Professional Documents
Culture Documents
ORUÇ
ORUCA DAİR GÜNCEL MESELELER
1)RAMAZANIN TAMAMINI ORUÇLU GEÇİRMEK KASTIYLA BİR KADIN ÂDET GECİKTİRİCİ İLAÇ KULLANABİLİR Mİ?
Bu sebeple böyle bir ilaç kullanılması uygun değildir. Zira rahim kanaması yaratılış itibarıyla kadınların bedenlerinde var olan özel
bir haldir.
Ramazan’da orucu emreden Şâri/kanun koyucu Allah Teâlâ, doğurganlığı nedeniyle bu kadınsal durumu yaşayan hanımları özel
dönemlerinde (daha sonra tutulmak üzere) oruçla sorumlu tutmamıştır.
Dolayısıyla kadının bu dönemde bir kimyasal ilaç kullanarak bedenin doğal döngüsünü değiştirecek ve hormonsal dengesini
bozacak bir ilaç kullanması uygun olmayacaktır.
2)AKUPUNKTUR ORUCU BOZAR MI?
Akupunktur: iki kelimenin birleşiminden meydana gelmiş bir kelime. Acus/iğne, puncture/batırmak, akupunktur iğne batırmak
demektir.
Tedavi kapsamında belli bir kısmı dışarıda kalmak kaydıyla vücuda iğne batırılması ve bu yöntemle tedavi sağlanması orucu
bozmaz [1]. Zira bu tür bir müdahale imsaka yani yemek ve içmekten kişinin kendisini alıkoymasına mâni değildir.
[1] Bkz. İbni Hümam, “Şerhu Fethi’l- Kadir”, II/267.
3)ANESTEZİ ORUCU BOZAR MI?
Anestezi: Tıbbi müdahale esnasında hastanın acı duymasını önlemek için duygu algılamasının engellenmesidir.
Genel Anestezi: Vücudun tamamını uyuşturmak için damar kanalıyla bir ilacın enjekte edilmesiyle ya da nefes yoluyla bayıltıcı bir
gazın solunumuyla gerçekleşir.
Bölgesel Anestezi: Vücudun bir kısmının (kol, bacak, göğüs vs.) iğne yapılarak uyuşturulmasıdır.
Lokal Anestezi: Küçük cerrahi girişimlerde sadece girişimin yapıldığı kısmın uyuşturulmasıdır.
Vücut içerisine enjekte edilen ya da nefes yoluyla solunumu gerçekleşen anestezik maddeler orucu bozar[1]. Zira bu tür
müdahaleler imsak’a yani yemek ve içmek nitelikli şeylerden kişinin kendini alıkoymasına manidir.
Anestezik madde karışımının açık yara bulunmayan cilt üzerine damlatılması, püskürtülmesi ya da sürülmesi oruca zarar vermez.
[1] Bkz. Ebu’l- Hüseyin el- Kudûrî, “ŞerhuMuhtasaru’l- Kerhî”, vr.69/a. Ayrıca,İmam Azam’a göre ilaç nitelikli maddelerin vücut
içerisine alınmasının gıda niteliği taşıdığı da unutulmamalıdır.Ebu Zeyded- Debusî, “el- Esrâr”, 310-060.Serahsi, “el-Mebsut”, II/68.
4)ANJİYO ORUCU BOZAR MI?
Anjiyografi: Damar içerisinde bulunan daralma vb. rahatsızlıkları tespit amacıyla yapılan bir teşhis işlemidir.
Anjiyoplasti: Kalp damarlarında görülen darlık ve tıkanıklıkların açılması ve dolayısı ile kalbin gereksinimi olan kan akımının rahat
sağlanması amacıyla darlık bölgesinin mekanik olarak genişletilmesidir.
Bunu sağlamak amacıyla kimi durumlarda damar içerisindeki daralmayı önlemek adına demir bir kafes gibi stent takılır.
Eğer bu müdahale esnasında beden içerisinde stent gibi tıbbı bir materyal sabitlenecek olursa oruç bozulur[1].
Ayrıca bu tür müdahaleler öncesinde bölgesel anestezi yapıldığı da unutulmamalıdır. Eğer iğne enjeksiyonu ile beden içerisine
uyuşturucu madde verilirse, anjiyo işlemi yapılmadan önce oruç bozulacaktır.
[1] Bkz. “el-Fetâva’l-Hindiyye”, I/204.
5)AĞDA YA DA EPİLASYON YAPMAK ORUCU BOZAR MI?
Vücutta bulunan ve alınması meşru olan tüyleri yolmak, yapışkan bir madde aracılığıyla çekmek ya da lazer epilasyon yaptırmak
orucu bozmaz. Zira imsaka yani yemek ve içmek nitelikli şeylerden kişinin kendisini alıkoymasına mâni bir durum yoktur.
Burada mühim olan nokta mahremiyet esaslarına dikkat edilmesidir. Bir kadının ağda ya da epilasyon yaptırmak için herhangi bir
kadına (annesi bile olsa) göbek ile diz kapağı arasını açması haramdır.
6)BİYOPSİ YAPTIRMAK ORUCU BOZAR MI?
Biyopsi: Hastalığı teşhis etmek amacıyla ilgili organdan tıbbi bir cihaz (ince ya da kalın iğne) yardımıyla parça alınmasıdır.
Biyopsiler, lokal anestezi (sınırlı uyuşturma) altında, genel anestezi altında ya da anestezisiz olarak yapılabilir.
Bölgesel veya genel anestezi altında yapılan biyopsi orucu bozar. Zira vücudu uyuşturmak amacıyla bedene enjekte edilen sıvı
oruca engeldir [1].
Mezhep içindeki ihtilaf dolayısıyla, mümkünse o gün oruç iftar vaktine kadar yine sürdürülmeli ve daha sonrasında güne gün kaza
edilmelidir. Anestezisiz yapılan biyopsi ise orucu bozmaz.
[1] Bkz. Ebu’l- Hüseyin el- Kudûrî, “Şerhu Muhtasaru’l- Kerhî”, vr.69/a.
7)DİLALTI HAPI ORUCU BOZAR MI?
Dilaltı hapı [1] ani (kalp krizi, yüksek tansiyon vb.) rahatsızlıkları önlemek amacıyla kullanılır. Bu tür ilaçların dilaltından alınmasının
sebebi, dilaltında kılcal damarların fazla olması ve bu damarların difüzyon/yayılma hızının yüksek olmasıdır.
Dilaltı bedende var olan kılcal damarlar açısından absorpsiyonu[2]/emme yetisi en yüksek olan bölgedir.
Hanefi kaynaklarında, cilt üzerindeki gözeneklerin ilaç nitelikli bir maddeyi emerek beden içerisine (kana) iletmesinin orucu
bozmayacağı açıkça beyan edilmektedir[3].
Ancak deri altındaki kılcal damarların gözenekler aracılığıyla cilt üzerindeki sıvıyı emmesi ile dilaltındaki kılcal damarların emme
yetisi birbirinden farklıdır. Dilaltındaki kılcal damarların difüzyon/yayılma hızı daha yüksektir.
Ayrıca iğne enjeksiyonu ile damara ilaç zerk edilmesi ya da dilaltında bulunan kılcal damarların emme yetisi kullanılarak kana ilaç
verilmesi bedene yaşam direnci vermesi ve ilacın sağladığı fayda açısından farksızdır.
İhtiyat noktasında bu farklılıklar gözden kaçmamalıdır.
Dilaltı hapı ağızda erirken boğaz yoluyla bir şey yutulmazsa oruç bozulmaz. Hap tamamen eridikten sonra eğer dilaltında eriyen
hapın tükürükle karışan sıvısı kalırsa bu yutulmamalı ve derhal tükürülmelidir.
Eğer eriyen hap tükürüğe karışarak yutulursa oruç bozulur.
Dilaltı hapı kullanımında eriyen hapın tükürükle karışarak yutulmaması noktasında kesin bir kanaat olamayacağından dolayı
ihtiyaten bu orucun kaza edilmesini tavsiye ederiz.
[1] Bkz. Muhammet Ebu Zehra, “Fetâvâ”, s.254.
[2]Absorpsiyon/soğurma: bir maddenin başka bir madde/cisim tarafından kendi içerisine alınması.
[3] Bkz. İbnü Hümâm, “ŞerhuFethi’l-Kadir”, II/256.
8)ENDOSKOPİ VE KOLONOSKOPİ YAPTIRMAK ORUCU BOZAR MI?
Endoskopi: Vücut içerisindeki rahatsızlığı teşhis etmek amacıyla ağız yoluyla mideye tıbbi bir cihaz/materyalin sarkıtılması ve
yapılan gözlem sonunda tekrar çıkartılmasıdır.
Kolonoskopi: Bağırsak içerisindeki rahatsızlığı teşhis etmek amacıyla makat yoluyla bağırsak içine tıbbi bir cihaz/materyalin
sokulması ve yapılan gözlem sonunda tekrar çıkartılmasıdır.
Kolonoskopide daima, endoskopide ise genellikle beden içerisindeki ilgili organın temizliğini sağlamak amacıyla su verilmektedir.
Dolayısıyla ağız ya da makat kanalıyla vücut içerisine giren herhangi bir sıvı, gıda niteliği taşısın ya da taşımasın orucu bozacaktır 1
Eğer vücut içerisine herhangi bir sıvı girmezse ya da muayenede kullanılan cihaza herhangi bir sıvı sürülmezse oruç bozulmaz.
[1] Bkz. İbnHümam, “Şerhu Fethi’l- Kadir”, II/266 vd.
9)FİTİL KULLANMAK YA DA LAVMAN YAPMAK ORUCU BOZAR MI?
Evet, bu tür tıbbi müdahaleler orucu bozar. Fitil uygulaması tedavi kastıyla makat kanalından ilaç niteliği taşıyan bir maddenin
beden içerisine iletilmesidir. Bu tür bir fiil imsaka yani kişinin yemek ve içmek nitelikli eylemlerden kendini alıkoymasına manidir.
Bireysel ya da cerrahi lavman uygulaması makat kanalıyla bağırsak içerisine bir sıvının enjekte edilmesidir. Aynı şekilde bu da
imsaka engeldir.
Dolayısıyla her iki eylem de orucu bozar. Yaşadığı rahatsızlık sebebiyle bu tür tıbbi müdahalelere maruz kalan kişi bozulan orucunu
güne gün olarak daha sonradan kaza etmesi gerekir [1].
[1] Bkz. Muhammet b. Hasan eş- Şeybânî, “Kitâbu’l- Asl”, II/151. Aynı şekilde bkz. Ebu Bekir el- Cessas, “ŞerhüMuhtasaru’t-
Tahâvî”, II/461 vd. Ayrıca,İmam Azam’a göre ilaç nitelikli maddelerin vücut içerisine alınmasının gıda niteliği taşıdığı da
unutulmamalıdır. Bkz. Ebu Zeyded- Debusî, “el- Esrâr”, 310-060.
10)HEMODİYALİZ ORUCU BOZAR MI?
Hemodiyaliz sırasında hastanın kanı vücudun dışında bir filtreden geçer ve hastaya geri verilir. Filtre membranındaki küçük
gözenekler toksinleri süzerken, proteinler gibi hayati bileşenler kanda bırakılır. Böbrek içerisindeki fazla su da bu küçük
gözeneklerden atılır.
İşlem bir kan pompası ve güvenliği sağlayan sistemler ile donatılmış bir diyaliz makinası ile kontrol edilir. Aynı zamanda makine
tedavi sırasında kan pıhtılaşmasını önlemek için bazı ilaçlar uygulayabilir.
İslam hukuku açısından bu tür bir tıbbi müdahale orucu bozar. Zira diyaliz işlemi esnasında bedenden alınan kanın temizlenerek
tekrar beden içerisine enjekte edilmesi ayrıca bazı durumlarda kan içerisine ilaç verilmesi imsaka manidir [1].
[1] Bkz. Ebu Zeyded-Debusî, “el-Esrâr”, 310-060. Ebu’l-Hüseyin el-Kudûrî, “ŞerhuMuhtasaru’l-Kerhî”, vr.69/a.
11)PERİTON DİYALİZİ ORUCU BOZAR MI?
Böbrek yetmezliği olan hastalar için uygulanan diyaliz, periton diyalizi ve hemodiyaliz olmak üzere iki çeşittir.
Periton diyalizinde bir diyaliz sıvısı kullanılır. Bu sıvının steril özelliği bozulmadan, vücuda takılan katetarin[1] yardımıyla karın içine
verilir.
Bu esnada periton zarında bulunan kılcal damarlar aracılığıyla kan dolaşımında bulunan ve böbrek yetmezliği nedeniyle vücuttan
atılamayan maddeler bu sıvıya geçer. Sürenin sonunda karın içerisindeki diyaliz solüsyonu katater yardımıyla geri alınır.
Bu nitelikteki bir tıbbi müdahale orucu bozar. Zira diyaliz işlemi esnasında karın içerisine sıvı enjekte edilmektedir. Bu ise imsaka
yani yemek ve içmek nitelikli fiillerden kişinin kendisini alıkoymasına manidir [2].
[1]Katater: Vücut boşluklarına teşhis ve tedavi gayesiyle özellikle damarlar içine ilaç ve sıvı vermek ve bunlardan, mesela
mesaneden sıvı almak için özel hazırlanmış tüpler (borular).
[2]Bkz. Ebu Zeyded-Debusî, “el-Esrâr”, 310-060. Ebu’l-Hüseyin el-Kudûrî, “ŞerhuMuhtasaru’l-Kerhî”, vr.69/a.
12)RAMAZANDA ÂDET GECİKTİRİCİ İLAÇ KULLANAN BİR KADIN, O GÜNLER İÇERİSİNDE ORUÇ TUMALI MIDIR?
Evet, bu kadın oruç tutmalıdır. Zira âdet henüz başlamadan, hiçbir akıntı görülmeden ilaç kullanımıyla ertelenmiştir. Âdeti
başlatacak akıntı hiç görülmemesi sebebiyle olağan temizlik hâli devam etmektedir.
Eğer, âdet akıntısı görüldükten sonra ilaç kullanılarak akıntı kesilecek olursa bu durumda kadının kaç gün akıntı gördüğüne bakılır.
Eğer olağan temizlik döneminden sonra görülen akıntı 3 günden az olursa ve bu akıntı ilaçla tamamen kesildiyse bu durumda da
oruç tutmak gerekecektir [1].
[1] İmam Birgivî, “Zührü’l-Mütehhilîn”, s.26 vd.
13)VAJİNAL MUAYENE ORUCU BOZAR MI?
Doğum veya kadınsal rahatsızlıklar sebebiyle rahim ağzından yapılan muayenelerde, muayene için kullanılan materyal/nesneye -
vajina kanalına kolay ulaşımını sağlamak amacıyla- bir sıvı sürülmesi ve bu sıvının kanaldan içeri girerek rahim ağzına kadar
ilerlemesi sebebiyle oruç bozulur.
Zira yaratılış itibarıyla kadının genital bölgesi, vücut içerisine bir şeyin ulaşabileceği doğal bir menfez/kanaldır. Bu kanaldan bir
sıvının vücut içine ulaşması orucun bozulmasına sebep olacaktır [1].
Muayene esnasında kullanılan cihaza herhangi bir sıvı sürülmemesi durumunda oruç bozulmaz.
[1] Bkz. İbn Hümam, “Şerhü Fethi’l- Kadir”, II/267.
14)İĞNE/İNSÜLİN YAPTIRMAK VE SERUM YEMEK ORUCU BOZAR MI?
Dışarıdan vücut içine zerk edilen ve cevfe/beden içerisine kesin ulaşıp ulaşmadığını bilmediğimiz iğne ile yapılan enjeksiyonlar,
Hanefi mezhebinde tartışmalara konu olan bir meseledir.
Hanefi mezhebinde tercih edilen görüşe göre vücuda yarar sağlayan bir ilacın iğne aracılığıyla beden içerisine yol açılarak enjekte
edilmesi halinde oruç bozulur.
Bu mesele ’de İmam Muhammet ve İmam Ebu Yusuf’a göre her hangi bir şey, yaratılış itibarıyla var olan menfez/yoldan (ağız,
burun, makat, cinsiyet organı vb.) içeri gitmedikçe oruç bozulmaz.
Osmanlı döneminde, Fetvahanede bir dönem bu görüşle fetva verilmiştir.
Ancak ibadet meselelerinde fetva ihtiyata uygun olarak verilir. Dolayısıyla iğne, insülin, serum vb. tıbbî müdahalelerin tamamı
orucu bozar. Böyle durumlarda eğer mümkünse bu tarz tıbbi müdahaleler iftar sonrasında yapılmalıdır.
Mezhep içindeki ihtilaf dolayısıyla, gün içerisinde oruçluyken böyle bir tıbbi müdahaleye maruz kalan kişi dayanabiliyorsa o gün
orucunu tutmayı iftar vaktine kadar yine sürdürmeli ve daha sonrasında güne gün kaza etmelidir [1].
[1] Bu konuyla alakalı ayrıntılı bilgi için “Tedavi kapsamında orucu bozan şeyler” isimli makalemize müracaat edilebilir.
ORUCA DAİR TEMEL BİLGİLER
15)ISKÂT-I SAVM NEDİR? ÖLEN BİR KİŞİNİN ORUÇ BORÇLARI NASIL ÖDENİR?
Iskât-ı savm/oruç sorumluluğunu düşürmek anlamındadır. Rahatsızlığı sebebiyle hali hayatında oruç tutamayacak olan bir kişi
ölmeden önce bu oruçlara bedel olarak fidye öder.
Nakit bedel verdikten sonra kişi, kaza oruçlarını tutacak derecede sıhhat bulacak olursa o kazaları tekrar tutması gerekir.
Ölüm anından öncesine kadar fidye veremeyen kişi, ölmeden önce bu fidyelerin ödenmesini vasiyet etmesi vaciptir. Bu şekilde
vasiyet gerçekleştikten sonra mirasçılar tarafından her gün için bir fidye (en az 16-18 TL) verilir [1].
Oruç borcu olan kişi, ölmeden bu yönde bir vasiyette bulunmadıysa, mirasçıların yine de fidye vermesi güzeldir.
Ölen bir kişi adına veli ya da mirasçılar tarafından oruç tutulamaz. Ancak oruç Allah rızası için tutulup sevabı ölüye bağışlanabilir.
[1] Bkz. Merğınânî, “el-Hidaye”, II/152. “el-Mebsûd”, III/100
16)LOKANTA İŞLETEN BİR KİŞİ RAMAZAN DA KAPATMASA BİR SAKINCASI VAR MIDIR?
Bu tür müesseseler Ramazan’da kapatılmalıdır. Zira burada hem Ramazan’a hürmetsizlik olacaktır hem de oruç tutmayan kişilerin
günahına ortak olunacaktır.
17)MAKBUL BİR ORUÇ NASIL TUTULUR?
Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) makbûl orucun iki önemli noktasını şöyle ifade ederler:
“Her kim inanarak ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek Ramazan’ı oruçlu olarak geçirirse geçmiş günahları affolunur.”(Ahmed
ibni Hanbel, el-Müsned, No: 7170) Dikkat edilirse Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu hadis-i şerifte makbul
orucun vasıflarını iki noktada cem etmektedir; inanmak ve sevabını yalnız Allah’tan beklemek
Bu noktada akla şöyle bir soru gelebilir: İnanmayan insanın oruç tutması nasıl düşünülebilir? Oruç tutan bir insanın iman etmesi
ne anlama gelmektedir. Bu sorunun cevabı olarak denilebilir ki; oruçlunun iman etmesi demek oruç tutmanın sadece yemek ve
içmekten kesilme olmadığını iyi bilmesi demektir. “Her kim yalan konuşmayı ve onunla amel etmeyi terk etmezse bu kimsenin
yeme ve içmesini terk etmesine Allah’ın ihtiyacı yoktur” (Buhârî, 1804) şeklindeki hadis-i şerifte belirtildiği üzere hem oruç
tuttuğunu söyleyip hem de bu tarz işler çeviren bir kişinin hadiste bahsi geçen şuurlu bir oruç tuttuğu söylenemez.
İkinci olarak makbul bir oruçtan bahsedilebilmesi için o orucun sevabının Allah’tan beklenerek tutulması gerekmektedir. Orucunu
sevap getireceği, Allah’ın rızasına vesile olacağı şuuruyla tutmak ihtisâben tutmak demektir. Oruç tutmazsam çevrem beni kınar,
insanların içerisine çıkamam duygusuyla tutulan bir oruç hadiste geçen “ihtisâben/sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek oruç
tutma” kapsamına dâhil olmaz. Beşer planında birtakım rütbelere nail olmak veya bu gayenin dışında olduğu söylenebilecek
herhangi bir maksatla tutulan oruç da makbul oruç kapsamına girmez.
18)ORUCUN BAŞLAMA VAKTİNİN GÜN AYDINLANINCAYA KADAR OLMASI GEREKTİĞİ SÖYLENİYOR. BUNU AÇIKLAR MISINIZ?
Bu mesele bakara suresinin 187. Ayeti celilesinde geçen ifadeye verilen mana ile alakalıdır. Öncelikle ayeti zikr edip meseleyi öyle
inceleyelim.
Manası: (İmsak vakti girdiğinde, gün başlangıcını ifade eden) sabahın beyaz ipliği (geceyi temsil eden) siyah iplikten sizin için iyice
belirinceye kadar yiyin için.
Bu ayeti celile’nin tefsiri sadedinde gerek müfessirler gerekse fakihlerimiz siyah ve beyaz iplikten muradın ufukta ki karanlık ve
karanlığın akabinde oluşan beyazlık olduğunda görüş birlikleri vardır.
Fecr vaktinde oluşur bunlardan birincisine fecri kazib yani yalancı aydınlık denir zira fecri kazip te, aydınlık ufukta dikey olup
sonradan yok olma durumu söz konusudur. Ama fecri sadık ise ufukta yatay olarak belirip ufuğa bitişik olur. Parıltısı ise yavaş
yavaş artar. İşte bu orucun başlama vaktidir ve günümüzde imsak diye bilinen vakittir. Ancak bazılarının ümmetin kafasını
karıştırmak için farklı ifadelerde bulunması ne efendimizin uygulamasına ne ashabı kiramın uygulamasına nede 14 asırdır gelen
âlimlerimizin ifadelerine uymaktadır.
Zira böyle bir meselede Rasulullah (sallahu aleyhi ve sellem) ve ashabının anlayışı bu zamana kadar nakledilmiş ve herkes bunu
kabul ederek amel etmiştir. Bu ise bizim için yeterli bir delildir.
Ayrıca şunu da ifade etmek gerekir ki Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sahih bir şekilde rivayet edilen bir hadiste
Rasulullah efendimiz "Bilal’in ezanı sizi yemekten alı koymasın... " "Bilal ezanı geceden okur siz abdullah ibn-i mektum ezanı
okuyuncaya kadar yiyin için" buyurmuştur.
Bu ve benzeri hadislere baktığımızda ashabı kiram sahurda yemek vaktinin ne zaman biteceğinde ezanı veya aydınlığın ufukta
yayılmasını beklerlerdi. Şayet günümüzde denildiği gibi havanın aydınlanması önümüzü görecek bir şekilde havanın açılması
olsaydı ashabı kiram vaktin ne zaman girdiğinde nasıl bir karışıklığa düşme durumu olurdu. Demek ki Rasulullah ve ashabı yemeği
karanlıkta yani imsak vaktinde bırakıyorlardı.
Nitekim İbn-i Cerir et-Taberi bu ayeti celilenin tefsirini yaparken şu nakle yer veriyor; Adiyy bin hatim Müslüman olduğunda
Rasulullahın kendisine İslam’ı öğretip namazı nasıl ve ne zaman kılacağını bildirdikten sonra Ramazan orucunda ise ayeti celilede
ifade edildiği gibi siyah ipliğin beyaz iplikten ayrılıncaya kadar yemeye devam etmesini beyan etmişti.
Ancak kendisinin bu beyaz ipliğin siyah iplikten ayrılmasının ne manaya geldiğini anlamadığını bunu zahirden anlaşıldığı gibi iki ip
alıp onları yastığının altına koyduğunu ifade etmiştir. Fakat fecr vakti olduğunda iplere bakıp ikisini birbirinden ayıramamıştır.
Durumu Efendimiz Sallallahu aleyhi ve selleme anlatınca Rasulullah bu duruma azı dişleri gözükecek şekilde tebessüm etmiş ve
bundan muradın " siyah iplikle gecenin karanlığı beyaz iplikle gündüzün aydınlığı" olduğunu bildirmiştir. (Tefsir-i et-Taberi 2/178)
Eğer günümüzde iddia edildiği gibi ayrıca Adiyy bin hatimin ilk anladığı gibi havanın aydınlanması olsaydı Rasulullah ona "sen
erken bakmışsın, imsak daha sonra hava aydınlanınca bakmalıydın o zaman siyah iplikle beyaz ipliğin arasını ayırabilirdin" gibi bir
ifade buyurmaz mıydı?
19)ORUCUN HİKMETİYLE İLGİLİ NELER SÖYLEYEBİLİRİZ?
Fıtratında yemek içmek gibi şeylere muhtaç olarak yaratılan insanoğlu Allah Teâlâ tarafından farklı mevzularda çeşitli imtihanlara
tabi tutulmaktadır. Her şeyden önce orucun da bir imtihan olduğunu belirtmek durumundayız. Şehevî kuvvetini gıdalandığı
maddelerden alan insanoğlu nefsinin kendisini en fazla zorladığı nokta olan şehevî arzularını dizginleyebilmek için nefsinin azığını
kesmek zorundadır. (Şâh Veliyyullâh ed-Dihlevî, Huccetullâhi’l-bâliğa, II/169) Bunu yaparak nefsine kâinatta hiçbir şeyin sınırsız
olmadığını, onu yaratan Rabbi’nin koyduğu hudutlara dikkat etmek zorunda olduğunu öğretmiş olur.
Öte yandan gafletin de artmasına neden olan yeme ve içme gibi fiilleri keserek on bir ayın muhasebesi yapılır. Varlık âleminde
rızık anlamında herkesin eşit olmadığı (Nahl Suresi, 71) şeklindeki ilâhî gerçek yaşanarak öğrenilir. Oruç, tok olanın açın halinden
anlamasına yardımcı olur. Bu vesileyle de tok olan kişi bizâtihi yaşadığı açlığın ne anlama geldiğini daha iyi kavrama imkânına sahip
olduğu için aç olan fukaraya daha fazla ihsan ve yardımda bulunur. Bu da toplumda kaynaşmanın ve sevginin temelini atma
konusunda büyük bir adım atılmasına vesile olur.
20)ORUCUN LÜGAT VE ISTILÂHÎ ANLAMI NEDİR?
Lugat anlamı: “Savm (oruç) kelimesi Arapça lugatta tutmak, kendine sahip olmak anlamına gelir.”
Istılahta ise: (terim olarak) yeme, içme ve cinsi ilişki gibi orucu bozan şeylerden uzak durmak, el çekmek ve nefsine sahip olmak
anlamlarında kullanılmaktadır. [Halil GönençMeselelerine Fetvalar, Oruç Bahsi, s.49]
21)ORUÇ KİMLERE FARZ DEĞİLDİR?
Oruç tutacak olan kişinin Müslüman ve mükellef olması gerekir. Şu hâlde kâfire, çocuğa ve Ramazan ayının tamamını deli olarak
geçiren kimseye oruç farz olmayacaktır. (Şeyhzâde, Mecma’u’l-enhur, el-Mektebetu’l-hanîfiyye, İstanbul, I/231)
22)ORUÇTA TEMKİN VAKTİ NEDİR, UYGULANMAKTA MIDIR?
Namaz veya oruç gibi belli bir vakit içerisinde yapılmak üzere farz kılınmış olan ibadetlerin vakitlerinin sınırlarını belirlemede fıkhın
öne sürdüğü belli ölçüler vardır. Mesela ikindi vaktinin girmesinde bir şeyin gölgesinin İmameyne göre bir misline İmam Ebû
Hanife’ye göre de iki misline çıkması gibi.[1] Veya akşam namazının vaktinin çıkması için şafak kaybolmalıdır. İmameyn’e göre
şafak denilen şey gökyüzünde beliren kırmızılıktır. İmam Ebu Hanife’ye göre ise kırmızılıktan sonra meydana gelen beyazlıktır.[2]
Bu vakitlerin bir de astronomi verilerine göre tayin edilmeleri söz konusudur. Güneşin doğuşu, batışı ve sair namaz vakitleri
hesaplanırken bu vakitlere eklenen veya çıkarılan zamanlara “temkin vakti/zamanı” denmektedir. Bir namaz vakti hesaplanırken,
hesabı yapılan şehrin arazisinin yükseklik ve alçaklık, doğu-batı, kuzey-güney, genişlik gibi durumları göz önünde
bulundurulmalıdır. Ayrıca vakte tesir edecek atmosfer şartlarının da en anormal hâli düşünülür, Sonrasında bütün bu şartların
hepsini karşılayarak, vakti güven altında tutacak zamana, “temkin vakti” denir.
İşte, bu iki belirleme arasında güneşin yarıçapı, ufkun alçalması, ışınların zayıflaması ve güneşin parlaklığı kadar fark vardır ki buna
“temkin vakti” denmektedir. Türkiye için on dakika gibi bir farktır bu.
Temkin vaktinin uygulanıp uygulanmadığına gelince; zamanımızdaki teknik imkânların gelişmesinden ötürü artık temkin vakti
payına ihtiyaç duyulmadığı belirtilmiştir. Bundan dolayı 1983 yılında bu uygulamaya son verilmiştir. Bu yüzden takvimde belirtilen
imsak vaktinde yeme-içmenin kesilmesi gerekir.
Tüm bunlarla birlikte namaz vakitlerinde on dakika gibi bir sürenin ihtiyat olarak konulması güzeldir.
[1] Muhammed b. Hasen eş-Şeybâni, Muvatta, Daru’l-kalem, Dımeşk, 2011, B.I, I/158
[2] Ebubekir Razi el-Cessâs, ŞerhuMuhtasari’t-Tahâvî, Daru’l-beşâiri’l-İslamiyye,Beyrut, 2010, B.II, I/501
23)RAMAZAN HİLALİNDE BÖLGE FARKLILIĞI OLABİLİR Mİ?
Bu mesele fıkıhta ihtilaf’ul-metali’ diye ifade edilen konu ile alakalıdır. Bu meselede âlimler arasında ihtilaf vardır ama zahir’ur-
Rivaye de buna itibarın olmadığı bir bölgede hilal görülecek olursa diğer bölgedeki insanlar da buna göre amel etmeleri gerektiği
ifade edilmiştir. Fetva da bu yöndedir. Kadıhan, şems’ul-eimme El-hulvani ve Ebu’lleys te bu yönde fetva vermiştir. (El-Fetava El-
Hindiyye 1/219)
24)RAMAZAN ORUCUNA HİLALİ GÖZETLEMEKSİZİN MÜCERRET HESAP İLE BAŞLAMAK CAİZ MİDİR?
Öncelikle bu meselenin temeli olan hadisi şerifi nakil edelim. Efendimiz (sallahu aleyhi ve sellem) bir hadisi şerifinde “(Ramazan)
hilali(ni) görene kadar ramazan orucuna başlamayın (şevval) hilali(ni) görmedikçe de iftar etmeyin. Eğer hilal gözükmeyecek
olursa takdir edin” buyurmuştur. Bu hadisi şerif Buhari, Müslim, Muvatta gibi birçok kitapta nakledilmiş olup kesinlikle sahihtir.
Ancak âlimler hadisin manası hususunda ihtilaf etmişler.
Bazı âlimler ifadeden cumhurun dışında yıldızlar itibar edilerek yapılan hesaplamayı da anlamış ve bu doğrultuda fetva
vermişlerdir.
Ancak âlimlerimizin cumhuru ise buradaki takdir edin ifadesinden maksat yıldızlar aracılığı ile değil bilakis ramazan dan önce olan
şaban ayının günlerini başından beri kontrol ederek yapılan hesaplama kast edildiğini ifade etmişlerdir. Hanefi ve diğer mezhep
âlimlerinin çoğu da bu görüşü kabul etmiştir.
Hesaba itibar etmeyenlerin gerekçe olarak getirdikleri genel anlamda şu üç şeydir;
Şer’i şerif Ebu Davud’da nakil edildiği üzere yıldızlardan ilim almayı yasaklamıştır. İslam ibadetlerde muhatabın takat
getiremeyeceği bir emir de bulunmamıştır. Halbuki burada hesap olur der isek hesap bilmeyenler burada acze düşecektir. Hadiste
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hesap etmeyi ayın görülemediği duruma bağlamıştır. Ay gözüküyor ise gözle ru’yet
gerekecektir.
Bu ifadeleri kabul etmeyen âlimler meseleyi biraz daha açmış ve burada ki illetin(sebebin) ne olduğu konusuna daha da dikkat
çekmişlerdir.
Özellikle Muhammed Bahit ‘İrşadu ehli’l-mille ila İsbat’ı-Ehille’ isimli eserinde hesaba itibar edilmemesini ifade eden âlimlerin
görüşlerini inceleyip onlara cevap vermiş ve Allah Teâla bizi her işimizde o işi bilen kişilere sevk ettiği halde neden bu işi bilen
kişilere itibar edilmesin diyerek te bu konudaki yapılması gereken şeyi açıklıkla tembihte bulunmuştur.
Netice olarak; asl olan ru’yet tir. Ancak hesaba da itibar edilmesi caizdir.
ORUCU BOZAN VE BOZMAYANLAR
TERAVİH
76)BAYANLAR TERAVİH NAMAZINI CAMİDE KILABİLİR Mİ?
Bayanların farz namazları dahil bütün namazlarını evlerinde kılmaları uygun olup zamanın fesadından ve bu fesadın yaygın
olmasından dolayı namaz için cemaate camiye gelmeleri mekruh görülmüştür.[1]
Bahru’r-Raik c:1, s:380 -şamile-
77)ORUÇ TUTMAYAN BİR KİMSENİN TERAVİH VE DİĞER BEŞ VAKİT NAMAZLARI GEÇERLİ OLUR MU?
Bir kimse Şer-i ölçülere muvafık bir mazerete sahip değilken Ramazan ayı orucunu tutmamasıyla Allah Teâlâ’nın farz kıldığı bir
ibadeti terk etmiş olacağından cehennem azabına duçar olur. Böyle bir kimse oruç tutma emrinin kıymetini layık-ı veçhiyle bilmeli
ve tövbe istiğfar edip hemen tutmadığı oruçları kaza etmelidir.
Ancak şu kadar var ki kıldığı beş vakit farz namazlar olsun veya Ramazan ayında kılacağı Teravih namazları olsun tabi ki geçerli
olur. Ama bu ibadetlerin geçerliliği diğer farz bir ibadet olan orucunu tutmamasından kaynaklanan haramlığı kaldırıcı değildir.
78)ORUÇ TUTMAYAN KİMSE TERAVİH NAMAZINI KILABİLİR Mİ?
Oruç tutmayan ve tutamayan kimse Teravih namazı kılabilir. Çünkü teravih orucun değil günün sünnetidir.[1]
Haşiye ala Meraki’l-felah c:1 s:273
79)TERAVİH NAMAZI KAÇ REKÂTTIR?
Teravih namazı Hanefi mezhebine göre 20 rekâttır.[1]
Muhitu’l-Burhani c:1, s:456, Lübab c:1, s:60
80)TERAVİH NAMAZI TEK NİYETLE KILINABİLİR Mİ? YOKSA HER SELAM VERDİKTEN SONRA TEKRAR NİYET ETMEMİZ GEREKİR
Mİ?
Her selam verme sonrasında tekrar niyet getirmeksizin teravihin başında alınan bir niyetle yetinerek bütün teravih kılınabilir.[1]
Fakat ihtiyaten her namaza kalkışta niyet getirmelidir.
Fetava-i Tatarhani c:2, s:323
81)TERAVİH NAMAZINI CEMAATLE VEYA TEK BAŞINA KILMANIN HÜKMÜ NEDİR?
Teravih namazını cemaatle kılmak sünnettir. Zira Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve Hulefa-i Raşidin bu namazı cemaat
yaparak kılmışlardır.[1]
Bir mazeret olmadıkça cemaatle kılma sünnetini terk etmemelidir. Aksi takdirde ulemanın bazısına göre sünneti terk etmekle kötü
bir amel işlenmiş olur.[2]
[1] Fethu’l-Kadir c:1, s:334
[2] Bahru’r-Raik c:2, s:72, Mecmeu’l-Enhur c:1 s:136
82)TERAVİH NAMAZININ MAHİYETİ VE HÜKMÜ NEDİR?
Teravih namazı ismini kılınırken teşehhüt oturuşları arasında bir miktar dinlenme ve rahatlamadan almıştır. Ramazan ayı boyunca
her gece yatsı namazından sonra kılınan ve hükmü sünneti müekkede olan nafile bir namazdır.[1]
[1] Muhitu’l-Burhani c:1, s:456, Bahru’r-Raik c:2, s:71
83)TERAVİH NAMAZININ VAKTİ NE ZAMANDIR? YATSI NAMAZI KILMADAN ÖNCE TERAVİH KILINSA GEÇERLİ OLUR MU?
Teravih namazının vakti yatsı namazının vaktidir. Fakat yatsı namazından sonra kılınmalıdır. Sahih olan görüşe göre Vitir namazı
öncesi veya sonrası kılınabilir. Zira Hanefi mezhebinde genel görüş budur. Aksi takdirde yatsıdan önce kılınmış olsa en sahih
görüşe göre teravih namazı iade edilmelidir.[1]
[1] Muhitu’l-Burhani c:1, s:458, Mecmeu’l-Enhur c:1 s:136
ZEKÂT
84)BİR KİMSE ALACAĞINI ZEKÂTA SAYABİLİR Mİ?
Alacakların zekât olarak sayılması caiz değildir. Zira zekâtın rüknü yani olmazsa olmazı temliktir. Temlik ise mali değeri olan
herhangi bir şeyi başka bir kimseye mülk ettirmektir. Alacağın zekâta sayılmasında temlik manası olmayıp ıskat (olan borcu
düşürme ) manası bulunmaktadır. Iskatta, zekât için şart olan temlik manası olmadığından dolayı alacağını zekâta saymakla zekât
verilmiş olmaz.
85)ALACAKLARDAN DOLAYI ZEKÂT VERİLİR Mİ?
Alacaklar kuvvetli, orta kuvvette alacak ve zayıf alacaklar olmak üzere üç kısma ayrılmaktadırlar. Kuvvetli alacak zekâta tabi olma
hususunda elde olan mal gibi kabul edildiğinden zekâtları verilecektir. Orta ve zayıf alacaklar ise; tahsil edildikten sonra
üzerlerinden bir sene geçmesi halinde zekâtlarının verilmesi gerekir. Eğer alacaklarının dışında zekâtla mükellef ise alacaklarını
mevcut nisaba ekleyip zekâtını eda edecektir.
86)ARAZİ MAHSULÜNDEN ZEKÂT VERİLMESİ GEREKİR Mİ?
Araziden çıkan mahsule zekât verilmesi gerekir. Zira Rabbimiz Kuran-ı Hâkim’in de
“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin...” [1] buyurarak bunu
açıklamaktadır.
Ayrıca bu hususta Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’den
“Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde onda bir; kova(elemeği) ile sulananlarda ise yirmide bir vardır” gibi
birçok hadisi şerif nakledilmiştir.[2]
[1] Bakara, 2/267
[2] Buhârî, “Zekât”, 55, Feth’ul-Bâb’il-İnaye 1/512
87)ZANAAT İLE MEŞGUL OLAN KİMSELERİN ARAÇ GEREÇLERİNE ZEKÂT GEREKİR Mİ?
Kişinin mesleğini icra edebilmesi için gerekli olan araç ve gereçlerinden zekât vermesi gerekmez. Çünkü sanat erbabının işi için
kullanmış olduğu malzemeler aslı ihtiyaç (hayatının devam etmesi için gereken) kabul edilmektedir. Tekstilciye üretim için gereken
makine bu kısımdandır.
Aslı ihtiyaç olan mallardan zekât gerekmemektedir. Ancak kişinin sanatını icra ederken kullandığı araç gerecin eseri üretilen
malzemede bulunursa zekât gerekir. Örneğin; Boyacının kullandığı boya bu kısımdandır.[1]
[1] Tebyinü’l-Hakaik
88)BABASI İLE OTURAN KİŞİ ZEKÂT İLE MÜKELLEF OLUR MU?
İslam hukukuna göre malî ibadetler de ergenlik çağına ulaşan her birey müstakil değerlendirilir. Dolayısıyla bir kişi, babası, annesi
abisi ya da ablasıyla yaşasa dahi malî bir ibadet olan zekâtta kendi birikimlerine göre zekâtını hesaplayarak verir.
89)BİR BOYACI YÜKLÜ MİKTARDA ALDIĞI BOYALARININ ZEKÂTINI VERECEK MİDİR?
Bu boyaların zekâtı verilecektir. Zira bu mallar ticaret malı gibi değerlendirilmektedirler. Burada ki kural ise şudur; boyacı ve terzi
gibi zanaat erbabının kullandıkları malzemeler yaptıkları işte eser bırakıyorsa zekâtı verilecektir. Tıpkı bir boyacının boyası gibi, bir
duvar veya elbise boyanınca bu boyanın eseri o duvar veya kumaşta kalmaktadır. Ancak kullandıkları malzemeler yaptıkları işte
eser bırakmıyorsa zekâtını vermeyecektir. Tıpkı bir temizlikçinin sabunu gibi zira sabunun eseri o noktada kalmamaktadır.
[1] Feteva el-Kadıhan 1/221
90)BİR FİRMA, ÇALIŞANLARINA DAĞITTIĞI YARDIMLARI ZEKÂT YERİNE SAYABİLİR Mİ?
Hanefi mezhebine göre zekâtın, nisabın hem cinsinden verilmesi şart değildir. Burada kişi dilerse hem cinsinden dilerse de onun
değerinde olan başka bir şey de verebilir. Durum böyle olunca soru da ifade edilen yardımlar eğer zekât niyeti ile veriliyorsa bu
durumda zekât olarak kabul edilecektir. [1] Feth’ul-Bâb’il-İnaye 1/494
91)EKİN HASADI YAPILMADAN ÖŞRÜ VERİLEBİLİR Mİ?
Bir kimse ekini daha ekmeden öşrünü vermesi geçerli olmaz. Ekin bitmeden önce verecek olursa sahih görüşe göre yine geçerli
olmaz. Lakin ekin bittikten sonra verdiyse geçerlidir.
Meyvelerde de çiçeklik dönemi ve öncesinde öşrün verilmesi geçerli olmamakla beraber, meyvenin bitip de ham veya olgun
halindeyken öşrünün verilmesi geçerli olur.[1]
[1] el-Feteva’l-Hindiyye 1/248
92)ZENGİN ÇOCUĞUN MALINDAN ZEKÂT VERİLMESİ GEREKİR Mİ?
Hanefi mezhebine göre buluğ çağına ermemiş zengin çocuğun malından zekât verilmesi gerekmez. Zira zekât bir ibadettir.
Yapılacak herhangi bir fiilde İbadet manasının oluşabilmesi için tercih imkânının bulunması gerekir. Çocukta mükellef olması için
şer’i ölçülerce yeterli akıl bulunmadığından dolayı tercih imkânı yoktur. Tercih imkânı bulunmayan çocuk zekât gibi bir ibadet ile
muhatap olmaz.[1]
[1] el’Hidaye
93)FAKİR, GÜÇSÜZ VE ZAYIF İNSANLARIN SAĞLIK TEDAVİLERİNİ YAPTIRAN VAKIF, DERNEK GİBİ KURULUŞLARA ZEKÂT
VERİLEBİLİR Mİ?
Zekâtın verilmesinde temlik yani zekât alabilecek kişinin mülkiyetine geçirme şartı vardır. Dolayısıyla özel kişiliği olmayıp
tüzel/manevi kişiliği bulunan kurum ve kuruluşlara verilen zekâtlarda şahsa mülk edindirme manası hakikaten bulunmadığından
zekât verilmiş sayılmaz.
Lakin bir kimse bizzat kendisi veya vekâlet verdiği kuruluş bir fakirin tedavi, ilaç vb. borçlarını ona vekâleten zekât niyetiyle
verecek olurlarsa zekât yerine geçer. Ama onun izni olmadan verirlerse geçerli olmaz.[1]
[1] FETAVA EL’HİNDİYYE 1/252
94)DEVLETİN EL KOYDUĞU TİCARET MALLARINDAN DOLAYI ZEKÂT VERİLİR Mİ?
Eğer bu malların alınma durumu varsa zekâtı verilmelidir. Ama alınma durumu söz konusu değilse bu durumda zekâtlarının
verilmesi gerekmez
95)TİCARET MALLARININ ZEKÂTI NASIL HESAPLANIR?
Ticaret mallarının tamamının mevcut kıymeti bulunup onun üzerinden zekâtını verilecektir. Satış ya da alış mı noktasında ise
ihtiyata en yakın olana göre hareket etmek lazım ki bu da satış ve alışın arasında ki bir değere göre hareket edilmesidir.
96)EMLAKÇILARIN MÜLKİYETLERİNDEKİ DAİRELERİN ZEKÂTINI VERMELERİ GEREKİR Mİ?
Emlakçılar, mülkiyetlerinde bulunan daireleri alırken al-sat kastıyla aldılarsa ticaret malı olurlar. Dolayısıyla ticaret mallarında
yapıldığı gibi değerleri hesaplanıp zekâtları verilmesi gerekir. Lakin bir daireyi satmak kastıyla almamışsa daha sonra ticarete niyet
etse de satmadıkça mülkiyetinde bulunan bu daire zekâta tabi olmaz. Sattıktan sonra bakılır: Şayet daha önce zekâtla mükellef bir
kimse ise dairenin de parasını ona ekleyip senesi dolunca tamamının zekâtını verir. Fakat daha önce nisap miktarı malı yoksa
üzerinden bir sene geçtikten sonra zekâtını verir.[1]
[1] İbni Abidin 2/230-231
97)FAKİR GENÇLERİ EVLENDİRMEK VEYA ÇOCUKLARI SÜNNET ETTİRMEK İÇİN HARCANAN PARA ZEKÂT YERİNE GEÇER Mİ?
Zekâtın yerine getirilme şartlarından bir tanesi temliktir. Temlik; Lügatte mülk edindirmek, bir malı başkasına ait kılmak demektir.
Zekâtta temlik ise, zekât verilecek bedeli kişinin kendi mülkünden çıkarıp fakirin mülküne intikal ettirmesidir.
Netice olarak harcanan paralar eğer şahıslara bizzat verildiyse zekât olur. Ama gençlere verilmeyip kişi kendi harcama yaptı ise
bakılır,
mobilya gibi eğer kalıcı bir eşya alıp sonra bunu o kişiye zekât niyetiyle verse zekât yerine gelir. Ama şahsa verilme durumu
olmayan bir harcamada bulunsa örneğin salon masrafı, etrafın süslenmesi gibi bu durumda bunların temlik durumu olmayacağı
için zekât yerine geçmeyecektir.
98)BİR KİMSE ZEKÂT ALABİLECEK BİR FAKİRİN BORCUNU ÖDEYECEK OLSA ZEKÂT YERİNE GEÇER Mİ?
Bir kimse malının zekâtından bir fakirin borcunu onun izniyle ödeyecek olursa zekât yerine geçer. Ancak izni olmadan ödeyecek
olursa zekât yerine geçmez, sadaka olmuş olur.[1]
[1] FETAVA el’HİNDİYYE 1/252
99)BELEDİYE, DERNEK, VAKIFLARCA HAZIRLANAN VE AŞEVLERİNDE DAĞITILAN İFTAR YEMEKLERİ ZEKÂT/FİTRE YERİNE GEÇER
Mİ?
Zekât ve fitrenin geçerli olmasında temlik yani bunları alabilecek kimselere mülk edindirmek şarttır. Dolayısıyla bir kimsenin sofra
kurdurup fakirlere yeme serbestliği vermesi manasına gelen“ibaha“ ile mülk edindirme meydana gelmediğinden zekât ve fitre
verilmiş sayılmaz. Belediye, dernek, vakıflarca hazırlanan iftar yemekleri de aynıdır. Lakin bizzat zekât ve fitre vermekle mükellef
şahıs tarafından niyet edilerek veya vekâlet verilerek sayılan kuruluşlarca yapılan yemekler sefer taslarına vb. kaplara konulup
fakirlere verilerek temlik (mülk edindirme) gerçekleşecek olursa zekât ve fitre yerine geçer.[1]
[1] İbni Abidin 3/ 204
100)GAYR-İ MEŞRU YOLLARDAN ELDE EDİLMİŞ KAZANÇTAN ZEKÂT VERMEK GEREKİR Mİ?
Gasp edilen malın sahibi veya varisleri biliniyorsa bizzat o malın geri verilmesi gerekir. Eğer sahibi veya sahibinin varisleri
bilinmiyorsa tamamının tasadduk edilmesi gerekir. Zekât vb. yollarla bir kısmını tasadduk etmek yeterli olmaz.
Yine aynı şekilde tamamı şarap, kumar, faiz vb. haram yollarla elde edilmiş kazançların zekâtının verilmesi gerekmez. Zira
tamamının tasadduk edilmesi vacip olan gayr-i meşru kazancın bir kısmını tasadduk etmek yeterli olmaz.[1]
[1] İbni Abidin 3/259-260
101)HARAM OLAN BİR MALIN ZEKÂTI VERİLİR Mİ?
Haram mal için zekât verilemez. Böyle haram bir mal, sahibi biliniyorsa ve hayattaysa ona, hayatta değilse varislerine iade edilir.
Sahibi bilinmiyorsa fakirlere sadaka olarak verilmesi gerekir. Fakat haram bir mal, helal bir mala karışmış ve aralarını ayırmak
mümkün olmazsa hepsinin zekâtını vermek icap eder.
102)ASLİ İHTİYAÇLAR NELERDİR?
Havaici asliyye (asli ihtiyaç) kişiyi helakten koruyup, hayatını idame etmesi için ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Dinen asli ihtiyaç kabul
edilen şeyler; kişinin sahibi olduğu bir tane evi, ev eşyaları, bineği, giydiği elbisesi, ailesinin nafakası, hizmetçi kölesi, ehli ilim için
kitapları, sanat erbabı için gerekli olan iş aletleridir.[1]
[1] el Bahru’r Raik
103)ZEKÂT VE FİTRE HAYIR KURUMLARINA VERİLİR Mİ?
Zekât ve fitrenin geçerli olması için temlik yani zekât alma liyakati bulunan kimseye zekât malını temlik(sahiplendirmek) şarttır.
Dolayısıyla mescit, köprü yapma, kuyu kazma, yol ve nehir tamiri ve hayır kurumları gibi şahsiyetlere temlik bulunmayan yerlere
verilen zekât ve fitre verilmiş sayılmaz
Lakin hayır kurumları zekât ve fitrelerin zekât ve fitre alabilecek kimselere ulaştırılmasında vekil tayin edilmesi ve onların da
müvekkilleri adına temlik etmesiyle zekât ve fitre geçerli olur.
[1] Fetava el’Hindiye 1/250
104)SAİME HAYVANLARIN ZEKÂTI KIYMET İLE VERİLEBİLİR Mİ?
Hanefi mezhebine göre zekât, öşür, fıtır sadakası ve kefaretlerde vacip olan bedelin kıymetinin verilmesi caizdir. Zira zekât
vermesi gereken kimse, Allah Teâlâ tarafından muhtaç kimselerin ihtiyacını gidermek ile emr olunmuştur.[1] Muhtaç kimsenin
ihtiyacını gidermek saime hayvan ile olduğu gibi, onun kıymeti ne kadar ise fakire bu kıymetin verilmesi şeklinde de olabilir. Hatta
zekât hususunda fakirin ihtiyacını daha fazla gideren şeyin verilmesi efdal olduğundan dolayı hayvan yerine parasının verilmesi
daha evla olacaktır. Zira fakir kimse ihtiyacı olan ne ise alabilecektir.
[1] el’Hidaye
105)NİSAP MİKTARI MAL SENESİ DOLDUKTAN SONRA ÇALINMA, GASP EDİLME, YANMA VB. SEBEPLERLE HELAK OLACAK OLSA
VEYA KİŞİ ÇEŞİTLİ YOLLARLA MALI TÜKETECEK OLURSA ZEKÂT DÜŞER Mİ?
Nisap miktarı mal senesi dolup verilmesi vacip olduktan sonra çalınma, gasp edilme, yanma vb. sebeplerle tamamı helak olacak
olursa tamamından, bir kısmı helak olsa helak olan miktarından zekât düşer, diğer bir ifade ile verilmesi gerekmez. Ancak kişi
çeşitli yollarla malı tüketecek olursa zekât düşmez. Yani zekât olarak verilmesi vacip miktar neyse vermesi gerekir.[1]
[1] FETAVA el’HİNDİYE 1/242
106)HİÇBİR NİYETİ OLMADAN FAKİRE VERİLEN BİR MAL İÇİN, SONRADAN ZEKÂT NİYETİ SAHİH MİDİR?
Bir mal zekâta niyet edilmeden fakire verildiği takdirde bakılır; henüz fakirin elindeyse zekâta niyet edilmesi caizdir. Fakat elinden
çıkmışsa artık niyet edilmesi geçerli olmaz.
Aynı şekilde bir kimse başkasının malından onun zekâtını verdikten sonra mal sahibi onay verse bakılır; o mal fakirin elinden
çıkmamışsa zekât sahih olur. Aksi takdirde sahih olmaz.
107)İSLAM DİYARINDA VATANDAŞ OLAN VEYA OLMAYAN YAHUDİ VEYA HRİSTİYANLARA ZEKÂT VERİLEBİLİR Mİ?
Yahudi veya Hristiyanlara âlimlerin ittifakı ile zekât verilemez. Çünkü zekât Müslümanların hakkıdır.[1]
[1] FETAVA el’HİNDİYE 1/250
108)KAYINVALİDE VEYA KAYINPEDERE DAMAT VEYA GELİNE ZEKÂT VERİLEBİLİR Mİ?
Kayınvalide, kayınpeder, damat ve geline zekât verilir. Zira bu kişiler zekât verilemeyecek usul-furu kapsamına girmemektedir [1].
[1] Bkz. Merğınanî, “el-Hidaye”, I/137.
109)KUVVETLİ ALACAK NE DEMEKTİR?
Kuvvetli alacaklar; borç verilmiş olan paralarla, ticaret mallarının bedelleri olan alacaklardır. Borçlu borcunu kabul ediyorsa, tahsil
edildiklerinde geçmiş senelere ait zekâtlarının verilmesi gerekmektedir.
Üzerinden sene geçmiş kuvvetli alacaktan zekât nisabının en az beşte biri tahsil edilirse bu miktarın zekâtı derhal verilir. Bundan
az tahsil edilirse derhal verilmesi gerekmez. Ancak sahibinin başka bir zekât malı bulunuyorsa o zaman beraberce zekâtının
verilmesi gerekir.
110)ORTA KUVVETLİ ALACAK NE DEMEKTİR?
Ticaret için olmayan bir malın kira veya satışından oluşan alacaklar emsalidir. Buna göre; bir ev kirasından veya ticari niyet
edilmeyen bir elbisenin satış bedeli olarak oluşmuş alacaklar zimmete geçtiği günden itibaren geçmiş seneler için zekâtı lazım
gelir.
Ancak İmam Ebu Hanife'den -daha sahih görülen- bir rivayete göre bu kısım alacakların geçmiş senelerine zekât gerekmez. Bilakis
tahsil edildikten sonra bir sene geçmedikçe zekât vermek gerekmez. Ancak sahibinin zekâta tabi başka bir malı bulunursa, o
zaman hepsinin zekâtı verilir.
111)ZAYIF ALACAK NE DEMEKTİR?
Zayıf alacaklar, bir şeyin bedeli olmaksızın bir kimsenin zimmetinde bulunan alacaklardır. Varisin elinde kalmış olan vasiyet parası,
henüz tahsil edilmemiş diyet bedeli ve kadının kocasındaki mihrinden veya kadının kocasına boşanma teklifi bedelinden doğan
alacağı gibi; bu gibi alacakların geçmiş seneleri için zekât vermek gerekmediği gibi nisap miktarı ele geçip üzerinden bir sene
geçmedikçe de zekât vermesi gerekmez.
112)ÖŞRÜ VERİLECEK OLAN MAHSULDEN MASRAFLAR DÜŞÜLÜR MÜ?
Ne çalışanların ne bekçilerin ne kullanılan araç ve gereçlerin ne de kullanılan diğer şeylerin masrafları öşürden düşülmez.
Dolayısıyla çıkan mahsulün tamamından; arazi yağmur suyuyla sulanıyorsa onda birini, kişi kendi uğraşıları ile suluyorsa yirmi de
birini vermesi gerekir.[1]
[1] el’FETAVA’L-HİNDİYYE 1/249
113)NİSAP MİKTARI VEYA DAHA FAZLA OLAN ZEKÂT TAMAMIYLA BİR FAKİRE VERİLEBİLİR Mİ?
Bir fakire bir defada nisap miktarı zekât verilmesi caiz olsa da mekruh olmaktan uzak değildir. Ancak bu fakir borçlu olup verilen
zekâttan borcu çıktıktan sonra nisap miktarından aşağısı kalıyorsa veya aile sahibi olup verilen zekâttan aile fertlerine nisap
miktarından az meblağ düşüyorsa mekruh olmaz.[1]
[1] el’FETAVA’L-HİNDİYYE 1/250
114)NİSAP NEDİR? MİKTARI NE KADARDIR?
Nisap, Allah Teâla’nın zekâtın vacip olması için tayin etmiş olduğu sınır, alamettir. Buna göre asli ihtiyacının ve borcunun dışında
nisap miktarı malı bulunan bir kimse dinen zengin kabul edilip zekât vermesi farz olur.
Hanefi mezhebine göre zekât hususunda altının nisap miktarı fukaha arasında ihtilaflı bir konudur. Fukahadan seksen iki gram ile
doksan altı gram arasında farklı farklı görüşler nakl edilmektedir. Fukahanın bu ihtilafından dolayı İbadat hususunda ihtiyat ile
hareket etmek asıl olduğundan, seksen iki gram altını olan kimse zekâtla mükellef gibi hareket etmelidir.
Gümüşün nisap miktarı ise altı yüz otuz gramdır.
Saime hayvanlardaki nisap, koyun için kırk, sığır için otuz, deve içinse beştir.
115)SATILMAK İÇİN ALINAN HAYVANLARIN ZEKÂTI NASIL VERİLECEKTİR?
Satmak için alınan ve kırlarda, kamuya ait meralarda beslenilen hayvanlar, saime hayvan zekâtına değil ticaret malın zekâtına
tabidirler. Bu yüzden değerlerinin kırkta biri zekât olarak verilir. Ancak daha sonra sadece süt veya üreme için saime olmalarına
niyet edilecek olursa o günden itibaren saime zekâtına tabi olurlar. Bu tarihten itibaren tam bir yıl geçince zekât vermek gerekir.
Meradan maksat, parayla kiralanmamış, halkın hayvanlarının ücretsiz otladığı yerlerdir.
116)SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINA ZEKÂT VERİLEBİLİR Mİ?
Hayır, verilemez. İslam hukukuna göre zekât tüzel kişiliklere verilmez. Zekât, Müslüman fakirler, miskinler, borçlular, yolcular ve
Allah yolunda cihat eden özel kişilikli şahıslara verilir [1].
[1] Bkz. Ömer Nasuhi, “İlmihal”, Zekât, Madde.93.
117)TEMEL İHTİYAÇLAR İÇİN BİRİKTİRİLEN PARA ZEKÂTA TABİ MİDİR?
Hanefi âlimlerinden İbni Melek “Mülkiyetinde bulunan muhtaç olduğu ev, binek, silah, elbise, işinde kullandığı demirbaş aletler
vb. temel ihtiyaçlarda zekât gerekmediği gibi temel ihtiyaçları almak için biriktirilen paraya da zekât gerekmez“ dediyse de, onun
dışında kalan Hanefi âlimleri bu görüşü zayıf kabul etmiş ve “Temel ihtiyaçların bizzat kendilerine zekât gerekmese de onlar için
toplanan paralar nisap miktarına ulaşıp ta üzerinden bir sene geçtikten sonra zekâtlarını vermek gerekir.“ demişlerdir.[1]
[1] İbni Abidin 3/212-213
118)TAKSİTLİ OLARAK ZEKÂT VERİLEBİLİR Mİ?
Fakiri zengin edecek miktarda olmadığı sürece zekât bir anda toplu olarak verilebileceği gibi parça parça vermekte de sakınca
yoktur.
119)NAKİT PARASININ ZEKÂTINI VERMEKLE YÜKÜMLÜ OLAN KİMSE FAKİRE ERZAK YA DA BAŞKA BİR ŞEYİ ZEKÂTI OLARAK
VEREBİLİR Mİ?
Hanefi mezhebine göre zekâta tabi olan malın kendi cinsinden zekâtı verilebildiği gibi başka bir cins veya farz olan miktarın
kıymetiyle de eda edilebir. Zira adak ve hedy kurbanları dışındaki şeylerde zimmette borç olan bedele ya da onun kıymetine itibar
edilir.
Dolayısıyla farz olan miktarın kendisinin ya da onun kıymetinde herhangi başka bir şeyin zekât olarak verilmesi yeterlidir.
120)TİCARET MALININ ZEKÂTI NEYE GÖRE HESAPLANIR?
Ticaret malının zekâtı, altın itibara alınarak hesaplanması yapılmalıdır.
Söz gelimi; elinde 10.000 TL değerinde ticaret malı olan kişi bunu faraza altına çevirecek olsa nisap miktarında olması veya aşması
takdirince zekâtını verecektir.
Misalimizde 10.000 TL’nin 100 gr altına denk geldiğini kabul edecek olursak bu kişi elinde sanki 100 gr altın varmış gibi kabul
ederek bundan 2.5 gr (kırkta bir) zekât verecektir.
121)UZUN MÜDDET ALACAĞINI TAHSİL EDEMEYEN KİMSE ALACAKLISINDAN BORCUN TAMAMINI DÜŞÜRSE ZEKÂT GEREKİR
Mİ?
Bir kimse alacağını düşürürse bakılır; Borçlu olan kimse şayet fakirse borcun türü ne olursa olsun geriye dönük seneler için zekât
gerekmez. Ancak borçlu kimse zenginse kuvvetli alacak ve orta alacakta geriye dönük seneler için zekât gerekir. Zayıf alacaktaysa
geriye dönük yılların zekâtı gerekmez.
Faraza; Ahmet’in Mehmet’ten on bin lira alacağının üzerinden beş yıl geçtikten sonra Ahmed “ben o borcu senden almıyorum”
derse, bu durumda Mehmet fakirse geçmiş yıllar için zekât vermek gerekmez. Ancak Mehmet zengin olup, borç kuvvetli alacak
veya orta alacaksa zekât gerekir. Zayıf alacaktaysa gerekmez.
122)VAKIF GAYRİMENKULLERİNİN SATIŞI CAİZ MİDİR?
Vakfeden kişi tarafından değiştirilmesi yönünde bir şart belirtilmeyen taşınmazların satışı-değiştirilmesi caizdir. Devletin ilgili
organlarının ya da vakıf mütevelli heyetinin satış yönünde bir karar alabilmesi için belirtilen şu şartların bulunması gereklidir:
İlgili taşınmaz her yönüyle kullanılamayacak durumda olacak [1]. Yeni alınacak gayrimenkul, vakfın yaşatılması ve sürdürülebilmesi
için gerekli geliri getirebilecek durumda olacak. Satımı planlanan taşınmaz ehliyet sahibi bilirkişilerce değerinde satılacak. Satılacak
yerin mukabilinde yeni bir taşınmaz alınacak. Alımı planlanan gayrimenkul ehliyet sahibi bilirkişilerce değerinde alınacak. Satışı
yapacak mütevelli, bu konu da şehadeti kabul edilebilecek ve şahsi borcu olmayan bir kişi olacak. Yeni alınacak gayrimenkul,
satılan vakıf taşınmazıyla aynı bölgede veya her koşulda vakıf için daha fayda ve getiri sağlayacak bir bölgede olacak.
Belirtilen bu şartlar kapsamında vakıf taşınmazlarının satışı caizdir.
Satılması planlanan vakıf taşınmazının kullanılabilir ve gelir getiriyor olması durumunda ancak belirtilen şu koşullarda satışı caiz
olur:
Vakıfın gayrimenkulün değiştirilmesini şart koşması halinde gerekli satış yapılabilir. Taşınmaz olan vakıf yerinin gasp edilmesi ve
örneğin üzerinde baraj inşa edilerek kullanılamaz bir hale getirilmesi durumunda arazi değerinin tazmin edilmesiyle vakfa yeni bir
gayrimenkul kazandırılabilir. Vakfa ait olduğu yönünde ilgili evrakları bulunmayan gayrimenkulü gasıbın terk etmemesi ve bedelini
vermeyi teklif etmesi durumunda vakfa yeni bir gayrimenkul kazandırılabilir. İlgili vakıf taşınmazı için daha iyi gelir elde
edilebilecek bir teklif kapsamında satılması/değiştirilmesi İmam Ebu Yusuf’un görüşü dâhilinde caizdir ve fetva da bu yöndedir [2].
[1] Böyle bir durumda ilgili gayrimenkulün satışı noktasında Hanefi ulemasının cumhurunun cevazı mevcuttur. Bkz. “el-
Mevsuatü’l-Fıkhiyye”, VI/325.
[2] Bkz. “Haşiyetü İbni Abidin”, III/378.“el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye”, VI/198.
123)ZEKÂTLARINI VERMEK ÜZERE VEKİL OLARAK TAYİN EDİLEN KİMSE İZİNLERİ OLMAKSIZIN ZEKÂT SAHİPLERİNİN MALLARINI
BİRBİRİNE KARIŞTIRACAK OLSA NE OLUR?
Birkaç kimse zekâtlarının verilmesi için vekil olarak tayin ettikleri kimse izinlerini almadan zekât mallarını birbirine karıştırıp
fakirlere verecek olsa vekil olan kimse zekât olarak verdiklerini tazmin etmesi gerekir. Verdiğiyse artık kendi adına sadaka olur.[1]
[1] FETAVA el’HİNDİYE 1/244
124)VERGİ ZEKÂT YERİNE GEÇER Mİ?
Vergi zekât yerine geçmez. Zira vergi, modern devletler sisteminde vatandaşa yönelik hizmetlerin finansmanını sağlamak için
devlet tarafından vatandaştan toplanan zorunlu ödeme türüdür.
Zekât ise yaratıcı tarafından zengin bireylerin sorumlu tutulduğu malî bir ibadettir. Zekât ödemesi fakir ve muhtaç konumunda
olan kişilere yapılır.
125)YAKUT, ELMAS, PIRLANTA VE İNCİ GİBİ MÜCEVHERLERİN ZEKÂTI VERİLİR Mİ?
Bunlar ticaret malıysa kıymetleri üzerinden zekâtlarının verilmesi gerekecektir. Lakin takı olarak kullanılıyorsa kıymeti ne olursa
olsun bunların zekâtı verilmeyecektir. Zira bunlar yaratılış olarak para değillerdir.
126)YATIRIMLIK ALINAN BİR ARSANIN VEYA BİR DAİRENİN ZEKÂTI VERİLECEK MİDİR?
Sadece yatırım amacıyla alınıp değeri artınca da satılması düşünülen arsa veya dairenin zekâtı verilmeyecektir. Çünkü ticaret malı
olması satışa sunmak iledir. Kişinin elindeki bir malını değer kazanınca satma düşüncesi ticaret malı olmasına yeterli bir niyet
değildir.[1] Fetava el-Kadıhan
127)ÖLENİN ZEKÂT BORCU MİRAS PARASINDAN ÖDENİR Mİ?
Zekât borcu olan kimse ölmeden önce vasiyet etmemişse geriye bıraktığı mal varlığından zekât borcu ödenmesi gerekmez. Çünkü
malı varislerine intikal etmiştir. Varislerden âkil veya baliğ olmayanların dışındaki varisler bunu kendi hisselerinden isterlerse
verebilirler. Ancak kişi vasiyet etmişse bu durumda malının üçte birini aşmamak kaydıyla zekâtı ödenecektir.
128)ZEKÂT HAVALE YOLUYLA VERİLEBİLİR Mİ?
Zekât havale yoluyla verilebilir. Ancak zekât bedeli, kendisine havale yapılan kişinin eline fiziki olarak geçinceye kadar zekât henüz
verilmiş olmaz. Havale ulaşıp fiziki teslimat gerçekleştiği an itibarıyla zekât geçerli olur.
129)ZEKÂT KİMLERE FARZDIR?
Zekâtın kişiye farz olması için müslüman, hür, akıllı ve buluğ çağına ulaşmış olmasıyla beraber asli ihtiyaç diye ifade edilen kişinin
hayatını devam ettirebilmesi için gerekli olan şeylerin dışında nisap miktarınca malı olması gerekmektedir.
130)BİR KİMSE ZEKÂT OLARAK ELBİSE, ERZAK, BEYAZ EŞYA, KİTAP VB. EŞYALARI VEREBİLİR Mİ?
Nisap miktarı altını veya gümüşü ya da ticaret malı yahut saime hayvanları bulunan bir kimse zekât olarak sayılanlar yerine,
değerlerince elbise, erzak, beyaz eşya, kitap vb. şeyleri zekât olarak verebilir.[1]
[1] FETAVA el’HİNDİYE 1/243...
131)ZEKÂT VE FİTRE KİMLERE VERİLİR?
Zekât ve fitre verilecek kimseler ayette ifade edildiği üzere sekiz sınıftır. Lakin müellefe-i kulup(kalpleri İslam’a ısındırılan kimseler)
kimi fukahaya göre İslam’ın kuvvet bulmasıyla illet(sebep) ortadan kalktığından, kimi Fukahaya göre ise nesh olunduğundan dolayı
yedi sınıfa düşmüştür. Yedi sınıf sırasıyla:
1) Fakir: Temel ihtiyaçlarının dışında nisap miktarı malı olmayan kimsedir.
2) Miskin: Fakirden daha düşük bir hale sahip olup hiçbir şeyi olmayan kimsedir.
3) Amil: İslami bir devletin başkanı tarafından hayvanların, öşür ve haraç arazilerinin zekât ve vergilerini toplamakla
görevlendirilen kimsedir.
4) Mükatep köle: Efendisi ile para karşılığında azat olması üzerine anlaşmış köledir.
5) Borçlu: Temel ihtiyaçlarının dışında malik olduğu maldan borcu çıktıktan sonra geride nisap miktarı malı kalmayan kimse.
6) Mücahit: İmam Ebu Yusuf’a göre gazi, İmam Muhammed’e göre hac yolcusudur.
7) Yolcu: Sahip olduğu malı memleketinde kalan ve yanında memleketine dönecek kadar malî imkânı olmayan garip kimsedir. Bu
kimse sadece ihtiyacı kadar zekât alabilir, fazlasını alması helal değildir.[1]
[1] Lübab 1/156-157
132)FAKİRİN KENDİSİNE VERİLEN BEDELİN ZEKÂT OLDUĞUNU BİLMESİ GEREKİR Mİ?
Zekât verilen fakirin, verilen bedelin zekât olduğunu bilmesi şart değildir. Zira fakire bir şey demeksizin kıymeti olan herhangi bir
malı, zekât olarak verirken veya zekât miktarı malı bir kenara ayırırken kalbinden zekâta niyet edip verirse zekât olmuş olur.
Çünkü zekât verirken kişinin kalben niyet etmesi şarttır. Bu şartın bulunması durumunda zekât yerine gelmiş olur. Buna ilave
olarak fakire verilen bedelin zekât olduğunun söylenmesi gerekmez.
133)ZEKÂT VERMENİN BELİRLİ BİR ZAMANI VAR MI?
Zekâtı eda etmekte başlangıç vakti, kişinin eline nisap miktarı kadar bir malın geçtiği zamandır. Bu ise kameri takvim olarak hesap
edilmelidir. Buna zekât günü denir. Eline nisap miktarı bir mal geçen kişi zekâtını bir sene geçtikten sonra hemen o gün eda
etmelidir. Ancak vakti gelmeden de eda edilebilir. Günümüzde zannedildiği gibi Ramazan ayında ödeme şart değildir. Burada
aslolan kişinin nisap miktarı mala sahip olduğu gündür.
[1] el-Fetâvâ el-Hindiyye 1/187-194
134)ZEKÂT VERİLEN KİŞİNİN ZENGİN OLDUĞU ORTAYA ÇIKARSA NE YAPMAK GEREKİR?
Kişi, zekât vermek için araştırma yapıp zekât alabilecek konumda olduğunu düşündüğü bir şahsa zekâtını verse ve sonradan o
şahsın zekât alamayacağı ortaya çıkarsa İmam Azam ve Ebu Yusuf’a göre zekât geçerli olur.
Ancak zekât alıp alamayacağı noktasında hiçbir araştırma yapmadan verdiyse bu durumda zekât geçerli olmaz. İlgili zekât miktarı
tekrar verilmelidir [1].
[1] Bkz. Ömer Nasuhi, “İlmihal”, s.363, madde.107. el-Merğınani, “el-Hidaye”, I/138.
135)BİR KİMSE ZEKÂTINI BAŞKA BİR ŞEHRE GÖNDEREBİLİR Mİ?
Bir kimse senesi dolmadan vermek istediğinde zekâtını dilediği yere kerahet bulunmaksızın gönderebilir. Ancak senesi dolduktan
sonra başka bir beldeye göndermesi mekruhtur. Lakin başka belde de bulunan akrabasına veya daha fakir olanlara gönderiyorsa
mekruhta olmaz.[1] FETAVA el’HİNDİYE 1/252
136)BİR KİMSE ZEKÂTINI VERİP VERMEDİĞİ KONUSUNDA ŞÜPHEYE DÜŞECEK OLSA NE YAPMASI GEREKİR?
Zekâtını verip vermediği konusunda şüpheye düşen kimse zekâtını yeniden vermesi gerekir.[1]
[1] FETAVA el’HİNDİYE 1/242
137)ZEKÂTIN FARZ OLMASININ DELİLLERİ NELERDİR?
Bakara suresi 43. Ayeti kerimesinde Allah-u Teâlâ “Ey müminler zekâtı verin. “Buyurmuştur. Efendimiz Hadisi Şeriflerinde
“Mallarınızın zekâtını dosdoğru verin. “Buyurmuşlardır.[1] Zikr etmiş olduğumuz ayet ve hadisi şerifle beraber zekâtın farz
olduğuna dair ümmetin icması söz konusudur.
[1] Müsned’i Ahmed, Tirmizi, Hâkim
138)ZİYNET EŞYASINA ZEKÂT VERİLİR Mİ?
İbni Lühey’a Amr Bin Şuayb’tan, O da babasından, o da dedesinden rivayet ettiğine göre; “İki kadın Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi
ve Sellem’e gelmişlerdi, ellerinde altından iki bilezik bulunuyordu. (Allah Rasulü bilezikleri fark edince) Bunların zekâtını veriyor
musunuz? diye sordu. Onlar da “Hayır vermiyoruz. “Deyince Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Allah’ın (ahirette) size ateşten
iki bilezik takmasını ister misiniz? diye sordu. Onlar “Hayır, istemeyiz. “Diye cevap vermeleri üzerine “Allah Rasulü Sallallahu
Aleyhi ve Sellem “Öyleyse bunların zekâtını verin. “Buyurdu.[1]
İmam-ı Malik’in Muvatta isimli kitabını rivayet eden Hanefi mezhebi müçtehidi İmam-ı Muhammed bu kitaba yaptığı ziyadesinde
şöyle buyuruyor: Mücevherat ve incilerden yapılan ziynet eşyalarında (ticaret için olmadıkça) zekât yoktur. Altın ve gümüşten
yapılan ziynet eşyalarında ise zekât vardır.
Lakin buluğ çağına ermemiş yetimlerin (ve yetim olmayan çocuklarında) altın ve gümüşten imal edilen mallarında zekât yoktur. Bu
İmam Ebu Hanife’nin de (Rahimehüllah) fetvasıdır.[2]
[1] SÜNENİ TİRMİZİ 3/29 [2] Muvatta 2/141 ~ 143
139)BİR KİMSE ÖŞRÜNÜ VERMEDİĞİ MAHSULDEN YİYEBİLİR Mİ?
Bir kimse öşrünü vermediği mahsulden yiyemez. Eğer mahsulün öşrünü (onda birini) ayırdıysa yemesi helal olur.
İmam Azam “Eğer öşrü verilmemiş meyveden kendisi yer veya başkasına yedirirse, yediğinin onda birinin kıymetini tazmin etmesi
gerekir. “Demiştir. [1] FETAVA el’HİNDİYYE 1/249
140)ÖŞÜR/EKİN HASAT ZEKÂTINI TOPRAK SAHİBİ Mİ YOKSA TOPRAĞI İMAR EDEN RENÇPER Mİ VERMELİDİR?
Bu mesele Hanefi mezhebi müçtehitleri arasında ihtilaflıdır. İmam Azam Ebu Hanife’ye göre öşür ödemesini toprak sahibi
vermelidir. Ancak toprak sahibi araziyi, rençperin imarı için ücretsiz olarak verdiyse bu durumda öşürü rençper verir [1].
Arazinin ücret mukabilinde kiralanması durumunda taraflar öşür meselesini baştan konuşmalıdır. Kira bedeli düşük tutularak
öşürü rençperin ödemesi ya da kira bedeli yüksek tutularak öşürü toprak sahibinin ödemesi koşuluyla bir anlaşma sağlanabilir.
[1] Bkz. Muhammet b. Hasan eş-Şeybani, “Kitabu’l-Asl”, II/129.
141)ÜVEY ANNE VE BABA VE ÜVEY ÇOCUKLARA ZEKÂT VERİLEBİLİR Mİ?
Kişi, annesi ya da babasının ikinci eşine zekât verebilir. Zira bu şahıslar zekât verilemeyecek usul/ebeveynlerden değildir.
Aynı şekilde kişi, hanımının veya kocasının eski eşinden olan büyük (ergenliğe eren) çocuğuna zekât verebilir.
142)SÜT ANNE-BABAYA ZEKÂT VERİLİR Mİ?
Bir kimse nesep bakımından üst ailesi dediğimiz annesine, babasına, dedesine, ninesine -yukarı doğru çıksa da- ve alt ailesi
dediğimiz oğluna, kızına ve torunlarına -aşağı doğru inse de- zekât veremez.
Ancak süt bakımından annesine, babasına, dedesine, ninesine, oğluna ve kızına zekâtını verebilir. Çünkü bir kimse süt bakımından
akrabalığı bulunan kimselerin nafakasını karşılamakla mükellef olmadığından verdiği zekâtın menfaati kendisine dönmez.[1]
[1] İBNİ ABİDİN 3/344
FITIR SADAKASI
143)FITIR SADAKASI KİMLERE VERİLİR, KİMLERE VERİLMEZ?
Nesep bakımından üst ailesi dediğimiz annesine, babasına, dedesine, ninesine -yukarı doğru çıksa da- ve alt ailesi dediğimiz
oğluna, kızına ve torunlarına -aşağı doğru inse de- kimselerin birbirine fıtır sadakasını vermeleri sahih değildir. Bir de kadının
kocasına vermesinde ihtilaf olmakla beraber karı-kocanın birbirlerine vermeleri de sahih değildir. Mesela bir kimse kendi fitresini
fakir olan hanımına, babasına veya oğluna veremez.
Fıtır sadakası şer’i olarak fakir sayılan (yani temel ihtiyaçlarının dışında nisap miktarı mala sahip olmayan) kimselere verilir.
BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ Ö.N.B S: 382
144)FITIR SADAKASI NE DEMEKTİR, HÜKMÜ NEDİR?
Kelime manası olarak fıtır oruç bozma manasına gelip bayram günü için kullanılır. Fıtır burada fıtrat (yaratılış)manasında değildir.
Fıtır sadakası ramazanın sonuna yetişen mükellef Müslümanların vermiş olduğu vacip bir sadakadır.
Reddül muhtar C: 2 S: 357-358
145)FITIR SADAKASI NE ZAMAN VERİLİR?
Fıtır sadakası, Ramazan Bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren vacip olsa da fakirler bu sadakayla bayram namazına
çıkmadan önce ihtiyaçlarını tedarik etmeleri için bundan birkaç gün, hatta bir kaç ay veya sene evvel de verilebilir.[1]
BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ Ö.N.B S:382
146)FITIR SADAKASI, BUĞDAY, ARPA HURMA VEYA ÜZÜM OLARAK VERİLMESİ ZORUNLU MUDUR?
Fıtır sadakası buğday, arpa, hurma ve üzümden verilebildiği gibi bunların yerlerine kıymetlerinin verilmesi de caizdir, hatta daha
iyidir. Ancak fakirler, bu şeylere ihtiyaç duyarlarsa kıymetlerini değil bizzat bunları vermek daha iyidir.[1]
Ömer Nasuhi bilmen S: 381
147)KİMLER FITIR SADAKASI VERMEKLE YÜKÜMLÜDÜR?
Fıtır sadakası, Ramazan-ı Şerifin sonuna yetişen ve temel ihtiyaçlarından başka nisap miktarı (85 gram altın değerinde) mala sahip
bulunan her bir hür Müslümana vermesi vacip olan bir sadakadır.
Büyük İslam ilmihali Ömer n.bilmen S:379
148)FİTRE MİKTARI NE KADARDIR?
Fitre miktarı Peygamber efendimizin ‘’ küçük çocuklarınız ve büyük olsun küçük olsun köleleriniz için buğdaydan yarım sa’ arpa ve
hurmadan ise bir sa’ veriniz [1] ‘’hadisi şerifi ile sabit olmuştur. Bir sa’ günümüzde yaklaşık olarak 3350 gram yarım sa’ da 1665
grama tekabül ediyor. Buhari zekât 76 Müslim zekât 12
149)VAKTİNDE ÖDENMEYEN FITIR SADAKASI BORCU NASIL ÖDENİR?
Fıtır sadakasını bayramdan önce ödemeye gayret etmelidir. Ancak bayramda ödenemeyen fıtır sadakası daha sonra da ödenebilir.
Çünkü fıtır sadakasının vakti ömür boyunca devam eder.[1]
Reddül muhtar C:2 S:358