
problemi çözmek için harekete geçmeden önce bir serbest hac­
ker bir sürü şeyi hal ledebilirdi.

DaSid'in beynini yiyen virüs bir dizi ikili veriydi, ikil eşlem
şeklinde yüzünde parl ıyordu - bir sürü siyah ve beyaz pi kselden
ol uşuyordu, beyaz sıhrı, siyahsa biri temsil ediyordu. İkil eşlemi
kağıtlara döktüler ve Metaevrende dolaşıp kurban arayan
avatarlara rulo halinde verdiler.
Kara G üneş'te Hiro'ya hasta lık bulaştı rmaya çalışan Clint kaç­
mıştı ama ruloyu arkasında bırakmıştı - kollarının koparılacağını
tahmin etmemişti - ve H i ro ruloyu yerin altındaki tünel sistemine
atm ıştı. Sonra, H i ro bir Hayalet Programdan ruloyu onun atölye­
sine götürmesi ni istem işti . Ve Hiro'nun evindeki her şey, kendi
bilgisayarının içindeydi. Bunlara ulaşmak için küresel ağa bağlan­
masına gerek yoktu.
Sizi öldürebilecek bir veriyle çalışmak kolay değildi. Ama
önemli de deği ldi. Gerçeklikte insanlar her zaman tehlikel i mad­
delerle çalışıyordu - radyoaktif izotoplar ve zehirli kimyasallar.
Sadece doğru araç gerecinizin olması gerekiyordu : uzaktan hare­
ket etti rilen kollar, eldivenler, veri gözl ükleri, kurşun şerit cam. Ve
Flatland'de bir araca ihtiyacınız olduğunda, oturup yazıyordu nuz.
O yüzden, Hiro ruloyu görmeden içeriğini ku llanmasını sağlayan
birkaç basit program yazmakla işe başladı.
Ru lo, Metaevrendeki görülebilir her şey gi bi, bir yazılım par­
çasıyd ı. Nasıl görü ndüğünü ve açılışını kapanışını yöneten yön­
tem leri anlatan bi rkaç kod içeriyord u. Ve içinde bir yerlerde, bir

- 311 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

kaynak, bir veri vardı: Karlanma çöküşü virüsünün dijital versiyonu.


Virüs içinden çıkarıldığı nda, Hiro'nun Ka rlanma çöküşüTara
adında bir program yazması çok kolayd ı . Karlanma çöküşüTara
bir tür ilaçtı. Yani, Hiro'nun sistemini - hem donanımını hem de
Lagos'un dediği gibi beyin sistemini - dijital Karlanma çöküşü vi­
rüsünden koruyan bir koddu. Hiro bunu sistemine yüklediğinde,
dışarıdan gelen bilgi leri sürekli tarayacak, rulonun içindekilerle
eşleşen verileri arayacaktı. Bu türden bilgi leri fa rk ederse de, en­
gelleyecekti.
Flatla nd'de ya pılacak başka bir iş daha vardı. Hiro'nun avatar­
la rla arası iyiydi, bu yüzden kendine görü nmez bir avata r yazdı -
çünkü yeni ve daha tehlikeli Metaevrende işe ya rayabilirdi. Bunu
kötü yapmak kolay, iyi yapmak ince bir işti. Neredeyse herkes
hiçbir şeye benzemeyen bir avatar yazabi lirdi ama kullanıldığında
bir sürü probleme yol açardı. Bazı Metaevren gayri menkulleri -
Kara Gü neş de dahil - başka bir avatarla ya da bir engelle çarpışıp
çarpışmadığınızı anlamak için avatarınızın ne kadar büyük oldu­
ğunu bil mek istiyordu. Ve cevabınız sıfırsa - avata rınızı çok küçük
yaparsanız - bir şeylerin yanlış olduğunu düşüneceklerdi. Görün­
mez olacaktı n ı z ama Metaevrende gittiği niz her yerde bir yıkım
ve karmaşa izi bırakacaktınız. Diğer yerlerde, görü nmez avata rlar
yasaktı. Avata rınız şeffafsa ve ışığı yansıtm ıyorsa - yazması en ko­
lay olan - anında yasadışı avatar olarak fark edilecek ve alarmlar
ça lacaktı. Öyle bir şeki lde yazılmalıydı ki diğer insanlar göreme­
yecek ama gayri menkul yazılımı da onun görü nmez olduğunu
fark etmeyecekti.
Hiro son birkaç yıldır Vitaly Chernobyl gibi insa nlar için avatar
programla masaydı bilemeyeceği yüzlerce küçük hile vardı. Ger­
çekten iyi bir avatarı sıfırdan yazmak çok zaman alırdı ama bil­
gisayarında eski projelerden kalmış parçaları geri dönüştürerek
birkaç saat içinde bir tane yaptı. Zaten hackerlar genellikle böyle
yapardı.
Bunu yaparken, içinde bir ulaşım yazılımı olan eski bir dosya­
ya denk geld i. Bu, Metaevrenin çok eski gün lerinden kalmaydı,
tek hatlı demiryolunun var olmadığı, gezinmenin tek yolunun yü­
rümek ya da araca benzeyen bir yazılım yazmak olduğu zaman­
lardan ka lma.
İ l k günlerde, Metaevren hiçbir özelliği olmayan siyah bir

-3 12-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

topken, bu sıradan bir işti. Sonrasında, Sokak patladığında ve


i nsanlar binalar yapmaya başladığı nda, daha karmaşık hale geldi.
Sokakta, diğer insanların avatarlarının içinden geçebi liyordunuz.
Ama duvarların içinden geçemiyordunuz. Özel mülklere
giremiyordun uz. Ve Bağlantı Ka pıları ya da vagonlar gibi diğer
araçların da içinden geçemiyordunuz. Bu şeylerden herhangi bi­
riyle çarpışmaya ka lkışırsanız, ölmüyordunuz ya da Metaevren­
den atı lmıyordun uz; sadece, duvara toslayan bir çizgi film karak­
teri gibi duruyordu nuz.
Başka bir deyişle, Metaevren çarpabi leceğiniz engel lerle dol­
maya başladığında, hızlı yolculuk etme işi daha ilginç bir hal aldı.
Manevra yapabilmek bir mesele oldu. Boyut bir mesele oldu.
Hiro, DaSid ve geri ka lanlar ilk başta sevdi kleri büyük, tuhaf araç­
lardan vazgeçti - tank tekerlekleri üstündeki Victorian evleri, ok­
yanus gemileri, büyük kristal küreler, ejderhaların çektiği alevli
savaş arabaları - ve daha küçük, hareket ettirmesi kolay araçları
tercih etti : motosikletler.
Bir Metaevren aracı, bir kuark kadar hızlı olabilirdi. Endişele­
necek fizik kural ları, hız sınırları, hava direnci yoktu. Tekerlekler
asla gıcırdamaz, frenler asla ki litlenmezdi. Kontrol edilemeyen
tek şey, kullanıcının tepkime süresiydi. Ya ni, motosiklet yazılımla­
rıyla yarış yaparken, Şehir Merkezi'nde vahşi ra l l iler düzenlerken,
motor kapasitesi hakkında endişelenmiyorlard ı . Kullanıcı arayüzü
hakkında endişeleniyorlard ı; aracı sü rmek, hızlanmak ya da ça­
bucak frene basmak için sürücünün tepkilerini makineye aktaran
denetimler. Çünkü o hızda kalabalık bir alandan geçen motosiklet
yarışçılarının arasındayken bir şeye çarptığınızda ve hızınız sıfıra
düştüğünde, yetişmeniz imkansızdı . Tek bir hatayla kaybederdiniz.
Hiro'nun çok iyi bir motosikleti vardı. Muhtemelen Sokaktaki
en iyi motosiklete sahipti çünkü onun refleksleri olağan üstüydü.
Ama motosiklet sürmek yerine, daha çok kılıç dövüşüyle meşgul­
dü.
M otosiklet yazılımının son sürümünü açtı ve denetimleri tek­
rar öğrend i. Flatland'den üç-boyutlu Metaevrene çıktı ve bir süre
motosiklet sürme a lıştırması yaptı. Bahçesi nin sın ırlarının öte­
sinde ka ranlıktan başka bir şey yoktu çünkü ağa bağlanma mıştı .
Kaybolmuş, kimsesiz hissetti, Pasifik Okyan usu'nda b i r cankurta- ·

ran botunda olmak gibiydi.

-313 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 49 -

Ara sıra uzaklarda gemiler görüyorlardı. Hatta birkaç tanesi


onları kontrol etmek için çok yakından geçti ama hiçbiri kurtarma
modunda değil gibi görünüyordu. Cankurtaranın etrafı nda çok az
fedakar insan vardı ve ça lınacak çok şeylerinin olmadığı belliydi.
Zaman zaman, eski, derin sularda giden bir balıkçı teknesi gö­
rüyorlardı, uzunluğu on beş ile otuz metre arasındaydı ve birkaç
küçük, hızlı tekne etrafına toplanmıştı.
El iot bun ların korsan gemileri olduğunu söyleyince, Vic ve Ba­
lıkgözü kulak kesildi. Vic tüfeğini tuzlu sudan koru mak için koy­
duğu çantadan çıkardı ve dürbün olarak kullanmak için nişangah ı
söktü. N işangahı sökmezseniz, baktığınız şeye nişan al ıyorsunuz
gibi göründüğü için bunu ya pmak gerekliydi.
Ne zaman bir korsan gemisi görünse, hepsi sırayla dü rbün­
den bakıyor, farklı alıcılar deniyord u : normal, kızıl ötesi, vb . . Eliot
artık farklı korsan gruplarının renklerini öğrenmişti, dürbünden
bakarak kim olduklarını anlaya biliyord u : bir gün Clint Eastwood
ve grubu birkaç dakika onlarla yan yana gitti, Muhteşem Yedili
onlara yakından bakmak ve potansiyel ga nimet için küçük bot­
larından birini gönderdi. Hiro, Yedili tarafından esir alınmayı ne­
redeyse ümit etti çünkü en güzel görü nen korsan gemisi onla­
rın kiyd i : ön tarafında Exocet füzesi olan eski, lü ks bir yattı. Ama
bu keşif hiçbir yere varmadı. Termod inamik konusunda ca hil olan
korsanlar, bu cankurtaran botunun altından gelen buhar dumanı­
nın ne demek olduğunu anlamadı.
Bir sabah, büyük, eski bir trol gemisi çok yakınlarında belirdi,
sis kalkınca birden ortaya çıktı . Hiro bir süred ir motor sesini du­
yuyordu ama ne kadar yakın olduğunu fa rk etmem işti.
"Bunlar kim?" dedi Balıkgözü, çok nefret ettiği soğukta-kuru­
tulmuş kahvesiyle boğulurken. Bir termal battaniyeye sarılm ış,
kısmen tentenin a ltına girmişti, sadece yüzü ve elleri görü nüyor­
du.
E liot d ürbü nle onlara baktı . Duygularını gösteren bir adam
deği ldi ama gördüğü şeyden mutlu olmadığı belliyd i. "Bu Bruce
Lee," dedi.
"Nereden anlaşılıyor?" dedi Ba lıkgözü.
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Renklere ba k," dedi Eliot.


Gemi, herkesin bayrağı görebileceği kadar ya kındayd ı. Orta­
sında gümüş bir yumruk, onun a ltında bir çift mınçı ka olan, ke­
narlarında B ve L harfleri yazan kırmızı bir bayraktı.
"Kim bunlar?" dedi Bal ı kgözü.
"Kendine Bruce Lee diyen adam lider gibi bir şey. O renklerde
bir yeleği var."
"Yani?"
"Yani, yelek işlenmiş ya da boyanmış değil, kafa derileriyle ya­
pıl mış. Kı rkyama gibi."
"Ne dedin?" dedi Hiro.
"Bir söylenti var, sadece bir söylenti, i htiyacı olan kafa deri­
lerini toplamak için mülteci gemilerine gidip kızıl ya da gri saçlı
insan ları aradığını söylüyorlar."
Hiro hala anlamaya çalışıyordu ki Balıkgözü ani bir karar ver-
di. "Ben bu Bruce Lee deen adamla konuşmak istiyorum," dedi.
"İlgimi çekti."
"Neden o lanet olası psikopatla konuşmak istiyorsun?" dedi
Eliot.
"Evet," dedi Hiro. "Eye Spy'da görmedin mi onu? O bir man­
yak."
Balıkgözü, cevabı, Katolik teolojisi gibi insan aklının almaya­
cağı nı söylemek istercesine ellerini kaldırdı. "Bu benim kararım,"
dedi.
"Sen kim oluyorsun?" dedi Eliot.
"Bu lanet olası botun reisiyim," dedi Balıkgözü. "İşte burada
adaylığımı koyuyorum. Va r mı ikinci bir kişi?"
"Evet," dedi Vic, kırk sekiz saattir ilk kez konuşuyordu.
"Benden yana olanlar evet desi n," dedi Balıkgözü.
"Evet," dedi Vic.
"Ben kazandım," dedi Balıkgözü. "Şimdi, bu Bruce Lee adam­
larını nasıl buraya getirip konuşabiliriz?"
"Neden gelsinler ki?" dedi Eliot. "İstedikleri hiçbir şey bizde
yok, seks hariç."
"Bu adamların homo olduğunu mu söylüyorsun?" dedi Balık­
gözü, yüzünü buruşturarak.
"Lanet olsun, dostu m," dedi Eliot, "Kafa derilerini anlatı rken
gözünü bile kı rpmadın."
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Bu botu sevmeyeceği mi biliyord um," dedi Bal ı kgözü.


"Senin için bir şey değiştirecekse, bizim bildiğimiz anlamda
homoseksüel değiller," diye açıkladı Eliot. "Heteroseksüeller ama
korsa nlar. Sıcak ve oyu k olan her şeyi isterler."
Bal ı kgözü hızlı bir karar aldı. "Ta mam, siz ikiniz, Hiro ve El iot,
siz Çinlisiniz. Kıyafetlerinizi çıkarı n."
"Ne?"
"Çıkarı n. Ben reisim, unuttunuz mu? Vic'in size yardım etme­
sini ister misiniz?"
Eliot ve Hiro, yığılmış gibi oturan Vic'e bakmadan edemedi.
Aşırı derecede bezgin tavrında korku uya ndıran bir şey vardı.
"Dediğimi yapın yoksa sizi öldürürüm," dedi Balıkgözü, olduk­
ça inandırıcıydı.
Eliot ve Hiro botun üzerinde sallanara k, kıyafetlerini çıkardı­
lar, tenleri günlerdir ilk kez havayla temas ediyordu.
Trol gemisi o nla rın yanına geldi ve motoru kapattı, aralarında
yaklaşık altı metre vardı. Donanmaları oldukça iyiyd i : yeni mo­
torları olan ya rım düzine Zodiac, Exocet-tipi füze, iki radar ve
gem inin her ucunda bir elli kal i bre makineli tüfek vardı. Gemi,
arkası nda sanda llara benzeyen birkaç sürat teknesi çekiyordu
ve bunların da her birinde bir makineli tüfek vardı. Ayrıca, kendi
gücüyle çalışan, on metrelik bir motorlu yat da onları takip edi­
yordu.
Bruce lee'nin korsan grubunda yirmi dört adam vardı ve şu
anda hepsi geminin küpeştesine sıralanmış, pis pis sırıtıyor, ıslık
çalıyor, kurt gibi uluyor ve prezervatif sallıyordu.
"Korkmayın, onların sizi becermesine izin vermeyeceğim,"
dedi Balıkgözü, sırıtarak.
"Ne yapacaksın," dedi Eliot, "onlara bir papa lık fetvası mı ve­
receksin?"
"Eminim mantığın sesine kulak vereceklerdir," dedi Balıkgözü.
"Bu adamlar M afyadan korkmuyor, aklındaki buysa," dedi Eli-
ot.
"Çü nkü bizi çok iyi ta nım ıyorlar."
Sonunda lider görü ndü, Bruce Lee'nin kendisi, kurşu ngeçir­
mez bir yelek, onun üzeri ne bir cephane yeleği giymiş, çapraz
bir fişeklik, bir sa muray kılıcı - Hiro onunla savaşmak isterdi - ve
mı nçıka takmış kırk yaşları nda, kafa derileri giyen bir adamdı.

-3 1 6 -
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

Onlara bakıp sırıttı, baş parmağıyla çok iyi işareti yaptı ve ne­
şeli adamlarına beşl ik çakarak güverte boyunca yürüdü. Korsan­
lardan birini seçti ve adamın elindeki prezervatifi gösterdi. Kor­
san prezervatifi ağzına götürdü ve şişirip balon yaptı. Görünüşe
göre, bu adam zor bir gemi yönetiyord u.
Hiro, Bruce Lee'nin sırtındaki kafa derilerine bakmadan ede­
medi. Korsanlar onun i lgisini fark etti ve ona hareketler yapmaya
başladı, kafa derilerini gösteriyor, başlarını sal l ıyor, alaycı gözlerle
ona bakıyorlardı. Renkler üniformaya çok benziyordu - kırmızı­
ların hiçbiri fa rklı değildi. Hiro, Bruce Lee'nin, şöh reti nin aksine,
herhangi bir renk kafa derisini alıp, beyazlattığı ve onları boyadığı
sonucuna vard ı . Pısırık herif.
Sonunda Bruce Lee geminin ortasına geldi ve tekrar sı rıttı.
M ü kemmel, göz kamaştırıcı bir sırıtışı vardı ve bunun farkındayd ı;
belki de ön dişlerine yapıştı rılmış bir karat elmaslar yüzündendi.
"Müthiş bir bot," dedi. "Belki sizle takas, ha? Ha ha ha."
Cankurtaran botunda Vic hariç herkes küçük bir gülü mse­
meyle karşılık verdi.
"Nereye gidiyorsunuz? Key West? Ha ha ha."
Bruce Lee bir süre Hiro ve Eliot'ı i nceledi, işaret parmağı nı
döndürerek arkaları nı dönmelerini ve çana kla rını göstermelerini
istedi. Yaptılar.
"Quanto?" dedi Bruce Lee ve bütün korsa nlar gürültü yapma­
ya başladı, bilhassa Bruce Lee. Hiro, anüs kasların ın bir gözenek
kadar küçüldüğünü h issedebiliyordu.
"Kaç para olduğumuzu soruyor," dedi Eliot. "Tabii ki bu bir
şaka, buraya gelip bizi bedavaya becerebilecekleri ni biliyorlar."
"Ah, çok kom ik!" dedi Balıkgözü. H i ro ve Eliot'ı n, kelimenin
tam anlamıyla götleri donarken, o hala tentenin altındaydı, piç
kurusu.
"Ha rpoon füze, ister misiniz?" dedi Bruce Lee, güvertedeki
gemisavar füzelerden birini göstererek. "Bug? Motorola?"
"Ha rpoon gemisavar bir füze, çok pahal ı," dedi Eliot. "Bug ise
bir mikroçip. Motorola da Ford ya da Chevy gibi bir marka. Bruce
Lee bir sürü elektronik a letin tica reti ni yapıyor - tipik Asyal ı bir
korsan."
"Sizin için bize bir Harpoon füzesi verir mi?" dedi Balıkgözü.
"Hayır ! Alay ediyor, bokkafa !" dedi Eliot.

-31 7-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Ona dıştan motorlu bir tekne isted iğimizi söyle," dedi Balık­
gözü.
"Bir Zodiac, bir motor istiyoruz, deposu dol u," dedi El iot.
Bruce Lee birden ciddileşti ve gerçekten d üşündü. "İ nceleme
şart, anladın? Büyüklük ve ağız."
"Buraya gelip malları inceleyebilirse d üşü necekmiş," dedi Eli­
ot. "Ne kadar sıkı old uğum uza ve öğürme refleksimizi bastırıp
bastıramayacağım ıza bakmak istiyorlar. Bunların hepsi Cankurta­
ran genelev endüstrisinin şartları."
"Sizin genişlik on iki bence, ha ha ha."
"Bizim göt deliklerimizin çapının on iki santim olduğunu söy-
lüyor," dedi Eliot, "yani biz esnek ve değersizmişiz."
Bal ı kgözü kendi konuştu. "Hayır, hayı r, öyle değil."
Korsan gemisinin güvertesi heyeca nla kıkırdadı.
"Olmaz," dedi Bruce Lee.
"Bu çocuklar," dedi Bal ı kgözü, "o yönden hala bakir."
Bütün güvertede gürültü lü bir kahkaha patladı. Korsanlardan
biri küpeşteye tırmandı, yumruğunu havada salladı ve bağırdı:
"ba ka na zu ma lay ga no ma la aria ma na po no a ab zu ... " O
noktada, diğer korsa nların hepsi gülmeyi bıraktı, yüzlerinde ciddi
bir ifade ol uştu ve kendi a nlamsız sözleriyle kükreyerek, havayı
boğuk ul umalarıyla titreterek eşlik etmeye başladılar.
Can kurtaran botu aniden hareket edince Hiro'nun ayağı kay­
dı; Eliot'ın yanına düşüşünü gördü.
Bruce Lee'nin gemisine baktı ve küpeşteye ulaşan karanlık bir
da lgaya benzeyen bir şey görünce istemeden geri çekildi. Dalga,
ayaktaki korsanları baştan aşağı ıslattı, trol gemisi nin kıçından
başlayarak ilerledi. Ama bu sadece bir çeşit göz yanı lsamasıydı.
Aslında bir da lga değildi. Birdenbire, kendilerini trol gemisinden
altı değil on beş metre uza kta buldular. Küpeştedeki ka hkaha sö­
nerken, Hiro yeni bir ses duydu : Balıkgözü'nün olduğu taraftan
gelen alçak bir vınlama sesi, şimşek çakmadan önce duyulan ses
gibi, yırtılan çarşafların sesi gibi .
Bruce Lee'nin trol gemisine bakınca, karanlık dalgaya benzer
olayın asl ında bir kan dalgası olduğunu gördü, sanki biri güverteyi
kesilmiş bir şahdamarıyla sulamıştı. Ama dışarıdan gel memişti.
Korsanların vücutları ndan çıkmıştı, teker teker, kıçtan uca doğru
ilerlemişti . Şimdi Bruce Lee'nin gemisi ta mamen sessiz ve hare-

-318-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

ketsizdi, kan ve jelatinize iç organlar paslanmış çeliğin üzerinden


kayıyor ve yavaşça suya düşüyordu.
Balıkgözü dizlerinin üstüne kalkmıştı, üstü ndeki termal bat­
taniyeyi atm ıştı. Bir el inde, çapı beş santim olan uzun bir alet
tutuyordu, vınlama sesinin kaynağı buyd u. Kalem boyutu ndaki
paralel namlulardan oluşan yuvarlak bir desteydi, küçük bir mit­
ralyöze benziyordu. O kadar hızlı dönüyordu ki namluları seçmek
imkansızd ı; çalışı rken, bu hızlı ha reketi nden dolayı aslında belirsiz
ve saydamdı, Ba lıkgözü'nün kolundan çıkan parlak, şeffaf bir bu­
lut gibiydi. Alet, bilek ka lınlığında siyah namlulara ve botta ağzı
açık duran büyük bavu la doğru kıvrılan kablolara bağlıydı. Bavu­
lun, bu silah sisteminin durumu hakkında bilgi veren grafikleri
gösteren renkli bir dahili ekranı vardı: ne kadar cephane kaldığını,
çeşitli alt sistemlerin durumunu gösteriyordu. Hiro bunu bir anlı­
ğına gördü ve sonra Bruce Lee'nin gemisindeki bütün cephaneler
patlamaya başladı.
"Gördün mü, Mantığın sesi ne kulak vereceklerdir demiştim,"
dedi Bal ı kgözü, silahı kapatarak.
Sonra Hiro kontrol panelinde bir isim levhası gördü.

MANTIK
Model 1.087
Mitra lyöz tipi 3-mm hiperhızlı raylı top sistemi
Ng Güvenlik End üstrisi, Şti.
Ö N S Ü R Ü M MODELİ - SAHA KU LLAN i M i İÇİ N DEGİ LDİ R
YERLEŞ İ M BÖLGELE R İ N D E TEST ETM EYİ N İ Z
- U LT I MA RATIO REGUM -
"Kahrolası geri tepme bizi neredeyse Çin'e getird i," dedi Balık­
gözü memnu niyetle.
"Bunu sen mi yaptın? Biraz önce ne oldu?" dedi E liot.
"Ben ya ptım . Mantıkla. Bak, bu küçük metal pa rça larını ateş­
liyor. Çok hızlı gid iyorlar - tüfek kurşunundan daha güçlü. Seyrel­
tilmiş uranyum."
Dönen namlular neredeyse d urmak ü zereydi. Yaklaşık iki dü­
zine namlu var gibi görün üyordu.
"Makineli tüfeklerden nefret ettiğini san ıyordu m," dedi Hiro.
"Bu bottan daha çok nefret ediyoru m . Hadi gidip kendimize
-3 1 9-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

suyun üstünde giden bir şey bulalım. Motoru olan bir şey."
Bruce Lee'nin korsa n gemisindeki alevler ve küçük patlama­
lardan dolayı, orada hayatta kalan birkaç kişi olduğunu ve hala
onlara ateş edildiğini fa rk etmeleri bi rkaç dakika sürdü. Balıkgözü
bunun farkına varınca tekrar tetiği çekti, namlular dönerek şef­
faf bir silindir oluşturdu ve yırtı lma, tıslama sesi te · ·ar başladı.
Ba l ı kgözü silahı ileri geri salladı ve hedefini seyreltı;miş uranyum
duşuyla yıkadı. Bruce Lee'nin gemisi ışık saçıyor, parl ıyordu, sanki
Tinkerbell geminin üzerinde uçuyor, nükleer peri tozu serpiştiri­
yordu.
Bruce Lee'n in d iğer küçük teknesi, neler olduğuna bakmak
için gemiye yaklaşma hatasına d üştü. Balıkgözü tekneye doğru
döndü ve teknenin yü ksek, dışarı uzanan köprüsü suya düştü.
Trol gemisi nin temel ya pı elementleri bütü nl üklerini kaybed i­
yordu. Büyük metal parçaları koparken ve üst güverte, kötü ya­
pılmış bir sufle gibi çökerken, içeriden patlama ve kırılma sesleri
geliyordu. Balıkgözü bunu anlayınca, ateşi kesti .
"Yeter, patron," dedi Vic.
"Çı ldırdım!" d iye sevinç çığlığı attı Bal ı kgözü.
"O trol gemisini ku llanabilirdik, pislik herif," dedi Eliot nefret­
le, pantolonunu giyiyordu.
"Onu havaya uçurmak istememişti m. Sanırım küçük kurşu nlar
her şeye isabet etti."
"Zekice, Ba lıkgözü," dedi Hiro.
"Götünüzü kurtarmak için harekete geçtiğim için özür dilerim.
Hadi, hepsi yan madan önce gidip şu küçük teknelerden birini ala­
lım."

Parçalanmış yatın olduğu tarafa doğru kürek çektiler. Oraya


ulaştıklarında, Bruce Lee'nin trol gemisi, üstünden alevler ve du­
manlar çıkan, içinde ara sıra patlamaların duyuld uğu, yan yatmış,
boş bir çelik gövde haline gelmişti.
Teknenin geri ka lan kısmında bir sürü küçük delik vardı ve
patlamış cam elyaf parça larıyla parl ıyordu: ya klaşık bir mil imetre
uzunluğunda, milyonlarca küçük cam elyaf. Kaptan ve bir mü ret­
tebat üyesi - ya da daha ziyade yahni - enkazın geri ka lanıyla
birlikte suya düştü, arka larında suya doğru giden iki paralel çizgi­
den başka bir iz bırakmadı. Ama geminin mutfağında Filipinli bir

-3 20-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

çocuk vardı, mutfa k o kadar aşağıdaydı ki çocuk ya ralanmamış,


ne olduğunu bile tam olarak anlamamıştı.
Birkaç tane elektrikli kablo ortadan kesi lmişti. Eliot alt güver­
tede bir alet çantası buldu ve motor çalışana, tekne suyun üstün­
de gidene kadar on iki saat boyunca parça ları bir araya getirmek­
le uğraştı. Elektrikli aletler hakkında sadece temel bilgilere sahip
olan Hiro, ayak işleriyle ilgilenen, iktidarsız bir danışman görevi
görüyordu.
"Balıkgözü onlara ateş açmadan önce korsa nların nasıl konuş-
tuklarını duydun mu?" diye sordu Hiro, Eliot'a, ça lışırla rken.
"Pidgin dilini mi diyorsun?"
"Hayır. En sonda. Anlamsız bir dil."
"Evet. Cankurtaranda öyle yapıyorlar."
"Öyle mi?"
"Evet. Bir adam başlar ve diğerleri de katılır. Sa nırı m sadece
bir eğlence."
"Ama Ca nkurtaranda herkes yapıyor mu ?"
"Evet. Hepsi fa rklı dil konuşuyorlar, bilirsin, bütün o farklı et­
nik gruplar. Lanet Babil Kulesi gibi. Bence o sesleri çıkard ıkların­
da - birbirlerine anlamsız sözler söylediklerinde - sadece diğer
grupları taklit ediyorlar."
Filipinli çocuk onlara yemek hazırla maya başladı . Vic ve Balık­
gözü alt güvertedeki ka marada oturmuş, yemek yiyor, Çi nce der­
gileri incel iyor, Asyal ı kızların resimlerine bakıyor ve arada sırada
da deniz haritasına bakıyordu. Eliot elektrik sistemini çalışır hale
getirdiğinde, Hiro pillerini şarj etmek için bilgisayarını prize taktı.
Tekne ça l ışmaya başladığında, hava karanl ıktı. Güneybatıya
doğru, dalgalanan bir ışık sütu nu alçak bir bulut tabakasının ar­
kasında sallan ıyordu.
"Oradaki Cankurtaran mı?" dedi Balıkgözü, ışığı göstererek.
"Evet o," dedi Eliot. "Balıkçı tekneleri ona geri dönebilsin diye
geceleri ışıklarını yakıyorlar."
"Sence ne kadar uza kta?" dedi Ba lıkgözü.
Eliot omuz silkti . "Yirmi mil."
"Peki kara ne kadar uzakta?"
"Hiçbir fikrim yok. Bruce Lee'nin kaptanı muhtemelen bil iyor­
du ama diğer herkes gibi o da püre haline geldi."
"Hakl ısı n," dedi Ba l ı kgözü. " Aleti 'kırbaçla' ya da 'parçala'ya
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

ayarlamal ıydım."
"Cankurtaran genellikle kıyıdan en az yüz mil uzakta durur,"
dedi Hiro, "hırsızlık olayların ı azaltmak için."
"Mazotumuz ne durumda?"
"Mazot deposuna baktım," dedi Eliot. "Doğruyu söylemek ge­
rekirse, çok iyi du rumda değiliz."
"Çok iyi d urumda değiliz de ne demek?"
"Denizdeyken mazot seviyesini anlamak her zaman kolay
değildir," dedi Eliot. "Ve bu motorların ne kadar güçlü olduğunu
bilm iyorum. Ama gerçekten kıyıdan seksen ya da yüz mil uzak­
taysak, başaramaya biliriz."
"O zaman Cankurtarana gideriz," dedi Bal ı kgözü. "Cankurta­
rana gider ve birinden kendi iyiliği için bize biraz mazot vermesini
isteriz. Sonra da anakaraya geri döneriz."
Bu şekilde olacağına kimse gerçekten inanmıyordu, Bal ı kgözü
de. "Ve," diye devam etti, "oradayken - Cankurtaranda - mazotu
aldıktan sonra, eve gitmeden önce - başka şeyler de olabilir, bi­
lirsiniz. Hayat sü rprizlerle dolu."
"Aklında bir şey varsa, neden doğrudan söylemiyorsun?"
dedi Hiro.
"Tamam. Pol itika kara rı. Esir taktiği başa rısız oldu. O yüzden
bir çıkarma yapacağız."
"Neyi çı karacağız?"
"Y.T.'yi."
"Bunu ka bul ediyoru m," dedi Hiro, "a ma çıkarmak isted iğim
başka biri daha var."
"Kim?"
"J uanita. Hadi ama, iyi bir kız olduğunu sen kendin söyled in."
"Eğer Cankurtarandaysa, belki de o kadar iyi değildir," dedi
Bal ı kgözü.
"Ben onu oradan çıkarmak istiyorum. Bu işte hepimiz berabe-
riz, değil mi? Hepimiz Lagos'un çetesinin bir parçasıyız."
"Bruce Lee'nin orada adamları var," dedi Eliot.
"Düzeltme. Vardı."
"Ama demek istediğim, çok kızacaklar."
"Çok kızaca klarını mı düşünüyorsun. Ben ödlerinin boklarına
karışacağını düşünüyorum," dedi Ba l ı kgözü. "Şimdi, tekneyi sür,
El iot. Hadi, bu lanet denizden bıktım."

-3 22-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 50 -

Raven, Y.T.'yi üstünde bir tente olan, altı düz bir tekneye gö­
türdü. Vietnamlı/Amerikalı/Taylandlı/Çinli bir iş kurumuna dö­
n üştürülmüş bir tür nehir teknesiydi, bar/restoran/genelev/
kumarhane yuvası gibiydi. Bir sürü insanın takıldığı birkaç büyük
odası ve aşağıda kim bilir ne tür olayların döndüğü küçük, çeli k
duvarlı b i r sürü odası vardı.
En büyük odada, ayak takımı eğlencesi vardı. Duman, bronşla­
rı nı acemi düğümlerle bağladı. Odada bozuk bir Üçüncü Dünya ses
sistemi vardı: saf gürü ltü üç yüz desi bel le çelik d uvarlarda yankı­
lanıyordu. Duvarlardan birine yerleştirilmiş bir televizyon seti, ef­
latun ve küf yeşil inden oluşan iki renk şemasıyla yapılmış yaban­
cı bir çizgi filmi gösteriyord u; çizgi fi lmde kud uz Wile E. Coyote
gibi korkunç bir kurt, Warner Bros'un bile düşünemeyeceği
vahşi şekil lerde tekrar tekrar öldürül üyordu. Bu, büyükler için
ya pılmış bir çizgi filmdi. Filmin müziği ya tamamen kapatı lmış ya
da hoparlörlerden gelen cızırtılı melodiyle bastırılm ıştı. Birkaç
erotik dansçı, odanın bir ucunda dans ediyordu.
İnanılmaz kalabalıktı, oturacak bir yer kesinlikle bulamazlardı.
Ama Raven odaya girdikten kısa bir süre sonra, köşedeki bir düzine
adam ayağa kalktı ve sigaralarını ve içkilerini alarak masadan ayrıldı.
Raven, Y.T.'nin arkasından yürümeye başladı ve nereye gitseler, insan­
lar, Raven'ın neredeyse elle tutulur kuwet alanından çekiliyordu.
Raven eğildi ve masanın altına baktı, yerden bir sandalye aldı
ve onun da altına baktı - sandalye bombaları hakkında dikkatli
olmanız gerekirdi - yere koydu, iki çelik duvarın bi rleştiği köşeye
çekti ve oturdu. Y.T.'ye de aynısını yapması nı işaret etti ve o da
yaptı. Raven'ın yüzü, erotik dansçıların üzerindeki disko topundan
yansıyan ışık darbeleriyle, TV setinden gelen yeşil-mor pusla, çizgi
fi lmdeki kurt ya nlışlıkla bir hidrojen bombası yuttuğunda ya da bir
alev ma kinesiyle öldürüldüğünde oluşan ani ışıkla aydı nlanıyordu.
Hemen bir garson geldi. Raven masanın karşısı ndan ona ba­
ğırmaya başladı. Y.T. onu duyamıyordu ama muhtemelen ne iste­
diğini soruyordu.
"Bir çizburger !" diye bağırdı.
Raven güldü, başını sa llad ı . "Burada inek görüyor musun?"
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

"Ba lık hariç herha ngi bir şey !" diye bağırdı.
Raven garsonla fa rklı bir Taksiceyle konuştu.
"Sana kalamar söyledim," diye bağırdı. "Bir yumuşakça."
M ü kemmel. Raven, son gerçek beyefendi.
Yaklaşık bir saat boyunca bağırmalı bir sohbet oldu. Çoğun­
lukla Raven bağırd ı. Y.T. sadece dinledi, gülü msedi ve başını salla­
dı. "Gerçekten vahşi, küfürlü seksten hoşlan ıyorum" gibi bir şey
söylemediği ni umuyord u.
Bunun hakkında konuştuğunu düşünmüyordu. Politi ka konu­
şuyordu. Raven ağzına kalamar tı kmadığı ve müzik çok yüksek ol­
madığı za man larda. Aleutların tarihini anlattığını duyabiliyordu:
"Ruslar bizi ma hvetti ... çiçek hastal ığı yüzde doksanlardaydı ...
onların fok fa brikalarında köle olarak ça l ıştık ... Seward'ın delili­
ği21 ... Lanet olası Japonlar kırk iki yaşındaki babamı aldı ve bir esir
ka mpına götürdü ...
"Sonra Amerikal ılar bize atom bombası attı. Buna i nanabili­
yor musun?" dedi Raven. Müzikte bir ara oldu; artık cümlelerin
tamamını duya bil iyordu. "J aponlar, üstlerine atom bombası atı­
lan tek mil let olduklarını söylüyor. Ama her nü kleer gücün, si­
lahlarını test etmek için atom bombası attığı bir yerli topl uluğu
vard ır. Amerika da Aleutları bombaladı. Amch itka adasını. Benim
baba m," dedi Raven gururla sırıtarak, "iki kez bombaland ı : biri
Nagasaki'de, orada kör oldu, sonra da 1972'de Amerikalılar a na­
vatanı mızı bombaladığında."
Harika, diye düşündü Y.T. Yeni bir erkek arkadaşı vardı ve o da
bir mutanttı. Bu, bir iki şeyi açı klıyordu.
"Ben birkaç ay sonra doğd um," diye devam etti Raven.
"Bu Ortalara nasıl takıldın?"
"Geleneklerimizden kaçtım ve kendimi Soldotna'da petrol plat­
formlarında çalışırken buldum," dedi Raven, sanki Y.T. Soldotna'nın
nerede olduğunu biliyormuş gibi. "İçme alışkanlığım ve dövmem
de o zamandan. Ayrıca bir kadınla sevişmeyi de o zaman öğrendim
- zıpkınla avlanmaktan daha iyi yaptığım tek şey bu."
Y.T., Raven'a göre düzüşmek ve zıpkınla avlanmanın birbirine
yakın etki nl ikler olduğunu düşündü. Ama adam ne kadar kaba
olsa da, Y.T. onu tedirginlik veren bir biçimde tahrik ettiği gerçe-
21 A.B.D.'nin 1 867 yılında Alaska'yı Rusya'dan almasına karşı çıkanla­
rın kullandığı bir deyim; dönemin A.B.D. Dışişleri Bakanı William H.
Seward'ın adından gelmektedir.
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

ğinden kaçamıyordu.
"Biraz ekstra para kazan mak için bal ıkçı teknelerinde de ça­
l ıştım. Kırk sekiz saatlik trança balığı avından geri döner, can ye­
leklerini giyer, ceplerimize bira koyar ve denize atlardık, sadece
suyun üstünde duru p bütün gece içerdik. Ve bir keresinde, ba­
yılana kadar içmiştim. Uya ndığımda ertesi gündü ya da belki i ki
gün sonraydı, bilmiyoru m. Cook lnlet'in ortasında tek başıma
suyun üstünde duruyordum. Bal ı kçı teknemdeki diğer adamlar
beni u nutmuştu."
Doğal olarak, diye düşündü Y.T.
"Neyse, birkaç gün yüzdüm. Sonra çok susadım. Kod iak
adasında kıyıya vurdum. O ana kadar, alkol krizi ve diğer şeyler
yüzünden hasta düşmüştüm. Ama bir Rus Ortodoks kilisesinin
yakınlarında temizlendim, beni buldular, içeri aldılar ve aydı nlığa
kavuşturd ular. Ve işte o zaman gördüm ki, Batı l ı, Amerikan yaşam
tarzı beni neredeyse öldürecekti."
Ve vaaz başladı.
"Ve kötü şeyleri sadece i nançla, basit bir yaşam tarzı sü rerek
atlatabileceğim izi gördüm. İçki yok. Televizyon yok. O şeylerden
hiçbiri yok."
"O zaman burada ne yapıyoruz?"
Omuz silkti. "Burası, eskiden takıldığım kötü yerlere bir örnek.
Ama Cankurtaranda doğru d üzgün yemek yemek istiyorsan, bu­
nun gibi bir yere gelmek zoru ndasın."
Bir garson masaya yaklaştı. Gözleri büyümüş, hareketleri ka­
rarsızdı . Sipariş almak için gelmemişti; kötü bir haber vermek için
gelm işti.
"Efendim, telsizde biri sizi istiyor. Özür dilerim."
"Kim o?" dedi Raven.
Garson, sanki ismi halka açık bir yerde söylemezmiş gibi etra­
fına baktı. "Çok öneml i," dedi.
Raven derin bir iç çekti, son ba lık parçası n ı aldı ve ağzına attı .
Ayağa ka lktı ve Y.T. tepki veremeden önce ya nağına bir öpücük
kond urd u . "Tatlım, ya pmam gereken bir iş var. Burada beni bek­
le, tamam mı?"
"Burada mı?"
"Kimse seninle uğraşmayaca k," dedi Raven, hem garsona
hem Y.T.'ye bakarak.

-325-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 51 -

Cankurtaran, birkaç mil öteden tuhaf bir şekilde keyifli görü­


nüyordu. Bir düzine projektör ve en az o kadar lazer, Enterprise'ı n
yüksek üst güvertesine yerleştirilmişti. Yakından o kadar parlak
ve canlı görünmüyordu. Küçük teknelerin büyük, donuk karma­
şası, kontrastı bozan karanl ık, sarı bir ışık bulutu yayıyordu.
Cankurtaranın i ki parçası yanıyordu. Bu, güzel bir şenlik ateşi
değildi, üstünden siyah dumanlar çıka n büyük, çok fazla benzinle
elde edebileceğiniz türden, gürültülü bir ateşti.
"Çete savaşı, belki de," diye bir ta hmin yü rüttü E liot.
"Enerji kaynağı," diye ta hmin etti Hiro.
"Eğlence," dedi Balıkgözü. "Cankurtaranda ka blolu TV yok."
Cehennemin gerçekten içine dal madan önce, Eliot mazot de-
posunun kapağını açtı ve mazotu ölçmek için içine bir ölçüm çu­
buğu soktu. Bir şey söylemedi ama çok da mutlu görünmüyordu.
"Bütün ışıkları kapatın," dedi Eliot, hala millerce ötedeyken.
"Unutmayın, sila h l ı ve aç binlerce insan çoktan bizi gördü."
Vic, yuvarlak bir çekiçle ışıkları kapattı. Balıkgözü sadece dikili­
yor ve di kkatle Eliot'ı dinliyordu, birden saygılı ol maya başlamıştı.
Eliot devam etti. "Üşümem iz gerekse bile turuncu kıyafetleri çıka­
racağız. Şu andan iti baren, güvertelerde sakla nacağız, kendimizi
mümkün olduğunca az göstereceğiz ve gerekli olmadığı takdirde
birbirimizle konuşmayacağız. Vic, sen tüfeğinle geminin orta kı­
sımlarında dur ve birinin bizi spot ışıklarıyla bul ması nı bekle. Biri
bizi spot ışı kla rıyla bulursa, ateş edin. Küçük teknelerden gelen el
fenerleri de dahil. H i ro, sen in görevin küpeştelerde devriye gez­
mek. Sadece bu geminin kenar kısımlarında dolaş, bir yüzücünün
kenardan tırma nıp gemiye binebildiği her yeri izle ve böyle bir
şey olursa, onun kollarını kes. Ayrıca, tutma kancası tipi ndeki şey­
lere de dikkat et. Bal ı kgözü, bizim otuz metre yakınımızda yüzen
bir şey görürsen, batır onu.
"Cankurtaranda kafalarından antenler çıkan insanlar görürsen,
önce onları öldürmeye çalış çünkü onlar birbirleriyle konuşabiliyor."
"Kafalarından anten çıkan insanlar mı?" dedi Hiro.
"Evet. Cankurtara n gargoyleleri," dedi Eliot.
"Kim onlar?"
"Ben nereden bileyi m? Onları sadece uzaktan birkaç kez gör­
düm. Neyse, bizi doğrudan orta kısma götüreceğim ve yeterin-
-3 26-
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

ce yaklaşır yaklaşmaz, sağa dönecek ve Cankurtaranın etrafı nda


saat yönünün tersine döneceğim, bize mazot satmak isteyen bi­
rini arayacağı m. En kötüsü olur da kend imizi Cankurtaranda bu­
lursak, birbirim izden ayrıl mayacak ve kendimize bir rehber tuta­
cağız. Çünkü etrafı bilen birinin ya rdımı olmadan Cankurtaranda
ilerlemeye çalışırsak, kötü bir durumla karşılaşabiliriz."
"Ne tür kötü bir du rum?" dedi Bal ı kgözü.
"Altı mızda et yiyen sıçanlar, zehirli atıklar ve katil ba linalarla
dolu buz gibi sudan başka bir şey yokken, fa rklı yönlere doğru gi­
den iki gemi arasındaki çü rümüş, yağ kaplı bir yük filesine asılmak
gibi. Başka sorusu ola n?"
"Evet," dedi Bal ı kgözü. "Ben eve gidebilir miyim?"
Güzel. Balıkgözü korkuyorsa, Hiro da korkmal ıydı.
"Bruce Lee isimli korsana ne olduğunu hatırlayın," dedi Eli­
ot. "Silahlı ve güçlüydü. Bir gün, düzüşmek için mültecilerle dolu
bir cankurtaran botuna yanaştı ve ne olduğunu anlamadan öldü.
Bunu bize yapmak isteyen bir sürü insan var."
"Onların polisleri falan yok mu?" dedi Vic. "Öyle bir şey duymuştum:'
Diğer bir deyişle, Vic, Times Meydanı'nda bir sürü Cankurta­
ran filmine gitmişti.
"Enterprise'daki insanlar, Tanrının-gaza bı tarzında çalışıyor,"
dedi El iot. "Uçuş güvertesinin ucuna yerleştirilmiş büyük silahla­
rı var - büyük kurşunları olan büyük mitralyözler. Esasen Exocet
füzelerini düşürmek için oraya konuldu. Bir göktaşı kuvvetiyle
çarpıyor. Eğer i nsanlar Cankurtaranda soru n çıkarırsa, sorunu or­
tadan ka ldırırlar. Ama küçük bir cinayet ya da ayaklanma onların
dikkatini çekmek için yeterli değil. Rakip korsa n grupları arasında
bir roket düellosuysa, o farklı ."
Aniden, bir spot ışıkla ya kalandılar, ışık o kadar büyük ve güç­
lüydü ki nereden geldiğine bakamıyorlardı.
Sonra tekrar karanlık oldu ve Vic' in tüfeğinden gelen bir pat­
lama sesi suyun üzerinde yankılandı.
"İyi atış, Vic," dedi Ba l ı kgözü.
"Bir tanesi uyuşturucu satıcısı teknesine benziyor," dedi Vic, si­
hirli dürbününden bakarak. "Beş adam var. Bize doğru geliyorlar."
Bir el daha ateş etti. "Düzeltiyorum, dört adam var." Bum ! "Düzel­
tiyorum, artık bize doğru gelmiyorlar." Bum ! Altmış metre öteden,
okyan ustan bir ateş topu fırladı. "Düzeltiyorum, tekne yok."
Balıkgözü ka hkaha attı. "Bunları kayded iyor musun, Hiro?"
"Hayır," dedi Hiro. "Yayınlanmaz."
-327·
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Öyle mi?" Balıkgözü şaşırmış görünüyordu, sanki bu her şeyi


değişti rmişti.
"Bu ilk dalga," dedi Eliot. "Zengin korsa nlar kolay lokma arıyor.
Ama kaybedecek çok şeyleri var, bu yüzden hemen korkuyorlar."
"Başka bir yat tipli tekne var orada," dedi Vic, "ama şimdi geri
dönüyorlar."
Teknelerinin büyük dizel motorunun tı kırtısının ya nında, dış­
ta n ta kılmış motorun vızıltısını da duya biliyorlardı.
"İki nci da lga," dedi Eliot. "Korsan özenti leri. Bu adamlar çok
daha hızlı gelecekler, o yüzden tetikte olun."
"Bu şeyin mili metrik dalgası var," dedi Balıkgözü. Hiro ona
ba ktı; yüzü Mantık'ın dahili ekranının ışığıyla parlıyordu. "Bu
adamları gün ışığı gibi görebiliyorum."
Vic birkaç el ateş etti, tüfeğinin şarjörünü çıkardı, yenisini taktı.
Bir ıskuna, da lgaların üstünde su sıçratarak, onları el fenerleri
bombardımanına tutarak ya nlarından geçti. Balıkgözü, gecenin
soğuk havasına sıca k buhar bulutları fı rlatarak Mantık'la bi rkaç
kez ateş etti ama onları kaçırdı.
"Cephanenizi harcamayın," dedi Eliot. "Biraz yavaşlamadan bizi
Uzi22'1erle bile vuramazlar. Ve siz radarla bile onları vuramazsınız."
İ kinci bir ıskuna diğer ya nlarından geçti, ilki nden daha
ya kındı. Vic ve Ba lıkgözü ateş etmedi. Etraflarında döndüklerini,
geld ikleri yöne doğru geri gittiklerini duydular.
"O iki gemi orada buluşuyor," dedi Vic. "İki tane daha var. Top­
lamda dört tane. Konuşuyorlar."
"Bizi incelediler," dedi El iot. "Şimdi de taktiklerini planl ıyorlar.
Bir sonrakinde sa ldıracaklar."
Bir saniye sonra, teknenin kıçından, Eliot'ın olduğu yerden,
kısa ışık patlamala rıyla birlikte iki büyük patlama sesi geldi. H i ro
döndü ve biri nin güverteye düştüğünü görd ü . El iot değildi. E liot
büyük trança balığı silahını tutm uş, yere çömelm işti.
Hiro a rka ta rafa koştu ve bulutların arasından gelen loş ışıkta
ölü adama baktı . Siyah makine yağından oluşan bir giysi, üzeri n­
de silah ve bıçak olan bir kemer dışında çı plaktı . Hala, gemiye
tı rmandığı halatı tutuyordu. Halat, teknenin bir tarafındaki sivri
uçlu, kırılmış ca m elyafa takılmış tutma kancasına bağlıyd ı .
"Üçüncü da lga çok erken geliyor," dedi El iot, sesi yüksek ve
titrekti. Soğukkanlı görü nmek için o kadar çok ça bal ıyordu ki ters
22 i srailli su bav U ziel Gal tarafından icat edilen tam otomatik, makineli
,
bir tabanca
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

tepki ya pmıştı . "Hiro, bu silahta üç kurşun ka ldı ve bu orospu ço­


cuklarından daha fazlası tekneye binerse, son ku rşu nu senin için
saklayacağım."
"Özür dilerim," dedi Hiro. Kısa wakizashiyi çıkardı. Dokuz mi­
limetreliği diğer eli nde taşısa iyi hissederdi ama dengesi ni sağla­
mak ve denize düşmemek için bir elinin boşta olması gerekiyor­
du. Başka tutma kancası var mı diye tekneyi çabucak dolaştı ve
gerçekten bir tane buldu, kü peşte direklerinden birine takılmış,
denize doğru inen gergin bir halat.
Düzeltme: gergin bir çelik halat. Kılıcı bunu kesmezdi. Ve halat
o kadar çok gerilmişti ki direkten çıkaramıyordu.
Çömelmiş, tutma kancasıyla oynarken, kaygan bir el sudan
uzandı ve bileğini tuttu. Başka bir el, Hiro' nun diğer elini aradı ve
kılıcı tuttu. Hiro kılıcı çekti, birini kestiğini hissetti ve wakizashiyi
o iki elin ortasına doğru soktu, bu sırada biri dişlerini Hiro'nun
pantolonunun ağına geçirdi. Ama H iro' nun kasıkları güvendeydi
- motosiklet kıyafetinde sert, plastik bir tabaka vardı - bu
yüzden, bu insan köpekba l ığı sadece bir parça kurşungeçirmez
kumaş koparabildi. Sonra halat gevşedi ve adam denize düştü.
Hiro tutma kancasını çıkardı ve adamla beraber denize bıraktı.
Vic a rt arda üç el ateş etti ve bir ateş topu geminin bir tarafı­
nı aydınlattı. Bir an, etraflarındaki her şeyi görebildiler ve etkisi,
gecenin bir ya rısı mutfak lambasını ya ktığın ızda tezga hın üstü nün
farelerle dolu olduğunu görmek gibiydi. Etraflarında en az bir dü­
zine küçük tekne vardı.
"Molotof kokteyl leri var," dedi Vic.
Teknelerdeki i nsanlar da on ları görebiliyord u. Her yönden
üstlerine izli mermi yağıyord u. Hiro en az üç yerde namlu alevi
gördü. Ba lıkgözü Mantık'la bir, iki kez ateş açtı, her atışta on iki
kurşun atıyor ve bir ateş topu oluştu ruyordu.
Hiro'nun küpeşteleri dolaşmasının üstünden en az beş saniye
geçmişti, bu yüzden tekrar tutma kancası var mı d iye kontrol etti .
Bu kez temizd i. İki yağ tulumu beraber çal ışıyor olmal ıydı.
Bir Molotof kokteyli gökyüzünde kavis çizerek geldi ve tek­
nenin sancak ta rafında patladı. İçeri gelseydi daha kötü olurd u.
Balıkgözü, Molotof kokteylinin atıld ığı ta rafa doğru ateş açmaya
başladı ama şimdi teknenin bir tarafı alevler yüzünden aydınlan­
dığı için daha hafif ateş ediyorlardı. O ışıkta, Hiro, Vic'in kendisini
gizlediği yerde kan damlaları görd ü .
İskelede, uzun, d a r ve suyun içinden çıkan b i r şey gördü, b i r
-3 29-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

adam gövdesine benziyordu . Adam ın, omuzlarına dökülen uzun


saçları vardı ve bir elinde iki buçuk metrelik bir sopa tutuyordu.
Hiro onu gördüğü an, adam sopayı fırlattı.
M ızrak altı metre uzağa fı rladı. Ucu ndaki yontu lmuş cam, ışığı
yansıtıyor ve bir meteor gibi görünüyordu. Ba l ı kgözü' nün sırtına
saplandı, kurşungeçirmez kıyafetini kolayca deldi ve vücudunun
ön tarafı ndan çıktı. Darbe Balıkgözü'nü havaya kaldırd ı ve
tekneden düşürdü; yüz üstü denize düştü, çoktan ölm üştü.
Bu arada, Raven'ın silahları radarda görü nmüyordu.
H i ro, Raven'ın olduğu tarafa baktı ama o çoktan gitm işti. İki
yağ tulumu, yan yana, küpeşteden tırmanıp tekneye atladı ama
bir an, alevler yüzünden gözleri kamaştı. Hiro silahını çıkardı, on­
lara doğru lttu ve ikisi de denize düşene kadar tetiğe basmaya de­
vam etti. Artık silahta kaç kurşun kaldığından emin deği ldi.
Öksürme, tıslama sesi duyuldu, a levler azaldı ve son unda
söndü. El iot, bir yangın söndürücüyle hal letmişti.
Tekne Hiro'nun ayaklarının altında sallandı ve Hiro yüz üstü
yere düştü. Ayağa kalkı nca, büyük bir şeye çarptıklarını ya da bü­
yük bir şeyin onlara çarptığı nı düşü ndü. Güverteden ayak sesleri
geliyordu. Hiro ayak seslerinin yakınlaştığını duydu, wakizash isini
bı raktı, katanasını çıkardı ve sal layarak biri nin gövdesine soktu.
Bu sırada, sırtına uzun bir bıçak sapl ıyorlardı ama bıçak kumaşı
del medi, sadece biraz acıttı. Katanayı çekip çıkardı - ta mamen
acemi şansıydı çünkü darbeyi durdurmayı u nuttu, kılıç orada sıkı­
şıp kalabilirdi. Arkasını döndü, diğer yağ tulumundan gelen bıçak
darbesini içgüdüsel olarak savuşturdu, katanasını kaldırdı ve ada­
mın kafatasına vurdu. Bu kez doğru yaptı, kılıcı sapla madı. Şimdi
iki tarafı nda da bir yağ tulumu vard ı . Hiro birini seçti ve onun ka­
fasını kopardı. Sonra arkasını döndü. Diğer yağ tulumu, sivri uçlu
bir sopayla ona doğru geliyordu ama H i ro'nun aksine dengesini
sağlaya mıyordu. Hiro onu karşılamak için ayaklarını sürüyerek
yürüdü ve onu katanayla kesti.
Diğer bir yağ tulumu, olanları geminin baş tarafı ndan şaşkın­
l ı kla izliyordu. Hiro ona ateş etti ve adam güverteye düştü. İki yağ
tulumu daha vardı ama onlar tekneden atladı.
Tekne, boktan, eski ha latların ve suyu n üstü ndeki, onlar gibi
zava l l ı heriflere tuzak olan yük fi lelerinin ol uşturduğu örümcek
ağının içinde ka lmıştı. Motoru hala çalışmaya çalışıyordu ama
pervane dönmüyord u : mile bir şey dolanmıştı .
Şu anda Raven'dan hiç iz yoktu. Belki sadece Balıkgözü'nü
-330-
PARAZİT - NEAL STEP HENSON

öldürmek için gelmişti . Belki örümcek ağına takılmak istemem iş­


ti. Belki de Mantık ortadan kald ırıld ığında, yağ tulumlarının geri­
sini halledeceğini düşünm üştü.
Eliot kumandada deği ldi. Hatta teknede bile değildi. Hiro
onun ismini bağırd ı ama cevap gelmedi. En son, yangın söndürü­
cüyle M olotof alevlerin i söndürüyordu; tekne sallanıp durduğun­
da denize düşmüş olmalıydı .
Enterprise'a, düşündüğünden daha çok yaklaşmışlardı. Savaş bo­
yunca çok ilerlemiş, olması gerekenden daha çok yakınlaşmışlardı.
Aslında, şu anda Hiro'nun her tarafını Cankur-taran sarmıştı.
Molotof kokteyli taşıyan ıskunalardan geri kalan alevler güçsüz,
titrek bir ışık veriyordu.
Hiro, tekneyi tekrar açık denize çıkarmanın akıllıca ol mayaca­
ğını düşündü. Orada biraz rekabet vardı. Ön tarafa gitti . Mantık'ın
güç kaynağı ve cephaneliği görevini gören bavul, güvertede ağzı
açık bir şekilde duruyordu, renkli ekran ında şöyle yazıyordu:
Üzgün üz, önemli bir sistem hatası oluştu. Lütfen yeniden başlatın
ve tekrar deneyin.
Sonra, Hiro ekrana bakarken tamamen bozu ldu ve bir Karlan­
ma çöküşü yüzünden öldü.
Vic de makineli tüfek atışlarından bi riyle vurulmuş ve öl müştü.
Etraflarında yarım d üzine tekne, dalgaların üstünde ilerliyordu,
hepsi örümcek ağına ta kılmış, iyi görünümlü teknelerdi. Ama
hepsi boştu, motorları ve diğer şeyleri yoktu. Tıpkı avcıların pu­
suya yattığı yerin önündeki ördek tuza kları gibi. Bir şamandıranın
üstünde el yazısıyla, İngilizce ve diğer dillerde VAKiT yazılmıştı.
Daha ileride, onları kovalayan gemilerden birkaçı oyalan ıyor,
örümcek ağından uzakta duruyordu. Buraya gelemeyecekleri ni
biliyorlardı; burası siyah makine yağı yüzücülerinin özel alanıydı,
şu an neredeyse hepsi ölmüş olan ağdaki örümcekler.
Cankurtarana binerse, daha kötü olamazdı. Deği l mi?
Teknenin kendine a it küçük bir lastik botu vardı, dışarıdan ta­
kılan küçük bir motoru olan, en küçük boy, şişme bir yel kenliydi.
"Ben seninle gelirim," dedi bir ses.
Hiro silahını çıkararak arkasını döndü ve Filipinli miçoyu gör­
dü. Çocuk gözlerini kırptı, biraz şaşırmıştı ama çok korkmamış­
tı. Sonuçta korsa nlarla takıl ıyordu. Bu nedenle, teknedeki ölü
adamların hiçbiri onu ü rkütmedi.
"Ben seni n rehberin olurum," dedi çocuk. "ba la zin ka nu pa
ra ta ..."
-331-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 52 -

Y.T. o kadar çok bekledi ki güneşin doğduğunu düşündü ama


aslında bir iki saatten daha fazla olmadığını biliyordu. Bir bakıma,
önemli deği ldi. Hiçbir şey değişmiyord u : müzik çalıyor, çizgi film
başa sarıyor ve tekrar başlıyor, adamlar gelip içiyor ve ona bakar­
ken yakalanmamaya çalışıyordu. Masaya kelepçelenseydi daha
iyiydi; buradan geri dönüş yolunu bulmasının imkanı yoktu. Bu
yüzden bekledi.
Birden, Raven'ı önünde dikilirken gördü. Farklı kıyafetler giy­
mişti, üstündeki hayvan derisinden falan yapılmış, ıslak, kaygan
bir kıyafetti. Yüzü kırmızı ve ıslaktı.
"İşini bitirdin mi ?"
"Biraz," dedi Raven. "Yeteri kadar yaptım."
"Ne demek yeteri kadar?"
"Yani boktan işler yapmak için bir randevumun ortasında çağ­
rılmaktan hoşlanmıyorum," dedi Raven. "Bu yüzden orada işleri
yoluna soktum ve ayrıntılarla onun cüceleri uğraşsın dedim."
"Ben burada çok güzel vakit geçiriyordum."
"Üzgünüm, bebeğim. Hadi buradan gidelim," dedi, aleti kal k-
m ış bir adamın kasılmış sesiyle konuşuyordu.
"Hadi Merkez'e gideli m," dedi, güverteye çıktıklarında.
"Orada ne var?"
"Her şey," dedi. "Bütün bu yeri yöneten insanlar. Bu insanların
çoğu" - Cankurtaranı gösterdi - "oraya gidemez. Ben gidebilirim.
Görmek ister misin?"
"Tabii, neden olması n," dedi Y.T., bu kadar hevesli göründüğü
için kendinden nefret etti . Ama başka ne d iyecekti ki?
Onu ay ışığının a ltındaki borda iskelelerinden, Cankurtaranın
ortası ndaki büyük gem ilere doğru götü rd ü. Burada kaykayla ka­
yılabil irdi ama gerçekten iyi olmanız gerekirdi.
"Sen neden diğer insanlardan fa rklısı n?" dedi Y.T. Bunu pek
düşünmeden, birden söyledi. Ama iyi bir soru gibi görünüyordu.
Raven güldü. "Ben bir Aleut'u m. Bir sürü yönden fa rklıyı m-"
"Hayır. Demek istediğim, senin beyn in farklı çalışıyor," dedi
Y.T. "Kafayı yememişsi n. Ne demek istediğimi anlıyor musun? Bü­
tün gece bir kez bile Haber'den bahsetmedi n."

-332-
PARAZİT · NEAL STEPHENSON

"Kayaklarda yaptığımız bir şey var. Sörf yapmak gibi," dedi Ra­
ven.
"Sa hi mi? Ben de sörf yapıyorum - trafikte."
"Biz bunu eğlence için yapmıyoruz. Bu bizim yaşam şeklimizin
bir parçası. Dalgaların üstünde sörf yaparak bir adadan diğerine
u laşırız."
"Ben de aynı," dedi Y.T. "Sadece biz arabaların üstünde sörf
yaparak bir bayi konsolosluğundan diğerine u laşırız."
"Gördün mü, dünya bizden daha güçlü şeylerle dolu. Ama na­
sıl gezineceğini bilirsen, bir yerlere gidebi lirsin," dedi Raven.
"Doğru. Söylediğini ta mamen anl ıyorum."
"İşte ben de Ortolarla bunu ya pıyoru m. Dinlerinin bir kısmını
kabul ediyoru m. Ama hepsini değil. Ama onların işleyişi çok
güçlü. Bir sürü i nsan, para ve gemileri var."
"Ve sen de bunun üzerinde sörf yapıyorsun."
"Evet."
"Çok güzel. Bağlantıyı kurabil iyoru m. Ne ya pmaya çalışıyor­
sun? Ya ni, gerçek amacın nedir?"
Büyük, geniş bir platformdan geçiyorlardı. Aniden Raven
onun arkasına geçti, kollarıyla onun vücudunu sard ı ve onu ken­
dine doğru çekti. Pa rmakları neredeyse yere değmiyord u. Onun
soğu k burnunu şakağında, sıcak nefesini kulağında hissed iyordu.
Tatlı bir ürperti onu ayak parma klarına kadar sardı.
"Kısa vadeli mi yoksa uzun vadeli mi?" diye fısıldadı Raven.
"Hmm - uzun vadeli."
"Eskiden bir planım vardı - Amerika'ya atom bombası atacak­
tı m."
"Bu biraz fazla sert olurdu," dedi.
"Belki. İçinde bulunduğum ruh haline bağlı. Bunun dışında,
uzun vadeli bir amacım yok." Her fısıldadığında, başka bir nefes
kulağını gıdıkl ıyordu.
"Peki ya orta vadeli?"
"Birkaç saat içi nde, Cankurtaran dağılacak," dedi Raven. "Biz
California'ya gideceğiz. Yaşamak için düzgün bir yer arayacağız.
Bazı insanlar bizi du rdu rmaya ça l ışabilir. İnsanların sağ sa lim kı­
yıya çıkmasını sağlamak benim görevim. Yani, aslında savaşa gi­
diyorum."
"Ah, çok yazı k," diye mırı ldandı Y.T.
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Bu yüzden, şu an dışında bir şey düşünmek çok zor."


"Evet, biliyorum."
"Dün gece güzel bir oda ki raladı m," dedi Raven. "Temiz çar­
şaflar var."
Temiz kalmayacak, diye düşündü Y.T.

Y.T., Raven'ın dudaklarının bir balık gibi soğuk ve sert olacağını


düşünmüştü. Ama ne kadar sıcak olduklarını hissedince çok şaşır­
dı. Vücudunun her parçası sıcaktı, sanki Kuzey Kutbu'nda kendini
sıcak tutma nın tek yolu buydu.
Yaklaşık otuz saniye süren bir öpücükten sonra eği ldi, kalın
kollarını onun beline sardı, ayaklarını güverteden keserek onu
havaya ka ld ırdı.
Y.T. çok korkunç bir yere gidecekleri nden korkmuştu ama
Raven'ın, Merkez'deki yük gemilerinden birinin üstüne konulmuş
büyük bir yük konteynırı kiraladığı ortaya çıktı. Burası, büyük, lüks
bir otele benziyordu.
Y.T. şu anda boş boş sallanan bacakla rıyla ne yapacağına karar
vermeye çalışıyordu. Randevunun bu kadar başında, bacaklarını
onun bel ine sarmak için hazır değildi. Son ra bacaklarının ayrıl­
dığını h issetti - çok hem de - Raven'ın kalçaları belinden daha
büyük olma l ıyd ı . Raven onun vücudunu kendin inkine bastırıyor,
sı kıyor ve bı rakıyor, sıkıyor ve bırakıyordu, böylece Y.T. çaresizce
ileri geri hareket ediyordu. Büyük bir kas, uyluk kasının en üst
kısmı, kasık kem iğine bağlandığı yerde kıvrı l ıyor ve onu daha hızlı
hareket ettirirken, bacakları iyice açılıyor, üniformasındaki dikiş­
leri ve Raven'ın cebindeki bozuk paraları hissedebil iyord u. Elle­
rini aşağı kaydırıp kalçalarını sıktığında - elleri ve parmakları o
kadar büyüktü ki bir kayısıyı sıkıyor gibi olmalıyd ı - kaçmak için
i leri doğru hareket etti ama onun vücudu dışında gidecek bir yer
yoktu. Yüzü öpücükten uzaklaşıyor, onun geniş, pürüzsüz, tüysüz
boynu ndaki terde kayıyord u. Önce bir ciya klama, sonra bir inilti
çıkardı ve Raven'ın onu azdırdığını anladı. Çünkü seks sırasında
hiçbir zaman ses çıkarmazdı ama bu kez, durduramadı.
Ve buna karar verdiğinde, devam etmek için sabırsızla ndı.
Kollarını hareket ettirebiliyor, bacaklarını hareket ettirebiliyor
ama vücudunun orta kısmını Raven ha reket ettirene kadar kıpır­
datamıyordu. Ve Raven da, isteyene kadar hareket ettirmeyecek-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

ti. Bu yüzden, onun kulağına yöneldi. Bu genelde işe yarıyordu.


Ondan kaçmaya çalıştı . Raven, bir şeyden kaçmaya ça lışıyor­
du. Bu fikir Y.T.'nin hoşuna gitmişti. Otoyolda arabalara yapış­
maktan dolayı, bir erkeğinki kadar güçlü kolları vardı, bu yüzden
kollarıyla onun başını bir mengene gibi sardı, alnını onun başının
kenarına bastırdı ve dilinin ucunu onun dış kulağının kenarında
döndürmeye başlad ı .
Raven birkaç dakika felç olmuş gibi durd u, belli belirsiz nefes
alıyordu. Dilini kulağının içine soktuğundaysa, sanki sırtına bir
m ızrak saplanmış gibi sıçradı ve hırladı. Bir a n onun altında ezi­
leceğini düşündü ama Raven ağırlığını dirseklerine verdi, alt be­
deni hala onunkinin üstünde, bacaklarının arasına zevk saçmaya
devam ediyordu. Y.T.'nin kalçaları ve bald ırları katı laşmış ve sert­
leşmişti, gevşeyemiyord u . Raven bir an bedenlerini ayırarak bir
dirseğinin üstüne eğildi, teması kaybetmemek için ağzı nı onun
ağzına koydu ve içini diliyle doldurdu. Bir eliyle de üniforması nın
fermuarını kasıklarına kadar açtı. Tekrar üstüne çıktı, Y.T.'yi biraz
dikey konuma getirerek ün iformayı iki e liyle tuttu ve çıkardı. Son­
ra dar kalçalarının arasına girdi ve elleri tekrar ka lçalarını sıktı, bu
kez ikisinin teni de sıcaktı.
Bu noktada Y.T.'nin hatırlaması gereken bir şey vardı. Hallet­
mesi gereken bir şey. Önemli bir şey. Bunun gibi anlarda mantıklı
görünen, konuyla o kadar alakasız ki aklınıza bile gelmeyen sıkıcı
görevlerden biriydi.
Doğum kontrolüyle ilgili bir şey olmalıydı. Ya da onun gibi bir
şey. Ama Y.T. tutkunun karşısında çaresizdi, bu yüzden bir baha­
nesi vardı. Bu yüzden, kıpırdandı ve üniforması bileklerine i nene
kadar dizleriyle tekmeledi.
Raven yaklaşık üç saniyede tamamen soyu ndu. Tişörtünü çı­
karıp bir yere fırlattı, pantolonunu indirdi ve tekmeleyerek çı kar­
dı. Teni, onunki kadar pürüzsüzdü, denizde yüzen ama sıcakkanlı
olan bir memelinin ten i gibiydi . Kamışını görmedi, ama istemi­
yordu da, ne anlamı vardı ki?
Y.T. daha önce hiç yapmadığı bir şey ya ptı : Raven içine girer
girmez boşaldı. O rtadan çakan, gergin bacaklarının arkası ndan
omurgasına, göğüs uçlarına doğru giden bir şimşek gibiydi. Ka­
burgaları teninden fırlayana kadar nefes aldı ve hepsini bir çığl ık­
la dışarı verdi. Raven mu htemelen sağır olmuştu. Ama bu onun

- 335 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

problemiydi.
Y.T. gevşed i. Raven da. Aynı anda gelmiş olmalıydı. Önemli de­
ğildi. Erkendi ama zava l l ı Raven denizde olduğu için bir keçi kadar
azgındı. Y.T. sonraki seferde daha fazla dayanıklılık bekliyordu.
Şu anda, onun altında yatmaktan ve onun sıcaklığın ı içine
çekmekten memnundu. Günlerdir üşüyordu. Ayakları hala soğuk­
tu ama bu sadece vücudunun geri kalanının daha iyi hissetmesini
sağlıyordu.
Raven da memnun görünüyordu. Alışı lmadık bir biçimde
memnun. M utluluktan bahsettiğin izde, çoğu erkek televizyon ka­
nallarında gezi nirdi. Raven değil. O burada bütün gece uza nmak­
tan, Y.T.'nin boynuna yavaşça nefes alıp vermekten memnundu.
Aslında, onun üstünde uykuya dalm ıştı. Bir kad ının yapacağı bir
şey gibi.
Y.T. de biraz uyukladı. Akl ında bu düşü ncelerle orada birkaç
dakika boyunca uzandı.
Burası oldukça güzel bir yerdi. Va lley'deki orta halli iş otel le­
rine benziyordu. Cankurtaranda böyle bir şeyin olduğunu hiç
anlamamıştı. Ama burada, her yer gibi hem zengin hem de fakir
insanlar vardı .
. Platformda, Merkez'deki büyük gemilerden çok uzakta olma­
yan bir yere geldiklerinde, yolu kapayan silahlı bir muhafız vardı.
Raven'ın geçmesine izin vermişti, Raven da Y.T.'nin el inden tuta­
rak geçm işti ve muhafız Y.T.'ye bakmış ama bir şey söylemem işti,
di kkatinin çoğunu Raven'a vermişti.
Ondan sonra, platform daha da güzel leşm işti. Sa hildeki tahta
iskeleler gibi, geniş ve sırtları nda kocaman bohçalar taşıyan yaşlı,
Çinli kad ınlarla dolu değildi. Ve o kadar da bok gibi kokmuyordu.
İ l k Merkez gemisine ulaştıklarında, on ları deniz seviyesinden
güverteye çıkaran bir merdiven vardı. Oradan da diğer geminin iç
kısımlarına giden bir borda iskelesinden geçmişlerdi. Raven sanki
buralara milyon kere gelmiş gibi onu gezdirmişti ve en sonunda da
bu yük gemisine giden iskeleden yürümüşlerdi. Burası gerçekten
bir otel gibiyd i : takım el biseli adamların çantalarını taşıyan beyaz
eldivenli belboylar, resepsiyon masası, her şey. Hala bir gemiyd i
- her şey, milyonlarca kez beyaza boyanmış çel ikten yapılm ıştı
- ama beklediği gibi değild i. Bir helikopter pisti bile vardı -
üstünde, daha önce gördüğü bir logo olan bir helikopter park
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

etmişti: Rife İ leri Düzeyde Araştırma Projeleri . RİDAP. YOG H K


merkezine teslim etmesi için ona o zarfı veren insanlar. Şimdi
taşlar yerine oturuyordu : Federaller, L. Bob Rife, Papaz Wayne'in
Cennet Kapıları ve Cankurtaran aynı olayı n parça la rıydı.
"Bütün bu insanlar da kim?" d iye sormuştu Raven'a, ilk gör­
düğünde. Ama Raven sadece onu susturmuştu.
Odalarını ararken tekrar sorm uştu ve Raven da şöyle demişti :
Bu adamların hepsi L. Bob Rife için çalışıyor. Progra mcılar, mü­
hendisler ve haberleşme çalışanları. Rife önemli bir adam. Yönet­
mesi gereken bir tekeli var.
"Rife burada mı?"diye sormuştu. Numara ya pmıştı, tabii ki;
zaten çoktan anlam ıştı.
"Şşş," demişti Raven.
İyi bir bilgiydi. Hiro'ya ulaştırabilirse, çok hoşuna giderdi.
Ve bu bile çok kolay olacaktı . Cankurtaranda Metaevren termi­
nal leri olacağı nı hiç d üşünmemişti ama bu gemide, takım
e lbiseliler meden iyete dönebilsin diye bir sürü terminal vard ı.
Tek yapması gereken, Raven'ı uyandırmadan o terminallerden
birine u laşmaktı. Ve bu çok ince bir işti. Cankurtaran film lerindeki
gibi onu bir şeyle uyuştura maması çok kötüyd ü.
Tam o anda bir şeyin farkına vardı. Bilinçaltı ndan bir kabus
gibi dışarı çıktı. Ya da evden çıktıktan ya rım saat sonra ocakta
çaydanlığı un uttuğunuzu hatırlamanız gibi. Hakkında hiçbir şey
ya pamayacağı, soğuk, ıslak bir gerçekti.
Seks anından hemen önce, onu bir an rahatsız eden şeyin ne
olduğunu sonu nda hatırlamıştı .
Doğu m kontrolü deği ldi. H ijyen olayı deği ldi.
Vajina dişleriydi. Kend ini savunma yöntem lerinin sonuncusu.
Uncle Enzo'nun asker künyesiyle birlikte Ortoların almadığı tek
şey. Vaj ina dişlerini almadılar çünkü iç beden muayenesi ne inan­
mıyorlard ı .
Demek k i Raven o n u n içine girdiğinde, minicik b i r enjeksiyon
iğnesi, fark ettirmeden onun penisi ndeki toplardamara girdi ve
otomatik olarak kan dolaşımına güçlü bir uyuşturucu ve yatıştı rıcı
kokteyli verd i .
Raven, h i ç beklemediği yerden zıpkınlanm ıştı. Şimdi en az
dört saat boyunca uyuyacaktı.
Ve sonra, off, tepesi atacaktı.

- 337
-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 5 :3 -

Hiro, Eliot'ın uyarısını hatırladı: Bir rehber olmadan Cankur­


tarana gitme. Bu çocuk, Bruce Lee'nin Cankurtarandaki Filipin
bölgesinden aldığı bir mülteci ol malıydı.
Çocuğun adı Transubstanciacion'dı. Kısaca Tranny. Daha Hiro
söylemeden çocuk ıskunaya tırmandı.
"Bir saniye," dedi Hiro. "Bir şeyler almamız gerek."
Hiro risk alarak küçük bir el feneri yaktı, etrafı arayıp değerli
şeylerdi topladı: birkaç şişe (tahminen) içme suyu, biraz yiyecek,
dokuz milimetreliği için ekstra cephane. İpini sararak, tutma kan­
calarından birini de aldı. Cankurtaranda işe ya rayabilecek bir şey
gibiydi.
Çok istemese de yapması gereken bir iş daha vard ı .
Hiro, farelerin ve sıçanların sorun olduğu bir sürü yerde yaşa­
mıştı . Ka pan ku llanarak bunlardan kurtul urdu . Ama sonra, şansı
o kadar yaver gitmedi. Gecenin bir yarısı kapanın ka pandığını du­
yardı ve sonrasında sessizlik yerine gıcırtı ve ciyaklama sesleri,
gövdesinin bir tarafına - genellikle kafasına - sıkışmış kapanla
birlikte güvenli bir yere gitmeye çalışan sürüngenin sesin i duyar­
dı. Sabah üçte kalkıp, mutfak tezgahın ızda beyin dokusu lekeleri
bırakan bir fare bulduğun uzda, tekrar uyumak zor ol uyordu, bu
yüzden Hiro artık zehir kullan ıyord u.
Bir bakıma fareyle aynı duru mda olan, ağır yaralı bir adam -
Hiro'n un vurduğu son adam - teknenin güvertesinde kıvranıyor,
anlamsız bir şeyler söylüyordu.
Hiro, ıskunaya binmeyi ve bu adamdan kurtul mayı, her şey­
den çok istiyordu. Oraya gidip ona yardım etmek ya da ızdırabı­
na son vermek için, el fenerini ona tutmak zorunda kalacaktı. Ve
bunu yaptığında, asla unutamayacağı bir şey görecekti.
Ama ya pmak zorundaydı. Birkaç kez yutkundu çünkü zaten
kusacak gi biydi, sonra feneri yakarak pruvaya çıktı.
Beklediğinden çok daha kötüydü.
Görün üşe göre adam, burun köprüsünden vuru lmuş, kurşun
yukarı taraftan çıkmıştı. O nokta nın üst kısmı neredeyse tama­
men parçalanmıştı . Hiro adamın alt beynini görebiliyordu.
Kafasından bir şeyler çıkmıştı. Hiro bunların, kafatası parçaları

338
- -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

olduğunu düşündü. Ama bunun için fazla pürüzsüz ve d üzgündü.


İlk mide bulantısını atlattığı za man, bakması daha kolay geldi.
Bu adamın acısının son bulduğunu bilmek iyi geldi. Beyninin
yarısından çoğu parça lanmıştı. Hala konuşuyordu - kafatasındaki
değişikl iklerden dolayı sesi, bozuk bir org gibi uğultulu ve i nce
çıkıyordu - ama bu sadece bir beyin sapı işleviydi, sadece ses
tellerindeki bir kıpı rtıydı.
Kafasından çıka n şey, otuz santim uzunluğunda bir çubuk an­
tendi. Polis telsizlerindeki a ntenler gibi siyah kauçukla kaplıydı ve
kafasına, sol kulağının üstüne sarılmıştı. Bu adam, El iot'ın, hak­
kında uyardığı anten-kafalılardan biriydi.
Hiro a nteni tuttu ve çekti. Kulaklığı da almak iyi bir fi kirdi - L.
Bob Rife'ın Ca nkurtaranı kontrol etme yöntemiyle bir i lgisi olma­
lıydı.
Kulaklık çıkmadı. Hiro çektiğinde, adamın kafasından geri ka­
lanlar kıpırdadı ama anten yerinden oynamad ı . İşte o zaman Hiro
bunun bir kulaklık olmadığı nı anladı. Anten, adamın kafatasının
üstüne ka l ıcı olarak yerleştirilmişti.
Veri gözlükleri nde mili metrik dalga radarını açtı ve adamın
mahvolmuş kafasına baktı.
Anten, kemiğin içine giren ama tamamen delip geçmeyen
kısa vidala rla kafatasına bağlanm ıştı. Antenin alt kısm ında birkaç
mikroçip vardı ama Hiro bunlara sadece bakarak işlevlerini anla­
yamazd ı. Ama bugünlerde, tek bir çipin içine bir süper bi lgisayar
konulabil iyordu, bu yüzden bir yerde birden fazla çip varsa, bu
önemli bir yapı demekti.
Antenin alt kısmından saç teli inceliğinde bir kablo çı kıyor ve
kafatasının içine giriyordu. Beyin sapının içinden geçiyor, dalla­
ra ayrılıyor ve beyin dokusuna yerleşti rilmiş inanı lmaz derecede
küçük ka blolardan oluşan bir ağa dön üşüyord u. Da lların etrafı na
kıvrıl mıştı .
B u , bu adamın, beyni b i l e yokken Cankurtaran saçmalıklarına
nasıl devam ettiğini açıklıyordu. Görünüşe göre, L. Bob Rife, bey­
nin, Asherah'nın yaşadığı kısmıyla elektrik bağlantısı kurmanın
bir yolunu bulm uştu. Bu kelimeleri adam söylemiyordu. Anteni­
ne gelen pentekostal bir radyo yayınıydı.
Mantık hala orada duruyordu, ekranı gökyüzüne mavi bir ışık
yayıyordu. Hiro güç düğmesini buldu ve kapattı. Bu kadar güç-

-339-
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

lü bilgisayarlar, onlara söylediğinizde kendilerini kapatıyord u.


Düğmeye basarak kapatmak, birini, omurgasını kırarak uyutmak
gibiyd i. Ama sistem ka rlandı, kendini kapatamıyor, ilkel yöntem­
ler gerektiriyord u. Hiro, mitralyöz takı mını bavula geri koydu ve
kapattı .
Bavul ya düşündüğü kadar ağır değildi, ya da çok fazla adre­
nalin salgıl ıyordu. Sonra neden bu kadar hatif olduğunun farkına
vardı: ağırlığın asıl sebebi cephaneydi ve Balıkgözü cepha neyi
neredeyse bitirmişti. Bavulu yarı taşıyarak, yarı sürükleyerek kıça
getirdi, ısı eşanjörü nü suyun içinde tutarak ıskunaya fırlattı.
Bavuldan sonra Hiro tekneye atladı, ardından Tranny bindi ve
motorla uğraşmaya başlad ı .
"Motor yok," dedi Tra nny. "Takılır."
Doğru. Örümcek ağı, pervaneye dolanırd ı . Tra nny, Hiro'ya ıs­
kunanın kürekleri ni kürek yatağına nasıl yerleştireceğini gösterdi .
Hiro b i r süre kürek çekti ve kendi ni, Kuzey Denizi'nde buz küt­
leleri arasındaki su yolu gibi, Cankurtarana doğru zikza k şeklinde
giden uzun bir alanda buldu.
"Motor tamam," dedi Tranny.
Hiro motoru suya ind irdi, Tranny ça l ıştı rdı . İ l k çekişte çal ıştı;
Bruce Lee'nin sağlam bir gemisi vard ı .
Hiro açık ala nda ilerlerken, buranın küçük bir körfez olabile­
ceğinden korktu. Ama bu sadece bir ışık aldatmacasıyd ı . Bir köşe­
den döndü ve uzaklara doğru genişlediğini gördü. Cankurtaranın
etrafı nı dolaşan bir çeşit çevre yoluydu. Küçük yollar ve daha da
küçük geçitler bu çevre yolundan çeşitli varoş bölgelere doğru
gidiyordu. Dürbünle bakı nca, Hiro girişlerin korunduğunu gördü.
Çevre yolunun etrafında herkes dolaşa bilirdi ama insanlar kendi
bölgelerine karşı daha korumacıyd ı .
Cankurtaranda ola bilecek en kötü şey, bölgenizin Cankur­
taranla bağı nın kesilmesiyd i. Cankurtaran bu yüzden bu kadar
karmaşıktı. Her bölge, komşu bölgelerin onlara karşı cephe ol uş­
turacağından, halatları keseceğinden ve Pasifik Okyan usu'nda
onları açlıktan ölmeye terk edeceğinden korkuyord u. Bu yüzden
sürekli birbirlerine bağlanmak için yeni yöntemler buluyorlardı;
komşularının teknesi nin üstünden, altından, etrafından halatlar
geçiriyor, daha uzaktaki komşulara ya da tercihen Merkez gemi­
lerinden birine bağlıyorlard ı .

-340-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

Bölge muhafı zları, ta bii ki silahl ıydı. Silah seçimi, küçük Çin
yapımı, taklit AK-47'yd i. Çin hü kümeti, Sovyetlerle bir ka ra savaşı
ihtimalini düşünerek bu silahlardan çok sayıda yapmış olmalıydı.
Muhafızların çoğu, Üçüncü Dü nya milis kuvvetlerindeki uyu­
şuk askerler gibi görünüyordu. Ama bir bölgenin girişinde Hiro,
görevli mu hafızın kafasında bir çubuk anteni olduğunu gördü.
Bi rkaç dakika sonra, çevre yolunun, doğrudan Cankurtaranın
ortasına, büyük gemilere doğru - Merkez - giden geniş bir yolla
kesiştiği bir noktaya geldiler. En yakını bir J apon yük gemisiydi
- yüksek bir köprüsü, çelik yük konteynırları olan alçak, düz gü­
verteli bir gemi . Etrafı nda, insanların konteyn ı rlara çıkmasını sağ­
layan derme çatma merdivenler vard ı. Konteynırların birkaçında
ışık yanıyordu.
"Apartman binası,'' diye espri yaptı Tranny, Hiro'nun i lgisini
fa rk ederek. Sonra başını sal ladı, baş parmağını parmak uçlarıyla
birleştirdi. Görünüşe göre, burası oldukça gösterişli bir bölgeydi.
Geminin güzel kısmı, karanlık ve dumanlı bir bölgeden çıkan
birkaç hızlı kayığı fark ettiklerinde sona erdi.
"Vietnam çetesi,'' dedi Tran ny. Elini Hiro'nun elinin üstüne
koydu ve nazikçe ama sıkıca motorun valfı ndan çekti. Hiro onları
radarda kontrol etti . Bu adamlardan ikisinde küçük AK-47'1er var­
dı ama çoğunun bıçağı ve tabancası vardı, belli ki yakın, yüz yüze
bir münasebet arıyorlardı. Bu adamlar, tabii ki, ameleydi. Daha
önemli görü nen beyefendiler, bölgenin kenarında dikiliyor, sigara
içiyor ve izliyordu. Birkaç tanesi kablokafaydı .
Tran ny motoru hızlandırdı, gevşek bağlanmış Arap yelkenlile­
rinin olduğu bir bölgeye döndü ve bir süre kara n lıkta ilerledi. Ara­
da sırada elini Hiro'nun başına koyuyor ve boynuna ip takılmasın
diye eğiyordu.
Yelken lilerin arasından çıktı klarında, Vietnam çetesi orta­
lıkta görünmüyordu. Eğer gündüz olsaydı, çete üyeleri onları
Mantık'ın buharını takip ederek bulabilirdi. Tra n ny onları balıkçı
teknelerinin olduğu bir yere geti rd i. Bu alanın ortasında, eski bir
trol gemisi duruyordu, hurdaya ayrı lmak üzere parçalan ıyordu,
kesme ham laçları suyun siyah yüzeyini aydınlatıyord u. Ama işin
çoğu çekiç ve keskilerle yapıl ıyor, korkutucu bir gürültü suda
yankı lanıyord u.
"Ev," dedi Tra n ny, gülümseyerek ve birbirine bağlanmış yüzen

-341-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

evleri gösterdi. Burada hala ışıklar yanıyor, iki adam güvertede


kalın purolar içiyordu. Pencerelerden, birkaç kadının m utfakta
çalıştığını görebiliyorlardı.
Onlar yakınlaşınca, güvertedeki adamlar doğruldu ve belle­
rinden silahlarını çekti. Ama sonra Tran ny mutlu bir şekilde Taga­
logca konuşmaya başladı ve her şey değişti.
Tranny kaybolmuş ama son unda eve dönmüş bir çocuk gibi
karşıland ı : ağlayan, histerik, şişman kadınlar, salıncaklarından
inen, başparmaklarını emen ve zı playan küçük çocuklar vardı.
Yaşlı adamların gözleri parlıyor, dişlerindeki boşlukları ve siyah
lekeleri göstererek gülümsüyor, izliyor, başlarını sallıyor ve ona
sarılmak için araya dalıyorlardı.
Ve kalabalığın kenarında, karanlıkta başka bir kablokafa vardı.
"Sen de gel," dedi kadınlardan biri, kırk yaşlarında, Eunice
adında bir kad ındı.
"Böyle iyi,'' dedi Hiro. "Bölmeyeyim."
Bu cümleler çevrildi ve alanda toplanmış sekiz yüz doksan altı
Filipinlinin arasında bir dalga gibi yayıldı. Büyük bir şokla karşılan­
dı. Bölmek mi? İmkansız ! Saçmalık! Ne cesaretle bizi aşağılarsın?
Dişleri aralıklı olan adamlardan biri, küçük, yaşlı bir adam ve
muhtemelen bir İ kinci Dünya Savaşı gazisi, sallanan ıskunaya at­
ladı, bir kertenkele gibi zemine yapıştı, kollarını Hiro'nun omuzla­
rına sardı ve ağzına bir sigaralık tı ktı.
Sağlam bir adama benziyordu. Hiro ona doğru eğildi. "Ah bap,
antenli adam kim? Sizin a rkadaşı nız mı?"
"Hayır," diye fısıldadı adam, "o bir pislik." Sonra işa ret parma­
ğını d udaklarına götürdü ve şşş dedi.

-342-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 54 -

Bütün mesele gözlerdi. Kelepçelerden kurtul ma, Jersey bari­


yerlerinin üstünden atla ma ve sapı kları uzaklaştırma nın yanı nda,
en önemli Kurye becerilerinden biriydi : ait olmadığınız bir yerde,
şüphe çekmeden dolaşmak. Ve bunu, kimseye bakmadan yapı­
yordunuz. Gözleriniz ne olursa olsun karşıya bakmalı, onları çok
açmamalı ve gergin görü nmemeliydiniz. Bu beceri ve herkesin
korktuğu bir adamla buraya gelmiş ol ması, onu yük gemisinden
resepsiyona kadar götürdü.
"Bir Sokak terminali kullanmam gerek," dedi resepsiyoniste.
"Benim odamın hesabına yazabilir m isin iz?"
"Tabii, efendim," dedi resepsiyonist. Hangi oda olduğunu sor­
masına gerek yoktu. Güler yüzlü ve saygılıydı. Bi r Kurye iken çok
sık görebileceğiniz türden bir muamele değildi.
Adam öldürmeye meyilli bir mutant olmasaydı Raven'la olan
il işkisi gerçekten hoşuna gitmeye başlaya bilirdi.

-343-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 55 -

Hiro, Tranny'nin kutlama yemeğinden biraz erken kaçtı,


Mantık'ı ıskunadan aldı ve yüzen evin ön tarafına getirdi, bavulu
açtı, kendi bi lgisayarını onun dahili işletim sistemine bağlad ı .
Mantık, hiçbir sorunu olmadan açıldı. Bu zaten bekleniyor­
du. Ayrıca, Hiro'nun Mantık'a en çok ihtiyacı olduğu a nda tekrar
bozulacağı da bekleniyordu - Balıkgözü'ne yaptığı gibi. Bunu her
yaptığında onu açıp kapatabilirdi ama bu hem savaş anında sıkın­
tı yaratırdı, hem de hackerların bayıldığı bir çözüm yolu değildi .
Hataları düzeltmek çok daha mantıklıydı.
Zamanı olsaydı bunu eliyle ya pabilirdi. Ama bunu yapmanın
daha iyi bir yolu olabilirdi. Ng Güvenlik End üstrisi'nin hatayı dü­
zetmiş olması muhtemeldi - yazılımın yeni bir sürümünü çıkarmış
olabilirdi. Eğer öyleyse, Sokakta bunun bir kopyasını bulabi lirdi.
Hiro ofisine bağland ı . Kütü phaneci, Hiro'nu n bir sorusu var mı
diye yan odadan başını uzattı .
"Ultima ratio regum ne demek?"
" 'Kralların son çaresi' " dedi Kütüphaneci. "Kral XIV. Louis,
onun döneminde yapı lmış topları n üzerine yazdırmıştı."
Hiro ayağa ka l ktı ve bahçeye çıktı. Motosikleti, ça kıl patika­
nın üzeri nde onu bekliyord u. Çitlerin üzeri nden bakı nca, Şehir
Merkezi'nin ışıklarının uzaklarda tekrar yükseldiğini gördü. Bil­
gisayarı, L. Bob Rife'ın evrensel ağına bağlanmayı başarmıştı,
Sokağa girebilirdi. Bu tam da Hiro'n un bekled iği gibiydi. Rife'ın
Enterprise'da, hücresel ağa eklenmiş bir sürü uydu bağlantısı ol­
mal ıyd ı. Diğer türlü kendi ka lesinden Metaevrene bağlanamazdı
ve bu, Rife gibi bir adamın işine gel mezdi.
Hiro motoruna bindi, yavaşça Sokağa çıktı ve sonra tek hatlı
demiryol unun vagonları arası nda zikzak çizerek saatte bi rkaç yüz
kilometreyle gitmeye başlad ı . Birkaç tanesine çarptı ve durdu,
ama bunu zaten bekliyordu.
Ng Güvenlik End üstrisi, Şehir Merkezi'nin tam ortasında, Bağ­
lantı Ka pısı 1 ya kınlarında, bir mil uzunluğundaki bir gökdelene
sahipti. Yirmi dört saat açıktı çünkü dünyada bir yerlerde her za­
man iş saatleriydi. Hiro motorunu Soka kta bıraktı, asansörle 397.
kata çıktı ve bir resepsiyonistle - hayalet program - yüz yüze gel-

-344-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

di. Bir an, onun ırkını a nlayamadı; sonra bu hayalet programın


yarı-siyah, yarı-Asyalı olduğunu fark etti - tıpkı onun gibi. Eğer
asansörden bir beyaz adam çıksaydı, muhtemelen sarışın olacak­
tı. Japon bir iş adamı, neşeli bir Japon kızla karşılaşırdı.
"Buyurun efendim," dedi. "Satış m ı yoksa müşteri hizmetleri
mi?"
"M üşteri hizmetleri ."
"Kimi nlesiniz?"
"Kim dersen onunlayı m."
"Affedersiniz anlamadım?" İ nsan resepsiyonistler gibi, haya­
let programın da ironi lerle arası kötüyd ü.
"Şu anda sa nırım Merkezi İstihbarat Şirketi, Mafya ve Bay
Lee'nin Büyük Hong Kong'u için çal ışıyoru m."
"Anladım," dedi resepsiyonist, not alarak. Ayrıca yine bir in­
san resepsiyonist gibi, onu etki lemek de mümkün değildi. "Ve bu
ha ngi ürün ha kkında?"
"Mantı k."
"Efendi m ! Ng Endüstrisi'ne hoş geldiniz," dedi başka bir ses.
Bu başka bir hayalet progra mdı, oldukça profesyonel giyin-
miş, çekici, siyah/Asyalı bir kadındı, an iden ofiste beli rmişti.
Kadın, Hiro'yu uzun bir koridordan geçirdi, sonra bir uzun
koridordan daha ve sonra bir daha. Birkaç adımda bir, dünyanın
her yerinden gelen avatarların sanda lyede oturup beklediği bir
resepsiyon vardı. Ama H iro'nun beklemesine gerek yoktu. Kad ın
onu, güzel, büyük bir ofise götürdü, Asyal ı bir adam helikopter
modelleriyle dolu bir masada oturuyordu. Bu Ng'nin ta kendisiy­
di. Ayağa kalktı; ikisi de başıyla selam verdi; yer gösteren kadın
çıktı.
"Balıkgözü'yle mi çalışıyorsun?" dedi Ng, bir sigara yakarak.
Duman gösterişli bir şekilde havada döndü. Ng'nin ağzından çı­
kan dumanı tasarlamak, bütün gezegendeki hava sistemini tasar­
lamak kadar çok progra mlama gücü gerektirirdi.
"O öldü," dedi H i ro. "Çok kritik bir noktada Mantık bozu ldu ve
Balı kgözü sırtına bir mızrak yedi ."
Ng tepki vermedi. Onun yerine, birkaç dakika hareketsiz otur­
du, sanki müşteri leri sürekli sırtına mızrak yiyormuş gibi, bu bilgi­
yi anlamaya çal ıştı. Muhtemelen oyuncaklarından birini kullanan
herkese ve onlara ne olduğuna dair zihi nsel bir veritabanı va rd ı .

-345-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Ona beta sürümü olduğunu söylemiştim," dedi Ng. "Ve onu


çatışmada kullanmaması gerektiğini bilmeliydi. İ ki dolarlık bir
sustal ı bile daha çok işine yarardı."
"Katı l ıyoru m. Ama ondan çok etki lenmişti."
Ng biraz daha duman üfledi, düşündü. "Vietnam'da öğren­
diğimiz üzere, çok güçlü silahlar d uyuları o kadar çok etkiler ki
bu açıdan psikoaktif ilaçlara benzerler. LSD gibi, insanları uçabi­
leceklerine inandırır - pencerelerden atla malarına sebep olur -
silahlar insanların kendilerine fazla güvenmelerini sağlar. Tedbir
mu hakemesini çarpıtır. Balıkgözü'nde olduğu gibi."
"Bunu aklımda tutacağım," dedi Hiro.
"Mantık'ı nasıl bir m ücadele orta mında kullanmak istiyor­
sun?" dedi Ng.
"Yarın sabah bir uçak gem isinin yönetimini ele geçirmek zo-
rundayı m."
"Enterprise mı?"
"Evet."
"Bilirsin," dedi Ng, soh bet moduna girerek, "sadece bir cam
parçasıyla bir nü kleer den izaltıyı gerçekten ele geçirmiş bir adam
va r-"
"Evet, Balıkgözü'nü öldüren adam da o. Onunla da kavga et­
mek zorunda ka labilirim."
Ng güldü. "Nihai hedefin nedir? Senin de bildiğin gibi, bu işte
beraberiz, o yüzden düşüncelerini benimle paylaşa bilirsin."
"Bu konuda biraz ketum ol mayı tercih ederim ... "
"Bunun için çok geç, Hi ro," dedi başka bir ses. Hiro arkasını
döndü; bu Ende Enzo'ydu, resepsiyonist onu kapıya kadar getir­
mişti - göz alıcı bir İtalyan kad ın. Onun birkaç adım arkasında,
kısa boylu, Asyalı bir iş adamı ve Asya lı bir resepsiyonist vardı.
"Sen geldiği nde, sana sormadan onları da çağırdım," dedi Ng,
"bir toplantı yapabilelim diye."
"Memnun oldu m," dedi Uncle Enzo, Hiro'ya başıyla selam ve­
rerek.
Hiro da selam verdi. "Araba için gerçekten üzgünüm, efen­
dim."
"Unutuldu bile," dedi U ncle Enzo. Kısa boylu, Asya l ı iş ada­
mı odaya girdi. Hiro sonunda onu tanıdı. Dü nyadaki bütün Bay
Lee'nin Büyü k Hong Kong'u duvarlarında resmi olan adamd ı .

-346-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

Ta nışmalar ve selamlardan sonra an iden, ofiste birkaç san­


da lye belirdi. Herkes bir sandalye çekti, Ng masasından kalktı ve
hepsi bir halka ol uşturdu.
"Doğrudan konuya girelim, çünkü san ıyorum senin durumun
Hiro, bizimkinden daha riskli olabi lir," dedi Uncle Enzo.
"Doğru söylüyorsunuz, efendim."
"Neler döndüğünü hepimiz bilmek istiyoruz," dedi Bay Lee.
İngilizcesinde Çinli aksanı neredeyse yoktu; belli ki şirin, çatlak
görüntüsü sadece bir maskeydi.
"Şimdiye kadar bunun ne kadarını öğrenebildiniz?"
"Parçalar ve kısımlar," dedi Uncle Enzo. "Sen ne kadarını öğ­
rendi n?"
"Neredeyse hepsi ni," dedi Hiro. "J uanita'yla konuşur konuş­
maz, gerisini de öğreneceği m."
"O zaman çok değerli bilgilere sahi psi n," dedi U ncle Enzo. Ce­
bine uzandı ve bir hypercard çıkarıp Hiro'ya uzattı.

YİRMİ BEŞ
M İ LYON
HONG KON G
DOLARI

Hiro uzandı ve kartı aldı.


Dünyada bir yerlerde, iki bilgisayar elektronik ses patlamala­
rıyla birbirine bağlandı ve para, M afyanın hesabından Hiro'nun
hesabına transfer ed ildi.
"Y.T. ile bölüşme olayını hal ledersin," dedi U ncle E nzo.
Hiro başını sa lladı. Emin ol, halledeceğim.

-347 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 56 -

"Burada, Cankurtaranda bir yazılım parçası arıyorum - aslın­


da bir ilaç - Enki adında - bir nörolinguisti k hacker - bir Sümer
şahsiyeti tarafı ndan beş bin yıl önce yazılmış bir yazı lım."
"Nörolinguistik hacker ne demek?" dedi Bay Lee.
"Tı lsım diye bilinen sözlü veri akışla rıyla diğer insanların zihin­
lerini program layabilen kişi demek."
Ng ta mamen ifadesizdi. Sigarasından bir nefes daha aldı, du­
manı yukarı doğru üfledi ve dumanın tavana u laşmasını izledi.
"Nasıl bir mekanizma?"
"Zihinlerim izde iki tür dil var. Şu an ku llandığımız tür, sonra­
dan edinilmiş dil. Biz dili öğrenirken o, beyinlerimize şekil verir.
Ama ayrıca temeli beyn in derin yapılarında olan, herkesin pay­
laştığı bir dil var. Bu yapılar, beyi nlerimizin başka dilleri öğrE!ne­
bilmesi için var olması gereken temel sinirsel yollardan oluşur."
"Linguistik a ltyapı," dedi U ncle Enzo.
"Evet. Sanırım 'derin yapılar' ve 'altyapı' aynı şey. Neyse, doğ­
ru şartlarda beynin bu kısımlarına u laşabiliriz. G losolali - anlam­
sız sözcüklerle konuşma - bunun sonuç kısmı, derin linguistik
yapılar dilimize bağlanır ve sonradan edindiğimiz di lleri atlatarak
konuşur. Herkes bir süredir bunu biliyor."
"Bunun bir de giriş kısmı olduğunu mu söylüyorsun?" dedi Ng.
"Kesinlikle. Tersten çalışıyor. Doğru şa rtlar altında, kulakla­
rınız - ya da gözleriniz - diğer dillerin işlevlerini atlatarak derin
ya pılarla bağlantı kurabilir. Ya ni, doğru kelimeleri bilen biri keli­
meleri söyleyebilir ya da size görsel semboller gösterebilir, bunlar
da sizin bütün savunmalarınızı geçip beyin sapınıza işlenebilir. Bir
bi lgisayar sistemine giren, bütün güvenlik önlemlerini atlatan ve
belleğe bağlanarak makinenin kontrolünü ele geçiren bir şifre kı­
rıcı gibi."
"Ve bu du rumda, bi lgisayarın sahibi çaresiz ka lır," dedi Ng.
"Doğru. Çünkü maki neye daha yüksek bir seviyeden gi riyor­
lar. Aynı şeki lde, bir nörolingu istik hacker beyn imizin derin ya pı­
larına bağlandığında, onu dışarı çıkaramıyoruz - çünkü beynimizi
bu kadar temel seviyede bile kontrol edem iyoruz."
"Bunun Enterprise'daki balçık levhayla ne ilgisi var?" dedi Bay
Lee.

348
- -
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

"An latacağı m . Bu dil - ana dil - toplumsal gelişmenin ilk


adımının işaretiydi. İ lkel toplumlar me denilen sözlü kurallarla
kontrol edilirdi. Me i nsanlar için yapılmış küçük programlar gi­
biydi. M ağara topl umundan düzenli, tarım toplumuna geçişin
önemli bir parçasıyd ı . Örneğin, toprakta ka rık açmak ve toh um
ekmek için bir program vardı. Ekmek pişirmek ve ev ya pmak
için de progra mlar vardı. Ayrıca, savaş, siyaset ve dini ritüeller
gibi yüksek seviyeli fonksiyonlar için de me vardı. Kendi kend ini
idare eden bir kültür için gerekli olan bütün nitelikler, levhala­
ra yazı lmış ya da sözlü gelenekle yayı l m ış bu me'nin içindeyd i.
Her halükarda, me'nin saklandığı yer, me'nin verita banı olan, en
denilen bir ra hi p/kral tarafı ndan kontrol edilen yerel tapı naktı .
Ekmeğe i htiyacı o l a n biri en'e ya da o n u n emrindeki kişilerden
birine gider ve ekmek-ya pma me'sini ta pınaktan yüklerdi. Sonra
talimatları uygular - program ı çal ıştı rır - ve bitirdiğinde bir so­
mun ekmeğe sahip olurd u.
"Merkezi bir verita banı birçok sebepten gerekliydi çünkü
me'nin bazı kısımlarının zamana göre ayarlan ması gerekiyordu.
İ nsan lar kazma-ve-ekme me'sini yılın ya nlış zamanında uygular­
sa, mahsul olmaz ve herkes açlıktan ölürdü. Me'nin za manının
doğru ayarlandığından emin olmanın tek yolu, mevsim değişi klik­
lerini takip etmek üzere gökyüzünü izlemek için astronomik göz­
lemevleri kurmaktı . Bu yüzden, Sümerler 'tepesi göklere ulaşan'
kuleler yaptı - astronomik şemalarla dolu. En gökyüzünü izler ve
ekonomiyi devam ettirmek için tarımsal me'yi yılın doğru zaman­
larında verirdi."
"Bence burada bir yumurta-tavuk problemi var," dedi Uncle
E nzo. "Böyle bir toplum nasıl düzen li hale geldi?"
"M etavirüs diye bilinen bi lgisel bir şey vardı; bilgi sistemleri­
nin, kendi lerine özelleştirilmiş virüsler bulaştırmasına sebep olu­
yordu. Bu, doğa l seleksiyon gibi bir doğa kanunu olabilir ya da
kuyruklu yıldız ve radyo da lgalarıyla evrende dolaşan gerçek bir
bilgi parçası da olabilir - emin değilim. Ne olursa olsun, şu nok­
taya varıyor: yeteri kadar ka rmaşık herhangi bir bilgi sistemine
eninde sonunda virüs bulaşacak - kendi içinde üretilen virüsler.
"Geçmiş zaman larda, metavirüs insan ırkına bulaştı ve o za­
mandan beri bizimle. Yaptığı ilk şey DNA virüslerinden oluşan
Pandora'nın kutusunu yaratmaktı - çiçek hasta l ığı, grip, vb.
Sağlık ve uzun yaşam geçmişte kaldı. Bu olaydan geri kalan bir

-349-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

anı, Cennetten Kovu lma efsanelerinde hala geçiyor, i nsanoğlu


h uzurlu bir hayattan, hastalık ve acıyla dolu bir d ünyaya atı lıyor.
"Bu fela ket sonunda bir şekilde duruldu. Arada sırada hala
yeni DNA virüsleri görüyoruz ama vücutlarımız genel olarak DNA
virüslerine karşı bir daya nıklılık geliştirmiş gibi görü nüyor."
"Belki," dedi Ng, "insan DNA'sında işe yarayacak sadece belirli
sayıda virüs vardır ve bunların hepsin i metavirüs yaratmıştır."
"Olabilir. Neyse, Sümer kültürü - me'ye dayalı bir toplu m -
metavirüsün bir diğer belirtisiydi. Sadece, o d urumda DNA'dan
çok, linguistik bir biçimdeydi."
"Affedersin," dedi Bay Lee. "Medeniyetin bir hastalık olarak
başladığını mı söylüyorsun?"
"İlkel haliyle medeniyetin, evet. Her me, metavirüs ilkesiyle
salınmış bir tür virüstü. Ekmek-pişirme me'sini örnek alalım. O
me topluma girdiği nde, kendi kendine devam eden bir bilgiydi.
Basit bir doğal seleksiyon olayı : ekmek pişirmeyi bilen insanlar
daha iyi yaşayacak ve üretmeye, bil meyenlerden daha yatkın ola­
caktı. Doğal olarak, kendi kendine türeyen bu bilginin sahibi gibi
hareket ederek me'yi yayacaklardı. Bu da onu bir virüs yapıyor.
Sümer kü ltürü - me ile dolu tapınaklarıyla - bin yıldan fazla bir
sürede toplanmış, başarı lı bir virüs koleksiyon uydu. Bir bayi lik
gibi işliyordu, sadece altın kemerleri yerine ziguratları ve klasör­
leri yerine balçık levhaları vardı.
"Sümerlerin 'akıl' ya da 'zihin' için kullandı kları kelime 'kulak'
kelimesiyle aynıdır. Bu insanlar bundan ibaretti: bedenleri olan
kulaklar. Pasif bilgi alıcı ları. Ama Enki farkl ıydı . Enki, bu işte çok
iyi olan bir en'di. Olağan üstü bir yeni me yazma yeteneği vardı -
o bir hackerdı. Aslında, tıpkı bizim gibi tamamen bil inçli olan ilk
modern insandı.
"Bir noktada, Enki, Sümerlerin takı lıp kald ığının farkına va rd ı .
İnsanlar sürekli aynı eski me'yi uyguluyordu, yenilerini bulmuyor,
kendi kendi lerine ya pamıyorlardı. Sanırım ya lnızdı, dünyadaki bi­
linçli çok az insandan biriydi - belki de tekti. insan ı rkının gelişme­
si için, bu virüslü medeniyetten kurtulmaları gerektiğini anladı.
"Bu yüzden, Enki'nin tı lsımını yarattı, me ve metavirüs gibi
aynı yollardan yayılan bir karşı virüs. Beyindeki derin ya pıların içi­
ne giriyor ve onları yeniden programlıyordu. Bu yüzden, Sümer
dilini ya da diğer derin yapı-temelli dilleri kimse anlayamadı. De­
rin ya pılarla bağlantımız kesilince, birbiriyle hiçbir ortak noktası

-350-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

ol mayan yeni diller geliştirmeye başlad ık. Me artık işe yaramıyor­


du ve yeni me yazmak imkansızdı. Metavirüsün daha fazla yayıl­
ması engellendi."
"Ekmek-yapma me'sini kaybetti kten sonra neden herkes aç­
l ı ktan ölmedi?" dedi Uncle Enzo.
"Muhtemelen bazıları öldü. Diğerleri de beyinlerini kullanıp
öğrenmek zorunda kaldı. Ya ni, Enki'nin tılsımının, insan bili ncinin
başlangıcı olduğunu söyleyebil iriz - bir şeyleri kendi kendimize
bulmak zorunda ka ldığımız ilk zamanlar. Mantık dininin de baş­
la ngıcıyd ı, insanlar ilk kez Tanrı, İyi ve Kötü gibi soyut konuları
düşünmeye başlad ı . Babil ismi de buradan geliyor. Kelime ola­
rak 'Tanrının Ka pısı' demekti r. Tanrının insan ırkına ulaşmasını
sağlayan kapıydı. Babil zihi nlerimizdeki geçitti, bizi metavirüsten
kurtaran ve hem fiziksel hem de ruhani öğelerle düşünme yete­
neğini veren - bizi materya list bir dünyadan düal istik bir dü nyaya
taşıyan - Enki'nin tı lsım ıyla açılmış bir geçit.
"Muhtemelen kaos ve ayaklanma oldu. Enki ya da oğlu Mar­
duk, eski me sistemini yeni bir kanunnameyle - Hammurabi Ka­
nunları - değiştirerek toplumu yeniden düzene sokmaya çalıştı.
Kısmen başarılı oldu. Ama Asherah'ya tapma birçok yerde devam
etti. İnanı lmaz derecede güçlü bir inançtı, sözlü olarak ve vücut sı­
vıları alışverişiyle yayılan bir atavizmdi - tarikat fahişeleri ve evlat
edinilmiş yetimler vardı, emzirerek virüsü onlara bulaştırıyorlardı."
"Bir dakika," dedi Ng. "Şimdi tekrar biyolojik bir virüsten bah­
sediyorsun."
"Kesinlikle. Asherah'nın bütün olayı buydu. İkisi de. Mesela,
herpes simplex'e bakın. Herpes, vücuda girdiğinde doğrudan
sinir sistemine gider. Bazı türler çevresel sinir sisteminde kalır
ama bazıları bir kurşun gibi merkezi sinir sistemine gider ve be­
yin hücrelerinde kal ıcı olarak yer kaplar - ağaca kıvrı lan bir yılan
gibi beyin sapının etrafına kıvrı lır. Asherah virüsü - herpesle iliş­
kilendirilebilir ya da aynı şey olabili r - hücre duvarlarından geçer,
çekirdeğe ulaşır ve steroid lerin yaptığı gibi hücrelerin DNA'sıyla
oynar. Ama Asherah, steroidden çok daha ka rmaşık bir virüs."
"Peki o DNA'yı değiştirdiği zaman ne oluyor?"
"Bunu kimse i ncelemedi, belki L. Bob Rife hariç. Bence kesin­
likle ana dili yüzeye yakın bir yere getiriyor, insanların an laşılmaz
bir d ilde konuşmasını ve me'den daha kolay etkilenmesini sağlı­
yor. Sanırım mantı ksız davranışları cesaretlendirme eğilimi de var,

- 35 1 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

belki kurbanın virüslü fikirlere karşı savunmasını zayıflatıyor ve


onların rastgele cinsel ilişkiye girmesini sağlıyor, belki de hepsi."
"Her virüslü fikrin biyolojik bir virüs ka rşıl ığı var mı?" dedi
U ncle Enzo.
"Hayır. Bildiğim kadarıyla sadece Asherah'nın var. Bu sebeple,
Sümerlerde baskın olan bütün me'nin, bütün ta nrı l ;:ı rın ve dini
uygu lamaların arasında bugün en güçlüsü hala A� iıerah. Virüs­
lü bir fikir yok edilebilir - Nazilik, İspa nyol paça pantolonlar ve
Bart Simpson tişörtlerine old uğu gibi - ama Asherah'nın biyolojik
bir tarafı olduğu için insan bedeninde gizli bir şekilde durabilir.
Babil'den sonra, Asherah hala insan beynindeydi, anneden çocu­
ğa, sevgil iden sevgiliye geçti.
"Hepimiz virüslü fikirlerden etkilenebiliriz. Kitlesel histeri gibi.
Ya da kafanın içine giren bir melodiyi bütün gün mırıldanıp baş­
kasına bulaştırmak gibi. Espriler. Şehir efsaneleri. İ lginç dinler.
Ma rksizm. Ne kadar akı llansak da, kendi kendini üreten bilgiler
için bizi potansiyel bir ev sahibi yapan mantıksız bir pa rça mız de­
rinlerde hep var. Ama Asherah virüsü nün kötücül bir türünün fi­
ziksel olarak bulaşması, sizi daha kolay etki lenebilir hale getiriyor.
Bu şeylerin dünyayı ele geçi rmesini önleyen tek şey Babil faktörü
- insan ı rkını bölümlere ayıran ve virüslerin yayılmasını engel le­
yen karşılıklı anlayışsızl ık duvarları.
"Babil, dil sayısında bir patlamaya yol açtı. Bu Enki'nin pla­
nının bir parçasıyd ı . Mısır tarlası gibi monokültürler hastalıklara
yatkı ndı ama bozkır gibi genetik olarak farklı kültürler aşırı dere­
cede dayanıklıyd ı . Birkaç bin yıl sonra, oldukça esnek ve güçlü,
yeni bir dil gelişti - İbranice. Tesniyeciler ve M .Ö. altıncı ve yedin­
ci yüzyı ldan bir grup radikal monoteistler bundan yararlanan ilk
kişiler oldu. U lusalcılık ve ya bancı d üşmanlığı olan bir zamanda
yaşıyorlardı, bu yüzden Asherah'ya tapmak gibi yabancı düşün­
celeri reddetmek onlar için daha kolay oldu. Eski hikayelerini
biçi m lendirip Tevrat'a döktüler ve tarih boyunca yayılmasını ga­
rantiye alan bir kural koyd ular - bu kural asl ında, 'ben im bir kop­
yam ı çıkar ve onu her gün oku' diyordu. Ve bir tür bilgi hijyenine
de teşvik ediyordu, yazılanların kopyasını düzgünce çıka rmaya
ve bilgiye özen göstermeye inan ıyorlardı çünkü bilginin tehlikeli
olabileceğini anlamışlardı. Verilerin içeriğini kontrol ediyorlardı.
"Bunun ötesine geçmiş olabilirler. Sanherib'in ordusu Kudüs'ü
fethetmeye çal ıştığında oluşmuş, dikkatlice planlanmış biyolojik

352
- -
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

bir savaşın kanıtları var. Yani tesniyecilerin kendi en'leri olmuş


olabilir. Ya da belki virüsleri o kadar iyi anladılar ki doğal olarak
ortaya çıkan tü rlerden nasıl yararlanaca klarını biliyorlardı. Bu in­
sanlar tarafından geliştirilen yetenekler gizlice bir nesilden diğe­
rine geçti ve kendilerini, iki bin yıl sonra, Avrupa'da, ilahi ism in
efendileri, kabalist büyücüler arasında gösterdi.
"Her şekilde, bu, mantık dininin doğuşuydu. Sonradan ge­
len tek tan rılı dinlerin hepsi - M üslümanlar tarafı ndan Kitap'ın
dinleri olarak bilinir - bu fikirlerle bir ölçüde birleşti. Örneğin,
Kuran'da, Kuran'ın Cennetteki bir kitabın nüshası, aslının aynısı
olduğu sürekli belirtilir. Doğal olarak, buna inanan biri metni asla
değişti rmeye ka l kmaz! Bunun gibi fi kirler Ashera h'nın yayılmasını
önlemede o kadar etkil i oldu ki sonunda, virüslü inanışın bir za­
manlar başarıl ı olduğu her toprak parçası İ slam, H ristiyanlık ya da
Musevi liğin etkisi altına girdi.
"Ama gizliliğinden ötürü - bulaştığı kişilerin beyin saplarının
etrafı na kıvrılıp, bir nesilden diğerine geçtiği için - her zaman ye­
niden yüzeye çıkmanın yollarını buluyor. M useviliğe, Yahudi lere
katı, ka nunlara bağlı bir teokrasi uygulayan Ferisiler biçiminde
geldi. Sivil otoritenin yetki verdiği rahibe benzer ti pler tarafı ndan
yönetilen bir tapınakta sakla nan kanunlara sıkı sı kıya bağlı olma­
larından dolayı, eski Sümer sistemine benziyordu ve en az onun
kadar boğucuyd u.
"İsa'nın yaptıkları, Musevil iği bu d urumdan kurtarmak için bir
çabaydı - Enki'nin yaptığı gibi. İsa'nın öğretileri yeni bir tılsımdı;
dini, ta pınaklardan, ra hiplerin elinden alma ve Ta nrının Krallığını
herkese sunma çabasıydı. Vaazlarında açıkça verilen mesaj buy­
du ve boş bir mezarda sembolik olarak cisimleşti rilmiş mesaj da
buyd u. Çarmıha geri ldikten sonra, havari ler onun mezarına git­
ti ve vücudunu orada bulamadı, mezar boştu. Mesaj yeterince
açıktı: İsa'yı ilahlaştırmamamız gerekiyor çünkü onun fikirleri ba­
ğımsızdı ve kilisesi bir kişide odaklanmıyordu, bütün insanların
arasına yayılm ıştı.
"Ferisilerin katı teokrasisine alışmış olan insanlar halka uygun,
hiyerarşik olmayan bir düşünceyi kabullenemedi. Onlar papalar,
keşişler ve rahi pler istiyord u. Ve bu yüzden, öğretilere Diriliş ef­
sanesi eklendi. Mesaj, bir tür putperestliğe dönüştü. Öğretilerin
yeni versiyonunda, İsa dü nyaya geri dönüyor ve sonradan Doğu
ve Batı Roma İmparatorluğu Kilisesi olan bir kilise kuruyordu -

-35 3
-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

d iğer bir katı, acımasız, akıldışı teokrasi.


"Aynı zamanda, Pentekostal kilise de kurul uyordu. İlk H ris­
tiyanlar anlaşılmaz bir dilde konuşuyordu. İncil der ki, 'Hepsi
hayret ve şaşkınlık içinde birbirlerine "Bunun anlamı ne?" diye
sord u lar.' Sanırım bu soruyu cevaplayabilirim. Bu virüs sa lgınıydı.
Tesn iyecilerin zaferinden beri Asherah insanların arasında gizle­
niyordu. Yahudiler tarafından uygu lanan bilgi hijyeni önlemleri
onu bastırmıştı. Ama H ristiyanlığın ilk günlerinde, etrafta çok
fazla karmaşa, geleneklere karşı gelen radikaller ve özgür düşü­
nenler olmalı. Sümer atavizmi. Ve tabii ki, hepsi birbiriyle Cennet
dilinde konuşmaya başladı.
"İlk H ristiyan kil isesi glosolaliyi kabul etmeyi reddetti. Birkaç
yüz yıl boyunca buna karşı çı ktı ve 381'de İstanbul Konsili'nde
resmen ka ldırdı. Glosola li inancı H ristiyan dünyasının sınırla rında
kald ı . Kilise, kafirleri dine döndürmeye yarayacaksa biraz
ksenoglosiyi kabul etmeye razıyd ı. On altıncı yüzyılda glosolaliyi
çiçek hastalığından daha hızlı yayarak binlerce Kızılderili'nin dini­
ni değiştiren St. Louis Bertnard d urumundaki gibi. Ama din de­
ğiştirdikleri nde bu Kızılderililerin çenelerini ka pamaları ve herkes
gibi Latince konuşması gerekiyordu.
"Di nsel devrim kapıyı biraz daha açtı . Ama Pentekostalizm,
1900 yılı nda Kansas'ta bir grup İ ncil-okulu öğrencisi a nlaşılmaz
bir d ilde konuşana kadar başarılı olmadı. Uygulamayı Teksas'a
yaydı lar. Orada uyanış hareketi olara k tanındı. Bir yangın gibi ya­
yıldı, Amerika'ya, 1906'da Çin'e ve Hind istan'a, sonra tüm dünya­
ya . Yirminci yüzyılın kitle i letişim araçları, yüksek okuma-yazma
oranı ve hızlı ulaşım, hastalığın taşın masında büyük rol oynadı.
Kapal ı bir toplantı salonunda ya da bir Üçüncü Dünya mü lteci
kampında, glosolali bir kişiden d iğeri ne panik kadar hızlı yayıldı.
Seksenlerde, dünyadaki Pentekostal sayısı on milyona ulaştı .
"Sonra televizyon geldi ve L. Bob Rife'ın büyük medya gücüy­
le desteklenen Papaz Wayne. Papaz Wayne'in televizyon gös­
teri leriyle, broşürlerle ve bayi li klerle gösterdiği davra nış tarzı;
H ristiyanlığın ilk zamanlarındaki Pentekostal inançlardan, pagan
glosolali inançlarına kadar kesintisiz bir çizgiyle bulunabilir. Ashe­
rah i nancı yaşıyor. Papaz Wayne'in Cennet Kapıları, Asherah'nın
tari katı."

-354-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 57 -

"Lagos bunların hepsini öğrenmişti. Esasen Kongre Kütüp­


hanesi'nde bir araştırmacıydı, sonra M İŞ, Kütüpha ne'yi satın
al ınca M İŞ' in bir parçası oldu. Kütü phanede ilginç şeyler, kimse­
nin araştırma zahmetine girmediği gerçekler keşfederek geçi mini
sağladı. Bu gerçekleri düzenli bir hale getirip insanlara satıyord u .
Bu Enki/Asherah meselesini anladığı nda, buna para ödeyecek bi­
rini aramaya başladı ve o anda yeryüzü ndeki herkesten çok prog­
ramcısı olan, fiber optik tekelinin sahibi L. Bob Rife'a sattı .
"Lagos bir iş adamı ol madığı için, ölümcül bir kusuru vard ı:
küçük düşünüyordu. Küçük bir risk sermayesiyle bu nörolinguis­
tik hackin, L. Bob Rife'ı, programcılarının beyin lerine girmiş bilgi­
lerin sahibi yapacak yeni bir teknoloji olarak gelişti rilebileceğini
düşündü. Ahlaki düşü nceleri bir kenara bırakırsak bu, hiç de kötü
bir fikir değildi.
"Rife büyük düşünmeyi sever. Bu fikrin çok daha güçlü olabi­
leceğini hemen anladı. Lagos' un fikrini aldı ve ona defolup gitme­
sini söyledi. Sonra, Pentekostal kiliselere bir sürü para yatırmaya
başladı. Bayview, Teksas'ta küçük bir kilise aldı ve onu bir üni­
versiteye dön üştürdü. Ö nemsiz bir va izi, Papaz Wayne Bedford'u
aldı ve onu Papa'dan daha önemli bir kişi haline getirdi. Tüm dün­
yada, kendi masraflarını karşılayabilen bir dizi dini bayi lik açtı ve
üniversitesini ve onun Metaevren kampüsünü on binlerce mis­
yoner yaratmak için kullandı. M isyonerler bütün Üçüncü Dün­
ya ülkelerine yayı ldı ve tıpkı St. Lou is Bertrand gibi yüz binlerce
insanın dinini değiştirdi. L. Bob Rife'ın glosolali tarikatı, İslam'ın
ya radılışından beri en başarılı dindir. İsa hakkında çok şey söyler
ama kendini tanımlayan birçok Hristiyan kilisesi gibi, İsa'nın adını
ku llanmanın dışında Hristiyanlıkla bir i lgisi yoktur. Bu bir post­
mantık dini.
"Ayrıca biyolojik virüsü de tarikatın bir tanıtıcısı ve güçlendi­
ricisi olarak yaymak istedi. Ama tarikattaki fuh uşla bunu ya pa­
mazdı çünkü bu bariz bir şekilde anti-Hristiyan'dı. Ama Üçüncü
Dünya misyonerlerinin en önemli görevlerinden biri, iç bölgelere
gidip insanlara aşı yapmaktı - ve o iğnelerin içinde sadece aşıdan
fazlası vardı.

-3 55 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Burada, gelişmiş ülkelerde, herkes aşısını zaten yaptırmıştır


ve aşı rı d incilerin gelip bize iğne yapmasına izin vermeyiz. Ama
uyuşturucu kullan ıyoruz. Bu yüzden bizim için, virüsü kan seru­
mundan çıkarmanın bir yolunu buldu ve Kar Çöküşü diye bilinen
bir uyuşturucu olarak paketledi.
"Bu sırada Cankurtaranı, yüz binlerce tarikat üyesini Asya'nın
berbat bölgelerinden Bi rleşik Devletler'e getirme aracı olarak kul­
landı. Cankurtaranın medyadaki görüntüsü, binlerce farklı dilin
konuşulduğu ve merkezi bir otoritenin olmadığı bir kaos ortamı.
Ama hiç öyle değil . Aslında çok düzenli ve sıkı sıkıya kontrol edi­
liyor. Bu insanlar bi rbirleriyle anlaşılmaz bir dilde konuşuyor. L.
Bob Rife ksenoglosiyi aldı ve mükemmel hale getirdi, bir bilime
dönüştürdü.
"Kafataslarına radyo alıcıları yerleştirip, beyin saplarına tali­
matlar - me - göndererek bu i nsanları kontrol edebiliyor. Yüz ki­
şiden birinin bir al ıcısı varsa, yerel en görevi görü p L. Bob Rife' ın
me'sini diğer herkese dağıtabilir. Onlar da sanki program lanmış
gibi L. Bob Rife'ın talimatları nı yerine getirir. Ve şu anda, Cal ifor­
nia kıyısında bekleyen böyle milyonlarca insan var.
"Ayrıca, optik sinir yoluyla bilgisayarlara ya da hackerlara bu­
laşabilen, ikili kod lanmış bir dijital metavirüsü var."
"Onu nasıl ikili formata çevirdi?" dedi Ng.
"Onun çevirdiğini sanm ıyorum . Bence uzayda buldu. Rife
dünyadaki en büyük radyo astronomi ağına sahip. Bunu gerçek
astronomi için ku llanmıyor - sadece diğer gezegenlerden gelen
sinya lleri dinl iyor. Antenlerinden birinin eninde sonunda metavi­
rüsü bulacağı mantı klı göründü."
"Bu nasıl mantıklı görünebilir?"
"Metavirüs her yerde. Yaşamın olduğu her yerde metavirüs
de va rdır, yaşa mla yayılır. İlk başta, kuyrukluyıldızlarla yayıl ıyordu.
Muhtemelen yaşam Yeryüzüne ilk böyle geldi ve m u htemelen
metavirüs de buraya böyle geldi. Ama kuyrukluyıldızlar yavaştı r,
radyo dalgalarıysa hızlı. İkili formatta, bir virüs evrende ışık hı­
zıyla dolaşabilir. Medenileşmiş bir gezegene bulaşır, bilgisayarla­
rına girer, çoğa lır ve kaçı nılmaz olarak televizyon ya da radyoda
yayı nlanır. Bu dalgalar atmosferin sın ırında durmaz - uzaya ya­
yılır, sonsuza kadar. Ve medeni kültürü olan, Rife'ın yaptığı gibi
yıldızları din leyen i nsanların olduğu diğer bir gezegene çarparsa,

356
- -
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

o gezegene de bulaşır. Bence Rife'ın planı buydu ve bence işe ya­


radı. Rife akıllıydı - bunu kontrollü bir şekilde yaptı. Bir şişenin
içine koydu. Kendi isteğine göre kullanacağı bir bilgi savaşı ajanı.
Bir bilgisayara yerleştirildiğinde, bilgisayarın kendine yeni virüsler
bulaştırmasına yol açarak karlanıyor. Ama bir hackerın, beynin­
deki derin yapılarda ikili kodu anlama yeteneği bulunan birinin
zihnine girdiğinde çok daha yıkıcı oluyor. İ kili metavirüs bir hac­
kerın zihnini yok ediyor."
"Yani Rife i ki tür insanı kontrol edebiliyor," dedi Ng. "Ana dil­
de yazılmış me'yi kullanarak Pentekostalları ve daha vahşice, i kili
virüslerle beyinlerine zarar vererek hackerları kontrol edebiliyor."
"Kesinlikle."
"Sence Rife'ın istediği ne?" dedi Ng.
"Ozymand ias olmak istiyor, Kralların Kralı. Bakın, çok basit:
Sizi kendi dinine döndü rdüğünde, sizi me ile kontrol edebiliyor.
Ve milyonlarca insanı dinine döndürebiliyor çünkü lanet bir virüs
gibi yayılıyor - i nsanların buna karşı direnci yok çünkü kimse din
hakkında düşün meye alışkın değil, insanlar bu tür bir şey hak­
kında tartışabilecek kadar mantıklı deği l . Aslında, National Enqu­
irer23 okuyan ya da televizyonda Amerikan gü reşi izleyen herkes
kolayca din değiştirebilir. Ve tanıtım aracı Kar Çöküşü ise, daha
bile kolay oluyor.
"Rife'ın farkına vardığı en önemli şey, modern kültür ve Sü­
mer kültürü arasında bir fark olmaması. Okuma yazma bilmeyen
ya da televizyona inanıp - bir tür sözlü gelenek gibi - sadece
sesleri tekrarlayan büyük bir işgücü müz var. Bir de bilginin güç
olduğunu anlayan ve büyü lü bilgisayar dillerini yarı-esrarengiz bir
şekilde kon uşabilen çok bilgili, seçkin bir sınıfımız var - Metaev­
rene giren i nsanlar, aslında.
"Yani biz, Rife'ın planı için bir engel teşkil ediyoruz. L. Bob Rife
gibi insanlar, biz hackerlar olmadan hiçbir şey yapamaz. Ve bizi
dinine döndürse bile, bizi kullanamaz çünkü bizim yaptığımız,
doğası gereği yaratıcı bir şey ve me ile çalışan insanlar tarafından
kopyası çıkarılamaz. Ama bizi Kar Çöküşü ile tehdit edebilir. Sa­
nırım DaSid'e olan buyd u. Kar Çöküşünün gerçek bir hacker üze­
rinde işe yarayıp yaramadığını görmek için ya pılmış bir deney ya
da Rife'ın gücünü hacker toplul uğuna göstermek için yapılmış bir

2 3 B i r Amerikan mag azin gazetesi

-3 57-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

uyarı atışı olabilir. Mesaj şu: Asherah teknolojik rah ipliğin içine
yayılırsa-"
"Kır çiçeklerinin üstüne napalm bombası," dedi Ng.
"Bildiğim kadarıyla, ikili virüsü d urdurmanın bir yolu yok. Ama
Rife'ın düzmece dininin bir panzehiri var. Enki'nin tılsımı hala var.
Bir kopyasını oğlu Marduk'a verdi, o da Hamm urabi'ye. Şimdi,
Marduk gerçek bir i nsan olabilir ya da ol mayabilir. Mesele şu,
Enki, tı lsı mını bir şekilde devrettiği izlenimini bırakmak için onun
yolundan çekildi. Başka bir deyişle, Asherah'nın tekrar ortaya
çıkma ihtimaline karşı, sonraki nesi llerin deşifre etmesi gereken
bir mesaj bırakıyordu.
"Eminim ki ihtiyacımız olan bilgi, on yıl önce güney l rak'taki
eski Sümer şehri Eridu'dan çıkarılan bir balçık zarfın içinde. Eri­
du, Enki'nin makamıydı; yan i Enki Erid u'nun yerel en'iydi ve onun
me'si, bizim aradığımız tı lsım da dahil Eridu tapınağındaydı."
"Bu balçık zarfı kim çıkard ı ?"
"Eridu kazısının mal iyeti, Bayview, Teksas'ta ki bir dini üniver­
site tarafı ndan karşıland ı."
"L. Bob Rife'ın üniversitesi mi?"
"Evet. Tek a macı Eridu şehrini kazmak, Enki'nin me'yi sakla­
dığı tapınağın yerini bulmak ve eve getirmek olan bir arkeoloji
bölümü kurdu. L. Bob Rife, Enki'nin sahip old uğu yeteneklerin
ters mühendisliğini ya pmak istedi; Enki'nin me'sini inceleyerek,
yaratmak istediği yeni topl umun temel kuralları, programı olacak
olan yen i me'yi yazabilecek, kendi nörolinguistik hackerlarını ya­
ratmak istedi."
"Ama bu me'nin arasında Enki'nin tı lsımının bir kopyası var,
dedi Ng, "ve Rife'ın planı için çok tehlikeli."
"Doğru. O levhayı da istedi - incelemek için değil, ona karşı
kimse kullanmasın diye kendine saklamak için."
"Bu tılsımın bir kopyası nı ele geçirebilirsen," dedi Ng, "ne
etkisi olur?"
"Enki'nin tılsımını Cankurtarandaki bütün en'lere ulaştırabi­
lirsek, onlar bunu Cankurtarandaki i nsanların hepsine iletir. Bu
onların ana dil nöronlarını sıkıştırır ve Rife'ın onları me ile prog­
ra mlamasını engeller," dedi Hiro. "Ama bunu gerçekten Cankur­
taran dağı lmadan önce ya pmamız gerekiyor - mültecilerin hepsi
kıyıya çıkmadan önce. Rife, en'iyle, Enterprise'daki bir merkezi

-358-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

verici aracılığıyla konuşuyor; oldukça kısa mesafe erişi mli, görüş


hattı ti pinde bir şey olduğunu tahmin ediyorum. Çok yakında, bu
sistemi, m ültecilerin düzenli emirlerle yürüyen birleşmiş bir ordu
olarak kıyıya çıkmasına sebep olacak büyük bir me dağıtmak için
ku l lanacak. Yani, Cankurtaran dağılacak ve ondan sonra tek bir
yayınla bu insanların hepsine ulaşmak mümkün olmayacak. Bu
yüzden, bunu olabildiğince çabuk yapmalıyız."
"Bay Rife çok mutsuz olacak," dedi Ng. "Teknolojik rahipl iğe
karşı Kar Çöküşünü salarak misilleme yapmaya çalışaca k."
"Bil iyoru m," dedi Hiro, "a ma hepsini bir anda düşünemem.
Biraz yardım hiç fena olmaz."
"Söylemesi kolay," dedi Ng. "Merkez'e ulaşmak isteyen biri­
nin, ya Cankurtaranın üstünden uçması ya da orta kısmına doğru
küçük bir botla gitmesi gerek. Rife'ın orada tüfekle ve roketatar­
larla bekleyen milyonlarca adamı var. İ leri teknoloji silah sistem­
leri bile, organize silah atışla rını yenemez."
"O zaman bu civarlara birkaç helikopter getirin," dedi Hiro.
"Bir şeyler. Herhangi bir şey. Enki'nin tılsımına ulaşıp onu
Cankurtarandaki herkese bulaştırabilirsem, siz de güvenli bir
şekilde yaklaşabilirsiniz."
"Neler bulabileceğimize bir bakalı m," dedi Uncle Enzo.
"İyi," dedi H i ro. "Peki ya Mantık?"
Ng bir şeyler mırıldandı ve elinde bir ka rt göründü. "Bu, sis-
tem yazılımının yeni bir sürümü," dedi. "Biraz daha az hatalı."
"Biraz daha az hatal ı mı?"
"Hiçbir yazı lım hatasız değildir," dedi Ng.
"Sanırım hepimizin içinde bir parça Asherah var," dedi Uncle
Enzo.
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 58 -

Hiro çı kış yolunu kendi buldu ve Sokağa kadar asansörle indi.


Neon ışıklı gökdelenden çıktığında, siyah-beyaz bir kızın onun
motosikletinin üstünde oturduğunu ve ayarlarıyla oynadığını
gördü.
"Neredesin?" dedi.
"Ben de Cankurtarandayım. Hey, biraz önce yirmi beş milyon
dolar kazandık."
Y.T.'nin bundan etkileneceğinden emindi. Ama etkilenmedi.
"Beni bir Tupperware içinde eve gönderdiklerinde, güzel bir
cenaze töreni yapmak için yeterli olacaktı r," dedi.
"O neden?"
"Başım belada," diye itiraf etti - hayatı nda ilk kez. "Sanırım
erkek arkadaşım beni öldürecek."
"Erkek arkadaşın kim?"
"Raven."
Avata rların rengi atsa, sersemleşse ve kaldırıma oturmak zo­
runda kalsa, Hiro yapardı. "Şimdi neden aln ında YETERSİZ DÜRTÜ
KONTROLÜ dövmesi olduğunu anlıyoru m."
"Bu harika. Biraz yardım ya da en azından birkaç tavsiye alma­
yı umuyordum," dedi.
"Seni öldüreceği ni sanıyorsan yanıl ıyorsun çünkü haklı olsay­
dın çoktan ölmüştün," dedi Hiro.
"Senin ta hminin bu," dedi. Vajina dişleri hakkındaki eğlenceli
hikayeyi ona anlattı .
"Sana yard ı m etmeye çalışacağım," dedi Hiro. "Ama ben de
Cankurtarandaki en güven ilir adam değili m."
"Kız arkadaşınla buluşamadın mı?"
"Hayır. Ama o konuda büyük umutlarım var. Hayatta kalabi-
lirsem."
"Ne konuda büyük umutların var?"
"İlişkimiz konusunda."
"Neden?" diye sordu. "O zamanla şimdi arasında ne fark var?"
Bu o basit ve açık ama sinir bozucu sorulardan biriydi çünkü
Hiro cevabından emin değildi. "Sanırım ne yaptığını anladım -
neden buraya geldiği ni."
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Yani?"
Diğer bir basit ve açık soru. "Ya ni, şimdi onu a nladığımı his-
sediyorum."
"Öyle mi?"
"Evet, yani, biraz."
"Ve bu iyi bir şey mi?"
"Tabii ki."
"Hiro, tam bir moronsun. O bir kadın, sen bir erkeksin. Onu
anlaman gerekmiyor. Onun istediği bu değil ."
"Peki sence ne istiyor - onunla hiç ta nışmadığını ve Raven'la
çıktığın ı hesaba katarsak?"
"Onu anlamanı istemiyor. Bunun imkansız olduğunu biliyor.
Sadece kendini anlamanı istiyor. Diğer her şey konuşulabilir."
"Öyle mi dersin?"
"Evet. Kesinlikle."
"Neden kendimi a nlamadığımı düşü nüyorsun?"
"Bu çok bariz. Sen gerçekten akıllı bir hackersın ve dünyadaki
en büyük kılıç dövüşçüsüsün - pizza dağıtıyor, konser düzenliyor­
sun ama bunlardan para kazanmıyorsun. Onun nasıl düşün me­
sini-"
Kulaklıklarına Gerçekli kten gelen ses yüzünden cümlenin ge­
risini duyamadı: şiddetli bir darbe sesi nin ardından gelen cırtlak
bir gürültü. Sonrasında sadece korkmuş çocukların çığl ı kla rı, er­
keklerin Tagalogca haykırışları ve deniz basıncının altında kalan
çelik bir balıkçı teknesi nin gıcırtıları vardı.
"Neydi o?" dedi Y.T.
"Göktaşı," dedi Hiro.
"Ha?"
"Dinlemeye devam et," dedi Hiro, "sanırı m biraz önce bir mit-
ralyöz düellosuna girdim."
"Çıkıyor musun?"
"Sadece biraz çeneni kapa."
Bu bölge U şekl indeydi, Cankurtaranda yarım düzine eski,
paslı balıkçı teknesinin bağlandığı küçük bir girintinin etrafına
inşa edilmişti. Kenarında, birbirine uymayan dubalardan oluşan
yüzen bir iskele vardı. Hurdaya ayırmak için pa rçaladıkları boş
trol gemisi, Enterprise'ın güvertesindeki büyük bir silahtan gelen
patlamayla vuruldu. Geminin bir tarafı tamamen battı, baş ve kıç
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

birbirine doğru büküldü. Arka tarafı parçalanm ıştı. Boş ambarı,


sürekli bula nık, kahverengi deniz suyu yutuyor, boğulan bir ada­
mın havayı içine çekişi gibi o rengarenk pis suyu içine çekiyordu.
Hiro Mantık'ı ıskunaya geri koydu, tekneye atladı ve motoru
çalıştırd ı . Tekneyi dubalardan çözmek için zamanı yoktu bu yüz­
den ipi wakizahisiyle kesti ve ayrıldı.
Trol gemisi suyun yüzeyini terk ediyor, bütün bölgeyi bir kara
delik gibi kendine çekmeye çalışıyordu.
İki Filipinli adam kısa bıçaklarıyla çıkmış, bölgeyi bir arada
tutan şeyleri kesiyor, kurtarıla mayacak parçaları kesip ayırmaya
çalışıyordu. Hiro, çoktan suya batmış bir d ubaya doğru eğildi,
onu diğer dubaya bağlayan ipleri buldu ve katanasıyla kesti.
Duba, batan dubalardan ayrı ldı ve suyun yüzeyine o kadar hızlı
fı rladı ki neredeyse tekneyi ala bora edecekti.
Duba iskelesinin ta mamı, trol gemisinin yan tarafıyla bera­
ber, kurtarılamayacak haldeydi. Balıkçı bıçaklı adamlar ve satı rlı
kadınlar dizlerinin üstünde, çenelerine kadar suya batmış halde
bölgelerini kurtarmaya çalışıyordu. Her seferde tek bir i p kopu­
yor, Filipinlileri havaya ka ldırıyordu. Palalı bir çocuk kalan tek ipi
de kesti ve son unda sal tekrar serbest kaldı, dengesini sağla mak
üzere sa llanıyordu. Trol gem isinin olduğu yerde, ara sıra yüzen
bir enkaz kusa n köpüklü bir a nafordan başka bir şey yoktu.
Birkaç i nsan, trol gemisinin ya nına bağlanmış bal ı kçı teknesi­
ne tırmanm ıştı. O da biraz zarar görmüştü: birkaç adam yan tara­
fındaki büyük oyukları incelemek için küpeşteden bakıyordu. Her
yuvarlağın etrafı nda, tabak büyüklüğü nde, boyası gitmiş lekeler,
ortasında da, golf topu büyükl üğünde bir delik vardı.
H i ro gitme vaktinin geldiğini düşündü.
Ama gitmeden önce, cebine uzandı, bir tomar para çıkardı ve
birkaç bin Hong Kong doları ayırdı. Parayı kırmızı, çelik yakıt de­
posunun altına sıkıştırdı. Sonra yola koyuldu.
Bir sonraki bölgeye giden kanalı bulmakta zorlanmad ı . Para­
noya seviyesi artmıştı. Bu yüzden, oradan çıkarken sürekli arka­
sına, bütün küçük geçitlere bakıyordu. O geçitlerden birinde, bir
kablokafa gördü, adam bir şeyler mırıldanıyordu.
Bir sonraki bölge Malezyalılarındı. Onlarca Malezyalı, gürültü­
nün ne olduğunu merak edip köprü nün yanına toplanmıştı. Hiro
onların bölgesine girerken, anayol görevi gören sallanan bir duba

-362-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

köprüsünden aşağı inen, silahlı ve bıçaklı adamlar gördü. Yerel


jandarma. Aynı tipte görünen bi rkaç adam daha yan yol lardan,
sandallardan ve kayıklardan çıkarak onlara katıldı.
Hiro'nun ta m yan ta rafı ndan inanılmaz bir patlama, parça lan­
ma ve gıcırdama sesi geldi, sanki bir kereste kamyonu tuğladan
ya pılmış bir duvara çarpm ıştı. Hiro'nun üstüne su sıçradı ve bir
buhar bulutu yüzünün önünden geçti. Sonra her şey tekrar ses­
sizleşti . Hiro yavaşça ve tereddütle arkasını döndü. En yakın du ba
artık orada değildi, sadece parçalardan ve kıymıklardan oluşan
çalkantılı bir çorba görünüyordu.
Arkasını döndü ve baktı . Birkaç saniye önce gördüğü kablo­
kafa şu anda bir salın kenarında tek başına dikiliyordu. Oradaki
herkes gitmişti. Piç kurusunun dudaklarının kıpırdadığını görebi­
liyordu. Hiro tekneyi ona doğru döndürdü, wakizashisini çıkardı
ve onu hemen oracıkta öldürdü.
Ama daha fazlası olacaktı. Hiro onu aradıklarını bil iyord u. En­
terprise'daki topçular, Hiro'yu haklamak için kaç tane mülteci öl­
dürmek zoru nda ka lacaklarını umursamıyordu.
Malezyalı bölgesinden Çinli bölgesine geçti. Burası daha çok
yapı lanm ıştı, birkaç tane gemi ve mavna vard ı . Hiro'n un deniz
seviyesindeki kötü gözetleme noktasından görebildiği kadarıyla,
Merkez'den uzaklara doğru yayılıyordu.
Çin gemilerinden birinin üst güvertesindeki bir adam -
başka bir kablokafa - tarafı ndan izleniyord u. Adamın çenesi
kıpırdıyordu, Hiro onun Cankurtaran Santrali'ne gelişmeleri
gönderdiğini biliyordu.
Enterprise'ın güvertesindeki büyük m itralyöz tekrar açıldı ve
Hiro'nun yaklaşık altı metre ya kınındaki boş bir mavnanın yan
ta rafı na, seyreltilmiş uranyum kurşunlardan oluşan bir göktaşı
daha ateşledi. Mavnanın yan ta rafı iç tarafa doğru çöktü ve şok
da lgası ka lın pas tabakasını bir aerosola dön üştürdü, gemiyi o
kadar güçlü bir ses dalgasıyla çelik kaynaktan ayırdı ki Hiro'nun
göğsü acıdı ve midesi bulandı.
Silah, radar kontrollüydü . Bir metale ateş ederken çok hassas­
tı. Bir i nsana ateş ederken ise çok daha az hassastı.
"Hiro? Neler oluyor?" diye bağı rıyordu Y.T. kulaklıklarına.
"Şu anda konuşamam. Beni ofis ime götür," dedi Hiro. "Beni
motosikletin arkasına at ve ofise git."
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

"Ben motosiklet sürmeyi bilmiyorum," dedi.


"Tek bir kumandası var. Kolu çevir, o gidiyor."
Hiro tekneyi açık sulara döndürdü. Metaevreni Gerçekliğin
üstüne koyduğunda, motosiklette önünde oturan Y.T.'nin siyah­
beyaz figürünü görebiliyordu; Y.T. motosikletin koluna uzandı, iki­
si de öne doğru sallandı ve bir gökdelenin duvarına çarptı.
Veri gözlüklerini tamamen şeffaf yaparak Metaevren görün­
tüsünü kapattı. Sonra sistemini gargoyle moduna dönüştürdü:
sahte ren kli kızıl ötesi olan gelişmiş görünür ışık ve milimetrik
dalga radarı.
Dü nyayı öncekinden daha parlak, siyah beyaz taneli bir şekil­
de görmeye başladı. Etrafta, bazı nesneler pembe ya da kırmı­
zı bir ışıkla parlıyordu. Bu, kızıl ötesinden geliyordu, bu şeylerin
canlı ya da sıcak olduğu anlamına geliyordu; insanlar pembe,
motorlar ve ateşler kırmızıydı.
Milimetrik dalga radarı görüşü neon yeşi linde çok daha iyiy-
di. Metalden yapılmış her şey görünüyordu. H i ro şu anda yer
yer kırmızı parlayan neon-yeşili mavna ve gemilere bağlanmış,
açık gri d uba köprüleriyle çizilmiş kömür grisi bir su yolundan
geçiyordu. Güzel değildi. Aslında o kadar çirkindi ki muhtemelen
gargoylelerin neden sosyal anlamda özürlü olduğunu açıklıyordu.
Ama daha önceki simsiyah görüntüden çok daha kullan ışlıydı.
Ve hayatı nı kurtardı. Kıvrılan, dar bir kanaldan geçerken önün­
de, suyun üzerinde dar, yeşil bir parabol belirdi, birdenbire suyun
içinden çıktı ve boyun seviyesine kadar uzanan düz bir çizgiye dö­
nüştü. Bu bir çelik teldi. Hiro eğilip altından geçti, bubi tuzağını
kuran genç Çinli adamlara el salladı ve ilerlemeye devam etti .
Radar, kanalın kenarında el lerinde Çin malı AK-47'1erle bek­
leyen üç tane pembe karakter gördü. Hiro bir yan kanala girdi
ve onlardan kaçtı. Ama bu daha da dar bir kanaldı ve nereye
gittiğinden emin değildi.
"Y.T.," dedi, "neredeyiz?"
"Evinin sokağına girdik."
İ leride kanal bitiyord u. H i ro yüz seksen derece döndü. Arka­
sındaki büyük ısı eşanjörü yüzünden tekne Hiro'nun istediği gibi
manevra ya pamıyor ve hızlı gidemiyordu. Bubi tuzağı tel inin al­
tından tekrar geçti ve daha önce geçtiği başka bir dar kanalı do­
laşmaya başlad ı .
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

"Tamam, evdeyiz. Masanda oturuyorsun," dedi Y.T.


"Tamam," dedi Hiro, "bundan sonrası biraz karmaşı k."
Kanalın ortasında bir yerde durdu, etrafta milis kuwetleri ve
kablokafa lar var mı diye kontrol etti, kimse yoktu. Yanı ndaki tek­
nede, elinde satırla bir şeyler kesen, bir buçuk metre boyunda
Çinli bir kad ın vardı. Hiro bunun alınabilecek bir risk olduğunu
düşündü, bu yüzden Gerçekliği kapattı ve Metaevrene döndü.
Masasında oturuyordu. Y.T. kol larını birleştirmiş, yanında di-
kiliyordu.
"Kütü pha neci ?"
"Evet, efendim," dedi Kütüpha neci, içeri girerken.
"Uçak gemisi Enterprise'ı n planlarına ihtiyacım var. Hemen.
Bana üç boyutlu bir şeyler bulabilirsen şahane olur."
"Ta mam, efendim."
"Hiro uzandı ve Dü nyayı tuttu.
"BU RADASIN IZ," dedi.
Dünya, Cankurtaranın nerede olduğunu gösterene kadar
döndü. Sonra ürkütücü bir hızla onun olduğu yeri gösterd i. Oraya
ulaşması üç saniye sürdü.
Dünyanın, Aşağı Ma nhattan gibi normal, sabit bir tarafında
olsaydı, bu, üç boyutluda gerçekten işe yarardı. Ama onun ye­
rine, iki boyutlu uydu görü ntüleriyle idare etmek zorundayd ı .
Cankurtaranın siyah-beyaz b i r fotoğrafının üstüne yerleştiri lmiş
kırmızı bir noktaya bakıyordu. Kırmızı nokta dar, siyah bir kanalın
ortasındaydı: BU RADASINIZ.
Hala bir labirent gi biydi. Ama bir labirenti yukarıdan bakı nca
çözmek daha kolaydı. Altmış san iye içi nde, Pasifik açıkları ndaydı.
Sisli, gri bir tanyeriyd i. Mantık'ın ısı eşanjöründen çıkan buhar,
sisi biraz daha kal ı nlaştı rıyord u.
"Ne cehennemdesin sen?" dedi Y.T.
"Cankurtarandan ayrıl ıyoruz."
"Süper! Yardımların için sağ ol."
"Bir dakika içinde geri döneceğim. Birkaç şey ayarlamam ge­
rekiyor."
"Burada bir sürü korkunç adam var," dedi Y.T. "Beni izliyorlar."
"Önemli değil," dedi Hiro. "Eminim Mantığın sesine kulak ve­
receklerdir."
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

-59 -

Büyük bavulu açtı . Ekran hala açıktı, üst kısmında bir menüsü
olan bir ekran görüntüsü gösteriyordu. Menüye bakmak için bir
iztopu vardı:

YARD I M
Hazırlık
Mantığı ateşleme
Taktik ipuçları
İ kmal
Sorun giderme
Diğer

"Hazırlık" başlığının altında muhtemelen isteyebileceği daha


fazla bilgi vardı; şişman, yaralı yüzlü, yüzünde kalıcı bir küçümse­
me ifadesi olan Asya l ı bir adamın oynadığı yarım saatlik, aşırı poz
verilmiş bir video görünüyord u : Adam kıyafetlerini giydi. Özel es­
neme hareketleri yaptı. Mantığı açtı. Namlularda hasar ya da pis­
lik var mı diye kontrol etti . H iro bun ların hepsini hızla ileri sardı.
En sonunda, şişman Asya l ı adam silahı taktı.
Bal ı kgözü Mantığı doğru bir şekilde kullanmıyordu; vücudu­
nuzu saran bir düzeneği vardı, böylelikle geri tepmeyi pelvisin ize
yöneltiyor, kuvveti vücudunuzun yerçekimi merkezine veriyordu.
Düzeneğin, ağırl ık ve geri tepmeyi dengelemek için şok emicileri
ve küçük hidrolik şeyleri vardı. Bütün bunları doğru şekilde takar­
sa nız, silahı düzgün kullanmak çok daha kolay oluyordu. Ve bir
bilgisayara bağland ıysa nız, silah neye doğrultulduysa onun üstü­
ne hedef işareti yerleştiriyordu.
"İstediğiniz bilgi, efendim," dedi Kütüphaneci.
"O bilgiyi BU RADASI N IZ'a bağlayacak kadar akıllı mısın?" dedi
Hiro.
"Bir bakayım, efendim. Formatlar birleştirilebilir görünüyor.
Efendim?"
"Evet?"
"Bu planlar birkaç yıl öncesinden. Planlar ya pıldıktan sonra
Enterprise başka biri tarafından satın alınmış-"

-366-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"O da bazı değişiklikler ya pmış olabilir. Anladım."


Hiro Gerçekliğe geri döndü.
M erkez'in iç tarafına doğru giden bir su yolu buldu. Yolun bir
yanında bir tür yaya geçidi vardı; borda iskeleleri, dubalar, kü­
tükler, terk edilmiş kayıklar, alüminyum kanolar, yağ varillerinden
oluşan sonsuz bir yol gibi görünüyordu. Dünyanın başka bir ye­
rinde, bir engel parkuru sayılırdı; burada, Beşinci Dü nya'da bir
otobandı.
Hiro tekneyi orta kısma doğru sürdü. Çok hızlı sürmüyordu
çünkü bir şeye çarparsa, tekne ters dönebilirdi. Mantık suya ba­
tardı. Ve Hiro Mantığı takmıştı .
Gargoyle moduna dönünce, Enterprise'ın uçuş güvertesinin
ucunda, yarım küre şeklindeki ku bbelerin oluşturduğu grev hat­
tını gördü. Radar bunları ekranda ayrıntılı bir şekilde tanımladı:
Phalanx füzesavar silahlarının radar antenleri. Her kubbenin al­
tından çok namlulu bir silah çı kıyordu.
Ya kınlaşınca yavaşladı ve bir hedef işa reti görüş alanında gö­
rünene kadar Mantığın namlusunu salladı. Bu nişan noktasıyd ı .
Hedef işaretini Phalanx'lardan birine sabitled i v e tetiği çekti.
Büyük kubbe, bir moloz fıskiyesine dönüştü. Onun altın­
da, silah namluları hala görünüyordu; Hiro hedef işaretini biraz
aşağı indirdi ve bir elli-atım daha patlattı. Patla ma, silahın,
düzeneğinden ayrılmasına sebep oldu ve sonra fişekliği belirli
aral ıklarla patlamaya başladı. Hiro başını çevirmek zorunda kaldı.
Bir sonraki Phalanx silahına ba ktı ve gözlerini onun namlula­
rına dikti. O kadar korkutucuydu ki farkında olmadan tetiği çekti
ve ateş etti, hiçbir şey olmamış gibi görünüyordu. Sonra görüşü
başka bir şeyle karardı; geri tepme onu ka nalın yan tarafına bağ­
lanmış eski bir yatın arkasına itmişti.
Şimdi ne olacağını biliyordu - duman onu bulmalarını kolay­
laştırıyordu - o yüzden, oradan hemen çıktı. Bir saniye sonra, yat
büyük bir silahtan gelen bir patlamayla suyun altına gönderildi.
Hiro birkaç san iye koştu, durabileceği bir duba buldu ve bir kez
daha ateş açtı; bitirdiğinde, Enterprise'ın uç tarafı, Phalanx silahı­
nın olduğu yerden ısırılmış gibi görünüyordu.
Tekrar ana ka nala girdi ve içeri doğru ilerledi. Ka nal, Merkez
gemilerinden birinin, yüksek bir apartmana dönüştürülmüş bir
yük gemisinin altında bitiyordu. Bir yük ağı, bir gemiden diğerine
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

giden bir bağlantı yolu görevi görüyordu. Muhtemelen, istenme­


yen kişiler tırmanmasın diye kullanılan bir asma köprü görevi de
vardı. Hiro da Cankurtaranda istenmeyen kişilerden biri sayıl ı rdı
ama asma köprüyü onun için orada bırakmışlardı.
Her şey yolundaydı. Şimdilik küçük bir teknede kalıyordu. Yük
gemisinin yanından geçti ve pruvasının etrafından bir U dönüşü
yaptı.
Sonraki gemi büyük bir petrol gemisiydi. İ ki gemiyi ayıran çe­
lik kanyonun yukarısına baktığında, aralarında b i r yük ağı görme­
di. H ı rsızların ya da teröristlerin gemiye çıkıp petrol çıkarmalarını
istemiyorlardı.
Sonraki gemi Enterprise'd ı .
İ ki devasa gemi, petrol gemisi v e uçak gemisi paralel
duruyordu, birkaç tane kocaman halatla birbirine bağlanmış
ve büyük hava yastıklarıyla birbirinden ayrı lm ıştı, sanki
sürtü nmesinler diye aralarına birkaç büyük balon koymuşlar gibi
görünüyordu. Ağı r halatlar bir gemiden diğerine bağlanıyordu;
dalgalı denizler gemileri zıt yönlere çektiğinde ha latlara biraz
gevşeklik vermek için ağırlık ve makaralara akıll ıca bir şeyler yap­
mış olmalılardı.
Hiro kendi küçük hava yastığıyla gemilerin arası ndan geçti . Bu
gri, çelik tünel Cankurtarana kıyasla sessiz ve ıssızdı; onun dışın­
da kimsenin orada olmak için bir sebebi yoktu. Bir dakikal ığı na,
sadece orada oturup dinlenmek istedi.
Ama düşündüğünde, bu çok da mümkün değildi. "BU RADA­
SiN IZ," dedi.
Enterprise'ın gövdesinin görüntüsü - gri çeli kten yapıl mış, ha­
fif kıvrımlı, geniş bir alan - üç boyutlu, geminin diğer tarafı ndaki
her şeyi gösteren bir tel çerçeve çizimine dönüştü.
Aşağıda, su çizgisinde, Enterprise'ın kalın bir torpidosavar zır­
hı vardı. Fazla bir şey vaat etmiyordu. Yukarılara doğru zırh in­
celiyordu ve diğer tarafı nda yakıt deposu ya da cephane ambarı
yerine gerçek odalar vardı.
Hiro, SU BAY GAZİNOSU denilen bir odayı seçti ve ateş açtı.
Enterprise'ın gövdesi şaşırtıcı derecede sağlamd ı . Mantık, ge­
mide hemen bir delik açmıyordu; atılan ateşlerin delip geçmesi
birkaç dakika al ıyordu. Ve tek yaptığı da yüzeyde on beş santi mlik
bir delik açmaktı . Geri tepme Hiro'yu petrol gem isinin paslı göv-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

desine itti.
Zaten silahı yanında götüremeyecekti. Tetiğe basılı tuttu ve
cephane bitene kadar sabit bir yere ateş etti . Sonra silahı üstün­
den çıkardı ve denize attı. Dibe gidecekti ve bir buhar sütunuyla
yerini belirtecekti; sonra, Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'u, çevre­
sel eylem patronlarından birini gönderip onu aldırabilirdi. Sonra
isterlerse Hiro'yu Çevresel Suçlar Mahkemesi' ne götürebilirlerdi.
Şu anda umurunda deği ldi.
Tutma kancası nı, su çizgisinin altı metre üstündeki deliğe ge­
çirmeyi altı kez denedi.
Tırmanı rken, sıcak ve keskin metal, üniformasının sentetik
kumaşını eriti rken ve yırtarken, üniforması ndan sesler çı kıyordu.
Geminin gövdesine ün iformasından parça lar bırakıyordu. Vücu­
dunda birkaç tane birinci ve ikinci dereceden yanık vardı ama
henüz acı mıyordu. O kadar heyeca nlıydı. Sonra acıyacaktı. Kızgın
şara pnel parçalarının üzerinde yürürken, ayakka bıları nın taban­
ları eriyor ve cızırdıyordu. Odada çok fazla duman vardı ama uçak
gemileri, ateşe duyarlı değilse hiçbir işe yaramazdı ve buradaki
çoğu şey a lev a l mazdı. Hiro dumanın içinden geçip kapıya gel­
d i, Mantık kapıyı çelik bir dantel örtüye çevirmişti. Hiro kapıya
tekme attı ve planlarda KORİDOR diye işaretlenmiş olan bir yere
girdi. Sonra, artık vaktinin geldiğini düşünerek katanasını çıkardı.
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 60 -

Partneri Gerçeklikte bir şeyler yapmaya gittiğinde, avatarı


orada sabit bir şekilde durmaya başladı . Bedeni orada bir şişme
bebek gibi oturuyor ve yüzü her türlü esneme hareketini yapma­
ya devam ediyordu. Y.T. onun ne yaptığını bilmiyordu ama he­
yecan verici bir şey gibi görünüyordu çünkü çoğunlukla ya çok
şaşırıyor ya da çok korkuyordu .
Kütüphaneciyle uçak gemisi hakkı nda konuşmayı bitirdikten
sonra, Hiro dışarıdan gürültüler - Gerçeklikten gelen - duymaya
başladı. Bir makineli tüfek ve bir daire testere arası bir sesti. O
sesi ne zaman duysa, Hiro'nun yüzü hayretle kalakal ıyordu, sanki
şöyle diyordu: birazdan öleceği m.
Birisi Y.T.'nin omzuna dokundu. Metaevrende bir sa bah ran­
devusu olan takım elbiseli bir adamdı, bu Kurye nin şu anda yaptı­
ğı şeyin o kadar da önemli olmadığını düşünüyordu. Y.T. bir süre
onu görmezden geldi.
Sonra Hiro'nun ofisi bulanıklaştı ve Y.T. kendini bir adamın yü­
züne bakarken buldu. Asyal ı bir adam. Bir ucube. Bir ka blokafa.
Korkunç, antenli heriflerden biri.
"Pekala," dedi Y.T., "ne istiyorsun?"
Adam onu kolundan tuttu ve ka binden çıkardı. Bir adam daha
vardı, o da diğer kolunu tuttu. Oradan çıkmaya başlad ılar.
"Kolumu bırakın," dedi. "Sizinle geleceğim. Tamam."
Takım elbiseli adamlarla dolu bir binadan ilk kez atılm ıyordu.
Ama bu kez biraz farklıydı. Bu kez, görevliler gerçek boyutlu plas­
tik oyuncaklardı.
Ve bu adamlar muhtemelen İ ngil izce konuşmuyordu. Normal
de davranmıyordu. Bir kolunu kurtarmayı başardı ve adam ona
vurmadı, sadece ona döndü ve tekrar kolu ndan yakalamaya ça­
l ıştı . Yüzünde hiçbir değişiklik yoktu. Gözleri araba farları gibi ba­
kıyordu. Ağzı, nefes almasına yetecek kadar açıktı ama dudakları
hiç kıpırdamıyor, ifadesi hiç değişmiyordu.
Kamaralardan ve kesilmiş konteynırlardan oluşan, bir otel
lobisi görevi gören bir yapının içindeydiler. Kablokafa onu kapı­
dan çıkarıp helikopter pistine sürükledi. Hem de tam zamanın­
da çünkü bir helikopter piste inmek üzereydi. Buradaki güvenlik

370-
-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

prosedürleri berbattı; kafaları uça bilirdi. Bu, daha önce gördüğü,


RİDAP logolu bir şi rket helikopteriydi.
Kablokafalar onu, denizin üzerinden yandaki gem iye geçme­
lerini sağlayan bir borda iskelesine sürükledi. Arkasını dönme­
yi başardı, iki eliyle kü peşteyi tuttu, ayak bilekleri ni puntellere
koydu ve tutundu. Adamlardan biri onu belinden tuttu ve geri
çekmeye çalıştı, diğeri de önünde d urdu ve parmaklarını tek tek
küpeşteden ayırmaya başladı.
Birkaç adam RİDAP helikopterinden iniyordu. Ceplerine ay­
gıtlar yerleştirilmiş ün iformalar giymişlerdi ve Y.T. en az bir tane
stetoskop gördü. Kenarlarına kırmızı çarpılar çizilmiş büyük, cam
elyaf çantalar çıkardılar ve yük gemisine girdiler. Y.T. bunun, ye­
mekten sonra fenalaşan şişman bir iş adamı için yapıl madığını
biliyord u . Oraya erkek arkadaşını canlandırmak için giriyorlardı.
Dirilmiş Raven: tam da şu anda dünyanın ihtiyacı olan şey.
Onu yandaki geminin güvertesine, oradan da bir merdiven­
den çıkıp bir sonraki büyük gem iye sürükledi ler. Y.T. bunun bir
petrol tankeri olduğunu düşündü. Geniş güvertesinden baktığın­
da, diğer tarafta duran Enterprise'ı görebiliyordu. Oraya gidiyor­
lardı.
Doğrudan bir bağlantı yoktu. Enterprise'ın güvertesinde bir
vinç küçük, tel bir kafesi petrol gemisinin güvertesinin üstünde
asılı tutuyordu; iki gemi farklı yönlere doğru sallandığı için kafes
de halatın ucunda bir sarkaç gibi ileri geri sallanıyordu. Bir tara­
fında açık bir kapı vard ı .
Onu kafese tıktılar. Konuşma nın b i r işe yaramadığı a rtı k belliy­
di; bu yüzden, sessizce savaşıyord u. Adamlarından birinin burun
köprüsüne iyi bir tekme atmayı başardı ve i kisi de kem iğin kırıl­
dığını d uydu ve hissetti . Ama adam darbenin etkisiyle başını veri
savurmaktan başka bir tepki vermedi. Y.T. onu izl iyor, burnunun
kırı ldığını ve bunu onun yaptığını ne za man anlayacağını görmeyi
bekliyordu. Sonra kapı kapandı.
Deneyimli bir rakun, kapağı açabilirdi. Bu kafes insanlar için
yapılmam ıştı. Şu anda güverteden altı metre yüksekteydi, petrol
gemisi ve Enterprise arasındaki siyah denize bakıyordu. Aşağıda,
çelik d uvarlar arasında ileri geri çarpan, terk edilmiş bir ıskuna
gördü.
Enterprise'da her şey tam olarak yolunda değildi. Bir yerlerde

-37 1-
PARAZİT- NEAL STEPH ENSON

bir şeyler yanıyordu. İnsanlar silahlarını ateşliyordu. Orada olmak


istediğinden emin deği ldi. Havada olduğu süre boyunca gemiyi
inceledi ve bir çıkış yolunun olmadığını gördü, bir borda iskelesi
ya da bir merdiven falan yoktu.
Enterprise'a doğru indiriliyordu. Kafes sallanıyordu. Son unda
güverteye indi, tekme atıp kapağı açtı ve oradan çıktı. Peki şimdi
ne olacaktı?
Güvertede birkaç helikopter vardı, park edilmiş ve bağlanm ış­
tı. Kocaman, ikiz motorlu, silahlar ve füzelerle süslenmiş uçan bir
küvete benzeyen bir jet helikopter ta m ortada duruyordu; bütün
ışıkları açık, motoru çal ışıyor ve pervaneleri dönüyordu. Bi rkaç
adam helikopterin yanında dikiliyordu.
Y.T. helikoptere doğru yürüdü. Bundan nefret ediyordu. Ya p­
ması gereken şeyin bu olduğunu bil iyord u. Ama gerçekten başka
seçeneği yoktu. Kaykayının ya nında olmasını çok isterdi . Bu uçak
gem isinin güvertesi bugüne kadar gördüğü en iyi kayma alanıydı.
Film lerde, uçak gem ilerinin, gökyüzüne uçak fırlatan büyük, bu­
harlı mancınıkları olduğunu görmüştü. Kaykayla bir buharlı man­
cı nık üstünde kaymak acaba nasıl bir şey olurd u !
Helikoptere doğru yürürken, adam lardan biri gruptan ayrıldı
ve ona doğru yürümeye başladı. İ ri yarı bir adamdı, elli beş ga­
lonluk bir varil gibiydi ve uçları kıvrık bir bıyığı vardı. Y.T.'ye doğru
ya klaşırken memnuniyetle gülüyordu, bu Y.T.'yi sinirlendirdi.
"Ne kadar perişan görünüyorsun, küçük şey !" dedi. "Lanet ol-
sun, tatlım, ıslanıp kurumuş sıçan gibi görün üyorsu n."
"Sağ ol," dedi Y.T. "Sen de gereksiz posta gibisin."
"Çok komi k," dedi.
"O zaman neden gülmüyorsun? Doğru olmasından mı korku­
yorsun?"
"Bak," dedi. "Bu lanet ergen muha bbeti için zamanım yok.
Özellikle bundan kurtu lmak için büyüdüm ve yaşlandım.''
"Zamanının olmamasından değil," dedi Y.T. "Bunda iyi olma-
dığından."
"Benim kim olduğumu biliyor musun?" diye sordu.
"Evet, biliyorum. Sen benim kim olduğumu biliyor musun?"
"Y.T. On beş yaşında bir Ku rye."
"Ve Uncle E nzo'nun dostu," dedi, asker künyelerini çıkarıp fır­
latarak. Adam bir elini uzattı, şaşkındı. Künyeyi yukarı kaldı rdı ve

- 372 -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

üstündeki yazıyı okudu.


"Bak sen," dedi, "Ne güzel bir hatıra."
Künyeyi ona geri fırlattı . "U ncle Enzo ile dost olduğunuzu bi­
liyorum. Yoksa seni buraya getirmek yerine suya batırırdım. Ve
açıkçası u murumda deği l," dedi, "çünkü bugün bittiğinde, ya U nc­
le E nzo işsiz kalacak ya da ben, senin dediğin gibi, gereksiz pos­
ta olacağım. Ama Büyük İtalyan, küçük çikitasının helikopterde
olduğunu bilirse, muhtemelen uçaksavar roketatar fırlatmaz."
"Öyle değil," dedi Y.T. "İçinde seks olan bir ilişki değil bu." Ama
bu nca zaman sonunda, asker künyelerinin kötü adamlar üzerin­
de büyülü bir etkisi ol madığını öğrendiği için hayal kı rıklığına uğ­
ramıştı .
Rife a rkasını döndü v e helikoptere doğru yürümeye başladı.
Birkaç adım attıktan sonra arkasını döndü ve orada diki len, ağla­
mamaya ça lışan Y.T.'ye baktı. "Geliyor musun?" dedi.
Helikoptere baktı. Cankurtara ndan gidiş biletiyd i.
"Raven'a bir not bırakabilir m iyim?"
"Sanırım Raven kon usunda fikrini açıkça a nlattın - ha ha ha.
Hadi kızım, burada jet yakıtı harcıyoruz - lanet çevre için hiç iyi
değil."
Y.T. onu ta kip etti ve helikoptere bindi. İçerisi sıcak ve aydın­
lıktı, güzel koltuklar vardı. Soğuk bir Şubat günü zorl u yollarda
kaydı ktan sonra yumuşak, rahat bir koltuğa gömülmek gibiydi.
"İç kısmı yeniledim," dedi Rife. "Bu eski, büyük bir Sovyet sa­
vaş helikopteri ve konfor için yapılma mış. Ama bütün bu zırh kap­
lama için ödemen gereken bedel bu."
İ çeride iki adam daha va rdı . Biri elli yaşlarında, biraz sıska,
çerçeveli çift odaklı gözlü kler takan ve laptop taşıyan bir adamd ı .
B i r teknisyen. Diğeri ise i r i yarı, silahlı bir Afro-Amerikan'dı. "Y.T.,"
dedi her zaman kibar olan L. Bob Rife, "Frank Frost'la tanış, tek­
nik müdürüm. Ve Tony M ichaels, güvenlik müdürüm."
"Hanımefend i," dedi Tony.
"Sela m," dedi Frank.
"Ona basma, lütfen," dedi Fran k.
Y.T. aşağı baktı. Ka pının yanındaki boş koltuğa otururken, yer­
de duran bir pakete basm ıştı . Bir telefon defteri büyükl üğü ndey­
di ama ya muk, çok ağır, köpüklü ambalaj ve plastikle sarı lmıştı .
İçinde ne olduğunu biraz görebiliyordu. Rengi a ç ı k kırmızı-kahve-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

rengiydi. Küçük çizgilerle kapl ıydı. Taş gibi sertti .


"Nedir o?" dedi Y.T. "Annenin evde yaptığı ekmek mi?"
"Eski bir eser," dedi Frank, sinirlenmişti . Rife sessizce güldü,
Y.T. şimdi başka birini aşağıladığı için memnun olmuş ve rahatla­
mıştı.
Başka bir adam uçuş güvertesinin üzerinde, dönen pervane­
lerden ölümüne korkmuş bir halde eğilerek yürüdü ve helikopte­
re bindi. Altmış yaşlarında ve beyaz saçlıydı.
"Herkese merhaba," dedi neşeyle. "Sa nırım hepinizle tanış-
madım. Buraya bu sabah geld im ve şimdi geri dönüyoru m !"
"Siz kimsiniz?" dedi Tony.
Adam hayal kırıklığına uğramış gibiydi. "Greg Ritchie," dedi.
Sonra kimse tepki vermeyince hafızalarını tazeledi. "Birleşik
Devletler Başkanı."
"Ah ! Özür dilerim. Tanıştığımıza memnun oldum, Bay Baş­
kan," dedi Tony, elini uzatarak. "Tony M ichaels."
"Frank Frost," dedi Frank, elini uzatarak ve sıkılmış görünerek.
"Beni boş verin," dedi Y.T., Ritchie ona baktığında. "Ben rehi­
neyim."
"Çal ıştır şu bebeği," dedi Rife, pilota . "L.A.'e gidelim. Yönet­
memiz gereken bir görev var.''
Pilotun kemikli bir yüzü vardı, Y.T. Cankurtara ndaki tecrübe­
lerinden sonra onun tipik bir Rus olduğunu hemen anladı. Pilot
uçuş deneti mleriyle oynadı. Motorun sesi yükseldi ve pervaneler
daha hızlı dönmeye başladı. Y.T. iki küçük patlama d uymadı ama
hissetti. Diğer herkes de hissetti ama sadece Tony tepki verdi;
yere çömeldi, ceketi nin altından bir silah çıkardı ve ya nındaki ka­
pıyı açtı. Bu sırada, motorlar tekrar boşta çalışmaya başladı ve
perva neler yavaşladı.
Y.T. pencereden onu görebiliyordu. Bu Hiro'ydu. Her ta rafı du­
man ve kandı ve elinde bir silah tutuyordu. Di kkatlerini çekmek
için havaya iki el ateş etmişti ve şimdi de park edilmiş helikopter­
lerden birinin arkasına geçiyor, gizleniyordu.
"İşin bitti," diye bağırdı Rife. "Cankurtaranda sıkışıp kald ın,
pislik herif. Burada milyonlarca askerim var. Hepsi ni öldürecek
misin?"
"Kılıçların cepha nesi bitmez," diye bağırdı Hiro.
"Pekala, ne istiyorsun?"

374
- -
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Levhayı istiyoru m. Bana levhayı ver, sonra gidebilirsin ve


m ilyonlarca askerin beni öldürebilir. Bana levhayı vermezsen, bu
şarjörü helikopterinin ön camına boşaltırım."
"Ön cam kurşungeçirmez !" dedi Rife.
"Hayır, geçirir," dedi Hiro, "Afganistan'daki isyancılar bunu
çözm üştü."
"Doğru söylüyor," dedi pilot.
"Lanet olası Sovyet pisliği! Bütün çeliği gövdesine koyup ön
camı camdan mı yapmışlar?"
"Bana levhayı ver," dedi Hiro, "yoksa ben alırım."
"Hayır, alamazsın," dedi Rife, "çünkü Tinkerbell elimde."
Son anda, Y.T. eği lip saklanmaya çalıştı. Hiro'nun onu görmesi­
ni istemiyordu, utanmıştı. Ama Hiro ona baktı ve Y.T. onun yüzü­
ne yerleşen yenilgiyi gördü.
Hızla kapıya koştu, ta m çıkarken Tony onu ya kaladı ve içeri
çekti. Onu yere fırlattı ve diziyle sırtına bastırdı. Bu sırada, motor
tekrar çalışmaya başladı ve Y.T. açık kapıdan uçak gemisinin gü­
vertesinin görüntüden kayboluşunu gördü.
Bu nca zaman sonra, planı mahvetmişti. Hiro'ya bir geri öde­
me yapması gerekiyord u.
Belki de gerekmiyordu.
Elini uzatıp levhayı olabildiğince hızlı itti. Levha yerde kayd ı,
ka pının girişinde sendeledi ve helikopterden aşağı düştü.
Bir teslimat daha, bir memnun müşteri daha.

-375-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 61 -

Helikopter yaklaşık bir dakika boyunca havada bekledi. Aşağı­


daki i nsanlar, paketi nden ayrı lmış levhaya bakıyordu. Plastik am­
balaj kenarları ndan yırtılm ıştı ve levha nın parçaları fa rklı yönlere
saçılmıştı.
Hiro da levhaya ba kıyordu, hala helikopterin arkasında giz­
leniyordu. Levhaya bakaka l m ıştı, başka bir şeye bakam ıyordu.
Sonra iki kablokafa, arkasından gelip yüzünü helikopterin ya nına
vurdu. Hiro kaydı ve yere düştü. Silahı tuttuğu kolu hala boştay­
dı ama birkaç ka blokafa üstüne oturmuştu. Birkaç ta nesi de ba­
caklarına. Hiç kıpırdayamıyordu. Uçuş güvertesinde duran kırık
levhadan başka bir şey göremiyordu. Rife'ı n helikopterinin sesi
ve rüzgarı yavaş yavaş azaldı, tamamen yok olması uzun sürdü.
Ku lağının arkasında bir karıncalanma hissetti.
Bu kablokafalar uzaktan denetimle çal ışıyordu. Ng, düzenli bir
Cankurtaran savu nma sistemi olduğunu düşünüyor gibiydi. Belki
de Enterprise'ı n kontrol kulesinde oturan ve bu adam ları bir hava
trafik kontrolörü gibi hareket ettiren bir hacker, bir en vardı.
Her halükarda, doğaçlama sevmiyorlardı. Ne yapacakları­
na karar vermeden önce birkaç dakika boyunca onun üstünde
oturdular. Sonra, bir sürü el uzanıp onu el ve ayak bi leklerinden,
dirsek ve dizlerinden tuttu. Onu uçuş güvertesine omuzlarında,
tabut taşıyan i nsanlar gibi yüzü yukarı baka r halde taşıdılar. Hiro
kontrol kulesine baktı ve iki kişi nin ona baktığını gördü. Bir tanesi
- en bir mikrofona konuşuyordu.
-

En sonunda, gem inin iç kısı m larına inen büyük bir asa nsöre
bindiler. Alt güvertelerden birinde, görünüşe göre uçakları sakla­
dıkları bir hangar güvertesinde asansör durd u.
Hiro bir kadın sesi duydu, yavaşça ama anlaşılabilir bir biçim­
de bir şeyler söylüyord u : "me lu lu mu al nu u m me en ki me en
me lu lu mu me al nu um me al nu ume me me mu lu e al nu um
me dug ga mu me mu lu e al nu um me ... "

Asansör güverteden bir metre yüksekteydi ve Hiro o mesafeyi


serbest düşüşle kat etti, sırtının üstüne düştü ve kafasını çarptı.
Etrafta kablokafaların düşüşünü duyabil iyor ve görebiliyordu.
Vücudunun hiçbir tarafını kıpırdatamıyordu. Gözlerini çok az
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

kontrol edebiliyordu. Bir yüz göründü, kim olduğunu görmekte


zorluk çekiyordu, odaklanamıyordu ama d uruşundan, saçı om­
zuna d üştüğünde geri atışından onu tanıdı. Bu Juanita'ydı. Ve
Juanita'nın kafatasından bir anten çıkıyordu.
Juanita dizlerinin üstüne çöktü, eğildi ve kulağına bir şey
fısıldadı . Sıcak hava kulağını gıd ıkladı, uzaklaşmaya çal ıştı ama
yapamadı. Bir dizi hece fısıldıyordu. Sonra doğru ldu ve onu
dürttü. Hiro geri çekildi.
"Kalk, tembel adam," dedi Juanita.
H i ro ayağa kal ktı . İyiydi. Ama bütün ka blokafalar yerde hare-
ketsiz yatıyordu.
"Benim bulduğum bir tılsım," dedi. "İyi olacaklar."
"Selam," dedi Hiro.
"Selam. Seni görmek güzel, Hiro. Sana bir sarılayım - antene
dikkat et."
Sarıld ı. H i ro da ona sarıld ı . Anten burnunun üstündeydi ama
önemli değildi.
"Bu şeyi çıkarttığ ımızda, saçım tekrar uzayacak," diye fısıldad ı .
Sonunda o n u bıraktı. " B u sarıl maya çok i htiyacım vardı. Burada
çok ya lnız kaldım. Yalnızdım ve korkm uştum."
Bu, Jua nita için çelişkili bir davranıştı - bunun gibi bir zaman­
da duygusal olmak.
"Beni yanlış anlama," dedi Hiro, "ama sen şimdi kötü adam-
lardan biri değil misin?"
"Ah, anteni mi diyorsun?"
"Evet. Onlar için çalışmıyor musun?"
"Eğer öyleyse, çok iyi bir iş çıkarm ıyoru m." Yerde yatan ka blo­
kafaları göstererek güldü. "Hayır. Bu bende işe yaramıyor. Bir süre
yaradı ama bununla savaşmanın yolları var."
"Neden? Neden sende işe yaramıyor?"
"Son birkaç yılımı Cizvitlerle takılarak geçirdim," dedi. "Bak,
beyninin de vücudun gibi bir bağışı klık sistemi var. Ne kadar çok
ku llanırsan - ne kadar çok virüse ma ruz kal ı rsan - bağışıklık siste­
min o kadar iyi hale gelir. Ve benim mükemmel bir bağışıklık sis­
temim var. Hatırla, bir süre ateisttim ve deneyimlerimden sonra
tekrar dine döndüm."
"Neden sana DaSid'e yaptıkları gibi zarar vermediler?"
"Ben buraya isteyerek geldim."

-377-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

"lnanna gibi."
"Evet."
"Neden biri buraya isteyerek gelir ki?"
"Hiro, anla mıyor musun? Burası, hem yepyen i hem de çok
eski olan bir dinin kalbi. Burada olmak İsa ya da M uhammed'in
peşi nde olmak, yen i bir ina ncın doğuşunu izleme şansını yakala­
mak gibi."
"Ama bu korkunç. Rife sahte İsa."
"Tabii ki öyle. Ama yine de ilginç. Ve Rife'ın elde etmeye çalış­
tığı başka bir şey var: Eridu."
"Enki'nin şehri."
"Kesinl ikle. Enki'nin yazdığı bütün levhalar onda. Din ve
hackle i lgilenen bir kişi sadece burada olmak ister. O levhalar
Arabistan'da olsaydı, bir kara çarşaf giyer, ehliyetimi yakar, oraya
giderdim. Ama levhalar burada ve bu yüzden, bana kablo bağla­
malarına izin verdim."
"Yani bunca zaman, senin amacın Enki'nin levhalarını incele-
mekti."
"Me'yi elde etmek, tıpkı lnanna gibi."
"Peki on ları inceliyor musun?"
"Evet."
"Ve?"
Yerdeki kablokafaları gösterdi. "Ve şimdi yapabiliyoru m. Ben
bir ba'al shem' im. Beyin sapını hackleyebiliyorum."
"Tamam, bak. Senin adına sevi ndim, Juanita. Ama şu anda
küçük bir problemimiz var. Etrafımız bizi öldürmek isteyen mil­
yonlarca insanla sarılı. Onların hepsini durdurabilir misin?"
"Evet," dedi, "ama ölürler."
"Ne yapmamız gerektiğin i bil iyorsun, değil mi Juanita?"
"Enki'nin tılsımını ortaya çıkarmamız ve Babil olayını yapma-
mız gerekiyor."
"Hadi gidip onu alalım."
"Her şey sı rayla," dedi Juanita. "Kontrol kulesi."
"Tamam, sen levhayı almak için hazırlan. Ben de kontrol kule-
sini halledeceğim."
"Bunu nasıl yapacaksın? İ nsanları kıl ıçla keserek mi?"
"Evet. Kılıcın en iyi yaptığı şey bu."
"Tam tersini yapal ı m," dedi Juanita ve ha ngar güvertesinden

-378-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

ayrı ldı.

Enki'nin tı lsımı, çivi yazısıyla kaplı bir balçık zarfa sarılmış bir
levhayd ı . Zarf ve levha paramparça olmuştu. Parça ların çoğu
plastik ambalajın içinde kalm ıştı ama bazıları uçuş güvertesinde
yuvarlanarak etrafa dağılmıştı. Hiro onları topladı ve helikopter
pistinin ortasına getirdi.
Plastik ambalajı kesip attığında, Juan ita'nın kontrol kulesinin
tepesindeki pencereden ona el salladığını gördü.
Zarfın parçası gibi görünen bütün parça ları aldı ve onları ayrı
bir yere koydu. Sonra levhanın parçalarını bir araya getirdi. Düz­
gün bir şeki lde birleştirmek henüz mümkün değildi ve yapbozlar­
la uğraşacak vakti de yoktu. O yüzden, ofisine bağlandı, bilgisaya­
rıyla parçaların bir fotoğrafını çekti ve Kütüphaneciyi aradı.
"Evet, efendim?"
"Bu hyperca rdın içinde parçalanmış bir balçık levhanın resmi
var. Parça ları bir araya getirebi lecek bir yazılım biliyor m usun?"
"Bir dakika, efendi m," dedi Kütü phaneci. Sonra elinde bir
hypercard belirdi. Kartı Hiro'ya verdi. İçinde levhanın bir resmi
vardı. "Bunun gibi görü nüyor, efendim."
"Sümerce okuyabilir misin?"
"Evet, efendim."
"Bu levhayı yüksek sesle okuyabilir m isin?"
"Evet, efendim."
"Hazırlan. Ve bir saniye bekle."
Hiro kontrol kulesi ne doğru yürüdü. Merdivenlere çıkan bir
ka pı vardı. Demir Çağı ve i leri teknoloji ka rışı mına benzeyen kont­
rol odasına çıktı. Juan ita orada bekl iyordu, uyuklayan ka blokafa­
lar etraftayd ı . Kürsü nün ucundaki haberleşme panelinden çıkan
bir m ikrofona dokundu - bu, en' in konuştuğu mikrofondu.
"Cankurtarana canlı yayın," dedi.
H iro bilgisayarını hoparlör moduna çevirdi ve mikrofonun ya­
nında durdu. "Kütüphaneci, oku," dedi. Ve hoparlörden bir dizi
hece duyu ldu.
Hiro, Juanita'ya baktı. Juanita odanın uzak bir köşesinde dur­
muş, elleriyle kulaklarını ka pam ıştı.
Merdiven lerin aşağısında bir kablokafa konuşmaya başladı.
Enterprise' ı n içinde daha fazla konuşma vardı. Ve hiçbir söz bir

·379-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

anlam ifade etmiyordu. Sadece bir sürü saçma kelime vardı.


Kontrol kulesinin dış tarafında bir iskele vardı. Hiro oraya git­
ti ve Cankurtaranı dinledi. Her taraftan bir uğultu geliyordu. Bu,
dalgaların ya da rüzgarın uğultusu değildi, zincirlerinden kurtul­
muş milyonlarca insanın sesiydi.
Juanita da dinlemek için geldi . Hiro onun kulağının altında kır­
mızı bir damla gördü.
"Kanıyorsun," dedi.
"Biliyorum. Küçük, ilkel bir ameliyat," dedi. Sesi gergin ve ra­
hatsızd ı . "Bunun gibi d urumlar için bir neşter taşıyordum."
"Ne yaptın?"
"Antenin alt kısmına soktum ve kafatasıma giren kabloyu kes-
tim," dedi.
"Bunu ne zaman yaptın?"
"Sen aşağıda, uçuş güvertesindeyken."
"Neden?"
"Neden sanıyorsun?" dedi. "Enki'nin tılsımından etkilenme­
mek için. Artık ben bir nörolinguistik hackerım, Hiro. Bu bilgiyi
elde etmek için neler yaşadım. Bu artık benim bir parçam. Lobo­
tomi yaptırmamı bekleme."
"Bütün bunlar bittiğinde, kız arkadaşım olacak mısın?"
"Doğal olarak," dedi. "Şimdi şunu bitirelim."
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 62 -

"Sadece işimi yapıyordum, dostum," dedi Y.T. "Şu Enki denen


adam H i ro'ya bir mesaj iletmek istiyordu ve ben de ilettim."
"Kapa çeneni," dedi Rife. Bunu sinirli bir şekilde söylemedi.
Sadece sessiz olmasını istiyordu. Çünkü bütün o kablokafalar
Hiro'n un tepesinde toplandığı için Y.T.'nin yaptığı şey hiç önemli
değildi.
Y.T. pencereden dışarı baktı . Pasifik Okyanusu'nun üzeri nde
ilerliyorlardı, o kadar alçaktan uçuyorlardı ki altlarındaki su dal­
galanıyordu. Ne kadar hızlı gittiklerini bilmiyordu ama çok hızlı
gibi görünüyordu. Her zaman okya nusun mavi olduğunu düşün­
müştü ama aslında, gördüğü en sıkıcı gri renkteydi . Ve mil lerce
genişlikteydi.
Bi rkaç dakika sonra, başka bir helikopter onlara yetişti ve yan
yana uçmaya başladı. Bu, doktorlarla dolu olan RİDAP helikopte­
riydi.
Kabin penceresinden, koltuklardan birinde oturan Raven'ı gö­
rebil iyord u. İ l k başta, hala baygın olduğunu düşündü çünkü eğil­
mişti ve hareket etmiyordu.
Sonra başını ka ld ırdı ve Y.T. onun Metaevrene bağlı olduğunu
gördü. Bir eliyle uzandı ve veri gözlüklerini alnına ka ldırdı, gözle­
rini kısarak pencereden baktı ve Y.T.'yi gördü. Gözleri buluştu ve
Y.T.'nin ka lbi, plastik poşetteki bir tavşan gibi çırpınmaya başladı.
Raven sırıttı ve el salladı.
Y.T. koltuğuna yaslandı ve gölgeliği kapattı.

-3 81-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

- 63 -

Hiro'nun ön bahçesiyle L. Bob Rife'ın Bağlantı Kapısı 127'deki


siyah küpünün arasında 32,768 kilometre vardı. En zor kısım, Şehir
Merkezi'nden çıkmaktı. Motosikletiyle avatarların içinden geçebi­
lirdi ama Sokak ayrıca araçlar, animasyon reklamlar, reklam afişleri,
meydanlar ve yolunu engelleyen diğer yazılım parçalarıyla doluydu.
Ve tabii ki dikkat dağıtan şeyler de vardı. Sağ tarafında, Kara
Güneş'ten bir kilometre ötede, Manhattan semalarında derin bir
delik vardı. Bir mil genişliğinde, avatarların konserler, toplantılar ve
festivaller için toplanabilecekleri türden bir meydandı. Büyük bir
kısmı, yaklaşık bir milyon avatarın oturabileceği bir amfi-tiyatroyla
kaplıydı. Alt tarafında kocaman, yuvarlak bir sahne vardı.
N ormalde sahnede büyük rock grupları ol urdu. Ama bu ak­
şam, i nsan aklının icat edebileceği en dah ice ve en görkemli bil­
gisayar halüsi nasyonları vardı. Üç boyutlu bir afiş, üst kısımda
bu akşamki etkinliği duyuruyordu: hala nedeni bilinmeyen bir
hastalık yüzünden hastanede yatan DaSid M eier adına, yard ı m
amacıyla düzenlenen b i r grafik konseri. Amfi-tiyatronun yarısı
doluydu - hackerlarla.
Hiro Şehir Merkezi'nden çıka r çı kmaz, motosikletin kolunu çe­
virdi ve ka lan otuz iki bin küsur kilometreyi yaklaşık on dakikada
kat etti. Yukarıda, hızlı trenler saatte on beş bin ki lometre gibi
metaforik bir hızla gidiyordu; sanki trenler yeri nde duruyormuş
gibi onları geçti. Bunu yapabilmişti çünkü tamamen düz bir çizgi­
de gidiyordu. Motosiklet yazılımına kodlanmış bir program vardı,
rotayla uğraşmaması için tek hatlı demiryolunu ta kip etmesini
sağlıyordu.
Bu sırada, Gerçeklikte Juanita yanında duruyordu. Onda da veri
gözlükleri vardı; Hiro'nun gördüklerinin aynısını o da görebiliyordu.
"Rife'ın şirket helikopterinde mobil bir uydu bağlantısı var, ti­
cari uçaklarda olanlardan. Bu yüzden, havadayken Metaevrene
bağlanabiliyor. Belki o bağlantıya bir şekilde girip engelleyebiliriz."
"O düşük seviye haberleşme aracında çözüm yolları çok faz­
la, uğraşamayız," dedi Hiro, motosikleti durdu rdu. "Lanet olsun.
Tam Y.T.'nin tarif ettiği gibi."
Bağlantı Kapısı 127'nin önündeydi. Rife'ın siyah küpü oraday­
dı, tıpkı Y.T.'nin tarif ettiği gibi. Kapısı yoktu.
Hiro, Sokaktan çıkıp küpe doğru yürümeye başladı. lşığı hiç
-382-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

yansıtmıyordu, bu yüzden üç metre mi üç bin metre mi uzakta


olduğunu anlayamıyordu. Sonra hayalet güvenlik programla­
rı görü nmeye başladı. Yarım düzine program vardı, hepsi mavi
üniformalı, yarı askeri-görünümlü ama rütbesiz, büyük, kuvvetli
avatarlardı. Rütbeye i htiyaçları yoktu çünkü hepsi aynı progra­
mı çalıştırıyordu. Hiro'nun etrafında bir ya rım daire oluşturarak
onun yolunu kestiler.
Hiro bir kelime mırı ldandı ve gözden kayboldu - görünmez
avatarına dönüştü. Burada d urup bu hayalet güvenlik programla­
rının bununla nasıl başa çıkacağını görmek çok ilginç olurdu ama
onlar bunu düzeltmeden önce gitmesi gerekiyordu.
Hiro iki güvenlik programının arasından küpün duvarına doğ­
ru koştu. Sonunda oraya varınca, duvara çarptı ve d urdu. Prog­
ramların hepsi arkası nı döndü ve onu kovalamaya başladı. Onun
nerede olduğunu anlaya bili rlerdi - bi lgisayar o kadarını söylüyor­
du - ama ona çok fazla bir şey ya pamazlardı. Hiro'nun yazmaya
ya rdım ettiği güvenlik programları gibi, insanları, avatar fiziğin in
temel kurallarını uygulayarak itip kakıyorlardı. Hiro görünmez
olduğunda, onların itip kakabileceği çok az şey oluyordu. Ama
iyi yazılmışlarsa, onun işini bitirmek için daha zekice yöntem leri
ola bilirdi. Kata nasını küpün yan tarafına soktu ve kılıç duvardan
geçip d iğer tarafından çıktı .
B u b i r hackti. Asl ında çok eski b i r hacke dayanıyordu, yıllar
önce Metaevren yazılımına kıl ıç-dövüşü kurallarını eklemeye
çalışı rken bulduğu bir boşluktu. Kılıcının d uvarda bir delik açma
gücü yoktu - bu başka birinin binasının şeklini ka lıcı olarak değiş­
tirmek demekti - ama bir şeylerin içine girme gücü vardı. Ava­
tarların böyle bir gücü yoktu. Metaevrendeki duvarların a macı
da buydu; avatarların içlerine girmesine izin vermeyen yapılardı.
Ama Metaevrendeki her şey gibi bu kural da sadece bir protokol,
fa rklı bilgisayarların uymayı kabul ettiği bir anlaşmaydı. Teoride
yok sayı lamazdı. Ama pratikte, farklı bi lgisayarların bilgileri ek­
siksiz bir şekilde, yüksek hızda ve doğru zamanlarda değiş tokuş
etme becerisine bağlıydı. Ve sisteme bir uydu bağlantısıyla bağ­
lıysanız, sinyallerde bir gecikme olurdu. Hızlı hareket ederseniz
ve arkanıza bakmazsanız bu gecikmeden faydalanabilird iniz. Hiro
kıl ıcıyla birlikte d uvardan geçti.
Rifeland, ana renklerle ya pılmış basit şekillerle dolu, geniş,
aydınlık bir yerdi. Üç yaşındaki bir çocuğa uzay geometrisi öğret­
mek için tasa rlanmış bir eğitici oyuncağın içinde olmak gibiydi:
-3 83-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

küpler, küreler, dörtyüzlüler, çokyüzlüler, silindirler, çizgiler, sar­


mallar. Sanki şu ana kadar yapılmış her Ti nkertoy seti ve Lego par­
çaları, çoktan un utulmuş bir şemaya göre gelişigüzel yapılmıştı.
Hiro, bu şeyin parlak, sevimli görü ntüsüne rağmen aslında bir
ordugah kadar basit ve kullanışlı olduğunu bi lecek kadar Meta­
evrende takılmıştı. Bu bir sistem modeliydi. Büyük, karmaşık bir
sistem. Şekiller muhtemelen bilgisayarları temsil ediyordu ya da
Rife'ın dünya çapındaki ağındaki merkezi düğüm leri ya da Cennet
Kapıları bayiliklerini ya da Rife'ın işlettiği yerel ve bölgesel ofisleri.
Bu yapıya tırmanarak ve o parlak şekillerin arasına girerek, Hiro
muhtemelen Rife'ın ağını çal ıştıran kod ların bazılarını çözebi lirdi.
Belki de Jua nita'nın tavsiye ettiği gibi hackleyebilirdi.
Ama anlamadığı bir şeyle uğraşmanın bir anlamı yoktu. Bir
kodla saatlerce uğraşa bi lir ve sonunda onun Rife İncil Okulu'ndaki
otomatik sifonları kontrol eden yazılım olduğunu öğrenebilirdi.
Bu yüzden, ilerlemeye devam etti, şekil lere bakarak bir düzen
bul maya ça l ıştı. Artık biliyordu, Metaevrenin kazan dairesindey-
di. Ama ne aradığına dair hiçbir fikri yoktu.
Bu sistemin, aynı alanda bir araya getirilmiş birkaç ayrı ağdan
oluştuğunu fark etti . Binlerce küçük, kırmızı topun arasında bir
sürü farklı yöne giden mi lyonlarca kırmızı çizgiden oluşan çok
ka rmaşık bir düğümdü. Hiro bunun Rife'ın dünyanın her tarafı­
na yayılmış sayısız yerel ofis ve düğümleri olan fiber optik ağını
temsil edebileceğini düşündü. Başka renklerde, daha az ka rmaşık
ağlar da vardı, bunlar da ka blolu televizyon ya da telefonlarda
ku llanılan eşeksenli hatları temsil ediyor olabilirdi.
Ve tamamen mavi renkte yapılmış kocaman bir ağ vardı. Bir­
kaç büyük mavi küpten oluşuyordu. Devasa mavi borularla sade­
ce birbirlerine bağl ılardı; boru lar şeffaftı ve Hiro içlerinde fa rklı
renklerdeki daha küçük bağlantıları görebiliyordu. Hiro'nun bü­
tün bunları görmesi biraz zaman aldı çünkü mavi küpler nere­
deyse görünmüyordu; hepsi küçük, kırmızı toplar ve diğer küçük
düğümlerle çevrelenmişti, japonsarmaşığıyla boğulmuş ağaçlar
gibi. İçinde ilkel türden kendi ka nal ları olan, diğerlerinden daha
eski bir çeşit ağa benziyordu. Rife, kendi ileri teknoloji sistemle­
riyle onu geliştirmişti.
H i ro, etrafındaki çizgilerin arası nda belli belirsiz görünen mavi
küplerden birine daha yakından bakmak için ilerledi. Mavi küpün
altı yüzünün her birinde büyük, beyaz bir yıldız vardı.
"Birleşik Devletler Hükümeti," dedi Jua nita .
-384-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Hackerların ölmek için gittiği yer," dedi Hiro. Dünyadaki en


büyük ama en beceriksiz bilgisayar yazılımı ü reticisi.
Hiro ve Y.T., L.A.'in fa rklı yerlerinde bir sürü abur cubur yemiş­
ti - çörek, burrito, pizza, suşi, aklınıza ne gelirse - ve Y.T.'nin tek
anlattığı şey a nnesi ve Federallerle olan berbat işiydi. Sıkı disipli n .
Yalan ma kinesi testleri. Yaptığı işlere rağmen, hükümetin gerçek­
ten ne üzerinde çalıştığına dair hiçbir fikrinin olmaması.
Bu, Hiro için de bir muammaydı ama hükümet böyle bir şeydi.
Özel girişimlerin uğraşmayacağı şeyleri ya pmak için icat edilmişti;
yani muhtemelen bir sebebi yoktu; ne yaptıklarını ve neden yap­
tıklarını asla bilemezdiniz. Hackerlar hükümetin kodlama fabrika­
larına her za man korkuyla bakmış ve bütün o boktan şeylerin var
olduğunu unutmaya ça lışmıştı .
Ama binlerce progra mcıları vardı. Günde on iki saat, sa pkın
bir bağl ı l ıkla çalışan programcılar. Onların yazı lım mühendisliği
teknikleri kaba ve çirkin olmasına rağmen gelişmişti. Bir şeyler
biliyor olmalıyd ılar.
"Juan ita?"
"Evet?"
"Neden böyle düşündüğümü sorma. Ama sanırım hükümet L.
Bob Rife için büyük bir yazı lım geliştirme projesi yürütüyor."
"Mantıklı," dedi. "Programcılarıyla bir sevgi-nefret ilişkisi var - on­
lara ihtiyacı var ama onlara güvenmiyor. Önemli bir şey yazmak için
güveneceği tek kurum hükümet. Ne olduğunu merak ediyorum?"
"Bekle," dedi Hiro. "Bekle."
Şimdi zemin seviyesinde duran büyük mavi küpe çok ya kındı.
Diğer bütün mavi küpler ona bağla n ıyordu. Küpün yanına park
edilmiş bir motosiklet vardı, renkli hale getirilmiş ama siyah­
beyazdan çok az daha iyiyd i : büyük pikseller ve sınırl ı renk paleti.
Motosikletin bir de sepeti vard ı . Raven orada duruyord u.
Kollarında bir şey tutuyordu. Bu başka bir basit, geometrik ya­
pıydı: yarım metre uzunluğunda, mavi bir elipsoit. Hiro, Raven'ın
hareket etme şeklinden, ya pıyı mavi küpten yeni çıkardığını anla­
dı; elipsoidi motosikletine taşıdı ve sepete koyd u.
"İşte bu çok kötü," dedi Hiro.
"Korktuğumuz şey tam da buydu," dedi Juanita. "Rife'ın intikamı:'
"Amfi-tiyatroya gidecek. Bütün hackerların toplandığı yere.
Rife hepsine bir kerede virüsü bulaştıracak. Onların zihin lerini
yakacak."
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 64 -

Raven çoktan motosikletine binmişti. Hiro onu koşarak kova­


larsa, Sokağa yetişmeden önce yakalayabilirdi.
Ama yakalayamayabilirdi de. O zaman, Raven saatte on bin­
lerce hızla Şehir Merkezi'nde ilerliyor ve H i ro da hala motosikle­
tine ulaşmaya çalışıyor olurdu. O hızda Hiro, Raven'ı kaybederse,
sonsuza kadar kaybetmiş anlamına gelirdi.
Raven motosikletini çalıştırdı, şekillerin arasından dikkatlice
çıkmaya, çıkışa doğru gitmeye başladı. Hiro, görünmez bacakları­
nın onu taşıyabildiği kadar hızlı koştu, duvara doğru ilerled i.
Birkaç saniye sonra d uvardan geçti ve Sokağa koştu. Küçük,
görünmez avatarı motosikleti çalıştıramadı, o yüzden normal gö­
rüntüsüne döndü ve motora atladı. Arkasına bakı nca, Raven'ın
Sokağa doğru gittiğini gördü, yazılım bombası, bir reaktördeki
ağır su gibi mavi mavi parlıyordu. Raven henüz H i ro'yu görme­
m işti.
Şimdi tam zaman ıyd ı . Katanasını çekti, motorunu Raven'a
doğru saatte yüz kilometreyle sürdü. Çok hızlı yaklaşmanın bir
anlamı yoktu; Raven'ın avatarını öldürmenin tek yolu, kafasını
kesmekti. Motosikletle ezmek bir işe yaramayacaktı.
Bir hayalet güven lik programı kollarını sallayarak Raven'a doğ­
ru koşuyordu. Raven kafasını ka ldırd ı, Hiro'nun ona doğru geldiği­
ni gördü ve gaza bastı. Kılıç, Raven'ın kafasının arkasındaki havayı
kesti .
Artık çok geçti. Raven çoktan gitmiş olmalıyd ı - ama arkasını
dönü nce Hiro onu Sokağın ortasında gördü. Tek hatlı demiryolu
vagon larından birine çarpm ıştı - hızlı motosikletçiler için daimi
bir rahatsızlık.
"Lanet olsu n ! " dedi ikisi de aynı anda.
Raven, Şeh ir Merkezi'ne doğru döndü ve Hiro da onun arka­
sında, aynı şeyi yaptı. Bi rkaç saniye içinde, ikisi de saatte seksen
bin kilometreyle Şeh ir Merkezi' ne doğru gidiyordu. H i ro, Raven'ın
bir metre gerisindeydi ama onu net bir şeki lde görebiliyord u : so­
kak lambaları sarı bir ikiz çizgide birleşmişti ve Raven ortada, adi
renkli ve büyük bir piksel fı rtınası halinde parl ıyordu.
"Onun kafası nı kesebilirsem, işleri biter," dedi H i ro."
PARAZİT - NEAL STEPH ENSON

"An laşıld ı," dedi Juanita. "Çü nkü Raven'ı öldürürsen, sistem­
den atı l ı r. Ve Mezarlık Programları avatarını d ışarı çıkarana kadar
tekrar bağlanamaz."
"Ve Mezarl ı k Programlarını ben kontrol ed iyorum. Ya ni tek
ya pmam gereken şey, bu piç kurusunu hemen öldürmek."
"Helikopterleri ka raya indiğinde, ağa daha kolay girebilecek­
ler - başka birini Metaevrene gönderip onun yerini al masını sağ­
layabilirler," diye uyardı Juanita.
"Hayır. Çünkü Uncle E nzo ve Bay Lee karada onları bekl iyor.
Bir saat içinde yapmaları gerekiyor, yoksa asla yapamayaca klar."
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 65 -

Y.T. aniden uyandı. Uyuduğun u fark etmem işti. Pervanelerin


sesi onu uyutmuş olmal ıydı. Yorgunlukta n ölüyor olmalıydı, as­
lında gerçek buydu.
"İletişim ağımda neler ol uyor?" diye bağırdı L. Bob Rife.
"Kimse cevap vermiyor," dedi Rus pilot. "Canku rtaran, LA.,
Khyooston, hiçbiri."
"Bana Los Angeles Havalima nı'nı bağla, o zaman," dedi Rife.
"Jeti Houston'a götürmek istiyorum. Ka mpüsün üstünde dolaşıp
neler olduğunu öğreneceğiz."
Pi lot denetim paneliyle uğraştı . "Bir problem var," dedi.
"Ne?"
Pi lot ümitsizce başını sa lladı. "Biri uydu telefonuyla oynuyor.
Yayınımız bozul uyor," dedi.
"Bir hat bulabilirim belki," dedi Başkan. Rife ona tabii, pislik
herif der gibi baktı.
"Bozukluğu olan var m ı?" diye bağırdı Rife. Frank ve Tony şa­
şı rmıştı . "Gördüğümüz ilk ankesörlü telefonun yanına i neceğiz ve
lanet aramayı yapacağız." Güldü. "Buna inanabiliyor musunuz?
Ben, telefon kullan ıyorum?"
Bir saniye sonra, Y.T. pencereden ba ktı ve aşağıda bir kara ve
ılık, kumlu bir sahile uzanan iki şeritli bir otoyol görünce çok şa­
şırdı. Burası California'ydı.
Helikopter yavaşladı, alçaldı, otoyolu ta kip etmeye başlad ı .
Büyük b i r kısmı nda plastik ve neon ışıkları yoktu ama çok geçme­
den, sahilden biraz uzakta, yolun iki tarafına yapılmış bir bayilik
bölgesine geldiler.
Helikopter bir Al-Git otopa rkına indi. Neyse ki otopark boş­
tu, birilerinin kafalarını uçurmadılar. İçeride iki genç, bilgisayar
oyunu oynuyordu, helikopteri görmediler. Y.T. buna sevinmişti;
bu sıkıcı moruklarla beraber görülmekten utanıyordu. Helikopter
durdu, motor boşta çalışırken L. Bob Rife aşağı atladı ve ön duvar­
daki ankesörlü telefona doğru koştu.
Bu adamlar Y.T.'yi yangın sönd ürücü nün yanı ndaki koltuğa
oturtacak kadar salaktı. Bundan faydalanmamak için hiçbir se­
bep yoktu. Y.T. ya ngın sönd ürücüyü aldı, emniyet pimini çekti ve
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

Tony'nin yüzüne doğru tutarak tetiğe bastı.


H içbir şey olmadı.
"Lanet olsu n ! " diye bağırdı ve yangın söndürücüyü ona fırlat­
tı ya da daha doğrusu ona doğru itti. Tony eğildi, onun bileğini
yakaladı. Yangın söndürücüyle yüzüne aldığı darbe onu büyük öl­
çüde yavaşlattı ve Y.T.'ye bacaklarını helikopterden sallandıracak
kadar zaman kazandırdı.
Her şey çok kötü gidiyordu. Ceplerinden birinin fermuarı açıl­
dı ve helikopterden yarı-inerken, yarı-yuvarlanı rken yangın tüpü­
nün hortumu cebine takıldı. Ondan kurtulduğunda, Tony ellerinin
ve dizlerinin üstüne kalkm ış, onun koluna uzanmaya çalışıyordu.
Bundan da kurtulmayı başardı. Otopa rkta koşuyordu. Al-Git'i
NeoAq uarian Tapınağı'ndan ve Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'u
bayiliğinden ayıran uzun tel örgüler etrafı nı sarmıştı. Kaçmanın
tek yolu yola çıkmaktl - helikopterin diğer tarafı ndaki yol. Ama
pilot, Frank ve Tony çoktan helikopterden inmiş ve onun yola çık­
masını engell iyordu.
NeoAquarian Tapınağı ona yardım etmezdi. Yalvarırsa ve rica
ederse, haftaya mantralarına onu da ekleyebilirlerdi. Ama Bay
Lee'nin Büyük Hong Kong'u başka bir hi kayeydi . Tel örgülere doğ­
ru koştu ve tı rmanmaya çal ıştı. Tepesinde dikenli teller olan, iki
buçuk metrelik bir tel örgüydü. Ama kıyafeti dikenli telleri durdu­
rabilirdi. Çoğunlukla.
Ya rısına kadar tırmandı. Sonra, kısa ama güçlü kollar belini
yakaladı. Şansı yoktu. L. Bob Rife onu tel örgülerden kaldırdı,
Y.T.'nin kolları ve bacakları havayı tekmel iyordu. Rife birkaç adım
geriledi ve onu helikoptere geri taşımaya başlad ı .
Y.T. Hong Kong bayil iğine baktı . Çok yakınd ı .
Otopa rkta biri vardı. Otoyoldan gelen b i r Kurye.
"Hey !" diye bağırdı Y.T. uzandı ve yakasındaki düğmeye basıp
üniforması nı açık mavi ve turuncu renge dön üştürdü. "Hey! Ben
bir Ku ryeyi m ! İsmim Y.T. ! Bu manyak pislik herifler beni kaçırd ı !"
"Vay canına," dedi Kurye. "Ne kadar sıkıcı." Sonra bir şey sor­
du. Ama Y.T. helikopterin pervaneleri yüzünden onu duyamad ı .
"Beni Los Angeles Havalima nı'na götürüyorlar!" dedi avazı
çıktığı kadar bağırarak. Sonra Rife onu helikopterin içine yüzüstü
attı . Helikopter hava landı, Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'u nun
çatısındaki antenler onu takip ediyordu.
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Otoparkta, Kurye, helikopterin havalanışını izliyordu. İzlemesi


çok güzeldi, helikopterin üzerinde bir sürü silah vardı.
Ama helikopterin içindeki o adamlar kızı fazla zorluyordu.
Ku rye, cep telefonunu kılıfından çıkardı, RadiKS Merkezi
Komuta'ya bağlandı ve büyük, kırmızı bir düğmeye bastı. Bir Ka­
nun çağırdı.

İ ki yüz elli Kurye, LA. Nehri'nin betonarme kıyısında toplan­


mıştı. Nehrin aşağısında, Vitaly Chernobyl and the Meltdowns
yeni hit parça ları "Control Rod Jam"i çalıyordu. Bi rkaç Kurye
bu şarkıyla nehir kenarında kayma şansını yakalamıştı; sadece
Vitaly, dik bir nehir kıyısında saatte yüz otuz kilometreyle kayma­
larını sağlayacak adrena lini onlara pompalayabiliyordu.
Ve sonra Meltdowns hayranlarının karanlık kalabal ığı, iki yüz
elli yeni yıldızın ortaya çı kmasıyla yuvarlak, turuncu-kırm ızı bir
ga laksiye dönüştü. Dudak uçu klatan bir görüntüydü ve ilk başta,
bunun Vitaly ve onun görüntü mühendislerinin yaptığı yeni bir
görsel efekt olduğunu düşündüler. Sonra Kuryeler kemerlerine
ba ktı ve telefonlarında kırmızı bir ışığın ya nıp sönd üğünü gördü.
Görünüşe göre, zava llı bir kaykaycı bir Kanun çağırmıştı.

Phoenix civarlarındaki bir Bay Lee'nin Büyük Hong Kong'u ba­


yiliğinde, Sçanit No: B-782 uyandı.
Fido uyanmıştı çünkü köpekler bu akşam havlıyordu.
Her za man havlıyorlardı. Havlamanın çoğu çok uzaklardan ge­
liyordu. Fido, çok uzaklardan gelen havlamaların, ya kından gelen
havlamalar kadar önemli olmadığı nı biliyordu, bu yüzden bunları
önemsemez, uyurdu.
Ama bazen çok uzaklardan gelen bir havlamanın, Fido'yu he­
yecanlandıran özel bir sesi olurdu ve Fido mutlaka uyanırdı.
Şu anda o havlamalardan birini duyuyordu. Çok uzaklardan
geliyordu ama önemliydi. Bir yerlerde, iyi bir köpek çok kızmıştı. O
kadar kızmıştı ki havlaması sürüdeki diğer tüm köpeklere yayı lmıştı.
Fido havlamayı dinledi. O da heyecanlandı. Bi rkaç kötü ya­
bancı insan, iyi bir köpeğin bahçesine çok ya klaşmıştı . Uçan bir
şeyin içi ndeydiler. Bir sürü silahları vardı.
Fido silahları pek sevmezdi. Silahlı bir yabancı bir kez onu vur­
muştu ve çok canı ya nm ıştı. Sonra iyi kız gelmiş ve ona ya rdım
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

etmişti.
Bunlar çok kötü yabancılardı. Aklı başında her iyi köpek onların
canını yakmak ve onları defetmek isterdi. Fido havlamayı dinler­
ken, bu yabancıların nasıl göründüğünü gördü ve seslerini d uydu.
Bu yabancılardan biri onun bahçesine gelirse, çok kızacaktı.
Sonra Fido, kötü yabancıların birini kovaladığını fark etti. Kızın se­
sinden ve hareketlerinden, onun canını yaktıklarını anlayabiliyordu.
Kötü ya bancılar, onu seven iyi kızın canını yakıyord u !
Fido h i ç ol madığı kadar si nirlendi, uzun zaman önce kötü bir
adam onu vurd uğunda bile bu kadar sinirlenmemişti.
Onun görevi kötü ya bancıları bahçesinden uzak tutmaktı.
Başka bir şey yapmazdı.
Ama onu seven iyi kızı korumak çok daha önemliydi. Bu her
şeyden daha önemliydi. Ve onu hiçbir şey durdura mazdı. Tel ör­
güler bile.
Tel örgüler çok uzundu. Ama çok uzun zaman önce, kendi boyun­
dan büyük şeyler üzerinden zıpladığı zamanları hatırlayabiliyordu.
Fido köpek kulübesinden çıktı, uzun baca klarını altına kıvırdı
ve tel örgüden atladı.
Havlamalar çok uzaklardaki başka bir yere yayıldı. Bu çok uzak
yerlerde yaşayan bütün iyi köpekler, kötü ya bancılara di kkat et­
mek ve Fido'yu seven iyi kızı korumak konusunda uyarılıyordu
çünkü o tarafa gid iyorlardı. Fido orayı zihninde gördü. Büyük, ge­
niş, düz ve açık bir a landı. Bir sürü büyük, uçan şey vardı. Kenar­
larda, iyi köpeklerin yaşadığı iki tane bahçe vardı.
Fido o iyi köpeklerin de havladığını duydu. Nerede oldukları­
nı biliyordu. Çok uzaklarda. Ama sokaklardan oraya gidilebilirdi.
Fido bir sürü farklı sokak biliyordu. Sokaklarda koştu, nerede ol­
duğunu ve nereye gittiğini bil iyord u.
İlk başta, B-782' nin yolda bıraktığı tek iz, dans eden kıvılcım­
lardı. Ama uzun, düz otoyola çıktığında, daha fazla iz bırakmaya
başladı: yoldaki dört şeridin hepsinden paralel kanatlar halinde
etrafa saçılan parçalanmış emniyet camları. Arabaların pencereleri
ve ön camları çerçevelerinden ayrı lıyor, havaya fışkırıyordu.
Bay Lee'nin iyi komşu politikası olarak, bütün Sçanitler, insan­
ların yaşadığı bir alanda ses duvarını aşmamak üzere program­
lanmıştı. Ama Fido'nun, iyi komşu politikasını düşünemeyecek
kadar acelesi vardı. Ses d uvarını boş verip gü rültü yapacaktı.

-391-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 66 -

"Raven," dedi Hiro, "seni öldürmeden önce sana bir hikaye


anlatayım."
"Dinlerim," dedi Raven. "Uzun bir yolculuk zaten."
Metaevrendeki bütün araçlarda telefon vardı. Hiro Kütüpha­
neciyi aramış ve Raven'ın numarasını öğrenmişti. Şu anda, hayali
gezegenin siyah yüzeyinde yan yana gidiyorlardı.
"İki nci Dünya Savaşı'nda babam ordudaydı. Katılabilmek için
yaşı hakkında ya lan söylemişti. Onu Pasifi k'e gönderdiler. Neyse,
Japonlar tarafından esir alındı."
"Eee?"
"Sonra onu Japonya'ya götürüp esir kampına koydular. Orada
bir sürü Amerikalı, birkaç İngiliz ve birkaç Çinli vardı. Ve nereli ol­
duğunu anlamadıkları iki adam. Kızılderili'ye benziyorlardı. Biraz
İngilizce konuşabi liyorlardı. Ama çok daha iyi Rusça konuşuyor­
lardı."
"Onlar Aleut'tu," dedi Raven. "Amerikan vatandaşları. Ama
kimse onların adını duymamış. Çoğu i nsan, savaş sırasında Ja­
ponların, Amerikan topraklarını ele geçird iğini bilmiyor - birkaç
Aleut adasını. Benim halkımın yaşadığı yer. En önemli iki Aleut'u
aldılar ve Japonya'daki esir kamplarına götürdüler. Biri Attu
Adası'nın başkanıydı - en önemli sivil otorite. Diğeri bizim için
daha da önemli biriydi. Aleut halkının baş zıpkıncısı."
"Başkan hastalandı ve öldü," dedi Hiro. "Bağışıklığı yoktu.
Ama zıpkıncı, güçlü bir orospu çocuğuydu . Birkaç kez hastalandı
ama ölmedi. Diğer esirlerle birlikte tarlalarda çal ışmaya gitti,
savaştayken yiyecek yetiştirdi. M utfakta çalıştı, esirler ve askerler
için yemek hazırladı. Çok içine kapanıktı. Herkes ondan kaçardı
çünkü berbat kokard ı . Yatağı kışlayı kokuturdu."
"Balina avlamak için, tarlalarda bulup kıyafetine sakladığı
mantarlar ve diğer şeylerden kurtboğan zehri yapardı," dedi Ra­
ven.
"Ayrıca," diye devam etti Hiro, "ona çok kızmışlardı çünkü bir
keresinde kışladaki bir pencere camını kırdı ve bütün kış içeriye
soğuk hava girmesine sebep oldu. Neyse, bir gün, öğle yemeğin­
den sonra bütün askerler çok hasta oldu."

-392-
PARAZİT NEAL STEPHENSON
-

"Balık yah nisine balina zehri koymuştu," dedi Raven.


"Esirler o zaman tarlalardaydı ve askerler hastala nmaya baş­
layınca, esirleri kışlaya geri getird iler çünkü mide kramplarıyla
uğraşırken onlara göz kulak olamıyorlardı. Ve savaşın sonlarına
doğru, takviye geti rmek kolay değildi. Babam esir sırasında son­
daydı. Ve bu Aleut adam onun tam önündeyd i."
"Esi rler bir sulama arkından geçerken, Aleut suya daldı ve
gözden kayboldu," dedi Raven.
"Babam ne yapacağını bilmiyordu," dedi Hiro, "en arkadaki
askerden bir inilti duyana dek. Arkasını döndü ve askerin vücu­
duna bambudan yapılmış bir mızrak saplandığını gördü. Nereden
geld iğini hiç bilmiyordu. Ve hala Aleut'u göremiyordu. Sonra baş­
ka bir asker, boğazı kesilerek yere düştü ve Aleut'u gördü, mızra­
ğını kaldırdı, fırlattı ve başka bir askeri daha öldürdü."
"Daha önceden mızraklar yapmış ve kışladaki denizi n altına
saklamıştı," dedi Raven.
"Sonra babam ölüme mahkum olduğunu anladı," dedi Hiro,
"çün kü askerlere ne derse desin, kaçma teşebbüsünde bulundu­
ğunu düşü neceklerdi ve bir kılıçla başını keseceklerdi. O yüzden,
onlar onu haklamadan önce birkaç düşman öldürmenin iyi ola­
cağını düşünerek vurulmuş askerin elinden silahını aldı, kışlaya
girip, tahkik etmek için gelen iki askeri vurdu."
"Aleut sınıra koştu, derme çatma, bambudan yapılmış par­
maklıklar vard ı . Burada bir mayın tarlası olduğu söyleniyordu
ama hiçbir sorun yaşamadan oradan geçti. Ya şanslıydı ya da ma­
yınlar - varsa - az ve seyrekti ."
"Katı çevre güvenliği sağlama kla uğraşmamışlardı," dedi Hiro,
"çü nkü Japonya bir ada - ya ni biri kaçsa bile, nereye gidebil irdi
ki?"
"Ama bir Aleut bunu ya pabildi," dedi Raven. "En yakın sahile
gidip kendine bir kaya k yaptı . Açık sulardan Japonya kıyısına gitti
ve oradan da Aleut Adaları'na ulaşana kadar bir adadan diğerine
sörf yaparak gitti."
"Evet," dedi Hiro, "hikayenin an lamadığım kısmı da bu - seni
açık sularda, kayağın la bir sürat teknesini geçerken görene kadar.
Sonra parçaları bir araya getirdim. Baban deli değildi. M ü kemmel
bir planı vardı."
"Babam mayı n tarlasından senin babanın bastığı yerlere ba-

-393-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

sarak geçti. Artık özgürlerdi - Japonya'da. Senin baban aşağı,


okyanusa doğru gitmeye başlad ı . Benim babam yukarı, dağlara
doğru gitmek istedi çünkü savaş bitene kadar ıssız bir yerde yaşa­
ya bileceklerini düşünüyordu."
"Aptalca bir fikirdi," dedi Raven. "Japonya kalabalık bir yerdi.
Fark edilmeden gidebi lecekleri hiçbir yer yoktu."
"Babam, kayağın ne demek olduğunu bile bilm iyord u."
"Bilmemek ayıp değil," dedi Raven.
"Tartışmaları - şu an bizim tartışmamız gibi - son ları oldu.
Japonlar, Nagasaki'nin hemen dışında onlara yetişti . Kelepçeleri
bile yoktu, bu yüzden ellerini arkalarına ayakkabı bağlarıyla bağ­
ladılar ve yolun ortasında dizlerinin üstüne çöktürdüler. Yüz yü­
zeydiler. Sonra yüzbaşı kılıcını kınından çıkardı. Çok eski bir kıl ıçtı;
yüzbaşı şerefli bir samuray ailesindendi ve bu sivil cephe müfre­
zesinde olmasının tek sebebi, savaşın başlarında bir bacağını ne­
redeyse kaybetmesiyd i. Kılıcını babamın başının üstüne kaldırdı."
"Kılıç havada bir çınlama sesi çı kardı," dedi Raven, "baba mın
kulaklarını acıttı."
"Ama kılıcı indirmedi."
"Babam babanın iskeletini önünde diz çökerken gördü. Son
gördüğü şey buyd u ."
"Babam Nagasa ki'ye arkasını dönd ü," dedi Hiro. "Işık yüzün­
den geçici bir körlü k yaşadı; öne doğru eğildi ve gözlerini ışıkta n
koru mak için yüzünü toprağa bastırdı. Sonra her şey normale
döndü."
"Benim babam kördü," dedi Raven. "Sadece baba nın yüzba­
şıyla savaşmasını duyabildi."
"Kata nası olan yarı-kör, tek-bacaklı bir samuraya karşı, kolları
a rkasında bağlanmış güçlü, sağlıklı bir adam," dedi H i ro. "Olduk­
ça ilginç bir mücadele. Oldukça adil. Benim babam kazandı. Ve
bu, savaşın sonuydu. İşgal birl ikleri oraya iki hafta sonra geldi.
Babam eve gitti, bir süre aylaklık etti ve sonunda yetmişlerde bir
çocuğu oldu. Seninkinin de."
"Amch itka, 1972. Siz piç kuruları babamı iki kere bomba ladı­
nız."
"Duygularının derinliğini anlıyorum," dedi H iro. "Ama yeteri
kadar intikam almadın mı?"
"Yeteri kadar diye bir şey yoktur," dedi Raven.

-394-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

Hiro gaza bastı ve katanasını sallayarak Raven'a yaklaştı. Ama


Raven geri gitti - dikiz aynasından onu izliyordu - ve darbeyi en­
gel ledi. Elinde büyük, uzun bir bıçak taşıyordu . Sonra iyice yavaş­
ladı ve iki vagonun arasına daldı. Hiro çok hızlı gittiği için onu ka­
çırdı, sonra yavaşladı ve tek hatlı demiryolunun d iğer tarafından
ona bağıran Raven'ı gördü. Hızlanıp başka bir aralığa girdiğinde,
Raven çoktan zikzak çizerek diğer tarafa geçmişti.
Ve böyle devam etti. Sokak boyunca demiryol unun altında
zikzak çizerek ilerlediler. Basit bir oyu ndu. Raven'ın yapması ge­
reken tek şey, H i ro'nun bir vagona ça rpmasını sağlamaktı . H i ro
bir süreliğine duracaktı. O zaman da Raven görüş alanından kay­
bolacaktı ve Hiro'nun onun izini bulmasının bir yolu yoktu.
Bu oyu n Raven için daha kolayd ı . Ama böyle şeylerde H i ro
daha iyiydi. Bu da maçı eşitliyordu. Saatte yüz ya da yüz bin ki­
lometre hızla tek hatlı demiryol unun alt ta rafı nda zikzak çizdiler;
her ta rafları nda, karanlığın içine yayılmış alçak ticari oluşumlar,
ileri teknoloji laboratuvarları ve lunapa rklar vard ı . Şehir Merkezi
önlerindeydi, Bering Denizi'nin siyah sularından yükselen kutup
ışıkları kadar mu hteşem ve parlaktı.

-395-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 67 -

Valley'ye doğru alçalırken, ilk MagnaZıpkın helikopterin göv­


desine sapla ndı. Y.T. bunu duymadı ama hissetti; o tatl ı etkiyi o
kadar iyi biliyordu ki gezegenin öbür tarafındaki depremleri tespit
eden aşırı hassas sismo-zımbırtıları gibi onu hissedebiliyordu.
Sonra yarım düz ine zıpkın daha saplandı ve eğilip pencereden
bakmamak için kendini zorlad ı . Tabii ki. Helikopterin gövdesi,
Sovyet çeliğinden ya pılmış sağlam bir duvard ı . Zıpkınları bir ya­
pıştırıcı gibi tutacaktı. Zıpkınlanacak kadar alçaktan uçmaya de­
vam ederlerse - ki helikopteri Mafya radarında tutmak için bunu
ya pmak zorundaydılar.
Y.T. radyonun cızırdadığını duyabiliyordu. "Biraz yüksel, Sasha,
radyoda parazit var."
Pencereden dışarı baktı . Diğer küçük, alüminyum helikopter
onların ya nında uçuyordu, on lardan biraz daha yü ksekteydi ve
içerideki herkes pencereden dışarı bakıyor, altları ndaki kaldırımı
izliyordu. Raven hariç. Raven hala Metaevrene bağlıydı.
Lanet olsun. Pilot helikopteri daha yü kseğe çıkarıyordu.
"Pekala, Sasha. Onları kaybettin," dedi radyo. "Ama hala sana
zıpkın fırlatan iki kişi var, bu yüzden bir yere takı lma. Kablolar çe­
likten daha sağlam."
Y.T.'nin ihtiyacı olan da buydu. Kapıyı açtı ve helikopterden at­
lad ı .
En azından helikopterin içi ndeki insanlara öyle göründü. As­
lında atlarken tutacak bir yer buldu ve açık kapıdan sallanmaya
başlad ı . Helikopterin gövdesine birkaç zıpkın yapışmıştı; on met­
re aşağıdayd ı, tutma yerleri nin havada salland ığını, hava akı mıyla
dalgalandığını görebil iyord u. Açık ka pıdan içeri baktığında, Rife'ı
duyamıyor ama görebiliyordu; pilotun yanına oturmuş eliyle işa­
ret ediyordu: İndir, aşağı indir!
Y.T.'nin anladığı buyd u. Bu rehine olayı iki türlü işliyordu. Elin­
de ve tek parça hal inde değilse, Rife' ın işine ya ramazdı.
Helikopter tekrar alçalmaya başladı, altlarındaki caddenin
sınırlarını çizen ikiz loglo çizgi lerine doğru gidiyordu. Y.T. kapıda
ileri geri sallandı ve sonunda ayağıyla zıpkın ka blolarından birini
yakaladı.
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

Bir sonraki kısımda canı çok acıyacaktı. Ama üniformasının


sağlam kumaşı, tenini bir nebze koruyabilirdi. Üzerine doğru atı­
lan ve onu yakasından tutmaya çalışan Tony'nin görüntüsü, çok
fazla düşünmemesi gerektiği ni gösterdi. Ellerinden birini helikop­
terin ka pısından çekti, zıpkının kablosunu yakaladı, eldiveninin
etrafı na sardı; sonra diğer elini bıraktı.
Haklıydı. Canı çok acıdı. Tony'den kurtulm uş, helikopterin
gövdesi nin altında sa llanırken, elinden bir çıtırtı sesi geldi - muh­
temelen o küçük, önemsiz kemi klerden biriydi. Ama Raven'ın
onunla gem iden inerken yaptığı gibi zıpkının ka blosunu vücudu­
na sarabildi ve kontrollü bir şekilde uca kadar kaydı.
Ya ni tutma yerine kadar. Düşmemek için tutma yerini keme­
rine ta ktı ve kablodan kurtulana kadar debelendi, artık sadece
beli nden tutunmuş, kontrolsüzce helikopter ve sokak arasında
dönüyordu. Sonra tutma yeri ni iki eliyle ya kaladı ve kemerinden
çıkardı, tekrar kollarıyla tutunmaya başlad ı; aslı nda egzersizin bü­
tün amacı buydu. Döndüğünde, yan tarafındaki helikopteri, onu
izleyen yüzleri gördü, bütün bu olanların radyo yayı n ıyla Rife'a
ileti ldiğini biliyordu.
Beklenildiği gibi. Helikopter hızını azaltarak alçaldı.
Şimdi otoyolun üç ya da beş metre üzerinde, saatte belki
yetmiş kilometreyle uçuyordu. Logo tabelaları iki ya nından da
göktaşları gibi geçiyord u. Bir Ku rye ka labalığı hariç, trafi k açıktı.
RİDAP helikopteri, tehlike yaratacak kadar yaklaştı. Y.T. bir an
kafasını ka ldırıp baktı ve pencereden Raven'ın ona baktığı nı gör­
dü. Veri gözlüklerini alnına ka ldırm ıştı. Yüzünde bir ifade vardı ve
Y.T. onun ona kızgın olmadığını fark etti . Raven onu seviyordu.
Tutma yerini bıraktı ve serbest düşüşe geçti.
Aynı zamanda, ya kasındaki d üğmeye bastı ve küçük gaz fişek­
leri vücudunun stratejik nokta larında patlarken M ichelin'in lastik
adamı moduna geçti. En büyüğü, ensesi nde bir M-80 gibi patladı
ve üniformanın ya kası nı, bütün kafasını kaplayan, silindir şeklin­
de bir gaz torbasına dönüştürdü. Diğer hava yastı kları, belkemi­
ğine dikkat ederek gövdesinde ve kalçasında patladı. Eklemleri
zaten zırh jeliyle korunuyordu.
Bu demek olmuyor ki indiğinde ca nı yan madı. Kafasının etra­
fındaki hava yastığından dolayı hiçbir şey göremiyordu, ta bii ki.
Ama en az on kez yerden sektiğini hissetti. Beş yüz metre boyun-

-397-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

ca savru ldu ve görünüşe göre bi rkaç arabaya çarptı; lastiklerin­


den çıkan cırtlak sesi d uya biliyord u. Sonunda, birinin ön camına
popo üstü düştü ve kendini ön koltukta buldu; bir Jersey bariye­
rine çarptılar. Her şey durduğunda, hava yastığı söndü ve Y.T. onu
yüzü nden çekti.
Kulakları çınl ıyordu. Hiçbir şey duyamıyordu. Belki de hava
yastıkları patladığında kulak zarları da patla mıştı .
Ama bir de gürültü yapma yeteneği olan büyük helikopter
meselesi vard ı. Sürü nerek arabanın kaportasına çıktı, küçük em­
niyet camı parçalarının arabanın boyasında paralel çizikler oluş­
turduğunu hissedebiliyordu.
Rife'ın büyük Sovyet helikopteri oradaydı, caddenin altı met­
re üstünde dolaşıyordu. Helikoptere baktığında, bir sürü zıpkının
daha ona yapıştığını görd ü. Gözleri, kabloları sokak seviyesine
kadar takip etti ve Kuryelerin kabloları tuttuğunu gördü; bu kez,
bırakmıyorlardı .
Rife şüphelendi ve helikopter, Kuryeleri kaykaylarından yukarı
çekerek tekrar yükseldi. Başka bir Kurye grubu gelip MagnaZıp­
kınlarını fı rlattı ve en az yarısı ilk denemede zırh kaplamaya ya­
pıştı. Bütün Kuryeler tekrar yere basa na kadar helikopter aşağı
doğru salla ndı. Yirmi Ku rye daha uçarak geldi ve ona yapıştı; ya­
pışamayanlar başka birinin kablosunu tuttu ve ağırlıklarını kattı.
Helikopter birkaç kez yükselmeyi denedi ama neredeyse asfalta
değiyordu.
Alçalmaya başladı. Kuryeler helikopterden uzaklaştı ve heli­
kopter, etrafa yayılmış zıpkın kablolarının ortasına indi.
Güvenlikçi adam Tony açık kapıdan indi, yavaşça ha reket ede­
rek kabloların oluşturduğu ağın arasından yüksek adımlarla geçti.
Pervanelerin altından çıkana kadar yürüdü, sonra montu nun al­
tından bir makineli tüfek çıkardı ve havaya ateş etti .
"Helikopterden uzaklaşın !" d iye bağırd ı .
Kuryelerin çoğu uzaklaştı. Salak deği l lerdi. Ve Y.T. artık sağ
salim ka ldırımda yürüyordu. Görev tamamlanm ıştı, artık bu
adamlarla kavga etmek için bir sebep yoktu. Kuryeler zıpkınlarını
helikopterin gövdesinden çekti ve kabloları sardı.
Tony etrafına baktı ve Y.T.'yi gördü. Doğrudan helikoptere
doğru yürüyordu. Yaralanmış bedeni hantal bir şekilde hareket
ediyordu.

-398-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Helikoptere bin, seni şanslı sürtük!" dedi.


Y.T. makaraya geri sarılmamış bir zıpkının ucunu tuttu ve
elektromıknatısı kapatan düğmeye bastı, zıpkının başı helikop­
terin zırhından yere düştü. Makara ve başı arasında yaklaşık bir
buçuk metre boşluk kalana kadar geri sardı.
"Ahab diye bir adam hakkında bir şey okum uştum," dedi
Y.T., zıpkını kafasının üstünde sallarken. "Zı pkın kablosunu,
zıpkınlamaya çalıştığı şeyin etrafına sarmıştı. Büyük bir hataydı."
Zıpkını fırlattı. Perva nelerin üstünden geçti ve kopmayan kab­
lo, bir balerinin boynuna dolanmış bir tel gibi, pervane di ngilinin
hassas parçalarının etrafına dolandı. Y.T. helikopterin ön camın­
dan Sasha'nın düğmelerle çılgı nca oynadığını, kumanda kolunu
çektiğini, Rusça küfürler eden ağzını görebiliyordu. Zıpkının tut­
ma yeri elinden kaçtı ve helikopterin göbeğine girdi.
"Sanırım o da ne zaman bırakacağını bilmiyor, bazı i nsanlar
gibi," dedi Y.T. Sonra arkasını döndü ve helikopterden uzaklaştı.
Arkasında, büyük metal parça larının yanlış yönlere gittiği ni, hızla
birbirine çarptığı nı duyabiliyordu.
Rife bunu çoktan anlamıştı. Elinde bir makineli tabancayla
otoyolun ortasında koşmaya başla mıştı, el koyacak bir araba arı­
yordu. Yukarıda, R İ DAP helikopteri havada bekl iyor ve izliyordu;
Rife helikoptere baktı ve eliyle ilerlemesini işaret etti, bağırıyor­
du, "Havalimanına git ! Havalimanına git !"
Helikopter olay yerinin üstü nde bir kez daha döndü, Sasha,
bozulmuş helikopteri durdurmaya çalışırken öfkeli Kuryelerin
Tony'yi, Frank'i ve Başkan'ı a lt etmesini ve silahlarını ellerinden
al ması nı izl iyordu . Rife'ın sol şeridin ortasında durup bir Cosa­
Nostra Pizza arabasını durdurarak şoförü dışarı atmasını izliyor­
du. Ama Raven bunların hiçbirini izlemiyordu. Pencereden Y.T.'ye
ba kıyord u. Ve helikopter sonunda geceni n ka ranlığına doğru hız­
lan ırken, Raven Y.T.'ye gülü msedi ve baş parmağıyla ona çok iyi
işa reti yaptı. Y.T. alt d udağını ısırdı ve ona orta parmağını göster-
di. Bu hareketle, ilişkilerinin bittiğini umuyordu.
Y.T. dehşete düşmüş bir kaykaycının kaykayını ödünç aldı, en
yakın Al-Git'e doğru gitmeye başladı ve onu eve götürmesi için
annesini aramaya çal ıştı.
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 68 -

Hiro Şehir Merkezi'nin birkaç kilometre dışında Raven'ı


kaybetti ama bu noktada önemli değildi; doğrudan meydana
gitti ve son hızda a mfi-tiyatronun etrafında dönmeye başlad ı.
Birkaç saniye sonra Raven yaklaştı. Hiro yörüngesinden çıktı ve
ona doğru gitti, at üstündeki mızrak dövüşçüleri gibi çarpıştılar.
Hiro sol kolunu, Raven ise bir bacağını kaybetti. Organlar yere
d üştü. Hiro katanasını bıraktı ve kalan kolunu, tek elle kullanılan
kılıcını çekmek için kullandı - zaten Raven'ın uzun bıçağı için daha
uygundu. Raven amfi-tiyatronun kenarına doğru giderken onun
yolunu kesti ve yana çekilmesini sağladı; Raven'ın hızı onu yarım
san iyede sekiz yüz metre öteye götü rd ü. Hiro birkaç mantıklı
tahmi nde bulu narak onu kovaladı - bu bölgeyi, Raven'ın Aleut
Adaları'ndaki akıntıları bildiği gibi biliyordu. Metaevrenin fi nans
bölgesinin dar soka klarında hızla giderken, birbirlerine uzun
bıçaklar sa l l ıyor, yollarına çıkan ince çizgili avatarları kesiyorlardı.
Ama birbirlerine vuramıyorlard ı. Hızları çok yüksek, hedefleri
çok küçüktü. Hiro'nun şansı şu ana kadar yaver gitmişti - Raven'ı
bir rekabet geriliminin içine sokmuş, bir dövüş istemesini sağla­
mıştı. Ama Raven'ın buna ihtiyacı yoktu. Hiro'yu öldürmekle uğ­
raşmadan da amfi-tiyatroya kolayca geri dönebilirdi.
Ve sonunda o da bunun fa rkına vardı. Bıçağı nı kınına koydu ve
gökdelenlerin arasındaki yola girdi. H i ro onu ta kip etti ama o aynı
yola gird iğinde, Raven gitmişti.

Hiro saatte birkaç yüz kilometre yaparak amfi-tiyatronun ke­


narına gitti ve çılgın gibi alkış tutan çeyrek mi lyon hackerın kafa­
sının üstünden uçtu.
Hepsi Hiro'yu tanıyordu. O, kılıçlı adamdı. DaSid'in arkada­
şıydı. Ve görünüşe göre, bu yardım konserine bizzat katkıda bu­
lunmak için, motosikletli, iri yarı, korkunç-görü nümlü bir hayalet
programla bir kılıç dövüşü sahnelemeye karar vermişti. M u hte­
şem bir gösteri olacaktı.
Sah neye indi ve yerden sekerek motosikletinin ya nına düştü.
Motor hala çalışıyordu ama burada bir işe yaramazdı. Raven on
metre öteydi, sı rıtıyordu.

-400-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

"Şimdi bombalar," dedi. Tek e liyle motosikletinin sepetindeki


parlak mavi dörtgeni çıkardı ve amfi-tiyatronun ortasına bıraktı .
B i r yumurta kabuğu g i b i kırılıp açıldı, içinden ı ş ı k çıkıyordu. Işık
büyümeye ve şekil almaya başladı.
Kalaba l ı k çıldı rıyord u.
Hiro yumurtaya doğru koştu. Raven onun yolunu kesti. Raven
artık yürüyemiyordu çünkü bir bacağını kaybetmişti. Ama hala
motosikleti kontrol edebiliyordu. Uzun bıçağını çıkarmıştı. İ ki kı­
lıç yumurtanın üstünde çarpıştı, kör ve sağır edici bir ışık ve ses
kasırgasının girdabı gibiydi. Onların hızlarının yanında küçük gö­
rünen renkli şeki l ler, yumurtanın ortasından çıkıyor ve üç boyutlu
bir resim oluştu rarak kafalarının üstüne yerleşiyordu.
Hackerlar çılgına dön müştü. Hiro, Kara Güneş'teki Hacker Da­
iresinin şu anda boşaldığını biliyord u. Hepsi Sokaktan meydana
doğru koşuyor, Hiro'nun ışık, ses, kılıç ve sihir gösterisini izlemeye
geliyordu.
Raven, Hiro'yu geri itmeye çalıştı . Bu, Gerçeklikte işe yarardı
çünkü Raven'ın yı kıcı bir gücü va rdı. Ama doğru bir şeki lde on ları
hacklemed iyseniz, avatarlar eşit derecede güçlüydü. O yüzden,
Raven h ızla ittirdi ve sonra bıçağı nı geri çekti, böylece Hiro ondan
uzaklaşırken onun boynunu kesebilecekti; ama Hiro ondan uzak­
laşmadı. Ayrı lmalarını bekledi ve sonra Raven'ın kılıç tuta n elini
kesti. Sonra, ne olur ne olmaz diye, Raven'ın diğer elini de kesti .
Kalabalık sevinçle bağırıyordu.
"Bu şeyi nasıl durdururum?" dedi Hiro.
"O beni aşıyor. Ben sadece getird im," dedi Raven.
"Ne yaptığına dair bir fikrin var mı?"
"Evet. Bütün hayatım boyunca isted iğim şeyi gerçekleştir­
dim," dedi Raven, yüzüne yayılan sı rıtışıyla. "Ameri ka'ya atom
bombası attım."
Hiro onun kafasını kesti. Tali hsiz hacker ka labalığı ayağa ka lktı
ve çığlık attı.
Sonra Hiro an iden gözden kaybolu nca herkes sessizleşti. Hiro,
küçük, görünmez avatarına dönmüştü. Şu anda yumurtanın par­
çalarının üstünde, havada duruyordu; yer çekim i onu doğrudan
yumurtanın ortasına çekiyord u. Düşerken, kendi kendine "Ka r­
la ra" dedi. Bu, cankurtaran botunda za man öldürürken yazd ığı
yazılımdı. Kar Çöküşü arayan yazılım.

401
- -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Hiro Protagonist>in sahneden kaybolmasıyla, hackerlar dik­


katlerini yumurtadan çıkan devasa yapıya verdi. Kılıç dövüşü
saçma lığı sadece tuhaf bir giriş bölümü olmalıydı - Hiro'nu n on­
ların di kkatini çekmek için kullandığı sıra dışı bir yöntem. Esas
program, bu ışık ve ses gösterisiydi. Her taraftan binlerce hacker
geliyor, amfi-tiyatro hızla doluyordu: abartılı sözler fiber optik fı­
sıltılarla ışık hızında yayıl ırken, hackerlar Kara Güneş>ten, büyük
yazılım şirketlerinin genel merkezleri nden çıkıyor, Gerçekliğin bü­
tün nokta larından Metaevrene bağlanıyordu.
Işık gösterisi, sanki geç gelenleri bekler gibi tasa rlanm ıştı.
Pahalı bir havai fişek gösterisi gibi sahte doruk noktalarına
ulaşıyordu ve her biri diğerinden daha iyiydi. O kadar büyük ve
karmaşıktı ki kimse yüzde lO>undan fazlasını göremiyordu; bir yıl
boyunca sürekli izleyebilir ve sürekli yeni şeyler görebil irdi niz.
Hareketli, birbirinin içine geçen iki ve üç boyutlu görü ntülerden
ol uşan bir mil yüksekliğinde bir yapıydı . İçinde her şey vardı. Leni
Riefenstahl fi lmleri. M ichelangele >nun heykel leri ve Da Vinci >nin
kurgusal icatları görünüyordu. Ortadan İ ki nci Dünya Savaşı gö­
rüntü leri çı kıyor ve ka labalığın üstünde yön değiştiriyordu. Bin­
lerce klasik fil mden sahneler, tek bir büyük, karmaşık hikayede
bi rleşiyordu.
Ama bir süre sonra sadeleşmeye başladı ve daralıp tek bir
ışık sütununa dönüştü. Bu noktada gösteriyi devam ettiren şey
müzikti: herkese izlemeye devam etmelerini söyleyen yüksek bir
bas sesi ve derinden gelen, tehditkar bir ostinato24• Ve herkes iz­
liyord u. Gözlerini ayırmadan.
Işık sütunu yukarı aşağı dalgalanmaya başladı ve bir insan
suretine dönüştü. Aslında dört insan suretiydi : omuz omuza
duran dört çıplak kadın. Her birinin elinde, uzun ve ince bir şey
vard ı : rulolar.
Bir milyon hackerın üçte biri, sahnenin üzerinde yükselen
kad ınlara bakıyordu. Ve kad ınlar, kollarını başlarının üstüne
kaldırdı, ruloları açtı ve her birini, futbol sahası büyüklüğündeki bir
televizyon ekranına dönüştürdü. Amfi-tiyatronun koltuklarından
bakıldığında, ekranlar gökyüzünü kaplıyordu; herkesin görebildiği
tek şey onlardı
24 Bir müzik eserinde parçanın bir kısmının tekrar eden bir ş ekilde
çalınması

402
- -
PARAZİT - N EAL STEPHENSON

Ekranlar ilk başta boştu ama sonra dördünde birden, aynı


anda, aynı görüntü oluştu. Kelimelerden oluşan bir görüntüydü;
şöyle diyordu:

BU BİR VİRÜS OLSAYDI


ÇOKTAN ÖLMÜŞTÜNÜZ
NEYSE Kİ ÖYLE DEGİL
METAEVREN TEHLİKELİ BİR YER;
GÜVENLİGİNİZ NE DURUMDA?
ÜCRETSİZ ÖN BAŞVURU İÇİN
HIRO PROTAGONIST GÜVENLİK ORTAKLIGI

-40�-
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

-69-

"Vietnam' da denediğimizde asla işe yaramayan bir çeşit ileri


teknoloji saçmalığı bu, » dedi U ncle Enzo.
"Demek istediğinizi anl ıyorum. Ama o zamandan beri tek­
noloji çok gelişti," dedi Ky; Ng Güvenlik Endüstrisi>nden gelen
bir gözetleme adamı. Ky, U ncle Enzo'yla bir telsiz kulaklığından
konuşuyordu; elektronik aygıtlarla dolu arabası, Los Angeles
Havalimanı'nın kargo deposunun ya nında, karanlıkta gizleniyor­
du. "Şu anda bütün havalimanını ve yaklaşan şeyleri üç boyutlu
Metaevren ekranından izl iyoru m. Mesela, boynun uza taktığınız
asker künyelerinin kaybolduğunu biliyorum. Sol cebin izde bir
Hong Kong doları ve seksen beş Hong Kong penisi taşıdığınızı bili­
yoru m. Diğer cebinizde bir ustura olduğunu biliyoru m. Görünüşe
göre de kaliteli bir ustura . »
"Kişisel bakı mın önemini asla küçümseme," dedi Uncle Enzo.
"Ama neden bir kaykay taşıdığınızı anlamad ım."
"Y.T.'nin YOG H K>nin önünde kaybettiği kaykayı nın yeri ne
aldım," dedi U ncle Enzo. "Uzun hi kaye."
"Efendim, bayi konsolosluklarımızdan birinden bir haber
geldi," dedi Mafya montu giymiş, elinde siyah bir telsiz olan genç
bir yüzbaşı. Gerçekten bir yüzbaşı değildi; Mafya askeri rütbeler
kullanmayı pek sevmezd i. Ama nedense, Uncle Enzo onun bir
yüzbaşı olduğunu düşünüyordu. "İkinci helikopter, buradan yak­
laşık on beş kilometre ötedeki bir alışveriş merkezinin otopa rkına
inmiş, pizza arabasıyla buluşmuş ve Rife'ı almış. Sonra da tekrar
havalanmış. Şu anda buraya geliyorlar."
"Orada bırakı lan pizza arabasını alması için birini gönder. Ve
şoföre de bir gün izin ver," dedi Uncle Enzo.
Yüzbaşı, U ncle Enzo' nun bu kadar küçük bir ayrıntıyla ilgi len­
mesine şaşırmıştı . Bu, öğretim görevlilerinin otobandaki çöpleri
toplaması gibiydi. Ama saygılı bir şekilde başını salladı, yeni bir
şey öğrenmişti: ayrı ntı lar önemlidir. Arkasını döndü ve telsizine
konuşmaya başlad ı .
Uncle Enzo'nun bu a d a m hakkında ciddi şüpheleri vardı .
Ceket insan ıyd ı, b i r Nova Sicilya bayi konsolosluğunda küçük
bürokrasi işlerini yürütmekte becerikliydi ama esneklikten mah­
rumdu, örneğin Y.T. >nin esnekliği. Bugünlerde Mafya n ı n klasik
sorunu. Bu yüzbaşı nın burada olabilmesinin sebebi, durumla-
-404-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

rın sürekli değişmesi ve tabii ki, Kowloon'da bütün iyi adamlarını


kaybetmeleriydi.
Ky tekrar telsize konuştu. "Y.T. biraz önce annesiyle iletişime
geçti ve gelip onu almasını istedi," dedi. "Konuşmalarını dinlemek
ister misiniz?"
"Ta ktiksel bir önemi yoksa gerek yok," dedi U ncle Enzo. Bu,
listesinde yanına tik koyması gereken bir şeydi; Y.T.'nin, a nnesiyle
olan i lişkisi ha kkında endişeleniyordu ve bunun hakkında onunla
konuşmayı planlamıştı.
Rife' ın uçağı asfalt pistte duruyor, motoru boşta çalışıyor,
pistte ilerlemek için bekliyordu. Kokpitte bir pilot ve bir ya rdımcı
pilot vardı. Yarım saat öncesine kadar, onlar L. Bob Rife>ın sadı k
çalışanlarıydı. Sonra, helikopterin ön camından Rife>ın, hangarın
etrafında bekleyen bir d üzine güvenlik adamının kafalarının uç­
tuğunu, boğazlarının kesildiğini ya da sadece silahlarını atıp diz
çökerek teslim olduğunu gördüler. Şimdi pilot ve yardımcı pilot,
U ncle Enza>nun şirketi ne ölene kadar bağlı kalacaklarına yemin
etmişti. U ncle Enzo onları dışarı attırıp kendi pilotlarını gönde­
rebilirdi ama bu şekilde daha iyiydi. Rife bir şeki lde uçağa bi ne­
bilirse, kendi pilotlarını görecek ve her şeyin yolunda olduğunu
düşünecekti. Ve pilotların, bir M afya gözetimi olmadan orada
olmaları, U ncle E nza>nun onlara ve ettikleri yemine güvendiğini
gösterecekti. Onların görev duygu larını güçlendirecekti. Yemin­
lerini bozarlarsa, U ncle Enzoınun memnu niyetsizliği artacaktı.
Uncle E nzoınun pilotlar hakkında h iç şüphesi yoktu.
Çok aceleyle ya pılan ayarlamalar yüzünden pek mutlu değil-
di. Soru n, her zamanki gi bi, Y.T. >nin ta hmin edilemezliğiydi. Hare­
ket eden bir helikopterden atlamasını ve L. Bob Rife>ın elinden
kurtulması nı beklem iyord u. Başka bir deyişle, Rife Y.T. >yi Hous­
tan'daki genel merkeze götürdükten sonra bir rehine paza rlığı
yapmayı bekliyordu.
Ama rehine du rumu artık yoktu ve Uncle Enzo, Rife'ı Hous­
tan'daki çöplüğüne geri dönmeden önce durdurmanın önemli
olduğunu düşün üyord u. Mafya güçleriyle yaptığı planı tekrar
düzenledi ve şu anda, düzinelerce helikopter ve taktik birlik
aceleyle rota larını yeniden çiziyor ve Los Angeles Havalimanı >nda
buluşmaya çalışıyordu. Ama bu sırada Enzo, şahsi koru maların­
dan birkaç tanesi ve Ng>nin şi rketinden gelen teknik gözetleme
adam ıyla birlikte bekliyord u .
Havali manını kapatm ışlardı. B u çok kolay ol muştu: başlan-
-405-
PARAZİT- N EAL STEPHENSON

gıç olarak, bütün geçitlere Lincoln arabaları koymuşlardı, sonra


kontrol kulesine gidip birkaç dakika içinde savaşa gireceklerini
a nons etmişlerdi. Şu anda Los Angeles H avalimanı yapıldığından
beri muhtemelen ilk kez bu kadar sessizdi. Uncle Enzo, birkaç yüz
metre ötede dalgaların kıyıya vurduğunu d uya biliyordu. Burası
neredeyse keyifl iydi . Sosis-kızartma havası vard ı .
U ncle Enzo, Bay Lee i l e işbirl iği yapıyordu, bu aynı zamanda
Ng ile çal ışmak demekti ve Ng, çok yetenekli olmasına rağmen
bir teknoloji yanlısıyd ı . U ncle Enzo buna güvenmiyordu. Cilalı
ayakkabıları ve bir dokuz milimetreliği olan iyi bir askeri, Ngınin
zımbırtı larına ve taşınabilir radar ünitelerine tercih ederdi.
Buraya geldiklerinde, Rife'ı karşılayacağı geniş, boş bir alan
bekliyordu. Ama her taraf doluydu. Apronda park edilmiş onlarca
şirket uçağı ve helikopter vardı. Her birinin, özel arabaların ve
hizmet araçlarının bulunduğu bir park alanı olan özel hangarlar
vardı. Ve bunlar, havalimanının jet yakıtının depolandığı tank çift­
liğine çok yakındı. Bu, bir sürü boru, pompa istasyonu ve hidrolik
zamazingolar demekti. Yani aslında burası, bir çölden ziyade bir or­
mana benziyordu. Pist ve apron, bir sürü adamın saklanabileceği
drenaj çukurlarına sahip olsa da tabii ki, çöl gibiydi. Bu yüzden, daha
iyi bir benzetme, Vietnam sahilindeki savaştı : birdenbire ormana
dönüşen geniş, açık bir alan. Uncle Enzoınun en sevdiği yer değildi.
"Helikopter, hava limanının çevresine yaklaşıyor," dedi Ky.
Uncle Enzo yüzbaşıya döndü. "Herkes yerinde mi ?"
"Evet, efendim."
"Nereden biliyorsun?"
"Birkaç dakika önce hepsi haber verdi."
"Bu hiçbir şey demek değil. Pizza arabası ne oldu?"
"Şey, onu sonra hallederim diye düşün müştüm, efendi m-"
"Bir seferde birden fazla iş ya pabilmek zoru ndasın ."
Yüzbaşı arkasını döndü, utanmış ve korkmuştu. "Ky," dedi
U ncle Enzo, "senin olduğun yerde ilginç bir şeyler oluyor mu?"
"Hiçbir şey yok," dedi Ng.
"İlginç ol mayan bir şeyler?"
"Bakım işleri ya pan birkaç ta mirci var, norma l ."
"Onların tamirci olduğunu, Rife'ın kılık değiştirmiş askerleri
olmadığını nereden bil iyorsun? Kiml iklerine ba ktın mı?"
"Askerler silah taşır. Ya da en azından bıçak. Radara göre bu
adamlarda bir şey yok. Kesin bilgi."
"Hala bütün adamlarımızın haber vermesini bekliyoruz," dedi
-406-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

yüzbaşı. "Sanırım telsizlerde bir sorun var."


Uncle Enzo bir kolunu yüzbaşının omzuna koydu. "Sana bir
hikaye anlatayım, evlat. Seni gördüğüm andan beri, bana tanıdık
geliyordun. Sonunda, bana tanıdığım birini hatırlattığını fark ettim :
Vietnam'd a bir süre benim birlik komutanım olan bir yüzbaşı."
Yüzbaşı sevinmişti. "Sahi mi?"
"Evet. O genç, zeki, hırslı ve eğitimliyd i. Ve iyi n iyetli. Ama bazı
kusurları vardı. Oradaki durumumuzun esaslarını anlamamakta
diretiyordu. Bu, onun emrinde olanların büyük bir gerilim yaşa­
masına sebep olan bir psikolojik engeldi. Bir süre ne yapılması
gerektiği meçhuldü, evlat."
"Son unda ne oldu, U ncle Enzo?"
"İyi sonuçla ndı. Bir gün, kendime vazife edindim ve onu başı­
nın arkasından vurdum."
Yüzbaşı nın gözleri büyüdü ve donakaldı. Uncle Enzo onun ha­
line üzülm üyord u : bu işi mahvederse, insanlar ölebilirdi.
Yüzbaşının kulaklığından sesler geldi. "U ncle Enzo?" dedi çok
sessizce ve tereddütle.
"Evet?"
"Pizza ara basına ne olduğunu sormuştun uz?"
"Evet?"
"Orada değil."
"Orada değil mi?"
"Görünüşe göre, Rife'ı almak için indiklerinde, bir adam heli­
kopterden inmiş, pizza arabasına bin miş ve gitm iş."
"Nereye gitmiş?"
"Bilmiyoruz, efendim, bölgede sadece bir gözcümüz vardı ve
o da Rife'ı izliyordu."
"Kulaklıklarını çıkar," dedi Uncle Enzo. "Ve o telsizi kapat. Ku­
laklarına ihtiyacın var."
"Kulaklarım mı?"
Uncle Enzo eğildi ve iki küçük jetin arasına gelene kadar hızla
yürüdü. Kaykayı sessizce yere koydu. Sonra ayakkabı bağcı klarını
çözdü ve ayakkabılarını çıkardı. Çoraplarını da çıkarıp ayakka bıla­
rın içine tı kıştı rd ı . Cebinden usturayı çıkardı, açtı ve pantolonunu
kasıklarına kadar kesti. Diğer türlü, yürürken, kumaş onun kıllı
bacaklarına sü rtecek ve ses çıkaracaktı.
"Aman Tanrım!" dedi yüzbaşı, birkaç uçak öteden. "Al vurul ­
d u ! Aman Ta nrım, ölmüş!"

407
- -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

- 70 -

Uncle Enzo şimdilik ceketini çıkarmadı, çünkü koyu renkliydi


ve saten çizgileri old uğu için nispeten ses çıkarmıyordu. Sonra
uça klardan birinin kanad ına tırmandı, böylece yere çömelen biri
onun bacaklarını göremeyecekti. Kanadın ucuna doğru ilerleyip
çömeldi, daha iyi duyabilmek için ağzını açtı ve dinledi.
İlk başta duyabild iği tek şey, daha önce duyu lmayan düzensiz
bir sıçrama sesiydi, yarı açık bir musluktan kaldırıma damlayan
su sesine benziyordu. Ses, yakı nlardaki bir uçaktan gel iyor
gibiydi. Uncle Enzo bunun, yere damlayan jet ya kıtı olmasından
korktu, havalimanının bu böl ümünü tamamen havaya uçurmak
ve düşmanları tek hamlede temizlemek için ya pılmış bir pla nın
parçası olabilirdi. Yavaşça yere indi, iki uçağın arasından
dikkatlice geçti, din lemek için birkaç adımda bir du ruyordu.
Sonunda onu gördü: askerlerinden biri, uzun, tahta bir sopayla
bir Learjet'in alü minyum gövdesine geçi ril mişti. Yarasından akan
kan bacaklarından, ayakkabılarından asfalt piste damlıyord u .
Uncle Enzo, arka tarafında, h ı z l ı h ı z l ı soluk vermeye dön üşen
kısa bir çığl ı k duydu. Bu sesi biliyordu. Bu, boğazı kesilmiş bir
adam sesiydi. Ve hiç şüphesiz, yüzbaşıydı.
Serbestçe ha reket etmek için birkaç saniyesi vardı. Neyle karşı
karşıya olduğunu bile bilm iyordu ve bunu öğrenmesi gerekiyor­
du. Bu yüzden, jetlerin arkasına saklanarak, eğilerek çığlığın gel­
diği tarafa doğru koştu .
Jetin diğer ta rafında bir çift baca k gördü. Uncle Enzo jeti n ka­
nad ının ucundaydı. İ ki elini kanad ın üstüne koyd u, bütün gücüyle
aşağı doğru çekti ve sonra bıraktı.
İşe yaram ıştı: jet sallandı. Suikastçı, Uncle Enzo'nun kanadın
ucuna atladığını düşündü, bu yüzden d iğer kanada tırmandı
ve sırtı nı uçağın gövdesine vererek, Uncle Enzo'yu pusuya
düşürmeyi bekliyordu.
Ama Enzo hala yerdeyd i. Uçağın gövdesine doğru sessizce yü­
rüdü, altından geçti ve elinde ustu rayla diğer taraftan çıktı. Sui­
kastçı - Raven - Enzo'nun tahmin ettiği yerdeydi.
Ama Raven çoktan şüphelen meye başlam ıştı; gövdenin üstü­
ne bakmak için ayağa kal ktı. O böyle yapınca, Enzo onun boğazı-

-408-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

na yetişemed i. Sadece bacaklarını görebiliyordu.


Aşırıya kaçmayıp elde edebildiğini almak, büyük bir risk alıp işi
mahvetmekten daha iyiydi. Bu yüzden, U ncle Enzo, Raven tepe­
den ona bakarken uzandı ve onun sol aşil tendonunu kesti .
U ncle Enzo kendini koru mak için arkasını dönerken, göğsüne
çok sert bir şey çarptı. Enzo aşağı baktı ve göğüs kafesinin sağ
tarafından dışarı fırlayan şeffaf bir nesne gördü. Sonra kafasını
ka ldırdı ve kendininkinden sekiz santim yukarıda Raven'ın yüzü­
nü gördü.
Uncle Enzo uçağın kanadından uzaklaştı. Raven onun üstüne
düşmeyi planlıyordu ama yere yuvarlandı. Enzo usturasıyla tek­
rar i leri uzandı ama pistte oturan Raven çoktan iki nci bir bıçak
çıkarmıştı. Raven, Uncle Enzo'nun kalçasına doğru bir hamle
yaptı ve biraz zedeledi; Enzo yana kaya rak hamleyi savuşturdu
ve Raven'ın omzunda küçük ama derin bir kesik oluşturdu. Enzo
gırtlağına saldıramadan önce Raven kolunu yana çekti.
U ncle Enzo yaralanmıştı, Raven yaralanmıştı. Ama Raven artık
ondan kaçamazdı; bir durum değerlendirmesi ya pmanın zamanı
gelmişti. Enzo, vücudunun yan tarafında korkunç acılar hissetse
de, kaçtı. Sırtına da sert bir şey çarpmıştı; bir böbreğinin üstün­
de şiddetli bir acı hissetti ama hemen geçti . Arkasını döndü ve
kaldırımın üstünde param parça olan kanlı bir cam parçası gördü.
Raven bunu sırtına saplamış olmalıydı. Ama Raven'ın kol gücü
ol madan, kurşungeçirmez kumaşı delememiş ve yere d üşmüştü.
Cam bıçaklar. Ky'ın onu milimetrik da lgada neden göremed iği
anlaşılmıştı.
Başka bir uçağın arkasına saklandığında, işitme duyusu, bir
helikopterin ya klaşmasıyla azaldı.
Bu, Rife'ın helikopteriydi, jetten birkaç metre ötede, piste ini­
yord u . Perva nelerin gü rültüsü ve şiddetli rüzgar Uncle Enzo'nun
beyninin içine giriyor gibiydi. Rüzgara karşı gözlerini kapattı ve
dengesini tamamen kaybetti, ka ldırıma düşene kadar nerede ol­
duğuna dair bir fikri yoktu. Altındaki ka ldırım kaygan ve sıcaktı,
Uncle Enzo çok fazla ka n kaybettiğini fark etti .
Piste baktığında, Raven'ın topallayarak uçağa doğru ilerledi­
ğini gördü, bir bacağını gerçekten kullanam ıyordu. Sonunda, bir
bacağı ndan umudu kesti ve sağlam bacağının üstünde zıpla maya
başladı.
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Rife helikopterden inmişti. Raven ve Rife konuşuyor, Raven


eliyle Enzo'nun olduğu tarafı gösteriyordu. Sonra Rife onaylaya­
rak başı nı salladı ve Raven arkasını döndü, beyaz ve parlak diş­
lerini gösterdi. Suratını ekşitmiyordu ama gülümsemiyordu da.
Tek bacağının üstünde zıplayarak U ncle Enzo'ya doğru gelmeye
başladı, ceketinden başka bir cam bıçak çıkardı. Piç kurusunda bu
şeylerden milyonlarca vardı.
Enzo'nun peşindeydi ve Enzo yarı baygındı ve ayakta d uramı­
yordu.
Enzo etrafına baktı, altı metre ötede bir kaykay, pahalı bir çift
ayakkabı ve çoraplardan başka bir şey göremedi. Ayağa kalkamı­
yordu ama sürünebilirdi. Raven tek bacağının üstünde ona doğru
gelirken, o da dirseklerinin üzerinde ilerlemeye çalıştı.
Ya n yana duran iki jetin arasındaki boş bir geçitte karşı karşıya
geldiler. Enzo göbeğinin üstündeydi, kaykayı altına almıştı. Raven
ayakta duruyordu, bir eliyle jetin kanadına tutunuyor, diğer elin­
de cam bıçağı tutuyordu. E nzo artık dünyayı ucuz bir Metaevren
terminali gibi siyah-beyaz görüyordu; Vietnam'daki arkadaşları,
kan kaybından ölmeden önce böyle tarif etmişti.
"U marım son duanı etmişsindir," dedi Raven, "çünkü rahip ça­
ğırmak için zaman yok."
"Rahibe gerek yok," dedi U ncle Enzo ve kaykayın üstündeki
'RadiKS Şok Dalgası Fırlatıcısı' d üğmesine bastı.
Sarsıntı neredeyse kafası nı uçuruyordu. Eğer hayatta kal ı rsa,
U ncle Enzo bir daha asla iyi duya mayacaktı. Ama bu, onu biraz
uyandırdı. Kafasını kaldırdı ve Raven'ı orada sersemlemiş bir hal­
de dururken gördü, binlerce küçük kırık cam parçası ceketi nden
döküldü.
Uncle Enzo sırtının üstüne yuvarlandı ve usturasını havaya sal­
lad ı . "Ben çelik tercih ediyorum," dedi. "Tıraş olmak ister misin?"

-410-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

- 71 -

Rife her şeyi gördü ve yeteri kadar anladı. Her şeyin nasıl
sonuçlanacağı nı görmek isterdi ama çok meşgul bir adamdı;
Mafyanın geri kalanı, Ng, Bay Lee ve d iğer bütün pislik herifler
ısı güdümlü füzeleriyle onun peşinden gelmeden önce buradan
gitmek istiyordu. Ve topa l Raven'ın geri dönmesini bekleyecek
zaman yoktu. Pilota işaret verdi ve özel jetinin merdiven lerinden
çıkmaya başladı.
Gündüz vaktiyd i. Bir mil ötedeki tank çiftliğinden turuncu alev
dalga ları yükseliyordu. O kadar kontrolsüzce büyüyordu ki Rife
merdivenlerin ya rısında duru p izledi.
Güçlü bir akım, alevlerin içinden geçti ve sis odasından çıkan
kozmik bir ışın gibi aydınlıkta doğrusal bir iz bıraktı. Geçişinin
gücüyle, arkasında, alevlerde açı kça görü lebilen bir şok dalgası
bıraktı. Uç noktası, karanlık kaynağından yüz kat daha geniş olan
parlak, büyük bir koni: dört ayaklı siyah bir şeydi. O kadar küçük
ve hızlıyd ı ki ona doğru gelmeseydi L. Bob Rife onu göremezd i.
Geniş ve karmaşık bir açık hava tesisatının - jetlere yakıt ta­
şıyan borular - arası ndan ilerliyor, engellerin üstünden atlıyor,
metal pençeleriyle dokund uğu kald ırımdan çıkan kıvı lcımlarla
engellerin içindeki şeyleri tutuştu ruyord u. Dört bacağını da altı­
na topladı, otuz metre ötedeki yanmış bir tankın tepesine zıpla­
dı. Orayı bir fı rlatma rampası gibi ku llanarak yakıt tesisatını ha­
va limanından ayıran tel örgülerin üstü nden tekrar atlad ı . Sonra,
uzun adı mlarla koşmaya ve pistin geometrik yüzeyinde hızlanma­
ya başladı. Arkasında uzun bir ateş uzantısı vardı: Sçanit'in artçı
şokları.
İçinden bir ses L. Bob Rife'a, yakıtla dolu jetten uzaklaşmasını
söyledi. Döndü ve merdivenlerden yarı atladı, yarı düştü . Sakarca
hareket ediyordu çünkü yere değil Sçanit'e bakıyordu.
Sçan it - yere ya kın, küçük, koyu renkli bir şey - sadece alev­
lerdeki gölgesi ve pençelerinin kald ırıma değdiği yerlerdeki beyaz
kıvılcımlar sayesinde görü lebiliyordu.
Artık jete doğru gelmiyord u; Rife'a doğru geliyordu. Rife jet­
ten in mekten vazgeçti ve merdivenleri üçer üçer çıktı .
Pilot bunun olacağını anlamıştı. Bu yüzden, merdiveni çeker­
ken jeti çalıştırdı ve pistte ilerlemeye, Sçanit'in tersi yönünde git-

- 411 -
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

meye başladı. Gaz kolunu itti, çok hızlı döndüğü için jet neredey­
se bir kanadının üstüne düşecekti. Ve pistte eksen çizgisini görür
görmez motorların hızını maksimuma çıkardı. Artık sadece ön ve
yan tarafları görebiliyordu.
Olanları görebi len tek kişi Y.T.'ydi. Kurye geçiş izniyle havali­
manı güven liğinden kolayca geçtikten sonra, yük terminalinin
ya nındaki apronda i lerled i. Buradan, pisti görebiliyordu. Y.T. olan
biten her şeyi görd ü : uçak pistte gürültüyle ilerl iyor, giderken ka­
pılarını kapatıyordu. Motor nozu llarından sol u k mavi a levler çı­
ka rtıyor, havalanmak için hız kazanmaya çalışıyordu. Fido, şişman
bir postacının peşinden giden bir köpek gibi uçağa yetişti. Son bir
kez havaya zıpladı, kendini bir Sidewinder füzeye dönüştürdü ve
uçağı n sol motorunun egzoz borusuna çarptı.
Jet; Fido, L. Bob Rife ve onun virüsü nü alevlerinin içine a larak
patlad ı .
Ne kadar tatlı!
Y.T. bir süre daha durdu ve sonrasında olanları izledi: Mafya
helikopterleri geliyor, doktor çantaları, kan torbaları ve sedye­
lerle doktorlar iniyor, Mafya askerleri özel jetleri n arasında koş­
turuyor, belli ki birini arıyorlard ı. Bir pizza arabası tekerleklerini
gıcırdatarak park alanlarından birinden çıktı ve bir Mafya arabası
sıcak bir takip için onun peşinden gitti.
Ama bir süre sonra, sıkıcı olmaya başladı. Bu yüzden, Y.T. kay­
kayına bi ndi, bir süre bir akaryakıt tankerine ya pışarak, bir süre
de kendi gücüyle ana terminale geri döndü.
Annesi onu o aptal, küçük arabasının içi nde, telefonda konuş­
tukları gibi bagaj teslim yerinde bekliyord u. Y.T. kapıyı açtı, kayka­
yını arka koltuğa attı ve arabaya bindi.
"Eve mi?" dedi an nesi.
"Evet, eve gitmek iyi olabilir.''

-412-
PARAZİT - NEAL STEPHENSON

TEŞEKKÜRLER

Bu kitap, ben ve sanatçı Tony Sheeder'ın katkıla rıyla biçimlen-


di. Esas amaç, bi lgisayar ürünü bir grafik roman basmaktı. Genel
olarak, ben keli meleri ele aldım, o da resim leri; ama bu kitap ne­
redeyse tamamen kelimelerden oluşsa da, birçok bölümü Tony
ile olan konuşmalarımdan kaynaklandı.
Bu romanı yazmak çok zordu ve ilk taslakları okuyan yar­
dımcılarım Uz Darhansoff, Chuck Verri l l ve Denise Stewart bana
bir sürü iyi tavsiyede bulundu. İlk taslaklara maruz ka lan diğer
insanlar: Tony Sheeder; beyin ve bilgisaya rlarla ilgili geniş kap­
samlı ve net yorumla rda bulunan (ve okuduktan bir saat sonra
bir virüs nedeniyle aniden hastalanan) Dr. Steve Horst; ve ilk
başta benim Asherah'yla ilgilenmemi sağlayan ve ben Kongre
Kütüphanesi'nde çaresizce çırpın ırken bana yararlı makaleler ve
alıntılar bulan kayın-biraderim Steve Wiggins.
Toksik atı k meselesiyle ilgili neden ve nerede soru larım oldu­
ğunda Marco Ka ltofen, Kütüphaneci gibi hızlı ve ansikloped ik bir
şekilde çalıştı. L.A.'deki yardımcım Richard Green, bana oranın
coğrafyasıyla ilgili yardım etti.
Bruck Pol lock dizgiden çıkan dosyaları di kkatle ama çok hız­
lı bir şekilde okudu ve birçok faydalı öneride bulundu. BIOS'un
benim kullandığım gibi (ve olması gereken) "Built-in Opera­
ting System" (Dahili İşletim Sistemi) değil, "Basic lnput/Output
System" (Temel Giriş/Çıkış Sistemi) olduğuna dikkat çeken ilk ki­
şiydi, son da olmadı. Ama ben beni tatmin edecek kelime oyu n­
larının peşindeyken, bütün diğer görüşleri ayaklar altına alma
hakkına sahibim, o yüzden kitabın bu böl ümü değişti rilmedi .
Metaevren gibi b i r "sanal gerçeklik" fikri, bilgisayar grafi­
ği çevresinde çoktan yaygınlaştı ve şu a nda birçok farklı şekilde
uygulan ıyor. Metaevrenin bu romanda anlatılan ayrı ntılı hali,
ben ve Jaime Taaffe arasında geçen sıradan konuşmalardan çık­
tı - ama bu demek değil ki Metaevrenin gerçekd ışı ya da bayağı
olan herhangi bir yönü için benden başkası suçlanmalıdır. "Ava­
tar" (burada kullanıldığı haliyle) ve Metaevren kelimeleri benim
icatlarımdır; var olan kelimelerin ("sanal gerçeklik" gibi) yetersiz
olduğuna karar verdiğim için bulduğum kelimelerdir.
PARAZİT- NEAL STEPHENSON

Metaevrenin ya pısının nasıl olabi leceğini düşünürken,


Maci ntosh' un a rkasındaki felsefeyi açıklayan Apple Human lnter­
face Guidelines adlı kitaptan etkilendim. Bunu, bahsi geçen kita­
bı derleyip toplayan i nsanların faydalı etkilerine teşekkür etmek
için belirtiyorum; bu zavallı masu mları sonuçlarıyla bağdaştı rmak
için değil.
Talihsiz ve çılgın grafik roman projesi nin ilk başlarında,
M aci ntosh'un çalışmalarıyla yakından alakadar ol maya başladım,
M ac' in bizim ihtiyacımız olan şeyleri ya pabilmesinin tek yolunun,
bir sürü özel görüntü işleme yazılımı yazması olduğunu anladım.
Bu eserin üretim sürecinde, kodlama için, yazmaktan daha fazla
zaman harcadım ama sonunda orijinal grafik konsepti nden çıktı
ve yaptığım işlerin çoğunu işe yaramaz hale getirdi.
Belirtmem gerekir ki, Babil bölümünü yazarken, gerçekten
araştı rmaları ya pan birçok tarihçi ve arkeoloğa yüklend im; Kü­
tüphanecinin a nlattığı şeylerin çoğu bu insanlardan . çıktı ve iyi
bir bilim adamı gibi yorum larını kelimesi kelimesine açıklayarak
Kütüphaneciye hak ettiğini vermeye çalıştım.
En sonunda, Snow Crash'in ilk baskısından sonra, "avata r"
kelimesinin birkaç yıldır, F. Randall Fa rmer ve Chip Morni ngstar
ta rafından geliştirilen Habitat adındaki bir sanal gerçeklik siste­
minin bir parçası olarak ku llanıldığını öğrendim. Sistem, Commo­
dore 64 bilgisayarlarında ça lışıyor ve Amerika'da ortadan kal ksa
da, Japonya'da şu an hala popüler. Avatarların yan ı nda, Habitat,
Metaevrenin bu kitapta anlatılan temel özelliklerini de içeriyor.
3 4 , 0 0 TL

9 786059 878364

You might also like