You are on page 1of 7

1

Okt. Tuğba AŞAN


JÖN TÜRKLER VE İTTİHAT TERAKKİ CEMİYETİ

Osmanlı Devleti’nde meşruti bir sistemin tesisine çalışan Yeni Osmanlılar Cemiyeti,
devletin anayasal bir düzene kavuşmasının gereğini savunmuştur. Osmanlı’da özgürlük
fikirlerinin mimarı olan Cemiyet böylece, kendisinden sonra oluşacak teşekküllere de ön ayak
olmuştur. Jön Türk hareketi de, Yeni Osmanlılar gibi, Osmanlı Devleti’nin parçalanmaktan
kurtulması için tek çarenin, Meşruti yönetime geçerek, Kanun –i Esasi’nin ilan edilmesi olduğu
görüşündeydi.
II. Abdülhamid’in 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’ni (93 Harbi) bahane ederek
Anayasayı askıya alması ve otoriter bir yönetim kurması üzerine, içeride Abdülhamid iktidarına
karşı geniş bir aydın muhalefeti oluştu. 1889 yılında Askeri Tıbbıye’de İshak Sukuti, İbrahim
Temo, Mehmet Reşit, Abdullah Cevdet ve Hüseyinzade Ali tarafından İttihad-i Osmani adıyla
gizli bir örgüt kuruldu. Bu cemiyetin teşekkülünde rol oynayan grup Jön Türkler olarak
addedilmektedir. Jön Türk adlandırması, I. ve II. Meşrutiyeti hazırlayan hareketlenme içindeki
tüm aydın kitlesi için kullanılmıştır. Jön Türk ismi Fransızca “Jeune Turc” deyiminden
gelmektedir.
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyasi, idari, sosyal ve iktisadi bunalım,
cemiyetin kurulmasında başlıca etkendi. Hürriyet fikirlerinin hemen her türlüsünün taraftarı
bulunan Mekteb-i Tıbbiye ve Mekteb-i Mülkiye de, Cemiyet gelişme zemini bulmuştur.
Vatan ve milliliği esas alan İttihad-ı Osmani Cemiyeti, faaliyetlerini gizlilik ve ciddiyet içinde
yürütmekteydi.
Bu arada 1889’da Paris’e giden Ahmet Rıza Bey, burada Meşveret gazetesini çıkarmaya
başladı. İstanbul’daki İttihad-ı Osmani üyeleriyle Paris’teki Ahmet Rıza arasındaki görüşmeler
sonunda örgütün adı “Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti” olarak değiştirildi. Birleşme ve
ilerleme, iki önemli görüşlerini yansıtıyordu; Pozitivizm ve Osmanlıcılık.
Hükümdarın meşrutiyeti askıya almasından sonra yurt dışına kaçarak burada
çıkardıkları gazeteler etrafında toplanarak II. Abdülhamid’e ve Osmanlı hükümetine karşı
muhalefeti sürdüren aydınların çıkardıkları gazeteler özellikle İstanbul’daki okullarda gizlice
çoğaltılarak elden ele dolaşıyordu. Harbiye, Tıbbiye gibi eğitim kurumlarında okuyan
öğrenciler arasında “İttihatçılık” neredeyse doğal bir olgu haline gelmişti.
Cemiyet, faaliyetleri neticesinde birçok taraftara sahip olmuştur. Cemiyetin yurt dışına
giden üyeleri gittikleri yerlerde teşkilatlanma yoluna gitmişler ve giderek güç kazanmışlardır.
2

Cemiyetin yurt içindeki üyeleri de memleketin menfi ahvalinin sorumlusu olarak gördükleri II.
Abdülhamid idaresine son vermenin planlarını yapmışlardır.
Abdülhamit, Cemiyetin varlığından ve faaliyetlerinden 1892’de haberdar olmuştur. Bu
tarihten sonra Cemiyet üyeleri hafiyeler tarafından sıkı bir takibe alınmıştır. Jön Türk
muhalefetinin önünü kesebilmek için birçok yol deneyen Abdülhamid, Avrupa devlet
başkanları nezdinde girişimlerde bulunmuştur. Cemiyetin gazete ve mecmualarının
kapatılmasını bu yolla sağlamıştır. Jön Türklerin muhalif tavırlarından vazgeçmeleri ve yurda
dönmeleri için Avrupa’ya temsilciler göndermiştir. Ancak tüm çabalarına rağmen Jön Türk
muhalefetini sona erdirememiştir.
Esasında, yurt dışındaki muhalif harekette tam bir fikir beraberliği yoktu, sadece
“yönetime karşı olmak” konusunda birleşiyorlardı. Avrupa’daki bu Jön Türk grupları
arasında yaşanan bir dizi çekişme sonucunda Birinci Jön Türk Kongresinden sonra ortaya iki
önemli muhalefet örgütü çıktı: Ahmet Rıza Bey’in öncülüğündeki “Osmanlı İttihat ve
Terakki Cemiyeti” ile Prens Sebahattin’in öncülüğündeki “Âdem-i Merkeziyet ve
Teşebbüsü Şahsi Cemiyeti”. Ahmet Rıza Bey’in grubu Osmanlı Devleti’nin merkeziyetçi
yapısını sürdürmesi gerektiğini savunurken, Prens Sebahattin grubu Ademi Merkeziyetçilikten
yanaydı. Birinci Jön Türk Kongresi’nden sonra Ahmet Rıza Bey, cemiyetin adını “Osmanlı
Terakki ve İttihat Cemiyeti” olarak değiştirdi.
Mektep talebeleri arasında olduğu kadar İttihatçılık, genç subaylar arasında da gittikçe
taraftar kazanmaktaydı. Ahmet Rıza Bey’in öncülüğündeki Cemiyet, yurt içinde özellikle
Selanik’te örgütlenmiş olan ve daha çok küçük rütbeli subay ve memurların oluşturduğu
“Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” arasında yapılan görüşmeler yaptı. Bu görüşmeler sonucunda,
1906 yılında birleşme kararı alındı ve “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” adı altında
güçlü bir muhalefet örgütü ortaya çıktı.
20. Yüzyılın başlarında Makedonya sorunu yeniden patlak verdi. Makedonya’nın elden
gitmesine engel olmak isteyen genç subaylar arasında İttihatçılık çok yaygınlaştı. İttihat ve
Terakki bu sayede burada etkili bir örgütlenme kurdu. Rusya ile İngiltere arasında yapılan Reval
Görüşmeleri’nde Makedonya için kararlar alınması üzerine, İttihat ve Terakki üyesi genç
subaylar açık bir şekilde hükümete karşı isyan etti. Osmanlı Devletinde bu görüşme,
Makedonya konusunda İngiliz-Rus işbirliğinin ve müdahalesinin başlangıcı olarak yorumlandı.
Dolayısıyla, Reval Görüşmeleri, hükümeti devirmeyi ve Büyük Devletler’den önce davranıp
Makedonya’da bir ıslahat hareketine girişmeyi gerekli kılan nedenlerden biri olarak
gösterilebilir. 3 Temmuz’da Resne’de, Kolağası Niyazi Bey ve yanında 200 kadar adamı,
gerekli silah, cephane ve parayı alarak dağa çıktılar. Makedonya’da başlayan isyan kısa sürede
3

ordu birlikleri arasında yayıldı. İttihat ve Terakki 23 Temmuz 1908 tarihinde Manastır’da
meşrutiyeti ilan etti. Bir olupbittiyle karşılaşan Padişah, isyancıların isteklerini kabul etmeye
karar verdi. 24 Temmuz 1908’de II.Abdülhamid, Meşrutiyeti yeniden ilân ederek Kanun-ı
Esasi’yi yürürlüğe koydu. Kanun-i Esasi’de değişiklikler yapılarak, padişahın yetkileri oldukça
sınırlandırıldı. Meclisi Açma kapama, tatil etme belli kurallara bağlanırken, yasaları veto etme
hakkı da iki ile sınırlandırıldı. Bundan sonra kabine, yaptığı icraatlarda padişaha değil, meclise
karşı sorumluydu.

31 MART OLAYI

Meşrutiyetin yeniden yürürlüğe girmesinin ardından Avusturya Macaristan, 1878’de


Berlin Konferansı’nda geçici olarak kendisine bırakılmış olan Bosna-Hersek vilâyetini
topraklarına kattığını ilan etti (5 Ekim 1908). Aynı gün Bulgaristan bağımsızlığını, Girit,
Yunanistan’a bağlandığını ilan etti. Bu gelişmeler üzerine, “Osmanlı Fes Boykotu olarak
bilinen olayla halk, kendi insiyatifiyle Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan mallarına karşı
boykot başlattı (1908 Boykotu). Bu boykotun yönlendirilmesinde İttihat-Terakki’nin payı
önemlidir. Osmanlılık fikri canlılığa kavuşurken, Milli İktisadı kurmak gerekliliği görüldü.
İlk zamanlarda iktidara geçmemekle birlikte İttihat ve Terakki merkezinin ve
kulüplerinin adeta gerçek iktidar sahibi gibi her işe karıştıkları, hükümetlerin ise gölge kabine
gibi kaldıkları görülüyordu. Meşrutiyetin yeniden ilanının ardından yapılan seçimlerde İttihat
ve Terakki Cemiyeti parlamentoda çoğunluğu sağladı. Ancak, seçilen mebusların cemiyetle
olan bağları oldukça zayıftı. Sadrazam Kâmil Paşa ile İttihat ve Terakki Cemiyeti arasında
iktidar mücadelesi yaşanmaya başladı. Bu mücadele başlangıçta basın aracılığıyla sürdürüldü
ancak kısa sürede siyasal bir bunalıma dönüştü. Padişah, hükümetle Cemiyet arasındaki bu
çekişmede tarafsız görünmeye çabaladı.
Kâmil Paşa kabinesi, mecliste yapılan bir oylama sonucunda düşürüldü. İttihat
Terakki’ye yakın olan Hilmi Paşa’nın Sadrazamlığında kurulan yeni kabine 17 Şubat 1909’da
Meclisten güvenoyu alarak göreve başladı.
24 Temmuz 1908’de, Meşrutiyet ilan edildiği zaman, önce bir şaşkınlık yaşatmış ancak
ertesi gün, gazetelerin kopardığı kıyametten sonra bu şaşkınlık ortadan kalkmıştı. Bu andan
itibaren insanlar müthiş bir gazete ve söz sağanağı altında kaldılar. Üstelik kağıda dökülen her
kelimeye şüphe duyulmaksızın inanılan bir ruh halinin hakim olduğu bir dönemde, basının tesiri
çok fazlaydı. Meşrutiyetin ilânından sonraki “serbestlik ortamı” içinde yüzlerce gazete
4

çıkarılmıştı. Hilmi Paşa kabinesi, Derviş Vahdeti’nin sahibi olduğu “Volkan” gazetesi başta
olmak üzere İttihat ve Terakki karşıtlarının şiddetli muhalefeti ile karşılaştı.
II.Meşrutiyet öncelikle mektepli zabitlerin bir hareketidir. Bu zabitler İttihat Terakki
sayesinde imtiyazlı bir mevki kazanmışlar, hürriyet kahramanı olarak görülmüşlerdir. Terfi ve
terakkilerinde de farklı muamele görmeleri ise huzursuzluğa sebep olmuştur. Aynı zamanda bir
de, alaylı subaylardan 1400 kadarının ordudan tasfiye edilmeleri girişimi, çoğunluğu İttihatçı
olan “mektepli subaylara” karşı, alaylı subayların harekete geçmesine yol açtı.
Meşrutiyetin ilanı sonrası girişilen işlerden biri de, medreselerin yeniden ele alınması
olmuştur. Medreseler askerlik çağına gelmiş delikanlıların mekanı haline gelmişti. Harbiye
nezareti bir imtihan cetveli düzenleyerek talebelerin, senelerdir yapılmamış olan, imtihanlarına
başlanılmasını talep etmekteydi. Medrese talebelerini rahatsız eden bu durum, Vahdetî ve
Volkan gibi gazeteler tarafından da eleştirilmekteydi.
6 Nisan’da İttihat ve Terakki Cemiyeti karşıtı olan Serbesti Gazetesinin başyazarı olan
Hasan Fehmi öldürüldü. 13 Nisan 1909 günü Avcı Taburları, üniversite (Darülfünûn)
öğrencilerinin de katılmasıyla meşrutiyete karşı bir ayaklanma başlattı. II. Meşrutiyet
döneminin ilk önemli siyasal buhranı, 31 Mart Vakası, 13 Nisan 1909’da (Rumi takvimle miladi
takvim arasındaki 13 günlük farktan ötürü, Rumi takvimdeki 31 Mart 1909 tarihine denk
geliyordu) bu olayla patlak verdi.
Hilmi Paşa hükümeti istifa etti, kabine değişti; mektepli subaylar ve İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin önde gelen isimleri ya saklandı veya İstanbul dışına kaçmak zorunda kaldılar.
Başkentte sükûnet sağlanamayınca hükümet çalışamaz hale geldi. Bunun üzerine Selânik’te
bulunan İttihatçı subaylardan yardım istendi. Mustafa Kemâl’in de kurmay yüzbaşı olarak
içerisinde bulunduğu Hareket Ordusu, İstanbul’a gelerek meşrutiyet karşıtlarının başlattığı
ayaklanmayı bastırdı. 31 Mart Ayaklanmasını, Meşrutiyetin ilanı sonrası yeni
uygulamalardan memnun olmayan grupların, İttihat Terakki muhaliflerinin de kışkırtmalarıyla
çıkarttıkları anlaşılmaktadır. Sonradan bu gibi kışkırtıcılardan birçoğu divan-ı harp tarafından
cezalandırılmıştır. Ayrıca yönetim biçimini değiştirmeye yönelik ilk isyan ve ilk irtica
hareketidir.
Sonuç olarak ayaklanmanın kim tarafından başlatıldığı resmen belirlenmemiştir.
Ayaklanmayı desteklediği düşünülen II. Abdülhamid tahttan indirilerek yerine V. Mehmet
Reşat tahta geçirildi. Fakat istikrarın yeniden sağlanması bir türlü mümkün olmadı. Kısa ömürlü
kabineler geldi. Sonunda İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin karşısındaki muhalefet, 1911 yılında,
muhalefet partilerinin birleşerek Hürriyet ve İtilâf Fırkasını kurmasıyla sonuçlandı.
5

OSMANLI DEVLETİ’NDE FİKİR AKIMLARI


Tanzimat ve Meşrutiyet devrinin hareketli ortamında, ülkenin kurtuluşu için ortaya
atılan reçeteler ve gelişen fikir hareketleri içinde Osmanlıcılık, Batıcılık, İslâmcılık ve
Türkçülük fikirleri “ana akımlar” olarak ön plana çıkmaktadır.
Osmanlı ıslahatlarının Tanzimat döneminde hız kazanmasıyla birlikte, batı fikirleri
Osmanlı aydınlarını önemli ölçüde etkiledi. Modernleşme, genel olarak dönemin fikir akımları
arasında kabul gören temel kavramlardan biri haline geldi. Fakat bu kavramın içeriği ve anlamı,
fikir akımlarına göre farklı farklı şekillerde kabul ediliyordu.
Osmanlıcılık
Osmanlı Devleti çok uluslu bir yapıya sahiptir. Osmanlı’da hakim anlayış “Millet
Sistemi”dir. Padişahın tebası bu millet sistemi içerisinde herhangi bir etnik ayrımdan ziyade,
“Müslüman” olanlar ve “gayri Müslim” olanlar olarak sınıflandırılıyordu. Oysa milliyetçilik
çağında bu yapının sürdürülmesi mümkün olmadı.
Bu akımın öncüleri Yeni Osmanlılar’ı kuranlardır. Tanzimat ve ıslahat dönemlerinde
gelişen Osmanlıcılık, hiçbir etnik ve siyasî ayrım gözetmeksizin bütün Osmanlı teb’asının
vatandaşlık bağıyla birbirine bağlanması ve devlet bütünlüğünün korumasını savunuyordu.
Önde gelen isimleri: Mithat Paşa, Ziya Paşa, Fazıl Mustafa Paşa, Namık Kemal’dir.
Bu fikir doğrultusunda çıkarılan yayınlar: Tasvir-i Efkar, Tercüman-ı Ahval ve Muhbir’dir.
Bu fikir, Fransız İhtilali ve sonrasında Napolyon ordularıyla Avrupa’ya yayılan kavramlar ve
milliyetçilik akımı ile etkisini yitirdi.
Batıcılık
Batıcılar, batı medeniyetini bir bütün olarak görmekte ve medeni olabilmek için bütün
bu değerlerin benimsenmesi gerektiğini savunmaktadırlar. İçtihad, İleri gibi gazete ve
mecmualar etrafında toplanmışlardır. Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Kılıçzade Hakkı
tanınmış temsilcileri olarak kabul edilebilir.
Türkçülük
Osmanlıcılığın ve İslamcılığın zayıfladığı dönemde etkisini arttırmış bir fikir akımıdır.
Önceleri dilde Türkçülük hareketiyle kültürel bir akım olarak çıkmış, sonradan siyasi bir akıma
dönüşmüştür. Temel kavramları vatan, dil ve kültürdür. Osmanlı Devleti’nin bünyesinde yer
alan ayrı dinden ve ayrı ırktan toplulukların bağımsızlık kazanmak için başkaldırmaları
6

Osmanlı Devleti’ni zayıflatmıştı. Bunu önlemenin ve devleti güçlendirmenin yolu olarak Türk
milletine yeni bir canlılık kazandırarak kendi benliğine dönüş yapmayı görüyorlardı.
Önde gelen aydınları; Ali Suavi, Mahmut Celalettin Paşa, Gaspıralı İsmail Bey, Ziya
Gökalp, Ağaoğlu Ahmet, Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali’dir. Türkçüler düşüncelerini daha
çok dil, kültür ve ekonomi üzerine yaptıkları çalışmalarda yoğunlaştırmıştır. Önde gelen
yayınları: Milli Tetebbular, Halk’a Doğru, Türk Yurdu ve İkdam Gazetesi’dir. Türkçülük
denildiğinde akla gelen en önemli isim Ziya Gökalp’tir. Türkçülüğün Esasları adlı eserinde,
Türkçülüğün esaslarını şöyle sıralamıştır; Türkleşmek, İslamlaşmak ve muasırlaşmak
(Batılılaşmak). Kültür ve uygarlık kavramları arasındaki farkın altını çizen Gökalp’e göre,
Batı’nın medeniyeti, yani bilim ve teknolojisi alınmalı ancak Türk Kültürü, kimliği
korunmalıydı.
İslâmcılık
Tüm dünya Müslümanlarını bir İslam birliği altında toplama düşüncesidir. İslâmcılara göre,
İslâmiyet gelip geçmiş devlet ve toplum düzenlerinin en gelişmişi, en iyisi ve en yararlısıdır.
Osmanlı Padişahı İslam dünyasının halifesi olduğuna göre, onun önderliğinde bütün İslâm
ülkeleri arasında bir birlik kurulabilirdi. Abdülhamid iktidarda bulunduğu süre zarfında
Osmanlı Devleti’nin siyasetini bu akımın gerekleri doğrultusunda yönlendirdi. Önde gelen
aydınları: Mehmet Akif Ersoy, Cemalettin Afgani ve Said Halim Paşa’dır. İslamcı aydınlar,
Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşat gibi dergiler etrafında toplanmışlardır.
İslamcılık hareketinin iki temel çizgisi bulunur: İhyacılık ve Selefiyecilik. İhyacılar,
dinin Hz. Muhammed’in hayatta olduğu dönemdeki haliyle yaşanması gerektiğini savunurken,
Selefiyeciler, dinin kuralları değişmemekle beraber Müslüman hayatının yeni şartlara göre
düzenlenebileceği görüşünü savunmaktadır.
Adem-i Merkeziyetçilik ya da Meslek-i İçtimai Cereyanı
Prens Sebahattin’e göre meşrutiyeti ilan etmekle sorunlar bitmiyordu. Devlet
yönetiminde temelli bir reform yapmak gerekiyordu. Prens Sabahattin’in esas temsilcisi olduğu
Adem-i merkeziyetçilik ya da Meslek-i İçtimai Cereyan, yerinden yönetimi (âdem-i
merkeziyetçiliği) ve ekonomide bireysel girişimi (teşebbüs-ü şahsi) savunuyordu. Bu görüşü
savunanlara göre; Osmanlı Devleti, çeşitli soy, dil ve dinlerden oluşan çok büyük bir ülkeye
sahipti. Devlet, her geçen gün bu ülkeye ve topluluklara sahip olmakta güçlük çekiyordu. Bu
durumun baş sebebi ise bireye ve bireyin eğitimine önem verilmemesiydi. Birey, devlet ve
toplum için değil, devlet, toplum ve birey için çalışmalıydı.
Osmanlı ülkesi bölgelere ayrılmalı ve bu bölgelere belli kurallar dahilinde özerklik
verilmeliydi. Bunun sağlanması için de büyük devletlerden destek alınabilirdi. Bu özerk
7

bölgeler Osmanlı Devleti’ne ve padişaha bağlı olmakla birlikte, sadece üretim, ekonomi,
sanayi, bayındırlık gibi konularda serbest olacaklardı. Böylece imparatorluk sınırları içinde
yaşayan bireyler zenginleşecek, onların zenginliği ile devlet de zenginleşip kalkınacaktı.
Bu akımın savunucuları, Ahrar (Hürler) Fırkası adı altında örgütlenmiş ve daha sonra
Hürriyet ve İtilafa katılmıştır.

KAYNAKÇA
Ahmad Feroz, İttihatçılıktan Kemalizme, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999.
İttihat ve Terakki (1908-1914), Kaynak Yayınları, 9. Basım, İstanbul, 2013.
Akşin Sina, “Jön Türkler”, Tanzimattan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, İletişim
yayınları, İstanbul, 1990.
___________, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi, İstanbul, 1987.
Aslan, Taner, “İttihad-ı Osmanî’den Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne”, Bilig,
Güz/2008, Sayı 47, s.79-120.
Birinci, Ali, “31 Mart Vak’ası’nın Bir Yorumu”, Türkler Ansiklopedisi, C.13,s.193-211.
Çetinkaya, Y. Doğan, 1908 Osmanlı Boykotu, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.
Hanioğlu, M. Şükrü, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti ve
Jön Türklük (1889-1902), c.1, İletişim Yayınları, İstanbul, 1989.

You might also like