Professional Documents
Culture Documents
Rauf Orbay - Hatıraları Ve Söylemedikleri - Haz-F.Kandemir - Yakın T.Yay-1965
Rauf Orbay - Hatıraları Ve Söylemedikleri - Haz-F.Kandemir - Yakın T.Yay-1965
SÖYLEYEMEDİKLERİ İLE
RAUF ORBHY
İ f F. Kandemir
YAKIN TARİHİMİZ YAYINLARI 4
FERİDUN KANDEM İR
RAUF ORBAY
£*«
T ) urum işte budur: Y ıllarca kendisi ile b irlikte çalışa-
^ rak, h e r halini yakından görm üş ve bilm iş olanlardan,
D evlet R adyosunun başında b u lu n an la ra k ad ar herkes
«Türkiye C um huriyetinin b ir büyük adam ı olarak» tarih e ge
çeceği m uhakkak olan R auf O rbay’ı, ya çeşitli sebeplerle u n u t
m uş görünm ekte veya b ü tü n vasıflariyle tanım am aktadırlar.
Şu halde, h ak ikaten unutm uş veya unutm uş görünm ekte
olanlara; onun bu m em leketin n ad ir yetiştirdiği h e r bakım dan
büyük b ir insan olarak katiyen unutulam ıyacağını, ve tanım ı-
yanlara; bu m em leketin k u rtu lu ş tarih in i iyice bilip kavram ak
için, bu tarih in baş m im arı eşsiz Ö nder’in, kendi ifadesiyle en
yakın yardım cısı olan büyük vatanseveri b ü tü n cepheleri ile,
h er hali ile tan ıtm ak gerektiğini düşünerek, biz, R auf beyin
son zam anlarına k a d a r yakınında bulunm ak m azhariyetine e r
miş bir insan sıfatiyle, gücüm üzün yettiği kadar bu ödevi ba
şarm ağa çalışacağız.
B aştan aşağı ve aralıksız, m em leket uğrunda hizm etlerle
geçmiş bir uzun ve şerefli hayatı, nihayet ikiyüz sahifelik bir
kitabın sınırı içine sığdırm ak im kânı olm adığını elb ette bili
yoruz.
R auf beyin, yalnız genç yaşında hayatına m al olacak dere
ceyi bulm uş olan S ultan H am it istibdadına karşı m ücadelesi
T rablusgarb ve B alkan ve Birinci D ünya Savaşları esnasındaki
denizcilik faaliyetleri ve 'n ihayet «Hamidiye» ile akın ları ve
İkinci D ünya Savaşı günlerindeki L ondra B üyükelçiliği bile,
ayrı ayrı ciltler dolduracak kadar birbirinden önem li o lay la n
ihtiva etm ektedir.
Biz, bu kitabım ızda, yerim izin sınırlılığını hesaba k a ta rak ,
daha ziyade «Millî M ücadele, İstiklâl Savaşı ve T ürkiye Cum
huriyetindeki R auf beyi» tanıtm ağa çalışacağız.
Esasen, daha öncesinden bahsetm ek yetkisini kendim izde
bulm uyoruz.
G örüleceği gibi, Rauf beyle b ü tü n görüşm elerim izde, bütün
hasbihallerim izde, b ü tü n dertleşm elerim izde daim a M illî M ü
cadeleye giriş ve zafere ulaşışdan başlayıp, sonralarına kadarki
bitm ez tükenm ez olaylarla dolu günler içinde kalm ışızdır ki,
zaten bu konuların derinliğine dalındıkta, a rtık başka tara fla rı
kurcalayıp kaale alm ağa vakit bulunm azdı.
Bu sebeple ileride yayınlanm ak üzere bana a n la ttık la rı ve
yayınlanm ış olan hatıralarile, zam an zam an alm ış olduğum
n otlardan fay d alan arak m eydana getirdiğim bu eserin, bilhassa
T ürkiyenin k u rtarılm asında A ta tü rk ’ün en yakın yardım cısı
o la n büyük vatansever R auf O rbay’ı, gelecek kuşaklara örnek
olacak bütün özellikleri ve cephelerde tanıtm ağa yetecek n ite
likte olacağını zannediyorum .
Zannım da aldanm adığım ı görürsem , her m illetin kolay ko
lay yetiştirem iyeceği ve varlığiyle öğünebileceği ayarda te rte
miz, asil, büyük ve kahram an bir T ü rk vatanseverini, y u rtta ş
larım la karşı karşıya getirebilm iş olduğum kadar, o b ü y ü k va
tanseverin ru h u n u şâd. edebilm iş olduğum için de U lu T a n rı’ya
şü k ü rle r ederek duyacağım hazzın hududu yoktur.
KANDEMİR
N e fs in i fe r a g a tle v a k fe ttiğ i y u rd u ve m ille ti u ğ r u n a , sa rsılm a *
b ir a z m ü iy m a n v e y o ru lm a k b ilm e z bir a şk ü şev k le ç a lışa r a k d a i
m a te m a y ü z ed e ed e k a h r a m a n lık m e r te b e sin e y ü k se le n , b ü tü n bir
ö m ü r b o y u n ca d a k a ra k ter sa h ib i, te rte m iz , d ü rü st, m e r t, fa z ile tli
bir in s a n ö r n e ğ i k a lm a sın ı b ilen b iiy ü k v a ta n s e v e r
R a u f O rbay - 1960 ta lu resm i.
H ân İÜ M İ^'İK , ca p A T YAHLIÛI
J/'i
Ç ucukhnnısm lalmleri ve Dagum Yıllan
f /* «
Okhij^urua Cemiyetler ve K uiöpkr
// > &L&LAy
v4tr u m' ’
f v*A>« jt/St . ^;u<#
,-j* >.. /?0
4i>
:j- . . . ,^ /l.v
► «(İ4 -jçijP'- ■*.,%,¿. •' ; ' ' " . V"
A" <-<<i /• —•^«■*.«5..i1• -/pr^.Ju: 2in fi-.il. ¿iJu.u'J
;y—«*SÂ■■v( u^*y*S
J-*1- Şu. C. ?. *jiüu.u. >V
K^'a^UnttjU}
H a tıra la rın yazılm ağa başlandığı 1960 y ılın d a m u ta d ı üzere kışı ge
çirm eğe A vrupa’ya giden R a u f Bey’in, Nice’d en gönderdiği elyazısı
ilk m ektubu :
Azizim. K an d em ir Bey,
Nasılsınız? İn şa lla h ailece afiyet, şa h se n de selâm ettesiniz. Biz
kardeşim le İs ta n b u l’d a n Pireye k a d a r iyi, Pireye y aklaşırken fırtı
n alı h a v a ile yol aldık. F a k a t P ire ’den so n ra bu m evsim de üm id edil-
m iyecek k a d a r iyi h a v a ve çok sa k in deniz üzerinde â d e ta kaydık.
G em i za b ita n ı çok işini bilir a rk a d a ş la r idi. H er gece sin e m a lar
ve d a n sla r te rtip ederek y o lculara hoş v ak it geçirttiler. Aşçıbaşı d a
işinin çok ehli idi, çok leziz yem eklerle h erk esi m em n u n etti. Çok if
tih a r ettim .
M arsilyad an tren le, adresi y u k a rıd a h e r sene kışladığım ız H otele
geldik, güler yüzle k arşılan d ık . S ıh h atim iz iyidir.
K ardeşim size selâm eder, h em şiren izin gözlerinden öper. Ben
de hem şirenize selâm eder, sizingözlerinizden öper, hav ad isler ve
afiy et haberlerin izi getirecek m ek tu b u n u zu beklerim »
H. R a u f O rbay
K endi de fotoğraf çekm eyi sevdiği halde, bir gazete fotoğ
rafçısı karşısında poz verm eyi, «kendini âlem e gösterm ek iste
yiş» telâkki ederek, asla kab u l etm ezdi.
Sonra anlatacağı hâdiselerin, bazı yanlış tefsirlere, suite-
fehh üm lere uğratılarak , hiç de istem ediği polem iklere yol aç
m ası ihtim alini d ü şü n ü r ve m illî m ücadeleye nasılsa katılm ış
ve etek öpe öpe, tü rlü o y u n lar ve yalancı peh liv an lık larla k ah
ram an kesilm iş b ir takım k ü ltü rsü z, seviyesiz v e m ütecaviz
m ahlûkların, zaten b ahâne a ra d ık la rın ı h e r vesile ile h a tırla ta
rak : «Allah esirgesin, insan b u n lara nasıl m u h atap olur?»
derdi.
Ve nihayet, zanederim , zam an zam an hakkında yazılm ış
ve söylenm iş bazı şeyleri, h a tıra la rın ı y azarak düzeltm enin, yi
ne b ir nevi «kendini m eth» gibi b ir h a re k e t olacağı gibi, her
şeye rağm en sevdiği ve saydığı bazı kim selerle çatışm a haline
getirebileceğini d ü şü n ü rd ü ki, b ir gün A ta tü rk ’ü n B üyük Nut-
ku’ndan bahsedilirken:
«— İşte bak, A ta tü rk te h a tırala rın ı yazm am ıştır. B üyük
N utkunun adından da anlaşılacağı .veçhile, sadece b ir siyasî
n u tu k ta n ibaret olduğunu, bizzat kendisi de söylem iştir. Bana
bunu geçenlerde P rofesör  fet H anım efendiden itişen ler söy
lediler.»
Dem iş ve ilâve etm işti:
«Ah keşke öm rü vefa etseydi de, h a tıra la rın ı da yazabil-
seydi...»
B urada, b ir zam anlar R auf B eyin y ak ın ların d a bulunm uş
•la n em ekli Deniz A lbaylarından Y avuz Senem oğlu’n u n son
günlerde yayınladığı h a tıra la rd a n şu sa tırla rı alıyorum :
«Kendisine, bizim öğrenip tanıdığım ız R auf Bey ile, bir
çok eski yazı ve konuşm alarda ifade edilen R auf Bey arasında
büyük fa rk la r olduğunu söyledim. İşitm em ezliğe geldi. M ev
zuu tam am en değiştirdi. F a k a t h e r fırsa tta bu m erakım ı tek
rarladım . N ihayet b ir gün:
«— B üyük adam ların siyasî konuşm alarında ve yazılarında
kendileri yoktur. Siyasî an layışlarının m üdafaası v ard ır. Belki
o günkü siyasî hava öyle icap ettirm iştir» dem ekle yetindi...
İşte R auf Bey bu düşüncelerle uzun b ir te re d d ü t devresi
geçirdikten sonra, h a tıra la rın ın yazılıp yayınlanm ası k a ra rım
verm iş ve böylece yakın tarihim izin b ir çok k a ra n lık ta kalm a
ya m ahkûm önem li olaylarını aydınlatm ak suretiyle, m em le
ketine yaptığı son hizm etin de verdiği h u zu r içinde h a y a ta göz
lerini yum m uştu.
M u z a ffer B a şk u m a n d a n G azi M u sta fa K e m â l P a sa bü yü k z a fe r d e n
so nra B a şv e k il R a u f B e y ’e su n d u ğ u r e sm in in ü stü n e su cü m ley i ya
m iT a L k S t ' ” 1" . ' 1* * * " > • * » . T ü r k ly e ji k u rla r!
m a k ta h a k ,k , m u m ve m ü z a h ir im k a rd eşim R a u f’a»
VATANI KURTARMA YOLUNDA..
R auf Bey, M illî M ücadele uğrunda hiç bir hizm etten, hiç
bir fed ak ârlık tan kaçınm am ış ve gerektiğinde hayatını
fedaya k ad ar gitm ekte tere d d ü t etm ediğini de h er vesi
le ile gösterm işti. Y ine M illî M ücadelenin başlangıç sa fh a sın
da, O sm anlı M ebusan M eclisinin eskiden olduğu gibi İstanbul-
da mı, yoksa yeni vaziyete göre A nadoluda b ir y erd e m i to p
lanm ası gerektiği m eselesi bahis konusu olup ta, Sivas’ta M us
tafa K em al P aşanın başkanlığında, b ü tü n yetk ili kum andanlar
ve sair kim selerle toplanıldığı gün, uzun uzadıya tartışm a la r
dan sonra v erilen (îstanbulda toplanm ası) k a ra rın a b ir göz
gezdirm ek, R auf B eyin bu işte de üzerine aldığı «Anadoluda
M illî M eclisin ve dolayısiyle M illî H üküm etin k u rulm asını te
m in için, ingilizleri îstan b u ld a toplanacak m eclisi basm ağa
tah rik için gerekirse nefsini feda etmek.» vazifesinin, yine bir
büyük «fedakârlık» ve h a ttâ K âzım K arab ek ir P aşanın ifade
siyle «Millî kahram anlık» dan başka birşey olm adığı aşikârdır.
R auf B eyin bu vazifeyi de, h a ttâ M ustafa K em al Paşanın
bazı m ülâhazalarla arzusu hilâfına, «söz verdim . B ir nam us
borcum dur» diye yerin e getirm iş olduğu ileride görülecektir.
Bu su retle y e r y e r seçim ler y apılırken M ustafa K em al P a
şa E rzurum dan, R auf Bey de Sivas’tan m illet vekili olm uşlar,
fakat ara ların d a v erd ik leri k a ra r gereğince, M ustafa K em al
Paşa H eyet-i T em silivenin başından ayrılm ıyacak, meclise
onun tem silcisi olarak, R auf Bey gidecekti.
F a k a t h e r şeyden evvel, y u rd u n d ö rt b ir tara fın d a n seçi
len ve çoğu b irb irin i tanım ayan m illet vekilleriyle, m eclise git
meden önce tem as ederek, k endilerini olup bitenler, ve yapıl
m ak isten enler hakkm da lâyıkiyle ay dınlatm ak su retiyle m illi
m ücadele fik ri etrafında, toplam ak icap ediyordu. Doğu bölge
si m illet v ekilleriyle bu hususta tem ası K âzım K arab ek ir Paşa
ile S e lâh a ttin Bey yapacaklarına göre, H eyet-i T em siliyenin de
batıdakilerle giirüşüp anlaşm ak m aksadiyle, A nkaraya gitm e
si u y g u n görüldü. Ve böylece M ustafa K em al Paşa ile R auf
Bey de b irlik te ilk A nkara yolculuklarını y a p tıla r ve orada Ali
Fuat Paşa ile buluştular. Ç eşitli v asıtalarla ark a arkaya A nka-
caya gelen yeni m illet vekilleriyle y ap tık ları toplantılarda,
m em leketin içine düştüğü fecî vziyeti uzun uzadıya k endileri
ne izah ederek, buna göre bilhassa m ecliste önem le üzerinde
d u ru p tah akkuk ettirm ele ri gereken vazifenin evvelâ; (İstan-
bulda toplanm ak za ru re tin e karşı, bu şehirde, dışm da ve bü
tün vatanda alınm ası lâzım gelen ted b ir ve tertip leri alm ak ve
ayni zam anda v a ta n ın tam am iyetini ve m illetin istiklâlini k u r
tarm ak ta n ib are t olan gayeyi korum ak ve savunm ak için tam
b irlik halinde ve azim li, irad eli b ir grup vücuda getirm ek) uğ
runda çalışm ak olduğunu anlattılar.
N ihayet, 12 ocak 1920 günü m eclis İstanbulda âdet olan tö
renle açıldı. R auf Bey de A nkaradan H eyet-i Tem siliyenin, y a
ni M illî M ücadelenin bir tem silcisi olarak, H üsrev Bey (G ere
de) gibi bazı ark ad aşlariy le îstan b u la g itti ve m eclise katıldı.
İstanbulda, b ü tü n gözler ona çevrilm işti. Padişah da, Bab-ı âlî
de, îng ilizler de, herkes onu M ustafa K em al’in vekili bilerek,
o gözle bakıp, h er davranışını, h e r sözünü dikkat ve önem le ta
kip ediyorlardı.
M ecliste çalışm alar norm al şekilde başlayıp yavaş yavaş,
güçlükleri yene yene, A nkarada uygulanan şekli alm ağa doğru
gelişti. B u konuda R auf Bey d er ki:
«Biz ilk iş olarak, ku v ay i m illiyeci ark ad aşlard an seksen
k a d a tiy le esasen A nkarada iken konuşup k ararlaştırm ış ol
duğum uz - (Felâh-ı V atan) g rubunu kurduk. B ü tü n m ebusla
rın sayısı yüz k ırk olduğundan, grubum uz m evcudun yüzde
altm ışını teşkil ediyordu. Meclis çok m üşkül ş a rtla r altın d a ça
lışıyordu. M ebuslardan b ir kısm ının, henüz d u ru m u lâyıkiyle
kavram am ış ve bilhassa H ü rriy e t ve İtilâ f F ırkası ile, onu k u v
vetle desteklem ekte devam eden P adişahın te siri altın d a kal
mış o lm alarından dolayı, sık sık anlaşm azlıklar oluyor ve h er
konuda tam b ir birliğe varm ak kolay olm uyordu. B en b ir ta
ra fta n m eclis dışındaki, henüz m illî hareketim izin m ânasını
kavrayam am ış olanlarla da uğraşm ak zorunda kalıyordum .
Ra u f o r b a y
T ıpkı P adişah ve etrafın d ak iler gibi, nedense bir tü rlü içinde
bulunduğum uz d u ru m u n fecaatini lâyıkiyle anlayam adıkları
için, ancak düşm anların m erham etine sığınm akla k u rtu lu n a -
bileceğini sanm ak gafletine düşm üş m eselâ P re n s S ab ahattin
Bey ve saire gibi niceleri v ard ı ki, ben İstanbuldaki vaziyetim
icabı tem as ettiğim bu gibileri de elden geldiği k ad ar u y a rm a
ğa çalışıyordum . Meclis, İstan b u l H üküm etinin ingilizlere âlet
olarak h a re k â tta bulunm am ası ve onların elinde oyuncak hale
gelm em esi için azam î dikkatle ve titizlikle çalışarak m ürakabe
vazifesini de y aparken en esaslı işlerim izden biri olan (M isak-ı
M illî) davasını da ihm al etm em iştik.
28 ocak günü gizli toplantıda kabul ve imza edildikten son
ra 17 şu b attak i açık o turum da te k ra r reye konup alkışlarla k a
b u l edilen (M isak-ı M illî) m illî m ücadelenin (gayesi) olarak
elde tu tu lu p , böylece tarih e devredilm iştir.
M isak-ı M illî’nin kabul ve ilân edilişinin ertesi günü S ad
razam A li Riza Paşa, D ahiliye ve B ahriye N a z ırla n ile bizim
F elâh-ı V atan g u ru b u toplantım ıza geldiler, konuştuk. S ad ra
zam ayrıca benim le hasbıhalinde, bilhassa: K uvayi M illîye’nin
ikinci b ir h ü k ü m et şeklinde görünm em esi ve h ü k ü m et işlerine
k anşm am ası ve son defa M araş tara fla rın d a görülen m illî h a
rek e tin daha ilerilere uzatılm ıyarak, du rd u ru lm ası ile intizam
ve asayişin tem ini lüzum unun siyaseten pek faydalı olacağını
söyledi.
Ben de kendisine; K uvayi M illîye’nin d u ru m u ve h ü k ü
m etten ve bilhassa D ahiliye N ezaretinden beklenilen harek et
tarz ı hakkında tafsilât verdim . F a k a t yazık ki, Sadrazam d u ru
m u lâyıkı ile kavrayabilecek k ab iliyette olm adığı gibi, D a h ili
ye N azırı da ru h e n M illî teşkilât ile b erab er olduğu ve bu u-
ğurda çalışacağını, fak a t icra serbestliğine m üdahale olunm a
m asını söylem ekle beıaber, hiç de böyle yapacağa benzem ediği
ve h e r hangi b ir k u d rete de sahip olm adığı görülm üştü. İstan
bul; P adişah’ı, hük ü m eti ve b ü tü n resm î kadrosu ile, işte böy
le idi. B unlarla bir iş görülem iyeceği de m eydanda idi. Esasen
bizim de b u n lard an beklediğim iz fazla b ir şey yoktu.»
O’NUN GÖNÜLALICILIĞI
F: 6
nizle de h a rp halinde değiliz.» dedi. A ncak bilm em n e gibi dü
şüncelerle, benim le tem astan çekinerek, alelacele S elânik’ten
çağırm ış olduğu başkonsolos S ir L oinbi’yi bana göndermiş, bu
zat da, y an gından evvel k ararg âh ım olan birinci kordondaki
N aim P alas otelinde İzm ir valisi M ustafa A bdülhalik beyle gö
rü şü rk e n , baktım , selâm sız sabahsız odaya girerek, karşım a çı
kıverdi. K endisine, ne söyleyecekse, vali beye söylem esini, ba
n a m u h ata p olam ıyacağını ih ta r ettim . F akat, dinlem ek iste
m edi, benim le konuşm akta ısra r etti-
— P eki, söyleyiniz dedim .
İlk s ö z ü :
— Siz, İngiliz h ü k ü m eti ile h a rp halinde m isiniz? oldu.
C evap v erdim :
— Yunan ordusunu, Anadoluya çıkartan sîzsiniz. Bu ordu
ları yenerek, topraklarımızdan denize döken ve vatanı kurta
ran ise biziz. Durum böyle olunca karar vermek bize değil, si
ze düşer.»
B u cevabım ı alan S ir L oinbi cenapları, hiç sesini çıkarm a
d an yanım dan ay rılarak , geldiği gem iye, A m iralin y an m a dön
dü. Ve orada, benim sözlerim i te rs anlatıp, ingilizlere h a rp ilân
ettiğim izi söyleyerek am irali aleyhim ize ta h rik etm iş, am iral
d e fena halde telâşa düşm üş ve bu telâşla b an a b ir m ektup ya
z a ra k soruyor:
«Birinci ordu kum andanınız N u re ttin P aşa ile görüştüğüm
zam an, bu m evzuda b ir söz geçm ediği halde, konsolosum uzla
görüşm enizde kendisine h a rb e d a ir bazı sözler söylem işsiniz.
H akikî fikrinizi öğrenirsem , d erh al hüküm etim e bildiririm .»
diyordu.
Ben de kendisine «Birinci ordu kumandanımızla yaptıkları
konuşmaya iştirâk ettiğim i, yani harp halinde bulunmadığımı
zı ve fakat henüz siyasî münasebetlerin de başlamamış oldu
ğunu, başlamasını arzu ettiğimiz» cevabını verdim .
Bu cevabım , İngiliz am iralini sevindirm iş olm alı ki, götü
re n zabitim ize: «Bunu hususî b ir cevap telâk k i etm iyorum - B u
sebeple ilgili devletlere de yazıp, alacağım cevabı başkum anda
nınıza bildireceğim .» demişti.
İngiliz A m irali ile olan tem asım ızdan sonra, İstanbulda
fransız fevkalâde kom iseri b u lu n an general Pelle, benim le gö
rüşm ek üzere bir h a rp gem isi ile 18 eylülde b u ray a geldi, gö
rü ştü k : «K endilerince tarafsızlığı kabul edilen B oğazlar bölge
sine kad ar askerî h a re k â tın devam ettirilm em esini» istiyordu.
K ısaca şu cevabı verdim :
«Bahsettiğiniz tarafsız bölgeden, ne B üyük M illet M eclisi
nin, ne de benim haberim olm am ıştır. A skerî hareketlerim izin
hedefi, yendiğim iz düşm an o rdusunu serî bir su re tte takip ede
bilm ektir.»
G eneral Pelle, konuşm am ız sırasında şahsî dostum fransız
diplom atı F ranclın Bouillon’dan da b ir telg raf aldığını, benim
le görüşm ek istediğini söyledi. Ben de b u ray a geldiği taktirde,
b u n u n m üm kün olabileceği cevabını verdim . F ran sızlarla da
işte bu durum dayız. Ingilizler gibi fran sızlar da telâş içindedir
ler. F a k a t ingilizlerin telâşı daha b ü y ü k tü r. Sebebi de şudur:
ordularım ız, sü v ari öncüleri O sm an Z eki bey sevk v e idaresin
de Ç anakkaleye yaklaşm ışlardır. O rada İngilizlerle b e ra b e r bu
lu n an fransız ve İtalyan k ıta la rı b u vaziyet karşısında Ç anak-
k len in doğu tara fın ı b ıra k a ra k b a tı kıyısından G eliboluya çe
kilm işler, İngiliz k ıta la rı da yalnız kalm ışlardı. Süvarilerim iz,
ingilizleri h er taraftan , m ahirane b ir su re tte çevirm işlerdir.
B unun neticesi olarak İngilizler çekile çekile Ç anakkale şehri
n in önünde te l m anialı tah k im ata girm işler ve b u rad a m ukave
m et etm ek istem işlerdi. B u hadise tab iatiy le L ondra”yı b ir
h ay li telâşa düşürm üştür.»
N ihayet F ran clın Bouillon İzm ire geliyor. F ran sa başvekili
P o in care’nin de b ir m ek tubunu getiriyor. A yni zam anda İngil
te re ve İtalya h ü k ü m etleri nam m a da geldiğini bildiriyor. Bu
su re tle İtilâf D evletleri ilk defa T ü rk iy e B üyük M illet M eclisi
H ük üm eti ile b ir m üzakere m asası başına oturuyorlar.
R auf bey ve Y usaf K em al beyler de M ustafa K em al Paşa
ile b irliktedirler.
F ran clın Bouillon ile m üzakereler devam ederken, İtilâf
h ü k ü m etlerin in 23 eylül ta rih li ilk notası da İzm ire geliyor. Bu
notada, üç m ü ttefik hüküm et yani İngiltere, F ran sa ve İtalya,
V enedik veya başka bir yere, fazla gecikm eden, T ürkiyenin bir
tem silci gönderm esini T ürkiye B üyük M illet M eclisinden rica
ediyorlar. T ürkiye tem silcileri ile berab er İngiltere, F ransa, İ-
talya, japonya, Rom anya, Y ugoslavya ve Y unanistan’ın y etkili
tem silcilerinin de katılacağı bu konferansta, T ürkiye Y unanis
ta n ve diğer devletler arasında m üzakereler yapılacak ve k a t’î
sulh im zalanacaktır. A yni zam anda T ürkiyenin (E dirne de da
hil, M eriç n eh rin e k a d a r Doğu T rakyayı geri alm ak arzusunu)
bazı şa rtla rın yerine getirilm esi halinde, üç m ü ttefik hüküm e
tin m em nuniyetle nazar-ı itibara alacağı beyan olunuyordu.
B u şa rtla r şunlardı :
1 — Boğazların iki tarafına, m ü ttefiklerin m üştereken tes
b it ve tah d it ettik le ri tarafsız bölgelere tü rk le r asker gönder-
m iyeceklerdir.
2 — A kvam C em iyeti nezareti altında, Ç anakkale ve K a
radeniz B oğazlarının serbestliği ve a y n i zam anda T ürkiyedeki
azın lık ların him ayesi tem in edilecekti. M üttefik hüküm etlerin,
T ü rkiyenin Cem iyet-i A kvam ’a girm esi için çalışacakları ye
sulh anlaşm ası y ü rü rlü ğ e g ire r girm ez m ü ttefik ask erlerin İs-
tan b u lu boşaltacakları kaydı da vardı.
A yrıca sulh konferansım n açılm asından önce m ü ttefik ge
n e ra lle rin in T ü rk — Y unan askerî otoriteleri ile m u tab ık kal
m ak şartiy le ta y in edecekleri bir h a tta k ad ar Y unan k u v vetle
rin in çekilm esi hususunda m ü ttefik h ü k ü m etlerin b ü tü n n ü
fu zların ı k u llanacakları tem in ediliyordu.
K o nferanstan evvel de, konferans esnasında da tarafsız böl
geye, A n k ara H üküm etinin asker gönderm em esi ve boğazlar
dan asker geçirm em esi de isteniyordu. Bahis konusu olan h a t
tın d erh al tây in edilm esi için de, M ustafa K em al P aşa ile m ü t
tefik G eneralleri arasında M udanyada veya İzm itte b ir toplan
tı yapılm ası tek lif ediliyordu.
B aşkum andan M ustafa K em al P aşa ile b irlik te toplanan
H üküm et B aşkanı R auf beyle H ariciye V ekili Y usuf K em al
beyler, uzun uzadıya m üzakerelerden sonra v a rd ık la rı k a ra r
gereğince b ü tü n b u n lara cevap olarak, m ü ttefik devlet
ler n azırların ın toplantısına başkanlık eden F ransız
B aşvekili P oincare’ye h itab en yazdıkları notada: «Mösyö
F ran clın B ouillon vasıtasiyle verilen izahat ve tem in atla sul-
h ü n k urulm ası için m üzakerelerin derhal başlayacağı hakkın-
daki işara inanıldığı ve bu inancın b ir neticesi o larak m ağlûp
Y unan o rd u ların ın takibi m aksadiyle Ç anakkale v e İstan b u l is
tikam etinde m ütem adiyen gelişen askerî h a re k â tın d u rd u ru l
m ası için gerekenlere em irler verildiği» b ild irild ik ten sonra:
«bir gün fazla dahi olsa, Yunan askeri idaresinin Trakyada kal
ması, her nevi tehlikeli hareketlere sehep olmakla kalmayacak,
orada bulunan Türk halkını da daha fazla azap ve işkenceye
maruz bırakacaktır. Bu sebeple, Doğu Trakya, Edim e de dahil
olduğu halde, Meriç nehrinin batısına kadar olan kısm ı derhal
boşaltılarak Türkiye Büyük M illet M eclisi Hükümetine teslim
edilmelidir.» deniliyor v e ayrıca, acele m eselelerin h a l v e tes-
biti için 3 ekim de M udanyada g en eraller konferansının kabul
edildiği ve bu konferansta T ürkiyeyi G arp Cephesi K um anda
nı ism et P aşan ın tem sil edeceği de ilâve ediliyordu.
Izm irde a rtık yapılacak önem li b ir iş kalm adığından, M us
tafa K em al Paşa, R auf bey ve Y usuf K em al bey lerle birlikte,
A nkaraya dönüyorlardı.
A ğustos iptid aların d an A nkaradan, bir gece yarısı, hiç kim
seye görünm em eğe son derece d ik k at ederek sessiz sedasız, en
yakın arkadaşı R auf beyle, ayni endişe ve heyecanlar içinde :
«Cephe gerisi sana emanet» diye a y rılan M ustafa K em al P aşa
şim di, k ırk gün sonra, h e r işin «Mis» gibi bitm iş olduğunu b ir
birlerine m üjdeleye m üjdeleye, h a y a tla rın ın en m u tlu günle
rin i yaşayarak, İzm ire veda ed erlerk en R auf bey, bu m u tlu lu k
havası içinde, hâlâ A ııkarada u n u tu lm u ş kalm ış olduğu köşesin
de, sanki bu büyük zaferi hazırlay an M illî M ücadele boyunca
hiç b ir iş görm em iş, hiç b ir fed ak ârlık ta bulunm am ış gibi m en-
kûp yaşayan m üşterek ark ad aşları R afet P aşayı düşünüyor ve
gözlerinin içine bakarak, M ustafa K em al P aşaya :
— Y un an lılara boşalttıracağım ız T rakya to p rak ların ı h ü
küm etim iz nam ına teslim alm ağa R efet’i m em ur etsek., ne d er
siniz? diyordu.
M ustafa K em al Paşa, a y la rd ır dargın o lduklarından dolayı,
büyük taa rru z d a da hiç bir su retle vazifelendirilm iyerek, ne o-
lu rsa olsun hizm etleri ve y a ra rlık la rın a karşı vefasızlık göste
rilm iş gibi olan R efet P aşanın adını duyar duym az :
— Evet, diyor, iyi düşündün Rauf, en m ünasibi o... B u ve
sile ile, kendisiyle de görüşm üş oluruz... İsabet ettin. İy i oldu.»
B unu söylerken R auf beyin bakışlarında beliren sevinci
gören M ustafa K em al P aşa da, m em nundu.
Bu konuda R auf bey der k i :
«Bu vazifeye tayinine delalette ne kadar isabet ettiğim, ken
disinin mütareke hükümlerine uygun olarak Trakyayı teslim
almak üzere, daha Istanbula ayak bastığı günkü davranışıyle
tahakkak etti. Refet Paşa, Istanbula sadece Trakyaya geçmek
üzere, bir yolcu gibi uğramıştı. Fakat Istanbula vardığı gün,
Millî hükümetin ilk m ümessili tanınarak karşılaştığı muazzam
tezahürattan o kadar ehliyetle istifade etm esini bilerek, hareket
etti ki, bizim Mustafa Kemal Paşa ile (İstanbul m eselesi) diye
üstünde zihin yorduğumuz çetin davayı hemen o anda hal ile
bu güzel şehrimizi —içinde hâlâ yerleşmiş duran Ingiliz, Fran
sız ve İtalyan işgal kuvvetleriyle Bab-ı Â li ve Padişaha rağ
men— Büyük M illet Meclisi HHühûmetinin bir vilayeti halin
de ana vatana bağlamağa muvaffak oldu».
zm irden A nkaray a dönüyorlar. T rende B aşvekil R auf
I bey, H ariciye vekili Y usuf K em al bey, o sırada A vrupa-
dan yeni dönm üş olan A li F e th i bey ve diğer bazı zevat da var-
U ğ rad ık ları h e r istasyonda halk ın içten gelen coşkun tez a h ü ra -
tiy le karşılaşıyorlar. H enüz kurtarılm ış, fak a t yanm ış yıkılm ış,
halkı darm adağan olm uş bu köyler ve kasab alard a v a k it geçir
m eden, sü ratle idare m akanizm asm ı k u rm ak m eselesi, hepsinin
zihini yoruyor.
C ihanı h a y re tte bırakan m uazzam zaferle m uradına erm iş
olm akla beraber, M illî h ü k ü m etin b ü tü n idare kadrosu o k a d a r
zayıf ve kifayetsiz ki, bir îzm ire, bir B ursaya bile d u ru m u n ge
rek tird iğ i vasıfları haiz vali bulm akta güçlük çekiliyor. H albu
ki yüzlerce kaym akam ve bucak m ü d ü rü gibi idare m em u rla
rına ihtiyaç, hem de şiddetle ve derh al ihtiyaç var.
Meselâ, filan vilay et için falan bey üzerinde d u ru y o rlar, fa
k a t bu zat acaba nerededir? Ve acaba bu günkü şa rtla r içinde,
bu günkü şa rtla rın gerektirdiği dinam ikliği, dirayeti, cesareti
göstererek iş görebilirm i? ve acaba?...
İşte bu konu üzerinde konuşulur, tartışılırk en , U şakla Es
kişehir arasında, bir ara M ustafa K em al Paşa R auf beye :
— Sen artık başının çaresine bak, diyor, Ankarada bula
mazsan, Istanbuldan ara, ne yaparsan, yap... Benim işim, zafer
le tamam olmuştur. Şimdi bir sulh kaldı, o da yapılır yapılmaz,,
bir köye çekilip, bir kooperatif kurarak, çiftçiliğe başlıyaca-
ğım.»
R auf bey şaşırıyor. M ustafa K em al devam ediyor:
— Fakat, istersen Rauf, sen de gel... Siyaseti bırakalım...
Bir numune köyü... Tarlalar, bağlar, bahçeler, fidanlıklar, ko
yun sürüleri... Cins atlar, makina ile ziraat... Ben Sofyada ate-
şemiliter iken, Bulgar köylerini ve kooperatifçiliğini tetkik ede
rek, daha o zaman bu işe hazırlanmıştım. Örnek köy, mükem
m el şey. İkişer bin lira koydukmu, tamam... ha nasıl?
Y usuf K em al beye dönüyor :
— Siz de, Fevzi Paşanm etrafında toplanın... Kâzım ve
Asım Paşalar gibi kıym etli kumandanlardan da istifade edebi
lirsiniz. O rduyu em niyetle ellerin e verebileceğim iz genç k u
m an d an lar da var.
R auf b e y :
— A m an P aşam ... N asıl olur. D u ru n bakalım ... D aha yapı
lacak işler var. H enüz ham dolsun ih tiy a rlık da m evzu-u bahis
değil...
— O gerçi öyle... Sahi, y a şla r n e âlem de? D oğrusunu iste r
seniz, ben şu anda kaç yaşm da olduğum u bile u n u tm u ş d urum
dayım . Senin yaşın?
— K ırk ı buldu... H a tta k ırk b ir...
— Ben de galiba... dur, zan ederim k ırk bir, iki filan am a,
yaş ne olursa olsun, benden vaz geçin... B u k a d a r m ücadele ye
ter. B ir ken ara çekilm ek daha iy i olur.
B urada Y usuf K em al Bey dayanam ıyor :
— P aşam bakın b ir vali, b ir kaym akam b u lm ak ta n e kad ar
güçlük çekiliyor... H ayalatla uğraşm ıyalım .
A li F e th i bey de gülüyor :
— Paşam , diyor, Sofyada gezm eye gittiğ in nü m û n e köyle
rin in en m ükem m ellerini dahi b u rad a k ursan, ben seni bilm ez-
m iyim , bu köylerde b ir gün bile oturam azsın, köylü kim , sen
kim ?... Y usuf K em al beyin hak k ı var, b u n la r h ep h a y a ller...
M ustafa K em al P aşa da gülerek te k ra r R ouf beye dönüyor:
— Söyle Rauf, sen daha iyi bilirsin, benim hayalatçılığım
varım d ır? H ayâlat peşinde koşarak m ı, b u ray a k a d a r geldik,...
Göreceksiniz, «M ustafa K em al ve o rta k la n n ü m û n e çiftliği...»
hele b ir y erin i de tesb it edelim de...
— A n k ara... A n k ara... diye gülüşüyorlar.
Bilinm ez, M ustafa K em al Paşa, büyük zaferden sonra h a
kik aten vazifesinin sona erdiğine k a n a at g e tirere k m i, yoksa,
ağız aram ak y a h u t şaka olsun diye mi, böyle, h a tta m u h telif ve
silelerle b ir çok defalar sam im i ark ad aşları ile b u şekilde ko
nu ştu ğ u görülm üştü.
VAHİDETTİNİN KAÇIŞI KARŞISINDA
tim in kifayet etm ediğini size söylem eyi b ir vazife bilirim - B un
dan em in olunuz. H epim iz bu m illetin k u rtu lu ş ve istiklâlini
h er şeyin üstünde en aziz gaye biliyoruz. H içbirim iz bundan
başka bi rşey düşünm üyoruz. B u itib arla vazife gören selâhi-
yetlileri zorluğa düşürm em ek için neticeyi beklem eyi hikm et-i
h ü k ü m et ve hikm et-i adaletle ve m eselenin en salim su re tte
halli bakım ından z a ru rî görüyorum ve a rz ediyorum , çalışıyo
ruz. M eseleyi aydınlatacağız. A ydm latam azsak, size gelip aczi
mizi itira f edeceğiz.»
B enden sonra konuşan K ırşeh ir m ebusu -Eski A nkara v a
lisi- Y ahya G alip bey: «Ankara gibi b ir yerde, elli altm ış saat
geçtiği halde bu k a d a r m ühim b ir m esele hakkında, h ü k ü m etin
hâlâ vaad-ü v aid ’de bulunm asına h a y re t ediyorum . H üküm et
reisi olan beyefendi hâlâ inşallah bulacağız, çalışıyoruz, diyor
lar. N için bulam ıyorlar, bu k a d a r polis, jandarm a, m em u r ne
güne duruyor, ne bekliyor, ne y apıyor efenidler?» derken, Lâ-
zistan m ebusu Ziya H u rşit bey de:
«— F ena m isaller var, endişem iz bundandır. U zağa gitm i-
yelim , şu bizim m illî hüküm etim iz zam anında, daha dün dene
cek k a d a r yakın günlerde vukua gelen suikast m eselesini h a
tırlam am ak im kânı v a r m ı? T rabzon’da güpe gündüz hüküm e
tin ve k ışlaların karşısında üç yüz k u rşu n atılm ak su retiy le
yapılan suikasdin failleri bulu n m u ş m u d u r? H âlâ bekliyoruz.»
diye ortalığı k ışk ırtm ak ta n ve b u arada: «H üküm et tah k ik a tı
nı bitirsin, gelsin olup b iten leri bize anlatsın, ondan sonra m u t
m ain olm azsak, yapacağım ız iş basittir» diyerek işi teh d id ile
hük ü m eti düşürm eğe k a d a r götürm ek isteyenler vardı-
Meclis havasım b u lan d ıran bu tarzd a konuşm aların ark ası
gelm iyor ve hem en hem en hiç b ir m ebus da hü k ü m et lehine
söz söylem eğe âd eta cesaret edem iyordu. T e k rar kü rsü y e çık
tım ve son olarak dedim ki:
«M uhterem ark a d a şla rd an b azılarının sözlerine cevap v er
m ek lüzum unu duyuyorum . Evvelâ; îm a b u y u ru la n Trabzon
hâdisesinin cereyan tarz ı cüm lenizin m alûm udur. B u hadise
n in tahkikine, yüksek m eclisiniz tara fın d a n seçilen b ir h ey et
de gönderilm işti. C ihanın duym asını istiyerek diyorum ki; o
h ü r ve serbest tah k ik h ey etin in hü k ü m ete verdiği rap o r dik
k atle n azara a lın a ra k ta tb ik edilm iştir. Bu m illetin şerefi, is
tiklâli ve varlığı bahis m evzuu olurken, hislere kapılıp, işe fır
ka m eseleleri karıştın İmam alıdır. M uhalefet hu değildir ve
şimdi m uhalefetin sırası değildir. Ortada hepimizin ehemm i
yetle üzerinde durması gereken tek m esele vardır ki, o da bu
m em lekette kanunun hâkim iyeti ve adaletin m utlak tecellisi
davasıdır. Bugün bundan başka birşey düşünemeyiz. Gurup
varsa, fırka varsa, hizip varsa bu m eselede bunlar yoktur.
T e k rar ediyorum , şim di h e r tü rlü h islerden sıyrılıp, hep b irlik
te bu m esele etrafın d a toplanm am ız gerektir. H âlâ ned en b u
lunm adı, neden b ulunam ıyor da, sade vaad ediliyor, diyorlar.
B unda sui tefehhüm olsa gerektir, hâlâ neden bulam adığım ızı,
şu sa atte bulacağız dem ek im kânı olm adığı için söyledim . G a
ipten h ab er verm ek k u d retin d e değiliz. O rtada esrarengiz b ir
olay var. B unun çözülm esi zam ana bağlıdır. Biz, elim izdeki bü
tü n im k â n la rı bu işi aydınlatm ağa h asretm iş bulunuyoruz. S ır
rı keşf etm ek için olanca kuvvetim izle gece gündüz çalışıyoruz.
A llahın yard ım ı ile keşf edeceğiz. F a k a t b u n u n saatini, dakika
sını ta y in etm ek k u d retin i hm> değiliz. Bu arada, b ir a rk a d a
şım ız beylik sözler söylediğim i ileri sürdü. E fendiler, sözlerim
h ü k ü m et sözüdür. B ü tü n şüm uliyle, bilinerek, düşünülerek,
in an ılarak , sorum luluğu id râ k olu n arak söylenm iş h ü k ü m et
sözüdür. H üküm et isterse gizli celse yapsın, orada söylesin di
yenler vard ır. Hayır efendiler, bizim gizli hiç bir şeyim iz yok
tur ve olmıyacaktır. Her şeyim izi açık celsede, m illetin göz
le ri önünde apaşik âr konuşacağız. M üsterih olun efendiler, h ü
k ü m et vazifesini behem ehal y ap acak tır ve yapıyor.»
B u ifadem üzerine, M eclise başkanlık eden Ali F u a t Paşa
(Cebesoy) da tesk in edici bazı sözler söyledi ve o günkücelse
d e bu k ad arla kaldı.
F a k a t ertesi günü meclis, m eseleyi yine ele alarak, benim
gıyabım da bir sü rü tartışm a la ra yol açmış isede, A dliye V ekili
R ıfa t bey: «Geçen celsede reisim izin arz ettiği gibi, hü k ü m et
bu işe ehem m iyetle el koym uş ve kanunî vazifesini ypam akta-
dır. B ü tü n b u n lar istin tak dairesinde ve tabiî kanunen gizli
o larak y ü rü tü lm ek ted ir. Şim di b u rad a bu hususta fazla birşey
söylem ek doğru olmaz» diye o günkü tartışm a la rı d u rd u rm ak
istem işsede, bilhassa m uhalif m ebuslar: «Adliye V ekilinden b ir
şey sorm adık, R auf Bey gelsin, dündenberi ne oldu anlatsın,
bizleri aydınlatsın. M illetin v ekilleri olarak bunu istem ek h a k
kım ızdır. K aybolan ra st gele b iri değil, koskoca M eclisin m u h
tere m b ir âzasıdır. H üküm et Reisi derhal izahat verm elidir.»
diye illâ da benim gelm em i istem işlerdi.
H albuki o sırada benim , Meclis m üzakerelerine filân k a tı
lacak vaktim yoktu. Ç ünkü, devam lı a ra m ala r neticesinde, fa
k a t tesadüfen, yani Ç ankaya yolundan geçen aram a ekibine
m ensup jan d arm a, ana yoldan ay rılıp ta rla y a sapm ış olan bir
a ra b a n ın izini tak ip edince, orada yeni kazılm ış b ir çukurda
A li Ş ü k rü beyin cesedini bulm uştu. Cesedin avucundaki sım
sıkı tu tu lm u ş b ir sandalye ayağının da, topal O sm anın evinde
b u lu n an k ırık sandalyeye a it olduğu tesb it edilince, m uam m a
y ı çözecek ipucu elde edilm iş bulunuyordu. A yni zam anda ya
k alan an O sm an A ğanın adam ı M ustafa K ap tan ın da verdiği
ifadede: «Trabzondaki Y ahya K âhyayı, O sm an A ğanın ö ldür
d üğünü şurada b u rad a söylediğini duyan ağanın teşvik ve te r
tibiyle» A li Ş ü k rü beyi kuyulu kahveden dostça alıp: «Ayağın
dan k u rşu n çıkardılar, haydi kalk gidelim , yatıyor, sizi çok se
ver, b ir ziy aret edip h a tırım sorarsınız.» diye evine götürdüğü
n ü ve orada y a ta k ta bulunan A ğanın karşısında oturup, ikram
edilen kahveyi içerken, arkasından anî bir h arek etle üstüne
a b an ılarak boğulduğunu» itira f edişi üzerine olay tam am iyle
aydınlanm ıştı.
A kşam üstü M eclisteki odam da çalışırken, bu hab eri bana
getirdiler. H em en Ç ankayada bu lu n an M ustafa K em al P aşaya
b ir tezkere yazdım : «Ben istasyona gidiyorum . Y em ekten son
r a gelip, sizinle görüşeceğim.» dedim . F a k a t istasyondaki dai
red e yem ek y erk en b ir de baktım , M ustafa K em al Paşa, L âtife
hanım la berab er otom obille geldiler. K arşıladım ve olup b iten
le ri anlattım . D ikkatle dinledikten sonra :
«— Şim di ne düşünüyorsunuz?» dedi.
«— B ir şey düşündüğüm yok. Topal Osm anı yakalam ak
lâzım . Ç ankayanın arkasında, A yrancı tara fın d a Papasınbağı
denen yerde bulunduğu zannediliyor.
«— N asıl yakalayacaksın?»
«— M eclis M uhafız kıtası ile...»
B u sözüm üzerine, M ustafa K em al Paşa endişeli bir ta v ır
takındı:
«— Meclis Muhafız Kıtasında, Topal Osmanla gelm iş Ka
radenizliler var, Bunlar birbirlerine ateş etm ezlerse ne sen, ne
ben, ne Ankara... Bir şey kalmaz...» deyince, b ir an düşündüm .
A nk arad a bu m uhafız k ıtasından başka asker denebilecek b ir
şey yoktu. Jan d arm an ın çoğu bile cephede bulunuyordu. Şu
halde, ne yapacaktık? C inayet işlediği tah a k k u k eden b ir insa
nın, A n k ara sokaklarında ko lların ı sallaya sallaya gezm esine
göz yum m ak... Bu benim harcım değildi.
Sonra b ir de M eclis vardı. K ırk sekiz saattir; bulun, ada
le ti yerin e g etirin diye fe ry a t eden b ir Meclis. B ü tü n b u n ları
düşünerek, M ustafa K em al P a ş a y a :
«— Suçluyu yakalatmak, m utlak lâzım ... Eğer Başkuman
dan sıfatiyle ve herhangi bir mülâhaza ile sizce buna lüzum gö-
rülmüyorsa, benim yarın bunu M eclise anlatmam icap edecek
tir, dedim .
B unun üzerine M ustafa K em al Paşa, m uhafız ta b u ru k u
m an d an ı İsm ail H akkı beyi çağırttı.
İsm ail H akkı bey gelince, M ustafa K em al Paşa O sm an A-
ğayı y akalam ak için nereden, ne su retle hücum edilm esi gerek
tiğini, krokisini de çizerek kendisine a n la ttı ve ta b u r h a re k e t
etti.
Ben, sabırsız ve heyecanla istasyon p latform unda b ir aşağı
b ir y u k a n gidip gelerek, d u ru m u n alacağı şekli beklerken, A li
F e th i bey aklım a geldi. O da Ç ankayada M ustafa K em al P aşa
n ın köşküne y a k ın b ir y erd e oturuyordu. O sm an A ğanm , ü stü
n e varılacağını sezince, y u k arıd an fırlay ıp hücum ettiğ i Ç an
kaya köşkünde, kim seyi bulam ayınca kapıyı kırıp, p altoları fi
lân p arçalay arak ortalığı k a rm a karışık etm iş olduğunu hab er
alınca, «Ya F e th i beyin kanım ını da dağa kaldırm ağa kalkarsa,
ne yaparım ?» diye hem en F e th i beye haber gönderdim . O da:
«Hanım hasta, çıkam am , gelemem.» diye cevap gönderdi.
O esnada Ç ankaya istikam etinden silâh sesleri başladı. Si-
lâh seslerini duyunca: «Hah... O sm an A ğayı çevirdiler...» diye
ferahladım , geniş b ir nefes aldım- B ir m üddet sonra, hab er gel
di: «Osman ağa a ltı yardım cısı ile v u ru lm u ş ve ele geçirilm iş
tir.»
R auf bey bu haberi derh al M eclise vererek, a rtık aydınlan
m ış olan m eeslenin, adalete in tik al eden safhasının da yakında
açıklanacağına göre gayri m ü sterih olarak ve şu nazik zam an
da m em leket m en faatlerin i gözönünden ay ırm ıy arak işin izam
ile b ir politik çekişm e konusu şekline sokulm asının doğru ol
m ayacağını ve h ü k ü m etin vazifesini iyi bir yolda neticelendir
m esine im kân verilm esi içn, tartışm a la rd a n da vaz geçilm esini
sam im iyetle reca etm iş ise de, iptidadan b e ri heyecan ve asa
biy etlerin i dizginleyem eyen m alûm m ebuslar, bu sefer de, a r
tık m erh u m olan A li Ş ü k rü beyin, m illî hakim iyet u ğ ru n d ak i
pervasızca m ücadelelerini sayıp dökerek, onun ölm ediğini, öle-
m iyeceğini ve m ü b arek kab rin in kendilerine ebediyen h ü rri
yet dersi vereceğini söyleye söyleye, k aatillerin e lân e tle r yağ
d ırırken, işi yine m uhalefete döküp hü k ü m ete ve dolayısiyle
R auf beye ve M ustafa K em al P aşaya da târizle rd e b u lu n u y o r
ve O sm an ağa gibi başı bozukların rü tb eler, m ansıplarla silâh
landırılm ış olm asını şiddetle te n k it ve bu a ra d a R auf beye h i
tapla:
«Beyefendiye sorarız, bazı cahil, cani, k aatillere nasıl k u
m andan h ü v iy eti verilir?» diye bağırıyorlardı.
H albuki daha düne k a d a r b u b a ğ ıra n la r da gerek O sm an
ağayı, gerek onun gibi sivil -çete kum an d an larım - h e r vesile
ile saygı ve sevgi ile b ire r m em leket fedaisi olarak alkışlayıp
d u ruyorlardı.
R auf bey, b u «dün» ü u n u tarak , kendisine tariz edenlere:
— Efendiler, dedi. Bu gibi sivillere silâh ve rütbe verilm iş
olmasının sebebini bilm eyeniniz yoktur. Şimdi bunu bu şekil
de konuşmak caiz değildir. Bunu konuşma zamanı gelecektir.»
B u esnada M eclis Reisi de, konuyu değiştirerek, tartışm a
ların önünü alm ış oldu.
İŞİN DOĞRUSU
T ) auf bey, fik rin d e isabet ettiğini çok geçm eden anladı. O
A ı. sırada, esasen ailece ikam et ettiğ i A nkaraya gitm iş olan
hem şiresi İffet hanım , te k ra r İstanbula gelerek, «M ustafa K e
m al Paşanın, kendisiyle görüşm ek istediği ve bu m aksatla A n-
k arad an gönderilm iş olduğunu» bildirdi.
R auf bey, buna kısaca; «Böyle işlere k ad ın ların karışm ası
doğru olmıyacağı» cevabını verm ekle yetindi. B ir m üddet son-
raA li F u a t Paşa A nkaradan İstanbula geldi. R auf beyi ziy aret
etti. İki eski, sam im î m ücadele arkadaşı h a ra re tle kucaklaşıp,
öpüştüler, d e rtleştile r ve bu arada A li F u a t Paşa, k endilerini
de en aşağı on yıl sü rg ü n cezasına m ahkûm etm esi m uhakkak
olan m ah u t İstiklâl M ahkem esinin şerrinden, k u rta ra n M usta
fa K em al Paşanın, bu olaydan sekiz ay k a d a r sonra, Ç ankaya-
daki köşküne davet ederek nasıl b a rıştık la rın ı anlatm ağa baş
ladı.
«Çankayada, B üyük M illet M eclisi Reisi K âzım Paşa. (Ö-
zalp) ile m âh u t İstiklâl M ahkem esi Reisi ve A zalariyle daha
bazı kim selerin hazır bulunduğu sofrada, bana en başta y e r
verm ek su retiyle iltifa tta b u lu n d u k ta n sonra, sözü İzm ir sui-
kasti teşebbüsü yüzünden hakkım ızda yapılan m ünasebetsiz
liklere getirerek:
«Söyle Paşa, bu işler niçin böyle oldu?» diye sorunca ben
de sofradakilerin yüzlerine karşı, M ustafa K em al Paşaya dedim
hi:
«İstiklâl M ahkem esi suç ü stü yakaladığı iddiasiyle y irm i
k ad ar m illetvekilini tevkife kalktığı zam an B üyük M illet Mec
lisi Reisi K âzım Paşa üstüne düşen vazifeyi id râk edip de Mec
lisi derh al olağan ü stü toplantıya dâvet ile, b u m illetv ek illerin
den hangilerinin suçla ilgili olduğunu usulü dairesinde tesb it
ettirm iş olsaydı, m ahkem enin keyfî h a re k e tle ri elb ette önlen
m iş olurdu. D aha hadisenin başında bu vazifeyi yapm ayarak,
İstik lâl M ahkem esinin, M illet M eclisini hiçe sayışm a yol aç
m ış olan Kâzım P aşayı kab ah atli buluyorum .»
M ustafa K em al Paşa, o akşam sofradan k alkarak, başbaşa
kaldığım ız zam an, düşüncem de tam am iyle haklı olduğum u, a r
kadaşlarım la beraber bu yüzden uğradığım haksızlıkları bildi
ğini söyliyerek gönlüm ü alıp aram ızdaki eski sam im î dostlu
ğun ihyasına çalışm ıştı. N ihayet bundan üç yıl evvel de yine
beni davetle, K onya m üstakil m ebusluğuna seçtirm işti. A yrıca,
geçen sene, R efet Paşa ile barışm ıştı.»
A li F u at Paşa, b u n ları a n la ttık ta n sonra, R auf beyin göz
lerinin içine bakarak :
«Şimdi, asıl m esele şudur, diyor, Gazi sizinle görüşmek is
tiyor ve beni bilhassa bu görüşmeyi temin için Ankaradan bu
raya gönderdi.»
R auf bey, şaşırıyor. Ali F u a t paşa devam ediyor ve:
«Atatürk, vatanın kurtuluşu için beraberce çalıştığı arka-
daşlariyle artık dargın kalmak istemiyor. İstanbula dönüşünü
zü haber aldığı günden beri çeşitli vesilelerle birkaç defa siz
den bahsetti. Hattâ o gece, sizin m em lekete dönüşünüz müna
sebetiyle duyduğu sevinci alenen izhar ile sofrasındakilere şam
panya ikram etti ve nihayet son defa yine sofrada, yanında
otururken bana doğrudan doğruya: «Rauf da şimdi, senin gibi
aramızda bulunamaz mı idi? diyerek açıkça tahassürünü be.
lirtti-
Ben de kendisine: «Niçin olm asın? R auf beyin size karşı
ancak sam im iyet ve savgı hisleriyle m ütehassis olduğundan
em inim . Bu arzunuzu kendileriyle görüşerek, yerine getirm eye
çalışırım .» dedim . B u cevabım dan son derece m em nun oldu.
B unları dinleyen R auf bey, A li F u a t P aşaya
«Atatürk’e karşı daima eski candan dostluğun tesiri altın
da, ancak içimden gelen en temiz ve iyi duykularla saygı ve
sevgi beslediğim hakkındaki kanaatiniz doğrudur. Ötedenberi
sarsılmaz bir iymanla inandığımız gibi, Atatürk cidden büyük
bir adamdır. Fakat etrafına toplananlar, yazık ki, hiç bir vakit
ona lâyık olamamışlardır. Binaenaleyh kendisiyle görüşmek
istememe rağmen, hu işde de etrafındakilerin bir oyun yapma
sından korkarım.» cevabını veriyor.
Ali F u at Paşa, A ta tü rk ’ün sam im iyetle istediği şeyleri yap
m asına (etrafın ) m ani olam ıyacağını, h a ttâ A ta tü rk ’ün arzu
sunu kendisine anlattığı İsm et P aşanın da bu görüşm eyi h a ra
retle tasvip ettiğini bu sebeple, a rtık «Etraf» denen tü re d ile ri
gözünde büyütüp, tereddüde düşm em esi gerektiğini söyliyerek
tem in at verince R auf bey, A li F u at Paşa ile birlik te A nkaraya
gitm eye razı oluyor.
A nkarada, geldikleri haberini verm ek üzere Ç ankayaya ev
velâ yalnız giden A li F u at Paşa, çok yorgun ve üzgün görünen
A ta tü rk ’ün: «Biraz evvel H alk F ırkası U m um î K âtibi sıfatiyle
Recep P e k e r’ni kendisini ziyaretle, R auf B eyin vaktiyle F ırk a
dan başk aları gibi basit bir istifanam e vererek ayrılm am ış ol
duğu için, şim di bunu düzeltm esi, yani evvelce verdiği H alk
F ırk asın ı küçüm ser ifadeli istifanam esini geri alm ası lâzım gel
diği kan aatin d e olduklarını ve bunda ısra r ettik le rin i bild ird i
ğini, kendisinin de «Böyle bir şeyi, ben de olsam yapmam. Yal
nız Rauf beye Fırkadan aday gösterilmek suretiyle bir mebus
luk kabul ettirebilirsek, bu m esele en şerefli bir surette hal
edilm iş olur. Şimdi gidin arkadaşlarınızı bu noktada etrafında
toplayınız.» cevabını verdiğini anlatarak ;
«Şimdi bütün arzum, Raufla olacak ilk görüşmemizde her
hangi bir münakaşaya yol açacak bir sebep bırakmamaktır. İs
tiyorum ki; aramızda en küçük bir gücenme izi kalmasm. Sen
ona işin bu cihetini ve arzularımı iyice anlatır ve bana beraber
gelirsiniz.» diyor. A li F u at Paşa, işin bu beklenm edik şekli alışı
karşısında, R auf beyin de düpedüz yeniden H alk F ırkasına gir
m esi teklifini k a t’iyyen kabul etm iyeceğini düşünerek:
«Paşam, hepim izin daha h a y a tta iken sizden ayrı k alm a
m ak ve sizinle eski sam im iyetim izi ihya edebilm ek en m ühim
gayem izdir. Y alnız etrafınızda b u lu n an la rın sam im iyetine iti
m at etm ediğim izi huzurunuzda teb arü z ettirm ek isterim . Size
karşı olan saygı ve yakınlığında hiç b ir eksiklik olm am akla be-
rabet, uğradığı haksızlıklar yüzünden m em leket dışında uzun
y ıllar çektiği acılarla daha çok hassas b ir hale gelm iş olan R a
u f beyin, bu beklenm edik tek lif karşısında m ukavem et edece
ğinden korkarım .
M ebusluk m eselesinden b ü sb ü tü n vazgeçilerek, sadece iki
arkadaş gibi görüşm ek üzere kabul etm eniz m üm kün olmaz
mı?» diyorsa da, A ta tü rk A li F u a t P aşaya h a k verm ekle b e ra
ber, R auf bey m eselesinin, a rtık iki şahıs arasında bir m esele
o lm aktan çıkıp, H alk F ırkası D ivânı ve U m um î K âtipliği ile
kendi arasına in tik al ettiği için, onlarla anlaşarak h a re k e t e t
m ek m ecburiyetinde olduğunu ve bu sebeple ne R auf beyin
fırk ad an m ebus seçilm esinden vaz geçebileceğini, ne de R auf
beyi m üstakil m ebus seçtirebileceğini izah ederek: «Bu söyle
diklerim i R auf’a anlatırsın. O çok anlayışlı b ir ark ad aştır. Beni
a n la r ve teklifim i kab u l eder. B u m eselenin hallini senden bek
lerim» diyor.
Ali F uat Paşa da A ta tü rk ’ün yanından ayrılarak, hem şire
si İffet hanım ın evinde b u lunan R auf beye gidiyor ve kendisi
ne A ta tü r k ’le olan konuşmasını anlatarak: «Şimdi cevabı, da
ha doğrusu ikimizi Çankaya’da bekliyor» diyor.
Rauf beyin o anda ne düşündüğünü ve ne cevap verdiğini
yine bizzat kendisinden dinleyelim:
«O anda geçmiş günler, o k a p k a ra üm itsiz ve kasvetli hava
içinde tam bir fikir ve ideal birliğiyle el ele v erreek m ücadele
ye atıldığım ız g ü n ler gözüm ün önüne geldi. İçim izde m em le
keti k u rta rm a ğ a ve m illeti selâm et yoluna ulaştırm ağa en liya
k atli ve kabiliyetli olduğuna k a t’î şekilde inanarak, kendisini
baş bilip, b ü tü n kalbim iz ve varlığım ızla bağlandığım ız M usta
fa K em al’e olan bu en sam im î duygularım ızın kaynağı sadece
v atan ve m illet sevgisi idi ki, bizim hâlâ bu sevgi ile m eşbu
olan yüreklerim izde h e r şeye rağm en, ne olursa olsun şahsî
m enfaatler, ih tira sla r ve ikbal düşk ü n lü k leri gibi daim a y a
bansısı olduğum uz, m em leket hesabına da zararlı bulduğum uz
eğilim ler yer alm ıyordu. G erçek işte bu idi.
Ben o anda b ir «Pekiy» dem ekle, yıllarca önce verm iş ol
duğum b ir istifanam eyi geri a la rak m ebusluğum u sağlam ak su
retiyle, bir çoklarının h ay al gayesi telâkki ederek «Yüksek»
bu ld u k ları m evkii de elde edebilirdim* F a k a t dediğim gibiğ bu
h a re k e t tarzı, h a ttâ böyle b ir şeyi düşünm ek, h a tıra getirm ek
dahi, biz y aradılışta in san ların b a rc ı değildir. N etekim ceva
bım gayet basit oldu: «Allaha ısm arladık» dedim ve ilk tre n e
binerek, İstan b u la döndüm .» E lbette b u n u n böyle olm am ası lâ
zımdı. L âkin «Etraf» ı o rtad an kaldırm ak, benim elim de olan
b ir şey değildi.»
A n k arad an İstanbula dönen R auf bey, B ebekteki evinde
sükûn ve huzur, fak at m addî sıkıntı içinde yaşayışına
devam ediyor. P ek yakın hısım ve akrabası ile dostlarından
başka hiç kim se ile tem as etm iyerek, kitap ları ile başbaşa, son
derece m ütevazi bir h ay at sürdüğü halde, evinin e trafı yine ha-
fiyelerle çevrilm iştir. N adiren sokağa çıktığı zam anlarda dahi,
h afiy eler gölge gibi kendisini takip etm ektedirler. «Etraf» m
bilhassa y abancılar gözünde rejim i çirkinleştirip, m em leketi
küçük dü şü rm ek ten başka b ir şeye yaram ayan, m arife t saydık
ları bu m ünasebetsizliklerin daha ne kad ar süreceğini sorm ak
lüzum unu bile duym uyor. B ütün üzüntüsü, kendisini çok ya
kından, iyice tanım ış, bilm iş olanların, belki de büyük k u rtu
luşla, peşi peşine m uazzam inkılâplara sahne olan h e r m em le
k e tin k ad erin d e olduğu gibi, idare m akanizm asını böylesine
m ünasebetsizliklere y elten en b ir tak ım ların a kaptırm ış olm a
la rıd ır ki, tek tesellisi günün birinde bu gidişin kötülüğünün
id râ k edilerek, düzeltilm esi ihtim alidir. Y ıllar, y ıllar böyle ge
çiyor...
N ihayet İsm et İnönü, C um hur Reisi olduktan b ir m üddet
sonra İstanbula gelişinde, hususî kalem m ü d ü rü vasıtasiyle,
R auf beyle hem şiresi İffet hanım ı D olm abahçe S arayına davet
ediyor. _
İsm et Paşa, onbeş yıllık b ir a y rılık tan sonra ilk defa ku
caklaştığı R auf beyle, ailece dereden tepeden sohbetlerle de
vam eden b ir sofra başı toplantısında, geçmiş ve geçm işin her
şeyi u n u tuluyor. R auf bey, b ir ara, P aşanın çocuklarını h atır-
lıyarak, «K üçükler ne âlem de, a rtık büyüdüler, ne yapıyorlar?»
diye sorunca^ P aşa da :
«— E lb ette büyüdüler, elinizden öpüyorlar, fakat, böyle
m i sorulur?. Raufcuğırm , am caları olacaksın, A nkaraya gelip
görm ek istem ez misin?» diyerek R auf beyle hem şiresini A nka
ra y a d av et ediyor.
Kısa bir zam an sonra, bu davete icabetle hem şiresiyle b ir
lik te A nkaraya giden R auf bey, pek sam im î hislerle karşılanı
yor.
R auf bey bu A nkara ziy aretin i bizzat şöyle anlatır:
«... A nkaraya gidişim izin e rtesi günü, îsm et P aşa V ekiller
H eyeti ile b ir sofra başında toplanm am ızı istiyor. B u davet be
nim şerefim e olduğu için, v ak ti gelince: «M üsaade edin de a r
k adaşları ben karşılayayım .» diye P aşanın yanından ay rılarak,
aşağı m erdiven başına iniyorum . G elenlerden b ir kısm ı tan ı
dıklarım . B azısının yüzünü ilk defa görüyorum . E rzu ru m ve
Sivas K ongreleri g ü nlerinin eski aşinası ve dostu doktor Refik
Saydam , benim için yeni olan çehreleri, tanıtıyor. H epsinin,
h a tırla rın ı sorarak, sam im iyetle ellerini sıkıyorum . İşte bu es
nada, bir de baktım ki A li bey - H ani şu İzm ir İstiklâl M ahke
m esi Reisi - şim di N afia V ekili sıfatiyle, sanki aram ızda hiç bir
şey olm am ış, ve Kâzım K arabekir, Ali F uat, Refet, C afer
T a y y a r P a şa la r vesair b ir çok m ebuslar gibi beni de teşriî m a
suniyetim i k ald ırtm ak lüzum unu duym adan tevkif ettirm eğe
kalkan, kanun, nizam ve adalet n ed ir bilm eyen m ahlûk kendisi
değilm iş gibi, h a y re t edilecek bir pişkinlikle ve zoraki bir gü
lüm seyişle, bunca zulüm lere âlet olan elini bana evet bana uza
tıyor. B ir anda d u rak lay arak : «Bu n e ’ b u ray a beni bu adam la
k a rşıla ştırm a k için m i davet ettiniz?» diye elim i geri çektim .
O da neden sonra aklı başına gelir gibi olan in san ların şaşkınlı
ğı içinde süklüm püklüm uzaklaştı, gözden kayboldu. Salona dö
nüşüm üzde vaziyet düzeldi. Neşe içinde dereden tepeden soh
b e tle r edilerek yenilip içildi. Ve bu arada, sofradan kalk tık tan
sonra, salonda dolaşırken İsm et Paşa, bana kem al-i nezaketle:
«Beraber çalışalım» teklifinde bulundu. Teveccühüne teşek k ü r
le beraber: «Maalesef, bu arzusunuzu yerine getirebilm em e im
kân yok paşam, dedim . İstiklâl M ahkem esinin hakkım da v erdi
ği, tamamen keyfî ve adaletsiz k a ra r tashih olunmadıkça, hiç
bir iş kabul edemem.»
İsm et Paşa; K a ra rın esasen haksız ve adaletsiz olduğu a r
tık herkesçe anlaşılm ış ve nih ay et um um î af ile de işin tasfiye
edilm iş olduğunu ile ri sürerek, bu m esele üzerinde durm ağa
y e r kalm adığını söyledi ise de, ben fikrim de ısra r ettim . F ak at
birk aç gün sonra, hiç haberim olm adan A nadolu A jansının, C.
H .P. G enel B aşkan V ekili B aşvekil D oktor Refik Saydam im
zalı ve 22 ekim 1939 tarih li şu beyannam eyi radyolar ve b ü tü n
gazetelerle yayınladığını gördüm :
«Rahm etli H üsnü Açıkgöz’ün ölüm ü dolayısiyle boşalan
K astam onu m ebusluğuna eski İstanbul M ebusu ve eski Başve
k il R auf O rbay’ın G enel B aşkanlık divanınca nam zetliği k a ra r
laştırılm ıştır. R auf O rbay hakkında evvelce İzm ir İstiklâl D ah-
kem esi tara fın d a n verilm iş olan m ahkûm iyet k a ra rın ın re f’i
için vaki m ü racaati üzerine yapılm ış olan hukukî tetk ik te, a ra
y a girm iş olan um um î af kanunları, isnat olunan fi’lî b e rta ra f
ettiği gibi, m uhakem enin iadesini de im kânsız kılm ış ve esasen
m uhakem e iade edilm iş olabilseydi b eraatin m uhakkak olacağı
kan aatin e varılm ış olduğu görülm üştür. Sayın ikinci m üntehip-
îere b ild irir ve ilân ederim.»
Bu olup b itti karşısında, benim için yapılabilecek b ir şey
yoktu. M uhakem eyi yenilem eğe k a n u n la r m üsait değildi. Be
nim, m âh u t İstiklâl M ahkem esinin, adaletsiz k a ra rın ın behe
m ehal düzeltilm esi hususunda ısra rla du ru şu m üzerine İsm et
Paşa, y etkili hu k u k çu ları h are k e te geçirerek y u k arık i form ülü
bulup ve a rtık itirazım a m eydan bırakm am ak m aksadiyle, b ir
oldu b itti yay ın lattığ ı anlaşılıyordu. A ncak ben, bir ta ra fta n
da, o güne kad ar v eıilm iy en em eklilik aylığım işini de h al e t
m ek m aksadiyle askerî Tem yiz M ahkem esine m üracaatle, bir
yolunu b u lu p m ah u t İzm ir Suiskastı dâvasını yeniden âçtım ve
b eraat k a ra rı aldım.»
K astam onu M illetvekili seçildikten sonra, a rtık bu fık
raya, hem de evvelki istifanem esini geri alm ak lâfı dahi edil
m eden sadece: «Şeref verm ek üzere lü tfen girmesi» ısrarla rica
edilip d u rulduğu halde, R auf Bey bu defa da, «Bir prensip ada
m ı olarak düşüne taşına h ay ır dediği bir şeye, h e r n e sebeple,
h a ttâ h a tır için dahi olsa, evet dem ekte m azur olduğunu» neza
ketle a n la tara k girm em iş, ayağını dahi atm am ıştır. F ırk a için
deki k arak ter, haysiyet ve izzet-i nefis ölçülerinin derecesine
bakın ki, kısa b ir zam an evvel, R auf beyin m u tlak a eski istifa
nam esini geri a la rak fırkaya girm esi şartiy le m ebus seçilm esi
hususunda k a t’î şekilde ısra r ederek, bunu kab u l etm ediği için
A ta tü rk ’le görüşüp barışm alarına m ani olanlar, şim di b ü tü n
olup biten leri boyunlarını eğerek tasvip ve kabul e ttik te n son
ra, R auf beyi y altak lan a yaltaklana, nasıl ta k d ir ve teb rik ede
ceklerini bilem iyorlardı.
M illet vekilliğinin altıncı ayında R auf beye, L ondra B üyük
Elçiliği vazifesi tek lif edildi.
İkinci D ünya Savaşının en b u h ran lı ve bilhassa bizim için
son derece nazik safhalar arz ettiği o günlerde L ondra B üyük
F : 11
B aşvekil C hurchill teftiş gezilerine çıkarken yanına hiçbir y a b a n c ı
alm adığı halde, Rauf Beyi daima birlikte götürm eyi âdet ed in m işti.
Elçiliği, birinci derecede önem li bir vazife idi. Esasen C um hur
Reisi İsm et İnönü de bu işin m em leket için hayatî b ir ehem
m iyeti haiz olduğunu düşünerek ve ayni zam anda İngiltere H ü
k ü m etin in de h er iki m üttefik m em leket m enfaatleri bakım ın
dan rastgele b irin in altın d an kalkam ıyacağı bu vazife için R auf
bey üzerinde durd u ğ u n u dikkat nazarına alarak, teklifi bizzat
yapm ış, R auf bey de:
«1905 den beri çeşitli vazifelerle gidip gelişler ve zam an
zam an uzunca kalışlarla tem asım m uhafaza ve ötedenberi m at-
m u atın ı ve politik hay atın ı m untazam an takip ettiği ve Lond-
rad a k i bir çok k u lü p lerin âzası olduğu gibi, İngiliz devlet adam
la rı arasında C hurchill ve em sali gibi bir hayli de dostları bu
lunduğunu düşünüp, son derece zorluklarla çevrili olduğum uz
b ir zam anda m em leketim e faydalı olabilirim .» m ülâhazasiyle
bu tek lifi tered d ü t etm eden, kab u l etm işti. B u suretle, L ondra-
ya gidince daha ilk günlerden itib aren hakkında gösterilen sa
m im i hüsn-ü kabul ile her tü rlü yakınlık ve dostluklar karşı-
şında, düşünce ve tahm ininde aldanm adığını gören R auf Bey,
şevkle işe koyulup, iki m em leket arasındaki m ünasebetleri
tam bir dostluk havası içinde geliştirm eğe m uvaffak olm uştu.
CHURCHİLL’LE...
KENDİ AĞIZLARINDAN...
ETRAF...
BİR DE BU VARDI...
e sn a s ın d a , e lb e tte birçok m ü şk ü l d u ru m la ra , h a t t â z a m a n z a
m a n b a tm a k te h lik e le r in e m â ru z k a ld ık . E n b ü y ü k zo rlu k la ra
su ve b ilh a ssa k öm ü r te d a r ik in d e u ğ ru yord u k . O n ik i g ü n d e
y e d i yüz e lli to n k öm ü r y a k ıy o rd u k v e k ö m ü rsü z k a lm a k , b il
h a s s a c e p h a n e n in in filâ k in i in ta ç e tm e s i b a k ım ın d a n , g em i
İçin p e k b ü y ü k te h lik e idi.
K öm ü r te d a r ik i h u su su n d a Ö m er F e v z i B e y (M ard in ) in
b ü yü k y a rd ım ı olu yord u . B u z a tla , T ra b lu sg a rb H arb i e s n a s ın
d a E n ver P a şa , b en , ü çü m ü z b era b erd ik . O z a m a n d a M ısırlı
la r ı filâ n çok iy i ta n ıd ığ ı iç in g izlice s ilâ h te m in in d e h a y li y a r
d ım ın ı g ö rm ü ştü k . «H am id iye» n in k ö m ü r gib i, y iy e c e k , g iy e
c e k v esa ir ih tiy a ç la r ın ı d a Ö m er F ev zi B ey, h e r y e re g id er, t a
n ıd ık la r ı v a s ıta s iy le b u lu r, m u h a b e r e ed er, g e r e k tiğ in d e Sü-
veyşe gelir, bizimle b ulu şu r tem in ederdi.
P o rtsa id ’te bir köm ür m em urum uz vardı. A ntalyada, H acı
M usa efen d i ism inde b ir tü c c a r vardı. Bazı ih tiy açlarım ız onun
n a m ın a gönderilirdi. Biz de im k ân buldukça o ra d an ikm âl y a
pardık.
B enim bu a k m a çık ark en g ü ttü ğ ü m belli başlı hedef ve g a
ye; Y u n an d o n an m asın ın bize n a z a ra n en yeni ve kuvvetli ve
bilhassa pek s ü r’a tli gem isi olan «Averof» zırh lı kruvazörünü
a rk am ıza d üşürerek, Ç anakkale Boğazı önü n d ek i Y unan filo
su n u en kıym etli cüz’ünder» m a h ru m etm ek ve bu suretle do
nan m am ıza, Boğaz ö nündeki eski d ü şm an z ırh lıları ile kolay
ca savaşm ak im k ân ın ı verm ek ve böylece Y u n an işgali a ltın a
girm iş ad alarım ızı k u rta rm a k yolunu açm aktı.
F a k a t Y u n an d o nanm ası k u m a n d a n ı A m iral K onduryotis,
h e rh a ld e m aksadım ı sezmiş olm alı ki, «Averof» u boğaz ö n ü n
den çekip bizi tâkibe sevketm edi. Averof boğaz ö nündeki m ev
kiini m u h a fa z a e tti. B u n a m ukabil, otuz m il s ü r t’atin d e olan
d ö rt Y u n an destroyeri, tâkibim ize m em u r edildi.
Ş ira ”d a n so n ra, birinci K ızıldeniz seferin d en dönüşüm de
T rablus - Şam lim a n ın d a gizlice kö m ü r alıyorduk.
G erek Suriye ve gerek M ısır ve Hicaz k ıy ıla rın d a uğradığı
mız h e r yerde «Hamidiye» yi T ü rk denizciliğinin bir sem bolü
sayıp, yaşasın sesleriyle s a ra n M üslüm anlar, çok büyük sam i
m iyet ve m u h a b b e t te z a h ü rle ri göstererek, bizi son derece m ü-
tesassis ediyorlardı. K a m aram çiçeklerle doluyor, gemiye s a n
dık san d ık p o rta k a lla r, hevenk hevenk m uzlar, kazevi p irin ç
ler yağıyor, ben de ateşçilere su yerine p o rta k a l veriyordum .
B ilh assa İskenderiyeye uğrayışım ızda, o ra d a yerleşm iş ke
reste tü c c a rı A ntalyalI v a ta n d a şla rım ız d an çok büyük yakınlık
görm üştük.
T rab lu s-Ş am ’da; B e y ru tta n g ötürdüğüm üz k ö m ürü aldığı
m ız sırad a, b irdenbire u fu k ta görülen kesif b ir d u m an ile, «Ave
rof» geliyor diye kıyıdan b ağ ırıştılar. Bir te lâ ş oldu. K öm ür t a
şıyan A rap lar bile, işlerini bırakıp, k en d ilerin i denize a ttıla r.
G elen m eğer A m erikan kruvazörü imiş. Biz köm ü rüm üzü a lm a
ğa devam ettik . Ve o ra d a n h arek etle, p o rts a lt yoluyla, te k ra r
Süveyşi geçip, K ızıldenize indik.
Ciddeye uğradık. S o n ra Y em en’in iskelesi o lan H udeyde’-
ye gittik. Y em en Valisi M ah m u t Nedim Beyi, bazı k u m a n d a n -
R a u f B ey « H am id iy e» de h e r a n te t ik te u fu k la r ı k o lla y a r a k
d ü şm a n a v la r k e n .
la r la a ld ım , o z a m a n a k a d a r y a r ı âsi d u ru m d a b u lu n a n İm a m
İd r is ’e g ö tü rd ü m . A ra la rın ı b u ld u m . İsk e n d e r iy e d e ik e n İ s t a n -
b u ld a n te lg r a fla H u d ey d e’ye acele iki b in lir a g ö n d e r m e le r in i
is te m iştim . 13 g ü n so n r a H u d e y d e y e v a r ın c a , b u n u n c e v a b ın ı
a ld ım . « M ü ra ca a tın ız m â liy e y e y a z ılm ıştır » d iy o rla rd ı.
K ızıldenizden, te k ra r Süveyş yoluyla, Akdenize çıkışım ız
d a b a ş ta n gelen şiddetli denizlerle karşılaştık . «Sicilya» gü n e
yine sığındık. O ra d a n köm ür te d a rik i için «M alta» ya gittik.
B ir m ü d d et evvel, İn g iltere K ralın ın ta ç giyme m erasim inde
b u lu n m ak üzere gittiğim iz L o n d rad an dönüşüm üzde M altaya
uğradığım ız zam an kendisi ile tan ışm ış olduğum uz M alta valisi
beni iyi karşıladı, yem eğe d av et e tti ve köm ür b ulm am da ko
laylık gösterdi. K öm ür a ld ık ta n so n ra M altad an h arek etle Ad-
riyatiğe yöneldik.
A driyatiğe y ak laşırk en 27 Ş u b at 1913 sab ah ı u fu k ta bir şi
lep göründü. Leros isim li b ir Y unar, gemisi imiş. Yirm i kişilik
m ü re tte b a tın ı esir edip, H am idiye’ye a ld ık ta n so n ra o rad a b u
lunduğum belli olm asın, duyulm asın diye top atam azdım . G e
m iyi m ah m u z la y a rak b atırd ım . Bu gemi süvarisin den ve d a h a
evvel bizim Ö m er Fevzi Beyden aldığım m a lû m a ta göre. Y u
n a n lıla r h a rb sevkiyatını Ş in k in ’d en yapıyorlarm ış. H albuki
B aşk u m an d an lık V ekâletinden b an a, D ıraç’ta n yapıldığı bildi
rilm işti. Bu d u ru m d a ben evvelâ D ıraç’a gitm eğe m ecbur ol
dum . D ıraç lim a n ın d a gem i n a m ın a birşey bulam adım . Ş ehrin
sol yam acın d a, b a ra k a ve çad ırlard ak i k a ra rg â h la rı b o m b ar
d ım an e ttim ve o ra d a n doğru Ş in k in ’e gittim .
A driyatiğin n ih ay etin d e. Şinkin lim an ın d a, bizi İşk o d rad a
m u h a sa ra etm eğe gönderm ek üzere oldukları, S ırp ask erlerin i
yükledikleri, sekiz Y u n an gem isi vardı.
L im an a v arın ca evvelâ m illetlerarası işaretlerle, gem ilere
lim a n d a n çıkıp teslim o lm aların ı tek lif ettim . Bu teklifim k a
bul edilm eyince, 3500 m etred en a te ş açtım . B o m bardım an iç
ve dış lim a n d a m ü th iş bir telâş, b ir p an ik y a ra ttı. Asker, top,
cephane, h a ttâ uçak yüklü gem iler, iç lim an a k açm ak istiyor,
askerler k en d ilerin i denize atıy o rlar, bir a n a b a b a g ü n ü d ü r gi
diyordu.
Y arım s a a t sü ren b o m b ard ım an sonunda, Ş in k in ’de b ü tü n
askerî h ed efler ta h rip edilm iş bulunuyordu. S ahilde b u lu n a n
düşm an b a ta ry a sı d a Ham idiyeye a teş aç tı ise de, m erm ileri k ı
sa dü ştü ğ ü n d en tesiri görülm edi.
«Şinkin» de işim iz bitince, boğazdan çık ark en peşim e ta k ı
lırlarsa, y a h u t d a Y u n an destroyerleri boğazı tu ta rla r, tık a r
la rsa diye h ay li endişeli a n la r geçirdim . Z ira D ıraç’ı bo m b ard ı
m a n edişim izden epey z a m a n geçm işti. Ve b u m ü d d et z a rfın
d a Y u n an lıların m ü d afaa, h a ttâ tâ k ip te rtib a tı alm ış o lm aları
ih tim ali çoktu. F ak at, A llaha şükür, h içb ir ârız a y a u ğ ra m a d a n
ve te k dü şm an tek n esin e ra s tla m a d a n boğazdan çıktık. O es
n a d a, to p m erm ilerim , beşer a tım kalm ıştı.
A y r ıc a is im le re , o la y la r a g ö re ta n z im e d ilm iş m u fa s s a l v e
30 s a y f a lık « fih rist» i ile b u p e k k ıy m e tli e s e r, b ir n e v i a n s ik lo
p e d i d e s a y ıla b ilir v e h e r k ita p lığ ın b ilh a s s a y a k ın ta r ih im iz
k o n u s u n d a e ş i b u lu n m a z b ir v a r lığ ın ı te ş k il e d e r.
SİLÂH BAŞINA!...
•
E ren k öy P. K . 4 — T e l : 55 30 29
F İA T I : 10 LİRA