You are on page 1of 19

MRST

TIP

SORU 971 -İslam açısından Tıp hakkında bilgi verir misiniz?

CEVAP: İslam dini, sonsuz alemde insanın mutlu olarak yaşayabilmesi için oraya uzanan yolu gösterip belirttiği gibi, şu dünya
hayatında mutluluğu ve sağlıklı yaşamı sürdürebilmek için, koruyucu tedbirler belirterek beşerin önüne sermektir. İnsanlık,
tarih boyunca bundan faydalanmıştır. Bu koruyucu tedbirleri ifade eden ayet ve hadisler pek çoktur. Ama hepsini
serdetmemiz mümkün değildir. Bunun için biz örnek olarak birkaç tanesini zikretmekle yetineceğiz.

1. "Ve yiyiniz içiniz, ama israf etmeyiniz." (Araf -31)

Herkesin bildiği gibi yemek ve içmek hususunda israf edip, aşırıya kaçmanın çok hastalıklara vesile olduğu gibi, az yiyip
perhize riayet etmek de şifaya vesiledir. İsraf ve aşırıya gitmek sadece yemek ve içmekle değil, her şeyde hatta ibadette dahi
dinen sakıncalıdır.

2. "Allah pis ve zararlı şeyleri onlar için yasaklar" (Araf-157)

Cenabı Hak bu ve benzeri ayetlerle fert ve toplum için zararlı

olan her şeyin altında ya menfaat ya da zarar yatar, zararlı olursa haram, faydalı olursa helaldir.

3. "Ey iman edenler, şüphesiz içki, kumar, dikili putlar ve fal okları şeytanın işinden birer pisliktir. Ondan kaçınınız ki felah
bulasınız." (Maide -90)

Görüldüğü gibi bu ayeti Kerime saadete erişebilmek için beşerin madde ve manasını tahrip eden bu afetlerden
uzaklaşmanın gerekli olduğunu beyan ediyor. Özellikle sekir verici ve uyuşturucu maddeler vücudu yıpratıp çeşitli
hastalıklara sebebiyet veriyor. Yeşilay gibi cemiyet ve kurumlar bunlara karşı mücadele etse de ruha hitap etmediği için pek
etkili olamıyor.

4. "Kolera hastalığının bir yerde olduğunu duyarsanız oraya girmeyiniz. bulunduğunuz yerde olursa oradan çıkıp başka yere
gitmeyiniz" (Buhari -Müslim) Bu hadisi şerif bulaşıcı hastalıklardan korunup gerekli tedbiri almayı vc karantina usulünü
göstermektedir.

5. "Misvak" ağızı temizler, Allah'ın rızasını kazandırır" (İbn. Hibban ve İbn. Huzeyme)

Bilindiği gibi ağzın iç mikropların üremesine ve yaşamasına uygun bir mekandır. Bunun için İslam dini Abdest alırken,
ağzımızı yıkamamızı ve misvaklayıp fırçalamamızı emretmiştir. Ağız ile dişleri temizleyen herşey misvaktır. O sadece Hicaz'da
bulunan ağacın ismi değildir. İslam dini tıbbın esaslarını teşkil eden bu düsturları tesis etmek suretiyle tıbbın ehemmiyetine
ve evrenin en değerli meyvesi olan insana hizmet verdiğinden büyük bir değere haiz olduğuna işaret ediyor.

Tabib olan kimse, birçok insanın hayatını kurtardığı için çok onurlu ve şereflidir. İmanlı ve samimi olduğu takdirde insanlar
nezdinde olduğu gibi Allah nezdinde de büyük bir değere sahiptir. Kur'anı Kerim, mealen şöyle buyuruyor: "Kim bir insanın
hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış olur." (Maide -32)

Peygamber (S.A. V) bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: "İnsanların en iyisi insanlara en çok faydası dokunandır." İmamı
Şafii şöyle buyuruyor: "ilim iki dala ayrılır, birincisi din ilmi, ikincisi beden ilmi." (Keşful Hefa: 11, 68)

Yani ilmin çeşitli dalları vardır. En önemlisi iki daldır. Birincisi insanın ebedi hayatını konu eden, saadeti için kendisine yön
veren ilimdir. İkincisi ise, insan hayatıyla alakalı olup, vücudunuzu konu eden ve tedavisi ile uğraşan acı ve ızdıraplarını
dindiren tıp ilmidir.
Ancak tabib olan kimsenin kendisine tahsis edilen yüce makama

varabilmesi için bir takım sorumlulukları vardır. Onları öğrenip gereğini yapması gerekir. Bunların bir kısmına işaret etmek
istiyorum.

1) Tabibin tababet alanında tecrübe ve melekeye sahip olması gerekir. Gelişi güzel, tahmine dayanarak hastaları tedaviye
kalkışamaz. Resulüllah (S.A. V) şöyle buyurmaktadır: "Tıp ilmini öğrenmeden tedaviye kalkışan kişi sorumludur." (F:h. Da,'ut)

2) Para kazanmaktan ziyade hastanın tedavi edilmesi gaye edinilmelidir. Tabib olan kimsenin amacı sadece para kazanmak
ise, söz konusu olan şeref ve değerden mahrumdur.

3) Hastanın ameliyatı ile müspet bir sonuç umuluyorsa, yapılmalı ve o alanda uzman kişilerin görüşlerine dc müracaat
edilmelidir. Çünkü söz konusu olan insan hayatıdır.

4) Tabibin samimi ve iffetli olması, özellikle bayanların tedavisi konusunda çok titiz olması gerekir. Avret yerinin açılması
gerekiyorsa elbette açılacaktır. Ama ihtiyaca göre açılmalıdır. Türkiyede uygulanan Tıp eğitiminde islam'a yer verilmediği için
istenmeyen birçok hareket ve davranışlar meydana geliyor. Bazen hasta olan kimse ameliyathaneye alınıp, uyuşturulduktan
sonra soyulup, uryan bir halde açıkta bırakılıyor. Bunu yapmak büyük bir vebaldir.

5) Hastalık tabibin branşının dışında ise hemen hastayı ilgili uzmana havale etmelidir.

6) Hastaya karşı, şefkatli ve merhametli olunmalıdır. Hastanın gönlünü rencide edici söz ve davranışlardan kaçınılmaladır.
Maalesef, bazı tabib ve hasta bakıcılar hastayı suçlu gibi telakki ediyor. Azarlamak ve gönlünü rencide etmekten geri
kalmıyor.

Halbuki hasta olan kimse teselliye ve moral takviyesine muhtaçtır. Bunun için hasta ziyareti sünnet olarak kabul edilmiştir.

7) Hasta olan kimse bayan ise, muayehaneye alınırken eşi ile veya velisi ile birlikte alınmalıdır. Yalnız onu alıp, muayene
etmek doğru değildir.

8) Müslüman tabibin Bismillah diyerek muayene ve tedaviye başlaması gerekir. Çünkü şifayı veren ne ilaç ne de tabibdir.
Allah-u Tealadır.

SORU 972 -İslam dini; ilim ve özellikle İslam ilimlere önem vermektedir. Tıp ilmine karşı tutumu nasıldır?

CEVAP: Kur'anı Kerim'in muhkem kurallarıyla hayat ve sağlık için gösterdiği koruyucu tedbirlere göre insanoğlu
yaşayabilirse, bu sağlam ve sıhhatli bir yaşantı olacaktır.

Bu kuralları ifade eden ayetlerin bir kısmı şunlardır:

1- "Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz..!" (Araf -31)

Herkesin bildiği gibi yemekte ve içmekte israf edip, aşırı gitmenin çok hastalıklara vesile olduğu gibi, az yiyip perhiz etmenin
de birçok hastalıktan şifaya sebeb olduğu da bir vakıadır. Israr ve aşırı gitmek sadece yemekte ve içmekte değil, her şeyde
hatta ibadette dahi doğru değildir.

2- "Allah pis ve zararlı şeyleri onlar için yasaklamıştır." (Araf-157)

Bu ayet ile benzeri ayetler insan hayatı için zararlı olan her şeyi yasaklamaktadır. Yani İslam dini, tıbben zararı kesin olarak
sabit olan herşeyi yasak olarak kabul eder. Helal ve haram olan her şeyin altında menfaat veya zarar yatar. Yani bir şey
faideli ise helal, zararlı ise haramdır.

3- "Ey iman edenler şüphesiz içki, kumar, dikili putlar ve fal okları şeytanın işinden birer pisliktir." (Maide -90)
Görüldüğü gibi bu ayet-i kerime saadet ve mutluluğa erişebilmek için sekr verip bedeni uyuşturan, tahrip eden, şarap ve
afyon gibi şeylerden uzaklaşmanın gerekli olduğunu beyan ediyor.

Son zamanlarda dünyanın birçok yerinde müskirat ve uyuşturucu maddelere karşı mücadele vermek için Yeşilay ve benzeri
cemiyetler kurulmuş ise de yeterli olmuyor. Çünkü bunlar ruhsuzdur. Ama ruha hitap eden yüce İslam dini ondört asırdır
bunların zararını görüyor ve buna karşı amansız mücadele veriyor. Bu sayede yüzmilyonlarca Müslüman bu afetlerden uzak
kalabilmiştir.

4- "Şüphesiz Allah, tevbe edenleri ve temizlenenleri sever." (Bakara -222)

Temizlikten maksat hem elbise, hem ev, hem beden, hem çevre temizliğidir. Temizliğin sıhhate, sağlığa ne kadar yardımcı
olduğu malumdur. Özellikle beden temizliği, Bunun için İslam dini günde beş defa, ayrı ayrı vakitlerde eda edilen namaz için
abdest alınmasını, toz toprağa daha ziyade maruz kalan el, yüz ve ayakların yıkanmasını, ağza ve burna üç defa su vererek,
ağzın misvaklanmasını emrediyor. Ağzı temizleyen herşey, misvak sayılır. Bu günkü fırçada bir nevi misvaktır.

Ayrıca en az haftada bir defa bedenin yıkanmasını emrediyor. Kur'anı Kerim'in hakiki müfessiri Peygamberimiz (A.S.M) Tıb
ile ilgili birçok hadisi vardır. Hatta, Buhari gibi sahih hadis kitapları, bu konu için bölümler oluşturarak onunla ilgili
Peygamber'in hadislerini cem etmiştir. Bir çok İslam alimi de Tıbbı Nebevi, yani Peygamber'in tıbla ilgili sözleri hakkında
kitap yazmışlardır. Bunlardan biri, İmamı Suyutı'nin yazdığı (Ettıbbün -Nebevi) isimli kitabıdır.

İslamın yetiştirdiği büyük alim ve müctehidlerden biri olan İmamı Şafiı şöyle diyor: "İlmin çeşitleri çoktur. Ama gerçek ilim
din ilmi ile beden ilmidir, yani tıp ilmidir."

Şüphesiz din ilmi, tıp ilminden üstündür. Zira din ilmi, insanı Allah'a bağlar. Allah ile kul arasında irtibatı sağlar. Sahibini
ebedi saadetlere götürür. Ama tıp ilminin de kıymeti az değildir. Zira onun konusu insandır. İlmin şerefi, konusunun şerefine
göredir. Tıb ilmi yeryüzüne halife olarak yaratılmış insan hayatının devamına ve sağlığına ve böylelikle Allah'ın kullarına
hizmet ettiği için mümtaz bir mevkiye sahiptir. İslamı ilimlerden sonra beşeriyete en büyük hizmet veren, şüphesiz tıp
ilmidir. Bir insanın kurtuluşuna vesile olmak, dünya kadar büyük bir hizmettir. Kur'an-ı Kerim. bütün insanları bir tek insan,
bir tek vücut olarak kabul ediyor. Bu sebeple bir insanın hayatını kurtarmak, bütün insanların hayatını kurtarmak gibidir.

Tıp nice kederli, sıkıntılı, muzdarip insanları sıkıntıdan kurtarıp, tedavi ederek şifaya, huzura kavuşturuyor. Bu ne büyük bir
hizmet, ne büyük ibadettir. Peygamber Efendimiz (A.S.M) şöyle buyuruyor.

"Bir kimse, Müslüman kardeşinin sıkıntısını giderirse, Allah da ona mukabil kıyamet gününün kederlerinden birini giderir."
Bir sadaka verip, muhtaç olan kimseye yardım elini uzatmak, Mevla'nın rızasına vesile olduğu gibi, ızdırap içerisinde kıvranan
rahatsız bir insanı tedavi edip, ızdırabını dindirmek de elbette Mevla'nın rızasına vesiledir.

Demek oluyor ki: dini ilimlerden sonra en kıymetli, en değerli ilim tıp olduğu gibi, en şerefli insan da alim, salih kimselerden
sonra tabib ve hekimlerdir. Tabii bunun için iman ve samimiyet şarttır.

Türkiyede uygulanan tıp eğitiminde İslam'a yer verilmediği

için, İslam' a ters düşen çok hareket ve davranışlar mevcuttur. Ve bunlar adet haline geldiği için göze de çarpmıyor. Bunun
için Müslüman tabiblerin tababet ve tedavi işini İslam'a uygun olarak yürütmeleri gerekiyor. Şöyle ki;

1. Muayene ve ameliyat için avret yerlerinden açılması gereken yerler varsa elbette açılacaktır. Ama ihtiyaç nispetine göre
açılması

gerekir. Avretin her tarafını açmak haramdır. Caiz değildir. Peygamber Efendimiz (A.S.M) şöyle buyurdu:

"Gerek olmadan avret mahalline bakanın ve bakdıranın üzerine Allah laneti vardır."

İslam'a göre erkeğin avreti göbek ile diz arasıdır. Kadının avreti ise el ve yüzü müstesna bütün vücududur.

Bazen hasta olan kimse ameliyathaneye alınıyor. Uyuşturulduğunda gelen gidenin gözü önünde çırılçıplak soyulup, açıkta
bırakılıyor. Kesinlikle bu iş caiz değildir, haramdır. İslami olmayan bu adet bize dışardan gelmiştir.

2. Çoğu zaman muayeneye gelen rahatsız kadın, yalnız olarak muayeneye alınıyor, gereği olmadan kocası veya mahremi
dışarıda bırakılıyor. Bu hareket de doğru değildir, haramdır.
3. İmkan varsa hasta olan kimseyi bayan ise bayan doktora, erkek ise erkek doktora muayene ve tedavi ettirmek lazımdır.
Ama imkan yoksa veya mevcut olan ehil değilse tersini yapmak caizdir. Yani bayanı erkek doktora, erkeği bayan doktora
muayene ettirmekte sakınca yoktur.

4. Tabibin gayesi para kazanmaktan ziyade, hastanın şifaya kavuşması olmamalıdır. Bunun için bu hususta samimiyet çok
önemlidir.

5. Hastaya şefkat ve merhamet edip, teselli etmek lazımdır. Çünkü hastaya şefkat edip, teselli vermek, onun moralini
yükseltmek bir nevi tedavi sayılır. Hasta olan kimse teselliye çok muhtaçtır. Bunun için yüce dinimiz teselli verip, moralini
takviye etmek için hastanın ziyaretine gitmeyi sünnet hatta, vacip kılmıştır.

6. Hastalığı teşhis edebilmek, tedavi veya ameliyat yapmak için çok dikkatli olmak icap eder. Çünkü ortada bir insan hayatı
vardır. Bu hususta tabibin meslektaşlarının görüşünden, teşhise yardımcı olan röntgen ve tahlillerden istifade etmeyi ihmal
etmemesi gerekir. Zira yanlış teşhis ve tedavi insanın hayatına mal olmaktadır. İslam Hukukuna göre mahir olmayan bir
tabib, ameliyat etmeye kalkışıp hastanın ölümüne sebebiyet verse, Allah'ın indinde mesuldür. Aynı zamanda ölenin diyetini
vermekle mükelleftir.

7. Müslüman tabibin Allah namına, Bismillah diyerek hastayı tedavi edip, şifayı Allah'tan dilemesi icap eder. Çünkü şifayı
veren ne tabib ne de ilaçtır. Ancak Allah-u Tealadır. Kur'anı Kerim Hz. İbrahim'e atfen şöyle buyuruyor: "Hastalandığımda o
bana şifa veriyor."

(Şuara: 80)

8. Hasta vefat ederse ki, vefat herkes için haktır, hayatta olduğu gibi vefatından sonra da kendisine hürmet etmek icap eder.
Bedeni üzerinde herhangi bir inceleme icap ederse ölüye saygılı davranmak gerekir.

Tıp ile ilgili şu hususu da dile getirmek istiyorum: İslam'da hasta olan kimseyi tedavi etmek makbul ve matlup olduğu gibi,
hasta için dua etmek, üzerine şifa ayetlerini okumak da sui istimal etmemek şartıyla makbuldür. Peygamber Efendimiz
(A.S.M) yatarken Felak ve Nas sürelerini okurdu.

SORU 973 -Hasta kadını muayene eden doğum uzmanının abdest durumu nedir?

CEVAP: Hasta kadını muayene eden doktor, erkek olsun kadın olsun hanefi mezhebine göre abdesti bozulmaz. Şafii
mezhebine göre ise doktor erkek olduğu takdirde kadının çıplak vücudunun herhangi bir yerine dokunursa abdesti bozulur.
Kadın ise, elinin içi, muayene olunan kadının tenasül organı na dokunursa abdesti bozulur.

SORU 974 -Muayene olan hanımın gusül abdesti gerekir mi?

CEVAP: Hanefi olan bir hanımın muayene sonunda abdesti bozulmadığı gibi gusülde gerekmez. Çünkü gusül, meninin
çıkması, ilişki sebebiyle veya adet ve lohusadan temizlenmesi ile farz olur.

SORU 975 -Vaginal ve rektal ilaçlar kullandıktan sonra abdest durumu nedir?
CEVAP: Vaginal ve rektal ilaç kullanmak abdesti bozmaz. Ancak, iğne gibi bir şey vücuda zerk edilirse İmamı Azam'a göre
oruc bozuluyor. İmameyne ve Şafii mezhebine göre orucu bozmaz. Fakat mide, makat ve benzeri yerlere ilaç dokunursa
orucu bozar.

SORU 976 -Ramazanda vaginal muayene yapılır mı?

CEVAP: İmkan varsa vaginal muayenesi gece vakti yaptırmaya gayret etmelidir. İmkan yoksa gündüz de yapılabilir. Hanefi
mezhebine göre bir zararı yoktur. Yalnız muayene için kullanılan eldivene ilaç sürülürse o zaman orucu bozar. Hanefi
mezhebine göre bir şey mide, makat veya tenasül organına girerse baş ucu dışarıda olduğu takdirde oruc bozulmaz. Şafi
mezhebine göre ise oruç bozulur.

SORU 977 -Bir çok hanım ramazanda oruca niyetli iken nisaiye uzmanına gidiyor ve oruca devam edeceğim diyor, bu
hanımın orucu olur mu?

CEVAP: Bir hanım, ramazanda oruçlu iken, nisaiye uzmanına gidip muayene olursa, muayene esnasında içeriye nüfus
edecek şekilde ilaç kullanmazsa hanefiye göre orucu bozulmaz. Şafii mezhebine göre ise bozulur.

SORU 978 -Muayene, doğum ve ameliyat olacak hanımlarda mahremiyet sınırı nedir?

CEVAP: Zaruret olmadan avret yerini açmak haramdır. Ama doğum, ameliyat ve sünnet gibi bir zaruret varsa durum değişir.
O zaman ihtiyaç nispetine göre avret yerini açabilir. Şayet avretten bir karış kadar açılması kifayet ediyorsa, fazlasının
açılması haramdır. Yani belli bir noktanın açılması yeterli ise, kalan kısmını açmak ve bakmak haramdır.

SORU 979 -Bir hanım muayene olurken beraberinde gelen hanım muayene odasına girebilir mi, mahremiyet durumu nedir?

CEVAP: Bir hanım, muayene olurken beraberinde olan hanım muayene odasına girebilir. Ama hanımın avret mahalline
bakamaz. Kadının avreti kadına nisbetle, diz ile göbeğin arasıdır. Hanım hastayı muayene eden doktor, erkek olduğu
takdirde mutlaka hasta hanımın kocası veya mahreminin yanında olması gerekir.

SORU 980 -Ehil olmayan kişilerin hastaya bakmaları uygun mudur?


CEVAP: Ehil olmayan kimsenin hastanın avret yerine bakması haramdır.

SORU 981 -Endikasyon olmadan tetkik yapılması uygun mudur?

CEVAP: İhtiyaç ve gerek olmadan tetkip edip, avret mahallini açmak caiz değildir. Ama hastalık emareleri mevcut ise o
zaman caizdir.

SORU 982 -Endikasyon olmadan keyfi ameliyat yapılabilir mi?

CEVAP: Endikasyon olmadan keyfi ameliyat ve vücudun herhangi bir yerine müdahale etmek caiz değildir.

SORU 983 -Tam teşekküllü hastanelerin bulunduğu yerlerde evde ebe refakatinde doğum yapmak caiz midir?

CEVAP: Tam teşekküllü hastane olduğu halde durum normal ise, ebe refakatinde evde doğum yapmak caizdir. Ama tehlikeli
bir durum varsa ve ebe de bu işin ehli değilse bu işi ona bırakmak caiz değildir.

SORU 984 -Belirli bir laboratuarla anlaşıp, yüzde alarak hasta gönderilebilir mi?

CEVAP: İslama göre mübah bir iş için çaba göstererek emek sarf edilirse, buna mukabil ücret almak caizdir. Aksi takdirde hiç
emek harcamadan, çalışılmadan ücret almak caiz değildir. Ancak emek harcanmadığı halde bir tavsiye mukabilinde
laboratuar sahibi kendiliğinden bir ikramda bulunursa bir sakıncası yoktur.

SORU 985 -Kürtaj için ne düşünüyorsunuz?

CEVAP: Ceninin oluşmaması için anaya zarar vermeden herhangi bir metoda baş vurmak caizdir. Yeter ki kökten döllenmeye
son verecek bir metoda başvurulmasın. Cenin oluşmuş ise durum değişir. Gazali ve bir çok Maliki alimlerine göre ciddi bir
mazeret olmadan ceninin ilk günlerinde de olsa kürtaj yapmak haramdır. Bazı İslam hukukçularına göre de cenin üzerine 42
gün geçmeden evvel kürtaj yapılabilir. 42 gün diyoruz; çünkü Müslim'in rivayetine göre nutf'e üzerine 42 gün geçtikten
sonra Cenabı Allah bir melek gönderir, ona biçim verir, kulak ve gözünü yapmaya başlar. Yani cenin üzerine 42 gün geçerse o
artık şekillenme sürecine girdiği için müdahale etmek caiz değildir.

SORU 986 -Ana hayatını tehdit eden hastalıklar (Kalp, kanser, ciddi enfeksiyonlar ve tüberkiloz gibi) kürtajı gerektirir mi?

CEVAP: Ciddi olarak ana hayatını tehdit eden bir hastalık varsa, ceninin oluşmaması için bir tedbir alınabilir. Ama tedbir
alındığı halde cenin oluşmuş ise; ciddi bir hastalık olduğu takdirde 42 gün geçmeden evvel kürtaj etmeye gayret edilmelidir.
Bu süre geçmiş olsa da hayat tehlikesi söz konusu olduğu için kürtaj yapılabilir.

SORU 987 -Yüksek tansiyon gibi anne hayatını tehdit eden, çoğu kere bebek ölümüyle neticelenen durumlar da kürtajı
gerektirir mi?

CEVAP: Daha önce açıklandığı gibi, ciddi olarak anne hayatını tehdit eden bir durum söz konusu ise kürtaja başvurulabilir.

SORU 988 -Şiddetli ailevi geçimsizlik, ayrılmak üzere olan veya ayrılan ailelerden kürtaj yapılabilir mi?

CEVAP: Şiddetli ailevi geçimsizlik nedeni ile ceninin üzerine 42 gün geçmiş ise kürtaj yapmak kesinlikle caiz değildir.
Geçmemiş ise ihtilaflı bir konudur. İhtiyaten kürtaja başvurulması uygundur.

SORU 989 -Gayri meşru çocuklar kürtaj sebebi olabilir mi?

CEVAP: Meşru olmayan bir cenin şekillenmeden evvel kürtaj yapılabilir.

SORU 990 - Bosna gibi toplumsal tecavüzler kürtaj sebebi olabilir mi?

CEVAP :Yukarıda belirtildiği gibi cenin şekillenmemişse kürtaj yapılabilir.


SORU 991 -Çok çocuk sahibi olmak kürtajı mübah kılar mı?

CEVAP: Daha önce açıklandığı üzere çocuk yapmamak için gereken tedbiri almakta bir sakınca yoktur. Ancak cenin
oluştuktan sonra şayet 42 gün üzerinden geçmiş ise kürtaj yapmak caiz değildir. Geçmemiş ise Gazali gibi zevatlarca yine caiz
değildir. Bazı İslam hukukçularına göre caiz ise de buna tevessül etmemek daha uygundur.

SORU 992 -Ailevi genetik hastalık varsa kürtajı gerektirir mi?

CEVAP: Ailevi genetik hastalığı varsa yine hüküm yukarıda beyan edildiği gibidir. Ancak tıbben sakatlık kesin ise,
canlanmadan evvel organ teşekkül etmiş olsa da kürtaj yapılabilir. O da ehliyetli bir heyetin raporunu gerektirir.

SORU 993 -Ceninde Anumali tespit edilirse durum nedir?

CEVAP: Daha önce belirlendiği üzere zihinsel veya bedensel bir özür söz konusu olursa; organlar oluşmadan önce kürtaj
yapılabilir.

SORU 994 -Gebelik esnasında bilmeden içilen ilaçlar zararlı ise cenin alınabilir mi?

CEVAP: Gebelik esnasında alınan ilaçlar gerçekten cenine zarar veriyorsa ve sakat kalmasına vesile ise kürtaj yapılabilir.
Ancak cenin canlanmış ise, sakat da olsa kesinlikle müdahale edilemez. (Filiminde zararı varsa hükmü böyledir.)

SORU 995 -Doğum kontrolü hakkında genel görüşünüz nedir?

CEVAP: İslam dini; mütedeyyin, memlekete faydalı çocukların çoğalmasını istiyor. Hatta Peygamber (S.A. V) böyle bir nesille
kıyamette iftihar edecektir. Ama salih bir neslin yetişmesi zor olursa veya hastalık varsa (Anne hastalığı) çocuk olmaması
veya az çocuk olması için tedbir alınabilir. Peygamber (S.A. V) zamanında bazı sahabe, çocuk olmaması için azl ediyordu, yani
meniyi dışarı akıtıyordu. Buna rağmen Peygamberimiz bu olaya mani olmadı.

Çocuk olmaması için birçok yöntemler vardır. Anaya zarar veren yöntemlerden sakınmak lazım. Mesela bazı haplar kansere
sebebiyet veriyor.
SORU 996 -Spiral için ne düşünüyorsunuz?

CEVAP: Bilindiği gibi spiralin hem faydası hem de zararı vardır. Tıbben faydası daha fazla ise bir bayan doktora taktırmakta
bir sakınca yoktur. Zararları daha fazla ise buna tevessül etmemek lazımdır.

SORU 997 -Gerekli olan endikasyonlu hastalara spiral takıllr mı?

CEVAP: Daha önce açıklandığı üzere faydası zararından fazla ise ve hastanın lehine ise takılabilir.

SORU 998 -Sık aralıklarla doğum yapan, veya sezeryan ile doğum yapan çok çocuklu hastalar ve genetik bozukluğu olan
aileler için spiral takılmasının hükmü nedir?

CEVAP: Yukarıda izah edildiği gibi spiral takılması hastanın lehine ise caizdir.

SORU 999 -Tüpligasyon (Tüp Bağlanması) hakkında ne düşünüyorsunuz?

CEVAP: Hanefi ve İbni Abidin gibi İslam hukukçularına göre ana hayatını tehdit eden bir hastalık varsa, tüp bağlanmasında
bir sakınca yoktur.

SORU 1000 -Tıbbi endikasyon olmadan tüp bağlanmasına ne diyorsunuz?

CEVAP: Endikasyon olmadan keyfi olarak tüpün bağlanması haram olmasa da sonra açılma şansı zayıf olduğuna göre tavsiye
edilmez.

SORU 1001 -Keyfi sezeryan ve arkasından tüp bağlanma işine ne diyorsunuz?

CEVAP: Keyfi sezeryan zarar vermiyorsa, normal doğumdan kolay ise bunda bir sakınca yoktur. Fakat tüp bağlanması
meselesi haram olmazsa da, tavsiye edilmez.
SORU 1002 -Sezeryandan sonra ana hayatını tehdit eden durumlarda hastanın onayı alınarak tüp bağlanabilir mi?

CEVAP: Ana hayatını tehdit eden bir hastalık varsa hastanın onayı alınarak tüp bağlanabilir.

SORU 1003 -Sorumlu hastahane sahiplerine, başhekimlere ait olan hastanelerde çalışan doktorlar veya uzmanlığı yapan
doktorlar tüpligasyonu yapabilir mi?

CEVAP: Mazeret varsa, doktorlar ehliyetli ise ona tüp bağlatmak caizdir. Ancak bayan doktor veya erkek doktora yaptırmak
caiz değildir.

SORU 1004 -Biz ultrasyoğrafi ile 3 haftalık gebeliğin testini yapabiliyoruz, Bu gebeliğin bozulması halinde hüküm adet hali
hükmüne mi giriyor yoksa lohusa hali hükmüne mi giriyor?

CEVAP: Hanefi mezhebine göre düşük olursa, şayet organları belirlenmiş ise lohusa sayılır. Kan geldiği müddetçe namaz
kılınmaz, oruç tutulmaz. Ama organları teşekkül etmemiş ise ne adet, ne lohusadır. Namazını kılacak, orucunu tutacaktır, o
bir özür sayılır.

SORU 1005 -Anembiryonik gebeliklerde cenini göremiyoruz, bazen 3 ay bekliyor. Hastaları kürtajla neticelendiriyoruz,
bunun durumu nedir?

CEVAP: Yukarıda belirlendiği gibi ceninin organları teşekkül etmiş ise lohusa sayılır. Yoksa ne lohusa ne adettir. Namaz
kılınacak, oruç tutulacaktır.

SORU 1006 -Düşük ceninin çöpe atılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz, kaç ay sonunda gömülmelidir, ceninin ismi konulur
mu, ne zaman konulmalı, düşüklerin namazı kılınır mı?

CEVAP: Düşük cenin et parçası haline geldikten sonra bir parça beze konulup yere gömülmelidir. Çöpe atmak caiz değildir.
Şayet dünyaya canlı gelip ondan sonra vefat ederse; hem kefenlenecek, hem namazı kılınacak, hem de isim verilecektir. Ama
cansız olarak dünyaya gelmiş ise; o zaman bir bez parçasına sarılıp bir yere defnedilmelidir. Çöpe atmak kesinlikle caiz
değildir.
SORU 1007 -Düşüklerden sonra cinsel yaklaşım hakkında düşünceniz nedir?

CEVAP: Şayet düşüğün organları belirlenmiş ise, anne lohusa sayıldığından kanı kesilmedikçe cinsi ilişkide bulunmak caiz
değildir. Ama organlar teşekkül etmemiş ise cinsel ilişki yasak değildir. Ancak kan devam ettiği takdirde cinsel yaklaşım
sağlıklı değildir.

SORU 1008 -Çok düşük yapan, anomalik doğum yapma ihtimali olan veya sadece tarama amaçlı hastaların isteğine bağlı,
tıbben bilinen metod ile tetkik edilmesinde bir sakınca var mıdır?

CEVAP: Çok düşük yapan veya anomalik doğum yapan kadın için tıbhen bilinen test tahlil metodu ile durumu tespit etmekte
fayda mülahaza edilirse bunda bir sakınca yoktur.

SORU 1009 -Muayenehane şartlarında aşılama yapılmaktadır. Babadan mastürbasyonla alınan spermler ya direk veya belirli
kimsayal yıkamalardan geçtikten sonra yumurtalama döneminde annenin rahmi için, konmaktadır. Aşılama metodu ile
gebelik meydana getirme hakkında ne düşünüyorsunuz?

CEVAP: Aşılama ile meydana gelen gebelikte, usulüne göre yapılırsa dini bir sakınca yoktur. (Zarurete binaen olursa). Ancak
erkekten alınan spermlerin başka kimselerin spermlerine karışmaması çok önemlidir, aksi halde doğacak çocuk gayri meşru
olur.

SORU 1010 -Mastürbasyonla sperm alınır mı?

CEVAP: Mastürbasyonla sperm, ana olacak zevcenin yardımıyla olursa caizdir.

SORU 1011 -Aşılama yaptıktan sonra gusül gerekir mi?

CEVAP: Aşılama yapıldıktan sonra kadına gusül gerekmez. Çünkü cinsi temas olmadığı gibi kadının menisi de inmemiştir.
SORU 1012 -Tüp bebek için ne düşünüyorsunuz?

CEVAP: Sperm kocadan, yumurta karısından alındığına göre, yani döllenmesi karı koca arasında olursa dini bir sakınca
yoktur.

SORU 1013 -Sperm bankaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

CEVAP: Sperm bankalarının çalışma tarzı kesinlikle İslam inancına terstir ve gayri meşru bir işleme vesiledir. Çünkü
bankadan alınan spermler kocadan alınıp zevcesine verilmediği için gayri meşrudur.

SORU 1014 -Kiralık anne hakkında ne düşünüyorsunuz?

CEVAP: Sperm babadan alınıp zevcesinin yumurtalığına yerleştirildiği için çocuk meşru sayılır. Ancak yabancı bir kadının
rahmine konulduğunda, kesin olarak haramdır ve büyük bir vebaldir.

SORU 1015 -Saklanan yumurta hücreleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

CEVAP: Saklanan yumurta hücreler, başka bir kadının rahmine yerleştirilirse kesinlikle haramdır. Ama işlem karı koca
arasında munhasır kalırsa meşrudur.

SORU 1016 -Tüp bebek seçiminde cinsiyet seçimi uygun mudur?

CEVAP: Tüp bebek olayında cinsiyet seçiminin yapılmasında bir sakınca yoktur.

SORU 1017 -Tüp bebek olayında en iyi sperm veya yumurta hücresi seçilmesi uygun mudur?

CEVAP: İşlem karı koca arasında münhasır kalırsa seçiminde bir beis yoktur.
SORU 1018 -Ana rahmine yerleştirilmiş döllenmiş yumurtaların 10 haftalık cenin haline geldikten sonra bir kısmını öldürmek
uygun mudur?

CEVAP: Daha önce belirlendiği gibi organ şekillenmiş ise kesinlikle haramdır. Şekillenmemiş ise ihtilaflı bir konudur. Bir çok
İslam hukukçularına göre caiz değildir.

SORU 1019 -Tüp bebek operasyonundan sonra gusül abdesti gerekir mi?

CEVAP: Tüp bebek operasyonundan sonra gusül abdesti gerekmez.

SORU 1020 -Hastanelerde zaman zaman görüyoruz. Göğüsleri aşırı dolu, çeşitli nedenlerle bebeğini emziremeyen anne,
sütünü başka bebeğe emziriyor. Bu durum hakkında düşünceleriniz nedir?

CEVAP: Emziren hanımın AIDS gibi hastalığı olmazsa, süt emen çocuğun da ihtiyacı varsa ona süt emzirmekte dini bir sakınca
yoktur.

SORU 1021 -Bazen yanlışlıkla başka bebeği emzirebiliyor. Bu konuda nasıl bir tedbir alınabilir?

CEVAP: Yanlışlıkla başka bir bebeğe süt emzirilirse bir kasıt olmadıktan sonra sorumluluğu yoktur. Yalnız çocuğun kim
olduğu bilinirse süt veren anne o çocuğun annesi olduğu için onun çocuğu ile evlenmesi mümkün olmadığını bilmesi gerekir.

SORU 1022 - Organ nakli hakkında ne düşünüyorsunuz?

CEVAP: Organ nakli meselesi yeni değil, çok eskilere dayanıyor. Ancak İslam'a göre bir kimse organ nakline muhtaç olursa,
önce eti yenen hayvan organından istifade edilmesi mümkün değilse, eti yenmeyen hayvan organından istifade edilebilir. O
da mümkün değilse, ölmüş bir insanın veyahut hayatta olan bir insanın organından istifade edilebilir. (Böbrek nakli gibi).
Bunda bir sakınca yoktur. Yeter ki canlı insanın organından istifade söz konusu olursa, onun hayatı tehlikeye düşmemesi
gerekir. Ancak para karşılığında insan organı satılamaz.
SORU 1023 -Anensefal (Beyinsiz çocuk) gibi kesinlikle yaşamıyacak bebekler organ nakli için kullanılabilir mi?

CEVAP: İslam Hukuku'na göre canlı bebek, ileride yaşaması mümkün olmasa da onu öldürüp organlarından istifade etmek
kesinlikle haramdır.

SORU 1024 -Düşük doğum veya değişik nedenle hayatına son verilen bebeklerin pilaserterlerinden kozmetik sanayide
faydalanılıyor (krem vs.,) bu konuda düşünceleriniz nedir?

CEVAP: Cenin veya bebek, insanın temeli ve esasını teşkil ettiği için bebek de insan veya onun temeli olduğu için kesinlikle
onu kozmetik sanayide kullanmak haramdır. Ve büyük bir vebaldir.

SORU 1025 -Beylerinde veya kendilerinde ruhsal saplantı olan, ikna edilemeyen hanımlarda göğüs, karın veya genital
organlarda düzeltme ameliyatları yapılabilir mi?

CEVAP: Bir organda normal olmayan bir durum varsa ve ayıp veya çirkin sayılacak bir biçimde ise, ameliyat veya lazer ile
düzeltilmesi mümkün olursa onu düzeltmekte bir sakınca yoktur. Ama organ normal olup, çirkin göstermiyor ise ameliyat
edilmesi caiz değildir.

Zaruret sayılmadığı için haramdır. Mesela: birinin burnu eğri ve çirkin bir durumda olursa ameliyat olmasında bir sakınca
yoktur. Normal ise daha güzel olması için ameliyat edilmesi caiz değildir.

SORU 1026 - Bu tip ameliyatlar keyfi yapılabilir mi?

CEVAP: Keyfi olarak ameliyat yapılamaz.

SORU 1027 -Tecavüze uğrayan veya çeşitli nedenlerle (düşme v.s.) kızlık zarı bozulan hanımlarda kızlık zarı tamir yapılabilir
mi?
CEVAP: Tecavüze uğrayan veya düşme gibi bir sebeple masum ve günahsız olduğuna göre ayıbını örtmek ve ifşa etmemek
amacıyla onun tamirinde bir sakınca yoktur. Ama keyfi olarak bunu tamir etmek zaruret olmadığı için caiz değildir. Ve
avretinin açılması haramdır.

SORU 1028 -Adet süreleri hakkında düşünceleriniz?

CEVAP: Hanefi Mezhebi'ne göre adet süresinin azı 3 gündür. Şayet kanama bir veya 2 gün gelir, kesilirse adet değildir. O
günlerde terk edilen namaz kaza edilecektir. Adetin çoğu da 10 gündür. Kanama 10 günden fazla devam ederse, 10 günden
sonra gelen kanama adet sayılmıyor. Ve bunun için 10 gün biter bitmez yıkanıp namazını ve ibadetini yapacaktır. Şafii
Mezhebi'ne göre ise azı 1 gündür. Çoğu 15 gündür. Yani Şafii Mezhebi'ne göre adet 15 gün devam edebilir. Ve bu süre
içerisinde kanama devam ederse namaz ve oruç ibadeti yapamaz.

SORU 1029 -Ara kanamalara bakış açısı ne olmalı?

CEVAP: Bu mesele karışık ve açıklanması çok uzun sürer. Ancak kısaca şunu ifade edebilirim. Adet kanı kesildikten sonra
kanama olursa ve 15 gün geçmemiş ise temiz sayılır. Çünkü temizlik günü sayısı en az 15 gündür. 15 gün dolmadan kan
gelirse adet değildir. Ama 15 gün dolmuş ise adet sayılır.

SORU 1030 -Evlenmemiş veya evlenmiş hanımlarda adet kanaması farklı mıdır?

CEVAP: Evli olsun veya evli olmasın adet arasında fark yoktur.

SORU 1031 -Rahim ağzındaki yarayı yaktıktan sonra bazı hanımlarda kanama oluyor. Bazı düzensiz adet gören hanımlar bu
kanamayı adet kanı ile karıştırıyor?

CEVAP: Daha evvel açıklandığı gibi kanama 3 gün devam etmez veya adet kanı kesildikten sonra üzerine 15 gün geçmeden
gelen kan adet kanı değildir. Ayrıca yara yakıldığı için yakılan yara akıyor ise adet kanı sayılmaz.

SORU 1032 -Adet görmeyen yakın zamanda (3-4) gün evvel yapılan tetkik için rahimden parça alınıyor. (P-C) kanama hafif
devam ediyor, sonradan kanama oluyor. Bu hastalık ibadet açısından nasıl değerlendirilmeli?
CEVAP: Şayet hafif hafif gelen kanama parça alınmasıyla başlarsa o adet değildir. Eski adet günü geldiğinde ve kanama
devam ederse o gün adet başlıyor. Yani eski adet kendisi için ölçüdür.

SORU 1033 -Akıntılarda abdesti muhafaza için perde kullanılıyor, kullanılıp kullanılmaması için bilgi ricasıyla?

CEVAP: Perde denilen şey özüvrün içinde yerleştirilirse ıslansa da abdest bozulmaz. Fakat dış tarafında yerleştirilirse
ıslandığı zaman abdest bozulur. Ve perdenin kullanılmasında bir sakınca yoktur.

SORU l034 -Genç kızlara veya erkeklere cinsel eğitim kaç yaşında verilmeli?

CEVAP: Genç kızlar dokuz yaşına bastığı zaman, erkekler de oniki yaşına girince cinsel eğitimin verilmesi gerekir. Çünkü bu
yaş olgunlaşma süresinin başlangıcı olabilir. Yani bu yaşta kıza, erkeğe de ihtilam meselesi gelebilir.

SPERM VE YUMURTA TİCARETİ

Cenabı Hak, Kur'an-ı Kerim'de açıkladığı gibi insan, en kıymetli varlık olduğundan hilafet makamına seçilmiştir. Bunun için
kainatta ne varsa onun hizmetindedir. Bir ağaç dal ve kökleriyle, yapraklarıyla, meyvesine hizmet verdiği gibi bu kainat ağacı
da, güneş, ay, yıldız, deniz, dağ ve her çeşit canlı yaratıklarıyla da insan meyvesine hizmet vermektedir.

Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Görmüyormusun Allah gök ve yerde ne varsa size musahhar kılmış, görülen ve görülmeyen
nimetlerini tam olarak size vermiştir." Lokman suresi/20. Fakat insanın değeri marifet, şefkat, merhamet, adalet iffet ve
haya gibi insani meziyet ve duygulara bağlıdır.

Bir insan bu meziyet ve duyguları yitirirse insanlıktan soyunur ve hayvandan daha aşağı bir mahluk haline gelir. Bu duygu ve
meziyetlerde ancak, yüce İslam dininin emrettiği yolda birbirine bağlanan ve birbirini tamamlayan karı ve kocanın kurdukları
müşterek hayatın gölgesinde gelişebilir. Başka bir yol ile olamaz.

Bunun için İslam dini nesillerin birbirine karışmaması ve sıcak bir yuvada yetişmesi için evlilik hayatına çok önem
vermektedir. Bu nedenle zina ile halvet, kötü niyetle bir kadına bakmak ve avret yerini açmak gibi meşru olmayan yola
sürükleyen zinanın öncülüğünü yapan şeyleri de yasaklamıştır. Yani insanların şerefi, ancak meşru evlilik neticesinde çocuk
yapmalarına bağlıdır. Bu da iki çeşittir:

Birincisi, tıbba müdahalesi olmadan tabii müdahaledir. İkincisi, tıbbın müdahalesi neticesinde olan üremedir. Tıbbın
müdahalesi ile meydana gelen üremenin çeşitleri vardır:

a) Kocanın spermi ile eşinin yumurtası alınıp usulüne göre aşılandırıldıktan sonra eşinin rahmine bırakılır. Ancak bu durum
rahmin normal olarak aşılanmaya müsait olmaması halinde yapılır.

b) Kocanın spermi ile eşinin yumurtası alınıp usulüne göre aşılandıktan sonra bir başka eşinin rahmine bırakılır.
Bu her iki çeşit döllenmede zarurete binaen yapıldığından dini bir sakınca görülmemektedir.

c) Kocanın spermi ile eşinin yumurtası alınıp usulüne göre aşılandıktan sonra bir başka hanımın rahmine bırakılır.

d) Bir erkeğin spermi ile yabancı bir kadının yumurtası alınır ve usulüne göre aşılandıktan sonra bu aynı erkeğin hanımının
rahmine yerleştirilir.

e) Yabancı bir erkeğin spermi ile yabancı bir kadının yumurtası alınır ve usulüne göre aşılandıktan sonra yine bir başka
yabancı hanımın rahmine yerleştirilir.

f) Bir erkeğin spermi alınır ve usulüne göre dondurulur. Bu sperm sahibi öldükten sonra akabinde eşinin rahmine
yerleştirilir. Bu usul Amerika'da henüz çocuğu olmamış ve Vietnam savaşında ölmüş askerlerin eşlerine uygulanmıştır.

Bu yukarıda açıklanan döllenme usüllerinden (a) ve (b)'nin dışında kalan döllenme usulleri kesinlikle dinen yasaktır ve
meydana gelen çocuk da meşru değildir.

Bugün dünyanın bazı kesiminde, Amerika gibi ülkelerde sperm ve yumurta için bankalar kurulmuş ve bunların ticareti
yapılmaktadır. Bu gayri ahlaki bir davranıştır ve fıtrata terstir. Ancak insanlıktan ve insani meziyetten yoksun insanlar bu
işlere tevessül ederler.

SORU 1035 -Organ naklinin İslama göre hükmü nedir?

CEVAP: Organ nakli meselesi içtihadi bir mesele olup onunla ilgili bir nas bulunmamaktadır. Yani hakkında ne Kur'an-ı
Kerim'in ne de hadis-i şerifin açık bir ifadesi yoktur. Ayrıca İmamı Azam ve İmamı Şafii büyük İslam hukukçuları da -
zamanlarında vaki hatta mutasavvar olmadığından -açıkça onu dile getirmemişlerdir. Ancak onun hükmünü ihsas eden ayet
ve hadisler olduğu gibi birçok müctehidlerin ictihadı da ona işaret etmektedir. Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: Sizlere ancak
leş, kan, domuz eti ve Allah 'tan başkası için boğazlanmış olanı haram kıldım, Bir kimse bunları yemeye mecbur kalırsa,
zulmetmeden ve haddi aşmadan onları yiyebilir. Allah bağışlaycı ve merhametlidir. (Nahl suresi 15. ayet) Peygamber (S.A.S)
de şöyle buyuruyor; Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız. (Buhari ve Müslim). El İzz bin Abdisselam, İmamı Nevevi, Hatibi Şirbini,
İbnul Arabi ve İbnul Kudame gibi birçok büyük İslam hukukçuları: "Başka yiyecek bulamayan ve açlık ölümü ile başbaşa kalan
kimse hayatını kurtaracak kadar İnsan ölüsünden yiyebilir." diye beyan etmişlerdir. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, başka
çare olmadığı takdirde ölmüş bir kimsenin organını, kurtuluşuna vesile olacak bir hastaya nakil etmekte dini bir sakınca
yoktur. Zira leş, kan ve domuz eti gibi haram olan bir şeyi zaruret halinde helal olduğuna ve buna binaen de hayatı
kurtaracak kadar, ölmüş bir kimsenin etini yemekte caiz olduğuna göre, elbette ölmüş bir kimsenin organını muhtaç bir
kimseye nakil etmekte caiz olacaktır. Kuran-ı Kerim şöyle buyuruyor: iyilik ve takva yolunda yardımlaşınız. (Maide: 2) Bir
kimse organlarını bağışlayıp öldükten sonra muhtaç kimselere verilmesini vasiyet ederse, ölümünden sonra varislere engel
olmazlarsa vasiyeti göz önünde bulundurabilir. Bir kimse hayatta olduğu halde böbrek gibi çift organlarından birisinin her iki
böbreği çalışamaz halde bulunan bir kimseye nakledilmesinde yine dini bir sakınca yoktur.

SORU 1036 -Son günlerde sıkça ötanazı, yani insanın kendi hayatına son vermesi, İslam dinine göre nasıl yorum luyorsunuz?
diye soruluyor.

CEVAP: İnsan denilen varlık evrenin biricik meyvesi ve Allah'ın en değerli yapısıdır. Bu değerli yapıyı yok edip yıkmak, şirkten
sonra en büyük cinayet ve en büyük cezaya vesiledir. Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: Teammüden bir mümini öldüren bir
kimsenin, cezası sonsuz (denilecek kadar) cehennem azabıdır. (Nisa: 93). Peygamber (S.A.V)'de şöyle buyuruyor: Öldürücü
yedi günahtan sakının. Bunlar nelerdir diye sorulduğunda, (Cenabı Peygamber (S.A.V) buyurdu ki; Allah'a şirk koşmak, büyü
yapmak, Cenabı Allah'ın öldürülmesini yasakladığı bir kimseyi katl etmek, faiz yemek, yetim malını yemek, savaşa sırt çevirip
kaçmak ve iffetli bir şeyden haberi olmayan imanlı kadınlara iftira etmektir. (Buhari-Müslim.)

Başkasının hayatına son vermek böyle ağır cezayı gerektirdiği gibi, insanın kendi kendini öldürüp yok etmesi veya ettirmesi
aynı cezayı gerektiriyor. Zira insan Allah'ın yapısı olduğundan kendi kendine malik değildir, istediği gibi kendinde tasarruf
etmeye hakkı yoktur. İnsan çeşitli afet ve eziyetlere maruz kalıp zor şartlar altında bulunabilir, buna karşı görevi, sabr edip,
tahammül etmek ve Mevla'nın şefkat ve merhametini dilemektir. Mal sahibi ve mülk sahibi O'dur, istediği gibi tasarruf
edebilir, dilediği gibi eviripçevirebilir. Bunun için insan çok sıkıntılı bir hayatta da olsa, en ağır şartlar altında da bulunsa
sabırsızlık etmemelidir. Hele intihara teşebbüs edip hayatına son vermesi en büyük isyandır. Kuran-ı Kerim bu hususta şöyle
buyuruyor: "Kendi kendinizi öldürmeyiniz. Allah size karşı merhametlidir." (Nisa: 29) Peygamber (S.A.V) de şöyle buyuruyor:
"Bir kimse kendini bir dağın zirvesinden atıp öldürürse ebediyen cehennemde yuvarlanıp duracaktır. Bir kimse de bir zehir
alıp kendini öldürürse, ebediyyen cehennem de zehir alıp yudumlayacaktır. Bir kimse de bir demir ile kendini öldürürse,
ebediyyen cehennemde demir ile kendi kendini dövecektir.

SORU 1037 -Kendi hayatına son vermenin geçerli bir sebebi olabilir mi?

CEVAP: Buhari ve Müslim'in rivayetlerine göre, Müslümanlar müşriklerle savaş ettiler, bilahare İslam ordusu ile müşrik
ordusu geri çekildiler. Peygamber (S.A.V)'in sahabilerinden birisi düşman ordusundan herhangi bir kimseye rast geldiğinde,
takip edip kılıcıyla vurdu. Ashab, bugün bu adamın yaptığı şeyi bizden hiç kimse yapmadı dediler. Bunun üzerine Peygamber
(S.A. V) buyurdu ki; "Ama bu adam cehennemliktir." dedi. Bunun üzerine birisi, ben asla ondan ayrılmayacağım dedi ve onu
takip etti, durduğu zaman bu adam da durdu, yürüdüğü zaman yürüdü ve nedicede takip ettiği adam ağır bir yara aldı ve
bunun neticesine dayanamayarak ölmek istedi ve kılıcını yere koyarak, kılıcın ucunu da göğsüne dayayarak kendini öldürdü.
Bunun üzerine onu takip eden adam Peygambere (S.A.V) gitti ve dedi ki; "Gerçekten senin Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik
ederim." Peygamber (S.A. V) "nasıl?" dedi. Adam dedi ki, "Hani filan adam cehennemliktir dediğinde, halkın tuhafına gitti,
ben de bunun üzerine, ağır yara alıncaya kadar adamı takip ettim ve dayanamayarak o yarasından dolayı, ölmek istedi ve
kılıcını yere koydu, ucunu göğsüne dayandırarak kendini öldürdü." Bunun üzerine Peygamber (S.A. V) buyurdu ki: "Bazı
kimseler var ki, ehli cennetin amelini yapar, halbuki kendisi cehennemliktir."

Bütün bu ayet ve hadisler açıkça gösteriyor ki, şartlar ne olursa

olsun, bir insan, Allah'ın öldürülmesini mübah kıldığı kimse hariç, hiçbir insanın hayatına son vermeye yetkili olmadığı gibi
kendi kendini de yok etmeye ve ettirmeye yetkili değildir.

SORU 1038 -İslam dini Tenasuhu (Reankarnasyon) kabul eder mi, bu hususta ne diyorsunuz?

CEVAP: Bazı kimseler meşhur olmak için avamın kafasını karıştırarak gereksiz şeyleri ortaya atıp onları uğraştırıyor ve
gerçekleri perdelemek amacıyla afaki şeyleri tartışmaya açıyor. Sanki vatandaşın başka derdi veya problemi veya
öğrenilmesi gereken başka, bir şey yokmuş gibi.

Mesela; bir süredir bazıları, tenasüh (reankarnasyon) meselesini ele alıyor ve televizyon ekranına aksettirip defterini açıyor.
Ve İslamdan haberi olmayanlara bu sapık düşünceyi enjekte etmeye çalışıyor.

Tenasühün anlamı; bir ruhun bedenden ayrılıp başka bir bedene geçmesi ve yeni bir hayata başlamasıdır.
Bu inanç yeni değil, çok eskilere dayanır. Eski Hint, Yunan ve Mısırlıların bir inancıdır. Özellikle Mısır firavunlarında bu inanç
ciddi bir yer işgal etmekteydi. Tekrar hayata kavuşmak ümidiyle ölüleri mumyalattırıp meşhur piramit ve muhkem yerlerde
muhafaza etmeye çalışıyorlardı. Ve bu nedenle onların birçoklarının bedenleri çürümeden bugüne kadar gelebilmiştir.

Ama bu inancın gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Bunu dile getirmek de anlamsızdır. Zira ne dini, ne aklı, ne de ilmi bir dayanağı
yoktur. Buna inanan firavunun etrafındaki insanlara "Ben en yüce rabbinizim." demesi hurafe olduğu gibi bu tenasüh inancı
da bir hurafedir. Aklen, ilmen ve dinen bir dayanağı yoktur. Çünkü bu inanç, deney ve duyuların alanına girmediği gibi
biyoloji ve jeoloji gibi bilimler de buna ihtimal vermiyorlar. Hem de mantık biliminin kıyas yoluyla da, hakkında müspet bir
neticeye varmak mümkün değildir. Dinen de dayanağı yoktur. Çünkü hiçbir ayet ve hadiste böyle bir şeyin olacağına dair
hiçbir emare yoktur. Bilakis ayet ve hadisler bunun aksini ispat ediyorlar.

Birçok ayet ve hadis açıkça ifade ediyor ki, insanı yoktan var eden Allah-u Teala, öldükten sonra tekrar onu diriltecek ve
ruhunu aynı bedenine yerleştirecektir. Zaten, "Elba'sü badel mevtü Hakkun yani öldükten sonra canlanmak haktır sözü,
İslam inancının en büyük esaslarından biridir.

Yüce İslam dinine göre öldükten sonra kıyamet kopmadan evvel kabir aleminde kişinin ameline göre ceza ve mükafat
meselesi olacağı gibi kıyamet koptuktan sonra da hesap verme, cennet veya cehennemde yerleştirilmesi meselesi de
kesindir.

Müslümanım diyen herkesin bu inanca talip olması gerekir. Bineanaleyh bir insanın; "Kişi elbisesini değiştirdiği gibi ruh da
bedenini değiştiriyor." demesi cehaletin ifadesidir. Bu konuda birkaç ayet serdetmek isterim.

1-" Azabın en kötüsü firavun ailesini kuşattı. Sabah ve akşam ateşe verilirler ve kıyamet koptuğu günde de firavunun ailesini
en şiddetli azaba sokarız." (Gafır suresi: 46. Ayet)

Bu ayeti kerime, açıkça ifade ediyor ki suçlu ve günahkar firavun ailesi "her suçlu gibi" kıyamet kopmadan önce sabah ve
akşam azaba maruz kalacakları gibi, kıyamet koptuktan sonra da en şiddetli azaba maruz kalacaklardır.

2- "Herkes ne yapmışsa ona bağlı olup onun rehinidir." (El Müdessir Suresi 38. Ayet)

Bu ayeti kerime de ifade ediyor ki, her insan öldükten sonra yaptığı ameline rehindir. Yaptığı her işin hesabını verecektir,
iyilik etmiş ise iyilik, kötülük etmiş ise kötülük görecektir. Yani öldükten sonra onun ruhu serbest olup hiçbir şey yapmamış
gibi beden değiştirmesi söz konusu değildir.

3- "İnsan, kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmüyor mu? Durum böyle olduğu halde açıkça cedelleşiyor ve kendi
yaradılışını unutarak bize bir misal verip diyor ki: Bu kemikleri çürüdüğü halde kim canlandırabilecektir? Sen de ki; İlk defa
onu yaratan kim ise O onu canlandıracaktır. O yarattığı her şeyi iyi bilendir." ( Yasin Suresi 77-78-79. Ayetleri)

Numune olarak bu konuda iki Hadisi Şerif vermekle yetineceğim. "Sizden biriniz, vefat ettiğinde sabah akşam kıyamet
günündeki yeri kendisine gösterilir. Cennetlik ise cennet ehlinin, cehennemlik ise cehennem ehlinin durumu gözleri önüne
getirilir. Burası kıyamet gününde Allah'ın seni dirilteceği güne kadar kalacağın yerdir." denir.

2- İbn-i Abbas'tan rivayet edilmiştir: "Peygamber (S.A.V) iki kabrin yanından geçerken şöyle buyurdu: Bu ikisi azap
görmektedirler. Fakat onlar büyük günahlardan azap çekmiyorlar. Sonra buyurdu ki: Onlardan biri koğuculuk yapardı, diğeri
ise idrardan kendisini muhafaza etmezdi."

Numune olarak getirdiğimiz bu iki Hadisi Şerif de ifade ediyorlar ki: insan öldükten sonra yaptığı ile başbaşa kalacak ve onun
hesabını verecektir. Ruhun bir başka bedene geçmesi söz konusu değildir.

Durum böyle açık olduğu halde gerçeği yansıtmadan, ilmi ve dini bir dayanaktan mahrum bu teoriyi dile getirmek ve kamu
oyunu onunla meşgul etmek büyük bir gaf1ettir.

You might also like