You are on page 1of 84

GURDJIEFF

BÜYÜK BİR GİZEM

J. G. Bennett
Çeviren:Ümit Altuğ

OKYANUS
GURDJIEFF
BÜYÜK BİR GİZEM
Yaşamdaki amaçının insanın akıl ve duygu­
larına kök salmış olan inanç ve görüşleri temel­
den değiştirerek, yaşamlarımıza farklı bir ışık tut­
mak, dünyaya yeni bir bakış açısı göstermek
olduğumi söyleyen G. Ivonovich Gurdjieff üzeri­
ne].G. Bennett 1963 yazında Londra'da üç konfe­
ran verdi. Bennett, Gurdijieff'in yaşamı, öğretisi
ve Orta Asya gelenekleri ile bağıntılı yöntemleri
hakkında konuşabilecek pek az kişiden biridir.
1877'de Rusya'nın İran sınırı yakınındaki
Alexandropol'de dünyaya gelen Gurdjieff doktor­
luk ve rahiplik üzerine eğitim görmüş ve sonraki
20 yıl boyunca Orta Asya ve Orta Doğu'da bir
kentten diğerine, geçmişte var olan, ama tüm
izlerinin kaybolduğuna inandığı bir bilgiyi bul­
mak için dolaşmıştır. 1913 yılında edindiği bil­
geliği Rusya'da öğretmeye başlamış, 1922'de Paris
yakınlarında İnsanın Uyumlu Gelişmesi Ensti­
tüsü'nü kurmuştur. 1949 ytlında ölen Gurdjieff ve
öğretisi hakkında batıda pek çok kitap
yaztlmasına rağmen Benett'in konuşmalarından
oluşan bu kitap Gurdjieff'in yaşamı, düşüncesinin
kaynakları, öğretisi ve yöntemleri konusunda çok
önemli bir kaynak olma özelliğini hala korumak­
tadır.

1 1 11111
ISBN 975 - 7200 - 19 - O

9 789757 200192
GURDJIEFF
Büyük Bir Gizem

OKYANUS
OKYANUS YAYINCILIK
ve YAPIMCILIK LTD. ŞTl.

Ankara Cad. Konak lşhanı 43/304


34410 Cağaloğlu-lstanbul
Tel: 513 42 59

©J.G. Bennett 1963 / Okyanus Yayıncılık


ve Yapımcılık Ltd. Şti. 1996

ISBN 975-7200 - 19 - O

Baskı Tarihi: Kasım 1996

Kapak Tasanmı ve Dizgi: ÖZGÜN Ajans


Tel. (0212) 517 85 92

Baskı ve Cilt
ÇlZGE Matbaacılık Ltd. Şti.
Tel. (0212) 647 34 93
GURDJIEFF
Büyük Bir Gizem

J.G. Bennett
Çeviren
Ümit Altuğ
ADI GEÇEN ESERLER

Aşağıdaki listede J. G. Bennet'in konferanslarında adı geçen


eserlerle ilgili bilgi verilmektedir. Eser adlarından sonra gelen sayfa
numaraları sözkonusu tartışmanın nerede bulunabileceğini gösterir.

Gurdjieff'in Geçmişi ve Kökeni

Gurdjieff, G. I. Meetings with Remarkable Men. S. 10, 12, 18,


23, 24, 25.

Gurdjieff'in Düşüncelerinin Kaynaklan

Bennet,J. G., et al. Enneagram Studies (sunuş için), s. 46


Bohme,Jacob. Aurora, s. 46
Godwin,Joseliyn. Robert Fludd (çizimleri için), s. 46.
Gurdjieff, G. I. Bee/zebub's Ta/es, s. 33, 41, 48.
Gurdjieff, The Boolmarshano (s. 1132 vd), s. 54
Gurdjieff, The Herald of Coming Good, s. 36.
Gurdjieff,. Meetings with Remarkable Men, s. 30, 33.
Hastings, J ames, Encyclopedia of Religion and Ethics, s. 35.
Kepler, Johan. Cosmographic Treatise, bkz. De Lubicz, R. A.,
Egyptian Miracle, (s. 151-163), s. 47.
Plato, Timaeus, s. 46, 55.

Gurdjieff'in Öğretisi ve Yöntemleri

Gurdjieff, G. 1. Beelzebub's Tales. Aşağıdakiler için bkz.


Kürt Atamakh, (age s. 1094-1104), s. 73.
Kurtlar, sıçanlar ve fareler, (s. 1116), s. 74.
Doğum oranı, (s. 1105-1108), s. 74.
Gurdjieff, The Herald of Coming Good, s. 64, 66.
İÇİNDEKİLER

Gurdjieff'in Geçmişi ve Kökeni

Casaria, Aleksandropol ve Kars'daki Rumlar - Kaf


kasların mücadele alanı. llk istilalar, Türkler, Ermeniler,
Yunanlılar, Asuriler, Dukhoborlar, Molokanlar ve
Yezidiler. 24 Nisan 1877, Kars'ın işgali ve Yağmalanma­
sı. Gurdjie/fin çocukluğunu geçirdiği olağanüstü ortam.

Gurdjieff'in Düşüncelerinin Kaynakları

Doğu kilise/en: Ermeni Gizli Cemi'yetlerı: Sufilik ve


Dervişler, lran ve Türkistan'daki Sufi"ler. Ehl-i Hak. Şıfa­
cı ve mucize ustası Gurdjieff Rus okültizmi. Enneag­
ram'ın kaynağı. Gurd1ie//in düşünce/en· üzen'nde Babil
ve Zerdüştlük kaynaklı etkiler.

Gurdjieff'in Öğretisi ve Yöntemleri

1889-1949 gelişme aşamaları. Melamet Yolu ve


Gurdjie/f in yaşamındaki yen·. insanlığın temel sorunla­
rı. Gurdjie//in pratik yöntemleri. Gurdjie/fin
kozmolojisinde tümüyle yeni bir şey var mı? Yeni Çağ'ın
öncül/en·. Son giz. Gurdjie/1 çalışmasını nasıl sürdürmek
amacındaydı?

5
GURDJIEFF'iN GEÇMİŞİ
VE KÖKENİ

Gurdjieff bir çok bakımdan çok büyük bir gizemdi.


Birinci ve en belirgin olarak onu tanımış olan iki kişi,
onun kim ve ne olduğu hakkında görüş birliğine
varamaz. Gurdjieff hakkında yazılmış çeşitli kitaplara ve
onun kendi yazdıklarına baktığınızda iki resmin
birbirine uymadığını görürsünüz. Onu tanımış olan
herkes başka birisinin Gurdjieff hakkında yazdıklarını
okuduğunda yazarın onu anlamamış olduğu hissine ka­
pılır. Her birimiz başkalarının görmediği bir şeyi gördü­
ğüm üze inanırız. Hiç şüphesiz bu doğrudur.
Gurdjieff'in kendini gizleme, gerçekte olduğundan fark­
lı görünme huyu da bunda etkili olmuştur. Bu durum
kafa karıştırıcıdır ve onun Avrupa ülkelerinde ilk olarak
tanınmasıyla başlamıştır.
Gurdjieff ile ilgili bir başka gizem de onun öğreti ve
yöntemlerinin kaynaklarına ilişkindir. Gurdjieff
bilgilerini nereden edindiğini hiç bir zaman açıkça be­
lirtmemiştir. Onun öğretileri ve yöntemlerini inceleme
zahmetine girişen herkes hemen hemen her parçayla bi-

7
linen bir gelenek arasında bağ kurabilir. Şu temanın Yu­
nan Ortodoks geleneğinden, bu temanın Asur ya da Ba­
bil geleneğinden geldiğini, bir başkasının açıkça İslam
ve Tasavvuf ile, hatta şu veya bu Sufi tarikatı ile bağlan­
tılı olduğunu söleyebiliriz. Keza, kimi temaların Budiz­
min şu veya bu dalından geldiği söylenebilir. Ayrıca Batı
okült geleneğinden, Platoncu ve Gül-Haççı gelenekten
çok şey aldığına dair belirtiler de vardır. Ama daha ya­
kından incelediğimizde bilinen hiç bir geleneğe atfedile­
meyecek bir şeyler de görürüz. Literatürde hiç izine
rastlanmayacak, gerçekten çok önemli özellikleri vardır
Gurdjieff'in. Bundan sonraki konferansımda bunlar
hakkında daha çok şey söyleyeceğim.
Eğer Gurdjieff sadece bir telifiyyeci, iyi bilenen çe­
şitli geleneklerden ve hatta araştırmaları sırasında ortaya
çıkarmayı başardığı gizli geleneklerden parçalar alıp
bunları bir araya getiren bir reformcuysa buna göre bir
yer işgal edecektir. Öte yandan, daha önceden bilinen ya
da gizli bir geleneğe atfedilemeyecek tümüyle özgün bir
şey sözkonusuysa o zaman çok farklı bir yeri olacaktır.
Gurdjieff ile ilgili ikinci gizem işte budur: onun bulun­
duğu yer bunlardan hangisi? O sadece bol bol seyahat
edip araştırma yapan, bir çok şeyi keşfedip bolca oku­
yan, çok farklı dillerde kaynaklara ulaşabilip bu şekilde
topladığı malzemeden bir şeyler oluşturmuş zeki bir
adam mıydı? Yoksa, bütün bunların yanısıra -çünkü
bunları yaptığı ke!iindir- tamamen kendine özgü ve hem
önemli hem de daha önceki kaynaklarda rastlanmayan
dolaysız bir görüye sahip biri mi? Bu durumda özel
önem taşıyan biri olacaktır o, çünkü tinsel düşünceler
tarihinde gerçek yenilikçilere pek sık rastlanmaz.
Üçüncü bir gizem daha var ki bu akşam özellikle
üzerinde duracağım, çünkü birkaç hafta önce Gurdji-

8
eff'in ilk yıllarını geçirdiği yerlere yaptığım gezi sırasında
beni çok etkiledi ve böyle bir çevreden böyle bir insanın
nasıl çıkabildiğini açıklamak gerekiyor. Kars şehrinde,
bir zamanlar Rum mahallesi olan yerlerde sokaklarda
oynayan, fotoğraf çektirmek ve bahşiş almak için peşi­
mizden koşturan çocuklara rastladım. Bunların herbiri
birer genç Gurdjieff olabilirdi. Ne var ki bu çocukların
hayatta gelmeyi umabilecekleri en yüksek yer ya şöför­
lük ya da -onun kadar imrenilen bir meslek olan- polis­
lik.
Kafkaslar'la Doğu Anadolu arasındaki bölge dünya­
nın en garip yörelerinden birisidir. Buranın coğrafyası ve
tarihi hakkında biraz bilgi vermem gerekiyor. Hazırlattı­
ğım bu harita dünyanın muhtemelen pek tanımadığınız
yerlerinin haritalarının bir araya getirilmesiyle düzenlen­
di. Zira her zaman kullanılan haritalarda Türkiye'nin
Asya'daki bölümü, Rusya ve İran ayrı ayrı gösteriliyor.
Gerçekteyse bu bölge bütünlüklü ve belirgin bir coğrafi
birimdir. Belirgin, çünkü Kafkaslar ve Doğu Anado­
lu'daki büyük dağlar tüm bölgeye hakim. Burada ise bü­
yük Orta Asya dağ kütlesinden sonra Akdeniz'e varana
dek karşınıza çıkacak en yüksek dağ olan Ağrı Dağı var.
Ağrı Dağı, Alp dağlarının hepsinden de daha yüksektir.
Bu büyük dağların kapladığı alan da Alplerden daha ge­
niştir. Bu haritada gösterilen yörede çoğu yerde deniz
seviyesinden yükseklik 1.000 metreden fazladır. En yük­
sek dağlarda ise 5.000 metreyi geçer. Burası Avrupa ve
Asya'yı birbirinden ayıran büyük bir doğal sınırdır. Ku­
zeyde Urallardan başlar Hazar Denizi boyunca devam
ederek haritada gösterilen Kafkaslar ve Doğu Anado­
lu'nun büyük dağlıklarına kadar uzanır. Bu doğal engel,
birkaç dar kanal dışında doğu ve batı arasındaki göçleri
sınırlamıştır. Bu kanallardan en önemlisi kuzeydoğuda

9
Tebriz'den Kars'a uzanır ve oradan da batıya dönerek
Erzurum'a uzanıp Fırat nehri vadisiyle birleşir. Erzu­
rum'un doğusunda deniz seviyesinden yüksekliği yakla­
şık 2.300 metreyi bulan bir set vardır, ama yazın geçiş
mümkündür.
En eski çağlardan beri, ki bununla en az 10.000 yıl­
lık bir dönemi kastediyorum, insanlar bu rotayı izlemiş­
lerdir. Buzul Çağı'nın sona ermesiyle insanlar güneye
doğru yola koyulup bu bölgelere yerleşmeye başladıkla­
rında en önde gelen göç yollarından biri burası olmuş­
tur. İstila dalgaları birbirini izlemiş, Partiyalılar, Karduk­
lar ve Ermeniler, Tatarlar, Moğollar ve Türkler buradan
geçmişlerdir. Cengiz Han, Timurlenk ve diğer ünlü fa­
tihler bu yolu izlemiştir. 10. ve 15. Yüzyıllar arasında
Selçuk ve Osmanlı Türkleri, Kafkaslar yolunu izleyerek
Anadolu'da İslamı yerleştirmişlerdi. Her istila dalgası di­
renişle karşılaşmış ve istilacılara karşı doğal savunma
noktalarından biri de yüzyıllardır Kars Kalesi olarak bili­
nen doğal kale olmuştur. Dar bir vadiye hakim bir kaya
üzerine inşa edilmiş olan Kars Kalesi'ne çıktığınızda her
yönde uzanan ve yılın her ayı karlarla kaplı dağları gö­
rürsünüz. Kars tekrar tekrar kuşatılmış, savunulmuş ve
ele geçirilmiştir. Bir zamanlar, 8. ve 10. yüzyıllar arasın­
da Bagratya Ermeni krallığının başkenti Kars değil onun
yakınındaki Ani şehriydi. Bu bölge istilaların engellendi­
ği, durdurulduğu, son bulduğu ve püskürtüldüğü yerdi.
Timurlenk iki sefer bu açıklığı geçmeyi denemiş ve başa­
rısız olmuş, ancak sonunda ikinci bir ordu getirerek geç­
meyi başarmıştı ki tüm işgalleri içinde ilk kez burada
böyle bir şeye gerek duymuştu.
Hareketlerin tümü doğudan gelmiyordu. Avrupa ve
Küçük Asya'dan Grekler, Romalılar ve Osmanlı Türk­
ler, Kuzeyden Slavlar ve Kafkaslar istilaya girişti. 19.

10
yüzyılda bu istila ve karşı istila dalgaları bu kez Rus İm­
paratorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki savaş­
larda kendini gösterdi. 1809, 1814, 1855 ve 1877'de
Rusya ile Türkiye arasında ardarda savaşlar çıktı ve mu­
harebeler esas olarak bu bölgede yoğunlaştı. İki ülke
arasındaki sınır sürekli olarak bu noktanın biraz doğu­
suna ya da biraz batısına kayıp duruyordu.
Kars bir sınır kenti olduğundan hiç bir zaman gü­
venli bir yer olarak görülmedi. Tekrar tekrar yıkıldı, inşa
edildi, yine yıkıldı ve yeniden inşa edildi. Bu kent -ve et­
rafındaki kentler- yıkıntılarla doludur. Eminim bütün
bunlar dünyanın bu kısmında yaşayan insanların ruh
hallerini derinden etkilemiştir. Binlerce yıl değilse bile
yüzlerce yıl Doğudan ya da Batıdan ne zaman bir saldırı
geleceğini bilmeden, sürekli gerilim içinde yaşadılar.
Şüphesiz Gurdjieff de bu gerilimden etkilenmişti. Kars
kenti en kötü deneyimlerinden birini 1877 yılının Ekim
ayında yaşadı. Kent, Ruslar tarafından işgal edildi ve
baştan aşağı yıkıldı. Tarihe gerek Rusların gerek Türkle­
rin bakış açısından baktım. Türklere göre Ruslar üç gün
süren vahşi bir kıyım gerçekleştirmiştir. Rus tarihi ise
Türklerin akılsızca direndiklerini ve direniş odaklarının
adım adım dağıtıldığını söyler, ancak her iki anlatım da
muhtemelen aynı olaydan sözetmektedir.
1877'den önce Kars önemli bir kentti. Nüfusu
20.000'in üzerindeydi ve görece zengin bir kent sayılırdı.
Tebriz'e doğru alçadıkça o kadar zengin değildir, ama
hala verimlidir. Kars 1877'de Ruslar tarafından bir taar­
ruzla ele geçirildi ve ertesi yıl Ruslar burada elde ettikle­
rini Balkanlarda vermek zorunda kaldıklarında da Kars,
Ardahan ve Batum'u ellerinde tuttular. O sırada nüfu­
sun yaklaşık yüzde 80'i Türktü. Rus işgalinden sonra bü­
yük bir göç oldu ve 80.000 kadar Türk bunu izleyen iki,

11
üç yıl içinde batıya göç etti, Ruslar ise dünyanın her ye­
rinden Türk olmayanları buraya getirdiler. Türkiye'yi
terketmek isteyen Yunanlıları getirdiler. Hazar'ın güne­
yinden Ermeniler, lrak'dan Asuriler getirildi. Önemli sa­
yıda Yezidi Kuzeye göç ederek bu bölgeye yerleşmeye
ikna edildi. Rusya'dan Molokanlar ve Dukhoborlar gibi
heterodoks tarikatlar, hatta Estonyalı Lutherciler geldi.
Böylece, 1887 ile 1880'lerin ilk yılları arasında dünyanın
bu kısmında olağandışı bir karışım gerçekleşmişti. On­
binlerce aile kendi istemleri dışında oradan oraya sürük­
lendi.
Tüm bu hareketlerin hükümetlerin politikalarının
bir parçası olduğunu anlamalısınız. Hoşnutsuz kalaba­
lıkları ne yapmak gerektiğini kimse bilmiyordu. Ruslar
kendi egemenliklerine tepki duyan kalabalık Müslüman
halkı ne yapacaklarını bilemiyordu; Türkler de kendile­
rine aynı derecede tepki duyan kendi kalabalık Hırısti­
yan nüfusu ile ne yapacaklarını bilemiyordu.
Gurdjieff'in çocukluğu bu koşullar altında geçti.
Gerek bizzat benim çeşitli kaynaklardan öğrendiğime
gerekse kendisinin ve ailesinin bize anlattıklarına göre
Gurdjieff'in 1872'de Aleksandropol'da doğmuş olması
ve kısa süre sonra, yani 1878 civarında kendisi alu yaşla­
rındayken babasının Ruslar tarafından alınan Kars'a göç
etmiş olması muhtemeldir.
Böylesi bir durumun doğurduğu gerilim ve huzur­
suzluğu gözlerinizin önüne getirebiliyor musunuz, bilmi­
yorum. 1925 yılında, büyük nüfus mübadelesi sırasında
ben de Yunanistan'daydım. Bir buçuk milyon Yunanlı
Küçük Asya'dan alınıp Eski Yunanistan'a yığıldı ve
400.000 Türk de Makedonya ve Trakya'dan alınıp Kü­
çük Asya'ya yerleştirildi. Bu talihsiz insanların coğrafi
koşulları, hayat tarzları kendilerinkinden farklı bir ülke-

12
ye gönderilmelerini, onlara hasetle bakan yerli nüfustan
kabullenme istemelerini, yerleşecek toprak bulmaktaki
zorluklarını görmek insanın yüreğine dokunuyordu. Sa­
nırım içinizden bazıları Ürdün'deki Arabların bundan
bile sarsıcı göçlerine şahit olmuşsunuzdur. Benim yapu­
ğım gibi oradaki mülteci kamplarını ziyaret etmiş ya da
Şam'da Karadeniz kıyısından gelen talihsiz Kürtlerin,
Tatarların ve diğerlerinin başına gelenleri görmüşsünüz­
dür. Neden gönderildiklerini ve nereye gittiklerini bil­
meyen insanların sorunlu göç hareketlerinin yarattığı
huzursuzluğu gözünüzün önüne getirebilmeniz için bu­
nu kendi gözlerinizle görmüş olmanız gerekir.
Gurdjieff çocukken Kafkaslarda bunlar oluyordu.
En kötüsü gerçekleştiğinde daha küçük bir çocuktu ve
altı, yedi yaşına vardığında herhalde olaylar yarışmaya
başlamıştı. 1877 Ekim'indeki korkunç yıkım ve katliam­
dan sonra yeniden inşa edilen Kars'a göçtüklerinde hu­
zur ve sükunet umudu doğmuştu yeniden.
Katlanılması gereken başka güçlükler de vardı, şid­
detli iklim koşullarından doğan güçlükler. Orası kışın
çok soğuktur, sıfırın alunda 20 dereceye indiği olur ve
soğuk birkaç ay devam eder, bu yüzden kar hiç kalkmaz.
llkbaharda havalar birden ısınır ve alu hafta, iki ay ça­
mur içinde geçer. Birkaç ay önce oraya gittiğimde şahit
olduğum gibi etrafınızda çamurdan başka birşey göre­
mezsiniz. Ardından kuru yaz gelir ve çamur toza dönü­
şür. Dört, beş ay boyunca hava çok sıcak ve kurudur.
Bunlar yaşamak için hiç de rahat şartlar değil, özellikle
uygun eve sahip olmayanlar için. Görebildiğim kadarıyla
Kars ve çevre illerdeki yoksullar çok kötü koşullarda ça­
mur kulübelerde, kimi zaman toprak seviyesinin altında
yaşayagelmişler. Hatta kimi zaman evlerin çausından yol
geçtiği oluyor. Öyle ki hazan farkında olmadan birisinin

13
evinin çatısından yürüyor ve altınızdan çıkagelen biriyle
karşılaşıyorsunuz.
Bunlar bugünün şartları. Ya, 80, 90 yıl önce nasıldı
bunu düşünmek bile istemiyorum. Bundan çok daha
sert olmalı. Gurdjieff, Meetings with Remarkable Men
(Önemli Kişilerle Karşılaşmalar) adlı kitabında babası ve
ilk vasisinden bahsederken bu koşulların sertliğini bence
yeterince ortaya koymamış. Belki de kendisi bu koşullar
altında sertleştiğinden bunları sözünü etmeye değer bir­
şey olarak görmüyordu. Ama bana kalırsa, gerek entel­
lektüel gerek psişik gücüyle dünyada iz bırakmış, kendi­
siyle karşılaşan ve hiç de akılsız sayılamayacak yüzlerce
insanı böylesine etkilemiş birisinin bütün bunların için­
den ortaya çıkmasının ne kadar garip bir şey olduğunu
gözününüzün önünde canlandırabilmeniz için varoluş
koşullarının zorluğuyla savaş ve göçlerin baskısını dikka­
te almanız gerekir.
Ancak, bunun öteki yanına da bakmanız gerekiyor.
Dünyanın bu kısmı fiziki ve psikolojik koşullardaki sert­
liğin yanısıra geleneksel malzeme bakımından çok zen­
gindir. Gurdjieff'in çocukluğu sırasında nüfusun çoğun­
luğu, daha önce de söylediğim gibi Müslümandı ve
Gurdjieff çocukluğundan itibaren Türkçe öğrenmişti.
Onu ilk tanıdığımda Türkçeyi, kanaatimce, Rusça'dan
iyi konuşuyordu. Türkler, özellikle de Doğu illerindeki­
ler İslam'ın mistik yönü olan Sufiliğe çok yatkındır.
Dünyanın bu kısmında her zaman birçok Derviş toplu­
luğu varolmuştur. Gurdjieff'in İslam mistisizminden et­
kilendiği tartışma götürmez bir gerçek. Ama aynı za­
manda Yunan ve Rus Hıristiyan tinselliğinin de güçlü
olduğu bir bölgede yaşıyordu. Üçüncü olarak, kendisi
yarı Ermeni idi, çünkü annesi bir Ermeniydi. Dünyanın
bu kısmı Ermeni etkisinin en çok olduğu yerdir. Bugün-

14
kü Ermenistan'ın bulunduğu vadiye ulaştığınız andan
itibaren Ermeniler çoğunluğu teşkil eder. Ermenilerin
Batılı ya da Grek ortodoks Hıristiyanlarından çok ayrı
gelenekleri vardır. Çok eski bir Ermeni geleneği Nahci­
van'ı kutsal kent olarak kabul eder. Bu Ermeni geleneği
diğer, daha eski, Hıristiyanlık öncesi geleneklerle de
kaynaşmıştır. Bu kadarla da kalmaz, Kaldelilerin soyun­
dan gelen Asuriler vardır. Eski Babil, Zerdüşt ve Mitra
gizemlerinden izler taşıyan çeşitli topluluklar da hala
mevcuttur. Gurdjieff'in ilişki kurduğu Yezidiler de ayrı
bir daldır. Yezidiler, Zerdüşt geleneğinin temelini oluş­
turan, dünyadaki iki güç -iyilik ve kötülük güçleri- ara­
sındaki çatışmaya dair Babil düalist inancının kendileri­
ne özgü bir yorumunu benimserler.
O bölgede bu nisbeten bilinen gelenekler dışında
bilinmez tarikatlar da varolmuştur ve hala da vardır.
Tinsellik arayışı içindeki genç bir adamın Kafkasların bu
kısmında olduğu denli çok çeşitli etkilere maruz kalabi­
leceği başka bir yer daha var mı merak ediyorum. Bu
bölge, güçlü bir Sufi geleneğin varolduğu ve hala da sür­
düğü lran'a yakındır. Ermenistan'a yakındır. Ayrıca
Türk sufilerinin birbirinden çok farklı mistik gelenekle­
rine de yakındır. Bir bakıma denebilir ki, Gurdjieff'in
doğduğu çevrede yaşamı çok güç hale sokan etkilerin
yanında hissedebilenler için çok zengin bir geleneksel
inanç ve pratikler hazinesi de mevcuttur. Gurdjieff ken­
di yazılarında, muhtemelen çoğunuzun okuduğu Mee­
tings with Remarkable Men adlı kitabında bunlardan
yer yer bahsediyor.
Ama bu ikisi arasında, Kars'ın Rum mahallesinde
yaşayan ve yeni inşa edilmiş Rus okuluna güçlükle kay­
dolabilen Rum-Ermeni asıllı yoksul bir çocuğun çok güç
yaşam koşulları içinde bütün bunları uzlaştırabilen bir

15
anlayışı nasıl doğmuş olabilir? Buna nasıl fırsat bulabil­
miştir? Gurdjieff'in öyküsündeki çok sayıda garip olay­
dan biri de ne kendi kişisel geçmişine, ailesine, Yunanlı
ve Ermenilerle bağına ne de Rum mahallesinde onu çev­
releyen etkilere atfedilemeyecek bağlantılar kurmaya
başlamış olmasıdır. Onun çevresinde Rum ve Ermenile­
rin yanısıra, daha önce belirttiğim gibi Asuriler ve Molo­
kanlar gibileri de vardı ama -dünyanın diğer yerlerinde
gördüğüm kadarıyla- bunların hiç biri Gurdjieff'i bu şe­
kilde değiştirecek etkiler doğuramazdı. Gurdjieff daha
çocukluğunda Rus cemaatiyle ve olağanüstü bir şans
eseri olarak Kars'daki Rus Ortodoks Kilisesi cemaatiyle
ilişki kurdu. Bu Kilise 1877'deki işgalin hemen ertesinde
Rus ordusu için kurulmuştu. Gurdjieff'in Askeri Kated­
ral'in Başrahibi Borsh ve katedraldeki diğer rahiplerle
bağlanusına dair öyküyü, onu nasıl eğittiklerini ve kendi
zamanının Batı kültürü ile nasıl ilişki kurabildiğini çoğu­
nuz nasıl olsa okuyacaksınız, bu nedenle burada bunları
tekrarlamak sadece zaman kaybı olur.
Şimdi, ilginç olan şu ki dünyaya açılmaya ne kadar
kararlı da olsa genç bir insanın tutkularını tatmin etme­
ye yetecek bu durum, Gurdjieff'in söylediğine göre,
onun tutkularını karşılamaktan çok uzaktı. O tümüyle
Baulı olmak istiyordu. Bu çok anlaşılabilir bir şey, Asya
ülkelerinde bulunduysanız "teknikleşme" yönünündeki
bu garip çılgınlığı, genç insanların çok farklı yeteneklere
sahip olsalar bile bilim adamı ya da mühendis olma tut­
kusunu bilirsiniz. Gurdjieff de bu çılgınlığa kapılmış ve
bir mühendis ya da teknisyen olmak istemişti, ama bu­
nunla birlikte geleneklerin etkisi altında kaldı ve bu etki­
ler onu asla yalnız bırakmadı.
Gurdjieff'i çok çeşitli etkilere maruz bir çocuk ola­
rak tasavvur edebiliriz. Bunlardan ilki maddi ve insani

16
ortamının sert koşullarıydı; ikincisi Kars'daki Rus garni­
zonu aracılığıyla Batı kültürü ile kurduğu bağlantıydı;
üçüncüsü ise, kendisinin de belirtiği gibi bağlantı kurdu­
ğu Rusların Batılılaşma eğilimleriyle tam bir çatışma
içinde olan eski geleneklerle ilişki kurmasıydı. Kuşku­
suz, böylesine zıt, belirgin biçimde birbiriyle çatışan et­
kilere maruz kalarak ortada çok büyük bir sorun bulun­
duğunu ve insan hayatının anlamına dair birbiriyle çeli­
şen yorumlamaların bundan kaynaklandığını farketmiş­
tir. Gurdjieff, Hıristiyan ve İslami gelenekler arasındaki
çatışmanın tam ortasındaydı. Ayrıca, Asuri ve Yezidi ge­
leneklerindeki düalizm ile Hıristiyan, Müslüman ve Ya­
hudilerin ortak noktası olan tevhidci gelenek arasındaki
çatışmadan da etkileniyordu. tlk gençliğinden itibaren
Tektanrıcılık ile İkitanrıcılık, yani Yahudiler, Hıristiyan­
lar ve Müslümanlar gibi Evrenin En Büyük Hakimi tek
Tanrı'ya inananlarla Zerdüşt düalistleri gibi iki eşit ve
karşıt gücün varlığına inananlar arasındaki çok önemli
inanç çatışmasına tanık olmuştu. Dahası, Avrupa ile As­
ya'nın buluşma noktasında, Doğu ile Batı'nın tam ara­
sındaydı. Bu iki dünya görüşünün ne kadar kökten farklı
olduğunu bizzat görebiliyor, ama öte yandan, bütün
farklı görüş ve inançlarına rağmen insanların aynı oldu­
ğunu da görebiliyordu. Tinselliğe inananlarla materya­
listleri, gerçekliği kendi içinde arayanlarla sadece gözle
görünür ve elle tutulur şeylere inananları gördü. Hangisi
haklıydı ve bütün bunlar nereye varıyordu? Böylesi so­
rular gerçek ve yakıcı sorulardı ve bunlar çok genç yaşta
Gurdjieff'in yaşamına dahil oldu.
Etrafındakilerin gördüklerinin ötesini görebilmesini
sağlayan bir şeyler mi vardı onda? Bütün bunlarda bir
anlam olması gerektiğine dair inancını yazmıştı; eski or­
tamın tuhaf hatta batıl inançlarında bir anlam olmalıydı.

17
Dünyanın bu kısmındaki insanların hiç şüphesiz sahip
oldukları çok çarpıcı ve olağandışı güçleri yadsımıyor,
öteki tarafa ve o zamanlar batı Avrupa'nın ayrıcalığı
olan insan zekası ve icatçılığının giderek dünyaya hük­
metmesine de önem veriyordu.
Bu çocukta olağandışı bir şeyler olduğundan kuşku
duyulamaz bence. Kendisi bölünmüş bir kişiliğe sahipti.
Kendi çocukluğuna dair anlattıklarından ve yaşamının
daha sonraki yıllarından kalan izlerden anlaşılıyor ki ka­
rakterinde tam da insana özgü olan pek çok yan vardı.
Keyfine düşkündü, yemeyi, içmeyi, kadınları ve güzelliği
çok seviyordu, sabırsızdı, öfke ve tutkulara kapılıyordu.
Dahası, bilgiye susamışlığını �idermek için en aykırı yol­
lara bile sapmaya hazırdı. Üte yandan, ne mal mülk
edinmeye ne de şöhrete ilgi duyuyordu. llk gençlik yılla­
rında haketmediği ya da henüz haketmediği bilgileri el­
de etmeye çabalarken başını sıksık derde sokmuştur hiç
kuşkusuz.
Bu zaaflarının yanısıra insanlığın acılarını yürekten
paylaşıyordu. Bu acıların kendi doğamızdan kaynaklan­
dığını anladığında duyduğu merhamet daha da arttı.
Öğrenebildiğim kadarıyla, henüz otuzuna gelmeden an­
lamıştı ki insanlığın çektiği acıların asıl nedeni insanların
ciddiye almadıkları zaaflardır. Bu zaaflar, özellikle saf­
dilliğimiz ve kolay etki altında kalmamızdır. Bunların
kaynağı ise kendi kibir ve bencilliğimizdir. Bizi etkileyen
çok bayağı ve aptalca güçlere tutsak olduğumuzu, bu
yüzden kendi istediğimiz şeyleri yapamadığımızı, insan
için doğru ve gerekli gördüğümüz herşeye ters işler ya­
par hale geldiğimizi anlamıştı. Gurdjieff insanlığın bu
garip ve acınası durumunun anlamını çok derinden kav­
radı. İnsanlığın aslında kötü, zararlı veya tehlikeli değil
sadece çaresiz olduğunu düşünüyordu. Bunun sonucun-

18
da insanların bu çaresizlikten kurtulmaları için bir yol
bulunması gerektiği inancına vardı.
Gurdjieff'in bazı güçleri de vardı, genellikle "psişik
güçler" dediğimiz bazı güçleri. Bunlar tevarüs ettiği ve
doğuştan kazandığı olağandışı potansiyellerin gelişme­
siyle ortaya çıkmış olmalı. Dünyanın o kısmında insanın
gizli psişik güçlerini geliştirmesinin yollarına dair çok
kapsamlı ve pratik bilgilere sahip olan geleneksel öğreti­
lerle bağlanu kurarak bu psişik güçleri geliştirmeyi öğ­
rendi. Böylesi güçlere sahip olmak son derece baştan çı­
karıcı bir şeydir aslında ve Gurdjieff bu güçlerin kendi­
sine çok gerekli ama aynı derecede tehlikeli olduğunu
anlamıştı. Tüm yaşamının en çarpıcı özelliklerinden biri
hem kendini hem de başkalarını, kendi sahip olduğu in­
sanları etkileme gücünden korumak için yapuklarıdır.
Gerçekten çarpıcıdır, çünkü bunun için kendi doğası ile
sert bir mücadeleye girmesi gerekmiştir.
Amaçlarına ulaşmak için bu güçlerini kullanmak
sıksık aklından geçmiş olmalı ancak bu güçlerin kölesi
olmak yerine onlardan vazgeçmeye hazırdı. Bunu yapa­
rak kendi önüne koyduğu bazı görevleri imkansız hale
getirdi. Bu onun yaşamını anlamayı zorlaşurmaktadır,
çünkü bir çok kez çok önemli ve olağanüstü bir şeyler
elde etmek üzereyken hayaunın yönünü tümden değişti­
ren yeni bir şeyler oluvermiştir. Çoğu insanın başına
kendi güçsüzlüklerinden ötürü pek sık gelir böyle şeyler,
sözgelimi karar anında birden geri çekilir, sonuna dek
gidecek cesaret ya da kararlılığı gösteremezler. Ne var ki
Gurdjieff'in başarısızlık nedenleri bunlar değil onu dışa­
rıdan gören insanların anlamakta güçlük çektiği kendine
özgü bir titizlikti. En sert yöntemleri kullanma konusun­
da belirgin bir titizliği vardı. Ve bu da onu anlamayı çok
güçleştiriyordu, çünkü kimi zaman çevresindekileri kor-

19
kutacak denli insafsız davrandığı olurdu. Diğer türlü
davrandığı zamanlardaysa korku ya da kararsızlıktan
ötürü değil, farklı bir adımın, ona kısa vadede yarar sağ­
lamakla birlikte, kendi önüne koyduğu daha yüksek
amaca zarar vereceğini anlamasından kaynaklanıyordu.
Bütün bunlar onun yaşamını anlamayı güçleştiriyor.
Kendini ve diğer insanları istese kullanabileceği güçler­
den korumak için başvurduğu yöntemler üzerinde daha
ayrıntılı durmam gerekir. Ancak bu akşam size esas ola­
rak onun geçmişinden ve ilk dönemlerinin geçtiği çevre­
den bahsedeceğim. Şimdiye kadar sadece çocukluğunu
geçirdiği yakın çevreden, yani Kars kenti ve çevresinden
sözettim.
Gurdjieff ondört, onbeş yaşlarına geldiğinde seya­
hat etmeye başlamıştı. Soruların yanıtlarını kendi çevre­
sinde, hatta Kars' taki işgal ordusunun eğitimli Rusları
arasında bile bulamadığından daha öteye bakmaya baş­
ladı . Nahcivan ve Tebriz'e gittiğini biliyoruz. Tebriz,
İ ran sınırına çok yakındır ve büyük ölçüde bir Türk
kentidir. Halkın çoğu Türkçe konuşur ve burada yaşa­
yan Türklerin sayısı İranlılardan fazladır. Tebriz'de, onu
çevreleyen dağlarda kökü çok eskilere uzanan ve uzun
süredir varlığını sürdürmüş -muhtemelen 3 ya da 4 .000
yıl öncesine dek giden- bir gelenek vardır ve onunla kar­
şılacak kadar şanslı olanlar için buralarda hala çok şey
bulunmaktadır. Gurdjieff, İ ran' ın kuzeybatısında önemli
bir şeyler bulduğuna dair kesin ipuçları bırakmıştır.
Gurdjieff kendi annesinin soyu, yani Ermenilerden
de çok etkilenmişti. Ermeniler, insanlık tarihinin bir dö­
neminde, 8. ve 1 O. yüzyıllar arasında, dünyanın neredey­
se tümü için çok zorlu geçen bu dönemde özel bir meşa­
lenin, özel bir kültürün taşıyıcısı olmuşlardır, örneğin
Ani' nin Bagratid kralları. Ermenilerin bu duruma var­
ması İslam' ın yükselişi öncesinde başlayan uzun bir ha-
20
zırlık döneminin sonucudur ve Gurdjieff de dünyanın o
kısmındaki Hıristiyanlıktan İslama geçiş dönemiyle ya­
kından ilgilenmiştir, çünkü o sürede pek çok şey orta­
dan kalkmış, en önemlilerse yeraltına inmiş, gizli cemi­
yetler içinde sır olarak saklanmıştır. Meetings with Re­
markable Men adlı kitabın 'Pogossian' başlıklı bölü­
münde buna gönderme yapıldığını güreceksiniz. Gurdji­
eff bu arayışın sonucunda Kürt illerini, Van Gölü'nü
aşarak Dicle üzerindeki Musul'a kadar indi.
Musul'a bir ya da iki kez gittim. Bu şehirde çok es­
kiden kalma bir şeylerin, çok uzun zamandır süregelen
bir şeylerin varolduğu izlenimine kapılıyor insan. Bunun
İslam'dan, hatta Hıristiyanlık'tan önce başladığını sanı­
yorum. Musul yakınında Asur erkinin kentleri olan Ni­
neveh ve Nimrod bulunmaktadır, ama mesele sadece bu
değil. Benim edindiğim izlenim şu ki, Babil'in çöküşün­
den sonra dünyanın o kısmına bir şeyler çekilmiş. Gurd­
jieff belki de Kaidelilere ait olan bu bilginin peşindeydi.
Şimdi Gurdjieff'in ilk dönemlerinde etkili olan baş­
ka bir şeye atlayacağım, yani Yunan Ortodoks geleneği­
ne. Babasının ailesi Bizans soyundan geliyordu. 1453 'de
Osmanlılar İstanbul'u fethettiklerinde Bizans İmpara­
torlu' ğunun tüm yapısını olduğu·gibi bıraktılar, onu al­
dılar ve işlerin sürmesi için gerekeni kendi ihtiyaçlarına
uyarladılar. Grek nüfusla bütünleşmekte büyük zorluk
çekiyorlardı, ama elde ettikleri bu devasa imparatorlu­
ğun idaresi için onlara ihtiyaçları vardı. Bunun sonucun­
da kendine özgü bir gerilim doğdu: Türkler Greklere ih­
tiyaç duyuyordu, ama Grek kültürüne karşı bir tepki de
vardı. Ama hiç kuşkusuz bu kültürden büyük ölçüde et­
kilendiler ve o devrin Sufileri de bundan etkilendi. Ga­
rip bir biçimde, bir etkileşim sözkonusuydu ve bir çok
olağandışı şeyin gerçekleştiği yer, o zamanki adıyla Cae-

21
sarea, bugünkü adıyla Kayseri'ydi. Caesarea misyQnerle­
rin yolculukları sırasında Hıristiyanlığa geçen ilk şehir­
lerden biri ve St. Basil, St. John Chrysostom ve St. Gre­
gory gibi büyük Hıristiyan azizlerinin yaşadığı, Hıristi­
yan Kilisesi'nin ayinlerini oluşturduğu yerdi.
Hıristiyanlıktan önce Kapadokya, Ana Tanrıça Ana­
hita kültünün merkezlerinden biriydi. Anahita kültü de
garip biçimde aynı yolu izlemiş, lran'dan gelip Kars üze­
rinden geçerek Küçük Asya'ya varmış ve orada yayılmış­
tı. Onunla, yani onun rahipleriyle birlikte büyük bir bil­
gi yığını da geldi ve bu bilginin bir kısmı, belki insanla­
rın anlayabildiklerinden fazlası Hıristiyan ayinlerinin
oluşumunda kullanıldı. Bu ayinlerin esrarı hakkında çok
şey söylenebilir, çok geniş bir bilgi, bir çok gizli şey
içermektedir ve Gurdjieff de bundan etkilenmiş, Kilise
ritüelinin ardında insanlık için neler saklandığını bilmek
istemiştir. Bunun için Barı dünyasına gitmiştir. O sıralar­
da Kapadokya'da hala manasurlar vardı. Üçüncü yüzyıl­
dan başlayarak Bizans İmparatorluğu dönemince varlık­
larını sürdürmüş, Türk istilasından sonra da günümüze
dek ayakta kalmışlardı. Kapadokya'da onaltı yüzyıldır
süregelen bir manastır geleneği vardı. Derken birden
son buldu ve 1925'de tüm nüfus buradan uzaklaşurıldı.
Size anlatmaya çalıştığım ve inandığım şu ki, farklı
gelenekler birbirlerine bizim sandığımızdan çok daha
fazla katkıda bulunmuşlardır. Dünyanın bu kısmı farklı
geleneklerin birbiriyle karıştığı bir kazan gibidir ve bu­
radan, bugün birbirinden ayrı -hatta karşıt- inançlar ola­
rak gördüğümüz Hıristiyanlık, İslam, Asurilik, Zerdüşt­
lük gibi gelenekler çıkmışur. Bütün bunlar, tahmin ede­
bileceğiniz gibi, " Bunların bir anlamı var mı, insan dene­
yiminin tüm bu veçheleri için yer var mı yoksa bazıları­
nın kabul edilip diğerlerinin reddedilmesi mi gereki-

22
yor? " sorusuna yanıt arayan genç bir insan üzerinde de­
rin etkiler bırakmıştır. Gurdjieff için aynı derecede kesin
bir soru daha vardı: " Geleneksel öğretilerin ve 4.000,
5.000 yıllık vahyin bunca şey sunduğu insanlık nasıl ol­
du da elde ettiğinden böylesine az yararlanabildi, nasıl
oldu da kendi hayatının gerçek anlamına son derece ya­
bancı güçlerin tahakkümü altına girdi? "
Gurdjieff'in batıya yönelik bu araştırmaları onu da­
ha da Batı'ya götürdü. Önce İstanbul'a, sonra Kutsal
Topraklar'a, Mısır'a ve hatta Habeşistan'a gitti ve böyle­
ce yitik geleneklerle garip bağlantılar kurabileceği bir
yer daha bulmuş oldu. Daha güneye, Etyopya'ya gidip
gitmediğini bilmiyorum, ama Etyopya'nın onun için çok
önem taşıdığını biliyorum, çünkü ömrünün son yılların­
da Etyopya'dan büyük sevgiyle sözederdi. Bir keresinde
son günlerini orada geçirmeyi düşündüğünü söylemişti.
iki yerle bağları olduğunu hissettiğini söylerdi: Orta As­
ya, yani Buhara ve Etyopya. Eğer bu doğruysa ve -sıksık
yaptığı- gibi bize şaşırtmaca vermiyorsa demektir ki Et­
yopya'daki gezileri araştırmalarının önemli bir parçasını
oluşturmuştur. Bir de Orta Asya'daki araştırmaları vardı
elbette. Bunlardan gelecek hafta sözedeceğim çünkü da­
ha sonraki öğretisiyle yakından ilişkilidir. Daha sonra
kendisinin 'Düşüncelerim', diğer insanlarınsa 'Gurdji­
eff'in Sistemi' adını verdiği öğretisinin en ayırdedici ve
önemli unsurlarını Orta Asya'da bulduğu kuşku götür­
mez. Ancak bu Orta Asya geleneklerini daha yakından
inceleyerek şu sorunun yanıtını bulmayı umabiliriz:
Gurdjieff'in öğrettiklerinin hepsi dünyanın bu kısımla­
rından mı geldi yoksa ayırdedici biçimde ona özgü bir
şeyler var mıydı? *

(*} Editörün notu: J. G. Bennet bundan sonra kars, Ani, vs. gibi yerlerin
resimlerini göstermiştir.

23
SORULAR

Soru: Acaba o bölgede tapılan Ana Tanrıça Anahita


ile hem iyi hem de kötü olan Lilith aynı mıdır?

J. G. B.: Hayır, sanmıyorum. Anahita ile Roma'ya


getirilen Kibele aynıdır. Lilith çok daha eski bir döneme
aittir. Bence önemli olan Kapadokya'nın o bölümünde
bir geleneğin sürmüş olmasıdır.

S: Gurdjie/f kendi ülkesinde ve bölgesinde hatırlanı­


yor mu?

J. G. B.: Hayır, Kars'ta hiç Hıristiyan kalmadı, gör­


düğüm kadarıyla hiç kalmamış. Ondan sözettiğimde adı­
nı duymuş hiç kimse çıkmadı ve bu harap şehre gelmek
için uzun ve zahmetli bir yolculuğa girişme sebebimin
Gurdjieff'in anısına saygı olduğunu öğrendiklerinde be­
nim deli olduğumu düşündüler. Yazılarında sözünü etti­
ği Başrahip Borsh'un gömülü olduğu yere de gittim, an­
cak 1918'de ve sonra da 1920'de herşey o kadar darma­
dağın olmuş ki hiç birşeyin izi kalmamış.
Gurdjieff'in oradan biraz daha doğuda daha iyi ta­
nındığını sanıyorum, Tebriz yöresinde hala ona dair anı­
lar var. Dünyanın o kısmında Gurdjieff hakkında bir
şeyler bilebilecek insanlar bazı derviş tarikatlarının men­
suplarıdır, ama onlarla bağlannya geçecek zamanım ol­
madı. Bu alelacele yapılacak bir iş değil. Daha banda, İs­
tanbul'da Derviş tarikatından iki, üç kişiyle tanışnm ve
konuştum. Onlar olanları ayrınnlı biçimde hatırlıyorlar.
Ama benim asıl aradığım bu tür şeyler değildi.

24
S: "Meetings with Remarkable Men " neden Gurdji­
e//in ölümünden bu kadar uzun süre sonra yayımlandı?

J.G.B.: Gurdjieff 29 Ek.im 1949'da öldü, yani daha


ölümünün üzerinden ondört yıl geçmedi. İkinci kitap di­
zisinin, yani Meetings with Remarkable Men'in yayım­
lanmasına ilişkin arzularını pek açıkça belirtmemişti,
ama ilk kitabı Beelıebub' un yayımlanmasını açıkça isti­
yordu. Meetings with Remarkable Men 'in yüksek sesle
okunması gerektiğini söylüyordu, ama sadece Beelze­
bub'u özümsemiş olanlar için. Gelecek hafta bunun üze­
rinde daha fazla duracağım, ancak bu çoğu kimsenin
sandığından çok daha zor bir kitaptır. Bu kitabı salt bir
tür otobiyografik anlatı ya da eğlenceli hikayeler olarak
okumuş olanlar kitabın amacı hakkında fikir edinemez.
Ya da bu kitapta Gurdjieff'in pratik öğretisinin bir kıs­
mını bulmayı umuyorlarsa yanlış düşünüyorlar, çünkü
bu kitabın böyle bir iddiası yok. Ama kitabın içerdikleri
gerçekten çok önemli ve bunu pek az kişi anlayabildi.
Belki de kitabın zamanı henüz gelmemişti ve hala gelme­
di. Asıl önemli olan bu kitabın artık herkesçe okunabilir
olmasıdır.

S: Meetings with Remarkable Men 'in içeriği hakkın­


da çok ilginç şeyler söylediniz., ama ayrıntıya girmediniz.
Daha fazla, bilgi veremez misiniz.?

].G.B.: gelecek hafta, belirli bir ipucunu nasıl takip


ettiğimi göstereceğim ve o zaman o ipucunun farkedile­
bilmesi için hem Gurdjieff'in kendine özgü yöntemleri
hem de dünyanın o kısmı hakkında yeterince bilgi sahibi
olmak gerektiğini göreceksiniz. Böylece kitabın geri ka-

25
lanının şifresini çözebilmek için neler yapmak gerektiği­
ni göreceksiniz, çünkü Meetings with Remarkable Men
gerçekte bir tür şifreyle yazılmıştır ve bunu çözmeyi bil­
mek gerekir. Bu zahmete ne gerek var diye düşünebilir­
siniz. Bu yapıtın derinine inmeyi isteyip istememenize
bağlı.

S: Dünyanın o kısmında konuşulan dilleri anlayabi­


liyor musunuz?

J.G.B: Evet, zaten bu yüzden gittim oraya. Daha do­


ğuya gitseydim kala kalırdım. Dil çok önemli. Asya'nın
her yerinde Türkçe konuşabilirsiniz; Hazar Denizi'nden
Amu Daria'ya, Çin Türkistanı'na dek Türkçenin lehçele­
ri konuşuluyor. Benim gençliğimde Türkçe bilen birisi
Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar bir çok yerde aynı dili
konuşan birileriyle karşılaşabilirdi. 1919-1920 yıllarında,
oralarda yaşadığım sırada Orta Asya'dan gelmiş Müslü­
man hacılarla mülakat yapıyordum ve Sartlar ve Özbek­
ler gibi birçok insanla konuşabildiğimi görmek beni çok
şaşırtmıştı. Onlarla konuşabiliyordum çünkü bu farklı
Türk lehçeleri arasındaki benzerlik sözgelimi İngilizce,
Felemenkçe ve Almanca arasındaki benzerlikten daha
fazla. Şunu da belirtmeye değer, kendisi Türkçeyi çok
iyi bilen Gurdjieff her nedense burada konuşulan dilin
Farsça olduğunu söylemektedir. Meetings with Remar­
kable Men'in Giriş bölümünü okuduysanız görmüşsü­
nüzdür, orada filoloji sorunlarından bahsederken bizim
İngilizcede sadece tek kelime 'say' kullanırken Farsçada
bunun karşılığı iki farklı kelime olduğunu yazar: söyleye­
rem ve diyerem. Ama bu Kars'ta konuşulan Türkçenin,
Gurdjieff'in çocukluğunun Türkçesinin iki kelimesinin

26
tuhaf bir şekilde yazılmasından başka birşey değil. Ama
kitabında bunların Farsça olduğunu söylüyor. Gurdji­
eff'in tamı tamına Türkçe olan şeylerin Farsça olduğunu
söyleme nedenini anlarsanız onun bazı şeyleri nasıl gizle­
diğini de anlarsınız. Onun çok fazla dil bildiğini sanmı­
yorum. 1919'da adını ilk işittiğimde ondan Doğu'nun
her yerine seyahat etmiş ve birçok dil bilen birisi olarak
sözederlerdi, ama böyle olduğunu sanmıyorum. Çünkü
Türkçeyle hemen hemen her yere gidebilirsiniz. 19.
Yüzyılın sonunda Türkçe ile Orta Asya'nın her yerini
gezebiliyordunuz. Tibet'e varana kadar başka bir dil öğ­
renmesine gerek yoktu, ancak oradan sonra yeni bir şey
öğrenmesi gerekirdi ve Tibetçe öğrenmek için çok çalış­
tığı kesin. Ama sadece Türkçe bildiğini ve bunun yanısı­
ra Türk lehçeleriyle Tibetçe öğrendiğini sanıyorum.
Hepsi bu kadar. Ama bu da o bölgelerde sizi çok uzak­
lara kadar idare eder.

27
GURDJIEFF'İN
DÜŞÜNCELERİNİN
KAYNAKLARI

Şimdiki görevimiz Gurdjieff'in 1 880'lerin ortasıyla


1 9 1 O yılları arasında yaptığı araştırmaların izini sürmek.
1 9 1 0'dan sonra Gurdjieff aradığını bulmuştu ve onu di­
ğerlerine aktarmak için hazırlık yapmakla meşguldü.
Gurdjieff hakkında hatırlanması gereken ilk şey Yu­
nanlı bir baba ve Ermeni bir anneden doğduğudur. Bu
nedenle hem Yunan ve Ermeni Kiliseleri hem de Rus
Kilisesi ile doğrudan bağlantı içindeydi. Bu kiliselerin
hepsi de gerek onun doğduğu şehir Aleksandropol ge­
rek ilk çocukluk yıllarını geçirdiği Kars şehrinde temsil
edilmekteydi.
Çocukluktaki bu eğitimin etkileri üzerine söyleyece­
ğim birkaç şey var. Bence Doğu ve Batı kiliseleri arasın­
daki psikolojik bakımdan birincil farklılık Doğu Kilise­
si' nin esas olarak ölüm ve diriliş kavramları, İsa ile bir­
likte ölme ve onunla birlikte dirilme üzerinde durması­
dır. Bu mesaj Doğu Kilisesi'nin gerek ritülleri gerekse -
deyim yerindeyse- psikolojisinde merkezi yer işgal eden
bir temadır. Bu özellik Doğu halkları üzerinde gözle gö-
29
rünür bir etki yapmıştır ve onların ölümle, ölümün an­
lamı ve önemiyle bu kadar ilgili olmasının nedenlerin­
dendir. Batıda bu aynı ölçüde geçerli değil; bizim Hıris­
tiyan inancımız ve pratiklerimiz ölüm ve dirilişten çok,
günah ve bağışlanmayla, İsa ile birleşmeyle ilgilidir. El­
bette temeldeki inanç kuşkusuz aynıdır, ama ben burada
Doğu Hıristiyanlığına mensup insanlarla ilişkiye geçtiği­
nizde hissettiğiniz özel bir vurgudan sözediyorum.
Doğu Kiliselerinde , kanımca, derin bir dinsel gi­
zem ve tüm dinsel pratiklerin ve deneyimin içinde varo­
lan görünmez unsurun gerçekliğine ilişkin derin bir an­
layış da var. Bu Batı Kiliselerinin Doğu Kiliselerinden
daha az mistik olduğu anlamına gelmez elbette, ancak
Doğu Kiliselerinin mistisizmi batıya özgü olan aydınlan­
ma-mistisizminden çok esrar-mistisizmidir. Çocukluk
dönemindeki bu dinsel geçmişin Gurdjieff üzerinde iz
bıraktığı söylenebilir bence, zira benzer koşullarda yetiş­
miş herkeste iz bırakmıştır bu. Bu konuda bütün söyle­
yebileceğim bu kadar. Gurdjieff kendisi sadece çocuklu­
ğunda değil, daha sonra da, Ortodoks Kilisesi keşişleriy­
le -Rus ve Yunanlı keşişlerle- ilişkilerinden ötürü bun­
dan etkilendiğini söylemiştir. Gurdjieff, ilk öğretmen ve
arkadaşlarından birinin Essenes Kardeşliği adlı bir gi­
zemli kardeşliğe dahil olduğunu iddia etmiştir. Dediğine
göre bu kardeşliğin başmanastırı hala Ölü Deniz yakın­
larında varlığını sürdürmektedir.
Gurdjieff'in Yunan ve Rus Ortodoks geleneği ile
olan bağlantısını hayatı boyunca sürdürmüş olması muh­
temel. Ömrünün son yıllarında onu gördüğüm sıralarda
Rus Ortodoks Kilisesi'ne mensup birisi izlenimi bırakı­
yordu. Ama aynı zamanda yarı Ermeni'ydi ve anne tara­
fından dini Ermeni diniydi. Bu, Yunan ve Rus kilisele­
rinden, ortodoksi diye nitelediğimiz Doğu kiliselerinden

30
öz olarak farklıdır. Çok eskiye uzanan bir Hıristiyan ge­
leneği olan Ermeni Kilisesi öteki Hıristiyan kiliselerinin
belki de kaybettiği unsurları, kökleri ilk yüzyıllara uza­
nan ve Suriye'den Mezopotamya'ya, eski Pers diyarına,
ve Fırat ve Dicle vadileri boyunca Orta Asya'ya dek ya­
yılan güçlü ve olağandışı Hıristiyan geleneğe ait unsurla­
rı içerir. Ne Ortodoks ne de Roman Katolik olmayan bu
çok yaygın Hıristiyan gelenek 8. yüzyılda İslam tarafın­
dan yenilgiye uğratıldı ve ondan geriye sadece bugün
Nasturi ve Asuri adlarıyla bildiğimiz Hıristiyan gruplar
kaldı. Ama ilk yüzyıllarda Hıristiyan geleneğin bu dalı­
nın Grek ve Roma kiliseleri kadar önemli olduğunu
unutmamalıyız. 1953 'de Fırat ve Dicle vadilerini ziyaret
ettiğimde bunu anladım ve özellıkle de Musul'da son
derece bilgili birisiyle -belki de bu alanın en büyük uz­
manıyla- tanıştım. Ermeni, Asuri ve Nasturi Hıristiyan­
larının en eski manastırlarından bazılarını ziyaret ederek
-elbette bunların sadece yıkıntıları kalmıştı artık- ve
Nasturi, Asuri ve Ermeni Hıristiyanları ile görüşerek bu
geleneğin içine bir ölçüde girebildim.
Bütün bunları anlatıyorum, çünkü 7. Yüzyıla kadar
Orta Doğu Hıristiyanlığının tüm Hıristiyan aleminin
çok önemli bir parçasını teşkil ettiğini ve sırf İslam'ın
yükselişi ve dünyanın o kısmında İslami, Pers ve Hıristi­
yan geleneklerinini içiçe geçmesinden ötürü Batı ile bü­
tünleşemediğin çoğu zaman unutuyoruz. Doğu terimini
Yunan ve Rus kiliseleri için kullanıyor ve o eski günler­
deki Ermeni, Asur, Nasturi ve diğer kiliseleri gözden ka­
çırıyoruz. Ancak Gurdjieff bunları unutmamıştı ve gerek
Ermeni Kilisesi'nde gerek Asur ve Nasturilerde önemli
bir şeylerin hala korunduğunu farketmiş, bundan çok
etkilenmişti. Bu gelenekler insanın tinsel dönüşümüyle
yakından bağlantılıydı ve bunu da muhtemelen bizim

31
bugün büyük ölçüde bağlantıyı kaybettiğimiz Kaidelile­
rin daha eski geleneklerinden devralmışlardı.
Gurdjieff in otobiyografik yazılarını, bu ülkede ya­
kınlarda yayımlanan Meetings with Remarkable Men ad­
lı kitabını okuyanlarınız Asur geleneğine ait, pratik açı­
dan önemli bir bilginin varlığı konusunda ne kadar ke­
sin konuştuğunu farkemiştir. Bugün hakim olan Doğu
ve Batı kiliselerinde bulamadığı bazı tinsel yöntem ve
uygulamaları ve insanın gizli doğasına ilişkin öngörüleri
içeriyordu bu bilgi.
Bunun bir etkisi de Gurdjieff'in ilgisini geçmişe, bu­
gün büyük ölçüde yitirilmiş olan birçok şeyin belki de
izlerini bulmayı umduğu geçmişe yöneltmek oldu. Bu
sonuca, yani Batı kiliselerinin içsel ya da tinsel geleneği
yitirdiği sonucuna varmış başkaları da vardır -örneğin
Rene Guenon- ama burada bu konu üzerinde durmaya­
cağım. Burada sadece Gurdjieff'in 15 ile 18 yaşları ara­
sındaki döneminde, hayatın anlamını kavrama ve çevre­
sindeki bütün insanları -Yunanlılar, Ermeniler, Ruslar,
Tatarlar, Türkler ve diğerleri- etkileyen bu koşulların dı­
şına çıkacak bir yol bulma ihtiyacını derinden hissettiği
sıralarda içinde bulunduğu durum hakkında konuşmak
istiyorum.
Anne tarafından Ermeni olmasının, annesi sayesin­
de bulduğu bağlantıların bir diğer yönü de Ermeniler
arasında gizli cemiyetlerin önem taşımasıdır. Ermeniler
gözden ırak kalma konusunda eşi bulunmaz bir yetene­
ğe sahiptir, öyle ki ancak görünür güçlerle açıklanama­
yacak umulmadık birşeyler olduğunda bir Ermeni gizli
cemiyeti tarafından bir kartın oyuna sürüldüğünden
kuşkulanmaya başlar insanlar. Yakın ve Orta Doğu'da
uzun süre yaşamış biri olarak söylüyorum bunları, ama
bunun Batı Avrupa' da sık sık olduğunu söylemiyorum.

32
Gurdjieff açısından mesele şu ki Ermeni gizli cemiyetleri
sayesinde genç bir insan için bulunmaz bir fırsat elde et­
mişti: seyahat etme fırsatı. Bu, geçen hafta sözünü etti­
ğim , Gurdjieff'in Kars ' daki korkunç ve sefalet içindeki
şartlardan, Kafkasların bu işgal altındaki bölgesinden dı­
şarı çıkışının olağandışılıyla yakından ilgilidir. Bu şart­
lardan kurtulmasına katkıda bulunmuş bir etken de şüp­
hesiz seyahat edebilmesi ve Ermeni gizli cemiyetleri ara­
cılığıyla, kimi zaman fiilen onların kuryesi ya da temsilci­
si olarak evinden çok uzaklarda bağlantılar bulabilmesi­
dir. Kendisi de kitabının bir bölümünde, Pogossianı
başlıklı bölümde birlikte ilk olarak Ermenilerin kutsal
kenti Etchmiasin' e sonra da Kürdistan'a gittikleri ve son
olarak başlangıçta planladığının aksine Musul' un doğu­
su yerine batıya , Kutsal Topraklar' a vardıkları Ermeni
arkadaşını anlatır. Ama doğuya, Musul ' a da daha sonra
gitmiştir elbette. Musul' dan dünyada hala en ilginç ve
önemli yerlerden biri olarak sözettiğini bizzat duydum.
Eminim aranızda dünyanın o bölgesine gitmiş olanlar
Musul'un ve çevresinin esrarını hissetmiştir. Sadece ölü
geçmişle bir bağlantı değil, asla ortadan kalkmamış ve
artık yokolmaya yüz tutsa bile hala varlığını sürdüren
birşey vardır orada. Gurdjieff'in zamanında orada hala
birşeyler kalmıştı ve en az 3 .000, belki de 4 .000 yıldır
kesintisiz bir gelenek olarak sürmekteydi. Musul ve çev­
resine ziyarette bulunmuş olan başka insanların da ora­
da garip bir şeyler olduğu yönündeki izlenimi paylaştığı­
nı biliyorum, yeter ki onu bulabilsinler. Gurdjieff böyle
bir şeyi hissedip de kokusunu aldığı şeyin nerede gizlen­
miş olduğunu bulmak üzere yola koyulmaktan geri du­
racak biri değildi. Musul' dan Kuzey'e, Kürtlerin yaşadı­
ğı bölgelere, U rmia' ya ve İran geçidine kadar uzanan
bölgede gerekli niteliklere sahip olan insanların bula-

33
bilecekleri çok şey vardı ve muhtemelen hala vardır. An­
cak sizleri uyarmalıyım ki bu nitelikler herkese verilme­
miştir.
Hikayenin bu kısmı Gurdjieff'in Orta Doğu'da ger­
çek bir geleneğin varolduğunu farketmesi, bu kanate
varmasıyla ilgilidir. Bu gelenek insana, dünyaya dair bil­
gileri ve belirli yöntem ve teknikleri içermektedir ki
bunlar ne Orta Asya'dan gelen istilaların ne de büyük
din değişikliklerinini yol açtığı deği��elerden etkilen­
meksizin varlığını sürdürebilmiştir. Ünce buradaki bi­
rincil gelenek olan Zerdüştlüğün yerini Hıristiyanlık
sonra da Hırıstiyanlığın yerini büyük ölçüde İslam dini
aldı. Yine de bütün bunlar sürerken bir şeyler varlığını
korudu, dahası istila dalgaları -Cengiz Han, Timurlenk,
Atabeg ve diğerleri- gelip giderken bile. Orta Asya'ya
dönen dalgalar geri dönerken hep birşeyler götürdüler.
Dolayısıyla Orta Asya'da, Türkistan adlı bölgede bir ge­
leneğin varolduğu ve Sovyet rejimine rağmen bile varlı­
ğını sürdürdüğünden şüphe yoktur, kimse aksini iddia
edemez.
Şimdi, Gurdjieff'in bu geleneğin izini sürme yönte­
mi ve kuşkusuz bir şeyler buluşuna ilişkin daha spesifik
belirtiler üzerinde duracağız. Gurdjieff 'Hakikati Ara­
yanlar' adını verdiği, bazılarını çok kesin biçimde tarif
ettiği ve daha on, onbeş yıl önce yaşamakta olduklarını
söylediği bir grup insanla birlikte seyahat ediyordu. Me­
etings with Remarkable Men 'de anlatılan öyküler muh­
temelen gerçektir, ancak kendim doğrulayabildiğim bazı
örneklerden bu anlatılanların birbirine karışmış olduğu­
nu biliyorum. Başka bir değişle, Gurdjieff bir öyküyü
alıp bir parçasını şuraya bir parçasını buraya yerleştir­
miştir. Bazı parçalar ilk kitabı Beelzebub'da ya da onüç
yıl önce yayımlanmış olan Al! and Everything 'in ilk bö­
lümünde de yer almaktadır. O kitapta herkesin görebile-
34
ceği gibi Gurdjieff'in sayahatlerine ve bulgularına ilişkin
ipucu niteliğinde bazı otobiyografik bölümler bulun­
maktadır.
Dünyanın bu kısımlarında yolculuk ederken şansı­
nız varsa, ya da gerekli niteliklere ya da her neyse ona
sahipseniz hiç ummadığınız anlarda çok ilginç insanlarla
karşılaşabilirsiniz. Bu benim başıma da bir çok kez gel­
di. Neden oraya gittiğimi asla anlamaksızın herhangi bir
köye, herhangi bir vadiye gittiğim ve hiç ummadığım
halde birisiyle tanışuğım ya da bir yerin görmeye değer
olduğunu işittiğim ve o küçük köyde eskicilik yapan bi­
risini bulduğum, o adamın ermiş bir Derviş çıktığı ol­
muştur. Böyle şeyler bazı insanların başına gelir, bazıla­
rının gelmez. Neden, bilmiyorum. Belki de yıllar boyu
Gurdjieff ile bağlantım sayesinde hazırlandığım ve eği­
tim gördüğüm için olmuştur. Ama böyle şeylerin oldu­
ğunu biliyorum ve Gurdjieff'in başına da böyle şeyler
gelmiş olmalı. Seyahatleri sırasında, hiç planlamadan, ne
bulacağını bilmeden kendisi ya da yol arkadaşlarından
biri bir şeyler duyar ve bu ipucunu izlerlerdi. Böylece
bilgi veya anlayış sahibi hatta belki de belirli güçlere sa­
hip birisiyle karşılaşırlardı. Böyle insanların çoğu zaman
herhangi bir cemiyet veya tarikatla görünür bir bağlanu­
ları yoktur. Bu şekilde benim de yanıldığım olmuştu,
çünkü karşılaştığım insanlar hiç birşeyle bağlantıları ol­
madığını söylüyorlardı. Bir vadide inzivaya çekilmiş yal­
nız ve mutlu bir yaşam sürüyor, kendi iç yaşamlarının
gerçekliğini ya da Tanrının varlığını algılıyorlardı, hepsi
bu. Ama, birkaç yıl sonra inzivaya çekilmiş tek başına
yaşar gibi görünen o kişinin gerçekte bir cemiyet ya da
tarikatın çok önemli bir mensubu olduğunu anlıyordum.
Bu tür araştırmalarda yetenekli olan Gurdjieff bu
tür her bağlantının önemini farkettiği gibi parçaları bir

35
araya getirerek tutarlı bir resim elde etmeyi de başarı­
yordu.
Gurdjieff'in, yazılarını dikkatle ve akıllıca inceleyen­
lerin bazı işaretler bulabilmesi, ve belki de -eğer gerek
duyarlarsa- kaynakların izini sürebilmeleri için nasıl
ipuçları bıraktığına dair iki keşfimden sözedeceğim şim­
di. Bunlardan ilki lran'ın doğu-kuzeydoğusundan ku­
zey-batısına uzanan bir bölgede Ehl-i Hak yani Hakikat
Ehli adlı bir tarikat ya da kardeşliğin varlığıdır. Bu tari­
kat uzun bir süredir bilinmektedir. Hastings, Encyclo­
paedia of Religion and Ethics 'de bir kaç yerde bunlar­
dan bahseder, ama sadece laf arasında ve kötüleyici bir
tutum takınarak lran'da bir heterodoks Şii tarikatı ola­
rak anar. Genellikle bunların aşırılıkçı bir Şii tarikatı
olan ve Hz. Muhammed'in damadı Hz. Ali'yi tanrılaştı­
ran Ali llahiler'le bir şekilde bağlantılı olduğu farzedilir.
Bunda o kadar ilginç bir şey yok gibi, ama bunlara Ha­
kikat Ehli dendiğini Gurdjieff'in kendi grubundan da
Hakikati Arayanlar olarak sözettiğini hatırlarsanız bu in­
sanların, bu tarikatın Gurdjieff'in aradığı ve bulduğu
şeyler arasında olduğunu tahmin edebilirsiniz. Gurdji­
eff'in yazılarında da bir İran cemiyet veya tarikatına
doğrudan göndermelere rastlayamazsınız, meğer ki
1934'de yayımlanmış The Herald of Coming Good adlı
az bulunur bir kitabına rastgelmeyesiniz. Bu Gurdji­
eff'in ilk kitabıdır, yaşadığı sırada basılan tek kitabı da
budur. Bu kitapta lran'daki bir cemiyetle bağlantısından
açıkça sözeder ve bazı öğrencilerini onların manastırına
gönderdiğini söyler.
Şimdi, bu tarikatla yedi, sekiz yıl önce Kuzey Batı
lran'da yolculuk ederken rastlantı sonucu karşılaştığım
ve o tarihten sonra da bağlantı kurduğum Ehl-i Hak ta­
rikatının aynı olması çok muhtemel. Bu tarikatın önemli

36
yanı çok özel türden bir teknik bilgiye sahip olmalarıdır,
yani salt dinsel, şu veya bu ölçüde heretik bir İslam tari­
katından ibaret değildir, çok eski bazı gelenekleri sür­
dürmektedir. Bu tarikat 1316 yılında Sultan Sahak tara­
fından kuruldu, ancak bu ilk başlangıç olmaktan çok ye­
ni bir canlanış ya da reformdu. Islam'ın egemenliği bo­
yunca sadece Nasturi Hıristiyan geleneklerini değil, çok
daha eski, Babil'in en görkemli dönemine ait, 4.000 yıl­
lık Kaide veya Zerdüşt geleneklerini sürdürmesinden de
bellidir bu. Gurdjieff de The Herald of Coming Good
adlı kitabında bundan bahseder. Gurdjieff'in bu konuda
tam olarak nerede durduğunu anlamanın zorluğuna iliş­
kin eğlenceli bir örnek vereceğim. 1949' un temmuz
ayında, bir gün Paris'te birlikteyken İran'dan gönderil­
miş gerçek İran pirinciyle İran pilavı yapacağını söyledi.
Gurdjieff'in sözgelimi Solomon Adaları'ndan gönderil­
diğini söylediği egzotik meyvalar sunması sıksık karşılaş­
tığımız bir durumdu. Oysa o sırada odada bulunanlar­
dan bazıları sabah hale gidip Fransız meyva pazarından
alışveriş yaparken yanında olurdu onun. Bir peynirin
özel olarak Kafkaslar'dan gönderildiğini söylediğinde
biz o peynirin Paris'teki bir yahudi dükkanından satın
alındığını bilirdik. Ne var ki o gün mutfağa girdiğimde
üzerinde etiketleri ve İran damgası bulunan yirmi kadar
küçük paket gördüm ve gerçekten de İran'dan ona pi­
rinç gönderildiğini anladım. Dahası bu paketler Kirman­
şak şehrinden geliyordu, yani tam da Ehl-i Hak tarikatı­
nın merkezinin bulunduğu yerin çok yakınından. Bu
çok şey ifade edebilir ya da hiç anlamı olmayabilir ve siz­
leri uyarmalıyım ki Gurdjieff'i okuyan, onun maceraları
hakkında birşeyleri bir araya getirmeye çalışanlar için
onun yazdığı hemen hemen herşey çok şey ifade edebilir
ya da hiç anlamı olmayabilir.

37
Ancak, o sıralar -belki hala da- Kuzey Batı İran' da
Gurdjieff'in kendi gelişimine de katkıda bulunmuş bir
bilginin varolduğunu düşünmek için çok daha ciddi se­
bepler de var. Bu bilgi esas olarak enerjilerin dönüşü­
müyle ilgilidir. Buraya gelen sizlerin Gurdjieff'in düşün­
celerini incelediğini, onun kitaplarını ve onun hakkında­
ki kitapları okumuş olduğunuzu varsayıyorum, bu ne­
denle Gurdjieff'in öğreti ve düşüncelerini açıklamaya gi­
rişmeyecek, ancak onun kaynaklarını bulabilmek için
ipucu verme yönteminin nasıl izleneceğini göstermeye
çalışacağım. Bunun için bilmeniz gerekir ki Gurdjieff'in
öğreti ve yöntemlerinin çok merkezi bir özelliği ya da te­
ması, insanın yeryüzünde geçirdiği yaşamı boyunca
enerjilerin dönüştürülmesiyle yükümlü ya da zorunlu ol­
duğudur. İnsanın yeryüzündeki varoluş sebebi onun ha­
yat tarzında çok yüksek amaçlar için gerekli tözleri üre­
tebilecek olması olarak da görülebilir. İnsan bu görevi
yerine getirirken bunun karşılığında kendisi için yokedi­
lemez bir şey elde eder. Başka bir deyişle, insanın görevi
hayatını sürdürüş tarzıyla enerjileri dönüştürmektir. Bu
dönüştürme sonuçta şu veya bu şekilde üç parçaya ayrı­
lır: enerjinin bir kısmı gereken işleri yerine getirmek için
kullanılmak zorundadır; enerjinin ikinci bir bölümü ge­
rektiği durumlarda özel amaçlara yöneliktir; üçüncü kıs­
mıysa insanın kazandığı ödüldür ve onun varlığına dahil
olur, onun kendi taşıyıcısına, kendi ruhuna hizmet eder.
Şimdi, bunun kökenleri eskiye uzanıyor -bu öğreti­
nin Babil' in çöküşüne kadar Kaldelilerce benimsenmiş
olduğunu sanıyorum ve muhtemelen o tarihten sonra da
Doğu Hıristiyanları tarafından sürdürüldü, zaten şimdi
onlardan sözdeceğim- bunun içinse insanın bu görevi
yerine getirmesini mümkün kılan iş hakkında, hayat tar­
zı hakkında belli bir bilgi gerekiyordu. Bunun en iyi

38
Yakın Doğu' daki eski Gelenek Hıristiyanları tarafından
anlaşılmış olması bence ilginç. Ortodoks Hıristiyanlar
da bunu anlam��lardı, ama batı Hıristiyanları bu kadar
anlayamadılar. Orneğin, Doğulu Kilise Babaları ve, ben­
ce, Ruslar insanın bu türden bir yükümlülüğü olduğunu
açıkça anlamışlar ve bunu insanın Diriliş' e katılabilmesi
için bir Diriliş bedeni elde etmesi gerektiği fikriyle bağ­
daştırmışlardı. Elbette, St. Paul de bunu vazediyordu,
ama insanın Diriliş içinde yer alabilmek için bir Diriliş
Bedeni elde etmesi düşüncesi, bence, en güçlü ve açık
biçimde Doğu Hıristiyan alemi tarafından kavranmıştır.
Bu da tabii ki, Doğu Hıristiyanlarının Düğün Giysisi
Kıssası ' nı yorumlama biçimleriyle uyuşmaktadır. Buna
göre ruhun kurtulmasının iki unsuru vardır; birincisi in­
sanın Bağışlanarak kabul edilmesi ve Şölen' e katılmaya
hak kazanmasıdır. Ama Şölen' e Düğün Giysisi ile gel­
melidir ve bu da Diriliş bedeni olarak yorumlanı r. Diri­
liş Bedeni de bu dünyevi varoluşun yıkıcı güçlerinden
azade tinsel tözlerin dönüştürülmesi ve Diriliş içinde yer
alabilme fikriyle bağlantılıdır.
Bunun, içlerinden bazılarıyla konuştuğum Ehl-i
Hak tarikatının sahip olduğu bilgiyle bir şekilde bağlan­
tılı olduğundan eminim. Öyle görünüyor ki, onlar bu
enerji dönüşümlerinin hangi yollarla gerçekleştiğini, yani
insanın -dua ve meditasyon gibi dışa dönük biçimler de
alabilen, ama aslında kendi içinde tözlerin belli bir etki­
leşimini sağlamak üzerine kurulu- kendine özgü yaşama
tarzıyla bu görevi nasıl yerine getireceğini biliyorlar.
Gurdjieff'in yazılarını okumuş olanlarınız bunun ne ka­
dar temel bir tema olduğunu hatırlayacaktır. Gurdjieff
bundan Varolan Herşeyin Karşılıklı Sürmesi olarak sö­
zeder. Bu ilkeye göre varolan herşey başka herşeyin de
varoluşuna katkıda b ulunur. Tüm yaşamlar ve yaşam
biçimleri sıkısıkıya birbirine bağlı ve içiçedir ve her biri
39
diğeri için birşey yapmak zorundadır. Bu şekilde yapıl­
ması gereken şey de enerjinin dönüşümüne bağlıdır.
Benim tahminimce Gurdjieff bunu Yakın Doğu'nun
binlerce yıldır İran adıyla bilinen kısmındaki temasları
sonucu öğrenmiştir. Babil'e derin bir ilgi duymasının ne­
deni de budur. Gurdjieff'in Babil hakkında yazdıklarını
okuyan herkes onun Babil'den ne kadar etkilenmiş ol­
duğunu görebilir. Bu konuda şansı da yaver gitti, çünkü
Almanların yaptığı kazılar sürerken ve eski kentin çok
büyük bir bölümü ziyarete açıkken Babil'i görme fırsatı
bulmuştu. Benim şansıma da bu kazılar eski usulde ya­
pılmışa, yani kazı bittikten yeniden kapatılmıyor, herşey
açıkta bırakılıyordu ve bu sayede ben de Babil'in etra­
fında gezip izlenimler edinebildim.
Bilmiyorum size de öyle geldi mi, fakat ben Babil'de
hala belli bir özün kaldığı, bunun aracılığıyla 2.500,
3 .000 yıl önce yaşamış insanların yaşamlarıyla doğrudan
bağlana kurmanın mümkün olduğu kanaatine kapıldım.
Babil'e her gidişimde bunu hissettim. Başkalarıyla bir­
likte de gittim oraya ve bazı insanların Babil'e gittikle­
rinde hiç birşey farketmediklerini gördüm: onlar sadece
tekdüze bir harabe yığını görüyorlar orada. Kimileriyse
bin küsur yıldır terkedilmiş bu yerde hala bir hayatın ke­
sintisiz sürdüğü hissine kapılıyorlar. Neden böyle? Sanı­
rım dünyanın bu kısmında çok uzun süredir bu tözler ve
enerjiler anlaşıldığı için ve Babilliler bunu anladıkları
için. Bu çalışma Babil'in belli yerlerinde yoğun biçimde
sürdürüldü ve geride adeta yokedilemez izler bıraktı. Bu
yüzden bugün bile 2.500, 3.000 yıl önce olan şeylerle ye­
niden bağlantı kurmak mümkün olabiliyor.
Bildiğiniz gibi, Gurdjieff Alt and Everything adlı
kitabında Beelzebub'un Babil ziyaretlerini birkeç kez
tasvir etmişti. Bunlar kitabın en canlı bölümleri arasın­
dadır ve onun anlattığına göre dünyada böylesine bir
40
şimdilik duygusu taşıyan çok az yer vardır. Babil'e ken­
dim gidip de o an canlı bir kentte olma hissini yaşayana
kadar bunun önemini farkedememiştim. Gurdjieff için
Babil'in hayauna yeniden girmenin, onlarla karşılaşma­
nın, nasıl konuştuklarını, nasıl yaşadıklarını, hangi güdü­
lerle hareket ettiklerini bilmenin ne kadar kolay olacağı­
nı düşündüm. Ve bütün bunlar sayesinde bu dönüşüm­
lerin nasıl sağlanacağını, insanın bu psişik ve tinsel
enerjiler ve gelişkin tözleri hem kendi yararı, kendi bi­
reyselliğinin beslenmesi hem de dünyada yerine getiril­
mesi gereken görevlerin başarılması için ve tek tek in­
sanlara yardım etmek gibi diğer amaçlar için denetleme­
yi nasıl öğreneceğini anlamanın önemini çok güçlü bi­
çimde kavramışur.
Gurdjieff, hiç kuşkusuz çocukluğundan beri doğal
yeteneklere sahipti, ama gençliğinde bu bilgi kaynakla­
rıyla ilişki kurarak güçlerini önemli ölçüde geliştirdi ve
daha ileriye yöneldi. Daha derin ve önemli bir bilginin
Orta Asya'da bulunduğunu kesin ve doğru bir şekilde
sezmişti.
Seyahat edebilmek, gerekli bağlantıları kurabilmek
için kimi zaman bir profesyonel şifacı, hatta mucizeler
gösteren biri kimi zamansa bir ipnotizmacı olarak dolaş­
tığını söylüyor. O sıralarda alkolizmin çok yaygın olduğu
Orta Asya'da, özellikle Rusların elindeki bölgelerde ve
afyon kullanımının yaygın olduğu Orta ve Doğu kısım­
larda ne kadar başarı sağladığını kendisi de anlatır. Af­
yonun özel bir etkisi vardır. Dünyanın o kısmında mil­
lerce genişlikte afyon tarlaları gördüm ve insan hayatının
anlaşılmasında afyon bitkisinin ne kadar garip ve önemli
bir yeri olduğunu hissettim. İnsan için yaptıklarını, yeni
imkanlar açtığını, ama bir yandan da afyon bitkisinden
elde edilen keyif verici maddenin kötü kullanımının ne
kadar korkunç sonuçlar doğurduğunu gördüm. Her ne
41
olursa olsun, şurası kesin ki Gurdjieff geçen yüzyılın
sonlarında, henüz çok gençken bu tözlerin dönüşümü
hakkındaki bilgisiyle bu iki dertten mustarip olan, Rus­
ların alkollizm ve Asyalıların afyon bağımlılığı sorunları­
nı yaşayan insanlara yardım edebilmişti. Kendim de böy­
le bir şey hatırlıyorum: 1920'de İstanbul' da onunla ilk
tanıştığım sırada son derece zor ve olağandışı bir vakayla
ilgileniyordu ve artık iyileşmez denilen bir ayyaşı iyi et­
meyi başardı.
Gurdjieff'in yaşamının 1895 ile 1900 yılları arasın­
daki bu dönemi çok olağanüstü bir dönem olmalı. Kimi
zaman, akıcı Türkçesiyle ve kuşkusuz zaman Çin de öğ­
rendiği Sart, Özbek, Uygur ve diğer Türkistan ırklarının
lehçelerini konuşarak dünyanın bu kısmında dolaşıyor,
bugün psikosomatik rahatsızlıklar dediğimiz sorunlarda
insanlara yardım edebilen biri olarak adını duyuruyor­
du. Bunu yapmasının nedeni kısmen insanlara yardım
etme ve iyilik yapma arzusu, ama daha çok da insan ru­
hunun genellikle kişilik maskesi ardında saklanan ve sı­
radan bilincimizin erişemediği gizli yönlerini anlama ih­
tiyacıydı. Bildiğimiz gibi bu maske alkolizm ve uyuşturu­
cu bağımlılığı durumunda zayıflar, hatta kimi zaman tü­
müyle ortadan kalkar ve tümüyle farklı bir şey ortaya çı­
kar. insan ruhunun daha çabuk anlaşılmasında yardımcı
olabilir bu. Bu durumdaki insanlar da kendilerine yar­
dım edebilen Gurdjieff'e sırlarını açıyorlardı elbette.
Yardımına ihtiyaç duyan birçok insan ona geliyordu ve
böylece o yıllarda, pratik psikoloji diyebileceğimiz bir
alanda fiilen çalışmaya başlamıştı. Gurdjieff kendisi de
bu gezilere başlamadan ve Türkistan'da üslenmeden ön­
ce batı psikolojisinde bulabildiği herşeyi okuduğunu ve
batı psikolojisinin çok az açıklama sunabildiği sonucuna
vardığını söylüyor. Burada sözkonusu olanın 1890'larda­
ki Batı psikolojisi olduğunu hatırlatmalıyım.
42
Gurdjieff bu yüzyılın başlarında zaman zaman Ti­
bet' e gittiğini de söyler. Bunun doğru olduğunu sanıyo­
rum ve Tibet dilini yeterince bildiğinden eminim. Gün­
delik konuşmada kulandan Tibetçeyi öğrenmek kolay­
dır. Esas olarak kelime öğrenmeye bakar, çünkü konuş­
ma dilinin grameri basittir. Yazmayı öğrenme niyetinde
değilseniz -ki bu tam bir kabustur- Tibetçe konuşmak
kolaydır. Gurdjieff'in de yeterince öğrenmiş olduğun­
dan eminim. Tibetçe konuşulan yerler sadece Tibet'le sı­
nırlı değildir. Türkistan dağlarının öteki bölümünde de
konuşulur. Ayrıca, şahsen tanık olduğum gibi, Nepal'in
güneyinde de konuşuluyor. Dolayısıyla, çeşitli lehçele­
riyle yaygın bir dildir ve dünyanın o kısmında yolculuk
eden biri için son derece yararlıdır.
Gurdjieff 1899 ile 1902 yılları arasında Tibet' e yap­
tığı ziyaretler sırasında hayatının ciddi kazalarından biri­
ni geçirdi. Üçüncü Seriler içinde yer alan bir yazısında
Tibet yolculuğu sırasında bir serseri kurşunun ona isa­
bet ederek yaraladığını anlatır. Bu yüzden kendini topla­
ması için uzun bir süre geçmesi gerekmiştir. 1904 'de
Kafkaslar' da kısa ömürlü Devrim sırasında da yine -ken­
di dediğine göre- serseri bir kurşunla yaralandı. Her se­
ferinde, bu enerji ve tözleri kullanarak insanları iyleştir­
meyi bilen arkadaşlarının bulunduğu Orta Asya' ya git­
mişti. Kendi anlatıklarına göre bu yaralar ağırdı ve bu
tür bir yardım olmasaydı otuz yaşına varmadan ölmüş
olacaktı.
Şimdi çok ilginç bir soru çıkıyor ortaya. Bu ana ka­
dar enerjilerle, tözlerin dönüşümüyle ilgili teknikler ve
Gurdjieff' in ipnotizma bilgisi ile insanların sorunlarıyla
başetme gücünü kullanarak insan psikolojisi hakkında
derinlemesine araşurmalar yapmasından sözettim. Ama
o dünyanın işleyiş yasaları ve insan ruhu hakkında da

43
KARA KUM
DESERT

. Kashgar
CASPIAN

. Chitral

. Herat . Kabul

GURDJIEFF'İN ORTA ASYA SEYAHATİ


derin bilgi sahibiydi. Sormamız gerekiyor: Gurdjieff bu
bilgiyi nereden bulmuştu?
1920'lerin ortasında bu konularla ilgilenmeye başla­
dığımızda bazı arkadaşlarla birlikte Gurdjieff'in Kozmik
Yasalar hakındaki kavramlarının izini sürmeye çalışmış­
tık. Örneğin, Hidrojenler Çizelgesi olarak bilinen dü­
şüncesi, yani tözlerin en üst ya da llahi Töz'den en alta,
Kutsal Ruhtan Yoksun Madde adını verdiği en bayağı
töze kadar sıralanışı. Şüphesiz Ouspensky ve Nicoll'de
rastlamışsınızdır buna. Bunun doğrudan Platon'la, Pla­
ton'un Timaeus adlı eserinde Demiurge'nin farklı dün­
yaları yapmakta kullandığı tözleri bulmak için verilen
hesaplamalarla ilişkisi kurulabilir. Platon'un bu kavram­
ları Yeni-Platonculuk aşamasından geçerek Avrupa'daki
Gül-Haçlar ve Masonlar gibi çeşitli yarı-okült gelenekle­
re ve genel olarak okült adıyla anılan geleneğe aktarıl­
mıştır. Bu kavramlarla Dr. Robert Fludd gibi 16. Yüzyıl
Gül-Haç yazarlarının kullandığı kavramlar arasındaki
belirgin benzerlik ilk bakışta Gurdjieff'in kozmolojisinin
aslında 16. Yüzyıl Gül-Haçlarına, özellikle o zamanlar
Hollanda'da varolan ve Dr. Fludd'un da muhtemelen
mensubu olduğu önemli ve güçlü Gül-Haççı okula ait
malzemenin yenilikçi bir biçimde kullanılmasından baş­
ka bir şey olmadığını düşündürüyor.
Bu zorlu yazıları elimizden geldiğince okumuştuk.
Gerçekten zorluydu, çünkü hemen hemen tamamı La­
tince yazılmıştı, ama neyseki ustaca çizimler vardı. Ve ta­
bii Jacob Bohme'nin yazdığı ve William Law'ın çizimle­
rini hazırladığı ünlü Aurora da vardı. Gurdjieff'in yarar­
landığı malzemenin bu olduğunu sanıyorum. Ama bir
noktadan sonra durmak zorunda kaldık ve Gurdjieff'in
Enneagram adını verdiği ve bunları anlatırken kullandı­
ğı dokuz çizgili sembolün hiç izine rastlamadığımızı far-

45
kettik. Ve, hepsinden önemlisi müziksel skalanın kulla­
nılmasına -bunu Gül-Haççı yazarlarda, özellikle Dr.
Fludd'da görebilirsiniz- hatta üç oktavın Gurdjieff'in
kullandığı biçimde kullanılmasına rağmen Gurdjieff'in
aralıklar adını verdiği şeyin onun anladığı biçimde anla­
şıldığına dair hiç bir belirti yoktur. Gurdjieff için önemli
olan nokta bir sürecin tamamlanması için şoklar ya da
bağımsız müdaheleler olması gereğidir. Bu gerçekten
çok önemlidir ve yıllardır sürdürdüğüm araşurmalardan
biliyorum ki bu, bizim kişisel deneyimlerimizi, her tür
insani girişimlerin başarı ve başarısızlığını ve canlı orga­
nizmaların doğasıyla bir bütün olarak evreni anlamaya
çok yardımcı olmaktadır. Ancak aralıklar ve şoklar dik­
kate alındığında anlaşılabilir bütün bunlar.
Bugün tam da bir rastlantıyla -böyle bir şey okumak
hiç aklımda yokken- Kepler'in gezegenlerin devinimleri
hakkındaki incelemesinin son bölümünü okuyacağım
tuttu.*
Kepler'in eseri, bildiğiniz gibi, büyük ölçüde bu
Gül-Haççı yaklaşımların kozmolojik anlamı olması ge­
rektiği inancına dayanıyordu. Kepler'in kitabının sonun­
daki sözleri daha önce okumamıştım. Kepler'in kendi
eserlerine karşı tavrının ne kadar olağandışı olduğunu
daha farketmemiştim. Kepler bir şey arıyordu. Kepler,
ve tabii bizim Isaac Newton, mekanik bilimlerin, mo­
dern matematiğin ve astronominin temelini atan bütün
bu insanlar bir Ahenk Yasası'nın varolduğu inancından
esinlenmişlerdi. Newton'un kütüphanesinde o tarihte

(*) Bu kitap Johannes Kepler'in Cosmographic Treatise (Tubingen 1 596)


adlı eseridir. Evrenin sırrını gök cisimlerinin sayıları ve boyutlarından
harekede çözmeyi amaçlamaktadır ve bütün bunlar beş geometrik şe­
kille açıklanmaktadır. Bu çarpıcı belge I. de Lubicz tarafından çevril­
miş ve The Egyptian Miracle adlı kitabı içinde yayımlanmışur, s. 1 5 1 -
1 6 3.

46
bu konuda bulunabilecek hemen hemen herşey vardı.
Ne var ki geçişlerin süreksizliği ve şokların gereğine dair
bu sırrı bildiğine ilişkin hiç bir belirti yok.
Şimdi bu durum gerçekten ilginç bir soru doğuru­
yor. Eğer bu, Avrupa düşüncesinin özellikle bu sorunla
çok yakından ilgilendiği sırada, 16. ve 17. Yüzyıllarda
bilinmiyorsa Gurdjieff onu nereden bulmuştu? Neden
Yeni-Platoncularda, sahte-Dionysios'da, Gül-Haç ya da
Mason geleneklerinde Gurdjieff'in Enneagram simge­
sinde gösterdiği, süreçlerin içiçe geçişinin gerekliliğine
ilişkin bir kavrayış yoktur?
Gurdjieff çözüm için ipucunu kendisi veriyor, çün­
kü gerek Beelzebub adlı kitabında gerek ikinci serilerde­
ki yazılarında, özellikle Prince Yuri Lubovedsky' başlıklı
bölümde Yukarı Buhara'da, bunu bilen bir tarikatla na­
sıl ilişki kurduğunu anlatır. Bu bilgiye doğrudan gönder­
me yaptığını göremeyebilirsiniz ama kutsal dansları ya­
pan rahibelerin eğitimi ve eğitimlerinde kullanılan aletle
ilgili bölümü yeniden okursanız, orada kesin biçimde
Enneagram sembolünden bahsettiğini anlayacaksınız.
Bu sembolü bilmeyenleriniz olabilir, bu nedenle tahtaya
çizeceğim. Bir dairenin dokuz eşit parçaya bölünmesiyle
elde edilmektedir. Bu dokuz nokta birleştirilerek bir üç­
gen ve altı kenarlı bir şekil elde edilir.

7 2

47
Gurdjieff'in Enneagram sembolü işte budur. Gör­
düğünüz gibi üçlüyle altılıyı birleştirmektedir. Altılı şek­
lin sırrı noktaların sıralanışında yatar: 1, 4, 2, 8, 5 , 7. Bu
sembol süreçlerin içiçe geçişinin gereğini gösterir. İstik­
rarlı bir şeyin ortaya çıkması için her biri ötekini destek­
lemelidir. Sözgelimi, insan bedeni gibi canlı organizma­
ların istikrarı bundan gelir.
Gurdjieff'in Enneagram'ı nereden bulduğunu orta­
ya çıkarabilirsek kendi öğretisinin en önemli gördüğü
kısımlarını da nereden bulduğunu açıklayabileceğimizi
siz de kabul edersiniz sanırım. Böylece Batı geleneğinde
eksik olarak gördüğü şeyi nereden bulduğunu anlayabi­
liriz.
Şimdi, size çok ilginç bir tür detektif öyküsü anlata­
cağım. Gurdjieff, Lubovedsky başlıklı bölümün içinde
yer alan 'Soloviev' öyküsünde hem kendi aradığı şeyi
hem de arkadaşı Prens Yuri'yi bulacağı yola Bogga-Ed­
din adlı bir Buharalı Derviş'le kurduğu bağlantı sayesin­
de girdiğini söyler. Şimdi, Bogga-Eddin'in bir Müslü­
man olduğu açık, ama Bogga-Eddin diye bir Müslüman
adı yoktur. Burada sorun yok, çünkü Ruslar H harfini G
olarak çevirirler -örneğin biz hospital derken onlar gos­
pital der- ve Bahauddin'i de kendi dillerine Bogga-Ed­
din olarak çevireceklerdir büyük ihtimalle. Bu yüzden,
Gurdjieff Bogga-Eddin adlı bir Buharalı dervişten söze­
derken şüphesiz Bahauddin adlı birini kastediyor olmalı.
Şimdi, Buharalı son derece meşhur bir Bahauddin Nakş­
bendi var, türbesi Asya'da çok iyi bilinir. 14. Yüzyıldan
beri öylesine ululanmıştır ki, Paul Vambery'nin söyledi­
ğine göre Muhammed Bahauddin Nakşbendi'nin türbe­
sine yapılan üç ziyaret Mekke'ye Hac ziyaretine eşdeğer
görülürmüş.
Benim görüşüme göre, Gurdjieff, Buharalı derviş

48
Bogga-Eddin' den bahsederken aslında Nakşıbendi tari­
katını kastetmektedir. Nakşıbendi tarikatının beni yıllar­
dır çok şaşırttığını söylemeliyim. Dünyanın her yerinde
onlarla karşılaştım. Çoğunuz muhtemelen daha önce
Nakşıbendilerin adını işitmemişsinizdir. Birçok kişi
Mevlevileri, Rufaileri ya da Abdülkadir Ceylani'nin izin­
den giden Kadirileri duymuştur, ama dünyanın o kıs­
mında bulunmadıysanız Nakşibendileri duymuş olacağı­
nızı sanmam. Ancak, Nakşıbendi tarikati günümüzde ta­
rikatler arasında en yaygın olanıdır. Nakşıbendi dervişle­
rine Fas' dan Endonezya'ya kadar her yerde rastlanabilir.
Endonezya'da varolduklarını çocukluğundan itibaren
Cava'daki ünlü Nakşıbendi şeyhi Abdurrahman'ın ya­
nında eğitim görmüş olan Muhammed Subuh'dan öğ­
rendim. Solomon Adaları'nda bile Nakşıbendi dervişleri
olduğunu sanıyorum. Pakistan' da varoldukları kesin,
çünkü orada onlara rastladım. Ve tabii yakın Doğu ve
Orta Doğu'nun her yerinde. Müslüman Afrika' da da ol­
duklarını duydum, ama bizzat kendi deneyimime dayan­
madan konuşmak istemiyorum. Suriye'de, Şam ve Ha­
lep'te Nakşıbendi dervişleriyle karşılaştım. Küçük As­
ya' da da. Onları diğer tüm tarikatlardan ayıran bazı çar­
pıcı özellikler var. Birincisi, Nakşıbendi tarikatının te­
mel bir ilkesi insanın iç ve dış yaşamı arasında tam bir
ahenk sağlamaya çalışmasıdır, bu nedenle izleyicilerinin
tümüyle dünyadan el etek çekmesine izin vermiyorlar.
Karşılaştığım bütün Nakşıbendi dervişleri olağan yaşam
faaliyetleriyle uğraşan kişilerdi; kimileri zengin, kimileri
yoksul, kimileri eğitimli, kimileri basit insanlardı, ama
hepsi de sıradan bir yaşam sürdürüyordu. Evleniyor, du­
rumları uygunsa çoluk çocuğa karışıyor ve dünyada ha­
yatlarını idame ettiriyorlardı. Başka temel bir ilkeleri de
hem kendi tarikatlarından olanlara hem de çevrelerinde-

49
ki insanlara yardım etmelerini şart koşan güçlü bir karşı­
lıklı sevgi ve kardeşlik ilkesidir. Bütün bunların Gurdji­
eff'in Dördüncü Yol olarak adlandırdığı şeyle olan ya­
kınlığını farketmişsinizdir.
Nakşıbendi dervişleri enerji dönüşümüyle ilgili tek­
nikler konusunda da ciddi ölçüde bilgi sahibidir. Bunu
kesin söyleyebilirim, çünkü bizzat şahit oldum. Ancak,
bir türlü akıl erdiremediğim bir özellikleri daha var: hiç
bir Nakşıbendi şeyhi arkasında kim olduğunu söylemez
size. Bilakis, kendisinin merkez olduğunu ya açıkça söy­
ler ya da bunu demeye getirir. Talebeleri de onun tek
Büyük Öğretmen olduğunu ve ondan başkasının bulun­
madığını söylerler. Hatta, benim bizzat şahit olduğum
gibi kimi zaman bir tepenin öteki tarafında, bir iki mil
ötede izleyicileri tarafından tek öğretmen olarak görülen
başka bir Nakşıbendi şeyhi de bulunur. Eğer tüm Nak­
�ıbendi şeyhleri kendilerinin tek olduğunu söylüyorsa
bu size .gülünç de gelebilir. Sadece, iki yerde karşılaştı­
ğım Nakşıbendiler bana başka bir öğretmenin olduğunu
söylemişlerdi. Birisinde Cehan'da öteki seferse İstan­
bul'dayken. Her zaman doğuyu işaret ediyorlardı. Her
ikisinde de belirli bir kentin adı verildi. Hatta, yeterince
hazırlandığım takdirde Mutasarrıf-ı Zaman'ı, Çağın Öğ­
retmeni'ni bulabileceğim bile söylendi. Ama eminim ki
onu bulsaydım bile hala esrar sürecekti. İnsan merak
ediyor, acaba Nakşıbendi tarikatı karşılaştığınız her yer­
de merkez gibi görünme yöntemiyle örgütlenişini çok
başarılı bir. şekilde saklayan gerçekten muazzam bir gizli
cemiyet mi yoksa şeyhler ya da liderler ya da öğret­
menler gerek çalışmaları gerek hayata yaklaşımları açı­
sından önemli ölçüde özerk mi. Ben bu ikinci ihtimalin
doğru olduğunu düşünüyorum. Bence, Nakşıbendi tari­
katı bir otorite zincirinin varlığı anlamında hiyerarşik

50
değil. Şu veya bu ölçüde bağımsız olduklarını sanıyo­
rum. Burada yine Gurdjieff'in anlattığı Dördüncü Yol
Okulları'nın karakteristik bir özelliğini görüyoruz. Bun­
lar sürekli ya da sabit olmayıp yer ve zamanın ihtiyaçları­
na göre ortaya çıkar ya da kaybolurlar. Gurdjieff yine de
sadece onun ihtiyaç ve görevlerine uygun olanların ula­
şabileceği bir lç Çevrenin varolduğunu ısrarla belirtmiş­
tir.
Gurdjieff bizimle konuştuğunda bunu özellikle vur­
gulardı. Gidilmesi gereken yerin Buhara olduğunu söy­
lerdi. İslam'ın sırlarını gerçekten öğrenmek istiyorsanız,
derdi, bunu ancak Buhara'da bulabilirsiniz. Nakşıbendi­
liğin merkezini bulabilirseniz bu sırları öğrenebilirsiniz,
demekle aynı anlama gelir bu. Onun bu konuda söyle­
diklerinden açıkça anlaşılıyor ki bunlar, Enneagramı bi­
len ve dolayısıyla çok derin ve olağandışı öğretilere sahip
insanlardır.
Bu yorumu destekleyen bir kanıt daha gösterebili­
rim, bu da Nakşıbendi kelimesinin etimolojisinde bulu­
nabilir. Bu tarikat 14. Yüzyılda Muhammed Bahauddin
(ölüm tarihi 1309) tarafından kuruldu. Fransiskenlerle
çağdaş olan Mevleviler ve Benediktinlerle hemen hemen
yaşıt olan Kadirilerle kıyaslandığında bu tarikat o kadar
eski değildir. Peki, Bahauddin'in Nakşbend adını alma
sebebi neydi? Nakş kelimesinin mühür, sembol, işaret
gibi, anlamları vardır, Nakşbend ise işaret koyan ya da
işleyen demektir. Nakşbend kelimesi semboller yapan,
bir simgesellik yaratma gücüne sahip olan anlamına da
gelebilir. Gurdjieff'in geçen yüzyıl sonu ve bu yüzyılın
başlarında dünyanın o kısmında yolculuk ederken bu
insanları bulup onlarla bağlanu kurmuş olması muhte­
mel görünüyor. Kendisi de neler olduğuna ilişkin çeşitli
ipuçları verir. Bunlar kitaplarının değişik bölümlerine

51
dağıl.nıştır. Bazıları 'Buharalı derviş Hadji Asvatz Tro­
ov' başlıklı bölümde, bazıları daha önce sözünü ettiğim
ikinci serilerdeki 'Prince Yuri Lubovedsky' başlıklı bö­
lümde, bazılarıysa yayımlanmış son bölüm olan 'Profes­
sor Skridlow' bölümündedir. Böylece, Gurdjieff'in 'Dü­
şünceleri' olarak öğrettiği bilgilerin tek bir hakikatin iki
yarısını bir araya getirerek elde edildiği sonucuna varıyo­
ruz. Bir yarısı Batı -özellikle Platon- geleneğinde öteki
yarısı ise Doğu -özellikle Nakşıbendi- geleneğinde bu­
lunmaktadır. Gurdjieff Beelzebub adlı kitabının 44. bö­
lümünde Boolmarshano'nun öyküsünü naklederken iki
yarımın kaynaştırılmasına dair önemli ipuçları vermiştir.
Eğer bu doğruysa çok eski bir tarihte -Hıristiyanlı­
ğın ortaya çıkışından önce- doğanın düzeninin oluşumu­
na ilişkin büyük bilgilerin varolduğu ve bu bilginin bir
şekilde parçalandığı anlamına gelir. Bir kısmı -büyük ih­
timalle Platon'un Timaeus'unda ileri sürdüğü gibi Pita­
goras aracılığıyla- Batı'ya gelmiş diğer kısmıysa Doğu'da,
Kaideli Majilerin elinde kalmış ve lskender'in istilasın­
dan sonra Akamanış lmparatorluğu'nun parçalanmasıy­
la kuzeye geçmiştir. Gurdjieff, size şu anda anlattıklarım
çok eskidir, 4.500 yıllıktır, derken söylediği bazı şeyler
abartılı olabilir, ama aslında bütün bunların başladığı za­
mana, Sümer kültürünün mirasının aktarılarak daha
sonraki Kaide kültürünün temelinin atıldığı döneme
gönderme yaptığını düşünüyorum. O dönemde yasalar
ve insanın doğası hakkında bugün sandığımızdan çok
daha fazla şey biliniyor olması kuvvetle muhtemel. Böyle
şeylerin bu ilkel insanlar tarafından biliniyor olması size
pek inandırıcı gelmeyebilir, ama neler başardıklarını dü­
şünürseniz o kadar ilkel olmadıklarını göreceksiniz. Mı­
sır'ı da dikkate alır ve 1. Ö. üçüncü binyılın başlarında
Sümerlerle Mısırlılar arasındaki ilişki neydi diye sorarsa-

52
nız o dönemde çok şey bilindiği sonucuna varırsınız. Bu­
gün bizim modern bilimimiz belki de sandığımızdan çok
daha fazla onların omuzları üzerinde yükseliyor. Bizler -
son üç, dört yüzyılda- sözü edilmeye değer herşeyi sıfır­
dan, cahil astrologlar ve simyacılarla yeni-Platoncuların
keyfi ve zorlama spekülasyonlarından çıkardığımızı ta­
savvur ediyoruz.
Belki de bunların gerisinde insana ve dünyaya dair,
bugün henüz kabul etmeye hazır olmadığımız çok daha
fazla gerçek bilgi vardı.
Gurdjieff kesinlikle bu inançtaydı ve araştırmaların­
da elinden geldiğince bunu ortaya çıkarmaya çalıştı. Bu
akşam esas olarak onun Orta Asya'daki araştırmaların­
dan sözettim, ama Etyopya'ya ve daha doğudaki yerlere
de gittiğini biliyorum. Anlattıklarından, Pasifik Adaları ,
özellikle de Solomon Adaları hakkında bilgi sahibi oldu­
ğu ve oralarda bulunduğu anlaşılıyordu. Solomon Ada­
ları' na birşey aramaya gitmişti ve orada hala bulunacak
bir şey var.
Şimdi bunları elimden geldiğince birleştirmeye çalı­
şayım. Gurdjieff'in en büyük şansı ya da yazgısı gerçek­
ten çok önemli bir geleneksel bilgi kaynağına ulaşabil­
mesiydi. Tahminimce bu bir biçimde Nakşıbendi Der­
vişleri ile bağlantılıdır. Ayrıca, insanın psişik ve tinsel
deneyimleriyle bağlantılı gelişkin tözlerin üretilmesi ve
denetim altına alınması için son derece pratik ve güçlü
yöntemler bulmayı başarmıştı. Ve -bence, kendi ısrarlı
araştırmaları sayesinde- insan ruhu hakkında çok derin,
oldukça değişik ve bir çok bakımdan Batı psikolojisinin
son atmış yılda bulabildiklerinden çok daha etkili bir
bilgi edindi.
Bugün, Gurdjieff ile tanışmamın üzerinden 43 yıl
geçtikten sonra geriye dönüp baktığımda o zamanlar bi-

53
lim ve psikolojinin kabul ettiği şeylere tamamen ters dü­
şen birçok düşüncesinin bugün kabul edildiğini görmek­
ten büyük heyecan duyuyorum. Bu kısmen Gurdjieff'in
etkisi, ama esas olarak da bilimlerin ilerlemesi sonucu
gerçekleşmiştir. Bu durum gerçekten çok çarpıcı. 1921,
22'de ilk işittiğimizde bize garip gelmiş olan birçok ör­
nek verebilirim. Örneğin, galaksi-ötesi uzayın niteliği,
bizim galaksimiz dışındaki sayısız galaksiler. Bunun tam
olarak ne zaman kabul edilmeye başlandığını hatırlamı­
yorum, ama o zaman bize garip geliyordu. Bugün ise
herkesçe kabul ediliyor.
Gelecek hafta Gurdjieff'in ortaya çıkardıklarının sa­
dece kendi araştırmalarının sonucunun, bir grup önemli
insanın uyumlu çabalarının sonucu zekice bir araya geti­
rilmiş şeyler mi yoksa gelenek hakkında muzazzam bir
araştırma ve aynı ölçüde muazzam bir sentez çabasına
indergenemeyecek bir şeyler mi olduğunun nasıl belirle­
neceği sorunu üzerinde konuşacağım. Bu gece elimden
geldiğince hikayeyi anlatmaya çalıştım. Gelecek hafta
onun öğretisini sunmaya, başladığı tarihten hayatının so­
nuna kadarki öğretisi ve yöntemleri hakkında daha çok
şey söyleyeceğim. Ayrıca çalışmalarında nereye varmak
istediği konusunda düşüncelerimi anlatacağım.

SORULAR

Soru: Ben de Ermeniyim, ama sözünü ettif,iniz Er­


meni gizli cemiyetlen'n i hiç duymadım . . .

J. G. B.: En azından Taşnak'ı duymuşsunuzdur.


54
Soru: O bir siyasal partiydi.

J. G. B.: Bundan ibaret değil.

Soru: Ama Mistik açıdan değil herhalde?

J. G . B.: Tüm söyleyebileceğim şu ki 1 9 1 9'da bu in­


sanlarla tanıştım ve kesinlikle mistik bir ögeye sahipti.
Bir yandan siyasal parti gibi görünüyor. Ama Kafkas­
lar' da edindiğim bilgiye göre dinsel hatta mistik bir yö­
nü de vardı.

Soru:Fakat, Taşnak Marksizm temelinde kurulmuş


bir siyasal partiydi ve Marksizm de hiç mistik sayılmaz.

J. G . B.: Ancak sözünü ettiğim tarihten çok sonra


bir siyasal parti oldu. 1 920' de hala bir gizli cemiyetti.
Ben , 1 9 1 9 ve 1 920'de lstanbul ' da bulunduğum sırada
tanıştığım insanlardan bahsedebilirim sadece. T aşnak
üyesi olan bu kişiler kesinlikle Marksist değildi, bunu
kesin olarak söyleyebilirim. Taşnak'ın dışa dönük amacı
Ermenistan'ın bağımsızlığıydı. Bir Ermeni milliyetçi ha­
reketiydi ve en azından o sıralar ne marksist ne de anti­
marksist olmak anlamında politik değildi. Şundan kesin ­
likle eminim, böyle cemiyetlerin bir süredir varolduğu
1 890'lara dönecek olursak o tarihte bunlar sadece Erme­
ni hayat tarzının savunucularıydı.
Elbette, o sıralar Rus çarlığının başına dert oldukla­
rı doğrudur. Ama neden? Çünkü, onlar Ermenistan'ın
bağımsızlığını istiyordu ve aynı nedenden ötürü Türk
hükümeti için de bir dert teşkil ediyorlardı. Ama bu işin

55
sadece bir yönüdür. Gurdjieff'in bu konuda söyledikle­
rinden bildiğime göre -ve en azından bu kısmı doğrula­
nabilir- bugünkü Ermenistan'da ve Kürtlerin yaşadığı
bölgelerde seyahat etme imkanını bu cemiyetlerden ba­
zılarıyla kurduğu bağlantılar sayesinden elde etmişti.

Soru: Hindistan 'da kaldıl,ı dönem hakkında bir şey­


ler biliniyor mu?

J. G. B. : Çok az. Sadecekendisinin , çok üstü kapa­


lı biçimde anlattıkları, 17, 18 yaşlarında Madame Bla­
vatsky ile karşılaşması, Madame Blavatsky'nin ona aşık
olması.

Soru: Enneagram 'ın belirgin özellikleri var mıdır?


Pentagram gibi bir cemiyet sembolü mü? Dil,er sembol­
lerle bir bal,lantısı var mı?

J. G. B. : Büyük ihtimalle bir cemiyetin amblemidir.


Şu anda onun yorumlanması üzerinde durmuyorum,
ama haftaya bu konuda bir şeyler söyleyeceğim. Şu anda
onun bir araç oluşundan çok sadece bir cemiyetle bağ­
lantısı olabilen bir sembol, bir Nakşi olması üzerinde
duruyorum. Buharalı dervişlerle olan bağlantısı hakkın­
da Gurdjieff'in anlattıkları dışında onun hakkında duy­
duğum tek şey Kuzey Hindistan'da bir yerde, hala bir
kehanet aracı olarak kullanıldığıdır.

Soru: Ener;i· dönüşümü teknikleri hakkında bir şey­


ler söyleyebilir misiniz?

56
J. G. B.: Gurdjieff'in neyi ve nasıl öğrettiği konusu­
nu üçüncü konferansa saklıyorum. Bu gece muhtemel
düşünce kaynaklarının neler olabileceği ve daha sonra
Düşünceler' ya da 'Sistem' olarak adlandırdığı malzeme­
yi nasıl bulduğu konusunu ortaya koymaya çalıştım.
Gurdjieff gizemi hakkındaki bu çok yetersiz sunuşu ta­
mamlamak için elbette haftaya enerji dönüşümü üzerin­
de de konuşacağım. Ama şunu anlamalısınız ki burada
Gurdjieff'in öğretisi hakkında bir konferans vermekten
çok bu adamın ne kadar garip olduğunu göstermeye ça­
lışıyorum. Birçok insan dünyanın bu kısımlarında seya­
hat etmiştir, ama görünüşe göre hiç kimse onun bulduk­
larını bulamamış. Bir zamanlar ben ve diğer bir çok kişi
bunların batı geleneklerinden alınmış olduğunu düşü­
nürdük, şüphesiz 19. Yüzyılın sonları ve 20. Yüzyılın
başlarında bu malzemeyi dikkatle araştırmış ve çoğu
Rus'u etkilemiş pek çok Rus okültist cemiyeti vardır.
Ancak 1924 'de bunu ciddi olarak araştırmaya başladığı­
mızda bu açıklamanın geçerli olmadığı sonucuna vardık.
Gurdjieff Avrupa'da varolandan çok farklı bir şey bul­
muş olmalıydı ve bu Hindistan'dakilerden de ayrıydı,
çünkü T antracı, Budist ya da bilinen adıyla Teosofist
kaynaklara benzememektedir. Benzerlik pek olmadığın­
dan bu gece bu konudan fazlaca sözetmedim ama bazı
bağlantıların varlığı da kesindir. Şüphesiz, Gurdjieff Bu­
dizmi ciddi olarak incelemişti, çünkü Budacı psikoloji­
nin bazı unsurlarını benimsemiş ve kendi düşüncelerine
dahil etmiştir. Ama bildiğim kadarıyla bu türden daha
temel kavramlar ne klasik Hindu felsefesinde ne Tant­
ra' da ne de Budizmde bulunmamaktadır.

57
GURDJIEFF'İN ÖĞRETİSİ
VE YÖNTEMLERİ

Gurdjieff'in öğretisi ve yöntemlerinin çarpıcı bir


özelliği de onun asla durağan olmamasıdır. Yaşamının
sonuna dek deneyler yapmayı sürdürmüştür ve görebil­
diğim kadarıyla 16 yaşında araştırmalarına fiilen başladı­
ğı tarihten, yani 1888' den ömrünün sonuna, 1949
Ekim'ine kadar hiç bir durağan dönemi yoktur.
Deneysellik yanlış anlamalara yol açabilir, çünkü
onun yaşamının belli bir dönemini bilen insanlar bunun
bütünü temsil ettiğini düşünebilir ve Gurdjieff in yaşa­
mının farklı bir dönemini bilenlerle karşıt görüşlere
varabilirler. Zaman zaman ortaya attığı ve otuz yıl sonra,
hatta otuz gün sonra reddettiği ve aksini iddia ettiği kimi
görüşleri için de aynı durum geçerlidir. Gurdjieff hak­
kında yazılan kitapların çoğu onun yaşamının belli bir
dönemine gönderme yapmaktadır dolayısıyla sadece
kitaplardan onun hakkında tam bir izlenim edinmek
mümkün değildir.
Gurdjieff'in bir başka özelliği daha var ki hemen sö­
zünü etmem gerekiyor: kasıtlı olarak kendini gizlemesi,
kötü göstermesi. Gurdjieff, insanları kendine çekmek

59
yerine onları itecek bir maskeye bürünürdü. Sufilerin
Melamet Yolu, kendini horgörme yolu dedikleri bu yön­
tem eski zamanlarda Sufiler nezdinde çok saygı görürdü.
Melamet Yolu'nu izleyen Şeyh ve Pirlerin tinsellik
yolunda çok üstün olduklarına inanılırdı. Böyle insanlar,
kısmen övgü ve hayranlık çekmemek kısmen de
kendilerini korumak için dış dünyaya kendilerini olduk­
larından kötü gösterirlerdi. Bu Melamet Yolu modern
çağda unutuldu. Hıristiyanlık ve diğer dinlerde de farklı
adlar alunda bu yöntem izlenmiştir. Övgü değil horgörü
çekmek her zaman olumlu görülmüştür, ama bu günü­
müzde pek anlaşılmıyor ve bile bile horgörülmeye yol
açacak eylemler yapmanın doğru olmadığı düşünülüyor.
Melamet Yolu'nu izlemenin özel bir sebebi de var.
Bu, yazgısı gereği tinsellik aleminde yüksek mevkilere
erişecek insanları çevreleyen güçlerle ilişkilidir. Eski
Zerdüştçü gelenekte Hvareno adlı bir güç vardır ve güç
görüldüğünde tanınır. Bu bir krallık işaretidir. Hvare­
no'ya sahip olan bir insanın diğerleri üzerinde çekim gü­
cü vardır. Bir bakıma Krallık Dokunuşudur. Bu güç be­
dendeki bazı işaret ya da özelliklerden de anlaşılabilir.
Bu işaretler bir insanın maddi ya da tinsel alanda çok
yükseğe erişeceğini gösterir. Örneğin, Buda' nın böyle
işaretlere sahip olduğu söylenir, öyle ki daha çocuklu­
ğunda farkedilmiştir. Onun b üyük bir tinsel ilerleme
gerçekleştireceğini göstermişlerdir. Ancak, yazgısı dün­
yaya hükmetmek olan büyük bir kral mı yoksa büyük
bir tinsel lnisye mi olacağı önceden bilinemezdi. Bu işa­
retleri taşıyan ya da Hvareno denilen güce sahip olan bi­
ri tinsellik yolunu izlemek isterse Mesihliğe yöneltilme­
mek için, kişiliğinin dışta yüceltilmemesi için kendini
korumak zorundadır. Tinsellik alanında yükseklere eri­
şecek insanların Melamet Yolu'nu izlemelerinin bir ne-

60
deni de tahta çıkarılmaya, kendilerine hizmet edilmesine
ya da tapınılmaya karşı korunmaktır.
İncil'de İsa'run çok yüksek derecede Hvareno sahi­
bi olduğu açıkça görülmektedir. Öyle ki Yahudiler onu
zorla alıp kral yapmak istemişlerdir. Ama böyle bir tehli­
keyle karşılaştığı her seferinde geri çekildiği ve saklandı­
ğı söylenmektedir. Yani, lsa'nın da Melamet Yolu'nu iz­
lediği söylenebilir ve bu şu sözlerle de ifade edilmekte­
dir: O insanlarca aşağılandı ve reddedildi. St. Thomas
Kempis'in Imitation of Christ' de İsa'run yolundan git­
mek isteyen Hıristiyanlara her yaptıklarında övgü değil
aşağılama kazanmaya çalışmalarını öğütlediğini hatırlı­
yorsunuzdur.
Melamet Yolu'nun tinselliğin doruklarından biri ol­
duğu sonucuna varabiliriz, zira İsa bile yeryüzündeki
Misyonu'nu yerine getirebilmek için bu yolu izlemiştir.
Putlaştırılmaya benzer yanlış bir biçimde kahraman ola­
rak yüceltilme, tapınılma tehlikesiyle karşı karşıya olan
herkes için doğru yolun bu olduğu da söylenebilir. Kiş i­
sel çekim gücü o kadar baştan çıkarıcıdır ki pek az insan
buna karşı koyabilir.
Gurdjieff çok genç yaşta bu tür güçlere sahip oldu­
ğunu farketmişti. Gurdjieff in bu işaretleri taşıdıkları bi­
linen Hz. Süleyman veya Buda ile bir olduğunu iddia et­
miyorum, ama doğuştan belirli bir Hvareno niteliğine
sahipti ve bunun dış dünyada bir otorite konumuna gel­
mesine yol açabileceğini farketmişti. Geçen hafta sözünü
ettiğim, 1933'de yazılmış olan The Herald of Coming
Good adlı yazısında yirmi bir yıl önce (yani 1912 'de)
kendi Hvareno'sunun doğuracağı sonuçlardan korun­
mak için doğal olmayan bir yaşam tarzı dediği bir yol iz­
lemeye karar verdiğini söyler.
Bu yöntemi izleyen bir insanın görünürdeki davra­
nışlarını anlamak çok zordur ve Gurdjieff için de durum
61
açıkça böyle olmuştur. İnsanlar onun görünürdeki dav­
ranışlarına göre hüküm vermeye kalkmışlar ve bu davra­
nışın şu anda sözünü ettiğim sebepten ötürü bilinçli ola­
rak benimsendiğini hesaba katmamışlardır. Gurdjieff
kendisi de The Herald of Coming Good'da bundan sö­
zetmiş, ama bu kitabın yayımlanmasından kısa süre son­
ra bunu geri almış ve tüm baskıları piyasadan çekmişti.
Bu nedenle pek azınız bu kitabı görmüştür. Bu kitabı
yayımlattığı tarihte Öne çıkandan farklı bir eylem çizgisi­
ni tercih etmişti. Bu kitap belli bir şeylerin olabileceğini
dünyaya ilan etmenin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini
görmek üzere fırlatılmış bir bal/on d'essai idi. Ve doğa­
cak sonuçların yapmaya çalışuğı şeye dair ciddi yanlış
anlamalara yol açabileceğini görünce kitabı geri çekerek
daha gizli bir yolu izlemeye başladı.
Gurdjieff'in hayatı hakkında yapuğım tüm araştır­
malar ve çeşitli görüşmelerimiz sonucu vardığım sonuç
onun güçlerini başkalarının horgörüsünü çekecek bir
davranış ardında saklamayı bilinçli olarak seçmiş birisi
olduğudur. Bunun üzerinde düşündüğünüzde bizler için
bu insanın gerçekte kim olduğunu, gerçek amaçlarının
ne olduğunu dış görünüşünden ayırarak görmenin ne
kadar güç olduğunu anlarsınız. Bunlar hakkında konuş­
madan önce tüm arayışı boyunca, yani onbeş yaşından
ölümüne kadar hayatının evreleri üzerinde kısaca dur­
mam gerekiyor. Önce, doğduğu ve büyüdüğü Kafkas­
lar'da, Avrupa ve Asya'nın birleşme noktası olan bu ola­
ğanüstü bölgede yapuğı nisbeten yerel araştırma ve bağ­
lantılar vardır. Daha sonra, 90'ların ortasından 20. yüz­
yılın ilk yıllarına kadar bir çok yolculuk yapmıştır. Ve bu
sırada, hiç kuşkusuz, bir çok kez sözünü ettiği bir gizli
cemiyet ya da tarikat ile uzun bir süre bağlantı kurmuş,
burada eski ve gizli bir geleneğin varlığını öğrenmiştir.

62
Bu onun daha sonraki faaliyetlerine yeni bir yön verdi.
Bu araştırma döneminin ardından belirlediği bir sorun
üzerinde deneylere girişti ve insanlığı insan doğasından
kaynaklanan ve dünyanın gidişatı içinde daha ciddiyet
kazanacağına inandığı özel bir zaaftan kurtarmak için
çalışmalara başladı. İnsan doğasının bu özelliği kolay tel­
kin altında kalması, yani insanların dıştan gelen telkinler
karşısında zayıf olması, kalabalığa ayak uydurma eğilimi
ve her tür propagandanın etkisiyle oradan oraya sürük­
lenmesidir. lletişim tekniklerinin gelişmesiyle bu günü­
müzde dünya için ciddi bir tehlike halini almıştır. lleti­
şim yöntemleri geliştikçe insanların kolay etki altında
kalması sonucu kişisel inisiyatif körelir ve insanların zi­
hinlerini hem kontrole tabii olanlar hem de onu uygula­
yanlar açısından felakete yol açabilecek denli kontrol al­
tına almak mümkün olur. Aldous Huxley Brave New
World'de bunun nereye kadar varabileceğini tasvir et­
miştir.
İnsanın kolay telkin altında kalması sorununu ince­
lemek için Gurdjieff hipnotizma alanında derin araştır­
malara girişti. 1920 yılında onunla ilk karşılaştığımız gün
de hipnotizma hakkında konuşmuştuk. O zaman çok şa­
şırtıcı seyler anlattı ve bu konuda karşılaşmış olduğum
herkesten daha fazla bilgi sahibi olduğunu gördüm.
1920'de ben de bu konuyla çok ilgileniyordum. Hipno­
tizma konusunda bilgili olduğum gibi bu alanda uzman
birisinden eğitim de görmüş ve matematik araştırmala­
rımdan çıkardığım zaman ve sonsuzlukla ilgili bazı so­
nuçları anlamamda bana ne ölçüde yardımcı olabileceği­
ni görmek için kendim uygulamalara girişmiştim. Dola­
yısıyla belli bir deneyimle konuşuyordum, ama çabucak
anladım ki hipnotizma alanında Gurdjieff'e kıyasla tam
bir cahildim. Sadece ben değil ünlü Fransız okült araş-

63
tırmacısı Charles Lancelin gibi bu konuyu derinlemesine
araştırmış ve benim şahsen tanıdığım başkaları da hip­
notizmanın insan için neler yapabileceğini henüz anla­
mış değillerdi.
Gurdjieff 1 900 ile 1 908 yılları arasında hipnotizma
alanında pratik araştırmalar yaptı ve geçen hafta söyledi­
ğim gibi belki de insanları alkolizmden, afyon bağımlılı­
ğından ve telkin altında kalmayı kolaylaştırıp inisiyatifi
azaltan diğer çeşitli etkilerden kurtarma çabasıyla bağ­
lantılı olarak bunu sürdürmekteydi.* O yıllarda Gurdji­
eff bu ciddi sorunla yüzyüze olan insanlara yardım et­
mek için pratik yollar olup olmadığını anlamaya çalışı­
yordu. Telkin altında kalmanın insanın tüm dertlerinin
temeli olduğunu iddia edecek değilim, çünkü bu da in­
sanın kendi bencilliğinden kaynaklanan bir zaaftır. insa­
nın bencilliği olmasaydı telkine de bu kadar açık olmaz­
dı. Yine de telkine açıklık bir semptomdur ve günümüz­
de insanların kabul etmeye hazır olduğundan çok daha
ciddi bir zaafın tezahürüdür. Elbette, reklamcılık ve po­
litik amaçlara yönelik propaganda ve beyin yıkama gibi
şeyleri sıksık duyuyoruz, ama gerçekte kolay telkin altın­
da kalma zaafı ya da aczi daha derindir ve çaresi bulun­
madığı takdirde insan soyu üzerindeki etkisi felakete ka­
dar varacaktır.
Bu nedenle, Gurdjieff araştırma konusunu insanın
bu ruhsal zaaftan kurtulma yöntemlerini keşfetmek ola­
rak seçerken hepimiz için gerçekten önem taşıyan bir
şey üzerinde çalışıyordu. Bir semptomu ortadan kaldır­
mak için bu semptomun kökündeki nedeni ortadan kal­
dırmanız gerekir. Telkine açıklığın gerisinde insan doğa­
sındaki acınası cehalet vardır ve bugün içinde bulundu-

(*) Bu konudaki başlıca bilgi kaynagı The Herald of Coming Good adlı
kitaptır.

64
ğumuz durum da beceriksizliklerimizden biridir. Bece­
riksiziz, çünkü dış doğa hakkında bu kadar çok iç doğa
hakkındaysa bu kadar az şey biliyoruz ve bu da faaliyet­
lerimizi tehlikeli bir şekilde dengesiz hale sokuyor. Dışa­
rıda böylesine etkinken içte etkisiz kalıyoruz.
Gurdjieff insanların neden kendilerini bilmedikleri­
ni anlamak için insanın doğasını derinlemesine incele­
meye başladı. Geçen hafta sözünü ettiğim bu okulla kur­
duğu bağlantı sırasında bunun açıklamasını bulmuş ol­
ması muhtemel ve bu günümüzde Gurdjieff'in düşünce­
lerini gerek yazılarından gerek pratik yollardan incele­
miş olan insanlar tarafından hala yeterince kavranamadı.
Temeldeki yanılsama bilincin doğasına ilişkindir. Bizim
bilinç diyegeldiğimiz şey bilincin bir yansımasıdır sade­
ce. Hakiki bilinç insanların bilinç dedikleri şeyin tam
tersidir. Gündelik bilincimizin ardında başka bir bilinç
vardır, ama bizim bilinç adını verdiğimiz sıradan bilin­
cin aslında aydınlığın karanlık, karanlığın aydınlık ola­
rak göründüğü bir fotograf negatifi gibi bilincin tersi ol­
duğunu söylemek daha doğru.
Gurdjieff bilincimizin bu özelliğini anladıktan son­
ra, daha önce hipnotizma alanında yaptığı çalışmaların
insanlığın sorununa dair tam bir manzara içine nasıl uy­
duğunu görebilmiştir. Başka bir deyişle, insanın, dış
dünyayla bağını kaybetmeden hakiki bilince nasıl erişe­
bileceğinin yollarını keşfetmek gerekmiştir. Ve bunun
için de çoğu zaman yanlış anlamaya yol açacak bir bi­
çimde alt bilinç olarak adlandırılan ters bilincimizi kul­
lanmamız gerekir.
İnsan doğasına ilişkin bu keşiflerin yanısıra Gurdji­
eff, şüphesiz, kendi deyimiyle Dünyanın Yaratılışı ve
Dünyanın Varlığını Sürdürmesi Yasaları ile de ilgiliydi.
Bununla insanın hep aradığı, bu dünyayı ve dünyadaki

65
kendi yerini anlamasını sağlayacak bilgiyi kastetmekte­
dir. Dünyanın nasıl oluştuğunu, nasıl işlediğini ve biz in­
sanların neden dünyayla bu şekilde bir ilişki kurabildiği­
mizi öğrenme ihtiyacıdır bu. Bilginin kaynağını, yani in­
san doğasını değil sadece bilinebileni araştıran doğal bi­
limlerin formüle etmekte bile zorlanacağı bir sorudur.
Bilim, fizik ve kimya yasalarıyla biyolojik süreçler tara­
fından yönetilen bir dünyanın ortasında insan diye bir
varlığın olmasını verili bir vaka olarak kabul eder, yanıtı­
nı vermediği gibi bu konuda soru bile sormaz. Bu yüz­
den insan ve onun deneyimiyle yeryüzü ve tabiatın bir
araya geldiği dünyanın eksiksiz bir resminin elde edil­
mesi gerekmektedir. İşte bu, insanın bütünsel dünyasıy­
la ilişkisi içindeki bütünsel durumunu anlama ihtiyacın­
dan ötürü Gurdjieff, temel yasalar ve ilkeler hakkında
işittiği herşeyi incelemiş ve bu alanda olağanüstü bilgi­
lerle karşılaşarak 1 908 ile 1 9 1 2 yılları arasındaki dönem­
de, evvelce hiç bir zaman tamamlayamadığı bir kozmo­
lojiyi bir araya getirebilmiştir.
Böylece, Gurdjieff' in hayatının beşinci dönemine
geliyoruz. Bu dönem 1 9 1 0'da, Gurdjieff'in -muhtemelen
araştırmalarında ona katılmış kişilerle işbirliği içinde­
tüm bu malzemeyi bir araya geti rmeye, yani pratik yol­
dan psikolojide, özellikle hipnotizma alanındaki çalışma­
larında öğrendikleriyle dünyanın yasaları ve yapısı, yani
kozmoloji hakkında öğrendiklerini birleştirmeye giriş­
mesiyle başlar. Böylece daha sonra Gurdjieff'in Sistemi
olarak bilinen, kendisininse Düşüncelerim olarak adlan­
dırdığı görüşler şekil almaya başlamıştır. Bu sentez çaba­
sının ne kadar sürdüğünü söylemek zor, çünkü Birinci
Dünya Savaşı' nın başladığı sırada hala çalışmalar sürü­
yordu. O yıllarda bu sentezi gerçekleştirebilmek için
Üzerlerinde deneyler yapabileceği insanlar bulmak ge-

66
rektiğini anlamıştı. Önce orada burada küçük gruplar
daha sonra da İnsanın Ahenkli Gelişimi Enstitüsü' nü
kurdu. Çar ve Saray ' a kadar uzanan çok üst çevrelerle
ilişki içindeydi. Çar il. Nikolas ile birkaç kez karşılaş­
mıştı. Kendisi de Çar'dan büyük bir hayranlık ve sevgiy­
le sözeder, Rus Sarayı' ndaki garip durum u anlatırdı.
Herhalde biliyo rsunuzdur, karısı da Polonya Sara­
yı' ndan soylu bir hanımefendiydi.
Gurdjieff' in Rusya' da üst çevreler arasında gezindi­
ği bu dönem 1 9 1 4 ' de savaşın başlamasına kadar sürdü.
Rus sarayı üzerinde çok garip bir etkisi olan keşiş Ras­
putin'le de ilişki kurmuş ve onun etkisini kırmaya çalış­
mıştı. Daha sonra, bütün bunlardan çekildi. Ardından ,
1 91 5 ' de Ouspensky ve onun getirdiği insanlarla tanış­
masıyla yeni bir dönem başladı. Bu dönemde birkaç de­
neysel grupla çalışmalar yaptı ve savaş yılları boyunca,
1 91 5 ' den devrime kadar bu çalışmaları sürdürdü ve son­
ra Kafkaslar'a çekildi. Babası 25 Nisan 1 91 8' de Kars ' ın
Türkler tarafından alınması sırasında öldürüldü. Gurdji­
eff'in 1 9 1 5 - 1 9 1 9 yılları arasındaki faaliyetleri hakkında
pek çok şey biliyoruz, çünkü Ouspensky In Search oj
the Miraculous adlı kitabında bunları yazdı. Ancak,
Ouspensky'nin Gurdjieff'in çalışmalarının sadece küçük
bir bölümüyle ilişkili olduğunu da unutmamalıyız.
Gurdjieff' in giriştiği deneylerin birçoğu bırakıldı ve o
farklı yöntemlerle çalışmaya başladı, bu yüzden daha
sonra yaptıkları tümüyle yeni bir dönemi temsil eder.
Şimdi, Gurdjieff' in ne üzerinde deneyler yaptığını
merak edebilirsiniz. Burada, Anlayış bir bağlamdan öte­
kine aktarmanın zorluğu hakkında bir şey söylemem ge­
rekiyor. Asya' da insanlık açısından çok büyük önem ta­
şıyan bir geleneksel bilgeliğin varlığı şüphe götürmez.
Genellikle sanılanın aksine bu Hindistan ve Uzak Do-

67
ğu'dan çok Orta Doğu olarak bilinen bölgede daha ge­
lişmiştir. Ama bunun nereden geldiği o kadar önemli
değil, asıl mesele bu bilgeliği bizim Avrupalı ortamımıza
aktarmanın son derece güç, çoğu kimsenin sandığından
daha güç olması. Hindistan, Çin, Japonya ve Orta Do­
ğu'dan -Budist, Hindu, Tantracı, Zen, Sufi ve diğer kay­
naklardan- gelen kavram ve yöntemleri Batı'ya aktarmak
için pek çok olgunlaşmamış girişim yapıldı. Gerçekten
ciddi güçlükler ortaya çıktı, çünkü bu bilgeliği Batı'ya
getirmeye çabalayanlar ya Doğu'nun sunduklarını yete­
rince özümseyememiş Avrupalılar ya da Avrupa ve
Amerika'daki koşulları anlamamış Asyalılardı. Hemen
hemen her seferinde Asya'daki belirli koşullar altında ta­
mamen geçerli olan şeyleri çok farklı koşullara aktarma­
ya ya da yeni koşulları tam olarak anlayamadan bunları
Batı'ya uyarlamaya çalışırken ciddi hatalar yapnlar.
Gurdjieff'in önüne koyduğu temel görevlerden biri
de özellik.le Asya ve bir ölçüde Afrika'da bulduğu şeyle­
rin batılıiara pratik biçimde sunulmasını sağlamaktı. Ye­
terince tatmin edici olduğuna inandığı bir yöntem bula­
na kadar otuz küsur yıl deneylerini sürdürdü. Üstelik bu
işe iki önemli avantajla başlamış olmasına karşın. Birin­
cisi, kendisi de aslında Avrupa kökenliydi. ikinci olarak
da, insan doğasında üstesinden gelinmesi gereken zaaf­
lar üzerinde özellikle incelemeler yapmıştı. Araştırmaları
sadece insanın mükemmelleşmesine yönelik -sözgelimi
meditasyonla bilincin derinliklerine ulaşma gibi yöntem­
lerle sınırlı- değildi, bizleri normal bir yaşam sürdür­
mekten alıkoyan doğamızdaki engelleri derinlemesine
incelemişti. Bu sayede Batıhlarla ilişki kurarken önemli
bir avantaj elde ediyordu. Çünkü bu engeller Doğu'da
ve Batı'da pek farklı değildir. Doğu ile Batı arasındaki
asıl fark daha çok bizim inandıklarımızla onların inan-

68
dıkları, bizim umut ettiklerimizle onların umut ettikleri
şeylere ilişkindir. Bu yüzden biribirimizi anlamamız zor
olmaktadır. Doğalarımız pek farklı değildir, ama biz on­
ların akıllarından bile geçirmedikleri şeylere önem veri­
yoruz onlarsa bizim aklımızdan bile geçirmediğimiz şey­
lere.
Gurdjieff'in 191O'dan 1930'ların başına kadar önü­
ne koyduğu görev daha önce sözünü ettiğim, kendisinin
yirmi bir yıl önce doğal olmayan bir yaşam sürdürmeye
başladığını söylediği döneme tekabül eder. Ardından,
kısa bir süre için normal bir yaşam sürdürmeye başla­
mış, ama sonra tekrar anlaşılması güç bir hayat tarzına
dönmüştür.
Şimdi, bütün bunların sonucu hakkında bir şey söy­
f
leyeyim, çünkü Gurdjief in deneylerinin aşamaları üze­
rinde daha fazla duracak zamanım yok. Geçen hafta töz­
ler hakkında, Doğu -özellikle Orta Doğu- ülkelerinde fa­
aliyetlerin ardındaki tözlerin bizim anladığımızdan daha
iyi anlaşıldığı konusunda söylediklerimi hatırlayın.
Gurdjieff insanın değişiklik yaratmak için bu tözleri üre­
tebilmesi ve denetleyebilmesine çok önem veriyordu. Bir
şeyi uygun olmayan yakıtla beslediğiniz sürece onun işle­
yişini düzeltemeyeceğinizi anlamıştı. Daha gelişkin bir
eylem için daha gelişkin bir yakıt kullanmanız gerekir.
Tözlerle ilişkili olarak, Gurdjieff'in bu yüzyılın baş­
larında bir kavramla karşılaştığı kuşku götürmez. Bunu
daha sonra Beelzebub'un Savaş başlıklı bölümünde
Kürt aydını Atarnakh'dan sözederken yazmıştır. Atar­
nakh, yeryüzünde savaşın sebebinin insanların davranış­
ları değil ·ancak iki yoldan, ya insanların bilinçli ve kasıtlı
etkinliği ya da ölüm yoluyla üretilebilen bir töze duyulan
ihtiyaç olduğunu keşfetmişti. Buna göre, insanlar bu tö­
zü bilerek üretmezlerse dünyada ölümler, özellikle de

69
vakitsiz ölümler artar. Bunun sonucunda savaş kaçınıl­
maz olur. Bu anlayışa göre savaşlar insanın kozmik gö­
revlerini yerine getirememesinin sonucu olarak çıkmak­
ta, bu başarısızlıktan ötürü savaşı doğuran koşullar kaçı­
nılmaz olmaktadır. Ya da savaş değilse bile insanların
vakitsiz ölümleri artar. Bu teoriye göre, gerekli töz ancak
bir tür ölümle ortaya çıktığından bu sonuç dünya nüfu­
sunun, bu yüzyılda olduğu gibi muazzam artışıyla elde
edilebilir. Gurdjieff, Beelzebub' un XLI I I. Bölümünün
sonunda, kurtlar, sıçanlar ve farelere gönderme yapar­
ken bu imada bulunmuştur. Bu sürecin bir şekilde 'ayın
beslenmesi' ile de bağlantılı olduğunu farketmişsinizdir.
Bu iddiaları ister kelimesi kelimesi isterse mecazi
olarak alalım şurası açık ki Gurdjieff, hepimiz için çok
önemli bir hakikatle karşı karşıya olduğu görüşündedir:
i nsan ya yeryüzündeki varoluşunun sebebi olan belirli
bir görevi yerine getirecek ya da aynı sonuçları istese de
istemese de, kendisine rağmen doğuracak bir biçimde
yaşamak ve ölmek zorunda kalacaktır.
Bu yaklaşım çok basit biçimde şöyle özetlenebilir:
haklı bir amaç için yerine getirilen bu bilinçli eylemler
belirli bir tözün ortaya çıkmasını sağlar. Bu tözün bir
bölümü o eylemin gerçekleştirilmesi için harcanır, bir
bölümü amaç her neyse onun için saklanır; diğer bir
parçasıysa mükemmelleşme için, kişinin iç gelişmesi ve
tinselleşmesi için kullanılacaktır. insan hayatı bu enerji
dönüşümünün yeterli sayıda insan tarafından gerçekten
bilinçli bir şekilde yürütülmesine uygun olarak örgütlen­
melidir ve ancak bu yolla insan hayatının sorunları orta­
dan kaldırılabilir.*
Bu inanç biraz farklı bir kılıkta, başkasının adına çi­
le çekme ve erdemlerin aktarımı öğretisinde Batı'nın da

(*) Daha fazla ayrına için bkz. Beelzebub, s. 1 105-8.

70
yabancı olmadığı bir şeydir. Gurdjieff insanların bu gö­
revi anlamasına ve bunun yerine getirilmesi için hareke­
te geçmelerine büyük önem verir. Ancak bu şekilde in­
sanlığn karşısındaki büyük tehlike bertaraf edilebilir.
Gurdjieff insanların bu görevi yerine getirmek istedikleri
takdirde tözlerin dönüşümünü nasıl gerçekleştirecekleri­
ni anlamalarını, başka bir deyişle insanın kozmik görevi­
ni nasıl yerine getireceğini görmesini sağlayacak koşulla­
rın oluşturulmasını amaçlıyordu. Buradaki ilke insanın
bu görevi yerine getirirken hem diğer insanlara hizmet
etmesi hem de kendi ruhunu kurtarmasıdır.
Bu mesele telkine yatkınlık sorunuyla da yakından
ilişkilidir. İnsanların kozmik görevlerini yerine getirebil­
mek için kolay etki altında kalmaktan kurtulmaları çok
önemlidir. Yerine getirmeleri gereken görevleri özgürce
ve bilinçli bir şekilde benimseyen ve kabul eden bağım­
sız ve özgür insanlar olmalıdırlar. Bu nedenle, insanlara
onları telkine açık ve kendilerine karşı aşırı müsamaha­
kar kılan yanılsama ve zaaflardan nasıl kurtulabilecekleri
ve insandan beklenen bu görevi nasıl yerine getirebile­
cekleri gösterilmelidir. Bu görevin nasıl yerine getirile­
ceği ahlaki kurallar ya da din öğretileri ve uygulamaları
biçiminde gösterilebilir. Bunlar hep birlikte Nesnel Ah­
lakın Yolları'nı oluştururlar. Kendi dininin uygulamala­
rını samimiyet ve içtenlikle yerine getiren ve kurallarına
uyan herkes bu tözlerin bilinçli dönüşümüyle aynı sonu­
cu ortaya çıkaracaktır. Yaşama tarzlarıyla, başka türlü
ancak ölerek elde edilecek bir şeyi sağlayabileceklerdir.
Yine de, sınırlı sayıda insanın lvmelendirilmiş Tamamla­
ma Yolları denilen yolu izlemesi de mümkün ve gerekli­
dir. Bu yollar farklı biçimler alabilir: bazıları dinle bağ­
lantılıdır bazılarıysa değildir, ama hepsinin ortak yanı
herkese yönelik olarak formüle edilmiş dolayısıyla çok

71
genel ve çoğu zaman muğlak olan kural ve emirleri yeri­
ne getirerek gerçekleştirilenden daha kesin ve daha kişi­
sel bir dönüştürme çabasının gerekliliğidir. İvmelendiril­
miş Tamamlama Yolları arasında Dördüncü Yol da var­
dır. Bunun özelliği yaşamın sıradan yükümlülüklerinin
çok kesin biçimde düzenlenmiş çok yoğun bir kişisel ça­
lışma ile birlikte sürdürülmesidir.
Gurdjieff'in yazılarını okumuş ve yaşamı hakkında
az çok bilgisi olan herkes onun tümüyle Dördüncü Yol
üzerinde yoğunlaştığını farkedecektir. Bu yolu izleyenle­
rin en üst derecede zeka, uyum ve iç özgürlüğe sahip ol­
maları gerekir, çünkü Dönüştürme Görevi'nin tüm in­
sanlar için ortak olan yükümlülükleri gözden kaçırma­
dan yerine getirilmesini sağlayacak koşulları yaratmak
zorundadırlar. Bu bizi basit ve pratik bir soruyla karşı
karşıya bırakıyor: insanın kozmik görevini yerine getir­
mesini sağlayacak koşullar nelerdir? Dördüncü Yol'u
bilmeyenler bunun ancak hayattan el etek çekerek yapı­
labileceğini zannederler. Daha eski zamanlarda bu çalış­
manın yoğunluğu ve hızlandırılmasının sadece dünya­
dan el etek çekmiş, tüm zaman ve enerjilerini tözlerin
dönüşümünü sağlayan eylemlere adayan keşiş ve münze­
vilere has olduğu düşünülürdü. Yeryüzündeki yaşam
koşullarının şimdikinden çok daha basit olduğu eski za­
manlarda bunun yaygın olduğu doğrudur. Ama günü­
müzün sorunları farklıdır ve Gurdjieff, iletişimin geliş­
mesi ve diğer teknolojik ilerlemelerden ötürü yeryüzün­
deki yaşamların daha sıkı biçimde içiçe geçtiğinin, artık
gereken sonuçları üretmek için dünyadan el etek çekme­
nin mümkün olmadığının farkındadır. Bu nedenle, in­
sanların gündelik hayat koşulları içinde bu çalışmayı art­
tırabilmelerini sağlayan yolların bulunması gerekir. Ve
bu yüzyılın en dikkate değer yanlarından biri de dünya-

72
nın çok farklı yerlerinde, farklı isimlerle, dünyanın tüm
büyük dinleriyle bağlantılı, ama her durumda insanın
tinsel yükümlülüklerini gündelik hayat koşulları içinde
yerine getirebilmesine yönelik birçok yeni hareketin or­
taya çıkmış olmasıdır.
Tüm bu hareketlerin sözünü ettiğim Dördüncü
Yol' a ait olduğunu düşünebilirsiniz. Ne yazık ki, Nesnel
Ahlak Yolları' ndan ayrılmayı haklı kılan tek gerekçe
olan ivmelendirilmiş tamamlama niteliğinden yoksun
pek çok taklit de ortaya çıkmıştır. Bu çok ilginç birşey
ve ben kendim de bunu elimden geldiğince inceledim.
Bildiğim yirmi, otuz hareketin temel ortak noktası insa­
nın dünyadan el etek çekmeden, insana özgü sıradan so­
rumlulukları -evlenmek, çocuk doğurmak, dünyada bir
işi sürdürmek, vs. - terketmeden gerek içsel gerek dışsal
olarak tam bir hayatı sürdürebileceğini kabul etmeleri.
Ne var ki bunların hepsinin, hatta çoğunun Dördüncü
Yol'a ait olduğunı söylemek mümkün değil. Bu hareket­
lerin çoğunda çok fazla teori ve çok az pratik var, diğer­
lerindeyse ivmelendirilmiş tamamlamanın gereklerine
uyacak esneklik yok.
Şimdilik, Dördüncü Yol çalışması için merkezler
kurma yönündeki yarım kalmış girişimler üzerinde değil,
ancak böyle bir çalışmanın gerekliliğinin yaygın olarak
kabul görmüş olması üzerinde duracağım. Bunun yir­
minci yüzyılın bakış açısının değişmesinin basit bir so­
nucu olduğunu sanmıyorum, belki tersi doğru olabilir,
belki de böyle yeni bir anlayış kabul gördüğünden bizim
bakış açımız değişiyordur. Sıradan bir yaşam sürdüren
insanların insanlığın büyük sorularının çözümüne katkı­
da bulunabileceği hissediliyor. Sözgelimi, Hıristiyan Ki­
liselerinde din adamlarıyla sıradan insanlar arasındaki
ayrımın her yerde azaldığını görüyoruz. Eskiden olduğu-

73
nun aksine uzman, yani din adamı olmayan insanların
dinsel ve tinsel yaşamlarının önemi kabul ediliyor; bu
durum yüz yıl önce tasavvur edilemeyecek ölçüde kabul
görmeye başladı. Aynı şey Budizm için de geçerli. Daha
yüz yıl önce gerçekten tinsel olarak kabul edilen kişiler
sadece keşişler ya da Bhikkulardı. Sıradan bir Budist ile­
rideki bir zamanda dünyadan el etek çekmesini müm­
kün kılacak koşullarda yeniden doğmak dışında hiç bir­
şey elde etmeyi ummaksızın sıradan bir yaşam sürdür­
mekle yetinirdi. Budizmin eski din kitapları -Pali Pitaka­
lar- tümüyle dünyayı redden Bhikku'nun yaşamının sıra­
dan insanın yaşamına üstünlüğü üzerine kuruludur. 20.
Yüzyılda Budizm bu geleneksel tavrı olağanüstü ölçüde
terketti ve aruk -Burma'daki Satipatthena hareketi gibi­
birçok hareket sıradan insanların daha önce sadece
Bhikkulara mahsus sayılan tinsel gelişmeyi sağlamak için
nasıl meditasyon yapması gerektiğini öğretiyor.
Dördüncü Yol kavramını kısaca açıkladıktan sonra
onun bir diğer önemli özelliği üzerinde durmalıyım: ya­
ni, hiç bir sürekli biçimi, sürekli yeri ve merkezi olma­
ması. Dördüncü Yol hiç durmaksızın arayışını sürdürür
ve kendini yeniler. Bunu da kendi içeriğini geliştirmek
için değil bir görevi yerine getirmek için yapar. Bu dün­
yada gerçekleştirilmesi gereken bir Yapıt vardır ve bunu
yerine getirmek için bazı insanlar gerekli anlayış düzeyi­
ne ulaşmalıdır. Kolay etki altında kalan, dış dünya karşı­
sında zayıf olan, kendilerini bilmeyen -ve özellikle alışı­
lagelmiş ters bilinç ya da yarı-bilinç durumunda kalan­
insanlar kendine özgü yükümlülükleri olan bu görevi
dolaysız biçimde ya da hakkıyla yerine getiremezler. Bu
nedenle, bu yönde sorumluluk taşıyanların, bu yolu se­
çen ve bu yolda kalmak isteyen insanlara kendilerini ha­
zırlamaları için yardımcı olmaları gerekir.

74
B u çok önemli bir ayrımı ortaya çıkarıyor. Bir kere,
yirmincü yüzyıl a özgü bu anlayışa göre günümüzde tin­
sel gelişme için hayatın sorumluluklarından çekilmek ge­
rekm ez, yani tinselli k profesyonel bir iş değildir aruk.
İnsanlığın bilinen dinsel prati kleriyle yeni ortaya çıkan
hareketlerin hepsinin ortak bir noktası budur. İkinci ve
daha az anlaşılan kavram da ivmelendi ril miş gelişmenin
belli bir Yapıt'ı sürdürm ekle bağlanulı olmasıdı r. Dör­
düncü Yol kavramı bu iki ilkeyle tamamen içiçedir: bi­
rincisi, dış yaşama dahil olma, ikincisi de büyük bir Koz­
mik Amaç için gerekli sorumluluğun içsel olarak kabulü.
Gu rdjieff' e göre bu amaç insanlığın tüm yazgısını
doğru yola sokacak tözlerin dönüştürülmesiyle ilgilidir.
Bu birçok biçim alır. Sanatsal yaratı etkinlikleri biçimini
alabilir; belli toplumsal ö rgütlenmeler bi çimini alabilir;
uzmanlaşmış bilginin aktarımı ya da insanlığın duru­
muyl a ilgili araştırma ve geleceğe hazırlanm a biçimini
alabili r ve sözünü ettiğim şeyle, yani tözlerin dönüşü­
müyle daha spesifik biçimde bağlantılı diğer bazı görev­
ler biçimini alabilir.
Bu konuda uzun yıllar araştırmalar yapmış ve bu
alanla ilgili çok sayıda insanla ilişki kurmuş biri olarak
gerçekten böyle bir Yapıt ' ın varlığından ve bunu dıştan
pek görünmeyen bir biçimde anlayan insanların oldu­
ğundan eminim. Yani , aslında yeryüzünde bir İ kili Etki
sözkonusu. Bunlardan biri hepimizin katıldığı görünür,
dı ş yaşam , ötekiyse seçimimiz sonucu katılabildiğimiz
görünmez yaşam . Bir bakıma, birincisinin nedenselliğe
dayalı bir yaşam olduğu yani geçmişte varolmuş yaşamın
bugün hissedilen ve geleceğe taşınacak sonuçlar doğur­
duğu söylenebilir. Buna olaylar akışı da denebilir. Sam ­
sara ve Feleğin Çarkı gibi isimler de verilir elbette, ama
en basit biçimde hepimizin yaşadığı sıradan hayattır bu.

75
İkinci, öteki yaşamsa nedensillik üzerine kurulu değildir,
yani ancak yaratıldığı oranda varolur. Bu Yaratıcılık ya­
şamıdır. Doğru biçimde yerine getirilmiş her yaratıcı ey­
lem bu hayata katılmanın bir aracıdır. Ve yaratıcılık ara­
yışı hayat arayışıdır.
Yaratmanın içeriği ve biçimi sonsuz zenginliktedir.
Her yerde olup biten herşey aynı zamanda olası yaratıcı­
lığın alanıdır, dolayısıyla yaratım alanında bulunabilecek
şeyler sınırsızdır. Ama insanlığın büyük bölümü birinci
yaşamla yetinir. Bir bölümü ise ötekini arar, çünkü yara­
tıcı etkinliğe katılma ihtiyacını hissetmekte ve buna ka­
tılmadığında sadece yarım bir hayat sürdürdüğünü, hat­
ta belki bunu bile sürdüremediğini farketmektedir.
Çalışma, İş ya da Yapıt sözcükleriyle kastedilen bu­
dur ve bir eserden ya da Başyapıtdan, Magnum
Opus'dan sözettiğimizde olması için sürekli yaratılması
gereken görünmez dünya kastedilmektedir. Yazgımızda
ivmelendirilmiş tamamlama varsa işte buna yöneliriz. Bu
dünyaya girebilmek için onun içinde olma hakkını ka­
zanmamız gerekir ve bunun için kendimiz tarafından ya­
pılmış birşeyleri getirmek zorundayız. Getirebileceğimiz
ilk ve en yalın şey yapıt kapasitemiz, enerjiyi dönüştür­
me ve bu şekilde Yaratım'a katılma kapasitemizdir. Bu
daha sonra nesnel gereklere ve kendi öznel güçlerimize
göre yaratıcılığın özgül biçimlerine dönüşür.
Dördüncü Yol'un, yaratıcılık ilkesinin yaşam içinde
doğrudan uygulanışı olduğu açıktır. Bu yüzden onun ne­
denselliğe dayanmadığını söylüyorum. Her zaman ken­
dinden önce gelen bir neden olmaksızın başlar. Bunu
mümkün kılan öteden gelen anlık bir çağrıdır. Bir felse­
fe konferansı vermek zorunda kalabilir ve felsefi soruları
yanıtlama tehlikesine düşebilirim, ama sadece şunu be­
lirteyim ki yapılması gereken bir İş, bir Yapıt vardır ve

76
bazı insanlar bu İş'e, Yapıt'a katılmadıkça yaşamlarının
eksik kaldığını hissederler. Bu konferanslar da işte bu
tür insanlara yöneliktir.
Gurdjieff katılmanın dolaysız bir yolunu bulmuştu
ve bizler, Baulılar için de bunun mümkün kılınmasını
sağlamaya çalışu. Bu biçimi yaratan da bu yolun kurucu­
su da o değildi, ama bence Gurdjieff insanlığın geçmiş­
ten çıkarak yeni bir çağa geçişiyle ilgili bir çok şeyden
kendine özgü biçimde esinlenmişti. Dünyamızın gelece­
ğine ilişkin önemli bir özellik insan deneyiminin tüm bi­
çimlerinin birleşmek üzere olmasıdır. Bunun, içinde bu­
lunduğumuz yirminci yüzyılın çok belirgin bir özelliği
olduğuna inanıyorum. Bu birleşme zorunluluğu bir yan­
dan çok ciddi tepkiler doğuruyor, bu yüzden zorlu sa­
vaşlar, düşmanlıklar ve kinler gördük. Ama tüm bunla­
rın ardına bakarsanız hepsinin nedeninin birleşmek ve
tecrit olmamak gayreti olduğunu görebilirsiniz. Bunun
çok belirgin bir özelliği de dünyada hoşgörünün artması
ve insanların birbirlerini kabul etmeye başlamasıdır ki
bu da tüm keder verici yanlarına rağmen yüzyılımızın en
umut verici ve takdir edilecek özelliğidir.
Şimdi, bunun bizler için pratik anlamı nedir ve
Gurdjieff neyin peşindeydi? O, 1930'ların başında New
York' da verdiği bazı konferanslarda çok ilginç bir ipucu
sunuyor -yayımlanmış yazılarında olduğunu sanmıyo­
rum- ve sözünü ettiğim The Herald of Coming Good
adlı kitabında çok spesifik biçimde bundan bahsediyor.
Bu dünyada yeni bir tür Klüpler kurulması yönündeki
umududur. Yaşamı süresince hayata geçiremese de bu­
nu çok önemsiyordu. İnsanların birbirini tanıyabilmesi
ve deneyimlerini paylaşabilmesini gerekli görüyordu.
Ancak bugünkü koşullar alunda bunu yapmalarının bir
anlamı yok, çünkü sadece önemsiz ve dışa dönük konu-

77
larda konuşuyor ve deneyimlerini paylaşıyorlar ya da bu­
nu çok biçimsel ve ritüele yönelik şartlarda yapıyorlar.
Gurdjieff insanların bir araya gelip deneylerini paylaş­
masını ve böylece çok değişik türde insanların biribiriyle
bağlantı kurmasını, insan hayatına ve insanların nasıl ya­
şamaları gerektiğine ilişkin anlayışın yayılmasını istiyor­
du. Ömrünün sonuna kadar bu sorunun ağırlığını anlat­
tı durdu. Başka bir deyişle, onun yapmak istediği ezote­
rik ya da gizli bir şey değildi; tam tersine olabildiğince
çok insanın insan yaşamına dair bu sorunun varlığı far­
ketmesini, bu anlayışın paylaşılmasını ve ortaya konma­
sını istiy'ordu. Buna dair çok farklı yorumların ve anlayış
biçimlerinin ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğunu bi­
liyordu ve insanların bir araya gelebilmesi için ortak bir
zeminin oluşmasını sağlayacak yolların bulunabileceğini
umuyordu. Bence o tüm yaşamı boyunca bunun temeli­
ni atmak istedi ama bu konuda şansı hiç yaver gitmedi.
Fransa, Fontainebleu'deki ilk girişimi başarısız kaldı ve
1930'ların sonunda bunu yeniden denemeye hazır oldu­
ğunda İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Savaştan sonra
çok hastaydı ve ömrünün sonuna yaklaşmıştı, yine de
Paris yakınlarında bir yer kurmak için çok ciddi çaba
harcadı.
Bence, Gurdjieff bu sorunlar hakkında keşfettiği ve
anladığı şeyin hiç bir gizlilik olmaksızın insanlar arasın­
da serbestçe yayılacağını ve buna hazır olan herkesin ha­
yatını Yaratıcı Dünya'da üretken biçimde yaşama göre­
vine katılmasının mümkün olacağını umuyordu. Bazı in­
sanlar için bu daha da ileri götürülebilir ve onlar Gurdji­
eff'in ivmelendirilmiş sonuçlar adını verdiği şeyi elde
edebilirler. Gurdjieff diğer insanların da bu genel sürece
katılmasının kendileri için aynı yoğunlukta olmasa bile
mümkün olduğuna inanıyordu. Bu hayat tarzı anlayışı-

78
nın ve onu yaşama yeteneğinin genel olarak yaygınlaşma­
sı için bu alanda daha güçlü olanların diğerleriyle pay­
laşmaları gerekir. Bu, tözlerin dönüşümüyle sıkısıkıya
bağlantılıdır. Basitçe söylersek, tinsel olarak güçlü olan­
ların zayıf olanlara, sadece dışa dönük eylemleriyle değil
aynı zamanda onlara yapıt tözü sunarak yardımcı olma­
ları anlamına gelir. Bu bir bakıma Kraliçe Arı'nın üretti­
ği ve işçi arıların faaliyetlerini mümkün kılan Kraliçe Tö­
züne benzer. Bu çok önemli kavramı Gurdjieff bana ilk
olarak 1923 'ün Temmuz ayında açıklamıştı ve ben de
Witness (s. 116) adlı kitabımda bundan kısaca sözettim.
Bunu anladığınızda insanın yeryüzündeki hayatının an­
lamını kavramak üzeresiniz demektir. Gurdjieff yapıt tö­
zünü üretme gücüne sahipti ve onu tanıyan bizler bun­
dan yararlanabiliyorduk. Ama bu tözün başka ve tek bir
insanın ütetebileceğinden daha güçlü kaynakları da var­
dır.
Böylece, tekrar Gurdjieff' in yeryüzünde üretilen
toplam yapıtla ilişkili olarak nerede durduğu sorusuna
dönmüş oluyoruz. Gurdjieff' in kişisel yaşamını, daha
önce Melamet Yolu olarak sözettiğim şekilde sürdürme­
si çok kafa karıştırmıştır. İnsanlar yapıtın itici olması ge­
rektiği inancına yönlendirilmişlerdir. Gurdjieff'in amacı­
nın hiç de bu olmadığından eminim. Onun istediği şey
diğer insanların ona bağımlı olmasından, telkine açıklık­
larını ona yöneltip onu bir lider figürüne dönüştürmele­
rinden korunmaktı. Onun amacı insanların özgür olma­
sıydı. Bu yöntem sadece kendisi için, kişisel olarak uygu­
lanan bir şeydi ve başkasının bunu taklit ettiğini gördü­
ğünde çok kızar, Senin bunu yapman gerekmez, böyle
davranman aptalca olur, derdi. Başka bir deyişle, onunla
ilişki içindeki insanlar anlaşılmaz davranışlarını taklit et­
meye ve kendilerini hor göstermeye başladıklarında bu-

79
nun onlar için gereksiz ve dolayısıyla tamamen yanlış ol­
duğunu sert biçimde göstemekten geri durmazdı. Sade­
ce kendi önüne koyduğu görev için gerekli bir şeydi bu.
Gurdjieff'in bir yükümlülüğü vardı: sürdürdüğü
kendine özgü çalışma içinde etrafında kendisine bağımlı
birçok öğrenci olan büyük öğretmen konumuna geçme­
mesi gerekiyordu. Eğer böyle bir şeyi tercih etmiş olsay­
dı insanları çekme gücünü kolaylıkla kullanabilirdi el­
bette. Etrafında binlerce insan toplanır, daha iyi bir ha­
yat yaşamak isteyen insanlar için son derece değerli olan
yöntemlerini nisbeten az sayıda insana değil binlerce ki­
şiye yayabilirdi. Ama o bilerek bundan kaçındı. Böyle
yapma nedenini bildiğim kanısındayım, ama şu an bunu
açıklamak doğru olmaz.
Size bu kendine özgü insan ve geliştirdiği yöntem
hakkında biraz olsun bilgi vermeye çalışum ve bunun in­
sanlığın genel sorunu için çoğu kişinin sandığından çok
daha önemli olduğunu düşünüyorum. Demem o ki,
Gurdjieff kendi rolünü oynamak için çok büyük çaba
sarfetti, ama hikayenin tümü değildir bu. Dünyada şu
anda süregiden bütünsel bir süreç, insanın şimdiki ara
dönemden çıkıp yeni bir devreye yükselmesi ve bu yeni
devrenin geçmişten kalan ciddi handikaplar olmadan
başlaulması için bütünsel bir yaraucı etkinlik var. Bu
çok çeşitli yollardan ve çok ince ve derin bir işleyişle sü­
rüyor. Yaşım ilerledikçe bunu daha iyi görebiliyorum -
içinde bulunduğum şartlar bunu dünyanın bir çok bölü­
münde görmemi sağlıyor- ve insanlığın gizli işlerini yön­
lendirmekte olan olağanüstü güç karşısında, insanüstü
zeka ve bilinç karşısında hep hayrete düşüyorum.
Bu konferansları verme amacım sadece Gurdjieff
hakkında birkaç laf etmek değil aynı zamanda bu çalış­
mayı çok üretken biçimde ileriye götürmeye yarayacağı­
nı düşündüğüm bazı yönelimlerden sözetmekti.
80

You might also like