You are on page 1of 209

H A T I R A L A R I VE

SÖYLEYEMEDİKLERİ İLE

RAUF ORBHY

İ f F. Kandemir
YAKIN TARİHİMİZ YAYINLARI 4

FERİDUN KANDEM İR

HATIRALARI VE SÖ YLEYEM EDİKLERİ İLE

RAUF ORBAY

N âşiri: N ejat AĞBARA


İstanbul P. K.: 4 — Erenköy
Telefon 55 30 29
SİNAN MATBAASI, — 1965.
— 1922 —
(İcra V ek illeri H ey eti R e isi) B a şv ek il ik en
TARİHE GÖÇEN BÜYÜK VATANSEVER
VE BİZ

l—| ayata atıldığı günden beri, hiç bir zam an kendi ra h a t


ve huzurunu düşünm eden, daim a en m üşkül ş a rtla r al­
tında m em leketine ve m illetine feragatle hizm eti, m ukaddes
vazife bilerek yaşam ış m üstesna bir şahsiyet olan R auf O rbay’-
ın 18 tem m uz cum artesi günü Teşvikiye C am iinden k ald ırılan
al sancağa sarılı n â ’şını m uazzam bir kalabalık takip ediyordu.
Bem beyaz üniform alı, levent denizcilerin önderlik edip
çevrelediği bu hüzne bürünm üş kalabalık içinde rah m etlin in
yakınları, Vali, Belediye Reisi ile k u m andanlar ve bazı P a rti
başkanları, dostları, eski silâh ve m ücadele arkadaşları, belki
bir defacık yüzünü bile görm em iş, u zaktan h a y ra n la n , A lm an­
ya ve İngiltere hükü m etlerin in tem silcileri vardı. F ak at ü n iv er­
siteler, gençlik, fikir, kalem , sanat sahibi a y d ın la r ve nih ay et
son dakikaya kadar m erakla dikkat edİD bakındım , bilhassa İs­
m et İnönü yoktu.
Ebedî istirahatgâhına tevdi edilm ek üzere götürülen kim ­
di?
Evvelâ «Hamidiye» ve sonra, «Millî Mücadele» kahram anı,
büyük zaferle m em leketi k u rta ra n ve Lozan’la sulha k av u ştu ­
ran, saltanatı ilga ile ilk devrim i yap an hü k ü m etin başı, kısa­
ca M ustafa K em al’in «Benim T ü ıkiyeyi k u rta rm a k ta h ak ik î
yardım cı ve m üzahir kardeşim çok m uhterem Rauf» dediği
m üstesna yaradılıştaki feragat, fazilet, dürüsütlük, m ertlik- ve
insanlık örneği büyük vatansever...
H enüz cn dokuz yaşında silâhı om uzuna alıp, 31 m a rt irti­
ca ayaklanm asını bastırm aya koşanlar safına gönüllü olarak
katıldığı andan, L ondra B üyükelçiliğinden ay rılıp köşesine çe­
kildiği günlere kadarki elli kü su r yıllık hayatı incelendiği za­
m an hakikaten bu m em lekette, eşi görülm em iş derecede y ü k ­
sek vasıfları nefsinde toplayan büyü k lü k te n ad ir b ir şahsiyet
olduğunu, hiç kim senin inkâr edemiyeceği, kelim enin tam m a-
nâsiyle büyük v a ta n se v er...
F ak at aslında şüphesiz ki bir m eziyet olm akla beraber, bil­
hassa bizim m em lekette politika h ayatına atılm ış olanlar için,
sahibine m ütem adiyen zarar ve azap verişi bakım ından kusur
sayılan b ir de son derece «Mütevazi» oluşu v ardı ki, işte m em ­
lek etin üniversitelerine, gençliğine ve her m eslek ve m eşrepten
ay d ın ların a varıncaya k ad ar bir çoklarına, h a ttâ İsm et İnönü’­
n e b ü tü n vasıflariyle (B üvük insanlığını, büyük vatanseverliği­
ni) u n u ttu ra n da, h e r halde bu idi.
T eşvikiye cam ii m usalla taşındaki, al sancağa sarılı nâşm
önüne gelip, selâm vaziyeti alarak, saygı duruşu yapan, büyük
üniform asını giyinm iş A lm anya hüküm eti tem silcisi, elindeki
A lm an ren k leriy le bezenm iş zarif çelengi, b ü tü n A lm anlar
adına, R auf O rbay’ın başı ucuna koyarken, göz yaşlarını zapt
edem em işti.
D erin b ir teessüı ve vecd içinde saygı ile selâm ladığı ra h ­
m etliyi, sağlığında görm em iş olan bu adam , o anda R auf beyin,
b ir zam anlar A lm anya İm p arato ru n u n bile «Bizim kiler de sizi
ta k lit etm ek istediler am a, sonunu getirem ediler» diye gıpta
ile ta k d ir ettiği «Ham idiye kahram anlığını» ve bilhassa Rauf
beyin M ondros M ütarekesini yaparken, cihana hükm eden m ağ­
r u r İngilizlerin b ü tü n ısra rla rın a rağm en, dost ve m ü ttefik i­
m iz olarak T ürkiyede hizm ette bulunan A lm anları, kendilerine
teslim etm em ekte i r a t edip «Biz m illetim izin şıârm a uym ayan
böyle yüz kızartıcı bir harekete girişm ektense ölüm ü tercih
ederiz» diyerek gösterdiği civanm ertliği hatırlıyordu.
H albuki ayni R auf bey, B ahriye E rkân-ı H arbiye Reisliği
esnasında, donanm am ızın işlerine fazla karıştırm ak istem ediği
A lm anları, E rkân-ı H arbiye kadrosundan çekişe çekişe uzak­
laştırdığı için, İngiliz tara fta rlığ ı ile suçlandırılacak k ad ar A l­
m a n la rın diş biledikleri bir adam dı.
F akat, A lm an denizcilerinin başaram am ış olduğu bir akm -
cılığın başarılı b ir kahram anı oluşu ve T ürkiyedeki A lm anları
îngilizlere teslim etm em ekte gösterdiği civanm ertlik A lm an­
larca bunca yıl sonra dahi unutulm am ıştı.

R auf beyin toprağa verilişinden bir kaç gün sonra Tür-


kiyeyi ziyarete gelen P akistan C um hurreisi Eyüp
Han, Y eşilköy’de uçaktan in er inm ez doğruca C ihan­
gir’deki m ütevazı a p artm an a giderek, R auf beyin h em şireleri­
ne, içten gelen pek sam im i bir ifade ile başsağlığı dilerken, ya-
ja ra n gözleri ve titrey en sesiyle: «bilseydim, o büyük adam a
son bağlılık vazifesini yapm ak için, o gün m u tlak a koşarak ge­
lirdim.» diyerek şöyle devam ediyordu:
«Rauf bey, yalnız sîzlerin değil, bizim de büyüğüm üzdür.
O, insanlığın kendisiyle iftih a r edebileceği yaradılışta, m üstes­
na bir şahsiyetti. P a k ista n ’a geldiği zam an biz, h er şeyi biliyor­
duk ve R auf beyin ağzına bakıyorduk. İngilizler de, o geliyor
diye binlerce P akistanlıyı nezaret altına alm ışlardı. Ç ünkü biz
de, o günlerde sizin gibi bir istiklâl m ücadelesi içinde idik. F a ­
kat Rauf beyin, T ürkiye İstiklâl m ücadelesini M ustafa K em al
Paşanın en yakın arkadaşı olarak, onunla elele yapıp b itird ik ­
ten sonraki durum u bizce pek önem li idi. M erak ve heyecanla
etrafına toplanm ıştık R auf bey eğer M ustafa K em al P aşa aley­
hine konuşm uş olsaydı, bir çoklarım ız m uhakkak ki, H am idiye
kahram anlığından b e ri kendisine büyük b ir sevgi ve saygı ile
bağlı bulunduğum uz için, onunla berab er M ustafa K em al Paşa
aleyhtarı olm akla kalm az, kendi istiklâl m ücadelem izin lider­
leri olanlara da: «İşte sonu böyle olurm uş» diye şüphe ile b a ­
k ar ve belki de aleyhlerine kalkardık.
F ak at R auf bey M ustafa K em al Paşa aleyhine tek kelim e
söylem ek şöyle dursun, onu yine bir m illî kah ram an ve lider
tanıdığını, en sam im i bir ifade ile b e lirte re k tak d ir ediyor ve
her yaptığı h arek etin doğru olduğunu ve bu arada inkılâpları
da h a ra re tle savunuyordu.
H attâ bir ara kendisine ,ezan’ın niçin türkçe okutm ağa baş­
latıldığı sorulduğu zam an, verdiği cevap: «Millete A llah’ın ke­
lâm ını an latıp sevdirm ek içindir. Ezan nedir? Ü m m eti nam aza
dâvet değil m i? Pekiy bu dâvet o m illetin kendi bildiği ve an ­
ladığı dille neden yapılm am alıdır? Bilm ediği dille y apılır mı?
Bakın, hep m üslüm anız am a arapça konuşm uyoruz, konuşam a­
yız. Ben sizinle İngilizce konuşuyorum . Ç ünkü ancak bu dille
anlaşıyoruz.» olm uştu. R auf bey, h u su si sohbetlerde olduğu gi­
bi, her yerde ve bilhassa üniversitelerde verdiği kon feran slar­
da. gençliğe hitap ederken de daim a bu tarz sam im i konuşm a-
lariyle, bizlerin zihinlerim izdeki b ü tü n şüphe ve tered d ü tleri
izale ederek, T ü rk iy e’ye ve M ustafa K em al P aşaya olan sevgi,
saygı ve bağlılığım ızı büsbütün k u v v etlendirdikten başka, ken­
di istiklâl m ücadelem izde liderlerim ize ve birbirim ize nasıl
bağlı kalm am ız gerektiği hususunda da aydınlatarak, en doğ­
ru ve isabetli yolu göstermişti.»

evet, m ilyonlarca P akistanlı adına konuşan E yüp Han


da içten gelen bir sevgi ile, gözleri yaşararak, R auf be­
yi anarken, böyle diyordu.
L âkin in san lar arasında m ukadder olan bazı anlaşm azlık­
lar ve kırg ın lık lara rağm en, A ta tü rk ’ün «Benim T ü rkiyeyi k u r­
tarm ak ta hakiki yardım cım » dediği ve son zam anlarında tek­
r a r kucaklaşm ayı candan özlediği ve kendisinin de daim a «Kar­
deşim Rauf» diye m em leketin en k ritik zam anlarında gönül
birliğiyle arkadaşlık ederek, b ü tü n m eziyetlerini ve bilhassa
tertem iz ahlâkım yakından bildiği büyük vatanseveri, İsm et
Paşa ebedî istirah atg âh ın a götürüldüğü anda bile, unutm uştu,
O u n u tm u ştu ... Ya ötekiler, üniversite, gençlik, ve bütün
öteki ay d ın lar ise, m uhakkak ki R auf beyi (tanım ıyorlardı.)
M uhakkak ki. diyorum , çünkü lâyıkıyle tanım ış, bilmiş,
anlam ış olsalardı, herşey bir tarafa, m illî m ücadelenin M usta­
fa K em al’den sonraki ikinci lideri olduğu, bizzat M ustafa K e­
m al tara fın d a n tey it ve tasdik edilm iş olan b ir şahsiyetin a r ­
dından son kadirşinaslık vazifesini yapm akta, geri k alırlar
m ı idi?
Esasen, R auf O rbay’ın ölüm ünden sonra hakkında yazılan
yazılar da, bu (tanım am ak) keyfiyetini açıkça gösterm ek­
tedir.
Söz gelişi, bunlardan bir kaçını alıyorum .
C um huriyet gazetesinde, genç kuşağın değerli y a z a n İl­
han Selçuk şöyle diyordu:
«Rauf O rbay’m ölüm ü, bir kaç zam andan b eri d ikkatleri
yakın tarihim ize çevirdi. A ncak bu d ik k atlerin alışılm ış düşün­
celer dışında yeni b ir şeyler getirebildiğini söylem ek zordur.
H am idiye k ah ram an ı R auf beyin kişiliğine eğilenler, elb ette
pek haklı olarak kah ram an denizcinin destanlaşm ış m acerası­
nı ele alıyorlar.
A ncak H am idiyenin kısa süren hikâyesinin de ötesinde bir
R auf O rbay var. K u rtu lu ş Savaşı ve K u rtu lu ş Savaşından son­
raki çizgileriyle R auf beyin po rtresi nedir? T ü rk iy e C u m h u ri­
yeti ve A tatü rk devrim leri açısından R auf beyin durum u ne­
dir?
Şim diye kadar okuduklarım bende şu etkiyi yaratm ıştır.
Rauf O rbay k ah ram an b ir v atan evlâdıdır, denizci askerdir,
nam uslu, şerefli bir insandır, am a kafa yapısı bakım ından bit
Osm anlı ıslahatçısıdır.
D enebilir ki:
«Nasıl olur? A ta tü rk ’ün B aşvekilliğine kadar yükselm iş
bir insan?...»
O lur... A ta tü rk ih tilâlinin en dikkate değer yanı da b u ra­
sıdır. N itekim , devrim lere inanm ışlarla inanm am ışlar, inanm ış
görünenler, yakın tarihim izin objektif incelem esinde tek e r te ­
k er ortaya çıkacaktır. Belki en önem le üzerinde durulm ası ge­
reken nokta şudur: D evrim ler olgusu içinde bazan devrim lere
karşı d u ran lar, d alk avuklukları ve m ü râilikleri yüzünden dev­
rim ci görünen inanm am ış kişilerden daha az za ra rlı olm am ış­
lard ır devrim lere... Bu gerçeği A ta tü rk ’ün ölüm ünden sonra
elle tu tu lu r biçim de gördük. Rauf beyin zaferden sonra gölgeye
çekilmesi, kolay eğilir bir ağaç olmayışındandır. Ama şüphesiz
ki, devrimci değildi. A ta tü rk ’le arasında geçen bir konuşm a, bu
gerçeğin açık tanığıdır.
G erçek şudur ki, M illî M ücadelede iki kesim v ard ır: Savaş
ve Barış! S avaştaki M illî M ücadelede A ta tü rk ’le b e ra b e r olan,
B arıştaki M illî M ücadelede b erab er olm ayabildi. H attâ zam an
zam an karşısına çıkm ak davranışında bulunabildi. A ncak A ta­
tü rk ’le berab er olanları da iki guruba ayırm ak gerektir:
Ç ıkarları için inanm ış görünüp b erab er olanlar...
Ve gerçekten devrim lere inanm ış, bağlanm ış olanlar...
A ta tü rk ’ün ölüm ünden sonra insanların gerçek kim lik
cüzdanları ortaya dökülm üştür. Ve A ta tü rk ih tilâlin in T ürki-
yesinde yeni perd eler açılmış, yeni o yunlar sahneye konm uş­
tur. R auf bey, öyle görünüyor ki, b ü tü n b u n ların dışında ka­
lacak k a d a r k a ra k te r sahibi idi. H am idiye kah ram an ın ın de­
ğerlerini objektif olarak aydınlatacak çalışm a ve ara ştırm a la ­
rı genç k u şak lard an beklem ek hakkım ızdır ve şüphesiz ki, ya-
kıntarihim izde büyük y er tu ta n «Rauf bey»in kim liği geniş
bir incelem eye değecek ölçüdedir.»
Sayın İlhan Selçuk’un, R auf beyi «kafa yapısı bakım ın­
dan b ir O sm anlı ıslâhatçısı» olarak görüsü ve «şüphesizdir»
diye «devrimci» olm adığını iddia edişi R auf beyi lâyıkiyle ta ­
nım adığını gösterm eğe kâfidir. Esasen bu hükm ü verm ekle
beraber, kendisi de R auf beyi iyice tanım ak için geniş bir in­
celem eye ihtiyaç olduğunu itira f ediyor.
Yine «C um huriyet»te Profesör İsm et G iritli de,
«Erzurum K ongresinin başarılı sonuçlara ulaşm asında
M ustafa K em al ile birlikte, geçen hafta aram ızdan ebediyen
ayrılan Millî M ücadele liderlerinden R auf beyin de büyük e t­
kisi olm uştur» diyerek, R auf beyin, asıl E rzurum K ongresin­
den çok evvel, M ustafa K em al Paşa ile işbirliği halinde Millî
M ücadeleye h azırlandıkları safhaları ve E rzurum K ongresin­
den sonra en çetin ve m üşkül ş a rtla r içinde devam eden çalış­
m alardaki büyük etkisini unutm uş görünerek şu hükm e v a­
rıyor:
«Fakat ne olursa olsun m erhum R auf beyin, m em leketin
kurtulm ası uğrundaki hizm etleri ve A ta tü rk ’ün ölüm ünden
sonra da Millî M ücadelenin bir n um aralı liderine ve hâtırasına
karşı gösterdiği sessiz ve vakarlı saygı, kanaatim izce m erh u ­
m un b ütün zaaf ve h atâların ı örtm eğe yeter.»
Bu hüküm de, R auf beyin b ü tü n «zaaf ve hatâlarının» ne­
ler olduğunu açıkça belirtm eyişi bakım ından sak attır. R auf
beyin eğer, ancak «m em leketin k u rtu lu şu uğrundaki hizm etle­
ri ve A ta tü rk ’ün ölüm ünden sonra da M illî M ücadelenin bir
num aralı liderine ve hâtırasın a karşı gösterdiği sessiz ve v a k a r­
lı saygı» ile örtülebilecek derecede büyük zaafları ve h a tâ ları
var id’ ise, b u n lar açıkça b ire r b ire r sayılıp dökülm eli idi. B ir
insan başka tü rlü tanıtılm az. Bu da gösteriyor ki, sayın İsm et
G iritli de R auf beyi tanıyam am ıştır.
R auf beyin «M alta»dan b eri çok eski arkadaşı, yakîni oldu­
ğu anlaşılan A hm et Em in Y alm an da, «M illiyet»deki yazısın­
da: «Rauf bey h â tırala rın ı yazm am ıştır. F a k a t b ü tü n -h a y a tın a
ait vesikalar m uhafaza edilm iştir. Öyle um arım ki bu m üstes­
na ve tem iz fazilet ve hizm et hayatının h e r köşesini a y d ın lat­
m ağa değer verilir. Ve bugünkü nesiller ve gelecek nesiller
R auf O rbay’ın eşsiz m eziyetlerinden nasip alm ak, ideal bir se­
ciye örneği diye onu iyice tanım ak im kânı bulurlar.»
D iyor ki, m erhum un h â tırala rın ın yayınlanm ış olduğundan
da haberi olm adığı anlaşılıyor. «Bütün hay atın a a it vesikalar
da» yazık ki, çeşitli sebeplerle m uhafaza edilem em iştir.
Nihayet, bu günün en eski ve başarılı gazetecilerinden
«Şeyh-ül m uharririn» duru m u n d a olarak, R auf beyi hiç olm az­
sa kalem sahipleri arasında bir çoklarından iyi ve yakından
tanım ış olması gereken B urhan Felek de bakınız, yana yakıla,
sorum lu ve suçlu aray arak , beni nasıl tey it ediyor:
«Rauf beyin H am idiye süvariliğinden başlayan gözü
pek, biraz bıçkın bir genç b ah riy e zabitliğinden, L ondra Sefi­
ri olduğu zam anki, A m irallik B irinci L ordluğuna gıpta e ttire ­
cek centilm en diplom ata kad ar değişikliklerini hâlâ T ü rk iy e ’­
de pek az kim senin bildiği, daha açık tâb irle pek, am a pek çok
kim senin bilm ediğini, ölüm ü dolayısiyle fa rk ettim . Üzüldüm ,
üzüldüm , çok üzüldüm ... D ikkat ederseniz, D evlet Radyosu bi­
le m erhum dan hep H am idiye K ahram anı diye bah setti durdu.
H albuki R auf beyin büyük hizm eti, İnönü’nün de dediği gibi
.m illetin m innetine lâyık hizm eti, Millî M ücadele sıraların d a­
ki H üküm et Başkanlığı sırasında idi. Y apılan m illî cenaze tö­
reni de ondan dolayı yapıldı.
H am idiye süvariliği R auf beyin gençlik devrine ait bir m a­
cera sahifesinden ibaretti. Y ani R auf bey, O sm anlı D evletinin
değil, T ürkiye C u m huriyetinin b ir büyük adam ı olarak tarihe
geçti... A m a D evlet Radyosu onu O sm anlı devrinden b ir tü rlü
ayıram adı... Tabii kasden değil.
Z aten n adir olan kıym etlerim izin böylece çabucak unutulu-
verm esi sade bizim —n ankörlük dem iyeyim — gafletim izden
değil, biraz da m em lekette böyle m alûm atı toplayan eserlerin
olm ayışındandır. Birisi istese R auf bey hakkındaki m alûm atı
nereden alacak? B akkaldan mı? Hani T arih K urum u? Kim se
v ar mı oralarda?»

£*«
T ) urum işte budur: Y ıllarca kendisi ile b irlikte çalışa-
^ rak, h e r halini yakından görm üş ve bilm iş olanlardan,
D evlet R adyosunun başında b u lu n an la ra k ad ar herkes
«Türkiye C um huriyetinin b ir büyük adam ı olarak» tarih e ge­
çeceği m uhakkak olan R auf O rbay’ı, ya çeşitli sebeplerle u n u t­
m uş görünm ekte veya b ü tü n vasıflariyle tanım am aktadırlar.
Şu halde, h ak ikaten unutm uş veya unutm uş görünm ekte
olanlara; onun bu m em leketin n ad ir yetiştirdiği h e r bakım dan
büyük b ir insan olarak katiyen unutulam ıyacağını, ve tanım ı-
yanlara; bu m em leketin k u rtu lu ş tarih in i iyice bilip kavram ak
için, bu tarih in baş m im arı eşsiz Ö nder’in, kendi ifadesiyle en
yakın yardım cısı olan büyük vatanseveri b ü tü n cepheleri ile,
h er hali ile tan ıtm ak gerektiğini düşünerek, biz, R auf beyin
son zam anlarına k a d a r yakınında bulunm ak m azhariyetine e r­
miş bir insan sıfatiyle, gücüm üzün yettiği kadar bu ödevi ba­
şarm ağa çalışacağız.
B aştan aşağı ve aralıksız, m em leket uğrunda hizm etlerle
geçmiş bir uzun ve şerefli hayatı, nihayet ikiyüz sahifelik bir
kitabın sınırı içine sığdırm ak im kânı olm adığını elb ette bili­
yoruz.
R auf beyin, yalnız genç yaşında hayatına m al olacak dere­
ceyi bulm uş olan S ultan H am it istibdadına karşı m ücadelesi
T rablusgarb ve B alkan ve Birinci D ünya Savaşları esnasındaki
denizcilik faaliyetleri ve 'n ihayet «Hamidiye» ile akın ları ve
İkinci D ünya Savaşı günlerindeki L ondra B üyükelçiliği bile,
ayrı ayrı ciltler dolduracak kadar birbirinden önem li o lay la n
ihtiva etm ektedir.
Biz, bu kitabım ızda, yerim izin sınırlılığını hesaba k a ta rak ,
daha ziyade «Millî M ücadele, İstiklâl Savaşı ve T ürkiye Cum ­
huriyetindeki R auf beyi» tanıtm ağa çalışacağız.
Esasen, daha öncesinden bahsetm ek yetkisini kendim izde
bulm uyoruz.
G örüleceği gibi, Rauf beyle b ü tü n görüşm elerim izde, bütün
hasbihallerim izde, b ü tü n dertleşm elerim izde daim a M illî M ü­
cadeleye giriş ve zafere ulaşışdan başlayıp, sonralarına kadarki
bitm ez tükenm ez olaylarla dolu günler içinde kalm ışızdır ki,
zaten bu konuların derinliğine dalındıkta, a rtık başka tara fla rı
kurcalayıp kaale alm ağa vakit bulunm azdı.
Bu sebeple ileride yayınlanm ak üzere bana a n la ttık la rı ve
yayınlanm ış olan hatıralarile, zam an zam an alm ış olduğum
n otlardan fay d alan arak m eydana getirdiğim bu eserin, bilhassa
T ürkiyenin k u rtarılm asında A ta tü rk ’ün en yakın yardım cısı
o la n büyük vatansever R auf O rbay’ı, gelecek kuşaklara örnek
olacak bütün özellikleri ve cephelerde tanıtm ağa yetecek n ite­
likte olacağını zannediyorum .
Zannım da aldanm adığım ı görürsem , her m illetin kolay ko­
lay yetiştirem iyeceği ve varlığiyle öğünebileceği ayarda te rte ­
miz, asil, büyük ve kahram an bir T ü rk vatanseverini, y u rtta ş ­
larım la karşı karşıya getirebilm iş olduğum kadar, o b ü y ü k va­
tanseverin ru h u n u şâd. edebilm iş olduğum için de U lu T a n rı’ya
şü k ü rle r ederek duyacağım hazzın hududu yoktur.

Erenköy — 1 Ocak 1965

KANDEMİR
N e fs in i fe r a g a tle v a k fe ttiğ i y u rd u ve m ille ti u ğ r u n a , sa rsılm a *
b ir a z m ü iy m a n v e y o ru lm a k b ilm e z bir a şk ü şev k le ç a lışa r a k d a i­
m a te m a y ü z ed e ed e k a h r a m a n lık m e r te b e sin e y ü k se le n , b ü tü n bir
ö m ü r b o y u n ca d a k a ra k ter sa h ib i, te rte m iz , d ü rü st, m e r t, fa z ile tli
bir in s a n ö r n e ğ i k a lm a sın ı b ilen b iiy ü k v a ta n s e v e r
R a u f O rbay - 1960 ta lu resm i.
H ân İÜ M İ^'İK , ca p A T YAHLIÛI

Aıtuuz. Soyaduıa : Eeerlcrlnis : :tı t Tmvîm( YitimTiBm»Ha)


Dotftfmyılmış i/f*/ . - DoğumYerim* :-A İ~"¿^£ /
I M n n n n A d ı: -¿ C u .-z+ ıjjt.:
Atmanın ^dı /V^y.+ iy*. /
Meetepnis :
■v Adnşlaiş c«iekc«m a.ı— ..........
J34*<£i.-US+ J*C1 .yU— W
GOrdüdUnUı Devlet Hizmetleri ve Yıltan

İş *i rimel nf ıı : .¿¿i/aj-Lu .-¿veZjx»r ¿•L*u,Z*\


-/< /e* »tıe-'tıeCh'nid.(c -
/jjrl i ^yu z¿a t
Bşniıio AA
T
Bpgıbin Aile Adı / »• /< H u n d Milweeekrde Gvidi:^uıtiie Vaiiiii-.r vs Y;i;y.rı
Hpniriıı Doğ\un Yılı ve Doğum Yeri

J/'i
Ç ucukhnnısm lalmleri ve Dagum Yıllan

f /* «
Okhij^urua Cemiyetler ve K uiöpkr

BikUginiı Yebtaei DUkr v-f>-


/H * . ıa l .......
Okudugum» İlkokulun AA ve Bltlnne Yılı :
-yk-*A~*İ xA^<-Vi - Spor <■» Cmu aMneın» e« ı » « frı«ı*t»>
OrU Okuhın Adi V# Bâttan* Y^ı :
~ ^'***ci
-d : •■-*£-- «~...
Mfinhlı 4>ldııfim in Şeyler : ır* *•*■*•>«
Lisenin Âdı ve^Ettirme Yılı
«¿«*Uoc> MiA/i t‘ÂU/A-lA—
Şnivenâte *P FekUtteoln Adı vtjBttJnne Yılı : /& - 7-9
Seynbnt ımaiıaş*
.**. mı Me e*m..
. -*»^y»4•
Btadfltnİı IColektarieki D eftn sta r v» Yıllan :
¿s/ vuaZL*jv^»i, tA/Ç*<’«'•14Ğ7+—. j
,iv> Avl i/t-*'
Yukaıdaki enaltar difindn hueiwl b ıyıtııuıi) baınıluıııı
a , vhlm etkr1nla. vedfelarlaisn eserlerinlxe, «J[*«!«* ve
grt^ U r ta m ı i t nrsıı ettiğinin niibloi meeeleleıl ydums ;

// > &L&LAy

.(Kim kim dir» k ita b ı için iste n e n a n k e t v a ra k a sın ı d o ldururken R auf


O rbay: «G ördüğünüz D evlet H izm etleri?» soru su n u yine m u hakkak
ki büyük tev azu u n u n tesiri a ltın d a sadece «T orpitobotdan d re tn o ta
k a d a r kum an d an lık , B ahriye Nazırlığı» diye a ltı kelim e ile
cevaplandırm ıştı.
HATIRAT NASIL YAZILDI?

Rauf Bey m erhum la «H atıralar» konusuna ilk defa, büyük,


elçilikten istifa ile L ondradan dönüşünde, kendisini ilk ziya­
retim de tem as ettiğim zam an, hiç unutm am , bu lâfın edilm esi­
ni dahi istem ediğini b elirten b ir davranışla:
— H ayır, dem işti. K a t’iyyen böyle birşey düşünm üyorum ,
«şöyle yaptım , böyle ettim » diye b ir takım şeyler anlatarak,
kendim den bahsetm ek benim yapacağım iş değildir.
— F ak at bey efendi, siz b u n u yapm azsanız, yakın ta rih i­
m izin bir çok önem li olayları k a ra n lık ta kalacak, bilinm iyecek-
tir.
— N e m ünasebet?.. M em leket uğrunda yapılan hizm etler da­
im a m üşterek çalışm aların eseridir. Hiç kimse, tek başına iş
görem ez, önem li bir iş görülm üşse, m u tlak a güvenilen m illetin
yardım ı ve b ir çok a rk ad aşların m üşterek çalışm aları ile m u­
vaffak olunm uştur. M eselâ ben «Hamidiye» de h er zam an, her
birini sevgi ve tak d irle andığım , o kıym etli arkadaşlarım ol­
m asa idi, tek başım a ne yapabilirdim ?
M erak etm eyin, hiç b ir şey k a ra n lık ta kalm az. Ne tekim ,
H am idiye’nin m enkıbelerini de, içinde bulunm uş ve h e r safha­
sını yaşam ış olan a rk ad aşlar zam an zam an anlatıp, pek âlâ ay­
dın latm ıy o rlar mı?
— G erçi öyle am a, sizin anlatm anız başkadır. H er işin bir
başı v ardır. İşi düşünen, tertip ley ip idare eden o baştır. Başa­
rıda, o başın rolü in k âr edilem ez
— B e b irad er... F ilân yerde, falan işte m illetin içinden bi­
ri baş olunca, h e r şeyi o m u yapm ış olur?. Böyle şey yok. Her
işin başı, m illettir. Şu işte tesadüfen, ben baş olm uşum , ben
olm asaydım , b ir başka arkadaşım olacaktı...
— M üsaadenizle sorabilir m iyim beyefendi, m eselâ «Ha­
midiye» ile, o m üşkül ş a rtla r içinde akm cılığa başlam ak üze­
re A kdeniz’e çıktığınız zam an Îstanbulda bunca denizci a rk a ­
daşlarınız, h a ttâ sizden rütbece çok yüksek y arbaylar, albay­
la r varken, neden b u n lard an hiç b iri böyle bir h a re k e te a tıl­
m ağa...
— A tılab ilirlerd i... E lbette benden çok liy ak atlileri vardı
ve atılab ilirlerd i... T esadüf beni attı.
— H ayır beyefendi... N etekim ondan çok sonra, M illî Mü­
cadeleye başlam ak üzere M ustafa K em al Paşa ile A nadoluya
geçişiniz de bi r tesadüf eseri değildi. M ütarekenin o k ara gün­
lerin d e, üm itsizliğe bürünm üş koca îstanbulda, m em leketi k u r­
ta rm a k için çareler aray an bunca devlet ricali ve k u m andan­
la r arasında, en doğru yolu bulup, m utlaka A nadoluda m üca­
deleye girişm ek lüzum u üzerinde ittifa k eden M ustafa Kem al
P aşa ile sizdiniz. Bu bir tesadüf değildir.
H epim iz a rtık biliyoruz ki, M ustafa K em al P aşa ile siz,
uzun uzadıya çalışm alardan, u ğraşm alardan sonra bu noktada
ittifa k edip iş birliği yaparken, Kâzım K arab ek ir P aşa ile A li
F u a t P aşad an başka arkadaş da bulam am ıştınız. B u arkadaş­
lardan g ayri hiç kimse, ne Padişah, ne V ezirleri, ne de koca
im p arato rlu k m erkezi İstanbulu dolduran bunca paşalar, âyan,
erk ân ve ay d ın lard an hiç biri, sizinle ayni inançta birleşip, h a­
rekete geçm eyi k a t’iyyen kabul etm em işlerdi. O halde...
— B elki...
— B elki değil, m uhakkak...
—■F a k a t bundan ne çıkar? Biz A nadoluya geçtikten son­
ra, ne yapıldı ise m illetin m üzahareti ve yardım ı ile yapıldı.
Asıl olan, kahram an olan daim a m illettir. Hiç şüphe yok ki, o
m illeti gerçeği an latarak , tehlikenin büyüklüğü karşısında
azim ve îm anla birliğe ve nihayet zafere sevk eden M ustafa
K em al Paşadır. Bu suretle, m illeti şahsında tem sil eden de o
büyük adım dır.»
R auf bey sustu.
Z aten biliyordum . F ak at bugün ilk defa konuyu açıp, üze­
rin d e tartışırcasın a d u ru p çabaladıktan sonra onu, söylenecek
sözlerin, ileri sürülecek sebeplerin, en k u v v etlileri karşısında
dahi fikrinden, h a ttâ k a ra rın d a n döndürm enin im kânı olm adı­
ğım gördüm . Yalnız, acaba zam anla, bu k a t’î fik ir ve k a ra rın
biraz olsun yum uşayabilm esi ihtim ali yok m u idi? K im bilir?
O gün, bu konu bu kad arla kaldı. Başka şeylerden konuş­
tuk. İlgilendiğim i gördüğü M illî M ücadele ve İstiklâl Savaşı
esnasında olup biten bazı önem li olaylar hakkında, aydınlan­
m ak isteklerim i sam im iyetle karşıladı.
«— A m a bak, şerefin, nam usun üzerine söz v e r ki, yazm a­
yacaksın.» kaydiyle, b ir çok sorularım ı, izahlarla cevaplandır­
dı. O ta rih te henüz M illî M ücadele erk ânından hiç b irin in ha­
tıra la rı yayınlanm am ış olduğundan içyüzünü bilm ediğim iz, ya­
h u t yanlış ve noksan bildiğim iz bazı olayları, o gün ilk defa, Ra­
u f beyin ağzm dan dosdoğru şekilleriyle öğrenm iş oluyordum .
O günden sonra, yakın tarih im iz konusundaki çalışm ala-
Timda, lâyıkiyle kavrayam ayıp, içinden çıkam ayarak ta k ıl­
dığım herh an g i b ir nokta karşısında kaldıkça, daim a elim deki
notlarla R auf beye gider, onun sağlam lığına h a y re t ettiğim ha-
îızasiyle, vesikalarından fay d alan arak ay d ın la n ır ve bu esnada
fırsat buldukça yine h a tıra t konusunu açar... F ak at h e r sefe­
rinde, ayni neticeye, «Bu lâfı etm ek bile istemediği» neticesi­
ne vararak , yine biraz beklem ek gerektiğini anlardım .
B ir defasındada, E nver P aşadan söz açıldığı b ir sırada, be­
nim P aşa ile T ü rk istan yolundaki son tem asım ı anlatırken:
«şüphe yok ki, büyük bir vatanseverdi. F a k a t tecrübesizliği ve
bilhassa kabına sığam ıyacak derecedeki cesaretle atılganlığı
sle h e r şeyin yapılabileceği vehm ine düşüşü, m em lekete çok
pahalıya m al olm uştur. Ben bunu, kendisine de söyledim . Göz­
leri y a şara ra k bana verdiği cevabı şu idi:
«— B en m em leketim e bilerek, istiyerek fenalık edecek bir
adam değilim , ne yaptım sa sadece m em leketim in, m illetim in
laayn için yaptım . H atalarım olm adığını iddia edem em . A ncak
İçinde bulunduğum uz zam anın şartları, icapları ve za ru re tleri
nazarı dik k ate a lın a ra k verilecek hüküm isabetli olabilir. Bu
hükm ü de elbette ta rih verecektir» deyişim üzerine R auf Bey:
— D oğru... deyince, ben gene:
— D oğru am a B eyefendi dedim , ta rih h ü k m ü n ü verirken,
Enver Paşayı dinliyem iyecektir. E nver Paşa, aşağı y u k a rı on
iki yıllık askerî ve siyasî h ay atın ın hesabını verm eden, yani
h a tıra diye üç beş sayfacık b ir şey dahi bırakm adan göçüp git­
m iştir. K endi hesabına, en büyük hatası bu değil m idir?
R auf Bey uzun uzun yüzüm e bakarak, hafifçe gülüm sedi:
— Be birader, senin derdin de hep bu!... illâ h a tıra t... H e­
le E n v er P aşa gibi, durm ad an çalışan b ir adam h a tıra la rın ı yaz­
mağa nasıl v ak it bulabilir?
— T alât ve C em al P a şa la r nasıl bu ld u lar? Bilhassa Is ta n -
buldan ay rıld ık tan sonra E nver P aşanın da yapacağı şeylerin
ilki, bence bu idi. N etekim ö tekiler bunu, pekâlâ denem ezse
Je, bir dereceye k a d a r yapm ışlardır. T alât P aşanın h a tıra la rı
gibi, C em al P aşanın h a tıra la rı da, içinde bulunm uş oldukları
devrin ş a rtla rı ve icaplarına u y a ra k yapm ış olduklarını izah
etm eleri bakım ından k endileri için de, m em leket için de h e r­
halde faydalı olm uştur. B u in k âr edilebilir m i?
— H ayır...A m m a, herkesin b ir düşüncesi var. K im i şöyle
d üşünür yazar, kim i yazm az... Sen şim di onu b ırak ... D ışarda
F: 2
ne var ne yok... B abıâli ne âlem de... Eskiden arasıra kitapçı­
lara uğrardım . Şim di pek gidem iyorum ... Hilmi ne yapıyor,
o da a rtık ih tiy arlad ı...
Ve daldık B abıâliye...
1958 yazı idi, R auf Bey, âdetleri üzere, haziran ortalarında,
rahm etli babalarından kalan, Erenköydeki yazlıklarına gelm iş­
lerdi. B urada kapı kom şusu denecek kad ar yakın olduğum uz­
dan daha sık görüşm ek im kânı oluyordu.
«Hoş geldiniz» e gidişim izin haftasında, hem şireleri İffet
H anım efendi ile birlikte, bizi şereflendirdiler. R ahm etli anne­
ciğim in elini öperek h atırın ı sorarlarken, söz tabiatiyle eski
günlere, babalar, analar, am calar, d ay ılarla yaşanan ve artık
hayali pek değerlenen günleri anm ağa geldi.
A nnem in dayısı olan - 31 m art hâdisesinde Yıldızda S ultan
H am id’in gözleri önünde, asiler tarafın d an şehit edilen «Asar-ı
Tevfik» süvarisi- Ali K abuli Bey» R auf B eyin de eniştesi idi.
Bu arada, genç bir bahriye zabiti iken S ultan Ham id ta ra fın ­
dan T a rab u lu sg arb ’a sürülen Ş eref k u rb anlarından olan baba­
mın da, h ü rriy e t uğrundaki m ücadelelerinde yıllarca çektikle­
rinden bahsedilirken, ben;
— O da bir devirdi ki, a rtık tarih oldu. F akat rahm etli ba­
bam o devrin içinde yaşadığı o kasvetli, azaplı günleri m unta­
zam an tu tm u ş olduğu notlarla, pek güzel tesbit ederek, haki­
katen büyük bir hizm ette bulunm uştur. S ultan H am it istibda­
dının (Şeref K u rb an ları) içinde eğer babam da h atıraların ı
m untazam an tutup, sonra da çeşitli k ita p la r halinde yayınla­
m am ış olsaydı, istibdat tarih in in önem li bir faslı belki de ilâni-
haye k aran lık ta kalıp bilinm iyecekti. Değil m i Beyefendi?» de­
yince, R auf Beyin;
«— Şüphesiz... H akikaten öyle...» deyişi üzerine dikkatle
yüzüne bakarak, h a tıra konusuna tem asa m üsait b ir hava için­
de bulunup bulunm adığım ızı sezm eğe çalıştım . H ayır, yine is ­
tem iyordu. B unu anlayınca, başka konulara daldık. Lâkin, o
benim , «acaba nihayet bir gün yum uşam ak ihtim ali olm aya­
cak mı?» üm idim sönm iyordu. N itekim , bir başka gün Lozan
K onferansının sonlarına doğru İsm et Paşa ile araların d a hu­
sule gelen anlaşm azlığı konuştuğum uz sırada, İsm et Paşanın
Lozandan yazdıklarına vaktinde cevap alam ayışından şikâyet­
çi olduğunu, halbuki o günlerde A vrupa ile m uhaberenin an­
cak İngilizlerin kontrolü a ltın d ak i K östence yolu ile yapılabil-
diğini, Çörçilin hatıraların d a anlatm ış olduğunu söyleyince,
ben yine hem en h a tıra t bahsini açıverdim . D urakladı:
— Be birader, dedi. Çörçil dostum dur. M ünisap zam an ge­
lince h atırala rın ı neşredeceğini bana söylem işti. O nlar böyle
şeylere alışm ışlardır. O ralaraa bu âd ettir. Burası, İngiltere de­
ğildir. F a k a t buna rağm en, ben de belki m ünasip b ir zam anda
bu işi yapacağım . Yalnız, yazdıklarım ın ancak benden sonrar
yayınlanm asını vasiyet edeceğim.»
B unu ilk defa söylüyordu.
— B eyefendi, dedim , A llah size çok uzun öm ürler versin.
F akat ben em inim ki, son ânınızda bu fikrinizden cayarak, y i­
ne k a t’iyyen yayınlanm am asını tavsiye edersiniz. Sonra, h a tı­
rala rın sizden sonra yayınlanm ası çok m ahzurludur. Biri çıkar
da R auf B eyin h a tırala rın d a k i şu, şu n o k talar yanlıştır. Ö yle
olm am ış, böyle olm uştur, işin aslı başkadır filân derse, kim ce­
vap verecek, doğruluğunu kim isbat edecek?
G ülüm siyerek yüzüm e baktı:
— Sen, dedi, herşeyi biliyorsun, hepsini sana anlattım .
Ben de gülüm sedim :
— Ya ben de göçmüş bulunursam ? Sonra bilm ediğim , iç
yüzünü iyice bilm ediğim bir m eseleye tem as ederse? Esasen
benim , doğrulam am ın ne hükm ü olur?
— Be birader, o k a d a r uzununa ne gidiyorsun? İşte sağ’ım,
gözlerim in önünde bir çok hâdiseleri yanlış, h a ttâ tam am en ve
kasten ta h rif ederek anlatıp d u ru y o rla r da, ne yapıyorum ?
B övleleriyle konuşm anın ne faydası olabilir? V esikalara daya­
n an hadiseleri bile, m utlaka tah rif etm ek itiyadında olan bir
tak ım ların ın m aksatlı o yunlarına gelip bunlarla ağız dala­
şm a girm ek, benim harcım değildir. V arsın söylesinler, yazsın­
lar, ben böyleleriyle polem iğe m i tutuşacağım ? H ayır, b ırak bu
işleri... Ben böyle bir vadiye sürüklenem em ...»
1959 tem m uzu idi, R auf Bey yine E renköydeki köşklerine
gelm işlerdi. A krabam dan ve eski m ebuslardan E m ru llah N u t­
ku ile b irlik te ziyaretine gittik. R auf Bey E m ru lla h ’ı görünce,
bahriyem izin pek değerli ve cesur fik ir ve kalem sahiplerinden
olan m erhum babası Süleym an N utku Beyi hatırladı.
«Öm rünün sonuna k ad ar denizciliğim izin hay rın a ferag at­
le çalışm aktan geri du rm ay an böyle insanlar kolay kolay yetiş­
m iyor. Y eri hâlâ boştur. B ugün bir A li Riza Seyfi de yok. De­
nizcilik m evzuunda b ir ayaklı k ü tü p h an e idi. P ek güzel İngi­
lizce de bilirdi. L ondraya giderken, Elçilik kadrosuna alm ış­
tım . Çok istifade ettim ...»
A li Rıza Seyfi m erhum da akrabam ızdı. A nî b ir h atırlay ış-
H a tır a la r yazılırken başbaşa çalışıldığı günlerde...
la R au f B ey in sö zü n ü k estim :
— B ilm em iy i iıa tırlıy o rm u y u m B eyefendi, A li R iza S ey fi
m e rh u m , b a n a L o n d ra d a ik e n b ir kısım h a tıra la rın ız ı yazm ağ a
b a şlad ığ ın ızı söy lem işti.
— E v et, dedi, öyle b ir şe y le r y a p m a k istedik.. B irin ci D ü n ­
y a h a rb i so n u ile M ondros M ü ta re k e si m ü z a k e re le rin in n o tla n
ü z e rin d e ça lıştık . A li R iza S e y fi’n in b a n a çok y a rd ım ı oldu.
— O n d a n so n rası, h a ttâ d a h a e v v e lle ri B ey efen d i?
— B e b ira d e r, o k a d a rın ı d a A li R iza S ey fin in ısra riy le ,
d ağ ılm asın , u n u tu lm a s ın , d e rle n s in to p la n sın diye y a p tık ... O n ­
d a n so n rası, o n d an ev v eli de b e lk i m ü n a sip b ir za m a n d a y ap ı­
lır... A celesi n e? B en d en so n ra n e ş r ed ileceğ in e gö re...
V e h e m e n k o n u y u d eğ iştird i. G enç y a şın d a h e n ü z H eybeli
B a h riy e O k u lu ö ğ ren cisi ik e n M illî M ücad eley e k a tılm ış b ir
esk i d en izci olan E m ru lla h N u tk u ’y a d ıv a rla rd a k i boy boy «Ha-
m idiye» re s im le rin i g ö stere rek , p ek ta tlı b ir d en izcilik b ah sin e
g ird i. O g ü n d e ö y le geçti. «B eklerim y in e b u y u ru n , a r tık y a ­
k ın ız, sık sık gelin» iltifa tla rın a te ş e k k ü rle r e d e re k a y rıld ık .
B ir h a fta k a d a r so nra, y in e E m ru lla h N u tk u ile b irlik te
z iy a re tin e gideceğim iz s ıra d a k a rd e şim B edia :
«A ğabey, n e o lu r a r tık h a tır a filâ n d a n b a h s etm ese n iz ...
S in irle n iy o rla r, iy i olm uyor.» ta v siy e sin d e b u lu n m u ştu .
G ittik . P e k n eşe li v e ra h a ttı. G ü le r y ü zle k a rş ıla y a ra k , b ir
kaç g ü n e v v e l k en d isin i z iy a re te g elen ingıiizlercten b ah se tti:
«Kıi’K y ıllık İngiliz d o stlarım , u n u tm u y o rla r, T ü rk iy e y i z iy a­
re te gelen o ğ u lla rın ı bile, Is ta n b u la g ia e r g itm e z ev v elâ, onu
g örüp, bizim ıçm e lle rin i sık ın , h a tırın ı sorun.» d iy e g ö n d e ri­
y o rla r. in s a n m ü te h a ssıs o lu y o r. B ir k a h v e n in k ırk y ıllık h a tı­
rı sa y ılır d e n ir am a, b u n a itib a r e d e n le r a r tık b a ş k a la rı... d e r­
ken, bahis In g ilte re d e g eçen g ü n le re d ö k ü ld ü v e K auf B ey k â h
genç b ir b a h riy e su b ay ı, k â h a n lı şan lı b ir d o n a n m a k u m a n d a ­
nı, k â h işsiz güçsüz b ir esk i d e v le t adam ı, k â h b ir b ü y ü k elçi
o lara k , fa k a t y ılla rc a g id ip g e le re k ö m ü r sü rd ü ğ ü İn g ilte re ve
L o n d ra d a g eçen g ü n le rin in acı v e ta tlı a n ıla rı içinde, p ek hoş
b ir so h b ete aa ld ı. D ah a b aşk a ş e y le r d e k o n u şu ld u . F a k a t k a r ­
d eşim in tav siy esin e u y a ra k , h a tıra k o n u su n a, im a y o lu ile d a­
h i te m a s etm em eğ e çok d ik k a t e ttim . N ih ay e t, m ü s a a d e le rin i
ric a ed e rek , k alk m ağ a d av ra n d ığ ım ız sırad a , ü stü n d e İn g ilizce
d e rg ile rle bazı k ita p la rın b u lu n d u ğ u e ta je rin in a lt g özünden
a ld ığ ı b ü y ü k b ir zarfı:
— B ir şe y le r o k u m ağ a v a k tin v a r m ı? d iy e b a n a u z a ttı.
— O k u m a k ta n , y a z m a k ta n b aşk a n e işim iz v a r B ey efen ­
d i... d ey işim ü z e rin e :

H er kelim e, h e r etim le üzerinde titizlikle dururdu.


— Öyle ise, şuna bir göz gezdir, sonra bana m ütalâanı söy­
le .
— E m redersiniz, m em nuniyetle... diye şişkince m uhtevi­
y atın ın ne olduğunu bilm ediğim , onun da söylem ediği zarfı a l­
dım .
İki adım ötedeki evim ize dönüşüm de, itira f ederim ki, bü­
yü k b ir m erak ve sabırsızlıkla zarfı açıp da içinden çıkanı gö­
rünce, gözlerim e inanam adım .
B u «Hatırat» dı.
B irinci dünya h a rb i sonundan, M ondros M ütarekenam esi-
n in im za edildiği güne k ad ark i h a tıra t...
K ardeşim de, E m rullah N utku da benim kadar şaşırm ış,
bakıyorlardı.
İlk hayretim , şaşkınlığım geçince, büyük bir sevinçle bir
köşeye çekilip, okum ağa başladım . T ek rar te k ra r dikkatle oku­
yu p n o tla r ald ık tan sonra, m ütalâam ı tesbit ettim . Ve üç gün
sonra, yine E m rullah N utku ile b irlik te ziyaretine gittiğim iz­
de, elim deki zarfı görünce sordu:
— Nasıl, okudun m u?
— Evet, dikkatle okudum ... Çok güzel Beyefendi...
— M ütalâan?
— A rz edeyim , bence, dili biraz bugünkü neslin de anlaya­
bileceği şekle sokm ak iyi olur. M üsaadenizle ben, başlangıçta
b ir iki sahifeyi, bir denem e halinde öyle yaptım .
— Oku bakayım ...
Okudum .
— Evet, doğru... Böylesi daha m uvafık... başka?
— Bazı konular pek kısa geçilm iş...
— M eselâ?...
O nları da .anlattım .
— Bu da doğru... T afsilât verilebilir. Başka?
— P ek kısa... H a tıra t olarak, bu kadarcığı yetm ez.
— Şim di o tara fın ı b ırak ... B unun üzerinde, dediklerin
doğru, dil sadeleştirilebilir, bazı kısa geçen bahislerde tafsilât
verilebilir.» dedikten sonra, zarfı te k ra r bana uzattı:
— Al öyle yap... Sana veriyorum .
O anda duyduğum sevinci ta rif edem em . Bu sefer de k u ­
laklarım a inanam ıyordum . T eşekkürlerle biraz kendim e gelin­
ce :
— Şu halde, Beyefendi, m eselâ bazı bahisleri d e rin leştir­
m ek hususunda yapılacak çalışm alarda, sizi sık sık rahatsız e t­
m em icap edecektir...
— Bir telefon eder, gelirsin... Ben hem en her gün evde­
yim ... Rahatsızlık ne dem ek, bilâkis m em nun olurum .
Bövlece, b ü tü n o yaz boyunca haftada iki üç defa öğleden
sonraları, saatlerce baş başa vererek çalıştık.
Birinci D ünya H arbinin sonundan, M ondros M ütarekena-
m esinin im zalandığı güne k ad ark i - esasen hazırlanm ış olan
kısm ın rötuşları yapıldıktan sonra, M illî M ücadeleye giriş ve
İstik lâl savaşiyle, Lozan’a ve ondan sonraya kadarki kısm ı da
yeniden, yine baş başa yazıp bitirm em iz, 1960 yılına kadar de­
vam etti.
R auf Bey bu arada, m utadı veçhile 1960 kışını da A vrupa-
da geçirdiği sırada, ben eldeki n o tlar üzerinde gereken şeyleri
yapm ış ve kış sonunda îstan b u la dönüşlerinde, yine b irlikte
çalışm am ıza devam etm iştik.
Hepsi tek ra r te k ra r düzeltile düzeltile okunupta bitince,
Rauf Bey
— Şim di b u n lar ne olacak? dedi.
Ben, biraz çekine ç e k in e :
— Beyefendi, dedim , elbette şim di yayınlanacak... Başka
ne olabilir?
B irdenbire irkildi, yüzüm e, şiddetle itiraz edecekm iş gibi,
se rt bir bakışla baktı. Ben sesim in b ü tü n yum uşaklığile devam
ettim
— Ç örçil’i bırakıyorum , bakın A li F u a t Paşa ne güzel ya­
yınladı. Esasen bu konuda tereddüde y er olm adığı a rtık sizce
de...
D em em e kalm adı, o h er zam anki ta tlı gülüm seyişile
— Pekiy, pekiy... dedi. Sen nasıl istiyorsan, yap, m üsaade
ettim .
R auf Beyin, bu «m uvafakat» k a ra rm a varıncaya kadarki,
hep ve k a t’iyyen «hayır» diyerek gösterdiği büyük çekingenli­
ğin, tereddüdün sebebi ne idi?
Şüphe yok ki, bizzat da ilk eVvel açıkça söylediği gibi,
«Kendinden bahsetm eğe» tevazuunun m ani oluşunu düşün­
m ek lâzım dır.
R auf Bey, bu noktada o kad ar hassastı ki, çeşitli vesileler­
le gelip kendisinden, bizzat içinde bulunduğu hâdiseler hak k ın ­
da yayınlanm ak üzere bilgi isteyen h a tırı sayılır gazetecilere
dahi, m azur görülm esini rica ederek, hiç b ir şey anlatm azdı.
H attâ resm inin çekilm esine dahi razı olmazdı. D ikkat edilirse,
otuz kırk yıldan beri çıkan gazete ve dergilerdeki yüzler ve
binlerce m ü lâk atlar ve rö p o rta jların b ir tanesinde bile Rauf
Bey görülem ez.
rotmpmsioi» fiois.rtm III PfVMINfcbi »(4
ffltfNOM | M1.I«

••MflMta» ftta+'AU MltVVN


c««*cr

v4tr u m' ’
f v*A>« jt/St . ^;u<#
,-j* >.. /?0

v * w_ A*r‘ }!&****■ **i2±d- n û i-Â -i w-’

•*- ^.w kiV i.Nj4»f‘vÇİ{5* W *- > -r

4i>
:j- . . . ,^ /l.v
► «(İ4 -jçijP'- ■*.,%,¿. •' ; ' ' " . V"
A" <-<<i /• —•^«■*.«5..i1• -/pr^.Ju: 2in fi-.il. ¿iJu.u'J
;y—«*SÂ■■v( u^*y*S
J-*1- Şu. C. ?. *jiüu.u. >V
K^'a^UnttjU}

H a tıra la rın yazılm ağa başlandığı 1960 y ılın d a m u ta d ı üzere kışı ge­
çirm eğe A vrupa’ya giden R a u f Bey’in, Nice’d en gönderdiği elyazısı
ilk m ektubu :
Azizim. K an d em ir Bey,
Nasılsınız? İn şa lla h ailece afiyet, şa h se n de selâm ettesiniz. Biz
kardeşim le İs ta n b u l’d a n Pireye k a d a r iyi, Pireye y aklaşırken fırtı­
n alı h a v a ile yol aldık. F a k a t P ire ’den so n ra bu m evsim de üm id edil-
m iyecek k a d a r iyi h a v a ve çok sa k in deniz üzerinde â d e ta kaydık.
G em i za b ita n ı çok işini bilir a rk a d a ş la r idi. H er gece sin e m a lar
ve d a n sla r te rtip ederek y o lculara hoş v ak it geçirttiler. Aşçıbaşı d a
işinin çok ehli idi, çok leziz yem eklerle h erk esi m em n u n etti. Çok if­
tih a r ettim .
M arsilyad an tren le, adresi y u k a rıd a h e r sene kışladığım ız H otele
geldik, güler yüzle k arşılan d ık . S ıh h atim iz iyidir.
K ardeşim size selâm eder, h em şiren izin gözlerinden öper. Ben
de hem şirenize selâm eder, sizingözlerinizden öper, hav ad isler ve
afiy et haberlerin izi getirecek m ek tu b u n u zu beklerim »
H. R a u f O rbay
K endi de fotoğraf çekm eyi sevdiği halde, bir gazete fotoğ­
rafçısı karşısında poz verm eyi, «kendini âlem e gösterm ek iste­
yiş» telâkki ederek, asla kab u l etm ezdi.
Sonra anlatacağı hâdiselerin, bazı yanlış tefsirlere, suite-
fehh üm lere uğratılarak , hiç de istem ediği polem iklere yol aç­
m ası ihtim alini d ü şü n ü r ve m illî m ücadeleye nasılsa katılm ış
ve etek öpe öpe, tü rlü o y u n lar ve yalancı peh liv an lık larla k ah ­
ram an kesilm iş b ir takım k ü ltü rsü z, seviyesiz v e m ütecaviz
m ahlûkların, zaten b ahâne a ra d ık la rın ı h e r vesile ile h a tırla ta ­
rak : «Allah esirgesin, insan b u n lara nasıl m u h atap olur?»
derdi.
Ve nihayet, zanederim , zam an zam an hakkında yazılm ış
ve söylenm iş bazı şeyleri, h a tıra la rın ı y azarak düzeltm enin, yi­
ne b ir nevi «kendini m eth» gibi b ir h a re k e t olacağı gibi, her
şeye rağm en sevdiği ve saydığı bazı kim selerle çatışm a haline
getirebileceğini d ü şü n ü rd ü ki, b ir gün A ta tü rk ’ü n B üyük Nut-
ku’ndan bahsedilirken:
«— İşte bak, A ta tü rk te h a tırala rın ı yazm am ıştır. B üyük
N utkunun adından da anlaşılacağı .veçhile, sadece b ir siyasî
n u tu k ta n ibaret olduğunu, bizzat kendisi de söylem iştir. Bana
bunu geçenlerde P rofesör  fet H anım efendiden itişen ler söy­
lediler.»
Dem iş ve ilâve etm işti:
«Ah keşke öm rü vefa etseydi de, h a tıra la rın ı da yazabil-
seydi...»
B urada, b ir zam anlar R auf B eyin y ak ın ların d a bulunm uş
•la n em ekli Deniz A lbaylarından Y avuz Senem oğlu’n u n son
günlerde yayınladığı h a tıra la rd a n şu sa tırla rı alıyorum :
«Kendisine, bizim öğrenip tanıdığım ız R auf Bey ile, bir
çok eski yazı ve konuşm alarda ifade edilen R auf Bey arasında
büyük fa rk la r olduğunu söyledim. İşitm em ezliğe geldi. M ev­
zuu tam am en değiştirdi. F a k a t h e r fırsa tta bu m erakım ı tek ­
rarladım . N ihayet b ir gün:
«— B üyük adam ların siyasî konuşm alarında ve yazılarında
kendileri yoktur. Siyasî an layışlarının m üdafaası v ard ır. Belki
o günkü siyasî hava öyle icap ettirm iştir» dem ekle yetindi...
İşte R auf Bey bu düşüncelerle uzun b ir te re d d ü t devresi
geçirdikten sonra, h a tıra la rın ın yazılıp yayınlanm ası k a ra rım
verm iş ve böylece yakın tarihim izin b ir çok k a ra n lık ta kalm a­
ya m ahkûm önem li olaylarını aydınlatm ak suretiyle, m em le­
ketine yaptığı son hizm etin de verdiği h u zu r içinde h a y a ta göz­
lerini yum m uştu.
M u z a ffer B a şk u m a n d a n G azi M u sta fa K e m â l P a sa bü yü k z a fe r d e n
so nra B a şv e k il R a u f B e y ’e su n d u ğ u r e sm in in ü stü n e su cü m ley i ya
m iT a L k S t ' ” 1" . ' 1* * * " > • * » . T ü r k ly e ji k u rla r!
m a k ta h a k ,k , m u m ve m ü z a h ir im k a rd eşim R a u f’a»
VATANI KURTARMA YOLUNDA..

B ü y ü k zaferle v a ta n ın k u rtu lu şu n d a n sonra, A ta tü rk ’ün:


«Türkiyeyi k u rta rm a k ta hak ik î m uin ve m üzahir k a r­
deşim.» dediği R auf O rb ay ’ın, h ak ik aten böyle olup olmadığı,
oldu ise bu k u rta rılış dâvasında M ustafa K em al’in nasıl, ne
suretle, neler y a p a ra k belli başlı yardım cısı olduğu, meselesi,
b ir çok sebeplerle artık , tarih h u zu ru n d a bütün berraklığı ile
a y d ı n l a t ı l m a s ı gereken b ir m esele haline gelm iştir.
A tatü rk hiç kim seye, bu k ad ar sarahatle, «Benim Türkiye-
yi k u rta rm a k ta hakiki yardım cım ve m üzahirim kardeşim » de­
m em iştir.
Ve A tatü rk , hiç kim seye h a tır için de olsa, değerinden faz­
la, hele böylesine iltifa tta bulunup, h ak etm ediği payeyi veren
adam da değildi.
B irgün, bu konuya tem asla, bu yardım cılığın nereden baş­
layıp, n erey e kad ar ve ne su re tle gittiğini bizzat ağzından din­
lem ek m aksadiyle R auf B eye sorm uştum . V erdiği cevapta:
«V atanın kurtulam ayacak b ir inkıraz felâketine uğradığı gün­
lerde, o üm itsiz, kasvetli hava içinde, m üm kün olabilenin y a ­
pılm ası çarelerini a rark en , ancak eskiden beri h e r tü rlü vasıf­
larını, m eziyetlerini y ak ın d an bildiğim M ustafa K em al’in e tra ­
fında toplanm ak su retile b ir şeyler yapılabileceğine inanarak,
ona bağlandım . B u bağlılığı sonuna kadar, h er şeye rağm en,
m illî b ir vazife sayıp, tam b ir işbirliği ile m uhafaza ettim .
M ustafa K em al’in iki değerli silâh arkadaşından başka,
kim senin böyle düşünüp, böyle davranm adığı bir zam anda, be­
nim yaptığım işte bu n d an ib are ttir. Y aptığım ı inanarak, yap­
tım . İnancım da aldanm adığım ı da ham d olsun gördüm . M us­
tafa K em al olm asaydı, bu m em leket böylesine b ir k u rtu lu şa
zor m azhar olurdu. M illetlerin m üşkül zam anlarında d ö rt göz­
le a ra d ık la rı ve çok defalar da bulam am ak talihsizliğine u ğ ra ­
d ık ları (H alâskâr-kurtarıcı) dediğim iz m üstesna şahsiyetin bü­
tü n vasıflarına m alik b ir baş olarak, h e r şeyi yapan O’dur. F a ­
k at bu arada, Kâzım K arab ek ir ve A li F u a t P aşaların da can­
dan y ardım ım asla u n utm am ak lâzımdır.»
— L âkin M ustafa K em al, b u yazısı ile sizi belli başlı, «tek»
yardım cı olarak, herkesten ayırıyor. İfade gayet sarihtir.
— O labilir, am a gerçek budur. M ustafa K em al ile A n a d o
luya geçtiğim iz zam an, K arab ek irle A li F u a t P a şa la r b ü tü n
v arlık la rı ve kuv v etleriy le bize b ağ ırların ı açm am ış olsalardı,
zaten vaziyetin iç yüzünden henüz habersiz olan A nadoluda,
biz tek başım ıza, kim e derdim izi anlatıp, ne yapabilirdik? H er­
kesin hak k ın ı verm ek lâzım dır. K arab ek ir ve Ali F u a t P aşalar
M illî M ücadelenin iptidasında, A nadoluda m evcut silâhlı kuv­
v etlerin başında idiler. Bize karşı cephe alm ış, h a ttâ kayıtsız
kalm ış olsalardı, A nadoluda tu tu n u p iş görm ek im kânını bu­
lam azdık. B unu kim se in k âr edemez. Y alnız b ir m ühim nokta
var. M ustafa K em al de, belki bu nokta üzerinde durm uştur.
— Ne gibi?
— A nadoluya geçm eden önce, İstanbuldaki vaziyet... Ben
M ondrostan döndükten sonra, orada im zaladığım ız m ütareke-
nam enin, ta tb ik a t safhasını tak ip ediyordum . B u m aksatla
M ondros’a, am iral G altrop nezdinde - gerekli talim atı v e re re k -
irtib a t subaylığı vazifesiyle, itim at ettiğim b ahriyeli ark ad aş­
lardan Şevket Beyi (D oruker) gönderm iştim . B u ark ad aştan
aldığım rap o rları hâlâ saklarım . B u n lara göre, İngilizler ilk
günler, bana katî şekilde verd ik leri sözü de tu ta rak , m ü tarek e
hüküm lerini sadakatle tatb ik a başladılar. B u hal, benim de
B ahriye N azırı buulnduğum A hm et İzzet P aşa kabinesi iş ba­
şında kaldığı m üddetçe devam etti. F a k a t biz, istifa ile çekil­
dikten sonra, ingilizler m ü tarek e h ü k ü m lerin i âdeta hiçe saya­
rak, başlarına b u y ru k h are k e tle rle asıl m ak satların ın ne oldu­
ğunu, yani dünyaya hükm eden m uazzam ku v v etlerin e güvene­
rek, bizi eze eze im haya k a ra r verm iş olduklarını fiilen b e lirt­
tiler. İşte o zam an ben, m em leketin başına tah m in leri aşan b ir
ağırlıkla b ir anda çöken bu felâk etin k a ra rttığ ı bunaltıcı hava
içinde k u rtu lm a n ın çarelerini a ra ştırırk e n , eskidenberi tanıdı­
ğım bazı değerli, vatansever ark ad aşlarla tem asta bulu n u y o r­
dum. O zam an İstanbulda, İttih a t ve T erak k i’den kalan en te­
miz, dürüst, m em leket uğrunda h er fedakârlığa hazır bildiğim
vatanseverlerden K ara Vasıf Beyle, A rab y an hanında yazıha­
nesi bulunan tüccardan Haşim B eyle hem en h e r gün b uluşur,
dertleşirdik. K ara V asıf Beyi eskiden tanırdım . Haşim Beyi de,
Kuşçubaşı E şref Bey vasıtasiyle tanıştığım ağabeyi dolayısiy-
le tanışm ıştım . A ydınıı Topçuoğlu N azm i B eyi de, o n lar bana
tanıtm ışlardı. B unlar m em leketin k u rtu lm asın d an başka b ir
şey düşünm eyen ve bu uğurda h e r tehlikeye, h er zorluğa gö­
ğüs germ eye azim li vatanseverlerdi.
D aha doğrusu K ara Vasıf Bey, Y enibahçeli Ş ü k rü (Oğuz),
iapon Riza gibi bazı ark adaşlariyle, ik tid arı b ırak an İttih a t ve
T erakki fırk asın ın İstanbulda k a la n faal elem anları idi. B un­
lar T alât, E nver ve Cem al P a şa la rın daha İstanbulda iken,
m em leketin kötüye giden vaziyetini d ik k at n azarın a alarak,
h e r ihtim ale karşı son b ir m üdafaa te rtib a tı alm ak m aksadiy-
le gizlice k u rm u ş oldukları (İslâm İh tilâ l K om itesi) e rk â n ın ­
d an idiler. İttih a t ve T erakki ortad an k a lk tık ta n sonra, sahip­
siz kalacak olan İstanbulda, düşm anla işbirliği yapm aları ih ti­
m ali olan azınlıkların, T ü rk le re karşı herh an g i bir tecavüzkâ-
râne h a re k e tle rin i önlem ek için, gereken ted b irle ri gizlice al­
m ak hazırlığında bulu n u y o rlard ı. İşte ben, bu n ların T aksim de­
ki gizli m erkezlerine gider, bilhassa K a ıa V asıf B eyle d e rtle ­
şir, hergün değişen vaziyete ve bilhassa azınlıkların arttık ça
a rta n şım arıklıklarına ve h ü k ü m etin za’fı yüzünden hâdis olan
durum a k arşı neler yapm ak gerektiğini konuşurduk.
Bu sırada, M ustafa K em al P aşa da Y ıldırım O rduları G u­
ru b u K um andanlığından a y rılara k İstanbula gelm işti. P erapa-
las’ta ilk buluşuşum uzda uzun uzadıya dertleşirken, o b an a o r­
d u ların durum unu, ben de ona îstan b u ld ak i vaziyeti ve bu a ra ­
da m ü tarek e tatb ik a tın ın arz ettiği safhaları izah ettim . Ve
M ondrosta, am iral G altrop yanındaki irtib a t subayım ızla bilâ­
hare ona iltih ak eden - M ondros m üzakerelerinde yardım cım
olan albay - S adettin B eyden alm ış olduğum rap o rlara göre;
îngilizlerin, Superb zırhlısında im zaladıkları ta tb ik a t protoko­
lü gerekince, Ç anakkale boğazını işgal ederken, koltuk kalele­
rin T ü rk le r elinde bırakılm asına, büyük istih k âm lard a da k en ­
di işgal k u v v etlerin in yüzde onu nisbetinde T ü rk kuvveti b u ­
lu n durulm asına ve kale ve kule gibi sabit sayılan k ıt”aların
nakil v asıtaların ın bizim elim izde kalm asına m u vafakat e ttik ­
lerini, ve öte y andan İstanbula hiç b ir ecnebi askerinin girm i-
yeceğini, İtilâf donanm asının İzm it körfezinde yatm asını, y al­
nız, başkum andana tahsis edilecek «Piram us» adlı eski, u fak ve
silâhsız b ir İngiliz gem isinin H aliç’e dem irliyeceğini, İtilâ f flo­
şunun sade am iral gem ilerinin birkaç saat için D olm abahçe
önüne gelip, d iğerlerinin H aydarpaşa açıklarında bekliyerek
kısa b ir b ahrî nüm ayiş y ap tık tan sonra, akşam ü stü b ü tü n filo­
n u n İzm ite dönüp orada kalm asını kabul ettik lerin i, h a ttâ am i­
ra l G altro p ’u n böyle nüm ayişlerin budalaca b ir h a re k e t oldu­
ğunu ve fak a t h ü k üm etinden aldığı em re uym ak m ecburiye­
tin d e bulunduğunu söylem iş olduğunu ve hattâ, K aradeniz bo­
ğazım işgal edecek olan fransızlarm , T rakyadaki k u v v etleri­
nin İstanbuldan geçilm ek istem elerine karşı, am iral G altrop’-
un bunu doğru bulm ayarak, Enez civarından ingilizlerin temİD
edecekleri gem ilerle doğrudan doğruya K aradeniz boğazına
gönderilm elerini tem in edeceğini bildirdiğini ve h attâ, İngiliz
ikinci kum andanı am iral S eym ur’un, G altrop’a hitaben: «Ben
İstanbulu görm iyecek m iyim?» diye soruşuna, G altrop’un:
«Sen, babanla İstanbulu görm üştün, bir daha görm ene lüzum
yoktur.» dediğini ve G altrop’un, deniz üssü olarak İzm it’te ka­
lacaklarına göre, İzm it civarında av bulu n u p bulunm adığını,
transız am iralinin de, balık tu tu lu p tutulm adığını sorm uş ol­
duklarını a n la ttım ve bilhassa, benim bah riy e narızı sıfatiyle
am iral G altrop’a, bir telgraf çekip; «G alata’da bir kilisede
H ristom os adındaki bir papasın İstanbulun işgal edileceği gün
ihtilâlle T ü rk lere hücum edilm esi lâzım geldiği ve yunan bay­
rağını kendi eliyle A yasofya’nın kubbesine çekeceğini ve daha
birçok herzelerde bulunduğunu» bild irerek dikkat nazarım çe­
kişim üzerine, onun da bana: «H üküm etinizin bu gibi asayiş­
sizliklere m eydan bırakm ıyacak k ad ar k u v v etli olduğunu zan
ederim ve ru m la r böyle b ir hâdiseye cüret ederlerse, donanm a­
ların ın o anda İstanbulu te rk edeceği» cevabını verdiğini, ve
yine M ondros’ta am iral G altro p ’un hü k ü m etin d en aldığı «Mu­
sul vilâyetini İngiliz k ıt”aların ın işgal edecekleri kararını» bi­
ze bildirm esi üzerine, bunun m ü tarek e şa rtla rın a aykırı oldu­
ğundan bahisle vaki olan itirazım ızı L ondra’ya b ildirişinin e r­
tesi günü aldığı cevaba göre «M usul’u n işgalinden vaz geçildi­
ğini» h a b e r verdiğini, h a tta bu arada, a m iral G altro p ’u n irti­
b at subayı olarak İstanbula gönderm ek istediği b ir yarbayı,
evet b ir tek yarbayı bile; ancak bizden m üsaade isteyerek, gön­
derebildiğini hülâsa bizim m ü ta rek e ahkâm ını h arfiy y en ta t­
bik ettirm ek ve böylece itilâ f donanm asını İstan b u l’a sokm a­
m ak hususundaki b ü tü n gayretlerim ize rağm en, yerim ize ge­
len h üküm etin za’fı, m eskeneti yüzünden ingilizlerin bugünkü
vaziyeti ihdas ettik le rin i anlattım .
M ustafa K em al Paşa, b ü tü n b unları dikkatle dinleyerek:
«Keşke istifa etm eseydiniz» diyerek, buna rağ m en yin e İsta n ­
b u l'd a bir şeyler yapılabileceğini ve h a ttâ kendisi ile benim ve
İsm ail C anbulat ve A li F e th i B eylerin iştirak iy le y en i b ir A h­
m et İzzet P aşa kabinesi k u rm a k su re tiy le vaziyete b ir derece­
ye k ad ar hâkim olabileceğim izi ileri sürerek, A hm et İzzet P a -
şayi bu yola sevk için, ziyaretine gitm em izi istedi. B irlikte git­
tik, görüştük. İzzet Paşa; a rtık iş işten geçtiğini, bugünkü şa rt­
lar altında böyle bir teşebbüse geçm enin faydasız olacağını
uzun uzadıya izahla, m azur görülm esini rica etti.

t) unun üzerine M ustafa K em al Paşa, Ali P ethi Beyin


«Minber» gazetesine o rtak olarak, propaganda yolu ile.
hiç değilse politikacılar, m ebuslar ve ayan âzalaıı üze­
rinde m üessir olarak bir şeyler yapm ak ve iş başındaki Tevfik
Paşa kabinesini, m ebusan m eclisinde edineceğim iz bazı ta ra f­
tar m ebuslara, itim atsızlık reyi v e rd irerek düşürm ek teşebbü­
sünü ileri sürdü. Ve filhakika «Minber» Tevfik Paşa aleyhin­
de şiddetli neşriyat yapm ağa başladı. M ustafa K em al Paşa ile
biz de bizzat m eclise giderek m ebuslar arasında ta ra fta r edin­
meğe büyük bir gayretle çalıştık. F ak at bu da bir netice ver­
medi. Tevfik Paşaya itim atsızlık reyi verm eyi vad eden m e­
busların çoğu, vaitlerini tu tm ad ılar. Bu teşebbüs de suya dü­
şünce, M ustafa K em al Paşa, K ara K em al Beyle, sadrazam Tev­
fik Paşayı şoförünü elde ederek İstanbuldan uzaklaştıran .ık
suretiyle, kabineyi düşürm ek teşebbüsüne girişti isede, bu da
İsm ail C anbulat beyin itiraziyle akîm kaldı.
O sırada, İstanbuldaki H ü rriy et ve İtilâ f”c ıla n n «Enver
Paşa ile a ra ları açıktı. Şu halde bize yarar» m ülâhazasiyle
M ustafa K em al Paşayı, önem li vazifeler verm ek su retiy le ken­
dilerine çekm ek teşebbüsünde bulunduklarını, h a tta feylesof
Riza Tevfik Beyin H ü rriy et ve İtilâf F ırkası um um î m erkezi­
ne giderek, bu m eseleyi açıkça ortaya atıp: «Bu karm a karışık
günlerde, A n a fa rta la r kahram anını İstanbul m erkez kum an­
danlığına tayin etm ekten başka çare yoktur.» diye b arb ar ba­
ğırdığını işitiyorduk.
D am at F e rit Paşa da, ayni fikirde, M ustafa K em al Paşayı,
ne su retle olursa olsun İstanbulda m ünasip vazife ile, kendile­
rine y a ra rlı bir hale getirm eyi istiyordu. Tabiî, bunlara acı acı
g ülüm süyorduk.
M ustafa K em al Paşanın, İstanbulda asker a rk a d a şla rın ­
dan başka, sivillerden ve bilhassa yabancılardan pek tanıdığı
yoktu. Y alnız İsm ail C anbulat Beyi v ak tiy le hapishaneden ka­
çırm ış olan İtalyan u y ru k lu m ü teah h it D inarı vasıtasiyle, İs­
tanbuldaki İtalyan fevkalâde m urahhası sonraları hariciye
nazırı olan - K ont Sforça ile birkaç defa tem as etti.
P erapalas otelinde b u lu n u rk en de, bu otelin m ü d ü rü mös­
yö M artin delâletiyle, ingilizlerin - sonradan yam an b ir Ente-
licens Servis elem anı olduğu an laşılan - papas F ro v ’la iki üç
defa görüştü. T rak y a - P aşaeli osm anlı heyeti erk ân ın d an ba­
zıları da kendisini ziyaretle başlarına geçm esini tek lif ettiler.
T abiî bu arada H arbiye N ezaretindeki silâh ark ad aşlariy le ve
Padişahla zannederim üç defa tem as e tti F akat, ne onun bu
tem aslarından, ne de benim çeşitli teşebbüslerim den h içbir ne­
tice alm ak im kânı olmadı. O sırada A li F e th i Beyle İsm ail Can-
bulat Bey de, ingilizler tarafından, yakalanıp B ekirağa Bölü­
ğüne tık tırılm ış bulunuyorlardı.
İşte bu devrede, yani k u rtu lu ş için İstan b u ld a b ir şeyler
yapılıp yapılm ayacağı düşüncesiyle, çeşitli teşebbüslere girişi­
lerek, b ir m ücadele tem elinin atılm ası araştırıld ığ ı günlerde,
biz nih ay et M ustafa K em al P aşa ile hem en hem en yapyalnız
kalm ıştık. Ve bu yapyalnız, gece gündüz, başbaşa v e re re k ve
neticeye varm ak için âdeta k ıv ran a k ıv ran a yaşadığım ız en
b uhranlı ve nazik zam an içindedir ki, n ihayet, A nadolu’ya ge­
çerek, orada m ücadeleye atılm ak tan haşka çare kalm adığı k a ­
rarın ı verdik.
Bu k a ra rı verirken, elb ette A nadoluda, k u v v etleri başında
bulunan K âzım K arab ek ir ve A li F u a t P aşaların bizim le b era­
ber olacaklarını hesaba katm ış bulunuyorduk. Esasen onlar da,
daha evvel ayrı ayrı, bu hususta tem in at verm iş, h a ttâ Istan-
bulda bir şey yapılam ıyacağı için m u tlak a A nadoluya geçm ek
gerektiğini ile ri sürerek, bizleri davet etm işlerdi. F a k a t bu iki
değerli kum andandan başka, A nadoluda işim ize yarayabilecek
başka kim seyi bulam azm ı idik? B u m eseleyi de düşünüyor­
duk. Esasen Kâzım K arabekir P aşa da E rzu ru m a giderken, bu
m esele üzerinde d u ru larak , İstan b u ld ak i genç ve değerli k u ­
m an d an ların behem ehal b ire r vazife ile A nadoluya geçirilm e­
leri lüzum unu ısra rla ileri sürerek, bu hususta çalışılm ası lâ ­
zım geldiğini te k ra r te k ra r tek lif etm işti.
M ustafa K em al Paşa, gerek H arbiye N ezaretinde vazifeli,
gerek cephelerden dönerek İstanbulda âdeta boşta k a la n b ir
çok ku m an d an ların hangilerinden istifade edileceğini düşüne­
rek, üzerinde d u rd u k la n n ı m ünasip şekilde yokladığı halde,
hiç birinin A nadoluya geçmek şöyle dursun, yerin d en kıp ırd a­
m ak niyetinde bile olm adığını, üzülerek görm üştü. Bu arada,
bir gün Şişlideki evinde kendisini ziy arete gelen İsm et Beyi,
tasavvur ve m aksadını hem en hem en açıklarcasına ihsas ede­
rek, yokladığı halde, ondan da: «Nafile... b ir tü rlü k u rtu lu ş yo­
lunun ne olduğunu anlayam ıyorlar.. Bilm em b asiretleri m i
bağlanm ış, yoksa cesaretleri m i, ü m itle ri m i yok... hepsi m es­
kenet içinde» intibaı ile ayrıldığını bana o gün söylerken; «An-
Işılıyor ki, b u n lard an h a y ır yok... Biz işim ize bakalım » dem iş­
ti.
B ütün bunlar, belki M ustafa K em al P aşan m bahs ettiğ i
(yardım cılık) ifadesini izah edebilir. Ş unu da kaydedeyim ki;
k a t’î şekilde A nadoluya geçm ek k a ra rın ı v e rd ik ten sonra, k en ­
disinin A nadoluda bir vazifeye tay in i m eselesi de bin m üşkü­
lâtla tah ak k u k edip de üçüncü ordu m üfettişliği ile S am sun’a
onu m üteakip benim de B andırm a yolu ile garbi A nadoluya
h arek etim günleri yaklaştığı sırada bir gün, «Raufcuğum , de­
m işti, çok şü k ü r bu işler yoluna girdi, gidiyoruz, ben Sam su­
na çıkar çıkm az sen de, hiçbir şüpheyi dâvet etm eyecek şekil­
de B andırm a yolu ile gerekenlerle tem as ederek, A nkaraya
gider, oradan A li F u a t Paşa ile b irlik te bana iltih ak edersiniz..
P lânım ız b u ... L âkin p ara m eselesini n e yapacağız? G irişece­
ğim iz işlerde, şüphesiz ki, p aray a ihtiyacım ız olacak... F a k a t
biliyorsun bende biraz p a ra vardı, hepsini (M inber) y u ttu .
S en de benden fark lı değilsin. A ylıklarım ızla ne yapabiliriz?
G erçi ben, m üfettişlik tahsisatı olarak, b ir m ik ta r p a ra alaca­
ğım ı um uyorum am a, b ir çok m asraflarım ız olacak, b u n la rı ne
ile karşılayacağız?» dediği zam an hak ik aten bu ciheti hiç kaa-
le alm adığım ızı görerek, ben de «Ne yapacağız?» diye d ü şü n ü r­
ken, d u ru m u kendilerine açtığım «Karakol» cem iyeti ark ad aş­
ları arasında cidden m ütevazi ve fedakâr olan Topçuoğlu Naz-
m i Bey, hiç tered d ü t etm eden: «O ciheti hiç düşünm eyin. N e
lâzım sa ben tem in ederim , m erak etm eyin» dem iş ve M ustafa
K em al Paşa A nadoluya geçtikten sonra, benim le b e ra b e r B an­
dırm aya geldiği zam an, bana kendi kesesinden beş b in lira v er­
m işti. Biz A m asyadan itib aren h e r işim izi bu beş b in lira ile
gördük. İhtiyaçlarım ızı k arşılam ak üzere b u parayı, b e n b era­
berim izde olan İbrahim S üreyya Beye verm iştim , o da, gerek­
tiği su re tte sarf ederdi. B u p a ra bitince, Sivas K ongresine gi­
derken, h atırladığım a göre E rzurum M üdafaa-yi H ukuk H eye­
ti bize bin lira k ad ar b ir p ara tem in etm işti. A n k a ra ’ya gidişi­
mizde, orada da m ü ftü R ıfat E fendinin bazı tü cc a rla rd a n te ­
m in ettiği altı bin lira k ad ar b ir para im dadım ıza yetişti.»
ANADOLUDA İLK KARARDA YİNE BERABER

R auf Bey, M ustafa K em al P aşa ile k a ra rla ştırd ık la rı


gibi, belli günde Topçuoğlu Nazm i, İbrahim Süreyya,
O sm an T ufan (P aşa) ve Recep Z ü h tü B eyler ve H in tli A bdür-
rah m a n E fendi ile birlik te B andırm a yolu ile A nadoluya. geçe­
rek, henüz başlangıç halinde, küçük küçük kıp ırd am alar saf­
h asında olan m illî cephelerle tem as ede ede ve bu ara d a B an­
d ırm a y a çağ ırttığ ı R eşit Bey vasıtasiyle kardeşi Ç erkeş Et*'
hem ’in d ü rü st b ir şekilde m illî hizm ete katılm asını sağlayıp^
albay Ç erkez B ek ir Sam i beyle de bölgesinin m üdafaa tertib a ­
tın ın k u ru lm ası h u su sların ı g ö rü ştü k ten sonra, A fyon K arahi-
cardan geçerekt A n k a ra ’da kolordu kum andanı A li F u a t Paşa
ile buluşup, A m asyaya giderek ken d ilerin i bekleyen M ustafa
K em al P aşa’ya iltih a k etm işlerdi.
R auf Bey, b u uzun yolculuk esnasında; hiç b ir ta ra fta gü­
ze çarpacak b ir ask erî v a rlık bulam adığını, sadece ilk defa Af­
yon K a ra h isa r’da, seferber olm uş b ir k ıty ’ayı çadırlı k ara rg â h ­
ta gördüğünü ve K araağaç’ta n Ödem işe in erk en de yollarım
kesm ek teşebbüsünde b u lu n an eşkıyanın da kaçtığım a n la tır­
dı.
M ustafa K em al Paşa, A m asya’da R auf Beye kavuşm akla
duyduğu sevinci hem en o gün E rzurum da b u lu n an K âzım Ka-
ra b e k ir P aşaya yazdığı 19 h aziran 1919 ta rih li telg rafla şöyle
ifade etm işti:
«Istanbuldaki yüksek şahsiyetler ve a rk ad aşlarla arîz ve
am ik m üdavele-i e fk â r neticesinde bize m ü lâk i olm ak üzere
h a re k e t eden esbak bah riy e nazırı R auf Bey efendi îzm lr vilâ­
y e ti içinden geçerek ve oradaki kum an d an arkadaşlarım ızın
d a nokta-i n a z arla rın ı alarak, A n k ara üzerinden, y irm inci ko­
lo rd u kum andanı A li F u a t P aşa ile b irlik te bugün A m asyayı
te şrif eylediler. U m um î vaziyet hakkında görüşüyoruz. N etice­
y i y a rın arz edeceğiz. H epim iz a y rı a y rı selâm ve ih tira m ila
gözlerinizden öperiz.»
B ü tü n bunlar, gerek M ustafa K em al, gerekse A li F u a t ve
K âzım K arab ek ir P aşaların «Rauf B eyin arkadaşlığına* n e ka­
d a r önem verd ik lerin i b elirttiğ i gibi, fiilen başlam akta olan
M illî K u rtu lu ş hareketinde, el ele, k alp kalbe bulunu ld u ğ u n u
da olanca berraklığıyle gösterm eğe yeter.
Esasen o tarihte, R auf Bey, b ü tü n m em lekette, h a ttâ dış
âlem de ve bilhassa İngiltere’de: aHam idiye kahram anı» olarak
tanınıp, saygı ile an ılan m üstesna bir şahsiyetti.
M em lekette m uvafık, m uhalif, kentli, köylü herkesin, dü­
rüstlük, m ertlik, fazilet ve kah ram an lık im tihanını alnının akı
ile verm iş bir insan, eşsiz b ir vatansever olduğunda ittifak ile,
sevip savdığı hem en tek şahsiyetti-
H er tarafta, köy kahvelerine k ad ar her yerde, hâlâ kay­
bedilm iş bir h arbin y ü rek le r acısı hatırasın ı u n u ttu rm a k ister
gibi, kahram anlık tim sali «Hamidiye» ile O’nun renkli taş bas­
m ası boy boy resim leri asılı duruyordu.
R auf Bey Ilam idi.ye’den sonra, B ahriye Nazırı olarak da,
arkadaşlar! arasında, en yüksek m evkii ihraz etm iş bu lu n u ­
yordu.

M USTAFA KEM AL N A SIL BİLİNİYORDU?


K arakol Cem iyeti e rk â n ın d a n , d a h a so n ra H alk P a rtisi İs­
ta n b u l M üfettişi o lan av u k a t R efik İsm ail Bey a n la tırd ı:
«M ütareke esnasında, K u rtu lu ş ç arelerin i a ra y a ra k b ir şeyler
y apm ak istediğim iz günlerde, pek y ak ın dostum olan H arbiye
N az ın Ş a k ir P aşay ı ziy arete gitm iştim . Hoş b eşten so n ra şu ­
ra d a n b u ra d a n k o nuşurken, sözü A nadoluya in tik a l ettire re k :
— Paşam , bu tezebzüp n e olacak? D ü şm a n la rın bu h alle ri
vesile edip h e r ta r a f a el u z a tm a la rın d a n korkuyorum , dedim .
P aşa d a
— Ya, h a k k n ı var. Am a bu işleri k avrayıp lâyıkiyle düzel­
tecek ad am yok... deyince, b en de :
— A m an P aşam , genç A n a fo rta la r k a h ra m a n ı ne güne
duruyor? dedim .
P a şa h em en irkildi:
— M u stafa K em al m İ?... Evet, m u k ted ir bir k u m an d a n d ır
am a, İ ttih a tç ı İmiş, öyle diyorlar.
— Ne m ü n aseb et P aşam , dehşetli ittih a tç ılık düşm anıdır.
E nver'i bulsa, b ir kaşık su d a boğar...
— S ah i öyle m i?... T abii sen d a h a iyi bilirsin, bu z a tın İt­
tih a tç ı d ü şm a n ı olduğunu b a n a söylediğin çok İyi eldu. B unun
üzerinde duralım .
Ben, bu konuşm ayı, ertesi günü ayn en M u stafa K em al’e
an lattım .»
M ustafa K em al Paşa; m em lekette, henüz ask erler ve bir
kısım a y d ın lar gözünde «A nafartalar kahram anı» olarak tan ın ­
m ış olm asına rağm en bu şöhret geniş h a lk tab a k a la rı arasıan
k ad ar y ayılıp kökleşm em iş ve bilhassa henüz m acera düşkün­
lü ğ ü ile m em leketi ne hale getirdiği unutulm am ış olan E nver
P aşa’ya karşı d u y u lan iğ b ira rm tesiriyle, b ü tiin sivrilm iş ku­
m andanlara, h a ttâ silâh arkadaşlarınca da ü rk ü n tü v e şüphe
ile bakıldığı o günlerde, h er halini yakından bildiği R auf Be­
y in bu şahsiyetinde, pek büyük ve değerli b ir yardım cı buldu­
ğuna kaani idi ve k an aatini h er vesile ile izhar etm iş olduğu
gibi, bunda k a t’iyyen aldanm am ış olduğunu da, M illî M ücade­
lenin devam ı m üddetince, şahit olduğu b ir çok o laylar sonun­
da görm ek m azhariyetine erm iştir.

A m asya’da, M illî M ücadeleye girişin esasım tesbit eden


toplantıda, M ustafa K em al P aşanın tek lif ettiğ i k a ra rla ­
rı ilk im zalayan yine R auf Bey olm uştur. Bu k a ra rla r,
zaten daha îstan b u ld a iken M ustafa K em al Paşa ile R auf Bey
arasında uzun görüşm elerle, aşağı yukarı, üzerinde ittifa k edil­
miş esasları ihtiva ediyordu.
A m asyadan sonra, E rzurum a giderek Kâzım K arabekir
Paşa ile buluşuşlarm da, bu k a ra rla rın tatb ik a t safhasının ilk
anlarında önem li zorluklarla karşılaştık ları vak it de, R auf Be­
yin «Yardımcı» ro lünün tesirle ri büyük olm uştur. Şöyle ki;
E rzu ru m lu lar daha M ustafa K em al P aşa îstan b u ld a iken, er-
m enilerin m em leketlerine göz dikişlerine karşı k u rtu lu ş çare­
lerini aram ak üzere, bir kongre toplam ak k arariyle, teşebbüs­
lere geçmiş bulunuyorlardı. K âzım K arab ek ir Paşa; M ustafa
K em al Paşa ile R auf B ey’in de kongreye katılm aların ı istedi
ise de, belli başlı kongreci E rzurum lular, M ustafa K em al P a ­
şayı henüz lâyıkiyle tanım adıkları gibi, onu hâlâ padişahın
fah rî yaveri üniform ası ile gördüklerini, im zasını da bu sıfat­
la attığını ileri sü rü p «Padişahın adamı» olm asından şüphele­
nerek araların a alm ak istem em işler, R auf Bey için ise b ir di­
yecekleri olm am ıştı. Ç ünkü R auf Bey, daha îstan b u ld a iken
askerlikten istifa ederek, h er tü rlü sıfat ve selâhiyetten sıyrıl­
mış, sadece (H am idiye kahram anı) olarak a ra ların a gelm iş gö­
rünüyordu. Ve bu görünüşü ile, hiç bir şüpheye y e r verm edik­
ten başka, b ir tanınm ış k ah ram an olarak, d av alarına katılm ak
istem esini, sevinçle karşılıyorlardı. F a k a t R auf Bey, «Siz M us­
tafa K em al Paşayı bilm ezsiniz, onun m em lekete hizm et etm ek
R auf B ey in , so lu k iu ğ u n a r a ğ m e n itin a ile d o sy a s ın d a m u h a fa z a e t ­
m iş old u ğu bu ta r ih î v e n a d ir fo to ğ r a f, M u sta fa K e m a l P a ş a ’n ın
S te m m u z 1919 g ü n ü m a k in e b a şın d a S u lta n V a h id e ttin ’e a sk e r lik te n
is tila s ın ı b ild ird iğ i â n ı g ö ster m e k te d ir .

d âv a sın d a b en d e n fa rk ı y o k tu r. P a d işa h lık y a v e rliğ i k o rd o n u


ve im zası gib i şe y le re b ak m ay ın . H ep si geçici şey lerd ir.» d iy e ­
rek, K âzım K a ra b e k ir P a ş a ile b irlik te fik irle r i y a tış tıra ra k ,
M u stafa K e m a l P a ş a y a ta m a m e n itim a t ed ilm esi h u su su n d a
u ğ raşıp d u rm u ş tu . B u s u re tle M u stafa K e m a l P a ş a n ın k o n g re ­
y e k a b u lü h a tta b a şk a n seçilm esi sa ğ la n d ık ta n sonra, R a u f B ey
başk an v ek illiğ in i alm ıştı. B u h u su sla rı, K âzım K a ra b e k ir P a ­
şa h a tıra la rın d a şöyle a n la tır;
«M ustafa K em al Paşayı, şark halkı tanım az. E rzurum a bir
an evvel gelip yapılacak işlerin esaslarını görüşm eden ,ordu
m üfettişi sıfatiyle şim diden h e r ta ra fa em irler v ererek icra at­
ta bulunm ağa başlam ası ve azil em ri üzerine Sivas gibi m ühim
bir m erkezde durm aksızın E rzurum a hareketi, caiz değildi.
3 tem m uzda M ustafa K em al P aşa v e R auf Bey E rzurum a
geldiler. Ş ehre on yedi kilom etre ötedeki «Ilıca® m evkiinde,
erkânı harbiyem , halk, k ıt’alar ve benim yetim çocuklarım la
da p arlak bir törenle karşıladım . M ustafa K em al Paşa, padişah
yaveri kordonunu ve altın im tiyaz m adalyasını taşım akta ve
neşesizdi. Bilhassa R cfet B eyin Sıvastan gönderdiği şifreyi o-
k u d u k tan sonra ye’sini gizleyem iyordu.
K endisini tatm in ettim : «M üfettişlikten, h a ttâ askerlikten
de çekilm enize, hiç teessür duym adan k a ra r verebilirsiniz. Si­
ze m ukaddesatım nam ına söz veriyorum . Size ordu m üfettişi
bulunduğunuz zam andan ziyade, asıl o zam an h ü rm e tk ar bu­
lunurum . Sizi m illete tan ıtm ak ve halkın ve o rd u n u n itim at ve
h ü rm etin i üzerinizden eksik etm em ek vazifem dir. D aha Istan-
bıılda iken, şarka gelm enizi rica ettiğim i h atırlay ın ız Ordu
m üfettişi değil, bir m illet ferd i olarak da gelm iş olsaydınız, si­
zi başlayacağınız istiklâl m ücadelelerinde re ’s-i kârım ıza (iş
başına) çıkarm ayı daha o zam andan k ararlaştırm ıştık. E rzu­
rum kongresi esaslarında fik irleri b irleştird ik ten sonra işe baş­
larız.» dedim.
H arbiye N azırının teklifini ve cevabım ı gösterdim , pek
m em nun oldular. R auf Beyle sam im iyetim , h ü rriy e tin ilân ın ­
dan evvel başlar. O zam an «Peykişevket» süvarisi olan b u m ert
insanla, Z eyrekteki kardeşim in evinde, İsm et’le de (İnönü) h a s­
bıhal ettiğim bahçede tanışm ıştım . H arbiye m ektebinde kola­
ğası rütbesiyle Tâbiye m uallim m uavini idim . E rkân-ı h arp
binbaşı S elâhaddin A dil B eyle (Paşa) sam im î a rk ad aş olup,
onu ittih a t ve tera k k i cem iyetine alm ıştım . R a u fu d a bana,
Z eyrekteki eve getirerek o tan ıttı. O gün, bahçede R auf, h e r­
hangi bir h ü rriy e t ve inkılâp h a re k e ti için gem isiyle h e r feda­
kârlığa hazır olduğunu söylerken, kendisine p ek d erin b ir sa­
m im iyet ve saygı duym uştum . E m niyetim iz ve sam im iyetim iz
karşılıklı idi- Ve a rta a rta öyle devam etti. B enim gibi, o da
sözüme n e k a d a r sadık v efak âr olduğum u bilirdi. R auf’un,
M ustafa K em al ile gelm esini çok h a y ırlı addettim . Ona, beni
lâzım ı gibi anlatıp tanıtacaktı.
Refet Beyin (Paşa) mühim şifresi, benim tahmin ettiğim
Mustafa Kemal Paşanın, fahri Padişahlık yaverliği k o rdonunu
taşıyan Osmanlı iinlformasile son resmi. Tanında başı açık olan R au f
Bey. cağında Erzurum Valisi Münir, ve İbrahim Süreyya, D o k tor
Beük Hyım (<3r*c«b+* ve vs»-"» D*cik>
gibi çıktı. M ustafa K em al P aşanın H avza’dan ayrılışı âdeta, k a­
çış gibi olmuş, o rta A nadolu halkı, henüz b ir istilâ tehlikesine
m aru z bulunm adığından, İstan b u l hüküm etine ve hele padişa­
h a k a rşı yüz y ılla rın b irik tird iğ i sadakat ve h ü rm eti sarsabile­
cek teşebbüsleri hoş görm üyordu. M ustafa K em al P aşa da bu
sebeple, teşk ilâ t işlerinde zorluklara uğradığını bildiriyordu.
E lb ette öyle olacaktı, E rzurum da b ir kongre ile kuvvetlenm e­
den evvel o ralard a b ir şey yapılam ıyacağını bilm ek lâzımdı.
E rzu ru m kongresinden sonra Sivas K ongresinin de n e k ad ar
güçlükle ve ancak yaptığım tesir ve gönderdiğim kuvvetle top­
lanabildiği m alûm dur.»
EN M ÜŞKÜL ANDA, YİNE YAN YANA

ustafa K em al’ni ne yapm ak istediğini anlayarak, fena


M halde kuşkulanan İngilizlerle sarayın, kendisini ısrarla
İstan b u l’a dönm eğe dâvet ettik leri, onun da dönem iyece-
g i n î k a t’î şekilde bildirişi üzerine, padişahın iradesiyle azledil-
diği v e o an d a kendisinin de istifa ile b ü tü n y aver-i ekrem -i
hazret-i şeh riy ârî ve üçüncü ordu m üfettişliği rü tb e, m evki ve
yetk ilerin d en sıyrılıp, sadece bir (M ustafa K em al) kaldığı
gün, o, h ay atın ın ve M illî M ücadele ta rih in in e n k ritik günü,
yanm da yine yalnız R auf Bey bulunuyordu.
M ustafa K em al; a rtık ilelebet taşım am ak şa rtıy la sırtın ­
dan çıkarm ak üzere olduğu bunca yıllık p a rıl p a rıl apoletli,
sırm a kordonlu, göğsü nişan larla bezenm iş üniform asına veda
etm ek gibi nasipsizliğin doğuracağı ak ıb etleri acı acı düşündü­
ğünü belli eden son derece ü z ü n tü lü b ir ta v ır ile:
«Raufcuğum, h e r şey bitti. H ele böyle b u h ran lı zam anlar­
da m akam ve rü tb e n in h alk üzerindeki tesiri büyüktür. B unlar-
sız ne yapılabilir?»
Dediği vakit, R auf Bey; «Bilâkis Paşam , asıl şim di, m evki
ve itibarınızın bir kat daha a rttığ ı kanaatindeyim . V atanın
k u rtarılm ası davasına, b ir m illet ferd i gibi nefsinizi vakf edi­
şiniz üzerine gerek ordu, gerekse h alk gözünde eskisinden faz­
la sevgi ve itim ada m azhar olacağınızdan eminim.» derken, îs-
tan b u ld an b eri M illî M ücadelede sonuna k a d a r kendisine bağb
kalacağını askerlik şerefi üzerine yem inle tem in ve vad etm iş
olan k a ra rg â h ın ın erk ân -ı h arb iy e reisi K âzım Bey (D irik),
koltuğu altın d ak i dosya ile odaya girerek; «Paşam, askerlikten
istifa eylediğinize göre, bundan sonra benim vazifede devam
etm em e im kân kalm adı. E vrakı kim e teslim etm em i e m ir bu­
yuruyorsunuz?» deyiverince, dona k a la n M ustafa K em al Paşa,
Kâzım Beyi tepeden tırn a ğ a süze süze: «Ya öylem i efendim ?
pekiy efendim ... E vrakı H üsrev Beye devrediniz efendim ...»
sözleriyle yanından savdıktan sonra:
«G ördün m ü Rauf, haklı değilm i im işim ? R ütbe ve m aka­
m ın ehem m iyetini anladın m ı? D üne k ad ar benim le asla şüp-
A skerlikten ay rıld ık tan so n ra Milli H arek etin başında ytng ikisâm,
y a n y a n a , kalp kalbe görm ekteyiz.
heye yer verm iyecek bir sam im iyet ve bağlılıkla çalışarak aza­
mî gayret gösteren bu adam ın şu h a re k e ti benim görüşüm deki
isabeti tey it etm iyor m u? B u böyle giderse seninle berab er y a ­
pacağım ız b ir şey k a lır o da ay ak altında ezilm ekten k orun­
m ak için, em in bir yere çekilm ektir.»
«Seninle beraber». İşte bu iki sözcük, İstanbulda Adilli M ü­
cadele k a ra rı vererek, b u uğurda h a y a tların ı fedaya k a d a r h e r
tehlikeyi göze ala ala yollara çıkıp, E rzu ru m d a ilk m ola’yı ve­
renlerin, kim ler olduğunu, en yetkili ağızın ifadesiyle ta rih e
tevdi eder.
R auf Bey, M ustafa K em al’in gözlerinin içine baka baka:
— H ayır Paşam , diyor, hiç b ir tara fa çekilm iyeceğiz. Ç ün­
kü asıl o zam an yalnız biz değil, b ü tü n m em leket, b ü tü n m ik
Iet ezilm eğe m ahkûm olur. Siz, K âzım B eye bakm ayın... B en
te k ra r ediyorum ki, istifanızla, m evki ve itib arın ız b ir k a t da­
ha a rttı. O rdu ve m illet gözünde daha fazla kıym et ve itim ada
m azhar olacaksınız. K âzım Bey gibi zayıf u n su rların , böyle
işin başında saf dışı oluşlan, daha çetin zam anlarda a y rılm ala­
rından çok hayırlıdır.» derken ta rif edilm ez b ir isabetle ilerisi­
ni görerek, bu görüşü ile ona da kuvvet v e ıe n te k yakm ark a­
daşı yine R auf Beydi.
R auf Bey, bu sözlerini tâ iptidadan b eri olacağına inandığı
bir (gerçeğin) tesiriyle söylüyordu. Esasen m u tlak a olm a»
m ukadder bu gerçeğe inandığı içindir ki, kendisi de d ah a çok
evvel îstan b u ld a iken ask erlik ten istifa ile b ü tü n rü tb e , m evki
ve yetk ilerin d en sıy rıla rak sadece b ir m em leket evlâdı olarak
b u ralara gelm işti.
1909 da (Ham idiye) ile tek başına Akdeniz akınlarına atıl­
mak cesaretini gösterdiği zaman da böyle düşünmüş, her şeyin
rütbe, m evki, yetki sahibi olmakla değil, m emleketin, m illetin
haklı bir davasını cesaretle ele alınca, şahsi azim, İrade v e fe­
dakârlığın her güçlüğü yenerek başarıyı sağlayacağına inan­
mış ve inancında aldanmadığım da görmüştü.
N etekim , o gün de, birkaç dakika içinde b u n u yine kendisi
gibi, M ustafa K em al Paşa da b ü y ü k b ir sevinç içinde görm üş­
lerdi.
K âzım B eyin ah d e vefasızlık tim sali halin d e havayı b u lan ­
d ıra ra k odadan çıkışından biraz sonra, ayni odaya g iren ve o
•ırada A nadolunun k u v v et denebilecek yegâne iki kolordusun­
dan b irin in kum andam b u lu n an K âzım KarabekSr P aşa, M us­
tafa K em al P aşanın karşısında, y r -> am iri im iş gibi b ü y ü k bâr
saygı ile vaziyet alıp, selâm du rarak , k a t’î b ir ifade ile şu söz­
leri söylem işti:
«K um andam da bulunan zabitlerle ask erlerin saygı v e tâ-
zim leirni arza geldim . Siz, b u n d an evvel olduğu gibi, bundan
böyle de bizim m u h terem kum andam m ızsm ız. H epim iz em ri-
nizdeyiz Paşam.»

ONUNLA BERABER, MEMLEKETİ KURTARINCAYA KADAR


ÇALIŞMAYA YEMİN ETTİK!
«V atan ve m illetim izin k a t’i in k ıraz ve inkısam ını h a ­
z ırla m a k ta o lan bugünkü d ü şm an h a re k â tı ile İsta n b u ld a k i
eli ayağı bağlı ve esir o lan h ü k ü m etim izin herşeye boyun eği­
şi k arşısın d a h ak k ım , to p rağ ım , istik lâlin i m ü d a fa a ve m u h a ­
fazay a azm eden m illî irad e u ğ ru n d a, âciz b ir fe rt o larak çalış­
m ak k ara rile İsta n b u ld a n çıktım . Aydın yollle gelerek M u stafa
K em al P a şa H azretlerin in ve b ü tü n a rk a d a şla rın ın m illi cldft-
line katıldım .
İsta n b u lu n b ü tü n n am u slu ricâli ve ülem ası ve te m a sta
bulunduğum B ursa, Aydın, B alıkesir, ve Sivas vilâyetleri h a lk ı
tam&mlle bu ru h ta olup, m ü b arek A nadolunun m illi ku d retin e
ıym an eylem iştir.
V atan ve m illetin k u rtu lu ş ve istik lâli ve S a lta n a t ve H i­
lâ fe tin ko ru n m ası bilfiil te m in o lu n u n cay a k a d a r M u stafa K e­
m âl Paşa ile çalışacağım ıza m u k ad d esatım n a m ın a a h t-u pey-
m an eylediğimizi arz ve ilân eylerim.»
& Tem m uz 1919
H üseyin R a u f

M ustafa K em al P aşa; inancında ne k ad ar haklı olduğunu


görm enin tarif edilm ez sevinci içinde olan R auf B eye göz­
leri y aşararak bakarken, K âzım K arab ek ir P aşayı da, h a ra re t­
le kucaklayarak, boynuna sarılıyordu. Ve Kâzım K arab ek ir
Paşa, o tarih î ve m esut gün, h e r tü rlü resm i rü tb e, sıfat ve y e t­
kilerinden tam am en sıyrılıp sadece b ir (fe rt) olarak M illî H a­
rek etin başına geçen M ustafa K em al Paşa gibi, yine ay n i ş a rt­
larla, ayni M illî h are k e te nefsini vakfeden R auf B eyin de, ke­
za sağlam ku v v etler tarafın d an bu m illî h a rek etin lid e rle rin ­
den biri olarak kabul edilmiş olduğunu tevsik mahiyetinde ya­
ğıp verdiği tarihî vesika aynen şudur:
Esbak Bahriye N azın Rauf Beyefendiye;
«Şimdiye kadar vatana pek şanlı ve şerefli hizmetler ede*
rek m illi tarihimize kıym etli sahifeler yazdıran zat-ı sâmîleri
gibi bir devlet recülünün vatan v e m illetin saadet ve selâm eti
için bir ferd halinde çalışmak üzere bütün varlığından vaz ge­
çerek Erzurumu teşrif ve bu mukaddes gaye uğrunda her tür*
Ki fedakârlığı ihtiyar buyurması, vatanın kurtarılması için yü­
rekleri çarpan bütün insanlara büyük ümit bahşetmiştir. Her
halde m uvaffakiyetlerini ve m ülk-ü m illete hayırlı hizmetler
yapmak mazhariyetinizi Cenab-ı Hak’tan temenni eyler ve ih-
tiramat ve tâzimat-ı faikamı takdim eylerim.»

R auf Bey, M illî M ücadele uğrunda hiç bir hizm etten, hiç
bir fed ak ârlık tan kaçınm am ış ve gerektiğinde hayatını
fedaya k ad ar gitm ekte tere d d ü t etm ediğini de h er vesi­
le ile gösterm işti. Y ine M illî M ücadelenin başlangıç sa fh a sın ­
da, O sm anlı M ebusan M eclisinin eskiden olduğu gibi İstanbul-
da mı, yoksa yeni vaziyete göre A nadoluda b ir y erd e m i to p ­
lanm ası gerektiği m eselesi bahis konusu olup ta, Sivas’ta M us­
tafa K em al P aşanın başkanlığında, b ü tü n yetk ili kum andanlar
ve sair kim selerle toplanıldığı gün, uzun uzadıya tartışm a la r­
dan sonra v erilen (îstanbulda toplanm ası) k a ra rın a b ir göz
gezdirm ek, R auf B eyin bu işte de üzerine aldığı «Anadoluda
M illî M eclisin ve dolayısiyle M illî H üküm etin k u rulm asını te­
m in için, ingilizleri îstan b u ld a toplanacak m eclisi basm ağa
tah rik için gerekirse nefsini feda etmek.» vazifesinin, yine bir
büyük «fedakârlık» ve h a ttâ K âzım K arab ek ir P aşanın ifade­
siyle «Millî kahram anlık» dan başka birşey olm adığı aşikârdır.
R auf B eyin bu vazifeyi de, h a ttâ M ustafa K em al Paşanın
bazı m ülâhazalarla arzusu hilâfına, «söz verdim . B ir nam us
borcum dur» diye yerin e getirm iş olduğu ileride görülecektir.
Bu su retle y e r y e r seçim ler y apılırken M ustafa K em al P a ­
şa E rzurum dan, R auf Bey de Sivas’tan m illet vekili olm uşlar,
fakat ara ların d a v erd ik leri k a ra r gereğince, M ustafa K em al
Paşa H eyet-i T em silivenin başından ayrılm ıyacak, meclise
onun tem silcisi olarak, R auf Bey gidecekti.
F a k a t h e r şeyden evvel, y u rd u n d ö rt b ir tara fın d a n seçi­
len ve çoğu b irb irin i tanım ayan m illet vekilleriyle, m eclise git­
meden önce tem as ederek, k endilerini olup bitenler, ve yapıl­
m ak isten enler hakkm da lâyıkiyle ay dınlatm ak su retiyle m illi
m ücadele fik ri etrafında, toplam ak icap ediyordu. Doğu bölge­
si m illet v ekilleriyle bu hususta tem ası K âzım K arab ek ir Paşa
ile S e lâh a ttin Bey yapacaklarına göre, H eyet-i T em siliyenin de
batıdakilerle giirüşüp anlaşm ak m aksadiyle, A nkaraya gitm e­
si u y g u n görüldü. Ve böylece M ustafa K em al Paşa ile R auf
Bey de b irlik te ilk A nkara yolculuklarını y a p tıla r ve orada Ali
Fuat Paşa ile buluştular. Ç eşitli v asıtalarla ark a arkaya A nka-
caya gelen yeni m illet vekilleriyle y ap tık ları toplantılarda,
m em leketin içine düştüğü fecî vziyeti uzun uzadıya k endileri­
ne izah ederek, buna göre bilhassa m ecliste önem le üzerinde
d u ru p tah akkuk ettirm ele ri gereken vazifenin evvelâ; (İstan-
bulda toplanm ak za ru re tin e karşı, bu şehirde, dışm da ve bü­
tün vatanda alınm ası lâzım gelen ted b ir ve tertip leri alm ak ve
ayni zam anda v a ta n ın tam am iyetini ve m illetin istiklâlini k u r­
tarm ak ta n ib are t olan gayeyi korum ak ve savunm ak için tam
b irlik halinde ve azim li, irad eli b ir grup vücuda getirm ek) uğ­
runda çalışm ak olduğunu anlattılar.
N ihayet, 12 ocak 1920 günü m eclis İstanbulda âdet olan tö­
renle açıldı. R auf Bey de A nkaradan H eyet-i Tem siliyenin, y a­
ni M illî M ücadelenin bir tem silcisi olarak, H üsrev Bey (G ere­
de) gibi bazı ark ad aşlariy le îstan b u la g itti ve m eclise katıldı.
İstanbulda, b ü tü n gözler ona çevrilm işti. Padişah da, Bab-ı âlî
de, îng ilizler de, herkes onu M ustafa K em al’in vekili bilerek,
o gözle bakıp, h er davranışını, h e r sözünü dikkat ve önem le ta­
kip ediyorlardı.
M ecliste çalışm alar norm al şekilde başlayıp yavaş yavaş,
güçlükleri yene yene, A nkarada uygulanan şekli alm ağa doğru
gelişti. B u konuda R auf Bey d er ki:
«Biz ilk iş olarak, ku v ay i m illiyeci ark ad aşlard an seksen
k a d a tiy le esasen A nkarada iken konuşup k ararlaştırm ış ol­
duğum uz - (Felâh-ı V atan) g rubunu kurduk. B ü tü n m ebusla­
rın sayısı yüz k ırk olduğundan, grubum uz m evcudun yüzde
altm ışını teşkil ediyordu. Meclis çok m üşkül ş a rtla r altın d a ça­
lışıyordu. M ebuslardan b ir kısm ının, henüz d u ru m u lâyıkiyle
kavram am ış ve bilhassa H ü rriy e t ve İtilâ f F ırkası ile, onu k u v ­
vetle desteklem ekte devam eden P adişahın te siri altın d a kal­
mış o lm alarından dolayı, sık sık anlaşm azlıklar oluyor ve h er
konuda tam b ir birliğe varm ak kolay olm uyordu. B en b ir ta ­
ra fta n m eclis dışındaki, henüz m illî hareketim izin m ânasını
kavrayam am ış olanlarla da uğraşm ak zorunda kalıyordum .
Ra u f o r b a y
T ıpkı P adişah ve etrafın d ak iler gibi, nedense bir tü rlü içinde
bulunduğum uz d u ru m u n fecaatini lâyıkiyle anlayam adıkları
için, ancak düşm anların m erham etine sığınm akla k u rtu lu n a -
bileceğini sanm ak gafletine düşm üş m eselâ P re n s S ab ahattin
Bey ve saire gibi niceleri v ard ı ki, ben İstanbuldaki vaziyetim
icabı tem as ettiğim bu gibileri de elden geldiği k ad ar u y a rm a ­
ğa çalışıyordum . Meclis, İstan b u l H üküm etinin ingilizlere âlet
olarak h a re k â tta bulunm am ası ve onların elinde oyuncak hale
gelm em esi için azam î dikkatle ve titizlikle çalışarak m ürakabe
vazifesini de y aparken en esaslı işlerim izden biri olan (M isak-ı
M illî) davasını da ihm al etm em iştik.
28 ocak günü gizli toplantıda kabul ve imza edildikten son­
ra 17 şu b attak i açık o turum da te k ra r reye konup alkışlarla k a ­
b u l edilen (M isak-ı M illî) m illî m ücadelenin (gayesi) olarak
elde tu tu lu p , böylece tarih e devredilm iştir.
M isak-ı M illî’nin kabul ve ilân edilişinin ertesi günü S ad­
razam A li Riza Paşa, D ahiliye ve B ahriye N a z ırla n ile bizim
F elâh-ı V atan g u ru b u toplantım ıza geldiler, konuştuk. S ad ra­
zam ayrıca benim le hasbıhalinde, bilhassa: K uvayi M illîye’nin
ikinci b ir h ü k ü m et şeklinde görünm em esi ve h ü k ü m et işlerine
k anşm am ası ve son defa M araş tara fla rın d a görülen m illî h a ­
rek e tin daha ilerilere uzatılm ıyarak, du rd u ru lm ası ile intizam
ve asayişin tem ini lüzum unun siyaseten pek faydalı olacağını
söyledi.
Ben de kendisine; K uvayi M illîye’nin d u ru m u ve h ü k ü ­
m etten ve bilhassa D ahiliye N ezaretinden beklenilen harek et
tarz ı hakkında tafsilât verdim . F a k a t yazık ki, Sadrazam d u ru ­
m u lâyıkı ile kavrayabilecek k ab iliyette olm adığı gibi, D a h ili­
ye N azırı da ru h e n M illî teşkilât ile b erab er olduğu ve bu u-
ğurda çalışacağını, fak a t icra serbestliğine m üdahale olunm a­
m asını söylem ekle beıaber, hiç de böyle yapacağa benzem ediği
ve h e r hangi b ir k u d rete de sahip olm adığı görülm üştü. İstan ­
bul; P adişah’ı, hük ü m eti ve b ü tü n resm î kadrosu ile, işte böy­
le idi. B unlarla bir iş görülem iyeceği de m eydanda idi. Esasen
bizim de b u n lard an beklediğim iz fazla b ir şey yoktu.»

G ü n ler böyle geçiyor, P adişahın tesiri a ltın d ak i Bab-ı âlî


hüküm eti, İngilizlerin de tazyiki ile, a rtık çökmüş, b it­
m iş olan O sm anlı İm p arato rlu ğ u n u hâlâ v a r tan ıtm a k ve
bu m evhum v arlığiyle m em leketin m uk ad d eratım elde tu ­
ta r saydırm ak isterken, m eclis de, R auf B eyin başkanlığındaki
folâh g ru b u ile, a rtık m em leket m u k ad d eratın a hâk im olarak
var olanın, ancak m illetin b ağ rın d an çıkan ve b ü tü n A nadolu
adına konuşup, k u rtu lu ş davasm a da atılm ış olan «Heyet-i
Tem siliye» olduğu noktasında ıs ra r ile, tam bir anlaşm azlık
havası içinde bir çabalayıştır gidiyor. B ilhassa ingilizler, h â lâ
b ir değer v erip destekleyerek d u ru m a hakim olm asını istedik­
le ri Padişah ve h ü k ü m etinden üm it keser gibi olunca, m ü tte ­
fikleriyle başka çareler aram ağa koyulup, nih ay et h are k e te de
geçmişlerdi.
R auf Bey, İngilizlerle m ü ttefik le rin in bu (h arek ete geç­
m ek) k a ra rım h erk esten evvel h a b e r alarak, 11 m a rt 1920 de
acele b ir şifre ile M ustafa K em al P aşaya «B unların îstan b u l-
daki K uvayi M illiye rüesasm ı tevkif veya m eclisi basıp, bazı
tevkifler yapm ak üzere olduklarını» bildirerek, ay n en şöyle
dem işti:
«Tabiî h er iki ihtim ale karşı da, b u rad an hiç b ir y e re gidil­
meyecek, işin sonuna k a d a r nam us vazifesi ifa kılınacaktır.»
R auf B eyin bu ifadesi sarihti: D üşm anlar m eclisi basm ak
ve k endilerini yakalam ak isteseler de, bu basış ve yakalayış
olayında ingilizleri T ü rk m illeti ve dünya um um î e fk ârı gö­
zünde saldırıcı ve zalim vaziyetine getirm ek için, işin sonuna
kadar, aylarca evvel Sıvasta k a rarlaştırıld ığ ı gibi, nam us vazi­
fesini yaparak, kaçm ayacaklardır.
M ustafa K em al Paşa bu telg rafı alır alm az, hem en ayni
dakikada pek aceledir, kaydiyle R auf Beye verdiği cevapta:
«İngilizlerin tevkif k a ra rın a m u haliflerin y ay g araların a k a rşı
m eclisin cesaretle nihayete k a d a r vazifesine devam ı pek nafi
ve p a rla k tır. A ncak zat-ı âlînizle beraber, v ü cu tları ilerdeki
teşebbüslerim iz ve h areketlerim iz için elzem olan a rk ad aşların
neticede bize iltih ak ları esbabı behem ehal m üem m en olm ak
şa rttır. A ksi tak d ird e g ru b u n birlik ve azim dairesinde h arek e­
tin i tanzim edebilecek zatların şim diden vazifelendirilm eleriy­
le, sizlerin hem en b u ray a gelm eniz elzem dir. B uraya gelecek
z a tlar arasında m em leketi tem sil vasıflarını haiz olanlarla, ica­
bında hü k ü m et teşkil ve idare liy ak atindekilerin b u l u n m a s ı
m ühim dir.» diyordu.
R auf Bey, bu cevabı alıp, okuyunca, anî b ir irkiliş v e te ­
essürle, M ustafa K em al Paşa karşısında im iş gibi: «H ayır P a ­
şam ... B unu yapam am , kaçam am . B uraya kaçm ak için gelm e­
diğim i sen de biliyorsun, nam us vazifesini sonuna k a d a r y ap ­
m ak m ecburiyetindeyim ...» diye kendi kendine söylendiğini,
¡-w ' F: 4
kaç defa te k ra r etm iştir. H atıratın d a da bu konuda şöyle der:
«Mustafa Kemal Paşa bu telgrafında, m eclis basılıp da be­
nim yakalanmam ihtim ali belirdiği anda, bazı kıym etli arka­
daşları yanıma alıp Anadoluya kaçmamı istiyordu. Fakat ben,
Paşanın işaret ettiği vasıftaki arkadaşlarla kaçtığım taktirde,
ingilizlerin m eclisi basmak lüzumunu duymayacaklarım kuv­
vetle tahmin ettiğim ve bu tahminim tahakkuk ettiği taktirde
evvelce kumandanlar toplantısında verdiğimiz kararla tesbit
ettiğim iz şekilde, M illet Meclisinin ve dolayısiyle Millî Hükü­
metin Anadoluda kurulmasına yol açılamıyacağını düşündü­
ğüm için, ne olursa olsun, ingilizleri dünya ve m illetim iz na­
zarında zalim ve mütecaviz duruma sokmak m aksadiyle kaç­
mamak kararını verdim. Ve Mustafa Kemal Paşaya yazdığım
son telgrafta, Sivastaki müşterek kararımızı hatırlatarak (Biz
hurda kalıp namus borcumuzu yapacağız.) diye bu kat’î kara­
rımı kendisine bildirdim.

R auf Bey yine derdi k i :

«Kaçmış olsaydım , başka b ir m ahzur daha kendini göstere­


rek, benim kaçtığım ı gören m ebuslar da e rtesi g ünler b ire r iki­
şer ortadan çekilecekler ve böylece m eclis kendiliğinden sön­
m üş olacaktı ki, o zam an ingilizler de âlem e karşı: «İşte b u n lar
böyle, şahıslarından başka b ir k a y g u la n yok, yalnız kendilerini
düşünüyorlar.» tarzında propagandalarla, um um î efkârı lehle­
rin e kazanm ağa çalışacakalrdı.
N etekim , m eclisin basılıp, benim de tevfik ile M alta’ya sü­
rülüşüm neticesinde husule gelen vaziyet, tam am ile istediğim iz
sonucu verm iş ve böylece, hem en o günden itib aren A nadolu­
da M illî M eclisin ve H üküm etin gayet m üsait şa rtla r içinde ku­
rulm ası kaabil olm uştu. D iğer ta ra fta n M ustafa K em al Paşanın,
p ek haklı olarak üzerinde d urduğu «Kıym etli arkadaşlar» m ev­
zuunu, ben de düşünerek, daha evvel K âzım P aşa (O rbay) ye
Seyfi bey gibi bir çok cidden değerli ark ad aşların Ankaraya
gönderilm elerini sağlam ış olduğum gibi, m eclisin feshinden son­
ra doktor A dnan, Cami, İbrahim S üreyya beyler ve H alide ha­
nım gibi bir çoklarının da A nadoluya geçm eleri esbabı, zaten
daha önceden tem in edilmişti.»
y ngilizler, m üttefikleriyle v erdikleri k a ra rı tetbik ile 16
I M art 1920 günü, anî bir su re tte îstan b u lu işgal ile Me-
busan M eclisini de basarak, bilindiği gibi R auf beyle K a­
ra Vasıl beyi tevkif edip M alta’ya sürdüler. Kim se ile ih tilâ t e t­
tirilm eden Benbow D retnotu ile ulaşılan M alta lim anında; «İn-
gilizlerin centilm enliklerine hiç de yakışm ayan b ir şekilde m av­
n a la rla gem iden çıkarılıp, rıh tım d a iki sıra vaziyet alm ış sün­
gülü ask erler arasından geçirilip kam yonlara yüklenen m evkuf­
lar, bu da yetm iyorm uş gibi sokaklarda, m eydanlarda dolaştırı­
lara k halka sev rettirile e ttirile götürülüp Polverista kışlasına
tıkıldılar-
Bu kışla m evkufları arasında, daha önce yine İngilizler
tara fın d a n yakalanıp gönderilm iş bir çok O sm anlı ricali, k u ­
m andanları, fikir, kalem sahipleri de vardı- M eselâ eski sad ra­
zam P ren s S ait H alim Paşa ile kardeşi A bbas H alim Paşa, or­
du k u m andanlarından -ferik- Y akup Şevki, Cevat, F a h rettin
(M edine m üdafii), Ali Sait, M ahm ut K âm il, A li İhsan, D oktor
profesör Esat ve yine doktor profesör Süleym an N um an P a ­
şalarla, eski n a z ırla rd an A li Fethi, Hacı Adil, A hm et Nesimi,
K ara Kem al, İsm ail C anbulat, m ebuslardan M ithat Ş ükrü, Sa­
lâh Cimcoz, A hm et Ağaoğlu, Şeref, Faik beyler ve bir çok ta ­
nınm ış valiler ve nihayet H üseyin Cahit, V elit Ebuzziya, A h­
m et Em in beyler gibi gazeteciler ve Ziya G ökalp ile son Os-
m anlı şeyhislâm ı Ü rgüplü H ayri efendi de orada idi. K uş uçu-
rulm ayan bu zindan-kışlada, ihtilâftan m em nu, dünyadan
uzak yaşıyorlardı. Biraz sonra yavaş yavaş sıkı gevşer gibi ol­
du. Rauf Bey, M alta zindanında günü gününe tu ttu ğ u notlarda
ezcüm le der ki:
«İlle defa olarak 12 eylül 1921 günü B ekir Sam i ve Cami
(B aykut) beylerden, hususi bir vasıta ile, m üşterek bir m ek­
tup aldım . A nkaradan M ustafa K em al Paşadan olduğu telm ih
edilerek «Vücudum un lüzum una binaen, buradan k u rtu lm a ­
ğa çalışm am ve hiç bir m ânevî kayde ehem m iyet verm em em
ısrarla tavsiye ve rica) ediliyor. İsm ail C anbulat da, ufak bir
pusula ile bu rica ve ısrara iştirâk ediyor.
F a k a t benim için m ânevi k a y ıtla ra riayetsizlik, y â n i ne
k a d a r zâlim v e haksız olu rlarsa olsunlar. İngilizlere veya baş-
kalraına, kaçm ayacağım a d air verm iş olduğum söze, riyaetsia-
lik m ü m k ü n m ü? Ben, böyle bir şey yap ab ilir m iyim ? D üşünü­
yorum , ne pahasına olursa olsun, bu benim harcım değildir.
B una rağm en, cevabım ı bazı sam im i ark ad aşlarla görüştükten
sonra verceğim .
13 eylül akşam ı; K em al bey, R ahm i bey, valiler v e kum an­
d an lar p a rtisi hiç bir ta ra fa sezdirm eden, M alta’dan h a re k e t et­
tiler. Ö nceden peylenm iş b ir yelkenli ile. havayı kollayarak.
Sicilya istikam etinde lim andan gizlice uzaklaştılar-
Biz de, M ithat Ş ü k rü beyle, ufak b ir otom obil gezintisi y a­
p a ra k biraz hava aldık. F a k a t akşam kam pa döndükten bir
m üddet sonra, m u ta t yoklam a yapılınca, kaçış m eselesi an la­
şıldı. L âkin gidenler de çoktan k a ra su ları dışına çıkm ış olm alı
idiler. İki gün sonra, k açanların m u ra tla rın a erdikleri anlaşıldı.
Ve kam pta kıyam et koptu. Ve sersem ingilizler bu fira r m ese­
lesinden dolayı inzibatı şiddetlendirm ek bahanesiyle bizi tek ­
ra r P olverista kışlasına nakletm ek istediler. Şiddetle red d e t­
tik ve yazılı protesto ile, ku v v et kullanm adıkça bulunduğum uz
yerden bir ta ra fa gitm eyeceğim izi bildirdik. T ereddüt ettiler,
d ü şündüler ve nih ay et b ırak ıp g ittiler. Şim di, etrafım ıza yeni
süngülü nöbetçiler koym akla y etin d iler ve bugünden itibaren
dışarı çıkm ak izinleri kaldırıldı- Ve ertesi günü yine cibilliyet­
lerin i gösterdiler ve öğleden sonra saat d ö rtte g etirdikleri bir
tak ım askerle, bizi m uhafaza altın d a zoria P olveristaya şevke
teşebbüs ettiler. H epsinin karşısında dim dik, bu h a re k e t tarzı­
n ın şakavet, cinayet ve haysiyetsizlik olduğunu pervasızca yüz­
lerin e bağırdıktan sonra, çaresiz P olverista yoluna rev an olduk.
İngilizler âdeta kom edya oynuyorlar, u tanm ıyorlar. Cenab-ı
H ak yakın bir gelecekte bizi inşallah m ukabele bilm işle şahsen
m uvaffak edecektir.
E ğer öm rüm vefa etm ez de m uvaffak olam azsam , dindaş
ve m illettaşlarım a, insan h ak ların ı hiçe sayarak, kendilerinden
olm ayanlara karşı h a k a re tin envaını daim a m übah addedecek
derecede m ğ ru r olan ingilizlere, m uam elelerinde işte böyle ca­
navarca h a k a re tte b u lu n m alarım tavsiye ve h a ttâ vasiyet ede­
rim.»
Ve 20, 21, 22 eylül g ü n leri... K am p sevinçle çalkanıyor. He­
pim izin tahliye edileceği haberi duyuldu. K am pta b ir hay h u y ­
d u r gidiyor. H erkes m uhakem esini kaybetm iş gibi, son derece
heyecanlı, telâşlı, m eraklı... Y eni h a b e rler ve bilhassa k a t i
Ita a f Beyin (1306—1891) y ılın d a alın m ış n ü fu s kâğıdı; M ehm et P aşa
o flu, İstan b u llu ve 1299—1884 doğum lu olduğu yazılıdır.
k u rtu lu ş m üjdesi bekliyoruz.
Ve Taym is’in İstanbul m uhabiri (A nadoludaki İngiliz esir­
lerine fena m uam elelerin şiddetlendirildiği ve bilhassa Erzu-
rum da bulunan İngiliz esiri R avlenson’un hapsedildiğini) yazı­
yor.
Yaşa A nadolu, diyorum- M ükem m el, pekâlâ bir m ukabele
bilmisil!..
K u rtu lu ş 30 eylül 1922 günü, tah akkuk etti. K am pta he­
saplarım ız kesildi. Y arın ufak bir vapurla, balık istifi olarak
M alta’dan h arek et edeceğimiz anlaşıldı. A m a nereye? O he­
nüz m eçhul. N ihayet, nereye olduğu da anlaşıldı ve sıkıntılı
b ir yolculuk sonunda îstanbula varıldı.»
A zap içinde geçen tam yirm i aylık sürgün hayatından
dönüşte R auf bey, bazı ark ad aşları gibi İstan b u l’a çık­
m ayıp, İnebolu yolu ile A n k aray a gitm iş ve orada kendisini h a ­
ra re tle k arşılayan M ustafa K em al P aşa ile buluşm am n sevinci
içinde, te k ra r norm al çalışm a h ayatına girm işti. R auf bey An-
karadaki bu ilk günlerini şöyle anlatır:
«O akşam , yem eği - ikam etgâh haline getirilm iş o la n - is­
tasyon binasında M ustafa K em al Paşa ve A li F eth i beyle b ir­
likte yedik ve gece y a n sın a k a d a r d ertleştik, hasbıhal ettik. Be­
ni, M ustafa K em al P aşan ın da ikam et ettiği, istasyondaki dai­
reye m isafir ettiler. C evat ve Y akup Şevki P a şa la r Fevzi P aşa­
ya m isafir oldular. E rtesi gün de, eskiden tanıdığım b ir çok m e­
b u slar ziyaretim e geldiler. Ve M ustafa K em al Paşa ve A li fe t­
h i beyle uzun uzadıya görüştük. A nkaraya v arışım ın üçüncü
g ü n ü 15 kasım cum artesi sabahı, M ustafa K em al P aşa ile b ir­
lik te B üyük M illet M eclisine giderek, um um î h ey et m üzakere­
lerine iştirâ k ettik. M ebuslardan çoğunu İstan b u l m eclisinden
tanıyordum . Şahsen tanım adığım yeni m eb u slan , M ustafa K e­
m al Paşa tan ıttı. B undan sonra b ir de um um î heyete, resm en
takdim tö reni yapıldı.
R iyaset m akam ını işgal eûen, reis vekili H aşan F ehm i bey.
«Sivas m ebusu kahram an R auf beyin, M alta’dan gelerek y ü k ­
sek m eclisinize iltih ak ettiğ in i arz eylerim .» deyişi üzerine,
m ebuslar hep b ir ağızdan:
— Kürsüye!-, k ü rsü y e b u yursular, kendisini görm ek iste­
riz.» arzusunu izhar ettiklerinden, kürsü y e çıkıp birkaç söz
söylem ek zorunda kaldım ve dedim ki:
«Hepinizce m alûm olan, îsta n b u lu n on a ltı m a rtta işgali
hadisesiyle b u m illetin istiklâl içinde h ü r yaşam ak k a t’î k a ra r
ve im anım b ir takım oyunlarla boğm ağa çalışan düşm anlar,
m ukaddes m ücadelem izin m illetten gelm eyip, b ir takım kim se­
lerin şahsî teşebbüsleri im iş gibi gösterip, b u n u akıllarınca kö­
kün d en kazım ak m aksadiyle, Istanbuldaki m eclisi basarak, ba­
zı ark ad aşlarla beni de tevkif ve M alta’ya sürm üşlerdi. T arih te
devlet adını taşıyan herh an g i b ir teşekkülün, b u gibi h a r e k e ­
lerd e b u lu n duğunu ben şahsen hatırlam ıyorum . B u taa rru z a
c ü ret eden düşm an, bize n e esir ne de tu tu k m uam elesi yapm a-
ğa cesaret edem edi. E linde bulunduğum uz y irm i ay m üddet
içinde, h e rh an g i birim izin izzeti nefsim izi incitecek h e r tü rlü
teşebbüsten de çekindi ise de, îstan b u ld a tevkifim izin ertesi gü­
n ü y ayınlatm ış olduğu beyannam ede, o zam ana k ad ar cereyan
eden ve ileride cereyan edecek v ak alara karşı bizleri rehine
o larak aldığını ve bu m aksatla elinde tutacağını ilân etti. Biz,
buna güldük. B enim m uazzez m illetim in azim ve k a ra rm a , va­
tan ım ın binlerce yıllık tarih in i ve bihakkın lâyık olduğu şerefli
h a y a tı devam ettirceeğine olan kan aatim b ir gün bile sarsıl­
m am ıştır.
İşte bugün, ark ad aşlar bunu idrâk etm ekle m ü fteh ir ve
m esudum .
M übarek m illetim izin itim adını haiz olarak, onu liyakatle
tem sil eden siz vekil ark ad aşlarım ın gösterdiği m etan et v e ce­
lâdet, tarihim ize istik lâl hakkım ızı m üdafaa yolunda pek kıy­
m etli b ir m isal kaydederek, bu su retle im haya çalışan düşm an­
la rın elinden şan ve şerefim izle k u rta rd ı. Şim di aranızda bu­
lu n m ak la şerefyabım . B unun için şü k ran larım ı arz ederek A l­
la h ta n cüm lenizi h e r işinizde m uvaffak eylem esini ve m illeti­
m izi b ü tü n em ellerine ve gayelerine k avuşturm asını taz a rru
eylerim-»
B u sözlerim âm in sesleri ve alk ışlarla karşılandı. M ebus a r­
kadaşlar, o gün yüzlerini ilk defa görüp tan ıd ık larım da dahil
olm ak üzere, hakkım da h a ra re tli tez a h ü ra tta bulu n u rlark en ,
bilhassa bazıları H am idiye seferinden de bahisle uzun uzadıya
sitayişlerde b u lundular. B ilhassa Ç ankırı m ebusu hacı T evfik
efendinin: «M uhterem R auf’um uzu bizim bildiğim iz gibi, bü­
tü n cihan da bilir, b ir âyet-i kerîm e’de b u yurulduğu gibi onu,
gece de bilir, gündüz de bilir, silâh da bilir, deniz de bilir. R a­
u f bey m illetin h e r fedakârlık istediği gün, bihakk ın fedakârlı­
ğı ibraz etm iş ve h e r zam an fed ak ârlık ta en önde b u lunm uş­
tur.» tarzın d a konuşm ası, beni o k ad ar m ütehassis e tti ki, M al-
ta ’da geçen sü rg ü n gü n lerin in b ü tü n acılarını u n u ttu rd u .
F a k a t A n k ara’daki ilk gü n lerin m üşahedeleri arasında,
M ustafa K em al P aşa ile bazı m ebusların çeşitli sebeplerle an­
laşm azlıklara düşm üş olduklarını da sezerek m üteessir oldum,
içinde bulu n u lan şa rtla rın ve za m anın tesiriy le olduğu şüphe­
siz olm akla b erab er bu anlaşm azlıklar, benim hiç de arzu ve
tah m in etm ediğim şeylerdi.
M eclisteki m uhalefet, h e r fırs a tta n istifade ve h er vesile
ile hük ü m eti ten k it hususundaki şiddetini a rttıra ra k , M ustafa
Kem al P aşa ile araların d ak i anlaşm azlıkların genişlem esine yol
açıp duruyordu.
Bu arada, K âzım K arab ek ir P aşa da A nkarada alm an ve­
ya alınm ası düşünülen bazı k a ra rla rı tasvip etm ediğini belir­
te n iş’a rla rd a bulunuyordu. B en anlaşm azlıkları giderm ek için
ta ra fla r arasında uzlaşm ayı sağlam ak m aksadiyle durm aksızın
çalışm ak zorunda kalıyordum . M uhaliflerin başında görünen
H üseyin A vni, Çolak S elâh attin ve onlara iltih ak eden K ara
Vasıf beyler, benim de M ustafa K em al P aşa’nın da arkadaşla-
nm ızdı- B un ların başlıca m uh alefetleri (D evlet ve hükümet
iş le r in in Meclis mürakabesinden sıyrılarak, tek elden yürütül­
meğe doğru gittiği) k an aatlerin d en doğup, bunu önlem eğe mâ-
tu f görünüyordu. B u noktada pek hassas olduklarını belirte­
rek, bilhassa M ustafa K em al P aşam n hem meclis, hem h ü k ü ­
m et başkanı ve ayni zam anda başkum andan olarak b ü tü n y et­
k ile ri elinde toplam ış olm asından endişe ettik le rin i gizlem iyor­
lardı. H albuki, o günkü durum da, böyle olm ası z a ru rî idi. Baş­
ka çare yoktu. İcra selâhiyeti de elinde b u lu n an m eclisin, o za­
m anki ş a rtla r içinde h ü k ü m eti de kendi reisinin başkanlığında
b ulundurm ası gerekiyordu. F a k a t bu gerçeği, k a rşı ta ra fın m il­
lî H akim iyet hassasiyetine an latm ak güçtü.
A nkaraya vardığım gündenberi, m eclis g urubu başkanlığı­
na seçilm em için y ap ılan teklifleri, yorgunluğum u ve um um î
vaziyetle, m eclisin zihniyetini tetk ik e m uhtaç olduğum u ileri
sürerek, bu n d an vazgeçilm esini rica etm iş olm am a rağm en, is­
tifa eden Ö m er L ü tfü beyin yerin e benim N afia V ekâletine ve
ayni zam anda g urup ikinci başkanlığına seçilm iş olduğum u,
akşam dairem e gelen M ustafa K em al Paşa ile A li F e th i bey
söylediler. H albuki, h e r ikisine de dün akşam bu hususta itizar
etm iştim .
Ben daha yıllarca evvel, bir m illî hareketin başında bn
m em leketi behemehal kurtarıp şerefli bir sulh ve sükûna ka­
vuşturacağına knani olduğum ve m illetin istiklâl içinde hür ya­
şamak m efkûresini hakkile tem sil ettiğine inandığım Mustafa
Kemal Paşa ile işbirliğine karar verip, bunu tâ o zaman ilân da
ettiğim den şimdi, yorgunluk ve rahatsızlığım sebepleri ile is­
temediğim halde getirildiğim bu vekâlet dolayısiyle, kendisine
azamî gayrte ve sam im iyetle yardımı bir m em leket vazifesi sa­
yıyorum.»
R auf bey, işte bu düşünce ile kabul ettiği bu vazifeyi, bir
m üddet sonra; «Ankara istasyonundan m eclis binasına kadar
olan birkaç yüz m etrelik şose bile yapılam ıyor. V asıta v e im ­
kân lar o k a d a r k ıttır. Bu sebeple bu vazifenin, hiç değilse m es­
lek ten yetişm iş bir ehline verilm esine m eydan bırak m ak için«
7 ocak 1922 de N afia V ekâletinden istifa ediyor. M ecliste gizli
o turum da okunan istifanam esi kabul edilm iyorsada ,d urum u
izah ile, N afia işlerinin başına behem ehal tecrübeli ve liy ak atli
bir ehlini getirm ek gerektiğini uzun uzadıya anlatarak, kabul
ettiriyor.
Dikkat edilirse, bir vazifeyi ne kadar önem li görünürse gö­
rünsün (Başan ile hakkından gelerek yapıp, m em lekete fayda­
lı olamıyacağını ileri sürerek) bırakmak feragatini gösteren de
Rauf bey olmuştur. Herkesin, kendinde herşeyi yapmak kud­
retini vehmederek, m evki ve makam hırsı ile çırpınıp, ne olur­
sa olsun ikbal postuna konmak sevdasında olduğu bir m em le­
kette, kendisine ısrarla verilen makamı, hem de kaçıncı defa­
dır ki, evet, Rauf bey (bu benim harcım değildir, yapamam)
diye bırakıp, kendinden sonrakilere örnek olmak istemişti. A-
ma, olabilmiş m i idi? Fakat, yapabileceğini yaparak m em leket»
faydalı olabileceğine inandığı işler karşısında, m evki ve ma­
kam düşüncesi olmadan, her fedakârlığı göze »larak, herhangi
bir hizmete daima hazırdı. Rauf bey bu idi ve bunu herkes bi­
liyordu.
R a u f B ey r a h m e tli v a id esi ve e n iş te si Aaiz K a p ta n la E ren k öy'd ek i
k ö şk le r in in b a h ç e sin d e 1916 da
BİR ŞARTLA HÜKÜMET BAŞKANLIĞI

İ cra V ekilleri H eyetinin - yan i kabinenin - B üyük M illet


M eclisi Reisi M ustafa K em al P aşan ın göstereceği m ebuslar
içinden, m utlak çoğunlukla seçilm esini isteyen k a n u n değişti­
rilip de, b ü tü n kabine âzalarının y an i B akanların, B üyük M il­
let M eclisi tara fın d a n gizli oyla ve m u tlak çoğunlukla a y n a y n
seçilm esini isteyen 8 tem m uz 1922 ta rih li k an u n u n kab u lü üze­
rine, iş başındaki Fevzi P aşa (M areşal) hüküm eti, y erin i yeni
seçilecek olanlara b ırakm ak için istifa edince, M ustafa K em al
Paşa, M üdafaa-i H ukuk g u ru b u idare heyetini olağan ü stü bir
toplantıya d av et e tti ve bizzat kendisinin başkanlık ettiğ i bu
toplantıda yeni h ü k ü m etin kim e kurd u ru lacağ ı m eselesi saat­
lerce m üzakere edildi ve sonunda, herkesin R auf beyin ism i ü s ­
tünde d u rd u ğ u görüldü. Ö te yanda M üdafaa-i H u k u k ’ç u la n n
m uhalifi d u ru m u n d ak i ikinci gu ru b u n da, R auf beyden başka­
s ı n ı düşünm ediği açıklanm ış bulunuyordu.
Bu su retle, M eclisteki m üzakerelerde, ik i a y n k u tu p h a ­
linde b irb irlerin e y an bakarak, hem en hiç b ir m esele üzerinde
anlaşam ayan gruplar, ilk defa hük ü m eti R auf beyn kurm ası
konusunda, tam bir anlaşm a halinde olduklarını gösterm iş olu­
yorlardı.
F ak at Rauf bey, bazı düşüncelerle, o günkü şa rtla r altında
ik tidar sorum luluğunu üstüne alm ak istem iyordu. B unun üze­
rine M ustafa K em al Paşa, çoğunlukta olan kendi M üdafaa-i H u­
k uk gurubunu, başka bir aday üzerinde düşünm eğe d av et e tti
ise de, g rup başka hiç kim senin akla gelem iyeceği m ülâhaza-
siyle, m u tlak a R auf beyin seçilm esi noktasında ısra r etti- M us­
tafa K em al Paşa da. te k ra r R auf beyi iknaa teşebbüs e tti ve
başbaşa gelerek, b ü tü n m ebusların, m uvafıkı m uhalifi, istisna­
sız hepsinin m u tlak a hüküm eti kurm asını istediklerini, ken d i­
sinin de sam im iyetle ayni istek te b u lu n duğunu izahla;
«— Raufcuğum , dedi. M alta’dan döndüğündenberi, henüz
M eclisteki vaziyeti ve m em leketin ahvalini lâyıkiyle tetk ik e
im kân bulam ayışın, bir ta ra fta n da rahatsızlığın dolayısiyle b i­
ra z dinlenm eğe ihtiyaç duyuşun, elb ette m âk u l m azeretlerdir,
b u n la rı ben de kab u l ediyorum . F ak at görüyorsun ki, hüküm et
ti kuram ıyoruz. Y ine Fevzi P aşayı işbaşına g etirm ek belki
m üm kün ise de, ben bu nazik zam anda, birçok m ülâhazalarla,
ripkı ilk günlerde olduğu gibi, yine seninle b irlik te çalışm ayı
b ü tü n sam im iyetim le istiyorum . N asıl el ele işe başladıksa yi­
n e öyle, şu işi h ay ırlı b ir neticeye ulaştırm ak için b irlik te çalı­
şalım . Esasen, b ü tü n m ebus ark a d a şla r da, benim bu sam im î
arzum u hissetm işler gibi, ayni nokta üzerinde ittifa k la ısrar
ediyorlar. Böyle k a h ir b ir ekseriyetin m uhabbet v e itim adına
m azhar olan, bilhassa senin gibi m em leket uğ ru n d a daim a ha­
y atım istih k ar ederek fed ak ârlık lard an çekinm eyen bir a rk a ­
daş, a rtık h ü k ü m et m esuliyetini ü stüne olm akta tere d d ü t ede­
mez. Yoksa, benim bilm ediğim başka sebepler m i var?. K arde­
şim, lü tfe n açık söyle.»
R auf bey, bir a n düşünerek, açıkça cevap verm ekten çe­
kinm edi :
— Paşam , dedi, senin de, b ü tü n a rk ad aşların da lây ık ol­
m adığım , iltifat ve teveccühlerinize nasıl teşek k ü r edeceğim i
bilem em . A ncak, m adem ki açık söylem em i istiyorsun, söyliye-
yim : B en bu vazifeyi kabul edersem , sen ötekilere y aptığın gi­
bi, benim de işim e karışacaksın- B en de b u n a tah am m ü l ede-
m iyeceğim ve çekilm ek zorunda kalacağım . H albuki benim
im anım , bu ord u ların başm da bu m illeti senin k u rtaracağ ın
m erkezindedir. Bu yüzden seninle anlaşm azlığa düşm eyi kat'-
iyyen kabul edemem.»
M ustafa K em al Paşa b u anda :
— K ardeşim , ben nam ussuz m uyum ? deyince, şaşırıveren
R auf bey, h ay retle yüzüne baktı:
— Ben, böyle bir şey söylem edim ...
— O halde... Saııa nam usum üzerine söz veriyorum , V e­
k iller H eyeti başkanılğım kab u l et, hük ü m eti k u r, senin hiç
b ir işine karışm ıyacağım .»
M ustafa K em al Paşa, R auf beyin ifadesine göre, hakikaten
bu dediğini yaptı (1).
R auf bey, M ustafa K em al P aşanın sam im iyetle verdiği bu
tem in at üzerine 10 tem m uz 1922 günü hüküm eti ku rm ay ı kabul
e tti ve ertesi günü M eclisteki 203 m ebusta 197 sinin oyu ile İc­
ra V ekilleri B aşkanlığına seçildi. R auf bey kabinesine seçilen
diğer vek iller şunlardı :
E rkân-ı H arbiye-i U m um iye R eisliğine K ozan m ebusu F ev­
zi Paşa (M areşal), M illî M üdafaa V ekâletine K aresi m ebusu
K âzım P aşa (Ö zalp), H ariciye V ekâletine K astam onu m ebusu

(1) İleride görüleceği veçhile, sonunda bilhassa İsm et P a ­


şa, çeşitli teşebbüslerle M ustafa K em al Paşayı, R auf beyin iş­
lerin e k a rıştırm a k çabasından geri kalm am ıştır.
Y usuf K em al (Tengiışerik), A dliye V ekâletine İstanbul m ebu­
su C elâlettin A rif bey, M aliye V ekâletine G üm üşhane m ebusu
H aşan F ehm i bey, M aarif V ekâletine K aresi m ebusu V ehbi bey,
S ıhhiye V ekâletine Bolu m ebusu Dr. F u a t bey, İktisat V ekâle­
tin e İzm ir m ebusu M ahm ut Esat bey (B ozkurt), N afia V ekâle­
tin e S a ru h an m ebusu Reşat bey.
R auf bey, İcra V ekilleri H eyeti B aşkanı olarak vazifeye
b aşlar başlam az, günlük işler dışında bilhassa en önem li ola­
rak, çeşitli zorluklar, y okluklar içinde o rdunun derlenip topla­
n arak, büyük taarru za hazırlanm asını tam am lam ak dâvası ile
m eşgul oluyordu.
Ü zeim de du ru larak , gece gündüz yürütülm esine çalışan
bu davanın, o günlerde en önemli ciheti, bilhassa büyük b ir ta ­
a rru z için gereken paranın bulunm asında çekilen güçlüklerdi-
R auf bey, bu güçlükleri yenm ek hususunda bilhassa M aliye Ve­
kili H aşan F ehm i beyin büyük çabalarla, h er tü rlü im kânlar­
dan faydalanarak, b a sa n la r gösterm iş olduğunu daim a şü k ran ­
la yadedirdi.
Bu çalışm alar arasında, m eclisteki, araların d a bir çok
em ekli askerlerin, ku m an d an ların da bulunduğu ikinci grup
m ensuplarının h er vesile ile ortaya çıkardıkları çeşitli m esele­
lerle uğraşm ak da gerekiyordu.
MECLİSTEKİ MUHALEFET VE ARABULUCULUK

M uhalifler, bir y andan M ustafa K em al Paşaya, b ir tara f­


tan R auf beye grup adına K ara Vasıf beyi göndererek,
m ütem adiyen
«O rdum uzun m u atta l kalm ası doğru değildir. S ak ary a za­
ferin d en b eri hem en b ir senedir ordu bulunduğu y erd e m ıhlan­
m ış kalm ıştır. Kış geliyor, Y un an lılar orm anlık ve m eskûn böl­
gelerde b u lu n d u k ların d an kışa dayanabilirler, biz ise arkam ız
çırıl çıplak ovadır, kış ta h rib a t yapacaktır. Bu vaziyette bu kış
pek perişan olabiliriz. H albuki, bugün, karşılıklı kuvvetlere
göre, zam an bir ta a ıru z yapm am ıza çok m üsaittir. D urm aya­
lım , k a ra r verilsin, vakit geçiyor» diye tazyiklerde buulnuyor-
terdı.
İkinci gu ru b u n şikâyeti bundan ib are t de değildi. İkinci
gurup, M ustafa K em al P aşanın etrafında, sinsi sinsi ona sokul­
m ak im kânlarını a ra y a n bir tak ım m ebusların, ona yak ın lık la­
rın ı, onun h a b e ri olm adan istism ar ederek hü k ü m et işlerine ka­
rışm aktan tu tu n , şurada b u rad a giriştik leri m ünasebetsiz h a­
rek etlerle halk ve h a ttâ ordu içinde huzursuzluk y a ra tm a k ta
oluşlarından da fena halde şikâyetçi idiler. Yine bir gün R auf
beye gelm işler;
«Biz o rd u n u n b ir an evvel ta a rru z a hazırlanm ası için çırpı­
nırken, karşım ızdakiler orduyu inhilâle u ğ ratm ağa çalışıyor­
lar.» diye ordu zatişleri m ü d ü rü O sm an Şevket bey (Paşa) dan
d in ledikleri şeyleri şöyle anlatm ışlardı: «'Telefon çalıyor, ben
M ustafa K em al P aşan m yaveriyim , em irleri var, kâğıdı kalem i
alınız, te rfi için söyleyeceğim isim leri yazm ız, diyor, b ir sürü
isim sayıyor. B unları yazarken daha birkaç ay evvel te rfi et­
m iş olan ların isim lerini de görüyorum . K arşım dakine vaziyeti
an la tara k , m uayyen b ir zam an geçm eden, te rfi im kânı yoktur.
D ediğim zam an: «Sana ben M ustafa K em al P aşan ın em irlerin i
tebliğ ediyorum . B aşka lâf anlam am » diye telefonu yüzüm e
kapatıyor. B u h a lle r dışarıda, asker arasında duyuluyor. F ilân
falan te rfi ediyorm uş, em ir verilm iş şayiaları orduya yayılıyor.
O rd u n u n te rfi d urum unu, perişan b ir hale g etirm ek istiyorlar.
V aziyeti işte size söylüyorum . Ne yaparsanız yapınız.»
B ir başka gün, yine ikinci gurup adına K ara V asıf beyle
bazı arkadaşları R auf beye gelerek, M ustafa K em al Paşa adına,
k a t’iyyen ken d i h ab eri olm adan h a re k e t eden bazı silâhşor ta ­
nınm ış m ebusların, h ü k ü m eti ve dolayısiyle bizzat M ustafa
K em al P aşayı h a lk nazarında küçültecek derecede y ap tık ları
taşk ın lık larla m ünasebetsiz h a rek etlerd en şikâyet ederken;
«Bir y erd e güzel b ir kız, güzel b ir çocuk gördüler m i, sürükle­
yip g ötürü yorlar. İşi bu dereceye v a rd ırd ılar. Size gelm eden
evvel kendilerine bu gibi çirk in h arek etlerd en kaçın m aları için
m ünasip şekilde söyledik. İkaz etm ek istedik. A ldığım ız cevap:
«Bu gibi h a lle r erbab-ı zekâ’ya arız olan h astalık tır. Vaz ge­
çilmez» oldu. B unu birkaç arkadaş arasında yüzüm üze karşı,
hem de gülerek söyleyen Topçu İhsan beyle, nerede ise dövü­
şüyorduk.»
R auf bey, bu gibi şikâyetler karşısında son derece m ütees­
sir olarak, iki tara fı da idare etm ek için m üm kün olam y ap ar
d u ru rk e n yine ikinci g u ru b u n ihdas ettiği başka m esele çık­
mıştı.
B ilhassa bu guruba m ensup m ebuslar, y ü rü rlü k süresi so­
n a erm ek üzere olan «Baş K um andanlık» k a n u n u n u tek ra r
uzatm ak istem iyorlardı. H albuki, k a n u n u n m üddeti ağustosun
beşinde sona erince, M ustafa K em al Paşa, B aşkum andanlıktan
ayrılacaktı, bunun, gerek orduda ve bilhassa düşm an n azarın ­
da yapacağı tesir düşünülm üyordu.
«M ustafa K em al Paşa, Meclis Reisi ve dolayısiyle Devler
Reisi duru m u n d a bulunurken, b ir de başkum andanlık y etk ile­
riy le teçhiz edilirse, başım ıza d ik ta tö r kesilecektir. Z aten işleri
b erb at eden e trafı da b unu istiyorlar. O rdunun kum andanları,
E rkân-ı H arbiye-i U m um iye Reisi v ardır. M ustaf K em al de,
D evlet Reisi olarak bu n ların âm iri sayılır. A rtık b ir de B aşku­
m an d an lık diye a y rı ve olağanüstü y etk i ile, kendisini sorum ­
suz, m u tlak âm ir vaziyetine sokamayız.» diyerek, bu kanuna
şiddetle m uarız bulunuyorlardı.
R auf bey, ne dedi ise, ne etti ise bunlara m eram anlatam ı-
yordu.
O rdunun ta a rru z hazırlık ları hem en hem en tam am lanm ış
olduğu b ir zam anda, böyle b ir m eselenin ortay a çıkışı, h e r
şeyden evvel düşm anın işine yarayabilirdi.
Bu sebeple h ü k ü m et başkam olarak çok m üşk ü l vaziyete
düşen R auf bey, üzüntülü ve uykusz geceler geçirerek, bu dâ­
vayı hal etm ek için nihayet, bizzat M ustafa K em al P aşaya m ü ­
racaat lüzum unu duym uştu. İşin b u safhasını bizzat kendi ağ­
zından dinleyelim :
«Baş kum anlanlık k a n u n u n u n m ecliste m üzakere edilece­
ği günden bir gün evvel, M ustafa K em al P aşayı ziyaretle, ken­
disine ertesi günü m ecliste kopacağını bildiğim büyük fırtın a ­
yı önlem ek ve nihayet düşm anın ekm eğine yağ sürecek b ir va­
ziyete sü ratle m âni olm ak için, eski m ücadele arkadaşlarım ız
A li F u a t ve R efet P aşalarla başbaşa görüşüp b ir çare bu lm ak
lüzum unu ileri sürerek: «Refet P aşanın evinde toplanalım * de-
dim.
M ustafa K em al Paşa bu teklifim i kabul ile, beni ve d e rh a l
davet ettiğim iz Ali F u a t P aşayı otom obiline alarak, R efet P a ­
şanın K eçiören’deki evine gittik, orada, m eclisteki M üdafaa-i
H ukuk G u ru b u başkanı sıfatiyle evvelâ A li F u a t Paşa, B aşku­
m andanlık kanununa karşı cephe a la n m ebusların düşünceleri­
ni izahla, b unların belki b ir tak ım tesirle r altında k alarak, te­
reddüde düştükleri noktanın, kendisinin hudutsuz y e tk ile rle
teçhiz edilm esi neticesinde sorum suz b ir vaziyet alm ası ihtim a­
linden k o rk tu k ların ı a n la ttı ve «Y arınki m ecliste çık ar da, du­
ru m u lâyıkiyle izahla ilerisi için m em leketin h erh an g i b ir oldu
b itti karşısında kalm ayacağını ve böyle b ir vaziyet ihdasım ka-
tiy y en düşünm ediğinizi sam im iyetle anlatırsanız em inim , bü­
tü n m eclisi etrafınızda toplanm ış bulacaksınız.» dedi. M ustafa
K em al P aşa e v v e lâ :
— T uhaf, niçin böyle düşünüyorlar, bu n lara ne lüzum v ar?
Ben bunlarla m ücadele etm esini pekâlâ bilirim . F a k a t b u y u r­
duğunuz gibi, bugünkü ş a rtla r buna m üsait değildir.» ded ik ten
sonra, M adem ki, vaziyetin icabı olarak böyle tavsiye ediyor­
sunuz; bunu dikkat n azarın a alarak, m em leketin istik b ali v e
şahsım hakkında duyulan bu endişeyi izale edecek tarz d a ko­
nuşacağım , dedi.
G eniş b ir nefes aldık ve bu ferahlıkla, ben de dedim ki:
— Çok iyi olacak... Zira, sizin başkum andanlığınızı b ü tü n
m illet dem ek olan m eclisin ve h ü k ü m etin ittifa k la kabul etm iş
olduğu âlem e ilân edilm iş olacaktır. Y arın m eclise başkanlık
edecek olan doktor A dnan bey ile de bu hususta anlaşm ış bu­
lunuyoruz: İnşallah m uvaffak olacağız ve m em leketi k u rta ra ­
cak olan büyük zafere ilk adım ı da atm ış olacağız.*
Bu sözlerim M ustafa K em al P aşan ın pek hoşuna gitti:
— Ö yle ise, haydi bakalım ark a d a şla r şerefe!., diye k ad e­
hini kaldırdı.
O akşam ki toplantım ız, sabaha k ad ar sürm üştü.
B u anlaşm anın ertesi 20 tem m uz 1922 günü m ecliste, ilk
evvel, m üşir üniform asiyle M ustafa K em al Paşa k ü rsü y e çık-
F: 5
tı. «A rkadaşlar» diye konuşm aya başladı. H eyecanlı b ir ifade
ile, m illî h âkim iyetin kayıtsız şartsız m illetin olduğunu tesbit
v e ifade eden Teşkilât-ı Esasiye kan u n u hükm ünce bugünkü
b aşk u m an d an lık m akam ının dahi m u v ak k at ve bu sıfat ve y e t­
k in in esasen doğrudan doğruya yüksek m eclisin m anevi şahsi­
y etin d e m ündem iç b u lu n duğunu anlatıp, bu konuda uzun uza­
dıya izah at v e rd ik ten sonra, asıl bizim üzerin d e durduğum uz
n o k tay a gelerek dedi ki: «... k a t’î neticeye vasıl olduğum uz
gün, k ıy m etli İzm ir’imiz, güzel B ursa’mız, h ilâ fet ve sa lta n at
m a k a m olan Istanbulum uz, T rak y a’m ız an a v atan a kavuşm uş
olacaktır. O m u tlu gün geldiğinde, b ü tü n m illetle b eraber, yük­
sek heyetiniz ve ben de b u rad a b ir fe rt ve b ir âza olarak b it­
ta b i en bü y ü k saad etleri d u y arak m ü şerref olacağız. E fendiler,
riy asetin iz m akam ında bulunm akla şeref du y an âcizleri, ogün
ik i k e re m esut olacağım . İkinci saadetim i tem in edecek olan
husus, benim , b u n d an üç yıl evvel bu m ukaddes davaya b aşla­
dığım ız gün bulunduğum m evkie dönebilm ekliğim im kânı ola­
cak tır. H akikaten m illetin bağrında b ir m illet ferd i olm ak k a ­
d a r dünyada b ah tiy a rlık yoktur. H ak ik atlere v ak ıf olan, kalp
ve vicdanında m anevi ve m ukaddes h azlardan başka zevk ta ­
şım ayan in san lar için, ne k a d a r yüksek olursa olsun m addi m a­
k a m la rın hiç b ir kıym eti y oktur. Sözlerim e nih ay et verirken,
m üzakere olunan bu kanunda, bu selâhiyetin m erfu ’ olm asının
d ik k at nazarında b u lu ndurulm asm ı reca ederim.»
M ustafa K em al Paşanın, bu sözleri m ebuslar üzerinde is­
tediğim iz tesiri, fazlasiyle yaptı. O ana kadar, d ik tatö rlü k en­
dişesiyle, en çok m uarız b u lu n an K a ra V asıf ve H üseyin A vni
b e y le r gibi m uhalefetin alem d arları say ılan lar bile, P aşa’yı
heyecanla alkışlam aktan k endilerini alam adılar. O k a d a r ki,
başkum andanlık kan u n u 5 ağustostan itibaren, üç ay daha uza­
tılm a k üzere m üzakereye konm uş iken, M ustafa K em al P aşa­
n ın son cüm lesindeki rica üzerine, üç ay m üç ay u n u tu la rak ,
süresiz olarak uzatılm ası kabul e d ild i
M ustafa K em al Paşa, o günden sonra, m eclisteki m uhalefe­
tin a rtık , m em leket m en faatleri m evzuu bahs oldukça,
uysallığa doğru gittiğinden em in olm anın verdiği kalp huzuriy-
le ta a rru z d a n başka bir şey düşünm üyordu. Bu düşünce ile,
birkaç gün sonra E ıkân-ı H arbiye-i U m um iye Reisi Fevzi Paşa
ile b irlik te K onyaya gidip ku m an d an larla tem as e ttik te n sonra,
K urban bayram ının birinci günü A nkaraya döndüler ve derh al
İcra V ekilleri H eyeti toplantısına katıldılar- B u toplantıda,
ku m an d an larla yaptığı tem asların neticesini ve ta a rru z plânı­
nın ask erî ve siyasî sebeplerini a n la ttık ta n sonra, bana döndü
ve dedi ki
— A rtık ordu kadar, hü k ü m etin de vazifesi en m ühim saf­
haya girm iştir. Biz b ü tü n hazırlığım ızı tam am lam ış d u ru m d a­
yız. Siz de hüküm et olarak, bugünden itibaren herşeye terci­
han, taarru zu hesaba k atarak, ona göre tedbirlerinizi alm alısı­
nız. G erçi m uvaffak olacağım ızdan eminiz. F a k a t h er hangi bir
m uvaffakıyetsizlik aum da k a t’iyyen telâşa düşm em ek, şaşkın­
lığa uğ ram am ak için h azırlıklı olmalısınız.» B u esnada, vekil­
lerd en biri, zannederim İk tisat V ekili M ahm ut E sat (B ozkurt):
«Yunan o rdusunu im ha etsek bile iş bitecekm idir? O nlarm a r­
kasından ingilizlerin m ukavem eti ile karşılaşm am ız ihtim ali
yok m u?» deyince, ben, kendisine şu cevabı verdim :
o— B ab-ıâli h ü k ü m etleri de, hep bu k orku ile âciz kalm ış­
lardı. Biz onlara benzem ediğim izi m ücadeleye atılışım ızla is-
b at e ttik ve m ücadelem izin iptidasından nihayetine kadarki
m uharebelerim ize ingilizlerin sadece seyirci kalıp karışm adık­
larını gördük. Bu d urum da olan ignilizlerin y u n an lıları m ağlûp
edişim izden sonra, işe k arışacaklarına hiç ihtim al verm iyorum .
Esasen İngilizlerle m üttefiklerinin, bugünkü vaziyeti a rtık bir
T ü rk — Y unan m uharebesi şeklinde gördükleri için tarafsızlık­
larını ilân e ttik le rin i de biliyoruz. Bu sebeple, bir k a n şm a en ­
dişesi b a h ü m evzuu olamaz-»
M ustafa K em al Paşanın da baş sallayarak tasvip ettiği bu
sözlerim üzerine, E rkân-ı H arbiye-i U m um iye reisi Fevzi Paşa,
yapılacak ta a rru z harek eti hakkında bazı izahat vererek dedi
ki
«Her tü rlü ihtim ali dikkat nazarına alarak hazırlığım ızı
b ü y ü k b ir d ik k at ve itina ile tam am lam ış bulunuyoruz. Yüzde
seksen m uvaffak olacağız. Yüzde y irm iy i de h a rp taliine b ıra­
kabiliriz.»
M ustafa K em al Paşa da, ayni fik ird e olduğunu h er hali ile
belirtiyordu. Bu suretle, toplantı sona ererken, ben, icra vekil­
le ri heyeti k a ra rı olarak şunu tesbit ettim : «İcra V ekilleri H e­
yeti, B aşkum andanın ta a rru z k ara rm a , b ü tü n avakıbini dikkat
n azarın a alm ak su retiyle iştirâk eder. V e m uvaffak olm ası için
b ü tü n v arlığı ile çalışır.»
Tabiî b ü tü n bunlar, son derece gizli tutu lu y o rd u . O günden
itib aren M ustafa K em al Paşanın, pek m ah d u t m aiyeti ile, baş­
k u m an d an olarak K onya ve A kşehire yapm ış olduğu yolculuk­
la rın hiç kim seye duyurulm am asına da ayni derecede önem ve­
rilerek, d ik k at ediliyordu. H ayatım ın hiç de sükû net ve atalet
içinde geçm em iş olm asına rağm en, bu k a ra rla rın verildiği gün­
den itibaren, hüküm et başkam sıfatiyle yüklendiğim - geçmiş-
tek ilerd en hiç biri ile kıyas edilem iyecek derece - pek ağ ır ol­
duğu nisbette o k a d a r da haz verici sorum luluğun tesiri altında,
uykularım ı, h a ttâ yem eklerim i u n u ta ra k v a r gücüm le, cephe
gerisi işleriyle m eşgul olm ağa başlam ıştım .
F a k a t A nkara, h a ttâ B üyük M illet Meclisi norm al h ay atı­
nı yaşıyordu ve bunun böyle olm asına, kim senin k a t’iyyen bir
fevkalâdelik olduğunu his edip, küçük b ir koku alm ak şüphe­
sine düşm em esine çok dikkat ediyorduk M ustafa K em al Paşa
k a ra rg â h ı ile cephede bulunduğu günlerde bile, kendisinin
Ç ankayada çay ziyafetleri verdiği, m isafirleri ile m eşgul oldu­
ğu, z iy aretler kabul ettiği h ab erlerin i yayıyorduk- Son kaahir
darbem izi v u ru rk en , düşm anı gafil avlam ak için bu hususun
büyük önem i vardı.
N ihayet ağustos, ağustosun on beşi, yirm isi derken, yirm i
altısı geldi. O gün takvim e göre, H icret-i N ebeviyenin 1341 in­
ci yılına tesadüf ediyordu. O sabahki A nkara gazeteleri, büyük
taa rru z d a n henüz m alû m atları olm adığı halde, âdeta güzel bir
hissi k ab lelvuku’la, bu takvim haberini aynen şöyle v eriyor­
lardı: «Bugün m u h arrem in birinci günü ve 1340 hicri yılından
1341 yılm a geçiyoruz. Bu yılın m em leketim iz ve b ü tü n v a ta n ­
daşlarım ızla İslâm âlem i için k u rtu lu ş ve refah ile kapanm ası­
nı tem enni ve Cenab-ı H ak’dan ordum uza tam b ir zafer ihsanı­
nı niyaz ederiz.»
H a k ik a te n de ordum uz o sabah, y u rd u tam k u rtu lu ş ve re ­
faha götürecek olan m uazzam zaferin ilk başarılı ham lelerine
atıfm ış bulunuyordu.
•U a f B ey g e n ç liğ in in ilk ç a ğ ın d a 31 M art ir tic a ın , b a stır m a ğ a
k o şa n la r a r a sın a gönüllü o la r a k k a tıld ığ ı g ü n le r d e
B aşkum andan M ustafa K em al Paşa, m uvaffakiyet m üjde­
sini bize 26 ağustos ta rih li telgrafiyle v e rir verm ez, ben de, ic ­
ra V ekilleri H eyeti reisi sıfatiyle, B üyük M illet M eclisini key­
fiy etten h a b e rd a r ederken, b ir yandan da halk v e m em u rları­
m ıza h itab en beyannam eler hazırlayıp yayınlıyordum . Cephe­
den de b irb iri a rd ı sıra m uvaffakiyet hab erleri geldikçe, arlık
b ü y ü k ve k a t’î zafere ulaşm akta olduğum uz da tah ak k u k edi­
yordu. N etekim daha 27 ağustos günü, A nkaradaki yabancı el­
çiler beni m akam ım da ziyaretle, teb rik le rd e b u lu n d u k ları gibi
ayni günde M oskova’dan da teb rik telg rafla rı alm ağa başla­
mıştım.
M eclis cephelerden gelen m uvaffakiyet hab erleriy le sevinç
içinde b ulunuyor ve m eclis önünde toplanan halk coşkun teza­
h ü ratla, nice zam andır beklediği en büyük bayram ını yapıyor-
du.
O rd u lar sefil ve ııam erd düşm an sü rü le rin i lâyık oldukla­
rı kahredici darb elerle eze çiğneye A kdenize doğru sü p ü rü r ve
b ü tü n v a ta n baştan başa ta rif edilm ez b ir sevinçle çalkanırken.
B üyük M illet M eclisi de, pek tabiî olarak bu sevince b ü tü n v a r­
lığı ile iştirak etm ekle beraber, yine de (m uhalefet sesini),
hem de şiddetle y ü kseltm ekten geri kalm ıyordu *
M ustafa K em al Paşa, B aşkum andan sıfatiyle cepheden
yaptığı b ir teklifle; 26 ağustos 1922 den 30 ağustos 1922 ye ka­
d a r A fyon K arahisar ve D um lupınar m eydan m uharebelerinde
olağanüstü hizm etleri görülen T üm general Kâzım, albay Os­
m an N uri, A şir, A lâattin, yarbay E them beylerin m eclisçe bi­
r e r tak d irn am e ile ta ltif edilm elerini ve E rkân-ı H arbiye-i U-
m um iye Reisi Fevzi ve G arp cephesi kum andam İsm et ve or­
du k u m andanları N u re ttin ve Y akup Şevki Paşa ve kolordu
ku m andanları İzzettin, K em alettin, Asım, K âzım v e M iirsel
P aşalarla diğer on b ir kum andanın b ire r derece te rfi ettirilm e­
lerini inha etm işti.
H üküm et de, bu terfileri - şim diye k ad ar takip edilen u su ­
le uygun b ir şekilde - ya p tık ta n sonra, tak d irn am elerin verilm e­
si için de keyfiyeti m eclise arz etm işti. İşte, o gün m ecliste:
«Terfileri bize sorm adan nasıl yaparsınız?» diye kıyam etler
koptu. Bilhassa İkinci G u ru p sözcüsü duru m u n d ak i E rzurum
m ebusu H üseyin A vni bey;
«— O rdunun büyük m uvaffakiyetini n e su re tle teb cil ede-
cegim izi bilem iyoruz. Bize bu büyük zaferi tem in için çalışın-
la n n h e r halde m addî ve m anevî m ü k âfatların en büyüğünü
hak e ttik le ri şüphesizdir.» diye R auf beye h ita p la sesini y ü k ­
selterek :
cFakat bu zaferi sağlayan k um andanları, m eclisin k a r a n
alınm adan te rfi ettirm eğe hakkınız yoktur. B u h a k m eclisin­
dir. Ç ünkü m illî irade, m ileltin tem sil hak k ım üzerine alm ış
ve bu hakkı m anevî şahsiyetinde tecelli e ttire re k hiç b ir su re t­
te kim se tara fın d a n kullanılm asına m üsaade tem em iş oaln mec­
lisindir. H albuki teı file r m eclisin iradesi alınm adan yapılm ış­
tır-» diye bağırıyordu.
R au f bey C evap v e r iy o r :
<— O rduyu m uzafferiyete sevk ile bu m illetin saadet ve
selâm eti için çalışan h e r fe rt gibi, bazı üm era ve zabitanm usu­
lü dairesinde terfileri m ünasebetiyle h ü k ü m etin m illî irad ey i
suiistim al ettiğ i hakkında söylenen bu sözleri, ü m it ederim k i
tash ih edecekleridir. Ç ünkü m illî irad en in suiistim al edildiği­
ne ben kaani değilim . V ekiller H eyeti ancak yüksek M eclisini­
zin kendisine verm iş olduğu y etk iy i kullanm ıştır. V e b u y et­
k in in zerresini tecavüz etm iş değildir. B üyük zaferin istihsalin­
de gösterdikleri y a ra rlık la rd a n dolayı terfileri g erekenler h ak ­
kında h a rp m evkiinden usulü dairesinde bize gelen kum andan­
la rın inhası, M illî M üdafaa V ekâleti zatişleri m ü d ü rlü ğ ü n ü n
te tk ik i üzerine, v ekiller h ey eti tara fın d a n tasdik edilm iştir.
Ş im diye k a d a r h er nasp ve tayinde, h e r terfid e olduğu gibi B ü­
y ü k M illet M eclisi Reisi M ustafa K em al Paşa da, yüksek m ec­
lisiniz adına, v ekiller heyetinin bu k ararına, im za koym akla,
m uam ele tekem m ül etm iştir. B unun dışm da yapılm ış b ir m ua­
m ele bilm iyorum .
R auf beyin bu izahatına rağm en, yine itira z la r yükselm iş
ve bu arad a yine H üseyin A vni b e y in :
— Meclis iradesini kaale alm ayanları, y u n an k a d a r m em ­
lekete zararlı sayıyoruz» diye bağırdığı duyulm uştur.
B unun üzerine R auf bey :
•— H üseyin A vni bey, bu sözü söylem iş olm aktan neda­
m et duym alıdır. B u h erh ald e b ir sürç-ü lisan eseridir- Yoksa,
böyle b ir şeyi ifade etm ek istem iyeceklerini ve behem ehal bu­
n u tash ih edeceklerini ü m it ederim . H atırlarsınız ki, B üyük
M illet M eclisi H üküm eti devrinde ilk evvel başkum andan G azi
M ustafa K em al P aşanın M üşirliğe te rfi ettiriliş şeklinin de,
bizim yaptığım ızdan fark ı yoktur. Şim diye kad ar y ü rü rlü k te
olan kan u n ve taam ül, görüldüğü gibi işte budur. Şu h ald e ya­
p ılan m uam eleyi kanunsuz saym ak doğru değildir. Biz, m illî
em ellerin en h ü rm e tk a r e v lâ tla rı olarak, h e r arkadaşınız
o n u n b ak i ve hakim olm ası için hayatım ızı fedaya hazır insan­
la rız ve şu n d an da im anım k a d a r em inim ki, siz m illet vekili
ark a d a şla rım da, terfileri inha ve tasdik edilen zatların, b u ta l­
tif v e terfie, y a p tık la rı fedakârane hizm etlerle bihakkın liya­
k a t kesbetm iş olduklarına kaani bulunuyorsunuzdur. B u sebep­
le ortada, ne kanuna, ne taam üle, n e de m üşterek ve u m um i
a rz u v e tasvibe a y k ırı yapılm ış bir m uam ele olm adığı m ey­
dandadır. Şim di; Y üksek M eclisiniz hakem dir. Biz V ekiller
H eyeti olarak karşınızda hazırız. V ereceğiniz k a ra ra kem âl-i
h ü rm e tle in k iy at edeceğiz, vicdanım tam am en m ü sterihtir.
Yalnız H üseyin A vni beyden te k ra r reca ediyorum , b ir az ev­
vel nasılsa bizi telm ihen söyledikleri ağır sözden, vicdanlarının
m uazzep olduğunu söylesinler.»
H üseyin A vni bey: «Ben, dedi, bu m eclisin h ak ların a h ü r­
m et etm eyen, y etk ilerin e tecavüz ederek, m illî h ak im iy et ve
id arey i k ıra n lar, yani k an u n lara ria y e t etm iyenler için söyle­
dim . M adem ki böyle bir şey oktur, o halde, m esele yoktur» di­
yerek, işi tatlıy a bağladı.
R auf bey bu konuda d er k i :
«Ben gençliğim den beri h e r fe rt gibi, onun vekillerinin de,
m em leket ve m illet işlerindeki fik irle rin i h e r kim karşısında
v e n ered e olursa olsun, daim a serbestçe söyleyip savunm asına
şiddetle ta ra fta r olduğum , h a ttâ bu uğurda birçok çatışm alarla
b ad irelere uğradığım için, H üseyin A vni beyle ark ad aşların ın
ta a rru z la rın ı m üm kün olduğu k ad ar m üsam aha ile karşılam ağa
g a y re t ettim.»
F a k a t asıl m esele, o zam anki T ürkiye B üyük M illet Mec­
lisindeki m u h alefetin ru h h âletin in ve bilhassa m illî iradenin
h âk im iy eti m eselesindeki hassasiyetin n e derecede olduğudur.
M uhalifler bu noktada R auf beyin de ne kad ar hassas olduğu­
n u p ekâlâ bildikleri halde, hem de böyle, büyük zaferin şevk
v e neşesi içinde çırpm ıldığı - fak a t henüz k a t’î netice alınıp İz-
m ire yarılam adığı - günlerde dahi içlerinde doğan küçücük
b ir şüphe ile h e r şeyi u n u tup, m illî hakim iyete toz kondurm a­
yız diye kıy am etleri koparm akları ve bu arad a â d eta kendile­
rin d e n geçerek b ir takım tesirlerin altında zam an zam an şah­
siyata kapılm alarıdır.
R au f bey, b ir yandan cepheden, B aşkum andandan günü
g ün ü n e gelen zafer haberlerini, heyecan ve sevinçle m eclise
m üjdelerken, bir ta ra fta n da işte böyle b ir m uhalefeti id are e t­
m ek zorunda bulunuyordu. N itekim , o rd u ların îzm ire girdiği
kışlayan m ebusların, b ir az sonra bam başka b ir konuya girerek
m atb u a t ve istih b arat u m um m ü d ü rlü ğ ü bütçesini m üzakere
ederlerken, yine hü k ü m ete karşı şiddetli tarizlerle, işi şahsiya­
ta döküşleri üzerine, R auf bey k ü rsü y e çıkarak şöyle konuş­
m uştu:
— İçine düştüğüm üz badireden, ancak m illetim izin azim
v e celâdeti ve yüreğinde taşıdığı im an ve teh lik e karşısında
gösterdiği tam birlik ile k u rtu ld u k ta n sonra, şim di A llaha şü­
k ü r bunu sonuna getirm ek üzereyiz. O nun için, çok rica ede­
lim , şahsiyatı bırakalım , vicdanım ın duygularını izhar etm e­
m i, A llahın kuv v et ve k u d retin d en başka hiç b ir kuv v et ve
k u d ret m en edemez.
Ş ahsiyata düşülünce, h e r şahsın ten k it edilecek tara fla rı
buulnabilir. H erkes insan olm ak, beşer olm ak itibariyle, h a ta
edebilir- Ş ah ıslar m elek değildir. Bu itib arla te k ra r ediyorum
ki, sadece gelelim , bütçeyi m üzakere edelim ve m illetim izin
h a ttâ b ü tü n İslâm âlem inin iştirâ k edip, em salsiz hazzını duya­
ra k kutladığı şu zafer b ay ram ı günlerim izi, böyle u fak tefek
şeylerle acı etm iyelim . A rkadaşlar, h erkes düşündüğünü söyle­
m ekte, inandığını sav u n m ak ta elb ette serbesttir. Yalnız zam a­
n ın fevkalâdeliğini d ik k at nazarına alarak, siyasî m ücadelem i­
zi biraz d ah a birbirim ize k arşı m üsam ahakâr d a v ra n a rak yap­
m am ız h e rh a ld e daha m uvafık o lu r kana tindeyim .»
KURTULAN İZM İR’DE

B ü y ü k zaferle v atan ın k u rtu lu şu n d an sonra, M illet Mec­


lisinin: «Başvekilin şu sırada vaziyet icabı, itilâ f dev­
letleriy le siyasî tem aslarda bulu n m ak z a ru re tin d e kalan, B aş­
k u m andan M ustafa K em al P aşan ın yanında bu lu n m aları icabe>-
der.» m ülâhazasiyle İzm ire gitm elerini u y g u n buluşu üzerine
R auf bey, H ariciye V ekili Y usuf K em al beyle b irlik te A nkara-
dan İzm ire giderken bu seyahatinde yan ın d a M üdafaa-i H ukuk
G u ru b u başkanı A li F u a t P aşa da vardı.
R auf bey ve arkadaşları, 29 eylülde vard ık ları İzm irde biz­
zat M ustafa K em al Paşa ve m aiyeti ile m uazzam b ir h alk k ü t­
lesi ve m erasim kıtası tara fın d a n tez a h ü ra tla karşılan m ışlar ve
M usuafa K em al P aşanın konuğu olm uşlardı. B irkaç g ü n evvel
anî b ir infilâka, İzm ir’in fre n k m ahalleleriyle P u n ta sem tini y a ­
laya yalaya, silip süp ü ren büyük yangından sonra, M ustafa K e­
m al P aşa - şim di G üzelyalı denen - (K okaryalı) daki UşşaM-
zade M uam m er beyin köşklerinden b irin e m isafir edilm işti.
P aşan ın k ararg âh ı da burada idi.
R auf bey, o günlerden söz açıldıkta, dalgın dalgın d üşüne­
rek, parça p arça h a tıra la rı b irb irle rin e ekleye ekleye d erdi ki:
«İzmir, k u rtu la n v a ta n ın b ir sem bolü halin e gelm işti. E skiden
b eri pek sevdiğim , fa k a t dil ahşkanlığıyle b ir çoklarının «Gâ­
v u r İzmir» dedikleri bu şirin şehre, şim di g âv u rlu k tan da ta-
m am iyle sıy rılarak halis m uhlis tü rk oluşunun b ü y ü k heyecan
ve sevinciyle kavuşup, M ustafa K em al P aşan ın boynuna sarı­
lırken, titre y e n d udaklarım la ancak: «Gazan m ü b arek olsun
paşam !» diyebilm iştim . O da beni, ay n i sam im iyet v e heyecan­
la kucaklıy arak, hiç unutm am ; «Rauf kardeşim , m is gibi b itir­
diğim iz iş’te o rtak olduğum uzu u n u tm a Nice zam andır, h e r
m ihnete k a tla n ara k , lâkin hiç üm itsizliğe düşm eden, bugüne
gelm eye çalışm adık m ı? Gazâ varsa, onda m üşterekiz-. da
m übarek olsun» dem işti.
Bizi, otom obiline alarak, U şşakîzade M uam m er beyin Gü-
zelyahdaki köşküne götürdü. O rada, M uam m er beyle de ta n ış­
tırdı. *
B en palas p andıras sürü ld ü ğ ü m M alta’da ay larca devam
eden zindan hay atın d an ve A n k arad a âd eta n ered e y a tıp n e re ­
de kalktığım ızı bilm ez b ir v aziyette geçen, k arm a k n n y ir y » .
şayıştan sonra, İzm irdeki bu köşkte daha ilk gün, birdenbire,
epeydir fark ın d a olm adan h a sre tin i çeke çeke, bir daha ulaşıl­
m az gibi uzaklarda kalm ış b ir dünyada unutm uş, bırakm ış ol­
duğum u anladığım , aile yuvasına kavuşm uş gibi oldum.
D erhal hissediliyordu ki, bu köşk, bu odalar, salonlar, sof­
rala r, bu sofralardaki yem ekler, h a ttâ hizm et edenlerin üsteri-
b aşlan , tav ırla rı, h a re k e tle ri bile görgülü, bilgili b ir hanım efen­
d inin titiz ve ince k ontrolundan geçm ektedir. İnsan bu vaziye­
ti, gerçi yadırgam ıyor am a b ir tu h a f oluyor, dem ek ki biz, va­
ta n la beraber, doğru dürüst, tem iz pak yaşayışı da kaybetm iş­
tik. Şim di k u rtu la n İzm irle beraber, u n u tu r gibi olduğum uz o
d erli toplu v e pek sevdiğim m untazam , düzgün, m azbut yaşayı­
şa da kavuşm uş olduk. F a k a t b u n u n sırrın ı ancak, ertesi gün,
M ustafa K em al Paşanın tanıştırd ığ ı köşk sahibesini görünce
anladım .
B u ev sahibesi U şşakîzade M uam m er beyin büyük kızı Lâ­
tife hanım dı. Genç, zarif, ve ilk bakışta insana saygı telk in
eden, nazik ve k ib ar bir hanım dı. K onuşm asından, iyi b ir ta h ­
sil ve terb iy e görm üş, k ü ltü rlü ve olgun olduğu da anlaşılıyor­
du. Sonradan gördük ki, bizim kaldığım ız köşk gibi, M ustafa
K em al Paşanın k ararg âh ve m aiyeti ile kaldığı köşkün idaresi­
ni de bü y ü k bir konukseverlikle, L âtife hanım üzerine alm ış­
tır. R ahat ve huzur içinde çalışm am ızı sağlam ak için, h e r işi­
m ize büyük b ir itina ile o n ezaret ediyordu.
N etekim b ir gün M ustafa K em al Paşa da bu halinden pek
m ütehassis ve m em nun olduğunu anlatırken, gülüm siyerek;
«Anlaşılıyor ki; k ara rg â h kum andanlarının hanım o lm alan h e r
cihetçe daha m uvafıkm ış.» diyordu.
Kız kardeşleri ve diğer ak rab aları da L âtife hanım a y a r­
dım cı oluyorlardı.
F akat, L âtife H anım ın günün birinde h a ttâ pek kısa bir
zam an sonra, M ustafa K em al Paşa ile hay atların ı birleştirecek­
leri kim senin aklına gelemezdi.
D ünyaya, sanki icat ettiği bitm ez tükenm ez işlerin b irin ­
den ötekine koşarak, didinm ek, uğraşm ak için gelm iş insanla­
rın, galiba yorulm aya olduğu gibi, hayatına başkasını teşrik e t­
tirm eğe, h a ttâ böyle bir şeyi düşünm eğe bile v a k itle ri olm uyor.
N efes alıp, biraz dinlenm e im kânı veren herhangi b ir m er
halede, böyle birşey yapm ak gerektiği akla gelse, veya g etiril­
se dahi, hay atın d a büyük b ir değişiklik yapacağı m uhakkak
olan k a tı adım ı a tm a k ta n duyduğu anî çekingenlik ve tered -
düle: «Adam sende, acelesi ne?» deyip geçiyor.
geçm iştir ve d ah a da geçeceği şüphesizdi am m a... b ir de bak­
tık ki, zannederim pek sevdiği annesinin de tesirile, İzm ire
ikinci gidişinde Lâtife H anım la evlendiler.
Bu, b ü tü n bir m illeti sevindiren pek m es’ud bir hadise idi
Hiç unutm am , kendisini sam im iyetle te b rik ettiğim gün,
bariz bir sevinç içinde teşek k ü rler ederken; «D ansı başına Ra-
ufcuğum , diyordu H aydi b ir g ay ret te sen göster...»
H ayatından pek m em nundu. L âtife H anım ın şahsında an ­
layışlı, olgun, m üşfik, nazik ve k ü ltü rlü bir h a y a t arkadaşı
bulm uş olm anın hazzı ile h a k ik a ten m es’uttu.
G ene o günlerde, başbaşa kaldığım ız bir sırada sözü bu ko
nuya g etirerek :
«H ayatım intizam a girdi. Böyle b ir hayata ne kad ar m uh­
taç olduğum u, ancak şim di anlayorum . D oktorlar da istirahat
tavsiye ediyorlar. B u m azbut h a y a t olm asaydı, nasıl istirah at
edebilirdim .-, derken, gözlerim in içine b ak arak ilâve etm işti:
*— E ee... sen ne zam an k a ra r verceksin? İşte ben yolu aç­
tım , a rtık sıra sende...»
B en de cevaben :
— Paşam , zaten h e r işte, yolu hep siz açarsınız... deyince;
— Eee, öyle ise tam am ... D em ek beni tak ip ediyorsun...
L âtifeye de hem en m üjdeyi vereyim , demiş, gülüşm üştük.
F a k a t yazık ki, açtığı bu yolda, kendisini tak ip etm elerini
istediği arkadaşlarını olduğu gibi, bizzat kendisini de, çok geç­
m eden, hiç um ulm adık, h a tır ve hayale gelm edik b ir ayrılışın
ü züntüsü içinde bıraktı.
L âtife H anım dan ay rıld ık ların ı duyudğum zam an, sebebi­
n i sorm ağa hiç lüzum duym adan, gayrı ih tiy ari ve derhal:
«M utlaka etraftır-» dem iştim .
O andaki bu tahm inim de aldanm am ış olduğum u bilâhare
öğrendiğim zam an, o bü yük adam a, bunca y ılların yo rg u n lu k ­
ları sonunda hak ettiği h u z u r içindeki tertem iz aile h ay atım
çok görüp, zehir eden «etraf» a, bu m el’jn c a h a re k e tle rd e de
yalnız O’na değil, bu m em leket ve m illete de ne kad ar zararlı
Mustafa Kemal Faşa kendisi gibi Lâtife Hanım la, babası M uam m er
Bey ve diğer Uşşakîzadelerle, yaverlerine imzalatıp Rauf Beye gttn.
derdiği bu kartta şöyle dem ektedir: «Raufcuğum, güzel kalbinin âli
tecelliyâtı seni sevenler ivin ne kadar his'î samimiyet m übeşşlridlr.»
olduklarını bir kerr edaha görmüş olmanın üzüntüsü içinde,
lanetler etim.»
Rauf Beyin, bilhassa Hamidiye kahramanlığından sonra,
bir çoklarınca pek cazip sayılacak teklifler arasında sultanlar
ve prenseslerin de bulunmasına rağmen, niçin bekar kaldığım
sormağa hacet yoktur. Hergün dakikası dakikasına yatıp kal­
karak, yine öyle hep vaktinde sofraya, hem de davetlileri var­
m ış gibi itina ile giyim li oturarak, her işinde olduğu gibi ran­
devularına da zerrece şaşmaz bir sadakat ve intizamla riayet
ederek, kısaca kendisinde ve etrafmdakilerle küçücük bir ka­
yıtsızlık, ihmal ve lâubaliliği katiyyen hoş görmiyerek, daima
nezaket, tavazu ve giileryüzlülüğü, ciddiyet ve ağırbaşlılıkla,
yaradılıştan gelen bir hasletle bağdaştırmasını mükemmelen
bilerek yaşamağa alışm ış bir şahsiyetin, hayatına teşrik ede­
cek böylesine bir eş bulabilmesi bir yana, gençliğinin ilk gün­
lerinden itibaren savaştan savaşa koştuktan sonra mütareke,
m illî mücadele, Malta, v e tekrar istiklâl savaşı, derken poleti-
ka dağdağaları ve Avrupa, Hint, Çinde geçen ihtiyarî menfa
hayatı içinde evlenm eyi düşünecek bile hali, vakti olabilir mi
idi?
İRAN CENUP CEPH ESİ BAŞKUM ANDANLIĞI
R a u f B ey, B irin ci D ü n y a S av aşı b a şlad ığ ı g ü n lerd e , «Sul­
ta n O sm an» d e re tn o tu sü v arisi o la ra k b u lu n d u ğ u L o n d ra ’dan
g em y ie İn g iliz le rin el ko y m ası ü z e rin e İs ta n b u l’a d ö n ü n ce.
H a rb iy e N azırı E n v eı P a şa n ın v e rd iğ i y e n i « A fganistan siyasî
m üm essilliği» v azifesiy le - son­
ra la rı O rg e n e ra l o lan H aşan
A ta k a n , v e O sm an T u fa n P aşa
ile sairlerin d en , m ü re k k e p b ir
a sk e rî h e y e tin b a şk a n ı o la ra k
K a b il’e g id erk e n y o lu n k ap a lı
oluşundan d olayı İ r a n d a k a l­
m a ğ a m e c b u r oluyor. B u rad a ,
bu se b e r d e «Cenubî İ r a n B aş­
kum andanı» sıfa tiy le k ald ığ ı
g ü n le ri k en d isi şö y le a n la tır:
«Bu y en i sıfa t ve v az ife ile
İra n ’ın M en d eli m e v k iin d e b u -
lu n d u ğ u m sıra d a «K irm anşah»
ta k i İngiliz ve R u m konsolosla­
r ı İra n b S encani a ş ire tin i ü s tü ­
m ü ze s a ld ırttıla r ve b ir k a ra k o ­
lu m u zd a b ir kaç ask e rim iz i şe­
h it e ttile r. E lim d e k i T ü rk ta b u -
rile b u n la rı ç e v irttim , ask e r
h ü ry â etti- S e n c a n ile ri k a ç ırttı.
Biz d e y ü rü d ü k , K irm a n ş a h ’a
k a d a r o lan y e rle ri işgal e ttik .
K irm a n şa h ile sın ırım ız a ra s ın ­
d a k i d a ğ la rd a K irin d m ev k iin ­
de k a ra rg â h ım ı k u rd u m . B u ra ­
d a ta m b ir y ıl ic ra y ı h ü k ü m e t
e ttim . H a ttâ İra n H ü k ü m e tin in
o za m a n a k a d a r y a p a m a d ığ ı şe­
y i y a p a ra k , h a lk ta n v e rg i to p ­
la d ım v e b u n la rı İ r a n ’a v erd im .
O ra d a k a ld ığ ım m ü d d e tç e İ n s i-
P z le r g irm esin d iy e B a ğ d a d ’ı
h im â y e ediyordum .»
Y a n d ak i resim , R a u f B eyin
«C enubî İr a n B aşk u m an d an ı»
oldu&u z a m a n d a k i h a lin i göste­
rir. R a u f B °v İr a n d a n d ö n ü şte
B a h riy e E rk â n ı H a rb iy e R eisli-
İZMİR’DE BARIŞA HAZIRLIK

ustafa K em al P aşa îzm irde R auf beye evvelâ; m uzaf-


fer ordu Y unan şiirlerini denize dökerek şehre girdiği
gündenberi olup bitm iş belli başlı siyasî olayları, bilhassa İn­
gilizlerle ilk tem asları a n la tırk e n :
«— İtilâf donanm ası henüz lim anda bulunuyordu. B u es­
nada, k aray a çıkm ak isterken nöbetçilerim izin m ani olm ası üze­
rine, te k ra r gem isine dönen İngiliz am iralinin b u n u kendisine
h a k a re t sayark sinirlenip bize karşı düşm anca b ir vaziyet ta ­
kınm ası üzerine, birinci ordu kum andanı N u re ttin Paşa, işe
benim derhal verdiğim d ire k tifle rle tavsiyem e u y a ra k
m üdahale ederek, bir yanlışlık olduğunu, «hüviyetleri bild iri
lirse bu yanlışlığı yapan nöbetçilerin cezalandırılacaklarını»
am irale bildirdi. A m iral de bu b ildiriyi y e te r bulup, N u re ttin
Paşa ile tem asa geçti ve paşaya: «Biz O sm anlı h ü k ü m eti ile
M ondros’tan b eri m ü tarek e halindeyiz. Sizin M illî H ükûm eti-

O’NUN GÖNÜLALICILIĞI

T ngiliz am iralin in , b ir nöbetçim izin h a k a re tin e m aruz


k ald ığ ın d an bahisle, şe h ri to p a tu tm a k teh didiyle pro­
testo d a bulu n m ası üzerine, B aşk u m an d an M u stafa K em al P a ­
şan ın , am irale: Bu nöbetçi e rin ad ı ile h a n g i tü m en in , h a n g i
alay ın d a olduğu bildirildiği ta k d ird e h em en cezalandırılacağı,
cevabını verm esi ile, h e rh a ld e hiç h e s a p ta o lm ayan b ir fa c ia ­
n ın ö n ü n ü alm ış oluyordu.
O’n u n böyle p a rla k h azırcev ap lık ların a pek çok d e fa la r ş a ­
h it olm uştum . G ayet gönül alıcıydı. E n çetin, için d en çıkılm az
sa n ıla n m eseleleri ve şid d etli ta rtışm a la rı o ken d in e h a s güzel
tebessüm ü ve b ir ta tlı söziyle h em en şak ay a b o ğ arak h a l ü fasl
ederdi.

F: 6
nizle de h a rp halinde değiliz.» dedi. A ncak bilm em n e gibi dü­
şüncelerle, benim le tem astan çekinerek, alelacele S elânik’ten
çağırm ış olduğu başkonsolos S ir L oinbi’yi bana göndermiş, bu
zat da, y an gından evvel k ararg âh ım olan birinci kordondaki
N aim P alas otelinde İzm ir valisi M ustafa A bdülhalik beyle gö­
rü şü rk e n , baktım , selâm sız sabahsız odaya girerek, karşım a çı­
kıverdi. K endisine, ne söyleyecekse, vali beye söylem esini, ba­
n a m u h ata p olam ıyacağını ih ta r ettim . F akat, dinlem ek iste
m edi, benim le konuşm akta ısra r etti-
— P eki, söyleyiniz dedim .
İlk s ö z ü :
— Siz, İngiliz h ü k ü m eti ile h a rp halinde m isiniz? oldu.
C evap v erdim :
— Yunan ordusunu, Anadoluya çıkartan sîzsiniz. Bu ordu­
ları yenerek, topraklarımızdan denize döken ve vatanı kurta­
ran ise biziz. Durum böyle olunca karar vermek bize değil, si­
ze düşer.»
B u cevabım ı alan S ir L oinbi cenapları, hiç sesini çıkarm a­
d an yanım dan ay rılarak , geldiği gem iye, A m iralin y an m a dön­
dü. Ve orada, benim sözlerim i te rs anlatıp, ingilizlere h a rp ilân
ettiğim izi söyleyerek am irali aleyhim ize ta h rik etm iş, am iral
d e fena halde telâşa düşm üş ve bu telâşla b an a b ir m ektup ya­
z a ra k soruyor:
«Birinci ordu kum andanınız N u re ttin P aşa ile görüştüğüm
zam an, bu m evzuda b ir söz geçm ediği halde, konsolosum uzla
görüşm enizde kendisine h a rb e d a ir bazı sözler söylem işsiniz.
H akikî fikrinizi öğrenirsem , d erh al hüküm etim e bildiririm .»
diyordu.
Ben de kendisine «Birinci ordu kumandanımızla yaptıkları
konuşmaya iştirâk ettiğim i, yani harp halinde bulunmadığımı­
zı ve fakat henüz siyasî münasebetlerin de başlamamış oldu­
ğunu, başlamasını arzu ettiğimiz» cevabını verdim .
Bu cevabım , İngiliz am iralini sevindirm iş olm alı ki, götü­
re n zabitim ize: «Bunu hususî b ir cevap telâk k i etm iyorum - B u
sebeple ilgili devletlere de yazıp, alacağım cevabı başkum anda­
nınıza bildireceğim .» demişti.
İngiliz A m irali ile olan tem asım ızdan sonra, İstanbulda
fransız fevkalâde kom iseri b u lu n an general Pelle, benim le gö­
rüşm ek üzere bir h a rp gem isi ile 18 eylülde b u ray a geldi, gö
rü ştü k : «K endilerince tarafsızlığı kabul edilen B oğazlar bölge­
sine kad ar askerî h a re k â tın devam ettirilm em esini» istiyordu.
K ısaca şu cevabı verdim :
«Bahsettiğiniz tarafsız bölgeden, ne B üyük M illet M eclisi­
nin, ne de benim haberim olm am ıştır. A skerî hareketlerim izin
hedefi, yendiğim iz düşm an o rdusunu serî bir su re tte takip ede­
bilm ektir.»
G eneral Pelle, konuşm am ız sırasında şahsî dostum fransız
diplom atı F ranclın Bouillon’dan da b ir telg raf aldığını, benim ­
le görüşm ek istediğini söyledi. Ben de b u ray a geldiği taktirde,
b u n u n m üm kün olabileceği cevabını verdim . F ran sızlarla da
işte bu durum dayız. Ingilizler gibi fran sızlar da telâş içindedir­
ler. F a k a t ingilizlerin telâşı daha b ü y ü k tü r. Sebebi de şudur:
ordularım ız, sü v ari öncüleri O sm an Z eki bey sevk v e idaresin
de Ç anakkaleye yaklaşm ışlardır. O rada İngilizlerle b e ra b e r bu­
lu n an fransız ve İtalyan k ıta la rı b u vaziyet karşısında Ç anak-
k len in doğu tara fın ı b ıra k a ra k b a tı kıyısından G eliboluya çe­
kilm işler, İngiliz k ıta la rı da yalnız kalm ışlardı. Süvarilerim iz,
ingilizleri h er taraftan , m ahirane b ir su re tte çevirm işlerdir.
B unun neticesi olarak İngilizler çekile çekile Ç anakkale şehri­
n in önünde te l m anialı tah k im ata girm işler ve b u rad a m ukave­
m et etm ek istem işlerdi. B u hadise tab iatiy le L ondra”yı b ir
h ay li telâşa düşürm üştür.»
N ihayet F ran clın Bouillon İzm ire geliyor. F ran sa başvekili
P o in care’nin de b ir m ek tubunu getiriyor. A yni zam anda İngil
te re ve İtalya h ü k ü m etleri nam m a da geldiğini bildiriyor. Bu
su re tle İtilâf D evletleri ilk defa T ü rk iy e B üyük M illet M eclisi
H ük üm eti ile b ir m üzakere m asası başına oturuyorlar.
R auf bey ve Y usaf K em al beyler de M ustafa K em al Paşa
ile b irliktedirler.
F ran clın Bouillon ile m üzakereler devam ederken, İtilâf
h ü k ü m etlerin in 23 eylül ta rih li ilk notası da İzm ire geliyor. Bu
notada, üç m ü ttefik hüküm et yani İngiltere, F ran sa ve İtalya,
V enedik veya başka bir yere, fazla gecikm eden, T ürkiyenin bir
tem silci gönderm esini T ürkiye B üyük M illet M eclisinden rica
ediyorlar. T ürkiye tem silcileri ile berab er İngiltere, F ransa, İ-
talya, japonya, Rom anya, Y ugoslavya ve Y unanistan’ın y etkili
tem silcilerinin de katılacağı bu konferansta, T ürkiye Y unanis­
ta n ve diğer devletler arasında m üzakereler yapılacak ve k a t’î
sulh im zalanacaktır. A yni zam anda T ürkiyenin (E dirne de da­
hil, M eriç n eh rin e k a d a r Doğu T rakyayı geri alm ak arzusunu)
bazı şa rtla rın yerine getirilm esi halinde, üç m ü ttefik hüküm e­
tin m em nuniyetle nazar-ı itibara alacağı beyan olunuyordu.
B u şa rtla r şunlardı :
1 — Boğazların iki tarafına, m ü ttefiklerin m üştereken tes
b it ve tah d it ettik le ri tarafsız bölgelere tü rk le r asker gönder-
m iyeceklerdir.
2 — A kvam C em iyeti nezareti altında, Ç anakkale ve K a­
radeniz B oğazlarının serbestliği ve a y n i zam anda T ürkiyedeki
azın lık ların him ayesi tem in edilecekti. M üttefik hüküm etlerin,
T ü rkiyenin Cem iyet-i A kvam ’a girm esi için çalışacakları ye
sulh anlaşm ası y ü rü rlü ğ e g ire r girm ez m ü ttefik ask erlerin İs-
tan b u lu boşaltacakları kaydı da vardı.
A yrıca sulh konferansım n açılm asından önce m ü ttefik ge­
n e ra lle rin in T ü rk — Y unan askerî otoriteleri ile m u tab ık kal
m ak şartiy le ta y in edecekleri bir h a tta k ad ar Y unan k u v vetle­
rin in çekilm esi hususunda m ü ttefik h ü k ü m etlerin b ü tü n n ü ­
fu zların ı k u llanacakları tem in ediliyordu.
K o nferanstan evvel de, konferans esnasında da tarafsız böl­
geye, A n k ara H üküm etinin asker gönderm em esi ve boğazlar­
dan asker geçirm em esi de isteniyordu. Bahis konusu olan h a t­
tın d erh al tây in edilm esi için de, M ustafa K em al P aşa ile m ü t
tefik G eneralleri arasında M udanyada veya İzm itte b ir toplan­
tı yapılm ası tek lif ediliyordu.
B aşkum andan M ustafa K em al P aşa ile b irlik te toplanan
H üküm et B aşkanı R auf beyle H ariciye V ekili Y usuf K em al
beyler, uzun uzadıya m üzakerelerden sonra v a rd ık la rı k a ra r
gereğince b ü tü n b u n lara cevap olarak, m ü ttefik devlet­
ler n azırların ın toplantısına başkanlık eden F ransız
B aşvekili P oincare’ye h itab en yazdıkları notada: «Mösyö
F ran clın B ouillon vasıtasiyle verilen izahat ve tem in atla sul-
h ü n k urulm ası için m üzakerelerin derhal başlayacağı hakkın-
daki işara inanıldığı ve bu inancın b ir neticesi o larak m ağlûp
Y unan o rd u ların ın takibi m aksadiyle Ç anakkale v e İstan b u l is­
tikam etinde m ütem adiyen gelişen askerî h a re k â tın d u rd u ru l
m ası için gerekenlere em irler verildiği» b ild irild ik ten sonra:
«bir gün fazla dahi olsa, Yunan askeri idaresinin Trakyada kal­
ması, her nevi tehlikeli hareketlere sehep olmakla kalmayacak,
orada bulunan Türk halkını da daha fazla azap ve işkenceye
maruz bırakacaktır. Bu sebeple, Doğu Trakya, Edim e de dahil
olduğu halde, Meriç nehrinin batısına kadar olan kısm ı derhal
boşaltılarak Türkiye Büyük M illet M eclisi Hükümetine teslim
edilmelidir.» deniliyor v e ayrıca, acele m eselelerin h a l v e tes-
biti için 3 ekim de M udanyada g en eraller konferansının kabul
edildiği ve bu konferansta T ürkiyeyi G arp Cephesi K um anda­
nı ism et P aşan ın tem sil edeceği de ilâve ediliyordu.
Izm irde a rtık yapılacak önem li b ir iş kalm adığından, M us­
tafa K em al Paşa, R auf bey ve Y usuf K em al bey lerle birlikte,
A nkaraya dönüyorlardı.
A ğustos iptid aların d an A nkaradan, bir gece yarısı, hiç kim ­
seye görünm em eğe son derece d ik k at ederek sessiz sedasız, en
yakın arkadaşı R auf beyle, ayni endişe ve heyecanlar içinde :
«Cephe gerisi sana emanet» diye a y rılan M ustafa K em al P aşa
şim di, k ırk gün sonra, h e r işin «Mis» gibi bitm iş olduğunu b ir­
birlerine m üjdeleye m üjdeleye, h a y a tla rın ın en m u tlu günle­
rin i yaşayarak, İzm ire veda ed erlerk en R auf bey, bu m u tlu lu k
havası içinde, hâlâ A ııkarada u n u tu lm u ş kalm ış olduğu köşesin­
de, sanki bu büyük zaferi hazırlay an M illî M ücadele boyunca
hiç b ir iş görm em iş, hiç b ir fed ak ârlık ta bulunm am ış gibi m en-
kûp yaşayan m üşterek ark ad aşları R afet P aşayı düşünüyor ve
gözlerinin içine bakarak, M ustafa K em al P aşaya :
— Y un an lılara boşalttıracağım ız T rakya to p rak ların ı h ü ­
küm etim iz nam ına teslim alm ağa R efet’i m em ur etsek., ne d er­
siniz? diyordu.
M ustafa K em al Paşa, a y la rd ır dargın o lduklarından dolayı,
büyük taa rru z d a da hiç bir su retle vazifelendirilm iyerek, ne o-
lu rsa olsun hizm etleri ve y a ra rlık la rın a karşı vefasızlık göste­
rilm iş gibi olan R efet P aşanın adını duyar duym az :
— Evet, diyor, iyi düşündün Rauf, en m ünasibi o... B u ve­
sile ile, kendisiyle de görüşm üş oluruz... İsabet ettin. İy i oldu.»
B unu söylerken R auf beyin bakışlarında beliren sevinci
gören M ustafa K em al P aşa da, m em nundu.
Bu konuda R auf bey der k i :
«Bu vazifeye tayinine delalette ne kadar isabet ettiğim, ken­
disinin mütareke hükümlerine uygun olarak Trakyayı teslim
almak üzere, daha Istanbula ayak bastığı günkü davranışıyle
tahakkak etti. Refet Paşa, Istanbula sadece Trakyaya geçmek
üzere, bir yolcu gibi uğramıştı. Fakat Istanbula vardığı gün,
Millî hükümetin ilk m ümessili tanınarak karşılaştığı muazzam
tezahürattan o kadar ehliyetle istifade etm esini bilerek, hareket
etti ki, bizim Mustafa Kemal Paşa ile (İstanbul m eselesi) diye
üstünde zihin yorduğumuz çetin davayı hemen o anda hal ile
bu güzel şehrimizi —içinde hâlâ yerleşmiş duran Ingiliz, Fran­
sız ve İtalyan işgal kuvvetleriyle Bab-ı Â li ve Padişaha rağ­
men— Büyük M illet Meclisi HHühûmetinin bir vilayeti halin­
de ana vatana bağlamağa muvaffak oldu».
zm irden A nkaray a dönüyorlar. T rende B aşvekil R auf
I bey, H ariciye vekili Y usuf K em al bey, o sırada A vrupa-
dan yeni dönm üş olan A li F e th i bey ve diğer bazı zevat da var-
U ğ rad ık ları h e r istasyonda halk ın içten gelen coşkun tez a h ü ra -
tiy le karşılaşıyorlar. H enüz kurtarılm ış, fak a t yanm ış yıkılm ış,
halkı darm adağan olm uş bu köyler ve kasab alard a v a k it geçir­
m eden, sü ratle idare m akanizm asm ı k u rm ak m eselesi, hepsinin
zihini yoruyor.
C ihanı h a y re tte bırakan m uazzam zaferle m uradına erm iş
olm akla beraber, M illî h ü k ü m etin b ü tü n idare kadrosu o k a d a r
zayıf ve kifayetsiz ki, bir îzm ire, bir B ursaya bile d u ru m u n ge­
rek tird iğ i vasıfları haiz vali bulm akta güçlük çekiliyor. H albu­
ki yüzlerce kaym akam ve bucak m ü d ü rü gibi idare m em u rla­
rına ihtiyaç, hem de şiddetle ve derh al ihtiyaç var.
Meselâ, filan vilay et için falan bey üzerinde d u ru y o rlar, fa­
k a t bu zat acaba nerededir? Ve acaba bu günkü şa rtla r içinde,
bu günkü şa rtla rın gerektirdiği dinam ikliği, dirayeti, cesareti
göstererek iş görebilirm i? ve acaba?...
İşte bu konu üzerinde konuşulur, tartışılırk en , U şakla Es­
kişehir arasında, bir ara M ustafa K em al Paşa R auf beye :
— Sen artık başının çaresine bak, diyor, Ankarada bula­
mazsan, Istanbuldan ara, ne yaparsan, yap... Benim işim, zafer­
le tamam olmuştur. Şimdi bir sulh kaldı, o da yapılır yapılmaz,,
bir köye çekilip, bir kooperatif kurarak, çiftçiliğe başlıyaca-
ğım.»
R auf bey şaşırıyor. M ustafa K em al devam ediyor:
— Fakat, istersen Rauf, sen de gel... Siyaseti bırakalım...
Bir numune köyü... Tarlalar, bağlar, bahçeler, fidanlıklar, ko­
yun sürüleri... Cins atlar, makina ile ziraat... Ben Sofyada ate-
şemiliter iken, Bulgar köylerini ve kooperatifçiliğini tetkik ede­
rek, daha o zaman bu işe hazırlanmıştım. Örnek köy, mükem­
m el şey. İkişer bin lira koydukmu, tamam... ha nasıl?
Y usuf K em al beye dönüyor :
— Siz de, Fevzi Paşanm etrafında toplanın... Kâzım ve
Asım Paşalar gibi kıym etli kumandanlardan da istifade edebi­
lirsiniz. O rduyu em niyetle ellerin e verebileceğim iz genç k u ­
m an d an lar da var.
R auf b e y :
— A m an P aşam ... N asıl olur. D u ru n bakalım ... D aha yapı­
lacak işler var. H enüz ham dolsun ih tiy a rlık da m evzu-u bahis
değil...
— O gerçi öyle... Sahi, y a şla r n e âlem de? D oğrusunu iste r­
seniz, ben şu anda kaç yaşm da olduğum u bile u n u tm u ş d urum ­
dayım . Senin yaşın?
— K ırk ı buldu... H a tta k ırk b ir...
— Ben de galiba... dur, zan ederim k ırk bir, iki filan am a,
yaş ne olursa olsun, benden vaz geçin... B u k a d a r m ücadele ye­
ter. B ir ken ara çekilm ek daha iy i olur.
B urada Y usuf K em al Bey dayanam ıyor :
— P aşam bakın b ir vali, b ir kaym akam b u lm ak ta n e kad ar
güçlük çekiliyor... H ayalatla uğraşm ıyalım .
A li F e th i bey de gülüyor :
— Paşam , diyor, Sofyada gezm eye gittiğ in nü m û n e köyle­
rin in en m ükem m ellerini dahi b u rad a k ursan, ben seni bilm ez-
m iyim , bu köylerde b ir gün bile oturam azsın, köylü kim , sen
kim ?... Y usuf K em al beyin hak k ı var, b u n la r h ep h a y a ller...
M ustafa K em al P aşa da gülerek te k ra r R ouf beye dönüyor:
— Söyle Rauf, sen daha iyi bilirsin, benim hayalatçılığım
varım d ır? H ayâlat peşinde koşarak m ı, b u ray a k a d a r geldik,...
Göreceksiniz, «M ustafa K em al ve o rta k la n n ü m û n e çiftliği...»
hele b ir y erin i de tesb it edelim de...
— A n k ara... A n k ara... diye gülüşüyorlar.
Bilinm ez, M ustafa K em al Paşa, büyük zaferden sonra h a ­
kik aten vazifesinin sona erdiğine k a n a at g e tirere k m i, yoksa,
ağız aram ak y a h u t şaka olsun diye mi, böyle, h a tta m u h telif ve­
silelerle b ir çok defalar sam im i ark ad aşları ile b u şekilde ko­
nu ştu ğ u görülm üştü.
VAHİDETTİNİN KAÇIŞI KARŞISINDA

A nk aray a v a rıld ık tan sonra, 13 kasım 1922 de Lozanda top-


lan m a sık a ra rla ştırıla n sulh konferansı için, İstan b u l h ü ­
k ü m etin in de davet edilm iş olm ası m eselesi ortaya çıktı. Istan-
buldaki —a rtık M illî H üküm etin tanım adığı— Sadrazam T evfik
Paşa, A n k aray a çektiği b ir telgrafla: «Bab-ı Â li’nin bu dâvete
icabet etm em esi, a ltı yüz yıldan fazla b ir zam andan b e ri k u ru l­
m uş ve baki olan b ü tü n İslâm âlem inin ilgili olduğu ta rih î h ü v i­
y e ti yıkm ağa m ahkûm etm ek, B üyük M illet M eclisinin icabet
etm em esi ise, cihanın m üştak olup beklediği sulhu akîm b ırak ­
m aktır». diyerek, sulh konferansına kendileri ile, A nkaram n
da seçeceği m u ra h h a sla rın b irlik te gönderilm esini istiyordu.

TEVFİK PAŞA UYKUDA İD İ

B e n V ekiller H eyeti B aşk am iken, S ad razam Tevfik P a ­


şayı .m em lekete k a rşı h a in c e h a re k e tle rin d en bahisle,
istik lâl m ahk em esin e verm işlerdi. B u evrakı, hıfzedilm esini söy-
liyerek m evkii m uam eleye koydurm adım .
T evfik P a şa n ın , bun am ış denecek derecede ihtiyarlam ış,
çökm üş olduğunu biliyordum .
Bu h ale gelm iş b ir devlet a d a m ın ın a ln ın a v a ta n h ain liğ i
dam gası v u ru lm ası in s a fa sığm azdı.
T evfik P aşa, d a h a birin ci c ih a n h a rb i başladığı günlerde,
L o n d rad a B üyükelçi bulu n u rk en , irad esin e h â k im olam ıyacak
h a le gelm işti. B en o sıra d a S u lta n O sm an d re tn o tu süvarisi
o la rak o ra d a idim . İngilizlerin, inşası b ite n gem iyi elim izden
a la c a k ların ı duyduğum için, b ira n evvel sa n c a k çekm e tö re n i
y a p m ak için çırp ın arak , B ahriye N a z ın C em al P a şay a yazdım .
C em al P a ş a d a borcum uz k a la n son ta k s it beşyüz b in lirayı
g önderdi ve b a n a yazdığı m e k tu p ta b u p a ra y ı «sancak çekilir­
k en verm em izi» elçi Tevfik P a şa y a d a yazdığım bildirdi.
P a ra , M üsteşar Köse R a if P a şa oğlu R agıb Beye gelm iş o
da, Tevfik P a şa y a söyliyerek gem iyi y a p a n A rm strong fab rik a ­
sın a ciro etm iş. B unu d u y u n ca T evfik P a şa y a koştum , «am an
n e y ap tın ız p aşam , p a ra y ı sa n c a k çekilirken verecektiniz? Ne
oldu böyle? G em i elim izden gitti...» dedim se de, b ir şey a n la ­
yam adığın ı b e lirte n b ir dalgınlık içinde, yüzüm e b a k a kaldı.
H ülâsa, Tevfik P a şa koca d re tn o tla üstelik p a ra n ın d a gi­
dişi k arşısın d a u y k u d a idi.
R auf bey, bu telgrafı, B üyük M illet M eclisinde okuduktan
sonra, İstan b u l H üküm eti diye kendini saydırm ak isteyen
Bab-ı Â li’nin şim diye k ad ar M illî M ücadele aleyhindeki davra­
nışlarım uzun uzadıya anlatm ış ve :
— Şim di, S ev r’i im zalam ış olan ların a rtık la rı da işte b u
telgrafla kendilerinde olm ayan b ir hakkı iddia ile, m em leketi­
m izde ve İslâm âlem inde yanlış fik irle r yaym ak istiyorlar. B u
istek leri kab u l edilemez. Ve T ü rk iy e B üyük M illet M eclisinden
başka hiç b ir ku v v et bu m illeti tem sil edemez. B unun K a t’î şe­
kilde böyle bilinm esi lâzım dır», diyerek, teklifin derh al redde­
dilm esini istem iş ve kendisinden sonra konuşan m illet vekilleri
de bu fikirde olduklarını h a ra re tle bildirm işler ve en sonra
M ustafa K em al Paşa, R auf bey ve K âzım K arab ek ir Paşa, Ali
F u a t P aşalarla seksen k a d a r m ebusun im zaladıkları (S altan a­
tın ilgası) nı isteyen b ir teklif rey e konm uştur. (1)
B u esnada, M ustafa K em al P aşa : «A rkadaşlar, tesb it olu­
n a n esas n o k tala r üzerinde heyetim izin k a n a atle rin in tem erküz
ettiğ in i görüyorum . Z an ederim a rtık tere d d ü t edecek b ir nok­
ta kalm am ıştır. M em leketin ve m illetin istiklâlini ebediyyen
m ahfuz kılacak esasları yüksek m eclisiniz ittifa k la kab u l ede­
cektir». derken ark asın d an R auf bey de :

(1) B u teklifin esbab-ı m ucibesinde (T ü rk m illeti saray


ve Bab-ı âlî’n in h iy an etin i gördüğü zam an Teşkilât-ı Esasiye
k a n u n u n u ısdar ederek onun birinci m addesi ile hâkim iyeti P a ­
d işahtan alıp bizzat m illete, ve ikinci m addesi ile icra ve te şri
k u v v etin i onun k u d retli eline v erm iştir. Y edinci m adde ile de
h a rp ilânı ve sulh akdi gibi b ü tü n h ü k ü m ra n lık h ak ların ı m il­
letin nefsinde toplam ıştır. B u sebeple o zam andanberi O sm anlı
İm p arato rlu ğ u yıkılm ış olup, yerine yeni ve m ili- b ir T ü rk iy e
devleti ve yine o zam andanberi P adişah kaldırılm ış olup, y e ri­
n e B üyük M illet M eclisi kaim olm uştur. Y ani bugün İstanbul-
da b u lu n an heyet, v arlığını usulen him aye edecek hiç b ir m eş-
rû v arlığı olm ayan kuvvete, yani m illî m üzaharete m alik ol­
m ayıp, b ir gaip olm uş gölge halindedir. Ve m lilet eski (O tok­
r a t) şahsî h ü k ü m et ve saray h alk ı etra fın ın sefahati üzerine
ku ru lm u ş b ir saltan at yerine, asıl h a lk k ü tlesinin ve köylünün
h a k la rın ı him aye ve saadetini tekeffül eden b ir h alk h ü k ü m eti
idaresi k u ru p vazetm iştir, denilm ekte idi.
«Efendim, bu akşam Risâletpenah Efendimiz’in velâdetleri­
ne tesadüf etm ekle, İslâm âlem i müşerreftir. Ayni gamanda ha­
kikaten m illete dayanan yegâne kuvvet olan Türkiye Büyük
M illet M eclisinin de bihakkın istiklâlinin tem in ve teyit edildiği
gündür. Bu ikisi hürmetine m esut geceyi tesiden, bu gece v e
yarının bayram kabul edilm esini teklif ederim*» diyerek, te k ­
lif oy’a konm uş ve tam çoğunluk ve alk ışlarla kab u l olunm uş­
tu.
Bu su retle padişahlık m üessesesi o rtad an kald ırıld ık tan
sonra, zaten m illet gözünde çoktan h iy an eti sabit olarak lânet-
lenen V ah d ettin de 17 kasım 1922 günü, a rtık sadece canm ı
k u rta rm a k endişesiyle ingilizlere sığınarak, onların bir gemile-
riy el İstan b u l’dan kaçm ıştı. F a k a t k açarken aklınca b ir şeyler
yapabildiğini zannederek, (B ütün islâm larm halifesi) olm akta
devam ettiğini, ingilizler vasıtasiyle âlem e yaym ak istiyordu.
B u şekilde kaçışını, B üyük M illet M eclisine b ild ire n Baş­
vekil R auf bey, buna karşı alınm ası gereken ted b irle ri de izah
ile :
— H üküm et d u ru m u inceleyerek, H alife m akam ında bu­
lunan şahsın bu m akam ı te rk ile u tan m a d an düşm an ta ra fın a
kaçm ak h iy anetinde bulunm ası üzerine, H ilâfet m evkiinin bo­
şalm ış olduğu k anaatine varm ış ve bu sebeple de y en i b ir H a­
life seçilm esinin dinî esaslarım ız ve m illî m enfaatlerim iz ba­
kım ından vacip olduğunu görm üştür.»
D iyerek, sözü Ş er’iye V ekili V ehbi hocaya bırakm ıştır*
Ş e r’iye V ekili V ehbi hoca da V ah dettini te l’in ile:
«Bugün şu saatte H ilâfet m akam ı boştur.» diyerek, bu du­
ru m a göre, yeni bir H alifenin seçilm esini tek lif etm iş v e böy-
lece M ecliste bu lu n an 168 den 148 m ebusun rey i ile, A bdülm e-
cit efendi, bu m akam a seçilm işti.
B urada bir nokta üzerinde d u rm ak lâzım dır: V ah id ettin ’in
kaçıp gidişiyle boşalan H ilâfet m akam ı karşısında ittifakla:
«Bu m akam a hem en yeni b ir H alife seçip o tu rtm a k gerektir»
denildiği o günlerde, pek kısa b ir zam an sonra yapılm ası ge­
rek li görülerek tah a k k u k e ttirile n b ir işte yapılıp «tam v a k ti­
dir, boşalm ış olan m akam a başkasını seçeceğim ize, b u m akam ı
da k aldırıp ortadan atalım » denip, neden o yola gidilm em iştir?
V ahidettini hal ile saltan atı ilga eden, hacıları, hocaları,
şeyhleri de dahil, m eclis çoğunluğu, böyle b ir işi de yapıp, za­
ten boşalm ış olan H ilâfet m akam ım da, sıcağı sıcağına silip sü-
pürm eğe, o günkü ş a rtla r içinde elverişli değildi denem eyece­
ğine göre, acaba o yola gidilm eyişinin sebebi nedir?
Bu önem li noktayı da R auf Beye sorm uştum :
«Hikâyesi uzundur. Lâkin, bize «Halifecilik» isnadında bu­
lu n anların, hadislerin sarah atin e rağm en, n asıl b ir m ugalâta
ile iftira yolunda olduklarm ı açıkça izah etm esi bakım ından,
an latılm ağa değer.» diyerek, «Hilâfet meselesi» başlığı altın d a­
k i yazıda göreceğiniz izahatı v ererek anlatm ıştı.
HİLÂFET MESELESİ

B iz H ilâfeti; elim ize m ükem m el b ir (S altan atın ilgası)


fırsa tı geçm işken daha o zam an kaldıram az m ı idik?
H alife ve Padişah V ah dettin bunca hiy an etlerin d en sonra, ni­
h ay et İngilizlerin him ayesine sığınarak m em leketten kaçarken,
«İşte b u n la r böyledir» diye, sa lta n at ile b e ra b e r halifeliği de
k ald ırıp atm ak pek zor b ir iş değildi. F akat, o günlerde biz,
M ustafa K em al P aşa da dahil hepim iz, zaten iptid ad an b eri za­
ra rlı olduğuna kaani bulunduğum uz sa lta n atın kaldırılm sı nok­
tasında ne k ad ar ittifa k etm iş isek, hilâfetin de elde (iyi id are
edildiği tak tird e ) b ir zam an için olsun, m em lekete - İslâm âel-
m inin yakınlığını ve y ardım ını sağlam ası bakım ından - faydalı
olabileceği düşüncesi ile m uhafazası fikrinde, yine ittifa k h a­
linde idik.
V ah d ettinin İstanbuldan kaçtığı h a b erin i aldığım gün, M us­
tafa K em al P aşayı da k ey fiyetten h ab e rd a r ederek, başbaşa ilk
ted b irleri alm ak üzere konuşm ağa başladığım ız zam an, evvelâ
yalnız M eclis P a rti G u ru b u B aşkam A li F u a t P aşa ile, M eclis
İkinci B aşkanı D oktor A dnan beyden başka kim seye b ir şey
söylem iyerek, uzun uzadıya m üzakerelerle «V ahdettinin h a l’i
ve h ilâfet meselesi» üzerinde d u rd u k ve İstanbulda R efet P aşa­
ya, hilâfeti kendisine verm eyi m ünasip gördüğüm üz A bdülm e-
cit efendi ile gizlice tem as etm esini bildirdik.
Bu esnada b ü tü n b ir gece, sabaha k a d a r R efet P aşa ile m a­
kine başında m uhabere ederek, İngilizlerle F ran sızların tak ın ­
d ıkları vaziyet ile diğer bazı h u su slar hak k ın d a m alû m at ve ni­
hayet A bdülm ecit efendinin şartlarım ızı k ab u l ettiğ i cevabını
da ald ık tan sonra, M ustafa K em al P aşa ile son kararım ızı v e r­
dik Ve ben, uykusuz geçen bu gecenin sabahı, V ekiller H eye­
tin i topladım . V ah d ettin in kaçm ış olduğunu ve ondan sonra
olup bitenleri, bu d u ru m a göre V ah dettinden boşalan hilâfet
m akam ına M ustafa K em al P aşa ile m u tab ık k a la ra k A bdülm e­
cit efendiyi m ünasip gördüğüm üzü, fa k a t bunu, h ü k ü m et ola­
ra k bizim M eclise tek lif etm iyeceğim izi anlattım -
B undan sonra toplantı halin d e b u lu n an M eclise giderek,
orada da, «Hilâfet m akam ında bulunan» V ah d ettinin kaçm ış
olduğu h a b erin i vererek, bu su retle hasıl olan yeni vaziyeti gö­
rü şü p k a ra rla ştırm a k üzere gizli o tu ru m yapılm asını tek lif et­
tim . Teklifim kab u l edilince, M ustafa K em al P aşanın da k a tıl­
dığı gizli toplnatıda, uzun uzadıya izahatla,. R efet P aşadan a l­
dığım ız t e lg ra fla rı v e bilhassa A bdülm ecit efendiden alınan:
«Büyük M illet M eclisinin, h ilâ fet ve sa lta n at h akkm da ittihaz
ettiğ i k a ra rı tam am en tasd ik ve tasvip ederim.» m ealindeki
senedi okuyup, bu h u su sta gereken m alûm atı da v e rd ik ten son­
ra;
«Efendiler, dedim , H ilâfet m akam ını işgal eden zatın, şim ­
diye k ad ark i h iy an etleri hepinizce m alûm dur. Bilhassa Sevr
m uahedesini tasd ik ve M illî M ücadeleye k arşı düşm anlarla iş­
birliği etm ekle bu m em lekete h iy an etin en büyüğünü yapm ış­
tır. B u defa da, islâm m en k u v v etli düşm anı olan İngilizlere ha­
life sıfatiyle kendini teslim etm iştir. B u davranışı ise b ü tü n İs­
lâm âlem ine ih an et etm ek ten başka bir şey değildir. T ürkiye-
m iz için ve asîl m illetim iz için ve İslâm âlem i için a rtık son de­
rece zararlı ve tehlikeli b ir insan olduğu açıkça anlaşılm ış olan
V ahdettinin kaçm asm dan sonra boşalan hilâfet m akam ına baş­
ka bir zatın seçilm esi zaru rid ir. P ek âlâ bilirsiniz ki, necip m il­
letim iz, islâm m âlem darı o larak h ilâ fet m akam ını, yüz y ıllar
boyunca, h e r tü rlü tecavüz ve teh lik elere k a rşı m üdafaa ve
m uhafaza etm iştir. B u itib a rla h e r şeyden evvel, şim di boş k a­
lan bu m akam ı b ir halife seçilm esi su retiy le sarsın tıd an k u r­
ta rm a k z a ru re ti h a sıl olm uştur.»
Bu sözlerim üzerine, bazı m illet vekilleri, h ü k ü m etin hali­
fe olarak kim i m ünasip gördüğünü ısra rla sordular, ben de bu
h ak k ın yüksek M eclise a it olduğunu beyanla beraber, şahsî k a ­
naatim e göre «bugünkü ş a rtla r altında, h e r cihetçe en ehveni
olm ak üzere, en m uvafıkı A bdülm ecit efendinin seçilm esi ile
birçok m ah z u rla rın önlenm iş olabileceğini» söyledim-
D iğer bazı m illetvekillerinin, «H ilâfetin V ah d ettin d en alın ­
m ası için b ir fetva gerektiği» lüzum unu ileri sü rm eleri üzerine,
Ş e r’iye V ekili V ehbi hoca da, halife olan adam , düşm anlara
kaçm ış, gitm iştir, ortad a yoktur. Y eri boştur. B u d urum da el­
b e tte h a l’ edilir» diye bu fetvayı hem en yazıp verdi. Ve M usta­
fa K em al P aşanın: «Şu an d a yaptığım ız bu iş kanun, y a rın ise
b ir team ü l olacaktır. B u sebeple, fetv a m akam ı olan sizin, o
m akam dan b u n u okum anız lâzım dır.» dem esi üzerine, V ehbi
hoca, bu işi de yaptı. B u arada, bazı m illetvekilleri, yeni h a­
lifen in îstan b u ld an , em n iy et a ltın d a bulunm ası için A nadolu-
da b ir yere, m eselâ A n k ara veya B ursaya davet edilm esini is­
tediler. B u konuda m ü n ak aşalar oldu. B ilhassa «Seçilecek h ali­
fenin vazifesinin n e olacağı» m eselesinde ta rtışm a la r büyüdü.
N ihyet, k ü rsü y e M ustafa K em al P aşa çıkarak, h e r şeyden ev­
vel kaçak V ahdettini hal etm enin ve yerine yeni bir halife seç­
m enin ve bu seçim i kendisine bildirm enin, sonra da nerede
oturacağı m eselesinin ve daha sonra da ne gibi işler göreceği­
n in bahis konusu olabileceğini, fakat şim di b u n ların hepsini
b ird en konuşm akla b ir k a ra ra v arm anın im kânı olm adığm ı
söyliyerek, T ürkiye h alkının m eclisi olarak, B üyük M illet Mec­
lisinin kendisine b ü tü n İslâm âlem ine şam il b ir k u d ret verem i-
yeceğini ve binaenaleyh m eclisin başkanlığında bulunacak za­
tın da olsa olsa tem sil edeceği şeyin yalnız T ürkiyeye ait ola­
bileceğini teb arü z ettire re k , dedi ki:
«Yüksek H ilâfet Makamı, bütün İslâm âlem ine şamil bir
mukaddes makamdır. Türkiye D evletinin ve halkının H î t i î ve
vicdanî vazifesi, diğer İslâm âleminin dahi hürriyetine kavuşup
müstakil olacağı güne kadar bu yüksek makama m esnet (da­
yanak) olmaktır- Bütün kuvvetiyle bütün kudretiyle onun
kuvvetini, kudretini, şerefini bütün İslâm âlem i nazarında ve
İslâm olmayanlar nazarında masûn bulundurmaktır. Yoksa
kendini, m evcudiyetini Halifenin yed-i iktidarına (eline) vere­
m ez ve vermiyecektir.»
Ve bilhassa b ir m illet vekilinin, İslâm âlem inde b ir kuşk u ­
lan m a olduğuna d air söylediklerine cevap vererek, böyle b ir şe­
yin asla olm adığım beyanla devam etti:
«Kaçan H alife hakkında yapılm ası gereken m uam ele, fet­
v a ile tesb it edildi. Seçilecek H alife h ak k ın d a da itira f etm ek
zorundayız ki, h âdiseler ve icaplar hasebiyle, ta rih in m ukteza-
sı olarak O sm anlı hanedanını kab u l ve m uhafaza etm ek zaru-
retindeyiz. B u ailenin içinde, bizim aradığım ız vasıflarda b iri­
n i bulm ak bugün için biraz zordur. Belki genç olanları, hu su ­
sî su re tte y e tiştird ik ten sonra lüzum lu vasıfları ve sıfatları
edinm iş olanlara tesadüf edilebilir. F ak at bugün bu ciheti h a­
k ik aten inceleyip, tah lil edecek olursak pek m üşkül vaziyette
kalabiliriz.
A bdülm ecit efendi, bazı fen alık lar ve h a ta la r yapm ış­
tır. V e şahsı üzerinde, yüksek M eclisinizde birçok ten k itle rd e
b u lu n u lm u ştu r. B u n lara rağm en dün gece: «Türkiye B ü y ü k M il­
le t M eclisinin k a ra rla rın ı ben kabul ve tasdik ediyorum .» de­
m iştir. B inaenaleyh, kolaylığa m azhar olabilm ek için, bu zat
üzerinde fik irle ri tem erküz e ttirm ek m uvafık olur.
Şim di. H alife olacak zatın İstanbulda kalm ası veya b u ray a
getirilm esi m eselesi v ar ki, bu nazik b ir m eseledir. G erçi İs­
ta n b u l henüz İtilâ f ku v v etlerin in işgali ve onların tesiri a ltın ­
dadır. F a k a t bu tesir ve nüfuzun derecesi dün ile bugün b ir de­
ğildir. B ugün biz İstanbulda tesir ve nüfuz sahibi olm ağa baş­
ladık. B unun âtisi, nüfuz ve hakim iyetin tesisine doğru gittiği­
ne delâlet eder.»
O gün M ustafa K em al P aşanın son sözleri, bilhassa şu ol­
m uştu:
«Bizim cihan nazarında en büyük kudret ve kuvvetim iz y e ­
ni şekil ve mahiyetimizdir. H ilâfet makamı esaret altında ola­
bilir. Halife İngilizlere iltica edebilir, onlarla beraber kaçabi­
lir, her şeyi yapabilir, fakat Türkiye Büyük M illet Meclisinin
idare tarzım, siyasetini ve kuvvetini sarsamazlar. Şöyle ola­
cak, böyle olacak, H alifeyi kaçıracaklar diye telâş edecek deği­
liz. Bir az da bütün İslâm âlem i telâş etsin- Onlar da bizim le b e­
raber çalışsınlar ki, H ilâfet Makamını kurtaralım ve sebest
olarak bütün cihana şâmil bir halifeyi oraya oturtalım. Ancak
b u su retle bize yardım da b u lu n u rlarsa, bizim için de halifenin
A nadoluya bugünlerde getirilm esi bahis m evzuu dahi olm a­
m ak lâzım gelir. T ü rk iy e h alk ı kayıtsız şartsız hâkim iyetine
sahip olm uştur. H âkim iyet ise, hiç b ir şekilde, hiç b ir m ân a ve
d elâlette iştira k kabul etm ez. H alife olsun, ünvanı n e olursa ol­
sun, bu m illetin m u k ad d eratın a b ir m ü şarek et sahibi olamaz.
M illet bu n a k a t’iyyen m üsaade edemez. B unu tek lif edecek hiç
b ir m illet v ekili olduğuna k aan i değilim . B ü tü n hareketlerim iz,
b ü tü n m ukadderatım ız bu nokta-i n azardan olabilir. Başka tür­
lü im kânı k a t’iyyen yoktur.»
İşte yeni Halife, böyle seçilmişti- Ve bu suretle harekette,
yani, m illi hakim iyete hiç bir surette müdahale ile, zarar v e r ­
m em esi sağlanmak suretiyle, yalnız İslâm âlemi ile yakınlığı­
m ızı, ve bu âlemin yardımım tem in eylem esi bakımından fay­
dası olur m ülâhazasiyle her türlü yetkilerden sıyrılm ış bir hi­
lâfet makamının muhafazası noktasmda, Mustafa Kemal Paşa
ile tamamen ayni fikir, kanaat ve inançta mutabıktık ve bu,
1922 kasım ında oluyordu. B u tarih te, Lozan yolunda olan İsmet
P aşa da, H ilâfet konusundaki fik ir ve düşüncelerim izi, çok da­
h a evvelden biliyordu. N itekim , G rillon oteilnde 17 kasım 1922
g ü n ü kab u l ettiğ i (M üslim Standard» gazetesi m ü d ü rü S eyyit
A bdükayyûm M âlik’e, hem de b ü tü n dünyaya d u y u ru lm ak üze­
re verdiği m ü lâk atta ay n en şöyle diyordu:
«Size ve sizin vasıtanızla b ü tü n m üslüm anlara şunu söyli-
yeyim ki, biz eskisi gibi serbest b ir İslâm devletinin b ü tü n lü -
m eğe çalışacak ellere, b ü tü n m üdafaa k u d retin i vereceğini söy­
lem ekle yetinm eyerek, ileride b ir tehlike ile karşılaştığım ız va­
k it bunu, kanım ızla m üdafaaya hazır bulunuyoruz. T ü rk m il­
leti, islâm iyetin kolu ve kılıcıdır. T ürkiye A nayasası, h ilâfetin
yani h ü r ve m ü stakil b ir İslâm devletinin m en faatlerin i y ü rü t­
m eğe çalışacak ellere, b ü tü n m üdafaa k u d retin i vereceğini söy­
lüyor. B u halde hilâfeti, nasıl m addî desteksiz bırakm ış oluruz.
T ürkiye, h ilâfeti tu tu y o r ve tu tacak tır. H ilâfet T ü rk m illetine
vediadır, em anettir. T ü rk m illeti h ü r ve m üstakildir. B unun
için H ilâfet de taa rru z d a n m asûn ve ik tid ara m aliktir. H ilâfetin
b ü tü n v asıfları m ahfuz ve em indir.
K anım ızın son dam lasına k a d a r H ilâfeti tu tu p , yaşataca­
ğız. F a k a t tek b ir adam ın şahsî m alı olm asına asla m üsaade
edem eyiz. İşte T ü rk m illetinin k a ra n budur. Biz öyle his edi­
yoruz ki, h ilâfet bugün dahi m üslüm anlar arasında, daha b ü ­
y ü k b ir anlaşm a ve yardım laşm a kaynağıdır. Y er yüzündeki
din kardeşlerim izin bu sözlerim i dikkatle okum alarını isteriz
ve m ih n etli günlerim izde onların devam lı m üzaheretlerini bek­
lem ekte olduğum uzu düşünerek bizi haklı görm elerini bekleriz.
Biz, b ü y ü k İslâm âlem inin azasındanız. Bizi takviye ve teş­
ci’ etm enizle ve islâm iyete yaptığım ız âcizâne hizm eti ta k d ir
eylem enizle bizim, islâm m h ü rriy e t ve istiklâlinin savunucusu
sayılm ağa lâyık olduğum uzu isbat ettiniz. T ürk, bu m ütevazi
ve asil vazifeden dolayı iftih a r eder. Bizim kanaatim iz şudur
ki, H ilâfet hakkı T ü rk m illetinde m ahfuzdur.»
İsm et Paşanın, T ürk H üküm etinin ve m illetin in h ilâfet
hakkm daki düşünce ve k an aatin i bu şekilde sarah atle dünyaya
ilân ve bu arada bana da, - bilhassa A vrupadaki tem asları ve
incelem eleri neticesinde - H ilâfetin islâm lar arasında b ir k u v ­
v et olarak m uhafazası elzem olduğu k an aatin d e b u lu n duğunu
te k ra r yazm ış iken, pekaz bir zam an sonra, Lozandan A nkara-
y a dönüşünde, birdenbire, bam başka ve tam am iyle aksi b ir fi­
k ir ve kanaatle, yam an b ir hilâfet düşm anı kesiliverm iş olduğu
h a y re tle görülm üştü. B ir kaç ay içindeki bu yüzde yüz değişik­
liğinin sebebinin de, h e r hangi b ir m ütalâa, veya gafletten
u yanış ve geç de olsa gerçeği kavrayış gibi m ülâhazalar olm a­
yıp, sadece bazı düşm an telk in lerin e kapılışından ile ri geldiği
anlaşıldı-
İsm et Paşa, anlaşıldığına göre, Lozanda İngilizlerle b ir n e­
vi gizli ara buluculuk ro lü oynayan, İstanbulun m eşhur H aham
başısı H ayim N aum efendinin telkinleriyle, «H ilâfetin a rtık n e
şekilde olursa olsun T ürkiyede devam m a m üsaade edilm eyip
d erh al atılm ası lüzum u» fik rin i tam am iyle benim sem iş b u lu ­
n uyordu (1).
Pekiy, ya dört beş ay önceki «H ilâfete bağlılık, h a ttâ H ilâ­
fetin kuvvetlendirilm esi» düşünce ve k a n a ati ve bu koldaki k a t’î
ifadeler ve İslâm âlem ine bunun duy u ru lm ası hususundaki t e ­
lâş ve heyecan ne ohnuştu?
îsm et Paşa, Lozanda m ü zakereler kesilip de, A n k aray a gel­
diği ilk devrede olduğu gibi, kendisini (o gü n ü n tü rk ü y esin d e
A vrupa politika âlem ini ve dünya ahvalini h erkesten iyi an la­
m ış ve bilm iş bir politika adam ı olarak) ta n ıtm a k becerikliliği­
ni, itira f ederim ki, h a ttâ M ustafa K em al Paşa da dahil olm ak
üzere, herkese b ü tü n A nkaraya kabul ettirm işti. Şim di açıkça
söylenebilir ki, o zam anki şa rtla r altında, b u n u böyle k ab u l edi­
şimiz, - bizim uysallık da denebilecek - b ir gafletim iz olm uş­
tur.
Zira, M ustafa K em al Paşa da, b en de, K arab ek ir v e A li
F uat P aşalar gibi, diğer birçok a rk ad aşlar da y ıllard a n b e ri çe­
şitli vazifelerle gidip gelerek, dillerini bildiğim iz, m atb u a tım ve
neşriyatını da yakından ve m untazam an tak ip ettiğim iz dış âle­
m in ve bilhassa A vrupa politikasının hiç de yabancısı olm adı­
ğımız halde, şim di, öm ründe ilk, defa gittiği A v rupada birkaç
haftacık kalan İsm et Paşaya, «dünya ahvalini h e rk e sten iyi bi­
len b ir dış politika uzmanı» gözü ile bakm ak gafletine nasıl
düştüğüm üzü anlıyam ıyorum . Bu, ancak o g ü n lerin cidden pek
m üşkül şa rtla rı içinde biraz bunalm ış ve karşım ızdakinin ken­
disine olan em niyet ve itim adım ızdan fay d alan arak z a te n m a­
lûm olan nabızgirliğiyle bu halim izden istifade etm esini bilm iş
olm asiyle izah edilebilir.
B üyük M illet M eclisindeki, ekonom i politik tah sillerin i
A vrupada yapm ış, bu sahada ihtisas sahibi olm uş v e m u n ta ­
zam an dünya ahvalini tak ip eden genç m ebuslar bile, Lozan-
dan dönen İsm et Paşayı dinlerken, ağzından çıkan h e r sözü
m ahz-ı k eram et telâk k i edecek derecede tesiri altın d a kalm ış­
lardı.
İşte bu hava içinde, İsm et Paşa sulhü im zalayıp, b irdenbi­
re takındığı «Hilâfet düşm anlığı» ile A n k aray a dönd ü k ten son­
ra, M ustafa K em al P aşayı da, bu işin, yan i H ilâfetin k ald ırılıp

(1) İngilizlerin, daha çok evvel, M eşrutiyet devrinde de


bir Mısırlı doktor vasıtasiyle Sait Halim Paşaya altm ış, hattâ
yüz m ilyon İngiliz lirası karşılığında H ilâfetin araplara devrini
teklif etmiş oldukları biliniyordu.
F: 7
atılm asının, b ir a n evvel yapılm ası lüzıım ıına ik n a’ ederek, K â­
zım K a ra b ek ir P aşayı ziraat m ektebi civarındaki evinde ziya­
r e t ediyorlar.
K âzım K arab ek ir P aşa o sırada hem m ebus, hem ordu m ü­
fettişi... F a k a t M eclise devam etm iyor, m ü fettişlik vazifesini
yapıyor. D ereden tepeden k o n uşurlarken sözü asıl m aksada ge­
tire re k , M ustafa K em al P aşa m ünasip bir şekilde, H ilâfeti kal­
d ırm ak niyetinde olduklarını söylüyor.
K a ra b ek ir Paşa, bird en b ire h ayretle, «Şu sırada böyle b ir
şeyi düşünm ek bile h a ta olur» diye b u n iy eti m evsim siz buldu­
ğ u n u beyanla, daha b ir kaç ay evvel H ilâfete dokunulm ayacağı
k onusunda ittifa k la verilm iş k a ra ra rağm en, şim di b u n u n ne­
red e n çıktığını anlayam adığını b elirten b ir tav ırla İsm et P aşa­
ya b akıyor ve devam ediyor:
— D urup d u ru rk e n sizi böyle b ir niy ete sevk eden sebep­
le ri bilm iyorum . A ncak, m em lekete za ra rlı olduğunu ötedenbe-
r i gördüğüm üz saltan atı bilâ te re d d ü t ve çoktan kaldırdık. H i­
lâ fe t ise bugün için zararlı olm ak şöyle dursun, iyi idare edilir­
se belki de m em lekete çok faydalı olabilecek b ir m üessesedir.
N etekim b u n u n böyle olduğunu siz de kab u l ederek m üştere­
k en hazırladığım ız um delerle m illete karşı da «islâm lar arası
b ir kuvvettir» diye H ilâfeti koruyacağım ızı vadetm iş bu lu n u ­
yoruz. N eşrettiğim iz um delerin, daha m ürek k eb i kurum adı.
Seçim lerde m illete sarah aten bu vaadi v e rd ik ten sonra, şimdi,
d ün iy id ir ve lâzım dır, dediğim iz H ilâfeti kaldırm ağa teşebbüs
etm ek bilm em n e deceye k ad ar doğru olabilir.
Esasen benim kanaatim değişm iş değildir. D eğişm esine de
b ir sebep yoktur. A nadoluda T ü rk m illeti on d ö rt m ilyondan
ib a re ttir. Yanm ış, yıkılm ış, uzun h a rp lerd en perişan ve bezgin
çıkm ış olan bu on d ört m ilyonun karşısında b ü tü n dünyanın
h â lâ bîam an bir düşm an olm akta devam ettiğini, Lozandaki çe­
kişm elerle pekâlâ gördük. Y er yüzünde bize zahir olarak, bağ­
lılık larım devam e ttire n ve iyi idare edilirse daha da bağlana­
c ak larından şüphe olm ayan İslâm âlem ini hesaba k atm adan hi­
lâfeti kaldırıp atm ak hiç değilse bugün için düşünülecek b ir
şey değildir- B üyük taa rru z u bile, kısm en İslâm âlem inden gör­
düğüm üz m addî yardım la yaptığım ızı nasıl u nutabiliriz? B ina­
enaleyh İslâm âlem ini bize bağlayan H ilâfetin kaldırılm ası, bu
âlem den tam am en uzaklaşm am ız dem ek o lur ki, bu tak tird e,
yalnız kalacak olan T ü rk m illetinin ve tü rk lü ğ ü n b ü tü n dünya
e n trik ala rı karşısında, h a ttâ belki de aleyhim ize dönecek olan
İslâm âlem inin de h u sum eti karşısında, vaziyeti çok m üşkül bir
hale gelebilir. Ben, b u n ları düşünerek, şim diki halde böyle b ir
.şeyin bahis m evzuu olm asını bile m uvafık bulm uyorum .
S altan at lâğvedilm iş, h ak im iy et kayıtsız şartsız ve fiilen
m illete in tik al etm iştir. Bu günkü vaziyette H ilâfet de, m illetin
elinde, m illetin iradesi altın d a işleyen b ir kuv v et olarak, her
hald e m üşkül zam anlarım ızda m ilyonlarca islâm m m üzahareti-
n i tem in suretiyle m em lekete faydalı olabilir. Bu noktayı dü­
şünerek, acele etm iyelim . Faydasızlığını, z a ra r verdiğini gör­
düğüm üz anda k aldırıp atm ak, h e r zam an elimizdedir.»
K âzım K arab ek ir P aşa bu şekilde konuşarak, henüz birkaç
a y evvel seçilen yeni H alifenin şahsından da bahisle, M illî M ü­
cadele esnasında da h e r hangi b ir düşm anca h a re k e ti görülm e­
d ik te n başka, A nadoluya geçm ek istiyecek k a d a r bize m üzahir
olarak, h e r h areketiyle anlayışlı, d ü rü st ve u ysal olduğu görül­
m üş b ir şahsın istendiği şekilde idare edilebileceğini ve esasen
b ü tü n b u n lar hesap edilerek verilm iş b ir k a ra rın şim di b ird e n ­
b ire değiştirilm ek istenm esine akıl erdirem ediğini ve bunu ka­
b u l edem iyeceğini te k ra r ediyor. V e karşı tara fın :
— S altan atın ilgasında olduğu gibi, H ilâfetin kaldırlım a-
sm d a da M ecliste, çıkıp tasvip edici bey an atta bulunm ası..»
tek lifin i b ü tü n ısra rla ra rağm en:
«Hiç değilse bugün için bu olamaz. Acele etm iyelim , zira
m illete karşı verilm iş bir sözüm üz var. Seçim e g irerk en ilân
ettiğim iz um delerle, H ilâfeti m uhafaza edeceğim izi vaad ettik.
B elli başlı bir sebep yokken, bu vaadim izi unu tm u ş görünm ek,
benim vicdanım ın kabul edebileceği b ir şey değildir. Esasen arz
e ttiğ im sebeplerle de böyle b ir k a ra rı bugün için, m em leket
m en faatlerin e uygun bulm uyorum . Ve te k ra r rica ediyorum ,
acele etm iyelim , biraz bekliyelim.»
K arab ek ir Paşanın bu k a t’î ifadesi üzerine, M ustafa K em al
P aşa ile İsm et Paşa, daha fazla ısrard an bir netice alam ıyacak-
ların ı anlayarak, ay rılıp gidiyorlar. F ak at birkaç gün sonra,
K arab ek ir Paşayı gene evinde ziyaretle, yine bu konuda uzun
uzadıya konuşuyorlarsa, gene ikna edem iyorlar.
İşte, H ilâfet m eselesinin başlangıcı budur. Yani, büyük za­
ferd en sonra, saltan atın ilgasiyİe, B üyük M illet M eclisi ta ra ­
fın d a n yeni halifenin seçilm esi ve bu suretle - h er tü rlü y etk i­
lerden sıyrılm ış, bir nevi papalık gibi sadece m anevî varlığıyle
lâ fta n ib are t b ir hilâfetin - İslâm âlem inin yakınlığını ve y a r­
dım ını sağlam ak için elde b ir kuvvet olarak m uhafazası, M us­
ta fa K em al P aşanın da re ’yile, ittifak la kabul ve bu keyfiyet
um delerle de ilân edilm iş iken, İsm et P aşan ın Lozandan dönü­
şü ile, b ü tü n b u n lar u n u tu la rak , h içbir sebep gösterilm eden v e
derhal, aksi bir k a ra ra gidilm ek istenm iştir. K âzım K arab ek ir
P aşa da, o zam an kendisi gibi düşünen ark ad aşları da, b ir ta ­
assup hissi ile ve körü körüne, hilâfete dokunulm am asını iste­
yen in sa n la r değillerdi.
A ksine, bizzat M ustafa K em al Paşa, h a ttâ İsm et P aşa ile
o tu ru p uzun uzadıya m üzakereler sonunda «Yer yüzünde pek
yalnız b ir vaziyette kalm ış olan T ürkiyenin, İslâm âlem i ile ya­
kınlığı ve m ü zaharetini sağlam ağa y arayacak b ir k u v v et ola­
ra k m uhafazası gerektiğine k a ra r verd ik leri için, H ilâfete (şim ­
dilik) dokunulm am asını istiyorlardı ve bu hilâfetin, u m d u k la­
r ı gibi İslâm âlem i ile yakınlığım ızı sağlayam adığı, v e y a h u t
h er hangi b ir su retle yapılacak in k ılâp lara engel olduğu görül­
düğü anda kald ırılıp atılm ası cihetine gidilm esini, p ekâlâ ka­
b ul ediyorlardı.
B ü tü n m esele, «şu nazik zam anım ızda, faydalanabileceği­
m iz bir kuvveti, kendi elim izle atm ak ta acele etm iyelim , b iraz
bekliyelim » di.
B u fik ir ve k a n a atta olan in san lara «Hilâfetçi» denem ez.
A ksi ta k tird e b ir kaç ay evvel üzerinde düşünüle taşım la k a ra r
v e rilere k ilân edilen um deleri im zalam ış olanlar da «Hilâfetçi*
olm aktan k u rtu lam azlar.
îşte m esele bundan ib are ttir. Ve yazık ki, bu k a d a r basit,
yan i haddizatında hilâfete b ir itik a t ve taassup hissi ile, «am an
dinî b ir m üessesedir, ta p a ra k başım ızda yaşıyalım » diye k ö rü
körüne bağlı o lm ıy an lan n düşüncelerinin lâyıkiyle anlaşılam a­
m ış olm ası yüzünden çıkan ih tilâf hiç beklenm edik b ir n etice
vererek, M ustafa K em al Paşa ile K âzım K arab ek ir P aşayı a r­
tık ebediyen b irb irin d en ayırm ış bulunuyordu.
u lh için L ozan’a gidişi, R auf bey, h a tırala rın d a şöyle anla­
S tır :
«Heyetim ize benim başkanlık etm em i istiyorlardı. Ben ise,
karşım ıza gelecek d ev letlerin heyetlerine, hariciye v ekilleri
b aşkanlık ettiğinden, bizi m de hariciye vekilim iz Y usuf K em al
beyi gğnderm em izi doğru buluyordum . F a k a t Y usuf K em al bey,
başkan olarak gittiğim ta k tird e bana refak at edeceğini ile ri sü­
rerek , bu vazifeyi kab u l etm eyince, M ustafa K em al P aşaya
ben; «M udanya K onferansını başarı ile idare ederek, istenen ne­
ticeye u laştırabildiği için, sulh m üzakerelerine de onun gitm esi
m ünasip olur», diye İsm et P aşayı tavsiye ettim .
Bu teklifim üzerine; yapabilirini, yapam azm ı m ünakaşala­
r ı oldu Bence yapılam ıyacak b ir şey yoktu. Zira sulh esasları­
mız zaten malum olduğu gibi, Lozan’da ileri sürüp savunacağı­
mız önemli konuların hepsini, çok evvelden hariciye vekâletin­
deki yetkili uzmanlar uzun boylu çalışarak teferruatiyle teshit
edip, dosyalar halinde hazırlamışlardı. Bundan başka doktor
Rıza Nur, Haşan Saka gibi değerli elemanlarla da takviye edil­
miş olmasına rağmen murahhaslar heyeti daimi surette tem as­
ta bulunacağı Ankaradan, verilecek talimattan da faydalana­
caktı. Netekim de öyle olmuştu. Y usuf K em al beyin, o sırada
a rta n rahatsızlığı sebebiyle, istifası üzerine hariciye vekâletine
g etirilen îsm et Paşa, heyet başkanı olarak L ozan’a gidince, m ü ­
z akereler esnasında, 11 e su retle olursa olsun, zorluklarla k a rşı­
laştığı a n lard a hü k ü m et başkanı olarak benden, m ü talaa ve fi­
k ir sorar, ben de vekil ark ad aşlar ve çok defa M ustafa K em al
P aşa ile de istişare ederek, kendisine tak ip edeceği h a t ve h a re ­
k eti bildirirdim . Lozan konferansı işte bu şekilde çalışarak, bel­
li başlı davalarım ız üzerinde tartışm a la ra sahne olurken, gü­
n ü n b irinde İsm et P aşan ın b ir takım düşünceler ve belki de o-
ra d a m aruz kaldığı sıkıntılı vaziyetlerin tesiriyle huzursuz­
lu k la r göstererek, hü k ü m etle bazı anlaşm azlıklara yol açtığı gö­
rüldü.
İsm et P aşa L ozandan z a rfın ın ü stü n e «Heyeti Vekile Reisi R a u f
B eyefendi H azretlerine arzı ta z im a t eder» k aydını k oyarak gönder­
diği bu el yazısı ve 3 K ân u n u san i 1339 — (Ocak 1923) ta rih li m e k tu ­
bu n d a şöyle d em ek ted ir: «K ardeşim R auf, m ek tu b u n u aldım . Çok se­
vindim . B u ra d a n ne h av ad isler vereyim . Şim di ra p o ru yazacağım ,
d a h a çabuk vaziyetten h a b e rd a r olacaksınız. D ü n y an ın d ip lo m a tta n
birleştiler, A vrupanın göbeğinde ellerine geçirdikleri T ü rk hey’etin e
oyun düzm ekle m eşguldürler. O yunları boşa çık tık ça ne k a r a r vere­
ceklerini bilem iyorlar. L âtife b e rta ra f, a d a m la r eski u su ld a h e r v ası­
ta y a m ü ra c a a tla n a il-î m e ra m olm ağa ç a lışm ıştırlar, ç a lışm a k ta d ır­
lar. G özlerinden öperim kardeşim . İsm et»

İsm et Paşa, bilhassa hü k ü m etten sorduğu şeylere, sıkışık


d u ru m lard a istediği talim ata, bizim pek geç cevap vererek, ken­
disini m üşkül vaziyetlere soktuğum uzdan şikâyet ediyordu. Bu
şikâyetleri bazan doğrudan doğruya M ustafa K em al P aşaya ya­
pıyordu. H albuki, şifre yalnız h ü k ü m et başkanlığında b u lu n ­
duğundan, çektiği telg rafla r yine benden geçiyordu.
Biz İcra V ekilleri H eyeti olarak, o günlerde, ilk iş edindi­
ğimiz Lozan m üzakerelerini, gece gündüz gereken hassasiyetle,.
dakikası dakikasına tak ip ettiğim izden, h e rh an g i bir so ru n u n
geç cevaplandırılm ası gibi ihm alim iz k a t’iyyen bahis konusu
olam azdı. S orulan şeylerin hiç b irin in cevabı geciktirilm iyordu.
Ancak, henüz sulh ile istik ra ra kavuşm am ış olan A v rupada ol­
duğu gibi, m em lek et içinde de şeh irler a ra sı telefon v e telsiz
gibi m uhabereyi sü ra tle sağlayan v a sıta la rn ım evcut bulunm a­
dığı o günlerde bilhassa İsviçre, yan i Lozan ile te k m uhabere
hattım ız, K östence yolu ile olandı. B u yol da o sırada d u ru m a
hâkim olan ^İngilizlerle F ran sızların k o n trolü altın d a idi.
Şuracıkta, istitrad en kaydedeyim ki: bu yoldan yaptığım ız
m uhabereleri, İngilizlerin ellerine geçirerek, şifrelerin i de h a l
ile okuduklarını bizzat o zam anki İngiltere H ariciye V ekili
M ister Çörçil, son y ıllarda yayınladığı h a tıra la rın d a a n la tm a k ­
tadır.
Şu halde, Lozan’daki heyetim iz başkanlığının benden bek­
lediği cevapların gecikm esi sebebi, kendiliğinden m eydana çık­
m ış oluyor.
M urahhaslar heyetim iz başkanı ile, h ü k ü m et arasında ha­
sıl olan anlaşm azlık bun d an ib are t de değildi.
K onferanstan çok daha önce H ariciye V ekâletinde h a z ırla t­
tığım ız sulh esaslarım ıza göre, y u rd u m u zu n işgal e ttik le ri e n
m am ûr y erlerini, sebepsiz olarak yakıp yıkarak, h a rab ezara çe­
v iren Y unanlılardan, ta m ira t bedeli istiyorduk. Bu yüzden, Lo­
zan’da Y unanlılarla h ay li tartışılm ıştı. Bu konuda a ra bulm ak
isteyen, İtilâf devletleri ta m ira tta n vaz geçm em iz için bize
T rakya sınırım ızda «Karaağaç» ı bırak m ak teklifinde b u lu n ­
m uşlardı.
H üküm et başkanı olarak ben, M ustafa K em al P aşa ile m u­
tab ık kalarak, bu tek lifi kabul etm eyip; «K araağaç’ın ehem m i­
y eti yoktur. Ona karşılık ta m ira t bedelinden, yani tazm inat is­
tem ekten vaz geçemeyiz» diyorduk. Sonra, D ünya Savaşı ip ti­
dasında, henüz bizim h arb e girm ediğim iz günlerde inşaları ta ­
m am lanıp, bedelleri de tarafım ızdan tam am en ödenm iş olduğu
halde, m em leketim ize getirilecekelri sırada, İngilizlerin el koy­
m uş oldukları S u lta n Osman, S u ltan R eşat ve F a tih d retn o t­
larım ızın, tah m in en pn iki m ilyon İngiliz altın ı tu ta n bedelle­
rin in geri verilm esi m eselesi vardı- Bu, İngilizlerin sa rih b ir
borcu idi ve b u da K araağaç’a karşılık, verilm ek istenm iyordu.
M urahhas heyetim iz başkanı K araağaç’ı gözünde b ü y ü te ­
rek, ta m ira t ve tazm in attan da bu alacaktan da vaz geçilm esi
ta r a fta n idi. H a ttâ sonunda; «vaz geçtim, K araağaç’a k arşı te rk
ettim.» dedi.
B en ise; «K araağaç’ı bırakıp, gerektiğinde dem iryolunu E-
d im e n in içinden geçirebiliriz. B inaenaleyh K araağaç’ın ehem ­
m iy eti yoktur.» diyordum . B u noktada m urahhas heyetim iz baş
k an ı ile aram ızda uzun m u haberelerle ta rtışm a la r oldu.
Lozan’da karşım ızda b u lu n an lar h e r m eselede ve bilhassa
bu ta m ira t v e taz m in a t m eselelerinde, bizden fed ak ârlık lar is­
tem e k te ve ancak bu fed ak ârlık lara katlandığım ız ta k tird e öte­
k i m eseleler üzerinde anlaşm aya vbarılabileceğini ileri sürm ek­
te idiler. D u ru m b u m erkezde iken, m u rah h as heyetim iz baş-
k a n ın ın bizden habersiz k a ra rla ra veya taa h h ü tle re girişm esi
ih tim a lin i önlem ek için çok hassas ve m üteyakkız bulunm am
g erekiyordu ve benim hük ü m et başkanı olarak ve M ustafa Ke­
m al P aşa ile m u tab ık k alarak b elirttiğim b u hassasiyet, m u ra h ­
has heyetim iz başkanını nedense sinirlendiriyordu- O k a d a r ki:
K uponlar ve im tiyazlar m eseleleri h ak kında v ak i olan işarı­
m a v erdiği 26 h aziran 1923 ta rih li cevapta sinirlilik dozunu bü­
tü n b ü tü n a rttıra ra k «K onferans m üzakerelerinde m urahhas
hey etin in esaslı talim at k a y ıtla rın d a n başka, olarak b ü tü n te-
ferru atiy le A n k arad an idaresi arzu ve tem ayülü, m üzakerele­
rin m em leket için en faydalı b ir su re tte idaresini ve h a y ırlı sul­
h a v arm ak k u d retin i m urahhas h ey etinden selbetm ektedir.»
dedikten sonra, şu cüm elyi ih tiv a ediyordu: «H üküm etçe te r­
cih b u y u ru la n b u şeklin, 93 S eferinin saray d an idaresinden fa r­
kı yoktur. Bize karşı itim atsızlık ve kifayetsizliğim iz hak k ın d a
m ütem adiyen izhar b u y u ru la n k a n a at devam ettikçe, bizim va­
sıtam ızla sulh akdi ih tim al haricindedir. H üküm etin nokta-i
n azarın ı İtilâ f devletlerine aynen kab u l e ttirm ek kanaatinde
olan b ir hey etin ve b ita tb i zat-ı vâlâlariyle, taa llu k u hasebiyle
M aliye V ekili beyefendinin bizzat m esuliyeti d e ru h te ve kon­
feransa h a re k e t b u y u rm a ların ı rica ederiz.»
M urahhas h ey eti başkanm ın telgrafındaki bu m ütecaviz
ifade, beni olduğu gibi, M ustafa K em al P aşayı da son derece
m üteessir etti. İkim iz de h a y re tle r içinde k alarak, sinirlenm iş-
tik, V ekiller H eyetinde okunduğu zam an, b ü tü n vekil arkadaş­
la r da ayni hislerle m ütehassis olarak ü zü n tü içinde kaldılar.
İsm et Paşanın: m illeti tem sil eden yüzlerce kişilik b ir m eclisin
icra vasıtası olarak seçtiği b ir V ekiller H eyeti ile, benim ve
M ustafa K em al P aşanın b ü y ü k b ir titizlikle düşüne taşm a
m em leket m en faatlerin e uygunluğu üzerinde titifa k ederek
verdiğim iz k a ra rla rı, istibdadı tem sil eden saraydan verilm iş
k a ra rla ra benzetm esi h e r şeyden evvel, onun bunca y ıld ır m ut-
tasıf olduğunu bildiğim «ağır başlılık ve olgunluk» vasıflariy-
le kabili telif değildi. H ele «evvelce verilm iş olan talimattan
başka olarak, bütün hatt-ı hareketim in teferruatiyle Ankaradan
idaresi isteniyorsa ben bırakıp döneyim, siz benim yerim e g e ­
lin, İtilâf Devletlerine istediklerinizi kabul ettirin» deyişi k a r­
şısında benden fazla M ustafa K em al P aşa sinirlenm iş ve he­
m en o gün kendisine çektiği bir telg rafla «Çok asabi bir halde
yazmış olduğunuz telgraftan dolayı sizi haksız buldum.» de­
m işti.
M ustafa K em al Paşa, m u rah h as hey eti başkanının bu h ır ­
çınca ve yersiz çıkışından duyduğum teessü r ve infiali pek
h ak lı bulduğunu ifade etm ekle beraber, b u n u yalnız benim
şahsım a a it telâkki etm em em i, v e rilen k a ra rla rd a r e ’yi oldu­
ğunu, kendisinin de h a ttâ b ü tü n vekil a rk ad aşların da, ayni
haksız tarize uğram ış olduklarını, ancak zam anın nezaketi h a ­
sebiyle, şim dilik bunu hoş görm em iz gerektiğini söyledi.
Ben: «— N asıl hoş görebiliriz? İsm et P aşa evvelce talim a t
üzerine talim a t isterken, şim di âdeta işi kim seye sorm adan yap­
m ak istiyor. B una nasıl m u v afak at edebiliriz? B u olmaz. Ve-
k iller H eyeti de buna m u v afak at edemez.» deyince, M ustafa
K em al P aşa da: «— Evet, elb ette olmaz» dedi, şim di ona vere­
ceğim iz son talim atı tesb it edelim ...
B irbirim ize bakarak, b ira n durduk. Sonunda k a t’î k a ra rla
m u ra h h a sla r h ey eti başkanm a: (Son teklifim izi kabul ederler­
se imza et, etm ezlerse inkıta -müzakerelerin kesilm esini- ilânla
dön gel) dem eği m ünasip gördük. M ustafa K em al P aşa biraz
daha düşü n d ü k ten sonra, buna şu iki cüm leyi ekledi: «Avakıbı
ne olursa olsun, bunu silâh kuvveti ile halle kudretimiz vardır.
Ordumuz hazır ve hattâ sabırsızdır.»
L ozan’a verdiğim iz son ta ilm a t budur. F a k a t b u da öteki­
le r gibi, K östence’den geçerken İngilizler tara fın d a n alınıp
okunm uş olduğundan, 23 tem m uz 1923 günü L ozan’da sulh mu*-
ahedesi im zalanm ıştır.
în gilizler m alûm E ntellicens S ervis’lerin in çeşitli im kânla­
rı ile sırlarım ızı ararken, ellerine geçirip o kudukları bu haklı
tehdidim izden k u şkulanıp da m uahedeyi im zalam am ış olsalar
ve böylece in k ıta (kesilm e) de b ir olup b itti halin e gelseydi, or­
dum uz elb ette T rakyaya yürüyecekti. Ç ünkü daha fazla d u ra ­
cak, bekleyecek durum da değildik. Silâhı elinde bekleyen or­
dunun, h a ttâ L ozan’daki m urahhas h ey etin in de, m ilyonlarca
lira m asrafı oluyordu. D aha fazla bekleyem ezdik. İngilizler de
b u n u biliyorlardı. H ülâsa: Lozan’da -aram ızda hasıl olan anlaş­
m azlık lara rağm en- m em leket hesabına yapılm ası im kânı ola­
n ın en iyisi yapılabilm iştir.»
ALİ ŞÜKRÜ BEY HADİSESİ

L ozan m ü zakerelerinin kesildiği günlerdi. M urahhas he­


yetim iz A n k aray a dönm üştü. Bu heyette, bahriyem izi
tem sil eden deniz y arb ay ı Şevket (D oruker) Millî M üdafaa Ve­
k ili K âzım P aşayı (Özalp) ziyaretle, L ozan’da bahis konusu
olan bazı askerî m eselelere d air kendisi ile görüşm üş, K âzım
P aşa da bana b u n u hikâye ile «— B ir şeyler söyledi am a, deniz­
ciliğe a it olduğu için anlayam adım , gelsin size anlatsın.» dedi.
Ben de kendisini çağırttım , geldi. K apıdan içeri girer girm ez;
«Millî M üdafaa V ekiline a n lattık ların ız n e idi?» dem em e k al­
m adı, Şevket bey: «— B eyefendi, A ğabeyim kayıp...» diye ağ­
lam ağa başladı ve ağabeyi Trabzon m ebusu A li Ş ü k rü beyin üç
gündür, y an i m a rtın 27 inci salı akşam ındanberi eve gelm ediği­
mi söyledi. S oruşturm uşlar, a ra tm ışla r bulam am ışlar. En son
K araoğlan çarşısında, köşedeki ku y u lu kahvede otu ru rk en , y a­
nına gelen G iresunlu «Topal» diye m aru f O sm an A ğanın m u­
hafız bölüğü kum andanı M ustafa K ap tan ile b erab er kalkm ış,
b irlik te g itm işler... O ndan sonra gören olm am ış...
Ş evket beye o tu r dedim . Ve derh al gereken e m irle ri v e re ­
rek aratm ağa başladım . A yni zam anda, O sm an A ğanın adam iy-
le kahveden gittiğinden, bu ağayı da aratıyordum . F a k a t A li
Ş ü k rü bey gibi, o da m eydanda yoktu. Ş ü k rü bey bazan a tın a
biner, h alk la tem as için köylere giderdi. A caba yine öylem i
y a p tı diye, a ra tm a y ı köylere k a d a r teşm il ettim . Yok, yok.
A n k ara valisi A bdülkadir bey, jan d a rm a kum andanı, po­
lis m ü d ü rü , b ü tü n zabıta k u v v e tle ri seferber olduğu, h a ttâ ken­
di arabam ı da aram a işlerine verdiğim halde, iz bile bulu n am ı­
yor.
Denizci olm akla beraber, daha ziyade İstan b u ld ak i D onan­
m a C em iyetinin n eşriy atın d a çalışm ış ve m atbaa sahibi, gaze­
teci de olan A li Ş ü k rü bey, B üyük M illet M eclisi açıldığı gün­
den b eri h e r vesile ile yaptığı m u h alefetlerle d ik k at nazarım
çekm iş bir m ebustu. Bu sebeple m eclisteki m uhalifler, kaybol­
m a haberini a lır alm az, olaya bir siyasî cinayet rengi verm ek
istem işlerdi.
M eclise gittim . B ilhassa E rzu ru m m ebusu H üseyin A vni
bey, kendisine has h ita b e t edesiyle, sesini alabildiğine yüksel­
terek ; «Ey m illetin Kâbesi!.. sana da m ı taarru z?. A li Ş ük rü
bey g ü n lerd ir k a y ıp tır da, hü k ü m et bulam ıyor. Evet, azam etli,
şerefli bir tarih in sahibi, b ir m illetin vekili kayboluyor da, hü­
k ü m et bulam ıyor!.. Böyle h ü k ü m et olmaz. A li Ş ü k rü Beye te­
cavüz eden, m illetin nam usuna tecavüz etm iştir. Böyle nam us­
suzlar yaşam am alı, k a h r olm alı...» diye b ar b ar bağırıyor, m u­
h alif ark ad aşları da «Kahrolsunlar*, böyleleri yaşatılm az.» ni-
d alariyle onu teşçi ediyorlardı.
H em en kürsüye çıktım . B üyük M illet M eclisi âzasından bi­
rin in kayboluşunu, lâyık olduğu önem ve ciddiyetle telâk k i e-
derek dündenberi seferber ettiğim iz zabıta kuv v etleriy le yap­
tığım ız ara ştırm a lard a n henüz bir netice alam am ış olm am ıza
rağm en, gece gündüz devam eden çalışm alarım ıza hız v ererek,
behem ehal bir neticeye varacağım ıza em in olm alarını ve bu
arad a A li Ş ü k rü beyin b ir kazaya uğram ış olduğunu ü m it e t­
m ek istediğim i, aksi ta k tird e bir suikaste m aruz kalm ış ise, çok
dilhûn olacağım ı ve o ta k tird e h e r halde m üsebbiplerinin m ey­
dana çıkarılıp, bu m illetin adliyesine şeref verecek tarzda ceza­
land ırılm aların ın h ü k ü m etin m ukaddes vazifesi olacağını söy­
ledim ve bunu bekleyerek, sakin olm alarını bilhassa heyecana
k ap ılarak işi bü y ü tm ek ten çekinm elerini reca ettim .
Bu tem inatım a rağm en bazı m ü frit m uhalifler, h â lâ şüp­
heli b ir tav ırla, itim atsızlık göstererek, hü k ü m etin daha evvel­
ki b ir hâdisede olduğu gibi, bu işi de ört bas edeceğinden çekin­
d iklerini açıkça söylüyorlardı.
D aha evvel olduğunu iddia e ttik le ri hâdise, bir m ü d d et ev­
vel bir cinayete k u rb an olan T rabzonun kayıkçılar kâhyası
Y ahya reisin k aatillerinin, h a ttâ bu iş için m eclisten b ir ta h ­
kik heyeti seçilip gönderilm iş olduğu halde, bu güne k a d a r
m eydana çıkarılm am ış oluşu idi.
Bazı m ebuslar bunu h a tırla y a ra k bana: «Fena m isaller
var.» diye bağırıyorlardı. B unlara da cevap vererek: «M erak
etm eyiniz. Dedim, T ü rk iy e B üyük M illet M eclisinin h ü r adli-
yesi dünden beri serbest olarak vazifesini yapm akla m eşgul­
dür. H er m edenî ve m üstakil m em lekette olduğu gibi b u rad a
da bu işin em niyet ve selâm etle tak ip edilm ekte olduğundan
em in olunuz. B en h ü k ü m et başkanı olarak, eğer bu işi y ap a­
m azsam hiç tere d d ü t etm eden yüksek M eclisinize gelir, kudre-
ALİ ŞÜKRÜ — TOPAL OSMAN

D e n M a lta d a bulu n d u ğ u m sıra la rd a , E nver P aşay ı K a f-


k a sy a d a n m em lekete getirm ek istiy en T rab zondaki k a -
yıkıçlar k âh y ası Y ah y an ın öldürülm esi üzerine, h âdiseyi t a h ­
kike giden Ali Ş ükrü, K âh y a m n , T opal O sm an ’m a d a m la n t a ­
ra fın d a n v u ru ld u ğ u n u te sb it etm iş ve A n k aray a dönüşünde de
b u n u gerek m ecliste, gerek d ışa rıd a söyler d u ru r olm uş. E sa-
sen; Ali Ş ü k rü B eyin b ab a sm a a it T ireboludaki a ra z in in b ir
k ısm m a tecavüz etm iş olduğu m eselesinden dolayı T opal Os-
m a n la a ra la rı ö ted en b eri iyi değilm iş.
M ecliste Lozan m eselesi ta rtışıld ığ ı sırad a, m u tta sıl
sözü kesilerek m üdaheleye m aru z k a la n M u stafa Ke-ı
m al P aşa n ın , asabiyetle k ü rsü d e n in erk en , Ali Ş ü krü’n ü n üs­
tü n e yürü d ü ğ ü gün, T opal O sm an d a m ecliste dinleyiciler loca­
sın d a bulun u y o rm u ş ve ertesi g ün de Ali Ş ü k rü o rta d a n kay­
bolm uştu. Bu te sa d ü fü çeşitli şekillerde te fsir ed en ler v a rsa da,
bence T opal O sm an ’ın Ali Ş ü k rü Beye husum eti, y u k a rıd a k ay ­
d ettiğ im sebeplerdendir.

tim in kifayet etm ediğini size söylem eyi b ir vazife bilirim - B un­
dan em in olunuz. H epim iz bu m illetin k u rtu lu ş ve istiklâlini
h er şeyin üstünde en aziz gaye biliyoruz. H içbirim iz bundan
başka bi rşey düşünm üyoruz. B u itib arla vazife gören selâhi-
yetlileri zorluğa düşürm em ek için neticeyi beklem eyi hikm et-i
h ü k ü m et ve hikm et-i adaletle ve m eselenin en salim su re tte
halli bakım ından z a ru rî görüyorum ve a rz ediyorum , çalışıyo­
ruz. M eseleyi aydınlatacağız. A ydm latam azsak, size gelip aczi­
mizi itira f edeceğiz.»
B enden sonra konuşan K ırşeh ir m ebusu -Eski A nkara v a­
lisi- Y ahya G alip bey: «Ankara gibi b ir yerde, elli altm ış saat
geçtiği halde bu k a d a r m ühim b ir m esele hakkında, h ü k ü m etin
hâlâ vaad-ü v aid ’de bulunm asına h a y re t ediyorum . H üküm et
reisi olan beyefendi hâlâ inşallah bulacağız, çalışıyoruz, diyor­
lar. N için bulam ıyorlar, bu k a d a r polis, jandarm a, m em u r ne
güne duruyor, ne bekliyor, ne y apıyor efenidler?» derken, Lâ-
zistan m ebusu Ziya H u rşit bey de:
«— F ena m isaller var, endişem iz bundandır. U zağa gitm i-
yelim , şu bizim m illî hüküm etim iz zam anında, daha dün dene­
cek k a d a r yakın günlerde vukua gelen suikast m eselesini h a­
tırlam am ak im kânı v a r m ı? T rabzon’da güpe gündüz hüküm e­
tin ve k ışlaların karşısında üç yüz k u rşu n atılm ak su retiy le
yapılan suikasdin failleri bulu n m u ş m u d u r? H âlâ bekliyoruz.»
diye ortalığı k ışk ırtm ak ta n ve b u arada: «H üküm et tah k ik a tı­
nı bitirsin, gelsin olup b iten leri bize anlatsın, ondan sonra m u t­
m ain olm azsak, yapacağım ız iş basittir» diyerek işi teh d id ile
hük ü m eti düşürm eğe k a d a r götürm ek isteyenler vardı-
Meclis havasım b u lan d ıran bu tarzd a konuşm aların ark ası
gelm iyor ve hem en hem en hiç b ir m ebus da hü k ü m et lehine
söz söylem eğe âd eta cesaret edem iyordu. T e k rar kü rsü y e çık­
tım ve son olarak dedim ki:
«M uhterem ark a d a şla rd an b azılarının sözlerine cevap v er­
m ek lüzum unu duyuyorum . Evvelâ; îm a b u y u ru la n Trabzon
hâdisesinin cereyan tarz ı cüm lenizin m alûm udur. B u hadise­
n in tahkikine, yüksek m eclisiniz tara fın d a n seçilen b ir h ey et
de gönderilm işti. C ihanın duym asını istiyerek diyorum ki; o
h ü r ve serbest tah k ik h ey etin in hü k ü m ete verdiği rap o r dik­
k atle n azara a lın a ra k ta tb ik edilm iştir. Bu m illetin şerefi, is­
tiklâli ve varlığı bahis m evzuu olurken, hislere kapılıp, işe fır­
ka m eseleleri karıştın İmam alıdır. M uhalefet hu değildir ve
şimdi m uhalefetin sırası değildir. Ortada hepimizin ehemm i­
yetle üzerinde durması gereken tek m esele vardır ki, o da bu
m em lekette kanunun hâkim iyeti ve adaletin m utlak tecellisi
davasıdır. Bugün bundan başka birşey düşünemeyiz. Gurup
varsa, fırka varsa, hizip varsa bu m eselede bunlar yoktur.
T e k rar ediyorum , şim di h e r tü rlü h islerden sıyrılıp, hep b irlik ­
te bu m esele etrafın d a toplanm am ız gerektir. H âlâ ned en b u ­
lunm adı, neden b ulunam ıyor da, sade vaad ediliyor, diyorlar.
B unda sui tefehhüm olsa gerektir, hâlâ neden bulam adığım ızı,
şu sa atte bulacağız dem ek im kânı olm adığı için söyledim . G a­
ipten h ab er verm ek k u d retin d e değiliz. O rtada esrarengiz b ir
olay var. B unun çözülm esi zam ana bağlıdır. Biz, elim izdeki bü­
tü n im k â n la rı bu işi aydınlatm ağa h asretm iş bulunuyoruz. S ır­
rı keşf etm ek için olanca kuvvetim izle gece gündüz çalışıyoruz.
A llahın yard ım ı ile keşf edeceğiz. F a k a t b u n u n saatini, dakika­
sını ta y in etm ek k u d retin i hm> değiliz. Bu arada, b ir a rk a d a ­
şım ız beylik sözler söylediğim i ileri sürdü. E fendiler, sözlerim
h ü k ü m et sözüdür. B ü tü n şüm uliyle, bilinerek, düşünülerek,
in an ılarak , sorum luluğu id râ k olu n arak söylenm iş h ü k ü m et
sözüdür. H üküm et isterse gizli celse yapsın, orada söylesin di­
yenler vard ır. Hayır efendiler, bizim gizli hiç bir şeyim iz yok­
tur ve olmıyacaktır. Her şeyim izi açık celsede, m illetin göz­
le ri önünde apaşik âr konuşacağız. M üsterih olun efendiler, h ü ­
k ü m et vazifesini behem ehal y ap acak tır ve yapıyor.»
B u ifadem üzerine, M eclise başkanlık eden Ali F u a t Paşa
(Cebesoy) da tesk in edici bazı sözler söyledi ve o günkücelse
d e bu k ad arla kaldı.
F a k a t ertesi günü meclis, m eseleyi yine ele alarak, benim
gıyabım da bir sü rü tartışm a la ra yol açmış isede, A dliye V ekili
R ıfa t bey: «Geçen celsede reisim izin arz ettiği gibi, hü k ü m et
bu işe ehem m iyetle el koym uş ve kanunî vazifesini ypam akta-
dır. B ü tü n b u n lar istin tak dairesinde ve tabiî kanunen gizli
o larak y ü rü tü lm ek ted ir. Şim di b u rad a bu hususta fazla birşey
söylem ek doğru olmaz» diye o günkü tartışm a la rı d u rd u rm ak
istem işsede, bilhassa m uhalif m ebuslar: «Adliye V ekilinden b ir
şey sorm adık, R auf Bey gelsin, dündenberi ne oldu anlatsın,
bizleri aydınlatsın. M illetin v ekilleri olarak bunu istem ek h a k ­
kım ızdır. K aybolan ra st gele b iri değil, koskoca M eclisin m u h ­
tere m b ir âzasıdır. H üküm et Reisi derhal izahat verm elidir.»
diye illâ da benim gelm em i istem işlerdi.
H albuki o sırada benim , Meclis m üzakerelerine filân k a tı­
lacak vaktim yoktu. Ç ünkü, devam lı a ra m ala r neticesinde, fa­
k a t tesadüfen, yani Ç ankaya yolundan geçen aram a ekibine
m ensup jan d arm a, ana yoldan ay rılıp ta rla y a sapm ış olan bir
a ra b a n ın izini tak ip edince, orada yeni kazılm ış b ir çukurda
A li Ş ü k rü beyin cesedini bulm uştu. Cesedin avucundaki sım ­
sıkı tu tu lm u ş b ir sandalye ayağının da, topal O sm anın evinde
b u lu n an k ırık sandalyeye a it olduğu tesb it edilince, m uam m a­
y ı çözecek ipucu elde edilm iş bulunuyordu. A yni zam anda ya­
k alan an O sm an A ğanın adam ı M ustafa K ap tan ın da verdiği
ifadede: «Trabzondaki Y ahya K âhyayı, O sm an A ğanın ö ldür­
d üğünü şurada b u rad a söylediğini duyan ağanın teşvik ve te r ­
tibiyle» A li Ş ü k rü beyi kuyulu kahveden dostça alıp: «Ayağın­
dan k u rşu n çıkardılar, haydi kalk gidelim , yatıyor, sizi çok se­
ver, b ir ziy aret edip h a tırım sorarsınız.» diye evine götürdüğü­
n ü ve orada y a ta k ta bulunan A ğanın karşısında oturup, ikram
edilen kahveyi içerken, arkasından anî bir h arek etle üstüne
a b an ılarak boğulduğunu» itira f edişi üzerine olay tam am iyle
aydınlanm ıştı.
A kşam üstü M eclisteki odam da çalışırken, bu hab eri bana
getirdiler. H em en Ç ankayada bu lu n an M ustafa K em al P aşaya
b ir tezkere yazdım : «Ben istasyona gidiyorum . Y em ekten son­
r a gelip, sizinle görüşeceğim.» dedim . F a k a t istasyondaki dai­
red e yem ek y erk en b ir de baktım , M ustafa K em al Paşa, L âtife
hanım la berab er otom obille geldiler. K arşıladım ve olup b iten ­
le ri anlattım . D ikkatle dinledikten sonra :
«— Şim di ne düşünüyorsunuz?» dedi.
«— B ir şey düşündüğüm yok. Topal Osm anı yakalam ak
lâzım . Ç ankayanın arkasında, A yrancı tara fın d a Papasınbağı
denen yerde bulunduğu zannediliyor.
«— N asıl yakalayacaksın?»
«— M eclis M uhafız kıtası ile...»
B u sözüm üzerine, M ustafa K em al Paşa endişeli bir ta v ır
takındı:
«— Meclis Muhafız Kıtasında, Topal Osmanla gelm iş Ka­
radenizliler var, Bunlar birbirlerine ateş etm ezlerse ne sen, ne
ben, ne Ankara... Bir şey kalmaz...» deyince, b ir an düşündüm .
A nk arad a bu m uhafız k ıtasından başka asker denebilecek b ir
şey yoktu. Jan d arm an ın çoğu bile cephede bulunuyordu. Şu
halde, ne yapacaktık? C inayet işlediği tah a k k u k eden b ir insa­
nın, A n k ara sokaklarında ko lların ı sallaya sallaya gezm esine
göz yum m ak... Bu benim harcım değildi.
Sonra b ir de M eclis vardı. K ırk sekiz saattir; bulun, ada­
le ti yerin e g etirin diye fe ry a t eden b ir Meclis. B ü tü n b u n ları
düşünerek, M ustafa K em al P a ş a y a :
«— Suçluyu yakalatmak, m utlak lâzım ... Eğer Başkuman­
dan sıfatiyle ve herhangi bir mülâhaza ile sizce buna lüzum gö-
rülmüyorsa, benim yarın bunu M eclise anlatmam icap edecek­
tir, dedim .
B unun üzerine M ustafa K em al Paşa, m uhafız ta b u ru k u ­
m an d an ı İsm ail H akkı beyi çağırttı.
İsm ail H akkı bey gelince, M ustafa K em al Paşa O sm an A-
ğayı y akalam ak için nereden, ne su retle hücum edilm esi gerek­
tiğini, krokisini de çizerek kendisine a n la ttı ve ta b u r h a re k e t
etti.
Ben, sabırsız ve heyecanla istasyon p latform unda b ir aşağı
b ir y u k a n gidip gelerek, d u ru m u n alacağı şekli beklerken, A li
F e th i bey aklım a geldi. O da Ç ankayada M ustafa K em al P aşa­
n ın köşküne y a k ın b ir y erd e oturuyordu. O sm an A ğanm , ü stü ­
n e varılacağını sezince, y u k arıd an fırlay ıp hücum ettiğ i Ç an­
kaya köşkünde, kim seyi bulam ayınca kapıyı kırıp, p altoları fi­
lân p arçalay arak ortalığı k a rm a karışık etm iş olduğunu hab er
alınca, «Ya F e th i beyin kanım ını da dağa kaldırm ağa kalkarsa,
ne yaparım ?» diye hem en F e th i beye haber gönderdim . O da:
«Hanım hasta, çıkam am , gelemem.» diye cevap gönderdi.
O esnada Ç ankaya istikam etinden silâh sesleri başladı. Si-
lâh seslerini duyunca: «Hah... O sm an A ğayı çevirdiler...» diye
ferahladım , geniş b ir nefes aldım- B ir m üddet sonra, hab er gel­
di: «Osman ağa a ltı yardım cısı ile v u ru lm u ş ve ele geçirilm iş­
tir.»
R auf bey bu haberi derh al M eclise vererek, a rtık aydınlan­
m ış olan m eeslenin, adalete in tik al eden safhasının da yakında
açıklanacağına göre gayri m ü sterih olarak ve şu nazik zam an­
da m em leket m en faatlerin i gözönünden ay ırm ıy arak işin izam
ile b ir politik çekişm e konusu şekline sokulm asının doğru ol­
m ayacağını ve h ü k ü m etin vazifesini iyi bir yolda neticelendir­
m esine im kân verilm esi içn, tartışm a la rd a n da vaz geçilm esini
sam im iyetle reca etm iş ise de, iptidadan b e ri heyecan ve asa­
biy etlerin i dizginleyem eyen m alûm m ebuslar, bu sefer de, a r­
tık m erh u m olan A li Ş ü k rü beyin, m illî hakim iyet u ğ ru n d ak i
pervasızca m ücadelelerini sayıp dökerek, onun ölm ediğini, öle-
m iyeceğini ve m ü b arek kab rin in kendilerine ebediyen h ü rri­
yet dersi vereceğini söyleye söyleye, k aatillerin e lân e tle r yağ­
d ırırken, işi yine m uhalefete döküp hü k ü m ete ve dolayısiyle
R auf beye ve M ustafa K em al P aşaya da târizle rd e b u lu n u y o r
ve O sm an ağa gibi başı bozukların rü tb eler, m ansıplarla silâh­
landırılm ış olm asını şiddetle te n k it ve bu a ra d a R auf beye h i­
tapla:
«Beyefendiye sorarız, bazı cahil, cani, k aatillere nasıl k u ­
m andan h ü v iy eti verilir?» diye bağırıyorlardı.
H albuki daha düne k a d a r b u b a ğ ıra n la r da gerek O sm an
ağayı, gerek onun gibi sivil -çete kum an d an larım - h e r vesile
ile saygı ve sevgi ile b ire r m em leket fedaisi olarak alkışlayıp
d u ruyorlardı.
R auf bey, b u «dün» ü u n u tarak , kendisine tariz edenlere:
— Efendiler, dedi. Bu gibi sivillere silâh ve rütbe verilm iş
olmasının sebebini bilm eyeniniz yoktur. Şimdi bunu bu şekil­
de konuşmak caiz değildir. Bunu konuşma zamanı gelecektir.»
B u esnada M eclis Reisi de, konuyu değiştirerek, tartışm a ­
ların önünü alm ış oldu.
İŞİN DOĞRUSU

Ş ehit T rabzon m ebusu Ali Ş ük rü Bey m eselesi h ak k ın d a


cereyan eden m üzakereler sıra sın d a ben de m ecliste b u lu n d u ­
ğum için, o k a ra ve çok tehlik eli g ü n lerin y a şa tm ış olduğu h e ­
yecan ve n e fre tte n doğan ru h ! isyan o rta s ın d a söz alm ış olan
a rk a d a şla rın , v a ta n ın selâm et ve h ü rriy e ti ile a d a le t m e k a ­
nizm ası h ak k ın d a k i k o n u şm alarım büyük b ir c e saret ve p e r­
vasızlıkla y ap m aları ne derece ta k d ire lây ık ise, h ü k ü m e t reisi
R au f Beyin, adli ta h k ik a tın neticesin i beklem eleri h a k k ın d a k i
teklifine itid a l ve m a n tık la te ’lif edilem iyecek k a d a r aceleci
ve isy a n k â r karşılık verip heyecanı büyütm eleriyle, h ü k ü m ete
h ü cum ları o derece üzücü idi.
V ata n ın u ğram ış olduğu büyük m ağlûbiyet felâk eti üzeri,
ne te rh is edilen o rd u lar yerine T opal O sm an a ğ alar, Çerkeş
E them ler, P a rti p eh liv an lar, D em irci ve Y ürük E feler gibi
nice isimsiz k a h ra m a n la r silâ h a sarılıp d ü şm an k a rşısın a çık­
m am ış olsalardı, b ü tü n m em leketin istilây a u ğ ray acağ ın a şü p ­
he v ar m ı idi?
F a k a t b u n la rın gerek E them , gerekse O sm an a ğ a n ın so n ­
ra d a n yapm ış o ldukları fen a lık la rı itira f ederek, pişm anlık
gösterdiklerini de y ak in en biliyorum . Hele O sm an a ğ am n , Ç er.
kes E them isyanı sırasın d a, b irgün Recep P ek er’le k o n u şu r,
ken :
«— Y ahu E th em ’in yaptığı pek ayıp şeydir, lâk in E th em
gibi, benim gibi in sa n la rın y ap acak ları, en son h a re k e t te, is­
yandır. Ç ünkü serde cahillik var. Bizim gibileri yaşatm am alı.»
diyerek, kendi idam h ü k m ü n ü de çok evvelden verm iş olduğu­
n u u n u tam am .
Ali Şükrü Beye gelince, m e rh u m la b irlik te H ariciye E ncü­
m eninde çalıştığım ız için, k ü ltü r yüksekliği, k a ra k te r sa ğ lam ,
lığı, vatanseverliği ve h ita b e ti dolayısiyle h a k k ın d a saygı ve
sevgi beslerim . Ş a h a d e tin e siyasi re n k verm ek istiy enler a r a ­
sın d a belki de k arak u v v ete m ensup kim seler b u lunabilir. F a ­
k a t bu y a n h ş b ir düşünce m ah su lü d ü r. Ş ükrü Bey, d o ğ ru d an
doğruya, O sm an a ğ a m n T rabzon K ayıkçılar K âh y ası Y ah y a'­
n ın öldürülm esi m eselesinde p arm ağ ı o ld u ğ u n d an dolayı, o n a
m uğberdi ve bu yüzden O sm an a ğ a ile d arg ın d ılar.
F: 8
MUSUL’U NEDEN KAYBETTİK?

on zamanlarında Rauf Beyle, birgün Lozan’dan bahse­


S derken hatıralarında bu anlaşma hakkmdaki hükmünü
ifade eden: «Memleket hesabma yapılması imkânı olanın, en
iyisi yapılabilmiştir.» sözü üzerinde durmak istedim.
— Gerçi ayni sözü, Lozan Muahedesinin esaslarım hazır­
lanmış, imzalandıktan sonra da Büyük M illet Meclisinde mü­
dafaasını yaparak, kabulünü istemiş olan eski Hariciye Vekili
Yusuf Kemal bey de, söylüyor- Fakat, «Ne yapayım, m illetve­
killeri huzurunda müdafaasını yaptığım bir muahedenin, artık
kusurlarından bahsetmekte mazurum.» diyerek... Siz de ayni
düşüncede m isiniz beyefendi?»
Rauf bey, bir müddet düşündü, sonra:
— İfadem sarihtir, «imkânı olanın» diyorum. Daha iyisini
yapmağa imkân olmadı. Yoksa, kayıtsız şartsız «Lozan Muahe­
desi, yapmak istediğimizin en iyisi olmuştur.» demiyorum. El­
bette, istediğimiz, hem de m emleketin menfaatleri bakımından
üzerinde ehem m iyetle durarak, ısrarla istediğimiz birçok şey­
leri alamamışızdır. Meselâ, Yunanlılardan tazminat alamamı­
şızdır. Musul da öyle, bunca çalışmalara rağmen, gitmiştir. Fa-

Ş ah a d e tin d e n b ir kaç g ü n evvel Ş ük rü Bey m ecliste, H a ­


riciye E ncüm eninde b ir so h b et esn asın d a, O sm an a ğ a ile b a.
rışm ış old u k ların ı söylem işti.
Bu b a rışm a d a n bir kaç g ün so n ra d a ö ld ürüldüğü m eyda.
n a çıktı. Bu sebeple başk a tü rlü te fsire ve sû i-z a n la ra d ü şül­
m em ek en doğru n o k tai n azard ır.
O sırad a B aşvekil olan R a u f Bey de bu n o k ta -i n a z a rı k a ­
bul etm iş olarak, bu elim hâdiseyi, esasen ken d isinden bekle­
n en , son derece ih tiy a t, b a sire t ve liy ak atle id a re ve h a l ede­
rek, m eclisi ve dolayısiyle m em leketi büyük bir b u h ra n te h li­
kesinden, b a ş a n ile k u rta rm ıştır.
B irinci Büyük M illet M eclisinde
B u sra M ebusu
O p eratö r E m in E rkul
kat, bu no k talard ak i başarısızlığın sebebi veya sebepleri üzerin­
d e d urm anın zam anı değildir. E lb ette ta rih onları da ku rcala­
yacak, aydınlatacaktır. Bilhassa M usul için söylenecek çok söz
vardır- Bu m esele o zam anlar, M ecliste de gizli celselerde uzun
boylu tartışm a la ra sebep olmuştu.»
B u kısa açıklam adan sonra, ısra rla ricalarım üzerine R auf
bey, o gizli celselerde olup b iten leri de şöyle anlatm ıştı:

L ozanda M usul m eselesi konuşulurken İngilizlere evvelâ:


«Siz M usulu harple ele geçirm ediniz. B inaenaleyh ora­
sını boşaltıp yine bize iade ediniz. Ç ünkü M usul Doğu v ilây et­
lerim izin bir parçasıdır ve T ü rk tü r. Yalnız, M usulda p etro ller­
d e n filân istifade etm ek gibi, İktisadî m enfaatlerinizi düşünü­
yorsanız, onları sizi tatm in edecek su re tte aram ızda b ir anlaş­
m a ile h al edebiliriz.» dedik.
în gilizler bu teklifim ize karşı, «Hayır, M usul Ira k ’m bir
parçasıdır. O radaki m enfaatlerinizi n azaı-ı dikkate alarak, p et­
ro lle rd e n size bir hisse ayırm ak şartiyle, biz M usul’da kala­
lım.» diyorlardı. Bu konuda coğrafî, ırkî, İktisadî ve siyasî de­
lille re day an arak verdiğim iz cevaplarda M usul’u n T ü rk oldu­
ğ u n u iddia ile, haklarım ızı savunm akta devam ettik.
Sonunda, F ran sızların da kendilerine katılm asiyle, în g i­
lizler işi tehdide dökerek m üzakerelerin kesilm esine sebep ol­
du lar. M urahhas H eyetim iz B aşkanı İsm et P aşa da arkadaşla-
riy le A nkaraya döndü ve iş B üyük M illet M eclisine in tik al etti.
Meclis; «M usul’u verm eyiz, gerekirse bu uğurda te k ra r
h a rb e gireriz.» diye heyecan içinde idi.
Biz M ustafa K em al P aşa ile, ism et P aşadan gereken izaha­
tı alıp, d u ru m u tah lil ile tetk ik ettik te n sonra, esas itib ariy le
işi «Harbe gitm eden halletm enin bir çaresini bulmak» nokta­
sında m utabık kaldık.
B unun üzerine, İsm et Paşa, M ecliste gizli oturum da, um u­
m î heyet huzurunda, izahat verdi. F ak at m ebuslar, bu izahatı
tatm in edici bulm adılar. Benim de konuşm am icabetti. K ü rsü ­
ye çıktım , Lozanda olan b itenleri anlatarak, İsm et P aşanın da
d u ru m u liyakatle idare etm eğe m uvaffak olduğunu, bu cihet­
ten hiç b ir endişe duyulm asına y er olm adığını ifade ile e tra flı­
ca izahat verdim ise de, yine itirazlar dinm iyordu. B ir çok m e­
buslar, çeşitli so ru larla herşeyi ve bilhassa İsm et P aşanın Lo-
zandan ayrılm ad an evvel, M üttefiklere verm iş olduğu sulh
projem izin m uhteviyatını ve bunda M usul m eselesini nasıl hal­
letm ek fik rin d e olduğum uzu öğrenm ek istiyorlardı. H albuki,
bu p rojeyi m ebuslara bile açıklam ak, bizce birçok sebeplerle
ogün için m uvafık değildi. F ak at b u n u açıkça söyleyem ezdim .
O nlar ise, m ütem adiyen, bunu öğrenm ek istiyerek, İngilizlerle
b ir anlaşm aya varılm adığı ta k tird e sulh olm ıyacağm a göre, bu
vaziyette ne yapm ayı düşündüğüm üzü soruyorlardı.
D edim k i :
«— A rkadaşlar, biz harbi, ancak sulh için yaparız. S ulhu
h a rp için yapm ıyoruz. B inaenaleyh, m utlaka başarı ile sulha
varacağız. Endişe buyurduğunuz gibi, M isak-ı M illî’den feda­
k â rlık edilm ek su retiy le b ir sulh istihsali de bahis m evzuu de­
ğildir. B ü tü n haklarım ızı, isteklerim izi tatm in edecek bir sul­
ha varm adığım ız tak tird e, ne yapacağım ızı soruyorsunuz. El­
b e tte o ciheti de düşündük. A skerî durum um uzu inceledik. Ge­
nel K urm ay B aşkanlığının verdiği m alûm ata göre, em rinize
am âde b ir halde bekleyen ordunuzun, verilecek vazifeyi yap­
m ağa m u k te d ir b ir k u v vette bulunduğu kan aatin i edindik. M a­
liye V ekiliniz de, m illet ve m em u rların şim diye k a d a r olduğu
gibi, h e r tü rlü fedakârlığa k a tla n a ra k Y üksek M eclisinizin tek ­
lif edeceği v a ta n î hizm etleri yapm akta devam edeceklerini te ­
m in etti. B u cih etler m üem m en olduktan sonra, a rtık gerekir­
se h a rb e girebilir m iyiz, girem ezm iyiz m eselesi yoktur- Y alnız
düşünülecek b ir nokta vard ır. H arp edersek k â r m ı, za ra r m ı
ederiz? H arp n e k a d a r sü re r ve neticesi ne olabilir?»
Bazı M illetvekilleri burada, «Allah bilir» diye seslerini
yükselttiler.
Ben de c e v a b e n :
«— A llah b ilir am a, A llah da k u lla rın a h er işlerini düşü­
n erek y apsınlar diye bir akıl, fik ir v erm iştir. Biz de, işi A llah’a
havaleden evvel düşünm ek m ecburiyetindeyiz. B inaenaleyh
düşündük, tah lil ve tetk ik ile m uhakem eler neticesinde m ü tte ­
fik lere su nulan projem izde, esas olan m alî ve adlî istiklâlim izi
tem in etm ek şartiyle, uzun boylu m üzakerelere ihtiyaç göste­
ren İktisadî m eselelerle, M usul m eselesini tâ lik ve K araağaç­
ta n vazgeçm ek su retiyle sulh için teşebbüste bulu n m ay ı m üna­
sip gördük.
Bu teşebbüsüm üz netice verm iyecektir, verm iyebilir, sulh
da olm ayabilir, o v a k it h a rp te n başka çare kalm az. F akat, b u
k a ra r öyle h ay atî bir k a ra rd ır ki, verilm eden evvel herkesin
v e bilhassa d u ru m u bizim k a d a r y ak ın d an görm eyen ve bilm e­
yen m em leketin b ü tü n kadın ve erk ek lerin in y ü rek le rin d e ka­
lan tereddütlerle, şüpheleri izale ile onları yapılm ası gereken
h er şeyin yapıldığına ik n a’ ile tatm in ederek verilebilir.
İşte V ekiller H eyetinizin düşüncesinin esası budur. Yoksa,
hiç kim seye: «Biz size M usul’u bıraktık, K araağacı peşkeş çek­
tik, kapitülâsyonların şu kısm ını kab u l ettik, şu kısm ını etm e­
dik» dem edik. Şim di bu d urum da üzerinde d u ru lacak üç nokta
vardır-
M ü ttefiklerin verdiği sulh projesini kabul edip etm em ek...
B u noktada tereddüdüm üz yok, k a t’iyyen kabul edilemez. Bu­
nu atalım . İkincisi: Bizim son projem iz. H arbe girm eden ev­
vel, cihan huzu ru n d a son b ir defa daha sulh severliğim izi isbat
ile, içte ve dışta vicdanları tatm in edelim diye yaptığım ız bu
p ro je de kabul edilmezse, üçüncü çare, elbette h a rp tir.
F akat, te k ra r edeyim ki, üçüncü çareden evvel, projem izin
M üttefiklere verilm esi teşebbüsünü de yapm ak lâzım geldiği­
ne biz, V ekiller H eyeti olarak kaniiz. Siz de bunu tasv ip ediyor
m usunuz?»
Bu sualim üzerine, Meclis yine karıştı. B ilhassa ikinci gu­
ru b a m ensup m illetvekilleri, açık olan sorum u cevaplandıra­
cak yerde, bana bir sü rü şeyler sorm ağa başladılar. Bu arada,
«Musul m eselesi hakkındaki kanaatim i değiştirm iş olmakla»
ittih am a k a lk a n lar da vardı.
B u n lara da, cevap vererek, dedim k i :
«Hiç b ir zam an, hiç b ir hususta kan aatin i değiştiren bir
adam olm adığım ı siz de bilirsiniz. M usul m eselesinde de k a n a ­
atim i değiştirm iş değilim . Şim diye k ad ar ne dedim se, yine onu
söylüyorum : M usul m eselesi bizim için Doğu v ilâ y e tle ri m ese­
lesidir. Doğu v ilây etleri m eselesi, T ürkiye m eselesidir. İşte bu
k a d a r sarih konuşuyorum . Şim di siz de V ekiller H eyetinin arz
ettiğim veçhile, yapm ak istediğini tasvip edip etm ediğinizi lü t­
fen söyleyiniz...
Bu sefer, İkinci G u ru b u n en h a ra re tli sözcülerinden E rzu­
ru m M illetvekili H üseyin A vni bey, hiddetle ayağa kalkarak,
söylediklerim le, sorduklarım la hiç m ünasebeti olm ayan b ir çı­
kış yaptı:
«— A f’larm a m ağ ru ren söyliyeceğim, efendiler, dedi, R a­
u f bey ve ark ad aşları b u ray a iş görm ek için değil, iskandil için
gelm işler. O halde, boşuna v ak it geçirm iyep n, dönsünler git­
sin le r... Yoksa, b u rad a bu Meclis h u zurunda gerektiği gibi, va­
ta n î m eseleleri bahis m evzuu etsinler.
D erhal cevap verdim :
— B ü tü n konuştuklarım , sadece v a ta n ve m illet m eselele­
rid ir. H üseyin A vni beyin bu m eseleler hakkındaki hassasiye­
tin i bilm ekle beraber, karşısındaki ark ad aşların ın da ayni has­
sasiyette b u lu n d u k ların ı ta k d ir edem em esine h a y re t ediyorum .
Biz b u ray a iskandil etm eğe değil, dem ir atm ağa geldik. Bu li­
m anda bizim de hissem iz v ardır. H ariciye V ekili de M urahhas­
la r heyeti reisi sıfatiyle gereken izahatı verdi- Ona da itiraz e t­
tiler. V ekiller H eyeti Reisi, H üküm et azalarının m ü şterek va­
zifelerinden m esuldür. Ve burada, bu m esuliyeti m ü d rik olarak
konuşuyor, h er suali de cevaplandırıyor. Öyle iken iskandil a t­
m ağa geldi, diyorsunuz. Beyefendi, biz v atana hizm et vazife­
siyle iftih a r ederiz. F akat eğlenilm eğe taham m ül edemeyiz.»
Sesler y ü k s e ld i:
— H ayır, siz bizim le eğleniyorsunuz!...
D evam ettim :
— Rica ederim , gayet ciddî m eseleler üzerinde konuşuyo­
ruz. Çok m ühim , bu günü değil, y arın ı ve b ütün b ir geleceği
sağlayacak veya sarsacak derecede m ühim k a ra rla r alm ak üze­
reyiz. Benim kanaatim budur: A ltıyüz yıllık bir geçm işi tasfi­
ye ediyoruz.» derken, M ustafa K em al Paşa da Meclise geldi,
biraz sonra söz alarak, kürsüye çıktı, ve o da, m eselenin cid­
den çok önem li ve nazik olduğunu, serin kanlılıkla görüşülüp,
tartışılm ası gerektiğini söyleyerek, m illetvekillerini sükûnete
dâvet etti. M ustafa K em al Paşa, hüküm etle, m illetvekilleri
arasında, b ir nevi arabulucu vaziyeti alarak, b ü tü n olup b iten ­
leri benim an lattığ ım gibi izahtan sonra kısaca :
«— B ugün hepim iz kolaylıkla anlayabiliriz ki, M usul’u
verm em ekte ısra r edersek, derh al m uharebeye gireriz. Bu se­
beple M usul m eselesini bir yıla kadar halletm ek üzere tâlik
edip sulha geçm ek ve böylece m uharebeyi kabul etm em ek m üm ­
kündür. K abil m idir ve faydalı m ıdır? İşte bunu da kolaylıkla
düşünüp, bir k a ra ra bağlayabiliriz. Lüzum görürseniz bugün
M usul m eselesini m üsbet veya m enfi b ir su re tte derhal halle­
deriz. M usul m eselesinin hallini, m uharebeye girm em ek için,
bir sene sonraya tâlik etm ek dem ek, ondan vaz geçm ek dem ek
değildir. Belki bunu elde etm ek için, daha k uvvetli bulunaca­
ğımız zam anı bekleyerek, bugün sulhu yaparız, bir veya iki ay
sonra da M usul m eselesini halle kalkarız. Fakat, bugün M usul
m eselesini halletm ek istediğim iz vakit, bu m eselede karşım ız­
da yalnız İngilizler değil, F ransızlar, İtaly an lar, Ja p o n la r ve
b ü tü n dünyanın d ü şm a n la n v ardır. S u lh ten sonra yalnız İngi­
lizlerle karşılaşacağız ki, bunda elb ette m enfaat v ard ır. Yoksa
M usul m eselesini bugün halledeğiz, ordum uzu yürüteceğiz, bu­
gün alacağız dersek, bu elb ette m üm kündür. M usul’u gayet ko­
laylıkla alırız- F ak at M usul’u a ld ık ta n sonra m u h areb en in he­
m en sona ereceğine k aan î olam ayız. Şüphesiz orada da ay rıca
bir h a rp cephesi açm ış olacağız. Sözüm ün sonu şudur: «Vekil­
le r H eyeti kendi m esuliyeti dahilinde, M urahhas H eyetine ye­
niden talim at verip, vazifesine devam e ttirm ek isteyebilir, ya­
h u t m en’ edip b ir harb e başlam ak olabilir. Siz, hangi şıkkı te r­
cih ediyorsunuz?»
M ustafa K em al P aşam n da bu açıkça konuşm asına rağ ­
m en M eclisteki m uhalifler, sükûnet b u lacakları yerde, b ü tü n
b ü tü n asabileşerek, m ütem adiyen itirazlar, çeşitli su allerle or­
talığı g ü rü ltü le re boğarak, n ih ay et P aşayı da fena halde sin ir­
lendirm işlerdi. B u arada, Trabzon M ebusu A li Ş ü k rü bey, bazı
ark ad aşlariy le kürsü y e k ad ar y ü rü y erek , m u tlak a konuşm ak
istiyor; «Benim de söz söylem eğe hak k ım yok mu?» diye b a r
b ar bağırıyor, k ü rsü d en inm ek üzere olan M ustafa K em al P a ­
şa da, kendisine: «Bir h a fta d ır du rm ad an konuştuğunuz yetm i­
yor m u? D aha ne istiyorsunuz? İşi bu dereceye g etirm ekle
m em lekete z a ra r veriyorsunuz.» deyince, o rtalık b ü sb ü tü n ka­
rıştı. M ustafa K em al P aşa bağırıp çağıran bazı m ebusların or­
tasında kaldı ve b unlar:
«Biz de m illetvekiliyiz! K im i teh d it ediyorsunuz? Meclis­
te a rtık em niyet kalm adı mı?» diye seslerini y ükselttikçe du­
ru m pek tehlikeli bir h al alıyordu.
M eclise başkanlık eden A li F u a t P aşanın sükûneti sağla­
m ak için sarf ettiği g ay retlere rağm en, M ustafa K em al P aşaya
karşı hiddet ve şiddetle: «Söylediğimiz sözlerin v atana hizm et
olup olm adığını biliriz. K im seden ders alm ağa ihtiyacım ız yok­
tur!» diye b ağ ıran ların y a ra ttık la rı elek trik li h av an ın kargaşa­
lığı, bir faciaya yol açm ak üzere idi. İşte bu esnad A ali F u a t
Paşa, B aşkanlık m akam ından: «Efendiler, cira ederim , sakin
olunuz...» diyerek, M eclisin m eşh u r çanını, b irb irin e girm ek
üzere olanların ortasına fırla tıp attı. Ve bu b ir an lık filî m üda­
haleden istifade ile m üzakereyi kesti-
M eclisin ötedenberi, g ü rü ltü le ri dindirm ek için son çare
olarak B aşkanca sadece ucundan tu tu lu p sallan arak çalınm ası
âd et olan çan, ilk defa olarak, ortaya fırla tılıp atılm ış oluyordu.
B şka çare de yoktu. A ksi tak tird e, belki de silâhlar da p atlay a­
caktı. A li F u a t P aşanın bu rad ak i ânî h arek eti çok iasbetli ol­
m uştu.
KARAAĞAÇ VE İK İ MİLLETVEKİLİ

L ozan m ü zak erelerin in e n h a ra re tli sa fh a sm d a ben


«K araağaç» ta n vazgeçilm esi g erektiğini ileri sü rd ü ­
ğüm sırad a, E dirne m illetvekilleri Şeref ve F aik Beyler de K a-
ra a ğ a ç ’ta n k a tiy e n vazgeçilm em esi h a k k ın d a b ir ta k r ir vere­
rek, vazgeçilirse E d irn e ’n in de kaybedilm iş sayılacağını ileri
sü rd ü ler ve m u h a lif m illetvekilleri de bu ta k riri şiddetle des­
te k le r vaziyet alıp işi dem agojiye döktüler.
H albuki ayni E d im e m illetvekilleri M a lta d a iken, İngiliz
k u m a n d a n ın a b aşv u ra ra k E d irn en in T ürkiye h u d u tla rı dışında
kalm ış o lm asm a göre, k en d ilerin in de a rtık , T ürk uyruklusu
sayılm ayıp serb est b ıra k ılm a la rım istem işler ve bu m ü n a seb e t­
siz h a re k e tle rin i h a b e r alıp ta , «ne yaptınız?» diye kendilerini
ta k b ih e ttiğ im zam an, k a rşım d a ağlam ışlardı.
İşte m ecliste b ah settiğ im ta k rirle ri m üzakereye konup ta,
ta rtış m a la ra yol açtığı zam an, k en d ilerin i b ir k e n a ra çektim ;
M altad ak i m eseleyi h a tır la ta r a k h e r şeyi açık lam ak m ecburi­
y etinde kalacağ ım ı söyledim.
«Aman R a u f Bey, rezil oluruz, m ahvoluruz» diye y alv ara­
rak, İsra rd a n vazgeçip susm uşlardı.

B u suretle, m üzakereler kısa bir tatild en sonra, te k ra r baş­


ladığı zam an nisbeten sakin b ir hava içinde, reye konan ta k ­
rirle r okundu. F a k a t İkinci G urup m illetvekilleri, yine çeşitli
sebeplerle itira z la ra başladılar. B en de yine konuşm ak zorun­
da kaldım . B ir defa daha d u ru m u izahla, neticeye geldim ve
dedim k i :
— Biz işte uzun uzadıya an lattığ ım şekilde çalışabiliriz.
Başka tü rlü yapam ayız. Bu sebeple, bizim ileri sürdüğüm üz
şa rtla rla çalışarak sulh yapm am ızı doğru b u lm ay an lar elbette
bize itim atsızlık rey i v erm ek te serb esttirler. İtim atsızlık, reyi
alırsak, yerim ize başka ark ad aşlar gelir ve biz de onlara eli­
m izden geldiği k ad ar y ardım ı b ir vazife b ilü rz »
Ben su stu k tan sonra, m üzakereleri y e te r görenlerin ta k riri
rey e konurken, itim at rey i isteyişim de d ik k at nazarına alına­
ra k neticede; M eclisin çoğunluğunun m üzakereleri y e te r b u l­
duğu ve hüküm ete itim a t ettiğ i anlaşıldı. B u su retle g ünlerdir
işi gücü bırakarak, içine daldığım ız g ü rü ltü lü p a tırd ılı v e da­
h a çok şahsiyata dökülen tartışm a ve çekişm elerden k u rtu lu p
selâm et sahiline çıkm ış oluyorduk, am a itira f ederim ki, ben
henüz geniş bir nefes alabilm iş değildim .
H er neyse, bu konuya daha sonra geleceğim . M eclisle işi
b itird ik te n b ir m üddet sonra, m u ra h h a sla r heyetim iz te k ra r
Lozana gitti ve bilindiği gibi su lh u yaptı. B u sulh m uahedesile
M usul m eselesi talik, yeni b ir m üddet sonraya bırakılm ıştı. On­
d an sonraki safhalarda m alûm dur. Y alnız bilinm ediğini zan­
n ettiğ im bazı safhalarda v a rd ır ki, sırası gelm işken o n la n da
a n la tm a k faydasız sayılm az. Bu konuda benim bildiklerim şun­
la rd ır :
İkinci devrede E dirne M ebusu olan C afer T ayyar Paşa,
M eclise gelip de teşriî vazifesine henüz başladığı günlerde, cep­
h e le rin lâğvı ile kolordu teşk ilâtı yapılm asına k a ra r verildiği
için, onu da D iyarbakıra kolordu kum andanı olarak gönderm ek
istemen M ustafa K em al Paşa, y an m a davetle, pek ehem m iyetli
olan M usul m eselesinin h â lâ m u allâk ta olduğunu, ne suretle
halledileceği de henüz m alûm olm adığı için D iy arb ak ıra fazla
k u v v e t toplam ak m ecburiyeti duyulduğunu an latarak : «Bu
k u v v etin başına itim at ettiğim iz k ıym etli b ir arkadaşın gitm e­
sini istiyoruz. Bu sebeple Fevzi P aşa (M areşal) ile de m utab ık
k alarak, zatı âlinizi in tih ap ettim . K abul ederseniz m em nun
olurum » diyor.
C afer T ayyar Paşa, m illetvekilliğinin bakî kalıp kalm ıya-
cağını soruşu üzerine, M ustafa K em al P aşadan: «Evet, zaten
k a n u n u kaldırm ıyacağız. D iğer k u m an d an lar gibi m illetvekil­
liğiniz bakî kalacaktır.» cevabını alınca:
«O halde, m u v ak k at b ir zam an için, D iyarbakıra gitm eyi
m em nuniyetle kabul ederim.» diye şu tek lifte bulunuyor:
«Ancak bilirsiniz ki, İngilizler M usul vilâyetini M ütareke­
den sonra b ir olup b itti ile, işgal ettiler. A yni Jıareketi ben de
y apabilirim . E ğer bu hareketim , H üküm etin politikasına uy­
gun çıkarsa, M usul v ilây eti kazanılm ış ve dava halledilm iş
olur, aksi halde, ta rih î m esuliyet benim üzerim e yüklenir. Siz
de: «kum andan h ü k ü m etin isteğine a y k ırı olarak bu h a re k e ti
yapm ıştır- K endisini D ivan-ı H arbe verdik. M esul edeceğiz,
d ersin iz ve işi yine politika yolu ile halledersiniz »
M ustafa K em al Paşa, bu tek lif karşısında, hiç tere d d ü t et­
m eden şu cevabı veriyor:
— Z aten sizi, bu işi b u tarzd a yapabileceğinizi düşünerek,
in tih ap ettim . R ast gele b ir kum andanın başarabileceği b ir iş
değildir. B u hususta sizden eminim.»
C afer T ay y ar Paşa, bu cevap üzerine: «İtim adınıza teşek­
k ü r ederim . İnşallah m uvaffak olacağız Yalnız herh an g i b ir
sakatlığa m eydan verm em ek için, siyasî d urum a göre bana ha­
re k e t zam anım tay in edecek b ir işaret v erin kâfi, Paşam » di­
y or ve bu su retle tam b ir m u ta b a k at ile M ustafa K em al P aşa­
dan a y rılara k b ir kaç gün sonra D iyarbakıra gidiyor.
C afer T ayyar P aşa b u n ları a n la ttık ta n sonra d erdi ki:
«D iyrbakıra gidişim den b ir m üddet sonra, hiç hesapta ol­
m ayan b ir N esturi m eselesi p atlak verdi. V an’ın güneyinden,
S iirt vilây etin in doğusunda ve M ardin v ilây etin in kuzeyinden
ve doğusundan Ira k hududuna k ad ark i geniş sahada bu lu n an
N e stu ri’ler Ira k ve M usuldaki İngilizlerin tah rik iy le a ra ların a
devlet m em u ru sokm ak istem iyecek derecede başların a b u y ru k
h arek et ederlerken, günün b irin d e iki jan d arm am ızın v u ru l­
m ası ile, iş büyüm üş ve b ü tü n o bölge İngilizlerin gizlice v e r­
dikleri silâhlarla ayaklanm ıştı. B unun üzerine tem izlik h a re k â ­
tın a başlayıp, kısa b ir zam anda N estu ri’lerin kâm ilen h a k k ın ­
dan gelm eğe ve o bölgeyi İngilizlerin tesirinden k u rta rıp n ü fu ­
sum uz a ltın a alm ağa m uvaffak olm uştum . İşte bu h a re k â t es­
nasında, bana A n karadan en ufak b ir işaret verilm iş olsaydı.
M usul vilâyetini b ir h afta ,nih ay et on gün içinde kâm ilen işgal
edebilirdim .»
H er halde o sıralarda siyasî d u ru m u n böyle b ir teşebbüse
elverişli olm adığı görülm üş olm alı ki, M usulu k u rta ra c a k b u
fırsa t kaçırılm ıştır. F a k a t bun d an sonra b ir de şu v a r ki, niçin
neticelendirilm ediğini anlayabilm ek güçtür:
L ozan’dan sonra, L ondraya B üyük Elçi giden Y usuf K em al
beyin (Tengirşenk) orada B aşvekil ve H ariciye N azırı M akdo-
n a ld ’a b ir vesile ile, henüz m uhalefet p artisi başkanı iken İs-
tan b u lu ziyaretinde verdiği b ir m ü lâ k a tta «îş başına gelince,
M usul m eselesini behem ehal halledeceğiz» dem iş olduğunu h a ­
tırlatınca, M akdonald’ın da: «Evet, öyle b ir v a itte b ulundum
ama, şim di kendim i hariciye m akinesine kaptırdım , k u rta ra m ı­
yorum.» diye şakalaştığı günlerden b ir m üddet sonra, m evsuk
b ir k a y n ak tan aldığım b ir hab ere göre, İn g ilte ren in m eşh u r
petrolcülerinden L ord în v erfo rt, B üyük Elçiliğim ize giderek,
Y usuf K em al beye, şu tek lifte bulunm uş: «Musul m eselesi, biz
İngilizler için p etrol m eselesidir. P e tro l işini aram ızda h a lle ­
dersek M usul vilây etin i size b ırak m an ın çaresini buluruz.»
İngiliz petrol k ralın ın bu teklifini, Y usuf K em al bey H a­
riciye V ekâletine bildirm iştir. F a k a t o sırada H ariciye V ekili
olan İsm et P aşadan cevap alam am ıştır. B undan sonra, galiba
İngiliz petrolcuları İstanbula gelerek, bu sefer doğrudan doğru­
ya İsm et Paşa ile görüşm ek istem işler, yine bir netice alam a­
m ışlar. Sonra, b ir teşebbüs daha olmuş, bu defa da, araya bir
tak ım ların ın girişiyle, iş b ü sbütün neticesiz kalmış...
Kısaca, p etro l konusunda m en faatlarım sağlam ak su retiy ­
le, İngilizlerle b ir anlaşm aya v a rılara k M usulu k u rta rm a k h u ­
susunda, bazı fırsatların kaçırılm ış olup olm adığı a rtık ta rih in
bileceği bir şeydir.
Benim bildiğim , biz L ozan’da ana v atan ın bir k ıym etli p a r­
çası olarak üzerine titre m ek le beraber, n ih ay et b ir vilâyet için
b ü tü n bir m illeti yeniden sonu neye varacağı bilinm ez bir h a rp
felâketine sürüklem em ek düşüncesi ile, M usul m eselesini tâlik
yani iki tara fın da sükûnetle işi ele alm asını sağlayacak b ir
zam ana bırakm ayı m uvafık bulm uştuk. O (zam an) gelip çatın­
ca neler yapıldığını ve bu ara d a h ak ikaten fırsa tla r kaçırılıp
k açıram adığını iş başından uzak bulunduğum için, bilm iyorum .
MECLİS ESKİ MECLÎS DEĞİLDİ.

TV/T e d iş te bana itim at rey i v eren çoğunluk dışındaki m illet-


v ekilleri arasında, İkinci G ruba m ensup olanlardan baş­
ka birkaç da kendi gurubum uzdan olanlar vardı. M eclis gerek
ta rtışm a la r esnasında, gerek itim at rey i v erirk en ve bilhassa
A li Ş ük rü bey m eselesindeki haliyle, y a n sın a yakın azasiyle
bariz b ir tered d ü t, şüphe, endişe h a ttâ hoşnutsuzluk içinde bu­
lu n d u ğ u n u gösteriyordu.
B ir H üküm et B aşkanı olarak, karşım daki hele B üyük M il­
let M eclisi gibi teşriî ve icraî kuvveti nefsinde to p layan b ir
b ir M eclisin, içinde bulunduğu ru h h a le ti ile b e lirttiğ i b u d u ru ­
m u, um ursam azlık ederek, üzerinde durm am azlık edemezdim .
V ekil ark ad aşlarla da bu hususu görüşerek o n la n n da benim le
ayni fikirde o lduklarını an ladıktan sonra, ne yapm ak gerektiği­
n i düşündük. B üyük M illet M eclisi, h e r teh lik e ve h e r felâketin
te k çaresi ve silâhı olan b irb irin e kardeşçe ve candan bağlılık
sayesinde iç ve dış düşm anların h ak k ın d an gelerek büyük za­
fere k a v u ştu k ta n sonra, çeşitli sebepler ve bilhassa M ustafa
K em al P aşanın d iktatörlüğe doğru gittiği şüphesi ve endişesi
içinde, bu n alan b ir kısım azasiyle, m em leketin en çetin dâva­
ların d a dahi uzlaşm a bilm ez b ir h ale gelm işti.
Bu du rum karşısında H üküm et B aşkam o larak ben, a rk a ­
d aşlarla alınm ası gereken ted b irleri k o n u ştu k tan sonra, te rtip ­
lediğim b ir V ekiller H eyeti toplantısına M ustafa K em al P aşa
ile, M eclis İkinci B aşkanı A li F u a t P aşayı da davet ettim .
İstasyon binasındaki dairem de yaptığım ız bu gizli toplan­
tıd a bilhassa savaş alan ların d a kazanm ış olduğum uz b ü y ü k za­
feri, sulh m asası başında kaybettiğim izi iddia ile, bunu h e r ta ­
ra fa yayan m uhalefetle aram ızda beliren ayrılığın, A li Ş ü k rü
bey m eselesinde, b ü tü n b ü tü n a rttığ ın ı teb arü z e ttire re k d u ru ­
m u uzun uzadıya izahla B üyük M illet M eclisinin, a rtık m em le­
ket ve m illet davalarındaki sarsılm az birlik ve b erab erlik has­
sasiyeti ile m alûm eski B üyük M illet M eclisi olm aktan çıktığını
ve bu h al ile bu M eclise güvenilerek kolay kolay iş görülem i-
yeceğini söyledim ve dedim ki:
«Biz H üküm et olarak, m em leketin selâm eti nam ına M ecli­
sin yenilenm esinin z a ru rî olduğu k an aatin d e bulunuyoruz..»
M ustafa K em al Paşa, hiç sesini çıkarm adan, «Sen ne fik ir­
desin?» der gibi A li F u a t P aşay a baktı. Epeyi zam andanberi
M eclise bilfiil başkanlık etm ek te oluşundan dolayı Ali F u at
P aşam n fik rin e elb ette k ıym et verm ek gerekiyordu- Bu düşün­
ce ile ben de onun konuşm asını beklediğim i ihsas edince, A li
F u a t P aşa dedi ki:

«Bence Meclis, m anevî d u ru m u itibariyle, yine eski Mec­


listir. F a k a t bazı olup b ittile r karşısında kalm ası, A dnan beyle
R efet P aşanın îstan b u ld a kim seye sorm adan b ir tak ım önem li
işler yapm aları, bazı V ekillerin M eclisle tem aslarında eskisi gi­
bi sam im î olm am aları ve Baş K u m andanlık adı altın d a b ir as­
k erî id aren in h e r işe hakim olduğu zannı, ve B üyük Z aferin
g erektirdiği şekilde b ir su lh u n yapılam ıyacağı endişesi ve n i­
h ay et A li Ş ü k rü bey hadisesi İkinci G u ru b u olduğu kadar, Bi­
rinci G rubu da sarsm ıştır. M illet V ekillerinin çoğunluğu a ra ­
sında, v atan î vazifelerinin sona erm iş olduğu h ak kında um um î
b ir k a n a at hasıl olm uş gibidir. M illî M ücadeleye biz başladık,
biz v u ru ştu k ve m uzaffer olduk. Şim di sulhu yapıp, yeni idare­
yi k u rm ak vazifesi İkinci B üyük M illet M eclisine ait olm alı­
dır, diyorlar. M eclisteki sulh m üzakereleri esnasında, m illetin
rey in e m ü ra c aa t fik ri de bu sebeple, çoğunluğa m ülâyim gel­
mişti- B irinci B üyük M illet M eclisinin ta rih î vazifesini m ükem -
îm elen başarm ış olduğuna dair k a n a at um um îdir. G öreceksiniz
ki, seçim leri yenilem ek k ararın ı, Meclis ittifak la kabul edecek­
tir.»
A li F u a t P aşa bu sözleriyle, beni tey it etm iş oluyordu. B u­
n u n üzerine, M ustafa K em al P aşa da ayni fik ird e olduğunu be
âyanla, ne su retle seçim i yenilem eğe gidileceği h u su sları konu­
şuldu ve sabaha k a rşı k a t’î k a ra r da verildi.
B irinci B üyük M illet M eclisi son toplantısını 15 nişan 1923
g ün ü yapm ış ve daha evvel b ir h ay li tartışm a la rla v erdiği se­
çim leri yenilem e k a ra n ile, m em leket İkinci B üyük M illet Mec­
lisini seçm ek vazifesine davet edilmişti-
T ürkiye; İstanbulu, İzm iri, Bursası, Aydım , A danası, Gazi-
a n te p ’i ve sair k u rtu lm u ş v ilâyetleri ile, bir b ü tü n halinde, fakat
henüz siyasî taazzuvlardan m ahrum , yani yalnız M ustafa Ke-
m al P aşanın başında bulunduğu (M üdafaa-i H ukuk Cem iyeti)
ile, kendine m ahsus b ir hava içinde ilk seçim ini yapacaktı.
Bu sebeple, m illete yol gösterm ek için b ir takım hazırlık­
la r yapılm ası gerekiyordu.
İlk evvel, M ustafa K em al Paşa yeni seçim e girerken, (Mü-
dafaa-i H ukuk Cem iyeti) ni «Halk Fırkası» şekline sokm ak ni­
y etin d e olduğunu belirtti. F ak at bizce en önem li olan, M ustafa
K em al P aşanın adı ne olursa olsun bir seçime girecek bir ce­
m iyet veya fırk an ın başında bulunm ası veya bulunm am ası me­
selesi idi.
Ben, barış içinde gireceğim iz yeni siyasî h ay atta, b u haya­
tın icaplarından olan siyasî teşekküllere de y er verilm esi ge­
rekeceğini d ü şünerek M ustafa K em al P aşan ın bun d an böyle
h e rh a n g i b ir siyasî cem iyet veya fırk a n ın b ilfü l başında bulu­
nup, m ücadeleye atılarak , o yolda hırpalanm asını doğru bul­
m uyor, aksine onun bundan sonraki m illî irad ey i hâkim kıla­
ra k dem okrasiye doğru gidecek siyasî hayatım ızın gerektiği gi­
b i gelişm esini sağlam ak için, fırk a la r ü stü n d e B üyük K u rtarıcı
v e Ö nder prestijiyle, tarafsız b ir D evlet B aşkam olarak, m üs­
tesn a b ir m evki işgal etm esini, m em leketin m enfaatine uygun
buluyordum . Seçim leri hazırlayacak hey etin başında bulunan
M ustafa K em al P aşaya bu fikrim i, açıkça beyanla, m em leketin
b u n d an sonraki siyasî hay atm d a nazım rolü oynayacak böyle
m üstesna b ir m evkie şiddetle m uhtaç olduğunu ve kendisinin
böyle b ir m evkide, herhangi b ir siyasî teşek k ü lü n başında bu­
lu n m a k ta n daha çok nüfuz ve y etk i ile h er bakım dan faydalı
olacağını b ü tü n sam im iyetim le uzun uzadıya izahla rica ettim se
de, yazık bu noktada anlaşm aya im kân hasıl olm adı. H a ttâ bir
g ün yine bu m evzuda başbaşa konuşurken, İzm irden A nkaraya
dönüşüm üz esnasında, belki şaka tarzın d a da olsa, ileri sürdüğü
«Siyasî h a y a tı bırakıp, bu n d an sonra çiftçiliğe başlam ak» fik ri­
n i h a tırla ta ra k ;
«— Paşam , bence bun d an sonra size yakışan n e o, ne de
b u d u r. Siz, k u rtard ığ ın ız m em leketin daha yapılacak birçok
önem li işleri olduğunu düşünerek a rtık n e çiftlik sahibi olarak
b ir k e n a ra çekilebilir, ne de b ir siyasî teşekkülün başında didi­
şebilirsiniz. Siz, her şeyin ü stünde ve b ü tü n bir m illetin sevi­
len, sayılan tem silcisi olarak, düm en başında, tek yol gösterici
vaziyetinde kalm alısınız Dediğim zam an, düşünceli bir hal ile;
— B elki haklısın Rauf, fak a t bugün için değil... H ele b ir
şu işleri de b ir bitirelim , sulh de olsun... O ndan sonra düşünü­
rü z » cevabm ı verm işti.
Bu, belki b ir vaitti. Lâkin, (bitirilm esini istediği işlere) b ir
k ere daldı mı, a rtık onlardan kendini kolay kolay k u rtaram ı-
yacağm dan korkuyordum . Bence, b u işleri itim at ettiği başka­
ların a bırak m an ın tam sırasıydı. F ak at, h e r tü rlü y etk ilerle m ü ­
cehhez, tarafsız bir devlet başkanı olarak o m üstesna şahsiye­
tiy le m em leketin kad erin i elinde tu tm ası ile h e r şeyini, h e r in­
kılâbı ve h e r ileri ham leyi düzenleyip y ü rü tm e k işinde çok da­
h a ku v v etli ve m üessir olacağı hususundaki sam im î kanaatim i,
n e dedim se, ne yaptım sa kabul ettirem em iştim . A yni fik ir ve
k a n a a tte olan K âzım K arab ek ir ve A li F u a t P a şa la r gibi a rk a ­
daşlarım ın bu husustaki çalışm aları da b ir netice verm em işti.
Bu vziyette seçim i hazırlayan h ey etin başında gece gündüz
bilfiil çalışarak te fe rru a tın a k a d a r h e r işe bizzat n ezaret eden
M ustafa K em al Paşayı, bu çalışm alarında yalnız bırakm ağa
m ecbur oldum.
Seçim heyeti, istasyonda benim ikam etkâhım olan dairede
toplanıyordu. F a k a t ben, «— Tek siyasî taazzuv olan M üdafa-
a i K u k u k C em iyetinin başm da siz böyle b ilfü l çalışm akta d e ­
vam edince, hangi vatandaş karşım ıza çıkıp da, ben de b ir fırk a
kuracağım , y a h u t adaylığım ı da koyacağım dem ek cesaretini
gösterebilir.» diyerek, seçim işlerine k a t’iyyen karışm adan,
yalnız kendi işlerim le m eşgul olm akta m azur olduğum u söy­
ledim ve öyle yaptım .
Başka tü rlü yapamazdım - B ir H üküm et B aşkanı o larak el­
b e tte halka; şu n u seçin, b u n u seçin... diye listeler sunup, pro­
pag an d alarla teşviklerde bulunam azdım .
T arafsız b ir H üküm et B aşkam olarak, yalnız seçim lerin
m ü m k ü n olduğu k a d a r sü k û n et içinde k a n u n la ra uygun b ir şe­
kilde yapılm asını tem ine çalıştım . Ş unu da söyleyim ki, B irinci
M eclis dağılacağı günü son dakikada, «H iyaneti V ataniye» ka­
n u n u n u n ilk m addesini tadil ederek (S altan atın ilgasına ve hâ­
k im iy et ve h ü k ü m ra n lık h a k la rın ın gayri kabili te rk ve tecezzi
ve ferağ olm ak üzere T ü rk iy e halk ın ın hakikî m üm esili olan
bü y ü k M illet M eclisinin m ânavî şahsiyetinde m ündem iç d ir.
1 T eşrinisani 1920 ta rih li k a ra r hilâfına veya T ürkiye B üyük
M illet M eclisinin m eşruluğuna isyanı m utazam m ın kavlen ve
ta h rire n veya fiilen ankasdin m uhalefet veya ifsadat ve n eşri­
y a tta b u u ln an la r v a ta n haini sayılır» şekline sokm uş olduğun­
dan, seçim m ücadelesi denen şey oldukça gürültüsüz, p a tırtısız
geçm işti. Z aten m ücadele, ancak şahıslar arasında olabilirdi.
R ejim m eselesini kim se ağzına alm ayı dahi a rtık h a tırın a ge­
tirem ezdi. B una rağm en, İkinci g urup m en su p ların ın şurada
bu rad a M ustafa K em al Paşa aleyhine ko n u ştu k ları d uyuluyor­
du. F a k a t netice yine b ü tü n m illetin O’n u n etrafın d a toplandı­
ğını gösterdi. B u arad a ben de İstanbuldan seçilm iştim . B u n e ­
tice üzerine birbirim izi teb rik ederken, ben yine:
«— Paşam bu işte hayırlısile oldu b itti... B undan sonra...»
derken, o gülüm siyerek: «Düşüneceğiz Rauf, düşüneceğiz .» de­
m işti.
AY RILIŞ.

R SaufulhunBeytaLozan’dan sonrasını şöyle an latır:


k a rrü r edişinin ertesi günü, icra V ekilleri H ey’-
eti Reisi olarak, son imzayı, Lozan M urahhaslar H ey’eti Baş­
kanlığına çektiğim şu telg rafın altın a attım :
«Cihan H arbinin hudutsuz ıztırap larm d an k u rtu lm a k ve
m illetim izin dünya sulhunu k u rm a k ta ne büyük b ir âm il oldu­
ğunu fiilen isbat eylem ek m aksadiyle im zaladığım ız M ondros
M ütarekenam esine rağm en, uğradığım ız en fecî tecavüzleri, ha­
y a t hakkım ızla istiklâlim izi payim al eyleyen S evr A hitnam esi
tâkip eylem işti. Y üzyıllarca h ü r ve m üstakil yaşam ış olan aziz
T ü rk iy e’nin necip halkı, m aruz kaldığı gayrim eşru ve feci te­
cavüzler karşısında b ü tü n şu u ru ve b ü tü n v arlığile h a y a t h ak ­
kını ve istiklâlini k u rta rm a k için kıyam ederek teşk il eylediği
yılm az ve yenilm ez m illî ordusu ile büyük reis ve B aşkum an­
danım ızın ve celâdetli kum andanlarım ızın sevk ve idaresile za­
ferden zafere yürüdü.
T ürkiye B üyük M illet M eclisi ve H ü küm etinin m ille tte n
aldığı k u d ret ve kuvvetle ve ord u ların ın pek m üstesna cengâ­
v e rlik kaabiliyetiyle istihsal eylediği bu m u v affak iy et ve m u-
zafferiyeıtlerin Lozanda, ay lard an b eri devam eden su lh m üza­
k ereleri sonunda m illetlerarası bir vesika ile tevsiki, m illetim i­
ze yeni b ir faaliyet ve sükûnet devresi hazırlam ıştır. V ekiller
H eyeti azim kâr ve fed ak âr m illetim izin h a y a t hak k ım v e istik ­
lâlini sağlayan bu ah itnam enin tanzim indeki m esaiden dolayı
başta zat-ı devletleri olduğu halde m urahhaslarım ız R ıza N u r
ve H aşan beyefendilere ve m üşav irler h ey ’etim ize takdim -i teb-
rik â t eyler efendim.»
Bu telgrafı çektikten sonra, ertesi günü, M eclis İkinci Rei­
si A li F u a t Paşa ile b irlikte, Ç ankaya köşküne giderek, M usta­
fa K em al P aşa ile buluştuk. Y em eği orada, hep b irlik te yedik.
Sofrada L âtife H anım da vardı. Sulh m eselelerini konuşurken,
Paşa:
F: 9
— İsm et de Lozandan yola çıkm ış geliyor, deyince, gü-
lüm siyerek:
— E vet öyle... Ben de m üsaadenizle gidiyorum , dedim ve
an lattım :
— Lozandan yazdığı ted g ra fla r ve aldığı vaziyet dolayısiy-
le, konuştuklarım ız m alûm ... G erçi onun yalnız beni değil, tâ-
riz lerin e sizi de, vekil ark ad aşları da hedef edindiği ve zam an
icabı bunu hoş görm em iz gerektiğini söylem iştiniz am a, ben,
ne olursa olsun, bir daha İsmet Paşa ile yüz yüze gelem em ve
artık onunla birlikte imkânı yok çalışamam. Esasen, su lh m u­
ahedesini im zalam ış olduğu gibi, bunu ta tb ik işini de ona bı­
rak m a k doğru olur düşüncesindeyim -
M ustafa K em al Paşa şaşırdı.
— D em ek onu istikbal de etm iyeceksin?
— H ayır, dedim , beni m azu r görün, bunca yersiz târizler-
d en sonra, a rtık İsm et Paşa ile k a rşı k arşıya gelem em ... Y arın
S ivas’a seçim dairem e gidip biraz istira h a t edeceğim. Z aten
M eclis de yok... (1)
M üteesir oldu ve gayet sam im î görünen, yum uşak b ir
sesle :
— Raufcuğum, dedi, ne söyliyeyim bilmem ki, haklısın...
Bu m uhit adamı ahlâksız yapıyor.
— Paşam üzülme, dedim, bir düzine namuslu adamla sen
hu m em leketi mükemmel idare edersin...
Bu; M ustafa K em al P aşa ile son görüşm em iz oldu. Sofra­
dan kalkınca, biraz daha ayak üstü, fa k a t a rtık bu ko n u lara hiç
tem as etm eden, görüştük ve k u caklaşarak vedâlaştık.
E rtesi günü Sivasa giderken, îc ra V ekilleri H eyeti B aşkan­
lığından istifanam em i yazdım ve (B en S ivastan bildirince, v e ­
rirsin ) diye Ali F eth i beye bıraktım . Sivas’ta b ir m ü d d et kal­
dım . Meclis toplanınca, kendisine bildirişim üzerine, F eth i bey,
istifanam em i M eclis B aşkanlığına verdi. Sivastan sonra Izm ire,
epeydir görm em iş olduğum valdem in yanına gittim . B ir m üd­
det orada kaldım ve îstan b u la döndüm-
29/30 ekim 1923 gecesi, henüz yatm ıştım ki, top sesleriyle
uyandım . M erakla k u lak verdim , top sesleri dinm iyordu. Yüze
yaklaştığını fark edince, içim den doğan bir hisle: «M utlaka

(1) Birinci Büyük M illet Meclisi 15 nisan 1923 de seçim­


leri yenilem ek karariyle dağılmış, ikinci Meclis te henüz top­
lanmamıştı.
E lli y ıl e v v e l O sm a n îı O rd u su n u n biri k a ra , ö te k i d e n iz k u v v e tle r in e
m e n su p bu ik i ta n ın m ış k u m a n d a m k a d a r c a n c iğ e r d o st v e a r k a d a ş
b a şk a h iç bir ç if t y o k tu — M u sta fa K em a l v e R a u f B ey ler
C um h u riy ettir, öyle ise m em lekete ve m illete hay ırlı ve u ğ u rlu
olsun» dedim .
Sabahleyin erkenden gazeteleri alınca, geceki hükm üm de
aldanm am ış olduğum u anlayarak, b ir derece daha m ü sterih ol­
dum . F ak at o sabahki ve ertesi günkü gazetelerin çoğu, b u n u
beklenmedik bir hâdise telâkki ediyorlardı. H albuki hiç de öy­
le değildi. Ç ünkü üç yıl önce 23 nisan 1920 de B üyük M illet
M eclisi açılıp da faaliyete geçtiği gündenberi içinde yaşadığı­
m ız rejim , fiilen C um huriyetti. Bazı sebeplerle sarih olarak adı
verilm em işti. Şim di ise sarah atle adını alıyordu.
Yalnız bu form alite yerine getirilirken, m eclisteki m üza­
kerelerin d ar bir zam ana sıkşıtırılm ış olması ve böylece, aca­
ba neye k a ra r v erilecektir diye bekleyen um um î efkârın, h a­
zırlanm adan anî bir k a ra r karşısında kalm ası yüzünden, telâş­
lanıp heyecanlanm ası v a rit olabilirdi. —
O gün ziyaretim e gelen (V atan) ve (Tasvir-i E fkâr) gaze­
tele ri baş y azarları A hm et Em in ve V elit Ebuzziya b ey lere de
ayni şeyleri söyleyerek:
«Niçin telâş ediyorsunuz. S altan at fiilen kaldırıldığı zam an
da yine böyle telâ şla r olmuş, fak at m ecliste konuşulunca m ese­
le anlaşılm ıştı. Şimdi, bu da M ecliste konuşulunca anlaşılacak­
tır. Bu sü ratin elbette hüküm etçe zaru rî görülen b ir sebebi v a r­
dır. Hiç şüphe etm iyorum ki, m es’u l devlet adam ları b u b a p ta
en selâhiyetli k a ra r m ercii olan Meclis vasıtasiyle m illeti ay­
d ınlatıp zihinleri tatm in edecektir. U m um î e fk ârın b u n u bil­
m esi de tabii hakkıdır.» dem iştim .
Bence Cumhuriyet kelim esi üzerinde mütalâa ve münaka­
şa doğru değildir- Benim içtihadım, her m illet gibi hür ve re­
fah içinde yaşamağa liyatakitini, tarihte emsaline ender tesadüf
edilir bir tarzda isbat eden asil m illetim izin, istklâl ve refahı­
nın tamamiyetini sağlayan şeklin, en doğru olacağı kaidesidir.
K uvvetini yalnız ve yalnız m illetin rey ve muvafakatinden ala­
rak ve başka hiç bir tesir veya kuvvetin karşısında eğilm iye-
rek, en isabetli kararlariyle m illet ve m em leketi her gün arta
arta saadet ve selâm ete doğru yükselteceğine zerre kadar şüp­
he olmayan hükümet tarzı işte budur. M illet esasen hu idare
şeklini hak edip, zaferiyle temin etmiştir. E lv erir k i m eseleler
m illetim izce m uhakem e edilerek, m âlu m olsun. N etice behe­
m ehal halkın saadet ve refah ın a m üncer olur. B u esaslar bakî
kaldıkça, değişiklik, hedef ve gayeyi ih lâl edip, değiştirmez.
B undan başka, geçmiş b ir h ü k ü m et tarzın ın y e rin e kaim olein
b ir hü k ü m etin payidar olabilm esi ancak, gideni aratm ayacak
bir surette, halk ın b ü y ü k çoğunluğunun isteklerine uygun ha­
rek e t ve saadetlerini tem in ile v a ta n ın istiklâl ve şerefini hak-
kiyle korum ak yolundaki başarısı ile kaabil olur. Aksi takdir­
de isim veya üst tabakada şekil değiştirmekle, gerçek ihtiyaç­
ların temin edilm iş olacağım zannetmek, bilhassa en yakın geç­
m işte gördüğümüz bunca acı tecrübelerden sonra, fahiş bir
hata olur.»
Ogün yine gazeteciler tara fın d a n bana sorulan «Kuvvetli
hük ü m et nasıl olabilir?» sualini de şu su retle cevaplandırm ış­
tım :
«Benim anladığım k uvvetli hüküm et, vazife ve selâhiyet-
lerini ve b u n ların icaplarını m üdrik, m illî hakim iyet esasm ı
oenim semiş, k an aatlerin i ve m aruz kalacağı zorlukları ancak
ve ancak M illet M eclisinde sam im î ve açık h asbihallerle h al ve
fasıl etm ek esaslarına sadık, tecrü b eli ve olgun b ir h ey et de­
m ektir. Yoksa bazılarının sandıklan gibi zorbazu ve yumrukla
iş görmek isteyen bir heyete kuvvetli hükümet demek asla
doğru olmaz. G erçi m azide m illet, tam ve k âm il olarak m ü ra-
kabe yapam adığı için, böyle h ü k ü m etler görm üşse de, a rtık bu
gibi cü retlere zem in kalm am ıştır. Esasen B üyük M illet M eclisi
devam lı şekilde to plantı halinde v a r olup, eskisi gibi vazifesini
yüksek azim ve fed ak ârlık larla yapm akta devam ettikçe bu gi­
bi endişelere yer kalmaz.»
B enim b ir m illet vekili sıfatiyle, um um î efkârın duygula­
rın a da tercüm an olduğum a in an arak söylediğim b u sözler,
m ensup olduğum H alk F ırkasının, zaten icra heyeti başkanlı­
ğından ayrıldığım , y an i İsm et Paşa ile aram ızın açıldığı gün-
denberi onun lehinde ve benim aleyhim de b ir nüm yaiş h arek e­
ti yapm ak vesilesi aray an ifratçı u n su rları derh al h are k e te ge­
çirdi. B unlardan biri fırk a grup başkanlığına verdiği b ir
tak rirle, benim «İtiraz yollu bey an atla C um huriyeti za’fa duçar
etm iş olduğum ve ayrıca m ahiyeti m eçhul b ir fırk a teşkili fik ­
ri ile kitid ard ak i H alk F ırkasını ikiye bölm eye teşebbüs e tti­
ğim» için m eselenin acele olarak fırk a gurubunda görüşülüp
aydınlatılm asını istedi.
Bu toplantıda bulunm ak üzere A nkaraya gittiğim zam an
evvelâ M ustafa K em al Paşa ile görüşm ek istedim . Ve Ç ankaya
köşkünde ziyaretine gittim . F ak at kendisini y a ta k ta ve son de­
rece rahatsız b ir vaziyette görünce, bu m esele h ak kında te k söz
söylem ekten çekinerek sağlık ve afiyetler dilem ek ve teselli
edici sözlerle yetindim .
AYRILIŞI TAMAMLAYAN SEBEPLER..

IV ırk a g urubu toplandı. Tabiî olarak başkanlık etm esi ge­


reken İsm et Paşanın: «Bu günkü toplantıda benim de
konuşm am icabedeceğjnden başkanlık m akam ını başka b ir a r­
kadaşa bırakıyorum .» diye kürsüden indiğini görünce, bu ola­
ğ anüstü toplantının niçin yapıldığını ve burada asıl kim lerle
karşılaşacağım ı anlam ış oldum. Ve işi uzatıp beyhude v a k it
kaybetm eğe m eydan verm eden, kürsüye çıktım konuşm ağa
başladım , dedim ki:
«Efendiler, hiç birim iz kendim izi m elek farz edecek k a d a r
düşüncesiz değiliz. Beşeriz. Beşerde sevm ek de sevm em ek de
vard ır. Ben bazı kim seleri sevm eyebilirim . Bazı kim sler de be­
ni sevm eyebilirler H atta hiç sebep olm adan bu böyle olabilir.
Bu itib arla böyle önem li bir m eselede, isi şahsî olarak tetk ik v e
şahıslarla eseri m ukayese etm ek sizin de düşüncelerinizden
çok uzak bir m uhakem e tarzı olacağından em inim . Bizim eğer
ten k it etm ek istediğim iz bir nokta varsa, o da eserdir. Eseri
ten k it ederken veya eser hakkında m ütalâa y ü rü tü rk e n , sev­
m ek ve sevm em ek de her zam an şahısların ve içtih a tla rın m uh­
terem olduğu esasını kabul etm ekte m ü şterek olduğum uzdan
şüphe etm iyorum . Benim kudsî duygularım , C um huriyet idare­
sinden başka hiç bir idarenin ta ra fta rı olm am a m üsait değildir.
Esasen «Türkiye h ü küm etinin şekli nedir?» sualine karşı bü­
yük reisim izin yine bu k ü rsüden m üysbet cevap olarak «Büyük
M illet M eclisi H üküm etidir. Ç ünkü biz bize benzeriz. Bize m ah­
sus bir idaresir.» dem iş olduklarını da hatırlarsınız. B u benim
vicdanım ı tatm in eden en büyük b ir ifade idi. Ve buna itiraz
etm ek havsalam dan dahi geçm em iştir. Bu ta tm in k â r ve k a t’î
ifadeden sonra bu idareye, son kabine b u h ran ı yüzünden y ü rü ­
tülm ez bir şekil alışı üzerine (C um huriyet) adı verilm iş olm a­
sına itiraz etm ek nasıl aklım a gelebilirdi? B ir m illet ki (C um ­
h u riy et) ta ra fta n d ır, ve m illî hakim iyet kayıtsız şartsız h ü k ü m
sürdükçe «Cum huriyet» den başka b ir şey istem iyor, fak a t bu­
n u b ü tü n varlığıyla isterken, lâyıkiyle tatb ik edem ezsek diye
endişeye düşerse, arkad aşlar, b u n d an m em nun m u, yoksa m e­
yus m u olm ak lâzım d ır?»
R auf bey işte bu k a d a r düpedüz, dosdoğru, açık konuşm uş­
tu r. F a k a t buna rağm en k arşıdakiler, bilhassa İsm et P aşan ın
bam başka b ir m aksat ve gaye ile e trafın a toplayıp, b ir nevi
m anga gibi idare ettiğ i kim seler, bazı kelim eler üzerinde du­
rarak , çeşitli tevil, ta h rif ve tefsirlerle itira z la ra başlayarak,
konuşm aları tam am ile, R auf beyin şahsına hücum şekline dök­
tüler.
R auf bey derdi ki: «Bu şekilde k o nuşanların benden iste ­
dikleri; kayıtsız şartsız m illî hâkim iyeti sağlam ayan h e rh a n g i
bir idareyi «Cum huriyet» olarak kabul etm em ekliğim idi. G er­
çekten C um huriyetçi olan aklı başında b ir kim se, b u n u k ab u l
edemezdi. V erdiğim cevapta b u noktayı te k ra r a y d ın la ta ra k
Cumhuriyeti ancak m illî hâkim yieti tam m ânasiyle sağlaması
şartiyle kabul ettiğim i ve zaten Cumhuriyetin başka mânası ol­
madığı, yoksa güney Amerika m em leketlerinin bazılarında ol­
duğu gibi m illî hâkim iyeti hiçe sayarak «Cumhuriyet» adı ile
hüküm sürülmesinin Cumhuriyet sayılm ıyacağm ı anlattım.»
Bu sırada, yine şahsiyata dökülenlerden bazıları, R auf beyin
îstanbulda H alifeyi ziy aret etm iş olm asının, C u m h u riy et aleyh­
ta rı olduğunu gösterdiğini söylediler. R auf bey b u n ları da ce­
vaplandırarak, H alifenin, B üyük M illet M eclisi ta ra fın d a n se­
çilm iş ve biat edilm iş b ir zat olduğunu h a tırla tıp : «Bu vaziyet­
te bulu n an b ir zat, beni d av et ederse, ben bu davete icabeti di­
nî, ah lâk î ve m illî b ir vazife bilirim . Ş unu da söyleyeyim ki,
ben İstanbul m ebusan m eclisine M ustafa K em al P aşan ın a rk a ­
daşı ve K uvayi M illiyenin tem silcisi olarak gittiğim zam an,
h a ttâ vatansever sayılan b ir ç o k la n benim le tem astan çekine­
rek, benden k a ç tık la n halde, o zam an V eliath ve bugün H alife
olan bu zat, b ir toplantıda yanım a gelip sam im iyetle elim i sı­
k a ra k bana: «Niçin görüşem iyoruz.» dedi açık söyledim : «Cesa­
re t edemedim- Çekindim . Görüşsem sizi m üşkül m evkie sokabi­
lirim.» dedim . «Hayır ehem m iyeti yok, görüşelim .» cevabım
vererek, ısra rla davet etti. B u civanm retliği gösteren zat, hele
B üyük M illet M eclisi k a ra riy le H alife seçildikten sonra beni
davet ederde, gitm ezsem dünyanın en saygısız adam ı olurum .
G ittim efendiler... Y a n n davet ederse yine giderim . A m a fırk a
k a ra rın d a n bahsediyorlar. H angi k a ra rd ır? B u n u bilm iyorum .
Esasen fırk a n ın henüz tesb it v e tay in edilm iş b ir pro g ram ı da­
h i y o k tu r ki, ben onun dışında h arek et etm iş olm akla m uahaze
edileyim .
Hatalarım olabilir, hatalarım hattâ kabahatlerin olursa iti­
raf ederim? Yalnız kanaatimin dışında ve başkalarının arzula­
rına göre hareket etm ek kabiliyetini bende görmek isteyenler,
fikirlerini düzeltmelidirler. Ben bunu yapamam-»
R auf B eyin bu sözleri bazılarının «Bravo» sesleriyle karşı­
lanınca İsm et Paşa, pek telâşlı, asabi ve heyecanlı b ir halde
k ü rsü y e çıktı:
«Esaslı b ir devlet şekli bahis konusu olduğu vakit, m ü ta ­
lâa ve hisler aram ızda kalm az. Bizi seyreden b ü tü n b ir dünya
v a r!» dedikten sonra, doğrudan doğruya ve se rt b ir edâ ile R auf
beye h ita p ederek:
— R auf bey, R auf bey!. Siyaset yapıyoruz. H ataları b ire r
b ire r itira f etm eliyiz. H attâ basit b ir İktisadî teşebbüs sahibi
gördünüz m ü ki, işe b aşlarken serm ayesini tehlikeye koyduğu
k an aatin d e bulunsun. B ir işe başlayan adam , daim a sonunun
selâm et olacağını sağlayarak, başlar. B ahusus böyle inkılâp za­
m an ların d a h ü k ü m et adam ları h erh an g i b ir şüphe izh ar et­
m ezler... H atad ır... h a ta ettiniz R auf bey efendi!,.» diyerek, b u
m inval üzere, sesini yükselte yükselte b ir çok k o nuştuktan son­
ra, sözlerini şöyle b itirdi:. «Rauf bey b e y an atların d a bizim le b ir
zıd-dı tam olarak gördüğüm üz nok taları geri alarak, bu fırk a
içinde yü rü m ek k a ra rın d a m ıd ırlar? Yoksa siyasî b e y an atların ­
da bizim le zıd-dı tam olan n o k taları m uhafaza ederek fırkam ı­
zın dışında ve M ecliste bizim le karşı k arşıya çalışm ak k a ra rın ı
m ı verecekler? Son söz ve k a ra r şim di kendilerine aittir.»
İsmet Paşa, bu sözleriyle bütün maksadını, yani kendini
kuvvetli hissettiği durum içinde, daha kuvvetli olmak ve bu
suretle artık rakipsiz bir halde, mümkün olduğu kadar uzun,
uzun bir zaman iş başında kalmak hırsını tatmin için, karşısı­
na çıkması ihtimali olan gerçekten de dürüst ve idealist insan­
isin bir punduna getirip, Mustafa Kemal Paşanın yanından
uzaklaştırmak gayesini belirtmiş oluyordu.
R auf bey, b u n u n fark ın d a idi. F akat, İsm et paşanın oyunu­
n a gelm ek de istem iyordu. N itekim , gayet sükûnetle, verdiği
cevapta, H alk F ırk asın d an a y n lm a ğ ı düşünm ediğini, b u n u n
için b ir sebep de bulunm adığını söyledikten sonra: «— T e k rar
ediyorum ki, C um huriyetçiyim . Esasta b irlik olduktan sonra
ü st ta ra fı te fe rru a ttır ve ayrıca b ir aile arasında olduğu gibi
k onuşularak anlaşm aya varılabilir. Ben A n karadan m ünfail
ayrılm ış olabilirim (1). B ir fert, b ir zat ile aram ızda b ir m esele
olabilir. L âkin bu şahsîdir. D evlet ve m illet m eselesi değildir.
Şim di siz, R auf ifadesini behem ehal tashih ve tekzip etm elidir,
diyorsunuz- B unu im kân yoktur. H akkım da ne y aparsanız ya­
pınız. Sözlerim i asla geri alam am . Ben gidiyorum . K a ra r sîzin­
dir. H em en Cenab-ı H ak bu m ülk ve m illete acısm, refa h ve sa­
a d e t versin.» diyerek, kürsü d en indi ve salondan çıkjtı.
E rtesi günkü «Tanin» de H üseyin C ahit bey, yazdığı bir
başm akalede bu safhadan bahsederken şöyle diyordu:
«A rtık İsm et Paşa için o k a d a r p a tırtılı b ir nüm ayişten son­
ra, elim b ir ric ’a tte n başka yapacak b ir şey kalm am ıştır. İsmet
Paşanm seciyesinde pek çabuk alevlenen vehim li ve kindar bir
zaaf fark edilmesi, herkeste hayal kırıklığı doğurabilecek bir
mahiyettedir. Memleketi gerçekten sevmek, m em leketin m en­
faatin uğrunda böyle şahsî hislerin üstüne çıkabilmeyi istilzam
eder.»

A rtık H alk P a rtisi içindeki ikilik kendini açıkça gösterm iş­


ti. Z aten epey zam andanberi bu p a rtin in gidişinden m em nun
olm adıklarını gazetelerin bile d illerine doladığı ve h e r bakım ­
dan değerli, k a ra k te r sahibi ve cidden v atan sev er olm akla ta ­
nınm ış Kâzım K arabekir, A li F uat, Refet, C afer T ay y ar P aşa­
la r ve doktor A dnan, İsm ail C anbulat vesaire gibileri, bilhassa
son g urup toplantısındaki se rt hücum lara m aruz k alan R auf
beyin şahane m üdafaası ile, gizli kapaklı em eller besliyenlere
m erdçe m eydan okuyuşu, bu ikiliği elle tu tu lu r hale getirm işti-
F akat, du ru m d an m em nun olm ayanlar, henüz p a rtid en ay­
rılm am ışlardı. A sker olanlar da m ebusluk sıfatını m uhafaza
ederek, çeşitli y erlerd e ordu kum andan ve m ü fettişlik lerd e bu­
lunu yorlardı. O sırada, M ustafa K em al P aşanın bunlara, ordu­
y u veya M eclisi tercih ederek, b ir tek vazifede k alm aları ge­
rek tiğ in i bildirm esi üzerine, K âzım K arabekir, A li F uat, Re­
fet ve C afer T ayyar P a şa la r ordudan a y rılara k M eclisteki teş­
riî vazifelerine döndüklerinden, a rtık «durum dan m em nun ol­
m ayanlar» M ecliste topluca bir y erd e o tu ru r olm uşlar ve böy-
lece, (A yrılık) M ecliste de daha açık b ir şekilde görünm üştü.
İşte o günlerde, M ecliste b ir soru üzerine açılan m üzakere-

(1) Rauf bey burada Başvekillikten ayrılışını îma ediyor­


du.
lerin genişleyerek istizah şeklini alışı üzerine, «İkilik» de bü­
tü n b ü tü n kendini gösterm iş ve bu ara d a söz alan R auf bey
D ahiliye, H ariciye, Nafia, M übadele, Z iraat, M aarif ve İskân
V ek âletlerinin bozuk düzen işlerini şiddetle ten k it ederken,
karşı ta ra f m eb uslarının da hırsla târizlerd e bu lu n m alarıy la
(oturum ) çığrından çıkarak, (R auf beyle, hü k ü m et adına ko­
nuşan Recep P ek er arasında bir çetin çekişm e) haline gelm iş­
ti.
İsm et Paşa da, bu çığıra döktüğü çekişm elere sessizce şahit
oluyordu. O nun da adına konuşan Recep (P ek er) R auf beyin
- üzerinde d u r a r a k - sorduğu esaslı m eselelerden hiç birine
h ü k ü m et erkânı, yani vekillerce doğru dürü st, inandırıcı cevap
verilem ediğini görünce, işi, zaten m aksadı olan, şahsiyata döke­
rek, «M uhterem arkadaşlar, dem işti, şim di çok m ühim b ir nok­
taya tem as edeceğim. Çok dik k at ettim , b u ray a kürsü y e ç ık tılar
sırası gelip, icab etti, başka ta rif y ap tılar, fak a t «Cumhuriyet»
kelim esini telâffuz etm ediler. L âtife etm iyoruz arkadaşlar. Bü­
y ü k b ir in k ılâp tan çıktık, aydın b ir istikbale gidiyoruz. İçim iz­
de m ebus sıfatiyle bu lu n an ve bu k ad ar y ılla r m em leketi id are
etm iş olan R auf bey efendi, n ed ir bu k ü skünlük ki, sırası gel­
m işken ve a rk ad aşlar bilvesile fırsa t verm işken, bu m ukaddes
ism i telâffuz etm em ekte ısra r etm işlerdir. D aha evvel h u z u ru ­
nuzda yem in ederek «Ben C um huriyetçiyim » dediği hald e bu­
gün bu m ukaddes kelim eyi telâffuz etm em ekte ısra r edişi ile
ben, kendisinden şüphe ediyorum . K anaatim in yanlış olduğuna
ikna etm eyi k endileri için b ir m esele say arlarsa çıksınlar, k ü r­
süden veya başka bi ry erd e n söylesinler ki, böyle b ir tereddüde
y er yoktur. A ksi ta k tird e R auf beyin cu m h u riy ete olan bağlılı­
ğından şüphem v a rd ır ve bu şüphem devam edecektir.»
Recep beyin bu sözlerinden sonra, R auf bey kürsü y e çıka­
rak dedi ki:
«Şimdi efendiler, Rauf cumhuriyetçi midir, değil midir?
diye yine şüphe ediyorlarmış... Lâkin sizin her kuşkulandığı­
nız, her tereddüde düştüğünüz zamanda ben, tekrar yem in ve
kasım etm eğe mecbur muyum? Hayır efendiler, kimsenin kim ­
seden şüphe etm eğe hakkı yoktur. Efendiler geçen sefer, sekiz
saat süren fırka müzakerelerinde ben, m illetten Halk Fırkası­
na mnsup olarak aldığım vekâlet dairesinde ve tam m ânasiyle
cumhuriyetçi olduğumu söyledim. Daha başka nasıl söylerim?
Gizli defterler, gizli fikirler varsa, sizde vardır. Rauf Cumhuri­
yetçi midir? Rauf Millî Hâkimiyetin tecelli ettiği bir vatının
evlâdıdır. Ve Türkyelidir. Fakat bu mesele üzerinde o vakit de
muhalif kaldığımız bir nokta vardır. Rauf Cumhuriyetçidir
ama, cumhuriyet mi m illî hâkim iyetin tekâmülüdür, yoksa m il­
lî hâkimiyet mi Cumhuriyetin tekâmülüdür, diye bir sual va­
rit olunca, açıkça ifade ediyorum ki; efendiler, saltanatlar ken­
di kendilerini madum ettiler ve m illetin bihakkın lânetine
müstahak oldular. Meşrutî saltanat dedik ve m illet onu kahır
ve tedmir etti. Şimdi ise kayıtsız şartsız m ili’ hâkim iyet esasına
dayanan bu idarıeyi, demokrasi denilen halk idaresi esaslarını
kurmak için m illetten vekâlet aldık- Fakat bu esaslar üzerinde
anlaşmazlık hasıl olan noktayı izah edeceğim.
Bir takım arkadaşlarımız, m illetin bu hakkını M eclisten
alıp, şu veya bu makama vermek düşünce ve temayülünü gös­
terdiler. İşte ben buna muhalifim.
O malûm fırka müzakeresinde beni asıl ittiham etmek is­
tedikleri nokta meşrutî saltanata taraftarlıktı. Ben o zaman ik­
na ettimki, meşrutî saltanata asla taraftar değilim. M eşıutiye-
tin mümeyyiz vasıfları nedir? M illetin haklarından bir kısmını
bir zata veya bir makama vermek değil mi? Ben tekrar edeyim
ki, buna taraftar değilim. M illet bilsin ve cihan bilsin ki, ben
işte bu kadar m illî hâkim iyet taraftarıyım ve düsturum budur.
Efendiler, bunun için her zaman, her şeyden evvel bahis
mevzuu olacak yalnız Türk Milletidir, Türk vatanının muhafa­
zasıdır. Ben bu vatanın gelişmesi, yükselmesi ve tamamiyeti
için, m illî hâkimiyetin hiç bir arızaya uğramadan tecellisi ta­
raftarıyım.
İşte izah ediyorum, yine şüphe mi edilecek, tekrar ediyo­
rum, benim için halkın hâkim iyetini kayıtsız şartsız kullana­
cağı bu Cumhuriyetten başka bir hükümet şekli yoktur- Bitir­
m eden bir noktayı daha belirtmek isterim, belki bazılarınız söy­
lediniz, söylediler, ben de söyliyeyim , Rauf Halifecidir!
Efendiler, değil halifeci ve saltanatçı, bu makamın hakları­
nı ( kendine) almak istidadında olan her hangi bir makamın
dahi aleyhindeyim. İşte arkadaşlar, gerektiği veçhile izah ede-
medimse söyleyin, tekrar izah edeyim.»
Rauf beyin bu kadar açık ve samim iyetle verdiği izahata
rağmen, Recep beyle topçu İhsan, yalnız bu ikisi, hâlâ, izahatı
kâfi bulm ad ık ların ı söylüyorlardı. H üküm et adına konuştuğu­
nu söyleyen Recep (P eker) ayrıca R auf beyin m aksadım m uğ­
lâk ve m uallel ifade ettiğ in i ile ri sürüyordu.
D iğer m ebuslar büyük çoğunlukla R au f beyi h ak lı bulduk­
larım h issettiren b ir sessizlik içinde, onu tam am en tasvip e t­
tik lerin i açıkça belirtiyorlardı. R auf bey, b u n u n üzerine hususî
bir m ak satla boşu boşuna in a t ile söylenip d u rm a k ta devam
eden öteki iki m uarızına, cevap verm ek lüzum unu duym adı.
G a rip tir ki, m ü tak ere esnasında, m ütevazi b ir yüzbaşı ola­
ra k îstan b u ld a H arbiye N ezaretinde vazifeli olan R ecep beyi,
- H üsrev G eredenin tavsiyesiyle - oradan alıp A nkaraya gön-
d erterek , M illî M ücadeleye k a ta n da, şim di kendisine vatanse­
v erlik dersi verm eye kalktığı R auf bey olm uştu.
İL K M UH ALEFET PA R T İSİ VE SONU.

auf bey, m uhakkak ki karşısm dakileri bile şaşırttığ ı bir


R p o litik zaferle çıktığı gurup toplantısının, döküntü halin ­
de kalan haris iftiracıların ı b ir daha görm edi. «M uhakkak ki»
diyoruz çünkü, arad an y ılla r v e y ılla r geçtikten sonra, bizzat
onlar bile: «Rauf o gün h ak ik aten hepim izi şaşırttı. A leyhine
hazırlanm ış büyük bir topluluk karşısında tek başına düşün­
cesini, fikrini, kan aatin i b ü tü n târizlere, h ü cum lara rağm en,
zerrece sarsılm adan, hiç b ir sözünü geri alm adan, b ü tü n m ua­
rızların a m eydan okuya okuya, sonuna k a d a r öylesine b ir ce­
lâdetle savundu ki, sanki, yine o, te k başına A kdenize hükm e­
den H am idiye’deki R auf tu.» dem ekten k endilerin i alam am ış­
lardı.
H akikaten R auf bey h e r zam anki gibi o gün de, yazık ki
bu m em lekette eşi en d er görülen «Fikir ve k a n a at sahibi b ir
tertem iz vatansever politikacı» örneği olduğunu gösterm işti.
A rtık «Ayrılık» tah a k k u k etm işti.
S arah aten görülüyordu ki; g ü n lerd ir sü ren ta rtışm a la rın
b e lirttiğ i havayı m ükem m elen sezen um um î efkâr, aydını ve
h alk ı ile kâm ilen, ay rılan la rla beraberdi.
Bu vaziyette, a y rılan lar, kendi ara ların d a toplanarak, uzun
uzadıya görüşm elerden sonra esaslarını tesb it edip, program iy-
le, beyannam esini h azırlad ık ları «Terakkiperver C um huriyet
Fırkası» n ı ku rd u lar.
B unun üzerine, büyük b ir telâşla to p la n tılar yap an H alkçı­
lar, âd e tleri veçhile, yeni fırk ay ı k u ra n la rın şahıslarını kötüle­
m ek yolunu tu ttu la r. Ve b u su retle um um î e fk âr önünde bir
daha n itelik lerin i belirterek , kendi k endilerini pek m ü şk ü l b ir
d u ru m a soktular. B u esnada ask erlik ten ay rılarak , M eclisteki
teşriî vazifelerine fi’ilen başlayan K âzım K arab ek ir v e A li F u ­
a t P a şa la r da T erak k ip erv er C um huriyet Fırkasına, b iri başkan,
d iğeri um um î k âtip seçilm ek suretiyle, katılınca, daha b ir ta ­
kım m ebusların da iltihakiyle, yeni fırk a kısa b ir zam an içinde
b ü y ü k gelişm eye m azhar olarak, kendini gösterm işti. U m um î
e fk â r da program ını tasvip ettiği bu fırkaya karşı büyük bir
ilgi ve yak ın lık gösterdiğinden, halkçılar bütün b ü tü n şaşkına
dönerek ne yapacaklarını bilem iyorlardı.
İşte bu sırada, doğuda, Şeyh Sait İsyanı patlak verince, if-
ratç ı h alk çılar bunu, yeni fırk ay ı ortadan kaldırm ağa elverişli
b ir fırsa t saydılar. Ve zaten yeni fırkaya karşı yum uşak d av ra­
narak, yak ın lık gösterm esinden şüphelendikleri B aşvekil Ali
F e th i beyi, m evkiinden u zaklaştırarak, yerine, Baş V ekâlete
İsm et P aşayı getirdiler. İsm et Paşa kabinesini k u ru p işe başlar
başlam az, evvelâ isyan dolayısiyle h üküm etin sınırsız yetki ve
k u v v et sahibi olması lâzım geldiğini ileri sü rerek alelacele ha­
zırlatm ış olduğu (T akrir-i Sükûn) kanununu, M eclise kabul
ettird i. Üç m addeden ibaret olan bu k an u n u n (İrtica’ ve isyana
ve m em leketin İçtimaî nizamım, huzur ve sükûnunu ve emni­
yet ve âsayişini ihlâle bais bütün teşkilât, tahrikat, teşvikat,
teşebbüsat ve neşriyatı hükümet, Cumhur Reisinin tasdikiyle
re’sen ve idareten m en’e mezundur. İşbu ef’al erbabını hükü­
m et İstiklâl Mahkemesine tevdi edebilir) m addesine dayana­
rak , a rtık n e B üyük M illet Meclisi, ne m ahkem e, hiç b ir şey
ta n ım a y a ra k kendini m em leketin m u tlak hâkim i kıldı. B u ka­
n u n M ecliste görüşülürken, söz alan R auf bey, b u n u n la nereye
gidildiğini teb arü z ettire re k , şöyle konuştu:
«İsyan hâdisesini bir takım tü re d ile rin m erd u t ve laîm âne
b ir m aksatla ortaya çıkardıkları a rtık anlaşılm ıştır. C um huri­
y e t İdarem izin bu isyan yüzünden yıkılacağını zannetm ek bir
kalp zayıflığından ib arettir. E fendiler, bu isyana delilerden
başka kim se katılm az. B u m esele etrafın d a ne kad ar sakin, ne
k a d a r v ak arlı ve dik k atli b u lu n u rsa k o k ad ar fayda vard ır. Sü­
k û n ve h u z u ru sağlayacağız diye, böyle şiddet kan u n lariy le
b ü sb ü tü n ihlâl etm iyelim .»
R auf beye doğrudan doğruya cevap veren B aşvekil İsm et
P aşa ise;
«M uhterem R auf beyefendi, C um huriyeti tehlikede görm ü­
yorum , onun için bu k an u n a lüzum y o k tu r b u y u rd u lar. C um ­
h u riy e tin tehlikede olm adığı esasında kendileriyle beraberim .
B enim m ütalâam ve azim et noktam şu d u r ki, bu vaziyeti m ü ­
ta lâ a eden ve vaziyete göre ted b ir b u lan b ir C um huriyet hiç
b ir teh lik ed e olamaz..» diyordu ki, C um huriyetin tehlikede ol­
m adığı noktasında R auf beyle b e ra b e r olduğunu itira f e ttik te n
sonra, yine de bir tehlike varm ış gibi, şiddet k an u n ların ı teklif
etm esinin b ir m ânası olm am ak lazım dı. F a k a t m aksadı başka
idi, m aksat m em lekette tam m ânasiyle b ir m u tlak hakim kesi­
lip, m uhalefeti fırkasiyle, m ebuslariyle, gazeteleriyle, h er şeyi
ile susturm ak, h a ttâ yok etm ekti. N etekim de öyle oldu, k an u n
kab u l ed ilir edilm ez İsm et Paşa da b ir gün bile kaybetm eden
İstik lâl M ahkem elerini k u rd u ra ra k , hoşa gitm iyen gazeteleri,
T erak k ip erv er C um huriyet F ırk asın ı da k ap attırd ı. T erakkiper-
C u m h u riy et F ırkasını kap atm ak için bulu n an bahane, hak k ın ­
da R auf bey h a tırala rın d a şöyle der:
«T erakkiperver F ırkası k u ru ld u k ta n sonra, daha o zam an
bizleri dini siyasete âlet etm ekle ittih am etm işlerdi. B u ittih am
h â lâ devam ediyordu H albuki T ü rk iy e C um huriyetinin Teşki-
lât-ı Esasiye K anununda: «Devletin dini, İslâm dinidir.» kaydı
vardı. P rogram ım ızdaki «Dinler ve felsefî itik atlara h ürm etkâ-
rız.» ifadesiyle biz de dini taassuptan ve bilhassa dini siyasete
âlet etm ekten uzak bulunduğum uzu tesbit etm iştik. Ve ayni za­
m an d a bizi ittih a m edenlerin bizzat kendileri, kendi sözleri ve
k ılık k ıy afetleri ile öylesine m ücessem b ire r dini siyasete âlet
etm e örneği idiler ki, biz b u n ları asla reddedilem iyecek şekilde
v esik alarla isbat edebilecek b ir vaziyette ve m evkide b u lu n u ­
yorduk.»
O nlar, b ü tü n b u n ları u n u tarak , İsm et P aşanın zoru ile Tak-
rir-i S ükûn K an u n u n u kab u l e ttik le ri zam an, ü stü n e titre n e n
C u m h u riy et ile, h er m addesine sadık kalınacağına m illet huzu­
ru n d a yem in edilen «Teşkilât-ı Esasiye K anunu» n u da b ir ke­
n a ra atm ış oluyorlardı.
L âkin, u lu o rta ittih am larla, an a k a n u n u bile hiçe sayarak
b aşların a b u y ru k h a re k e t etm eğe alışm ış olan İsm et P a şa ile
e tra fın d a k ile r bu kad arla da kalm ayarak, b ir m üddet sonra, yi­
n e T erak k ip erv er C um huriyet F ırk asın ın belli başlı şahsiyet­
le rin i C um hur reisine suikast teşebbüsü ile ittiham etm ek iste­
m işlerdi.
R auf bey bu konuda der ki:
«Hele bu ittih am a nasıl cü re t e ttik le rin i insanın havsalası
alam az. F ırkam ızın m aruz kaldığı m uam eleden iki ay k ad ar
sonra, ben rahatsızlığım dolayısiyle, sıhhiye h ey etinden aldı­
ğım rap o r ve B üyük M illet M eclisi B aşkanlığının m üsaadesiyle
tro p ik m alary a tedavisi için A v usturyam n b u sahada m eşhur
olan B ad G atştay n kaplıcalarına ve oradan döneceğim sırd a İn-
gilterede b u lu n an doktor A dnan beyle H alide Edip hanım ı zi­
y a re t m aksadiyle Loııdraya gitm iştim . İşte bu su retle L ondra-
da b u lu n u rk e n b ir gün İzm irde k u ru ld u ğ u anlaşılan İstiklâl
M ahkem esinin, L ondra B üyük Elçiliğim iz vasıtasiyle bana gön­
derm iş olduğu b ir tebliği aldım . B unda C um hur Reisine karşı
izm irde tertip len e n suikast teşebbüsünde «müşevvik bulu n d u ­
ğum tah ak k u k ettiğinden» denecek kad ar akıl ve havsalanm
alam ıyacağı b ir garabet ve cüretle, benim gidip kendilerine
teslim olm am lüzum u bildiriliyordu H albuki bahis konusu
olan bu İzm ir hâdisesinden aylarca evvel. A nkarada vukua gel­
m ek üzere olduğu sonraları yayınlanan m uhakem e zabıtlarında
da görüldüğü gibi - iddia edilen yine C um hurreisi aleyhine di­
ğer bir suikast te şe b b ü sü n ü n - E rzincan M ebusu Sabit beyin
beni du ru m d an h ab erd ar etm esi üzerine bizzat m üdahalem ile
- tatb ik sahasına çıkarılam adığı - yine ayni İstiklâl M ahkem e­
since ilân ve bu yüzden Sabit bey alenen teb rik edilerek sorum ­
suz sayılm ıştı. Öyle iken, ayni m ahkem e beni, hiç değilse Sabit
bey gibi teb rik etm esi gerekirken, on y ıl sürgün cezasına m ah­
kûm ediyor. B u ne biçim akıl ve m an tık ve adalet anlayışıdır
ki, şayet v a r idi ise b ir suikast teşebbüsünü hab er alıp bana da
hab er v e re n Sabit bey, te b rik ile serbest b ıra k ılır da, b u teşeb­
büsün tatb ik sahasına konulm am asını tem in eden beni, on se­
neye m ahkûm eder? B ütün öm rüm boyunca, nam ertçe ve sefih­
çe b ir h a re k e t saydığım suikast denilen sapıklığın herh an g i b ir
tezah ü rü n e nerede ve ne zam an şahit oldu isem, daim a n e fre t­
le red ve m en’ eylediğim i beni yakından tan ıy an ların hepsi
pekâlâ bildikleri gibi bilhasa beni bu hususta ittih am a k alk an ­
ların, h erk esten iyi bilm em elerine im kân yoktur. O k a d a r ki,
içlerinde teşebbüs ettik le ri suikastlar, tarafım d an m uhalefetle
m en’ edilm iş olanlar bile vardır.
K ısaca ve ta rih huzu ru n d a k a t’î olarak te k ra r edeyim ki,
bizim tarafım ızdan hiç b ir suikast teşebbüsü vaki olm am ıştır.
H a ttâ böyle b ir şey hiç b ir zam an h a tır ve hayalim izden dahi
geçm em iştir.
A ksine, gerek y u rtta bulunduğum zam an m ü tead d it defa­
lar, gerekse dışarıda yaşam ak zorunda kaldığım son y ılla r için­
de bizzat benim aleyhim de üç defa suikaste teşebbüs edilm iş ol­
duğunu isbat edecek vesikalara m alik bulunuyorum .
AF MI?-. HAYIR*.

t şte durum bu m erkezde iken A nkara İstiklâl M ahkem e­


sinden gelen tebliğ üzerine, tabiî ve kanunî m erciim olan
T ürkiye B üyük M illet M eclisi B aşkanlığına m ü racaat ederek,
Teşkilât-ı Esasiye K an u n u n u n k a t’î sarah atin e rağm en bahis
konusu suikast teşebbüsü m ahalline günlerce uzak m esafede
m ukim bu lu n an bazı m ebusların, teşriî m asuniyetleri k a ld ırıl­
m adan tevkif edilm elerinin, bu kanunu ortadan kaldırmağa
müteveccih bir irticaî hareket ve bir hükümet darbesi olduğu­
nu ve binaenaleyh selâhiyeti dahilinde bulunan ve vazifesi ica­
bı olarak m eclisi toplantıya davetle, kanuna aykırı ve irticaî
mahiyetteki bu gibi hareketlere mani olmasını istedim.
R auf bey L ondra’dan İstan b u l’a dönm ek üzere olduğu sı­
rada, p atlak veren İzm ir suikastı m eselesi yüzünden, şim ­
di m em lekete dönm enin «Hakikî m ah iy eti ve m aksadı a rtık
m alûm olan m ah u t İstiklâl M ahkem esinin elinde oyuncak ol­
m aktan başka bir şey olm ayacağını» düşünerek, bu dönüşü k en ­
di an lattığ ı gibi m em lekette adaletinden şüphe edilm iyecek
m ahkem elerin d urum a hâkim olacakları (bir güne) bırak arak ,
L ondrada kalm ış ve bu esnada eski dostlarından b ir İngiliz a r ­
m atö rü n ü n şilepleriyle - yalnız yem ek parasını v e re re k - uzun
bir H indistan seferi yapm ıştır.
Evvelce İstanbuldan tanıdığı H intli dostlarından b ir çok­
larının sam im iyetle gösterdikleri yak ın lık ve konukseverlikle
H indistam baştan başa dolaşıp, arslan ve k ap lan a v la rın a işti-
râk le de geçirdiği günlerde, belli başlı ü niversitelerde de h in t-
li gençler ve m ünevverlere T ü rk İnkılâbına d air kon feran slar
verm işti. B u konuda: «Bilhassa Millî Mücadelemizi anlatırken,
yapılan muazzam kurtuluş savaşı ile onu takip eden inkılâpla­
rın ancak Mustafa Kemal Paşa gibi müstesna bir şahsiyetin ön­
derliğiyle yapılabilmiş olduğunu izah ile Türk M illetinin Mus­
tafa Kemal gibi bir evlâda sahip olmakla tâlihli bir m illet ol­
duğunu ve Mustafa Kemal’in hâlâ hayatta oluşu ile hamd ol­
sun bu tâlihin devam ettiğini tebarüz ettirirdim-» diyen Rauf
F: 10
bey H indistandan L ondraya dönüşünde, bu sefer üç d ört v a p u r
d eğ iştirerek uzak doğu, Çin yolculuğunu yapıyor. Pekin, N an-
k in ’den itib aren çeşitli vasıtalarla Ç in’i dolaşıyor. Ve te k ra r
L ondraya dönünce, bu defa da, B irinci D ünya H arbini İstan-
bulda geçirm iş P re n s Tosun P aşa ile o ğ u lla n gibi bir çok Mı­
sırlıların ısra rla dâvetlerine icabetle K ah ire’ye gidiyor.
M ısıra bu ikinci h a ttâ üçüncü gidişidir. D aha evvel «Ha-
m idiye» ile A kdeniz akm larını yaptığı zam an uğradığı M ısır’a,
T arablusgarp savaşı esnasında da E nver ve M ustafa K em al P a
salarla gitm işti. D aha ziyade bir hava değişikliği m aksadı ile
gittiği bu sefer epeyi zam an kalarak, b ü tü n tü rk asıllı M ısır
pren sleriy le tem as ile, M ısır’ı daha yakından tan ım a im kânı
buluyor.
Bu uzun yolculuklar esnasm dg, m em lekette C um huri­
yetin onuncu yıl dönüm ü m ünasebetiyle b ir um um î af ilân
olunm uş ve R auf beyin de bu aftan fay d alan arak a rtık v a ta n a
dönebileceği anlaşılm ıştı. F a k a t o, atfedilebilecek h erh an g i b ir
suçu bulunm adığı için, bu affın kendisiyle b ir alâkası olm adı­
ğı fik rin d e d ir ve bu fik rin d e şiddetle, inatla sabittir. N ete-
kim , kendisini aftan fay d alan arak ısrarla İstanbula dönm eye
davet eden yak ın larıy le dostlarına verdiği cevapta: «Şakilerle
k a tille ri serbest bırakan bir um um î affı kendim e şâm il saym ı­
yorum . Ç ünkü sayarsam bugüne k a d a r sırf şahsî h ırs ve garaz
yüzünden aleyhim e yönetilen isn at ve iftira la rı ve bu arada
C um hur R eisine karşı suikast teşebbüsü cürm ünü de kabul ve
itira f etm iş bir durum a düşerim- Hiç bir zam an akıl ve h a y a ­
lim den dahi geçirm ediğim , h e r n e sebeple olursa olsun asla
kabul edem iyeceğim bu hal şekline m u v afak at edersem , h ay a­
tım dan kıym etli bildiğim haysiyet ve nam us k a y ıtla rın d a n sıy­
rılm ış olurum . H alkm efendiliği esasına dayanan, ve vatandaş­
lara kan u n nazarında eşit hak ve vazifeler kabul eden, fe rtle r
ve züm relerin tahakküm ve im tiyaz iddiasını red eyleyen vic­
dan, fik ir ve söz h ü rriy e tin i m ukaddes bilerek k o ru y an m edeni
devlet id arelerin in ilk kuru lu şların d a, k a n u n la rın bu k a y ıtla rı­
nı hazm edem eyenler tarafın d an fırkacılık h ırsı ve gayretiyle
bu gibi zulüm lerin vukua getirildiği in k âr edilem ezse de, h a k ­
ların a tecavüz edilen v atan d aşlara yapılan zulüm lerin tashihi
ve h ak ların ın iadesi sam im î olarak bahis konusu olunca, siyasî
um um î affın (Evvelce hükm e m edar olarak gösterilen sebeple­
rin a rtık v a rit olm adığını yani, m evcut olm adığını açıklayacak
bir şekil ve su re tte yapılm ası) şa rttır. B undan başka ayrıca,
böyle haklarına tecavüz edilen vatandaşlara, istedikleri tak­
dirde siyasî tesir ve baskıların dışında ve üstünde ve kanunla­
rın hükümlerinden başka kuvvetlerden ilham almağa alışma­
m ış hakimlerden mürekkep bir adalet heyeti huzurunda m u­
hakemelerini yenilem ek imkânı da behemehal verilmelidir.
Ancak bu suretledir ki, vatandaşın geçmişte şahsına sürülmek
istenen lekeler ve şüpheler silinmiş olur. Aksi takdirde hırs ve
garazlarla, günahsız vatandaşların şeref ve namusuna taarruzu
huy edinmiş olan zihniyetin devamına delâlet etmesi itibariyle,
vaziyet düzelmiş olmaz. Kısaca, benim asla ve hiç bir suretle
en ufak bir cürümle dahi suçlu olmadığım için, ilân edilen af­
tan katiller ve şakiler gibi faydalanmayı düşünmem mümkün
değildir. Benim anlayışım budur.
Bütün hayatım meydandadır. Vatan ve M illetime karşı
borçlu olduğum vazifeleri, daima şahsî biı emel ve maksat güt-
meksizin, çok defa işaret, ikaz da beklemeksizin, kendi idrâk
ve kanaatimle ve tereddüt etmeden yapmayı itiyat edinmiş ol­
duğuma kaniim. Bu sebeple, günün birinde uydurulan bir se­
beple ittiham ediliş karşısında, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile
vatandaşlar için teyit edilmiş olan vicdan, söz ve nefsi müda­
faa haklarından sarfınazar edemem* Böyle hareket etm ekle hu­
susî bir muamele ve lütuf da istida etmiyorum. Sadece kanunî
haklarımı iddia ve talep ediyorum. Bunun içindir ki, vatan ve
m illetin umumî menfaatlerini hiç bir veçhile müteessir etmi-
yecek ve her türlü zarar ve ziyanı yalnız bana, şahsımla siz ya­
kınlarıma münhasır kalacak olan hareket tarzımı, yani umumî
affı kendim için kabul etmemek yolunu takip ediyorum. Böyle
yapmazsam, tehdit ve tedhiş ve maddî sefalet ve baskı korku-
siyle - ne olursa olsun netice itibariyle - şeref ve haysiyetim i kı­
racak şekilde hareket etmiş olurum ki, bu, elimden gelebilecek
bir şey olmadığı gibi, zaten böyle bir şeye sîzlerin de razı ol­
mayacağınızdan eminim.» dem işti.
' F ak at o sırada İstanbuldan kızkardeşi İffet hanım la yeğeni
M elike hanım M ısır’a gelip de, «Başsız ve kim sesiz kaldık, ya
siz İstanbula gelin, ya biz buraya gelelim» teklifinde b u lu n u n ­
ca, bu nazik durum karsısında, bunca yıllık aile yuvasını d a r­
m adağınık edip, onları da gu rb ette perişan etm eye vicdanı razı
olm ayan R auf bey, çaresiz fakat, «Küçücük bir m ünasebetsiz­
likle karşılaşırsam , derhal dönerim.» diyerek İstanbula gitm eyi
kabul ediyor. Böylece yolculk hazırlıkları tam am landıktan son­
ra. İskenderiye lim anına uğravan, pek sevdiği yakınlarından
Rauî Orlıay Hindistan - P a k ista n ’da geçirdiği günie.de ta n ın m ış
yerli şahsiyetlerden bir grup o r ta sın d a .,
M ısır’ı so n z iy a r e tin d e bir k o tr a g e z isin d e (D ü m en b a şın d a k i R a u f
B ey , d iğ erleri P r e n se s Ş iv ek â rla d a v e tlile r i.)
Aziz (D erya) k ap tanın süvarisi bulunduğu D enizyollarının va-
p u riy le M ısırdan ayrılıyorlar.
R auf bey, on yıla yakın bir zam andır pek, pek acı has­
re tin i çektiği b ir T ü rk gem isi içinde, T ü rk gem icileri ara ­
sında, onlarla hem hal olarak yaşam anın tarif edilm ez hazzı ve
sevinci ile m em leketinin yem eklerini yiyerek su yunu içerek,
sesini duyarak, havasını alarak yaptığı bu yolculuğu, b ü tü n
denizcilik h a y a tın ın unutam ıyacağı seferlerinden b iri saydığı­
n ı h er vesile ile anlatırdı. H ele bir gün sofraya g etirilen «Ha-
m idiye» biçim inde yapılm ış, koca b ir pasta karşısında «tam da
Y unan gem ilerini kovaladığım sularda denizci arkadaşlarım ın
bu pek nazik hareketleri» nden duyduğu hazzı hiç unutam azdı.
F ak at, 5 tem m uz 1935 günü îstan b u la v arılıp da, G alata
rıh tım ın a yanaşan gem iden dışarı çıkarken R auf bey, karşılaş­
tığ ı m an zara ile b ir anda irk ilir gibi olmuştu- R ıhtım da b ir ta ­
ra fta kendisini karşılam ağa gelm iş bekleyen yakınlariyle, ya-
n ıd ık ların ın heyecan ve h asretle kaynaşm akta olduğunu gören
ilgililer, teh alü k le R auf beyin önüne düşerek; «Beyefendi, r a ­
hatsız olm ayınız, L ü tfen şu ta ra fta n ... buyurunuz..» diye ona,
a rk a kapıyı ve a rk a y o lla n göstererek, kim se ile tem as edip,
(sevilerek, sayılarak d ört gözle beklendiği) n i belirtecek h er­
hangi b ir olaya m eydan verm eden sessizce geçip evine gitm e­
sini sağlam ak telâşına düşm üşlerdi. On yıllık b ir a y n lık ta n
sonra R auf bey, v atan a işte böyle dönüyordu. Ve daha ilk adım ­
da k arşılaştığı bu olay bu k ad arla da kalm am ıştı. A rka kapı­
dan ve a rk a y ollardan yöneltilerek, varabildiği Teşvikiyedeki
evine yak bastığı an d an itibaren, bu ev de h afiyelerle çevrilip,
gece gündüz göz altın d a b u lu n durulm ağa başlanm ıştı.
D aha M ısırda yola çıkarken tahm in ettiği (m ünasebetsiz­
lik) işte yapılm ış, yapılıyordu. F akat, bunu y ap an lar kim lerdi?
R auf bey derdi ki: «O ciheti hiç düşünm eden, b u hale gel­
m iş olan m em leketim de m aalesef nefes alm ak im kânı olm adığı
m ülâhazasiyle, derh al ilk vasıta ile çıkıp, te k ra r g u rb et illeri­
n e düşm ek istedim , fakat, bunca yıllık ayrılığın tesiriyle ağla-
şa ağlaşa boynum a sarılan yakınlarım ı, yeniden ve b u sefer
b elki de sonsuz olacak bir a y rılık elem ve kederiyle yakm ağa
hakkım olm adığını düşünerek, b ir anda b ü tü n bu m ünasebet­
sizliklerin elb ette benim gibi h e r v atan d aşa ıztırap v eren ve
u ğ ru n d a bunca fed ak ârlık larla çalışılan m em leketin selâm eti
için önlenm esine gay ret edilerek katlanılm ası icabeden haller
olduğu m ülâhazasiyls kendini av u tarak , b ir az sükûnet b ulur
gibi oldum.»
R auf beyi daha birkaç yıl evvel, «93 seferini saray d an ida­
re eden istibdat tim sali S u lta n H am id’e benzetm eye» yeltenm iş
olan zatın, şim di bu hafiye sürüleriyle, S ultan H am id’e rah m et
okutan b ir idare ile, övünüp övünem iyeceği ve nih ay et o za­
m anki çırpm a çırpına çekişm elerinin de m em leketi böyle b ir
rejim e sokm ak niyetiyle vukubulm uş gay retlerd en ib are t olup
olm adığı düşünülem ez m i idi?
R auf bey, bunu sadece m em leket hesabına duyduğu üzün­
tü y ü b elirten acı b ir gülüm seyişle «Etraf» diyordu, hep e tra f—
E m inim M ustafa K em al P aşanın b ü tü n b u n lard a n h ab eri yok­
tu r. İsm et P aşan ın ne derece vehham olduğu b ü tü n y ak ın ların ­
ca m alûm dur. F akat, vehm in bu kadarı da, bilhassa b ir h ü k ü ­
m et adam ı için fazladır, m em lekete zarardır.»
ATATÜRK’ÜN SON DİLEĞİ... VE

T ) auf bey, fik rin d e isabet ettiğini çok geçm eden anladı. O
A ı. sırada, esasen ailece ikam et ettiğ i A nkaraya gitm iş olan
hem şiresi İffet hanım , te k ra r İstanbula gelerek, «M ustafa K e­
m al Paşanın, kendisiyle görüşm ek istediği ve bu m aksatla A n-
k arad an gönderilm iş olduğunu» bildirdi.
R auf bey, buna kısaca; «Böyle işlere k ad ın ların karışm ası
doğru olmıyacağı» cevabını verm ekle yetindi. B ir m üddet son-
raA li F u a t Paşa A nkaradan İstanbula geldi. R auf beyi ziy aret
etti. İki eski, sam im î m ücadele arkadaşı h a ra re tle kucaklaşıp,
öpüştüler, d e rtleştile r ve bu arada A li F u a t Paşa, k endilerini
de en aşağı on yıl sü rg ü n cezasına m ahkûm etm esi m uhakkak
olan m ah u t İstiklâl M ahkem esinin şerrinden, k u rta ra n M usta­
fa K em al Paşanın, bu olaydan sekiz ay k a d a r sonra, Ç ankaya-
daki köşküne davet ederek nasıl b a rıştık la rın ı anlatm ağa baş­
ladı.
«Çankayada, B üyük M illet M eclisi Reisi K âzım Paşa. (Ö-
zalp) ile m âh u t İstiklâl M ahkem esi Reisi ve A zalariyle daha
bazı kim selerin hazır bulunduğu sofrada, bana en başta y e r
verm ek su retiyle iltifa tta b u lu n d u k ta n sonra, sözü İzm ir sui-
kasti teşebbüsü yüzünden hakkım ızda yapılan m ünasebetsiz­
liklere getirerek:
«Söyle Paşa, bu işler niçin böyle oldu?» diye sorunca ben
de sofradakilerin yüzlerine karşı, M ustafa K em al Paşaya dedim
hi:
«İstiklâl M ahkem esi suç ü stü yakaladığı iddiasiyle y irm i
k ad ar m illetvekilini tevkife kalktığı zam an B üyük M illet Mec­
lisi Reisi K âzım Paşa üstüne düşen vazifeyi id râk edip de Mec­
lisi derh al olağan ü stü toplantıya dâvet ile, b u m illetv ek illerin ­
den hangilerinin suçla ilgili olduğunu usulü dairesinde tesb it
ettirm iş olsaydı, m ahkem enin keyfî h a re k e tle ri elb ette önlen­
m iş olurdu. D aha hadisenin başında bu vazifeyi yapm ayarak,
İstik lâl M ahkem esinin, M illet M eclisini hiçe sayışm a yol aç­
m ış olan Kâzım P aşayı kab ah atli buluyorum .»
M ustafa K em al Paşa, o akşam sofradan k alkarak, başbaşa
kaldığım ız zam an, düşüncem de tam am iyle haklı olduğum u, a r­
kadaşlarım la beraber bu yüzden uğradığım haksızlıkları bildi­
ğini söyliyerek gönlüm ü alıp aram ızdaki eski sam im î dostlu­
ğun ihyasına çalışm ıştı. N ihayet bundan üç yıl evvel de yine
beni davetle, K onya m üstakil m ebusluğuna seçtirm işti. A yrıca,
geçen sene, R efet Paşa ile barışm ıştı.»
A li F u at Paşa, b u n ları a n la ttık ta n sonra, R auf beyin göz­
lerinin içine bakarak :
«Şimdi, asıl m esele şudur, diyor, Gazi sizinle görüşmek is­
tiyor ve beni bilhassa bu görüşmeyi temin için Ankaradan bu­
raya gönderdi.»
R auf bey, şaşırıyor. Ali F u a t paşa devam ediyor ve:
«Atatürk, vatanın kurtuluşu için beraberce çalıştığı arka-
daşlariyle artık dargın kalmak istemiyor. İstanbula dönüşünü­
zü haber aldığı günden beri çeşitli vesilelerle birkaç defa siz­
den bahsetti. Hattâ o gece, sizin m em lekete dönüşünüz müna­
sebetiyle duyduğu sevinci alenen izhar ile sofrasındakilere şam­
panya ikram etti ve nihayet son defa yine sofrada, yanında
otururken bana doğrudan doğruya: «Rauf da şimdi, senin gibi
aramızda bulunamaz mı idi? diyerek açıkça tahassürünü be.
lirtti-
Ben de kendisine: «Niçin olm asın? R auf beyin size karşı
ancak sam im iyet ve savgı hisleriyle m ütehassis olduğundan
em inim . Bu arzunuzu kendileriyle görüşerek, yerine getirm eye
çalışırım .» dedim . B u cevabım dan son derece m em nun oldu.
B unları dinleyen R auf bey, A li F u a t P aşaya
«Atatürk’e karşı daima eski candan dostluğun tesiri altın­
da, ancak içimden gelen en temiz ve iyi duykularla saygı ve
sevgi beslediğim hakkındaki kanaatiniz doğrudur. Ötedenberi
sarsılmaz bir iymanla inandığımız gibi, Atatürk cidden büyük
bir adamdır. Fakat etrafına toplananlar, yazık ki, hiç bir vakit
ona lâyık olamamışlardır. Binaenaleyh kendisiyle görüşmek
istememe rağmen, hu işde de etrafındakilerin bir oyun yapma­
sından korkarım.» cevabını veriyor.
Ali F u at Paşa, A ta tü rk ’ün sam im iyetle istediği şeyleri yap­
m asına (etrafın ) m ani olam ıyacağını, h a ttâ A ta tü rk ’ün arzu ­
sunu kendisine anlattığı İsm et P aşanın da bu görüşm eyi h a ra ­
retle tasvip ettiğini bu sebeple, a rtık «Etraf» denen tü re d ile ri
gözünde büyütüp, tereddüde düşm em esi gerektiğini söyliyerek
tem in at verince R auf bey, A li F u at Paşa ile birlik te A nkaraya
gitm eye razı oluyor.
A nkarada, geldikleri haberini verm ek üzere Ç ankayaya ev­
velâ yalnız giden A li F u at Paşa, çok yorgun ve üzgün görünen
A ta tü rk ’ün: «Biraz evvel H alk F ırkası U m um î K âtibi sıfatiyle
Recep P e k e r’ni kendisini ziyaretle, R auf B eyin vaktiyle F ırk a ­
dan başk aları gibi basit bir istifanam e vererek ayrılm am ış ol­
duğu için, şim di bunu düzeltm esi, yani evvelce verdiği H alk
F ırk asın ı küçüm ser ifadeli istifanam esini geri alm ası lâzım gel­
diği kan aatin d e olduklarını ve bunda ısra r ettik le rin i bild ird i­
ğini, kendisinin de «Böyle bir şeyi, ben de olsam yapmam. Yal­
nız Rauf beye Fırkadan aday gösterilmek suretiyle bir mebus­
luk kabul ettirebilirsek, bu m esele en şerefli bir surette hal
edilm iş olur. Şimdi gidin arkadaşlarınızı bu noktada etrafında
toplayınız.» cevabını verdiğini anlatarak ;
«Şimdi bütün arzum, Raufla olacak ilk görüşmemizde her­
hangi bir münakaşaya yol açacak bir sebep bırakmamaktır. İs­
tiyorum ki; aramızda en küçük bir gücenme izi kalmasm. Sen
ona işin bu cihetini ve arzularımı iyice anlatır ve bana beraber
gelirsiniz.» diyor. A li F u at Paşa, işin bu beklenm edik şekli alışı
karşısında, R auf beyin de düpedüz yeniden H alk F ırkasına gir­
m esi teklifini k a t’iyyen kabul etm iyeceğini düşünerek:
«Paşam, hepim izin daha h a y a tta iken sizden ayrı k alm a­
m ak ve sizinle eski sam im iyetim izi ihya edebilm ek en m ühim
gayem izdir. Y alnız etrafınızda b u lu n an la rın sam im iyetine iti­
m at etm ediğim izi huzurunuzda teb arü z ettirm ek isterim . Size
karşı olan saygı ve yakınlığında hiç b ir eksiklik olm am akla be-
rabet, uğradığı haksızlıklar yüzünden m em leket dışında uzun
y ıllar çektiği acılarla daha çok hassas b ir hale gelm iş olan R a­
u f beyin, bu beklenm edik tek lif karşısında m ukavem et edece­
ğinden korkarım .
M ebusluk m eselesinden b ü sb ü tü n vazgeçilerek, sadece iki
arkadaş gibi görüşm ek üzere kabul etm eniz m üm kün olmaz
mı?» diyorsa da, A ta tü rk A li F u a t P aşaya h a k verm ekle b e ra ­
ber, R auf bey m eselesinin, a rtık iki şahıs arasında bir m esele
o lm aktan çıkıp, H alk F ırkası D ivânı ve U m um î K âtipliği ile
kendi arasına in tik al ettiği için, onlarla anlaşarak h a re k e t e t­
m ek m ecburiyetinde olduğunu ve bu sebeple ne R auf beyin
fırk ad an m ebus seçilm esinden vaz geçebileceğini, ne de R auf
beyi m üstakil m ebus seçtirebileceğini izah ederek: «Bu söyle­
diklerim i R auf’a anlatırsın. O çok anlayışlı b ir ark ad aştır. Beni
a n la r ve teklifim i kab u l eder. B u m eselenin hallini senden bek­
lerim» diyor.
Ali F uat Paşa da A ta tü rk ’ün yanından ayrılarak, hem şire­
si İffet hanım ın evinde b u lunan R auf beye gidiyor ve kendisi­
ne A ta tü r k ’le olan konuşmasını anlatarak: «Şimdi cevabı, da­
ha doğrusu ikimizi Çankaya’da bekliyor» diyor.
Rauf beyin o anda ne düşündüğünü ve ne cevap verdiğini
yine bizzat kendisinden dinleyelim:
«O anda geçmiş günler, o k a p k a ra üm itsiz ve kasvetli hava
içinde tam bir fikir ve ideal birliğiyle el ele v erreek m ücadele­
ye atıldığım ız g ü n ler gözüm ün önüne geldi. İçim izde m em le­
keti k u rta rm a ğ a ve m illeti selâm et yoluna ulaştırm ağa en liya­
k atli ve kabiliyetli olduğuna k a t’î şekilde inanarak, kendisini
baş bilip, b ü tü n kalbim iz ve varlığım ızla bağlandığım ız M usta­
fa K em al’e olan bu en sam im î duygularım ızın kaynağı sadece
v atan ve m illet sevgisi idi ki, bizim hâlâ bu sevgi ile m eşbu
olan yüreklerim izde h e r şeye rağm en, ne olursa olsun şahsî
m enfaatler, ih tira sla r ve ikbal düşk ü n lü k leri gibi daim a y a­
bansısı olduğum uz, m em leket hesabına da zararlı bulduğum uz
eğilim ler yer alm ıyordu. G erçek işte bu idi.
Ben o anda b ir «Pekiy» dem ekle, yıllarca önce verm iş ol­
duğum b ir istifanam eyi geri a la rak m ebusluğum u sağlam ak su­
retiyle, bir çoklarının h ay al gayesi telâkki ederek «Yüksek»
bu ld u k ları m evkii de elde edebilirdim* F a k a t dediğim gibiğ bu
h a re k e t tarzı, h a ttâ böyle b ir şeyi düşünm ek, h a tıra getirm ek
dahi, biz y aradılışta in san ların b a rc ı değildir. N etekim ceva­
bım gayet basit oldu: «Allaha ısm arladık» dedim ve ilk tre n e
binerek, İstan b u la döndüm .» E lbette b u n u n böyle olm am ası lâ ­
zımdı. L âkin «Etraf» ı o rtad an kaldırm ak, benim elim de olan
b ir şey değildi.»
A n k arad an İstanbula dönen R auf bey, B ebekteki evinde
sükûn ve huzur, fak at m addî sıkıntı içinde yaşayışına
devam ediyor. P ek yakın hısım ve akrabası ile dostlarından
başka hiç kim se ile tem as etm iyerek, kitap ları ile başbaşa, son
derece m ütevazi bir h ay at sürdüğü halde, evinin e trafı yine ha-
fiyelerle çevrilm iştir. N adiren sokağa çıktığı zam anlarda dahi,
h afiy eler gölge gibi kendisini takip etm ektedirler. «Etraf» m
bilhassa y abancılar gözünde rejim i çirkinleştirip, m em leketi
küçük dü şü rm ek ten başka b ir şeye yaram ayan, m arife t saydık­
ları bu m ünasebetsizliklerin daha ne kad ar süreceğini sorm ak
lüzum unu bile duym uyor. B ütün üzüntüsü, kendisini çok ya­
kından, iyice tanım ış, bilm iş olanların, belki de büyük k u rtu ­
luşla, peşi peşine m uazzam inkılâplara sahne olan h e r m em le­
k e tin k ad erin d e olduğu gibi, idare m akanizm asını böylesine
m ünasebetsizliklere y elten en b ir tak ım ların a kaptırm ış olm a­
la rıd ır ki, tek tesellisi günün birinde bu gidişin kötülüğünün
id râ k edilerek, düzeltilm esi ihtim alidir. Y ıllar, y ıllar böyle ge­
çiyor...
N ihayet İsm et İnönü, C um hur Reisi olduktan b ir m üddet
sonra İstanbula gelişinde, hususî kalem m ü d ü rü vasıtasiyle,
R auf beyle hem şiresi İffet hanım ı D olm abahçe S arayına davet
ediyor. _
İsm et Paşa, onbeş yıllık b ir a y rılık tan sonra ilk defa ku­
caklaştığı R auf beyle, ailece dereden tepeden sohbetlerle de­
vam eden b ir sofra başı toplantısında, geçmiş ve geçm işin her
şeyi u n u tuluyor. R auf bey, b ir ara, P aşanın çocuklarını h atır-
lıyarak, «K üçükler ne âlem de, a rtık büyüdüler, ne yapıyorlar?»
diye sorunca^ P aşa da :
«— E lb ette büyüdüler, elinizden öpüyorlar, fakat, böyle
m i sorulur?. Raufcuğırm , am caları olacaksın, A nkaraya gelip
görm ek istem ez misin?» diyerek R auf beyle hem şiresini A nka­
ra y a d av et ediyor.
Kısa bir zam an sonra, bu davete icabetle hem şiresiyle b ir­
lik te A nkaraya giden R auf bey, pek sam im î hislerle karşılanı­
yor.
R auf bey bu A nkara ziy aretin i bizzat şöyle anlatır:
«... A nkaraya gidişim izin e rtesi günü, îsm et P aşa V ekiller
H eyeti ile b ir sofra başında toplanm am ızı istiyor. B u davet be­
nim şerefim e olduğu için, v ak ti gelince: «M üsaade edin de a r­
k adaşları ben karşılayayım .» diye P aşanın yanından ay rılarak,
aşağı m erdiven başına iniyorum . G elenlerden b ir kısm ı tan ı­
dıklarım . B azısının yüzünü ilk defa görüyorum . E rzu ru m ve
Sivas K ongreleri g ü nlerinin eski aşinası ve dostu doktor Refik
Saydam , benim için yeni olan çehreleri, tanıtıyor. H epsinin,
h a tırla rın ı sorarak, sam im iyetle ellerini sıkıyorum . İşte bu es­
nada, bir de baktım ki A li bey - H ani şu İzm ir İstiklâl M ahke­
m esi Reisi - şim di N afia V ekili sıfatiyle, sanki aram ızda hiç bir
şey olm am ış, ve Kâzım K arabekir, Ali F uat, Refet, C afer
T a y y a r P a şa la r vesair b ir çok m ebuslar gibi beni de teşriî m a­
suniyetim i k ald ırtm ak lüzum unu duym adan tevkif ettirm eğe
kalkan, kanun, nizam ve adalet n ed ir bilm eyen m ahlûk kendisi
değilm iş gibi, h a y re t edilecek bir pişkinlikle ve zoraki bir gü­
lüm seyişle, bunca zulüm lere âlet olan elini bana evet bana uza­
tıyor. B ir anda d u rak lay arak : «Bu n e ’ b u ray a beni bu adam la
k a rşıla ştırm a k için m i davet ettiniz?» diye elim i geri çektim .
O da neden sonra aklı başına gelir gibi olan in san ların şaşkınlı­
ğı içinde süklüm püklüm uzaklaştı, gözden kayboldu. Salona dö­
nüşüm üzde vaziyet düzeldi. Neşe içinde dereden tepeden soh­
b e tle r edilerek yenilip içildi. Ve bu arada, sofradan kalk tık tan
sonra, salonda dolaşırken İsm et Paşa, bana kem al-i nezaketle:
«Beraber çalışalım» teklifinde bulundu. Teveccühüne teşek k ü r­
le beraber: «Maalesef, bu arzusunuzu yerine getirebilm em e im­
kân yok paşam, dedim . İstiklâl M ahkem esinin hakkım da v erdi­
ği, tamamen keyfî ve adaletsiz k a ra r tashih olunmadıkça, hiç
bir iş kabul edemem.»
İsm et Paşa; K a ra rın esasen haksız ve adaletsiz olduğu a r­
tık herkesçe anlaşılm ış ve nih ay et um um î af ile de işin tasfiye
edilm iş olduğunu ile ri sürerek, bu m esele üzerinde durm ağa
y e r kalm adığını söyledi ise de, ben fikrim de ısra r ettim . F ak at
birk aç gün sonra, hiç haberim olm adan A nadolu A jansının, C.
H .P. G enel B aşkan V ekili B aşvekil D oktor Refik Saydam im ­
zalı ve 22 ekim 1939 tarih li şu beyannam eyi radyolar ve b ü tü n
gazetelerle yayınladığını gördüm :
«Rahm etli H üsnü Açıkgöz’ün ölüm ü dolayısiyle boşalan
K astam onu m ebusluğuna eski İstanbul M ebusu ve eski Başve­
k il R auf O rbay’ın G enel B aşkanlık divanınca nam zetliği k a ra r­
laştırılm ıştır. R auf O rbay hakkında evvelce İzm ir İstiklâl D ah-
kem esi tara fın d a n verilm iş olan m ahkûm iyet k a ra rın ın re f’i
için vaki m ü racaati üzerine yapılm ış olan hukukî tetk ik te, a ra ­
y a girm iş olan um um î af kanunları, isnat olunan fi’lî b e rta ra f
ettiği gibi, m uhakem enin iadesini de im kânsız kılm ış ve esasen
m uhakem e iade edilm iş olabilseydi b eraatin m uhakkak olacağı
kan aatin e varılm ış olduğu görülm üştür. Sayın ikinci m üntehip-
îere b ild irir ve ilân ederim.»
Bu olup b itti karşısında, benim için yapılabilecek b ir şey
yoktu. M uhakem eyi yenilem eğe k a n u n la r m üsait değildi. Be­
nim, m âh u t İstiklâl M ahkem esinin, adaletsiz k a ra rın ın behe­
m ehal düzeltilm esi hususunda ısra rla du ru şu m üzerine İsm et
Paşa, y etkili hu k u k çu ları h are k e te geçirerek y u k arık i form ülü
bulup ve a rtık itirazım a m eydan bırakm am ak m aksadiyle, b ir
oldu b itti yay ın lattığ ı anlaşılıyordu. A ncak ben, bir ta ra fta n
da, o güne kad ar v eıilm iy en em eklilik aylığım işini de h al e t­
m ek m aksadiyle askerî Tem yiz M ahkem esine m üracaatle, bir
yolunu b u lu p m ah u t İzm ir Suiskastı dâvasını yeniden âçtım ve
b eraat k a ra rı aldım.»
K astam onu M illetvekili seçildikten sonra, a rtık bu fık ­
raya, hem de evvelki istifanem esini geri alm ak lâfı dahi edil­
m eden sadece: «Şeref verm ek üzere lü tfen girmesi» ısrarla rica
edilip d u rulduğu halde, R auf Bey bu defa da, «Bir prensip ada­
m ı olarak düşüne taşına h ay ır dediği bir şeye, h e r n e sebeple,
h a ttâ h a tır için dahi olsa, evet dem ekte m azur olduğunu» neza­
ketle a n la tara k girm em iş, ayağını dahi atm am ıştır. F ırk a için­
deki k arak ter, haysiyet ve izzet-i nefis ölçülerinin derecesine
bakın ki, kısa b ir zam an evvel, R auf beyin m u tlak a eski istifa­
nam esini geri a la rak fırkaya girm esi şartiy le m ebus seçilm esi
hususunda k a t’î şekilde ısra r ederek, bunu kab u l etm ediği için
A ta tü rk ’le görüşüp barışm alarına m ani olanlar, şim di b ü tü n
olup biten leri boyunlarını eğerek tasvip ve kabul e ttik te n son­
ra, R auf beyi y altak lan a yaltaklana, nasıl ta k d ir ve teb rik ede­
ceklerini bilem iyorlardı.
M illet vekilliğinin altıncı ayında R auf beye, L ondra B üyük
Elçiliği vazifesi tek lif edildi.
İkinci D ünya Savaşının en b u h ran lı ve bilhassa bizim için
son derece nazik safhalar arz ettiği o günlerde L ondra B üyük
F : 11
B aşvekil C hurchill teftiş gezilerine çıkarken yanına hiçbir y a b a n c ı
alm adığı halde, Rauf Beyi daima birlikte götürm eyi âdet ed in m işti.
Elçiliği, birinci derecede önem li bir vazife idi. Esasen C um hur
Reisi İsm et İnönü de bu işin m em leket için hayatî b ir ehem ­
m iyeti haiz olduğunu düşünerek ve ayni zam anda İngiltere H ü­
k ü m etin in de h er iki m üttefik m em leket m enfaatleri bakım ın­
dan rastgele b irin in altın d an kalkam ıyacağı bu vazife için R auf
bey üzerinde durd u ğ u n u dikkat nazarına alarak, teklifi bizzat
yapm ış, R auf bey de:
«1905 den beri çeşitli vazifelerle gidip gelişler ve zam an
zam an uzunca kalışlarla tem asım m uhafaza ve ötedenberi m at-
m u atın ı ve politik hay atın ı m untazam an takip ettiği ve Lond-
rad a k i bir çok k u lü p lerin âzası olduğu gibi, İngiliz devlet adam ­
la rı arasında C hurchill ve em sali gibi bir hayli de dostları bu­
lunduğunu düşünüp, son derece zorluklarla çevrili olduğum uz
b ir zam anda m em leketim e faydalı olabilirim .» m ülâhazasiyle
bu tek lifi tered d ü t etm eden, kab u l etm işti. B u suretle, L ondra-
ya gidince daha ilk günlerden itib aren hakkında gösterilen sa­
m im i hüsn-ü kabul ile her tü rlü yakınlık ve dostluklar karşı-
şında, düşünce ve tahm ininde aldanm adığını gören R auf Bey,
şevkle işe koyulup, iki m em leket arasındaki m ünasebetleri
tam bir dostluk havası içinde geliştirm eğe m uvaffak olm uştu.

CHURCHİLL’LE...

am idiye m aceram ı pek iyi bildikleri için, L ondraya e l­


H çi olm am ı h a ra re tle istediklerini C hurchill de, Eden de
b a n a söylem işlerdi. K a n a d a Başvekili M asigli ile de canciğer
dosttum . O nun v asıtasiyle ta n ıştığ ım b ir çok İngiliz ricali ve
belli başlı m a tb u a t e rk ân ı ile de h e r vesile ile d aim a bulu­
şurduk.
C hurchill de b a n a karşı, b aşk a hiç b ir yab an cıy a gösterm edi­
ği yakınlık ve sam im iyetle h a re k e t eder, D ünya h a rb in in o son
derece b u h ra n lı gün lerin d e başın ı kaşıyacak v ak ti olm am akla
beraber, h e r gittiğ i yere İsra rla d âv et ederek, beni de g ö tü rü r
ve d aim a: «Aziz dostum » diye h ita b ederdi. B irlikte gittiğim iz
yerlerde, b ilh assa askerî k ıta a tı teftişlerd e, k ıta k u m a n d a n la rı­
n a d a beni «pek kıym etli ve yegâne T ü rk dostum » diye tak d im
ederdi. Bu dostluğum uzu, diğer elçiler fe n a h ald e k ısk a n ırla r­
dı. H attâ, İngiliz n a z ırla r da, C h u rch ill’le b irlik te yaptığım ız se­
y a h a tle rd e n dönüşüm üzde b a n a gelip bilgi edinm ek isterlerdi.
C hurchiirie birlikte sık sık. yanlıkları teftiş gezilerinin birinde
(Ayaktaki R auf Reydir)

B a u f beyin L ondra B üyük Elçiliğindeki başarılı hayatını,


o sırada B üyük Elcilikte vazifeli bulunan değerli h a ric iy e c ile ­
rim iz d e n 'sayın S üreyya Berkom H ıy a t dergisinde y a y ın la ­
dığı h â tıra la rın ı an latırk en der ki:
«Ne y az ık ki, biz bit b ü y ü k d e v le t ad a m ın ı y a b a n c ıla r k a ­
d a r a n la m ış değiliz. A rlanın- o lsay d ık em in L o n d r a E iiyük E l­
çiliğ in d e n istifasın a hiç m ey d en v e r ir m iy d ik ?
İstifa, say ın O rb a y için belki k olay b ir iş o lm u ştu am a biz
L o n d ra B ü y ü k E lçiliğ in d e âd eta y e tim k alm ıştık . O n u n z a m a ­
n ın d a y ap tığ ım ız işle rin fa y d a lı old u ğ u n a in an d ığ ım ız için b ü ­
y ü k b ir n eşe v e gönül fe ra h lığ ı ile çalışıy o rd u k . Y a şim di, y â ­
n i is tifa d a n s o n r a , o rasın ı n e siz s o ra n n e b en söyliyeyim .
B ü y ü k E lcilik te b ir m â te m h av a sı esiy o rd u . B u h av a, h i­
k ây esi p ek h azin o lan b ir saîıte p a ra m eselesiy le b ir k a t d ah a
arttı. İtibarımız zedelenmişti- Başvekil Churchill yeni büyük
elçiyi kabul etmiyordu. Özel kaleminden kaç defa randevu is­
tedi isek de, her seferinde «Başvekil’in pek meşgul» olduğu
bildiriliyor ve dışişleri bakanı Eden ile görüşme tavsiyesinde
bulunuluyordu. Lord Beconsfield’e (Disralie) nasıl hak verme-
m ezlik edebilirdik? Demetmiş mi idi ki: »Bir çok insanların dev­
let adamı olmak istedikleri görülmüştür. Fakat bu ankâ kuşu­
nun pek az kimsenin başına konduğu da tarihî bir hakikattir.»
Şimdi bu tarihî hakikati biz kendi gözümüzle görüyor v e ib­
retle seyrediyorduk. Büyük elçi olmak, şu veya bu şartların
bir yere toplanmasiyle, belki kolaydır ama bu sıfatı «Devlet
adamı» sıfatiyle nasıl birleştirebiliriz? İşte m eselenin can ala­
cak noktası bu. Meselâ Fauf Orbay ne kendisi için ne de biz-
ler için İngiliz hükümetinden, en ufak bir cem ile gösterilm e­
sini istemezdi. Aldığımız yiyecek ve giyecek karneleri, her İn-
gilizin aldığı karnelerin ve miktarın ayni idi. Otomobillerimi­
zin benzin tahsisleri de keza öyle idi.
Halbuki sonradan «İsteyenin bir yüzü kara, verm eyenin
iki yüzü» sözüne uyarak, İngiliz makamlarını taciz eder ol­
muştuk. Tabiatiyle itibarımızı düşürdük.
Londranuı Almanlar tarafmdan bombardımanı devam et­
tiği ve şehir dışında evler kiralayarak buralara sığınmamız dış
işleri bakanlığınca uygun görüldüğü, bunun için gereken yol
tahsisatı da bankaya geldiği halde, Rauf Orbay: «Londra şeh­
ri oturulmaz bir hale gelmedikçe ve İngiliz Hükümeti şehri
terk etmedikçe ne ben, ne de yanımdaki arkadaşlar buradan
ayrılmak niyetinde değiliz.» tarzında, bakanlığa iş’arda bulu­
nuyordu. Ve bizler de bombalar altında vazifemize devam
ettik.
D evlet adamı, devlet parasının üstüne titriyor, başkaları,
yâni devlet adamı taslakları da onu har vurup harman savuru­
yordu. Bu hal karsısında, bu sefer de P itt’in sözleri gözümün
•nünde canlandı: «Devlet adamı için yalnız kültür kâfi değil­
dir. Bunsuz zaten hiç bir şey olmaz. D evlet adamı, devletini
ve m illetini candan seven ve onun m enfaati için canını bile
fedadan çekinmeyen fazilet âşıkı adamdır.»
R auf bey, işte bu adam dı.

R auf bey, L ondra B üyük Elçiğilinde işte böyle çalışıp


dururken, hâriciyem izin akla, havlasaya sığm az ihm al­
kârlıkları, h a ttâ m ünasebetsizlikleri ile başa çıkam ıyacağım
anlayarak, istifaya m ecbur olm uştu.
İNG İLİZ HARİCİYE VEKİLİ EDENLE BİR TARTIŞMA

B irg ü n elçilikte H ariciye Vekiline öğle yemeği verm iş­


tim . M aksadım o g ün R u sy ad an geleceğini duyduğu­
m uz Sovyet H ariciye Vekili M olotof h a k k ın d a bilgi edinm ekti.
Yem eğin so n u n d a sırasın ı g etirerek E d en ’e sordum :
«— M olotof geliyorm uş, ziyaret sebebini öğrenebilir m i­
yim?
«— K im den duydunuz?
«— PolonyalIlardan duydum, deyince:
«— Ah bu PolonyalIlar, dedi, aslı yok, böyle bir ziyaretten
haberim yok...
H albuki o ak şam M olotof’u n geldiğini gördük. E rtesi sab ah
E den’den m ü la k a t istedim , g ittim :
— M olotof’u n ziyareti h a k k ın d a d ü n b a n a verdiğiniz m a ­
lû m a t üzerine hükü m etim e M olotof’un L ondraya gelm esinin
bahis m evzuu olm adığını yazm ıştım . Y alancı çıktım ve bu v a ­
ziyette a rtık «Persona non G rata» oldum . İn g iltered e elçilik
yapam am .» dedim.
E den şaşırdı, fevkalâde üzüldü, özür diledi. F a k a t özür d i­
lem esini k âfi görm edim . M üttefik b ir devletin elçisi karşısın d a
bu lunduğu n u h a tır la ta ra k d ay attım , İsrar ettim . N ihayet t a r ­
ziye verm eğe m ecbur oldu.

B ilhassa doktor R efik Saydam ı m üteakip, B aşvekil olan


Ş ü k rü Saraçoğlu kabinesinde, N um an M enem encioğlu H arici­
ye V ekili olduktan sonra, bu m ünasebetsizlikler, y ân i (K uri-
ye) diye şun u n bunun iltim aslısı bir takım kaçakçılıktan baş­
k a b ir şey düşünm eyen adam ların, ellerine em anet edilen
m ah rem ev rak la L ondraya gönderilm esi ve bu ara d a Londra-
d a n yazılan önem li rap o rla rın dahi A nkarada kale alınm aya­
ra k m ütem adiyen cevapsız bırakılm ası gibi, m em leketi telâfisi
im kânsız z a ra rla ra u ğ rata n başı boş gidiş b ü tü n ikazlara, şi­
k â y e tlere rağm en o dereceyi bulm uştu ki, R auf bey (H ayatî
ehem m iyeti haiz devlet sırların ı ve devlet haysiyet ve itib a rı­
n ı ve em niyetini nasıl m uhafaza edebileceğini ve bu ş a rtla r
a ltın d a nasıl iş görebileceğini) bilem ez hale gelm işti..
İşte o sıralarda, M r. C hurchill ile K ahirede b u luşan Cum -
h u rre isi İsm et İnönünün m em lekete dönüşünü m üteakip y ap tı­
ğı dâvet üzerine, A nkaraya giden R auf bey, orada İsm et İnö-
n ü n ü n başkanlığında, M areşal Fevzi Ç akm ak ve B aşvekil Şük­
rü Saraçoğlu, H ariciye V ekili N um an M enem encioğlu ile yapı­
lan toplantıya katılıyor. Ve İsm et İnönü K ahirede Mr. C hurc-
h il’le yapılan m ülâkatı an latarak , İngilizlerin m utlaka harb e
girm em izi istediklerini ve bu hususta ısra r ettik lerin i söyliye-
rek, «Ne yapacağız?» diyor. B u soru karşısında B aşvekil Ş ü k rü
Saraçoğlu suusyor. M areşal Fevzi Çakm ak, konuşm asını iste­
diğini b elirten bir tav ırla R auf Beye bakıyor. Salon d erin bir
sessizlik içindedir.
Bu halden sözün kendisine verildiğini hisseden R auf bey,
şöyle konuşuyor:
«M üttefikim iz olm akla beraber, İn g ilteren in bugün biz­
den harbe girm em izi istem eğe hakkı yoktur. Ç ünkü geçen se­
ne kendisiyle A danada yapılan m ü lâk atta Mr- C hurchill bize
ettiği vaadi tutm am ıştır. Mr. C hurchill bize b ir sene içinde beş
yüz S herm an tankı, beş yüz son sistem Speed F ire hücum uça­
ğı ve külliyetli m iktarda top, tüfek, cephane verecek değil m i
idi? îngilizler bize b u n ları v e rd ik ten sonra ayrıca: (k ullanıl­
m asını öğrenirsiniz, ondan sonra yâni b ir sene sonra, B alkan­
lara bir m üdahale olursa, siz yine kendiniz d u ru m a göre tak ip
edeceğiniz h a ttıh a re k eti tâyin edersiniz » dem em işler m i idi?
B ugün, bu vaziyet hasıl olm am ıştır- Ç ünkü îngilizler o zam an-
danberi vaad e ttik le ri şeylerden hiç birini verm em işlerdir.
B öyle olunca, şim di ne hakla bizden harbe girm em izi istiyor­
lar? Bu nasıl olur? Ne k ad ar ısra r etseler, vereceğim iz cevap,
arz ettiğim sebeplere istin atla harbe girm em izi istem eğe h ak ­
ları olm adığını kendilerine, gayet nazikâne bir şekilde h a tır­
latm ak tan ib aret olm alıdır. Benim bildiğim îngilizler, böyle
b ir cevabın m ânâsını anlayacak k a d a r zekidir.»
Bu sözler üzerine, M areşal Fevzi Ç akm ak heyecan ve se­
vinçle yerinden kalkarak, h a ra re tle R auf B eyin boynuna sarı­
lıyor.
İsm et İnönü de: «Haklısınız R auf bey, bu m u h ak k ak tır.
F a k a t fena dayatıyorlar.» diyor.
R auf bey: «D ayatsınlar... Bana da L ondrada kaç defa ayni
şeyi yaptılar. Çok m u ztar vaziyete düştü k leri m alûm .. F a k a t
biz de haklıyız. Başka tü rlü yapam ayız. B ugünkü şa rtla r için­
de onların istediklerini yapm am ız, bizim k a d a r o nların da
aleyhine neticeler ihdas eder. B unu b ir k ere daha etraflıca
k endilerine anlatırsak, ısrard an vaz geçeceklerine eminfim.»
diyor.
N ihayet uzun m üzakerelerden sonra R auf beyin ileri sür-
R a u f B ey L on d ra B ü y ü k e lç isi ik e n .

d ü ğ ü s e b e p le rle «H arbe g irilem iyeceği» k a r a rı v e riliy o r. Y ok­


sa, R a u f b e y in d ed iğ i gibi «A llah esirgesin, B a lk a n H a rb in d e
o ld u ğ u gib i h a z ırlık sız v a z iy e tte h a rb e g irişin m u k a d d e r olan
fe la k e tin d e n k a ç ın ılam ıy ac ağ ı m u h ak k ak » dı.
B u to p la n tıd a n sonra, B aşv ek il Ş ü k rü S ara ço ğ lu R a u f be­
yi, v e k ille r h e y e ti to p la n tıs ın a k a tılm a ğ a d â v e t ed iy o r v e ora-
d a hazır bulunan vekillere: «Beyefendinin fik irlerin d en istifa­
de edelim» diye, R auf beyden dünya politik ve askerî d u ru m u
h ak kında izahat vererek, kendilerini aydınlatm asını rica
ediyor.
R auf bey, bilhassa m ü ttefiklerim izin d u ru m u ve bizim le
ilgili olup bitenlerle, olm ası ihtim alinden k o rk u lan lar h ak k ın ­
da izahat verip, arada sorulan şeyleri de cevaplandırarak tam
beş saat ko n u ştu k tan sonra:
«Şimdi m üsaadenizle biraz da kendim izi anlatayım .» diye
ep ey d ir Londradaıı şikâyet ede ede bir tü rlü önüne geçem edi­
ği hâriciyenin berb at haline tem asla, bilm em ne m üdürü, veya
reisi diye rastgelenin eline «Kuriye» pasaportu ile devletin en
m ahrem evrakı verilerek L ondraya gönderilm ekte devam
edildiğini ve b u n ların çoğunun altın ve döviz kaçakçılığından
başka b ir şey düşünm iyerek devlet sırlarını, kendisinden ev­
vel, yabancılara d u y u rm ak ta o lduklarından ve b ü tü n b u n ları
C um hurreisine dahi m üteaddit defalar şikâyet ettiğ i halde,
önleyem ediği gibi, L ondradan yazdığı önem li rap o rlara bile
H âriciyeden cevap alam adığını, bu vaziyette L ondra B üyük
Elçiliğinde m em lekete faydalı olarak iş görm eye im kân olm a­
dığından istifaya m ecbur olduğunu söylüyor.
G erek başvekilin, gerekse hariciye vekilinin b ü tü n b u n la­
r ı ilk defa duyuyorlarm ış gibi, sözde h a y re t ederek, d e rh a l ge­
rek e n ted b irlerin alınarak, önleneceği hususunda vaitlerle,
k a t’î tem in at v erm elerine rağm en, R auf bey; B un ların kaçıncı
v a it ve tem in at olduğunu h atırlatıp , a rtık hâriciyenin lâfla dü-
zelem iyeceğine tecrü b elerle kaani olduğunu ve bu vaziyette
b ir gün daha vazifede devam sorum luluğunu kab u l edem iyece-
ğini beyanla, istifasında ısra r edip İstanbula dönüyor.
B ir m üddet sonra, M ünür beyin vefatiyle boşalan Vaşing-
ton B üyük Elçiliğini kendisine tek lif eden B aşvekil Ş ük rü Sa-
racoğluna verdiği cevap da şu oluyor:
«Yazık ki, hâriciyenizde benim ayrıldığım günden beri
değişm iş b ir şey yoktur. A yni keşm ekeş, ayni lâübalilik, ayni
sorum suzluk sürüp gidiyor.
B ozuklukların sebebi olduğunu söyliyerek, sözde iş başın­
dan uzaklaştırdığınız H ariciye V ekilini, P aris gibi hele şu za­
m anda son derece önem li bir m erkeze büyük elçi gönderdiniz.
Ötede, devletin başına gaile açacak derecede karm a k arışık iş­
le r yapan b ir başka elçiyi de, yerinden alıp başka b ir y ere ak­
tarm ak la kalıyorsunuz. R ast gelen, hâlâ b ir yolunu bulup ha-
viciyenizin özel kuriyesi (Postacısı) sıfatiyle A vrupa m erkez­
leriyle A nkara arasında m ekik dokuyarak, devletin önem li sır­
larını e tra fa yaya yaya kaçakçılığın envaını yapıyor. L ondrada
bulunduğum sırada çok m ühim dir, çok aceledir, kaydile yazdı­
ğım bir çok şifreleri A nkaraya gelişim de, yâni aylarca sonra
cevaplarının verilm esi şöyle dursun, açılm am ış bile oldukları-
tozlu dolaplarda, çekm ecelerde gözlerim le gördüm . Rica ede­
rim , m em leketin m enfaatlerini hiçe sayacak kadar ih m alk âr­
lık lar içinde yüzen böyle bir hâriciyenin, V aşington B üyük El­
çiliğini nasıl kab u l edebilirim ? M em lekete hizm et edem iyeceği-
m e kaani olduktan sonra, herh an g i biı işin başına geçm ek be­
nim âdetim değildir.-.»
B aşvekil Ş ü k rü Saraçoğlu, alışm adığı bu çeşit sözler k a r­
şısında ne diyeceğini bilem iyerek susuyor. Ve bu susuşu ile,
kendisinin de, berbatlığı b ü tü n m em leketçe a rtık m alûm olan
bu hariciye ile, başa çıkam adığını itira f etm iş olm uyor m u?
F ) auf bey, siyasî h a y a ttan tam am iyle ayrılm ış bir vaziyet-
l te ,kendi âlem inde kitr.piariyle başbaşa yaşam akta de­
vam ediyor. Fakat, öyle iken, kafiyeler yine etrafını sarm ış,
sokağa çıkışlarında gölge gibi peşm e takılm ış olarak, sıkı ta ­
kibi bir an gevsetm ivorlar. Bir m üddt* sonra, İkinci D ünya
H arbi d cm ok m. i cephesinin zaferiyle sona erip, yeryüzü b a rı­
şa kavuşup bizde de v:>rJ'''n b ad n v an taptaze bir çe­
şit dem okrasi havası içinde m uhalefet p artileri kurulm ağa
başladığı ve M areşal Fevzi Ç akm ak’ın bile um ulm adık bir te ­
halükle politika hayatına atıldığı günlerde R auf bey, bu hal­
lere de tam am en seyirci, yine kendi âlem inde, m em leketin,
m illetin selâm eti için du alar ederek huzur vo sükûn içinde,
sadece pek yakınları ile tem as ederek yaşarken, günün b irin ­
de îstanbula gelen C um hurreisi îsm et İnönü, R auf beyi Dolm a-
bahçe S arayında yem eğe dâvet ediyor R auf bey bu dâveti
şöyle anlatır:
«Yemekten sonra salonda sigaralarım ızı içerek ağır ağ ır
dolaşırken, Kâzım K arabekir Paşayı görüp görm ediğim i sor­
du. Kâzım K arabekir Paşa B üyük M illet Meclisi Reisi idi.
«Ankarada değil mi? Siz görm üvor m usunuz?» deyişim
üzerine, asıl m a k sa d ın açıkladı: Evvelce yaptığım ız gibi, K â­
zım K arabekir Paşayı da alıp T erakkiperver F ıkrayı te k ra r
kurm am ızı istiyordu. Bu teklif karşısında, a rtık siyasî h a y a t­
tan çekilm iş olduğum u hatırlatm ay ı zait addederek, on anda
dilim in ucuna gelen «Yaaa!» nidasiyle şu sözleri söyledim:
«Siz yine H alk F ık rasın ın başında vc C um hurreisi, biz de
karşınızda m uhalif... A şkolsun, çok güzel!..» Bu sam im i sözle­
rim üzerine o da, ben de tatlı tatlı gülüştük.
Ben o sıralarda m utlaka politika hayatına dönm em için
m uhtelif yerlerd en ve teşekküllerden bir çok davetler ve tek ­
lifler alm akta idim. H akkım daki teveccühlere teşek k ü rlerle
b erab er a rtık politikaya k a t’î şekilde veda ettiğim i beyanla,
yine köşem de kendi âlem im de sükûn ve h u zu r içindeki h ay a­
tım a devam ettim-»
F ak at bu kendi âlem indeki R auf beyin içinde bir ukde var:
V aşington B üyük Elçiliğini kendisine tek lif eden Başvekil:
«Beyefendi, şu sırada B irleşik A m erikada m em leketim izi tem ­
sil edebilecek sizden başkasını tasavvur edem iyoruz. A m erika­
nın h er hususta yardım ına m uhtaç olduğum uzu elbette biliyor­
sunuzdur. Bize bu y ardım ı oradan ancak, sizin gibi b ir büyük
elçi tem in edebilir. B inaenaleyh, V aşington B üyük Elçiliği, bu­
günkü durum da, m em leketim iz için h ay atî ehem m iyeti haiz
b ir dâvanın h allini d eru h te edecek b ir m akam olarak, son de­
rece m ühim dir. Bu ciheti bilhassa teb arü z ettirerek , te k ra r
rica ediyorum...» dem işti.
B una rağm en, bu büyük elçilik vazifesini, m alûm sebep­
lerle yapam ıyacağını ileri sürerek, kabul etm em işti. Lâkin,
şim di B ebekteki evinde düşünüyordu:
«Sıkışık bir durum da olan m em leketin, ferah lam ak için
A m erikadan y ardım beklediği anlaşılıyor. Gerçi, b ü y ü k elçi
olarak, bugünkü H ariciye ile b ir iş görem iyeceğim e kaani isem
de, acaba h e r hangi bir sıfat ve selâhiyeti haiz olm adan, sade­
ce bir R auf olarak gitsem , gücüm ün yettiğ i kad ar b ir şeyler
vapıp çalışarak, bu yardım ı m üm kün m erteb e tem in edem ez
iniyim?»
R auf bey, bu düşünce ile huzursuzdur. A cab alan te k ra r
ede ede, sıkışık bir durum da olan m em leketinin yapılm ası lâ ­
zım olan b ir işini, yapabilm ek im kânı varsa, b u n u ne sebeple
olursa olsun yap m ak tan çekinm iş olm ak gibi, kendi kendine
asla af edem iyeceği b ir hatâlı yolda olup olm adığını düşüne
düşüne, nih ay et k a t’î k ararın ı verip, L ondra B üyük Elçiliği za­
m anında biriktireb ild iğ i p ara ile A m erika yolculuğuna çıkıyor.
Bu yolculuğu lüks bir tra n sa tla n tik le yaptığı gibi, A m eri-
kada kalm ağa m ecbur olduğu şehirlerde de lüks otellerde otu­
ran R auf bey, M illî M ücadele esnasında ve L ondrada iken y a ­
kından tanıdığı bilhassa G eneral H arbord, A m iral B ristol vesa­
ire gibi A m erikalı politika adam ları, ve gazetecileri gibi diğer
tanınm ış şahsiyetler vasıtasiyle tem aslarını genişleterek, ge­
celi gündüzlü çalışm alarla: «Türkiyeye çeşitli yardımlrada bu­
lunulmasını» sağlamağa muvaffak olanlardan biri ve galiba
ilki oluyor.
R auf bey, sessiz sedasız yaptığı bu iş için:
«Dünyalığım - para lafını etm ez böyle derdi yetseydi,
A m erikada, bazı işler için belki biraz daha kalırdım . Am a, an­
cak dönüş biletini alabilecek hale gelince ayrılm ağa m ecbur
oldum- F ak at A llah’a şükür, m em lekete borçlu olduğum a k a­
n aat getirdiğim bu son vazifeyi de gücüm y ettiği k ad ar yapa­
rak, kalb h uzuru ile îstan b u la döndüm » dem ekle yetinirdi.
1950 ekim indeki C um huriyet B ayram ında, A n k ara’nın 19
M ayıs stadyom una suret-i m ahsusada davet edilen R auf beye,
geçit resm ini yepen k ıt’alar geçerken, C um hurreisi B ayar;
«— Rauf bey, demişti, işte siziıı sağladığınız yardımla ge­
len tanklar, toplar ve uçaklar...
B a h a n a n d ıra n güneşli, ılık b ir M art ortası sabahı Ci­
hangirdeki apartm an ın , ışık cünbüşü içindeki Boğaz’a
bakan penceresi önünde k arşı karşıya kahvelerim izi yu d u m ­
lay arak , ta tlı ta tlı sohbet ederken, aklım a geliveren yıldönü­
m ü n ü h a tırla tıp : «Bugün tam k ırk beş sene oluyor, şu F ındıklı
saray ın d an M altaya gidişiniz...» deyişim üzerine R auf Bey
şöyle bir lâhzacık d u rak la r gibi olarak:
— Sahi, dem işti. B ak hele zam an n asıl geçiyor? O rayı b ir
d aha görm ek isterdim . O kul yapm ışlar. B ir gün gitsek. N eydi
o günkü m eclisin hali, hele o günkü V ah id ettin ... H akikaten ta ­
rih î b ir gündü. S abahleyin İngilizler îstan b u lu işgal ederlerken,
m eclis h ey eti olarak bizi abus b ir çehre ile huzu ru n a kabul
eden P adişah ve H alife V ahidettin: «Mecliste çenenizi tu tm az ­
sanız b u n ların yapm ıyacağı yoktur, A nkaraya bile giderler...»
tehdidini sav u rd u k tan sonra, hiç un u tm am benim : «m erak e t­
m eyin hiç b ir şey yapam azlar, yalnız siz...» deyişim üzerine
bird en b ire hiddetlenerek, gözlerim in içine dik dik baka baka:
«Beyefendi... B ir m illet var. K oyun sürüsü, çobanı da benim!»
diye a rtık kendinden başka kim senin sözü geçem iyeceğini ve
dolayısiyle A nkarayı, m illî h a re k e ti filan hiçe saydığını ilk
defa yüzüm üze karşı açıkça söyleyip, vaziyet alm ıştı. S aray ­
dan m eclise dönüp, olup biten leri a n la tırk e n de İngilizler k a ­
pıya dayanm ışlar beni istem işlerdi. O anda m ecliste kopan k ı­
y am et h âlâ gözlerim in önündedir... E rtesi gün de O sm anlı Me-
busan M eclisi tarih e k a rıştı... zaten hepsi ta rih oldu...
— E vet ta rih oldu Beyefendi... v e siz şim di b ü tü n b u n ları
b ir de ta rih te n dinleyeceksiniz. N etekim , hâdiselerin içinde
bulunm am ış olan sizden sonraki k u şak lar b u n ları tarafsız göz­
lerle inceliyerek ortay a koym aya başladılar» diye, yanım da ge­
tirm iş olduğum S ab ah attin Selek’iıı «Anadolu İhtilâli» isim li
k itabını gösterdim ve:
— İsterseniz bilhassa «Liderler» bahsinde sizi a n latan kıs­
m ı okuyayım .» teklifinde bulundum .
«— H ayhay... Ne diyor bakalım ?» cevabı üzerine okudum :
«M ustafa K em al P aşanın, zaferden hem en sonra R auf
i. et M ili! M ü ca d ele lid e r in i y a u y a n a iesb i4 e d e n so n r e sim : R a u f
O rbay ve A li F u a t C eb esoy.

B ey’e verdiği resm inde su sa tırla r yazılıdır: «B enim çok m u h ­


terem . k a rd e şim ve T ürkiyeyi k u rta rm a k ta h a k ik î m u ’in ve
m ü zah ir kardeşim R auf’a.» M. Kemâl.
M u stafa K e m a l P aşa, b ü tü n h a y a tm c a p ek az kim seyi bu
derece y a n ın a y a k la ştırm ış o ld u ğ u n d an , b u sözler çok ön em ­
lidir.
R a u f B ey ise, A ta tü rk h a k k m d a k i k a n a a tin i şöyle ifad e e t­
m iştir:
« M ustafa K e m â l P asa m ü cad e ley e a tılu ıa say d ı, b u m e m le ­
k e t k u rtu la m a z d ı. A n a d o lu n u n te h lik e y e d ü şen y e rle rin d e , B a­
tıd a, g ü n ey d e v e doğuda b a şla y a n vc b ir y u rts e v e r d ü şü n c e n in
m ahsulü o lan zaif m illî m u k a v e m e t h a re k e tle ri, M u stafa K e ­
m âl P a şa b irle ştirm e se y d i, h c ı b iri a y rı a y rı k o lay ca b a s tırıla ­
bilirdi.»
M u stafa K e m a l P a şa A n a d o lu d a b iri ask e rî, d iğ e ri siyasî
ik i k u v v e te d a y a n m a k zo ru n d a idi A sk e rlik b ak ım ın d an , K â ­
zım K a ra b e k ir ve A lı F u a d P a ş a la r, siy aset y ö n ü n d e n de R a­
u f B ey k e n d isin e d estek o ld u lar.
1919 T ü rk iy esin d e , R a u f B eyin şö h re ti v e itib a rı, M u stafa
K e m â l P a ş a n ın ism in d e n v e rü tb e s in d e n a ğ ır b asıy o rd u . B al-

K a u f O rbay, so n g ü n le r in e k a d a r y a k ın lık la r ın ı sa m im iy e tle m u h a f a .


za e tm iş o la n v e fa k â r d o stla r ı A li F u a t C eb esoy v e K â zım T a ş k e n t’le
b irlik te bir g e z in tid e
kan H arbinin H am idiye kahram anı. B irinci D ünya H arbinin
Ç anakkale k a h ram an ın d an çok övülm üş ve m illete d u y u ru l­
m uştu. Ş u sebeple ki, B alkan H arbinin utan d ırıcı m ağlûbiyeti
içinde B ahriye S ubayı R auf B eyin yaptığı iş, te k teselli no k ta­
sı idi. B una herkes d ört elle sarıldı H albuki B irinci D ünya
H arbinde T ü rk ordusu b ü tü n cephelerde iyi döğüşm üştü. Şan
ve şeref peşinde koşan birçok kum andan v ardı ve M ustafa K e­
m âl P aşanın sivrilm esini istem iyorlardı.
A hm et İzzet Paşa kabinesinde b ir aya y ak ın b ir zam an
B ahriye N azırlığı yap an R auf Bey, A nadoluya sabık nazır ola­
ra k gelm işti. Bu sıfatla da, sabık ordu kum andanı M ustafa
K em al P aşad an çok, ciddiye alınm ası tab ii idi. H am idiye k a h ­
ram anı, B ahriye N azırı R auf Bey, bu bakım lardan, ask erlik ten
istifa eden M ustafa K em âl P aşaya kuvvet verdi.
D aha İstanbulda iken, iki arkadaş, m em leketin k u rtu u ş
çareleri üzerinde sık sık görüşüyorlardı. Esasça b erab erd iler
ve b irb irle rin e güveniyorlardı.
M ustafa K em âl P aşanın hem en arkasından, R auf Bey de
bu sebeple A nadoluya geçti.
O sm anlı D elegasyonu B aşkanı olarak M ondros m ü tarek e­
sini im zalayan R auf Bey, şim di bu m ü tarek en in getirdiği belâ
ile m ücadele edecekti. Ne g a rip tir ki, m ondros m ütarekesin­
den dolayı onu suçlandırm ak, kim senin aklından geçm em iştir.
G erçi Sadrazam A hm et İzzet Paşa: -G erek M erkezî H üküm et,
gerek m urahhas heyeti son dereceye kad ar m ukavem et etm iş
ve nih ay et iş ültim atom derecesine geldiği sırada ip koparılm a­
dan m ü tarek e yapılabilm iştir» der. F akat, devletin o sıradaki
zor d u ru m u m ü tarek e şa rtla rın d a galipler y a ra rın a bu k a d a r
açık kapı bırakılm asını m azur gösterem ez. N itekim R auf Bey
de işin fark ın d a olduğu için A m iral G altp ro p ’a İngilterenin
im zalanm ış anlaşm alara sadık kaim kalm ıyacağını te k ra r te k ­
rar, üç defa sorm uştu.
İngiliz am iralinin m üsbet cevabına bel bağlam ak h er halde
safdillikten başka bir şey olamaz.
H aysiyetli b ir insan olan R auf Beyin, M ondros m ü tarek e­
sinin uygulanm a şeklini görerek vicdan azabı çektiğinden şüp­
he etm iyoruz. M em leketin kurtu lm ası u ğrundaki hizm etleri,
hatâsını örtm eye bol bol yeter.
R auf Bey, Çerkeş asıllıdır. K uvâyı M illiyeye katılan çerkes
ileri gelenlerinin bazılarının bu yola gelm esinde R auf Beyin
D ö rt d e ğ e r li v e c a n d a n d o st: A li F u a t C ebesoy, R a u f Orbay,
H ü srev G ered e, K â zım T a şk e n t

te s iri g ö rü lü r. M illî M ü cadele d ev a m ın c a K u v a y ı M illiye lid e r­


le rin in en n ü fu z lu su o la ra k k a lm ıştır. H e r m u h itte k e n d isin i
k olay ca se v d irm e y i v e sa y d ırm a y ı b iliy o rd u .
E rz u ru m K o n g re si in tih a la rım a n la ta n C ev at D ursunoğlu
şöyle d er: «R auf R ey, k o n g re y e kendini çok sevdirm işti. H âl
ve tav rı, m ütevaziiiği, âzalara saygı ve sevgi telkin etm işti.»
M u stafa K e m â l P a şa ile, zam an zam an fik ir v e g örüş ih ti­
lâ fla rın a d ü ş tü k le ri oldu. F a k a t, ik isi de k a rş ılık lı say g ı v e çe­
k in m e h issiy le a ra la rın a k ırg ın lık so k m ay acak şek ild e id a re li
d a v ra n d ıla r. A sıl b ü y ü k an laşm azlık , za fe rd e n so n ra m e y d a n a
F : 12
çıktı. Bu defa sebepler büyük u çurum lar açm ıştı. Düzelm esine
im kân yoktu ve düzelmedi.»
Yazı burada bitti. F auf Bey sonuna kad ar dikkatle dinle­
m işti, hiç sesini çıkarm adı. Ne düşündüğünü, ne diyeceğini
m erakla bekliyerek yüzüne bakm akta olduğum u görünce:
«Mondros M ütarekesine tem as eden cüm leyi, b ir daha
okur m usun?» dedi.
O kudum : «Haysiyetli bir insan olan Rauf beyin Mondros
Mütarckenamesinin uygulanma şeklini görerek, vicdan azabı
çektiğinden şüphe etmiyoruz. Memleketin kurtarılması uğrun­
daki hizmetleri hatâsını örtmeğe bol bol yeter.»
B iraz dalgın, düşünerek dedi ki:
— İfade biraz m uğlak değil m i9 Bana vicdan azabı çekti­
re n bir (Hatâmdan) bahisle, ancak m em leket uğru n d ak i hiz­
m etlerim in bu vicdan azabını önleyebileceğini söylüyor.
Be birader, hatâm ne? M ondros M ütarekenam esinin u y ­
gulanm a şekli ise, insaf ile düşünm ek lâzım dır, İngilizlerin
M ütarekenam e h ü k ü m lerin i istedikleri gibi tatb ik etm elerine
ben şahsen nasıl m anî olabilirdim ? İm zadan sonra H üküm ette
B ahriye N azırı olarak kaldığım g ünler içinde, bunu pekâlâ uy­
gulandırın aya m uvaffak olm uştuk A ncak biz H üküm etten
çekildikten sonradır ki, uygulanm a şekli de b e rb a t edildi. B un­
da benim ne gibi bir h atâm o lab ilir7 P adişah V ahidüddin, ben
daha M ütareke işi için M ondros’a giderken, verdiği tâlim atm
ilk m addesinde: (Evvelâ H ilâfet ve S altan at ve H ânedan h ak ­
ların ın em niyetinin sağlanm asını) istem işti.
Bu isteği ile, b ü tü n m aksadını m eydana koym uş oluyordu.
M ütareke yapıldıktan sonra da P adişahın tek kaygusu yine
her şeye tercihan, h e r şeyin üstünde evvelâ kendi m akam ını
korum ak endişesi idi. Bu endişe ile, Bab-ı Âlî’yi, İtilâf D evlet­
lerine karşı daim a boyun eğerek, onların h er istediklerine m ü-
tav a a t politikası takibine icbar etm ekte idi. Biz bunu yapam ı-
yacağım ız için çekildik. Bu b ir tarih î gerçektir. B inaenaleyh,
ben b u rad a şahsım a taallû k eden bir h atâ görem iyorum . O rta­
da ancak dünyaya fîlen hâkim m uazzam düşm an k uvvetleri
karşısında bir yenilm e talîsizliği v a rd ır ki. onun kaçınılm az
neticesi olarak içine düşülen vaziyet hâsıl olm uştur.
Bu vaziyet karşısında ben de elbette b ü tü n vatandaşlarım
gibi üzüntü ve ıztırapla kıvrandım , lâkin h a tâ ve vicdan azabı
bahis m evzuu değildir. Aksine, m em leket hesabına duyduğum
elem ve ıztırapla üm itsizliğe düşm eden, h e r çareye başvurarak,
O n y ıl e v v e lin bir h â tır a s ı: R a u f O rbay F erid u n K a n d e m ir ’le
bir h a s b ıh a l e sn a s ın d a .

m e m le k e tin k u rta rılm a s ı d âv a sın a a tılm a k ta te re d d ü t e tm e ­


dim . S o n ra, y az ın ın so n u n d a b ir cü m le v a r: «M ustafa K em âl
P a ş a ile...» diy o r, o k u r m u su n ?
O kudum :
« M ustafa K em âl P aşa ile zam an zam an fik ir ve gö rü ş ih ti­
lâ fla rın a d ü ş tü k le ri oldıı. F a k a t, ikisi de k a rş ılık lı saygı v e ç e ­
k in m e h issiy le a ra la rın a k ırg ın lık so k m ay acak şek ild e id a re li
d a v ra n d ıla r. A sıl b ü y ü k an laşm a zlık Z a fe rd e n so n ra m e y d a n a
çık tı. B u d efa seb e p le r b ü y ü k u ç u ru m la r açm ıştı. D ü zelm esin e
im k â n y o k tu v e d ü zelm ed i »
R a u f bey, y in e d ü ş ü n ü y o rd u ... D alg ın d a lg ın d edi ki:
«M ustafa K em âl Paşa ile hiç bir fik ir ve görüş ihtilâfına
düştüğüm ü h atırlam ıyorum . Ben İcra V ekilleri H eyeti B aşkan­
lığını «Hiç bir işim e karışm am ası şartıyle» kabul etm iş, O da
H üküm etin başında bulunduğum m üddetçe bu şa rta tam am iyle
ria y e t ederek hak ik aten hiç b ir işim e m üdahale etm em işti. B u
hâl zaferden sonra, Lozan M uahedesinin im zalandığı güne ka­
d ar devam etm iştir. H a ttâ Lozan M uahedesi im za edileceği sı­
rada, M urahhas H eyetim iz B aşkam İsm et P aşanın doğrudan
doğruya M ustafa K em âl P aşaya yazdığı şirfeler dahi, H ükü­
m et B aşkanı olarak benim elim den geçm eden, M ustafa K em âl
Paşaya verilm ezdi. Ve Paşa, bana verdiği söze sadık kalarak,
hiç bir zam an İsm et P aşanın resen kendisiyle m uhabere etm e­
si için ayrı b ir şifre istem ek lüzum unu duym am ıştı. Yâni, işi­
m e karışm ası için ta h rik edildiği zam an bile, bu tah rik le re m u­
kavem etle, yine sözüne sadık kalm ıştı.
Lozan M uahedesi imza edildikten sonra, ben İcra V ekille­
ri H eyeti B aşkanlığından çekilm ek lüzum unu duyduğum za­
m an da yine M ustafa K em âl Paşa ile aram ızda hiç b ir anlaş­
m azlık olm adan, A nkaradan ay rılıp seçim dairem olan Sivas’a
gitm iştim .
Ancak, bu m uahede im zalanm a safhasına girdiği günlerde
İsm et Paşanın, Lozandan bana çektiği telk rafta k i sitem kâr h a t­
tâ hakaretâm iz ifadesine, yalnız ben değil, M ustafa K em âl P a ­
şa da pek haklı olarak üzülm üştü N etekim , benden evvel
M ustafa K em âl Paşa, verdiği cevapta kendisini haksız b u ld u ­
ğunu bildirm iş olduğu gibi o gün, bana da te k ra r tek ra r: «Ku­
su ru n a bakm ayalım , her halde pek bunalm ış olacak... Dış
âlem le tem ası yenidir, alışık değildir. Hoş görelim . D önünce
kulağını çekeriz. tarzında sözler söylem işti ve h a ttâ daha
sonra, bu m ünasebetsizlikten dolayı İsm et P aşayı K abine’de
tu tm ak istem ediğim tak d ird e pekâlâ H ariciye V ekilliğinden
uzaklaştırabileceğim iz! ısrarla tek lif ederek: «Kardeşim üzül­
m e Başvekilsin, istediğini yapm akta tam am en serbestsin!» de­
mişti.
G örülüyor ki, benim M ustafa K em âl ile hiç b ir ihtilâfım
olm am ıştır ve yoktur. Ama, m en faatlerin i bunda bulan b ir
takım ların ın ih tilâf y aratm ak istedikleri görülm üştür. H er v a­
k it söylediğim gibi M ustafa K em âl P aşanın (E traf) ı, hiç b ir
zam an kendisine lâyık olm am ıştır. Ve em inim ki, M ustafa K e­
m âl Paşa sağ olsaydı, bu (E traf) m kendisine k atiy en lâyık ol­
m ayarak, m em lekete de zararlı olduklarını zam anla, görüp çok
iyi anlayacaktı.»
E r en k ö y ’d ek i k ö şk ü n b a h ç e sin d e 1962 y a z ın d a R a u f O rbay bir
sa b a h g e z in tisin d e K a n d e m ir ’le b erab er.
R auf bey, içten gelen b ir üzüntü, ile m uzdarip o lduğunu
belirte b e lirte devam etti:
— A llah O’na gani gani rah m et eylesin, m em leketin h â lâ
yokluğunun acısını çektiği ve bu gidişle daha çok da çekeceği
o m üstesna y arad ılıştak i büyük adam la ben, ne de eski m üca­
dele arkadaşlarım ızdan hiç biri her hangi bir esaslı ihtilâfa
düşm edik. P o litika hay atın a atılan in sanların da kaçınam ıya-
cak k u surları, zaafları olabilir, fak at b u n lar m em leketin, m il­
letin k u rtu lm ası dâvasında feragatla m üşterek çalışm ayı kabul
edenler arasında kaale alınm az.
Ben te k ra r edeyim : kendisiyle b irlik te çalışm akta ne ka­
d ar isabet etm iş olduğum uzu, m em leketin m uazzam bir zafer­
le k u tru lu p istik lâl ve sükûna erişm esiyle gördüğüm üz M usta­
fa K em âl Paşa ile, aram ızda anlaşm aklık diye bir şey olm adı­
ğı gibi, ne h a y a tta bulunduğu m üddetçe ve ne de aram ızdan
a y rıld ık tan sonra kendisini ve esrelerini inciterek, ru h u n u tâ-
zip edecek küçücük bir h a rek ette bulunulm adığına kaani olarak,,
bu d ü nyadan h u zu r içinde göçüp gideceğim.
T arih diyorsun, tarih işte b u n laıı hesaba k a ta rak hükm ünü
verm elidir, ve öyle olacağında da şüphe yoktur.»
Sessiz sedasız onu dinlerken duygulanarak düşünüyordum :
M em leket u ğrunda hayata a tıld ık la n günden beri, b ü tü n b ir
öm ür boyunca her harek etleriy le fazilet, feragat, d ü rü stlü k v e
v atanseverlik örneği halinde hiç biı fed ak ârlık tan çekinm eden
y ap tık ları m üstesna hizm etlerle, büyük bir vicdan h u zu ru için­
de âlem e yüzleri kızarm adan haklı bir guru ru n belli belirsiz
hazzile bakabilecek m ertebeye erm iş olan insanlar bakım ından,
T anrım ne kad ar da fakiriz!
Safha safha gözden geçirilecek onlan b ütün siyasî ta rih i­
m iz içinde acaba kaç kişi üzerinde -İşte bu da öyle m üstesna
b ir şahsiyetti», diye d u ru p da, gönül ferahlığile övünebiliriz?
Bu m ertebeye erm iş olan R auf bey h e r şeyini, h e r şeyini,,
b ü tü n bir öm ürün h a tta sonrasının m em leket hesabına d u y u ­
lan h uzurunu b elirtirk en sadece «Ham dolsun alnım ız açık, y ü ­
züm üz pak» dem ekle y e tin ir ve bilhassa son yılların d a bu altı
kelim yi h er vesile ile ta k ra r ederdi,
O gün, böylesine p arıl parıl ruhunu dile getirm işçesine ko-
nuşuşu karşısında bir çok defa sözü g e tirir gibi olduğum h a ld e
üzerinde duram adığım b ir konuyu, ortaya atabileceğim i düşü­
nerek R auf beye, M ustafa K em âl Paşa ile «Etraf» m tesiriy le
a y rı kalışlarının m em leket m u k ad d eratı üzerinde ne gibi tesir­
le r ve neticeler doğurduğu noktasına tem asla sordum :
« — Bey efendi, bu ayrılık olmasaydı da, Millî Mücadeler
nin iptidasından beri olduğu gibi, sulhtan sonra da yine birlik­
te el ele çalışmakta devam edebilmiş olsaydınız...»
Bence bu, yakın tarihim izin üzerinde önem le d urulm ası ve
m uhakkak ki y a rın ve öbür g ünlerin tarih çilerin in b ü y ü k dik­
k at ve itina ile üzerine eğilecekleri cidden önem li bir m esele­
sidir. Ç ünkü bu «Ayrılış» davanın henüz herkesçe üm itsiz sa­
yılan kap k aran lık günlerinden b eri sarsılm az b ir üm it, im an ve
sevgi ile b irb irlerine inana inana bağlanarak, m em leketi içine
düştüğü yıkılm ak, yok olm ak felâk etin d en k u rta rıp zafer ve ba­
rışla selam ete uiaştırıncaya kadar tek vucut halinde çalışm ış
ve esasen öm ürleri boyunca da pürüzsüz v a ta n severlikleri,
sağlam k a re k terleri ve fed ak ârlık ları ile tem ayüz etm iş olan
güzide şahsiyetlerin b irb irlerin d en ayrılm ası ve ay rılıp giden­
ler yerine, Başın yani M ustafa K em al’in yanına, henüz geçm iş­
lerinde sorum luluğunu tek başlarına yü k len d ik leri h er hangi
bir önem li hizm ette bulunm am ış oldukları gibi, ahlâk, k a re k te r
ve seciyeleri de layıkiyle denenm em iş olduğundan, m illetçe ne
oldukları doğru d ü rü st bilinm eyen kim selerin gelm esi dem ek­
ti.
Bütün memleket, bütün Türk m illeti gözünde bu, böyle idi.
Böylece; bu ayrılık basit bir ekip değişişi olmaktan çıkıyor,
başlı başına «Memleketin kaderini yepyeni bir ekibe tevdi ve
teslim ediş» mahiyetini alıyordu ki. öneminin derecesini izaha
hacet yoktur.
Ve şim di arad an kırk yıl geçmişti. Bu yarım yüz yıla ya­
kın zam an içinde olup biten ler ise, bu konuda bir hükm e v a r­
m aya y arayacak şeyleri gözlerin önüne serm iş b u lu n u y o r­
du.
R auf bey sorum a, ağır ağır cevap verdi:
— B iliyorsun ki M illî M ücadele, B üyük Zafer, Lozan ve
S altan atın ilgası yani en elverişsiz şa rtla r içinde boğuşa boğu-
şa k u rtu lu şla, barışa kavuşuş ve ilk büyük devrim yani P a ­
dişahlığın ortadan kaldırılpıası M ustafa K em al Paşa ile m üşte­
rek çalışm am ız devrinde oldu ve b u n lar aram ızda hiç b ir esas­
lı anlaşm azlık olm adan m ükem m elen tah ak k u k etti. O ndan
sonra «Etraf» ın tesiriyle biz, çekilm eğe m ecbur olduk. Y erim i­
ze gelenler, 1923 den 1938 e kad ar on beş yıl m üddetle M usta­
fa K em al’in yardım cısı olarak, bu devre içinde bilhassa yapı­
lan devrim leri y ü rü tm ek ve m em lekete adil, tem iz, d ü rü st b ir
idare ile refah sağlam ak işi ile vazifeli idiler. Bu b ir...
O ndan sonra, yani M ustafa K em al Paşanın aram ızdan ay-
rılışm d an sonra: O’nun em anetlerini m uhafaza ile kökleştir­
m ek işi g elir ki, sorduğun suale göre bütün b unları biz olsay­
dık nasıl y a p a r ve devam e ttirird ik ve yerim ize gelenler nasıl'
yapm ış ve devam ettirm işlerd ir, değilmi?»
D edikten sonra, yine ağ ır ağıı ekledi:
«Lâkin, devam e ttire n le rin bu gün nereye vard ık ları artık
herkesçe m alum olduğuna göre, b ırak da hükm ü yine ta rih v er­
sin. Bence asıl önem li olan, M ustafa K em al Paşadan sonra, O’­
n u n y erleştirip kökleştirm ek işini kendilerine bırakm ış olduğu
devrim lerin, bugün ne hâle gelm iş aldu.ğudur.
— T arih elbette hükm ü v erecek tir beyefendi, fakat siz?
— B en... Bak sana şunu söylüyeyim , B ir az evvel b ahsetti­
ğin F ındıklı S aray ın ın h a tırla ttığ ı hâdise h e r şeyi izah eder: O
16 m a rt günü ben o S arayın kapısına dayanan Ingilizlere tes­
lim olup, da M alta’ya sürülm eyi kabul edecek yerde, pekâlâ ka­
çıp giderdim . K açm adım , belki de hayatım a m al olacak b ir tes­
lim iyeti kendi rizam la ve inan ki, sevine sevine kabul ettim .
Ç ünkü, ancak bu su retle İngilizleri T ü rk M illeti ve dünya u-
m um i efkârı gözünde zalim ve m ütecaviz b ird u ru m a düşürüp,
A nadoluda M illî Meclis ve H üküm eti k u rm ak im kânı hasıl ola­
caktı ve oldu.
B ana yine kendim den bahs e ttiriy o rsu n am a, sorduğun önem ­
li sualin cevabını daha açık verebilm em için, bunu anlatm am
lâzım dır. Evet, ben o gün kaçm adım ve şahsen uğrayabilece­
ğim h e r felâketi, h e r m usibeti göze alarak düşm ana teslim ol­
dum . Beni —bir çaklarm ın delilik dedikleri— bu h a rek ete sevk
eden kısaca n edir bilir m isin? İşte «Kuvayı M illiye Ruhu» de­
nen şey... B unu kim başka tü rlü izah edebilir?
G erçi o günlerde henüz bu tab ir bilinm ezdi, yoktu. Lâkin,
henüz adı konm am ış olm akla beraber, (İnsana im an ederek i-
n an aığ ı b ir m illî dava uğruna, tereddütsüz feda olm ağı göze a l­
dıran» bu ru h olm asaydı, bırak, şunu bunu hiç, hiç bir şey ya­
pam azdık. İşte b ü tü n m esele burad ad ır. Şim di sualin cevabı da­
h a kolay izah edilebilir.
Biz, yani M ustafa K em al, Ali F uat, Kâzım K arab ek ir P aşa­
la r M illî M ücadeleye Kuvayı M illiye Ruhu ile atıldık. Ve biz
bu ru h la işe başladığım ız zam an, bu ru h ta n nasibi olm ayanlar
Istan b u ld a sıcacık yuvalarında, m em leketin uğradığı büyük
felâkete sadece seyirci, h a tta bizim hareketim izi m ânâsız, m em ­
lekete zararlı sayarak, yalnız kendi ra h a tla rın ı sağlam ak endi­
şesiyle yan gelm iş oturuyorlardı. D ikkat et, b ir ta ra fta b ir da­
v aya in an arak kendilerini feda edenlerle, in an m ay arak yan gel­
m iş o tu ra n lar...
M illî M ücadele işte böyle başladı ve tam bir yıl böyle de­
vam etti. O ndan sonra, «İnanm ayanlar» yavaş yavaş b ir takım
tasirle rle h a tta daha ziyade zo rluklar du y arak «İnanm ış görü­
nüp» bize ister istem ez katılm ağa başladılar.
F a k a t b u n lard a «K uvayı M illiye Ruru» denen şeyden eser
yoktu, olam azdı. Olsaydı, pek tabii kabına sığm ayarak, feve­
ra n ederek asıl vaktinde, zam anında kendini .gösterirdi.
L âkin bu bir ku su r değildir, h er insanda m u tlak a K uvayı
M illiye R uhu bulunm asını istem eğe hakkım ız yoktur. Z aten bu
istem ekle olmaz, varsa var, yoksa yoktur. Y aradılış m eselesi...
Şim di, h er şeyi anlatabildim m i?
— H ayır Beyefendi A nlayam adım .
— C anım anlam ıyacak ne v ar? Bizden sonra gelenler...
— E vet...
— K uvayı M illiye R uhundan m ah ru m oldukları için, elbette
in an m ad ık ları b ir davayı, in an ır gibi görünerek b ir em ir kulu
vaziyetinde ele alıp y ü rü ttü k le rin d e n bu hale getirm işlerd ir
dem ek istiyorum . Bak b ir m isal vereyim : Tam k ırk sene evvel
o m âlum fırk a gurubu toplantısında edeta sorguya çekildiğim
zam an, C um huriyeti ancak, M illî H akim iyeti kayıtsız şartsız
sağladığı tak d ird e «Cum huriyet» ¿ayabileceğim i söylerken, ba­
n a şiddetle itirazla: «Hatâ ettiniz, R auf bey, h a tâ ediyorsunuz
b ir işe b aşlanırken daim a m em leketin selâm eti sağlanarak baş­
lanır. B uhusus böyle inkilâp zam anlarında h ü k ü m et adam alrı
h e r hangi b ir şüphe belirtm ezler» diye hücum eden zam anın
B aşvekili, eğer hak ik aten davasına inanm ış b ir adam olsaydı,
bu k ırk sene içinde, hiç olmazsa bu m illeti, kadını, erkeği, bü­
yüğü küçüğü ile hakim iyetine şahin kılacak şekilde b ir m illî
eğitim seferberliği ile, yetiştirm ek isini olsun yapıp bitirem ez
m i idi?
1923 den 1964’e geldik.. T ü rk M illeti hâlâ yay ın lan an ista­
tistik lere göre b ü tü n dünyanın en az okur y azar m illetidir.
Ayıp, günah ve yazık değil m i?
Sonra, düşün b ir kere, k ırk k ü sü r vıl evvel k a h r ede ede
denize döküp m ahvettiğim iz Y unanlılar, bugün b ü tü n dünyayı
da peşlerine tak arak , bize b ir K ıbrıs davasında m eydan oku­
yorlar. Hele d evrim ler ne hale gelm iştir?
Sonra, m em lekette hangi kanun, hangi nizam , hangi prog­
ram veya plân layıkiyle tatb ik edilebilm ektedir? K ısaca, işte
bugünkü halim iz bu...
B ü tü n bunlar, ancak, K uvayı M illiye R uhundan yoksun
oldukları için, h er şeyden evvel şahıslarını düşünerek ikbâl
m evkiinde tu tu n m a gayretile iş görenlerin eseridir!

KENDİ AĞIZLARINDAN...

a h a in k ılâb ın ikinci, ü çüncü y ılın d a A ta tü rk ’e ve


eserlerine in a n a n la rd a n çoğu, b ir fırs a tın ı bulup m em ­
le k e tte n çıkm ak veya m em lekette r a h a t ve k azanç m evkileri­
n i elde etm ek için sa b ırsız la n m a k ta idiler. Bu h a ra p v a ta n d a n
uzakta, bu yoksul h a lk ta n ıra k ta A vrupa şeh irlerin d e bir Dev­
let k o n ağ ın a yerleşerek, devlet a ra b a sı ve devlet dövizi ile
öm ürlerin i hoşça geçirm ek veya Ç an k ay ad ak i n ü fu z ların ı iş
p iy asasın d a s a ta ra k b ir iki v u rg u n d a nesillik servetler edinm ek
hırsı, Ç an k ay ad ak i ih tilâlci yuvasını s a ra y h a v a sı ile zehirli­
yordu.
«Çankaya» S ay fa 414
F a lih R ıfkı ATAY

Bak hatırım a geldi; Benim H arnidiye’de A rn a v u t Receb


isim li bir erim vardı. A kınlar esnasında b irg ü n A d riy atik te
A rn av u tlu k k ıyılarına yakın seyr ederken düm en başındaki
çavuş bu e r ’in köyünün önünden geçm ekte olduğum uzu söyle­
yince hem en Receb’i çağırttım :
A rn a v u tlu k ’un a rtık bizden ay rılıp uzakta kalm ış, Haraidi-
yenin de b ir daha bu kıy ılara gelip gelm iyeceği belli olm adığı­
n a göre, isterse hiç tere d d ü t etm eden borda bot ile derh al k ıyı­
ya çıkıp, köyüne gidebileceğini söyledim. K arşım da selâm v a­
ziyetinde d u ran Recep, belki y ılla rd ır h a sre tin i çektiği çoluk
çocuğunun bulunduğu köye doğru şöyle bir göz a ttık ta n sonra,
yine öyle selâm vaziyetinde yüzüm e dim dik bakarak:
«Sağ ol kum andanım ! Am a H am idiye’deki vazifem iz b it­
m eden ben arkadaşlarım dan ayrılam am , cevabını verm işti. Ha-
m idiye ateşle, boraiarla, fırtın a la rla çevrili ve sonu ne zam an
geleceği bilinm ez bir kanlı m acera içinde y u v arlanıyordu. K u­
m an dan «senden m em nunum , a rtık vazifen de b itti istersen gi­
debilirsin» diyordu. Lâkin, Recep h ay alleri gözlerinde tü te n
ana baba ve bütün sevdiklerinin içinde b u lu n d u k ları işte şu ra ­
cıktaki köyüne bir daha v arıp varam ayacağını bilm ediği halde
gitm iyordu...
B unu kim yapar? K uvayı M illiye R uhu olm ayan bir insan
y apabilir m i? Recep, o m eçhul k ah ram an hiç şüphe yok ki do­
ğuştan böyle idi ve H am idiye’de kendi gibi ark ad aşları arasın ­
da pişm iş ve olgunlaşm ıştı.
Bu örneği anlatışım ın sebebi m alum : K uvayı M illiye R u­
hunda olm ayan bir insan, hele bir de K uvayı M illiyecilerle hem ­
hal olarak, onların içinde pişip kıvam a gelm em işte, b ird en bi­
re kendisine v erilen bir vazifenin başına geçmişse, şüphe yok ki
o vazifeyi yapar, h a tta m ükem m elen b aşarır lâkin K uvayı M il­
liye R u h unun gerektirdiği gibi inançla bağlandığı m illî davâ
uğruna tereddütsüz canını verecek derecede fed ak ârlık lara ha­
zır, cesur ve k a ra k te r sahibi olm ak noktasına gelince, im kân
yok böyle olamaz.
K uvayı M illiye günlerinde ki m illî m ücadelenin ilk yılıd ır.
M ustafa K em al Paşa ile, kaç defa bu hususta b ir çok hasbihal-
ierim iz olm uştur. H er seferinde ayni noktaya gelir ve bu R u­
h u n aşılanm ası im kânı olm adığı, doğuştan bu ru h ta olm ayan­
lara ne yapılsa k âr etm ediği ve buıılrm daim a ru h su z b ire r e-
m ir kulu halinde iş gören insanlar olarak k ald ık ları fik rin d e
ittifa k ederdik.
E vet A ta tü rk bunu bilirdi. F ak at nih ay et o da insandı. P ek
tebii olan insanlık zaaflarile «etraf- ına sokulanların ru h i du-
ru m larile kendine lâyık olup olm adıklarını isabetle teh m in ede­
m em iştin___________________________________________ ________ _

ETRAF...

A ta tü r k b ir akşam so fra d a y a n ın d a o tu ra n bir h an ım a,


t V so fra n ın öbür u cu n d a o tu ra n b irin i gösterip:
«— Bu a d a m ın n e bayağı olduğunu bilm ezsiniz, dem işti.
H ani çöp tenekesi v ard ır. İçine h e r tü rlü s ü p rü n tü konur. Ne
k a d a r boşaltsanız dibinde yapışık b ir şeyler k alır. İşte b u o
şeylerdendir...»
H anım şa şıra ra k : «— A m an P aşam , öyleyse ne diye so fra ­
nıza alıyorsunuz?» dem esi üzerine:
«— H aa.. işte onu d a sen bilm ezsin kızım...» cevabını ver­
m işti.
«ÇANKAYA»
F a lih R ıfkı ATAY
H er dediğini kabul ile, h e r em rini baş üstüne diye yerine
getirecek derecede kendine sadık bildiği cidden liyakatli, çalış­
kan fak a t dediğim gibi, K uvayı M illiye R u hundan yoksun kim ­
selerin, kendinden sonra bu yoksunlukla h e r şeyi u n u tarak , sa­
dece m evkilerinde kalm ak hırs ve endişesiyle, n eler yapabile­
ceklerini tah m in edem em iş olması, h er halde b ir talihsizlik ol­
m uştur.
Başka ne denebilir?.. O lan işte bu... bırakalım ta rih h ü k ­
m ünü versin...»

BİR DE BU VARDI...

sm e t P a şa n n ı, Lozan so n u n d ak i d av ram sile bilindiği şe­


İ kilde M u stafa K em âl P a ş a d a n ay ırm ağ a m u v affak ol­
duğu R a u f Beyi, b ir d a h a b u lu şm aları ih tim a lin i de o rta d a n
k ald ırm ak m aksadile giriştiği te rtip le r a ra s ın d a b ir de, ta n ın ­
m ış k u m a n d a n la rd a n K e m a le ttin S am i P a şa v asıtasile olanı
v ardır ki İsm e t P aşa, bu teşebbüsile R a u f Beyi, h a y re t edile­
cek bir kinle oyuna d ü şü rü p —M u stafa K em âl P a şa n a z a rın d a
olduğu gibi— p o litik a h a y a tın d a d a m â n e n m ah v etm ek gaye­
sini g ü tm ü ştü r.
İsm e t P a şa n ın bu teşeb b ü sü n ü bizzat R a u f Bey şöyle a n ­
la tır:
«K em alettin S am i P a şa b ir d ostunu, o sıra d a bulunduğum
İsta n b u ld a b a n a göndererek, A n k aray a d ö n erk en kendisine h a ­
ber verm em i, tre n in kolordu m erkezi olan E skişehire v a rışın d a
P a şa n ın benim le, h a k k ım d a bildiği pek m ü h im bazı şeyleri gö- '
rüşm ek istediğini bildirm işti. |
K em a le ttin Sam i P aşa, ay n ı za m a n d a h em m ebus, h em de '
kolordu k u m a n d a n ı idi. Bu sebeple kendisiyle siyasî bir m u b a - ı
h a sa d a bulunm ağı doğru b u lm adım ve A n k aray a h a re k e tim i de
bildirm edim . F a k a t tre n in E skişehire gece geç v a k it varm ış
olm asına rağ m en K em a le ttin S am i P a şa geldi, beni buldu. •
C um h u riy etin ilâ n ın a tek ad d ü m eden gece Ç an k ay ad a G a- j
zi Paşa, İsm et P aşa, K âzım P aşa, H a lit P aşa, F e th i Bey, R ecep j
Bey ve L âtife H an ım ın bulu n d u ğ u m ecliste, C u m h u riyetin ilân ı i
m eselesi ertesi g ün ne su retle B üyük M illet M eclisine in tik a l
ettirileceği h u su sları görüşülüp k a ra rla ş tırıld ık ta n so n ra İs-
m e t P a şa n ın b en i (p ro g ram ı islâm i e sa sla ra d a y a n a n d in î bir
fırk a —p a rti— k u rm a ğ a sevk etm ek için ta h rik ve teşvik vazi­
fesini kendisine verm iş olduğunu ve b a n a h a k k ım d a v a k ıf ol­
duğu bazı m a lû m a tı ih b a r için görüşm ek ih tiy a c ın d a b u lu n d u ­
ğ u n u söyledi ve:
«Gazi P a şa d a n , sizinle a ra sın d a k i ih tilâ fa sebep ne oldu­
ğ u n u sordum ,» deyince, ben de: «Bu suale n e d en lüzum gör­
dünüz?» dedim . Cevaben: «Siz İs ta n b u ld a b u lu n d u ğ unuz s ıra ­
d a telâk k i ettiğ im bazı m a h re m ta lim a tta n dolayı..» dedi ve
sözüne dev am la a n la ttı:
«Gazi P a ş a h a k k ın ız d a en sam im î ta k d ir ve m u h ab b e t h is­
le rin i yad ederek a ra n ız d a k i an laşm azlığ a d a ir sorduğum su a ­
le cevaben: «O’n u İsm e t P a şa y a Sor!» b u y u rd u ve İsm et P a ş a ­
d a n sorduğum da, o n u n d a : «R auf pek kıym etli ve sam im î bir
arkadaşım ızd ır. F a k a t bizim tasav v u rlarım ızı ta tb ik te birlikte
yürüyem iyeceğine kan iim . C u m h u riy et id aresin d e fırk a la rın
vücudu lâzım ve tab iid ir. R a u f Bey de b ir fırk a ku rup, İslâm
ak idelerini açıkça savunsun. Bu su re tle v a ta n a d a h a faydalı
h izm et etm esi m ü m k ü n olur.» cevabını verdiğini n a k letti. B en
de h a y re t e ttim .
K em âle ttin S am i P a şa bu fik ri iltizam edip, fa y d a la rın ı da
sa y a ra k beni razı etm ek için b ir h ay li u ğ raşarak , h a ttâ benim
teşkil edeceğim fırk ay ı k en d isin in de kuvvetlendirm eğe hazır
bulu n d u ğ u n u ilâve edince k endisine M eşru tiy etin ilâ n ın ı m ü ­
tea k ip ask erin politik a ile u ğ ra şm a k ta devam ı y ü zünden (31
M a rt askerî ih tilâ li ve H a lâ sk â rla r h a re k e ti ve n ih a y e t B alk an
bozgunu ile R u m elin in eld en çıkm ası) su retile n eticelen en fe­
lâ k etleri h a tırla ta ra k , k en d isin in de ş a h it olduğu b u ve em sali
pek elim ve acı tecrü b elerd en sonra, kolordu k u m an d an lığ ı gi­
bi yüksek b ir ask erî m ak am ı işgal ederk en ,aynı âk ıb etleri h a ­
zırlay acağ ın a şü p h e olm ıyan ta rz d a h a re k e tin in sonucunu id­
râ k edem em esini anlıy am ad ığ ım ı söyledim.
Sarsıldı... ve b a n a h a k vererek, özür diledi. Bu görüşm e­
m izden kim seyi h a b e rd a r etm em em i de, kend isin in felâketini
m ucip olacağını ih sas ederek b en d en ric a etti.
Pekiy, kim seye b ir şey söylem em , dedim . F a k a t, İc ra Vekil­
leri H eyeti R eisliğinden istifa ile A n k a ra d a n ay rılışım dan beri
aleyhim de bazı te rtip le rin alınm ış o lduğundan şüphelenm ekte
h ak lı olduğum u anladım .»
Bu konuşm am ızdan aylarca sonra, şim di T an rın ın ra h ­
m etine kavuşan R auf bey m erhum u da bir daha saygı ile ana
an a şu s a tırla rı yazarken, önüm de d u ran iki k u p ü r’den gözümü
ay ıram ıyorum . B un ların birinde «Falih Rıfkı Atay» diğerinde
«Nadir Nadi» im zaları vardır. B irbirini takip eden ku şak ların
bu iki fik ir ve politika adam ı, tanınm ış baş y azarı aylarca önce
v efat eden R auf O rbay hakkında, (M em leketin k u rtu lu ş dava­
sında A ta tü rk ü n en yakın yardım cısı yahut, M illî M ücadele L i­
derlerin d en bulunduğunu ve hatta sadece m em leketin vatan se­
ver, dürüst, tem iz, faziletli bir eski Başvekili olduğunu olsun
h a tırla y a ra k ) dahi tek satır yazm ak lüzum unu duym am ışlar­
dır. F akat, yine bu son aylarda rast gele yazdıkları yazılar a ra ­
sında, kendilerine (Bu lüzum u duyurm ayan) sebebi nasılsa u-
ııu ttu ra n çok güzel ifadeler v a rd ır ki bir bakım dan da, R auf be­
yin, tarih e bırakm ak istediği hükm ü gerçekten açıklar m ahi­
y ettedir.
H erkesçe m alum dur ki, F alih Rıfkı bey gibi, N adir N adi be­
yin m erhum babası Y unus Nadi bev de iptidadan beri, R auf
beyle arkadaşları Kâzım K arabekir. Ali F u at P aşaların M usta­
fa K em al P aşanın yanından yrılm sım can ve gönülden istem iş
ve bunun için «Etraf» ı da kuvvetle destekleyerek çok çalışm ış
olm akla tanınm ış politikacılardı. Fakat, deverânm şu cilvesine
bakın ki şim di ikisi de bu «Ayrılışın» netice itib ariyle zavallı
m em lekete neye m al olduğunu görm enin acısı ile y an m ak tad ır­
lar.
F alif R ıfkı A tay «Dört tem el yıkılış» başlıklı yazısının
sonunda bakınız ne diyor:
«C um huriyet T ürkiyesinde din’i dünya işlerinden ay ırm ak
Lâiklik, b ü tü n öğretim ve eğitim i tek amaç, batı k ü ltü rü ve
m illiyetçilik üzerine yöneltm ek eğitim birliği, köylüyü kendi
köyünde yeniçağ istihsalcisi olarak y etiştirm ek, köy en stitü le­
ri, kadın erk ek T ü rk gençliğini sosyal refo rm ların öncüsü k ıl­
m ak, H alkevleri k ad ar önem li ne vard ır. Eğer rejim b u d ö rt te ­
m el ü stü n e dayanarak, planlı b ir ekonom i disiplini içinde de
gelişseydi, bugün b a tı m edeniyet to o lu lu k ları içine katılm ıştık.
H ü r ve m esut olm uştuk. D ördü de yıkılm ıştır.
Bu haller böyle iken ne övün, ne de güven Türk gençliği!
«Git Anıt Kabirde göğsünü döv».
Sayın N adir N adi de «Anlam ak istem ediler» başlıklı yazı­
sında diyor ki;
«Atatürkten sonra iktidar yerinde oturanlar, Atatürkün
çizdiği yolu izleyebilecek yaradılışta insanlar değillerdi. Öyle
olsalardı, bugünkü güçlükleri biz çoktan atlatmış, yeni Türki-
yenin yapısını çok daha sağlam tem eller üzerine yerleştirmiş
bulunurduk».
Evet, Atatürk kafasında tasarladığı bir büyük düşünceyi
gerçekleştirmek uğrunda iktidara gelmişti. Sonuna değin, hep
bu amaçla orada kaldı. Ortama yön veren, ortamı geriye iten
koşulları değiştirmeğe çalışırken halka yalan söylemedi. Bizim
soyut demokrasi kahramanları ise «Çoğunluk ne dilerse o olur!»
formülüne sarılarak hem iç ve dış koşulların baskısı altında son
bahar yaprakları gibi oradan oraya uçuştular, hem de oy top­
lamak kaygusu ile gerekli buldukları zaman vatandaşı aldat­
maktan hiç bir sakınca görmediler».
Bu sa tırla r karşısında, bir lahza, evet bir lahza her tü rlü
küçük hislerden sıyrılarak düşünm ek lazım dır.
R auf bey ve ark ad aşları Kâzım K arabekir, Ali F uat, Refet
P aşalarla doktor A dnan (A dıvar) gibi şahsiyetler M ustafa K e­
m al Paşadan ayrılm am ış olup da, onunla berab er ve ondan son­
ra da A ta tü rk ’ten devir alacakları ik tid ar yerinde otursaydılar,
h er şeyin b erb at edildiği m alum olan «M illîŞef’lik Saltanatı»
d evrini bu m em leket görür ve onun kaçınılm az akıbetleriyle de
bu m em leket yıllarca sarsılıp gider de bu hâle gelirm i idi?
B urada R efet P aşanın bir sözünü hatırladım . C um huriyet
ilân edildiği günlerde îsm et P aşa ile diğer C.H.P. m ü fritlerin in
R auf Beyle arkadaşları aleyhine C urnhriyet ta ra fta rı değiller­
d ir iftirasile k ıyam etleri kopararak, o m eşhur p a rti gurubunda
R efet P aşayı da bazı beyanatı dolayısile tarizlerle hırpalam ağa
k a lk tık la rı sırada, b ü tü n sözlerinin ta h rif edilerek bam başka
şekillere sokulduğunu beyan eden R efet Paşa:
«Bana söylem ediğim şeyleri söyletemezsiniz demişti. Ben
söylediğimi açık söylerim ve işte şimdi de söylüyorum ve açık­
ça diyorum ki, bugün de yarın da Mustafa Kemâl Paşanın ya­
nında, onunla beraber olmalarını istediklerim, bu memleketin
en müşkül zamanlarında, en mühim m evkileri işgal ederek
onunla elele çalışmış olan kimselerdir. Ancak ozaman bu mem­
leket çok güzel günler yaşayacaktır.»
Refet P aşaya bu sözleri sanki, A llah söyletm işti. F ak at P a ­
şanın gayet sâkin, v a k u r ve K uvayı M illiyecilik ru h u n d an do­
ğan b ir inanç ve sam im iyetle âdeta ta rih e tevdi etm ek ister gibi
kelim elerin üstünde d u ra d u ra söylediği bu sözlere m uhatap
olan —önceden hesaplı ve yaygaracı— kalabalığın elebaşları
hep bir ağızdan bağ rışarak ne diyorlardı b ilir m isiniz?
— T ü rk iy e b u n ların inhisarında m ıdır?
— T ürkiyede seksen bin R efet Paşa, yüzbin K arab ek ir
Paşa, A li F u a t P aşa ve R auf Bey var!
R efet P aşa yine vek âr ve sükûnet içinde, b ü tü n bu g ü rü l­
tü lü p a tırtılı gösterileri, sadece acı bir gülüm seyişle k arşıla­
y a ra k şu sözlerle cevaplandırm ıştı:
— Sizce öyle olabilir... am a bence öyle değil.. Ve bana, tek ­
ra r ediyorum ne yapsanız inanm adığım şeyi söyletemezsiniz..»
S ahneyi gözünüzün önüne getiriniz: İk tid a rı kayıtsız ş a rt­
sız b ir p a rti hâkim iyeti ile elinde tu ta n İsm et Paşa ile e tra fın ­
daki —b ir kaç istisna ile— b ü tü n bir bağırıp çağıran m uazzam
y â ra n kalabalığı karşısında tek başına bir adam : «bana inan­
m adığım ı söyletemezsiniz...» diye bu m em leketin çok güzel
günler yaşam ası için M ustafa K em âl Paşanın, İsm et Paşa ve
etrafın d ak ilerle değil, fak at en m üşkül zam anlarda en m ühim
m evkilerde b u lu n arak inandıkları dâvalar u ğrunda ölesiye ça­
lışm akla h e r bakım dan büyük bir olgunluk, k a ra k te r sağlam ­
lığı im tih an ın d an başarı ile geçmiş kim selerle işbirliği yapm ası
gerektiğini yüzlerine k arşı cesaretle söylüyordu.
R auf Beye b ir gün bundan bahsederken:
— R efet Paşa keram et sahibi im iş... diyecek olm uştum .
G ülüm siyerek şu cevabı verm işti:
— R efet Paşa görünen köyü görm ek istem iyenlere göster­
m işti. Am a o günlerde doğru söyleyen kılavuzları g ü rü ltü p a­
tırd ı ile su stu rm ak isteyenler İsm et P aşanın etrafında büyük
b ir çoğunluk teşkil ediyorlardı. Talihsizlik şu rad ad ır ki, M us­
tafa K em âl Paşa da nedense İsm et P aşaya h erkesten fazla kıy­
m et vererek, itim ad ediyordu. Bu itim adının ne k a d a r zam an
devam ettiği m alûm ise de... ondan sonra, a rtık iş işten geçtiği
de o k ad ar bilinen b ir şeydir.
M ustafa K em âl Paşaya ben de, İcra V ekilleri H eyeti Reis­
liğinden istifa ederek ay rılırk en ,son görüşm em izde, em in ol
içim den gelen b ir sam im iyetle: «Paşam, hiç üzülm e, sen bu
m em leketi bir düzine nam uslu adam la pek güzel idare edebilri-
sin» dem iştim . «Namuslu» kelim esini elbette b ir D evlet ada­
m ında ve bilhassa bizim o günlerde bulunduğum uz şa rtla r için­
de böyle önem li vazife alacak kim selerde bulunm ası gereken
ahlâk, k a ra k te r sağlam lığı, bir kelim e ile kuvayı m illiye ru h lu
insanlar m ânasında kullandığım şüphesizdi. Esasen ben bu sö­
zü M ustafa K em âl Paşanın bana İsm et Pasa ile a rtık karşılaş­
m ak istem eyişim i söyleyişim üzerine: «Raufcuğum bilm em ki...
haklısın. Bu muhit adamı ahlâksız ediyor» deyişine karşılık
söylemiştim.
Bütün bunlar benim, hattâ arkadaşlarımın da Mustafa K e­
mâl Paşanın, sultan sonraki devirde de işbirliği edeceği kim­
selerin muhakkak surette kuvayı m illiye ruhuna sahip, son
derece sağlam karakterli kimseler olmasını candan istem iş ol­
mamızdan ibarettir. Yoksa illâ biz iktidarda kalalım gibi bir
iddiamız ve arzumuz yoktu. Olsaydı, rica ederim, böyle bir hır­
sım ve emelim olsaydı hükümet başkanlığından, hem de Mus­
tafa Kemâl Paşanın yapma diye İsrar edişine rağmen, istifa ile
çekilir m i idim?
Kısacası biz, nasıl kurtulduğunu bildiğimiz bu m em leketin
mukadderatı ellerine emânet edilecek kimselerin Mustafa
Kemâl Paşa ile işbirliği yapmağa tam mânâsiyle lâyık, ideal
sahibi ve bu uğurda ilânihaye hiç bir fedakârlıktan kaçınmaya­
cak kimseler olmalarını istemiştik. M emleketin de, inkılâpla­
rın da geleceği, başka türlü em niyet altına alınamazdı.
Bütün dâvamız bundan ibaretti Bu dâvamızda haklı olup
olmadığımız bilmem ki zamanla anlaşılabilecek mi?
T arih bunu düşünecektir.
HAMİDİYE A KINLARI
KAHRAMANININ AĞZINDAN

«Şüphe yok ki ben koca B arb aro s’u n bir düm en


n eferi d a h i olam am » diyen R a u f Bey, sadece on­
d a n ilh a m a lın a ra k y irm inci yüzyılda yapılm ış son
akıncılık h a re k e ti saydığı «HAMİDİYE MACERA­
SI» nı, bu ta rih i te k n e n in h u rd a y a çıkarılacağı söy.
len tileri duyulduğu sıra la rd a , İsra rla ricalarım üze­
rin e şöyle a n la tm ıştı:

amidiye» ile B alk an H arb i esn a sın d a Ç anakkaleden


H ak ın cı seferin e çık ar çıkm az evvelâ, «Şira» yı bom bar­
d ım a n a gittim . «Şira» ö nüne v a rın c a lim a n d a gördüğüm «A-
leksandra» isim li İngiliz gem isini lim an ı te rk e d avet ettim . Bu
■remi dem ir a la ra k lim a n d a n çıkınca, o ra d a silâ h lan d ırılıp k ru ­
vazör h a lin e konm uş Y u n an b a n d ıra lı «M akedonya» gem isi ve
h a rp levazım ı y a p an b a ru t fa b rik a sı ile benzeri ask eri h ed ef­
leri vurdum . H alk a a it olan h içb ir şeye dokunm adım .
D ah a evvel, «Ya o n la r d a z a te n açık o lan sahillerim izi y a ­
k a r y ık a rla rsa ne y aparız? Vazgeç bu işten , yapm a» diye beni
a k ın d a n vazgeçirm ek isteyen bizim kileri de ta tm in etm ek
m aksadiyle, Ş ira b o m b a rd ım a n m d a n sonra, Y u n a n lıla ra da,
sade h a rp edenlerle savaştığım ı ilâ n ile «Eğer siz de m u h a rip
o lm ay a n la ra dokunursam z, b a şta n b a şa b ü tü n sahillerinizi ya­
karım » ikaz ve teh d id in d e bulundum .
Ş ira b o m b ard ım an ı haşinim izi şaşırtm ıştı. O n d an so n ra
«Pire» yi de bom bardım anı edeceğim i zan n ed erek b ü tü n b ü tü n
te lâ şa düştüler. Biz de bu te re d d ü t ve te lâ ş ta n istifad e ederek,
Ege denizinin kâm ilen Y u n an o lan irili u fak lı a d a la rı a ra s ın ­
d a n güneye doğru seyr ile, izimizi k ay b e ttire rek hareketim ize
devam ettik .
H â tıra la rım d aim a sevgi ve sam im iyetle andığım çok de­
ğerli, cidden fed ak âr a rk a d a şla rım v a r idi.
22 A ralık 1912 g ü n ü Ç an ak k aled en çıkışım ızla başlayıp
sâlim en dönüp Ç an ak k aled en girişim iz ta r ih i o lan 21 Eylül
1913 C um a gününe k a d a r sekiz ay süren, bu ak ın cı h areketim iz
R a u f B ey, « H am id iy e» de a k ın p lâ n la r ın ı h a z ır la r k e n

e sn a s ın d a , e lb e tte birçok m ü şk ü l d u ru m la ra , h a t t â z a m a n z a ­
m a n b a tm a k te h lik e le r in e m â ru z k a ld ık . E n b ü y ü k zo rlu k la ra
su ve b ilh a ssa k öm ü r te d a r ik in d e u ğ ru yord u k . O n ik i g ü n d e
y e d i yüz e lli to n k öm ü r y a k ıy o rd u k v e k ö m ü rsü z k a lm a k , b il­
h a s s a c e p h a n e n in in filâ k in i in ta ç e tm e s i b a k ım ın d a n , g em i
İçin p e k b ü y ü k te h lik e idi.
K öm ü r te d a r ik i h u su su n d a Ö m er F e v z i B e y (M ard in ) in
b ü yü k y a rd ım ı olu yord u . B u z a tla , T ra b lu sg a rb H arb i e s n a s ın ­
d a E n ver P a şa , b en , ü çü m ü z b era b erd ik . O z a m a n d a M ısırlı­
la r ı filâ n çok iy i ta n ıd ığ ı iç in g izlice s ilâ h te m in in d e h a y li y a r ­
d ım ın ı g ö rm ü ştü k . «H am id iye» n in k ö m ü r gib i, y iy e c e k , g iy e ­
c e k v esa ir ih tiy a ç la r ın ı d a Ö m er F ev zi B ey, h e r y e re g id er, t a ­
n ıd ık la r ı v a s ıta s iy le b u lu r, m u h a b e r e ed er, g e r e k tiğ in d e Sü-
veyşe gelir, bizimle b ulu şu r tem in ederdi.
P o rtsa id ’te bir köm ür m em urum uz vardı. A ntalyada, H acı
M usa efen d i ism inde b ir tü c c a r vardı. Bazı ih tiy açlarım ız onun
n a m ın a gönderilirdi. Biz de im k ân buldukça o ra d an ikm âl y a ­
pardık.
B enim bu a k m a çık ark en g ü ttü ğ ü m belli başlı hedef ve g a­
ye; Y u n an d o n an m asın ın bize n a z a ra n en yeni ve kuvvetli ve
bilhassa pek s ü r’a tli gem isi olan «Averof» zırh lı kruvazörünü
a rk am ıza d üşürerek, Ç anakkale Boğazı önü n d ek i Y unan filo­
su n u en kıym etli cüz’ünder» m a h ru m etm ek ve bu suretle do­
nan m am ıza, Boğaz ö nündeki eski d ü şm an z ırh lıları ile kolay­
ca savaşm ak im k ân ın ı verm ek ve böylece Y u n an işgali a ltın a
girm iş ad alarım ızı k u rta rm a k yolunu açm aktı.
F a k a t Y u n an d o nanm ası k u m a n d a n ı A m iral K onduryotis,
h e rh a ld e m aksadım ı sezmiş olm alı ki, «Averof» u boğaz ö n ü n ­
den çekip bizi tâkibe sevketm edi. Averof boğaz ö nündeki m ev­
kiini m u h a fa z a e tti. B u n a m ukabil, otuz m il s ü r t’atin d e olan
d ö rt Y u n an destroyeri, tâkibim ize m em u r edildi.
Ş ira ”d a n so n ra, birinci K ızıldeniz seferin d en dönüşüm de
T rablus - Şam lim a n ın d a gizlice kö m ü r alıyorduk.
G erek Suriye ve gerek M ısır ve Hicaz k ıy ıla rın d a uğradığı­
mız h e r yerde «Hamidiye» yi T ü rk denizciliğinin bir sem bolü
sayıp, yaşasın sesleriyle s a ra n M üslüm anlar, çok büyük sam i­
m iyet ve m u h a b b e t te z a h ü rle ri göstererek, bizi son derece m ü-
tesassis ediyorlardı. K a m aram çiçeklerle doluyor, gemiye s a n ­
dık san d ık p o rta k a lla r, hevenk hevenk m uzlar, kazevi p irin ç ­
ler yağıyor, ben de ateşçilere su yerine p o rta k a l veriyordum .
B ilh assa İskenderiyeye uğrayışım ızda, o ra d a yerleşm iş ke­
reste tü c c a rı A ntalyalI v a ta n d a şla rım ız d an çok büyük yakınlık
görm üştük.
T rab lu s-Ş am ’da; B e y ru tta n g ötürdüğüm üz k ö m ürü aldığı­
m ız sırad a, b irdenbire u fu k ta görülen kesif b ir d u m an ile, «Ave­
rof» geliyor diye kıyıdan b ağ ırıştılar. Bir te lâ ş oldu. K öm ür t a ­
şıyan A rap lar bile, işlerini bırakıp, k en d ilerin i denize a ttıla r.
G elen m eğer A m erikan kruvazörü imiş. Biz köm ü rüm üzü a lm a ­
ğa devam ettik . Ve o ra d a n h arek etle, p o rts a lt yoluyla, te k ra r
Süveyşi geçip, K ızıldenize indik.
Ciddeye uğradık. S o n ra Y em en’in iskelesi o lan H udeyde’-
ye gittik. Y em en Valisi M ah m u t Nedim Beyi, bazı k u m a n d a n -
R a u f B ey « H am id iy e» de h e r a n te t ik te u fu k la r ı k o lla y a r a k
d ü şm a n a v la r k e n .

la r la a ld ım , o z a m a n a k a d a r y a r ı âsi d u ru m d a b u lu n a n İm a m
İd r is ’e g ö tü rd ü m . A ra la rın ı b u ld u m . İsk e n d e r iy e d e ik e n İ s t a n -
b u ld a n te lg r a fla H u d ey d e’ye acele iki b in lir a g ö n d e r m e le r in i
is te m iştim . 13 g ü n so n r a H u d e y d e y e v a r ın c a , b u n u n c e v a b ın ı
a ld ım . « M ü ra ca a tın ız m â liy e y e y a z ılm ıştır » d iy o rla rd ı.
K ızıldenizden, te k ra r Süveyş yoluyla, Akdenize çıkışım ız­
d a b a ş ta n gelen şiddetli denizlerle karşılaştık . «Sicilya» gü n e­
yine sığındık. O ra d a n köm ür te d a rik i için «M alta» ya gittik.
B ir m ü d d et evvel, İn g iltere K ralın ın ta ç giyme m erasim inde
b u lu n m ak üzere gittiğim iz L o n d rad an dönüşüm üzde M altaya
uğradığım ız zam an kendisi ile tan ışm ış olduğum uz M alta valisi
beni iyi karşıladı, yem eğe d av et e tti ve köm ür b ulm am da ko­
laylık gösterdi. K öm ür a ld ık ta n so n ra M altad an h arek etle Ad-
riyatiğe yöneldik.
A driyatiğe y ak laşırk en 27 Ş u b at 1913 sab ah ı u fu k ta bir şi­
lep göründü. Leros isim li b ir Y unar, gemisi imiş. Yirm i kişilik
m ü re tte b a tın ı esir edip, H am idiye’ye a ld ık ta n so n ra o rad a b u ­
lunduğum belli olm asın, duyulm asın diye top atam azdım . G e­
m iyi m ah m u z la y a rak b atırd ım . Bu gemi süvarisin den ve d a h a
evvel bizim Ö m er Fevzi Beyden aldığım m a lû m a ta göre. Y u­
n a n lıla r h a rb sevkiyatını Ş in k in ’d en yapıyorlarm ış. H albuki
B aşk u m an d an lık V ekâletinden b an a, D ıraç’ta n yapıldığı bildi­
rilm işti. Bu d u ru m d a ben evvelâ D ıraç’a gitm eğe m ecbur ol­
dum . D ıraç lim a n ın d a gem i n a m ın a birşey bulam adım . Ş ehrin
sol yam acın d a, b a ra k a ve çad ırlard ak i k a ra rg â h la rı b o m b ar­
d ım an e ttim ve o ra d a n doğru Ş in k in ’e gittim .
A driyatiğin n ih ay etin d e. Şinkin lim an ın d a, bizi İşk o d rad a
m u h a sa ra etm eğe gönderm ek üzere oldukları, S ırp ask erlerin i
yükledikleri, sekiz Y u n an gem isi vardı.
L im an a v arın ca evvelâ m illetlerarası işaretlerle, gem ilere
lim a n d a n çıkıp teslim o lm aların ı tek lif ettim . Bu teklifim k a ­
bul edilm eyince, 3500 m etred en a te ş açtım . B o m bardım an iç
ve dış lim a n d a m ü th iş bir telâş, b ir p an ik y a ra ttı. Asker, top,
cephane, h a ttâ uçak yüklü gem iler, iç lim an a k açm ak istiyor,
askerler k en d ilerin i denize atıy o rlar, bir a n a b a b a g ü n ü d ü r gi­
diyordu.
Y arım s a a t sü ren b o m b ard ım an sonunda, Ş in k in ’de b ü tü n
askerî h ed efler ta h rip edilm iş bulunuyordu. S ahilde b u lu n a n
düşm an b a ta ry a sı d a Ham idiyeye a teş aç tı ise de, m erm ileri k ı­
sa dü ştü ğ ü n d en tesiri görülm edi.
«Şinkin» de işim iz bitince, boğazdan çık ark en peşim e ta k ı­
lırlarsa, y a h u t d a Y u n an destroyerleri boğazı tu ta rla r, tık a r ­
la rsa diye h ay li endişeli a n la r geçirdim . Z ira D ıraç’ı bo m b ard ı­
m a n edişim izden epey z a m a n geçm işti. Ve b u m ü d d et z a rfın ­
d a Y u n an lıların m ü d afaa, h a ttâ tâ k ip te rtib a tı alm ış o lm aları
ih tim ali çoktu. F ak at, A llaha şükür, h içb ir ârız a y a u ğ ra m a d a n
ve te k dü şm an tek n esin e ra s tla m a d a n boğazdan çıktık. O es­
n a d a, to p m erm ilerim , beşer a tım kalm ıştı.

Dönüşte, İzm ire vardığım ız z am an b a n a —h e n ü z sıra m


gelm ediğinden usulü d airesinde in h a edem em iş old u kları için—
« İlh am -ı k a rîh a -i sahiba...» d a n bin b aşılığ a te rfiim tebliğ edil­
di. T eşekkür etm ekle b erab er: «A rkadaşlarım v a r o n la r n e ola­
cak?» diye yazdım . O nları d a te rfi ettire c e k lerin i söylediler ve
ettird iler.

B irinci D ünya Savaşı ip tid a sın d a C em al P a ş a ile A lm anya-


ya gidişim izde kendisine ta k d im edildiğim A lm an İm p a ra to ru
Vilhelm, ilk söz o larak : «Sizin H am idiye h a re k â tın ız ı a lâ k a ile
tâ k ip ettim . Bizim Em dem de sizi ta k lid etm ek istedi, fa k a t
m u v affak olam adı, yolda battı.» dem işti.

HAMİDİYE AKINLARDAN DÖNÜŞÜNDE


NASIL KARŞILANMIŞTI?

«Hamidiye» k ru v azö rü n ü n ta m elli iki yıl evvel E ylülün


yedisinde m eşh u r g azasın d an İs ta n b u l’a d ö n ü şü n ü a n la ta n g a ­
zetelerde şu s a tırla r d a görü lm ü ştü r:
«Osm anlı m illetin in ve İslâm ü m m etin in geçirdiği e n felâ­
ketli —B alk an H arbi— gün lerin d e şan lı şerefli m ücadeleleri
ile b ü tü n k alblerde b ir ih tira m m evkii k a z a n a n H am idiye k ru ­
vazörü ve o n u n k a h ra m a n ve b a h a d ır süvarisi R a u f B eyin İs-
ta n b u la dönüşleri pek v a ta n p erv erân e te z a h ü rle re vesile teş­
kil etm iştir. B ah riy e N âzın M ah m u t P aşa, M aliye N âzırı R ıfa t
ve D ahiliye N âzın T a lâ t B eylerle m u h te lif cem iyetler tem silci­
leri ve İsta n b u l şeh ri a d ın a h e y ’e tle r ve cidden m uazzam b ir
k alab alık ta ra fın d a n k a rşıla n a n H am idiye ve k a h ra m a n m ü ­
c a h itleri e tra fla rı b a y ra k la rla d o n atılm ış v a p u rla r, istim b o tla r
ve sa n d a lla rla dolu h a lk ta ra fın d a n d a coşkun te z a h ü rle rle se-
lâm ln a ra k , alk ışla n a alk ışlan a, gazaları teb rik edilm ekte idi.
Sekiz dokuz ay d an beri Akdenizde .A driyatikte, Süveyş ile
ŞANLI HAM İDİYE

K ız ıld e n iz k ıy ıla r ın d a ş a n iç in c a n v e r m e y i göze a la r a k h e r


te h lik e y i p e r v a sız c a g ö ğ ü sle y e g ö ğ ü sle y e d o la ş a n v e h e r d o la ş­
tığ ı y erd e m u tla k a bir d eğ il, b irk a ç ş e c a a t v e b e s â le t e se r i b ı­
r a k m a ğ a m u v a ffa k o la n ş a n lı v e m e h a b e tti «H a m id iy e» n in
e p ey d ir g ö r ü n m e y işin d e n d o ğ a n iş tiy a k v e fe d a k â r lığ ın d a n d u y ­
d u ğu if tih a r ile, a ltm ış lık bir ih tiy a r , o fe r i k a ç m ış g ö z le r in d e n
s: ak y a şla r dök erek , g e m in in m e r d iv e n le r in i ö p erk en , d iğ er
bir ih tiy a r , so p a s ın a d a y a n a d a y a n a g e lm iş a k sa k a llı bir k ö y ­
lü g a ziler d ed esi, H a m id iy e ’n in c e su r v e fe d a k â r m ü r e tte b a tı
a r a sın d a , « D ü n ya v e â le m e k a r şı y ü z ü m ü z ü a ğ a r ta n o k a h r a ­
m a n n e r e d e ? D ü n y a gözü ile bir g ö r e y im d e a ln ın d a n ö p e ­
yim .» d iy e R a u f B e y i a rıy o rd u . V e b ö y le, m e r d iv e n le r d e n ü s t
g ü v e r te y e k ad ar, h e y e c a n v e şe v k iç in d e ç ır p m a ç ır p m a g id ip
g e le n le r in , h a d d i h e s a b ı y o k tu .
B a lk a n H a rb n iin o r u h la r a s in e n k a p k a r a n lık h a v a s ı iç in -
de, b ü tü n b ir m illet, te k ışık h â lin e gelen «Hamidiye»ye koşu­
yor ve on u n a rtık adı b ü tü n d ü n y ay a y ay ılan k a h ra m a n süva­
risini, b a ğ rın a b asm ağ a doyam ıyordu.
H am idiye’yi, P ad işah ve H ü k ü m et a d ın a Ç an akkalede k a r­
şılayan B inbaşı Ö m er Fevzi M ardinî Bey, b ü tü n m ü re tte b a t ve
büyük bir ziyaretçi k alabalığı h u z u ru n d a verdiği ilk hoşgeldi-
niz n u tk u n d a ezcümle şöyle diyordu:
«Bir y ıla y ak ın b ir m üddet, şu zayıf tekneyi o geniş deniz­
lerde y a şa ta n boyunlarınızı ve sancağınızı d ü şm a n a eğdirm e­
yen, sizdeki sonsuz v a ta n ve m illet sevgisinden b a şk a ne ola­
bilir?
«Hamidiye» bu m üb arek alsaııcağı; K aradenizde, Akdeniz-
de, A dalar ve Y u n an denizlerinde, A driy atik te ve Şap denizin
-de, kısaca d ü n y a n ın üç k ıt’asm ııı k ıy ıla rın d a ve d ö rt düşm an
devletinin o rd u g âh ları, istih k âm ları, filoları k a rşısın d a şa n ve
şerefle dalg alan d ırm ış, şevket ve sa tv e tin i m u h a fa z a etm iştir.
«Hamidiye» b ir ü m it şulesiyle p a rla y a n b ir seyyare gibi,
u fu k la rı dolaşırken, b ü tü n d ü n y a a n la d ı ki: T ü rk d o n an m ası­
n ın en zayıf gem isi bile gerektiği zam an, ü stü n e aldığı vazife­
yi y apm ağ a b ü tü n varlığı ile azm edecek ve b u u ğ u rd a h e r a n
k a rşısın a çıkm ası m ü m k ü n ölüm ü seve seve k arşılay acak h a s-
saları m ükem m elen h aizdir.
Siz, sekiz ay evvel b o ğ azlard an çıktığınız zam an, b ir s a a t
so n ra m ahvolabilirdiniz, f a k a t yine vazifenizi şa n ve şerefle
yapm ış sayılabilirdiniz. Çünkü, siz h e r tehlikeyi göze a la ra k
fed ak ârlık la çıkm ış, fa k a t C en ab ıh ak öm re v e fa etm em iş olu r­
du. Acak bu ölüm leri h âlis niyetle, d in d a r ve m ütevekkil bir
kalble aram ış olm anız, sizi k azad an m asu n bulun d u rdu.
Çıkışı m üteak ip , k azaya uğray ıp gitseydiniz de sizden son­
r a gelecek o la n la ra b ir h a m â se t örneği gösterm iş olurdunuz.
B eşeriyetin, h e r â n ın ı yüzde yüz tehlikede gördüğü bir
m esaiyi, C enâbıhak selâm et ve m u vaffakiyetle tetviç etti. B ir
mucize derecesinde m ü k â fa t ile n ih ay etlen d ird i.
H am idiyenin san cağ ın ı teslim etm ektense, b atacağınıza,
fa k a t bu b a tışı p ah a lıy a m al edeceğinize, H am idiyenin sa n c a ­
ğını, kendin i değil, en âciz b ir n eferin i bile teslim etm eyeceği­
nize, h a ttâ ta ra fsız b ir devlete bile te rk -i silâh etm ek n iy e tin ­
de olm adığınıza k a n a a t g etird iğ in d en d ir ki, d ü şm an ların ız d a ­
hi, size lâyık olduğunuz h ü rm e t ve ehem m iyeti, iste r istem ez
atfetm işlerd ir.
R a u f B ey B a h r iy e E rk â n ı H a rb iy e R eisi ik en .
Siz Akdenize b ir akıncı o larak çıktınız, lâk in k o rsanlığa a s­
la tenezzül etm ediniz, h içbir ta ra fsız gem iden m ücahede h a ­
yatınızı tem in eden k ö m ürünüzü bile n e zorla, ne de rıza ile
istem ediniz. H içbir âcize dokunm adınız, h içb ir y erde kim seye
zulm etm ediniz. M üdafaa v asıtası o lm ayan hiçbir gemiye, h iç ­
bir bin ay a top atm adınız. H içbir yerde tenezzül ve sü k û t gös­
term ediniz, h içb ir kim seye m in n et, h içb ir kim seden p erv a e t­
m ediniz.
D aim a m ert, d aim a şan lı yaşadınız, aldığınız esirlere k e n ­
di yem eklerinizi, kendi y a ta k la rın ız ı verdiniz.
Evet, herşeyi yalnız C en ab ıh ak ’ta n istediniz, yalnız C ena-
b ıh a k ’ka sığındınız ve bu su retle C en ab ıh ak ’kın m ü k â fa tın a
m ü sta h a k oldunuz ve şu âciz, h em en h e r gün ta m ire m u h ta ç
d u ru m d a olan gem i ile, koca b ir d ü şm an filo su n a k a rşı büyük
bir varlık gösterdiniz.

V ata n k ıy ıların ın ta a rru z d a n k orunm ası, fa k ir gem icileri­


m izin h a re k e t serbestîsini ve tic a re tle rin i sağladınız. T ü rk o r­
dusu ve d o n an m ası y a ra rın a y aptığınız h izm etler de ay rıca
uzun b ir fasıl teşkil eder. Y alnız şu ra sın ı h a tırla ta y ım ki, Bo­
ğ azdan çıkışınızla, Y u n an d o n a n m a sın d a n A verof gibi en kuv­
vetli zırhlısı ile d ö rt torpido ve m u h rib i a y ırta ra k , A driyatiği
m u h afa za y a m ecbur etm eniz, d ü şm an kuvve-i asliyesini en
a zın d an üç d ö rt m isli zay ıflatm ıştır. S o n ra d a siz, ü stünüze çek­
tiğiniz bu filo n u n m u h afazası a ltın d a k i h av u za pervasızca g ir­
diniz ve m ühim vazifeler görerek A llahın avniyle gem ilerinizi
k u rta rıp , sâlim en çıktınız. B aşkaca, d ü şm a n ın asıl kuvvetinden
birkaç torpidoyu ü stü n ü ze celp ile m ü te fe rrik a n d olaştırdınız
ve bu suretle d ü şm an kuvvetini b ir p a rç a d a h a zay ıflattınız.
B ü tü n bu fed a k â rlık ların ız la m ily o n larca v a ta n d a şı, büyük
b ir m illeti sevindirdiniz Bu m illetin e n b a h tsız günlerinde, y ü ­
zünü a ğ arttın ız . B arb aro s’u n taşıd ığ ı b u sancağı, tıp k ı o n u n
gibi o denizlerde fe rm a n fe rm a olarak, şa n ve şerefle gezdirdi­
niz. S aatlerce, günlerce, h a fta la rc a .değil, a y la r ve a y larc a v a­
zife b a şın d a ,top b a şın d a uykusuz, huzursuz, sadece v a ta n ve
m illet aşkı ile kendinizi fe d â ettin iz.
H am idiye’n in m ü b arek kıldığınız sancağm ı, h ü rm etle öpe­
rek, gazanızı b ü tü n m illet a d ın a te b rik ederim .»
M ü d afaa-i Milliye Cem iyeti a d ın a «Hamidiye»yi k arşılay an
cem iyet reisi —d a h a so n ra M ebusan Meclisi Reisi olan— Celâ-
le ttin A rif Bey de, hoşgeldiniz n u tk u n d a şöyle dem işti:
«Rauf Bey, d ü şm a n ın alçak ça tecav ü zü n e m ertçe cevap
vererek, u facık gem inizle koca b ir d o n a n m a y a m ey d an oku­
dunuz. A kdenizin n ih ay etsiz d a lg a la rı a ra s ın d a b u lu n a n v a ­
p u rla rın ın m elekül - m evti kesildiniz.
«Hamidiye» n in , ölüm ü istih k a r suretiyle ib raz eylediği h â -
rik ulâde cesaret, b ü tü n d ü n y a n ın h a y ra n lık ve ta k d irle rin i
m ucip oldu. Y eryüzündeki M üslü m an lar «Hamidiye» n in h e r
h a rek etin i, h e r ç a rh m ı y a k ın d a n ta k ip ed er oldu. D üşm an ge­
m ilerine a ttığ ın ız güllelerin ta rra k a sı, b ü tü n T ü rk le rin ve Müs­
lü m a n la rın k alb lerin d e ferah lık , sevinç ile çınlıyor ye herg ü n ,
herkes, «Bir H am idiye’miz var» diye övünüyordu.
«Rauf» ism i, «V atan u ğ ru n d a h a y a tı hiçe saym a» m ü ra d ifi
, k ala ca k ve bu isim T ürk v icd an ın d a ebediyen u n u tu lm ay acak
ve b ü tü n T ü rk ve O sm anlılar, h e r b ah riy elid en b ir «Rauf» ol­
m asını bekleyecektir. R au f Bey; b ir gaza e ttin ki h o şn u t eyle,
din m ü ’m inleri!»
H am idiye’n in e tra fın ı m otörler, k ayıklar, s a n d a lla rla çevi­
re n bin ler ve binlerle in sa n ay n ı d uygularla, sevinç ve
m in n e tta rlık la rın ı b elirtirk en , R a u f Bey, b ü tü n b u n la ra k a r ­
şı m alûm o lan büyük tevazuu ile. k ısaca şu cevabı veriyordu:
«M uhterem n azırlarım , âm irlerim d en alm ış olduğum em ­
ri h arfiy y en icra eylem ekten b aşk a birşey yapm adım . B en ve
a rk a d aşla rım , m ü re tte b a tım ile b erab er hepim iz, an c ak as­
kerlik vazifem izi yaptık. Bu sebeple, bizler b u k a d a r sitayişlere
lâyık değiliz.»
A
H am idiye’yi en son ziyarete g elenlerden İsta n b u l M uhafızı
C em al Bey —so n ra la rı B ahriye N âzın o lan C em al P a şa — ise,
o k a d a r h eyecanlı ve duygulu görünüyordu ki, d a h a söze b aş-
la rk a n gözleri y aşarm ıştı: « K ah ram an lar!» diye h ita p ederek,
titre y e n b ir sesle dedi ki:
«Sizin bu fed akârlığınız; y a rın denebilecek k a d a r y a k ın bir
gelecekte, O sm anlı d o n an m asın ın yalnız Akdeniz, K arad en iz
ve Şap denizinde değil, belki d ü n y a n ın b ü tü n denizlerinde k e­
m âli satv e t ve şevketle cevelân edebileceği h ak k ın d a k i k a n a a t­
le rin kuvvet bulm ası için, b ir b aşlan g ıçtır, diyeceğim . Kisin h u ­
zu ru n u zd a söyleyecek söz bulam ıyorum . K albim doluyor, ta ş ı­
yor. F a k a t söyleyem iyorum . H ususiyle sizin gibi fe d a k â r ve
k a h ra m a n denizcilerim izin k arşısın d a, b ir k a ra a sk erin in söz
söylem esi ne büyük b ir c ü r’e ttir. Sizleri teb rik eder, gazanızı
tak d is eylerim.»

«Hamidiye» yi son bir d e fa görm ek istiyordu. D aim a k a r­


şısın d a b u lu n d u rd u ğ u boy boy resim lerin e gözleri iliştikçe bu
isteği ile sabırsızlanıyordu. H albuki a rtık h a li yoktu.
Yolculuk ve b ilh assa h ey e c a n lan m a k la sarsılm ası ih tim a ­
lini düşü n en y ak ın ları, çeşitli b a h a n e le rle u n u ttu ru p vazgeçir­
m eğe çalışıyorlardı.
N ihayet b ir g ü n d ay an am ad ı, k alk tı, h em şiresi İ ffe t H a­
n ım la birlik te yeğeni Z a fe r’in otom obiline b inerek o halile Göl­
cüğe g itti.
K endisini teh alü k le k arşıla y a n denizci a rk a d a şla rın ın o r­
ta sın d a, bird en b ire halsizliğini, m ecalsizliğini u n u tm u ş gibi şen
ve m es’u t, m o to ra binip, b ir ta k ım eski gem iler a ra sın d a bağlı
d u ra n b ir z a m a n la rın şan lı «Hamidiye» sine yak laştı. Sessizce
d u rd u b ak tı, b ak tı, baktı...
S o n ra yine öyle sessizce d ö n d ü ler ve R a u f Bey o gün îs-
ta n b u la gelinceye k a d a r d a h e p öyle, te k söz etm eğe isteksiz ve
dalgm kaldı.
R a u f Bey, b ir d efa d a K asım p aşad ak i —şim di Deniz
K um an d an lığ ı olan— eski D ivanhanede, B ah riy e N azın iken
o tu rd u ğ u m a k a m odasm da, b ü tü n denizci a rk ad aşlariy le b u lu ­
şup b ir k ah v e içm eği pek isterdi. D enizcilik h a y a tın ın en b u h ­
ra n lı son g ü n lerin i geçirdiği b u odada, —pek sevdiği, o n la r ta ­
ra fın d a n d a sevilm iş olm asını d a h a y a tın ın en büyük m a z h a ri­
y eti saydığı— bugü n k ü denizci ark ad aşlariy le birk aç dakikacık
olsun buluşup şöyle b ir b aşb aşa h a sb ih a l etm ek â d e ta gözünde
tü te rd i.
H ey h a t ki, b u k ısm et olm adı.
VE
«YAKIN TARİHİMİZ»

C on elli yılın birb iıin d en önem li siyasî ve askeri olayları-


^ nı, şim diye kadar tam am ile k aran lık ta kalm ış bir çok ta-
raflarile, dosdoğru a n la tara k açıklayan bu h â tırala r, uzun bir
tere d d ü tle beklem e devresinden sonra nihayet yay ın lan arak
m illî kitaplığım ıza tevdi edilm iştir.

R auf O rbay bu h â tıraların d a: «Sultan O sm an d retn o tu sü­


v a risi olarak L ondrada bulunurken, B irinci D ünya Savaşının
çıkışile döndüğü îstanbulda, E nver P aşanın israrile kabul e t­
tiği A fganistan Siyasî M üm essilliği vazifesine bir askerî heyet­
le gidişinden» başlayarak bu B üyük D ünya Savaşı içinde olup
biten leri ve B ahriye N azırı sıfatile M ondros M ütarekenam esi-
ni nasıl yapıp im zaladığını ve onu m üteakip m ü tarek e günle­
rin d e îstan b u ld a M ustafa K em âl P aşa ile buluşup giriştkileri
çeşitli teşebbüslerle, m illî m ücadeleye hazırlanış safhasını ve
A nadoluya geçişle Am asya, E rzurum , Sivas toplantılarını, son
O sm anlı M ebusan M eclisine katılışı ve bu m eclisin İngilizler
tara fın d a n basılışile M altaya sürülüşünü, M altadaki uzun sü r­
gün hay atın d an sonra döndüğü A nkarada te k ra r M ustafa K e­
m âl Paşa ile b uluşarak Millî M ücadeleye devam ı esnasındaki
Başvekilliği günlerinde çeşitli meclis tartışm alariy le o zam an­
ki m uhalefet ve nihayet B üyük Zaferle, Lozan su lhunun nasıl
yapıldığını ve saltan atın ilgasile ilk inkılâptan sonra M ustafa
K em âl Paşa ile ay rılışların ın sebeplerini tafsilâtiyle an latm ak ­
ta ve bu ayrılış devrinde İsm et P aşanın tah rik le rd e ilk m uha­
lefet partisini kuruşlarım , bunu m üteakip Şeyh Sait isyanı ba­
hanesiyle m uhalefetin susturuluşunu, ve İzm ir suikastı teşeb­
büsü üzerine istiklâl m ahkem esince verilen, k arakuşi hüküm le
gıyaben m ahkûm edildiği halde bu adaletsiz hü k m ü kabul et-
m iyerek dokuz y ıl y u rt dışında k ald ık tan sonra İstan b u la dö-
nüşile İstiklâl M ahkem esi k a ra rın ı ip ta l e ttire re k te k ra r m e­
bus ve daha sonra L ondra B üyükelçisi olarak yaptığı hizm et­
leri ve nih ay et İsm et Paşa idaresiyle an laşam ıy arak inzivaya
çekilişine k ad ar b ü tü n bir siyasî h ay atın b irb irinden önem li
s a f h a la r ın ı s o n d e r e c e a ç ık v e p e rv a s ız b ir ifa d e ile h ik â y e e t­
m e k te d ir .

230 büyük sayfa ve 180 fotoğraf ve vesika fotokopisi ile de


bezenmiş olan bu hâtıraları ihtiva eden «YAKIN TARİHİMİZ»
in dört ciltlik takımı aynı zamanda, son yetm iş yıllık siyasî,
askeri, edebî hayatımız içinde söz sahibi bulunmuş en yetkili
şahsiyetlerin birbirinden önemli hâtıraları ile de başlı başına
bir yakın tarihimiz hâzinesidir.

A y r ıc a is im le re , o la y la r a g ö re ta n z im e d ilm iş m u fa s s a l v e
30 s a y f a lık « fih rist» i ile b u p e k k ıy m e tli e s e r, b ir n e v i a n s ik lo ­
p e d i d e s a y ıla b ilir v e h e r k ita p lığ ın b ilh a s s a y a k ın ta r ih im iz
k o n u s u n d a e ş i b u lu n m a z b ir v a r lığ ın ı te ş k il e d e r.

1700 sayfa, yüzlerce nadide tarihî fotoğraf ve kıym etli ve­


sikalarla ayrıca hiç bir yerde neşredilmemiş yakın tarih fıkra­
larını ihtiva eden bu eser mahdut sayıda basılmış olduğundan
mevcudu tükenmek üzeredir

«YAKIN TARİHİMİZ», in dört büyük ciltli bir takımı ciltli


olarak 100 liradır.

Ödemeli olarak «İstanbul Erenköy P.K. 4» adresinden is­


tenebilir. Posta ücreti alınmaz.
D Ü ŞM A N İZ M İR E Ç İK T İ

SİLÂH BAŞINA!...

T ZM İRE Y u n a n ’ın ç ık tığ ı 15 M ayıs 1919 g ü n ü , te lg r a f h a t-


-* la r ın ın k esilişi ü zerin e, h iç bir ta r a fla m u h a b ere im k â n ı
b u la m a y ın c a , b ü tü n so r u m lu lu ğ u ü stü n e a la ra k tek b a şın a
(k a rşı k oy m a k ) k a ra r ın ı v er e n , A y d ın ’d a k i tü m e n k u m a n d a n ı
A lbay Ş e fik B ey, o g ü n d e n itib a r e n , M u sta fa K e m a l P a şa ile
te m a s a g eçeb ild iğ i ta r ih e k a d a r, d ö rt a y sü r e sin c e , ç e şitli zor­
lu k la ra r a ğ m e n , Y u n a n lıla r la n a sıl b o ğ u ştu ğ u n u a n la tıy o r .
B u a n la tış ; A n a d o lu n u n h e n ü z b a şsız v e ö n d ersiz b u lu n ­
du ğu o a n a - b aba g ü n le r in d e , iç in d e n d o ğ a n ilk m u k a v e m e t
h a r e k te in i şim d iy e k a d a r b ilin m e y e n b ü tü n m en k ib e le r iy le
gözlerd e ca n la n d ır a c a k tır .
K ita p ta n b irk aç cü m le :
«Aydın.’da b u lu n a n k u v v etim , o n su b a y la , ço ğ u S u riyeli
kırk üç erd en ib a r e tti. B u k u v v e tle Y u n a n a k a r şı M illî M ü ca­
d eley e b a şla rk en , a k ıllı v e ze n g in m ü n e v v e rle r im iz in ç o ğ u n lu ­
ğ u n u n m ü c a d e le a le y h ta r ı o ld u ğ u n u görd ü m . B ir kere de din
a d a m la r ın a m ü r a c a a t ed ey im , d ed im . H a n g i m ü ftü v e y a v a ıza
b a şv u rd u m sa olm ad ı, ç e k in d ile r N ih a y e t k öylü a ğ a la r ım ız la ,
E felerim izi y o k la d ım , h a d ed iğ im iz z a m a n , kırk e lli s ilâ h lıy ı
p e şin e ta k a c a k k ad ar n ü fû s sa h ib i o la n zeyb ek r u h lu , k a n ı ve
sin ir i diri v a ta n e v lâ tla r ın a m ü r a c a a t e ttim . H ep si, a k ın a k ın
d a ğ la r d a n , o r m a n la r d a n in d ile r , em ret, a n a m ız bizi b u g ü n için
d oğu rd u , e m r in d e y iz !... d ed iler. S o n r a la r ı y a ra rlık la rı ile ş ö h ­
ret b u la n Y örük A li ile d a h a bir ç o k la rı bu m e y a n d a id i...
0 * 0

« Y u n a n lıla r a y a k b a stık la r ı h er y erd e, v a z iy e tte n is tifa d e


ile, T ü rk leri yok ed erek , bu to p r a k la rd a Y u n a n lılığ ı y e r le ştir ­
m ek y o lu n u ta k ip ed iy o rla rd ı. İn g iliz le r de, y a rd ım c ıla rı idi.
B iz Y u n a n lıla r la b oğ u şu rk en , A n a d o lu iş g a l k u v v e tle ri u m u ıg
k u m a n d a n ı İn g iliz g e n e r a li M ilen . Y u n a n k u v v e tle r in e k arşı
k a tiy e n ta a rru z e tm iy e c e k sin iz , d iy e em ir v erd i. B e n de c e v a ­
b en , « Y u n a n lıla ra k a rşı T ü rk lerin silâ h a sa r ılm a sı, v a h şiy a n e
te c a v ü z ed en za lim e k a rşı, h ın ç ta n d o ğ a n bir zaru rî m ü d a fa a ­
d a n ib a rettir . B u g a le y a n ın ö n ü n e g e ç e b ilec e k h iç bir k u v v et
yok tu r.» d ed im ve d u rm a d a n ta a rr u z ettim .»

E ren k öy P. K . 4 — T e l : 55 30 29
F İA T I : 10 LİRA

You might also like