Professional Documents
Culture Documents
Kitap hala yazıldığı için lütfen son sürümünü şu bağlantıdan kontrol edin:
LESBOSLULAR (1).pdf
Sürüm: Bir yerde sayımı şaşırdım -43
1
İÇİNDEKİLER
2
Bu şehr-i Sitanbul ki bî…........................................................................................46
Gömütlükteki Öğüt..................................................................................................47
Kâbil........................................................................................................................ 48
Ulu Efendi’ye Yakarış............................................................................................. 49
Bodler’e Soneler......................................................................................................50
Alkibiades’ten Sokrates’e........................................................................................56
Gel........................................................................................................................... 57
El Etek Çekiş...........................................................................................................59
MÜTEBAHHİR EFFÂK...................................................................................... 60
Mezmur-han............................................................................................................ 61
İKRAH!...................................................................................................................62
Rubai....................................................................................................................... 63
Musa Değilim Ki Ejder İçin Asa Gereksin............................................................. 64
HAVF U HAŞYET.................................................................................................65
Gecenin Göğüne Matem..........................................................................................66
Hiç - Oyuk...............................................................................................................67
Hiç - Keşke..............................................................................................................68
Hiç - Çığ.................................................................................................................. 69
Hiç - Nur..................................................................................................................70
Méditations sur le nihil............................................................................................71
Gecenin Göğüne Matem II......................................................................................72
Zihin Yarığı............................................................................................................. 73
Gitme sen.................................................................................................................75
Söylesin................................................................................................................... 76
Tarab u Harab.......................................................................................................... 78
Crucifixion / Çarmıhlamak......................................................................................79
Kaplan Temâşâda.................................................................................................... 81
Aletheia................................................................................................................... 83
Yüz.......................................................................................................................... 85
Bitişin Teşrihi.......................................................................................................... 87
Kelime..................................................................................................................... 90
TÜRKÇE MANZUMUN OLANAĞI.................................................................. 92
SÖZDAĞARI.........................................................................................................99
3
Zorunlu Bilgilendirme
Her dilde şiir diline özgü tasarruflar olur. Türkçe’de de bunlardan hatırı sayılırca
vardı ama şiirde aruzun ve ardından hecenin terkiyle unutuldular. Bu tasarrufları
kitabın sonundaki “TÜRKÇE MANZUMUN OLANAĞI” bölümünde detaylıca
yazdım. “Sözdağarı” kısmında da bazı yakın anlamlı sözcüklerin İngilizce’deki
karşılıklarını ve Türkçe’deki anlam ayrışmalarını verdim. Buradaysa yaptığım
tasarruflardan kabaca bahsedeceğim.
Birincisi “ğ” harfinden sonra gelen sesli harfin tasarrufu.
Örneğin "mağara" sözcüğü. Telaffuzda ma-ğa-ra diye a'ları uzata uzata üç heceyle
söylemiyoruz, aksine mağ-ra deyip kesiyoruz.
“-Işığ’mıza da yalnız iskelet açar kucak!”
Işığ(ı)mıza olacakken tasarrufa gitmişim.
İkincisi gelenekte tasarruf edilip bugün seyrekleşenler.
“Bu kitap kimin’çin alındı?”
“İçin” sözcüğünün başındaki i atılıp önündeki sözcükle birleştirilerek tasarrufa
gidilmiş.
İçinde-İçre, üzere-üzre, Eğer-ger (Ger derse Fuzûlî ki güzellerde vefâ var),
Nereye-nerye, ne ola-n’ola, Çünkü-Çün vs…
Üçüncüsü şahıs eklerinden tasarruf.
“"Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı"
Muradım(ın) şem’i olması gerekirken tasarrufa gidilmiş.
“Gel akıtma gözlerümüñ kanlu yaşın sevdügüm”
Kanlı yaşın(ı) olacakken tasarrufa gidilmiş.
“Kalbin sarâyın eyle pâk şâyet gele Sultân sana.”
Kalbin(in) sarâyın(ı) olacakken tasarrufa gidilmiş.
Bu tasarruflar belirtilmezdi ancak ben dilin incelikleri unutulduğu için tek tırnak
ile belirtiyorum.
4
https://kurankelimeleri.com/,
http://www.kamus.yek.gov.tr/
https://www.kamusiturki.com/
Ötüken Türkçe Sözlük,
Elmalılı Hamdi Yazır,
5
Eşik
6
Müşerrih1
Bana gel sayın okur sana teşrih edeyim
İnsan diye bilinen ne menem bir vebâdır
Nedir gece çökünce hiçten ağan2 dehşeti
Neyedir bu hasreti, nelere müptelâdır
O herkesçe dışlanıp yadsınılan fetişler
Sahiden bir marazlı zevata mı belâdır
Yok yere evet deme gayet iyi bilirsin
Herkesler bu konuya kendinden aşinâdır
Her pisliği hudutsuz isteriz de aslında
Emin olamadığ'mız bir zerrecik ziyâdır
Ahlak ve namus adlı masallardan bahsetme
Sarı dağlara karşı en çetin göz âmâdır
Küçük ölçekte kalan alçak bir şeydir ahlak
Beş lira çaldırmaz da yirmi milyar revâdır
Namussa nasipsizin yüreciğ'ne gerekli
Ki bunca soyulmaya her atışı cefâdır
"Namusumuzla varız bırak çalanlar çalsın
Zaten kaybımız en çok üç beş ucuz eşyâdır
Ama biz ötesini gözledik mahvolanın
Eşyânın sonu hebâ bizimkiyse bekâdır”
Ne yapsın garibanım? aynen dendiği gibi
Aldanmak insanlığa ezelî bir şifâdır
1
Teşrîh: şerḥ “eti ince uzun kesmek; açıklamak, genişletmek”ten. 'Otopsi' anlamında da
kullanılmış ve bütün tabakaları itibariyle bir şeyin soyularak açığa çıkarılmasını ifade eden bir
sözcük. Müşerrih de bunu yapan kimse. (Oğuz Haşlakoğlu) Dissection/diseksiyon, explication.
2
Ağmak: Yükselmek.
7
İşte sayın okur söz bilirsin ki esîrî3
İnsan her söz sonrası tek çiziksiz nüshâdır
Eylem gerekli ona kanatsız sözler değil
Eylemediği her an kesinlikle hebâdır
Eyledikçe ölmeli öldükçe eylemeli
Bu bâtıl4 ahvalle san’5 göynür durur ankâdır
Ebedî tazeliği canında taşır ancak
Bu bengi yanış söyle hang’ateşe devâdır
En nihayet hissesi, harcanmış hayatıyla
Tekrar tekrar baktığı tek satırlık vedâdır
Yetti mi bu kadarı insanı anlatmaya
Yetmedi tabii ki de! o ne girift vakâdır!
*
Esasen yeterli de kimse bilmek ister mi
Hayat dediğimiz şey tek seferlik rüyâdır
Bitkiler gibi sessiz geldik sessiz gideriz
Ötesinde ne desek bir rüyâyı inşâdır
3
Esîr: Aether, eter. sıf. Esîr denilen madde ile ilgili, çok hafif, uçacak gibi: Lisan... daha
incelmeli, daha derin, daha tabiî, daha hassas, daha şeffaf, daha münevver, daha esîrî bir hâle
gelmeli... (Tevfik Fikret).
4
Bâtıl: Vain.
5
San’: Sanki’nin tasarruf edilmiş hali.
8
Kehanet
Yalancıyım değil mi hakikati tatmadım
Söylediklerim gibi kendim de bir hülyâyım
Hatta "pis sapığım" ya kendimde tutamadım
Kendisi kendisine kılınmış bir cezâyım
Sezmişsem de bir şeyler ara sıra pek abes
Yanlışlıkla yakılmış ayarsız bir ziyâyım
Aha şimd'en tükendim.. son diyeceğimse şu:
Bütün yıldızlarının öldüğü bir semâyım
9
LESBOSLULAR
-İstanbul Temâşâları6-
6
Temâşâ: Hoşlanarak seyretmek. Ama ben “Theoria”ya karşılık, yani gördüğünü kuşatarak
bakışı altında tutma anlamında kullanıyorum. (Oğuz Haşlakoğlu)
10
Bir Daha Asla
Marmaray'da açık giyimli ve kısa bir kadın ile sakallı-cübbeli bir gencin uzun
uzun kesişmeleri ve gencin çabalasa da kendini durduramayışından ilhamla.
Metro hengâmesin' en şevkle yanan yıldızı
Bakışlarınla rahmet ağdırdın bedenime
Hemen inmesen kalbi çatlatırdı öz hızı
Makberî7 hisler hürya8 yağmıştı evrenime
7
Makber: Mezar. İnsan - İnsanî / Makber - Makberî
8
Hürya: hep birlikte, toplu olarak, kalabalık bir biçimde, topluca.
9
Elgin: Garip'in öztürkçesi. Bense aralarında fark gözetmek için “etkileyici bir gariplik”
anlamında kullanıyorum.
10
Şerh: Ar. şerḥ “eti ince uzun kesmek; açıklamak, genişletmek”ten. Açma, ayırma, yarma,
açıklama.
11
Bu mısralar Göksel Ateşali’den alıntıdır.
12
İm: İşaret. (imge, imgelem)
11
Aşıkların Yaşamı
İstanbul Fatih’te iki sofunun aşık edasıyla bakışmalarından ilhamla.
Ne zarar ki gözlerim bakar gibiyse sapkın?
Bir adım ötemizde alazlanınca mekan
Dudağından dudağ'ma dolmaz mı doymaz aşkın?
Dondururuz zamanı -damarda da durmaz kan!
12
Gazel13
Vah ki sevmedim vaktimde burçlarımda somurttum
Ben en esrarengiz engine hasrolmuş umuttum
13
Daha estetik geldiğinden italikle yazdım.
13
Herkesin Bildiği Canavar
İstanbul Fatih’te bir teyzenin kızlarla konuştuklarından ilhamla.
Kocamla baldan tatlı kılmıştık balayını
-Bakışlarımız baldı, yeme içmemiz baldı.
Salaklıklar etsem de duymazdım alayını,
Sahiden pek naifti sesi, kokusu, tadı.
14
Her Yerde Sahip
Saray’da dinlenirken yanımdaki adamın mesajlarını görmemden ilhamla.
Ne zaman adımlasam altın kaplı kapıdan,
Halelense gözlerim görkem ve ululukla,
Birden bir gerilmeyle sır olurum yapıdan
Düşlere gark olarak -ki ben uslanmaz kukla,
14
İşmar: kaş ve göz ile beraber el kullanılmak suretiyle yapılan işaret
15
Nedamet: Pişmanlık
15
Mr. Gee
https://www.youtube.com/shorts/FgzbCJYCBr8
Obsidyen bir yürekle dikiliyorsun
Ömrünün tüm aldanılmışlıklarına
-Yere eğilmeyen başın çelikten
Ve sarp boynun elmastan yapılma!
16
Pekin: üzerinde kuşkuya yer olmayan, iyice bilinen, kesin olan.
16
O Çok Şen Kadına17
Üstün, başın ve tavrınla sen
Bir yeşillik gibi güzelsin;
İnce yeller gibi gülersin
Apaydın bir semada esen.
Sürüklerken sessizliğimi
Hoş bir bahçede kimi zaman,
Duydum, bir alay gibi yaman,
Harap etti güneş içimi;
17
Aslen Sait Maden’in çevirdiği Kötülük Çiçekleri kitabındaki bu şiire pek çok değişiklik
yaptım.
17
İlkyazdan da, yeşillikten de
Öyle aşağ'landı varlığım,
Bir çiçekte cezalandırdım
Umursamaz Doğa'yı ben de.
18
Lezbiyenler Ya Da Ölümün Aşıkları
19
İki sevgili, mürde18 gözlerle bakışırlar
Yerde, gamlar içinde, anlar kala vedaya.
Ölüm sızar onların kalp mührüne de sırlar
Halsiz dökülüverir ve şöyle söyler Asya:
18
Mürde: Zinde’nin karşıtı. Zinde Farsça’da “canlı” demek ama Türkçe’de “canlı” sözcüğü
olduğundan “dinç”e yakın bir anlama evrilmiş. Mürde’de ölü demek iken ben zinde’nin karşıtı
olarak kullanıyorum.
20
Niçin küskünsün, söyle nerenden öpmem lazım
-Busemden açan tenin neden açmıyor artık!
Nefessizsin, gene de -gene de sende ağzım,
Zaten gecelerde de nefessiz kalmaz mıydık?..
21
Buradan itibaren bölüm sonuna dek her manzume
muhtelif lezbiyenlerin ağzındandır
22
Göklerden Çalınmış Şiir 1
A yeryüzünün süsü yeniden mi küsüştük?
Gönlünce gülsen de bi' gülşen19 işitse müjde!
Ne ki mürdeyse yüzün? -beyhude mi öpüştük?
Seni harlı isterim baharlardan ziyade!
19
Gülşen: Gül bahçesi
23
Güfte
Nasıl da güzeldi o ayrılıklar öncesi!
Karanlığı seçerdim gözlerinin içinde.
Öpüşler nefesvâri akıp giden bir sesi
Andırırdı yatarken dizlerinin dibinde.
Nasıl da güzeldi o ayrılıklar öncesi!
24
Ama eksik olmazdı aşkımız gönlümüzde,
Kanlar akardı da biz öpüşürdük seninle.
Bilirdik ki bir yol yok -felaket önümüzde,
Ardımızdaysa lanet, umarsızdın benimle.
Ama eksik olmazdı aşkımız gönlümüzde.
25
Karanlık Aşıklar
20
Pür-dikkat / Pür-sükut
21
A’mâk: Derinlikler. Umk’un (derinlik) çoğulu. Ama ben İng. Abyss / Fr. Gouffre’a tekabülen,
“bayağı derin uçurum” anlamında kullanıyorum. Sözdağarındaki “Uçurum” maddesine bakın.
26
Kobra
Enderunlu Fazıl’a
Meleğin allahına
Köle müridin şeyhe
Sofunun nikahına
Taptığınca İlahe
Tapınıyorum sana!
Sözlerin çıldırtmasa
Sureti körpe cadı..
Belinde çelik asa
O değdi kim yaşadı
-Sanki vurdu da Musa
27
Usul usul sarmana
Uyumlu tıslamana
Oyuğuna varmana
Tanrılık taslamana
-Tutuldum işte sana!
28
Sus!
Evet, dünya yoz olmuş kötülerin hıncıyla,
Ne yapsın sencileyin iyilik mücevheri?
-Periciğim artık sus! beynim taşmış acıyla!
Biraz daha konuşsan patlayacak isteri..
29
Vaiz
Cehennem mi boşandı gözlerinden Firuze
Yoksa kızıl kıyamet gönlün içre mi koptu?
Sen ağlarken ağdı22 mı göğe hiçbir mucize
Yoksa bağrında bitip bunalttı mı boğuntu?
22
Ağmak: Yükselmek
30
Sukubus (Succubus)
Beyaz atlı bir prens isteyedur sen aptal!
İste ki bakışıyla ışıklansın tüm cihan.
Ne ki uğraşın boşa.. şudur aşılmaz kural:
Ye'se23 gark olacak kar aklığınca saf kalan!
23
Yeis: Despair.
24
İştiyak: Craving.
31
Satella
Yaşlı cadım, yok mu o kadim bakışlarınız,
Sanki sayısız mor el dallanır bana doğru.
Geliniz eller! gelip her yanımı sarınız!
Hala pek terütaze gözlerinizin koru..
-Sîne köhnemiş25 ama terütazedir koru!
25
Köhne: dilapidated, crumbling, shabby, out-dated
26
Vezne uyması için “deli_g ladyatörde n_eksiksiz” şeklinde okunmalı.
32
Göklerden Çalınmış Şiir 2
Balzac’tan ilhamla
Biriciğim, ruhumun yavuklusu, bir yere gidelim
-buralardan pek uzak! Bodler'in bahsettiği gibi bir yer değil
söylediğim,, düşlerin de ötesinde, pekala sihrengiz, serâpâ
ihtişam..
Sahiden diyorum, sahiden dinle beni bir. Oranın
toprağında dahi can varmış dediklerine göre. İklimi
sihirliymiş. Bengi bir ilkyaz, ebedi bir bahar ışıldarmış
havasında! Ayak basılan toprağı yaseminler fışkırtırmış,
güller, menekşeler, yıldız çiçekleri, hüsnüyusuflar ve daha
neler neler.
Her şeyin her yerde yeşerebildiği bir yeşertiymiş, her
türden bitki yılın her dönemi bitermiş,nkutsal bir iklimmiş
oranınki.
Gözyaşının düştüğü topraktan apansız görkemli ağaçlar
salınıverirmiş, gözyaşıymış oranın tohumu. Ağaçları da
fevkalade tabii, her budaktan yeni bir ağaç daha
filizlenirmiş ve ondan da bir yenisi ve ondan da ve ondan
da…
Gecesinde mistik ışıklarıyla mavi ateşböcekleri
uçuşurmuş, yıldızları kristaldenmiş, göğü eflatundan.
Pembe bir sabahmış sabahı, nurdan bir akşammış akşamı.
Sahiden diyorum bak, sahiden en büyülü akşamların, aşk
gecelerinin ovasıymış orası. Gözler yalnızca birbirlerine
kenetlenirmiş ve pınarı kurumaz bir nehir çağlaşırmış
gönüllerden.
İnsanı da bir hoş insanmış. Yakınlık ve sevecenlik kök
salmış yüreklerine. Mihmanlarını canlarından can
33
sayarlarmış. Sen de benim canımın canı, saadetler içinde
geçinmez miydin onlarla?
Kuşları da varmış pek tabii. Her biri gök gözlü kuşlar.
Şakıdıklarında aşkı şakırlarmış, sustuklarında huzuru.
Anlayacağın daimi bir ezgi gezermiş ormanlarında. Bir
terennüm varmış yapraklarında, meçhul bir terennüm,
suskunluğa kendisini açan…
Kurumu güzelim, işte böyle hayatımızın doruğu.
Kayranlarda kurulan hayallerin, eşiklerde görülen
rüyetlerin yurdu. Ne dersin gitmeye, güvenir misin bana,
inanır mısın sözlerime?
Buradan giden olmamış daha önce, ilkiz. Ama inan bana,
inan zor değil yol -gayet basit hatta! Sevgiliye verilen bir
öpücük kadar! Yalnız inanç gerekli, ve de yürek.
Böyle işte yavuklum, böyle işte erincimiz, saadetimiz,
mutluluğumuz, coşkunluğumuz. Varsan eğer ve istiyorsan
bu sonsuz büyünün yurdunu, göklerden çalınmış bir şiir
söylememiz gerekli. Bir şiir ki meleklerimizi
şeytanlarımızla yaşlara boğsun -kucak kucağa sarılmalarına
vesile olsun!
Bu şiiriyse yalnız senin, yalnız senin dudakların ve kalbin
ve gözlerin ve ruhun göklerden çalabilir. Peki çalacak
mısın sevgilim, cesaret edebilecek misin meleklerinle
şeytanlarını bir etmeye, iyini de kötünü de mahvetmeye?
Hadi çal varımın yâri, hadi… Gidelim artık arı güzelliğin,
saf düşlerin yurduna. Geçelim artık iyinin ve kötünün
ötesindeki cevhere -Lesbosa!
34
BURADAN UZAK OLSUN DA
35
Melun27 İstanbul
Değilse devasa bir ceset -İstanbul nedir?
Kımıl kımıl kaynaşan kurtlar, içerisinde
Solurmuşça göğsünü şişirip indirmese
Kim derdi "hali fena, fakat hayatta fakir"?
27
Melun: Cursed. Lanetlenmiş.
28
Kargış: Öztürkçe lanet. Ama Lanet (curse) ile fark gözetebilmek için "damn"e tekabülen
kullanıyorum.
29
Nisyan: Oblivion, unutma, unutulma, unutuluş.
36
Düstur
Yaşamı ve hayatı bağdaştıran bir portal
Açmalı sözcüklerim beşerîden insana,
Vampir desem bile o bilinmeli ki vandal
İnsanın dinmek bilmez iştahı kızıl kana.
37
Game Of Thrones
Arkadaşa G.R.R kitabı hediye edilirken yazılacak not
Entrika, komplo, şantaj -tecavüz zaten gırla!
Kan, kıyınç ve soykırım olağan işler artık.
Güven mi -ne güveni? Kim yola çıkar sırla!?
Melekler öldü, şimdi bizler bizlere kaldık…
30
Asasin (Assassin): Suikastçı
38
Bilcwotır31 (Bilgewater)
Henüz tek bacağını satmışsan ne hoş sana,
Çöpteki, duyargası kalmamış kadına bak..
O sefil en sonunda sunulursa korsana,
Gece geleceklerin hayali dahi yasak!
31
Bilcwotır, “Runeterra” evrenindeki ne yasanın ne de devletin bulunduğu, nizamın düşlere dahi
uğramadığı, hangi korsan çetesi kuvvetliyse herkesi tahakkümü altında sömürerek zindanî bir
düzenek kurduğu cehennem numunesi.
32
Kalp: Sahte. (Kalpazan) Fake’den ayrıştırmak için -ki zaten ayrışır- counterfeit’a tekabülen
kullanıyorum.
39
Sanal Sakura
“Yol yangılı ya
Düş de uçuşup durur
Kavruk kırlarda”
-Başo
40
Vadedilmiş Yokyer / İsabell'e
Bu manzume Emma'nın ağzındandır
Yâdlarla suladığ'mız mezarının başında,
Tohumunu naif bir anne gibi serptiğin
Yavruların hiçbiri -şeytanlara teptiğin-
Eksik etmiyor "annem" sözünü gözyaşında.
41
Ama sen öz elinle tuttun saf korumuzu,
Saikin sahteyse de süzülen yaş gerçekti!
Pes33 cevapla mücella34 gönülle sorumuzu:
-Bizim’çin katlandığın hangi savaş gerçekti?
33
Pes: Öyleyse.
34
Mücella: Cilalanmış.
42
Süreyya’ya Ağıt
Süreyya'yı bir bilsen hayatı hiç sanarsın35
Bakma kanlı cesede bakma daha yanarsın
35
Sözcüğün böyle yazılmadığının ayırdındayım ancak konuşurken böyle de telaffuz edilişinden
dolayı bu yazılışın da bir diğer versiyon olarak kabul görmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani
işimize hangi telaffuz geliyorsa onu kullanabilmeliyiz.
36
â: Mahasların sonuna gelip “ya!”, “ey!” nida anlamlarını katar, divan şiirinde sık kullanılır.
43
Enkidu
Rüzgar beni devirince hatıramı yad etme
Cesedime devrilme ve sîne-çâk feryat etme
37
Pes: Öyleyse
44
O’o Kuşuna Ağıt
Milyon yıl genlerinde berkittiğin şarkını
Gene gecende mahzun avazla şakıyorsun.
Hayranlıkla harlanan gözler daima aynı
Kalmıştı da nagehan vurdu sahnene tayfun.
45
Bu şehr-i Sitanbul ki bî…
Nedim’e
Bu şehr-i Sitanbul ki bi' savılmaz beladır
Zaten ergen kocamış şanımıza vedadır
38
Bir amcanın İstanbul hakkında yakınırken kullandığı teşbih.
39
Aksiseda: Aks-i Seda = Sedanın aksi (yansıması)
46
Gömütlükteki Öğüt
Bana gömütlükler öğütler karanlığı
Ve korkulması lüzumlu sükuneti.
Kıraç toprağından ağan40 ağaçlar
Hatırlatır ki lüzum yok ışıltıya
40
Ağmak: Yükselmek
47
Kâbil
Şu gövdeyi bıraktığım an mezarımdan
Öyle bir kopacağım ki hışımla dolu,
Yüreği titreyecek o yukardan bakan
Kadim celladın ve göğe varılan yolu
48
Ulu Efendi’ye Yakarış
Yegane Efendim Sen zevkim, şevkim, hazzımsın
Mahvoluşum, helakım, onulmaz marazımsın
41
Derûn: Alelade içselden (internal) ziyade ruhumuzun / derinliklerimizin sırrî veçhesi. Derûnî:
İntrinsic
49
Bodler’e Soneler
“Servi, ölü bir alevin hayaleti gibidir”
Çev: Saygın Günenç
50
-0-
51
-1-
52
-2-
53
-3-
54
-Gözyaşı Gecesi-
55
Alkibiades’ten Sokrates’e
Lanet sana -bin lanet! kim istedi nurunu?
O laubali tavrınla mahvettin huzurumu..
Yırtlaz bir siren gibi göğüme dikildin ya,
56
Gel
A yıldızımız, ışığ'mız belgilerle gel
Kanıtımız, belitimiz, belgelerle gel
57
A cabbarımız, öfkemiz, battal boğamız
Gözyaşına mı kıymazsın? kıygılarla gel
58
El Etek Çekiş
Sıyrıl canım görkemin eşsiz köreltişinden,
Partylerden, cümbüşten. O biricik özünü
Yiyeceğ'ni bir bilsen her ne ki coşkun ve nü..
-Pay m’alır efemeral şey Bengi'nin işinden!
59
MÜTEBAHHİR42 EFFÂK43
42
B-h-r kökünden Bahr: Deniz; Bahriye: Deniz kuvvetleri; İbhâr: Denize sefer eylemek
-İbrâr’da karaya sefer-; Behhâr: Gemici; Tebahhur: (érudition) denizlemek, bir şeyin içine
dalma -ilim dahi- ve derinliğine varma; Mütebahhir: Tebahhur eden, geniş malumat sahibi,
allame, denizin enginliğine binaen; İstibhar: Bahr gibi yayılıp geniş olma; şair, kıssa-han ve
hatip takımı sözde bahr gibi yayılıp çok söz söyleme manasında; Müstebhir: Deniz gibi geniş
olan (kimse).
43
Âfâk: ufuklar; Effâk: Bütün dünyayı gezen tüccar.
60
Mezmur-han
Hicretle tâkatlenen tabanım kıvıl kıvıl
Ben şarkıya dönerken ve şavkıyorken sabah.
Ve ruh bucaklarıma hakkeylediğim Tanah
Gürletiyor ışığ’nı gölgelendikçe akıl.
44
Nev: Yeni. Nev-bahar / Nev-alem. İngilizce “new” ile aynı. “Beddua”daki “bed”in de İngilizce
“bad” ile aynı oluşu gibi.
61
İKRAH!
İkrah ettim mugannilerin tegannisinden,
Mutriplerin tellerinde hicab eden mızraptan ikrah!
62
Rubai
Hakikatle değil insan sanılarla yaşıyor
Bun'la dargın bir hayatı düşleriyle aşıyor
Herkes elbette farkında gittiği yol yol değil
Ama göğsü, çelişkiyle atan bir kalp taşıyor
63
Musa Değilim Ki Ejder İçin Asa Gereksin
Gayrı ben aşıyorum bayağılıkla malûl
Alemi. Aşıyorum nesnenin doğmakbilmez
Bir hiçlikte titrediğ' her yeri. Ve gayrı gül
Bir formül değil veya modül değil -bir sentez
64
HAVF45 U HAŞYET46
45
Havf: Korku. Korkudan ayrışması için sözcüğü, doğuştan gelen, ilkel korkular için
kullanıyorum. Örümcekvari küçük, tüylü ve seri devinen yaratıklardan korkmak vs.
46
Haşyet: Saygıyla karışık korku, ululuk karşısında duyulan gönül titremesi, yürekte duyulan
ürperme.
Bir de Mehabet vardır. Teoman Duralı’nın tanımıyla: “O, insanı ömrünün her ânında ürpertecek
kadar derin saygı ile hayranlığın iç içe geçmiş duygu hâlidir.”
Diğerleri bir nevi tepkisel iken mehabet bu tepkiselliğin özümsenmesidir.
65
Gecenin Göğüne Matem
Gök, bir ay rahibesi gibi münzevi ve hoş.
Duası ağır ağır yağıyor yeryüzüne.
Peçelenmiş çehresi derinliği denli boş.
Tüm heybetin arkası pür-hüzün bir virane…
47
Şavk: Işık. Şavkımak: Işık saçmak, parıldamak.
48
Çark etmek: Geri dönmek, yüz geri etmek.
49
Şerh: Ar. şerḥ “eti ince uzun kesmek; açıklamak, genişletmek”ten. Açma, ayırma, yarma.
50
İnşirah: Gene şerhten. İç açılması, gönülde duyulan ferahlık
51
Vazetmek: Koymak, düzen tertip ve tedvin (derleme) etmek, tâyin ve tespit etmek, ortaya
koymak.
52
Muazzez: Aziz bilinen, saygı duyulan.
53
Fâş: (gizliyi, sırrı) ortaya dökmek, açığa vurmak.
66
Hiç - Oyuk
Canım arşınlar oluşla hiçlik arasında,
Oyuk54 görüngülerin55 oyuk imgelerinde.
Kaçış yok… Kısılmışım… Öyle boş, gele gide
Salınıp duruyorum yorulmuş bir sarkaçça…
54
Oyuk: Hollow. Türkçe’de “oyuk” sözcüğü sadece fizikî manada kullanılıyor. Ben mecazen de
kullanıyorum.
55
Görüngü: Fenomen.
67
Hiç - Keşke
Rabbim, şuracıkta sen bari gözlerimi yum!
Sen, bana en son kalan, ben senin en son kulun;
Bu akşam, artık seni anmayan İstanbul'un
Bomboş bir camiinde uyumak istiyorum
68
Hiç - Çığ
Efsus! kopup doruklardan dağları toplayarak
İnen bir çığ gibi kendine katınca her rengi
Ölüm, ve yaşla gülüşü kılınca hiçin dengi,
Ezilen kar tanesince anımız kalmayacak!
69
Hiç - Nur
Ama istemiyorum ben ne zafer ne bozgun…
İsterse hiddetlensin ızdırap yüklü tayfun
-Yeter ki sürsün hayat! yeter ki sürsün hayat!
70
Méditations sur le nihil
Doğdum, işte her şeyim:
Dirim, imkan, sonsuzluk.
***
Vah, ne ki mümkün -oyuk.
Saadet.. sadece vehim…
71
Gecenin Göğüne Matem II
Bir fısıltı gibi yitti karanlıklarda
Gönlüm, o menbaı meçhul mağmum muamma.
Gece nermin elleriyle geldi, karar da
Gönlüm, sakin bir sâyesin, teselli umma…
72
Zihin Yarığı
73
Beynim sanki uzayı yutuveren bir burgaç,
Kainat her saniye bana doğru çöküyor!
Sicimler sessiz sessiz vesveseler döküyor:
Sabaha nefessizsin şansını sınama kaç!
74
Gitme sen56
Kalp, akıl ve göz giderse gitsin ama gitme sen
Yüzün' suyu haydan huydan evlâ cana, gitme sen
56
Bu gazel, Gölpınarlı’nın Divan-ı Kebir çevirisindeki bir gazelden ilhamla yazılmıştır.
57
Eflak: Felekler
58
Nâmütenâhi: ucu bucağı olmayan, sonsuz
75
Söylesin
Hicranımı, hiç eyleyen ihtiyârım söylesin
Ah u zârı günden güne düşen vârım söylesin
59
Vâreste: exempt
76
Konuşma!
Laf söylenmez böyle yerde -konuşma!
Çâk ettiyse gözde perde -konuşma!
77
Tarab60 u Harab
Bir gözle gör beni ey güneşler güneşi er,
Aydınlandıkça bakan, baktıkça aydınlatan!
Afakımızı yalnız safi zulmet mi bezer?
Senle ağarsın tâkı pörsümez revnaklı tan!
60
Tarab: coşkunluk, sevinç, şenlik. Aynı “trb” kökünden çalgıcı, coşturan anlamında “mutrip” de
gelir.
Kamus-ı Muhit’ten hoş bir açıklama: Ferah ve sürûr ma’nâsınadır. Ve hüzn ve endûh ma’nâsına
olmakla zıdd olur. şol tayş ve hiffetten ibârettir ki insâna kemâl-i sürûr u ferahtan yâhûd gam ve
endûh ve kederden ârız olur. Şöyle ki derûnu aslâ ârâm ve karâr edemeyip kuş gibi pervâz eder.
Pes yalnız ferah ve sürûra tahsîs vehmdir.
78
Crucifixion / Çarmıhlamak
79
Yitmeden bir iki çivi yediyse İsa ne ki?
Varlık binbir veçhesiyle61 beni her dem deşiyor.
Hayat çarmıh, eylem çekiç, değerler de çivisi;
Gökte yurt edinmeyene yer cehennemleşiyor!
61
Veçhe: Aspect.
80
Kaplan Temâşâda
81
Nabızlarına dek hakim olan bu temâşâ
Ağır ağır varacak eşiğine, yavaş yavaş.
Yüreğini vezinli keskilerle deşecek
Adımları. Teker teker, aheste aheste.
82
Aletheia
83
Saygın Günenç ve Heidegger’e
Bütün bir devingenliğin durulduğ' yüzün
Arz u dünya savaşında yurdumuza nur.
varlığımız sana iskân edildiği gün
Tanrısallığın anbean uğrağı olur.
62
Hem-fetihkâr: hem, hemfikir / kâr, bestekâr / hem-fetih-kâr
84
Yüz
Sırrım nâlemden dûr değil
Lîk göz ve kulakta o nur yok
Ten candan, can tenden mestur değil
Lîk kimseye canı görmeye destur yok.
-Mevlana
Yüzün dedin… Yazık ki yansılar bana sözsüz.
Özde çiçek çiçekken, yüzeyde süzgün bir güz…
Yüzümü bir gün olsun göremeyecek miyim?
Fotoğraf? Kat'a! Aslen yansıtılmaz bir şeyim!
Ağlarım, aynalarım bana boş boş bakınır..
Ayna mıdır aslımı görmem için son sınır?
Nerdesin aynaların açamadığ'nı açan?
Nerdesin canı tenden özütleyecek ressam?
Evrilsin eşsiz rengin beni ben kılan şeye.
Ha hüzne mail olsun ha da dinmez neşeye.
Yeter ki görüntüm bir kerecik gerçekleşsin!
Darbeler kürek olsun ve toprağımı eşsin!
Bahşet bana tek senin göreceğin gömümü,
Dehanın nazarından seyredeyim gönlümü.
Beni bana verecek ressamın bendesiyim.
O beni versin de ben zaten onun sesiyim!
Bir o görklü nazarın görebilir aslımı,
N'olur göster canımda süregiden kıyımı!
Bir kıyım ki, yıllardır yeniden ve yeniden
Kıyışıp da kanından canlanıp gene biten…
Kendi kendime kıydım, kendi kendimde bittim.
Hangi desen, hangi renk etsin ki beni betim?
Öz yaşlarım tenime yağdı, tene can oldu.
Serpildim tenimden ve tenim tenimde soldu.
85
Başlangıçtan sonuma gerilmiş bir lanet bu!
Cani candan tenime edilmiş ihanet bu!
Muhabbetim içime, nefretimse çehreme,
Mahbup kim ya da menfur? Benden beni dileme!
Bir an durulabilsem, dursa çınlamalarım..
Çağlarken canım, hissiz hiçlikte diğer yarım.
Ten malumdur ama can aşılmaz muammadır.
Teni gören gözlerin derdi cansa âmâdır.
Bu hızda ziftleneni hangi nazar zapt eder?
Bende muhayyileden seri serpilir keder..
86
Bitişin Teşrihi
E.M.K’nin “YIKIMIN ANATOMİSİ” adlı harika şiirine nazire.
BİTİŞ
YOZLAŞI YA DA HAYAT
87
Özünün ezgisini sezerdi her yaprakta,
Irmaklar cancığına bir taze can olurdu,
Değdi mi işitirdi tüm beşeri toprakta.
88
BİTİŞ
89
Kelime
Yazıdan bir an azad olur mu kelimeler,
Ve her hasredilişten? Her alet birer kapsül
Her şeydeki her şeye.. Dizgeye dizili ser
Bilmez, her şeyin odağ'na gerilmiş kesif tül
Her sırrı bitimsiz bir esir edişle keser.
Biliyor herkes: budur güzel ve buysa bir gül..
Şuna ter hurma denir, şu da gerçek bir eser!
90
Bitti ama tamamlanmadı.
-Kaan Ökten
91
TÜRKÇE MANZUMUN OLANAĞI
Sanki Türkçe’den başka şansımız varmış da dili yüz yıldır siyasi çekişmelere heba
edip durmuşuz. Bugün anladık ne Öz Türkçecilik ne de Osmanlıcaperestlik dili bir
adım dahi ileri taşımadı. İki taraftan eş ahmaklık kuvvetiyle çekilen zavallı dil
mıhlandı kaldı. Bugün kendisini halen daha kokuşmuş tartışmaların içinde bir
başka lüzumsuz kokuşmuşluk olarak atmak ve zerrece bir değer üretemeden en
fazla bir kulak cızırtısı olup çıktığı hiçliğe gene bir hiç gibi iade olunmak isteyen
buyursun; ahmaklık, okyanuslarda ağzını açan devasa balinalar gibi ağzını açmış
ve içine doluşacak avanak balıkları her daim bekliyor!
Bizimse -yani aklıselimin, yani dili siyasalın prangasından azat edip bir ileri
merhaleye fırlatmak isteyenlerin- yapması gereken ne Osmanlıcaperestler gibi dil
devriminde yapılmış olağanüstü çabaya gözlerimizi kapamak ne de Öz Türkçeciler
gibi Türkçe’yi orta asya göçebelerinin ilkel dili zannedip imparatorluğun getirdiği
ihtişamı, görkemi ve zamanında insanı en üst düzeyde temsil etmiş bir kültürün
mihraklığının kazandırdığı, ruhun inceliklerini pek zarifçe ifade edebilecek sayısız
nüansları sanki asırlar boyu insanlar gözyaşlarıyla şiirler yazmamışlar da sarayda
oturan birkaç yağlı lafazan para uğruna oyuk kelamlar savurmuş gibi yele vermek.
Türkçe tüm bunlardan çok daha yücedir, azîmdir.
Ne yapalım, dilimizi siyasallık namına iki taraf da yıllardır patakladılar diye ağlak
ağlak duramıyoruz, öyleyse elimizdeki dilin imkanları en uç sınırlarına kadar nasıl
zorlanabilir ona bakacağız.
92
Şem, mum demek. Bilmem okuyanlar düşündü mü "muradım şem'i" ifadesi ne
demek? Aslında "Muradım(ın) Şem'i” olması gerekirken belirtme ekinden tasarruf
edilerek ölçüye uygun hale getirilimiş bir ifade.
"Gel akıtma gözlerümüñ kanlu yaşın(ı) sevdügüm"
Görüldüğü gibi hem tamlayan hem de tamlanandan sonra tasarruf edilebiliyor
"Kalbin(in) sarâyın(ı) eyle pâk şâyet gele Sultân sana."
Burada da her ikisinden sonra bir tasarruf söz konusu. Sanıyorum birkaç
okumadan sonra kolaylıkla içselleştirilebilecek bir tasarruf. Şu da pekiştirme
amaçlı benim örneğim:
"Ahmet'in sesin' azlığ'nı ne yapacağız?"
Bu tasarruf olgusu yaygın olmadığı için tek tırnak işaretiyle tasarrufları belirtmeyi
öneriyorum. Normalde "Ahmetin sesinin azlığını ne yapacağız" on beş heceli
cümle, tasarruflarla on üç heceye düşüyor.
Kural şu: Ekten önce sesli harf varsa tek harfle -kapın(ın) kolu-, eğer sessiz harf
varsa iki harfle -madenin(in) yeri- bitiriyoruz.
“Göğümüzde gönenip, göğsümüz(ü) haleleyen”
Böylelikle ikinci önereceğim tasarrufu da ele vermiş oldum. "ğ" harfinden sonra
gelen sesli harften tasarruf. Bunun en güzel örneği "mağara" sözcüğü. Hiçbirimiz
telaffuzda ma-ğa-ra diye a'ları uzata uzata üç heceyle söylemiyoruz, aksine mağ-ra
deyip kesiyoruz. Örnekler:
"Bütün bir devingenliğin durulduğ' yüzün"
"-Işığ’mıza da yalnız iskelet açar kucak!"
Üçüncü önerim gelenekte tasarruf edilen fakat şimdilerde unutulanları diriltmek.
Örneğin "içinde" sözcüğü eski şiirlerde sürekli "içre" formunda geçer. Hatta
"taşra" sözcüğü de aslen "dışında, dışarda" demek.
"Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş"
"Halk içre bir âyineyim herkes bakar bir an görür"
"Eğer" sözcüğü aslen "Eger" şeklinde yazılırdı ve başındaki "e" atılarak "ger"
şeklinde tasarrufa gidilirdi.
"Öldürür hasret ger öldürmezsen ey kâtil beni"
"Üzere, üzeri" sözcüğü de "üzre" diye tasarruf edilirdi.
"Hak teala başlar üzre asüman etsin seni"
"İçin” sözcüğü de aslen içün olup "çün" diye tasarruf edilirdi. Bunu önündeki
sözcüğe bağlanıp " 'çin " şeklinde tasarruf edilmesini öneriyorum.
"Bakmak'çin gözlerimin bebeğine kayardı."
Benimsenebileceğini pek sanmıyorum ama "lakin" sözcüğü de "lîk" şeklinde
tasarruf edilirdi.
"Dutmaḳ diler ḳapuñda Fużūlī maḳām lîk
93
Bu sırrı kimseye açabilmez nihān dutar"
Yani, Fuzuli kapında makam tutmak diler lakin bu sırrı kimseye açamaz gizli tutar.
Dördüncü önerim "ki" lerin tasarrufu. Ki'nin bitişik yazıldığı hemen her şeyden
"ki" çıkartılarak tasarruf edilirdi. "çünkü" sözcüğünün aslen "çünki" ve "keşke"
sözcüğünün de aslen "kaşki" olduğu da hatırlanmalı.
"Çün sana gönlüm mübtelâ düştü"
"San ol nilüferim kim suda bittim suda yittim ben"
Aslı "kâşki" olan "keşke" sözcüğü "kâş" diye tasarruf edilirdi ama ben "kêş" diye
uzun e ile tasarruf edilmesini öneriyorum.
"Göz yolından ḳaṭre ḳaṭre ḳan olup çıḫsaydı kāş"
Beşinci önerim şiir diline özel olarak Farsça'dan sözcük almak. “Öyleyse”
sözcüğü yerine şiirlerde "pes" sözcüğü kullanılırdı. "Ne zaman" yerine de "key"
sözcüğü ve hatta karadenizlilerden "haçan" diye duyduğumuz sözcük aslen
"kaçan" ve ne zaman anlamına gelir.
"Çün ecel sulh itdürür ahir nizâ'ı kaldurur,
Pes nedür dünyâ içün bu kuru gavgâdan murâd"
"Bu can yitti hiçbir ağıt duyuramaz kendin' pes
Yüreğine gömdüğün o matemi azat etme"
Önerdiğim tasarruflar tam liste:
Çünkü - Çün'
İçin - 'Çin
Sanki - San'
Eğer - 'ger
Keşke - Kêş
Lakin - Lîk
İçinde - içre
İçerisi - İçersi
Dışarısı - Dışarsı
Üzere - üzre
Öyleyse - Pes
Ne zaman - key
Nereye - Nerye
Neyim - n’em
Ne ola - N’ola
Ne etsin - n'etsin
94
Altıncı önerim sıklıkla kullandığımız farsça ekleri Osmanlı Türkçesinde
kullanıldığı gibi -eğer anlamamızı zorlaştırmıyorsa- Farsça’daki kullanılışıyla
kullanalım. Örneğin gül endamlı bir kız geldi diyeceğimize, gül-endam bir kız
geldi diyelim. Peri suretli yerine peri-suret, kalender meşrepli yerine
kalender-meşrep diyelim. Her birine tek tek örnek vermek lüzumsuz.
"Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim
Bir peri-suret görünmüş bir hayal olmuş sana"
Önerdiğim sonekler tam liste:
-suret - peri-suret
-meşrep - hafif-meşrep
-perest - köpek-perest
-perver - misafir-perver
-misal - ciğer-misal
-endam - gül-endam
-mizaç - tiryaki-mizaç
-Çehre - Melek-çehre
-Sıfat - Pervane-sıfat, Mecnun-sıfat
-Tıynet - semender-tıynet
-Huy - bed-huy
-Misal - Cennet-misal
-edâ - pekize-edâ
Sâhib - Sâhib-cemal (Cemal sahibi, Cemal ıssı)
95
-Gah: yer-makam. Ordugah, ziyaretgah, nişangah
-Gir: tutan-avlayan. Tarafgir, mar(yılan)gir / yılan avcısı
-Han: okuyan-okuyucu. Gazelhan, esrarhan (sırları okuyucu)
-Keş: çeken. Esrarkeş, çilekeş, cefakeş, gayretkeş
-Engiz: uyandıran, harekete geçiren. Vahşetengiz, dehşetengiz, esrarengiz,
vesveseengiz, fitneengiz, şevkengiz
-ane - şah-ane
Sekizinci önerim önekleri diriltmek. Bunların kalıntısı günümüzde pek
kalmamışsa bile herkesin İngilizce'ye aşinalığından yararlanmayı umuyorum.
Önerdiğim önekler tam liste:
hem - hem-hal, hem-zemin, hem-dem
pür - pür-dikkat
bed - bed-hal, bed-dua, bed-baht, bed-nim,
nev - nev-bahar, nev-resim, nev-ruz, nev-zuhur
96
Teoman Duralı’yı ilk okuduğum zaman Türkçe’yi yeni yeni keşfediyordum. Pek
fazla kitap da okumamıştım. Onun verdiği karşılıkları görünce “böyle saçma iş mi
olur! hiç bilmediğimiz sözcükleri alacağımıza direkt ingilizcelerini alalım işte”
gibisinden homurdanmıştım. Şimdi anlıyorum ki sözcükler “bilmediğimiz” değil,
“bilmediğim” sözcüklermiş. Eski kitaplarımızı okudukça Teoman hocanın ne
büyük bir iş yaptığını ağzım açık idrak ettim. Yani benim gibi bu karşılıkları ilk
defa görüp sinirleneceklere önerim eski kitapları da okuduktan sonra bu karşılıklar
hakkında nihai hükmünüzü vermeniz. Dil konusunda Teoman Duralı kadar kesin
görüşlere sahip olmak zorunda değilsiniz, ben de zaten değilim. Ama bu dil ile
yaratmak isteyip de o emeği görmemek… Ne denir bilmiyorum.
Her şeyden önce bağlaçlarla ilgili vazettiği kuralları neden hala kullanımıyoruz
aklım almıyor:
vi) Türkçede keskin ayırıştırıcı önermeler, ' 'ya ... ya”/ "ya … ya da"; düz, olağan
ayrıştırıcı önermeler ise "yahut” bağlacıyla vucuda getirilir. "Yahut” ile "ve”
arasında tereddüt doğduğunda da "veyahut”/ "veya” biçimine başvurulur. Örnekler:
"Ya bu deveyi güder ya da bu diyardan gidersin"; "toplantımız bir yahut iki saat
sürer"; "hava bulutlu veya yağmurlu olacağa benziyor” —demekki "hava”,
birarada "bulutlu ve yağmurlu” da, "bulutlu yahut yağmurlu” da Ola-
bilirmiş.
c)” Ve” anlamındaki "ile' 'den ayırdetmek maksadıyla, "birliktelik'i gösteren "-le”/
"-la” kelime tabanıyla bitiştirilmelidir: "Yetkiliyle görüştüm”, "arkadaşlarımla
geldim”, "Ali'yle yürüyordum?.
97
Türkçe’yi seven ve dilinin gelişimini arzulayan birisinin ciddiye alınmak isteyen
teklifleri nazarıyla bakılmasını temenni ederim.
Bu sözdağarı henüz kemale ermediği -ve belki de eremeyeceği- için her türlü
öneriye açığım. Daha iyi olacağını düşündüğünüz bir sözcüğünüz, eleştiriniz,
değerlendirmeniz varsa veya burada hiç bulunmayan bir sözcük için diyeceğiniz
varsa lütfen bana yazın.
Parantez içleri yazar belirtilmemişse benimdir.
98
SÖZDAĞARI
Ama but
―Ancak yet
―Fakat however
―Giderek all the more
―Hattâ even
―Ne de olsa after all
―Ne olursa olsun notwithstanding, regardless, be that as it may
―Ne var ki nevertheless
―Öyleki indeed
―Rağmen despite, though
―Şu da var ki even so
.—Şu durumda in that case
—Şu kadarı var ki nonetheless
—Zâten besides, for all that
Değin until ―time related
Dek as far as, until ―in terms of distance
Denli of such a degree, to that extent
―Bir tek exclusively, barely
―Sâdece simply, solely
―Yalnızca only, merely
Abes nonsense
Abesle iştigâl pass time with trifles
Açık clair, open
Açıklama explanation
Açımlama explication
—İzâh clarification
—Teşrîh dissection, explication
Ahbâp buddy, chum
Akıl (ET us, ök & ukuş) Reason
Akılcı/lık Rationalist/Rationalism
Akılyürütme reasoning, ratiocination
Aklî/lik rational/ity
—Makûl reasonable
Aklıselîm common sense, sound judgement
Akıllı âmil intelligent agent
99
Âlem the knowable whole, the whole Creation
(T.D: Varlık bütünlüğünün müellifi Allah, bu sebeple ‘Alîm’dir. Düzenlediği varlık
bütünlüğünün tam bilgisi ile anlamını vâkıftır. Allah tarafından tam bilinip
anlamlandırılan Varlık bütünlüğüyse, ‘Âlem’dir. Onu bilip anlamlandırma şevkiyle
yanıp tutuşan, hayatını bu davâya adamış kişi de ‘âlim’dir. …Anlam verici varlık
olarak insan, değerlerin inşâacısıdır. Anlamlandırılabilir bütünlüğeyse, ‘âlem’
diyoruz. Âlem dendiğinde, bununla kasdolunan, yalınkat ‘malûmat’ seviyesindeki
bilinenler yığını değil, anlamlandırma sûretiyle kurulmuş bir değerler bütünüdür.)
Âlemşumûl all-embracing
Alîm Omniscient
Âlim knowledgeable, erudite —Fr Savant
Ân moment
Anlam sense
—Manâ meaning
Anlam birimi sense unit
Anlama understanding, comprehension —Alm das Verstehen
Anlamagücü discernment, capacity of understanding
Anlamlandırma denotation, signification
Anlamlı significant
Anlaşma agreement
Anlayış understanding, insight —Alm der Verstand
Apaçık/lık selfeviden/t/~ce
Arkadaş companion
Arzu/lu eager/ness, ardent/ardour, desire/desiring
Aşama rank, grade, gradation
Âşîkâr obvious, conspicous
Avâm/î vulgar
Ay moon
—Mah veya Meh luna (Mahcemal, mehlika, mehtap)
Ayıklama elimination
Ayıklanma Selection (T.D: ‘Ayıklama’ ile ‘ayıklanma’ Türkcenin olağanüstü
zenginliği ile ifâde kudretine örnektir. ‘Ayıklama’ dediğimizde, bir müellif söz
konusudur. Birisi, anlaşılan, oturup ayıklıyor, sınıflıyor. Kelimenin ortasına ‘~n~’
ortacını getirdiğimizdeyse, ‘müellif’ mechulleşiyor. Olay yahut süreç,
kendikendine işler hâle geliyor demektir. ‘Ayıklanma’da kimin ayıkladığı belli
değildir. Tabiatın kendi süreçlerinde, kendi doğal akışında bir ayıklama meydana
gelmektedir. Bu sebeple ‘ayıklanma’ sözü, bana kalırsa, çok yerindedir, iyi
oturmaktadır. … Fransızcada ve …İngilizcede ‘eleksiyon’ (élection) ile
100
‘seleksiyon’ (sélection) vardır. ‘Eleksiyon’ irâdî bir ‘seçme’ işidir. ‘Seleksiyon’a
gelince, kendikendine yürüyen bir olaydır. Meselâ ‘millî seçim’e ‘sélection
nationale’ denmez. ‘Election nationale’dir. Çünkü meclise gönderecekleri
temsilcileri seçmenler, irâdeleriyle tercih ediyorlar. Anlaşılacağı üzre, ‘élection’,
kişinin, irâdesini kullanarak tercihte bulunması anlamındadır.)
Ayrıklık disjonction
Aygıt device
—Âlet tool
—Araç means
—Cıhaz apparatus
—Edevât equipment
Ayâr regulation
Ayırırım demercation, distiction
Aykırı/lık (1) discordant/~ce, paradox/al; (2) eccentric/ity
Ayrı apart, seperate
Azâ limb
Bagiz / Bağiz (buğz'dan) herkese karşı kin besleyen, kimseyi sevmeyen.
Bağıntı correlation
Bağlantı contact
Bağ/lantı link/age, connection
Bağımlı/lık dependent/dependence
Bağımsız/lık, istiklâl independent/independence
Bağlaşma unison
Barışcı peaceloving, peaceful
Basîret insight
(T.D: ‘İç âlem’, dünyada insana mahsûs bir hâldir. Bu sebepten de, fiziğin, yânî
bilimin değil, metafiziğin konusudur. Sözünü ettiğimiz âlemiyse, insan, mecâzî bir
söyleyişle, ‘iç gözü’yle ‘tarassut’ eder. Bu ‘iç göz’e ‘basîret’ diyoruz. Bilime konu
olamamakla birlikte ‘basîret’, hayatın her safhasında kendini duyurur. Dışımızı
‘göz’ diye anılan organla, içimiziyse ‘basîret’ dediğimiz bir yetiyle keşfe çıkarız.
Dışımızın tarassutuyla sağladığımız ‘bilgi’dir; içimizi seyre dalarak edindiğimiz
‘özbilinç’tir. Onunla maddî ve manevî gücümüz ile imkânlarımızın dökümünü ve
sınırlarını tanırız. Maddî ve manevî gücü ile imkânlarını esâslı biçimde tanıyan
bilinçlenir. Maddî ile manevî gücün ve imkânların dağılımı ile hudutları hususunda
bilinçlenmekse, ‘kişiliğ’i verir. …Kendisine has özellikleri bakımından başka
hiçbir şeye geri götürülemez, indirgenemez varolana birey diyoruz. Hücreden
beşere dek istisnâsız bütün canlılar, şu durumda, bireydirler. Yalnızca insanlaşmış
beşerin bireyliliği, artık eşsiz diye niteleyeceğimiz özellikleri hâîzdir. Böylesi bir
101
bireylilik, kimlik kazanmış olur. ‘Kimlikli insan’ ise, ‘kişi’dir. İnsan, kimlik
kazanıp kişileştiği ölçüde insanlaşmış olur. İşte böylesine, kişilikli insan diyoruz.)
Başa çıkılmaz unmanageable
Başka other, another
—Özge dissimilar
Baştan ayağa from top to toe
(Baştan ayağa sözcüğü kalsın ancak şiir diline özel “serâpâ” kullanımı caiz olsun.
Farsça “ser” baş -serdümen, serhat, serhoş, serazat…-, “â” pekiştirme elifi ve “pâ”
ayak -hempâ, papuç, paça, payan, pedal…- sözcüğünden oluşma.)
Bâtıl vain, false
Batın/î essoteric
Beceri performance
Beden/î a living body/bodily
—Gövde trunk
Beklenti expectation
Belki
(Dücane:
Her hâlde, yani her hâlukârda...
Belki, yani bilâkis, aksine...
Galiba, yani umumiyetle, ekseriyetle…)
Ben/lik I self-referring
Bencil/lik selfish/ness
Benmerkezcilik selfcenteredness
Benmerkezlilik Egocentricism
Beri the near side, this side; hither
Berî absolved, acquitted
Beşer/lik (ET er) anthropo-, man/ness
Biçim shape, form
Bidat heresy
Bidâyet initial
Bildirişme/bildirişim
―İletim, iletme communication
— Haberleşme
Bileşim composition
Birleşim combination
Bileşik mürekkep
Bilge/lik sage/sagacity, prudent/prudence
Bilgi knowledge
102
Bilgili learned
Bilgin scholar
Bol/luk abundant/abundance
Bostan vegetable garden
Boylam longitude, meridian
Buluş innovation
— İcât invention
Buyruk order, imperative
Bünye bodily constitution
Bütünlük all, total/ity
Çaba endeavour
Çağdaş/lık modern/ity
103
Çağdışı outdated
Çâre remedy, cure
Çarmıh cross; ~a germek to crucify
Çarpışma (1) collision; (2) fight
Çatışma conflict
Çehre countenance
—Yüz face
Çelişik contradictionary
Çelişme contradiction
Çeşit/li variety/various
Çete gang
Çetrefil complicated
Çeviri transcription in biology
— Tercüme translation
Çevirmen transcriptom in biochemistry&molecular biology
Çevirici enzim transcriptase in biochemistry
Çevre environment
Çığır path, course
Çiftci farmer
Çiftleşme copulation
Çiftlenme replication
Çile passion
Çok many; more
Çökkün/lük depressed/depression
Çözme resolution
Çözüm solution
(T.D: “Bu ne(dir)?” sorumuza, “bu, masa(dır)” dendiğinde, verilen, ‘cevap’tır.
Oysa kavramın anlamı sorulduğunda, getirilecek olan, ‘mesele’ye yahut ‘sorun’a
‘cevap’ değil, ‘çâre’dir, ‘çözüm’dür. Öyleyse ‘mesele’ler, ‘cevap’landırılamaz,
onlara ‘çâre’ getirilir. …Sözgelişi, “yaralanmış kolumun kanamasını nasıl
durdururum?” sorusunun cevabı vardır: İşte, muhatabım bana “yarana pamukla
alkohol ile tentürdiyot bastırır, sonra da orasını sargı beziyle kapatırsın” diyebilir.
Hâlbuki, falanca hastalığa —verem, sarılık, tifo...—, çeşitli muayeneler ile
tahlillerin neticesinde ‘çâre’ —tıpta buna ‘tedâvî’ de denilir—önerilir. Ne var ki,
integral hesaplarda karşımıza çıkan ‘sorun’ların ne ‘cevab’ı ne de ‘çâre’si bulunur;
bunlar, ‘çözüm’e kavuşturulurlar. ‘Çözüm’de, görüldüğü gibi, son derece zahmetli,
soyut ve sıkı bir mantık düzenini gerektiren akılyürütme işlemi bahis konusudur.
‘Çözüm’, nitekim, ‘çözümleme’yi/’tahlîl’i de anlamca kapsar. …‘Felsefe’nin özgül
104
(Fr spécifique) işi, aşırı soyut sayılan ‘kavram’ların ‘anlam’ı nedir sorusuna
‘cevap’ bulmak, yânî bunları ‘çözüm’e kavuşturmaktır.)
Çözümleme resolution
Dakîk/lik precise/precision
Darbımesel motto, idiomatic expression
Davranış manner of conduct, behaviour
Davranma conduct
Değer/lendirme value/evaluation, assessment
—Eleştiri/eleştirel criticism, critic/al
Delâlet denotation, indication
Delîl evidence
Denel experimental
—Deneysel empirical
Deneme trial, test, essay
Deneme–sınama trial and error
Denetim control
Deney/leme experiment/ation
Deneycilik empiricism
Deneysel empirical
Den/li, ~siz tact/ful, ~less
Denli of such a degree, to that extent
Derece degree
Ders lesson
Dert concern
Derûnî intrinsic
Devingen dynamic
Devinme, devinim locomotion
Devir epoch, period
Devre (1) era, term; (2) circuit
Deyim phrase, idiom
Deyiş saying
Dialektik, cedel dialectic/dialectic/al
Dirim/li, ~sel biotic
Dirimaşkın transbiotic
Dirimdışı unbiotic
Dirim/sel botics/biotic
Doğru/luk right/ness
105
Doğrulama verification
Doğrulanırlık, doğrulanabilirlik verifiability
Doğuştanlık
—Fıtrat/fıtrî by nature, congenital, innate
—İrtical/en --î improvisation/off the cuff
Dost friend
Döküm inventary
Döldöş, zürriyet offspring, descendancy
Dönem period, term
Durağan static
Dural sedentary, immobile
Durum situation
Duruş posture, stance
Duyarga antenna, feeler
Duygu/sal feeling, affection/al, affectation, affected
Duygudaşlık sympathy, compassion
Duygulanma affection
Duygusal/lık affected/ness, affectation
Duyusal sensate
Duyu/sal sense/sensory
Duyum/lama sensation
Duyum/sal, ~lama sensation/al
Duyuş sensing
Dünya world
—Alem Knowable universe
—Evren universe
—Yer place
—Yeryüzü earth
—Zemin ground
Dünyevî profane, worldly, mundane
Dürüst/lük honest/y
Düstûr code, formula
Düş fancy
Düşünce thought
Düşünme thinking
Düşünür thinker
Düşünüş manner, way of thinking
Düzen/li order/ly, regime
106
Düzenleyici regulative
Düzgünlük orderliness, cosmos
Düzlem platform
Ebet/ebedî eternity/eternal
—Ezel/î semptiternal, no beginning
Edep/li, /~siz decency/decent/indecent
Edebiyat Fr belles lettres
—Yazın Fr litérature
Edim act
—Etkin/lik active/activity
—Eylem/ci action/activist
—Fiil verb
Effaf çok of çeken
Efendi (1) gentleman; (2) [slave] master
Efsâne myth, mythos, mythology
Eğitici, eğitmen educator
Eğitim education
―Öğrenim learning / Öğretim teaching
―Terbiye upbringing, edification
―Talim drill
Eğlenmek [1] Bir yerde durmak; beklemek; tevakkuf etmek; kalmak. [2]
Gezikmek; geç kalmak; oyalanmak. [3] Geçimini sağlamak; geçinmek. [4] Birinin
kusurunu veya hoş olmayan davranışları ile alay etmek. [5] (19ş yy.’dan sonra)
Neşeli ve hoşça vakit geçirmek. [6] Durup dinlenmek
Eğleşik bir yerde eğleşen; vakit geçiren [2] Oturan; ikamet eden.
Eğleşmek [1] Bir yerde durmak; oturmak, yaşamak; ikamet etmek. [2] Oyalanmak;
vakit geçirmek; tevakkuf etmek. [3] Düşüp kalkmak; oturmak. [4] (... in kapısında)
hizmetçilik yapmak; birinin işlerini yaparak geçimini sağlamak. [5] (Biri ile,birine)
Ona sataşmak.
Iraktır yollarım dolandım geldim / Tatlıdır dillerin eğlendim kaldım (Karacaoğlan)
Gurbet elde çok eğleştim / Nazlı yârim ağlar şimdi -Karacaoğlan
(Sanırım Heidegger’i Türkçeye çevirirken eğlence ile karışmaması için eyleşme
şeklinde yazılmaya başlandı.
İsmet Özel’in “Hüsnü Yusuf kaçırılacak çünkü / Bunun bir çünküsü var / Her
nesnenin kendine özgü / Bir yeri var evrende / Hazzın çünküsü yoktur / Eylemin de
/ Haz ve eylem / Bilinmez nerede eğleşecekler” şeklinde yazma nedeninin o
yazarken henüz Heidegger terminolojisi yaygınlık kazanmadığından olabilir.)
107
Ehlîleş(tir)me taming
—Evcil domestic
(T.D: Yerli halklar, ilkin ehlîleştirilmiş, bilâhare evcilleştirilmişlerdir.
Ehlîleştirmede (Fr apprivoisement), sığırda, davarda, tavukta, at ile eşekte
gördüğümüz gibi, uygun kabul edilen hayvan, ihtiyâç duyulan işe koşulur;
demekki o, kullanım değeri kazanır. Evcilleştirmedeyse (Fr&İng domestication),
kullanım değeri kazanmış hayvana ayrıca beşerî özellikler de yüklenir.)
Eleştiri/eleştirel criticism, critic/al
El mahareti dexterity
Emânî
(Elmalılı: "Bütün bildikleri hayal meyal mefkûrelerden, duydukları temennilerden
ibarettir". Emânî [Ümmiyye'nin çoğuludur] insanın kendi nefis ve hayalinde farz
ve takdir ederek temenni edip durduğu şeylerdir. Kısaca, insanın kendi gönlünden
saplandığı ve sürekli arkasından koştuğu bir mânâ, bir hayal, bir kuruntu
demektir.)
Endişe anxiety
—Kaygı grief
Enilk primæval
Enlem latitude
Ergen adolescent
Ergin adult, matured
Erginleşmek to mature, to become mature
Erk authority
Erkân (1) manner; (2) personage, notable(s), senior officials, rank and file,
officialdom
Esâs base/basic
Esâtîr mythology
Esbâbımûcibe logical basis ―Fr rationale
Eş one of a pair
Etken, âmil factor
Etkinlik activity
Evcil/leş(tir)me domestic/ation
Evren universe
Evre phase
–Merhâle step, stage
Evvelemirde first and foremost
Eylem/ci action/activist
Ezel/î sempiternal, no beginning
108
Fahrî honorary
Fark/lı difference/different
Fâzilet virtue
Fazla much; excess, excessive
Fehim percipience
Fiil verb
Fikir/fikrî idea/pertaining to thought or idea (Ben Dücane’nin tikel için “fikir”,
tümel için “düşünce” ayrımından yanayım.)
Felah
(Elmalılı: Müflîh felâh bulan demektir. Felâh ise aslında felahât gibi yarmak
mânâsıyla alâkadardır ki o gündeki mâniâyı yarıp/engelleri aşıp kendini kurtarmak
ve talep ettiği gayeye ermek, zafer bulmaktır. Mü'minler de dünya, tabiat ve şehvet
mâniâlarını yarıp, gaybda gizlenen matlûblarına eren ve ahiret’te ebedî felâh
bulanlar olacaklardır.)
(Çiftçiye de toprağı yardığından “fellah” denir.)
Fen/nî technology/technological
Fenâ extinction in God’s love —in Hinduism: Mukhti, Mokhsha; in
Buddhism:Nirvana
Ferâset sagacity, acumen
Fevkalbeşer Übermensch
Fezâ outer space
Fıkıh
(Elmalılı: Fıkıh bir şeyi,bir sözü illet ve hikmetiyle zevkine vararak anlamak ve
hatta tatbik edecek surette anlamaktır.)
109
Geçerlilik validity
Geçim sustenance, means
Gelişme development
—İnkişaf Advancement (münkeşif advanced)
Fakat, benim Türk hissiyatı üzerindeki müşahedem şudur ki, artık bu mûsikî, bu
basit mûsikî, Türk'ün çok münkeşif ruh ve hissini tatmine kâfi gelmez. -Atatürk
(Bu örnekleri katılıp katılmamdan bağımsız aldığımı söylememe gerek yok
sanırım?)
Gerçek/lik real/ity
Gerçekten really, indeed
Gerek/li/lik must, obligation, need
Gerekce/leme motive; substantiation
Gerekircilik Determinism
Gerileme, gerileyiş backsliding, relapse, regression
Gerileyici regressive
Girift intricate
Girişik intractable
Git gide gradually
Giz/li secrecy/ secret
―Mahfî concelaed, covert
―Sır
Gök sky
—Sema heaven
Gönül (ET göŋül mind) human’s spiritual heart
Gönülgermek to understand; to feel at heart
Görenek custom
Görev function
―Ödev duty
Görme seeing, sight
Görüntü image
Görünür/lük phenomenon/ality
Gurbet abroad
Gurbet eller foreign land
Güc/lük difficult/y
Güç/lü power/full
Güzel/lik beauty/beautiful
Haddizâtında (1) essentially; (2) in any case; (3) (ET) yene moreover
110
Hakk Lord —in the sense of God
Hak right
Hakîkat Truth
(T.D: ‘Varlık öğretisi’nden (ontologie) çıkan ‘varlık vahdeti’ne ‘hakîkat’ denir.
Fizik işlemlerle, öyleki matematik hesaplamalar yoluyla ve nihâyet, genellikle
gerek olağan gündelik, gerek bazı ârifâne sezgiler sûretiyle de olsa, ‘hakîkat’ın
bilebildiğimiz kısmına, yânî hem soyutlamalar ile teorik düşünüşe hem de
uygulamalarımıza açık kalan kesimine ‘gerçeklik’ diyoruz. ‘Gerçek’liğin ‘fizik
bütünlüğü’yse, ‘evren’dir (‘kâinât’).)
Hakîm wise person
Hâkim judge
Hâkimiyet hegemony, domination
Hâl state
Hâlis genuine
―Sahici authentic
Hânedân dynasty
Hasbihâl chat
Hasîm adversary
Hasret nostalgia, yearning, craving, tender regret ―Port saudade
Hattâ even
Hatırlama recollection, reminiscence
Hayâ sense of shame
Hayâl/î image/imainary
Hayâlgücü phantasy
Hayâlhâne imagination
Hayat/î particularly human life/vital
Hayır, hayr spiritual good/ness
Haysiyet dignity
Hekim physician
Heyet committee, board
Heyetimecmûu altogether
Hırs/lı ambition/ambitious, zeal/ous
Hız/lı rapid/ity
—Sürat/li speed/y (Bence tam tersi olmalı.)
Hidayet
(Elmalılı: Hidayet her matlûba kayıtsız-şartsız rehberlik etmek değil, irşad gibi
gayesinde hayır, keyfiyetinde lütûf ve letâfet bulunan bir rehberliktir. Bu bakımdan
İhdina'nın meâlinde en uygun tabir -lisanımızda maruf olduğu gibi- 'Bize hidayet
111
et!' demektir. 'Göster!' deyince götürmek kalır, ’Götür!’ deyince letâfet kalır ve hiç
biri tam mânâyı ifade etmez ve lisanımızda böyle mâruf bir kelimenin yerine
mutlaka bir kelime koymaya çalışmak hem sözün gayesine ters düşer, hem de kuru
bir taassub olur!)
Hiç/lik nul/lity
Hikâye story
Hikmet wisdom
Hikmetisebep reason for a thing’s existence —Fr raison d’être
Hizmet service, duty, function
Hizmetci domestic
―Uşak
Hizmetkâr servant
Hudut frontier
―Had boundary
―Hat line
―Serhat border
―Sınır/lı limit/ed
Hulâsa quintessence
Hulyâ daydreaming
Huy habit, temper
Hükümdâr/lık ruler, potentate, sovereign, monarch/y
Hükümrân/lık sovereign/ity
Hunâk kanın galebesinden hasıl olan bir hastalıktır ki, boğazı sıkıştırır ve insan
yutkunamaz. -Avni Konuk
(Hun Farsça kan demek. Hunhar, har “yiyen, tüketen” ekiyle “kan içici” demek.
Köfte-hor, köfte yiyici.)
Hüner know-how, expertise, technic
Hür/riyet free/dom
Hürmet high-esteem
Hüviyet quidity
Isbât proof
Islâhât/cılık reform/ism
Işık light
―Nur Divine light
―Ziya incandescence
İbadet
112
(Elmalılı: Türkçe’de kullanılan tapı, tapmak, tapınmak kelimeleri ibadet'in değil,
kayıtsız-şartsız itaatin mânâsıdır. Hatta tapmak ve tapınmak kelimelerinde az çok
ne yaptığını bilmemek gibi bir şuursuzluk mânâsı anlarız da bunları puta tapmak,
haça tapmak gibi yerlerde kullanırız. Bu nedenle ' Sana ibadet ederiz’ yerine,
sadece Türkçe olsun diye ' Sana taparız’ veya 'tapınırız' demek, lisanımızın
nezahetini zayi etmek olur. 'Kulluk etmek', şuur anlamını vurgulamak açısından
'tapmak’ kelimesinden daha münasip ise de bu, ibadetten zayıf olan ubûdiyet'in
mânâsıdır.)
İçkin/lik immanent/immanence
İçlem comprehension
İçli/lik susceptible/susceptibility
İçrek intrinsec
İddia assertion, affirmation
―Sav thesis
İddia ifâdesi assertive statement
İdman training
İdrâk aperception
(T.D: Algı aşamasında duyu verileri anlamlandırılırlar. İdrâk safhasındaysa
manâlanırlar.)
İfâ implementation
İfâde 1) expression; 2) statement; 3) version
İffet chastity
İhsâs hint, implication
―İhtida conversion (Hidayet’ten)
Mühtedi convert
İhtirâm reverence
İhtirâs/muhteris avidity, greed/y
(T.D: ‘Çaba’nın, ‘iyi’ – ‘kötü’, ‘güzel’ – ‘çirkin’ değerler ayırımına kayıtsız
kalabileceğinden bahsettik. ‘Yarar’; başarı–ünvân–makam–mevki ‘ihtiras’ı;
maddî–mâlî çıkar ‘hırs’ı; mal–mülk ‘tutkunluğ’u; şefkat– sevgi–aşk ‘tutku’su ile
‘düşkünlüğ’ü; uyuşturucu ile içki gibi maddelere ‘iptilâ’; ‘hasret’ ile ‘şehvet’,
‘çaba’nın, buyruğuna girebileceği dizginden boşanmış duygular ile
heyecânlardandırlar.)
İhtiyâç need, necessity
İhtiyât prudence
Îkan Yakînen bilme
(Elmalılı: “Îkān”, yakīn sâhibi olmaktır. “Îkān”, “istîkān”, “teyakkun”, “yakīn”
hepsi bir mânaya gelir. Yakīn vâkıa mutâbık ve herhangi bir teşkik ile zâil
113
olmayacak surette şekk ü şüpheden ârî olan sâbit ve câzim bir itikad demektir.
Tabîr-i âharla yakīn şekk ü şüphe bulunmayan ilm-i mütkan, reyb karışmayan ilim,
nakzına ihtimal bulunmayan ilimdir. Maamâfîh yalnız cezm-i kalbî mânasına da
yakīn ıtlâk edildiği vardır. [1.] Şu anda şüphem yok ki bu böyledir. [2.] Şimdi ve
ileride şüphe edilmez bu böyledir. [3.] Başka türlü olmak mümteni bu böyledir.
Bunun üçüne de “yakīn” denilir. Fakat asıl yakīn ikinci ile üçüncüdür. Yani birinci
târiftir. İlm-i ilâhîye “yakīn” ıtlâk edilmez. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi esmâ
ve sıfât-ı ilâhiye tevkīfîdir. Kitap ve sünnette ise ilmullâha yakīn ıtlâkı
görülmemiştir. İkincisi yakīn ve îkān şekk ü şüphe şânından olanlar hakkında
kullanılır.)
İktisâtperestlik economy-adoration —Alm Wirtschaftsanbetung
İleriki succeeding
İlerileme progress
İlerileyici progressive
İlgi 1) relation; 2) interest
İlhâk annexation
İlhâm, esin inspiration
İlim cognition, cognizance, knowledge (of a higher order)
İlim–irfân sâhibi cognizant, judicious person
İlişki relationship
İlksizliktenberi perennial
İltihâk adherence, joining
İmâ allusion
İnanç belief
İnfâz/cı execution/er
İnhirâf deviance, perversion
İnkırâz decline
İnkışâf advance/ment
İnsanaşkın transhuman
İnsancılık Humanism
İnsancıl/lık (1)humane/ness; (2) sensitive, fallible
İnsanî/yet humanitarian/ism
İnşâa construction
İrâde will-power
İrfân/î, marifet gnosis/gnostic; refinement, knowledge (of the highest order)
(T.D: ‘İlahî yasa’nın, ‘benim’ diline tercümesi, aklın sesi, yânî ‘vicdân’dır.
‘Özbilincim’in, ‘vicdânım’ doğrultusunda eylemek isteğini beslemesine de, ‘niyet’
diyoruz. O hâlde, ‘İlahî yasa’nın ‘benim’deki bilgisi —‘irfân’— ‘özbilincim’i
114
oluşturur. …‘Bilim’ ile ‘irfân’ bütünlüğü ‘ilm’i ortaya çıkarır. ‘İlim sâhibi’,
‘âlim’dir. Onun da en üst seviyesine, demekki ‘gerçekliğ’i aşıp ‘Hakîkat’ın
sırlarına erebilmiş olan, ‘hakîm’dir. …Marifet, sezgi verisi, dolaysız ve aracısız
elde edilen kesinkes bilgidir: İlmulyakîn. Varlığı tümlüğünde (Fr holiste) sunar;
çözümlenmeye elverişli değildir. Hakîkatın fizikleşmemiş gerçeklikötesi zâtını,
görme çabasındaki ilim, ‘Tasavvuf’tur. ‘O’nun konusu olan ‘bilgi’yse, ‘marifet’
yahut ‘irfân’dır. Gerçeklik dünyasının öğrenmek irâdesini bizde uyandıran duygu,
merakken, hakîkatın fizikleşmemiş gerçeklikötesi ‘öz’ünü yakalamak, onunla
hemhâl olmak iştiyâkını ‘benim’de boşandıran (Fr déclenché) ‘duygu’ysa,
‘aşk’tır.)
İrticâ regress, retreat, reaction
İstek will
İsteme want
(Schopenhauer’un “Die Welt als Wille und Vorstellung”unun Onur Aktaş’ın
dahiyane “istenç ve tasarım olarak dünya” değil de “İsteme ve tasavvur olarak
dünya” adıyla tercüme edişini gözden kaçırmamalı. Çünkü istenç diyince ve
tasarım, bilinçli bir olguyu imler gibi oluyoruz fakat Schopenhauer ateist
olduğundan ne wille ne de vorstellungla bilinçli bir şeyi katiyyen kastetmeyip ve
dahi kör bir istemeyi felsefesine zemin eder.)
İstibdât dictatorship, despotism
İstidât faculty
(T.D: Bilgeleşme öncelikle bir istidâttır. Ama istidât belli yönde geliştirilmeği
bekleyen bir melekedir. İstidât işlendiğinde mahâret olur. Bilgelik, en fazla yönlü
mahârettir. Yaşanılanlar, bilgeliğin malzemesidir. Bilgelik istidâdıyla mücehhez
kişi, yaşadıklarını nasıl düzenleyip değerlendireceğini hocasından, ustasından,
kısaca mürşidinden öğrenerek yetişir. İnzivâya çekilme hâli dışında, bilgeliğin
bütün çeşitleri toplumsaldır.)
İş (1) work; (2) duty ―ağır iş (1) hard work; (2) heavy duty
İşleyiş mechanism
İştah appetite
İştiyâk craving
İtikât creed
İyi/lik good/ness
—Hayır, hayr spiritual good/ness
İzâh explication
İzzetinefs self-respect
Kâbiliyet talent
115
Kaçan (ET) when
Kadîm archaic, palæo-; bio: archea
Kalb human’s physiological heart
Kale castle
Kalkan shield
Kalp counterfeit
―Sahte false
Kâmil mature, maturity, perfection
(Dücane: İnsan-ı Kâmil tamlamasını, “olgun veya yetkin insan” gibi
ne idüğü belirsiz bir biçimde sadeleştirmekle murada ulaşamayız.
Bilâkis İnsan-ı Kâmil ve/veya Hz. insan, insanı insan yapan tüm
yetileri fiiliyata geçirmeye muvaffak olandır. Kaaliyle değil, hâliyle
hakikati temsil edendir. “Ben hakikatim” diyendir. O bilkuvve değil,
bilfiildir.)
Kanıt/lama argument/ation
Kanun/î law/legal
―Yasa uncodified law, natural law, nomology/nomological
―Meşru legitimate
―Gayrımeşru illegitimate
(T.D: Baştan belirlenmiş doğal işleyişlere ‘yasa’ derken, hayatını kuran insanın
kendine koyduğu kuralların en mütekâmil şekline ‘kanun’, bunlardan oluşmuş
geniş ve karmaşık şebekeye de ‘hukuk’ diyoruz.)
Kaplam extension, span
Kapsam scope, range
Kargaşa/lı chaos/chaotic
Karmaşa/karmaşık complexity/complex
Karşıolum contrary, contraposition
Karşısav antithesis
Karşıt/lık opposit/ion
Kati/lik, katıyet precise/precision
―Kesin definite
―Sağın exact
Kâtil murderer
Katl, katil murder
Katletmek to murder, assassinate
Katliâm massacre
Katlanma reflection/reflective
Kavga/cı fight, quarrel/some, querulous
116
Kavim, kavmiyet/kavmî ethnicity/ethnic
Kavram concept
Kavramlaş/tır/ma conceptualisation
Kavrayış conception
Kaygı grief
Kefâret expiation
Keh saman, kehpare saman çöpü, kehkeşan samanyolu
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! -Necip Fazıl
Kelime written word
Kelle sheep’s head
Kendi self
Kendiliğinden, kendikendine self-, auto~
Kere (1) square brackets; (2) times
Kesîf dense
Kelime written word
(Duralı, “sözcük” kelimesinden nefret ettiğinden yokmuş gibi davranarak yazılı
sözü “kelime”ye, sözlü sözü de “laf”a atıyor. Halbuki laf dediğimizde sözden daha
hakir ve abes bir şeyi kastediyoruz. Hatta Pehlevice’de laf “halının altında biriken
tozlar” gibi bir manaya geliyordu. Onun için ben “written word”u “sözcük”e ve
“spoken word”u “kelime”ye atamamız gerektiğini düşünüyorum. "Laf" da bu
"hakir söz" anlamında Türkçe'nin bir inceliği olarak kalsın.)
Kesin definite
Kesinkes/lik, yakîn/en certain/ty
Kesit segment
Keyfî arbitrary
Kırım carnage
Kıyım annihilation of a group of people
Kibâr courteous, refined, cultivated
Kimlik identity
(T.D: İnsan, ‘ham dirimli varoluşu’nun üstüne koyduğu ‘tuğla’larla ‘kimliğ’ini
inşâa eder. Kimlik inşâatının tamamı kişiliği meydana getirir. ‘Kişilik’, şu
durumda, bütün unsurların ‘görünüme-çıkmış-hâli’dir. İnsanın,
‘kendini–başkasından–ayıran’ unsurlar ile ‘kendi–imkân–boyutları’ üstüne
katlanması sonucunda ‘kimliğ’ini kurar. Bu ‘katlanma’ (reflexion) işleminde kişi,
ne denli yoğunlaşıp derinleşirse, onun kimliği de onca belirginlik, keskinlik ve
özgünlük kazanır. Kişinin, kendi maddî ile manevî yapabilirliklerini düşünerek
öğrenmesi, özden bilinçlenmesi demektir. Kısaca söylendikte, kişinin, kendi
hakkındaki bilgisi, özbilincidir. Bu da, öz bilgisi anlamına gelir. Bireylilik, dirimli
117
olması itibâriyle, maddîdir. Buna karşılık, kimlik, bir manevî yapıdır. Düşünmeğe,
dolayısıyla da bilmeğe dayanır. Bireyliliği ve kimliği düşünerek ‘ben’in boyutlarını
ortaya çıkarırız. ‘Bireylilik’ ile ‘kimlik’, ‘ben’in bütünlüğünü, yânî ‘benliğ’i verir.)
Kişilik personality
Konuşma speech
Konuşma dili spoken language
Korku fear
Koru(n)ma protection
Köhne dilapidated, crumbling, shabby, out-dated
(Köhne aslında Farsça “eski” demek. Ama Türkçe’de “denî bir eskilik” gibi bir
nükte kazanmış. Aynı “vasat” gibi. Vasat aslında “orta” demek iken biz “denî bir
ortalık”dan bahsederken vasatı kullanıyoruz. “Denî” sözcüğü de böyle. Aslen
“alçak” demek iken “denî bir alçaklık” için kullanıyoruz. Zinde-canlı ve
mürde-cansız, yaşlı-bunak-moruk, ölü-mefta vs…)
Kudret strength
(T.D: ‘Kudret’, ‘kuvvet’in tersine, maddî yapıtaşlarından inşâa olunmamış bir
‘güç’tür.)
Kural/lı/lık rule/regular
Kurucu constructive, constitutive
Kurul commission
Kurulu established
Kuruluş establishment
Kurum, müessese institution
Kuruntu delusion
Kuvve potentiality
Kuvvet force
Küfr
(Elmalılı: Küfr lugatta küfrün mânâsında setr-i nimet/nankörlük demek iken,
bunun aslı olan kefr mutlak mânâda setr/örtmek anlamına gelir. Nitekim tohum
eken çiftçiye ve aynı şekilde geceye kâfir, meyve tomurcuğuna kâfur, kalça
etlerine kâfire denilmiştir. Dolayısıyla kefr mutlak ve genel anlamıyla setr/örtmek,
küfr ise [şükr'ün zıddı mânâsında] setr-i nimet/nankörlük demektir. Lisan-ı din'de
ise küfür, iman'ın zıddıdır ve imansızlık anlamına gelir.)
Lağv [1] (Kurum, kuruluş vsb. için) ortadan kaldırma; hükümsüz bırakma;
feshetme. [2] Boş ve anlamsız söz. ve lâğv işittikleri zaman ondan yüzlerini
çevirirler -Elmalılı Mealinden [3] Yanılma; hata etme.
Lağviyat [1] Boş sözler; gereksiz sözler. [2] Boş işler; gereksiz işler.
118
(Laga luga ifadesi, “söyledi söylendi” anlamındaki laga luga ( )لغا لُغاdeyiminden
gelmektedir.
Lugat kelimesi, “1. lakırdı, söz, sözcük, 2. dil (language)” anlamındaki luga(t) ()لغة
sözcüğünden gelmektedir. Lugat kelimesi esasen dilin, anlamdan bağımsız olan
salt fonetik yönünü ifade eder. Modern Türkçede ön plana çıkan ikinci anlamı,
kitabu’l lugat “sözcükler kitabı” deyiminden türemiştir.)
Lâhût Divinity, the sphere of the Divine nature
Lâtife anecdote
Lisan parlance
Lugat jargon
Mahal/lî location/local
Mahalle quarter
Mahfî concealed, covert
Mahrem/lik confidential/ity, intimate/intimacy
Makûle, kategori category
Makûl/luk reasonable/ness
Mal possession
Mâlik possessing, owning/owner
Mantık/î logic/al
Manzûm/e (1)written in rhyme and metre. (2) arrangement
Marifet knowledge of God
Maşerî collective
Mefhum notion
Mehâbet fear
Mehâret dexterity, deftness
Melâl spleen, iç sıkıntısı, bun, usanç
(Melül / melul bıkkın, bungun, usanma. Malûl bu ikisinden ayrı, illetten gelir ve
“hastalanmış” demektir. “X ile malûl” denildiğinde “x yüzünden sıhhatsiz ve
işlevini yerine getiremiyor” demektir. Bir nevi hasta ile bozuk arasında, ne hastalık
gibi tamamen dirimsel, ne de bozukluk gibi tamamen mekanik bir “sorun”.)
(Buadelaire’in Spleen et idéali Melal ve ülkü / ideal diye çevirmenin en uygunu
olduğunu düşünüyorum.)
Melek angel
Meleke aptitude
Melekût dominicality
Memat ölmek
119
(m-w-t kökünden Mevt ölüm, meyte hayvan leşi, mevât sürülmemiş topraklar,
sahipsiz yerler, temavüt kendini ölmüş gibi gösterme Temevvüt Bir organın
çürüyüp ölü haline geçmesi)
Menkıbe legend
Merâm intent, objective
Merhâle step, stage
Merhâmet compassion
(T.D: ‘Sevgi’, ‘ben’in, ‘kendi’ni ‘ben–olmayan’a katıp karıştırma çabasıdır.
‘Ben–olmayan–sen’in duygularına ‘ben’in katılmasına ‘duygudaşlık’ diyoruz.
‘Duygudaşlık’, ıztırâb ile acıda da sevinç ile neşede de görülür. ‘Duygudaşlığ’ın,
ıztırâptaki tezâhürü, ‘merhâmet’tir. Onun da, zayıf ve yüzeyde kalan hâli, ‘acıma’;
en güçlü ve tanrısal kudretteki ifâdesiyse, ‘rahmet’tir. …‘Duygu’nun sınırlarını
tanıması durumuna ‘insâf’ diyoruz. ‘İnsâf’ duygusu da bize ‘hayat’ın esâsını teşkîl
eden ‘adâlet’i duyurur.)
Mesel parable
Mesele matter —in the sense of problem
Meşrûu/luk legitimate/legitimacy
Metâa goods, marchandise
Mevki (1) position, rank, post; (2) site, seat
Meziyet pre-eminence, distinction
Meziyet pre-eminence, distinction
Mezkur adı geçen, zikrolunan
Mıntıka zone
Mısrâa line of poetry
Mirâs heritage
—Tevarüs inheritance
Mısrâa line of poetry
Mirâs heritage
Mîsâk covenant
Misâl/meselâ example/for ~
Misbah Etrâfa ışık veren âlet, aydınlatma aracı, kandil, çıra, meşale
Mişkât İçine mum, kandil, lamba gibi şeyler konmak için duvarda açılan oyuk
Allah semavât u arz'ın nûrudur! Nûrunun temsili sanki bir mişkât [cam
ekân/kandil]; içinde bir misbah, misbah bir sırçada, sırça sanki bir kevkeb-i dürrî
(bir inci yıldız)! Mübarek bir ağaçtan tutuşturulur; bir zeytinden ki ne şarkîdir ne
garbî, yağı hemen hemen ateş dokunmasa bile ziya verir! Nûr üzerine nûr! Allah
nûruna dilediğini hidayet buyurur ve insanlar için meseller darbeyler [temsiller
verir] ve Allah herşeye alîm'dir! -Elmalılı’nın meali
120
Mizâç disposition, temperament
Muammâ/lı enigma/tic, cryptic
Muğlak obscure
―Müphem vague
Muhabbet (1) affection; (2) affectionate conversation; (3) love of God
Muhâfaza maintenance, preservation
Muhal: Tasavvuru kabil olmayan. İmkansız ile aynı değildir.
Muhâlefet opposition
Muhâlif opponent
Muharebe battle
Muharrir novelist
Muhasara siege
Muhatap collocutor
Mukaddem precedent, preceding
Mukâbele reciprocation, retaliation
Mukâbil contrary, opposite
Mutlak/cılık absolute/Absolutism
Mutlu/luk happy/happiness
Mücâdele struggle, kampf
―Kavga quarrel, fight, schlagerei
―Savaş/çı war/rior, Krieg/er
Vuruşma, muharabe battle, Schlact
Er meydanı Battleground, battlefield, Schlachtfield
Mücrim criminal
Müdrike perspicacity
Müeddep well-mannered
Müellif author
Mühre Satranç taşlarının her biri
teklik ve çiftliğimiz hevadan değil / canımız mühre gibi Hüda’nın elinde -Mevlana
Müktesebât acquisition/s
Mülâhaza consideration
Münâkaşa dispute, debate
Müphem vague
―Obscure Muğlak
Mürebbiye tutor
Mürît novice
Mürşît in mysticism: Spiritual guide, master; in Indian mysticism: Guru
Müstahkem mevki fortification
121
Müstâkil (1) single; (2) independent
Müşkül/pesent strenuous, ticklish, thorny/demanding, fastidious
Müteâkıp subsequent
Mütekâbil corresponding, correspondent, counterpart
Müzâkere deliberation; negotiation
Müzellef (Ar. zulfe “hafif karanlık, akşam karanlığı”ndan Fars. muzellef
“zülüflenmiş, zülüflü”) Sakal başları hafifçe kararan, yüzünde yeni yeni tüyler
çıkan, yüzü tüylenen (genç)
Nâm appellation
Nazım versification, verse
Nâzik polite
Neden/sel/lik cause/causal/ity
Neden – etki bağıntısı cause – effect nexus
Nefs/î psychy/psychic
Nesil human generation
Nesir prose
Nesne/l object/ive
Neşet etmek to come into existence; originate
Neşvünemâ bulmak to flourish
Niyet intention
Niyet sahihliği OrtL intentio recta
Nizâm/î regulation/regularized
Noktainazar standpoint
Numûne model; examplary
Nur divine light
Nutuk oration
(n-t-k kökünden Nutuk söylev, natık konuşan [hayvan-ı natık, konuşan / düşünen
canlı, zoon logon], natıka konuşma yeteneği, entak güzel söz / nutuk söyleyen,
mantık lógos "söz" sözcüğünden türeyen logikē "mantık" soyut adının Arapça
eşdeğeridir, istintak sorgu, mustantık sorgu memuru)
Okuma reading
Okumuş well-read
Olağan normal
Olağandışı abnormal
Olağanımsı paranormal
Olağanüstü extraordinary
122
Olay event, happening
Olgun ripe
Olup bitmiş bygone
Öbek group
Öbür, öteki the other
Ödev duty
Öğe chemical element
―Unsur
Öğrenci pupil
Öğrenim learning, formation
Öğreti doctrine, teaching
Öğretim teaching, schooling
Öğretmen teacher
Ölçek scale
Ölçme(k) measuring; to measure
Ölçü measure
Ölçülüp biçilebilinir measurable–assessable
Ölçüm measurement
Öldüren killer
Öldürme killing
Öldürücü lethal
Ölme dying
Ölüm death
Ölüm – kalım yahut hayat – memat meselesi matter of life and death
Ölümcül fatal, moribund
Ömür life span
Öncü forerunner, precursor
Önder leader
Öneri offer
Önerme, kaziye proposition
Örf/î common usage, convention/al
Örnek sample, specimen, standard, examplary
Öyleki yet; indeed
Öz kernel; self
―Kendi nefs, zât
―Benlik ego
―Kendi own
123
―Kimlik identity
―Özden quintessencial
―Özgün original
―Zât/î essence/essential
(T.D: ‘Kendini türdeşlerinden farklı biçimde sergileme gücünü kendinde bulmağ’a
‘özerklik’ diyoruz. …Düşüncesi üstünde katlanarak düşünebilen, hareketlerini de
düşünceleriyle biçimlendirir. Düşünceler yoluyla biçimlendirilen hareketlere eylem
diyoruz. Şu hâlde kendi başına eyleyebilmekçin kendikendine, yânî özerkce
düşünmek gerekir. Başka bir mercie bağımlı kalmadan düşünmekse, hür olmak
demektir. Kendi düşünmeleri doğrultusunda hareket eden yahut eyleyen de özerk
kişidir. Düşünme dizileri arasındaki mantık bağlantılarını dikkatten kaçırmamağa
özen gösteren, tutarlı düşünür. Tutarlı düşünme çabasındaki kişinin, bu uğurda,
düşünme dizilerini süreklice, düşünerek, denetlemesi, onu bilinçli kılar. Böyle
birinin eylemleri arasında da sıkı bir düzen bulunur. Eylemlerinde tutarsızlık
bulunmayana da disiplinli kişi deriz. Buna karşılık, yargılarında, davranmalarında,
hâl ile hareketlerinde tutarsız olan kişi, tabiatı itibâriyle böyleyse, delîdir; yok, bu
tavrı, sunî yollardan meydana geliyorsa, serhoştur. Bir kimsenin davranmasını, hâl
ile hareketlerini, tavır ile tutumlarını belirleyen ahlâkıdır. Davranmalarını, hâl ile
görünüme çıkan hareketlerini, yânî eylemlerini kendine ve başkalarına karşı hâlis
niyet besleyerek belirleyen, ahlâklı kişidir. Ahlâkında oynamalar olmaz, hep aynı
minvâlde yürürse, bu kişiye dürüst deriz. Dürüst kişinin en belirgin vasfı, özü ile
sözünün, niyeti ile amelinin birbirlerini tutmalarıdır. Gerçi dürüst olmayan kişinin
de özü ile sözü çakışabilir, örtüşebilir. Ölçüsü nedir öyleyse? Niyetin hâlis olup
olmamasıdır. Bu hususu nitekim, Immanuel Kant, şöyle dile getirmiştir: “...irâdeni
izhâr edebileceğin öyle bir kural uyarınca davran ki, sonuçta o, genelgeçer bir yasa
değerini kazanabilsin.”)
Özbilinç self-consciousness
Özdeyiş epigram
Özçiftlenme selfduplication —in cytology
Özge dissimilar
Özgül specific
Özgüven selfconfidence, selfreliance
Özlem, özleme longing
Özsaygısı selfrespect
124
Râbıta bond
Rahat ease
Rahim (1) the Merciful; (2) womb
Rahmânî insan OrL vir Deī
Rahmet mercy
Rakîk exquisite, subtle, delicate, frail
Refah wealth
Renç labor
(Bu benim teklifim. Renç Farsça'da zahmet demek. Rençber de kelime anlamıyla
zahmetçeken. Labor'a karşı pekala yakıştığını düşünüyorum. Labouring fiili için de
renç etmek ya da rencetmek kullanılabilir.)
Rençber labourer
Ret rejection
Rızk livelihood
Ricat retreat
Ruh/î, ~lu soul/ful
Ruhhekimi psychiatrist
Ruhhekimliği psychiatry
Ruhulkuddus Holy Spirit
Rûyâ dream
Rücûu retrogression, regression
Rüküş showy, tawdry
Saadet/mesut bliss/ful
Safha phase
Safsatacılık Sophism
Sağın exact
Sağlık health
Sâhip/ sâhib olmak owner/to own
Sahte false
Sâik motive
Sâkin/lik calm/ness
Saldırgan/lık aggressive/ness
Saldırı, saldırma offensive, attack, assault
Salt mentally or cognitively pure
Salt insan-oluş being-pure-human —Alm rein-Mensch-sein
Samet Lord, Protector, Patron; God’s attributes ―all of them
125
Samut (Ar. ṣamt “susmak”tan ṣamūt) sürekli susan ya da çok az konuşan, suskun.
Ahla istida edecek ahvâl değil / Kim bana kıymazsan bilebilir / Dünya dedikleri
samut küp / Acılar tınladıkça bende / Hep seni seslendirir. -İsmet Özel
Samimî sincere
Sapıklık perversity
—Cinsî sapıklık sexual perversity
Saplantı fixation; Fr idée fixe
Sapma deviation
Sav thesis
Savaş war
Savunma defence
Saygı/lı, ~sız respect/full, ~less
Sebep reason
Semâ/vî heaven/ly, celestial
Semere sequel
Sentez, tahlîl, çözümleme synthesis
Sergi exposition
Sergileme presentation
Servet riches
Ses voice
Sescil phonetic
Sevme/k like, liking; love; to ~
Sevgi fondness; affection; regard.
Sevişmek (1) to love one another, to love reciprocally; (2) to make love, to have
sex
Seyyar mobile
Sezgi intuition
Seziş premonition, presentiment, foreboding
Sığınma, ilticâ refuge
Sıhhî hygenic
Sıkıdüzen discipline
Sıla reunion, coming together, visiting one’s native land
Sıla hasreti homesickness ―Alm Heimweh; Port saudade
Sındırgı scene of a defeat.
Sındırgın broken, defeated,
Sınıf class
Sınıfla/ndır/ma classification
Sır(r) (1) mystery; (2) the occult
126
Sıradüzeni hierarchy
Sırâtımüstakîm the upright path, the right road
Silsileimerâtip spiritual gradation
Sinir nerve
Sinir bozukluğu neurosis
Siyasetçi
(Dücane: Devlet adamlığı sürekliliği gözetmeyi gerektirir; kalıcı ve sürekli olanı.
Siyasetçilik ise günü ve/veya dönemi kollamakla sınırlı kalabilir.)
Sohbet conversation
Sokulgan/lık sociable/ness
Solunum respiration
Son end
Sonraki successive
Sonuç result
Soru question
Sorun problem
Soruşturma interrogation, enquiry
Soykırım genocide
—Cinâyet crime
—Hûnhârlık bloodshed
—Katliâm massacre
—Katillik murder
—Kırım slaughter
Soylu highborn, stately
Soyoluş phylogenesis, phylogeny
Soysuzlaşma degeneration
Söylem, söyleme discourse
Söyleşi dialogue
Söz utterance, word
Sözbaşı prologue
―Giriş introduction
―Mukaddime prolegomenon
―Önsöz foeword, preface
Sözdizimi synthax
Sözlük dictionary
Sözlükcük glossary
Sözsonu epilogue
Sözvarlığı, sözdağarı, kelîme haznesi vocabulary
127
Suç/lu guilt/y
Sürat/li speed/y
Süreç process
Sürecötesi transprocessive
Sürüngenler reptiles
Şarkı song
Şart/lı, ~sız (1)condition; (2)hypothetical; (3)categorical
Şehir city
Şehirleşme urbanisation
Şehvet/li lust/ful, sensuality/sensual
Şenâat/şenâyi wickedness; incest/incestuous
Şeref honour
―Haysiyet dignity
(Dücane’nin fevkalade ayrımını hatırlamakta fayda var:
Şöhret: Halkın sana verdiği değer.
İtibar: Seçkinlerin / ehlinin sana verdiği değer.
Haysiyet: Senin sana verdiğin değer.
Haysiyetsizin itibarı olmaz, ve fakat şöhreti olur.)
Şerr evil
(Aynı kökten gelen Şerare diye bir sözcük var ki hem kıvılcım hem de yaramazlık
anlamına geliyor. Dile meftun eden detaylardan. Şirret sözcüğü de bu kökten.)
Şey (ET neŋ) thing
Şimdi now, present
Şüphe doubt
―Kuşku suspicion
―Şekk
(Dücane: İki seçenek arasında sıkışıp kalanların haline şekk, daha çok seçenek
karşısında kalanların haline tereddüd veya şüphe, kuşkunun bütün türlerine ise
rayb adı verilir. Sözgelimi Tanrı'nın var olup olmaması hakkında kuşkuya düşen
kişi şekk etmiş; karşılaştığı kişinin Ali mi, Veli mi, Hasan mı, Hüseyin mi
olduğundan emin olamayan kişiyse şüphe etmiş demektir. Tam da bu noktada
Kur'an'ın, kendisini, "Allah katından nazil olduğunda rayb bulunmayan bir hitab"
olarak tanımladığı hemen hatırlanmalıdır.)
Takât energy
(ben bunu manevi, tinsel, ruhsal energy olarak kullanalım diyorum)
(T.D: Duyularla doğrudan yahut hattâ dolaylı tesbît edemediğimiz bu gizli gücün,
canlı-olmayan doğadaki tezâhürüne ‘tâkat’ (énergie); ‘beşer’in uzvî–dirimsel
128
(organique–biotique) düzlemindekine ‘nefs’ (psyché); ‘insan’daysa, uzvîlik–
dirimsellikten bağımsız biçimde kendini duyuruşuna ‘ruh’ (âme) diyoruz. Tâkat da
nefs de ruh da, tarîfi (définition) ile tanıtlanması (démonstration) imkânsız olan o
‘gizli güc’ün tezâhür etmiş üç farklı hâlidir.)
Takdîs sanctification
Takıntı obsession
Talebe student
(Dücane, talebeyi öğrenciden ayrıştırmak için öğrenciyi edilgin, talebeyi etkin
anlıyordu. Öğretmen öğrenciye bilgiyi vermek zorunda iken, talebe
öğretmenden/matlubdan bilgiyi kendisi alır. Talebe-talip ikiliği de izahtan vareste.)
Talîm dril/ling, train/ing
Tanık/lık witness/testimony
Tapınak temple
—İbâdetyeri place of worship
—Mabet house of God, sanctuary
Tapınakcılar Knights Templars
Tarif
(T.D: ‘Nasıl’, bir olayın cereyân şeklini bize verir. ‘Neden’, o olayın başlangıç
safhası nedir? Hangi âmiller o olayı başlatmıştır? Buna cevap getirir. ‘Niçin’,
olayın yöneldiği gâyeye cevap getirir.
‘Nasıl?’, denel düzlemdeki soru şekli olup esâstır. ‘Neden?’, ‘nedenli–denel
–düzlem’ üstünde yükselen ‘teorik çatı’dır. ‘Nasıl?’la, vâkıa çeşidinden olayın
olup bitme tarzı soruşturulur. Soruşturmadan elde edilecek sonuç, ‘tasvîr’
tertîbinde bir ‘açıklama’dır. ‘Tasvîr’, ‘olay’ın, vukûu ânında olup bitişinin ‘söz’le
yahut ‘çizgi’yle aktarılması, ‘resmedilme’sidir. ‘Neden?’ ise, açıklamayı yapanı
zamanca geriye taşır. ‘Olay’a yol açan âmiller, sıralanıp dökümlenir. Böylece
‘olay’ın vukûu bulma ânından uzaklaşılır. ‘Neden’ sorusuna getirilen ‘açıklama’,
‘nasıl’a verilen ‘tasvîr cevabı’ gibi ‘vâkıa yüklü’ ve ‘canlı’, demekki ‘tasavvur
içerikli’ değildir. Daha ‘soluk’ ve soyuttur. ‘Neden’ sorusuna verilen karşılık,
‘nasıllı’nın ‘tasvîr cevabı’nın tersine, ‘tarîf’ neviinden ‘açıklama’dır. ‘Tarîf’,
‘tasavvursuz’ olup ‘kavram’laşmış dil değerleriyle örülü bir ifâdedir. Bu söz
değerleri tekanlamlılığa ulaştıklarında, bunlara ‘ıstılâh’ yahut ‘terim’ denilir.
Tekanlamlı söz değerlerinin çizgisel (grafik) ifâdesi ‘formül’dür.)
Tartışma discussion
Tasavvur representation
(Ben Schopenhauer tercümesini de dikkata alarak tasavvur’a “bilinçsiz
representation”, tasarıma da “bilinçli representation” demeyi teklif ediyorum.)
Tasavvurlu imagery
129
Tasrîh -sarih’ten - clarification, specification
Tecâvüz rape, ravish, aggression
Tecessüs -casus’tan- curiosity
(T.D: Yaşatıcı olup da kullanım değeri taşıyan öğrenmenin davranışca ifâdesi,
‘tecessüs’tür. Akşamleyin perdesi çekilmemiş pencereden odanın içine şöyle
bakmak ‘tecessüs’e örnektir. Buna karşılık, yaşatırlığı, kullanım değeri âşîkâr
olmayıp da sırf kendisiçin arzulanan —nazarî/teorik— ‘bilgi’nin öğrenilmesi
irâdesi ‘merak’tır. Bunun dile getirilme biçimi ‘soru’dur.)
Tecrübe experience
Tedbîr precotion
Tedrîs lecture
Teemmül -emel’den- reflexion, düşüncenin üstüne katlanma
Teemmüllü düşünme reflexive thinking
Temyiz discernment
Terbiye
(Elmalılı: “Terbiye”, bir şeyi kademe kademe, tedrîc [derece’den] ile kemâline
eriştirmektir
ki bunun eseri ıstıfâ [safa’dan, saf olanı ayıklama] ve tekâmül olur.)
Tefekkür, fikr’den, murâkabe, seyir meditation, düşünme biçimlerinin hepsini
kapsayan “derin düşünme”
―Tezekkür, zikr'den, geçmişe yönelik düşünme, geçmişi hatırlayıp geleceği inşa
etmek ve yapılmış hataları tekrarlamamak, öğüt almak.
―Tedebbür, dübür-arka-dan, geleceğe yönelik düşünme, önlem alma, tedbir.
―Teakkul, akl'dan, geçmiş ve gelecek arasında bağ kurmak,
Tefsîr exegesis
Teftiş inspecttion, roll-call
―Sınama test
―Sınav exam
―Yoklama quiz, call-up
Tek single
Tekâbül/ mütekâbil correspondence/corresponding
Tekaddüm/mütekaddim precedence/preceding
Tekâmül spiritual development (kemal'den, kemal - kamil - ikmal - tekamül -
tekmil)
(T.D: Maddî etkileşmelere sahne olan bünyelerin tür düzleminde genetik
değişimlere uğrama dizileri ‘evrim’ken, ‘nefs’lerde ‘bilinç’lerin uyanıp
keskinleşmesi süreci ‘tekâmül’dür. …‘Yaşama’ temelleri üstünde hayatın inşâası,
dolayısıyla da beşerlilikten insan–olmaya dönüşme süreci ‘tekâmül’dür. Tersine,
130
hayatın, yaşamanın üstüne yıkılması, böylece insanın beşerleşmesi de ‘rücûu’dur.
…Tekâmül, tecrübe ile düşünceye dayanarak kişinin kendi maddî ile manevî
gücünün sınırlarını tesbît ile tayîn etme maksadına yönelik çıktığı keşîf
yolculuğunda katettiği mesâfedir.)
(Dücane: “Tekemmül etmek” tamamlanmak demek iken, “tekâmül etmek”
tamamlanma yolunda ilerlemek (evrim) demek.)
Tekil singular
Teklîf proposal
Tekrar, tekrarlama repetition
Telâkkî assumption
Temanu birbirini engelleme
Temel foundation/fundamental
Temennî aspiration
Temyîz discernement
Tenâsüh metempsychosis
Tenâsül (uzuvları) genital (organs)
Terbiye/li breeding, drill/ing; well-behaving, civilised
Tercüman, dilmaç interpreter
Tercüme translation, interpretation
Terkîp/terkîbî compound
Ters reverse
Tertil Bir şeyi doğru yapmak, açık açık, hakkını vererek açıklamak, sözü güzel
yerinde ve doğru söylemek.
(Dücane: Kelâm'ın tertil ile güzel söylenmesi ve okunması, ses güzelliğiyle gelişi
güzel eze büze tegannî etmek, saz teli gibi sade ses üzerinde yürümek kabilinden
bir musikî işi değildir.)
Teşhîr/ci/lik exhibition/ist, ~ism
Teşkîl etme, olma constitute
Teşkîlât —human, social— organization
Teşrîh dissection, explication
Tevârüs inheritance
Teyît confirmation
Tezâhür occurrence
Tıkız compact
Tilmîz disciple
Tirlig (ET)= dirlik (OsmT)= yaşama, hayat, can/lı life, living
Toplum, cemiyet society
Toplumsal, ictimaî social
131
Töre (törü [ET] = akît covenant, contract) ritual, custom
Töz , toz(ET)=kök, tabiat, asıl, menşe, mebde root, origin
Töz (kimya terimi) chemical substance
Tutku/lu (1)passion/ate, ardour/ardent; (2)obsession/obsessive
Tüketim consumption
Tüm whole, entire
Tür species
Türiçi intraspecific
Türdeş akin, kindred
Türlerarası interspecific
Uçurum
İngilizce’de üç sözcük var: Cliff, Abyss ve chasm. Bunların Fransızca karşılıkları
sanırım falaise, Gouffre ve Abîm’dir. Türkçe’de sırasıyla şunları öneriyorum: Cliff
/ Falaise / Uçurum, Abyss / Gouffre/ umk -çoğulu a’mak-, Chasm / Abîme / K’ar.
İngilizce’de bir de gulf var ki hiç sormayın!
Şimdi, bunlar nedir ve neden bunları öneriyorum? Osmanlıca’da Umk derinlik
(A’mak-ı Hayal) ve K’ar dip demek. Bu sözcüklerin heba olmasına gönlüm razı
değil -ki başka da pek imkanım yok herhalde? Abîm [yani Chasm / K’ar] “Gouffre
très profound” olarak geçiyor, yani “bayağı derin abyss / umk”. Daha iyi öneriler
var ise onlara da açığım elbet. Yani elimizde şöyle bir sıralama oluyor: K’ar > umk
> uçurum
―Umk Abyss, Gouffre
―K’ar Chasm, Abîm
Umut, ümit hope
Unsur element in the metaphysical sense
Usta/lık craftsman, master workman; skilled/skill
Usul procedure
Utangaç shy, timid, coy
Utanma/z shame/less
Uzam extensiveness, extension
Uzman/lık expert/ise, specialist, competent/competence
Uzun menzilli long-range; uzun süreli long-dated; uzun vâdeli long-term
Uzuv organ
Uzuvcuk organelle
Ülkü ideal
Ülkü birliği idealistic partnership
132
Üreme reproduction
Üretim production
Ürküntü panic, dread
Ürperti trepidation, apprehension
Üstünbeşer yahut üstüninsan (fevkalbeşer) Alm Übermensch
(T.D: Allah Soluğunun insandaki tezâhürü Akıl–Gönül tümlüğüdür ki, buna
‘maneviyât’ diyoruz. Maneviyâtın akıl tarafına, özellikle biçimselleştirlmiş
—akılyürütme ile gidimli düşünme— vechesine bihakkın vakıf olan ‘dâhî’dir.
Bunun da ötesinde, ‘akıl – gönül’ tümlüğünün, demekki maneviyâtının bütün
hazînesine mâlik bulunan Allah dostu ‘velî’dir. İlki, ‘üstünbeşer’ (‘fevkalbeşer’);
öbürüyse ‘Rahmanî insan’dır.)
Vaat commitment
―Vadetmek to undertake
Vahiy Revelation/Revelatory
Vahşî savage
Vaka case
Vakıa fact (Teoman Duralı’nın Tanımı: Zaman ile mekân koordinatlarına
yerleştirebildiğimiz olaylara Türkcede ‘vâkıa’ diyoruz. ‘Vaka’, hâlbuki, bir
defalıktır. Tekrarlanamaz, sonuçta da sınanması, denetlenmesi imkânsızdır.)t
Vâreste exempt
Vargı conclusion
(1)Varlık/lılık Being/ness
(2)Varlık/lı/lık affluence/affluent/affluency
Vasıf attribute
Vasıflı (işci) qualified (worker)
Vâsi spacipus
Ve and, added to
Ve dahî moreover
Veche aspect
133
Vecîz concise
Vecîze aphorism
Vect, vecit ecstasy, rapture
Vehim: “nesnesi olmayan düşünceler” demek; müteşekkil değil, meçhuldür.
Aslında bir cehildir, meçhul kalır; malumat vardır ama malumatın amacı belli
değildir ve tecrübe edilmemiştir. Buna günümüzde “paranoya” diyoruz. Paranoya,
nesnesi olmayan korkular için kullanıyoruz. -Metin Bobaroğlu.
Velî/lik close/ness to God, theosophist/theosophy
Veri/ler datum/data
Verim produce, output, return, delivery
Vezîriâzam Grand vizier
Vicdân conscience
Vuruşma, muharebe battle
Yaban wilderness
Yabancı stranger
Yabancılaşma estrangement
Yabanî wild
Yâd rememberance
―Anı
―Hatıra
Yamyam man-eater, cannibal, anthropophage
Yansıma reflection
Yapı structure
—inşâa(t) construction
Yapılanış structuration
Yapılanma configuration
—yeniden yapılanma reconstruction
Yapılış build-up
Yaraşırlık, liyâkat merit
Yargı judgement
Yarıvasıflı semiqualified
Yarım half
Yaşama life, living
Yaşamalık living
Yaşantı lived experience, Erlebnis
134
(T.D: Karşılaşılan, baştan geçen, kısacası, yaşanan olayların, ömrün her kesitinde
meydana getirdikleri birikimler, tecrübeleri oluştururlar. Tecrübelerin birikimiyse,
yaşantılardır. Ömür de, sonuçta, yaşantıların tümüdür.)
(Dücane bir yayınında yaşantı için “Tanrının yaşamı olur çünkü hayy’dır ama
yaşantısı olmaz demişti.)
Yaşayakalma survival
Yaşayakalma talihi chance of survival
Yayım/cı publication/ publisher
Yayımevi publishing-house
―Basımevi printing-house
―Matbaa printing-press
Yayın broadcast/ing
Yayla plateau, highland; nomad’s summer camping-groun; pastureland
—Çayır grassland
—Otlak meadow
—Mera pasture, pasturage
Yazar writer
Yazılım software
Yazın litérature (Fr)
—Edebiyat belles lettres (Fr)
Yeis despair
Yer/el place/local
Yerine getirme completion, fulfilment
Yerleşme, yerleşim settling
Yerleşmeci, yerleşimci settler, colonist
Yerleşmeyeri, müstemleke settlement, colony
Yerme/ yergi protest/ation
— Telîn cursing, denunciation
Yeryüzü the Earth
Yeti capacity
Yetiştirme, besleme breeding
Yinele(n)me replication in biology
Yok/luk nothing/ness, non-existence, inexistence
Yoksul/luk poor/poverty
Yoksun/luk deprived/deprivation
Yorum interpretation
135
Yoz kuş: Acemi, aptal, bön kuş (Anadolu’da yoz renkte, yani yer rengine yakın bir
renkte serçeden büyük, güvercinden küçük ve yanına yaklaşılıncaya kadar
kaçmayan, bu yüzden de elle tutularak avlanalabilen sâf ve bön bir kuşa da ‘‘yoz
kuşu” derler) -Gölpınarlı.
Yozlaşma decadence
Yön direction
Yönelim tendency, predilection
Yönetim management
Yöntem method
Yöntembilgisi methodology
Yürek/li/lik animal’s physiological heart; bold/ness
Yüz face
136
Zengin/lik rich/ness
Zerâfet/zarîf grace/gracious, elegance/elegant
Zevât top people
Zevk pleasure; taste
Zevkiselîm edification
Zıt/lık contrasting/contrast
Zihin/zihnî (ET ög) intellect/ual; mind/mental
Zihnîleştirme intellection
Zihniyet mentality
Ziyâ incandescence
Ziyâde extra; more than, better than
Zor/luk hard/ship
Zorunlu/luk necessary/necessity
Zorunlu nedensellik necessary causality
Zorunsuzluk contingent
137